Professional Documents
Culture Documents
Hİ
LÂPLARI
ve
DOÇ.DR.ALİDENİZLİ
YE
ATATÜRK
TARİ
TÜRKİ
CUMHURİ
NKI
İ
ATATÜRK İ
NKI
LÂPLARIveTÜRKİ
YE CUMHURİ
YETİTARİ
Hİ DOÇ.DR.ALİDENİ
ZLİ
ATATÜRK İNKILÂPLARI
ve
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
TARİHİ
ÖNSÖZ........................................................................................................................................7
GİRİŞ.........................................................................................................................................15
BİRİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN HAYATI................................................................................................ 17
İKİNCİ BÖLÜM
HARP AKADEMİSİ ÖĞRENİMİ .................................................................................................................. 53
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ ........................................................................................................... 81
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ATATÜRK İLKELERİ................................................................................................................................... 85
BEŞİNCİ BÖLÜM
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞININ İÇ SEBEPLERİ .......................................................... 113
ALTINCI BÖLÜM
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞININ DIŞ SEBEPLERİ
KOMŞU ÜLKELERİN EMELLERİ............................................................................................................. 121
YEDİNCİ BÖLÜM
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA
FİKİR HAREKETLERİ............................................................................................................................... 139
SEKİZİNCİ BÖLÜM
İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ................................................................................................................ 155
DOKUZUNCU BÖLÜM
MUSTAFA KEMAL PAŞA VE ENVER PAŞA............................................................................................ 173
ONUNCU BÖLÜM
31 MART 1909 VAKASI VE HAREKAT ORDUSU ................................................................................... 181
ONBİRİNCİ BÖLÜM
TRABLUSGARP HARBİ............................................................................................................................ 195
ONİKİNCİ BÖLÜM
BALKAN HARBİ (1912-1913).................................................................................................................... 201
ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ENVER PAŞA ve ALMANYA.................................................................................................................... 221
ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1914-1918)..................................................................................................... 231
ONBEŞİNCİ BÖLÜM
18 MART 1915 ÇANAKKALE ZAFERİ, 19’UNCU TÜMEN VE ANAFARTALAR GRUP KOMUTANI
ATATÜRK.................................................................................................................................................. 247
ONALTINCI BÖLÜM
MONDROS ATEŞKES ANTLAŞMASI
ONYEDİNCİ BÖLÜM ................................................................................................................................ 267
MÜTAREKE DÖNEMİNDE ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’DAKİ FAALİYETLERİ VE
ANADOLU’YA GEÇİŞİ.............................................................................................................................. 267
ONSEKİZİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA KEMAL PAŞA VE PADİŞAH VAHİDETTİN............................................................................ 273
ONDOKUZUNCU BÖLÜM
5
MİLLİ MÜCADELEYE YARALI CEMİYETLER İLE ZARARLI HAİN CEMİYETLER.................................. 281
YİRMİNCİ BÖLÜM
YUNANLILARIN İZMİR’İ İŞGALİ (15 MAYIS 1915).................................................................................. 295
YİRMİBİRİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA KEMAL PAŞA’NIN SAMSUN’A ÇIKIŞI................................................................................... 301
YİRMİİKİNCİ BÖLÜM
AMASYA TAMİMİ (21-22 HAZİRAN 1919)............................................................................................... 307
YİRMİÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ERZURUM KONGRESİ............................................................................................................................. 309
YİRMİDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SİVAS KONGRESİ.................................................................................................................................... 315
YİRMİBEŞİNCİ BÖLÜM
SİVAS KONGRESİ’NDEN SONRAKİ GELİŞMELER................................................................................ 321
YİRMİALTINCI BÖLÜM
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NİN AÇILMASI................................................................................ 329
YİRMİYEDİNCİ BÖLÜM
İÇ AYAKLANMALAR VE BUNLARA KARŞI ALINAN TEDBİRLER.......................................................... 339
YİRMİSEKİZİNCİ BÖLÜM
YUNAN’IN ANADOLU İÇİNDE İLERLEMESİ VE ALINAN ÖNLEMLER................................................... 347
YİRMİDOKUZUNCU BÖLÜM
ÇERKEZ ETEM OLAYI VE DÜZENLİ ORDU KURMA ÇALIŞMALARI VE
İSTİKLAL MARŞI KABULÜ....................................................................................................................... 353
OTUZUNCU BÖLÜM
SEVR ANTLAŞMASI (10 AĞUSTOS 1920).............................................................................................. 357
OTUZBİRİNCİ BÖLÜM
1 NCİ VE 2 NCİ İNÖNÜ SAVAŞLARI........................................................................................................ 363
OTUZİKİNCİ BÖLÜM
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ KARS VE ANKARA ANTLAŞMALARI........................................... 371
OTUZÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İSTANBUL’DAKİ SİYASİ GELİŞMELER, GÜRCÜLERLE ANTLAŞMA, RUSLARLA MOSKOVA
ANTLAŞMASI, AFGAN ANTLAŞMASI VE LONDRA KONFERANSI....................................................... 391
OTUZDÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BÜYÜK TAARRUZ.................................................................................................................................... 399
OTUZBEŞİNCİ BÖLÜM
MUDANYA MÜTAREKESİ........................................................................................................................ 417
OTUZALTINCI BÖLÜM
OSMANLI SALTANATININ KALDIRILMASI.............................................................................................. 423
OTUZYEDİNCİ BÖLÜM
LOZAN BARIŞ KONFERANSI.................................................................................................................. 431
OTUZSEKİZİNCİ BÖLÜM
CUMHURİYET YÖNETİMİNİN KURULMASI............................................................................................ 443
6
ÖNSÖZ
General Ali Fuat Cebesoy sınıf arkadaşı, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü
şöyle anlatmaktadır;
“Mustafa Kemal’i 67 yıl önce bir cuma günü tanımıştım, o zamanki adı «Mekteb-i
Harbiye-i Şahane» olan Harp Okulu’nun Nöbetçi subayı;
“Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi buraya gelsin”. Emrini verdi.
Sonra bana döndü, Mustafa Efendi, sizden bir kaç ay, önce Manastır Askerî İdadisi’nden
(Lisesinden) geldi. Çalışkan, halûk ve zeki bir çocuktur. Onunla iyi anlaş. Kısa bir
müddet sonra içeriye on yedi, on sekiz yaşlarında sarı saçlı, parlak mavi gözlü,
sarı bıyıklı, pembe yanaklı, zayıfça bir çocuk girdi. Giydiği şık Harbiyeli elbisesini
vücuduna pek yakıştırmıştı. Vakurdu. Nöbetçi subayını selâmladı:
Sonra bana döndü. Gayet nazik bir tavırla: buyurun arkadaş, dedi, gidelim ikimiz
kapıdan birlikte çıktık yanyana yürüyorduk.
İşte, Türk tarihine şan ve şeref veren aziz ve rahmetli arkadaşım Mustafa
Kemal’i böyle tanımıştım. Üzerinden altmış küsur yıl geçmiş olmasına rağmen o
cuma akşamım hâlâ ve bütün heyecanı ile hatırlarım.
Mustafa Kemal diyordu ki; Fuat bir gün gelecek, biz de paşa olacağız. Fakat
mesleğimizde şerefle hizmet ederek belki yavaş belki de süratle yükseleceğiz.
Rütbelerimizi muharebe meydanlarında kazanacağız, yoksa Fehim gibi,
(padişahın casusu) müstebit bir padişaha kul köle olarak değil. Benim için de ideal
terfi ve yükseliş buydu. Tanrıya şükürler olsun, ikimiz de bu yolda yürüyerek kısa
fasılalarla yükseldik ve general olduk. 7
“Biz, Kurmay Yüzbaşılar 1904 yılı aralık ayında Harp Akademi’sini bitirdik.
Kurmay Yüzbaşı olarak diploma aldık. Mustafa Kemal Selanik (Atatürk), Beşinci
olmuştu. Eğer derece son sınıfta alınan notlara göre olsaydı, Mustafa Kemal birinci
idi. Ne önemi var, okulda olmadı ama, hayatta birinci, en birinci oldu.
General Ali Fuat Cebesoy sınıf arkadaşı, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü şöyle
anlatmaktadır;
“Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a gitmeden bu akşam mahzun bir hali vardı. Akıbeti
karanlık, anavatandan uzak ve halkı yabancı bir ülkenin müdafaasında karşılaşacağı
müşkülleri düşündüğünü sanmıyordum.
Mustafa Kemal, tam manasıyla bir askerdi. Zorluklara, her türlü meşakkate
göğüs germesini bilir, âdeta bundan zevk alırdı. Her halde üzüntüsünün başka
bir sebebi olmalıydı. Sende bir şey var, dedim, ne oldu? Bir şey yok, dedi. Fakat
müteessirim. Doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türkler elinde kalacak mı? Ben
eğer Trablus’tan dönersem, yine buralara gelebilecek miyim? Ne demek istiyorsun?
8
Gözleri nemlendi. Korkuyorum, Fuat, korkuyorum…
O gece ay Olimpos Dağları’nın arkasında kaybolurken, Mustafa Kemal içini
çekerek; Ah, Selanik, seni bir daha Türk olarak görecek miyim? dedi. Baktım,
ağlıyordu. O altın sarısı saçlarını okşadım. Teselli etmeye çalıştım. Ben, Mustafa
Kemal’in, bütün müşterek hayatımız boyunca bu derece müteessir olduğunu gör
medim.”
Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahidettin ile görüşmelerini şöyle anlatır; (Falih
Rıfkı Atay’ın anlatımıyla)
“O esnada salonun bir köşesinde, demin işaret ettiğim Balkan Savaşı kumandanları
hareketli bir diyalog içinde idiler... Bir büyük kumandan diyordu ki:
Paşam, biz de askeriz, biz de bu orduya kumanda etmiş adamız. Türk neferi
kaçmaz, kaçmak nedir bilmez... Eğer Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz,
derhal kabul etmelidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır.
Eğer siz kaçtığınız alçaklığını Türk neferlerine yüklemek istiyorsanız insafsızlık
ediyorsunuz. Muhatabım olan general beni tanımıyordu. Yahut tanımamazlıktan
geliyordu... Bir an durdu, sağındaki solundaki arkadaşlarına sordu: “Kimdir?”
“Fısıltılar bu zâtı aydın.”
Ben de çok heyecanlı idim. Gözlerimde tanelenenler sevinç gözyaşları idi. Ben zaten
hep böyleyimdir. Bu yaşta bile önümden bir AlaySancağı geçse heyecandan tıkanacak
gibi olurum. Asker ocağı benim her şeyimdir. Bütün gençliğim orada geçti. Ankara’ya
döndükten sonra Batı Cephesi’ndeki intibalarımı anlatırken, bu olaydan da bahsettim.
Gazi Mustafa Kemal, beni dinlerken o ışık saçan mavi gözlerinde tanelenen yaşlar
birden yüzüne döküldü, ağlıyordu. Fakat bu yaşların manası çok daha başka ve
çok daha ulvi idi. Fuat Paşa, muzaffer olacağız dedi.”
General Ali Fuat Cebesoy sınıf arkadaşı, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü şöyle
anlatmaktadır;
“Ordunun politika dışı kalması için ısrarlarına devam eden Mustafa Kemal’i
Selanik’ten uzaklaştırmak için Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Cemiyeti bahaneler
aranıyordu. İstanbul’da iken kulağıma gelmişti. Enver, memuriyet mahalline
gitmeden önce, Talât’a Mustafa Kemal’i Selanik’ten uzaklaştırmak lâzım demişti.
Talât da aynı kanaatte olduğunu ifade etmişti. Bunları Mustafa Kemal’e anlattım.
1908 yılı sonlarına doğru Mustafa Kemal’den bir mektup aldım. Genel
Merkez’in kendisini vazife ile Trablusgarp’a göndermek istediğini yazıyor, tafsilât
veriyordu. Demek, ittihatçı liderler, nihayet geçici de olsa, O’nu Selanik’ten uzaklaş
tırmak çaresini bulmuşlardı. Enver ağır basmıştı. Sonradan, bu beklenmeyen
Trablusgarp seyahatinin hikâyesini Mustafa Kemal’den dinlemiştim.
Enver bir gün dostlarına; Mustafa Kemal haristir. Ne verseniz az görür, daha
fazlasını ister, Kolordu Kumandanı yaparsınız, Ordu Kumandanlığı ister, Ordu
Kumandanı yaparsınız, Harbiye Nazırlığına talip olur. Demiştir. Belki doğrudur.
Fakat Mustafa Kemal’in ihtirası şahsî değildir, vatana hizmet aşkıdır. Ne kadar
büyük, vazife alırsa, memlekete o kadar büyük hizmet edeceğine kainiydi. Bunun,
en güzel misali, istiklâl Savaşı’nda Başkumandanlık görevini üzerine almış
olmasıdır. Bu makamın kendisine verdiği yetkilerle çok büyük işler başarmış,
vatanı düşman istilâsından kurtarmıştır.
Mustafa Kemal’e dönerek dedim ki: Sen çok kabiliyetli bir kumandansın,
memlekete bugün de, yarın da büyük hizmetler ifa edeceksin.
Enver Paşa, bana bunları söyledikten sonra, memleketi terk etmek zorunda
kalarak yâd illerdeki (Rusya ve Asya’daki) faaliyetlerine de temas ederek,
Moskova’da bana “Ali Fuat Cebesoy Paşa, o zaman tahminlerimde yanılmamış
olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. Biz dışarıya çıktıktan sonra Mustafa Kemal
olmasa idi, memleket sahipsiz kalacaktı,” demişti. 11
YAZAR NOTU; ENVER PAŞANIN, MUSTAFA KEMAL PAŞA’YI
KISKANDIĞINI, ONU BULGARİSTAN’A ASKERİ ATAŞE OLARAK TASFİYE
ETTİĞİNİ VE ÇANAKKALE SAVAŞI ÖNCESİ ADINI DAHİ ENVER PAŞANIN
BİLMEDİĞİ SEFERDE TEŞKİL EDİLEN 19 NCU TÜMENE KOMUTAN
YAPTIĞINI BİLİYORUZ.
Mustafa Kemal şöyle demişti: «Arkadaşlarım... Sizlere üzülerek ifade etmek zo
rundayım ki, Osmanlı imparatorluğu’nun temelleri Avrupa yakasında iyice sarsılmıştır.
Rumeli’de Sırp, Yunan ve Bulgar komitacılarını besleyen Ruslar, dedelerimizin kanları
pahasına aldıkları bu Türk yurdunu bizden koparmak gayretindedirler. Bu bölgede
orduların başında bulunan komutanlar açz içindedirler. Avrupalıların «Kızıl Sultan»
adını verdikleri Padişah Abdülhamit ise, orduya bakmamaktadır. Aylardan beri maaş
alamayan subayların bulunduğunu öğredim. Orduda talim ve terbiye yoktur. Padişah,
sarayında keyf ve âlemler içindedir. Bu asırda böyle hükümdarı bulunan bir devleti
kolay yaşatmazlar».
O, bunları hiç çekinmeden söylüyordu. Korku nedir bilmeyen bir tabiatı vardı.
Bütün sınıf bu bakımdan ona hayrandık. Tarih okumak onun en büyük hevesi ve
hırsı idi. Fransızcayı da onun için çok iyi bilmek istiyordu. Osmanlı tarihini Fransızca
eserlerden okuyordu.”
Sınıf arkadaşlarımız arasında ilk general olan Mustafa Kemal’di. Ali İhsan (Sabis),
Mustafa Kemal’in general olmasını bile kıskanmış ve devrin Sadrazamı Talât Paşa’ya
bir mektup yazarak «Ben harp Akademesini birinci, Mustafa Kemal beşinci olarak
bitirdi. Halbuki o, benden önce generalliğe terfi ettirildi» diye şikâyette bulunmuştu.
Onun Akademiyi birincilikle bitirdiği doğruydu ama, bir başka doğru daha
vardı ki, o da hakiki birincinin Mustafa Kemal olduğuydu.
12
Aramızda tarihe en meraklı ve tarihi en iyi bilenler Mustafa Kemal ile Halil’di
(Enver Paşa’nın amcası sonra Ordu Kumandanı olan Halil Paşa (Kut). Halil Kurmay
olamamış, mümtaz çıkmıştı. O imtihanlarda daima uzun yazar ve en yüksek notu alır
dı. Mustafa Kemal ise, konuyu uzatmadan sorunun cevabını en kısa şekilde verirdi. Bu
yüzden daima notu eksik olurdu. Yazılı kâğıdının muhtevasının en doğru, en mükem
mel olmasına rağmen... Kaç defa kendisine «Kemal, şu inadı bırak da sen de biraz
uzun yaz» dediğimi hatırlıyorum. Ama o, her defasında böyle hareket etmenin ders,
talebelik ve askerlik anlayışına ters düştüğünü söylerdi. Onun bu tutumu birinci
yerine beşinci olmasının tek sebebi olmuştu.”
General Ali Fuat Cebesoy sınıf arkadaşı, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü şöyle
anlatmaktadır
“Mustafa Kemal ile beraber geçirdiğimiz, okul ve genç subaylık hâtıraları burada
sona ermektedir. Başımızdan siyaset fırtınaları ve aramızdan kara kedilerin geçtiği
oldu. Fakat dostluğumuz asla bozulmadı. Ölünceye kadar iki yakın arkadaş
olarak kaldık. Ben bu arkadaşlıktan daima gurur ve iftihar duydum. Sevgili sınıf
arkadaşım, muazzez kardeşim Atatürk, nur içinde yat.”
13
Afganistan Kralı Emanullah Han eşi Kraliçe Süreyya, TBMM Başkanı Kâzım Özalp ve Başbakan
İnönü’yle (Mayıs 1928)
Nitekim, tarih bilinci ile yoğrulmuş kitleler sayesinde Türk Milleti’nin geleceğe
güvenle bakması mümkün olabilecektir. Teknolojinin hızla geliştiği dünyamızda, tüm
olayların en ince ayrıntılarıyla sorgulandığı bir dönemde, Milli Mücadele dönemi
tarihimizi belgesel bir şekilde yeniden değerlendirmemiz gerekmektedir.
Tarihin basit, fakat geçerli bir kuralı vardır: Olayları yerine ve zamanına göre
değerlendirmek esas olduğundan, Atatürk dönemini iyi anlamamız gerekecektir.
15
Atatürk’ün tüm çalışmalarının temelinde akılcılık ve bilim vardır; yazdıkla
rında, çeşitli söylev ve demeçlerinde bunu gözlemlemek mümkündür. Öyleyse
Atatürk ilkelerine ve Atatürkçü düşünceye karşı çıkmak, bugünkü çağdaş
uygarlığı yaratan bilim ve akla da karşı çıkmak demektir. Atatürkçü düşünce;
çağdaş yaşamı özümseyememiş, hatta benimseyememiş hastalıklı ideoloji ve zihin
lerle savaştır.
Sonuç olarak, kendi kanından ve canından olan bir liderin peşinden gidecek
olan ve kendinden olmayan, tarih boyunca Türk düşmanı cani milletlerin lider
ve ideolojilerini örnek almadan asla başka hiçbir yabancı bölücü ideolojiye
ihtiyaç duyurmayacak kadar akılcı ve bilimci çağdaş fikirlere dayanan Atatürkçü
düşünceyi özümseyen Türk gençliği, insan onuru kavramından, özgürlük
duygusundan, yurt ve ulus sevgisinden, hoşgörü ve insancıl fikirlerden oluşan
bir kişiliğe sahip olacak, bilimi, sanatı, ekonomiyi, politikayı, tekniği, sosyal ve
kültürel olayları çağdaş bir düşünceyle değerlendirecek ve yaşam sevinciyle Türk
Cumhuriyetini çağdaş uygarlık düzeyine kavuşturacaktır.
16
BİRİNCİ BÖLÜM
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN HAYATI
General Ali Fuat Cebesoy sınıf arkadaşı, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü şöyle
anlatmaktadır:
“Mustafa Kemal’i 67 yıl önce bir cuma günü tanımıştım, o zamanki adı «Mekteb-i
Harbiye-i Şahane» olan Harp Okulu’nun Dahiliye Müdürü Albay İbrahim Bey, nöbetçi
subaylardan birini çağırdı: Salacaklı Ali Fuat Efendi, imtihanlarım vererek mektebe
kabul edildi. Kendisini birinci sınıfın birinci kısmına götür. Emrini verdi. Sonra neden
lüzum gördü bilmem, ilâve etti: Fuat Efendi, Müşir şehit Mehmet Ali Paşa’nın
torunudur. Dedem Mehmet Ali Paşa, 93 savaşında (1877-1878) Tuna Orduları
Başkumandanı iken şehit düşmüştü. İçimde tatlı bir heyecan vardı. Rüyalarım
gerçekleşmiş, ben de dedem, tabam, eniştelerim ve ağabeyim gibi asker olmuştum. Bu
17
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
uğurda sarfettiğim gayretler boşa gitmemişti. Kendi odasına geldiğimiz zaman nöbetçi
subayı hademelerden birine, Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi bu
raya gelsin. Emrini verdi. Sonra bana döndü, Mustafa Efendi, sizden bir kaç ay, Önce
Manastır Askerî İdadisi’nden (Lisesinden) geldi. Çalışkan, halûk ve zeki bir çocuktur.
Onunla iyi anlaş. Kısa bir müddet sonra içeriye on yedi, on sekiz yaşlarında sarı
saçlı, parlak mavi gözlü, sarı bıyıklı, pembe yanaklı, zayıfça bir çocuk girdi.
Giydiği şık Harbiyeli elbisesini mevzun vücuduna pek yakıştırmıştı. Vakurdu.
Nöbetçi subayını selâmladı:
1. Bölüm
İşte, Türk tarihine şan ve şeref veren aziz ve rahmetli arkadaşım Mustafa
Kemal’i böyle tanımıştım. Üzerinden altmış küsur yıl geçmiş olmasına rağmen o
18 cuma akşamım hâlâ ve bütün heyecanı ile hatırlarım.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Harp Akademisini
bitirdiği günlerde annesi
Zübeyde Hanım ve
kızkardeşi Makbule
Atadan (11 Ocak 1905)
annesiyle
1 Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap ve Aka Kitapları Koll. Şti., İstanbul 1981, 19
s.1-3.
1. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 (Rumi 1296)’ yılında Selanik’te Koca Kasımpaşa
Mahallesi Islahhane Caddesi’nde bugün müze olan üç katlı bir evde dünyaya geldi.
Babası o sırada kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, Annesi Zübeyde Hanım’dır. Baba
tarafından dedesi, ilkokul öğretmeni olan Kızıl Hafız Ahmet Efendi; anne tarafından
dedesi ise, Sofu-zade (Sofı-zade) Fey-
zullah Efendi’dir. Mustafa Kemal’in
hem baba, hem de anne tarafından soyu
Rumeli’nin fethinden sonra buraların
Türkleştirilmesi için Anadolu’dan göçü-
rülerek, iskan edilen “Yörük” (Yürük)
veya “Türkmenlerden gelmektedir.
radan Selanik’e giderek yerleşmiştir. Dedesi Ahmet ve dedesinin kardeşi Hafız Meh-
met’in taşıdığı “ta” lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan “Kocacık’ın da gösterdiği
Mustafa Kemal Atatürk, Harbiyeli olduğu yıllarda annesi Zübeyde Hanım ve kızkardeşi Makbule
Hanım ile...
21
2 Ali Güler, Atatürk Soyu Ailesi ve Öğrenim Hayatı Kara Harp Okulu Basımevi, Ankara 1999,s.9.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım, 1870 veya 1871 yılında evlendiler.
Evlendiğinde 13-14 yaşında bulunan Zübeyde Hanım, kızı Makbule Hanım’ın
anılarındaki anlatımıyla çok güzel bir genç kızdı: “Annemin gençliği gözümün
önünde. Uzun boylu, ince yapılı, altın saçlı, yeşil gözlü bir kadın. Çocuklar annelerini
öteden beri, dünyanın en güzel kadını olarak düşünürler. Fakat annem, gerçekten
güzeldi...”Ali Rıza Efendi, 31-32 yaşında ve Evkaf İdaresi’nde memurdu. Talip
olduğu Zübeyde’den 17-18 yaş büyüktü. Kız tarafından özellikle anne Ayşe Hanım
memuriyet dolayısı ile kızından ayrı kalacağı düşüncesiyle evliliğe başlangıçta
itiraz eder. Sonunda Mustafa Kemal’in dayısı Hüseyin Ağa aileyi ikna eder, nikah
kıyılır ve iki genç evlenirler. Böylece Türk milletine Mustafa Kemal Atatürk’ü
armağan edecek olan “tarihi evlilik” gerçekleşmiş olur.
Makbule Hanım’ın anılarında ayrıntılı bir şekilde anlattığı bu evlilik esasında, Ali
Rıza Efendi’nin rüyasında gördüğü ve beğendiği bir kıza benzer bir eş araması ile başlar
ve nihayet ablası Mevlevi Kapu Şeyhi’nin gelini olan Hatice Hanım’ın Zübeyde’yi
görünce kendisine sevinçle müjdelemesi üzerine gerçekleşir. Evlendikten hemen sonra,
Ali Rıza Efendi’nin Selanik’teki baba evine yerleşirler. İlk evlilik yılları bu evde geçer.
Önce bir kızları olur, adını “Fatma” koyarlar. Bundan sonra da iki erkek çocukları
olacaktır. “Ahmet” ve “Ömer”. Bunları “Mustafa”, “Makbule” ve “Naciye” takip
edecektir. Bu mutlu evlilik, salgın bazı hastalıklardan dolayı ilk üç ve son çocuklarının
değişik yıllarda ölümleri ve Ali Rıza Efendi’nin çok düzenli yürümeyen iş hayatındaki
aksaklıklarla zaman zaman sıkıntılı bir şekilde yürür. Nihayet, Mustafa’nın doğumu
ve varlığı ile hayata bağlanan aile, bu defa Ali Rıza Efendi’nin vefatıyla sarsılır. Ali
Rıza Efendi öldüğünde (1893) 36 yaşında ve üç çocukla dul kalan Zübeyde Hanım için
kardeşi Hüseyin Ağa’nın yönettiği Lankaza’daki Rapla Çiftliği sığınacak bir liman olur.
Hüseyin Efendi, eniştesinin ölümü haberini alınca Selanik’e, kız kardeşi Zübeyde’nin
evine gelir. Onu çocukları ile birlikte, hayatın bu zor şartları içinde bırakamaz ve kız
22
3 Güler ,a.g.e.,44-47.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
kardeşi Zübeyde’ye, “Rahmetli ömürsüz adamla seni evlendiren ben oldum. Bundan
sonra size ben bakacağım, bu çocukları ben büyüteceğim” diyerek, aileyi yanına alıp
Zübeyde Hanım’ın bir aralık 1905’te Harp Akademisi’ni bitirerek Kurmay Yüzbaşı
olan ve kısa bir süre hapse atılan Mustafa Kemal’i görmek için üç beş günlüğüne
İstanbul’a gittiğini ve buradan Şam’a gidecek oğlunu Sirkeci’den uğurladığını biliyoruz.
Bu olayı sonradan, annesinin mezarı başında 27 Ocak 1923’te duygulu bir konuşma
yapan Mustafa Kemal Paşa anlatacaktır.
Balkan Savaşları’nın sonuna kadar Selanikte ikamet eden Zübeyde Hanım, Mustafa
Kemal’in burada 1906’da arkadaşları ile birlikte Şam’da kurduğu “Vatan ve Hürriyet
Cemiyeti”nin bir şubesini açma girişimlerini yaptığı sıralarda oğluna inanmış ve değerli
telkinleri ile ona yardımcı olmuştur. Balkan Savaşları sonunda Selanik’in sınırlarımız
dışında kalması üzerine birçok Türk gibi Zübeyde Hanım ve kızı Makbule Hanımı da
alarak İstanbul’a gelmişlerdir. Elimizdeki bilgilere göre, “Birinci Dünya Savaşı’ndan
sonra Selanik’te öldüğü söylenen Ragıp Bey’in, bu göç olayından az önce vefat etmiş
olması gerekir. Çünkü, yaşıyorsa onun da aileyle birlikte İstanbul’a gelmesi gerekirdi.
23
4 a.g.e.,s.59-60.
1. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
ŞİŞLİ’DEKİ EV
1919 yılı Mayıs ayının 16’ncı
günü idi. Bu evin kapısından 38
yaşında, sarışın bir adam çıktı:
Mustafa Kemal Paşa. Bir vatan
kurtarmaya gidiyordu. İlk adım
işte bu evden atılmıştı. [Resim-
lerden yan taraftaki, Atatürk’ün
evini o zamanki haliyle ve önün-
deki bahçesi ile, yukarıdaki ise,
müze olarak kullanılan bugünkü
vaziyetinde gösteriyor.]
günler Mustafa Kemal için olduğu gibi, annesi ve kardeşi için de sıkıntılı, sancılı günler
olacaktır. Bu arada oğlu Mustafa Kemal’in “öldüğü” asılsız haberini duyan ve zaten
Üç yıldır annesinden
ayrı kalan Mustafa Kemal,
Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına yaklaşıldığı bir sırada annesini Ankara’ya getirmeye
karar verdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkomutan idi. Yıl 1922,
aylardan Haziran’dı. Kendisinden görüşme talebinde bulunan Fransız yazarı Claude
Farrere ile İzmit’te buluşacak, annesi de İstanbul’dan gelecekti. Atatürk 14 Haziran
1922’ de Adapazarı’na geldi. Kendisinden bir gün önce gelen ve Askerlik Şubesi Reisi
Binbaşı Baha Bey’in evinde kalan Zübeyde Hanım ile burada buluştular ve o geceyi bu
evde geçirdiler. Anne ve oğul birlikte bir otomobil ile 24 Haziran 1922’de saat 20’ de
25
Ankara’ya dönmüşler, doğruca Çankaya Köşkü’ne gitmişlerdir.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Köşkte Abdürrahim ve Ragıp Bey’in yeğeni olan Fikrîye ile birlikte kalan Zübeyde
Hanımın, hastalığı da giderek artıyordu. Kısmi felç ve romatizmadan dolayı ağrıları
artan Zübeyde Hanım’a İzmir’in havasının iyi geleceği düşünülerek İzmir’e gidip bir
süre kalması için ikna edildi. Bu seyahatin bir diğer amacı da Mustafa Kemal’in evliliği
düşündüğü Latife Hanım’ı Zübeyde Hanım ile tanıştırmaktı. Uygun bir kalacak yer
bulmak için İzmir’e giden Başyaver Salih (Bozok) Bey, Zübeyde Hanım için Latife
Hanımların Karşıyaka’daki yazlık evlerini hazırladı. Buradayken hastalığı giderek artan
Zübeyde Hanım, 15 Ocak 1923 günü vefat etti. 66 yaşındaydı. Batı Anadolu’da uzun
1. Bölüm
süreli bir geziye çıkmak üzere 14 Ocak 1923 günü akşamı özel treni ile Ankara’dan
ayrılmış bulunan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 15 Ocak günü Eskişehir’e gelmişti. Gün
ağarmadan az önce Emir Eri Çavuş Ali’yi çağırmış, “Bir haber var mı?” diye sormuş,
“şifre geldi ama çözülmedi” diye cevap veren Ali Çavuş’a hüzünle bakan Mustafa Kemal
Paşa, “annemin öldüğünü biliyorum.” dedi. “Bir rüya gördüm, yeşil tarlalarda annemle
dolaşıyordum. Birden bir firtına çıktı, anamı alıp götürdü.” Deşifre edilmiş telgraf eline
verildiği zaman okudu, gözlerini kapadı, bir an düşündü ve “İzmir’e gitmiyoruz. Treni
İzmit’e çevirsinler” dedi.
Aynı gün İzmir’deki Başyaver Salih Bozok’a şu telgrafı çekti: “...verdiğiniz elim
haber, beni çok müteessir etti. Merhumenin münasip bir tarzda merasim-i tedfıniyesinil
(uygun bir şekilde cenaze törenini) ifa ettiriniz. Cenab-Hak, milletimize hayat ve selamet
versin. Atatürk’ün Harp Akademisi’nden sınıf arkadaşı olan ve Kurtuluş Savaşı’nda Batı
Cephesi Kurmay Başkanı bulunan Asım Gündüz, Zübeyde Hanım’in ölümü sırasında
İzmir’deydi. Asım Gündüz Zübeyde Hanım’ın cenaze törenini şu şekilde anlatmaktadır:
“Zübeyde Hanım son saatlerinde yanında bulunan Latife Hanım’a ayrıca bir vasiyet
yazdırmıştır. Latife Hanım, Zübeyde Hanım’ın ölüm haberini ilkönce İzmir Valisi
Mustafa Abdülhalik (Renda) ‘ya bildirmiş, vali de büyük bir cenaze töreni hazırlatmıştı.
Latife Hanım ilk gece İzmir’in tanınmış hafızlarından tam ötuzüç kişi çağırarak sabaha
kadar hatim yaptırmış ve hatim duası üç gün sürmüştür.
“Cenaze alayına adeta bütün İzmir katılmıştı. Vali, memurlar, komutanlar ve hocalar
olduğu halde cenaze alayının uzunluğu bir kilometreyi buluyordu. Okulların getirdiği
çelenkler kabrin üstünde bir örtü teşkil etmişti. Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım,
Kazım (Özalp), Fahrettin (Altay), Mürsel (Baku), İzzettin (Çalışlar), Abdurrahman
Nafiz (Gürman) Paşalar cenaze alayının önünde yürümekte idiler.
“Latife Hanım siyah bir manto giymiş, siyah peçe örtmüş, cenaze alayına katılmak
istemişti. Fakat ailesinin ve din adamlarının, İslam’da kadın cenazeye katılamaz diye
engel olmaları üzerine bir faytona binerek cenazeyi arkadan takip etmişti. Latife Hanım,
26 kabirde yüzlerce gümüş mecidiye sadaka dağıtmış, kırkında mevlüt okutmuş, 52’nci
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
gecesinde de aşure yaparak fakir fukaraya dağıttığı gibi, hatimler indirerek bu mübarek
kadına karşı duyduğu sevgi ve şükran borcunu ödemişti.”
Yaklaşık 12-13 gün çeşitli yerleri dolaşan ve programına uygun olarak devlet
işlerini takip eden Mustafa Kemal Paşa, 27 Ocak 1923 günü Manisa üzerinden İzmir-
Karşıyaka istasyonuna geldi. Beraberinde ordu komutanları, bakanlar, milletvekilleri
ve yaveri vardı. İzmir Valisi Abdülhalik Renda, Kolordu Komutanı Fahrettin Altay ve
Başyaver Salih Bozok, onu karşılayanlar arasında idi. Yine istasyonda kalabalık bir
halk topluluğu ve çevresi çiçeklerle süslenmiş bir otomobil onu bekliyordu. Çevresinde
toplananları selamladı.
Tıpkı sağlığında önce annesini ziyaret ettiği gibi, yine önce annesini ziyaret edecekti.
O gün annesinin mezarı başında duygulu ve özlü bir konuşma yaptı. Konuşmasında,
yetişmesinde olduğu gibi, Milli Mücadele yıllarında da hep kendisinin yolunda olan
annesinin çektiği acıları, onun fedakarlığını dile getirdi. Kendisi yüzünden çektiği
sıkıntıları, acıları dile getirirken annesine kadirbilirliğini de dile getiriyordu. Atatürk,
o gün derin bir heyecana kapılmıştı. En içten, en duygulu konuşmasını da, annesinin
mezarı başında o gün yapmıştır. Zübeyde Hanım, fedakâr bir anneydi. Oğlunun
yetişmesinde emsalsiz emekleri geçmişti. Yıllarca oğlunun hasretine katlanmış, nihayet,
27
onun zaferini gördükten kısa bir süre sonra ölmüştür.
1. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Mustafa Kemal “Atatürk” Osmanpaşa Camii’ndeki annesinin mezarını ziyaret ettikten sonra...
27 Ocak 1923
Mustafa Kemal Paşa, milletini kurtarmak için hayatını ve bütün varlığını ortaya
koyarken annesiyle yeterince ilgilenememişti. İşte annesinin mezarım kalabalık bir
grupla ilk kez ziyaret ederken, ona gözyaşı döktüren ve en derinden gelen duygularını
söyleten, içindeki bu hisler olmuştur.5
28
5 a.g.e.,s.49-53.
Latife Hanım’ın annesi, babası ve üç kardinin Ankara’yı
ziyaretlerinde. 8 Temmuz 1923
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
“Bazı biyografilerde 1880 de doğduğu ileri sürülürse de, 1881 tevellütlü olduğu
muhakkak gibidir. Hiç unutmam, Mütarekede İstanbul’da bugünkü «Atatürk Müzesi»
olan binada bir akşam yemeğinden sonra oturmuş oradan buradan konuşuyorduk. Rauf
Orbay da orada idi. Söz dönmüş, dolaşmış, yaş bahsine gelmişti. Fuat Paşa, demişti.
“Rauf Bey’le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz.
Benim doğum tarihim, 1882’dir”. Atatürk’ün doğduğu ay ve gününe dair kesin bir bilgi
yoktur sanırım.
31
1. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
32
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Pek iyi kalpli bir kadın olan Zübeyde Hanımı herkes sever ve kendisine saygı gösterirdi.
Bir gün anacığı Zübeyde Hanım’a sorduğum zaman: Babası Ali Rıza Efendi,
Paşamın doğumunu evimizdeki iki Kur’an-ı Kerimden birine kaydetmişti. Fakat
zevcim vefat ettiği zaman başucunda yalnız bir Kur’an-ı Kerim vardı ve onda da
hiçbir yazı yoktu. Belki de kayıtlı Kelâm-ı Kadimi devam ettiği camideki hocalardan
birine hediye etmiş olacak. Cevabını almıştım. Doğum tarihini Atatürk de bilmezdi.
Cumhuriyet devrinde doğum yıldönümünü kutlamak için kendisine müracaat edenlere;
İtiraf ederim ki, ben de bilmiyorum. Eğer lütfedip bir gün yapmak istiyorsanız,
en münasibi 19 Mayıs’tır dediğini hatırlarım. Mustafa Kemal, belki 19 Mayıs’ta
doğmadı. Fakat 19 Mayıs, Türk’ün ve Atatürk’ün tarihte en mes’ut olayının
cereyan ettiği gündür.
33
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
mühim bir mesele imiş gibi diğer akrabalar da işe karıştılar. Fakat benim fik
rimi soran olmadı. Nihayet hal çaresi bulundu. Önce ilâhilerle mahalle mektebine
başladım. Bu suretle anamın dediği oldu. Bir kaç gün sonra oradan çıkarak Şemsi
Efendi’nin mektebine kaydedildim. Babam da memnun kaldı.” Yıllar sonra birer
kurmay subay olarak Selanik’te bulunduğumuz zaman her iki okulu da birlikte ziyaret
etmiştik. Mahalle mektebinin kapısında koskoca bir kilit vardı. Anlaşılan kapanmıştı.
Mustafa Kemal: “İsabet olmuş.” dedi. Mustafa Kemal okuma ve yazmayı Şemsi Efendi
Okulu’nda öğrendi. Bu okulun sınıflarına muntazam devam etti.
BABASI
Selânik’te Çayağzı’nda gümrük memuru Ali Rıza
Efendi, genç yaşında ölmüştü.
Harbiye MEZUNU
1902 senesinde Harbiye Mektebi’ni bitirdi. O zamanın âdetlerine göre, mektebi parlak derece ile
34
bitirdiği için, genç subay Erkânı Harb Mektebi’ne (Harb Akademisi’ne) alındı.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Babası; Adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır. Başka çaresi yoktur. Diye
oğlunu teşvik ediyor, dersleriyle çok yakından ilgileniyordu.
“Babamın vefatı, bizi ayakta tutan kuvvetli bir desteğin yıkılması gibi bir
şey oldu. Âdeta kendimi yalnız hissettim, dayım bize çok iyi davrandı. Acımızı
unutturabilmek için gayret gösterdi. Allah razı olsun. Çiftlik hayatına karıştım.
Tarla bekçiliği yaptığım da oldu. Makbule ile beraber bakla tarlasının ortasındaki
bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovmakla uğraştığımızı hiç unutmam.
Dayım Hüseyin Ağa bu gibi vazifeleri sırf biz meşgul olalım diye buluyordu.” Aile,
Mustafa Kemal’i o civardaki Rum okullarından birine vererek yarıda kalan tahsilini
tamamlamasını düşündü. Sonra bu fikirden vazgeçildi. Çiftliğin yazıcısı Karabet Efen
di’nin de derslerinden pek hoşlanmadı. Langaza’da beş altı ay kadar kaldı. Halası Emine
Hanım’ın daveti üzerine Selanik’e döndü.
35
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
başına geldi. Sınıf arkadaşlarından biri ile kavga ederken Kaymak Hâfız’ın eline düştü,
insafsızca dayak yedi ve bu yüzden de okuldan ayrıldı. Büyük annesi bu kadar tahsili
kâfi görüyordu. Annesi ise okuması taraftarı idi. Mustafa Kemal, der ki:
Onlar okusun mu, okumasın mı? Diye aralarında münakaşa ettikleri sıralarda ben
kararımı çoktan vermiş bulunuyordum. Asker olacaktım. Komşumuzolan evde Kadri
Bey adında bir binbaşı oturuyordu. Oğlu Ahmet, Askerî Rüştiyeye devam ediyor ve
mektep elbisesi giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle elbise giymeğe hevesleniyordum.
Sonra sokaklarda subaylar görüyordum. Bu dereceye vasıl olabilmek için takip edilmesi
lâzım gelen yolun Askerî Rüştiyeye girmek olduğunu da anlıyordum. Annemi şöyle
bir yoklayım dedim. Hiç taraftar olmadı. Şiddetle reddetti. Mustafa Kemal, ailesinden
habersiz Askerî Rüştiyenin kabul imtihanlarına girdi ve kazandı. Sağladığı başarıyı
gözönünde tutarak öğrenim süresi dört yıl olan rüştiyenin üçüncü sınıfına aldılar.
Zübeyde Hanım, bu emrivâkii kabul zorunda kaldı.
Selanik Askerî Rüştiyesi, Mithat Paşa Caddesi’nde yeni ve çok güzel bir binada
idi. O zaman kuvvetli öğretimi ve disiplini ile şöhret bulmuştu. Öğretim üyelerinin
çoğunluğunu aydın fikirli subaylar teşkil ediyordu. Mustafa Kemal kabiliyeti ve zekâsı
sayesinde arkadaşları arasında birdenbire sivriliverdi. Bir gün, matematik öğretmeni
Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Efendi: “Senin de adın Mustafa, benim de. Arada bir fark
olmalı, ne dersin, senin adının sonuna bir de Kemal koyalım” dedi. Genç Öğrenci,
hocasının bu teveccüh ve iltifatına teşekkür etti. Öğretmen yüzbaşı ertesi günü kendisine:
Mustafa Kemal Efendi, tahtaya gelin. Diye hitap etti. O günden sonra Mustafa, Türk
tarihinde ebedî kalacak olan Mustafa Kemal adını aldı.
36
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
V. LİSE ÖĞRENİMİ
Selanik’te Hasan Bey adında vatanperver bir kurmay subay vardı. Birçok defalar
okula mümeyiz olarak gelmiş, Mustafa Kemal’i tanımış, takdir etmişti. Son imtihanında
bulunmuş, bir münasebetle de idadi tahsilini nerede yapacağını sormuştu, İstanbul’a
gitmek istediğini öğrenince; Bundan vazgeçiniz oğlum, demişti. Manastır’a gidiniz,
orada daha iyi yetişirsiniz. Mustafa Kemal, Hasan Bey’in tavsiyesini dinledi. Üç ar
kadaşı ile beraber Manastır’a geldi. Burada yatılı ve daha üstün dereceli bir okulun
şartlarına çabuk intibak etti. Rumeli’deki diğer Askerî Rüştiyelerden seçkin öğrencilerle
37
tanıştı. Yeni arkadaşlar buldu.
1. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Bunların arasında Ömer Naci de vardı. Ömer Naci güzel konuşuyor, güzel
yazıyordu. Mustafa Kemal der ki; Eğer hitabet hocamız Alay Emini Mehmet Asım
Efendi imdadıma yetişmeseydi, ben de şair olup çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım
Efendi bir gün beni çağırdı. “Bak oğlum Mustafa dedi, şiiri filân bırak. Bu iş senin
iyi bir asker olmana mâni olur. Diğer hocalarınla da konuştum, onlar da benim gibi
düşünüyorlar. Sen Naci’ye bakma, o hayalperest bir çocuk, ileride belki iyi bir şair
ve hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde katiyen yükselemez.” Hocamın ne kadar
haklı olduğunu hâdiseler ispat etti. Çok arzu ettiği halde Naci, erkânıharp zabiti (kurmay
subay) olamadı. Meşrutiyette ittihatçıların en seçkin ve heyecanlı hatiplerinden biri olan
yakın arkadaşım Ömer Naci hakikaten askerlik mesleğinde yükselemedi ve maceralı bir
hayattan sonra genç yaşında vefat etti. Mustafa Kemal, matematikte sınıfının en başarılı
öğrencilerinden biri idi. Fakat lisan bakımından oldukça zayıftı. Okulda öğrenilen
fransızca ile bu lisanı ilerletmesine de imkân yoktu. Harp Akademisi’nde iken bana
daima: Bir Erkânıharp Zabiti (kurmay subay) muhakkak lisan bilmelidir. Bunun
aksini düşünmek büyük bir hatadır derdi.
38
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
39
6 Cebesoy,a.g.e.,s.3-9.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
40
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Mustafa Kemal, döndükten sonra bir şey dikkatimi çekti. Kısa denecek bir
sürede fevkalâde güzel vals öğrenmişti, ileride kurmay subay olduğumuz takdirde
Babam İsmail Fazıl Paşa, İstanbul’a gelip Genel Kurmay Şubesi’nde göreve
başladıktan bir müddet sonra benden sınıf arkadaşlarım hakkında bilgi istedi. Ya
kın arkadaşlarımı sordu. Bu, onun âdeti idi. Daha ben Erzincan Rüşdiyesi’nde iken
öğretmenlerden ziyade arkadaşlarımı sorar, bilgi alır ve bazılarını yemeğe çağırmamı
söylerdi. Tereddüt etmeden: Çavuşum Mustafa Kemal Selanik dedim ve emrederse, bir
hafta tatilinde kendisini alıp gelebileceğimi söyledim. Vaktiyle Erzincan’a yazdığım
bir mektupta da ondan bahsettiğim için isim yabancı gelmemişti. Getir, çok memnun
olurum, büyükannen de merak ediyor. Dedi. Ertesi hafta sözleştik. Arkadaşımı
sabah vapur iskelesinde bekledim buluştuk ve vapurla karşıya geçtik. Vakit öğleydi.
Salacak’taki evimizin kapısına geldiğimiz zaman kendisini biraz mütereddit gördüm.
Her halde Paşa tarafından nasıl karşılanacağını düşünüyordu. Müteazzım (büyüklük
taslayan) insanlardan hoşlanmadığını biliyordum. Feleğin çok kahrını çekmiş olan
babamın mütevazı bir asker olduğunu söyledim. Önce büyükannemin, sonra da
babamın elini öptük
Sonra bana dönmüş; “Seni de tebrik ederim, böyle değerli ve iyi bir gençle
arkadaşlık kurmuşsun. Okul sıralarında başlayan arkadaşlıklar kolay kolay
sarsılmaz.” Yakında Salacaktaki kira evinden çıkarak Kuzguncuk’a nakledecektik. 43
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Babam, büyükannemin bir kısım emlâk ve arazisini satmış, elde etiği para ile
Kuzguncuk’ta yeni bir köşk yaptırmaya başlamıştı.
1. Bölüm
yedi on sekiz yaşlarında kara gözlü, kara kaşlı tıknazca bir genç geldi. Bu sima bana
yabancı değildi. Fakat nerede ve ne münasebetle gördüğümü hatırlıyamıyordum.
45
1. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Mustafa Kemal’in bir gece vakti yanıma gelerek, Kemal’in «Vatan Kasidesi»nin
teksir edilmiş bir nüshasını: Fuat kardeşim, bunu ezberleyelim. Diye bana verirken
yavaş bir sesle, fakat büyük bir heyecanla okuduğu; Felek, her türlü esbabı-ı cefasın
toplasın gelsin dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten. Mısralarını nasıl
unutabilirim .Söz Namık Kemal’den açılmış iken ufak bir hâtıramı da burada anlatmak
isterim. Bir gün üç beş arkadaş, felâketle sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na
dair konuşuyorduk. Mustafa Kemal, birden teessürle Namık Kemal’in, Vatanın bağrına
düşman dayamış hançerini yok imiş kurtaracak bahtı kara mâderini. Beytini
46 okumuştu.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Millî Mücadele yılları idi. Heyeti Temsiliye, merkezini Ankara’ya taşımak kararını
vermişti. 18 Aralık 1919 da arkadaşlarıyla beraber Sivas’tan ayrılan Mustafa Kemal,
Yahya Galip (Cumhuriyet devrinde Milletvekili Rahmetli Yahya Galip Karfeo de vardı.
Mustafa Kemal orada da bu mısraları fısıldar gibi tekrarlamıştı. Yahya Galip, kendisine
hitap ediliyor sanmış olacak ki “Bir emrin mi var, paşa hazretleri?” diye sormuştu.
bizde misafir kalmış, Avrupa’dan dönmüş olan annem Zekiye hanımla da tanışmıştı.
Gündüzleri Boğaz’da gezintiler yapıyor, akşamları eve dönüyorduk. Yemekten önce bir
kaç şişe bira içtiğimiz de oluyordu. Arkadaşım birayı çok seviyordu. O zamana kadar
ağzına rakı almamıştı.
Hürriyet Yolunda Mustafa Kemal’i, üçüncü sınıfta meşgul eden en Önemli şey, işte
bu hürriyet meselesi idi, bunu kurtardıktan sonra her sahada idareyi düzeltmek mümkün
olabilirdi. Bunun için de muhakkak teşkilâtlanmak lâzımdı. Teşkilâtı memleket içinde
ancak genç subaylar yapabilirlerdi. Mustafa Kemal’in şöyle bir tasavvuru vardı: Üçüncü
sınıf kalabalıktı. Bunlardan ancak, pek az bir kısmı Harp Akademisi’ne girebilecekti.
Geri kalanlar tâyin edildikleri kıtalara dağılacaklardı. Bunlardan emniyet ettiklerine
daha şimdiden gittikleri yerde teşkilât kurmaları için telkinlerde bulunuyordu. Bîr gün
bana: Fuat, demişti, biliyorum, bu arkadaşlar erkânı harp olamıyacaklar. Fakat bizlere
nazaran daha avantajlı durumda bulundukları da muhakkak. Çünkü bizden önce ordu
saflarına katılacaklar, eğer Rumeli’ye giderlerse, erkânı harp çıktığımız zaman bizim
için bir zemin ve vasat hazırlamış olacaklardır, demişti. Kurmay sınıflarına geçmiş olan
Pirlepeli Ali Fethi (Okyar) de aynı kanaatte idi.
“SEN DE MEMLEKETİN
BAŞINA GELEN BÜYÜK
ADAMLARIN DAHA
GNÇLİKLERİNDE
GÖSTERDİKLERİ
MÜSTESNA KABİLİYET
1. Bölüm
VE ZEKA EMARELERİ
GÖRMEKTEYİM.”
Babam, sonra arkadaşı Osman Nizamî Paşa hakkında bilgi verdi. Paşa,
ağırbaşlı, iyi tahsil görmüş bir kurmay subaydı, kumandanlıktan çok kendisini
fenne vermiş bir askerdi. Almanca ve Fransızcayı ana dili gibi bilirdi, edebiyatlarına
50 da hakkıyla vakıftı. İngilizceyi de hatasız konuşurdu.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
51
7 Cebesoy,a.g.e.,s.26-37.
Albay Arif) de aynı sırada otur
mak istiyor. Vallahi benden uysal
arkadaş bulamazsınız diye ısrar
İKİNCİ BÖLÜM
HARP AKADEMİSİ ÖĞRENİMİ
Kur. Yzb. Mustafa Kemal
(11 Ocak 1905)
İstanbul’da
Harp Akademisi’nde
sınıf arkadaşlarıyla
(ön sırada en sağda
1904 - 1905)
Mustafa Kemal, 1902 de 459 mevcutlu sınıfın sekizincisi olarak Harp Okulu’nu
bitirdi. (Piyade — 1474) sicil numarasıyla ve teğmen rütbesiyle Türk ordusunun
şerefli bir subayı oldu. Yirmi bir yaşında idi. Harp Okulu’ndan üstün derece ile
mezun olanlar, o zaman uygulanan rejime göre, yine aynı çatı altında bulunan ve
bugünkü Harp Akademisi’ne esas teşkil eden Erkân-ı Harbiye sınıflarına devam
ederlerdi. Harp Akademisi’nin süresi üç yıldı. Bu üç yıllık öğrenimde iyi derece ile
başarı gösterenler kurmay, diğerleri mümtaz yüzbaşı olarak orduya katılırlardı.
Ben de Mustafa Kemal ile beraber kurmay sınıflarına ayrılmıştım. Yine aynı
sırada oturacaktık.
Giyinişi, yürüyüşü, konuşması ve her hali ile Mustafa Kemal’e benzemeye çalışan
ve o öğrendi diye dansa başlıyan Arif Adana (İzmir suikast olayında idam edilen Kurmay
Albay Arif) de aynı sırada oturmak istiyor. Vallahi benden uysal arkadaş bulamazsınız
diye ısrar ediyordu. Mustafa Kemal, dur hele, sılaya gidip dönelim, kolay cevabını 53
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Bize, en müsait iklim Makedonya’dır diyordu. Selânik’e sılaya gittiği zaman, bu genç
subaylarla temas edecek, hem kendilerinden yeni malûmat alacak, hem de tavsiyelerde
bulunacaktı. Okulda kurulacak gizli teşkilât, ilk meyvalarını Makedonya’da verecekti.
Rumeli’ye gidenler, üç yıl sonrası için bizlere bir vasat hazırlamış olacaklardı. Harp
Akademisi’nin birinci sınıfı topçu ve süvari okullarından gelen teğmenlerle kırk
üçü buluyordu. Asım Kütahya (Emekli Orgeneral Gündüz), Ahmet Bursa (Sivas
Valiliğinden emekli), Mustafa izzet Çanakkale, Sedat Bursa (Emekli Korgeneral)
54
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
55
1 Cebesoy ,a.g.e.,s.38-39.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
56 HALİL KUT
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Halepli Kurmay Albay Zeki Bey kale savaşlarını okutur, hem dershanede harita
üzerinde, hem de aramızda tatbikat yaptırırdı. Derslerini ilgi ile takip ederdik. Zeki Bey
57
tatbikatta herkese bir vazife verirdi. Şahısları değiştirirken bazan hakikatte oluyormuş
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
gibi, Seni azlettim, yerine filancayı tâyin ettim derdi. Bir gün arkadaşlarımızdan
Müfit Kırşehir (Atatürkün yakın arkadaşlarından olup Cumhuriyet devrinde uzun
süre milletvekilliği yapmış olan Müfit Özdeş) boş bulunmuş itiraz etmişti . Fakat ben
vazifemi yaptım. Ne için azlediyorsunuz, kabahatim nedir? Albay Zeki Bey yarı ciddî
yarı şaka şu cevabı vermişti . İşte şimdi kabahat yaptınız, dikkatli değilsiniz. Çünkü
azil muamelenizin bir ders devresine münhasır olmaktan ileri gitmiyeceğini anlamanız
lâzımdı. Müfit’in, ciddî bir azil muamelesi karşısında kalmış gibi davranmış olmasına o
gün hepmiz gülmüştük. Dersten sonra Mustafa Kemal kendisine, Mülâzimlikten mazul
Kırşehirli Müfit Efendi, buraya geliniz diye takılmıştı.
58
2 Cebesoy ,a.g.e.,s.39-43.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
“Harp Akademisi’nin
üçüncü sınıfında idik.
1904 yılı ağustos ayının
çok sıcak bir cuma günü
idi. Hafta başı izninden
Mustafa Kemal île birlikte
işin farkına varamadı. Çünkü içki onlara göre mezeyle içilirdi. Sonra o renkte ve
kamışla içilir bir içkiyi de belki ömürlerinde görmemişlerdi. Keyfimize diyecek yoktu.
Buluşumuzu mektepte arkadaşlara anlatacak, biraz caka satacaktık. Çünkü Arif Adana,
Tevfik Selanik ve Halil Yenimahalle geçen hafta beraberce buraya gelmişler, canları
çok içki istediği halde birer gazozla iktifa etmek zorunda kalmışlardı. Esasen üçünün de
viski ile başları hoş değildi.
Biz kendi âlemimize dalmış, oradan buradan konuşuyorduk. Bir kazaya kurban
gitmezsek, bu yılsonunda birer kurmay subay olacağımıza inanıyorduk. Çok çalışıyorduk,
muhakkak muvaffak olacaktık. Bilhassa Mustafa Kemal’in üçüncü sınıftaki notları çok
iyi idi. Benim de fena sayılmazdı. Birinci ve ikinci sınıflarda aldığınız eksik notları
fazlasıyla telâfi etmiştik. Mustafa Kemal, viskisini zevkle yudumluyor, inşallah kıt’a
stajlarında da aynı yere düşeceğiz, beraber olacağız. Meselâ Selanik’te doğduğum
şehir olarak söylemiyorum, Selanik hakikaten güzel yerdir diyordu. Tam bu sırada
2. Bölüm
Fehim Paşa, beraberinde Okul Nazırı bizim Ali Rıza Paşa ve Albay Gani Bey olduğu
halde çıkageldi. Bizde de şafak attı.
Yeni nesil, Fehim Paşa’nın istibdat idaresinin ne müthiş ve zalim bir adamı olduğunu
belki bilmez. Kendisini bir iki satırla tanıtayım. Fehim, Esvapçı başı İsmet Bey’in
oğludur. İsmet Bey, Sultan İkinci Abdülhamid’in sütkardeşi ve çocukluk arkadaşı olduğu
için oğlu küçük yaştan beri sarayın türlü imtiyazlarına sahip olmuştu. Harp Okulu’nun
Zadegan sınıfından yüzbaşı olarak çıkmıştı. İki yıl sonra padişahın özel yaverleri
arasına girmişti. Ermeni ayaklanmasında istihbarat vazifesi görmüş, ondan sonra da
birdenbire parlamıştı. O kadar ki, henüz yirmi beş yaşında iken paşa oluvermişti.
Sultan Hamid’in başhafiyesi idi. Geniş nüfuz ve yetkisine dayanarak yapmadığını
bırakmamış, bir çok namuslu insanların sürülmesine sebep olmuş, Beyoğlu’nda
türlü skandallar yaratmış, halkı yıldırmış, rezaletleri ayyuka çıktığı halde daima
padişahın affına ve ihsasına nail olmuştu. Biz kendisini tanıdığımız zaman otuz bir,
otuz iki yaşlarında, çok genç bir ferik, yani korgeneraldi. Bir generalden ziyade bir
operet paşasına benziyordu. Fehim Paşa, Meşrutiyet’te Bursa’da halk tarafından
linç edilmek suretiyle öldürülmüştür.
Ali Rıza Paşa, daha önce de bîr münasebetle söylediğim gibi Mustafa Kemal’e
de, bana da hayırhah davranmıştı. Fena kalpli bir insan değildi. Devrin gidişine ayak
uydurmuştu. Fehim Paşa ile olan arkadaşlığının nereden geldiğini bilmiyorum. Ama
ondan çekindiği de muhakkaktı. Fehim Paşa ve iki arkadaşı, bize çok yakın olan boş
masalardan birine oturdular. Biraz sonra Ali Rıza Paşa beni çağırdı. Erkânıharbiye
mektebinin çok iyi ve çalışkan talebelerindendir. Babası İsmail Fazıl Paşa hazretleri,
60 benim asker ocağına intisabımda hayli yardımı olmuştur diye arkadaşlarına tanıttı
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
ve sonra Fehim Paşa’ya döndü, müsaade ederseniz, bizimle otursunlar. Fehim Paşa,
muvafakat etti. Ben şaşırmış kalmıştım. Padişahın serhafiyesi, Okul Nazırı ile zorlu
hafiye Albay Gani’nin bizimle beraber oturmak istemelerine bir mana veremedim,
Ali Rıza Paşa Mustafa Kemal’i de masaya çağırdı. Sonra şu emri verdi, siz ne
içiyorsanız, bize de ondan ısmarlayın. Garsona lâzım gelen talimatı verdim. Biraz
sonra viski, soda ile kamışlar geldi. Biz de bardakları yeniledik. Bir iki kadeh aldıktan
sonra neşelendiler. Hayatlarında galiba ilk defa viski içiyorlardı. Yalnız bu içkinin
adını soramıyorlardı. Çünkü padişah iradesiyle her türlü alkollü içki, biz subaylar için
yasaklanmıştı. Rütbe farkı yoktu. Aradan bir saatten fazla zaman geçti. Yoklama zamanı
geldiği için okula gitmek üzere izin istedik. Rıza Paşa, olmaz, dedi, merak etmeyin.
Fehim Paşa’nın emrini yerine getirdim. Biraz sonra viski sodalar geldi. Saat on
ikiye kadar yedik, içtik ve eğlendik. Bol bol varyete seyrettik, müzik dinledik. Gece
saat on ikide izin istedik. Ali Rıza Paşa vaadinde durdu, kartını çıkardı. Üstüne:
«Mustafa Kemal Selanik ve sınıf arkadaşı Fuat Salacak Efendiler benim emrimle
kalmışlardır. Kendilerine mümanaat edilmemesi tebliğ olunur» diye yazdı. Bu kartı
dahiliye müdürüne verirsiniz dedi. iki kafa dengi arkadaş Kristal Gazinosu’ndan çıktık.
vehimlerini her gün biraz daha artırarak nişan üstüne nişan, rütbe üstüne rütbe almıştı.
Mustafa Kemal diyordu ki; Fuat bir gün gelecek, biz de paşa olacağız. Fakat
mesleğimizde şerefle hizmet ederek belki yavaş belki de süratle yükseleceğiz.
Rütbelerimizi muharebe meydanlarında kazanacağız, yoksa Fehim gibi, müstebit
bir padişaha kul köle olarak değil. Benim için de ideal terfi ve yükseliş buydu.
Tanrıya şükürler olsun, ikimiz de bu yolda yürüyerek kısa fasılalarla yükseldik ve
general olduk.
2. Bölüm
Mustafa Kemal, 1 Nisan 1916’da general üniformasını giydi, otuz beş yaşında
62 idi. 16. Kolordunun kumandasını üzerine almıştı. Ben o zaman Kafkas cephesinde
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Ben de arkadaşımın biraz arkasından, 1918 başında otuz altı yaş içinde iken
generalliğe yükseldiğim zaman 20. Kolordu Kumandanı idim.
63
3 Cebesoy ,a.g.e.,s.57-64.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Fransızca dersi veriyordu. Bizler, Vatan, Millet ve Türklük fikirlerini ilk defa,
Harp akademisi sıralarında ondan duymuştuk. Bizim sınıfta en iyi Fransızca bilen
Ali Fuat’tı (Cebesoy). Çünkü, Ali Fuat Fransız okulundan Harbiye’ye gelmişti. Onu
takiben de Mustafa Kemal iyi Fransızca bilirdi. Mustafa Kemal, Harbiye’de iken her
tatilde Selanik’te bir Fransız okulunun tatil kurslarına devam ederek lisanını ilerlettiğini
söylerdi.
Harp Akademisinde her cuma akşamı sınıfta toplanıyor, kapılar kapandıktan sonra
Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor, tıpkı konferansçı gibi, Paris’ten gelen Türkçe ve
Fransızca gazetelerden okuduklarını, Fransız madamdan öğrendiklerini bizlere
anlatıyordu. O zamana kadar «Padişahım çok yaşa» demekten başka bir şey bilmeyen
bizler için, Mustafa Kemal’in anlattıkları çok dikkat çekiciydi.
kadar ilerledi, imparatorluğu güçlendiren manevi faktörler zayıfladığı için, yavaş yavaş
Viyana, Budapeşte, Belgrat elden çıktı. Artık bir avuç Rumeli toprağına sığındık. Şimdi
de elimizde kalan küçük toprak parçasını Ruslar ve Avusturyalılar almak istemekteler.
Rusların bütün emelleri kendi ırklarından saydıkları Bulgarlar ve Sırplara Balkanları
peşkeş çekmektir. Avusturyalılar ise, Adriyatik’ten Akdeniz’e, Selânik’e uzanmak
hevesindedirler. Tarihte inkılaplar, önce aydın kişilerin kafasında fikir halinde doğmuş,
zamanla toplumu sarmıştır. Bakınız dünkü vilâyetimiz Bulgaristan’ın bir Millî şairi vardır.
Bu şair, şiirleriyle Bulgarları mütemadiyen kurtuluş hareketine, meskenetten silkinmeye
çağırmıştır. Milletine, tarihine âşık olan bu sanatkâr, kısa zamanda kitleye hakim olmuş,
şiirleri halk arasında dilden dile dolaşmaya başlamış, 500 yıldır biz Türklerin çobanı
olan Bulgarlar onun gösterdiği yolla istiklâllerine kavuşmuşlardır. Belki de bir süre
sonra, bizden başka yurt topraklarımızı isteyecekler ve alacaklardır,
Sırpların da iki gözü görmeyen bir Millî şairleri vardı. O da aynı yoldan yürüyerek
milletine Millî duyguları, istiklâl fikrini aşılamıştır .Yunanlıların da böyle bir millî
şairleri vardır. O da, yıllar boyu eski Yunan medeniyetini şiirleriyle anlatırken, ulusuna
güç kazandırmak, hürriyet için birlik ve beraberlik şartını telkin etmek istemiştir. Bütün
milletlerin böylesine çırpınan, milletini uyandırmak isteyen millî şairleri, aydınları
vardır.
görevler düşüyor. Yarın görev alıp gittiğimiz her yerde milletimizi yetiştirmek için
subaylarımızın öğretmeni olacağız. Gittiğimiz yerlerde, aydın gençlerle arkadaşlık
ederek onları bu yola yönelteceğiz. Yurdumuzu ve imparatorluğu büyük tehlikelerin
beklediğini hatırdan çıkarmamak durumundayız».
Hiç unutmam, bir defasında kapıdaki gözcü arkadaş heyecanla nöbetçi subayının
geldiğini işaret etmiş ve Mustafa Kemal üzgün ve öfkeli bir halde kürsüden inmek
zorunda kalmıştı. Harp Akademisinin ya iki veya üçüncü sınıfında idik. Mustafa Kemal
sıladan, yani Selanik’ten annesinin yanından dönmüştü. Çok üzüntülüydü. Zaten,
onu her sıla dönüşü Böyle üzüntülü görmeye alışmıştık. Tatil dolayısıyla Selanik’te
O, bunları hiç çekinmeden söylüyordu. Korku nedir bilmeyen bir tabiatı vardı.
Bütün sınıf bu bakımdan ona hayrandık. Tarih okumak onun en büyük hevesi
ve hırsı idi. Fransızcayı da onun için çok iyi bilmek istiyordu. Osmanlı tarihini
Fransızca eserlerden okuyordu.”4
“Biz, Kurmay Yüzbaşılar 1904 yılı aralık ayında Harp Akademi’sini bitirdik.
Kurmay Yüzbaşı olarak diploma aldık. Mustafa Kemal’in 11 ocak 1905’te mezun
4 Ihsan Ilgar, Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz Hatıralarım, Kervan Yayınları, 65
İstanbul 1973,s.13-16.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
olduğuna dair yazılan biyografiler doğru olmasa gerektir.5 Harp Akademisinin birinci
sınıfında kırk üç kişi idik, yalnız on üç arkadaş kurmay olmak hakkını kazandık.
Hatırımda yanlış kalmadı ise, üç yıllık ders notlarına göre, sıra söyle idi;
Birinci, ihsan Cihangir (Birinci Dünya Savaşı sonlarında 6 ncı, İstiklâl Savaşı’nda
Büyük Taarruz’dan kısa bir müddet önce 1. Ordu Kumandanlıklarında bulunan General
Ali ihsan Sabis).
Eğer derece son sınıfta alınan notlara göre olsaydı, Mustafa Kemal birinci idi.
Ne önemi var, okulda olmadı ama hayatta birinci, en birinci oldu.
Diğer arkadaşlar mümtaz yüzbaşı olarak mezun oldular. Arif Adana ile Halil
Yenimahalle çok üzüldüler, fakat bizleri kardeşçe ve arkadaşça tebrik ettiler. Üç, dört
yıl sonra onlar da genel bir imtihana girerek kurmay oldular. Üçüncü sınıfa geçen
Nuri Conker’in, yaşlı gözlerle Mustafa Kemal’in boynuna sarılarak tebrik ettiğini
hatırlarım.
Harp Akademisi’ni bitirdikten sonra Mustafa Kemal, bir kaç gün bizde
kaldı. Biz Kuzguncukla geldiğimiz zaman annem Zekiye Hanım; Paşa, erkânı
5 Birçok kayıtta Mustafa Kemal Paşanın akademiyi 1905’te bitirdiği yazılıdır. Oysa ki Ali Fuat
Cebesoy Paşanın belirtiği gibi 1904 yılında bitirmiştir. Çünkü Kazım Karabekir Paşa 1905’
66 te sınıf birincisi olarak Akademiyi bir sene sonra bitirmiş, bir sene Mustafa Kemal paşadan
kıdemsizdir.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
harp zabitleri (kurmay subaylar) teşrif ettiler, diye bağırarak yukarı katta oturan
babama haber verir, babam da; Buyursunlar, şimdi geliyorum, diye aşağıya iner,
elini öptürür, önce Mustafa Kemal’in sonra da benim yüzümden gözümden öperdi.
Yemekleri muhakkak bizimle beraber yer, hatta bir iki kadeh bir şey içmemize de
izin verirdi. Annem, bunu bildiği için biz eve gelir gelmez uşağı gönderir, bakkaldan bir
kaç çeşit içki getirtirdi.6
AKADEMİYİ BİTİRİYORUZ
“Harp Akademisinden 11 ocak 1904’ te mezun olduk. Her üç sınıfta da birinci
olmama rağmen, mezuniyette, ikinciliğe düşürülmüştüm. Düştüm değil de düşürüldüm
demenin bir sebebi vardır. O zaman İstanbullular imtiyazlı idiler. Akademiyi bitirenler
arasında İstanbullular dururken, benim gibi Anadolu’nun bir kasabasından gelmiş
kimsenin birinci olması mümkün değildi. Okul idaresi, böyle bir sonuçtan Sarayın
67
6 Cebesoy,a.g.e.,s.70-71.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
«Kemal, şu inadı bırak da sen de biraz uzun yaz» dediğimi hatırlıyorum. Ama
o, her defasında böyle hareket etmenin ders, talebelik ve askerlik anlayışına ters
düştüğünü söylerdi. Onun bu tutumu birinci yerine beşinci olmasının tek sebebi
olmuştu.”7
69
7 Ilgar, a.g.e., s.18-19.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Bu zat sadece sarayın baş eczacısı değil, aynı zamanda baş hafiyelerinden
biri idi. Sözünü kestim; Bu söylediklerinizin hepsi, ama hepsi yalan. Gayet sakindi.
Ben de pek ihtimal vermiyorum, diye sözüne devam etti. Mustafa Kemal Efendi’yle
diğer bir kaç yüzbaşı tevkif edildiler. Tevkif sebepleri de malûm. Şimdi beni dinleyiniz.
2. Bölüm
Ben sizin büyükannenizin yetiştirdiği bir kimse ve ailenizin bir mensubuyum. Bana
itimat ediniz. Bu sözler, o devir ve o devrin hafiyeleri hakkında bir fikir vermeye
yeter sanırım. Bunların mevki için, rütbe için ve para için yapmayacağı fenalık
yoktu. Bunların kendi çıkarları için uydurdukları yalanlar, birçok namuslu ve
vatanperver insanların ocağına incir dikmiş, nice aile yuvası yıkmıştı.
Aziz arkadaşım Mustafa Kemal’in tevkif edilenler arasında bulunması beni pek
müteessir etmişti. Demek hapsedildiği için terziye uğrayamamış, mevzun vücuduna
o çok yakışacak olan elbisesini alamamıştı. Başımdan neler gelip geçtiğini o sırada
kestiremiyordum. Harp Akademisi’nden başarı ile mezun oluşumun, yeni giydiğim
üniformanın bana verdiği gurur, neşe ve zevk birdenbire hüzne inkılâp etti. Fakat
kendimi çabuk topladım ve sesimi yükselttim:
hâdise çok mühim. Her şeyi olduğu gibi anlatacağınızı padişahımız efendimize olan
sadakatinizden beklerim. yapılan iftiranın tamamen uydurma olduğunu, para toplama
meselesinin hainine bir surette değiştirilmesinden ileri geldiğini ilâve ederek dedim
ki, hiç birimiz, padişahımız ve başkumandanımıza karşı sadakatten gayri bir şey
düşünmüyoruz. Ne söylesem boştu. Sözlerimin, yelpaze sakallı paşa üzerinde hiç bîr
etkisi olmadığını görüyordum. Zaten beni fazla konuşturmadı ,doğruyu söyleyecek
misiniz, söylemeyecek misiniz, önce buna cevap verin. Yoksa ben şiddet kullanmasını
da bilirim. Israr ettim, Yapmış olduğum sadakat yemininden asla inhiraf etmeden
tekrarlıyorum. Söylediklerimin hepsi doğrudur. Bunlardan gayrisi yalandır, iftiradır.
Bir müddet sonra bizi o zamanki adı Erkânı Harbiye Dairesi olan Genel Kurmaya
çağırdılar ve müjdeyi verdiler. 2. Ordu ile 3. Ordu’ya gönderilmemiz kararlaştırılmıştı. 2.
Ordu’nun merkezi Edirne idi. Askerî bir heyet, genç subaylara Kur’a çekileceğini, fakat
subaylar eğer aralarında anlaşırlarsa, buna lüzum olmayacağını bildirdi. Arkadaşlar göz
göze geldik. Mustafa Kemal, bana gayet yavaş, 3 üncü ordu, dedi. Arkadaşlar başka
bir odada toplandık. Bir iki dakika içinde aramızda bir taksim yaptık. Ben, Mustafa
Kemal ve diğer üç kurmay subay arkadaş 3 üncü, diğerleri 2 nci Ordu’ya talip olduk.
Fakat bu bir kaç dakika içinde uyuşuvermemiz, şüphe uyandırdı. Ertesi günü bizlere
bir kısmımızın 4. ve bir kısmımızın da Şam’da bulunan 5. Ordu’ya tayin edildiğimizi
bildirdiler. Sarayın, olaya müdahale ettiği açıktı. Her ne kadar Serasker Rıza Paşa:
ikinci ve üçüncü ordularda böyle iyi yetişmiş erkânı harp ve mümtaz zabitlere daha çok
ihtiyaç vardır. Diye diretmek istemiş ise de teklifi kabul edilmemişti. Olaydan çok yıllar
sonra Serasker Rıza Paşa’nın oğlu Süreyya (Rahmetli Süreyya ilmen) Paşa bize dedi ki,
Babam, çok ısrar etti ise de, sözünü saraya dinletemedi. Bunda Zülüflü İsmail Paşa’nın
menfi bir rol oynadığı muhakkaktır. Saray sizlerden şüpheleniyordu.
X. MUSTAFA KEMAL
İSTANBUL’DAN
5. ORDU’YA ŞAM
TAYİN OLDU
General Ali Fuat Cebesoy
sınıf arkadaşı, Mareşal
Mustafa Kemal Atatürk’ü
şöyle anlatmaktadır;
73
8 Cebesoy,a.g.e.,s.70-81.
2. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
74
9 Cebesoy, a.g.e., s.90.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
1906 yılı ekiminin bir gecesi Mustafa Kemal, Otuzuncu Süvari Alayı Komutanı
Lütfi, Kurmay Yüzbaşı Müfit (rahmetli Kırşehir Milletvekili Müfit Özdeş), Doktor
Mahmut, tüccar Mustafa Bey’in evinde toplanarak Vatan ve Hürriyet Derneğini
kurdular. Bu gizli devrim derneğinin Suriye ve yöresinde örgütlenme görevini Mustafa
Kemal üstlendi ve çeşitli asker birliklerinde staj yapmak bahanesiyle Beyrut, Yafa ve
Kudüs’e giderek bu örgütlenmeyi sağladı. Yafa’da daha çok kaldı. Buradaki örgüt daha
güçlü oldu; fakat Suriye’deki çalışmalar istenilen düzeye ulaşamadı.10
75
10 İğdemir, a.g.e., s.9-10.
2. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Fakat bizi Selanik’ten olay yerine götürecek olan «Âsâr-ı Tevfik» zırhlısının
gelmesi geciktiği için o sırada Karaferiye bölgesinde birdenbire başkaldıran çete
lerin tenkili (imhası) daha Önemli görülmüş, bu sefer Karaferiye kumandanlığına
atanmıştım.
76
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
İttihad ve Terakki’nin diğer önemli isimlerinden biri Tal’at Paşa’ydı... Üstte onun Almanya’ya
yaptığı seyahat sırasında çekilmiş bir resmi...
Haydi şimdi seninle Talât’a (Talat Paşa) gidelim. Talât, genç kurmay subayları
İttihat ve Terakki içinde toplamayı candan arzuluyordu. O da muvafakat etti. ikisi
birden Müşir Hayri Paşa ile onun Kurmay Başkanı Kolonyalı Süleyman Paşazade
Ali Rıza Paşa nezdinde teşebbüse geçtiler. Kurmay heyetinde bulunan genç
subayların çoğunluğu esasen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin faal azaları idiler.
Onlar da ellerinden gelen yardımı yapacaklardı.
Selânik-Zibefce Doğu demiryolları hat müfettişi olan Kolağası Pirlepeli Ali Fethi’yi
gördüm. Mustafa Kemal’in Selânik’e geleceğini müjdeledim. Haberim var, Binbaşı
Cemal söyledi dedi. Demek Talât ve Rahmi Bey’ler Cemiyetin diğer asker üyelerine de
haber vermişlerdi.Karaferiye’ye huzur içinde hareket ettim.
Mustafa Kemal, 16 eylül 1907 de 3. Ordu’ya nakledildi. Ancak Selânik’e daha
varmadan Müşirlik Dairesi, onu Manastır’a tayin etmişti. Tabiî bu bir formalite idi.
78 Çünkü ordu merkezi Manastır’dı. Selanik’te daha yüksek bir makam olmak üzere
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Müşirlik ve onun maiyetinde bir kurmay heyeti vardı. Mustafa Kemal Selânik’e
gelince, bir kolayını buldular ve kurmay heyetinde görevlendirdiler. Sınıf arkadaşım
Mustafa Kemal’i görmeyeli nerede ise bir yıl olacaktı. Bununla beraber birbirimizi
daima aramış, sormuş ve mektuplaşmıştık. Fakat bu bizim için kâfi değildi.
79
11 Cebesoy,a.g.e.s.110-112.
Mustafa Kemal Atatürk, Kâzım Özalp ve General
Emin Koral ile törene giderken – 29 Ekim 1925
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ
I. Atatürkçü Düşünce Sistemi
Osmanlı Devleti’nin 1’inci Dünya Harbi’nde yenilmesi ve imzalanan Mondros
mütarekesi ile Padişah Vahdettin ve sadrazam Damat Ferit paşa hükümeti zaafîyet içine
düşmüştür. Bu durum, ülkeyi ve milleti yok olmaya doğru götürmüştür. Mevcut padişah
ve hükümet ile bir şey yapmanın imkansız olduğu anlaşılmıştır. Amaç; milli egemenliğe
dayalı yeni bir devlet kurmaktır. Bu düşünce doğrultusunda İstiklal Savaşı kazanılır
ve 1923’de Cumhuriyet ilan edilir. Artık geriye dönüş olamaz. Akılcılık ve Bilim yolu
içinde ilerlenecektir.
Derin tarih kültürü Atatürkçü düşünce sisteminin oluşmasında en büyük etkendir.
Yaradılıştan sahip olduğu dehasıyla Mustafa Kemal Atatürk, yeni kurulan devletin
yok olmaması için yüzlerce yıl denenen ama artık işleme gücünü tümden kaybetmiş
kurumlara dönülmemesi gereğini anlamıştır. Ayrıca 1911 yılından beri mücadele ettiği
Türkleri yok etmeğe çalışan emperyalizmin oyununa gelmemek için bağımsızlıktan
taviz verilmemesi fikrinde bilinçli ve kararlıdır. İşte Atatürkçü Düşünce Sistemi
bütün olayları akıl yoluyla değerlendirmesi ve tarih bilinci ile yorumlaması sonucu
oluşmuştur.
81
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Türk Milletinin müşterek arzu ve eğilimlerinin bir simgesidir. Akıl, bilim ve teknik
rehber olarak alınmaktadır.
1 Veli Yılmaz, Fikri Temizkan, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları, Harp Akademileri Basımevi, 83
İstanbul 1998,s.1-2.
Haydar Paşa Garı’ndan çıkarken (1929)
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ATATÜRK İLKELERİ
Atatürk İlkeleri, çağdaşlaşma yönünü belirleyen ve Atatürk İnkılaplarına temel
teşkil eden fikir ve düşüncelerdir. Atatürkçü Düşünce Sistemi içinde birbirine bağlı bir
bütün oluşturan Atatürk îlke ve İnkılapları, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine en kısa
zamanda ulaştırabilmek için aklın ve mantığın çizdiği yollardır.
1. Devletçilik İlkesi
2. Milliyetçilik İlkesi,
3. Halkçılık İlkesi,
4. Cumhuriyetçilik İlkesi,
5. İnkılapçılık İlkesi,
6. Laiklik ilkesidir.
Bu ilkeler, Atatürk’ün devlet anlayışına hakim olan Milli Devlet, Tam Bağımsızlık,
Milli Egemenlik ve Çağdaşlaşma (Modernleşme) hedefinden kaynaklanmaktadır.
Atatürk İlkeleri, önce dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkasının Program
ilkeleri olarak benimsenmiştir. 5 Şubat 1937’de çıkarılan bir kanunla 1924
Anayasasına ithal edilen bu ilkeler, çıkarılan yeni kanunla hukuken de Türk
Milletine mal edilmiştir.
I. DEVLETÇİLİK İLKESİ
Devletçilik, kamu hizmet ve faaliyetlerinin yapılması demektir. Devletçilik, kamu
menfaati nedeni ile devletin bazı faaliyet alanlarına katılması, demektir. 1 Mart 1922’de
devletçiliği dile getiren Atatürk, “Ekonomi politikamızın önemli amaçlarından biri
de; toplumun genel faydasını doğrudan doğruya ilgilendirecek kuruluşlar ile, eko
nomik alandaki teşebbüsleri, mali ve teknik gücümüzün ölçülerine uygun olarak
devletleştirmektir”demiştir. Atatürk’ün burada devletleştirmeden maksadı,yabancıların
elindekileri devralarak, özel sektör gelişinceye kadar devlet eliyle işletmecilik demektir.
Mali ve teknik imkanlarımızın elverdiği ölçüde, devlet eliyle işletmecilik demektir. Asıl
anlamı ile devletçiliktir.
85
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Özet olarak bizim güttüğümüz “devletçilik”, ferdî çalışma ve faaliyeti esas tutmakla
beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha, memleketi bayındırlığa
eriştirmek için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektiği işlerde Özellikle
86
1 Veli Yılmaz, Fikri Temizkan, a.g.e., s.3-7.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Millet, arz ettiği özellikler nedeniyle ırk, kavim ve ümmetten ayrılır. Kısacası
millet; tarihi, sosyal, siyasi ve hukuki bir gerçektir. Atatürk, millet ye milliyetçilik
kavramlarını; 1931 yılında kaleme aldığı “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” adlı eserde
açıklanmaktadır. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Halkına Türk Milleti denir”
diyen Atatürk, Türk Milletinin teşekkülünde etkili olduğu görülen “Doğal” ve “Tarihi”
olayları da şu şekilde belirtmektedir:
Siyasi varlıkta birlik, Dil birliği, Yurt birliği, Irk ve menşe birliği, Tarihi yakınlık,
Ahlaki yakınlık. Türk Milletinin teşekkülünde mevcut olan bu şartların diğer milletlerde
tam olarak bulunamayacağına dikkat çeken Atatürk’ün, her millete uyabilecek “millet”
tarifi ise şöyledir: Zengin bir hatıralar mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak
konusunda ortak arzu ve istekte samimi olan, sahip olunan mirasın korunmasına
beraber devam etmek hususunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden
meydana gelen topluma millet denir. Bu tanım incelenirse aynı kültüre sahip olan
ATATÜRK İLKELERİ
insanlardan oluşan topluma millet denir dersek, milletin en kısa tanımını yapmış oluruz.
Atatürk’ün bu konu ile ilgili bazı ifadeleri: “Türk Milleti, millet olma vasfı olan
bağımsızlığına tarih var olduğundan beri sahiptir.”
“Efendiler, Türk halkı asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklali hayati bir
gerek terakki etmiş bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet tutsak yaşamamıştır;
yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”
“Türk Milleti bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet
tesis ederek bütün felaketlerin karşısına sahip olduğu kabiliyet ve kudret ile ortaya
çıktı.”
87
2 Bin İki Yüz Seksen Üç, Kara Harp Okulu Çizgi Ötesi Yayınları, Ankara 1998, s.81-82.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
“Ben milletin bu yüce manevi şahsiyeti içinde bir naçiz ferdi olmakla bahtiyarım.
Efendiler, milletin tümü manevi bir şahıs halinde ve bir bütünleşmiş kitle şeklinde
göründü ve bu ulvi birliği muhafaza ederek ona düşman olanları yok etti.”
“Emin olunuz; böyle bir neticeyi dünyada hiç bir millet kolaylıkla meydana
getirmemiştir. Milletimizin çok cevherli, çok kabiliyetli, diğer milletlere çok üstün
olduğunu bu mücadelede gösterdiği şuurla, azimle ve yiğitlikle pek güzel ispat etti.”
“Efendiler! Böyle evlatlardan meydana gelen bir millet elbette hakkını, bağımsızlığını
bütün manası ile korumayı başaracaktır. Böyle bir milleti bağımsızlığından mahrum
etmeye kalkışmak hayalperestliktir.”
“Kati olarak bilinmelidir ki, Türk Milletinin milli dili ve milli benliği bütün
hayatında hadim ve esas kalacaktır.”
ATATÜRK İLKELERİ
“Mustafa Kemal samîmi bir Türk milliyetçisi idi. Bunun en canlı misaline Yafa’da
şahit oldum. Cumhuriyet Devrinde Çankaya’da bir kaç defa da ayrıntıları ile kendisinden
dinledim. Mustafa Kemal, 5. Ordu’da Arap ırkından olan askerlere daha özel
muamele yapıldığını ve Anadolu çocuklarından daha üstün tutulduklarını
gördükçe müteessir oluyordu. Osmanlılığın telkin ettiği bu aşağılık duygusundan
ne zaman kurtulacağız? diyordu. Aynı ıstırabı ben de duyuyordum.5” diye anlatır.
89
5 Cebesoy, a.g.e.,s.98.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Atatürkçü görüşte halkın tek bir anlamı vardır; Türkiye tek sınıflı bir memlekettir.
Bu sınıfın ismi de halktır. Halk Fırkasının 1923 tarihli nizamnamesi halkı şöyle tarif
eder.”Halk Fırkası nazarında halk mefhumu; herhangi sınıfa bağlı değildir. Hiçbir
imtiyaz iddiasında bulunmayan ve umumiyetle, kanun nazarında mutlak bir
4. Bölüm
Bu ilkede millete efendilik yoktur; hizmet etme vardır. Millete hizmet eden
onun efendisi olur.6
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. (Afet İnan -
Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 351.)
ATATÜRK İLKELERİ
Atatürk’ün ifadesi ile “Türk milletinin tabiat ve adetlerine çok uygun olan bu
idare şekli, milletin insanca yaşamasını bilmesi ve insanca yaşamanın neye bağlı
olduğunu öğrenmesi demektir, Türk milleti asırlar boyunca kendi hakimiyetini,
4. Bölüm
kendi iradesini kullanmasına mani olan monarşi ve oligarşi gibi rejimlerin zarar
larına maruz kalmış ve neticede kendi karakterine en uygun idarenin Cumhuriyet
olduğunu görmüştür.
Türk Milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur. (Afet İnan - Medeni
Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 352.)
93
8 Veli Yılmaz, Fikri Temizkan, a.g.e., s.21-24.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı cumhuriyettir. Artık hükümet ve millet arasında
geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Yönetim halk, halk yönetim demektir.9 (Söylev ve
Demeçler, c. III, s.. 75; c.II, s.. 230.)
V. İNKILAPÇILIK İLKESİ
İnkılap, toplumlarda çeşitli alanlarda, toplumun ihtiyaçlarına göre bir takım
düzenlemeler yapmak ve yeni bir düzen getirmektir. İnkılaplar sanayi inkılabı,
bilim inkılabı, kültür inkılabı, sosyal inkılaplar gibi çeşitli alanlarda olabilir. İhtilal
ise, bir devletin mevcut siyasal yapısını, iktidar düzenini ortadan kaldırmak için, bu
4. Bölüm
konudaki hukuksal kurallara başvurmaksızın, zor kullanarak yapılan geniş bir harekettir.
İhtilaller toplumda halk arasında siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda oluşan farklılık
sonucu meydana gelir.
94
9 Bin İki Yüz Seksen Üç, a.g.e., s.78.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Siyasi iktidarın temeli olarak kişisel egemenlik yerine millet egemenliği hakim
kılınmıştır. Dine bağlı devlet yapısı (Teokratik Devlet) yerine “laik” devlet yapısına
geçilmiştir. Modernleşme ile gelenekçilik arasında bocalayan toplum, ikilikten
kurtarılarak çağdaşlaşma istikametinde yönlendirilmiştir. Diğer bir ifade ile
inkılapçılık; ileriye yönelmeyi, sosyal bünye değişikliği ile gelişmeyi ifade eder.
95
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Sonuç olarak; Atatürkçü düşünce sisteminde inkılapçılık ilkesi, statik değil, dinamik
bir nitelik taşır. Türk inkılabının temel hedefinin çağdaşlaşma olduğunu kabul ettiğimize
göre, inkılapçılık “sadece yapılan inkılapları korumakla, yani statik bir durumda
kalmakla yetinmeyip, aklın, bilimin ve ileri teknolojinin yol göstericiliğine dayalı
gerekli atılımlarla çağdaşlaşmaya yönelmeyi gerektirir.” Atatürk, Türk inkılabının
dinamik niteliğini şu sözleriyle açıklamıştır “Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh
ATATÜRK İLKELERİ
97
10 Veli Yılmaz, Fikri Temizkan, a.g.e., s.25-28.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
29 Mayıs 1936
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat, Türkiye
Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır,”11
98
11 Bin İki Yüz Seksen Üç, a.g.e., s.82
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Arapça “kalb” kökünden gelen “inkılâp” sözcüğü bir halden başka hale
dönüşme, biçim değiştirme, devrim anlamına gelir. Öyleyse inkılâp, toplumlarda
çeşitli alanlarda, toplumun gereksinmelerine göre birtakım düzenlemeler ve yeni
bir düzen getirmektedir. Arapçada bu anlamda kullanılan sözcük Osmanlıcaya da
geçmiş ve aynı anlamda kullanılmıştır. İnkılâplar sanayi inkılâbı, bilim inkılâbı,
kültür inkılâbı, sosyal inkılâplar gibi çeşitli alanlarda olabilir.
ATATÜRK İLKELERİ
Dil, tarih, alfabe ve eğitim alanlarında, resim, müzik, heykel gibi sanat alanları
da olmak üzere kültürel alanda yapılan Atatürk İnkılâplarıyla Türkiye, çağdaş bir
ülke haline getirilmiştir.
Yine ayrıca kişi yönetiminden ulusal egemenliğe dayalı siyasal inkılâpla
halifeliğin, tekke ve tarikatların kaldırılması, modern kılık kıyafetin kabulü,
çağdaş dünyanın kullandığı takvim ve ölçülerin kabulü, medeni yasa, soyadı ve
kadın erkek eşitliği gibi sosyal inkılâplarla vicdan ve zihin özgürlüğüne dayanan
laik düzenle Türkiye, dünyanın “çağdaş evrim sürecine” katılmıştır.
Sonuç olarak; inkılapta, yakma, yıkma, kan ve gözyaşı yoktur, İnsanlık
düşmanı, komünizm ve faşizm ideolojilerinin uyguladığı ve gelecekte uygulayacağı
99
yöntem değildir, çağdaş demokrasiler inkılabı uygular.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
(1) İhtilâl
B. Islahat
Islahatta, inkılâptan farklı olarak yeni bir unsur getirme yoktur. Islahatta
mevcut düzen korunurken, bu düzenin aksak yönlerini gidermek için bazı düzeltme
çalışmaları vardır. 18. yüzyılda yapılan ıslahat hareketlerinin tümünün temelinde
kurumları iyileştirme ve Osmanlı Devleti’nin görkemli günlerini canlandırma prensibi
ATATÜRK İLKELERİ
yer alır.
C. Batılılaşma
Batı’yı Batı yapan sosyal ve kültürel değerlerin insancıl, akılcı ve bilimsel ilkelere
dayanmasıdır. Bu nedenle çağdaş uygarlık düzeyine yükselmek isteyen bir toplumun,
çağındaki en ileri uygarlığa katılması kadar doğal bir şey olamaz. Ülkesini eskimiş bir 101
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Selanik, 1881
D. Modernleşme (Çağdaşlaşma)
102
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Önce Atatürk’ün inkılâp tanımını vermek gerekir. Atatürk inkılâbı şöyle tanımlar:
ATATÜRK İLKELERİ
“Türk Ulusu’nu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak, yerle
rine ulusun en yüksek uygar gereklere göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumla
rı koymuş olmaktır.” Atatürk, inkılâpların başarılmasının en büyük faktörünün Türk
Ulusu’nun o günlerde gösterdiği harikalar ve inkılâpları benimsemedeki yeteneği oldu
ğunu söyler ve Türk İnkılâbı’nın temel prensibini şu şekilde belirtir:
103
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
104
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
ZAFER İÇİN!... Türkiye’nin ölüm, kalım günleri idi. Memleketin her tarafında zafer ve ukrtuluş
için dualar ediliyordu. Meclisin önünde bir dua merasimi. Gazi’nin sağındaki zat, Rauf (Orbay),
solundaki, Ali Fuat (Cebesoy).
“Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp başka bir çağa
götürdük. Biz çok eski müesseseleri yıktık. Gericilerin binlerce taraftarı vardır.
Fırsat beklediklerini unutmamak lazım.”
Halife Abdülmecid
Efendi bir med-
rese ziyaretinden
çıkarken, hemen
arkasında Ankara
hükümeti temsilci-
si Rafet Paşa
Nitekim ona göre başına şapka giyen, sakalını bıyığını tıraş eden, smokin ve
frakla toplum hayatımızda yer alanlarımızın çoğunun kafalarının içindeki zihniyet
hâlâ sarıklı ve sakallıdır.
ATATÜRK İLKELERİ
105
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Genel anlamda laiklik; din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, din işlerinin
ferdi sayılarak kişinin vicdanına terk edilmesi ve devletin dinler karşısında tarafsız
kalarak din hürriyetini sağlaması demektir. Türk Anayasasına göre laiklik, Türkiye
Cumhuriyeti’nin temel ve vazgeçilmez niteliklerinden biridir. (Anayasa, Madde 2
ve 4) Laiklik aynı zamanda, Türk Milletinin çağdaşlaşma çabalarının temel taşıdır.
Laiklik bilimsel ve doğru şekilde anlaşılınca, görülür ki, bu ilke din, vicdan ve ibadet
hürriyetinin de gerçek ve en etkili güvencesidir.Din kurallarına dayalı bir devlette, tıpkı
aşırı solda veya aşırı sağdaki bütün totaliter rejimlerde olduğu gibi, yöneticiler kendile
rine tek ve değişmez gerçeğin temsilcisi saydıkları için, düşünce özgürlüğünden ve
gerçek demokrasiden söz edilemez. Şu halde teokratik olmayan laik bir devlet yapısı,
106 demokrasinin de ön şartıdır.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Kimi, laikliği kısaca “Din ve vicdan özgürlüğü” diye; kimi “Din ve devlet
işlerinin birbirinden ayrılması’ diye kimi “yurttaşlar arasında din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayrım gözetilmemesi” diye tarif eder. Bu tariflerin hepsinde derece
derece gerçek payları vardır. Ancak Atatürkçü düşünce sisteminin temel ilkelerinden
biri ve Türk pozitif hukukunun, Türkiye Cumhuriyeti Ânayasası’nın temel ilkesi olarak
laiklik, bu kısa tanımlardan hiçbirine sığmaz. Bunların hepsini birden içerir.
ATATÜRK İLKELERİ
Laikliğin bir yönü, toplumun bütün fertleri için din hürriyetidir. Din hürriyeti de,
bir yandan vicdan (inanç) hürriyetini, öte yandan ibadet hürriyetini kapsar. Atatürk’e
göre “vicdan hürriyeti mutlak ve taarruz edilmez, ferdin tabii haklarının en
mühimlerinden tanınmalıdır. Her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak,
kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, mensup olduğu bir dinin icaplarını 107
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Laik bir devlette din kurumları devlet fonksiyonları göremeyeceği gibi, devlet
kurumları da din fonksiyonları ifa edemez. Yani laik devlet, gerek “dine bağlı devlet”
gerek “devlete bağlı din” sistemlerini reddeden, din ve devlet işlerini birbirinden
tamamen ayıran bir yönetim sistemidir. Bu ilkeye rağmen, Türkiye’de Diyanet işleri
Başkanlığının devlet teşkilatı içinde yer aldığını görmekteyiz. Anayasamıza göre
(md. 136) “genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi
doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe
dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunla gösterilen görevleri
yerine getirir.” Diyanet İşleri Başkanlığının devlet teşkilatı içinde yer alması, laikliğin
bazı Batı ülkelerindeki klasik anlaşılan şekline uymamakla beraber, Türkiye’nin
özellikleri sebebiyle ortaya çıkmış olan ve aslında laikliğe aykırı değil, onu koruyucu
nitelik taşıyan bir çözüm tarzıdır.
ATATÜRK İLKELERİ
109
4. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
110
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Nitekim Atatürk, pek çok konuşmasında, devlet yönetimine sadece aklın, bilimin
ve çağın gereklerinin rehberlik etmesi gerektiğim vurgulamıştır. ‘Dünyada her şey
için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.
İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.”
Yeni devlet, modern devlet, milli bir karakter taşıyan öğretim ve eğitim sistemine
yönelmiştir. Türk kültürünün laikleştirilmesiyle, hurafelerden, batıl itikatlardan
uzak hür bir zeka disiplini kurmak amaç edinilmiştir. Medrese zihniyetinden ve sko
lastik düşüncenin dar kalıplarından uzak gerçekçi, tecrübeye ve ilmi görüşe dayanan
bir öğretim ve eğitim sistemi cumhuriyet eğitimimizin temel amacı olmuştur.3 Mart
1924’de kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile, eğitim birliği bir sistem olarak
benimsenmiş bulunmaktadır. Eğitimin birleştirilmesi ile, özellikle XIX. yüzyıl
sonlarından beri Türkiye eğitiminde görülen medrese ve mektep diye devam eden la
ikliğe son verilmiştir. Dini otoritelerin devlet otoritesinden ayrılmasına paralel
olarak öğretimin de laikleştirilmesi bu kanunla sağlanmıştır. Ayrıca cumhuriyet
kuşaklarının hurafelerden ve yabancı fikir ve tesirlerden uzak, milli bir terbiye
sistemi ile yetiştirilmesi imkanı da elde edilmiştir. Milli terbiye sistemi ile
yetiştirilme, milli kültür birliğinin de vücut bulmasına imkan vermiştir.
Laik devlet, Türkiye Cumhuriyeti için bir hayat, bir var olma meselesidir. Çünkü
ATATÜRK İLKELERİ
111
12 Veli Yılmaz, Fikri Temizkan, a.g.e.,s29-37.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkân yoktur.
Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Softa sınıfının din
simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler, iğrenç
kimselerdir. İşte biz bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. (Kılıç Ali,
Atatürk’ün Hususiyetleri, s. 116.)
112
13 Bin İki Yüz Seksen Üç, a.g.e., s.80.
BEŞİNCİ BÖLÜM
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞININ
İÇ SEBEPLERİ
Böylece Osmanlı Devleti dil, din, ırk, tarih ve gelenek bakımından birbirinden farklı
ulusları içine alan heterojik yapılı, Dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmuştur.
bırakmıştır. Şeriatın katı bir biçimde yorumlanması bağnazlığa yol açmış, medreselerde
okutulan fen ve felsefi bilgiler bırakılarak, buralar tümüyle gerçek yaşamdan ve çağdaş
ihtiyaçlardan uzak skolastik bir eğitim kurumuna dönüştürülmüştür.
Artan asker sayısı, silah endüstrisi, çağdaş askeri teknoloji ve onun uygulayıcısı
çağdaş eğitimle desteklenmediği için, ordu bir insan kalabalığına dönüşmüştür.
Bu durum, savaşların yenilgiyle bitmesine yol açmıştır. Azınlıkları askere almayan
Osmanlı Devleti, Türk nüfusu yok ederken azınlıklar, çoğalmış, ticaretle zengin
olmuş Osmanlı Türk’ü düne kadar efendisi olduğu azınlıkların elinde köle
durumuna düşmüştür.1
“Harp Akademisinde her Cuma (o zaman cuma günleri tatildi. Şimdiki pazar
günü yerine) akşamı sınıfta toplanıyor, kapılar kapandıktan sonra Mustafa Kemal
kürsüye çıkıyor, tıpkı konferansçı gibi, Paris’ten gelen Türkçe ve Fransızca
gazetelerden okuduklarını, Fransız madamdan öğrendiklerini bizlere anlatıyordu.
O zamana kadar «Padişahım çok yaşa» demekten başka birşey bilmeyen bizler
için, Mustafa Kemal’in anlattıkları çok dikkat çekiciydi.
114 1 İhsan Güneş, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Yıkılışı ve Türk Inkılabını Hazırlayan Sebeplere
Toplu Bakış”, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Ayraç Yayınları, Ankara 2010,s.30-33.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Sırpların da iki gözü görmeyen bir Millî şairleri vardı. O da aynı yoldan yürüyerek
milletine Millî duyguları, istiklâl fikrini aşılamıştır. Şiirlerinde Miloş Kaploviç’lerden,
Sultan Murat’tan bahsederek toplumun hafızasına milliyet fikrini aşılamıştır. Yunanlıların
da böyle bir millî şairleri vardır. O da, yıllar boyu eski Yunan medeniyetini şiirleriyle
anlatırken, ulusuna güç kazandırmak, hürriyet için birlik ve beraberlik şartını telkin
etmek istemiştir. Bütün milletlerin böylesine çırpınan, milletini uyandırmak isteyen
millî şairleri, aydınları vardır. Başka milletlerin şairleri, aydınları böyle çalışıp, mil
letlerini uyarırlarken, nerede bizim mütefekkirlerimiz, nerede bizim şairlerimiz?...
Bizim bir Namık Kemal’imiz var... O, Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği
sesi verdi. Fakat, ne şiirlerini okuyabiliyor, ne konuşmalarını duyabiliyoruz. Bu
milletin tarihinin bir yönünü belirten «Vatan Yahut Silistre» piyesini bile temsil
ettirmediler. Arkadaşlar!.. Bizlere büyük görevler düşüyor. Yarın görev alıp
gittiğimiz her yerde milletimizi yetiştirmek için subaylarımızın öğretmeni olacağız.
Gittiğimiz yerlerde, aydın gençlerle arkadaşlık ederek onları bu yola yönelteceğiz.
Yurdumuzu ve imparatorluğu büyük tehlikelerin beklediğini hatırdan çıkarmamak
durumundayız». Hiç unutmam, bir defasında kapıdaki gözcü arkadaş heyecanla nöbetçi
subayının geldiğini işaret etmiş ve Mustafa Kemal üzgün ve öfkeli bir halde kürsüden
inmek zorunda kalmıştı.”2
115
2 Ilgar,a.g.e.s.15-16.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
için Galatasaray Sultanisi kurulmuştur (1868 Yeni yetişen kuşak, padişahın yetkilerini
sınırlamak, onu denetim altında tutmak istiyorlardı. Bu amaca ulaşmak için Haziran
1865’te Yeni Osmanlılar adıyla bir örgüt kurmuşlardı. Yeni Osmanlıların öncülüğünü
Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi kişiler yapıyordu. Ayrıca gençler yurt dışına
giderek, uygarlığın özgür ortamında çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Onları Batılı
aydınlar da desteklemiş ve kendilerine Jön Türkler adını vermişlerdir. Yeni Osmanlıların
yardımıyla padişah olan II. Abdülhamit, 23 Aralık 1976’da Kanun-u Esasiyi ilan
etmek zorunda kalmıştır. Böylece Yeni Osmanlılar da amaçlarına ulaşmıştır.3 Islahat
Fermanı, gayrimüslim tebaa lehine koyduğu hükümler sebebiyle Müslüman halkı
memnun etmemiştir. Namık Kemal gibi vatansever bir şair, Islahat Fermanını, im
tiyaz fermanı diye nitelendirmiştir.4
güç, İttihat ve Terakki Cemiyeti’dir. Bu cemiyet, 1911’de siyasal bir parti statüsünü
aldı. Önceleri doğrudan sorumluluk almayarak geriden yönetim üzerinde etkili
İttihat ve Terakki’nin en güçlü üç kişisi Enver, Talât ve. Cemal Paşalar yönetim
üzerinde etkili olacak kadar büyük yetkilere sahip oldular. Sarayın da pek etkinliği
kalmamıştı. Yeni Türkiye Devleti’nin kurucusu olan Mustafa Kemal (Atatürk) de genç
bir subay olarak bu özgürlük savaşına katılmış ve Şam’da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni
kurarak istibdat yönetimine karşı cephe almıştır.5
23 Temmuz 1908’de Genç Türkler (Jön Türkler) ihtilali ile Abdülhamit, Kanun-i
Esasî’nin tekrar yürürlüğe girmesini kabul etmiştir. Jön Türk tabirini, kendisi de bir Jön
Türk olan Ahmet Bedevi Kuran kullanmaktadır. Yakın tarihimizde Jön Türk terimi ile,
Birinci ve İkinci Meşrutiyetleri hazırlayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nda asri ihtiyaçlara
göre değişiklik yapmak isteyen ihtilâlciler yahut inkılâpçılar kastedilmektedir. Asıl ve
geniş Jön Türk Hareketi 1878 -1908 seneleri arasında vuku bulmuştur.6
daha çok partinin katılarak meşruti sistemin iyice işlemesine yol açmıştır.
119
9 Güneş, a.g.e., s.38.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
120
10 Yılmaz, a.g.e., s.194-196.
ALTINCI BÖLÜM
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN YIKILIŞININ
DIŞ SEBEPLERİ KOMŞU ÜLKELERİN EMELLERİ
edecek anlaşmalar imzaladı. Bu durum Osmanlı Devleti’ni parça parça yutmak için
düşmanlarına cesaret verdi. 18. yüzyıldan başlayarak iyi niyetle, Fransızlar ve sonra
tüm Hristiyanlara verdiği ticaret imtiyazları, dostluk, yardımlaşma, kültürel
haklarını korumaya kalkması, Rus etkisini bir hayli artırmıştır. 1789 Fransız İnkılâbı’nın
yaydığı milliyetçilik düşüncesi sonucu, Osmanlı Devleti’nde çıkan birçok isyanda
Rusya’nın etkisi olmuştu. Çünkü 1854-1856 Kırım Savaşında Boğazları ve İstanbul’u
ele geçirmek isteyen Rusya’ya bu fırsatın verilmemesi onu Balkanlar’da Panslavist bir
politika izlemeye itmiştir.
124
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Basri Bey, açıklamalarına devam ederek Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde
Bolşevizm propagandası yapanlar olduğunu, Şeyh Servet Efendi’nin Bolşeviklikle
Müslümanlığı birleştiren bir risale yayınlayarak; bolşevikliğin, Müslümanlığın istediği
bir şey olduğu şeklinde propaganda yaptığını belirterek, bu faaliyetlerin millî
birliğimizi bozacak, Anadolu’yu dağıtacak bir fesat olduğunu, bunlara yine fikir yoluyla
karşı koymak gerektiğim ifade etmiştir. Bolşevik faaliyetlerin diğer bir kanadını da
126 Mustafa Suphi’nin kurduğu Türkiye Komünist Fırkası teşkil etmektedir.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Aynı oturumda söz alan Mustafa Kemâl Paşa da konu ile ilgili olarak
şunları söylemiştir1 : “Rusya dahilinde bu milletin soysuz, herhalde sersem
birtakım evlâtları, oralarda da serseriliklerine devam etmişlerdir. İşte bu
serseriler bir iş yapmak hülyasına kapılarak görünüşte memleketimize
ve milletimize faydalı olmak için Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka
teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve
emsali bulunmaktadır. Bunlar doğrudan doğruya bir vatanperverlik hissi
ile gerçek bir millî his ile değil, benim kanaatımca kendilerine para veren,
kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki
Türkiye Komünist Fırkası ile diğer bir kuruluş Halk İştirakiyyun Fırkası hakkında
Mustafa Kemâl Paşa, 22 Ocak 1921 tarihinde şunları söylemiştir: ‘Türkiye Komünist
Fırkası’nın kuruluş amacı ile Halk İştirakiyyun Fırkası’nın kuruluş amacı arasında
fark vardır. Türkiye Komünist Fırkası, Türkiye için, Türkiye dahilinde çalışan bir fırka
mahiyetinde tecelli ediyor. Halk İştirakiyyun Fırkası, doğrudan doğruya komünizm
mahiyetini gösterir bir fırkadır ve sağlam bilgilere göre burada bulunan Rus
sefarethanesi ile dahi tamamen hal-i temasta bulunuyorlar.”
128 2 Evsile ,a.g.e.,98. , Belge için bkz ,Mustafa Durak Bey (Erzurum), 11.4.1921. TBMM, TBMM GCZ,
Cilt:2, s.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
129
Casus Lâvrens bedevi kıyafetinde
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
hükmederek, Kıbrıs’ı, Mısır’ı işgal etti. Böylece, Hindistan yolunu güvence altına
almaya çalıştı.
Enver Paşa, Alman İmparatoru Kaiser Wilhelm II’yi Yavuz savaş gemisinin güvertesinde
131
karşılıyor.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Almanya, birliğini tamamladıktan sonra, sanayiye büyük bir hız vererek, Avrupa’nın
güçlü devletleri arasına girmişti. Osmanlı Devleti ile doğrudan sınır komşuluğu yoktu.
Bu nedenle de Osmanlı topraklarını ele geçirici bir politikasından söz edilemez.
Almanya’nın rakibi İngiltere idi.
132
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ederek bağımsızlığını kazanan ilk devlet Yunanistan
olmuştur. Oysa, daha İstanbul’un Fethi’nden itibaren Rumlara dokunulmamış,
135
6. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
136
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Bulgaristan, İstanbul ve
Trakya da dahil olmak
üzere, Osmanlı Devle-
ti’nden toprak alarak
büyümek tutkusundan
bir türlü vazgeçmedi.
Rusya’nın desteği ile
Sırpları, Yunanistan’ı,
Karadağ’ı kendi
etrafında toplayarak
1912’de Balkan
savaşını başlattı. Avru
pa ve Ege’deki Os
manlı varlığının sona
erdirilmesine neden
oldu. Doğu Trakya’nın
yarısını alarak Midye-
Enez çizgisine kadar
ilerledi Edirne ancak
İkinci Balkan Savaşın
çıkması üzerine kur
Bir Türk köyündeki Bulgar mezalimi.
tarılabildi.3
137
3 Güneş,a.g.m.,s.48-53.
Balkanlar kaynayan kazan, azınlıklar Osmanlı’yı parçalamaya çalışıyor.
YEDİNCİ BÖLÜM
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN
BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA
FİKİR HAREKETLERİ
İlk ve orta çağlardan beri gelen din ideolojisi ile 1789 Fransız İhtilali ile
dünyaya sıçrayan Milliyetçilik ideolojisi nedeniyle azınlıkları Türk Ulusu kavramı
içinde tutmak 20 ve 21 nci yüzyılda artık imkansız hale gelmiş, önce milliyetçilik
ideolojisiyle, Hıristiyan azınlık olan, Rum, Ermeni Sırp, Bulgar’lar terör ve
bomba ile Müslüman ahaliyi katlederken aynı zamanda Müslüman azınlık olan
Araplar, Arnavutlar’da Türkleri arkadan vurarak aynı yöntemle Osmanlıdan
kopartılmıştır.
139
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
I. Osmanlıcılık:
Birbirinden farklı dil, din, gelenek, tarih değerlerine sahip ulusları ege
menliği altına alan Osmanlı İmparatorluğu,1789 Fransız İhtilali’ne kadar iyi
gitmiş, bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti’nde de bir kaynaşma başlamıştır.
Osmanlı’nın ulusal benliklerini korunmasına müsaade ettiği Tebayı sadıka (sadık
teba) Hristiyan azınlık olan Rum, Ermeni Sırp, Bulgar’lar, aynı anda Arap,
Arnavut, azınlıklar, batılı devletlerin de kışkırtmasıyla bağımsız devletlerini
kurmak amacıyla Osmanlı yönetimine karşı başkaldırmıştır. Osmanlı yöneticileri
ve aydınları milliyetçi isyanlarını durdurup ülkenin bütünlüğünü korumak ve
yeniden eski görkemli Osmanlı dönemine dönmek için tüm ulusları Osmanlılık
düşüncesi etrafında toplamaya çalışmıştır.
Osmanlı milleti veya veya ümmetinden olunca, herkes eskisi gibi, yasalar karşısında
eşit olacak, hiçbir kimseye diline, dinine, soyuna vs. bakılmayacak ve ayrıcalık
tanınmayacaktır. Bu düşünceyi etkin kılmanın temel unsuru olarak meşrutiyet sistem
öngörülmüştür: Meşrutiyet sistemin gereği olarak açılacak parlamentoda Hristiyanların
da temsil edilmesine izin verilecek, onların sorunları parlamentoda tartışılıp çözüme
bağlanacak ve dış kışkırtmalara kapılmaları önlenecekti.
7. Bölüm
140
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Ancak, eski aslan kocayıp, elden ayaktan kesilmiş, yürüyemez olmuştu, tarih
boyunca insanlık dışı katliam yapan bu azınlıklara elini versen kolunu kaptırırsın
sözünü dikkate almayan Türk idarecilerinin, iyi niyetli ve insanca yaptığı bu
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FİKİR HAREKETLERİ
yasalar, kötü niyetli bu azınlıklara fırsat doğurmuş, Balkanlar, Kafkaslar, Arap
yarımadasındaki, Müslüman Türkleri öldürerek, ev ve ocaklarını yakarak,
yerinden ve doğduğu topraklardan sürerek katliam yapmışlardı.
Savaş nerede, ne zaman yapılırsa yapılsın, felâketi mutlaka hep yanında götürmüştür. Bu
açıdan savaşlar arasında bir fark yoktur. Ama Balkan Savaşı Osmanlı için zor bir dönemde,
bir hiç uğruna açılmış bir yaradır... Bir milleti felakete sürükleyenler, çok kere basiretsiz devlet
adamlarıdır. Bu sefer de işte yine böyle olmuştu... 141
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Senelerce sonra. Birinci Dünya Savaşı sırasında, Filistin cephesinde 48. tümen
kumandanı iken karşılaştığım, olaylarla Mustafa Kemal’in ne kadar haklı olduğunu
bir defa daha anlamıştım. Şeria savaşlarında. Şerif Hüseyin’in bedevileri, bizi arkadan
142 vurmuşlardı. Şerif Hüseyin’in oğullarıI Faysal. Hüseyin ve Ali de, İngiliz casusu
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FİKİR HAREKETLERİ
BEDEVİLERLE. Bütün kuvvetlerini teşkil eden bedeviler, Mustafa Kemal’e çok bağlanmışlardı...
II. İslamcılık:
İslamcılara göre toplumun temel direği dindir. Dinde millet kavramı yoktur.
Milliyet farkı gözetmeksizin halifenin etrafında Müslümanların birleşmesi gerekir.
İslamcılar devletin geri kalmasını şeriat esaslarından ayrılmış bulunmasına bağlarlar.
Güçlenebilmek için yeniden İslamiyet’e dönüşü öngörürler. Devleti dinin hizmetine
koymak, hükümeti de halkın şeriat kurallarına göre yaşamasını zorunlu kılan bir araç
olarak düşünürler ve meşruti sistemi bir İslami rejim olarak nitelendirirler. İslamcılar
ikiye ayrılırlar. Bir bölümü aşırı tutucu, bir bölümü ise daha ılımlıdır.
dışında, ne sokaklarda ışık, ne evlerde havagazı vardı, İstanbul’a renk veren atlı
tramvayları da yeni görüyordum. Hele İstanbul’daki hareket ve canlılık... Kütahya’da
akşam olunca herkes evine çekilir, şehri hüzünlü Bir sessizlik kaplardı. Doğduğum
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FİKİR HAREKETLERİ
şehirde hareket sabah namazıyla başlar, günler bu gelenek üzere geçerdi...
Mustafa Kemal, daha önce, Suriye de 7. Ordu Kumandanı iken de aynı şekilde
ve çok daha geniş bir raporu Harbiye Nezaretine göndermişti. Raporunda, her şeyin
Anadolu da toplanmasını istiyordu. Rumeli gibi, Arap dünyası da, İngiliz ve Fransız
zorlamasıyla Osmanlı imparatorluğundan koparılacağını açıkça belirtiyordu. Mustafa
Kemal’in bu raporu Harbiye Nezaretine gönderdiği sırada, ben de Yıldırım Ordularının
emrinde 48. tümen kumandanıydım. Bu göreve, Tümen Kumandanı Hamit Fahri beyin
şehit olması üzerine atanmıştım.
145
2 Aynıyer.,s.11-12.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Kısa zamanda Hicaz bölgesindeki bütün Arap şeyhleri, Şerif Hüseyin’in önünde diz
çöküverdiler. Irak’a kadar sıçrayan Arap ayaklanmaları, Arap yarımadasındaki
Osmanlı egemenliği için son çanları çalmaktaydı.
Hiçbir zaman büyük kıta komutanlığı yapmamış olan Enver’e bunu kimse
anlatamamıştı. Büyük bir vatansever olduğundan asla şüphe etmediğim Enver
paşa, Birinci Dünya Savaşı’nda Devleti büyütüp yüceltmek ve Türk dünyasını
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FİKİR HAREKETLERİ
birleştirmek ideali peşinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun mezarını kazdığından
haberi bile yoktu.”3
III. Türkçülük:
Devletin kurucu unsuru Türkler olmasına karşın, Türk sözü aşağılayıcı anlamda
kullanılmıştır. Öyle ki, Paris’e elçi olarak giden Halet Efendi kendisinin Türk
olmadığını göstermekten kıvanç duyduğunu belirtmiştir. Oysa 1789 Fransız
İhtilali’nden beri milliyetçilik akımı hızla yayılıyordu. Balkanlar’daki milliyetçi
uyanış bir yana, Arap ülkelerinde de milliyetçilik hareketi kendini gösteriyordu.
1880’de Mısır’da yapılan bir mitingde “Kahrolsun Türkler, Yaşasın Araplar” sloganları
atılabiliyordu.
Devletin kurucu unsuru olan Türkler ise çeşitli uluslardan oluşan impara
torluğu kurtarmak için çaba gösteriyor ve kendini Osmanlı olarak nitelendiri
yordu. Avrupa’ya giden öğrencilerin, hırıstiyanlarca dışlanması, Türkçülük
hareketini güçlendirmiştir. Bir kültür hareketi olarak başlayan Türkçülük akımı,
giderek siyasal bir içerik kazanmıştır.
147
3 Aynıyer,s.28-31.
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
İslam birliği kadar güçlü bir Türk birliği özlemini çeken Türkçüler, Rusya’dan
gelen Türklerin de etkisiyle bir süre Asya’da yaşayan tüm Türkleri Osmanlı Padişahının
yönetimi altında birleştirmeyi amaçlayan Pantürkist bir düşünceyi benimsemişlerdir.
Almanların da yardımıyla bu düşünceyi gerçekleştirmek için 1. Dünya Savaşı’na
girmişler ise de savaşın gidişatı bunun gerçekleştirilmesinin olanaksız bir düş
olduğunu göstermiştir.
7. Bölüm
148
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Enver Paşa’nın tüm Orta Asya’daki Türkleri birleştirmek gibi hayaline karşın,
Orta Asya’daki Türkler’in yüzyıllardır Rus işgali altında olması, dilleri, dinleri ve
benliklerini yitirerek kısmen asimile olmaları karşısında, Atatürk, daha gerçekçi
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FİKİR HAREKETLERİ
temellere oturan Anadolu Türkçülüğünü savunmaya başlanmış ve Kurtuluş
Savaşı’nda kendini gösteren Anadolu Milliyetçiliğine, temel hazırlamıştır.
Bir gün, piyade stajını yaptığı Yafa’ya gittim. Piyade acemi devresi henüz yeni
başlamıştı. Çoğunluğu o bölgeden toplanmış olan Arap gençleri teşkil ediyordu. Eğitim
kadrosu ise Anadolulu kıta çavuşları olan Türk gençlerinden kurulmuştu. Mustafa
Kemal’in bölüğünde alaydan yetişmiş Makedonya Türklerinden yaşlı bir yüzbaşı
vardı. Uzun yıllar 5. Ordu mıntıkasında kaldığı halde Rumeli şivesini değiştirmemişti.
Yüzbaşı, Anadolulu kıta çavuşlarına karşı şiddetli davranıyor, yeni erlere karşı ise
lüzumundan fazla müsamaha gösteriyordu. Onların azarlanmasına, hırpalanmasına
gönlü razı olmuyordu. Adını bu gün pek hatırlayamadığım bu yüzbaşıyı ben de tanıdım.
150
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FİKİR HAREKETLERİ
Medine Komutanı Fahrettin Paşa ve Emir Ali Haydar Medine’de Türk-Arap birliğini denetliyor
(1917).
151
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Fena bir adam değildi. Talimlerde, Türkçe bilmedikleri için verilen emirleri
anlayamayan bazı erlerin yalnış hareketleri kıta çavuşlarının biraz sert davranmalarına
yol açıyordu. Bunu gören yüzbaşı da çavuşları ağza alınmayacak sözlerle haşlıyordu.
Bir gün Müfit Kırşehir (Özdeş) dayanamamış: Arkadaş, demişti. Senin bu yaptığın
hareket doğru değil. Aynı uyarmayı, daha ciddî olarak Mustafa Kemal de yapmış, fakat
bir etkisi olmamıştı. Bana bu bilgiyi veren Mustafa Kemal, bir hafta on gün önce
cereyan eden bir olayı şöyle anlattı:
Türk askeri Gazze Çöllerinde (1917). İhsan Edip DOĞAN Arşivi Polatlı.
Sen, diyordu, nasıl olur da necip Arap kavmine mensup Peygamber efendimizin
mübarek soyundan gelen bu çocuklara sert davranır, ağır sözler söylersin? Kendini
iyi bil. Sen onların ayağına su bile dökemezsin.
19. YÜZYILIN SONLARINDA VE 20. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA FİKİR HAREKETLERİ
Türk ve yerli askerlerden oluşan askeri birlik muharebe için Kudüs’ten ayrılıyor (1915).
Çok yıllar sonra, bir gün Ankara’da beni de şahit göstererek anlattığı bu hakîki
olay karşısında görüşü şu idi: Bu ve buna benzer hadiseler, Türk aydınlarının
kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük
olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış
görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve
tanıtmak şarttır.
153
4 Cebesoy, a.g.e., s.98-100.
7. Bölüm Doç. Dr. Ali DENİZLİ
IV. Batıcılık:
Osmanlı Devleti, 17. yüzyıldan itibaren duraklama dönemine girmişti.
Devletin geriye doğru gidişini durdurmak için teknolojik ve endüstriyel alanlarda
batılılaşmanın zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Askeri alanda başlayan modernleşme
giderek devletin tüm kurumlarını içine almıştı. Devlet bir yandan zorunlu olarak
tekrar Avrupaya kapılarını açarken, diğer yandan da, bir kısım insanlar da
Avrupayi yaşam adı altında, Fransızca konuşarak, Avrupayi kültüre sahip olma
düşüncesi giderek yoğunluk kazanmıştır.
155
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
Önce cemiyet daha sonra siyasî bir parti olarak kurulan ve gelişen ittihat ve Terakki
Partisi, Türk tarihinde önemli rol oynayan ilk büyük siyasî partidir. 1908-1918 arasında
ittihat ve Terakki Partisi hâkimiyetini sürdürmüş olduğundan bu devreye ittihat
ve Terakki Devri denebilir. Bununla beraber, ihtilali yapan ufak grup zamanla
büyüyerek Jön Türklerin çoğunu kapsadığından, bu devreyi Jön Türkler Devri
diye anmak daha doğru olacaktır.1
156 1 Kemal H. Akkarpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul Matbaası, İstanbul 1967,s.30.
2 Armaoğlu, a.g.e., s.64-65.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
teşebbüs suçluyla idama mahkûm edildi. Bazılarının siyasî dâhi gösterdikleri Abdülhamit
ile hürriyetçi ve idealist geçinen eniştesinin serüveni kısaca budur.Mahmud Celâlettin
Paşa 1903 yılında 48 yaşında öldü.
Köle neslinden geldiği halde babasının saraya damat olmasından ötürü kendisine
prens adını veren Sabahattin Bey, babasının siyasetini yürüttü. Onun İngilizlere hayranlığı
ve onlara bağlılığı vardı. Oysa İngilizlerin Osmanlı Devleti’ne karşı tutumu tamamıyla
değişmişti.3 1906 yılında Selanik’te kurulan gizli Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ise, ittihat
ve Terakki Cemiyeti’nin hayatında bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Osmanlı Hürriyet
Cemiyeti, Rusların Bulgarları koruyarak memleketin iç işlerine müdahalesini protesto
etmiş, özellikle ordu mensupları arasında da taraftar bulmaya çalışmıştır.4
Bu örgüt, bir ihtilâle henüz hazır değildi. Rusya İmparatoru ile İngiltere
Kralının Reval buluşması, aralarında Türkiye’yi taksime karar verdikleri
haberinin yayılması üzerine ittihat ve Terakki Cemiyeti harekete geçti. Hareket bir
terör havası yaratmakla başlar. 1908 yılı haziran ayında Sultan Hamit’in adamlarından
Selanik Merkez Komutanı Nazım Bey, Necip Bey tarafından, Öldürülmek kastiyle,
vurularak yaralanır. Köprülü’de Kaymakam Şevket Bey, Selanik’te bir alay müftüsü
öldürüldü.
8. Bölüm
158 5 Fahri Belen, 20 nci Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitapevi Yayını, İstanbul 1973,s.68.
6 Armaoğlu, a.g.e., s.65.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
edilmiştir.
160
7 Belen, a.g.e., s.78.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Bu olaydan sonra II. Abdülhamit tahttan indirilerek yerine Sultan V. Mehmet Reşat
getirilmiştir. Bundan sonra 1909’da Anayasa’da deği şiklikler yapılarak parlamenter
bir rejime yönelinmiştir. Bu değişikliklerle yürütme organının başı olan hükümdarın
yetkileri sınırlandırılmış, kabinenin meclise karşı sorumlu olması ilke olarak kabul
edilmiş, yasama organının bağımsızlığı kabul edilerek yetkileri genişletilmiştir. Bu
değişikliklere rağmen durum düzelmemiş, içerde ve dışarıda büyük gaileler (baş
derdi) çıkmış, artan malî zorlukların yanı sıra, Arnavutluk’ta ve Arap ülkelerinde
ayaklanmalar çıkmıştır, imparatorluğu bu güç durumunda bu defa, 1911’de
Trablusgarp Savaşı, 1912 yılında I. Balkan Savaşı ve 1913’de de II. Balkan Savaşı
patlak vermiştir. İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ
Trablusgarp Savaşı’nın çıkması ve yenilgisi iç politikada huzursuzluğa yol açmış,
muhalefet güçlenmiş, Osmanlılık ve yerinden yönetim ilkesini savunan Hürriyet ve
itilâf Fırkası (Partisi), ittihat ve Terakki Partisi’ni tehdit eder duruma gelmiştir, ittihat
ve Terakki Partisinin, Meclisi Padişaha feshettirmesi sonucu, yeni seçilen Meclis
Anayasa’yı değiştirerek bu defa da hükümdarın yetkilerini genişletmiştir. Nisan 1912’de
işbaşına gelen yeni Meclis, uzun ömürlü olmamış, ordu içinde ittihat ve Terakki Partisi
aleytarı grupların teşekkülü (Halaskar Zabıtan Grubu), iktidar partisinden ayrılmalar
üzerine Sadrazam Sait Paşa’nın yerine tarafsız Gazi Ahmet Muhtar Paşa atanmıştır.
Gazi Ahmet Muhtar Paşa, bir çok büyük şöhretlerle birlikte yeni kabineyi kurmuştur.
Tarihte, “Büyük Kabine” veya oğlu Mahmut Muhtar Paşa’nın Bahriye Nazırı (Deniz
Bakanı) olması nedeni ile “Baba-Oğul Kabinesi” diye adlandırılan yeni hükümet, ilk üç
aylık iktidarı döneminde I. Balkan Savaşı ile karşı karşıya kalmıştır. Bu arada ittihat ve
Terakki Partisi’nin desteği ile Meclisin 4 Ağustos 1912’de yeniden feshine gidilmiştir. 161
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
I. Balkan Savaşının ağır yenilgisi ile Gazi Ahmet Muhtar Paşa çekilmiş, yerine Kâmil
Paşa Sadrazam olmuştur.
Balkan Savaşı’nın sorumluluğu üzerine yıkılan Sadrazam Kâmil Paşa, bir darbe
sonucu zorla iktidardan uzaklaştırılmış, yerine nispeten tarafsız ve mutedil davranan
Mahmut Şevket Paşa Sadrazamlığa getirilmiştir. Mahmut Şevket Paşa’nın Sadrazamlığı
ile ittihat ve Terakki iktidarı yine başlıyordu. Bağımsız bir politika uygulamaya çalışan
Mahmut Şevket Paşa, Hürriyet ve itilâf Partisi tarafından düzenlenen bir suikast sonucu
öldürüldü. Yerine Prens Sait Halim Paşa geçirildi. Edirne’nin düşman işgalinden
kurtarılması, iktidar partisi ittihat ve Terakki’yi güçlendirdi, ittihat ve Terakki Partisinin
tek başına iktidar olduğu üçüncü genel seçimler yapılarak, 14 Mayıs 1914’de Osmanlı
Mebusan Meclisi toplanmıştır.
162
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
163
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
İttihat ve Terakki, demokratik manada bir siyasi parti olmaktan çok, bir nevi gizli
bir cemiyet idi. Meşrutiyet idaresinin kurulması maksadıyla teşekkül etmiş, bu maksadı
gerçekleştirdikten sonra da iktidara hükümet darbesiyle gelerek, muhaliflerini ezip
bir parti diktatörlüğü tesis etmekte tereddüt göstermemiştir. Partinin başlıca erkânı
Enver, Talât ve Cemal Paşalar idi. Bu üç zat, memleketin içinde bulunduğu güç
şartları bertaraf etmek için gerekli bilgi ve tecrübeye malik değildiler.8
Mustafa Kemal her ne pahasına olursa olsun Selanik’e atanmak istiyordu, Mustafa
Kemal şöyle anlatır;
“O sırada Selanik’te topçu müfettişi bulunan Şükrü Paşa’nın çok yurtsever bir
kişi olduğunu söylüyorlardı. Kendisine bir mektup yazdım. Kendimi ve amacımı az
çok açıkça anlattım. Bu amacımın çabuk gerçekleşmesi için Makedonya’ya gitmem
gerekiyordu. Yardım etmesini rica ettim. Doğrudan doğruya cevap vermedi. Fakat ne
yoldan olursa olsun Selânik’e gidersem, yardımcı olacağını bir aracı ile bildirdi. İzin
kâğıdım cebime koydum. Makedonya’ya gitmek için yola çıktım. Ancak işin meydana
çıkabileceğini düşünerek izimi belli etmemek için ilk önce Mısır’a, sonra Yunanistan’a
gittim. Şayet bir haber alırlarsa oralardan geçerken Yafa’dan bildireceklerdi. Hiçbir şey
8. Bölüm
164
8 Armaoğlu, a.g.e., s.64-68.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Mustafa Kemal Selanik’te dört ay kaldı. Bu sırada İstanbul, elde ettiği bazı bilgilere
dayanarak onu bir yandan Yafa’da ararken, bir yandan da Selanik’te tutuklanması için İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ
emir verdi. Bu emri kendisine gösteren arkadaşı Merkez Komutan Yardımcısı Cemil
Bey, emrin yerine getirilmesini, bir iki günden fazla geciktirme olanağı bulunmadığını
söyleyince Mustafa Kemal hemen Yafa’ya döndü.Yafa Komutanı Ahmet Bey, Mustafa
Kemal’in nerede olduğu sorusuna Mısır hududunda ve Birisebi’deki kıtalarda inceleme
yapmakla görevlendirildiği yanıtını verdi. Gerçekten o sıralarda Akabe sorunu çıkmış
bulunuyordu. Hududun durumu da önemli idi. Mustafa Kemal Yafa’da hiç durmadan
yanına aldığı küçük bir kuvvetle söz konusu görevi görmek üzere hudut komutanı
bulunan arkadaşı Lütfi Müfit’in mıntıkasına gitti. Daha sonra topçu stajı yapmak üzere
Şam’a gönderilen Mustafa Kemal, staj sonunda Kolağası (kıdemli yüzbaşı) oldu ve
Şam’daki Ordu Kurmay Heyetine atandı (20 Haziran 1907).
Kısa bir süre bu görevde kaldıktan sonra aynı yılın eylülünde Makedonya’daki
Üçüncü Ordu’ya atanmasını sağladı. Üçüncü Ordu’nun merkezi Manastır’da
bulunmakla birlikte Selanik’te daha yüksek bir makam olmak üzere müşirlik ve onun 165
Doç. Dr. Ali DENİZLİ
kurmay heyeti vardı. Mustafa Kemal’i daha Selânik’e gelmeden Manastır’a atamışlardı.
Mustafa Kemal Selânik’e gelince hemen ordu müşirini gördü ve iyi bir rastlantı olarak o
günlerde bir numune (örnek) alayının denetimini yapan heyetle birlikte çalışma olanağı
buldu. Bu denetim sırasında onun Selanik’te müşirlik kurmay heyetinde bulunmasının
daha yararlı olacağı anlaşıldığından Selanik’te bırakıldı.
Mustafa Kemal bir yandan ordu müşirliği kurmay heyetinde bulunurken, öbür
yandan “İttihat ve Terakki Cemiyetinde de çalışmaya başladı. Kendisine ordu kurmay
heyetindeki görevinden başka Selanik - Üsküp demiryolları müfettişliği de verilmişti.
Bu görev ona Meşrutiyetin ilanına yakın günlerin en kaynayan yeri olan Selanik ve
Üsküp arasındaki yörede bulunan örgütlerde de iş görme olanağını sağladı.9
General Ali Fuat Cebesoy sınıf arkadaşı, Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü şöyle
anlatmaktadır
27 EYLÜL 1907
“O tarihte İttihat ve Terakki Cemiyeti önemli yol almıştı. Memleket dışında
bir hayli neşriyat yaparak kendisini tanıtmıştır. Bu ad altında toplanır çalışırsak,
daha iyi netice alırız. İki ayrı cemiyet maksat ve gayeleri bir de olsa, ayrılık
8. Bölüm
manzarası ifade eder, diyerek Vatan ve Hürriyet’in Selanik şubesini kuran ar
kadaşları Mustafa Kemal’i ikna etmiş, 27 eylül 1907 de iki cemiyet birleşmiş!.
Mustafa Kemal; Bu emrivaki kabul zorunda kaldım ve ben de ittihadın bir üyesi
oldum dedi.
166
9 İğdemir, a.g.e., s.9-12.
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
ve ne de meşrutiyetten sonra onu tatbik edecek bir lideri var. Mustafa Kemal,
görüşlerini daha ilk günlerde, İttihatçı arkadaşlarına açıklamakta tereddüt etmemiş,
fakat o da benim gibi istediği ilgiyi bulamamıştı. Ancak benden çok daha azimli idi ve
sonuna kadar mücadele edecektik. Bu kuvveti kendisinde görüyordu.
Genç Mustafa Kemal, Milli Misak’ı daha 1907’de, kolağası iken bir arkadaş toplantısında
açıklamıştı... Bu bile, O’nun amacının köhne Osmanlı İmparatorluğu’ndan, milli bir devlet
oluşturmak olduğunu ortaya koymaktadır.
vatanını tehlikeden kurtarmak için ne gibi çareler düşünüp bulduğunu cesaretle ortaya
koymuştur.
Öyle ise ne yapmalıdır? Mustafa Kemal, ilk çare olarak şöyle düşünüyordu:
Meşrutiyet, köhneleşmiş ve insicamım kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun
gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerinde otur
tulmak, düşmanlarının, yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine ihtilâl
idaresi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır.
8. Bölüm
Balkanların Osmanlı’dan
168 koparılışı
ATATÜRK İNKILÂPLARI ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ
Bir süre sonra Meşrutiyet ilan edildi (23 Temmuz 1908). Mustafa Kemal bu
devrim ile birlikte yurtta büyük ve köklü bir “değişikliğin yapılması gerektiğine
inanıyordu. Fakat onun görüşleri ve düşünceleri İttihat ve Terakki Cemiyeti
ileri gelenlerinin düşüncelerine uymuyordu. O, özellikle ordunun politika ile
uğraşmasını istemiyor ve bunu zararlı görüyordu. Bu uğurda çok çetin uğraşılar
içinde idi; fakat o günün politikacıları bu düşüncenin doğruluğunu göremiyorlardı.
Bunun üzerine siyasetle ilgisini keserek bütün varlığı ile askerin eğitimi için uğraşmaya
başladı. Onun bu yoldaki verimli çalışmalarını arkadaşları ve yüksek rütbeli komutanlar
imrenerek izliyorlardı. Atatürk bu günlere ilişkin anılarını şöyle anlatır:
yüksek rütbeli subayların katılmasına karşın, harekât müdürlüğü görevini çoğu kez o
yapıyordu. Bu nedenle sözle veya yazı ile eleştiriler yapmak gerekiyordu. Bu eleştiriler
eski komutanların hoşuna gitmiyordu. Bunlar onun daha çok bir kuramcı olduğunu
ileri sürerek kıtada başarısızlığa uğrasın diye kendisini, rütbesi küçük olduğu
halde, 38. piyade alayı komutanlığına atadılar. Bu atama onun askerlik alanındaki
yeteneğini daha iyi göstermesini sağladı. Kendisi anılarında bu olayı şöyle anlatır;