Professional Documents
Culture Documents
– Hakemli Makale –
Aytekin ŞENZEYBEK
Dr. Öğr. Üyesi, Necmettin Erbakan Ü. Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi
İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı
E-posta: senzeybek4@hotmail.com
ÖZ
Bir dini benimseyen her insanın, inandığı dine bakış açısı farklılık arz eder. Kişinin
doğup büyüdüğü aile ortamı, içerisinde yetiştiği toplumsal yapı, sahip olduğu ilmi
birikim, kültür seviyesi vb. pek çok etken bu farklılıkları ortaya çıkarır. Temel ilkelerde
aynı düşünen insanlar bir araya gelerek mezhep, tarikat, cemaat vb. dini yapılar
içerisinde kendilerine yer edinirler.
Hamza Nigârî’yi de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Nitekim o, Hz. Ali
neslinden gelen, büyük dedeleri Hicri I. veya II. yüzyıllarda Hicaz’dan Azerbaycan/
Karabağ’a hicret eden, burada Müslüman Türk kültürü içerisinde doğup büyüyen,
ardından Anadolu’ya göç ederek buranın kültür havzasına etki eden ve bu kültürden
etkilenen bir kişidir. O, önce Karabağ’daki Sünni hocalardan medrese eğitimini almış
ardından da Nakşibendi Tarikatının Halidiyye koluna intisap etmiştir. Bu yönüyle Hamza
Nigârî, Sünni bir mutasavvıf olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte, eserlerinde
Hallac-ı Mansur’u övmesi, Nakşi/Halidi olmasına rağmen Konya Mevlevi tekkesinde
erbain çıkarması, II. Abdülhamid döneminde Râfızîlikle suçlanarak sürgüne gönderilmesi
çelişki olarak görülmektedir. Ancak bütün bunlar onun çok kültürlü, çok dinli, çok uluslu
toplumlarda elde ettiği birikimlerin bir yansıması olarak kabul edilmelidir. Nigârî’nin
hayatının büyük bölümünü Ruslarla mücadele ederek geçirdiği göz önüne alındığında
onun temel amacının İslam toplumunu esaret altına almak isteyenlere karşı, farklı dini
yorumlara sahip olan Müslümanlar arasında İslam kardeşliğini tesis etmek olduğu
anlaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hamza Nigârî, Şîilik, Sünnilik, Azerbaycan.
Bu makale, 25-27 Ekim 2018 tarihleri arasında Amasya’da gerçekleştirilen “IV. Uluslararası Hamza Nigârî
Azerbeycan Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 100. Yılında Türkiye Azerbeycan İlişkileri Sempozyumu”nda
sözlü bildiri olarak sunulmuştur.
430 Aytekin ŞENZEYBEK
GİRİŞ
Fikirler, görüşler ve algılar birçok bileşeni olan neticelerdir. Hamza
Nigârî’nin ileri sürdüğü fikirler de pek çok bileşeni olan neticelerdir. Onun Ehl-
i Beyt mensubu olması, bütün hayatını Türk toplumu içerisinde geçirmesi,
tasavvufla olan ilişkisi, belirli bir müddet işgal altındaki topraklarda yaşaması,
müritleriyle birlikte cephede bizzat savaşması bu bileşenlerin birer
parçalarıdır. Onun fikirlerinin gelişimi ve olgunlaşmasında bu etmenlerin her
birinin önemli rolü olduğu görülmektedir.
Bu husus onun, farklı İslam yorumları olan mezheplere yaklaşım
açısında da kendisini hissettirmiştir. O, Ehl-i Sünnet mensubu olduğunu
açıkça beyan etmekle birlikte Emevi Halifeleri ile ilgili Sünni düşüncenin dışına
çıkarak Muaviye b. Ebu Süfyan ve diğer Emevi Halifelerini tekfir ve tel’in
etmiştir. O, Şîa’ya daha yakın olan bu görüşü sebebiyle Şiilik ve Alevîlik
ithamlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Ancak Nigârî, kendisini Ehl-i Beyt’ten
olması hasebiyle onların mirasçısı konumuna yerleştirerek tekfir ve tel’inin
kişisel hakkı olduğunu, halkın bu konuda kendisine uymasını doğru
bulmadığını bildirerek bir anlamda bu görüşünün Sünniliğine halel
getirmeyeceğini ileri sürmüştür. Bu yönüyle o ne Şii’dir ne de Alevî. Nigârî,
kişisel hakkını kullanarak Ehl-i Beyt karşıtı gördüğü Emevi Halifelerini tekfir ve
tel’in eden bir Sünnidir.
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 431
Hamza Nigârî ile ilgili pek çok yayın yapılmıştır. Başta “Hamza Nigârî
Sempozyumları” olmak üzere Nigârî üzerine yapılan akademik çalışmalar ve
yayınlarda o, daha çok edebi, tasavvufi, tarihi ve sosyal yönden ele alınmış,
onun farklı dini yorumlar olan İslam mezheplerine bakış açısı müstakil olarak
incelenmemiştir. Bu sebeple makalemizde onun farklı İslam yorumlarına
bakış açısını incelemeyi uygun bulduk.
1- Hamza Nigar’nin Hayatı
Tam ismi Şeyh Seyyid Mîr Hamza Nigârî’dir. Mîr Paşa olarak tanınan
Seyyid Rükneddin Paşa ve Hayrunnisa/Kızhanım (Olcay, 2002: 76) Hanımdan
dünyaya gelmiştir (Bilgin, 2007: 85). Kaynaklarda doğum tarihi ile ilgili olarak
1795 (Əsgərli, 2005: 98), 1213/1797-98 (Olcay, 2002: 45), 1220/1805 (İnal,
1969: 2/1200), 1224/1810 (Yaşar, 2004: 9/122), 1815 (Akpınar, 1994: 465)
gibi farklı tarihler zikredilmektedir. Doğum yeri ise Azerbeycan’ın Karabağ
bölgesinin Zengezur/Bergüşad (Son Asır Türk Şairleri’nde “Pergüşad” olarak
geçmektedir. Bkz. İnal, 1969: 2/1200) kazasınna bağlı Cicimli köyüdür.
Amasya Tarihi yazarı Abdi-zade Hüseyin, tereddütlerini kaydederek,
Mîr Ali Efendi-zâde Hâşim Efendi tarafından kendisine gösterilen ve
istinsahına izin verilen şecereye göre Nigârî’nin silsilesi şu şekildedir:
“Rükneddin Paşa bin Muhammed Rızâ Haydar bin Rukneddin bin
Muhibbeddin bin Bahaeddin bin Nureddin bin Nizameddin bin Şemseddin
Muhammed Ağa Bâlî bin eş-Şeyh Ahmed Cundî bin Rukneddin bin Nureddin
bin Haydar bin Hasan bin Ebî Bekir eş-Şeyh Mehdî İsa bin Davud bin Süleyman
bin Musa bin Muhammed bin el-Kâsım bin el-Hasan ibn Zeyd bin el-Hasan bin
Emirü’l-Mü’minîn Ali bin Ebî Tâlib bin Abdulmuttalib el-Hâşimî el-Kureyşî”
(Yaşar, 2004: 9/119). Yaşar’ın verdiği bu silsileye uygun olarak Bursalı
Mehmet Tahir onun Hz. Hasan sülalesinden olduğunu vurgular (Bursalı, t.y.:
1/113). Buna karşın Nigârî, şu gazelinde kendisinin Hz. Hüseyin neslinden
geldiğini açıkça ifade etmektedir:
Bi-hamdi'llâh gönül âl-i Muhammed nesl-i ‘âlî
Hüseynî Hayderî evlâd-ı seyyid Agabalıdır (Nigârî, 2017: 133).
Bu durumda Yaşar’ın silsilesi ve Bursalı’nın Hasani olduğu yönünde
verdiği bilgiler hatalıdır.
İnal’ın anlatımına göre Nigârî ailesi, Nigârî’nin sekizinci kuşak atası
Şemseddin Muhammed Ağa Bâlî döneminde (VI/XII. yüzyılda) Medine’den
hicret ederek Cicimli köyünü vatan edinmiştir. Babası Mîr Paşa’ya devlet
tarafından mukataat ve arazi verilerek Mîr-i mîranlık rütbesi tevdi edilmiştir
(İnal, 1969: 2/1200). Aynı zamanda âlim ve sâlih bir zat olan Mîr Paşa,
432 Aytekin ŞENZEYBEK
Mervânî (Nigârî, 2017: 164, 425, 429, 430, 473) /Yezîdî (Nigârî, 2017:
429, 430) /Süfyânî (Nigârî, 2017: 168, 425, 430, 438): Emevi Devleti iki
saltanat ailesi tarafından yönetilmiştir. Bunlardan ilki Muaviye b. Ebi Süfyan
(ö. 680) ile başlayan ve II. Muaviye’nin (ö. 684) vefatı ile sona eren süreçte
Emevi Devletini yöneten Süfyânî ailesidir. Diğeri ise II. Muaviye’den sonra
devletin başına geçen I. Mervan (Mervan b. el-Hakem) (ö. 685) ile başlayan
ve II. Mervan’ın (ö. 750) ölümüyle sona eren Mervânî ailesidir. Süfyânî ve
Mervânî tanımlamaları temelde, her iki ailenin Emevi Devletinin yönetimini
elinde bulundurduğu süreçte Ehl-i Beyt mensuplarına ve taraftarlarına
uyguladıkları baskı, şiddet ve takibatlar karşısında onları destekleyen ya da
tepkisiz kalan kişi ve zümreleri ifade etmek için kullanılsa da süreç içerisinde
anlam genişliğine tabi tutularak, genel anlamda kendi halkına özelde ise Ehl-
i Beyt mensuplarına ve bunlara karşı sevgi besleyen kişi ve zümrelere karşı
aynı baskıcı tavırlar sergileyen yöneticileri ve buna tepki vermeyen birey ve
toplulukları ifade eden bir anlam kazanmıştır. Yezîdî tabiri ise Kerbela
faciasında Hz. Hüseyin ve maiyetindekilerin öldürülme emrini veren Emevi
Devletinin ve Süfyânî halifelerinin ikincisi Yezid b. Muaviye’nin (ö. 683)
yandaşları ya da onun bu tür filleri karşısında tepkisiz kalan kişi ve zümreleri
ifade eder. Süfyânî ve Mervânî terimlerinde olduğu gibi bu tanımla da süreç
içerisinde anlam genişlemesine tabi tutulmuştur.
Alevî: “Ali’ye mensup olan, Ali yanlısı” şeklinde Türkçeye çevrilen bu
kelimenin çoğulu Alevîyyûn’dur. İslam tarihinde bu tanımlamanın iki farklı
anlamda kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden sonra Müslümanlar, hilafet konusunda dört guruba ayrılmıştır.
Bu guruplardan biri de Aleviyye’dir ki siyasi anlamda Hz. Ali’nin hilafetini
arzulayan taraftarları ve ashabını ifade eden bir isimlendirmedir (Naşi el-
Ekber, 2007:1 13). İkinci kullanımda ise itikadi görüşlerinin temeline Ehl-i
Beyt’i yerleştiren zümreleri ifade eden bir terimdir.
Şiirin birinci beyitinde Nigârî’nin Süfyânî terimi yerine Yezîdî kelimesini
kullanması dikkat çekicidir. Çünkü Yezid’in Süfyânî ailesine mensup olması
sebebiyle ilk mısrada Süfyânî kelimesini kullanması daha uygun
görünmektedir. Ancak kanaatimize göre şairin bu kullanımı bilinçlidir ve
bununla şu hususa dikkat çekmek istemiştir: Emevi Devletinin ve Süfyânî
ailesinin ilk halifesi Muaviye b. Ebu Süfyan’ın Hz. Ali’ye biat etmemesi Sıffın
savaşı ile sonuçlanmış ve Muaviye saflarından 45.000, Hz. Ali ordusundan
25.000 Müslüman hayatını yitirmiştir (el-Mesudi, 1409: 2/352). Yine
Muaviye’nin oğlu Yezid, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi emrini veren
Süfyânîlerin ve Emevi Devletinin ikinci halifesidir. Dolayısıyla Süfyânîler
436 Aytekin ŞENZEYBEK
dönemi Ehl-i Beyt mensupları açısından son derece şiddetli ve kanlı geçmiştir.
Buna mukabil Mervânîler döneminde Ehl-i Beyt’e karşı çeşitli baskılar
uygulanmasına rağmen Süfyânîler dönemindeki gibi kanlı hadiseler meydana
gelmemiştir. Bu noktada Ehl-i Beyt’e karşı tutumları açısından Mervânîlerin
yönetimi Süfyânîlerin yönetimine nazaran daha tercih edilir konumda kabul
edilmiştir. Nigârî ise
Mervânîleri isteyen ey ehl-i dalâlet
Bî-şübhe ki sizler Yezîdî biz ‘Alevîyiz
diyerek bu düşünceye karşı çıkmış, Mervânîlerle Hz. Hüseyin’i katleden
Yezid’in anlayışlarının aynı olduğunu vurgulamak için Mervânîleri Yezîdî
olarak isimlendirmiştir. Buna karşılık kendisini de bunların baskı ve şiddetine
tepkisini dile getirmek amacıyla Alevî olarak nitelendirmiştir.
Nigârî, birinci beyitte kendisini Alevî olarak tanımlarken ikinci beyitte
“Ehl-i Sünnetiz mü’min-i Hak dîn-i celîyiz” sözleriyle Ehl-i Sünnet ile Alevî
terimini özdeşleştirmektedir. Şair, Sünni-Alevî olduğunu beyan ederek,
kendisinin Hz. Ali ve Ehl-i Beyt mensuplarını itikadi görüşlerinin odak
noktasına oturtan zümrelere mensup olmadığını; kendisinin yalnızca Ehl-i
Beyt’e reva görülen baskı, şiddet ve kan dökenleri eleştiren bir Ehl-i Sünnet
mensubu kişi olduğunu vurgulamıştır. Nigârî’nin bu yaklaşımı, zalim
yöneticiye karşı muhalefet metodu olarak Ehl-i Sünnet’in çoğunluğunun
benimsediği sabır ekolünün1 görüşlerinin bir yansımasıdır. Bu ekol, Said b. el-
Müseyyeb (94/713), Hasan el-Basri (110/728), Malik b. Enes (179/795), İmam
Şafii (204/820), Ahmed b. Hanbel (241/855) gibi önde gelen ulemanın zalim
yöneticiye karşı sergiledikleri tavrı benimsemiştir. Bu alimler Peygamber
Efendimizin bazı hadislerini (“Her kim Emîrinden meydana gelen bir hareketi
fena görürse sabretsin. Çünkü her kim sultandan (sultana itatten) bir karış
dışarı çıkarsa o cahiliyye üzere ölür” (Buhari, Fiten, 2; Müslim, İmare 53).
“Rasulullah (s.a.v.) ‘Sizler benden sonra (dünya işlerinde) başkalarının sizlere
tercih edildiğini, (din işlerinde de) hoşlanmadığınız işler göreceksiniz’
buyurdu. Sahabiler ‘bu durumda bize ne emredersin Ya Rasulullah?’ diye
sordu. O da ‘Emirlere istedikleri hakklarını eda ediniz. Kendi haklarınızı da
Allah’tan isteyiniz’ buyurdu.” (Buhari, Fiten 2; Tirmizi, Fiten, 25) ve toplumsal
menfaati göz önünde bulundurarak muhalefet yöntemi olarak zalim
yöneticiye isyan etmemeyi, sabretmeyi tavsiye etmişlerdir. Sabır ekolünü
benimseyenler Rasulullah’ın “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin.
1 İslam tarihinin ilk dönemlerinde zalim idareciye karşı muhalefet metodu olarak 3 ekol ortaya çıkmıştır.
Bunlardan ilki “Devrimci Ekol”, diğeri “Sabır Ekolü” ve son olarak “Temekkün Ekolüdür”. Detaylı bilgi için
bkz. Mustafa, 2001: 223-358.
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 437
Hz. Osman’ı, tahkim kurulunda yer alan Hakemleri ve onların aldığı kararları
kabul eden herkesi tekfir etmişlerdir (Fığlalı, 1997: 16/169-175).
Nigârî, Harici terimini tek bir şiirinde kullanmaktadır:
Merd-i mürteddi bilâ-şübhe çü hûrşîd-i duhâ
Eyleyen tarzıye Mervânî mürtetlere
Sonuç
Hamza Nigârî, Hz. Hüseyin neslinden gelen, Karabağ’da doğup
büyüyen, Dini ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvuf eğitimi alan, Rusların Türk
yurdu Karabağ’ı işgal etmesi üzerine müritleriyle birlikte Osmanlı ordusuna
katılarak aktif bir şekilde savaşan, ardından Amasya’ya yerleşerek Anadolu
Müslümanlarını, etkisi günümüze kadar sürecek şekilde derinden etkileyen
bir mutasavvıf, şair ve Ehl-i Beyt sevdalısı bir kişilik olarak karşımıza
çıkmaktadır. Hayatı boyunca bu kadar farklılıkları bir arada yaşan Nigârî’nin
düşünce dünyası da bütün bu unsurların bileşimi neticesinde farklılık arz
etmiştir. Bu sebeple Şîi, Alevî, vb. pek çok ithamlara maruz kalmıştır.
Hamza Nigârî’nin farklı İslam yorumları olan mezheplere yaklaşımını
belirleyen ana etkenin, onların Ehl-i Beyt’e yönelik düşünceleri olduğu
görülmektedir. Kendisini açık bir şekilde Ehl-i Sünnet mensubu olarak
nitelemesine rağmen Ehl-i Beyt mensuplarına karşı baskıcı ve şiddet yanlısı
tutumları sebebiyle Emevi Halifelerini tekfir ve tel’in ederek Ehl-i Sünnet
görüşünden farklı bir yaklaşım sergilemiştir. O ise bunu, Ehl-i Beyt mirasçısı
olarak kişisel bir hak olarak görmüş, halkın bu hususta kendisini takip
etmesinin doğru olmadığını vurgulamıştır. Bu yönüyle Nigârî, İslam
düşüncesindeki muhalefet geleneklerinden, bazı hadislerden ve toplumsal
menfaat düşüncesinden hareketle zalim yöneticiye karşı isyanı caiz görmeyen
ancak onları eleştirmekten de çekinmeyen “sabır ekolü”nün tavrına uygun
davranmıştır.
Bu farklı düşüncesi sebebiyle Nigârî Şii, Râfızî ve Alevî olmakla itham
edilmiştir. Ancak onun Şîa’nın Usulu’d-Din’den kabul ettiği, özellikle İmamın
nass ve vasiyetle belirlendiği İmamet teorisiyle ilgili ortak herhangi bir
açıklamasının bulunmaması bu iddiaların temelsiz olduğunun bir
göstergesidir.
Nigârî’nin “Ne Sünnîyiz ne Şî‘î bir hâlis Müslümânız” sözü onun
mezhepler üstü bir inanca sahip olduğu şeklinde yorumlamalara sebep
olmuştur. Ancak gerek Nigârî’nin, kendisini açık bir şekilde Ehl-i Sünnet olarak
tanımlaması ve gerekse şiirin ana temasının zikredilen mezheplere yönelik bir
eleştiri mahiyetinde olması bu iddianın da geçersizliğini ispat etmektedir.
KAYNAKÇA
Akpınar, Yavuz (1994). Azeri Edebiyatı Araştırmaları. İstanbul: Dergah
Yayınları.
444 Aytekin ŞENZEYBEK