You are on page 1of 5

Source:

https://www.indyturk.com/node/245516/t%C3%BCrkiyeden-sesler/postkolonyal-
%C5%9Fiddet-ve-iktidar

Independent Türkçe

Postkolonyal şiddet ve iktidar


Ahmet Sait Akçay

Cuma 18 Eylül 2020 0:01


Şüphesiz postkolonyalizmi bir özgürlük alanı olarak düşünmek kuru bir iyimserlikten, belki
körlükten öteye gitmez.

Nijerya'da bağımsızlıktan hemen sonra patlak veren Biafra savaşının yanı sıra Ruanda
katliamı ve diğer Afrika ülkelerindeki iç savaşlar sömürgeciliğin kalıtsal özelliğinin ülkelerin
kaderinde sarsılmaz biçimde belirleyici olduğunu göstermektedir. 

Nijerya'dan Ken Saro-Wiva'nın Sozaboy, Fildişi Sahili Cumhuriyeti'nden Ahmadou


Kourouma'nın 'Allah Mecbur Değildir' [Allah Is Not Obliged] ve Ruanda katliamını anlatan
'Murambi, the Book of Bones' şiddetin boyutunu gösteren romanlardan sadece birkaçı.

Ahmadou Kourouma ve 'Allah Mecbur Değildir'

Walter Benjamin tarih üzerine düşüncelerini açıklarken şu ifadeyi kullanır:

Hiçbir medeniyet nişanesi yoktur ki aynı zamanda barbarlığa da bir çağrı olmasın.

Şüphesiz 20'nci yüzyıl tarihi barbarlıkla medeniyetin özdeşleştiği nice gerçekliklerle


doludur. 

Benjamin'in yukarıda andığım çarpıcı ifadesinin edebiyattaki en somut belgesi şüphesiz


Fildişi Sahili Cumhuriyeti'nden Ahmadou Kourouma'nın 'Allah Mecbur Değildir' [Allah Is
Not Obliged] romanıdır.

"Allah her zaman adil olmak zorunda değildir" der romanın anlatıcısı Birahima. Roman
başlığından itibaren etik bir soruyu tetikler: Allah adil olmak zorunda mıdır?

1
Şüphesiz Kourouma'nın hatırlatmak istediği şu olsa gerek: İnsanların barbarlıklarından
dolayı Tanrı sorumlu tutulamaz. 

Roman, Batı Afrika ülkesi Sierra Leone'de 1990-2001 yılları arasında yaşanan iç savaşın
tahrip edilemez etkilerini göz önüne serer.

Aslında Kourouma'nın yapmaya çalıştığı insanlığın kendisini sorgulamaktır. Anlatıcı romanın


başka bir yerinde "Hayvanlar yaralı karşısında insanlardan daha şefkatlidirler" derken
Afrika'da postkolonyal şiddetin, katliamların "insan" olmak fikrini nasıl yeniden
düşünmemiz gerektiğini hatırlatır.

İnsanlığın kötücüllüğüne sıkça göndermelerde bulunan anlatıcı, açıkçası çocuk yaşta içine
düştüğü dehşetengiz ve sonu görünmeyen bir travmanın resmini çizer roman boyunca.

Allah burada yaptığı ve yarattığı her şeyde, tüm eylemlerinde adil olmak zorunda
değildir  (91).

Bu anlatıcının bir tesellisi mi yoksa bir yakarışı mıdır? Bunu tespit etmek oldukça güç. 
 
'Allah Mecbur Değildir', postkolonyal Afrika'nın şedit yüzünü gösteren ender
romanlardandır.

Roman, çocuk yaşta askerliğin trajik boyutlarını sorgular. Anlatıcı Brahima da Müslüman bir
çocuk askerdir.

On yaşındayken annesi ölen bir çocuğun Liberya'ya teyzesinin yanına gitmeye çalışırken
savaşan taraflar arasında kalması sonucu alıkonur, sonra da kendisi asker olmaya karar verir.

Çocuk askerlerle birlikte insanların acımasızca ölüme terk edildiklerini, mayın tarlasında
yaralandıklarını, ölümle yüz yüze yaşamayı birer birer deneyimler. 

Şüphesiz Kourouma, Afrika edebiyatının en önemli romancılarındandır.


Kourouma'nın 'Waiting for the Wild Beasts to Vote' romanı 1998 yılında Fransa'da
yayımlandığında kısa zamanda best-seller olur.

Roman, Afrika diktatörlüğünün çok sert bir eleştirisidir. 


 

2
Şunu unutmayalım, sömürgeciler çok güçlü bürokrasiler kurdular, sömürgecilikten çıkış
sürecinde sömürgecilerin yönetim mekanizmalarını boşaltıp gitmeleri, arşivi neredeyse yok
etmeleri yeni yönetimlere tiranlık ya da diktatörlük yolunu açmıştı. 

Kourouma'nın, özellikle 'Allah Mecbur Değildir' romanında dikkat çektiği diğer husus da


şudur:

Batı Afrika'daki toplum yapısında hem Müslüman hem animist, hem animist hem Hristiyan
toplum bir arada uyum içerisinde yaşarlar. Büyücü, animist, imam ve papaz bir arada
birbirlerinin inançlarını sorgulamadan yaşarlar.

Hatta bu yüzden bazı eleştirmenler Kourouma'yı büyücü gerçekçilik akımının içinde anarlar. 

Savaş lordu Albay Papa le Bon'u anlatırken, onun hem hayatı hem de ölümü elinde tuttuğunu
belirtir. Anlatıcı tüm keşmekeşe rağmen Allah'a olan inancını dile getirir:

Allah sonsuz inayetiyle yarattığı hiçbir ağzı boş bırakmaz.

Bir diğer ilginç nokta da savaşan gerillaların muska yoluyla insanları etkilemeleridir.
Sözgelimi, romanda Müslüman bir muskacı olan Yacouba'dan faydalanmak isteyen Hristiyan
gerilla lideri Johnson'un kendisi de kâhindir zaten. 

Johnson'un, diktatör Samuel Doe'yu yakalayıp işkence etmesi, şiddetin insanlığı aşan
boyutunu gösterir:

Kanı aktıkça Johnson kahkaha atıyordu, çılgına dönmüştü. Prens Johnson, Samuel Doe'nun
parmaklarının teker teker kesilmesini emretti. İşkence kurbanı buzağı yavrusu
gibi ciyaklarken onun dilini de kesti. Kan sağanağı içinde Johnson adamın kollarını da art
arda kesti.

Bununla da yetinmez Johnson, kurbanının kalbini de çıkartır. 'Allah Mecbur


Değildir' romanı, bir şiddet pornografisidir, on yaşında çocuk bir askerin savaşmak zorunda
kalması, şiddeti meşrulaştırmanın trajik boyutunu gösterir. 

En önemlisi, belki de şiddetin çocuktaki adalet beklentisini yok etmesidir, çocuk insanı bir
cani potansiyelinde görür.

Sığındığı tek şey şudur: "Allah adil olmak zorunda değildir." 

3
Murambi'yı okumak

Senegalli Boubacar Boris Diop'un 1994 yılında sadece birkaç ay içinde bir milyona yakın
insanın katledildiği Ruanda Soykırımı'nı anlatır.

'Murambi, the Book of Bones' romanının ana karakterlerinden birisi Ruandalı Profesör


Cornelius Uvimana'dır.
 

Ülkesinden daha önce kaçmış olan profesör, katliam sonrasında ülkesine geri dönerek çok
sevdiği amcasını ziyaret ederek ailesiyle ilgili dehşet verici gerçekleri öğrenmek ister. 

Amcasıyla konuşan Cornelius katliamda neler olduğunu öğrenmek ister. Babasının devlet
tarafından, onların eylemlerini açıktan eleştirdiği için öldürüldüğünü düşünür ancak gerçeği
amcasından öğrenince dünyası yıkılır.

Babasının gizlice Cornelius'un doğduğu kasabada işlenen katliamın planlayıcısı olduğu


öğrenir. Teknik bir okulda gerçekleştirilen katliamda altmış bin insan öldürülür. Aynı
katliamda Tutsi olan annesi ve diğer akrabaları da katledilir.

Canavar bir babanın oğlu olduğunu keşfeden Cornelius, babasının kaçtığını da öğrenir. 

Trajik olduğu kadar inanılmaz; ama gerçek bir dramı anlatmak güçtür. 

Mahmood Mamdani, Ruanda katliamındaki kolonyal etkileri yazdığı "Postkolonyal Afrika'da


Siyasal Şiddeti Anlamlandırmak" 1 adlı makalesinde şunları söyler: 

Ruanda'daki Hutu-Tutsi şiddetinin başlangıcı kolonyalizmdir. Fakat kolonyalizm, bu şiddetin


Devrimden sonra neden devam ettiğini açıklamaz. Eğer kolonyalizm, ırksallaşmış siyasal
kimliklerden biri olarak Hutu-Tutsi sorununun kökeniyse, o zaman milliyetçilik bu sorunu
yeniden üretmiştir.

Yüzleşmemiz gereken ikilem şudur: Irk etiketlemesi yalnızca bir devlet ideolojisi değildi, aynı
zamanda yerli ve yabancı olarak etiketlenen o aynı Hutuların ve Tutsilerin çoğunun yeniden
ürettiği toplumsal bir ideoloji haline de gelmişti.

Bu yeniden üretme, Hutu'nun yerli Bantu ırkı olarak kolonyal kimliğini postkolonyal Ruanda
ulusuna dönüştüren ve böylece kolonyal ırk etiketleme projesini postkolonyal ulus inşası
projesine çeviren milliyetçi siyasi proje aracılığıyla gerçekleşti.

4
Postkolonyal yazarlar, eleştirel kimlikleriyle zaman zaman yönetimlere açık tavır almışlardır.

Chinua Achebe, Ngũgĩ wa Thiong'o ve Nuruddin Farah sadece Afrika edebiyatının öncüleri
değil aynı zamanda postkolonyal iktidarın yaratmış olduğu eşitsizlikleri de sorgulayarak bu
konuda bedeller ödemişlerdir. 

Farah'ın 'Sweet and Sour Milk', 'Sardines', 'Close Sesam'e; Ngũgĩ'nin 'Wizard of the Crow' ve
Achebe'nin 'A Man of the People' romanları postkolonyal iktidar ve şiddet bağlamında
okunması gerekir. 

Not:

1. Mahmood Mamdani, Postkolonyal Afrika’da Siyasal Şiddeti Anlamlandırmak, çev. Selda Arıt, Hece Afrika
Özel Sayısı, 246/247/248, 2017. 
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını
yansıtmayabilir.

You might also like