You are on page 1of 214

Verdiği ilham ve sevgi dolu destek ile bu kitabın yazilmasini

mümkün kılan eşim Cornelia'ya


İÇİNDEKİLER

Başlarken
H er Şey D ü şüncede Başlar 11
K endini-Y önetm e'nin Yolu 19
İste ve Sahip 01 29
K endiniz Olm a C esaretin i G österin 37
A m açlara U laşm ak için Beş îlke 52
Sınırsız F ikir Kaynağım K ullanm a 64
Yaratıcı tm ajinasyonun G ücü 74
K endine G üven Nasıl O luşturulur 82
îlk Adım: K a rar Vermek 95
K endini-Y önetm e Refah G e tirir 102
işler K ötü G ittiğ in d e Ne Yapmalı? 118
Z am an ın Efendisi Olun! 132
iyi Bir Bellek için D ö rt ilke 140
Sakinleştirici H a p la r A lm adan R a h a tla m a 152
Endişelenm eyi Bırak, Yaşamaya Bak! 162
Korku Sizi Yenmesin-Siz Korkuyu Yenin 173
Evet, Sigarayı Bırakabilirsiniz 182
Uykusuzluk H astalığını Yenebilirsiniz 191
Cesaretsizliğin Çaresi 201
K endini iyi Y önetm e, Sürekli H u z u rd u r 209
D ü n y a n ın sıvı h alde olduğu ilk z a m a n la rd a n beri aynı
büyük gelişm enin b irbirini tak ip eden safhalarını izlem ek te­
yiz. Jeokim ya, jeo tek n ik ve jeobiyoloji yoluyla h er zam an a n ­
laşılabilecek tek ve tem el bir süreç bulduk -ilk hücreleri
o lu ştu ra n ve d ah a so nra sinir sistem lerinin oluşturulm asıyla
devam eden süreç. Jeojenezin biyojeneze yükseldiğini gör­
dük, sonra da psikojeneze d ö n ü ştü .
T eilh ard de C h a rd in , tnsan Fenomeni

... d ü şü n ce g ü c ü n ü n k u d re ti, sın ırlan çizilmiş bir birey­


selliğe h a p so lu n a m a z . İn sa n ın yaptığı, kendisininkiyle k ı­
yaslanam ayacak sonsuz bir gücü h a re k e te geçirm ek ve onu
y ö n len d irm ek tir. Z eki, am a kişisel olm ayan bu güç, bireyin
kişiliğinin izlerini taşıyacak ve böylelikle etk isin in , bireyin
ilgilenmek z o ru n d a olduğu d u ru m la rın objektif algılanm ası­
nı engelleyen sın ırların çok ötesinde hissedilm esini sağlaya­
caktır.
T h o m as T row ard, Edinburgh Konferansları
BAŞLARKEN

YENİ BİR HAYATA GİRİŞ

îş h a y a tın d a faal bir avukat olarak geçirdiğim on altı


yıl ve in san ın gerçeği k o n u su n d a konferanslar vererek h a r ­
cadığım yirm i yıl b an a bir şey öğretti: İn sa n kendisinin en
büyük d ü şm an ıd ır.
Bu süre içerisinde en az ın d a n yirm i bin sorunlu insanla
g ö rü ştü m . H epsi de kendi s o ru n u n u n benzersiz olduğunu d ü ­
şü n ü y o rd u , am a benim gözüm de h ep sin in derdi aynıydı.
B u n ların hepsi de farklı n ed e n le rle kendilerini ve h a y a tta
başarılı olma k ap asitelerini küçük gören, kendilerini sonuca
götürecek doğru yollara d ü şü n celerin i y ö n len d irm ek te b aşa­
rısız o lan, h a y a tın k en d ilerin e karşı olduğunu d ü şü n e n , oysa
aslında kendi ken d ilerine karşı olan in san lard ı.
Kişi denem eye istekli olursa her za m a n geçerli olabile­
cek bir bilinç yasası keşfettim . Kişi d ü şünce tarz ın ı değiştir­
meye istekli olup b ilin ç altın a yeni, bilinçli yönler verdiğinde,
yaşam ın d a an i bir değişim oluyordu. William Jam es, bu ger­
çeği geçen yüzyılın s o n la n n d a keşfetmiş ve h er d ü şü n ce n in
sonuca g ö tü ren bir araç olduğunu söylem işti; am a bu gerçek
o za m a n da çoğu insan ta ra fın d a n an laşılam am ıştı.
B ilin çaltın d a gizli olan o m u h teşem gücün farkına varıp
onu kullanm ayı öğrendiğim de, m ah k em e le rd e birbirleriyle
sü rtü şen in sa n la ra yardım cı o lm ak tan vazgeçtim . O n u n y eri­
ne in san ın gelişimi, ilişkileri ve gerçeği, in san -T a n rı ilişkisi

7
konusunda verdiğim konferanslar ve özel konsültasyonlarla
insan lara çok d aha yararlı olabileceğimi görm üştüm .
Ofisime akan insan selinin, hiç kesilmeyen telefon ko­
n u şm aların ın ve d aha iyi bir yaşam felsefesi arayan in sa n ­
lard an aldığım m e k tu p la rın kayıtlarını tu tm a y a başladım .
Kısa bir süre sonra dosyalarım , d u ru m ların d ak i gelişmeleri
a n la ta n in san ların m ektuplarıyla, kendi koşullarını iyileştir­
mek için yapabilecekleri bir şeyler olduğunu keşfeden m in ­
n e tta r kişilerden aldığım haberlerle dolup taşm aya başladı.
B unları "kanıt dosyalan" diye adlandırıyorum ; çünkü d ü şü n ­
ce gücünün neler yapabileceğini gösteriyorlar.
in san larla yaptığım bu çalışma sayesinde'Kendini-Yö-
netm e bilim ini -bilinçaltını doğru kullanım a lan la rın a yön­
lendirm e sa n a tın ı- geliştirdim . Bu bilimin geçerliliği h ak k ın ­
da kafamda artık hiçbir kuşku yok. Kişi kendisiyle ilgili
inandığı, hayal ettiği, güvenle beklediği şeyleri mutlaka yaşa­
yacaktır. Bilinen tüm sorunların üstesinden gelebilecek
kesin ve kolayca uygulanabilir bir Kendini-Y önetm e sistem i-
vardır. E vrenin kendine ait bir düzeni ve yasaları vardır. Ela-
yatm her alanı yasalarla yönetilir. Hiçbir şey çevreye veya
şansa bağlı değildir. Dış dünyadaki her şey d ü şüncenin kul­
lanım ı yoluyla halledilebilir. Eler sorunu K endini-Y önetm e'
yle çözümlemek m ü m k ü n d ü r. A nahtar Psikojenez'dir; yani
her şey düşüncede başlar. Bu sadece dünyanın başlangıcında
olm adı: Elayat sürekli kendisini yeniliyor, yeniden yaratıyor.
Biz de devamlı olarak b aştan başlıyoruz. Başlangıçta Düşün­
ce, cenneti ve dünyayı yarattı. Kafamıza yerleştirdiğimiz her
yeni kavram , deneyim lerim izde tam am ıyla yeni bir olaylar
zinciri olarak kendini gösterir.
Karşılaştığım en yaygın sorunların çözüm lerini bu ki­
ta p ta sunm aya çalıştım . Bu sorunlar birlikte çalıştığım in ­
sanlar tarafın d an çözüm lendi. U m arım daha birçok insan
K endini-Y önetm e'den y ararlan a cak tır.
K endini-Y önetm e'de kullandığım ız kural şu: Kişinin bi­
linçli olarak düşündüğü her şey bilinçaltını etkiler ve bu dü­
şünce, içerdiği arzu ve güce göre gerçekleşir.
H epim iz bilinçaltım ızı nasıl temizleyeceğim izi, bir gün
gerçekleşmesini istemediğimiz düşünceleri orad an nasıl sö­
küp atacağım ızı öğrenmek zorundayız. D üşüncem ize ve dola­
yısıyla hayatım ıza hakim olabileceğimizi; bilinçaltına em ir­
ler verebileceğimizi ve E vren'in gücü ve bilgeliği sayesinde
bu em irlerin yerine getirileceğini k an ıtlam ak zorundayız.
K endini-Y önetm e, akim , onu takip edip olum lu em irlerim izi
yerine getireceğini bilerek b ilinçaltını olum lu yönde yeniden
yönlendirm e san atıd ır. Psikojenez, "H er şey düşüncede baş­
lar" prensibi; K endini-Y önetm e ise bu prensibin kullanım ı­
dır.
Şimdi sizlere kaderinizin efendisi olma fırsatını sunuyo­
rum . Psikojenezi anlarsanız* bu sandığınızdan kolay olacak­
tır. Ev k adını, işadam ı, satıcı, öğretm en ya da öğrenci olabi­
lirsiniz, fark etm ez. K endini-Y önetm e yoluyla Psikojenez'in
nasıl kullanılacağını anladığınızda, istediğiniz zam an r a h a t­
lam ayı, sizi rah atsız eden kötü alışkanlıklarınızdan k u rtu l­
mayı, bir bebek gibi uyum ayı, in san larla daha iyi geçinmeyi,
m u tlu bir evlilik yapmayı ve giriştiğiniz her işte hayallerini­
zin ötesinde başarılı olmayı öğrenebilirsiniz.

JACK ENSIGN ADDiNGTON


1

HER ŞEY DÜ ŞÜ NCED E BAŞLAR

Başlangıçta Tanrı cenneti ve dünyayı yarattı. Dünya şekilsiz


ve boştu; ve derinliğin yüzü karanlıktı; ve Tanrı'nın ruhu
suların yüzünü kapladı.
JE N E S IS 1:1,2

Psikojenez (d ü şü n c e+ b aşlan g ıç ), "her şey düşüncede


başlar" dem ektir. B aşlangıçta D ü şü n c e , cen n eti ve dünyayı
y a ra ttı. D ü şünce h er şeydir. Elayatı o lu ştu ran şeyler, D ü şü n -
ce'nin sürekli değişen kreasyonlarıdır. Bu sizi şaşırtıyor mu?
Bir d ü şü n ü n , çevrenizde gördüğünüz her şey önce bir fikirdi.
Eler birimiz Evrensel Z ek â'n m birer fikrî ü rü n ü y ü z . K en d i­
mizi h a y a tta n ayrı d üşünebiliriz, fakat aslında okyanustaki
bir d am lan ın d en izin parçası olduğu kadar biz de bir D ü şü n -
ce'nin parçalarıyız.
D ünya ve içerdiği her şey d ü şü n ce n in ü rü n ü d ü r. Fizik­
sel evren, D ü şü n ce 'd e yer alan şeylerin can çekişen k an ıtı,
son parıltılarıd ır. İn s a n la rın gerçek dedikleri şey psikojenez-
le, yani D ü şü n c e 'n in görünm eyen dünyasında başlam ış olm a­
lı, ister hoşlanalım ister hoşlanm ayalım yaşadığımız dünya
zihinsel bir dünyadır.
K ullandığım ız otom obil, yaşadığımız ev, o tu rd u ğ u m u z
sandalye, önceleri bir d ü şü n ced en ib are tti. Elepsi önce D ü-

11
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
şünce'de olu ştu ru ld u ve D ü şü n c e 'n in yaratıcı sürecinin ü r ü ­
nü olarak gerçekleşti.
" F a k a t", diyorsunuz, "bedenim e ne demeli? P e n c e re m ­
den gördüğüm ağaca ne demeli? O nları ben düşünm edim .
O nlar var olm adan önce aklım da değillerdi.

DÜŞÜNCE SONSUZDUR

D ü şü n c e 'n in insan beyniyle sınırlı olduğunu düşünm ek


yan ıltır bizi. İn sa n beyni, D ü şü n ce 'n in bir aracıdır yalnızca.
E vrenin sıralı düzenlenişi, evrensel bir zekânın varlığının
k an ıtıd ır. A tom larda var olan bu zekâ, hayatın her b ö lü m ü n ­
de, evrenin sonsuzluğuna doğru te k ra r te k ra r üretilir. Bu
zekânın var olmadığı hiçbir yer yoktur. Eler şey D üşünce'dir
ve D ü şü n c e 'n in ü rü n ü d ü r.
Bu sabah bir papayayı o rtasın d an kestim . Bir papaya-
nın içinden d ah a güzel bir şey var m ıdır? Kayısı renkli bu
atlas dokum ayı ve o parlak siyah çekirdeklerin zıtlığını yal­
nızca Yüce S anatçı plânlam ış olabilir. Bir papayanm kaç çe­
kirdeği vardır sizce? Bir gün sayacağım! Ne bereket! Bu şe­
kilde p lân lan m ış. Bir tan ecik kaybolsa da daha bir sürü var
ve b u n la rın bir kısmı m u tlak a büyüyüp meyve olacak. Bizim
kavrayamayacağımız k adar büyük bir zekâ plânladı b u n u .
Eiayatm en küçük ayrıntısı bile, kendi dışında kalan kısmıy­
la uyum sağlayacak şekilde plân lan m ış ve h er ayrıntı evre­
nin b ü tü n lü ğ ü n e katkıda bulunuyor.
K ara sineği kendisini tım a r ederken izlediniz mi hiç?
Büyüleyici bir şeydir. K üçük, ince bacaklarını kaldırır ve k a­
n a tla rın ın ü stü n e yerleştirir. Bacağındaki kıllar yum uşak
bir fırça vazifesi görür, incecik k a n a tla rın ı te k ra r te k ra r
okşar. Bir toz parçası bile bu zarif k a n a tla rın h arek etin i e n ­
gelleyebilir. K a n a tla rın fırçalanm ası sineğin h ay atın d a çok

12
önem li bir olay olm alı. Anne sinekler acaba çocuklarına k a­
n a tla rın ı böyle özene bezene parlatm ayı öğretir mi? Bu tım a r
işlemini ilk sineğe kim öğretti peki? Karışık aerodinam ik sis­
tem i ve yeşil k a n a tla rı ile o önemsiz kara sineğe kadar her
şeyi D ü şünce plânladı! Tüm b u n ların ard ın d a Yüce bir Zekâ
olmalı; h ay atın her zerresine nüfuz eden, h er şeyi bilen bir
Akıl.
tn sa n b ed en in in çeşitli faaliyetlerindeki bu kusursuz
dengeyi başka tü rlü nasıl açıklayabilirsiniz? O rganlar, salgı
bezleri ve bed en in çeşitli fonksiyonları birbirine öylesine m ü ­
kemmel bağlanm ış ki, iyi çalışm ayan bir salgı bezinin yerini
bir başkası alabiliyor; bedenim iz tehlike a n ın d a istem im iz d ı­
şında gerekeni yapabiliyor ya da onu yanlış kullandığım ızda
telafi edebiliyor. Yüce M üh en d is işini bu denli ustaca y ap ­
mış. Bedenim izle karşılaştırılabilecek bir m akine yapılabildi
mi şimdiye dek? H ayır, asla, insanoğlu tek bir u n su r yü zü n ­
den bugüne dek kendi yerini alabilecek bir robot y aratam ad ı.
Bu Evrensel Z ek â'n m birbirine bağlama eylemidir.
E vrenin bu karm aşık m odelini inceleyen insan kendi
kendisine "Tüm b u n la rın bir Yüce Z ekâ'nm eseri olm adığına
nasıl inanabilirim ?" diye sorm ak zo ru n d ad ır. Bu Yüce
Zekâ'yı y a ra ttık la rın d a n ayrı nasıl düşünebiliriz? Z ate n ku­
sursuz olan bu mucizevi h ay a tın m odelini değiştirmeye ve
geliştirmeye çalışmak in san ların büyük yanılgısıdır.

İNSANA HAKİMİYET VERİLMİŞTİR

O h ald e, y aratm a fırsatı insana nerede veriliyor? in san a


seçim yapm a ayrıcalığının, düşüncelerini yönlendirm e o to ri­
tesinin ve fikirlerini ifade etm e hakkının verildiği alan , bi­
reysel yaratıcılık alanıdır, in sa n , Evrensel Akılla birlikte
kendi h ayatını y aratır. B urada, yüce plâna göre insana h â ­
kimiyet verilm iştir. H a y atın yaratıcı süreci o n a, yaşadığı

13
% 100 D Ü Ş Ü N C E GÜCÜ
olayları yönetm e otoritesini verir.
Davut Peygam ber bunu şöyle dile getirm iş: Ona yarattı­
ğın şeyler üzerinde hâkimiyet verdin, her şeyi ayaklarının al­
tına serdin.
Kendim iz için yarattığım ız dünyadan hoşlanm ıyorsak,
hoşlanabileceğimiz yeni olaylar başlatabilecek bir dünya ya­
ra tm a hakkı verilm iştir bize. Bu "K endini Y ö n etm ek tir. Biz
zihinsel kalıbı h azırlarız ve D üşünce onu bizim için doldu­
rur. D ü şü n ce'n in nasıl çalıştığını anlarsak ona güvenebiliriz.

DÜŞÜNCE HEM YÖNETİCİ HEM Ü R ETİC İD İR

Evrensel Zekâ, insanı kendi imajında yarattığı zam an,


y aratm a gücünü de paylaştı onunla. H ayatın erkek boyutu,
hepim izin içindeki bilinçli ve yönetici düşüncedir. Dişi boyu­
tu ise b ilin çaltm d an gelen alıcı ve yaratıcı yollardır. Başka
bir deyişle bilinç ve bilinçaltı olmak üzere iki görünüm lü tek
bir akıl vardır. K adın ya da erkek olm anız önem li değil, h e r­
kes hem erkek yönetici hem de dişi yaratıcı düşünceyi kulla­
nır. Akim bu çifte fonksiyonu ile hayatlarım ızı yönlendirm e
hakkı verilm iştir bize. Evrensel Z ekâ'nm m utlak gücünü
kendi yaşam larım ızda kullanm aktayız. Var olan başka bir
güç yoktur.

İNSAN ONURLANDDIRILMIŞTIR

E m erson, D ü şü n ce 'n in tüm insanları kapsadığını ve her


insanın bir giriş ve çıkış olduğunu söylemiştir. H epim iz Bil-
gelik'in, Anlayış'm ve Z ekâ'nm evrensel deposuna girebiliriz.
Sonsuz fikir kaynağına ulaşabiliriz. Em erson aynı zam anda
her ilham ın, Yüce D ü şü n ce 'n in kendi aklımıza bir akışı oldu­
ğunu da söylemiştir; insanın a n a h ta rı kendi düşüncesidir.

14
Her Sey Düşüncede Başlar
Yüce Zekâ yaratıcılığını fikirlerle sü rd ü rü r, in san ın aklı,
T a n rı'm n ağzıdır.
in san ın gereksinim duyduğu her şey Evrensel Akıl'da
zaten m ev cu ttu r, tn s a n algılamayı ve Yüce D ü şü n ce'n in akı­
şına nasıl açılacağını öğrendikçe, kendisine gelen fikirleri
alabilir ve b u n lar arasın d a izlemek istediği yolu seçip uygu­
layabilir, insan şans rüzgârlarıyla bir o yana bir bu yana
savrulan bir kader m ahkûm u olmak zorunda değildir. E vren­
sel Z ekâ'nm düzenli plânı doğrultusunda hay atın ı düzenleye­
bilir, in san a ne büyük bir onur verilmiş: E layatm a h ü k m e t­
me fırsatı! F ak at o n u n la birlikte, h ay atın sonsuz kaynakla­
rını akıllıca kullanm a sorum luluğu da verilm iştir.

BİR KADIN HAYATINANASIL H Ü K M E D E B İL İR .

Bir keresinde, tü m yaşamı stres dolu olumsuz bir or­


tam d a geçmiş bir k ad ına danışm anlık yapm ıştım . Laura h a ­
yatı boyunca düşündüğü ya da yaptığı hem en her şey için
suçluluk duyduğunu kabul etm işti. B ana, kocası hiçbir uyarı­
da b u lu n m a d a n onu boşadığı için gelmişti. U m u tsu z , çaresiz
bir haldeydi. B unun kendisi için çok büyük bir şok olduğunu
söylüyordu.
"B unun olabileceğini hiç dü şü n m em iştim ," dedi önce.
Ancak az sonra, olaylardan kolayca etkilenen bir yapısı oldu­
ğunu kabul etti ve ne zam an bir boşanm a haberi duysa,
"Kocam beni boşarsa ne yaparım ?" diye dü şü n d ü ğ ü n ü söyle­
di. Bu olasılığı birçok kez dü şü n m ü ş, her seferinde de terk
edilm enin ve yalnızlığın dehşetini duym uştu. D ah a önce ba­
na boşanm a olasılığını asla düşünm em iş olduğunu söyleme­
sine rağm en, d erin lerden gelen bu korkuyu yıllardır yaşadığı
ortaya çıkm ıştı. Evliliğinde bu korkuyu haklı gösterecek bir
şey olm am asına karşın "korktuğu başına gelmişti".

15
% 100 D Ü Ş Ü N C E G Ü C Ü
Zihinsel olarak aynı a n d a iki yöne gittiğini anlam aya
başlam ıştı yavaş yavaş. Bilinçli olarak boşanm ayı hiç d ü ş ü n ­
m ediğini iddia ed e rk en , b ilin ç altın d a boşanm a korkusuyla
doluydu. Z ih n in in hislerle ilgili derin lik lerin d e boşanm ayı
bir olasılık olarak kabullenm ekle kalm ayıp d ü şü n celerin e de
bu şekilde yön verm eye başlam ış ve so n u n d a boşanm a olayı­
nı yaşam ıştı.
L au ra ve b e n , ona yeni bir zihinsel yapı k azan d ırm ak
gerektiği k o n u su n d a fikir birliğine vardık. Yeni bir zihinsel
başlangıç yapabilm esi için psikojenez prensibini uygulaya­
rak h ay a ta karşı yeni bir bakış açısı kazanm ası gerekiyordu.
Ancak n e re d e n başlayacağını bilm iyordu. Bir kırtasiyeciye
gidip kendisine büyükçe bir defter alm asını ö n erd im . O lu m ­
suz d ü şü n ce le rin in farkına vardıkça b u n la rı yazm asını iste ­
dim . D a h a sonra b u n ları analiz edecek ve olum lu karşılıkla­
rını bulm aya çalışacaktı. H e rh an g i bir k o n u d a kendisini
suçlu h issettiğ in d e b u n u da günlüğüne yazm ası k o n u su n d a
an laştık . Böylece h er suç kon u su , kendini suçlam a o lm ak tan
çıkarılıp k en d in i kabullenm eye d ö n ü ştü rü lece k ti.
A radan birkaç hafta geçti. G ü n lü ğ ü n ü getirdiğinde, yaz­
dığı olum suz d ü şü n ce le rin bir kısm ını ta rtıştık . H a y atın d a k i
h em en her şeye karşı olum suz düşünceler geliştirm e eğili­
m in d e olduğunu görm eye başladı. Ö rneğin, avukatı hisse se­
n ed in e yatırım yapm asını ö n erdiğinde, h em en b u n u n parayı
sokağa atm ak olduğunu d ü şü n m ü ştü . A rkadaşları o rtam d e ­
ğişikliğinin onu m u tlu edeceğini düşünerek ta tile çıkm asını
ö n erd ik le rin d e, h em en bir kaza olasılığını d ü şü n m ü ştü . Ye­
n id en evlenm ek k o n u su n d a ise şöyle d ü şü n ü y o rd u : "Bir d a ­
ha asla evlenmeyeceğim. U z u n , yalnız bir h ay at uzanıyor
önüm de."
Ve şim di, defterini okudukça L aura gülmeye başlam ış­
tı: "Nasıl bu k ad ar olum suz olabiliyorm uşum ?"
Birlikte yeni, olum lu bir "k endini-yönetm e" plânı ü z e ­

16
Her Sey Düşüncede Başlar
rin d e çalıştık. Yeni bir zihinsel yap ın ın çatisıydı bu. H ayata
olum lu b a k m a n ın olum suz bakm ak k ad a r kolay ve çok daha
ü re tk e n olduğunu görmeye başladı. G ü n lü k , pek çok şeyi o r­
taya çıkarıyordu. Eğer siz de hoş olm ayan düşünceleri aklı­
n ız d a n söküp a tm a k istiyorsanız, bu sistem i tavsiye ederim .
Bir gün L au ra şöyle dedi: "D ü şü n d ü ğ ü m şeyler zam a n la ger­
çeğe dönüşüyorsa, sadece gerçekleşm esini istediğim şeyleri
dü şü n m em akıllıca olur."
Yeni zihinsel yapının h er an kullanılm aya hazır bekle­
diğini söyleyebilmeyi isterdim , am a bu o kad ar basit değildi.
Eskisini söküp a tm ak oldukça z a m a n aldı. L a u ra 'n m g ü n lü ­
ğü bir gün önce olum suz düşüncelerle doluyken bir gün son­
ra yeni ve olum lu bir yaklaşım a sahip olm adı. D ü şü n ce b a h ­
çesi yabani o tlarla kaplıydı ve b u n la r bir gecede sökülüp a tıl­
m ad ı. Sökülüp atılm ası gereken eski ko rk u lar, eski suçluluk
duygulan b ilin ç altın ın derinliklerine yerleşm işti çünkü.
Ö rn eğ in , "h ay atın artık o n d an geçtiği", yeniden evlenm e
şan sın a sahip olmadığı gibi bir düşüncesi vardı. G eçm işteki
başarısızlığından dolayı kendini bağışlayam ıyordu bir tü rlü .
Bazı gizli kalm ış yeteneklerini bugün ortaya çıkarıp gelişti­
rebileceğine in a n m a k ta güçlük çekiyordu.

BÎTÎRİLMÎŞ RESÎM ÜZERİNDE ÇALIŞMA

Böylece, yeni bir am aç listesi o lu ştu rd u k ve bitirilmiş


resim diye adlandırdığım şey ü ze rin d e çalışm aya başladık.
B ugünkü yalnızlığını, suçluluk duygularını ve yetersizliğini
d ü şü n m ek y erine tü m dikkatini yaşam ayı arzuladığı yaşam
biçim ine vermeye başladı. N e za m a n eski olum suz yanıtlar
ortaya çıksa k en d ilerin i yavaş yavaş etkisizleştiren olum lu
y an ıtla rla k arşılaştılar. O lum lu yaklaşım lar giderek güçlen­
di ve n ih ay et olum suz biçim leri yendi.

17
% 100DÜŞÜNCE GÜCÜ
L aura günlüğünün arka tarafına am açlarını şöyle sıra­
lam ıştı: 1. K endini ifade etm ek
2. Arkadaşlık
3. M utlu bir evlilik
Bugün, tüm bu am açların gerçekleştiğini söylemekten
m utluyum . Oysa L aura onları ilk kez yazdığı zam an hepsi­
nin olanaksız göründüğünü söylüyordu.
L aura şimdi, bir z a m a n la r dansa sarıldığı arzu ve şevk­
le yağlı boya resme başlayan usta bir sanatçı. G eçenlerde a ç ­
tığı kişisel sergiyi gezerken birçok tab lo su n u n "satıldı" etik e­
ti taşıdığını gördüm . Resim leri büyük ilgi topluyor ve sürekli
talep ediliyor. Kafasını ken d in d en ve so ru n ların d an k u rta r­
dığından beri de dostluğu a ra n a n bir kişi oldu, işi nedeniyle
san at çevrelerinde birçok ortak zevkleri olan arkadaşlar
ed indi. İkinci am acının ilkinin bir yan ü rü n ü olarak gerçek­
leştiği söylenebilir.
Çalışması sü rerken, güzel tab lo ların d an etkilenip k en ­
disine yaklaşan dul bir ressam la ta n ıştı. Adam bir ark ad aşı­
n a, "Onu m u tlak a tanım alıyım ", dem işti, "tabloları yaşama
duyduğu coşkulu sevgiyi yansıtıyor. Resim lerini seyrederken
öylesine haz duyuyor ki insan; harika bir kadın olmalı bu..."
T an ıştılar ve daha ilk görüşte birbirlerinden h o şlan d ı­
lar. Altı ay içinde evlendiler ve bugün m utlu olup olm adıkla­
rını sorduğum da b ana, "Adeta c e n n e tte yaşadıklarını" söylü­
yorlar.
Evet, üçü n cü am aç da gerçekleşmişti. Size L a u ra 'n m
önceki ve sonraki resim lerini gösterebilmeyi isterdim . Bugün
o ilk karşılaştığım kadın değil asla. Artık geçmişe bakm ıyor,
kin duym uyor ya da kendisini suçlamıyor. Zihinsel yapısını
düzenlediği zam an, dünyasını her açıdan yeniledi. Kendisi
için belirlediği am açlar, hak k ın d a konuştuğum uz zihinsel
kalıplardı. Evrensel D üşünce hepsini doldurdu.

18
2

K E N D İ N İ - Y Ö N E T M E N İ N YOLU

Işık gökgürültüsünden, düşünce de eylemden önce gelir.


HEiNRiCH HEiNE

Hiç sarmısak hafiyesi diye bir şey duydunuz mu? Birkaç


yıl önce ölen bir arkadaşım sarmısak hafiyesiydi. Sürekli sar­
ımsak arardı am a çok sevdiğinden değil, nefret ettiğinden.
Ona göre bir n u m aralı halk düşm anıydı sarm ısak. "Tavuk
mu y u m u rtad a n y u m u rta mı tavuktan çıkar?" Eskiden beri
mi sarm ısaktan nefret ediyordu, yoksa içinde sarm ısak oldu­
ğunu bildiği bir karışım ı yiyip hoşlanm ayınca sarımsağa
alerjisi olduğunu m u düşünm eye başlam ıştı? Eler nasılsa! Bu
on u n için büyük bir ilgi kaynağı olm uştu. Birisi grup olarak
akşam yemeğine çıkmayı önerdiğinde ta rtışm a kaçınılm azdı.
Birisi, "O sevimli F ransız lokantasına gidebiliriz" dediğinde
veya "Bu akşam İtalyan yemeğine ne dersiniz?" diye sordu­
ğunda Alice hem en "Böyle yabancı yerlere gitmesek daha iyi.
Güzel Am erikan yem eklerinin yapıldığı yerler daim a daha
güvenlidir. O yabancı yerler sarmısak k u llan m ad an yapam ı­
yorlar" diye karşı çıkardı.
Bize akşam yemeğine geleceği zam an salataya sarmısak
koymamaya dikkat ederdik, içinde sarmısak tozu olm adığın­
dan emin olmak için hazır sos şişesinin üstündeki yazıları

19
% 100 D Ü Ş Ü N C E G Ü C Ü
bile okurduk. İç in d e sarm ısak varsa hafiyemizin onu h e m e n ­
cecik ortaya çıkaracağını biliyorduk. Böylece, bizi kendisine
tu zak k u rm ak la suçladığında m asum iyetim izi kanıtlayabili­
yorduk. Çok iyi bir a rk a d a ştı, bu konuda şakalaşırdık h e p ;
"Biliyorum, sarım sağı seversiniz, m u tla k a bir şeylere kat-
m ışsm ızdır", derdi.
G ittiği h er yerde sarsım ak arıyor, genellikle de buluyor
ve o an d a h a sta la n ıy o rd u . Bazı lo k an talar yem eklerinde sar­
ım sak olm adığına dair g a ra n ti veriyorlardı; am a eğer varsa
buluyor ve acı çekerek ödüyordu b u n u . İşin ilginç yanı, b a ­
zen yem ekte sarm ısak olm asa da h astala n ıy o rd u Evet, sar-
ım sağm düşüncesi bile yetiyordu onu h asta etm eye. T a tm in
edebileceğiniz gibi, yıllar boyu büyük bir sorun oldu bu o n u n
için.

BİLİNÇALTI: B ED EN İN YAPICISI

B ilinçaltı, b ed e n in yapıcısı olarak bilinir. B edenin fonk­


siyonlarının o to m a tik olarak yürüm esini sağlar, ister uyuyor
olalım , ister uyanık, büyük istemelimi hayat sürer. Yüce
P lâ n c ı'n m bu şekilde bir düzen kurm uş olması büyük bir
şans değil mi? K albim ize a tm a s ın ı, m idem ize yem ekleri sin ­
dirm esin i, k an ım ıza d a m a rla rd a dolaşm asını söylemek d u ru ­
m u n d a olsaydık ne k ad a r zor olurdu. H ayır, h er şey h arika
bir biçim de h a z ırla n m ış bizim için. B edenin gelişimi, tüm
fonksiyonları bilin çaltı ta ra fın d a n yönetiliyor. Aslında b e d e ­
n in h er h ü c re sin d e ve a to m u n d a bir zekâ var ve bu zekâ b i­
lin çaltın a bağlıdır.

20
Kendini yönetmenin yolu
BİLİNÇALTI, ÖRNEKLER H AKKINDA YARGIYA
VARMAK İÇ İN KURALLARDAN YOLA ÇIKAR.

Bilinç em irleri verir, bilinçaltı da uygular. K urala daya­


lı çık arım , iki önerm eyi alıp bir araya getirerek b u n la rd a n
bir sonuca ulaşm ak dem ektir; bir büyük, bir küçük önerme ve
sonuçtan oluşan mantıksal bir kıyaslama yöntemidir bu.
K urala dayalı çıkarım , genel p re n sip lerd en özel sonuçla­
ra ulaşm ak şeklinde bir yol izler. B urada p re n sip lerin doğru­
lu ğ u n u n k a n ıtla n m a sı şart değildir; doğru o ld u ğ u n u n varsa-
yılması yeterlidir. B ilinçaltı her za m a n m an tık i kıyaslama
d en en bu y ö ntem i kullanır. Kolayca görülebileceği gibi bu
m a n tık , orijinal ö n e rm e n in doğruluğu o ra n ın d a doğrudur.
Klasik bir örneği ele alalım : Bütün Ruslar komünisttir.
Müzik Evi'nde çalışan adam Rus'tur. Bana göre o bir komü­
nisttir. H albuki Rus h alk ın ın sadece küçük bir bölüm ü k o ­
m ü n is ttir. Öyleyse, M üzik Evi'nde çalışan ad a m ın kom ünist
olm am a olasılığı da vardır.

GÖNÜLLÜ HİZMETKÂR

Bilinç; b ilin çaltın a direktifler verir. B ilinçaltı yalnızca


em irler alıp b u n la rı m an tık i kıyaslam ayla (kurala dayalı çı­
karım la) yargılayarak yerine getirdiği için gönüllü hizmetkâr
ad ın ı alır.Verdiğiniz her em ir, o lu ştu rd u ğ u n u z h er önerm e,
benim sediğiniz h er in a n ç b ilin ç altın a kaydolur. B ilinçaltı,
g ü n ü m ü z ü n m o d ern bilgisayarlarından d ah a gelişmiş bir bel­
lek sistem ine sah ip tir. Teyp gibi kayıt yapar; h er em ir, her
in a n ç , h er düşünce bilinçaltının asla h a ta yapm ayan bellek
sistem inin bir parçası olur. H a tta d ü şü nm ediğiniz, dikkat e t ­
m ediğiniz şeyler dahi orada depolanır ve gerektiğinde ortaya
çıkarlar.

21
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
YASALARIMIZI K E N D I M i Z YAPARIZ

Bir gün t e r l i y k e n açık p e n c e r e n i n ö n ü n d e r ü z g â r a karşı


o t u r d u ğ u n u z u v ar s a y ın . O a n d a f er ah la dı nı z a m a aynı za­
m a n d a da b ir az r a h a t s ı z l ı k h i s s e t t i n i z ; ç ü n k ü bi r y e r l e r d e n ,
"cereyanda kalmanın soğuk al gınlığı na neden olduğunu"
d u y m u ş t u n u z . Bu sözlere d u y d u ğ u n u z i n a n ç ; nezl e o l m a n ı z ı
g a r a n t i l e d i ve o l d u n u z . O g ü n d e n s o n r a bir k u r al g el iş t i rdi ­
niz: Cereyanda kalmak soğuk algınlığına neden olur. M an­
tıksal kıyaslama b u d u r . Cereyan hastalığa neden olur. Cere­
yanda kaldım. Öyleyse hasta olacağım. Bi li nç al t ı bunu he­
m e n k a y d e d e r . C e r e y a n d a kal dı ğı nı z ı gör en b i l i n ç a l t ı , b e d e n
normal s e y r i n d e y k e n bile gör evi ni s ü r d ü r ü r ve soğuğu size
h i s s e t t i r i r . Asl ı nda h a s t a l ı ğ ı n n e d e n i c e r e y a n d a k a l m a k d e ­
ğil, c e r e y a n d a k a l ı n c a h a s t a o l u n a c a ğ ı n a i n a n m a k t ı r . Bi li n­
ça l t ı k a y ı t l a r d a n b u i n a n c ı b u l u r ve g er ekeni y a p a r . Amac ı
sizi i n c i t m e k değildir, ya l nı z c a ver il en e m i r l e r d o ğ r u l t u s u n ­
d a h a r e k e t eder .
B i l i n ç a lt ı , genel k u r a l l a r d a n yola ç ı ka r ak y a r g ı d a b u l u ­
nabi leceği için, siz bili nçli o l a r a k e m i r d e ği ş t i r en e k a d a r b e k ­
lemek z o ru n d a d ır. F i n l a n d i y a ' d a i n s a n l a r sıcak s a u n a l a r d a
yıkandıktan s o n r a çı kıp k a r l a r d a y u v a r l a n ı y o r ve h a s t a l a n ­
mıyorlar. K e n d i n i z i y ö n e t e r e k ver i l en e m r i deği şt i r ebi li r ve
soğuktan rahatsız olmamayı öğrenebilirsiniz.C ereyanda o tu ­
r a n , s ı c a k t a kal ıp t e r l e d i k t e n s o n r a g e c e n i n s o ğ u ğ u n d a y ü r ü ­
yüşe ç ı k a n , soğuk a l m a k o r k u s u d u y m a d a n c a n ı n ı n çektiği ni
y a p a n ve yıll ardır soğuk al gı nl ı ğı na y a k a l a n m a y a n insanlar
da var. Soğuğa kar şı ö z g ü r l ü ğ ü n ü z ü elde e d eb i l e ce ği ni z e ik­
na olursanız, y ap m an ız gereken şey, d a h a ö n c e verdiğiniz
emri değiştirmektir. B i li nç al t ı gerekeni yapar ve sonsuza
dek soğuğa karşı bağışıklık k a z a n m ı ş o l u r s u n u z .

22
Kendini yönetmenin yolu

K E N D İ N İ - Y Ö N E T M E NASIL OLUR?

S a r ı m s a k hafiyesini şi mdi belki daha iyi anlayabilirsi­


niz. Bir g ü n yediği bir şey o n u h a s t a e t m i ş ve o da suç u sar-
mısağa yı kmı ş ve böylece, " S a r ı ms a k b e n i h a s t a ed er " s o n u ­
cuna varmıştı. Sarmısak yedi ği nde ya da yedi ği ne inan­
dı ğ ın da ikinci s o n u c a u l a ş ı y o r d u : " S a r m ı s a k y e di m " ve s o n u ç :
"Bu y ü z d e n h a s t a y ı m . " S o n u ç b i l i n ç a l t ı n d a bir k u r al h a l i n e
gel mişt i. Ö le n e dek b u k u r a l l a y aş adı . Oysa, deği şt i r i l e bi l e­
cek yanl ış bir ö n e r m e y d i bu.
K e n d i n i - y ö n e t m e y ö n t e m i y l e b u s o r u n u n ü s t e s i n d e n ge­
linebilir mi ydi a c ab a ? E v et , b e n ş a h s e n b u t ip yanl ış yargıl a­
ra v a r m ı ş bi r çok i n s a n l a ç a l ı ş tı m ve o n l a r ı d a h a iyi bi r yol se­
ç e bi l e c e k l e r i n e i k n a e t m e y i b a ş a r d ı m . K e n d i l e r i n e h a s yas a­
lar, k u r a l l a r gel i şt i ren b ir ço k i n s a n t a n ı d ı m . Bazı yiyeceklere
öylesine d ü ş m - a n k es i l mi şl er di ki yiyecek bi r şeyler b u l m a k t a
güçl ük ç e k m e n o k t a s ı n a dek geldiler. Bu k e n d i k e n d i n i h i p ­
n o t i z e e t m e n i n bir bi ç i mi di r .

BİRÇOK İNSAN K E N D İ K E N D İ S İ N İ H İ P N O T İ Z E E D E R

i n s a n l a r , gereksiz s ı n ı r l a m a l a r ı k a b u l e d e r e k k e n d i l e r i ­
ni h i p n o t i z e e d e r l e r . Bir seferinde g enç bir kız böyle bir s o r u ­
n u t a r t ı ş m a k için a r a d ı b e n i . Şu a n d a Los Angeles' te y a ş a d ı ­
ğını, işini çok sevdiğini ve iyi p a r a k a z a n d ı ğ ı n ı , a m a evde
kendisine g er e ks i n im duyan iki k ü ç ü k ç oc uğ u ol duğu için
evine d a h a y akı n bir y er d e ç a l ış m a k i st ediği ni söyledi. Evine
yakı n çalışabileceği bir yer mevcuttu ama buna karşılık,
eline daha az para geçecekt i. Bilinçaltı, evine yakın bir yerde
gönlünce bir iş bulmasının olanaksız olduğuna ikna olmuştu.
K o n u ş m a l a r ı m ı z a r a s ı n d a bi r çok kez, b u k u r a l ı k a b u l l e n d i ğ i ­
ni d o ğ r u l a d ı . "Evi me y a kı n bir yer de ç a l ı ş a b i l m e k için d a h a

23
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
düşük bir m aaşı kabullenm ek zorundayım ", deyip d u ru y o r­
du.
B una b en zer birçok olay gördüm . Bu genç h a n ım ın ken-
dini-y ö n etm e yoluyla yeni bir ö n erm e olu ştu racağ ın a ve b i­
lin ç a ltın ın b u n u gerçeğe d ö n ü ştü rm ek için h a re k e te geçece­
ğine kesinlikle in a n ıy o rd u m . K uralları insan koyar, bilinçal­
tı b u n ları uygulam akla görevlidir.

KENDÎNÎ YÖNETME YOLUYLA SINIRLARI KALDIRMA

tşte sın ırları kaldırm ayı b aşaran iki ad a m . B irincisi, ça­


lıştığı şirk etin "Altmışbeş yaşın üzerindekiler emekliye sevk
edilm elidir" kuralı gereği işini bırakm ak z o ru n d a kalan a lt­
mış sekiz y aşın d a, H arry a d ın d a bir m im ar. H a rry h a y a tta n
b ek len tilerin in h en ü z bitm ediğini hissediyordu. K endisini
yaşlı hissetm iyor ve yaşlılık yasasını kabullenm ek istem iyor­
du. G ö rd ü ğ ü n ü z gibi, bu n o k ta d a bir seçim yapm ası söz k o ­
nusuydu. B ilin çaltın a hangi önerm eyi yollayacaktı? "Kimse
altm ış beşini geçmiş b irin e iş verm ez. Ben altm ış beşim i geç­
tim ; öyleyse kim se b an a iş vermez" yargısını mı bir yasa ola­
rak kabullenecekti? Yoksa, "H âlâ yapabileceğim çok şey var.
Ü re tk e n in sa n la r h er za m a n kendilerine zirvede bir yer b u ­
labilirler. Öyleyse, beni bekleyen güzel bir iş vardır" yargısı­
nı mı? H a rry İkincisini seçti. Bir gün b ü ro m d a bu meseleyi
ta rtış ırk e n b a n a , "H en ü z b itm e d im , çalışm ak istiyorum . C a-
lifornia E y aleti'n e ait büyük bir okul binası projesine k a tıl­
m ak istedim . İyi bir m im a r olm am a rağ m en , sırf yaşım yü­
z ü n d e n beni geri çevirdiler," dedi.
O n a, "Senin yaşında b irin in iş bulam ayacağı fikrini k a ­
b u llen d in m i?" diye sordum .
"Şey, h e m e n h em en kabullendim ," diye karşılık verdi,
"O nun için b u rad ay ım ; aslında bu tü r sın ırlam aları kabul-

24
Kendini yönetmnin yolu
Ienm ek istem iyorum ."
Bunu söylemesi yeterliydi. "Kabul etm e H arry" dedim ,
"Kendi düşünce b içim inden başka hiçbir şey sm ırlayam az
seni. Senin yaşında bir in sa n ın çalışamayacağı kuralına
in a n m a z sa n , çalışm aya hazırsın dem ektir. Ç alışm ak için çok
yaşlı olduğunu d ü şü n en in sa n la r için geçerlidir bu kural. O
zam an her şey o n u n iş b u lm asın a engel olm ak için elele
verir. Koyduğum uz bu yeni kuralı b ilin ç altın a veririz ve o
bizi bir başarısızlıktan ötekine sü rüklerken em irlerim izi ye­
rine getirdiğini d ü şü n ü r.
Bu k o n u d a uzu n bir süre k o n u ş tu k ta n sonra H arry ya­
şın ın , isteklerini gerçekleştirm eye engel teşkil etm eyeceğine
ikna oldu. Açıklığa kavuşturulm ası gereken bir şey daha
vardı.
"Yeteneklerin d o ğ ru ltu su n d a h erh an g i bir işte çalışm a­
ya razı mısın? Devlet için değil de h erh an g i bir şahıs için ça­
lışırsan m u tlu olur m usun" diye sordum .
"Evet, olurum " dedi.
Şimdi istediği yere gitmeye h azırd ı. O sırada devlet k u ­
ru lu la rın d a n b irin d e görev y ap m ak ta olan bir ark ad aşın a
m ek tu p yazıp söz konusu projede yer almayı ne k adar çok is­
tediğini b elirtm esin i, ancak tü m u m u tla rın ı da bu işe bağla­
m am ış olduğunu yazm asını tavsiye e ttim .
Olaya yaklaşımı ta m a m e n değiştirdik, tü m endişeyi o r­
ta d a n kaldırdık. K endisini bekleyen bir işin, yaşını sorun
yapm ayarak o n u n bu yeteneğinden y a ra rla n m a k isteyecek
b irin in var olduğuna in andık. Artık bilin çaltı, yaşından dola­
yı iş bulam ayacağını k a n ıtla m a k z o ru n d a değildi. Yeni direk­
tif, yaşın iş bulm aya engel oluşturm ayacağını söylüyordu.
H arry çok kısa bir süre so n ra m e k tu b u n a yanıt aldı. Ar­
kadaşı, m im arlık dairesine gittiğinde konuştuğu ilk kişinin,
H arry'yi ve okul sistemi k o n u su n d ak i çalışm asını uzun yıllar

25
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
öncesinden bilen birisi olduğunu söylüyordu. H arry bu ad a­
m ın orada çalıştığını bu m ektupla öğrenm işti.
Arkadaşının yazdığına göre, "Onu hem en buraya geti­
rin. İhtiyacım ız var ona. Yaş sınırı mı? Hallederiz!" demişti
adam .
Bana ilk geldiğinde çalışmak için çok yaşlı olduğuna
in an m ak üzere olan bu adam , birkaç gün içinde S acram en-
to 'd a m im ar olarak çalışmaya başladı ve kendi isteğiyle
emekli olana dek beş yılını orada geçirdi.
in san lar kendileri için kurallar, yasalar koyuyorlar,
sonra da b u n ların esiri olup m utsuz oluyorlar. Kırk beş yaşı­
nı geçtiklerinde iş b u lam ayacaklarına in a n a n in san lar t a n ı ­
yorum . Nasıl yapıyorlar bilm iyorum , am a hep yaşı dikkate
alan işverenler bulm ayı başarıyorlar. Belki caddenin biraz
aşağısında yaş sorm ayan bir işyeri vardır, am a bilinçaltına
verilen direktif değiştirilm edikçe iş bulm a şansları yok.
Sınırlarla ilgili düşüncelerin değişimine koşut olarak
yaşantıların da değiştiği birçok örnek verebilirim. B unların
en ilginci, Los Angeles'te tanıdığım bir adam la ilgili, ismi
C laude idi; bir telefon şirketinde, sadece o ofiste uygulanan
özel bir işte çalışıyordu. C laude San Diego'ya yerleşmek isti­
yordu. Defalarca, "E lbette ki bu m üm kün değil, çünkü bana
göre iş yoktur oralarda," dediğini duydum . Bir gün ona,
"Bunca yıldır kabullenm iş olduğun bu kuralı neden değiştir­
meyi düşünm üyorsun?" diye sordum .
O anda kabullendi bu düşünceyi, "Pekâlâ" dedi, "yeni
bir kural oluşturacağım ." Ve pekiştirm ek için hem en yazdı
bu düşünceyi: "San Diego'da yaşam ak istiyorum . O rada tüm
yeteneklerim i kullanabileceğim güzel bir iş m u tlak a vardır.
O halde San Diego'da bana uygun bir iş var ve ben bu d u ru ­
mu kabul ediyorum."
İster in an ın ister in an m ay ın , çalıştığı telefon şirketi
o n u n çalıştığı bölüm ü altı ay sonra San Diego'ya taşıdı. Cla-
26
Kendini yönetmenin yolu
u de'un taşın m a m asraflarını bile şirket karşıladı!

HAYATIN ÖTEKİ ATANTARINDA K EN D İN İ-Y Ö N ETM E


YÖNTEM İNİN KULLANILMASI

B ilinçaltında hayatım ızla ilgili değiştirilmesi gereken


birçok şey var. D om atesin kendisini h asta ettiğine in a n a n bir
acıdan tan ıy o ru m . Çocukken bir keresinde çok fazla dom ates
yemiş ve doğal olarak midesi kabul etm em iş. O günden sonra
bu onun kuralı olmuş: "Asla dom ates yeme. Sindirim i zor
olur." D ah a sonra bu kuralı küçük oğluna da benim setti. Ç o ­
cuk dom atesi seviyordu, ama her yiyişinde hastalanıyordu.
D ah a böyle, in san ların oluşturduğu bir sürü kural var.
iler sabah üçte kalkan bir kadın; bir tü rlü kilo veremeyen
hir kadın (En fazla iki-üç kilo verip sonra yeniden alıyor); sü­
rekli işten kovulan bir adam (üç ay kadar çalıştıktan sonra,
"geçinm enin olanaksız" olduğu bir arkadaş buluyor ve başka
bir iş aram aya başlıyor) ve daha niceleri..

E M İR L E R İ YALNIZCA SİZ VERİYORSUNUZ

B ilinçaltm ıza yalnızca siz em ir verebilirsiniz. Başka bi­


rinin sizinle ilgili d ü şüncelerinin k ararlarınızı etkilediğini
düşünebilirsiniz, ancak bu etki yalnızca siz kabul ettiğiniz
için oluşm aktadır, inancınızı değiştirin ki hayatınız değişsin.
Mu h ay a tta öğreneceğiniz en önemli şey budur: D ü şü n celeri­
nizi yalnızca siz seçiyorsunuz ve bu düşünceler hayatınızı bi­
çim lendiriyor.

27
%100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
KENDİNİ- YÖNETME

Düşüncelerimi seçme hakkım olduğunu idrak ettim.


Başkalarının benimle ilgili düşünceleri beni bağlamaz.
Ben izin vermedikçe kimse benim düşüncelerimi biçim-
lendiremez.
Kendim için sağlık, mutluluk, refah, sevgi ve anlayış
düşüncelerini seçiyorum.
Korku ve nefrete düşüncelerimde yer yok.
Bu andan itibaren hayatımın hâkimi benim.

28
3

İSTE VE SAHİP OL!

Düşünce ek, eylem biç

Avukatlık yaptığım günlerde vasiyetnam esini h a z ırla d ı­


ğım bir kadını hiç u n u ta m a m . Vasiyetnameyi h a z ırla d ık ta n
sonra aklım da yer eden bir şey söylem işti. "Bir gün," dem işti,
"her isteğim in birisi ta ra fın d a n yerine getirileceği bir d u ru m ­
da olacağım. Söylemem gereken şey sadece, 'İstiy o ru m ' ola­
cak ve birisi istediğim i yapacak."
E m erso n , " D u a la rın ız a dikkat ed in , gerçekleşebilirler"
der. Bu kadın istediğine sahip oldu. Birkaç yıl sonra felç ge­
çirdiğini ve h a re k e t edem ez hale geldiğini öğrendim . E layatı-
n m geri kalan kısm ını y a ta k ta , b aşk a la rın ın y ard ım ın a m u h ­
taç olarak geçirdi. Bu a ra d a ko n u şm a yeteneğini de y itirm iş­
ti. Öldüğü güne dek sadece bir sözcük söyleyebildi: "istiyo­
rum ." B unu söylediği a n d a h e m e n biri koşuyordu y a n m a . Ç e ­
şitli şeyleri gösterip ne istediğini an lam ay a çalışıyorlar; a n la ­
yınca da getiriyorlardı istediği şeyi. Ö lü m ü n d en bir süre önce
bu olayı duyd u ğ u m d a, söz konusu kuralı h a re k e te geçirdiği
günü h a tırla d ım . Vasiyetnam eyi b itirm iş, gitmeye h a z ırla ­
n ırk e n kap ın ın ö n ü n d e bu sözleri dinlediğim günü: "Bir gün
h er isteğim in birisi ta ra fın d a n yerine getirileceği bir d u ru m ­
da olacağım. Söylemem gereken şey sadece, "istiyorum " ola­
cak ve birisi istediğim i yapacak."

29
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
H İ Ç B İ R ŞEY U Z U N S Ü R E GİZLİ TUTULAMAZ

Aklımızdan geçen şeyler ergeç ortaya çıkar. Şimdiki öy­


küm üz biraz komik, am a gerçekten olm uş. Anne Lindbergh'
in an n esi Bayan Dwight M orrow bir gün kocasının ortağı
Bay M organ'la birlikte çay içerek sohbet ediyordu. Bay M or­
gan küçük Anne'i hiç görm em işti ve onunla tan ışm ak için
gelmişti evlerine. Bay M organ'm korkunç bir b u rn u vardı.
Yalnızca şiş ve kırm ızı olm akla kalm ayıp yüzünün büyük bir
b ö lü m ü n ü kaplayacak k adar iriydi de. Bayan M orrow, çocuk­
ların ak ılların d an geçeni pat diye söyleyebileceklerini bildiği
için A nne'in Bay M organ'm b u rn u kon u su n d a söyleyebilecek­
lerin d e n endişe ediyordu. A dam ın bu konudaki hassasiyetini
de biliyordu.
Bay M organ odaya girdi ve A nne'le ta n ıştırıld ı; birkaç
dakika k o n u ştu lar. Bayan M orrow , A nne'in gözlerini Bay
M organ'm b u rn u n a dikişini endişeyle izliyordu. B akışlarını
o ra d an ayırm ıyordu hiç ve Bayan M orrow , Anne bir şeyler
söyleyecek diye çok korktu. Bu yüzden çocuğun yukarı çıkma
vakti gediğinde büyük bir ra h a tlık hissetti. Anne kapıya
doğru yürürken bir ara d u ru p geriye, adam ın b u rn u n a baktı.
Biraz d aha yürüdü ve d önüp te k ra r baktı. S o n u n d a ağır
ad ım larla yukarıya çıktı. O zam an Bayan Morrow derin bir
"oh" çekip elinde çay fincanıyla Bay M organ'a döndü ve sor­
du: "B u rn u n u za ne istersiniz, lim on m u yoksa krem a mı?"
Tüm dikkat b u ru n d a toplandığı için sonuç böyle olm uş,
korktuğu başına gelm işti. Evet, bilinçli .eylem den, b ilin çaltı­
na ve o rad an da gerçekleşen olaya doğru zincirlem e bir h a r e ­
ket olduğu görülm ekte.
"K endim izi neyle ve nasıl ta n ım la rsa k öyle olm aya m ey­
lederiz," diyor E rn es H olm es, "D üşündüğüm üz şey yavaş ya­
vaş b ilin çaltın d a kalıplaşır ve gerçek bir deneyim le kendini
gösterir."

30
İste ve Sahip Ol
E m irleri bizim verdiğimiz o rta d a , ancak so n u çlan o rta ­
ya çıkınca, d ü şüncelerim iz gerçekleşince; sonuç her zam an
bizi h o şn u t etm iyor. Ekilen her zihinsel to h u m u n bir gün
meyve verm esi, h ay atın y asalarından biridir oysa. Meyveyi
sevmezsek, h atay ı, ektiğimiz to h u m d a aram am ız gerekir. Bu
herkesi kapsayan bir yasadır ve bizleri arzuladığım ız şeylere
ulaştırm ayı sü rd ü recek tir.
Kısa bir süre önce New York'ta yaşayan bir kadından
aldığım bir m e k tu p ta şöyle yazıyordu:
"Babam send ik alara sem patiyle bakılm ayan bir d ö n em ­
de sendikacılık yapıyordu. Ve ben şu yargılarla büyüdüm :
'işçi Sınıfı insan gibi yaşayabilmek için gereken parayı
alma k o n u su n d a m ücadele etm eli, h ak ların ı korum alıdır.
Ben işçi sınıfının bir üyesiyim, öyleyse yeterli bir yaşam
s ta n d a rd ın a ulaşabilm ek için deliler gibi çalışm alıyım .'
Şimdi anlıyorum ki otuz yıldan beri bu sınırlayıcı k u ra­
lın etkisi altın d a yaşam ışım . Yeni d ü stu ru m ise şu:
'T a n rı, sonsuz Sevgi, Sağlık, Bilgelik ve B olluk'tur. Ben
O 'nun kendi su re tin d e yarattığı çocuğuyum ; o halde özgür,
sevgi dolu, bilge, her zam an rehberlik edilen ve sınırsız kay­
nakları olan bir varlığım."
Bu kadın h ay ata bakış açısını tüm üyle yenilem işti ve
b u n u n her alan d a olum lu sonuçlarıyla karşılaşm ası da kaçı­
nılm azdı.

D Ü Ş Ü N C E N İN YASASINI KEŞFETMEK

Bilimin büyük ad ım larla ilerlediği g ü n ü m ü zd e, d ü şü n ­


enin bilimsel olarak anlaşılm ası için çok az çaba gösterili­
yor. Felsefi bir çalışm a bize gösteriyor ki insanoğlu son yüz­
yıllarda, d aha önce tanım layam adığı birçok şeyi anlam aya
başlam ış. Bugün bu ta n ım la m a la r artık gündem e geliyor.

31
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
Artık, d ü şüncenin eylem lerini tan ım la m ay a başlıyor ve gün­
lük deneyim lerim izle a ra la rın d a bağlantı kurabiliyoruz. Bu­
rad a, dü şü n cen in d ü zenli, bilimsel süreci ortaya çık m ak ta­
dır. Bu düzenli süreci anladığım ız zam an düşüncelerim ize
egemen olabiliriz. Ben buna kendini-yönetm e diyorum . Bu,
eylem halindeki Psikojenez'dir.

HAVAİ YASALARLA YÖ NETİLİR

H ay atın her bölüm ü yasalarla yönetilir. Evrene, yasala­


rın oluşturduğu bir düzen h akim dir. Fizik, m a tem atik , eko­
nom i ve insan ilişkilerini kapsayan yasalar söz k onusudur.
Bu yasalar her zam an da var oldu.
Psikojenez çalışm alarında şu yasayı kullanırız: Bilinçli
olarak düşünülen her düşünce, bilinçaltını etkiler ve bu etki,
düşüncedeki güç ve arzunun derecesine bağlı olarak eyleme
dönüşür.
Bugün yaygın olan inanç bu yasanın tam tersidir. Bir­
çok insan kadere inanıyor. Sayıları oldukça fazla olan bu ka­
derciler, hayatın T an rı tarafın d an önceden takdir edildiği şe­
kilde te z a h ü r ettiğ in e, onu hiçbir biçim de değiştiremeyecek­
lerin e , h ay atların ın k o n tro lü n ü n asla kendi ellerinde olm adı­
ğına in an ırlar. "H ayat beni o rad an oraya sürükledi," diyen
in san lara sık sık rastlarız. Sık sık da, "Bunlar başım a niye
geldi?" diye sorup d u ru rla r. B aşlarına geleni sürekli 'kötü
yazgıları'na bağlarlar. "Hiçbir işim yolunda gitmiyor artık"
yorum u da başka bir kaderci anlayışın ü rü n ü d ü r.
K adercilerin dünyasında batıl in an çlar çok geçerlidir ve
"Şans Meleği" büyük önem taşır. Çevremizde "Şansa bak",
"Bu günlerde şansım yaver gitmiyor", "Şansım varm ış ki bu
iş oldu" ya da "Kısmetsizliğimden elimdeki her şeyi yitirdim "
gibi yorum lara sık sık ra stla n z . "iyi şans ya da kötü şans;

32
İste ve Sahip Ol
bu n lar hep söz konusu yasanın yanlış an laşılm asından kay­
n ak lan m a k ta d ır.

OLUM SUZ D Ü Ş Ü N M E BÎÇÎMÎNÎN SONUÇLARI

Bazen olumsuz düşünm e biçim inin oldukça dram atik


olan sonuçlarını gözlemleyerek, d ü şüncenin nasıl işlediğini
daha iyi görebiliriz. Aşağıdaki olaylar, in san ların kendini-
yönetm e yöntem ini yanlış kullandıkları zam an nasıl hiç iste­
medikleri sonuçlarla karşılaşıp, sonra da başlarına gelenleri
kaderin acı cilveleri olarak değerlendirm elerine iyi birer ör­
nektir. B unlar bana yardım istemek için gelen insanlar ta r a ­
fından an latılm ış gerçek öykülerdir. B ilinçaltlarm a yanlış
em irler verm eleri sonucu içine düştükleri d u ru m d an k u rtu l­
mak için benden yardım isteyen insanların gerçek öyküleri...

ZAMAN BARAJLI MUCİT


U zun yıllar önce, m ü th iş icatları olan bir insan tan ıd ım .
H arika fikirleri vardı ve bunları hayata geçirm işti. Birçok
yararlı şey icat etti. Peki neden ona "zam an barajlı m ucit" di­
yorum? Ç ünkü başarıya ulaşm asını engelleyen çok kötü bir
huyu vardı. Sürekli, "B ütün büyük m ucitlerin yaşam larını
inceledim ; on iki yıllık m ucitlik geçmişi olm ayan bir m ucit
başarılı olamıyor" diyordu. Sonunda kendisini yararlı icatlar­
dan alıkoyan maaşlı bir işe girdi. Kendi yasasını kendi koy­
m uştu ve sonuç elbette çok üzücüydü.

RENKLİ MENDİL
B urada suçlu, küçük, zararsız bir renkli m endildi. Ola­
yın k a h ra m a n ı olan kadın kendisi için şöyle bir yasa o lu ştu r­
m uştu: "Ne zam an renkli bir m endil kullansam b u rn u m şişi­
yor. D em ek ki m endilin üzerindeki küçücük pembe gül

33
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
gon ca sı baskısı burnumu kızartıyor." Kendini-yönetmenin
yanlış kullanımının bir başka örneğiydi bu da. G erçekten de
kadın her renkli mendil kullandığında burnu şişiyordu. Ku­
maşın boyasından mı kaynaklanıyordu bu? H ayır, yalnızca
bir yasayı eyleme geçirm işti.

PATLAYAN SİVİLCE
Bizim m ah alled e o tu ra n bir çocuk, yüzündeki bir sivil­
cenin n ed e n olduğu kan zehirlenm esi sonucu h ay atın ı kay­
b e tti. T anıdığım bir aile de bu olaydan çok etkilenerek k en d i­
si için bir yasa o lu ştu rd u . Aileden b irin in yüzünde bir sivilce
çıksa, bu kişi bir an d a ilgi odağı oluyordu. B oynunun üst t a ­
rafındaki h erh an g i bir kabartı ölüm cül bir belirti olarak gö­
rülüyor, h em en an tisep tik lerle, iyotlarla ilk m ü d a h a le yapı­
lıp h asta acele doktora yetiştiriliyor ve korku dolu bekleyiş
başlıyordu. Oysa, biliyoruz ki bu çeşit kan zehirlenm eleri
gerçekten çok n a d ird ir. Bu tip cilt h asta lık la rın a sahip yüz
binlerce genç çok az ya da hiç ilgi gösterilm eksizin h ay atta
kalırken bu ailen in iki üyesi yüzdeki cilt ra h a tsız lık la rın d a n
k ay n a k la n an kan zehirlenm esi sonucu çok ağır biçim de h a s­
ta la n d ıla r. Evet, kendi yasalarını o lu ştu ru p bu sonucu h azır­
lam ışlardı.

HER G Ü Ç LÜ Ğ Ü N ÜSTESİNDEN GELM EN İN BİR YOLU


VARDIR

Ne k ad ar şanslıyız ki kendi kendim ize yarattığım ız bu


güçlüklerin ü stesin d en gelebilme olanağına da sahibiz. K en­
dimiz için hazırladığım ız rah atsız y a tak la rd a sonsuza dek
uyum ak zo ru n d a değiliz. Ç özüm , bilinçaltım ızı yeniden d ü ­
zen lem ek te yatıyor.
B ilinçaltı b ed en in m im arı o ld u ğ u n d an , işe daha önce

34
İste ve Sahip Ol
v erd iğ im iz emirleri d e ğ iş tirm e k le başlamalıyız. A n c a k , b i-,
linçli olarak yeni bir h ay ata başlam aya karar versek de bilin­
çaltın a yeni düşünce biçim im izi işlem edikçe o, bir hafta, bir
ay, bir yıl önce verdiğimiz em irleri yerine getirmeyi sü rd ü ­
rür. Tek bildiği şey bize h izm et e tm e k tir ve bunu iyi yapar.
B ilinçaltı, em irlerim izi değiştirinceye dek onları yerine getir­
meyi sü rd ü re n sadık bir h iz m e tk â rd ır. O nun bildiği ve uygu­
ladığı em irler aslında bizim kendim izle ilgili in an çlarım ızd ir.
H iç, bir süre enerji kaybettiğinizi, kolayca y o ru ld u ğ u n u ­
zu, her bulaşıcı hastalığa y ak alan acak kadar zayıf d ü ştü ğ ü ­
nüzü d ü şü n d ü ğ ü n ü z oldu mu? Olduysa ve sonuçta d ü ş ü n d ü ­
ğünüz şey başınıza geldiyse şaşırm ayın. E m ir alıcı ve uygu­
layıcı bölüm ler tam bir uyum içinde dem ektir. Evet, bilinçal­
tı sürekli olarak, istediğimizi düşündüğü şeyleri deneyim le-
m em izi sağlam aktadır.
Şimdi bilinçaltını yeniden nasıl düzenleyeceğimizi, eski
olum suz kalıpları yeni ve olum lu olanlarla nasıl değiştirece­
ğimizi öğreneceğiz. Bu da belirli bir teknikle sağlanabilir.
K en d in i-y ö n etm e, öğrenilm esi gerekli bir sa n a ttır.

PARLAK BİR YAŞAM İÇ İN KENDİNİ-YÖNETME

Bu hayatımın dönüm noktası.


Geçmişi siliyorum. Gelecek ise seçimimi yapmamı bekli­
yor.
İşte bu anda yarınlarıma yön veriyorum.
Geçmişte yaptığım tüm hatalar için kendimi bağışlıyo­
rum.
Geçmişi unutarak yeni bir hayata başlıyorum,
Kendini için yalnızca deneyimlemek istediğim şeyleri se­
çiyorum.

Seçtiklerim: (Kendiniz, seçin: Sağlık, zenginlik,' bolluk,

35
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
mutluluk, arkadaşlık, başarı -bilinçaltı istediğiniz şeyi
sunmak için gerekeni yapacaktır.)

ÎS T E -S E N ÎN OLSUN!

36
4

K E N D İ N İ Z OLMA C E S A R E T İ N İ G Ö S T E R İ N

Hepsinden önemlisi, kendine karşı dürüst olmandır


Gece gündüz, bu doğruluğu izlersen
Kimseye karşı yanlış olmazsın
SHAKE SPEARE, Hamlet

Kentin ana caddelerinden birinin köşesinde d u ru n ve


gelip geçen insanları şöyle bir izleyin... ne kadar gergin ve
endişeli görünüyorlar değil mi? Ç ünkü kendilerini reddedi­
yorlar. Hiçbirimiz kendimizi kabullenemiyoruz. Hep başka­
larının bizi kabullenmediklerini söyleriz, ama bu doğru d e ­
ğildir. Kendi kendimizi kabullenemiyoruz ve bu durum da
yüzüm üzden rahatlıkla okunabiliyor.
Bir güzel konuşm a öğretmeni sınıfında ders veriyor:
"Konuşurken yüz ifadeniz sözlerinizle uyum içinde olsun. Ö r­
neğin, eğer c e n n e tte n söz ediyorsanız, gözleriniz parlam alı,
yüzünüz ışık saçmali. Eğer cehennem h ak k ın d a konuşuyor­
sanız... şey, sadece günlük ifadenizi tak ın ın yeter." G ü n lü k
ifadeniz nedir? Kendisini kabullenmeyen, kendisini tüm üyle
yadsıyan bir insanın ifadesi mi?

37
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
K EN D ÎN Î KABULLENME SAATİ

Ne kadar m ükem m el olduğunuzu biliyor m usunuz? Ya-


ra tıc ı'n m imajı ve suretisiniz siz. Yüce D üşünce'nin görkemi
için giriş ve çıkışları oluşturuyorsunuz. Tüm Bilgelik ve G üç
sizinle ifade edilmiş. Sizin gerçeğiniz bu. Gerçek Benlik bu.
"Evrenin en vazgeçilmez varlığı sizsiniz. N erede olduğu­
nuz, ne olduğunuz, hayatınızın ne denli büyük ya da küçük
olduğu önemli değil; kendi dünyanızın merkezi sizsiniz ve
daim a da Öyle olacaksınız" diyor F ra n c e s Wilshire "Sen" adlı
küçük kitabında. Şunu da ekliyor. "Bu durum egotizm değil,
egoizm olarak değerlendirilmelidir. Egoizm, gerçek Ben'ini
ta n ım ak tır."
Elemen şu anda gerçek Ben'inizi ta n ım a k ve kabullen­
mek için bir başlangıç yapm anızı önerebilir miyim? İşe, bir
"kendini kabullenme saati" belirleyerek başlayabilirsiniz.
Eler gün tek bir kendini re d d e tm e düşüncesine dahi yer ver­
m e d e n , bir saat için olduğunuz gibi kabul edin kendinizi.
Gerçekten kim olduğunuzu biliyorsanız yapabilirsiniz bunu.

ÎNSAN KENDÎSÎNÎ KÜÇÜMSEME EĞİLİMİNDEDİR

tn s a n kendisini küçüm ser ve sürekli başkalarıyla karşı­


laştırır.
Yalnız bir insan düny ad a ne yapabilir? Çok şey. Büyük
işler başarabilir. Kendi gerçek B en'inin, içindeki Yüce G ü ç '
ün farkına varan insan olanaksız d en e n şeyi başarabilir.
tnsan bilinçli olarak düşünebildiği, güvenle beklediği ve
mümkün olduğuna inandığı her şeyi yapabilir. Evren sınır
koymaz; biz. inançlarımızla sınırlarız kendimizi.

38
"Kendiniz Olma Cesaretini gösterin
GERÇEK B EN İN İ KEŞFETMEK

Bir insan kendini arıyorsa, kaybettiği yere bakmalıdır.


Acaba hiç tan ım ış m ıdır kendisini?
H atırlıy o ru m , bir adam "Herkes kendisini bulmaya çalı­
şır, am a sadece olgun olanlar bunu başarır. Kararlı bir bi­
çimde arayışa girmek de olgunluğun ilk adımıdır" demişti.
Bir gün bir VÎP (Çok Önemli kişi) karşımda o tu rarak
"En önemli sorunum " demişti, "kendimi bulm aktır." Meraklı
bir yüzle ona bakıp sordum: "Pekâla, kendini bulmayı başa-
rabilseydin eğer, nasıl birini bulm ak isterdin?"
Kafası bir a n d a karıştı; birkaç dakika hiç konuşm adı,
sonra yavaş yavaş dü şü n d ü k lerin i söylemeye başladı: "Şey
çok basit... Jo h n Fitzgerald gibi olmak isterdim... Kendisi
hem şirketinin hem de k u lü b ü n ü n başkanı... Birçok uygar
faaliyeti var... Üstelik çok da zengin... herkesin gözünün üs­
tü n d e olduğu çok önemli bir adam o."
"Ama,",diye karşılık verdim, "sen kendini bulm aya ça­
lışmıyorsun! Sen J o h n Fitzgerald'ı bulmaya çalışıyorsun!" O
odur, sen de sen. Oysa her biriniz hayatını kendi özgünlü­
ğüyle ifade eden eşsiz varlıklarsınız. Eğer aynı olsaydınız,
birbirinizin varoluş n e d e n in i, anlam ını yok ederdiniz. 'K e n ­
dini bulmak' ta n ım ı kafa karıştırır. Kendinizi hiç y itirm e d i­
niz ki. Hayır, bu kendini bulm ak değil, zaten orada olan ger­
çek Ben'ini ortaya çıkarm ak meselesidir. N erede? Sizden
ayrı, sizin dışınızda bir yerde değil.
"Hepimiz içimizdeki m ük em m el yüce Ben'i ortaya çıkar­
maya çalışıyoruz. G ö m ü lü bir hâzineyi ortaya çıkartm aya
benzetebiliriz b u n u . Yıllardır kafamızda olan ve gerçek b e n ­
liğin ortaya çıkmasını engelleyen korku dolu, olumsuz d ü ­
şüncelerden k u rtu lm a m ız gerekir öncelikle."
"Sanırım nereye varmaya çalıştığınızı anlıyorum," dedi

39
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
K a r ş ı m d a k i a d a m . "Söz k o n u s u b u o l u m s u z ya da k o r k u dolu
d ü ş ü n c e l e r n e d i r peki?"
"Sayılamayacak kadar çokturlar" dedim, "İşte bir kaç
t a n e s i : Benci llik, g u r u r , b e nl ik davası, sürekli k e n d i n i hakl ı
g ö r m e s a p l a n t ı s ı , kıska nçl ık, k e n d i n e a c ı m a , k i n, h i l e , k e n d i ­
ni s u ç l a m a , ç e k e m e m e z l i k , güvensizlik, h e p eleştirel d a v r a n ­
m a , nef ret , güvensizlik, çaresizlik, d ü ş m a n l ı k ve d a h a birçok
şey."
" Anlı yorum! E vet , anlıyorum!" diye h e y e c a n l a karşılık
ver di, "Benim için var o l m a y a n bir benl iği b u l m a y a çalışır­
ke n k e n d i gerçek B e n ' i m i i n k â r e d i y o r d u m . T a n r ı Alemi' ni
k e n d i i ç i mi z d e a r a m a m ı z ı , ger i si ni n geleceğini söyleyen İsa
çok h a k l ı y m ı ş me ğer se. "

B İ R E Ü Ç , YAPABİLİRSİNİZ

M a r g a r e t Blair J o h n s o n kilisede p a p a zl ı ğ a b a ş l a d ı k t a n
kısa bi r sür e s o n r a işi b ı r a k m a n o k t a s ı n a nasıl geldiğini Gui-
deposts Dergisi'ndeki bir makalesinde anlatmış. N ew
Y o r k' u n üst k ı s ı m l a r ı n d a , b i r b i r i n d e n o l d u k ç a u z a k üç kilise­
n i n bir p a p a z t a r a f ı n d a n i d a re e d i l me s i gerektiği bi r bölgeye
g ö n d e r i l m i ş t i . Eler p a z a r b u üç kilisede b i r d e n görev y a p m a s ı
g e r e k i y o r d u . Koca sı d en i z a ş ı r ı görevdeydi. İki bebeği vardı.
O n u n için işler sür ekl i k ö t ü y e g i di yor du, a m a asıl fırtına bir
c u m a r t e s i a k ş a m ı k o p t u . D ı ş a r ı d a ısı sıfırın a l t ı n d a y d ı ve
kar yağı yordu. Kalorifer k a z a n ı p a t l a d ı ğ ı n d a s a at geceyarısı-
n a y ak l a ş ı y o r d u . Eski bir m a h a l l e d e o t u r u y o r d u . Bir k o m ş u ­
su y a r d ı m ı n a gelip y an g ı n ı s ö n d ü r d ü a m a , B a y a n J o h n s o n
ç o k t a n k a r a r ı n ı v e r m i ş t i ; d a h a fazla s ü r d ü r e m e y e c e k t i b u işi.
G e c ey a r i s ı o l m a s ı n a k a r ş ı n k e n d i m e z h e b i n i n y ö ne t ic i s i n e t e ­
lefon e t t i . O s ı r a d a p a r a l e l t e l e f o n l a r ı n da açıldı ğını d u y du ;
k o m ş u l a r ı d i n l i y o r l a r d ı . Yine de al dırış e t m e d i ; yö n e t ic i si n e
t ü m olayı a n l a t t ı k t a n s o n r a , " P e k â l â , b e n i m b u r a d a işim

40
"Kendiniz Olma Cesaretini Gösterin
bitti. Buraya h e m e n b a ş ka b i r in i bulursanız iyi e d e rs i ni z .
D a y a n a m ı y o r u m ! Artık d a y a n a m ı y o r u m ! " diye a ğ l a ma k l ı bir
halde noktaladı konuşm asını.

Ba ya n J o h n s o n er t e si s a b a h k a p ı s ı n ı n ö n ü n d e imzasız
bir m e k t u p b u l d u . "Bire ü ç , y a pa bi l i rs i n" diye baş l ı yor du
m e k t u p . M e k t u b u y a z a n kişi, P a u l ' u n T i m o t h y ' y e yazdığı
m e k t u p t a n bir a l ı nt ı d a y a p m ı ş t ı :
Ç ü n k ü T a n r ı bize k or k u değil;
Güç
Sevgi

Ve k u s u r s u z d ü ş ü n e n bir r u h b a h s e t m i ş t i r .
Bu s a t ı r l a r ı o k u y u n c a B a y a n J o h n s o n ' u n bir s ü r e d i r
d u y d u ğ u k or k u bir a n d a yok o l m u ş t u . E v e t , k o r k u üç- bir
m a ğ l u p o l m u ş t u ve Ba ya n J o h n s o n gül me ye b a ş l a d ı , işini
ar t ı k s ü r d ü r e m e y e c e ğ i s a ç m a l ı ğ ı n a i n a nd ı ğı için k e n d i s i n e
g ü l ü y o r d u . B i r d e n d e v a m edebileceğini a n l a d ı . Ç ü n k ü h a y a t
o n u n l a birlikt i, o n a karşı değil. O g ü n d e n s o n r a işini o l d u k ç a
başarılı bir şekilde s ü r d ü r ü r k e n bi r k aç k i t a p ve m a k a l e de
yazdı. O üç sözcük h a y a t ı n ı n d ö n ü m n o k t a s ı o l m u ş t u : Bire
üç yapabilirsin.

H a y a t ı m ı z b o y u n c a böyle çelişkili d u r u m l a r d a kalırız


sık sık. "Artık s ü r d ü r e m e y e c e ğ i m , y a p a m a y a c a ğ ı m " diye
t e p ki göst e rdi ği mi z d u r u m l a r d a . A m a bire ü ç , yapabili riz;
ç ü n k ü t ü m h a y a t bi z i ml e birlik, h i ç bi r şey bize karşı değil.
Bize kar şıymış gibi g ö r d ü ğ ü m ü z şeyler a s l ı n d a k e n d i y a r a t t ı ­
ğımız şeylerdir. G e r ç e k B e n ' i n k a r ş ı s ı n d a yer al abil ecek h i ç ­
bir güç y o k t u r h a y a t t a .

ASLA YALNIZ D E Ğ İ L S İ N İ Z

G ü n l ü k ' k e n d i n i k a b u l l e n m e ' s e a n s ı n d a , yal nız o l m a d ı ­


ğınızı, H a y a t ı n B ü t ü n ü ' n ü n i çi ni zde o l d u ğ u n u da d ü ş ü n ü n .

41
% 100 D Ü ŞÜ N C E GÜCÜ
Üzerinde bulunduğunuz toprak kutsaldır. B ü tü n yaratıcılık,
h a y a tın t ü m gücü ve mucizesi sizinle yaşar; istek ve beklen­
tilerinizi doyuma ulaştırm ak için gerekli her şeyi verir.
K o rk u n u n bir sürü çocuğu vardır: Kıskançlık, nefret,
kin ve şimdiye dek söz edilen tü m olumsuz düşünceler kor­
k u n u n çocuklarıdır. K o rk u n u n bizi yönetm esine izin verecek
miyiz? Böyle bir zorunluluğum uz yok. T a n rı bize korku ver­
m edi. Varlığımızın üzerine çökmüş birer felaket olan bu ço­
cukları biz benimsedik. T anrı bize sevgiyi verdi ve gerçek
sevgi korkuyu defeder. Korkuyu defeden bu gerçek sevgi
nedir? Ben'i sevmek, içimizdeki G ü ç 'ü n bizim vasıtamızla
her şeyi yapabileceğini idrak etm ek dem ektir. Bizi yaratan
yüce Sevgi'dir. Sevgi bizi yaratıp boşlukta, d ü ş m a n c a bir or­
t a m a bırak m a d ı. Sevgi bizi yaratıp imkânsızlıklar içine terk
etm edi.
Yaratıcımız bizi koşulsuz bir sevgiyle sever. Kim oldu­
ğum uza, nered e yaşadığımıza, h a y a tta k i pozisyonumuza
bağlı değildir bu sevgi. H e r h a n g i b i r kişiye, y e r e , koşula v i -
da o rta m a bağlı değildir. Koşulsuz Sevgi bizimle yaşar ve
korkuyu defeder. D a h a ötesi, bu koşulsuz Sevgi her yerde
m e v cu ttu r. N ereye gidersek gidelim Sevgi'yi bulabiliriz. Ya­
bancı diyarlara gittiğimizde Sevgi'nin değişik ifade biçimle­
riyle karşılaşırız. T a n rı kendisini, bireyselleştirmemiz, ayrı
ayrı ifade etm em iz, kişiselleştirmemiz için bize teslim etti.
H e r birimiz O'nu kendi bilgimiz ölçüsünde ifade ediyoruz.

T A K L İ T İNTİHARDIR

insan kendisini reddettiği z a m a n , H ayat'ı reddediyor


d em ektir, tn s a n kendisini suçladığında, H ayat'ı suçlam a k ta­
dır aslında. "Taklit intihardır" der E m erson, insan başarılı
ve m ü k e m m e l olabilmek için başkalarını taklit etm ek z o ru n ­
da değildir. H epim iz varlığımız vasıtasıyla ifade edilen Bilge-

42
Kendiniz Olma Cesaretini Gösterin
lik, güç ve Sevgi'ye inanm alıyız. Hepim iz aynı K a ynak'tan
geliyoruz. H a ta yapabiliriz, am a ne fark eder! H a t a , h e r h a n ­
gi bir kimsenin bir şeyin nasıl yapılması gerektiği k o n u s u n ­
daki fikrinden başka nedir ki? Doğruyu kim bilebilir ki?
Kendiniz olursanız h a ta yapmazsınız. M utlak a kendiniz ol­
malısınız. Eski bir özdeyiş, Hiç hata yapmayan kişiler, hiçbir
şey yapmayanlardır, der. Gelecek sefere daha iyisini y a p m a ­
nın yollarını h ata la rım ız sayesinde bulm az mıyız? H a ta la r
bazen pahalıya mal oluyorlarmış gibi görünebilirler, am a as­
lında öyle değildir. S onuçta hiçbir şey yitirmezsiniz. Siz bir
Sonsuz K a y n ak 'tan geliyorsunuz ve Sonsuz'dan hiçbir şey
alınam az. Evet, yalnızca geriye d ö nün ve yeniden deneyin.

EN BÜYÜK ARZUNUZ NEDÎR?

Başarısız olm anızın olanaksız olduğunu, istediğinizi


m u tla k a elde edeceğinizi bilseydiniz ne yapm ayı, gerçekten
ne yapmayı isterdiniz? H a y a tın ız d a n m e m n u n m u s u n u z ,
yoksa istekleriniz doğru ltu su n d a bazı değişiklikler yapmayı
arzuluyor m u su n u z? K aderin elinde oyuncak olduğunuza mı
inanıyorsunuz yoksa? Bu kesinlikle doğru değil; kuralları
koyan, yöneten sizsiniz. Başarısız olmanız m ü m k ü n değil.
Düşlerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Nasıl yapm anız gerektiği­
ni anlarsanız am aç ların ıza ulaşabilirsiniz. A n a h ta r, kendini-
yönetm e'dir. H e r şey sizde başlar.
E m erson, "Tarih" adlı kitabında, "Tüm insan lar ortak
bir bilince sahiptir. D ü ş ü n c e 'n in ü stü n lü ğ ü n ü kabul eden
insan özgürlüğünü kazanır. Bu insan, Eflatun'un d ü ş ü n c e le ­
rini hissedebilir; herhangi bir z a m a n d a bir in san ın başına
geleni anlayabilir. Evrensel bilince dahil olmayı b aşaran
insan, olan ya da olacak h er şeye katılmış dem ektir. Tek ve
egemen vasıta bu olduğu için... her birey Evrensel Z ek â 'n m
bedenlenm iş halidir" diyor.

43
% 100 DÜŞÜNÇE GÜCÜ
Denizdeki balık gibi biz de D ü ş ü n c e 'n in sonsuz denizin­
de ilerliyoruz. O çevremizde ve içimizden akıp gidiyor. Her
gereksinmemizi karşılıyor. Eflatun gibi düşünebiliriz; fakat
tıpkı deniz, balığın kendi sonsuz kay n a k la rın d an ne kadarını
kullandığına dikkat etmediği gibi, Evrensel Bilinç de onun
ne kad a rın ı kullandığınıza aldırış etm ez.
İb rah im Peygamber'e söylenmiş şu sözler bize de söy­
lenmiş dem ektir: Görebildiğiniz tüm topraklan size verece­
ğim. (Jenesis 13:15)
"Evrenin yaratıcı G üç'ü sizin vasıtanızla iş görüyor"
demiş R obert Collier, 'Yüksek Potansiyelin Yasası' adlı kita­
b ında, "Gelmiş geçmiş en büyük çıkışı olabilirsiniz o gücün.
Yapmanız gereken yalnızca şekil verecek kalıbı h azırlam ak­
tır; o kalıp da düşüncelerinizle biçimlenir. En büyük arzunuz
nedir? En çok istediğiniz şey nedir İ n a n ın ve sahip olun. En
önemli düşünceniz bu olsun, düşüncenizi bu n d a yoğunlaştı­
rın. O za m a n bu düşüncelerin gerçekleşmesi için gereken her
şeyi kendinize çekersiniz."

K E N D İN İZ OLMA CESARETİNİ GÖSTERİN

Bir milyon doların üzerinde varlığa sahip bir adam t a n ı ­


yorum. Oysa onu görseniz, çok sınırlı bir geliri olduğunu d ü ­
ş ü n ü rs ü n ü z . İki takım elbisesi, iki gömleği, m u h te m e le n iki
çift de çorabı vardır. Halbuki tanıdığım en cöm ert insan lar­
dan birisidir. Bir fikri ya da projeyi desteklemek için gözünü
k ırp m a d a n yüz bin dolar harcayabilen bu adam kendisi için
bir kuruş bile harcam ay a yanaşmaz. Birinci sınıf yerlerde se­
yahat etmeyi, lüks şeylere para harcam ayı israf olarak de­
ğerlendirir. Ona göre parayı gerçek a n lam d a kullanm ak ya
da inandığı bir projeyi desteklemek üzere bekletmek çok
daha akıllıcadır. Bu insan hayatını değiştirmeyi d ü ş ü n m ü ­
yor. Bu da o n u n seçtiği yaşam biçimi.

44
'Kendiniz Olma Cesaretini Gösterin
Büyük bir bireyci olan H enry David T ho re au , "Herkes
duyduğu t r a m p e t sesine doğru yürüm eli", diye yazıyor, "Her
birimizin ayrı bir tram petçisi var; başkasının t ra m p e t sesine
doğru yürüyenler hayata uyum sağlayamazlar."
George C h a p m a n ise şöyle yazıyor:
Kendi kendisinin yasası olan insana hiçbir yasa gerekmez
Hiçbir yasayı çiğnemez o ve gerçek bir kraldır.

Yukarıda sözünü ettiğim, kendisi için t u t u m l u , başkala­


rına karşı cömert olan bu adam duyduğu t ra m p e t sesine
doğru yürüyor. G ü n ü m ü z d e birçok insan kitlelerin tr a m p e t
sesine uyum sağlamaya çalışıyor. Kendi iç rehberlerini dinle­
mek yerine, başkalarının beklentisi doğrultusunda harek et
etmeye çalıştıklarından sinir hastası olup bunalım a giriyor,
kuvvet haplarıyla, sakinleştiricilerle yaşıyorlar.
Bizimle bireysellik k az a n a n büyük Evrensel Bilinç, biz-
lere seçim hakkı da sunuyor. Ya cesur olup istediğimiz şeyi
yapar ya da güvenlik içinde olmayı seçip başkalarının iste­
diklerini yaparız. Herkes kendisi h ak k m d ak i in an cın a göre
Düşünce'yi kullanır. Yaşadığımız deneyimler, kendimizle il­
gili inancımız, bilinç denilen şeyi oluşturur. "İnandıklarınız,
size uygulanacaktır" der Yüce Ö ğretm en.

D ÜŞÜN CELERİN İZİ SEÇME CESARETİNİ GÖSTERİN VE


ONLARI İYİ KORUYUN

Düşün ve Zengin Ol adlı kitabında N apoleon Hill şöyle


yazar:
'Yalnızca düşünceleriniz üzerinde mutlak bir kontrole sahipsi­
niz. Bu insan için en önemli ve heyecan verici gerçektir. Bu insanın
yüce doğasını yansıtır. Yazgınızı bu ilahi ayrıcalık sayesinde y ö n ­
lendirebilirsiniz. Kendi düşüncelerini yönetemeyen kişi, başka hiç-
45
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
bir şeyi yönetemez kuşkusuz. Sahip olduklarınıza ilgisiz kalmanız
gerekiyorsa, bunlar maddi şeyler olsun. Düşünceniz sizin ruhsal
varlığınızdır! Onu dikkatle koruyun ve kullanın, irade gücü size
bunun için verilmiştir."

Birçok insan kendi h ay a tın ın hâkimi olm adan ce n n etin


kapılarını zorlayabileceğini sanır. İncil'de, "İçimizdeki cennet
alemi" denen kutsal m irasımıza girmeden önce düşünceleri­
mize hâkim olmayı öğrenmek zorundayız. C e n n e te k estirm e­
den girmek işe yaram az. Arka kapıdan içeri süzülemeyiz ya
da çitin ü zerinden atlayıp giremeyiz. Ç ünkü içeri girdikten
sonra, arkam ızda t a m a m la n m a s ı gereken birçok iş bıraktığı­
mızı, görüp geriye dönm ek isteyebiliriz.

"Dar kapıdan girin: çünkü mahvoluşa götüren yol ve kapı


geniş olduğu için oradan giden çoktur:
Hayata götüren yol ve kapı dar olduğu için onu bulan az
olur."

D ar yoldan girmek, bir yasa ve düzen evreninde yaşadı­


ğımızı idrak etm ektir. "Düzen, cennetin ilk kuralıdır," d e n ­
miş. Hayatımızı düzene sokmak için düşüncelerimize hâkim
olmak zorundayız. Bu her zam an kolay olmaz. Birincisi, ger­
çekleşmesini gerçekten istediğimiz düşünceleri seçmemiz ge­
rekir. İkincisi, düşüncelerimizi başkalarının etkileme te h li­
kesine karşı korum am ız gerekir. Ü çüncüsü ise yeni fikir­
lerimizle çatışan eski kalıplardan kurtulm am ız gerekir. İşte
ancak o za m a n kendint-yönetm eyi öğrenebiliriz,.

DÜŞÜNCE DENİLEN ŞEY NEDİR?

D üşünce denizinde yaşadığımızı söylemiştik. Orada ya-

46
'Kendiniz, Olma Cesaretini Gösterin
şıyor, hareket ediyor ve varlığımıza sahip oluyoruz. Beyin ve
D üşünce farklı şeylerdir. Birine "büyük bir beyin" demek as­
lında yanlış bir terim kullanm aktır. Beyin düşüncenin a racı­
dır. R adyonun ses dalgalan denizinden birkaçını alıp algıla­
nabilir hale getirmesi gibi, beyin de düşünce denizinden bazı
düşünceleri bulup çıkarır. D üşü n ce evrenseldir, her yerde
m evcuttur. Bir bölgeye ya da bir kişiye özgü değildir. O
halde düşü n m ek demek, Düşünceyi kendi algılamamız, ölçü­
sünde kullanmak demektir.
Ü n lü bir doktorun söylediği şu sözleri çok beğenirim:
"Beyin, karaciğerin safra salgıladığı gibi düşünce salgıla­
maz."
D ü ş ü n c e , beynin içinde ya da uzayda herhangi bir
yerde değildir. Z am a n gibi uzay da insana ait bir kavramdır
ve onun seçtiği iki noktaya dayanır. Uzayın "ölçülebilir" olu­
şu yalnızca insanın zannıdır. Bu ölçü tüm üyle görecelidir.
D üşünce evrenseldir. Sınırsızdır. Hiçbir şey Düşünce'yi ku-
şatam az. D üşü n ce âlemi, insanın kafatasına hapsedilemez.
Beyin h ü crelerinin sayısının bu işte hiçbir rolü yoktur.
Önemli olan, Düşünce'yi nasıl kullandığımızdır. Dolayısıyla,
Evrensel D ep o 'd an fikirler almak için bilincini açan kişi, yal­
nızca aldığı eğitimle kazandığı niteliklerine güvenen kişiden
daha etkili bir d ü şü n ü rd ü r.
G ü n ü m ü z ü n en üzücü olaylarından biri, sadece üniver­
site m ezunu olduklar» için birtakım in sanların ötekilere t e r ­
cih edilmesidir. Oysa, üniversite m ezunu olmayan bir kişi
daha yetenekli, daha yaratıcı ve alan ın d a daha bilgili olabi­
lir pekâlâ. Birçok kişi için diplomalarını rulo yaparken be­
yinlerini de birlikte sardıkları söylenir. Em in olun, girişimci­
liklerin! ve başarı duygularını da daha o günlerden diplo­
mayla birlikte rafa kaldıranlar vardır.
Tüm insanlık ortak bir Bilinç'e sahiptir; bu Evren'in
Yaratıcı Bilinci'dir. Buna E m erso n , "Ruh Ü stü"; İsa, "Baba";

47
% 100 DÜŞÜMCE G Ü C Ü
doğu dinlerinin büyük öğrencisi P aul B r u n to n , "Üst Ben";
büyük sosyolojist D r. Pitirim Sorokin, "Bilinçüstü" diyor. D i ­
ğerleri de b u n u "Süper Bilinç" ya da "Tanrı" olarak a d la n d ır ı­
yorlar.

B İ L İ N C İ N İKİ G Ö R Ü N Ü M Ü

Tüm insanlığın ortak bir Bilinç'i olmasına karşın, bu Bi-


linç'in iki g ö rü n ü m ü , iki fonksiyonu ya da kullanımı var. Bi­
lin çaltın a, bilinçsizlik ya da sübjektif bilinç diyenler var,
am a ben bilinçaltı diyorum. Bilinç, Düşünce'yi farkında ola­
rak k u llanm anızdır. U yanık bilinç olarak d ü şü n d ü ğ ü n ü z
b u d u r; uyanık olduğunuz saatlerde kullanırsınız onu. Bilin­
çaltı ise aklınızın farkında olmadığınız b ö lü m ü d ü r ve onda
dokuzu denizin altın d a olan buzdağına benzetilebilir. D ü ş ü n -
ce'nin sadece küçük bir b ö lü m ü n ü bilinçli olarak k u llanır­
sınız. Bilinciniz ya da bilincim dediğim z a m a n , u n u tm a y ın ki
Evrensel ya da Büyük Bilinç'in tarafımızdan kullanım ını
kastediyorum. Düşünce'yi belirli kullanımımıza göre t a n ı m ­
lanırız, ayırt ediliriz ve bireyselliğimiz de b u ra d a ortaya
çıkar.
Bilinç sadece uyanık olduğumuz za m a n iş başındadır;
am a D ü şünce 'nin. bilinçaltı kullanımı yirmi dört saat sürer.
Bilinçaltı beden fonksiyonlarını düzenler. G eç saatte
akşam yemeğini yiyip, uyurken devam edecek olan sindirim
olayını d ü ş ü n m e d e n buzur içinde yatabilirsiniz. Bedenimizi
r a h a t bıraktığımızda bilinçaltı ne yapması gerektiğini bilir.
B edenin fonksiyonlarını h ız lan d ırm ak ya da yavaşlatmak
için başkaca bir şey yapm ak z o ru n d a değiliz. Gerektiği gibi
yaşayanların, organ ve h ü crelerin çalışmalarını düşünm eleri
gerekmez; d ü şü n en ler açıkça bilinçaltına güvenmiyorlar d e ­
m ektir. Bilinçaltinız bedeninizi nasıl yöneteceğini, fonksiyon­
larını kusursuzca yerine getirmesi için ne yapması gerektiği-

48
Kendiniz Olma Cesaretini Gösterin
ni bilir. Sonsuz Zekâ, h a y a tın en küçük birimi a to m d a bile iş
başındadır. Yalnızca korkularım ız, endişelerimiz, çeşitli
streslerimiz içeri girebilirler. Bilinçaltı, yalnızca b ed e n in k o ­
ruyucusu değil, bedenim izin ve hayatım ızın k u ru c u s u d u r
aynı z a m a n d a .

İST E D İĞ İM İZ E SAHİP OLABİLİRİZ

H a y a tın işleyişine dair çok az şey biliyoruz. Ö rneğin,


elektriği doğal bir olay olarak kabul ediyoruz. Fişi prize so­
k u nca odamızın aydınlanacağını ya da tost veya kahve m aki-
nam ızı çalıştırabileceğimizi biliyoruz. Elektriği nasıl k u lla n ­
m am ız gerektiği k o n u s u n d a uyarıldık, am a neyin, nasıl
gerçekleştiğini bilmiyoruz. Ben de elektrik hak k ın d a çok az
şey biliyorum. Ö rneğin, elektrik kablosunu su dolu bir t ü p ü n
içine sokmayı d ü ş ü n m e m ; çünkü biliyorum ki böyle bir şeye
kalkışırsam hayata h e m e n veda etm ek zoru n d a kalırım. Ya
da çıplak kablolara elimi sürersem şok geçireceğimi de bili­
rim.
Ç oğum uzun idrak edemediği şey, hayata d ir e n m e n in ,
b aşk a la rın d a n nefret e tm e n in ve onları su çlam anın ya da ça­
balayıp m ücadele ederek stres o lu ş tu rm a n ın çok d a h a t e h l i ­
keli olduğudur. Bilinçaltının çalışması h akkında birazcık bil­
gimiz olsa, kusursuz çalışması için engelleri k a ld ırm a n ın ne
denli önemli olduğunu an larız. H a y a t ta bilinçaltını te m iz le ­
m e k te n daha önem li bir şey yoktur. Bilinçaltını anlayarak
kullan m ak , öğrenebileceğimiz en önemli şeydir. Evrensel Bi­
linçaltı öylesine akıllıdır, h er şeyi bilendir ve o k adar duyar-
lıdır ki her talebimize karşılık verir; her isteğimizi yerine ge­
tirir. O na ilettiğimiz h er düşünceyi ya da öneriyi tatbik eder.
O halde n ed e n her z a m a n m u tsu z oluyor ya da arzuladığımız
şeyleri elde edemiyoruz?

49
%100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
HAKİMİYETİ ELE GEÇİRM EK

H ay atım ıza hâkim olm anın yolu bilincimizi kullan m ak ­


ta n geçer. Bir şeyi düşünd ü ğ ü m ü z z a m a n , tıpkı toprağa eki­
len t o h u m u n meyve veren ağaca dönüşmesi gibi bu düşünce
de gelişmeye başlar. Tohum toprak altında kaldığı sürece
yalnızca kendini tek ra rlam ay ı, tü r ü n ü devam ettirmeyi bilir.
Yönetme işini y ü rü ten bilinçtir. Gelişim çemberini başlatan
düşünce t o h u m la r ı n ı ele alırsak görürüz ki hangi to h u m u
ekeceğimizi seçmek bize kalmıştır. Salatalık sevmeyen biri­
nin bahçesine salatalık ekmesi saçma olur. D üşünce b a h ç e ­
mizde hâkim iyet k u ra m a d ık ça bilinçaltı za rarım ıza çalışa­
caktır. Toprak nasıl kendisine ekilen to h u m u yargılamazsa
bilinçaltı da düşünce to h u m la rın ı yargılamaz. Bilinçaltına
düşüncenin toprağı denir; bildiği tek şey, verilen to h u m d ü ­
şüncelere yanıt vermektir. H er türlü hastalık ve düzensizlik
bilinçaltının çalışma sistemini a n la y a m a m a m ız d a n kaynak­
lanır.
Yönetimi y ü rü ten bilinçtir. Deneyim lem ek istediğimiz
şeylerin kalıbını hazırlayacak düşünce çeşitlerini seçiyoruz.
K endini-yönetm e üzerinde çalıştıkça, bilinçaltını k u lla n m a ­
nın ve y ö n e tm e n in uygun yollarını öğreneceğiz. Bilinç, h a y a t­
la nasıl ilişki kuracağımıza karar verir, ifade yollarını seçer,
plânlamayı yapar. Bilinç, bilinçaltına uygulaması gereken
emirleri verir. Incil'de söylendiği gibi, o derinliğin yüzünde
hareket eder. G ü ç ; seçen, m an tık y ü rü te n , tasarlayan ve
plânlayan bilince bağlıdır. Bilinçaltı her z a m a n , üzerinde
fikir birliğine varılmış dış görüntüyü ü retir. Ü re tile n şeyden
hoşlanmıyorsak, d ö n ü p nereye bakmalıyız? Yalnızca, emir
verici emri iptal edip yeni bir yaratıcı eylem zincirini başla­
tabilir. K en d in i-y ö n e tm e küçük, düzensiz, dik başlı ben'ine
hakim olm aktır. D ü şü n d ü k le rim iz in , Evrensel Bilinçaltı'na
verilen em irler olduğunu bilerek, d ü şü n m ek tir. Bilinç, em-

50
Kendiniz Olma Cesaretini Gösterin
rettiğimiz şeyi tam olarak gerçekleştirmek için B ü tü n 'ü d ü ­
zenleyerek bizim için çalışır. Seçtiğimiz şeylere sahip olabili­
riz. Bu yüzden akıllı seçimler yapmalıyız.

KENDİNİ- YÖNETME

Şu anda aklımı, fikirleri almak üzere açıyorum. Biliyo­


rum, ki sonsuz bilgi ve daha önce denenmemiş yaratıcı fikir­
lerle dolu bir kaynağa sahibim. Tek Bilinç'i kullanmak için
gereken her şeyi içgüdüsel olarak biliyorum. Yaşamımı olum­
lu biçimde etkileyecek seçimler yapmak için yönetiliyor ve
yönlendiriliyorum. Tüm korku ve endişelerimden arınıyo­
rum. İçimdeki, beni yaratıcı eylemlere ulaştıracak Sonsuz
Zekaya güveniyorum. Sessizlik ve güven içinde güç kazanıyo­
rum. Beni mutlu kılacak fikir ve ilhamlara açığım.

51
5

AMAÇLARA ULAŞMAK İ Ç İ N B E Ş İLKE

Gerekeni yap ve güce sahip ol


RALPH WALDO EMERSON

G eçen gün K a n a d a 'n m Winnipeg K e n ti'n d e n genç bir


adam bana telefon etti. K itap larım d an birini yeni okumuş.
Gelip beni görmek için izin istedi. Üç gün sonra çalışma
o d a m d a , karşım da oturuyordu. Yaptığım radyo p rogram ları­
nı ta rtış ırk e n birden bana, "Amaçlarınız nelerdir?" diye
sordu, itiraf etmeliyim ki o an söyleyecek bir şey, bulam adım .
Bir y a n d a n senaryo yazımı ve dersler, konferanslar, öte y an­
dan da yüklü bir yazışma program ının doldurduğu günlük
çalışm alarım a dalıp gerçek am açlarım ı gözden kaçırdığımı
fark e ttim . Bir z a m a n la r günlüğüme am açlarım ı kaydeder­
dim, am a artık yapılacak işleri t a m a m l a m a k için gereken ve
her g ü n ü m ü kapsayan koşuşturm a içinde bu am açlar yitip
gitmiştiler. Ancak, genç adam ın sorusu aklımı başıma getir­
mişti. O anda am açlarım ı u n u t m u ş olduğum u fark ettim.
Gerçekçi düşünce gibi görünen, ama aslında sınırlı d ü şü n ce­
nin ta kendisi olan şeyler yüzünden uzaklaşm ıştım am açla­
r ım d a n . Başkalarına, seçtikleri a m a ç t a n şaşm am alarını
öğütleyen ve am aç belirlemeye içten i n a n a n ben, kendi a m a ç ­
larımı u n u t m u ş t u m ! Ayrıntıların oluşturduğu bataklığa gö­
m ü lm ü ş tü m ! G e n ç ad a m ın sözleri, beni yeniden günlüğüme

52
Amaçlara ulaşmak için bes ilke
kaydettiğim hayallerime geri d ö n d ü r m ü ş tü .
Amaçlarımı yeniden gözden geçirmeme n e d e n olan bu
genç adam kendi am aç ların ın bir kısmını gerçekleştirmişti
bile. Otuz sekiz yaşında, kendine ait iş yerini bir milyon d o ­
ların üzerinde bir fiyatla devretmiş ve tic aret dünyasından
elini eteğini çekmeye hazırlanıyordu. Şimdi de z a m a n ın ı ve
kayda değer yeteneğini, am açlarım ı gerçekleştirebilmem için
bana yardımcı olmaya adamayı öneriyordu. Şu sözleri bana
b u n d a n sonraki bölüm ü yazmam için ilham kaynağı oldu:
Y a p m a m ız g e re k e n şey, şu anda olanaksız gibi görünseler
de, am açlarım ızı belirlemek ve hedef doğru ilerlemektir."

BEŞ BASAMAK

Şimdi, inançla başlayıp başarıyla son bulan beş basa­


mağı sıralayacağım. Bunlar gelmiş geçmiş en büyük amaç
belirleyicilerinden birinin öğretileri kadar pratik ve uygula­
nabilir basam aklardır. O şöyle b u y u rm u ştu : Eğer istediğiniz
şeyler için içtenlikle dua eder ve isteklerinizin gerçekleşeceği­
ne inanırsanız dilekleriniz yerine gelecektir. (M arkos 11:24)
Bu sanki elde etmişim gibi davranırım ve elde ederim m e s e ­
lesidir.
1. Kendiniz için ideal zihinsel imajı belirleyin.
2. Çaba gösterm eden, yalnızca in a n m a k hiçbir işe yara­
maz.
3. D üşüncelerinizi kendinize saklayın.
4. Esnek olun; gerekirse plân değişikliği yapın.
5. Gözlerinizi hedeften ayırmayın, işi yarı yolda bırak­
mayın.

53
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
KENDİNİZ İÇİN İDEAL ZİHİNSEL İMAJI BELİRLEYİN

B urada da am aç belirlem enin a n a h ta r ı aynıdır: Düşün­


düğünüz, inandığınız ue güvenle beklediğiniz şeye mutlaka
ulaşırsınız. Amaç öyle seçilmelidir ki insan bu am aca s o n u n ­
da ulaşabileceğini kabul edebilsin. Eğer siz ona ulaşabilece­
ğinize içten inanm ışsanız hiçbir am aç imkânsız değildir. Bu­
n u n en iyi örneklerinden biri D e m osthenes'tir. O konuşm a
güçlüğü çeker, kekeler, dili sürçerdi. O n u n bir gün büyük bir
h a tip olacağına kim inanırdı? Ama o yılmadan, u s a n m a d a n
çalıştı. H a t t a ağzına çakıltaşı doldurup o şekilde konuşm a
talim i yaptığını söylerler. S onu n d a konuşm a güçlüğünü yen­
di ve hedefine ulaştı. Büyük bir hatip oldu.
İn a n ç ilk adım dır, kendinize ve içinizdeki G üç'e in an ın .
Kendinizi zihninizde ideal bir insan olarak, sizce ideal olan
şeyleri yapar ve size ideal görünen hayatı yaşarken c a n la n d ı­
rın. Bu hayaller hedefinizle b ütünleşm enizi sağlayacaktır.
Eğer amacınız bir kitap yazmaksa, kafanızda kendinizi
bir yazar olarak c a n la n d ırın . Büyük bir savunma avukatı
olmak istiyorsanız, zihninizde bir avukat hayali c a n la n d ır­
malısınız. Sürekli, topluluk ön ü n d e konuşamayacağını düşü­
nen birisinin iyi bir avukat olamayacağı açıktır.
Bir za m anlar, başarılı bir golf tu rn u v a oyuncusu olmak
isteyen bir genç benden yardım istemişti. Bu oyuncuların ne
kadar çok para kazandıklarını gazetede okum uştu. "Hangi
stilde oynuyorsunuz?" diye sorduğum da bana ne dedi biliyor
m usunuz? "Ben golf oynam asını bilmem ki!"
Amaçlarınız h akkında asık yüzlü olmayın. Yeni imajı­
nızdan zevk almaya bakın. H ayat hafif yaklaşımlara karşılık
verir, ağdalı dra m la ra değil. Amaçladığınızı elde etmişçesine
m utlu olun, elde edersiniz. Bir kez bunu kabul ettiniz mı\
artık hiçbir şey sizi ona u la ş m a k ta n alıkoyamaz. Kendi k en­
dinize sürekli olarak, "Ben bunu benimsedim," deyin.

54
Amaçlara ulaşmak için beş İlke
Emile Zola otobiyografisinde üç a m a c ın d a n söz eder: 1.
Bir çocuk sahibi olmak. 2. Bir kitap yazmak. 3. Bir ağaç dik­
mek. Birçok kitap yazdı, çocukları oldu ve arazisine pek çok
ağaç dikti. O n u n am aç ları, yaşamın sürekliliğine ilişkindi.
Varoluş amacının, hayatı sürdürm e k olduğunu hissetmişti.
Kitaplar zihinsel, ağaçlar fiziksel, çocuklar da ruhsal düzey­
de bir şeyler bıraktı gelecek kuşaklara.
M a h a tm a G a n d i kendisine neredeyse imkânsız bir h e ­
def seçmişti. Fiziksel olarak çok şey başaramayacağı izleni­
mini u y a n d ıra n bu küçük adam ın gün gelip E lindistan'm İ n ­
giliz İ m p a r a t o r l u ğ u 'n u n hegem onyasından k u rtu lm asın a ö n ­
cü olacağını kim düşünebilirdi ki?

AMAÇLARINIZA SIN IR KOYMAYIN

Amaçlarınızı yalnızca kendiniz yargılayabilirsiniz. Bu


yargılamadan kaçının, çünkü kendinizi sınırlarsınız. Eler yıl
yaşlı başlı insanlar üniversitelerden m ezun olup yeni m es­
leklere başlıyorlar. Bir arkadaşım ın babası altmış beş yaşın­
da avukatlığa başladı ve oldukça da başarılı oldu. Çoğu insa­
nın yeniden başlamak için çok geç dediği altmış bir yaşında
hukuk öğrenim ine başlamıştı. Elukukçu olarak tam yirmi yıl
çalıştı ve iyi bir isim yaptı. G r a n d m a Moses de resim y ap m a­
ya yetmiş sekiz yaşında başlamıştı; doksanına geldiğinde
dünyaca ünlü bir sanatçı oldu. G erek aiiesi, gerekse diğerleri
bu işe çok şaştılar. O n u n resimlerini alacak kadar ileri gö­
rüşlü olanlar ise bugün h a y a tla rın d a n çok m e m n u n la r . Ne
m utlu, yeni bir işe başlamak için yetmiş sekiz yaşın geç oldu­
ğunu d üşünm eyen bu kadına.
Elerbert Eloover ve oğlu Elerbert Eloover Jr. kendilerine
zorlu am açlar belirlediler ve başardılar. Baba Eloover'in
amacı şuydu: Kırk yaşina dek yeterince para kazanıp h a y a tı­
nın geri kalan kısmını halkın hizm etine adam ak. Stanford

55
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
Üniversitesi Jeoloji B ölü m ü 'n d en m ezun oldu. "H ayatın tü m
sillesini yemiş" diye tanım lanabilecek bir adam dı kendisi.
Küçük yaşta a n n e ve babasını kaybetti, akrabalarının y a n ın ­
da kaldı ve tü m okul hayatı boyunca giderlerini karşılamak
için çalışmak zorunda kaldı. Stanford'dan ilk m ezun oldu­
ğunda h e m e n çalışmaya başladı, am a jeolog ya da m ad en
m ühendisi olarak değil de, California'da bir m ad en d e sıra­
dan bir işçi olarak. Ancak bir z a m a n sonra bu ağır işi bıraktı
ve hepim izin bildiği gibi m a d e n mühendisliği alanında isim
yaptı. Kırk yaşina gelmeden pek çok m a d e n şirketine d a n ış ­
m an olup NewYork, San Fransisco ve L o ndra'da bürolar açtı.
G e n ç bir m ültim ilyoner olarak artık insanlığa yardıma h a z ır­
dı ve b u n u da olağanüstü bir başarıyla gerçekleştirdi. Birinci
D ü n y a Savaşı patlak verince kendisine, açlık sorunuyla
karşı karşıya olan uluslara yiyecek yardımı yapması çağrı­
sında b u lu n u ld u . O da savaş boyunca, büyük diplomatik ve
pratik güçlüklere karşın işgal altındaki Belçika ve F ransa'ya
piyasa değeri bir milyon doların üzerinde beş milyon to n yi­
yecek ve giyecek sevk etti. Bu başarısı ona dünya çapında bir
ün k azandırdı, insanlığa yaptığı hizm etleri saymaya kalksak
kitaplar doldurur. Kendisini, Birleşik Devletlerin otuzbirinci
devlet başkanı olarak tanıyoruz.
H e rb ert Hoover Jr. de benzer am açlar hedeflemişti,
a m ac ın a petrol araştırm aları sayesinde ulaştı ve kendini
halk h izm etin e adam ak amacıyla kırk yaşında iş hayatını bı­
raktı.
İn s a n ın kendisini ucuza satm a, yeteneklerini ve p o t a n ­
siyelini küçüm sem e eğilimi vardır. Bazen am açlarım ızı, n e le ­
ri başarabileceğimizi daha iyi bilen birisinin belirlemesine
gereksinim duyarız. Adamları için yüksek hedefler belirleye­
rek onları sürekli çaba göstermeye zorlayan satış m ü d ü rü
b u n a bir örnektir.

G e çen lerd e, çok başarılı bir iş d anışm anı olan bir arka-

56
Amaçlara ulaşmak için beş ilke
daşım, m üşterilerin d en biri olan sigorta komisyoncusu bir
firmayla ilgili bir öykü a n lattı. Bu firma geçen yıl boyunca
yedi yüz bin dolarlık iş yapmış. Arkadaşım, "Gelecek yıl bir
milyon üç yüz bin dolarlık iş çıkaracaksınız" dediğinde aldığı
yanıt, "Deli olmalısınız! Neredeyse geçen yi ikinin iki katı
bu!" olmuş. Arkadaşım onların a k im d a n bile geçmeyen p o ­
tansiyellerini dikkate almıştı oysa. Bu ta h m in i yaparken cid­
diydi. Ertesi yıl bu firma t a h m i n edilen ra k am a ulaşmakla
kalmayıp binlerce dolar da fazla kazandı. Robert Browning
bu kon u d a, insan, elinin uzanabildiğinden daha ötesini
amaçlamalı diyor. Evet, am aç belirleme, düşüncede başlar.
Bu da kendini-yönetm e ile m ü m k ü n d ü r.

ÇALIŞMADAN I N A N M A K H I Ç B I R I Ş E Y A R A M AZ

Bu çalışma bölüm üdür. Amaçlarınız için bir şeyler ya­


pın, ilerleyin, yol alın. Amaç belirleyip de, gerçekleştirmek
için bir şeyler yapm am a k kendinize zarar verm ekten başka
işe yaram az. Ç alışm a d an , öylesine in a n m a k hiçbir şeye yara­
mayacağı gibi, tüm üyle ü re tk e n lik te n uzak kalm aktır, i n a n ­
cımıza hizm et etmezsek yalnızca hayal kurm u ş oluruz.
tnanç çalışmakla kusursuzlaştırılır.
Birçok insan, bir şeyler yapmayı ak im d an bile geçirme­
den am açları h ak k ın d a konuşup d u ru r. Onları amaçlari doğ­
ru ltu s u n d a ilerlem ekten alıkoyan şey başarısızlık, alaya
alınm a, başkalarını incitme korkusu ve başkalarının ne d ü ­
şüneceğine dair duyulan endişedir.

AMACINA H İ Z M E T ETM E C E S A R E T İN İ G Ö S T E R E N BİR


KADIN

Şimdi, amacı doğrultusunda davranm a cesaretini göste-

57
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
ren bir kadının öyküsün ü anlatacağım sizlere. Sanıyorum ki
bu kadın bulunduğu noktaya yıllarca hayal k u rm a k ta n yor­
gun d üştükten sonra geldi. U z u n yıllar evlenmeyi istediği
halde bu isteğini bir tü rlü gerçekleştirememişti. B u n u n n e ­
deni belki de annesiyle birlikte yaşaması ve onun hislerini
in citm e k ten sürekli korkmasıydı. Evlenmek istediği adam
Elavvaii A daları'ndan b irinde, deniz gören çok güzel bir evde
yaşıyordu. Çok yaratıcı bir ad a m d ı, iyi para kazanıyordu ve
iyi bir yaşam sürüyordu. Adamın da hayallerinde hep bu ka­
dınla evlenmek vardı. K adının bana başvurm adan önceki öy­
küsü işte böyleydi.
Öyküsünü bitirdiği z a m a n , "Bana yardım istemek için
geldiniz, ama açıkça görüyorum ki bu konuda bir şeyler yap­
maya hazır değilsiniz" dedim.
"Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu.
"Pekâlâ, içinizden bir sesin bu adam la evlenmenizi söy­
lediğini varsayın. Birbirinizi seviyorsunuz, b ü tü n dünya da
m u tlu olmanızı istiyor. Peki, bu d u ru m d a iç sesinizi dinler
miydiniz? Şu anda a n n e n iz e çok yakınsınız. Bu konuda bir
şey yapmazsınız, sorunu halletm ek için gereken adımı a t a ­
mazsınız."
"Evet, ne demek istediğinizi anlıyorum," diye karşılık
verdi, "Bir şeyler yapmaya niyetli olm adıktan sonra karar
verm enin bir anlam ı yok, öyle değil mi? Pekâlâ, gerekeni ya­
pacağım." Birlikte harika k ararlar verdik, ki ben b una tedavi
diyorum.
Kadın evine gitti ve eşyalarını toplam aya başladı. A n n e­
si endişeyle onu izliyordu; son u n d a ne yapmak istediğini
sordu. O da Elawaii'ye gidip yıllardır evlenmeyi düşlediği
adam la evleneceğini söyledi. Ve her şey yolunda gitti; kızının
gözünü sürekli onunla korkuttuğu kalp krizini geçirmedi
a n n e ; h a t t a yalnız kalmak hoşuna bile gitti. Kadınla adam
evlendiler ve m utlu bir yaşam sürmeye başladılar. G ö rü ld ü -
58
Amaçlara ulaşmak için bes ilke
ğü gibi, kadın önceleri evlenmeyi d ü ş ü n m ü ş , am a hiçbir giri­
şi inde b u lu n m am ıştı. Evet, gerekli adımları atm aya istekli
olmalısınız.
G ü ç 'ü n sevgiyle kullanılması gerektiğini bilerek ideal
zihinsel imajı yaratm akla işe başlıyor ve İç Rehberimiz'in
gösterdiği yolda ilerliyoruz. Gerçekleşmesini istediğimiz "il-
ham 'i içimizde aramalıyız.

D Ü ŞÜ N CELER İN İZİ K E N D İN İZ E SAKLAYIN

Zihinsel imajınızı kendinize saklayın. Gerekeni yapın


ve sonucu bekleyin; kimseye bir şey söylemeyin.
Sık sık başkalarına içimizi dökeriz ve bu arada gücü­
müzü kaybettiğimizi fark etmeyiz. Bir düşünceyi hevesle içi­
nizde taşıyıp, gerçekleştirmek için gereken gücü içinizde bu
labilirsiniz. Ancak bu d ü ş ü n ü zü bir başkasına anlattığınız­
da, bu onun düşünce çizgisine uymayabilir ve sözleriyle şev­
kinizi kırabilir. Ne kadar geçerli bir fikir olduğunu göreme-
yebilir. Söyleyecekleri sona erdiğinde tüm ümidiniz kırılmış,
geriye hiçbir şey kalmamıştır.
İçinizdeki Rehber'in gösterdiği yolda gereken adımları
a ta rk e n zihinsel imajınızı da s ü rd ü rü n . İnancınızı koruyun,
ama ondan en yakın d o stunuza bile söz etmeyin; sonucu bek­
leyin yalnızca. Kuşkusuz, başkalarının deneyim lerinden ya­
rarlanacağınız zam anlar da olacaktır. Ama yine de alkış ve
alayların etkisi altında kalm am ak için zihinsel imajınızı
kendinize saklayın. Fikrinizi açığa vurm ak zorunda kalabi­
lirsiniz, ama o zam an da bunu in an cın ızd a n kaynaklanan bir
güvenle yapın. Aldığınız tepkilerle bir o yana bir bu yana
savrulmayım En iyi eserlerin bile birçok yayıncı tarafından
geri çevrilebildiğini u n u tm a y ın . Başkalarının olumsuz tavır­
larına kaptırm ayın kendinizi.

59
% 100 DÜŞÜNCE G Ü C Ü
ESNEK OLUN, G E R E K T İĞ İN D E PLÂNINIZI YENİLEYİN

Amaçladığınız şey, gerçekten de elde etm ek istediğiniz


şey olmalı. Anlayışımız değişip geliştikçe, am açlarım ızı d e ­
ğiştirmek ya da o anki düşüncem ize uyarlam ak isteyebiliriz.
Bir ağacın am acı dimdik kalabilmektir, am a rüzgâra göre
eğilebilmesi de gerekir. Esnek olmayan bir a m a ç , ne kadar
ulaşılabilir olsa da süreç içinde bize zarar verebilir.
Bazen am açlarım ız beklenmedik bir biçimde gerçekleş­
tirilebilir. Ö rneğin, bir z a m a n la r tanıdığım , bir at çiftliği sa­
hibi olmayı düşleyen adam ı ele alalım. Bu kişi hayalini ger­
çekleştirebilmek için öncelikle çok para kazanm ası gerek­
tiğine inanıyordu. Yıllar süren başarılı bir iş hayatı oldu. So­
n u n d a u z u n z a m a n d ır arzuladığı at çiftliğine sahip olabil­
mek için yeterince zengin olduğuna karar verdi. Ancak işin
içine girdikten sonra, at yetiştirm enin çok kârlı bir iş olduğu­
nu anlayınca çok şaşırdı. Kısacası bu in s a n , iş dünyasında
geçen u zun ve yorucu yılları, gerçek amacı olan ve zevkle yü­
rüteceği bu işte geçirebilirdi.
Şimdi de bir avokado bahçesine sahip olmayı çok iste­
yen adam ın öyküsüne göz atalım . Bu adam avokadolar h a k ­
kında kitaplar okudu, bahçıvanlığı ve bir avokado yetiştirici­
sinin bilmesi gereken h er şeyi öğrendi. Asıl işini s ü r d ü r ü r ­
ken bir d ö n ü m lü k yer satın aldı ve birkaç ağaç dikti. Bir yıl
sonra garaj işini bıraktı ve en başarılı avokado yetiştiricile­
rin d en biri olma yolunda ilerledi.
Yardım Projesi'nin kurucusu D r. J a m e s T urpin'i d ü şü ­
n ü n . Jim önce iyi ve örnek bir doktor olmayı amaçlıyordu.
Otuz yaşma geldiğinde yaşadığı k en tin önde gelen doktorla­
rın d a n biri oldu ve şehir meclisinde yer aldı. Amaçlarını d e ­
ğiştirmesi ilginç bir şekilde gelişti. K endisinden her hafta
yarım gün M eksika'da ücretsiz hizm et veren bir klinikte«gö-
nüllü doktor olarak çalışması istenm işti. Bu işi birkaç hafta

60
Amaçlara ulaşmak için bes ilke
y a p tık ta n sonra perşembe öğleden sonraları iple çekmeye
başlamıştı; b u n u n dışında her şey önem ini yitirmişti. Casa
de Todas'taki kliniğe o n unla birlikte gittiğim gün ne demek
istediğini anladım . Bu iş am aç ların ı değiştirmesine n ed e n ol­
m u ştu . Yeni am a c ı, tıbbi y ardım ın mevcut olmadığı yerlerde
ücretsiz hizm et veren klinikler a ç m a k tı. B u n u n sonucu ola­
rak G ü n e y W ietnam , H ong Kong, Meksika ve d ah a birçok
yerde Yardım Projesi uygulanmaya başladı.

G Ö ZÜ N Ü ZÜ H E D E F T E N AYIRMAYIN,
YARI YO L D A DURMAYIN

Dikkatinizi am acınız üzerinde yoğunlaştırırsanız, bilin-


çaltmız ayrıntıları halleder. Başarıya ulaşm anız için gerekli
olan yardımı sağlayacak insanları bulur, fırsat ve ortam ları
hazırlar. Yapmanız gereken şey, gerçekleştirmek istediğiniz
am acı deneyimleme bilincini geliştirmektir.
T a n n 'n m İb rah im Peygamber'e dediği gibi, Görebildiği­
niz her toprak size verilecektir; ama siz gidip ona sahip olma­
lısınız. (Jenesis 13:15)
Hayalinizi zihinsel olarak bitirin ve gerekeni yaparak
tamamlayın. T üm ayrıntıları ta s a rla m a k zo ru n d a değiliz,
am a gidip toprağa (bilince) hâkim olmak zorundayız. Elde
etm ek için ne gerekirse gereksin, m u tlu bir evliliğiniz, başa­
rılı bir iş hayatınız olduğunu, sağlıklı ve aktif, sevgi dolu ve
herkes tarafından sevilen birisi olduğunuzu d ü ş ü n ü n . Z i h i n ­
sel olarak kendinizi bu havaya sokun. B u n d an sonra , E m er-
so n 'u n dediği gibi gerekeni yapin ve güce sahip olun
Bir şeyi yapabileceğinize in a n ır, zihninize b u n u kazır-
saniz, yarı yarıya am acınıza ulaşmışsınız dem ektir. B undan
sonra gereken adımları atm ak kalır geriye.
Bir gün, bir emlâk komisyoncusu başvurdu b a n a , işinde

61
% 100 DÜŞÜNCE GÜCÜ
çok akt ifmiş gibi g ö r ü n ü y o r d u , a m a söylediğine göre de h i ç ­
bir işin sonunu getiremiyordu. Tam bir satış söz l eşmesi ni
g e r ç e k l e ş t i r m e k ü z e r e y k e n , bir p ü r ü z çıkıyor ve a n l a ş m a b o ­
z u l u y o r d u . D e f a l a r c a k ar ş ı l aş m ı şt ı b u d u r u m l a . D ü ş ü n c e l e r i ­
n i a n a l i z e d e n e dek b a n a i n a n ı l m a z g ö r ü n m ü ş t ü b u d u r u m .
"Bu sefer b a ş a r a c a ğ ı m , " diyor du h e p . Y ü r ü d ü ğ ü t a k d i r d e iyi
bir y ö n t e m d i bu, a n c a k s o n u n d a e m l a k sözleşmesiyle ilgili zi­
hinsel imajını d eğ i ş t i r me si ger ekt i ği ni fark ettik. Emlak
satış i şl emi , para a l ı n d ı ğ ı n d a ve m a l yeni sahibine teslim
e d i ld i ğ i n d e t a m a m l a n m ı ş olur . B u n u t a m o l a r a k a n l a y ı p z i h ­
nin e kaz ıd ığ ın da satışlarını t a m a m l a m a y ı b aş ard ı. Değiştiri­
len zi hi nse l imajı yeni d e n e y i m l e r izler. G e n e l d e zilinsel i m a ­
j ımızı bi r n o k t a y a k a d a r k o r u r u z ; s o n u n a dek s ü r d ü r e m e y i z

onu.
P r o j e m i z ne o l u r s a o l sun, t a m a m l a n m ı ş h a l i n i d ü ş ü n ­
me l i ve gerçekleştirmek için gereken adımla rı a t mal ıyı z .
Aksi t a k d i r d e , yapt ı ğı mı z iş eksik ve a n l a m s ı z ol ur ; gece g ü n ­
düz sevdiği i n s a n ı n iyileşmesi için d u a e d e n b i r i n i n , bir y a n ­
d a n da c e n a z e t ö r e n i için haz ı r lı k y a p m a s ı gibi ya da b a ş a r ı ­
ya u l a ş m a k için d u a l a r edi p bir y a n d a n da iflas edişiyle ilgili
kâbuslar g ö r e n biri gibi. İnandığınız, ölçüde sahip olursunuz.
Elayatın sübjektif y a n ı , Yasa, d u a l a r ı n yüzeysel d e ğe r i n e
göre h a r e k e t e d e r ve h a y a t t a n a l m a y a istekli o l d u ğ u m u z şey­
leri bize verir.

AMAÇLARINIZIN ENVANTERİNİ T U T U N

Ara sıra a m a ç l a r ı n ı z ı n zi hinsel e n v a n t e r i n i g öz d e n geçi­


r i n. H a y a t t a n elde e t m e k istediğiniz şeylere doğr u ilerlediği­
nizden emin mi s ini z ? Re f a h i ç in de y a ş a m a y ı düşünürken,
t ü m v ak t i ni z i n e y i n eksik o l d u ğ u n u d ü ş ü n e r e k mi h a r c ı y o r ­
sunuz? H e r hesap ödeyi şi ni z de yoksull aştı ğınızı mı h i s s e d i ­
y o r s u n u z ? Arkadaşl ığı a r a r k e n bir y a n d a n d a k e n d i n i z i t e rk
Amaçlara ulaşmak için bes ilke
e di lmi ş ve yalnız mı hissediyorsunuz? İnsan gün boyunca
düşündüğü şeylerin toplamıdır.
Bütün zamanınızı başınıza gelmesini istemediğiniz şey­
leri d ü ş ü n e r e k g eç i r i yo r s an ız , t e r s y ön e k oş a n bir f ut bol cu­
d a n farkınız yok d e m e k t i r . O y u n c u l a r d a n b i r in i n yanl ış gol
çizgisine doğr u koş t u ğu o y u n , u n u t u l m a y a n futbol k a r ş ı l a ş ­
m a l a r ı n d a n biridir. O y u n u h a n g i t a k ı m l a r ı n o y n a d ı ğ ı n ı , k a ­
z a n a n tarafı , k a r ş ı l a ş m a n ı n yapıldığı yılı h a t ı r l a m ı y o r u m ,
a m a b u f u t b o l c u n u n t a k ı m a r k a d a ş l a r ı n d a n biri t a r a f ı n d a n
nasıl d u r d u r u l d u ğ u n u h a t ı r l ı y o r u m . Yanlış gol çizgisine
b a ş a r ı s ı z l ık l a r a - y a p t ı ğ ı mı z h a t a l a r a doğr u k o ş t u ğ u m u z z a ­
m a n l a r ı h e p o l u m s u z l u k l a , b u h a t a l a r ı çok ö n e m s e y e r e k d ü ­
ş ü n ü r ve k e n d i m i z i suç l ar ı z ! B a ş a r ı l a r ı m ı z ı h a v a d a k a p ı p b e ­
n i m s e r k e n , b aş a r ı s ı z lı k l a r ı mı z ı nasıl da d r a m a t i z e ederiz!
Bu, yanl ış gol çizgisine k o ş m a k t ı r . Evet , yanl ış gol çizgisine
k o ş m a k h e r z a m a n b iz im h a t a m ı z d ı r . G el i ş t i r d i ğ i m i z h e r
o l u m s u z d ü ş ü n c e , yanl ış y ö n e a t ı l m ı ş bir a d ı m d ı r .

KENDİNİ- YÖNETME

1. Amaçlarınızı yazın.

2. Amaçlarınızı dikkatle değerlendirin, Onları gerçekten


elde etmek istiyor musunuz?
3. Amaçlarınızı benimseyin.

4. Amaçladığınız dünyada yaşadığınızı hayal edin.


5. Amaçladığınızın tersini asla düşünmeyin. Gözlerinizi
hedeften ayırmayın.

6. Amaçlarınızı günlük olarak kabul edin; onları gerçek­


leştirme yolunda, her gün size sunulan adımları atın ve ama-
— ıza ulaşın.

63
6

SINIRSIZ FİKİR KAYNAĞINI KULLANMA

Aranmadan ansızın akla gelen düşünceler çoğunlukla en


değerli olanlardır ve bu yüzden korunmalıdırlar;
çünkü nadiren tekrar gelirler.
J O H N LOCKE

H e p i m i z i n i ç i n d e , d e r in l e r d e y ü z y ıl la r ı n b il g e li ğ i y a t a r .
A sla tü k etilem ey ecek , sonsuz bir y a r a t ı c ı fikirler k a y n a ğ ı
s a k lıd ır içim izd e, in sa n la r g erek sin im duyd u k ları fikirleri
k it a p s a y f a l a r ı n d a y a da b a ş k a l a r ı n ı n d ü ş ü n c e l e r i n d e arar­
la r. H a l b u k i bu fikirler h e r i n s a n ı n k e n d i v a r lı ğ ın ı n m e r k e ­
z in d e vardır zaten . İn sa n ın v a r o ld u ğ u n a in a n m a cesareti
g ö ste r d iğ i her şeyin ö te s in d e k i ilh am , in sa n ın o ld u ğ u h er
y e r d e d ir .

F İK İR L E R N E R E D E N G E L İR L E R ?

N e d e n büyü k ş i r k e t l e r , a y a k la r ı n ı m a s a l a r ı n ı n ü z e r i n e
u z a t ı p d i n l e n m e k t e n b a ş k a bir ş e y y a p m ı y o r m u ş gibi g ö r ü ­
n e n fikir a d a m l a r ı n a e n y ü k s e k m a a ş l a r ı v e r ir le r ? Ç ü n k ü bu
i n s a n l a r tü m k u r u lu ş u n b a ş a r ı s ı n ı sağ la y a n fikirleri ü r e t i r ­
le r . M ü z i s y e n l e r , y a z a r l a r , bilim a d a m la r ı v e m u c i t l e r y a r a t ı ­
c ı fikirlerini n e r e d e n a lır la r ? N a s ı l olur da bir b e s t e c i k e n d i-
64
Sınırsız 'fikir 'Kaynağını Kullanma
sine t a m a m e n y a b an cı olan bir senfoniyi z i h n i n d e d a h a ö n c e ­
d e n ü r e t i l m i ş gibi d u y a r ? N e d e n bazı insanlar diğerlerine
göre d a h a y a r a t ı c ı d ı r l a r ?

Çünkü h e r gerçek y a r a t ı c ı , d i r ek t t e m a s k u r d u ğ u E v­
r en se l Bilinçaltı'na, tüm fikirlerin görünmeyen kaynağına
g ü v e n m e y i ö ğ r e n m i ş t i r . K u l l a n d ı ğ ı a r a ç , sezgisidir. Sezgi; di­
reki bilme, yüce ya l göstericilik, aydınlanma, fikirler ve içe
doğma o l a r a k a d l a n d ı r ı l ı r . N e r e d e n geldiği a n l a ş ı l a m a y a n ve
i ç i mi z i n d e r i n l i ğ i n d e n çı kı p gel en fikirler h e p sezgidir.
B e n sezgiyi, mantık yürütmekten çok, içimizden ruhsal
algılama yoluyla gelen bilgi olarak ta n ım lıy o ru m .
S e z g i , d u a n ı z a t a m z a m a n ı n d a g e l e n bir y a n ı t o l a b i l i r .
P r o j e n i z i g e r ç e k le ştir e m e y e c e ğ in iz e inandığınız a n d a a n s ı z ı n
uyanan fikirdir. Sezgi önceden düşünerek d eğ il, bir a n d a
y ü k s e l ir ; zo rla n a m a z. Bazen y a p m a k t a o ld u ğ u m u z ş e y d e n
v a z g e ç m e m i z i , b a z e n n e ş e l e n m e m i z i e m r e d e r ; b a z e n de k a ­
rar, yargı v e g e n e l g ö r ü n t ü d e an i d e ğ i ş i k l i k l e r y a p m a m ı z a
n e d e n olu r. D i k k a t e a l ı r s a k h a y a t ı m ı z d a k i e n d e ğ e r li ş e y d i r .
G e r ç e k a n l a m d a b a ş a r ı y a u l a ş a n l a r , s e z g i l e r i n i n s e s i n i d in ­
lem ey i öğ ren ip onu izley en lerd ir.

b a şa r il i İn s a n l a r d a î m a s e z g i l e r i n e g ü v e n i r l e r

John K. W illiam s, Bilinçaltınızın Bilgeliği adlı h a r ik a


k itab ın d a ş ö y l e der: " B i l i n c i n , m u a z z a m v e k u v v et v e r e n bir
b il in ç a l t ı n ın doruk n o k t a s ı o l d u ğ u , p sik o lo jid e kabul e d i l e n
bir g e r ç e k h a lin e g e lm iştir . Y apılan a ra ştırm a la r, b ilin cin
d e rin lik lerin i h arek ete g eçirm e y e te n e ğ in in bilim adam ı,
y a z a r , b e s t e c i , m u c i t gibi y a r a t ı c ı l a r ı n y a d a iş a d a m l a r ın ı n
b a sa r ila r ın ı b e li r le d i ğ in i g ö s t e r m i ş t i r .

"Töre b ilim in k u r u c u s u S o k r a t z a m a n ı n d a n , büyük dahi


E d i s o n , F o rd , M a r k o n i , W e s t i n g h o u s e , E i n s t e i n v e K e t t e r i n g

65
% 100 Düşünce gücü
z a m a n ın a kadar çok az t a n ı n a n ve anlaşılabilen bu zihinsel
faaliyet alanı, şu a n d a yaşadığımız çağdaş uygarlığı m ü m ­
kün kılan ve destekleyen her büyük başarıya ilham vermiş­
tir."
Harvard Ü niversitesi, Yaratıcı Özgecilik Araştırına
Merkezi Yöneticisi Dr, P itirim A. S orokin, Sezgi Kaynağı'na
"b ilin çö te si *1 adını veriyor ki bu da sonsuz Zekâya, yani
Tanrı'ya verilen bir başka isim dir. Şöyle yazıyor Dr. Sorokin:
insanın yaratıci zekâsıyla ilgili olan bilim , din, felsefe, tekno­
loji, förebilim, hukuk, güzel sanatlar, ekonomi ve politika gibi alan­
lardaki tüm basariların ve keşiflerin asıl kaynağı bilinçötesi gibi g ö ­
rünüyor. Onun dehası ve işlevi olmadan bilincin ve bilinçaltının
kullanımıyla yalnızca vasat basarilar elde edilebilir, öma en büyük­
ler asla. Bir edebiyat ya da beste uzmanı, edebiyat veya müzik da­
lında harika eserlerin oluşturulmasındaki tüm kural ve teknikleri b i­
lir; ancak bîiinçötesinin dehasından yoksun ise Shakespeare'in,
Chaucer'in, Bach'ın ve Beethoven'in kötü bir taklidi bile olamaz. Bir.
bilimsel yöntem uzmanı için de aynı şey geçerlidir. Biiinçötesinden
yararlanamıyorsa Galileo, Nevvton, Eflatun ya da Kant gibi olma
konusunda hiçbir şansı yoktur. Bu bakımdan bilinçötesi bilinen en
yüksek yaratıcı enerjidir. Bilinçötesi, bilinçötesi sezgi yoluyla yaratır
ve keşfeder. Algılama, gözlem gibi duyusal sezgilerden, matema­
tiksel ve kıyaslamaya dayalı mantıktan çok farklıdır. Duyuların ve
mantığın aksine, sezgisel ilham veya idrak, sabırlı bir gözlemden
ya da matematiksel, mantıksal analizden farklı şekilde bir anda
akla gelir. Bu anlık ışığin zamanının ve koşullarının önceden kesti­
rilmesi, tahmin edilmesi ya da isteyerek yaratılması oldukça zordur.
Patlama genellikle en beklenmedik anda ve koşullarda gerçekleşir.

SEZGİ NASIL OLUŞUR?

Sezgi küçük, beşeri ben'imizi a ra d a n çıkardığımız za­


m an ortaya çıkan yüce ilham dır. Sorokin'in dediği gibi,

66
Sınırsız Fikir Kaynağını Kullanma
"Ego'yu t a m a m e n ve koşulsuzca aşar."
Isa da şu sözleri yüce bir sezginin ışığında söylemiş ol­
malı: Ben kendim hiçbir şey yapamam; her şeyi yapan içim­
deki Baha'dır. Browning, "İçimdeki İh tişam ", Azize Theresa
da, "Ben değil, benim vasıtamla çalışan T an rı," demiş bu sez­
giye. Tüm mistik kişiler, yüce Ben'in tüm ihtişamıyla ortaya
çıkabilmesi için önce küçük ben'in ölmesi gerektiğini biliyor­
lardı.
Tanrı bir kez söyledi, iki kez söyledi, ama insanlar anla­
madılar. Bir gece, insanlar yataklarında derin uykuya dalıp
düş görmeye başladıklarında onların kulaklarını açtı ve ge­
rekli bilgiyi verdi. (Eski Ahit'in Eyüp Kitabı-33:14-16)
Elias Howe, yüz yıl önce bir gece derin uykudayken gör­
düğü bir düş, bir vizyon sayesinde m odern dikiş m akinesinin
icadmi sağlayan fikri buldu. Bu düşü görene dek haftalardır
icadı üzerinde çalışıyordu Howe. Ancak makineyi t a m a m l a ­
yacak son parçayı yaratam ıyordu bir tü rlü . İpliği iğneden ge­
çirdikten sonra üst ucunu m a k in a d a nasıl tutacağını b ulam ı­
yordu ne kadar uğraşsa da. Bir gece geç saatlere dek ça­
lıştıktan sonra bitkin halde yatağa uzandı. Rüyasında kendi­
ni yam yam lar tarafından esir edilmiş gördü. Yamyamlar
kendisine, yirmi dört saat içinde makineyi tam am layacak
parçayı bulamadığı takdirde onu yiyeceklerini söylüyorlardı.
Yamyamlar çevresinde dolanıp duruyorlardı ve birden şefle­
rinin elindeki mızrağın u cunda bir delik olduğunu gördü.
Soğuk terler içinde uyandığında s o ru n u n çözüm ünü bulm uş­
tu!

FİKİRLER H İ Ç U M M A D IĞ IM IZ ANLARDA G E L İR L E R

M ucitlerin, yazarların, sanatçıların,.bestecilerin fikirle­


rini nasıl ürettikleri k o n u s u n d a a ra ş tırm a la r yapılmakta.

67
hepsi göste'riyor ki fikirler en um ulm adık an d a , insanlar
m ücadeleden vazgeçtiklerinde, yarı uykudayken ya da hayal
kurarken ortaya çıkm aktadırlar. Bazıları araba kullanırken,
balik tu ta rk e n ya da avlanırken ya da iş dışında dinlenm ek
amacıyla bir şeyler yaparken aniden kafalarında çakan bir
şimşekle bu fikirlerin doğduğunu söylüyorlar.
Çoğu ressam, tablosunu b ü tü n olarak zihn in d e görüp
tuvale döküyor. Besteciler senfonilerini içsel olarak duyup
n o ta la ra döküyorlar. M ozart ilhamıyia ilgili olarak şöyle
diyor: "Hayalim de, sıralı parçalar halinde değil de, oldukları
gibi, bir anda duyuyorum... Ne büyük bir zevk olduğunu a n ­
latam am ."
Ben en iyi k onuşm alarım ı televizyonda bir golf ya da
futbol karşılaşmasını izlerken hazırlıyorum. Ailem aklımı yi­
tirdiğimi düşünüyor. Öğleden sonrayı televizyon izleyerek
harcadığımı gören karım , "N eden konuşm anla meşgul olm u­
yorsun?" diye soruyor. Sarı çizgili not defterimi hiç y anım dan
ayırm am . O tu rm u ş maçı izlerken birden bir fikir uyanır,
sonra bir ta n e d ah a , bir tan e daha. Kuşkusuz bu fikir futbol
m a ç ın d a n değil, bilincimi a ra d a n çıkardığım için bilinçaltım-
dan gelmektedir.
Şu sıralar UÇLA'da profesör olan bir arkadaşım en iyi
fikirlerini bahçesindeki gülleri budark en bulur. Tıbbi araştır­
m alarla ilgili makaleleriyle ünlü olan bu arkadaşım her m a ­
kalesi yayınlandıktan sonra, ona kaynaklık eden fikri hangi
gülle uğraşırken bulduğunu söyleyebilir.
Paul B ru n to n , Kişiyi Aşan Bilgelik adlı kitabında, sezgi­
yi, bilinçli düşüncenin eşiğinin altındaki derin düşünce taba­
kasına yerleştiriyor:
Yazarlıkla uğraşan kişiler sık sık, kafalarında coşkuyla koşu­
şan düşüncelerle uyanıp bunları kâğıda dökmek için yataklarından
fırlarlar. "Kubla Han" gibi uzun bir şiirin, şair Coleridge'in uyku­
sunda ortaya çıktığını, uykuya dalmadan önce kafamızı meşgul

68
eden bir sorunu ertesi sabah çözmüş olarak uyandığımızı, unuttu­
ğumuz isimleri uyandıktan sonra hatırlayabildiğimizi göz önüne
alırsak, çıkarabileceğimiz aşikâr sonuç, aklın gizemli bir biçimde
gece boyunca ertesi gün bilince sunulmak üzere bitirilmiş bir sonuç
verilmesini sağlayan gizli bir eylemde bulunduğudur. O muhteşem
sanatsal ilhamların ve kafa karıştırıcı durumlara karşı zafer kaza­
nan sezgiye dayalı kararların gizli kaynağı, bilinçli düşünme sınırı­
nın ötesindeki derin düşünce tabakasıdır. "Tanrı doğruyu sevgili
kullarına uykuda ulaştırır" der Davut Peygamber. Uykudayken ger­
çekleşen bu zihinsel eylemi kanıtladıktan sonra uyku için "bilinçsiz­
liğe geçiş" demek, deneyimlenen şe/in yalnızca yüzeysel değerini
dikkate alıp altında yatan her şeyi görmezlikten gelmektir.

YARATICILIĞINIZI NASIL ARTIRABİLİRSİNİZ

E vrenin Yaratıcı Zekâsı'nin varlığını k anıtlam aya çalış­


m ıyorum . Bu daha önce ve daha iyi bir şekilde yapılm ış. Bu­
rada vurgulanm ası gereken n o k ta , hepim izin Yaratıcı Zekâ'
ya birer geçit old u ğ u m uzdur; E m erso n 'u n dediği gibi h e p i­
miz aynı şeyin giriş ve çıkışlarıyız. Önemli olan ilham perisi­
ni davet etmeyi öğrenm ek. Eski Y unanlılar san at ve bilim ­
den dokuz ta n rıç a n ın sorum lu olduğuna ve bir fikir ü r e te ­
bilmek için önce o n ların tev ec cü h ü n ü n kazanılm ası gerekti­
ğine in a n ırla rd ı. Bugün İngilizce'de "ilham perisi" a n la m ın ­
daki sözcük, derin düşünceye dalm ak, m editasyon a n la m ın ­
da kullanılıyor. D algın, k en d in d en geçmiş bir haldeyken,
aynı zam an d a derin düşünebilm ek çelişkili bir durum gibi
görünüyor, am a E vrenin Yaratıcı Zekâsı'nı bu şekilde işleyip
geliştiriyoruz. Yüzeysel düşü n ced en uzaklaştığım ızda bilin­
çaltın ın k ay n ak ların a dalip derinlem esine düşünebiliyoruz.
K en d in i-y ö n etm e yoluyla derin bilinçaltını belli bir çiz­
giye yönlendiriyoruz ve yeterince alıcı d u ru m u n a sokabilir­
sek bilincimiz de bizim için gerekeni yapm aya çalışıyor.

69
YARATICILIĞI G ELİŞTİRM EK İÇ İN DÖRT KURAL

1. D ü şü n c e le rinizi bir n o k tada y o ğ u n laştırın :


Bir besteci, m üziği, özellikle ilgilendiği müziği düşünür.
D ü şü n cesin i fizik veya elektronikte yoğunlaştırm az. S anatçı,
bilim a d a m ı, d esin atö r, yazar; hepsi dik k atlerin i, yaratıcı fi­
kirleri arad ık ları alana yöneltirler. Bir fikri alıp o n u n la bir­
likte yaşarsanız gördüklerinizle büyülenirsiniz. Kapıyı bir
açtın ız mı orijinal fikrinizi giydirmek için her yerden fikirler
girer içeri. H angi yöne gideceğinizi iyi belirleyin ve her sefe­
rinde tek bir fikri içeri alın.

2. D erin lem esin e düşünm ek aceleye gelmez:


En iyi sonuçlar için projenizi bilinçaltm ıza tam anlam ıy­
la y erleştirm eniz gerektiğini u n u tm a y ın . Z am a n ın ız hiç t ü ­
kenm eyecekm iş gibi ra h a t olun. Aklınıza gelen fikirlerle oy­
n ay ın , onları sevin, suçlam ayın. Uygulamalı İmgeleme adlı
kitabı birçok yaratıcı düşünm e dersinde kullanılan Alex F.
O sborn, gelen fikirleri olduğu gibi kabul e tm e n in , yargılam a­
m an ın en önem li şey olduğunu, "eleştiriyi ertelem ek" gerekti­
ğini söylüyor. G ru p la ra , bir araya geldiklerinde fikirlerini
serbestçe ortaya dökm elerini öneriyor. B urada an a kural, di­
ğ erlerin in fikirleriyle eğlenm em ek, onları eleştirm em ek. Ay­
nı şey kişinin kendisi için de geçerli. S u çlam an ın , düşünce
akışını kesintiye uğrattığı k an ıtlan m ış bir gerçektir. D ü şü n ­
celerinizi değerlendirip eleme yapacağınız zam an daha sonra
gelebilir.
R a h a t olun, oyalanacak hafif bir şeyler b u lu n , isterseniz
televizyon seyredin veya güzel bir m üzik dinleyin. D erin zih­
n in iz, her zam an verilen sipariş ü zerin d e derinlem esine d ü ­
şü n ü r ve kısa bir süre sonra fikirler öylesine hızlı akmaya
başlarki b u n ları nasıl yakalayacağınız endişesine düşersiniz.

70
3. F ik irler geldiğinde yakalam aya hazır o lu n :
Sezgiler kısa ö m ü rlü , gelip geçici d ü şü n celerd ir. Adeta
birer p arçanız olm uş, alıştığınız sınırlı d ü şü n ce le rin izd en t a ­
m am en farklıdırlar. Bu düşünceler bir kelebek zerafetiyle
gelir ve çabucak uzaklaşıp giderler. Flenüz belleğinize kayde­
dilm em işlerdir. Araba kullanırken ya da uykuya dalm ak
üzereyken gelen ilham ı hatırlayabileceğiniz! sanm ayın. Bir­
çok iyi fikir bu şekilde kaybolur gider. D u ru m ne olursa
olsun, arabayı d u rd u ru n ya da kalkıp ışığı yakın ve fikrinizi
bir yere yazın.
İçin d en gelen sesi dinlem eyi öğrenen yaratıcı in san , not
defterini ve kalem ini y a n ın d a n ayırm az. F ikirler genellikle
uyanm ak üzereyken ya da gece boyunca geldiği için kâğıt ka­
lem iniz yatağınızın b aşu c u n d a olsun. Birçok insan çözmek
istediği bir soruyu y a tm a d a n önce kendisine sorup, istediği
yanıtla uyanm ayı güvenle beklemeyi öğrenm iştir.
Bir konuşm acı ya da yazarsanız, kendinize bir taslak
hazırlayın. Birkaç kez ü ze rin d en geçerek aklınıza yerleşti­
rin. Sonra da birkaç gün içinde gelecek fikirleri yakalam aya
hazır olun. D iktiğiniz ağaca asm onları; göreceksiniz ki her
zam anki bilinçli d ü şü n celerin izin yapabileceklerinden çok
daha iyilerini üreteceksiniz. D a h ası, bu şekilde çalışmak
sinir ve gerginliği de o rta d a n k aldıracaktır.

4. Simdi fikirlerinizi kullanm aya h a z ırsın ız :


B u ndan önceki b asam ak larla işiniz b ittik te n sonra a r­
tık eleyici olabilirsiniz. Şimdi birçok fikir içerisinden h a n g i­
lerini k ullanm ak istediğinize karar verm e, k alanları eleme
ya da gelecekte ku llan m ak üzere depolam a za m a n ıd ır. D e n e ­
yim lerim e d ay a n ara k söyleyebilirim ki, bir saatlik yaratıcı
d ü şü n m e, çok uzu n süre kullanabileceğiniz fikirler üretebilir
ve her fikir yenilerini doğurur. G erçek ten de sezgi, Sonsuz'la
bağlantım ızdır.

71
G leen C lark, Evrenin Sırlarına Ulaşabilen İnsan adlı
bir kitap yazdı. Bu, aynı h a y a tta boş ayrı hayat yaşadığını
söyleyen W alter Russel'in öyküsü. Kendisi başarılı bir m üzis­
yen, m im a r, ressam , heykeltıraş, kitap ve dergi ressamı idi.
Russell, 1897 ve 1898 yıllarında Collier's Weekly'de sanat
ed itö rü olarak çaliştî. İspanyol Savaşı sırasında Collier's ve
Century için savaş m uhabiri olarak görev yaptı. 1900'de ilk
olarak Tülin U lu slararası S anat Sergisi'nde sergilenip İ ta l­
ya'da gurur verici eleştiriler alan , daha sonra tüm Avrupa'da
sergilenip F ra n s a , Belçika ve İspanya'da ödüller kazanan ve
ken d isin e, Toledo'daki İspanyol S an at ve Edebiyat Akademi-
si'ne üyelik getiren "Yüzyılların G ücü" adlı alegorik resm ini
ta m a m la d ı. D a h a sonra büyük bir p o rtre ressam ı oldu ve ü l­
kenin çeşitli yerlerinde kayda değer eserler y a ra ttı. Bu arada
birçok kitap yazdı ve konferans verdi. M im arlıkla ilgili hiçbir
eğitimi olm am asın a rağm en -ki okulu on yaşında bırakm ıştı-
New York'ta yirmi milyon dolarlık, tüm dünyaca bilinen bi­
n aları inşa etti. İn şa a tla rı kendisi finanse etti ve hepsini sat­
tı, h a tta kooperatif yoluyla satırı alm a y ö n tem in i, ki o za­
m a n la r bu işe hiç de iyi gözle bakılm ıyordu- uyguladı.
D r. C lark "Walter Russell'in resim den heykeltıraşlığa
geçişi elli altı yaşındayken gerçekleşti ve ta m a m e n ra stla n ­
tıydı" diye yazıyor. Tüm hayatı boyunca resim yapm ış, çam u­
ra elini bile sürm em işti. S anat ve Bilim T opluiuğu'na başkan
seçilmişti ve bu topluluk E dison'a bir m adalya verecekti.
"M adalyanın b ü stü n ü yapan heykeltıraş başarılı olam adı.
B un u n ü zerin e Walter Russell biraz çam ur aldı ve Bayan
E dison'a telgraf çekip büstü kendisinin yapacağını bildirdi."
D a h a sonra bilim a lan ın d a büyük keşifler yapm asına,
filozof ve konuşm acı olarak uluslararası bir ün kazanm asına
rağm en asıl şö h retin i heykeltıraşlıkla kazandı. Z am anım ızın
birçok büyük kişisinin b ü stü n ü yapm ış olm asına rağmen ko­
nuşm a özgürlüğünü, din özgürlüğünü, gereklerden ve korku­

72
dan k u rtu lu şu tem sil eden dört figürden oluşan eseriyle t a ­
n ındı en çok.
"Hiçbir zaman Tanrı'dan başarıya ulaşmasını sağlayacak
gücü vermesini islemedi; o bu güce zaten sahip olduğunu biliyor­
du.Sözsüz ve ilhama dayalı bir ilişki içinde ondan istediği tek şey,
içindeki mutlak kudretin daima bilincinde olmasın! sağlamasiydı."
D r. C lark'in kitabına n eden Evrenin Sırlarına Ulaşabi­
len İnsan ismini verdiğini m erak ediyor m usunuz?
Walter Russell ve diğerleri evrenin sırlarına ulaştıiar,
biz de ulaşabiliriz. Eflatunun bildiğini siz de bilebilirsiniz,.
Sezgi yalnızca aşırı duyarlı kişilere, m edyum lara has bir
özellik değildir. Sigm und F reu d ve C ari Jung sezgiyi, zihnin
no rm al bir fonksiyonu olarak kabul etm işler, am a keşfede­
m em işler. D ü şü n c e 'n in ulaşabileceği yerler henüz ortaya çı­
k arılm am ıştır. H erkes bu alan d a bir kâşif olabilir. Sezginin
sesini dinlem eyi öğrenirseniz, sorularınıza yanıt bulabilmek
için o n d an ona koşmaya, endişelenm eye son verebilirsiniz,
içinizdeki Bilge, karşılaşabileceğiniz her so ru n u n çözüm ünü
bilir ve beşeri d ü şü n cen in ü rü n ü olan y a n ıtla rın aksine b u n ­
lar doğru y a n ıtla rd ır. D eneyin. Şaşırabilirsiniz.

KENDİNİ- YÖNETME

Ben de evrenin sırlarına ulaşabilirim. Sonsuz bir Kay­


nakla ilişkideyim. Şimdi aklımı (şu konudaki) yanıtları
almak üzere açıyorum (burada o anki so ru ların ızı, ihtiyacını
zı b elirtin ). Sükûnet içinde dinliyorum, açığım, almaya hazı­
rım. İçimden ilham fışkırıyor. İhtiyacım olan fikirleri ve on-
lari. gerçekleştirmek için gereken gücü alıyorum.

73
7

YARATICI İ M G E L E M E N İ N G Ü C Ü

Sonsuz Dünyalara ulaşma çabamdan; insanoğlunun ölüm­


süz, gözlerinin Düşünce Dünyalarının derinliklerini, Tanrı­
nın Bağrında genişleyen sonsuzluğu, yani insanın Hayalgü-
cü'nü görmesini sağlamaya çalışmaktan yılmayacağım.
WILLIAM BLAKE

William Bl ake, i n s a n ı n h ay a l g ü c ü n ü , Tanrı'nın bakisi


olarak adlandırıyor. îlk bakışta kutsal şeylere saygisizlik
gibi g ö r ü n ü y o r b u, a m a b a k a l ı m g e r ç e k t e n öyle mi? Yar at ıcı
i m g e l e m e , T a n r ı ' n ı n bize verdiği en etkileyici a r a ç l a r d a n b i r i ­
dir. T a n r ı , i n s a n ı n h a y a l gücü vasıtasıyla y a r a t m a y ı s ü r d ü ­
r ür ve b u n e d e n l e h ay a l gücü i n s a n ı n yüce özelliği ol a r a k
kabul edilebilir.
Altıncı b ö l ü m d e , i ç i mi z de ki ö ğ r e t m e n i n t ü m i h t i y a ç l a r ı ­
mızı bildiğini ve bize sınırsız fikir k a y n a ğ ı n ı s u n d u ğ u n u gör ­
dü k . D i n l e m e y e g ö n ü l l ü o l d u ğ u m u z t a k d i r d e b u ö ğ r e t m e n ge­
r e k si nd i ğ i mi z r e hbe rl i ği ve ilhamı sağlar bizler e. Yar at ıcı
imgeleme, hayatın yaratıcı sürecinin, görünen Evren'i y a r a t­
m a k için k ul l a nd ı ğı kalıbı b i ç i m l e n d i r i r . Oturduğunuz san­
dalye ö n c e sadece bir i n s a n ı n k a f a s ı n d a fikir o l a r a k m e v c u t ­
t u . Bu fikir, s a h i b i n i n k a f a s ı n d a görsel bir şekle d ö n ü ş t ü r ü l ­
dü. O şekilden de fikrin fiziksel ifadesi o r t a y a çı ktı. Büyük

74
Yaratici imgelemenin gücü
Albert E i n s t e i n "H a ya l gücü bilgi den daha önemlidir" der .
R a l p h Waldo E m e r s o n , "Bilim, h a ya l g ü c ü n e ne k a d a r b o r çl u
o l d u ğ u n u bi l me z " diye y a z m ı ş .

D ü n ü n haya l ü r ü n ü o l a r a k n i t e l e n d i r i l e n , a s l ı n d a e n ­
g e l l e n m e m i ş haya l g ü c ü n ü n ü r ü n ü o l a n bi l i m kur gu k i t a p l a ­
rı ve der gil er i b u g ü n ger ç ekçi ka b u l ediliyor.

YARATICI İ M G E L E M E S İ Z E N E İ F A D E E D E B İ L İ R

Yar at ıcı imge l e meyi a n l a y a r a k ve u y g u l a y a r a k t ü m h a ­


y a t ı n ı z ı y e n i d e n d ü ze n l e y e b i l i r s i n i z . Yar at ıcı i m g e l e m e saye­
s i n d e ki ş i n i n kendi siyle ve yaşadığı d ü n y a ile ilgili i n a n c ı n ı ,
dolayısıyla b u i n a n c ı n ü r ü n l e r i n i d e ğ i ş t i r m e k m ü m k ü n d ü r .
Bu haya l gücüyl e i n s a n o ğ l u ilerledi ve b u g ü n k ü düze ye gel­
di. U y g ar l ığ ı m ı z ı n t ü m a t ı l ı m l a r ı , b a ş a r ı l a r ı y a r a t ı c ı haya l
g ü c ü n ü n e s e r idi r . R u h s a l gel işme ve d a h a b ü yü k a nl ayı ş , i n ­
s a n ı n y a r a t ı c ı h ay a l g ü c ü n ü k u l l a n ı m ı y l a sağlanı r.

Hayal kurulmayan yerde insanlar mahvolur.

Atasözü

K U T S A L K İ T A P YARATICI İ M G E L E M E Y İ
NASIL KULLANIR

K u t s a l k i t a p t a Y ak u b ' u n y a r a t ı c ı img el e me y i nasıl k u l ­


l a n d ığ ı n ı a n l a t a n güzel bi r öykü va r dı r . Yakub'un k a y ı n p e ­
der i L a b a n , güveni lir bir a d a m değildi. Ve Yakub' u bir kez
a l d a t m ı ş t ı . A n c a k bu kez Yakub, y a r a t ı c ı i mge le me yl e olayın
üstesinden gelebildi. Laban, yıllar s ü r e c e k h i z m e t i k a r ş ı l ı ­
ğında s ü r ü s ü n d e k i t ü m benekli h a y v a n l a r ı Yakub' a ver me yi
kabul e t m i ş t i . A m a , a n l a ş m a y ı u y g u l a m a z a m a n ı gel diğinde
Laban sürüsündeki tüm benekli hayvanları sakladı ve
Yakub'a hiçbir şey b ırak m ad ı. Yakub hiç en d işelen m ed i; ya­
ratıcı imgeleme sayesinde kazandı. H ayvanların su içmeye
ve ürem eye gittikleri yere benekli kam ışlar dikti. Ve böylece
yavrular benekli doğdu. H ayvanların benekli kam ışları sey­
re tm eleri, benekli yavrular d o ğurm alarına n eden olm uştu.
Bu bir yaşam yasasıdır. Dikkatimizi yoğunlaştırdığımız
şeyi yaşarız. Yapmamız gereken bu yasayı bilmek ve etkin b i­
çim de k u llan m ak tır.

İNSAN TANRIYLA B İR L İK T E YARATIR

Başka bir deyişle, T an rı insan vasıtasıyla y aratır. Bize


T a n n 'n m insanı kendi su re tin d e ve benzeri olarak yarattığı
söylendi. H er şey zaten vardı, insanın yaratıcılığı, ad a p te
etm e ve değiştirm e yolu ile oldu. H angi güçle? E lbetteki tek
G üç olan Kutsal G ü ç'le. H epsi insanın sağladığı düşünce ka­
lıbına göre gerçekleşti.
İnsanlığa bahşedilen en önem li şeylerden biri, ihtiyaçla­
rını karşılam ak için etkiler dünyasını değiştirtebilmesidir.
İn s a n , akim a gelen ve içindeki H ayat K aynağı'ndan fışkıran
fikirlerle sürekli olarak kendisini ve hay atın ı değiştirirken
T anrı'yla birlikte y aratır; T a n n 'n m aracı olur. T an rı sezgi
vasıtasıyla öğretir; T an rı insandaki hayal gücü vasıtasıyla
y aratır. Olaylar y a şa n m a d a n önce m utlaka bir fikir olarak
m evcut olurlar. F ik ir yolu açar.

İMGELEME BİZDEN ÖNDE GİDER

Baha'mın evinde bir sürü oda var: eğer öyle olmasaydı


sana söylerdim. Senin için bir yer hazırlamaya gidiyorum.
John 14:2

76
Evrensel B ilinç'te birçok bilinç hali vardır. Eler in san ın ;
kendisiyle, fikirleriyle, yaşadığı hayatla ilgili ken d in e ait
in an çla rı vardır. Baha'mın evinde bir sürü oda var. İsa b u n ­
dan o k adar em indi ki çevresindekilerin de b u n u bildiğini
varsaydı. Senin için bir yer hazırlamaya gidiyorum. İçim iz­
deki Bilgelik, yaratıcı im gelem e, yolu açm ak için önden
gider.

İsa bize şunu öğretti: Arzuladığın ve dua ettiğin ne olur­


sa olsun, inan ve senin olsun. Bu yaratıcı imgelemeyi kullan­
m ak değil m idir? Ne olursa olsun dedi. H içbir sınıflandırm a,
koşul yoktu. İstediğiniz ne olursa olsun elde edeceğinize
in an d ığ ın ızd a, bilincinizde kabul ettiğ in izd e, elde ettiğinizi
hayal ettiğ in izd e, içsel kaynağa d ö n d ü ğ ü n ü zd e elde edeceksi­
niz. Kesinlikle.

ÎÇÎMÎZDEKÎLER YAŞAMIMIZA YANSIR

H epim iz ince bir yoldayız. H e p im iz, içimizdeki en yük­


sek noktayla uyum içinde yaşam aya gayret ederiz. İn sa n lı­
ğın ve k en d ilerin in z a ra rın a şeyler yapıyorm uş gibi g ö rü n e n ­
ler bile o an d a y a p tık ların ın kendileri için en iyisi olduğuna
in a n ırla r. F a k a t, kendim izle ilgili imajı yeni bir boyuta yük­
selttiğim iz z a m a n , yaşadığımız h ay atın değişmeye başladığı­
nı görürüz. Ve b en , e ğ e r d ü n y a d a n y u k a r ıy a ç e k ilirse m , tü m
insanları da beraberim de yü kselteceğim . (John 12:32.) Bilin­
cimizi d aha yüksek bir boyuta çıkardıkça h ay atım ızın da
yeni boyuta uyum sağladığını görürüz. Yaratıcı imgeleme iş
başındadır!

YARATICI İMGELEMEYİ NASIL KULLANIRIZ?

Birçok yolu var, am a ben iki yoldan söz edeceğim . G e-


77
nellikle sahip olduklarım ızla b u lu n d u ğ u m u z yerden başla­
m am ız söylenir; fakat bu kez ben b aştan değil sondan başla­
m anızı tavsiye edeceğim. G a rip geliyor değil mi? Biraz fark
var, am a aslında aynı şeyden söz ediyoruz. Aslında sahip ol­
duklarım ızla b u lu n d u ğ u m u z yerden başlıyoruz yine. B aşarı­
sız ve eksik olduğunuzu mu im geliyorsunuz, yoksa başarılı
olduğunuzu mu? Aradığımız şeyin yaratıcı imgeleme yasasıy­
la bilincim izde var olduğunu bilerek başladığım ızda, kesin
başarıyı sağlayacak tü m adım lar atılır ve engeller aşılır.
Başka bir deyişle, dua ettiğim iz z a m a n , kendim izi, kay­
betm e ih tim a lin d e n uzak tu ta rız . H astalık ve d ertle rd en ko­
ru n u ru z . D ua ettiğim iz zam an başarıya ulaşm ak için gere­
ken her şeyin sağlanacağını bilerek En Yüksek noktaya yö­
neliriz. E m m et Fox b u n a Altin A n a h ta r'ı kullanm ak diyor ve
ekliyor: "G üçlüklere sırtınızı d ö n ü n ve dikkatinizi T a n rı' ya
yöneltin."

YARATICI İMGELEMEYİ KULLANAN PRENSİN ÖYKÜSÜ

K am bur bir p rensin hikâyesini a n la ta n eski bir efsane


vardır. P re n s, g ö rü n tü sü h ak k ın d a çok duyarlı olduğu için
h alk ın ın ö n ü n e pek çıkm ıyordu. Bir gün sarayın h ey k eltıra­
şını çağırıp kam buru yokm uş gibi güzel bir heykelini y ap m a­
sını istedi. H eykeltıraş çalışmaya başladı. Z am anı geldiğinde
pren se, tam görünm ek istediği gibi m erm e r bir heykel su n u l­
du. P ren s çok m u tlu oldu. Heykeli bahçede gizli bir köşeye
koydu ve her gün oraya gidip sahip olmak istediği görüntüyü
uzu n u zu n seyretti. A radan aylar geçti; heykeli her ziy aretin ­
den sonra biraz d aha dik durabilm eye başladı. Birkaç yıl
geçti. S o n u n d a tüm tebâsm ı bir to p lan tıy a çağırdı. İn sa n la r
her yerden p renslerini görmeye geldiler. Bu sefer m u tlu bir
yüzle ortaya çıktı. Bakın ve görün! in sa n la r onu gördüklerin­
de gözlerine in a n a m a d ıla r. P ren s artık kam bur değildi. G ö -

78
yaratıcı İmgelemenin Gücü
z ü n ü n ö n ü n d e sürekli kusursuz bir sırtın hayalini yaratm ış
ve bu ideal g ö rü n tü sonunda gerçekleşm işti.

H E R BÜYÜK M U C İT YARATICI İM GETEM EYİ KULLANIR

Eli W hitney, Yale Ü niversitesi m ezu n u olan ve ta m irc i­


lik y ap m ak ta n h o şlan an genç bir ad am d ı. M ezun olduktan
sonra Devrim Savaşı g en erallerin d en N a th a n ie l G reen e'in
G eorgia S av an n ah 'd ak i evine davet edildi. O radayken, birisi
to h u m la rı p a m u k ta n ayırm akta çekilen büyük güçlükten söz
e tti. T o h u m ları p am u k ta n çıkarm ayı denediniz mi hiç? Be­
yaz ipliğe yapışm ış bu to h u m la rın bir ta n e sin i bile ayırm ak
dakikalar alır. T o h u m la n ayırm ak için bir yol b u lu n a m a d ı­
ğından pam uk ü re tim i çok masraflıydı. Ama üniversiteden
yeni m ezun olan bu genç adam , "Bu so ru n u n bir çözüm ü ol­
m alı" diye d ü şü n d ü . Yanıtı bulm ak için p a m u k ta n ayrılmış
to h u m u gözünün ö n ü n d e canlandıriverdi! Başka bir deyişle,
fikri akim a koydu ve kısa za m a n d a kolayca başarılabileceği­
ni an lad ı. Birkaç gün içinde, günde yirm i beş kilo pam uğu
tem izleyen küçük bir alet gelişdirdi ki bu o günün insanı için
m ucizevi bir başarıydı. Eli Whitney b u n u başardığında yirmi
dört yaşındaydı. Ç ırçır fabrikasını kurm ak üzere kuzeye geri
d ö n d ü , istek öylesine çoktu ki ü re tim yıllarca talebin altın d a
kaldı. Yaratıcı imgeleme ısrarla kullanılırsa, fikrin olduğu
her yerde başarı da vardır.

H epim iz m ucit olamayız. F a k a t yaratıcı imgeleme bir­


çok yerde, h ay a tın basit şeylerinde de kullanılabilir.

DUA, YARATICI İM G E L E M E N İN EN YÜKSEK B İÇ İM İD İR

T a n rı, kafamızı k arıştıran eski düşünceleri aklım ızdan


çıkarm ak am acıyla yaratıcı hayal gücüm üzü k u llan arak , d u ­

79
alar yoluyla iş görür. Böylece de Bilgelik K aynağı'nm y a ra tı­
cı etkisine açılm am ızı ve yeni fikirlerin hayatım ıza girm esini
sağlar.
B unun bir örneği, bilimsel gücü başkaları için k u llan ­
m ak tır. H a y atın tü m yükünü o m uzlarında taşıyorm uş gibi
görünen birinin bize geldiğini varsayın. H er şeyin kendisine
karşı olduğunu d ü şünüyor. Eski resmi söküp çıkarm alı, onu
b ü tü n ve özgür olarak görmeliyiz. Yaratıcı imgeleme sayesin­
de şimdi güçle dolm uş ruhsal bir varlık görüyoruz. Ö lüm lü
y ü zü n ü n ard ın d ak i bu in san ı, Y aratıcı'nm sureti ve benzeri
olan yüce, m ükem m el ve ruhsal bir varlık olarak gördük mü
hiçbir şey bu gerçeğin zaferini engelleyemez.

K E N D İN İZ HAKKINDA NE DÜŞÜNÜYORSANIZ OSUNUZ

Aynı şekilde kendim izi, yaşam ak istediğimiz hayata


adım atm ış gibi görmeliyiz. K endim izi sağlıksız, yorgun, ce­
saretsiz ve m utsuz görüyorsak önce bu tabloyu değiştirm eli­
yiz. N e dü şü n d ü ğ ü m ü z önem lidir, bugünkü düşünce yapımız
yarınlarım ızı h a z ırla m a k ta d ır. B unu anlarsak kendim ize acı­
m a k ta n vazgeçeriz. Bu H ayat Yasası karşısında öylesine
dehşete düşeriz ki olum suz düşüncelerim izle yaşam ak tan sa
ölmeyi tercih ederiz.
Ne yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye
yaygın bir deyiş vardır. Oysa, Ne düşündüğünü söyle sana
kim olduğunu söyleyeyim deyişi olmalıydı bu. K endinizle il­
gili in a n ç la rın ız , em in olun, yaşayacaklarınızı tayin eder. Ne
düşünüyorsanız o olursunuz,. Bırakın düş gücünüz aşağılan
değil yukarıları seyretsin; Evrensel H a y at'in yaratıcılığına
kollarınızı açarak sonsuzluğa bakın. D üş g ü cünün kudretiyle
başarılm ası olanaksız bir am aç yoktur, "insan düşleri doğrul­
tu s u n d a güvenle ilerlerse ve düşlediği yaşam için çok çalışır­
sa hiç um m adığı bir a n d a başarıyla karşılaşır" diye yazmış

80
H enry T h o reau .
D üş k u rm a k ta n korkm ayın. H ayat düşlerden y aratılır;
ancak düşlerinizin gerçekleşeceğine gönülden in a n ın ve o n la­
rı gözünüzde çoktan gerçekleşm iş gibi c a n la n d ırın . Sağlığını­
zın m ükem m el olduğunu d ü şü n ü n ; ark ad aşların ız a "K endi­
mi h arik a hissediyorum " dediğinizi duyun. K endinizi, "Çok
başarılı bir yıl geçirdim . Yaptığım h er işte başarılı oldum "
derken düşleyin.
E in stein düş g ü c ü n ü n bilgiden daha önem li olduğunu
söylemiş. William Blake bu düş gücüne "T anrı" der. Ben de
"Düş gücü, eyleme geçmiş T an rı'd ır" diyorum .

KENDİNİ-YÛNETME

Kendimi harika hissediyorum! Güçlü ve sağlıklıyım ve


bunun tadını çıkarıyorum.
Yaptığımı iyi yaparım ve doğal olarak da hep iyi sonuç­
lar alırım.
Deneyimlerimi harika insanlarla paylaşıyorum.
İhtiyaç duyduklarım ve bana ihtiyacı olanlar kapıma
gelir.
Düş gücümü yapıcı olarak kullanıyorum ve arzuladığım
hayatı gözümde canlandırıyorum.
Bütün düşlerim harika bir biçimde gerçekleşiyorlar!

81
8

K E N D İ N E G Ü V E N N A S IL O L U Ş T U R U L U R

Kendine güven, aklın kesin bir inanç ve güvenle


büyük ve gurur verici işlerde kullanımıdır.
ÇİÇERO

Flepim iz k en d in e güvenin gerekliliğini biliyoruz. Bugün


birçok k u lü p , d ern ek , birlik faaliyet gösterm ekte. B u n ların
hepsi bireyin güven duygusunu geliştirm e ih tiy a cın d an kay­
naklanıyor.
F a k a t acaba k en d ilerin e güvenlerini yitirdiklerini söyle­
yen in sa n la r h ep aym şeyden mi söz ediyorlar? Bazıları t o p ­
luluk ö n ü n d e k o n u şac ak ların d a güvenlerini yitirirler. B azıla­
rın ın arab a k u llan m ak k o n u su n d a k e n d ilerin e güvenleri
yoktur. D o n B landing konuşm acı k ü rsü sü n d e evindeymiş gi­
bi ra h a tk e n , arab a k u llan m a k o n u su n d ak i yeteneğine güveni
yoktu. Ty Cobb beyzbol sah asın d a güvenli ve ra h a tk e n in s a n ­
lar ö n ü n d e k o n u ş m a k ta n kork ard ı. Bu ö rn ek ler açıkça göste­
riyor ki bir a la n d a güvenli olan insan başka b irinde aynı gü­
vene sahip olam ayabiliyor. Bazıları sporda k en d ilerin e güve­
nem ezler, bazıları da in sa n la rla ilişkilerinde güvensizdirler.
Şu ya da bu şekilde çoğu in san bazı a la n la rd a güvensizdir.

82
UTANGAÇLIĞI YENMEK

D ik k atler bir kişi ü z e rin d e yoğunlaştığında o kişi h u ­


zursuz olur. Yoğun ilgi ve dikkat, kişinin cesaretin i kırar,
in sa n k endisini, d av ran ışların ı gözlediğinde, kendisi h a k k ın ­
da bilinçli o ld u ğ u n d a, kendisine güvenini yitirir. Kişiye eleş­
tirel gözlerle bakılm ası o n u n dengesini yitirm esine ve sın ır­
lam a la rın ın farkına varm asın a n ed e n olur. K orku ortaya çı­
kar. Korku k en d in i korum a içgüdüsüyle geliştirilen bir duy­
gudur. B aşk aların ın gözünde başarısız olm am ak için s a n a tı­
nı sü rd ü rm e k te n vazgeçen yetenekli m üzisyen veya ressam
b u n a bir örnek. K orku, yapılm am ası ve söylenm em esi g ere­
ken şeyler y ap tırır ve söyletir; ra h a t ve dengeli olm ak gere­
kirken tam tersi duyguları h issettirir. H erkes bu duygudan
k u rtu lm a k , böylece başı y u k arıd a, güvenle ve h u z u rla yolu­
na devam etm ek ister.

KARANLIKTA IS L IK ÇALMAK

K endine güvenle ken d in i beğenm ek arasın d a çok büyük


fark var. G ü v en , h ay a t h ak k m d ak i em niyet duygusudur, ki­
şinin h er d u ru m d a kendisine güvenebileceğini bilm esidir.
Kibir veya k en d in i beğenmişlik ise b aşk aların ı, aslında sa­
hip olmadığı k en d in e güven duygusunun varlığına in a n d ır ­
m aya çalışm aktır. Aslında güvensizdir ve k a ra n lık ta ıslık
çalm ak tad ır. Böyle birisi sadece u tan g aç , sıkılgan olan i n ­
san d a n çok d ah a güvensizdir.

BAŞARISIZLIK KORKU SU

Kişinin k en d in e güvenini yitirm esine n e d e n olan k o rk u ­


la rd a n biri başarısızlık k o rk u su d u r. H e r in san başarılı

83
o l m a k is t e r . B a ş a r m a y a duyduğu aşırı is t e k yü zü n d en y a rış
s ı r a s ı n d a b a ş a r ı s ı z l ı ğ a u ğ r a m a s ı n a n e d e n o l a c a k bir o l a y ı n
o r t a y a ç ık a c a ğ ı k o r k u su n a k a p ıla n a t l e t i e le a la lım . B u b a ş a ­
r ıs ız lık k o r k u s u a t l e t i iki ayrı ş e k i l d e e t k i l e y e b i l i r ; b a ş a r ı y a
u l a ş m a k iç i n d a h a da it il im d u y m a s ı n a n e d e n o lu r y a da k e n ­
d is in i bu k o r k u y a k a p tır ıp g ü v e n in i y itirir. O z a m a n da y e t e ­
n e ğ i k a y b o lu r g id e r .
B i r k a ç yıl ö n c e k i bir g o lf m a ç ı n ı h a t ı r l ı y o r u m . Büyük
t u r n u v a n ı n s o n g ü n ü y d ü . H e r v u r u ş bü yü k bir p a r a ve p r e s ­
tij d e m e k t i . Ö n d e o l a n o y u n c u , y a p a c a ğ ı e n ufak h a t a n ı n n e ­
l e r e m a l o l a c a ğ ı n ı n b il in c i n d e y d i. O y u n i l e r l e d i k ç e g e r g i n l i ğ i
artıyord u . Y ö n t e m l i bir o y u n o y n a d ı ğ ı n d a n oyunu kazana­
c a k m ı ş gibi g ö r ü n ü y o r d u h â l â . O n a ltın c ı çukurda h e y e c a n
d o r u ğ a u l a ş m ı ş t ı . M ü s t a k b e l ş a m p i y o n u m u z u n u zu n bir v u ­
ruş y a p m a s ı g e r e k iy o r d u . V uruşa k o n s a n t r e o lm a y a ç a l ı ş ı ­
y o r d u . V u ru ş ç i z g i s i , t o p u n ç im a l a n d a k i h ız ı, s ü r t ü n m e e t k i ­
s i , h e r ş e y k o n t r o l ü a l t ı n d a y d ı . A t ış ı a d e t a e z b e r e y a p a b il ir ­
di. V u r u ş u n u y a p m a k ü z e r e g o l f s o p a s ı n ı k a ld ır ır k e n birden
y a n ı n d a k i , o s ı r a d a ç a l ı ş t ı r ı l a n k a m e r a y ı fark e t t i . A d a m a n i ­
d e n irkildi. H a y a t ı m d a o n u n k a d a r ş a ş ı r ı p s e r s e m l e y e n biri­
ni g ö r m e d i m . K a m e r a d ik k a t in i ç e k e n e k a d a r , i n s a n l a r ı n h e r
h a r e k e t in i izled iğ in i d ü ş ü n m e m iş ti. O ld u ğu y e r d e k a lak ald ı,
a tışın ı yap am ad ı.

S o n u n d a to p a vurmayı b a şa r d ı, a m a s a n k i a r tık a y n ı
o y u n c u d e ğ il d i. Ç ü n k ü b ird en b e n li k b i l i n c i n e v a r m ı ş t ı . T u r ­
n u v a y ı bitirdi, a m a k a z a n a m a d ı . N e d e n ? Ç ü n k ü k e n d i s i n i n
fa r k ın a vararak g ü v en in i y itirm işti. B a şa r ısız lık k o r k u su
k a p l a m ı ş t ı iç i n i. A t ı ş ı y a p a m a z s a n e l e r o l a c a ğ ı n ı d ü ş ü n m e y e
b a ş l a m ı ş t ı . Ve b ir ç o k a t ı ş ı k a ç ır d ı. K o r k t u ğ u b a ş ı n a g e l m i ş t i .

ALAYA A L I N M A K O R K U S U

B a ş k a bir k o rk u d a , k o m ik g ö r ü n m e k o r k u s u d u r . B i r ç o k

84
k iş in i n k e n d i n e g ü v e n i n i y i t i r m e s i n e n e d e n o lu r bu. H e p i m i z
d e n g e l i g ö r ü n m e k i s t e r i z . K o m ik d e ğ il k e n d i n d e n e m i n g ö ­
rünmek isteriz . K o m b in ezo n u n u n g ö rü n e c e ğ in d e n korkan
k ız, günün sonunda korktu ğu nu n b aşın a g e lm iş o ld u ğ u n u
g ö r ü n c e k ız a r ır . S p o r k ı y a f e t l e g i t t i ğ i p a r t i d e h e r k e s i n ü z e ­
rin d e s m o k i n o ld u ğ u n u g ö r e n a d a m y ı l l a r s o n r a bun u h a t ı r ­
la d ı ğ ın d a k e n d i n e g ü v e n i s a r s ı l ı r , " N e g ü l ü n ç d u r u m a d ü ş ­
m ü ş tü m !" d iy e d ü ş ü n ü r . H a y a tım ız boyunca küçük ş e y le r
yü zü n d en kom ik durum a d ü şe r iz . B ir d e n d ik k a t le r ü z e r im i­
z e ç e v r i lir , k e n d i m i z i n fa rk ın a v a rır, k ız a r ır , k e k e l e r i z .

" Ş U A D A M BA N A V U R D U ! "

i ş t e b a ş k a bir k o rk u d a h a : i n c i t i l m e k o r k u s u . E g o ç o k
d u yarlıd ır v e h e p i n c i t i l m e a r a r , k e n d i s i n e z a r a r v e r ild iğ in i
düşünür. Bir a r k a d a ş ı m ş öyl e bir h i k â y e a n la t m ış tı: Ö ğ l e y e ­
m e ğ i iç i n o k ü ç ü k y e r l e r d e n b irin e g i t m i ş . D a r k o r id o r d a y ü ­
rürk en n a s ı l o l d u y s a a y a ğ ı n ı k o r id o r a d o ğ r u h a fifçe u z a t m ı ş
ol a n bir k a d ı n a t a k ı l m ı ş . Özür d i l e m e k için geri d ö n d ü ğ ü n d e
k a d ı n ı n "Bu a d a m b a n a v u r d u ! " diye şikâyet e t t i ğ i n i d u y ­
m u ş . A r k a d a ş ı m ö zü r d i l e mi ş ve o t u r a c a ğ ı yere d o ğr u y ü r ü ­
meye d e v a m e t m i ş . K a d ı n u z u n c a bir sür e " Z a t e n i n s a n l a r
h e p b e n i itip kakı yorl ar !" diye y a k ı n m a y a d e v a m e t m i ş .
Böyle kişi ler i n k e n d i l e r i n e g ü v e n l e r i n i y e n i d e n k a z a n m a y a
i h t i y a ç la r ı var dı r .

Ego u z u n yıllar s o n u n d a gel işti rdiği miz dış b e n l i k t i r , k i ­


şilik b en li ğ i d ir , İngilizce'de kişilik a n l a m ı n d a k i " p e rs o n a l i t y "
kelimesi L a t i n c e ' d e m a s k e a n l a m ı n d a k u l l a n ı l a n " p e r s o n a "
k e l i m e s i n d e n gelir. Kişiliğimiz, gerçek o l d u ğ u n a i n a n m a l a r ı ­
nı ümi t , e d e r e k i n s a n l a r a göst e r di ği mi z m a s k e m i z d i r . K i m s e ­
n i n o m a s k e n i n a r d ı n a b ak ı p da o güvensiz k ü ç ü k i n s a n ı gör ­
mesi ni i st eme yi z. Bu y ü z d e n ego ya da kişilik m a s k e m i z i n
d ü şü r ü l ec eğ i endi şesi yle, o n u k o r u m a k için h e m e n h e r şeyi
yaparız
85
REDDEDİLM E k o r k u su

B a ş k a bir k o r k u d a r e d d e d i l m e k o r k u s u d u r . G e n ç bir
kıza b i r l ik t e çı kma y ı teklif e d e c e k u t a n g a ç g enç çoc uk b u n a
klasik bi r ö r n e k t i r . Kızarmış, kekeliyor , u t a n m ı ş ve b e n l i k -
bil i nçl i , akıcı k o n u ş a m ı y o r , a c ı n a c a k d u r u m d a . Bize k o m i k
gel en b u olay o n u n için h i ç de öyle değil. R e d d e d i l m e k t e n
m ü t h i ş k o r k m a k t a d ı r . Bu d u r u m d a k e n d i n e g ü v en i n i t a m a ­
m e n y i t i r m i ş t i r . R e d d e d i l m e k o r k u s u , h a y a t ı n bi r ç o k a l a n ı n ­
da k a r ş ı m ı z a çı kar. Bazı i n s a n l a r a r k a d a ş sahibi o l m a k t a n
k o r k a r l a r ve r e d d e d i l m e o l a s ı l ı ğ ı n d a n k o r u n m a k için yal nız
bi r h a y a t y a ş a m a y ı yeğlerler.
P si ko lo gl a r b u r e d d e d i l m e k o r k u s u n u n , evlilik ilişkileri­
n i n e n ö n e m l i s o r u n l a r ı n d a n bir i o l du ğ u s o n u c u n a v a r m ı ş l a r .
E ş l e r d e n birisi b u k o r k u y ü z ü n d e n t ü m ben l i ği ni t a m o l a ra k
evliliğe v e r e m i y o r , a r a d a h e p bi r engel oluyor, tyi bir evlilik­
te eş l er i n y üz d e yüz k a t ı l ı m ı ger eki r . " S e n i n sevgini ve k e n ­
dini b a n a a d a m a n ı istiyorum, a m a b e n sa na b u n l a r ı v e r e m e ­
yeceği m; ç ü n k ü z a r a r g ör ebi l ir i m" gibi b i r tavır yanl ış olur.
Ço ğ u evliliklerde karşılıklı o l a r a k , a n c a k yarı yar ıya bir k a t ı ­
lım var, b u t ü r bi r k a t ı l ı m d a k e n d i n i k o r u m a y a d a y a n a n bir
y a r ı ş m a c ı lı k söz k o n u s u d u r .

ONAYLANMAMA KORKUSU

Ç o c u k kısa bir şiir ö ğ r e n i r ve a n n e b a b a s ı n a o k u r . E ğe r


u m d u ğ u k a d a r m e m n u n o l m a z l a r s a , hel e bir de el eşt iri rl e r se
çoc uk h e m e n o n a y l a n m a d ı ğ ı h i ss i n e kapı lı r , u t a n ı r ve k e n d i ­
ne g ü v e n i n i yitirir. Bu d e n e y i m i n anısı geleceğine de yans ı r.
Çoğunlukla ana babalar, çocuğun ulaşabileceğinden
yüksek s t a n d a r t l a r bel ir ler ve ç o c u ğ u n k e n d i s i n i z o r l a m a s ı ­
n a n e d e n o l u r l a r . K e k e m e l i k genellikle aile t a r a f ı n d a n i s t e ­
n e n m ü k e m m e l l i ğ i n bir s o n u c u d u r ; o n a y l a n m a m a k o r k u s u -
86
na d a y a n a n utangaçlığın so n u c u d u r.
O n a y l a n m a m a k o r k u s u y a l n ı z c a ç o c u k l a r a ait bi r s o r u n
değildir; h e r y aş t a insan yaş aya bi l i r b u korkuyu. Bi rçok
insan, arkadaşları ta ra fın d a n o n a y l a n m a m a korkusu y ü z ü n ­
d e n b e c e r i l e r i n i o r t a y a k o y m a k t a n k a ç ı n ı r . Bu k o r k u , i n s a n ­
l a r ı n orijinal d ü ş ü n c e l e r d e n u z a k d u r u p ç o ğ u n l u ğ u n d ü ş ü n ­
celerine körü k ö r ü n e b a ğ l a n m a e ği l i m i n i açıklıyor. Bugün
u y g ar l ı ğ ı m ı z d a, "normal" o l m a isteği n e r e d e y s e fetiş h a l i n e
gel mi şt ir . S o n u n d a i n s a n d ü ş ü n e b i l m e y e t e n e ğ i n e o l a n i n a n ­
cını yi t i ri r; ga z et e k u t s a l k i t a b ı , a r k a d a ş l a r ı n ı n onayı ise en
b ü y ü k a m a c ı olur. Böylece g e r çe k k i ml i ğ i n i kaybe der .
Bu, a l ko li kl e ri n de t e m e l p r o b l e m i d i r ; iyi bir dost o l a bi l ­
m e k , a r k a d a ş l a r ı t a r a f ı n d a n o n a y l a n m a k için içerler. Böyl e­
ce b a ş l a n g ı ç t a , a s l ı n d a " " is t e me di kl er i h a l d e içerler. D a h a
s o n r a ise eg ol a r ı n ı d e s t e k l e m e k için bi r i h t i y a ç o l u r içki.
O n a y l a n m a m a korkusu, k e n d in e güveninin kaybolmasına
n e d e n ol ur . Alkol o n l a r a y a n l ış bir güven k a z a n d ı r ı r .

İ S T E N M E Y E N S O N U Ç L A R L A K A R Ş IL A Ş M A K O R K U S U

İ s t e n m e y e n s o n u ç l a r l a k a r ş ı l a ş m a ve b u n l a r ı n ü s t e s i n ­
d e n g e l e m e m e k o r k u s u y ü z ü n d e n riskli işlere gi r me ye c e s a ­
r et e d e m e y e n bi r çok i n s a n t a n ı d ı m .
S a n F r a n c i s c o ' d a çok b ü y ü k bi r f i r m a n ı n yönet ici si o l a n
b i r i n i t a n ı m ı ş t ı m ; çok b a ş ar ı lı bir y ö n e t i c i ve h e r k e s t a r a f ı n ­
d a n sevilen bir i n s a n d ı r . Ş i r k e t y e n i bi r işe gireceği z a m a n
b ü y ü k bi r p a n i k y a ş a r d ı . Üzücü olan şey, şir ket z a t e n o
k a d a r z e n g i n d i ki p a n i k y a p m a y a h i ç gerek y o k tu . Yeni bi r iş
d a h a a l m a l a r ı n ı n da hiç ö n e m i yoktu bu yüzden. B u n a rağ­
m e n d i k k a t i n i yeni bir iş a l m a y a çevirdiği z a m a n farklı bir
insan ol uyor , kendisine güvenini yitiriyordu. Ondan ona
gidip,"Bunun nasıl yapılması gerektiğini düşünüyorsun?"
diye s o r u y o r d u . O n l a r da, k e n d i l e r i n d e n ö n c e o n - o n b e ş kişiye

87
a y n ı ş e y i s o r d u ğ u n u v e a y n ı b e lir s iz lik d u y g u s u y l a d a h a n i ­
c e l e r i n e s o r a c a ğ ı n ı b il m e d e n iyi n i y e t l e t a v s i y e l e r d e b u lu n u ­
y o r la r d ı. B ir g ü n t a m b ö y l e bir i ş in o r t a s ı n d a c a n ı n a kıydı.
İ s t e n m e y e n s o n u ç l a r l a k a r ş ı l a ş m a k o r k u su bu k e z o n u i n t i ­
hara sü r ü k le y e c e k kadar y en ik düşü rm ü ştü .

NEYE G Ü V E N İY O R U Z ?

B u r a y a k adar, ken d in e gü ven in ek sik liğ in d e n s ö z e ttik .


G örd ü k ki k e n d i n e g ü v e n s i z l i k , h e r ş e y i n sın ır lı i n s a n b e n l i ­
ğ i n e b ağ lı o ld u ğ u n u düşünm ekten k a y n a k la n ıy o r. P ek i bu­
nun zıddı n e d ir ? B u , " K i ş il iğ i n iz e m i y o k s a B e n ' e m i i n a n ı ­
y o r s u n u z " s o r u s u n a v e r e c e ğ i n i z y a n ı t a b a ğ lı. G ü v e n i m i z i n e ­
y e b a ğ lı y o r u z ? G üvenin in sa n ın sonradan ed in d iğ i k im li k t e
veya küçü k b e n l i ğ i n d e n a s ı l b u l u n a c a ğ ı n ı Bu,
söyley em em .
insanlarla miimkiin değildir, ama Tanrı "yla her şey müm­
kündür. ( M a t t a 1 9 : 2 6 ) . G e r ç e k k e n d in e g ü v e n T a n r ı'y a ,
B e n ' e g ü v e n d ir , iç i m i z d e k i M u t l a k G ü ç ' e g ü v e n d ir .
G ü v e n m e m i z g e r e k e n bu B e n n ed ir? T ü m y a n ı t l a r ı b i­
l e n , k a r ş ı l a ş a c a ğ ı m ı z h er s o r u n l a y ü z l e ş e b i l e c e k o l a n S ı n ı r ­
s ı z Z e k â 'd ır bu. B iz i k o r u m a s ız , sa v u n m a s ız b ıra k m a y a ca k
S e v g i' d ir ; h e r s e f e r i n d e bizi k u r t a r m a y a g e l e n v e z a r a r g ö r ­
m e m i z e izin v e r m e y e n d i r . Y a p m a m ız g e r e k e n h e r ş e y i y a p a ­
c a k g ü ç o la r a k h a y a t ı m ı z a g i r e n , H e r Ş e y e Kadir G ü ç 'tü r .
B e n ' e g ü v e n i o l u ş t u r m a k iç in a t ı l m a s ı g e r e k e n ilk ad ım
k en d i k ü ç ü k b e n l i ğ i m i z i y o l d a n ç e k m e k t i r . î s a bu g e r ç e ğ i
i d r a k ettiği için Ben kendim hiçbir şey yapamam, demişti. O,
B e n' e gerçekten güvenen bir var lı ktı. Şeytanlara meydan
o k u m a c e s a r e t i n i g ö s t e r e n , h a s t a l ı k l a r a şifa v e r e n , bi r s ü r ü
i n s a n ı d o y u r a n , öl üyü bile d i r i l t e n bu a d a n ı kendi başına hiç­
bir şey yapamayacağını kabul e di yor. İsa içindeki, kendisin­
de n d a h a b üy ü k bir G ü ç ' ü n t ü m b u n l a r ı yapt ığını biliyordu..
İsa, Be ne- g ü v e n i y o r d u ; çünkü içindeki G ü ç için i mk a n s ı z

88
d iy e bir ş e y o l m a d ı ğ ı n ı biliyordu. İ n s a n l a r için i m k â n s ı z v a r ­
dır. K en d i g ü c ü m ü z v e z e k â m ı z m ü c a d e l e e t m e k iç in y e t e r l i
d e ğ il; tü m G ü ç v e Z e k â 'n ı n K a y n a ğ ı o l a n T a n r ı'y a g i t m e l i y i z .
E v e t , b e n i n s a n b e n l i ğ i m l e hiçbir ş e y y a p a c a k g ü ç t e d eğ ilim ;
iç i m d e k i Z e k â y a p a r h e r ş e y i .

G Ü V E N K A Z A N M A N I N B Î R Y O L U VAR

N a s ıl güven o lu ş tu r a b ilir s in iz ? îlk ve en ön em li şe y :


H er şey in iç i m i z d e n g e ld i ğ in i b ilm e k Güç ve
zoru n d ayız.
Erdem T an rın in 'd ır. B i z l e r bu G ü ç ' t e n ayrı d e ğ i l i z . İ s a ' n ı n
d ed iğ i gib i, cennette ( i ç i m i z d e k i ) ve dünyada ( d ı ş s a l t e z a h ü r )
gerekli olan Tüm Güç bana verilmiştir. C e n n e t t e k i ( h a y a t ı n
görünm eyen y a n ı) ve dünyadaki (d ışsal tezahür) h er ş e y ,
I s a ' n ı n Baba d ed iğ i te k K a y n a k ' t a n g e l i r . Y ed iğ im iz h e r ş e y ,
g ö r ü n e n t e z a h ü r e d ö n ü ş m ü ş O z'd ü r. ( F r e k a n s ı d ü ş ü r ü le r e k
k a tı m a d d e y e d ö n ü ş m ü ş D ü ş ü n c e . ) C i ğ e r l e r i m i z e ç e k t i ğ i m i z
h a v a , bizi s a r a n ve g ü ç v e r e n O z'd ü r. Yaşamamızı ve hareket
etmemizi sağlayan Oz dür.

k e n d i n e g ü v e n b ir ç o k a l a n d a u y g u l a n a b il ir

T op lu lu k ö n ü n d e k o n u ş m a y ı e l e a l a l ı m ; h i t a b e t , k a y d a
d e ğ e r b ir B e n ' e gü ve n g e r e k t i r e n bir sanattır. Isa h a v a r i l e r i ­
n e , I n c i l ' d e n v a a z l a r v e r m e k ve h a s t a l a r a şifa g ö tü rm ek için
g i t t i k l e r i y e r l e r d e k o n u ş m a c ı k ü r s ü s ü n e ç ık m a d a n ö n c e n e
söyleyecekleri ü z e r i n e d e r i n d e r i n d ü ş ü n m e l e r i n e gerek ol­
madığını, Oz'e güveni rl er se ö z ' ü n o n l a r a ne a n l a t m a l a r ı ge­
r e k t i ğ i n i söyleyeceğini b e l i r t t i . Böyle d ü ş ü n ü n c e benl ik- bi-
linci o r t a d a n k al k a r ve gerçek Be n' e güven o n u n yerini alır.
İnsanın iyi t e k n i k l e r ö ğ r e n m e k için çalışması ve p r a t i k y a p ­
ma sı gerekliği d o ğ r u d u r . K o n u ş u l m a k i s t e n e n k o n u l a r h a k ­

89
kında a ra ştırm a yapıp aa z ırla n m a k gerekir. B unlar atılm ası
gereken insani a d ım lard ır; fakat endişeye kapılm am ak gere­
kir. İlh a m , G ü ç ve Zekâ içinizde saklıdır.
İşte , evde, okulda, n ered e olursa olsun yaptığımız her
şeyde H ay at'ı ifade ettiğim izi ve bu H a y a tın Sonsuz ve M ü ­
kem m el olduğunu anlam alıyız. İfade ettiğim iz bu H ay at tüm
H a y at'la birdir; b u n d a n dolayı insanla T an rı arasın d a veya
in san la insan arasın d a ayırım yoktur.
P a rm a k la rın d a n m üzik akan piyanist, Yaratıcı D ü şü n -
ce'yi dile getirm ek için kalem i tu ta n yazar, ikisi de kendi açı­
la rın d a n güzelliği ifade ederler. "Tüm yazılanlar, y apılanlar
ve sahip o lu n an lar T a n rı'n m lütfudur," diyor E m erson. Evet,
am açladığınız kariyer için çalışm ak, pratik yapm ak ve h a z ır­
lan m ak gerekir; am a çalışan in san , Evrensel Akıl'ı kullanır.
O n u n vasıtasıyla ifade edilen Sınırsız Zekâ olm adan çalış­
m ak olanaksızdır. Asıl büyüklük ve Tüm İlh am , küçük b e n ­
lik yoldan çekilip Yüce Ben parladığında gelir.

KORKUYU SAFDIŞI ETM EK

T an rı Sevgi'dir; Ö z'ün k e n d in d e n verdiği şeydir; her


yerdedir, y arattıklarıyla ifade edilir. Bu G erçek Sevgi, korku­
yu safdışı eder. Bu Sevgi'yi anlam azsak kendim izi H a y at' ta n
ayrı hissederiz; acım asız ve yarışm acı bir dünyaya karşı tek
başım ıza m ücadele verm ek z o ru n d a kalırız. Ben'e güven, içi­
m izdeki Ben'e güvenmek d em ektir. İçim izdeki G üç ve Zekâ'
ya in an ırsak her şeyi yapabiliriz.

KİM B İZE KARŞI OLABİLİR

H epim izin içindeki gerçek Ben, her şeyi yapabilecek


güçteki T anrısal yan im izdir. Bu sevimsiz ve acımasız d ü n y a­
90
da savaşarak üm itsizce m ücadele etm ek zo ru n d a değiliz.
G ücü sınırlı olan in san a bağımlı olm ak z o ru n d a değiliz. Asla
yalnız değiliz, sonsuzluk her zam an bizim le. B ü tü n dünya
bize karşıym ış gibi görünebilir, am a Tanrı bilimleyken, kim
karşımızda yer alabilir. (Isaiah 2:22) H e r zam an içimizdeki
G üç'e d ö n ü p y ard ım ını isteyebiliriz. İçim izdeki M u tlak G üç'
ün sınırı yoktur. Sınırsız Zekâ b ü tü n y a n ıtla n bilir ve onun
yardım ıyla vaaz verilebilir, harika bir konuşm a yapılabilir,
büyüleyici bir kitap yazılabilir. B enlik-bilinci, insan benliği­
ne bağımlı o lm an ın , başkaları bizim le, yaptıklarım ızla ilgili
ne d ü şünecekler endişesine k ap ılm an ın so n u cu d u r. Ben'e
güven ise hayal gücüm üzü aşan şeyler b aşaran G ü ç 'd en kay­
n ak lan ır; her şeyi yapabilecek d u ru m d ak i bu G üç'e güven­
m em iz gerekir.

MEDİTASYONLAKAZANILAN G Ü Ç

G ü n d e en az on beş dakikanızı T a n rı'n m büyüklüğü ve


h ay atın ızd ak i yerini düşünm ek üzere m editasyona ayırın.
G ü n lü k so ru n la rd a n uzaklasın, ilham verici ruhsal m etinleri
okuyun. Bu sırada gelen ilham verici düşünceleri tü m gün
boyunca içinizde hissedin. Bu m editasyon periyodu, tıpkı iş-
yerinizdeki am irinizle yaptığınız günlük to p la n tı gibi K ayna­
ğınızla ilişki k u rd u ğ u n u z zam an olsun. Böylece tam bir
Ben'e güvenle istediğiniz hayatı yaşam aya başlayın. İçin iz­
deki gerçeğin Oz'ü, ihtiyacınız olan her şeyi öğretir ve yürü­
m eniz gereken yolu size gösterir. İn s a n ın , K aynağı'na m ü m ­
kün olduğu k adar çok başvurm asında fayda vardır. Doğru
yolu gösterm esi için içinize d ö n ü n . Bir iki dakika gerekeni
öğrenm ek için yeterli olur. "Pekâlâ Baba, şimdi ne y ap m alı­
yım?" deyin. Bir süre dinleyin; ilham ınızı ald ık tan sonra
artık güven ve coşkuyla yaşayabilirsiniz. Tanrıya dönerse­
niz korunursunuz; sessizlik ve güven gücünüzün kaynağı

91
olur. (Isaiah 30:15)
içim izden gelen em irleri dinlem eyi öğrenmeliyiz. H a z ır­
ladığım ızdan farklı bir konuşm a yapm aya yönlendirilebiliriz
belki de. Yaptığımız ev, önceden d ü şü n d ü ğ ü m ü z, istediğimiz
gibi olm ayabilir ya da aldığımız elbise almayı dü şü n d ü ğ ü ­
m üz elbise olmayabilir. Ama, içsel rehberim ize güvenirsek
sonuç her zam an iyi olacaktır; çünkü O hiçbir zam an bizi b a­
şarısız kılmaz ve yüzüstü b ırakm az.
İçim izdeki H ay at'ı sevm enin ve ona tam olarak güven­
m en in ö n em ini tam olarak vurgulayam ıyorum . içinde b u lu n ­
dukları ko şu llard an ve d o s tla n n d a n korkm ayı alışkanlık h a ­
line getirm iş in san lar için b u n u an lam ak oldukça zor görü­
nebilir. B aşkalarını geçmek için m ücadele etm ek, sürekli
haklılığımızı k an ıtlam ay a çalışm ak gibi yanlış dürtüleri terk
etm eliyiz. G erçek Ben'e güveni olu ştu rm ak için tüm çabam ı­
zı içimizdeki G üç'e yöneltm eliyiz. Böyle yaparak k o rkuları­
m ızdan arınabiliriz; çünkü T a n ri'n in Varlığı'nda korkuya yer
yoktur. H a y a ta can veren coşku her zam an Ben'e güvene eş­
lik eder. İngilizce de "coşku, heyecan" a n la m ın a gelen "ent-
husiasm " kelimesi Y unanca'da "T anri'da" a n lam ın d a ku llan ı­
lan "en theos" kelim elerinden gelir. Coşku ve heyecanla ya­
şarsak T anrı'yla b ü tünleşiriz ve hiçbir şey bize zarar vere­
m ez, bizi yenem ez. Benim içimde olursanız ve benim sözlerim
sizin içinizde olursa, istediğiniz şey size verilir. (John 15:7)
Kendi kavrama gücünüze değil Tanrıya tüm kalbinizle
inanın ve güvenin. Yaptığınız her şeyde O'nu görün ve bıra­
kın o size yol göstersin. (Atasözü) M utlak G ü ç'e, Sonsuz
Sevgi'ye ve Zekâ'ya güvenerek h u zu r içerisinde istediğimiz
h ay ata doğru ilerleyebiliriz. Ben'e güven ancak bu şekildi
oluşturulabilir. Bu güveni kazandığım ızda belalı egomuzu
korum aya gerek kalmaz artık ; böylece hiçbir şey kaybetm e­
yeceğimiz gibi çok şey kazanırız. Bu iç güvenliğini bir kez
sağladık m ı, güvenimizi asia kaybetmeyiz bir daha.

92
Tanrıya güvenmek insana güvenmekten çok daha iyi­
dir. (Z ebur 118:8) Aradığımız nedir aslında? Övgü ve yaltak­
lan m a ile egonuzu beslemekse önem li olan, başarısızlığa,
korkuya ve düş kırıklığına m a h k û m su n u z d em ektir. E m er-
son'un "yağlanmış hiçbir şeyliğimiz" dediği şeyi kutsal devre­
den çık arm ad ık ça, gerçek B en-güvenine sahip olamayız.

KENDİM İZE, "ASLINDA NEYİ ARIYORUZ?"


DİYE SORMALIYIZ

ihtiyacım ız olan şey başkalarının bizi daha çok sevmesi


değil, bizim onları d aha çok sevm em izdir.
Gerçek Ben - güveni budur.
Yapmamız gereken, savaş korkusunu yaşam am ak için
ülkeler arasın d a barış sağlamaya çalışm ak değil, kendi kar­
m aşa içindeki benliklerim izde barışı, h u z u ru bulm aya çalış­
m aktır.
Gerçek Ben - güveni budur.
D önek bir d ü n y an ın tak d irin i kazan m ak için çalışm a-
malıyız; İçim izdeki Tanrı'yı m e m n u n etm ek için h arcad ığ ı­
mız çabada doyum bulmalıyız.
Gerçek Ben - güveni budur.
B aşarılarım ızla dünyayı sarsm anı gerekm iyor; b aşarı­
sızlık n ed ir bilm eyen içimizdeki O z'ün gerçek zenginliğine
ulaşmalıyız.

Gerçek Ben - güveni budur.

BEN-G ÜVENİ OLUŞTURM AK İÇ İN ANAHTAR DÜŞÜNCE

insan için imkânsız vardır, ama Tanrı için her şey mümkün­
dür. içimizdeki Mutlak Güç her şeyi kolaylıkla ve kesinlikle yapabi­

93
lir. Mutlak Güç'ün benim vasıtamla konuşmasına ve benim için ey­
leme geçmesine izin veriyorum.

BEN-GÜVENİ İÇ İN KENDİNİ-YÖNETME

Başarısızlıktan korkmaya son verdim. Artık hayatın saf


hazzı için yaşıyorum.
İçimdeki Yaratıcı Güç e inanıyor ve güveniyorum.
Sadece benim değil herkesin içindeki Tanrıya güveniyo­
rum. Kimse beni reddedemez, çünkü tüm Hayat'la bütünleş­
tim.
Hayatı neşe ve sevgiyle dolu olarak görüyorum.
Şu anda Hayat tarafından kabul edildim.
İçimdeki Ruh her zaman bana destek oluyor, huzur ve
güven veriyor.
Nerede olursam olayım, ne yapıyorsam yapayım. Sonsuz
Varlık benimle birlikte, benim içimde mükemmel haliyle yaşı­
yor.

94
9

Î L K A D I M : K A RA R Y E R M E K

Düşüncelerine hakim olamayanlar kısa zaman sonra


davranışlarına da hakim olamazlar.
THOMAS WILSON

K a ra rla rın ız ı kira verir?


Tek gözünüz olsaydı, tüm bedeniniz ışıkla dolardı dem iş
büyük bir a d a m . J a m e s , h er k o n u d a tu ta rs ız o lan kararsız
in s a n la rı, rüzgârla gidip gelen d alg alara b e n z e tm iş. K arar
verm ek k ad a r bu k a ra rla ra sadık kalm ak da ö n em lid ir. H er
dakika fikir değiştirirsek bilinçaltı ne yapacağını bilem ez.
Psikojenezin nasıl çalıştığını gördük. Şim di de k a ra rla ­
rım ızd a nasıl tu ta r lı olacağımızı öğreneceğiz.

KESİN KARARLAR VERMENİN ÖNEMİ

T atile çıkm aya h a z ırla n a n bir aileyi d ü şü n e lim . Baba


işy erinden izin alm ış, p ara h a z ır, am a nereye gideceklerine
bir tü rlü k a ra r verem iyorlar. Baba "Balık tu tm a k istiyo­
ru m ", a n n e "D ağlara çıkm ak istiyorum ", çocuklar "Disney-
d'e gidelim" d iyorlar. G ü n le rc e ta rtış ıy o rla r ve bir k a ra ra
.. an lıy o rlar. Ya da dağlara gitm ek için yola çıkıyorlar, am a
yarı yolda fikir değiştirip balık tu tm a k için göle gitmeye

95
k arar veriyorlar; am a sonra çocuklar öylesine yaygara yapı­
yorlar ki ailede h u z u ru sağlam ak için D isneyland'e gitmek
üzere geri dönüyorlar. Bu a ra d a , k arar verem edikleri için
ta til g ü n lerin i boşa h arcıyorlar. Bu, k arar vermeye çalışırken
fikirlerin nasıl o rad an oraya döndüğüne güzel bir örnek.
K arar verem eyen insan hiçbir yönde yol katedem ez.
Bilinçaltı sürekli olarak b ilin çten gelen em irleri yerine
getirir. B ilinçaltı bilinç ta ra fın d a n in a n ıla n her em re yanıt
verir. K ararsızlık olursa, her dakika fikir değiştirilirse, bilin­
çaltı karm aşaya düşer. Bir em ri yerine getirm eden yenisi
gelir, ayak uydurm aya çalışır, am a yapam az. Sadık bir h iz ­
m e tk â rd ır, am a bu d u ru m d a ne yapacağını bilemez.
Kesin k a ra rla r vermeyi öğrenmeliyiz, in san a seçme
hakkı verilm iştir. K ullanıp k u llan m am ak kendisine bağlıdır.
Yanlış seçim y ap m ak ta n korktuğum uz için seçim yapm aya
çekinirsek b ilin çaltın ın eli kolu bağlanır, çıkmaza girer ve
hiçbir şey başaram az.

K E S İN KARARLILIĞA K E S T İR M E B lR YOL

K ati olmak isteyen in san , zih n in i k arar vermeye h a z ır­


lam alıd ır her şeyden önce. K endi kendinize "Şimdi bir k arar
veriyorum ," deyin. Belki bu k arar, k arar vermeyi ertelem ek
de olabilir, am a en az ın d a n bu d u ru m a k arar vermiş olursu­
nuz. İçinizdeki re h b e rin , beklem enin daha iyi olacağını söyle­
diği, "şimdi zam anı değil" dediği z a m a n la r olacaktır, am a bu
kararsızlık denizinde yüzm ekten çok farklıdır. Bize yol gös­
term esi için içimizdeki Bilgeliğe başvurduğum uzda o, neyi
nasıl yapacağım ızı söyler; doğru seçimi ve doğru zam an ı bil­
dirir. Ö nem li olan yol göstericiye güvenm ek ve ona göre h a ­
reket etm ek tir. Yeşil ışık yandığında h arek ete geçmeye hazır
olmalıyız. "Şimdi bir k arar veriyorum" ilk adım dır.

96
BU i l h a m b a n a n a s il g e l d i

A ralarında seçim yapılacak şeylerin aşağı yukarı eşit


olduğu z a m a n la r vardır, hangisini seçeceğinize k arar ver­
mek zor olur. Bir keresinde böyle bir olay yaşadım . Buna
tam bir ikilem diyemeyeceğim, çünkü böyle şeyleri dert e t­
m emeyi ve üstesin d en gelmeyi öğrenm iştim . Ama bir yol ay-
rım m daydım ve b ü tü n yolların sonu çıkmaz sokaktı; h an g i­
sinden gideceğime k arar verem iyordum . Birkaç seçenek
vardı, am a hiçbiri doğru gözükm üyordu. H a rek ete geçmem
gerekiyordu, am a ne yapm am gerektiğini bilem iyordum .
Böyle bir d u ru m d a çoğu kim senin uykuları kaçar, a rk a ­
d a şla rın d a n tavsiyede b u lu n m a la rın ı isterler, falcılara, m ed ­
yum lara giderler. Bense o tu rd u m ve m editasyona daldım .

K İŞİSEL FAKTÖR

Yapmam g erekenin, içim deki Yüce Zekâ'yı benim a d ı­


ma k arar vermesi için yön len d irm ek olduğunu anladım . Yap­
tığım m editasyon şöyle bir şeydi:
"İçim deki M ükem m el Zekâ, yüce ve m ükem m el Ben,
seni, adım a k arar verm ek üzere yönlendiriyorum . Biliyorum
ki sen, H er şeyi Bilen Evrensel Akılla bir b ü tü n sü n . Bu yüz­
den de en doğru k a ra rın ne olduğunu biliyorsun." Sonra
büyük bir ra h atlık h issettim . E m irler gelene dek yapm am
gereken bir şey olm adığını biliyordum . N eyi, nasıl yapm am
gerektiği söylenecekti. S onra, içim deki bilge gerçekten de
doğru yolu gösterdi ve beni kararsızlık içinde k a lm ak tan
k u rta rd ı.

97
b iz e g u ç v e r e n d ü ş ü n c e l e r

H ay at düşüncelerle belirlenir. H alil C ib ran 'm Ermiş


adlı k itab ın d a dediği gibi, "Çoğu acıları kendim iz seçeriz."
K en d in i-y ö n etm e yoluyla ta m a m e n yeni bir h ay a ta başlam a
ayrıcalığı verilm iş bize. Fiziksel veya m addesel âlem in m e r­
h a m e tin e sığınm ak z o ru n d a değiliz. Sonsuzluğa girebiliriz,
am a T an rı bile bizim vasıtam ızla çalışm adıkça bizim için bir
şey yapam az. Bize seçim yapm ak için gereken güç verilmiş.
Doğru seçim yapm ak için içsel R ehber'e kulak vermeyi öğ­
renm eliyiz.

BÎR KARARLILIK ÇALIŞMASI

K ararsızlık denizinde yüzüp d u rm a k ta n k u rtu lm a n ın


iyi bir yolu, kâğıt kalem k u llan m ak tır. Bir k arar verm eniz
gerekiyorsa, elinize kalem i kâğıdı alıp o tu ru n ve çeşitli olası­
lıkları, verebileceğiniz değişik k ararları ve b u n la rın olum lu-
olumsuz y an ların ı yazmaya başlayın. Bu düşüncelerinizi bir
düzene sokar. Bir olasılıktan öbürüne a tla m a d a n biraz geri­
ye d ö n ü n ve (Evrensel Akıl'a giriş ve çıkışınızı o lu ştu ran ) bi-
lin çltm ızd an doğru k ararı verm eniz için size yardım cı olm a­
sını isteyin. U n u ttu ğ u m u z bir ismi h a tırla m a k için k en d im i­
zi zorladıkça işimiz d ah a da güçleşir; bir an için rah atlay ıp
gevşersek b ird en hatırlayıveririz. K arar verirken de aynı şey
geçerlidir.
Çeşitli olasılıkları yazıp b ilin ç altm d a n yol gösterm esini
istedikten sonra başka bir işle ilgilenmeye başlam alıyız (Ki­
tap okum ak, televizyon seyretm ek, yürüyüşe çıkm ak gibi).
Birçok insan gece uykuya dalm ad an önce b ilin ç altin d a n yol
gösterm esini isteyip sabah ihtiyaç duyduğu yanıtla uyanır.
Yanıt gelecektir, m erak etm eyin. Ve bu y an ıtın doğru oldu­
ğunu içsel olarak da hissedersiniz. Belki son an d a yapacağı­
nız şeyden vazgeçebilirsiniz; o zam an k ararın ızı da değiştire­
bilirsiniz, b u n d a bir sakınca yok. H ay at sürekli değişiyor, bu
yüzden esnek olmayı öğrenmeliyiz; am a bu, insanı hiçbir
yere u laştırm ay an kararsızlıktan çok farklı bir şeydir.

HAYATA NASIL HAKİM OLUNUR

B ilinçaltı, duygulara karşılık verir. Birçok em ri duygu­


larım ızla veririz. H ayatım ızla ilgili duygularım ızla. K a ra rlı­
lık da bir duygu m eselesidir. K endinizi hu zu rsu z ve güvensiz
hissetm ek ten vazgeçin. H er problem in bir çözüm ü olduğunu
ve bu çözüm leri, y an ıtları bulabileceğinizi bilin. H a y at, sa­
bah kalktığım ız a n d a n gece uykuya dalm caya kad ar yaptığı­
mız seçim lerden ib are ttir. Yum urtayı nasıl yiyeceğimize,
hangi kravatı takacağım ıza," ne tip tavırlar takınacağım ıza
k arar veririz. G ö rd ü ğ ü m üz ve yaşadığımız her şey bu seçim ­
lerin , kendim izle ilgili in an çlarım ızın sokucudur. K endim ize
güven duyup duymayacağımız bize bağlıdır. H a y ata nasıl
yaklaşacağım ız bize bağlıdır. Şairin dediği gibi, "kaderim izin
efendisi, ru h u m u z u n kaptanıyız." B unu anladığım ız zam an ,
T an rı tara fın d an bize verilen hakim iyete sahip oluruz. Sade­
ce k en d in i-y ö n etm e yoluyla hayatım ıza hakim olabiliriz. Bir
kez k o n tro lü ele geçirdik m i, artık k arar vermek kolaylaşır.

Bir gemi Doğu ya gider, biri Batı ya.


Esen aynı rüzgârla;
Elangi yöne gidileceğini belirleyen
Rüzgâr değil, yelkendir.
Ella Wheeler Wilcox

Yelkeni biz ayarlarız ve gitm ek istediğimiz yere yöneli­

99
riz. İşsiz bir adam ı d ü şü n ü n . Bir yol ayrım ında olduğunu d ü ­
şünüyor, am a ne yöne gideceğini bilemiyor. "Bir iş b u lan a
kadar k arar verem em " diyor. H er düşüncesi, işsizliğine ve
her şeyin boş olduğu hissine katkıda bulunuyor. Atması gere­
ken ilk adım , iyi bir iş bulm aya k arar vermek. B ilinçaltına,
"Gelecek bir ta rih te iş bulacağım" em rin i vermeyi s ü rd ü rü r­
se, bilinçaltı onun için hiçbir şey yapam az. Yarın asla gel­
m ez, yarın daim a y arındır, "iş sahibiyim. Benim için uygun
bir iş var. Çalışmaya k arar verdim ve işi nerede bulabilece­
ğim gösterildi bana" demeye başlam ası gerekiyor. Şimdi b i­
lin çaltın ın ü stü n d e çalışacak bir şeyleri oldu ve tüm H ayat
bu k ararı gerçekleştirm ek için çalışmaya başlayacaktır. K en ­
dimiz hakkm daki in an cım ız, bilin çaltın a verdiğimiz em irdir.
Bir in san , işsiz olduğunu düşündüğü sürece işsizlikten kur­
tu lam az.
Sağlık, arkadaşlık, bellek ve hayatım ızın diğer yönleri
için de aynı şey geçerlidir. B aşkalarına ve kendisine sürekli
olarak h asta olduğunu, acı çektiğini, m ikroplara karşı h a s ­
sas olduğunu söyleyen insan kendisini her zam an ra h atsız ,
halsiz hisseder. Öte y an d an çok sağlıklı olduğunu, h a y a tın d a
bir kez bile h astalan m ad ığ ın ı söyleyip övünen insan sağlık
ve kuvvet abidesi olur. Bazıları aradıkları arkadaşı bulurken
n ed en diğerleri yalnız bir hayat sürerler? Bazıları istedikleri
her şeyi h a tırla rk e n n eden diğerlerinin belleği kötüdür? H a ­
yat in san lara farklı m uam ele etm ez; biz bilinçaltım ıza verdi­
ğimiz yanlış em irlerle başarısızlığı, m utsuzluğu seçeriz. K a­
rarlı bir şekilde h ayatım ıza hakim olmak kendi ellerim izde-
dir.

KARAR VERME KONUSUNDA KENDİNİ-YÖNETME

Ben kararlı bir insanım, içimdeki Bilgelik sayesinde


akıllıca seçimler yapabilirim. İçimdeki zekâ benim için doğru

100
olanı bilir ve seçim yapmamda bana yol gösterir. Bilinçaltım
Evrensel Akılla bütünleşmiş durumda, o yüzden tüm Haya­
tın benimle çalıştığından eminim. Evrensel Akılda benim
için mükemmel bir plân var, almak için aklımı açarsam
bana verilecek. Şu anda içimden gelen kusursuz, yanıtı kabul
ediyorum. İçimdeki Bilgelik benim için karar veriyor. Bu ka ­
rarlara güveniyorum. Doğru yolda sakin ve güvenle ilerliyo­
rum.

101
10

K EN D İN İ-Y ÖN ETM E REFAH G E T İR İR

Düşündüğünüz, inandığınız ve güvenle beklediğiniz her şey


mutlaka gerçekleşir.

G erçek refah, H a y atın Bolluğu'nu fark etm ek tir. Böyle


bir idrak göreceli olarak her şeyi kapsar, İngilizce'de zengin­
leşmek an lam ın a gelen prosper kelimesi aynı zam anda ilerle­
mek, başarmak, yolunda gitmek, olumlu ve arzulanan sonuç­
ları deneyimlemek a n la m ın a gelir. H er insanın kendine has
bir refah, zenginlik ölçüsü vardır. Bu yüzden, para k a z a n ­
m ak refah bilincinin yan ü rü n le rin d e n biri olm asına rağm en,
refah sahibi olmak illaki büyük bir servete sahip olmak d e ­
mek değildir. G erçek zenginlik, refah M u tlak 'tır; oysa p aray ­
la ilgili zenginliğin dereceleri vardır. G erçek refah içsel h a k i­
m iyetle başlar ki bu yaşam ın her a lan ın d a zenginlik getirir.
Doğru h arek eti ve tam bir doyum u içerir. O za m a n , aradığı­
mız şey, içimizdeki M utlak G ü c ü n varlığının bilincinde ola­
rak sahip olacağımız gerçek refah bilinci ve içsel h ak im iy et­
tir. Bu bilinci geliştirirken beş tem el ilkeyi dikkate almalıyız.

GERÇEK REFAHIN B E Ş TEMEL ÎLKESÎ

1. T a n rı'n m bize duyduğu Sevgi kişiye, yere, şarta ve or-

102
ta m a bağlı değildir.
2. K endi kendim ize koyduğum uz sın ırlam aları o rtad a n
kaldırıp S onsuz'un bizde hüküm sürm esine izin verm ek yine
kendi elim izdedir.
3. H er insan sonsuzluğu kendi sözleriyle bireyleştirir.
4. K ural şudur: D ü şü n d ü ğ ü n ü z , inandığınız ve güvenle
beklediğiniz her şey m u tlak a gerçekleşir.
5. Verdiğiniz ölçüde H a y a t'ta n geri alırsınız; H ayat'la
bir b ü tü n s ü n ü z .
Bu beş ilkenin sağlamlığıyla ilgili hiçbir kuşkum yok.
B unlar ü zerin d e çalışır, b u n larla yaşar, uygular ve a n la rsa ­
nız asla kaybetm ezsiniz. S o n u n d a, sürekli a rta n bir bollukla
ken d in i gösteren iç güvenliğine sahip o lu rsu n u z.
U n u tm a y ın : Düşünebildiğiniz, inanabildiğiniz ve gü­
venle bekleyebildiğiniz, her şey mutlaka geçekleşir.
Bu bir yaşam yasasıdır! Kim o ld u ğunuzun önem i yok.
Yasa kişiler arasın d a ayırım yapm az. Kim olduğunuzu, geç­
m işinizi, ulu su n u zu veya ırkınızı dikkate alm az. Bilinç yo­
luyla işler. Bu yüzden kendinizle ilgili inanabildiğiniz her
şey gerçekleşerek deneyim iniz olur.
işte b ahsettiğim şeyle ilgili bir öykü: Balıkçı üçüncü
defa, oltaya ta k ıla n büyük alabalığı dereye geri fırlatır. Son­
raki d en em esin d e serçe p arm a ğ ın d an d ah a büyük olm ayan
bir alabalık çeker, sevinçle gülüm seyip balığı sepete atar.
Y anında balık tu tm a k ta olan adam d ah a fazla dayana­
maz ve "Üç ta n e kocam an alabalık yakalayıp geri a ttın ,
sonra da bu küçücük balığa sevinip sepetine a ttın ! Hiç a n la ­
m ıyorum !" der şaşkınlıkla.
"Evet, am a tavam küçük" der beriki y an ıt olarak.
Bazen böyle küçük bir hikâye büyük gerçekleri ifade
eder. İn s a n la r sürekli kendilerini ucuza sa ta rla r, küçük gö­
rü rler; çünkü y eten e k lerin d en h abersizdirler. K utsal K itap'-
103
ta "balık", fikir a n la m ın d a kullanılır. Acaba kaç ta n e h arik a
fikri d ü şü n celerin izd e yer bulam adığınız için akıl denizine
geri fırlattınız?

T A N R IN IN SEVGİSİ KOŞULSUZDUR

Birçok insan h ay a tın k en d ilerin e karşı olduğunu d ü ş ü n ­


meyi alışkanlık h alin e getirm iştir. Oysa hayat bizi sever ve
en iyisine sahip olm am ızı ister. H av arilerd en biri olan P a u l,
m e k tu b u n d a şöyle yazm ış: Hayata uymayın: Aklınızı, düşün­
celerinizi yenileyerek neyin iyi, kabul edilebilir, mükemmel ve
Tanrının isteği olduğunu kanıtlamaya çalışın. K itabın bu
b ö lü m ü n ü h ay a tta k i doğru yerim izi bu lm ak ta yardım cı ol­
m ası aç ısın d a n , düşüncelerim izi yenilem e kon u su n a ayırdım .
H ay atım ıza hakim olm am ızı sağlayacak d ah a büyük bir b i­
linci oluşturacağız. Z enginlik nefes alm ak kadar doğaldır.
Bizim için iyi olanı kabul edip za te n var olan gerçek benliği­
mizi ortaya çıkaracağız. T an rı h er za m a n bizim için iyi olanı
ister. H içbir şeyi bizden esirgemez. Biz kendim iz bizim için
iyi o lana kapılarım ızı kaparız.

SINIRLARI K E N D İM İZ KOYARIZ

S okrat öğrencilerine şöyle dem iş: "Tek bildiğim şey h iç ­


bir şey bilm ediğim dir." Bu S okrat'a borçlu olduğum birçok fi­
kird en biri ve b u n u sizinle paylaşacağım .
Bir beyaz sayfa alın ve ü ze rin e bir daire çizin. Büyük
m ü yoksa küçük bir daire mi çizdiniz? Bu sınırlı mı yoksa ge­
niş, sınırsız bir bilince mi sahip olduğunuzu gösterir. Şimdi
d a ire n in tam o rtasın a bir n o k ta koyun. N o k ta , Evrensel
Akıl'm sonsuz alem indeki idrak n o k tan ızı tem sil eder. Siz
kendi dün y an ızın m erkezisiniz. D a ire sizinle yaşayan sonsuz

104
H a y a t'a koyduğunuz sınırlam ayı tem sil eder. Çizdiğiniz d a i­
re n in büyüklüğü şimdi ilginç gelecektir. Bazıları küçücük bir
d aire çizerken bazıları tü m kâğıdı d o ld u ru rlar.
Şimdi daireyi silin. Artık büyük ya da küçük olm asının
hiçbir önem i yok. G eriye sadece n o k ta kaldı. Şimdi sınırı ol­
m ayan bir d a ire n in m erkezindesiniz. Bu S o k rat'm insan t a ­
n ım ıd ır. Sınırı olmayan bir dairenin merkezi. D aireyi silerek
d ü n y an ızın sın ırla rın d a n k u rtu ld u n u z ve D ü şü n c e n in S on­
suz H a y a tı'n a girdiniz.
Sildiğiniz d a ire n in izine b ak arak kendinize sorun:
"K endim e koyduğum sınırlar n elerdi?", "K endi kendim e sü­
rekli olarak 'olm az' mı diyordum ?", "K endim için sınırlı bir
geliri mi kabullenm iştim ?", "Bazı şeyleri b aşarm ak için k en ­
dimi yaşlı mı hissediyorum ?" "Eğitim eksikliği, sınıf farklılı­
ğı, ırk ve çevre farklılığıyla ilgili sın ırla m a la rım , sa p la n tıla ­
rım var mı?"
Şimdi daireyi silerken bu sın ırlam aları da sildiniz. N o k ­
taya b ak a rk en , h ay atın başka bir b ö lü m ü n ü a r ttırıp eksilt­
m ed en sonsuz h ay ata bağlanabileceğinizi anlıyorsunuz. Eler
zam an h atırla y ın , m erkezdeki n o k ta sizi tem sil ediyor. Çev­
resindeki sın ırlar yüzünden sınırsız doğasını ifade ed e m e­
yen, am a şu an d a bu sın ırlard a n k u rtu lm u ş olan sınırsız bir
varlıksınız. K âğıttaki daireyi sildiğiniz gibi kendinizle ilgili
dü şü n ce ve in an çla rın ız ı sınırlayan aklınızdaki daireyi de si­
lebilirsiniz. Büyük ya da küçük, o sizin d aire n izd i. Ç evreniz­
deki o sın ırlan siz çizdiniz. Yalnızca siz o daireyi yıllarca,
"Yapamam" gibi yargılarla kendinizi m ah k û m ederek, sınır­
layarak o rada m uhafaza ettin iz .
Ama şimdi daireyi sildiniz. Eski bir şarkıdaki gibi,
"Beni içeri h ap setm e!" diyorsunuz a rtık . D aireyi sildikçe son-
luğu görüyorsunuz. Sizin göreviniz refahınızın eski sınır-
la m a la rin ı o rta d a n k aldırarak daireyi silm ekti. Şimdi sın ır­
sız a m a ç la ra doğru ilerleyebilirsiniz.

105
SONSUZLUK BİZİ SINIRLAMAZ

Sonsuzluk bizi asla sınırlam az. "H er Şey Sevgi'dir ve


her şey yasadır" diye yazmış R obert Browning. Sonsuzluk, is­
tediğim iz her şeyi bize vermeye hazır ve isteklidir. Düşüne­
bildiğiniz, inanabildiğiniz ve güvenle bekleyebildiğiniz her
şey mutlaka gerçekleşir. U n u tm a y ın , hayatın yasasıdır bu.
Şimdiye kadar sınırlı, m u tsu z bir hayatınız olduysa k e n d in i­
zi gerçekten sevm ediğinizden, kendinize ve sınırsız gücünüze
in an m ad ığ m ızd an d ır.
H ayatım ızı değiştirm ek istiyorsak kendim izle ilgili alış­
kanlık halin e gelmiş d üşüncelerim izi değiştirmek yine kendi
elim izde. K endim izle ilgili düşüncelerim izi değiştirdiğimizde
hayatım ızın da değişeceği k an ıtlan m ış bir gerçektir. D ünya
bizim düşüncem ize uym ak için değişecektir. Bu kadar basit.

O ZAMAN B İZİ SINIRLAYAN N E D İR ?

Sonsuzluk zaten var. O nu yaratm ak zorunda değiliz.


Sonsuzlukla bir b ü tü n ü z . Sadece yanlış düşüncelerim izi d e­
ğiştirm em iz gerekiyor.

Çadırının yerini genişlet ve oturduğun yerin sınırları ge­


nişlesin; esirgeme iplerini uzat, kazıklarını sağlamlaştır.
isaiah 54:2

Ç adır geçici bir ikâm et yeri. H erkes geçici düşü n celerin


sın ırlarım zorlam alı. S ın ırla m a , G erçek değildir; onu sürekli
ikâm etim iz halin e getirm em eliyiz. O rada zihinsel olarak
kam p kurm uş olabiliriz, am a aslında bize göre değil o. Bizi
h ap sed en eski sın ırlam aları silip yeni, genişletilmiş bir d ü ­
şünce yolu izlememiz gerekiyor.

106
Jules Verne, içinde insanla aya gönderilen bir uzay ge­
misi hayal e tti. W ernher Von B raun ve arkadaşı H an s F ried-
rich aynı şeyi d ü şü n d ü ler ve bu fikrin gerçekleştirilebilmesi
için p lân lar h azırlad ılar. D r. Von B rau n , D r. F rie d ric h ve di­
ğerlerinin yardım ıyla 1952'de uzay platform u, roket veya
m odülü için gerekli olan m atem atik sel d enklem ler, hav alan ­
ma ve iniş için gerekli ayrıntılarla tüm projeyi ortaya koydu.
Şimdi bu proje gerçekleşmiş d u ru m d a. G ereken ad ım lar ka­
fada planlandığı şekilde atıldı. D r. Von B raun ve yardım cıla­
rı ça d ırla rın ın (bilinçlerinin) sın ırların ı genişlettiler ve bu­
n u n so n u c u n d a n b ü tü n dünya y a ra rla n d ı. D r. F riedrich
1953'te projeyi b ana kişisel olarak açıkladı ve aynı yıl Dr.
Von B raun ve yardım cıları projeyi kâğıda dökerek "Mars
Projesi" adı a ltın d a Illinois Ü niversitesi Yaym ları'na bastır­
dılar. Evet, proje yalnızca aya gitm ekle sın ırlan m am ıştı.

Z E N G İN L İK L E İL G İL İ ON BİR YANLIŞ İNANIŞ

İn sa n la rı sınırlayan ve zenginlikten m ah ru m kılan on


bir yaygın yanlış inanış vardır. B unlar:
1. Zenginliğin şansa bağlı olduğunu d ü şünm ek yanlış­
tır.

2. Zenginliğin yalnızca "para kazanm a" yeteneğine


bağlı olduğunu dü şü n m ek yanlıştır.
3. P a ra n ın kötü bir şey olduğunu d ü şünm ek yanlıştır.
4. Z engin o lm anın günahkârlık olduğunu düşünm ek
yanlıştır.

5. C im riliğin erdem olduğunu d ü şünm ek yanlıştır.


6. E konom ik sistem in h atalı olduğunu ve bu yüzden
zengin o lm an ın im kânsız olduğunu d ü şünm ek yanlıştır.
7. Z engin bir hayat sü rm en in gelecek için para ve mal
depolam ak olduğuna in an m ak yanlıştır.

107
8. Zengin olmaya layık olmadığımızı düşünm ek yanlış­
tır.
9. Sefalette erdem olduğunu düşünm ek yanlıştır.
10. H ay atın bize karşı olduğunu kanıtlam ak yolunda
kendim izi feda etm ek yanlıştır.
11. Zengin olmak için kötü olm anın şart olduğunu d ü şü n ­
mek yanlıştır.

ZİH İN SE L BİR ENVANTER DÜZENLEMEK İÇİN ZAMAN


AYIRIN

K endinizi dürüstçe değerlendirip bu on bir yanlış inanış


üzerinde biraz d ü şü n ü rsen iz, b u n la rd a n bir kısmına sizin de
sahip olduğunuzu görürsünüz. K endinizi nelerle sınırladığı­
nızı öğrenm ekte fayda göreceğinizden em inim . K endinizi
hangi k o n u lard a küçük görüyorsunuz, ucuza satıyorsunuz?
H angi k o n u lard a kendinizi sınırlıyorsunuz?
Listenizi yalnız siz göreceksiniz, o yüzden d ürüst olun.
D üşündüklerim izi değerlendirirken b u n ları bir yere yazmak
oldukça yararlı olur. Listeyi h az ırlad ık ta n sonra sizi sınırla­
m aların ızd an k u rtaraca k gerçeği alm ak üzere aklınızı açın.
Yeni bir başlangıç yapm ak için hiçbir zam an geç değildir.
Seksen, h a tta doksan yaşlarında gerçek güçlerini ortaya çı­
karan birçok insan vardır. Kendi yanlış düşünm e biçim iniz­
den başka hiçbir şey sizi bağlayam az. Şimdi yeni bir yakla­
şımla başlıyoruz. Heyecan verici keşiflere hazırlanın.

ZENGİNLİK ŞANSA M I BAĞLIDIR.

Yaşadığımız evren bir yasa ve düzen evrenidir. Bu yüz­


den de belli şeyler yaptığım ızda belli sonuçlar alırız. O za­
m an zenginlik nasıl şansa bağlı olabilir?

108
Zenginlik şansa bağlı değildir. Bilincimize ve H er Şeyin
Kaynağı'yla kurduğum uz ilişkilere bağlıdır. Zenginlik Varol­
ma G erçeği'ni kabullenm e isteğimize ve b u n u n günlük haya­
tım ıza yansım asına izin verm em ize bağlıdır. Ne zam an bir
şeye ihtiyaç duysak bir boşluk oluşur ve bu boşluk ihtiyacın
yerine getirilm esini sağlar. Onlar sormadan ben yanıtlarım.
(Isaiah 65:24) İçinizdeki Öz, sizi ve ihtiyaçlarınızı bilir, onla­
ra sahip olm anızı ister ve sağlar. Ne kad arın ı kabulleniyor­
sanız o k ad arın ı tabii... Bu yüzden güçle ilerleyin, ihtiyaçla­
rınızı bildirin ve yanıtı alm ak üzere aklınızı açın, ihtiyaçla­
rınızın bilinç düzeyinde öğrenilm esini engellemeyin. Ç oktan
ulaşılmış gibi d ü şü n ü n ve ulaşın.

Bir u ranyum m adeni bulup on iki milyon dolara satan


adam şanslı görünür. Ama sekiz yıl sonra bu adam tüm p a ­
rasını tü k etip gırtlağına dek borca göm ülürse zenginlik şan­
sa bağlıdır diyebilir misiniz?
G enç bir adam a üç milyon dolar m iras kalır. Ne kadar
şanslı değil mi? Üç yıl sonra tüm servetini harcam ış bir alko­
lik olarak çıkıyor karşım ıza. Zenginlik şansa mı bağlıdır?
H ayır, zenginlik şansa bağlı değildir.

Z E N G İN L İK PARA KAZANMA Y E T E N E Ğ İN E Mİ BAĞLIDIR

Zengin olm anın tek yolunun b aşk aların d an para kopar­


mak olduğuna in a n a n birçok insan vardır. Bu yanılgı bir a n ­
lam da h ay a tın kendisinden ayrı düşm ektir ve bu tip in sa n ­
lar tüm h ay atların ı başk aların d an aldıklarını koruyarak
h arcarla r. Ve bu onlar için bir yasa haline gelir. Ama hayat
böyle değildir.

Önce Tanrı'nın alemini (iç h u zu ru ve yüce düzen) ve


onun doğruluğunu (yasanın doğru kullanım ı) arayın, ve her
şey size verilecektir. H er şeyden kasıt nedir? Yiyecek, giye-

109
cek, b arın ak ve in san ın ihtiyaç duyduğu h er şey.
Yaşamın yasasını bir kez anladık mı her şey bilince
bağlı bir düzende gelişir ve iyiliğimiz için başkalarıyla yarış­
m ak zo ru n d a kalmayız. İyiliğimiz başk aların a bağlı değildir.
Yasayı k u llan m am ıza bağlıdır. Biri zengin olurken neden d i­
ğeri başarısız olur? Bazı şirketler sürekli büyürken neden
bazıları yavaş yavaş kaybolup giderler? Bu bir bilinç m esele­
sidir. Akıllı insan zenginlik bilinci o lu ştu ru r.
G eçen lerd e 1889'da verilmiş bir vaazdan bir bölüm okudum :
"İnsan saklanamaz. Dağlarda dolaşan bir seyyar satıcı alabi­
lir, ama dünya onu bir finans kralı yapmak için bulur çıkarır.
Dünya kendisinden tüm bir kıtanın demiryollarını işletmesini talep
ettiğinde Long island'dan lahana nakli yapıyor olabilir. Hak ettiği
kariyer kendisine verildiğinde bakkallık yapıyor olabilir. Ve sonun­
da ülkedeki tüm yeşil petrol varillerinin iki ismi ve büyük bir şirketi
bildirdiği gün gelir." (Dr. John Paxton).
İn sa n bir fare k ap anını bile diğerlerinden d ah a iyi yapı­
yorsa dünya onu bulur çıkarır. Bunu em erso n 'd an alm an şu
sözlerle d aha iyi açıklayabiliriz:
"Eğer bir insanın diğerlerinden daha iyi satılık mısırı, odunu,
tahtası veya domuzları varsa ya da herkesten daha iyi sandalyeler,
bıçaklar, eritme kapları veya kilise orgları yapıyorsa, ormanların
derinliklerinde dahi yaşıyor olsa tüm zor yollar aşılıp ona ulaşılır.
Ve kişi "yasayı" biliyorsa, ıssız bir kulübede de yaşıyor olsa insan­
lar onu bulur çıkarırlar, insan bir enstrüman çalarak ya da şarkı
söyleyerek, cennete hapsolmuş ruhları sarabiliyorsa; veya peyzaj­
lar yapıp ilkbaharın ve sonbaharın tüm cazibesini yağlıboyalarıyla
ifade edebiliyorsa ya da şarkıları veya mısralarıyla insanları rahat­
latıp sarhoş edebiliyorsa, bu sırrın gizli tutulamayacağı kaçınılmaz
bir gerçektir, ilk tanık İkinciye söyler ve insanlar beşer, onar, ellişer
kapısına dayanırlar. (Ralph Waldo Emerson'un Günlükleri - Bos­
ton, 1909).

Sadece beceriksizler ve başarısızlık bilincine sahip olan-

110
/ar b aşarıların ı sigorta etm ek için b a şk a la rın d a n bir şeyler
alm aları gerektiğine in a n ırla r.

PARA KÖTÜ M Ü D Ü R?

P ara pis bir sözcük değildir! K ötü olan para değildir.


İn cil, para aşkı tüm kötülüklerin kaynağıdır der. P ara ze n ­
ginliğin k a n ıtıd ır, tak as için kullandığım ız sem boldür. H ayat
Ö zü 'n ü n dolaşım sal eylem inin bir parçasıdır. İhtiyaç duydu­
ğum uz şeyleri takas etm ek yerine para kullanıyoruz. Dem ek
ki para kötü dersek giyecekler, yiyecekler, yaşadığımız ev de
kötü dem ektir.
H ayır, kötü olan para değil, parayı çok fazla sevmek
onu tü m iyiliklerin kaynağından önde tu tm a k tır. Bu h a ta ,
parayı ta n rıla ş tırm a k ve ona ta p m a k ta n kaynaklanır.

ZEN G İN OLMAK GÜNAHKÂRLIK M IDIR?

Bazı zenginler bu zenginliklerini başk aların ın sırtın d an


elde ettikleri için zenginlik günah k arlık gibi görünüyor ola­
bilir. G erçek şu dur ki insan ihtiyaç duyduğu şeylere başkala­
rını zor d u ru m a d ü şü rm ed e n , kendi çalışm ası, çabası ve ak­
lıyla sahip olabilir. T arih zenginliğin eğitim e, aile geçmişine,
ırka, cinse değil, kişisel bilinçliliğe bağlı olduğunu k a n ıtla ­
m ıştır. Zengin olan insan kendisine ve d o stların a yardım cı
olur ve H ay at'la uyum içerisinde yaşar.

C İM R İ VEYA YOKSUL OLMAK B İR E R D E M M ID IR ?

Parayı hor görm enin m anevi bir ü stü n lü k olduğunu,


yoksulluğun gerçek bir erdem olduğuna d ü şü n en insanlar
vardır. Sanırım bu erdem leri birlikte ele alabiliriz. Belki de
bu yanlış d üşünceler, sade ve tu tu m lu bir hayatın gerekliliği­
ne in a n a n büyük büyükbabalarım ız tarafın d an kafamıza so­
kuldu. İster iki yüz yıl önce ister bugün olsun, kanım ca bu
öncülüğün biraz m odernleştirilm esi gerekiyor. Yönetici e n e r­
jim izi boşa h a rc a m a m a k için arzularım ızı ve çabalarım ızı
kesin olarak belirlem eliyiz. T u tu m lu lu k la cimrilik birbirine
k arıştırılm am alı. K aybetm e korkusu ve bu k o rk u n u n sonucu
olan elindekini ko ru m a isteği cimriliği doğurur. Bu yanlışa
düşm e eğilimi gösterdiğim izde, b u n u n eski düşm an korku ol­
duğu n u anlam alıyız. Ne kadar büyük bir erdem olarak görü­
lürse görülsün, cim rilik kaybetm e bilincine dayanır ve sonuç
olarak daha çok kaybedilir. Sahip olduğum uzu akıllıca kul­
lan m ak , onu a rtırm a k için y atırım lar yapm ak bir erd em d ir;
cim rilik değil.
"Çok şeyim yok, am a b u n d a n gurur duyuyorum!" diyen
in s a n la ra rastlarız bazen. Yoksulluğun bir erdem olduğunu
d ü şü n m e eğilimi dünyevi zevklerin günahkârlık olduğu ve
bu h a y a tın d a zengin olan in s a n la n n servetlerinin gelecek
h a y a tla rın d a ellerin d en alınacağı teo risin d en kaynaklanır.
Veya bu dünyada yoksul olan in sa n la rın c e n n e tte büyük
m ü k âfatları garan tiled ikleri d ü şü n ü lü r. Bu kesinlikle doğru
değildir. Bilinçlilik c e n n e tte de sahip olacağımız tek h az in e ,
tek gerçektir. Bilinçliliğimiz d ü şü n d ü ğ ü m ü zd en d ah a uzun
süre bizim ledir. Sonsuzluk çok u zu n bir zam andır.
Yoksullukta hiçbir erdem yoktur. İn sa n la r bilm eyerek
"T an rı bu güzel eve şimdi sahip olm am ı istem edi" gibi sözler
sarf ederler. Bu gerçek değil! Belki o anda siz istem ediniz,
belki o ev sizin için uygun değildi. Belki hâlâ sizin için daha
iyi bir şey vardır. T anrı'yı suçlam ayın. H er şeyi Tanrının
iradesine bağlayan o eski tuzağa düşm eyin. T a n rı'n m ira d e ­
si sizin için, T a n rı'n m doğasıyla, özgürce akıtılan Sevgi ve
paylaşılan Bollukla uyum içerisinde olm alıdır; bu yüzden

112
T a n rı'n m iradesi sizin için en iyi ve en doğru olan şeyler yö­
n ü n d e d ir. Seçim sizin. Bilincinizde kabullenebildiğiniz her
şeye sahip olabilirsiniz. Yoksul olmak bir erdem değildir.

VAROLAN EKONOM İK SİSTEM DE Z E N G İN OLMAK


OLANAKSIZ MI?

Bu dü şü n ce çok eskilere dayanır. Eski R om alılar da b a­


şarısızlıklarını buna bağlam ışlardı.
E konom ik sistemi yerm ek sizi hiçbir yere ulaştırm az.
Neye d iren irsen iz o da size d irenir. F ikir birliğine varırsak
h ayata uyum sağlarız. Sevgi ve zenginlik birbirini ta m a m ­
lar. D ü n y a n ın büyük cim rileri zenginleşir gibi g ö rü n ü rler,
am a sevgiyi b u lan a dek en yoksul in san lar o n lard ır.
Şu an sahip olduğum uz serbest girişim sistemi herkese
kendi zenginlik bilinci ölçüsünde zengin olm ak için büyük
fırsatlar su n m a k ta d ır. Bir yaşam yasasından söz ediyoruz;
bilinçlilik kazanacak ve hüküm sürecektir. Zenginlik bilinci­
ne sahip olan insan er ya da geç zengin olacaktır.

SİZ İN İÇ İN İYİ OLANI ALMAYA D E Ğ E R M İS İN İZ ?

Bazı in san lar zengin olmayı hak etm ediklerinizi düşü­


n ü rler. İn s a n la ra çok büyük olanaklar su n u lm u ştu r, am a
onlar değersizlik duygusu yüzünden bu fırsatlara sırt çevir­
m işlerdir. Bazıları d erin lere yerleşmiş bu değersizlik duygu­
su y ü zü n d en gerçekten başarısız olmak isterler. K endim izi
neye bağlarsak, ne olduğum uzu d ü şü n ü rsek öyle oluruz.
"Ben değersizim" diye düşünm ek yerine "Ben sonsuz bir var­
lığım; T a n rı'n m sureti ve benzeriyim . H ay at en iyiye sahip
olm am ı istiyor ve ben de b u n u kabul ediyorum . Tüm iyilikle­
re sahip olmayı hak ediyorum " demeye başlayın.

113
T a n rı'n in çocuğu olarak zengin bir yaşamı ifade edebi­
lirsiniz. Temrinin sahip olduğu her şey silindir.

H A Y A T GERÇEKTEN SÎZE KARŞI OLABİLİR M Î ?

Ö zam an şu eski şehitlik kompleksi var dem ektir: H a y a­


tın kendisine karşı olduğunu k an ıtlam ak zo ru n d a olan in ­
san. S anırım hepim iz bir z a m a n la r böyle bir yaklaşım suçu­
nu işlemişizdir. Bazen kökü d erin d e olan bir suç yüzünden
gizli bir ken d in i cezalandırm a arzu su d u r bu. Bazen çektiği­
miz ac ılard an an a babaları, eşleri sorum lu tu tm a , başkaları­
nı ce zalan d ırm a arzu sudur. Bu tuzağa düşen insan kendisi
için iyi olanı göremez ve sırf bahtsız olduğunu kanıtlayabil­
m ek için iyi bir işi ya da yatırım ı reddeder. Bu kapıyı zengin­
liğin yüzüne ça rp m ak tır. Sakının b u n d a n . Bağışlayın ve u n u ­
tun.
Değersiz olduğunuzu düşünüyorsanız bugünden itib a­
ren bu süreci tersin e çevirin. T üm güzel şeylerin tad ın ı çıkar­
m aya ve zengin olmaya hakkınız olduğunu düşünm eye başla­
yın. K en d in i-y ö n etm e sistem ini doğru kullanarak siz de
zengin olabilirsiniz.
Söz konusu yanlış inanışlar ü ze rin d e epey uzun durduk;
çünkü b u n la r anlaşılıp o rta d a n kaldırıldığında zenginliğim i­
ze engel olacak birçok engeli o rta d a n kaldırm ış oluruz.
Yanlış inanışlarım ızı keşfetmek, onları yok e tm e n in , o r­
ta d a n k a ld ırm a n ın en iyi yoludur. Zenginliği kabullenm em i­
ze engel olan şeylerden k u rtu lm a n ın en iyi yolu bu yanlış
in an ışları ortaya çık arm aktır. Bu yüzden sözünü ettiğim on
bir yanlış inanışı hafife alm am an ız k o n u su n d a ısrar ediyo­
ru m . O n la rd a n k u rtulm aya yem in edin; zihninizde saklı düş­
m a n la rd ır onlar.
O n larla işinizi bitirip uzaklaşıp gitm elerine izin verdiği­

114
nizde zenginlik bilinci o lu ştu rm ak için gerekli olan beş p r e n ­
sibi te k ra r gözden geçirin:
1. Tanrı'nın sevgisi her yerde mevcuttur ve kişiye, yere
ve çevreye bağlı değildir.
2. Daireyi silin-sımrları ortadan kaldırın ve sonsuzlu­
ğun sizinle yaşamasına izin verin.
3. însan O'nun sözünü konuşarak Sonsuzluğu bireyleş-
tirir.
4. Düşünebildiğiniz, inanabildiğiniz. ve alabildiğiniz her
şey mutlaka gerçekleşir.
5. Verin ki Hayat da size geri versin. Neden ? Çünkü
Hayat tek bir bütündür.
Şimdiye kadar diğerlerine zem in hazırlayan beşinci
prensip için hazır d u ru m a gelmiş olm anız lazım -Verin ki
hayat da size geri versin! dedi. Meleklerin Tanrısı. Eğer size
cennetin kapılarını açmıyor ve nimetlerimi yağdırmıyorsam,
bu onları almak için yeterli yeriniz, olmadığındandır. (M alac-
hi: 10).
K endinizi tü m varlığınızla verebilecek kadar Sınırsız
bir K a y n a k ta n beslendiğinizi hissedebiliyor m usunuz? Bu
ruhsal zenginliğin ve gerçek zenginlik bilincinin ölçüsüdür.
Öğrendiğim iz h er şeyi bu zem in ü ze rin d e uygulam aya koya­
cağız. H en ry F o rd 'u n , J.C . P e n n y 'n in , Andrew C arneige'in,.
R obert La T o v rn e au 'n u n , C olgates'in, G eorge R o m ney'nin,
Billy C osper'in bu derece başarılı o lm aların ın bir ra stla n tı ol­
duğunu m u sanıyorsunuz? Llepsinin büyük vericiler olduğu­
n u , k azan d ık ların ın % 10'dan % 90'a k ad a r bir kısm ını Lla-
yat'a geri verdiklerini göreceksiniz. Özgürce verdik mi Kay­
nağa güveniriz ve böylece bilincim izi, özgürce alm aya h a z ır­
larız.

115
G E R Ç E K Z EN G İN L İK ÎÇ ÎN M E D lT A S Y O N

Asıl z e n g i n l i k r u h s a l d ı r ; t ü m iyiliğin T e k K a y n a ğ ı ' n m


v a r l ı ğ ı n d a n h a b e r d a r o l m a k t a n k a y n a k l a n a n iç g ü v e n e ve
r u h s a l bi l i nçl i li ği n d e r e c e s i n e b a ğ l ı dı r . Asıl z e n g i n l i k Var lı­
ğın b i l i n c i n d e o l u n d u ğ u n u y a n s ı t ı r ; h a y a t ş a r t l a n n d a n ya da
insanların d üşünc ele rinden etkilenmez.
G i t t i ğ i m i z h e r y e r e b i z i m l e gel en ve b a ş a r ı s ı z l ı k n e d i r
b i l m e y e n K a y n a k , i ç i m i z d e k i Bilge, b i z im s t o ğ u m u z d u r . İşte
bak, dünyanın sonuna kadar her an seninleyim. Stok insan­
l a r a ait b ir şey gibi g ö r ü n e b i l i r . G e r ç e k t e h i ç b i r k a n a l a bağlı
d e ğ i ld i r . Bi r k a p ı k a p a n ı r s a b i r di ğe ri açılır. Ş i m d i s t o ğ u m u -
z u s ı n ı r l a m a k t a n v az g e ç e l i m . O n u n s on su z b i r K a y n a k ' t a n
gel di ği ni u n u t m a y ı n .

K E N D Î N Î Z ÎÇ ÎN B ÎL ÎN :

İçimdeki Bilge benim stoğum, asla bitmeyen doğru


ilham, üretici fikir ve rehberlik Kaynağım. Bu ilhamı ve reh­
berliği, ihtiyacım olanı ve fazlasını sunmak üzere serbest bı­
rakıyorum.

KENDİNİ- YÖNETME

Ben zenginim. (Bunu yüzlerce defa, bilinçaltınıza yerle-


şinceye kadar düşünün). Yoksulluk ve kaybetme düşüncesine
asla yer vermem.
Sınırsız Kaynak, ihtiyaç duyduğumdan fazlasıyla do­
nattı beni.
İhtiyaç duyduğumda bana doğru fikirler gelir. Doğru
Zaman'da doğru kararlar veririm.
Asla yalnız değilim. Yaptığım her şeyde benimle birlikte

116
çalışan Sessiz bir Ortağım yar. O içimde ve günün her anın­
da benimle birlikte çalışıyor.
Geçmişle ilgili pişmanlıklarım, şu an için korkularım,
gelecek için endişem yok. Sınırsız bir Güç tarafından korunu­
yorum; İlahi Zekâ tarafından yönlendiriliyorum ve Seven bir
Varlık'tan güç alıyorum. Her şey Mükemmel ve ben şükran
doluyum.

17
11

İ Ş L E R K Ö T Ü G İ T T İ Ğ İ N D E N E YAPMALI

Bugün, ördüğümüz kader ağına şekil veriyoruz.


WHITTIER

H ep im izin h a y a tın d a her şeyin kötüye gittiği za m an lar


vardır; p lân lar ters gider, u m u tla beklenen k ârlar gerçekleş­
m ez, h astalık ve k azalar günlük h ay a tın akışını aksatır.
Böyle z a m a n la rd a hepim iz dayanacak bir şeyler a ra rız , güve­
nebileceğimiz iç kaynaklar bulm aya çalışırız.
G eçen gün radyoda Kay Stevens'la yapılan bir röportajı
dinled im . Şim di, Kay Stevens'ı ta n ım ıy o ru m , am a ta n ım ak
isterd im . H ep im izin ta n ım a k isteyeceği tip te biri bu kadın.
Hikâyesi de çok ilgimi çekti. Kay Stevens bir şarkıcı. R öpor­
tajda, d ah a önce Las Vegas'taki büyük otellerden birinde
salon pro g ram ları yaptığını söyledi. Büyük yıldızların prog­
ram yaptığı büyük salonda sahneye çıkm a şansına sahip ola­
cağı g ü n ü n hayalini kuruyorm uş bir y an d a n da. H e r gece
kendi pro g ram ın ı b itird ik te n sonra büyük salonun tem izlen ­
m esini bekliyor, sonra da sahneye çıkıp şarkı söylüyordu.
D inleyicileri tem izlikçilerdi ve onu d in lem ek ten hoşlanıyor­
lard ı, o da o n la rd a n hoşlanıyordu tabii. H e r gece sesi büyük
salonu d o ld u ru rk e n o da, salonun in san larla dolu olduğunu
hayal ediyordu. P ro g ram ın yıldızı olduğunu düşlüyordu hep.

118
S o n u n d a k o n tra tı b itti ve Los Angeles'a geri döndü.
Bir akşam üzeri 5.45'de Las Vegas'taki aynı otelden t e ­
lefon geldi; program ın yıldızı D ebbie R eynolds'un h asta o ld u ­
ğu, o n u n yerine 8.30'da büyük sahneye çıkması gerektiği
söylendi. "O rada olacağım" diye y a n ıtlad ı. Telefon geldiğinde
saat altıya geliyordu ve Hollywood'daydı. Ç abucak işlerini
halletm eye çalıştı. Önce kuaförünü arad ı ve kendisini h av aa­
lan ın d a karşılam asını istedi. Evini arayıp valizlerini h a z ırla ­
m a la rın ı, gelip alacağını söyledi; program da kendisine piya­
noda eşlik edecek m üzisyeni arad ı ve d u ru m u bildirdi.
Kısacık sürede h er şeyi ayarlam ıştı. Ancak hava a la n ın a git­
tiğinde Las Vegas'a tü m uçak seferlerinin fırtına y ü zü n d en
iptal edildiğini öğrendi. Birkaç dakika olduğu yerde k alak a l­
dı. D u a ettiğini söylemedi röportaj sırasında, am a em inim e t ­
m iştir. Bir yolunu bulup oraya gideceğinden em indi ve asıl
bu d ü şü n ce n in kendisi bir duaydı. Az sonra B onanza Elava
Y olları'ndan bir görevli, bir uçak k aldıracaklarını bildirdi.
U çağa b in diler. Kay hâlâ h u z u rsu z d u . Bagajının u çak ta ol­
duğunu d ü şü n ü y o rd u . Kuaförü o n u n ark asın a o tu rd u ve sa­
çını yapm aya başladı. S onra hostes geldi ve uçağın Las
Vegas'a fırtınada güvenli bir iniş yapabilm esi için fazla ağır­
lık olm am ası gerektiğini, bu yüzden bavulların uçağa a lın ­
m adığını bildirdi.
Elbiseleri, m üzik a le ti, güzel tuvaleti hava a la n ın d a
kalm ıştı; büyük salona girdiğinde olması gerektiği g ö rü n tü ­
yü sağlayacak hiçbir şeyi yoktu. Evet, h er şey kötü gidiyor­
du, am a bu onu yıldırm adı. B irden u za n ıp uçak tu ta n yolcu­
lar için h az ırlan m ış kesekâğıdm ı aldı, ç a n ta sın d a n bir kalem
çıkardı ve söyleyebileceği şarkılarla ilgili bir program h a z ır­
lam aya başladı. Las Vegas'a 8.15 civarında vardılar. Polis r e ­
fakatindeki bir araba onu bekliyordu. Ç abucak otele g ö tü r­
düler onu ve oraya v ard ık ların d a "Senin sıran!" dediler. îşte
oradaydı, saçında bigudiler, program için giyinmemiş. Siz ne

119
yapardınız? Aslında söyleyecek fazla bir şeyi yoktu. P lâ n ları
bir an d a değişmişti.
Röportajı d in lerk en bir yan d an da d ü şü n ü y o rd u m . Evet
başımıza ne geldiği değil, ona nasıl tepki gösterdiğimizdi
önemli olan. H a y a tın so ru n ların ı nasıl karşılam aliyız? K arşı­
laştığımız p ro b lem lerden ders alıyor muyuz? H ep sin d en
önem lisi, T an rı'y a ve kendim ize güvenimizi oluşturm aya yar­
dımcı oluyorlar mı? İşler yolunda gitmediği z a m a n la r kendi
kendim e şu telk in d e b u lu n u ru m . Bu her d u ru m a uyar. İçim­
deki çok güçlü Tanrı'nın Mükemmellik derecesinde doğru ka­
rarlarına engel olabilecek hiç kimse, hiçbir yer, hiçbir şart ve
durum yoktur.
Kay Stevens biliyordu ki gerçek benliğini ortaya koym a­
sını engelleyebilecek hiçbir şey yoktu. Sahneye çıktı, orkest­
ra şefine gitti ve "İşte n u m a ra la rım " dedi ve ü ze rin d e n u m a ­
ralar yazılı kahverengi kesekâğıdmı u z a ttı. P ro g ram a b aş­
ladılar. Birkaç p a rç a d a n sonra piyanistin y an m a o tu rd u ve o
çalarken şarkı söylemeye başladı; bu arada kuaför de saçın­
daki bigudileri çıkarm aya başladı. Kay de so n u n d a hepsini
bird en seyircilere doğru fırlattı. O rada dokuz yüz kişi oldu­
ğunu ve h içb irin in p arasını geri istem ediğini söylüyordu r ö ­
portajda. H erk es m e m n u n kalm ıştı. N eden? F arklıydı, alışıl­
m ışın dışındaydı; gerçek benliğinin ifadesiydi, in sa n la r işin
gösterişini değil özünü hissettiler ve bu cesur şarkıcıyla iş­
birliği yaptılar. O nu sevdiler.

HER ŞEY ÎŞBÎR L ÎĞ Î YAPAR

Aziz P au l T anrı'yı (iyiliği) sevenler için iyi olan her şey


işbirliği yapar dem iş. K endi içimizdeki ve birbirim izin için ­
deki iyiliği sevdiğimiz z a m a n , iyiyi karşım ıza çıktığında t a ­
n ır, anlarız. Başka birisi h a y a tın kendisini onda sp o n tan bir
biçim de ifadesine izin verdiğinde iyiyi ta n ırız . H erkes iyi için

120
işbirliği yapar, her şey iyi için birlikte çalışır. Kay h ay atın
kendisi vasıtasıyla akıp gitm esine izin verdi, p lân ların d a k i
değişikliği güzellikle kabullendi ve herkes m e m n u n kaldı.
H a tta , program öylesine beğenildi ki b u n u h er program da
tek rarlam ası isten d i. H it oldu, çünkü panik yap m ad ı, egosu­
n u n ortaya çıkm asına izin verm edi. H ay atla birlikte aktı ve
hayat ona güzel bir şekilde karşılık verdi. K ötü gidiyormuş
gibi görünen şeyler gerektiği gibi k arşılanırsa pekâlâ tebdil-i
kıyafet etm iş n im etle re dönüşebilirler.

NİMET YA DA BELA

Başka biri aynı dersi başka bir şekilde verdi b an a. Bu


bir iş kurm ak için on beş yılını harcam ış bir ad a m d ı. Sıkı ça ­
lışan, gayretli, sebatlı bir in san d ı. Ve ekspres otoyol açıldı.
Yol açıldığında artık o n u n iş yeri sapa yerde kalm ıştı, işler
birden değişiverdi, işler bir gün yolunda giderken, ertesi gün
tek bir m ü şteri bile gelm iyordu. "Ne yapm alıyım ? H er şey
kötü gidiyor" dedi b an a. P lâ n la rın ın bozulduğunu an latm ay a
çalışıyordu.
"işi ilk k u rd u ğ u n d a nasıl başarılı oldun?" diye sordum .
"Şey" dedi, "Sahip olduğum tüm deha ve yaratıcılığım ı
kullandım . F a k a t b u n u bir kez yaptım . N asıl tek rarlay ab ili­
rim?"
"Aynı so ru n u yaşayan birisi sana gelseydi ne derdin?"
diye sordum .
U zu n ca bir süre d ü şü n d ü ve gülüm sedi. "Şey" dedi, "K o­
n u şm a la rın ız d a n b irin de yapılm ası gerekeni yapm ak için içi­
mizdeki G üce h er an in a n m a m ız , güvenm em iz gerektiğini
söylem iştiniz. Bize küçük bir şiir verdiğinizi h atırlıy o ru m .
Şöyle bir şeydi: "H ayat y ard alarla zor, inçlerle kolaydır..."
Doğru y an ıtları bulacağım ı bilir ve buna in an ırsam bulabili­

121
rim . İşim de büyük kayıplarım olduğunu varsayalım , am a
kaybettiğim sadece para. Ailem, sağlığım ve içimdeki G üç
her an yanım da."
"Evet" dedim . "Elâlâ deha ve yaratıcılık sahibisin, T an rı'
nin m ükem m el E layatm ı hâlâ ifade edebilirsin."
İşler her ters gittiğinde Gerçeği k a n ıtla m a ve h ay a tı­
m ızdaki G ü cü gösterm e fırsatına sahip oluruz. İn sa n la r so­
ru n la rın ı a n latm ay a geldiğinde İsa hiçbir zam an şaşırm azdı.
D o ğ u ştan kör olan bir adam a şifa verdiğinde havariler, "Ki­
m in gü n ah ı y ü zü n d en bu adam kör doğdu, kendisinin mi
yoksa an n e -b ab a sın ın mı?" diye sordular. Kimse günah işle­
medi, Tanrının gücü onunla ortaya koyulmalıydı, dedi İsa.
D e u te ro n o m y 'd e de dendiği gibi, Bela nimete dönüştü, çünkü
Tanrı sizleri seviyor.
A rkadaşım b u n u k an ıtlad ı. Sahip olduğu deha ve yara­
tıcılığı k u llan arak başka bir yerde başka bir iş kurdu. Bugün
eskisinden on kat d aha fazla p ara kazanıyor. Expres o to m o ­
bil yolu tebdil-i kıyafet etm iş bir n im ete d ö n ü ştü . Problem i
olum lu, yapıcı bir şekilde karşılam asaydı böyle olm ayacaktı.
E layatm kendisine karşı olduğunu d ü şü n ü p yenilgiyi kabul­
len m ed i. Hayat bizimleyse kim bize karşı olabilir. Elayat her
zam an bizim ledir.
Var olan koşullara neyin n ed en olduğu gerçekten ön em ­
li değil. Sam anlık yanıyorsa yangını neyin başlattığının ne
önem i var. Sorulm ası gereken soru, "Yangını söndürm ek için
ne yapm alıyım ?" olm alı.

H E R ZAMAN B İ R Ç IK IŞ YOLU VARDIR

Kaymak kovasına düşen iki küçük kurbağanın hikâ­


yesini çok severim. K urbağalardan biri korkuyla doluydu ve
derin bir aşağılık duygusuna sah ip ti. Kaymağın içinde yüz­

122
meye çalıştı, am a çok geçm eden vazgeçti. Kaymağın içinde
nefes alam ad ı ve boğuldu. Öbür kurbağa ise bir yolunu b u ­
lup kovadan çıkacağını biliyordu. Boğulan arkadaşını seyre­
d erk en , "Bu benim başım a gelmeyecek!" dedi kendi kendisi­
ne. S onra ön ayaklarını kovanın k e n a rın a yerleştirdi ve arka
ayaklarını çırpm aya başladı. Kısa za m a n d a a ltın d a bir t e r e ­
yağı tabakası oluştu. A ltındaki adayı hisseder hissetm ez d ı­
şarıya atlad ı. Bu işin ü stesinden gelm enin bir yolu olduğunu
biliyordu ve haklı çıktı. M ücadeleyi göze aldı ve kazandı.
E v et ne olduğu değil, nasıl tepki gösterdiğimiz önemlidir.

DANIEL SORUNUN ÜSTESİNDEN GELDİ

Aslan inindeki D a n iel'in hikâyesi klasik bir ö rnektir.


D a n ie l, Kral D ariu s'a çok yakındı. D ariu s ona saygı duyuyor­
du ve sarayında yüksek bir ko n u m a getirm işti. Sadece Kral
o n u n ü stü n d ey d i. Bu saraydaki diğer in sa n la rın onu kıskan­
m a la rın a n ed en oldu. D aniel'i tuzağa d ü şü rm e n in yollarını
aram ay a başladılar. K raldan başka bir ta n rıy a ta p a n la rın
bir aslan inine atılarak cezalandırılm ası yasasını D arius'a
kabul e ttird ile r. Kral ark ad aşın a nasıl bir kötülük yaptığı­
n ın farkında değildi. İn sa n la rın kendisini övmek, ona t a p ­
m ak istediklerini d ü şü nüyordu sadece. Bu egosuna h itap
ediyordu. Yasa uygulamaya k o n u lu r konulm az düşm anları
D an iel'i yakın takibe aldılar. D aniel doğal olarak kendi t a n ­
rısına ibadet ediyordu. K ralın başka seçeneği yoktu. G e re ­
ken saygıyı ve sevgiyi gösterm esine rağm en aslan inine gön­
derdi onu. F a k a t em rini verirken "Sürekli hizm et ettiğin
T a n rın seni k u rta ra c a k tır" dedi. Sonra sarayına döndü ve ge­
ceyi oruç tu ta ra k geçirdi. Sabah erk en d en ark ad aşın ın ne
d u ru m d a olduğunu görmeye gitti. Incil'de kralın acıklı bir
sesle D an iel'e şöyle seslendiği yazar: "D an iel, yaşayan T a n rı'
nm h iz m e tk â rı, sürekli hizm et ettiğin T a n rın seni aslan lar­

123
dan k urtarabildi mi?" Ve D a n iel'in "Sevgili K ral, sonsuza dek
yaşa. T an rım meleğini gönderip aslanların ağzını kilitledi,
b an a d o k u n am ad ılar bile" dediğini duyduğunda sevincinden
ne yapacağını bilem edi Kral D ariu s.
Bir aslan inine atılsaydık neler hissederdik acaba? K en ­
dimize yeterince güvenebilir miydik, yoksa "Pes ediyorum ,
her şey benim aleyhim e" mi derdik? D aniel kralın da d ü şü n ­
düğü gibi olayın ü stesin d en gelmeyi başardı, incil'de sözü
edilen "Melekler", h izm etim izdeki Yüce îlham 'ı tem sil ed e r­
ler, tçim izdeki M ükem m el G ü c ü n varlığına güvenirsek başı­
m ıza hiçbir kötülük gelemez.

KADERİNİZİN EFENDİSİSİNİZ

K adere in a n ır m ısınız? H ay at oyununda bir piyon oldu­


ğu n u za, ne yaparsanız yapın başarısızlığa m ahkûm olduğu­
nuza mı in an ıy o rsu n u z? Yaşadığınız hayat size doyum sağla­
m am asın a karşın koşulları değiştirm enin olanaksız olduğu­
nu m u d ü şünüyorsunuz?
Bu çeşit düşünceler b an a öğle yem eklerini h er gün bir­
likte yiyen iki yapı işçisinin, Bili ve M ack'm hikâyesini h a tır ­
latır. H er gün saat tam on ikide yapım ı devam eden b in an ın
gölgesinde o tu ru p yemek k u tu la rın ı açarlardı. Bir pazartesi
günü Bili dikkatle sandviçini çıkardı ve içinde ne olduğuna
baktı.
"Yine fıstık ezmesi!" dedi tiksinerek.
M ack hiçbir yorum y ap m ad a n sandviçini yemeye koyul­
du.
Salı günü Bili yine sandviçini araladı ve daha büyük bir
kızgınlıkla "Yine fıstık ezmesi..." dedi.
Ç arşam ba günü aynı sahne te k ra rla n ın c a M ack daha
fazla d ay an am ad ı: "Fıstık ezm esini sevmiyorsan neden k arı­
124
na söylemiyorsun?" dedi.
"Bak" dedi Bili, "karım ı bu işe k a rıştırm a , sandviçim i
kendim hazırlıyorum !"
Biraz saçma bir hikâye, kabul ediyorum , am a bazen
ap tal bir hikâye gerçeği ortaya koyabilir. M erak ediyorum
kaçımız artık k atlanam adığı şeylerden sırf yapabileceği baş­
ka bir şey olm adığını d ü şü n d ü ğ ü n d e n dolayı kurtulam ıyor.
K endim iz için ne çeşit "sandviçler" hazırlıyoruz?

NEDEN BİRİ BAŞARILI OLURKEN BİR BAŞKASI


BAŞARISIZLIĞA UĞRAR

E m m et Fox'un "Yapıcı D ü şü n ce Yoluyla Elde Edilen


G üç" adlı kitabında şöyle bir bölüm var:

Şans diye bir şey yoktur. Hiçbir şey şans eseri olmaz, iyi ya
da kötü, yaşadığınız her şey değişmeyen, kaçınılmaz yasanın bir
sonucudur. Ve o yasayı yöneten de yalnızca sizsiniz. Hiç kimse
size hiçbir zarar veremez, fakat çoğu zaman öyle görünür. Bilinçli
ya da bilinçsiz olarak bugünkü arzu ettiğiniz ya da etmediğiniz ko­
şulları siz hazırladınız ve sonuç fiziksel sağlığınıza ya da bugünkü
durumunuza yansıdı. Siz, yalnızca siz bunları ısmarladınız ve tes­
lim aldınız. Kendiniz ve hayat hakkında yanlış düşünmeye devam
ettiğiniz sürece aynı güçlüklerle karşılaşmaya devam edeceksiniz.
Her tohumun kendi cinsinden meyve vermesi kaçınılmazdır ve d ü ­
şünce de kaderin tohumudur.

D u ru p b u n u n ü zerinde bir süre düşünelim . Yaşadığınız


so ru n lar h ak k ın d a ne d ü şünüyorsunuz?
Bir adam hastayken diğeri n eden sağlıklı? Bir adam iyi
d ü zen len m iş cazip bir evde yaşarken neden diğeri gecekondu
m ah allesin in kederli havasıyla yüz yüze geliyor?

125
Bazıları bu farklılıklardan ırk ayrım ını sorum lu t u t u ­
yorlar, am a azın lık lard an olup da iyi m aaş alan ve lüks bir
yaşam süren birçok insan tan ıy o ru m . Bazıları başarabiliyor-
larsa diğerleri n eden başaram asm lar?
Bazıları çok popüler olurken neden aynı geçmişe ve
özelliklere sahip diğerleri hor görülüp dışlanırlar? Bir sürü
iyi insanın n ed en m utsuz ve b unalım da olduğunu hiç d ü şü n ­
dünüz mü? Birçok zeki e n tele k tü e l, neden m utsuz bir aile ya­
şam ına ve doyumsuz kişisel ilişkilere sahiptir? Bilgi güçse
ned en b ü tü n üniversite m ezu n ları m utlu ve başarılı değiller?
Bugün bir eğitim tan rısı y aratm ak eğilimindeyiz. Eğitim
tü m h astalık ların şifası olm uş. Ama gerçekte öyle mi? G e r­
çek şudur ki bazı üniversite m ezunu insanlar herkese eşit
şans sağlayan bugünkü sistemi m utsuzca p ro testo ederler­
ken, eğitimsiz ya da kendi kendini eğitmiş birçok insan başa­
rının sırrını bulm uş görünüyor ve zengin bir yaşam sürüyor.

TUMYAŞ AM SIZIN H İZ M E TİN İZD E

B urada bir sır mı var acaba? Evet! Eiayat aynasının


ö n ü n e konan her şeyin bize geri yansıyacağını söyleyen bir
yaşam yasası vardır; her sonuç için bir n e d e n , her aksiyon
için bir reaksiyon vardır; hayat toprağına ekilen h er düşünce
to h u m u d ü şü n cen in çeşidine göre meyve verir. Eler şey kendi
tü rü n ü te k ra r ü re tir. Eiavuç to h u m u n d a n tu rp olmayacağı
gibi başarısızlık dü şü n cesinin ü rü n ü de başarı olam az. K en ­
dimiz h ak km daki inan cım ız, kaderim izi belirler. D ünya k en ­
di değerlendirm em ize göre m uam ele eder bize; am a daha
önem lisi; yaşam yasası, sahip olabileceğimize inandığım ız,
kendim iz için kabullenebildiğim iz her şeyi şaşm az bir doğru­
lukla bize geri verir -ne eksik ne de fazla.
"Pekâlâ" diyorsunuz "Doğru olduğunu varsayalım. Ne
yapm am gerekiyor şimdi? Eiayat boyu yenildiğimi ve insanla-

126
n n ve h ay atın b ana karşı olduğunu düşündüğüm ü kabul e d i­
yorum . Belki yanlış to h u m la r ektim . Ama onları nasıl kazıp
çıkaracağım ve yeniden başlayacağım."
İşte bu harika! Yapabileceğiniz bir şey var. Bugünden
başlayarak gerçekten yaşam ak istediğiniz hayatı yaratm aya
koyulabilirsiniz. H içbir şey size karşı değil. Tüm Yaşam h iz­
m etinizde.

KADERİN M ERHAM ETİNE BAĞLI D E Ğ İL İZ

Olay şu, çok azımız kendim izi ve kaderim ize yön ver­
m ekteki rolüm üzü gerçekten biliyoruz. İn sa n ın hayatındaki
en önem li an , kaderin m e rh a m e tin e bağlı olm adığını, d ü şü n ­
celerin in , h ay atın özünün sürekli o n u n içine akıtıldığı bir
kalıp olduğunu anladığı an d ır. G erçek şu, inandığımız, ka­
bullendiğimiz, ve güvenle beklediğimiz, her şeye sahip oluruz.
Bu hayat tarafın d an doldurulm ak üzere elimizde tu ttu ğ u ­
m uz kalıptır.
Bu büyük yaşam yasasını açıklam anın birçok yolu var.
Bu ektiğini biçmek, n ed en-sonuç ve benzer benzerini çeker
yasaları olarak da adlandırılabilir.

Z İH İN SE L EŞİTLİKLER

Edison başarısızlığı kabullenm eyi re d d e tti. Ampulü ça­


lıştırm ak için binlerce yol den ed ik ten sonra: "Ç alıştıram a-
m an ın binlerce yolunu keşfettik" dedi. Bildiğiniz gibi so n u n ­
da b aşardı. Edison b aşarının zihinsel eşitliğine sahipti. Ba­
şarısızlığı kabullenm eyi re d d e tti. Zihinsel eşitlikler düşünce
'mosferi o lu ştu ran düşünce gruplarıdır. William Jam es
"H er düşünce sonuca u la ştıra n bir m o to rd u r" dem iştir. D ü ­
şünce atmosferi ona şekil veren aksiyonu kendisine çeker.

127
Şimdiye k adar hastalık, um utsuzluk, sefalet ve b aşarı­
sızlık için zihinsel eşitlikler kurm uşsak, gelin b u n la n tersine
çevirelim. Başarılı bir yaşam sağlayacak olum lu zihinsel eşit­
likler kullanm a fikri üzerinde çalışalım. Kendi hayatım ızı
kendim iz kurarız, am a bazen yarattığım ız zihinsel imajlar,
yaşamak istediğimiz şeylerden çok uzak olur.

YANLIŞ İMAJLARI İYİLERİYLE D E Ğ İŞ T İR M E K

Kendim iz için oluşturduğum uz yanlış imajları nasıl d e­


ğiştirebiliriz? G erçek ten çok basittir bu. Eski imajı silip yeni­
sini oluşturm ak konsunda biraz ısrarlı davranm am ızı gerek­
tirir o kadar. P rojektörün diyasım değiştirirsek başarabiliriz
bu n u . Bundaki başarım ızı, eski imajı yenisiyle değiştirmek
için gereken güce sahip olup olm am am ız belirler. Örneğin,
korku ve endişe imajına sahipsek, bunlari yeni ve olumlu bir
yaklaşım geliştirerek nötralize edebiliriz. K orkunun kayr
ce h alettir ve ceh alet ışığa teslim olur. K aranlık ışığa dönüse-
mez. Işık karanlıkla m ücadele etm ek zorunda değildir. Işık
yakıldığında karanlık kaybolur. K aranlık gibi cehalet de güç­
süzdür. Kendim izle ilgili olum lu imajı oluşturduğum uz an,
hayat onları bizim için ü retm ek üzere harek ete geçer. Dem ek
ki, sahip olduğum uz im ajdan hoşlanm ıyorsak onu hem en d e­
ğiştirmeye başlayabiliriz.

D Ü Ş Ü N C E MADDEYE HAKİMDİR

K endini-yönetm eyi bir yaşam tarzı olarak anlam anız


çok önem lidir. Yeni kavramı gözümüzde can la n d ırıp kabulle­
nir ve inanırsak hayatım ız değişir ve uzun z a m a n d ır k u rtu l­
mak istediğimiz başarisızlıkları ardım ızda bırakabileceğim i­
zi görürüz.

128
B ütün teo ri, görünen ve görünm eyenin tek ve aynı oldu­
ğunu varsaymaya dayanıyor. E instein bilimsel bir dille, k ü t­
leyle enerjinin eşit ve birbirine dönüşebilir olduğunu söyledi.
B urada düşünce enerjidir ve dü şü n cen in etkisi hayatım ızda
kütle ya da dışsal şekillenmeyi yaratır. D üşünce ve m a d d e ­
nin farklı şeyler olmadığını söyleyen Spinoza da aynı şeyi
söylüyordu. P hineas P a rk h u rst Quimby de, "D üşünce çözül­
müş m ad d e, m adde ise şekillenm iş düşüncedir" derken aynı
teoriyi vurguluyordu.
Başka bir deyişle, yaşam ın birliğinden söz ediyoruz.
D üşünce ve m adde birdir; her şey bir olduğu için aslında
m adde yoktur; görünen ve görünm eyen enerjiden oluşm akta­
dır her şey. içsel ve dışsal görüntü bir ve aynıdır. Dışarıdaki
içeridekini yansıtır. B una, dışarıdaki içeridekinin görünen
bö lü m ü d ü r de diyebiliriz, "içerdeki neyse dışarıdaki de odur"
diyor H erm es. Bazıları da "Beden ru h u n görünen bölüm ü­
dür" derler, içerideki resmi değiştirdik mi dışarıdaki de d e­
ğişmek zoru n d a; çünkü devam etm esi için bir neden kalm az.
G ü c ü n ü elinden almış oluruz. D ışarıdaki direnem ez, çünkü o
sadece içeridekinin yansım asıdır. Projektördeki diyanm p er­
dedeki resmi belirlemesi gibi, düşünce de yaşadığımız so n u ç­
lan ü re tir. D ışarıdaki, belirleyici sebebin gölgesidir; yani
onu ü re te n dü şü n cen in . B unun ne dem ek olduğunu anlıyor
m usunuz? Düşünceyi ve böylece yaşadıklarım ızı değiştirecek
güce sahibiz. D üşüncelerim izi değiştirerek hayat için yeni
bir kalıp hazırlam ış oluruz. A rdından deneyim ler yaşanır ve
bu da yeniden düşünce ü re tir.

BÜYÜK ARMAĞAN KULLANILMAK ÜZERE


BÎZÎ BEKLİYOR

Şairin dediği gibi, "kaderim izin efendisiyiz." Büyük a r­


m ağan kullanılm ak üzere bizi bekliyor. K endini-yönetm e yo­

129
luyla kullandığım ız G üç bize so n rad an dağıtılm ıyor, o zaten
bizde m ev cu ttu r. Başımıza çok küçük iyiliklerin geleceğine
in an ırsak , gerçekten de küçük iyilikler yaşarız; çünkü k en d i­
miz için kabullenebildiklerim izi deneyim leriz sadece. G öle su
almaya gitmek gibidir bu. Suyla doldurm ak için yanım ıza
fincan mı yoksa kova mı alacağız? Göl ald ırm az, o bizim için
orad ad ır. Aynı şekilde iyilik bolluğundan dilediğimiz kadar
yararlanabileceğim ize in an ırsak , hayatın her ala n ın d a iyilik­
le karşılaşırız. Evet, artık h a y a tta n y ak ın m ak tan vazgeçip
bizi bekleyen sonsuz iyiliklerden y a ra rla n m a n ın zam anıdır.
Yalnızca iyiliğimizden ayrı olduğum uz in an cı bizi a rz u ­
ladığımız iyiden uzak tu ta r. Ayrılık imajını yarattığım ız a n ­
da iyiden ayrı düşmeye neden olmuş oluruz. B unun nasıl iş­
lediğini görelim. Başka b irin in başarısını kıskandığım ız a n ­
da aklım ızda bir ayrılık imajı oluşturm uş oluyoruz; çünkü "O
başarılı, ben başarısızım " fikrini kabul etm iş oluyoruz. Bu şe­
kilde düşüncelerim ize kendim izle ilgili başarısızlık imajı sok­
muş oluruz. Başka b irinin sahip olduklarında gözümüz oldu­
ğunu varsayalım . Eksiklik imajı yaratm ış olm uyor muyuz?
"O nun var benim yok" diyoruz. Başkasının başarısı gü cü m ü ­
ze gittiğinde eksiklik duygusuna ağırlık veririz, başarılı ol­
madığımız fikrini y aratırız. Sınırsız stok o rad a, tıpkı gölün
fincan m ı, kova m ı, varil mi getireceğimizi görm ek için bekle­
diği gibi. K endisini bize dökmeye ve istediğimizi ve alabilece­
ğim izden fazlasını vermeye hazır. Bu b olluktan kendim izi
m ah ru m ediyoruz.
Eski olum suz, eksiklik ve başarısızlık d ü şü n ce le rin d en
sıyrılıp bol b a şa rın ın zihinsel eşitliğini o lu ştu rm a zam an ıd ır
şimdi.
K endini re d d e tm e , yetersizlik ve başarısızlık d ü şü n cele­
riyle işinizin şu an d a bittiği k o n u su n d a anlaşalım . O nun ye­
rin e , hiçbir şeyin bize karşı olmadığı bir Sevgi atm osferinde
var olan En Yüce'nin çocukları olduğum uzu, tüm hay atın

130
bizim için var o lduğunu, hiçbir şeyin bizim için im kânsız ol­
m adığını, hiçbir şeyin gerçek olam ayacak kad ar ulaşılam az
olm adığını bilerek yüce m irasım ızı kabullenelim .

HİÇBİR ŞEY İÇİMİZDEKİ MÜKEMMELLİK


D ER E C E SİN D E K İ D O Ğ R U HAREKETE E N G E L OLAMAZ

İşler ters gidiyorm uş gibi görünebilir. P lâ n larım ız deği­


şebilir, am a içimizdeki Ruh açısından hiçbir şey ters gitmez;
b u lu n d u ğ u m u z her yerde bizimle olan G üç'e hiçbir şey ola­
m az. N e olabileceğinin, in san ların d ü şü n ce le rin in hiç önemi
yok; yalnızca tek bir G üç vardır ve bu G üç d ü n , bugün ve
sonsuza dek aynı G üç olarak k alacaktır. İçim izdeki T a n rı'
nm M ükem m el doğru h are k e tin e hiçbir şey engel olam az.
B unu bilirsek, ters gidiyormuş gibi görünen işler ve şartlar
n im e te dönüşebilir. İşler ters gitti mi içim izde, çevrem izde,
her yerde M evcut G üce in an m ak gerekir.
Yaşamın Yüce Yasası'na tüm kalbinizle, tüm duyguları­
nızla güvenin. Sınırsız iyilik yasasına güvenin ve bilin ki o
sizi zaferden zafere götürecek yolda öncülük edecektir.

KENDİNİ- YÖNETME

Hiçbir şey bana karşı değil. Tüm hayat hizmetimde.


Her problemin bir çözümü var ve bu çözüm her zaman
içimde yatmakta.
Karşılaştığım güçlük ne olursa olsun, onun içindeki n i­
meti bulur, daha iyi daha güçlü bir insan olurum.
Hiçbir şey beni yenemez, çünkü biliyorum ki hiçbir şey
içimdeki Gücü yenemez.
İçimdeki Zekâ'yı çağırarak daha üretken bir hayat ha­
zırlıyorum.

131
12

ZAM ANIN E F E N D İ S İ O L U N

Geçmiş ve gelecek yoktur; yalnızca sonsuz bir Şimdi vardır.


ABRAHAM COWLEY

Zam anın kölesi misiniz? Bu s a b a h s aat i ni zi k u r d u n u z


m u ? O n d a n beri kaç kez s a a t e b a k t ı n ı z ? " K a l k m a z a m a n ı "
dediniz. " K a hv al t ı z a m a n ı . Acele e t m e l i ve işe g i t me l i yi m;
böylece acele edi p kahve m o l a s ı n a yet işebilirim ve z a m a n ı n ­
da geriye d ö n ü p b u kez t e k r a r öğle yemeği için acele e t m e l i ­
yim, sonra r a n d e v u m a yetişmek için acele e t me l i yi m. " Ve
böyle d e v a m e t t i n i z . Ü z ü c ü d ü r , a m a b u g ü n l e r d e h e p i m i z z a ­
m a n a çok fazla b a ğ l a n m ı ş g ö r ü n ü y o r u z . Z a m a n nedir? Z a ­
m a n l a ilgili k ur al l ar ı ki m koyar?

ZAMANIN E FE ND İS İ OLABÎLÎRSÎNÎZ

Z a m a n i n s a n l a r ı n s o n s u z l u k ö l ç ü s ü d ü r . Şimdiye k a d a r
z a m a n l a ilgili doğal ka b u l e t t i ği mi z h e r şey i ns a n d ü ş ü n c e s i ­
n i n ü r ü n ü d ü r ; görecelidi r. B i l i n ç a l t ı n ı n d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z gibi
bir z a m a n k a v r a m ı y o k t u r . H a y a t ı m ı z ı y ö n e t m e s i n e izin ver­
diğimiz z a m a n p r o g r a m l a r ı k e n d i d ü ş ü n c e m i z i n ü r ü n ü d ü r .
Evrensel Bilinçaltı'nda zaman ve yer yo k t ur . Kendini-yö-
netme olgusunu z a m a n l a ilgili o l a r a k nasıl k u l l a n a c ağ ı m ı zı

132
anlamak için b i l i n ç a l t ı n ı n z a m a n - y e r ili şkileri nin ve farklı­
lıklarının b u l u n m a d ı ğ ı M utlak'm alanında çalıştığını a n l a ­
m a m ı z gerekiyor. Z a m a n ı a n l a y a b i l m e m i z için z a m a n ı n u z a ­
ya bağlı o l d u ğ u n u a n l a m a m ı z ger ekiyor. U z a y ö l ç ü d ü r . Za­
m a n ı uzay sa yesi nde ölçebil iyoruz; z a m a n bi r n e s n e n i n u z a y ­
daki bir n o k t a d a n ba ş ka bir n o k t a y a geçtiği a r a l ı k t ı r . Z a m a n
aralığı o l a r a k d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z budur. Zaman ve uzay kav­
r a m l a r ı birbiri için gereklidir; biri d i ğ e r i n i n göreceli d e ğ e r i ­
ne bağlıdır. Zam anla ilgili gerçeği anladığımızda zamanın
efendisi olabiliriz.

B Î L Î N Ç , Z A M A N I N A S I L K U LLANIR

Bilinç h e r z a m a n i n s a n y a r g ı l a r ı n a göre m a n t ı k y ü r ü ­
t ü r ve ka r ş ıl a ş t ı rı r . Bilinç h e r şeyi geçmiş d e n e y i m l e r e b a ğ ­
l a ya r ak göreceli d üze yde d e ğ e r l e n d i r i r . Süre kl i ol a r a k beş
d u y u m u z a göre k a r ş ı l a ş t ı r m a y a p a r a k h a y a t ı n bir b ö l ü m ü n ü
d i ğ e r l e r i n e bağl arız. Z a m a n p r o g r a m l a r ı n ı h a z ı r l a r k e n uzay
( m e k â n ) ilişkilerini d ü ş ü n ü r ü z . Bu ilişkileri i s t ekl e ri mi z e u y ­
d u r m a y a çalışıriz. H e r şeyi belli k a l ı p l a r a u y d u r m a y a ,
m e k â n k a v r a m ı m ı z l a ilgili o l a n z a m a n k a v r a m ı m ı z a göre iş­
leri y ü r ü t m e y e ç a lı ş ar ak ç e v r e m i z d e k i h a y a t ı itekleyip d ü r -
tükleriz h e p . Kend im izi d e ne yim lerim iz le , on la rın so nuç la ­
rıyla s ını rl a rı z . Kıtayı atlı a r a b a y l a geçen i n s a n ı n j et çağı
h a k k ı n d a bi r k a v r a m ı o l a m a z d ı . "Seks en G ü n d e D e v r i - a l e m "
b ü y ü k bir b aş a r ı yd ı; fakat uzay çağı d ü ş ü n c e l e r i m i z i nasıl
et kiledi? B u g ü n a s t r o n o t l a r b i r k a ç s a a t t e d ü n y a n ı n ç e vr es i n­
de t u r at a b il i yo rl a r . Evet , z a m a n i n s a n ı n s o ns u z l u k ö l ç ü s ü ­
d ü r ; bir y e r d e n ba ş ka bir y e r e, bi r d e n e y i m d e n ba ş ka bir d e ­
n e y i m e geçişi nin ne k a d a r s ü r d ü ğ ü n e d a i r geliştirdiği kav­
ramdır.

133
BİLİNÇALTI, ZAMANI NASIL KULLANIR

B ilinçaltı, bilinç gibi za m a n ın farkında değildir. Bilin­


çaltı, bilincin direktiflerini soru sorm adan ve tam olarak uy­
gular. O, sabah tam istediğimiz saa tte bizi u y an d ıra n gönül­
lü h izm etçidir. S aate bakm adığı için çalar sa a tte n çok daha
kesindir. K endim ize uykum uzun çok hafif olduğunu ve "ga­
rip bir n ed e n d en ö tü rü " her gece saat üçte uyandığım ızı söy­
lersek o h arik a , ita a tk â r bilinçaltım ız bunu bir em ir olarak
kabul edip bizi her gece tam üçte u y an d ıracak tır. "Bilinçaltı
m izah duygusundan yoksundur" derler ve sözünü ettiğim
uyku deneyim ini yaşayanlar b u n u n doğru olduğunu bilirler.
Bilinçli olarak kabul ettiğim iz her şey gönüllü hizm etçi olan
bilinçaltı tara fın d an yerine getirilir. Z am an k o n u su n d a , ken-
dini-yönetm e h ay a tım ızd a önem li bir rol oynar. S o n u çta, t a ­
m am ıyla bilincim izin direktifleri doğrultusunda h a re k e t e t t i ­
ğini görebiliriz.

HİPNOTİZM ANIN ZAMANLA İLGİLİ ÖĞRETTİKLERİ

Virginia Ü niversitesi Psikoloji Bölümü bu k o nuda bazı


ilginç deneyler yapm ış. Bu deneylerden b irin d e, hipnotize
'edilen bir öğrenciye okul yıllarına, sekizinci sınıfa geri d ö n ­
m esi, okula doğru y ü rüm esi, sınıflara birer birer girip bak­
ması söylendi. B inada yirm i sınıf vardı. K oridor boyunca yü­
rüyecek ve her sınıfa girecekti. B unu yapm ak için yarım sa­
ati vardı. Yarım saat so n u n d a odalarda neler olduğunu tam
olarak an latm ası isten ecekti. Süre ayarlam asını da her daki­
ka başında tıklayan bir m etro n o m yardım ıyla a k im d an yap­
ması gerekiyordu.
H ip n o tize edilen kız süre ayarlam asını a k im d an yaptı.
Söylenen her şeyi tam olarak yerine getirdi, bir küçük şey

134
h ariç , deneyi planlandığı gibi ta m a m la d ı. M etronom dakika
başı değil saniye başı işaret veriyordu. Başka bir deyişle,
m etro n o m otuz saniye süre tu tm u ş tu toplam olarak.
O tuz saniyenin so n u n d a m etro n o m d u rd u ru ld u ve p ro ­
fesör genç kızı uyandırdı. S onra ona, ne hatırladığı soruldu.
O dalarda neler olduğunu, neler gördüğünü ve hatırladığını
birer birer ayrıntısıyla açıkladı kız. B ü tü n deneyin otuz d a ­
kika değil de otuz saniye sü rd ü ğ ü n ü öğrendiğinde ise çok şa­
şırdı. Bilinçaltı kendisini, verilen em re göre ayarlam ıştı.
Bir kayığı gölün karşı tarafına bir saate de geçirebilirsi­
niz, bir günde de. Ne kadar zam an ayırırsanız bilinçaltı o
kadar zam an d a yerine getirir. Önce bilinçli olarak kabul e t­
m elisiniz, bilinçaltı tak ip eder. B unun birçok örneğini yaşa­
dım. Aradığım bir makaleyi b u lm an ın birkaç gün alacağını
d ü şü n ü rsem öyle olur; am a bir sa a tte n kısa zam anda kolay­
ca yapılabileceğini söylersem, şu ya da bu şekilde, zam an
h a rc a m a d a n doğru yere yöneltilirim . Büyük bir ihtim alle
bugün yazam ayacağım dersem , m u h te m e le n öğleye kadar
çalışmaya başlayam am ; bilinçaltı m asaya o tu rm am ı gecikti­
recek bir şeyler bulur m u tla k a. D a k tilo m u n başına o tu r u r ­
ken saatin on iki olduğunu görür ve sabahım ın nereye h a r ­
candığını sorarım kendi kendim e.
Öte yan d an b ilin çaltım a belli bir işi belli bir za m a n d a
bitirm esi için em ir verirsem , D ü şü n c e 'n in görünm eyen d ü n ­
yası sayesinde başarılacağını bilerek ve buna güvenerek
ad eta k a n a tla n ırım ve fazla çaba h a rc a m a d a n işi b aşarırım .
Öylesine kolay olur ki bu, ta m a m la n m ış işi gördüğüm de hay­
re tte n d o n ak alırım . M ucize gibi g ö rü n ü r bana.

BAŞKA BÎR DENEY

Virginia Ü niversitesi'nde başka bir deney, sınıftaki eski

135
bir pam uk çiftçisiyle yapıldı. Adam hipnotize edildi ve bu d u ­
ru m d ay k en , çiftliğine geri döndüğü ve tüm tarlayı dolaşıp
pam uk kozalarını saymak için bir saati olduğu söylendi. Bu­
nu bir saa tte başarıp başaram ayacağı sorulduğunda "S anı­
rım yap arım , oldukça hızlıyım dır" dedi. M e tro n o m u n dakika­
da bir işaret vereceği söylendi. Adam ilk deneyde b u lu n m a d ı­
ğı için kıza yapılan h ilenin kendisine de yapılacağını bilm i­
yordu.
M etro n o m yine h ızlandırıldı ve her dakika yerine her
saniye işaret verdi. D enek, z ih n in d e pam uk tarlası boyunca
aşağı yukarı y ü rüdü. Altmış saniye sonunda m etro n o m d u r­
du ruldu ve denek u y andırıldı. Bir saat süreyle dolaştığını d ü ­
şünerek her şeyi a n la ttı onlara. G erçekten de b ü tü n tarlayı
dolaşarak kozaların hepsini saymıştı.
Bu deneylerden gördüğüm üz gibi b ilin ç altın ın zam an
yargısı yoktur. E m irleri tak ip eder. M e tro n o m u n her dakika
işaret vereceği söylendiğinde bunu kabul eder ve b ü tü n t a r ­
layı dolaşır. Ve bu adam da zihnen aynı şeyi yapm ıştı. G ö r­
düğünüz gibi, D ü şü n ce'd e hiçbir m ekân ve zam an sın ırlam a­
sı yoktur.
K endinizi New York'ta 42. Cadde'yle Broadvvay'in kesiş­
tiği bir köşe başında dikilirken hayal edebilirsiniz. Z ih n en
orada d u rd u ğ u n u z u , büyük binaları seyrettiğinizi, Broad-
vvay'e doğru baktığınızı; ufku, kalabalığı ve trafiği hissedebi­
lirsiniz. Birden düşüncenizi değiştirip G ra n d C an y o n 'u n gü­
ney k e n a rın d a olabilirsiniz. O rad an oraya h a re k e t edebilirsi­
niz, çünkü düşü n ced e zam an ve yer sınırlam ası yoktur; bu
yüzden düşünceyi k u llan ım ın ızd a tam am iyle özgürsünüz.

RÜYALARIMIZ ZAMANLA ÎLGÎLÎ NE ÖĞRETİR

Sabah u y a n m a d a n az önce serüvenlerle dolu, bir şehir-

136
den ö b ü rü n e gittiğiniz, geçm işte birlikte olduğunuz birçok
insanla karşılaştığınız, sonsuz karışıklıklar ve zor d u ru m la r­
la m ücadele ettiğiniz bir rüya görüp, tüm bunları üç dakika
önce çalan alarm zilinden sonra görm üş olduğunuzu a n la d ı­
ğınız oldu mu hiç? Rüya o kadar gerçek gibidir ki gün boyun­
ca h a tırla r d u ru rsu n u z . Ailenize an latm ay ı d ü şü n ü rsü n ü z ,
am a birleştirm ek saatler a lac ak tır ve bilinçli halinizle b u n la ­
rı tek rarlay acak za m a n ın ız yoktur.

B ü tü n b u n lar D ü şü n c e 'n in bilinçaltı ku llan ım ın d a za­


m an ve yer sınırlam ası olm adığını kanıtlıyor. O, direktifleri
verdiğimiz şekilde yerine getirir.

SONSUZ ŞÎMDÎ

Bilinçaltı geçmiş veya gelecek diye bir şey bilmez. H ep


şimdiki za m a n d a çalışır. Sonsuz Şim di'de çalışır.
Olup biten şimdidir; ve olması gereken zaten olmuştur;
ve Tanrı ’nin geçmiş olana ihtiyacı vardı. (E c clesiastes 3:15)
Öznel zihin denen bilinçaltı tam am ıy la bilince bağlıdır.
Tek akıl vardır; o da D ü şü n c e 'n in Evrensel h av uzunun birey­
sel k u llanım ıdır.

H ip n o tize edilm enize izin verm eli, bilinçaltm ızı geçici


olarak başka birinin bilincine bağlı kılm alısınız. H ip n o tizm a
kelimesi Yunanca "uyumak" a n la m ın a gelen "hypnos" keli­
m esinden alınm ıştır. Yunan m itolojisinde T anrı Hypnos uy­
ku tan rısı olarak kabul edilirdi. H ip n o tiz m a , h ip n o tizm acılar
ta ra fın d a n y aratılan suni bir uyku o rta m ıd ır. H ip n o tik uyku
g ö rü n ü şte norm al uykuya benzer, am a farklıdır. H ip n o tik
testlerle akim ikili yapısını anlayabildik.
B ilinciniz, bilinen deneyim lerden ve in an m ak istediği
çeşitli fikirlerden yola çıkarak çıkarım sal m an tık y ü rü tm e
yapar. Öte yan d an bilinçaltı tam tersin e işler. Ona bir şeyi

137
gelecekte bir gün başarm ayı arzuladığınızı söylerseniz arz u ­
nu zu n gerçekleşm esini hep gelecek bir z a m a n a erteler. İç
Benliğe verilmesi gereken direktif her zam an şu an için veril­
m elidir. A rzuların gerçekleşmesi göreceli yer ve zam an d ü n ­
yasına bağlı olarak ifade edildiği için sonuç yine gelecekte o r­
taya çıkıyormuş gibi görünebilir. D irektiflerim izin yerine ge­
tirilm esi için şimdi kelimesi kullanılm alı ve direktifimiz
"şimdi" için geçerli kabul edilm elidir.

ÎSA BUNU ANLAMIŞI!

İsa 'n ın k en d in i-y ö n etm e alan ın d a k i b aşarısının n e d e n ­


lerinden biri buydu sanırım . H ayata verdiği em irleri şimdiki
zam an la verm ekle kalm az, öyle bir otoriteyle söylerdi ki, so­
nuç h em en gelirdi.
İsa k o n u ştu ğ u n d a istediği h em en oluyordu; çünkü d ü ­
şü n cen in k u llan ım ın a sınır koym am ıştı, bir beklem e dönem
gerektiğini de hissetm iyordu. Sakat kollu adam a "Elini uzat"
dedi. E m ir "şimdi"ydi. "Kolun zam an la iyileşecektir; ileride
belki de ta m a m e n şifa bulursun" dem edi. Adam ın b ü tü n lü ­
ğünü o an d a kabul e tti.
D oğuştan kör olan adam ı hatırlıyor m usunuz? G örm eye
başladığı zam an "Tek şey biliyorum , k ö rd ü m , şimdi görüyo­
rum " dedi. G ecikm e yoktu, çünkü direktif şimdi idi. H em en
iyileşti, çünkü İsa h ay atın tü m ü n ü n o dakikada ifade edildi­
ğini biliyordu.
B ilin çaltın a em irler verirken, o n u n zam an ve yerden
habersiz olduğunu h atırlayalım . Onu k o şu llan d ıran bizleriz.
Henüz dört ay var ve sonra hasat mevsimi gelir diyen biziz.
H a tırla y ın , İsa, Tarlalar biçilecek kadar beyazlaşmış bile d e ­
di. "Bir gün o geziye çıkacağım" diyen ve sonra arzularım ızın
gerçekeşm esinin n ed en bu kadar uzun sü rd ü ğ ü n ü m erak

138
eden bizleriz. Ve bir gün kolay bir şekilde direktifi "şimdi"
diye veririz. Geziye çıktığımızı gözüm üzde ca n lan d ırırız. D ü ­
şüncem izde Vaat edilmiş Topraklar'a doğru yürürüz; gardro-
bum uzu seçer, zihnim izde valizleri h azırlarız ve neyle gidece­
ğimize k arar veririz. Ve işte oldu. F a rk ın a varm ad an geziye
çıkarız. Gelecek za m a n d a verdiğimiz direktifler her zam an
uzanam ayacağım ız bir yerde bizi cezbederek sallanır d u ru r­
lar. G ö nü llü hizm etçi bilinçaltı böyle istediğimizi d ü şü n ü r.
İyileşm enin, başarılı o lm an ın , hayat arkadaşım ızı b u lm a n ın ,
isten en geziye çıkm anın uzun zam an alacağını düşünürsek
gerçekten uzun zam an alır. Yanıt, k en d in i-y ö n etm ed ir; ama
u n u tm a y ın , bilinçaltı zam an veya yere bağlı değildir. M ucize
zam an ı "şimdi"dir! Orağını salla, tarlalar biçilecek kadar
beyaz!

KENDİNİ- YÖNETME

Şimdi kendimi zamanın bağlarından kurtarıyorum, ilk


önce yapılması gerekeni ilk önce yaparak zamana hakim olu­
yorum. Bilinçaltımı eldeki işi kolaylıkla ve kesinlikle yapacak
şekilde yönetiyorum. Sonsuzluğun düzenli olarak benimle ya­
şamasına izin vererek hayatın tüm çılgınlıklarından kurtulu­
yorum. Ne geçmişe bağlıyım ne de gelecekle sınırlıyım. Şimdi,
şu anda yaşıyorum.

139
13

İYİ B İ R B E L L E K İ Ç İ N D Ö R T İ L K E

Ve ruhu kaplayan sular çekilip gittiğinde


Bir bilinç kaldı ondan geriye.
Belleğin sessiz kıyılarına yığılan,
Hiç ölmeyecek ve yok edilmeyecek
imgeler ve değerli düşünceler.
WILLIAM WORDSWORTH

F u ller W arren'ı asla u n u tm ay ac ağ ım . U zun yıllar önce


ben, gerçekten etkilem işti. G ainesville'deki F lo rid a Ü niversi-
tesi'n e h en ü z varm ıştım . Ü niversitedeki ilk gü n ü m , haya­
tım d a büyük bir andı. Ü niversite bahçesinde iki arkadaşla
y ü rü y o rd u m ; karşıdan gelm ekte olan genç bir adam bana
doğru yaklaştı ve,
"M erhaba Jack A ddington, Jacksonville'de işler nasıl gi­
diyor?" dedi.
"İyiyim, iyiyim" diye y anıtladım k arşım d ak in in kim ol­
duğ u n u m erak ederek.
"Ben F u ller W arren", diye m erakım ı giderdi, "Ben Batı
F lorida'lıyım . F lo rid a Ü niversitesi'ne hoşgeldin. D ee, Rogers
ve Jim ad ın d a üç kardeşin var, öyle değil mi?"
"Evet."

140
"Baban in şaat işiyle uğraşıyor." O devam ederken ben
ağzım açık başımı sallıyordum .
Tüm bunları n e re d e n biliyordu? Ü niversiteye yeni baş­
layan m ütevazi bir öğrenci hakkm daki onca ayrıntıyı nasıl
hatırlıyordu? Beni tan ıd ığ ın ı k an ıtlam ıştı. D a h a doğrusu
F lo rid a Ü niv ersitesi'n e, kendisi oradayken gelen herkesi t a ­
nıdığını k an ıtlam ıştı. K am püsteki herkesi tan ıy o rd u .
Bugün, Jacksonville'deki St. Jo h n s N e h ri ü zerin d e F u l­
ler W arren ad ın d a bir köprü var. F uller VVarren, F lorida
E yaleti'nin valisi oldu; aynı kişinin ikinci kez vali seçilm em e-
si kuralı olmasaydı uzun yıllar bu göreve devam edebilirdi.
M ükem m el bir belleği vardı ve bu özelliği onun başarısında
büyük bir rol oynam ıştı.
Fuller VVarren üniversiteye gelen herkesin ism ini titiz ­
likle alır, hak k ın d a m ü m k ü n olduğu kadar bilgi to p la r, sonra
da ta n ışm a n ın bir yolunu b u lu rd u . Bunu yapm ak için m u tla ­
ka bir yol b u lu rd u . Belleği öyle güçlüydü ki sizinle ta n ıştığ ın ­
da neye benzediğinizi ve h akkınızda birçok şeyi bilirdi.
O gün y an im d ak ilerd en biri olan Dick D rysdale üniver­
siteye gelm eden önce Jacksonville Times-Union 'da m u h a b ir­
lik yapıyordu. Dick üç yıl önce F lorida Ü niversitesi'ne geldi­
ğinde F uller VVarren'la tan ışm ıştı. O sıralar F u lle r, B lount-
stown'daki liseye devam ediyordu. Üç yıl sonra A tlan ta'd ak i
bir futbol m açına giderken aynı trendeydiler, F u lle r vagon­
dan içeri adım ını atıp D ick'in kapıda d u rd u ğ u n u görünce
döndü ve "Fley, selâm Dick. Seni en son üç yıl önce görm üş­
tü m " dedi. Oysa Dick onu ta n ıy a m a m ıştı.
"Ben F uller W arren" dedi beriki, "Üç yıl önce bir to p la n ­
tıda tanışm ıştık." Fler şeyin bir kategorisi vardı o n u n için.
Fler şeyin belleğinde yeri vardı. FTiç kimseyi ya da d u ru m u
h atırlam ay a değmeyecek kadar önem siz bulm azdı.
F u ller W arren k adar iyi bir belleğe sahip olmayı ister
misiniz? Bu m ü m k ü n . O da sizinle aynı zihinsel bilgisayara

141
sahip -sadece d ah a iyi kullanıyor. Aynı sistemi kullanırsınız,
onu n yapabildiği her şeyi siz de yapabilirsiniz.

M BÎR BELLEK ÎÇÎN DÖRT ÎLKE

1. Dur - Bak - Dinle.


H a tırla m a k istediğimizi h a tırla rız . İyi bir belleğe sahip
olduğu bilinen in san lar biriyle ta n ıştırıld ık la rın d a durup o
kişinin ism ini d inlerler. D inler ve doğru yazılışını gözlerinde
c a n la n d ırırla r; h a tta bir parça kâğıda yazıp akıllarına kazır­
lar. K ötü bir belleğin sorum lusu genellikle dikkatsizliktir.
2. Öğrenme Süreci, Fikirlerin BirleştirilmesineBağlıdır.
Bir şeyi ezberlem enin en iyi yolu bir fikri başka bir fi­
kirle b irleştirm ek tir. Tüm bellek u zm an la rı bu sistem den ya­
ra rla n ırla r.
3. Sizin için Çalışmasını İstiyorsanız Belleğinize Güve
nin.
İyi bir bellek, b ilinçaltına güveni gerektirir. Belleğinize
güvenin, ona güvendiğiniz ölçüde size yanıt verecektir. Ken­
diniz. hakkında inandığınız, ve güvenle beklediğiniz, her şeye
sahip olursunuz. K ural bu.
4. Kendini-Yönetme, Kesin Sonuçlar Getiren Kesin bir
Eylemdir.
Belleğiniz ona verdiğiniz direktifler kadar iyidir. Ona
yaklaşım ınızda eksik hiçbir şey olm am alı. B ilinçaltm ızı yön­
len d irirk e n ayrıntıya inm elisiniz; kesin sonuçlar istiyorsanız
kesin direktifler verm elisiniz.

DİKKAT EDÎN - NET BÎR ÎZLENÎM ELDE EDÎN

Belleğiniz önem li gördüğünüz şeyleri depolar. İsim leri

142
h a tırla m a k sizin için önem li mi? Eğer öyleyse biri size ta n ış ­
tırıldığında d u ru n ve dinleyin. Böylece ismi doğru olarak d u ­
yarsınız ve gözünüzde c a n la n d ırırsın ız . Veya daha iyisi, bir
parça kâğıda yazın; böylece başka bir algı duyusu avantajına
sahip o lursunuz. Şimdi gözlerinizi sürece sokuyorsunuz. İyi
bir bellek için bir kalem ve not defteri oldukça gereklidir.
İyi bir belleğiniz var, m ükem m el bir belleğiniz var. İ n ­
san lar kötü bellekleri olduğunu söylediklerinde h a tırla m a
yetenekleriyle ilgili bir so ru n ları olduğunu söylemek isterler.
Bu h a tırla m a k istedikleri şeyi net olarak zihinlerine yerleş­
tirm e m e le rin d e n kaynaklanıyor. Z a m a n ın d a o şeyi z ih in le ri­
ne sokacak kadar önem li bulm am ışlard ır.
K endim ize karşı d ü rü st olalım. Kaç kez birisiyle t a n ış tı­
rıldığım ızda hatırlayıp h atırlam ay acağ ım ıza aldırm adığım ız­
dan o kişinin ismini dinlem em işizdir ya da nasıl olsa h a tır la ­
yamayacağız diye dert etm em işizdir.
M r. Cal Sudney a d ın d a biriyle tanıştığınızı farz edin.
Şim di, Cal Sudney ad ın d a kaç kişi tanıyorsunuz? E m inim
fazla değildir. Kendi ken d in ize, "Nasıl heceleniyor acaba -
şey, nasıl olsa heceleyem iyorum , o yüzden tak m a kafana- is­
mi h atırlam ay a çalışmayacağım" diye düşünüyor m usunuz?
Birkaç dakika sonra aynı adam yine karşınızda ve onu
bir ark adaşınıza ta n ış tırm a n ız gerekiyor. Şim di, bu adam ın
adı neydi diye d ü şü n ü y o rsu n u z, garip bir isim - kolay gelm iş­
ti, kolayca anlam ıştım am a neydi? İyi bir belleğe sahip ol­
mak istiyorsanız, işe keskin bir izlenim y aratm ak la başlayın.
Belleğiniz teyp kaydedicisi gibidir, sürekli çalışır, am a teyp
ü zerin d e keskin bir etki bırak m an ız gerekir. Sesi yükseltm e­
li ve uygun şekilde ayarlam alısınız, yoksa orijinal izlen im i­
nizden farkı olm ayan k arm akarışık bir "playback" çıkar.
Bir ismi h a tırla m a k istiyorsanız bir yerlere yazın; Nasıl
yazıldığını bilmiyorsanız sorun. D inler ve belleğinize kayde­
derseniz, em in olun ihtiyaç duyduğunuzda orada olacaktır.

143
Dinleyecek ve bilinçli olarak belleğinize kaydedecek
kad ar önem li buld u ğ unuz şeyleri her zam an h a tırla rsın ız .
B irbirine girmiş y a n ıtla rın belirsiz denizinde bocalam aya
son verin. K ötü belleğin suçlusu genellikle dikkatsiz bir yak­
laşım dır. İlgilendiğiniz ölçüde h a tırlarsın ız. İçinizdeki kayıt
aleti verdiğiniz önem e göre kayıt yapar. N eler olup bittiğiyle
ilgilenm iyorsanız o anı pek h atırlam azsın ız. İlgileniyorsanız
kayıt aleti daha d erin baskılar yapar ve daha iyi h a tırla r s ı­
nız. Bu yüzden, dur bak - dinle; daha sonra h a tırla m a k iste­
diğiniz şeyi doğru ve n et olarak aklınıza yazın.

BÜ TÜ N BELLEK UZMANLARI BU SİSTEM DEN


YARARLANIRLAR

Belleği geliştirm e dersleri veren in san lar vardır. Bir


bellek u zm an ı, içinde daha önce karşılaşm adığınız kırk-elli
kişi b u lu n a n bir odaya nasıl gireceğinizi öğretebilir. G itm e ­
den önce kapının ö n ü n d e d u ru p hepsinin elini sıkarak gü­
venle isim lerini söyleyebilirsiniz.
Elli-altm ış ta n e nesne sırasıyla verilip h a tırla m a n ız is­
ten eb ilir ve h atırlad ığ ın ızd a şaşar kalırsınız. İşin sırrı n e s­
neleri birbirine bağ lam akta. Bir şeyi ezberlemenin en iyi yolu
bir fikri diğeriyle birleştirmektir. Tüm bellek uzmanları bu
sistemden yararlanırlar. Aynı işlemi siz de öğrenebilirsiniz.
Sahneye çıkm ak isteyen, buna can a ta n birçok insan
vardır, am a b ölüm lerini ezberleyem eyeceklerini d ü şü n ü rler.
G e rek en i yaparsa herkes ezberleyebilir. Olay; dü şü n ce, duy­
gu ve zihinsel resim dizisi o lu ştu rm a k ta n ib a re ttir. N e sn e le ­
ri h a tırla m a k için izlenen yola klâsik bir örnek verelim:
H a tırla n a c a k şeyler: T op, m asa, kedi, duvar, fare, delik,
m asa ö rtü sü , sü ra h i, su, halı. Bu sıra, b irleştirm e yapılırsa
kolaylıkla h a tırla n a b ilir. Top m asan ın ü stü n d e n yuvarlanır,
yere düşer, kedi to p u duvara kadar kovalar; sonra kedi d e ­

144
likten çıkan bir fare görür m asaya doğru kovalar ve m asa ör­
tü s ü n ü n ü stü n d e kovalam aca devam eder; suyla dolu sü ra h i­
yi devirirler; su m asaya dökülür ve halıda leke bırakır.

B İR L E ŞT İR M E OYUNU OYNAMAYI D EN E Y İN

Bellek dersi veren herkes, zayıf bellek diye bir şey olm a­
dığını kabul ediyor. U n u tm a k denilen şey ilk e ta p ta öğren­
m em ek ten başka bir şey değil. Bellek kasa benzer. Zayıf bir
kas egzersizle geliştirilm em iş kastır. Zayıf bellek denilen
şey, y eterin ce eğitilm em iş bellektir.
B irleştirm e belleğin tem elidir. H a tta o o lm adan bellek
olam az. H atırlad ığ ın ız her şey -bir isim, bir yüz, bir k ita p ta n
bir satır- sizin tarafın ızd an yapılan b irleştirm en in so nucu­
dur. H atırlay am ad ığ ın ız isimler, yüzler, a lın tıla r zihninizde
birleştirilm esi kolay olm ayan şeylerdir.
İyi bir belleğe sahip olacaksanız, z ih n e n bilinçli bağlan­
tılar kurm ayı alışkanlık haline getirm elisiniz. Aynı an d a iki
ya da d aha fazla isim veya fikir yerleştirm eniz gerekiyorsa
h a tırla m a n ın daha kolay olacağını görürüz. B ilinçaltına di­
rektifi aynı za m a n d a vererek bir şeyi başka biriyle bağlayın.
Ö rneğin, M ary Fleetvvood'un iri kahverengi gözleri ve
uzun saçları var. Kocası F ra n k Fleetw ood uzun boylu ve a tle ­
te benziyor, koşar gibi yürüyen bir adam . F ra n k ve Mary'i
h atırlayacağım ; kahverengi gözlü M ary ve hızlı yürüyen
F ra n k . O nları gözüm de, o rm an ın içine koşarken c a n la n d ırı­
yorum -F ra n k ve Mary Fleetvvood. Bunu okum ak kadar bile
sürm üyor d ü şünm ek. Z ihninizde anlık bir g ö rü n tü oluşuyor.
F a k a t isimleri yüksek sesle söyleyip bu isimleri zihninizdeki
in sa n la rın görüntüleriyle birlikte resm etm eyi u n u tm a y ın .
H a tırla m a k istediğiniz şeyi gördüğünüz, tanıdığınız a n ­
da kaydettiğinizden em in olun. U n u tm a y ın , p ratik m ü k em ­

145
m elleştirm ez, yalnızca alışkanlık h alin e getirir, ilk seferinde
ismi yanlış alırsanız, her h a tırla m a y a çalıştığınızda yanıla­
caksınız. Doğru olarak alın; zih n in ize y erleştirin , bir fikir ya
da fikirler serisiyle birleştirin, bilinçaltm ıza bu bilgiyi kolay­
ca h a tırla m a k istediğinizi söyleyin. M u tlak a h atırlarsın ız.
D e n ey in , eğlencelidir!

BELLEK DUYGULARI DA DEPOLAR

E zb erlem en in im kânsız olduğunu iddia eden insanlar,


ço c u k lu k ların d a okulda ezbere bir şeyler o k u m ak tan kork­
m u şlard ır genellikle. Belleğini, ezberden okum aya u ta n m a
veya başka çeşit bir engelleyici duyguyla birleştirm ed ik ten
sonra herkes ezberleyebilir.
Aktör için ezberlem ek, satırları ezberlem ekten çok daha
öteye bir şeydir; sözcüklerin duygularla birleştirilm esidir.
Sadece sözcükleri h a tırla m a z , duygusal karşılıkları üzerinde
çalışır. Oynadığı k arak terin r u h u n a , havasına girmeye çalı­
şır. Aktör için satırları öğrenm ek en önem li şey değildir, söz­
leri duygularıyla birlikte a k ta rm a k zo ru n d a d ır. Bellek, söz­
cüklerin olduğu k ad ar duyguların da depolandığı yerdir.
Zayıf bir belleğiniz olduğunu düşünebilirsiniz; h a tırla ­
m a n ın im kânsız olduğuna in an ab ilirsin iz, am a aslında başı­
nıza gelen her şeyi h a tırla rsın ız . Ara sıra geçm işte yaşadığı­
mız olayları h a tırla r , d üşm anlık, zıtlık, ü z ü n tü , vicdan azabı
veya pişm anlık duyarız. Bir şey belleğim izin derinliklerine
göm ülm üş bir olayı h a tırla tır ve birden baskı a ltın d a , endişe­
li ve so ru n lu hissederiz kendim izi. H atırlayam ayacağınızı mı
san ıy o rd u n u z? H a y atın ız boyunca b aşınızdan geçen her şey
özenle k o ru n m u ş olarak kendisini çağıracak bir şey bekliyor
orad a.
G eçm işi belleğim izden silmek m üm kün değil, am a

146
o n u n la barış yapabiliriz. B urada kendini-yönetm e devreye
girer. B ilinçaltına h a tırla m a k istediğim iz bir şeyi ka3'detm e-
si direktifini verdiğimiz gibi, eski bir düşmanlığı o rta d a n kal­
dırm ası direktifini de verebiliriz. O geçmiş anı belleğimizde
yeniden ca n la n d ırır ve o n u n la barış yapabiliriz; bağışlar ve o
m u tsu z anıyı farklı duygularla sarm alayıp n ö tralize edebilir
ve böylece bize zarar verebilecek güçten m ah ru m kılarız. M e­
sele bellekteki olaylarla dok u n m u ş g ö rü n tü leri, duygulan,
ruh h allerini ve karşılıkları b irleştirm ek ten ibaret. E m irleri
biz verdiğimiz için ne kadar şanslıyız. D u ru m a eşlik eden
duygu ve karşılıklardan daha sonra h a tırla m a k isteyecekle­
rinizi zihninize yerleştirm eyi öğrenin.

BİLİNÇALTINIZA GÜVENİN

Sizin için çalışm asını istiyorsanız bilinçaltına güvenm e­


lisiniz. Doğru h a tırla m a yeteneğiniz, belleğinize duyduğunuz
güvene bağlıdır.
B ilinçaltm ıza sabah altıda kaldırılm ak istediğinizi söy­
lersiniz ve belleğinize inanıyor ve güveniyorsanız tam altıda
uyanırsınız. Bellek bilgisayara benzer, am a bilgisayar gibi
ona da direktif verm ek gerekir. Ş ehirlerarası yapm anız gere­
ken bir telefon kon u şm asının sizin için çok önem li olduğunu
varsayın. Ü lkenin çeşitli bölüm leri arasındaki zam an farklı­
lıkları yüzünden bu k o n u şm an ın akşam tam sekizde yapıl­
m ası gerekiyor. Bunu yapacağınızı nasıl hatırlayacaksınız?
G eçen gün böyle bir deneyim im oldu. Sabah erk en d en
telefon etm em gerektiğini d ü şü n d ü m ve bir kâğıda şöyle yaz­
dım : "Bu akşam sekizde D orothy'yi arayacağım ." Kâğıdı cebi­
me koydum ve b u n u ta m a m e n u n u ttu m - ya da öyle sandım .
G ü n boyunca bu konuyu hiç d ü şü n m ed im , am a tam akşam
yemeğimi bitirm işken h atırlayıverdim , saat sekizdi. M asa­
dan kalktım ve telefon ettim . D üşünceyi zihinsel bilgisayarı -

147
ma koym uştum ve o da gerekeni yapm ıştı. "H atırlayabilir
miyim?" ya da "Belleğime güvenebilir miyim?" diye d ü şü n ­
m em iştim hiç. Batı E lektrik'in bellek m akinesine güvendiği
k ad ar güvenmeliyiz b ilinçaltına. H a tırla m a k , hatırlay ab ile­
cek şeyin içim izde olduğuna in a n m a k tır.

YAŞIN H İ Ç Ö N E M İ YOK

"Eskisi kadar iyi bir belleğim yok artık" diyen insanlara


rastlarız. Birçok insan yaşlandıkça belleğinin zayıfladığına
in a n ır. G e rçek te bellek yaşa bağlı değildir. H erkes iyi bir bel­
lek geliştirebilir. Bellek bir nesne değil, bir aktivitedir. Ol­
m asını istediğiniz kadar aktif olur. Dokuz ya da doksan ya­
şında olm anız önem li değil. H ayır, yeteneğinizi yitirm iyor­
sunuz. Yalnızca h a tırla m a yerine u n u tm a pratiği yapıyorsu­
nuz. B ilinçaltm ıza h atırlam ası direktifini vermeye ve iyi so­
nuçlar beklemeye başlayın. Belleğinize güvenmeye başlayın.

SERBEST BIRAKIN, GELECEKTİR

Bir isim ya da fikir aklınıza gelm em ekte direnirse cesa­


retin izi yitirm eyin. Belleğinizi su çlam an ın sırası değil. Ona
güvenm e zam an ı şimdi. E m ri verin: "Bunu h a tırla m a k isti­
yorum ." Ve gelmesi için güvenle bekleyin. Zihinsel olarak
uzaklasın o n d an . R a h a t bırakın. H a tırla m a y a çalışm aktan
vazgeçin. O an için başka bir şeyle ilgilenin. H a tırla m a k iste­
diğiniz şeyin gelmesi fazla zam an alm az. Bu yöntem in işle­
mesi belleğinize duyduğunuz güvenin derecesine bağlı.
Düşünürsünüz düşünürsünüz
Boşa gider
Düşünmediğinizi düşündüğünüz, zaman
Fikir parlayıverir.
G inny Lenz
148
KENDİNİ-YÖNETME KESİN SONUÇLAR G ETİREN BİR
HAREKETTİR

Z ih n im izin ; d u yduğum uz, söylediğimiz, d ü şü n d ü ğ ü m ü z


her şeyi kaydetm ede ne kadar titiz olduğunu an larsak , belki
ihtiyaç duyduğum uz bilgiyi h a tırla m a yeteneğim ize daha
fazla güveniriz.
T hom son J. H u d so n Psişik Fenomen Yasası adlı k itab ın ­
da, kafasına bir darbe yiyip bilincini yitiren bir a d a m d a n söz
eder. Adam caddede terk edilm iş halde b u lu n u p L o n d ra 'n ın
ken ar sem tlerin d en birindeki küçük bir h astan ey e g ö tü rü lü ­
yor. O rada, Isa ia h 'd a n bir bölüm ü harfi harfine doğru olarak
söyleyip duruyor. Bu h a sta n e d o k to rların d a n birisinin çok il­
gisini çekiyor ve bir sekreter çağırıp adam ın söylediği her
şeyi not alm asını istiyor. H a sta bilincini kazandığında, söyle­
diklerini tek ra rlam ası isteniyor. Adam neden söz ettik le rin i
bile anlam ıyor. A raştırm alar so n u n d a adam ın sefalet içinde
yaşadığı ve bir hafta kadar önce ücretsiz yemek verilen bir
misyona katıldığı öğreniliyor. M isyonun, adam ları doyurm a­
dan önce kutsal k ita p ta n bir bölüm okum a geleneği varmış.
Adam öylesine açmış ki yem ekten başka bir şey d ü şü n em i-
yorm uş; söylenenlere dikkat etm em esin e, farkında o lm am a­
sına rağm en kafasında yem ekten başka düşünce olmadığı
için hepsi belleğine kaydedilm iş. Bilinç geçici olarak yoldan
çekildiğinde ise ad a m ın içindeki kayıt aleti duyduğu her şeyi
geri vermiş.

D r. H udson tara fın d an an la tıla n başka bir hikâye de bir


kaza geçiren yirm i yaşlarında bir kızla ilgili. O da bilinçsiz
olarak hastaneye getiriliyor ve yabancı bir dilde konuşm aya
başlıyor. Bu d urum h a sta n e görevlilerinin ilgisini çekiyor ve
söyledikleri kaydediliyor. İtaly an ca konuştuğu ortaya çıkı­
yor; fakat kız ken d in e geldiğinde İtalyanca tek bir kelime
bile bilmediğini söylüyor. Başlangıçta çoğu, b u n u n ru h u n

149
başka bir b ed e n e girm esine (tekrardoğuş) k a n ıt o lu ştu rd u ğ u ­
n u , genç kızın İtaly an ca'yı önceki y aşa m ın d a n hatırladığını
düşü n ü y o r. K onu a ra ş tırıld ık ta n sonra, kızın sekiz y aşların ­
dayken bir yıl süreyle İta ly a n bir dadısı olduğu, k ad ın ın n o r­
m alde İngilizce k o n u ştu ğ u , am a yalnız kaldığında İtaly a n ca
gazete ve k ita p la rı yüksek sesle okuduğu ortaya çıkıyor.
Böyle z a m a n la rd a kız o tu ru p onu dinliyorm uş. N e söylediği
h ak k ın d a hiçbir fikri yoktu, am a onu oldukça etkileyen bu
yabancı dil, m era k ın ı uyandırıyordu. A kim daki kaydedici,
hepsini k ay d etm işti ve genç kız o za m a n söylenenleri yıllar
sonra m ü k em m el bir biçim de hatırlıyordu.

ÖNEMLİ OLAN HATIRLAMA GÜCÜDÜR

Belleğiniz m ü k em m eld ir. Başınıza gelen h er şey özenle


m uhafaza edilir. Ö nem li olan h a tırla m a gücüdür. G eçm işi
tam olarak h a tırla m a k için bilincin yoldan çekilmesi şart
değil. H iç beklem ediğiniz bir an d a çıkıp gelir. Eski kâğıt­
larınızı ve h a tıra la rın ız ı gözden geçirin. Ç ocukken tu ttu ğ u ­
nuz bir günlüge veya okul yıllığınıza rastlarsın ız belki. Önce
olayları h atırlam ad ığ ın ızı düşünerek sayfalara boş boş b a ­
karsınız; am a kısa z a m a n sonra an ılar gözünüzde c a n la n m a ­
ya başlarlar. H e r olayın h a tıra sı, isimler b irer birer geri gelir
ve kendinizi y aşan an h er olayın çok önem li olduğu o h a rik a ,
heyecan verici g ü nlerde hissetm eye başlarsınız.
H a tırla y a m a m d em ek ten vazgeçin. H a tırla m a k istediği­
niz her şeyi h atırlay abilirsiniz. Okulda öğrendikleri şeyleri
h a tırla m a k ta güçlük çeken gençler, yıllar önce televizyonda
seyrettikleri bir filmi kolayca hatırlayabilirler. Ç oğum uz
gençken öğrendiğim iz şarkıların sözlerini h a tırla rız . Yalnız
gençliklerini ve büyük bir ayrıntıyla h a tırla m a y a başlayan
yaşlı in s a n la r bu n ak lıkla suçlanırlar. Aslında bellekleri iyi-
. dir, yoksa geçmişi bu k ad a r net h atırla y a m a z la rd ı. B ugünkü

150
şeyleri h atırla y a m a m a la rı ise bugünkü dünyaya ilgilerini
kay b etm elerin d en k ay n a k la n m ak tad ır.
N e t bir belleğe yaklaşım ım ızda dikkatsiz hiçbir şey ol­
m am alı. Bizi etkileyen şeyler kolayca h a tırla n ır. D ikkat
edersek, b ilin çaltın a kesin direktif verirsek, h a tırla m a k iste ­
diğimiz h er şeyi h atırlarız . İyi bellek d e n e n , çağrılmayı bek­
leyen bilgiyi h a tırla m a yeteneğine h er yaşta sahip olunabilir.

KENDİNİ- YÖNETME

Hatırlamak için bilinçaltıma güveniyorum. Benden ka-


çınıyormuş gibi görüneni serbest bırakırım ve aradığım yanı­
tı bana vermesi için bilinçaltıma güvenirim.

151
14

S A K İ N L E Ş T İ R İ C İ HAPLAR ALMADAN
R A HAT LAM A

H u z u r içinde geçen saatleri yaşanm ış sayarım.


MAURICE MAETERLINCK

M ark Twain bir keresinde, "H erkes havalar hakkında


ko n u şu r, am a kimse o n u n la ilgili bir şey yapm az", dem işti.
R a h a tla m a için de aynı şey geçerli. R ah atlam ay la ilgili bir­
çok şey işitiriz. H erkes ona gereksinim duyar, am a çok azı­
mız b u n u sağlam ak için bir şeyler yapar. Bugün çoğu televiz­
yon rek lam ı, ra h a tla m a veya gerilim den k u rtu lm a ile ilgi­
lidir. İn sa n rek lam lara in an sa, gerilim den kay n ak lan an ba-
şağrılarm m ancak ilaçlarla yok edilebilecek kaçınılm az bir
dert olduğu so n u cu n a varırdı.

RAHATLAMA B U G Ü N N ER ED E?

A nn em in gençliğinde k ad ın lar ev işlerini öğleye kadar


b itirir, yem ekten sonra da biraz k estirirlerd i. S onra banyo
yapıp, tem iz kolali elbiseleri içinde zinde bir şekilde su n d u r­
maya o tu ru r, akşam yemeğini h az ırlam a saa tin e dek elleri
k u cak ların d a d in len irlerd i. Bugün em ek tasarrufu sağlayan
onca alete rağm en n eden daha fazla rah atiay am ıy o r, dinle-

152
nem iyoruz. R a h a tla m a k için yaptığım ız şeylere şöyle bir göz
atalım .
Bugün in san lar ra h a tla m a sağladığı söylenen her tü rlü
ak tiv iten in peşine düşüyorlar. Ama, rahatlayabiliyorlar mı?
Briç, futbol, beyzbol veya golfü iyice k o n san tre olarak izle­
mek insanı ra h a tla tıy o r m u? R a h a tla m a k için futbol m açın a
giden bir insanı ele alalım . Takım ı kazanm ak zo ru n d ad ır!
Oyun sıkıntılı hale gelir. O tu rm a yerinin ucu n d a o tu ru r. Bu­
nalım a girer. K azanm ayı o kad ar çok ister ki, am a bağırıp
çağ ırm ak tan başka yapabileceği bir şey yoktur. G iderek a r­
ta r gerginliği. O yunun so n u n d a sinirleri yıpranm ış bir h a r a ­
bedir artık.
P aza r günü öğleden sonra, ailenizi de yanınıza alıp a r a ­
bayla dolaşm aya çıkarsınız. M utlu günler geri geldi! Ama bu
otoyolda ra h a tla m a k ne m ü m k ü n ! Ç ünkü herkes aynı şeyi
d ü ş ü n m ü ş tü r; onun için de bu kalabalık yolda ra h a tla m ış bir
yüze rastlam ak olası değildir.
iyi bir gece uykusundan d ah a ra h a tla tıc ı bir şey yoktur
kuşkusuz -öyle mi gerçekten? Çoğu insan gergin bir şekilde
yatağa girer ve sabah daha da gergin kalkar. R ah atlam ış ola­
rak uyanm ak istiyorsanız ra h a tla m ış olarak uyum anız gere­
kir. Yalnızca yatağa girip gece boyunca uyuyarak gerginliğin
atılabileceğini düşünm ek h a ta d ır. G ergin y atarsanız gergin
uy u rsu n u z. R ah at bir u y k u n u n ta d ın ı çıkarm ak isteyen in ­
san gevşemeyi öğrenm elidir önce.
Avrupa'dan mobilya ith al eden bir New York'lu ta n ıy o ­
rum . Birkaç yıl öncesine kad ar yılda üç iş gezisine çıkıyordu.
Gem iyle gidip tren le tüm Avrupa'yı dolaşıyordu. H er yolculu­
ğun yaklaşık bir ay aldığını söylemişti bana. G ezileri dört
gözle bekliyordu; çünkü d ö n d ü ğ ü n d e ayrıldığından çok daha
ra h a tla m ış oluyordu. G em id e geçirdiği günlerde sükunet ve
h u zu r buluyordu. T rende de ra h atlıy o r, dinleniyordu. Yapa­
cak başka bir şey yoktu çünkü. Şimdi uçakla gidiyor. Birkaç
sa a tte oraya varıyor. Bu "kazanılm ış" zam anı başka yerlere
giderek ve d in len erek mi değerlendiriyor? H ayır, Avrupa'da
d ah a fazla iş görüşm eleri yaparak kullanıyor bu zam an ı.
A m erika'da yeni p a z a rla r kuruyor. G ü n ü m ü z ü n zam an ka­
z a n d ıra n seyahat yöntem leriyle eskisinden on kat daha m eş­
gul bir d u ru m d a. R a h a tla m a k için sakinleştirici h a p la r alı­
yor; sonra da enerji kazan m ak için "kuvvet h ap la rı"n a ih ­
tiyaç duyuyor! N e h ay at! G eçen gün bu yarişa daha ne kadar
dayanabileceğini bilm ediğini söyledi bana. "R u h u m u n b ed e­
nim e yetişmek için hiç şansı olm adığını hissediyorum " dedi.
İşyerinde yoğun bir günden sonra kendini tü k e n m iş h is­
seden birçok insan bir bara k o ştu ru r ya da birkaç kadeh içki
içmek için aceleyle eve gider; b u n u n kendilerini r a h a tla ta c a ­
ğını d ü şü n ü rler. R a h a tla tıy o rm u ş gibi görünür. F a k a t içki
uyarıcıdır. Önce uyarır, sonra a p ta lla ş tım . Etkisi geçtiğinde
çok d ah a gergin h isse ttirir. îçki kimseyi ra h a tla tm a z .

RAHATLAMAK NEDE N GEREKLİ ?

M o ntreal'li D r. H a n s Selye tüm h astalık ların stres so­


nu cu ortaya çıktığını söylüyor. G ü n geçtikçe daha çok insan
bu teoriyi kabul ediyor.
Sadece ra h a tla m ış ve h u z u r içinde olduğum uz zam an
yoğun düşünceye dalabilir, bize taze fikirler sağlayan içsel
Zekâ'yla iletişim kurabiliriz. G ergin ve sinirli olduğum uz
zam an tam anlam ıyla yaratıcı olmak olanaksızdır. G ergin
bir insan etkili çalışm a gücünü fazlasıyla yitirir.
Aktör, a tlet, m üzisyen ya da başka h erh an g i bir alan d a
çalışan biri için h a y a tta en önem li şeylerden biri z a m a n la ­
m adır.- Z a m a n la m a ra h a tla m a y a bağlıdır. Doğru z a m a n la ­
m a, faaliyet sırasındaki ra h a tla m a d ır. Büyük çalıştırıcıların
a tle tle rin e öğrettikleri ilk şey z a m a n la m a d ır. Z a m a n la m a ve

154
ra h a tla m a el ele gider. En uzun atışları yapan golfçüler en
ra h a t v u ruşlara sah ip tirler. Billy C osper, Arnold P alm er ve­
ya San S n ead 'in atışların ı ağır çekim de izleyin. G olfçünün
duası: Tanrım, kolay bir atış yapacak güç ver bana şeklinde­
dir. R a h a tla m a yoluyla, ona gerçek bir am aç ve yoğunluk ka­
za n d ıra ra k enerjimizi korum ayı, doğru z a m a n d a kullanm ayı
öğreniriz. Gerginliğin kendisi kötü bir şey değildir. Tehlikeli
olan sürekli gerginliktir. Elayat sürekli bir gelgittir. Eyleme
geçme ve geçm em e z a m a n ı, gerilme ve fırlamaya h az ırlan m a
za m a n ı, ra h a tla m a ve tüm gerginlikten k u rtu lm a zam anı
vardır. K ed in in h a re k e tle rin i izleyin. K ediden d ah a ra h a t bir
yaratık var m ıdır? Ama a n ın d a gerilip dengeyi sağlayabilir
ve sıçram aya h az ırlan ır. Sıçradığı za m a n d in len m e esn asın ­
da depoladığı tüm enerjiyi kullanır. E layatım ıza hakim ol­
mak istiyorsak kediden ders almalıyız.

HUZUR PASÎF DEĞÎL AKTİFTİR

H u z u ru n pasif olduğunu d ü şünm ek yanlıştır. H uzur


m erkezleştirilm iş ve kontrol edilen zihinsel ve ruhsal bir ak-
tivitedir. Tekerleğin m erkezinde dingil vardır. Tekerlek ve
göbeği tam bir dengede olursa dingil tüm üyle hareketsiz gö­
rü n ü r, am a aslında gücün m erkezidir. H a re k e tin tü m ü bu
n o k ta d a n k a y n a k la n m a k ta d ır. K asırganın m erkezi durağan
g ö rü n ü r, am a aslında güçle doludur.
NevvYork Hisse Senedi M erkezi'nde hisse senedi alıp
satan bir adam tan ıy o ru m . H er gün yüzlerce önem li m u a m e ­
leyi tam am lıy o rd u . Çevresi tım a rh a n e y e d ö n ü y o rd u , tam bir
kargaşa idi y aşan an . G ü n boyunca birkaç kez d u ru p , "H uzur
içindeyim . H u z u r tü m varlığımı kaplıyor. S akinim , huzur
içerisindeyim , ra h a tım . Kafam sü k û n et içinde" diyordu. G ün
boyunca dengesini koruyordu. Yalnızca dengeli görünm üyor­
du, gerçekten de dengeliydi. Ne rahatsızlık veriyor ne de

155
acele ediyordu. Soğukkanlılığını koruyordu.
D engeli in san hayatla birlikte akar. H ay ata direnm ez,
h a y a tta n ko rk m az, hayatla uyuşmazlığı yoktur.

KAOS YE KARIŞIKLIĞI GİDERMEK

H epim iz h ay a tın dış k en a rın d a çok hızlı h a re k e t e tm e ­


nin sonucu olan k a rm a şa n ın esa retin e düşeriz. S onra, içim i­
ze d ö nm ek, sakinleşm ek ve asla karm aşaya düşm eyen, acele
içinde olm ayan ve rah atsız olm ayan iç h u z u ru n u yaşamak
isteriz. Bu v aro lu şu m uzun gerçeğidir. O nu anlam am ızı bek­
ler yalnızca.
Biz izin vermedikçe hiçbir şey içim izdeki h u z u rd a n ayı­
ram az bizi. Bize sorun olan sadece h ay a ta verdiğimiz karşı­
lıklardır. G erçek Ben sonsuz bir ah enk içindedir. Karışıklık
duygusuna sırt, çevirerek, dış d ü n y an ın ko şu lların d an kork­
mayı reddederek hep bu ahenk içinde yaşam ak m ü m k ü n d ü r.

RAHATLAMA Z İH İN S E L DENGEYLE BAŞLAR

Ne olursa olsun sakin ve dengeli kalm ak m ü m k ü n d ü r.


Andre K o stalan e tz'in karısı ünlü opera şarkıcısı Lily Pons
"Yaşlı bir peri en çok değer verdiğimiz ve yaşam ı zevkli kıla­
cağını d ü şü n d ü ğ ü m ü z özelliği bize bahşedecek olsa, tercihim
"denge" olurdu dem işti bir keresinde. D enge, nasıl şoklar, d e­
ğişiklikler yaşarsak yaşayalım h u zu r içinde ve güvenle yolu­
m uza devam edebilm em izi sağlar. Dengeyi yitirirseniz, her
şans rüzgârı sizi y u m ruklar; beklenm eyen şeyler hayatınıza,
renk ve lezzet k atacağ ın a sizi telaşa boğar.
Lily P ons H aw aii'de b aşından geçen bir olayı anlatıyor;
sahneye çıktığında seyircilerin k ah k ah alarıy la karşılaşıyor.
K en d isin d en en em in insan için bile zor bir d u ru m d u r bu

156
kuşkusuz. Sahneye çıkan in sa n la rın belki de en çok k o rk tu k ­
ları şey, gülünç d u ru m a düşm ek, alay konusu olm aktır. Lily
Pons seyircinin niye güldüğünü a n la m a m ıştı. Sahneye çık­
m ad an önce aynaya bakm ıştı; o yüzden görünüşüyle ilgili
komik bir durum söz konusu olam azdı. Tam bir denge içeri­
sinde, dostça gülüm seyerek çevresine bakındı. Tam ü stü n d e
"Bu akşam güreş m ü sab ak aları var" diye yazan ilanı gördü.
H em en kıvrak zekâsını k u llan arak ellerini kaldırdı ve "Bay­
lar b ayanlar, güreşeceğim ilk rakip..." diyerek, ilk aryasının
adını söyledi. Seyirciler alkışladılar, k ah k a h alar kesildi.
K onserine başladı ve başarıyla sü rd ü rd ü . Bir parça m izah,
günü k u rta rm ıştı.

HUZUR IÇSET BİR MESETEDIR

S ü kûnet ve içsel denge başkası tarafından sağlanabile­


cek bir şey değildir, içten gelir. D on Blanding Mutluluk İçsel
Bir Meseledir adlı bir k itap yazm ıştı. H u z u r için de aynı şey
geçerlidir. "Akıllı adam kalbinin içine bakar ve sonsuz h u z u ­
ru bulur" diye eski bir deyiş vardır.
"Sizden ve p ren sip lerin izin zaferinden başka hiçbir şey
size h u zu ru getirem ez" diyor E m erson. "Sükûnet ve güven
gücünüz olacak" diyor bir peygamber. Güvenliğimiz T a n rı'
n m d ır. Dış çevreden etkilenm eyen içsel d u ru m d u r. İçim izd e­
ki T a n rı, evrenin sonsuz h u z u ru d u r.
İçsel denge geliştirm eye ve karşılaştığınız her d u ru m d a
dengeli bir biçimde davranm aya k arar verin. Hiç ara v erm e­
den aynı ritim le, tik tak , tik tak, tik tak diye çalışan saati
d ü şü n ü n . H içbir şey saati rah atsız etm ez. C addenin g ü rü ltü ­
sü n e, kam yonların, spor a ra b a la rın gürlem elerine, siren çığ­
lık ların a, jetlerin çıkardığı seslere tepki gösterm ez. R obert
Lovus Stevenson şöyle yazmış: "Sakin kafalar şaşırtılam az
veya k o rk u tu lam az, kendi özel adım larıyla m utlu veya m u t­

157
suz yollarına devam ederler; gök gürlerken çalışmayı sü rd ü ­
ren bir saat gibi."
"insan kafasında cenneti ceh en n em e, cehennem i c e n n e ­
te çevirebilir" demiş M ilton. Sakin bir kafadan daha değerli
bir şey yoktur.
"Kulağa hoş geliyor" diyebilirsiniz. "Ama kendim i e n d i­
şelenm ekten nasıl alıkoyabilirim? D üşüncelerim i d u rd u ru p ,
onları kafesteki bir sincap gibi daireler çizerek dolaşıp d u r­
m a k ta n nasıl vazgeçirebilirim?"

GELİŞMİŞ TEPKİLER OLUŞTURUN

H epim izin dengemizi yitirdiğimiz anlar vardır. Böyle


z a m a n lar için aklım ızda ileri seviyede tepkiler oluşturm uş
olm am ız önem lidir. Ortalığı "dağıtmak"la övünenler önce
kendileri p arçalan ırla r. K aostan bahsedenler kaosu sık ve
düzenli olarak yaşarlar; ama huzurlu olanlar sakin bir şekil­
de "Bu beni etkilem ez; hiç rahatsızlık duym uyorum " deyip
geçerler.

P S İK O JE N E Z Y E RAHATLAMA

Psikojenez sayesinde her şeyin düşüncede başladığını


öğrendik. R a h a tla m a , gerginlik, huzur ve denge hep birer
ruh halidir. Bilinç fikri oluşturur ve bilinçaltı kesinlikle
takip eder. Ellerinizi ensenize koyun ve işaret parm ağınızı
kaldırıp aşağı yukarı oynatın. Bu hareketi göremezsiniz,
am a var olduğunu bilirsiniz. Nasıl bilirsiniz? D eneyim leri­
nizden biliyorsunuz ki bedeninizin çeşitli bölüm lerine em ir­
ler verdiğinizde, bu em irlere ita a t ederler. P arm ağınıza bir o
yana bir bu yana h arek et etm esini söylediğinizde, o parm ağı­
nız üzerinde hakim iyet kurm uş olursunuz. P arm ağınız kar-

158
şılik verip, "Yorgunum, gerginim, sana ita a t edem em " de­
mez. Siz de böyle bir karşılık beklemezsiniz. Aynı şey bedeni­
nizin ve zihninizin her bölüm ü için geçerlidir. Hakim, olursa­
nız ita a t ederler. Zihinsel ve fiziksel ra h a tla m a , karşılaşılan
d u ru m lar üzerinde hakim iyet k u rm ak ta n ibarettir.

BEDEN SENFONİ ORKESTRASI G İB İD İR

Beden senfoni orkestrasına benzetilebilir. Siz orkestra


şefisiniz. H er en strü m a n bütün orkestra ile senkronize edil­
melidir. Şimdi vereceğim egzersiz, bedenin çeşitli bölüm leri­
ni ra h atlam ış bir b ü tü n e senkronize etm enize yardımcı ola­
caktır.
O rkestra şefi yalnızca b ato n u n u kaldırır ve tüm orkest­
ra direktiflerini takip etm ek için dengeli ve hazır hale gelir.
B atonun bir hareketiyle tüm grup m ükem m el bir uyum için­
de bir araya gelir. Bu egzersizi düzenli olarak yaparsanız, bir
gün gelir, "Gevşe" em rini verdiğinizde, bedeninizin her p ar­
çası bu em re uyar ve o anda rah atlarsın ız.

ETKİLİ BİRGEVŞEM E EG ZER SİZİ

Gevşedim. B edenim in her kası, her hücresi, her atom u


gevşedi. Bedenim üzerinde hakim iyet kuruyor ve şu emirleri
veriyorum:
Ayak p arm ak larım gevşiyor. (Ayak p arm aklarınızı eğin,
gerin, yukarı çevirin ve sonra bilinçli olarak serbest ve gev­
şek bırakın.)
Ayaklarım gevşiyor. (Ayaklarınızı gerin ve sonra gevşek
bırakın.)
Ayak bileklerim gevşiyor. (Ayak bileklerinizi gerin ve
sonra gevşek bırakın.)

159
D izlerim gevşiyor. (D izlerinizi gerin ve sonra gevşek bı­
rak ın .)
B aldırlarım gevşiyor. (B aldırlarınızı gerin ve gevşek bı­
rak ın .)
Kalçam gevşiyor. (K alçanızı gerin ve sonra gevşek b ıra­
kın.)
P a rm a k la rım gevşiyor. (P arm a k la rın ızı gerin ve sonra
gevşek bırakın.)
Ellerim gevşiyor. (E llerinizi gerin ve sonra gevşek b ıra­
kın.)
Kollarım gevşiyor. (K ollarınızı gerin ve sonra gevşek bı­
rak ın .)
Diyafram ım gevşiyor. (Diyafram ınızı gerin ve sonra
gevşek bırakın.)
Şimdi o m uzlarım ın gevşemesine izin veriyorum , ta şıd ı­
ğım tü m yüklerden k u rtu lm a sın a da. Boyun kaslarım ı gevşe
tiyorum (gerin ve gevşetin). G evşedim . Başımın üst kismi.
gevşedi... başım gevşedi... beynim gevşedi... zihnim gevşedi...
gözlerim gevşedi... yüzüm gevşedi (ifadenizi y u m u şatın )...
tü m bedenim gevşedi. Şimdi bu gevşemiş d u ru m d a kendim i,
içim deki M ükem m el G üce teslim ediyorum . Elayatm benim
hiçbir m ü d ah ale m o lm adan devam ettiğini anlıyorum ... Ken­
dimi bırakıyor ve Tanrı'ya teslim ediyorum!
Gevşem e yeteneği o kadar önem li ki size ikinci bir eg­
zersiz daha vereceğim. K endini-yönetm e egzersizi d ah a kısa
ve özlüdür. Eler iki egzersizde de birinci tekil şahsın k ullanıl­
dığına dikkat edin. B ilinçaltm daki benliğe em irler veriyorsu­
nuz. Bu egzersizleri ne kadar sık tek ra rlarsa n ız o kadar çok
alışkanlık halin e geleceğini u n u tm a y ın . Stres ve gerginlik
yerine gevşemeyi, ra h a tla m a y ı düşünm eyi alışkanlık haline
getireceksiniz.

160
KENDİNİ- YÖNETME

Tamamen, mükemmelen ve bütün olarak gevşedim. Be­


denimin tüm kaslarını, sinirlerini, kemiklerini ve dokularını
rahat bırakıyorum. Biliyorum ki, içimdeki Zekâ, bedenimin
nasıl kusursuz işleyeceğini, ilişkilerimin nasıl kusursuz işle­
yeceğini, hayatımın nasıl kusursuz işleyeceğini bilir, içimdeki
Zekâ'yı neyi, nasıl yapacağımı söylemesi için serbest bırakıyo­
rum. Doğru şeyleri doğru zamanda yaparak hayatımı kolay­
lıkla sürdürüyorum. Tüm tahriklerden uzağım. Hayatla tam
bir uyum içerisindeyim. Hiçbir şey beni sinirlendiremez.
Kimse beni kız.dıramaz.. Kendimi suçlamıyorum. Gelecekten
endişe duymuyorm. Tüm hareketlerimi, arzularımı, korkula­
rımı, üzüntülerimi, endişelerimi ve engellerimi içimdeki M ut­
lak Güce havale ediyorum. Tamamen rahatım.
15

E N D İ Ş E L E N M E Y İ B I R A K , YAŞAMAYA BAK

Sonuna dek çaba gösterin ve asla kuşkuya düşmeyin;


Hiçbir şey o kadar zor değildir, araştırın yeter.
ROBERT H E R R lC K

G elin eski um acıya, endişeye bir bakalım . Sanırım ç o ­


ğum uz ara sıra endişeleniriz. Eiepim iz aşırı endişelenen b in ­
lerini ta n ırız . Ç oğum uz, ailem izin sağlık ve m utluluğu bir
yan a, kendi sağlık ve m u tlu lu ğ u m u z için endişelenm ekten
vazgeçmek isteriz.

ENDİŞELENM E ALIŞKANLIĞINI A Ş M AK

G e çen lerd e zorlu bir endişe m üptelasıyla ilgili bir şeyler


duydum . Yakışıklı, iyi giyimli bir San F ran cisco 'lu beni gör­
meye geldi. Yardım a ihtiyacı vardı, çünkü karısı aşırı en d işe­
leniyordu. Adam artık d ay a n am ay ac ak noktaya geldiğini
söylüyordu. Ve sonra karısının en d işele rin in bir kısm ını sıra­
lam aya başladı. K adın kendi sağlığı, kocasının sağlığı, koca­
sının işi, p ara so ru n la rı, sahip oldukları p a ra , evli çocukları,
d ü n y a n ın d u ru m u , yani her şey k o n u su n d a endişeleniyordu.
A n la ttık la rın a göre kadın d ü n y an ın en iyi, en etkili, bir n u ­
m aralı end işelen m e m üptelasıydı.

162
Yıllar boyu karısını end işelen d irm em ek için herşeyi
doğru yapm aya çalıştığını söylüyordu ad am . S o n u n d a , görü­
n ü şte endişeye n ed en olan şeyden d ah a derin şeyler olduğu­
nu an lam ıştı. G ö rü n ü rd e endişelenecek bir şey olm asa da k a ­
rısı bulup çıkarıyordu bir şeyler. B unu önem siz bir şey için
karısıyla birlikte endişelenm eyi reddettiği gün anladığını
söyledi. Sürekli duyulan bu en d işen in o n u n sağlığına nasıl
z a rar verdiğini de görüyordu. Olaylar kontrolden çıkm ıştı.
Bir şey yapılm ası gerektiğini anladığı için b an a gelmişti.
Aslında hepim izin aşırı endişe duyduğum uz a n la r var­
dır. Bu yaygın bir sorun. "E n d işelen m ek ten vazgeç" kelim ele­
rin d e n d ah a çok k arşım ızdakinin kafasında d iren ç , karşı
koyma y a ra ta n iki sözcük d ah a var m ıdır? Ama, yine de k e ­
sinlikle öğrenm em iz gereken bir şeydir bu. E n d işelen m ek ten
vazgeçmek için dikkatim izi endişe y a ra ta n şeyden u zak laş­
tırm am ız ya da endişe y a ra ta n şeye karşı bakış açım ızı d e ­
ğiştirm em iz gerekiyor. B aşkalarının bize en d işelen m ek ten
vazgeçmemizi söylem elerinin gerçekten hiçbir yararı olm az.
B ıktırır o kadar.

ENDİŞE NEDİR?

E ndişe nedir? E n d işe, zih in d e dolaşan ince bir korku


ak ın tısıd ır, ne kadar uzun süre akarsa o kadar derin izler b ı­
rakır, y eterince uzu n ve u zm an ca endişelenirsek, so n u n d a
endişe nevrozuna yakalanm ayı başarabiliriz.
S orarım size, endişe h ay atın ıza ne kazandırdı? E n d işe ­
n in size bir yarar sağladığını gördünüz mü hiç? E ndişe hiçbir
şey başarm ış değil şimdiye kadar. S orunlarım ızı yapıcı bir
şekilde karşılam ak yerine endişeleniyoruz. E ndişeden daha
boş bir aktivite yoktur. B unu hepim iz biliyoruz, am a yine de
hepim iz bu suçu işliyoruz.

163
E N D ÎŞ E Ç IK M A Z SOK AK TIR

U çak tak i y e r im i a l m ı ş e m n i y e t k e m e r i m i b a ğ lıy o r d u m


ki bir s e s d u yd u m . " D r . A d d in g to n , t a m k o n u ş m a k i s t e d i ğ i m
i n s a n s ı n ı z . L o s A n g e l e s ' a g id iy o ru m v e b a zı a c i l k a r a r la r v e r ­
m em gerek iy o r . B a n a yard ım e d e r m i s i n i z ? E l i m d e n g e l e n i
y a p a ca ğ ım ı, am a k en d i k a rarların ı k en d isin in v erm esin in
d a h a iyi o l a c a ğ ı n ı s ö y l e d i m . B u n u a n l a d ı ğ ın ı s ö y l e d i ve s o ­
runlarını a n la t m a y a b a şla d ı. Bazı ö n e r i l e r d e b u lu n d u m . O
h e p s i n e " E v e t . .. a m a " d iy e r e k it ir a z l a r d a bulundu. H e r ö n e ­
rim b a s i t , d irek t v e i ş e y a ra rd ı. A n c a k o h e r s e f e r i n d e "E vet
... a m a " l a r ıy la it ir a z ed iy o r v e " g ö r ü y o r s u n u z , s i z de y a n ıt
b u la m ıy o r s u n u z " der gibi s ı n t ı y o r d u . Sonunda ta v siy eler d e
b u l u n m a k t a n v a z g e ç t i m . "O i s e , s o r u n l a r ım g e r ç e k t e n ö n e m ­
li, d e ğ il m i?" d e r c e s i n e , m e m n u n bir if a d e y le o tu r u y o r d u k a r ­
şım da.
A niden durumu k avrad ım . Y an ıt d e ğ il it ir a z arıyord u .
Çıkışsız düşünme biçimine saptanmıştı. Bu her düşüncenin
kör bir sokağa ç ı kmas ı ydı .
Başka bir d ü ş ü n c e ç ı km a z ı da, "O z a m a n ne ol ur ?" şek­
l i n d e d i r : î ş i a t a m a z s a m n e o lu r? H a s t a olur işi b ıra k m a k z o -
r u n d a k a l ı r s a m ne olur? B a ş a r a m a z s a m ne olur? Evlilik yü­
r ü m e z s e ne olur? O k a d a r çok "o z a m a n ne o l ur ?" l a r var ki;
a m a h ep si de boş. D ü ş ü n c e ç ı k m a z l a r ı n d a n k u r t u l a l ı m . Bu,
ç ı k ma z sokağa girip s o n r a da p a r m a k l ı k l a r d a n a t l a m a y a ç a ­
l ış maya benzer.
Büyük sorunlarım ız olduğunu kanıtlamaya çalışmak­
t a n vazgeçel im. D ü ş ü n c e ç ı k m a z ı n d a n çıkış yolu, d ü ş ü n c e b i ­
çi mi mi z i d e ğ i ş t i r m e k t i r . Aklin t ü m y a n ı t l a r a s a h i p o l d u ğ u n u
u n u t m a y ı n . H e r g ü ç l ü k t e n bir çıkış yolu o l d u ğ u n u bilin. " D ü -
şünce"yie h e r şeyin m ü m k ü n o l d u ğ u n u bilin. E v r e n s e l Zekâ'
m n h a y a t ı m ı z a yön v e r m e s i n e ve y ö n e t m e s i n e izin verdiği­
m i z d e i m k â n s ı z diye bir şey y o k t u r . O, y a n ı t l a r ı s a ğ l a m ak l a

164
k a lm a z, bu y a n ıt la r ı n y a ş a m ı m ı z d a iyi d e n e y i m l e r e dönüş­
m e s i n i n y o lla r ın ı da a ç a r .

E N D İ Ş E D Ü Ş G ÜCÜ NÜ N O L U M S U Z KULLANIMIDIR

Z ih n im iz in im g elem e m elek esin i y a p ıc ı ya da y ık ıc ı


y ö n d e k u lla n a b iliriz. E n k ö tü o l a s ı l ı ğ ı d ü ş l e r s e k , bu e n d i ş e ­
dir ve y ık ıcıd ır. D o ğ r u , e n d i ş e d u y d u ğ u m u z ş e y l e r a r a s ır a
g e r ç e k l e ş i r l e r , a m a e n d i ş e b a z e n o l a y ı n k e n d is i k ad ar z a r a r lı
o lu r. O l u m l u d ü ş ü n c e doğru v e m ü k e m m e l e y l e m e g e ç i ş y o l u ­
dur. O l u m s u z d ü ş ü n c e , a k lın y a r a t ı c ı s ü r e c i n i n s e r b e s t a k ı ş ı ­
nı e n g e l l e r . E n d i ş e b u la ş ıc ı d ır v e izin v e r i l i r s e m e n z i l i n e g i ­
ren h e r k e s e b u la şab ilir. Ş a n s l ı y ı z ki, i n s a n h a s t a l ı k l a r a b a ğ ı ­
şık lık k a z a n d ığ ı gibi e n d i ş e y e k a r ş ı da b a ğ ış ık lık k a z a n a b i ­
lir.

ENDİŞEYLE NASIL BAŞA ÇIKILIR

Aynı a n d a iki ş e y d ü ş ü n e m e y e c e ğ i n i z i biliyor m u s u n u z ?


B a z e n ö y l e hızlı d ü şü n ü rü z ki a y n ı a n d a birçok ş e y d ü ş ü n ü -
y o r m u ş u z gibi g e lir ; a m a a s l ı n d a bir s e f e r d e y a ln ı z bir d ü ­
ş ü n c e ü z e r in d e dik k at y o ğ u n l a ş a b i l i r . B ir d a k ik a i ç i n d e yü z
elli fikir y a da d ü ş ü n c e g e ç e b i l i r a k lı m ı z d a n a m a s a n i y e d e n
a z bir z a m a n i ç e r i s i n d e de o l s a , h e r s e f e r i n d e bir d ü ş ü n c e y i
d ü şü n e b ilir iz a n c a k . Bu yüzden en d işen in a k lı m ı z a g i r m e s i ­
n e izin v e r d iğ i m i z d e , G ü ç ' l e dolu o lu m lu bir d ü ş ü n c e y i d ı ş l a ­
m ı ş o lu r u z .

Ş i m d i s i z de ben de b iliyoru z ki b irço k fiziksel h a s t a l ı ­


ğın t e m e l n e d e n i e n d iş e d ir ; b iliy o ru z ki e n d i ş e en derin a r z u ­
la r ı m ı z a t a m a m e n k a rşı o l a n o l u m s u z d ü ş ü n c e l e r e k a p ı l m a ­
m ı z a n e d e n olur. E n d i ş e h er b a k ım d a n bir so r u n y a r a t ı c ı d ı r .
E n d işen in ü stesin d en gelm en in ilk a d ım ı, en d işen in hiçbir

165
şey k az a n d ırm a d ığ ın ı, sahibine za rar verdiğini, en büyük a r ­
zularım ızın gerçekleşmesine engel olduğunu, uzun vadede
hayatım ıza" olumsuz etkileri olacağını kabul etm ektir. Bu
gerçekleri kabul ettik mi endişe alışkanlığından k u r tu lm a ­
nın gerekliliğini anlam aya başlarız.
Endişeli düşünce kalıplarının m e r h a m e t i n e ihtiyacımız
yok. Ü s te s in d e n gelmek için yapabileceğimiz bir şeyler var.
E ndişenizle yüzleşerek ona, "Senden korkm uyorum . Bir şey­
ler olmaya çalışan bir hiçsin sen" deyin.

E N Y A Y G IN DÖRT ENDÎŞE

Yaygın endişelerimize göz a tıp , onlar için b u n ca za m a n


h a rc a m a y a değip değmediğini a n la m a k bazen yararlı olur.
1. Yarınki ihtiyaçlarımızı karşılam ak için yeterli para
olmayacağı endişesi (Şöyle ya da böyle bugün h a y a tta kal­
mayı başarırız).
2. G elecekte beden sağlığının yitirileceği endişesi.
3. Z ihin sağlığının yitirileceği endişesi.
4. Yalnız bırakılacağımız, reddedileceğimiz ve aldır
edilmeyeceğimiz, sevgi ve a rk ad aşlık tan yoksun bırakılacağı­
mız endişesi.
D ö r d ü n ü n de yarınla ilgili endişeler olduğunu görüyor­
su nuz. Biraz d ü şünürsek bu dört endişenin de n a d ire n ger­
çekleştiğini a n l a n z . Enerjimizi yapıcı bir biçimde kullanm ak
yerine endişelenerek boşa harcıyoruz.
Parasız kalm akla ilgili endişeyi ele alalım örneğin. Bazı
in s a n la r para için endişe d u y m a n ın akim gerekli bir aktivi-
tesi o lduğunu, para için endişelenmezlerse sahip olduklarını
kaybedeceklerini d ü şünürler. Diğerleri endişenin t u t u m l u ­
lukla birbirini tam am ladığını ve endişenin gelecek için yeter­
li birikimi sağlama d ü rtü sü olduğunu d ü ş ü n ü rle r. Şimdi e n ­

166
dişelenerek gelecekte endişelenm ek zoru n d a kalm ayacakla­
rına inanırlar.
ilginç olan şu ki bir kez endişelenmeye başlandı mı e n ­
dişe duyulan şey önem ini yitirir. Bulmak için her taşı kaldır­
m am ız gerekse bile h er z a m a n endişelenecek bir şey b u lu ­
n u r. O eski endişelenm e h u y u n u bir kez kazandık mı e n ­
dişelenecek bir şey bulm ak hiç zor olmaz.
G e n ç bir çift h atırlıyorum . K adın sab a h ta n akşam a k a ­
dar endişeli ve perişandı. Sürekli olarak yüksek sesle endişe­
leniyordu. Sesiz kaldığı z a m a n ise kocası gülerek şöyle so ra r­
dı: "Millie, b u n d a n sonraki endişelerini mi plânlıyorsun?"
G eçen gün iki kadın arasındaki bir konuşm aya kulak
misafiri oldum. K a d ın la r d a n biri çoğu za m a n suçluluk h is ­
settiğini söyledi. Birçok şeyden suçluluk hissettiğini, am a al­
dırm adığını, çünkü suçluluk duyunca kendisini iffetli, e r­
demli hissettiğini söyledi. Öteki kadının verdiği yanıt daha
da ilginçti: "Ben her z a m a n endişeleniyorum , am a aldırm ıyo­
ru m ; çünkü endişelendiğim z a m a n çok sigara içiyorum ve
çok sigara içince de kilo almıyorum." Bu da bir bakış açısı.
Bu kadar çok olumsuz örneğe dalm am ın n e d e n in i m e ­
rak ediyor olabilirsiniz am a b u n la r en d işelenm enin ne kadar
aptalca olduğunu an la m a y a yardımcı olur. Endişe alışkanlı­
ğının üstesinden gelm enin ilk adım ı o n u n la işinizin bittiğini
kabullenm ektir. Tıpkı bir sigara tiryakisinin sigarayı bırak­
maya ya da bir alkoliğin artık içmemeye karar vermesi gibi,
"Endişelenerek vaktimi boşa harcam ayacağım artık" dem eli­
siniz. Kötü bir alışkanlıktan vazgeçerken olduğu gibi o n d a n
vazgeçmeye istekli olmalıyız. Bir tabağı m a sad a n kaldırıp
m utfaktaki rafa yerleştirdiğimiz gibi endişeyi alıp " dokun­
mayınız" dosyasına yerleştirmeliyiz.

167
E N D İ Ş E L E R İ N D E N SIYRILMAYI B A Ş A R A N B İR K A D IN

işte bir kadının endişelenme alışkanlığını nasıl yendiği­


nin hikâyesi. Onu öylesine etkili karşılamış ki, hayata yakla­
şımını t a m a m e n değiştirmiş. Endişe duyma eğiliminde oldu­
ğu şey ne olursa olsun meseleyle ilgilenecek iki küçük sözcü­
ğü vardı: "Tanrı orada."
Parayla ilgili endişeler duymaya başladıysa şunu düşü­
nüyordu: "Tanrı orada. Sınırsız Bolluk orada. Doğru ve tam
z a m a n ın d a ne yapmak gerektiğini bilen Zekâ ve Bilgelik
orada. Tanrı sınırsız Bolluğun Kaynağı'dır. Atmam gereken
adım lar varsa ilahi Zekâ ne yapm am gerektiğini bilir ve b a ­
na doğru yolu gösterir. T anrı ihtiyacım olabilecek tüm fikir­
lerin Kaynağı'dır ve T anrı oradadır. E ndişelenm em e hiç ge­
rek yok."
Sağlığıyla ilgili endişeler duymaya başlarsa, kendisine
aynı ruhsal ilacı veriyordu "Tanrı orada". O nun için bu c ü m ­
le şu anlam a geliyordu: "T an rı'n m M ükem m el Hayatı b e n im ­
le birlikte. O Öz'le birlikte yaşıyor, harek et ediyor ve var olu­
yorum. Tanrı benimle yaşıyor ve ben bir b ü t ü n ü m . K o rk m a­
ma hiç gerek yok".
Kadın bu küçük dualara minik tedaviler adını vermiş,
işe yaradığını söylüyor. O günden sonra endişelenme alış­
kanlığından vazgeçmiş. Bir gün, endişelenm enin Tanrı'yı i n ­
kar etm ek olduğuna, T a n r ı'n m ona göz kulak olamayacağını
düşünm ek olduğuna, T a n r ı'n m varlığını anlam ak için h a r c a ­
mak yerine endişelenerek h a r c a n a n her dakikanın bir kayıp
olduğuna karar vermiş anid en . T a n n ' n m varlığını inkâr e t ­
mek, insanı yalnızca tü m iyiliklerden uzaklaştıran bir a p t a l ­
lık değil, aynı z a m a n d a , tüm iyiliklerin yaratıcısını aşağıla­
m aktır. Bilimsel duayla; O'na tam olarak güvenerek; O' n u n
M ükem m el Yaşamının, M utlak Varlığının, M utlak G ü c ü n ü n
ve Alimliğinin, yaşamının her a n ın d a ilahi doğru h a rek et ol­

168
duğunu bilerek Tanrı'yı en yüksek noktaya çıkardığını söylü­
yor kadın. M utlak Varlığa in an arak bugün olduğu gibi gele­
cekte de her şeyin yolunda gideceğini biliyordu. Bu düşünce
yapısına sahip olduktan sonra endişeyi kapı dışarı etti. Aynı
anda endişelenmek ve güvenmek olanaksızdı.

ENDİŞE ÇÖZÜM DEĞİLDİR

D u ru m çok kötü görünebilir, hiç önemli değil. Beş p a r a ­


sız, yalnız, sevilmeyen, dışlanmış bir insan olabilirsiniz. E n ­
dişe çözüm değildir. Eler şeyi m ü m k ü n kılan G üce dönmek,
ona yönelmek sorunu aşmaya yeter. Ona yükselen insan o
anki ihtiyacını karşılamakla kalmaz, canlılığın daha büyük
bir boyutuna adım atar. Endişenin üstesinden gelmek küçük
bir çaba ister, ama Tanrının orada olduğunu idrak etmek
için harcadığımız her çabanın -yan ü rü n le r diyebileceğimiz -
ekstra nim etleri vardır.

E N D İŞ E L E N M E K T E N VAZGEÇİP YA Ş A M AYABAŞLAMA-
N IN ÜÇ GÜZEL YOLU

Kısaca a n la tm a k gerekirse, endişelenm ekten vazgeçme­


nin üç güzel yolu vardır.
1 . T a n r ı'n m orada olduğunu anlam ak
2. Olumlu düşünm eye çalışmak
3. Yol gösterilmesi için dua ettikten sonra olumlu tavır
takınm ak.
Kendi kendinize şunları söyleyin:
"H ayatım da doğru hareketlerin yer aldığına inanıyo­
rum."
"T anrı'nm M ükem m el Hayat'ı benimle yaşıyor."
"T anrı'nm hayatım daki G ü c ü 'n e inanıyorum ."

169
D üşün ce lerin izin geleceğinize şekil verecek kalıbı sağla­
dığını u n u t m a y ı n . Bugün h a k k ın d a d ü şündüklerim iz, bilin­
çaltına verilen iş emirleridir ve yaratıcı süreç onları gerçek­
leştirmeye başlar. Ne d ü şü n d ü ğ ü m ü z önemlidir. Geçmişteki
yanlış düşünceleriniz için kendinizi suçlamayın; bugünkü
düşüncelerinizi olumlu yönde kullanm aya çalışın. E ndişelen ­
meye başladığınızda Tanrı'yla k o n u ş u n ; sorunlarınız h a k k ın ­
da değil, gerçekleşmesini istediğiniz şeyler hakkında.
Üç n u m a ra lı adımı gözardı etm eyin. Yapılması gereken
yapıcı bir h a r e k e t varsa korkusuzca yapın. Çoğu insan o t u ­
rup yapılması gereken şeylerle ilgili t e r e d d ü t eder durur.
Yapın! Çekindiğiniz o telefon konuşm asını yapın. Ver­
m e k te n kaçındığınız o kararı verin. G id in ve uzun z a m a n d ır
m erak ettiğiniz arkadaşınızı görün. Erteleyip d u rd u ğ u n u z
dönem ödevini yazın. G ö rm e k te n k orktuğunuz m üşterinizi
arayın. Çoğu insan olumsuz hazırlıklarla, atılması gereken
adımı uzun u zun d ü şü n ü p kâbus haline getirerek h a r c a r z a ­
m a n ı n ı . S o n u n d a , içinde kendilerini kaybettikleri hayali du
ram larla te k r a r tek ra r m ücadele eder d u ru rla r, içimizdeki
G ü c e sırtımızı dayamak ve cesaretle ileriye adım atmak, en
dişelerimizi ardım ızda bırakm ak çok daha iyi. Şimdiye ka­
dar hiçbir şey endişeleri geliştirerek kazanılm am ıştır. Yeni
bir şimdi yap program ına başlayın. Bir şeyi y a p m a n ın , o şey
h ak k ın d a düşünü].' d u r m a k ta n bin kat d ah a kolay olduğunu
göreceksiniz. E m e rs o n 'u n dediği gibi, "gerekeni yap ve güce
sahip ol". B ugünden başlayarak yolu yapıcı düşünce ve eyle­
me açın. E n dişeden uzunca bir süre uzaklasın ve endişe duy­
m am ayı alışkanlık haline getirin. O nu kendinize borçlusu­
nuz. Tanrı hin orada olduğunu hep hatırlayın.

HER S O R U N U N BÎR Ç Ö Z Ü M Ü VARDIR

İ n s a n la r sık sık so ru n ların ın özel olduğunu ve çözümü

170
olmadığını d ü şü n ü rler. D u ru m öyle değil. H e r s o ru n u n y a n ı­
tı, tam olarak doğru bir çözümü vardır. Sizin vasıtanızla ça­
lışan Tanrı için hiçbir şey olanaksız değildir.
Bugün yaygın olan bazı sorunları ele alarak nasıl karşı­
lanabileceklerini görelim. îşte sık sık karşılaşılan so runların
listesi. Belki bazıları size de aittir.
Soru: Tedavisi m ü m k ü n olmayan bir hastalığım var,
doktorlar hiçbir çözüm bulam ıyorlar. M ahvoldum.
Yanıt: Tedavisi m ü m k ü n olm ayan hastalık yoktur. Eğer
Tanri her yerde m evcutsa, O 'nun Varlığı her kad ın ı, erkeği
ve çocuğu sarar. G e rç e k te asıl siz. asla hasta olmazsınız, gü­
n a h işlemezsiniz, acı çekmezsiniz. Yanlış kavram tedavi edil­
di mi bedende de b u n a paralel bir değişiklik olur. H e r çeşit
hastalığın iyileşebildiğini gördüm . T a n r ı'n m her şeye m u k t e ­
dir olduğunu bilin yeter. Ruhsal bir bilince sahip olmaya çalı­
şın ve bedeniniz T a n n 'y ı yüceltsin.
Soru: G eçim im i sağlamaya yetecek p aram o lm a m a s ın ­
dan endişeleniyorum. Çalışan insanın zengin olabileceğini
söylüyorsunuz, çok güzel am a ben emekliyim. Bu d u ru m d a
daha fazla parayı nasıl kazanacağım?
Yanıt: Em eklilerden aldığım m ektupları görebilmenizi
isterdim . Bu insan lar asıl K a ynak'larina yöneldiklerinde hiç
u m u lm a d ık yerlerden gelen p a ra la ra şaşıp kalıyorlar; azaldı
sanılan para, çeşitli kaynaklar ve hediyelerle artıyor. Aklımı­
zı alm ak üzere açarsak o kadar çok yanıt var ki. T a n r ı'n m
farkında olmadığımız birçok çözüm yolları var, am a kafamız
endişelerle dolu olduğu sürece asla bulamayız onları. Bilinci­
nizi Bolluk d üşüncelerine yükseltin ve yaşam koşullarınız
kısa z a m a n d a iyileşecektir.
Soru: K a rar verm ekte güçlük çekiyorum. H a ta y ap m ak ­
t a n korkuyorum. Yanlış karar verirsem ne olacak?
Yanıt: K a rar verm e k ten korkan insan, hep yenilgiyle

171
son b u lan h a y a li y o l l a r d a sa a tle r c e b o ş y e r e g e z e r durur.
D o ğ r u kararı v e r m e k t e k e n d i n i z e g ü v e n e m e y e b i l i r s i n i z , a m a
i ç i n iz d e k i s ı n ır s ı z Z e k â ' y a g ü v e n m e l i s i n i z . îla h i bir g ü ç t a r a ­
fından y ö n l e n d i r i l e c e ğ i n i z i bilin ve g e ld i ğ i z a m a n Yol G ö s t e -
r ic i'n iz e g ü v e n in .
S o r u : Ö ğ r e n c i y i m . S ı n a v l a r d a p a n iğ e k a p ılıy o r u m . K a ­
fam b o şa lıy o r san k i. S ın a v la r için en d işelen m ek ten nasıl
k u r t u l a b il ir i m ?
Y anıt: Ö ğren cilerin Tanrı'nın orada olduğunu, i ç i m i z d e
ve b iz im le ça lıştığ ın ı k a n ıtla m a k için h a r ik a bir fırsa tla rı
var. İsa'nın Kendi başıma hiçbir şey yapamam; içimdeki
Tanrı işleri yapar d e d iğ in i h a t ı r l a y ı n . S i z y a n ı t l a r ı b i l e m e y e ­
b ilir s in iz , a m a T a n rı a s l a ş a ş ı r m a z . Ş u a n d a b ilin en ve g e l e ­
c e k t e ö ğ r e n i l e c e k h e r ş e y i Y üce Akıl z a t e n biliyor. Akıl h er
ş e y i bilir. İ s a ' n ı n s ö z l e r i n i ş ö y l e de s ö y l e y e b i l i r i z : "Kendi b a ­
ş ı m a hiçbir ş e y y a p a m a m ; iç i m d e k i B i l g e iş le r i y ap a r." İ ç i ­
n iz d e k i B i l g e ' y e g ü v e n m e y e b a ş l a y ı n ; h a y a t ı n ı z ı n n a s ı l d e ğ i ­
şip r e n k l e n d i ğ i n e ş a ş a c a k s ı n ı z . H iç d ü ş ü n m e d i ğ in i z fikirler
g e lec ek a k lı n ız a . F ik ir le r b e k le n m e d ik şek ild e g elec ek ler.
M u t l a k G ü c e in a n ı n , a s l a d ü ş k ırık lığ ın a u ğ r a m a z s ı n ı z . O,
ö ğ ren ciler, işa d a m la rı, y a z a rla r , m ü zisyen ler, aktörler, ev
k a d ın la r ı, h e r k e s için ç a l ı ş ı r . A s l a a y ırım y a p m a z . K en d in iz i
ila h i G ü c ü a lm a k için a ç ı n , bir d a h a a s l a e n d i ş e l e n m e z s i n i z .

KENDİNİ- YÖNETME

Korkmuyorum.
Bugünü yaşıyorum.
Geleceğin ihtiyaç duyacağım her şeyle donatılacağına
güveniyorum.
Tanrı'nın orada olduğunu bilerek her günü geldiği gibi
karşılayacağım.

172
16

K O R K U SİZİ Y E N M E SİN ,
SİZ KORKUYU Y E N İN !

Cesaretin en korkunç düşmanı, korkunun kendisidir,


korkulan şey değil; içindeki korkuyu yenmeyi başarabilen
insan en büyük kahramandır.
GEO RG E M A C D O N A L D

K orku i n s a n l ı ğ ı n bir n u m a ra lı d ü ş m a n ıd ır . E le r n e s i l d e
e n a z ın d a n b irk aç b ü y ü k adam, korkunun kendisinden başka
korkulacak bir şey olmadığını hatırlatır bi z le r e. E la l k ı nı
k or ku v a d i s i n d e n ç ı k a r m a y ı b a ş a r a n bir güçl ü i n s a n b ü y ü k
saygı g ö r ü r .

Sir W i n s t o n C h u r c h i l böyle bir a d a m d ı . I I . D ü n y a Sava­


şı s ı r a s ı n d a k i b ü y ü k liderliği h e p h a t ı r l a n a c a k t ı r . E l i n i k a l ­
dırarak ünlü zafer i ş a r e t i n i y a p t ı ğ ı n d a , onu g ör e n herkes
gücü ve c e s a r e t i n d e n , b a ş a çı kılmaz kazanma arzusundan
i l h a m a l ıy or d u . K o r k u n u n bulaşıcı o l d u ğ u doğ ru , a m a ce sa­
r et için de aynı şey geçerli. Churchill cesaretle y aş ama yı
seçti ve et ki si b u g ü n bile hiss edili yor. Ö l ü m ve felaket sevgili
L o n d ra ' s ı n ı t e h d i t e t t i ğ i n d e day an d ı. O n u n inancı yüzü nden
İngiliz h a l k ı da o n u n l a bi r l i kt e d a y a n d ı , i ç i n için kuşkuya
düştüğü anlar o lm u ş tu r m u tlak a . C e s a r e t i ve v a t a n sevgisi
sa ye s i n de o k u ş k u l a r ı n ü s t e s i n d e n gel meyi b a ş a r d ı .

173
KORKU NEREDEN KAYNAKLANIR?

Tarın, bize korku değil güç, sevgi ve sağlam bir akıl


verdi. (II. Timothy 1:7). O zam an korku nereden kaynaklanı­
yor. Tüm insanların ortak bir temel korkusu yoktur; tüm
korkular sonradan kazanılmıştır. İnsanoğlunun kazandığı
tüm bu korkular T a n r ı'n m anlaşılmasıyla -insanın içindeki
sevgi, güç ve sağlam akılla- o rta d a n kaldırılabilir.
Birine "Korktuğun herhangi bir şey var mı?" diye sordu­
ğunuzu d ü şünün. M u h te m e le n "Tabi ki hayır!" diyecektir.
Korkularımızı kabul etm ek istemeyiz, çünkü böylece zayıflı­
ğımızın ortaya çıktığını düşünürüz. Ama aynı kişi, tekrar
düşündüğünde korktuğunu kabul edip, "Şey, otoyollardan
korktuğum u söyleyebilirim" ya da "bugünlerde trafik çok kö­
tü ve gece geç saatte karanlık bir caddede yürüm ekten de
korkuyorum; geçen gün birinin başından vurulduğunu oku­
dum da" diyebilir. Bir süre sonra kendisinin bile bilinçli ola­
rak şimdiye kadar düşünmediği bir sürü korkusu çıkar o rta ­
ya. Yüzeysel kabadayılıklarla bilinçaltının derinliklerine
göm m üştür korkularını; ama derinliklerde saklı bu korku
zinciri mantıksız endişeye, hayatındaki önemli korkulara
parmağını bile dokunduram ayacağı durum a düşmesine n e ­
den olan genel bir huzursuzluğa dönüşm üştür.

ÖZGÜRLÜK DIŞ ETKENLERE BAĞLI DEĞİLDİR

Gelmiş geçmiş en büyük insanlardan biri olan, T anrı-


insan'ı yaşayarak bize örnek olan İsa, öğretilerinin çoğunu
k o rk u n u n üstesinden gelmeye yöneltmiştir.
Kalbinizin tasalanmasına, korkmasına izin vermeyin.
Korkmayın küçük sürü; çünkü evreni size vermek Tanrı için
zevktir. (John 14:27), (Luka 12:32).

174
îsa cesaretin ne olduğunu biliyordu. Yaşadığı ülke işgal­
ciler tarafından ele geçirildi. Romalı askerler ele geçirdikleri
topraklardaki insanların kendilerini korum alarını ve yiyecek
sağlamalarını istiyorlardı. Isa bireysel özgürlüğün insanın
içinde olması gerektiğini, özgürlüğün dış etkenlere bağlı ol­
madığını öğretti. Bahsettiği krallık, tüm kuşkuların üstesin­
den gelen ve insanı özgürleştiren Güç ve Z ekâ'nm anlaşılm a­
sı yoluyla kazanılan içsel hakimiyettir.

CESARET KAZANACAKTIR - CESARET T A N R ID A N D IR

İsa za m a n ın d a olduğu gibi bugün de insanlar gelecek­


ten korkma eğilimindedirler. Şimdi Romalılar değil, diktatör­
lükler özgürlüğümüze meydan okuyan tecavüzlerde b u lu n u ­
yor görünüyorlar. Korku çözüm değil. Çözüm yine cesaret.
Sağlam d u run. Cesaretiniz bulaşıcı olacaktır; yayılacak ve
diğer insanları etkileyecektir, inancınız sizi tanıyan herkese
güç verecektir. Cesaret kazanacaktır, çünkü cesaret Tanrı'
dandır. "Dünyayı sarsan gerçek yine yükselecektir." Tanrı
mutlak güçtür. Sonsuz Zekâ'nm sizin vasıtanızla çalıştığını
bilin. D ü şm an ne olursa olsun güç yanılmaz. Tanrı tek G üç'
tü r ve Tanrı G ücü sizin vasıtanızla yaşar.

KORKUYLA NASIL BAŞA ÇIKMALI

Bunu u n u tm a y ın , korkuyla m antık yürütemezsiniz.


Korku bir duygudur. Makul veya akılcı değildir. H er zam an
için korkulacak bir şey vardır ve bu şey hakkında gerçek ol­
mayan duygular geliştiririz. Korku abartılı hale gelir. K orku­
larınızla m an tık yürütemezsiniz, ama onları açığa çıkarabilir
ve ne olduklarını görebilirsiniz -bir şey olmaya çalışan bir hiç
olduklarını. Sonra G erçekle başlar ve m antıklı karar verebi­
lirsiniz. H e r sorunun içinde gizlenmiş bir çözüm vardır. Her

175
k o rk u n u n bir çözümü vardır; bu çözüm sorunla ilgili gerçek­
te b u lu n u r. Onu bulm ak için korkuyla yüzyüze gelmeye ve
onun hiçliğini kanıtlam ay a istekli olmalıyız.

KORKUSUYLA YÜZYÜZE G E L l P Ü S T E S İN D E N G E L E N BÎR


ADAM

Doğduğum G üney to p ra k la rın d a derin ve geniş birçok


nehir vardır. Bu n e h irle rin bazılarında, y ak a la n an lar için
son derece tehlikeli olduğu söylenen girdaplar vardır. Çok az
insanın o n la rd a n sağ çıkabildiği söylenir.
Bir gün genç bir adam neh ir kıyısında dikilmiş, bir gir­
dabı gözlüyordu. G ird a p tarafından yutulup birkaç saniye
sonra te k ra r ortaya çıkan bir kütüğü seyrediyordu. Kendisi­
ne sordu, "insan neden gird ap ta n korkm a ihtiyacı duyar?"
Birkaç dakika d ü ş ü n d ü k te n sonra soyundu ve suya daldı.
K orkusunu yenip suyun kendisini taşım asına izin verdi.
D ö n d ü d u rdu. Sonra kollarını yana açıp nefesini t u t t u ve
aşağıya doğru b attı. Birkaç dakika sonra girdabın biraz ö te ­
sinde, güvenli su yüzeyine çıktı. Kıyıya doğru yüzerken k e n ­
disini zafer kazanm ış gibi hissediyordu. Artık girdaplardan
korkm asına gerek yoktu. Kendi kendine şöyle düşündü: "Bir
şey hak k m d ak i gerçeği bildin mi korkacak bir şey kalmaz."
Yaşadığı bu deneyim ona yalnızca girdaplardan kork­
mamayı değil, aynı z a m a n d a hayatı nasıl karşılamak gerek­
tiğini de öğretti. H a y atın belli bir düzene bağlı olduğunu,
belli yasalarla yönetildiğini kan ıtlam ak için gereken riski
göze almaya istekliydi. G irdaba girmek ve güvenle su ü stüne
çıkmak için gereken güveni Bilgelik ve Sevgi'ye güvenerek
buldu. Yolun her a d ım ın a güvenmek zorundaydı. Bir an pa­
niğe kapılsaydı kendisine büyük zararlar verebilirdi. Panik
şaha kalkmış korkudur ve korku her z a m a n korkulan şey­
den daha fazla zarar verir.

176
SE V G İ KORKUYU D E F E D E R

îşte k o rk u n u n hayatım ızdaki rolünü gösteren başka bir


hikâye: Bir ad a m ın çok sevdiği küçük, üç aylık bir D o berm an
P inscher köpeği vardı. îşi nedeniyle başka bir kente ta ş ın ır­
ken köpeği bir arkadaşına verdi. Bir yıl sonra aynı yere d ö n ­
düğünde yapm ak istediği ilk şey tabii ki köpeğini görmekti.
Arkadaşının evinin etrafındaki yüksek çiti ve kapıdaki zili
görünce çok şaşırdı. Zilin ev sahibinin dikkatini çekmek için
olduğunu biliyordu; ancak, köpeği s u n d u r m a d a görünce ses­
lendi ona. Köpek hiçbir tepki gösterm edi, adam da içeri girip
köpekle konuşmaya karar verdi. K apıdan içeri girdiğinde k ö ­
peğin tüyleri kabardı ve hırlam aya başladı. Adam korkusuz­
ca yaklaşmaya devam edince köpek sakinleşmeye başladı.
Adam s u n d u rm ay a vardığında köpek kuyruğunu sallıyordu.
Adam kapıyı çalm adan önce birkaç dakika oynadılar. Arka­
daşı kapıyı açtı ve onu sevgiyle selâmladı. Birkaç dakika k o ­
n u ş t u k t a n sonra birden ev sahibinin yüzü sarardı, "Köpek?"
dedi. "Bahçeden doğruca y ü rü d ü n ve köpeğin ö n ü n d en geçtin
öyle mi?" "N ed en , evet, elbette" diye yanıtladı ziyaretçi.
"Prens ve ben eski arkadaşız. Önce t a n ım a d ı beni, am a uzun
sürm edi bu."

"O P ren s değil" dedi beriki. "Sen gittikten kısa bir süre
sonra P rens öldü; biz de ona benzer başka bir köpek aldık,
am a bu bir katil. G ördüğün o yüksek çitin nedeni bu."
Korku olmadığı için tehlike yoktu. Sevgi aradaki u ç u r u ­
ma köprü o lu ştu rm u ştu . Adam giderken arkadaşının kapıya
kadar refakat etm e teklifini re d d e tti. K a pıda n geçerken k ö ­
pek ona baktı ve hafifçe hırladı. Adam birden korkuya kapıl­
dı. D üşünm eye başladı, "Bu benim köpeğim değil. Bu bir
katil." G iderek hızlanm aya başladı, kapıya tam za m a n ın d a
vardı. Bahçeye ilk girdiğinde köpeğe duyduğu sevgi bulaşı­
cıydı. Köpek bir katil olmasına rağmen dostça karşılık ver-

177
misti. G eri dönerken ise adam korku ve endişe duyduğu için
köpek de aynı şeyi hissetmiş ve korkuyla karşılık vermişti.
Sık sık dış şartlar ta ra fın d an yönetilmemize izin veri­
riz. Adam, köpeğin bir katil olarak tanındığını duyunca gü­
venini kaybetti. Varlığının gerçeği'ni bilse ve güvenseydi,
sevginin korkuyu defettiğini ve bizi hayatla bütünleştird iğ i­
ni kanıtlayabilecekti. K o rk u n u n aldatıcı yönleri vardır. H e r
z a m a n korktuğum uz şey ta ra fın d an aldatılırız. B urada k öpe­
ğin ünüydü, başka bir z a m a n kom ünizm tehdidi veya ölü-
m ü n g ö lg esi o la b ilir.

KORKU DÜŞMANIN SAHİP OLDU ĞU EN GÜÇLÜ SİLAHTIR

D ü şm a n ın ız ın kim ya da ne olduğu hiç önemli değil,


o n u n en güçlü silahı sizin k o rk u n u z d u r. Bu d ü ş m a n d a n
korkm aya başladığınız an sizden güçlü d u ru m a geçer. Eski
bir kitabe b u n u gösteriyor. Şöyle ki:
Ölümle karşılaştım. S o rd u m , "Nereye gidiyorsun?"
Ölüm yanıtladı, "Benares'e gidiyorum."
"Oraya neden gidiyorsun?" diye sordum .
"Bin kişiyi öldürm ek için."
Ertesi hafta yine karşılaştım Ölüm'le.
Ölüm'e sordum , "Benares'e bin kişi öldürm ek için git­
m edin mi? Anladığım kadarıyla yüz bin ölü var."
Ölüm gülümsedi ve "Ben bin kişi öldürdüm " dedi, " G e r i ­
sini korku öldürdü."
Bu k o rk u la n n bazılarına bir göz atalım . B akarken t a n ı ­
maya başlayacağız o nları. T anıdıkça da kurtulacağız o n la r­
dan.

178
ÖLÜM K O R K U SU N U YENMEK

"Korkaklar bin kez ölür" derler. Eler korku küçük bir


ölüm dür. Tem elde h er korku bir ölüm korkusudur. Ö lüm den
k o rkm akta n k u rtu lu rsak hayatla korkusuzca yüzyüze gelebi­
liriz. Ölüm e "son düşm an" denir; aslında o yenm em iz gere­
ken ilk d ü şm an d ır.
Ölüm gerçekten bir düşm an mı? Yok etm em iz gereken
aslında ölümle ilgili duygularımız değil mi? Ölüm sadece b e ­
dene gelir. R u h a d o k u nm az. Ölümle ilgili inancım ız değişirse
ölüm bir d ü şm an o lm ak tan çıkar. Elayata hiçbir şey olamaz.
Elayat ölmez. İnsa n b u n u anladı mı, ölüm ona hiçbir zarar
veremez. Elayat sonsuzdur. Kullandığı şekil değişebilir, am a
Elayat sonsuza dek sürer. Elayat yok edilemez.
insan aklı Evrensel Akıl'la bir b ü t ü n d ü r . Asıl Ben'iniz
asla ölmez, ihtiyaç duyduğu şekilde kendini ifade ederek var
olmaya devam eder. Ö lüm , ileri doğru h a re k e tim iz d e anlık
bir aradır yalnızca; böylece başka bir deneyim e geçebiliriz.
Sir T ho m as Browne'm dediği gibi "Yaratılmış dünya, sonsuz­
lukta küçük bir p a r a n te z d ir yalnızca."
Ölüm korkusu yenildi m i, hastalık kork u su n u yenmek
çok kolay olur. Elastalık basit a n la m d a h u z u r eksikliğidir,
hastalıkta güç yoktur. Kendimizi h uzursuzluk, endişe ve kor­
k u n u n diğer ç o c u k la n n a açık tu ta rs a k , bed e n d e bir hastalık
inancıyla son b ulan E lay a t'ta n ayrılık duygusuna kapılırız.
Elakkımızdaki gerçek bu olmadığı için bu duygu yenilebilir.
T anrı bedenlerim ize hastalık vermedi. T an rı bize m ü k e m ­
mel Elayat'ı sundu. Korkusuzca kabul etm em iz için bu hayat
bizi bekliyor.

179
EKSİKLİĞİN KENDİ G Ü C Ü Y O K T U R

H ayatım ız boyunca yararlanabileceğimiz sonsuz kayna­


ğın varlığını a n la d ık ta n sonra eksiklikten nasıl korkabiliriz?
İ n s a n ın hırsı, gelecek korkusu ve güvensizlikten kaynaklan­
m a k ta d ır. Bu korkuyu yenmek için güvenliğinizin Tanrı'ya
ait olduğunu, dış etkenlere bağlı olm ayan içsel bir d urum ol­
duğu n u bilin.
Eksiklik bir d urum değil, düşüncelerin eğilimidir. H a ­
y attaki her şey aşın bolluğa yönelir. İn s a n korkarak bu bol­
luğu kısmaya çalışır her za m an.
G e ç e n gün bir greyfurtun içinde kaç çekirdek olduğunu
saydım; tam altm ış beş ta n e idi. Çekirdeksiz greyfurtlardan
ö n ce , eski g ü nlerden kalma bir greyfurt olmalıydı bu. Doğa,
yaratılışın her b ö lü m ü n e gelecek bolluğun t o h u m la rın ı sağ­
lam aya niyetlenm işti. Bugün her şeyi sınırlıyoruz, greyfurt­
taki çekirdekleri bile! İ n s a n la ra çalışm am aları, ekip biçm e­
meleri için para veriliyor ve genelde fikir ü re tm e le rin e engel
olunuyor. Tüm b u n la r H ayat'ı sınırlam aya yönelik tavırları
temsil ediyor. H a y a t'm bolluğuna güvenin, kaybetmekten
korkm aya gerek olmadığını göreceksiniz. Bolluğu düşünün!
H a y a t'm bolluğunda yaşayın. Ağaçlarda kaç yaprak olduğu­
n u , sahildeki k u m la rın sayısını, binbir çeşit çiçekleri ve b it­
kileri d ü ş ü n ü n . H e psinde bolluk var. Bolluk, H a y a t'm bir n i ­
teliğidir ve bu yüzden sınırsızdır. K en d in i-y ö n e tm e yoluyla
b u n u deneyimleyebilirsiniz.

KORKUNUN EFEN D İSİ O L M A K

K o rk u n u n d ü ş m a n a güç verdiğini öğrendik. K orktuğu­


m uz şeyi kendim ize çekeriz. Birçok ö rn e k te d ü şm an ı k en d i­
miz yaratırız. Korkuyu yenm ekte ilk adım , korkulan şeyin

180
daha iyi anlaşılmasıdır. Bir in s a n d a n korkuyorsanız, o n u n la
konuşun ve onu motive eden şeyin ne olduğunu anlam a y a ça­
lışın. Belki de sizin ona yapabileceklerinizden korktuğu için
öyle davranıyordur. K orkularım ız çoğu za m a n önyargıdan
kaynaklanır.
Korkularınızı açık fikirlilikle gözden geçirin -kılık değiş­
tirm iş eski önyargılara mı dayanıyorlar acaba? B irinden sırf
eski bir düşm anım ıza benzediği için korktuğum uz olur sık
sık! G eçm işte acı çektiğimiz bir yere gitm ekten korktuğum uz
d u ru m la r az değildir!
T an rı bize k o rk u n u n değil G ü ç , Sevgi ve sağlam bir
akim r u h u n u verdi. K orktuğunuz biri mi var? Tanrı biz.im-
leyse kim bize karşı olabilir. (R o m an s 8:31). T ekrar d ü ş ü n ü n ;
o kişiden neden korkuyorsunuz? K orum anız içinizde yatıyor.
Korku yerine bir sevgi hissi y a ra tın kalbinizde. Tanrı'nın
Ruhıı'nun olduğu yerde özgürlük vardır. Sevgi'nin olduğu
yerde özgürlük vardır. Kusursuz Sevgi korkuyu defeder, in s a ­
nın korkusu, içindeki T a n n ' n m varlığına duyduğu güven ek­
sikliğinden kaynaklanır. Sonsuz Zekâ yaşanan değişik d u ­
ru m ların nasıl karşılanacağını bilir. Kişilikte güç yoktur.
Kusursuz G üç'e güvenin, her z a m a n eşit m uam ele görürsü­
nüz. Sevgi her yerde mevcutsa kim den korkabiliriz?

KENDİNİ- YÖNETME

Korkacak hiçbir şey yok. Bana hakimiyet verilen zihinsel


bir dünyada yaşıyorum. Karşılaşacağım her durumun üste­
sinden gelebilecek Güç içimde, ihtiyacım olan her şey içimde.

181
17

E V E T , Sİ GAR AY I B I R A K A B İ L İ R S İ N İ Z !

Düşüncenin ortaya koyulması


insanı kölelikten kurtarıp özgürlüğe ulaştırır.
EMERSON

B ahar, doğanın yeni bir giysiye b ü rü n d ü ğ ü , her şeyi


taze , temiz ve güzel gördüğüm üz zam andır. B ahar, yeni baş­
langıçlar için harika bir za m a n d ır. Kış elbiselerinden ve d ü ­
şüncelerinden yorgun düşmeye başlamışızdır. Toprağa yeni
to h u m la r, akıllarımıza veni düşünceler ekeriz. E n v a n te r çı­
karıp, taze başlangıçla: yapm ak istediğimiz a la n la rın olup
olmadığım görmek için b ah a ri beklememiz gerekmiyor.
Elepimiz alışkanlıklarla d o n an m ış yaratıklarız. Sahip
olduğumuz alışkanlıkları gerçekten istiyor muyuz, yoksa di­
renç gösteremediğimiz için mi o nlara bağlanıyoruz?

ALIŞKANLIKLARIMIZI BİZ SEÇERİZ

Çok sık tekrarladığımız için sabit bir özellik ya da eği­


lim haline gelen h are k e tle re alışkanlık diyoruz. Kişiyi yara­
tıcı bir şekilde h a re k e t etm e özgürlüğünden yoksun kılma­
yan alışkanlık kötü alışkanlık değildir. Öznel m e n ta lite n in
bir parçası haline gelen h erh an g i bir davranışa alışkanlık di-

182
yebiliriz. Alışkanlıklar önce bilinçli düşünceyle, sonra bilinç­
siz davranışla oluşturulur. Kişinin bugün için bilinçli d ü ş ü n ­
ce olarak kabul ettiği şey, yarın akim derinliklerine yerleş­
miş, ama aktif bir düşünce alışkanlığı haline gelebilir.
Bilinçaltının çalışma sistemi h a k k ın d a bildiklerimizden
harek etle, bilinçaltı alışkanlıkları sever diyebiliriz. Belleğin
oturduğu yer olan bu güvenilir h izm etçi, ne kadar çok tek­
rarlanırsa te k ra rlan sın verilen emirleri yerine getirmeye h a ­
zırdır. Vazgeçilmez hale gelmiş bir alışkanlık, bilinçaltı için
gerçek bir zevktir diyebiliriz. "Çok iyi" der bilinçaltı, "İşte iyi
düzenlenm iş bir alışkanlık. Benim anladığım bu. Otom atik
bir harek et haline gelinceye kadar te k ra r te k ra r çalışırım
b u n u n için." Bu yörüngeye bir uydu yerleştirmek gibi bir
şeydir. Bilinçaltı bir alışkanlığı kazandı mı, bilinçli olarak
duruma müdahale etmedikçe ve bir şeyler yapmadıkça alış­
kanlık devam eder. Çok şükür, son sözü yine bilinç söylüyor,
yoksa iyi ya da kötü hiçbir alışkanlığımızdan vazgeçemezdik.

Bir düşünce eken bir eylem biçer


Bir eylem eken bir alışkanlık biçer
Bir alışkanlık eken bir karakter biçer
Bir k arakter eken kaderini biçer

Yapıcı ve yıkıcı alışkanlıklar vardır. Bilinçaltı ince ele­


yip sık dokum az. Asla yargıda b u lu n m a z . Ç ık a rım a m antık
yürü tm e yoluyla çalıştığı için verilen emri m utlu lu k la yerine
getirir. Verdiğimiz emirleri harfi harfine yerine getirir. Biz
emirleri veririz, bilinçaltı yerine getirmek için çalışır.
G eçenlerde bir adam bana telefon etti ve ko n u şm ala­
rım d an birinde sigarayı bırakabilmesine neden olan bir şey
söylemekle suçladı beni. Sigarayı bıraktığına doğrusu pek de
m e m n u n görünm üyordu.

183
"Büyük bir kaşık alıp hayatımı karıştırdınız" diyordu.
"Yılda bir kez zih insel envanter çıkarmakla ilgili sözlerinizdi
beni etk iley e n . S öylediğin izi yaptım, alışkanlıklarımı gözden
geçirip onların gerçek ten istediğim şeyler olup olmadıklarını
sordum kendi kendime. F izik sel, zihinsel ve ruhsal olarak
bana yararlı olup olmadıklarını düşündüm. H a t t a bir adım
daha ileri gidip alışkanlıklarımın zaman zam an başkalarını
kızdırıp kızdırmadığını düşündüm. Sürekli olumsuz düşü­
nüp, kötüm serliğe kapılıp; kendimden, başkalarından ve g e ­
lecek ten kuşku duyarak, bu zihinsel alışkanlıklarım la kendi­
mi tahrip eden tohumlar ekip ekmediğimi sordum k e n d i m e .
S o n r a dikkatle beslediğim bu alışkanlıkları sürdürmek i s t e ­
yip istemediğimi d ü ş ü n d ü m . H ayatım ın büyükçe bir kaşıkla
karm akarışık edildiğini hissettiğim an buydu! H er şey o da­
nın ortasm daydı ve zihinsel evimde yaşamaya yeniden baş­
layabilmek için önce ortalığı bir düzene sokmam gerekiyor­
du.
Önce, bir g ü n ü m ü n envanterini çıkardım ; bir felaketti.
Yıllar geçtikçe akıllanm adığım ortadaydı. G ü n ü m şöyle geçi­
yordu:
G ü n e , pijamayla kapıya gidip, ilk sayfada hangi kor­
kunç felaketlerin yer aldığını görmek üzere gazeteyi gözden
geçirerek başlam a alışkanlığım var. -'G ü n e gerçekten böyle
mi başlamak istiyorum?' diye sordum kendim e. Sonra, dişle­
rimi bile fırçalam adan bir sigara yakıyorum ve başım d ö n ü n -
ceye kadar d u m a n ı ciğerlerime çekiyorum. B u n u n benim için
çok kötü olduğunu söylüyorlar ve b u n d a n suçluluk duyuyo­
rum . 'Bu alışkanlığı sü rd ü rm e k istiyor m uyum gerçekten?'
diye düşünm eye başladım. Sonra sabah boyunca on fincan
kahve içiyorum. B unun için de huzursuz oluyorum, am a bir
alışkanlık bu. Sigaraya uzanırken otom atik olarak fincana
da uzanıyorum . Birbirlerini tam am lıyor gibi görünüyorlar.
Bunu yıllardır yapıyorum. 'N e d en ?' diye d ü ş ü n d ü m yeniden.

184
"Öğle y e m e k l e r i n i y e m e m e alışkanlığım var. Yapacak o ka­
dar iş var ki, öğleyi de çalışarak geçiriyorum. Bu sadece bir
alışkanlık sanırım. S a a t dört civarında bir kokteyl çekiyor
canım . B e ş e kadar bekleyip en yakın bara dalıyorum. Sank i
beni y ü k seltecek bir ş e y l e r istiyorum . Bunun sa d ece bir a l ı ş ­
kanlık olduğunu s ö y l ü y o r u m kendim e. İstediğim zaman vaz­
geçebilirim , ama y a p m a y a devam ediyorum.
Güzel bir m a n z a r a değildi önümde uzanan. Kendime
sorm aya başladım, b u alışkanlıkların bazılarını g e r ç e k t e n
sürdürmek istiyor m u y d u m ? İnsanlara hayatlarına ve d ü ­
ş ü n c e l e r i n e hakim o lm a hakkı v e r ild iy s e , bu alışkanlıkların
hayatımı kontrol etmesine n ed e n izin veriyorum? Bedenim
yaşayan Tanrı'nın tapmağıysa, ona bu şekilde m uam ele e t ­
mek istiyor m uydum gerçekten? Doğrusu, son günlerde siga­
ra n ın zararlarıyla ilgili de birçok m akale okuyordum . Bu k o ­
n u d a da huzursuzluk hissetmeye başlam ıştım . D o k to rların
kendi çocuklarını sigara k o n u s u n d a uyarıp u yarm adıklarını
m erak ediyordum ; gazetelerin ve dergilerin yazdığı gibi dok­
torların yüzde yetmişi sigaranın kansere, emboli şişmesine,
kalp ve d am ar hastalıklarına n ed e n olduğu k o n u su n d a fikir
birliğine varıyorsa; Devlet Tıbbi D e n e tle m e K urulu başkanı,
t ü t ü n firmalarının Amerikan halk ın a bir çeşit zehir, sersem-
letici ilaç sattığı konusunda kuşku olmadığını söylüyorsa, si­
gara içmeye devam etm ek akıllıca bir iş miydi?
Sanırım tü m bunlar size olumsuz geliyor. Bu fiziksel
düzeyde bir bilgi kuşkusuz. Sizin düşünce k o n tro lü n ü öğret­
tiğinizi biliyorum. Sigara içer ve bir ölçüye k adar zararlı e t ­
kilerden koruyabilirim kendim i, am a kim tü m z a m a n ın ı d ü ­
şünce k o n santrasyonu yoluyla bu zararlı etkileri o rta d a n
kaldırm ak için harcamayı ister? İn s a n , t ü t ü n ü n kendisine
zararı olmadığı konusunda ne kadar inançlı olursa olsun z a ­
rar görür sigaradan. H er zam an için uğraşması gereken sinsi
düşünceler olacaktır çünkü. Akciğer, boğaz veya dudak kan-
185
seriyle ilgili okuduğum her hikâyeyi kendim e mal edebilir­
dim. Boğazımda her boğukluk hissettiğimde, her nefes d arlı­
ğında, öksürükte veya kalp çarpıntısında sigaranın bana za­
rar verip verm ediğinden endişe duyabilirdim. O an 'sigara iç­
meyi sürdürm eye değer mi? diye sordum kendim e. G e rçek ­
ten de D r. Addington, bu otoyolun ortasında d urup trafikten
k o ru n m ak için dua etm ek gibi bir şey değil mi?"
"Evet" dedim , "Şeytan, İsa'yı ta p in ağ m tepesinden a tla ­
yıp T a n r ı'n m kendisini k o ruduğunu kanıtlam ası için k a n d ır­
maya çalıştığında Isa: Tanrıyı günaha teşvik edemezsin, d e ­
di. Şeytanın beni sigara içmeye teşvik ettiğini hissedersem
sigarayı bırakmayı tercih edeceğimi d ü ş ü n ü rü m ."
"Ben de b u n u yaptım" diye yanıtladı, "ve neden sigara­
ya başlamak istediğimi m erak ettim . B unlara hep konferan­
sınız sırasında 'Evet, sigarayı bırakabilirsiniz, değiştirmek
istediğiniz diğer alışkanlıkları da. K endini-yönetm e yasasını
anlarsanız çok kolay olur bu' demeniz yol açtı. Sorun şu ki,
sigara içmek zoru n d a olmadığımı an la d ık ta n sonra, bana
hiçbir yararı olmayan birçok alışkanlığı değiştirmeye karar
verdim; hayatım bu yüzden karışmış görünüyor şimdi."

EVET, SİGARAYI BIRAKABİLİRSİNİZ

Evet, sigarayı bırakabilirsiniz; diğer herhangi bir alış­


kanlığınızı da yenebilirsiniz. T a m a m e n bilinçaltına verdiği­
niz direktiflere bağlıdır bu. Sigarayı ele alalım. Birçok kişi
özlemle, "Sigarayı bırakm ak istiyorum, am a yapamıyorum"
diyor bana. Bu d u ru m la rd a , aslında sigarayı bırakm ak iste­
mediklerini biliyorum. Kişi sigaradan k u rtu lm a k istediğin­
de, b u n u n gerçekleşmesi için gerekli her şey yapılacaktır.
Soru şu: G e rç e k te n sigarayı bırakm ak istiyor m usunuz? G e r ­
çekten istiyorsanız nasıl olacağını anlatacağım şimdi. Yol
bu,yü rü y ü n :

186
1. Sigarayı bırakmayı siz mi seçtiniz? Bu sizin seçiminiz
olmalı.
2. Bilinçaltına verdiğiniz em irler her za m a n olumlu
olsun. Bilinçaltı olumsuz emirleri a n lam a z. "Artık sigara iç ­
meyeceğim" dersek, dikkat hâlâ sigara içmek üzerinde olur.
E m ir, "Sigara içme alışkanlığından k u rtu ld u m " olmalı.
3. Kendiniz için yeni bir zincirleme reaksiyon, yeni bir
m otor karşılık sırası hazırlayın.
4. Kendinizi sigara alışkanlığından çoktan kurtulm uş
olarak kabul edin.
Birinci adım, sigarayı bırakmayı seçmek. Sigarayı ger­
çekten bırakm ak istiyor m usunuz? Belki de kendinize, siga­
rayı bırakamadığımzı kan ıtlam ak istiyorsunuz yalnızca. Si­
garayı bırakmayı seçer ve yapabileceğinize inanırsanız, bi-
linçaltm ıza olumlu emirler vererek bu alışkanlıktan kesin
olarak k u rtu lu rs u n u z . Hepsi hu, sadece bir alışkanlık kalıbı.
Seçiminizi yapmalı ve çoktan başarıldığına inanm alısı­
n ız. Dua ederken ne isterseniz isteyin, eğer onları elde edece­
ğinize inanıyorsanız elde edersiniz. Sigara alışkanlığının ü s­
tesinden gelmek hakkm daki G erçek bu. Bilinçaltmız için
yeni, yapıcı bir emir hazırlarsanız, bilinçaltı derhal eskisinin
yerine yenisini oluşturm ak üzere işe koyulur. Evet, sigarayı
bırakabilirsiniz.! Ama gerçekten bırakm ak istiyor musunuz?
in s an lar sık sık başarısız olurlar, çünkü gerçekten yap­
mak istemedikleri şeyleri yapmaya çalışırlar. Sigarayı bira-
kamadıklarını kanıtlam ak zo ru n d a d ırla r. Samimi olmayan
bırakm a kararları verirler, am a aslında bu fikre için için is­
yan ederler. Belki de an n e le rin i, kocalarını, karılarını, h a tta
kendi suçlu vicdanlarını m e m n u n etm ek için bırakmaya ça­
lıştıklarını söylerler, am a aslında bırakm aya hiç niyetleri
yoktur. Biri bana gelip, "Sigarayı bırakm ak istiyorum ama..."
dediğimde durum genellikle budur. Sigara içmeye devam
ederseniz siz öyle istediğinizdendir. Sigara alışkanlığının si-
187
zin üzerinizdeki gücü, kendi gücü değil sizin ona verdiğiniz
güçtür.

PRATİK MÜKEMMELLEŞTİRİR Mİ?

Pratik mükemmelleştirir atasözü o kadar çok t e k r a r l a n ­


mıştır ki insan lar ona inan m ay a başlamışlardır. Pratik, eğer
alışkanlık kalıbı bir başlangıç yapmak için m ükem m else,
mükemmelleştirir. Bilinçaltı hassas ve dikkatlidir. H a r e k e t ­
leri devamlı kılmayı sever. H er golfçü bilir ki uzun süre kötü
golf vuruşu çalışan kişi s o n u n d a kötü bir golfçü olur. Golfçü-
ler bu yüzden ders alıp yeniden başlayarak doğru vuruş y ap­
mayı öğrenmeye çalışırlar. Pratik her zaman mükemmelleş­
tirmez, ama otomatikleştirir. Büyük bir piyanist olmak için
önce piyanoyu doğru çalmayı öğrenmelisiniz. Yalnızca o za­
m an pratik yararlı olur.
Bir alışkanlığı uzun süre uygularsanız, daha sonra ya­
şamak istemediğiniz bir şey de olsa aklınıza kazınır. Kendi-
ni-yönetm e yoluyla her alışkanlığınızı değiştirebilirsiniz. Bi­
linç hâlâ kral. H âlâ hakimiyet sağlayabilirsiniz. Alışkanlık
sizi t a m a m e n k o n tro lü n e almış görünebilir, am a bilinç dal­
gayı tersine çevirebilir. Düşüncelerim izi kontrol etmediğimiz
sürece o nların bizi kontrol edeceği doğrudur. Kendini-yönet-
me yoluyla düşüncelerimizi ve dolayısıyla alışkanlık kalıpla­
rımızı değiştirebiliriz.

BİLİNÇALTI OLUM LU E M İR L E R E KARŞILIK VERİR

Bilinçaltı her z a m a n olumlu em irlere karşılık verecek­


tir. Tersi yaklaşımları anlam az. Bir şeyi yapmayacağınızı
söylerseniz, s o n u n d a yapmak istemediğiniz şeyi yaptığınızı
görürsünüz. Bilinçaltı olumsuz emirleri anlam a z. "Dışarı çı-
188
karken kapıyı kapatmayı u nutm ayacağım " derseniz, son ku­
ru şu n u z a k adar iddiaya girebilirsiniz ki dışarı çıkarsınız ve
kapıyı açık u n u tu rs u n u z . Ama onun yerine, "Dışarı çıkarken
kapıyı kapatacağımı hatırlayacağım" derseniz, bilinçaltına
yapıcı bir emir vermiş olursunuz.
Bu yapıcı yaklaşım her a lan d a uygulanmalıdır. "Sabah
z a m a n ın d a uyanamayacağım" derseniz öyle olur. Koyduğu­
nuz kuralın harfiyen uygulandığını k an ıtla m a k için saatin
ala rm ın a rağmen uyumaya devam edersiniz. Bilinçaltı, h a s ­
sasiyetle size hizmet ettiğine in an ır. F a k a t, "Sabah tam a ltı­
da uyanacağım" derseniz tam vaktinde sizi kaldırır, içinizde
her za m a n doğru olan bir saat vardır. Elektrikli saat güç ye­
tersizliği yüzünden durabilir, ama içinizdeki saat tam altıda
kaldırır sizi. Bana inanm ıyorsanız deneyin.

YENİ B İR Z İN C İR L E M E REAKSİYON O L U Ş T U R U N

Sigara içmek oral bir t a t m in d i r . Bedeni beslemez veya


aklı geliştirmez. Kendimizi iyi hissetmek için sigara içeriz,
insan, bebeğin sakinleşmek için emzik emdiği gibi sigarayı
çeker. Bu bir ilgi talebidir; hayatı ifade e tm e, sevgiyi alma;
bebeğin içgüdüsel olarak beslenmek, m em e em m ek için ağzı­
nı hareket ettirm esi gibi hayat tarafından beslenme arz u s u ­
dur. Bazen bunu anlam ak bile sigara içme arzusunu yok e d e ­
bilir. F a k a t, kişi zincirleme reaksiyona aşağı yukarı bağlan­
mış durum daysa bu kalıbı kırması gerekir. Sigara içme fikri­
ne yeni bir tepki geliştirerek işe başlayın. Biri size sigara
t u t t u ğ u n d a dayanın. Sakin, am a kararlı bir şekilde "Flayır,
sigara içmiyorum" deyin kendi kendinize. K arar vermenize
gerek kalmaymcaya dek tekrarlayın ve aklınıza kazıyın b u ­
nu.

Şimdi, m otor karşılıkla ilgilenebiliriz. Sigara yakma


d ü r t ü s ü n ü hissettiğiniz a n d a , paketi çıkarm ak, sigarayı

189
alm ak, t ü t ü n ü dökmek, yakm ak, ilk nefes vs. sırası yerine
kendiniz için yeni bir sıra düzenleyin. Çokları bu basamağı,
terc ih e n ayrı ayrı sarılmış n a n e şekeri paketi taşıyarak aşı­
yorlar. Bir t a n e alın, yavaşça açın ve ağzınıza a tın . Kilo a l­
m a k ta n korkm ayın, yakında o kadar tez canlı olacaksınız ki
kilonuz kendini ayarlayacaktır. Tavsiye edebileceğim başka
bir yol da kaleminizi ve bu am açla bulduğunuz bir kartı dik­
katle çıkarıp şunu yazm anız: "Sigara içmeyi seçmiyorum"
veya "Artık sigara içm iyorum ; bu alışkanlıktan ku rtu ld u m ."
Bu yeni d ü şünce bilinçaltm ıza kazınıp sigara içme fikri ya­
bancı gelinceye kadar kaç küçük kart harcadığınızı sayın.
B u n d an sonra k a rtla ra ihtiyacınız olmayacak, çünkü özgür­
lüğünüzü k azanm ış olacaksınız.

KONTROLÜ SAĞLAMA M ESELESİ

Bu ta l i m a t la r ı n sadece sigarayı b ırakm ak isteyenler


için olduğunu u n u t m a y ı n . Ruhsal gelişme, h er seviyede açıl­
mayı, ruhsal seviyede ilham ı, doğru düşünce için yol gösteri­
ciliği, fiziksel seviyede doğru yaşamayı berab erin d e getirir.
Ruhsal yolda olanlar er ya da geç sigaranın kendilerini terk
edeceğini görürler. Sigara ya da başka bir alışkanlığı defet­
meyi gerçekten istiyorsanız, bir daha geri dön m em ek üzere,
birkaç günde t a m a m e n k u rtu lu rs u n u z .

KENDİNİ- YÖNETME

Sigarayı bırakmayı seçiyorum. Özgürlüğü seçiyorum.


Sigara içmiyorum. Birisi sigara t u t t u ğ u n d a , o to riter bir ses­
le, "Hayır, teşekkür ed e rim , kullanm ıyorum " diyorum. H er
sigara isteği duyduğum da ve sigarayı elime aldığımda, onu
parça parça ediyor ve çöp sepetine atıyorum . Özgürüm .

190
18

UYKUSUZLUK HASTALIĞINI
YENEBİLİRSİNİZ!

Uykusuzluk hastalığı hayali bir tehlikedir.


D R . JOSEPHINEA. J A C K S O N

Gece boyunca d ö nüp d u ru p boş yere u y k u nuzun gelme­


sini mi bekliyorsunuz? Yoksa, benim gibi başını yastığa k o ­
yar koymaz uykuya dalan şanslı in s a n la rd a n mısınız?
Yalnızca Amerika'da bir yılda satılan uyku h aplarının
sayısını göz ö n ü n e alırsak birinci gruptaki insanlar ikinci
gruptakilerden çok daha fazla olmalı, in san larla uyku arası­
na giren birkaç şeyi gözden geçirelim.

Ş U H A Y A L İT E H L İK E -U Y K U S U Z L U K HASTALIĞI
(İNSOMNİYA)

"Uyumak ya da uyuyamamak! işte b ü tü n mesele bu. în -


som niyah insan için dünyada b u n d a n daha önemli bir şey
yoktur. G ünleri, yatakta oradan oraya dönerek geçen geceler-
i izlemekte olan yorgun, usandırıcı gün için duyulan h u m -
mali endişe arasındaki fasıladan ibarettir. Aklı, insomniya-
n m yıkıcı etkileriyle ilgili fikirlerle dolar; tep ed e n aşağı doğ­
ru mezara veya tımarhaneye hızla ilerlediğini hayal eder" di-

191
ye yazmış D r. J o sep h in e Jackson.
D r. Jackson meslek hayatı boyunca, acı çeken birçok i n ­
sanı tedavi etm iş. "Acı çeken" nitelemesini insomniya için
bile bile kullanıyorum , insom niya k o rk u s u n u n , zorunlu u ya­
nıklıkla kasti uyanıklık (insomniya) arasındaki farkı b ilm e­
meye dayandığını keşfeden D r. Jackson'a göre insomniya bir
alışkanlık. Bu alışkanlığı k a z a n a n kişi neredeyse süresiz ola­
rak zarar görm eden uyanık kalabilir diyor D r. Jackson.
Sinirlerimizi Yenmek adlı kitabında haya tla rın ı h e m e n
h em en hiç u y u m a d a n geçiren birçok in s an d an bahsediyor,
însomniyalı in s a n la rın da u z u n yıllar yaşayabildiklerini,
çünkü insom niyanm bir alışkanlıktan ibaret olduğunu k a n ı t ­
lıyor. Uyanık kalm ak için bir çaba h a r c a n m a d ığ ın d a n , i n ­
somniya esnasında beyin hücreleri uyarılmıyor, rahatsız
edilmiyor, böylece de y atak ta d önüp endişelenm e durum ları
dışında enerji harcan m ıy o r. "Beden sakin t u t u l u r ve hislere
hakim olunursa, yorgunluk ürün leri tem izlenip rezervler ko
laylıkla doldurulabiliyor."
Dr. Jackson, insomniyaya "daireler içinde düşünm ek"
diyor ve devam ediyor:

Alışkanlık en az enerjiyle, en az yorgunluk duyularak yapılan


otomatik bilinçaltı davranıştır. Kalp ve diyafram kaslarının hayatı­
mızın başından sonuna kadar kolaylıkla çalışmalarına devam e tti­
ğinden bahsetmiştik Bilinçaltına yerleştirilen herhangi bir şey, he­
men hemen sınırsız olarak yorulmadan muhafaza edilir ve kronik
bir insomniğin düşünceleri de bilinçaltının bu çeşit aktivitesine a it­
tir.Tersi tüm iddialara rağmen bu insanın bilinci aslında uyanık de­
ğildir. Gece neler olduğu sorulsa, duyulabilecek seslerin çoğundan
habersiz olduğu görülür. Beyninde dolaşan düşünceler yeni, yapı­
cı, enerji tüketen düşünceler değil, günler haftalardır dönüp dola­
şan aynı eski düşüncelerdir.

192
Dr. Jackson bu düşünceleri, binicisinin rehberliğine
gerek duym adan bir daire içinde koştu ran bir ata benzetiyor.

"Kişiyi yoran insomniya değil, insomniyayla ilgili duygudur.


Sürekli yorgunluk hisseden insanlar, uyku eksikliğinden değil, endi­
şeden dolayı acı çekiyorlar; yatakta dönüp durmaktan yorgun d ü ­
şüyorlar. Sürekli olarak 'Neden uyuyamıyorum? Yarın kendimi ne
kadar kötü hissedeceğim! Ne gece! Ne gece!' diye endişelenmek
yoruyor bu insanları."

UYKUYLA İLG İLİ HURAFELER

Uykuyla ilgili çalışmalarıyla ü n lü D r. Julius Segal, İn­


somniya adlı kitabında uykuyla ilgili bazı ilginç hurafeleri sı­
ralıyor:

Bilim adamları uykuyla ilgili çalışmaları sırasında insomniya


hakkında bir sürü hurafeyle karşılaşmışlar. Bunlar bir araya gelmiş
ve ortadan kaldırılmayı, yok edilmeyi hak eden gizli bir mitoloji
çıkmış ortaya.

Örneğin çokları Tanrı tarafından koyulan bir "sekiz saat ya­


sası" olduğuna, homo sapienlerin her gece sekiz saati zevkli bir uy­
kuyla geçirmeleri gerektiğine inanıyorlar.
insanlar uykusuz geceleri havadaki değişikliklere, evdeki bir
kediye, görünen ve görünmeyen garip olaylara, açık unutulmuş bir
dolap kapağına ya da sadece bir rahatsız duruma, keyifsizliğe
bağlıyorlar.

G ü n ü m ü z ü n en tehlikeli uyku harafelerinden birinin,


insom niyanm bir hap yutarak tedavi edilebileceğine i n a n ­
m ak olduğunu söylüyor. D r. Segal. Bunu kimyasal savaşın
tehlikeli bir yolu olarak nitelendiriyor. İlaç en d ü strisinin bir

193
araştırm ası bu h ü c u m u n ilaç sektöründeki yerini gösteriyor.
Yalnızca Amerikalılar yılda üç yüz milyon dolar harcıyorlar
sakinleştirici ilaçlara.

G Ü Ç İLACIN K E N D İS İN D E M İ, YOKSA İLACA DUYULAN


İNANÇTA MI?

tyi bir uyku çekm eden artık yaşayamayacak hale gelen


bir kadın arkadaşım ın hikâyesini h a tırla d ım . Bir akşam zi­
yaretine gittiği bir arkadaşıyla konuşuyorlardı. Laf döndü
dolaştı ve o n u n problem ine, o korkunç um acı insomniyaya
geldi.
"U yum ak için y atak ta dönüp duracağım bir geceye d a ­
ha d a y a n a n a m artık!" diyordu eve gitmek üzere m a n to s u n u
giyerken.
Arkadaşı yardımcı olmak amacıyla odadan çıktı ve b ü ­
yük bir kapsül ve bir bardak suyla geri döndü. "Sana gere­
ken şey var bende" dedi, "ama doğruca eve gitmelisin, yolda
d u rm a , yoksa direksiyonda uyuya kalırsın."
Ah, çare b u lu n m u ş tu . Hapı yuttu ve doğruca eve gidip
iyi bir uyku çekmek üzere hazırlanm aya başladı. Eve vardı­
ğında neredeyse soyunm adan uykuya dalacaktı. Yatağa
uzandı ve on s a a tte n fazla uyudu."
Ertesi sabah arkadaşını aradı ve böylesine güzel bir
uyku uyum asını sağlayan o hapları n re e d e n bulabileceğini
sordu.
Arkadaşı bir kah k a h a attı ve "G erç ek ten u y u m a n a yar­
dımcı oldu mu?" diye sordu.
" N e d e n , evet, o kadar komik olan ne?"
"Sana verdiğim hap B1 v ita m in in d e n başka bir şey de­
ğildi" diye yanıtladı arkadaşı.
Arkadaşım d u ru m u anladı ve o da gülmeye başladı.
194
G ü c ü n , hapın kendisinde değil, hapa duyulan inançta oldu­
ğu ortadaydı. Bu, uyuşturucu hap alışkanlığından sonra alı­
n an uyku ilaçlarinin neden uyku getirmediğini açıklıyor.

ÎNSOMNİYA ÎÇÎN YENİ BÎR TEDAVİ

II. Dünya Savaşı'nda bir destroyerde görev yapan bir


teğmen bana şu hikâyeyi a n l a t t ı : H er sabah 2.30'da uyanıyor
ve bir daha uyuyamıyordu. Neyse ki ara sıra doktor oluyordu
gemide. G enç subay, uyku hapları vereceğini düşünerek dok­
tora gitti. Doktror sözlerinin bitmesini bekledi ve "işte e m ir­
ler" dedi, "îki buçukta uyandığında giyin, mutfağa gidip k e n ­
dine bir fincan kahve al, sonra da köprüye git ve görev için
rapor ver. G ecenin kalan saatlerini görevde geçir. N o rm a l
günlük görevlerine de devam et."
Teğmen çok şaşırdı. F a k a t , dokto ru n rütbesi daha b ü ­
yüktü ve emirleri kabul e tm e k te n başka yapacak bir şeyi
yoktu. Ertesi sabah iki b u ç u k ta uyandığında kalkıp giyindi
ve kendisine söylenenleri yaptı. Ertesi gün kontrol için dok­
tora gittiğinde yine aynı em irler verildi. Ertesi sabah iki b u ­
çukta uyandığında çabucak gözlerini kapadı ve tek ra r uyku­
ya daldı. Bu insom niyanm sonuydu!

NASIL UYUNUR

Dr. Jackson uyumayı öğrenm enin en iyi yolunun insa­


nın kafasına uyuyup uyuyamayacağmı takm am ası olduğunu
buldu. Bunu yapm anın en iyi yolu da her gece saatlerce uyu­
mak zoru n d a olunduğunu d ü ş ü n m e k te n vazgeçmek. Kafala­
rını sakin, bedenlerini gevşemiş halde tu ta rla r s a uyum adan
da uyuyarak olduğu kadar dinlenebileceklerini h a s ta la rın a
kanıtladı.

195
"Uykuyu ara m a y ın ; peşine düşerseniz bir güvercin gibi
u çar gider" derler.
H e rh an g i bir şeye dikkati yöneltm enin zihni uyanık
tu ttu ğ u b u lu n m u ş ; çoğu z a m a n uyku için de geçerli bu. t n -
somniyaklar uyuyup uyuyam adıklarm ı görmek için u y an ır­
lar genellikle! Ama bu, kendimizi a l d a tm a k ta n ibaret olan
bir mesele değil. U y k u n u n m u tla k a gerekli olm adığına, b e ­
denim izin u y u m a d a n da ihtiyacı olan dinlenmeyi sağlayabi­
leceğine ikna olursak bizi u y u m a k ta n alıkoyan endişenin
h a k k ın d a n gelebiliriz. O z a m a n insomniya önem ini yitirir ve
bir süre sonra kaybolur gider.

G E Ç SAATTE Y A Y I N L A N A N ŞOVLARI İZLEMEYİ T E R C İ H


ETMEDİĞİNİZDEN EMİN MİSİNİZ?

Ailede herkes tara fın d an çok sevilen bir akrabam in-


somniyaya yakalandı. G ecede bir, en fazla iki saat uyuduğu­
nu iddia ediyordu. U z u n yıllar yaşadığı ve bir gece akşam ye­
m eğinden sonra sandalyesinde uyurken öldüğü için, insom-
n iy an m in sanların düşündüğü kadar tehlikeli olmadığının
canlı deliliydi. Bu kadın aslında gece yaptığı işleri uykuya
te rc ih ediyordu. G ece geç saatlere kadar televizyon seyret­
m e k te n zevk alıyordu. G ü n boyunca akıl almayacak kadar
çok kahve içiyor, gece de sigara içmek için sık sık kalkıyor­
du. Çektiği güçlüklerden bahsettiği z a m a n görevimizi yerine
getirip onu teselli ediyorduk, am a gecelerini bu şekilde geçir­
meyi kendisinin seçtiğini biliyorduk.

SAĞLAM, RAHAT BİR UYK UNUN TADINI ÇIKARMAK


İS T E Y E N L E R İÇ İN BİRKAÇ KURAL

U ykudan yana s o ru n u n u z m u var? İşte size sağlam,


r a h a t bir uyku sağlayacak birkaç kural. Uygularsanız işleye-
196
ceğine dair g aran ti veriyorum ; gerçekten in so m n iy ad an yor­
gun düştüyseniz ve d ünyada hiçbir şeyin sizi uyanık kalm ak­
ta n k u rtaram ay ac ağ ın ı k anıtlam aya çalışm ıyorsanız tabii!
1. U yum ak için yatağa girin. U yum ayı bekleyin. Yat
için yaptığınız tü m h azırlıkların uykuya yönelik olm asını
sağlayın. A drenalinizi yükseltecek uyarıcı k ita p la rd a n , d e ­
dektif hikây elerin d en veya politik ta rtış m a la rd a n sakının.
Uyku vakti savaş vakti değildir. Aklınızı y arın ın büyük p ro ­
jesiyle ilgili h er şeyden arın d ırın .
Büyük Ö ğ retm en 'in dediği gibi, Yarın için bir şey dü­
şünmeyin, çünkü, yarın kendi düşüncelerini beraberinde geti­
rir. O n u n y erine, ra h a tla ta c a k şeyler d ü şü n ü n . Ben sık sık
H en ry Van Dyke'm şu küçük şiirini kullanırım ra h a tla m a k
için:

TÜ M YÜKLERİNİZDEN KURTULUN

Uyumadan önce, tüm sorunları


Biryana bırak.
Elbiselerini çıkarırken
Endişe ve dertlerden de kurtul.
Sıkıntı ve üzüntünü
Duanın sessiz kollarına bırak.
Tanrım, nasıl yaşadığımı biliyorsun,
Tüm kusurlarımı bağışla
Yapmaya çalıştığım tüm iyilikleri
Güçlendir, takdis et ve gerçekleşmesine yardım et.
Tüm sevdiklerimi koru,
Ben senin kollarında uykuya dalarken.

2. U y u m ad a n önce geçmiş tü m h a ta la rın ız ı ve başarisız-

19 7
lıklarinizı u n u tu n . G ü n ü n h a ta la rın ı ve acılarını y atak ta d ü ­
şünen insan uyuyam az. B unu yapm a eğilimindeyseniz biten
günle uzlaşm aya çalışın. G ü n ü n ü z ü gözden geçirin ve sizi in ­
cittiğini d ü şü n d ü ğ ü n ü z herkesi bağışlayın. N e kadar aptal
olduğunuzu d ü şü n ü rsen iz d ü şü n ü n , yaptığınız tüm h a ta la r
için kendinizi de bağışlayın. Biriyle sert konuşup sonra da
kendinizi mi suçladınız? U yarınızın onu düşünm eye sevket-
m ek açısından gerekli olm adığını n ereden bilebilirsiniz ki?
G eçen gün ne getirm iş olursa olsun ra h a t b ırak ın . O an ya­
pabileceğinizin en iyisini yaptınız. Şimdi her şey b itti. Yarın
yeni bir gün olacak. Sıkıntı ve üzüntüleri bir yana bırakın.
H ay at size karşı değil. Bırakın gitsin. H ayatınızı ve her şeyi­
nizi, her şeyin ü stesin d en gelmeyi bilen G üce teslim edin.
3. H içbir za m a n uyu y am am ak tan korkm ayın. Yatakta
sessizce y atarak geçirilen saatler de uyku kadar iyi gelecek­
tir.
Sabah üçte plân y a p a n la rd a n biri olduğunuzu varsayın.
G eceleri uyanıp plân yapmayı özellikle seçm ektesiniz. G e r­
çekten de gün boyunca düşüncelerinizle başbaşa kalabilece­
ğiniz tek zam an buym uş gibi görünüyor. B aşucunuzda bir
kalem le defteri h azır t u t u n , fikirlerinizi ve p lân ların ızı oraya
yazın; o zam an b u n la rd a n k u rtu lu p ra h a tç a uykuya dalabile-
ceğinizi göreceksiniz. Bu uyku saatlerini yitirm ek size zarar
verm ez. B edeniniz bu açığı gelecek uyku dilim inizde telafi
eder.
4. Koyun yerine size su n u lan nim etleri sayın. Uyku,
eğer h alin izd en h o şn u tsan ız gelir. E ndişe, ü z ü n tü gibi duy­
gular ne k adar özenle kendim izden gizlersek gizleyelim, bizi
uyanık tu ta rla r . Sahip olm adıklarınızla m ücadele etm ek ye­
rin e , h ay atın ızd ak i güzel şeylerin listesini yapm ayı deneyin.
D u ru m ne k ad ar kasvetli olursa olsun her zam an şükredile­
cek bir şey vardır. H içbir şey göründüğü kad ar korkunç d e ­
ğildir. Bir deneyin. A rtılar h an e sin d e ne kad ar çok şeyiniz

198
olduğunu görünce şaşıracaksınız. Kısa za m a n d a h o şn u tlu ­
ğun sıcaklığını hissedecek ve uykuya dalacaksınız.
5. K endiliğinden akan bu büyük H a y at'm bize kuvvet ve
u m u t verdiğini bilerek yatıp uyuyabiliriz. H a y at, biz uyur­
ken bile kalbimizin atm asını sağlar, sindirim im izle ilgilenir,
kan dolaşım ını sağlar ve bedenin kalan tüm h arika işlerini
y ü rü tü r. Biz uyurken yeni beden h ü creleri o lu ştu ru r, eskile­
rini a ta r. Biz, tüm bu harika süreci tabii karşılarız. Bilinçal­
tın ın ilgisi ve yardım ları için teşekkür etm eyi hiç d ü şü n m e ­
yiz. Sonsuzluğa işlerimizle ilgilenmesi için de güvenemez
miyiz? Biz uyurken, işler bizim için yapılır. Birçok insan
yarın yiyeceğimiz şeyleri üretip hazırlıyor. D iğerleri kahvaltı
m asam ızd a okuyacağımız gazeteyi düzenleyip basıyorlar.
Doğal kabul ettiğim iz o kadar çok şey var ki. Bir d ü şü n ü n ,
aklım ıza ektiğimiz tüm düşünce to h u m la n biz uyurken geliş-
m ekteler. Bırakın devam etsin ve T an rı size göz kulak olsun,
İçinizdeki Kusursuz G üce güvenin; az sonra uykuya dalacak­
sınız.

RAHAT UYKU, K E N D İN İ - YÖNETMEYTE SAĞLANIR

Akim kendini yönetm e gücü sayesinde, sonuç olarak bi­


lin çaltın ın uyku fonksiyonuyla ilgilenm esini sağlayan em ir­
leri zih ninize verebilirsiniz. Bir daha uyanık olarak yatakta
yattığınızda kendi kendinize şunları söyleyin. "Şimdi uyuya­
cağım. Tüm bedenim gevşemiş d u ru m d a . Aklım dingin. Ben
h u zu rlu y u m . Şimdi uykuya hazırım saat uyuyaca­
ğım. D in len m iş ve canlı bir şekilde saat 'de uyanaca­
ğım.

199
KENDİNİ- YÖNETME
Uyanık kalmaktan korkmuyorum; uykumu getirmek zo­
runda değilim.
Geçmişle ilgili pişmanlığım, gelecek için endişem yok.
Tüm kavgacı düşüncelerden arınıyorum.
Kendimi ve başkalarını geçmiş hatalar yüzünden bağış-
lıyorum.
Kafam rahat; ben huzurla doluyum.

Güvenle yatıyorum ve uykunun gelmesine izin veriyo

mm.

200
19

C E S A R E T S İZ L İĞ İN ÇARESİ

Huzur içinde ellerimi kavuşturuyor ve bekliyorum,


Rüzgâra, gelgite ya da denize aldırmıyorum;
Artık zamana ya da kadere isyan etmiyorum,
Bana ait olan bana gelecek çünkü.
J O H N BURROUGHS

H e p i m i z a r a sıra c e s a r e t i m i z i y i t i r i r i z . H a y a t ı n g er ekl i
b i r p a r ç a s ı o l m a m a s ı n a r a ğ m e n k i m s e o n a kar şı bağı şıklı d e ­
ğildir, i n s a n y ar g ı s ı n a g ü v e n e bağlı o l d u ğ u için n e d e n l e r i ç e ­
şit li di r , i n s a n yargısı o l m a d a n c e s a r e t s i z l i k o l a m a z .
C e s a r e t s i z l i k k e l i m e s i n i n a n l a m ı n ı d ü ş ü n m e k bile c e s a ­
r e t kir ici, İ ngi l i z ce ' de c e s a r e t a n l a m ı n a ge l en " c o u r a g e " k e l i ­
m e s i F r a n s ı z k ök en l i o l u p , "kalbe ai t" d e m e k o l a n c o u r + a g e
k e l i m e l e r i n i n birle şim idir, İngilizce'de "d i sco u r ag e ", c e s a r e t i ­
ni k ırm a k , cesareti a z a l tm a k , gü v en d e n m a h r u m e t m e k , a n ­
l a m ı n a gelir. Ba şa r ıs ı zl ı k, d e p r e s y o n , k e d e r , h ü z ü n , e n d i ş e ,
m e l a n k o l i veya kas vet gibi k a ç ı n m a y a ç a lı ş tı ğı mı z o l u m s u z
k e l i m e l e r d e n b i r i d i r - b i r c e s a r e t s i z l i k d u y g u s u iç er i r .

DÜŞ KIRIKLIĞI NASI L KARŞILANMALI

D ü ş kırıklığıyla c e s a r e t i n k ı r ı l m a s ı a r a s ı n d a b i r a y r ı m

201
yapılm alıdır. D üş kırıklığı gerektiği gibi karşılan ırsa, cesa­
retsizliğe dö n ü şm ek zo ru n d a değildir. İn s a n la r veya olaylar­
la ilgili b ek lentilerim iz veya üm itlerim iz gerçekleşm ezse,
düş kırıklığına uğradığımızı söyleriz. Eskisinin yerini alması
için yeni bir ü m it veya beklenti yaratılırsa düş kırıklığı n ö t­
ralize edilebilir.
Eler zam an iyi için dua etm ek iyiyi getirir. İyiliği seven­
ler için her şey el ele verir ve iyiyi sunar. (R om ans 8:28).
D ü rtü le rim iz d ü rü stse, dikkatim iz içimizdeki kusursuz
G üce yöneltilm işse, hayatım ızdaki tüm değişikliklerin iyi
yönde olm asını bekleyebiliriz.
Oğlu üniversiteye gitm em eye k arar verdiği için düş kı­
rıklığına uğrayan bir baba d ü şü n ü n . Baba oğlunun, kendisi­
nin sahip olam adığı fırsatlara sahip olabilmesi için büyük
p lân lar yapm ış, özverilerde b u lu n m u ştu . Ama şimdi tüm
u m u tla rı bir an d a yıkılm ıştı. Oysa babanın cesaretin in kırıl­
ması gerekm iyordu. İçinde bulunduğu d u ru m u n iyi yönlerini
görmeye çalışm alı, yargı ve suçlam adan kaçınm alıydı. Böyle
bir k arari verebilm enin oğlu açısından büyük bir cesaret ge­
rektirdiğini, o n u n için de zor olabileceğini ve herkesin kendi
hayatını doğru bildiği şekilde yaşaması gerektiğini a n la m a ­
lıydı. Ü niversite eğitim inin olm am ası, başarısızlığa m ahkûm
olmak a n la m ın a gelmez. Ü n iv ersiten in kapalı yaşamı yerine
hayatla yüz yüze gelerek, güçlüklerini yaşayarak başarılı
olan ların sayısı az değildir. Belki oğul daha sonra bu eğitim ­
den geçmeyi isteyebilir ve o zam an kendisi için daha büyük
çaba gösterm eye hevesli olabilir. N e olursa olsun, insanın
diğer bir insan için beslediği ü m it ve b ek len tilerin , karşısın­
daki insan ın ü m it ve beklentileriyle uyuşması gerekir. Baba,
oğlunun da içinde var olan ve onun vasıtasıyla işleyen ilahi
Z ek â 'n m , ona doğru yolu bulm ası için yol göstereceğini ve
yönlendireceğini bilmelidir. Eler insan Ö z'ün eşsiz bir birey-
selleşmesidir ve herkes için Tek B ilinç'te, in san ların kendi

202
idrak düzeylerine göre fa rk ın a vardıkları kusursuz bir plân
vardır. Gerçeklesmeye« bir iş için büyük ü m it ve beklentileri
olan bir iş adam i. dikkatini derhal başka bir işe yöneltm eli­
dir. F ord M otor Şirketi Edsel'de 265 milyon dolar kaybetti.
Kim hatırlıyor simdi bu zararı? B aşarısızlıklarla yaşamak
yalnızca basarisizlik getirir. Düş kırıklığı geçici bir şeydir.
Ö nem li olan kişinin onu nasıl karşıladığıdır. Kişi, başarısızlı­
ğın veya yıkılmış beklentilerin cesaretini yitirm esine yol a ç ­
m asına izin verdiği, cesaretini kaybetm eye başladığı zam an
tehlikeli bölgededir
C esaretini yitiren insan yalnız olm adığını, herkesin şu
ya da bu şekilde düş kırıklığına uğradığını an lam alıd ır. İn sa ­
noğlu, her zam an kendisi için en iyi olanı bulam az, in sa n la ­
rın çok büyük üm it ve beklentilere kapılm a eğilimleri vardır;
o yüzden de düş kırıklığı sık ra s tla n a n bir so n u çtu r. Büyük
beklentiler, gerilem em ize neden olurlar; bu yüzden de varlı­
ğının farkında olmadığımız iç kaynaklarım ızı kullanam ayız.

ANLIK BÎR D Ü ŞÜ Ş B Ü Y Ü K B İR N İM ET OLABİLİR

Ara sıra, kısa bir süre için düşüş gösterebiliriz. Bu d ü ­


şüş devreleri doğaldır. B unlara korkuyla bak ılm am ak , yeni­
lik için yükselme ve daha büyük başarılara h az ırlan m a za­
m anı olarak görülm elidirler. Sessiz çalışm a ve m editasyon
gereklidir. B unlar ü retken za m a n la rd ır. Aslında, gerçek iş
sessizlikte yapılır ve evde ta m a m e n hareketsiz geçirilen bir
gün ihtiyaç duyduğum uz ilham ın bize verileceği gün olabilir.
G enellikle bu, İç R ehberim iz'in sesini duym ak için yeterince
sessiz olduğum uz tek zam andır.
D üşüşlerim izin cesaretim izi kırm asına izin vermeyelim,
in san sürekli bir başarı grafiği çizmek için y aratılm am ıştır.
H ay at iniş çıkışlarla doludur. Bir vaizin Ecclesiates'de söyle­
diği gibi:

203
Her şeyin mevsimi, her amacın bir zamanı vardır.
Doğma zamanı, ölme zamanı, ekme zamanı ve ektiğini
biçme zamanı.
Tanrı her şeyi zamanında güzel olacak şekilde yarattı."
Ecclesiastes 3:1, 2, 11

SESSİZ GÜVENDE GÜCÜMÜZÜ BULURUZ

Sessizlik ve m editasyon yoluyla kazandığım ız güç göste­


riyor ki tem poyu dü şürm em iz ve ra h a tla m a y a zam an ayır­
m am ız çok önem li.
İn s a n a verilen ilk derslerden biri, haftada bir günü d in ­
lenm eye ve h ay a tın en yüksek değerlerine yönelm eye ayır­
ması gerektiğidir. Bu gün, sadece T anri'ya ibadete ayrılan
bir gün değil aynı z a m a n d a , haftanın yedi g ü n ü n ü işe veya
bir şeyler kazanm aya h arcam ak z o ru n d a olmadığım ız için
T an ri'y a güvendiğimizi gösterdiğimiz bir g ü n d ü r. H ristiy an -
larm P aza r günü, M ü slü m a n ların C um a günü, Y ahudilerin
C u m artesi g ü n ü , "İşten uzak kalıp dinlenm ek" dem ektir.
Olayların akışına bıraktığım ız ve T a n n 'y a açıldığımız za­
m a n d ır bu.

Tanrı 'ya dönerek ve dinlenerek korunacaksınız.; sessizlik


ve güvende güç bulacaksınız..
Isaiah 30:15

C esaretsizlik, in sa n la r, olaylar ve şa rtlarla ilgili duygu-


larim ızd an kay n ak lanır. Bir çeşit engellenm e, kuşatılm a
duygusudur bu. R üyalarım ız ve tu tk u la n m ız m yok olur gibi
görünm eye başladığı an d a ortaya çıkan bir beyhudelik duy­
gusudur. W ashington bu duyguları, o soğuk ve um utsuz
kışta Forge Vadisi'nde h issetti. K ongreden hiçbir destek ala-
204
m ıyordu; adam ları sinek gibi kaçışıyorlardı; kalan lar b ak ım ­
sız, aç, üşüm üş ve sefildiler. G örem ediği veya dokunam adığı
Bir Şey'e güvenmek zorundaydı. Görerek değil inançla yürü­
yoruz demiş Aziz Paul.

HÎÇBÎR ŞEY BÎZE KARŞI DEĞÎL

D ü n bir adam ofisimde b an a , yitirdiği cesaretini nasıl


kazandığını an latıy o rdu. Bir yıl önce her şeyin gerçekten ka­
ranlık göründüğünü söylüyordu. H a y a tın d a k i herkesin k e n ­
disini her bakım dan suistim al ettiğ in i, hep kullanılm ış oldu­
ğunu d ü şünüyordu. G ö rü n ü şe göre cesaretini y itirm ekte
h a k lıy d ı. Görünüşe değil doğru yargıya göre yargıda bulunun
demiş İsa. Adam sebatla bu öğüdü uyguladı.
G ö rü n ü şe göre, hiç parası yoktu, am a parası yokm uş
gibi görünm esinin bile kendisine karşı olmadığı gerçeğini b e ­
nim sediğini söyledi b an a . Ş unu d ü şü n d ü hep: Hiçbir şey
bana karşı değil - parasızdık bile bana karşı değil. İ n a n a n a
k adar te k ra rla d ı, "Tanrı her şeydir ve her yerdedir. Yalnızca
T an rı var. Bu yüzden, T an rı eğer benim içinse, kim bana
karşı olabilir?"
Bugün her şeyin, iyiliği sevenlerin iyiliği için el ele ver­
diğini kendisine kanıtlam ış d u ru m d a ve tüm bildiği, hiçbir
şeyin kendisine karşı olm adığı. Doğru d ü rtü le re sahip olarak
ve bu düşüncelere in an çla sarılarak başarılı bir iş kurdu.
M addi kapitalini kaybedince kendisine doğru ark ad aşlar se­
çerek ve ihtiyaç duyulanlarla birleşerek ruhsal k ay n a k la n n ı
devreye soktu ve im kânsız gibi görüneni başardı. Bir yıl
sonra karşım da o tu ru rk e n te k ra rla d ı: "Tanrı benim içinse,
kim b an a karşı olabilir?"
"N ed en , hay atım ızın h er ala n ın d a hepim izin başına ge­
lir bu?" diye d ü şü n d ü m . H er h astalık, eksiklik ve uyum suz­
luk in a n c ı, h ayatın bir yerinde bir şeyin bize karşı olduğu

205
duygusudur. H a y a tta hiçbir şey bize karşı değil, bu yüzden
cesaretsizliğe yer yok hayatım ızda.

CESARETSİZLİĞE KUSURSUZ ÇARE

C esaretin izi yitirdiğinizi hissettiğiniz an , o tu ru n ve


ö n ü n ü ze bir parça kâğıt koyun. Özel bir problem iniz varsa
tüm ayrıntılarıyla kâğıdın bir yüzüne yazın. S onra, öbür yü­
züne m ü m k ü n olan tüm çözüm leri yazın. Aklınızı fikirlerin
gelmesi için açın. Aklınıza gelen çözüm im kânsız gibi g örün­
se de yazın. İmkânsız çözüm ün yanıt olabildiğini çok gör­
düm . D ikkat y a n ıtla r üzerinde yoğunlaştı m ı, güç problem ­
den u zak laştırılır ve y an ıtlar görünür.
S o nra, başka bir kâğıt alın ve h ayatınızdaki cesaret ve­
rici her şeyi yazın -k azançlarınız, ark a d a şla rın ız , yetenekle­
riniz vs. Artık b itti deyinceye kadar yazın b u n la rı kâğıda.
H ay atın ızd ak i cesaret kırıcı şeylerin tü m ü n ü de kâğıdın
öbür yüzüne yazın. H epsini boşaltın. Bunu y a p tık ta n sonra,
cesaret kırıcı şeyleri sıraladığınız taraftakileri birer birer
çizin ve "B u n u n la işim bitti! H ak k ım d ak i gerçek bu değil"
deyin.
Şimdi tü m dikkatinizi hayatınızdaki cesaret verici şey­
lere y o ğ u n laştırın . D ikkatim izi verdiğimiz şeyler gelişir,
büyür. D ik k atim izi iyiye, olum luya ve doğruya yöneltirsek
yaşadıklarım ız b u n lar olur.

HAYAT B İR S E R Ü V E N D İR

Bizler, h ay at yolunda b ilin en d en bilinm eyene doğru


ilerleyen serüvencileriz. Bugün n ered e olduğum uzu, h ay a t­
taki yerim izi, d u ru m u m u z u , şu anki ilişkilerimizi biliyoruz.
Bugünkü h ayatım ızı bilebiliriz; fakat y arın ı, gelecek haftayı,

206
bir ay ya da bir yil sonnrayı d ü şünerek ileri baktığım ızda h a ­
yatım ızın ne sekil alacaginı her zam an göremeyiz. On yıl
sonra ne yapıyor, olacagimızı d ü şü n ü rk e n , bu değişen d ü n y a­
da neler olacagini bilme şansım ız bile yok. Ama, bir şeyi
kesin olarak biliyoruz İçim izde bizi asla terk etm eyecek
veya yüzüstü bırakm ayacak T a n rı'n m Bilgeliği, G ücü ve Sev­
gisi daim a var olacak.

Bakın, ben her zaman şilinleyim. Sizden önce gidip eğri


yerleri düz yapacagim. Suları aşmaya çalışırken sizinle ola­
cağım; nehirler üzerinizden akmayacak: ateşte yürürken yan­
mayacaksınız, alevler sizi etkilemeyecek.
Matthevv 28:20, Isaiah 45:2

HAYAT G E I.IS E N BİR S Ü R E Ç T İR

Ara sıra kendim izi ra h a tlık ta n kriz dönem lerine kayar­


ken b u lu ru z: ama kim olduğum uzu ve neyle birlikte çalışm a­
mız gerektiğini bilirsek hiç fark etm ez. Bu, sadece yolculu­
ğun bir parçası, yakında geçecek ve u n u tu la c a k küçük bir
ay rın tıd ır yolum uzda.
Tüm düzen göz ö n ü n e alındığında, hayat gelişen bir sü­
reçtir, dünyadaki küçük bir deneyim le sınırlı değildir; sonsuz
bir deneyim in evrensel bir açılım ıdır. H e r deneyim in ken d isi­
ne ait bir an lam ı, çıkarılacak bir dersi, kazanılacak bir gücü
ya da biz yolum uza devam ederken değerliliğini k an ıtlay a­
cak bir gelişimi vardır.

KENDİNİ- YÖNETME

Cesaretimi yitirmeyi reddediyorum.

207
Her duruma göğüs gerecek bilgelik tam içimde.
Doğru seçimler yapmak için yönetiliyor ve yönlendirili­
yorum.
İçimdeki Kusursuz Güç, ne yapacağımı ve nasıl yapaca­
ğımı biliyor.
Hiçbir şeyin onun için imkânsız olmadığı Güç içimde.
Yaptığım her şeyde içimdeki Kusursuz Güce güveniyo­
rum.

208
20

K E N D İ N İ İYİ Y Ö N E T M E ,
SÜREKLİ H U Z U R D U R

Kendinizden başka hiçbir şey size huzur getirmez-


Prensiplerin zaferinden başka hiçbir şey size huzur getirmez-
RALPHWALDO E M E R S O N

İşin ö z ü n e indi ği mi z z a m a n g ö r ü r ü z ki b u g ü n h e p i m i z i n
asıl a m a c ı h u z u r d u r . Bazı l ar ı b u n u y e n i l e n m i ş sağlıkla b u l a ­
c a k l a r ı n ı d ü ş ü n ü r l e r ; b a z ıl a rı m u t l u bir evliliğin b u h u z u r u
get ir ece ği ne i n a n ı r l a r ; b ü y ü k bir ç o ğ u n l u k da ze ngi nl i ği n h u ­
z u r a k a v u ş m a k için en e m i n yol o l d u ğ u n a i n a n ı r . Çı lgı nc a
d a h a büyük bir h u z u r p e ş i n d e o l a n l a r , u y u ş t u r u c u veya alkol
gibi geçici d e v a l a r d a n m e d e t u m a r l a r . B u n l a r d a n h i ç b i r i n i n
o erişilmez a m a c a - h u z u r a - u l a ş m a y a yet erli o l m a y a c a ğ ı n ı
a n l a m a k için çe vr emi z e b a k m a m ı z ya da k ü ç ü k bir r u h s a l
a r a ş t ı r m a y a p m a m ı z yet er li.

İngilizce' deki "pe ac e" ( h u z u r , bar ı ş) kel ime s i L a t i n c e ' d e


"uz l a şma y a varmak" dem ek o l a n pacera sözcüğünden gelir.
H u z u r i ç er is i n d e o l m a k , h a y a t l a t a m a n l a m ı y l a u z l a ş m a k d e ­
m e k t i r . H e r er ke ği n ve k a d ı n ı n a m a c ı ol a n ger çek h u z u r bir
s ü k û n e t h a l i d i r ; r a h a t s ı z l ı k , e n d i ş e , sı kı nt ı ve h e y e c a n l a r d a n
s ı y r ıl m a k tı r; h a y a t ve ç e v r e mi z d e k i l er î e u y u m i ç i n d e o l m a k ­
tır. Herkes, bir b a ş k a s ı n a v e r m e d e n önce kendi iç huzurunu
b u lm a lıd ır .

209
DİRENME ZİHİNSEL ZEHİRDİR

H u z u ru n zıddı, çatışm adır -her şeye diren m ek ten kay­


n a k la n a n iç çatışm adır; in san lara d iren m ek tir, olaylara d i­
re n m e k tir, fikirlere direnm ektir. D ire n ç, onu gösteren insa­
nın h ay atın a karm aşa, kaos ve stres getirir. Bu yüzden,
sürekli bir h u zu ru bulm ak istiyorsak önce dirence bir çare
bulmalıyız.
D iren m ek , zehirle oynadığını anlam ayan insan akim a
her zam an için çok m antıklı gelir. Aksine, uzlaşm anın şifa
veren gücü her zam an için güçlüklerden kurtuluş yoludur.
D irendiğim iz şeyden uzaklaşır ileriye bakarsak ve dikkati­
mizi uzlaşm an ın yaratıcı gücü üzerinde yoğunlaştırırsak, bi­
ze ait olduğunu hiç hayal etm ediğim iz yeni yaratıcılık k an a l­
ları açılır. U zlaşm an ın bazı yönlerini gözden geçirelim.

HAYATLA UZLAŞMAK

Yaratıcı olmak için hayatla uzlaşm ak gerekir. Tarihe


bakacak olursak, insanoğlunun en yaratıcı dönem lerinin,
savaş ya da diğer krizler gibi büyük stres ve kargaşa a n la rı­
na denk geldiğini görürüz. Yüzeysel bakıldığında, bu bir çe­
lişki gibi görülebilir. F a k a t, insan olağanüstü bir durum la
karşılaştığında, büyük bir ihtiyaçla yüz yüze geldiğinde u z­
laşm aya daha eğilimli oluyor. Belki de böyle zam an lard a ye­
tersizliğini, ölümlü insanın yetersizliğini ve kendisinden da­
ha büyük bir G üce ulaşması gerektiğini daha iyi anlıyor.
J o h n Flavel ad ın da bir adam 1690'da ilk uyarıyı yap­
m ış, "in san ın ulaşabileceği uç n o k ta la rı, T a n rı'n m tanıdığı
fırsatlar belirler. "O za m a n d an beri birçok kişi bu gerçeği
buldu ve ona sahip çıktı, insan en büyük ihtiyacıyla karşılaş­
tığında, içindeki büyük G üce dönüyor ve onunla uzlaşıyor.

210
O ndan önce, catisma içindedir ve bu onun h a y a tta n ayrı ol­
ma hissine kapilmasina yol açar. Bugün bazı doktorlar tüm
hastalıkların stresten kaynaklandığını söylüyorlar. Stres,
ona döndüğümüzde bize sağlık, zenginlik ve bilgelikle ku­
sursuz bir uyum sağlamaya yetecek gücü ve isteği olan H a ­
yat Prensibiyle uzlaşm aktan kaçınm ak dem ektir. Bir ça re­
sizlik duygusunun etkisiyle tek G üç olan H ayat P rensibi'ne
dönm em izi ve sonunda onunla uzlaşmamızı sağlayan her
problem in sekil değiştirmiş bir nim et olduğunu anlam ak ol­
dukça kolay. İsa Tanrim, benim değil senin isteğin yerine ge­
lecektir dediğinde dünyanın üstesinden gelmiştir.

HAYATI A UZLAŞMAK YARATICILIKTIR

Haya'ti, em irlerim izi yapması için zorlam aktan vazgeçip


içimizdeki yaraticı H ayat Prensibi'yle uzlaşmaya başladığı­
mız, bizimle yaşam asına izin verdiğimiz zam an yaratıcı bir
yaşam sürm enin yollarını bulacağız. Böyle bir hayat insana
doyum sağlayabilir ancak, in san ın zihninde birlik ve b ü tü n ­
lük hissi y aratan her şey, o insanda bir haz ve doyum duygu­
su uyandırir Söz konusu olan bir iş düzenlem esi, bir resim
yapm ak, güze! bir müzik üretm ek ve h a tta bir fırın bisküvi
pişirm ek dahi olsa, b u n lard an sağlanan doyum, o kişinin h a ­
yatla uzlaştığını, kendisinin hayata bir şeyler verdiğini, h a ­
yatın da kendisine bir şeyler verdiğini hissetm esine neden
olur. Hiçbir ayrılık hissi yoktur. Sonra, hayatının her bölü­
m üne bir huzur hissi yansır.
işini seven insan hayatla uzlaşıyor dem ektir. Yaratıcı
olmayı, işi vasıtasıyla insanlara doyum verecek şekilde ken­
disini ifade etmeyi sever. El işçisi olsun, bir tezgâhta çalışan
birisi olsun işinden ta tm in olan işçi, işine sevgi katıyor d e­
m ektir. Aziz P au l'u n Sevgi, yasanın yerine getirilmesidir d e­
m esinin nedeni budur. Sevgi yaratıcıdır, sevgi yapıcıdır,

211
sevgi saygıdeğerdir -yapılan şeye saygıyla dolu olm aktır.
Sevgi, T a n ri'n m G ü c ü 'n ü ortaya çıkarır; çünkü o, in san ın h a ­
y atın d a ifade edilen T an rı'd ır.

TANRIYLA UZLAŞIN

Bu T anrı'yla, bizim ve tüm hayatın içindeki Sonsuz lyi-


lik'le uzlaşm ak dem ek tir. T a n n 'n m tüm nitelikleriyle - H a ­
yat, G erçek, Sevgi, G üzellik, Bilgelik, H u z u r- uzlaşm aktır.
İster in an ın ister in an m ay ın hayatla h erhangi bir şekilde
m ücadele ettiğim izde T anrı'yla m ücadele ediyoruz; çünkü
var olan her şey T a n rı'd ır. S o n u çta, T anri'ya, "Bunu n eden
b an a yaptın?" dem iş oluyoruz. Ama T a n rı, kusursuz H ayat
P ren sib i, kusursuz olmaya devam ediyor, y a ra ttık la rın ı ku­
sursuz görmeye devam ediyor. Ama biz zaaf içindeki ölüm lü­
ler, bizim için çoktan kurulm uş olan T a n n 'n m kusursuzlu­
ğuyla birleşm ek yerine kendi akıllarım ızda yarattığım ız k ö ­
tü lü k lere d iren erek vakit harcıyoruz. Bu özgürlüğe açılan
kapı ard ın a k adar açık beklerken p en c ere n in karşısında
k a n a t çırpan kuşun d u ru m u n a benziyor.
T anrı'yla nasıl uzlaşm z? İşte birkaç örnek:

HUZURLA UZLAŞIN

Seçim bizim elim izde. Savaş ve savaş kışkırtıcılarıyla


mı m ücadele edeceğiz, yoksa olduğum uz yerde h u zu r m u b u ­
lacağız? B ugünün dünyasında var olan yanlışlara direnm ek
için harcadığım ız her dakika, savaşın alevlerini körükler,
beden hücrelerim izi ta h rip eder, barış ve h u zu r ad ın a hiçbir
yarar sağlamaz. Bu prensibe inanm adığım ız ya da prensibi
tem sil etm eye istekli olmadığım ız an lam ın a gelmez. İdeal ve
pren sip ler d o ğ ru ltu su n d a h a re k e t ederiz, am a in san lara ve

212
şa rtla ra direnm eyiz an lam ın a gelir. Sürekli h u zu ru d ü şü n e ­
rek, çevremizde ne olursa olsun ilerleriz. İn sa n ın aklı, çekiş­
m e, çatışm a, yüksek kadem elerdeki yolsuzluklar, kötülük ve
bozulm a düşünceleriyle dolu olursa, o kişi bu düşünceleri
kendi h ay atın d a, ilişkilerinde ve to p lu m u n daha kapsamlı
olan hay atın d a ifade edecektir. D ü şü n ce leri; koşullara d ire­
nerek harcayacağı enerjiyi koruyarak T a n ri'n m h u z u ru n a ,
ad alet ve doğru davranışa yönelirse h u z u r ve barış için bir
güç, bulunduğu her yerde bir iyilik vasıtası olacaktır. H u z u ­
ru sağlam anın tek yolu, Huzur olsun ve benimle başlasın d ü ­
şüncesidir
Dikkat T anrı üzerinde yoğunlaştığında, T an rı ve Ben
çoğunluğu o lu ştururuz. D ikkat h u zu r ü zerin d e yoğunlaştırıl-
dığm da. kişi h u zu r için bir araç olur. K a n a tla rın ı boş yere
çırpıp cam dan geçmeye çalışan küçük kuşlar olm aktan vaz­
geçelim D irenm ek her zam an için yıkıcıdır. Barış taraftarı
birkaç kişi bile büyük isler başarabilir.
Bu yalnızca dünya koşullarına değil, bugünkü tüm y an ­
lışlıklara ve adaletsizliklere uygulanabilir.

KÖTÜTÜĞE DİRENMEYİN

Isa sürekli b u n d an söz ediyordu. Evet, göze göz, dişe diş


dendiğini duydunuz: Ama size söylüyorum, kötülüğe diren­
meyin; sağ yanağınıza curana öbür yanağınızı da çevirin. Bi­
risi sizi dava eder ve paltonuzu alırsa, pelerininizi de verin.
Biri sizi bir mil yürümeye zorlarsa iki mil yürüyün... Şimdiye
kadar komşunuzu sevmeniz, düşmanınızdan nefret etmeniz
söylendi. Fakat, size söylüyorum, düşmanlarınızı da sevin,
size lanet edenlere dua edin, sizden nefret edenlere iyilik
yapın ve sizi kullananlar ve size eziyet edenler için dua edin;
böylece cennetteki Tann'nın çocukları olabilirsiniz.
Bu öğretinin tam am ı uzlaşm aya dayanıyor. Öbür y an a­

213
ğım çeviren in san d a kin yoktur, nefret yoktur, karşı olma
duygusu y o k tu r; uzlaşm a vardır. D iren ç olm ayan yerde d ü ş­
m an kızgınlığını kaybeder. Silahsız kalır.
P itirim A. Sorokin'in çok değer verdiğim Sevginin Yolla­
rı ve Gücü adlı k itab ın d a, sevginin h arik a bir şekilde nefreti
yendiği birçok gerçek olaydan söz eder. H ırsızlar, istedikleri
her şey k en d ilerin e verildiğinde bir şey çalam ıyorlar ve d ö ­
n ü p gidiyorlar. İşkenceciler d irenç yerine sevgiyle karşılaş­
tık la rın d a zulm etm ek istem iyorlar. "Ö ldürülen insan genel­
likle kendi ö lü m ü n d en sorum ludur," diyor Ermiş adlı k ita ­
bın d a H alil C ib ran . D ire n ç , karşılığında direnç ve k en d i­
sinden k ay n a k la n an tüm diğer h astalık ların ı görür; am a
sevgi nefreti, iyi kötüyü yener. Tek yol bu.
Ve birisi sizi dava eder ve paltonuzu alırsa pelerininizi
de verin. îsa yargı yoluna başv u rm am an ız gerekir demiyor;
b u ra d a öğretilm ek istenen, sizden şikâyetçi olan davayı k a­
zan ır ve p alto n u zu alırsa, nefret veya kin duym am ak için
d ah a fazlasını verm enizdir. Bu içinizdeki kin ve nefret duy­
gusunu sizden uzaklaştırır.
Z am a n ım ı olum lu ve yapıcı bir yaşam felsefesini -nefret
yerine sevgi; kötüyü iyiyle yenm ek- öğretm eye adam ak için
iki kez başarıyla sürd ü rdüğüm avukatlığı bıraktım . İn s a n la ­
rın uzun pahalı davalara giriştiği birçok örnek verebilirim .'
Tam anlam ıyla haklıydılar. K a n u n o n la rd a n yanaydı. So­
n u n d a k azan d ılar, am a ne pah asın a! Çoğu za m a n , parasal
m aliyeti başlangıçtaki kayıptan daha büyüktü; fakat sağlık,
m u tlu lu k ve h u zu r açısından m aliyeti ta h m in edilem ezdi; o
derece büyüktü.

HAYAT BOYU TANRIYLA UZLAŞIN

İçinizdeki T anri'yla, içinizdeki yüce Sevgi merkeziyle


uzlaşın ve hiç kimseye veya hiçbir şeye katılm ayın. Sahip ol­

214
duğum uz düşm anlar içimizde işlenm eli. Düşmanlarımızın
hepsi kendi ev halkimizdandır, diyen kutsal kitap b u n u ifade
etm ek istiyor Onlari bir kez sevgiyle o rtad a n k ald ırd ık tan
sonra hiç düsm anim iz olm adığını göreceğiz. K endinize bilinç­
li olarak iç huzuru ve yüce bir uzlaşm ayla dolu yeni bir h a ­
yat kurarak önceki deneyim lerinizden yeni bir deneyim e
yükseleceksiniz İçinizdeki neyse dışınızdaki de öyle olacak.
Aklınızda düşm anınız kalmadığı zam an hay atın ızd a da düş­
m anınız olmayacak. Akılda direnç olmadığı za m a n insanın
hay atın d a da kendisine karşıt in san lar olmayacak.
D iren ç, uzlaşm adan h o şlan m am ak tır. D ire n ç , h a y a tı­
m ızdaki her şeyden dah fazla dikkat etm em iz gereken bir
şeydir. Çevremize d irenm ek, in san lara direnm ek, koşullara
direnm ek ya da sadece m etroya veya havaya direnm ek. D i­
re n ç, h u zu ru n en büyük d ü şm an ıd ır.
Uzlaşmak ne dem ektir? Uyum sağlamak, birlikte çalış­
m ak, bütünleşm ek, bir olmak dem ektir. İki şey uzlaştı mı bir
olurlar. Kişinin içinde uzlaşm a oldu m u, kendisiyle ve h a y a t­
la birleşir; o zam an kusursuz G üç başarıya doğru o n u n la bir­
likte akar.

İN SA N IN ÇEVRESİYLE UZLAŞMASI

Yaşadığınız yerle uzlaşın. H er zam an yaşamayı istem e­


yeceğiniz bir yer olabilir burası; am a en azından direnm ezsi­
niz. O n unla uyum içerisinde olursunuz. "K endinize, hayatla
uyum içerisindeyim ; yaşadığım yerle uyum içerisindeyim .
Doğru za m a n d a, doğru yerde, doğru şeyi yapıyorum . Ç evre­
me direnm ek zo ru n d a değilim, çünkü biliyorum ki aklıma
koyduğum şeyi yaşayacağım. Arzuladığım şeyi görüyorum ve
benim olanın b ana geleceğini bilerek ona şim diden teşekkür
ediyorum " diye telk in de b u lu n u n .

215
İYİYİ BULMAK HAYATLA UZLAŞMAKTIR

H er d u ru m d a dayanabileceğim iz iyi bir şey bulalım . E s­


ki d ü şm an direnci saf dışı e tm e n in en iyi yoludur bu.
İsa'yla ilgili şöyle bir hikâye var: İsa ve havarileri bir­
likte y ü rü rk en yolun k e n a rın d a bir köpek görm üşler. Köpek
öleli birkaç gün olduğu için pek hoş bir d u ru m d a değilmiş.
H av ariler bu d u ru m a çoğu in san ın göstereceği tepkiyi gös­
te rm işle r, am a Isa "Köpeğin ne güzel dişleri var" demiş.
H er d u ru m d a olum lu karşılık vermeye çalışın, iyiyi b u ­
lun. E leştiri veya su çlam ada b u lu n m ay ın . Bu yöntem i bir
hafta k adar deneyin; so n u n d a yaratıcılığa giden yolu buldu­
ğ u nuzu göreceksiniz. H içbir şey engel olam az. T a n rı, m ü m ­
kün olduğuna in an am ay acağ ın ız bir sağlık ve iyiliği ifade
edebilir sizin vasıtanızla. Tanıdığım bir kadın "küçük nefret­
lerin d e n " k u rtu ld u ğ u zam an k an se rd en de k u rtu ld u . K ad ı­
nın küçük n efretlerin d en biri de bulaşık yıkam aktı. D ire n ç ­
lerinizi korum aya değer mi? H a y atla uzlaşın, hayat da si­
zinle uzlaşacak tır.

HAYATLA UZLAŞMA İÇ G Ü V E N L İĞ İ SAĞLAR

K endim iz için yeni uzlaşm a kalıpları buldukça hayata


karşı koyma eğilim im izin giderek azaldığını görürüz. D ire n ­
m ek ten vazgeçtiğimiz zam an kavram a sın ırların ı aşan h u z u ­
ru keşfederiz; yeni, em in bir güven duygusu bizi etkisi altına
alır.
U zlaşm a çok gerçek, som ut bir şeydir. Bir in san ın k ar­
şısında yer a la n la rın , on u n la m ücadele e d e n le rin ya da sava­
şa n la rın sayısal çokluğu hiçbir şeyi değiştirm ez. Ç ünkü
T a n rı ve Ben çoğunluğuz.
O zam an yapılm ası gereken şu: içim izdeki yüce sevgiy­

216
le, yani Tanrı'yla uzlaşm ak bizi nefret, yargı ve kin d en k u r­
ta rm a sın a izin verm ek; gitm em iz gereken yolda bize yol gös­
term e sin e ve y ö n etm esin e, direnci günlük h ay a tım ızd an sö­
küp a tm a sın a , her d u ru m d a yaratıcı ve m utlu yaşam a özgür­
lüğünü bize su n m a sın a , hayatım ızı yüce doğru davranış ve
h u zu r d o ğ ru ltu su n d a yeniden kurm ak için gereken güç ve
zekâyı bize verm esine izin verm ektir.

KENDİNİ- YÖNETME

Son derece huzurluyum


Hayatımdaki iyiliğin gücüne inanıyorm
Koşullarda hiçbir güç yok: kişiliklerde hiçbir güç yok:
yalnızca iyilikte güç var.
Şu anda içimde bulunan güce engel olabilecek hiçbir
insan, yer, nesne, durum veya, ortam yok.
Hiçbir şey bana karşı değil: hiçbir şey beni rahatsız ede­
mez.
Geçmişimde olanların beni incitecek hiçbir gücü yok.
Şu anki iyi düşüncelerle geleceğimi hazırlıyorum.
Bugünü yaşıyoum; geleceğe güveniyorum; geçmişten hiç­
bir pişmanlık duymuyorum.
Tüm hayatın benim iyiliğim için el ele verdiğine inanı­
yorum.
Rahatım. Huzurluyum.

217

You might also like