Professional Documents
Culture Documents
DEHS ET DENGESI Mutually Assured Destruc
DEHS ET DENGESI Mutually Assured Destruc
DEHŞET
DENGESİ
Yukarıda
bahsedilen
ikinci
gruba
örnek
olarak
Doç.Dr.
Kamil
Yılmaz
Parrington
(1997),
dehşet
dengesini
şu
şekilde
açıklamıştır:
“Dehşet
Dengesi
evrimsel
bir
Dehşet
Dengesi
(Mutually
Assured
savunma
stratejisidir
ve
Amerika’nın
ya
da
Destruction-‐MAD),
Soğuk
Savaş
sırasında
düşmanlarının,
karşı
tarafın
şiddetli
ve
Amerika
Birleşik
Devletleri’nin
“masif
kaldırılamaz
bir
ölçüde
bir
misilleme
yapma
misilleme
doktrini”nin
bir
ürünü
olarak
ortaya
ihtimalinden
dolayı
asla
bir
nükleer
savaşı
çıkmış
ve
yaklaşık
yarım
asır
boyunca
başlatmayacağı
düşüncesi
üzerine
bina
Amerika’nın
savunma
stratejisinin
merkez
edilmiştir”
(s.6).
Fakat
yazara
göre
Dehşet
unsuru
olmaya
devam
etmiş
bir
kavramdır.
Dengesi
güvenilir
olmayan
füze
teknolojilerinin
Kısa
tanımıyla
Dehşet
Dengesi
caydırıcılık
var
olduğu
ve
demir
perde
arkasında
kavramı
ile
doğrudan
ilişkilidir;
caydırıcılık
ise
saklandığı
düşünülen
komünizm
tehlikesinin
“eyleme
geçmesi
halinde
bir
rakibi
bu
eylemin
sebep
olduğu
ölümcül
bir
korkunun
mevcut
sonuçlarıyla
korkutmak
suretiyle
eylemden
bulunduğu
zamanlarda
geliştirilmiş
bir
vazgeçirme”
anlamında
kullanılır
(Waltz,
1990:
kavramdı.
Parrington’a
göre
zaman
değişmiştir
732).
Bu
çerçevede,
bir
rakibi
caydırmak
için
ve
Dehşet
Dengesi’nin
gerekçeleri
ortadan
yalnızca
karşıdan
gelmesi
muhtemel
ilk
kalkmış
durumdadır.
Bunun
yanında
yazar,
darbe’ye
karşı
dayanıklılığını
göstermek
ve
Dehşet
Dengesi’nin
barışa
katkı
sağladığına
rakibin
elde
etmeyi
planladığı
kazancı
alt
dair
inancın
da
insanlarda
sahte
bir
güvenlik
edecek
yeteri
düzeyde
bir
karşılık
vermek
kafi
hissi
oluşturduğundan
bahisle,
savaşın
olacaktır
(1990:
732).
Burada
hemen
başta
taraflarından
birinin
nükleer
silaha
sahip
ifade
etmek
gerekir
ki,
Dehşet
Dengesi’nin
olması
ve
teorik
olarak
diğer
tarafı
boyun
sağladığı
caydırıcılık
konvansiyonel
silahlar
eğdirme
kapasitesinin
var
olmasına
rağmen,
bağlamında
değil,
kitle
imha
silahları
(nükleer
nükleer
silahların
Kore’de,
Vietnam’da,
silahlar
dahil)
bağlamında
Afganistan’da,
Ortadoğu’da,
Balkan’larda,
değerlendirilmektedir.
Yani
Dehşet
Dengesi
Afrika’da
ya
da
Latin
Amerika’da
barışı
meselesi
aslında
kitle
imha
silahlarının
koruyamadığını
iddia
etmiştir.
Bunun
bir
delili
varlığının
güvenlik
stratejileri
açısından
ise,
yazara
göre,
1945
yılından
1990’lı
yılların
caydırıcı
olup
olmadığı
ile
ilgilidir.
sonuna
kadar
yapılan
149
savaşta
yaklaşık
155
milyon
kişinin
ölmüş
olmasıdır
(1997:
6).
Bir
güvenlik
stratejisi
olarak
diğer
devletlerin
de
gündemine
giren
bu
kavram
hakkında
çok
Öte
yandan
Dehşet
Dengesi,
daha
çok
Amerika
farklı
yaklaşımlar
olsa
da,
bu
yaklaşımları
iki
ve
Sovyetler
Birliği
arasındaki
ilişkiyi
ifade
ana
grupta
incelemek
mümkündür.
Birinci
etmek
için
kullanılmaktaydı.
Sovyetlerin
grupta
kitle
imha
silahlarının
barışı
sağlayan
Amerika’ya
neden
saldır(a)madığına
ilişkin
silahlar
olduğunu
savunan
uzman,
siyasetçi
ve
Oxford
Üniversitesi
profesörlerinden
Michael
akademisyenler
yer
alırken,
ikinci
grup
bu
Howard
şu
ifadeyi
kullanmıştır:
“Rusların
silahların
Soğuk
Savaş
sırasında
“göreceli”
neden
bize
saldırmadıkları
konusunda
nükleer
faydalarına
inanan
fakat
artık
Soğuk
Savaş
misillemenin
sebep
olacağı
askeri
maliyetten
sonrasında
ve
günümüzde
barışa
katkı
dolayı
caydırıldıklarını
düşünmek
oldukça
naif
sağlamadığını
savunan
kişilerden
bir
yaklaşımdır
(1984:
77-‐80).
Benzer
şekilde
oluşmaktadır.
Kissenger
da
bu
durumu
“Çok
reklamı
yapılan
Sovyetlerin
Batı
Avrupa’yı
işgal
edeceği
fikri
bir
Dehşet
Dengesi
ile
ilgili
temel
yaklaşımlar
fantaziden
ibarettir…
ki
bu
korku
daha
sonraki
nesiller
arasında
bir
hayal
ürünü
olarak
Sosyal Bilimler Işığında Güvenlik Terimleri Ansiklopedisi
algılanmıştır”
ifadeleriyle
açıklamıştır
(1994:
Waltz’a
göre
böyle
bir
yaklaşım
bu
kişilerin
443).
Yani
Kissenger’a
göre
Sovyetlerin
devletlerin
davranışlarından
ve
nükleer
Amerika’ya
saldır(a)mamasının
ve
ABD-‐ gerçekliklerden
bihaber
olmalarından
Sovyetler
arasındaki
Dehşet
Dengesi’nin
kaynaklanmaktaydı
(1990:733).
nükleer
silahlarla
bir
ilgisi
yoktu.
Son
olarak,
Amerikan
Başkanı
Ronald
Reagan’ın
nükleer
İddia
edilenin
aksine
Waltz,
caydırıcılığın
silahlara
karşı
ülke
çapında
korumayı
şehirleri
yerle
bir
etmeye
dayanmadığını
amaçlayan
“Stratejik
Savunma
İnisiyatifi”nin
düşünmektedir.
Ona
göre
caydırıcılık
“bir
arkasında
da
nükleer
silahların
gayri
insani,
ülkenin
ne
yapacağına
değil,
ne
gayri
mantıki
olmasının
yanında
Dehşet
yapabileceğine
dayanmaktadır”
[italikler
Dengesi’nin
güvenilir
olmaması
ve
eksiklikleri
orijinal
metinden)
(1990:
733).
Daha
açık
bir
yatmaktadır
(Freedman,
2003:
110).
ifade
ile
“nükleer
silahlarla
devletler,
yalnızca
çok
az
bir
miktar
kullanacakları
tehdidiyle
İkinci
grubun,
yani
nükleer
silahlar
sayesinde
diğer
devletleri
caydırabilirler;”
çünkü
tezahür
eden
Dehşet
Dengesi’ne
inananların,
“yalnızca
küçük
bir
miktarın
kullanılması
başat
savunucusu
ise
bir
siyaset
teorisyeni
noktasındaki
niyetin
gösterilmesi
durumunda,
olan
Columbia
Üniversitesi
profesörü
Kenneth
düşman
bilir
ki
daha
fazlası
kolaylıkla
bu
Waltz’
dur.
Waltz
bu
konudaki
görüşlerini
miktara
eklenecektir”
(1990:
733-‐734).
Bu
savunurken
yukarıda
zikredilen
ilk
gruba
giren
durum
konvansiyonel
silahlar
mevzubahis
kişilerin
savlarını
çürüterek
yola
çıkar.
Ona
olduğunda
mümkün
değildir.
Öte
yandan,
göre
bu
kişiler
“caydırıcılığı”
başarmanın
çok
konvansiyonel
silahlarla
saldırı
durumunda
zor
olduğunu
düşünmektedirler.
Örnek
olarak
devletler
savaşın
ilk
safhasına
yoğunlaşırlar;
ise
ABD
Başkanı
Eisenhower
zamanında
Sovyet
çünkü
hızlı
bir
zafer
kazanmak
için
tüm
tehlikesine
karşı
kullanılan
“masif
misilleme
gücüyle
saldırmak
savaşın
maliyetini
doktrini”ni
verir.
Yani
bu
kişilere
göre
“eğer
azaltabilecektir.
Fakat
nükleer
silahlar
çok
büyük
bir
çapta
(massive)
bir
misillemeyi
konusunda
liderler
savaşın
başı
değil
de
gerektiriyorsa,
caydırıcılık
çok
zordur”
(Waltz,
sonunda
ne
olabileceğini
göz
önünde
1990:
732).
Bu
düşünceden
hareketle,
bulundururlar.
Bunun
en
güzel
örneği
ise
1962
Sovyetler
Birliği
mühimmatının
hızla
arttığı
o
Küba
Füze
Krizi’nde
Başkan
Kennedy’nin
yıllarda
Dehşet
Dengesi
seçenek
kelimesinin
söylediği
şu
ifadelerdir:
“Beni
endişelendiren
karşılığı
olmuştu
ve
bu
da,
Waltz’un
ilk
aşama
değil,
iki
tarafın
da
vaziyeti
4’üncü
ve
ifadeleriyle,
“caydırıcılığın
bir
ülkenin
büyük
5’inci
safhalara
tırmandırmasıdır;
böyle
bir
bir
kısmını
olmasa
bile
kayda
değer
bir
durumda
6’ıncı
safhaya
zaten
geçemeyiz
bölümünü
yerle
bir
etme
noktasındaki
istek
ve
çünkü
ortada
bunu
yapacak
kimse
kabiliyete
dayalı
olduğu
fikrinin
muhafaza
kalmayacaktır”
(Waltz,
1990:
734).
edildiği
anlamına
gelmekteydi”
(1990:733).
Diğer
bir
ifade
ile
caydırıcılık
konusunda
Bununla
beraber,
Waltz’a
göre
konvansiyonel
1950’li
yıllarda
odaklaşılan
nokta
“masif
silahlar
yönünden
üstün
bir
ülke
bu
misillemedeki”
masif
üzerine
iken,
1960’lı
üstünlüğünün
zevkini
çıkarmak
ve
başka
yıllarda
“Dehşet
Dengesi”ndeki
dehşet
ülkelerin
dengelemesini
engellemek
için
bu
(assured
destruction/kesin
yıkım)
kelimesine
silahlarını
kullanmaya
meyilli
olabilir.
Fakat
yöneltilmişti
(1990:733).
Ayrıca
bu
kişiler
böyle
“nükleer
bir
güç
nükleer
silahlarını
kullanma
bir
ortamda
caydırıcılık
konusunda
başarısız
noktasında
hayli
çekingen
olacaktır;
çünkü
bu
olunması
durumunu
“milli
intihar”
ya
da
silahların
kullanılması
durumunda
kimse
bu
‘ilk
“karşılıklı
yok
olma”
olarak
görmekteydiler.
darbe’nin
tam
olarak
başarıya
ulaşacağını
Sosyal Bilimler Işığında Güvenlik Terimleri Ansiklopedisi
garanti
edemez”
(1990:734).
Yani
böyle
bir
Sonuç
yerine
saldırı
karşısında
saldırıya
uğrayan
ülkenin
Dehşet
Dengesi
ile
ilgili
yukarıda
zikredilen
karşı
saldırı
(ikinci
darbe)
kapasitesi
hala
var
hususların
yanında
bazı
düşünürler,
Soğuk
ise
saldırmayı
planlayan
ülke
saldırmaktan
Savaş’ın
bitmesi
ile
birlikte
nükleer
silahlara
içtinab
edecektir.
Buna
verilebilecek
en
güzel
dayalı
bu
denge
hakkında
biraz
temkinli
örnek
ise,
uzun
zamandır
dile
getirilen
bir
olunması
gerektiği
üzerinde
durmaktadırlar.
husus
olmasına
rağmen,
Amerika’nın
İran’a
bu
Daha
açık
bir
ifade
ile,
Waltz
gibi
ülkenin
nükleer
kapasitesini
bitirmek
amacıyla
teorisyenlerin
nükleer
silahların
varlığından
bir
saldırı
yapamamış
olmasıdır.
Nükleer
güç
rahatsız
olmaya
gerek
olmadığı
ve
bu
silahların
anlamında
dünyada
bir
numara
olan
ABD’nin
aslında
barışa
katkı
sağladığını
savunmasına
İran’a
saldıramamasının
en
önemli
karşın,
bu
düşünürler,
Soğuk
Savaş
sonrası
nedenlerinden
biri,
İran’ın
nükleer
tesislerinin
dönemde
Dehşet
Dengesi’ne
dayalı
sistemin
dağınık
olması,
birçoğunun
yer
altında
çöktüğünü
ve
günümüzde
nükleer
silahlar
bulunması,
vb.
gibi
nedenlerle
ABD’nin
tek
üzerine
kurulmuş
savunma
stratejilerinin
son
darbede
İran’ın
nükleer
kapasitesini
derece
tehlikeli
ve
etkisiz
olduğunu
iddia
bitiremeyeceği
düşüncesi
ile
doğrudan
etmektedirler.
Örneğin,
Shultz
ve
diğerleri
alakalıdır.
(2007),
Kuzey
Kore
ve
İran
gibi
rejimlere
güvenilemeyeceği
ve
nükleer
silahların
Özetle,
Waltz’a
göre
nükleer
silahlar
teröristlerin
eline
geçme
ihtimalinden
bahisle
kullanmak
için
değil,
caydırmak
içindir.
bu
silahların
sebep
olacağı
nükleer
kıyamet
Nükleer
silahlar
sayesinde
tarihte
büyük
senaryoları
üzerinde
durmaktadırlar.
devletlerin
birbiriyle
savaşmadığı
“en
uzun
Kissinger’ın
da
aralarında
bulunduğu
bu
barış”
dönemi
yaşanmıştır.
Ve
savaş
ihtimali
düşünürler
devlet-‐dışı
aktör
olarak
hala
mevcut
bulunsa
da
nükleer
silahlar
bu
niteledikleri
teröristlerin
nükleer
silah
elde
silahlara
sahip
olan
devletlerin
birbiriyle
etmeleri
durumunda
“caydırıcılık
doktrini”nin
savaşma
ihtimalini
ciddi
seviyede
dışında
hareket
edeceklerini
savunmaktadırlar.
düşürecektir.
Öte
yandan,
yeni
dönemde,
özellikle
Bush
Waltz’a
paralel
fikirler
öne
süren
diğer
bir
döneminde,
ABD
Dehşet
Dengesi
ve
yazar
ise
Freedman’dır
(2003).
Ona
göre
caydırıcılık
politikasından
“önalıcı
Dehşet
Dengesi’nin
kabul
edildiği
1960’lı
darbe/preemptive
strike”
stratejisine
geçiş
yıllara
kadar
en
korkulan
senaryo
birbirine
yapmıştır.
Bunda
ABD
ve
Rusya’nın
nükleer
rakip
‘ilk
darbe
kapasitesi
bulunan’
iki
ülkenin
silahlarını
karşılıklı
olarak
azaltma
noktasında
varlığı
idi
(2003:
109).
Böyle
bir
durumda
ilk
anlaşmaya
varmasının
önemli
rol
oynadığı
saldırıyı
yapmak
saldıran
devleti
haliyle
daha
söylenebilir.
Yani
Rusya’nın
nükleer
kapasitesi
avantajlı
duruma
getireceğinden,
en
ufak
bir
hakkında
daha
emin
bir
pozisyona
gelen
ABD
provokasyonda
bile
önalıcı
şekilde
saldırmak,
Dehşet
Dengesi’ne
dayanmak
yerine,
düşman
silahlarını
kaybetmemek
ve
yok
olma
ile
olarak
gördüğü
devlet
ve
devlet-‐dışı
aktörleri
karşılaşmamak
için
neredeyse
kaçınılmaz
imha
etmek
için
önalıcı
darbe
stratejisini
görülmekteydi.
Bunun
aksine
Dehşet
Dengesi,
benimsemiştir.
Fakat
burada
paralel
bir
daha
stabil
bir
sistemin
oluşmasını
sağlamıştır;
süreçte
Çin
Halk
Cumhuriyeti,
büyük
ölçüde
çünkü
Dehşet
Dengesi
devletlerin
direkt
askeri
ABD
ile
yaşamaya
başladığı
rekabet
ve
saldırı
riskini
göze
almamaları
için
lazım
olan
antagonizma
dolayısıyla,
ve
Dehşet
Dengesi
sayısız
sebep
sağlamıştır
(2003:
109).
stratejisini
benimsemek
suretiyle,
kendi
nükleer
kapasitesini
artırmaya
gitmiş
ve
bu
Sosyal Bilimler Işığında Güvenlik Terimleri Ansiklopedisi
yolla
ikinci-‐darbe
kapasitesini
genişleterek
ABD
ya
da
herhangi
bir
devlet
tarafından
gelebilecek
bir
saldırıya
karşı
kendini
koruma
yoluna
gitmiştir
(Mulvenon,
2004:
254-‐256).
Son
tahlilde,
Dehşet
Dengesi’nin
Soğuk
Savaş
dönemindeki
faydalarına
rağmen,
terörist
gruplar
ve
güvenilir
olmayan
rejimlerin
nükleer
kapasite
sahibi
olma
ihtimallerinin
günümüz
koşullarında
Dehşet
Dengesi’ndeki
“denge”yi
ortadan
kaldıracağına
dair
yaygın
bir
kanaat
olduğunu
söylemek
pek
de
yanlış
olmayacaktır.
Yararlanılan
kaynaklar:
Freedman,
L.
(2003).
‘Prevention,
Not
Preemption.’
The
Washington
Quarterly,
26
(2):
105-‐114.
Howard,
M.
(1984).
The
Causes
of
Wars
and
Other
Essays.
2’nd
ed.
Cambridge,
Mass.:
Harvard
University
Press.
Kissenger,
H.
(1994).
Diplomacy.
New
York:
Simon
&
Schuster.
Mulvenon,
J.
(2004).
‘Chinese
Mutually
Assured
Destruction:
Is
China
Getting
MAD?.’
Getting
MAD:
Nuclear
Mutual
Assured
Destruction,
Its
Origins
and
Practice,
Carlisle:
Strategic
Studies
Institute.
Pp.
239-‐260).
Parrington,
J.
A.
(1997).
‘Mutually
Assured
Destruction
Revisited:
Strategic
Doctrine
in
Question.’
Airpower
Journal,
(Winter):
4-‐19.
Waltz,
K.
(1990).
‘Nuclear
Myths
and
Political
Realities.’
American
Political
Science
Review,
Volume
84,
No.
3,
pp.
731-‐745