You are on page 1of 16

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 47, 2019, s. 429-444.

– Hakemli Makale –

HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA


YAKLAŞIMI

Aytekin ŞENZEYBEK
Dr. Öğr. Üyesi, Necmettin Erbakan Ü. Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi
İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı
E-posta: senzeybek4@hotmail.com

ÖZ
Bir dini benimseyen her insanın, inandığı dine bakış açısı farklılık arz eder. Kişinin
doğup büyüdüğü aile ortamı, içerisinde yetiştiği toplumsal yapı, sahip olduğu ilmi
birikim, kültür seviyesi vb. pek çok etken bu farklılıkları ortaya çıkarır. Temel ilkelerde
aynı düşünen insanlar bir araya gelerek mezhep, tarikat, cemaat vb. dini yapılar
içerisinde kendilerine yer edinirler.
Hamza Nigârî’yi de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Nitekim o, Hz. Ali
neslinden gelen, büyük dedeleri Hicri I. veya II. yüzyıllarda Hicaz’dan Azerbaycan/
Karabağ’a hicret eden, burada Müslüman Türk kültürü içerisinde doğup büyüyen,
ardından Anadolu’ya göç ederek buranın kültür havzasına etki eden ve bu kültürden
etkilenen bir kişidir. O, önce Karabağ’daki Sünni hocalardan medrese eğitimini almış
ardından da Nakşibendi Tarikatının Halidiyye koluna intisap etmiştir. Bu yönüyle Hamza
Nigârî, Sünni bir mutasavvıf olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte, eserlerinde
Hallac-ı Mansur’u övmesi, Nakşi/Halidi olmasına rağmen Konya Mevlevi tekkesinde
erbain çıkarması, II. Abdülhamid döneminde Râfızîlikle suçlanarak sürgüne gönderilmesi
çelişki olarak görülmektedir. Ancak bütün bunlar onun çok kültürlü, çok dinli, çok uluslu
toplumlarda elde ettiği birikimlerin bir yansıması olarak kabul edilmelidir. Nigârî’nin
hayatının büyük bölümünü Ruslarla mücadele ederek geçirdiği göz önüne alındığında
onun temel amacının İslam toplumunu esaret altına almak isteyenlere karşı, farklı dini
yorumlara sahip olan Müslümanlar arasında İslam kardeşliğini tesis etmek olduğu
anlaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hamza Nigârî, Şîilik, Sünnilik, Azerbaycan.


Bu makale, 25-27 Ekim 2018 tarihleri arasında Amasya’da gerçekleştirilen “IV. Uluslararası Hamza Nigârî
Azerbeycan Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 100. Yılında Türkiye Azerbeycan İlişkileri Sempozyumu”nda
sözlü bildiri olarak sunulmuştur.
430 Aytekin ŞENZEYBEK

Hamza Nigârî's Approach to Different Interpretations of Islam


Every person who adopts a religion has a different view of the religion they believe
in. The family environment in which the person was born and raised, the social structure
in which he grew up, the accumulation of knowledge he possessed, the level of culture,
etc., reveal these differences. People who think the same in basic principles come
together and take up their place in religious structures such as sects, sects,
congregations, etc.
Hamza Nigârî should also be evaluated in this context. He is a scholar and mystic
who comes from the Ali generation, whose ancestors emigrated from Hejaz to
Azerbaijan/ Karabakh in the Hijri I or II centuries, where he was born and raised in
Muslim Turkish culture, then migrated to Anatolia and influenced the cultures of the
inhabited lands, and was also influenced by these cultures. He first received the
madrasah education from the Sunni teachers in Karabakh and then entered the
Khalidiyya branch of the Naqshbandi sect. In this respect, Hamza Nigârî appears as a
Sunni mystic. However, his praise of Mansur al-Hallaj in his books, the expulsion of
erbain in Konya Mevlevi Lodge although he was Nakshi/Khalidi and the exile of him in
the II. Abdulhamid era accused of Râfidi, are seen as a contradiction. However, all this
should be regarded as a reflection of the accumulations he acquired in multicultural,
multi-religious, multinational societies. Given that Nigari spent most of his life fighting
the Russians, it is understood that his main purpose was to establish the Islamic
brotherhood among Muslims who had different religious interpretations against those
who want to take Islamic society into captivity.
Keywords: Hamza Nigârî, Shiism, Sunnism, Azerbaijan.

GİRİŞ
Fikirler, görüşler ve algılar birçok bileşeni olan neticelerdir. Hamza
Nigârî’nin ileri sürdüğü fikirler de pek çok bileşeni olan neticelerdir. Onun Ehl-
i Beyt mensubu olması, bütün hayatını Türk toplumu içerisinde geçirmesi,
tasavvufla olan ilişkisi, belirli bir müddet işgal altındaki topraklarda yaşaması,
müritleriyle birlikte cephede bizzat savaşması bu bileşenlerin birer
parçalarıdır. Onun fikirlerinin gelişimi ve olgunlaşmasında bu etmenlerin her
birinin önemli rolü olduğu görülmektedir.
Bu husus onun, farklı İslam yorumları olan mezheplere yaklaşım
açısında da kendisini hissettirmiştir. O, Ehl-i Sünnet mensubu olduğunu
açıkça beyan etmekle birlikte Emevi Halifeleri ile ilgili Sünni düşüncenin dışına
çıkarak Muaviye b. Ebu Süfyan ve diğer Emevi Halifelerini tekfir ve tel’in
etmiştir. O, Şîa’ya daha yakın olan bu görüşü sebebiyle Şiilik ve Alevîlik
ithamlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Ancak Nigârî, kendisini Ehl-i Beyt’ten
olması hasebiyle onların mirasçısı konumuna yerleştirerek tekfir ve tel’inin
kişisel hakkı olduğunu, halkın bu konuda kendisine uymasını doğru
bulmadığını bildirerek bir anlamda bu görüşünün Sünniliğine halel
getirmeyeceğini ileri sürmüştür. Bu yönüyle o ne Şii’dir ne de Alevî. Nigârî,
kişisel hakkını kullanarak Ehl-i Beyt karşıtı gördüğü Emevi Halifelerini tekfir ve
tel’in eden bir Sünnidir.
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 431

Hamza Nigârî ile ilgili pek çok yayın yapılmıştır. Başta “Hamza Nigârî
Sempozyumları” olmak üzere Nigârî üzerine yapılan akademik çalışmalar ve
yayınlarda o, daha çok edebi, tasavvufi, tarihi ve sosyal yönden ele alınmış,
onun farklı dini yorumlar olan İslam mezheplerine bakış açısı müstakil olarak
incelenmemiştir. Bu sebeple makalemizde onun farklı İslam yorumlarına
bakış açısını incelemeyi uygun bulduk.
1- Hamza Nigar’nin Hayatı
Tam ismi Şeyh Seyyid Mîr Hamza Nigârî’dir. Mîr Paşa olarak tanınan
Seyyid Rükneddin Paşa ve Hayrunnisa/Kızhanım (Olcay, 2002: 76) Hanımdan
dünyaya gelmiştir (Bilgin, 2007: 85). Kaynaklarda doğum tarihi ile ilgili olarak
1795 (Əsgərli, 2005: 98), 1213/1797-98 (Olcay, 2002: 45), 1220/1805 (İnal,
1969: 2/1200), 1224/1810 (Yaşar, 2004: 9/122), 1815 (Akpınar, 1994: 465)
gibi farklı tarihler zikredilmektedir. Doğum yeri ise Azerbeycan’ın Karabağ
bölgesinin Zengezur/Bergüşad (Son Asır Türk Şairleri’nde “Pergüşad” olarak
geçmektedir. Bkz. İnal, 1969: 2/1200) kazasınna bağlı Cicimli köyüdür.
Amasya Tarihi yazarı Abdi-zade Hüseyin, tereddütlerini kaydederek,
Mîr Ali Efendi-zâde Hâşim Efendi tarafından kendisine gösterilen ve
istinsahına izin verilen şecereye göre Nigârî’nin silsilesi şu şekildedir:
“Rükneddin Paşa bin Muhammed Rızâ Haydar bin Rukneddin bin
Muhibbeddin bin Bahaeddin bin Nureddin bin Nizameddin bin Şemseddin
Muhammed Ağa Bâlî bin eş-Şeyh Ahmed Cundî bin Rukneddin bin Nureddin
bin Haydar bin Hasan bin Ebî Bekir eş-Şeyh Mehdî İsa bin Davud bin Süleyman
bin Musa bin Muhammed bin el-Kâsım bin el-Hasan ibn Zeyd bin el-Hasan bin
Emirü’l-Mü’minîn Ali bin Ebî Tâlib bin Abdulmuttalib el-Hâşimî el-Kureyşî”
(Yaşar, 2004: 9/119). Yaşar’ın verdiği bu silsileye uygun olarak Bursalı
Mehmet Tahir onun Hz. Hasan sülalesinden olduğunu vurgular (Bursalı, t.y.:
1/113). Buna karşın Nigârî, şu gazelinde kendisinin Hz. Hüseyin neslinden
geldiğini açıkça ifade etmektedir:
Bi-hamdi'llâh gönül âl-i Muhammed nesl-i ‘âlî
Hüseynî Hayderî evlâd-ı seyyid Agabalıdır (Nigârî, 2017: 133).
Bu durumda Yaşar’ın silsilesi ve Bursalı’nın Hasani olduğu yönünde
verdiği bilgiler hatalıdır.
İnal’ın anlatımına göre Nigârî ailesi, Nigârî’nin sekizinci kuşak atası
Şemseddin Muhammed Ağa Bâlî döneminde (VI/XII. yüzyılda) Medine’den
hicret ederek Cicimli köyünü vatan edinmiştir. Babası Mîr Paşa’ya devlet
tarafından mukataat ve arazi verilerek Mîr-i mîranlık rütbesi tevdi edilmiştir
(İnal, 1969: 2/1200). Aynı zamanda âlim ve sâlih bir zat olan Mîr Paşa,
432 Aytekin ŞENZEYBEK

ahundlardan (Ahund: İran ve Türkistan’da din alimlerine verilen bir sıfattır.


Safevîler döneminde bilhassa hikmet ilmi ile uğraşan alimlere verilen yüceltici
bir sıfattır. Algar, 1989: 2/185). Burada ise Kızılbaş mistiklerin önde
gelenlerinden birisi kastedilmiştir) biriyle girdiği münazaradan üstün çıkmış,
bunun üzerine bölgedeki Kızılbaş beyleri bir kısım ayak takımı insanları
kışkırtarak Mîr Paşa’yı öldürtmüşlerdir. Babası öldürüldüğünde Nigârî henüz
dokuz aylık (Bilgin, babası öldürüldüğünde Nigârî’nin altı aylık olduğunu
bildirir. Bilgin, 2007: 85) bir bebekti (İnal, 1969: 2/1200).
Hamza Nigârî, babasız büyümesinin etkisiyle olsa gerek, hayatının ilk
dönemlerinde okuma yazmaya ilgi göstermemiş, ata binip silahlarla meşgul
olmayı tercih etmiştir. On beş yaşına geldiğinde annesinin ısrarıyla Şirvan’ın
Şamahı ve Şeki kasabalarında dini ilimleri tahsil etmiş (İnal, 1969: 2/1200),
Arapça ve Farsça öğrenmiştir (Akpınar, 1994: 465). Ardından şöhretini işittiği
Hâlid-i Bağdâdî’ye (1242/1827) intisap etmek üzere yola çıktı. Harput’a
geldiğinde onun vefatını haber aldı. Ardından Sivas’a giderek Hâlid-i
Bağdâdî’nin halifelerinden İsmail Şivânî’ye intisap ederek Nakşibendi
Tarikatının Halidiyye koluna bağlandı. Rusların Karabağ’da nüfuz sahibi
ulemaya uyguladığı baskılar sebebiyle (İnal, 1969: 2/1200) 1839 yılında
mürşidiyle birlikte Amasya’ya göçtü. Aynı yıl hocasının izni ile gittiği Konya
Mevlânâ türbesinde erbain çıkarttı. Ardından hac vazifesini eda ettikten
sonra Medine’de Ravza-i Mutahhara civarında bir erbain daha çıkarttı (İnal,
1969: 2/1200). Hac dönüşü Kudüs, Basra, Bağdat, Halep ve Şam’ı ziyaret
ettikten sonra İstanbul’a geldi. Kısa süre burada kalarak Amasya’ya geri
döndü. Hac dönüşü bir sene daha Şivânî’ye hizmet ettikten sonra hilafet aldı
ve 1841 yılında mürşidinin emriyle irşat faaliyetlerinde bulunmak üzere
Karabağ’a gitti (Bilgin, 2007: 85-86). Burada pek çok taraftar kazandı. Ruslar
tarafından Şeyh Şamil’in mücadelesine destekle suçlanıp üzerindeki
baskıların artması üzerine pek çok müridiyle birlikte ikinci defa Anadolu’ya
gelerek Kırım Savaşında Osmanlı ordusuna katıldı. Hizmetleri sebebiyle
kendisine 500 kuruş maaş bağlandı (İnal, 1969: 2/1200; Yaşar, 2004: 9/122).
1272/1855 yılında Erzurum’a giderek üç yıl orada kaldı. 1275/1858 yılında
İstanbul’a gitti. Burada birkaç ay kaldıktan sonra Amasya’ya dönerek
Saraçhane Camii yakınlarındaki medresede ikamet etti. 1276/1859’da
Sivas’a, kırk sekiz gün sonra da Erzurum’a gitti. Burada müritleri arasında
çıkan bir arbedeye kızarak kısa süre sonra Bayburt’a gitti. İki yıl burada
kaldıktan sonra 1278/1861’de tekrar Erzurum’a geldi. Burada biriken
maaşlarını alarak 1280/1863 yılında ailesini getirmek üzere Şirvan’a gitti.
1281/1864’de ailesiyle birlikte Amasya’ya geldi. Burada pek çok insan
sohbetlerine katıldı ve halkın teveccühüne mazhar oldu (Yaşar, 2004: 9/123).
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 433

1290/1873’de Nigârî’nin başta Muaviye b. Ebi Süfyan olmak üzere


bütün Emevi Halifelerini tekfir ve tel’in etmesi karışıklıklara sebep oldu. Gerek
devlet erkânı gerekse ulema kendisine ve müritlerine “Şîa-ı Aleviyye”
nazarıyla baktı. Halk arasında büyük bir tefrika başladı. 1291/1874’de ikamet
ettiği konak bilinmeyen kişiler tarafından taşlandı, evin eşyaları yakıldı. Bunu
yapanlar ise bir türlü bulunamıyor karmaşa iyiden iyiye artıyordu. Bunun
üzerine Nigârî 1292/1875’de Merzifon’a göçtü. 1294/1877 başlarında
Amasya’ya geri döndü. 1297/1880 yılında Mahkeme Kâtibi ve aynı zamanda
Nigârî’nin şeyhinin damadı Hacı İsa Efendi’nin muhasebe işlerine bakan Şivânî
Hafız Zekeriyya’nın öldürülmesi ve müritlerden olan katilin Nigârî’nin
oturduğu evde hazır bekleyen ata binerek kaçacağı esnada yakalanması
üzerine Amasya’yı terk ederek Merzifon’a gitti. Nigârî, 1298/1881’de tekrar
Amasya’ya geri döndü. 1301/1884 senesinde Nigârî’nin dostu Hacı İsa Efendi
ve eşi evlerine giderken meçhul bir kişi tarafından silahla yaralandı. Hacı İsa
Efendi’nin önceki olaylardan hareketle bunu yaptıranın Nigârî olduğunu ve
suikastı yapan meçhul kişinin de onun müritlerinden biri olduğunu ileri
sürmesi üzerine tahkikat başlatıldı. Tahkikat neticesinde hazırlanan
iddianamede, Nigârî’nin Rusya’dan yasaklı silah getirttiği, bölgede bulman
Alevîlere kendisiyle ittifak kurmaları için mektuplar gönderdiği, bu
mektupların birçoğunun bizzat Nigârî’nin kendi mührüyle mühürlendiği ve
atası Mîr Haydar Şivânî’nin davasıyla (Hilafet iddiasıyla) isyan edeceği
(Yaşar’ın verdiği bilgilere göre Mîr Haydar, Hilafet iddiasıyla Nadir Şah’a (ö.
1736) isyan eden Mîr Haydar b. Ali Şivânî’dir.) (Yaşar, 2004: 9/121) iddiaları
ileri sürülerek Sultan Abdülhamid Han’a telgrafla durum arz edildi. Bu iddialar
üzerine Amasya’dan Merzifon’a gitti. 1301/1884 senesinde şifreli olarak
gelen emir üzerine önce Samsun’a ardından İstanbul’a gönderildi. Burada
Şeyhü’l-İslâm Uryânî-zâde Ahmed Es’ad Efendi’nin huzûruna çıkarıldı. Burada
Muaviye ve emsalini niçin hakaret ederek ayıpladığı sorulduğunda Ceddimin
aleyhine kıyâm iden adamlara buğz ü la’net itmek bana âid bir vazîfe-i
nübüvvetdir. Bu husûsda halkın bana mutâba’at itmesi doğru değildir”
(Atalarıma isyan eden adamlara kin beslemek ve onlara lanet etmek benim
için nebevi bir görevdir. Bu konuda halkın bana tabi olması ise doğru değildir
cevabını verir. Bu cevabın Padişaha iletilmesi üzerine Abdülhamid Han onu
Muharrem 1302/Kasım 1884’de Harput’a sürgüne gönderir (Yaşar, 2004:
9/124-125).
Nigârî, 1304 senesi Muharreminin üçüncü pazartesi günü (19
Muharrem 1304/18 Ekim 1886) ikindi vakti Harput’ta vefat eder. Nigârî’nin
cenazesinin Amasya’ya defni hususundaki vasiyeti Sultan Abdülhamid Han’a
434 Aytekin ŞENZEYBEK

iletilir. Padişah’ın fermanı üzerine cenazesi Amasya’ya getirtilerek


muharremin on dördüncü cumartesi (24 Muharrem1304/23 Ekim 1886)
(Metinde geçen “muharremin on dördüncü cumartesi günü” ibaresi hatalı
görünmektedir. Öncelikle 14 Muharrem 1304 Çarşamba gününe
gelmektedir. Yine cenazenin Amasya’ya intikali ilgili olarak verilen bu tarih
aynı metinde Nigârî’nin vefatıyla ilgili verilen tarihten daha önceye
rastlamaktadır ki bu bir tezat teşkil etmektedir. Bu nedenle her iki çelişkiyi de
ortadan kaldıracak tarih 24 Muharrem 1304 olmalıdır. Burada bir yazım
hatası olması kuvvetle muhtemeldir) tarihinde Bayezîd Paşa Mahallesi’nde
hazırlanan kabrine defnedildi (Yaşar, 2004: 9/125).
2- Nigârî’nin Farklı İslam Yorumlarına Yaklaşımı
Hamza Nigârî’nin farklı İslami yorum ekolleri olan İslam mezheplerine
yaklaşımını belirleyen temel ilkenin Ehl-i Beyt yaklaşımı olduğu
görülmektedir. O, tasavvufta Sünni Nakşibendi tarikatının Halidiyye koluna,
mezhepte ise Ehl-i Sünnet’e mensup olmasına ve bunu açıkça dillendirmesine
rağmen Ehl-i Beyt eksenli Ehl-i Sünnet algısı onun Şîa-ı Aleviyye olarak
suçlanmasına neden olmuştur. Şair, Divan isimli eserinde İslam
mezheplerinden yalnızca Ehl-i Sünnet, Şîa ve Haricilikten bahsetmektedir.
Makalemizin bu bölümünde Nigârî’nin başta Ehl-i Sünnet olmak üzere diğer
mezheplere bakış açısını ve hakkındaki suçlamalarının mahiyetini ortaya
koymaya çalışacağız.
2.1. Nigârî’nin Mezhep Mensubiyeti ve Ehl-i Sünnet Algısı
Hamza Nigârî, Divan’ında Ehl-i Sünnet terimini üç yerde kullanmış,
bunlarda hem kendisinin Ehl-i Sünnet’e olan mensubiyetini hem de Ehl-i
Sünnet algısını ortaya koymuştur.
Mervânîleri isteyen ey ehl-i dalâlet
Bî-şübhe ki sizler Yezîdî biz ‘Alevîyiz

Sizler gibi erbâb-ı şekãvetden ırağız


Ehl-i sünnetiz mü’min-i Hak dîn-i celîyiz

Biz Ahmedîyiz hamd Hudâya ki ezelden


Ashâb-ı yemîniz ki sa‘îd-i ezelîyiz (Nigârî, 2017: 429)
Nigârî bu beyitlerinde oldukça ilginç yaklaşımlar sergilemektedir.
Konunun daha iyi anlaşılması için öncelikle şiirde kullanılan bazı kavramların
açıklanması gerekmektedir.
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 435

Mervânî (Nigârî, 2017: 164, 425, 429, 430, 473) /Yezîdî (Nigârî, 2017:
429, 430) /Süfyânî (Nigârî, 2017: 168, 425, 430, 438): Emevi Devleti iki
saltanat ailesi tarafından yönetilmiştir. Bunlardan ilki Muaviye b. Ebi Süfyan
(ö. 680) ile başlayan ve II. Muaviye’nin (ö. 684) vefatı ile sona eren süreçte
Emevi Devletini yöneten Süfyânî ailesidir. Diğeri ise II. Muaviye’den sonra
devletin başına geçen I. Mervan (Mervan b. el-Hakem) (ö. 685) ile başlayan
ve II. Mervan’ın (ö. 750) ölümüyle sona eren Mervânî ailesidir. Süfyânî ve
Mervânî tanımlamaları temelde, her iki ailenin Emevi Devletinin yönetimini
elinde bulundurduğu süreçte Ehl-i Beyt mensuplarına ve taraftarlarına
uyguladıkları baskı, şiddet ve takibatlar karşısında onları destekleyen ya da
tepkisiz kalan kişi ve zümreleri ifade etmek için kullanılsa da süreç içerisinde
anlam genişliğine tabi tutularak, genel anlamda kendi halkına özelde ise Ehl-
i Beyt mensuplarına ve bunlara karşı sevgi besleyen kişi ve zümrelere karşı
aynı baskıcı tavırlar sergileyen yöneticileri ve buna tepki vermeyen birey ve
toplulukları ifade eden bir anlam kazanmıştır. Yezîdî tabiri ise Kerbela
faciasında Hz. Hüseyin ve maiyetindekilerin öldürülme emrini veren Emevi
Devletinin ve Süfyânî halifelerinin ikincisi Yezid b. Muaviye’nin (ö. 683)
yandaşları ya da onun bu tür filleri karşısında tepkisiz kalan kişi ve zümreleri
ifade eder. Süfyânî ve Mervânî terimlerinde olduğu gibi bu tanımla da süreç
içerisinde anlam genişlemesine tabi tutulmuştur.
Alevî: “Ali’ye mensup olan, Ali yanlısı” şeklinde Türkçeye çevrilen bu
kelimenin çoğulu Alevîyyûn’dur. İslam tarihinde bu tanımlamanın iki farklı
anlamda kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden sonra Müslümanlar, hilafet konusunda dört guruba ayrılmıştır.
Bu guruplardan biri de Aleviyye’dir ki siyasi anlamda Hz. Ali’nin hilafetini
arzulayan taraftarları ve ashabını ifade eden bir isimlendirmedir (Naşi el-
Ekber, 2007:1 13). İkinci kullanımda ise itikadi görüşlerinin temeline Ehl-i
Beyt’i yerleştiren zümreleri ifade eden bir terimdir.
Şiirin birinci beyitinde Nigârî’nin Süfyânî terimi yerine Yezîdî kelimesini
kullanması dikkat çekicidir. Çünkü Yezid’in Süfyânî ailesine mensup olması
sebebiyle ilk mısrada Süfyânî kelimesini kullanması daha uygun
görünmektedir. Ancak kanaatimize göre şairin bu kullanımı bilinçlidir ve
bununla şu hususa dikkat çekmek istemiştir: Emevi Devletinin ve Süfyânî
ailesinin ilk halifesi Muaviye b. Ebu Süfyan’ın Hz. Ali’ye biat etmemesi Sıffın
savaşı ile sonuçlanmış ve Muaviye saflarından 45.000, Hz. Ali ordusundan
25.000 Müslüman hayatını yitirmiştir (el-Mesudi, 1409: 2/352). Yine
Muaviye’nin oğlu Yezid, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi emrini veren
Süfyânîlerin ve Emevi Devletinin ikinci halifesidir. Dolayısıyla Süfyânîler
436 Aytekin ŞENZEYBEK

dönemi Ehl-i Beyt mensupları açısından son derece şiddetli ve kanlı geçmiştir.
Buna mukabil Mervânîler döneminde Ehl-i Beyt’e karşı çeşitli baskılar
uygulanmasına rağmen Süfyânîler dönemindeki gibi kanlı hadiseler meydana
gelmemiştir. Bu noktada Ehl-i Beyt’e karşı tutumları açısından Mervânîlerin
yönetimi Süfyânîlerin yönetimine nazaran daha tercih edilir konumda kabul
edilmiştir. Nigârî ise
Mervânîleri isteyen ey ehl-i dalâlet
Bî-şübhe ki sizler Yezîdî biz ‘Alevîyiz
diyerek bu düşünceye karşı çıkmış, Mervânîlerle Hz. Hüseyin’i katleden
Yezid’in anlayışlarının aynı olduğunu vurgulamak için Mervânîleri Yezîdî
olarak isimlendirmiştir. Buna karşılık kendisini de bunların baskı ve şiddetine
tepkisini dile getirmek amacıyla Alevî olarak nitelendirmiştir.
Nigârî, birinci beyitte kendisini Alevî olarak tanımlarken ikinci beyitte
“Ehl-i Sünnetiz mü’min-i Hak dîn-i celîyiz” sözleriyle Ehl-i Sünnet ile Alevî
terimini özdeşleştirmektedir. Şair, Sünni-Alevî olduğunu beyan ederek,
kendisinin Hz. Ali ve Ehl-i Beyt mensuplarını itikadi görüşlerinin odak
noktasına oturtan zümrelere mensup olmadığını; kendisinin yalnızca Ehl-i
Beyt’e reva görülen baskı, şiddet ve kan dökenleri eleştiren bir Ehl-i Sünnet
mensubu kişi olduğunu vurgulamıştır. Nigârî’nin bu yaklaşımı, zalim
yöneticiye karşı muhalefet metodu olarak Ehl-i Sünnet’in çoğunluğunun
benimsediği sabır ekolünün1 görüşlerinin bir yansımasıdır. Bu ekol, Said b. el-
Müseyyeb (94/713), Hasan el-Basri (110/728), Malik b. Enes (179/795), İmam
Şafii (204/820), Ahmed b. Hanbel (241/855) gibi önde gelen ulemanın zalim
yöneticiye karşı sergiledikleri tavrı benimsemiştir. Bu alimler Peygamber
Efendimizin bazı hadislerini (“Her kim Emîrinden meydana gelen bir hareketi
fena görürse sabretsin. Çünkü her kim sultandan (sultana itatten) bir karış
dışarı çıkarsa o cahiliyye üzere ölür” (Buhari, Fiten, 2; Müslim, İmare 53).
“Rasulullah (s.a.v.) ‘Sizler benden sonra (dünya işlerinde) başkalarının sizlere
tercih edildiğini, (din işlerinde de) hoşlanmadığınız işler göreceksiniz’
buyurdu. Sahabiler ‘bu durumda bize ne emredersin Ya Rasulullah?’ diye
sordu. O da ‘Emirlere istedikleri hakklarını eda ediniz. Kendi haklarınızı da
Allah’tan isteyiniz’ buyurdu.” (Buhari, Fiten 2; Tirmizi, Fiten, 25) ve toplumsal
menfaati göz önünde bulundurarak muhalefet yöntemi olarak zalim
yöneticiye isyan etmemeyi, sabretmeyi tavsiye etmişlerdir. Sabır ekolünü
benimseyenler Rasulullah’ın “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin.

1 İslam tarihinin ilk dönemlerinde zalim idareciye karşı muhalefet metodu olarak 3 ekol ortaya çıkmıştır.
Bunlardan ilki “Devrimci Ekol”, diğeri “Sabır Ekolü” ve son olarak “Temekkün Ekolüdür”. Detaylı bilgi için
bkz. Mustafa, 2001: 223-358.
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 437

Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle


değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu
imanın en zayıf derecesidir” (Müslim, İman, 78) hadisindeki kötülüğü el ile
değiştirme emrinin (isyanın), toplumun bütünlüğünü bozacağı, Müslüman
kanının akıtılmasına ve fitnelere sebep olacağı düşüncesiyle, dinin iyiliği
emretme, kötülükten sakındırma (Tevbe 9/71) prensibi gereği isyan yerine
sabrı tavsiye etmişlerdir. Bununla birlikte zikredilen alimler de dahil olmak
üzere bu ekol mensupları zalim yöneticileri açıkça eleştirmekten de
çekinmemişlerdir (Mustafa, 2001: 316-325). Nigârî’nin hayatının hiçbir
devresinde isyan hareketlerine katılmadığı göz önünde alındığında onun, dini
muhalefet biçimi olarak Ehl-i Sünnet’in isyanı caiz görmeyen ancak dil ile
eleştirmekten de çekinmeyen “sabır ekolünü” benimsediği görülmektedir.
Bu noktada şu hususu da vurgulamamız gerekmektedir. Sabır ekolü,
Emevi Halifelerine yönelik eleştirilerinde tekfire gitmezken Nigârî’nin pek çok
şiirinde Süfyânî ve Mervânî sultanları tekfir edilmektedir (Nigârî, 2017: 425,
430…). Bu durum onun Ehl-i Sünnet algısındaki farklılığı ortaya koymaktadır.
Nitekim bu görüşleri Nigârî’nin sürgüne gönderildiği yargılamanın ve Şii
olarak nitelendirilmesinin başlıca argümanı olmuştur: “Çünki Muâviye ve
tarafdârı olan Cemel ve Sıffîn ricâli alenen tekfîr ve telîn idiliyordu. ‘Ulemâ,
tabîi buna mukâbele iderek Ehl-i Sünnet mezhebini müdâfaa itmekde idi”
(Yaşar, 2004: 9/123). Bu algı Ehl-i Sünnet ile Nigârî’nin Sünnilik algısı
arasındaki temel fark olarak karşımıza çıkmaktadır.
Biz Ahmedîyiz hamd Hudâya ki ezelden
Ashâb-ı yemîniz ki sa‘îd-i ezelîyiz
(Hüdaya şükürler olsun ki biz ezelden Ahmediyiz/Ezelden Allah’ın
rızasını kazandığımız için Ashabü’l-Yemindeniz.)
Şair bu beyitinde iki hususu vurgulamaktadır. Bunlardan ilki mensubu
olduğunu beyan ettiği Ehl-i Beyt’in üstünlüğünü tasavvufi bir dille ortaya
koymaktadır. Ezelden Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiğini ve
yine ezelde Allah’ın rızasını kazandığı için Ashabü’l-Yemin’den olduğunu
bildirmesi tasavvuf düşüncesindeki Nûr-u Muhammedi ve Nûr-u Nübüvvet
düşüncesini yansıtmaktadır. Bu düşünceye göre Allah ezelde ilk olarak Hz.
Muhammed’in nurunu yaratmış ve bu nur Peygamberden Peygambere
intikal ederek Rasulullah’ta karar kılmıştır (Cebecioğlu, 2009: 488-489). Şiirin
genel temasından hareketle, Nigârî’nin bu beyitte vurguladığı diğer husus,
Mervânî ve Yezîdîlerin Ehl-i Beyt’e karşı baskıcı ve şiddet yanlısı bir tutum
sergileyerek esasen Hz. Muhammed’e düşmanlık ettikleri ve bu sebeple
438 Aytekin ŞENZEYBEK

Asahabü’l-Yemin’den olmadıklarıdır. Nitekim Şair, Divan’da yer alan şu


şiirinde bu hususu açık bir şeklide ve daha ağır bir üslupla dillendirmiştir:
Ey Mu‘âvîler ümmeti v’ey düşmen-i Muhammedî
Siz küfrânî biz şükrânî siz bir taraf biz bir taraf

Sizler tuğyânî milleti bizler Muhammed ümmeti


Siz Mervânî biz Kur’ânî siz bir taraf biz bir taraf

Siz Mervânî cehennemî biz Muhammedî cennetî


Siz şeytânî biz Rahmânî siz bir taraf biz bir taraf
Siz Mu‘âvîler askeri biz Hayderîler leşkeri
Siz kahrânî biz lutfânî siz bir taraf biz bir taraf

Siz Yezîdî siz pelîdî biz Hüseynî biz şehîdî


Siz butlânî biz hakkânî siz bir taraf biz bir taraf

Sizler düşmen-i Mustafâ biz bende-i âl-i ‘abâ


Siz hasmânî biz rahmânî siz bir taraf biz bir taraf

Siz kãtil-i âl-i Zehrâ biz mâtem-dâr-ı Mustafâ


Siz Şimrânî biz hüznânî siz bir taraf biz bir taraf

Siz Haccâcî siz leccâcî biz Kanberî Peygamberî


Siz nefsânî biz rûhânî siz bir taraf biz bir taraf

Siz şeytânî biz rahmânî zıd-ender-zıddız el-hâsıl


Siz zulmânî biz nûrânî siz bir taraf biz bir taraf (Nigârî, 2017: 430)
Nigârî’nin Ehl-i Sünnet ismini kullanarak yazdığı bir şiiri daha
bulunmaktadır. Şair bu şiirinde, âlemlerin yaratılış maksadının Allah sevgisi
ile Âl-i Âbâ ve Hz. Fatıma’nın evlatlarına ülfet olduğunu anlatır. Bu inancının
doğruluğunu ispatlamak için, Kelime-i Tevhid, dört Kutsal Kitabın icaz
ayetleri, Hz. Muhammed’in risaleti, Rasulullah’ın dört ashabı (Hulefa-i
Raşidin) ve İslam ümmeti ve Ehl-i Sünnet inançları üzerine yemin eder (Nigârî,
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 439

2017: 508). Bu ifadeler, Ehl-i Sünnet akidesinin Nigârî’nin zihninde ne kadar


yüce bir konumda olduğunun açık göstergelerinden bir diğeridir.
2.2. Nigârî’nin Şiilik Algısı ve Onunla İlgili Râfızî, Şii İthamları
Nigârî, Şii terimini iki şiirinde kullanmıştır. Bunlardan ilki Divan isimli
eserde diğeri ise İnal’ın Son Asır Türk Şairleri isimli eserinde yer almaktadır.
İnal, konuyla ilgili tek bir beyite yer vermiştir.
Şîi terimi, Nigârî Divanı 720. Kıt’a’da şöyle geçmektedir:
Allâhı Muhammedi âli seven dostânız
Ne Sünnîyiz ne Şî‘î bir hâlis Müslümanız

Çehâr yârı isteriz zîrâ ki Mustafânın


Dostına dostuz vallâh hasmânına hasmânız

Süfyânîlerden bî-had Mervânîlerden bî-‘ad


Eyleriz hâşâ zîrâ biz hasm-ı mürtedânız

Muhammed’in âlinin hasmına Allâh nefret


Eyleriz biz de [zîrâ] düşmen-i merdûdânız

Mervânîlerin la‘net hakkı hakkımız rahmet


Zîrâ anlar şeytânî biz tâbi‘-i Kur’ânız

Mihîn-i Mustafâdır Süfyânîler anun-çün


Mürteddir anlar hâlis biz mü’min-i hâsânız

Tâbi‘-i Süfyânîler dostân-ı Mervânîler


Merdûdlardır hüveydâ biz makbûl reh-nümânız (Nigârî, 2017: 425)

Nigârî’nin, şiirin ilk beyitinde söylediği sözler ilk bakışta onun


mezhepler üstü bir din algısına sahip olduğu şeklinde yorumlanabilir. Ancak
şiire bütüncül bakıldığında onun Ehl-i Sünnet ve Şîa eleştirisi yaptığı ve bu
mezhepler tarafından ileri sürülen bazı hususlara katılmadığı anlaşılmaktadır.
Şairin bu şiirindeki
440 Aytekin ŞENZEYBEK

Çehâr yârı isteriz zîrâ ki Mustafânın


Dostına dostuz vallâh hasmânına hasmânız
ifadeleri Şîa’ya yönelttiği bir eleştiridir. Şîa’nın Zeydiyye hariç bütün
kolları, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ı, Hz. Ali’nin hilafet hakkını
elinden alan “gasıp halifeler” olarak isimlendirerek onların halifeliklerini gayr-
ı meşru ilan etmişlerdir. Buna karşılık Nigârî zikredilen beyitteki “Çehar yarı
(ilk dört halife) isteriz” cümlesi ile ilk dört halifenin hilafetinin meşruluğunu
vurgulamaktadır. Şair bu düşüncesini diğer bir şiirinde yer alan şu beyitiyle
pekiştirir:
Çerâgımdır yanar der çâr cânib
Ebû Bekr ü ‘Ömer ‘Osmân [u] Safder (Nigârî, 2017: 428).
Nigârî bu şiirinde, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’yi dört tarafında
yanan ve yolunu aydınlatan birer kandil olarak görmektedir. Yine şair bu
beyitte İmamiyye Şîa’sının furu’d-din prensipleri içerisinde yer alan Hz.
Muhammed ve soyu ile onları sevenleri sevmek, sevmeyenleri sevmemek ve
onlardan uzak durmak anlamına gelen “tevella ve teberra” nazariyesinden
(Fığlalı, 1996: 172) ilk üç halifeyi çıkarmasına “Mustafânın Dostına dostuz
vallâh hasmânına hasmânız” diyerek karşı çıkmıştır.
Şair bu şiirinde, Ehl-i Sünnet eleştirisi de yapmaktadır. Şiirin diğer
beyitlerinde Mervânîler ve Süfyânîler, bir başka ifadeyle Emevi Halifelerinin
tamamını mürted, merdud, şeytani olarak nitelendirilmektedir. Nigârî’nin
şiirlerinin büyük bölümünde bu üslubun benimsendiği de vurgulanmalıdır. O,
bu şekildeki hüküm verici ve keskin ifadeleriyle, Ehl-i Sünnet’in başta Muaviye
b. Ebi Süfyan olmak üzere Emevi Halifelerine karşı itidalli yaklaşımına karşı
çıkmaktadır.
Konuyla ilgili olarak İnal’ın eserinde yer alan beyit ise şudur:
Hariciyim sevmesem damadını, Peygamberin
Rafızıyım farkedersem Haydar’ı Faruk’tan (İnal, 1969: 2/1201)
Şair burada Şii tabiri yerine Râfızî terimini kullanmıştır. Rafıza ise
“Başlangıçta Zeyd b. Ali’den ayrılan ilk İmâmîler’e, daha sonra bütün Şiî
fırkaları ile Şiî unsurları taşıyan bazı bâtınî gruplarına verilen isimdir” (Öz,
2007: 396). İnal, Nigârî’nin bu beyiti, Râfızîlikle suçlandığında söylediğini
kaydeder (İnal, 1969: 2/1201). Bu beyit, Nigârî Divanı’da yer alan diğer
şiirlerle birlikte değerlendirildiğinde şairin, Hariciliğin ve Şîa’nın temel
prensiplerini zikrederek kendisinin bunlardan hiçbirini dillendirmediğini,
dolayısıyla kendisinin Sünni bir Müslüman olduğunu vurgulamak istediği
anlaşılmaktadır.
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 441

Yaşar, Nigârî’nin Harput’a sürgün sebeplerini açıkladığı satırlarda onun


“Ali-Muaviye” meselesindeki tutumundan dolayı ona “Şîa-ı Aleviyye”
nazarıyla bakıldığını ifade eder (Yaşar, 2004: 9/123). Bu isimlendirme genel
anlamda Şîa ve Rafıza ile aynı anlamı ifade etmekle (Zeydan, 2015: 2/380-
383) birlikte Osmanlı toplumunda İmamiyye Şîa’sını tanımlamak için
kullandığı bilinmektedir. Yaşar bu ithamın sebebini şu şekilde açıklar: “Çünki
Muâviye ve tarafdârı olan Cemel ve Sıffîn ricâli alenen tekfîr ve telîn
idiliyordu. ‘Ulemâ, tabîi buna mukâbele iderek Ehl-i Sünnet mezhebini
müdâfaa itmekde idi” (Yaşar, 2004: 9/123). Nigârî’ bu ithama gerek
Hariciyim sevmesem damadını, Peygamberin
Rafızıyım farkedersem Haydar’ı Faruk’tan (İnal, 1969: 2/1201)
beyitiyle gerekse şu açıklamasıyla cevap vermiştir: “Ceddimin aleyhine
kıyâm iden adamlara buğz ü la’net itmek bana âid bir vazîfe-i nübüvvetdir. Bu
husûsda halkın bana mutâba’at itmesi doğru değildir” (Yaşar, 2004: 9/124).
Nigârî’nin verdiği bu cevap, Hüseyni aileden gelen bir Ehl-i Beyt mensubu
olması hasebiyle kendisini Hz. Ali’nin mirasçısı gördüğünün ve ona kıyam
edenlere karşı tekfir ve tel’in hakkının bulunduğunun; buna mukabil halkın
bu hususta hak sahibi olmadığının vurgulanmasıdır.
Bu noktada şu sorunun sorulması gerekmektedir: Nigârî’nin Muaviye
ve Emevi yöneticilerini tekfir ve tel’in etmesi onun Şiiliğini gerektirir mi? Bizim
tespitlerimize göre Nigârî, Şîa’nın Usulu’d-Din’den kabul ettiği temel esaslar,
özellikle de İmamet teorisiyle ilgili herhangi bir söylemde bulunmamıştır.
Muaviye ve Emevi yöneticileriyle ilgili söylemleri ise kendi ifadelerinde açıkça
görüldüğü üzere Ehl-i Beyt mirasçısı olması hasebiyle dillendirdiği kişisel bir
haktır. Buna mukabil kendisinin Sünniliğini vurgulayan açık ifadeleri
bulunmaktadır. Dolayısıyla Nigârî’nin, Şîa’nın Usulu’d-Din’den kabul etmediği
bir meselede benzer söylemlerde bulunması onun Şiiliği iddialarının önyargılı
ve temelsiz olduğunun göstergesidir.
2.3.Nigârî’nin Haricilik Algısı
Haricilik, Hz. Ali ile Şam valisi Muaviye b. Ebi Süfyan arasında 657
yılında cereyan eden Sıffın Savaşı neticesinde ortaya çıkan bir fırkadır. Savaşın
sonlarına doğru yenilmek üzere olan Muaviye ordusunun mızraklarına Kur’an
sayfalarını takarak savaş meydanına gitmeleri üzerine Hz. Ali ordusundan bir
zümre “biz Kur’an’a karşı savaşmayız” diyerek Hz. Ali’yi savaşı durdurmaya
zorlamış; savaşın neticelendirilmesi ve hilafet meselesinin çözümü için olayın
Hakemlere devredilmesi üzerine Hz. Ali’yi tekfir ederek onun ordusundan
ayrılan zümrelere Hariciler denilmektedir. Bunlar süreç içerisinde Hz. Ali’yi,
442 Aytekin ŞENZEYBEK

Hz. Osman’ı, tahkim kurulunda yer alan Hakemleri ve onların aldığı kararları
kabul eden herkesi tekfir etmişlerdir (Fığlalı, 1997: 16/169-175).
Nigârî, Harici terimini tek bir şiirinde kullanmaktadır:
Merd-i mürteddi bilâ-şübhe çü hûrşîd-i duhâ
Eyleyen tarzıye Mervânî mürtetlere

La‘net olsun ana kim dîn-i mübînden geçmiş


Eyler ol tarzıye Süfyânî mürtetlere

Eyle ey bâr-ı Hudâ la‘n dem-â-dem ya‘nî


Düşmen-i âli seven Hâricî şeytânîlere

Hâricî olduğı ma‘lûm bu da‘vâcilerin


Âteş-i kahr-ıla la‘n eyle bu Süfyânîlere
Râhat erbâb-ı dile yok bu Yezîdîlerden
Eyle ey bâr-ı Hudâ kahr bu Mervânîlere

Hâric-i dîn-i mübîndir uyan ol tâifeye


Hâcelerdir dimek ol münkir-i Kur’ânîlere

Düşmen-i âldir ey bâr-ı Hudâ yâ la‘n it


Eyleyen tarzıye ol kavm-i bî-îmânîlere (Nigârî, 2017: 430)

Şair bu şiirinde, Mervânî, Süfyânî ve Yezîdîleri, Haricilere benzetmekte,


her iki zümreyi lanetleyerek onları mürted, şeytani, “Hâric-i dîn-i mübîn (din
dışı topluluklar)” olarak nitelendirmektedir. Nigârî, her iki zümre arasındaki
ortak noktanın Ehl-i Beyt düşmanlığı olduğunu vurgulamaktadır. Bununla
birlikte Şiilik iddiası ile yargılandığı mahkemede “Ceddimin aleyhine kıyâm
iden adamlara buğz ü la’net itmek bana âid bir vazîfe-i nübüvvetdir” (Yaşar,
2004: 9/124) demesine rağmen kaleme aldığı şiirlerin pek çoğunda Emevilere
buğz ve lanet ederken Haricilere tek bir şiirinde yer vermesi ilginç bir ayrıntı
olarak karşımıza çıkmaktadır.
HAMZA NİGÂRÎ’NİN FARKLI İSLAM YORUMLARINA YAKLAŞIMI 443

Sonuç
Hamza Nigârî, Hz. Hüseyin neslinden gelen, Karabağ’da doğup
büyüyen, Dini ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvuf eğitimi alan, Rusların Türk
yurdu Karabağ’ı işgal etmesi üzerine müritleriyle birlikte Osmanlı ordusuna
katılarak aktif bir şekilde savaşan, ardından Amasya’ya yerleşerek Anadolu
Müslümanlarını, etkisi günümüze kadar sürecek şekilde derinden etkileyen
bir mutasavvıf, şair ve Ehl-i Beyt sevdalısı bir kişilik olarak karşımıza
çıkmaktadır. Hayatı boyunca bu kadar farklılıkları bir arada yaşan Nigârî’nin
düşünce dünyası da bütün bu unsurların bileşimi neticesinde farklılık arz
etmiştir. Bu sebeple Şîi, Alevî, vb. pek çok ithamlara maruz kalmıştır.
Hamza Nigârî’nin farklı İslam yorumları olan mezheplere yaklaşımını
belirleyen ana etkenin, onların Ehl-i Beyt’e yönelik düşünceleri olduğu
görülmektedir. Kendisini açık bir şekilde Ehl-i Sünnet mensubu olarak
nitelemesine rağmen Ehl-i Beyt mensuplarına karşı baskıcı ve şiddet yanlısı
tutumları sebebiyle Emevi Halifelerini tekfir ve tel’in ederek Ehl-i Sünnet
görüşünden farklı bir yaklaşım sergilemiştir. O ise bunu, Ehl-i Beyt mirasçısı
olarak kişisel bir hak olarak görmüş, halkın bu hususta kendisini takip
etmesinin doğru olmadığını vurgulamıştır. Bu yönüyle Nigârî, İslam
düşüncesindeki muhalefet geleneklerinden, bazı hadislerden ve toplumsal
menfaat düşüncesinden hareketle zalim yöneticiye karşı isyanı caiz görmeyen
ancak onları eleştirmekten de çekinmeyen “sabır ekolü”nün tavrına uygun
davranmıştır.
Bu farklı düşüncesi sebebiyle Nigârî Şii, Râfızî ve Alevî olmakla itham
edilmiştir. Ancak onun Şîa’nın Usulu’d-Din’den kabul ettiği, özellikle İmamın
nass ve vasiyetle belirlendiği İmamet teorisiyle ilgili ortak herhangi bir
açıklamasının bulunmaması bu iddiaların temelsiz olduğunun bir
göstergesidir.
Nigârî’nin “Ne Sünnîyiz ne Şî‘î bir hâlis Müslümânız” sözü onun
mezhepler üstü bir inanca sahip olduğu şeklinde yorumlamalara sebep
olmuştur. Ancak gerek Nigârî’nin, kendisini açık bir şekilde Ehl-i Sünnet olarak
tanımlaması ve gerekse şiirin ana temasının zikredilen mezheplere yönelik bir
eleştiri mahiyetinde olması bu iddianın da geçersizliğini ispat etmektedir.

KAYNAKÇA
Akpınar, Yavuz (1994). Azeri Edebiyatı Araştırmaları. İstanbul: Dergah
Yayınları.
444 Aytekin ŞENZEYBEK

Algar, Hamdi (1989). Ahund. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.


C. 2. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. s. 185.
Bilgin, A. Azmi (2007). Nigârî. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
C. 33. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. s. 85-87.
Bursalı, Mehmed Tahir (t.y.). Osmanlı Müellifleri. İstanbul: Meral
Yayınevi.
Cebecioğlu, Ethem (2009). Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü.
Ankara: Ağaç Kitabevi.
Əsgərli, Zaman (2005). XIX Əsr Azərbaycan Şeri Antologiyası, Bakı:
Şərq-Qərb.
Fığlalı, E. Ruhi (1996). Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri. İstanbul:
Selçuk Yayınları.
Fığlalı, E. Ruhi (1997). Hariciler. Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi. C. 16. (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. s. 169-175.
İnal, İbnülemin Mahmud Kemal (1969). Son Asır Türk Şairleri. İstanbul:
Milli Eğitim Basımevi.
Mesudi, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyin b. Ali (1409). Mürucu’z-Zeheb ve
Meadinü’l-Cevher. Kum: Daru’l-Hicre.
Mustafa, Nevin Abdülhalık (2001). İslam Düşüncesinde Muhalefet.
İstanbul, Ayışığı Yayınları.
Naşi el-Ekber, Ebu’l-Abbas Abdullah b. Muhammed (2007). Usulü’n-
Nihal ve’l-Fıraki’l-İslamiyye. Konya: Adal Ofset. .
Nigârî, Hamza (2017). Nigârî Divanı. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları.
Olcay, Osman Fevzi (2002). Amasya Ünlüleri. Ankara: Amasya
Belediyesi Kültür Yayınları.
Öz, Mustafa (2007). Râfızîler. Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi. C. 34. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. s. 396-397.
Yaşar, Abdi-zade Hüseyin Hüsameddin (2004). Amasya Tarihi. Amasya:
Amasya Belediyesi Kültür Yayınları.
Zeydan, Corci (2015). İslam Uygarlıkları Tarihi. İstanbul: İletişim
Yayınları.

You might also like