You are on page 1of 3

Sıra Dışı Bir Heykeltraş; Kuzgun Acar

Kuzgun Acar, yoksul bir ailenin çocuğuydu. Babası İstanbullu Nazmi Acar Beyefendi, annesi
aslen Habeş kökenli zenci bir kadın olan Ayşe Zehra Hanım idi. Yoksul bir çocukluk ve
gençlik dönemi ona hayatı öğretti. Hayatta sahip olduğu herşeyi çabalayarak, mücadele
ederek, ter dökerek kazandı. Genç Türkiye’nin yeni yeni şekillenip serpildiği bakir yılların
büyüttüğü bir afacandı o. İzbe, loş, havasız imalethaneler, atölyeler o afacanın oyun
yerleriydi.

İstanbul’da yaşıyor olmanın sunduğu imkanlar hiç de azımsanacak gibi değildi. Her türlü
akabileceği derelerin içinde gözleri, kulakları dört bir yana açık vaziyette akacağı dereyi
seçme özgürlüğündeydi. Belki iyi bir memurluk, bel ki de serbest muhasebeci olmak
hedefiyle Sultanahmet Ticaret Lisesi’ne yöneldi. Mezuniyetten bir zaman sonra 1948’de
Devlet Güzel Sanatlar Akademisine kaydını yaptırdı. Böylece apayrı bir dünyanın kapısını
aralamış oldu. Akacağı dereyi bulmuştu ve ileride coşarcasına akacağı yıllardan habersiz bir
şekilde, ilk eğitimini Prof. Belling’in atölyesinde aldı. Daha sonra, sanat anlayışını ve tarzını
bulacağı Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu atölyesine geçti.

Hadi Bara’nın soyut çalışmalarını görünce onun için her şey alt üst oldu. İçinde aktığı derede
suyun yönü bir anda değişmiş, adeta dere çağlayan olup, akmaya başlamıştı. Olanlar
olmuş, soyut çalışmalar ve birbirini takip eden yenilenmeler, önüne geçilmeyen sanatsal
üretimlere dönüşmüştü. Kuzgunun ellerinde soyut formlar farklı materyallerle buluşuyor,
natüralist figürleri çağrıştıran anlatımlarla heykel başka bir dil kazanıyordu.

Kuzgun Acar günlerini hurdalıklarda, tersanelerde, demirlerin, sacların, tellerin, tenekelerin,


çivilerin, pasların, demir tozlarının içinde geçiriyordu. Herşeyde bir anlam, her şeyde
kullanabileceği bir form buluyordu. Ne geçerse eline ondan bir şeyler yaratmakta mahirdi
Kuzgun. Öylesine mahirdi ki çivilerle yaptığı bir kompozisyon, 1961’de Paris Bienali’nde
birincilik ödülü kazanmıştı.

Artık Kuzgun’un aktığı dere coşkun akan bir ırmakla birleşmişti ve Kuzgun bu ırmakta
akmaya başlamıştı. Bu ırmak, sınırları aşan başka başka ülkelerin içinden geçerek akan bir
ırmaktı. Kısacası Kuzgun Acar, uluslararası bir sanatçı kimliği kazanmıştı. Yurt dışında ardı
sıra bir çok sergiler açtı, ödüller aldı. Ülkesine döndüğünde sanatının zirvesindeydi.
Ülkesinde ölümüne dek ölümsüz bir çok projeye imza attı.
4 Şubat 1976 yılında bir duvar rölyefi üzerinde çalışırken, merdivenden düşerek beyin
kanaması sonucu hayatını kaybetti. Böylece Kuzgun’un aktığı çoşkun ırmak okyanusuna
kavuşmuş oldu.

Okan Akın

www.platformdergisi.com

You might also like