Professional Documents
Culture Documents
SDU Sempozyum Bildiriler Kitabi
SDU Sempozyum Bildiriler Kitabi
EDİTÖRLER
Arş. Gör. Elif AŞCI
Arş. Gör. Onur GEZER
Mehmet SARGIN
Fatih DEMİR
ISPARTA 2013
©Süleyman Demirel Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi
ISBN: 978-9944-452-73-1
Editörler
Arş. Gör. Elif AŞCI
Arş. Gör. Onur GEZER
Mehmet SARGIN
Fatih DEMİR
Yayına Hazırlayan & Kapak Tasarımı
Fatih DEMİR
Atlıkarınca Alayı
Zozan ÇETİN........................................................................................................................ 30
Meşrûtiyet’i Doğuran “Osmanlıcılık” Akımı Ve II. Meşrûtiyet İle
Beraber Yükselen Garplılaşma Ve İslâmlaşma Tartışmaları
Ayşe Şakire NEBİLİ ............................................................................................................ 38
Erken Bizans Dönemi’nde İstanbul
Umut VAR............................................................................................................................... 48
Ahmed Cevdet Paşa’nın Târih Felsefesi
Murat YILMAZ ..................................................................................................................... 60
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
Ömer YAVUZ ........................................................................................................................ 72
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
Önder PATAR ...................................................................................................................... 87
Tarih Yazımında Büyük Adam Sorunu
Mesut DAVULCU ...............................................................................................................112
Piri Reis ( ? / 1552 )
Esma YILMAZ .................................................................................................................... 125
Türk Kadınının Meclise Yürüyüş Süreci
Duygu ÇELİK & Ramazan ŞAMLI ............................................................................. 135
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
Yasin ÖZDEMİR ............................................................................................................... 146
Dokuz Eylül Gazetesi’nde İzmir’in İşgali Ve Mustafa Kemal’in
Samsun’a Çıkışı İle İlgili Makaleler
Göktuğ İPEK ...................................................................................................................... 164
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
Serhat ALTINKAYNAK .................................................................................................. 174
I
Tarih Yazımında Dipnotun Serüveni
Emre Çağrı GEZEN .......................................................................................................... 193
Kurtuluş Savaşında Aydın Bir Kadın Kahraman: Halide Edip Adıvar
Duygu YAŞAR & Atike AYSOY ..................................................................................... 202
Tanzimat, Cumhuriyet’in Kuruluşu, Günümüz Ve Yakın Gelecekte
Sanayi Ve Teknoloji’nin Günlük Yaşantıdaki Yansımaları
Ayşe Nur TELLİ ................................................................................................................. 210
Dönmelik ve Sabatay Sevi
Ebru GÜNEŞ ....................................................................................................................... 221
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
Irmak KARABULUT ......................................................................................................... 229
Türk Dünyasında Bir Tarih Ekolü: Fuad KÖPRÜLÜ
Rabia KARABULUT & Yasemin İRGİN & Nur AYDOĞDU ............................ 243
Selçuklularda Dîvân-ı Berîd Ve İstihbaratçılık
Sevgi Kübra AKDEMİREL ............................................................................................. 256
Balkanlarda Bektaşi Geleneği Dergah Ve Tekkeleri
Özge TOGRAL ................................................................................................................... 268
Kaybedilmiş Toprakların Acı Hatırası: Bir Sözlü Tarih Çalışması
Emine ALTAY & İlyas ER .............................................................................................. 277
Orta Çağ’dan Yakın Çağ’a Uzanan Gelenek Surre Alayları
Oğuzhan GÜNEL & Hacı Ahmet AK & Kürşat ÖZKAN & Zekeriya İLHAN ........... 285
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
Fatih DEMİR ....................................................................................................................... 296
Hasta Adamı Kurtarma Arayışları
Abdullah TOK...................................................................................................................... 314
Görünmeyen Hükümdarlar (Timur Örneği)
Elif DEMİRTOK ................................................................................................................ 326
19. Yüzyılda Anadolu’da Ortaya Çıkan Salgın Hastalıklar Ve Salgınla
Mücadele Yöntemleri
Fatma YILDIZ .................................................................................................................... 334
Tek Parti Döneminde Tarih Eğitimi
Mehmet GÜLER................................................................................................................. 344
Türk Kültüründe Halıcılık
Mehmet SARGIN ............................................................................................................... 352
Türkiye Selçuklulular’ındaki Sarsılmaz Konumuyla Üç Devrin Emiri:
Mübarizeddin Er-Tokuş
Sevil İLİ.................................................................................................................................. 374
Avrupada Yahudi Sorunu Ve Yahudi Sürgünleri
Berna BAYDAN .................................................................................................................. 387
II
Avrupa’da Türk İmgesi
Burcu ÖNEL........................................................................................................................ 400
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
Ahmet KELEŞ ..................................................................................................................... 414
Tercüme-i Hâl Varakası Ve Sicill-i Ahvâl Kayıtları İle İlgili Yapılmış
Çalışmalar
Ahmet YADİ & Harun YILMAZ ................................................................................... 431
Osmanlı Padişahlarının Kişilikleri Ve Hobileri
Müzeyyen ÖZKAN ............................................................................................................ 445
Şeyh Bedreddin İsyanı Üzerine Tartışmalar
Tayfun AKGÜN .................................................................................................................. 456
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
Alican KİRİŞOĞLU ........................................................................................................... 466
FOTOĞRAFLAR................................................................................................................ 480
III
Prof. Dr. Ali Kökce’nin* Konuşması
IV
Prof. Dr. Süleyman Seydi’nin* Konuşması
Ben, burada sözlerime son vermeden önce bir kaç teşekkür daha etmek
istiyorum. Fen Edebiyat Fakültesi Fen Sosyal Bilimciler Derneğine ve diğer
sponsorlarımıza katkılarından dolayı çok teşekkür ediyorum. Ama en büyük
teşekkürü de Ankara’dan buraya sadece bizlerle buluşmak için gelen ve büyük bir
özveri gösteren Sayın hocam Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ’ya göndermek istiyorum
ve şükranlarımı iletiyorum.
Saygılar sunuyorum.
V
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Aydanur AKEL*
——————————————————————————————
ÖZET
Kimi zaman hakim,kimi zaman komutan olan,hatta kimi zaman da rütbesiz bir
asker olan Türk kadını,aynı asırlarda yaşamış diğer milletlerdeki gibi ikinci plana itilmiş,
köleden dahi aşağı durumda bulunan ve hatta kendisine isim dahi verilmeyen bir kadından
çok farklı olan Türk kadınının değeri ve önemi paha biçilemez.İslamiyet öncesi Türk kadını
her zaman namusu korumuş,aile içinde hem ana hem baba olmuş ve gelecek nesilleri
namusu ile yetiştirmiştir.Bu bildiride,Türk kadınının hayat şartlarına göre yaşamları ve
dönemin diğer toplulukları ile farkları işlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Türk Kadını, Hayat Şartları, İslamiyet Öncesi Türk Kadını
——————————————————————————————
Eski Türklerde kadının durumu çağdaşlarına göre oldukça farklı idi. Aile
düzeni pederşahi, değil pederi idi. Toplumda tek evlilik esastı; ancak idareci
zümreye mensup ailelerde çok evliliğe de rastlanmaktaydı. Yalnız, sonraki kadınlar
hiç bir zaman "katun" durumuna gelmezler, çocukları da yönetimi ele geçirmezdi.
Katun daima hakanın yanında yer alır, hakan savaşa gidince onun görevlerini
yerine getirirdi.
2
Aydanur AKEL
——————————————————————————————
durmuş(kalkmış) ola,ben Karakoç atıma binmeden o binmiş ola.Ben kanlı kafir
iline varmadan o varmış,bana baş getirmiş ola” ifadesi ile Türk kadını tipini
tanımlamıştır.
Dede Korkut’ta, eş, ana ve evin dayanağı olacak kadının,kız anası tarafından
terbiye edilmesi gerektiği,aile içinde ve zamanında iyi yetiştirilmemiş bir kızın bu
özellik ve güzellikleri sonradan kazanmasının güç olduğunu “kız anadan
görmeyince öğüt almaz” sözleri ile ifade edilir.
1971,s.29
3
İslamiyet Öncesi Türk Kadını
——————————————————————————————
mirasından mahrum bırakılırdı.Çok çeşitli evlilik vardı ve kadın akrabalığı
evlilikler eski İran toplumunda engel sayılmadığı için,kardeşler arasında evlilikler
de olabilirdi.7
7 S.Maksudi Arsal, Umumi Hukuku Tarihi, İst.Üniversitesi Yayını, İstanbul 1944,s 82-83
8 B.Y.Vladimirsov, Moğolların İçtimai Teşkilatı, çev.Abdulkadir İnan,Türk Tarih Kurumu Yayını
Ankara 1944,s.77-78
9 S.Maksudi Arsal, Umumi Hukuku Tarihi,İst.Üniversitesi Yayını,İstanbul 1944,s.376
10 Halil Cin,İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme,Selçuk Üniversitesi Yayınevi,Ankara 1974,s.31
4
Aydanur AKEL
——————————————————————————————
2.7 Ortaçağ Avrupası’nda Kadın
Ortaçağ Avrupa’sında bazı filozoflar arasında, kadınların ruhunun olup
olmadığı hatta yer yer şeytan olduğu tartışması bile yapılmıştır. İngiliz Piskoposu
Dour'un 1888 yılında Westminster Kilisesinde vaaz verirken söyledikleri tüyler
ürperticidir.“Bundan yüz sene öncesine kadar kadın, erkeğin sofrasına oturma
hakkına sahip olmadığı gibi, sorulmadan söze başlaması caiz değildi. Kocası
basının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa onu
kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise, analarına ev
içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.”
5
İslamiyet Öncesi Türk Kadını
——————————————————————————————
Göktürk Kitabelerinde “Yukarıda mavi gök, aşağıda yağız yer
yaratıldığında arasında insanoğlu yaratıldı. Türk milleti yok olmasın diye
Tanrı,babam İlteriş Kağan ile anam İl-Bilge Hatun’u tepelerinden tutmuş,üstlerine
çıkarmıştır” ifadeleri,hakan ile birlikte hatunun da kut sahibi olduğunu
göstermektedir.13Hanların buyrukları yalnız Hakan buyuruyor ki ifadesiyle
başlamamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devlet elçilerinin kabulünde hatun
da hakanla beraber olurdu. Törenlerde, şölenlerde kadın, hakanın soluna oturur,
siyasî ve idarî konulardaki görüşlerini beyan ederdi. Kadınların savaş meclislerine
katıldığı dahi olurdu. Örneğin; Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk bans
antlaşmasını Mete Han'ın hatunu imzalamıştır.14
Uygurlarda Kağan’ın eşi yahut annesi, Kağan’ın yanında bulunmakta ve ona her
türlü yardımı yapmaktadır. Uygurlar, 7.y.y da henüz devlet kurmadan önce, Uygur
oymağının reisi savaşlarla meşgul olurken,annesi Uluğ Hatun,halkın arasında çıkan
ihtilaflara ve davalara bakıyor, kanuna tecavüz edenleri şiddetle cezalandırıyordu.15
Sonuç
Bu sosyal statü içerisinde Türk kadını kimi zaman komutan, kimi zamanda
devlet başkanı olmuştur. Aynı yüzyılda diğer milletlerdeki gibi ikinci plana
atılmış,köleden dahi aşağı durumda bulunan bir kadından çok farklı olan Türk
kadını,İslam Dini ile birlikte daha da ulvileşmiştir ve Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed’in(S.A.V) “Cennet anaların ayakları altındadır” Hadis-i şerifinde ki
kadın olmuştur. Türk Irkı hariç hiçbir millet kadına bu kadar değer vermemiştir ve
Türk milleti hariç, kadınları aşağılamayan, hor görmeyen bir millet yoktur. Türk
kadınının, böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması, Türk karakterinin
yüksek değerini ifade eder. Türkler hariç,köle olsun olmasın,kadınları
aşağılamayan,onları hakir görmeyen başka bir toplum yoktu. Muhakkak ki böyle
bir durum, çeşitli milletlerin tarih içinde teşekkül edip, karakter kazanan ahlak ve
aile anlayışlarının tabi bir sonucu idi.
6
Aydanur AKEL
——————————————————————————————
Kaynakça
BALABAN, Mustafa Rahmi; Tarih Boyunca Ahlak, Gayret Kitabevi, İstanbul
1949,s.97.
CİN, Halil; İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Selçuk Üniversitesi Yayınevi ,
Ankara 1974,s.31.
DONUK, Abdulkadir ;”Çeşitli Topluluklarda ve Eski Türklerde Aile”, Tarih
Dergisi, İstanbul 1982,S. 33,s.149-150.
EBERHARD,W;Çin Tarihi,çev. Nimet Uluğtuğ,,Türk Tarih Kurumu Yayını,
Ankara 1947,s.33.
ERÖZ, Mehmet; Türk Ailesi, M.E.B. Basımevi,İstanbul,1977,s.24.
İZGİ, Özkan; ”İslamiyetten Önceki Türklerde Kadın”, T.K Araştırmaları Dergisi,
1973-1975,s.159.
KAPLAN, M. ; “Dede Korkut Kitabında Kadın”, c.IX,1951,s.105-108.
ARSAL. S . Maksudi ;Umumi Hukuku Tarihi, İst.Üniversitesi Yayını, İstanbul
1944,s 82-83.
ORKUN, H.N; Eski Türk Yazıtları, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1987,s.15-
26.
ÖGEL, Bahaeddin ;Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, İstanbul 1971,s.251.
VLADİMİRSOV, B. Y. ; Moğolların İçtimai Teşkilatı, çev.Abdulkadir İnan, Türk
Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1944,s.77-78.
7
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Ozan ARSLAN
ÖZET
Bu çalışmada tarihin kaynaklarıyla özdeşleştirilen yazılı belgelerin karşısında
nispeten daha önemsiz görülen sözlü ve görsel kaynakların da (coğrafi şekiller, tarihi
objeler, tarihi binalar vb.) tarih çalışması için önemli birer kaynak olabileceği
belirtilmektedir. Bunun yanı sıra tarih paradigmasındaki değişimlerin sonucu olarak tarih
algısında yaşanan değişimlerin ve bu değişimlerin tarihin kaynaklarını nasıl etkilediği
belirtilmektedir.
Tarihsel kaynak denildiğinde genellikle akla ilk yazılı belgeler gelmektedir.
Hâlbuki tarihçinin araştırdığı konuyla ilgili günümüze ulaşan her türlü tarihsel kalıntı tarih
için kaynak oluşturmaktadır. Fakat bu kaynaklar arasında yazılı belgelere büyük önem
verilmesine karşın diğer sözlü ve görsel kaynaklara yeterince önem verilmemektedir.
Tarihçi için araştırdığı konuyla ilgili her türlü tarihsel kalıntı(yazılı, sözlü, görsel
vb.) görmezden gelinemeyecek derecede önemlidir. Ayrıca tarihçinin yazı dışındaki diğer
kaynaklara yönelmesi araştırmasını zenginleştirmesinin yanı sıra onu kütüphaneler ve
arşivlerden dışarı çıkararak sahaya inmesini de sağlamaktadır.
——————————————————————————————
1.Tarih ve Yazı
Yazının icadına kadar, tarihi birikim ve tecrübe bugün folklor kavramı
içerisinde ele aldığımız kaynak ve kanallar tarafından muhafaza edilip aktarılmıştır.
Bu yaratım ve aktarım süreci ilk zamanlarda sözlü olarak sürerken sonradan yazılı
ortamla beraber devam etmiştir.1 Bu aktarım işlemi neandertal insandan günümüze,
avcı toplayıcılıktan artık değerin üretilip depolandığı uygarlık süreçlerine dek sözlü
ve görsel ifadelerin vasıtasıyla bazen ayrı bazen birleşik bir şekilde aktarımı tarih
boyunca mevcut olmuştur.2
Modern anlamda tarih ise 19. yüzyılda Leopold von Ranke ile akademik
bir disiplin olarak yerini almıştır.3 Bu yeni modern tarih bilimi genellikle kendi
19. yüzyılda L. Ranke ile modern bir disiplin olan tarihin modern disiplin
ve buna eşdeğer olarak da modern olmayan öncesi arasındaki ayrımın en önemli
ince ayrımlarından biri tarihsel araştırmada kullanılan kaynaklardır. Bu kaynaklar
da Ranke’nin birincil kaynaklara dayanmayan her türlü tarih yazma girişimini
yadsımasındandır.6 Tarihin sadece birincil kaynaklara dayanılarak araştırılması
görüşü dönemim hem egemen düşünce paradigması olan ulusçuluk gibi, hem
egemen tarih paradigması olan ulus, siyasi, devlet kurumlarının, büyük insanların
tarihi gibi üst yapı unsurlarının tarihiyle birbirlerini tamamlayıcı şekilde olmasıyla
başlıca tarihsel kaynaklarda arşiv belgeleri olmuştur.
4 R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğu Batı Yay., Ankara, 2007, s.56.
5 R. G. Collingwood, a.g.e, s.56.
6 Georg G. Iggers, a.g.e., s.25.
9
Ozan ARSLAN
——————————————————————————————
ise yazının kullanılmadan önceki tarihsel sürecin belirtilmesidir.7 Kabaca
prehistorya kavramını Türkçeye çevirirsek tarih öncesi demektir. Yani yazının
kullanılmasından önceki dönem tarih öncesi olurken yazının kullanılmasıyla
beraber ise tarihin başladığı belirtilmektedir. Demek ki tarih öncesi ve tarih
arasındaki ince çizgiyi belirleyen faktör yazıdır. Buradan yazı öncesi dönem tarih
olarak görülmeyip tarih öncesi olarak görülmesi sonucunu çıkarabiliriz.
2.Tarihsel Kalıntılar
En basit tanımıyla bir tarihçi geçmişteki bir olayı, kişiyi vb. konuyu ele
alırken her zaman ele aldığı konudan günümüze gelen kalıntıları kaynak olarak
kullanıp araştırmasını sürdürmekte ve yorumlamaktadır. Çünkü tarihçi dayandığı
temelleri önce kendisine, sonra kendisini hem takip edebilecek, hem takip etmek
isteyen başka birine sergileyerek doğrulaması gerekmektedir.9 Bu tarihsel
kaynaklar da insanların geçmişteki faaliyetlerinden geriye kalan her türlü bulguyu
içerir: yazılı ve sözlü dil, coğrafi yüzey şekillerinin durumu ve insan yapımı maddi
kalıntılar, güzel sanatlar ile fotoğraf ve film.10 Fakat genellikle bu tarihsel
kaynaklardan sadece yazılı kaynakların kullanımına büyük önem verilmesine
karşın diğer tarihsel kaynaklara yeterince önem verilmemektedir.
7 Oxford Advanced Learner’s Dictionary, 8th Edition, Oxford University Press, s.1153.
8 K. Marx, F. Engels, Alman İdeolojisi (Feuerbach), Çev. Sevim Belli, Sol Yay., Ankara, 1999, s.39.
9 R. G. Collingwood, Tarihin İlkeleri, Çev. Ahmet Hamdi Aydoğan, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2005,
s.87.
10 John Tosh, Tarihin Peşinde, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2005, s.31.
10
Tarihin Kaynakları Ve Yazı
——————————————————————————————
kurumları olduğu da saptanmıştır.11 Bunun sonucu olarak da siyasi olmayan tarih
bu yeni akademik disiplinden dışlanmıştır.12 Böylelikle başlıca araştırma konuları
ile başlıca kaynaklar birbirlerini tamamlayarak yazılı belge dışındaki kaynaklar
tarihin dışında kalmıştır.
Tarihçi için sadece yazılı belgeler değil aynı zamanda diğer anısal, maddi
kalıntılar gibi tarihsel kaynaklar da önemli olmalıdır. Lucien Febvre’nin de
belirttiği gibi: “Kuşkusuz tarih yazılı belgelerle yapılır. Ama yazılı belgeler yoksa,
onlarsız da yapılabilir ve yapılmalıdır. Balı alınacak her zamanki çiçeklerin
yokluğunda, tarihçinin zengin buluşları içinde ne varsa hepsi kullanılarak
yapılmalıdır. Sözlerle de tarih yapılabilir, resimlerle de. Toprak parçasıyla da, çatı
kiremitleriyle de. Tarla biçimleri ve yaban otlarla da. Ay tutulmasıyla da at
yularıyla da. Jeologların uzmanca taş-kanıtlarıyla da, kimyacıların kılıçların
madeni üzerine yaptığı araştırmalarla da. Bir sözcükle: İnsandan kalma olan, insana
bağlı olan, insana yarayan, insanın dile getirdiği ve onun varlığını, uğraşlarını,
zevklerini ve yaşam biçimlerini anlatan ne varsa, bunların hepsiyle tarih yapılır ve
yapılmalıdır.”14
11 Esra Danacıoğlu, Geçmişin İzleri, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, 2009, s.137.
12 Peter Burke, Fransız Tarih Devrimi: Annales Okulu, Çev. Mehmet Küçük, Doğu Batı Yay.,
Ankara, 2005, s.32.
13 Ömer Erbil, “Bakanlık Benden Bıktı, Bende Onlardan”,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=
RadikalDetayV3&ArticleID=1093536&CategoryID=77, 08.07.2012. (Erişim Tarihi 18.02.2013)
14 Lucien Febvre’den aktaran, E. H. Carr - J. Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, Çev.
11
Ozan ARSLAN
——————————————————————————————
3.Zamanın Göreceliliği
Tarihsel süreçte siyasi olayların hızlı bir biçimde akışı kişilerde zamanın
çok hızlı geçtiğini ve çok uzun olduğu algısını yaratabilmektedir. Fakat tarihsel
süreçte olaylar hızlı bir şekilde geçmesine, hatta modernizmle birlikte daha da hızlı
bir toplumsal ve maddi dönüşüm yaşanmış olmasına rağmen toplumsal yapılar,
insan yapımı maddi kalıntılar(antik objeler, binalar, yollar, vb.) ve coğrafi şekiller
geçmişten günümüze göreceli daha az değişim geçirmişlerdir. Örneğin 50 yıllık bir
zamanda birçok siyasi olay yaşanmasına ve pek çok değişiklikler olmasına rağmen
coğrafi şekillerde ise gözle fark edilemeyecek derece az bir değişim olmuştur. Yani
50 yıllık bir süreci karşılaştırdığımızda bu zaman dilimi hızlı geçen siyasi olaylar
için uzun bir zamanken çok az değişen coğrafya için ise kısa bir zaman dilimidir.
12
Tarihin Kaynakları Ve Yazı
——————————————————————————————
4.Anı versus Yazılı Belge
Sözlü anlatı, tarihin içine 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren yavaş yavaş
girmesine karşın aslında söz ile tarih arasındaki ilişki hiç de modern zamanlara
özgü değildir. Hatta durumu şu şekilde formüle edebilmemiz mümkündür: Önce
söz vardı. İnsanların kuşaktan kuşağa aktardıkları bireysel anılar uzun yıllar
boyunca tarihçilerin yararlandığı ana malzeme olmuştur.18 Nitekim Heredot, M.Ö.
5. yüzyıl da yazmış olduğu eserinde sözlü tanıkların kullanılması yöntemini
uygulamıştır. Yine 19. yüzyıl da Fransa’nın önde gelen tarih uzmanlarından Jules
Michelet 1847–1853 arasında Fransız Devrimi adlı kitabını yazarken eserinde
sözlü tanıklara bolca yer vermiştir. Clarendon 17. yüzyıl İngiltere’sini anlattığı
History of Rebellion and Civil Wars England isimli eserinde kendi tanıklığına
Voltaire XII. Charls’in Tarihi (1731) kitabında sözlü kaynakların bilgileri teyit
etmesiyle övünmüştür.19
Sözlü tarihe yönelik ilk kayda değer çalışma Amerika’da 1929 Ekonomik
Bunalımı sonrası işsiz kalan araştırmacılara ve gazetecilere iş imkanı sağlamak
amacıyla oluşturulan “Federal Yazarlar Projesi” kapsamıyla oluşturulmuştur. Bu
proje kapsamında yazarlar ve gazetecilerden Amerikan kırsalındaki yaşam
öykülerini –kadınların, Kızılderililerin, eski kölelerin, savaş gazilerinin, sıradan
insanların sıradan hayatları- derlemeleri istenmiştir. Bugün bu arşiv Amerika’nın
19. yüzyıl sosyal tarihine dair en önemli kaynaklardan birini oluşturmaktadır. Buna
benzer bir çalışma yine Amerika’da II. Dünya Savaşı sırasında askerlerin savaşa
dair anılarının hemen kayıt altına alınmasıydı. Bu çalışma türünü 1942 yılında
Joseph Gould, Sözlü Tarih ismine vererek bilimsel terminolojiye sokmuştur.21
13
Ozan ARSLAN
——————————————————————————————
bulmak çok zor olduğu için bu da tarihçileri sözlü tarih yoluyla belgeler
oluşturmaya zorlamıştır.22
Sözlü tarihin, tarihin içine girmesi son derece önem arz etmektedir. Çünkü
sözlü tarih çalışmasıyla sadece anılar malzeme olarak tarihin alanına girmemiş aynı
zaman da halkın not defterleri, giysileri, fotoğrafları, çeşitli notlar ve diğer somut
materyaller de sözlü tarih araştırmaları kapsamı ile tarihin içine girmişlerdir.27
Bunların arasında olaylar yaşanırken çekilen fotoğraflar, filmler, albümler,
kartpostallar, pullar, basında çıkan fotoğraflar, karikatürler, haritalar, planlar gibi
iki boyutlu görsellerin yanı sıra üç boyutlu olarak nitelendirebileceğimiz tarihi
mekânlar, binalar, heykeller, ilgili dönemde kullanılan eşyalar da tarih
araştırmalarında kullanılabilecek görsel kaynaklar arasındadır.28
s.26.
25 Esra Danacıoğlu, a.g.e., s.139.
26 Esra Danacıoğlu, a.g.e., s.140.
27 Kemal Üçüncü, a.g.e., s.436.
28 Fatma Acun, “Görselden Tarih Yazmak”, Türkiye’de Tarih Yazımı, Ed. Vahdettin Engin, Ahmet
14
Tarihin Kaynakları Ve Yazı
——————————————————————————————
Görsel kaynaklar tıpkı insan anıları gibi tarih çalışması için önemlidirler.
Fakat tarih çalışmaları için çok değerli bir kaynak türü olan fotoğraf ve benzeri
türden görsel veriler bilgi üretmek yerine genellikle yazıyı desteklemek ve
gösterim amaçlı kullanılmaktadır.29
5.Sonuç
Tarih, 19. yüzyılda bilimselleştiği zaman genellikle araştırdığı ana konu
ulus, siyasi tarih, büyük insanların tarihi gibi daha çok toplumsal üst yapılar
olmuştur. Araştırdığı konulara paralel olarak da temel tarihsel kaynak olarak arşiv
belgelerini kullanmıştır. Tarihin devlet, siyasi merkezli olması diğer toplumsal
konuları tarihin dışında bıraktığı gibi yazılı belge dışındaki diğer tarihsel
kaynakları da önemsizleştirmiş ve bilim dışı saymıştır. 20. yüzyılın başlarında
annalescilerin çabaları ile tarih, siyasi tarih merkezli olmaktan sosyal ve kültürel
merkezli olmaya doğru genişlerken aynı zamanda tarihsel kaynak olarak, yazı
dışındaki diğer tarihsel kaynaklar da tarihin kapsamına dâhil olmaya başlamıştır.
15
Ozan ARSLAN
——————————————————————————————
Kaynakça
BRAUDEL, Fernand, Tarih Üzerine Yazılar, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge
Kitabevi, Ankara, 1992.
BURKE, Peter, Fransız Tarih Devrimi: Annales Okulu, Çev. Mehmet Küçük,
Doğu Batı Yay., Ankara, 2005.
CARR, E. H., J. Fontana, Tarih Yazımında Nesnellik ve Yanlılık, Çev. Özer
Ozankaya, İmge Kitabevi, Ankara, 1992.
CARR, E. H., Tarih Nedir?, Çev. Misket Gizem Gürtürk İletişim Yay., İstanbul,
2005.
COLLİNGWOOD, R. G., Tarihin İlkeleri, Çev. Ahmet Hamdi Aydoğan, Yapı
Kredi Yay., İstanbul, 2005.
, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğu Batı Yay., Ankara,
2007.
DANACIOĞLU, Esra, Geçmişin İzleri, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, 2009.
ENGİN, Vahdettin, Ahmet Şimşek, (Ed), Türkiye’de Tarih Yazımı, Yeditepe Yay.,
İstanbul, 2011.
ERBİL, Ömer, “Bakanlık Benden Bıktı, Bende Onlardan”,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?
aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1093536&CategoryID=77,
18.02.2013.
IGGERS, Georg G., Yirminci Yüzyılda Tarih Yazımı, Çev. Gül Çağalı Güven, Tarih
Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2000.
MARX, K., F. Engels, Alman İdeolojisi (Feuerbach), Çev. Sevim Belli, Sol Yay.,
Ankara, 1999.
Oxford Advanced Learner’s Dictionary, 8th Edition, Oxford University Press.
TOSH, John, Tarihin Peşinde, Çev. Özden Arıkan, Tarih Vakfı Yurt Yay.,
İstanbul, 2005.
16
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Serkan ÇOLAKLAR
ÖZET
Osmanlı Devleti’nin manevi kurucusu olarak nitelendirilen Şeyh Edebalı ile
alakalı olarak literatürde mevcut çeşitli ve kısa bilgiler bulunmaktadır. Ancak Osmanlı
Devleti’nin Kuruluş Dönemi’nde var olan ve kapalı kutu olarak nitelendirilen gerçekler
Şeyh Edebalı’yı da içerisine dâhil etmektedir. Çünkü elde bulunan bilgiler sığ vaziyette,
Osmanlı Devleti’nin kurulmasına vesile olan değerli şahsiyetlerin tam olarak
aydınlatılmasından uzak mahiyettedir. Bu çalışmamız ile beraber Osmanlı ve Türk tarihi
açısından önemli bir konumda bulunan Şeyh Edebalı’nın hayatı, Osmanlı Devleti ile olan
bağı, Türk ve Anadolu coğrafyası üzerindeki önemi üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Şeyh Edebalı, Osman Gazi, Bilecik, Babai İsyanı, Vefailik,
Ahilik.
——————————————————————————————
1. Şeyh Edebalı
s. 30.
4 Neşrî, Kitâb-ı Cihannümâ, haz. M. Altay Köymen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1991, s. 47.
5 Taşköprülüzade, Osmanlı Bilginleri, eş- Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî ulemâi’d- Devleti’l-Osmâniyye,
6 İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I Cild, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, s. 521.
7 Taşköprülüzade, a.g.e., s. 23.
8 Mecdî, Hadaiku’ş-Şakaik, neşr. Abdülkadir Özcan, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1989, s. 20.
9 Seyfettin Erşahin, Türk Hakimiyet Geleneğinde Bilge Kişi: Osmanlı Hakimiyetinde Şeyh Edebalı
27.
18
Serkan ÇOLAKLAR
——————————————————————————————
bilginin yanında Edebalı’nın Şam dönüşünde Ertuğrul Gazi’nin yanında Söğüt
bölgesine yerleştiği de belirtilmektedir11.
Şeyh Edebalı’nın kızı olan ve Osman Gazi’nin hanımı olan kişinin ismi
konusunda çeşitli görüşler mevcuttur. Oruç Beğ, Hadidi ve Şükrullah bu ismi
Rabia15 olarak belirtmişlerdir. Aşıkpaşazade ve Neşri’de ise; Malhun Hatun olarak
geçmektedir16. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük pay sahibi olan Şeyh
Edebalı’nın evlenme yolu ile bu kuruluşta büyük pay sahibi olduğu gerçektir.
Ancak yukarıda belirtilen Rabia Hatun, Malhun Hatun ve Mal Hatun isimleri
gerçeklikten tamamen uzaktır. Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi ile evlenen kızının
ismi Bala Hatun’dur. Bu evlilikten ise şehzade Alaüddin Bey doğmuştur17.
11 Bayatlı Mahmud Oğlu Hasan, Câm-ı Cem Âyîn, Sadeleştiren F. Kırzıoğlu, Osmanlı Tarihleri I,
Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2008, s. 9; Aşıkpaşaoğlu Tarihi, haz. Atsız, Ötüken Neşriyat, İstanbul,
2011, s. 21.
13 Oruç Beğ, a.g.e., haz. Necdet Öztürk, s. 8.
14 İsmail H. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 562.
15 Oruç Beğ, a.g.e., s. 9; Hadidi, a.g.e., s. 32.
16 Aşıkpaşaoğlu Tarihi, haz. Atsız. S.21; Mevlânâ Mehmed Neşrî, a.g.e., Haz. Necdet Öztürk, s. 42.
17 İsmail H. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 560.
19
Cihan İmparatorluğu’nun Kuruluşundaki Kilit Şahsiyet: Şeyh Edebalı
——————————————————————————————
1.3 Şeyh Edebalı’nın Osmanlı Beyliği’nin Kuruluşundaki Etkileri Ve Osman
Bey İle İlişkileri
20
Serkan ÇOLAKLAR
——————————————————————————————
Çukurhisar bölgesinin güneydoğusunda kalan İtburnu sahrasında oturduğunu
belirtmektedir21. Diğer taraftan Edebalı’nın Anadolu’ya döndüğünde Söğüt
bölgesine yerleştiği ve bu yerleşmenin Ertuğrul Gazi dönemine rastladığı
konusunda görüşler de mevcuttur22.
22-23.
21
Cihan İmparatorluğu’nun Kuruluşundaki Kilit Şahsiyet: Şeyh Edebalı
——————————————————————————————
Nişancı Paşa, Osmanlı’nın kuruluşundaki rüyayı Ertuğrul Gazi’nin görmüş
olduğunu belirtir: Hikaye edildiğine göre Ertuğrul bir gece bir fakihin evinde
misafir kaldı. Fakih, kendisine arkasında saygı gösterilmesi gereken bir kitap yani
Kur’an olduğunu söyledi. Evdekiler uyuduktan sonra Ertuğrul kalkıp yıkandı.
Kur’an tarafına döndü, namaz kılanlar gibi ellerini göbeğinin üstüne koydu, sabah
oluncaya kadar ayakta durdu, sonra uyudu. Düşünde yüce Tanrı tarafından
birisinin kendisine: “Kelamımıza büyük saygı gösterdin. Onu arkanda bırakmadın.
Biz de seni, arkandan gelecekleri ve çocuklarını yüceltiriz27 şeklinde belirterek,
rüyanın içerisinde geçen fakihin ismi belirtilmese de Edebalı’yı işaret ettiği
kanaatindeyiz.
Oruç Beğ de Tevarih-i Al-i Osman adlı eserinde belirttiği üzere rüyanın
Ertuğrul Gazi’ye ait olduğunu, rüyayı yorumlayanın Şeyh Edebalı olduğunu, Şeyh
Edebalı’nın ise Konya’da bulunduğu bilgisini verir28.
27 Nişancı Paşa, Osmanlı Sultanları Tarihi, çev. İ. Hakkı Konyalı, Osmanlı Tarihleri I içinde, İstanbul,
1949, s. 344.
28 Oruç Beğ, haz. Necdet Öztürk, s. 8.
29 F. Giese, Anonim Tevarih-i Al-i Osman, haz. Nihat Azamat, Marmara Üniversitesi Yayınları,
Bayatlı Mahmud oğlu Hasan, s. 295; Mevlânâ Mehmed Neşri, a.g.e., haz. Necdet Öztürk, s. 40-41;
Ruhî, Ruhî Tarihi, haz. Halil Erdoğan Cengiz-Yaşar Yücel, TTK Belgeler, XIV/18 (1989-1992) s.
380; Hadidi, a.g.e., s. 29-31.
22
Serkan ÇOLAKLAR
——————————————————————————————
Türk mitolojisinde ağaç simgesi Gök Tanrı inancının bir yansımasıdır.
Ağaç Allah’a ulaşmanın bir göstergesidir. Ertuğrul Gazi veya Osman Gazi’nin
görmüş oldukları rüyada da göğüsten çıkan ağaç görülmeyecek şekilde
yükselmektedir. Türk mitolojisinde de ağaçların başları insan gözüyle
görülmeyecek şekilde yükselmesi ve sonucunda cennete ulaşılması anlamını
taşımaktadır32.
32 Metin Ergun, Türk Ağaç Kültü İnancının Dede Korkut Hikayelerindeki Yansımaları, Milli Folklor,
23
Cihan İmparatorluğu’nun Kuruluşundaki Kilit Şahsiyet: Şeyh Edebalı
——————————————————————————————
Gazi ve Malhun Hatun evliliğinden doğan şehzadenin Orhan Gazi, yani Osmanlı
Devleti’nin ikinci hükümdarı olduğunu zikretmektedir37. Bu bilgiler neticesinde
Orhan Gazi’nin dedesinin Şeyh Edebalı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Fakat
kabul gören yaygın bir geleneğin aksine Malhun Hatun’un Mevlana Fakih Ömer’in
kızı oluşu bu kabul gören bilgileri geçersiz kılmaktadır.
37 Oruç Beğ, a.g.e., s. 13; Hadidi, a.g.e., s. 32;Mevlânâ Mehmed Neşrî, haz. Necdet Öztürk s. 69.
38 Halil İnalcık, Aşıkpaşazade Tarihi Nasıl Okumanlı?, Söğüt’ten İstanbul’a, s. 141-142.
39 İsmail H. Uzunçarşılı, a.g.e., s. 106.
40 Ömer Lütfi Barkan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kolonizatör Türk Dervişleri, s. 140.
41 Fuad Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005, s. 68-70.
24
Serkan ÇOLAKLAR
——————————————————————————————
Devleti’nin bağımsız olarak tamamen vücuda gelmesi ile beraber bazı görev ve
sorumluluklar hususunda düzenlemelere gidilmiştir. Şeyh Edebalı ile kurulan
evlilik bağının göstergesi olarak bazı görevler dikkat çekmektedir. Osman Gazi
bağımsızlık ile beraber, kayınbabası olan Şeyh Edebalı’yı emir-i fetva görevine
memur tayin etmiştir42.
Ayrıca Hâliyâ Mü’min Dede nâm kimesne mutasarrıf48 ifadesi ile mevcut
olan kayda göre Şeyh Edebalı’nın oğlu Mahmud ve torunu Şeyh Mehmed’in elinde
padişahın nişan-ı hümayununun olduğu bilgisinden hareket edersek, şeyhlik
vazifesinin kuşaktan kuşağa aktarıldığı sonucuna ulaşabiliriz.
2000, s. 146.
45 Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri I, haz. Ömer L. Barkan-Enver Meriçli, Ankara, 1988, s. 282.
46 Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri I, s. 283.
47 Refet Yinanç, Söğüt Vakıfları, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Metodoloji ve Sosyoloji
Araştırmaları Merkezi Sosyoloji Konferansları, 7. Kitap, Gür-Ay Matbaası, İstanbul, 1988, s. 56.
48 Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri I, s. 282.
25
Cihan İmparatorluğu’nun Kuruluşundaki Kilit Şahsiyet: Şeyh Edebalı
——————————————————————————————
1.7. Şeyh Edebalı’nın Ahiliği İle İlgili Sorgulama
Özellikle Osmanlı Devleti’nin kurulduğu aşamada ön plana çıkan Şeyh
Edebalı’nın dahi ahi şeyhi olduğu konusunda hemen tüm araştırmalar hem fikir
gözükmektedir49. Günümüze kadar Şeyh Edebalı ile ilgili tüm veriler ahiliği
üzerinde yoğunlaşmıştır. 1980’li yıllarda ortaya çıkarılan ve ehemmiyeti
konusunda üzerinde durulması gerekli olan bilgiler, Şeyh Edebalı’nın ahiliği
konusunu başka bir boyuta taşımıştır. Tarihi gelenekleri değiştiren bu çalışma,
Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-Kudsiyye Fî Menâsıbi’l-Ünsiyye adlı eseridir. Bu
kaynak Şeyh Edebalı’nın hayatı hakkındaki bilgilerin dışında, Babai isyanı ile ilgili
vermiş olduğu bilgiler açısından da dikkat çekicidir.
Elvan Çelebi, Baba İlyas’ın soyundan geldiği için tarikat ile ilgili birçok
bilgiyi eserinde sunarak birçok geleneksel ifadeyi değiştirecek mahiyette bir eser
ortaya koymuştur. Vefaiyye tarikatı ile ilgili yapılan araştırmalar, Osmanlı
Devleti’nin kuruluşundaki rol ve ehemmiyeti ön plana çıkarmıştır50. Özellikle
tarikata mensup olan Edebalı ile ilgili bilgileri dikkat çekicidir. Elvan Çelebi’nin
eserinde sunmuş olduğu:
26
Serkan ÇOLAKLAR
——————————————————————————————
Edebalı’nın Baba İlyas’ın halifesi, yani Vefaiyye tarikatına mensup olduğunu
kuvvetlendirir53.
Kaynakça
Kaynak Eserler
ABDİ-ZADE HÜSEYİN HÜSAMEDDİN EFENDİ, Amasya Tarihi III, Amasya
Belediyesi Kültür Yayınları, Amasya, 1986.
AŞIKOĞLU AHMED, Tevârih-i Âl-i Osman, (Neşr. Ali Bey), İstanbul, 1332.
AŞIKPAŞAZADE, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, (Haz. Atsız), Ötüken Neşriyat, İstanbul,
2011.
BAYATLI MAHMUD OĞLU HASAN, Câm-ı Cem Âyîn, (Haz. Fahrettin
Kırzıoğlu), Osmanlı Tarihleri I’de, İstanbul, 1947.
ELVAN ÇELEBİ, Menâkıbu’l-Kudsiyye Fî Menâsıbi’l-Ünsiyye, (Haz. İsmail E.
Erünsal- Ahmet Yaşar Ocak), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1995.
ENVERÎ, Düsturnâme-i Enverî, Osmanlı Tarihi Kısmı (1299-1465), (Haz. Necdet
Öztürk), Kitabevi, İstanbul, 2003.
GIESE F., Anonim Tevârih-i Âl-i Osman, (Haz. Nihat Azamat), Marmara
Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 1992.
HÜDAVENDİGÂR LİVASI TAHRİR DEFTERLERİ, (Haz. Ömer Lütfi Barkan-
Enver Meriçli), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1988.
HADİDİ, Tevârih-i Âl-i Osman (1299-1523), (Haz. Necdet Öztürk), Marmara
Üniversitesi Basımevi, İstanbul, 1991.
53 Elvan Çelebi, a.g.e., s. LXVI-LXVII; Ahmet Yaşar Ocak, Ahilik ve Şeyh Edebalı: Osmanlı
Devleti’nin Kuruluş Tarihi Açısından Bir Sorgulama, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 12, sayı 3-4,
1999, s.227.
54 Mevlânâ Mehmed Neşrî, a.g.e., haz. Necdet Öztürk s. 61.
55 Ahmet Yaşar Ocak, a.g.m., s. 227.
27
Cihan İmparatorluğu’nun Kuruluşundaki Kilit Şahsiyet: Şeyh Edebalı
——————————————————————————————
İLMİYYE SALNAMESİ, (Haz. Seyit Ali Kahraman-Ahmed Nezih Galitekin-
Cevdet Dadaş), İstanbul, 1988.
KARAMANLI NİŞANCI MEHMED PAŞA, Osmanlı Sultanları Tarihi, Osmanlı
Tarihleri I’de, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1949.
MECDÎ, Hadaiku’ş-Şakaik, (Neşr. Abdülkadir Özcan), Çağrı Yayınları, İstanbul,
1989.
MEVLÂNÂ MEHMED NEŞRÎ, Cihânnümâ, (Haz. Necdet Öztürk), Çamlıca
Yayınları, İstanbul, 2008.
NEŞRÎ, Kitâb-ı Cihânnümâ, I-II, (Haz. Mehmet Altay Köymen), Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1983.
ORUÇ BEĞ, Oruç Beğ Tarihi (Osmanlı Tarihi-1288-1502), (Haz. Necdet Öztürk),
Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2008.
RUHÎ, Ruhî Tarihi, (Haz. Halil Erdoğan Cengiz-Yaşar Yücel), Türk Tarih Kurumu
Belgeler, XVI/18 (1989-1992), ss. 359-472.
ŞÜKRULLAH, Behçetü’t Tevârîh, (Haz. Atsız), Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2011.
TAŞKÖPRÜLÜZADE, Osmanlı Bilginleri, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî ulemâi’d-
Devleti’l-Osmâniyye, (Terc. Muharrem Tan), İz Yayıncılık, İstanbul, 2007.
Araştırma Eserleri
BARKAN, Ö. Lütfi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Kolonizatör Türk Dervişleri,
Türkler Ansiklopedisi, Cilt 9, Türkiye Yayınları, Ankara
ERGUN, Metin, Türk Ağaç Kültü İnancının Dede Korkut Hikâyelerindeki
Yansımaları, Milli Folklor, Sayı 47, Ankara, Güz 2000.
ERŞAHİN, Seyfettin, Türk Hakimiyet Geleneğinde Bilge Kişi: Osmanlı
Hakimiyetinde Şeyh Edebalı Örneği, İslami Araştırmalar, XII/3-4, 1999.
İNALCIK, Halil, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları (1302-1481), İSAM
Yayınları, İstanbul, Kasım 2011.
İNALCIK, Halil, “Aşıkpaşazade Tarihi Nasıl Okunmalı?” Söğüt’ten İstanbul’a,
(Der. Oktay Özel-Mehmet Öz), İmge Kitabevi, İstanbul, 2000.
KAPLANOĞLU, Raif, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Avrasya Etnografya Vakfı
Yayınları, İstanbul, Ocak 2000.
KÖPRÜLÜ, M. Fuad, Anadolu’da İslamiyet, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005.
OCAK, Ahmet Yaşar, Ahilik ve Şeyh Edebalı: Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Tarihi
Açısından Bir Sorgulama, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 12, sayı 3-4,
1999.
ŞİMŞİRGİl, Ahmet, Birincil Kaynaklardan Osmanlı Tarihi Kayı I, KTB Yayınları,
İstanbul, 2008.
UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, Cilt I, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
28
Serkan ÇOLAKLAR
——————————————————————————————
YİNANÇ, Refet, Söğüt Vakıfları, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Metodoloji
ve Sosyoloji Araştırmalar Merkezi Sosyoloji Konferansları, 7. Kitap, Gür-
Ay Matbaası, İstanbul, 1988.
29
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Atlıkarınca Alayı
Zozan ÇETİN
——————————————————————————————
ÖZET
Pek çok savaşa sahne olan Dünya Tarihi, bu sahnede çocukların yer alışını çok
nadir göstermiştir bize. Bunlardan biri de 1096 yılında başlayan Haçlı Seferleri esnasında
karşımıza çıkan çocuklardır. 1212 yılında yola çıkan çocukların, önce Etienne liderliğindeki
Fransız çocuklar ki yaşları 15’ten büyük değildi, daha sonra bundan etkilenen Nikolaus
önderliğindeki Alman çocuklar, yaptıkları yolculuk seferler arasında sayılmasa da 1212
yılındaki çocukların bu hareketi dikkat çekiciliğiyle makalemize konu olmuştur. Fransız
çocukların başlattığı sonrasında Alman çocukların takip ettiği bu sefer, hava koşulları ve
uzun, yorucu yol yüzünden birçok çocuğun hayatına mal olurken, Haçlı Seferleri tarihi
açısından da tarihi kaynaklar en dramatik sonu yazmıştır.
——————————————————————————————
Giriş
Çocuk dendiğinde çoğu insanın aklına gelmez bir çocuğun elinde silah,
savaş meydanlarında, kendinden yaşça büyük insanlara meydan okuması. Bununla
birlikte hiçbir şeyin imkânsız olmadığını okuyabildiğimiz tarihin satır araları
göstermiştir ki çocuklar, savaşın soğuk ve acımasız yönüyle yüzleşmek zorunda
kalmışlar, meydanlarda kendilerince mücadele etmişlerdir. Tıpkı Kurtuluş Savaşı
sırasında Van’da kara, soğuğa inat savaşa katılan 120 çocuk, İtalya’da II. Dünya
Savaşı sırasında savaşa alınan 14 yaşın üstündeki çocuklar ve yine II. Dünya
Savaşı zamanında savaşı kaybedeceğini anlayan Almanya’nın savaşçılar arasına
çocukları da eklemesi gibi. Çocukların savaş meydanlarına zorla sürülmesinin
dışında tarih, gönüllü küçük kahramanları tanımamızı da sağlamıştır.
Atlıkarınca Alayı
——————————————————————————————
hatta belki konuşulan sözcükler bile dönemin bir yansımasıdır. 1212 yılında
gerçekleşen çocukların seferini, dönemin papası III. Innocentius ve haçlı ruhu
taşıdığını savunan insanlar dikkate almadı, bu durumdan çok sonra haberdar
oldular. Oysa Almanya’dan ve Fransa’dan yola çıkan, uzun bir mesafe kat eden ve
çoğunun yaşının 15’ten büyük olmadığı bu çocuklar kayba uğramadan, hastalıkla
karşılaşmadan umursansaydı sonuç bu derece üzücü olmazdı. Subjektif bir yorum
olarak görünmesini istemeyiz ama bunu belirtmeden de geçemeyeceğiz ki
tarihçiler, çocuk haçlıları tarih sayfalarına daha fazla taşıyabilirler, her ne kadar
tarihi açıdan bir değişim yaratmamış olsa da bu konuyu bu kadar geri planda
kalmaktan kurtarabilirlerdi.
‘Haçlılar’ maddesi.
31
Zozan ÇETİN
——————————————————————————————
hala hafızalarda kazılı olan bu olay hem doğu hem batı tarihçileri tarafından
amacından sapan bir sefer olarak yorumlandı ama şunu görmemiz gerekir ki
başından beri seferlerin altında yatan gizli neden zenginliği elde edişti ve bu
nedenle belki de bu sapış çok normaldi. Ayrıca dindaşları üzerine yaptıkları ilk
sefer bu değildi. 1208 yılında papa, Güney Fransa’da ortaya çıkan ve papanın
siyasetine karşı olan Albililer5 olarak adlandırılan Hıristiyanlar üzerine sefer
çağrısında bulunmuştu. İstikameti, diğer seferlerden oldukça farklı olup
söylencedeki hedefe hiç uymayan bu sefer neticesinde İstanbul’da Latin Devleti
kuruldu ve Hıristiyanlar arasında 1050’de gerçekleşen ayrım bu olayla birlikte daha
onarılmaz bir hale geldi. Papanın istemediği bir şekilde sonuçlanan sefer, yeni sefer
çağrılarına hiç zaman kaybetmeden başlamasına neden oldu ama bir süre çağrısına
karşılık bulamadı. Keza katılacak olan ülkelerin bazıları iç meseleleriyle
uğraşıyordu. III. Innocentius yeni sefer planları yapmaya hazırlanırken ilginç bir
Haçlı grubu ortaya çıktı. Bu grup çocuklardan oluşmaktaydı ve çok şaşırtıcıdır ki
çocuklar zarar görmeden kimse onlara dur dememişti. 1212 yazından başlayarak
gerçekleşen iki ayrı Çocuk Haçlı Seferi’nde binlerce çocuk öldü ya da esir
pazarlarında köle olarak satıldı.6
32
Atlıkarınca Alayı
——————————————————————————————
yine Fransız olan Jean d’Arc idi.8 Bu ve başka örneklerden yola çıkarak
araştırmalarını sürdüren uzmanlar, dönemin zihniyetinden ve içinde bulundukları
savaş ortamının etkisiyle çocukların bilinçaltının bu şekilde dışa vurduğu sonucuna
ulaşıyorlar. Bu sonuca katılmamak mümkün değil ama bizim mantık çerçevesiyle
ulaşabildiğimiz bu sonuç, dönem zihniyeti itibariyle düşünülmeyecek bir fikirdi.
Hele ki on iki yaşında bir çocuğun bunları düşünmesi beklenemezdi. Etienne
İsa’nın kendisine göründüğüne inanıyordu ve onun kendisine verdiği görevi yerine
getirecekti.
33
Zozan ÇETİN
——————————————————————————————
Marsilya’ya vardıkları anda mucizenin gerçekleşmesini beklediler ama
olmadı, deniz önlerinde ikiye ayrılmadı. Hayal kırıklığı yaşayan çocukların bir
kısmı kandırıldıklarını düşünerek evlerine geri dönmeye karar verdiler. Geriye
kalan çoğunluk ise Demir Hugue ve Domuz Guillaume adında iki Marsilyalı tacirin
onları ücretsiz Filistin’e götürme tekliflerini kabul edip, gemilerle yola çıktılar.15
Bu teklifi kabul etmeleri çocuklar için sonun başlangıcı olacaktı, keza yolculuk
sonucu çoğu boğularak ölecek, geriye kalanlar ise köle olarak satılacaktı. Bu
durum karşısında şu düşünce insanın aklına gelmiyor değil. Tüccarlar, dini
duygularla mı çocukları ücretsiz götürmeyi istediler yoksa onları köle olarak
satmanın getireceği kazancı düşünerek mi? Bu sorunun cevabı hiçbir zaman
bilinemeyecek olsa da çocuk haçlılar konusunda bu düşünce hep soru işareti
oluşturacaktır.
Yola çıkan yedi gemiden on sekiz yıl sonra haber alındı.16 Bu habere göre,
1230 yılı civarı gemiler fırtınaya yakalanmış, iki gemi Sardinia Adasında kazaya
uğrayıp parçalanmış ve ne yazık ki bütün çocuklar boğulmuştu. Geriye beş gemi
kaldı, geriye kalan gemilerdeki çocuklar köle olarak satıldı.17 Böylece Etienne ve
peşinden sürüklediği çocuklar yolculukları çok uzun sürmeden hazin bir son
yaşadılar. Hayatta kalıp köle olarak satılan çocuklar hakkında yeterli bilgi
bulunmamakla birlikte sefer sırasında evine dönen çocukların akıbeti de
bilinmemektedir.
34
Atlıkarınca Alayı
——————————————————————————————
Nikolaus liderliğindeki çocuklardan oluşan ordu, birkaç hafta içinde Köln’de
toplandı ve İtalya’ya gitmek üzere yola çıkmaya hazırlandı. Alman çocukların yaşı,
Fransız çocukların yaşına göre daha büyüktü ve çocuk ordusundaki kız sayısı
Fransızlarınkine göre daha fazlaydı. Alman çocukların seferini incelediğimizde
başka bir fark daha ortaya çıkar. Bu çocukların arasında daha fazla olan asilzade
çocukların yanında adı kötüye çıkmış serseri ve hayat kadını da vardı.19
Çocuklar, seferlerini iki gruba ayrılarak gerçekleştirdi. Sayısı yirmi bini bulan
ilk grubu Nikolaus idare ediyordu.20 Bu grup, Rhein Nehri boyunca Basel’e ve
Mont-Cenis geçidinden Alpleri geçmek üzere İsviçre ve Cenevre üzerinden
yürüdüler. Bu, oldukça uzun ve yorucu geçen yolculukları sonucunda çocukların
çok azı hayatta kalabildi. Nikolaus’ın liderliğindeki grubun üçte birinden daha az
çocuk, Ağustos ayı sonlarında Cenova surları önünde göründü.21 Burada bir gün
kalmak isteyen çocuklara, oradaki idareciler daha fazla kalmaları için izin
verecekken, Almanların hile yapmasından korkarak sadece bir gün izin verdiler.
Çocuk ordusu, ertesi gün yeniden yola koyuldu. Aynı mucizeyi, denizin önlerinde
açılmasını onlar da bekledi. Bu beklentinin gerçekleşmemesi sonucu hayal
kırıklığına uğrayan çocukların çoğu Cenevizlilerin kendilerine yaptığı teklifi kabul
ettiler ve Cenova vatandaşı oldular.22 Nikolaus ve yanında kalan çoğunluk ise
yollarına devam etti. Birkaç günün ardından Pisa’ya varan çocuklar, karşılaştıkları
gemileri şans olarak görseler de netice pek hoş olmadı. Çünkü gemiye binen bir
kısım çocuğun akıbeti hiçbir zaman bilinemedi.23 Nikolaus ve bir grup çocuk ise
gemiye binmedi. Büyük ihtimalle Nikolaus hala bir mucize bekliyordu. O ve
onunla kalan çocukların şimdiki amacı papanın huzuruna çıkmaktı. Aslında
başından beri ilk önce bunu yapmak istemişlerdi. Zorlu bir yolculuğun ardından
Roma’ya varan küçük haçlılar, bitap düşmüş bir halde papanın huzuruna çıktılar.
Papa, çocukların bu hallerini görünce acımış olacak ki onlardan hemen dönmelerini
istedi. Papa III. İnnocentius, onlara hemen evlerine dönmelerini, daha sonra
büyüdükleri zaman ettikleri haçlı yeminini yerine getirmelerini söyledi. Çocuklar,
çoktan yorulmuş olmanın etkisiyle olacak ki papayı dinlediler, seferden
vazgeçtiler.
19
Runciman, a.g.e., s. 125.
20
W. B. Stevenson, The Crusaders In The East, Cambridge Universty
Press, İngiltere, 1907, s. 285.
21
Runciman, a.g.e., s. 126.
22
Stevenson, a.g.e., s. 287.
23
Altan, a.g.m., s. 41.
35
Zozan ÇETİN
——————————————————————————————
Çocuk haçlılardan birçoğu özellikle kızlar, İtalya’nın köy, kasaba ve
şehirlerinde kaldı. Eve dönenler de oldu fakat pek azı ertesi ilkbahar ayında
Rheinland’a vardı.24 Evlerine dönen çocuklar mahvolmuştu, birçoğunun da akıbeti
bilinmiyordu. Bu durum karşısında aileler, derin üzüntü ve kızgınlık içine düştüler.
Aileler, Nikolaus’ın babasına karşı öfke duyuyorlardı. Oğlunu sefere şan, şöhret
uğruna teşvik ettiğini düşündükleri için onun tutuklanmasını istediler.25 Aşırı
üzüntüleri öfkeye dönen aileler, Nikolaus’ın babasını ele geçirerek astılar.26 O
sırada Nikolaus neredeydi? Evine varmış mıydı, yoksa daha yolda mıydı? Bu
konuda kaynakların bir şey yazmıyor oluşu, Nikolaus’ın da akıbeti belli olmayan
çocuklar arasında olduğu düşüncesini doğurmaktadır. Bu fikrin kesinliği belli
olmamakla birlikte, Nikolaus ve akıbeti bilinmeyen birçok çocuğun zarar gördüğü
Alman Çocukların Seferinin ilk kolu böylece sonlanmış bulunmaktaydı.
Çocuklardan oluşan ikinci grup ise daha farklı bir yol izleyerek hedeflerine
ulaşmaya çalıştılar. Onlar, Orta İsviçre yolunu izleyip Sankt Gotthard geçidi
üzerinden İtalya’ya indiler.27 Bu zorlu yolculuk çocukların büyük kayıplar
yaşamasına yol açtı. Bu kayıplar sonucu nihayetinde Ancona yanından denize
ulaştılar. Çocukların yolculuğu, doğu kıyısı boyunca devam etti ve bunun ardından
Brindisi’ye vardılar.28 Burada, onların karşısına da Filistin’e gitmek üzere olan
gemiler çıktı. Gemiler sadece bir kısmını götürecek kapasiteye sahipti. Çocukların
bir kısmına Filistin’e götürülme teklif edilince onlar da kabul edip hayallerini
gerçekleştireceklerini düşünerek sevinç duydular. Gemi yolculuğuna çıkan ve
nelerle karşılaştıkları hala ortaya çıkarılmayan bu çocuklar gibi, geriye kalıp eve
dönmeye karar veren çocuklar hakkında da pek bir şey bilinmemektedir.
4. Çocukların Ardından
1212 yılı seferi, sefer niteliği taşımayan, sadece satır aralarında
rastladığımız tarihin şaşırtıcılıklarından biridir. III. İnnocentius bir şeyi çok iyi
biliyordu ki çocukların bu hareketinden bir sonuç çıkmayacaktı. Papanın asıl hedefi
ise büyüklerin yer alacağı bir sefer düzenlenmesiydi. Bu amaçla, 1215 yılında
Lateran Konsili toplandı ve beşinci bir seferin düzenlenmesi kararlaştırıldı.29 III.
İnnocentius’un görmeye ömrünün yetmeyip III. Honorius’un yerini aldığı V. Haçlı
24
Runciman, a.g.e., s. 126.
25
Stevenson, a.g.e., s. 288.
26
Altan, a.g.m., s. 41.
27
Stevenson, a.g.e., s. 289.
28
Altan, a.g.m., s. 41.
29
Runciman, a.g.e., s. 128.
36
Atlıkarınca Alayı
——————————————————————————————
Seferinden30 çok bahsetmeyeceğiz fakat şu bilinmeli ki sefer, Doğudaki Latinlerin
isteği dışında gerçekleşti, çünkü o dönemde Müslümanlarla ticari barış anlaşması
yapmışlar ve bunun bozulmasını istemiyorlardı.31 Nitekim korktukları başlarına
geldi ve haçlıların mağlup olduğu bu seferin asıl faturası Mısır’daki yerli
Hıristiyanlara kesilerek birçok hak ellerinden alındı.32
Kaynakça
ANA BRİTANNİCA ANSİKLOPEDİSİ, C. 10, 1988, s.s 248-250.
ALTAN, Ebru, “Çocukların Haçlı Seferleri(1212)”, Popüler Tarih, S. 40, Aralık
2003, ss. 38-40.
DEMİRKENT, Işın, Haçlı Seferleri, Dünya Yayıncılık, İstanbul, 1997, ss. 187-
194.
GRAY, George Zabriskie, The Childeren’s Crusade, The Riverside Press,
Cambridge, Mayıs 1870, ss. 57-70.
RUNCİMAN, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih
Kurumu, C. III, Ankara, 1987, ss. 123-128.
STEVENSON, W.B, The Crusaders In The East, Cambridge Universty Press,
İngiltere, 1907, ss. 285-289.
TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ, C. 14, 1996, ss. 525-539.
30
Ayrıntılı bilgi için bkz. Işın Demirkent, Haçlı Seferleri. Steven
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi. TDV İslam Ansiklopedisi… vs.
31
Demirkent, a.g.e., s. 187.
32
Demirkent, a.g.e., s. 194.
37
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
OSMANLICILIK
XIX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’ndeki hıristiyan azınlıkların hedeflerinden
biri, burada yaşayan Müslüman çoğunlukla aynı haklara sahip eşit yurttaşlık idi.
Avrupalı devletler bazı durumlarda, kendi ülkelerindeki uygulamalarla çelişkili
olsa da, bu, dinî ayrım yapmaksızın eşit yurttaşlık fikrini Türkler’e dayatıyorlardı.
Osmanlı liberalleri ve reformcuları da bu tür düşünceleri benimsemekteydi1. İşte
Osmanlı liberalleri ve reformcularını bu fikirlere yaklaştıran en önemli sebeplerden
biri de devleti yabancı devletlerin baskısından kurtarmak ve çöküşü engellemekti.
1Bernard LEWİS, Ortadoğu, Çev. Selen Y. Kölay, Arkadaş Kitabevi, Ankara 2011, s.404.
2Hilmi Ziya ÜLKEN, “Tanzimattan Sonra Fikir Hareketleri”, Tanzimat, M.E.B., Maarif Matbaası,
Ankara 1940, s.768.
39
Ayşe Şakire NEBİLİ
——————————————————————————————
sezildiği gibi, azınlıklarla işbirliğine de hazır görünüyorlardı.Cemiyet mensupları,
Devlet-i Aliye Osmaniye’nin eski gücüne kavuşmasında batı’daki yeni değerlerin
alınması ve bunlara kendi değerlerimizin de katılmasını gerekli görüyorlardı3.
Aynı dönemlerde (1867) büyük olaylar çıktı. Mısır’ı yöneten Kavalalı
Sülalesi’nden Mustafa Fazıl Paşa, Mısır Valisi İsmail Paşa’nın kardeşi idi ve ondan
sonra da sıra kendisine gelecekti. İstanbul’da memurluk yaparken Fuat Paşa ile
anlaşmazlığa düştü ve Avrupa’ya sürüldü. Bundan bir süre sonra da Mısır
Valiliği’nin veraset usulü değiştirilmişti. İsmail Paşa’nın yerine Mustafa Fazıl Paşa
geçemeyecek, İsmail Paşa’nın oğlu geçecekti. Mustafa Fazıl Paşa büyük kızgınlık
ile Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin sorunlarını inceleyen uzun bir mektup yazmış ve
yayınlamıştı4. Mektupta Osmanlı Devleti’nde Genç Türkler’ in varlığından söz
ediyor ve Osmanlı dertlerinin çözümünün meşrutiyette olduğunu belirtiyordu.
Böylece basın özgürlüğü anlamında hürriyetin ötesinde, meşrutiyet talebini de
içeren yeni bir “hürriyet” kavramı ortaya çıkmış oluyordu.
Paşa, Nord adlı gazeteye yolladığı mektupta şöyle diyordu: “ Kendisini
insan olarak bilen bir kimsede, mutlaka, vatan ve vatanının yüceltilmesi kaygısının
bulunması gereklidir. Mensubu olmakla iftihar ettiğim Osmanlı milletinde yeni ve
ileri fikirleri yaymaya çalışan gençlerin de tek amacı budur 5.”
O dönem büyük yankılar uyandıran mektup sayesinde hükümet,
aleyhindeki hürriyetçi akımın farkına vardı. Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi
İstanbul’ dan uzaklaştırıldı. Paris’te toplanan gençler, burada Yeni Osmanlılar
Cemiyeti’ni kurdu ve gazete yayımlamaya başladılar.
Devletin eski gücüne kavuşmasında batıdaki yeni değerlerin alınması
gerektiğine ve devletteki tüm unsurları bünyesinde toplayan “Osmanlı milleti”
fikrine sahiplerdi. Meşrutiyet ile devletteki her unsura yönetimde yer verilmeli ve
böylece de yabancı devletlerin Osmanlı üzerindeki etkisi azaltılarak, güçlü, modern
bir devletin yapılanması sağlanmalıydı. İtalyan devletinin kurulmasında rol
oynayan gizli hücrelerden müteşekkkil “Carbonari” örgütü örnek alınarak 1865’te
kurulan cemiyet başlangıçta kendilerine İttifak-ı Hamiyyet (Yurtseverler Birliği)
adını vermişti. Sonraları ise Genç yahut Yeni Osmanlılar denmeye başlandı.
Avrupa’ya kaçtıktan sonra ise özellikle Batılılarca yaşlarının genç, fikirlerinin yeni
olması sebebiyle “jeune” yani Jön-Türkler olarak anılmaya başlamışlardı. Bu
deyim, kendilerince “Türkistan’ın Evlâd-ı Şebabı- Türkiye’nin Genç Evlatları”
şeklinde yorumlanmıştı6.
3 Kadir Kasalak, “Cumhuriyet Fikrinin Öncüleri”, S.D.Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Sayı 20, Aralık 2009, s.69-78.
4 Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2007, s.35.
5 Ebuzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, günümüz Türkçesine çev. Şemsettin Kutlu, Hürriyet
40
Meşrûtiyet’i Doğuran “Osmanlıcılık” Akımı Ve II. Meşrûtiyet İle Beraber Yükselen Garplılaşma Ve
İslâmlaşma Tartışmaları
——————————————————————————————
Eserinde, onların kuruluş aşamasında Carbonari Örgütü’nün kendilerine
nasıl ilham olduğunu anlatan Ebuzziya Tevfik şöyle anlatır; “ Namık Kemal ve
diğerleri İstanbul’un Belgrad Köyü’nün Valide bendine bakan, o güzellikle eşi
benzeri bulunmaz ağaçlıkları altında, yerlere serili hasırlar üzerinde, Sardunya gibi
küçük bir devleti Avrupa’nın güneyinde, biri hıristiyanlık dinini sadece zulüm ve
öc aleti yapan papalık makamını, diğer ikisi Toskano ve Napoli gibi yalnız zulüm
temelleri üzerine kurulmuş olarak hüküm süren iki idareyi devirip de sosyal adaleti
öngören bir İtalya Devleti’ne dönüştüren kömürcüler adlı fedakar gençlerin azim
ve imanla dolu teşebbüslerini okudukça kimbilir nasıl kükremiş birer hürriyet
aslanı kesiliyor ve bu uğurda canlarını seve seve vermeyi tasarlıyorlardı7.İşte bu
duygularla harekete geçen Genç Osmanlılar’ın İlk gazeteleri olan ve Londra’da
yayımlamaya başlayan “Hürriyet” in ilk sayısında meşrutiyet ile ilgili olarak, “
Hubb’ ul-vatan min-el iman” yani vatan sevgisi imandandır başlığı ile şöyle
diyordu: “Yeni Osmanlılar ki, eski Osmanlı şan ve şerefinin yeniden canlanmasına
çalışanlardır. Onlar, sadece Kanuni Sultan Süleyman zamanının o üstün ve seçkin
döneminin gelmesini istemektedirler. Ancak, bunu çağımızın gerektirdiği düzen ve
uygarlık havası içinde ararlar. Bunun çaresi adalettir; adalet ise Osmanlı milletinin
bütün fertlerinin her alanda eşitliği ile gerçekleştirilebilir. Hak eşitliği ise
meşrutiyet usulü ile sağlanabilir8.”
Hareketin önde gelen ismi Namık Kemal Fransız İhtilali’nin ideolojisinden
etkilenmişti ancak savunduğu fikirlerin Müslümanlar tarafından benimsenmesi
için, onları İslamî değerlerle temellendirmeye çalışmıştı. Örneğin Rousseau’nun
toplum sözleşmesi kuramını alıp, bunun Osmanlı’da biat töreninde var olduğunu
söylemiştir. Yani biat töreni ile uyruklar padişahı tanımak karşılığında, padişah ile
zulüm yapmaması, adaletli davranması için bir sözleşme yapmış sayılıyorlardı.
Bundan, zulüm yapılır ise o zaman direnme ve isyan hakkının doğduğu
anlamı çıkıyordu. Siyasal hakları, parlamento usulünü ise Kur’an’daki “danışınız”
(meşveret) emrine bağlıyordu9.
Hürriyet fikrinin adeta tanrılaştırıldığına değinen Cemil Meriç, büyük bir
Batı hayranı ve hürriyet aşığı, Osmanlı Devleti’nin Berlin Büyükelçisi Sadullah
Paşa’nın Paris’te bir resim sergisini gezerken duyduğu hayranlığını şöyle dile
getirir; “Paşa, bu beday-i âsâr’ın görünmeyen halikini arar. Bakışları birdenbire
“hürriyet” heykeline takılır. Muammanın anahtarı bulunmuştur artık. Gördüğümüz
bu kemalat, hürriyetin eseridir baştanbaşa. ” ve devam eder, “Sadullah Paşa’ nın
bu hayranlık ifadeleri bir musevî müsteşriki olan Bernard Lewis’i yersiz
genellemelere sürüklüyordu.” Lewis’e göre bu görüşler Ortadoğuluların ortak
görüşünü belirtiyordu; “Bu endilijansiya için Batı’nın gücü de, başarısı da gizli bir
41
Ayşe Şakire NEBİLİ
——————————————————————————————
kaynaktan geliyordu: siyasî hürriyet. Siyasî hürriyet lambasıyla terakkî denen cini
emrine râm edecek, muhteşem Batı’nın efsanevi hazinelerini elde edebilecekti10.”
Burada Cemil Meriç, Bernard Lewis’e şöyle cevap verir; “Osmanlı
ülkesinde hükümet tarafından yapılacak kanun dışı davranışlara karşı vatandaşı
koruyacak aşılmaz kaleler vardır: Şeriat ve Örf.”
Adem-î Merkeziyet – Teşebbüs-î Şahsî
Hareketin öncüsü olan Prens Sabahattin 1902’de Paris’te I.Jön Türk
Kongresini toplamıştı. Bu kongrede askerî kuvvet kullanma gerekliliği ve özellikle
Ermeni delegelerce Avrupalı devletlerin müdahalesinin gerekliliği gibi konular
tartışıldı. Prens Sabahattin bunların her ikisini de benimsiyordu. Ahmet Rıza,
Doktor Nazım, Yusuf Akçura bu fikirlere karşı çıktılar. Böylece de jön Türk
hareketi bölünmüş oldu.
Sabahattin, Le Play’nin kurucusu olduğu bir toplumbilim akımına bağlı E.
Demolins adındaki yazarın düşüncelerini benimsedi. Demolins’e göre iki tür
toplum vardı: Tecemmüî (toplulukçu) ve İnfirâdî (Bireyci). İnfiradi toplumlara en
iyi örnek İngiltere’dir. Bu tür toplumlarda yönetim adem-i merkeziyetçidir. Prens
Sabahattin’e göre Osmanlı toplumunun kurtuluşu infirâdî bir topluma dönüşmesi
ile olanaklı olacaktı ve bu amaçla da Paris’te Teşebbüs-î Şahsî ve Adem-î
Merkeziyet Cemiyeti’ni kurdu11.
GARPÇILIK (BATICILIK)
Hilmi Ziya Ülken garpçılık akımını 4 kümede ele almaktaydı.Tanzimat
medeniyetçileri: Osmanlıcılığa inananlardı,kabahati toplum yapısında bulup,
burada Anglosakson toplum yapısını geliştirmek isteyen ve bunun için de “adem-i
merkeziyet” ve “teşebbüs-i şahsî” fikirlerini savunanlar ki, bunların başında Prens
Sabahattin gelmekteydi. Servet-i Fünûn, Ulum-u İktisâdiye ve İçtimaiye Dergileri
etrafında toplanan pozitivistler.ki, İttihat ve Terakkîciler’den Ahmet Rıza bu
gruptaydı.
Batı’ya hayran köktenciler. Bunların en ünlüsü İttihad-ı Osmânî adıyla
İttihat ve Terakkî’ yi kurmuş olan 5 Askerî Tıbbiye öğrencisinden, İçtihat Dergisi
sahibi Abdullah Cevdet’tir. Latin harflerini savunmuş, eşiyle birlikte Sirkeci’de
şapka giymiş, hatta bir ara Avrupalılar ile melezleşmeyi bile savunmuştu. Beşir
Fuad, Baha Tevfik, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı ve kısmen Rıza Tevfik de bu
gruptandı12. Niyazi Berkes, Batılılaşma akımının hareket noktalarından olan ve
1896’dan sonra başlayan Edebiyat-ı Cedide akımının ideolojisini “ütopyacı
bireycilik” olarak dile getirir. Ona göre, “ Yeni Edebiyat akımının yazarları
10 Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yayınları, 19. Baskı, İstanbul 2010, s.208.
11 Akşin, a.g.e., s.50.
12 Akşin, a.g.e., s.88.
42
Meşrûtiyet’i Doğuran “Osmanlıcılık” Akımı Ve II. Meşrûtiyet İle Beraber Yükselen Garplılaşma Ve
İslâmlaşma Tartışmaları
——————————————————————————————
Avrupa’daki natüralizm, realizm, sosyalizm fikirlerini taşıyan kitapları okudukları
halde, bunların etkisi altında geliştirdikleri düşünce biçimi, bunların hiçbirisine
uymaz.
Onlar Avrupa’nın toplumunu değil, kişisinin maddi hayatını, konforunu
hayal güçlerinde güzelleştiriyorlardı. Sınıf eşitsizlikleri, cinayet ve yoksulluk,
bankerleri ve sömürülmüş kömür işçileri ya da Nana’ları olan bir toplum bu
güzelleştirilmiş tabloyu çirkinleştiriyordu. Bu yüzden ilgilerini Stendhal, Balzac,
Flaubert, Zola gibi büyüklerin rahatsız edici eserlerinden, daha aşağı kalitedeki
yazarların kitaplarına yönelttiler. Akımın Tevfik Fikret, Halit Ziya, Hüseyin Cahit
gibi isimlerinin hiçbiri Avrupa anlamıyla realist değildir13.”
Tanpınar, bunlardan Tevfik Fikret’in his dünyasını şöyle anlatır: “ Garplı
olmak… Sade teknikle, umumî yaşayışla değil, insana hakiki kıvamını veren
manevi kıymetler itibariyle de garplılaşmak, bir deniz felaketini ve dalgaların
hırsını yenmiş bir atletin eriştiği toprak parçası üstündeki silkinişiyle maziyi olduğu
gibi, iyi ve kötü atmak ve yeni bir hayata başlamak…14”
Batıcılık akımının radikal grubunu temsil eden Abdullah Cevdet ve
İbrahim Temo İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’ni -1895’te Paris’te Ahmet Rıza ile temas
kurduktan sonra İttihat ve Terakkî olarak adı değişmişti- kurmuşlardı.
Ahmet Rıza ise Paris’te başını Auguste Comte’un çektiği pozitivist bir
hareketin içinde bulunmaktaydı. Ona göre, Osmanlı’yı kurtaracak olan anayasa ve
meşrutiyetten çok, yeni bir insan tipi yetiştirmekti. Bu ise Batı’dan ithal edilecek
olan bilim ve eğitimi yaygınlaştırarak sağlanacaktı15.
Ahmet Rıza bu şekilde düşünürken İngiliz müsteşrik Sir Denison Ross
şöyle diyordu: “Şark bizden teknik ve metod öğreniyor, fakat onun bütün
teşebbüslerine istikâmet vermek, onun tarihine, bugünkü hayatına ve mesaisine
kıymet biçmek daima Garb’ın elinde olacaktır. Avrupalılar’ın zihniyeti ve metodu
Avrupalılar’ ın patentidir. Şarklılardan münferid bazı şahsiyetlerin bunları
benimsemesi vaziyeti değiştiremez16”.
Buradan hareketle garplılaşma hareketinin dayatan cephesinde bir
sömürgecilik fikri olduğu düşünülebilir mi? Erol Güngör’e göre Avrupa’nın sosyal
Darvinci, materyalist, rasyonalist düşüncesi içeride büyük sınıf çatışmalarının,
dışarıda ise sömürgecilik politikasının başlıca itici gücünü teşkil ediyordu.
Avrupalılar sömürge yaptıkları ülkelerin insanlarını “insanlığın tekâmül çizgisi”
üzerinde ileriye doğru götürdüklerini iddia ediyorlardı. İşte ilim ve teknolojideki
ilerlemeler, insanlık tarihinin -biyolojik ve sosyal- bütünü hakkında da “terakkîcî”
43
Ayşe Şakire NEBİLİ
——————————————————————————————
doktrinlerin ortaya atılmasıyla bir arada yürüdü17. Cemil Meriç de bu terakkî ve
aydınlanma düşüncesini tenkîd ederken şöyle der,” Osmanlı’nın düşmanı
aydınlatarak dost yaptığını; Avrupa’nın ise en güzide evlatlarımızı ayartarak işe
koyulduğunu dile getirir. Ona göre Avrupa, kelimelerle büyüler endilijansiyamızı
ve edebiyat, irfan kalemimize sokulan tahta at; Genç Osmanlılar ise Avrupa’nın
yeniçerileridir18.”
İSLÂMCILIK (PANİSLÂMİZM)
Panislâmizm, Batı ve Kuzey devletlerinin Asya ve Afrika’da yayılmasını
önlemek maksadıyla hıristiyanlığa karşı İslâm âleminin halife etrafında birleşmesi
olarak tarif edilebilir. Bu siyaset bir müdafaa sistemi kurmayı gerektiriyor, aslında
da Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin varlığını korumak gayesini güdüyordu19.
Sultan II. Abdülhamid’in İslamcılık siyaseti başlangıçta panslavizme bir
tepki olarak doğmuştur. Bu uygulama Garplılaşma hareketinin karşı cephesini
teşkil ederken, Tanzimatçıların garplılaşma siyasetini tenkîd eden ve 1860’lardan
sonra “İttihad-ı İslam” fikrini savunan Yeni Osmanlılar’ın düşüncesine uygundu.
Yeni Osmanlılar akımının önde gelen isimlerinden Namık Kemal,
Osmanlıcılığın olduğu kadar Çağdaşçı İslamcılığın da babasıdır20.
Hareket, Şeyh Cemaleddin Afgani’ nin 1892’de İstanbul’a yerleşmesiyle
en yüksek noktasına erişmişti. O, 1881’den itibaren gittiği çeşitli ülkelerde
panislâmizmi yaymıştı ve bunu gerçekleştirirken Batı’nın istila ve sömürüsüne
düşmanlığı düşüncesine temel unsur yapmıştı21.
İslamcılık akımının önemli isimlerinden biri de Said Halim Paşa idi. II.
Meşrûtiyet devriminin fikir ve devlet adamlarından olan Paşa, 1913-16 yıllarında,
Balkan Harbi’nin sonu ile I. Dünya Harbi’nin ilk senesinde sadrazam olarak
hükümetin başında bulunuyordu ve İslâmcılık akımının en önde gelen
temsilcilerinden biri idi. Dolayısıyla meseleleri bu açıdan ele almıştır.
Eserinde Batı hayranlarının halini, hastalıklardan korunmak ve tam bir
sıhhate sahip olmak arzusu ile tıp kitapları okuyan bazı kimselere benzetmekteydi.
Ona göre, mütefekkirlerimiz de bunlar gibi mensubu bulundukları cemiyete daha
iyi bir sıhhat temin etmek arzusuyla tahsil edip, bilgi topladıkları halde, sonunda
onu en tehlikeli ve en kötü dertlere düşmüş görüyorlar. Edindikleri bilginin onlara
vatanlarını bir elem ve ızdırap kaynağı halinde göstermekten başka bir faydası
17 Erol Güngör, İslâmın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yayınları, İstanbul 1981, s.65.
18 Mustafa Armağan, Cemil Meriç’in Dünyası, Timaş Yayınları, İstanbul 2012, s.214.
19 Ercüment Kuran, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, der. Mümtaz’er Türköne, TDV
44
Meşrûtiyet’i Doğuran “Osmanlıcılık” Akımı Ve II. Meşrûtiyet İle Beraber Yükselen Garplılaşma Ve
İslâmlaşma Tartışmaları
——————————————————————————————
olmuyordu. Neticede, bu vatana sadece ırsî fakat idrâk dışı bir his ile bağlı
kalabiliyorlardı22.
Bu çeşit bilgi sahipleri de tıpkı tıp heveslisi gibi, tahsillerinde bir usûl ve
gaye takip etmediklerinden, kendilerini hasta sanırlar. Gerçekten de batı
hayranlarının manevi, içtimâî ve siyasî meseleler hakkındaki bilgileri iki mühim
özellik göstermektedir:
Bu meselelerden hangisine dair olursa olsun, bizimle ilgili olan taraflarını
bilmemek, öğrenmeye de tenezzül etmemek,
Bizimle ilgili olanların dışında pek çok metod ve prensiplere vâkıf bulunmak23.
Özetle İslamcılık akımı, Müslümanların kurtuluşunu ve saadetini İslam’da
görenlerin yer aldığı bir tefekkür idi. Batı’ya bakış açısı ise , onun iyi olan
taraflarından faydalanmak ile sınırlandırılmıştı. En önemli yayın organı Sırat-ı
Müstakim idi ve meşrutiyetle birlikte de adı “Sebilürreşad” olmuştu.
Osmanlı Çağdaşçı İslamcıları arasında Mehmet Şemseddin (Günaltay),
İsmail Hakkı İzmirli, Şehbenderzâde Ahmet Hilmi, Mehmet Ali Aynî gibi isimler
sayılabilir. Çağdaşçı olmayan, başka bir ifade ile İslam’da yenilik olabilir, çağın
şartlarına göre içtihat kapısı açıktır fikrinin karşısında olanlar arasında ise Ahmet
Naim ve Mustafa Sabri’yi zikredebiliriz.
Ayrıca Osmanlı Devleti dışında da Mısır’da Muhammed Abduh; Kazan’da
Musa Carullah; Hindistan’da Seyyid Ahmet Han, Muhammed İkbal gibi önemli
isimleri zikretmek mühimdir24. Abduh’tan, Ferid Vecdi’den, Ali Abdurrazık’tan,
Kasım Emin’den yapılan çevirileri dikkate almaksızın II. Meşrûtiyet dönemi
İslamcılığının yönelimlerini, çelişkilerini, güç ve zaaflarını açıklayamazsınız.
Sözgelimi, Mehmet Âkif merhum, 1919’da açıkça, “Mısır Müftüsü Şeyh
Muhammed Abduh ile Mısır efâdil-i şübbanından Muhammed Ferid Vecdi’den
gayet büyük istifadem oldu”,diyordu25.
Mehmet Akif’in İslamcılık akımı ve batılılaşma üzerine fikrini şu dizeleri bize en
iyi şekilde anlatmaktadır:
“Alınız ilmini Garb’ın alınız san’atini,
Veriniz hem de mesainize son sür’atini,
Çünkü kaabil değil yaşamak bunlarsız,
Çünkü milliyeti yok san’atin, ilmin; yalnız
İyi hatırda tutun ettiğim ihtarı demin
Bütün edvâr-ı terakkiyi yarıp geçmek için
22 Said Halim Paşa, Buhranlarımız, haz. Ertuğrul Düzdağ, Tercüman 1001 Temel Eser:9, s.100.
23 Said Halim Paşa , a.g.e., s.101.
24 Akşin,a.g.e., s.84.
25 Cündioğlu, a.g.e., s.69.
45
Ayşe Şakire NEBİLİ
——————————————————————————————
Kendi cemâhiyyeti ruhiyyeniz olsun kılavuz
Çünkü beyhudedir ümmid-i selamet onsuz.”
Ve yine bir başka şiirinde dediği gibi:
“ Hastalanmışsa ağaç, gösteriniz bir bilene,
Bir de en çok köke baksın o bakan kimse yine.
Aşılarken de vurun kendine kendinden aşı,
Şayet isterseniz ağacın donanıp üstü başı,
Benzesin taze çiçeklerle bezenmiş geline,
Geçmesin, dikkat edin, balta çocuklar eline!
İşte dert, işte deva, bende ne var? Bir tebliğ…
Size ait, sizi tahdis edecek say-i beliğ.” (Safahat)
Sonuç
26 Cündioğlu, a.g.e.,s.88-89.
27 Kuran, a.g.e.,ss.89.
28 Akşin, a.g.e., ss.96.
46
Meşrûtiyet’i Doğuran “Osmanlıcılık” Akımı Ve II. Meşrûtiyet İle Beraber Yükselen Garplılaşma Ve
İslâmlaşma Tartışmaları
——————————————————————————————
Tarihi hadiselerin etkisi çoğu zaman yaşadığı çağı aşarak günümüze kadar
ulaşır. Nitekim II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan bu akımlar da günümüzde
hala etkisini sürdürüyor desek yanılıyor olmayız. Zira bu tefekkür ortamının
günümüze bıraktığı en büyük miras fikirlerin çatışması ve mütefekkirlerin
kutuplaşması oldu. II. Meşrutiyet döneminin batıcılık akımının materyalizme
yaklaşan pozitivist kesiminin bakış açısını, bundan yıllar sonra, 1937’de Descartes
Kongresi’nde memleketimizi temsil eden Ziyaeddin Fahri’nin söylediği şu sözlerde
buluruz:
“ Şarkkâri skolasizme bağlı kalındıkça, fikriyât sahasında Muhammed’in
hakimiyeti kuvvetini muhafaza ettikçe Avrupalılaşamazdık…29”
Ayrıca kendi döneminde bile tam mutabık olamayan bu fikir akımları
bugün de hala tartışılmakta. Gerek gündemdeki başkanlık rejimi ve federal devlet
tartışmaları ile dönemin “Adem-i merkeziyetçi” fikir akımı ve gerekse konuşulan
“Yeni Osmanlıcılık” söylemlerindeki “üst kimlik” ve “milliyetçilik” tartışmaları ile
meşrutiyeti doğuran Yeni Osmanlılar hareketinin içinde yer alan “ittihad-ı anasır”
kavramı ve ırsî millet kavramının üstündeki Osmanlı millet sistemi arasındaki
benzerlikler bu tartışmaların bitmediğini , bir başka deyişle tarihin tekerrür ettiğini
göstermektedir.
Kaynakça
AKŞİN, Sina, Kısa Türkiye Tarihi, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2007.
AKYOL,Taha, “ Tevfik Fikret’in Modernleşme Anlayışı”, Türk Edebiyatı Dergisi,
S.107, İstanbul, 1982.
ARMAĞAN, Mustafa, Cemil Meriç’in Dünyası, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012.
BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
CÜNDİOĞLU, Dücane, Felsefe’nin Türkçesi, Kapı Yayınları, İstanbul, 2010.
GÜNGÖR, Erol, İslâmın Bugünkü Meseleleri, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1981.
KASALAK, Kadir, “Cumhuriyet Fikrinin Öncüleri” , SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi, S.20, Aralık , 2009.
KURAN, Ercüment, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, Türk Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 1994.
LEWİS, Bernard, Ortadoğu, Arkadaş Kitabevi, Ankara, 2011.
MERİÇ, Cemil, Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010.
SAİD HALİM PAŞA, Buhranlarımız, Tercüman 1001 Eser Serisi:9.
TEVFİK, Ebuzziya, Yeni Osmanlılar Tarihi, Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1973.
ÜLKEN, Hilmi Ziya, “Tanzimattan Sonra fikir Hareketleri” , Tanzimat, Maarif
Matbaası, İstanbul 1940.
29 Cündioğlu, a.g.e.,s.38.
47
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Umut VAR 1
——————————————————————————————
ÖZET
Düşündüğümüzün aksine tarihin daha eski dönemlerinden beri üzerinde çeşitli
yerleşimler bulunan İstanbul şehri, Önceleri Yunanlar tarafından bir koloni daha sonra ise
Roma imparatorluğu hakimiyeti altında bir kent ve nihayetinde bir başkent olmuştur.
İmparator Konstantinos’un kurduğu bu başkent daha sonra gelen imparatorlar zamanında
da geliştirildiği gibi doğal afetler, isyanlar gibi sebeplerden dolayı felakete de uğramıştır.
Erken Bizans dönemi boyunca muhteşem yapılarla donatılan bu şehir Roma’nın yeniden
doğuşu ve ihtişamını da bize göstermektedir.
——————————————————————————————
Kıyamet gününde, yalnız erkek ve kadınların değil, geçmişteki hallerinden
dolayı, şehirlerin de sorguya çekileceklerini rivayet ederler. İstanbul şehrine
gelince, böyle bir sorgudan, şüphesiz ki, hiçbir korkusu olmayacaktır. Birçok
cinayet ve felaketlere sahne olmakla beraber İstanbul'un tarihi başından sonuna
kadar şan ve şerefle doludur. Mevkiinin ve binaların güzelliği, mevcudiyetini ispat
eden kafi delillerdir. Her şeyden ziyade entelektüel sahada meydana getirmiş
olduğu eserlerle de bütün insanlığı kendisine borçlandırmıştır. 2
M.Ö. 8-7 yüzyıllarda nüfus artışı ve toprak yetersizliği gibi nedenler, Ege
çevresindeki Yunan kentlerini denizaşırı bölgelede koloni kurmaya yöneltmiştir.
Kolonist kentler arasında, Yunanistan'ın Boiotia bölgesindeki Megara'nın adı
geçer. Megaralılar kuzeydoğuya yelken açarak Marmara denizi kıyılarındaki bazı
bölgeleri kolonize etmiştir.5 Heredotos'un kaydettiğine göre daha sonra Byzas
başkanlığında M.Ö. 660 yıllarında Khalekodon’un karşı kıyısında bir koloni
kurulmuştur. Diğer rivayetlerden en dikkat çekeni ise şudur, Megaralı göçmenler
ülkelerinden çıktıklarında kâhine nereye gidebileceklerini sorarlar kâhin gidin
“Körler ülkesi”nin karşısına yerleşin” demiştir. Byzas gİderken gözleri karşı kıyıda
uzanan üçgen toprak parçasına takılır. Megaralılar bu toprağın olanaklarını çabuk
değerlendirdiklerinden kendi toprakları yerine burayı seçmiş olabilecek olan
Khalkedon halkının kâhinin sözünü ettiği kör insanlar olduğu sonucuna varır.6
s.16.
8 Mehmet Özsayit, “Anadolu’da Roma Hakimiyeti”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi,İstanbul
49
Umut VAR
——————————————————————————————
Antonius Bassianus (daha sonra İmparatorCaracalla) şerefine Augusta Antonina
adını verdi.10 Septimus’un yapı programında Zeuksippos Hamamı ile onun
güneybatısındaki bir Hippodrom’u içeriyordu. Ancak her iki yapı da Septimus
Severus’un ölümüyle yarım kalmış, I. Konstantinos tarafından tamamlanmıştır.
50
Erken Bizans Dönemi’nde İstanbul
——————————————————————————————
yapmayı düşündü ancak Konstantinos, Byzantion'un birçok yönden daha avantajlı
olduğunu düşünmüş olacak ki tereddüt etmeden başşehri Byzantion'u inşaya
başladı.15 İnşaat 324 yılı Kasım ayında16 başladı ve beş buçuk yıl sonra başkent
tamamlandı. 11 Mayıs 330'da, şehir Yeni Roma ya da imparatora ithafen
Constantinopolis adıyla kuruldu. Bundan başka şehir Avrupa ile Asya arasındaki
trafiğe ve Ege denizinden Karadenize giden deniz yoluna hakimdi; böylece şehir
kısa zamanda o zamanki dünyanın en önemli ticaret ve trafik merkezi haline geldi.
Bin yıl süreyle Konstantinopolis ya da Yeni Roma, Bizans İmparatorluğunun
iktisadî, askerî, kültürel ve dinî merkezi ve düğüm noktası olmak sıfatıyla politik
dünya olayları ve insanlığın kültürel gelişmesi üzerinde en büyük bir etkiye sahip
olacaktı.17 Konstantinos, kenti, kendi ata yurduymuş gibi büyük bir ihtişamla
süsledi ve bu kentin Romaya denk olmasını arzu etti. Sonra kente her yerden
vatandaşlar davet etti ve kent içinde neredeyse imparatorluk hazinesini iflas
ettirecek kadar para harcadı..18 Constantinopolis, kuruluşu üzerinden daha yüzyıl
geçmeden Roma'dan daha fazla nüfusa sahip olup 6. yüzyılda herhalde yarım
milyonluk bir ahaliye malikti.. Roma'nın sahip olduğu imtiyazlar
Constantinopolis'e de tanındı. Büyük Konstantinos yeni başşehrin parlaklığını ve
zenginliğini arttırmak hususunda elinden gelen hiçbir şeyi esirgemedi.19 Dönemin
bazı tarihçileri Constantinos'un Constantinopolis için yaptığı bu harcamaları
eleştirmekten geri kalmamıştır. Buradan anlıyoruz ki Constantinos gerçekten de
yeni başşehri tüm ihtişamıyla eskisine benzetmekten ziyade eskisinden birçok
yönden daha muazzam bir şehir yaratmak istemiştir. Constantinos, şehirde özellikle
kilise inşaatına özen göstermiştir. Bunun sebebi de Constantinos'un muhteşem
politik anlayışında yatar. Roma'nın ilk Hıristiyan imparatoru olarak da tanınan
Constantinos, başşehrin kurulduğu bölgedeki halkın dini anlayışını Roma kimliği
altına sokmuş ve böylece devletin birçok yönden gelişmesini sağlamıştır.20
Hıristiyanlık dini Roma’da ve Konstantinopolis’te farklı bir gelişim gösterdi.
Roma’da bu yeni inancın yerleşmesi için çalışırken önderlerinin yolundan giden
misyonerler, bu dini yeni kabul edenler ve dinsel metinleri kaleme alan yazarlar
tarafından tanıtılıp yayıldı. Bunun üzerine kilise Roma’da bir kere kurulunca doğal
olarak ilk rahipler bu önderler arasından seçildi. Konstantinopolis’te ise durum
böyle değildi. Burada din hem devlet başkanı hem kilisenin koruyucusu hem laik
15 Steven Runciman, Byzantine Civilization, Meridian Books, New York 1960, s. 11.
16 Steven Runciman, a.g.e., s.11.
17 Ostrogorsky, a.g.e., s. 41.
18 Excerpta Valesiana, Çev. Turhan Kaçar, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2008, s. 43.
19 Georg Ostrogorsky, a.g.e., s. 42.
20 Konstantinos’un Hıristiyanlığa bakışı meselesi için bkz., Turhan Kaçar, Geç Antikçağ’da
51
Umut VAR
——————————————————————————————
bir imparator hem de yeryüzünde Tanrı’nın temsilcisi olduğu için siyasal ve dinsel
çevrelerde üst düzeyde olan Konstantinos tarafından destekleniyordu.21
52
Erken Bizans Dönemi’nde İstanbul
——————————————————————————————
doğumu ya da taç giymesi gibi törensel olaylar için toplanılan yerdi. Bizanslıların
hayatında öyle bir yer alıyordu ki imparator bunun için özel fonlar ayırıyorlardı.26
53
Umut VAR
——————————————————————————————
zorluk ve fedakarlıkla getirilip dikilmesi, ikinci sebebi de obelisk üzerindeki bir
takım işaretlerin halkı etkileyip tılsım etkisi yaratmasıdır.31 Bunun yanı sıra
bugünkü Beyazıt Meydanı’nın da bir bölümünü oluşturduğu Theodosios Zafer Takı
yaptırılmıştır. Burada Theodosios’un heykeli bulunmaktadır.
31 Özkardeşler Ezher, İstanbul'un Bizans Devrine Ait Abidevi Anıtları, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
54
Erken Bizans Dönemi’nde İstanbul
——————————————————————————————
Konstantinos Forumundan sonra bir ana kavşağı belirleyen tetrapylon (sütunlarla
belirlenen dört kapı), sonra I. Theodosios’un yaptırdığı Roma’daki Traianus
Formu’nun kopyası olan Tauri Forumu gelirdi, Mese bundan sonra Trakya’yı kente
bağlayan iki ana karayoluna ayrılırdı.36
Bu dönemde Bizans’ı uğraştıran diğer bir dış güç ise Hunlardır. Hun
hükümdarı Attila idareyi kurduktan kısa süre sonra imparatorluğun Doğu tarafına
akınlar yaptı.Hunlar yaptıkları akınlarda Naissus’u dahi aldılar. Ancak Attila,
Konstantinopolis’e saldırmaktan çekindi.39 Bunun sebebini düşündüğümüzde
donanması olmayan Hunlar başkente saldırırsa arkalarında bıraktıkları kavimlerin
hareketlenebileceğinden çekinmiş olabilecekleri aklımıza gelebilir. İşte bu gibi
savunma faaliyetleri için II. Theodosios, Konstantinopolis surlarını genişletip
onartmıştır.
Bir Başkentin 8000 Yılı, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul 2010, s. 125- 126.
37 Ostrogorsky, a.g.e., s.51.
38 Runciman, a.g.e., s.179.
39 Levtchenko, a.g.e. s.43.
40 Cyrill Mango, Bizans Yeni Roma İmparatorluğu, çev. Gül Çağalı Güven,Yapı Kredi Yayınları,
55
Umut VAR
——————————————————————————————
491 yılında yaşlı bir saray memuru olan Anastasios, daha önceki imparator
Zenon’un ölümünün ardından dul kalan karısı Ariadne ile halkın bir hükümdar
istemesi üzerine evlenmişti. Bu yolla imparator olan Anastasios, Ortodokslukla zıt
görüşleri olan Monofizit görüşün yanındaydı. Daha önceden bahsettiğimiz
Hipodromdaki spor grupları olan Maviler ve Yeşiller din konusunda da siyasette
olduğu gibi ayrı görüş içerisindeydiler. Yeşiller daha çok Doğulu halkı temsil
ettiklerinden Monofizit inanca mensup, Maviler ise daha üst düzey Bizanslıları
temsil ettiğinden onların görüşü olan Ortodoksluk inancına mensuplardı. Bu
dönemde Konstantinopolis işte bu sebepten dolayı bir isyanın mekanı olacaktı.
İktisadî siyaseti, ticaret ve zanaati destekleyen dini siyaseti ise Monofizitleri açıkça
himaye eden Anastasios, Yeşillerin dostu idi. Bunun neticesinde Mavilerin ona
karşı isyanı oldu. Arka arkaya kamuya ait binalar ateşe verildi; imparatorun
heykelleri yıkılarak sokaklarda sürüklendi. Hipodrom’da birçok kere imparatorun
kutsal şahsına karşı düşmanca gösteriler yapıldı: İhtiyar hükümdara küfredildi,
hatta üzerine taş atıldı. Ayaklanma bastırıldıktan sonra, kent valisi görevden alındı,
yerine Yeşillerin başkanı geçirildi. Kilise litürjisindeki “Üç defa kutsal” yani
Trisagion, ilahisinin Monofizitçe bir tamamlanması yüzünden 512 yılında
İstanbul’da neredeyse Anastasios’un tahtına mal olacak bir ihtilal daha patlak
verdi.41 Bu kargaşa durumunda siyasi birtakım hedefleri olan kimseler de isyan
etmiş ve zaten Konstantinopolis’teki isyan yeterince ağırken bir de bu durum
eklenmişti.
56
Erken Bizans Dönemi’nde İstanbul
——————————————————————————————
kaçtılar.43 İmparator bazı tavizler verdiyse de bu isyancıları durduramadı. Birikmiş
kalabalığın haykırışlarının duyulduğu uzaklıkta, saray iskelesinden kayıklarla
kaçışın ayrıntılı planları yapıldı. Daha sonra, kalabalığın ve alkışların yöneldiği
İmparatoriçe Theodora, bir adım öne çıkarak gitmeye hazır olmadığını açıkladı.
“Erguvan renginden güzel kefen olur; ben bu imparatorluk giysisinin içinde ölmeyi
tercih ederim” dedi. heodora’nın bu sözlerinden hareketle imparator kaçmak yerine
bu sorunu çözmeyi yeğledi. Onu Belisarios'un kararlılığı ve Narses'in becerisi
kurtardı. Narses mavilerle müzakereye girişerek asilerin birleşmiş cephesini
parçaladı; Belisarios ise imparatorluğa sadık bir savaş birliği ise Hipodroma
saldırarak âsileri kılıçtan geçirdi. Binlerce kişinin hayatına mal olan bu korkunç
katliam isyan hareketinin sonu oldu.
57
Umut VAR
——————————————————————————————
gücünü arttıracak ve üzerinde kurulduğu imparatorluğa bu gücünü yansıtacaktır.
Kaynakça
Bizantion’dan İstanbul’a Bir Başkentin 8000 Yılı, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul
2010.
BROWN, Peter, Geç Antikçağ’da Roma ve Bizans Dünyası, Çev. Turhan Kaçar,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000.
DEMİRKENT, Işın, “İstanbul” Tarih, DİA, C. XXIII, s. 205- 212, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul 2001.
DIEHL, Charles, Bizans İmparatorluğu Tarihi, Çev. Cevdet R. Yularkıran, Kanaat
Kitabevi, İstanbul 1939.
DÜZGÜNER, Fırat, Iustinianus Dönemi’nde İstanbul’da Yapılar Procopius’un
Birinci Kitabının Analizi, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004.
EYİCE Semavi, Bizans Devrinde Boğaziçi, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2007.
“Türkiye’de Bizans Sanatı”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi,
C. III, s. 514-564, Görsel Yayınlar Ansiklopedik Neşriyat, İstanbul 1982.
Excerpta Valesiana, Çev. Turhan Kaçar, Kabalcı Yayınları Humanitas Yunan ve
Latin Klasikleri, İstanbul 2008.
HERRİN, Judith, Bizans Bir Ortaçağ İmparatorluğunun Şaşırtıcı Yaşamı, Çev.
Uygur Kocabaşoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul 2010.
KAÇAR, Turhan, Geç Antikçağ'da Hıristiyanlık, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
İstanbul 2009.
KAYA, Önder, Konstantin'in Kutsanmış Şehri: 3 Devirde İstanbul, Küre Yayınları,
İstanbul 2008.
LEVTCHENKO, M.V., Bizans Tarihi, Çev. Maide Selen, Doruk Yayınları,
İstanbul 2007.
MANGO, Cyrill, Bizans Yeni Roma İmparatorluğu, Çev. Gül Çağalı Güven, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 2008.
OSTROGORSKY, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara 1999.
ÖZKARDEŞLER, Ezher, İstanbul'un Bizans Devrine Ait Abidevi Anıtları, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Bitirme Tezi, İstanbul
1976.
58
Erken Bizans Dönemi’nde İstanbul
——————————————————————————————
ÖZSAYİT, Mehmet, “Anadolu’da Roma Hakimiyeti”, Anadolu Uygarlıkları
Ansiklopedisi, C. II, s. 325-361, Görsel Yayınlar Ansiklopedik Neşriyat,
İstanbul 1982.
Procopius, Gizli Tarih, Çev. Orhan Duru, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul
2011.
Procopius, İstanbul’da Iustinianus DönemindeYapılar Birinci Kitap, Çev. Erendiz
Özbayoğlu, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 1994.
RICE, T. Tamara, Bizans’ta Günlük Yaşam; Bizans’ın Mücevheri
Konstantinopolis, Çev. Bilgi Altınok, Göçebe Yayınları, İstanbul 1998.
RUNCIMAN, Steven, Byzantine Civilization, Meridian Books, New York 1960.
YILDIZ, Hakkı Dursun, “Bizans Tarihi”, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, C.
III, s. 434- 511, Görsel Yayınlar Ansiklopedik Neşriyat, İstanbul 1982.
59
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Murat YILMAZ
——————————————————————————————
ÖZET
Tanzîmat döneminin baş aktörlerinden biri olan Ahmed Cevdet Paşa (1822-1895)
Türk düşünce târihimizde üstün bir yere sahiptir.
Cevdet Paşa medreseden yetişmiş, ilmiye sınıfına dâhil biri olduğu halde kendi
dönemindeki medresenin kalıplarını kırarak o günkü Avrupa’da yavaş yavaş gelişen
ilimlere de merak salmış ve aldığı klasik medrese eğitiminin yanı sıra modern ilimlerde de
kendisini geliştirmiştir.
Kendi târih anlayışı doğrultusunda târih denilen zaman çizgisini çağlara ayıran
Paşa, Avrupalı târihçiler tarafından yapılan çağ taksimatını da eleştirmiş ve kendi çağ
kurgusunu oluşturmuştur.
——————————————————————————————
1. Giriş
Cevdet Paşa gerek siyâset ve hukuk gerekse dil ve din alanında çok yönlü
bir kişiliğe sahiptir. Ancak bunlardan da öte bir târihçidir. Bunun nedenleri olarak
kendisinin kaleme almış olduğu târihe dâir eserlerinin büyük önem arz etmesi,
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Târih Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi.
Ahmed Cevdet Paşa’nın Târih Felsefesi
——————————————————————————————
târihin kendisi için bir disiplin olması ve diğer bütün çalışmalarının ana kaynağını
târihin oluşturmasıdır.1
1 Ahmet Hamdi Tanpınar, On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul
2012, s. 176.
2 Christoph K. Neumann, Araç Tarih Amaç Tanzimat Tarih-i Cevdet’in Siyasi Anlamı, Çev. Meltem
Müdürü Cevdet Paşa’nın Hayat-ı İlmiyesi Üzerine Konferans”, Tedrîsât Mecmuası, C.7, S.39,
Haziran 1333, s. 435.
6 Ümid Meriç, Cevdet Paşa’nın Cemiyet ve Devlet Görüşü, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1975,s. 10.
7 Tanpınar, a.g.e., s. 178.
8 Ahmed Cevdet, Tezâkir 40- Tetimme, Yay. Cavid Baysun, TTK Yayınları Ankara 1991, s. 74.
61
Murat YILMAZ
——————————————————————————————
konularında bilgiler edinmesi9 Mekâtib-i Umûmîye Nâzırı Kemal Efendi’den
Avrupa’da târih yazma usulüne dair bilgiler almaya çalışması10 ve Hoca Sahak’ın
da Paşa için Batı dillerinde yazılmış bazı târihî kaynakları tercüme etmesi durumu
gözler önüne sermektedir. Bunun yanında Encümen-i Dâniş’in de Batı
kaynaklarından yaptırdığı çevirileri göz ardı etmemek gerekir. Tüm bu sebepler
Paşa’nın Batı kaynaklarından haberdar olmasını sağlamıştır. Ancak tüm bunlara
rağmen Paşa’nın târih görüşünde ve yönteminde Batılı târihçilerin etkisinin
görüldüğü söylenemez. Ümit Meriç’in de ifâde ettiği gibi Paşa’nın Batı
sistemleriyle yakın bir münâsebeti olduğu düşünülemez, buna ihtiyacı da yoktur.11
Cevdet Paşa’nın târih felsefesinde Batılı târihçilerin etkili olduğu iddiası bu hâliyle
pek geçerlilik kazanamamaktadır.
1314, s. 114.
62
Ahmed Cevdet Paşa’nın Târih Felsefesi
——————————————————————————————
târihçilerinin söylediği gibi değiştirilebileceğini belirtmiştir. Böylece târihte mutlak
bir determinizm olmadığı yönünde görüş bildirerek İbn Haldûn’dan ayrılmıştır.16
16 Ercüment Kuran, “Türk Tefekkür Tarihinde Ahmet Cevdet Paşa’nın Yeri”, Ahmet Cevdet Paşa
Semineri 27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1986, s. 9.
17 Ümit Meriç Yazan, “Bir Osmanlı Sosyologu Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Cevdet Paşa Vefatının
100. Yılına Armağan, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1997, s. 13.
18 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.1, s. 15.
19 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.1, s. 2.
20 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.1, s. 3.
21 Ahmed Cevdet, Tezâkir 40- Tetimme, s. 241.
63
Murat YILMAZ
——————————————————————————————
kanaatindedir. Bu nedenle de târih eğitim ve öğretimi gereklidir.22 Böylece Cevdet
Paşa geleneksel târih anlayışından ayrılarak halkı da târih öğrenimine dâhil
etmiştir. Artık ibret almak üzere târihi olayların hikmetini araştırmak, geçmişte
olduğu gibi sadece târihçilerin değil herkesin işi haline gelmiştir.23
45.
64
Ahmed Cevdet Paşa’nın Târih Felsefesi
——————————————————————————————
Roma İmparatorluğu da belli bir işlevi yerine getirmek ve getirdikten sonra yok
olmak üzere târihte uygun bir zaman diliminde ortaya çıkmıştır.29 Yani târihte külli
irâde hâkimdir. Cevdet Paşa’nın görüşü ise İslâm’daki kader anlayışını târihî
olayların meydana gelmesinde bir etki olarak belirtmesidir. Her ne kadar Allah her
şeyi önceden bilip görse de insan eylemlerine karışmamakta ve cüz’î irâdeyi
olayların gelişiminde serbest bırakmaktadır. Hristiyan târih yazımında mutlak
kadercilik hâkimken Paşa’nın anlayışında ise irâdeci görüş ön palandadır.
29 R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğu Batı Yayınları, İstanbul 2010, s.
92.
30 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.1, s. 14.
31 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.3, Tertîb-i Cedîd, Matbaa-i Osmâniye, Dersaadet 1309, s. 110.
32 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.4, s. 271.
65
Murat YILMAZ
——————————————————————————————
târihçilerin eserlerinin gerçekçi ve doğru temellere dayandırılması bakımından
önemli rol oynamıştır.33
Cevdet Paşa, târih ilmini okuyucuya zihnî terbiye vermesi ve belli odaklar
çerçevesinde telkinlerde bulunması bakımından önemli görmüştür. Paşa’ya göre
târihçi, olayları derinlemesine incelemelidir. Bu inceleme, olayların anlaşılmasını
ve olaylardan ibret alınmasını sağlar.36 Târihin bu şekilde okuyucuya etki
edebilmesi için de tarihçi yazdıklarında son derece tarafsız olmak zorundadır.
Çünkü târih yazımında öznel davranmak târihçiyi hatâya düşürür. Bu bakımdan
konuları olabildiğince yansız olarak ele almak gerek târih ilmi gerekse târihçi
açısından önemlidir. Paşa kendisine âit Târih’ini kaleme alırken buna özellikle
dikkat etmiştir. Joseph von Hammer Târih-i Cevdet’in 3. cildi hakkındaki
görüşlerini ifâde ederken bunu teyit etmiştir: “…bu cildin şâmil olduğu vekaayi’nin
beyân ü hikâyesinde dahi mukaddemki cildlerde olduğu gibi kaaide-i bî-tarafî ve
bî-garazîye ez-her-cihet ve kemâl derecede riâyet kılınmış…”37
Paşa’nın ifâde ettiği üzere bir târihçi olayların sebep ve sonuçlarını tam
olarak bilmekle yükümlüdür. Bu bakımdan da neden-sonuç ilişkisi içerisinde
geçmiş incelenerek günün olayları yorumlanmalıdır: “Bir asrın vukû’atı ise a’sar-ı
sâbıkanın a’dâd ve tehiye itdiği ilel ve esbâb-ı müteselsilenin netâyic ve
müsebbebâtı idüğünden yazılacak vekâyi-i târihiyye ne makûle esbâbın asârı idüğü
33 Yücel Özkaya, “Ahmet Cevdet Paşa’nın Tarih’inde Arşiv Belgeleri”, Ahmet Cevdet Paşa Semineri
27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1986, ss. 145-146.
34 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.12, Tertîb-i Cedîd, Matbaa-i Osmâniye, Dersaadet 1309, s. 110.
35 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.2, Tertîb-i Cedîd, Matbaa-i Osmâniye, Dersaadet 1309, s. 279.
36 Ahmed Cevdet, Târih-i Cevdet, C.3, s. 119.
37 Ahmed Cevdet, Tezâkir 40- Tetimme, s. 74.
66
Ahmed Cevdet Paşa’nın Târih Felsefesi
——————————————————————————————
bilinmek lâzım gelür.”38 Târihçi, târihî olayların doğrularını yanlışlarından,
lüzumlularını gereksizlerden ayırmalı ve olayların meydana gelmesinde görünür
sebeplerin ardındaki gerçek sebepleri bulmalıdır.39 Çünkü mucip sebepler
anlatılmadan sadece olayların hikâyesinden gerçek ortaya çıkamaz.
67
Murat YILMAZ
——————————————————————————————
2.4. Çağ Tasnifi Girişimi
Günümüzde hâlâ tam olarak üzerinde anlaşmaya varılmayan târihin çağlara
ayrılması konusu tartışmalıdır. Sonradan ortaya çıkmış bir kurgu olan çağ
taksimatını üçlü şekilde (Eskiçağ-Ortaçağ-Yeni/Yakınçağ) sistemleştiren Hristiyan
teolog ve târihçiler olmuştur. Dolayısıyla Batılıların ortaya koyduğu şekilde çağ
taksimatı Hristiyanlıktaki üçlü teslis inancının bir yansımasını ifâde etmiştir. Hz.
İsa’nın milâd olarak târihin merkezine yerleştirilmesi ve çağları birbirinden ayıran
olayların Batı Avrupa’yı alâkadar eden hâdiselerden meydana gelmesi bu anlayışın
en açık göstergeleridir.45
Cevdet Paşa ise Batı merkezli bu târih kurgusuna karşı çıkmıştır. Milâdî
15. yüzyıl Avrupa için “asr-ı cedid” olduğundan dolayı Avrupalı müverrihler Hz.
Âdem’den Batı Roma Devleti’nin yıkıldığı 476 yılına kadar geçen döneme “Târih-
i Atik”, buradan İstanbul’un fethi olan 1453 veya Amerika’nın keşfi olan 1492
yılına kadar geçen döneme “Kurûn-ı Vustâ” ve o dönemden sonrasını ise “Târih-i
Cedid” diye adlandırmışlardır Ancak bu tip bir çağ taksimatını yanlış bulan Cevdet
Paşa sadece Müslümanların açısından değil, Avrupalılar açısından da İslâmiyet’in
ortaya çıkışının Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından daha büyük bir öneme
sahip olduğunu söyleyerek târihî çağların iki kısma ayrılması gerektiğini ileri
sürmüştür. Ona göre “devr-i Âdem’den asr-ı saâdet-i Muhammediyeye Târih-i Atik
ve andan sonrasına Târih-i Cedid” denilmesi daha doğrudur. Bunun yanında
Târih-i Cedid içerisinde de milâdî 15. yüzyılın ilmin ve sanayinin yüksek seviyeye
çıkarak Avrupa’nın medeniyet yolunda hız almasını sağladığı için ayrı bir dönem
olarak ele alınabileceği görüşündedir.46
3. Sonuç
Çalışmamızda görüldüğü üzere Cevdet Paşa klasik Osmanlı
vak’anüvisliğine yeni bir bakış açısı getirmiştir. Kâtip Çelebi ve Müneccimbaşı
gibi târihçi neslin son temsilcisi olmakla birlikte klasik ile modern târihçilik
arasında bir köprü vazifesi görmüştür. Özellikle târih felsefesi ve yöntemi
konularında selefi olan târihçilerden farklı bir tarz benimsemiş, bu hususlarda
büyük ölçüde İbn Haldûn’un tesiri altında kalmıştır. Târihte mutlak bir
determinizme inanmamakla İbn Haldûn’dan ayrılırken, değişmez belirlilik yerine
irâdeci görüşe taraftar bir tavır sergilemiştir.
45 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Necmettin Alkan, “Tarihin Çağlara Ayrılmasında ‘Üç’lü
Sistem ve ‘Avrupa Merkezci’ Tarih Kurgusu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.2, S.9,
Sonbahar 2009, ss.23-42.
46 Ahmed Cevdet, Tezâkir 40- Tetimme, s. 242.
68
Ahmed Cevdet Paşa’nın Târih Felsefesi
——————————————————————————————
Kendisinden önceki târihçileri ilmî mânâda tenkit eden Paşa, Târih’inde
yararlandığı kaynakları süzgeçten geçirerek ciddî bir şekilde eleştirmiştir. Ele
aldığı olayların analiz ve sentezini de yaparak sadece yaşanmış olayların anlatıcısı
olan pasif târihçi pozisyonuna düşmekten kurtulmuş ve modern bir târihçinin
görevlerini üstlenmiştir. Târihî olayların sebeplerini ve sonuçlarını ele alarak
düşünce ve yorumlarıyla târih felsefesi konusundaki bilgisini ortaya koymuştur. Bu
da Paşa’nın târihi olayların yalnızca görünür kısmıyla değil, bütüncül bir bakış
açısıyla perde arkasında kalanları da göz önünde tutarak yargılara vardığını
göstermektedir. Cevdet Paşa, târihî olayları vesikalara dayandırarak neden-sonuç
ilişkisi içerisinde tenkitçi bir yaklaşımla ele almış ve bu yönüyle de gelenekçi
Osmanlı târih yazımından sıyrılmıştır. Bu bakımdan Paşa’yı çağdaş Türk târihçileri
içerisinde değerlendirmek gerekir.
Târihe geçmişten ders alarak geleceği inşâ etme görevi yükleyen Cevdet
Paşa, devlet ve toplum düzeninin aksayan yönlerini tespit ve bunları tedavi etme
işlemlerinde de târihi bir araç olarak kullanmıştır. Bu bağlamda Paşa’nın
târihçiliğin amacının salt bir geçmişin görüntüsü vermek değil, yaşadığı dönemdeki
Osmanlı devletine ve toplumuna yön vermek olduğu gayet açıktır.
69
Murat YILMAZ
——————————————————————————————
Kaynakça
AHMED, CEVDET, Târih-i Cevdet, C.1-2-3-4-9-12, Tertib-i Cedid, Matbaa-i
Osmâniye, Dersaadet 1309.
----------------------, Tezâkir 13-20, 40-Tetimme, Yay. Cavid Baysun, TTK
Yayınları, Ankara 1991.
----------------------, Ma’rûzât, Haz. Yusuf Halaçoğlu, Çağrı Yayınları, İstanbul
1980.
ALKAN, Necmettin, “Tarihin Çağlara Ayrılmasında ‘Üç’lü Sistem ve ‘Avrupa
Merkezci’ Tarih Kurgusu”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.2,
S.9, Sonbahar 2009, ss.23-42.
COLLINGWOOD, R. G., Tarih Tasarımı, Çev. Kurtuluş Dinçer, Doğu Batı
Yayınları, İstanbul 2010.
GENCER, Bedri, Hikmet Kavşağında Edmund Burke ile Ahmed Cevdet, Kapı
Yayınları, İstanbul 2011.
HALAÇOĞLU, Yusuf, “Ma’rûzât ve Tezâkir’de Mustafa Reşid Paşa ve Tanzimat
Erkânı”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, TTK Basımevi, Ankara
1987, s. 25-29.
HALAÇOĞLU, Yusuf; AYDIN, Mehmet Akif, “Cevdet Paşa”, TDVİA, C.7,
İstanbul 1993, s. 443-450.
KURAN, Ercüment, “Türk Tefekkür Tarihinde Ahmet Cevdet Paşa’nın Yeri”,
Ahmet Cevdet Paşa Semineri 27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, Edebiyat
Fakültesi Basımevi, İstanbul 1986, s. 7-12.
KÜTÜKOĞLU, Bekir, “Tarihçi Cevdet Paşa”, Ahmet Cevdet Paşa Semineri 27-28
Mayıs 1985 Bildiriler, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1986, s. 107-
114.
MEHMED, CEMÂLEDDİN, Osmanlı Târih ve Müverrihleri (Âyine-i Zurefâ),
İkdam Matbaası, Dersaadet 1314.
MERİÇ, Ümid, Cevdet Paşa’nın Cemiyet ve Devlet Görüşü, Ötüken Yayınevi,
İstanbul 1975.
MERİÇ YAZAN, Ümit, “Bir Osmanlı Sosyologu Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet
Cevdet Paşa Vefatının 100. Yılına Armağan, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 1997, s. 9-16.
MUALLİM, CEVDET, “Dârülmuallimin Yetmiş Birinci Sene-i Devriyesi
Vesilesiyle Müessesenin İlk Müdürü Cevdet Paşa’nın Hayat-ı İlmiyesi
Üzerine Konferans”, Tedrîsât Mecmuası, C.7, S.39, Haziran 1333, s. 429-
440.
NEUMANN, Christoph K., Araç Tarih Amaç Tanzimat Tarih-i Cevdet’in Siyasi
Anlamı, Çev. Meltem Arun, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2000.
70
Ahmed Cevdet Paşa’nın Târih Felsefesi
——————————————————————————————
ORTAYLI, İlber, “Cevdet Paşa ve Avrupa Tarihi”, Ahmet Cevdet Paşa Semineri
27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1986,
s. 163-172.
ÖLMEZOĞLU, Ali, “Cevdet Paşa”, İA, C.3, İstanbul 1977, s.114-123.
ÖZKAYA, Yücel, “Ahmet Cevdet Paşa’nın Tarih’inde Arşiv Belgeleri”, Ahmet
Cevdet Paşa Semineri 27-28 Mayıs 1985 Bildiriler, Edebiyat Fakültesi
Basımevi, İstanbul 1986, s. 145-162.
SÖZEN, Kemal, Ahmet Cevdet Paşa’nın Felsefi Düşüncesi, Marmara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1998.
TANPINAR, Ahmet Hamdi, On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh
Yayınları, İstanbul 2012
YINANÇ, Mükrimin Halil, “Tanzimat’tan Meşrutiyet’e Kadar Bizde Tarihçilik”,
Tanzimat, C.2, MEB Yayınları, İstanbul 1999, s. 573-595.
71
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
ÖZET
Sultan Abdülaziz dönemi (1861-1876), XIX. Yüzyılda hükümran olmuş diğer
Osmanlı padişahları ve dönemlerine kıyasla hakkında daha yüzeysel araştırma ve inceleme
yapılmıştır. Bu dönemin diğerlerinden eksik kalmayan ıslahat ve yenileşme hareketleri
içermektedir. Bununla beraber Osmanlı yenileşme dönemi kapsamında yapılan
çalışmalarda özellikle Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati çoğu kez göz ardı edilmektedir.
Kafkas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Öğrencisi, [omeryavuz3655@gmail.com]
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
——————————————————————————————
Fermanı’nın yayınlanmasıyla Avrupa ile ilişkiler yeni bir döneme girdi. Sultan
Abdülaziz’in Avrupa seyahati ile bu ilişkiler en üst düzeye yükseldi.
Bilindiği üzere sergiler bir ülkenin sanayi, ziraat, küçük zanaat ve güzel
sanatları içeren ürün, mamul ve eserleriyle, memleket hayatına ait teşkilatları
gösterip, anlatmak için devlet, kurum ve fertlerin teşebbüsüyle kurulan ve açılan
yerlerdir.2 Osmanlı Devleti, 1867 tarihinde düzenlenen Uluslararası Paris Sergisi
dışında, 1851’de Londra, 1855’te Paris, 1862’de Kensington Gardens’ta açılan üç
uluslararası sergiye katılmış, 1863‘de İstanbul’da Sergi-i Umumi-i Osmani adı
altında uluslararası sergi düzenlemiştir.3
1 Nejdet Gök, “Mütercim Halim Efendi’nin Notları Çerçevesinde Sultan Abdülaziz’in Avrupa
Seyahati ve Sonuçları (21 Haziran 1867 – 7 Ağustos 1867)”, Tarih Peşinde Uluslararası Tarih ve
Sosyal Araştırmalar Dergisi, S.7, 2012, s. 186.
2 Ayhan Öney, İktisadi ve Ticari Terimler Sözlüğü, Turhan Kitabevi, Ankara, 1978, s. 274.
3 Taner Timur, Osmanlı Çalışmaları İlkel Feodalizmden Yarı Sömürge Ekonomisine, İmge Kitabevi,
73
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
Sırbistan ve Karadağ bağımsızlık çabaları içine girmiş, Osmanlı Devleti bu
bölgelere imtiyazlar vermek zorunda kalmıştı. Bu olaylara bir de Girit meselesi
eklenince Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında gerginlikler başlamıştı.5
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi-ekonomik buhranlardan dolayı
Avrupa basınında Osmanlı Devleti aleyhine yazılar çoğalmıştı. Ali ve Fuat Paşalar,
bu yayınların önüne geçmek, devleti iyi idare etmek ve Osmanlı Devleti’nin
müttefiki olan İngiltere ve Fransa ile iyi ilişkileri sürdürmek istiyorlardı.6
5 Nihat Karaer, Paris, Londra, Viyana; Abdülaziz’in Avrupa Seyahati, Phonex Yayınları, Ankara,
2007, ss. 34-35.
6 Turgut Subaşı, “Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz”, Genel Türk Tarihi Ansiklopedisi, C: 7,
74
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
——————————————————————————————
duruyorlardı. Bunların dışında vakıf arazilerinin statüsünde yaygınlaştırıcı öneriler
ileri sürüyorlardı.11
2. Sultan ve Eşrafı
Sultan Abdülaziz bu seyahate, yanında hanedan üyelerinden başka, üst
düzey askeri ve sivil erkânı ile çıkmıştır. Böylelikle hem kendisi hem yöneticileri
hem de maiyetini dünyaya göstermek, yanındakilerin de Avrupa kültür, medeniyet
ve gelişmelerinden yararlanmasını sağlamış olacaktı.
75
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
İstanbul Şehremini Muavini Ömer Faiz Bey de bu geziye katılanlar arasındadır.13
Sultan Abdülaziz’in Şehzade yeğenlerini yanında götürmesinin nedeni, İstanbul’da
bırakmaktan korkması, yanında götürerek gözü önünde bulunması, ayrıca
Avrupa’nın ilerleyişini kendi gözleri ile görmelerini sağlamaktı.14
76
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
——————————————————————————————
içerisinde Tuiyeri Sarayına gittiler.20 Sultan burada İmparatoriçe ile görüştükten
sonra konaklaması için hazırlanan Elize Sarayına geçti. Aynı akşam Sultanın
onuruna Tuiyeri Sarayında akşam yemeği verildi. Konuklar arasında Fransız
Prensler, Paris’te bulunan yabancı krallar, Sultan ve maiyeti bulunmaktaydı. Ertesi
gün bazı önemli şahsiyetler ile görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler sonucunda,
Avusturya, Belçika, Rusya, İsveç ve İspanya’yı ziyaret etmesi için davetler aldı.
Sultan Abdülaziz, Avusturya’dan gelen teklifi kabul etti.21
1867 Uluslararası Paris Sergisi çok geniş bir alanda kurulmuştur, sergi
alanı 687.000 m2 yer kaplamaktadır. Orta kısımdaki merasim salonu, hepsi
numaralı olmak üzere 20.000 koltuk alacak genişliktedir.22 1867 Uluslararası Paris
Sergisi’nin kataloğuna göre devletlere ayrılan alan ve katılan kişi sayısı şöyledir:
Osmanlı Devleti’ne tesis edilen alan kısıtlı olmasına rağmen Osmanlı teşhir
vitrinlerinde pastırma ve sucuktan tahin ve pekmeze; simitten salebe kadar hemen
her şeyin sergilenmesi sergiye katılım açısından ikinci sırayı almasına neden
olmuştur.23 1867 Uluslararası Paris Sergisi’nin ödül dağıtım töreninin 1 Temmuz
1867’de Endüstri Sarayı’nda saat 14.00’da yapılması kararlaştırılmıştır. Saat
13.45’te imparatorluk korteji, Tuiyeri Sarayından Sultanın korteji Elize
Sarayı’ndan hareket ettiler. İki kortej yol üzerinde birleşerek Endüstri Sarayına
geçti. Sultan Abdülaziz Saat 14.15‘te İmparator ve İmparatoriçe ile birlikte sergi
salonunun ortasında bulunan tahttaki yerini aldı. Sergi Komisyonu başkan
yardımcısının konuşmasından sonra ev sahibi olan III. Napolyon bir konuşma
yaptı. Bu konuşma sonrasında ödül töreni gerçekleştirildi. Sultan, İmparator ve
İmparatoriçe sergi salonunu gezdiler. Tören saat 15.40’ta tamamlanmış, Sultan ve
İmparator sergiden ayrılmıştır. İmparator III. Napolyon aynı gün içerisinde Türk
77
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
Pavyonu Komiseri Selahaddin Bey’e Lejyon Donör nişanı, komite üyesi Miralay
Esad Bey’e de şövalye rütbesi vermiştir.24
78
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
——————————————————————————————
Tüiyeri Sarayına gitmiştir. Bu sırada maiyetleri ise yolculuk hazırlıkları
yapmışlardı. Sultan saat 19.00’da İngiltere’ye götürecek olan tren ile halkın
alkışlarıyla Paris’ten ayrılmıştır.28
İngiltere’ye Ziyaret:
III. Napolyon tarafından 11 Temmuz’da Paris’ten uğurlanan Abdülaziz,
seyahatinin ikinci durağı İngiltere’ye hareket etmek üzere maiyetiyle Boulogne’de
yeniden gemilere binerek İngiltere’nin Duvr Limanı’na doğru yola çıktı.29 12
Temmuz günü Duvr’a ulaşan Sultan Abdülaziz’i, Veliaht Prens Gal, Dük De
Cambridge, Dük De Sutherland, Lord Sydney, Duvr Belediye Başkanı, diğer
belediye yetkilileri, kale subayları, Osmanlı ve İran elçileri tören üniformalarıyla
karşıladı. Sultan, iskeleye yanaşınca top sesleri ve halkın tezahüratlarıyla, alkış
sesleriyle karaya çıktı. Buradan Lordan Varden Hotel’ine giderek yemek yedi.
Kendisini Londra’ya götürmek üzere şahane bir şekilde hazırlanan trene bindi.
Sultan, Duvr’dan ayrıldıktan sonra 15:00 sıralarında Londra’nın Charing-Cross
Garı’na yaklaşınca, burada karşılama için hazırlanan Bando Türk marşı çaldı.
Sultan için hazırlanan Kortej ile Buckingham Sarayı’na geçildi. Burada Lorda
Chamberlain, Lord Steward ve saray görevlileri tarafından Türk marşları eşliğinde
karşılandı. Sultan Abdülaziz, yorgun olduğu için 12 Temmuz’u sarayda dinlenerek
geçirdi.30
79
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
töreni oldukça büyük bir organizasyondu. Hava şartlarının kötü olmasına karşın
organizenin ve donanmanın büyüklüğü sultanı oldukça etkilemişti.32
80
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
——————————————————————————————
Prusya-Avusturya Ziyareti:
Manş’ı geçtikten sonra Sultan hava koşullarının etkisiyle gece saat 01.00
sıralarında Liege İstasyonu’na vardı. Burada Belçika Kralı Leopold tarafından
halkın sevgi gösterileri ile karşılandı. Bir saat süren yemekten sonra Sultan
Liege’den ayrılarak Prusya topraklarına doğru yola çıktı. 24 Temmuz 1867’de
Sultan Abdülaziz’i taşıyan tren Koblenz İstasyonu’nda girdi. Sultan, Prusya Kralı
tarafından top atışları ile Koblenz’de karşılandı. Daha sonra yemek için geçilen
şatoda, Sultan adına büyük bir yemek düzenlendi. Gece, konser ve dans gösterileri
ile devam etti. Sultan Abdülaziz, Krala Nişan-i Osmani madalyası ve mücevherler
verdi. Buna karşılık Kral’da Prusya’nın en büyük madalyası olan Black Eagle’yi
Sultana takdim etti. Ertesi gün Sultan için yedi bin kişilik askeri tören yapıldı. Kral,
Fuat Paşa’ya Black Eagle, diğer erkana ise Red Eagle madalyası taktı.36
81
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
gösterisini izlemiştir. Aynı gün içerisinde Fuat Paşa ile Avusturya Başbakanı Kont
Dö Beust arasında bir görüşme olmuştur. 30 Temmuz’da istihkâm birliklerinin
yaptığı tatbikat izlenmişti. 30 Temmuz Sultan Abdülaziz’in Viyana’da kaldığı son
gündür. 31 Temmuz 1867’de Preşi iskelesine gelen Sultan ve İmparator şeref
kıtasının selamları ile karşılandı. Daha sonra Sultan Abdülaziz ve maiyetindekiler
Szechenyi Vapuruna binerek Viyana’dan ayrılmışlardır. Sultan Viyana’dan
ayrılmadan önce Viyana Belediye Başkanı’na Viyana’da bulunan fakirler için
10.000, Rum ve Yahudilere dağıtılması için 20.000 florin olmak üzere Viyana’da
kaldığı sürede toplam 500.000 Frank bağış ve harcama yapmıştır. Bunların dışında
bazı önemli kişilere nişan vermiştir. Başbakan Buest’e elmastan yapılmış büyük
kordon Mecidiye Nişanı, Osmanlı Büyükelçisi Haydar Efendi’ye büyük kordon
Mecidiye Nişanı ile büyük kordon Leopold Nişanı verilmiştir.39
82
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
——————————————————————————————
ayakta bekliyordu. Padişah geçerken denizde ve karada “Padişahım çok yaşa”
nidalarıyla beraber bando sesleri yükseliyordu.43 Bab-ı Ali Sultanın dönüşü
şerefine üç gün üç gece şenlik yapılması için karar aldı. Fuat Paşa’nın, Ali
Paşa’nın, Mısır Hidivi ve İran Sefirinin, Mustafa Fazıl Paşa’nın, Kamil Paşa’nın,
Saffet Paşa’nın yalıları aydınlatmalar ile süslendi. Ayrıca Galatasaray, Galata
Kulesi, Taksim Kışlaları, Topkapı Sarayı, Mısır Çarşısı, Bizans Surları diğer
süslenen ve aydınlatmalar ile donatılan yerlerdi. 8 Ağustos Perşembe günü sultan
sarayda diplomatik heyetleri kabul etti. Sultan geri dönüşünden dolayı kutlandı,
gezinin Osmanlı Devleti’nde refah ve başarı için yeni bir dönem olması dileğinde
bulunuldu. Cuma günü ise Cuma selamlığını Ayasofya Camii’nde yaptıktan sonra
Beyoğlu taraflarında hazırlanan hoş geldin merasimine katılmıştır. Daha sonra üstü
açık arabasıyla Dolmabahçe Sarayı’na geri dönmüştür.44
4. Ziyaretin Neticeleri
Bu ziyaret Osmanlı Devleti tarihinde hükümdarların toprakları dışına barış
yanlısı olarak yaptığı ilk seyahattir. Sultan Abdülaziz’in ve hükümetin amacı
Avrupa devletleriyle iyi ilişkiler kurmak, halka Osmanlı Sultanı’nın Avrupa’nın
önde gelen hükümdarlarıyla aynı derecede kabul gördüğünü göstermekti. Sultan
Abdülaziz’in ziyaretinin her iki amacına da ulaştığı söylenebilir. Sultan’ın ziyaret
ettiği tüm ülke hükümdarları ona karşı saygılı davranmışlar, kendilerini
onurlandırdıklarını belirtmişlerdir.46 Bunun dışında Avrupa devletleri ile iyi
ilişkilerde olduğunu Hıristiyan tebaaya göstermek ve Rusya ile olan
münasebetlerde müttefik aramak ziyaretin amaçlarındandı. Rusya’nın, Sultan
Abdülaziz’in Avrupa seyahatinden rahatsız olduğu açıkça görülmektedir. Sultan’ın
İngiltere ziyaretinin önemi ise sömürgelerinde yaşayan birçok Müslüman halkın
manevi liderinin kendilerini ziyaret etmiş olmalarıdır. Bu nedenle İngiltere, sultanı
43 Leyla Saz, Haremde Yaşam Saray ve Harem Hatıraları, Haz. Sedat Demir, Dün Bugün Yarın
83
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
en iyi şekilde ağırlayarak sömürgelerinde yaşayan Müslüman halkın bağlılığını
arttırmak istemiştir.47
84
Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati
——————————————————————————————
tutulurken, sadece İstanbul ve Girit muaf olmuştur. Silahlı kuvvetler yedi ordu
ayırarak yeniden teşkilatlandırdı.54
Sonuç
Sultan Abdülaziz, Avrupa Seyahati Ortaköy Camii’nde Cuma Namazından
sonra görkemli törenlerle başlamıştır. Gezi, 21 Haziran 1867 ‐ 7 Ağustos 1867
tarihleri arasında tam kırk altı gün sürmüştür. Sultan ve maiyeti elli altı kişiden
oluşuyordu. Sırasıyla Paris, Londra ve Viyana’yı gezmiştir. Hıristiyan devletleri ilk
defa ziyaret edecek olan Osmanlı Devleti Sultanı ve tüm Müslümanların Halifesi
Sultan Abdülaziz, Osmanlı toplumu tarafından ilk başta olumsuz karşılanmıştı.
Fakat Şeyhülislamın verdiği fetva gereği bu gezi cihat sayılmış, tepkiler aşağıya
çekilmişti. Gezi sırasında Avrupa Devletlerinde yaşayan halk, Sultan Abdülaziz’i
görmek için can atmış, bu durum sultanın hoşuna gitmişti. Halkın sultana bu kadar
ilgi göstermesi ise ilk defa Osmanlı Devleti Hükümdarını görmek olacaktı.
85
Ömer YAVUZ
——————————————————————————————
bu geziye katılan Şehzade Murat ve Şehzade Abdülhamid, Sultan Abdülaziz’den
sonra başa geçmişlerdir. Sultan Murat fazla tahta kalamasa da, Sultan Abdülhamid
bu gördüklerini ve Sultan Abdülaziz’in izlediği yolda devam etmiştir. Hatıralarında
hep Sultan Abdülaziz’den bahsetmekte ve onu öldürenlerden intikamını almak için
çaba göstermiştir.
Kaynakça
86
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Önder PATAR
——————————————————————————————
ÖZET
“M.Ö. V. Yüzyıl Pers (Ahameniş) – Yunan Savaşları” konulu bu çalışmada
Anadolu, Yunanistan ve Mezopotamya coğrafyasından başlayarak; Mısır ve Balkanları
kapsayıp, bilinen dünya’yı etkilemiş; bir Doğu-Batı mücadelesi anlatılmıştır. Pers - Yunan
Savaşları Anadolu ve Anadolu’ya komşu olan coğrafyaları etkileyen bir konudur. İlkçağ
tarihçilerinden, bu dönemde yaşamış olan Herodot’un “Herodot Tarihi”(Historiai) Pers
Tarihi hakkında kıymetli bilgiler vermektedir.
——————————————————————————————
Giriş
Tarihte bilinen ilk Doğu-Batı mücadelesinin Medler ve Lidyalılar arasında
olduğu görüşü yaygındır. Batı’ya doğru hızla genişleyen Medler, Kapadokya’ya
kadar ilerlemiş ve böylece Lidyalılar ile Medler karşı karşıya gelmiştir. Bu iki
gücün arasındaki savaşlar beş yıl sürmüştür. M.Ö. 28 Mayıs 585 yılında Kızılırmak
Savaşı meydana gelmiştir. İlk mücadele böylece gerçekleşmiştir. Bazı tarihçilere
göre ilk mücadele Troia Savaşı ile başlamaktadır (M. Ö. 1193-1184). Herodotos ise
kız kaçırma silsilesi sonunda düşmanlığın başladığını aktarmaktadır. Meseleyi
şöyle açıklamaktadır: İlk olarak Fenikeliler Argos Kralı Inakhos’un kızı İo’yu
kaçırmışlardır. Sonraki zamanda Giritliler ise Fenike diyarına giderek Europe’yi
kaçırırlar. Yunanlılar Kolkhis’e1 giderek Kral’ın kızı olan Medeia’yı kaçırırlar. En
Giresun Üniversitesi, Fen – Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, IV. Sınıf Lisans Öğrencisi
1 Doğu Karadeniz kıyılarındaki antik bölgedir.
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
sonunda Troia Kralı Priamos’un oğlu Prens Aleksandros (Paris) Yunanistan’dan
Sparta Kralı Menelaos’un karısını kaçırır ve bütün Akhaioslar Troia’ya savaş
açarak Birleşik Yunanistan Troia’ya çıkarma yapar. Sonunda Troia yakılıp yıkılır.
Bu savaş nedeniyle iki medeniyet arasında düşmanlık başlamıştır. Persler
Anadolu’yu ve orada yaşayanları kendilerinden saymışlardır. Persler için Avrupa
ve Hellenler ise yabancıdır.2
88
Önder PATAR
——————————————————————————————
Kısa Yunan Ve Pers (Ahameniş) Tarihi
Yunanistan’da Siyasal Yapı:
Yunanistan M.Ö. 2000’lerde kuzeyden, Tuna boylarından Akhaiosların
akınına uğradı. Teselya’ya ve Peloponnes Yarımadası’na yerleştiler. En ünlü
şehirleri Miken (Mykenai)dir. Miken merkezli yeni bir uygarlık kurudular.
Sarayların, sağlam şatoların, anıtsal mezarların olduğu gelişmiş bir şehir kültürü
yarattılar. Bu gelişimin sonucunda doğan uygarlığa Miken Uygarlığı denir.
3Oğuz Tekin, Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul 2011, s. 70
4Veli Sevin, “Anadolu’da Yunanlılar” , Anadolu Uygarlıkları, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi,
C. II, Görsel Yayıncılık, İstanbul 1982, s. 218
89
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Sparta Krallığı, kudretli ordusu, amansız disiplinli toplumu ile Eski Yunan
Dünyası’na korku salmıştır. Lakonya’nın merkezi olan Sparta şehri Peloponnes’in
güneydoğusunda yer alan ve Dor asıllı Lakedemonyalılar’ın yaşadığı Lakonya’nın
kuzeybatısındadır. Spartalılar, Peloponnes Yarımadası’nın tamamını ele
geçirememekle birlikte, devir devir nüfuzlarını bu bölgede kabul ettirmişlerdir.
Sparta tahtına iki Kral otururdu. Bu geleneğe göre Ajid ve Proklides veya
Eurypontides hanedanlarından birer kişi Kral olurdu.5 Atina Cumhuriyeti,
donanması, deniz ticareti, zenginliği, özgür erkek vatandaşlarına mahsus
demokrasisi, disiplini, sanatı ve fikir hayatının üstünlüğüyle Yunan Dünyası’na
hükmetmiştir.
5 Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar (İlkçağ ve Asya – Afrika), Cilt III, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara 2005, s. 344
6 Hoplites: Ağır silahlarla donatılmış piyade eridir. Falanks sisteminde önemli yer tutar. Yaklaşık 35
kilo tutan sığır derisinden yapılmış oval bir kalkan, miğfer, zırh, iki tarafı keskin düz kılıç ve iki metre
uzunlukta mızraktan oluşan takımları vardı.
7 Cüneyt Akalın, Taş Devri’nden Orta Çağ’a Uygarlık Tarihi, Derin Yayınları, İstanbul 2010, s. 88
8 Büyük Larousse Ansiklopedisi, C. XI, İstanbul 1992, İnter Press Basın ve Yayıncılık, s. 5387
9 Hasan Bahar, Eski Çağ Uygarlıkları, Kömen Yayınları, Konya 2011, s. 297
90
Önder PATAR
——————————————————————————————
giren Persler, Hint – Avrupalı bir kavmin Aryan kolundandır. 10 Persler 3 bölgede
ortaya çıktı: Parsua (Urumiye Gölü’nün güneybatısında), Parsama ya da Parsuma
(Elam’ın kuzeyinde) ve Parsa (Bugünkü Fars eyaleti). Parsa’nın çorak topraklarına
yerleşmiş olan Persler, askeri alanda, zengin Doğu ovalarının halklarından çok
üstün olduklarını kanıtladılar. Grek kaynakları 10 boydan oluştuklarını söyledikleri
Perslerin büyük oranda köy ve kentlerde tarımla uğraştıklarını ve bazılarının da
hayvan sürüleriyle göçebelik yaptıklarından söz eder.
Pers Kralları Elam, Asur ve Med egemenliği altında yaşadılar. Asur Kralı
Asurbanipal’in Perslerin desteğiyle Elam Devleti’ni yıkması (M.Ö. 640) ileride bu
bölgede Perslerin devlet kurmalarında önemli rol oynamıştır.11 Pers Beyi
Kambyses’in yerine geçen oğlu II. Kyros (Büyük Kirus, Kurus, Keyhüsrev) , M.Ö.
559’da Pasargad’da Anzan Beyi ilan edildi. Heredot’un II. Kyros’un doğumu ve
başa geçişiyle ilgili verdiği bilgiler dikkate şayandır:
“Med Kralı Astyages’in Mandane isimli bir kızı vardı. Bir gece rüyasında
kızının işediğini ve bütün Asya’yı sel bastığını gördü. Rüyayı yorumlattı. Falcılar
tahtının tehlikede olduğunu söyledi. Bunun üzerine kızını Medlerden daha aşağı bir
kategoride olan Pers soylusu Kambyses’e verdi. Evlendikten bir sene sonra babası
Astyages bir rüya daha gördü. Kızının rahminden bir asma uzanıyor ve bütün
Asya’ya yayılıyordu.12 Falcılar çocuğun kendisinin yerini alabileceğini ve hemen
öldürülmesini söyledi. Astyages, saray nazırı ve akrabası olan Harpagos’a çocuğu
öldürmesini emretti. Harpagos çocuğa kıyamadı. Dağa bırakması için Mithridates
isimli bir köle görevlendirildi. Mithridates’in de yeni doğmuş bir çocuğu vardı.
Çocukları değiştirip kendi çocuğunu dağa terk etti. II. Kyros’u büyütmeye başladı.
Bir olay sonucu Astyages çocuğun yaşadığını Mithridates’ten öğrendi. Bunun
üzerine Harpagos’a çok kızarak, Harpagos’un oğlunu öldürttü, pişirtti ve babasına
yedirtti. II. Kyros’u babası Kambyses’in yanına gönderdi. Harpagos, II. Kyros ile
iyi geçinmeye başladı. Astyages’e karşı ise büyük bir intikam düşüncesi içindeydi.
Daha sonra persler ayaklandılar. Pers ve Med orduları karşılaştı. Med komutanı
Harpagos ve Med ordusunun bir kısmı Pers tarafına geçti. Med ordusu bozguna
uğradı ve Astyages esir düştü”. 13
10 Veli Sevin, “Anadolu’da Pers Egemenliği”, Anadolu Uygarlıkları, Görsel Anadolu Tarihi, C. II,
göğsünden çıkan ağacın dalları hızla büyüyerek bütün Dünya’ya yayılıyordu. Bu hikâyelerdeki amaç
hanedana kutsiyet kazandırmaktır.
13 Herodotos, a.g.e. , s. 64
91
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Böylece M.Ö. 550 yılında Med hanedanı sona ermiş oldu. Perslerin hüküm
süreceği dönem başladı. II. Kyros sıfırdan bir devlet kurmak zorunda kalmadı,
çünkü elinde hazır bir Med Krallığı bulunuyordu. II. Kyros Med mirasını
devralarak ve üstüne ekleyerek farklı bir İmparatorluk kurdu. Bunu da fethettiği ya
da farklı şekilde idaresi altına aldığı halklara barış, şefkat ve dostluk sunarak
gerçekleştirdi. Yerel dinler ve din adamları yüceltildi, mümkün olan her yerde
yerel yöneticilerin görevlerine devamı sağlandı ve günlük yaşama müdahale
edilmedi.14
14 Christan I. Archer vd., Dünya Savaş Tarihi, Çev. Cem Demirkan, Akyüz Yayınları, İstanbul Ekim
2006, s. 36
15 Elmar Schwertheim, Antik Çağ’da Anadolu, Çev. Nuran Batu, Kitap Yayınları, İstanbul Mayıs
2009, s. 39
16 Seton Lloyd, Türkiye’nin Tarihi, Tubitak Yayınları, Ankara Aralık 1997, s. 122
92
Önder PATAR
——————————————————————————————
daha baskın hale getiriyordu. Bu ordunun yalnızca varlığıyla, herkes bir
başkaldırının anında ve büyük karşılık göreceğini önceden bildiği için, uzak
eyaletler bile İmparatorluğun asker göndermeleri yönündeki buyruğa uymak
zorunda kalıyordu.17
Perslerle savaşılacağı bir sırada Sandamis adlı bir Lidyalı, Kral Kroisos’a
“Kralım, savaşacağımız insanların haline bir bak. İstedikleri kadar değil,
buldukları kadar yemek yiyebiliyorlar. Şarap nedir bilmezler. İçkilerine su
karıştırırlar. Ülkelerinde incir gibi güzel meyveler yetişmez. Sana verecekleri bir
şeyleri yok ki! Fakat yenilirsen bizim elimizdeki şeylerin tadını alacaklar. Bir daha
da bırakmak istemeyecekler. Bence tanrılar Perslerin aklına Lidya’ya saldırmayı
getirmediklerinden kendimizi mutlu saymalıyız” demiştir (Bkz. Resim V). Ancak
Kroisos, Sandamis’in söylediklerini dikkate almamıştır.20
Savaşta her iki tarafında kaybı fazlaydı. Akşam olunca savaş kesildi. İki
taraf arasında denge vardı. Ertesi gün savaşılmayınca Kroisos, Sardes’e geri döndü.
Mısır ve Lakedaimanlardan yazın saldırıya geçmek için yardım istedi. Kış
mevsiminin gelmesinden dolayı Kyros’un geri döndüğünü zannetti. Kyros,
Kroisos’un planını anladı ve Sardes şehrine hareket etti. Kroisos beklemediği anda
17 William H. McNeill, Dünya Tarihi, Çev. Alaettin Şenel, İmge Kitabevi, Ankara 1989, s. 58
18 Merymad hanedanındandır. Gyges zamanında hükümdarlık Heraklesoğullarından alınmıştır. M.Ö.
560 – 546 yılları arasında hüküm sürdü.
19 Collette Estin – Helene Laporte, Yunan ve Roma Mitolojisi, Çev. Musa Eran, Tubitak Yayınları,
93
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Pers ordusunu Sardes kapılarında gördü. Bunun üzerine ordusunu topladı ve Sardes
yakınlarında bir ovada iki ordu tekrar karşılaştı.
Persler yeni bir taktikle Lidyalı atlıları bertaraf etmek amacıyla, ağırlıkları
taşıyan develere askerler bindirildi. Daha sonra Lidya atlıları üzerine hücum
ettirildi. Atlar, develerin kokusuna ve görüntüsüne dayanamayıp kaçtı.21 Ancak
Lidyalı süvariler atlarından inip piyade gibi savaşmaya başladı. Fazla dayanamayıp
şehre çekildiler. Hemen Kyros Sardes’i kuşattı. Kuşatmanın 14. gününde Sardes
düştü ve Kroisos yakalandı (M.Ö. 547).22
Kyros bu zaferle, bu zamana kadar büyük babaları gibi Anzan Kralı unvanı
yerine Pers Kralı unvanı aldı.23 Lidya’nın ele geçirilmesi Persleri büyük bir deniz
gücü haline getiriyordu. Perslerin Kartaca24 ile anlaşması sonucu Yunanlılar
karşısında durumlarını kuvvetlendiriyorlardı. Amaçları Yunanistan Seferine
çıkarken, Kartaca da donanmasıyla Yunan sitelerine yardım için gelme ihtimali
olan Sicilya’daki Yunan unsurları sindirmekti.25
21 Herodotos, a.g.e. , s. 47
22 Kyros’un huzuruna getirilen Kroisos, bir odun yığınının üstüne çıkarıldı. Kroisos “Hiçbir canlı
mutlu değildir” dedi. Kyros bu sözü duyunca aynı durumun kendi başına da gelebileceğini düşündü.
Kroisos’un hayatını bağışladı ve danışmanı yaptı.
23 Tarihten Evvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar, İstanbul Devlet Matbaası, C. 2, s. 172
24 Bugünkü Tunus civarında kurulmuş bir Fenike kolonisiydi. Zamanla zenginleşerek güçlenmiştir.
94
Önder PATAR
——————————————————————————————
Sonunda M.Ö. 500 yılında Perslere karşı Miletoslu Aristagoras önderliğinde İonia
ayaklandı.27 Kısa sürede kuzeyde Marmara Bölgesi’nden, güneyde Kıbrıs’a kadar
yayılan bu isyana İonia İhtilali denir. Aristagoras önce yardım için Sparta’ya
başvurdu. Spartalılar ilk olumlu baktıkları bu yardım teklifini daha sonra Pers
merkezine bir harekâtın yapılamayacağını, denizden uzaklaşamayacaklarını
bildirerek teklifi kabul etmediler. Bunun üzerine Aristagoras Atina’ya başvurdu.
Atina bu yardım teklifine sıcak baktı. 20 gemiyi İonia’ya gönderdi. Eretria’da28 5
gemiyle yardımda bulundu.
Pers orduları ihtilale katılan bölgeleri teker teker ele geçirmeye başladı.
İsyan’da yakılan Sardes Şehri’nin intikamını almak için M.Ö. 494’te Miletos
Şehri’ni karadan ve denizden kuşatan Persler, şehre girerek yakıp yıktılar ve halkı
köleleştirdiler. Bu isyan sırasında zaten bağımsız olan Lesbos ve Samos Adaları’nı
da Persler ele geçirdi.
95
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Makedonya’da Trakialı Bryglerin saldırısına uğradı. Önemli kayıplar verdi.
Komutan Mardonios yaralandı. Yine de Brygler mağlup edildi ve Pers
egemenliğine girdi. Zengin Trakia kıyıları ele geçirildi ve yeni bir sefer için
sıçrama noktası oldu. Bu kayıplardan dolayı ordu geri döndü. Ancak genel olarak
sefer başarısızlıkla sonuçlandı ve istenilen sonuç alınamadı.
96
Önder PATAR
——————————————————————————————
Yunanlılar daha baskın çıktı ve bu göğüs göğse savaştan Yunanlılar galip çıktı.
Savaşta 6.400 Pers öldü. Yunan kaybı ise 192 savaşçıydı.33
Zaferi haber vermek için Atina’ya bir koşucu gönderildi. Zaferi duyurduktan
sonra yorgunluktan öldü. Savaşı kaybeden Persler bu kez deniz yoluyla Suion
Burnu’nu aşıp Atina Ordusu’ndan önce Atina Şehri’ne varmaya çalıştıysa da
Atinalılar daha önce davrandı. Persler bu başarısızlıktan sonra Asya’ya döndü.
Marathon Savaşı M.Ö. 16-17 Ağustos 490 tarihinde olmasına rağmen Sparta
yardımı 19 Ağustos’ta iki bin hoplitesle oldu. Atinalıların zaferini kutlayıp
ülkelerine geri döndüler. Bu zaferle Atinalılar hem Yunanistan’ı Pers istilasından
kurtarmış olmanın şerefiyle ün kazandılar hem de Perslerin yenilmeyecek bir
düşman olmadığını göstermekle kendilerine güvenleri arttı. Bu zaferle Atina
parasında bulunan baykuş (baykuş Athena’nın simgesidir, Atina’nın koruyucusu
Athena’dır) kanatlarını açmıştır (Bkz Resim VI – VII).34
97
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Nisan 481 yılında Sardes’ten hareket eden Kserkses gündüz güneş tutulmasını
görmüş ve olayı “Tanrı, Yunanlılara kentlerinin kararacağını haber veriyor”
şeklinde yorumlamıştır. 37
37 Gezgin, a.g.e. , s. 48
38 Bahar, a.g.e. , s. 323
39 Mansel, a.g.e., s. 281
40 Sıcak kapılar olarak da bilinir. Termal kaynaklar bulunuyordu. Teselya ve Lokris arasında çok dar
98
Önder PATAR
——————————————————————————————
bakıldığında Dünya’da Persler kadar düşmanlarının cesaretine saygı gösteren başka
bir halk yoktur.42
99
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
savunarak bu görüşe şiddetle karşı çıkıyorlardı. Themistokles sonunda taktiksel
açıdan son derece zekice bir plan hazırlayarak harekete geçti.
Platia Savaşı:
Mardonios, Atina’ya elçiler göndermiş, teslim olmalarını ve Büyük Kral’la
anlaşma yapmalarını istemişse de, Atinalılar bunu reddetmişlerdir. Bunun üzerine
Mardonios ikinci kez boş olan Atina üzerine yürümüş ve kenti yakıp yıkmıştır
(M.Ö. Haziran 479). Bu sırada Atina, Spartalılardan yardım istedi. Sparta ise
100
Önder PATAR
——————————————————————————————
Peleponnes geçitlerini kapatmaya çalışıyordu. Bu nedenle ilk bu yardımı kabul
etmediler. Daha sonra Atina ile Perslerin anlaşma yapma ihtimali üzerine teklifini
kabul ettiler. Sparta Kralı Pausanias komutasındaki birleşik Yunan ordusu kuzeye
doğru harekete geçti.
49 Boiotia’da, Kithairon ve Asopos arasında yer alan kenttir. Savaşın yapıldığı yer, Asopos ırmağı
kenarıdır.
50 Mansel, a.g.e., s. 292
51 İstanbul’un Sultanahmet semtinde yer alan Hipodrom’dan (At Meydanı) kalan en eski eserlerden
biridir. Sekiz metre boyundaki yılanlı sütunu, İmparator Constantin 324 yılında getirterek
Hipodrom’un ortasına diktirdi. 1204’te Haçlı seferleri sırasında anıt zarar gördü. 17. yy.dan sonra
yılanların kafaları kayboldu. Kafalardan bir parçası İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde (Bkz. Resim IX),
diğeri British Museum’da sergilenmektedir. Üçüncü baş kayıptır. Burmalı sütun ismiyle de
bilinmektedir (Bkz. Resim X)
101
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Aynı yıl Sicilya’da Syracusa52 tiranı Gelon, Perslerin müttefiki Kartaca’yı
Himera Savaşı’nda53 yenilgiye uğratmıştı (M.Ö. 480). Böylece Perslere bir darbe
daha indirilmiş oldu.
102
Önder PATAR
——————————————————————————————
Attika - Delos Deniz Birliği:
Anadolu’ya gönderilen Spartalı Pausanias’ın, Pers Kralı iş birliği yapması56
ve Anadolu’daki Yunanlılara karşı bir tiran gibi davranmaya başlaması, Yunan
kentlerinin bu durumu Atina’ya şikâyet etmeleri ve Atina’nın Yunan kentlerine
lider olmasını istemeleri üzerine Atinalılar Yunan kentlerinin liderliğini
müttefiklerinin de onayıyla ele geçirmiş oldular.
Eurymedon Savaşı:
Birlik donanması önce Trakya kıyılarını Perslerden temizledi. Byzantion ve
Boğazları ele geçirdi. Karia ve Likya kıyılarındaki kentlerin Yunan birliğine fazla
rağbet etmemeleri üzerine M.Ö. 466 yılında, Atinalı Kimon, iki yüz gemi ile
birlikte Karia kıyılarına bir sefer düzenlemiş ve buradaki kentleri de birliğe
katılmaları için ikna etmiştir.
56 Perslere karşı “Hellen Birliği” başında önemli işler yapmış olan Sparta Kralı Pausanias, Perslerle
işbirliği yaptığı belgelenmiş ve idama mahkûm edilmiştir (M.Ö. 467).
57 Bahar, a.g.e. , s. 324
103
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Kserkses, Kimon’a karşı büyük bir ordu sevk etti. İki yüz Fenike, Kıbrıs,
Kilikia gemisi hazırlandı. Eurymedon58 nehri ağzına kadar Persleri takip eden
Yunanlılar, burada yapılan deniz savaşında Yunanlılar iki yüz gemi batırarak zafer
kazandı. Daha sonra karaya çıkarma yapan Yunanlılar, Pers kara kuvvetlerini de
yenilgiye uğrattı. Böylece Ege Denizi üzerinde Yunan hâkimiyeti kesinleşti. Likya,
Karia’daki Yunan kentlerinin çoğu bu sefer sonrasında birliğe katıldı.
Buğday açısından zengin bir ülke olan Mısır, eskiden beri Atina’nın ilgisini
çekiyordu. Kıbrıs’a giden donanma, yardım için Mısır’a yöneldi. Önemli başarılar
elde edildiyse de Memphis59 yakınında büyük bir yenilgiye uğrayan Yunanlılar geri
döndü (M.Ö. 454).
Barış’ın Sağlanması
Perikles, Kıbrıs’taki Salamis açıklarında Fenike donanmasını yenmesine
rağmen donanmayı geri çekti. Daha sonra Atinalı Callias’ın başkanlığında bir heyet
barış görüşmeleri için Susa’ya gönderildi (M.Ö. 449). Pers Kralı I. Artakserkses’in
huzuruna gelen Callias müzakerelere başladı. Atinalıların amacı, Ionia’nın
çalıştı. Yunan sitelerine Atina’nın hegemonyasını kabul ettirmek için barışçıl yöntemler uyguladı.
“Perikles Yüzyılı” denen Atina’yı uygarlığın zirvesine çıkardı.
104
Önder PATAR
——————————————————————————————
bağımsızlığının sağlanması, barış ile beraber Atina kendini hem toparlayacak, hem
de kopmuş olan ticari ilişkileri yeniden canlandırmaktı.61
Sonuç
Bu savaşlar Perslerin Batı’ya sürekli ve sistemli yayılışından doğmuştur.
Perslerin bu yenilgisi beş milyon kilometre kareye hâkim olan bir Kral için önemli
değildi. Pers Kralları bundan sonra harem entrikalarının döndüğü saraylarından çok
nadiren ayrıldılar. Satraplar bu zafiyetten yararlanarak eyaletlerinde güçlerini
kötüye kullanmaya ve taktikleri Perslerden üstün olan Yunanlılardan para karşılığı
yararlanarak sık sık ayaklanmaya başladılar. Perslerde sürekli bir taht değişimi ve
veliahtların öldürülme olayı görüldü. Bundan dolayı güçlü Krallar İmparatorluğun
başına geçmedi.
M.Ö. 445 yılında, gerginlik yaşayan Atina ve Sparta arasında 30 Yıl Barışı
yapıldı. Ancak bu barışın ömrü azdı. Atina denizlerde üstünlük kurduktan ve
Perslerle savaşını bitirdikten sonra, Hellen halklarını birleştirmeyi düşünmeye
başlayınca, iki devlet arasında gerginlik kaçınılmaz hale geldi.
61 Gezgin, a.g.e. , s. 64
105
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
II. Darius (M.Ö. 424), Peloponnes Savaşları’ndan yararlanarak Ionia’ya
girdi. Böylece Attika – Delos Birliğini ortadan kaldırdı. Callias Barışı da çiğnenmiş
oldu. Spartalılar Perslerin desteğiyle Atinalıları yendiler (M.Ö. 404). Atinalıların
bu yenilginin ardından gücünü kaybetmesiyle Anadolu’daki Yunan sitelerini Pers
Kralı’na bırakmayı kabul ettiler. Persler, Yunan askerlerini para karşılığı ordularına
kattılar. Buna en güzel örnek Kyros’un, M.Ö.404’de tahta çıkan ağabeyi II.
Artakserkses Mnemon’a isyan etmesidir. Kyros’un ordusunda Yunanlı paralı
askerler yer alıyordu. Kyros öldürüldükten sonra Yunanlı paralı askerler çileli bir
geri dönüş yolculuğu yaşamışlar ve bu dönüş yolculuğuna “Onbinlerin Göçü”
denilmiştir.
Kaynakça
AKALIN, C. , Taş Devri’nden Orta Çağ’a Uygarlık Tarihi, Derin Yayınları,
İstanbul 2010
ARCHER, C. I. , FERRİS, J. R. , HERWİG, H. H. , TRAVERS, T. H. E. , Dünya
Savaş Tarihi, Çev. Cem Demirkan, Akyüz Yayınları, İstanbul Ekim 2006
BAHAR, H. , Eskiçağ Uygarlıkları, Kömen Yayınları, Konya 2011
Büyük Larousse, İnter Press Basın ve Yayıncılık, İstanbul 1992
ESTİN, C. , LPORTE, H. , Yunan ve Roma Mitolojisi, Çev. Musa Eran, Tubitak
Yayınları, Ankara Ekim 2004
GEZGİN, İ. , Arkaik ve Klasik Dönemde Batı Anadolu, Detay Yayınları, Ankara
2007
HERODOTOS, Tarih (Historiai), Çev. Furkan Akderin, Alfa Yayınları, İstanbul
2007
KARAKÖSE, H. , Siyasi Düşünce Tarihi, Nobel Yayınları, Ankara Şubat 2007
LLOYD, S. , Türkiye’nin Tarihi, Çev. Ender Varinlioğlu, Tubitak Yayınları,
Ankara Aralık 1997
MANSEL, A. M. ,Ege ve Yunan Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara
1984
106
Önder PATAR
——————————————————————————————
MCNEİLL, W. H. , Dünya Tarihi, Çev. Alâeddin Şenel, İmge Yayınları, Ankara
1989
ÖZÇELİK, N. , İlkçağ Tarihi ve Uygarlığı, Nobel Yayınları, Ankara Nisan 2011
ÖZTUNA, Y. , Devletler ve Hanedanlar (İlkçağ ve Asya – Afrika), C. III, T.C.
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2005
SCHWERTHEİM, E. , Antikçağ’da Anadolu, Çev. Nuran Batu, Kitap Yayınları,
İstanbul Mayıs 2009
SEVİN, V. , ”Anadolu’da Pers Egemenliği” , Anadolu Uygarlıkları, Görsel
Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, C. II, Görsel Yayınları, İstanbul 1982
SEVİN, V. , “Anadolu’da Yunanlılar” , Anadolu Uygarlıkları, Görsel Anadolu
Tarihi Ansiklopedisi, C.II, Görsel Yayınları, İstanbul 1982
TANİLLİ, S. , Yüzyılların Gerçeği ve Mirası; İnsanlık Tarihine Giriş (İlkçağ I),
Cem Yayınevi, İstanbul Aralık 1994
Tarihten Evvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar, İstanbul Devlet Matbaası, C. I
TEKİN, O. , Eski Yunan ve Roma Tarihine Giriş, İletişim Yayınları, İstanbul 2011
Hükümdarlar
107
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
11. III. Kserkses (338 – 336)
12. III. Darius (336 – 330)
13. VI. Artakserkses (330)
Atina Cumhuriyeti (561 – 386)
1. Peisostratos (561 – 556), 2. Hipparkhos (528 – 514), 3. Hippia (514 –
510), 4. Kleistenes (510 – 496), 5. Hipparkhos (496 – 493), 6.
Themistokles (493 – 492) – (489 – 470), 7. Miltiades (492 – 489), 8.
Kimon (470 – 461), 9. Ephialtes (461 - ?), 10. Perikles (461 – 429), 11.
Kleon (429 – 421), 12. Nikias (421 – 420) – (415 – 413), 13. Alkbiades
(420 – 415) – (408 – 406), 14. Peissandros (411 – 410), 15. Teramenes
(410 – 408) – (406 – 404), 16. Kritias (404 – 403), 17. Trassibulos (403 –
386).
108
Önder PATAR
——————————————————————————————
394), 21. I. Agesipolis (394 – 380), 22. I. Kleombrotos (380 – 371), 23.
II. Agesipolis (371 – 370), 24. II. Kleomenes (370 – 309), 25. I. Areos
(309 – 265), 26. Acrotatos (265 – 264), 27. II. Areos (264 – 254), 28. II.
Leonidas (254 – 242) – (241 – 235), 29. II. Kleombrotos (242 – 241), 30.
III. Kleomenes (235 – 221), 31. Euclidas (227 – 221), Fasıla (221 – 219),
32. III. Agesipolis (219 – 215).
Resimler
109
M.Ö. V. Yüzyıl Pers – Yunan Savaşları
——————————————————————————————
Resim IV
110
Önder PATAR
——————————————————————————————
111
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Mesut DAVULCU
——————————————————————————————
ÖZET
İlk çağlardan itibaren toplumlar bir lidere ihtiyaç duymuş ve ona yücelik
atfetmiştir. Klanlarda, boylarda tarihin en eski devirlerinden beri var olan yönetimlerde de
olsa da totaliter idareler büyük adamların vücut bulduğu önemli rejimlerdir. Düzen, nizam,
intizam kahramanın vazgeçilmezleridir.
Giriş
İnsan psikolojisi ve yaratılışında önemli yer tutan korunma ile kollanma
içgüdüsü ve ihtiyacının kendisini gösterdiği yegane alan devletleşme sürecidir.
Günümüzde olduğu gibi devlete yapıştırılan ya da devletin üstlendiği ve empoze
ettiği bir nevi rol model olarak benimsenen ‘’Baba’’ figürü, yöneticilere atfedilen
‘’Devlet büyüğü’’ sıfatı ile vücut bulmuştur.
Beşeri bir bilim olan tarih özellikle böyle bir konuda disiplinler arası ciddi
bir çalışmaya daha çok ihtiyaç duymaktadır. Edebiyat, felsefe, psikoloji ve
sosyoloji ile beraber kolektif bir çalışma ile bu mevzu derinlemesine ancak
1 Ümit Tol, ‘’Ulus Devletleşme Sürecinde Tarihçiliğin Rolü ve Tarih Yazımında Nesnellik
Tartışmaları’’, Akademik Analiz Dergisi, Sayı. 4, Mayıs, 2012, s.31
2 İbrahim Şirin, Namık Kemal’in Tarih Anlayışı, Pamukkale Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek
113
Mesut DAVULCU
——————————————————————————————
getirmesidir4. Pragmatik tarih, büyüklük idealinin aşılanmasında işe yarar. Böyle
bir tarihi okuyan genç, büyük düşünmeye ve davranmaya teşvik edilir. Bu bir
süreliğine yararlıdır. Süre uzadıkça bu tür tarih anlayışı, zararlı hale gelir. Bireyin
kişiliği kahramanın varlığı altında kalır, ezilir. Nietzsche’nin dediği gibi
kahramanlarını gerektiğinde gömemeyen toplumlar, yeni kahraman kazanmada
başarılı olamaz. Kahraman sadece savaş meydanlarında yiğitçe dövüşen değildir.
Şair, yazar, sanatçı, siyasetçi, ve akademisyen, kısaca toplumun bütün kesimlerini
içine alarak genişleyen bir kavramdır. Tarihçi, aynı zamanda elde kazma kürek
kahraman ortaya çıkartmayı vazife bildiği kadar, ortaya çıkardığı kahramanları
gerektiğinde gömmeyi de bilendir5. Dünya sahnesinde taş üzerine taş koyabilmenin
yoluna taş koyan bir anlayış olarak karşımıza çıkması zararlı yönlerini gösterdiği
andır. İleriki boyutu puta tapıcılık ve dokunulmazlıktır. Edebiyattan bakacak
olursak ‘’Aruz vezninde Fuzuli’den başkasını tanımam’’ ifadesi şairin putlaşmasını
ve şiiriyatın körelmesine nedendir, doruk noktası, doyum eşiğidir ve bu eşiği
kapatmak daha iyilerin olmasına engeldir. Aynı şey mimaride de geçerlidir. Mimar
Sinan’a saygısızlık yapmamak adına inşa edilen binalarda ufak kusurlar bırakılırak
Sinan’ın şanı sürdürülmüştür. Nitekim Ayasofya geçilmeye çalışılmıştır fakat
Süleymaniye ile yarış yapılmamıştır. Çünkü o bizim eserimiz, bizim üstadımızın
eseridir. Hiç mi Sinan’ı geçecek mimar yetişmemiştir? Yetişmiştir mutlaka ama
Sinan efsanesinin içinde kaybolmuştur.
Ahlak eğitimini hedef alan, tarihsel olayları mevcut dünya görüşü içinde,
mevcut ahlaka göre yorumlayıp buradan ‘’ders’’ çıkartan tarih yazıcılığıdır6. Olanı,
olması gerektiği gibi göstermesidir çoğunlukla aksi takdirde genç dimağlarda soru
işareti oluşur ve şüphe ile inançsızlık anarşi kaynağıdır. Bu da pragmatizme ters
düşer çünkü totaliter rejimlerin tarih eğitimlerindeki temel anlayışlarındandır.
114
Tarih Yazımında Büyük Adam Sorunu
——————————————————————————————
sebepleri bügünkü büyüklüğün sebepleri ile aynı olmaz; bu sebeple abidevi tarih,
tarihi olguların sebeplerini konu etmemeğe belirli bir eğilim gösterir. Son tahlilde,
tıpkı karnaval gibi halk içinde popüler bayramlarda, veya dini ve askeri
günlerinde muhayyel bir mitos ile abidevi geçmişin karıştırılmasına sebep olur.
Böylece abidevi tarih suistimale son derece açıktır9. Tarih yazımı yakın çağın
devletleşme sürecinde değil Antik çağda da Örneğin Cicero için Historyagraflar
insanlara geçmişten ‘’ders’’ (kıssadan hisse) çıkartan kişilerdir10. Bu bağlamda
tarih her dönemde bir kaçma bir kılıf uydurma ya da bir güç bulma merkezi olarak
görülmüştür.
115
Mesut DAVULCU
——————————————————————————————
derslerinin, genel hatlarıyla bir ‘’büyük adamlar’’ tarihi olarak kurgulanıp
anlatılmasıdır15.
Kahraman Metaforu
Batı antikitesisinde tarihin öznesi Tanrılar ve kahramanlardır. Kahramanlar
çağı denilince akla mitoloji ve efsane gelir. Efsane, kutsal bir tarihtir. Efsanenin
kişileri insani varlık değildir. Bunlar Tanrılar ve medenileştirici kahramanlardır18.
Kahraman sana öncülük edebilmek için, senin onu erişilmez bir Tanrıya
dönüştürmene göz yummak zorundadır. Çünkü; Onu olağandışı bir insan olarak
görmek istersin. Böylece sen, kendi ellerinle yeni efendini ortaya çıkarmış
olursun19. Kahramanlar doğal olanı örtbas etmek için kullanılırlar. Toplumun ve
insanın ikiyüzlü yaradılışı, bizim tek boyutlu kahramanlarımıza yansıtılmaz.
Kahramanın tersine, bizler çelişkili yaparız. Kahraman ise kararlı ve tutarlıdır20.
Kahramanın muğlak, belirsiz, kuşkulu yanları yoktur. Bize kahraman olarak
sunulanları temsil eden tüm imgeler totaliterdir21.
s.11
20 Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012, s.78
21 Gündüz Vassaf, a.g.e., s.79
22 William Reich, a.g.e., s.63
116
Tarih Yazımında Büyük Adam Sorunu
——————————————————————————————
hakkında halkın az şey bilmesinin ve ona dokunamamasının nedeni de budur.
Kendi yücesini yaratmıştır ve kendinden bile sakınmıştır.
Düzen, nizam ve intizam devletin sürekliliği ve uzun ömrü için gerekli olan
kavramlardır ve devleti kuranın elinde toplandığı anlaşılmaktadır. ‘’Teklik’’
kargaşayı önler, kargaşa/anarşi bir devletin yada klanın en büyük düşmanıdır. İlkel
dönemlerden itibaren tek bir liderleri tek bir ’baş’ları vardır toplulukların. Tek
olmak için ya savaşılır ya da üstün bir maharet sergilenir, bazen ise vücutta
bulunan küçük bir izden dolayı ona tapınılır ataları ilan edilir. Bu da demek oluyor
ki sıradan olmayan kişi liderdir ve toplum farklı olandan korktuğu kadar da
güvenmek zorundadır ya da korktuğundan teslim olmuştur. Tabi tek hakimiyet
korkuyla değil sevgiyle de kurulur ya da korku sevgiye dönüşür.
Sadakat denilen şey tam manasıyla dini inanca benzeyen birşey değil
midir? İnanç, ilham dolu bir öğreticiye, manevi bir kahramana olan bağlılıktır.
Öyleyse, toplumun hayat soluğu olan bu bağlılık, bu sadakat kahramanlara-
tapınma’nın bir uzantısı, gerçekten büyük olana karşı duyulan hayranlıktan başka
nedir? Toplum kahramanlara tapınma üzerine kurulmuştur. İnsan toplumunun
dayanakları olan bütün büyük rütbeler heroarşi diyebileceğimiz Kahramanlar
Saltanatını oluşturur. Yahut da bir hiyerarşiyi; zira bu da kendi başına yeteri kadar
kutsaldır. Dük, Dux demektir; yani Önder. Kral ise Könning veya Kan-ning
117
Mesut DAVULCU
——————————————————————————————
demektir ve bu da bilen veya yapabilen, gücü yeten adam anlamındadır27. Rex
(yönetici, düzenleyici), Roi gibi adlar verilmiştir. Fakat bizim kullandığımız
Könning, King, Canning; Güçlü Adam, Ehil Adam kelimesi daha yerindedir28.
118
Tarih Yazımında Büyük Adam Sorunu
——————————————————————————————
içinde yaratır ve tanır. Liderlerin değişmesi, geçmişteki bazı kahramanların terk
edilmesine yol açar. Sovyetler Birliği bunun tipik bir örneğidir34.
119
Mesut DAVULCU
——————————————————————————————
Fakat her kahraman ölümü yeni kahramanlar içindir. Yeni kahramanını
üretmediği anda toplum liderini gömmüş olur.
17 Şubat 1959 da ise Türkiye’nin çok partili hayata geçişteki ilk başbakanı
Adnan Menderes’in Londra seyahati sırasında uçağının düşmesi ve mucizevi bir
şekilde kurtulmasından sonra Ankara Gar’ında, can düşmanı İsmat Paşa’nın da
120
Tarih Yazımında Büyük Adam Sorunu
——————————————————————————————
katıldığı görkemli bir törenle karşılanan Menderes’e yol boyunca develer kurban
edildi. Demokrat Parti Örgütü, onbinlerin döküldüğü sokaklara, Menderes’in
peygamberliğini yaydı. Menderes’in yakın çalışma arkadaşlarından Müsteşar
Mehmet Salih Korur yıllar sonra bu konuda açıklama yaparken Menderes’in ne
kadar değiştiğini ileri sürecekti ; ‘’Müşterek mesaimiz devam etti. Fakat artık eski
Menderes yerine, kimseyi ciddi almayan, Allah’ın kendisini Türkiye’yi idare etmek
için yarattığına inanan, hiçbir tenkide tahammülü olmayan, çabuk kızan,
övülmekten hoşlanan bir insan haline gelmişti. Bazen ellerini havaya kaldırıp ‘’bak
bu ellerimi görüyor musun, bu ellerle Türkiye’yi hamur gibi yoğurarak
kalkındıracağım, Cenabı Allah beni bunun için yarattı’’ diyecek kadar ileri
gidiyordu 44.’’
Şaha kalkmış at üzerinde sarsılmaz duruş ile vahşi ata hakim bir pozisyon
sergileme ‘’büyük adamlar’’ın egemenliğinin sembolize edilmiş halidir. Bu imge
Avrupa’daki mutlak monarşiler ile yayılım göstermiştir. Eğer bu furyaya Sfenksleri
de ekleyecek olursak Kuzey Afrika’ya kadar genişletmiş oluruz ard bölgemizi ve
tarihsel bağlamda milattan önceye ulaşırız. Buradaki basit bir önermeyle ‘’büyük
adam’’ faktörünün dil, din, ırk ve coğrafya gözetmediği insanın olduğu her yer de
bu bilicin olduğu anlaşılır. Tarih de insandan arta kalanı incelemiyor muydu zaten.
Şöyle der Nietzsche: "Ben nerede canlı bir varlık buyduysam, orada kudrete
yönelik iradeyi gördüm. Hizmet edenin iradesinde bile efendi olabilme iradesini
gözlemledim."
44 Örsan Öymen, Bir İhtilal Daha Var, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986, s.206
121
Mesut DAVULCU
——————————————————————————————
Diğer bir mesele paralar, paraların üzerindeki hükümdar suretleri. Türk
geleneğinde de hakim olan hükümdarın adına sikke bastırması hükümdarlık
alametlerinden, yapması gereken ritüellerden biridir. Lider ve tek güç olduğunun
simgesidir. 26 Aralık 1938’de toplanan CHP Olağanüstü Kurultayı’nda Atatürk’ün
‘’Ebedi Şef’’, İnönü’nün de ‘’Milli Şef’’ olarak anılması İnönü’nün CHP’nin
değişmez genel başkanı olması kabul edildi. İsmet İnönü aynı tarihlerde devam
eden para basımını durdurarak paralara kendi resmini koydurdu. Bu fiiliyat;
hakimiyeti somutlaştırma alanında dünyada da birçok örneği olan hareketlerden
biridir.
Sonuç
Bazı idealistler, ‘’tarihi, insanların eylemleri yapar ve bu eylem onların
iradesinin sonucudur’’ tezini kabul ederler. Bunu açıklayan, fikir, irade, eylem
süreci değildir. Bunun gibi bazıları, 18. Yüzyılda Diderot ve ansiklopedicilerin,
halk içinde teorilerini yayarak, insanların iradesini ayarttıklarını ve onları
kazandıklarını, sonuç olarak da devrime neden olduklarını ileri sürerler. SSCB’de
de, Lenin’in fikirleri aynı şekilde yayılmıştı. İnsanlar bu fikirlere uygun olarak
davrandılar, eylem de yaptılar, derler. Buradan devrimci fikirler olmasaydı,
devrimde olmazdı sonucu çıkar. Bu görüşe göre de, tarihin devindirici gücü büyük
önderlerin fikirleridir ve tarihi büyük önderler yapar45. Ayrıca ünlü deha Albert
Einstein ‘’ Otoriteye körü körüne inanmak, gerçeğin en büyük düşmanıdır.’’
Diyerek bu konuda önemli bir noktaya dikkat çekmiştir. ‘’Söz ola kese başı, söz ola
bitire savaşı..’’ demiş eskiler, sözün kudretine ya da yaratabileceği tehlikelere
dikkat çekmek için. Tarihin uzak ve yakın koridorlarında yankılanan önemli
konuşmalara kulak verdiğimizde, kimi sözlerin estirdiği fırtınayla rejimleri
değiştirip, saltanatlar yıktığına; kimilerininse kitleleri önüne katıp değişikliklere
kapı açtığına şahit oluyoruz. Küçük bir kelimenin çıkardığı kıvılcamla dünyalar
tutuşuyor adeta46. O bahsedilen söz tek bir kişiye tek bir büyük adamımıza ait.
Yakın dönem için adamımızın aklında şekilleneni uygulaması halka hitabından,
halkının gönlünü fethetmesinden geçtiği de önemli bir ayrıntı.
Tarih bilinci, tarihe verilen anlama ve bakış açısına göre farklı zamanlarda
farklı anlam ve içeriklere sahip olabilir. Bu manada tarih bilincinin kendisi de
45 Georges Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Çev. Hasan İlhan, Alter Yayıncılık, Ankara, 2010,
s.184
46 Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Konuşmalar, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008, s.9
122
Tarih Yazımında Büyük Adam Sorunu
——————————————————————————————
tarihseldir ve değişime açıktır. Nitekim bilinci, özelde ise tarih bilincini etkileyen
faktörler farklı oldukları için antikçağın, ortaçağın, aydınlanma ile modernite ve
postmodernitenin tarih bilinçleri de farklı olacaktır47
Görüldüğü üzere tarih insanın inşâsı olduğu gibi, tarih ‘’büyük insan’’ın
inşâ ettiği, algıların inşâ ettiği olgudur bir bakıma. Dönemsel oluşan esintiye göre
şekillenir. Zihinlerde oluşturulan imge ve sembollerin metamorfik yaptırımına
maruz kalmaktır bir nebze kahraman algısı.
Kaynakça
47Ramazan Kaya vd., ‘’Genç Cumhuriyet ve Oluşturulmaya Çalışılan Tarih Bilinci, Kazım Karabekir
Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı.9, Erzurum, 2004, s.272
123
Mesut DAVULCU
——————————————————————————————
MACHIAVELLİ, Niccolo, Söylevler, Say Yayınları, Çev. Alev Tolga, İstanbul,
2009
ORTAYLI, İlber, Tarih Yazıcılık Üzerine, Cedit Neşriyat, Ankara 2011
ÖYMEN, Örsan, Bir İhtilal Daha var, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1986
ÖZLEM, Doğan, Tarih Felsefesi, Say Yayınları, İstanbul, 2010
POLİTZER, Georges, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, Alter Yayıncılık, Çev. Hasan
İlhan, Ankara, 2010
REİCH, Wilhelm, Dinle Küçük Adam, Altınpost Yayınları, Çev. Ayşen Türkmen,
Balıkesir, 2012
ŞİRİN, İbrahim, ‘’Genel Tarih Anlayışları’’, Tarih Nasıl Yazılır?, Der. Ahmet
Şimşek, Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2011
ŞİRİN, İbrahim, Namık Kemal’in Tarih Anlayışı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 1998
TOL, Ümit, ‘’Ulus Devletleşme Sürecinde Tarihçiliğin Rolü ve Tarih Yazımında
Nesnellik Tartışmaları’’, Akademik Analiz Dergisi, S.4, Mayıs 2012, s.31-
34
TÜRESAY, Özgür, ‘’Tarih Yazımı ve Biyografinin Dönüşü’’, Halil İnalcık’a
Armağan-I, Der. Taşkın Takış ve Sunay Aksoy, DoğuBatı Yayınları,
Ankara, 2009
124
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Esma YILMAZ
ÖZET
15. ve 16. Yüzyıllar Osmanlı’nın en geniş sınırlara ulaştığı dönemdir. Fatih Sultan
Mehmet ile başlayan coğrafya ve haritalara ilgi artarak devam etmiştir. Piri Reis
15.yüzyılın sonlarına doğru Gelibolu’da doğmuş amcası Kemal Reis’in yanında yetişmiş
büyük bir Türk denizcisidir. Onu diğer denizcilerden ayıran özelliği haritacılık ile
ilgilenmiş olmasıdır. 1521’de tamamladığı Kitab-ı Bahriyyesini 1526’da İbrahim Paşa
vesilesiyle Kanuni Sultan Süleyman’a sunmuştur. Eser daha sonradan el yazmaları ile
çoğaltılıp Osmanlı denizciliğinde kullanılmıştır. Günümüze kadar ulaşan bu eser ülkemizde
ve yurtdışında çeşitli kütüphanelerde ve müzelerde yer almaktadır.
Anahtar Kelimeler: Piri Reis, Kemal Reis, haritacılık, 1521, Kitab-ı Bahriyye,
1526, İbrahim Paşa, Kanuni Sultan Süleyman
——————————————————————————————
Giriş
Çizdiği haritalarla tanınmış büyük bir Türk denizcisi, amirali ve coğrafya
bilginidir. Asıl adı Muhyiddin Piri’dir.1 Doğum tarihi hakkında kesin bir yargıya
varılamamıştır. Erhan Afyoncu’ya göre; 1465, Mahmut Ak’a göre 1470, diğer
çeşitli kaynaklara göre 1475 doğumludur. Gelibolu‘da doğmuştur. Babası Hacı
Mehmet’tir,2 büyük Türk amirali Kemal Reis’in yeğenidir3.
Doğduğu yer olan Gelibolu coğrafi yapısı dolayısı ile denizle bütünleşmiş
bir şehirdir. Bu nedenle buradaki ahalinin geçim kaynağının denizcilik olduğunun
çıkarımı yanlış olmaz. Piri Reis’in memleketi olan Gelibolu’da doğanları Erhan
Afyoncu’nun aktarımıyla meşhur Osmanlı Şeyhülislamı ve tarihçisi İbni Kemal
şöyle anlatır ; “Gelibolu’da doğan çocuklar timsah gibi su içinde büyürler.
Beşikleri ecel tekneleridir. Sabah ve akşam gemilerin sesleri ile uyurlar.’’4
Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Lisans 3.Sınıf öğrencisi.
[yilmazesmaa@gmail.com]
1 İdris BOSTAN, ’Piri Reis”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 34, İstanbul 2007,s.283.
2 BOSTAN, a.g.e., s. 283.
3 Mahmut AK, “Hind Donanması Kaptanı ve Bahriye Müellifi Piri Reis”, Osmanlı Bilim, C. 8, Yeni
Amcasını Osmanlı hükümdarı II. Bayezid‘in davet etmesi üzerine Piri Reis
‘de onunla beraber Osmanlı donanmasında çalışmaya başladı. 1502’de Osmanlı
Venedik Savaş’ında bir geminin kaptanı olarak görev yaptı. Amcasının 1511’de
ölümü üzerine Piri Reis bir süre Barbaros’un yanında çalıştı ve daha sonra
Gelibolu’ya çekilerek, ilk eseri olan dünya haritasını hazırlamaya başladı.7 Piri
Reis Gelibolu’da korsanlık yıllarında ve daha sonraki dönemlerde kendi
gözlemlerine dayanarak bir dünya haritasını çizmiştir.
126
Esma YILMAZ
——————————————————————————————
tarihten sonra güney denizlerinde görev yapan Piri Reis 1547 ‘de Hind
Kaptanıderyalığına getirildi.11 Amiralliğe eş olan bu makam, Umman Denizi ve
Kızıldeniz’deki Türk donanmasının en büyük makamıydı. Bu görevde iken Aden’i
fethetti. Maskat kalesini aldı ve Hürmüz kalesini kuşattı.12 Hürmüz’ün kalesinin
kuşatılması kaldırıldı.
İdamı
Bu seferler sırasında kendisinden yardımı esirgeyen Basra Valisi Kubad
Paşa’nın girişimi ile Piri Reis’in aleyhine olumsuz bir hava yaratıldı.13 Mısır
Beylerbeyi bazı kaynaklarda, Ahmet Paşazade Mehmet Paşa bazı kaynaklarda,
Semiz Ali Paşa olarak zikredilen beylerbeyi tarafından iyi karşılanmadı. Mısır
valisinin divân-ı hümayûna yazdığı onu kötüleyen mektubu üzerine İstanbul’dan
Piri Reis’in idam edilmesi emri geldi. Bu büyük Türk denizcisi ve âlimi 1552’ de
Mısır’ da idam edildi. 14
Genel olarak idam edilmesinde iki siyasi sebep ileri sürülmektedir. Biri,
Kubad Paşa’ya onu hoşnut edecek hediyeler vermemesi, diğeri sadrazam damat
İbrahim Paşa’nın himaye ettiği biri olmasıdır.
127
Piri Reis ( ? / 1552 )
——————————————————————————————
“Piri reis öldüğünde seksen yaşını aşmıştı; mirasçısı olmadığından (her ne
kadar Portekiz kaynakları bir oğlu olduğundan bahsediyorsa ) malı mülkü hazineye
devredildi. “Prof. Dr. Ertuğrul ÖNALP’in aktarımı ile Katip Çelebi, Piri Reis’in
ölümünden sonra serveti konusunda şöyle demektedir; “Hesapsız malı çıkıp miriye
zapt olundu... Ağzı mürebba içi altın dolu mertabani kavanozlar devlet kapısına
gönderdiler.”15
15 Ertuğrul ÖNALP, Osmanlının Güney Seferleri, Berikan Yayınevi, Ankara 2010, s.272
16 ÖNALP, a.g.e. , s.272
17 Nazım TEKTAŞ, Çadırdan Saraya Saraydan Sürgüne Osmanlı, Yeni Şafak, İstanbul, s.218.
18 www.belgeler.com/blg/gp0/piri-reis. 31 Mart 2010.
128
Esma YILMAZ
——————————————————————————————
haritacılığına tamamen uygun düşmekte, tarafsız gözlemler sonucu yapılmış
kusursuz bir harita olduğu kanaatine varılmıştır.”19
Birinci Harita
1925 yılında Topkapı Sarayı’nda bulunan harita deri üzerine 9 renkte boya ile
resm edilmiş, 86 cm boyunda, üst kısmı 61 cm, alt kısmı 41 cm genişliğindedir.
129
Piri Reis ( ? / 1552 )
——————————————————————————————
Harita 1: http://tarihvemedeniyet.org/wp-content/gallery/piri-reis-
haritlari/piri_reis_dunya_haritasi1.jpg
İkinci Harita
Ceylan derisi üzerine 8 renkle boyanmış olan harita 68x69 cm ebatlarında
olup Osmanlı tarzı çerçevesi ile süslenmiş, ilk haritadan daha itinalı çizilmiştir.
Çerçevenin sadece kuzey ve batı yönünde olması bunun da bir parçası olduğunu
göstermektedir. Birincide olduğu gibi bunda da Piri Reis‘in ismi ve haritanın tarihi
yer almaktadır. Dördü büyük süslü, ikisi küçük altı rüzgârgülü ile iki adet mil
ölçeği bulunmakta, ölçeğin altında, haneden haneye ellişer mil noktadan noktaya
onar mil olduğu belirtilmektedir. Haritada Atlas Okyanusu’nun kuzeyi ve Orta
130
Esma YILMAZ
——————————————————————————————
Amerika’ya yer verilmektedir.21 Bu harita bugün dünya ilim çevrelerince Kuzey
Amerika’ nın en eski ve en orijinal ilk ilmi haritası olarak kabul ediliyor.
“Piri Reis’in haritalarıyla ilgili ilk incelemeyi Alman Prof. Paul Kahle yaptı
ve bu incelemelerini, 1931 yılının Eylül ayında Leiden’de toplanan 18.
Şarkiyatçılar Kongresinde sundu. Tebliğ dünya ilim çerçevesinde ilgiyle karşılandı.
1931 yılının Aralık ayında Viyana akademisi haritası ile ilgili bir açıklama
yaptı. Bunu 23 Temmuz 1932’ de Türk Tarih Kurumu’nu The Illustroted London
News dergisinde yayınlandığı bir yazı takip etti. Bundan bir sene sonrada Prof. Paul
Kahle bununla ilgili küçük bir kitap yayınladı. Ayrıca harita 1932‘de en eski
haritası adıyla 325 sayılı Deniz Mecmuasında yayınlandı. Dikkatlerin Piri Reis’in
131
Piri Reis ( ? / 1552 )
——————————————————————————————
haritalarının üzerine çevrilisi ise 1935‘te başladı. Türk Tarih Kurumu önce
haritalardan birini tanıtıcı bir broşür ile birlikte yayınladı. O yıllarda Cenevre’de
bulunan Prof. Dr. Araf İNAN Cenevre Coğrafya Kurumu’na haritanın bir
kopyasını verdi. Harita büyük bir ilgiyle karşılandı.1937‘de ise değişik ülkelerin
gazetelerinde yayınladı”.22
Kitab-ı Bahriyye
1521’de ilk telifini gerçekleştirdiği eserini 1525’te tekrar gözden geçirerek
yeniledi ve İbrahim Paşa aracılığı ile Kanuni’ye sundu. Eserde Akdeniz ve Ege
kıyılarındaki şehir ve ülkeleri tarif ederek resim ve haritalarını verir.
Fasıllara ayrılan kitabın ilk iki faslında eser yazma sebebi ve Kemal Reis
ile beraber geçen deniz seferleri üçüncü ,,dördüncü ve beşinci fasıllarda fırtına ve
rüzgarların yönleri pusulaya dair bilgiler, altıncı ve yedinci fasıllarda haritalar,
sekizincide dünyayı kapsayan denizler ,dokuzuncuda Portekizlerin coğrafi keşifleri
verilir. Diğer bölümlerde Hint Denizi, Basra Körfezi, Atlas Okyanusu anlatılır.
132
Esma YILMAZ
——————————————————————————————
“Kitab-ı Bahriyye’nin Ayasofya kitaplığındaki yazma nüshası 424
yapraklıdır. 1935’te Türk Tarih Kurumu’nca bu yapıtın bir tıpkı basımı yapılmıştır.
Sadeleştirilerek 1973’te iki cilt olarak yayımlanan yapıt, 1988–1991 arasında da
özgün metni ile birlikte sadeleştirilmiş biçimi ve İngilizcesi bir arada dört cilt
olarak yeniden basılmıştır.”25
Sonuç
Osmanlı İmparatorluğunun en ihtişamlı döneminde donanmanın başında
bulunmuştur. Piri Reis’in gerek Akdeniz’deki Türk varlığının pekiştirilmesinde,
gerek Kızıldeniz’in Portekiz tecavüzlerinden korunmasında gerekse de Osmanlı
nüfusunun Hind sularına taşınmasındaki rolü büyüktür. Türk denizciliğine büyük
hizmetleri geçmiştir.
Piri Reis çağdaş bilim insanları gibi yalnız gözlem, inceleme ve
araştırmalarıyla yetinen biri olmamıştır. Bilgiye erişmek ve bunu değerlendirmek
istemesinin amacı elde ettiği sonuçları toplumun ve bireylerin yararlanmasına
sunmuştur, bunun en büyük örneği haritaları ve Bahriyye’sidir. Araştırmalarını
insanlar için yapmış, bulup öğrendiği gerçekleri, bilinçli olarak başkalarına
yansıtmak istemiştir.
133
Piri Reis ( ? / 1552 )
——————————————————————————————
Kaynakça
AFYONCU, Erhan, Sorularla Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul 2010.
AK, Mahmut, “Hint Donanması Kaptanı ve Bahriye Müellifi Piri Reis”, Osmanlı
Bilim, Cilt 8,Ankara 1999.
AK, Mahmut, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Cilt 2, İstanbul
2008.
BOSTAN, İdris, “Piri Reis”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt 34,
İstanbul 2007.
ÖNALP, Ertuğrul, Osmanlının Güney Seferleri, Ankara 2010.
TEKELİ, Sevim, The Oldest Map Of Japan Drawn By A Turk Mahmud Of
Kashgar The Map Of America By Piri Reis, Ankara 1986.
TEKTAŞ, Nazım, Çadırdan Saraya Saraydan Sürgüne Osmanlı, İstanbul (Basım
yılı yok).
www.belgeler.com/blg/gp0/piri-reis
www.belgeler.com/blg/gpx/piri-reis
http://tarihvemedeniyet.org/wp-content/gallery/piri-reis haritlari/piri_reis_
dunya_haritasi1.jpg
134
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Duygu ÇELİK *
Ramazan ŞAMLI **
——————————————————————————————
ÖZET
Kadınların siyasi hayattaki yerini tam anlamıyla alması ancak 20.yüzyılda
mümkün olabilmiştir. Kadınların da erkekler gibi siyasi haklarını elde etmesi elbette uzun
bir süreç gerektirmiştir. Gerek İslamiyet öncesinde gerekse de İslamiyet sonrasında kurulan
Türk devletlerinde kadınlar toplumsal yaşamın bir parçası olarak belirli haklara sahiptirler.
Osmanlıların Meşrutiyeti ilan etmesiyle birlikte kadın toplumsal yaşamdaki bu haklarını
daha da zenginleştirmek istemiş ve haklar konusunda daha büyük adımlar atmıştır. Bu
adımların bir neticesi olarak, İttihat ve Terakki Fırkasının iktidarı zamanında kadınların
siyasal hayata katılımı konusu gündeme gelmiş ve bu konuda ilk tartışmalar yaşanmıştır.
Tartışmalar meyvesini Cumhuriyet döneminde vermiş; Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk
kadını siyasal haklarına kavuşabilmiştir.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi ABD, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul,2007,s.15.
Türk Kadınının Meclise Yürüyüş Süreci
——————————————————————————————
elçilerini hakanla beraber kabul ederdi. Türk hakanlarının fermanları yürürlüğe
gireceği zaman mutlaka “Hakan ve hatun buyurur ki’’ diye başlardı.3
3 Vahap Sağ ,“Tarihsel Süreç İçerisindeki Türk Kadını ve Atatürk”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler
136
Duygu ÇELİK & Ramazan ŞAMLI
——————————————————————————————
oluşturduğu bir düzen içinde yaşamaktadır. Anadolu kadınının gelecekteki Osmanlı
Devlet inde varlığını hiç duyuramayacak hale geçişinin süreci ilk Selçuklularda
başlamıştır. Göçebe Oğuz kadını ilk kez Türk erkeğinden geride kalmaya
başlamıştır. Toplumsal olayların dışında bırakılmıştır. Selçuklular İslamiyet’i
devlet düzeninde uygulamışlardır bu da beraberinde saraylı kadınların dahi
erkeklerle karşı karşıya oturup fikirlerini savunmasının önünü kapatmıştır.7
İslamiyet’e girmemizden sonra 1070 yılında yazılan Kutadgu Bilig, eski Türk
destanları gibi kadını yüksekte görmez. Kız çocuğunu değersiz bulur. Kadınların
örtünmelerini ister. Artık Türk toplumunda kadına bakış değişir. Selçukluların
X.yy. Anadolu’ya gelene kadar, İslamiyet’in etkisine rağmen kadın aktif bir rol
üstlenir.8
İslam dinini kabul etmesine rağmen Türklerin İslam öncesi törelere saygı
göstermeye devam ettikleri bilinmektedir. Dede Korkut Hikâyelerine göre
kadınlarda kahramanlık analık önemlidir. Dede Korkut’ta kadın eş ve anne olarak
toplumda saygın durumdadır ve tek evlilik esastır. Ancak daha sonra durum yavaş
yavaş bozulmaya başladığı görülmektedir. Nitekim Selçuklu Veziri Nizamül-mülk
“siyasetname” yapıtında şu öğütlerde bulunmaktadır. “Hükümdarın emrindeki
kişilerin iktidarı kullanmaları caiz değildir. Bu kural özellikle kadınlara
uygulanmalıdır. Çünkü onlar çarşaf ve peçe giyen ve aklen gelişmemiş kimselerdir.
Onların tek görevi neslin devamını sağlamaktır… Ne zaman ki hükümdarların
eşleri devlet işine karışır ise o zaman işler kötüye gider…” demektedir. Görüldüğü
üzere İslamiyet’in kabulünden hemen sonra Türk kadını için hemen bir değişiklik
olmamış ancak, zamanla sokağa çıkmayan ve gerek evlerde gerekse sokakta belli
kurallar içinde hareket etmek zorunda kalan bir kadın tipi gelişmiştir.9
137
Türk Kadınının Meclise Yürüyüş Süreci
——————————————————————————————
getirmişti.11İslamiyet’in kabulünden sonraki süreçte kadın eski etkinliğini
yitirmiştir. Bunun nedeni, İslâm dininin kendisinden çok O’nun yanlış anlaşılması,
yani Kur’an ayetlerinin doğru yorumlanmamasıdır. Ayrıca İslam’a uydurma
hadisler sokulması ve temas kurulan Bizans, İran ve Arap kültürleriyle etkilenmesi
gibi nedenlerden ötürü asırlar boyu kadınlar haklarından mahrum edilmiştir.12
138
Duygu ÇELİK & Ramazan ŞAMLI
——————————————————————————————
beklenemezdi. Zira devlet teokratik bir yapıda ve padişah tarafından
yönetilmektedir. Siyasi alanda erkeğin bile önemli haklara sahip olduğundan söz
edilemezdi. Böylesine bir yönetim şeklinde kadının hakkını araması için
faaliyetlerde bulunması da beklenemezdi.
139
Türk Kadınının Meclise Yürüyüş Süreci
——————————————————————————————
Darülfünununda yapılan toplantı sırasında bir hanım ’’Kim demiş bir kadın küçük
şeydir. Bir kadın belki en büyük şeydir’’ diyerek Türk kadını erkeği yanında
mücadeleye hazır olduğunu haykırıyordu.18
140
Duygu ÇELİK & Ramazan ŞAMLI
——————————————————————————————
verilmiştir. Türk kadınlar bu hakkı elde ettiği zaman daha Avrupa, Amerika ve
Asya’daki birçok ülkede kadınlar bu haklardan yoksundular. Bu da kadın
haklarının önemini daha da arttırmıştır.
141
Türk Kadınının Meclise Yürüyüş Süreci
——————————————————————————————
Sabiha Gökçül Erbay (Balıkesir ): 1900’da Bergama’da doğdu. İstanbul
Kız Muallim Mektebinde ve Yüksek Kız Muallimin İhzari (hazırlık) kısmında
okumuştur. İzmir Kız Muallim Mektebinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük
yapmıştır. Adana Lisesi ve İstanbul Erenköy Kız Lisesinde de öğretmenlik yapan
Gökçül V. Dönemde Balıkesir, VI. ve VII. Dönemde ise Samsun milletvekili
olmuştur. TBMM Başkanlık Divanı Kâtip üyeliğinde de bulunmuştur.
Şekibe İnsel (Bursa): 1886’da İstanbul’da doğdu. Ortaokul mezunuydu.
Almanca biliyordu. Seçilmeden önce çiftçilikle uğraşıyordu. V. Dönemde
milletvekiliydi.
142
Duygu ÇELİK & Ramazan ŞAMLI
——————————————————————————————
Bursa Kız Lisesi Müdürlüğü yaptı. V. VI. VII. Dönem İstanbul, VIII. Dönem
Ankara Milletvekilliği yapan Öymen, 1983’te vefat etti.
143
Türk Kadınının Meclise Yürüyüş Süreci
——————————————————————————————
açtığı ilk ve orta tahsilli Yeni Türkiye Özel Mektebi’nde müdürlük ve öğretmenlik
yaptı.
Benal Nevzad İstar Arıman (İzmir ): 1903’te İzmir’de doğdu. İlk ve orta
öğrenimini İzmir’de yaptı. 1921’de Paris Sorbonne Üniversitesi’nin Edebiyat
bölümünden mezun oldu. Döndükten sonra Hilâliahmer ve Himaye-i etfal gibi
yerlerde sosyal faaliyetlerde bulundu. CHF vilayet heyeti üyeliği de yapan Arıman,
Fransızca ve Rumca biliyordu. Uzmanlık alanı belediyecilik, sosyoloji ve
edebiyattı. İzmir Belediye üyeliği de yapan Arıman,V,VI.,VII., ve VIII. Dönemde
İzmir Milletvekilliği yaptı. 1990’da vefat etti 23
Sonuç
Türk kadını, Milli Mücadele öncesindeki miting ve faaliyetleriyle, Milli
Mücadele sırasında cephede ve cephe gerisindeki duruşuyla neler yapabileceğini
dünyaya göstermiştir. Bağımsızlığımızı kazanmamızda sembol olan kadınlarımız
siyasi hayattaki yerlerini geç de olsa almayı başarmışlar. Bu geç kalmanın sebebine
yukarıda değinmiştik. Bir nevi kadınlarımız sırasıyla 1930 belediye seçimleri ve
144
Duygu ÇELİK & Ramazan ŞAMLI
——————————————————————————————
1934 milletvekili seçme ve seçilme hakkı ile cephede ki azmini siyasi alana taşımış
oluyordu. Şüphesiz ki Mustafa Kemal Atatürk de kadınların neler yapabileceğinin
farkındaydı. Bu sebeple onların meclis koltuklarına taşınmalarına yardımcı oldu.
Sosyal ve siyasi alanlarda hak sahibi olan kadınlarımız kendilerine gerekli olan
saygıyı bulmuş ve bu saygı ile vatana yeni ideolojide gençlerin yetişmesinde aracı
olmuşlardır. Böylece Cumhuriyet gençliğinden itibaren sosyal hayatta kadın daha
önemli bir konuma gelmiş ve toplumdaki saygısı daha da artmıştır. Kadın ve erkek
meclis kürsülerinde de yan yana yollarına devam etmektedirler.
Kaynakça
ALTINDAL, Aytunç, Türkiye’de Kadın, Alfa Yayınları, İstanbul,2004,Ss.27-58
ARIBURNU, Kemal, Milli Mücadelede İstanbul Mitingleri,1975,s.5-10.
Atatürk’ün Söylev Ve Demeçleri, C.II, Ankara 1981,s.147-148
ÇİFTÇİ, Oya, Kadın Sorunu ve Türkiye’de Kamu Görevlileri Kadınlar, A.İ.E
Yayınları, Ankara,1982
İNAN, Afet, “Atatürk Ve Kadın Haklarımızın Kazanılması”, İstanbul,1968
İNAN, Afet, Tarih Boyunca Türk Kadının Hak ve Görevleri, İstanbul 1982,s.108.
KONAN, Belkıs, “Türk Kadınının Siyasi Hakları Kazanma Süreci”, Politikada
Kadın, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, s.5-6
KURNAZ, Şefika, Yenileşme Sürecinde Türk Kadını 1839-1923,Ötüken Yayınları,
Ankara, 2011,s.255-256.
ÖZDEMİR, Gülen, ”Türk Kadının Toplumsal Konumunun Gelişim Süreci”, Namık
Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tekirdağ,2009,s.8.
ÜLKER, Nuran, “Türk Kadını” Lisans, Yeditepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri Ve
İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul,2010S s 2-8
SAĞ, Vahap ,“Tarihsel Süreç İçerisindeki Türk Kadını ve Atatürk”, C.Ü. İktisadi
ve İdari Bilimler Dergisi, C.II, S.1,Cumhuriyet Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi.
SEZER, Ayten, Türkiye’deki ilk Kadın Milletvekilleri ve Meclisteki Çalışmaları,
s.7-8.
SÜREYYA, Şevket Aydemir, Tek Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul,2011, s.244
TERZİOĞLU, Zübeyde, Basına Göre Türk Kadının Siyasi Hakları (1930-
1935),Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi ABD, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,2007,Ss.15-
22
http://www.artvindernegi.com/artvinsayfalari/ilkkadinbelediyebaskani.
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/milletvekillerimiz_sd.dagilim
145
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
ÖZET
İhtilâl yapan uluslar içinde daima fikir ayrılıkları yaşanmış, iki grup birbirlerine
fikirlerini kabul ettirmeye çalışmış ya da birbirlerini dışlamışlardır. Yunan ihtilâli öncesi bu
durumun tekrarı yaşanmış, Osmanlı yandaşı olan gruplar ile bağımsız olmak isteyen
Yunanlı gruplar arasında büyük tartışmalar yaşanmıştır. İki farklı kutup olan Rigas ve
V.Grigoros bu tartışmaların merkezlerinde yer almıştır. Rigas milliyetçilik, hürriyet, gibi
kavramlardan etkilenmiş, V.Grigoros ise bu fikirlere karşı büyük bir savaş vermiştir.V.
Grigoros yetkisi ile Rigas ve arkadaşlarını aforoz etmiştir. Rigas’ın Belgrad’da ölümünün
ardından yazdığı eserler halk arasında yayılmıştır. Buna rağmen 1821’de ihtilâle destek
suçlamasıyla Patrikhane’nin orta kapısında idam edilmiştir. İki kişinin ölümü ise Yunan
halkının milli bilinçlerinin oluşmasında büyük etki yaratmış ve Yunan ulusu uzun süreden
beri beklediği bağımsızlığa 1829 yılında zorlu mücadelelerden sonra Avrupalı devletlerin
de desteği ile kavuşmuştur. Lakin kendi iki kahramanını da unutmamış gönüllerinde,
dillerinde yaşatmaya devam etmişlerdir.
——————————————————————————————
Giriş
Dünya tarihinde gerçekleşen hemen her ihtilâlin bir kahramanı, bir sembol
karakteri olmuştur. Bu kahraman ya da sembol karakterler bazen bizzat ihtilâle
katılmamış olsa bile görüşleri, eserleri, en önemlisi ölümleri ihtilâl ateşini
etkilemiştir. Roma’daki köle ayaklanmasında simgeleşen Spartacus, İngilizlere
karşı Fransız bilincini oluşturan Jean de Arc, Türk Kurtuluş Savaşının lideri
Mustafa Kemal ATATÜRK, bu simgelere örnek teşkil edilebilir. Yunanlılara
bağımsızlığını getiren 1821 yılında ki ihtilâl hareketinin de iki büyük sembol ismi
vardı; ilki eserleri, duruşu ve ölümü ile 18. yüzyıldan günümüze dek önemini
koruyan Velestinli Rigas, ikincisi ise idamı ile ihtilâlin yönünü değiştiren
V.Grigoros’tur. Biri millî duygularına sadık, diğeri Tanrı’ya, biri bağımsız bir
Yunanistan’da yaşamak isterken, biri Tanrının kendilerine layık gördüğü ülkede
yaşamak istemekteydi. Bu iki zıt kutbun buluştuğu tek nokta ise darağacı olmuştur.
Belirli bir coğrafyada ortak kültür veya etnik kökene sahip toplulukların
siyâsî ve tarihî meşruiyetiyle yücelmesini hedefleyen siyasal, sosyal, kültürel, dini
düşünce ve yaklaşımlarla ideolojik anlamda millî devletin güçlenmesini en önemli
hedef sayan2 fikir akımına (genel olarak) milliyetçilik denir. Milliyetçilik 18.
Yüzyıl ile birlikte ortaya çıkmış ve dünyaya yayılmış olsa da kişinin içinde
bulunduğu sosyal gruplara ve kültürel unsurlara yakınlık göstermesi insanlık tarihi
kadar eskidir.
1Konstantin Çukalas, Yunanistan Dosyası, Çev. Şeyla, Ant Yayınları, İstanbul, 1970, s.14.
2“Milliyetçilik”, TDVİA, C.30
3İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayıları, İstanbul, 2010, s.67
4Ortaylı, a.g.e., s.70-71
147
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
Ortodoks Rumlar, imparatorluktaki imtiyazı nedeniyle Yunan dili ve eğitimi bir
engelle karşılaşmadan yaşayabiliyordu. Bab-ı Âlî tarafından yerine göre Rumca
fermanlar kaleme alınmış ve Rumca yarı resmi dil olarak yaşamıştır5.
5Ortaylı, a.g.e., s.73, Osmanlı’daki millet sistemi ve Rumların sahip olduğu diğer imtiyazlar için bkz.
M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi Mit ve Gerçek, Klasik Yayınları, İstanbul, 2007
6Barbara Jelavich, Balkan Tarihi I, Çev. İhsan Durdu, Haşim Koç, Gülçin Koç, Küre Yayınları,
31
148
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
1814’te Odessa’da kurulan Philike Hetairia (Filiki Eterya-Dostluk
Cemiyeti) büyük ölçüde Karadeniz limanlarındaki ve Rusya’daki Yunanlı aydın ve
tüccarların toplandığı gizli bir cemiyetti. Bu tür cemiyetler birçok yerde
kurulmuştur. Hatta bazı yerlerdeki hetairia’lara Bulgarlardan ve Fenerli beylerden
de üyeler katılıyordu. Cemiyetin etkin rol oynadığı alanlar, kültür hareketleri,
eğitim ve siyasal propaganda olarak sayılabilir9.
Fransa’nın ise ihtilâle hem fikren hem de askerî güç olarak desteği
olmuştur. Fransız İhtilâli’nin ardından kendilerini Antik Yunanın devamı ve
özgürlüğün tek kalesi olarak gören Fransızlar, özellikle Napolyon döneminde
Yunanlıları çok etkilemişlerdir. Voltaire gibi Fransız aydınlarının görüşleri
Yunanlılar tarafından benimsenmiştir.
9Ortaylı,a.g.e., s.93
10Ayrıntı için bkz.; Preservend Smith, Rönesans ve Reform Çağı, Çev. Serpil Çağlayan, İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s.s. 115-119
11Sacit Kutlu, Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti, Bilgi
149
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
1820’de Boğdan’da Aleksandr Hypsilantis önderliğinde başlattığı isyan
bağımsız Yunan devleti için gerçekleşen ilk harekettir. Kuzeyde olayların
başlamasının ardından hükümet özellikle merkeze yakın şehirlerde yaşayan
Rumların ellerinden silahlarını almıştır13. Lakin kuzeydeki isyan başarıya
ulaşamamış ve Mora yarımadası ile adalar ihtilâlin merkezi olmuştur. 12.2.1821 de
başlayan olaylar bütün Mora ve adalara sıçramıştır14. Haberler sonucu merkeze
büyük bir soruşturma açılmış ve isyanda parmağı olanlar ya da şüphe taşıyanlar
büyük cezalara çaptırılmıştır. Ancak ihtilâl hareketi bütün hızı ile devam etmiş,
Mehmed Ali Paşanın yardımları, Avrupa devletlerinin Navarin baskını sonucu
yetersiz kalmıştır. Rusya, Osmanlı’ya harp ilanı ve Osmanlı’nın yenilmesi üzerine,
1829 yılında Edirne antlaşması ile Yunanlılar bağımsız bir ülke kurmuşlardır.
Şimdi bu hareketin önemli iki ismine bakalım.
ki Eflak ayaklanmasını Rus Çarının yaveri olan Aleksandır Hypsilantis başlatmıştır. Bu ayaklanmanın
başarıya ulaşamayınca kardeşi Dimitrios Hypsilantis Mora da Yunan İhtilâl hareketini başlatmıştır.
16Yunanca, Fransızca, Türkçe, Arapça, İtalyanca ve Almanca biliyordu.
17Millas,a.g.e., s. 89
18Millas, a.g.e., s. 91
150
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
1793’te Eflâk’ta karşımıza çıkan Rigas 1 Ağustos 1796’da ikinci kez
Viyana’ya gitmiştir. Lakin bu yıllarda Avusturya, Fransa ile arasında süren savaş
ve ülkesindeki Macarlardan dolayı, düzeni değiştirmek isteyen liberallere karşı sert
önlemler alınmıştır. Rigas’ın Fransızlar ile iş birliği içinde olduğu haberi hükümete
ulaşınca, Rigas da dikkat edilecekler listesine alındı ancak Rigas bu gelişinde
yoğun bir yayın hazırlığına girişir. “Eflâk’ın Yeni Haritası”, “Boğdan’ın Genel
Haritası” ve “Hellas’ın Haritası’nı”(Resim 2) yayınladı. Bunların içindeki en
önemli eseri kuşkusuz Hellas’ın Haritasıdır. 12 parçadan oluşan harita 2x2 metrelik
bir pano oluşturmaktaydı. Kapladığı alan Tuna boylarından, Girit’e ve Adriyatik
denizinden, Anadolu ortalarına kadardı. Haritada her yörenin antik ismi, Antik
dönemdeki önemli olaylar ve ünlü kimseler belirtiliyordur. Antik para ve Bizans
imparatorları da eklenen harita, Yunan Uygarlığının yüceliğini gösteren bir çalışma
olmuştur.
19Bu şiirin tamamının çevirisi ve yorumları için bkz. Millas, a.g.e, s. 275-263
20Millas, a.g.e., s. 98
21Millas, a.g.e, s. 101
151
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
Rigas’ın şiirinde yer alan bu birleştirme çabaları, bazı yazarları Rigas’ın
Bektaşi olduğu düşüncesine22 bazı isimleri ise mason olduğu 23 fikrine itmiştir.
Lakin bu iki fikrinde doğruluğu tartışmalıdır.
Rigas’ın marş isimli şiiri Korfu adasında basılınca gizli yollardan Mora’ya
ve Yunanlıların yaşadığı diğer yerlere gönderilmiştir. 1797 Mayıs ayında Marş’ın
22Frederick William Hasluck, Christianty and Islam under the Sultans, Oxford, 1929, p. 586-596, bu
yazarın görüşlerini aktaran Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, (Yay. Haz. Ahmet Kuyaş),
YKY, İstanbul, 2012, s. 158
23Örneğin; Herkül Millas
24Rigas’ın hazırladığı Anayasa ve Fransız Anayasası ile karşılaştırması için bkz. Millas, a.g.e., s. 263-
294
25Millas, a.g.e., s. 110
26Millas, a.g.e., s. 111
152
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
Makedonya’nın Siatista kentinde söylendiği bilinmektedir27. Bunun dışında şiir
özellikle ihtilâl sırasında Palikaryalar tarafından tutku ile söylenmiştir. Rigas 1829
yılında kurulan Yunan Devletinin temellerinden biri sayılmış Atina Üniversitesinin
bahçesine bir heykeli dikilmiştir. Rigas diğer Balkan ulusları tarafından da çok
çabuk tanınmıştır. Öldürüldü kale’ye hayatını anlatan bir anıt dikilmiş (Resim4),
bunun yanında Belgrad’a bir heykeli dikilmiştir. Rigas’ın “tiran”’a karşı verdiği
mücadele Yunanlıları o kadar çok etkilemiştir ki 1970’ler de cunta’ya karşı direnen
solcuların bile simge ismi olmuştur (Resim 5).
153
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
fikrine kapılanları İsa’ya ihanet eden Yahuda ile eş tutmuş, egemenliğin tanrı
tarafından verildiğini, kendilerini besleyen ve koruyan devlete karşı haince yapılan
her şeyin Tanrı’ya karşı yapılmış olduğunu söylemiştir. Ayrıca “tanrısal yasaları
ve dinsel yazıtları ihlal ettiklerinden, minnet ve teşekkür edilmesi gerekenlere karşı
nankörce davrandıklarından, ahlak ve politik kurallara karşı
geldiklerinden,masum ve sorumluluk taşımayan soydaşlarımızın ölümlerine neden
olduklarından, aforoz edilmişlerdir ve ölümlerinden sonra da bedduaedilmiş ve
affedilmemiş olarak kalacaklardır ve üstelik onlara katılanlar da aynı yolu
izleyecektir”34diye eklemiştir. Bu yayınlarına rağmen,1808 yılında III. Selim’i
tahtan indiren yeniçeri isyanı V.Grigoros’a da sürgün yolu göstermiş ve
Büyükada’ya sürgün edilmiştir. 1810 yılında ise Selanik’in güneyinde bulunan
Agio Oros manastırına yerleşmiştir.
154
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
İdamlar ile gücünü gösterdiğini ve isyanları bastıracağını düşünen Osmanlı
yanıldığını çok çabuk anlamış ve zaten Mora’da başlamış olan ihtilâl hareketi ile
yüz yüze gelmiştir. Patriğin ve diğer metropolitlerin idam haberleri Mora’da
yayılınca ihtilâl hareketine destek bir anda artmış ve Türklere karşı büyük bir kıyım
hareketine girişilmiştir. İhtilâl hareketi boyunca her iki halktan da binlerce kişinin
ölümüne sebep olmuş ve bağımsız Yunanistan kurulmuştur. Kurulan devleti
patrikhane 17 yıl tanımamasına rağmen sonunda tanımıştır.
Sonuç
Yunanistan’ın bağımsızlığı kazanmasında hayâtî öneme sahip olan bu iki
kişinin sonu darağacı olmuştur. Eğer bu iki kişinin hayatı bu şekilde sonlanmasa idi
ne olurdu? Yunanistan bağımsız olur muydu? Bu sorular maalesef ki ebediyen
insanın aklını kurcalamaya devam edecektir.
Kaynakça
Arşiv Kaynakları
BOA
Hat
Gömlek No:222 Dosya No:12425
Cevdet Dâhiliye
6970
Araştırma Eserler
ARIKAN, Zeki, “1821 Yunan İsyanının Bşlangıcı”, Askeri Tarih Bülteni, S.22,
Ankara 1987, ss.97-132
BAYRAK, Meral, “Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında Rum İsyanı Sırasında
Avrupalı Devletlerin Tutumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, YTY, C.2,
Ankara, 1999, ss.71-86
BERKES, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, (Yay. Haz. Ahmet Kuyaş), YKY,
İstanbul, 2012
CEVDET, Ahmed, Tarih-i Cevdet, Matbaa-i Osmaniye, 1301
CLOGG, Richard, Modern Yunanistan Tarihi, Çev. Dilek Şendil, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2009
155
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
ÇUKALAS, Konstantin, Yunanistan Dosyası, Çev. Şeyla, Ant Yayınları, İstanbul,
1970
ERCAN, Yavuz, “Osmanlı İmparatorluğunda Gayrimüslimlerin Giyim, Mesken ve
Davranış Hukuku”, OTAM, C.1,S.1, Ankara, 1990, ss. 117-125
HASLUCK, Frederick William, Christianty and Islam under the Sultans, Oxford,
1929
http://www.ec-patr.org/list/index.php?lang=gr&id=282 04 Nisan 2013
İNALCIK, Halil, “Helenizm, Megali İdea ve Türkiye”, Doğu-Batı Yayınları, S. 31,
İstanbul, 2005, ss. 8-25
JELAVİCH, Barbara, Balkan Tarihi I, Çev. İhsan Durdu, Haşim Koç, Gülçin Koç,
Küre Yayınları, İstanbul, 2009
JORGA, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Çev. Nilüfer Epçeli, Yeditepe
Yayınları, C.V, İstanbul 2005
KENANOĞLU, M. Macit, Osmanlı Millet Sistemi, Klasik Yayınları, İstanbul,
2007
KUTLU, Sacit, Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı
Devleti, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007
KÜTÜKOĞLU, Mübahat S., “Yunan İsyanı Sırasında Anadolu ve Adalar
Rumlarının Tutumları ve Sonuçları”, Üçüncü Askeri Tarih Semineri
Bildirileri, Ankara 1986, ss.133-161
MİLLAS, Herkül, Geçmişten Bugüne Yunanlılar Dil, Din, Kimlikleri, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2004
------------------Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994
ORTAYLI, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, İstanbul,
2010
ÖZCAN, Azmi, “Milliyetçilik”, TDVİA, C.30
ÖZTUNA, Yılmaz, Devletler ve Hanedanlar, C. 4, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Ankara, 2005
PRESERVEND, Simith, Rönesans ve Reform Çağı, Çev. Serpil Çağlayan, İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009
SEZER, Hamiyet, “Mora İsyanı ve Yunanistan’ın Bağımsızlığı (1821-1829),
Osmanlı Ansiklopedisi, C.2, Ankara 1999, ss. 87-93
156
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
Ek 1
157
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
Resimler
158
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
159
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
160
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
161
Yasin ÖZDEMİR
——————————————————————————————
162
Zıt Kutupların Ortak Sonu (Rigas ve V.Grigoros)
——————————————————————————————
163
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Göktuğ İPEK
——————————————————————————————
ÖZET
İçinde bulunduğumuz ay, Türk tarihinde önemli olayların yaşandığı aylardan
birisidir. Bu olayların en önemlilerinden ikisi; 15 Mayıs 1919’daki İzmir işgali ve 19 Mayıs
1919’daki Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıdır. Aslında bu iki hadise ilk bakışta her ne
kadar birbiriyle bağlantısız gözükse de dikkatli bakıldığında hiç de öyle olmadığı
anlaşılmaktadır. Zira bu iki olay ile hem Batı’da Kuvay-ı Milliye’nin hem de ülke
genelinde İstiklal Harbi’nin temelleri atılmıştır.
Türk tarihinde çok mühim bir yer teşkil eden bu iki olayın tabi ki sadece yaşandığı
dönemi etkilemesi ve o dönemde yankı bulması beklenemez. Tarihi olayların özellikle de
milletlerin kaderine yön veren olayların kalıcılığından yola çıkarak bu iki olayın 1940’lı
yılların ikinci yarısında İzmir Basını’nda hatırı sayılır bir yer edinmiş olan Dokuz Eylül
gazetesinde ne gibi yansımaları olduğu inceleme gereği hissedilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İzmir İşgali, 19 Mayıs 1919, Dokuz Eylül, İzmir Basını
——————————————————————————————
Giriş
I.Dünya Savaşı’ndan önce meydana gelen Trablusgarb Savaşı ve Balkan
Savaşları sonucunda kaybedilen topraklar Osmanlı Devleti yöneticileri ve halk
üzerinde kapanmaz yaralar açmıştı. Osmanlı Devleti bu psikolojik çöküntü
içerisindeyken I.Dünya Savaşı gelip kapısına dayanmıştı. O tarihlerde yönetimi
elinde bulunduran İttihatçılar savaşın kaçınılmaz olduğunu anladıkları andan
itibaren bir yandan İngiltere ve Fransa ile anlaşarak onların safında savaşa
katılmaya çalışırken diğer yandan da Almanya ile ilişkilerini devam ettirmiştir.
Ancak İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ni savaşta paylaşılacak bir pasta olarak
görmeleri ve onlara yarardan çok zarar getireceği görüşünde olmaları sebebiyle
Osmanlı Devleti’nin ittifak teklifini reddetmişlerdi. Böyle olunca zaten Alman
sempatizanı olan iktidar Almanya ile 2 Ağustos 1914’de gizli bir ittifak anlaşması
imzaladı. Daha sonraki gelişen süreçte ise Osmanlı Devleti’nin fiilen savaşa
müdahil olması için gereken sadece ufak bir bahaneydi. Bu bahanede Goben ve
Breslav isimli iki Alman zırhlısının İngilizlerden kaçarak Osmanlı Devleti’ne
sığınmasıyla kendiliğinden ortaya çıkmış oldu. Bu iki gemiyi satın aldığını
Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Yüksek Lisans
Öğrencisi, [goktugpek@hotmail.com]
Dokuz Eylül Gazetesi’nde İzmir’in İşgali Ve Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İle İlgili Makaleler
——————————————————————————————
belirterek İngilizlere teslim etmeyen Osmanlı Devleti, mürettebata Osmanlı
kıyafetleri giydirilerek Karadeniz’de tatbikata gönderildiği sırada Alman
askerlerinin Sivastopol’u bombalaması sonucu savaşa fiilen katıldı. Ve böylece
savaş Avrupa kıtasından sonra Osmanlı topraklarına da sıçramış oldu.
165
Göktuğ İPEK
——————————————————————————————
savunan İtilaf Devletleri buradaki asayişin sağlanması için İstanbul hükümetinin
önlem almasını istiyordu. İşte M. Kemal’in aradığı fırsat ortaya çıkmıştı. M.
Kemal’in 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gönderilmesine karar verildi. Ve
böylece Kurtuluş Savaşı’nın bir başka kıvılcımı daha çakılmış oldu.
İlk röportaj yapılan kişi Ali Gönenli isimli kişidir. Bu kişinin o tarihlerde
Ankara Palas’ın yanında bir dükkanı vardır. Yani bu kişinin o tarihlerde bir esnaf
olduğu anlaşılmaktadır. Ali Gönenli’nin anlattığına göre, Aya Fotini kilisesi
metropoliti Hrisostomos İzmir’deki Rumları teşkilatlandırarak işgale zemin
hazırlıyordu. Ayrıca Ayvalık, Midilli ve diğer adalardan Rum getirterek İzmir’deki
Rum sayısını arttırmaya çalışıyordu. Yunanlılar İzmir’i işgale başlayınca Vasıf,
Necati ve Haydar Rüştü gibi gençler halkı uyandırmaya çalışmış ve başarılı da
olmuştur. Hemen Redd-i İlhak cemiyeti kurulmuş ve bir beyanname
yayınlanmıştır. Yunan askerleri karaya çıkmaya başladığında halk da
1 Hasan Mert, “Necdet Öklem ve 1940-1960 İzmir’de Siyasi Hayat”, (Ege Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisan Tezi, İzmir 1995), s.22
2 Türkmen Parlak, Yeni Asır’ın İzmir Yılları, İzmir, 1990, c.II, s.596
166
Dokuz Eylül Gazetesi’nde İzmir’in İşgali Ve Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İle İlgili Makaleler
——————————————————————————————
hapishanelerin ve cephaneliğin kapısı açarak silahlanmış Yunan askerlerini
karşılamaya gitmiştir. Gönenli, bu esnada aralarından bir kişinin Yunan askerine
bir el ateş ettiğini ve ateş eden bu kişinin bugün hala bilinmediğini belirtiyor. O
tarihlerde bilinmese de bugün bilinmektedir ki bu kişi Hasan Tahsin’dir. Bu olayın
üzerine Yunan askerleri dağılarak siper almış sonra da kışlayı basarak Türk
askerlerine saldırmışlardır. Ertesi gün yakalanan Gönenli dövülmüş, soyulmuş ve
hakarete uğramıştır. Bu sırada Gönenli’yi tanıyan bir Rum Yunan askerlerini onun
zararsız olduğuna inandırmış ve serbest bırakılmasını sağlamış. Yerli Rumlar işgal
ordusunun askerleriyle birleşip Türk evlerini basıp yağma etmişlerdir. Bu şartlar
altında İzmir’de kalamayacağını düşünen Gönenli Alaşehir’e gitmiş ve orada
Kuvay-ı Milliye’ye katılmıştır. Onun deyimiyle …bu günden 9 Eylül’e kadar
geçen zaman zarfında her gün başka bir dağda başka bir bucakta gavur
kovaladım. Kah Kütahya’da göründüm, kah Gediz’de çarpıştım, bazen Bozdağ
akıncılarına katıldım, bazen Uşak yollarını tuttum. Fakat her zaman vatan yolunda
ve vatan emrinde idim…3
3 Necip Mirkelamoğlu, Kara günlerini unutan milletler istiklallerini devam etmeğe asla hak
kazanamazlar!, 29 Mayıs 1947, s.5
4
“İlhakı red cemiyetinin İzmir’in işgalinden önce yayınlanan beyannamesi”, 29 Mayıs 1947, s.1
5 “İzmir’in Kara günü”, 16 Mayıs 1949, s.2
167
Göktuğ İPEK
——————————————————————————————
Rum papaz ile sohbetlerini anlatarak makaleye başlıyor. Rum mübadillerinden olan
Müftüoğlu Yordan isimli bu papaz, ecdadının bir kelime bile Rumca bilmediğini,
kendilerinin de Rumca’yı bile Türkçe okuyup yazdığını söylemiştir. Etnik-i Eterya
cemiyetinin Anadolu’ya papazlar, doktorlar ve öğretmenler göndererek onları
kandırdığını ve onları Türk düşmanı yaptığından yakınmıştır. Daha sonra o ve onun
gibiler mübadele ile Yunanistan’a gidince Türk soyu diyerek aşağılanmışlar, işsiz
kalmışlardır. Yine yazarın Atina notlarından alınarak gazeteye aktarılan anılarında
Yunanlıların 25 Mart’taki İstiklal bayramlarında Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren
Türkleri aşağıladıklarından bahsedilmiştir. Makalenin ikinci kısmında ise konuya
bağlantılı bizi ilgilendiren asıl bölümüdür. Yunan askerleri İzmir’de gemilerden
karaya çıktıktan sonra Hrisostomos zafer işareti olarak denize üç kez ateş etmiş ve
Yunan kumandanını öpmüştür (burada öpmekten kasıt takdis etme, kutsamadır).
Daha sonra açıkça belirtilmese de İzmir’in yerli Rumlarından olduğu anlaşılan
şekerci Çatalsakal’ın oğlu ve bir Yunan subayı bilinemeyen bir sebepten polis
komiseri Giritli Sabri Bey’i öldürmüştür(Giritli Sabri Bey’in işgale tepki gösterdiği
için öldürülme olasılığı yüksektir) . Bunu gören bir Türk genci de onları öldürünce
çevredeki kahveden ve otelden Yunanlıların üzerine kurşun yağmaya başlamıştır.
Bunun üzerine Yunan binbaşı askerlerine Opiso Pesiya yani Kaçın, geriye dönün!
diye bağırmıştır. Yazar, işte bu kaçışın İnönü, Sakarya ve Dumlupınar savaşlarına
kadar devam ettiğini belirtiyor.6
6 S. Şükrü Pamirtan, “İzmir’in İşgalinin Kara Günlerinde OPİSO PEDİYA”, 30 Mayıs 1949, s.3
7
Namık Tekin Turan , “Türk inkılap hareketlerinde 19 Mayıs’ın yeri”, 22 Mayıs 1948, s.2
168
Dokuz Eylül Gazetesi’nde İzmir’in İşgali Ve Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İle İlgili Makaleler
——————————————————————————————
İkinci makalede, Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişi olmasının
kesinleşmesinden sonra yaptığı bazı resmi görüşmeler, bizzat onun ağzından
anlatılmıştır (Ek – 6). Görüştüğü kişiler arasında Sadrazam Damat Ferit Paşa,
Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey, İsmet Paşa, Bekirağa Bölüğü’nde hapis yatan
Fethi Bey vardır.8
Üçüncü makalede ise, 19 Mayıs’ın daha çok felsefi yönü ele alınmıştır (Ek
– 7). Alt başlıkta Türk gençliğinin 19 Mayıs’a Atatürk İhtilali adını verdiğinden
bahsedilmesinden sonra Profesör Glotza, Albert Bayet ve Bergson gibi son
yüzyılın filozoflarının Fransız İhtilali’nin kaynaklarına dair yazdıklarından
bahsediliyor. 1789 ve 1919 ihtilalinin kaynakları bakımından benzerlikleri
olduğunu belirten yazar, 19 Mayıs ihtilalinin isyancı kökenini prehistorik
devirlerde ilk halini alan Türk ruhunun deryasında bulunduğun söylemektedir.
Buna ek olarak Tük ihtilalinin kökeninin en az Fransız İhtilali kadar derin ve tarihi
anlam taşıdığı iddiasında bulunuyor. Ancak Batı daha çok insan hakları ve hürriyeti
ile Doğu’daki ayaklanmalar ise Türklük bilinci ile meydana geldiği için 19 Mayıs
ihtilali daha kutsaldır. Yine yazara göre, Fransız İhtilali’nden sonra burjuvanın
baskı kurduğu bir rejim yaşanmaya başladı ve Napolyon diktatörlüğü kuruldu.
Fakat Türk kurtuluş mücadelesi hiçbir zümreye dayanmayan bir halk hareketidir.
İki ihtilalin son farkı ise Fransa halkının başındaki krala ve ayrıcalıklı sınıfa karşı
mücadele etmesine karşı Türk halkı tüm dünyaya karşı mücadele verdi.9
Bu yıla ait son makalede yazar, 19 Mayıs’ı her Türk’ün doğum tarihi
olarak görmektedir. Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmadan önce Vahdettin ile
yaptığı özel görüşme onun ağzından verildikten sonra yazar Mustafa Kemal’i Türk
milletinin kaderini omuzlarında taşıyan adamı ağır yüklü yolcuya benzetiyor (Ek –
8). Mustafa Kemal’in Samsun’a doğru yola çıkışından sonra İstanbul hükümeti ve
onun efendisi İngilizler pişman olsalar da ona göre artık iş işten geçmişti. M.
Kemal’in Samsun’da karaya çıkışı yine kendi anlatımıyla verildikten sonra, onun
Samsun’a çıkışı Türklerin boyunduruk altında yaşamayacağının bir göstergesi
olarak verilmiştir.10
169
Göktuğ İPEK
——————————————————————————————
1949 yılında tek bir makale ile bu konuya ilgili yazılar sona ermektedir (Ek
– 9). Bu yazıda 19 Mayıs’ın öneminden, Türk milleti için değerinden epik bir
şekilde bahsedilerek 19 Mayıs adeta destanlaştırılmıştır.11
Sonuç
Dokuz Eylül gazetesi incelendiğinde görülmektedir ki İzmir’in işgali ve
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ile ilgili makaleler hemen hemen eşit sayıda yer
almıştır. Gazete haftalık çıktığı için toplamda dokuz tane makale olması normal
gözükse de milliyetçi çizgiye sahip olan bir gazete için bu sayı azdır. Ancak yine
de eldeki yazılar bize kaynak sağlamaktadır. Gazetede İzmir’in işgalinden ziyade 9
Eylül yani İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu ile ilgili makaleler daha
ağırlıklıdır. Bunun sebebi bu tarz tarihi olaylarda kötü olaylardan ziyade zaferleri
içeren olaylar gazetelerde daha fazla yer bulmaktadır. Bu da gayet normaldir. Bu
açıdan bakıldığında İzmir’in işgali başta İzmir halkı olmak üzere tüm Türk halkı
için halen elem verici bir olaydır. Zira gazetenin adı neden 15 Mayıs değil de 9
Eylül ? sorusu sorulduğunda da 9 Eylül ile ilgili yazılar neden daha çok olduğu
anlaşılmaktadır.
Bu iki olay Türk tarihinde adeta birer dönüm noktası olmuştur. Tarihte
eğer lerle konuşulmaz ama İzmir işgal edilmeseydi belki de İstiklal Harbi’nin fitili
ateşlenmeyecek, Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak basmasaydı
belki Mustafa Kemal Atatürk olamayacak, Türk milleti esaretten kurtulamayacaktı.
Bu iki hadise gazetedeki makalelerden de anlaşılacağı üzere ne o tarihlerde ne de
günümüzde Türk ve dünya tarihi açısından öneminden hiç bir şey kaybetmemiştir
ve tarihçiler için hala her yönüyle araştırılacak konular olmaya devam etmektedir.
Kaynakça
ÇAVDAR, Tevfik, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1839 – 1950), İstanbul, 2004.
Dokuz Eylül Gazetesi
ÖZAKMAN, Turgut Vahdettin, M.Kemal Ve Milli Mücadele, Ankara, 1997.
ÖZALP, Kazım, Milli Mücadele (1919-1922) I, Ankara, 1998.
TURAN, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi 1. Kitap, Ankara, 1991.
Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Cilt 1, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2009.
170
Dokuz Eylül Gazetesi’nde İzmir’in İşgali Ve Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İle İlgili Makaleler
——————————————————————————————
Ekler
Ek – 1
Ek – 2
Ek – 3
Ek – 4
171
Göktuğ İPEK
——————————————————————————————
Ek – 5
Ek – 6
Ek – 7
Ek – 8
172
Dokuz Eylül Gazetesi’nde İzmir’in İşgali Ve Mustafa Kemal’in Samsun’a Çıkışı İle İlgili Makaleler
——————————————————————————————
Ek – 9
173
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Serhat ALTINKAYNAK
“…En büyük başarılar bile,
ilerde anımsanabilmelerine olanak verecek yolda,
bir bakıma, tarihin korumacılığına emanet edilmezlerse,
sözü edilmezliğin karanlığında kaybolup giderler.”
Anna Komnena
——————————————————————————————
ÖZET
Makalenin temelinde II.Kılıç Arslan dönemi Selçuklu Türkiyesi’nde bu büyük
devlet adamının akıllıca politikaları ve sonucunda Bizans’ın inhitata girişinin başlangıcı
ifade edilmiş; ek olarak da yüksek mühendis Ramazan Topraklı’nın ilgi çekici keşfi
üzerinde durulmuştur.
Kılıç Arslan Türkiye’yi Türkiye yapan savaşa kadar çeşitli badireler atlatmış ve en
umutsuz olduğu zamanda akıllı politikası sayesinde Anadolu’nun zirvesine oturmuştur. O
zirveye oturduğu zaman fark edildiğinde Manuel Komnenos, onu ve hamisi olduğu Türk
toplumunu tek bir hamle ile Türkiye’den çıkarmaya çalışmıştır. Ancak Manuel’in hatası
neticesinde onun hazırladığı muazzam kuvvet dar bir vadiye girmiş ve o muazzam gücünü
kullanamadan Türkler tarafından ortadan kaldırılmıştır. Coğrafi avantajını kullanarak
mükemmel bir strateji belirlemiş olan Kılıç Arslan, büyük bir zafer kazanmış ve Bizans’ın
sonunun başlangıcına imzasını atmıştır. Ardından Anadolu’da mücadelelerine devam eden
Kılıç Arslan Türk devlet geleneğini uygulayarak günümüz Türkiyesi’nin idari
yapılanmasının da temelini atmıştır. Kısacası Kılıç Arslan, kişisel maharetiyle kendisinden
sonraki inkişafın da haberini vererek Türk tarihindeki mühim yerini almıştır.
Kilidj Arslan got over different unforeseen dangers until the war that made Turkey
to Turkey and in that time when he was the most hopeless, he sat on the top of Anatolia
through his smart policy. When he was realized in time of sitting the top, Manuel
Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ortaçağ Tarihi Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
Comnenus tried to take him and Turkish community which he was the patron of it from
Turkey with a single move. However, as a result of Manuel’s fault, the great command that
he had prepared entered a narrow valley and it was eliminated by Turks without using
massive force. Kilidj Arslan who had set an excellent strategy by using his geographical
advantage won a major victory and put his signiture for the beginnig of the end of the
Byzantine. Then, Kilidj Arslan ongoing his struggles in Anatolia also laid the faundation of
the administirative restructuring of contemporary Turkey by applying the Turkish state
tradition. In brief, Kilidj Arslan took his important place in Turkish history by his personal
skill, giving the news of the next improvement after himself.
——————————————————————————————
Giriş
Anadolu tarihine umumî olarak baktığımızda zaferle sonuçlanan ve
Anadolu’yu Türklerin memleketi olarak tasdik eden üç önemli savaş zikredebiliriz.
Bunlardan ilki Malazgirt Savaşı; ikincisi Miryokefalon Savaşı; üçüncüsü ise
Sakarya Savaşı’dır1. Tarihi süreç içerisinde Anadolu’da birçok savaş meydana
gelmişken neden bu üç savaş önemlidir? Çünkü bu savaşların üçünün uzun süreçte
birbirini takip etmesi Anadolu’nun Türk vatanı olma sürecidir. Kısaca; Malazgirt
ile Anadolu Türklere açılmış, Miryokefalon ile Anadolu’nun tapusu alınmış ve
aradan uzun bir zaman geçtikten sonra Anadolu’nun Türk yurdu olduğu son
savunma savaşı olan Sakarya Savaşı ile tekrar tasdik edilmiştir.
1Refik Turan, “Göller Yöresi’nde Tarihle Yaşamak”, Göller Bölgesi Tarih ve Kültür Varlıkları Bilgi
Şöleni, Ankara, 2011, ss. 34-35.
2Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan yay., İstanbul, 1971, s.196; Salim Koca,
Türkiye Selçukluları Tarihi (Malazgirt’ten Miryokefalon’a 1071-1176), C.II, Karam yay., Çorum,
2003, s.142; Salim Koca, “Diyâr-ı Rûm’un (Roma Ülkesi=Anadolu) Türkiye Haline Gelmesinde
Türk Kültürünün Rolü”, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel Meseleleri, Berikan yay., Ankara,
2011, s.226; Muharrem Kesik, Sultan I.Mesud Dönemi (1116-1155), TTK yay., Ankara, 2003,
s.118, 137; Muharrem Kesik, “Sultan Melikşah (Şahinşah) ve Sultan I.Mesud Dönemleri”, Türkler,
C.6, Yeni Türkiye yay., Ankara 2002, s.560.
175
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
Savaşa Kadar II.Kılıç Arslan’ın Atlattığı Badireler ve Kişisel Dehası
Kılıç Arslan, Meliklik döneminde babası I.Mesud’un yanında sürekli
seferlere iştirak etmiş3 ve devlet tecrübesini bu sıralarda az çok edinmişti. Sultan
I.Mesud 1155’te vefat etmeden önce Türk devlet geleneğine göre mevcut
topraklarını üç oğlu (Kılıç Arslan, Dolat/Devlet ve Şahinşah) arasında paylaştırmış4
ve seferlerinde yanında olan oğlu Kılıç Arslan’ı da Sultan ilan etmişti5. Bu süreçte
Kılıç Arslan 1155 güzünde Türkiye Selçuklu yönetimini eline almıştı6.
3Abdulhalûk Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası, Orkun Yayınevi, İstanbul, 1984,
ss.33-34.
4Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, Ankara Üniversitesi yay., Ankara, 1975, s.33; Göktürk,
Karahanlı ve Büyük Selçuklu Devleti’nde olduğu gibi Türkiye Selçuklu Devleti’nde de devlet
hanedan üyelerinin ortak malı sayılmıştır. Bu bakımdan bu üleştirme Türk devlet geleneğine
uygundur. Bkz. Osman Turan, a.g.e., ss.216-217.
5Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayinâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, Çev. Hrant D. Andreasyan,
eser, Ankara, 1944, ss.177-178; Tamara Talbot Rice, The Seljuks in Asia Minor, T&H, London,
1961, s.61.
8Ortadan kaldırılan devlet adamlarından biri de babasının kâtibi Bahaeddin’dir. Bkz. Urfalı Mateos,
176
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
güçlenmesi neticesinde sıkıntıya düşen Nureddin Mahmud ve Bizans İmparatoru
Manuel Komnenos 1159’da Kılıç Arslan’a karşı bir ittifak yaptılar. Ardından bu
ittifaka Manuel’in daveti ile Danişmendli Beyi Yağıbasan da katıldı. Ayrıca
Ankara-Çankırı Meliki Şahinşah’ı da Kılıç Arslan’ın yerine Sultan yapmak için bu
ittifakın içine çektiler. Yine bu ittifaka kazanç sağlamak için Danişmendlilerden
Kayseri Meliki Zunnûn ve Malatya Meliki Zülkarneyn de katılmıştır12. Böylece
Kılıç Arslan, Anadolu’da adeta yalnız bırakılmıştır. Bu politika ile İmparator
Manuel de Türk hükümdarları arasındaki rekabeti kendi lehine çevirmiştir13.
12Ioannes Kinnamos, Historia, Haz. Işın Demirkent, TTK yay., Ankara, 2001, s.145; Osman Turan,
a.g.e., ss.200-201; Abdülkerim Özaydın; a.g.md., s.399.
13Tamara Talbot Rice, a.g.e., ss.61-62; Abdulhalûk Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde…, ss.38-39;
dönmesinden sonra 1164/1165 yılı olayları içerisinde verirler. Bkz. İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih,
C.XI, Çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar yay., İstanbul, 1987, ss.257-258; Müneccimbaşı Ahmed
b.Lütfullah, Câmiu’d-Düvel, C.II, Yay. Ali Öngül, Akademi Kitabevi, İzmir, 2001, s.32; Faruk
Sümer, Doğu Anadolu Türk Beylikleri, TTK yay., Ankara, 1998, ss.31-32; ancak Osman Turan,
Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi adlı eserinde bu hadiseyi Kılıç Arslan’ın İstanbul’dan
dönmesinden sonra 1165 tarihinde vermektedir. Bkz. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri
Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul, 1980, ss.16-17; yine aynı müellif diğer bir eserinde ise bu
hadiseyi Kılıç Arslan‘ın İstanbula gitmesinden önceki bir tarih aralığına koymaktadır. Bkz. Osman
Turan, Selçuklular Zamanında…, s.201; Osman Turan, a.g.md., s.690; M.Halil Yinanç,
“Danişmendliler”, M.E.B.İ.A., C.3, İstanbul, 1977, s.472; I.Melikoff, “Danishmendids”,
Encyclopaedia of Islam, Vol.2, Leiden, 1986, s.111; Müellifler arasında hadisenin vuku bulduğu
tarihi - daha doğru olarak - 1161 tarihinde gösteren Süryani Mihael vermiştir. Bkz. Süryani Mihael,
a.g.e., ss.189-190; Buradan hareketle hadisenin 1164 yılında olma ihtimali düşük de olsa vardır.
Ancak Danişmendli Yağıbasan’ın 1164 yılında öldüğü düşünüldüğünde hadisenin bu tarihten
önceki bir zamanda olması daha doğrudur.
16V.Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. Azer Yaran, Ankara, 1988, s.50; Ioannes Kinnamos,
a.g.e., s.149; Osman Turan, Selçuklular Zamanında…, s.201; Abdulhalûk Çay, Anadolu’nun
Türkleşmesinde…, s.39; Feridun Dirimtekin, a.g.e., s.98; Abdülkerim Özaydın, a.g.md., s.399.
177
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
antlaşma ile Kılıç Arslan Bizans’tan aldığı yerleri iade etmeyi ve Bizans’ın dostuna
dost düşmanına düşman olmayı kabul etmiş ve yüklü bir de para almıştı. Aslında
bu durum Kılıç Arslan için olumsuz görünse de ona zaman kazandırmış ve
İmparatoru müttefiklerinden ayırmak için önemli bir adım atmıştı. Bu dostluk ile
Sultan Kılıç Arslan İstanbul’dan Selçuklu ülkesine dönmüştü17. Aslında bu duruma
Manuel zaviyesinden baktığımızda da o, Anadolu’da ittifak kuran diğer Türk
beylerinin güçlenmelerine karşı bir denge unsuru olarak Kılıç Arslan’ı bir müttefik
gibi karşılamıştı. Çünkü zayıf olana destek vermekle Bizans güç dengesini lehine
çevirip ipleri sürekli kendi elinde tutmayı amaçlamıştı18. Ancak Kılıç Arslan’ın bu
ziyareti yapmakla ne kadar akıllıca bir politika izlediği sonra ortaya çıkacak,
Manuel bu durumu fark ettiğinde iş işten geçmiş olacaktı.
17Urfalı Mateos, a.g.e., s.334; Ioannes Kinnamos, a.g.e., s.151; Tamara Talbot Rice, a.g.e., s.62; Kılıç
Arslan İstanbul’da iken günde iki defa ona altın ve gümüş sofra takımı ile yemek gönderiliyor ve
takımlar geri alınmıyordu. Böylelikle her gün iki defa yeni sofra takımları getiriliyordu. İstanbul’da
kaldığı son gün İmparatorla Sultan aynı sofrada yemek yediler. Yemekten sonra sofrada bulunan
bütün takımla beraber tezyinat eşyası ve hediyeler Sultana verildi. Bkz. Süryani Mihael, a.g.e.,
ss.190-191; A.A.Vasiliev, History of the Byzantine Empire, Madison, 1961, s.428.
18Salim Koca, a.g.e., s.167.
19Süryani Mihael, a.g.e., s.209; Abdulhalûk Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde..., ss.40-41;M.Halil
Yinanç, a.g.md., s.473; Feridun Dirimtekin, a.g.e., s.99; Abdülkerim Özaydın, a.g.md., s.400.
20İbnü’l-Esir, a.g.e., ss.314-315; Müneccimbaşı Ahmet b.Lütfullah, a.g.e., ss.20-21.
21İbn Bibî, el-Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye, C.I, Çev.Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı Yay.,
Ankara, 1996, s.13; Süryani Mihael, a.g.e., s.233; M.Halil Yinanç, a.g.md., s.474.
22Osman Turan, Selçuklular Zamanında…, ss.202-205; Osman Turan, a.g.md., ss.690-692;
178
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
Avrupa ile meşgul bulunduğu için Bizans - Selçuklu münasebetleri de iyi
seyretmiştir23.
yaptığını belirtmişlerdir. Bkz. İbnü’l-Esir, a.g.e., s.329; Müneccimbaşı Ahmet b.Lütfullah, a.g.e.,
s.21; ancak Manuel’in 1174 yılına kadar Balkanlar ile ilgilendiği düşünüldüğünde onun Konya’ya
harekâta giriştiği tarihin 1175 ve sonrası olması kuvvetle muhtemeldir.
28Niketas Khoniates, Historia, Çev. Fikret Işıltan, TTK yay., Ankara, 1995, s.123; Tamara Talbot
Rice, a.g.e., s.63; Bizans ordusu ile iligili olarak kaynaklardaki sayılar ihtilaflıdır. Kinnamos,
Trakya’dan sayısız yük hayvanı ve 3.000’den fazla araba Bkz. Ioannes Kinnamos, a.g.e., s.214;
Süryani Mihael, 5.000 araba Bkz. Süryani Mihael, a.g.e., s.249; İbnü’l-Ezrak, abartılı olarak
700.000 süvari ve 70.000 araba olduğunu ifade etmiştir. Bkz. Osman Turan, Selçuklular
Zamanında…, ss.207-208; Osman Turan, a.g.md., s.693.
29Osman Turan, Selçuklular Zamanında…, ss.207-208; Osman Turan, a.g.md., s.693.
179
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
ancak Selçuklu kuvvetlerinin tamamıyla imhasından sonra mümkün olabileceğini
belirtmiş; barış şartlarını Konya’da bildireceğini ifade etmiştir30.
30Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler, Çev.Yıldız Moran, İstanbul, 1979, s.116;
Abdulhalûk Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde…, s.101; Feridun Dirimtekin, a.g.e., s.109.
31Abdulhalûk Çay, a.g.e., s.97; M.V.Levçenko, a.g.e., s.208.
32Feridun Dirimtekin konu ile ilgili kaydı Kinnamos’tan olduğu gibi alıp kullanmıştır. Bkz. Feridun
Dirimtekin, a.g.e., s.110; ancak Işın Demirkent yaptığı çeviride konu ile ilgili bilgiyi diğer
kaynaklarla tutarlı bir şekilde aydınlatmıştır. Keza Kinnamos’un verdiği kronoloji yanlıştır. Bizans
filosu Mısır’daki Selahaddin Eyyübi kuvvetlerine karşı Kudüs Krallığı’nı desteklemek için
Miryokefalon Savaşı’ndan sonra 1177’de bölgeye gönderilmiştir. Bkz. Ioannes Kinnamos, a.g.e.,
s.215.
33Süryani Mihael, a.g.e., ss.246-248; Tamara Talbot Rice, a.g.e., s.63; Feridun Dirimtekin, a.g.e.,
s.110.
34Niketas Khoniates, a.g.e., s.123.
35Refik Turan, Abdulvahit Çakır, “Selçuklu Dönemi Türk Tarihi Çerçevesinde Anadolu’da Savaş ve
Tabiat”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Reşat Genç Özel Sayısı, C.29, S.1, Ankara, 2009, ss.333-
334.
36Abdulhalûk Çay, a.g.e., s.104.
180
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
olduğu ortaya çıkmaktadır. Keza savaşta coğrafi mekânın kullanılması “savaş
prensipleri”ndendir. Burada II.Kılıç Arslan bu prensibi akıllıca uygulamıştır37.
181
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
soydaşlarını o gece kendi yanlarına katılmaya davet ettiler. Keza sabah olunca
çevreledikleri kuvvetlerin tamamını kılıçtan geçireceklerini ifade ettiler. Böylelikle
sabah taarruz başlamıştı ki Kılıç Arslan daha fazla beklemeyerek Türk
kuvvetlerinin taarruzunu durdurdu. Ardından iki taraf arasında bir antlaşma yapıldı
ve Manuel, Kılıç Arslan’ın isteklerini kabul etti42. Anlaşmaya göre: 1)İmparator
Manuel, İstanbul’a dönüşünde 100.000 altın, 100.000 gümüş fidye ödeyecek43;
2)Doryleon (Eskişehir) ve Homa (Soublaion) istihkâmlarını yıkacak; 3)Türk
topraklarından ayrılıncaya kadar bir Türk müfrezesi Bizanslıları koruyacaktı44.
Burada ilginç olan durum ise II.Kılıç Arslan bu kadar büyük bir zaferden sonra
Manuel’i niçin serbest bırakmış ve neden Bizans İmparatorluğu’na son bir harekât
ile son vermemiştir? II.Kılıç Arslan’ın Manuel’i serbest bırakması ve Bizans
İmparatorluğuna son vermemesinin sebeplerinden birisi Türk karakteri ile
açıklanabilir. Türk Sultanı karşısındakini zayıf bulduğunda onu ezmekten çok
destek olmayı ve himaye etmeyi bilir45. Aynı zamanda onun bir müfreze ile serbest
bırakılmasında başka bir sebep de olabilir. Şöyle ki; daha önce Sultan Alp Arslan
Malazgirt zaferinden sonra Romenos Diogenes (Romen Diyojen)’i ülkesine
dönmek için serbest bırakmıştı. Ancak o daha yolda iken İstanbul’da taht
değişikliği ile Mihail Dukas’ın Bizans’ın başına geçtiğini biliyoruz. Bu yönetim
değişikliği hem Alp Arslan ile Romenos Diogenes arasındaki anlaşmanın
bozulmasına hem de Bizans ile yeni mücadelelerin tetiklenmesine sebebiyet
vermişti. Aynı durum burada da mümkün olabilirdi. Manuel serbest bırakıldığında
aynı şekilde bir taht değişikliğinin olması Bizans ile Türkiye Selçuklularını yeni
mücadelelerin eşiğine getirebilirdi. Aynı zamanda Kılıç Arslan, Manuel’i serbest
bırakmak ile büyük bir mağlubiyet almış olan rakibinin iktidarının devamında
tekrar kendi üzerlerine böyle bir harekâtta bulunamayacağını da düşünmüş
olabilirdi. Sonuçta sebepler bir bütün olarak düşünüldüğünde Kılıç Arslan ile
Manuel arasında yapılan anlaşmada bizzat bir müfreze ile İmparator’un ülkesine
dönmesi ile ilgili bir maddenin bulunması; yani bu durumun resmiyete dökülmüş
olması sunulan tüm sebeplerin bir bütün olabileceğini bize göstermektedir.
182
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
İstanbul’un fethine doğru da ilk adım atılmıştı47. Aslında bu mücadelede Manuel’in
Selçuklu payitahtını ele geçirmek amacıyla başlattığı harekât Türklerin ellerindeki
vatanlarını savundukları bir mücadele örneği idi. Bu zaviyeden bakıldığında bu
savaş devlet ve vatan koruyan zafer olarak da ifade edilebilir48. Tarihçi Vasiliev’e
göre bu zafer sonucunda Bizanslıların Türkleri Anadolu’dan atma ümitleri
büsbütün kırılmış ve doğu kaderinin gölgesi üzerlerine çökmüştü49. Bizans
açısından bakıldığında bu bozgun daha önce de aynı akıbetle sonuçlanan Malazgirt
Savaşı’na benzetilebilir50. Oluşum bakımından Malazgirt Savaşı, Miryokefalon gibi
bir vadi savaşı değildi. Ancak önemi ve sonuçları bakımından geniş perspektifte bu
iki savaş Bizans’ın inhitatında bir başlangıç olmuştur. Ayrıca Manuel bu
yenilgisini Alman İmparatoru F.Barbarossa’ya ve İngiliz Kralı II.Henry’ye
yolladığı mektubunda gizlemiştir. Ancak Kılıç Arslan Alman İmparatoru’na elçi
yollamış ve durumu anlatmıştır. Böylece Alman İmparatoru da Manuel’in
güçsüzlüğünü görmüş ve onu Batı İmparatorluğu himayesine davet etmiştir. Bu
yenilgiden sonra Manuel ölene kadar bu yenilginin acısını yaşamıştır51.
s.194.
50Tamara Talbot Rice, a.g.e., s.64
51Osman Turan, Selçuklular Zamanında…, ss.210-211; 1179 yılında bir müddet İstanbul’da kalan
Tyre kentinden William, Miryokefalon Savaşı’ndan sonra Manuel’in ruh hali ile ilgili şunları
söylemişti: O günden sonra imparatorun dayanmaya çalıştığı söyleniyordu; bu kötü yıkımın
hatırası kalbinde derin bir acı bıraktı. Bundan sonra, ona ne kadar yalvarsalar da, kendisinde çok
karakteristik olan mutluluk ve eğlenceyi hiç kimsenin yanında göstermedi. Yaşadığı süre boyunca
asla daha önceden sahip olduğu sağlığın tadına varamadı. Sözün kısası, yaşadığı bu yıkımdan
kalan hatıraların baskısı ona gönül rahatlığını ve ruhundaki huzuru tekrar yaşatmadı. Bkz.
A.A.Vasiliev, a.g.e., ss.428-429.
52W.M.Ramsay, The Cities And Bishoprics Of Phrygia, Oxford, 1897, ss.346-347; Osman Turan,
Hoyran Gölü yakınındaki dar ve sarp bir geçit olduğundan bahsederler ancak tam bir yer
göstermezler. Bkz. İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, M.E.B. Yay., İstanbul, 1972, s.95;
H.Dursun Yıldız, “Anadolu Selçuklu Devleti”, Türk Dünyası El Kitabı, C.I, T.K.A.E. Yay., Ankara,
1992, s.287.
54Abdulhalûk Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde…, ss.84-95; Abdulhalûk Çay, a.g.e., s.69.
55Feridun Dirimtekin, “Selçukluların Anadolu’da Yerleşmelerini ve Gelişmelerini Sağlayan İki
Zafer”, Malazgirt Armağanı, TTK Yay., Ankara, 1972, s.254; Feridun Dirimtekin, a.g.e., ss.104-
130; A.Z.Velidi Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, İsmail Akgün Matbaası, İstanbul, 1946, s.195.
183
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
Kûfi Çayı Vadisi57, Çardak Geçidi58 ve Sultan Dağı geçitleri59 savaş yeri olarak
ileriye sürülmüştür.
Buradan hareketle Miryokefalon Savaşı’nın yeri ile ilgili şimdiye kadar hiç
düşünülmemiş bir projelendirme yapan Y. Mühendis Ramazan Topraklı’nın ortaya
koyduğu yeni tezi ifade etmek yerinde olacaktır. Günümüze kadar yapılan
çalışmalarda Manuel’in kuvvetleri Uluborlu (Sozopolis)’ya kadar getiriliyor ve
buradan itibaren ordunun izi kaybediliyordu. Böylece savaş bölgesi ile ilgili
bilinmezlik de devam ediyordu. O halde Miryokefalon neresiydi? Tzibritze Geçidi
neredeydi? Cybricymani (Sivrisemani) ne demekti? Ramazan Topraklı
çalışmalarında bu soruların cevabını aramıştır61.
herhangi bir delil gösterilmemiştir. Bkz. F.Taeschner, “Anadolu”, Encyclopaedia of Islam, Vol.1,
Leiden, 1986, s.466.
59Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C.II, Çev. Fikret Işıltan, TTK Yay., Ankara, 1992, s.345;
Tamara Talbot Rice, a.g.e., s.63; H.Hüseyin Yaprakçı, Myriokephalon’un Sultandağı Geçidi
manasına geldiğini ve savaş bölgesinin Sultan Dağları’nın bulunduğu Phrigia (Frigya) bölgesinde
olduğunu ifade etmiştir. Bkz. H.Hüseyin Yaprakçı, Sultandağı Geçidi (Myriokephalon) Savaşı,
Isparta Mühendislik Fakültesi Matbaası, Isparta, 1983, s.17.
60Niketas Khoniates, a.g.e., s.124.
61Refik Turan, a.g.m., s.35.
184
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
çıkarmıştır. Aynı zamanda daha önceden Eğirdir Gölü’nün iki parça olarak
birbirinden kopuk olduğunu (Kuzeydeki Hoyran Gölü, Güneydeki Eğirdir Gölü) ve
arada da 10-15 km’lik bir ırmak olduğunu belirtmiştir62. Bir diğer durum ise
Hoyran ve Eğirdir Gölü arasındaki ırmak üzerinde bir köprü bulunmaktadır. Bu
köprünün varlığını ise 438 numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri’ndeki
siyakat hattı ile vakf-ı köprü-yi garye-i yeñice, nakid 400 (akçenin) ripinden hâsıl
olan meremmetine sarf oluna deyu meşruttur.(Köprünün bakımı için 400 akçe
gelirli bir vakıf kurulmuştur.) kaydından anlamaktayız63. Bugün bu köprü yıkılmış
bir halde Eğirdir Gölü’nün en dar bölgesinde sular altında kalmıştır64. Aynı
zamanda bu köprü üzerinden geçen yol da doğudan batıya doğru Avşar Kazası,
Yenice Köyü, Dedelik (Kızılalı) Mevkiî, Yenice Köyü Köprüsü, Senirkent ve
Uluborlu üzerinden Denizli’ye giden Roma döneminde kullanılan askeri bir
yoldur65. Aynı zamanda Osmanlı çağında bir köy durumunda olan Gelendost’un 4
km mesafedeki Afşar Kazasına bağlı olmayıp da hangi sebeple gölün öteki
yakasında bulunan Barla Nahiyesi’ne bağlı olduğu da bugün kafaları karıştırmıştır.
Bu durumda Gelendost66 ile Barla arasındaki bağın geçmişe dayandığı da açıkça
görülmektedir. Kısacası bu iki yerleşim yerini birbirine Yenice Köyü Köprüsü ya
da gölün iki parça olduğu dönemde başka bir köprünün bağlıyor olması kuvvetle
muhtemeldir67.
Konya-İran) idi. Bu tezi destekleyen somut deliller ise adı geçen yol üzerinde bulunan mil taşlarıdır.
Bkz. Ramazan Topraklı, Yol…, ss.12-14, 86.
66Önceki çalışmalarda adı geçen Kelainai (Kelenai=Kelenes=Kelenos)’nin, Dinar’ın 100 km.
doğusundaki Gelendost olduğu ifade edilmiştir. Aynı zamanda bu durum Kral Yolu’nun da
habercisi olmuştur. Bkz. Ramazan Topraklı, Yol…, ss.10-12, 15-32, 85.
67Ramazan Topraklı, a.g.e., ss.49-50; Ramazan Topraklı, a.g.m., s.1; Gelendost ile Barla arasında
toplu bir mezarlığın işareti olabilir. Bkz. Güray Kırpık, “Yenice Sivrisi Zaferi’nde Türkmenlerin
Tavrı”, Göller Bölgesi Tarih ve Kültür Varlıkları Bilgi Şöleni, Ankara, 2011, s.36. Ramazan
185
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
batısında Akkeçili Köyü civarındaki Karababa Tepesi yıkık Miryokefalon
istihkâmıdır. Hatta burada yapı kalıntılarına da rastlanmıştır69. Buradan hareketle
savaş bölgesinde Cybrilcymani, Sivri’l-simân-i, Sybrize, Tzibrelitzemani, Tzibritze,
Turrice, Civrici veya Sivrisi olarak ifade bulan geçit, üzerinde Yenice Köyü
Köprüsü’nün de bulunduğu ve Manuel Komnenos’un 10 mil olarak belirttiği 16
km’lik sahadır70. Kısacası 17 Eylül 1176’da Türkiye Selçuklu Devleti ile Doğu
Roma İmparatorluğu arasında vuku bulan Miryokafelon Savaşı’nın yeri hakkındaki
bu yeni keşif coğrafyanın tarihe tanıklığını ve küçücük bir arşiv kaydının tarihe
nasıl yeni bir ufuk açtığını bize göstermiştir.
Topraklı’ya göre ise Miryokefalon kelimesinin manası binlerce veya onbinlerce su gözü, su kaynağı
anlamına gelmektedir. Bkz. Ramazan Topraklı, a.g.e., s.102; Ramazan Topraklı, Yol…, s.6, 33-38.
69Ramazan Topraklı, a.g.e., s. 100; Ramazan Topraklı, a.g.m., s.4.
70Ramazan Topraklı, a.g.e., ss.103-114.
71Aydın Taneri, a.g.e., s.33; Göktürk, Karahanlı ve Büyük Selçuklu Devleti’nde olduğu gibi Türkiye
Selçuklu Devleti’nde de devlet hanedan üyelerinin ortak malı sayılmıştır. Bu bakımdan bu üleştirme
Türk devlet geleneğine uygun olarak yapılmıştır. Bkz. Osman Turan, Selçuklular Zamanında…,
ss.216-217.
72İbn Bibî, a.g.e., s.41; İbn Bibî, Selçuknâme, (Muhtasar) Çev. M.Halil Yinanç, Haz.Refet Yinanç ve
Ömer Özkan, Kitabevi yay., İstanbul, 2007, s.20; Aksarayi ve Ahmed b.Mahmud, Kılıç Arslan’ın
11 oğlundan bahsetmiş ancak bunlardan Arslan Şah’ın ismini vermemiştir. Bkz. Kerîmüddin
Mahmud-i Aksarayi, Müsâmeretü’l-Ahbâr, nşr. Osman Turan, TTK yay., Ankara, 1999, ss.29-30;
Kerîmüddin Mahmud-i Aksarayi, Müsâmeretü’l-Ahbâr, Çev.Mürsel Öztürk, TTK yay., Ankara,
2000, ss.22-23; Ahmed b.Mahmûd, Selçuk-nâme, C.II, haz. Erdoğan Merçil, Tercüman yay.,
İstanbul, 1977, ss.147-148; Abu’l-Farac, Kılıç Arslan’ın 12 oğlu olduğundan bahsetmekle beraber
bütün çocukların isimlerini vermez. Bkz. Abu’l-Farac, a.g.e., s.463; Müneccimbaşı, Kılıç Arslan’ın
12 oğlu olduğunu ifade etmiş ancak 11 tanesinin ismini vermiştir. Bkz. Müneccimbaşı Ahmed
b.Lütfullah, a.g.e., ss.25-26; Osman Turan, Selçuklular Zamanında…, s.217; H.Namık Orkun, Türk
Tarihi, C.4, Akba Kitabevi, Ankara, 1946, s.42; Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi
Coğrafyası’na Giriş I, TKAE, Ankara, 2000, s.48; Claude Cahen, a.g.e., s.122; Claude Cahen
ansiklopedi maddesinde Kılıç Arslan’ın 9 erkek çocuğu, 1 erkek kardeşi ve 1 de yeğeni olduğundan
bahsetmiştir. Bkz. Claude Cahen, a.g.md., s.104.
73Aksarayi ve Ahmed b.Mahmûd, Nureddin Sultan Şah’ın ismini Nureddin Mahmud bkz. Aksarayi,
a.g.e., nşr. Osman Turan, ss.29-30; Aksarayi, a.g.e., Çev.Mürsel Öztürk, ss.22-23; Ahmed
186
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
Şah – Malatya; 7)Sancar – Ereğli; 8)Arslan Şah – Niğde; 9)Nizameddin Argun
Şah74 – Amasya; 10)Muhyiddin Mes’ud Şah75 – Ankara; 11)Gıyaseddin Keyhüsrev
– Borgulu (Uluborlu).
Sonuç
Büyük Türk Sultanı II.Kılıç Arslan babasından devraldığı Türkiye’yi Türk
vatanı olarak, birçok badireler atlattıktan sonra akıllı, siyaseti neticesinde büyük bir
zaferle Bizans’a kabul ettirmiştir. Büyük Sultan’ın bu başarısı Bizans’ı inhitata
sürüklerken, Türkiye Selçuklularının ve daha sonra iktidara gelen Osmanlı’nın
inkişafının da başlangıcını ve devamını sağlamıştır.
Kaynakça
Abû’l-Farac, Abû’l-Farac Tarihi, Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK yay., Ankara,
1999.
Ahmed b.Mahmûd, Selçuk-nâme, C.II, haz. Erdoğan Merçil, Tercüman yay.,
İstanbul, 1977.
BAYKARA, Tuncer, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası’na Giriş I, TKAE, Ankara,
2000.
CAHEN, Claude, Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler, Çev.Yıldız Moran,
İstanbul, 1979.
______________, “Kilidj Arslan II”, Encyclopaedia of Islam, Vol.5, Leiden, 1986.
ÇAY, Abdulhalûk, Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası, Orkun
Yayınevi, İstanbul, 1984.
______________, II.Kılıç Arslan, Kültür Bakanlığı yay., Ankara, 1987.
DİRİMTEKİN, Feridun, Konya ve Düzbel, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, 1944.
__________________, “Selçukluların Anadolu’da Yerleşmelerini ve Gelişmelerini
Sağlayan İki Zafer”, Malazgirt Armağanı, TTK Yay., Ankara, 1972.
b.Mahmûd, a.g.e., ss.147-148, Claude Cahen, iki ismi birleştirerek Nureddin Mahmud Sultan Şah
bkz. Claude Cahen, a.g.e., s.122, Tuncer Baykara da Nureddin Melikşah olarak vermiştir. Bkz.
Tuncer Baykara, a.g.e., s.48.
74Claude Cahen, Nizameddin Argunşah’ın Kılıç Arslan’ın oğullarından Sancar’ın oğlu olduğunu ifade
187
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
GORDLEVSKY, V., Anadolu Selçuklu Devleti, Çev. Azer Yaran, Ankara, 1988.
Ioannes Kinnamos, Historia, Haz. Işın Demirkent, TTK yay., Ankara, 2001.
İbn Bibî, el-Evamirü’l-Ala’iye fi’l-Umuri’l-Ala’iye, C.I, Çev.Mürsel Öztürk,
Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1996.
______, Selçuknâme, (Muhtasar) Çev. M.Halil Yinanç, Haz.Refet Yinanç ve Ömer
Özkan, Kitabevi yay., İstanbul, 2007.
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, C.XI, Çev. Abdülkerim Özaydın, Bahar yay.,
İstanbul, 1987.
KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklu Tarihi, M.E.B. Yay., İstanbul, 1972.
Kerîmüddin Mahmud-i Aksarayi, Müsâmeretü’l-Ahbâr, nşr. Osman Turan, TTK
yay., Ankara, 1999.
__________________________, Müsâmeretü’l-Ahbâr, Çev.Mürsel Öztürk, TTK
yay., Ankara, 2000.
KESİK, Muharrem, Sultan I.Mesud Dönemi (1116-1155), TTK yay., Ankara,
2003.
_______________, “Sultan Melikşah (Şahinşah) ve Sultan I.Mesud Dönemleri”,
Türkler, C.6, Yeni Türkiye yay., Ankara 2002.
KIRPIK, Güray, “Yenice Sivrisi Zaferi’nde Türkmenlerin Tavrı”, Göller Bölgesi
Tarih ve Kültür Varlıkları Bilgi Şöleni, Ankara, 2011.
KOCA, Salim, Türkiye Selçukluları Tarihi (Malazgirt’ten Miryokefalon’a 1071-
1176), C.II, Karam yay., Çorum, 2003.
___________, “Diyâr-ı Rûm’un (Roma Ülkesi=Anadolu) Türkiye Haline
Gelmesinde Türk Kültürünün Rolü”, Selçuklu Devri Türk Tarihinin Temel
Meseleleri, Berikan yay., Ankara, 2011.
LEVÇENKO, M.V., Bizans Tarihi, Çev. Maide Selen, Özne yay., İstanbul, 1999.
MELİKOFF, I., “Danishmendids”, Encyclopaedia of Islam, Vol.2, Leiden, 1986.
Müneccimbaşı Ahmed b.Lütfullah, Câmiu’d-Düvel, C.II, Yay. Ali Öngül,
Akademi Kitabevi, İzmir, 2001.
Niketas Khoniates, Historia, Çev. Fikret Işıltan, TTK yay., Ankara, 1995.
ORKUN, H.Namık, Türk Tarihi, C.4, Akba Kitabevi, Ankara, 1946.
ÖZAYDIN, Abdülkerim, “II.Kılıçarslan”, C.25, T.D.V.İ.A., Ankara, 2002.
RAMSAY, W.M., The Cities And Bishoprics Of Phrygia, Oxford, 1897.
RASONYİ, Lazslo, Tarihte Türklük, TKAE yay., Ankara, 1971.
RİCE, Tamara Talbot, The Seljuks in Asia Minor, T&H, London, 1961.
RUNCİMAN, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, C.II, Çev. Fikret Işıltan, TTK Yay.,
Ankara, 1992.
SÜMER, Faruk, Doğu Anadolu Türk Beylikleri, TTK yay., Ankara, 1998.
Süryani Mihael, Vekayiname, Çev.Hrant D.Andreasyan, II.Kısım (1042-1195),
TTK basılmamış eser, Ankara, 1944.
188
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
ŞEKERCİOĞLU, Hüseyin, Gelendost Tarihi, Bayrak Yay., İstanbul, 1989.
TAESCHNER, F., “Anadolu”, Encyclopaedia of Islam, Vol.1, Leiden, 1986.
TANERİ, Aydın, Türk Devlet Geleneği, Ankara Üniversitesi yay., Ankara, 1975.
TOGAN, A.Z.Velidi, Umumî Türk Tarihine Giriş, İsmail Akgün Matbaası,
İstanbul, 1946.
TOPRAKLI, Ramazan, Değişen Coğrafya ve Miryokefalon Savaşı, Semih Ofset,
Ankara, Mayıs 2011.
__________________, Yol ve Tarih, Semih Ofset, Ankara, 2012.
__________________, “Semmânî Sivrisi Zaferi”, I.Uluslararası Selçuklu
Sempozyumu, Kayseri, 23-30 Eylül 2010.
TURAN, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, Turan yay., İstanbul, 1971.
_____________, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Nakışlar Yayınevi,
İstanbul, 1980.
______________, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Yay.,
İstanbul, 2003.
_____________, “II.Kılıç Arslan”, M.E.B.İ.A., C.6, İstanbul, 1977.
TURAN, Refik, “Göller Yöresi’nde Tarihle Yaşamak”, Göller Bölgesi Tarih ve
Kültür Varlıkları Bilgi Şöleni, Ankara, 2011.
TURAN, Refik, ÇAKIR, Abdulvahit, “Selçuklu Dönemi Türk Tarihi Çerçevesinde
Anadolu’da Savaş ve Tabiat”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Reşat Genç
Özel Sayısı, C.29, S.1, Ankara, 2009.
TURFAN, Kemal, “Myriokephalon Savaşı’nın Yeri Üzerinde Yeni Araştırmalar”,
X.Türk Tarih Kongresi, C.III, TTK Yay., Ankara, 1991.
UMAR, Bilge, Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi, İnkılap yay., İstanbul, 1998.
___________, “Myriokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kûfi Çayı
Vadisi”, Belleten, C.LIV, S.209, Ankara, 1991.
Urfalı Mateos, Urfalı Mateos Vekayinâmesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, Çev. Hrant
D. Andreasyan, TTK yay., Ankara, 2000.
UZLUK, Feridun Nafiz, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi-III = Histoire des
Seldjoukides d’Asie Mineure, Ankara, 1952.
UZUNÇARŞILI, İ.Hakkı, Osmanlı Tarihi, C.I, TTK Yay., Ankara, 1982.
VASİLİEV, A.A., History of the Byzantine Empire, Madison, 1961.
YAPRAKÇI, H.Hüseyin, Sultandağı Geçidi (Myriokephalon) Savaşı, Isparta
Mühendislik Fakültesi Matbaası, Isparta, 1983.
YILDIZ, H.Dursun, “Anadolu Selçuklu Devleti”, Türk Dünyası El Kitabı, C.I,
T.K.A.E. Yay., Ankara, 1992.
YİNANÇ, M.Halil, “Danişmendliler”, M.E.B.İ.A., C.3, İstanbul, 1977.
189
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
Ekler
LOGO
atanertokat@yahoo.com 2
190
II. Kılıç Arslan: Dâhiyâne Strateji Ve Bir Tarihi Coğrafya Keşfi
——————————————————————————————
LOGO
atanertokat@yahoo.com 5
Sarı renk ile gösterilen kısımlar gölün günümüzdeki durumunu; mavi gösterilen
kısımlar ise savaş dönemindeki durumunu ifade etmektedir.
(Kaynak: R.Topraklı; Değişen coğrafya ve Miryokefalon Savaşı)
191
Serhat ALTINKAYNAK
——————————————————————————————
192
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
ÖZET
Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâplar Tarihi Enstitüsü Tarih
Metodolojisi dersi için hazırlanan bu çalışma, dipnotun eski çağlardan günümüze devam
edegelen değişim süreci ile ilgilidir. Amacı, tarihin geçirdiği aşamalarla dipnotun geçirdiği
süreç arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. “Her iki süreç beraber mi yoksa ayrı mı
evrilmiştir?” sorusu cevaplanacaktır. Konu dipnotun metnin içinde yer alış biçimine göre 3
evre halinde ele alınmıştır. Bunlar; antik çağlardan 19. yüzyıla kadar olan, metin içinde
erimiş olarak bulunduğu 1. evre, 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında metin dışında
ayrıştırılmış olarak bulunduğu 2. evre ve 20. yüzyıl ile 21. yüzyıl arasında metnin içine
yerleştirilmiş olarak bulunduğu 3. evredir.
Anahtar Kelimeler: Histografya, atıf araçları, Ranke, Türk tarih yazımında anlatı
geleneği
——————————————————————————————
Giriş
Kelime anlamı bakımından dipnot, metin içinde geçen herhangi bir bilgi ile
ilgili olarak sayfa altına, çalışmanın sonuna konulan açıklama veya kaynak bilgisi,
izah demektir.1 Yani, bir konu hakkında daha detaylı bilgi vermek ve kaynak
göstermek için dipnot kullanılır. Dipnot, adından da anlaşıldığı üzere sayfanın
dibinde olabileceği gibi metnin, bölümün veya kitabın sonunda da olabilir. Yazara
serbestçe yorum yapabileceği geniş bir alan sağlayan dipnot, ana konudan ayrı
olarak, farklı konuların da ele alınabileceği bir yer sunar. Yazar bu “sınırsız
meydan”ı metinden ayrı konuları tartışmak için istediği kadar uzatılabilir. Nitekim
bu konuda uç bir örnek vermek gerekirse, 1840 yılında basılan “The History of
Northumberland” adlı eserde, yazar John Hodgson 400 sayfalık kitabının tam 165
sayfasında bir dipnot kullanmıştır. Yazar eserin 1/3’üne yakınını dipnotlara
ayırarak, bu ”sınırsız meydan”ı ulaşabileceği en son sınırlara kadar kullanmıştır.
Yazının geneline bakıldığında konuyu dağıtmadan anlatmaya yarayan ve bu sayede
kısacık bir yerde bahsi geçen konu ile ilgilenenlere fazlasıyla yardımcı olan dipnot,
atıfta bulunmanın dışında bu yönüyle de akademik anlamda araştırmacıya büyük
yarar sağlar.
*Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâplar Tarihi Bölümü, Yüksek lisans öğrencisi
1 TDK,
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.50db4e2a98a6b7.71
016329, 10 Ocak 2013.
Tarih Yazımında Dipnotun Serüveni
——————————————————————————————
Dipnotlar, özellikle tarih disiplininde en sık kullanılan atıf aracıdır.
Araştırmacı gerek birinci el bir kaynağa, belgeye atıfta bulunarak; gerek kendinden
önce çalışılmış bir konuyu ele alarak, ona atıf yaparak eserinde ilerler. Bunları
yaparken de, dipnot kullanımına azami surette dikkat eder. Dipnotun atıf aracı
olmak dışında da vasıfları vardır. Bunlar yorum yapmak, bildirim yapmak, metni
korumak, iz sürmek ve doğrulamak olarak sıralanabilir.2 Görüldüğü üzere,
dipnotların çeşitli fonksiyonları vardır. Bu çalışmada dipnotlar atıf aracı olarak
kullanılması bakımından incelenecektir. Sebebi, dipnotların, en çok bu amaçla
kullanılmasıdır. Arşiv belgeleri ve kaynaklara atıf yapılabilineceği gibi, basılı
eserler ve çalışmalardan da alıntı yapılarak atıfta bulunulabilir.
2 Acun, Fatma, “CIEPO Uluslararası Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Tarihi Araştırmaları 6. Ara Dönem
Sempozyum Bildirileri, Osmanlı Tarihi Araştırmalarında Dipnotlar, (Uşak: Uşak Üniversitesi, 14-17
Nisan 2011), s. 61-62
3 Grafton, Anthony, The Footnotes, A Curious History, Harward University Press: Cambridge,
Massachusetts, 1999, s. 30 - 31
194
Emre Çağrı GEZEN
——————————————————————————————
Budeus’un Yahudi Felsefesinin Tarihi (1702) ve C. Thomasius ‘un Vom Laster der
Zauberei, Über die Hexenprozesse (1712) adlı eserleri de dipnot örnekleri içerir.4
4 Acun, a.g.m. s. 64
5 Acun, Fatma, Yakin Dönem Tarihi Metodolojisi, Hacettepe Üniversitesi Yayınları: Ankara, 2008,
s.13
195
Tarih Yazımında Dipnotun Serüveni
——————————————————————————————
başlıca beş şartı vardır ve hadislerin bu şartları karşılaması gerekmektedir.6 Bu
sebeple, İslam dünyasında eleştirel bakış açısı oluşur.
İslam bilginleri arasında tarihe bir anlam katan ve bir teoriye dayandıran
ilk düşünür İbn-i Haldun (1332-1406) olmuştur. İslamî tarih anlayışında önemli
teoriler ortaya atmış ve bu teoriler Osmanlı tarihçilerini de etkilemiştir.7
Eserlerinde atıflarda bulunan İbn-i Haldun, bunların kaynağını yazarın ya da eserin
adını metinde zikrederek belirtir. Mukaddime (1375) adlı eserinde, Musa
peygamberin Yakup (diğer adıyla İsrail) peygambere uzanan soyu hakkında bilgi
verirken bunu “Tevrat’ta böyle anlatılıyor.” diyerek Tevrat’tan alıntılar. Yine,
Musa peygamber ile Yakup peygamberin yaşadıkları yıllar arasında geçen süreden
bahsederken Arap tarihçi El-Mesûdî’nin “Murûc ez-Zeheb ve Ma'âdin el-Cevâhir”
(947) adlı eserine “Mesudî’nin anlattığına göre …” diye El-Mesûdî’nin ismini
zikrederek alıntı yapar.8
Osmanlı tarih yazımına bakacak olursak, 18. yüzyıla kadar “büyük anlatı”
geleneğinin hâkim olduğunu görürüz. Büyük anlatıda, Osmanlı tarihçileri Osmanlı
Devleti’ni büyük İslam tarihinin bir devamı olarak görmüş ve onu dünya tarihi ile
İslam tarihinin içine dâhil etmişlerdir. Osmanlı tarih yazımı, gelenek olarak dünya
tarihi, İslam tarihi ve Türk tarihi çizgisini takip eder. Âşık Paşazade, Osmanlı
tarihini anlattığı “Tevârîh-i Âl-i Osman” adlı eserinde, Osmanlı hanedanının soy
ağacını Sultan II Bayezit’ten başlatarak Nuh peygamber’e kadar ulaştırır.9 19.
Yüzyılda Osmanlı tarih yazıcılığına Avrupa etkisi girene kadar böyle devam
etmiştir.
196
Emre Çağrı GEZEN
——————————————————————————————
vermeye ihtiyaç duymaz.11 Yapılan atıflar da, İbn-i Haldun örneğinde olduğu gibi,
yazar adı ya da eserin adı metin içinde anılarak yapılır.
197
Tarih Yazımında Dipnotun Serüveni
——————————————————————————————
vasıtasıyla okuyucuya gösterilir. Bu evrede dipnotlar metnin altında ve ayrıştırılmış
halde bulunur. Diğer bir ifadeyle, konunun dışında, metine destek olacak şekilde
ama ayrı bir yerde bulunur. Ranke, kendi fikir ve düşüncesi sebebiyle pek sık
dipnot kullanmasa da, onun ortaya attığı objektif/bilimsel tarihçiliğin ihtiyacını,
metin altında verilen atıfla ve belgelerle dipnotlar karşılamıştır. Bu halde bile,
dipnot kullanımının tam anlamıyla kabul gördüğünü ve yaygınlaştığını
söyleyemeyiz.
198
Emre Çağrı GEZEN
——————————————————————————————
19.yüzyılın tarih kitaplarından Tarih-i Cevdet, 1854-1885 yılları arasında
Cevdet Paşa tarafından kaleme alınmıştır. Bu eserde dipnota rastlanmaz fakat
Cevdet Paşa, yararlandığı kaynakları “Tarih-i Cevdet’in Mehazları” başlığı altında
sıralar. Osmanlı tarih araştırmalarında, bilinen modern manada ilk dipnot ise
Mustafa Celaleddin Paşa tarafından Les Turcs, anciens et moderne (1869) adlı
eserinde kullanılmıştır. Mustafa Celaleddin Paşa bu eserinde modern dipnotu
kullandığı gibi, bu dipnotların bir kısmı açıklama amacıyla kullanılmıştır.15
15 Acun, a.g.m. , s. 67
16 Acun, a.g.m. , s. 68-69
199
Tarih Yazımında Dipnotun Serüveni
——————————————————————————————
etmesi kuvvetle muhtemeldir ve geçmişte meydana gelen bir olayın tüm olgularını
bulmak, neredeyse imkânsızdır. Üstelik bulunsa bile, amaçlanan anlamı, yani
hakikati ortaya çıkarmama ihtimali de vardır. Bunun üzerine tarihçiler, belge ve
olguları kendi düşüncelerine göre seçip düzenlemeli ve bu yolla hakikate ulaşmaya
çalışmalılardır. Çünkü belge ve kaynağın kendisi gibi, tarihçi de, tarihin ayrılmaz
bir parçasıydı ve mutlaka onun da etkisi olmalıydı. Bunun kaçınılmaz bir neticesi
olarak, 19. yüzyılın tek hakikatli döneminden 20. yüzyılın tarihçiden tarihçiye
değişen göreli hakikatlerine doğru bir geçiş yaşanmıştır.17
Türk tarihi bakımından ele alındığında ise, dönemin tarih anlayışı Türk
tarihçilerin çalışmalarına işlemiştir. 1970 sonrasında yazan Cumhuriyetin ikinci
kuşak tarihçileri, ilk yıllardaki “orta anlatı” geleneğinden “küçük anlatı” anlayışına
geçiş yapmıştır. Bu durum sebebiyle en fazla dipnot kullanımı bu anlatıyla
başlamış, en fazla tarihçi de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Artık, sınırlar daha
daralır ve çalışmalar daha küçük mahalleri kapsar. Dipnot kullanımı artık modern
bir standarda bürünmüştür.
Değerlendirme
Tarihin, Eskiçağ ile 19.yüzyıl arasında geçirdiği süreçte dipnot, büyük
anlatı geleneğine bağlı olarak atıf amacıyla kullanılmıştır. Rönesans, Reformasyon,
Aydınlanma Çağı gibi evrelerde tarihe biçilen misyon ve anlam değişirken, dipnota
da yüklenen fonksiyonlar değişir. Tarihin 19. yüzyılda sistemleştirilmesiyle ortaya
atılan objektif/bilimsel tarih görüşü, dipnot kullanım şeklinde de dönüşüme yol
200
Emre Çağrı GEZEN
——————————————————————————————
açar. 20. yüzyılın göreli tarih anlayışı, anlatıyı küçülttüğünden, dipnot kullanımına
daha çok ihtiyaç duyulur ve bu da dipnotun pratik kullanımına sebep olur.
Kaynakça
201
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Duygu YAŞAR
Atike AYSOY
ÖZET
Osmanlı Devleti, XIX. yüzyıldan itibaren iç ve dış faktörlerin etkisiyle siyâsi,
iktisâdi, ictimâi, sosyal, kültürel yönden bazı olumsuz durumlar ile karşı karşıya kalmıştır.
Bu durum devlet açısından içerde ve dışarıda siyâsi, sosyal ve iktisâdi bunalımlara neden
olmuştur. XX. yüzyılın başında Balkan Savaşlarıyla birlikte devlet büyük toprak
kayıplarına uğramış ve bunu takip eden yıllarda Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi
Osmanlı Devleti’nin fiilen sonunu hazırlamıştır. 1918 yılında İtilaf Devletleriyle yapılan
antlaşma muvacehesince Osmanlı Devleti parçalanmış bunun akabinde Türk Toplumu
Kurtuluş Savaşında mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Netice itibariyle bu bildiride Halide Edip Adıvar’ın hem askeri anlamda hem de
aydın bir yazar olarak Kurtuluş Savaşına ne tür katkılar verdiği irdelenecektir. Ayrıca,
Halide Edip Adıvar’ın bir kadın kahraman olarak Kurtuluş Savaşındaki rolü
değerlendirilecektir. Böylece, bu bildiri ile bilim dünyasına bir katkı sağlanması
amaçlanmaktadır.
——————————————————————————————
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü IV. Sınıf öğrencisi,
[duygu_9157@hotmail.com]
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü IV. Sınıf
Öğrencisi, [atik_e03@hotmail.com]
Kurtuluş Savaşında Aydın Bir Kadın Kahraman: Halide Edip Adıvar
——————————————————————————————
Hayatı
Halide Edip Adıvar 1884 yılında Beşiktaş, İstanbul'da doğdu. Annesini
küçük yaşta veremden kaybetti. Evde özel dersler alarak ilköğrenimini tamamladı.
Halide Edip’in çocukluğu ve yetişme yılları Osmanlı Devleti’nin yıkılış döneminde
geçmiştir1.Yedi yaşında iken yaşını büyüterek girdiği Üsküdar Amerikan
Lisesi’nden kısa bir süre sonra padişahın “Hıristiyan okullarında Müslüman
öğrencilerin okuyamayacağı” emri ile alınmış ve evde özel ders görmeye
başlamıştır. Kolejde İngilizce ve Fransızca öğrenmiş, aynı yıl yeniden Üsküdar
Amerikan Koleji’ne kaydolmuştur. Bu okulda aldığı eğitimin yaşamında büyük
etkisi olmuştur. 1901 yılında mezun olduğu bu okulun ilk kız öğrenciler
arasındaydı. Halide Edip, kolejin son sınıfında iken matematik öğretmeni
olan Salih Zeki Bey ile okuldan mezun olduğu yıl evlendi.1903 yılında ilk oğlu
Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo
dünyaya geldi2.
Meşrutiyetin ikinci kez ilan edildiği 1908 yılı Halide Edip’in hayatında bir
dönüm noktası oldu. 1908'de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya
başladı. İlk yazısı Hüseyin Cahit'in çıkardığı Tanin'de yayımlandı. Başlangıçta,
eşinin isminden ötürü yazılarında Halide Salih imzasını kullandı. Yazıları, Osmanlı
içerisindeki muhafazakâr çevrelerin tepkisini çekti. 31 Mart Ayaklanması sırasında
öldürülme endişesiyle kısa süre için iki oğluyla Mısır'a gitti. Oradan İngiltere’ye
giderek kadın hakları konusundaki yazıları nedeniyle kendisini tanıyan İngiliz
gazeteci Isabelle Fry’ın evinde konuk oldu. İngiltere’ye gidişi o dönemde kadın-
erkek eşitliği konusunda sürüp giden tartışmalara tanık olmasına, Bertrand
Russell gibi fikir adamlarıyla tanışmasına vesile oldu3.
1909'da İstanbul'a geri döndü; siyasi içerikli yazılarının yanı sıra edebî
yazılar da yayımlamaya başladı. Heyyula ve Raik'in Annesi adlı romanları basıldı.
Bu arada Kız Öğretmen okullarında öğretmenlik ile vakıf okullarında müfettişlik
görevlerinde bulundu. İleride yazacağı Sinekli Bakkal adlı ünlü romanı, bu görevler
gereği İstanbul’un eski ve arka mahallelerini tanıması sayesinde ortaya çıkmıştı.
Halide Edip, eşi Salih Zeki'nin evlilik dışı ilişkilerine, çocukları yüzünden
ve belki de Salih Zeki'ye karşı sevgisi yüzünden katlanmaya çalışır. Salih Zeki'nin
ikinci bir eş alacağını ilan etmesi, bardağı taşıran son damla olur. Halide Edip uzun
1 İnci Enginün, Halide Edip Adıvar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989, s.1.
2 Nazan Bekiroğlu, Halide Edip Adıvar, Şule Yayınları, İstanbul 1999, s.21.
3 Beyhan Uygun Aytemiz, Halide Edib-Adıvar ve Feminist Yazın, Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Edebiyatı Bölümü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Haziran
2011, s.3.
203
Duygu YAŞAR & Atike AYSOY
——————————————————————————————
uğraşlardan sonra, boşanmayı aklına bile getirmeyen Salih Zeki'nin kendisinden
boşanmasını sağlar4. Boşandıktan sonra ise; buhran dolu bir dönem geçirir. Artık
yazılarında Halide Salih yerine Halide Edip adını kullanmaya başladı. Aynı yıl
Seviyye Talip romanını yayımladı. Bu roman, bir kadının kocasını terk ederek
sevdiği erkekle yaşayışını anlatır ve feminist bir eser olarak değerlendirilir.
Basıldığı dönemde birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Halide Edip, 1911 yılında
ikinci kez İngiltere'ye gitti, kısa bir süre kaldı. Yurda döndüğünde 1912 yılında
Balkan Savaşı başlamıştı5.
Balkan Savaşı yıllarında kadınlar toplum yaşamında daha aktif rol almaya
başlamışlardı. Türk kadını, ülke işgal altındayken vatanın kurtuluşu için canla başla
çalışmıştır. Uğranılan yenilgiler de kadınları ümitsizliğe düşürmemiştir8. Halide
Edip de bu yıllarda Teâli-i Nisvân Cemiyeti’nin (Kadınları Yükseltme Derneği)
kurucuları arasında yer aldı ve yardım işlerinde çalıştı. Öğretmenlik mesleğinin
içinde olduğundan eğitim ile ilgili bir kitap yazmaya yöneldi ve Amerikalı düşünür
ve eğitimci Herman Harrell Horne'un The Psychological Principle of Education
(Eğitimin Psikolojik Temeli) adlı eserinden yararlanarak Talim ve Edebiyat adlı
204
Kurtuluş Savaşında Aydın Bir Kadın Kahraman: Halide Edip Adıvar
——————————————————————————————
kitabı yazdı9. Aynı dönemde Ocağı içinde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet
Ağaoğlu, Hamdullah Suphi gibi yazarlarla tanıştı. Bu kişilerle dostluğu sonucu
Turancılık fikrini benimseyen Halide Edip, bu düşüncenin etkisiyle Yeni Turan adlı
eserini yazdı. 1911'de Harap Mabetler ve Handan isimli romanları yayımlandı10.
Milli Mücadele taraftarı aydınların bir kısmı işgalcilere karşı ABD ile
işbirliği yapma düşüncesiydi, Halide Edip bu düşüncedeki Refik Halit, Ahmet
Emin, Yunus Nadi gibi aydınlarla 14 Ocak 1919'da Wilson Prensipleri
Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı. Halide Hanım, milli mücadelenin
content&task=view&id=
123&Itemid=29.07.04.2013.
10Tuncay Yılmazer, “Bir Milliyetçinin Otobiyografisi-Mor Salkımlı Ev”, www.derindusunce.org, 08
Eylül 2008.
205
Duygu YAŞAR & Atike AYSOY
——————————————————————————————
önderi Mustafa Kemal'e yazdığı bir mektupla ABD mandası tezini açıkladı. Ancak
bu tez temmuz ayında Mustafa Kemal önderliğindeki Erzurum Kongresi'nde uzun
uzun tartışılacak ve reddedilecektir. Yıllar sonra Mustafa Kemal'in Nutuk adlı
eserinde tam metnine yer vereceği mektubu yüzünden Halide Edip, "mandacı"
olarak suçlanmış, hatta "hain" olarak değerlendirilmiştir.
11 Tülin İçli, “Atatürk ve Türk Kadını”, ATAM, Cilt: IX, (Ankara: Kasım 1992), Sayı:25, s.67-72.
12Halide Edip Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı, Çan Yayını, İstanbul 1962, s.188-190.
206
Kurtuluş Savaşında Aydın Bir Kadın Kahraman: Halide Edip Adıvar
——————————————————————————————
mitingi, 22 Mayıs’ta Kadıköy mitingine katıldı. Bunları Halide Edip’in
başkahramanı haline geldiği Sultanahmet mitingi izledi. İngilizler İstanbul’u 16
Mart 1920’de işgal ettiler. Hakkında idam emri çıkardıkları ilk kişiler arasında
Halide Edip ve eşi Dr. Adnan Adıvar da vardır. 24 Mayıs’ta padişah tarafından
onaylanan kararda idama mahkûm edilen ilk 6 kişi şunlardı: Mustafa Kemal, Kara
Vasıf, Ali Fuat Paşa, Ahmet Rüstem, Adnan Adıvar ve Halide Edip.
Anadolu'da Mücadele
Haklarında idam kararı çıkmadan önce Halide Edip, eşi ile birlikte
İstanbul'dan ayrılıp Ankara’daki milli mücadeleye katılmıştı. Çocuklarını
İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında
yola çıkan Halide Hanım, Geyve’ye ulaştıktan sonra buluştukları Yunus Nadi
Bey ile birlikte trene binip Ankara’ya gitmiş ve 2 Nisan 1920 günü Ankara’ya
varmıştı.
1921’de Ankara Kızılay başkanı oldu. Aynı yılın Haziran ayında Eskişehir
Kızılay’da hastabakıcılık yaptı. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa
Kemal’e telgrafla iletti ve cephe karargâhında görevlendirildi. Sakarya
Savaşı sırasında onbaşı oldu. Yunanlıların halka verdiği zararları incelemek ve
raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirildi. Vurun
Kahpeye adlı romanının konusu bu dönemde oluştu13. Türk'ün Ateşle
İmtihanı(1922) adlı anı kitabı, Ateşten Gömlek(1922), Kalp
Ağrısı (1924), Zeyno’nun Oğlu adlı romanlarında Kurtuluş Savaşı'nın değişik
yönlerini gerçekçi biçimde dile getirebilmesini savaştaki deneyimlerine borçludur.
207
Duygu YAŞAR & Atike AYSOY
——————————————————————————————
Savaş boyunca cephe karargâhında görev yapan Halide Edip, Dumlupınar
Meydan Muharebesi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitti. İzmir’e yürüyüş sırasında
rütbesi başçavuşluğa yükseldi. Halide Edip, aynı zamanda siyasal bir liderdi ve
Türk Bağımsızlık Savaşı’na aktif olarak katılan “İlk Kadın Onbaşı” lâkabını
almıştı14. Savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.
Halide Edip, 1954 yılında siyasi hayata veda eder. Bundan sonra yazarlık
faaliyetleri devam eder. 1955’te eşi Dr. Adnan Adıvar’ın vefatından sonra Halide
Edip kendisini yalnız hisseder ve sıhhati bozulur. Yine bu günlerde özellikle Milli
Mücadele dönemini sık sık hatırlar. Halide Edip 9 Ocak 1964’de hayatını
kaybetmiştir. Halide Edip’in İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki odası
küçük bir müze olarak düzenlenmiştir15.
Sonuç
Halide Edip Adıvar, yaşadığı dönemde; II. Meşrutiyet sonrası dönemi,
Balkan Savaşı yıllarını, I. Dünya Savaşı yılları ve 1918’den sonra başlatılan Milli
Mücadele ile Sakarya Savaşı ve daha sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu
evrelerini görmüştür. Bu dönemlerde gerek savaş alanlarında olsun gerekse kalemi
ile sürekli olarak halkın haklı kurtuluşuna büyük destek vermiştir. Aynı zamanda
Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesinden sonra, fikir alışverişi yapmak
için mektuplaştığı aydınlar arasında Halide Edip de bulunmaktadır. Adıvar, Milli
Mücadele döneminde Atatürk’ün çevresinde İngilizce okuyup yazabilen yegâne
kişidir. Bir süre sonra kendi isteği ile orduya asker olarak katılan Halide Edip,
14 Hüner Tuncer, “Türk Kadınının Geçirdiği Evrimin Tarihçesi ve Bugünkü Durumu”, ATAM, Cilt:
208
Kurtuluş Savaşında Aydın Bir Kadın Kahraman: Halide Edip Adıvar
——————————————————————————————
burada “onbaşı” rütbesi ile cephe karargâhında çalışmaya başlar. Bu yıllarda aynı
zamanda cephe gerisindeki yerleşim yerlerini de görevli olarak dolaşan Adıvar,
buralarda ve cephede gördüklerinden yararlanarak Milli Mücadele’nin en güzel
romanlarından kabul edilen eserlerini vermiştir ve Kurtuluş Savaşı’nın kadın
kahramanları arasındaki yerini almıştır.
Kaynakça
ADIVAR, Halide Edip; “Mor Salkımlı Ev”, http://www.edebiyatekibi.com/
index.php?option=com_content&task=view&id=123&Itemid=29.04.2013
ADIVAR, Halide Edip; Türk’ün Ateşle İmtihanı, Çan Yayını, İstanbul 1962.
AYTEMİZ, Beyhan Uygun; Halide Edib-Adıvar ve Feminist Yazın, Bilkent
Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Edebiyatı
Bölümü, Haziran 2011.
ERDAL, Kelime; “Halide Edip’in Bakış Açısıyla Kadının Çalışma Hayatı”,
Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.7, S.1, 2008.
ENGİNÜN, İnci; Halide Edip Adıvar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1989.
ADAK, Hülya; “Otobiyografik Benliğin Çok-Karakterliliği: Halide Edibin İlk
Romanlarında Toplumsal Cinsiyet”,
http://research.sabanciuniv.edu/5302/1/Hulya_Adak.pdf.06.04.13.
İÇLİ, Tülin; “Atatürk ve Türk Kadını”, ATAM, Cilt: IX, (Ankara: Kasım 1992),
Sayı:25, s.67-72.
TUNCER, Hüner; “Türk Kadınının Geçirdiği Evrimin Tarihçesi ve Bugünkü
Durumu”, ATAM, Cilt: IV, (Ankara: Kasım1989), Sayı:16, s. 163-172.
YILMAZER, Tuncay, “Bir Milliyetçinin Otobiyografisi-Mor Salkımlı Ev”,
www.derindusunce.org, 08 Eylül 2008.
YORULMAZ, Bülent; “Hint Basınında Halide Edip Adıvar”, Türklük
Araştırmaları Dergisi, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, S.4,
İstanbul 1989.
209
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
——————————————————————————————
ÖZET
Tarih boyunca insanlar yaşayışlarını kolaylaştırmak için çeşitli malzemeler
üretmişler ya da keşfetmişler ve bu malzemeleri günlük yaşantılarında kullanmışlardır.
Pusuladan navigasyon cihazına, çevirmeli telefonlardan akıllı işletim sistemli telefonlara
kadar gelişen ve değişen teknoloji ve sanayi modern yaşamda hayatımızın her evresinde
kullanılmaya başlanmıştır.
Dumlupınar Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi.
[aysenurtelli87@gmail.com]
1 http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=TEKNOLOJ%C4%B0 12.04.2013
Tanzimat, Cumhuriyet’in Kuruluşu, Günümüz Ve Yakın Gelecekte Sanayi Ve Teknoloji’nin Günlük
Yaşantıdaki Yansımaları
——————————————————————————————
iken, Osmanlı vatandaşının el tezgahında üretim yapması ve bunun sonucu olarak
üretimde yaşanan gerileme Osmanlı’da sanayileşmeyi zorunlu kıldı.
Studies, EMU-CWS,2006, s. 1.
4 Gamze Aslan Yaşar, a.g.m., s. 11.
5 H. Tahsin Fendoğlu, “Osmanlı Yenileşme Döneminde Türk Düşüncesi” Yeni Türkiye S 46,
Temmuz-Ağustos/2002,s. 151.
211
Ayşe Nur TELLİ
——————————————————————————————
derecede önemli rol oynamıştı. Osmanlı yöneticileri bu durum karşısında çeşitli
önlemler almaya ve bazı sanayileşme girişimlerine başvurmaya yönelmişlerdi.
Yapılan yeni teşebbüsler, eski mevcut tesisleri genişletmek ve yeni fabrikaların
kurulması şeklinde olmuştu.”6
212
Tanzimat, Cumhuriyet’in Kuruluşu, Günümüz Ve Yakın Gelecekte Sanayi Ve Teknoloji’nin Günlük
Yaşantıdaki Yansımaları
——————————————————————————————
Bahsedilen sanayi girişimlerinin sonucu olarak Tanzimat döneminde
devletçe kurulan, uzun süre saray için üretim yapan fabrikalardan birisi, en uzun
ömürlü olanı ve kalıcı olanı olan Hereke Fabrikasıydı. Fabrika önce özel kişilerce
kurulmuş daha sonra devlet eline geçmişti. Bunun dışında çuha fabrikaları ve
Bursa’da bir ipek fabrikası da kuruldu. 1790’a kadar İstanbul ve Anadolu’da pek
çok fabrika ve atölye açıldı.11
213
Ayşe Nur TELLİ
——————————————————————————————
önemi arttı. Stratejik öneme sahip olan bu kentler bundan dolayı da “metropol” ya
da “dünya kenti” ismini aldılar. Ülkemizde İstanbul, birinci dereceden kararların
verildiği bu dünya kentlerinden biridir.15
214
Tanzimat, Cumhuriyet’in Kuruluşu, Günümüz Ve Yakın Gelecekte Sanayi Ve Teknoloji’nin Günlük
Yaşantıdaki Yansımaları
——————————————————————————————
İmparatorluğu'nda ilk defa 1839'da, Samuel Morse'un telgrafın çalışan bir modelini
icadından 4. yıl sonra, ortaya çıktı.21 Bundan sonra Osmanlı Devleti, bu alanda
Avrupa ve Amerika'dan pek geri kalmadı. 1839'daki sonuçsuz girişimden sonra,
1847'de Beylerbeyi Sarayında önce Abdülmecid (9 Ağustos 1847), ertesi gün de
devlet ileri gelenlerinin huzurunda iki başarılı telgrafçılık denemesi yapıldı.”22
Posta ve telgraftan sonra en önemli iletişim aracı olan telefon ise, “Osmanlı
Devleti'ne 1881 tarihinde girdi. Memlekette ilk telefon hattı, İstanbul'daki Posta-
Telgraf Nazırının odası ile Telgraf Müdürlüğü arasında çekildi. Fakat bu hatlar,
Sultan II. Abdülhamit tarafından, gizli işlerde kullanılabileceği endişesi ile
söktürüldü. Nitekim II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yeniden ele alınan bu konu,
19 Nisan 1911 tarihli "İrade-i Seniyye" ile Türkiye'de bir telefon şirketinin
kurulması ve bu şirket vasıtasıyla haberleşmenin sağlanması kanunlaştı.”25
21 Roderıc H. Davison, "Osmanlı İmparatorluğu’na Elektrikli Telgrafın Girişi” Çev. Yrd. Doç. Dr.
215
Ayşe Nur TELLİ
——————————————————————————————
Bilim ve tekniğin baş döndürücü hızda ilerlemesi postaları da etkiledi, bu
sektör uçak postaları devreye sokularak uluslararası bir boyut kazandı. Avrupa ve
Amerika ülkelerinde, başka araçların ulaşamadığı köy ve kasabalara helikopter
servisleri konuldu. Koli ve mektuplar en hızlı şekilde gönderilmeye başlandı.
Eskiden mektup, telgraf ve para havalesi gibi isleri yapan bir kuruluş olan “PTT”
daha sonraları telefon, telsiz, radyo, teleks ve benzeri yeniliklerle genişledi ve
yakın zaman kadar televizyon yayınları, cep telefonları ve internet bağlantıları bu
hatları kullanmaktaydı.27
216
Tanzimat, Cumhuriyet’in Kuruluşu, Günümüz Ve Yakın Gelecekte Sanayi Ve Teknoloji’nin Günlük
Yaşantıdaki Yansımaları
——————————————————————————————
1.1.4., Cumhuriyet Dönemi Sanayi, Teknoloji Ve Modernleşen Türk
Toplumu
32 Murat Koraltürk, “Türkiye Ekonomisi (1923-1960)”, Türkler, Cilt 17, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara 2002, s. 585-586.
33 Murat Koraltürk, a.g.m., s. 590-591.
217
Ayşe Nur TELLİ
——————————————————————————————
araştırmacı insan kaynağı sağlama ve araştırma merkezlerini kurma” gibi çeşitli
görevler bulunmaktadır.34
Tarihte birçok keşfe sebep olmuş olan ve Pusula’nın yerini alan, yön
bulmaya yarayan, günümüz teknolojisi navigasyon cihazları kullanıcılarına büyük
katkı sağlamaktadır. Üstelik bu cihazların özellikleri, gelişen cep telefonlarında da
bulunabilmektedir.
34 Bahadır Yıldız, Hale Ilgaz, S. Sadi Seferoğlu, “Türkiye’de Bilim ve Teknoloji Politikaları:
1963’den 2013’e Kalkınma Planlarına Genel Bir Bakış”, Muğla Üniversitesi Akademik, Akademik
Bilişim, 2010, s. 2.
35 Hüseyin Çakır, Nursel Yalçın, “İnternet ve İntranet’e Dayalı Sanal Dershane Sistemi”, Kastamonu
218
Tanzimat, Cumhuriyet’in Kuruluşu, Günümüz Ve Yakın Gelecekte Sanayi Ve Teknoloji’nin Günlük
Yaşantıdaki Yansımaları
——————————————————————————————
bulunulup, Batı’yı yakalama süreci başlamış, fabrikalar açılmış, reformlar
yapılmıştı. Ancak yapılan bu girişimler ağırlıklı olarak askeri kaynaklı atılımlar
olmuştu. Batı’ya yetişmek için akılcılığın, bilimselliğin, tekniğin gerekliliği çok
daha sonra anlaşıldı.
Gelişen teknoloji kendini yenilemeye devam etti. Telgraf bir antika olarak
rafa kalkmıştı ama posta; e-mail, mesaj sistemine dönüştü. E-mail, yakın zamana
kadar kullanılan daktilonun dahi yerini aldı. Televizyon müthiş bir evrim yaşadı.
Ulaşım lüks otomobiller, yüksek hızlı trenler ve uçaklar vasıtasıyla yapılmaya
başlandı. Bilgisayar teknolojileri neredeyse tüm cihazlarda kullanılır oldu. Üretilen
cihazlar ve araçların sağladığı kolaylıklar günlük hayatın her alanını kapladı.
Kaynakça
AYSAL, Necdet, “Çöküşten Mütarekeye Osmanlı’da Haberalma”, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 40,
Kasım 2007, ss. 523-543.
AYDOĞDU, İlknur Karaaslan, BUDAK, LEYLA “Üniversite Öğrencilerinin Cep
Telefonu Özelliklerini Kullanımlarının ve Gündelik İletişimlerine Etkisinin
Araştırılması”, Journal of Yasar University, 2012 26(7), ss. 4548-4571.
BİRİCİKLİOĞLU, Hale, "Türk Modernleşmesinde Kadın", Second International
Conference on Women's Studies, EMU-CWS, 2006, ss. 1-12.
219
Ayşe Nur TELLİ
——————————————————————————————
ÇERÇİ, Faris “Haberleşme Hizmetleri ve Osmanlı Devleti’nde Ulak
Organizasyonu (Gelibolulu Mustafa Ali’nin Bu Konudaki Görüşleri)”,
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S 20, 2003, ss. 190-221.
ÇAKIR, Hüseyin, Yalçın, Nursel, “İnternet ve İntranet’e Dayalı Sanal Dershane
Sistemi”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Mart 2006, Cilt:14, No:1, ss. 101-
112.
DAVİSON, Roderıc H., "Osmanlı İmparatorlugu’na Elektrikli Telgrafın Girişi”
Çev. Yrd. Doç. Dr. Durdu Mehmet Burak, , OTAM, Sayı: 14, 2003, ss.
347-386.
DEMİR, Tanju, “Osmanlı İmparatorluğunda Deniz Posta Taşımacılığı Ve Vapur
Kumpanyaları”, OTAM, S 17, 2006, ss. 1-17.
FENDOĞLU, H. Tahsin, “Osmanlı Yenileşme Döneminde Türk Düşüncesi” Yeni
Türkiye S 46, Temmuz-Ağustos/2002, ss. 145-155.
IŞIN, Ekrem, “19.yy’da Modernleşme ve Gündelik Hayat” , Tanzimattan
Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C 5, 1985,
İstanbul, ss. 538-566.
KORALTÜRK, Murat, “Türkiye Ekonomisi (1923-1960)”, Türkler, Cilt 17, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara 2002, ss. 581-597.
ÖKMEN, Mustafa, ”Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de Kent Ve Kentleşme”,
Türkler Ansiklopedisi, Cilt:17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara/2002, ss.
505-518.
ÖNSOY, Rıfat, “Tanzimat Dönemi Sanayileşme Politikası (1839-1876)”, H.Ü.
Edebiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, Cilt 2, S 2, 1984. ss. 5-12.
SEYİTDANLIOĞLU, Mehmet, “Tanzimat Dönemi Osmanlı Sanayii(1839-1876)”,
OTAM,
C 28 S 46, Ankara, 2009, ss. 53-69.
TOPRAK, Zafer, "Osmanli Devleti ve Sanayilesme Sorunu", Tanzimat'tan
Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi, cilt V İletişim Yayınları, İstanbul,
1986, ss. 1340-1362.
TURAL Erkan, “Osmanlı Posta Bürokrasisi 1908–1914”, Ankara Üniversitesi
Tarih Araştırmaları Dergisi, C 28, S 46, 2009, ss. 205-230.
YAŞAR ASLAN, Gamze “Ortaçağdan Günümüze “Modernite”: Doğuşu ve
Doğası”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 4, s
7, Aralık 2011, ss. 10-26.
YAZICI, Nesimi, “Tanzimatta Haberleşme Ve Kara Taşımacılığı”, OTAM, S 3,
1990, ss. 333-377.
YILDIZ, Bahadır, ILGAZ, Hale, SEFEROĞLU, S. Sadi, “Türkiye’de Bilim ve
Teknoloji Politikaları: 1963’den 2013’e Kalkınma Planlarına Genel Bir
Bakış”, Muğla Üniversitesi Akademik, Akademik Bilişim, 2010, ss. 1-6.
220
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Ebru GÜNEŞ *
——————————————————————————————
ÖZET
Toplumların sancılı anlarında daha çok kendisini hissettiren “beklenen kurtarıcı”
yani Mesih inancı şüphesiz çoğu toplumun bünyesinde kendisine yer edinmiştir. Üç semavi
dinde de yeri olan Mesih inancı sadece Yahudi inancında iman akidesi olmuştur. Sabatay
Sevi ve onun başlatmış olduğu Mesihçi cereyan Osmanlı coğrafyasında başlamış tüm
Avrupa’ya etkisini göstermiştir. Yahudi tarihinde bu cereyanın Hz. Süleyman’ın mabedinin
yıkılması ve Bar Kohba isyanından sonra en büyük olay olduğu Yahudi tarihçiler tarafından
da kaydedilmektedir. Sevi’nin başlatmış olduğu hareket Osmanlı yönetimini ve toprak
bütünlüğünü de hedef alan bir hareketti. Bu manada hem devrimci hem de bölücü bir
mahiyet arz ediyordu. Sabatay Sevi için ilk Siyonist tabiri de kullanılmaktadır. Sabatay’ın
bu hareketi kendi dönemiyle sınırlı kalmamış etkisi ta günümüze kadar devam etmiştir.
Sevi’nin IV. Mehmet’in sarayında Müslüman olmasıyla hareket farklı bir seyir izlemiş,
harekete mensup bireyler iki kimlikli bir yapıya bürünüp Osmanlı coğrafyası içinde
hayatlarını devam ettirmişlerdir. Daha çok Selanik’te yaşayan cemaat bireyleri Sabatay
Sevi’nin ölümünden sonra farklı gruplara ayrılmışlardır. Bu harekete mensup bireyler,
gerek Osmanlı yönetiminde gerekse Türkiye Cumhuriyeti yönetiminde etkili olmuş, kilit
noktalara gelmişlerdir. Osmanlıda saray içinde, Osmanlının batılılaşmasında, Jön Türk
Hareketinde, İttihat Terakki içinde ve son olarak Cumhuriyetin ilanıyla yeni Türk
devletinin kuruluşunda ve batılılaşmasında çok büyük etkileri olmuştur.
——————————————————————————————
Giriş
17. Yüzyıldan itibaren Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde özellikle
Selanik’te Müslüman adı ve görünümü altında yaşayan “gizli Müslüman-Yahudi
cemaati” fertlerine Osmanlı Türkleri tarafından, Musevilikten İslam’a döndüklerini
belirtmek üzere, verilen isimdir. Dönme kelimesi yerine eskiden “avdeti” kelimesi
nezaket kastı ile söylenirdi.1 Dönmeler kendilerine “Ma’aminim” (Müminler),
“Haberim” (Ortaklar), “Ba’ale milhame” (Mücahitler) gibi isimler vermişlerdir.
Edirne’de yaşayanlara “sazanicos” (küçük sazan balıkları) denilmiştir. Bu lakabın
veriliş nedeni hikayelere bağlanarak bu cemaat evinin Edirne’de balık pazarının
yakınında yer alışına, bir diğer söylem ise balık burcu adı altında baki olacağı
inancıdır.
Dönme-Dönmelik
Mesih
Terim olarak Mesih; günü geldiğinde yeryüzüne inerek Yahudileri
kurtaracak, bozulan düzeni yeniden kuracak, dünyayı adaletle dolduracak ilahi bir
temsilcidir.
Mehdi
“Hidayete eren, doğru yola giden, doğru yolda bulunan anlamlarında
kullanılır. Arapça da “kendisine rehberlik eden, Allah tarafından yol gösterilen”
manasındadır.
Kabala ve Kabbalizm
Kutsal kitap metinleri ve sözlü gelenekleri üzerine Yahudilerin gizemli ve
bâtınî (içrek) yorumların tümüne “kabala” denir.4 Kabala’dan kaynaklanan
Kabbalizm; ancak İspanya hareketinden sonraki Mesihi akımla daha iyi anlaşılır.
Bu hareketten önce Kabala, Mesihlikle daha az ilgilenir. İlk Kabbalistler; eski
gnostik ve felsefi fikirlerden yararlanarak, Tanrı‟ya ruhi yönden ulaşmak için,
mistik ve sembolik görüşlere kendilerini terk eder; Kutsal Kitap’ın harflerine,
zahiri anlamları dışında bâtınî anlamlar vererek, istedikleri sonuca ulaşmaya çalışır.
İbrani alfabesinin harfleri kabala için önemlidir. Harflerin kendi aralarında gizemli
ilişkileri, ilahi bir anlamları ve mistik bir açıklamaları olduğuna inanılır.
222
Ebru GÜNEŞ
——————————————————————————————
1. Umumi (genel manası) Manası (XVII. Yüzyıllar önceki manası) Eski
Türkçede “değişme, başka hale gelme” dini veya siyasi bir inancın, bir kanaatin
yerine bir başkasına benimsenmesi “tebeddül” kelimesi ile ifade edilmiştir.5 Başka
bir dinden İslam dinine geçenlere “mühdeti” veya “avdeti” terimi de
kullanılmıştır.6 Bu olaya da “ihtida” denilmiştir. İslam’ı bırakıp herhangi bir dine
geçen veya dinsizliği geçen kimselere “mürted”, bu olaya “irtidad” denir.7 Dıştan
iman ettiği halde içinden inanmayan, İslam kuralları altında başka bir dini, inancı
taşıyana “münafık” denilmiştir. İslam dışında herhangi bir dine inananlara
mütedeyyin denir. Bu terimlerin hepsi de din değiştirmeyi, dönmeyi ve bir din
sahibi olmayı içermesine rağmen gerçek anlamda “dönmelik” değildir.
2. Hususi Manada Dönme ve Dönmelik “Dönme” 1912 Balkan Harbi’nden
evvel Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Selanik şehrinde yaşayan bir
kısım Osmanlı vatandaşlarını ifade etmektedir. Önceden Musevi dininde
bulunmakta iken bazı siyasi sebeplerle İslâmiyet’i kabul etmiş olmaları yüzünden
kendilerine dinden dönmüş manasına gelen Dönme denilmekteydi.
Sabatay Sevi
Mesihin Ortaya Çıkışını Hazırlayan Durumlar
“Sevilla-Sharon, Mesih Sabatay Sevi’yi ortaya çıkaran şartları sıralarken
üç sebepten bahsetmektedir; Yahudi milletinin sürgündeki genel durumu. Kurtuluş
için ‘Mesih’ inancının gerektirdiği alt yapının varlığı. Yeniçağ Yahudi dünyasında
‘Kabala edebiyat’ının aktüel olması, özellikle 1630-1640’lı yıllarda etkinlik
kazanan Kabala üstadı İzak Luria’nın yaklaşımı, güçlü Mesihlik duygularını
uyandıracak ve kurtuluş saatinin yakın olduğuna dair ilanları. Yeni çağ
Avrupa’sında Yahudilere yönelik zülüm ve katliamların varlığı. Özellikle
Polonya’daki 1648 Kmielnetzki katliam’ının ortaya çıkması, Yahudiler nezdinde,
Mesih‟in yakında geleceği umutlarının artırması, bu katliamın Sabatay Sevi’yi de
etkilemesi sonucu kendisinin Mesih olduğuna o sırada inanmaya başlamasıdır.”8
Sabatay Sevi
Sabatay Sevi’nin kökeniyle ilgili olarak kaynaklarda farklı yaklaşımlar
vardır. Sevi’nin kökeni ile ilgili olarak A. Galente şunları söyler: “Sabatay Sevi, 7
223
Dönmelik ve Sabatay Sevi
——————————————————————————————
Temmuz 1626’ya denk düşen, İbrani Takvimi’ne göre 5386 yılının Ab ayının
9’unda İzmir’de İspanyol kökenli Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Babası Mordehay Sevi İzmir’e yerleşmek üzere Mora’ dan gelmişti.9 diye
belirtmiştir. Sabatay Sevi’nin adı gibi, doğum yeri, yılı ve menşei de ihtilaflıdır.
İspanyol asıllı bir Yahudi aileden, 7 Temmuz 1626 tarihini gösteren İbrani
takvimine göre 5386 (İbrani Takvimi, dünyanın yaradılışını, Hz. İsa’nın
doğumundan önce 3760 olarak alır. Bugün de aynı takvim kullanılmaktadır) senesi
Ab ayının 9’unda İzmir’de doğmuştur. Sabatay’ın doğduğu ev İzmir’de “Lambard”
sokağındadır. . Öğrenmeyi zor bulmayan, çok tuhaf bir çocuk, azimli, küçük bir
Yahudi’ydi. Her şeyi çabucak anlıyordu ve bir şeyi bir kere öğrendi mi bir daha
asla unutmuyordu. Böylelikle, bir insanın ancak çok uzun sürede öğrenebileceği
kadar engin bir bilgi birikimine sahip oldu. Ne var ki bir insanın uzun süredir
bildiği bir şey, onun en çok önemsediği şey olmaz. Bu yüzden Sabatay kısa
zamanda sadece kendi görüşlerini oluşturmaya ve eleştirel olmaya değil, ayrıca
sahip olduğu bilginin ona verildiği tekebbürle İbranice de bile kusur bulmaya
başladı. Bu dili seviyordu fakat gelişme döneminde bozulup sıradanlaştığını ve
kabalaştığını düşünüyordu. Hırslı küçük bir öğrenci olarak peygamberlerin o
anlaşılır ve tınılı konuşmalarından büyülenmişti. Sabatay’ın cemaatten çeşitli
nedenlerle kovulmuştur. Mora, Atina, İstanbul, Selanik, kahire, Kudüs, Gazze
şehirlerine giderek kendi Mesihliğini doğrulayacak yalanlar bularak itibarının
artmasına ve mevcudiyetinin sağlamlaşmasına vesile olmuştur.
224
Ebru GÜNEŞ
——————————————————————————————
Aziz Mehmet Efendi, ölümünden önce kendine sadık kalanları bir çatı
altında toplamak üzere taraftarlarına riayet edecekleri 18 maddelik inanç ilkeleri
miras bırakmıştı. Aziz Mehmet Efendi’nin ölümünden sonra taraftarlarından çoğu
ona bağlılığını devam ettirmişlerdir. Dönmelerin büyük çoğunluğu Selanik’te
yaşamaktadır. Selanik, bir nevi Sabatayistlerin merkezidir. Onun ölümüyle
Sabatayist Hareket son bulmamıştır. Ona inananlara göre Sabatay ölmemiş, sadece,
Dünyadan çekilmiştir. Sabatay Sevi’nin ölümünden sonra sabatayistlik Yakubiler,
Karabaşlar, Kapancılar olmak üzere 3 kola ayrılmıştır.
Sabatayistlerin Adetleri
A. Küçük Dönmelerin genel adetlerini şöyle sıralamaktadır. “Dönmelerin
inanç ve ibadetleri, Sabatay Sevi’nin 18 Emrinde vardır. Bu 18 Emrin içinde;
Sabatay Sevi’nin “Mesihliğine iman, Müslümanlarla evlenmekten kaçınma,
Müslüman adetlerine ve dini vecibelere görünürde riayet, gizlice Mezamir okuma,
Kameri ayların ilk günlerine dikkat ve hürmet yer almaktadır. Bunun dışında,
Müslümanlarla yaptıkları bayramlardan başka, on iki kadar bayramları vardır. Bu
hususi bayram günlerinde, gündüzleri bayram yapılmaz; ancak geceleri evlerde
toplanılarak bayram edilir. Bunun dışında Dönmeler, Mesihlerinin öldüğüne asla
inanmazlar. Özellikle Yakubiler’in, her Cumartesi, bir kadını çocukları ile beraber
deniz kenarına göndererek Mesih’i getirecek geminin gözüküp gözükmediğine
baktırdıkları; ihtiyarların da her sabah ufukta böyle bir gemi aradıkları ileri
sürülmektedir. Bunun yanında rivayetlere göre Müslümanlar arasına karışarak
camiye gittikleri ve Ramazan‟da oruç tutar göründükleri hatta arada sırada hacca
gidenlerin bile olduğu ifade edilir. Cennet’e girmek sadece kendilerine aittir. İyi bir
Müslüman, tenasüh yolu ile 40 defa dünyaya gelir ve her gelişinde hayır işlerse,
ancak Cennet’e girme hakkını kazanabilir gibi düşünceler de onların aralarında
yaşamaktadır. Üç dönme zümresinin Nesl-i Gerif denilen en asil ailelere mensup
birer lideri vardır. Bunlar cemaat ihtiyarlarının oyları ile seçilir ve ölünceye kadar
orada kalır. Bet-Din denilen liderler tarafından tayin olunan, nikâh, talak
(boşanma), doğan çocuğun 8. günü sünnet merasimi, ölülerin teçhiz ve tekfini,
Selanik ve İstanbul’da ki hususi mezarlıklara defni, cemaatin iç işlerini ifası ruhani
liderler tarafından yapılır. Bu liderler, Tevrat’ı olduğu gibi, Zoharı da ezbere okur.
İbranice ve Yahudi İspanyolcasını da mukaddes bir dil gibi öğrenirler. Dönmeler,
Müslümanlardan kız alıp vermedikler gibi, kendi aralarında da alıp verme
konusunda da oldukça hassas davranırlar. Müslümanlardan veya kendilerinden
başka bir zümreden kız alan “Cemaat” dışı sayılarak kararmış diye anılır.12
225
Dönmelik ve Sabatay Sevi
——————————————————————————————
XX. Yüzyılın başlangıcında, Dönmeler, geniş Müslüman Türk topluluğu
içinde eriyecekleri korkusuyla, üç grup arasındaki ayrılığı kaldırmak üzere ciddi
teşebbüslere girişmişlerdir. Ancak bu teşebbüsün sonucunun ne olduğu hakkında
kesin bir bilgiye sahip olunamamıştır. Bu Cumhuriyet’in ilanından sonra
kendilerini Müslüman Türk toplumuna uydurduklarından değil modernleşme ve
toplumun onların da benimsediği yönde bir değişime uğramasından fark edilemez,
tespit edilemez olmuştur. Dönmeler ticaret ve sanayi hayatını ellerine geçirdikten
sonra, tıp, hukuk, mülkiye tahsiline yönelmiş; idari memurluklarda valilik,
müsteşarlık, siyasette. mebusluk ve bakanlığa kadar yükselmiş, öğretmenlik ve
gazetecilikte başarılı olmuştur. Basın ve Yayını ellerine geçirerek Batılılaşma
Hareketi’nin, Türkiye’de öncülüğünü de yapmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu
döneminde Avrupa’ya tahsile gidenlerin ekseriyetini Dönmeler teşkil etmiştir.
Yabancı dillere büyük ehemmiyet veren Dönmeler, ticaret maksadıyla, sık sık
Avrupa’ya gidip gelmiş; ilericilik adı altında yeni fikirler yaymaktan geri
durmamıştır. Selanik’te aralarında topladıkları paralarla, Fevziye ve Terakki adı
altında lise derecesinde iki okul açmış; Türk-Yunan mübadelesi sonunda, bu
fikirlerini, okullarını ve gruplarını Anadolu’unun bazı şehirlerini özellikle
İstanbul’a getirmişlerdir. Bunlar; eğitim ve öğretime ve büyük bir ehemmiyet
vermiş aralarında hemen hemen okur-yazar olmayan kimse kalmamıştır.”13
226
Ebru GÜNEŞ
——————————————————————————————
Tevrat’tan alınan Kenan Çobanları başlıklı operayı sahneye koyarak Yahudi
propagandası yaptığı ve bu temsil ile İsrail müjdesini sergilediği belirtilmektedir.14
Sonuç
İnsanların sancılı anlarında kurtuluş ümidiyle sarıldıkları Mesih inancı
şüphesiz ki bütün toplamlarda kendi öz dinamikleriyle yoğrulmuş bir şekilde
varlığını devam ettirmiştir. Hele bu sürekli dışlanan ve sürgünler geçirmiş bir
toplumda olunca kendini daha ağır bir şekilde hissettirmiştir. Bu durum Yahudi
inancında da kendine yer edinmiştir. Yahudiler II. Sürgünle birlikte bulundukları
coğrafyada hep bu inançla yaşamış ve Mesihleri ile birlikte Kudüs’e dönüşün
hayallerini kurmuşlardır.
Sabatay Sevi önderliğindeki Mesihçi hareketlerden daha etkili ve geniş
kitleleri etkisi altına alan bir harekettir. Sevi hareketi onun ölümünden sonra da
devam etmiş ve Sevi’nin bir gün çıkıp geleceği inancı taraftarlarınca
benimsenmiştir. İzleri ve tesirleri günümüze kadar devam eden bu Mesihçi hareket
hala sürmektedir.
227
Dönmelik ve Sabatay Sevi
——————————————————————————————
Sevi’nin yaşamında kendi taraftarları için belirtmiş olduğu çift kimlikli
yaşamın 18 kuralında hem Yahudi inançlarını yerine getirme gayesi vardır hem de
içinde yaşamış oldukları İslam toplumunun inançlarını yaşıyor görünmenin
izlenimini verme vardır. Ve buna dayanarak ne Müslümanlarla ne de Yahudilerle
bir ilişki halinde olmuşlardır. Dolayısıyla içinde bulundukları durum dolayısıyla
istenmeyen topluluktular. Kendi kabukları içinde yaşar dar varlıklarını sürdürüp
giderlerdi.
Kaynakça
DEVELİOĞLU, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara 2007
GALANTE, İbrahim, Sabatay Sevi ve Sabataycıların Gelenekleri, İstanbul 2003
GALİP, Selahattin, Bütün Yönleriyle Dönmeler ve Dönmelik Sabatay Sevi, Ankara
2004
KÜÇÜK, Abdurrahman, Dönmeler (Sabatay Sevi) Tarihi, Ankara 2001
MOSHE, Sevilla-Sharon, Türkiye Yahudileri, İstanbul 1992
228
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Irmak KARABULUT
——————————————————————————————
ÖZET
I.Dünya Savaşının ilk günlerinde Almanya’nın Akdeniz donanmasına mensup
Goeben ve Breslau adlı gemiler Kuzey Afrika’daki Fransız limanlarını bombaladıktan
sonra 15’e yakın İngiliz gemisi ve bir o kadar da Fransız gemisinin arasından kaçıp
kurtulmayı başaracaklardı. Bu kaçış esnasında Alman gemileri, bölgedeki tek müttefiki
Avusturya ‘dan da yardım alamayacak buna karşılık İtalya ve Yunanistan’dan kömür
alabilecek ve yol boyunca sadece bir kez kendisinden oldukça düşük güce sahip bir hafif
kruvazör ile çatışmaya gireceklerdi. Üstelik o sıralarda Türk-Alman İttifak Antlaşması’nın
da imza edilmesi Alman gemileri için çıkış noktası sağlayacaktı. Alman gemileri için süreç
oldukça olumlu işlerken; telsiz iletişim sorunu yaşayan, verilen emirleri tam olarak
anlayamayan, Goeben’i koşulsuz üstün güç olarak nitelendiren ve gemilerin batıya gideceği
yönünde saplantılı olan ve Tük Alman ittifakından da habersiz olan, İtilaf devletleri güçleri
Goeben’i ve Breslau’yu yakalama fırsatını defalarca kaçıracaklardı. Sonuç olarak gemiler
ve Amiral Souchon sadece Osmanlı’ya sığınmakla kalmayıp Rus limanlarının
bombalanması ve Türkiye’nin henüz hazır olmadığı bir savaşın içine girmesinde de etkili
olacaklardı.
——————————————————————————————
Büyük Avrupa devletleri arasındaki ilişkilerin 1800’lerin sonu ve
1900’lerin başı arasında bozulması, beraberinde kamplaşmayı getirdi.1914 yazı
itilaf ve ittifak güçleri arasında oldukça hareketli geçecekti. 28 Haziranda bir Sırp
milliyetçisinin Avusturya veliahdını öldürmesi ardından geçen süreçte, taraflar
arasında iyi bir kriz yönetimi yapılamayacaktı. O güne kadarki Bosna krizi, Agadir
krizi ve Balkan Savaşları gibi krizler bir Avrupa savaşına neden olmazken,
Rusya’nın seferberlik ilan etmesi, Fransa’nın onu büyük ölçüde desteklemesi,
Almanya’nın müttefiki Avusturya’nın yanında yer alması ve arabulucu olarak
nitelendirilebilecek tek güç olan İngiltere’nin uzlaştırma adına attığı adımların
sonuçsuz kalması nedeniyle bu suikast savaşla sonuçlanacaktı. Sırp
milliyetçiliğinin önlenemez durumu, Avusturya’nın Sırp yükselişini önleme isteği,
Batıya doğru genişleme hamlesinde bulunan Ruslar ve Avusturyalılar arasındaki
[irmak.kaabulut@hotmail.com]
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
——————————————————————————————
rekabet,1 İngiltere’nin Belçika konusundaki hassas tutumu gibi nedenler suikast
sonrasında savaşa giden mesafeyi kısaltan olaylar arasında gösterilecekti.
1 Clive Ponting, Thirteen Days - Diplomacy and Disaster, the Countdown to the Great War, London
,2003, s.XI
2 Bülent Eryavuz,”SMS Goeben ile SMS Breslau” Yayınlanmamış Makale, ss.1-7
3 Barbara Tuchman “Yavuz ve Midilli’nin İstanbul’a Gelişi ve Gelişin Doğurduğu Sonuçlar”,
2013, s.78
230
Irmak KARABULUT
——————————————————————————————
Fransa’nın asker nakliyesini temin edecek, Avusturya ve İtalyan donanmalarının
birleşmesine engel olacaktı8.
231
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
——————————————————————————————
şeklindedir13 ve görüldüğü gibi olumsuzdur. Nitekim henüz Almanya Türkiye ile
kesin olarak bir antlaşma imzalamamıştır.
13 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi Cilt II, Kısım, IV, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,
1991, ss:648-649
14 Veli Yılmaz, I.Dünya Harbinde Türk-Alman İttifakı ve Askeri Yardımlar, İstanbul, 1993, ss.63-64
15 İskender Tunaboylu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yavuz (Goeben) Zırhlısı, Deniz Basımevi,
232
Irmak KARABULUT
——————————————————————————————
Milne, emrindeki bir diğer hafif kruvazörü Fransız Amiral’in yanına bir mektupla
göndermişti18.
233
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
——————————————————————————————
emir alan ve gideceği yer tayin edilen Souchon inisiyatif kullanarak önce Cezayir
sahillerini bombalamaya karar verdi24.
234
Irmak KARABULUT
——————————————————————————————
Haus’tan, Messina’ya gelmesi talebinde bulundu31. Nitekim Messina’dan
çıktığında tüm Fransız- İngiliz deniz gücünü karşısında görmeyi tahmin ediyordu.
Bu tahmini gerçekleşmediği gibi yardım talebi de reddedildi. Avusturya
seferberliğe yeni başlamış olmasının yanı sıra henüz İngiltere ile savaş halinde
değildi ve bu sebepten ötürü karşı karşıya gelmek de istemedi. Böylece Souchon,
bölgedeki tek müttefikinden de umudunu kesti.
Ancak Souchon’un İstanbul’a varmadan önce bir kez daha kömür yüklemesi
yapması gerekiyordu. Bu amaçla Yunan sahilleri seçilmişti. Aslında Yunanistan’ın
kaçışta kömür yükleme yeri olması dışında çok daha önemli bir rolü vardı. Nitekim
Türk- Alman İttifakı imzalandıktan sonra Alman İmparatoru Wilhem, Yunanistan’ı
da kendi yanına çekme peşindeydi. Bu amaçla bir türlü ikna olmayan Yunan kralını
ikna için Berlin’in Yunanistan elçisi Theotokis’e Türk-Alman ittifakının imza
edildiğini duyurdu. 3-4 Ağustos gecesi Goeben ve Breslau Messina’da iken
Theotokis durumu Atina’ya bildirmiş; “Şu an Akdeniz’de bulunan Alman gemileri
Türkiye ile birlikte hareket edebilmek için Türk donanmasının bir parçası olmak
üzere ”demiştir. Bundan şüphelenen Konstantin, 6 Ağustos’ta Türkiye’den
seferberlik ile ilgili güvence isterken tarafsızlığını da sürdürmüştür38. Nitekim
Konstantin bunun bir blöf olabileceğini de düşünmüş ve olayı Yunanistan’daki
31 Afif İzzet Büyüktuğrul, “Akdenizde Yavuz ve Midilli”,Deniz Mecmuası, cilt 46, sayı 333, 1934,
s323
32 Mc Laughin, a.g.e., s.99
33 Mustafa Aksakal, Harb-i Umumi Eşiğinde Osmanlı Son Savaşına Nasıl Girdi, İstanbul Bilgi
235
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
——————————————————————————————
İngiliz Deniz Misyonun başkanı Kerr’e anlatmıştır. Kerr’in harekete geçmesi için
olayların biraz daha olgunlaşması gerekecektir. Bu arada İngiliz Maslahatgüzarı
Eriskine, 5 Ağustos’ta Venizelos ile görüşmüştür. Venizelos o tarihte Theodoskis
tarafından bilgilendirilmişti. Görüşme sonunda Eriskine’nin Grey’e gönderdiği
mesajda Goeben ve Breslau’dan bahsedilmezken “Yunanista’a gelen bilgiler
Almanların Türkleri işbirliğine zorladığını gösteriyor. Venizelos bana Berlin’deki
Yunan elçinin hükümet çevrelerinden öğrendiğine göre Türkiye ile askeri
işbirliğinin tamamlandığını bildirdi” der.39 Ancak İngiliz amiralliği bundan
Milne’ye söz etmezken önlem de almaz40
236
Irmak KARABULUT
——————————————————————————————
haber veren mesaj geldi44. Aynı gün akşam Amirallik, Akdeniz filosuna, Alman
gemilerini Messina Boğazı’ndan itibaren takip etme izni verdiyse de artık geç
kalınmıştı45.
237
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
——————————————————————————————
yapıyordu” diyecekti. Bir kruvazör filosuna sahip olan Troubridge izlemeyi
bırakmış ancak hafif kruvazör Gloucester gece boyu takibi sürdürmüştü.7 Ağustos
sabahı Gloucester’e, Milne’den “Goeben’in gerisinde kal” mesajı geldi ancak bir
tehlike görmeyecek emre itaat etmeme kararı aldı52. Üstelik Breslau’nun, Goeben
ile Gloucester arasına girerek, onun görüş açısından çıkarmaya çalışması üzerine
Breslau ile Gloucester arasında karşılıklı ateş açıldı ancak isabet kaydedilmedi.
Gloucester’de biraz geride kalarak takibi sürdürdü. Gloucester bu takibi 8
Ağustos’ta Milne’den gelen emir üzerine bıraktı. Zira kömürü de azalmıştır. Bu
şekilde takibin en başarılı elemanı ateş açmayı dahi göze alan ve 2 gün boyunca
Goeben’i takip eden Gloucester’in kaptanı Kelly olarak addedilir.
238
Irmak KARABULUT
——————————————————————————————
olduğu takdirde Türk hükümetinin rızasını alarak, mümkün olmadığı takdirde
hileye başvurarak al”57 denilmekteydi.
ss. 143-144
60 Tuchman, a.g.m., s.122
61 Miller, a.g.e., s.189
62 Miller, a.g.e., s.182-186
63 Miller, a.g.e., s.132
64 Hacipoğlu, a.g.e., s.83
239
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
——————————————————————————————
alınması gündeme geldi. Birkaç gün sonra gemilerin 80 milyon marka Türklerce
satın alındığı ilan edildi. Ancak tabii ki böyle bir bedel ödenmeyecekti. Gemi ise
pek çok açıdan Alman özelliğini koruyacak, değişen sadece adı ve bayrağı
olacaktı65. Gemiler Türk donanmasına dahil edilmedi, aksine Türk donanması
Alman gemilerine katıldı66. Gerçektende Almanlar I.Dünya Savaşı boyunca gemiyi
satmakta direnecekler, Mondros imzalandıktan sonra ancak gemi teslim
edilecekti.67
Gemilerin kaçışını önemli kılan bir diğer olayda hem İngiltere’de hem
Fransa’da geminin kaçışı ile ilgili olarak görevli komutanlara dava açılmasıdır.
İngiltere’de Milne tanık sıfatı ile mahkemede yer almış, takibi başlamadan
sonlandıran Troubridge ise doğrudan yargılanmış ancak beraat etmiştir. Konuyu
bir soruşturma mahkemesine götüren Fransa’da; Lpeyrere yargılanmış, bu süreçte
Depeche Colaniale, “Fransızlar tarafından öyle hatalar yapıldı ki her vatansever
okurken ar ve hicabın ve hayretin en acısını hissedecekti…” demiştir.68 Ancak her
iki davada da sanıklar aklanmıştır.
65Saim Besbelli “Tarih Yapan ve Tarih Açan Gemi”, Belgelerle Türk Tarih Dergisi, cilt 9, Sayı:52,
1972, s.19
66 Henry Morgenthau, Büyükelçi Morgentau’nın Öyküsü, Çev. Atilla Tuygan, Belge Yayınları,
240
Irmak KARABULUT
——————————————————————————————
Almanlarla yaptıkları Antlaşma hükümlerine uymakta acele etmeyeceğini ve belki
de savaşa girmeyeceğini..’’71 özellikle belirtirken; Mustafa Aksakal, “ Goeben ve
Breslau 10 Ağustos’ta Boğazlara gelmemiş olsaydı, Rusların Karadeniz Filosunun
Osmanlı başkenti ile Boğazları almaya kalkışması pek de ihtimal dışı değildi.’’
72
demektedir.
Kaynaklar
AKSAKAL, Mustafa; Harb-i Umumi Eşiğinde Osmanlı Son Savaşına Nasıl Girdi,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010
BAYUR, Yusuf Hikmet; Türk İnkılabı Tarihi, Cilt III, Kısım I, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara,1991
BAYUR, Yusuf Hikmet; Türk İnkılabı Tarihi Cilt II, Kısım, IV, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara,1991
BELEN, Fahri; Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi, 1914 Yılı Hareketleri, Gnkur.
Basımevi, Ankara, 1964
BESBELLİ, Saim; “Tarih Yapan ve Tarih Açan Gemi”, Belgelerle Türk Tarih
Dergisi, cilt 9. sayı:52, 1972
BÜYÜKTUĞUL, Afif İzzet; “Akdenizde yavuz ve midilli”, Deniz Mecmuası, cilt
46, sayı 333, 1934
CEMAL PAŞA; Hatıralar, Haz. Alpay Kabacalı, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul,2010
ERYAVUZ, Bülent;”SMS Goeben ile SMS Breslau” Yayınlanmamış Makale
FOMKİN, David; Barışa Son Veren Barış; Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı, Çev.
Mehmet Harmancı, Epsilon Kitapevi, İstanbul,2004
HACİPOĞLU, Doğan; Osmanlı İmparatorluğunun I.Dünya Harbine Girişi, Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı, İstanbul,2003,
LOREY, Hermann; Türk Sularında Deniz Hareketleri, Cilt I, Çev. Sami
Tekirdağlı, Deniz Matbaası, İstanbul, 1936
MC LAUGHLİN, Redmond; Yavuzun Kaçışı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1978
MİLLER, Geoffrey; Superior Force The Conspiracy Behind the Escape of Goeben
and Breslau, University of Hull Pres, London 1996
71 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Cilt III,Kısım I, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara,1991, s. 140
72 Aksakal, a.g.e., s.117
241
Büyük Kaçış Akdeniz 1914
——————————————————————————————
MORGENTHAU, Henry; Büyükelçi Morgentau’nın Öyküsü, Çev. Atilla Tuygan,
Belge Yayınları, İstanbul, 2005
PONTİNG, Clive Thirteen Days - Diplomacy and Disaster, the Countdown to the
Great War, London ,2003
RENOUVİN, Pierre ; Birinci Dünya Savaşı ve Türkiye 1914-1918, Çeviren Örgen
Uğurlu, Örgün Yayınevi, İstanbul,2004
ŞAMAN,Kansu; “İngiliz Gemileri Kime Vaat Edilmişti”, Popüler Tarih Dergisi,
sayı 13, 2001
TRUMPENER, Ulrich; Germany and Otoman Empire: Caravan Books. New York.
1989
TUCHMAN, Barbara; “Yavuz ve Midilli’nin İstanbul’a Gelişi ve Gelişin
Doğurduğu Sonuçlar”, Çev.Turhan Özer, Donanma Dergisi, sayı.451,1965
TUNABOYLU, İskender Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yavuz (Goeben) Zırhlısı,
Deniz Basımevi, İstanbul, 2006
VAN DER VAT, Dan; Dünyayı Değiştiren Gemi, Çev.Ali Cevat Akkoyunlu, Alfa
Yayınevi, İstanbul, 2013
VON BERCHAM, Beda; “Goeben ve Breslau’nun Kurtulmasında Avusturya
Donanmansın rolü”,Çev. BinbTahir, Deniz Mecmuası cilt 44, sayı: 326,
1932.
WİLSON, H.W.; Büyük Harpte Deniz Muharebeleri, Çev. Lütfü Talat, Deniz
Matbaası, İstanbul, 1931
YERASİMOS, Stefanos; İstanbul 1914-1918, çev. Cüneyt Akalın İletişim
Yayınları, İstanbul, 1997
YILMAZ, Veli; I.Dünya Harbinde Türk-Alman İttifakı ve Askeri Yardımlar,
İstanbul, 1993
242
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Rabia KARABULUT
Yasemin İRGİN *
Nur AYDOĞDU **
——————————————————————————————
ÖZET
Türkiye’nin sosyal bilimler alanında yetiştirdiği meşhur bilim adamlarından biri
olan M. Fuad Köprülü 4 Aralık 1890 yılında İstanbul’da doğdu. Baba tarafından soyu
onuncu göbekten Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’ya ulaşan Köprülü, Türkiye’de Bilimsel
tarihçiliğin kurucusu olup; XX. yüzyılda Türkiye’de sosyal bilimler alanında yetişmiş olan
en büyük bilim adamı ve Türkiye’nin modern anlamdaki ilk Türkoloğudur. Elli yıla
yaklaşan bilimsel faaliyetleri ile Türkiye’de olduğu kadar dünyada da büyük bir üne
sahiptir.
İşte bu çalışma; yorulmak bilmeyen bir çalışma gücüne sahip olan Fuad
Köprülü’nün hayatını ve eleştirel ve kapsamlı bir terkip kuvveti ile ortaya koyduğu tarih
anlayışı ve tarihçiliğini ele almaktadır.
Anahtar Kelimeler: M. Fuad Köprülü, Annales Okulu, Tarih Yazıcılığı
——————————————————————————————
Giriş: Fuad KÖPRÜLÜ
Hayatı
Türkiye’de Bilimsel tarihçiliğin kurucusu Fuad Köprülü; XX. yüzyılda
Türkiye’de sosyal bilimler alanında yetişmiş olan en büyük bilim adamı olup,
Türkiye’nin modern anlamdaki ilk Türkoloğudur. Elli yıla yaklaşan bilimsel
faaliyetleri ile Türkiye’de olduğu kadar dünyada da büyük bir üne sahiptir.
Fuad Köprülü, 4 Aralık 1890’da İstanbul’da bir yüzü Sultan Mahmud
türbesine, diğer yüzü Divanyolu Caddesi’ne bakan ve o zamanlar maliye nazırı
Halil Efendi Konağı adı ile bilinen kargir binada doğdu. Onuncu göbekte baba
tarafından soyu Köprülü Mehmet Paşa’ya dayanan Fuad Köprülü, Tanzimat devri
ileri gelenlerinden Divan-ı Hümayun Beylikçisi Köprülüzade Arif Bey’in oğlu
olan eski Bükreş sefirlerinden Ahmed Ziya Bey’in torunudur. Babası Faiz Bey,
Ahmed Ziya Bey’in ortanca oğlu, annesi Hatice Hanım ise İslimye eşrafından ve
ulemadan Arif Hikmet Bey’in kızı idi Fuad Köprülü” Mercan İdadisi’ni bitirdikten
1 Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu 'nun Kuruluşu, Akçay Yay. Ankara 2003,
s. 13; Köprülü, Orhan Fuad, Fuad Köprülü, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Gaye
Matbaası, 1987, s. 8 – 9.
2 Halil İnalcık, "Türk İlmi ve M. Fuad Köprülü" Türk Kültürü, S. 65, (1968) s. 291; Palabıyık, M.
Hanefi, Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü’nün İlmi Hayatı ve Tarihçiliği” Ankara: Akçağ Yayınları,
2005, s. 27.
244
Rabia KARABULUT & Yasemin İRGİN & Nur AYDOĞDU
——————————————————————————————
Kleinasien” isimli makalesine cevap vererek, önemli düzeltmelerde bulunmuştur.3
Köprülü aynı zamanda idari görevlerini de sürdürerek, 1923’de Edebiyat Fakültesi
Reisliği (Dekanlığı)ne seçilmiştir. Aynı yıl “Türkiye Tarihi”ni yayımlamıştır.
Köprülü’nün yapmak istediği ilmi milliyetçiliği takdir eden Ziya Gökalp, 1923 ‘te
çıkardığı “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabında, “Köprülüzade Fuad Bey, Türkiyat
sahasında büyük bir mütebahhir bir alim oldu. İlmi eserleriyle Türkçülüğü tenvir
etti” diyerek onun yaptığı çalışmaların önemini belirtmiştir. 1924’te Maarif Vekili
Vasıf (Çınar) Bey’in ısrarıyla bu vekâlete yeni bir düzen verebilmek amacıyla, 8
ay bu bakanlığın müsteşarlığına tayin edilmiştir. Buradan ayrıldıktan sonra,
Bakanlar Kurulu kararıyla kurulan Türkiyat Enstitüsü’nün müdürlüğüne
getirilerek, bizzat Atatürk’ün isteğiyle 1925’de İstanbul’da toplaması düşünülen
ilk Milletlerarası Türkoloji Kongre’nin hazırlanmasıyla görevlendirilmiştir. Onun
çalışmaları yabancı ülkelerde de dikkatle takip edilmiştir. Bunun sonucunda
Köprülü 1925’te Rusya’nın o dönemdeki en tanınmış şarkiyatçıları olan Barthold,
Kraçkowsky ve Oldenburg’un ortak teklifleri ile Sovyetler İlim Akademisi
muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1927’de Heiderberg Üniversitesi tarafından “fahri
felsefe doktoru” unvanını almıştır. 1926’da yayımlanan “Türk Edebiyat Tarihi”
adlı eseriyle Türk edebiyat tarihi ilk defa modern bir sınıflandırmaya tabi
tutulmuştur, Bu eser Köprülü’yü hem Türkiye’de hem de dünyada Türkoloji
alanının en büyük otoritesi haline getirmiştir.4
Köprülü 1923’te Paris’teki Dinler Kongre’sine, 1926’da Bakü’deki
Türkiyat, 1928’ de ise Oxford’ daki müsteşrikler kongrelerine önemli tezlerle
katılmıştır. 1931 ‘de “Bizans Müesseseleri’nin Osmanlı Müesseselerine Tesiri
Hakkında Bazı Mülahazalar” (Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası) adlı
monografisi ile Avrupalı tarihçilerin haksız iddialarını çürütmeyi başarmıştır.
Kabul edilen müesseselerin doğrudan Bizans’tan Osmanlılara değil, Abbasiler
aracılığıyla Ortadoğu geleneği şeklinde etki ettiğini savunmuştur. 1931 -32
yıllarında Encyclopacdia of İslam (Leiden) in Turks maddesine Türk Edebiyatı
Tarihi kısmına ait yazdığı maddeyle katılarak, bu yandan Türk edebiyat tarihini
yepyeni bir görüşle ve hiç kullanılmamış kaynakları kullanarak incelerken, diğer
yandan da bu edebiyatın yeni meselelerini ileri sürmüştür.5
Köprülü, İstanbul Üniversitesi’nin yeniden kurulmasında önmeli rol
oynamıştır. 1934’te, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dekanı iken
Atatürk’ün ısrarı ile politikaya girerek Kars Milletvekilliğine seçilmiştir. 1935’ten
sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi’ndeki kürsüsünü korumakla birlikte,
3 Bülent Arı-Selim Aslantaş "Türkiye'de Modem Tarihçiliğin Öncüsü Fuad Köprülü" Doğu Batı,
S.12 Ankara 2000, s. 194.
4 Köprülü, Osmanlı, s. 14 – 15; Köprülü, Fuad Köprülü, s. 11.
5 Köprülü, Osmanlı, s. 15; Köprülü, Fuad Köprülü, s. 12.
245
Türk Dünyasında Bir Tarih Ekolü: Fuad KÖPRÜLÜ
——————————————————————————————
Ankara’daki Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Orta zaman Türk Tarihi
kürsüsüne getirildiği gibi, Siyasal Bilgiler Mektebi’nde de Müesseseler Tarihi
hocalığına getirilmiştir.6 1934 yılında Sorbanne Üniversitesi’nin daveti üzerine
orada verdiği konferanslar. ,bir yıl sonra “Les Origines de L’empire Otoman” (
Paris 1935) adıyla yayımlamış ve büyük yankılar uyandırmıştır. Köprülü burada
Gibbons tarafından Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve Osmanlı hanedanının kökeni
hakkında ileri sürülen fikirleri çürütmüş ve kendi tezini delilleriyle birlikte ortaya
koymuştur.7 Bu konuyu tamamlayıcı nitelikte olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun
Etnik Menşei Meseleleri isimli makaleyi de 1943’te yayınlamıştır.
1941 yılından sonra milletvekilliğini tercih etmek zorunda kalarak fiili
hocalık hayatını bitirmiş, ancak çeşitli kitap ve makaleleriyle ilmi çalışmalarını
devam ettirmiştir. 1940 yılında Dr, Adnan Adıvar’ın murahhas müdürlüğü altında
yayımlanmaya başlayan İslam Ansiklopedisi’ne 1940 – 50 arasında yazdığı 71
makale ile katkıda bulunmuştur.8
II. Dünya Savaşı’nın sonunda ülkenin demokratik bir düzene geçmesi için
verilen Dörtlü Takrir’i imzalayanların arasında yer almıştır. Bu takrir’in
reddedilmesinden sonra 1945’ten itibaren Vatan gazetesinde çıkan makaleleri ile
ülkede ciddi anlamda bir muhalefet hareketi başlatmıştır. 7 Ocak 1946’da Celal
Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan ile birlikte Demokrat Parti’yi
kurmuştur. Bu arada Kuvvet, Kudret, Vatan ve diğer gazetelerde yazılar yazmayı
sürdürmüştür. Köprülü, 1946 Temmuz’unda yapılan seçimler ile İstanbul
milletvekili seçilmiş, buna rağmen 1950 genel seçimlerine kadar geçen süreye
kadar ilmi çalışmalarına devam etmiştir. 1950 seçimleri sonunda D.P.’nin iktidara
geçmesi üzerine, Dışişleri Bakanı olmuş, 1955’teki kısa bir dönem hariç 1956
Mayıs’ına kadar bu görevini sürdürmüştür. Köprülü, 1952’de Türkiye’nin
NATO’ya girişinde büyük rol oynamıştır. Mayıs 1956’da D.P.’nin iç politikadaki
tutumunu onaylamadığı için 1957’de partiden ayrılmış, önce Hürriyet Partisi, 1960
İhtilalinden sonra ise kendi kurduğu Hür Demokrat Parti’de bir süre daha siyaset
yapmış, fakat bu çalışmaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır.9
Harward Üniversitesi’nin daveti üzerine 1958 – 59 ders yılını
Cambridge’de geçirmiş, Columbia ve Harward’da bazı konferanslar vermiştir.
1959 yazında Türkiye’ye dönüş, 1960 İhtilalinden sonra siyasi faaliyette
bulunmasından çekinildiği için, 6 – 7 Eylül olayları bahane edilerek, tutuklanmış
ve Yassıada’ya gönderilmiştir. Üç aylık tutukluluk süresinden sonra tahliye
6 Köprülü, a.g.e. s. 15
7 Arı, Aslanbaş, a.g.e. s. 195; Palabıyık, a.g.e., s. 29.
8 Köprülü, a.g.e. s. 16; Köprülü, Fuad Köprülü, s. 13.
9 Arı, Aslanbaş, a.g.e. s. 204
246
Rabia KARABULUT & Yasemin İRGİN & Nur AYDOĞDU
——————————————————————————————
olmuştur. İlerleyen dönemlerde çalışmalarını F. A. Tansel’in yardımıyla eski
kitaplarının yeni baskıları ile uğraşarak geçirmiştir. Köprülü 15 Ekim 1965 Cuma
günü Ankara’da geçirdiği trafik kazası sonucunda yatağa düşmüş ve 28 Haziran
1966’da İstanbul’da Balta Limanı Kemik Hastanesi’nde vefat etmiştir. Sultan
Mahmut Türbesi karşısındaki eski Köprülü Türbesi’nde babası Faiz Bey ile aynı
mezarı paylaşmaktadır.10
Fuad Köprülü, birçok ilmi mecmuanın kurucusu ve müdürü olarak ülkenin
ilim ve fikir hayatında önemli bir rol oynamıştır. Bunlardan bazıları; ilk ciddi
1915’te çıkan “Milli Tetebbular Mecmuası”, Türkiyat Enstitüsü’nün organı olarak
1925’den beri yayınlanan “Türkiyat Mecmuası” ki bunun altıncı cildi Köprülü’nün
müdürlüğü sırasında çıkmıştır. 1931–39 yılları arasında iki cilt halinde basılan
“Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası”, Ankara’da 1944’de sadece bir cildi
basılabilen “Türk Hukuk Tarihi Dergisi” ve “Ülkü” mecmuasıdır.11 Ayrıca onun
başkanlığındaki bir komisyonca yapılan Belleten, 1937’ den bu yana yayımını
sürdürmektedir.
Köprülü’ye yabancı ülkeler tarafından verilen ilmi unvanlar arasında
şunlar da yer almaktadır.
1929’da Çekoslovak Şark Cemiyeti Muhabir üyeliği, 1937’de Atina
Üniversitesi fahri doktorluk, 1939’ da Sarbonne Üniversitesi fahri doktorluk,
1939’ da Macar İlimler Akademisi muhabir üyelik (bu üyelik 1964 ‘te şeref
üyeliğine çevrilmiştir), 1947’de American Oriental Society tarafından şeref
üyeliği, 1953’te Hür Ukrayna Üniversitesi fahri doktorluk, 1956’da Karaçi
Üniversitesi fahri hukuk doktorluğu, 1959’da Amerika Tarih Cemiyeti şeref
üyeliği, 1964’de School of Oriental ve African Studies muhabir üyeliği.12
Köprülü, yaklaşık 6 yıl görev yaptığı Dışişleri Bakanlığı sırasında da
Fransa ve Almanya başta olmak üzere Yugoslavya, Arjantin v.s. gibi yabancı
devletler tarafından verilen sekiz nişana sahipti.13
Köprülü, 1500’ün üzerinde kitap ve makale yazmıştır. Onun yazıları
hakkında ilk bibliyografya Şerif Hulusi tarafından 1935’de yayımlanmış, bunu
aynı yazarın “Fuad Köprülü’nün Yazıları İçin Bibliyografya” (İstanbul 1940)
izlemiştir. Sami Özerdim’in “Fuad Köprülü’nün Yazıları 1908–1950” (Türk Dili
ve Araştırmaları I, 1950, s.159–248) adlı üçüncü bibliyografya Şerif Hulusi’nin
hazırladığı iki bibliyografyayı geliştirmiştir. “Fuad Köprülü Armağanı” adlı
makaleler mecmuasında Osman Turan’ın “Prof M. Fuad Köprülü” (İstanbul, 1953)
10 Köprülü, a.g.e. s. 17; Köprülü, Fuad Köprülü, s. 20.
11 Köprülü, a.g.e. s. 17
12 Köprülü, a.g.e. s. 17 – 18
13 Köprülü, a.g.e. s. 18; Köprülü, Fuad Köprülü, s. 22-24.
247
Türk Dünyasında Bir Tarih Ekolü: Fuad KÖPRÜLÜ
——————————————————————————————
başlığı altında, Köprülü’nün ilmi faaliyetlerinden bahseden araştırma yazısının
sonunda “Fuad Köprülü’nün İlmi Neşriyatı” başlığı altında Köprülü’nün 1912–50
yılları arasındaki ilmi yazılarım ele alan bibliyografyayı dördüncü bibliyografya
olarak sayabiliriz.14
Köprülü’nün ölümünden sonra ise Sami Özerdim’in 1908–50 arasında
kendi eksiklerini tamamlayan yazısı F.A. Tansel tarafından (Belleten XXX; sayı
120, Ekim 1966, s. 631–632) yayımlanmış, Tansel aynı yazısının 633–635.
sayfalarında, Köprülü’nün 1950–66 arasında yayımlanan kitap ve makalelerini ek
olarak vermiştir. Tansel daha sonraki dönemlerde “Türk Kültürü”nde (Haziran
1968, s. 68) önceki makalesine yeni bazı ilavelerde bulunmuştur. İlerleyen yıllarda
Orhan Köprülü tarafından eski bibliyografyaların tamamlanabilmesi için üç
makale yayımlanmıştır. Bunlar; Dr. Orhan F. Köprülü, “Prof. Fuad Köprülü için
Yazılmış, Bibliyografyalar ve Bunlara Bazı ilaveler”(Türk Kültürü, Ankara 1970
VII, 616–620); Dr. Orhan F. Köprülü, “Fuad Köprülü Bibliyografyasına Yeni
ilaveler (Türk Kültürü, Ankara 1972, X. s. 1242–1245), Dr. Orhan F. Köprülü,
“Köprülü Bibliyografyası’nda Yeni Gelişmeler” (Türk Kültürü, Ankara 1975,
XIV, s. 52_55)15
Fuad Köprülü hakkında yerli ve yabancı bilim adamları tarafından 1975’te
George Park’ın tespitine göre 65, Orhan Köprülü’nün araştırmalarına göre ise 80
makale yayımlanmıştır. Fakat bunlardan hiçbiri bir monografi özelliğinde değildir.
Köprülü hakkındaki en iyi monografi George Park’ın 1975’te John’s Hopkins
Üniversitesi doktor unvanını aldığı “The Life and Writing of Mehmet Fuad
Köprülü” isimli 432 sayfalık basılmamış doktora tezidir. Köprülü hakkındaki
yazılan ikinci kitapta Amerika’da yaşayan bir Türk alan Ali Galip Erdican
tarafından İngilizce olarak yazılan “Mehmet Fuad Köprülü”, A Study of His
Contribution to Cultural Reform in Modem Turkey” (Hartford Connecticut 1974)
dir.16
Tarih Anlayışı Ve Tarihçiliği
Fuad Köprülü’nün tarih anlayışına geçmeden önce onun tarih anlayışında
önemli bir yere sahip olan Annales Okulu’ndan bahsetmekte yarar vardır. Annales
Okulu, Lucien Febvre ve Marc Bloch’un 1929’da Strasburg Üniversitesi ‘nde
kurdukları Annales dergisi etrafındaki Fransız tarihçilerinin oluşturduğu etkili bir
ekoldür. Anneles Okulu, olayların basit bir kronolojisini sunmakla yetinen mevcut
tarihsel metodolojinin eleştirisi olarak bir total tarih geliştirmeye çalışmıştır. Bu
okula bağlı tarihçiler siyasal tarihten uzaklaşarak, toplumların uzun dönemlere
248
Rabia KARABULUT & Yasemin İRGİN & Nur AYDOĞDU
——————————————————————————————
yayılan mikro-tarihsel analizlerine dikkat çekmeyi amaç edinmişlerdir. Maurice
Helbwachs, Andre Slegrie ve Georges Duby gibi tarihçileri de bünyesinde
toplayan bu okul, tarihin disiplinlerarası bir alan olduğunu, dolayısıyla çok uzun
tarihsel dönemlerin incelenmesi gerektiğini savunurken, aynı zamanda coğrafi
ortam, maddi kültür ile toplum arasındaki etkileşimleri incelemişlerdi. Okulun ilk
üyelerini çalışmalarını, örneğin “Feodal Toplum” adlı eseriyle Ortaçağ
toplumunun bütünsel bir analizi ortaya koymaya çalışan Bloch’un temsil ettiğini
söyleyebiliriz. Savaştan sonraki dönemde ise sosyal bilimlerde özel olarak iki eser
büyük bir etki bırakmıştır. Bunlar Femand Braudel’in Akdeniz’i anlattığı
incelemesi “Akdeniz ve II. Philip Çağında Akdeniz Dünyası” ile Le Roy
Ladurie’nin XIV. yüzyıldaki bir köyü ele aldığı eseridir.17
17Gordon Marshall, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yay., Ankara, 2005, s 216-17 18 Arı-Aslanbaş,
s. 96
18Marshall, a.g.e., s. 96 ; Köprülü, Fuad Köprülü, s. 49.
249
Türk Dünyasında Bir Tarih Ekolü: Fuad KÖPRÜLÜ
——————————————————————————————
Bu ekolden etkilenen Fuad Köprülü, düzgün bir tarih eğitimi almadığı
halde Türkiye’de modern tarihçiliği kuran kişi olmuş, Türk tarih yazıcılığı onun
“Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar” adlı eseri ile modern tarihçiliğe ilk adımını
atmıştır. Bu başarısının temelinde onun metodolojiye verdiği önem
yatar. Ona göre ilmin esası usuldür. Her ilim ancak kendisini özel ilmi
usullerin kullanılmasıyla oluşabilir. Bu anlayış Batılı anlamdaki
metodolojik yaklaşımdır. Köprülü, “Türk Edebiyat Tarihinde Usul” adlı
ünlü makalesinde hala geçerliliğini yitirmemiş ve hiçbir zaman da yitirmeyecek
olan metodolojisini ortaya koymuştur.19
Bunlan işe yarar hale getiren onun bilimsel sezgi ve sentez yeteneğidir.
İşte onu Köprülü yapan, eserlerine uzun ömürlü ve klasik hale getiren de onun bu
yönüdür.20 Köprü’lü de Annales’ciler gibi materyalist (bilimsel) bir düşünme
250
Rabia KARABULUT & Yasemin İRGİN & Nur AYDOĞDU
——————————————————————————————
tarzına ve geniş bir kültür birikiminden hareket ederek karşılaştırmalı tarih
sorunlarını ortaya atabilme yeteneğine sahiptir.21
Cevdet Paşa ile başlayan terkibi tarihçilik Köprülü ile olgunluğa ulaşarak
alanını genişletmiş ve Türkiye’de modern sosyal tarih anlayışının temellerinin
atılmasına vesile olmuştur. Köprülü bizdeki tarih yazıcılığının hanedan ve devlet
büyüklerini temel alan klasik anlayıştan sıyrılarak modern anlayışla yeni bir
zemine oturtulması gerektiğine inanır. Ona göre tarihin konusu toplum ve onun
ürettiği değerler olmalıdır. O, eserlerinde arşiv vesikalarından çok
menakıbnameler, şair tezkireleri ve divanlar esas almıştır.23
Köprülü'nün ilgi alanı çok geniş olmasına rağmen onun düşüncesine göre
tarihçiler yalnız Ortaçağ'la uğraşanlardır. İlkçağ arkeolojidir. Yeniçağ gazete
koleksiyonu karıştırmaktır. Ortaçağ ise yazılı vesikaları arşivde araştırmak,
kütüphanelerde vakanüvislerin abartılı bir dille yazdıkları eserleri okuyup
anlamaktır. Ona göre tarihçi yalnız Ortaçağ'ı inceleyenler arasında çıkar
21 Halil Berktay "Tarih Çalışmaları", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.9. İletişim Yay.
İstanbul 1983, s. 2466; Palabıyık, a.g.e., s. 85-88.
22 Berktay, a.g.m, s. 2466; Palabıyık, a.g.e., s. 94.
23Arı-Aslantaş, a.g.e. s.197.
24 İnalcık, s. 290 24 a.g.m, s. 291.
25 İnalcık, a.g.e. s. 291; Palabıyık, a.g.e., s. 97.
251
Türk Dünyasında Bir Tarih Ekolü: Fuad KÖPRÜLÜ
——————————————————————————————
Osmanlı Devleti'nin kuruluşu meselesi onun tarihçiliğinde önemli bir
konudur. Çünkü kuruluş devri Batılı tarihçilerin üzerinde en fazla
spekülasyon yaptıkları, Türk tarihçilerin ise efsane ve rivayetlerden bir
türlü gerçeklere ulaşamadıkları bir alandır. Köprülü Osmanlı tarihini
bağımsız olarak ele almaz. Osmanlı tarihi genel Türk tarihinin akışı içinde bir
anlam ifade eder. Bu nokta ondan önceki tarihçilerin üzerinde durmadıkları bir
konudur. Onun tarih oluşumunda Orta Asya Türk Tarihi, Horasan'daki Türk
varlığı, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti bir bütünün parçalarını
oluşturur.26
252
Rabia KARABULUT & Yasemin İRGİN & Nur AYDOĞDU
——————————————————————————————
tarihçisi Abdülkadir İnan, Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar her aşamada Türk
göçebe kabile yaşantısını izleyen Faruk Sümer, Ortaçağ mezhep ve tarikatlarımızı
en iyi bilenlerden Abdülkadır Gölpınarlı, dünya çapındaki halkbilimcimiz Pertev
Naili Boratav, Selçuklu uzmanı Osman Turan, özgün araştırmalarında daha çok
16. yüzyıl sonu buhranı üzerinde duran, fakat Selçuklu-Osmanlı sosyo-ekonomik
tarihine ilişkin sentetik denemeler de kaleme alan Mustafa Akdağ ve günümüzün
en önemli Ottomanist'i sayılan Halil İnalcık bunlardan bir kaçıdır.31
Sonuç
Türklerin bütün zamanlar da yetiştirdiği en büyük tarihçilerden biri olarak
kabul edilen ve modern tarihçilğin ülkemize yerleşmesinde birinci sırada bir paya
sahip olan Köprülü, katıldığı uluslararası ilmi toplantılar, kurduğu veya kuruluşuna
katkıda bulunduğu ilmi kurumlar, yayınladığı dergiler ve yetiştirdiği talebeleri ile
dönemindeki ve kendinden sonra ki milli tarihçiliğimize 'Okul' (Köprülü Mektebi )
bırakmış bir alimdir.
Dünya çapında birçok bilim kuruluşunun üyesi olan Köprülü, Türk dini,
hukuku, sosyal hayatı, sanatı, edebiyatı vd. hususlarda yazdığı eserlerinde,
sosyolojiden arkeolojiye, antropolojiden psikolojiye, birçok bilimlerden
yararlanmak suretiyle umumi Türk tarihinin problemlerine çözümler sunmuş ve
elde ettiği sonuçlarla bilhassa Batılı âlimleri etkilemeyi ve ikna etmeyi başarmıştır.
253
Türk Dünyasında Bir Tarih Ekolü: Fuad KÖPRÜLÜ
——————————————————————————————
Avrupa ilim çevrelerinde Türk tarihinin bazı meseleleri ve Osmanlı
tarihiyle alakalı birçok yanlış bilgi ve Osmanlı tarihiyle alakalı birçok yanlış bilgi
ve ön yargıyı bilimsel delillerle yıkan Köprülü, eserlerini, modern ilmi metodlar ve
birinci elden kaynaklarla güçlendirmiştir.
254
Rabia KARABULUT & Yasemin İRGİN & Nur AYDOĞDU
——————————————————————————————
Kaynakça
ARI, Bülent, Aslantaş Selim "Türkiye'de Modem Tarihçiliğin Öncüsü: Fuad
Köprülü", Doğu Batı, Sayı 12 Ankara, 2000, s. 193–205
BERKTAY, Halil, "Tarih Çalışmaları", Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, C.9, İletişim Yay., İstanbul 1983, s. 2456-2475
İNALCIK, Halil, "Türk ilmi ve M. Fuad Köprülü", Türk Kültürü, S.65, s. 289295
KÖPRÜLÜ, Fuad, Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Akçağ Yay., Ankara
2003
KÖPRÜLÜ, Orhan Fuad, Fuad Köprülü, Ankara: Kültür ve Turizm
BakanlığıYayınları, Gaye Matbaası, 1987.
MARSHALL, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yay, Ankara, 2005
OCAK, Ahmet Yaşar, "Fuad Köprülü Sosyal Tarih Perspektifi ve Günümüz
Türkiyesi'nde Din ve Tasavvuf Tarihi Araştırmalarında 'Tarihin
Saptırılması Problemi", Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.3, (1997), s.
217–229
PALABIYIK, M. Hanefi, Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü’nün İlmi Hayatı ve
Tarihçiliği” Ankara: Akçağ Yayınları, 2005.
255
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
ÖZET
Başında Sâhib-i Berîd’in bulunduğu Dîvân-ı Berîd, Hz. Peygamber devrinde
işlemeye başlamış olup, zamanla ismi ve görev alanı genişleyerek Emevî Halifesi Muaviye
b. Süfyân döneminde sistemli posta teşkilatı haline gelmiştir. Ancak bu teşkilatın mahiyeti
sadece postadan ibaret olmayıp aynı zamanda da bir istihbarat ve haber alma teşkilatıdır.
Bu teşkilat Büyük Selçuklu Devletinde oldukça mühim bir devlet dîvânı halini almış ve
devletin gerek iç işlerinin işleyişinde nizamın kontrolü, gerekse dış devletlerle münasebetin
yönünü çizmesi bakımından, devletin bekâsı için süratli bir haber alma kurumu şeklini
almıştır.
[Sevgikubraakdemirel@hotmail.com]
1Mehmet Aykaç, Abbasi Devletinin İlk Dönemi İdarî Teşkilatında Dîvânlar (132-232/750-847), TTK
s. 214.
257
Sevgi Kübra AKDEMİREL
——————————————————————————————
seçiyordu10. Hulefâ-yı Râşidîn döneminde posta sadece resmi işlerde sınırlı
kalmayarak halkında faydalandığı bir teşkilat haline getirilmiştir11. Haberleşmenin
sağlanabilmesi için postacı diye nitelenecek görevliler ihdas edilmiştir. Hz. Ömer
döneminden itibaren posta ile ilgili işlerin yaygınlık kazandığı söylenebilir.
Nitekim Hz. Ömer zamanında Kûfe yakınlarında ve Aynu’t-Temr bölgesinde
dâru’l-berîdlerin (posta evi, postahane) inşa edildiği, postacı, haberci veya elçilerin
ihtiyaçlarını gidermek için yol boylarındaki bu berîdlere uğradıkları ve buralarda
konakladıkları belirtilmektedir12. Buna görede sistemli ve düzenli olarak, Muaviye
b. Ebî Süfyan tarafından “berîd” adı altında kurumsallaştığı kabul edilen berîd
teşkilatının işlevsel olarak Hz. Ömer döneminden itibaren yaygınlık kazandığı
söylenebilir13.
10Muhammed Hamidullah, İslam Tarihine Giriş, (Çev: Ruhi Özcan), Beyan Yayınları, İstanbul, 1999,
s. 1018.
11İbrahim Harekat, “Berîd”, DİA, c. V., Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1992, s. 499.
12M. Mahfuz Söylemez, “Berîd Teşkilatının Menşeine Dair Bazı Yeni Bulgular”, İslâmiyat, IV/II,
Keleş, a.g.t.
14İbnü’l-Esir, el-Kâmil fi’t-Tarih, IV, (Çev: M. Beşir Eryarsoy), Bahar Yayınları, İstanbul, 1989, s.
13.
15Ziya Kazıcı, “Abbasîler Dönemi Şehir Hayatı ve Yerel Yönetim Hizmetleri”, İslâm Geleneğinden
Günümüze Şehir Hayatı ve Yerel Yönetimler, I, Edit: Vecdi Akyüz, İlke Yayınları, İstanbul, 2005, s.
400.
16İsmet Kayalıoğlu, İslâm Kurumları Tarihi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Ankara, 1985, s.
64.
17Köprülü, a.g.m., s. 542.
258
Selçuklularda Dîvân‐ı Berîd Ve İstihbaratçılık
——————————————————————————————
muameleleri, kısaca bu geniş ülkede olup biten her şeyden merkezdeki halifenin
haberdar olması bu teşkilât sayesinde gerçekleştirilebilmekte idi. Bu istihbarat
görevi dolayısıyla “sâhibü’l-ahbar ve’l-ahbar” olarak da anılmışlardır. Hatta
Fas’ın fethedilip İslâm fatihlerinin Atlas okyanusuna erişmesinin bir nişanesi
olarak kavanoz içine konmuş balık, oradan devlet merkezine kadar berîd örgütü
vasıtasıyla getirilmişti18.
imparatorluğun bağımsızlıklarını koruyabilmek için ismi ne olursa olsun sonuçta istihbaratla uğraşan
basit veya gelişmiş teşkilatlara sahip oldukları muhakkaktır. Bütün milletlerde olduğu gibi Türklerde
de istihbarat ve istihbaratçılarla ilgili kavramlara rastlamaktayız. Türkler devletlerinin temel düzenini
yıkmaya, devleti ortadan kaldırmaya, milleti esir etmeye çalışan casuslara “çaşıt-çaşut” derlerdi. İhbar
işine ise “çaşutlama” derlerdi. Göktürk yazıtları ile yazılmış Türkçe yazılarda haberci, için “sabçı”
denmiştir. Türkler devletler arasında gidip gelen kağan elçilerine şimdiki gibi “elçi” derlerdi. Oğuzlar,
aileler arasındaki elçi ve habercilere “yazıkçı-salıkçı” derlerdi. Aynı zamanda bu katip demekti. Yine
adı haberci ve casuslara ise “körüg, tıl(dil), tıgrak”da derlerdi. Türklerde “çabar, çapar”sözleri de
kurye ve elçi demekti. Diğer taraftan eski Türklerin “kılağuz” “yirçi”dedikleri kılavuzlar, devlet ve
ordu içinde çok önemli rol oynuyorlardı. Bu kişiler, çok gezmiş ve çok görmüş kimselerdi. Ayrıca
fevkalade askerlik bilgisi ile, idari tecrübeye de sahip idiler. Askeri kılavuzlara “yi(e)zek” denirdi.”
Ayrıntılı bilgi için bkz, Hamit Pehlivanlı, “Eski Türkler ve Selçuklularda İstihbaratçılık”, Türkler, V,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 523 vd.
21Kayalıoğlu, a.g.e., s. 71.
22Pehlivanlı, a.g.m., s.525.
259
Sevgi Kübra AKDEMİREL
——————————————————————————————
Selçuklular döneminde Dîvân-ı Berîd ve istihbaratçılık konusunda geniş
bilgi veren kaynakların başında Büyük Selçuklu Devletinin en önemli devlet
adamlarından biri olan Nizâmü’l-mülk tarafından kaleme alınan “Siyâsetnâme”
adlı eser gelmektedir. Nizamü’l-mülk Siyâsetnâme’sinde bu konuyla ilgili şunları
söylemektedir: “Bu iş çok nazik ve çok üstün bir iştir. İstihbarat hakkında şüphe
bulunmayan kimselerin eline, diline ve kalemine bırakılmalıdır. Zira memleketin
salaha kavuşması ve fesada uğraması onlara bağlıdır.”23
23Nizâmü’l-mülk, Siyasetnâme, (Çev: Mehmet Altay Köymen), TTK Yayınları, Ankara, s. 94.
24Omid Safi, “Büyük Selçuklularda Devlet-Toplum İlişkisi”, Türkler, V, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 2002, s. 661.
25Safi, a.g.m., s. 662.
26Safi, a.g.m., s. 661.
27Ebû Mansur es-Seâlibî, Hükümdarlık Sanatı, (Çev: Sait Aykut), İnsan Yayınları, İstanbul, 1997, s.
112.
260
Selçuklularda Dîvân‐ı Berîd Ve İstihbaratçılık
——————————————————————————————
Bununla beraber Sultan Alp Arslan’ın devletin “posta ve istihbarat”
işlerine bakan Dîvân-ı Berîd’e çok önem vermediği ve özellikle istihbarat kısmını
büsbütün kaldırdığı görülmektedir28. Zira İbnü’l-Esir’in kaydına göre “Sultan Alp
Arslan, casusluktan, casuslardan ve jurnalden nefret etmekte idi.”29 Sultan
Mahmud ve Sultan Mesud’un baba oğul birbirlerinin sarayında casus
bulundurmalarını bile hoş karşılamayan Alp Arslan, böyle çalışan bir teşkilâtın
‘dostları düşman, düşmanları da dost’ gösterebileceğini söylemişti. Yine 1072-3
yılında büyük vezirin düşmanlarının onun hakkında bazı gizli bilgiler toplayarak
Alp Arslan’ın seccadesinin altına yerleştirmişlerdi. Sultan veziri Nizâmü’l-mülk
(öl.1092) aleyhindeki jurnali okuduktan sonra Vezîrini çağırmış ve kendisine “Eğer
doğru söylüyorlarsa ahlâkını düzelt, eğer iftira ediyorlarsa onları af eyle ve bu gibi
işlere vakit bulamamaları için onları mühim işlerle uğraştır” tavsiyesinde
bulunmuştu30.
28Bundârî’ye göre Deylem devletinin ve onlardan evvelki padişahları memleketin hiçbir tarafını,
haberciden (casusdan) ve postadan hali bırakmazlar, bundan dolayı Irak’taki ve yakındakilerin, âsî ve
mutiin haberleri onlara gizli kalmazdı. Alp Arslan Muhammed bin Dâvud tahta çıktıktan sonra
Nizâmü’l-mülk, haberciler nasbetmek hususunu, Alp Arslan’a arzetti. Alp Arslan “Habercinin bize
lüzumu yoktur, dünyanın her kıt'asında (şehrinde) dostlarımız da düşmanlarımız da bulunur. Haberci
bize bir haber getirdiği zaman kendinin bir garezi varsa, dostu düşman düşmanı dost suretinde
gösterebilir.” dedi ve kendi fikriyle bu âdeti kaldırdı.” el-Bundârî, Zübdetü’n-Nusre ve Nuhbetü’l-
Üsre, (Terc. Kıvameddin Burslan), Irak ve Horâsân Selçukluları Tarihi, Ankara 1999, s. 67.
29İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, X, (Çev: Abdülkerim Özaydın), Bahar Yayınları, İstanbul, 1989, s.
79.
30İbnü’l-Esîr, A.g.e., s. 79-80; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, Ötüken
261
Sevgi Kübra AKDEMİREL
——————————————————————————————
Padişahın bütün fenalık isteyenlerden gam çekmeyecek ve endişe duymayacak
kadar, akıllı ve dirayetli olması lazımdır. İnşallahu Teala”31.
154.
34Köprülü, a.g.m., s. 546.
35Pehlivanlı, a.g.m., s. 527.
36Kayalıoğlu, a.g.e., s. 71.
37Sevim-Merçil, a.g.e., s. 510.
262
Selçuklularda Dîvân‐ı Berîd Ve İstihbaratçılık
——————————————————————————————
kadının yaptığı işler hakkında tek tek bilgi sâhibi olmalıdır”38 demektedir. Vezir,
bu sözlerini biraz daha açarak, gerçekte kadıların, sultanın birer temsilcisi (padişah
naibi) olduğunu söylemektedir39.
38Safi,a.g.m., s. 661.
39Safi,a.g.m., s. 661.
40İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilâtına Medhal, Ankara, 1984, s. 45.
41Köprülü, a.g.m., s. 545.
42Coşkun Alptekin, “Büyük Selçuklular”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, c. VII, İstanbul,
1988, s. 204.
43Ebû Mansur es-Seâlibî, a.g.e., s. 111.
44İbrahim Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, c. X, s. 400.
263
Sevgi Kübra AKDEMİREL
——————————————————————————————
gibi, civardaki ahaliye de davullarla tehlike işareti veriliyordu. Bundan sonra
herkes ribatlarda toplanıyor, müdafaa için hazırlık yapılıyordu45.
45Mehmet Fuat köprülü, “Ribat”, Vakıflar dergisi, c.II, Ankara, 1974 (2.b), s. 274.
46Köprülü, “Berîd”, İA, s. 545.
47Pehlivanlı, a.g.m., s. 528.
48Pehlivanlı, a.g.m., s. 528.
49Pehlivanlı, a.g.m., s. 529.
264
Selçuklularda Dîvân‐ı Berîd Ve İstihbaratçılık
——————————————————————————————
oturuş ve kalkışının nasıl olduğu dikkatle gözlenecektir. Huy ve tabiatı, bahşiş
vermesi, çalışması, çehresi ve işi hakkında bilgi toplanacaktır. Halkı ve ülkesi ile
ilişkileri incelenecektir. Bu meyanda, zalim mi, adil mi; ülkesi mamur mu, harab
mı; ordusu kendisinden hoşnut mu, değil mi; halkı zengin mi, fakir mi
araştırılacaktır. Yine hasis mi, cömert mi, devlet işlerinde uyanık mı, gafil mi,
dindar mı, doğru (dürüst) mu, yoksa aksi mi, sevdiği sevmediği şeyler nelerdir
öğrenilecektir50.
Sonuç
Başında Sâhib-i Berîd’in bulunduğu Dîvân-ı Berîd, Hz. Peygamber
döneminde işlemeye başlamış olup, zamanla yetki alanının genişlemesiyle Emevî
Halifesi Muaviye b. Süfyân döneminde sistemli posta teşkilatı haline gelmiş olan
bir istihbarat/haber alma teşkilatıdır.
Büyük Selçuklu Devleti’nde oldukça mühim bir devlet dîvânı halini almış
ve gerek devletin gerek iç işlerinin işleyişi ve nizamın kontrolü, gerekse dış
devletlerle münasebetin yönünü çizmesi bakımından, devletin bekâsı için süratli bir
haber kaynağı şeklinde kurumsallaşmıştır. Bu teşkilat her ne kadar Nizâmü’l-
mülk’ün bütün ısrarlarına rağmen Sultan Alp Arslan döneminde ihmal edilmiş,
265
Sevgi Kübra AKDEMİREL
——————————————————————————————
hatta kaldırılmış ise de sonraki dönemlerde tekrar önem kazanmış ve
Selçuklulardan sonraki bütün Türk İslam devletlerinde de devam etmiştir.
Kaynakça
266
Selçuklularda Dîvân‐ı Berîd Ve İstihbaratçılık
——————————————————————————————
PEHLİVANLI, Hamit, “Eski Türkler ve Selçuklularda İstihbaratçılık”, Türkler
Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss. 522-534.
SAFİ, Omid, “Büyük Selçuklularda Devlet-Toplum ilişkisi”, Türkler Ansiklopedisi,
c. V, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss. 352-363.
SÖYLEMEZ, M. Mahfuz, “Berîd Teşkilatının Menşeine Dair Bazı Yeni Bulgular”,
İslâmiyat, IV/II, Ankara, 2001, ss. 139-142.
TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Ötüken Yayınları,
İstanbul, 2010.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Medhal, TTK
Yayınları, İstanbul, 1941.
ZEYDAN, Corci, İslâm Uygarlıkları Tarihi, I, (Çev: Nejdet Gök), İletişim
Yayınları, İstanbul, 2004.
267
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Özge TOGRAL
——————————————————————————————
ÖZET
Bektaşilik geleneğinin, Balkanlar’da nasıl oluştuğu ve hangi koşullarda tarikat,
dergah modeline geçtiği belirtilerek Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında ve
Osmanlının Rumeli’ye geçişi süreci içinde incelenmiştir. Bektaşiliğin, temellerinin
Balkanlarda hangi koşullarda atıldığını inceledikten sonra Balkanlarda uzun yıllar boyunca
varlığını korumakta olan çeşitli Bektaşi dergahlarının nerelerde bulunduğu saptanmıştır.
——————————————————————————————
1.Balkanlarda Bektaşi Geleneği Dergah Ve Tekkeleri
1.2. Balkanlarda Bektaşiliğin Şekillenmesi
Balkanlarda Bektaşi Dergahlarını açıklarken Bektaşilik geleneğinin,
Balkanlar’da nasıl oluştuğu ve hangi koşullarda tarikat, dergah modeline geçtiği
sürecini Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında, Rumeli’ye geçişi süreci içinde
incelenmesi gerekir. Fakat Osmanlı öncesinde de Balkanların İslamlaşmasında ve
Bektaşiliğin ilk adımı olarak Anadolu Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde bir
adım vardır.
Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, (Yeniçağ Osmanlı Tarihi Bilim
Dalı),Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi [ozge_tograll@hotmail.com]
Balkanlarda Bektaşi Geleneği Dergah Ve Tekkeleri
——————————————————————————————
Nitekim Yavuz Hamzaoğlu’nun Balkan Türklüğü adlı eserinde Sarı Saltuk
ismini vererek bu durumu açıklamıştır. “Osmanlı’dan önceki dönemde Balkan
Yarımadası’nın İslamlaşması’nda Sarı Saltuk’un da rolü çok büyüktür. Sarı Saltuk
1261 yılında Anadolu’dan 10 bin aileyi kapsayan 40 Türkmen kabilesi ile
Dobrua’ya iskan etmiştir. Bu yıllardan itibaren Dobruca her şeyi ile tamamen bir
Müslüman olmuştur. Sarı Saltuk, Balkan Yarımadası’nda İslam’ı yayan bir
misyoner olarak gösterilmektedir. Sarı Saltuk’un, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu
yıllarda dini faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir. O, Ramazan’da Tuna
Irmağı’nın civarındaki Balkan Hristiyan ülkelerinde yaşayan Müslümanları gizlice
ziyaret ederek, onlarla beraber oruç tutup, beş vakit namaz kılıyor ve bayram
yapıyordu.”1
Bilindiği gibi her Osmanlı kuruluş dönemini içeren eserlerin birçoğu, Şeyh
Edebali’nin Osmanlı kuruluş dönemi için ne kadar önemli bir şahsiyet olduğunu
göstermektedir.2 Osmanlı kuruluş sürecinde Bektaşi zümrenin etkin bir zümre
olduğunu görmek mümkündür.
1 Yusuf Hamzaoğlu, Balkan Türklüğü, c.1, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 2000, s.466.
2 Ayrıntılı Bilgi için Bkz. Mehmed Fuad Köprülü, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu, Akçağ
Yayınları, Ankara, 2004.
3 Cemal Canpolat, Osmanlının Manevi Temelini Oluşturan Gerçek Dervişler- Babalar ve Bektaşi
269
Özge TOGRAL
——————————————————————————————
Sürekleri adlı makalesinde Bektaşi erkanı uygulayan sürekler başlığı altında bir
değerlendirme yapmıştır ve bu sürekleri de şu şekilde belirtmiştir. “1. Seyyid Ali
Sultan erkanı uygulayan Kızıl Deli Bektaşileri, 2. Seyyid Ali Sultan erkanı
uygulayan Ali Koç Baba Bektaşileri, 3.Otman Baba Bektaşileri (Babailer), Hasköy
ve Deliorman bölgelerinden olanlar ki bunlar musahipli ve musahipsiz olarak
bilinmektedir.”4
Donlu, Barak Baba, Hoy Ata ve Can Baba gibi halifelerini de Moğol zümrelerini
İslamlaştırmakla görevlendirmiştir.5
Rolü” Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: VII / 1, Sivas, Haziran 2003,
s.264.265.
270
Balkanlarda Bektaşi Geleneği Dergah Ve Tekkeleri
——————————————————————————————
nakletmesidir. Bu mecburi göçe maruz kalanlar arasında bulunan çok sayıda derviş
kısa sürede yeni cemaatler kurarak, yerli halk üzerinde ekili olmuşlardır.”6
Aslında Sarı Saltuk hakkında pek çok şey şey söylenmekte ve Balkanlarda
pek çok şehirde Sarı Saltuk adıyla ziyaretgah bulunmaktadır. Şöyle ki; “ Evliya
Çelebi; Sarı Saltuk Mehmed Buhari adı ve ünvanları ile anıyor, Aşıkpaşazade;
Gaziyan-ı Rum diyor ona. Ayrıca bir diğer adı da Türk’ün Noel Baba’sıdır. Sarı
Saltuk Dede’nin, erenlerden olduğu da söylenmektedir. Arnavutluk, Makedonya,
Hersek’te dahi türbeleri bulunmaktadır.”8
6 Peter Bartl, Milli Bağımsızlık Hareketleri Esnasında Arnavutluk Müslümanları, Çev: Ali Taner,
Bedir yayınları, İstanbul, 1998, s.179.
7 Altan Araslı, Avrupa’da Türk İzleri, Akçağ Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2009, s. 90.
8 Araslı, a.g.e., s. 92.
9 Canpolat,a.g.e., s.160.
271
Özge TOGRAL
——————————————————————————————
Tekkesi, Timur Baba Tekkesi, Pehlivan Baba Tekkesi olarak anılmaktadır. Demir
Baba Tekkesi, Alevi-Bektaşi inanç temelinde önemli bir yere sahiptir.10
272
Balkanlarda Bektaşi Geleneği Dergah Ve Tekkeleri
——————————————————————————————
Kızıl Deli Sultan Dergahı 1826 yılında II. Mahmud tarafından başlatılan
Yeniçeri-Bektaşi katliamlarından dolayı zarar görmüştür. Dergahda son postnişin
olan Cefai Baba şehit olmuştur. 13
13 Canpolat, a.g.e.,s.191.
14 Araslı, a.g.e., s.214.
15 Ayrıntılı Bilgi için Bkz. Canpolat, a.g.e , ve Murat Küçük, Bir Nefes Balkan, Horasan Yayınları,
İstanbul, 2006.
16 Canpolat, a.g.e.,s.215.
17 Popoviç, Aleksandre Popoviç, Balkanlarda İslam, İnsan Yayınları, İstanbul,1995, s.30.
273
Özge TOGRAL
——————————————————————————————
2.8. Saru Saltuk Dergahı
Arnavutluk’taki Bektaşiler için en ünlü ve kutsal yer Kruja’da bulunan Sarı
Saltuk Dergahı’dır. “Saru Saltuk, Bektaşiler tarafından kutsal bir şehir ölçüsünde
bir değere sahiptir. Rivayete göre kendisi Hac-ı Bektaşi Veli’nin arkadaşlarından
birisidir ve onunla birlikte Sultan Orhan’ın (1326-1360) sarayına gelmiştir.
Bursa’nın fethinden sonra yetmiş derviş ile birlikte İslamiyet’e taraftar
kazandırmak görevi ile Avrupa’ya gönderilmiştir.”18
274
Balkanlarda Bektaşi Geleneği Dergah Ve Tekkeleri
——————————————————————————————
Makedonya’da bulunan Müslüman cemaati’nin idari teşkilatı ve yapısı,
günlük dini yaşam, dini eğitimin işleme mekanizması hakkında çok az bilgi
bulunmaktadır. Buna karşılık tarikatlar, varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu
tarikatlardan bazıları şunlardır; Bektaşiler, Halvetiler, Kadiriler, Melamiler,
Nakşibendiler, Rıfailer, Sadiler ve Sinaniler’dir.23 Bu kadar çeşitli Müslüman
cemaatinin olduğu Makedonya’da, incelenen tüm eserlerde Bektaşi dergah ve
tekkelerinin varlığının yoğun olduğu görülmektedir. İncelenen eserler,
Makedonya’da özellikle Prizren, Üsküp, Tetovo ve Kırçova’da Bektaşi Dergah ve
Tekkelerinin yoğun olduğunu ve bu çevrede Bektaşilerin çok fazla taraftarı
olduğunu göstermektedir.
Sonuç
Balkanlarda bulunan Bektaşi Dergahları bulundukları konum açısından
önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Fakat 1826 Yeniçeri Ocağı kapatılışı daha
sonra tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla beraber hem Balkanlarda hem de
Anadolu’da kapatılmaya başlanmıştır. Yeniçeri ocağı ile Bektaşiliğin arasındaki
bağı Zeki Tekin şöyle açıklamıştır: Tamamen Sünnî bir çizgi takip eden Bektaşi
geleneği özellikle II. Bayezid devrinde Balım Sultan’ın Dimetoka’dan getirtilerek
Bektaşi Asitanesine tayin edilmesiyle Bektaşilik yeni bir forma bürünmüş ve Sünni
çizgiden ayrılarak kendisini daha rahat ifade eden bir formatı benimsemiştir. II.
Mahmud’un devlet için bir problem haline gelen ve kuruluş amacından saparak bir
güvensizlik ve kaos nedeni olan Yeniçeri Ocağının 1826 yılında kanlı bir şekilde
ortadan kaldırılmasıyla birlikte yeni bir dönem başlamıştır. Kesin sonuç alabilmek
ve toplum ile bağlarını kesebilmek için Bektaşi tekkelerinin de kapatılması ve mal
varlıklarının eritilmesi gerekmekteydi. Bu nedenle kısa sürede Bektaşi tekkeleri
hem Anadolu içinde hem de Rumeli’de kapatılarak ve mal varlıklarına el
konulmuştur. 24
23Popoviç, a.g.e,s.222.
24Zeki Tekin, “Kapatılan Bazı Bektaşi Tekkelerinin Mal Varlıkları Üzerine Bir Değerlendirme”
Tarih Kültür Ve Sanat Araştırmaları Dergisi, c.1 No:2 Haziran 2012,Karabük, s.74-75.
275
Özge TOGRAL
——————————————————————————————
Kaynakça
ARASLI, Altan, Avrupa’da Türk İzleri, Akçağ Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2009.
BARTL, Peter, Milli Bağımsızlık Hareketleri Esnasında Arnavutluk Müslümanları,
Çev: Ali Taner, Bedir yayınları, İstanbul, 1998.
CANPOLAT, Cemal, Osmanlının Manevi Temelini Oluşturan Gerçek, Markiz
Yayınları, İstanbul, 2012.
ENGİN, Refik “Trakya ve Bulgaristan’da Bektaşiler ve Bektaşi Sürekleri”,
Geçmişten Günümüze Alevi ve Bektaşi Kültürü, Editör: Ahmet Yaşar Ocak,
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara, 2009, ss.144-167.
HAMZAOĞLU, Yusuf, Balkan Türklüğü, c.1, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara,
2000.
KÜÇÜK, Murat, Bir Nefes Balkan, Horasan Yayınları, İstanbul, 2006.
ÖZKÖSE, Kadir, “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Tasavvufi Akım
ve Zümrelerin Rolü”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.VII., Sivas, 1 Haziran 2003 , ss. 249-272.
POPOVİÇ, Aleksandre, Balkanlarda İslam, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995.
TEKİN, Zeki “Kapatılan Bazı Bektaşi Tekkelerinin Mal Varlıkları Üzerine Bir
Değerlendirme” Tarih Kültür Ve Sanat Araştırmaları Dergisi, C.I No:2,
Karabük, Haziran 2012, ss.71-86.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, C.I., Ankara, 1998.
276
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Emine ALTAY
İlyas ER **
——————————————————————————————
ÖZET
Bu sözlü tarih çalışması; kaybedilmiş topraklardan Eskişehir’e yönelen göçün,
belleklerde bıraktığı acı hatıraların izini sürmeye yöneliktir. Yöntem olarak sıradan
insanların öznel bakış açılarına odaklanan sözlü tarih, Türkiye’nin kültürel kimliği ve
demokratikleşme süreci üzerine yapılan tartışmalara önemli katkılar yapabilir. Bu bağlamda
sözlü tarih, hem akademik ortamda, hem de sivil toplum alanında önemli bir rol oynayabilir
bu disiplin Türkiye’de son 15 yıl içerisinde gelişme göstermeye başlamıştır. Çalışma
kapsamın da dördü Bulgaristan, üçü Makedonya, dördü Kırım ve biri Çerkez olmak üzere
toplam on iki görüşmeciyle görüşme yapıldı. Eskişehir’in kent kimliğinde göçmenlerin
nereden, ne zaman, neden, nasıl göç ettikleri, neden Eskişehir’i tercih ettikleri, Eskişehir’e
aidiyetleri bağlamında incelendi. Devam eden bir çalışmanın ilk sonuçları olmakla birlikte
göçmenlerin birçoğunun Eskişehir’in yapılanmasında kendilerini başat unsur olarak
gördüğü ortaya konmuştur. Vatan olgusuyla geldikleri bu topraklar da hak etmediği
muamelelere de maruz kaldıklarını ifade eden göçmenler kendilerini Eskişehir’in bir
parçası olarak görseler de ‘nerelisiniz?’ sorusuna verdikleri cevaplar ikili bir vatan
duygusunu yaşadıklarını gösteriyor.
1 Kartopu tekniği
278
Emine ALTAY & İlyas ER
——————————————————————————————
1. Göç yolları üzerinde bir durak noktası: Konumu itibariyle Eskişehir göç
yolları üzerinde olduğundan birçok göçmen buraya gelmiştir. Kimisi burada kalmış
kimisiyse bir sıçrama tahtası olarak kullanıp yoluna devam etmiştir.
5. Hükümet politikaları:
279
Kaybedilmiş Toprakların Acı Hatırası: Bir Sözlü Tarih Çalışması
——————————————————————————————
2.Kişisel Hikâyeler
2.1. Suç Gibi Bir Şey
Cavit bey, 1949 Üsküp doğumlu bir Türk. 53 yıl sonra bile gözyaşlarıyla
anlatır hayatının dönüm noktası ola bilecek olayı: “Sene 1960.Yazın orada okul
olmadığı zaman Üsküp’e gidip çekirdek satıyorduk. Ama orada işportacılık
yasaktı. Yakalanıp karakola götürdüler.10-11 yaşlarında bir çocuğum. Neyse
“nesin sen?” dediler “Türküm” dedim. Türküm dediğin zaman pek çekemiyorlardı.
İster adliyede olsun isterse karakolda olsun nerde olursa olsun Türküm demek suç
gibi bir şeydi yani. “Seni zorla Hıristiyan yapacağız” dedi. Anlıma da haç işareti
çizdi. Şimdi bile dokunur, zoruma gitti yani, çünkü baskıyla bir şeyi kabul ettirmeye
uğraşırsan zordur. Yani affedersin tecavüz gibidir. Gerçi şöyle akılda veriyorlar.
Bak okuyun falan gibisinden. Neyse bıraktılar ama bu seferde kinleniyorsun ister
istemez. İstediği kadar Hıristiyan ya da Katolik iyi olsun olmuyor. Yani bu yağla su
gibi olduk birleşmemize imkân yok. Karıştır karıştır yine ayrı kalır.”
280
Emine ALTAY & İlyas ER
——————————————————————————————
dövüldüm. Düşünün bugün bile bize rahatlıkla Bulgar göçmeni denebiliyor .
Bulgar’ın bir millet adı olduğunu unutup, yine o milletin bu insanlara zulüm
ettiğini hatırlamamaktadır. Bulgar ile Bulgaristanlı Türk kavramlarını birbirine
karıştırıp bize Bulgar diyen insanlar görüyoruz.”
2
1962-1971, Bulgar Komünist partisi
281
Kaybedilmiş Toprakların Acı Hatırası: Bir Sözlü Tarih Çalışması
——————————————————————————————
dedemlerden falan duyduğum bir rivayet vardı. Daha önce onların
hesaplamalarına göre 20 yıl sonra Türk nüfusu Bulgar nüfusuna denk gelecek.
Böyle bir nüfus denkliği ya da nüfus olarak azınlığa düşme korkusu varmış. Ama
ben kaynaklarda ulaşamadım böyle bir şeye. Asimilasyon politikaları başlıyor.
Türklerin isimleri değiştiriliyor. Müslüman kalmaları yasaklanıyor. Daha sonra
Türk okulları, radyoları kapatılıyor. Doğar doğmaz bana Bulgarca isim koymuşlar.
Mesela benim oradaki adım Millen! 1989 yılda baskılar iyice artmış. Köyden yaya
olarak çıkamıyorsun. Otobüsle veya başka araçla çıkıyorsun. Onda da seni sıkı bir
kontrolden geçiriyorlar. Aynı dönemde anlattıklarına göre; bir soykırım niyetleri
de var. Köyün yakınlarına kuyular falan kazmışlar. Baya büyük kuyular, derin.
Tüm bunların üzerine hükümetler anlaşınca, ailem her şeyini bırakarak çıkıp
gelmiş.”
282
Emine ALTAY & İlyas ER
——————————————————————————————
2.7. Dört Kardeşim Ve Bir Mezardan Başka Varlığm Yok!
1950 doğumlu 1.kuşak Kırım göçmeni hayatını Kırımlı olma üzerine
kurmuş. Kültürünü yaşatma adına çeşitli kitaplar yazmış. Emekli Hasan Bey, bu
göç hikâyesini bir facia olarak tanımlamakla birlikte bölünmüş bir aile ferdi
olmanın kendisine yansıyan derin yaralarını anlatıyor: “Ben anneannemi
görmedim. Teyzelerim var. Dedemi ben küçük yaştayken kaybettik. Bir kısım
akrabam Rusya’da öldü. Bir kısmı Kırım’da öldü. Bir kısmı Özbekistan’da öldü.
Ben bunların eksikliğini her zaman hissettim. Burada herkes amcasına giderken
babaannesi anneannesine giderken ben bunlara gidemememin ezikliğini yaşadım.
Bundan 10 sene kadar önce Almanya ve Avusturya bir barışma fonu kurdu.
Avrupa’daki çalışma kamplarında yaşayanlara birtakım paralar ödemek istedi.
Bende Avrupa’da yaşadığımız trajedinin, kurulan fondaki değerini öğrenmek
istedim.Ve ailem adına formları doldurup yolladım. Oradan bir cevap geldi. Benim
anneme ve bizlere bu fon 1254 Euro’luk bir değer biçti. Ve hiçbir hak iddia
etmeyeceğimize dair bizden imza istedi. Ben bunlara cevap yazdım. Fondaki
mütercim Pınar’a hitaben yazdım. Ben dedim anneannemi, babaannemi, dedemi,
amcalarımı, yeğenlerimi, kuzenlerimi bunların hiçbirini göremedim. Bizi bu hayata
mahkûm eden Almanya’nın Rusya’yı işgali ve 2.Dünya savaşı. Ben bunlardan
yoksun kaldım. Türkiye de 4 kardeşim ve 1 mezarımdan başkada bir varlığım yok.
Sizin bana layık gördüğünüz para 1254 Euro. Orada çalışmayanlara verdiğiniz
işsizlik parası 2000 Euro. Bana takdir ettiğiniz para, bu paranın altında. Bu parayı
alın başınıza çalın, dedim ve bize verdiğiniz bu acılı hayatı bilin…”
Buradaki rahat hayatını babasına borçlu olduğunu her fırsatta dile getiren
Fevzi Bey hemen hemen yaptığımız tüm sohbetleri hatıralarında yaşattığı anne
babasıyla sonlandırdı. Lüle taşı ustası olan Fevzi Bey kaybedilmiş topraklar olarak
ifade ettiği Bulgaristan'a özlemden çok kızgınlık duyduğunu söyledi. "Mesleğinizi
oralara götürmek gibi bir niyetiniz var mı?" sorusuna " Bir projem var eğer
283
Kaybedilmiş Toprakların Acı Hatırası: Bir Sözlü Tarih Çalışması
——————————————————————————————
gerçekleştire bilirsem ben gitmeyeceğim, Bulgaristan gelecek benim ayağıma"
verdiği cevapla, bu kızgınlığını ortaya koydu.
3. Sonuç
3.1. Köken, Kimlik Ve Aidiyet
Genel olarak göçü bizzat yaşayan kesim kendisini “Türk” olarak
tanımlıyor, bunun yanı sıra bu kişiler için Türk olmak ile Müslüman olmak aynı
şeyi ifade etmektedir. Eskişehir’de doğup büyümüş sonraki kuşaklar ise geldiği yer
kökenli Türk olduğunu belirtiyor ( Bulgaristan Türkü, Kırım Türkü…). Kuşaklar
arasındaki tanımlama farkının kökeninde, yaşanmışlıklar ve eğitim düzeyinin
farklılığı yatmaktadır. Yaşadığı yerlerden ayrılmak zorunda kalmış kişiler oralarda
yaşadıkları sıkıntılar ve daha sonra çektikleri zorluklardan dolayı geldikleri yerleri
kabullenme sürecini daha çabuk atlatmışlardır. Çünkü gidebilecek başka yerleri
yoktu. Daha sonraki kuşaklar; geçmişine, kökenine ilgi duymaya başladı ve kendini
Makedonya Türkü, Kırım Türkü gibi tanımlamalara başladı.
Geçen uzun zamana rağmen yaşanmış bir göçün birincil veya ikincil kişisi
olmak göç olgusunun bıraktığı derin yaraların niteliğini, hissiyatını değiştirmemiş.
Her kuşakta ve zamanda farklı etkiler; ama aynı acıyı bırakmıştır. Hala devam eden
bir çalışma olmakla birlikte; şimdiye kadar yapılan görüşmelerin ilk sonuçlarına
bakıldığında, mevcut duruma uyum sağlanmış olsalar da terk edip geldikleri ve
"asıl kökenimiz" dedikleri yerlerden vazgeçiş söz konusu değildir. Aksine
kültürünü yaşatma, aktarma çabası içinde oldukları gözlemlenmiştir. Bu amaç için
her göçmen grubu kendi içinde dernekleşme çalışmaları yapıyor. Dayanışma,
yardımlaşma ve kültür aktarımı tabanlı çalışmalar yürütmekte ve aktifliklerini
korumaya çalışmaktadır.
284
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Oğuzhan GÜNEL
Hacı Ahmet AK *
Kürşat ÖZKAN **
Zekeriya İLHAN ***
——————————————————————————————
ÖZET
Müslümanların hac farizasını yerine getirmeleri için güzergâhın ve Kâbe’nin
hazırlanması ve asıl önemlisi iktisadi kaynaklardan yoksun olan bir bölgenin, yani Mekke
ve Medine fukarasının geçimini sağlayacak sadakanın taşındığı hac kervanıdır. Osmanlı
devleti Mekke ve Medine fukarasına yardım etmenin ve oradaki yoksulu doyurmanın yanın
da, Osmanlı hükümdarları için doğudan batıya bütün İslam dünyası üzerinde tamamen
ideolojik olmamak fakat belki ruhani değil ama psikolojik önderlik için önemli bir yapı
teşkil etmekteydi. Bu bakımdan Osmanlı devleti 16.asrın başından itibaren bu görevi hac
yollarının güvenliği, her yıl artan hac kâfilerini ağırlayarak, sağlık hizmetlerindeki
örgütlenmelerle, su ve konaklama tesislerinin tamiri ve inşası gibi konulara titiz davranmış
ve ortaçağdan yakınçağa uzun imparatorluk süresince imparatorluk içerisinde bu detaylara
dikkat etmiş ve bu uzun imparatorluk süresince Bayezid den, Mehmet Reşat’a kadar bu
surre olaya itina göstermişlerdi.
——————————————————————————————
Es-surre kelimesi, Arapça bir isimdir1 çoğulu suredir. Anlamı; para kesesi,
para demektir2, içine altın ve para gibi şeylerin konulup ağzı sıkıca bağlanan
keseye surre denilmektedir. Genel olarak bir açıklama yaparsak “surre” kelimesi;
hem içerisine para konulan kese, çıkın, torba, cüzdan anlamlarına gelmekte, hem
de bunların içerisindeki para ve altının kendisine denilmektedir.
*
Ordu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğrencisi
**
Ordu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğrencisi
***
Ordu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğrencisi
****
Ordu Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğrencisi
1 Münir Atalar, ‘‘Haremeyne denizden sürre gönderilmesi’’ , Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
s.1126
Orta Çağ’dan Yakın Çağ’a Uzanan Gelenek Surre Alayları
——————————————————————————————
Türk islam Sultanları’nın, hac mevsiminden önce, recep ayında,
İstanbul’dan Mekke ve Medine’ye oraların ileri gelenlerine, hacılara ve oraların
fakirlerine dağıtılmak üzere özel bir törenle ve alayla gönderdikleri para, altın ve
armağanlardır. Paranın dışında diğer özel hediyelerde gönderilmiştir bunlardan
bazıları: kürk, inci ve elmaslarla süslü giyecek, kaftan, halı, yünlü dokuma, kadife
ve yiyecek maddeleri de gönderilmiştir. Surre’nin bir diğer ismi de “ma’lümiye”dir
ve bilinen anlamına gelmektedir.
3Münir Atalar, Osmanlı Devleti’nde Surre-i Hümayun ve Surre Alayları, Diyanet işleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara,1991, s.2
286
Oğuzhan GÜNEL & Hacı Ahmet AK & Kürşat ÖZKAN & Zekeriya İLHAN
——————————————————————————————
Haremeyn’e gönderilen ilk surre Abbasiler zamanına rastlamaktadır. Bu
dönemde başlayan adet onlardan sonraki bütün Müslüman devletlerce
benimsenerek devam etmiştir. Miktarı 315.426 filori altın olan El-Muktedir
Bi´llah’ın (saltanat: 908- 932) göndermiş oldugu Surre Haremeyn’in sakinlerine ve
oranın ziyaretçilerinin yoksulları yararına gönderilmisti. Bu surrenin yine yöre
ahalisi ve ziyaretçileri için her yıl gönderilmesinin adet haline gelmesi ise 311/923-
924 yılında âdet olmustur. Fatımiler döneminde de Haremeyn’e para gönderilirdi.
Hicazı kendilerine baglamak için Haremeyn’e para gönderen Fatımiler; her sene
Hicaz’a mürettebat gönderirlerdi ve bu mürettebatın miktarı ise 120.000 dinar idi.
Vezir Bazuri zamanında bu rakam 200.000 dinara çıkarıldı. Osmanlı dönemine
degin Hicaz’a gönderilen paranın miktarının, hiçbir devlet zamanında bu miktara
ulaştığı görülmemiştir. Mısır hükümetleri Haremeyn’e gönderdikleri “mahmil”e
pek ziyade itina ederlerdi. Hatta Mekke’ye varıncaya kadar uğradığı yerlerin en
büyük memurlarının “mahmil”i tasıyan devenin ayagını öpmesi riayet olunan
usuldendi. Mekke Emirlerinin de devenin ayagını öptükleri bilinirdi. Bu adet H.
843 (1439-1440) yılında Mumluklulardan Sultan Çakmak tarafından kaldırılmıştır.
Altı kişiye bu suretle yılda ayrıca üç bin altın gönderilirdi fakat esas
hediye, bunların her birine birer hil’at Emire ayrıca iki top kumaş, padişahın
Türkçe yazılmış mektubunda götürürdü. Bu suretle açılacak hac mevsiminde bu
yüksek görevlilerin yerlerinde kaldığı, azillerin düşünülmediği ona göre görev
yapmaları kendilerine bir çeşit hatırlatılırdı. Haremeyn e surre gönderilmesi ilk
olarak Abbasiler döneminde başlamıştır ve diğer Türk İslam milletleri neticesinde
Osmanlılarda surre gönderme geleneğini devam etmiştir. Abbasiler devrinde ise ilk
olarak hiç şüphesiz mehdi zamanında gönderilmiştir. Mehdi ilk olarak hac yollarını
ve posta yollarını ilk olarak tadilatını yarak bu alanda büyük gelişmeler kat
etmişlerdir. Fatimiler, hicazı kendilerine bağlamak amacıyla haremeyne para
göndermişlerdir. Her yıl hicaza gönderdiği mürettebatın miktarı 120.000 dinar idi.
Memlüklüler ise ilk sürreyi 664 ‘te (1266) yollamış olmalarına rağmen Yemenli
Resuliler ile Memlüklüler arasında surre rekabeti baş göstermiş, Sultan Baybars’ın
1269 hacca gitmesi ve surre ile kabe örtüsü gönderme hakkının Memlükler de
olduğunu pekiştirmesine kadar devam etti 4. Memlüklülerin, hem dini hassasiyetin
hem de siyasi bakımdan halkın sempatisini kazanma suretiyle gerçekleşmiştir.
4 Şit Tufan Buzpınar, İslam Ansiklopedisi, Cilt. 37, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, s.567
287
Orta Çağ’dan Yakın Çağ’a Uzanan Gelenek Surre Alayları
——————————————————————————————
gönderen ilk padişah yıldırım Bayezid olup sureyi Edirne’den 80.000 altın olarak
göndermiştir.
288
Oğuzhan GÜNEL & Hacı Ahmet AK & Kürşat ÖZKAN & Zekeriya İLHAN
——————————————————————————————
10.III. Mehmed Döneminde Surre:
1003/1594 senesinde 438 sikke göndermiştir 1003/1594 senesinde 43.280
sikke göndermiştir.1003/1594 senesinde 108.199,5 sikke göndermiştir.
289
Orta Çağ’dan Yakın Çağ’a Uzanan Gelenek Surre Alayları
——————————————————————————————
21.I.Abdulhamit Devrinde Surre:
1190/1776 YILI 23.812 kuruş.
5Münir Atalar, ‘‘Haremeyne denizden sürre gönderilmesi’’ , Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
C.32, S.1, 1991, ss.122
290
Oğuzhan GÜNEL & Hacı Ahmet AK & Kürşat ÖZKAN & Zekeriya İLHAN
——————————————————————————————
eden kafile 5 gün sonra Mekke’ye ulaşır, burada gerekli ziyaretler yapılır, hacıların
durumuna değinilir, surre-i hümayun resmi heyeti Mekke şerifi ile vali paşayı
ziyaret edilir, şerif tarafından surre emini ve kethüdasına yeşil kaplı siyah samur
kürkler giydirilirdi. Surre görevini tamamladıktan sonra Cidde’ye iner, vapurla
Süveyş’e hareket edilirdi. Buradan trenle Mısır’ın İskenderiye şehrine geçilir,
Pire’ye vapurla hareket eden kafile İzmir ve Çanakkale üzerinden İstanbul’a
ulaşırdı. Surre kafilesinde 4500 civarında hacı bulunurdu. Hicaz kıtasının dışından
gelen ve Senevi denilen iki yaratıcının varlığına inanan ziyaretçilerde bulunurdu.
Surre hicaz demir yolunun yapılmasından sonra (31 ağustos 1908)trenle
gönderilmeye başlanmış, Haydarpaşa’dan yük vagonuna bindirilen surre yolda
açılmaması için kurşunlanır ve Medine’ye yollanırdı.
Kâbe’yi eski halifeler gibi, tamir ve tezyine çalışan, ilk padişah kanuni
sultan Süleyman olmuştur7. Bu tezyinatın cevazı hakkında müftü ebu’s-suud
efendiden fetva almıştır. Hanefi, şafi, Maliki ve Hanbeli mezhepleri için 4 ayrı
6 Neşri tarihi, Aşiretten İmparatorluğa Osmanlı Tarihi, Çev. Necdet Öztürk, Timaş yayınları,
İstanbul,2011, s.219
7 Münir Atalar, ‘‘Türklerin Kabeye Yaptıkları Hizmetler’’ , Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi Dergisi,
291
Orta Çağ’dan Yakın Çağ’a Uzanan Gelenek Surre Alayları
——————————————————————————————
medrese yaptırıp, bunlara Osmanlı Medreseleri usulüne uygun olarak talebe tayin
etmiştir. Hz. Peygamberin zevcesi Hz Hatice, önce mescide dönüştürülen evini
tamir ettirerek üzerine bir kubbe yaptırmıştır. Mekke’nin en büyük ihtiyacı olan
suyolları için tahsisat ayırmış, Kâbe örtüleri için vaktiyle mısır sultanları tarafından
kurulan vakıflara yenilerini ilave etmiştir. Aynı zamanda Kanuni, imparatorluğun
diğer yörelerinde bu türlü tesisler meydana getirmiştir. Bağdat da Şiilerin çok
önceden yıkmış oldukları imam-ı azam Ebu Hanife türbesini onartmıştır ve bunun
yanında camii ve imarethane yaptırtmıştır. İkinci selim imar ve suyollarını tamir
ve mescid-i haramı mermer kubbelerle tezyin ettirilmiştir. III. Murat 1576 da
Mekke’ye üç parça kandil göndermiştir. Bu kandiller, altında yapılmış olup, süslü
taşlarla murassa ve çok süslü birer eseri idiler. III. murat Osmanlı sultanları içinde
haremeyne ilk kez kandil astırmak şerefine ulaşmıştır.
Sultan II. Mahmut ve sultan Abdülmecid, Medine’de birer kütüphane ile birlikte
birer de medrese kurmuşlardır. Abdülmecid, han, kendi kütüphanesine 1659 kitap
göndermiştir. Şeyhülislam arif hikmet efendinin Medine’ye gönderdiği yazma eser
sayısı ise,5404 dür. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, Osmanlılar, bölgenin
bilimsel bakımından gelişmesi için de imkânları nispetinde orayı yardımı bir görev
292
Oğuzhan GÜNEL & Hacı Ahmet AK & Kürşat ÖZKAN & Zekeriya İLHAN
——————————————————————————————
biliyorlardı. Gönderilen bu eserler Arapça, farsça ve Türkçe eserlerdir. XIX.
yüzyılın başında Mekke ve Medine’nin Vehhabilerin yönetimde kaldıkları yıllar
hariç 1915 yılına kadar kesintisiz bir biçimde sürdü. 1916 yılında Şerif Hüseyin
isyan hareketi neticesinde surre Medine’de kaldı Mekke’ye ulaştırılamadı. 1917-
1918 yıllarında surre Dımaşk’a kadar gidebildi. Son Osmanlı padişahı VI.
Mehmed, 1919’da surre yollanması için hazırlıkların yapılması istendiyse de
gönderildiğine dair bir bilgi yoktur8.
Kaynakça
293
Orta Çağ’dan Yakın Çağ’a Uzanan Gelenek Surre Alayları
——————————————————————————————
Ekler
294
Oğuzhan GÜNEL & Hacı Ahmet AK & Kürşat ÖZKAN & Zekeriya İLHAN
——————————————————————————————
295
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
ÖZET
Türk ve dünya tarihinin büyük askeri dehalarından biri olan Timur, kurmuş olduğu
devletiyle dünyayı değiştirirken, tüzükleri ile de tarihe damga vurmuş bir şahsiyettir.
Devletini yönetirken kullandığı tüzükleri, Cengiz yasası ve İslam yasalarının karışımı bir
yapıda olup, devlet kurma ve yönetim ilkelerini de içinde barındıran bir vasiyetname
niteliğindedir.
Timur’un tüzüklerine kısa bir bakış adlı bu çalışmada, Timur’un şahsiyeti ile ilgili
bilgiler verilirken bizzat Timur ile görüşüp aynı dönemde yaşayan tarihçilerin ve günümüz
tarihçilerinin eserlerinden yararlanılmıştır. Tüzükler ile ilgili bölümde ise Timur’un kendisi
tarafından yazdırılmış olan Çağatayca eserin farklı çevirilerinden faydalanılmıştır.
Timur’un babası Emir Turagay ilime, hocalara ve âlimlere çok değer verir
ve onları korurdu. Emir Turagay’ın bu özelliğini oğlu Timur’da devam ettirdi.
Ulemayı çevresinden ve sarayından hiç eksik etmezdi. Timur, Arap tarihçilerine
göre namaz kılmak, oruç tutmak, zekât ve sadaka vermek, cami ve medrese
1 İsmail Aka, Timurlular Devleti Tarihi, Berikan Yay., Ankara 2010, s. 20.
2 İbni Arabşah, Acâibu’l makdûr Fî Nevâib-i Timûr, Çev. Ahsen Batur, Selenge yay., İstanbul 2012, s.
32.
3 Nizamüddin Şâmi, Zafername, Çev. Necati Lugal, TTK Yay., Ankara 1987, s.321.
4 İsmail Aka, a.g.e., s. 48.
5 Emrullah Tekin, Timur ve Devlet Yönetim Stratejisi, Burak Yay., İstanbul 1994, s. 124.
297
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
yaptırmak gibi İslam dininin gereklerini yerine getiren bir hükümdardı.
Komutanları, devlet adamları ve âlimlerle daima istişarelerde bulunurdu. Ayrıca o,
ulema ve şeyhlere saygıda ve ikramda kusur etmezdi. Onları herkesten üstün tutar,
kendileri ile sohbet edip, görüşlerini alır ve nasihatlerini dinlerdi. Ayrıca fethettiği
yerlerdeki ilim ve sanat ehli kişileri başkenti Semerkand’a götürerek ilim ve
sanatlarını orada yapmaları için onlara her türlü imkânı sağlardı.6
6 Musa Şamil Yüksel, “Arap Kaynaklarına Göre Timur Ve Din”, Tarih İncelemeleri Dergisi, 2008, c.
XXIII, S. 1, s. 241-243.
7 Musa Şamil Yüksel, a.g.m., s. 241.
8 İsmail Aka, “Timur Sâdece Bir Asker mi İdi?”, Belleten, LXIV/240, s.464.
298
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
idi. Mührüne şeklinde damga vurdurup “râsti rusti”9 yazdıran Timur, İbni
Arabşah’ın verdiği bilgiye göre Cengiz yasasını şeraitin önüne geçirdiği için
Mevlânâ Şeyh Hafızuddin Muhammed el Bezzâzî ve Mevlânâ Alaaeddin
Muhammed el-Buharî gibi âlimlerin Timur’u kâfir ilan ettiğinden bahsetmektedir.10
Ayrıca o devrin bazı tarihçilerine göre Timur, Cengiz Han’ın yasasını şeriata tercih
etmiş ve bu durumu da “Cengiz kanunları, Timur için İslâm fıkhı ve Hz.
Peygamberin yolu gibidir” cümlesi ile ifade etmişlerdir.11 Timur için her ne kadar
Cengiz yasaları, İslâm yasalarından daha önce geldiğini bazı âlimler iddia etse de
Timur Müslümanlıktan uzak bir kişi değildi. Timurlu kaynaklarına baktığımızda
ise onun daha çok şeriatı uyguladığından söz edilmektedir.12 Timur, günlük
hayatında namazlarını kılar ve orucunu tutardı. Kısacası İslâmiyet’in gereklerini
yerine getirip din adamlarına saygıda kusur etmez ve onların nasihatlerini dinlerdi.
Ama bir yandan da İslâm dinini kendi siyasi amaçları için iyi bir şekilde kullanır ve
yaptıklarına dinî bir meşruluk verirdi.13
9 Farsça bir ibare olan râsti rusti “adalet kuvvettir” , “doğru sözlülük kurtuluştur” anlamlarına
gelmektedir.
10 İbni Arabşah, a.g.e., s. 431.
11 Musa Şamil Yüksel, a.g.m. , s. 241.
12 Musa Şamil Yüksel, Timurlularda Din-Devlet İlişkisi, TTK Yay., Ankara 2009, s. 55.
13 İsmail Aka, “Timurlular”, Türkler Ansiklopedisi, c. 8, Yeni Türkiye Yay., Adana 2002, s. 904.
14 Ruy Gonzales De Clavijo, Anadolu Orta Asya ve Timur, Çev. Ömer Rıza Doğrul, Ses Yay.,
299
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
ilgilenirken, diğerleri de hükümetin gelirleriyle ilgili ilgilenirdi. Yakalanan suçlular
mahkemeye çıkarılarak yargılanır ve yargılama sonunda da verilecek ceza hâkimler
tarafından oylanırdı. Davalar karara bağlandıktan sonra Timur’a rapor edilir ve
herhangi bir hükmün yazılması istendiğinde de kâtipler bunları kısaca not eder
daha sonra da kayıt defterlerine aktarırlardı. Bu hükümler sonra bir hâkime
verilerek dört gümüş mühür ile mühürlenirdi. Bu mühürlerin ortasına da “bu
haktır” anlamına gelen bir yazı ve Emir’in mührü vurulurdu.15 Timur döneminde ki
mahkemelerle ilgili bize bilgi veren Clavijo nedense yine adaletin neye göre
sağlandığından yani şeriata göre mi yoksa Cengiz yasasına göre mi tecelli
ettirildiğinden söz etmemiştir.
Timur’un Tüzüklerinde ilk tüzük olarak yer alan “ Allahü teâlânın dinini ve
hazret-i Muhammed’in şerîatını dünyaya yaymayı esas edindim. Her zaman her
yerde İslâmiyet’i destekledim.” ifadesi şeriata bağlılığının bir göstergesidir. Ayrıca
sadık ve emin vezirlerin tüzüğü bölümünde ise “Hırsızın, suçu ispat edilince
Cengiz Han’ın yasasına göre cezalandırılsın. Halk içinde dövüşme, diş kırmak, göz
çıkarmak, kulak ve burun kesmek, sarhoşluk ve namusa saldırı ile ilgili konularda
bunların şeriatla ilgilerini sorulsun, örf-adet işleriyle ihdâs kadısı
görevlendirilsin.” ifadesi hem Cengiz yasasının hem de şeriatın uyguladığının bir
ispatı sayılabilir.
3.Timur’un Tüzükleri
“Tüzük” nizam demektir. Timur’un kendi ağzından devlet kurma, yönetme
ilkeleri ve uygulamalarını ortaya koyan tüzükler Çağatay Türkçesiyle yazılmıştır.
300
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
Vakayiname, Melfuzât ve Tüzükat kısmı olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır.
Vakayinamenin Timur’a ait olup olmadığı meselesi tartışma konusunu olmakla
beraber eser bir vasiyetname özelliğini de taşımaktadır.17 Vakayinameyi
Çağatayca’dan Farsçaya çeviren Ebu Talib el-Hüseyni yazdığı önsözde, Yemen
valisi Cafer paşanın kütüphanesinde Timur ile ilgili bir el yazması nüshaya
rastlandığını söylemektedir. Daha sonra Babür İmp. Şah Cihanın emrine giren Ebu
Talib el-Hüseyni yine Şah Cihan’ın isteğiyle eseri Farsça ’ya çevirerek hükümdara
sunmuştur. 18 Şah Cihan daha sonraki yıllarda Muhammed Eşref Buhari’ye, Ebu
Talib’in yaptığı Farsça çeviriyi Şerefeddin Ali Yezdî’nin Zafername’si ve diğer
bazı eserle karşılaştırarak kontrol etmesini istemiştir.19
17 Tüzükât’ın Timur’a ait olup olmadığı ile ilgili münakaşalar hakkında Bkz. Sahibkıran Emir Timur
Muhammed Tarağay Bahadıroğlu, Timur’un Günlüğü Tüzükât-ı Timur, Yay. Haz. Kutlukhan
Şakirov-Adnan Aslan, İstanbul 2010, s. Sözbaşı 10-15.
18 Sahibkıran Emir Timur, a.g.e. , s. 9.
19 Major Charles Stewart, The Mulfuzat Timury Or Autobiographical Memoirs Of The Moghul
301
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
kılavuz edinirlerse, benden onlara kalan saltanat devletini uzun zamanlar ziyandan
zevalden koruyabilir.”21
21 Mustafa Rahmi, Timur ve Tüzükatı, Matbaa-i Amire, İstanbul 1923, s. 37. ; Sahibkıran Emir Timur,
a.g.e., s. 71. ; Alemdar Yalçın, Benim Devletim Timur Tüzükât-ı Timûrîn ve Cengiz yasası, Fetih yay.,
İstanbul 1974, , s. 55. ; Timurlenk, Timur’un Prensipleri, Yay. Haz. Basad Kocaoğlu, s. 29. ; Ali
Bademci, Cengiz ve yasası Timur ve tüzükatı, ,Ötüken Neşriyat Yay., İstanbul 2012, s. 241.
22 On iki tüzükle ile ilgili Bkz. Mustafa Rahmi, a.g.e., s. 37-55.Sahibkıran Emir Timur, a.g.e. , s. 72-
75. ; Timurlenk, a.g.e., s. 29-34. ; Alemdar Yalçın, a.g.e., s. 55-67. ; Ali Bademci, a.g.e., s. 241-248.
302
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
Sekizincisi; Her teşebbüsümü sonuçlandırmakta azimli ve sebatkâr idim. Herhangi
bir hususta bir kere karar verdim mi artık bütün zihnim onunla meşgul
olurdu. Onu başarmadıkça asla değiştirmedim. Hiçbir vakit şiddetle hareket
etmedim. Yapacağım şiddetli muameleye göre Tanrı’nın da bana sertlik ile
muamele etme korkusuyla hiç kimseye hiddet ve gazapla muamele etmedim.
Dokuzuncusu; Halkın hâline vâkıf idim. Büyüklere kardeşim, küçüklere
çocuklarım gibi muâmele ettim. Her eyâlet ve her şehrin ahâlisinin
durumuna ve seciyesine göre âdetler edindim.
Onuncusu; Bir kabîle veya bir Arap ve bir Acem göçebesi bayrağımın altına
girince beylerini şerefle, diğer adamlarını mevkilerine göre îtibâr ile kabul
ettim. İyilere iyilikle muâmele ettim ve kötülere fenâlıklarını iâde eyledim.
Düşmanım olan adam sonra haksızlığını anlayarak benden himaye ve lütuf
dilemiş ise onu da dostlukla karşıladım.
On birincisi; Oğul, torun, dost, müttefik benimle bağlantısı olan herkes
iyiliğimden nasiplerini aldılar. İkbal ve saâdetimin parlaklığı ve yüksekliği
hiç kimseyi unutmaya sebep olmadı. Oğullarımda, torunlarımda kan bağına
hürmet ettim. Onların hayat ve hürriyetine suikast etmedim.
On ikincisi; Gerek leh, gerek aleyhte hareket etsinler, her zaman sipahilere hürmet
ettim. Çünkü bunlar hürmete layık kişilerdir. Onlar cihâda koşarlar ve
hayatlarını feda ederler. Değerli canlarından fâni dünya için vazgeçerler.
Düşmanım olan ve beylerine pek sağlam bağlı bulunan cenk erlerine kalben
dostluk besledim. Benim bayrağım altına geçerlerse onların bahadırlıklarını
ve sadakatlerini en samimi adamlarım arasına almakla mükâfatlandırdım.
B) Yasalar Ve Nizamlar 23
Timur, Tüzükât’ının ikinci maddesinde saltanat işlerini töre ve tüzüğe
bağlayarak saltanatının yükselmesi için halkını on iki taifeye yani sınıfa
ayırdığından bahsetmektedir. Bu on iki taifeyi devlet müesseselerinin on iki ayı ve
saltanatının on iki burcu olarak saydığından söz edip bu on iki taifeyi24 şöyle
sıralamaktadır:25
23 Kanunlar ve nizamlarla ile ilgili Bkz. Sahibkıran Emir Timur, a.g.e., s. 85-97. ; Timurlenk, a.g.e., s.
37-54. ; Alemdar Yalçın, a.g.e., s. 68-86. ; Ali Bademci, a.g.e., s. 248-256.
24 Hususi bir sınıf meydana getiren insanlar, sınıf
25 On iki taife ile ilgili Bkz. Mustafa Rahmi, a.g.e., s. 50-55. ;Sahibkıran Emir Timur, a.g.e. , s. 72-75.
;Timurlenk, a.g.e. , s. 29-34. ; Alemdar Yalçın, a.g.e., s. 68-72. ; Ali Bademci, a.g.e, s. 248-250. ;
Emrullah Tekin, a.g.e., s. 17-18.
303
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
İkinci taife; Akıllı Hikmet Sahibi, Tecrübeli ve Güngörmüş İhtiyarlar:
İhtiyarlardan, danışman olarak yararlanmış ve onları kendisine eşitmiş gibi
muamele etmiştir.
Üçüncü taife; Din Adamları: Barış ve harp zamanlarında din adamlarından faydalı
dualar almıştır.
Altıncı taife; Akıllı, Tecrübeli Güvenilir Kişiler: Saltanat işleri, iç işleri ve gizli
işler konusunda istişarelerde bulunmuştur.
On birinci taife; Din Bilginleri, Meşâyih ve Sufîler: Dünyevi olayları terk etmiş
kişilerle ahret ve dini konularda sohbetlerinden sonra huzur bulmuştur.
304
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
2. Saltanatı Tutma Tüzüğü
Timur’un hiç ayrılmadığı 12 düsturu sayesinde tahta çıkmış ve bu
düsturları dikkate alınmayan bir hükümdarın hiçbir zaman gücünü
koruyamayacağından bahsetmiştir.
305
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
4. Subayların Ve Erlerin Tahsilâtı Tüzüğü
Binbaşı, yüzbaşı ve onbaşıların maaşları şöyledir:
Cesur ve faal bir erin maaşı atının kıymeti kadardır. Seçkin bir askerin
maaşı ikiden dört ata kadardır. Onbaşı on er maaşı alır. Yüzbaşıların maaşı,
onbaşıların iki misli ve binbaşıların maaşı ise onbaşılarının maaşının üç mislidir.
Başkomutan diğer subaylardan on kat fazla maaş alır. Divan reisi ve vezirler on
subay maaşı alırlar. Saray muhafız ve çalışanları maaşlarını yıllık olarak divandan
alırlar. Diğer askerler altı ayda bir alırlar. Onbaşıların maaşı, şehir ve eyalet
gelirinden verilir. Subayların ve başkomutanların maaşları ganimetlerden gelir.
Diğerleri kıymetlilik ve layıklarına göre arazi, içecek ve mükâfat alır. Her askerin
maaş almak için eline kuponu vardı
Hizmette hatası görülen askerlerin maaşının onda biri kesilir. On başı
maaşını yüzbaşısına, yüzbaşı maaşını binbaşısına onaylattıktan sonra alır. Binbaşı
da maaşını başkomutanına tasdik ettirdikten sonra alır.
306
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
8) Sadık Ve Emin Vezirlerin Tüzüğü
Bir vezir, hanı devirmek için bir plan yapmış ise bile direk idam
edilmemelidir. Meseleyi ayrıntısına kadar öğrendikten sonra hüküm verilmelidir.
Çünkü bazı alçak insanlar kendi gayeleri için kıymetli insanları öldürtecek yalanlar
söyler. Bir vezir hırsızlık yaparsa ödeme yoluyla kendisi ödetilmeli, eğer geliri
yetmiyorsa gelirine el konulmalıdır. Eğer çaldığı üç misli ise bütün malına ve
mülküne el konulmalıdır. Eğer bir asker fakirlere zulmederse, yaptığı zulüm aynen
kendisi yapılsın.
307
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
En mükemmel vezir, idare işlerinde olduğu kadar mali işlere de bir nizam
verebilendir. Mükemmel bir vezir; hikmet, itidal ve iyiliği nefsinde toplayabilendir.
Fena, hain, açgözlü ve intikamcı vezirler derhal azledilmelidir. İyi vezir, affı ve
hiddeti birleştirendir. Çok yumuşak olursa açgözlü insanların kurbanı olur. Fazla
şiddet de herkesi, her şeyi bozar. İyi vezir, bir elinde orduyu bir eline halkı tutar.
İşlerinde serbest ve adildir. Her işin sonunu önceden düşünür ve konuşmalarında
dostlukla hareket eder. Faal ve tecrübeli vezir, halkın huzurunu, ordunun kuvvetini
ve hazineyi daima gözü önünde tutar. Daima devletin yükselmesi ve güçlenmesi ile
meşgul olduğu gibi devletin zaaf ve çökmesine neden olacak şeylerden devleti
kurtarmak için gerekirse servet ve hayatını feda etmekten çekinmez.
308
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
yaralandığı için savaş meydanında geri çekilirse takdir edilirdi. Hiç kimsenin
hizmetleri unutulmazdı.
Seçkin savaş askerlerinin beşinin bir çadırı, her birine birer miğfer, zırh,
kılıç, ok, ok kılıfı ve on iki atı olurdu. Her onbaşının birer çadırı, kılıcı, oku, ok
kılıfı ve beş atı vardı. Yüzbaşının on atı, bir çadırı ve diğer silahları vardı.
Binbaşının çadırında birde güneş çadırı bulunmakla beraber, çadırında pek çok da
silahı olurdu.
a) Vilayet ve halk veziri: Halk, ziraat, ticaret ve zabıta işlerinden sorumlu olan bu
vezir ayrıca vilayetlerin gelir kaynaklarından da sorumludur.
b) Serasker: Askerlerin durumlarından, görevlerinden ve maaşlarından
sorumludur.
c) Seyyahların ve emanet mallarının veziri: Bu vezir hazineyle ilgilendiği gibi
kayıpların, ölenlerin, firarilerin mallarıyla ve seyyahların ödeyeceği vergilerle
meşguldür. Mera, çayırlık ve göllerden alınacak vergileri toplar.
d) Sarayı hümayun veziri: Gelir ve giderleri, atların ve diğer hayvanların
yiyeceklerini hesaplardı.
309
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
Argun, Çalayır, Dolgancı, Doldu, Moğol, Seldoz, Toga, Kıpçak, Erlat, Tatar.
Emirlik damgası olmayan diğer 28 oymak reisleri de savaş zamanında süvari
getirmekle görevliydiler.
Timur adamlarını on iki sınıfa ayırır. Eserde oğullarına nasihat edip doğru
yolları göstermektedir. Timur; âlimler ile meşveret, uyanıklık, ihtiyat, istişare, sabır
ve insaniyetle hareket ettiğini, dost ve düşmanlarına eşit surette iltifat ettiğini
310
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
söyler. Kanunlara uymanın kendisinin asıl kuvvetini oluşturduğunu anlatır. Subay
ve askerlerini gayrete getirmek için altın ve cevahir sarfından çekinmediğini, onları
sofrasında oturttuğunu, ihtiyaçlarını temin ettiğini bu sayede 27 ülkenin zapt
edildiğini, adalet ve tarafsızlıkla yönettiğini söylemektedir. Timur, Tüzükât’ı ile
kendisinden sonra gelen devlet adamlarına hâkimiyet sırlarını vasiyetname halinde
bırakmıştır.
Kaynakça
311
Fatih DEMİR
——————————————————————————————
YÜKSEL, Musa Şamil, “Arap Kaynaklarına Göre Timur Ve Din”, Tarih
İncelemeleri Dergisi, 2008, c. XXIII, S. 1, s. 239-258.
----------------------------, Timurlularda Din-Devlet İlişkisi, TTK Yay., Ankara 2009.
Timurlenk, Timur’un Prensipleri, Yay. Haz. Basad Kocaoğlu, İlgi Yay., İstanbul
2011.
TEKİN, Emrullah, Timur ve Devlet Yönetim Stratejisi, Burak Yay., İstanbul 1994.
Zeki Velidi, “Temür Bek’in İslamiyet’e Bakışı”, Atsız Mecmua, S. 13, 15 Mayıs
1932.
Ek 1
Cengiz Han Yasası 32
Halil İnalcık, Cengiz yasası olarak bahsedilen yasaların aslında Türk
devletlerinde ki töreden başka bir şey olmadığını ifade etmektedir.33 Cengiz
yasanın orijinal metni ele geçmemiştir, ancak bazı parçaları veya içeriği hakkında
bazı bilgiler Arap ve İranlı tarih yazarlarının veya seyyahlarının eserlerinden
toparlanarak bir araya getirilmiştir. 34
32 Mustafa Rahmi, a.g.e., s. 105-107. ; Timurlenk, a.g.e., s. 105-106. ; Emrullah Tekin, a.g.e., s.15-16.
33 Halil İnalcık, “Türk Tarihinde Türe (Töre) ve Yasa Geleneği”, Doğu Batı Makaleler 1, Doğu Batı
Yay., Ankara 2005, s.73.
34 CurtAlınge, Moğol Kanunları, Çev. Çoşkun Üçok, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları,
312
Timur’un Tüzüklerine Kısa Bir Bakış
——————————————————————————————
Moğollar ve Tatarlar kendi millettaşlarından köle edinemezler. Başkasının
kölesine sahibinin izni olmadan kendi hizmetinde kullananlar idam olur.
Kaçan bir köleye rastgelen kişi, onu sahibine getirmeye memurdur.
Getirmeyen idam cezasına mahkûm olur.
Erkek, birinci ve ikinci derecede yakın akrabasında olmamak şartıyla eşini
satın alacaktır. İdare edebileceği kadar zevce ve cariye satın alınabilir.
Gayrimeşru münasebette bulunan kadınlar idam olunur. Böylelerini
görenler öldürebilirler.
İki aile ölen çocuklarını, o ölenler için düğün merasimi yaptırarak
evlendirebilirler. Bu evlenme muteberdir.
Casuslar, yalancı şahitler, sihirbazlar idam olunur.
Hırsızlığı sabit olan kethüda idam edilir. Hırsızlığı az ise Han’ın huzuruna
çıkacaktır.
Muhafızların ve asilzadelerin aynı kabahati dokuz defaya kadar
affolunabilir.
Gök gürlerken suya girmek yasaktır.
313
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Abdullah TOK
——————————————————————————————
ÖZET
Bünyesinde birbirinden farklı ırk, din ve mezhepten topluluklar barındıran
Osmanlı İmparatorluğu içerden ve dışarıdan gelen olumsuzluklar sonucu eski ihtişamını
kaybedip yıkılış tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve bu yıkılış tehlikesine karşı çeşitli
çözümler aranmıştır. İmparatorluğu kurtarma adına gelişen ve uygulanmak istenen
Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük sonuç itibariyle başarılı olamamış fikirler
olarak kalmış ve en nihayetinde imparatorluk yıkılmıştır. Bu fikirlerden olan Osmanlıcılık
gayrimüslim milletlerin Osmanlı Devletinden ayrılmasıyla başarısızlığa uğramış ve bunun
yerine İslamcılık politikasına umut bağlanılmıştır. II. Abdülhamit ile özdeşleşen İslamcılık
fikri Arapların Osmanlıya sırt çevirmesiyle hayal olmuştur. Balkan Savaşları sonucunda
yalnız kalan Türkler ise Türkçülük fikrine sarılmışlardır. Türkçülük fikri bir nevi bütün bu
yaşananlara karşı bir tepki olarak doğmuştur. Batıcılık fikri ise çok uzun seneler tartışma
konusu olmuştur. Burada tartışılan batının sadece tekniği mi alınacak yoksa batı medeniyeti
her şeyiyle mi alınacak konusudur. Batı emperyalizmine karşı kurtuluş mücadelesi veren
Mustafa Kemal Atatürk ulusal bir devlet kurmayı başarırken devletin temellerini kültür
birliğine dayandırmıştır. Atatürk, hedef olarak da batı medeniyetini göstermiştir.
——————————————————————————————
Osmanlı Devleti, altı yüz yılı aşkın bir süre yaşamış ve dünya tarihine
damga vurmuş büyük bir imparatorluktur. Osmanlı İmparatorluğunun toprakları
Asya’dan Avrupa ve Afrika’ya kadar uzanmış yine buna paralel olarak bünyesinde
birden çok ırk, din ve mezhepleri barındırmıştı. İmparatorluğun güçlü olduğu
dönemlerde bu kozmopolit yapısı sorun teşkil etmezken daha sonra bu durum
başını çok ağrıtacaktır. Fransa’da çıkan milliyetçilik fikri ve Avrupalı devletlerin
sömürgeci politikaları imparatorluğu hızla yıkılışa götürecektir. İmparatorluğun
çöküşünde içerde yaşanan sorunlar da elbette çok etkili olmuştur. Bu sorunların
başında bağnazlık, dünyadaki gelişmeleri takip etmeme, yetersiz yöneticiler ve
rüşvet gelir. Osmanlı İmparatorluğunun çöküş sürecine girmesi ile beraber bunun
önüne geçmek için fikir akımları da ortaya çıkacaktır. Osmanlıcılık, İslamcılık,
Batıcılık ve Türkçülük gibi fikir akımların her biri çöküntüye doğru giden
Osmanlıyı ayakta tutma uğraşı vereceklerdir. Bu fikir akımlarından Osmanlıcılık,
Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Öğrencisi,
[abdtok@hotmail.com]
Hasta Adamı Kurtarma Arayışları
——————————————————————————————
İslamcılık ve Turancılık bir ütopya olarak kalırken Türkçülük ve Batıcılık fikirleri
yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinde önemli bir yer edinmişlerdir.
Tarihimiz açısından Meşrutiyet dönemi çok önem arz eden bir süreçtir. Bu
dönemde her türlü fikir doruk noktasına ulaşırken batılı fikirler de ülkeye girmiştir.
Bunun yanında Osmanlıyı kurtarma çareleri ve fikir akımları da ön plana çıkmıştır.
Burada başrolde aydınlar olmuştur. Bu fikir akımlarını savunan aydınlar yaşanan
olaylara uzak durmamış ve yaşanan bu kötü süreçten kurtulma çareleri
aramışlardır. Bu fikirlerin hepsi de “Osmanlı İmparatorluğu bu durumdan nasıl
kurtarılabilir?” sorusunun cevabını aramışlardır. Meşrutiyet aydınları bu fikirlerin
içinde yer almışlardır; fakat bu fikir akımları içerisinde hiç yer almayan aydınlar da
yok değildir. En azından bu fikir akımlarından birine ait olduklarını iddia
etmemişlerdir. Örnek olarak Tevfik Fikret, Ali Kemal ve Nüzhet Sabit’i bunlara
örnek olarak gösterebiliriz. Bu kişiler her ne kadar bu akımların içinde yer
almasalar da bu akımlarla ilgili düşüncelerini belirtmekten geri kalmamışlardır.
Fikir akımlarına mensup kişiler genel itibarıyla Abdülhamit yönetimine karşı
mücadele etmişler ve hürriyetçidirler. Bunların içinde irticai şahsiyetler de vardır.
Bu fikir akımlarını yürüten kadronun 1922’ye kadar etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Bunlardan bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti döneminde de aktif rol oynamış
kimselerdir. Örneğin; Ziya Gökalp, M. Şemsettin(Günaltay), Fuat Köprülü, Celal
Nuri, Abdullah Cevdet ve Mehmet Akif gibi kişiler Cumhuriyet döneminde de
etkin olmuşlardır1. Bu aydınların bir kısmı siyasette bir kısmı da fikir hayatında
önemli görevler üstlenmişlerdir.
1 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, Arba Yayınları, İstanbul,
1996, ss.75-77.
2 Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, TTK, Ankara, 1998, ss.24-36.
3 Sina Akşin v.d., Türkiye Tarihi III:Osmanlı Devleti 1600-1908,(yay.yönetmeni:Sina Akşin), Cem
315
Abdullah TOK
——————————————————————————————
Ziya Gökalp de üç fikir akımı arasında hiçbir terslik görmeyip üç fikrin de
birbirini tamamlar nitelikte olduğunu düşünmüştür4. Ziya Gökalp’in “Türkleşmek,
İslamlaşmak, Muasırlaşmak”, fikri onun üç fikri beraber yaşatmak istediğini de
gösterir niteliktedir. Fakat Arapların da imparatorluktan ayrılmasıyla İslamcılık
fikri etkisini kaybedecektir. Ziya Gökalp 1919’dan sonra acı gerçekle karşılaşınca
o da Atatürk’ün politikasını benimsemek durumunda kalmıştır5.
1. Osmanlıclık
Osmanlıcılık fikrinin temellerine baktığımızda bunun II. Mahmut
dönemine kadar gittiğini görebiliriz. Özellikle imparatorluğun bütünlüğünü
korumak ve ayrılmaların önüne geçmek için Osmanlıcılık fikri ön plana
çıkartılmıştır. Bunun somut örneklerini de II.Mahmut’un sözlerinde ve
davranışlarında görebiliyoruz. II.Mahmut’un kiliselerin tamirine para ayırması ve
“Tebaamın farkını sadece Camilerde, Kiliselerde ve Sinagoglarda görmek isterim”
şeklindeki sözleri bunun bir göstergesidir. Yine Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı
ve Kanunun-i Esasi’de de Osmanlıcılık fikri doğrultusunda adımlar atıldığını
görebiliyoruz. II.Abdülhamit devrinde baş gösteren Jön Türk hareketinde ise farklı
düşünceler bir birileriyle çatışmıştır. Bu dönemdeki Osmanlıcılık anlayışı ise
farklılık göstermiştir. Ahmet Rıza’nın Osmanlıcılık anlayışı buna örnek
gösterilebilir. Ahmet Rıza’nın Osmanlıcılık anlayışı genel olarak Türklüğü ön
plana çıkartırken İsmail Kemal Bey ise Osmanlıcılığı azınlık milliyetçiliğine araç
olarak algılamaktaydı. Abdullah Cevdet ise herkesin her alanda eşit olduğu ve
316
Hasta Adamı Kurtarma Arayışları
——————————————————————————————
Türkçe konuştuğu bir Osmanlı düşüncesindeydi. Ona göre halkın ortak bir çıkar
içerisine girmesi gerekiyordu. Yine Prens Sabahattin ise idari anlamda yerinde bir
yönetim anlayışı savunmuş ve bütün halkların ortak bir çıkar ve kardeşlik anlayışı
etrafında birleşmeleri gerektiğini savunmuştur. II.Meşrutiyet ile beraber
Osmanlıcılık daha da ön plana çıkmıştır. Bu dönemde Osmanlıcılığı kendi parti
programlarına koyanlar da vardı. Osmanlı Ahrar Fırkası, Osmanlı Demokrat
Fırkası, Mutedil Hürriyet Perveran Fırkası, Hürriyet ve İtilaf Fıkrası bunlara örnek
olarak gösterilebilir. Bunların genel olarak üzerinde durdukları konu farklı halkları
ortak bir çıkar etrafında birleştirmek ve bu grupları eşitlemekti. Konuşulacak dil
konusunda ise farklar daha belirgindir. Bir grup Türkçeyi resmi dil ve eğitim dili
olarak ön plana çıkartırken bazı guruplar ise farklı dillerin aynı anda kullanılmasını
savunmuştur. Bu konuda Süleyman Nazif de Osmanlı’da sade bir ırkın olmadığını
bütün ırkların karıştığını ve herkesin artık yeni bir ırk haline gelen Osmanlı
olduğunu bu nedenle herkesin Osmanlıcılık fikri etrafında birleşmesi gerektiği
belirtmiştir. Kısaca Osmanlıcılık fikri ilk ortaya çıkan akımdır. Başta dinsel
ağırlıklı olmuştur. Yani bütün herkesin Allah’ın kulu olduğu ve herkesin otorite
karşısında hak ve adalet konusunda eşit olduğu anlayışı ön plandadır. Burada halk
pasif konumdadır. Meşrutiyetle beraber halkın yönetime katılma fikri de gelişme
göstermeye başlamıştır. İlk etapta Osmanlı’nın homojen yapısına dikkat çekilip
Türkçülüğün imkânsız olduğuna değinilmiştir. Burada İslamcılık fikri de
mevcuttur. Örneğin Namık Kemal Osmanlıcılığı savunurken İslamcılık fikrinin de
kaynağı durumunda idi. Bu fikirlerin dağılmayı önleyememesi nedeniyle bütün
bunlara tepki olarak Türkçülük anlayışı ön plana çıkacaktır7.
7 Selçuk Akşin Somel “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi (1839-1913),” Modern
Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt I, (Ed:Tanıl Bora, Murat Gültekingil) , İletişim Yayınları, İstanbul,
2009, s.s 88-115 .
8 Durmuş Yalçın v.d, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2008, s.13.
317
Abdullah TOK
——————————————————————————————
projeleri birbirinden farklıydı. Aralarında tam birlik yoktu. Bu dönemde en çok
birleştikleri nokta meşrutiyetti. II. Meşrutiyette İttihad ve Terakki, merkeziyetçi ve
Türkçü bir yönetim sergileyince Osmanlıcılık, muhaliflerin çoğulculuğu savunma
aracı halini almıştır. Nihayetinde Balkan Savaşları’nın çıkması ve kaybedilen
topraklar Osmanlıcılığın bir hayal olduğu ve Türklerden başka kimseyi
bağlamadığı durumunu net bir şekilde gözler önüne sermiştir. Bu gelişmelerle
beraber Osmanlıcılık fikri iflas etmiştir9. İmparatorlukta yalnız kalan Türkler de
adeta bir ölüm kalım savaşı sonucu yepyeni bir devletle yollarına devam etmeyi
başarmışlardır.
2. İslamcılık
İslamcılık fikri diğer fikirler gibi bir kurtuluş reçetesi niteliğinde ortaya
çıkmıştır. II. Abdülhamit Genç Türklerin Meşrutiyet’e dayanan Osmanlıcılığına
karşı istibdada dayanan İslamcılığı devreye sokmuş ve bunu hem içte hem dışta
kullanmaya çalışmıştır. İslamcılık bir nevi Abdülhamit ile özdeşleşmiştir.
Abdülhamit’in İslamcılık fikrine sarılmasının çeşitli nedenleri vardır. Birincisi
Abdülhamit, Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan Devletler ile olan ilişkisinin
bozulduğunu görmüştür. Avrupalı devletler, Osmanlı Devleti’nin meclisi açıp
Kanun-i Esasi’yi ilan etmesine rağmen bunu alaya almışlardır. Bunun yanında
Rusya sözde Hıristiyanların haklarını korumak bahanesi ile Osmanlı’ya saldırmıştı.
İkinci neden ise Avrupalı Devletler durmadan Osmanlı’daki Hıristiyanları bahane
edip Osmanlı’nın içişlerine karışması ve Hıristiyanlar adına eşitlik istemesi. Diğer
bir neden de Müslüman memleketlerin sömürgeci devletlerce istila edilmesidir.
Dördüncü neden ise İslam Dünyasında İslam birliği lehinde fikirler ortaya
çıkmasıdır. Bu gibi nedenlerden dolayı İslamcılık fikri uygulanmak istenmiştir10.
Burada temel hedef İslami kurallara daha sıkı bağlanmaktan ziyade Müslümanları
halifelik çatısı altında tutmak ve Osmanlı Devleti içerisindeki Müslümanların
ayrılmalarını önlemektir. Yoksa İslam’a daha sıkı sıkı bağlanma isteği Osmanlı
Devletinde başından beri mevcuttu.
9 Sabri Sürgevil, Türkiye’de Çağdaşlaşma Hareketleri, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir, s.s. 231-
232.
10 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt VIII, TTK ,Anakara 2011,ss.539-542.
318
Hasta Adamı Kurtarma Arayışları
——————————————————————————————
devletler İslam devletlerinde yapılması düşünülen yeniliklere karşı çıkıyorlar ve
hatta buna engel olmak için savaşmayı bile göze alıyorlar. Avrupalı devletler kendi
ülkelerinde milliyet ve vatanseverliği göklere çıkartırken aynı şeyi doğu yaptığı
zaman bunu bir taassup olarak görüyorlar. Cemaleddin Afgani bütün bunlara karşı
İslam birliğinin kurulmasını ve Avrupa’daki teknik ile düşüncenin öğrenilmesi
gerektiğini savunmuştur11. Ne yazık ki Avrupa’nın bilim ve tekniğini alma
düşüncesi pek de başarıya ulaşamamıştır. Batı, Doğudaki bilimin ışığından
etkilenip aydınlanırken Doğu, elinde yanan kandili söndürmüştür. Doğu dünyası
düşünme ve bilimi ikinci plana attığı için Avrupa’nın gerisinde kalmıştır.
II. Abdülhamit dış siyasette İslamcılığı kullanırken başlıca iki amacı vardı.
Birincisi Osmanlı Devleti’nin varlığını korumaktı. İkinci amacı ise halifelik çatısı
altında Dünya İslam Birliğini kurmaktı. Abdülhamit milliyetçilik fikirlerine karşı
gelmiş ve bunların İngiltere’nin bir oyunu olduğunu savunmuştur. Ona göre
İngiltere, milliyetçilik fikirleri ile Arabistan’ı, Arnavutluk’u ve Suriye’yi
319
Abdullah TOK
——————————————————————————————
ayaklandıracak yine Mısır’da da ayaklandırma çıkartıp Halifeliği Mısır Hidivi’ne
geçirtecek ve bu da din birliğini zedeleyecek. Nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu
çökertilecektir. Abdülhamit halifeliği hem din birliği hem Müslüman birliği için
kesin olarak gerekli görüyordu. Abdülhamit kendisini dünyadaki 230 milyon
Müslüman’ın başı olarak görmekteydi. Abdülhamit İslam dünyasındaki mezhep ve
tarikatları da birleştirip güçlü bir birlik kurmak istemiş ve halifenin emriyle
Müslümanların İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı ayaklanıp güçlü özgür bir İslam
birliği kurma hayalini kurmuştur. Bu nedenle bölgelere ajanlar da gönderip büyük
bir propaganda başlatmıştır13. Abdülhamit bütün bunların yanında Almanya’yı
kendine yakın görmüş ve Almanya ile yakınlaşmıştır. Abdülhamit Almanya’yı
karakter olarak yakın görmüş ve II. Wilhelm ile çok yakın ilişkiler kurmuştur.
Almanya’nın daha önce Müslümanlar ile savaşmaması da Abdülhamit’in gözünde
önemli idi. Buna paralel olarak Abdülhamit demiryolu inşasını da Almanlara
vermiştir. Abdülhamit Bağdat ve Hicaz gibi memleketlerle demiryolu ile de
bağlantı kurup Halifeliğini ve İslamcılık düşüncesini iyice pekiştirmek istiyordu. II.
Abdülhamit İslamcılık fikri doğrultusunda faaliyet gösterirken Genç Türkler daha
farklı bir tavır sergilemişler. Özellikle İttihat ve Terakki İslam birliği ve
Müslümanlığa gönülce destek verirken bu politikanın yarar getirmeyeceğini
savunmuşlardı. II. Abdülhamit İslamcılık fikrini kurtuluş için vasıta olarak
kullanırken İttihat ve Terakki bunun yarar getirmeyeceğini bunun daha çok zarar
getireceğini savunmuştur14.
13 Karal,a.g.e.,ss. 546-547.
14 Karal,a.g.e., ss. 549-550.
320
Hasta Adamı Kurtarma Arayışları
——————————————————————————————
olduğunu bunlardan birinin Nas (Kur’an ve Sünnet) diğerinin Örf (Hukuk) olduğu
ve örfün değişebileceğini belirtmiştir15. Bütün bu gelişmelerden sonra Halifenin
cihat ilan etmesine rağmen Araplar, İngiliz ve Fransızlarla anlaşınca ve dünyada
laik yönetimler ön plana çıkınca İslamcılık fikri de bir ütopya olarak kalmıştır16.
3. Garpçılık (Batıcılık)
Osmanlı Devletinde görülen Batılılaşma hareketleri bir zorunluluktan
kaynaklanır. Osmanlının içine girdiği bunalım onu kurtuluş çareleri aramaya sevk
etmiştir. Bu dönemde batının özellikle teknik olarak çok üstün hale gelmesi
Osmanlıyı batıya yöneltti. II. Meşrutiyetle beraber batılılaşma sistematik bir hale
getirilip toplumun temel sorunu olarak sunulmuştur17. Aslında Osmanlı
İmparatorluğunda batılılaşma çabaları çok daha eskiye gider. Osmanlı
İmparatorluğu Avrupalı devletlere karşı savaş meydanında yenilgiler almaya
başlayınca bunun sebeplerini araştırmaya başlayacaktır. Burada batının silah ve
askeri olarak üstünlüğü görülmüş ve Osmanlı İmparatorluğu da askeri alanda
yenilik yapmaya başlamıştır. Oysaki Avrupa’nın üstünlük sebebi ordu değil bilim
ve düşüncede ulaştığı dereceydi. Savaş meydanlarında kazanılan zaferler bilim ve
düşüncenin bir meyvesiydi. Osmanlı devlet adamlarının gözden kaçırdıkları önemli
nokta da buydu. Osmanlı devlet adamları ihtiyaç olarak gördükleri askeri
yenilikleri Avrupa’dan tereddütsüz alırken bilim ve düşünce konusunda aynı şeyi
yapamamışlardır.
Garpçılık akımı İçtihat Dergisi başta olmak üzere bazı dergilerde ortaya
atılıp tartışılmıştır. Garpçılar arasında genele olarak bir fikir birliği olmazken
bunlar içtihat dergisinde batılılaşma ile ilgili önemli tezler ortaya atmışlardır. Bu
yazılarda neden geri kalındığını büyük bir açıklılıkla tartışıp en büyük sorumlu
olarak aydınları görmüşlerdir. Garpçılar genel olarak iyimser olup uçurumun
kenarına gelmiş imparatorluğun kurtulabileceğini belirtmişler. Batıcalar Osmanlı
İmparatorluğunun geri kalmaktan ancak batı ilmiyle kurtulabileceğini ve bu
sorunların ortadan kaldırılabileceğini belirtmişlerdir. Eğer bu yapılırsa bütün
hatalar anlaşılıp çözümler üretilebilecektir. Onlara göre Osmanlının tek kurtuluş
çaresi batılılaşmaktır. Garpçılar Batı Nedir? Sorusunu sorup bunun cevabını da
aramışlardır. Onlara göre batı öncelikle dost değildir. Merhameti yoktur. Batı,
karşısındakinin zaafından yararlanan faydacı bir toplumdur. Bütün bunlara rağmen
batı ekonomik ve sosyal yeniliklere sahip ileri bir toplumdur. Onlara göre batı
refah içinde ve bir çok yönden son derece güçlüdür. Her türlü teknik ve sosyal
gelişmişlik mevcuttur. Bu nedenle Avrupa dünyaya hükmetmektedir. Bu yüzden
15 Sürgevil, a.g.e.,s.234.
16 Yalçın v.d., a.g.e.,s.16.
17 Sürgevil, a.g.e., s.234.
321
Abdullah TOK
——————————————————————————————
Osmanlı da yüzünü batıya çevirip batılılaşmalıdır. Batı dışında başka bir medeniyet
mevcut değildir. Fakat bu batılılaşma bilinçsizce bir taklit olmamalıdır. Bu noktada
Garpçılar Avrupa’dan neler almalıyız sorusunu soracaklar; fakat burada farklı
fikirler ortaya atılacaktır. Genel itibari ile Osmanlı toplumunu batının bilim ve
tekniği ile donatmak ve batının ekonomik ile sosyal hayatını almak fikri ön plana
çıkmıştır. II. Meşrutiyet ile beraber batıdan alınacak şeyler konusunda tartışmalar
alevlenmiştir. Batıcılardan bir kısmı batının sadece teknik olarak üstün olduğunu
ahlaki olarak ise geri olduğunu bu yüzden sadece tekniğinin alınmasını isterken bir
gurup da batının her şekliyle alınmasını gerektiğini savunmuşlardır. Celal Nuri’ye
göre medeniyet iki türlüdür. Biri teknik ikincisi gerçek medeniyettir ki batı teknik
medeniyette ileridedir ama gerçek medeniyette ileri değildir ve bu nedenle batıdan
sadece teknik medeniyet alınmalı. Japonya, buna örnek olarak gösteriliyordu. Tabi
Osmanlı yöneticileri bu ayrımı yapamamışlar ve bu nedenle başarıya
ulaşamamışlardır. Celal Nuri’nin bu tezine karşı Abdullah Cevdet ise batının her
şeyiyle alınması tezini savunmuştur. Ona göre batı medeniyeti bir bütündür ve bu
medeniyet gülü ve dikeni ile alınmalıdır. Böylece batıcılar arasında da fikir
ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kılıçzade Hakkı ise dinin bir amaç değil araç olduğunu
sadece dini reform ile devletin kalkınamayacağını savunmuştur. İktidar çevresi
İslamcı-Milliyetçi bir programa taraftardılar. Bu nedenle Garpçılığa karşı
mesafeliydiler. Bunun sonucunda garpçılık büyük bir tesir yaratmamıştır.
Abdullah Cevdet ve Celal Nuri gibi kişiler Cumhuriyet Döneminde de
faaliyetlerine devam etmişlerdir. Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı TBMM’de
milletvekili olmuşlardır. Abdullah Cevdet ise Mütareke yıllarında İctimai
Muavenet Umum Müdürü idi. Bu arada Abdullah Cevdet, Cumhuriyet’in ilanından
sonra da ilginç bir tez daha savunmuştur. Bu tez “ Türk kanına kan ilavesi” tezidir.
Abdullah Cevdet’e göre Türk kanına evlilik yoluyla Alman ve İtalyan kanı
katılmalıydı18. Abdullah Cevdet’in özelikle bu tezi çok büyük tepki çekmiştir. Bu
tez bir nevi Türkleri hor görme şeklinde algılanmıştır. Nitekim üstünlüğün kanda
görülmesi büyük bir yanılgıydı. Zira üstünlük bilim, teknik ve iyi ahlakla olur. Bu
noktada Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’de “Muhtaç olduğun kudret
damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözü çok anlamlıdır. Sonuç olarak Garpçılık
fikri de Osmanlıyı kurtaramamıştır ama yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin
yüzü Mustafa Kemal Atatürk tarafından batı medeniyetine çevrilmiş ve batıya
rağmen sağlam temeller üzerine oturtulan uygar bir devlet ortaya çıkartılmıştır.
Atatürk, batılılaşmanın en ideal yolunu takip edip başarıya ulaşmıştır.
322
Hasta Adamı Kurtarma Arayışları
——————————————————————————————
4. Türkçülük
Osmanlı Devletinin buhranlı döneminde bu devlet nasıl kurtulur sorularının
karşısına cevap olarak gelen bir fikir akımı da Türkçülük akımıdır. Osmanlı
Devletinde Türk olmak çok da önemli bir durum değilken Osmanlı Devletinde
ayrılmaların başlamasıyla Türklerde milliyetçilik düşüncesi de yavaş yavaş
gelişmeye başlamıştır.
19 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, TTK, Ankara, 1988, ss.341-346.
323
Abdullah TOK
——————————————————————————————
bağımsız olacak ve medreselerin ilim üzerindeki baskısı son bulacak ve devlette
laik bir yapı oluşturulacaktır. Yine demokratik bir milliyetçilik yapısı
oluşturulacak, halkçılık ön plana çıkartılacak ve vatan birliği fikri
sağlamlaştırılacaktır. Türkçüler aynı zamanda Batılılaşma fikrini de gütmüşlerdir.
Fakat onlara göre batıyı her şeyiyle almaya gerek yoktur. Öncelikle güçlü bir Türk
kültürü ile doğru ve sağlam bir inanç oluşturulacaktır. Batıdan da gerekli şeyler
ihtiyaç çerçevesinde alınacaktır. Türkçüler, Osmanlılığı ve İslamcılığı da
bırakmayıp üçlü bir sentez de oluşturmaya çalışmışlar20. Yusuf Akçura da salt
Türkçülük ile Türk birliği ve İslam birliğinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini
zira bunlar bir birine karıştırıldığında olumsuz sonuçları olacağını belirtmiştir.
Örneğin salt Türkçülük için çalışıldığında Müslüman halkın Türk ve Türk olmayan
olarak bölüneceğini bunun da toplumun zayıflamasına neden olacağını belirtir21.
Nihayetinde Türkçülük fikri de Osmanlıyı yıkılmaktan kurtaramamış ama bu fikir
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında başrol oynamıştır.
324
Hasta Adamı Kurtarma Arayışları
——————————————————————————————
Kaynakça
AKÇURA, Yusuf , Üç Tarz-ı Siyaset,TTK, Ankara,1998.
AKŞİN,Sina v.d., Türkiye Tarihi III: Osmanlı Devleti 1600-1908, (yay.yönetmeni:
Sina Akşin), Cem Yayınevi, İstanbul,1997.
AYBARS, Ergün,”Atatürk ve İnkılapçılık”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları
Dergisi I/2,Dokuz Eylül Üniversitesi Basımevi, İzmir, 1992.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt VIII, TTK, Ankara, 2011.
LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev.Metin Kıratlı ,TTK, Ankara,
1988.
SOMEL, Selçuk Akşin, “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi (1839-
1913)”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt I, Ed:Tanıl Bora, Murat
Gültekingil , İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.
SÜRGEVİL, Sabri, Türkiye’de Çağdaşlaşma Hareketleri , Ege Üniversitesi
Yayınları, İzmir, 2005.
TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri,
Arba Yayınları, İstanbul, 1996.
TUNÇAY, Mete, v.d., Türkiye Tarihi IV:Çağdaş Türkiye 1908-1980 , Yayın
yönetmeni: Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul, 2000.
YALÇIN, Durmuş, v.d., Türkiye Cumhuriyeti Tarihi I, Atatürk Araştırma Merkezi
Ankara, 2008.
325
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Görünmeyen Hükümdarlar
(Timur Örneği)
Elif DEMİRTOK
——————————————————————————————
ÖZET
Kadınların toplum yaşamındaki yerlerini belirlemede din, birçok şey etken
olmuştur. Orta Asya Türklerinde İslamiyet’i kabul eden diğer toplumlara nazaran kadın her
zaman devlet hayatının içinde olmuştur. Ziyafetler veren, elçileri kabul eden ve yeri
geldiğinde elçi olarak görevlendirilen bu kadınlar, Türkler için önemli olan ata binmeyi de
çok iyi bilirlerdi. Timurlular Müslüman olmasına rağmen, bu devletin egemenlik alanında
kadınının toplum yaşamındaki statüsünü belirlemede eski Türk ve Moğol adetleri
uygulanırdı. Timur, Cengiz Han soyuna mensup olan hanımlarla evlenerek ‘han damadı’
unvanını almış ve bu şekilde siyasal anlamda meşruiyetini elde etmeye çalışmıştır. Timur,
Devlet hayatında oldukça etkili olan bu kadınlar için Timur bağlar, bahçeler, saraylar ve
camiler yaptırmış, onlara suyurgaller vermiştir. Ayrıca Timurlu Kadınlara devleti idare
edebilecekleri kadar eğitim ve bilgi verilmesi de sağlanmıştır. Timurlu kadınlar, almış
oldukları bu eğitimler sonucunda devlet idaresinde her anlamda etkin hale gelmişlerdir.
327
Elif DEMİRTOK
——————————————————————————————
Timurlu aristokrat kadınlara bakacak olursak, bunarın akla ilk gelenleri
hükümdar eşleri, hükümdarın kız kardeşleri, kız çocukları ve mirzaların eşleridir.3
Erkeklerle aynı konumda olan bu kadınlara çok büyük saygı gösterilirdi. Özellikle
Cengiz soyundan gelen Tuman Aga ile Saray Mülk Hanım çok büyük itibar
görürdü. Hanımlar umumiyetle seferlere de katılırlardı. Halil Sultan’ın hanımı Şad
Mülk, Şahruh’un hanımı Gevherşad Aga, Hüseyin Baykara’nın annesi Firuze
Begim ve hanımı Hatice Begim hükümdarlar üzerinde ve devlet idaresinde önemli
ölçüde söz sahibi olmuşlardı.4
3 Çetin, a.g.e.,s.570.
4 İsmail Aka, Timurlular Devleti Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara 2010,
s.124,
5 Ateke; kız çocuklarının eğitimi için görevlendirilen kişidir.
6 Çetin, a.g.e., s.571.
328
Görünmeyen Hükümdarlar (Timur Örneği)
——————————————————————————————
birçok kadının yansıra güvenliğini sağlayan harem ağaları da bulunmaktaydı.
Saray Mülk Hanım Timur’un yanına maiyetindeki kadınlarla birlikte oturdu’. 7
14. yüzyılda yaşamış olan Arap seyyah İbn Battuta Deşt-i Kıpçak8
seyahatinde gördüğü hanımlardan ve onların törene katılmalarından şu şekilde
bahseder. ‘Törenlerden biri Sultan Mehmet Özbek’in cuma günleri namazdan
sonra altın kubbede oturmasıdır. Sultan bu tören sırasında anılan tahtta oturunca
yanında Taytuğlu Hatun yer alır. Onun öte tarafında ise Kebeğ Hatun, sol
tarafında da sırası ile Bjellon ile Ordaca Hatun otururlar. Tahtın sağ kenarında
hükümdarın oğlu Tin Beg, solunda ise öteki oğlu Can Beğ ayakta beklerler. Ön
tarafta sultanın kızı Küçücek oturur idi. Bunlardan biri içeriye girdiği zaman
sultan ayağa kalkarak onu karşılar, elinden tutar ve tahta kadar götürüp yerine
oturturdu. Kadınlar hiç kimseden kaçmadıkları için bu tören halkın gözü önünde
yapılmakta idi’.
İbn Battuta, yalnız aristokrat hanımlar ile ilgili değil, esnaf ve satıcıların
eşlerine dair de malumat vermiştir. ‘Bunlardan birini atların çektiği bir arabada
gördüm. Yanında eteklerini tutan üç, dört cariye, başında mücevherlerle
donatılmış, ön tarafı tavus tüyünden sorgucu bulunan “batak” denilen hotoz
bulunmakta idi. Arabanın pencereleri açık olduğu gibi, kendi yüzü de örtülmemişti.
Zira Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlardı. Bir başka
kadını da aynı şekilde gördüm, yanındaki köleleriyle pazara süt, yoğurt getirip
satar, karşılığında koku ve esanslar satın alırdı. Bazen kadınlara erkekleriyle
beraber rastlarsanız, o zaman bu adamları kadınların hizmetkârı zannedersiniz
çünkü Türk erkekleri sırtlarına koyun derisinden yapılma postlar, başlarına ise
yine ona uygun deri külahlar giyerlerdi.’9
329
Elif DEMİRTOK
——————————————————————————————
seyahatnamesinde Dilguşa bahçesini ve buradaki köşkü anlatır. Clavijo, bu
bahçenin her tarafında çeşit çeşit ağaçlar olduğu ve buradaki köşkün muhteşem bir
şekilde döşendiğini son derece kıymetli halıların ve sırmalı perdelerin
bulunduğunu, gül renginde ipek perdeler ile kaplı olduğunu anlatmıştır. Saraydaki
işlemelerin yakuttan ve zümrütten olduğunu, bunun dışında yatak odalarına giden
yolun ortasında altından yapılmış bir masanın bulunduğunu ve masanın üzerindeki
şarap bardaklarının altından yapıldığını öğreniyoruz.
330
Görünmeyen Hükümdarlar (Timur Örneği)
——————————————————————————————
hanımlardan daha önde ve daha kalabalık bir maiyete sahip olarak Timur’un
yanında yer aldığını görüyoruz.15
Saray Mülk Hanım: Gazan Han’ın kızıdır. Timur Cengiz soyundan gelen
bu hanımla evlenerek küregen (damat) unvanını almıştır. İspanyol elçi Clavijo, bu
hanımın otağının şu şekilde anlatır.’ ‘Hanımın otağı muhteşem idi. Kapılar ince
çubuklarla örülmüş ve bunun üzerine kül rengi ipekliler geçirilmişti. Çadırın
ortasında bir sandığın üzerinde kadehler ve tabakalar duruyordu. Bir insanın
göğsüne gelecek kadar yüksek olan bu sandık halis altındı. Üzeri muhteşem bir
şekilde işlenmiş, ayrıca büyük inciler ve kıymetli elmaslarla süslenmişti. Sandığın
üst kısmında, tam ortada açık yeşil büyük bir zümrüt vardı. Yine altından yapılma
iki karış yüksekliğinde bir sehpa ise sandığın karşısında yer alıyordu ki, bu da
büyük inciler zümrütlerle süslenmişti. Buraya yakın bir yerde ise altından bir ağaç
vardı. Bir adam boyunda olan bu ağacın meyveleri yakut, zümrüt, zebercet ve
firuze idi.18
331
Elif DEMİRTOK
——————————————————————————————
Tümen Aga: Timur Devleti’nde birinci derecede hanım muamelesi
görmek sadece Cengiz soyundan olanlara özgü değildi. Bu hanım zekâsı sayesinde
çok itibar görmüştür. Timur bu hanım için Bağ-ı Behişt’i inşa ettirmiştir.
332
Görünmeyen Hükümdarlar (Timur Örneği)
——————————————————————————————
geldiğinde eğlence meclislerinde içki içen Timurlu kadını yüzyıllar öncesinden bu
ihtişamlı yaşamıyla araştırılmaya değerdir.
Kaynakça
333
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Fatma YILDIZ
ÖZET
19. Yüzyılda Anadolu coğrafyasının pek çok bölgesinde veba, kolera, çiçek, sıtma
vb. gibi salgın hastalıklar ortaya çıkmıştır. Halk ve devlet, 19.yüzyıldaki siyasi
başarısızlıkların, ard arda gelen yenilgilerin, toprak kayıplarının üstüne bir de salgın
hastalıklarla uğraşmıştır. Resmi kaynaklara göre; Devlet bu salgınları durdurabilmek için
halkı bilinçlendirme yoluna gitmiş, karantina önlemleri almış, sağlık alanındaki
denetimlerini arttırmış, tabip, baytar, eczacı tayin etmiş, hastalık olan illere aşı ve ilaç
göndermiş, okulları tatil etmiştir. Devlet tarafından alınan tedbirler ölümleri bütünüyle
engellememiş olsa bile Anadolu’nun hemen her köşesinde mücadelede etkili olmuştur.
——————————————————————————————
1. Salgin Hastaliklar
1.1. Veba
İnsanların ölümüne sebep olan veba hastalığı “kara ölüm” ismiyle de anılır.
1
Veba hastalığı iki türlüdür. Birincisi, yabani kemirgenlerdeki (fare vb.) pirelerin
insanları ısırması sonucu oluşan hıyarcıklı vebadır. Bu veba, genellikle rutubetli
aylarda daha sık görülür. En çok yayılma ortamları ise; nadir temizlenmiş veya hiç
temizlenmemiş halı ve elbiseler, evler, nadasa bırakılmış tarlalar, çöplükler veya
depolardır. 2 İkincisi ise; akciğer vebasıdır. Bu veba türü, pirelerden değil soğuk
havadan dolayı mikrobun akciğerlere yerleşmesi sonucu oluşur ve burundan kan
gelmesine yol açar. Enfeksiyonlu kişi öksürüğü ve tükürüğü ile vebayı diğer
kişilere bulaştırabilir ve böylelikle bu mikrobu alan insanlar kısa sürede hayatlarını
kaybederler. 3
Veba salgını ,1333 yılında Orta Asya’da patlak vererek ticaret yolları
vasıtasıyla, İtalya ve Fransa’ya oradan da Almaya, İngiltere, İskandinavya ve
Polonya’ya ulaşmıştır. Daha sonra ise 1352’de Rusya ve Karadeniz sahillerini
hakimiyeti altına alarak, Avrupa nüfusunun dörtte birinin yok olmasına sebebiyet
1.2 Kolera
Bulaşıcı olmasının yanı sıra, gerekli olan tedavi yapıldıktan sonra
hastaların iyileşmesi ile sonuçlanan kolera hastalığı, bir bağırsak hastalığıdır.
Hastaların dışkılarında bulunur. Hastaların dışkılarıyla bulaşmış içme suları ve
yiyecekler hastalığın bulaşma yollarının başında gelir. Hastalık kusma ile başlar,
pirinç suyu biçiminde kendini gösterir. 8 Kolera’nın yayılmasına en müsait yerler
olarak; Büyükşehirler ve buralardaki yoksulların karanlık, rutubetli, havasız ve pis
olan evlerde ikamet etmesi gösterilir. 9
4 İnci Hot, “Orta Çağ’da Batı Tıbbı”, Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Ders Kitabı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Yayınları, s.67-68.
5 BOA, C.DH.20/1044, HAT 280/16568, C.SH.6/290, HAT 497/24385, C.ML.280/16568,
335
Fatma YILDIZ
——————————————————————————————
Kolera, Osmanlı Anadolu’sunda ilk kez 1822 yılında Basra körfezinden,
Bağdat yoluyla Anadolu ve Akdeniz sahillerine ulaşarak görülür.10
10 Mesut Ayar, Osmanlı Devleti’nde Kolera İstanbul Örneği( 1892-1895) , Kıtapevi Yayınları, s. 22.
11 BOA, A.MKT.MVL.10/76, İ.DH.167/8827, A.MKT.MHM. 7 / 65, A.MKT. 156 / 46,
A.MKT.MHM. 753 /33, A.MKT. 149 /81, C.SH.10 / 473.
12 BOA, A.MKT. 168 / 6, A.MKT. 167 / 36, A.MKT.MHM. 8/96, A.MKT.MHM. 9 / 88.
13 BOA, DH.MKT.1791/6 , DH.MKT.1796/68, DH.MKT.1796/78, Y.PRK.ASK.66/13.
14 BOA, BEO. 99/7379, DH.MKT.2012/9 , Y.PRK.SH.3/65, DH.MKT.2021/89.
15 BOA, MF.MKT.224/10, Y.PRK.SH.5/ 17.
16 Gülden Sarıyıldız, “ Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten, C. LVIII, S.222,s.
360.
17 Nuran Yıldırım, “Su İle Gelen Ölüm Kolera ve İstanbul Suları”, s.20.
18 Mesut Ayar, a.g.e, s.105-115.
19 BOA, MF.MKT.224/10
336
19. Yüzyılda Anadolu’da Ortaya Çıkan Salgın Hastalıklar Ve Salgınla Mücadele Yöntemleri
——————————————————————————————
salgın münasebetiyle alamadıkları teşrih derslerinden muafiyetlerine karar
verilmesi ve genel sınavlarının ertelenmesi örneklerden yalnızca birkaçıdır.20
1.3 Çiçek
Çiçek yaptığı tehlikeli salgınlarla, insanların korkulu rüyası olan, dünyanın
her tarafında ortaya çıkabilen bir hastalıktır. Çiçek hastalığı mevsimle ilgili
değildir. Fakat İnsanların soğuk kış aylarında kapalı yerlerde birlikte yaşamaları
nedeniyle bu hastalık daha çok yayılma gösterir. Çiçek hastalığı ateşle başlar ve her
yaştan insanda ortaya çıkabilir. Ancak hastalık çocuklarda ve yaşlılarda ağır
seyreder. Çiçek; sağlam kişilere, hasta olan kişinin öksürüğünden çıkan tükürük
damlacıkları ile bulaşır. Hastanın kullanmış olduğu nevresim takımları, çamaşırları
ve yiyecekleri de bu enfeksiyonun bulaşmasında etkilidir. Hastaya bakan
insanlarda çiçeğin yayılmasında bir aracı rolü üstlenmektedirler. 21
Resmi belgelere göre çiçek hastalığından pek çok vefat olmuş ise de
devletin almış olduğu tedbirlerle, örneğin; tabip ve çiçek aşısı gönderme
çalışmaları ile bu vefatlar oldukça azaltılmıştır.
1.4 Sıtma
Eski çağlardan beri bilinen, tropik memleketlerin hastalığı olan sıtma;
yaygın ve kapalı bir bulaşıcı hastalıktır. Hastalığın insandan insana geçmesi
sivrisinek aracılığıyla olur. Sivrisineklerin daha çok çocukları ısırması, hastalığın
yayılmasına sebebiyet verir. Ayrıca sıtma hastalığı erkeklerde kadınlara oranla
A.MKT.UM. 286/ 41, A.MKT.MHM 130 / 76, A.MKT.MHM. 163/23, DH.MKT. 1559/ 55,
DH.MKT. 1673/32, DH.MKT. 1963/ 101, DH.MKT. 1940/ 24, DH.MKT. 385/ 9, BEO. 804/ 60280.
337
Fatma YILDIZ
——————————————————————————————
daha fazladır. Çünkü erkeklerin, bataklık kurutma işlerinde çalışmaları ve tropik
bölgelerde askerlik yapmaları bu salgına yakalanma oranlarını arttırır. Kişi sıtma
nöbeti geçirmeden birkaç gün önce halsizlik, neşesizlik, kabızlık, iştahsızlık, baş,
sırt ve bacak ağrıları ile karşılaşır. Bu da sıtmaya yakalanma belirtileri olarak
ortaya çıkar. Daha sonra hastada nöbet; yüksek ateş ve titreme ile başlayıp, terleme
ile sona erer. 23
Resmi kayıtlara göre 19.yy da sıtma hastalığı, 1858’de Denizli de, 1865’de
Düzce de, 1869’da Aydın, Konya ve Vakf-ı Kebir civarında, 1879’da Ankara ve
Konya da, 1889’da İzmit ve Bilecik de, 1890’da Afyon da, 1891’de Adana’da,
1892’de Konya ve Isparta da, 1893’de Konya ve İzmir de etkili olmuştur. 24
338
19. Yüzyılda Anadolu’da Ortaya Çıkan Salgın Hastalıklar Ve Salgınla Mücadele Yöntemleri
——————————————————————————————
İstanbul gazeteleri de halkı bilinçlendirmek için sayfalarında, askerlere
kaynatılmış su içirilmesi, kalabalık yerlerde hastalık daha da çok yayıldığından
kalabalık yerlerin boşaltılması, temizliğe dikkat edilmesi için belediye ile işbirliği
içerisinde bulunulması gibi uygulamalarının yapılmasına dikkatleri çekmiştir. 28
2.3 Karantina
Osmanlı devleti salgınların sirayetinin önüne geçebilmek için karantina
önlemlerine başvurmuştur. Tecridhanelerde bekleme süresi genelde kırk gün
olduğundan bu usule de kırk( quarante) dan ilham alınarak karantina denilmiştir.
1838’den itibaren Kuleli kışlası karantina haline getirilmiş, Akdeniz ve Karadeniz
339
Fatma YILDIZ
——————————————————————————————
yönünden gelecek gemilerin yoklanması ve hastaların tedavi edilmesi için
kullanılmıştır. Kuleli kışlası tahaffuzhane olmanın yanı sıra, karantina
hizmetlerinde çalışan memurların eğitildiği bir okul da olmuştur. İstanbul’da
karantina teşkilatının tam olarak oluşmasına çalışılırken, Anadolu’da da karantina
uygulamasına başlanmıştır. Anadolu’daki karantina yerleri; Erzurum, Bursa, Sinop,
Aydın, İzmir, Kastamonu, Ereğli, Balıkesir, Bergama, Bozok, Menteşe, İzmit,
Kayseri, Bolu, Erdek, Kütahya, Ankara, Samsun, Edirne, Köstence, Gelibolu,
Isparta, Eskişehir, Antalya dır.33
340
19. Yüzyılda Anadolu’da Ortaya Çıkan Salgın Hastalıklar Ve Salgınla Mücadele Yöntemleri
——————————————————————————————
yerlerde halka lazım olan ilaçlar hazırlanarak ücretsiz olarak dağıtılmıştır.37
Çocukların parasız aşılanması için Galatasaray Tıp Mektep müdürü Dr. Bernard’ın
çabaları gibi kişisel gayretler de dikkati çekmektedir. Dr. Bernard 1843 yılında
devreye girmesiyle “parasız aşı bürosunda 953 Türk, 613 Ermeni, 782 Rum, 130
Musevi, 217 Avrupalı Katolik çocuk başarı ile aşılanmıştır.” 38
s.320.
341
Fatma YILDIZ
——————————————————————————————
Koleranın sularla bulaşıp yayıldığının anlaşılmasıyla da, su ürünleriyle
dereler ve kuyular gibi kaynaklarla sulanıp, yetiştirilen sebze ve meyvelerin
yasaklanması, etlerin ve sebzelerin açıkta satılmaması da dikkat çeken
önlemlerdendir. 42 Bu önlemlerin uygulanması için hıfzısıhha müfettişleri
görevlendirilmiş ve yapılan teftişlerde görülen bozuk, çürük ve halkın sağlığını
tehdit edecek gıdaların toplatılıp denize dökülmelerini sağlamışlardır. 43
Kaynakça
Arşiv Belgeleri:
A.DVN: 23/ 10.
A.MKT: 156 / 46, 149 /81, 168 / 6, 167 / 36.
A.MKT.MHM: 7 / 65, 753 /33, 8/96, 9 / 88, 130 / 76, 163/23, 340/57, 436/87,
428/16. 421/96, 150/34, 2/9.421/96, 340/57.
A.MKT.MVL: 10/76.
A.MKT.UM: 125/ 52, 286/ 41.
BEO: 99/7379, 804/ 60280.
C.DH: 20/1044.
C.SH: 6/290, 26/1262, 10 / 473, 17/823.
C.ML: 280/16568, 149/6305.
DH.MKT: 1791/6, 1796/68, 1796/78, 2012/9, 2021/89, 1559/ 55, 1673/32, 1963/
101,
1940/ 24, 385/ 9, 1401/83, 1658/49, 1766/29, 2012/ 44, 1419/106, 2012/11.
1721/84.
HAT: 497/24385, 524/25569/C, 524/25569/L, 451/ 22361, 1266 / 49027/M.
HR.MKT: 1/42.
İ.ŞD: 43/2292.
İ.DH: 167/8827.
MF.MKT: 224/10.
MVL: 8/ 33.
Y.PRK.ASK: 66/13.
Y.PRK.SH: 3/65, 5/ 17.
Kitap ve Makaleler:
AYAR, Mesut, Osmanlı Devleti’nde Kolera İstanbul Örneği( 1892-1895), Kitabevi
Yayınları, İstanbul, 2007.
HOT, İnci, “Orta Çağ’da Batı Tıbbı”, Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Ders Kitabı,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2007.
342
19. Yüzyılda Anadolu’da Ortaya Çıkan Salgın Hastalıklar Ve Salgınla Mücadele Yöntemleri
——————————————————————————————
ONUL, Behiç, İnfeksiyon Hastalıkları, Ankara Üniv. Tıp Fak. Yayınları, Ankara,
1971.
ÖZDEMİR, Hikmet, Salgın Hastalıklardan Ölümler (1914- 1918),T.T.K
yayınları, Ankara, 2010.
PANZAC, Daniel, Çev. Serap Yılmaz, Osmanlı İmparatorluğunda Veba (1700-
1850), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, Ekim 2011.
SARIYILDIZ, Gülden, “ Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”,
Belleten, C. LVIII, S.222.
SARIYILDIZ, Gülden, “Osmanlı’da Hıfzısıhha”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C.17, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998.
ÜREKLİ, Fatma, “Okullarda Sağlık Kontrolünün Yapılması”, Tarih ve Toplum
Ansiklopedi Dergi, C.33, S.193, İletişim Yayınları, İstanbul, Ocak 2000.
YILDIRIM, Nuran, “ Su İle Gelen Ölüm Kolera ve İstanbul Suları”, Toplumsal
Tarih, S.145.
YILDIRIM, Nuran, “Tanzimattan Cumhuriyet’e Koruyucu Sağlık Uygulamaları”,
Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, C.5, İletişim yayınları.
343
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
——————————————————————————————
ÖZET
Bu çalışmada Tek Parti döneminde tarih eğitimi ele alınmıştır. Çalışmanın amacı
tek parti döneminde tarih eğitimi nasıldı, sorusuna cevap aramaktır. Sistematik olması
açısından çalışma iki bölümden oluşturulmuştur. Birinci bölüm (1923-1938) Atatürk
döneminde Tarih Eğitimi; ikinci bölüm ise (1938-1950) İnönü Döneminde Tarih
Eğitimi’dir. Birinci bölüm Türk Tarih Tezi, Tarih Eğitimi, Türk Tarihinin Ana Hatları
Kitabı ve liselerde okutulan tarih kitapları ile ilgili bilgiler; İkinci bölüm ise Türk tarihinden
hümanizme geçiş, okul kitaplarında değişme ve maarif şuralarıyla ilgili bilgiler
içermektedir. Çalışmada betimsel tarama yönteminden yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Tarih eğitimi, Tek Parti Dönemi, Türk Tarih Tezi, Tarih
Kongreleri
——————————————————————————————
1.Atatürk Döneminde Tarih Eğitimi (1923-1938)
“Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte eğitimin her alanında olduğu gibi,
Tarih eğitim ve öğretiminde de önemli değişiklikler yapılmıştır.’’1 Cumhuriyetin
ilanından sonra TTK ve TDK’ kurulmuştur. Her ikisinin de ortak gayesi kültür ve
soyda birlik tezini oluşturmaktır.” Atatürk, tarih anlayışına yeni bir yön vermek
için 1932 yılında I. Tarih Kongresi toplayarak, Türk kimliğinin topluma
kazandırılmasını ve milli kimlik etrafında yeni bir devlet anlayışının
yerleştirilmesini istemiştir. Millî kimliği meydana getirmede ve vatandaşlık şuuru
geliştirmede tarihe yüklenen bu görev tarih eğitimini de şekillendirmiştir.’’2Yeni
Türk devletinde tarih yazılması, Cumhuriyetçi kadrolar tarafından bir devlet görevi
addedilmiş ve tarih eğitimi, Cumhuriyet ideolojisine uygun hale getirilmiştir.
“1927 yılında daha kapsamlı bir değişikliğe gidilerek Türk Tarihini temel
alan bir tarih eğitimi esas alınırken, diğer taraftan da kitapların hacmi ve ders
*Sakarya Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Tarih Eğitimi Yüksek Lisans Öğrencisi [Me-
guler@hotmail.com]
1Mesut Çapa “Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Tarih Öğretimi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi
Türk Tarih Tezinin okul programına yansıdığı ilk program 1936 programı
olmuştur. “Türk Tarihinin Ana Hatları” 606 sahife olarak 1930 yılında Devlet
Matbaasında basılmıştır. Kitap, esas itibariyle Türk milletin tarih öncesi ve tarihi
devirlerde olağanüstü yayılmasına ağırlık verildiği ve Türkler hakkında yanlış ve
maksatlı görüşlere karşı geçmişte büyük medeniyetler kuran bir millet
olduğunungösterilmiş olması bir anlamda önceki Avrupa-merkezli tarih anlayışına
karşı bir cevap niteliği taşmaktadır.Acele yazıldığı için kitabın birçok kısımlarında
yanlışlar ve noksanlıklar vardı. Yine de kitap, Türk Tarih Tezinin belli bir şekil
almasında etkili olmuş ve aynı zamanda daha sonraki Tarih çalışmalar için bir
anlamda kılavuzluk etmiştir.Türk Tarih Tetkik Cemiyeti kuruluşundan hemen
sonra Atatürk’ün emriyle 1931 yılından itibaren Liselerde okutulması için Türk
tarihinin Ana Hatları temel alınarak dört ciltlik tarih ders kitabı yazmakla
görevlendirildi.‘’Cemiyetin yoğun çalışması sonunda Türk Tarih Tez’inin esasları
doğrultusunda 4 ciltlik tarih kitabı hazırlanarak 1931-1932 ders yılından itibaren
liselerimizde okutulmaya başlandı.’’7Daha sonra 1932 yılı müfredatında tarih
derslerinde önemli değişiklikler olmuştur.‘’Türk Tarih Tezi temel alınarak yazılan
okul tarih kitaplarında daha öncekilerden farklı olarak Türk milleti merkezli bir
tarih anlayışı ile dünya tarihine bakılmaya başlanmış, Orta Asya’nın dünya
medeniyetinin merkezi olduğu ve Türk milletinin yüceliği ve medeniyet kurmadaki
3 Hasan Cicioğlu, Türkiye Cumhuriyeti İlk ve Ortaöğretim Tarihi Gelişimi, Ankara Üniversitesi
Eğitim Bilimler Fakültesi Yayınları, Ankara,1985, s.198.
4Mete Tuncay; “İlk ve Orta Öğretimde Tarih” Felsefe Kurumu Seminerleri, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1977,ss.277-278,.
5Nevzat Köken, “Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih A.B.D. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Isparta 2003, s.194.
6Uluğ İğdemir, Yıllarından İçinden Makaleler, Anılar, İncelemeler, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
345
Mehmet GÜLER
——————————————————————————————
öncülüğü dile getirilmiştir.’’8Türk Tarih Tezinin temel esasları içerisinde kalınarak
yazılan bu 4 ciltlik kitapta Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tarih anlayışı ilk defa
yer alıyordu. Bu kitapların I. cildi tarihten önceki ve eski çağ konularını ihtiva eder.
II. cilt, orta zaman tarihi, III. cilt, yeni ve yakın zamanlarda Osmanlı tarihi, IV. cilt
ise, Türkiye Cumhuriyeti Tarihidir. Kitapta, ‘Türk ırkı için yapılan açıklamalarda
Baykal Gölü çevresinden başlayarak Altaylar ve Orta Asya’dan itibaren Hazar
Denizi ve Karadeniz havzalarıyla Ege denizi ve Tuna boylarına kadar olan geniş
sahada binlerce ve binlerce senelerden beri genel olarak beyaz renkli Türkler
bulunduğuna ve Türk ırkının kafa şeklinin çoğunlukla brakisefal olduğuna işaret
edilmiştir.’’9
346
Tek Parti Döneminde Tarih Eğitimi
——————————————————————————————
2. İnönü Döneminde Tarih Eğitimi (1938-1950)
İnönü dönemi tarih anlayış ve uygulamalarını anlayabilmek için, bu
dönemde ki ders müfredatları, tarih kongreleri, kongrelerde sunulan ve kabul gören
bildiriler önemli kriterler olarak karşımıza çıkmaktadır.İnönü döneminde özellikle
1940-46 yılları arasında uygulanan tarih politikaları, 1946 yılından sonra
kamuoyunda tartışılmaya başlanmış ve bu kapsamda İnönü dönemi tarihçiliği ve
tarih müfredatı sorgulanmıştır. 1948’den sonra Türk tarihinin belli bir kesiti değil,
bütün dönemleri inceleme kapsamına alınmıştır.1946’da çok partili hayata geçiş ve
demokratikleşme çalışmalarının hızlanmasıyla birlikte, İnönü döneminde
uygulanan hümanizm merkezli tarih politikalarına karşı, alternatif tarih görüşleri
ortaya çıkmıştır. Özellikle Fuat Köprülü ve Nihal Atsız, Türklerin Yunanlı
oldukları veya Yunanlıların da Türk oldukları yönündeki görüşleri yazdıkları
yazılarla eleştirmişlerdir. Nihal Atsız, Fuat Köprülü ve Zeki Veledi Togan’ın tarih
konusundaki görüşleri arasında büyük benzerlikler görülür.
14Ali Ata Yiğit, İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür Politikası (1938-1950), Boğaziçi Yayınları,
İstanbul,1992, s.94.
15Suat Sinanoğlu, Türk Hümanizmi, TürkTarih Kurumu Basımevi, Ankara1988, s.92.
347
Mehmet GÜLER
——————————————————————————————
kültür politikası olarak benimsenmesi Hasan Ali Yücelin Millî Eğitim Bakanlığı
döneminde olmuştur. ‘’Atatürk döneminin eğitim-kültür politikasının temel
ilkelerinden olan Milliyetçilik terk edilerek eski Yunan ve Latin(Hümanist) kültürü
ikame edilmeye çalışılmıştır.’’16İnönü dönemi eğitim politikasının en bariz
hususiyetinin, hümanistleştirme olduğu görülür. 1940 yılında devletin kültür
politikasındaki değişikliğe uygun olarak okul kitaplarının yeni görüşler
doğrultusunda değiştirilmesi ve yeniden yazılmasına başlandı. Atatürk’ün himayesi
ile yazılan ve 1931 yılından itibaren liselerde okutulan 4 ciltlik tarih kitapları
kaldırılıp, onların yerlerine yeni kitaplar yazdırıldı. Fakateğitimdeki milli
anlayıştan tam olarak vazgeçilmediğinden başlangıçta yeni kitapların yazımında
Atatürk döneminin 4 ciltlik tarih kitaplarının genel çerçevesini korunmaya özen
gösterildi.Bu değişikliğin ilk örneği olan 1939 yılında Şemseddin Günaltay’ın
yazmış olduğu lise birinci sınıf tarih kitabı, Türk Tarihinin Ana Hatları” ve “Tarih-
I” kitabına birçok yönden benzerlik göstermektedir. Tez de olduğu gibi kitapta da,
‘’Türklerin ilk medeniyeti Orta Asya’da kurduğunu ve iklim değişikliği sebebiyle
ana yurttan göç ederek Ön Asya, Çin, Anadolu, Ege ve Akdeniz medeniyetlerinin
kurulmasında ve gelişmesinde önemli etkileri olduğu vurgulanmıştır.’’17Kitap, 403
sayfadan oluşmaktadır. Kitabın sonundaki 15 harita konuların daha iyi
anlaşılmasında yardımcı olması bakımdan dikkati çekicidir.
16Şükrü Karatepe, Tek Parti Dönemi, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1993, s.87.
17Şemseddin Günaltay, Tarih I, İstanbul 1939, s.89.
18Cumhur Aslan; ”Erken Cumhuriyet Dönemi İdeolojisinin Temelleri: Türkleşmek, Çağdaşlaşmak ve
348
Tek Parti Döneminde Tarih Eğitimi
——————————————————————————————
Maarif Şûrası’nda “hümanizm “konusu tartışılmıştı. Daha çok ahlaki eğitimin
tartışıldığı İkinci Maarif Şûrası çalışmalarının büyük bölümünü tarih dersi ile ilgili
konulara ayırmıştır. Şuranın hazırladığı raporda, ‘’ilkokulların tarih ders
programının çocukların anlayış ve ruh yapılarına uygun olmadıkları ve bu
programa dayanılarak yazılan tarih kitaplarının yetersiz olduklarını ileri
sürerek,’’20okullar için yeni tarih kitapları yazdırılmasına karar verilmiştir. ‘’Lise
Tarih kitapları içinde 1942-1943 ders yılından itibaren okutulmaya başlayan ders
kitaplarının, öncekilere göre daha öğretici olduğu ifade edilmiştir.’’21İkinci Maarif
Şûra’sında tarih ders kitapları yanında,özellikle Tarih öğretiminde araç ve
gereçlerin kullanımı hususunda önemli teklifler sunulmuştur.’’22
Sonuç
Yeni devlet kurulduktan sonra geriye kalan en önemli sorun, yeni rejimin
getirmiş olduğu siyasal ve toplumsal düzenin halka benimsetilmesiydi. Bu amaçları
gerçekleştirmek için araç,tarih ve okullarımızda verilen tarih öğretimi olmuştur. Bu
nedenle eğitim sistemi, yeni rejimin amaç ve ilkeleri doğrultusunda yeniden
düzenlenmiştir. Ümmet anlayışı yerine laik millet ideolojisine sahip olan bir tarih
eğitimi oluşturulmuştur. Tek parti döneminde tarihçilere göre Türkler, İslamiyet’i
kabul etmeden önce de çok güçlü bir uygarlık ortaya koymuşlardı. Bu amaçla
resmi bir tarih tezi oluşturuldu. Tezin en önemli amaçlarından biri Osmanlıdan
20İkinci Maarif Şûrası 15-21 Şubat 1943 Çalışma programı Raporlar, Konuşmalar, Millî Eğitim
Basımevi, İstanbul, 1991, s.199.
21 İkinci Maarif Şûrası, a.g.e. s.200.
22İkinci Maarif Şûrası, a.g.e. s.303-204.
23Yiğit, a.g.e. s.55.
24Dördüncü Maarif Şûrası, İstanbul, 1999, ss.81-82.
349
Mehmet GÜLER
——————————————————————————————
bağımsız yeni bir ulusal kimlik ortaya koymak olmuştur. Türk dili ve Türk ırkının
binlerce yıldır Anadolu’da yaşadığı, çok köklü bir ulus olduğu bilinci verilmeye
çalışılmıştır. Tarih eğitimi, bu tez çerçevesince şekillendirilmiştir. Liseler de tarih
eğitimi için hazırlanan kitaplarda zaman zaman amacından sapılmıştır. Asıl maksat
ideolojiyi benimsetmek olmuştur. Daha çok destansı ve romansı bir tarih eğitimi
görülür. Kitaplarda kendi tarihimizin yanı sıra Avrupa tarihi de yer edinmektedir.
1923-1938 Atatürk dönemi tarih eğitimi, daha çok Türk Tarih Tezi
eksenindeyken; 1938- 1950 İnönü dönemi tarih eğitimi, hümanizm düşüncesi
çerçevesinde oluşturulmuştur. Tarih eğitimi, Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk
döneminde, yeni rejimin yerleşmesi ve benimsetilmesi konusunda bir araç olarak
kullanılmıştır. İnönü döneminde ise eski Yunan ve Latin kaynaklarından çeviriler
yapılmış ve bu eserler tarih öğretiminde kullanılmıştır.Kısaca, dönemin şartları ve
siyasi iktidarın görüşleri, dönemin ders kitaplarına yansıtılmıştır. Tarihin
öğretilmesinde, ulusal bilincin yerleştirilmesinde tarih eğitiminin tartışılmaz bir
yeri vardır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, eğitimin romantik, gerçekdışı,
abartılı ve çarpıtılarak verilmemesidir. Tarihin amacı; ulusal bir tarih bilincini;
tarihsel gerçeklere uygun, ama aynı zamanda tarihsel düşünme becerilerini de
engellemeyecek bir anlayışlaverebilmektir. Bu nedenle bilimsel bir tarih eğitimi
için tarihçilere çok önemli görevler düşmektedir.
Kaynakça
ASLAN, Cumhur, “Erken Cumhuriyet Dönemi İdeolojisinin Temelleri:
Türkleşmek, Çağdaşlaşmak ve Anti-Osmanlılık-1” Türkiye Günlüğü,
Kasım-Aralık-1996.
CİCİOĞLU, Hasan, Türkiye Cumhuriyeti İlk ve Ortaöğretim Tarihi Gelişimi,
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimler Fakültesi Yayınları, Ankara,1985
ÇAPA, Mesut “Cumhuriyet'in İlk Yıllarında Tarih Öğretimi “, Ankara Üniversitesi
Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Kasım, 2012
Dördüncü Maarif Şûrası, İstanbul, 1999.
GÜNALTAY, Şemseddin, Tarih I, İstanbul, 1939.
İĞDEMİR, Uluğ, Yıllarından İçinden Makaleler, Anılar, İncelemeler, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1991.
İkinci Maarif Şûrası, 15-21 Şubat 1943 Çalışma programı Raporlar, Konuşmalar,
Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1991.
KARATEPE, Şükrü, Tek Parti Dönemi, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1993.
KÖKEN, Nevzat, “Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları”, Süleyman Demirel
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih A.B.D. Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Isparta 2003.
350
Tek Parti Döneminde Tarih Eğitimi
——————————————————————————————
SİNANOĞLU, Suat, Türk Hümanizmi, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara,1988.
Tarih-I, Devlet Matbaası, İstanbul, 1931.
Tarih-II, Kaynak Yayınları, İstanbul,2001.
Tarih-IV, Devlet Matbaası, s.183, İstanbul, 1934.
TUNCAY, Mete, “İlk ve Orta Öğretimde Tarih”, Felsefe Kurumu Seminerleri,
Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1977.
Türk Tarihinin Ana Hatları Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999.
YEDİYILDIZ, Bahheddin, Yücel, Yaşar, “Tarih ve Kültür” Millî Kültür
Unsurlarımız Üzerinde Genel Görüşler, Atatürk Kültür Merkezi Yayını,
Ankara, 1990.
YİĞİT, Ali Ata, İnönü Dönemi Eğitim ve Kültür Politikası, (1938-1950) Boğaziçi
Yayınları, İstanbul,1992.
YUVALI, Abdülkadir, ”Türkiye’de Tarih Öğretimi” “Fırat Üniversitesi Tarih
Metodolojisi ve Türk Tarihinin Meseleleri Kollokyumu” 21-26 Mayıs
1984,Bildiriler, Elazığ,1990.
351
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
ÖZET
Her motifinde bir kültür barındıran halıları bu çalışmada ‘’erken dönem halıcılık’’,
‘’Selçuklu dönemi halıcılık’’, ‘’Osmanlı dönemi halıcılık’’ olmak üzere üç ana başlık
altında inceliyoruz.
Erken dönem halıcılık denince tabiki de akla ilk gelen Pazırık halısıdır. Pazırık
kurganında Rus arkeolog Rudenko tarafından 1947 yılında bulunan bu halı tarihin en eski
halısı olarak bilinmektedir. Bunun dışında Doğu Türkistanda bulunan halılar ve Çin
kanaklarındaki ifadelerde bu döneme ışık tutmaktadırlar.
Beylikten büyük bir imparatorluk haline gelen Osmanlıda da önemli bir yere sahip
olan halılar zaman içinde büyük bir gelişme göstererek bütün dünyaya yayılmıştır.
Osmanlı halıları ‘’Erken Osmanlı dönemi halıcılık (15-16. yy)’’ , ‘’Klasik Osmanlı
dönemi halıcılık (16 .yy)’’, ‘’Geç Osmanlı dönemi halıcılık (17. yy) ‘’ olarak üç bölüme
ayrılmaktadır.
——————————————————————————————
353
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
Halı; argaç, arış ve ilme ipliklerinden meydana gelmiş, tüylü (hav’lı) bir
dokumadır.Arış, tezgah boyunca uzanan iplikler olup, dokumanın iskeletini
oluşturur.Düğümler, arış üzerine yapılır.Argaç ise dokumanın bir kenarından öteki
kenarın, çözgüler arasından geçirilen ipliklerdir.Halı dokumada düğüm sıralarından
sonra geçirilerek düğümlerin sıkışmasını sağlar.3
Halı denince akla ilk gelen Türkler olmuştur. Çünkü halıcılık koyunculuk
ile derin bir yün ve boya bilgisi gerektirir.4 Türkler en önemli geçim kaynakları
olan hayvanların kıl ve yününü, kendi mamulleri olan alet ve tezgahlardan
geçirdikten sonra halı dokuyarak çadırın zeminindeki nemden, soğuktan korunmayı
amaçlamışlardır. Daha sonraları ise artan halı üretimiyle bir geçim kaynağı
sağlamayı başarmışlardır. 5
Halıların dokunması sırasında iki farklı düğüm tipi uygulanır: gördes veya
Türk düğümü, sena (sine) veya acem düğümü. Birinci tipte düğüm, iplik iki arışın
üzerinden geçirilip aradan çıkarılarak atılır ve simetrik bir görünüm verir. İkinci
tipte ise düğüm, iplik bir arışın altından sağa ve sola doğru geçirilip diğerine
dolanmak suretiyle atılır; bu tipte görüntü simetriktir.7
354
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
2.Halıcılığın Nesnel Araç Ve Gereçleri
Halının ham maddeleri yün (koyun, deve), ipek, pamuk ve tiftik olup
düğüm ipleri yün veya ipekten (yahut bu ikisinin karışımından) yapılır.8
Konar göçer bir hayat süren Türklerde sürekli hareket halinde olunuşundan
dolayı kolay kurulup sökülebilen ve taşıması daha rahat olan yatay yer dokuma
tezgahları kullanılırken zamanla yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte daha büyük
halıları dokuyabilecek büyük tezgahlara geçilmiştir.(resim 2-5-6)
Yatay durumundaki yer tezgahları iki tiptir. Bunlardan biri dar tahtalarla
diğeride geniş tahtalarla yapılmaktadır. Geniş tahtalı tezgahta halılar, dar tahtalı
tezgahta çadır bantları ve bağları (bağcık) dokunmaktadır.Dar tahtalı dokuma
tezgahı konar göçer hayat tarzına uygun olarak gerektiğinde kolayca parçalara
ayrılıp başka yere nakledilebilmektedir.9
Halıcılıkta mükembel bir eser ortaya koymak için bir takım küçük el
aletlerinden de faydalanılmaktadır.Bu aletler farklı coğrafyalarda farklı isimler
almıştır. Halı dokunurken düğüm atıldıktan sonra ucu yukarı doğru kıvrık ‘’
keser’’adı alan bıçak, bir sıra bittikten sonra düzgün bir yüzey temin etmek için
düğümleri düzleştiren ‘’sınd’’ (makas) ve çözgüyü sıkılaştırmak için dişleri
demirden sapı da ağaçtan olan ‘’tarak’’lar bunlardan birkaçıdır.10(resim 7)
9Nalân Türkmen, Orta Asya Türkmen Halıları İle Tarihi Anadolu Türk Halılarının Ortak
Özellikleri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay., Ankara, 2001, s.36
10 Nalan Türkmen, a.g.e. , s.36
355
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
halının Asya Hunlarına ve mö. 3-2. yüzyıllara mal edilmesi akla yakın
gelmektedir.’’ demiştir.11
356
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
şimdiki Kan-Su vilayetinde bulunan ve eski adı Ho-Hsi olan, Türkler arasında,
gesi-gecsi diye söylenen, P’ing-Liang şehri Gök-Türklerin önemli bir kültür çevresi
idi.P’ing-Liang, İç Asyada bilinen bir halı merkezine yakın idi.Gesi’nin (P’ing-
Liang) doğu komşusu bir ilde, Çinlilerin T’u-Yü-Hun dediği ve Türk oldukları
sanılan bir kavim halı dokumakta ve hem Doğuya, hem Batıya satmakta idi.’’
Yine, Kök-Türk, Kangılı ve Uygur kağanlıkları devrinde (745-911), Doğu
Türkistan’daki Uygurların eski başkenti Koço bölgesi bir kilim ve halı üretim
merkeziydi. 13-11. yy’da, Doğu Türkistan’da, Uygurlar devrinde halı dokunduğu,
Koço yakınındaki bir Uygur Budist tapınağındaki, 9-12. yy’larda yapılmış duvar
resimlerinde, düğümlü halı üzerinde Uygur hatunlarının resimlerinin yer aldığı
söylenmektedir.15
Genel olarak Orta Asya Türkmen halıcılığının temel prensibini meydana getiren
sonsuzluk anlayışı, selçuklu halılarının kompozisyonunda da mevcuttur. Ayrıca
hemen hemen bütün Türkmen boylarının halı ve diğer düz dokuma yaygılarında,
kaydırılmış eksenler üzerinde sıralanan büyük sekizgenlerin meydana getirdiği göl
motiflerine Selçuklu halılarında da rastlanmak mümkündür. Bununla ilgili en güzel
örnek: 1905 yılında Konya Aleddin camiinde bulunduğu için Konya Selçuklu
halıları diye tanınan grubun içinde yer almaktadır.Bugün İstanbul Türk ve İslam
eserleri müzesindeki bu halıda deve tabanı diye adlandırılan basık sekizgenler
(göller) kaydırılmış eksenler halinde sıralanmıştır. Bu göl Türkmenlerin sarık ve
yomut gölleri ile bir benzerlik taşımaktadır.16 (resim 11-12)
15 Bekir Deniz, Türk Dünyasında Halı ve Düz Dokuma Yaygıları, Atatürk Kültür Merkezi Yay. ,
Ankara, 2000,s.21
16Nalan Türkmen, a.g.e. , ss.53-54
357
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
şekillerden ibaret olan motiflerin, kaydırılmış eksende yerleştirilerek, sonsuzluk
ifade eden sıralanmaları ile, meydana gelmiştir.Selçuklu halılarının en karakteristik
özelliği uçları ok başını andıran sivri üçgenlerle nihayetleşen, iri ve dik, kûfi yazıya
benzer örneklerle süslü, gözalıcı bordürleridir. Selçuklu halılarının bordürlerinde
kûfi benzeri yazıların yanısıra, koşan köpekler ile halk arasında
‘’deveboynu/aşşık/kaydırma ve çeşitli adlarla bilinen ‘’ZZZZZZ’’ şeklindeki
motiflerle, ok-yay/yaba ‘’—C—C—C ‘’ motiflerinde de yer verilmiştir.17 (resim
13-14-15-16, çizim 2)
14. yy. da ortaya çıkan hayvan figürlü halılar Selçuklu halılarına ayrı bir
iltişam katarken Türk halı sanatınında ayrı bir safhasını oluşturmuştur. Bu
yüzyıllarda görülen en önemli hayvan figürü çift başlı yada tek başlı olarak
nakşedilmiş olan kartal figürleridir.18 Kartal figürleri dışında da , halı zemininin
birbirinden bağımsız sekizgenlerle kaplanarak, içlerine stilize kuş yada kuruklu
hayvan figürlerinin dolgulandığı motifler işlenmiştir.19(resim 17-18-19)
358
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
5. Osmanlı Dönemi Halıcılık
Üçüncü grup halılarda zemin iki, üç veya dört eşit kareye bölünür.
Karelerden her birine sekizgen motifler yerleştirilir. Bunların da içerisine sekiz
köşeli yıldız ve bitki desenleri, bazen üsluplaştırılmış hayvanlar ve birbirleriyle
21 Bekir Deniz, a.g.e. ,s.28
22 Bekir Deniz, a.g.e. , s.28
359
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
mücadele eden hayvan figürleri işlenir. Karelerin dışında kalan bölümler çiçek
desenleriyle süslenir. (resim 21)
Çok ince ve zengin desenli bu lüks halılarda uçları birbirine daha yakın
olduğu için İran düğümü tercih edilmiştir. Yün ve pamuktan yapılan düğümler, (
metrekarede 200.000-700.000 arasında) daha sık olup, kadifeyi andıran yumuşak
bir tesir bırakır. İpek düğüm yoktur.Yalnız argaç ve arışlarda bazen ipek
kullanılmıştır.25
360
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
almış, buna karşılık ana zeminin iri motifleri esas süsleme elemanı olarak öne
çıkmıştır.’’26
5.2.2.Uşak halıları
Uşak çevresinde dokunduğu için Uşak halısı adını alan bu halılar yün
malzemesi ve saray halısındaki İran düğümü aksine Türk düğüm tekniğiyle
dokunmuştur. Renklerinde de mavi, kırmızı, kahverengi hakimdir.
361
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
desenli soluk zemin dolgularının ikinci bir sıralama yaparak Holbein halılarını
hatırlatan bir kompozisyon oluşturduğu görülür.29Yıldızlı Uşaklar 17. yüzyılı
geçmediği halde, kısa zamanda gelişmesini tamamlamış bir bozulma
olmamıştır.16. yüzyıldan günümüze ancak 20-25 kadar Uşak halısı
kalmıştır.30(resim 26-27)
Kaynakça
ASLANAPA, Oktay, Türk Sanatı El Kitabı, İnkılap Kitabevi Yay. , İstanbul, 1993
----------------, Türk Halı Sanatının Bin Yılı, Eren Yay. , İstanbul
BEKİR, Deniz, Türk Dünyasında Halı Ve Düz Dokuma Yaygıları, Atatürk Kültür
Merkezi Yay. , Ankara, 2000
ERÖZ , Mehmet, Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay. , İstanbul, 1991
FİNDLEY ,V. Carter , Dünya Tarihinde Türkler, Çev. Ayşen Anadol, Timaş Yay. ,
İstanbul, 2012
HADES-Hanefi ,Mehmet Efendi,’’Halı’’, DİA. , C.15 , İstanbul, 1997
KIRZIOĞLU-Görgünay, Neriman, Altaylardan Tunaboyuna Türk Dünyasında
Ortak Yanışlar (Motifler), TC. Kültür Bakanlığı Yay. , Ankara, 2001
ÖGEL, Bahaeddin , Türk Kültür Tarihine Giriş, C.3, ‘’Türklerde Ev
Kültürü(Göktürklerden Osmanlılara)’’, , Kültür Bakanlığı Yay. , Ankara,
1991
TÜRKMEN ,Nalân, Orta Asya Türkmen Halıları İle Tarihi Anadolu Türk
Halılarının Ortak Özellikleri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. ,
Ankara, 2001
362
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
Ekler
363
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
364
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
365
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
366
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
367
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
368
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
369
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
370
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
371
Mehmet SARGIN
——————————————————————————————
372
Türk Kültüründe Halıcılık
——————————————————————————————
373
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
ÖZET
Türkiye Selçuklu Devleti’nin tarihini incelediğimizde genellikle ticari politikalara
önem verildiği görülmektedir. Buna bağlı olarak devlet erkânı da bu yönde girişimlerde
bulunmuştur. Akdeniz ve Karadeniz ticaretinde önemli hedefler belirlenmiş ve elde edilen
başarılar sayesinde de bu mühim hedeflere kısa sürede ulaşılmıştır. Mübarizeddin Ertokuş
da I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1192-1196, 1205-1211), I. İzzeddin Keykavus (1211-1220) ve
I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) dönemlerinde sahip olduğu serleşkerlik (valilik) gibi
mühim mevkilerde bu politikaların garantörlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Anadolu ticaretinde mühim limanlar olan Antalya, Alanya ve akabinde güney sahillerinin
ele geçirildiği dönemlerde sultanların yenilmez fatihi olarak önemli başarılara imza attığı
görülmektedir. Yalnızca bu bölgeleri fethetmekle kalmayan Mübarizeddin Ertokuş’un
gerek giriştiği vakıf ve imar faaliyetleri gerekse adil ve hoşgörülü yönetimiyle Antalya ve
çevresindeki halkın sevgisini de kazandığını kaynaklarda görmek mümkündür. Nitekim
askeri fütûhatın kalıcılığını, tarih boyunca şahit olduğumuz ve Anadolu Selçukîleri
döneminde de başarıyla tekerrür eden bu Türk yönetim anlayışı ve geleneğine bağlamak
yanlış olmayacaktır.
٭
Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yeniçağ Bölümü
Türkiye Selçuklulular’ındaki Sarsılmaz Konumuyla Üç Devrin Emiri: Mübarizeddin Er‐Tokuş
——————————————————————————————
attempt of endowment and development activity or his method of tolerance. In fact, it
would not be wrong to attribute the permanence of military conquests to the Turkish ruling
system and tradition seen throughout the history and recurs successfully in the history of
Seljuqs.
——————————————————————————————
Giriş
Tuğrul ve Çağrı Beylerin akınlarıyla başlayan Anadolu’nun keşif süreci,
1048 Pasinler Savaşı ile Bizans karşısında dengelerin belirlenmesi ile nihayete
ererken; Anadolu’da Türklerin daimi bir hakimiyet kurabilmeleri Türk Tarihi
açısından bir dönüm noktasını ifade eden 1071 Malazgirt Zaferi ile
gerçekleşebilmiş; böylece Türkler kalabalık gruplar halinde Anadolu’yu yurt
edinmeye başlamışlardır.1 Alparslan ve komutanlarının önderliğinde teşekkül eden
beylikler döneminde girişilen imar faaliyetleri ile Anadolu’nun tapusu kesin olarak
ele geçirilmiş kalıcı bir Türk-İslam kültürü yerleştirilmiştir.2
375
Sevil İLİ
——————————————————————————————
kadar savunmakla kalmamış bir de yönünü Doğu Anadolu’ya çevirerek burada
başarılı faaliyetlere imza atmıştır. Devam eden süreçte yine I. Mesut (1116-1155)
Bizans ile mücadeleye devam ederek Sakarya Vadisi ve İznik yakınlarına kadar
ilerlemiş, Bizans’ın Akşehir’e gelerek şehri yakıp yıkması üzerine 1146 yılında
Konya’da, 1147 yılında da Eskişehir’de kazanılan zaferler ile Haçlılara ağır bir
darbe daha vurulmuş oldu.4
Selçukname (kısaltılmış) Çev. Mükrimin Halil Yinanç, Haz. Refet Yinanç ve Ömer Özkan, Kitabevi
Yay, İstanbul, 2007, s. 29-30; Kerimüddin Mahmudi Aksarayi, Müsameretü’l Ahbar, Çev. Mürsel
Öztürk, TTK, Ankara, 2000, s. 22-23; Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası’na Giriş-I,
TKAE, Ankara, 2000, s. 48.
376
Türkiye Selçuklulular’ındaki Sarsılmaz Konumuyla Üç Devrin Emiri: Mübarizeddin Er‐Tokuş
——————————————————————————————
kadar da burada kalmıştır. Süleyman Şah’ın vefatıyla birlikte küçük yaşta7 tahta
geçen III. Kılıçarslan’ın saltanatı da uzun sürmemiştir. Mübarizeddin Ertokuş tam
da burada tarih sahnesine çıkmaktadır. Kimi kaynaklarda, Keyhüsrev’in İstanbul’a
kaçışında yanında olduğu8 kimi kaynaklarda ise Konya’da kalan ve Keyhüsrev’in
dönmesi için gizlice Hacip Zekeriya ile mektup yollayan emirler arasında Ertokuş
da zikredilmiştir.9
1204 yılında yapılan IV. Haçlı Seferi ile İstanbul Latinler tarafından ele
geçirilmiş, Antalya ve çevresine Yunan terbiyesi görmüş olan Aldo Brandini
adında bir İtalyan hakim olmaya başlamış, bu dönem itibariyle ticaret yollarının
güvenliği sarsılmıştır.14
7Osman Turan, a.g.e., s.294; İbn Bibi eserinde III. Kılıçarslan’ın 11 yaşında tahta geçtiğinden
bahseder, Bkz. İbn Bibi, a.g.e., s.14; Thamara Talbot Rice ise Kılıçarslan’ın tahta geçtiğinde 3
yaşında olduğundan bahseder. Bkz. Thamara Talbot Rice, Seljuks in Asia Minor,T&H, London,
1961, s.66.
8Osman Turan, “Mübarizeddin Ertokuş ve Vakfiyesi”, Belleten, C. XI, S. 43, TTK, Ankara, 1947, s.
415.
9Aksarayi bu konu ile ilgili şu kaydı düşmüştür: Atabeg Ertokuş, Yağıbasan’ın oğulları Pervane
Müzafereddin İli ve Bedreddin Yusuf, Zekeriya Hacib’i gizli olarak Gıyaseddin Keyhüsrev’i
çağırmaya gönderdiler. Bkz. Aksarayi, Musameretü’l Ahbar, Çev. Mürsel Öztürk, TTK, Ankara,
2000 ; Aydın Taneri,”Ertokuş”, TDVİA, C.11, İstanbul, 1995, s.312; Ali Sevim, “Keyhüsrev I”,
TDVİA, C.25, Ankara, 2002, s. 348.
10Osman Turan, a.g.m., s.415.
11Osman Turan, a.g.e., ss. 291-297.
12Thamara Talbot Rice, a.g.e., s.67.
13Küçük yaşlarda saraya alınarak eğitilen hükümdara bağlı askerlerdir, bu sınıfa mensup askerler
zamanla makamlarında yükselebilir mevki sahibi olabilir devletin kritik yerlerinde söz sahibi
olabilirlerdi. Bkz. Refik Turan, “Türkiye Selçukluları ve Anadolu Beyliklerinde Teşkilat”, Türkler,
C.7, Yeni Türkiye Yay., Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss. 151-160.
14Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, Turan Yay., İstanbul, 1971, s.134-139; Ali Sevim, a.g.m.,
s.348.
377
Sevil İLİ
——————————————————————————————
1207 yılında bölgedeki eşkıyalık faaliyetlerinden zarar gören tüccarların
sultanın adil yönetimine sığınması ile yapılan Antalya Seferi’nde görevli mühim
komutanlar arasında Ertokuş da Sultan’ın yanında yer almıştır. Bu dönemde Gürcü
ve Ermenilere karşı mühim başarılar elde edilmiş ve Sinop’tan sonra Akdeniz
ticaretinin de önü açılmış, Mısır ve Avrupa arasındaki ticaret güvence altına
alınmıştır. Sultan’ın topladığı büyük ordu ve dirayetli komutanlarıyla, yerli Rum
halkının da desteği ile harekete geçerek Antalya’nın fethedilmesi ve bölge
tüccarlarının mallarının tekrar iadesi ile sonuçlanan bu fetihte başarılı komutan
Mübarizeddin Ertokuş’un da Antalya ve çevresinin sübaşılığına tayin edildiği
görülmektedir.15 Bu tayin ile ilgili İbn Bibi’de şu kayıt dikkat çekicidir: Altıncı gün
Sultan, Antalya şehrinin valiliğini ve sübaşılığını (emaret u serleşkeri-yi mahruse-i
Antalya), gurbette yanından hiç ayrılmayan, verilen görevleri yapmada yeterli,
dirayetli, bilgili ve becerikli olan; sınırları korumada ve halkın sorunlarını
çözmede maharetiyle tanınan yakın adamlarından (gulaman-ı has) Emir
Mübarizeddin Ertokuş’a verdi.16
15İbn Bibi, a.g.e., ss.115-120; Thamara Talbot Rice, a.g.e., s.67; Seton Lloyd- D.Storm Rice, Alaıyya,
Çev. Nermin Sinemoğlu, TTK, Ankara, 1964, s.1-9; Osman Turan, Selçuklular Zam…, ss. 305-309;
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, Kültür Yayınları, İstanbul, 1972, ss. 97-98; Osman Turan,
a.g.m., ss. 415-419; Aydın Taneri, a.g.m., s.312; Osman Turan, “Keyhüsrev I”, MEBİA, C.6,
İstanbul, 1977, ss. 616-617; Ali Sevim, a.g.m., s. 348.
16İbn Bibi, a.g.e, s. 119.
17İbn Bibi, a.g.e, ss. 115-120.
18
Osman Turan, a.g.e, s.305-309.
19Osman Turan, Selçuklular ve…, ss. 134-139.
20Osman Turan, a.g.m., s. 416.
21Aksarayî 1211-1219 olarak verirken; Bkz. Aksarayî, a.g.e., s.25; Osman Turan, 1211-1220 olarak
378
Türkiye Selçuklulular’ındaki Sarsılmaz Konumuyla Üç Devrin Emiri: Mübarizeddin Er‐Tokuş
——————————————————————————————
mücadelesine girişmiştir. Bu taht mücadelesi sırasındaki karışıklığı fırsat bilen
Kıbrıs’taki Frenkler ayaklanarak bölgedeki Selçuklu hâkimiyetine son verdiler.
Kardeşi Keykubad’ı Malatya’da Minşar Kale’sine hapsederek bu karışıklığa son
veren I. İzzettin Keykavus’un yönünü tekrar bu bölgeye çevirerek 1214 yılında
Antalya’yı istirdad ettiği ve buranın sübaşılığını tekrar Ertokuş’a verdiği
görülmektedir:22
22Osman Turan, “Keykavus I”, MEBİA, C.6, İstanbul, 1977, s. 636; Faruk Sümer, “Keykavus I”,
TDVİA, C.25, Ankara, 2002, ss. 352-353.
23İbn Bibi, a.g.e, s.162-167.
24Osman Turan,Türkye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar adlı eserinde ise İbn Bibi bu konu
hakkında tarih vermediği gibi onu Sinop’un fethinden (611/1214) önceki bir tarihte ele aldığı için
diğer tarihçileri de yanıltmış fakat Antalya Surları kitabelerinde:…Keykavus sayısız askerleriyle
612 yılı Ramazan’ının ilk günü şehri muhasara etti… diye bahsetmektedir. Bkz. Osman Turan,.
Türkye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, TTK, Ankara, 1988, s. 415-419.
25Aksarayi, bu tarihi 1219-1236 olarak verirken; Bkz. Aksarayi, a.g.e., s.25; Osman Turan, 1220 -
379
Sevil İLİ
——————————————————————————————
üzerine eğilerek Yunan’ın mülkü ve İskender’in saltanatı, tamamiyle siz cihan
padişahının eline geçti: - Deniz kenarında bir şehir var. Oranın kışı insana
mutluluk veren bahar gibidir;Kırı laleden lal rengine bürünmüş olup güzelliğinden
dolayı suyunda taş yoktur; Orası çok latif ve taze açmış bir gül gibidir. Fakat var
olan dikeni yüzünden rahat değildir; Antalya gibi cennet güzelliğe sahip değilse de
toprağı tamamen amber yapısındadır… olarak bahsettiği, Kalonoros’u cennet
güzelliklerine benzeterek anlattığı bölümlere eserinde geniş yer vermiştir. Buradan
da anlaşıldığı üzere kalenin alınmasında Mübarizeddin Ertokuş’un Sultan üzerinde
hatrı sayılır derecede etkisi olmuştur. Zira Sultan bu fikri kabul etmiş ve yine
büyük hazırlıklara girişmiştir.26
Haçlıların 1204 yılında İstanbul’a girerek Latin Krallığı kurması ile ortaya
çıkan, muhtelif bölgelere hakim, yerel beylerden biri de Kalonoros Kalesi’ne
hakim olan Kyr Fart idi. Alara kalesine de yine bu yerel beyin kardeşi hakimdi.27
Ertokuş ve Vakfiyesi”, Belleten, 43, C. XI, S. 43, TTK, Ankara, 1947, ss. 416-417.
29İbn Bibi, a.g.e, 258-271; Osman Turan, a.g.m, s.417; Aydın Taneri, a.g.m, s.312.
380
Türkiye Selçuklulular’ındaki Sarsılmaz Konumuyla Üç Devrin Emiri: Mübarizeddin Er‐Tokuş
——————————————————————————————
inşasını sağlayan Alaaddin Keykubad’a ithafen Alaiyye olmuştur.30 Bölgeye 1228
yılında Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyesi’nde “beş tersaneden biri” olarak bahsettiği
Alaiyye tersanesi inşa edilmiştir ki31 Türkiye Selçukluları’nın bölgede izlediği
ticari politika doğrultusunda geliştirmek mecburiyetinde olduğu donanması ve aynı
zamanda Türk Denizcilik Tarihi açısından mühim bir adım olarak
niteleyebileceğimiz bir gelişme olarak görmek pek de yanlış olmaz.
30İbn Bibi, a.g.e, s.262; Osman Turan, a.g.m, s.417; Mükrimin Halil Yinanç, “Alaiyye”, MEBİA,
C.1, İstanbul, 1978, s.287; Osman Turan, a.g.e., ss. 357-358; İdris Bostan, “Alanya”, TDVİA, C.2,
İstanbul, 1989, ss. 339-340.
31Osman Turan, a.g.e., 2004, s. 360; Faruk Sümer, “Keykubad I”, TDVİA, C.25, Ankara, 2002, s. 358.
32Faruk Sümer, a.g.m., s.358.
381
Sevil İLİ
——————————————————————————————
yaptığı Antalya’nın uygun olmadığından, bu işin Kayseri’de gerçekleşmesi
gerektiğinden bahseder. Sultan’da Ertokuş’un nüfuzundan çekinerek Antalya’da
böyle bir girişimde bulunmamış Kayseri’ye gidene kadar beklemiştir.33 Artık
burada Antalya valisinin nüfuzunun ulaştığı seviye görülmektedir. Elbette ki bu
nüfuz diğer beylerin devlet üzerindeki etkisinden daha çok bir hürmet, saygı
derecesindedir. Aksi şekilde bir etki söz konusu olsaydı herhalde diğer emirlerle
aynı kaderi paylaşması kaçınılmaz olurdu.
33İbn Bibi, a.g.e, s.283-286; Osman Turan, a.g.m, s.417- 418; Osman Turan, a.g.e, s. 360-363;
Osman Turan, Selçuklular ve…, s.136-137; Aydın Taneri, a.g.m, s.312.
34İbn Bibi, a.g.e, s.354-355.
35İbn Bibi, a.g.e, ss.354-355; Osman Turan, Selçuklular Zamanında…, s.365; Aydın Taneri, a.g.m,
s.312.
36Osman Turan, a.g.e., ss.364-365; Aydın Taneri, a.g.m, s.312.
382
Türkiye Selçuklulular’ındaki Sarsılmaz Konumuyla Üç Devrin Emiri: Mübarizeddin Er‐Tokuş
——————————————————————————————
Bu fütuhat hareketini müteakip Aleaddin Keykubad yönünü Şarka
çevirmiştir. Yaklaşan Moğol tehlikesine karşı doğu sınırlarını güvencede tutmak
isteyen Sultan, Erzincan’da Mengücek Beyliği Hakimi Fahreddin Behramşah’ın
ölümü üzerine yerine geçen oğlu Davudşah’ın kendisine karşı birtakım muhalif
hareketlere giriştiğini ve Sultan’a bağlılığını bildiren bazı beylerin hapsedildiğini
yine Davudşah’ın elinden kaçıp Sultan’a sığınan beylerden öğrenmişti.37
37Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Turan Yay, İstanbul, 1973, s.64-66
38İbn Bibi, a.g.e. s. 355-361; Osman Turan, a.g.e, s.64-66; Osman Turan, Selçuklular Zamanında…,
ss. 372-378; Aydın Taneri, a.g.m, s.312.
39İbn Bibi, a.g.e. ss. 371-174; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, E Yay.,
383
Sevil İLİ
——————————————————————————————
olarak Şemsettin Altunaba’yı tayin ettiği görülmektedir ki bu arada ölmüş
olabileceği düşünülmektedir.41 Bu son görevine binaen onun komutan ve siyaset
insanı olmasından öte Atabey unvanı ile bahsedildiğini görmekteyiz ki yine onun
bu görevine izafen Isparta’da Atabey (Agros) İlçesi bugün hala aynı isimle
anılmaktadır. Bölgenin; Keyhüsrev, Keykavus ve Keykubad tarafından
Mübarizeddin Ertokuş’a temlik edilmiş olması gerekmektedir.42
Sonuç
Anlatmaya çalıştığımız üzere Selçuklu Saltanatının en önemli üç dönemi
içerisinde büyük öneme sahip muhtelif mevkilere gelerek bunlardan başarı ile
çıkmış, devletin parlak zaferlere ulaşmasına vesile olmuş, üç Sultan’ın -özellikle
41Osman Turan, a.g.m., ss.415-419; Aydın Taneri, a.g.m, s.313; Ertokuş’un ölümü hususunda
Böcüzade hicri 670 (1272) tarihini vermektedir. Bkz, Böcüzade Süleyman Sami, Isparta Tarihi,
Çev. Suat Seren, Serenler Yayını, İstanbul, 1983, C.1-2, s.111.
42Osman Turan, a.g.m, s.424.
43Böcüzade Süleyman Sami, a.g.e., s.109; Nermin Şaman Doğan, “Selçuklu Döneminde Siyasi ve
Bani Kimliği ile Mübarizeddin Ertokuş”, Edebiyat Fakültesi Dergisi, c.27, s.8.
44İlhan Erdem, “13. Asrın İkinci Yarısı ile 14. Asrın İlk Yarısı Arasında Göller Bölgesinin Siyasi,
İktisadi ve Kültürel Vaziyetine Genel Bir Bakış”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C.17, S. 28,
s.54.
45İlhan Erdem, a.g.m. s. 11.
46Osman Turan, a.g.m, s.420-422.
384
Türkiye Selçuklulular’ındaki Sarsılmaz Konumuyla Üç Devrin Emiri: Mübarizeddin Er‐Tokuş
——————————————————————————————
Alaeddin Keykubad’ın- ve valiliğini yapmış olduğu bölge halkının takdiri ve
sevgisini kazanarak tarihteki yerini almıştır.
Kaynakça
385
Sevil İLİ
——————————————————————————————
SÜMER, Faruk, “Keykavus I”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.25,
Ankara, 2002.
____________, “Keykubad I”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.25,
Ankara, 2002.
RICE, Thamara Talbot, Seljuks in Asia Minor, T&H, London, 1961.
TANERİ, Aydın,”Ertokuş”, Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.11,
İstanbul, 1995.
TURAN, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Turan Yayınları, İstanbul,
1973.
______________, “Keyhüsrev I”, MEB İslam Ansiklopedisi, C.6, İstanbul,1977.
______________, “Keykavus I”, MEB İslam Ansiklopedisi, C.6, İstanbul, 1977.
______________, “Keykubad I”, MEB İslam Ansiklopedisi, C.6, İstanbul, 1977.
______________, “Mübarizeddin Ertokuş ve Vakfiyesi”, Belleten, Cilt: XI, S. 43,
Türk -Tarih Kurumu, Ankara, 1947, s. 417.
______________, Selçuklular Zamanında Türkiye, Ötüken Yayınları, İstanbul,
2004.
______________, Selçuklular ve İslamiyet, Turan Yayınları, İstanbul, 1971.
______________, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Ankara, 1988.
TURAN, Refik, “Türkiye Selçukluları ve Anadolu Beyliklerinde Teşkilat”, Türkler
Ansiklopedisi, C.7, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
YİNANÇ, Mükrimin Halil, “Alaiyye”, MEB İslam Ansiklopedisi, MEB İslam
Ansiklopedisi, C.1, İstanbul, 1978.
386
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Berna BAYDAN
——————————————————————————————
ÖZET
Avrupa da Yahudilerin neden sorun olarak görüldüğü ve Yahudi sorunu ile
başlayıp, daha sonra bölgesel sınırsal değişim olarak göç ve sürgüne değinip, yaşananların
sonucuna bakacağız.
Göç eden Yahudiler daha çok nerelere gitmiş ve hangi şartlarda neden göç etmiştir
gibi güncel sorulara cevap arayacağız. Yahudilerin, Avrupa da Hristiyanlığın
yayılmasından, İsrail devletinin kuruluşuna kadar olan Avrupa ki yaşam sürecini ele
alacağız.
Aşkenazlar kimdir?
[berna.baydan@hotmail.com]
Avrupada Yahudi Sorunu Ve Yahudi Sürgünleri
——————————————————————————————
Almanya’nın batısında, Ren nehri kıyılarında yaşayan Yahudilere verilen genel bir
addır. 2
1 http://www.turkyahudileri.com/content/view/253/223/lang,tr/
2 Metin Delevi, Aşkenaz Yahudileri Tarihi, İstanbul, 2012, s.1
3 http://hugr.huji.ac.il/AshkenaziJews.aspx, Çev. Berna Baydan
4 http://hugr.huji.ac.il/AshkenaziJews.aspx, Çev. Berna Baydan
5 Paul Krıwaczek, Yahudi Medeniyeti, Çev. Ayşe Belma Denhi, İstanbul, 2007, s.118
388
Berna BAYDAN
——————————————————————————————
öğrenmişlerdi. Kuşkusuz bunda Yahudilerin rolü çok büyüktü.”6 Bu kadar
gelişmeye neden olmaları sorunu engellemiyordu.
Halk ise hem papaya destek vermiş hem Yahudi azınlığa karşı ilgi
duyuyordu bu durum hem yöneticileri hem kiliseyi rahatsız etmiştir. Bu durum
kilisenin yeni bir hamle yapmasını gerektirdi ve kilise dini yaymaları için
yöneticiler görevlendirdi onlara gizli destek ve imtiyazlar tanıdı. Aslında
çatışmalara tepkili gibi görünen kilise bu çatışmaları alttan alttan destekliyor ve
çatışmalardan aslında gayet memnun bir tavır içindedir. Yöneticiler ise Yahudi
389
Avrupada Yahudi Sorunu Ve Yahudi Sürgünleri
——————————————————————————————
halka karşı yapılanları görmezden geliyordu. Takınılan bu tavır Yahudi sorununun
başladığı anlamına geliyordu.
Kilise yetkilileri halkı sürekli babaları olan tanrı korkusu ile tehdit ederken,
kral ve imparatorları da bu konuda halka hoşgörüsüz olmaya çağırıyordu. Bu
doğrultuda kilise Hristiyan dinini yaymak için bir tür acımasız kampanya başlatmış
olup halkı Hristiyan dini konusunda yanlış yönlendirmeye başlamıştı. Papanın
yeryüzünde tanrının tek temsilcisi olduğu ve onun buyruklarına inanmanın tanrıya
inanmak demek olduğu yönündeki bu fikri baskı, hiç kuşkusuz çok geçmeden
bağnaz ortaçağ insanının üzerinde istedikleri yönde olumlu bir etki yapmıştı.
Rahipler verdikleri vaazlarda tanrının papaya ve onun kurallarına karşı çıkan
krallara çok öfkelendiği, onları ve onlara inananları cennetine almayacağını
buyurduğu şeklindeki sözler karanlık devrin münzevi insanlarında kırbaç etkisi
yapıyordu. Kilisenin dini yaymak adına sarf ettiği bu sözler ve takındığı katı model
tamamen insanlık dışıydı. Papa’nın ve onun piskoposlarının yolunu tutan zengin
toprak sahipleri de, bu konuda en az rahipler kadar güçlüydü. ‘Bu baskı ve işkence
döneminde halk zorunlu olarak, sempati duydukları Yahudilerden kopmuş ve
gittikçe yayılan skolastik düşünce bir kabus gibi toplumun üzerine çökmüştü.’9
Bu katı düşünce ile hareket eden kilise halkın üzerinde baskı kurmayı ve
Yahudiler ile ilişkilerini kesmeyi başarmıştır. Yahudiler artık tamamen dışlanıyor
ve izole ediliyorlardı. Bu dışlanmanın ve nötrlenmenin devamı ise kin, nefret ve
eziyetle gelecektir. Avrupa da Yahudilerin vatan umutlarını köreltiyordu.
390
Berna BAYDAN
——————————————————————————————
Yahudiler artık Avrupa’nın doğusunda Hristiyan çoğunluğun baskısı altında
yaşayamıyordu.
Onlar tek kişinin bile kaçmasına izin vermediler genç, ya da yaşlı, hatta beşikteki
bebeleri bile! Geldiler ve onları evlerinde kestiler! Güzel bekar kızların, genç
kadınların, hatta yaşı geçkin olanların bile ırzına geçtiler! Sonrada hepsini keserek
391
Avrupada Yahudi Sorunu Ve Yahudi Sürgünleri
——————————————————————————————
öldürdüler. Onları katlederken, tanrının buyruğu üzerine öldürdüklerini
söylüyorlardı.”12
392
Berna BAYDAN
——————————————————————————————
Rus olmaya zorluyordu, Yahudi çocuklarının Rus okullarına gidilmesi emredilmiş,
Yahudi nüfusunu azaltmak için erken yaşta evlenmeleri yasaklanmıştı. Dahası çar
1. Nikolas 1825 te tahta çıktığında –Rusya’nın nüfusunu otuz yıl boyunca
dondurun- demiş ve Yahudilerin geleneksel giysilerle etrafta dolaşmasını
yasaklamıştı. Daha da önemlisi kendi içlerinde kurdukları Kahalları 1844 yılında
ukaz denilen bir bildiri yayınlayarak iptal etmişti.”15 Bu sözler yıllarca kendini
kahile yöntemi ile yönetmiş Yahudilerin kendi yönetimlerini ellerinden alıyordu.
Kendi yönetimlerinin ellerinden alınması ise toplanıp karar almalarını yasaklamak
demekti. Rusya da bu bildiri üzerine daha sınırlı bir yaşam sürdürmeye başlamıştır
Yahudiler. Zaten sürekli göç ediyor ve geçim sıkıntısı çekiyorken birde bu kısıtlı
durumda mücadele veriyorlardı. Bu artık dillerini, dinerini, kültürlerini ve
kimliklerini unutturmak demekti.
Bunu takip eden zamanlarda Yahudi evlerinden toplanan insanlar işe yarar
ve yaramaz olarak ikiye ayrılıp gençler ve ergenliğe yeni giren çocuklar dahi
askere alınmıştır ve bu çocukların birçoğu hastalıktan ölmüş, geri kalanı ise ya
denizci olup karaya bir daha çıkamamış ya da Rusya – Kırım savaşında ölmüştür.
Aynı dönemde insan hakları adına başlangıçlar yapan Avrupa ise Yahudilere
yapılan bu zulme ve haksızlığa göz yumarak destek vermiştir.
393
Avrupada Yahudi Sorunu Ve Yahudi Sürgünleri
——————————————————————————————
1503 den itibaren Polonya kralı hahamları kendi atamaya başlayarak
Yahudi yönetimini de kendi eline aldı aslında. “Hahamlara sınırsız yetkiler verildi.
“Krallığın Yahudilere yetki vermekteki amacı tabii ki kendi menfaatlerineydi.
Polonyalılar Yahudilere düşmandılar. Örneğin tüccar sınıfının güçlü olduğu
Cracow’dan Yahudiler genellikle uzak tutuluyorlardı, Yahudi topluluklarının
gelişmesine izin vererek onları bilahare sömürmenin daha karlı olacağını
anladılar. Hahamlık ve Yahudi konseyleri esasen vergi üreten kurumlardı.” 16
394
Berna BAYDAN
——————————————————————————————
Polonya’daki Yahudileri değil dünyanın her yerinde ki Yahudileri derinden
etkiliyordu.”18
395
Avrupada Yahudi Sorunu Ve Yahudi Sürgünleri
——————————————————————————————
1898 yılına kadar Avrupa’ya entegre edilerek kullanılan Yahudiler bu
tarihten sonra ulus olarak parçalanan Avrupa’ya kendilerinin bir ulus olduklarını
kanıtlamışlardır. Tüm ulusların gazete dergi yayınlama hakları varken Yahudilerin
bu hakları ellerinden alınmıştır. Ulus olarak kabul edilmiş olmak Yahudi, nüfusun
yeni vatan hayalini körüklese de ulusal hareketleri engeller dolayısı ile başarısız
sonuçlanmıştır.
Başlıca içe göç alan bölgeler ise: Uruguay, Bolivya, Peru, Paraguay,
Brezilya, Güney Afrika.
Aşkenazi göçü ile birlikte Rusya merkezli başlayan göç Odessa limanından
Yafa limanına yani Filistin’e göçtüler. Filistin’e göç eden 70000 Yahudi olduğu
tahmin ediliyor. Rusya’nın batısına doğru hareket eden Yahudi kitleler, Avustuya,
Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa ve İngiltere’ye göç ettiler. Bir çoğu bu Avrupa
ülkelerine yerleşmeye çalışırken büyük çoğunluğu da bu ülkeler üzerinden
Amerika kıtasına göç ettiler.
396
Berna BAYDAN
——————————————————————————————
Sonuç
Avrupa da bundan sonra kaçış hareketi başlatan Yahudilere kilise
mutlulukla destek veriyordu. Ağırlıkla Amerika, Karayip adaları, Güney Afrika,
Avusturya gibi yerlere gitmek istiyorlardı fakat birçoğu gidemedi. Avrupa da ki
acente sahiplerinin fırsatçı tavırları yüzünden birçoğu izin alamadığı için
denizlerde günlerce sefil olmuştur. Amerika yerine Galler’e ve ya Arjantin’e
götürülmüşlerdir. Avrupalı Hristiyanların yaptığı acımasız zulümlerden göçle
kurtulabilmişlerdir. Yahudilerin tam anlamı ile rahata kavuştukları zaman ise 1947
resmi İsrail devletinin kuruluşudur.
Göç Yolları
397
Avrupada Yahudi Sorunu Ve Yahudi Sürgünleri
——————————————————————————————
398
Berna BAYDAN
——————————————————————————————
Kaynakça
399
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Burcu ÖNEL
——————————————————————————————
ÖZET
Günümüzde disiplinlerarası bir alan olarak kabul gören imgebilim, edebiyattan
antropolojiye, etnografyadan tarihe kadar birçok alanda çalışmalara konu olmuştur. Bu
çalışma alanlarından biri de tarihte önemli bir yere sahip olan, Avrupa ve Türkler
arasındaki ilişkiler üzerinde durmaktadır. Dünya tarihinde yüzyıllar boyunca var olan
Türkler yalnız kendi tarihleri açısından değil tüm devletlerin tarihinde de oldukça önemli
bir yere sahip olmuşlardır. Fakat bu devletler Türk kimliğini, Avrupa'nın kendi kimliğini
tanımlayabilmesi, birlik ve bütünlüğüne zemin teşkil edebilmesi için tehdit olarak gördüğü
bir “öteki” olarak algılanmıştır.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Karşılaştırmalı Tarih Yüksek Lisans Öğrencisi,
[burcuonel35@gmail.com]
1 Serhat Ulağlı, İmgebilim Öteki’nin Bilimine Giriş, Sinemis Yay., Ankara,2006,s.3.
Avrupa’da Türk İmgesi
——————————————————————————————
tanımlamaktadır. TDK Psikoloji alanında ise imgeyi “duyu organlarının dıştan
algılandığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj” ve “duyularla
alınan bir uyaran söz konusu olmaksızın bilinçte beliren nesne ve
olaylardır.”şeklinde tanımlanmaktadır. 2 Farklı alanlarda birçok tanımı olan imge
sözcüğü genel anlamıyla bilinçaltının istemli ya da istemsiz olarak belirli
çağrışımlar ile dışa vurumu olarak tanımlanabilir.
İmge ile ilgili yapılan çalışmalar çok eski dönemlerde başlamış olsa da hala
çözülemeyen sorunlar ve tartışmalı konuları bulunmaktadır. Bu çalışmalar
günümüzde üç farklı ekolün imge anlayışları çerçevesinde şekillenmişlerdir. Jean
Marrie Carrè ile başlayan Fransız ekolü, “imge bir edebiyat incelemesidir.”
İddiasında bulunurken Rene Wellek’in temsilcisi olduğu Amerikan ekolü ise “imge
bir tarih veya sosyoloji incelemesidir.” Görüşünü savunmaktadır.3
İmge hem bir yazarın iç dünyasını tanımamıza hem de bir gerçeğin yazar
tarafından yeniden şekillendirilmesine olanak sağladığı için oldukça önemli bir
kavramdır. Yazar dış çevreden algılamış olduğu gerçeği kendi zihninde kendi
değer yargıları ile yeniden anlamlandırmıştır. Norman Friedman’a göre ise imge
“fiziksel bir algılamanın ürettiği bir duyumun zihinde yeniden üretilmesidir.”4
İmge okuyucuya gösterilen nesne ya da olguyu fiziki olarak görmesi yerine,
deneyimleri kültürü ve okuduğu eserlerdeki edinmiş olduğu izlenimlere dayanarak
hayal etmesine katkıda bulunur. İmgenin temel amacı hayal ettirmektir.
401
Burcu ÖNEL
—————————————————————————————
İmge araştırmalarının sağlam bilimsel temellere dayanması ve kalıcı
genellemelere ulaşabilmeleri, yazın tarihi, yazın kuramı gibi bilim dallarının
verilerinden yararlanması ile mümkün olmalıdır. Günümüzde disiplinlerarası bir
alan olarak kabul gören imgebilim, edebiyattan antropolojiye, etnografyadan tarihe,
uluslararası ilişkilerden sosyal psikolojiye kadar birçok alanda çalışmalara konu
oluyor. Farklı branşlardaki araştırmacılar öteki olarak adlandırılan kültürün ve
toplumların nasıl algılandığı, ayrılık ve farklılıkları, kültürel uyum sağlama, belli
bir kültürden uzaklaşma ve yabancılaşma, kendine dair imge konularını
incelemektedir.6
402
Avrupa’da Türk İmgesi
——————————————————————————————
de siyasal ayrımlara bölünmüştü. Sekiz yüz yılı aşkın bir zaman önce buraya gelen
Türkler, Akdeniz'in güney ve doğu kıyılarının egemen gücü olmuşlardır. Bu
egemenlik Batı 'da, Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan tüm halkların Türklükle
özdeşleştirilmesine de sebep olmuştur. Aynı zamanda, Avrupalılar için Türk
sözcüğü Müslüman sözcüğü ile eşanlamlı olarak da kullanılmıştır. Bununla
birlikte, Osmanlıların Akdeniz'in içlerine kadar ilerlemeleri, Avrupa'nın karada
kuzeybatı yönünde ilerleyerek kendini yeniden tanımlamasına neden olmuştur. İşte
bu bağlamda Avrupa açısından tarih boyunca ötekini temsil eden unsurlardan biri
de "Müslüman-Türk" kimliği olmuştur.
Tarihin derinliği içinde var olan uygarlıklardan yalnızca iki tanesi coğrafi
adların yanı sıra bir de yön işareti taşımaktadır. Bunlar Doğu ve Batı'dır. Yön
kişinin kendi konumuna göre belirlediği durumu ifade etmektedir. Yani her yer
doğu veya her yer batı olabilir veya aynı yer farklı kişilere göre, hem doğu, hem de
batı olabilir. Bu da bizi mutlak bir doğu ya da mutlak bir batının
konumlandırılmasının imkânsızlığına götürür. Bununla birlikte bu durum bizi doğu
ile batının ancak birbirine nazaran ve birbirlerini karşılıklı kabulü halinde varlık
8Mehmet Ali Kılıçbay, "Fakir Akrabanın Talihi", Doğu Batı Düşünce Dergisi: Doğu Ne? Batı Ne?,
Yıl: I, Sayı: 2, 1998, s. 50.
403
Burcu ÖNEL
—————————————————————————————
kazanabilecekleri noktasına da ulaştırır. Yani burada durum, birinin diğerini kendi
aynasında üretmesinden kaynaklanmaktadır.
Yeni Çağ'ın başlarından itibaren ise Batı'nın yeni deniz yollarının bulunuşu
ile birlikte o güne değin varlıkların bilinmeyen toplumlarla karşılaşması, daha
tarihin ilk günlerinden beri insanlığın karşısında bulunan Doğu-Batı sorununa yeni
bir anlam ve yeni bir boyut kazandırmıştır. 18. yüzyılın ortasından itibaren ise
Doğu-Batı ilişkilerinin iki temel özelliği olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki,
Avrupa'nın Doğu üzerinde sistematik, gelişen bir bilgiye sahip olmasıdır. Doğu-
Batı ilişkilerinin yeni şekil içindeki ikinci özelliği de Avrupa'nın üstünlük
iddiasında bulunmasa dahi güç dengesini daima kendi tarafında tutuşudur. Politik,
kültürel ve hatta dini alanda dahi Doğu-Batı ilişkileri temelde daima zayıf ve güçlü
ortaklar arasında olduğu şekli ile kalmıştır.
9
Edward Said, Oryantalizm, çev. Nezih Uzel, İstanbul. İrfan Yayıncılık. 1998, s.26.
404
Avrupa’da Türk İmgesi
——————————————————————————————
olarak kullanılmıştır. Bizans İmparatoru'nun mektubunda yer verdiği Türkler
hakkındaki anlatımlar, Hıristiyanlığın ortak hafızasına yerleşen olumsuz imgelerin
oluşmasını sağlamıştır.10
14. ve 15. yüzyıllarla birlikte Batı Avrupa'daki Türk imgesini her şeyden
önce Osmanlıların, Balkanların büyük kesimleri üzerinde egemenlik kurmalarıyla
ve 1453'te İstanbul’u fethetmeleriyle sonuçlanan savaşlar belirlemiştir. 1453'te
İstanbul’un Türklerin eline geçmesiyle birlikte, Türklerin Batıya akınlar
düzenleyecekleri ve Hıristiyanlığı yok edecekleri korku ve endişesi belirmeye
başlamıştır.11 Oluşan bu korku ve endişe ise Türkler hakkındaki Batılı imajın
meydana gelmesinde en güçlü etken olmuştur. Bu itibarla, Osmanlı
İmparatorluğu'nun gücünün süratle yayıldığı bu dönemlerde, "korkunç Türk",
Hıristiyan Avrupa tarafından "öcü" olarak imgelendirilmiştir.12 Bundan sonra
Türkler, Batı Avrupa'nın birçok yerinde, "Türk tehlikesi" propagandası yapılarak
Deccal'in habercileri olarak dehşet uyandırıcı bir biçimde tanıtılmaya
başlamışlardır.13
10 Onur Bilge Kula, Avrupa Kimliği ve Türkiye, İstanbul, Büke Kitapları, 2006, s.261.
11 Hadiye Tuncer, 17 ve 18. Yüzyıllarda Osmanlı imparatorluğu ve Danimarka İlişkileri, Ankara,
Doruk Kitabevi, 1991, s.7.
12 Kemal Karpat, Osmanlı ve Dünya, İstanbul, Ufuk Kitapları, 2003, s.18.
13Karpat ,a.g.e.,57.
14
Kula, Alman Kültüründe.. I…, s.31-35.
405
Burcu ÖNEL
—————————————————————————————
halkının az konuşma ve mütevazılıklarını övgüye değer davranış biçimi olarak
değerlendirerek, Türk savaşçılarının ve birliklerinin düzenliliğini de övmüştür.15
15 Kula, Avrupa Kimliği…s.245. Ayrıca bkz. Ogier Ghiselin von Busbeck, The Turkish Letters of
Ogier Ghiselin De Busbecq Imperial Ambassador at Constantinople 1554 - 1562, Latinceden çev.
Edward Seymour Forster, Oxford, Oxford University Press, 1968, s.85-168.
16 İsmail Hakkı Kadı , "Hollanda'da Şarkiyat Araştırmaları", Doğu Batı Düşünce Dergisi, Doğu Batı
Pablo Maritn Asuero (ed.), İspanya-Türkiye: 16. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Rekabet ve Dostluk, İstanbul,
Kitap Yayınevi, 2006, s. 15 -29.
406
Avrupa’da Türk İmgesi
——————————————————————————————
cezası, tanrının kırbacı ve şeytanın hizmetçisi" olarak tanımlandı. Hıristiyanlar
günah işledikçe Tanrı Türkler aracılığıyla onları cezalandırıyordu.18 Ayrıca
Türkler, bu dönemin edebiyat ve tiyatro eserlerinde "günahkârları yargılayan
Tanrı cezası” olarak da anılmışlardır.19
Martin Luther ise Türk tehdidinin Hıristiyanlar üzerinde ilahi bir kamçı
olduğu iddiasında da bulunmuştur.20 Luther ayrıca yapıtlarında İslâm’a ve Osmanlı
tehlikesinin yayılmasına ilişkin pek çok atıfta da bulunmuştur.21
Türk tarihi uzmanı ünlü İngiliz tarihçi Richard Knolles ise "Türklerin tarihi
Hıristiyanların yıkımının tarihidir." ifadelerini kullanmıştır. 1621 tarihli "Türklerin
Genel Tarihi" adlı eserinin girişinde Knolles, Türklerin dünyadaki en dehşet verici
güç olduğunu kaygıyla ifade etmiştir. Ona göre dünyada Türkler kadar imrendirici
ve tuhaf, ihtişamlı ve kuvvetli, tehlikeli ve korkunç bir devlet bulunmamaktadır.22
18 Onur Bilge Kula, Alman Kültüründe Türk imgesi II, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1993, s.72-77.
19 Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1996, s.299.
20 Arnold. J. Toynbee, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Dünya Tarihindeki Yeri", Kemal Karpat (der.),
2000, s.33.
23 Halil İnalcık, "Türkiye ve Avrupa: Dün Bugün", Doğu Batı Düşünce Dergisi (Vol.1 No.2) Ankara,
407
Burcu ÖNEL
—————————————————————————————
gelen ve Avrupa'yı sarsan tehlike olarak algılanmaktaydı.24 Bu dönem içerisinde de
Avrupa kendini, kendi içinde değil ötekiyle ilişkisi bağlamında tanımlamıştır. Yani,
16. ve 17. yüzyılda Osmanlılara karşı oluşturulmuş propaganda da tehdit unsuru
üzerine temellendirilen bir Avrupa fikrine rastlamak mümkündür. 1686'da
Osmanlı'ya karşı savaş planı hazırlayan Rahip Coppin, Türklere karşı savaşta
Avrupa devletlerinin bir koalisyonda bir araya gelmelerini ve ortak bir kuvvet
oluşturmalarını önermiştir. 1693'de büyük bir Avrupa Birliği'nin planlarını yapan
William Penn ise, Türklerinde bu birlik içerisinde yer alabileceklerini fakat bunun
bir şarta bağlı olduğunu bu şartın da Türklerin dinlerini değiştirmeleri olduğunu
ifade etmiştir.25
Türk imgesi özellikle de 16. yüzyıl Fransız edebiyatında sık sık karşımıza
çıkar. Bu dönem boyunca tüm yazar ve şairler, en çok da askeri ve dinsel
kavramlarla, Türklerden söz ederler. Osmanlılar, korkunun yanı sıra merak ve
cazibenin de odağında bulunmaktadır. Ronsard, Du Bellay, Baif, Belleau gibi
şairlere göre, Osmanlı Türkü doğuludur ve baş düşman rolü için Araplar ve diğer
Müslümanlarla yarışır. Bu düşman iki bakış açısıyla ele alınır. İlki, bir savaşçı
olarak gösterdiği tavır ve Osmanlı devlet yönetimine özgü unsurlar, ikincisi, onu
geleneksel düşman haline getiren farklı bir dinsel cemaate ait olması
bakımındandır.27
24 Beril Dedeoğlu, “Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci I: Tarihsel Birikimler", Beril Dedeoğlu (der.),
Belleau", Özlem Kumrular (der.), Dünyada Türk imgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2005, s. 301-309.
408
Avrupa’da Türk İmgesi
——————————————————————————————
17. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı Devleti'nin 1683'teki Viyana
bozgunu onun Avrupa için askeri bir tehlike olmaktan çıkarmıştır. Fakat
Osmanlı'nın askeri bir tehdit olmaktan çıkması bile 18. ve 19. yüzyıllardaki
Avrupa'daki Türk imajını değiştirmeye yetmemiştir. Bu dönemde Türkler
Avrupalının zihninde askeri tehdit olarak değil "kültürel tehdit" olarak yerlerini
aldılar. 18. yüzyıl İngiliz yazarlarından Lady Mary Montagu'nun "Brief asu dem
Orient" adlı eseri bu dönem açısından oldukça önemlidir. Lady Mary Montagu'nun
mektupları kocası Edward'ın 1716 yılında İstanbul’a elçi olarak görevlendirilmesi
ile başlamaktadır. Lady Montagu, farklı ve yabancı bir kültürü anlamaya, onlara
kendi kültürü açısından bir anlam vermeye çalışmıştır. Mektuplarda hamam ritüeli
ön plana çıkartılmış ve kültürel bir öğe olarak anlatılmaya değer bulunmuştur.
Lady Montagu ayrıca, ilk defa İstanbul’da karşılaştığı suçiçeği aşısını İngiltere’ye
götürmüş ve aşının burada kullanılmasını sağlamıştır.28
19. yüzyıla gelindiğinde ise Alman kadın yazarlarından Ida von Hahn-
Hahn'ın "Orientalische Briefe" da oldukça ilgi çekicidir. Ida von Hahn- Hahn 1843
yılında Doğu'ya gezilerini başlatmak için Dresden'den yola çıkarak neredeyse tüm
Anadolu’yu gezmiştir. Ida von Hahn-Hahn İstanbul’da bulunduğu sıralarda
mektuplarında dar sokaklardan, köpek ve eşek sürülerinden, çöplerden ve
kanalizasyon sorunlarından bahsetmiştir. Bununla birlikte yazar İstanbul’dan
Doğu'ya açılan büyük ve sihirli bir kapı olarak da bahsetmiştir. Yazar İstanbul’un
Doğu-Batı arasında bir kültürel, ekonomik, dini, sosyal ve politik köprü konumunu
da ifade etmeye çalışmıştır.30
28 Kadriye Öztürk, "Ida von Hahn-Hahn'ın "Orientalische Briefe" ve Lady Mary Montagu'nun "Briefe
At ıs Dem Orient" Adlı Eserlerinde Doğu ile İlk Karşılaşmada Yabancılık", Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2006, Sayı: 16, Aralık 2006, s. 473-491.
29 Özkan Açıkgöz, "Avrupa Birliği'nde Kültürel Entegrasyon ve Türkiye'nin Durumu", Stratejik
409
Burcu ÖNEL
—————————————————————————————
Genel olarak baktığımızda, tarihin akışı içerisinde Türklerin Avrupa'daki
imajı oldukça olumsuzdu. Fakat bunun istisnaları da olmuştur. Daha öncede ifade
edildiği gibi, Osmanlıların zaman içinde askeri ve ekonomik alanda zayıflamaları
onları Avrupalıların gözünde büyük bir tehdit olmaktan uzaklaştırarak, dönemin
koşullarına göre zaman zaman zayıf bir düşman, zaman zamanda zayıf bir müttefik
olarak görülmelerine neden olmuştur. Bunun ilk örneği, Türklerin Avrupalı
kimliğinin onaylanmasıyla sonuçlanan 1854 Kırım Savaşı ve sonrasında imzalanan
1856 Paris Antlaşmasıdır. Bu antlaşmanın imzalanmasıyla birlikte, Osmanlı
imparatorluğu, Avrupa devletler topluluğunun eşit bir üyesi olarak Avrupalı
devletler tarafından kabul edilmiştir. Fakat gerek bu destek gerekse de imzalanan
antlaşma Türkiye'nin Avrupalılığını sonsuza dek onayı anlamına gelmiyordu.31
31 Hüner Tuncer, Doğu Sorunu ve Büyük Güçler (1853-1878) Osmanlı 'nın Kader Yılları, Ankara,
410
Avrupa’da Türk İmgesi
——————————————————————————————
araya getiren ve Avrupalılar' bu değerler çerçevesinde birleştiren en önemli faktör
dışsaldı. Avrupa kimliğinin ve medeniyetinin oluşumunda bu rolü Türkler
üstlenmişlerdir. Avrupa'nın kültürel bir birim olarak meydana gelmesinde İslam-
Hıristiyanlık çatışması önemli bir rol oynamıştır. Hatta Avrupa merkezli dünya
görüşünün oluşması da bu çatışmadan doğmuştur. Türk varlığı, Hıristiyan
Avrupalıların ortak düşmana karşı birleşmelerinin yanında Avrupalıların Avrupa
çerçevesinde ortak bir kimlik bilinci teşkil etmelerini sağlamıştır.
34 Meyda Yeğenoğlu, Avrupa Kimliğinin ideolojik Arka planı", Doğu Batı Düşünce Dergisi, Vol.8
No.31, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2005, s.89.
35 Hüseyin İnaç, "Avrupa Birliği Entegrasyonu Sürecinde Türkiye'nin Kimlik Problemleri", Doğu
411
Burcu ÖNEL
—————————————————————————————
Kaynakça
AÇIKGÖZ, Özkan, "Avrupa Birliği'nde Kültürel Entegrasyon ve Türkiye'nin
Durumu", Stratejik Öngörü, Vol.1 No.1, İstanbul, TASAM Yayınları,
2004.
DEDEOĞLU, Beril, “Avrupa Birliği Bütünleşme Süreci I: Tarihsel Birikimler",
Beril Dedeoğlu (der.), Dünden Bugüne Avrupa Birliği, İstanbul, Boyut
Yayıncılık, 2003.
GÜVENÇ, Bozkurt, Türk Kimliği, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1996.
GÜVENÇ, Bozkurt, "Kimlik, imaj ve Türk İmajı", Özlem Kumrular (der.),
Dünyada Türk imgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2005.
HOURANİ, Albert, Avrupa ve Orta Doğu, çev. Ahmet Aydoğan ve Fahrettin
Altun, İstanbul, Yöneliş, 2001.
İNAÇ, Hüseyin, "Avrupa Birliği Entegrasyonu Sürecinde Türkiye'nin Kimlik
Problemleri", Doğu Batı Düşünce Dergisi, Vol.6 No.23, 2003.
İNALCIK, Halil, "Tarihte Avrupa Birliği ve Türkiye", Doğu Batı Düşünce Dergisi,
Vol. 8 No.31, Ankara, Felsefe Doğu Batı Yayınları, 2005.
İNALCIK, Halil, "Türkiye ve Avrupa: Dün Bugün", Doğu Batı Düşünce Dergisi,
Vol.1 No.2, Ankara, Felsefe Sanat ve Kültür yayınları, 1998.
KADI, İsmail Hakkı, "Hollanda'da Şarkiyat Araştırmaları", Doğu Batı Düşünce
Dergisi, Doğu Batı Yayınlan, 2005, Yıl: 5, Sayı: 20.
KARPAT, Kemal, Osmanlı ve Dünya, İstanbul, Ufuk Kitapları, 2003.
KILIÇBAY, Mehmet Ali, "Fakir Akrabanın Talihi", Doğu Batı Düşünce Dergisi:
Doğu Ne? Batı Ne?, Yıl: I, Sayı : 2, 1998
KULA, Onur Bilge, Alman Kültüründe Türk İmgesi I, Ankara Gündoğan Yayınları,
1992.
KULA, Onur Bilge, Alman Kültüründe Türk imgesi II, Ankara, Gündoğan
Yayınları, 1993.
KULA, Onur Bilge, Avrupa Kimliği ve Türkiye, İstanbul, Büke Kitapları, 2006.
LEWİS, Bernard, Müslümanların Avrupa'yı Keşfi, çev. İhsan Durdu, İstanbul, Ay
ışığı Kitapları, 2000.
TOLEDO, Paulino, "Osmanlı-İspanyol imparatorluklarında Dünya imparatorluğu
Fikri: 16. Yüzyıl", Pablo Maritn Asuero (ed.), İspanya-Türkiye: 16.
Yüzyıldan 21. Yüzyıla Rekabet ve Dostluk, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2006.
412
Avrupa’da Türk İmgesi
——————————————————————————————
MAZEAUD-KARAGİANNİS, Edith, "16. Yüzyıl Fransız Şiirinde Türk İmajı:
Ronsard, Du Bellay, Baif, Belleau", Özlem Kumrular (der.), Dünyada Türk
imgesi, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2005
ÖZTÜRK, Kadriye, "Ida von Hahn-Hahn'ın "Orientalische Briefe" ve Lady Mary
Montagu'nun "Briefe At ıs Dem Orient" Adlı Eserlerinde Doğu ile İlk
Karşılaşmada Yabancılık", Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, Yıl: 2006, Sayı: 16, Aralık 2006.
SAİD, Edward, Oryantalizm, çev. Nezih Uzel, İstanbul. İrfan Yayıncılık. 1998.
TOYNBEE, Arnold. J., "Osmanlı İmparatorluğu'nun Dünya Tarihindeki Yeri",
Kemal Karpat (der.), Osmanlı ve Dünya, İstanbul, Ufuk Kitapları, 2003.
TUNCER, Hadiye, 17 ve 18. Yüzyıllarda Osmanlı imparatorluğu ve Danimarka
İlişkileri, Ankara, Doruk Kitabevi, 1991.
TUNCER, Hüner, Doğu Sorunu ve Büyük Güçler (1853-1878) Osmanlı 'nın Kader
Yılları, Ankara, Ümit Yayıncılık, 2003
ÜÇEL-AYBET, Gülgün, Avrupalı Seyyahların Gözünden Osmanlı Dünyası ve
insanları (1530-1699), İstanbul, İletişim Yayınları, 2007.
YEĞENOĞLU, Meyda, Avrupa Kimliğinin ideolojik Arka planı", Doğu Batı
Düşünce Dergisi Vol.8 No.31, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2005.
YURDUSEV, Nuri A., "Avrupa Kimliği'nin Oluşumu ve Türk Kimliği", Atilla
Eralp (der.), Türkiye ve Avrupa, Ankara, İmge Kitabevi, 1997.
413
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Ahmet KELEŞ *
——————————————————————————————
ÖZET
Yapmış olduğumuz bu çalışmada tüfenğin Çin’de ortaya çıkışından 16. yüzyılda ki
kullanımına kadar olan kısım ele alındı. Tüfenk ilk olarak Çin’de ortaya çıkmış olup,
Cengiz Han’ın 1241’de Polonya ve Macaristan’ı işgal etmesi ile Avrupa’ya gelmiştir.
Osmanlılar ise ilk olarak Sırplardan ateşli silahları öğrenmişler ve bu silahları geliştirerek
ordularında uygulamışlardır. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi ile ateşli silahlarda
devrim yapmışlardır. 16.yüzyılda ise devlet tüfenğin reayanın eline geçişine engel
olamamış ve celali isyanlarında devlete pahalıya mal olmuştur. İsyanlar neticesinde devlet
tüfenği reaya ve isyan eden leventlerden toplatma çalışması başlatmış, bu işleri özveri ile
yapanlara da karşılığının verileceğini bildirmiştir.
1Giray Fidan, Çin’de Osmanlı Tüfeği ve Osmanlılar, Yeditepe yay., İst, 2011,s.118-119.
2Kenneth Chase, Ateşli Silahlar Tarihi, Çev. Füsun Tayanç-Tunç Tayanç, Türkiye İş Bankası Kültür
Yay., İst, 2008, s. 40.
415
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
üç unsurundan en önemlisini teşkil eden ve büyük bir kısmını oluşturan ayrıca
dumansız barutlarda da kullanılan ve külçe halinde madeni bir maddeden oluşan
güherçile eskiden barut yapımında kullanılmıştır. XVIII. asırda çok daha hızlı
yayılan % 12,5 kömür, % 12,5 kükürt ve % 75 güherçile maddesinden meydana
gelen kara barutun da yine önemli bir kısmını güherçile meydana getirmiştir.3
3
M. Metin Hülagü, “Osmanlı Devleti’nde Güherçile Üretimi ve Kayseri Güherçile Fabrikası” Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.11, 2001, s.73.
4 Chase, a.g.e., s.70-71.
5 Chase, a.g.e., s.73.
416
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
——————————————————————————————
serpantin barut bir süre daha kullanıldı ama taneli barut tüfenklerin yapılmasını
sağladı.6
417
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
sahrada kullanımı için ise II. Murad zamanını yani 1440’ların sonunu beklemek
gerekecektir.9
Elde tutulan bu ateşli silah Macar veya Sırpların verdiği ad ile değil kendi
dillerine has bir terminoloji ile Osmanlıya geçişine açıklık getirir. Bu tür silahların
ilk kullanımı içi boş bir demir parçası içerisine küçük taş taneleri konularak
fırlatma işlemine dayanır.
9FeridunEmecen, Osmanlı Klasik Çağında Savaş, Timaş yay, İst, 2010, s.30-31.
10Emecen, a.g.e., s.32.
11 Emecen, a.g.e., s.33.
418
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
——————————————————————————————
tetiksiz ateşsiz ateşleme mekanizmasına sahip olduğu bilinmektedir. Müzelerde bu
tüfek tipine örnek bulunmamaktadır.12
Osmanlılarda tüfenk ile ilgili ilk resmi kayıtlar bu konuda çalışan diğer
tarihçilerin de dediği gibi İstanbul’un fethi ve sonrasında yazılan tahrir
defterlerinde yer alır.Bu kayıtlar tüfenk ve tüfekçilerin 1455 gibi erken bir tarihte
özellikle sınır kaleleri ve önemli istihkâmlarda bulunduğunu gösterir.13
419
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
bu niyette olmasa da Osmanlı tüfenk kullanımının batıdanüstün olduğunu belirtir.
1473 Otlukbeli Savaşı’nda da tüfenkli yeniçeriler mühim roller oynamışlardır.
Yavuz Sultan Selim 24 Ağustos 1516 Mercidabık ve 22 Ocak 1517 Ridaniye
Savaşları’nda Memluk ordusunu bozguna uğratmış savaşın kazanılmasında tüfenkli
yeniçeriler önemli roller oynamışlardır.15
15 Emecen,a.g.e., s.37.
16 Jonathan Grant , “Osmanlı Gerilemesini Yeniden Düşünmek: 15.-18. Yüzyıllardaki Askeri
Teknoloji Yarışında Osmanlı İmparatorluğu’nun Konumu” Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak
(Gerileme Paradigmasının Sonu), Haz. Mustafa Armağan, Timaş yay, Temmuz 2011, İst, s.194.
17 Jonathan Grant, a.g.e., s.196.
18
Marc David Baer, IV. Mehmed Döneminde Osmanlı Avrupası’nda İhtida ve Fetih, Çev. Ahmet
Fethi Yıldırım, Hil yay., İst, Ağustos 2010, s.77.
420
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
——————————————————————————————
Modern Avrupa tarihi alanında uzman Rıfa’at Ali Abou-El-Haj isetımar
sistemi ile alakalı olarak akçenin kıt, ateşli silahların yaygınlaşması,nüfus artışı,
gibi etkenlerin tımar sisteminin bozulmasında halen tartışmalı olduğundan
bahsetmektedir.19 Her ne kadar tartışmalı olsa da genel kanaat tımar sisteminin
işlevsiz hale gelmesinin nedeni olarak savaşlarda ateşli silahların yaygın olarak
kullanılmaya başlanması gösterilmektedir. Ateşli silah olarak topun yanında tüfenk
kullanımının yaygınlaşması kast edilmektedir.20
19
Rıfa’at Ali Abou-El-Haj, Modern Devletin Doğası (16.Yüzyıldan 18. Yüzyıla Osmanlı
İmparatorluğu), Çev. Oktay Özel-Canay Şahin, İmge Kitabevi, Ankara, Kasım 2000, s.51-52.
20 Mehmet İnbaşı vd, Osmanlı Tarihi El Kitabı, Ed.: Tufan Gündüz, Grafiker Yay, Ankara, 2013,
s.240.
21 3 Numaralı Mühimme Defteri (966-968/1558-1560), (Özet ve Transkripsiyon), Devlet Arşivleri
421
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
Selim’e de aynı şeyin olmasını sağlamaktı. Bunun için başörtüsü, peştamal ve yün
eğirmek için kullanılan aletlerle birlikte bir mektup göndererek onu mücadeleye
davet etti.23
422
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
——————————————————————————————
İsyan eden Şehzade Bayezid’i ele geçirenlere ise karşılığının verileceği
bildirilmiştir.29
1958, s.53.
423
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
Celali isyanları bakımından İran ve Avusturya harblerinin halk, bilhassa
köylü üzerinde ki kötü tesirleri ise çok daha şiddetli olmuştur. Bu sıralarda harb de
işe yarar hizmet ücretli ve gönüllü kimseler tarafından yapıldığından bu hususta
halkı ilgilendiren bir şey yoktu. Fakat pek büyük olan harb masrafları yine
reaya’nın belini büküyordu.
Seferler için halktan alınan vergileri iki isim altında toplamak mümkündür:
Celali adı Yavuz Sultan Selim döneminde Bozok sancağında isyan eden
Şeyh Celal oğlu Şah Veli’den gelmektedir. Asıl Celali isyanları 1596-1610 yılları
arasında 1596 Haçova Meydan Muharebesinden sonra başlayan ve Anadolu’yu
kasıp kavuran ayaklanmalar olarak bilinmektedir.Avusturya savaşları sırasında
tüfenk satın alındı. Ancak savaşlarda ganimet elde edilemeyince uzun yıllar savaşta
kalmanın getirdiği ekonomik kayıplar ise yoksulluğu artırmıştı. Yeniçeriler ise
enflasyon sonucu ortaya çıkan fiyat artışından ve maaşlarının ayarı düşük akçe ile
ödenmesinden yakınıyorlardı. Avusturya’ya karşı mücadele etmek için silâhaltına
alınan sekbanlar ise işleri bitince kendilerine celaliler arasında kolayca yer
bulabiliyordu.Celaliler ise sınır tanımıyor, şehirleri kasabaları basıp yakıyor, soyup
soğana çeviriyordu. Ticaret yapılamıyor, tarım ise durmuş vaziyetteydi. Anadolu
halkı şaşkındı ve korkuyordu. Can korkusu ise cabasıydı.35
424
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
——————————————————————————————
softaların katılması isyanların genişlemesine neden olmuş devlet göndermiş olduğu
hükümlerle isyancılarda bulunan tüfenkleri toplatmaya çalışmıştır.36
Köylünün elinde avucunda ne varsa almak için ellerinden gelen her türlü
işkenceyi yapıyorlardı. Bu işkencelerden bir tanesinde yiyeceklerin yerini
öğrenmek için köylüleri ayaklarından asıyorlardı. Öncelikle devlet, Celali
eşkıyalığına son verebilmek için askeri tedbirler aldı. Ancak kayda değer önemli
bir başarı elde edilemedi.40
425
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
Merkezileşme açısından bakıldığında, XVII. yüzyılda devletin merkezi
kontrolü elinde bulundurduğu görülmektedir. Devlet eşkıyalarla pazarlıklar
yapmaktadır. Merkezi otoritenin zayıflaması, mahalli kazanımlar ve otonomi
sağlaması XVIII. yüzyılda gerçekleşecektir.42
426
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
——————————————————————————————
kimselerin dağlarda avlandıkları tespit edilmiştir. Bu kimselerin tüfenk kullanımı
yasaklanmış ve emre aykırı hareket edenlerin tespitine çalışılmıştır. Tespit edilenler
kürek cezasına çarptırılmışlardır.45
Değerlendirme ve Sonuç
Tüfenk ilk ortaya çıkışında kullanışsızdı. Ancak tüfenğin Avrupa’ya
gelmesi ile ortaya çıkan arkebüs adlı küçük silahlar kale kuşatmalarında önemli
roller oynadı. İstanbul’un fethinde tüfenkli yeniçeri birlikleri önemli roller
üstlenmişlerdir. Yavuz Sultan Selim’in Safeviler ile yaptığı savaşlarda süvari savaş
taktiğinden vazgeçmeyen Safevi devleti ağır bir hezimete uğramıştır. Safeviler bu
s.314.
427
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
yenilgiden sonra ordularında tüfenkli birlikler bulundurmaya başlamışlardır.
Şehzade Bayezid isyanı ise Lala Mustafa Paşa’nın gayretleri ile çıkmış ve Celali
isyanlarının tohumlarını atmıştır. Devlet otoritesinin zedelendiği dönemlerde her
şehirde suhte, müderris, sahte sadatlar, sipahsalarlar, yeniçeriler, levendler
ellerinde tüfenklerle isyan etmişler bu olaydan da en çok Anadolu halkı zarar
görmüştür. Devlet, halkının can ve mal güvenliğini koruyamamış, halkta
silahlanmak zorunda kalmıştır. Vezir İsmail Paşa’nın Anadolu’dan 80.000 tüfenk
toplaması bu konuda şaşırtıcı gelmemelidir. İsyanların en önemli suçlusu devlettir.
Ellerinde rahatlıkla tüfenk bulunan Anadolu halkını Şehzade Bayezid
mücadelesinde askere alması ve imparatorluk sınırları içerisinde levend, azab ve
gönüllü olarak görevlendirilmesi isyanların artmasında başrol oynamıştır. 3
Numaralı Mühimme Defterinde ki hükümlerden de görüleceği üzere devlet tüfenk
kullanımı konusunda hassas davranmıştır ve kati surette reayanın kullanımı
yasaklayarak kendi iradesine almaya çalışmıştır.
Gelişen teknoloji açısından bakıldığında Osmanlı Devleti’ni öncü olarak
görmek mümkün değildir, ancak yeni gelişen askeri teknolojileri kendilerine
uyarlayıp kullanmada genellikle çığır açıcı olmuşlardır. Onlar sadece yeni
teknolojiyi almakla kalmamış, aynı zamanda bu teknolojinin etkin olarak
kullanılabileceği devasa askeri-siyasi organizasyonlar oluşturmuşlardır. Onların
erken dönemlerdeki başarısı eski göçebe askeri taktiklerine ve yeteneklerine
dayansa da ki bunları yüzyıllar boyunca sürdürmüşlerdir. Daha sonra tüfeği
geliştirip barutu kullanmakta oldukça hızlı davranmışlardır.49
49
Cemal Kafadar, “Osmanlı Tarihinde Gerileme Meselesi”, Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak
(Gerileme Paradigmasının Sonu), Haz. Mustafa Armağan, Timaş yay., İst, Temmuz, 2011, s.112.
428
3 Numaralı Mühimme Defterine Göre Osmanlı Devleti’nde Tüfenk
——————————————————————————————
Kaynakça
3 Numaralı Mühimme Defteri (966-968/1558-1560),(Özet-Transkripsiyon)
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yay., Ankara 1993.
ABOU-EL-HAJ, Rıfa’at Ali, Modern Devletin Doğası (16.Yüzyıldan 18. Yüzyıla
Osmanlı İmparatorluğu), Çev. Oktay Özel-Canay Şahin, İmge Kitabevi,
Ankara, Kasım 2000.
ACUN, Fatma, “Celâli İsyanları (1591-1611)”, Türkler, C.9, Ankara, Yeni Türkiye
yay., 2002, s.695-708.
AKDAĞ, Mustafa, “Celali Fetreti”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya
Fakültesi Dergisi, C16, S.1,2, 1958, s.53-107.
BAER, Marc David,IV. Mehmed Döneminde Osmanlı Avrupası’nda İhtida ve
Fetih, Çev. Ahmet Fethi Yıldırım, Hil yay.,İst, Ağustos 2010.
CHASE, Kenneth, Ateşli Silahlar Tarihi,(Füsun Tayanç-Tunç Tayanç, Çev.),
Türkiye İş Bankası Kültür yay., İst., 2008.
EMECEN, Feridun, Osmanlı Klasik Çağında Savaş, Timaş yay, İst. 2010.
FİDAN, Giray, Çin’de Osmanlı Tüfeği ve Osmanlılar, Yeditepe yay., İst., 2011.
GÖKBİLGİN, Tayyip, “Süleyman I”, Türkler, C.9, Ankara, Yeni Türkiye yay.,
2002, s.521-554.
GRANT, Jonathan, “15.-18. Yüzyıllardaki Askeri Teknoloji Yarışı”, Osmanlı
Tarihini Yeniden Yazmak (Gerileme Paradigmasının Sonu),Haz. Mustafa
Armağan, Timaş yay., İst, Temmuz, 2011, s.175-198.
HÜLAGÜ,M. Metin, “Osmanlı Devleti’nde Güherçile Üretimi ve Kayseri
Güherçile Fabrikası” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S.11, 2001, s.73-93.
İLGÜREL, Mücteba, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Ateşli Silahların
Yayılışı”,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S.32,1979,
s.301-319.
İNBAŞI, Mehmet vd, Osmanlı Tarihi El Kitabı, Ed: Tufan Gündüz, Grafiker yay.,
Ankara, 2013.
KAFADAR, Cemal, “Osmanlı Tarihinde Gerileme Meselesi”,Osmanlı Tarihini
Yeniden Yazmak (Gerileme Paradigmasının Sonu),Haz. Mustafa Armağan,
Timaş yay., İst, Temmuz, 2011, s.97-150.
KARAMURSAL, Ziya, Osmanlı Mali Tarihi Hakkında Tetkikler, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1989.
PAMUK, Bilgehan vd, Osmanlı Tarihi El Kitabı, Ed: Tufan Gündüz, Grafiker yay,
Ankara, 2013.
UNAT, Yavuz, “Osmanlı Teknolojisine Genel Bir Bakış”, Osmanlı, Cilt 8, Yeni
Türkiye yay., Editör: Güler Eren, Ankara, 1999, s.627-654.
429
Ahmet KELEŞ
——————————————————————————————
Ekler
Ek-1
Fitilli Tüfenk
Milliyeti: Osmanlı
Dönemi: 17. yüzyıl başı
Kime Ait Olduğu: Silahdar Mustafa Paşa (Bosna?-1641)
Ek-3
430
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Ahmet YADİ
Harun YILMAZ **
——————————————————————————————
ÖZET
19. yüzyılın son çeyreğinde II. Abdülhamit Han’ın tahta çıkışının ardından kurulan
Sicill-i Ahvâl Komisyonu ile memurların sicil kayıtları tutulmaya başlanmıştır. Sicill-i
Ahvâl Komisyonu da memurlar tarafından kendi el yazılarıyla doldurulan tercüme-i hâl
varakasını kaynak alarak biyografileri hazırlamıştır. Bu tercüme-i hâl varakalarında 5 tane
soru bulunmaktadır. Bu sorular, memurları belgeyi nasıl dolduracağı hakkında
yönlendirmekteydi. Doldurulan tercüme-i hâller Sicill-i Ahvâl Komisyonu’na gönderilmiş
ve komisyon tarafından bu bilgilerin doğruluğu onaylandıktan sonra temize çekilmiştir. Bu
şekilde yaklaşık 52 bin memurun kayıtları tutulmuştur. Yine bu çalışmada araştırmacılara
yol gösterecek olan Sicill-i Ahvâl kayıtlarıyla ilgili yapılmış çalışmalar da yapıldığı tarihe
göre sıralanmıştır.
Giresun Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi.
[ahmetyadi87@gmail.com]
** Giresun Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Öğrencisi.
[hrnylmz28@gmail.com]
1 Her konuda yardımına başvurduğumuz ve bizden desteğini esirgemeyen saygıdeğer hocamız Yrd.
3 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Hazine-i Hassa Nezareti Sicill-i Ahval İdaresi Memur Zarfı
(HH.SAİD.MEM), No: 45/5; 46/1.; Dahiliye Nezareti Sicill-i Ahvâl İdaresi Memur Zarfı
(DH.SAİD.MEM), No: 8/13.; Şûrâ-yı Devlet Sicill-i Ahvâl İdaresi (ŞD.SAİD), No: 7/13; 14/2.
4 Atila Çetin, “Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Türk Dünyası
Üzerine Bir Prosopografi Denemesi”, Uluslararası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültüz Sempozyumu
(Denizli, 6-7-8 Eylül 2006), Basılmamış Bildiri Metni.; Kemal Daşcıoğlu, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine
Göre Buldanlı Memurlar” Buldan Sempozyumu (23-24 Kasım 2006), s.561.
8 Genç ve diğerleri, a.g.e., s. 240-241.
9 Gülden Sarıyıldız, “Sicill-i Ahvâl Defterleri”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.37,
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, s.135.; Mükerrer kayıtlara bir örnek vermek gerekirse,
432
Ahmet YADİ & Harun YILMAZ
——————————————————————————————
Memurlar matbû’ sicil varakasını kendi beyanlarına göre doldurduktan
sonra verdikleri bilgilerin doğru olup olmadığı ilgili daire amirlerince tasdik
edilmiştir. Memurlarla ilgili belgelerin asılları ya da onaylanmış suretleri görülerek
iade edilmiştir. Böylece Sicill-i Ahvâl Komisyonu tarafından doğruluğu
kanıtlanmış sicil dosyaları defterlere kaydedilmiştir. 1879-1885 yılları arasında,
Sicill-i Ahvâl Komisyonu’na verilen biyografilerin önemli bir kısmı ise inceleme
yapılmadan ve resmi bilgilerle doğrulukları kanıtlanmadan sicile geçirilmişlerdir.
Bu yüzden de, memurlarla ilgili bilinmesi gereken pek çok nokta sicil kayıtlarında
aydınlatılamamıştır. Biyografilerin bir başka kusuru ise memurların vukuat
cetvellerinin sicil komisyonuna ulaşamaması ve bu yüzden sicillere ilave
edilememesidir.10 Fakat bu bilgilerin gerçek olup olmadığı arşiv kayıtlarından
doğrulanabilir.
Babıali Tercüme Odası memurlarından Azra Şemiya Efendi’nin ikisi Dahiliye Nezareti’ne ve ikisi
Hariciye Nezareti’ne ait olmak üzere toplam 4 dosyası bulunmaktadır.; BOA, Dahiliye Nezareti Sicill-
i Ahvâl Defterleri (DH.SAİD.d), No: 103/267; 156/67.; Hariciye Nezareti Sicill-i Ahval İdaresi
(HR.SAİD), No: 9/13; 20/22.
10 Sarıyıldız, a.g.e.,s.168.
11 Şemsettin Sami, Kamûs-i Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2007, s. 395.
12 Fransızcası bioqraphie’dir.; Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, C..3, Milli
433
Tercüme‐i Hâl Varakası Ve Sicill‐i Ahvâl Kayıtları İle İlgili Yapılmış Çalışmalar
——————————————————————————————
memurlarının biyografileri kayıt altına alınmaya başlanmıştır.14 Tercüme-i hâl,
evraklarda; Devlet-i Aliyye’nin sunûf-ı me’mûrîn ve ketebe ve müstahdemîn-i
sairesine mahsûs tercüme-i hâl varakasıdır şeklinde beyan edilmiştir. Evrakların
üzerine ise kıymet değeri olarak, kıymeti 10 kuruştur şeklinde belirtilmiştir.15 Bu
evraklar doldurulduktan sonra ilgili birimlere teslim edilmekteydi.
gerek pederi ismiyle mi mahlasıyla mı veya hem ismi hem de mahlasıyla mı ve yahud şöhretiyle mi
yâd olunduğu ve kendisi ve babası bey midir efendi midir ağa mıdır paşa mıdır ve babası
me’mûrînden ise son me’mûriyet ve rütbesi ve değil ise hangi sınıfdandır ve nerelidir ve ber-hayat
mıdır değil midir ve milliyet ve tabiyyeti nedir ve ebeveyni cihetinden ma’rûf bir sülaleye mensub
mudur?; BOA, DH. SAİD. MEM, No: 1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No: 7/13; 14/2.; HH.SAİD.MEM., No:
45/5; 46/1.
18 Mahal ve tarih-i vilâdeti: sene-i hicriye ve ana müsâdif sene-i maliyenin mümkün mertebe şühûr ve
eyyâmı tasrih olunarak gösterilmelidir.; BOA, DH. SAİD. MEM, No: 1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No: 7/13;
14/2.; HH.SAİD.MEM., No: 45/5; 46/1.
434
Ahmet YADİ & Harun YILMAZ
——————————————————————————————
4- Devlet hizmetine ne zaman ve kaç yaşında girdiği, mülâzemetle20 işe
başlayıp başlamadığı, memuriyeti boyunca aldığı maaş ve harcırahı, bulunduğu
memuriyetlerdeki işe başlama ve işten ayrılma tarihleri, aldığı rütbe ve nişanlar.21
5- Devlet memurluğu süresince hakkında şikâyet olup olmadığı, görevini
kötüye kullanıp kullanmadığı, yargılanıp yargılanmadığı, yargılandı ise ceza alıp
almadığı.22
19 Hangi memleket ve mekteblerde hangi ilm ve fenn ve sanat ve lisanları ne dereceye kadar tahsil
eylediği ve şehadetname ve tasdikname ve icazetname alıp almadığı ve hangi lisanlarla kitâbet ve
yahud yalnız tekellüm etdiği beyan olunmalıdır ancak tekellüm ve kitâbetiyle me’lûf ve ma’rûf
olmadığı lisanların usûl ve lugâtını adî bilmekle o lisanlarla tekellüm ve kitâbet ederim denilmeyüp
okudum aşinâyım ve o lisanları tekellüm ve kitabetle me’lûf ve ma’rûf ise tekellüm ve kitabet ederim
denilmelidir kütüp ve resailden bâ ruhsat-ı resmiye tab’ ve neşr olunduğu ihtira’at-ı fenniye ve
sanaiye ve saire dair bâ berât-ı âli bir imtiyâzı haiz olduğu halde hangi fenn ve sanata dair hangi
şey’i ve nerede ve hangi tarihde ihtira’ etmiştir ve bir me’mûriyete dair intihabnamesi var ise hangi
mahalden verilmişdir ve hangi me’mûriyete dair ve ı me’mûriyetin kaçıncı sınıfındandır ve tarih ve
numarası gösterilmelidir.; BOA, DH. SAİD. MEM, No: 1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No: 7/13; 14/2.;
HH.SAİD.MEM., No: 45/5; 46/1.
20 Stajyer.
21 Hidmet-i devlete hangi tarihde ve kaç yaşında ve nerede ve muvazzafan mı ve yahud mülâzemetle
mi dahil olmuştur ve andan sonra sırasıyla maaşlı ve maaşsız gerek daimi ve muvakkat ve gerek
asâlet ve vekâlet veya ilâve-i me’mûriyet suretiyle hangi me’mûriyetlere geçmiştir ve her birinden ne
kadar maaş veya maaşa mukabil ve yahud fevkalade harcırah ve yevmiye ve ücret-i maktû’a ve gayr-i
maktû’a ve aidât-ı saire almışdır ve muayenatınca daimi ve muvakkat ne kadar zamâyim ve tenzilât
vukû’ bulmuşdur ve her bir hidmet ve me’mûriyetde hangi tarihde işine mübâşeret etmiş ve maaşını
istifâya başlamış ve hangi tarihde iş başından ayrılıp hangi tarihe kadar ne mikdar maaş almışdır ve
kezalik sırasıyla hangi rütbe ve nişanlara ve ne sebeblerle nâil olmuşdur ve hidmet-i devlete
duhûlünden tercüme-i hâlini tanzim eylediği tarihe kadar bazen açıkda kalmış mıdır ve müddet-i
mazûliyeti ne kadar imtidad etmiş ve o müddetde mazûliyet maaşı almış mıdır almış ise mikdarı nedir
ve ecnebi nişanını hamil olanlar nerede ve ne sebeble hangi devletin hangi nişanını almıştır ve bunun
kabul ve taliki hakkında hangi tarihde irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhî şeref-müteallik
buyrulmuşdur ve hidmet-i devletde bulunmadığı esnâda hidemât-ı husûsiyede bulunmuş ise nerede ve
kimin hidmetinde ve ne kadar müddet bulunmuşdur ve andan ne sebeble ayrılmışdır ve hidemât-ı
husûsiyede bulunmamış ise o müddeti hangi mahalde emrar eylemişdir buraları sene-i hicriye ve ana
müsâdif sene-i maliye tarihlerinin mümkün mertebe şühûr ve eyyâmı tasrihiyle tahrir olunmalıdır
şayed sahib-i tercümenin işbu tarihler tamamıyla mazbutu değil ise takriben falan senenin falan
ayının evâil veya evâsıt veya evâhirinde ibâresiyle iktifâ kılınır bunlara dair yedinde evrak-ı müsbete-
i resmiye olub olmadığı ve var ise neden ibâret idüğü tasrih olunmalıdır.; BOA, DH. SAİD. MEM,
No: 1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No: 7/13; 14/2.; HH.SAİD.MEM., No: 45/5; 46/1.
22 Hidmet-i devlete duhûlünden varakası tarihine kadar arada infisâli vukû’ bulmuş ise esbâb-ı
hakikiyesi ve bir zann ve şüphe ve şikâyet üzerine işden el çekdirilmiş ise ne sebebe mebni ve ne
tarihde el çekdirilmişdir ve neticesi ne olmuşdur ve tekrar işine mübâşeret edenler ne müddet sonra
ve ne tarihde me’mûriyetine ircâ’ edilmişdir ve aradaki eyyâm maaşı nasıl tesviye olunmuşdır ve taht-
ı muhâkemeye alınmış ise töhmet veya berâetinden ne hükme netice vermişdir ve ceza görmüş müdür
ve yedinde beraet-i zimmet evrakı var mıdır?; BOA, DH. SAİD. MEM, No: 1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No:
7/13; 14/2.; HH.SAİD.MEM., No: 45/5; 46/1.
23 Sarıyıldız, a.g.m., s.135.
435
Tercüme‐i Hâl Varakası Ve Sicill‐i Ahvâl Kayıtları İle İlgili Yapılmış Çalışmalar
——————————————————————————————
hakkındaki düşünceler yazılmaktaydı.24 Tercüme-i hâl varakasında belirtilen Hicri
tarihlerin yanında parantez içinde Rumi karşılıklarının da verilmesi gerektiği
tercüme-i hâl varakasının arkasında bulunan ihtar kısmında açıkça
belirtilmektedir.25 Varakanın ilgili memur tarafından doldurma işlemi
tamamlandıktan sonra altına beş kuruşluk pul yapıştırılır Hicri ve Rumi tarihleri
(gün/ay/yıl) olarak belirtilirdi. Yine varaka sahibi varakayı yazdığı sırada
bulunduğu yeri ve memuriyeti de pulun altına yazarak mühürlemek zorundaydı.
Tercüme-i hâl varakasının doldurma işlemi tamamlandıktan sonra sahibi tarafından
ilgili olduğu birime verilirdi.26
olundukdan sonra zirine beş kuruşluk bir pul yapışdırılıp tanzim olunduğu sene ve ay ve günün hicri
ve mali tarihleri hangi mahalde yazıldığının ve müstahdem bulunduğu esnada me’mûriyet-i hazıresi
ve mazûl ise son me’mûriyeti tasrihiyle imzası vaz’ olundukdan sonra mühür zatı ile temhir olunur
vukû’at-ı mezkûrenin muahharan tashihi istidasına ve istilâmlarla izaa-i vakte ve sahiblerinin dahi
intizarlarına hâcet kalmamak için kemâl-i dikkat ve ihtimâm ile mümkün ise kendi hatt-ı destiyle
yazılması ve zahr-ı varakada enva’i tadâd olunan evrak-ı müsbetenin musaddak suretlerinin ve yahud
yine iade olunmak üzere asıllarının işbu varakaya rabt olunması lazım gelir.; BOA, DH. SAİD. MEM,
No: 1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No: 7/13; 14/2.; HH.SAİD.MEM., No: 45/5; 46/1.
27 Bir me’mûrdan bir daire veya vilâyetce bir kere tercüme-i hal varakası ahz ve ale’l-usûl daire-i
umûmiyesine irsâl ile tescil olundukdan sonra gerek oraca ve gerek ahar daire veya vilâyetce diğer
tercüme-i hâl varakası ahz ve tescili asla haiz değildir ancak bu kere tercüme-i hâl varakası vermiş
olan zevatın varakası şayed bir tarafda kalubda Sicill-i Ahvâl Dâire-i Umumiyesi’ne vasıl olmamış ve
sicilât-ı umûmiye ve husûsiyeye geçmemiş olur ise sahibi nezdinde nüsha-i saniyesi bulunduğu halde
anın ve olmadığı takdirde tekrar bir tercüme-i hâl varakasının ahz ve tescili ve ashabınında itâ ve
takdim etmeleri vazife-i asliye ve umûr-ı zarûriyeden ise de sahib-i tercümenin mukaddemâ hangi
tarih ve me’mûriyetde ve kaç defa tercüme-i hâl varakası itâ eylediğini ve nereye ve ne vasıta ile
verdiğini ahiren tanzim eylediği varakasına işaret eylemesi muktezidir.; BOA, DH. SAİD. MEM, No:
1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No: 7/13; 14/2.; HH.SAİD.MEM., No: 45/5; 46/1.
436
Ahmet YADİ & Harun YILMAZ
——————————————————————————————
Yine tercüme-i hâl varakasını doldurmadan önce değişik memuriyetlerde bulunlar
bulundukları görevlerini de sırasıyla belirtecekti.28
Tercüme-i hâl varakasına ek olarak birinci ve ikinci sorunun cevabı için
nüfus tezkiresi, üçüncü sorunun cevabı için aldıkları diplomaları, nişan beratlarının
ve eğer varsa yayınladığı kitap ve risalelerin de ruhsatnamelerini teslim etmeleri
gerekiyordu. Yine bunların dışında dördüncü ve beşinci soruların cevapları için ise
memuriyetiyle ilgili mazbata, ilam, ruus, ferman ve berat gibi resmi vesikalarında
tercüme-i hâl varakasına eklenmesi gerekiyordu. Bunların tercüme-i hâl varakasına
eklenmesindeki amaç, sorulara verilen cevapların doğruluğunu ispatlamaktı.29
28 Tercüme-i hâller hukuk-ı müşterekeyi yani bir tarafdan devletin ve diğer cihetden bendegânın
hukukunu mutazammın olduğundan sahib-i tercümenin hidmet-i devlete duhûlünden varakası tarihine
değin ne kadar hidmet ve me’mûriyetlerde bulunmuş ise bunların kaffesibi vakıa mutabık olarak
müteselsilen göstermesi nizâmi iktizâsından olub sahib-i tercümenin bunu yalnız kendi hukuk-ı
şahsiyesinden ibaretdir za’mıyla velev bir güne sui niyetden münbais olmasın bazı me’mûriyet ve
hidmet veya maaşlarını ve sair cihetlerini göstermemesini asla ve kat’en caiz değildir ve bu kaideyi
itba’ etmeyen me’mûrîn ve ketebe ve müstahdemîn-i saire haklarında bâlâda muharrer madde-i
nizâmiye hükmünce sicilât-ı umûmiye ve husûsiyede mukayyed olan tercüme-i hallerine şerh verilir.
29 Tercüme-i hal varakaları mündericâtının isbatı içün sahibleri taraflarından rabt ve ibrâzı meşrût
olan evrakın envai ber-vech-i atî tadâd olunur: Tercüme-i hâl varakalarında muharrer birinci ve
ikinci suallerin cevabı için: sahib-i tercümenin tezkire-i osmaniyesi ve mesnub olduğu sülaleyi irae
eder evrak-ı mevsûka, üçüncü sualin cevabı için: Devlet-i Aliyye Maarif Nezâreti’nin taht-ı tasdikinde
bulunan mekâtib şehadetname ve tasdiknamelerle dersiam ulemâ-yı kirâm icazetnameleri ve haricen
memâlik-i mütemeddine mekteblerinin o devlet Maarif Nezareti’nce musaddak şehadetname ve
tasdiknameleri ve Maarif Nezareti’yle vilâyât-ı şâhâne maarif me’mûrları tarafınlarından verilen
resmi ruhsatnameler ve te’lif ve neşr olunan kütüb ve resailin birer nüshası ve ihtiraat-ı fenniye ve
sanaiye imtiyâz berâtları ve me’mûriyet intihabnameleri, dördüncü ve beşinci suallerin cevabı içün:
muharrerât ve mezâbıt ve ilâmât-ı resmiye ve ruus ve feramin-i hümâyûn ve berevât-ı aliyye ve evrak-
ı mevsuka-i saire ve yahud bir makâm-ı resmiden musaddak olmak ve aslındaki mühür ve imza ve
tarih ve numaralar ile beraber kaffe-i mündericâtına harfiyen mutabık bulunmak üzere sûretleri ibrâz
olunmak ve işbu evrak-ı mesbutede maaşlı ve maaşsız ve asâlet ve vekâlet ve daimi ve muvakkat ve
ilâve-i me’mûriyet suretiyle ne gibi hidmet ve me’mûriyetlerde hangi tarihden hangi tarihe kadar
istihdâm olunduğu ve mikdar-ı maaşı ve aidatı ve keyfiyet-i infisâl ve beraeti tamamen musarrah
bulunmak meşrutdur.; BOA, DH. SAİD. MEM, No: 1/9; 8/13.; ŞD.SAİD., No: 7/13; 14/2.;
HH.SAİD.MEM., No: 45/5; 46/1.
30 Sarıyıldız, a.g.e., s.75-76.
437
Tercüme‐i Hâl Varakası Ve Sicill‐i Ahvâl Kayıtları İle İlgili Yapılmış Çalışmalar
——————————————————————————————
3. Tercüme-i Hâl Varakalarının İncelenmesi ve Tescili
Memurlar tarafından kendi el yazılarıyla doldurularak amirlerine teslim
edilen ve amirleri tarafından mülahaza yazılan tercüme-i hâl varakalarının İstanbul
iki ay, taşrada ise dört ay içerisinde amirleri tarafından Sicill-i Ahvâl
Komisyonu’na gönderilmeleri gerekmekteydi. Ancak bu sürelere uyulmadığı
belgelerdeki ifadelerden anlaşılmaktadır.31
438
Ahmet YADİ & Harun YILMAZ
——————————————————————————————
mahallesine kadar yazılmışken, temize çekilmiş belgelerde ise sadece doğduğu
kazanın ya da vilayetin ismine yer verilmiştir.
Sicill-i Ahvâl kayıtlarına dikkat çeken bir başka araştırmacı ise Amerikalı
Carter V. Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal
Tarihi adlı kitabında Hariciye Nezareti Sicill-i Ahvâl kayıtlarını kullanarak Türk
tarihçilerinin dikkatini çekmiştir.36 Bu alanda yapılmış diğer çalışmalarda şu
şekildedir:
439
Tercüme‐i Hâl Varakası Ve Sicill‐i Ahvâl Kayıtları İle İlgili Yapılmış Çalışmalar
——————————————————————————————
Yüksel, Ayhan, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Döneminde
Tirebolulu Memurlar(1879-1909), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2004.
Ardel, Ayten, “Sicill-i Ahval Defterleri’ndeki 19. Yüzyıl Osmanlı
Bürokrasisinde Üsküdar Doğumlu Osmanlı Bürokratlar”, Üsküdar Sempozyumu II
Bildirileri, Üsküdar Belediyesi Yayınları, C. 2, İstanbul 2005, , ss.513-528.
Yüksel, Ayhan, Göreleli Memurlar, (Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre 1879-
1909), Melisa Matbaacılık, İstanbul 2005.
Aslan, Ahmet, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Döneminde
Afyonkarahisarlı Devlet Memurları (1879-1909), Muğla Üniversitesi, Sos. Bil.
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Muğla Ekim 2006.
Daşcıoğlu, Kemal, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar”
Buldan Sempozyumu (23-24 Kasım 2006), ss.561-570.
Soyluer, Serdal, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Döneminde
Muğlalı Devlet Adamları (1879-1909), Muğla Üniversitesi, Sos. Bil. Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, Muğla 2006.
Gazel, Ahmet Ali, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Dönemi’nde
Görev Yapan Anamurlu Memurlar”, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü
Dergisi, S. 32, Erzurum 2007, ss. 203-213.
Beyazıt, Yasemin, “Sicill-i Ahvâl Defterleri’nin Tahlili ve Denizli Merkez
Doğumlu Memurlar Üzerine Bir Prosopografi Denemesi”, Uluslar arası Denizli ve
Çevresi Tarih ve Kültür Sempozyumu, 1.Baskı, C.1, Denizli 2007, ss.502-510.
Erkartal, Ahmet, Sicill-i Ahvâl Defterlerindeki Safranbolulu (Zağfiranbolulu)
Memurlar (1878-1909), Sakarya Üniversitesi, Sos. Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, Sakarya Ekim 2007.
Sunay, Serap, II. Abdülhamid Döneminde Balıkesirli Mülki Görevliler
Hakkında Bir İnceleme (Sicill-i Ahval Kayıtlarına Göre 1879-1909),
Afyonkarahisar Üniversitesi, Sos. Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
Afyonkarahisar Mayıs 2007.
Adak, Engin, Sicill-i Ahvâl Kayıtlarına Göre Erzincanlı Memurlar, Celal
Bayar Üniversitesi, Sos. Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Manisa 2008.
Çağ, Galip, “Sicill-i Ahvâllere Göre Gelibolulu Devlet Adamları”,
Çanakkale Savaşları Tarihi, C.II, Değişim Yayınları, İstanbul 2008, ss.1053-1066.
Balcı, Sezai, “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Silifkeli Memurlar”,
Mersin Sempozyumu 19-22 Kasım 2008, C.1, Mersin 2009, ss.2149-2159.
Özger, Yunus, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Bürokrasisinde
Yozgatlı Devlet Adamları, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul Mayıs 2010.
Özkan, Selim Hilmi, “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Merzifonlu
Memurlar (1879-1909)”, Geçmişten Günümüze Merzifon Sempozyumu, Amasya,
2010, Vol.1, ss.539-553.
440
Ahmet YADİ & Harun YILMAZ
——————————————————————————————
Tuğa, Behçet, “Osmanlı Devleti’nde Sicill-i Ahvâl ve Sicill-i umumi
Defterlerinde Bingöl Memurları”, 3. Bingöl Sempozyumu 17-19 Eylül 2010,
Bingöl.
Sürmen, Ahmet, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Bürokrasisinde
İstanbul Doğumlu Yahudi ve Rum Devlet Adamları, Bozok Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Yozgat 2011.
Bozkurt, Nurgül, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Simavlı Memurlar”,
Akademik Bakış Dergisi, Sayı 27,Kırgızistan Kasım – Aralık 2011, ss.1-12.
Gündüz, Ahmet, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Kayserili Müslim ve
Gayrimüslim Memurların Aldıkları Madalya, Rütbe ve Nişanlar (M.1879-1909)”,
History Studies, Vol.3/3, 2011, ss.123-145.
Gündüz, Ahmet, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Kırşehir Doğumlu
Memurlar (1879-1909)”, History Studies, Vol.3/1, 2011, ss.131-154.
Kırıcı, Ahmet Önder ve İrfan Yiğit, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı
İmparatorluğunda Çorumlu Devlet Adamları, Atalay Matbaacılık, Çorum 2011.
Özger, Yunus, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Bazı Yahudi Memurların
Sosyo-Kültürel Durumları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.4, S. 16,
Kış 2011, ss.381-401.
Dağdelen, İrfan ve Mehmet Akif Bal, Osmanlı Arşiv Belgelerindeki
Trabzonlu Devlet Adamları ve Bürokratlar (1879-1909), Trabzon Kitaplığı,
İstanbul 2012.
Gündüz, Ahmet, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Kayserili Memurların
İşledikleri Disiplin Suçları (1879-1909)”, History Studies, Vol.4/1 2012, ss.251-
277.
Özger, Yunus, “Osmanlı’da Kadınların Memuriyette İstihdamı Meselesi ve
Sicill-i Ahvâl’de Kayıtlı Memurelerin Resmi Hal Tercümeleri”, History Studies,
Vol. 4/1, 2012, ss.419-447.
Kılıç, Musa, “Sicill-i Ahvâl Kayıtlarına Göre II. Abdülhamid Dönemi
Osmanlı Bürokrasisinde Yahudi Memurlar”, OTAM, XXXI/2012, ss.129-155.
Yadi, Ahmet, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Ordu Doğumlu Memurlar”,
ODÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, C.3, S.6,
Aralık 2012, ss.300-312.
Sonuç
Osmanlı Devleti’nin son döneminde kurulan Sicill-i Ahvâl Komisyonu’yla
devlet kademesinde yer alan memurların biyografileri tercüme-i hâl varakası olarak
tabir edilen evraklara kaydedilmiştir. Bu kayıtlardan Osmanlı bürokrasisi içinde yer
almış hemen hemen bütün devlet memurlarının, resmi olarak devlet eli ile tutulmuş
441
Tercüme‐i Hâl Varakası Ve Sicill‐i Ahvâl Kayıtları İle İlgili Yapılmış Çalışmalar
——————————————————————————————
kayıtlarını ve hayat hikâyelerini bulmak mümkündür. Ayrıca yerel ve aile tarihiyle
ilgilenen kişiler için bu kayıtlar temel kaynak niteliğindedir.
Kaynakça
1-Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
DH.SAİD.d., No: 55/239, 103/267, 113/165, 114/171, 156/67, 156/295, 163/57,
165/253, 176/47, 179/323.
DH.SAİD.MEM, No: 8/13.
HH.SAİD.MEM, No: 45/5, 46/1.
HR.SAİD, No: 5/3, 9/13, 20/22.
ŞD.SAİD, No: 7/13,14/2.
2-Kitap ve Makaleler
ÇANKAYA, Ali, Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Örnek Matbaası, Ankara, 1954.
ÇETİN, Atila, “Sicill-i Ahvâl Defterleri ve Dosyaları”, Türk Dünyası Tarih
Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1992, ss.34-
42.
DAŞCIOĞLU, Kemal, “Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Buldanlı Memurlar”
Buldan Sempozyumu (23-24 Kasım 2006), ss.561-570.
FİNDLEY, Carter V., Kalemiyeden Mülkiyeye Osmanlı Memurlarının Toplumsal
Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, (Çev. Gül Güven Çağalı), İstanbul,
1996.
GENÇ, Yusuf İhsan ve diğerleri, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, 2.Baskı,
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul, 2000.
KÜTÜKOĞLU, Bekir, “Son Devir Osmanlı Biyografik Kaynakları”, Vekayi’nüvis
Makaleler, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul, 1994, ss.211-216.
PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri Sözlüğü, C..3, Milli Eğitim
Bakanlığı Basımevi, İstanbul, 1946.
442
Ahmet YADİ & Harun YILMAZ
——————————————————————————————
PAKALIN, Mehmet Zeki, Sicill-i Osmanî Zeyli: Son Devir Osmanlı Meşhurları
Ansiklopedisi, 19 Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Yay. Haz. M. Metin
Hülagü ve diğerleri, Ankara, 2008.
SARIYILDIZ, Gülden, “Sicill-i Ahvâl Defterleri”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C.37, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009, ss.134-136.
SARIYILDIZ, Gülden, Sicill-i Ahvâl Komisyonu’nun Kuruluşu ve İşlevi(1879-
1909), Der Yayınları, İstanbul 2004.
Şemsettin Sami, Kamûs-i Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2007.
YÜKSEL, Ayhan, Sicill-i Ahvâl Defterlerine Göre Osmanlı Döneminde Tirebolulu
Memurlar (1879-1909), Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2004.
Ekler
443
Tercüme‐i Hâl Varakası Ve Sicill‐i Ahvâl Kayıtları İle İlgili Yapılmış Çalışmalar
——————————————————————————————
Ek-2 Tercüme-i Hal Varakası Hülasası Örneği (BOA, HR.SAİD. No: 5/3)
Ek-3 Dahiliye Nezareti Sicill-i Ahvâl İdaresi Defterlerinden Dosya Örneği (BOA,
DH.SAİD.d, No: 55/239)
444
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Müzeyyen ÖZKAN *
——————————————————————————————
ÖZET
Osmanlı padişahlarının savaş dışında özel hayatı ve ilgilendikleri alanlarını vardır.
Her dönemde padişahların farklı hobileri karşımıza çıkmaktadır. Bazı hobilerin ise devlet
yönetiminde de etkili olduğunu görmekteyiz. Osmanlı padişahlarının bilinmedik yönleri ve
bu yönlerinden ortaya çıkan güzellikleri bu makalede ayrıntılarıyla ele alınmaktadır.
——————————————————————————————
Giriş
Osmanlı padişahları denince genellikle gözümüzün önüne Arz Odası'nın
önünde gürleyen veya savaş meydanlarında kılıcı çekip cengâverlik eyleyen siyasî-
askerî liderlerin gelmesine fazlasıyla alışmış durumdayız. Sürekli savaşlardan beri
gelmeyen, hiçbir hobisi bulunmayan padişahlar olarak görülmektedir. Sanki onlar
hiç ağlamaz, gülmez, üzülmez, sevincinden haykırmaz, kahrolmaz, canları
sıkılmaz... Genelde kitaplarımızda Osmanlı padişahları adeta Harem-i Hümayun
haricinde şahsî hayatları olmayan bir tür robota benzetilmiştir. Hâlbuki onlarında
her insanda olan doğal yönleri ve uğraştıkları hobileri bulunmaktadır. Başları ağrır,
canları sıkılır, âşık olurlar... Örneğin; Sultan I.Abdülhamid' in cariyesi Ruhşah' a
yazdığı sevda mektupları ya da Kanunî Sultan Süleyman' ın Hürrem Sultan' a âşık
olması bunlar hepsinin birer göstergesidir. Gönül sızılarını sadece seferler açarak
veya devlet idaresine hayatlarını adayarak çözmezlerdi elbette. Kimisinin mûsikiye
ve şiire, hat sanatına, kuyumculuğa, avcılığa, giyim kuşama, biniciliğe, güreşçiliğe,
marangozluğa hatta nakış dikiş gibi kadın meşgalelerine sığındıkları bir sır
değildir. Ve genelde bu saydığım örnekleri bir çoğumuz ayrıntılı şekilde
bilmiyoruz. Osmanlı hanedan üyesi her erkek şehzade, el sanatları veya güzel
sanatları veya güzel sanatların bir yada birkaç dalında ustalaşacak şekilde
yetiştirilmiştir. Osmanlı şehzadeleri çocukluklarından itibaren sarayda Ahîlik veya
Fûtûvvet gelenekleri gereği mutlaka bir mesleğe yönlendirilmiştir. Bu
yönlendirilmenin asıl amacı her erkek çocuğunun talihlerinin iyi gitmediği
zamanlarda geçimlerini sağlayabilecekleri bir sanata veya zanaata, günümüzün
*Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen- Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Lisans Öğrencisi,
[muzeyyennozkann00@hotmail.com]
Osmanlı Padişahlarının Kişilikleri Ve Hobileri
——————————————————————————————
tabiriyle "bir altın bilezik" e sahip olması gerektiği yolundaki eski Türk ve İslam
geleneğidir. Geleceğin padişahları Enderun' un bir parçasını oluşturduğu
"Şehzadeler Okulu' unda" yetiştirilirken kimi hobiler geliştirmeleri ve çeşitli
meslek ve meraklara eğilim duymuş olmaları gayet olağandır. Tabi Osmanlı
Devlet' inin başına geçmiş 36 padişahın ayrı ayrı hobileri bulunmaktadır. Fakat
dikkat çeken ve bilinmedik yönleriyle döneme damgasını vuran padişahları ele
aldım. Bahçesinde gül aşılayan bir Fatih, altını eriten ve dantel gibi işleyen bir
Yavuz, hacılara asa imal ederek kutsal topraklara gidemeyişinin sızısını
hafifletmek isteyen bir II. Selim, haremdeki cariyeleri görmemek için özel
ayakkabı yaptıran III. Osman, avcılığa düşkünlüğü yüzünden geceleri saraydan
gizlice kaçan IV. Mehmed' i tanımayı kim istemez ki?
1“ Fatih Sultan Mehmed", Osmanlı Ansiklopesidisi, C.XII, Yay. Kur. Halil İnalcık- İlber Ortaylı, Yeni
s.525.
3 Necdet Sakaoğlu, "Mehmed II (Fatih)",Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, C.II,
446
Müzeyyen ÖZKAN
——————————————————————————————
bizim tarihimizde Fatih' in ikinci defa tahta geçtiğinde acemelikten uzak, eline
aldığı işi bütün icapları ve incelikleriyle kavramış ve kendisini şahsî meziyetler
bakımından da yetiştirmiştir.6
6 Johann Wilhelm Zinkeisen, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.I, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2011,
s.593.
7 Vasfi Mahir Kocatürk, Osmanlı Padişahları, Buluş Yayınevi, Ankara, 1957, s.121.
8"Yavuz Sultan Selim",Osmanlı Ansiklopesidisi, C.XII, Yay. Kur. Halil İnalcık-İlber Ortaylı, Yeni
447
Osmanlı Padişahlarının Kişilikleri Ve Hobileri
——————————————————————————————
hazinesini her ihtimale karşı dolu bırakmaktı.11 Selim olağanüstü bir zekaya
sahipti. Çoğu zaman halk arasında gezer ve tanınmamak için her defasında
elbisesini değiştirirdi.12 Selim çok güzel farsça şiirler yazardı. Ayrıca Osmanlı
padişahları içerisinde çok okumaktan dolayı gözlerinin bozulmuştur ve bu yüzden
gözlük kullanırdı.13
Kanunî ne çok sert ne de her istenileni yapacak kadar yumuşak başlı idi.
Her yaptığı işi birçok kez düşünür ve öyle karar verirdi. Ama bir kere karar verdi
mi asla geri dönmezdi.18 Ataları gibi şiire de oldukça meraklıydı. "Muhîbbî"
mahlasıyla şiirler yazıp “Muhîbbî Divan' ı” adlı kitapta toplamıştır.19 Meşhur şair
Baki' in şiirdeki kudretini anlayarak onun elinden tutmuş ve yetişmesine himmet
etmiştir. Baki' de Kanunî' nin ölümünden sonra kaleme aldığı mersiyeyi yazarak
nimetşinaslığını göstermiştir.20 Kanunî, babası ve dedesi aksine şık, süslü ve
haşmetli giyinmeyi severdi. Üstünde çok fazla zenginlik ve ziynet eşyası
bulunurdu. Babası Yavuz gibi de kuyumculuğa meraklıydı; ustalığı o kadar
fazlaydı ki, İtalyan kuyumculuk sanatının örneklerini tanıyacak kadar
11 Ahmet Akgündüz-Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000,
s.147.
12 J.Von Hammer, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.I, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2008, s.432.
13 Uzunçarşılı, a.g.e. , C.II, s.305.
14 Mustafa Armağan, Osmanlı’ nın Mahrem Tarihi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2011, s.67.
15 A.g.e., s.67.
16 Baki Kurtuluş, Osmanlı Padişahları, Kurtuluş Yayınları, Ankara, 1978, s.81.
17"Kanunî Sultan Süleyman", Osmanlı Ansiklopesidisi, C.XII, Yay. Kur. Halil İnalcık-İlber Ortaylı,
448
Müzeyyen ÖZKAN
——————————————————————————————
mükemmeldi.21 Kanunî'ni ayrıca büyük bir mareşaldir. Aynı zaman da askerlik
oyunlarına, av eğlencelerine meraklıdır. Ve kılıç kullanma ve binicilikte de çok
maharetliydi.
21 Armağan, s.73.
22 Necdet Sakaoğlu, Kanunî Sultan Süleyman, Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi,
C.II, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, s.555.
23 Yay. Kur. Halil İnalcık-İlber Ortaylı, a.g.mad. ss.117-123.
24 A.g.mad., s.125.
25 Uzunçarşılı, a.g.e., C.III, s.40.
26 Akgündüz-Öztürk, a.g.e., ss.163-164.
27 Yavuz Bahadıroğlu, Resimli Osmanlı Tarihi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2007, s.198.
449
Osmanlı Padişahlarının Kişilikleri Ve Hobileri
——————————————————————————————
5. IV.Mehmed (1648-1687)
Sultan İbrahim' in Hatice Turhan Sultan'dan doğma oğlu olup 1642 yılında
dünyaya geldi. Kaynaklar onu orta boylu, beyaz tenli fakat güneşten yanık çehreli,
ata bindiği için öne mütemâyil duruşlu olarak tarif etmektedir. Tarihçiler av merakı
yüzünden kendisine "Avcı" lakabını uygun görmüştür.28 Hammer, IV. Mehmed' i
yeryüzünde "Allah' ın gölgesi unvanını temsil etmekten uzak... , halkını yorulmak
bilmeyen bir avcının hikâyesinden başka bir şey bırakmayan bir padişah" olarak
tanımlar.29 IV. Mehmed fazla bir zekâ sahibi olmamakla beraber, iyi kalpli, cömert
ve kan dökmekten hoşlanmazdı. Çekingen ve mahçup bir hali olduğu, sade
giyinmeyi tercih ettiği, saray eğlencelerinden bile çabuk usandığı söylenir.
6. III.Ahmet (1703-1730)
IV. Mehmed' in oğlu olan III. Ahmed 31 Aralık 1673 tarihinde dünyaya
geldi. Annesi Rabia Emetullah Gülnuş sultandır. Kaynaklar onu yakışıklı bir
padişah olarak kaydetmektedir. Küçüklüğünden beri iyi hocalardan eğitim almıştır.
Ayrıca iyi kalpli, vakur tavırlı, zarif, halim ve selim bir padişah olduğu da söylenir.
Kadınlar arasında yaşamaktan hoşlanırdı ve onların işleri ile uğraşmayı sevdiği
için, harpten katiyen hoşlanmadığı rivayet edilir. Osmanlı padişahları arasında en
çok evlenen kişide III. Ahmed' dir. Bazı kaynaklara göre 18 zevcesi olduğu
olmuştur. Bazı kaynaklara göre de bu eşlerinden 50 çocuğu olmuştur.33Hammer
450
Müzeyyen ÖZKAN
——————————————————————————————
onun için "Güzel ve ihtişamlı bir yüze, manalı ve hoş bir ses tonuna sahip bulunan,
kendisini kadınlara sevdiren bütün vasıflara da sahipti." demiştir.34 III. Ahmed
kadınlar arasında yaşamayı sevdiği gibi onların işleri ile de uğraşmayı severdi.
Üsküdar' da ki Fatma Sultan Sarayı' na giderek Marmara Denizi' ne bakan bir
pencerenin önüne oturup kadınlarla birlikte nakış ve gergef işlediği rivayet edilir.35
7. I.Mahmud (1730-1754)
II. Mustafa' nın büyük oğlu olan Mahmud, 2 Ağustos 1696 tarihinde Edirne
Sarayı' nda dünyaya geldi. Tahsiline 6 yaşında başlamıştır. Annesi Saliha Sultan'
dır. Kaynaklarda zayıf kısa boylu, zeki ve aydın bir insan olarak tarif ediliyor.38
I.Mahmud açık fikirli, iyi niyetli bir hükümdardır. "Sebkatî" mahlasıyla şiirler
yazan I.Mahmud mûsikiye de vakıf idi. Lala yetiştirdiği ve satranç oynadığı
bilinmektedir. Ayrıca Osmanlı padişahları arasında en tutumlu padişah olarak
bilinirdi.39 Sultan I.Mahmud' u kitaplara ve kütüphane yaptırmaya en fazla önem
veren, hatta Osmanlı' da bir "kitap rönesansı" başlatan hükümdardır. Bazı
araştırmacılar onun dönemini kütüphaneciliğimizin altın çağı olarak kabul
etmektedir. Topkapı Sarayı' ında III. Ahmed' in kurduğu kütüphane içinde Revan
Köşkü bölümünü açtırmış, buraya kitaplar vakfetmiştir. Böylece İstanbul adeta
kütüphanelerle süslenmiştir. Belgrad' da bir kütüphane vücuda getirmiş ve İstanbul'
dan değerli kitaplar göndermiştir.
451
Osmanlı Padişahlarının Kişilikleri Ve Hobileri
——————————————————————————————
8. III.Osman (1754-1757)
II.Mustafa' ın Şehsuvar Sultan' dan doğma oğlu olup 1699' da doğmuştur.
Kaynaklara göre Osmanlı padişahlarının en şişmanıdır. Boynu başından fark
edilmeyen asabî sert mizaçlı, kuşkucu, aceleci, fakat dindar ve fukara dostu olarak
tarif ediliyor. Hayatının yarım asırdan fazlasını loş ve rutubetli bir saray odasında
hapiste geçirdiği için bedenen ve fikren hasta denecek derecede zayıf düşmüştü.41
Bundan dolayı sevgisine ve gazabına inanılmazdı. Kimseye itimatı olmadığından
küçük bir sözden şüpheye düşerdi. Baron dö Tott, III. Osman' ı asabî, zayıf
karakterli, sabırsız ve son derece de mütecessis olarak tavsif etmiştir. III. Osman
musiki’ den nefret edecek derece de zevksizdi. Saraydaki bütün musîkişinasları
oradan uzaklaştırdı. Ayrıca sarayda gezerken cariyelerden hiç kimsenin karşısına
çıkmasını istemediği için ayağına gümüş çivili ayakkabı giyerek mermerler
üzerinde yürürken ayak sesini duyan cariyeler birer köşeye saklanır, karşısına
çıkanları ise cezalandırırdı. Hiç çocuğu olmamasına şaşmamalıyız? III. Osman' ın
ilginç özelliklerinden biriside sık sık halkın arasına çıkarmış. İstanbul' un muhtelif
semtlerinde dolaşmayı adet edinmiştir. Haftada 3 gün kendi gezdiği günlerde
kadınların sokağa çıkmasını menettiği gibi kadınların süslenmesini de
yasaklamıştır.42
9. II.Abdülhamid (1876-1909)
Abdülmecid' in Çerkez asıllı kadın efendisi Tir-i Müjgan' dan doğma
oğludur. 21 Eylül 1842 tarihinde Çırağan Sarayı' nda doğmuştur. Kaynaklarda
kartal burunlu, orta boylu, hafif kambur, parlak ve iri gözlü, siyah düz saçlı olduğu
anlatılmaktadır.44 Sultan Abdülhamid Han Osmanlı Devleti' ni yakından
ilgilendiren çok önemli olayların saltanatında meydana geldiği nadir
padişahlardandır ve en önemlisi de hakkında en çok eser bulunan bir devlet
adamıdır. Hayat tarzı itibariyle Sultan Abdülaziz' e benzeyen, tam bir müslüman,
tam bir Osmanlı, takvâ ve dindarlığı sebebiyle halk arasında "veliyyullah" olarak
bilinmiştir.45
Fevkalâde bir zekâya ve hafızaya sahipti. Bir kere gördüğü veya sesini işittiği
kimseyi asla unutmazdı. Ölünceye kadar her sabah ılık suyla duş yapmayı
452
Müzeyyen ÖZKAN
——————————————————————————————
alışkanlık haline getirmiştir. Batı müziğinden, opera ve tiyatrodan hoşlanırdı.
Jimnastiğe de meraklı olup kılıç kullanma ve tabanca atmakta mahîr idi.46
Abdülhamid gerçek bir sanatkârdı. Alman Karl Jansen' den marangozluk ve
oymacılık öğrenmişti. Eserleri hala müzayedelerde satılır.47 Atlara o kadar
meraklıydı ki bir Arap aşireti reisinin yaralı sahibini savaş meydanından
uzaklaştıran "Ferhan" isimli atını elde etmek için aracılar yollamış ve ne yapıp ne
edip kendisine hediye ettirmiştir.48
Sonuç
Osmanlı padişahları, siyasi yönlerinden başka yani padişahlıktan başka ne
ile uğraştıklarını, vakitlerini nasıl geçirdiklerini, padişahlığın yorucu ve yıpratıcı
taraflarından arta kalan zamanlarını nasıl değerlendirdiklerini ele aldım.
Komutanlık ve devlet yöneticiliği kimliğiyle tanıdığımız birçok padişahın ilginç
hobileri vardı. Her insan gibi rutin meşguliyetlerinin yanında gönlünün arzuladığı
işleri yapmak, padişahların içinde bulundukları psikolojik sıkıntılardan uzaklaştırır
aynı zamanda bu durum mevcut koşuşturmacanın dışında farklı bir düşünme
pratiğine imkân sağlardı.
46 Cevdet Küçük, " II. Abdülhamid", Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.I, , İslam Diyanet
453
Osmanlı Padişahlarının Kişilikleri Ve Hobileri
——————————————————————————————
olumsuz sonuçlar doğurmaktaydı. Mesela IV. Mehmed' in avcı sevdalığı yüzünden
döneme etkilerini buna örnek verilebilir.
Kaynakça
454
Müzeyyen ÖZKAN
——————————————————————————————
__________, “Kanunî Sultan Süleyman” , Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar
Ansiklopedisi, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2008, C.II.
UZUNÇARŞILI İSMAİL HAKKI, Büyük Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1983, C.II, C.III, C.V.
ZİNKEİSEN JOHANN WİLHELM, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Yeditepe
Yayınevi, İstanbul, 2011.
455
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
——————————————————————————————
ÖZET
Şeyh Bedreddin(1359-1416) zamanın en önemli ilim merkezlerinde eğitim
almıştır. Fetret devrinde Musa Çelebi’nin yanında Osmanlı bürokrasisinin önemli bir
mevkisi olan kazaskerlik görevinde bulunmuştur. Şeyh Bedreddin, Mehmet Çelebi’nin
1413 yılında kardeşi Musa Çelebi’yi bertaraf etmesi üzerine İznik’e sürgün edilmiştir.
Aydın ve Manisa taraflarında Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanından sonra
İznik’ten kaçarak, İsfendiyar Beyliğine gelmiş ve oradan Rumeli taraflarına geçerek
kaynaklarda geçen isyan hareketine girişmiştir. Bu isyan hareketi Osmanlı Devleti’nin
iktisadi ve içtimai krizleri zamanında ortaya çıkarken, merkezi bir devlet kurma çabası
içinde olan Mehmet Çelebi’ye karşı bir reaksiyon olarak karşımıza çıkar.
——————————————————————————————
Giriş
Osmanlı tarihinde hiçbir şahsiyet Şeyh Bedreddin kadar ilgi çekmemiştir.
Şeyh Bedreddin’in bu kadar çok ilgi çekmesinin sebebi; onun âlim, mutasavvıf,
filozof ve Osmanlı bürokrasisinin en üst makamı olan kazaskerlik mevkiinde görev
yapmasının yanı sıra kaynaklarda geçen isyan hareketinde adının geçmesidir. Şeyh
Bedreddin’in “isyancı” ve “ihtilalci” kimliği, âlim ve mutasavvıf kimliklerinin
önüne geçmiştir. Ancak son zamanlarda onun sadece Osmanlı Devleti’ne isyan
eden bir aksiyon adamı olarak değil, ilmi yönleri üzerine de ciddi araştırmalar
yapılmaya başlanmıştır.1
Şeyh Bedreddin’in bu kadar çok popüler olmasının diğer bir sebebi; edebi
metinler olan roman ve tiyatrolara konu olmasıdır. Her bir romanda farklı bir Şeyh
Bedreddin imgesi mevcuttur. Romanların kuramaca metinler olması yazarların
ideolojilerinin romanların içeriğini etkilemesi sonucunu doğurmuştur.2
Döler Reklam Yayınları, İstanbul, 1977; Şeyh Bedreddin’in Camiu’l-Fusuleyn, Letâifü’l-İşârât ve et-
Teshîl adlı fıkıh eserlerinin sistematik bir şekilde inceleyen çalışma için bkz. Ayhan Hira, Şeyh
Bedreddin bir sufi âlimin fıkıhçı olarak portresi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2012.
2 Şeyh Bedreddin üzerine yazılan romanların değerlendirilmesi için bkz. Murat Kacıroğlu, “Tarihin
Nesnesinden Kurmacanın Öznesine Şeyh Bedreddin Yahut Tarihsel Bir Kimliğin Yeniden İnşası
Şeyh Bedreddin İsyanı Üzerine Tartışmalar
——————————————————————————————
Şeyh Bedreddin olayının içyüzünün aydınlatılması çetrefilli bir çaba olarak
karşımıza çıkar. Şeyh Bedreddin’i bizzat gören İbn Arabşah, Dukas’ın eseri ve
Şeyh Bedreddin’in torunu olan Hafız Halil b. İsmail’in Menakıbnâmesi, bu olaya
dair çağdaş kaynaklar konumundadır. Bu çağdaş kaynaklarda yer yer farklılıklar
vardır. En eski kaynaktan yenisine doğru gidildikçe, gerek Şeyh Bedreddin’e,
gerekse hareketine dair ayrıntı giderek artmakta olduğu ve bazı konularda
çelişkilerin ortaya çıkması3 ve kaynaklarda geçen bazı ifadelerin Marksist
çevrelerce kullanılması gibi sebeplerde bu konunun ilgi çekmesine neden olmuştur.
Marksist kesim Dukas tarihinde geçen;
Şeyh Bedreddin üzerine yapılan çalışmalar isyan ettiği veya etmediği gibi
iki karşıt terim üzerine kurulmuştur. Aslında ilk dönem Osmanlı tarih
kaynaklarından olan Aşıkpaşazâde, Neşri, Oruç ve İdris-i Bitlisî9 onun devlete
s.162.
8 Bezmi Nusret Kaygusuz, Şeyh Bedreddin Simavenî, İhsan Gümüşayak Matbaası, İzmir, 1957, s.79.
9 Aşıkpaşazâde, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, nşr. Nihal ATSIZ, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2011, s.96-97;
Anonim Osmanlı Kroniği(1299-1512), haz: Necdet ÖZTÜRK, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,
İstanbul, 2000, s.63-65; Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi, nşr. N. ATSIZ, Üç Osmanlı Tarihi , İstanbul,
2011, s.62-64; Neşri, Kitâb-ı Cihannümâ, Haz. Faik Reşit Unat- M. Altay Köymen, C. 2, Türk Tarih
457
Tayfun AKGÜN
——————————————————————————————
isyan ettiğini kaydeder. Daha sonraki dönem eserleri olan Taşköprülüzâde10 ve
Hoca Sadeddin’in11 eserlerinde ise, XV.yüzyılda kaleme alınan Menakıbnâme’nin
de etkisiyle, âlim bir kimliğe sahip olan Şeyh Bedreddin’in iftiraya kurban
gittiğinin üzerinde durulmuş, aynı bakış açıları modern araştırmalara da
yansımıştır.
Kurumu, Ankara 1987, s.542-547; Şerefettin Yaltkaya, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Hayatı-
Felsefesi-İsyanı, haz: İsmail AKA-Mustafa DEMİR, Temel Yayınları, İstanbul, 2001, s.87-96.
10 Taşköprülüzâde, Osmanlı Bilginleri, çev: Muharrem TAN, İz Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.65-66.
11 Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, haz: İ. Parmaksızoğlu, C. 2, Kültür Bakanlığı Yayınları,
s.43-57; Yaltkaya, a.g.e., s.27-34; Kaygusuz, a.g.e., s.34-41; Taşköprülüzade, a.g.e., s.65-66; Bilal
Dindar, “Bedreddin Simâvî”, C. 5, DİA, İstanbul, 1992, s.333-334.
458
Şeyh Bedreddin İsyanı Üzerine Tartışmalar
——————————————————————————————
eğitim almak için gelen öğrenci vardı ve Şeyh Bedreddin onlarla tanışma fırsatı
buldu. Hiç şüphesiz o ders arkadaşlarından da etkilenmiştir.15 Onun düşünce
yapısında büyük değişikliğe neden olacak olan Seyyid Hüseyin Ahlatî ile
tanışması, bu önemli ilim merkezinde olmuştur. Seyyid Hüseyin Ahlatî ile
tanışması sonucunda Şeyh Bedreddin, maddeci felsefe ile karışık tasavvuf öğrendi
ve Şeyh Bedreddin’in Varidat’taki düşüncelerinin temelinde bu öğreti vardır16.
15 Şeyh Bedreddin’in ders arkadaşları olarak, amcaoğlusu olan Müeyyed b. Abdülmümin, daha sonra
önemli bir astronomi bilgini olacak olan ve Timur sarayında görev yapan Kadızâde-i Rûmî lakapla
Musa Çelebi, felsefe ile uğraşan Seyyid Şerif Cürcânî, Aydınoğlu sarayında hekimlik ve kadılık
yapan Hacı Paşa gibi isimleri biliyoruz. Kısa bilgi için bkz. Hira, a.g.e., s. 52-54.
16 Ahmet Yaşar Ocak, “XIV.Yüzyılın Ahlatlı Ünlü Bir Sufi Feylesofu: Şeyh Bedreddin’in Hocası
Hüseyn-i Ahlatî”, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, Timaş, İstanbul, 2011, s. 42; Seyyid Hüseyin Ahlatî
hakkında daha fazla bilgi için bkz. Balivet, a.g.e., s.50-54; Ocak, a.g.e., s.154-158.
17 Eser pek çok kez Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bkz. Cemil Yener, Şeyh Bedreddin Varidat,
Milenyum Yayınları, İstanbul, 2008; Vecihi Timuroğlu, Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve
Varidat, Su Yayınları, İstanbul, 2013; Abdülbaki Gölpınarlı- İsmet Sungurbey, Simavna Kadısıoğlu
Şeyh Bedreddin ve Manâkıbı, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2008, s.131-180; Kaygusuz, a.g.e.,
s.121-167.
18 Müfid Yüksel, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Yarın Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.104-105;
Yener, a.g.e., s.41-44; Gölpınarlı- Sungurbey, a.g.e., s.103-104; Ocak, a.g.e., s.189-190.
19 Gölpınarlı-Sungurbey, a.g.e., s.104.
20 Ocak, a.g.e., s.190
459
Tayfun AKGÜN
——————————————————————————————
yazma ihtimalinin düşük olması gibi durumları göz önüne alarak, eserin Rumeli
bölgesindeki sohbetlerden oluştuğu kanaatindedir21. Bilal Dindar ise eserin İznik’te
yazılmış olabileceğini, ancak Kurdakul’un görüşünün daha güçlü olduğu
hususunda görüş bildirir22.
Balıvet, eserin Dukas’ta geçen mal paylaşımı, sultana karşı açık isyan,
mehdilik iddiası, “mum söndü” ayinleri, dinlerüstü bir anlayışın olmaması,
seleflerine ya da çağın düşünce akımlarının göndermelerin az bulunması nedeniyle
hayal kırıcı olarak nitelendirir26. Gölpınarlı ve Ocak, Vâridât’ın Şeyh Bedreddin’in
inançlarında bocalayan, kendini mânâ âleminden kurtaramamış bir kişilik
sergilemesi bakımından önemli bir eser olduğu üzerinde hemfikirdirler27.
460
Şeyh Bedreddin İsyanı Üzerine Tartışmalar
——————————————————————————————
olduğunu rahatlıkla gösterir. Aydın vilayetinde Börklüce Mustafa ve Manisa’da
Torlak Kemal’in isyanı üzerine Şeyh Bedreddin İznik’ten kaçmış ve İsfendiyar
Beyliğine sığınmıştır. Şeyh Bedreddin daha sonra Rumeli bölgesine geçerek
Deliorman’da kaynaklarda geçen isyan hareketine girişmiştir. Bu isyan Osmanlı
kuvvetlerince bastırılmış ve Şeyh Bedreddin Divân-ı Hümâyûn’da yargılanarak, 18
Aralık 1416 yılında Serez çarşısında idam edilmiştir29.
29 Şeyh Bedreddin fikirlerinden dolayı değil, devlete isyan ettiği için idam edilmiştir. Bkz. Ahmet
Mumcu, Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl, Phoneix Yayınevi, Ankara, 2007, s. 111; Şeyh
Bedreddin’in yargılanması için bkz. Yaşar Şahin Anıl, Osmanlı Döneminde İki Dava Şeyh Bedreddin
ve Midhat Paşa Davaları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
30 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. 1, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1979, s.346.
31 Gölpınarlı-Sungurbey, a.g.e., s.76.
32 Ocak, a.g.e., s.169.
33 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Çev. R. Sezer, İstanbul, 2008,
s.196.
34 Aşıkpaşazade, a.g.e., s.96; Anonim, s. 63; Oruç Beğ, a.g.e., s.62; Neşri, a.g.e., s.545.
35 Şükrullah, Behcetü’t-tevârîh, nşr. N. ATSIZ, Üç Osmanlı Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2011,
461
Tayfun AKGÜN
——————————————————————————————
bulup, anı-dahi birkaç müridiyle boğazından asa kodu.36 Menakıbnamede Şeyh
Bedreddin’in Domaniç bölgesinde bir grup Torlakla karşılaştığı ve onların Şeyh
Bedreddin’e mürid olduğu kayıtlıdır37, ancak bunun Torlak Kemal’in grubu
olduğunu kesin olarak bilemiyoruz.
s.264.
462
Şeyh Bedreddin İsyanı Üzerine Tartışmalar
——————————————————————————————
Sonuç
Çalışmanın sonunda Şeyh Bedreddin’in iddia edildiği gibi “komünist” ve
“sosyal demokrat” gibi kimliklerinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Şeyh Bedreddin
önemli merkezlerde eğitim görerek çok yönlü bir insan olmuştur. Şeyh Bedreddin’i
değerlendirirken alim, mutasavvıf ve isyancı kimlikleri ayrı ayrı incelenmelidir.
Kaynakça
Kaynak Eserler
Anonim Osmanlı Kroniği(1299-1512), Haz. Necdet ÖZTÜRK, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000.
Aşıkpaşazâde, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, nşr. Nihal ATSIZ, Ötüken Yayınevi, İstanbul,
2011.
Doukas, Tarih Anadolu ve Rumeli (1326–1462), Çev. B. Umar, Arkeoloji ve Sanat
Yayınları, İstanbul, 2008.
Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, Haz. İ. Parmaksızoğlu, C. 2, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Eskişehir, 1992.
Neşri, Kitâb-ı Cihannümâ, Haz. F. R. Unat- M. A. Köymen, C. 2, Türk Tarih
Kurumu, Ankara, 1987.
Oruç Beğ, Oruç Beğ Tarihi, nşr. N. ATSIZ, Üç Osmanlı Tarihi , Ötüken Yayınevi,
İstanbul, 2011.
Şükrullah, Behcetü’t-Tevârîh, nşr. N. ATSIZ, Üç Osmanlı Tarihi , Ötüken
Yayınevi, İstanbul, 2011.
Taşköprülüzâde, Osmanlı Bilginleri, Çev. Muharrem TAN, İz Yayıncılık, İstanbul,
2007.
Araştırma Eserleri
AKDAĞ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. 1, Tekin Yayınevi,
İstanbul, 1979.
463
Tayfun AKGÜN
——————————————————————————————
AKDİK, H. Melek, “Sözlü Kültürden Modern Edebiyata Bir Köroğlu Anlatısı;
Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Destanı”, Milli Folklor, S.96, 2012,
ss. 129-136.
ANIL, Y. Şahin, Osmanlı Döneminde İki Dava Şeyh Bedreddin ve Mithat Paşa
Davaları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995.
BALIVET, Michel, Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan, Çev. E. GÜNTEKİN, Türk
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2011.
DİNDAR, Bilal, “Bedreddin Simâvî”, T. D. V. İslam Ansiklopedisi, C. 5, İstanbul,
1991, s.331-334.
GARİPER, Cafer, KÜÇÜKÇOŞKUN, Yasemin, “Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun
Darağacı Romanında Şeyh Bedreddin İmgesinin Dönüşümü”, Erdem,
2007, S. 49, ss. 151-182.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, SUNGURBEY, İsmet, Simavna Kadısıoğlu Şeyh
Bedreddin ve Manâkıbı, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2008.
HİRA, Ayhan, Şeyh Bedreddin Bir Sufi Alimin Fıkıhçı Olarak Portresi, İz
Yayıncılık, İstanbul, 2012.
İNALCIK, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600), Çev. R. SEZER,
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2012.
KACIROĞLU, Murat, “Tarih Nesnesinden Kurmacanın Öznesine Şeyh Bedreddin
Yahut Tarihsel Bir Kimliğin Yeniden İnşası Üzerine”, Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2011, S. 30, ss.239-274.
KAYGUSUZ, B. Nusret, Şeyh Bedreddin Simavenî, İhsan Gümüşayak Matbaası,
İzmir, 1957.
KURDAKUL, Necdet, Bütün Yönleriyle Şeyh Bedreddin, Döler Reklam Yayınları,
İstanbul, 1977.
MUMCU, Ahmet, Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl, Phoenix Yayınevi, Ankara,
2007.
OCAK, A. Yaşar, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler, Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, İstanbul, 1999.
OCAK, A. Yaşar, “XIV. Yüzyılın Ahlatlı Ünlü Bir Sufi Feylesofu: Şeyh
Bedreddin’in Hocası Hüseyn-i Ahlati”, Osmanlı Sufiliğine Bakışlar, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 35-43.
SEVERCAN, Şefaettin, “Şeyh Bedreddin Olayı”, Türkler, C. 9, Yeni Türkiye
Yayınevi, Ankara, 2002, s.259-271.
TİMUROĞLU, Vecihi, Simavne Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin ve Varidat, Su
Yayınları, İstanbul, 2013.
UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, C. 1, Türk Tarih Kurumu, Ankara,
1988.
464
Şeyh Bedreddin İsyanı Üzerine Tartışmalar
——————————————————————————————
YALTKAYA, M. Şerefettin, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Hayatı-
Felsefesi-İsyanı, haz: İsmail AKA-Mustafa Demir, Temel Yayınları,
İstanbul, 2001.
YENER, Cemil, Şeyh Bedreddin Varidat, Milenyum Yayınları, İstanbul, 2008.
YÜKSEL, Müfid, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Yarın Yayınevi, İstanbul,
2010.
465
Gelecek Geçmişi Tartışıyor Ulusal Tarih Öğrenci Sempozyumu Bildirileri
2-4 Mayıs 2013 Isparta
Alican KİRİŞOĞLU
——————————————————————————————
ÖZET
Tarih ilmi ve tarihçilik mesleği son derece ehemmiyetli bir alan olup, bir devletin
milli şuuru açısından vazgeçilemezleri arasındadır. Osmanlıda tarihçilik anlayışı Tanzimat
Fermanı ile birlikte büyük bir değişime uğramış, Meşrutiyet döneminde de bu değişim
yaşanmaya devam edilmiştir. XVIII. ve XIX. Yüzyıllar da Avrupa’da yaşanan büyük
değişim ve gelişimler kuşkusuz ki sadece sanayi alanında ve siyasi hayatta değil bilim
dünyasında da farklı cereyanlara yol açmıştır. Avrupa’nın modernleşme sürecinden
Osmanlı da etkilenmiş ve ilk kez bu dönemlerde Osmanlı kendi tarih çalışmalarına
başlamıştır. Cumhuriyet’in ilanı sonrası Tükiye’de tarihçilik tamamen modern tarih
anlayışıyla yazılmaya başlanmıştır.
——————————————————————————————
1.Tarih ve Tarihçiliğe Kısa Bir Bakış
Bugüne kadar pek çok tarihçinin yapmış olduğu tarih tanımları vardır,
fakat kısaca ve anlaşılır bir üslupla tarih tanımı yapmak gerekirse; Geçmişte
insanlar arasında yaşanılan olayları sebep sonuç ilişkisi içerisinde, belgelere
dayanarak, objektif bir biçimde bilim dünyasına aktaran sosyal ilime tarih ilmi
diyebiliriz.
Bir milleti millet yapan tarih bilincidir. Bu sebepten ötürü tarih bilinci bir
devlet için vazgeçilmez bir unsurdur. Bir devlet tarih ve tarihi şuura ne kadar önem
verir ise milletin tabi olduğu devlet o denli köklü, birbirinden koparılamaz bir
unsur olarak karşımıza çıkması muhtemel olur.
Tarihin sosyal alanda bir bilim dalı olduğu tüm dünyaca kabul görmüş bir
gerçektir. Aynı zamanda tarih diğer sosyal bilimlerden faydalanır ve onlarla iç
içedir. Filoloji, Felsefe, İktisat, Nümizmatik, Sosyoloji, Antropoloji, Coğrafya,
Arkeoloji ve daha pek çok sosyal bilim tarihe yardımcı bilim dallarıdır. Aynı
zamanda tarih de bu bilim dallarına gerektiği zaman yardımcı olabilir. Hiçbir
bilimin bağımsız, yani tek başına hareket edemeyeceği ve bilimin bir bütünlük
gerektirdiği unutulmamalıdır. Tarihçi şüphesiz ki tarih ilmini icra eden kişiye denir.
Uşak Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, 4.Sınıf Lisans Öğrencisi,
[alicankirisoglu@hotmail.com]
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
——————————————————————————————
Bu bağlamda tarihçinin üstlendiği görev bir toplum ve millet için oldukça mühim
bir noktayı teşkil eder.
Tarihçilik ve tarihi merak hemen hemen tüm insanlarda var olan bir duygu
türüdür aslında. Anılar, seyahatnameler, mektuplar ve daha pek çok yazılı yazısız
buluntular tarih için malzemedir. İnsanlarda geçmişi merak etmek, yaşadıkları
durum ve duyguları yazılı olarak paylaşmak ve gelecekteki insanlara geçmişten bir
takım belgeler bırakmak tarih boyunca her zaman rastlanılan bir durum olmuştur.
Yani kısacası tarihi merak, yazmak-çizmek ve anlatmak insanın yaradılışından beri
süre gelmiştir.
1 Ahmet Aydın, “Osmanlılarda Tarih Yazıcılığı”, Türkler, C.11 Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları,
467
Alican KİRİŞOĞLU
——————————————————————————————
edebiyat açısından önemini ortaya koymuşlardır4. Lakin özellikle
menakıbnamelerin tarihi bir kaynak olarak değerlendirilmesinde şu hususun göz
ardı edilmemesi gerekir; menakıbnameleri tarihi gerçeklere dayanan ve tarihi
gerçeklere dayanmayan (hayali) olarak ikiye ayırmakta fayda vardır.
Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Derleyenler: Oktay Özel, Mehmet Öz, Kızılay-Ankara, İmge
Kitabevi, 2. Baskı, Mayıs 2005, s.60.
468
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
——————————————————————————————
Konumuz itibariyle Osmanlı kuruluş ve yükselme dönemlerinin tarihçilik
anlayışından kısaca bahsettikten sonra bu dönem için başlıca kaynakları şöyle
sıralayabiliriz;
-AHMEDİ: İskendername
Akla gelen bu ilk kaynakları tabi ki çoğaltmak mümkün. Lakin Osmanlı Kuruluş
ve Klasik çağına ışık tutan başlıca eserleri bu şekilde sıralayabiliriz.
7 Vakanüvislik; daha ziyade edebi yönü ağır basan, fakat bunun yanında yarı resmi tarih yazıcılığı
yapan, ilk vakanüvis; Naima Mustafa Efendidir (1128-1716). Eseri; Tarih-i Naima. Naima Mustafa
Efendinin vakanüvisliğe ne zaman atandığı ve hangi tarihe kadar bu görevi icra ettiği tam olarak
bilinmemektedir.
9 Bekir Kütükoğlu, “Vak’anüvis”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.42, s.457.
469
Alican KİRİŞOĞLU
——————————————————————————————
Osmanlı tarihlerinin yazılı hale getirilmesi hususu konusunda oldukça belirgin bir
durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
470
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
——————————————————————————————
alanlarına da tesir etmiş ve yazarlar bu düşüncelerden etkilenmişlerdir. Örnek
olarak Ziya Gökalp Turancılık akımının öncüsü olmuş ve bu akım çerçevesinde
eserler kaleme almıştır. Siyaset ve fikir alanına yansıyan “Türkçülük, milliyetçilik,
Turancılık, Pantürkizm” gibi kavramlar aslında aynı manaya gelmekte fakat bunun
yanında siyasi bölünmelere sebep olmuş, Türkçüler arasında tam bir görüş birliği
oluşturamamıştır12. Osmanlı artık Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etmiş bir
durumdaydı. Batı’yı daha iyi tanımak için çalışmalar başlatılmış, Avrupa’da daimi
elçilikler açılmıştı. Batıcılık kavramı ise bu bağlamda başlamış, Batı’yı geçmenin
yolu Batı’yı anlamak, tanımak şeklinde telakki edilmişti. Lakin ne Batıcılık ne
Osmanlıcılık ne İslamcılık ne de diğer fikir akımları ve Türk aydınları Osmanlı
devletinin bilhassa batı karşısında eriyip gitmesine mani olamayacaktı. Tanzimat
ile başlayan zaman süreci aslında Batı’nın üstünlüğünü resmileştirmek ve Osmanlı
için kısmen sonun başlangıcı mahiyetini alacaktı.
Tarih bilimi ve tarih anlayışı açısından oldukça önem arz eden bu dönemde
tarihçilik Osmanlı’da yeni bir boyut kazanmaya başlamıştır. Tanzimat Dönemine
kadar Osmanlı’da tarih anlayışı hikayeci bir üslupla yazıldığı gibi İslami motiflerle
bezenerek İslam tarihi üzerinde durulmuş, Osmanlı tarihi ile İslam tarihi
harmanlanmıştır. Bu dönemde değişmeye başlayan Osmanlı tarihçilik anlayışı
Meşrutiyet dönemlerinde de değişmeye devam ederek tarihçilikte modernleşme
yolunda ilerlemeye devam edilmiştir. Tanzimat dönemi ile birlikte Osmanlı tarih
yazıcılığında hem eski usuller takip edilmeye devam edilmiş, fakat bunun yanında
12 Nevzat Köken, “Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları ve Tarih Eğitimi (1923-1960)”, Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü, Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Isparta 2002, s.39.
471
Alican KİRİŞOĞLU
——————————————————————————————
Avrupa tarih yazıcılığı metotlarından ilham alınarak tamamen modern tarzda
eserler kaleme alınmaya başlanmıştır13.
13 Necdet Hayta, Uğur Ünal, “Modernleşme Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı (1789-1908)”,
Türkiye’de Tarih Yazımı, Ed. Vahdettin Engin, Ahmet Şimşek, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 1. Baskı,
Mayıs 2011, s.143.
14 Azmi Süslü, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e: I”, Fırat Üniversitesi Tarih Metodolojisi ve Türk
Tarihinin Meseleleri Kollokyumu, Fırat Havzası Araştırma Merkezi, Elazığ 1990, s.160.
15 Zeki Arıkan, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarihçilik”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye
472
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
——————————————————————————————
kadar köklü, teşkilatçı bir yapıya sahip olduğu anlaşılmış ve dünya politikası
içerisinde her zaman aktif olarak en ön saflarda yer aldığı kanıtlanmıştır.
-Ahmet Cevdet Paşa: Tarih-i Cevdet: 12 cilttir. Ahmed Cevdet Paşa’nın en başarılı
olduğu eseridir. 30 senelik çalışmanın ürünüdür. Osmanlı Devleti'nin 1774-1825
seneleri arasındaki tarihini anlatır.
473
Alican KİRİŞOĞLU
——————————————————————————————
-Lütfi Paşa:Tevarih-i Ali Osman, Asafname ise Lütfi Paşa'nın en tanınmış eseridir.
474
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
——————————————————————————————
Osmani Encümeni” dir. “Encümenin kuruluşu, Padişah Mehmed Reşat’ın saltanatı
ve Hüseyin Hilmi Paşa’nın ikinci sadrazamlığı zamanında gerçekleşmiştir.
Mehmed Reşat’ın Abdurrahman Şeref Efendi’yi 17 Mayıs 1909’da vakanüvisliğe
atamasıyla encümenin kuruluş süreci de başlamıştır. Encümen, 27 Kasım 1909’da
kurulmuştur”18. 1918 yılına kadar bu encümen, çalışmalarını sürdürmekte fakat
sonrasında etkinliğini kaybetmektedir. Yusuf Akçura ve Fuad Köprülü gibi kişiler
bu encümenin ortaya koyduğu fikirleri sert bir şekilde eleştirdiler. “Öte yandan II.
Meşrutiyet siyasal ve kültürel Türkçülük hareketinin gelişmesine de ortam
hazırladı. Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügati’t-Türk adlı ünlü anıtsal eserinin II.
Meşrutüyet döneminde bulunup yayınlanması, Türkoloji araştırmalarına geniş
ufuklar açtı”19.
Görüldüğü üzere Türkiye’de tarihçilik pek çok evreler geçirmiş, pek çok
yol katetmiştir. II. Meşrutiyet döneminin akabinde Anadolu coğrafyası işgale
uğramış, milli şuur şaha kalkmıştır. Özellikle batılı ülkelerin yüzyıllardır kendi
yazdıkları asılsız tarihi tezlere dayanarak Anadolu coğrafyasını işgale girişmişler,
lakin milli şuuru yenemeyerek “geldikleri gibi gitmişlerdir”. İşte bu bağlamda
baktığımız zaman Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in ilanı ile tarihi
alanda ciddi çalışmalar yapılması, memlekette tarih şuurunun oluşturulması, en
önemlisi kadim Türk tarihinin bilimsel metotlara dayanarak araştırılması ve
çalışmaların başlatılması için ön ayak olmuştur.
475
Alican KİRİŞOĞLU
——————————————————————————————
6.1.Cumhuriyet Dönemi Tarihçiliğin İki Mühim Siması;
Ord.Prof.Dr.Mehmet Fuad Köprülü ve Ord.Prof.Dr.Ahmet Zeki Velidi Togan
Bu iki önemli şahsiyet Cumhuriyet dönemi Türkiye sinde tarih yazıcılığına
ve Türk tarihine damgalarını vurmuştur. Zeki Velidi Togan ve Fuad Köprülü
öğrenci yetiştirmenin ve bilgi birikimlerini öğrencilere aktararak yeni yetişen genç
tarihçi adaylarına faydalı olmanın ne kadar mühim bir vazife olduğunu
benimsemişlerdir.
Fuad Köprülü20, Osmanlı tarihinde çok mühim işlere imza atmış olan
meşhur sadrazamlar Köprülü sülalesine mensuptur. Ankara Hukuk Fakültesindeki
hocalarını kifayetsiz bulan Fuad Köprülü, üniversite hayatını yarıda bırakarak
kendini bilime adamıştır. Edebiyat ve tarih alanında yapmış olduğu çalışmalar
dünyaya nam salmış, ünü her geçen gün artarak devam etmiştir. Çok genç yaşta
liselerde muallimlik vazifelerini üstlenmiş, sonrasında İstanbul Üniversitesi,
Mülkiye, Sanayi-i Nefsiye mektepleri, İlahiyat Fakültesi ve Ankara
Üniversitesi’nin Dil ve Tarih-Coğrafya, Siyasal Bilgiler Fakültelerinde hocalık
görevini icra etmiştir21. Çok üretken bir şahsiyet olan Fuad Köprülü’nün bugün
tarihçilik alanında müthiş eserler veren Halil İnalcık, Mehmet Altay Köymen,
Osman Turan, Hüseyin Nihal Atsız, Faruk Sümer, Akdes Nimet Kurat gibi
şahsiyetlerin yetişmesinde fazlasıyla emeği geçmiştir. İlgi ve çalışma alanı daha
çok kültür, edebiyat ve medeniyet tarihi üzerine olan Köprülü, batılı tarihçilerin
basit ve asılsız tezlere dayanarak Osmanlı tarihi üzerine yapılan çalışmalara,
sağlam ve ilmi metotlarla dayanarak eleştirilerde bulunmuş, bu eserlerin dayandığı
tezleri teker teker çürütmüş ve bilhassa Osmanlı Kuruluş evresine ışık tutmuştur.
Özellikle edebiyat tarihi ve Osmanlı tarihi üzerinde sayısız eserleri bulunan Fuad
Köprülü’ nün ne yazık ki siyaset hayatına atıldıktan sonra üretkenliği sekteye
uğramıştır. Türkiye’nin hem edebiyat alanında hem tarih alanında ki modern ilmi
çalışmalarına ışık tutmuştur.
20 Tafsilatlı bilgi için bkz. Orhan Köprülü, Fuad Köprülü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara 1987; Ömer Faruk Akün, “Mehmed Fuad Köprülü”, TDVİA, C. 28.
21 Halil İnalcık, “Modernleşme Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı (1789-1908)”, Türkiye’de Tarih
Yazımı, Ed. Vahdettin Engin, Ahmet Şimşek, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 1. Baskı, Mayıs 2011,
s.179.
22 Tafsilatlı bilgi için bkz. Tuncer Baykara, Zeki Velidi Togan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
Ankara 1989.
476
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
——————————————————————————————
görüşmüş fakat bir sonuç alamamıştır. Türkistan’a çekilip burada mücadelesine
devam eden Togan, başta Yusuf Akçura ve Fuad Köprülü’nün gayretleriyle
Türkiye’ye davet edilmiştir23. Zeki Velidi Togan, 1927 sonrasındaki İstanbul
Üniversitesi’nin öğretim kadrosuna dahil olmuştur24. Ünlü Rus Türkologlarıyla
tanışan, görüşen, onlarla fikir alışverişinde bulunan Togan, ilmi gezilerde
bulunmuş ve pek çok belgeyi gün yüzüne çıkarıp ilim dünyasına sunmuştur.
Türkiye’ye geldikten sonra ilmi çalışmalarına hız kesmeden devam eden Togan
özellikle Orta Asya Türk tarihi, Türkistan ve Orta zaman Türk tarihine ışık tutan
pek çok eser vermiş, o ana kadar hiç araştırılmamış mevzuları araştırmıştır. Zeki
Velidi Togan Türkistan sahasında adeta bir önder olarak kabul görmüş, Rus
baskılarına karşı yıllarca direnmiştir. Bugün gene Türk tarihçiliği açısından çok
önemli şahsiyetlerin yetişmesinde büyük emeği geçen Zeki Velidi Togan’ın
öğrencilerinden bazıları; benim de hocam olan Tuncer Baykara, Gülçin
Çandarlıoğlu, Mustafa Kafalı, Enver Konukçu, Fahrettin Kırzıoğlu, Salih Tuğ gibi
simalardır. Bunların dışında kendi evlatlarını (Prof.Dr.Sübidey Togan-
Prof.Dr.İsenbike Togan) da bu yolda yetiştirmiş, tarih için önce kaynak dillerinin
bilinmesi gerektiğini sonrasında tarih ilminin yapılabileceğini bizzat İsenbike
Togan’a telkin etmiştir. Bunların haricinde Zeki Velidi Togan çok iyi bir at
binicisiydi ve kımızı çok severdi. Hatta evlatları hasta olduğunda ilaç niyetine
kımız içirdiğini İsenbike Togan nakletmiştir.
Gerek Zeki Velidi Togan gerek Fuad Köprülü Türk tarihçiliğinin modern
anlamda kilometre taşlarıdır. Bu iki şahsiyet aynı yılda doğmuş, F. Köprülü
Osmanlı, Z.V.Togan da Çarlık Rusya devirlerinin kültür ve etkisiyle
yetişmişlerdir25. Mevzu tarihçilik olunca Türkiye coğrafyasında bu iki alimin
çalışmaları ve emekleri akla gelmektedir. Dünyaca nam salmış bu iki bilim
insanının bitmek tükenmek bilmeyen çalışma azimleri, kaynaklara hakim oluşları
modern ve araştırıcı tarih anlayışında birer örnektir. Kendilerinden sonra gelen
tarihçilere adeta rehber olan bu iki mühim insanın hayatları Türk bilim dünyasına
bir şey daha katabilme umuduyla geçmiştir. Zeki Velidi Togan da Fuad Köprülü de
hem doğu dillerine hem de batı dillerine oldukça aşina idiler. Bu iki bilim insanının
hayatları ve yapmış oldukları çalışmalar kuşkusuz ki nesiller boyu övgüyle söz
edilecektir.
23 Bu konuda bkz. A.Zeki Velidi Togan, Hatıralar - Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Türklerinin
Milli Varlık ve Kültür Mücadeleleri, Türkiye Diyanet Vakfı, 2.Baskı, Ankara 2012.
24 Tuncer Baykara, “Zeki Velidi Togan”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de Tarihçilik ve Tarih
Yayıncılığı Sempozyumu Bildirileri, TTK., Ed. Mehmet Öz, Ankara 2011, s.16.
25 Baykara, a.g.m., s.19.
477
Alican KİRİŞOĞLU
——————————————————————————————
Teşekkür
2 - 4 Mayıs 2013 tarihleri arasında Isparta, Süleyman Demirel
Üniversitesinde, lisans ve yüksek lisans düzeyindeki öğrencilerin katılımıyla
gerçekleştirilmiş olan, “Gelecek Geçmişi Tartışıyor” adlı sempozyumda emeği
geçen Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümündeki
tüm akademik kadroya, bu sempozyuma katılma sürecinde benden desteklerini
esirgemeyerek bana vakit ayıran hocam; Uşak Üniversitesi, Tarih Bölümü öğretim
üyesi Yrd.Doç.Dr. M. Salih Erkek’e, Süleyman Demirel Üniversitesi tarih bölümü
öğrencilerine emeklerinden ötürü ve bizlere sunulan imkanlardan dolayı canı
gönülden teşekkürlerimi sunar, ve bu tür etkinliklerin devam etmesini temenni
ederim.
Saygılarımla
Alican Kirişoğlu
İzmir
07.08.2013.
Kaynakça
AYDIN, Ahmet, “Osmanlılarda Tarih Yazıcılığı”, Türkler, C. 11 Osmanlı, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara 2002.
ARIKAN, Zeki, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Tarihçilik”, Tanzimat’tan
Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, C. 6,İstanbul 1985.
_________, Zeki, “Osmanlı Tarih Anlayışının Evrimi”, Tarih ve Sosyoloji
Semineri (Bildiriler), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınevi,
İstanbul 1991.
BAYKARA, Tuncer, Türk İnkılap Tarihi ve Atatürk İlkeleri, IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul, 2.Baskı, Ekim 2009.
_________, Tuncer, “Zeki Velidi Togan”, Cumhuriyet Döneminde Türkiye’de
Tarihçilik ve Tarih Yayıncılığı Sempozyumu Bildirileri, TTK., Ed. Mehmet
Öz, Ankara 2011.
HAYTA, Necdet, Ünal Uğur, “Modernleşme Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı
(1789-1908)”, Türkiye’de Tarih Yazımı, Ed. Vahdettin Engin, Ahmet
Şimşek, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 1. Baskı, Mayıs 2011.
IMBER, Colın, “İlk Dönem Osmanlı Tarihinin Kaynakları”, Söğüt’ten İstanbul’a,
Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Derleyenler: Oktay
Özel, Mehmet Öz, Kızılay-Ankara, İmge Kitabevi, 2. Baskı, Mayıs 2005.
478
Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de Tarih Yazımı
——————————————————————————————
İNALCIK, Halil, “Modernleşme Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı (1789-
1908)”, Türkiye’de Tarih Yazımı, Ed. Vahdettin Engin, Ahmet Şimşek,
Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 1. Baskı, Mayıs 2011.
KOÇAK, Kemal, “Osmanlıdan Cumhuriyete Tarih Anlayışına Tesir Eden
Faktörler”,
http://www.akademiktarih.com/pdfler/store/kemalkocak2.pdf, 27.03.2013.
KÖKEN, Nevzat, “Cumhuriyet Dönemi Tarih Anlayışları ve Tarih Eğitimi (1923-
1960)”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih
Bölümü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Isparta 2002.
KÜTÜKOĞLU, Bekir, “Vak’anüvis” mad. , Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, C. 42, İstanbul 2012.
MENAGE, V.L. , ”Osmanlı Tarihinin Başlangıcı” (Çev. Salih Özbaran), Osmanlı
Tarih ve Tarihçileri, Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 9, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınevi, İstanbul 1978.
SÜSLÜ, Azmi, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e: I”, Fırat Üniversitesi Tarih
Metodolojisi ve Türk Tarihinin Meseleleri Kollokyumu, Fırat Havzası
Araştırma Merkezi, Elazığ 1990.
ŞAHİN, Haşim, “Menakıbname” mad. , Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
C. 29, Ankara 2004.
ÜNAL, Yenal, “Türkiye’de Tarihçilik Tarihçiliğin Gelişimi (15-20.YY) ve Türk-
Batı Tarihçiliğine Örnek İki Kitabın Karşılaştırmalı Analizi”, Kelam
Araştırmaları 2010,
http://ktp.isam.org.tr/pdfdrg/D03265%5C2010_2/2010_2_UNALY.pdf,
19.03.2013.
479