Professional Documents
Culture Documents
TAHA PARIA Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmı Kaynakları. CIL T 3
TAHA PARIA Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmı Kaynakları. CIL T 3
•
YAZARIN ôTEKI ESERLERi
The Social and Political Thought ofZiya Gtılıal:e, Brill, lıiden 1985
Tıirlıiye'ııin Siyıısal IUjiml, Onur Yayınları, Ankarı-lsıanbul 1986
Ziya Gôlıalp, Ktınalizm vt Tdrlriyt'dt Korporanvrı, lletlşlm Yayınlan, lsıanbul 1989
Tılrlıiyt'dt Anayıualar, iletişim Yayın1ın Cep Üniversitesi, lsıanbul 1991
Tılrlıiyt'dt Siyasal Kültıının Rtsmı KaynaJılan - Cilt 1 Atatürlı'ün Nurulı'u,
lleılşlm Yayınları, lsıanbul 1991
Tılrlıiye'dt Siyasal Kültıınln Rtsmf Kaynalılan ·Cilt 2 Atatıırlı'ıbı 56yltv vt �meçleri,
iletişim Yayınları, lsıanbul 1991
lletişim Yayınlan
lOodfarer Cad. lletişlm Han No. 7 34400 Cağaloglu lstanbul
Tel. 516 2260-61-62 • Fax: 516 12 58
TAHA PARLA
Türkiye'de Siyasal
Kültürün
Resmi Kaynaklan
CiLT 3
Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve
CHP'nin Altı O k'u
1 1 • t 1 ' 1 m
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ KISIM
il. KEMALİST TEK-PARTİ İDEOLOJİSİ VE ALTI OK ......... 17
Kemalizmin Kalıcı Bir İdeoloji Olduğu ....•...........•.............. 19
C.H.P. Programlannın "Genel E�slan" ... . ... . . . ....
. ... . .. .. ... . .. . 25
Kemalist C.H.P.'nin "Ana Vasıflan": 6 Ok .
..... .. ... . ...... . ..
.. .. . 35
• Cumhuriyetçilik .. . .. .... ... . .
. ... . ... .. .
.. . .. . .... . .............•... . .. . ... . . .. 40
• Milliyetçilik . . .. . . . .
. .... ... . .. .. . .. ..... .. ... . . .
.. .. . ..... . . ...
. .. .. ... . . ..... ... . 40
* Halkçılık·························•······················-·························· 41.
• Devletçilik . .. .. .
. ...... .. .. .. ..... .. . . . . . .
...... ... ...... . .. .. .. .... ..
. ... .. .. .. . .. . 46
• Laiklik ·················-························· ..····�··--········ ..•············· 46
• İnkılapçılık .. . .. ... . . -............................................... 1.............. 47
5
İKİNCİ KISIM
iV. ATATÜRK'ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİNDE 6 OK ... ... . .. 167
Cumhuriyetçilik 169
.•••....•.....•.....••.•.. ....••..••••..•••....•....•.•.••........•..•
Milliyetçilik il . ..
.. .. .
.... ... . . -........................................ 190
.... . .. ..... . .
V. SONUÇ ... . �.. ....... .... ..... . .... . . ...... . ..... ... .. ....... .. ....... .. .
... ......... .... . 317
6
GİRİŞ
"Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi Kayn.akları"nın 1.
ve 2. ciltlerinde (İletişim Yayınları, 1991), Kemalizm'in baş
ideologu olan Atatürk'ün büyük nutku ile öteki söylev ve de
meçlerini incelemiş; Türkiye'nin egemen-resmi ideolojisinin
bu seküler-kutsal yazıtlarının ilk eleştirel okumasını yapma
ya çalışmıştık.
Eldeki 3. ciltte Kemalist tek-parti ideolojisinin kur1:1msal
ifadesi olan Cumhuriyet Halk Partisi metinlerini, en başta
da C.H.P. programlannı in�leyeceğiz. Atatürk'ün kişisel gö
rüşleri (Atatürkçülük?) ile Atatürk'ün partjsi C.H.P.'nin
ideolojisi (Kemalizm) arasında herhangi bir ciddi fark olma
dığını -olamayacağını- göstermek üzere, tekrarlama pahası
na, Atatürk'ün bazı söylevlerini de bu cilde bıraktığımız ha
tırlanacaktır. Öyle sanıyorum ki, Atatürkçülük - Kemalizm -
C.H.P. ideolojisi 6 Ok diye sıfatlandırılan ideolojik paketle
-
9
hatırda tutulması gereken sorular olacak. Aynı şey, ideoloji
reform ve rejim-reform ilişkileri konusunda da geçerli: Re
formların daha iyi anlaşılmasında, Kemalist ideolojinin nite
liğinin doğru tesbitinin oynayacağı rol ortaya çıkabilecek; re
formların daha sağlıklı değerlendirilmes
- inde, Kemalist reji
min niteliğinin doğru tesbitinin, rejim yalnızca bir araç mı
dır yoksa o da önemli bir amaç mıdır veya araç olarak görül
mesinde direniliyorsa butıun bedeli ve maliyeti ne olmuştur
gibi soruların yanıtlarına tutabileceği bir ışık olduğu görüle
bilecektir.
Bu ciltte kullanılan yapı ve yöntem hakkında birkaç şey
söylememiz gerekiyor. Birinci Kısım'da Kemalist C.H.P.'nin,
1923'te kuruluşundan, aynı ideolojik kimliği mutlak bir sü
reklilikle koruduğu 194 7 yılına kadar kabul ettiği tüm parti
programları (1923, 1927, 1931, 1935, 1939, 1943) incelendi.
1931 ve 1935 programlarının tam metinleri verildi. Bunlara,
özde büyük ölqüde aynı kalan, sözde kah hafif kah ciddi deği
şiklikler getiren ve il. Dünya Savaşı sonrası çevre koşulları
nın etkisinde uyarlamalar içeren 1947 Programı da eklendi.
Ayn ve gelişkin "program" bölümleri olmayan 1923 ve 1927
tüzüklerinin (nizamnamelerinin) genel esaslar bölümleri da
hil edilirken,. tüm bu yılların ve ola:ğanüstü kurultayların tü
züklerinin incelenmesi, hem devlet-partisi C.H.P.'niri iç yapı
sını, hem de tek-parti rejiminin niteliğini gösterdikleri için,
4. cilde bırakıldı.
İkinci Kısım'da baş-ideolog Atatürk'ün, 6 Ok'a ve C.H.P.
ideolojisinin diğer önemli ögelerine ilişkin, paralel g.örüşleri
incelendi. 2. ciltteki ilgili bölümlerle birlikte okunması gere
ken bu bölümdeki metinler kronolojik sırayla ele alındı. Za
man içindeki küçük iniş-çıkışları, hafif vurgu farklarını ve
fakat özdeki tutarlılık ve sürekliliği (birkaç konuda da siste
matik ikircikliliği) gösteren bu metinler, 2. ciltte olduğu gibi
"taramada tüketicilik-" "sunuşta temsilcilik" kriterine göre
10
belirlendi. Herhangi bir tezi ya da yorumu desteklemek üze
re "ayıklanmadı" (Türkiye'de çok sık yapıldığı üzere); bütün
ilgili, birincil malzeme (zaman zaman epey sıkıcı olmasına
karşın) elden geçirildikten sonra eleğin üstünde kalanlar
bunlar oldu. Bunu söylerken; eksiksiz ve mükemmel bir iş ya
pıldı demiş olmuyorum; sadece malzemeye hangi anlayışla
yaklaşıldı, onu belirtmek istiyorum. Yoksa maddi hatalar, at
lamalar olmuş olabilir. İşin özünü değiştirecek örneklere işa
ret edilecek olursa, elbette düzeltme yapmam gereği doğar.
Birinci Kısım'da da İkinci Kısım'da da, 1. ve 2. ciltlerdeki
"yorum sınırlaması" sürdürüldü. Esas olarak "kimin ne dedi
"
ğinin doğru tesbiti"ne çalışıldı. Tabii, "açımlama" yer-yer yo.
rum"a yöneldi, hatta bazen 4. ciltte yapılacak asıl yoruma
doğru ön adımlar atıldı; bunun farkındayım. Ama yapılma
saydı, o belirli bağlamlardaki anlamların hakkı verilmiş ol
mayacaktı, kimlerin (Atatürk'ün, C.H.P.'nin) tam ne dediği
layıkıyla ortaya çıkamayacaktı diye düşünmüş olmalıyım.
Bu metodolojik özdenetimi uygulamaktaki başarı derecem
bir tarafa, asıl niye bu denli önemsediğimi bir kez daha belir
teyim.
Türkiye Cumhuriyeti'nin formatif ilk çeyrek yüzyılı olan
tek-parti dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yetmiş yıldır
egemen/resmi ideolojisi olan Kemalizm hakkında, birkaç
nesnel inceleme dışında, uluorta, olumlu-olumsuz önyargılı
yorum ve yakıştırma bolluğundan geçilmiyor; hakkında ko
n1.:1şulan tarihsel aktörlerin kendilerinin tam ne dediği, neye
niyetlendiği hariç, ortalıkta her türlü rivayet kol geziyor.
"Ben Atatürkçü'yüm, sen Kemalist'sin", "6 Ok şudur,.bu de
ğildir" şeklindeki sürgit tartışmalara şimdi bir de "1. Cum
huriyet'e karşı 2. Cumhuriyet", "C.H.P.'nin öz mirasçısı o
mudur, bu mudur" _tartışmaları eklendi; kör döğüşünün tozu
dumanı arttı. Kemalizm - Atatürkçülük - C.H.P. - 6 Ok'un,
gerçek sahiplerinin kendi beyanlarına göre ne olduğunun
11
doğru tesbiti, asgari bir gerek olarak hala yerine getirilmiş
değil. Oysa Kemalistler-içi tartışmanın yapay ayrımlara da
yanan bir etiketleme savaşı olmaktan çıkması için de, Kema
lizm eleştirisinin bir yandan kolaycı ve şık, öbür yandan top
tancı ve hak-yiyici, daha önemlisi, her iki halde de temelsiz
ve zayıf kalmaktan kurtulması için de tarlanın taşlardan te
mizlenmesi gerekiyor: Atatürk'ün, Kemalist ve 6 Ok'çu
C.H.P.'nin kendilerinin tam ne demiş olduklarının -yoruma
geçilmeden önce- bilinmesi gerekiyor.
Bu yapıldıktan sonra, öyle sanıyorum ki, ortaya çıkacak
en 9nemli sonuç -tarihsel "anlama"nın yanısıra- şudur: Yu
karıda anılan dörtlünün herhangi birinden (ya da hepsinden)
yola çıkılıp, orijina) içerikleri esas alındığı veya mantıksal
tutarlılıkla uyarlandığı söylenip, çok çeşitli ideolojik pozis
yonlara varılamaz. Örneğin, bir yanda "liberal Kemalist",
"�zgürlükçü-eşitlikçi-çoğulcu demokrat", "çok-partici parla
mentarist" vb., öbür yanda "devlet sosyalisti", "demokratik
sol", "sosyal demokrat", hele hele "sosyalist Kemalist" veya
"devrimci Kemalist sosyalist" ·vb. olunamaz. Çünkü Kema
lizm, tüm bunları açıkseçik dışlayan, bunlara karşı bir anti
tez, hem de özgün bir "üçüncü yol" anti-tezi olmak savında
bulunan, temel iddiası ve övüncü bu olan bir orta-boy ideolo
jik sistemdir. Bu noktada duralım ve şunu söylemeye başla
makla yetinelim. Böylesi öztanımlamalar eklektik ve ikircik
li bile olmaz; düpedüz tutarsız ve de tutmaz karışımlar olur.
En azından "ya_nılsama" olur; daha vahimi "yanıltma" olur..
Bu cildin yapısına ve yöntemine dönerek şunları ekleye
yim: Birinci ve İkinci kısımlarda C.H.P. programlarını ve
Atatürk'ün görüşlerini ele almakla, Kemalist tek-parti ideo
lojisinin kalbini, �pe noktalarını, dönemin ideolojik metinler
piramidinin en üst kesitini ele almış oluyoruz. Bunlar elbette
C.H.P. ideolojisinin en yüksek, temsilci, belirleyici, otoritatif
metinleri -ki ben kendimi bunlara bir giriş yapmakla sınırla-
12
mış bulunuyorum-; ama tamamı değil. O ideolojiyi bütün
zenginliği demeyeyim ama bütün kapsamıyla, iniş çıkışlany
la, sağa sola koymalanyla -ana eksenden fazla uzaklaşma
dan ya da Atatürk'ün ve Program'ın çizdiği k�nalın dışına
taşmadan- görmek için yapılacak iş, bakılacak daha çok mal
zeme vardır.
Konunun benim burada baktığım kısmına dayanarak ya
pılabilecek tesbitleri, malzemenin üzerinden geçtikten sonra,
Sonuç bölümünde belirtmeye çalışacağız. İlgi odaklan daha
çok 4. cildin "rejim" kısmıyla kesişen, ama bu ciltteki "ideolo
jt" sorununa da ışık tutan iki önemli çalışmayı şimdiden zik
redeyim: Mete Tunçay, TUrkiye'de Tek-Parti Yönetimi'nin
Kurulması, 1923-1931 (Ankara: Yurt Yayınlan, 1981) ve Ce
mil Koçak, Tarkiye'de Milli Şef Dönemi, 1938-1945 (Ankara:
Yurt Yayınlan, 1986). Eldeki kitapçık, bu iki çalışmanın de
ğindiği konulara ek bakış açılan getirirken, 193 1-1938 döne
mi üzerindeki vurgusuyla, tek-parti döneminin "altın çağı"nı
da, hakettiği ön plana çıkarmış oluyor, sanıyorum.
İşin dizgi, düzelti ve sayfa düzeni bölümlerini en yetkin
biçimde gerçekleştiren Remzi Abbas, Ahmet Abbas ve Hüsnü
Abbas'a çok teşekkür ederim.
13
KEMALİZM'İN KALICI BİR İDEOLOJİ ÜLDUGU
Methal
GİRİŞ
GİRİŞ
GİRİŞ
20
Partimiz memlekette milli iradenin egemenli
ğini en iyi bir şekilde belirten Cumhuriyet reji
minin temelini atmış, milletimizin gelişmesine
engel olan bütün eskimiş kurumlan kaldıra
rak Türk milletini ileri ve demokratik bir top
luluk haline getiren şartlan hazırlamıştır.
Bu programdaki ana prensipler, partinin
daima sadık kaldığı ''Kemalizm" yolunun ifa
deleridir. Bu yol, memleket gerçeklerinden il
ham almağı ve hürlük, birlik, düzenlik ve ile
rilik umdelerine dayanmağı gerektirir.
Aşağıdaki maddelerde bu esaslar gözönün
de tutulmuştur.
(1947 C.H.P. Programı)
21
ğunu 1. ciltte de V'Urgulamıştık.
Kemalist C.H.P., ideolojisinde bir bütünlük ve süreklilik
olduğunu da açıkça ilan etmektedir. Bu ideolojik devamlılı
ğın belgeleri olarak 1927 Tüzüğü'nün genel esaslan, 1927
Genel Başkanlık bildirisi, 1931 seçim bildirgesi gösterilmek
tedir. Bunlara "9 Umde"yi de ekleyebiliriz. (Bkz. 2. cilt.) Baş
ka bir deyişle, Kemalist C.H.P. ancak 1930'larda, özellikle de
1933'ten sonra ya da "milli şef' döneminde, Avrup�'dan esen
bazı rüzgarların etkisinde konjonktüre} olarak ideolojikleş
miştir türünden yorumlar ve savlar da gerekçeden yoksun
dur. En çok, Kemalist ideolojinin daha ince işlen:n:ıesinin
1930'ları bulduğu söylenebilir; yoksa bu ideolojinin çekirdeği,
temelleri 1920'lerdedir. 1930'lardaki kristalizasyon da 1933'
ten sonra ya da 1930'lann son yıllarında ortaya çıkmamıştır.
Kemalist C.H.P. ideolojisinin en gelişkin belgesi 1935 Prog
ramı (ve Tüzüğü) olmakla birlikte, bunun neredeyse bütün
içeriği 1931 Programı'nda, yani 1933'� Alman Faşizmi'nin
iktidara gelmesinden önce ve 1938'de Atatürk'ün ölümünden
çok ön,ce, belirlenmiş bulunmaktaydı.
Kemalist ideoloji, ideolojiklik dozu dönemsel ve geçici
olarak artmış, salt pratik bir aksiyon programından ibaret
de değildir: "Yalnız birkaç yıl için değil, geleceği de kapsayan
tasavvurların anahatları"dır. Tarihsel aktörlere kendi niyet
ve ifadelerinden başka, hele onların tam tersi amaç ve hedef
ler yakıştırmanın anlamı yoktur. Birçok konuda göreceğimiz
gibi, Kemalistler siyasi ideolojilerini dar anlamda yalnızca
aksiyona rehberlik eden bir elkitabı olarak değil, dünyayı ve
toplumsal-siyasal yaşamı anlamlandıran ve yönlendiren,
kapsamı geniş bir çerçeve olarak düşünmüşler, kısa değil
uzun vadede ("gelecekte"?, "ilelebet"?) geçerli olmasını iste
diklerini açıkça beyan etmişlerdir.
Bu ideolojinin özel adı da vardır: "Kemalizm" ya da Türk
çe'sinin arılaştırılmış olması dışında 1931 Programı'nın giri-
22
şinin ha.rfiyen aym olan 1935 Programı'nın girişine eklenen
4. fıkrada (ses uyumu kuralına göre) yaı'ıld�ı pi�imiyle "Ka
malizm". C.H.P., kurucusu Kemal Atatürk'ün görüşlerini,
kurumsal ideolojisi olarak benimsemiştir. Karizmatik Ş.ef sis
temini de içeren bir tek-parti rejiminde, parti açısından bun
dan doğal bir şey olamayacağı gibi, mutlak şef Atatürk'ün de
başında bulunduğu partinin kendi görüşlerinden ciddi ölçüde
farklı bir kurumsal ideolojiye Kemalizm adını vermesine se
yirci kalamayacağı açık olduğuna göre, daha sonraları ve bu
günlerde yapılan Kemalizm ve Atatürkçülük ayrıştırmasının
tarihsel ·ve analitik hiçbir değeri yoktur. (C.H.P.'nin Kema
lizm'iyle Atatürk'ün görüşlerinin aynılığını daha iyi göster
mek aroacıyladır ki Atatiirk'ün bazı söylevlerini ve konuşma
larını . bu cilde bıraktığımız hatırlanacaktır.) Herkesin,
C.H.P.'nin Kemalizm'inden şu ya da bu kadar farklı görüşle
rine istedikleri adı koyma özgürlükleri vardır, ama buna
Atatürkçülük deme şansları yoktur. Çünkü tarihsel Kema
lizm'in kurumsal ideolojisinin sahibi olan C.H.P. (19.23-
1945/47), Atatürk'ün temel görüşlerinden ayrılmamıştı, ayrı
lamazdl. Tersini düşünmek, yan1ış yakıştırmalar hatta ve
himler yüzünden gerçeği anlayamamak veya bulandırmak
tan başka sonuç vermez.
Kemalizm-Atatürkçülük, Kemal Atatürk'ün ölümünden
sonra ya da il. Dünya Savaşı sırasında değişmiş veya yumu
şamış· da değildir; olsa olsa aynı esaslar dogrultusunda biraz
daha katılaştığı söylenebilir. 1939 Programı'nda kayda değer
hiçbir değişiklik yoktur (ileriye bkz.); Giriş bölümü bu prog
ramda aynen korund�u gibi, II. Dünya Savaşı'nın yeni bir
dönemece henüz girmediği yıla rastlayan 1943 Programı'nda
da aynen korunmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonraki 1947
Programı'nm girişine eklenen 1. fıkrayı izleyen 2. fıkra, Ke
malizm'e sadakati ve siyasi realizmi yinelemektedir. "Kema
lizm yolu"nun "hürlük, birlik, düzenlik ve ilerilik" ilkelerinde
23
ise yine Auguste Comte siyasal-ideolojik pozitivizminin "itti
hat ve terakki" (birlik ve (içinde) ilerleme) ya da orijinal bi
çimiyle "nizam ve terakki" (düzen ve (içinde) ilerleme) slo
ganlarına rastlıyoruz. "Hürlük" (özgürlük) de deniyor ama,
özgürlük çoğulculuğu gerektirdiğine göre, özgürlüğün mono
litik bir birlik ve disiplinli bir düzen içinde ne derece gerçek
leşebileceği C.H.P. ideologlarının pek üstünde durmadıkları
bir sorundur.
24
:;.H.P. PROGRAMLARININ "GENEL ESASLAR'1
UMUMİ ESASLAR
UMUMİ ESASLAR
26
her türlü tehlike ve taarruzlardan masun bu
lundurulmasının en ali bir vazife-i milliye ve
vataniye bulundu�u en esaslı bir kanaat ve
gaye-i siyasiye olarak kabul ve ilan eder.
Madde 3- Fırka; itikadat ve vicdaniyatı si
yasetten ve siyasetin mütenevvi ihtilafatından
kurtararak milletin, siyasi, içtimai, iktisadi
bilcümle kavanin, teşkilat ve ihtiyacatını müs
bet ve tecrübevi ilim ve fenlerin muasır mede
niyete bahş ve temin ettiği esas ve eşkale tevfi
kan tahakkuk ettirıneği, yani devlet ve millet
işlerinde din ile dünyayı tamamen birbirinden
ayırmayı en mühim esaslarından addeyler.
Madde 4� Fırka; milli hakimiyet ve idare
nin taallük ettiği bütün şuabat-ı faaliyette
halk tarafından ve halk için kaidesini hakim
kılmayı gaye edinmiştir. Kanun nazarında
mutlak bir müsavatı kabul eden ve hiçbir aile
nin ve hiçbir sınıfın, hiçbir cema·atın, hiçbir
ferdin imtiyazlannı tanımayan fertleri halk
tan ve halkçı olarak kabul eyler.
Madde 5- Fırka; vatandaşlar arasında en
kavi rabıtanın dil birliği, his birliği, fikir bir
liği olduğuna kaµi olarak Türk dilini ve Türk
kültürünü bihakkın tamim ve inkişaf ettirme
ği ve bütün şuabat-ı faaliyette bu esası mevki-i
itibar ve meriyette bulundurmayı ve vaz'edile
cek kanunların velılyet-i amınesini ve her fer
de seyyanen tatbikini umde-i esasiye olarak
takrir eder.
Madde 6- Cumhuriyet Halk Fırkasının
umumi reisi; Fırkanın banisi olan Gazi Musta
fa Kemal Hazretleridir.
27
Madde 7- İşbu umumi esaslar, hiçbir veçhi·
le tebdil edilemez.
(1927 C.H.P. Nizamnamesi)
BİRİNCİ KISIM
28
emellerimizdendfr. Ancak vatandaşı, intihap
edeceğini tanıyabilecek vasıflar, şartlar ve va
sıtalarla ·mücehhez kılmak lazımdır. Bunun
temini hususundaki mesainin matlup neticeyi
vereceği güne kadar vatandaşı, yakından ta
nıdığı ve emniyet ettiği insanlan intihap et
mekte serbest bırakmayı demokrasinin hakiki
icaplanna daha uygun buluruz.
Fırkamız vatandaşlann siyasi hakları
noktasında cinsiyet farkı gözetmez. Bilakis
Türk milletinin yüksek ve derin tarihinde içti
mai hayatını her noktadan birliğe istinat et
tirmiş. olduğunu bilen Fırkamız kadınlarımı
zın, belediye intihabında olduğu gibi, mebus
intihabında da siyasi haklarını kullanmaları
için lazım gelen müsait zemini hazırlamayı
bir vazife addeder. Fırka ancak bu takdirde
tarihi ve şerefli hayatımızı yeni şeraite uygun
simasiyle ihya etmiş olacağına kanidir.
(1931 C.H.P. Programı)
BİRİNCİ KISIM
29
rine bağlı yurddaşlardan meydana gelen siya
sal ve sosyal bir bütündür.
3- Devletin esas kuramı:
Türkiye; ulusçu, halkçı, devletçi, hiyık ve
devrimci bir cumhuriyettir.
Türk ulusunun yönetim şekli, (Kuvvet birdir)
esasına dayalıdır. Egemenlik birdir; ve bağsız,
şartsız ul usundur. Egemenl ik hakkını, ulus
adına Kamutay kullanır. Törütgen ve yürütken
yetkiler Kamutayda toplanır. Kamutay törü tüm
yetkisini, doğrudan doğruya kendi kullanır.
Yürütüm yetkisini kendi arasından seçtiği
Cumhur Başkanı ile, onun orwılayacağı hükü
mete bırakır. Türkiyede hakyerleri bağınsızdır.
Parti, devlet şekillerinin en doğrusu bu ol·
duğuna kanığdır.
4- Kamusal haklar:
A· Y':ll°ddaşların, ferdiğ ve sosyal özgenlik,
eşitlik, dokunulmazlık ve mülkiyet haklarını
banmak, partimizce' başlıca esaslardandır.
Bu haklar, devletin varlık ve otorite sının ile
buçlanmıştır. Ferdiğ ve hükmiğ şahsiyetlerin
kınavı, kaınuğasıya aykırı olmayacaktır.
Kanunlar bu esasa göre konacaktır.
B- Parti, yurddaşlara hak ve ödev vermek·
te, kadın erkek ayırmaz.
C· Saylav seçim kanunu yenilenecektir.
Yurdumuzun genel şartlarına göre, vatandaşı,
yakından tanımakta olduğu ve inandığı şahıs
ları ikinci seçmen olarak ayırmakta özgür hı·
rakmağı ve saylav seçimini bu yönden yapma·
ğı demokrasi gereğine en uygun buluruz.
(1935 C.H.P. Programı)
30
1923 C.H.P. Tüzüğü'nün program maddel'eri sayılabile
cek "Genel Esaslar"ında halk egemenliği, partinin rehberliği,
çağdaş bir devlet kurulması, kanunların üstünlüğü (Md. 1)
vurgulanıyor.
2. ve 3. maddeler "halkçılığı" tanımlıyor. Halk kavramı
sınıflar-üstü, ayrıcalıklara izin vermeyen, kanun önünde
eşitliği öngören bir kavram. Bunu böylece kabul eden herkes
halktan sayılıyor. Halkın iç egemenliği ve dışa karşı bağım
sızlığı da olmalı. Halk Partisi'ne her (etnik) Türk ve "hariç
ten gelip Türk uyruğunu ve ulusal kültürünü (h"'rsını) kabul
eden her birey" girebilir. Burada, dışlayıcı-etnik bir milliyet
çilik değil, hukuki-kültürel milliyetçilik görüyoruz. Kemalist
"halkçılığın" içi, parti programında- 1931'den itibaren daha
net doldurularak; miJliyetçilik ve halkçılık ayrıştırılacak; fa.
kat burada şimdiden korporatist Kemalist halkçılığın ipuçla
rı var. Tabii, Atatürk'ün bu tarihlerdeki konuşmalarında
halkçıliğın tam tanımı zaten verilmekteydi. (Bkz. 2. cilt ve
bu ciltteki il. Kısım.) .
1927 C.H.P. Tüzüğü'nün geRel esaslarında yavaş yavaş
"Oklar" formülasyonu belirmeye başlıyor: C.H.P. "cumhuri
yetçi, halkçı, milliyetçi" bir partidir deniyor (Md. 1). 2. mad
dede Cumhuriyet'in amaçları sayılıyor: İtibar, refah, ulusal
egemenlik ve bağımsızhk, zorba ve baskıcı yönetimden kur
tulma... "Demokrasi"den bahis yok. (Bu, zaten C.H.P. prog
ramlarında 1923-1947 arasında neredeyse hiç geçmeyen bir
sözcük. Qeçtiği zaman da çok idiyosinkratik kullanılan bir
sözcÜk -hemen aşağıya bkz.)
3. maddede "laikliğin" tanımı ve amacı veriliyor: İnançlar
ve vicdanlar siyasetten kurtarılacak, bütün siyasal, toplum
sal, ekonomik kanunlar, örgütler ve gereksinimler pozitif,
deneysel bilim ve fenlerin çağdaş uygarlığa sağladığı esas ve
biçimlere uygun olarak gerçekleştirilecek. Madde, "(Y)ani
devlet ve millet işlerinde din ile dünyayı tamamen birbirin-
31
den ayırma(k)" diyorsa da, ikinci cümlecikte birinci cümle
cikteki daha dar "laiklik"in ötesinde bir pozitivist "sekülari
zasyon" anlayışının izlerini göı:üyoruz.
4. maddede yine ulusal egemenlikçi, hukuki eşitlikçi, sı
nıflar-üstücü ve organisist (herkes halktan ve halkçı) halkçı
lık var.
5. madde millet ve milliyetçilik anlayışını veriyor: Yurt
taşlar arasında en güçlü bağ dil birliği, duygu birliği ve fikir
birliğidir deniyor. Burada yine kültür ve kimlik ortaklığına
dayalı bir millet ve milliyetçilik anlayışı var. Sübjektif olarak
bunları kabul eden herkes Türkiye yurttaşı kabul ediliyor.
"C.H.P.'nin genel başkanı, Parti'nin kurucusu olan Mus
tafa Kemal .Hazretleri'dir" diyen 7. madde ile "değişmez ge
nel başkanlık" kurumuna doğru yolahnmaya b�şlanıyor.
1931 Tüzüğü'nde (Md. 2) "C. H.P.'nin sürekli Genel Başkanı,
Fırkayı kuran GAZİ MUSTAFA KEMAL Hazretleridir" de
necektir. (abç)
1931 Programı'yla birlikte "Oklar" bir sonraki bölüme
gönderiliyor ve g enel esaslarda vatan, l)lillet, devletin esas
teşkilatı ve. kamu hakları kavramları açıklanıyor.
Vatan, hem tarihi hem coğrafi-siyasi kriterlerle tanımla
nıyor. "Bugünkü siyasi sınırlanmız içindeki yurt", "aynlİk
kabul etmez (bölünmez) bir bütün" ı>lan vatan -ki üzerinde
Misakı Milli'ye dayanan bir üniter devlet var-, siyasi ve coğ
rafi olarak Anadolu'dur ("topraklannın derinliklerinde var
lıklarını koruyan eserleri ile''), ama tarihi olarak biraz daha
fazla bir şeydir: "Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve..."
Millet, dil, kültür ve mefkure (ülkü) birliği ile birbirine
bağlı yurttaşların oluşturduğu bir siyasi ve sosyal topluluk
tur. Bu, Ziya Gökalp'in formüle ettiği millet tanımıdır.•
(') Bkz. T. Parla, Zıya Gökalp, KBmalizm vB TOrl<iya"dB Korporatizm. lstanbul: ileti·
şim Yayınları, 1989.
32
Devletin esas teşkilatında vurgulanan ilkeler "gij.çler bir
liği.., "meclis üstünlüğü", "ulusal egemenlik". Bu konuları 4.
ciltte inceleyeceğiz.
Kamu hakları arasında özgürlük, eşitlik, dokunulmazlık
ve mülkiyet hakları sayılıyor. Bir dereceli seçimin amaÇ ol
du� söyleniyor, ki iki dereceli seçim 15 yıl daha -1946'ya ka
dar- sürecektir. "(V)atandaŞı, seçeceğini tanıyabilecek vasıf- ·
33
rey haklarına saygılı olması gerektiği ilkesini değil, bireye
hak "veren" devlet ve devlete karşı (topluma değil) ödevleri
olan birey zihniyetini görüyoruz.
1939 C.H.P. Programı'nda, birkaç önemsiz redaksiyon dı
şında hiçbir değişiklik yoktur.
1943 C.H.P. Programı'nın genel esasları da harfiyen ay
nıdır. Yalnız vatan tanımının başına "kutsal" sıfatı getirilmiş
ve "iki dereceli seçim" lafız olarak açıkça telaffuz edildiği gi
bi, bir dereceli seçim geleceğe ilişkin bir temenni olarak bile
ilgili fıkrada tutulmamış, düşürülmüştür. Bu durum, tek
parti rejiminin kendi iç-dinamikleriyle demokratikleşme yö
nünde evrilmekte olduğu savının �melsizliğini gösteren ka
nıtlardan sadece biridir.
C.H.P. Programı'nın genel esaslarında değişim sayılabi
lecek bir tek değişiklik, ancak il. Dünya Savaşı'nın bitimin
den iki yıl sonra kabul edilen 1947 Programı'nda görülebilir.
Vatan ve millet tanımlarının "milliyetçilik" bölümüne gönde
rilmiş olması dışında devlet yapısı ve kamu hakları bölümle
ri aynıdır. Yalnızca, son bölümden devletin haklan sınırla�
masına ve iki dereceli seçimin erdemlerine ilişkin cümleler
çıkartılmış; "özgürlüğün, insanca yaşamanın ve uygar her
hukuk düzeninin esası ve siyasal hakların kaynağı" old'l!ğu
söylenmiş, "insan kişiliğinin ve topluluğunun serbestçe ser
pilip gelişmesi için zorunlu ve yaşamsal bir koşul" olan dü
şünce, vicdan, söz, yazı, yayım, toplanma, dernek, sendika ve
siyasi parti kurma... gibi hak ve özgürlükler"i sağlamayı par
tinin görev bildiği ifade edilmiştir. Bunlar, C.H.P. Progra
mı'nda ilk kez boy gösteren sözlerdir, öncesi yoktur, dünya
savaşından sonra çevre koşullarının baskısıyla programa
alındığı ortadadır.
34
KEMALİST C.H.P.'NİN ANA VASIFLARI: 6 OK
İKİNCİ KISIM
35
Ç) Ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla
beraber mümkün olduğu kadar az zaman için·
de milleti refaha ve memleketi mamuriyete
eriştirmek için memleketin umumi ve yüksek
menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde ·bilhassa
iktisadi sahada· Devleti fiilen alakadar etmek
mühim esaslanmızdandır.
D) Fırka, Devlet idaresinde bütün kanun·
ların, nizamların ve usullerin ilim ve fenlerin
muasır medeniyetetemin ettiği esas ve şekille·
re ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve
tatbik edilmesini prensip kabul etmiştir.
Din telakkisi vicdani olduğundan, Fırka,
·din fikirlerini Devlet ve dünya işlerinden ve si·
yasetten ayn tutmayı milletimizin muasır te·
rakkide başlıca muvaffakiyet amili görür.
E) Fırka, milletimizin bir çok f edakarhk·
larla yaptığı inkıµiplardan doğan ve inkişaf
eden prensiplere sadık kalmayı ve onlan mü·
dafaa etmeyi esas tutar.
· 2· Türkiye Cumhuriyeti halkını ayn ayn Sı·
nıflardan mürekkep değil ve fakat ferdi ve iç·
timai hayat için iş bölümü itibariyle muhtelü
mesai erbabına ayrılmış bir camia telakki et·
mek esas prensiplerimizdendir.
A> Küçük çütçiler, B) Küçük sanayi erbabı
ve esnaf, C) Amele ve işçi, Ç) Serbest meslek er·
babı, D) Sanayi erbabı, büyük arazi ve iş sa·
bipleri ve tüccar, Türk camiasını teşkil eden
başlıca çalışma zümreleridir. Bunlann her bi
rinin çalışması, diğerinin ve umumi camianın
hayat ve saadeti için zaruridir. Fırkamızın bu
prensiple istihdaf ettiği gaye sınıf mücadelesi
36
yerine içtimai intizam ve tesanüt temin etmek
ve birbirini nakzetmiyeceksurette menfaatler
de ahenk tesis eylemektir.Menfaatler kabiliyet
ve çalışma derecesiyle mütenasip olur.
( 1931 C.H.P. Programı)
İKİNCİ KISIM
CumhuriyetHalk Partisinin
Ana Vasıflan
37
hiç bir cemaata ayralık tanımayan yurddaşla
n halktan ve halkçı olarak kabul ederiz.
Türkiye Cuınuriyeti halkını ayn ayn klas
lardan kanşıt değil, fakat ferdiğ ve sosyal ha
yat için, iş bölümü ba�mından, türlü hizmet·
lere ayrılmış bir sosyete sayınak esas prensip
lerimizdendir; çifçiler, küçük zanaat sahible
ri, esnaf ve işçilerle, özgür ertik sahibleri, en
düstrieller, tecimerler ve işyarlar Türk ulusal
kuramının başlıca çalışma örgenleridir. Bun
ların her birinin çalışması, öbürünün ve ka
munun hayatı ve genliği için bir zo!8ğdır.
Partimizin bu prensiple amaçladığı gaye,
klas kavgaları yerine sosyal düzenlik ve daya
nışma elde etmek, ve asığlar arasında, biribir
lerine karşıt olmıyacak surette, uyum kurmak·
tır. Asığlar kapasite ve çalışma derecesine gö
re olur.
Ç- Özel kınav ve çalışma esas olmakla be·
raber, imkAn olduğu kadar az zaman içinde
ulusumuzu genliğe ve yurdu bayındırlığa eriş
tirmek için, genel ve yüksekasığların gerektir
diği işlerde, hele ekonomik alanda, devleti fi.
liğ surette ilgilendirmek başlıca esaslarımız
dandır.
Devletin ekonomi işleri ile ilgisi filiğ suret
te yapıcılık olduğu kadar, özel girişimlere ön
vermek ve yapılmakta olan işleri düzenlemek
ve kontrol da etmektir.
Devletin, filiğ olarak, hangi ekonomik işle·
ri yapacağının belirtilmesi, ulusun genel ve
yüksek asığlarına bağlıdır. Bu lüzum üzerine,
devletin, filiğ olarak, kendi yapmağa karar
38
verdiği iş, eğer, özel bir girişit elinde bulunu
yorsa, onun alınması her defasında özgü bir
kanun çıkarmağa bağlıdır. Bu kanunda özel
girişitin uğrayacağı zarann,- devlet tarafın
dan ödem şekli gösterilecektir. Bu zarar oran
lanırken, gelecekteki kazanç ihtimalleri hesa
ba katılmaz.
D- Parti, bütün kanunlann, tüzüklerin ve
usullerin yapılışında ve taplanışında, en son
ilim ve teknik esaslan ile, asrın ihtiyaçlanna
uyulmasını prensip olarak kabul etmiştir.
Din, bir vicdan işi olduğun dan, parti, dini,
dünya ve devlet işleri ile sıyasada ayn tutma
ğı, ulusumuzun çağdaş medeniyet yolunda
ilerlemesi için başlıca şartlardan sayar.
E- Parti devlet yönetiminde, tedbir bulmak
için derece} ve evrimsel prensiple kendini bağ
lı tutmaz. Uİusumuzun sayısız özverilerle ba
şarmış olduğu devrimlerden doğan ve olgunla
şan prensiplere bağlı kalmak ve onlan koru
mak parti için esastır.
( 1935 C.H.P. Programı)
39
ği, Ziya Gökalp'in 19 lO'lardan beri yazdığı görüşlerin en son
ifadeleri bunlar. • Altılık listeye daha sonra giren "devletçi
lik" ve ''inkılapçılık" için de bu böyle.
Cumhuriyetçttik, daha önceki tanımlarda olduğu gibi,
ulusal egemenlik ülküsünü en iyi ve en güven li şekilde tem
sil ve tatbik eden devlet biçimi olarak niteleniyor 1931 ve
1935 programlarında. 1939 ve 1943 programlarında değişen
bir şey yok. Monarşik ve teokratik devlet biçiminin karşıtı
olarak kullanılıyor. Ancak 1947 programıyladır ki "cumhuri
yet" ve "demokrasi" sözcükleri ve "tek dereceli genel oy" ku
ralı ilk kez birarada kullanılıyor. Yukarıdaki tanıma ek ola
rak . ve 3. fıkralarda şöyle deniyor:
40
letlerden oluşan bir büyük aile ve Türk milletini bu ail eni n
esaslı birliği (parças1) olarak tanım(ak)" ibaresi var. Ayn ca,
Türk milliyetçiliğinin hiçbir millet içi n "zarar düşünmediği"
ve "her milletin insanlığa değerli hasletlerini takdir ve teşvik
ettiği" söylenmekte. Ama bunların yanısıra bir de "(p)arti, mil
liyetçiliği Türk milleti içinde en yüksek bir insan düzeyine var
manın kök şartı ve vasıtası bilir" (abç) cümlesi var ki, tam ne
demek olduğunu ancak ilerideki bölümlerde görebileceğiz.
1947 Programı'nın da özü aynıdır. Millet, yine "dil, kül
tür ve ülkü birliği" i le tanımlanmakta; "tarih birliği" ile "saa
det ve felaket ortaklığı"na inanç ve "ortak yurt sevgisi" ek
lenmekte; millet, bunlar gibi "doğal ve ruhi bağlarla birbiri
ne bağlı yurttaş ların kurduğu sosyal ve siyasal bir bütün ola
rak kabul edilmektedir. Aynen "ki m halktanım derse halk
tır'' gibi, "kim Türk'üm derse Türk'tür" formülüyle ifade edi
lebilecek, sosyoloji k-tarihsel kriterlere de dayanan, psikolo
jik-sübjekti f bir millet (ve milliyet} tanımı. Bu noktada etnik
ya da ırksal ögeler görülmüyor.
"Kutlu" vatan topraklarının ayrılık kabul etmez bir bü
tün olduğu tekrarlandıktan sonra, milliyetçi liğin, Türk mi l
leti nin bütünlüğünü ve bunun dayandığı "milli ruh ve milli
şuur''u yaşatmak ve korumak, milleti n "özel karakteri ni ve
bağımsız benliği"ni korumak anlamlarını ve amaçlarını taşı
dığı söyleniyor. "Kök şart"ın yanısıra milletler topluluğunda
eşit üyeli k ve başkalarına zararı olmayan milliyetçilik tema
ları yineleniyor.
Halkçılık, 1931 ve 1935 programlarında, aynen Ata
türk'ün 2. ciltte gördüğümüz formülasyonlanyla yeralıyor.
İki programın ilgili maddeleri, biraz sonra işaret edeceğimiz
bir tek değişikli k dışında, tamamen aynıdır.
Önce halkçılığın ulusal egemenlik, hukuki eşitlik, hiçbir
bireye ve kolektiviteye ayrıcalık tanın maması boyutları sayı
lıyor. Devletin yurttaşlara ve yurttaşların devlete (topluma
41
değil) "karşılıklı görevleri" bulunduğu ifade ediliyor. Burada
Kemalist devletçiliğin yalnız iktisadi bir boyutu değil, siyasi
idari bir boyutu da olduğunu bir kez daha görüyoruz. Devlet
yine bireyle ve bireylerden oluşan ulusla (toplumla) en azın
dan eşdeğerli ve eşdüzeyli bir kategori olarak karşımıza çıkı
yor; devlet, kendi başına, kendinden bir varlık olarak birey
lerin ve toplumun yanına-karşısına konuyor. İktisadi devlet
çilik, 6 Ok'un öteki beşinden farklı olarak, Türkiye'nin ege
men ideolojisinden erken düşecek, ama siyasi-idari devletçi
lik dönemlere göre değişen derecelerde yerini hep koruyacak
tır. (Örneğin 1961 Anayasası'nda yumuşak ve örtük kalacak,
1982 Anayasası'nda ''kutsal devlet"çiliğe varacaktır.* Tabii,
siyasetçilerin, bürokratların ve halkın söyleminde ve zihni
yetinde her vesileyle görülmeye devam edecektir.)
Daha sonra halkçılığın asıl içeriği veriliyor. 1931 Progra
mı'ndaki yan-başlığın "sınıf yok, işbölümü var" şeklinde özet
lediği, sınıfların siyasi mücadelesi şöyle dursun, sınıflann çı
kar çatışmasını hatta varlığını bile reddeden, işkollarının ya
da meslek zümrelerinin çıkar birliğini ve tek-parti çatısı al
tında hepsinin birlikte ve uyum içinde temsil edildiğini ilan
eden bu korporatist halkçılık, programın açıkça ifade ettiği
gibi, hem anti-liberal hem anti-sosyalist bir halkçılıktır. Ba
zılannın yakıştırmaya çalıştığı gibi sosyalizan, narodnikvari,
orta-sınıfçı, orta-köylücü vb. bir popülizm değildir. Ezilen
halkı, fakir kesimleri korumak gibi bir iddiası da yoktur. Za
ten temel amaçlarından biri milli burjuvazi, milyonerler hat
ta milyarderler yetiştirmek olan bir ideolojiden (bkz. 2. cilt)
bu tür şeyleri beklemek abestir. Kemalist ideolojiye göre zen
gin, fakir, halktan olan herkes birlikte "müreffeh ve mesut"
olacaktır.
Ancak, ilginçtir ki, sınıfları reddeden 1931 ve 1935 prog-
42
ramlan, "işbölürnü bakımından çeşitli çalışma kollarına (hiz
metlere) aynlrnış bir topluluk" saydığı Türkiye Cumhuriyeti
halkının kompozisyonunu verirken, emekle sermayeyi, işçiyle
işvereni içinde eriten bir meslek grupları ("çalışma zümreleri")
tasnifinden çok, sınıf analizine daha yakın ve yer yer sermaye
büyüklüğünü esas alan bir sınıflandırma kullanıyor:
43
klerikal küçük burjuvazi eklenmiştir. (Bürokrasinin güçlen
mekte olan rolüne koşut olarak?) Tasnif, yine sınıf ve tabaka
("sunuf-u tabakat") tasnifidir, meslek grupları tasnifi değil.
"Bunların her birinin çalışması, diğerinin ve genel olarak
toplumun yaşamı ve mutluluğu için vazgeçilmezdir. Partimi
zin bu prensiple hedeflediği amaç sınıf mücadelesi yerine
sosyal düzen ve dayanışma sağlamak ve birbiriyle çelişmeye
cek biçimde çıkarlarda uyum kurmaktır. " Durkheimcı-Gö
kalpçi solidarist korporatizmin, hem bir sosyolojik teori ola
rak, hem de bir siyasi teori-ideoloji olarak bundan daha özlü,
reçetevari bir tanımı olamaz. Kemalist halkçılık, anti
sosyalist, sağcı bir ideolojidir. ("Ortanın solu C.H.P." - "De
mokratik sol D.S.P." - "Sosyal demokrat S.H.P." hareketleri,
her şey bir yana konsa, 6 Ok'un halkçılık ilkesini benimse
meye devam ettikleri sürece, öznel olarak bir yanılsamadan,
nesnel olarak bir yanıltmadan ibaret kalacaklardır.)
· Deuletçilik, 1931 Programı'nda "özel çalışma (girişim) ve
faaliyeti esas tutmakla birlikte, olabildiğince kısa sürede
ulusu refaha ve ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için milletin
genel ve yüks�k çıkarlarının gerektirdiği işlerde -özellikle ik
tisadi alanda- Devlet'� (büyük D ile) fiilen ilgilendirmek" ola
rak tanımlanıyor. Kemalist devletçiliğin çeşitli boyutlarını
"İktisat ve Maliye" bölümünde etraflı göreceğiz. Burada not
edilmesi gereken temel özellikler şunlardır: (1) Özel girişim
(ve özel mülkiyet) esastır, (2) devlet işletmeciliği ikincil,
enstrümantaldir, (3) amaç, en kısa sürede ekonomik kalkın
mayı sağlamaktır, (4) devletçilik, özellikle iktisadidir, ama
yalnızca iktisadi değildir, (5) devlet işletmeciliği, milletin ge
nel ve yüksek çıkarlarının gerektirdiği işlerde-alanlarda ya
pılacaktır (özel sermayenin, birikiminin yetersizliği nedeniy
le giremeyeceği ve/veya risk-kar faktörleri nedeniyle girmek
istem.ediği işlerde-alanlarda). Yani, bırakın "devlet sosyaliz
mi" gibi yakıştırmaları, sözkonusu olan "devlet kapitalizmi"
44
bile değildir; özel sektörü birincil sayan bir karma ekonomi
kapitalizmidir.
1935 Programı'nda devletçiliğin tanım maddesinde 1. pa
ragraf aynen 1931'deki gibidir. 2. ve 3. paragraflarda bazı ek
açıklamalar vardır. Devletin ekonomideki rolü "yapıcılık" (iş
letmecilik) olduğu kadar "özel girişimlere ön vermek ve ya
pılmakta olan işleri düzenlemek ve kontrol da etmektir". Ya
ni devlet, işletmeciliğinin yanısıra, özel sektörü hem özendi
recek, geliştirecek, hem de düzenleyecek ve denetleyecektir.
Özel girişimlerin elinden alınmasını ulusun genel ve yüksek
çıkannın gerektireceği işlerde de tazminat ödenecektir.
Laiklik, daha önceki programlarda olduğu gibi 193 1 ve
1935 programlarında da, devlet yönetiminde kanunların ve
usullerin, bilimin ve tekniklerin çağdaş uygarlığa sağladığı
esas ve şekillere ve "dünya ihtiyaçlarına" göre yapılması ve
uygulanması olarak tanımlanmıştır. Pozitivist bir bilimselci
likle eşanlamhdır. Din, vicdan işi olduğundan, din ile dünya•
devlei-siyaset. işleri birbirinden ayn tutulacaktır. Bu, çağ
daşlaşmanın önkoşuludur. Kemalist laikliğin çeşitli boyutla
rını da ileride göreceğiz.
İnkıldpçılık (Devrimcilik), 1931 Programı'nda, kıs_aca1 ya
pılmış olan "inkılaplardan doğan ve gelişen ilkelere sadık
kalmak ve onları savunmak" olarak tanımlanıyor. Başka bir
deyişle, Türkçü ve Batıcı laik cumhuriyetin ve kültürel re
form ve dönüşümlerin korunması ve savunulmasını öngörü
yor. "Sosyal devrim" ya da "sürekli devrim" kortnotasyonları
yok. (1. cilde de bkz.) 1935 Programı'nda bir cümle daha var:
"Parti, devlet yönetiminde tedbir bulmak için derece} (tedri
ci) ve evrimsel prensiple kendini' bağlı tutmaz." Bu da re
formların "radikal"Jiğiyle ilgili bir niteleme; ihtilalcilik anla
mında devrimcilikle ilgisi yok, çünkü "ilerleme", "düzen"
içinde olacak. "Evrimsel"in reddini de "evolüsyon"a karşı "re
volüsyon" (ihtiliil) yandaşlığı diye okumamak lAzım. 1930'la-
45
rın ortalarında aşın dozlara yükselip sonra frenlenen öz -ya
da arı- Türkçecilik akımının etkisinde "itıkılab"ın karşılığını
tam tutturamamanın ürünü "devrimcilik". Yoksa Gökalp'te
de, Kemalistler'de de inkılap, "devrim" değil, düzen içinde
"dönüşüm"dür. Nitekim 1943 Programı'nda "inkılapçılık"a
dönülüyor.
Kemalist tek-parti ideolojisinin en önemli belgesi, locus
classicus'u olan 1931-1935 Programı'nda formüle edilen 6
Ok'un Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılık oklan
1939 ve 1943 programlarında korunuyor. Cumhuriyetilik ve
Milliyetçilik'i yukarıda görmüştük.
1943 C.H.P. Programı'nda Halkçılık harfiyen aynıdır.
Devletçilik, özü aynı tutulmakla birlikte yeniden yazıl
mıştır. Türk ulusunu ve ülkesini zengin ve bayındır yapma
amacının yanına "kudretli" yapma amacı eklenmiştir. "Parti,
kişilerin bugün hiç ya da yeterli derecede yapamadığı işleri
Devlet eli veya sermayesi ile yapmaya çalışır" denerek, önce
ki öze uygun bir açıklama getirilmiş, devletin her şeye el at
mayacağı. güvencesi verilmiştir. Aynı yönde olmak üzere
"(d)evletçiliğimiz, ulus çıkarının zorunlu kılmadığı hiçbir bi
çimde özel çıkarlarla mücadele etmez" denmiştir. Bırakın
"devlet sosyalizmi" yakıştırmalarının yersizliğini, "devlet ka
pitalizmi"nde bile çok temkinli bir yaklaşım. Bir de, devletçi
liğin "açık veya kapalı olarak hiçbir özel çıkara vasıta kılına
ma(yacağı)" söylenmek gereği duyulmuştur. "El koyma ve
tazminat ödeme" hükmü ise tamamen çıkarılmıştır.
Laiklik aynıdır. Yalnızca iki genişletme vardır. "Dini inan
cın her türlü taarruzdan ve müdahaleden" korunacağı ("ka
nunların izin verdiği çerçevede" uygulandığı takdirde) ve "mil
li dilin ve milli kültürün diyanet yollarından yabancı dil ve
kültürlerin etkilerinden korunmasını(n) Türk milletinin bugü
nü ve geleceği için gerekli" sayıldığı. Bunlar, karşılıklı denge
leri gözeten iki açıklık getirme girişimi olarak görülebilir.
46
İnkılapçılık harfiyen aynıdır. "Derece] ve evrimsel" yeri
ne "tedrici ve tekamüli" denmiştir.
Özet olarak, il. Dünya Savaşı'nın -ki aynı zamanda bir
rejimler savaşıdır- tam nasıl sonuçlanacağının henüz belli ol
madığı 1943 yılına rastlayan C.H.P. Programı'nda kayda de
ğer hiçbir değişik1ik yoktur. Kemalist tek-parti ideolojisinin
çekirdeği o1an 6 Ok korunmaktadır. (Devletçilik (iktisadi)
hariç, bunların hükmünü yitirdiğini bugün bile kim iddia
edebilir?)
1 947 C.H.P. Programı'nda da öze ilişkin bir deği şiklik
yoktur, yalnızca 6 Ok'un bazılan yeniden yazılmıştır. Cum
huriyetçilik ve MilliyetçiJik'i yukarıda görmüştük.
Halkçılık, ha1ktan olmak, halk için çalışmak ve halkın
yarannı her yararın üstünde tutmak şeklinde yine soyut ve
bütüncül bir ha�k kavramına dayan dırılmıştır_. Kanun önün
de eşitlik ve hiçbir kolektiviteye ayrıcahk tanımama ögeleri
tekrarlanmıştır. Bu kez, "sınıfsızlık" teması daha güçlü ifade
edilmiştir: Parti, "(ş)ahıs, sınıf ve zümre tahakkümleriyle sa
vaşmayı görev bilir."
Halkın kompozisyonu, kategoriler şeklinde verilmemiş;
"(h)alkımızı mey�ana getiren çeşitli sosyal gruplar (meslek
grupları değil), millet bütünlüğünü yaratır" denmekle yeti
nilmiştir. Bütünlük, sosyal grupların karşılıklı yararlan
(fonksiyonel karşılıklı bağımlılık), çıkarların uyumu ibareleri
organisist ve solidarist korporatist yaklaşımın sürdüğünü
göstermektedir. Bir sosyal gruba özel gönderme vardır: "Par
timiz, halk çoğunluğunu oluşturan köylümüzün ve çiftçimizin
yaşama düzeyini yükseltecek önlemleri almayı zorunlu bir ko
şul sayar." Anlaşılan, yükselmekte olan Demokrat Parti hare
ketinin şimşeğini çalmak isteyen C.H.P. ilk defa dar anlamda
"popülistçe" bir ifade kullanımı gereğini duymuştur.
Son paragraf da ilginçtir: "Topluluğun olduğu kadar kişi
nin de varlığını tanıyan Partimiz, memleketimizin kişi ve
47
topluİuk değerlerinin bir denkleşme içinde gelişmesini ister."
C.H.P. ilk kez '.'birey-toplum" ikilisini kullanıyor ve "denkleş
me"nin bireyle toplum (devlet değil) arasında olacağından sö- _
d- Devletçilik:
7- Devletçiliğimiz, milli ekonomimizi bir
bütün olarak kısa zamanda geliştirmek yoluy
la milletimizin yaşama şartlarını dünyanın
bugünkü gereklerine uygun ve üstün bir sevi
yeye ulaştırmak amacından doğmuştur,
Milli ekonominin her kolunu, birbirini ta
mamlayıcı surette ileri teloıik araçlarla ci·
hazlandırıp milli çalışmaların verlmini art
tırmayı ve milli sermayenin yurt ekonomisine
yararlı alanlarda çalışmasını sağlamayı ge
rekli S?yar.
8- Devlet bu amaçlara ulaşmak ve milli
ekonomide kamu menfaa tlerini ve hizmetleri
ni ve milli savunmayı sağlamak üzere doğru
dan doğruya kendi tarafından yapılmasını
gerekli gördüğü teşebbüsleri, kurduğu ve ku
racağı teşekküllerle, üzerine almak görevin
dedir.
Bu işler, büyük maden işletmeleri, büyük
enerji santrallannm ve ağır endüstrinin ku·
rulması, savunma endüstrisi, bayındırlık işle-
48
ri gibi büyük teşebbüslerle,kamu hizmetlerini
ilgilendiren ulaştırma ve P.T.T. gibi teşebbüs
lerden ibarettir.
9· Partimiz, S'inci maddede belirtilenler dı
şında kalan her türlü ekonomi işlerinin özel
teşebbüsler eliyle kurulmasını, Devletin bu te
şebbüsleri teşvik etmesini, korumasını ve bun
lara gerekli yardımlarda bulunmasını esas tu
tar.
Partimiz, özel teşebbüslerin tam bir güven
lik içinde çalışmasını sağlamak üzere yurtta
hangi işlerin nerelerde, ne kadar zamanda ve
hangi ölçülerde yapılmasının milli ihtiyaçlar
bakımından zanıri ve uygun olduğunu Devle
tin belli plan ve programlarla ilan etmesini
gerekli bulur.
Buna rağmen, özel teşebbüslerin başarma
ğa imkan bulamadığı veya yeter derecede ba
şaramadığı, yahut kazançlı bulmadıj'ı için gi
rişmediği işleri Devlet üzerine alabilir.
Devlet kar kasdiyle ziraat yapmaz.
10· Partimiz, özel teşebbüslerle Devlet te
şebbüslerinin eşit şartlar içinde çalışmaları
esasının kanunlarda, tüzüklerde ve kararlar
da yer almasını esas sayar.
Ekonomi işlerinde, faydası, belli ve mahdut
kişilere inhisar etmemek üzere, Devletin tüzel
ve teşebbüs kuruluşlariyle (kooperatif ve ano·
nim) ortaklık yapmasını caiz görürüz.
Ancak bu ortaklıklar açık veya kapalı hiç
bir şekilde istismar konusu olamaz.
11· Halkı her türlü istismardan korumak
amaciyle genel olarak ekonomi teşebbüs ve
49
faaliyetlerini, normal işleme ve gelişmelerine
engel olmıyacak usul ve tedbirlerle Devletin dü-
7.enlemesini ve denetlemesini gerekli sayanz.
12- (Devlet Ekonomi İşletmeleri)nin kazanç
dil.şiincesiyle yersiz fiyat artışlarma meydan
vererek halkın yaşama şartlarını zorlıyacak
veya yaşama denkliğini bozacak yollardan ka
çınmalan ve yurtta ferahlık, genişlik yaratma
amacını gütmeleri esastır.
13- Milli ekonomide çalışma hayatının sos
yal adalet ve güvenlik içinde korunmasını sağ
lıyacak tedbirlerin alınması devletçiliğimizin
amaçlarmdandır.
14- Milli ekonomiyi bünyesi içinde ve mil
letlerarası ekonomi şartlan karşısında de
vamlı surette gözönünde tutup inceliyerekmil
li ekonomi teşebbüs ve faaliyetlerini planlara
bağlamak ve uygun göreceği tedbirlerle ve
programlarla belli süreler için Hüküınete tek
lifler yapmak il.zere uzmanlardan ve ilgililer
den terekküp eden yetkili bir (Ekonomi Genel
Meclisi) kurulmasını gerekli �uluruz.
Bu meclis, Hükümetçe hazırlanacak ve mil
li ekonomiyi ilgilendirecek olan kanun ve tü·
zük tasanlannı önceden incelemek ve görüş ve
dil.şünüşlerini bildirmekle de görevli kılınma
lıdır.
50
P.T.T. gibi) ve diğer "her türlü" ekonomi işlerinin özel giri
şimler eliyle kurulması öngörülüyor. Özet olarak "iktisadi"
devletçiliğin sınırları daraltılıyor, daha doğrusu dar olduğu
bir kez daha iyice belirtiliyor. Teşvik, yardım, korumacılık
vurgulanıyor. Özel girişimlere "tam bir güvenlik" vaadedili
yor. Planlama gereği belirtiliyor. Özel sektörle kamu sektö
rünün eşit koşullarda çalışacağı, devletin tüzel kişilerle or
taklığa girebileceği (ve bunların sömürü konusu olamayaca
ğı), tüketicinin korunacağı, KİT'lerin yersiz fiyat artışları uy
gulamayacağı, çalışma hayatında sosyal adalet ve güvenlik
sağlanacağı söyleniyor. Milli ekonomiyi planlamak ve denet
lemek üzere bir ekonomik konsey öneriliyor:
Laiklik, hafif redaksiyon dışında, aynıdır. Amaç, yine
"ilerleme" ve "çağdaşlaşma"dır, ki bu, inkılapçılıkf'devrimci
liğin" de amacıdır.
Devrimcilik, büyük ölçüde aynıdır. Tedrici ve evrimsel
prensibi reddeden ibare, yani radikallik unsuru, çıkarılmış
tır. Vurgu, "başarılan devrim eserleri"nin korunması ve pe
kiştirilmesindedir. Radikal reformizmden, başarılmış olan
radikal reformların korunması ve geliştirilmesiyle yetinen
daha ılımlı bir reformizme kayı şın çağrışımları vardır. Sü
rekli bir radikalizm yakıştırmak isabetli görünmemektedir.
Bunun dışında, eski öz biraz farklı yazılarak, korunmuştur.
"Partimiz devrimciliği ülkemizde geri kalmış hayat düzeni
nin tasfiyesi ve yerine ileri uygarlık kurumlannın konması
anlamında alır" (abç) denirken, devrimcilik çağdaşlaşmayla
(Batı uygarlığı kurumlarını yerleştirerek) eşanlamlı kullanıl
mıştır. Yani devrimcilik/inkılapçılık eşittir "modernizm". (Ata
türk'ün "Uygarlaşmak isteyip de çağdaş Batı'ya yönelmemiş
ulus var mıdır?" sözlerini hatırlayalım. Ama bu hangi Batı'dır
ya da Batı'nın neleridir? - bu konuya ileride döneceğiz.)
51
İKTİSAT VE MALİYE
ÜÇÜNCÜ KISIM
İktisat
ZİRAAT VE SANAYİ, MADENLER VE
ORMANLAR, TİCARET, NAFIA İŞLERİ
prensibidir.
2· Kredi ve sigorta meseleleriyle ihtiyacın
talep etti� ehemmiyette iştigal olwıacaktır.
Kredide ucuzluk ve kolaylık temini başlıca
emelimizdir.
3· İthalAtın ihracattan fazla olmaması ve
en nihayet aynı kıymetteolması tediyemuvaze·
nesinin temini için elzem addetti�iz şarttır.
4· Çiftçimizi kredi ve istihsal kooperatifleri
gibi iktisadi teşekküllere mazhar etmek ve bu
teşekkülleri terakki ve tekAmül ettirmek gaye
dir. Büyük arazi ve çiftlik sahiplerinin zirai
kredileri rehin mukabili temin olunacaktır.
Zirai kredinin ana müessesesi oian Ziraat
Bankamızı kanwıi murakabe altında bulun·
55
duracak surette sahiplendirmek ve faaliyetini
daha ziyade zirai sahada teksif etmek tedbiri
alınacaktır. Bankanın sermayesini zirai hare·
ket ve faaliyetlerin inkişafını temin edecek
kıymete çıkarmak, esaslı çalışma mevzuumuz
olacaktır.
5· Küçük sanatler erbabını ve esnafı müş
küller ve zaaflardan kurtarmak ve onları da
ha kuvvetli, emniyetli bir va ziyete koymak ve
onlara kredi müesseseleri yaratmak düşün·
düğümüz esaslı noktalardandır. Küçük ve bü
yük sanayi, iptidai madde müstahsillerinin
menfaatlerine de uygun himayeye nail olacak
lardır.
Milliyetçi Türk amelesi ve işçilerinin hayat
ve haklarını ve menfaatlerini göz önünde tuta
cağız. SAy ve sermaye arasında ahenk tesisi ve
bir iş kanunu ile ihtiyaca kAfi hükümlerin
vaz'ı, Fırkanın mühim işleri arasında görülür.
Sanayi ve Maadin Bankasını hareketli bir
sermaye ile teçhiz etmek asli düşüncelerimiz.
dendir.
6· Memleketin inkişafında bütün ticaret
faaliyetleri mühimdir. Normal çalışan ve tek
niğe istinat eden sermaye sahipleri teşvik ve
himayeye lAyıktır.
7· Harici ticaretimizin tanzimi başlıca işi
mizdir. Bu hususta ticaret erbabının faaliyeti
ni semereli kılacağız. Milli mahsulAt ve ma
mulAtımızın revaçlarını teshil, şöhretlerini
muhafaza ve ihraçlarını temin tedbirleriyle
yakından alAkadar olacağız.
8- Vatan servet membalan olan ormanlan
56
ve madenleri işletmek ve bu suretle istikbali
mizi açmak ve aydınlatmak için yapılabilecek
olan her tedbire tevessül olunacaktır.
9- Nafıa işlerimiz, her şubesinde, ameli ve
verimli bir tatbik programına tevfikan takip
olunacaktır. Bu işlerden büyük feyiz ve kuvvet
vasıtası olan demiryolu inşaatına devam ede
ceğiz.
Limanlar inşaatına münasip zamanlarda
başlamak lüzumu göz önünde tutulacaktır.
Vilayet şoseleri üzerinde çalışmakla bera
ber memleketi ba.ğlayan iyi ve fenni köprülere
ve şose şebekesine kavuşmak için ameli bir
program tatbik olunacaktır.
İktisadi maksatlara vefa edecek bir büyük
su işi idealimizdir. Küçük su işlerimizi başar
mak ilk hedeflerimizdendir.
10- Kara, deniz, hava nakliyeciliğinin tan
zim ve inkişafına çalışacağız.
11· Hayvancılığın teşvikine ve hayvanları
mızın ıslahına ve çoğaltılmasına çalışılacak
tır.
12- Balıkçılığa ve süngerciliğe ehemmiyet
vereceğiz.
13· İktisadi mülAhazalanmızda herhangi
Vekalet ve makamlara taallUk eden bütün
Devlet işlerinin, milli iktisat nokta-i nazarın
dan, mutlak karlı ve faydalı olması kaidesini
umumiyetle esas tutanz. Eskiden kalmış ka
nunlann ve usullerin zam anla bu noktada ıs
lahına ehemmiyet veriyoruz.
57
D ÖRDÜNCÜ KISIM
Maliye
ÜÇÜNCÜ KISIM
Ekonomi
Tanın, Endüstri, Mağdenler, Ormanlar
Tecim ve Bayındırlık İşleri
58
latmak ve kredi işlerini kolaylaştırmak hede
fimizdir.
A- Parti, yurdda kredi güvenliğine büyük
önem verir. Borç veren kurumlar, açmış olduk
lan kredilere karşı, gerçek ve sağlam inanca
istemek şartı ile, kredi ile iş yapmak hevesinin
hakikiğ iş adamlarına hasrolunabileceği ka
nağatındayız.
B- Küçük çiftçilerin mevsimlik kredisi, ta
nm kredi kooperatiflerinden ve çiftlik sahiple
rinin yıllık kredi ihtiyaçları ipotek karşılığı
sağlanmaldır.
C- Ürün ve hayvanlarda, çift yaraç ve ma
kineleri karşılık tutularak kredi açılmak usu
lü konacaktır.
Ç- Yıllık çiftçi kredilerinin ödeme günü,
ürünlerin, alıcı baskısı altında olmaksızın sa
tılabileceği zamandan sonraya bırakılmalıdır.
D- Mağdenciler, endüstri ve küçük zanaat
sahibleri, esnaf, küçük tecimerler, balıkçı ve
süngercilerin kredi ihtiyaçları karşılanacak
tır.
E- Endüstri ve deniz ürünleri için, makine
ve yaraç karşılığı kredi verilecektir.
F- Yurddaşlan ev sahibi kılmak prensipini
güden partimiz, bugünkü Emlak Bankasının
aslın dar olan kapitalini artırmatı önemli
tutmakla beraber, şimdilik, Bankanın kapita
linden yeni yapılara verilen kısmın yalnız ev
lere hasrolunınası fikrindedir. Banka, bu ot
nılardan başka, mülk ve gelir yapılan için
kredi açmaz. Eskiden yapılmış olan taşıtsız
mallar üzerine de, otnıdan başka, mülk ve ge-
59
lir yapılmamak şartı ile kredi açılır. Elde bu
lunan kapitalin hizmeti ancak bu suretle erge
mize uygun yolda kapsallanmış olur. Öte ta
raftan daha ucuz ve uzun ödelli bir kredifon
siye kipinin kurulmasını, en az zamanda ger
çekleştirilmeklAzımgelen bir iş sayanz.
8- Tefeciliğe karşı savaşta bulunmak parti
mizin prensiplerindendir.
9- Sigorta işi ile, önemi derecesinde uğra
şacağız.
1 0- Partimiz kooperatifçiliği ana prensip
lerden sayar. Kredi kooperatifleri ile, toprak
ürünlerinin hakikiğ değerinden üretmenleri
faydalandıracak olan satış kooperatiflerinin
kurulmasına ve çoğaltılmasına önem vermek
teyiz. Türkiye Tanm Bankası, tanm koopera
tiflerinin ana bankasıdır.
11- Tanın Bankasını daha çok, çifçi ve
köylü ekonomisine yararlı bir hale getirmek
ve onu, kanun esaslanna göre kontrol imkA
nını sağlayacak şekilde sahiplendirmek gaye
mizdir.
12- Ödeme dengesini düzeltmek ve bu yön
den Türkiyenin dış tecimini denk tutmak IA
zımdır.
Dış tecim uzlaşmalannda prensipimiz, ma
lımızı alanın malını almaktır.
13- Küçük ve büyük en�üstri, ilk madde
üretmenlerinin asıflarına daha uygun olarak
. korunmalıdır.
14- Hiç bir ekonomik girişim, kamuğasıya
olduğu kadar, ulusal ve özel bütün kmavlar
arasındaki uyuma da karşıt olamaz. İş veren-
60
lerle işçilerin çalışma birliğinde de bu uyum�
esastır.
İş kanunu ile işçiler ve iş verenler arasın
daki karşılıklı ilgiler düzenlenecektir.
İş anlaşmazlıklan, uzlaşma yolu ile ve bu
na imkan olmazsa devletin kuracağı uzlaştır·
ma araçlarının yargıçlığı ile kotarılır.
Grev ve lükavt yasak olacaktır.
Ulusçu Türk işçilerinin hayat ve haklan
ile bu eseslar içinde ilgileniriz. Çıkarılacak iş
kanunlarımız, bu esaslara uygun olacaktır.
15- Yurdu endüstrileştirmek için, devletin
ve özel girişimlerin meydana getireceği ku
rumlar, bir ana programa uygun olacaktır.
Devlet plAnları, yurdu kısa bir zamanda ihti
yacı olan endüstrilerle cihazlamak gayesine
göre yapılacaktır. Endüstrinin memleketin ba
zı köşelerinde toplanması yerine -kurulmalan
ekonomik de olmak şartiyle- genişlikle yayıl
masını göz önünde tutanz.
Üretmenlerle yoılal tmanlar arasında çıka
bilecek asığ kavgalannı önlemek için, Devlet,
bütün endüstrilerde fiyat kontrol işlerini dü
zenliyecektir. Devlet fabrikaları için de ayrı
ca finansal ve teknik bir kontrol düzeni kona
caktır.
Kapitalinin çoğu veya tamamı devletin
olan endüstriyel kurumlann finansal kontrol
lan, tecimel olan özlükleri gereğine uygun su
rette düzenlenecektir. RaS)'Ollel çalışmıya önem
verecetiz.
Yojaltmanlann zaranna fiyat birliği .ya
pacak olan tröst ve kartellere izin verilmeye-
61
cektir. Rasyonelleştirme ergesi ile yapılacak
olanlar, bunun dışındadır.
16- Memleketin gelişiminde bütün tecim kı
navlan önemlidir. Normal çalışan ve tekniğe
dayanan kapital sahibleri korunacak ve ken·
dilerine önverileccktir.
17- Çıkat işlerini önemli ulusal işlerden ve
dış tecimin düzenlenmesini en büyük ekonomi
ödevlerinden sayarız. Tecimerlerin bu yoldaki
kınavlannı verimli kılacağız. Ulusal ürünleri
mizin süriimiinü kolaylaştırmak, ünlerini ba·
nmak, çıkatlarını sağlamak ve standartlaş
tırmak tedbirleri ile yakından ilgileneceğiz.
Dış tecimini her gün artan bir dikkatle, piya
saların çeşitlerine ve gereklerine uygun bir çı
kat sıyasası bakımından çalıştırmak için ihti
ynç duyduklan bilgileri verecek isteriz. Dış tc·
cimi ile uğraşanların, işlerini başaı-mak ve
onu, devlet yardımı ile kuvvetlendirmek ör·
gütler.imiz olacaktır.
18- Gereğinde dış tecim transitlerinden
devleti faydalandıracak olan özgür-bölge ku·
ı-ulmasını iyi bir iş sayarız.
19- Ulusal ekonomi gereklerine uydurul
mak üzere; liman, rıhtım, iskele ve hamallık
tarifeleri üstünde dikkatle dunılacaktır.
20- Balıkçılığa ve sfu.)gerciliğe önem verece·
ğiz. Balıkçılık endüstrisinin gelişimi için, hem
üretmenlerin hem de halkın asığl arın a uygun
olmıyan balıkhane kipinin düzeltilmesi lü
zumludur.
21- Konserveciliğe önverecej'iz.
22- Turizmi, Türk yurdunu tanıtıp sevdiri-
62
ci ve Türkiye ekonomisine fayda verici bir ko
nu sayanz.
23- Ekonomik düşüncelerimizde, her hangi
bakanlık ve oruna ilişkin olan bütün devlet iş·
!erinin, ulusal ekonomi bakımından, saltık
kazançlı ve faydalı olması düsturunu genel
olarak esas tutarız. Eskiden kalma kanunla
nn ve usullerin zamanla, bu bakımdan düzel
tilmesine önem veriyoruz.
Partimiz, çalışmada ekonomi işlerine bu
önemi vermekle beraber, ekonomiyi, her biri
ayn önemde bulunan devlet işlerinin bir kolu
tanır.
24· Kara, deniz, hava taşmcılığının düzen·
lenmesine ve gelişimine çalışacağız. Bu üç çe·
şit taşın araçlannın yurda tam değerinde fay·
da vercbilmesi için işletme ve tarifelerinde bir
birini tamamlayıcı ve birbirini kollayıcı bir
uyum kurınağı, yurdun ekonomik ihtiyaçlann
dan sayarız. Devlet deniz işletmesini, geniş bir
programla yürüteceğiz. Bu arada şilepciliği
de önemli görmekteyiz.
25· Ekonomik ergelerimlze yetecek olan b ü
yük su işi ülkünıüzdür. Küçük su işlerimizi ba·
şarmak ilk hedeflerimizdendir.
26- Bayındırlık işlerimiz, her şubesinde
pratik ve verimli bir taplama programına gö
re kovalanacaktır. Büyük gürelme ve kuvvet·
lenme aracı olan demiryollarmın yapılmasına
devam edeceğiz.
Limanlanmızın yapılması her an gözönün·
de tutduğumuz işlerdendir.
İl şosalan üzerinde çalışmakla beraber,
63
memleketi bağlayan iyi ve son tekniğe göre ya
pılacak köprülere ve şosa örülerine kavuşmak
için, pratik bir program taplanacaktır. Şosa
yapılarında demiryollannı da besleyecek di
kel yönetler gözetilerek ekonomik düşünceye
yer verileceği gibi, yurdun güvenlik ve savgası
düşüncesine de ayrıca dikkat edilecektir.
27- Posta, telgraf, telefon ve telsiz işlerini
teknikçe üstün ve yurd ihtiyacına uygun bir
düzene getireceğiz. Şehirler arası telefon bağ·
lann ı durmadan arttıracağız.
28· Toprak ürünlerimizin kemiyet ve keyfi
yetçe başında gelen buğdayın fiyatını, d�ğe·
rinden aşağı düşürmemek, gerek üretmen, ge
rek yoğaltman zararına olabilecek fiyat deği
şimlerini önlemek için alınan tedbirleri daha
genişletmek ve esaslandırmak, göz önünde tut·
tuğumuz konulardan biridir.
Bunun için girişilen silo ve ambarlar işine
devam edeceğiz. Yurd savgası ve beklenmedik
kurak tehlükeleri için, buğday ıstoku bulun·
durmak lüzumludur.
29- Toprak ürünleri�izle yemişlerimizi çı·
kat tecimi için elverişli surette kipleştirmeğe
ve iç endüstriye lazım olan kemiyet ve vasıfta
ilk maddeler yetiştirilmesine çok önem veririz.
Bunun için tohum arıtımı, fidanlıklar ve aşı
işleriyle sıkı bir surette uğraşacağız.
30· Tanın endüstrilerinin ilerlemesi baş iş
lerimizdendir.
31· Üretmenin emeğini korumak için, hay
van ve bitki hastalıkları ile savaşacağız.
32· Toprağımızın zenginliklerini, su kuv·
64
vetlerimizi ve ormanlarımızı işletmek ve de
ğerlendirmek, çalışmalanmız arasında başlı
ca yer alacaktır. Bütün memleketi elektirikleş
tirme girişimini, Türk va tanını ilerletecek ko
nuların başında olanlardan sayarız. Bu türlü
zenginliklerimizin hakikiğ kıymetlerini ve de
recelerini belitmek ve saptamak için araştır·
malara devam edeceğiz. Bu girişimlere kapi�
tal kaynaklığı edecek bir finans kurumu mey
dana getirmek amacımızdır. Bu işler partinin
devletçilik sıfatının başlıca taplanma konula
rıdır.
33· Hayvan çoğaltım ve yeğritimine, hay
vancılığa önverilmesine, hayvan ürünü en
düstrisinin ilerlemesine çalışılacaktır.
34- Her Türk çifçisini yeter toprak sahibi
etmek, partimizin ana gayelerinden biridir.
Topraksız çitçiye toprak dağıtmak için özgü
istimlak kanunları çıkarmak lüzumludur.
35- Yurdumuzun coğrafik durumu ve ulu
sumuzun soysal varlığı ve ödevi, yurddaşların
sağlığı, spor, savga ve genel ekonomi bakımla
rından denizciliğe önem verilmesini ister. Par
ti, bütün devlet ve ulus işlerinde bunun göz
önünde tutulması lüzumuna inanır.
DÖRDÜNCÜ KISIM
Finans
65
dar, yurddaşın vergileri için de ana fikir ola
rak alırız.
37· Vergi salnaklannı, imkan olduğu ka
dar özürüt ve araçlı esaslara çevirmek hedefi
miz olmakla beraber, vergi kanunlarımızı
pratik ve taplama bakımından özenle ve ulu
sumuzun ödeme kapasitesini küçüksemeyen
bir düşünüşle her gün daha iyi iyileştirme ve
uygunlaştırma yolundaki çalışmaya devam
olunacaktır.
38· Gümrük tarife ve işlerini, ulusumuzun
ekonomik asığl8rıııa daha uygun şekillere
koymağa çalışmak, önediğimiz işlerdendir.
39- Kaçakçılıkla savaşı, Türk haznesinin
hakkını ve kuvvetini koruyan önemli bir konu
sayanz.
40- Tekit yönetgelerini, devlet haznesi için
gelir aracı olduğu kadar, üstünde çalıştıkları
üi-ünlerimizin değerini korumak ödevlerinden
dolayı, ulusal ekonomiyehizmet eden birer ku·
rUın olarak göz önünde tutarız.
(1935 C.H.P. Programı)
66
maye anlamında. Aynı zamanda kendine-yeterlik (otarşi)
çağrışımı da var.
1 Çiftçilere üretim ve kredi kooperatifleri, küçük sanat sa
hipleri ve esnafa kredi kooperatifleri, küçük ve büyük sana
yiye koruma (himaye), milli tüccara kolayhklar vaadediliyor.
"Milliyetçi Türk amelesi ve işçilerinin hayat ve haklarını ve
çıkarlarını gözönünde tutacağız" deniyor. Bütün tek-parti dö
nemi boyunca işçilerde "milliyetçi" olma koşulu aranmıştır -
yani sosyalist ve enternasyonalist olmamalıdırlar. Zaman za
man öyle ifadeler kullanılmiştır ki, işçilerin haklarının an
cak milliyetçi olmaları koşuluyla gözetileceği mesajı veril
miştir. "Emek ile sermaye arasında uyum kurulması" ama
cıyla çıkarılacağı söyfenen iş kanunu ise., özellikle İtalyan ve
Alman iş kanunları örnek alınarak hazırlanan 1935(6) İş Ka
nunu'nu haber veriyor.
13. maddedeki "milli iktisat nokta-i nazarı", İttihat ve
Terakki'den .bu yana etkili olan "milli jktisat" ideolojisinin iz
lerini taşıyor. (Bkz. Zafer Toprak, Türkiye'de Milli İktisat,
Ankara, Yurt Yayınlan, 1982.) Dış ticaret açığı vermemek ve
denk bütçe yapmak da C.H.P.'nin iktisat siyasetinin bilinen
özelliklerinden.
1935 C.H.P. Programı'nın ekonomi ve finans bölümü da
ha uzun ve ayrıntılı. Esaslar aynı; kayda değer eklemeler ve
yenilikler. arasında şunlar var:
7.A.'da kredilerin ancak "gerçe}t iş adamları"na verilmesi
gerektiği kavramını görüyoruz. Kredi verilecek kategoriler
arttırılıyor. 193 1'deki '"üretim" kooperatifleri, "satış" koopera
tiflerine çevriliyor. Konut kredisi getiriliyor. "Tefeciliğe karşı
savaş'', hareketli-normal sermaye anlayışıyla bağlantılı.
14. maddede, işçi-işveren uyumunu ve "çalışma birliği"ni
(ya da bugünün deyimiyle "çalışma banşı"nı, ki "yurtta ba
nş"ın bir boyutu da bu) sağlayacak kurumsal mekanizmalar
getiriliyor: İş anlaşmazlıklarının giderilmesinde devletin ha-
67
kemliği ve grev ve lokavtın yasaklanması gibi korporatist
düzenlemeler öngörülüyor. Kemalist qevletçiliğin ayırdedici
özelliklerinden biri de özel sermaye birikiminin arttırılma
sında ucuz ve disiplinli işgücü sağlamak. (Kemalist metinler
de -2. cilde de bkz.- çıkarlarının ve değerlerinin yanına ''ha
yatlarının" da konduğu tek sosyal kategorinin işçiler olması
da, semiyotik olarak üzerinde aynca düşünülmeye değer.)
Sanayileşmenin planlı gerçekleşmesi ve yaygınlaşması,
"üreticilerle tüketiciler arasında çıkabilecek çıkar kavgaları
nı önlemek için" devletin fiyatl arı denetleyeceği, "rasyonel
çalışmaya" önem verileceği, tröst ve kartellere izin verilme
yeceği (rasyonelleştirme amacıyla yapılacak olanlar hariç),
"bütün ticaret -faaliyetlerinin önemli olduğu", "nomal (nor
mal) çalışan ve tekniğe dayanan sermaye sahiplerinin koru
naca(ğı) ve kendilerine önverilece(ği)", ihracatçı tüccarı (çı
katçı tecimerler - ticaret erleri) destekleneceği, serbest bölge
ler "kurulması, bu bölümdeki kayda değer temalar arasında.
"Devlet işleri arasında ekonomi" yan-başlıklı madde
önemli. Milli iktisat ve rasyonel-verimli ekonomi motiflerin
den sonra gelen "(p)artimiz, ekonomiyi, her biri ayn önemde
bulunan devlet işlerinin bir kolu tanır" cümleciği, Kemalist
devletçiliğin, işletmecilik ve düzenleyicilik-denetleyicilik bo
yutlarının ardında yatan ekonomi politik ideolojisini yansı
tan bir cümlecik. Dönemin korporatist ideolojilerinin, liberal
burjuva ekonomi politiğe yönelttikleri temel eleştirilerden bi
riyle ilgili: Siyaset ve iktisat, burjuva sivil toplumu ile dev
let, birbirlerinden ayn düşünülemez, her alan gibi ekonomi
de devletin bütünlüğü içinde görülmelidir.
Bu bölümde not edilmesi gereken bir nokta daha var. 34.
maddede, "(h)er Türk çiftçisini yeter toprak sahibi etmek ....
(t)opraksız çiftçiye toprak dağıtmak", ilk kez bir program
maddesi haline geliyor.
1939 Programı'nda kayda değer bir değişiklik burada da
68
görülmüyor.
1943 Programı'nda ayn iktisat ve maliye bölümleri yok.
Buna karşılık "Dünya Savaşı İçinde Yönetim" ve "Dünya Sa
vaşından Sonraki Olasılıklar" bölümleri var. (İleriye bakı
nız.) 30. maddede "(b)ütün üretim, ekono�, geçim, ticaret ve
bayındırlık işleri dünya savaşı gereklerine göre şartlarını de
ğiştirmişlerdir" deniyor ve ''bu dönemde başlıca sorunlar"
olarak şunlar sayılıyor: Üretimin arttırılması ve düzenlen
mesi, ülkenin ve ordunun banşta ve savaşta beslenmesi,
ulaştırma işlerinin aksamaması, sağlık ve sosyal yardım iş
lerinin ve özellikle salgın hastalıkların önlenmesinin hep gö
zönünde tutulması.
Başka ilgili maddeler, yukarıda adını andığımız iki yeni
bölümde yeralıyor. Tabii, devletçiliğin özünün değişmediğini
hemen eklememiz lazım. Md. 33 ve 34'te savaşta ve banşta
maliyenin ve hazinenin ihtiyaçlarının ülkenin öz kaynakla
rından ve vergi ve iç borçlanma gibi düzenli araçlarla karşı
lanması gerektiği ; Md. 38'de milli savunmanın savaşı izleye
cek banş zamanında da "bugünkü gibi birinci mesele" olarak
kalması ihtimali bulunduğu, seferberlik döneminin ekono
mik kalkınmanın önemini bir kez daha gösterdiği, dünya sa
vaşından sonraki dönemin ''birkaç misli çalışma dönemi" ola
cağı, "her türlü iş ve çalışma organizasyonu(nun) gerekli öl
çülerde makineleştirileceği" vb. söyleniyor.
1947 Programı'nda ekonomi ve maliye politikalanna yine
bağımsız bölümler ayrılıyor. Kooperatifçilik, kredi, tanın, ti
caret, endüstri, ulaştırma ve maliye politikası başlıklan al
tında 193 1, 1 935 ve 1939 progi-amlanndaki görüşlerden çok
farklı şeyler yok; aynı öz, daha esnek ifadelerle yenileniyor.
41. maddede ''köylü ve çiftçiyi milletimizin temel unsuru sa
yarız" ibaresi ile 42. maddede "topraklandırma" amacının'
tekrarı dikkati çekiyor; ama hemen izleyen 43. maddede,
Toprak Kanunu'nun (bkz. 4. cilt) "ana prensipleri korunmak
69
üzere bu kanunun mülkiyet güvenliği, toprak sahiplerine bı
rakılacak arazinin miktar ve kamulaştırma değeri yönlerin
den gözden geçirilmesini yararlı buluruz" denerek, 1946
"toprak reformu"nun yarattığı tepkileri dindirecek ve 41.-
42. maddeleri dengeleyecek bir tutum alınıyor. 5 1. maddede
"devlet ormanlarının devletçe işletilmesi esastır" denirken ,
50. maddede "(y)etiştirilecek özel ormanların kamulaştınl
mayıp bu yolda girişimde bulunanları özendirmeyi ve bun
lara her türlü yardımı yapmayı faydalı sayarız" deniyor; ka
mu sektörü - özel sektör dengesi burada da kollanmaya çalı
şılıyor.
-56. maddede, "milli ekonominin gerekli bir unsuru" olan
ticarette "serbest rekabet"in başlıca şart olduğu; 61. madde
de kendine-yeterli ekonomi motiflerinin yanısıra "kanunları�
mıza uygun olarak ve eşit şartlarla yabancı sermayesinden
faydalanılacağı; 64. maddede "(d)evlet girişimlerinde mer
kezci �suller yerine sorumluluğu, yetkiyi ve kişisel girişim
niteliklerini gözönüne alan ... bir yönetim ve işletme tarzının"
uygulanacağı dikkati çekiyor. Ulaştırma bölümünde, iç paza
rı bütünleştirecek her türlü yol şebekesinin ve ulaşım araçla
rının geliştirileceği tekrarlanıyor.
Maliye bölümünde yenilik sayılabilecek bir nokta, dolaylı
vergilerin azaltılması ve "dolaylı vergilerle dolaysız vergiler
arasında bu esasa dayanan bir denkleşme" kurulmasına iliş
kin 78. madde.
70
MİLLİ EôİTİM VE ÖGRETİM
BEŞİNCİ KISIM
Milli talim ve terbiye
mız şunlardır:
A) Maarif siyasetimizde temel taşı, cehlin
izalesidir. Maarifimizde hergün nisbeten daha
fazla çocuk ve vatandaş okutacak ve yetiştire
cek bir program takip olunacaktır.
B) Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi ve la
yik vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi
için mecburi ihtimam noktasıdır. Türk milleti
ne, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Türkiye
Devletine hürmet etmek ve ettirmek hassası
bir vazife olarak telkin olunur.
C) Fikri olduğu gibi bedeni inkişafa da
ehemmiyet vermek ve bilhassa seciyeyi milli
derin tarihimizin ilham ettiği yüksek derecele
re çıkarmak büyükemeldir.
Ç> Terbiye ve tedriste takip edilen usul, bil
giyi vatandaş için maddi hayatta muvaffak ol
mayı temin eden bir cihaz haline getirmektir.
D) Terbiye her türlü hurafeden ve yabancı
fikirlerden uzak, üstün, milli ve vatanperver
olmalıdır.
E) Her tahsil ve terbiyemüessesesinde tale-
71
benin teşebbüs kabiliyetini kırmamaya şefkat
ve nüvazişle itina etmekle beraber onları ha·
yatta kusurlu olmaktan vikaye için ciddi bir
intizam ve inzıbata ve samimi ahlak telakkisi·
ne alıştırmak mühim olduğu kanaatindeyiz.
F> Fırkamız, vatandaşların, Türkün derin
tarihini bilmesine fevkalade ehemmiyet verir.
Bu bilgi Türkün kabiliyet ve kudretini, nefsine
itimat hislerini ve milli varlık için zarar vere·
cek her cereyan önünde yıkılıİı.az mukavemeti·
ni besleyen mukaddes bir cevherdir.
2· Mektepler hakkında başlıca fikirleri
miz:
A> Şehirlerde, köylerde veya köyler mıntı·
kasında vaziyet ve ihtiyaca göre gündüzlük ve
yatı ilk mektepleri, muntazam bir tatbik prog·
ramı altında, arttırılacaktır. Köy mekteplerin
da sıhhat, yaşayış ve mıntıkası ile münasebeti
olan ziraat ve sanat fikirleri verilecektir.
B) Meslek ve sanat mektepleri memleketin
ihtiyacına yetişecek derecede arttırılacak ve
lüzumlu kurslar açılacaktır.
C) Her vilayet merkezinde ve orta tahsili
memlek�te yaymak esası gözetilerek icap eden
kazalar mıntıkalarında orta mektep bulun·
durmak lüzumuna kartiiz. Orta mekteplerden
uzak muhitlerdeki vatan çocuklarının huzur
ve emniyetle istüadelerini temin için talebeyi
gece ücretle yatıracak teşkilat yapmaya çalışı
lacaktır. Bu mekteplerde mıntıkalariyle mü·
nasebeti olan mesleki malfunat verilmesine iti·
na olunacaktır.
Ç) Liselerimizi yüksek tahsile tam kabili-
72
yetli talebe yetiştirecek surette her nokta-i na
zardan takviye ve ikmal edeceğiz.
D) Darülfünun ıslah ve tensik edilerek la
zım olan dereceye yükseltilecektir. Yüksek
mekteplerimiz kendilerinden beklenen netice
leri verebilecek mükemmeliyete getirilecektir.
3- Güzel sanatlere bilhassa musikiye, inkı
labımızın yüksek tecellisi ile mütenasip bir su
rette, ehemmiyetvereceğiz.
4- Müzelerin ve umumiyetle eski eserlerin
itina ile tasniflerine ve icap edenlerin yerle
rinde iyi muhafazalanna itina olunacaktır.
5- Türk dilinin milli, mükemmel ve mazbut
bir dil haline gelmesi hakkındaki ciddi teşeb
büse devam olunacaktır.
6- Kitap, neşriyat ve kütüphane işleri Fırka
için mühimdir.
7- Fırkaınız, Türk vatandaşlarının vücude
getirmiş oldukları ve getirecekleri bütün spor
teşekküllerini milletin kuvvetli ve iradeli tu
tulması noktasından fevkalade mühim adde
der; bu teşekkülleri idame ve himaye eylemeyi
vazife bilir.
( 193 1 C.H.P. Programı)
BEŞİNCİ KISIM
Ulusal Eğitim
73
çok çocuk ve yurddaş okutup yetiştirecek bir
program güdülecektir.
B- Kuvvetli cumuriyetçi, ulusçu, halkçı,
devletçi, lAyık ve devrimci yurddaş yetiştir
mek, bütün öğretim derecelerinde yüküm ve
özen noktasıdır.
Türk ulusunu, Kamutayı ve Türk devletini
sayın tutmak ve tutturmak, bütün yurddaşla
ra bir ödev olarak aşılanacaktır.
C- Fikriğ olduğu gibi, beden iğ gelişmeye de
önem vermek ve hele, ırayı ulusal derin t8rihi
mizin gösterdiği yüksek derecelere çıkarmak
büyük gayedir.
Ç- Eğitim ve öğretimde güdülen usul; bilgi
yi, yurddaşa, maddiğ hayatta başarı elde etti
ren bir cihaz haline getirmektir.
D- Eğitim, her türlü urasadan, yad ve ya·
hancı fikirlerden uzak, üstün, ulusal ve yurd-
·
cu olmalıdır.
E- Her öğretim ve eğitim kurumunda tale
benin girişim kapasitesini kırmam.ağa, sev·
genlik ve okşayışla özen göstermekle beraber,
onları hayatta kusurlu olmaktan korumak
için, ciddiğ bir yasav ve düzene içtem bir ah
lak anlayışına alıştırmak, önemli olduğu ka·
nağatmdayız.
F- Partimiz, vatandaşların, Türkün derin
tarihini bilmesine üsnomal bir önem verir. Bu
bilgi Türkün kapasite ve enerjisini, nefsine gü
ven duygularını ve ulusal varlığa zarar vere·
cek bütün akımlara karşı sarsılmaz dayanı
mını besleyen kutsal bir evindir.
G· Türk dilinin ulusal, tükel bir dil haline
74
gelmesi hakkındaki ciddiğ çalışmalara devam
olunacaktır.
42· Okullar hakkında başlıca fikirlerimiz:
A- Nomal ilk öğrenim devri, beş yıldır. Şe·
birlerde, köylerde, yahut köyler bölgesinde du
rum ve ihtiyaca göre, ilk okullar, bir program
altında arttırılacaktır. Köylerdeki okullard�
sağlı�, yaşayış ve içinde bulundug-u çeven şart·
lan ile ilgili olan tanm ve zanaat fikirleri ve
rilecektir.
B- Köy çocuklarımız.a kısa zamanda pratik
hayat için lüzumlu bilgiyi verebilecek üç veya
dört sömestirli köy okullan açılacaktır. Bun
lann, çocukları yüksek ö�tiın derecelerine
hazırlıyan ilk okullardan ayrı bir kip olarak
kurulup arttırılması pHlnlanacaktır. Bu kip
köy okullarında, çocukların daha olgun yaşta
okumağa başlamalan ve okumanın arasız de·
vam etmesi ve bu işi devletin, askerlik borcu
gibi, sıkı tutması lüzumludur.
C- Ertik ve zanaa t okulları iİe, zana at ge
ce okulları memleketin ihtiyacına yetişecek
ka dar arttırılacak ve lüzumlu kurslar açıla·
caktır.
D- Her il merkezinde, ve, orta öğrenimi
memlekete yaymak esası gözetilerek, gereken
ilçe bölgelerinde orta okul bulundurm ak lüzu·
muna kanığız. Orta okullardan, uzak yerler·
deki yurd çocuklannın rahat ve güvenlikle
faydalanmalarını sağlamak için, talebeyi ge·
celeri, para ile banndıracak Örgütler meyda
na getirilmesine çalışılacaktır. Bu okullarda
içinde bulunduk.lan çevenlerle ilgili olan er-
75
tik bilgilerin verilmesine özenilecektir.
E- Liselerimizi, yüksek öğrenime tam kapa
siteli talebe yetiştirecek surette her bakımdan
pekiştirip taplayacağız.
F- Universite ve yüksek okullarımız kendi
lerinden beklenen sonuçlan verebilecektükel
liğe çıkanlacaktır. Üniversitelerin sayısını
arttırmak fikrindeyiz.
43- Az nüfuslu birkaç köyü okutacak noınal
ilk okullarda, ayn kipteki köy okullan için
pratik yoldan yatı evleri kurdurulur ve koru-
nur.
44- Güzel sanatlara, hele müziğe devrimin
yüksek anlayışına uygun bir surette önem ve
receğiz.
45- Müzelerimizi zenginleştirecek kıymette
ki tarih eserlerinin toplanmasına ve bu erge
ile kazılar yapılmasına önem verilecek ve eski
eserlerin sınıflanmasına ve gerekenlerin, bu
lunduklan yerlerde iyi korunmasına özen gös
terilecektir.
46- Kitap, yayın ve kitapsaray işleri parti
için önemlidir. Şehirlerde kitapsaraylar, kent
ve köylerde okuma ev ve odalan kurmak ve
arttırmak isteriz.
47· Kültür ve eğitim işlerimiz, bugünün ve
yarının gösterdiği ve göstereceği ihtiyaçlara
göre önden gören bir düzenle planlanacak ve
bütün öğretim aşamalan ile zanaat ve ertik
ihtiyaçlan bu plana göre düzenlenecektir.
48· KlAsik okul yetiştirmesi dışında, yığı
na, devamlı ve Türkiye'nin ilerleyiş yollarına
uygun bir halk eğitimi vermeği önemli görü-
76
rüz. bu hizmet için çalışan Halkevlerini dev
let, imkan elverdiği kadar koruyacaktır.
49- Parti, bir devrim müzesi kuracaktır.
Bunu, halka devrim fikir ve duygularını aşıla
mak için etkin araç sayarız.
50- Türk gençliği, onu temiz bir ahlak, yük
sek bir yurd ve devrim aşkı içinde toplayacak
ulusal bir örgüte bağlanacaktır. Bütün Türk
gençliğine şevk ve sıhhatlarını, nefse ve ulusa
inanlarını besleyecek beden eğitimi verilecek,
ve gençlik, devrimi ve bütün erginlik şartları
ile yurdu korumayı en üstün ödev tanıyan ve
onları, bu ödev uğrunda bütün varlıklarını
vermeğe hazır tutan bir düşünüşle, yetiştirile
cektir.
Bu ana eğitimin tam sonuç vermesi için
Türk gençliğinin, bir yandan, düşünme, karar
verme ve girişim alma gibi yüksek başarım
kuvvetleri geliştirilecek, ve öte yandan, genç
lik, onu her zorlu işin başarılmasında tek un
sur olan sıkı disiplinin etkisi altında çalıştırı
lacaktır.
Türkiyede spor örgütü de bu esaslara göre
düzenlenecek ve yürütülecektir. Yapılacak
gençlik örgütünün üniversite, okullar ve ensti
tüler, halkevleri, toplu işçi kullanan fabrika
ve kurumlarla yukarıdaki gayelere göre, iş ve
yönetbirlikleri düzenlenecektir.
Yurdda beden ve devrim eğitimi ile spor iş
lerinde biteviyelik göz önünde tutulacaktır.
Okullarda, devlet kurum ların da, ve özel
kurum ve fabrikalarda bulunanlar, yaşlarına
göre, beden eğitimi ile uğraşmak yükümü altı-
77
na alınacaktır. Spor ve beden eğitimi için lü
zumlu olan alan ve kurumlar meydana getiri
lecektir. Spor alanları için özel yönetgeler ve
şarlıklar ilgilendirilecektir.
51- Parti radyoyu ulusun kültür ve sıyasal
eğitimi için en değerli araçlardan sayar. Kuv
vetli verici istasyonlar kuracağız. Almaçlarm
kolay ve ucuz elde edilmesine çalışacağız.
Sinemanın ulusa faydalı olmasını iş edine
ceğiz.
52· Ulusal opera ve tiyatro önemli işlerimiz
arasındadır.
(1935 C.H.P. Programı)
78
pılmayac�" öğretimin, her derecesinde, yani yqksek öğretim
de de yapılacak. (Askeri darbelerden so,nra çıkarılan üniver
site kanunlarının amaç maddelerinde yeralmaya devam
edecek bir yaklaşımdır bu.) Türk milletine ("m" küçük) ve
Türkiye Devleti'ne ("d" büyük) saygı duymak ve duyurtmak
özelliği de "bir görev olarak telkin1' edilecektir. Toplumsal
dayanışmaya ve kamu yararına saygılı bir solidarist ahlak
anlayışını aşan bir milliyetçi-devletçi ahlak anlayışının ipuç
ları var.
C. "Fikri olduğu gibi bedeni gelişmeye de önem" verilecek
("sağlam kafa sağlam vücutta bulunur"), "özellikle milli ka
rakter derin tarihimizin ilham ettiği yüksek derecelere" çıka
rılacaktır. Burada, makul ve defansif bir kültürel milliyetçi
liği, üstün bir "milli karakter" (tarihte ve şimdi) anlayışı yö
nünde zorlamaya başlayan ipuçları var. Milli kültür (hars)
ve kimlikten çok, ırki karakter (doğal-değişmez) yaklaşımı
nın izleri görülüyor. (İleriye de bakınız.)
Ç. Eğitim ve öğretimde (terbiye yine tedristen önce geli
yor) izlenen yöntem, "bilgiyi yurttaş için maddi hayatta ba
şarılı olmayı sağlayan bir aygıt haline getirmek"tir. Son de
rece pragmatik ve maddiyatçı bir yaklaşım. Bilgi kendi başı
na ya da kendi içinde bir değer değil. Diyelim ki bireyin
ve/veya toplumun mutluluğu icin bir ara-amaç ya da araç da
değil. "Maddi hayatta başarılı olmayı sağlayan bir aygıt, bir
alet." Felsefi-epistemolojik anlamda bir materyalizm değil
sözkonusu olan; kaba maddiyatçı bir "ekonomik adam" ras
yonalizmi ve pragmatizmi. ( 1990'lar Türkıiye'sinin yüksek öğ
retim mevzuatının bile hala devlete sadık, pratik ve maddi
haşan peşinde koşan öğrenci/yurttaşı amaçlaması, Kemalist
ideolojiden başka teorileri küçümsemesi ve sakıncalı bulma
sı, rastlantı ya da sapma değil, cumhuriyetin kuruluşuna gi
den üç çeyrek yüzyıllık şeceresi var. Unutmayalım ki Kema
lizm esas itibanyle bir "refah ve mutluluk" ya da "refah yo-
79
luyla mutlulı.ik" ideolojisidir. Akılcılığı da, pozitivist-siyan
tist bir "homo economicus" rasyonalizmidir. �emalizm'in
"çağdaş bilim-teknikçiliğini" geniş ve derin anlamda bir fel
sefi-ahlaki rasyonalizmle karıştırmamak lazımdır; İslAmi te
vekkülün ve Doğu obskürantizminin karşısına ekonomik
kalkınma motivasyonunu ve enstrumantal rasyonaliteyi koy
mak olmuştur, yapmaya çalıştığı.)
D. Eğitim, her türlü hurafeden ve yabancı fikirlerden
uzak, üstün, ulusal ve yurtsever olmalıdır. Yani, doğru din
öğretilecek ve Kemalist C.H.P. ideolojisinden başka fikirlere
kapalı tutulacaktır.
E. "(Ö)ğrencilerin girişim yeteneğini kırmamaya esirgeyi
ci bir sevgi ve okşayışla (şefkat ve nüvazişle) özen göster
mekle birlikte, onları hayatta kusurlu olmaktan korumak
için ciddi bir düzenlilik ve disipline ve içtenlikli bir ahlak an
layışına alıştırmak" önemlidir: Kadife eldiven içinde demir
pençe retoriğine bakın. Bireysel inisyatif geliştirilecektir .
denmiyor; bu, "kırmamaya özen göstermekle birlikte" diye
hemen kayıt altına alınıyor; "düzen ve disiplin" öne çıkarılı
yor. Solidarist-dayanışmacı bir ahlak anlayışını aşan ifadeler
bunlar.
F. Yurttaşların "Türk'ün derin tarihini bilmesi", bu bilgi,
"özbenliğine güven duygularını ve milli varlık için zarar ve
recek her akım (Kemalizm'den başka) önünde yıkılmaz di
rencini besleyen kutsal bir cevherdir." Burada, "özgüveni"
aşan, övüngeç ve zenofobik bir milliyetçiliğin tonları var.
"Türk'ün kaabiliyet ve kudreti" de, yukarıdaki "milli karak
ter" (seciye) motifiyle bağlantılı okunmalı.
Bu bölümün diğer maddelerinde her düzeyde okul sayısı
nın ve kalitesinin yükseltileceği; güzel sanatlara ve özellikle
müziğe ("inkılabımızın yüksek gerçekleşmesiyle oranlı bir bi
çimde") önem verileceği; müzelerin iyileştirileceği; kitap
yayın-kitaplık işlerinin önemli olduğu söyleniyor. 5. maddede
80
Türk diJinin "milli1 mükemme] ve mazbut" ha]e getiriJeceği
bi1diri1erek, an-Tür�çe hareketi ve "Güneş-DiJ Teorisi" haber
veriliyor. 7. maddede "bütün spor kuruluşJanrıı(n) mi11etin
kuvvetıi ve iradeJi tutu]ması noktasından fevkaJade önemJi"
oJduğu." beJirtiJiyor.
1935 C.H.P. Programı'nda miUi eğitim ideoJojisi, 193 1'de
kinin geJiştiriJmişi. Kayda değer ekJeme ve geniş1etme1er
şöyle:
41. maddede yetiştirilecek yurttaş]arın vasıflan sayıJır
ken, haJkçı, dev]etçi ve devrimci sıfatJarı da açik seçik ekJe
nerek 6 Ok sosyalizasyonu tamamJanıyor.
42. maddede köy okuııarıy]a iJgiJi tasarı]ar daha geniş
anlatıhyorJ 193 l1deki "(k)öy okuııannda sağhk, yaşayış ve
böl$e�i i]e iJgiJi tarım ve sanat fikir]eri veri]ecektir" cümle
sinden sonra, Köy, Enstitüleri'nin h�bercisi o1an şu gö�şler
yerahyor: "Köy çocuklarımıza kısa zamanda pratik hayat
için gerek]i biJgiyi verebiJecek üç ya da dört sömestrli köy
okuUan açıJacaktır. BunJarın, çocukJan (daha) yüksek öğre
tim derece]erine hazırJayan iJk okuııardan ayn b�r tip oJarak
kurulup ı;ı.rttınlrnası planlanacaktır."
47. maddede "p]anlı kü1tür" ya da kü]tür p]anJaması te
ması var. (Göka]p'e göre devlet, kü1türe kesinlikJe karışma
malıydı.)
"Yığını yetiştirme ve Ha1kev1eri" yan-başhkh 48. madde
de "(k)Jasik oku] yetiştirmesi dışında, yığına devamh ve Tür
kiye'nin iJerJeyiş yoııanna uygun bir haJk eğitimi" veri]eceği,
bu hizmet için çahşan HaJkevleri'ni devletin koruyacağı söy]e
niyor. Yani okuUardaki ideo]ojik mi11i eğitimin yanısıra, oku]
dışında da devJetin koruması aJtında, bir parti organı o]an
HaJkevJeri'nde yurttaşlann ideo]ojik endaktrinasyonu sürekJi
kıhnacak. HaJkevleri bağımsız kü1tür kurum]an değiJ.
49. maddede, Atatürk'ün fikri olan "devrim mü.ıesi" yera
hyor. 51. maddeye göre C.H.P. "radyoyu u]usun kültür ve si-
81
yasal egitimi için en değerli araçlardan" sayıyor (abç). Radyo,
tarafsız görülmüyor, "siyasi terbiye okulu" C.H.P.'nin (bkz. 2.
cilt) bir aracı kabul ediliyor. 52. maddede "ulusal opera ve ti
yatro" teması var.
· "Gençlik örgütü ve spor" yan-başlıklı 50. madde, ideolojik
mobilizasyon ve denetimde bu tür rejimlerin kitle sporuna ve
gençliğe verdiği özel nitelikli önemi gayet iyi gösteriyor.
Türk 'gençliğini temiz bir ahlak, yüksek bir yurt ve devrim
aşkı içinde toplayacak "ulusal bir örgüte baglanacaktır" (abç)
deniyor. Burada çoğulcu ve özerk bir dernekleşme anlayışı
değil, merkezden denetlenecek, singüler korporatif bir yapı
landırma anlayışı var. Gençliğe verilen, bildiğimiz devrim
bekçiliği görevi yine sözkonusu ediliyor. Gençler hem belli
bir "düşünüşle yetiştirilecekler" hem de "şevk ve sağlıklarını,
kendilerine ve ulusa inanlarını besleyecek" beden eğitimi
a�acaklar. (Atatürk'ün gençlik konusundaki bazı düşünceleri
için ileriye bakınız.)
193 l'deki inisyatif-disiplin teması burada yineleniyor: "...
bir yandan, düşünme, karar verme ve girişim alma gibi yük
sek başarım kuvvetleri geliştirilecek ve öte yandan gençlik,
onu her zorlu işin başarılmasında tek unsur olan sıkı disipli·
nin etkisi altında çalı�tınlacaktır" (abç) deniyor. Cümlenin
birinci yansı bu kez olumlu ifade edilmiş, ama, ikinci yarısı
193 l'den de kuvvetli: "tek unsur", "sıkı disiplin, "çalıştınla
caktır". Unsurlardan biri .değil, özdisiplin değil, çalışmayı öğ
retme değil. Otoriter, güdümcü yaklaşım çok açık.
Türkiye'de "yapılacak" spor ve gençlik örgütünün "üni
versite, okullar ve enstitüler, halkevleri, toplu işçi kullanan ·
(çalışan veya çalıştıran değil) fabrika ve kurumlarla yukarı
daki gayelere göre, iş ve yönet birlikleri" düzenlenecektir.
Görülüyor ki ideolojik-sportif mobilizasyon öğrenci gençliğe
de inhisar etmiyor, yetişkin yurttaşları (halkevlerinde) ve iş
çileri de (fabrikalarda) içine alan kapsayıcı-totaliter bir bü-
82
tün olarak düşünülüyor. Okul ve üniversite ile halkevleri ve
fabrikalar, aynı yönetmelikleri uygulayacak birer "organ"
olarak algılanıyor. Bu madde, faşizan 193 7 Beden Terbiyesi
Kanunu'nun habercisi. Nitekim son paragrafta, okullarda,
devlet kurumlarında, özel kurumlarda bulunanlar ''yaşlarına
göre beden eğitimi ile uğraşmak yükümü altına alınacaktır"
(abç) deniyor. İdeolojik mobilizasyon, kitle sporunun disiplini
ve tekdüzeliği ile para-militer bir nitelik kazanacak. Sondan
ikinci paragraf bu bakımdan ilginç ve önemli: "Yurtta beden
ve devrim eğitimi ile spor işlerinde tekdüzelik gözönünde tu
tulacaktır." Beden eğitimi - spor işleri - devrim eğitimi, eşdü
zeyli ve bütünlük içinde tutuluyor; sporcu devrim erleri ön
görülüyor.
1939 Programı'nda kayda değer bir değişiklik bu konuda
da görülmüyor.
1943 C.H.P. Programı'nda, iktisat ve maliyeden farklı
olarak, "mi11i eğitim ve öğretim" (eğitim yine öğretimden ön
ce) ayrı bölÜm olarak korunuyor. Öz tamamen aynı. Birkaç
küçük ekleme ve genişletme var.
"Mi11i karakter" maddesinde, milletin yüceltilişinin bit
başka boyutu var: ". .. tek mutluluğu millete hizmette ara
mak. . " (6/B)
.
83
sözcüğünün Türkçe'deki ikin<:i anlamının hatıra getirilmedi•
ği görülüyor. Artık fikir ve duygu birliği ve ortak ''kimlik"
milliyetçiliği, hatta "milli karakter" antropolojik ırkçılığı bile
aşılmış, organisist metafor fizyolojik sözde-gerçekliğe indir
genmiş oluyor.
Genel Esaslar'daki "milliyetçilik" burada biraz daha açık
lığa kavuşurken, bu okun "halkçılık"la olan organik ilişkisi
de ortaya çıkıyor. Tek parça, monolitik, organizmacı bir
halk-millet kavramlaştırmasının sözkonusu olduğu bir kez
daha görülüyor.
Eğitimin "milli ideolojiye uygun" olması esası tekrarla·
nırken "ideoloji" sözcüğü açıkseçik telaffuz ediliyor. (6/F)
Köy okulları maddesi, 1943 Programı'nda yeralmıyor,
teknik ve mesleki öğretim daha fazla vurgulanıyor; ama bü�
tün okulların yanısıra, Köy Enstjtüleri'�e de geniş olanaklar
verileceği söyleniyor. Güzel sanatlar parti tarafından himaytt
edilerek, tiyatro ve operada "en eski eserlerin" yanısıra, "bü�
y:ük milli es�rlerin" de vücut bulması s�ğlanacak. "Milli
oyunlar, halk türküleri ve genel olarak folklorumuz" toplana.!
cak. "Türk lugati ve ansiklopedisi" vücuda getirilecek.
14. maddeye göre "Halkevleri ve Halkodalan, milli haya� ·
84
1947 C.H.P. Prograrriı'nın "milli eğitim politikamız" bölü
münde, özde sürekliliğin yanısıra, ifadede ve dozda bazı de
ğişiklikler var.
"6 Ok'çu yurttaş yetiştirmenin" yerini "Türkiye Cumhuri
yetinin dayandığı esaslara bağlı yurttaş yetiştirmek" alıyor
(95/a). 'Tarihimizin ilham et9p milli karakteri ve milli gele
neğimize uygun bir ahlAkı her vasfın üstünde tutmak ve
mutluluğu millete hizmette aramak" (95/b), korunan özün bi
raz farklı bir ifadesi.
Spor, yine "Devletin meseleleri arasında" ama, vurgusu
azaltılıyor: "Ahlak, fikir ve beden eğitiminde Türk gençliğine
ahenkli bir gelişme sağlamak, vazife ahlakını tesis etmek"le
yetiniliyor. Sıkı disiplin, yurtsever-dayanıfmacı bir ahlik bo
yutlarıµa indirilmiş: "topluluğa yarar her türlü işe saygı gös
terme fikrini atılamak", "milliyetçi, ülkücü, azimli, işinde he
saplı, maddeci ve faydacı olmaktan uzak (abç), intizamlı ve
ailesever vatandaş olarak yetiştirmek", ağır basıyor. "İşinde
hesaplı" (ekonomik-enstrümantal rasyonalite) yeni değil
ama; maddeci ve ütiliteryen olmamak yeni sayılır.
Derin mil1i tatih teması yumuşatılarak korunuyor. Türk
diliyle ilgili ola!ak "kendi yapısının zengin olanakları içinde
organik bir gelişme" sağlanmasından sözediliyor. Daha az
müdahaleci bir tutum görülüyor. .
Üniversiteler için ilk kez "özerk (muhtar) bir rejim"den
bahsediliyor. {98/e) "İlim alanında Türk yaratıcılığı"nın geliş
mesine önem verileceği söyleniyor. (98/g)
Bu bölümdeki diğer maddelerde de özde süreklilik gözle
niyor. Son iki küçük ekleme tunlar: "Öğretmenler siyasetle
ufratamazlar. Üniversite profesör ve doçentleri bu kaydın
dışındadırlar." ( 1 10) Köyde ve kentte öğrenim çağını geçir
mif yurttaşlara. "okuma-yazma" kursları, bir C.H.P. progra
mında ilk kez yeralıyo�. ( 108)
85
TOPLUMSAL YAŞAM VE GENEL SAGLIK
ALTINCI KISIM
İçtimai hayat ve umumi sıhhat
86
ALTINCI KISIM
Sosyal Hayat ve Kamusal Sıhhat
87
mü altında bulunan kadınlar için, iş bölgele
rinde kreşler açmağa devam edeceğiz.
59- Sıhhat işlerinin Partimiz için ayral bir
önemi vardır. Bu yoldaki çalışmalar, g�nel ih
tiyaç nisbetince ve devamlı bir surette genişle
tilecektir.
60- Sıtma, verem, frengi, trahom gibi bula
şık hastalıklarla savaşa devam edeceğiz.
(1935 C.H.P. Programı)
88
sı (112), köylerde sağlık merkezleri ( 113) vaadediyor. Göçe
belerin yerleştirileceğini ve "ana dili Türkçe ırkdaşlarımı
zın usulü dairesinde kabul ve iskan" (abç) edileceğini belir
tiyor. (114)
, , ,
89
İÇ VE DIŞ SİYASET, ADLİYE, SINIF POLİTİKALARI
YEDİNCİ BÖLÜM
Dahili, adli, harici siyaset, memurlar, serbest
meslek erbabı
90
vazifelerine hayatlarını hasreden memurlar,'
her türlü huzur ve refaha lAyıktırl�.
5- Memur olmıyan serbest meslek erbabının
milli Türk mevcudiyetiiçin lüzumlu ve faydalı
olan hizmetleri, Fırkanın takdir gözü önünde
tutulur. Kabiliyetleri ve hizmetleri karşılığını
görmeleri için faaliyetleri sahasını açık ve
emin bulundurmak vazifelerimizdendir.
SEKİZİNCİ KISIM
Vatan müdafaası
91
YEDİNCİ KISIM
İç,Tüzel ve Dış Sıyasa, İşyarlar,
Özgür Ertik Sahibleri
92
cııktır. Devlet, özel yönetgelerve şarbaylıklar
la devlete batlı kurumlardan hizmet karşılığı
aylık ve aktı alanl� bulundukları işin sıfat
ve özlüj'ü ile cemiyet kuramazlar.
67- .Talebe cemiyetleri adını taşıyan ku
rumlar, hiç bir suretle sıyasa Oe uğraşamaz•
lar ve hiç bir suretle bulundukları okulun, fa
külte ve enstitüsünün yönetgesine karşı her
hangi bir harekette bulunamazlar.
68- Türk işçilerini ve esnafımızı, ulusun
ana varlıj'ı içinde, o varlık için kuvvet ve fay
da verici yolda ve parti programının çerçevesi
içinde, ö11rütlemeyiiş edinecej'iz,
69- Arsıulusal ergelerle cemiyet yapılmıya
caj'ı gibi, kökü yurd dışında olan cemiyetler
kurmak da yasak olacaktır.
IDuslar arasında beraberlik yapmakta
devletin fayda göreceAi ergelerle cemiyet kur
mak veya kurulu olanların şubelerini açmak
için bakanlar kurulunun karan lüzumludur.
70- İşyar olmıyan özgür ertik sahihlerinin
ulusal Türk varlıj'ı için lüzumlu ve faydalı
olan hizmetlerine, parti değer verir. Kapasite
ve hizmetlerinin karşılığını görmeleri için, ça
lışmalarını kolaylaştıımak ödevlerimizdendir.
71· Yeni Türkiyenin hayatında, köyü, her
bakımdan önemli sayarız. Köylünün sıhhati,
güler yüzlülüğü, kültür ve devrim anlayışında
değerli ve ekonomik alanda varlıklı olması,
bütün çalışma kollarımız için önemli bir iş
olarak göz önünde tutulacaktır.
93
SEKİZİNCİ KISIM
. Vatan Savgası
94
nuçlannı, yurttaşların güvenliğini, ulusal düzen ve disiplini
korumak. Yani ''birlik ve düzen-disiplin içinde ilerleme" (radi
kal reformlarla). Araç ya da ara-amaç, sarsılmaz bir hükümet
otoritesi yerleştirmek (örgütlenmesiyle ve kanunlarıyla).
2. madde, tasarlanan adliye reformunun çeşitli boyutları
nı sayıyor.
3 . maddedeki "yurtta barış, dünyada barış" ilkesinin
ikinci yansı, saldırgan ve yayıfmacı olmayan bir dış politika
yı; birinci yansı, hem genel anlamda güvenlik, huzur, süku
'
nu hem de daha somut anlamda iç barışı, sınıflar barışını,
çalışma barışını, yekvücut halkı kasdediyor.
4. maddede, ara-sınıflardan biri olan memurlara özel bir
gönderme var. Ulusun yüksek çıkarını gözönünde tutarak
çalışan tek-parti devletinin sivil bürokrasisi hayırla anılıyor.
(Askeri bürokrasiye atıf biraz sonra gelecek.)
5. maddede, yine ara-sınıflardan biri olan serbest mes
lek s ahipleri anılıyor. "Ulusal Türk varlığı için gerekli ve
yararlı hizmetleri" Parti'ce takdir edilir deniyor. Bireysel çı
karcı değil, yurtsever ve solidarist bir davranış normu telkin
ediliyor.
193 1 Programı'nın son bağımsız bölümü ve son iki mad
desi, bir başka ara-sınıfa, askeri bürokrasiye, tahsis ediliyor.
Vatan savunmasının kutsallığı, askerlik hizmetinin genelli
ği, ordunun siyasetin üstünde olduğu, kudretli ve iyi donatıl
mış olması gerektiği söylendikten sonra, "Devletin yüksek
bünyesinin sarsılmaz temeli olan ve milli mefkureyi (ülkü
yü), milli varlığı ve inkıHibı koruyan ve kollayan Cumhuriyet
ordusunun ve onun özverili ve değerli memurlarının daima
hürmet ve şeref mevkiinde tutulmasına özel olarak özen gös
teririz" deniyor. Kurum olarak �rdu da şahıslar olarak ordu
mensupları da ayrıcalıklı bir statü grubu olarak görülüyor.
Çünkü ordu yalnız devletin temeli değil, milli varlığı, ülküyü
ve inkıllibı da kollayan ve koruyan bir öncü, bekçi ve denetçi-
95
dir. (2. cilt "Ordu" bölümüne de bakınız.)
1935 C.H.P. Programı'nda otoriter rejim ("law and or
der") (61), adliye (63), "banş"(lar) (64), memurlar (65), ser
best meslek sahipleri (70) maddeleri aynı. Ancak, aynı doğ
rultuda bazı ek maddeler var.
7 1. madde köylüye aynlmış. Köylünün sağlığı, "güleryüz
lülüğü", "ekonomik alanda varlıklı olması", ve ''kültür ve
devrim anlayışında değerli (!) (olması)" önemli sayılıyor.
'
68. madde Türk işçilerini ve esnafını, ara-sınıflar ve köy-
lü gibi övmek ya da durumunu iyileştirmekten çok "ulusun
ana varlığı içinde, o varlık için kuvvet ve fayda verici yolda
ve parti programının çerçevesi içinde örgütlemeyi iş edin
(mek)"ten sözediyor. "Milliyetçi" Türk işçisini (yukarıya bkz.)
parti ideolojisi doğrultusunda örgütleyip yönlendirme ve de
netleme tutumu ağır basıyor.
67. maddede öğrenci derneklerinin bulundukları öğretim
ıi
kur munun yönetimi altında bulunacakları, buna karşı her
hangi bir harekette bulunamayacakları, siyasetle uğraşama
yacaklan söyleniyor.
Bu korporatist düzenleme ve denetleme anlayışı, özerk
ve çoğul, devletten ve tek-partiden bağımsız örgütlenme öz·
gürlüğüne karşı tutum, 66. maddeyle tamamlanıyor: "Türki
ye'de "cins" (ırk, etnisite) ve klas (sınıf) fikirlerini yayma ve
sınıf kavgası amacı ile dernek kurulmayacaktır." (1938 Ce
miyetler Kanunu haber veriliyor -bkz. 4. cilt.) Kamu kuru
luşlar�nda, özel idarelerde ve belediyelerde çalışanlar da "bu
lunduk.lan işin sıfat ve kimliği ile" dernek kuramazlar.
69. maddede ise uluslararası amaçlarla dernek kurula
1
mayacağı, "kökü yurt dışında" dernek kurmanın yasak oldu-
ğu, devletin uygun görecekleri için bakanlar kurulu karan
gerektiği belirtilmiştir.
Bu ideolojik görüşlerin ne ölçüde kurumsallaştığını 4.
ciltte göreceğiz.
96
1935 Programı'nın da son bağımsız bölümü ve son iki
maddesi de 193 l'deki gibi milli savunmaya ve silahlı kuvvet
lere ayrılmıştır; aynıdır.
1939 Programı'nda kayda değer bir değişiklik yoktur.
1943 C.H.P. Programı'nda bu bölümün ruhu aynen, lafzı
büyük ölçüde konmuyor. Birkaç küçük rötuş var. 22. madde
deki dernek kısıtlaması, "Türkiye'de cins ve sınıf ve rejiyonal
(bölgesel) fikirleri koruma ve yayma, sınıf mücadelesi uyan
dırma amaçlarıyla dernek kurulamaz" şeklini alıyor.
23. maddede "(k)amu hizmeti gören hayır derneklerinin
ve özellikle bunlardan (genel, özel bütçelerle belediyelerden)
yarrum görenlerin Devletçe özel bir denetime tabi tutulmala
rına önem verilecektir" deniyor.
3 1. maddede seferberliğin iyi işlemesini sağlamak iç yöneti
min başlıca görevidir dendikten sonra 32. maddede "(y)urttaş
laı;' arasında beraberlik, bütün manevi kuvv'etlerin ahenk içinde
ve nifaksız olarak bulundurulması, her düşüncenin üstünde ve
gerekirse her önlem ile korunacak önemdedir" deniyor.
36. madde köylüyü kollarken, 37. madde "savaş zamanı
nın büyük sıkıntıları... başlıca şehirlere, maaş sahiplerine,
dar ve sabit gelirlilere çarpmıştır" diyerek C. H.P.'nin kentsel
tabanmı(na) göz-etmektedir.
1947 C.H.P. Programı'nın paralel bölümlerinde kayda de
ğer lafzi değişiklikler var. "Devlet fşleri" ana-başlığı altında
ki "savunma politikamız"da (artık bağımsız bölüm değil) or
dudan yine önemle sözecliliyor ve ordunun siyasetin üstünde
olduğu söyleniyor; "kollama ve koruma" ibaresi ile özel statü
grubu motifi yok. ( 1 7) ·
"Adalet politikamız"da, ''kişi özgürlükleri" ( 19�.. "yargı ba
ğımsızlığı" (20-21) gibi kavramlar C.H.P. programlarında ilk
kez boy gösteriyor. 27. maddede "yurtta toprak mülkiyetini
bir an önce hukuki -belgelere bağlamak"tan sözediliyor.
"Dış politikamız"da "yurtta barış, dünyada banş" ilkesi
97
yenilendikten sonra, HBirleşmiş Milletler Anayasası düzeni
içinde ban�. adalet, eşitlik ve özgürlük esaslarıyla ortak gil
venlige ve işbirligi anlayışına baglı kalmak, devletlerarası
hukuk prensiplerine saygı göstennek, milli şeref ve bağımsız
lığımızı korumak dış politikamızın amaçlarıdır" (abç) deni
yor. ·c.H.P., Birleşmiş Milletler'e girebilmek için, sarsılmaz
otorite rejiminden ödün verme ve biraz daha liberal bir görün
tü yaratma zorunluluğunu duyuyor. Her türlü demokratik
hak, özgürlük ve kurumlaşmayı kısıtlayagelmiş, toplumu "tek
fikir, karakter, beden olarak güden" C.H.P.'nin "medeni ve si
yasi haklan" (bkz. Md. 2) telaffuz etmeye başlaması, açıktır ki
herhangi bir iç-evrim, bir ideolojik öz-yenilenme sonucu değil
dir. II. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra dayatan dış
dinamiklere ve baskılara karşı pragmatik bir uyarlanma ge
reksiniminin eseridir. (Bu konuyu asıl 4. ciltte ele alacağız.)
Nitekim "iç idare politikamız" bölümünde (Md. 29) Ke
malist C.H.P. yeni görüntüsü konusunda öylesine temkinli
dir ki, "sarsılmayan bir hükümet varlığını"n (artık "otori
te"sinin değil) amacı olarak "yurdun ve yurttaşlann rahatlık
ve güvenliğini koru(n)muş bulundunna(yı)" gösteriyor, ''hu
kuk devleti" çağrışımı yaptıran "yalnız kanuna dayanan"
ibaresini kullanıyor; ama kalıplannı aynen koruduğu eski
maddeden "milli düzen ve disiplini" koruma amacını, hatta
kanunların yanındaki "idari ve milli teşkilat" sözlerini bile
çıkarmakla kalmıyor, gözbebeği olması gereken "bütün inkı
lAp sonuçlan"nı koruma amacını da -inkılAplan gerçekleşti
ren Cumhuriyet rejiminin otoriter ve anti-demokratik kurum
ve yöntemlerini çağrıştırmamak için olsa gerek- feda ed.iyor.
30.-31. maddelerde ilk kez "yerel yönetimler"den (merke
ziyetçilik imajını yumuşatmak üzere?); 32. maddede yurttaş
lann idarenin kararlanna karşı yargı mercilerine başvura
bilmelerinden sözediliyor. Memurlar artık kayıtsız şartsız
övülmüyor; "halkın" hizmetinde (yalnız devletin ve vatanın
98
değil) oldukları ve görevini yerine getirmeyenlerin "şiddet ve
süratle" cezalandırılacağı belirtiliyor. Halk-bürokrasi ilişki
sinde denge gözetilmeye çalışılıyor.
En önemlisi, bu programda "demokrasi" sözcüğü geçmeye
başlıyor.
"Sosyal politikamız" bölümünde de bazı rötuşlar var: 84.
maddede "(m)illi varlığın dayanılacak ve korunacak en
önemli değe� kaynağı yurttaşların emeğidir" deniyor. Tabii,
bu emekçilerin emeğinin yüceltilmesi değil; eski "milli say"
motifiı:ıin biraz daha farklı bir ifade ediliş bi,çiminden ibaret.
Aynı maddede "işsizlere iş bulmak" ve "iş hukukumuzu de
mokratik hukuk esaslarına göre geliştirmek"ten sözedilme
den hemen önce " ... bedeni ve fikri emeği, işverenlerin de
haklarını gözönünde bulundurarak, sömürüden koruma(k)"
ilkesi ifade ediliyor. . _
99
1935 C.H.P. PROGRAMl'NIN SÖZLÜGÜ*
TÜRKÇE OSMANLICA
Akım Cereyan
Aktı Ücret
Alan Meydan, saha
Almaç Ahize
Amaçlamak İstihdaf etmek
Ar Güzel sanatlar
Araç Vasıta
Arıtım Islah, tasfiye
Arsıulusal Beynelmilel
Asığ Menfaat
Aşama Mertebe ·
Atağlık Vesayet
Ayra İstisna
Ayral Müstesna
Bağınsız Müstakil (kayıtsız)
Barıma Himaye
Başarı Muvaffakıyet
Baysallık Huzur ve sükfuı
Belitmek Tayin etmek (Determiner)
100
Bildirik Tebliğ
Biteviyelik Yeknasaklık
Bölge Mm taka
Buclanmak Tahdid edilmek (limiter)
Çağdaş Muasır
Çeven Muhit
Çıkat İhracat
Dayanışma Tesanüt
Değet Temas
Denge Muvazene
Derece! Tedrici
Devrim İnkılAp
Durum Vaziyet
Düzenlemek Tanzim etmek
Egemen Hakim (Souveraine)
Egemenlik Hakimiyet
Eğitim Terbiye
Endüstri Sanayi
Endüstriel Sanayi erbabı
Erge Maksad
Erkin Müstakil
Ertik Meslek
Etki Tesir
Etkin Müessir
Evrimsel Tekamüli
Evin Cevher
Ferdiğ Ferdi
Finansal Mali
Gelişim İnkişaf
Genel Umwni
Genlik Refah
Girişim Teşebbüs
Girişit Teşebbüsat
101
Gürelme Feyizlenme
Güven itimad
Hakyeri Mahkeme
Ira Seciye
İl VilAyet
İlçe Kaza
İlgi Alika, münasebet
İnancalı Teminatlı
İrde İrade
işyar Memur
İzdeş Mensub, müntesib
İçtem Samimi
Kamuğası Menfaati umumiye
Kamusal Umumi (Publique)
Kamutay B. M. Meclisi
Kanığ Kani
Kapasite Kabiliyet
Kapital Sermaye
Kapsamak Şamil olmak
Kapsık Mahbus
Karşıt Zıd
Kazı Hafriyat
Kent Kasaba
Kınav Faaliyet
Kip Tip
Kipleştirmek Tipleştirmek
Klas Sınıf (zümre)
Konu Mevzu
Kotarmak Halletmek
Kuram Bünye, bünyan (Structure)
Kurum Müessese
Kutsal Mukaddes
Nomal Tabii
1 02
Onaylamak Tasvib etmek
Oranlamak Tahmin etmek
Orun Makam
Orunlamak Tayin etmek
(atamak)
Otru Mesken
Öd el Va'de
Ödem Tazmin
Ödev Vazife
Öğretim Tedris
Öğrenim Tahsil
Önem Ehemmiyet
Önemek Ehemmiyetvermek
Önvermek Teşvik etmek
Örgen Organ
Örgüt Taazzi, teşkilat
Örü Şebeke
Özel Hususi
Özen · İtina
Özgenlik Hürriyet
Özgü Mahsus
Özgür Serbest
Özgür-bölge Serbest mm taka
Özürüt Hasılatı safiye
Özveri Fedakarlık
Pekiştirmek Takviye etmek
Sağlamak Temin etmek
Salnak Matrah
Saltık Mutlak
Saptamak Tespit etmek
Savga Müdafaa
Seçmen Müntehip
Sevgenlik Şefkat
1 03
Sonuç Netice
Sosyal içtimai
Şarlık Belediye
Taplaına Tatbjk
Taplamak Tatbik etmek
Tanm Ziraat
Tasar Tasavvur
Taşmcılık Nakliyecilik
Taşıtsız mallar Emvali gayri menkule
Tecim Ticaret
Tecimel Ticari
Tecimer Tacir
Tekit İnhisar
Törütgen yetki Salahiyeti teşriiye
Törütüm Teşri
Tutak Mevkuf
Tükel Mükemmel, tam
Tüzel Adli
Tüzük Nizamname
Ulus Millet
Urasa Hurafe
Uyum Ahenk
Üretim İstihsal
Ürem Faiz
Üretmen Müstahsil
Ürün Mahsul
Üsnomal Fevkalade
Yalın Vazıh ve parlak
Yaraç Alet
Yargıçlık Hakemlik
Yasav İnzıbat
Yayın Neşriyat
Yeğritim Islah
104
Yetki Salahiyet
Yojaltman Müstehlik
Yönetge İdare (İnhisar idaresi)
Yönetim İdare (Devlet idaresi)
Yüküm Mükellefiyet,mecburiyet
Yüret İcra (Adliye ıstılahı)
Yürütken yetki SalAhiyeti icraiye
Yürütüm İcra, İcra kuvveti
Zanaat Hirfet CMetier)
Zoraj Zaruret
1 05
GENEL SEKRETER RECEP PEKER'İN
PROGRAM AÇIKLAMASI 0931)*
(") Recep Peker, C.H.F. Programınn izahı M9vzuu Üz9rind9 Korıf9rans. Ankara:
Hakimiyeti Milliye Matbaası, 1931'. (Konferans, lstanbul Üniversltesi'nde veril
miştir.)
106
CUMHURİYETÇiLİK:
MİLLİYETÇiLİK:
108
sine göre Fırkamızın anladığı milliyetçiliğin
siyasi mukadderatlan bizden ayrı olan kütle
lerle münasebeti yoktur. Ayrı ayrı dinlere sa
hip olan ve vatanımızın hudutları haricinde
yer yer ya müstakil devletler kurm uş veyah�t
başka devletlerin tebaası vaziyetinde bulun·
muş olan Türkler hakkında sıcak bir sevgi ile
meşbu alakamızı muhafaza ederiz. Ancak git
tikçe inkişaf eden tarihi hakikatlere göre mik·
tarları büyük yekônlar dolduran bu kütlelerle
aramızdaki kan karahetini ve tarih karabeti
ni bugünkü siyasi iştigaliınizin dışında bir
ilim mevzuu telakki ederiz.
Te,krar tarifimize dönelim. Program mad
desinde millet, (Dil, kültür ve mefkiire birliği
ile biribirine bağlı..) diye yazılıdır. Dil birliği
nin milliyet fikrindeki ehemmiyeti meydanda
dır. ' Kültür birliğini, 111aziye beraber bağlı ol
mak, zengin ve müşterek bir hatırat mirasına
sahip olmak, geçmiş zamanların acı ve tatlı
hayatını beraber yaşamış, ümitleri beraber
beslemiş, büyük eserleri beraber yapmış, büyük
müşkülleri beraber yenmiş olmak diye tavzih
edebiliriz. Bundan başka, doğru manada mil
let fikrini tamamlamak için; beraber yaşamak
yolunda müşterek arzu ve muvafakatta sami
mi olmayı ve sahip olı.inan mirasın muhafaza
sına müşterek fedakarlıkla birlikte devam hu
susunda arzu ve irade iştirakini ilave etmek
icap eder.
Bu izahatın faidesini arttırmak için sözle
rimizi nazarilikten çıkarmak ve tariflerimizi
bugünkü Türk milletini teşkil eden vatandaş-
109
lar kütlesine tatbik etmeklazımdır.
Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai ca
miası içinde kendilerine kürtlük, çerkezlik ve
hattA lazlık ve pomaklık gibi fikirler telkin
edilmiş olan vatandaşlarım ızı kendimizden
sayarız. Mazinin karanlık istibdat devirlerin
den kalma bir miras olan ve uzun tarihi tekal
lübatin mahsulü bulunan bu yanlış telakkile
ri hulusla ve samimiyetle düzeltmek vazifedir.
Bu günkü ilmi hakikatler beş on bin, bir kaç
yüz bin ve hattA mesela bir milyonluk kütleler
de müstakil bir milliyet tasavvur etmeğe im
kan bırakmaz. Bizim bu milletdaşlarımız hak
kında duyduğumuz bağlılığın munkariz Os
manlı Hükfunetinin güttüğü (ümmet siyaseti)
ile hiç bir alakası yoktur. Biz bu mevzuu saf
bir milliyet fikrile alıyonız. .
Hıristiyan ve Musevi vatandaşlar için de
aynı açıklıkla fikirlerimizi söylemekJAzımdır.
Fırkamız bu vatandaşları da biraz evvel izah
ettiğimiz dil ve emel birliğinde iştirak kaydı
altında tamamen Türk olarak kabul eder. Bu ·
110
olarak bahsolunuyor. Bilhassa maarü esasla
rında biribirlerini takip eden maddelerde bu
fikir tekrar olunuyor. Programa göre (Cumhu
riyetçi, Milliyetçi ve Layık vatandaş yetiştir
mek tahsilin her derecesi için mecburi bir ihti
mam noktasıdır.) Son mebus intihabatında
ıpüstakil mebusların evsafı hakkında Fırka
Riyaset Divanının neşrettiği beyannamede de
bu şartın mühim bir yeri vardı.
HALKÇILIK:
111
içinde temin olunabileceğine kanidir. Bütün
dünyada görülen misallere bakarsak sınıflaş·
ınak fikri insafsız, ihtiraslı ve taassuplu bir sı·
nıf mücadelesini ve bu da vatandaşların müte
madi çatışmasını doturuyor. Bu çatışma bir
devletin yaşamasında ve tehlikelerden korun
masında en büyük kuvvet olan milli birliği ve
milliyet fikirlerini yavaş yavaş tahrip ediyor.
Bu delkü (!) temas milli kuvvetlerin beyhude
yere israfına sebep oluyor. Bu sebeple biz sınıf
laşmayı reddediyor ve bunun yerine milletçe
kütleleşmek fikrini müdafaa ediyoruz.
Programımızda (kanunların önünde mut·
lak bir müsavat kabul eden ve hiç bir ferde,
hiç bir aileye, hiç bir sınıfa, hiç bir cemaata
imtiyaz tanımıyan fertleri halktan ve halkçı
olarak kabul ederiz) hükmü vardır. Bu tarifte
sayılan fert, aile ve cemaat imtiyazlan bugün
fiilen kalmamıştır. Memleketin bugünkü umu
mi bünyesi de kimsenin böyle bir iddia denne
yan etmesine müsait dej'ildir. Fakat memleket·
te bir sınıf şuuru uyandıracak tahrikat hissedi·
liyor. Bu tahrikat şimdilik siyasi, içtimai ve ik·
tisadi şartlan büsbütün başka memleketlerden
gelen serpintiler halinde olmakla beraber biz
bu zeminde uyanık olmak lüzumuna kaniiz.
Fırkanın sınıf telakkisini reddeden prensi·
bini programımızdan aynen okuyorum: (Tür·
kiye Cumhuriyeti halkını ayn ayn sınıflardan
mürekkep değil ve fakat ferdi ve içti.mai hayat
için iş bölümü itibarile muhtelif mesai erbab,ı·
na aynlmış bir camia telakki etmekesas pren·
siplerimizdendir. Küçük çiftçiler, küçük sana·
112
yi erbabı ve esnaf, amele ve işçi, serbestmeslek
erbabı, sanayi erbabı, büyük arazi ve iş sahip
leri ve tüccar Türk camiasını teşkil eden başlı
ca çalışma zümreleridir. Bunların her birinin
çalışması diğerinin ve umu.mi camianın hayat
ve saadeti için �aruridir.
Fırkamızın bu prensiple istihdaf ettiği ga
ye sınıf mücadelesi yerine içtimai intizam ve
tesanüt temin etmek ve biribirini nakzetmiye
cek surette menfaatlerde ahenk tesis eylemek
tir. Menfaatler kabiliyet ve çalışma derecesile
mütenasip olur.)
Fırkamız kendi hüviyetini tarif eden halk
çılık vasfında demokratlık manasını da gör
mektedir. Fırka programının amme haklarını
kaydeden kısmında şu satırlar vardır:
(Vatandaşlara Teşkilatı Esasiye kanunu
nun verdiği ferdi ve içtimai hürriyet, müsavat,
masuniyet ve mülkiyet haklannı mahfuz bu
lundurmak fırkamızca ehemmiyetli esaslar
dandır.)
Vicdan, düşünmek, söylemek,yazmak, seya
hat, akit, çalışmak, ticaret yapmak, mülkiyet,
tasarruf, içtima, cemiyet şirket hak ve hürri
yetleri, ve şahıs masuniyetleri can, mal, ırz,
mesken masuniyetleri Fırkamızın hürmet etti
ği esaslardır. Fakat vatandaşlar bütün bu
hürriyetleri kullanırken devlet otoritesinin
mahfuz kalması ve başkalarının hürriyetleri
hududunun aşılmaması Fırkamız için mühim
bir dikkat noktası teşkil eder. Programımızın
halkçılıktan bahseden maddesinin başında bu
fikir şu yolla ifade olunmuştur:
1 13
(İrade ve hakimiyetin kaynağı millettir. Bu
irade ve hakimiyetin devletin vatandaşa ve va
tandaşın devlete karşılıklı vazüelerinin hak
kile üasını tanzim yolunda kullanılması Fır
kaca büyük esastır.)
DEVLETÇİLİK:
1 14
hakkını tanımamak liberal mesleğin artık
dünyanın her tarafında hatırası kitaplarda
kalan prensiplerinden ibarettir.
Devletçilik vasfını yeni programında teba
rüz ettirmiş olan Cümhuriyet Halk Fırkası
dünyanın yeni telakkilerine tetabuk ettiği ka
dar bilhassa memleketimizin hususi icapları
na da uyan bir zihniyeti kabul etmiş oluyor.
Programımızın bu mefhumu tarif eden madde
sinde, memleketin bütün istihsal menbaların ı
ve vasıtalarını devletleştiren, serbest ticaret ve
mülkiyet haklarını tanımıyan serbest sermaye
nin çalışmasına müsaade etmiyen ve bütün ik
tisat faaliyetlerini benimsiyen aşırı devletçilik
fikirlerine yol açmıyacak bir vuzuh vardır.
Maddenin metnini aynen okuyorum:
115
bazı suitefehhümlere yol açmıştır. B u fikirleri
tashih için Fırkamızın tasavvur ettiği koope
ratifçiliği tarif ettiğimiz çerçeve içinde müta
lea etmek kafidir. Her iktisadi faaliyeti yalnız
devletin iştigali sahasına alan ve kooperatif
zihniyetinde kollektivizme giden yollarla Fır
kamızın hiç bir alakası yoktur. Zaten milliyet
çi, mülkiyetçi ve aileci bir teşekkül Qlan Fırka
mızın umumi evsafı bu telakkiye müsait olma
mak lazımgelir.
LAYIKLIK:
116
tarif edilmiştir:
(Fırka, devlet idaresinde bütün kanunla
nn, nizamların ve usullerin ilim ve fenlerin
muasır medeniyetetemin ettiği esas ve şekille·
re ve dünya ihtiyaçlanna göre yapılmasını ve
tatbik edilmesini prensip kabul eder.
Din telakkisi vicdani olduğundan Fırka,
din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve si·
yasetten ayn tutmağı milletimizin muasır te·
rakkide başlıca muvaffakiyet amili görür.)
Dini menkulatı hayata hAkim kılan medre·
selerin ve şeriat kaidelerile dünya meseleleri
hakkında hükümler veren şeri mahkemelerin
kaldınlması, hurafeden uzak muasır mektep
tahsilinin yeni nesle tatbiki memleketin haki·
ki kurtuluşunu temin etmiştir. Bu sayede Tür·
kiyenin medeni siması birçok Avrupa devletle
rinin üstünde mümtaz bir asaletle parlamak
tadır. Fırka bu vasfını en haklı bir kıskançlık
la muhafaza eder.
İNKILAPÇILIK:
117
kanunlann yapılması, şeri mahkemelerin,
medreselerin kaldınlması, tek mahkeme ve tek
mektep usullerinin korunası, dervişliğin men
edilmesi, tekke ve türbelerin kapatılması, şap
ka giyilmesi ve nihayet yeni Türk harflerinin
kabul olunması� hiç biıi ötekinden ehemmiyet
siz olmıyan ve her biıi diğerini tamamlıyan
bir sıra inkıUip sen:ıereleıidir. (Fırkamız mil
letimizin birçok fedakarlıklarla yaptığı bütün
bu inkılftplardan doğan ve inkişaf eden pren
siplere sadık kalmağı ve onları müdafaa etme-
·
ği esas -tutar.)
118
Peker enternasyonalist akımlara kapılmanın felaket. ge
tireceğini belirttikten sonra, özellikle "amele ve işçilerimiz
için milliyetçilik �artını" (abç) ve milli eğitim ideolojisinde
"milli tarih"in önemini hatırlatıyor.
Sonra milletin, "dil, kültür ve ülkü birliği" şeklindeki mi
nimal tanımını yineliyor. Bu tanımda siyasi yayılmacılık ve
irredantizm yok: Vatan "bugünkü siyasi sınırlarımız içindeki
yurt". Başka Türkler ve Türk devletleri hakkında ancak "sı
cak bir sevgi ile dolu ilgi" beslenir; "bu kütlelerle aramızdaki
kan akrabalığı ve tarih yakınlığı bugünkü siyasi uğraşımızın
dışında bir bilim konusu" sayılır. Yani milliyetçilik bir dış si
yaset projesi değil. Bunların hepsi Gökalp'in milliyetçilik an
layışının sınırlan içinde kalan görüşler.
Peker daha sonra " ... kendilerine kürtlük, çerkeslik, ve
hatta lizlık ve pomaklık gibi fikirler telkin edilmi� olan yıµ-t
taşlarımızı kendimizden sayarız" (abç) diyor. İfade tarzı öyle
ki, etnik kökeni farklı halk kesimlerini ortak tarihi ve t.abi
yeti benimsedikleri sürece eşit haklara sahip yurttaşlar ola
rak kabul eden bir hukuki millet ve yurttaş anlayışının üstü
ne kondurulmuş, hatta onu bastıran, bir etnik millet ve mil
liyetçilik anlayışı burada kendini hissettiriyor. Hukuki ve si
yasi haklar tanınıyor ama, etnik köken farklılığı, çoğulluğu,
ve bunlara bağlı olarak da kültürel farklılık pek tanınmıyor.
Çünkü, ( 1) sayılan etnik nitelemelerin gerçekliği ve meşrui
yeti, teslim edilmiyor, bunlar (dışarıdan) "telkin edilmiş bu
gibi fikirler" olarak görülüyor, (2) milli kültür zaten "öyle ta
nımlanıyor ki, etnik kökenli çok-kültürlülüğe yer bırakmı
yor. Egemen bir milli kültürün yanında/içinde yaşayabilecek
başka kültürel özelliklere alan kalmıyor. Monolitik millet
halk ve kültür birliği yaklaşımı, etnik çoğulluğun inkarına
varıyor. Kültürel Türk milliyetçiliği, dışlayıcı-tekçi bir etnik
Türk milliyetçiliğine dönüşüyor. Başka bir deyişle bütünlük
içinde çokluk değil, mutlak bir birlik ve teklik, egemen etnik
119
kültürün kayıtsız şartsız üstünlüğü anlayışı ağır basıyor. En
azından hayli ikircikli bir tutum sözkonusu. (Bu ikircikliliW
günümüzde de sürüyor.)
Peker, "beş on bin, bir kaç -yüz bin ve hatta mesela bir
milyonluk kütlelerde bağımsız bir milliyet düşünmeye im·
kan" yoktur derken, siyasi ve idari bakımdan üniter devletin
gerekçelerinden birini vermeye çalışıyor olabilir ama, bunuri
kültürel çoğulculuğun ve giderek etnik çoğulluğun da reddi..
ne varması için herhangi bir mantıksal zorunluluk yok. Pe
ker'in "(b)izim bu milletdaşlanmız hakkında duyduğumuıtl
·
120
Recep Peker, C.H.P. programlannın ilerisine geçerek
halkçılıkta "demokratlık manası" da görüyor. Bunu da prog
ramdaki "bireysel ve toplumsal özgürlük, eşitlik, dokunulmaz
lık ve mülkiyet haklan" ile bir tutuyor. Ardından saydığı diğer
bazı hak ve özgürlükler programda yok (yuk.anya bakınız).
Deuletçilik'te sınırlı ve "basit devlet anlayışı(nın) çoktan
tarihe kanş(tığı)", devlete ekonomide işletmecilik, düzenle
me ve müdahale "hakkını tanımama(nın) liberal mesleğin
artık dünyanın her tarafında hatırası kitaplarda kalan pren
siplerinden ibaret" olduğu söyleniyor. Liberalizm öldüğüne
ve sosyalizm de felaket olduğuna göre korporatist kapitalist
olunacak: " ... bütün üretim araçlannı devletleştir�n . serbest
ticaret ve mülkiyet haklarını tanımayan, serbest sermayenin
çalışmasına izin vermeyen ve bütün ikti sat faaliyetlerini be
nimseyen aşın devletçilik fikirlerine yolaçmayacak'', döne
min deyişiyle bir "ılımlı iktisadi devletçilik" sözkonusu. Özel
girişim ve özel mülkiyet hala esas; ama bunlar devletin de
netiminde kamu yarannı da gözetecek. (Bir sonraki bölüme
bakınız.) Peker'in sözünü ettiği "dünyanın yeni anlayışları"
ise, Avrupa'daki korporatist akımlardan başkası değil. Ayn
ca, "normal" kazanç, meşru ve belirli kar olarak tanımlanı
yor; kooperatifçiliğin kollektivizmden farkı belirtiliyor ve za
ten C.H.P. "milliyetçi, mülkiyetçi ve aileci bir kuruluş"tur de
niyor.
Laiklik'te Recep Peker, program maddelerini tekrarlıyor.
Laiklik, din ve dünya işlerinin ayrı olması demek, çünkü din
anlayışı her bireyin kendine ait vicdani ve kişisel bir mesele;
aynca laiklik dinsiz olmak d�mek değil. Laiklik, bağlantılı
ama biraz daha geniş bir anlam daha taşıyor; devlet yöneti
minin, kanunlann ve usullerin bilim ve teknolojinin çağdaş
uygarlığa sağladığı esaslara göre yapılmasıı:ıı içeriyor. Bu
kapsamıyla, sekülarizasyon anlamına da geliyor. Medresele
rin, şeriat kurallan ile şeri mahkemelerin 1caldınlması, hu-
121
rafeden uzak çağdaş okul öğreniminin yeni kuşağa uygulan
ması, ülkenin gerçek kurtuluşunu sağlayacak. Buradaki hu
rafeden uzak okul öğretimini, milli eğitim sisteminde sektiler
öğretim ama özel okullarda devletin de11etim ve gözetimi al
tında "doğru din" öğretimi olarak anlamak gerekiyor; ki hem
laiklik hem de sekülarizasyon anlayışında bir ikirciklilik gö
rülmeye başlanıyor. (İleriye de bakınız.)
1nkıl6pçılık bölümünde Peker inkılaplan sayıyor:
1. cumhuriyetin kurulması (inkılAplann en büyüğü),
2. medeni ve adli kanunlann yapılması,
3. şeri mahkemelerin kaldınlması ve tek mahkeme usu
lünün konması,
4. medreselerin kaldırılması ve tek okul usulünün kon-
ması,
5. dervişliğin, tekke ve türbelerin kaldırılması,
6. şapka giyilmesi,
.7. yeni Türk harflerinin kabul olunması.
İnkılapçılık, bu inkılapların korunması ve bunlardan do
ğan ve gelişen prensiplere sadık kalınması olarak tanımlanı
yor. Görüldüğü gibi bir sosyal-siyasal devrim ve devrimcilik
kasdedilmiyor. Sosyal yapı zorlanmadan siyasal düzen içinde
gerçekleştirilen, esas itibarile hukuki ve kültürel reformlar
sözkonusu. Bunlar önemli radikal reformlar ya da dönüşüm
ler (inkılaplar) ve elbette sosyal ve siyasal yapıyı da etkileye
cekler ama, sosyal-siyasal yapılann kitlesel hareketlerle al
tüst oluşu anlamında devrim (ihtilal) sözkonusu değil.
Burada sayılan inkılAplara bakarsak, 2, 3, 4, 5. maddeler
din temelli hukuk ve eğitim kurumlarının dönüştürülmesini
(5. TI}adde, toplumsal dinsel b8Zı kurumlann da kaldırılması
nı); 6. madde geleneksel giyim tarzının bir boyutunun değiş
tirilmesini; 7. madde eğitsel-kültürel-ideolojik boyutlan olan
alfabe reformunu içeriyor. Radikal reformların en büyüğü ve
değerlisi -ve biz ekleyeJim, en siyasisi- olan cumhuriyet ise,
.
122
monarşik ve teokratik meşruiyetin ve kuru�lann yerine
ulusal egemenliği koyuyor. Aslında bu da, çok daha önce baş
lamış bir sürecin noktalanması olup yasama yoluyla gerçek
leştiriliyor. ("Nasıl bir cumhuriyet" sorusunu ve inkılapların
çeşitli boyutlarını 4. ciltte ele alacağız.)
123
GENEL SEKRETER RECEP PEKER'İN
PROGRAM AÇIKLAMASI (1935)*
(') C.H.P. Genel Sekreteri R. Peker'in Sl>ylevl9ri. Ankara: Ulus Basmevi, 1935.
124
şerefe ve aynı zamanda zorluklarla dolu istik·
bal yoluna gidişi de o ka dar zayıf ve topal
kalmaya mahkiiındur. Cumhuriyetsiz faka t
milliyetçilik iddiasında bir Türkiye ne ise
milliyetçi olmaya n bir cumhuriyetçi Türkiye
zihniyetini de onun gibi görmek en doğru bir
düşünüş olur. İleri ya şayışımızın emniyeti
için ulusçuluk vasfımız o kadar mühim ve o
kadar üstündür.
Coğrafya bakımından Türkiye dünya için·
de öyle bir vaziyettedir ki şimalden, cenuptan,
doğudan, batıdan her taraftan, her çeşit rüz.
garlar bizim üzerimizden geçer. Yurdumuz
için coğrafi bakımından bu her cereyana ma·
ruz kalış hali, fikir, politika propagandaları
bakımından da aynıdır. Anarşist, marksist, fa·
şist, hilılfetçilik ve beynelmilelcilik propagan·
dalan ve buna benzer birçok propagandalar
hep üstümüzden geçer. Bütün bunlar karşısın·
da Türkiye ancak sıkı bir ulusçul\lk imanına
sarılmış olmakladır ki biri ötekini besleyenze-.
hirli cereyanlara karşı kendini koruyabilsin.
Bu cereyanlar karşısında Türkiye halkını ko·
rumak için şimdiye kadar partinin ana vasıf·
lanndan biri olarak sayılan ulusçuluk kilidi
ile Türkiyenin kapısını sımsıkı kapamak için
bu vasıf da devletemal olacaktır.
125
onlarınki gibi bir klişeden ibaret değildir. Biz
her yurddaşın elini yurttaş olarak sıkarken
beraber çalışırken, onda saygı ile tanımaya
değer vasıflar görür ve her vatandaşı müsavi
haklı, müsavi şerefli insan olarak tanır ve im
tiyaz davasında bulunınıyan yurddaşlar kitle
sini halktan ve halkçı olarak tanırız.
Biliyorsunuz eski programımızda halkçılık
vasfı gayet ehem.miyetverdiğimiz bir noktadır.
Bugünkü programımızda da yer alan bu nokta
devletin vasıflan arasında yer alacaktır.
Türkiyede sınıf yoktur, cins yoktur, imti
yaz yoktur.
Mıntaka menfaati, derebeylik, ağalık, aile,
cemaat imtiyazı fikirleri yoktur. Türkiyede de·
ğer ancak bilgi üstünlüğü, kapasite ve çalış
ma ile yükselebilir. Bir taraftan işçilerin çok
luğa ve parti kuvvetine dayanan kuvvetle ulu
sal çalışmanın ahengini bozacak zorlu hare·
ketlerine ve öte taraftan sermaye sahiplerinin,
büyük iş sahiplerinin para ve varlık gücüne
dayanarak işçilerinin haklarını Çiğnemesine
yol bıralanıyoruz. Binaenaleyh sınıf kavgası,
tahakküm, imtiyaz zihniyetlerini kökünden si·
len bir zihniyet, bu memleketin zihniyetini ta
mamlayacaktır. Ancak bizim istediğimiz ve
anladığımız manada halkçı olmaktır ki milli
yetçiliği en temiz ve saf bir değere çıkarır. Sa
de milliyetçilik Türk vatanının sının içinde
dil birliği, kültür birliği ile mazi hatıralanna
ve gelecek zamanın emellerine bağlılıkta bir·
leşme yapar. Fakat bu anlayışda birleşmemiş
olsa da; içinde, sınıf, imtiyaz çarpışmaları
126
kopmayan yani halkçı bir duygu ile birleşme
miş olan bir ulus yığını hak ve şerefte müsavi
teklerden kurulmuş bir ulusal birlik kitlesi
vücude getiremez.
ınus yığını bu saf duygularla halkçı olma
lıdır ki halk yığınları ulusçuluğun yaptığı bü
yük kuvvetle birbirini seven birbirine bağla
nan büyük bir varlık teşkil edebilsin.
127
devlet sistemleri uzun asırlar dünyada hüküm
sürdü. İnsanlık bu esirlik devrinden çıkmak
için ihtilaller yaptı. Yer yer ihtilal ateşleri
yandı. Bütün bunların neticesinde insanlığa
bir hür yaşama devri geldi, ve feodal devlet ti
pi yıkıldı. Onun yerine liberal devlet kuruldu.
Liberal devlet acıklı esirlik devirlerinden çık·
mış insanlığı bu hür yaşayış sarhoşluğunun
tesiri altında bulundurduğu zamanlar libera
lizm aldı yürüdü. Onun ana çizgileri olan
haklarda hürriyetin ve çalışmada, kazanma
da hürriyetin tatbik edilişleri zamanla derin
suiistimallere uğradı. Haklarda hürriyetin
suiistimali insanları yıkıp çürüten bir anarşi
devrine götürdü. Herkes kendini hür sayıyor,
kendi varlığının hürriyetini sınırsız bir geniş
likte kullanırken kendi öz varlığının yanında
bütün tek varlıkların yekiinunu da korumak
ödevinde bulunan devlet kudretinin masuniye
ti hiç göz önüne alınmıyordu. Herkes her şeyle
hür tek tek olacaktı. Hepsi bir tarafa çeken,
hepsi biribirini yıpratan ve devleti düşüren fi.
kirler, sözler, yazılar sürüp gitti. Beşeriyet
medeni kabiliyetlerin bol meyvalannı almağa
imkan bulucu beraberlik yerine anarşinin te
·
siri altında uzun müddetler bocaladı durdu.
Ekonomi alanında liberalizmin tatbikleri de
daha az feci olmadı. Büyük sermayeli insanlar
kullandıkları işçileri ve fabrika ürünlerini
vücude getirmek �çin muhtaç oldukları ilk
maddeyi yetiştiren ve nihayet büyük istihsali
temin ettikten sonra koskoca müstahsil kitlesi
ni baştan başa istismar ettiler. Bunun netice-
128
sinde bütün hakları çiğnenenler, liberalizmin
yaptığı çatışmalardan doğan bu büyük nefret
duyguları içinde karşı karşıya cepheler kur
dular, boğuştular, insan yığınları ardı arası
gelmiyen bir kavga içinde yaşadılar. Liberal
devlet sinesinde her türlü zarar ve karışıklık
ve kavga unsurları yaşamağa müsaid bir ze
min buldu. Çünkü herkes bir şeyyaptı.
Arkadaşlar; üzerinde daha çok durmağa
değer bulmadığını bu mevzuu bitirmek için li
beral devlet tipinin de bütün bu sebeblerle ar·
tık can çekişmekteolduğunu söylemeliyim.
Feodal devlet battı, onun yerine gelen libe
ral devlet de kendi içinden tefessüh neticesin
de dünyanın her yerinde çöküyor. Yerine çeşit
çeşit devlet tipleri kuruluyor.
Arkadaşlar; feodal devletten sonra gelen li·
beral devletin yıkılışı ulusal devletin doğuşu
devrini getirmiştir. Ulusal devlet, keyfi bir
idare değildir. Her kafadan bir ses çıkaran
dağıtıcı bir idare demek de değildir. Bizim an
ladığımız ulusal devlet nizamlı bir idarede
herkesin özel teşebbüsü demektir.
Bir takım insanlar (liberal devlet çöküyor,
onun yerine sınıf devleti geliyor) diyorlar. Biz
(hayır) diyoruz. Liberal devlet yerine kurula
cak olan sınıf devletinin, ergeç mutlaka doğru
yolu bulacağına ve muvaffakıyeti ancak ulu
sal devlet yoluna girmekle bulacaklarına kani
bulun uyo:ruz.
Arkadaşlar, Türkiyede ulusal endüstri iler
lemektedir. Devlet kendi yapıcılık kuvvetini
her alanda göz kamaştıracak bir muvaffakı·
129
yetle tebarüz ettirmekte iken hususi teşebbüs·
lere açık bulunan sahada da birçok işler her
gün ileri gitmektedir. Bütün bunların netice·
sinde memlekette geniş bir işçi sınıfı türemek·
tedir. Endüstri açılmamız neticesinde mevcud
işçilerimizin sayısı artacaktır. Gerektir ki, bu
ileri gidişin tabii neticesi olarak artacak olan
işçi sınıfları; klasik sınıf mücadelesi, liberal
devletin her fena cereyana açık ruhunda do·
ğup onun içinde beslenmiş olan ve ona karşı
cephe alıp çalışmış bulunan ve gaye olarak
onun yerine bir sınıf tahakkümü devleti kur·
mayı güden noktai nazan takib eden cereyan·
lar, ulusal Türk devletinin değerli evlatların·
dan ve yurddaşlanndan ibaret olan bu yeni
genç Türk işçi sınıfını zehirlemesine ön verme·
sin. Ve bu genç tabaka yÜrd için olduğu kadar
kendileri için de felaket getiren yanlış duygu-
'
larla zehirlenmesin.
Onun için yeni doğan bu işçi sınıfının pat·
ronlarla münasebatı noktasını bütün parti
programının baştan aşağıya yazılışında ve an
laşılışında ruh olan ahenk, anlaşma, uyuşma
haline irca ediyor. Aralarmda uyuşma yolu
yetmezse devletin koyacağı hakem yolu çatış·
malan önliyecektir.
Programda Türkiyede grev ve luk-avt sınıf
çarpışması yasak edilecektir.
Fakat bu yasak oluşun yanında, herhangi
bir sermayedar fikrinin, kendisi kadar bu
memleketin halkçılık zihniyetinden dolayı bir
evlAdı olan işçiyi, haksız yolda tazyik edeme·
niesini temin etmek de lazımdır. Onun yanın·
130
da bir işçi kitlesini� topluluğuna tesanüt ka
biliyetine güvenerek devlet varlığında esas
olan sanayi mevcudiyetini tahrib etmesine de
müsait bulunmamak gerektir.
Bunun için grevve luk-avtı yasak eden yeni
programımız onun yanında işçi ile iş verenin
münasebetlerinde, anlaşmalarını esas olarak
koyuyor. Şu halde acaba korporatif bir devlet
düşüncesi mi hakimdir fikri hatıra gelebilir.
Bunu da karşılaınak için programımızda bir
önemli madde vardır. Onu hatırlatayım: Tiµ-
kiyede istismarcı yolda çalışacak tröstler ve
karteller de yasak olacaktır. Bilirsiniz, nasıl
marksist sosyalist fikir bir ulusu içinde sınıf
duygusu ile besliyerek parça parça çatışma
saflarına ayırır, bir sınıfı öteki sınıf aleyhine
uğraşa sürükleyici telkinler yaparsa, müstah
sillerin aralarında birleşmeleri ve elele verme
leri ve bu suretle müstehlikler aleyhine ilk ba
kışta bariz görünmiyen fakat hakikatte zarar
lı olan bir başka çeşit sınıf mücadelesine yol
açar.
Halbuki biz Türk varlığında bu müstahsil
ler-müstehlikler çatışmasına da yer vermeye
ceğiz. Her gün kendisine maliyet fiatından
kat kat fazla bir fiat empoze edilmek vaziye
tinde bulunan ve istismar edenlere karşı yüre
ği nefretle dolu bir müstehlik kitlesi meydana
çı�asının da önüne geçmeyi esaslı bir pren
sip tutmuş oluyoruz.
Arkadaşlar; Türkiyede teklerin menfaati
umumun menfaati sınırı içinde bulunacaktır.
Bu sade bir edebiyat değildir. Bu, bugünkü ha-
131
yatta gerçekleştirilmesi gerek olan bir düstu
run tam ifadesidir. Bugünkü dünya durum un
da, genel varlıj'ı düşkün olan bir devlet ve
ulus içinde kendisini gerçekten o ulusa, o dev
lete bağlı sayan bir yurddaşın, ne kadar şahsi
varlığı, ne kadar parası olursa olsun, kendi
b�şına mesut olmasına imkan yoktur.
Arkadaşlar; bugün zenginlik de ferdi ol
maktan çıkmıştır. En büyük varlık sahibi ka·
zanmış olanlann bile parası milli paranın du
rum una bağlıdır. Şahsın parası devletin ve
ulusun hakiki kuvvetine dayanmıyorsa, bu bir
gece içinde mahvolabilir. Bir millet tehlike
içinde iken herhangi hakiki bir vatandaşın,
bu umumi tehlikeden masun kalmasına im
kAn yoktur. Ulusal bir tehlike herkese tesirini
yapacaktır. Bunu anlayışı kıt olanlar için an
latıyorum. Yoksa sizin bu sözlere ihtiyacınız
yoktur. Devrimizde başının bağlı olduğu ulu
sun umumi şartlan düzgün gitmezken tek
adamın ne huzur ve ne de şeref noktasından
güler yüzlü olmasına imkan yoktur. Şu halde
programda tek adam menfaatini umumi men·
faatin sınırı içinde göstermekle bir hakikati
ifade etmiş oluyorum.
Arkadaşlar; yeni programda devletçiliğin
tarifini açık bir hale koyuyoruz. Eski prog
ramdaki tarifte (hususi teşebbüs serbesttir,
devlet de iktisadi bakımdan istediği şeyler
yapmakta serbesttir) diyorduk. Sağımızda ko
yu liberal fikirdekiler ikinci cümleyi almadan
diyorlar ki bana devlet kanşmaz. Benden ne
hesab sorabilir, ne beni kontrol edebilir. Ne
132
yapacağım işin mahiyetini, ne kullanacağım
ilk maddeyi, ne müstehlikten istiyeceğim fiatı,
ne kullandığım işçinin hakkını sorabilir.
Öte tarafta bir kızıl marksist de her şeyi
devletin yapacağını hususi teşebbüse bir şey
bırakılınıyacağını, ifade ediyor. Hakikat ne
öyle, ne de böyledir. Bu noktayı yeni program
aydınlatıyor. Bizim devletçiliğimizin hakiki
manası (hususi teşebbüsün serbest olduğu) fa
kat umumi menfaatler noktasında gerek olan
her ekonomik teşebbüste devletin yapıcılık sa
ha ve salfilıiyetini açık bulunduruyor. Devlet
kendi yapacak ve kurulmasını teşvik ve hima
ye ettiği endüstriyi kontrol da edecektir.
'
Arkadaşlar, plan gerçi yazılı çizili bir şey
dir ama, büyük plan bütün bu ana fikirleri
idare edenlerin ruhundaki, kafasındaki bü
yük enerjinin, büyük anlayışın tekAsüf etıniş
heyeti mecmuasının halidir. Yazılı plAnlan
beşeriyet çok görmüştür. Büyük ana plAn yazı
da ve çizide değildir. Yeni Türkiyenin kurulu
şu ve doğuşu fikir olarak büyük dimağa düşüp
orada yeni doğan bir yıldız gibi ilk parladığı
gündenberi Türkiyede ne oldu ne oluyor, ne
olacaksa bunun hepsi büyük eserin ana plAnı
na, büyük bir anlayışla ve heyecan ateşi içinde
istikamet verişindedir. O plan bütün planla
nn ana plAnıdır.
HulAsa bu programda bu plan işini yazı ta
rafından da daha geniş bir hale getiriyoruz.
Ekonomi gibi bayındırlık, kültür işlerimiz teş
kilAtımız, halk terbiyesi teşekküllerimiz, hep
133
planlaştınlacaktır.
Ulusça teşkilAtlanma, halk terbiyesi işleri
miz de planlanacaktır. Bütün bu işler görüle
bilen çizgiler halinde hükümetin hepimizin
müşterek kovalayışımızın kolaylaşması için
vuzuhlu hale getirilecektir. Btı plAnlanış için·
de ekonomi alanında hususi teşebbüs, umumi
teşebbüshep ana çizginin içinde yer alacaktır.
Türkiye, politik bakımdan olduğu gibi eko
nomik bakımdan da bir iş bütünlüğü arzede
cek hale gelecektir. Yeni program bu birliği ve
bu manayı hassaten tesbit etmiştir.
Arkadaşlar; devletin teşkili tlanmas{nın ya
nında ulusça teşkilAtlanma bir ana fikirdir.
Devlet teşkilAtı büyük bir varlık ve kuvvet
tir. Bizim anlayışımıza göre egemenlik kayna
ğından kuvvetini aldığımız ve bunun da sade
bir sözden ibaret olmadığına inandığımız ulu·
su, devlet teşkilatının yanında onun ile bera
ber, onun içinde ona kuvvet olacak surette kıy
metlendirmek için bu toplanışa ve bu birleş
meyeihtiyaç vardır.
Şimdi burada Türk gençliğinin yavaş ya
vaş ilerliyecek teşkilAtını göz önüne alıyoruz.
Ve buna programda yerveriyoruz.Gençlik için
okunacak maddelerde göreceksiniz yüksekva
züeleri programda bunların teşkilatına doku
nan kısımlarda sayıyoruz.
Klasik mektebterbiyesinden başka halk yı
ğınlarını geniş bir halk terbiyesine kavuştur·
mak için -göğsüm kabararak söylüyorum -Ata
türkün bu yüce kürsüden övücü bir dille hah·
settikleri halkevlerini halk terbiyesine esas
134
olacak bir şekilde genişleteceğiz. Ayrıca genç
liğin terbiye edilip yetiştirilmesine önem vere
ceğiz. Arkadaşlar, gençlik terbiyesine, yığın
terbiyesinedokunurken halkı ve gençliği kafa
sını kullanmadan, yat dediğimiz zaman yatar,
kalk dediğimiz zaman kalkar sürüleşmiş bir
yığın haline getirmek istemiyoruz. Öte taraf
tan programımızda disiplin sıkı bir surette yer
almıştır. Her zorlu işin başarılmasında mu
vaffakıyet temin eden şey disiplindir. Türkiye
nin şimdiye kadar yendiği ve bundan sonra da
yenmesi lazım gelen işleri küçümsemek doğru
değildir. Onların, büyükvasıflarla ileri günle
re hazırlanacak birer mevcudiyet olduklarını
hatırdan çıkaramayız. Onların toplanma, bir
leşme ve çalışmaların da disiplini çok büyük
yer ve rolü olduğunu önemle göz önünde bu
lundurmalıyız. Fakat bunun yanında hiç bir
kimseye misal getirmeden nefsimi geri tutarak
şunu da söylemek istiyorum . Türk gençliğini
zekasını kullanmadan itaat eder hale getir
mek, bizim maksadımız dışındadır. Biz Parti
ce inanıyoruz ki milli sermayelerin.en büyüğü
en değerlisi milli zekadır.
135
zihniyetlerimizle kuruma bağlıyacağız. Türk
işçileri bir kavga, bir ayrılık unsuru olmıya·
caklar, onlar ulusal Türk devletinin babası·
na, v�lıJına içten inanarak yardımcı bir des·
tek olacaklardır. Programda kültür işinde
prensipli ve programlı çalışma hususi bir
madde ile tesbit edilmiştir. Yeni üniversitele·
rin açılması önem verilen bir nokta olarak
kaydedilmiş dil, tarih ve güzel sanat işleri
kuvvetlekaydedilmiştir. İlk tahsil için yeni bir
formül teklif edilmiştir.
136
ri, yollan tatbik edileceği yurdun ve ulusun
karakterine, tabiatine, iklimine göre çeşitle
nir. Bu usuller zaman zaman yer yer, çeşid çe
şid kullanılmış, bırakılmış, değişmiştir. Bizim
sıyasal yaşamamızda idarenin halk tarafın
dan ve halk için oluşunu tebarüz ettirecek
noktalan şöyle sıralayabilirim: Bir defa bizde,
devlet varlığırida (kuvvet birdir) yani (tevhidi
kuva) dediğimiz ana prensip hüküm sürer; o
da ulustur.
Her şey ulustadır.
Yeni programa göre de Türkiyede intibah
iki dereceli olacaktır. Biz saylav seçimini bir
dereceli yapmak yolundaki samimi emelimizi
bundan evvelki programda kaydetmiştik. Yeni
programda (yurdun genel şartlarına göre) iki
dereceli intibah sistemine devam edeceğimizi
söylüyoruz. Günün haline göre seçici, saylav
namzedinin şahsı hakkında, hiç bir fikir edin
miş detildir. Bir yurddaşı hiç tanımadığı, bil
mediği ufuktan gelmiş bir ses üzerine, bir isim
üzerine evet, hayır derneğe sevkediş mi daha
demokratiktir, yoksa şahsını tanıdığı ikinci
kademede insanlar seçip de onlara (biz size
güveniyoruz,reyimizi veriyoruz,siz de adımıza
olarak güvendiklerinize verin onlar Kamuta
ya gitsin) demek mi daha iyidir?
Arkadaşlar; İsviçrede referandum sistemi
vardır. millet toplanır ve kanuna reyini verir.
Elbette demokrasinin en ileri tatbiki budur.
Meseld Fransa bunu neye yapmıyor. Elbette İs
'viçrenin şartların a uyan bu usulün Fransada
tatbik imkanı bulunmuyor. Biz de kendi şart-
137
larımıza göre bugün ondan bir fazla derece ile
seçimi yapmak vaziyetinde bulunuyoruz.
Demokrasi bir nas, bir ayet değildir. Bir
ruh, bir espri ve bir manadır. Yapılan işler
akıl denilen bir süzgeçten geçirildikten sonra
muhit denilen bir icaba uydurulduktan sonra
tatbik edilirse fayda verir, kök tutar. Zigana
dalının llzerine portakal at°"!ı dikilmez. Biz
filan millet ve yahud filan yerde böyle yapmış
lar, biz de aynını tatbik edelim, diyenlerden
değiliz. Biz memleketimize uygun olan ulus
işine elvereni tatbik ederiz. Ve ulus işlerinde
taklid ve dış görünüşle beğendirme yerine ha
yata uygun yolları doğru buluruz.
138
Halkçılık açıklamasında 1931'e göre yeni sayılabilecek
pek bir şey yok. Yalnız, genel "biz bi�e benzeriz" tutumunun
bir başka örneği olarak, C.H.P. halkçılığının başka yerlerde·
ki popüler, popülist gibi adlar taşıyan hareketlerle ilgisi bu
lunmadığı, "onlarınki gibi bir klişeden ibaret" .olmadığı s_öyle
niyor. "Bizim halkçılığımız bizim anladığımız manadadır" de
niyor. Bu, biz bize benzeriz, biz bize uygunu seçeriz, kavram
ve terimlere istediğimiz anlamı yükleriz tutumu, temelde,
kendini evrensel ve mukayeseli normlarla bağlamama eğili
mini yansıtıyor.
Daha sonra halkçılığın mil,iyetçilikle olan organik ilişki
si gösteriliyor ve bildiğimiz özellikleri sayılıyor. "Bizim iste
diğimiz ve anladığımız manada" halkçılık, milliyetçiliği "en
temiz ve saf bir değere" yükseltir deniyor. "Ulus yığını", ''ulu
sal birlik kitlesi" motifleri yine mevcut. ·
139
ideolojilerin klasik eleştirisi. "Milliyetçi, mülkiyetçi ve aileci"
Peker de kapitalizmden vazgeçmiyor, fakat ona korporatiz
min faşist alt-türünden çok solidarist alt-türüne* daha yakin
düşen bir ideoloji bulmaya çalışıyor.
Peker hem hammadde üreticilerini ve tüketicileri sömür
düğünü düşündüğü büyük sermaye (tekelci sermayeye) karşı
görünüyor (sanki büyük ve tekelci sermaye faşist korporatist
devletle de uzlaşmazmış gibi), çünkü onun liberalizmin doğal
uzantısı olduğunu ve sınıf kavgalanna yol açtığını düşünü
yor; hem de, Türkiye'de özel ve kamusal "ulusal endüstri"nin
gelişmesi sonucu büyüyen "işçi sınıflan"nın, "bu yeni genç
Türk işçi sınıfı"nın, "bir sınıf egemenli� devleti kurmayı gü
den" zehirli uluslararası akım.lardan etkilenmesine karşı ön
lemler düşünüyor.
Peker, işçilerin de sömürülebileceği olasılığını aklına bi
le getirmiyor. Zaten onlara, paternalist ve gözdağı kokan
bir edebiyatın arkasından meta gibi bakıyor: "Büyük ser
mayeli insanlar kullandıkları işçileri ve fabrika ürünlerini
vücude getirmek için (abç)" (C.H.P. programlanndaki söz
...
140
Her kafadan bir ses çıkaran dağıtıcı bir yöne
tim demek de değildir. Bizim anladığımız ulusal
devlet düzenli bir yönetimde herkesin özel girişimi
demektir.
141
çimde totaliter bir devletin organlan haline getiren faşizmle
özdeşleştirdiği; daha dar bir kategori olan korporatif-faşist
devlet ile daha geniş bir kategori olan korporatizm ve bunun
daha yumuşak biçimleri arasında bir bağ görmediği anlaşılı
yor. Ve Peker böylesi bir yakıştırmayı ve benzeyişi reddedi
yor. Nitekim yukarıda da faşizmi akımları zararlı akımlar
arasında saymıştı.
Peker'in, faşist olunmadığını açıklama gereğini duymuş
olması, kendi başına ilginç bir nokta. En azından; tehlikeli
sulara ya�laşılmış olduğunun farkında. İkincisi, o dönemin
birçok solidarist ve faşist korporatist "üçüncü yol" olma id
diasındaki rejim, ideoloji ve ideologlarında görülen "bizimki
farklı, bizimki özgün" sendromunu da görüyor olabiliriz bu
rada. Bu, tamamen farklı ya da karşıt olma iddiası değil; an
ti-liberal ve anti-sosyalist olma ekseninde birleşen, geniş bir
üçüncü yol (tertium genus) kategorisi içindeki iç ve küçük
farklılıkların siyasi-ideolojik narsizmi. (Bu konuya 4. ciltte
döneceği2.) Yukarıdaki "yeni dünya anlayışlan"nı benimse
me ve onlara uygunluk sözlerini de hatırlayalım. "Yeni, en
çağdaş" iktisat ve siyaset anlayışlarının referansı çeşitli dev
letçi korporatist akımlar.
Peker'irt kendi sorusuna yanıtına gelince: C.H.P. progra
mının ''korporatif devlet"i "karşıladığını", ''Türkiye'de sömü
rücü yolda çalışacak tröstler ve karteller(in) de yasak ola
ca(ğını)" söy!Üyor. Nasıl "marksist sosyalist fikir bir ulusu
içinde sınıf duygusu ile besleyerek parça parça çatışma safla
rına ayırırsa", üreticilerin aralarında birleşmeleri ve tüketi
cilerin zararına hareket etmeleri de "bir başka çeşit sınıf mü
cadelesine yolaçar" diyor. Öyle anlaşılıyor ki Peker bu sefer
de faşizmi, tröstler ve kartellerle özdeşleştiriyor (aslında pek
de yanlış olmayan bir biçimde). Ama unutuyor ki, ya da ekle
miyor ki, birçok faşist akım ve parti, özellikle iktidara gelme
den önce, kendini büyük/tekelci sermaye ile örgütlü işçi sınıfı
142
ve "kızıl tehlike" arasında sıkışmış hisseden orta sınıf ve ta
bakalann desteğine hitap edebilmek için tam da bu retoriği
kullanmıştır ve bunu yaparken de emek-sermaye karşıtlığını
tüketici-üretici karşıtlığına kaydırmıştır. Şunu da hatırlaya
lım: Peker'in sözünü ettiği program maddesi (Md. 15), "ras
yonelleştirme amacıyla" yapılacak tröst ve kartelleri genel
yasağın dışında tutuyordu.
Tabii, bütün bu söylediklerimizden o dönemin C.H.P.'si
nin faşist olduğu çıkmıyor. Peker'in de anlatmaya gayret et
tiği üzere, C.H.P. devresi kapanmış, tam faşist bir ideoloji ve
rejime sahip değildi. Görmeye devam edeceğimiz üzere, rejim
ve daha çok da ideoloji planında yer yer faşizan boyutları ve
11çılımları vardı, ama net bilançoda korporatizmin faşist de
ğil solidarist alt-türüne yakındı. Korporatizmi, dar anlamda
korporatif/korporasyoncu faşist alt-türe dönüşmemişti; ama
daha yumuşak solidarist-dayanışmacı alt-türün tüm özellik
lerini de taşıyordu.
Recep Peker'in, terminolojisinin yetersizliği içinde anlat
maya çalıştığı da buydu: ''Türkiyede teklerin çıkan, genel çı
karın sınırı ·içinde bulunacaktır.... kendisini gerçekten o ulu
sa, o devlete bağlı sayan bir yurttaşın, ne kadar kişisel varlı
ğı, ne kadar parası olursa olsun, kendi başına mutlu olması
na imkan yoktur." Bir yanda milliyetçi ve disiplinli işçi sınıfı,
öbür yanda "normal", dürüst, dayanışmacı ahlaklı sermaye
sınıfı ve bunların uyumunu sağlayacak bir devlet-parti. İşte
Recep Peker'in ve Kemalist C.H.P.'nin toplum modeli: Libe
ral iktisadından ve daha önemlisi liberal demokratik siyase
tinden arındırılmış bir burjuva toplumu. Geniş anlamda kor
poratizmin ana amacı da bundan başka bir şey değildir.
Peker bu ko�mşmasında devletçiliğin tarifine bir kez da
ha dönüyor ve "sağımızda koyu liberal fıkirdekiler"in her
türlü devlet müdahalesini reddeden sınırsız, bencil özgürlük
çülüğünü, öte tarafta (solumuzda) "kızıl marksist"lerin özel
143
gınşıme hiçbir şey bırakmayan devletçiliğine (!) karşı
C.H.P.'nin devletçiliğini koyuyor. Hemen ardından plan ve
planlamaya geçiyor. Bu salt ekonomik bir planlama da değil
dir! "Ekonomi gibi bayındırlık, kültür işlerimiz teşkilatımız,
halk terbiyesi teşekküllerimiz, hep planlaştınlacaktır."
C.H.P.'nin, tek-partinin, devlet-partisinin devletçiliği, iktisa
di alanda ılımlı olabilir, ama devletçilik, devlet güdümü ve
denetimi, kültür ve eğitimi de içine alacaktır. Kemalist dev
letçilik bu bakımdan, "ılımlı iktisadi devletçilik"ten ibaret
değildir. Entegralist ve totaliter boyutları da olan, bir idari
siyasi devletçiliktir aynı .zamanda. Bu boyutların bir kısmı
tam bir kısmı yarım kurumlaşmış, bir kısmı ideolojik planda
tasavvurlar olarak kalmıştır. Örneğin, işkollarının korporas
yonlan kurulmamıştır ama, bazı meslek gruplarını tepeden
örgütleme amacı hep ifade edilmiş ve çeşitli korporatist -
h atta bazen korporatif- yasal düzenlemeler de yapılmıştır.
.
(Bun lara, 4. ciltte Kemalist rejimi incelerken değineceğiz.)
Şunu hemen ekleyelim ki, siyaset bilimindeki beylik "oto
riter" (yalnız siyaset alanında tekelci ve baskıcı) ve "totali
ter" (bütün toplumsal alanlarda müdahaleci ve baskıcı) dev
let/rejim �mlannı kullanacak olursak, Kemalist tek-parti
rejiminin "otoriter"likte kalmadığını, yer yer "totaliter" açı
lımlar yaptığını da kabul etmek gerekecektir.
Nitekim C.H.P. Genel Sekreteri konuşmasına "ulusça
teşkilatlanma'', "politik bakımdan olduğu gibi ekonomik ba
kımdan da bir iş bütünlüğü arzedecek hale" gelme, "devletin
örgütlenmesinin yanında ulusça örgütlenme" temalarıyla de
vam ediyor. "Devlet örgütünün yanında, onunla beraber,
onun içinde (abç), ona kuvvet olacak biçimde" bir ulusal "top
lanış ve birleşme"nin bir ana fikir olduğunu belirtiyor.
Planlı biçimde yürütülecek olan, bu ulusu örgütleme işi,
bize "devlet, örgütlenmiş millettir" kuramlarını hatırlatıyor.
Atatürk'ün ve tüm Kemalistler'in her vesile ile söyledikleri
144
"milli birlik ve beraberlik ruhu", burada somut bir kurumlaş·
maya, örgiitlülüğe, parti/devlet·partisi eliyle örgütlendirme·
ye ve "kütleleştirmeye" varıyor.
Peker'in şu yaklaşımı da üzerinde durulmaya değer.
Önemli olan, "yazılı plan" değildir -diyor; "... büyük plan, bü·
tün bu ana fikirleri idare edenlerin ruhundaki, kafasındaki
büyük enerjinin, büyük anlayışın yoğunlaşmış toplamıdır....
Yeni Türkiye'nin kuruluşu ve doğuşu fikir olarak büy ük beyi
ne (abç) düşüp orada· yeni doğan bir yıldız gibi ilk parladığı
gündenberi Türkiyede ne oldu, ne oluyor, ne olacaksa bunun
hepsi büyük eserin ana planlna büyük bir anlayışla ve heye·
can ateşi içinde yön verişindedir. O plan bütün planların ana
planıdır." Atatürk'�, Atatürk'ün Nutuk'tan (bkz. 1. cilt) bildi
ğimiz "en ve tek doğru yol" temasına, yanılmaz büyük kuru
cuya, milletin beyni olan karizmatik şefe gönderme açıktır.
Mahmut Esat Bozkurt'un ünlü "Türk inkılıibı, Atatürk'ün
kafasının bir fotografisinden ibarettir" anlay1Ş1na, Recep Pe·
ker burada küçük bir ekleme yapıyor ve şefin yanına/hemen
arkasına alt.şefleri de koyuyor; "bu ana fikirleri idare eden·
ler" diyor. Biraz sonra Atatürk'ü özel adıyla da anacak.
"Halk yığınlan"nı "klasik okul terbiyesin den başka geniş
bir halk terbiyesine kavuştur(acak)'·' halkevleri için Atatürk'-
ün sözlerine değinen Peker, gençliğin terbiyesine geçiyor;
"sürüleşmiş bir yığın" istemediklerini ama "sıkı disiplin"in
esas olduğunu söylüyor ve "milJi sermayelerin en büyüğü, en
değerlisi milli zekadır" diyor, Burada da "milli karakter·
seciye" ve Atatürk'ün "milJi cevher" motifleri var.
Peker, Türk işçisini ve esnafını örgütlemeyi, '.'klasik işçi
örgütlenmesinden başka üstün ve ulusal fikirlerle" gerçek·
leştire'ceklerini, onları "hükümleri geçmiş ve ihtiyarlamış
olan sosyalist akımların... mücadele yolJarile değil, kendi
ulusal anlayış ve �ihniyetlerimiıle kuruma baglayaca(klan·
nı)" (abç) söylüyor. "Türk işçileri bir kavga, bir ayrılık unsu·
145
ru olmayacaklar, onlar ulusal Türk devletinin babasına, uar
lıgına inanarak yardımcı bir destek olacaklardır" (abç). Bu
rada Kemalist milliyetçiliğin bir başka önemli boyutunu çok
net olarak görüyoruz. Türk milliyetçiliğinin aynı zamanda
anti-sosyalist bir ideoloji olduğunu ve bugüne kadar gelen
"Kemalizm'den başka izm yoktur" sözünü, kaynağında tesbit
ediyoruz. Kemalist Türk milliyetçiliğinin patemalizmini,
"atacılık" (bkz. 1. cilt) derecesine varan "babacılığını" da göz
lemliyoruz: İşçiler, "ulusal Türk devletinin babasına" bağlı
ve yardımcı · olacaklar.
Recep Peker konuşmasını demokrasi üstüne görüşlerle
bitiriyor. "Devletçilik ... ulusal birlik, disiplin vs.", "ya demok
rasi ne oldu diyenler var" tarzındaki, biraz önce korporatif
devlet konusunda da kullandığı retoriğe başvurarak, demok
rasinin "halk tarafından, halk için" tanımını yineledikten
som:a demokrasinin "öz tanımı"nı yapıyor. Bu tanımdaki te
mel ögeleri, yöneticileri "ulu varlık ulus"un seçmesi ve seçi
lenlerin "halk jrığınının genel çıkarı" için çalışması olarak be
lirliyor. Argümanını "güçler birliği" ilkesine indirgiyor. Bir
dereceli seçimin zaman sız olduğu, iki dereceli seçimin "yur
dun genel şartlarına göre" daha demokratik olduğu şeklinde
ki, bildiğimiz parti programı ilkesini yineliyor. Yukarıdan da
tanıdığımız "bizim istediğimiz ve anladığımız manada" de
mokrasi (veya herhangi bir başka kavram ya da kural) yak
laşımını, bu rölativist, hatta keyfi yaklaşımı sürdürüyor ve
demokrasinin "şekilleri, usulleri, yolları, uygulanacağı yur
dun ve ulusun karakterine, tabiatine, iklimine göre çeşitle
nir" diyerek belki ilk bakışta Montesquieuvari bir "kanunla
rın ruhu" analizi gibi görülebilecek, ama aslında evrensel as
gari normları hiçleyen, tersine çeviren uçlara gidiyor. "Biz bi
ze benzeriz" ve başka örneklere (normlara) aldırmayız tav
rıyla biten konuşmasını, demagojik bir metaforla süslüyor:
146
Zigana dağının üzerine portaka1 ağacı diki]mez.
147
Peker'in 13 Mayıs 1935'te C.H.P. Dördüncü Büyük Ku
rultayı'nda yaptığı bu konuşmadan birkaç gün önce, 8 Mayıs
1935'te Ankara Radyosu'ndan yaptığı konuşmasından• da,
"demokrasi", "disiplin" ve "Kemalist ideoloji" üstüne bazı söz
lerini aktarmak istiyorum:
(') C.H.P. Gens/ Sskrstsri R. Psksr'in Sôy/svlsri. Ankara: Ulus Basımevi, 1935.
148
sunularak Parti hükfunetinin çalışmalannda
tesir yapıyor.
149
şidir. Başta İnkılap Dersleri olmak üzere çeşitli yazılan ve
söylevleri ile siyasi kariyeri başlı başına bir doktora tezi ko
nusudur. Biz burada yalnızca onun C.H.P.'nin altın çağının
genel sekreteri olarak yaptığı 193 1 ve 1935 program açıkla
maları üzerinde durabildik. Ancak, Peker'in önemi hakkında
birkaç küçük n oktaya daha değinmeden geçemeyeceğiz.
"Ebedi şef' dönemi (1923-1938) C.H.P.'sinin doruk karar
organı olan "Genbaşkur" - Genel Başkanlık Kurulu*'nun
üçüncü üyesi olan Peker, aynı zamanda C.H. P.'nin ve Kema
lizm'in en önde gelen ideologlarındandır, ideolojiye çok önem
veren şeflerindendir. Burada incelediğimiz 193 1 ve 1935
program açıklamalarını da, herhangi bir partili ya da dışarı
dan bir ideoloji popülerleştiricisi olarak değil, tam yetkili bir
parti baş-sözcüsü olarak yapmaktadır. Atatürk'ün ve
C.H.P.'nin kurumsal ideolojisinin sadık bir temsilcisidir.
Yaptığı açıklamalar, kişisel, idiyosinkratik eklemeler ve sap
malar değil; Kerpalist C.H.P. ideolojisini açan açımlayan, ru
hunu ve mantıksal uzantılarını sergileyen görüşlerdir. Ata
türk'ün ya da İnönü'nün görüşleri ile C.H.P. programında
yazılı kurumsal ideoloji ifadeleri arasında ne kadar fark ola
bilirse, Peker'in sözleriyle program ideolojisinin ldfzı arasın
da da ancak o kadar fark olabilir. Küçük "sağa sola sallan
malar" her zaman olabilir, ama öz, çerçeve aynıdır, hepsi
ana-akıntının içindedir. Kişilere göre değişebilecek n üanslar,
vurgular her ideolojik akımda görülen bir şeydir.
Bu noktayı, dşikdn ildm derecesinde vurgulama gereğini
duymamın nedeni, Kemalist tek-parti ideolojisinin ne olup
olmadığı konusunda, Kemalizm'in içinden de, yıllar sonra ve
bugün de, o ideolojinin çeşitli otoriter-totaliter boyutlarının
( ) D&gişmez Genel Başkan Atatürk; Genel Başkan Vekili lnono (1 937'ye kadar),
•
Genel Sekreter Peker (1936'ya kadar). Bu kurulun görev ve yetklleri için bkz. 4.
cilt.
150
kişisel bir sapma olarak Peker'e maJedilmeye, ebedi ve milli
şeflerin ve partinin bu boyutlardan aklanmaya çalışılması
diye özetlenebilecek bir yanılgının ve bir yanıltmanın görül
mesidir. Nasıl Atatürk'ün ölümünden sadece bir yıl önce İnö
nü'nün başbakanlıktan ve genel başkan vekilliğinden ayrıl
ması bir "ideolojik kopuş"u temsil etmiyorsa, Peker'in yalnız
ca iki yıl önce genel sekreterlikten ayrılmış olması da bir
ideolojik kopuş veya ayrılık anlamına gelmekten uzaktır.
Kaldı ki, yukarıdaki metin incelemelerinden gördüğümüz gi
bi, C. H.P. programlarında 1947'ye kadar hiçbir ciddi değişim
yoktur ve bu kurumsal ideolojiden Genbaşkur triumvirası da
hayatta ve görevde kaldıkları süre içinde kollektif olarak so
rumludurlar. Kayıtlarda, sonuçsuz kalmış bazı çıkışlar da
görülmüyor. İlk kayda değer değişiklikler 1947 programında
ve 1946 olağanüstü kurultayının kabul ettiği tüzükte ortaya
çıkıyor (bkz. 4. cilt).
Kapalı bir siyasi elitin, her yerde görülen ve daha çok ki
şilik ve yetki rekabetine dayanan iç-sürtüşmelerinin ayrıntı
larını ve gerekçelerini tam tesbit etme işini tarihçilere bıra
karak, burada da ciddi bir ideolojik çatışma olmadığını yine�
leyelim ve şunu söylemekle yetinelim. Nasıl ki, Atatürk
İnönü sürtüşmesi, klişe kaynaklarda iddia edildiği gibi, "dev
letçiliğin" bırakın özünü dozuna ilişkin bir çelişkiye bile in
dirgenemezse, ("ılımlı devletçilik" diyen İnönü, "güdümlü
ekonomi" diyen Atatürk'tür - bkz. İkinci Kısım); Peker-Ata
türk sürtüşmesi de birincisinin 1935 İtalya-Almanya gezisin
den sonra şeflere ve partiye faşist bir örgütlenme modeli
önermesi üzerine tasfiye edilmesine indirgenemez. Kendi gö
rüşleri faşizan unsurlar taşımakla birlikte (bütün şeflerde ve
parti ideolojisinde olduğu kadar), Peker'in "korporatif = fa
şist" devleti reddettiğini yukarıda görmüştük. İkincisinin , çe
şitli kaynaklarda ve sözlü aktarmalara dayanılarak zikredi
len "bunları ben öldükten sonra yaparsınız" sözü ise, ayrıca
151
çözümlenmeye muhtaçtır (bkz. 4. cilt). Peker'e yakıştınlan
"faşist proje" kayıtlarda olmadığı gibi (ama program açıkla·
maları kayıtlardadır ve ne dediğini gördük), birçok bakım
dan C.H.P.'nin kurumsal ideolojisinden "fazlası" olanın Pe
ker değil, Atatürk olduğunu İkinci Kısım'da görmeye hazır·
lanıyoruz. Kısacası, Recep Peker'in 1946-1947'deki başba
kanlığı sırasında halk daha otoriter bir rejimde ısrar etmiş
olması, olsa olsa il. Dünya Savaşı sonrası C.H.P.'nin ve İnö�
nü'nün pragmatik esnekliğine sahip olmadığını gösterir;
yoksa 1923-1936 Recep Peker'inin, faşizan olduğunu ve (do
layısıyla!) öteki şeflerin ve partinin öyle olmadığını göster
mez.
Yanlış çıkarsamalara dayandınlan yakıştırmalara bir ör
nek vermeden geçemeyeceğim. Türk Britanika'sı "Ana Bri
tannica" da yukarıda sözünü ettiğimiz anekdotu esas alıyor
ve reker maddesinde şöyle yazıyor:
152
ideoloji ve rejimin otoriter-totaliter boyutlarının vebali, ha
.
ketmediği bir şeref olarak büyük ölçüde Peker'in omuzlarına
yüklenmiş, parti ve büyük şefler bunlardan aklanmış oluyor.
Aynca deniyor ki: "Onaylanmayan bu tasan partinin
devlete bütünüyle egemen olmasını öngörüyordu". Yine Pe
ker'in sapması ve partinin ve şeflerin aklanması sözkonusu.
Oysa (i) Peker'in tasarısının tam ne olduğunu bilmiyoruz ki,
ne kadarının onaylanmadığını bilelim, (2} devlet-parti özdeş
liği, parti programlarında, bu terimlerle 1930'larda telaffuz
edildi ama, Atatürk'ün 1920'1erdeki tüm konuşmalarında bu
öz, bu ruh vardır (bkz. 1. ve 2. ciltler), (3) bir şeyi de, Britan
nica'nın savının tersine, kayıtlardan çok iyi biliyoruz: Her
şey bir yana "Parti'nin devlete bütünüyle egemen olması",
Peker'in 1935'te "onaylanmayan bir tasarısı" değildi; ebedi
şefin, milli şefin, öteki alt-şeflerin ve parti kurultayının tü
münün onayladığı bii program maddesi" idi. 1935 C.H. P. Tü
züğü'nün 95. maddesi aynen şöyledir:
'
Parti, kendi bağrından doğan hükümet örgütü
ile kendi örgütünü birbirini tamlayan bir birlik ta
nır.
153
"20 YIL İÇİNDE C .H.P." (1943)*
(') Yirmi Yıl içinde Cumhuriyet Halk Partisi. Ankara: Ulus BaS lf!l &VI, 1 943.
154
kimiyet ülküsünün en iyi, en emin surette tem
sil ve tatbik etme şekli cumhuriyettir, ve bunu
kurma ve koruma, uğrunda her türlü fedakar
lığa değer bir ülküdür.
B) Milletler, başlı başına müstakil hüviyet
lerdir. Yüksek bir insan seviyesine varmanın
temel şartı ve vasıtası milletçiliktir. Siyasi ve
sosyal hayatta ilk dµ_şünülecek nokta, milletin
hususi hüviyetini ve menfaatini korumadır.
C) Sınıfları teşkilatlandırma, onlann men
faatleri arasında tezadı belirtecek sınıf müca
delesine meydan verme cemiyetin enerjisini
beyhudeyere israf etmekten ve işin ve iş sahip
lerinin huzurunu gidermeden başka bir şeye
yaramaz.
Türk milletini türlü sınıflardan mürekkep
telakki etmemeli, meslek erbabının bir araya
gelmesi şeklinde görmeli ve birbirini istismar
eder sınıflann vücuda gelmesine asla meydan
vermemelidir.
D) Gerek Türk milletinin medeniyetçe hız
la yükselmesini sağlamak, gerek halkçılığın
zaruri kıldığı şekilde diğerlerini istismar ede
cek sınıflara meydan vermemek için iktisadi
ve sosyal alanda, fertlerin ve hükmi şahısların
bütün vasıtalarından ve Devletin kuvvetinden
aynı zamanda ve ahenkli surette faydalanmak
gereklidir.
E) Herhangi bir itikadı kabul etmek ve Am
me nizamını bozmayan ibadeti yapmak veya
yapmamak meselesi her ferdin kendinin bile
ceği iştir. Fakat Devlet işlerinde ve o arada
dünyada milletin huzur ve refahı için yapılan
155
kanun hükümlerinin düşünüşünde dini itika
dın yeri olamaz.
F) Sosyal gelişmelerde ilerlemelerin kesin
olarak belli merhalelerden geçmek suretiyle,
adım adım, tedrici bir şekilde gerçekleşeceii
fikri yanlıştır. Bu yanlış kanaat, sosyal hayata
tesir yapma mevkiinde olanların enerjisini de
kıracağı için tehlikelidir. Millet hayatının lü
zumlu ve zaruri kıldığı işlerde bütün enerjiler
den faydalanarak hedefe bir an evvel varma
yolunda her türlü engelleri kırmağa çalışma
bir vazüedir.
Yukarıda hülAsa ettiğimiz cemiyet görüşü
nü nasıl bir gelişme ile Halk Partisinin mem
lekete getirdiğini ve yaymağa çalıştığını ince
leme tarihçilerimizin yapacağı işlerdir ve bu
broşürün konusu dışındadır.
2- Halk Partisi milletin nefsine güvenmesi
nin zaruretini ve faydasını gösterdi ve Tanzi
mattan sonra türlü sebeplerin sonucu olarak
bazı zümrelerde görülen (Aşağılık duygusunu)
kökünden yok etmenin yolunu açtı. Bunda
Partinin faydalandığı olaylar şunlardır: 1)
Türk milletinin büyük ve şerefli tarihi, 2) Dün
yanın Türk milletinin dirilemiyeceiini sandığı
zam�da yaptığı büyük savaşla ve inkılipla
başardığı işler ve bunlarda bir takım milletle
re örnek olması ve tesir yapması.
Parti, (çalıştıkça nefsine güven ve milletin
le ve işinle övün) umdesini yaymakla her türlü
enerjiyi kıran kötü duyguların ortadan kalk
masına yol açmıştır.
3- Parti, sınıf kabul etmemekle, sosyal ni-
156
metlerden faydalanmanın (kabiliyet ve çalış
ma derecesiyle mütenasip olacağını) progra
mına koymakla işi ve çalışmağı faziletlerin
başında görmüş ve millet ahlakının miyarım
da doğrudan doğruya veya bilvasıta milletçe
faydalı işe yarayıp yaramama olarak kabul et
miştir. Bu bakımdan çalışma ahlakının kök
leşmesine yarayacak manevi bir muhiti hazır
lamıştır.
4· Parti, Türk milletinin insanlık ailesi
arasında yüksek bir medeniyet seviyesinevar
masını ülkü edinmekle yurttaşlara başka
memleketlerde görülen türlü buhranlara mey
dan vermiyecek ve insanlık ailesi arasında ör
nek bile olacak medeniyet seviyesine varma
amacını ve bunun icabettirdiği dünya görüşü
nü yaymağa çalışmıştır.
* * *
157
olan (Hürriyet)in korunabileceğini Partimiz,
yarattığı rejimle aleme göstermiştir.
3) Tek parti ile idare olunduğu halde em
peryalistliği ve münhasıran harp için hazır
lanmağı gütmiyen bir rejim kurmanın, bir si
yaset gütmenin mümkün olduğunu dünyanın
gözü önüne koymuştur.
4) Ferdi mülkiyet esası korunduğu halde
sınıfların teşekkülüne ve sınü mücadelesine
meydan verilmemesinin yolu bulunabileceği
herkeseaçıkça gösterilmiştir.
5) Milletler hayatında kesin merhaleler ol
madığı ve bir milletin atlamalar yaparak ön
ceden gerçekleşeceği tahmin edilemiyen ülkü
lere erişilebileceği Türk inkılAb�ın verimle
riyle isbat edilmiştir.
Partimiz dünyaya getirdiği bu yeniliklerin
garp ve şark milletleri ilim ve politika adam
ların ın düşünüşleri üzerinde tesir yaptığına
ve ilerde daha fazla yapacağına şüphe etmiyo
ruz. Türk Devlet rejiminin milletler ailesi üze
rine genel tesiri tarihte yeni bir olay değildir.
On beşinci ve on altıncı asırlarda Avrupa'da
teşekkül eden monarşilerin Amme hukuku te
lAkkisinde de Türk milletinin kurduğu İmpa
ratorlukların ve bu arada Osmanlı İmpara
torluğunun o zamana göre çok ileri olan am
me hukuku görüşünün hayli tesir yapmış oldu·
ğuna şüphe yoktur. Eminiz ki yirminci asırda
da Türkün devlet ve rejim telAkkisi, gene dün
ya milletlerinin bir çoğu üzerinde söylenerek
veya söyle�iyerek örnek gibi görülecektir.
Şimdiden olaylara dayanarak bu tesirleri in-
158
celeme ilim adanılan için çekici bir konu olsa
gerektir.
Türk rejiminin bu hususiyeti, Türk milleti
nin devlet kurmada . ve şef yaratmada daima
gösterdiği üstün kabiliyetinden ileri geliyor.
159
si şeklinde gören, bildiğimiz anti-sosyalist, anti-liberal, kor
poratist anlayış yineleniyor. Dikkate değer ki, "işiı:ı ve iŞ sa
hiplerinin huzurunu giderme <� kaçırmama)'�, vurgulanan
amaçtır. Devletçilik'te yi�e kalkınmacılık, halkçılığın gerek
tirdiği, sömürücü sınıflara meydan vermeyen (!), devletin de
netiminde ve ortaklığıyla gerçekleştirilecek bir ulusal ekono
mi seferberliği teması var. Laiklik ve İnkılapçılık (terimi kul
lanılmadan) bildiğimiz kalıplar içinde tekrarlanıyor. Sonra
bunlardan bazıları birai daha açılıyor.
Milliyetçilikle ilgili olarak, milletin "kendine güvenmesi"
ve bazı zümrelerinde görülen "aşağılık duygusu"nun yokedil·
mesinden sözedilerek, Kemalist milliyetçiliğin defansif boyu
tu, ezilmişe özgüvenini yeniden kazandırma boyutu vurgula
nıyor. Burada da başlıca am'açların ( 1) büyük ve şerefli tarihi
ile (2) Kurtuluş Savaşı ve inkılap başanlannın ön plana çı
kanlması olduğu belirtiliyor. (Biraz sonra göreceğimiz üzere
Atatürk'ün "eski büyük -arada gölgede kalmış• şimdi yine
büyük Türk uygarlığı temasının tekran.)
Halkçılıkla ilgili olarak, "sınıf kabul etmeme", "millete
yararlı olma" şeklindeki solidarist bakış açısı ve ahlak nor
mu yineleniyor.
4. madde biraz kapalı ya da muğlak ama "Türk milleti
nin insanlık ailesi arasında yüksek bir medeniyet seviyesine
varmasını ülkü edinme", cümlenin ikinci yarısındaki "başka
ülkelerde görülen türlü buhranlara meydan verme(me)" ve
"bunun icabettirdiği dünya görüşünü yayma" ibareleriyle bir
likte okunduğunda; referansın, "anarşik liberalizm" ve "kızıl
tehlike marksizm-sosyalizm-komünizm"e karşı genel olarak
çağdaş korpotatist akımlara olduğunu görmekten başka şık
kalmıyor. (Tabii, bilim ve teknolojisini bir yana alıp, çağdaş
laşma ve uygarlaşmada örnek alınacak Batı'nın , Kemalistler
için hangi sosyal-ııiyasal-ekonomik Batı alduğunun artık da
ha iyi irdelenmesi gereği bir kez daha karşımıza çıkıyor.)
160
C.H.P. bu yayınında, "diğer ülkelerin rejimleriyle iyi kar
şılaştırmalar yapılırsa dünya için de yeni bir millet yönetimi
ve kamu hukuku görüşü" ortaya koyduğu kanısındadır ve bu
yenilikleri şöyle saymaktadır:
161
gin olduğu iddiası ve kalıcı, uzun ömürlü olacağı inancı ve
edası, "etki yaptığına ve ilerde daha fazla yapacağına kuşku"
duyulmaması. (Kim demiş Kemalist C.H.P. baştan beri çok·
particiliğe geçme niyeti taşımıştır diye!)
Kemalist C.H.P. yalnız tek-particiliği ve devlet kurucu·
luğu konusunda değil, "şef yaratma"daki, şefçilikteki, şef•
sistemi kurmadaki başarısı, "üstün yeteneği", tarihteki ve
gelecekteki ("söylenerek veya söylenmeyerek") ya da nere·
deyse ezeli ve ebedi, kısacası "geçici" değil "kalıcı" öncülü·
ğüyle de övünüyor. O kadar ki, "Cumhuriyetçi" bir rejim ve
ideolojinin kendine yakıştırmaması gereken bir tarzda,
"Türk Devlet (d yine büyük) rejiminin milletler ailesi üs·
tünde gen�) etkisi tarihte yeni bir olay değildir. On beşinci
ve on altıncı yüzyıllarda Avrupa'da kurulan monarşilerin
kamu hukuku anlayışında da Türk milletinin kurduğu İm·
paratorluklann ve bu arada Osmanlı İmparatorluğunun o
zamana göre çok ileri olan (!) kamu hukuku görüşünün" et·
kisiyle böbürlenmekten geri kalmıyor. Anlaşılan, Osman·
h'nın, birçok şeyi kötü ama devletçiliği ve monokratik sul·
tanizmi iyi. Dikkat edilsin, övülen Osmanlı meşrutiyetçiliği
değil, Osmanlı'nın "sınırlı iktidar"la ilgisi olmayan 15. ve
16. yüzyıilan. Örtük ya da uyuyan şovenizm de insanın ak
lını başından alabiliyor; "cumhuriyetçi" (ama nasıl?) bir
parti, güçlü devlet -"yüce devlet" ve "mutlak şef'- "ata-baba
otoritesi" uğruna, "eski-üstün Türk milleti" uğruna ("bizim")
monarşiyi de övme açmazına düşebiliyor. Toplum düzen ve
birlik içinde olsun da, isterse devlet ve şef otoritesi sınırsız
olsun.
Eski yük.sek tarih -gölgelenmiş ara-tarih- defansif milli
yetçilik ve özgüven tazeleme zincirine bir halka daha ekleni
yor. Sonuncunun dozu o kadar artıyor ki (İkinci Kısıtn'a da
bakınız), yeni yüksek başarılan ululayan ve "milli karak
ter"in üstünlüklerinin tarih sahnesine bir kez daha çıkışını
1 62
kutlayft!l bir ofansif milliyetçiliğe zaman zaman kolayca geçi
lebiliyor. Şimdi de "Türk'ün otoriter devletçiliği, tek-particili
ği ve şef-sistemciliği dünyaya örnek olacak ("millenium" bo
yunca.?). Bu da bizi, baş-ideolog ve mutlak karizmatik önder
Atatürk'ün 1. ve 2. ciltlerde tam olarak ele almadığımız çe
şitli göıiişlerine getiriyor.
Yalnız daha önce, çöıümlemesini de daha ileriye bırak
mak koşuluyla, C.H.P.'nin bu yayınının sonunda övünç ve kı
vançla ifade ettiği üzer�, dünyaya getirdiği yeniliklerin batı
ve doğu milletleri ile bilim ve politika adamlarının düşünüş
leri üzerindeki etkisini incelemenin "çekici bir konu" olduğu
nu düşünmüş olan milli ''bilim adamları"ndan birinin görüş
lerinden kısa bir alıntı yapmak, C.H.P.'nin 20 Yılı broşürün
deki göıiiş lerin tek-parti döneminin ideolojik iklimi içinde
"bilimsel" olarak nerelere vardırılmış olduğunun, totaliter
tek-parti ve atavistik şef kültü ögelerinin hangi dozlarda yü
celtilmiş (ve benimsenmiş) olduğunun nabzını tutturmak is
tiyorum:
163
nın çütliği gibi kullanan bir padişah için
"devlet benim" demek elbette mümkündür. Bu
iddiaya karşı bir tepki teşkil eden büyük Türk
ihtilAli ''HAkimiyet Milletindir" diye haykır·
makta yerden göğe haklı idi. Fakat bugün ba·
şımızda ne budala bir padişah, ne de eli kanlı
bir Sezar var. Demek oluyor ki bugün milleti
devlete zıt bir mefhum gibi öne sürmek bilhas
sa biz Türkler için yanlıştır. Türk dehAsının,
içinden yetiştirdiği, Türk dehAsının cisimle·
rinden bir Türk çocuğu bugün milletin başın·
dadır. Bizde fırka yoktur, fırka ayrılık, parti,
parça üade eder. Devlet denen salAhiyetler bü·
tünlüğünü şu veya bu vasıta ile ele geçirmek
ve devlet iktidarını diğer gruplar aleyhine is·
tismar etmek bahis mevzuu değildir. Bugün
kendisine "Cumhuriyet Halk Partisi" yerine
pek güzel ''Cumhuriyet Halk Taazzuvu" dene·
bilecek olan teşekkül, milletin kendi mukadde·
ratını bizzat idare edebilmek için kendine reh·
ber seçtiği yurddaşlarının toplantısından iba·
rettir, ve elbette ki rehberlerin de bir rehberi
vardır, ve o da en büyük Türk, Atatürk'tür, ve
bu aşağıdan yukarıya doğru, milletten devlet
reisine müteveccih taazzuv teselsülü devlet te·
zile millet antitezinin Türklük sentezi halinde
tahakkukundan ibarettir. O halde Türk inkı·
lAbı i deolojisine göre devleti şu kısa cümle ile
tarü mümkündür. ''Devlet, Atası etrafında top·
lanan millettir."*
(1 Orhan Arsal, Devletin Tarifi. Ankara: Recep Uluso!)lu Basımevl, 1938, ss. 31 -
32. (Ankara Halkevi Konferansı, Seri 1 , Kitap 22; 'C.H.P. Yayını'.)
164
CUMHURİYETÇİLİK
Türk Milleti!
Kurtuluş savaşma başladığımızın 1 5'inci
yılındayız. Bugün cumhuriyetimizin onuncu
yılını doldurduğu en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi
olarak bu kutlu güne kavuşmanın en derin se
vinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttaşlarım!
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu
işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı
ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhu
riyetidir.
Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve
onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak
azimkArane yürümesine borçluyuz.
Fakat yaptıklarımızı asla kafi görmeyiz.
Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak
mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu
dünyanın en mfunur ve en medeni memleketle
ri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş
1 69
refah, vasıta ve kaynaklarma sahip kılacağız.
Milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesi
nin üstüne çıkaracağız.
Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş
asırlarm gevşetici zihniyetine göre değil, asrı
mızın sürat ve hareket meflıumuna göre düşü
nülmelidir. Geçen zamana nisbetle, daha çok
çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük iş·
ler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağı
mıza şüphem yoktur. Çünkü, Türk milletinin
karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır.
Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti milli
birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini
bilmiştir. Ve çünkü, Türk milletinin yürümek
te olduğu terakki ve medeniyetyolunda, elinde
ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki,
yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin
tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve
onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milleti
mizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkan
lığını, fıtri zekAsını, ilme bağlılığını, güzel
sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu
mütemadiyen ve her türlü va sıta ve tedbirler
le besliyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüz
dür.
Türk milletine çok yaraşan bu ülkü, onu,
bütün beşeriyetehakiki huzurun temini yolun·
da, kendine düşen medeni vazüeyi yapmakta,
muvaffak kılacaktır.
Büyük Türk milleti, onbeş yıldanberi giriş
tiği.ıniz işlerde muvaffakiyet vadeden çok söz·
lerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin,
170
hiçbirinde milletimin, hakkımdaki itimadını
sarsacak bir isabetsizliğe uj'ramadım.
Bugün, ayİıı iman ve katiyetle söylüyorum
ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte
olan Türk milletinin büyük millet olduj'unu
bütün medeni Alem, az zamanda, bir kere da-
·
ha tanıyacaktır.
Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutul·
muş büyükmedeni vasfı ve büyük medeni kabi
liyeti, bundan sonraki inkişafı ile, Atinin yük
sek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi do
ğacaktır.
Türk Milleti,
Ebediyete akıp giden her on senede, bu bü
yük millet bayramını daha büyük şereflerle,
saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamam
gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene!
Hakimiyeti Milliye: 30 Ekim 1933
(S ve D, il, 274-276, 1933)
171
Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi'nin "ana vasıflan"nın
birincisi ·olan Cumhuriyetçilik'in siyasi içeriğinin niteliğine
1. ve 2. ciltlerde değinmeye başlamıştık; Kemalist cumhuri
yetin nasıl bir cumhuriyet olduğunu esas olarak 4. ciltte (Ke
malist Rejim ve Reform)ar'da) ele alacağız. Atatürk'e göre
hem dar anlamda bir yönetim biçimi, hem de geniş anlamd�
bir ulusal ve toplumsa) yaşam tarzı olan cumhuriyetin daha
çok ikinci kapsamının ve boyut)annın vurgulandığı bu söy
levdeki ana temalara geçebiliriz.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin amacı iktisadi kalkınma
ve kültürel ilerlemedir. Kemalizm öncelikle kaJkınmacı-de
veJopmantalist ve çağdaşlaşmacı-modemist bir ideolojidir.
Birincisi bayındırlığı, refahı; ikincisi milli kültürü çağdaş uy
garlık düzeyine (burada onun da üstüne) çıkarmayı öngörür.
Atatürk'ün bu amaçlara ulaşılacağından kuşkusu yoktur,
çünkü Türk miJJetinin elinde iki araç-malzeme vardır: (1)
Müspet ilim (pozitif bilimler), (2) Ulusal -"doğuş�n" (fıtri)
özeJJikJer- yetenekler.
"Geçmiş yüzylJların gevşetici zihniyetine göre değil"
(Doğulu, İslami, mütevekkil zihniyete göre değil), yüzyılın,
muasır medeniyetin hız ve hareket kavramına göre (Batıh
kapitalist girişimci rasyonaliteye göre) çalışılacak; mily�
nerler, "hatta milyarderler" yetiştirecek biçimd� kalkmıla
cak ve · zenginleşilecektir. Burada (ne de başka yerde) ikti
sadi düzenin kritik bir ele alınışı (örneğin büyümenin nitel
boyutları ya da adil bölüşüm ilişkileri gibi) görülmez; artan
refahın milli birlik ve beraberlik ruhu içinde otomatik bir
toplumsal huzur ve barış ortamı yaratacağı varsayılır. İleri
de daha aynntdı göreceğimiz üzere, bu rasyonalite, bilime
olan genel bir saygı ve güvenin ötesind� ("hayatta en gerçek
yol gösterici bilimdir"), belli tür bir bilimselcilik anlayışına,
Comte'çu pozitivist toplum ve siyaset mühendisliği ile Durk
heim'cı solidarist korporatist kapitalist toplumsal uyum mo-
1 72
deline dayanır.*
İktisadi kalkınmayla organik ilişki içinde görülen kültü
rel ilerleme ve çağdaşlaşmayla ilgili çok fazla şey görmüyo
ruz bu metinde -yukarıdaki ipuçları ve güzel sanatlarda yük
selmeyle ilgili sözler dışında. İleride "Kültür" bölümünde da
ha iyi görüleceği üzere, bu konudaki kritik sorun, örnek alı
nan çağdaş uygarlık değerlerinin/düzeyinin/modelinin liberal
kapitalist Batı mı; post-liberal kapitalist Batı mı olduğunun
iyi anlaşılmasıdır.
Türkiye'nin iktisadi ve kültüre) gelişmesindeki haşan ga
rantisinin ikinci unsuru Atatürk'e göre Türk milletinin "yük
sek karakteri", "yüksek bir insan cemiyeti" olması, "yorul
maz çalışkanlığı", "doğuştan (fıtrl) zekası" vb. gibi özel ve üs
tün nitelikleridir. Dikkat edilirse bunlar, "her millette oldu
ğu gibi bizde de bazı kültürel (veya Ziya Gökalp gibi söyler
sek harsi) özellikler vardır" edasıyla söylenmiyor, "üstün
milli karakter" terimlerine daha yakın bir tarzda ifade edili
yor. Çok keskin ve çarpıcı bir dozda değil ama, yine de ırkçı
antropolojiye ve şoven milliyetçiliğe özgü kalıplar içinde ko
nuşuluyor. En azından, GökaJp'in uluslararası uygarlık (me
deniyet) içindeki ve onu değişik-değişen ve eşit üyeler olarak
meydana getiren ulusal kültürler (hars) terimleriyle değil,
farklı-sabit ("doğuştan"-"ebediyete kadar") ve üstünlerden bi
ri terimleriyle konuşuluyor. Uluslararası uygarlık içinde çe
şitli katkılarıyla yerini alacak bir ulusal kültürden çok, "ge
leceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğa
cak" bir milletten, bir milli karakterden, bir milli kültürden
sözediliyor. Ve bu çok yeni, yepyeni bir millet ve kültür olma
yacak, eski ve yüksek bir uygarlığın yeniden doğuşu, uyanışı
olacak çünkü "bütün uygar dünya ... (onu) bir kere daha tanı-
(•) Bkz. T. Parla, Ziya Gôkalp, Kemalizm ve TDrlciye'de Koq>0ratizm, lstanbul, lleti
şlın Yayınları, 1 989.
1 73
yacak", llk kez değil (abç).
Kabul etmek gerekir ki bu söylem, bir "en üstün" millet
söylemi değil, ama "üstünlerden biri" söylemi. Bu dozuyla da '
gerçekçi, plüralist-eşitlikçi, defansif milliyetçilikler çerçeve
sinden taşıyor. Milleti överek hem ona özgüvenini yenileten,
hem de kendi konumunu pekiştiren karizmatik lider strateji
sinin/psikolojisinin (bkz. 1. ve 2. ciltler) izlerini de elbette bir
kere daha görüyoruz burada; ama iş .orada kalmıyor ve bir
milleti, başkalarına göre yüceltmeye doğru gidiyor. (Kema
list milliyetçiliğin renklerine ileride daha ayrıntılı değinece
ğiz.) Bu yüceltiş ve üste çıkış, yinelemek gerekirse, iki şeyle
mümkün olacak: ( 1) eski yüksek -bir süredir "unutulmuş"
yeniden şahlanacak üstün Türk milli karakter özellikleri, (2)
post-liberal kapitAlist Batı'nın bilimi -teknolojisi- değer yar
gılan. Kemalistler'in kendi sembolizmlerinden biriyle söyler
se�, Eti-"bank", Sümer''bank" sentezi yapılacak.
Bu sözlerde c.umhuriyetin geniş anlamını betimleyen ku
rucunun (baninin) klasik siyaset ve hitabet tekniklerinden
birini yine görüyoruz. Karizmatik şefin her şeyi en iyi bildiği
(en başta da ulusunun üstün yeteneklerini ve gerçek haşan
yolunu) ve yapılmaz-şaŞmaz bir şef olduğu iddiasının tekra
rını: " ... başarı vadeden çok sözlerimi(n).... hiçbirinde milleti
min hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğrama
dıın." Tabii, sık sık olduğu gibi, "ben" vurgusu yine ''biz" ço
ğuluyla çerçeveleniyor; ama bu ''biz" çoğulcu (pluralist) bir
''biz" değil, şefin etrafında toplanan, arkasında yürüyen, yek- ,
vücut, monolitik bir kitle. Öteki şeylerin yanısıra, "milli bir
lik duygusunu (da) sürekli ve hür türlü yol ve önlemlerle
besleyerek geliştirmek", ''Türk milletine çok yaraşan" bir
"milli ülkü".
Söylev, cumhuriyet bayramının "ebediyete akıp giden her
on senede" kutlanması dileğiyle sona eriyor. Bu dilekteki
"ebediyet" unsurunun , "Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payi-
1 74
dar olacaktır" tarzındaki sözler de hatırlanacak olursa, Ata
türk'ün o dönemin siyasi coğrafyası ve söylemindeki "bin ·
yır'-"millenium" temasına benzer bir çağrışım yaptırmakta
olduğu söylenebilir.
1 75
MİLLİYETÇİLİK <U
Suret
176
Kafkasya, Azerbaycan ve Gür�istan mesaili
hakkında bunları hiçbiriyle dilgir etmeyecek
ve hukuk ve istiklallerine tamamen taraftar
bulunduğumuzu gösterecek tarzda idarei li
san eylemek ve protestolarda muahezatta, İti
laf devletlerini idare eden bugünkü hükumet
leri muhatap addederek daima efkarı umumi
yenin ve milletlerin hak ve adalet taraftan ol
duğuna emin bulunduğumuzu tekrar etmek.
4- Alemi İslam hakkındaki neşriyatta Tu
ranizm ve Panislamizmin propagandasından
tevakki ederek Asyadaki hareketlerin Müslü
man milletler tarafından kendi hudutları ve
milliyetleri dahilinde naili istiklal olmak da
vasından ibaret bulunduğunu ilan etmek.
5- Avrupada daima emperyalizm tesisine
hücum etmek.
6· Wilson prensiplerinin daima her millet
için müdafaai hukuk esas olduğunu göster
mek.
7- Anadolu ve Rumelinin sıkı ve samimi bir
vahdeti milliye ile muhafazai mevcudiyetine
azim bulunduğunu isbat etmek.
8· Din meselelerinde daima müteyakkız ve
takdirkar bulunmak ve hilafeti İslAmiyenin
masuniyeti gayesine müteveccih bir lisan isti
mal etmek.
9- Avrupa devletlerinin hiçbirine karşı mü
tehakkimane ve tafrafuruşane lisan istimal
olunmayarak kanımızı feda eylememize azm
ve imanımıza istinat ettirmek.
1 77
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuku Milliye
Cemiyeti Sivas Heyeti Merkeziyesine
178
ya düşmanlar için miyar, bu heyeti içtimaiye
nin efk�-ı umumiyesinden anlaşılan kabili
yet ve kıymettir.
(1. Meclis, 3. Toplanma Yılını Açarken ,
1, 23 1, 1922)
1 79
istiklal, hakiki varlık, vatanın bu taleplerini
tamamen ve serian yerine getirmek için esaslı
ve ciddi bir surette çalışmayı emreder.
Efendiler, asırlardan beri Türkiye'yi idare
edenler çok şeyler düşünmüşlerdir; fakat yal- ·
nız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye'yi. Bu
düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk
milletinin duçar olduğu zararları ancak bir
tarzda telAfi edebiliriz: O da artık Türkiye'de
Türkiye'den başka bir şey düşünmemek.Ancak
bu zihniyetle hareket ederek her türlü selamet
ve saadet hedeflerine vasıl olabiliriz.
("Dumlupınar'da Konuşma", il, 181, 1924)
TÜRKOCAKLARI DELEGELERİNE
(26.IV.1926)
180
liğinin esetjni tekrar göstermiş olmakla müf
tehir olacaktır. Demiryolları Türk milletinin
refah ve medeniyet yollarıdır.
Türkiye'de iktisat hayatının yüksek inki
şafları ancak demiryollarla olacaktır. Mille
tin saadeti, istiklali bu yollardan geçecektir.
Cumhuriyet hükiımetinin bu vadideki çok ve
rimli gayreti ve çok idealist hareketi takdire
şayandır. Burada mühim olan nokta, Türk
milletinin bu hakikatı bütün müşküllerine
rağmen takdir etmesi ve ona sahip olması key
fiyetidir. Demir ·sanatının naşiri bulunan
Türk, o vatanında ikmal edilmiş olan bu lazı
meyi elbette muasır medeniyetin bütün dünya
da yükselttiği dereceye isal edecektir.
Haki111iyeti Milliye: 15 Şubat 193 1
("Malatya'da Bir Konuşma", il, 268, 193 1)
(20.xI.1937)
181
zengin, kuvvetli ve muhteşem olsun için kendi
nzkının fazlasını seve seve tereddütsüz, büyük
bir fedakArlıkla devlet hazinesine veriyor. Bü
tün gördüklerimizi bu kısa üade içinde az çok
gezen, dolaşan, tetkik eden her akıllı insan
kendini bütün dünyaya büyüklük saçan kuv
vetli ve asil bir varlığın içinde duymamak im
kAnı y�ktur. Böyle duymayan şuursuzlar bir
tarafa bırakılınca, hakiki insanlık tereddüt
süz, kabul eder ki Türkiye Cumhuriyeti ve
onun bugünkü sahipleri olan Türkler bütün
dünya medeniyet ve insanlıtı için bir imtisal
örneğidir. Yalnız bu kadar değil, Türkler tari
hin çok eski devirlerinde beşeriyetekarşı yap
tıkları kültürel vazüeleri yeniden, fakat bu se
fer daha alA surette yapmaya hazırlanan yük
sek bir varlıktır.
İtte doğu seyahatinden dönerken Ankaraya
ulaşmak için geçen şu kısa zaman içinde seya
hat arkadaşlarıma ifade edebileceğim intiba
budur.
K. Atatürk
Kadri Kemal Kop: Atatürk Diyarbakır'da, s. 88
(S ve D, IV, 591, 1937)
182
4), antiemperyalisttir (Md. 5), Wilson'un self-determinasyon
ilkesine taraftardır (Md. 6), diplomatik üslup olarak ölçülü,
temkinli, dikkatlidir (Md. 1, 2, 9), din meselesinde mesafeli
bir saygıyı öngörmektedir (Md. 8). Kısac�sı, bağımsızlıkçı ve
barışçı bir milliyetçiliktir; saldırgan, irredantist, rövanşist,
yayılmacı bir yanı yoktur; dışa yönelik bir siyasi program de
_ğildir. Daha başta böyle formül e edilen Kemalist milliyetçi
lik, dış politika planında hep öyle kalacaktır.
1922 tarihli ikinci metinde Atatürk'ün milletin ve ulus
devletin ayırdedici özelliğinin ya da belirleyici ögesinin ne ol
duğu konusundaki görüşünü buluyoruz. Çocuklara ve genç
lere Türkiye'nin "bağımsızlığını", "kendi benliğini" ve "ulusal
geleneklerini" koruma ve bunlar için savaşma bilinci veril
melidir. Bu hem bireysel hem sosyal bir psikoloji haline gel
melidir ki, bir toplum bağımsız varlığını sürdürebilsin. Çün
kü "bu topluluğun ortak ve genel duygulan ve düşünceleri
vardır." Çok açık: Ulusun temeli, Atatürk'e göre, kimlik-duy
gu-düşünce ortaklığıdır.
1924 tarihli üçüncü metin, Atatürk'ün milliyetçiliğinin
Türkiyeci bir milliyetçilik olduğunu gösteriyor. Ona göre
Türkler'in felaketlerle dolu bir "ara-tarih"i olmuştur; çünkü
"zorbalar, kandıncılar, cahiller" engeller çıkarmışlar, üç kı
tada egemen olmuş yöneticiler de Türkiye'den başka her şeyi
düşünmüşlerdir. Arbk, ana (valde) vatanda mutlu ve özgür
yaşayabilmek için milletin egemenliğine (cumhuriye�) sahip
çıkması ve ''bütün evlatlaniu toplu ve dikkatli bulundur
ma(sı)" lazımdır. (Bu kollektif uyanış ve atılım da, tabii, ken
-
clisini yanıltmayacak ve en doğru yolu bilen karizm�tik lide
rin önderliğinde gerçekleşecektir. Tarih, Atatürk'ün kafasın
da, bazı bakımlardan, iyi veya kötü başaktörleri izleyen figü
ranların bunun sonuçlarını yaşadıkları bir dramadır.) İmar,
zenginlik, refah, bilim, uygarlık, özgür düşünce isteyen va
tanda yapılacak birinci şey "Türkiye'de Türkiye'den başka
183
bir şey düşünmemek"tir. Burada saldırgan olmayan, yeniden
mutlu ve esen günlere ulaşmak isteyen defansif bir milliyet
çilik vardır.
1926 tarihli dördüncü metinde yine çok net bir kültür
mi11iyetçi1iği görüyoruz. Türk milliyetçiliği, "Türk harsiyle
dolu ol(mak)" şeklinde tanımlanıyor. Türkiye Cumhuriyeti'
nin bir ulus-devlet olduğu da vurgulanıyor: "Cumhuriyetimi
zin dayanağı Türk camiasıdır."
193 1 tarihli beşinci metinde iktisadi kalkınmada demir
yo11annın önemi belirtilirken, "Türk"ün demir sanatının "ya
yıcısı" (naşiri) olduğu da söyleniyor. Eski Türk uygarlığının
yüksek ve bazı şeylerde ilk olduğuna ilişkin bir gönderme, ki
hAlA kültür miUiyetçiliği çerçevesi içinde kaldığı söylenebilir.
1937 tarihli altıncı metinde, coğrafi olarak Türkiyeci ve
kültürel olarak Türkçü bir milliyetçiliğin biraz ötesinde etnik
olarak türdeşliği öven bir Türkçülük karşımıza çıkıyor: "...
tekriisyenlerile, ameMsile baştan aşağı Türk olan yüksek an
layışlı bir insan sosyetesi..." Bu insanların Türkiye Cumhuri
yeti'ni yalnız zengin ve kuvvetli değil, görkemli (muhteşem)
yapacakları söylendikten ve ekonomik seferberlik içindeki bu
halkın devlet için (toplum için değil) özveride bulunmaları da
övüldükten sonra, "bütün dünyaya büyüklük saçan kuvvetli
ve asil bir varlık" olarak, yüceltilmesine girişiliyor. Artık de
fansif, eşitlikçi, çoğulcu, kültürel-har.si bir milliyetçilik dozun
dan sözetmeye imkAn kalmıyor; gerçekten inanılan ve/veya hi
tabet tekniği olarak kullanılan bir etnik-ulusal kimlik ve kol
lektif ego enflasyonu ortaya çıkıyor. Türkler, her biri kendi de
ğerleriyle saygın birçok milletten biri olarak gösterilmiyor;
''Türkiye Cumhuriyeti ve onun bugünkü sahipleri olan Türk
ler, bütün dünya uygarlığı ve insanlığı için uyulacak bir ör
nektir" deniyor. Eskiden de böyleydi, şimdi de misliyle böyle
olacak deniyor. "İnsanlığa karşı yaptıkları kültürel görevler"
ifadesini bu bağlamda öncü ve yön verici bir üstün pıillet so-
184
rumluluğu anlamında okumamaya imkan yok.
Hemen belirteyim ki Atatürk'teki ve bugüne kadarki Ke
malist düşüncedeki Türkiye-dünya ve Türk kültürü - ulusla
rarası uygarlık ilişkisinin kavranışı ve sunuluşu en azından
ikirciklidir. Bazen "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak" ba
zen "çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak (üstünde ol
mak)" ağır basar. Tavır, kişinin anına göre, partinin ya da
akımın ideolojisine göre, aydınlann hangi sorun karşısında
olduklarına göre, kamusal ruh haline göre, bu iki uç arasın
da gider gelir. (Örneğin 196 1 Anayasası'nın "Başlangıç" bölü
münde birincisi, 1982'ninkinde ikincisi vardır.) Başka bir de
yişle, ya idealize edilmiş bir Batı'ya karşı duyulan ve aşağı
lık kompleksine yaklaşan bir geri-kalmışlık/bıraktınlmışlık
ve yetişme-yetişememe duygusu ya da madalyonun öbür yü
zü olan bir yükseklik duygusu ve iddiası ön plana çıkar.
Soruna hala dengeli, kritik, tarihi-felsefl bir biçimde yak
laşılamamakta; dünya ve halklar tarihinin bjr dönüşümlülük
süreci olduğu, her ulusun-toplumun sicilinde artılar ve eksiler
bulunduğu, udoğuştan" yüksek ya da gelecekte "en yüksek ola
cak" ulus ya da kültür diye bir şey olmadığı, yapılabilecek ola
nın ve ger.çek tarihi durumun herkesin ortak uygarlığa ken
dince katkıda bulunması olduğu, bununla da ortak birikimin
bir süre için bir derece ileri götürülmüş olunacağı gibi bir an
layışa varılamamaktadır. Kemalist ve post(?}-Kemalist Türki
ye'de siyasi sınıf ve aydınlar -birçok başka ülke ve halk gibi
kollektif "ben ve ötekiler" psikozundan sıyrılamamış, "bizler"
olgusunu ve zenginliğini örneğin Ziya Gökalp'ın alçak.gönüllü
ve özgüvenli gerçekçiliğiyle değerlendirememişlerdir:
185
Atatürk'ün milliyetçiliğ:iriin de bir yanıyla bu nitelikte bir
milliyetçilik olduğunu aşağıdaki metinde görebiliriz:
186
olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti.
Türklük hakkındaki o günkü görüş ise, doğru
dan doğruya Türk aydınlann ın kendi kendini
bilmemesinden ve başka uluslarda şu veya bu
sebeple üstünlük var sayarak kendini onlar
dan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirme
sindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek,
Türklüğümüzü -'>ütün asalet ve necabeti ile ta
nımak ve tanıtmak gerekmektedir," dedim ve o
andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türk
lerin inanmasını, bununla övünüp kendine
güvenmesini ülkü bildim.
(Faik Reşit Unat, Türk Dili,
S. 146, Kasım 1968, sf. 76-78)*
187
Millet, aynı toprak parçası üzerinde otu
ran, aynı kanunlara tabi, ahlak ve dil birliği
halinde yaşayan insan topluluğuna denir.
Fransız Milleti, Alman Milleti, İspanyol Milleti
denir. Kullanırken çoğunlukla ''millet" kelime
siyle 'kavim" kelimesi karışır. Fakat şu farkla
ki millet kelimesiyle siyasi kuruluş anlaşılır.
Kavim "peuple" kelimesi ise her şeyden önce
kök bağını ve ırkı hatırlatır.
Bu fikir üzerinde ısrarla duran Emest Re
nan, millet hakkında geçici ve yetersiz unsur
ları ikinci derecede unsurlar kabul ederek, in
san topluluklarının iki şeyin birleşmesiyle
millet haline geldiğini açıklamaktadır. Bun
lardan birincisi zengin bir geçmişin mirasını
paylaşmak, diğeri beraber yaşamak hususun
da arzu ve fikir birliğidir. Beraber yaşamak
hususundaki istek ve karşılıklı anlaşma sahip
olunan mirasın korunmasında devam eden
irade birliğinin sonucudur.
Geçmişte ortak zafer ve kurulmuş miras ge
lecekte ortaya ç_ıkarılacak ve gerçekleştirile
cek programların temelini kapsayacaktır. Be
raber ıstırap çekmiş olmak, beraber sevmiş ol�
mak, beraber aynı ümitleri yaşamış olmak, hu
dutlardan yabancıların giriş ve çıkışlannm
kayıtlanmasından, gümrüklerden ve stratejik
zorunluluklardan daha önemlidir. İşte milli
birlik ve beraberlik zorununda ırk ve dil an
laşmazlığına rağmen -anlaşılması gereken bu
dur. Fakat, ortak fikirlerin, belirsiz benzeyiş
lerin, ilk kök birliğinin ahlaki temeli kuıma
sına etkili olduğu da açıktır. İlk kök ve ırk
188
birliği bunların etkilerini inkar edemez. İnsan
toplulukların ın geçirdikleri uzun geçmiş ve
birçok çağlar i Çinde ahlı\kın, geleneğin, hatı
ralannı, çıkarlann özetle bugün milleti ku
ran her şeyin kutlu hazinesini korum akta di
lin de önemli etkisini unutmamak gerekir.
189
MİLLİYETÇİLİK <II>
190
BUHARA ŞÜRA CUMHURİYETİ
MURAHHASLARINA
(7.1.1922)
191
Buhara ahalisinin, Türkiye'deki Türk ve
müslüman kardeşlerine hediye olarak gönder
diği Kur'anı kerim ile, Türkiye halk ordusuna
nişanei takdir ve tebrik olarak irsal eylediği
kılınç, hakkı din ile hakka hadim kuvveti tem
sil eden fevkalade muaz zam ve kıymettar iki
yadigardır.
Bu emanetleri elinizden alırken kalbim he
yecan ile doldu. Halkımız ve ordumuz, uzak
lardaki kardaşlanmızdan gelen teşciat ve teb
rikat nişanelerinden şüphesiz çok mütehassis
ve mesrur olacaklardır. Dindaş ve kanndaş
Buhara halkının anusunu yerine getirerek bu
kitabı mukaddesi millete, seyfi muazzezi de İz
mir fatihine teslim edeceğim. Allahın inayeti
ile İnönü ve Sakarya muzafferiyetlerini kaza
nan milli ordumuz, inşaallah pek yakında bu
kılıncı da kazanmış olacaktır. Heyeti muhtere
menize de Türkiye ahalisi ve ordusu ve Türki
ye Büyük Millet Meclisi ve hükumeti namına
.teşekkür eylerim.
Hakimiyeti Milliye: 8 Ocak 1922
(S ve D, il, 30-3 1, 1922)
1 92
Efendiler; cihanda spor hayatı, spor alemi
çok mühimdir. Bunu siz mütehassıslara izah·
tan müstağıiiyim. Bu kadar mühim olan spor
hayatı, bizim için daha mühimdir. Çünkü ırk
meselesidir. Irkın ıslah ve küşayişi meselesi
dir. Istıfası meselesidir ve hatta biraz · da me
deniyet meselesidir. Ben bu noktalan size ayn
ayn izah etmek istemiyorum. Çünkü siz esasen
bununla meşgulsünüz. Yalnız ben size millet
te, evladı memlekettesporculuğun, nazanmda
ne kadar mühim olduğunu izah için şunu di
yebilirim: Mukaddes vatanı, Türk 1J1illetinin
yüksek şeref ve menfaatini müdafaa eden or
dudur. Bundan daha mühim, daha ali bir
noktai istinat mutasavvermidir?
Bahusus bugünkü Cumhuriyet ordusundan
bahsolunurken bundan daha ali bir kuvvet
mutasavver midir?
İşte bu kıymetli, bu yüksek, bu ali kuvvetin
huzurun da size hitaben diyorum ki, bütün
millet ve bütün memleket evlatlarını sportmen
yapmak için sarfolunan mesainin ehemmiyet
ve kutsiyeti, aynı derecede kıymetli ve mühim
dir. Ve şerefli ordumuzca da en ali hissiyat ile
�kdir, takdis ve himaye olunmağa şayan ulu
bir menba kutsiyetini ihraz eder.
Efendiler; HükUıneti Cumhuriyemiz ve
muhteremTürkiye Büyük Millet Meclisi, millet
için esas ve hayati olduğuna şüphe etmediği
bu meselede kendilerine terettüp eden vazüele
ri yapacaklardır. Buna bittabi asla şüphe et
mezsiniz. Fakat Efendiler, çok ali bir işin mü
teşebbisi bulunan muhataplanma açık ve
193
kat'i söyleyeyim. ki, muvaffak olmak için her
türlü muavenetten ziyade, bütün milletçe spo·
run mahiyeti, kıymeti anlaşılmak ve ona kalb
den muhabbet etmek, onu vatani vazife telAkki
etmek lazımdır. İşte sizin omuzların ızdaki
ağır yüklerden biri bu hakikati tecelli ettir
mek olmalıdır. Gerçi vatanda köylülerimiz,
köy çocuklan denilebilir ki, bütün hayatların ı
tarlalarda, meralarda, ormanlarda harekAt
ve mesaii bedeniye içinde geçirirler. Fakat
usulü dairesinde ilim ve fen dairesinde olma
dığı için gayenin talep ettiği neticeye intizar
olunamaz.
Efendiler; Türk ırkında mazinin meş'um,
menfi, bimAna izleri kalmıştır. Bunun esbabı
tarihiyesini başka vesilelerle çok kere izah et
tim. Tekrar etmiyeceğim. Yalnız görüyorsunuz
ki, tarihlerde cihanlar hAkimi olmuş koskoca
Türk milletine, bugünkü neslimiz varis olduğu
zamanda, bu koca milleti biraz zayıf, biraz
hasta, biraz cılız bulmuştuk. Efendiler; gür
büz, yavuz evlAtlar isterim. Bunlan yetiştir-'
mek tedbirlerini ve mes'uliyetini üzerinize al
mış adamlarsınız. Bu neticeyi görmezsem hak·
kınızdaki muhabbetim, itimadım ancak o za
man zail olur.
Fakat sizin kadar vatanperver insanların
bunda tekAsül edeceğine ihtimal verilebilir
mi? Efendiler, siz şimdiye kadar bence muvaf
faksınız. Bu tarzda azimle, fedakArlıkla yürü
meğe devam ettikçe behemehal muvaffak ola
cağınızı şimdiden size tebşir ederim. Sahai
muva:ffakiyatmızm yalnız sizin mesainizle ne-
194
ticepezir olacağını zaten kabul edememek va
ziyetinde bulundufunuzu bana samimi olarak
söylediniz.
Bunda tamamen hakkınızı teslim ettikten
sonra size diyorum ki, sizin muvaffakiyetinizle
millet muvaffakiyetini ilan edecektir. Fakat
buna şunu kayıt ve ilAve ediyorum ki, hatın
nızda kalsın: Bir heyeti içtimaiye yalnız spor
ile tebdili renk ve kuvvet edemez. Orada hA
kim olan sıhhi, içtimai, medeni birçok esbab
ve şeraitin ten;ıinine matuf teşebbüs ve tedbir
ler tatbik olunmak lAzıındır ki, bu olunmakta
dır. Siz bu cereyanda dikkat ve tetkikinizi dai
ma hassas bulundurarak memleketin her kö
şesinde bütün bu tedabire muvazi yürÜyebile
ceğinizden ben şüphe etmem. İşaret ettiğim bu
dikkate ehemmiyet vereceksiniz, behemehal
muvaffak olacaı&ınız.
Bu sayede Türk sporculutu beynelmilel
sahnede IAyık oldutu mevkiini ihraz edecek-·
tir. O zaman çok yukarıda işaret ettiğim gibi, .
Türk sporculutu memleket ve millet hayatın
da müessir olduğu kadar biraz da medeni ve
belki de benim tahminimden fazla bir şıarı
medeniyet olacaktır.
Efendiler; heyeti aliyyenize tekrar bana bu
sözleri söylemeyevesile verdifinden dolayı te
şekkür ederim. Sizi bana gönderen hassas in
sanlardan mürekkep, gençlik cevvaliyetiyle,
'
vatan ve milliyet aşkiyle hAli feveranda bulu
nan kongrenize teşekkür ederim. Sizi, avdet
ederken Türkiye İdman Cemiyetleri İttihadı
.nın teşkiline bAdi bütün insanların güzel ni-
195
yetlerine ve bAriz muvaffakiyetlerine müteŞek·
kir olarak selAmlanın. Sözlerimde işaret etti
Aim ciddi muvaffakiyatı b�a, Hükiimeti
Cumhuriye ve Cumhuriyetin sahibi aslisi ve
murakibi olan büyük Türk milletine fiilen gös·
terebileceğiniz zamana, büyük Türk milleti
namına, muntazır olduğum sözlerini, son söz
lerim olarak söylerim.
Ayın Tarihi: 1926, sayı: 30, s. 1602-1603
("Türk Sporcuları İle Bir Konuşma",
il, 244-246, 1926)
196
bir vüzuh ve sarahat almıştır. Şüphesiz Türk
lerde, belki Bulgarlarda dil ve din ihtilafları
nı yapan amiller olmuştur.
Fakat artık bugün 1930 senesinde halA bu
amillere; masallardan, hurafelerden, Adi poli
tika cereyanlarından ibaret bu amillere ne
Türklerin, ne de Türklerle aynı kandan olan
Bulgarların ehe:mmiyetvereceAUıi zannetmiyo-
rum.
("Türk-Bulgar İJişkiJeri Üzerine",
vı, 214, 1930)
Hanımlar ve Efendiler!
Balkan milletlerinin birliğine çalışan, kıy
metli murahhasların huzurun da bulunmak
tan ve onları muhabbetle selamlamaktan duy
duğum bahtiyarlık çok büyüktür.
Balkan milletleri, bugün Arnavutluk, Bul
garistan, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya
ve Türkiye gibi müstakil siyasi mevcudiyetler
halinde bulunuyorlar. Bütün bu devletlerin
sahipleri olan milletler asırlarca beraber ya
şamışlardır. Denebilir ki, Türkiye Cumhuriye
ti dahil olduğu halde son asırlarda vücut bu·
lan bugünkü Balkan dt!vletleri Osmanlı İmpa-
197
ratorluğu'nun yavaş yavaş parçalanmasının
ve nihayet tarihe gömülmesinin tarihi netice
sidir.
Bu itibarla Balkan milletlerinin asırlara
şamil müşterek bir tarihi vardır. Bu tarihin
elemli hatıraları varsa, onlara sahip olmakta
bütün Balkanlılar müşterektir. Türklerin his·
sesi ise daha az acı olmamıştır.
İşte, siz, muhterem Balkan milletleri mü
messilleri; mazinin karışık his ve hesaplarının
üstüne çıkarak derin kardeşlik esaslan kura
cak ve geniş birlik ufukları açacaksınız; ih·
mal olunmuş ve unutulmuş büyük hakikatleri
ortaya koyacaksınız.
Muhterem milletler murahhaslan!
Balkan milletleri içtimai ve siyasi ne çehre
arzederlerse etsinler, onların Orta-Asya'dan
gelmiş aynı kandan, yakın soylardan müşte·
rek cedleri olduğunu unutmamak IAzıındır.
Karadeniz'in şimal ve cenup yollariyle, bin·
lerce seneler deniz dalgaları gibi birbiri ar
dınca gelip Balkanlarda yerleşmiş olan insan
kitleleri baŞka başka adlar taşımış olmaları· •
198
ihya olunması lüzumlu ve faydalı olduğu, yeni
insani devre girdik.
Bir an için bütün bu, maziye gömülmüş
olan, hAtıralardan sarfınazar etsek bile, bu
günün hakiki icaplan Balkan milletlerinin,
devrin hürmet ve riayete mecbur kıldığı, yepye
ni şartlar ve kayıtlar ve geniş bir zihniyet al
tında birleşmelerindeki faydanın büyük oldu
ğunu göstermektedir.Balkan birliğinin temeli
ve hedefi, karşılıklı siyasi müstakil mevcudiye
te saygı ile dikkat ederek iktisadi sahada,
kültür ve medeniyet vadisinde_ teşriki mesai
eylemek olunca, böyle bir eserin bütün medeni
beşeriyet tarafından takdirle karşılanacağı
na şüphe edilemez.
Asırlardan ve asırlardanberi, zavallı beşe
riyeti mes'ut etmek için tutulan yolların, kul
lanılan vasıtalann verdikleri neticelerin ne
derece emniyetbahş olduklan tetkike şayan
değil midir?
•
199
ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve ener
jidir.
Cihan sulbü içinde beşeriyetin hakiki saa
deti, ancak bu yüksek ideal yolcularının ço
j'alması ve muvaffak olmasiyle miimkii11 ola
caktır.
(S ve D, II, 272-273, 1931)
200
ve ebediyenTürk olarak yaşıyacaktır. Gerçi bu
güzel memleket kadim asırlardan beri çok ke
re ecnebi istilalarına mariiz kalmıştı. An'asıl
Türk ve Turani olan bu ülkeleri İraniler zap
tetmişlerdi. Sonra bu İranileri mağlüp eden
İskender'in eline düşmüştü. Onun ölümiyle
memalik taksim edildiği vakit Adana kıt'ası
da Silifkelilerde kalmıştı. Bir aralık buraya
Mısırlılar yerleşmiş, sonra Romalılar istila et
miş, sonra Şarki Roma yani Bizanslılar eline
geçmiş, daha sonra Araplar gelip Bizanslıları
koğmuşlar; en nihayet-Asya'nın göbeğinden ta
mamen kaynıyan Türkler soyundan ırkdaşlar
buraya gelerek memleketi, hayatı sabıka ve as
liyesine iade ettiler. Memleket en nihayet yine
sahibi aslilerinin elinde takarrür etti. Ermeni
ler vesairenin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu
bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir.
("Adana Esnaflarıyla Komi.şrna", il, 126, 1923)
201
cudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzel
liğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle
tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun
ve bahtiyar addetmekte haklıdır.
Türk milleti, bu güzel çocuğunu şüphesiz
samimiyetle tebrik eder. Cumhuriyet gazetesi,
bu meseledeTürk ırkının diğer dünya milletle
ri içinde mümtaz olan asil güzelliğini göster
mek teşebbüsünü takip etmiş ve bunu dünya
nazannda muvaffakiyetle intac eylemiştir.
Ondan dolayı bittabi bu vesile ile de takdir ve
tebriklerimize hak kazanmıştır:
Şunu ilAve edeyim ki, Türk ırkının dünya
nın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildi
ğim için, Türk kızların dan birinin dünya gü
zeli intihap olunmuş olmasını, çok tabii bul
dum. Fakat, Türk gençlerine bu münasebetle
şunu tahattür ettirmeği lüzumlu görüyorum:
Müftehir olduA"umuz tabii güzelliğinizi fenni
tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda
bir tekAınülün mütemadi tahakkukunu ihmal
etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmağa
mecbur olduğunuz şey, analannızın ve atala
rınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yük
sek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır.
(S ve D, III, 92:93, 1932)
202
HEP BİR IRKIN EVLATLARIYIZ
(4.10.1932)
203
şartsız bir prensip meselesi değil, çok diplomatça ifade edilen
bir karşılıklılık sorunu. (Yukarıdaki "çevre koşullan"nın an
lamı da böylece ortaya çıkıyor - civar ülkelerde� , dinen ve
harsen Müslüman ve Türk nüfusa yapılacak muamele anla
mında.)
Yine 1922 tarihli olan ikinci metinde dikkati çeken nok
talar arasında şunlar var: Buharalılar'ın milletimizle örfi ve
dini yürekten bağlannın şimdiye kadar uygulama alanında
gereği gibi gerçekleşmesine istilacı ve zalim kuvvetlerin en
gel olduğu, mazlum Doğulular'ın birbirlerine daha fazla ya
kınlaşmalan, "büyük Doğu inkılabı" başlığı altında Türk
Kurtuluş Savaşı ile "Rusya inkılabı"ndan birlikte sözedilme·
si, Buharalılar'la Türkiye Türkleri'nin "dindaş ve kanndaş"
olduğu ( 1990'lann yine ırki yükler taşıyan "soydaş" sözcüğü
nü hatırlatıyor), ordunun ve devletin yine eşdeğerli ve eşdü
zeyli kategoriler olarak milletle yanyana konması. Tabii, bu
diplomatik bir söylev ama kullanılan terminolojide içkin an
lam yükleri de gözardı edilemez.
1926 tarihli .üçüncü metin, ideolojilerin niteliği konusun
da her zaman çok iyi bir turnusol kağıdı olan, ama üzerinde
her zaman gerektiğince durulrtıayan "spor"la ilgili. Atatürk'e
göre spor milletin ''hayati", "medeni" ve "ırki" bir meselesi,
ya da bunu "çözmeye yönelik". Bütün dünyada çok önemli
olan spor hayatı, ''bizim için daha önemlidir. Çünkü ırk me
selesidir. Irkın iyileştirilmesi (ıslah) ve saflaştırılması (küşa
yiş) meselesidir. Seleksiyon-ayıklama (ıstıfa) meselesidir.. :"
(Unutulmamalı ki bu sözler 1937'deki ünlü Beden Terbiyesi
Kanunu'ndan ve 1933'te Almanya'da Naziler'in iktidara gel
mesinden hayli önce ve İtalyan faşizminin ancak ilk açılım
larını yapmaya başladığı sıralarda söylenmektedir.)
Ordunun ve ordu-spor ilişkisinin süperlatitlerle yüceltil
mesinden sonra bütün milletin, millet çocuklanmn sporcu
olarak yetiştirilmesine devletin verdiği öneme geçiliyor.
204
"Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" sözü irdelendiğinde
göriilür ki kitlesel spor, asken disiplin -tekdüzelik- buyruk
lara itaatin paramilitarize edilmiş ya da y yı-sivilleştirilmiş
biçimidir; kollektif enerjiyi tek yöne kanalize etmenin, birey
lere belli bir direktifi içselleştirtmenin (sağlam kafanın anla
mı budur) ve onları seferber etmenin yoludur. "Ordu-millet",
yalnızca savaş için(de) silahlanmış millet demek değildir, ha
zarda da seferberlik halinde (özellikle ekonomik ve ideolojik
alanda) bulunan kitle-millet demektir.
Atatürk devam ediyor: "Türk ırkı"nda geçmişin kötü izle
ri kalmıştır, "bugünkü neslimiz" koca Türk milletini "zayıf,
hasta, cılız" bulmuŞtur diyor. Türk milletinin "makus (ters)
talihi" şeklindeki dramatik tarih anlayışının bu kez ırki
fizyolojik metaforlarla ifade edildiğini görüyoruz. Hasta
adam iyileşecek, eski ırki sağlığına kavuşacaktır. Tabii ka
rizmatik şefinin, büyük atasının yönetim ve direktifleri al
tında: "Efendiler; gürbüz, yavuz evlatlar isterim.... Bu netice
yi görmezsem hakkınızdaki sevgim, güvenim ancak o zaman
kaybolur." Dikkat edilsin, öncelikle zihinsel terimlerle ve so
ran-öğrenen-kafa çalıştıran gençler biçiminde ya da bu civar
da ifade ediln1iyor bu talep (ve sitem). Öncelikle bedensel te
rimlerle ve fizyolojik-psikolojik terimlerle ve gürbüz (geliş_.
ltjn:sağlam) ve yavuz �çlü-çetin) evlatlar şeklinde ifade
ediliyor. Yani verilen işi-görevi iyi yapabilecek fiziki yeterli
lik ve psikolojik dispozisyona ·sahip olmaları ön planda tutu
luyor. Zaten bu (ırki ve bugünkü) sağlığı ve saflığı, atanın is
tediği fizik ve davranış biçimi ve gücü olarak anlamak l�ım.
"Sağlam kafa"dan kasıt, şefin/şeflerin düşünülmesini istediği
şeyleri düşünen kafadır. Bu konuya ·"Eğitim" Bölümü'nde dö
neceğiz.
Atatürk "hatırda kalması" için şun'!! da ekliyor: "Bir top
luluk yalnız spor ile renk ve güç değiştiremez," başka koşul
lar da gerekir. Ve tekrar Türk sporculuğunun uluslararası
205
sahnede layık olduğu konumu alacağını ve bir "uygarlık şia
rı" olacağını söylüyor. Konuşma, Cumhuriyet'in ve dumhuri·
yet Hükümeti'nin "asıl sahibi"nin (ve denetleyicisinin) büyük
Türk milleti olduğuna değinilerek bitiriliyor.
1930 tarihli dördüncü metinde yine Atatürk'ün "soydaş
lık" meselesine önem verdiğini, en azından bunun önemli ol
duğunu söylediğini görüyoruz: "Anladım ki bu duyguda
Türk'le Bulgar'ın (yine bugünkü gibi tekil, ama bugünkü
kullanımdan farklı olarak olumlu) bir asıldan gelmiş olması
nın etkisi vardır. Türk-Bulgar, aynı köken olan Orta-Asya
yaylasından gelmiş, aynı kanı korumuştur." Atatürk "en öz
lü" Bulgarlar'ın da bunu kabul ettiklerini ve arada dil 've din
uyuşmazlıkları olmuş olsa da, aynı kandan geliyor olmanın
bunları aşmaya yeteceğini ekliyor. Burada kan ve soy kav
ramları bir üstünlük ve saldırganlık gerekçesi olarak değil,
banş ve uzlaşma amacıyla kullanılıyor. Yine de başvurulan
kavramların bunlar olduğunu kaydetmek gerekiyor.
193 1 tarihli beşinci metinde de aynı tema ve yaklaşım
var. Balkan milletlerinin (Arnavutluk, Bulgaristan, Yugos-
.
206
gan ve yayılmacı bir dış siyaset programı olmadığı bir kez
daha görülüyor.
· Peki, Atatürk'ün söylemindeki ırki-ırkçı kavramlar Ke
malist milliyetçiliğin dış siyasal boyutunu olumsuz etkilemi
yor da, iç siyaset programını da tümüyle olumlu mu etkili
yor? Yukarıda gördük ki hem bir saptama, hem bir övünç
kaynağı ol!J.rak Türklük, Cumhuriyet Türkiyesi'nde etnik
türdeşlik ve çoğunluk ve "asıl sahiplik" boyutlarını da içere
biliyordu. 1923 tarihli altıncı metinde (Kurtuluş Savaşı'nın
sonuçlandırılmasından epey sonra) bu soruya olumlu yanıt
vermeyi çok güçleştiren .ipuçlarına rastlıyoruz:
207
tifi kendini hissettiriyor.
Bu motifin, Kemalist Türk milliyetçiliğinin bu ikinci yü
zünün, gizil olmaktan çıkıp açıkseçik hale gelmesine az bir
mesafe kalıyor. Örneğin, C.H.P. bakanlanndan ve ideologla
rından, hukuk reformunun mimarlanndan Mahmut Esat
Bozkurt, sözkonusu tutumu mantıksal uzantısına taşıyor:
(*) "Hakimiyeti MHliye•, 1 9.9. 1 930, s. 3. (Ôdemiş'te nutuk.) Bu kaynagı yerinde bir
kez daha kontrol eden lsmall Kaplan'a teşekkOr ederim.
208
ideoloji, devlet politikası, uygulama, pogromlar vb. olmamış
tır ama; "varlık vergisi faciası ", seferberlikte "özel ün: forma
lı azınlık taburları", "6-7 Eylül olaylan", "dönmeler aslında
dönmez" şakaları, "dağ Türkü" politikalaın da olmamış değil
dir. Hıristiyan azınlıkların birkaç yüzbinlik nüfuslardan beş
binlere, onbinlere inmiş olması rastlantı ya da normal bir de
mografik seyir değildir; "Kürt Sorunu"nun bugün bu hale
gelmiş/getirilmiş olması ve depreşen "iç" (ve "dış") Türk mil
liyetçiliği, cumhuriyetin kuruluşunda benimsenmiş bir et
nik-kültürel çokulculuğun ve defansif milliyetçiliğin değil,
Kemalist Türk milliyetçiliğinin yeniden çok ciddi' araştırılıp
değerlendirilmesi gereken ikinci ve hiç de munis olmayan et
nik-egemenlikli iç siyaset yüzünün eseridir. Devlet, parti,
sermayeyle bütünleşen istisnalar dışında, azınlıklar Cumhu
riyet Türkiyesi'nde "şartlı", "kısıtlı", kenarda kalmış ve ne de
olsa bizden değil diye görülmüş yurttaşlar olarak kalmışlar
dır. Bu durum, kamuoyundaki önyargılara ve "Irkçı-Turancı"
ve faşist akımların tutumuna indirgenemez; Cumhuriyet şef·
leri ve alt-şefleri, Gökalp'in milliyetçiliğini aşarak, bu tür bir
dışlayıcı etnik milliyetçiliğin ideolojisini yapmışlardır. Dik
kat edilirse görülecektir. Kemalist milliyetçiliğin ikinci yüzü
dediğimiz budur. "Yurtta barış, dünyada banş" sloganının
dış siyasete ilişkin ikinci yansı barışçıl ve hümanist olabilir,
ama iç siyasete ilişkin birinci yarısındaki "barış"; çalışma ve
sınıf barışının yanısıra, etnik olarak da birlik-tekljk anla
mındadır. "Halkçılık" ilkesiyle toplumu tam bir çıkar.Jar uyu
mu içinde bulunan monolitik, kaynaşmış bir kitle ofarak gö
ren Kemalizm'in "Milliyetçilik" ilkesi, azıqlıklar konusunda
buna paralel bir etnik egemenlik-tekelcilik-dışlayıcılık boyu·
tu d� taşır. Birinci yüzün arkasındaki ikinci yüz budur. Ön
celeri vardı sonra kalmadı ya da daha sonra ortaya çıktı ve
geçti de denemez; bu ikinci yüz hep vardır. İleride araştırma
cılar bu konuyu daha iyi inceleyeceklerdir.
209
1932 tarihli yedinci metin Türk ırkının güzelliğine iliş�
kin. "Türk ırkının soylu (necip) güzelliğinin daima korunmuı
(mahfuz) olduğu" (sanki dünya güzellik yanşmalannda hep
bir Türk kızı birinci geliyormuş gibi); "Türk ırkının diğer
dünya milletleri içjnde seçkin-üstün olan asil güzelliği"; Ata
türk'ün "Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihi
olarak bildiği" (doz giderek artıyor); "doğal güzelliği fenni
tarzda lçorumayı" bilme ve hep geliştirme gereği, hemen dik
kati çeken ifadeler. Ardından, her şeyi bilen, karizmatik şe
fin, Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu da tarihi
olarak bilen (abç) atanın, "kültür ve erdem, güzellikten
önemlidir" öğüdü de geliyor ama; dünya hakemlerine de tas
dik ettirilen bu ırki narsisizm çağrısının, milletine özgüven
telkin etme kaygısını aşmadığını kim söyleyebilir? Ya da
"ikinci yüz"ün hatlarını keskinleştirmediğini? Ve, tabii, kişi
sel parsisizmi, bir kollektif narsisizme dönüştürme girişimi
olmadığını?
Yukarıda C.H.P. programlarında gördüğümüz, "Türk
milliyetçiliği üstün insan düzeyine varmanın kök şartıdır" ve
"halkçılık, milliyetçiliği inceltir ve saflaştınr" yollu deklaras
yonlan burada rastladığımız motiflerle birlikte okumak, dış
politikada saldırgan olmayan Kemalist Türk milliyetçiliği
nin, iç politikada hukuki-kültürel milliyetçi olan birinci yü
zünün yanında, ezilmiş ulusların defansif milliyetçiliğini
aşan, ırki-etnik şoven milliyetçi bir ikinci yüzü daha olduğu
nu teslim etmek gerekiyor. Benliğini bulma, özgüvenini ka
zanma çerçevesinin dışına taşan, sosyolojik-tarihsel milli
özellikler ve alışkanlıklar anlayışından doğal, sabit, üstün
milli karakter/seciye anlayışına sıçrayan bu ikinci milliyetçi
yüz, iç siyasette etnik egemenlikçi ve Türk milletinin kendi
içinde de, çok ilginç bir sızma hareketiyle, hiyerarşik bir si
yasal ideolojiye de gerekçe sağlıyor. Türkler içinde de en üs
tün Türk ve Türkler, şefler ve alt-şefler, anti-demokratik in-
210
san ilişkileri sistemine yan-bilinçli ama nüfuz edici bir meş
ruiyet kazandırıyor; atavistik bir siyasal kültürün yerleşme
sine de yardım ediyor. Milliyetçiliği her yerde üreten ve yeni
'
den üreten siyasi ve ekonomik çıkarlara, Türkiye örneğinde,
bir de çok yüksek dozda bir karizmatik şef milliyetçiliği ekle
niyor. Atatürk, Türk milletini ne kadar överse, kendi pozis
yonu o denli güçleniyor. Millete özgüven kazandırma ve ka
rizmatik meşruiyetini pekiştirme amacıyla işi yukarıda gör
düğümüz boyutlara vardıran şef ve alt-şefler korosu, Türk si
yasa,] kültürüne, milliyetçiliğin bu hiç de munis olmayan
ikinci yüzünü armağan ediyorlar.
211
HALKÇILIK
BİR DEMEÇ
(14.1.1923)
212
da bulacağım fırsatlardan istüade ederek ba·
zı izahlarda bulunmak niyetindeyim. Benim
fırka teşkil et�em hakkında endişeli mütalea
da bulunanlan tenvir edeceğim. Ben öyle bir
fırka teşkilini tasavvur ediyorum ki, bu fırka
milletin bütün sunulunun refah ve saadetini
temine matuf bir programa malik olsun. Mille
timizin şeraiti buna müsaittir.
Öğüt gazetesi: Sayı 156
(S ve D, il, 49-50, 1923)
213
mefkiirelerin hayyizi husule çıkmasına fevka·
14de taraftardır. İşte bu esaslar dairesinde ge·
rek şark ve gerek garp Alemleriyle daima hüs
nü münasebet ve revabıt·ı dostiyi ararlar.
("1. Meclis, 2. Toplanma Yılını Açarken",
1, 166, 1921)
Arkadaşlar,
Bugün idarei memleket mesuliyetini taşı·
yan heyet, bence mefkiire ve maksat itibariyle,
bütün millete şamil ve unvanı Halk Fırkası
olan Cumhuriyet fırkasıdır. Bu fırkanın esas
umdesi, memleket ve milletin hakiki selAmet
ve saadetini temine çalışmaktır ve maksada
isal eden yol bence budur ve muayyendir. O da
Cumhuriyeti takviye ve tarsin ile beraber fikri
ve içtimai inkı14pta ve medeniyetve teceddüt
yolunda milletin azimk.Arane ve muvaffakiyet
le yüribnesini temine de14lettir. Bu muayyen
olan ve fakat şüphesiz yorucu ve uzun olan yo
�un yolcuları mebdeden müntehaya kadar bir
hizada ve aynı zamanda aynı yorgunluk dere
cesirleyürimeyebilirve bu takdirde mülAhaza
ve tedbirleri arasında fark olabilir. Fakat yol·
dan sapmamaJan, umumi hedefte nazarlarmı
ayarmamaları, esas maksadı ihlAl etmemeleri
lAzım ıelir. Bugün muayyen yolun mebdeinde
bulunuyoruz. Henüz mülAhazara tesir icra
edecek kadar mesafe katolunmuş değildir.
Noktai nazarlar lüzumu derecede vuzuh ve
isabet kesbetmelidir. Ondan evvel tefrika filai
alelAde fırkacılıktır ki, memleket ve milletin
huzur ve emniyet şeraiti henüz böyle bir tefıi-
214
kaya yol açmaya müsait değildir, efendiler ..•
215
Bu üade ile beyan edilmek istenilen şudur
ki, ismi fırka olan halk teşekkülünden maksat
evi.Adı milletten bir kısmının, sunulu ahaliden
bazılarmın, diğer evU1d ve sunulun zaranna
menafiini temin etmek değildir. Belki birbirin·
den a)Tl ve hariç olmayıp halk namı altında
bulunan umum milleti müşterek ve müttehit
bir surette müşterek ve umumi olan refahı ha
kikiye isal için faaliyete getirmekdir. Vuku bul·
ması lAzım gelen mesainin tarz ve derecesi hali
tabiisini bulmuş, herhangi bir milleti emniyet
ve huzur içinde takip ettiği tarzdan ve derece
den başkadır. Çok fazladır. Çünkü millet ve
memleketimizin en büyük ve bütün cihanda
hayretbahş zaferlerinden sonra dahi emniyet
ve huzur içinde kendini görememek bedbahtlı·
ğına mahkii.ındur. Mazi, karanlık ve meş'um
mazi millete ancak böyle bir miras bırakmıştır.
("İstanbul Gazeteleri Temsilcilerine",
il, 60, 1923)
Aziz vatandaşlarım,
Yeni Riyaseticumhur devresinde en mühim
vazüem vatanda huzuru, milli vahdeti Cum·
huriyet haysiyet ve kuvvetini muhafaza etmek
olacaktır. Saadet ve emniyetin bütün avamili
ni Büyük Millet Meclisi kanunlarının itibar ve
meriyetinde mündemiç görmek telekkiyatımı·
216
zın üssülesasıdır. Sade bir vatandaş olan Rei·
sicuınhur, Riyaseticumhur makamile kendisi
ne tevdi olunan Ali selAhiyeti munhasıran mil
letin saadeti ve Büyük Millet Meclisinin ka·
nunlan için bilAtereddüt ve azmi kati ile isti
mal edecektir.
Aziz vatandaşlanm, hep beraber ve el birli
ği.le vatanımızın saadet ve tealisi için sarfede·
ceğimiz gayretlerin mazide oldul'u gibi istik
balde dahi muvaffakiyetlerle tecelli edecetine
itimadım katidir. Cihanın meşi seyrinde asil
milletimize teveccüh eden Ali vezaifin üasma
çalışacağız. Bu vezaif medeniyet ve insaniyet
ailesinde Türk milletinin lAyık olduğu yüksek
itibar mevkiini muhafaza ve ila etmemize ha·
dim olacaktır. İcabında vatan için bir tek fert
gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bi·
len bir millet elbette büyük istikbale müstahak
ve namzet olan bir millettir.
1 Teşrinisani 1927
Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
Ayın Tarihi: 1927, No. 44, s. 2603
(S ve D, iV, 536, 1927)
217
nizi çoğalttınız. Bu defa İktisad VekAletini da·
ha yüksekameli vasıflarla deruhte etmiş bulu·
nuyorsunuz. Bundan çok memnun ve müsteri·
him. Gerek zatı devletinize ve gerek zatı devle·
tinizi büyük isabetle seçen Başvekil Paşa haz·
retlerine teşekkürederim.
Bütün dünyada olduju gibi memleketimiz·
de de en başta bulunan mühim işimiz iktisad
işidir. Bu işte en yüksek muvaffakiyeti temine
çalışmak hayatidir, zaruridir. Bunun için bu
işte bütün devlet teşkilAtmm, bütün yurddaş·
larm ve hepimizin ciddi duygularla al.Akalı
olmamız lüzumu tabiidir. Milli iktisad yolun
da emin olarak ve emn iyet vererek kati ve ra
dikal adımlar atarken, esas programımızın il·
ham ettilli ameli tedbirleri tercih etmek en
doğru yoldur. İçtimai heyetimizin bütün iş bö
lümleri sahiplerini aynı faydalı alAka ile bu
yolun elele vermiş, omuz omuza dayanmış, bir
hedefe yürüyen samimi yolcuları yapmak, dev·
letin iktisad işinde yorgunlujunu azaltmak ve
muvaffakiyet zamanını kısaltmak için tek ça
re vardır.
Muvaffakiyetiniz için benimle beraber bü
tün arkadaşlarımızın ve yurddaşlarımızın
maddi ve manevi her türlü vasıtalarla yar·
dımcınız oldujunu düşünerek müsterihane ve
muvaffakiyetinden emin olarak radikal suret
te çalışınız efendim.
Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
H. M.: 14 Eylül 1932
(S ve D, iV, 553-554, 1932)
218
1921 tarihli birinci metinde Atatürk h alkçılığı daha çok
ulusal egemenlik, halk hakimiyeti, cumhuriyet yönetimi an
lamında kullanıyor: "İç siyasetimizde şiarımız olan halkçılık,
yrurl milleti bizzat kendi mukedderatına hakim kılmak esası
Teşkilatı Esasiye Kanunumuzla [1921) tesbit edilmiştir" di
yor. Bunun nasıl bir cumhuriyet olduğu ve halkçılığın içinin
nasıl doldurulacağını görmeye başlayacağız. Dış siyasetin ise
"r.enkçi ve maceracı" olmadığı burada da belirtiliyor.
1923 tarihli ikinci metinde halkçılığın içeriğinin ve nitelj
ğinin ne olacağına dair ilk işaretleri görmeye başlıyoruz:
"Ben öyle bir parti kurulmasını düşünüyorum ki, bu parti
milletinin bütün sınıflarının refah ve mutluluğunu sağlama
ya yönelik bir programa sahip olsun." 2. ciltte de değindiği
miz üzere Atatürk'ün "Halkçılık" anlayışı, sınıf mücadelesi
ni, sınıflann çıkar çatışmasını, hatta (retorik de olsa) varlığı
nı reddeden korporatist bir anlayıştır. İleride bu konuyu tek
rar irdelemek üzere şunları saptamakla yetinelim. Atatürk
en baştan bütün sınıfları (kesimleri, zümreleri) içine alan bir
"tek-parti", k8psayıcı (T. Zafer Tunaya'nın Siyasi Partilerin
1952 tarihli 1. baskısında olumlayarak söylediği üzere "tota
liter") bir parti kurmak kararındadır. "Milletimizin koşulla
rının buna uygun" olduğunu düşünmektedir. Aynca, ''Türki
ye'nin bir an önce hali sükıin ve huzura kavuşması"nın İtilaf
Devletleri'nin de lehine olduğuna dikkati çekmektedir. Tek
parti ile iç barışa ve siyasal istikrara kavuşacak bir Türkiye,
anti-liberal ve anti-sosyalist fakat korporatist kapitalist bir
Türkiye, kapitalizmin türevi olan "üçüncü yol" niteliğiyle ay
nı zamanda Batı tarafından kabul edilebilir bir rejim modeli
ve Sovyet Devrimi'ne karşı ideolojik ve jeopolitik bir tampon
oluşturacaktır. (Bu konuya 4. ciltte etraflı değineceğiz.)
''Yüzyılın ve olayların doğurduğu yeni fikir akımlan"na ve
"bunların yöneldikleri hedeflere nasıl mahirane adımlarla
yürümekte olduğu(na)" yapılan göndermedeki diplomatik
219
ima bununla ilgilidir. 1945'ten sonra başlayan "soğuk savaş"
ikinci soğuk savaştır; birincisi 19 17-19 18'de çıkmıştır. Kur
tuluş Savaşı'nın ilk yıllarında Sovyetler Birliği ile girilen çok
pragmatik mali yardım ilişkileri dışında (ya da yanısıra) Ke- 1
220
1932 tarihli aJtıncı metinde de aynı tema var: "Toplulu
ğumuzun bütün iş bölümleri sahiplerini aynı yararlı ilgi ile
bu yolun eJeJe vermiş, omuz omuza dayanmış, bir hedefe yü
rüyen samimi yolcuları yapmak... " Çıkar çatışması yok,
emek-sermaye karşıtlığı yok, işçi-işveren gerilimi yok; üre
tim iJişkisinin hangi ucunda bulunursa bulunsun, iş kolları
nın, iş bölümlerinin, meslek zümreleı:inin bütün üyelerinin
"samimi" (ve "özverili") yoJ arkadaşlığı var.
Kemalist halkçılığın içeriğini burada bir kez daha aynn
tılanyla yineJememize gerek yok. 1. ve 2. ciltlerde ve bu cil
din Birinci Kısım'ında yeterince gördük. Yalnız şuna işaret
edelim ki, C.H.P.'nin dar anlamda "iktisadi devletçiliği" ve
beJirli iktisat politikaJan teknik olarak 1930'1arda tam açı
lım göstermiştir ama, C.H.P. korporatizminin önemli boyut
larından biri oJan "siyasi-idari devletçiJik" yaklaşımı zaten
"halkçılık"la organik bağlantı içindedir ve bu da 1920'lerin
başından beri yönlendirici rol oynamıştır. Halk/millet - dev
let/parti birliği ve bütünlüğü anlayışı baştan beri egemendir.
1929 dünya krizinden önce C.H.P.'nin, bırakın siyaseti, ikti
satta bile "liberal" olduğunu ve ancak 1930'dan itibaren
"devletçi"liğe başladığını söylemenin temeli yok�ur. ("Devlet
çilik" ve "İzmir İktisat Kongresi" bölümlerine de bakınız.)
221
HALKÇILIK, KÖYLÜCÜLÜKVE
ATATÜRK'ÜN ÇİFTLİKLERİ
222
nün netayiç ve semerat-ı mesajsini kendi men
faati lehine haddi Azamiye iblağ etmek siya
set-i iktisadiyemizin ruhu esasisidir. Binaen&·
leyh; bir taraftan çütçinin mesaisini tezyid
edecek ve müsmir kılacak maliimat, vesait ve
alAtı fenniyenin istimal ve tAmimine ve diğer
taraftan onun netayic-i mesaisinden Azami
istifa desini temin eyliyecek tedabir-i iktisadi
yenin vaz'ına çalışmak lazımdır. Şimdiye ka·
dar mevcut olan yolsuzluk, asri vesait-i nakli
yenin mefkudiyeti, mübadele usullerinin çift·
çi aleyhine olması ve hükümet kanunlarmm
çiftçiyi himaye edememesi gibi mevaniin reri
lAzımdır. .
("l. Meclis, Üçüncü Toplanma Yılını
Açarken", 1, 225, 1922)
223
ZARAR GÖREN TÜRK KÖYLÜSÜ ÜZERİNE
(20.7.1931)
Eskişehir'den geçerken "zahire ticare
tinde ziyan ettigini" söyleyen Uluça
yırlı Hasan Efendiye hitaben söylen
miştir:
224
MİLLETVEKİLİNDEARANILAN
NİTELİKLER ÜZERİNE
(7.4.1931)
Açık bulunan milletvekilliği için Kon
ya'dan bir aday gösterilmesi gerekir.
Atatürk, C.H.P. Giınel Sekreteri Re
cep Peker'e, milletvekilinde bulunma
sı gerekli nitelikleri 8 madde halinde
dikte eder. Peker de bu nitelikte bir
aday bulunması için 8 maddelik buy
nıltuyu şifreli telyazısıyle .tkinci Ordu
Müfettişi General Fahrettin Altay'a
ulaştınr. Atatürk'ün dikte eitiği bu
buyrultu aşağıdadır:
225
ğiştirmeyecek,yalnız merasinı günlerinde her-ı
kes gibi frak-jaket-redingot giyecek.
5- Yeni harflerle az çok okur yazar olacak,
bu hususta eksikliği varsa Meclis'teki hizmeti
esnasında çalışıp tamamlayacak.
6· Konuşurken zeki ve akl·ı selim sahibi
olacak, çok yaşlı ve mütegallibe olmayacak.
7· Mücadele·i Milliyede bir lekesi olmama
sı, muhitinde nazar-ı dikkati calip bir kusur
ve sevinısizliği buhınınamalı. Milli Mücadele�
de hizmet etmeleri ve intihabatta ve diğer vesi�
lelerde fırkamıza hizmet etmiş olması arzu
olunur. Hiç olmazsa muarız bulunmamış ol·
malı, fırkaya kaydı yoksa derhal yaptınlmalı.ı
1
dır.
8- Bu esaslan tesbit edecek mahiyette inı
zalı bir mebusluk talepnamesi verecek.
(Fahreddin Altay, On Yıl Savaş ve
Sonrası, sf. 442)
(S -ve D, VI; 349, 193 1)
226
Bir defa, memlekette topraksız çütçi bıra
kılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise,
bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiç
bir sebep ve suretle, bölünemez bir mahiyet al
ması (alkışlar). Büyük çütçi ve çiftlik sahiple
rinin işletebilecekleri arazi genişliti, arazinin
bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesa
fetine ve toprak verim derecesine göre sınır
lanmak lAzımdır.
Küçük, büyük bütün çiftçilerin iş vasıtala
rını artırmak, yenileştirmekve korunmak ted
birleri, vakit geçirilmeden alınmalıdır. Her
halde, en küçük bir çiftçi ailesi, bir çüt hay
•
227
ÇİFrLİKLE�Nİ HAZİNEYE
BAGIŞLADIG�ADAİR Tezkere
(11.VI.1937)
T.C. Riyaseti
4/545
Başvekfilete
Malfun olduğu üzere, ziraat ve zirai iktisad
sahasında fenni ve ameli tecrübeler yapmak
maksadile, muhtelif zamanlaroa, memleketin
muhtelif mıntakaların da müteaddid çiftlikler
tesis etmiştim.
13 sene devam eden çetin çalışmaları esna
sında faaliyetlerini, bulundukları iklimin ye
tiştirdiji her türlü mahsulAttan başka her ne
vi ziraat sanatlarına da teşmil eden bu mües
seseler; ilk senelerde başlayan bütün kazanç
lannı inkişaflarına sarfederek büyük, küçük
müteaddid fabrika ve imalathaneler tesis et
mişler, bütün ziraat makine ve aletlerini ye
rinde ve faydalı şekilde kullanarak bunların
hepsini tamir ve mühim bir kısmını yeniden
imal edecek tesisat vücude getirmişlerdir. Yer
li ve yabancı birçok hayvan ırkları üzerinde
çift ve mahsul bakımından yaptıklan tetkik
ler neticesinde bunlarm muhite en elverişli ve
verimli olanlarını tesbit etmişler, kooperatif
teşkili suretile veya ayni mahiyette başka su
retlerle civar köylerle beraber faydalı şekilde
çalışmalar, bir taraftan da iç ve dış piyasalar
da daimi ve sıkı temaslarda bulunmak sure
tiyle faaliyetlerini ve istihsallerini bunların
228
isteklerine uydurmuşlar ve bugün her bakım·
dan verimli, olgun ve çok kıymetli birer varlık
haline getirmişlerdir. Çütliklerin, yerine göre,
arazi ıslah ve tanzim etmek, muhitlerini gü
zelleştirmek, halka gezecek, eğlenecek ve din
lenecek sıhhi .yerler, hilesiz ve nefis gıda mad
deleri temin eylemek, bazı yerlerde ihtikArla
fiili ve muvaffakiyetli mücadelede bulunmak
gibi hizmetleri-de zikre şayandır.
Bünyelerinin metanetini ve muvaftakiyetle
rinin temelini teşkil eden geniş çalışma ve ti
cari esaslar dahilinde idare edildikleri ve
memleketin diğer mıntakalarında da müına
silleri tesis edildiği takdirde tecrübelerini
müsbet iş sahas:indan alan bu müesseselerin,
ziraat usullerini düzeltme, istihsalAtı arttır
mak ve köyleri kalkındırma yolunda devletçe
alınan ve alınacak olan tedbirlerin hüsnü in
tihap ve inkişafına çok müsait birer amil ve
mesnet olacaklarına kani bulunuyorum. Ve bu
kanaatle tasarrufum altındaki bu çiftlikleri
bütün tesisat, hayvanat ve demirbaşlarıyle be
raber hazineye hediye ediyorum.
Çütliklerin arazisi ile tesisat ve demirbaş
lannı mücmel olarak gösteren bir liste ilişik
tir.
Muktezi kanuni muamelesinin yapılmasını
dilerim. 11/6/1937
K. Atatürk
1- Orman Çiftliği
Ankarada Orman, Yağmur baba, Balgat,
Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesut, Çakır·
229
lar çütliklerinden vücut bulmuş Orman çütli
ji; Yalova, Millet ve Baltacı çütlikleri, Silitke
de, Tekir ve Şövalya çiftlikleri, Dörtyolda po;r
takal bahçesi ile Karabasamak çiftliği, Tar
susta Pıl oğlu çütliji.
1- Bunlarda mevcutarazi
a) 582 dönüm çeşitli meyva bahçeleri.
b) 700 dönüm fidanlık, buralarda meyveli,
meyvasız muhtelif yaşlarda ve çeşitlerde
650.000 fidan vardır.
c) 400 dönüm amerikan asma fidanlıj'ı ''bu·
rada 560.000 kök bağ çubuğu vardıı''.
d) 220 dönüm bağ, .''burada 88.000 adet bağ
omcası vardır."
e) 370 dönüm çeşitli sebze yetiştirmeye elve-
rişli bahçe
f) 220 dönüm 6.600 ağaçlı zeytinlik
h) 27 dönüm 1 .654 ağaçlı portakallık
i) 15 dönüm kuş konmazlık
k) 100 dönüm park ve bahçe
1) 2.650 dönüm çayır ve yoncalık
m) 1.450 dönüm yeni tesis edilmiş orman
n) 148.000 dönüm kabili ziraat arazi ve
mer'alar.
Yekün: 154.729 dönüm arazi.
2- Bina ve tesisat
a) 45 adet büyük ve küçük idare binası ve
ilu\metgah bütün mefruşat ve demirbaşlanyle
beraber.
b) 7 adet 15.000 baş koyunluk ağıl.
c) 6 adet Aydos ve Toros yaylalannda .tesis
edilen mandıralar,
d) 8 adet at ve sığırlara mahsus ahır.
230
e) 7 adet umumi ambar.
f) 4 adet samanlık ve otluk,
h) 6 adet hangar ve sundurma,
i) 4 adet lokanta, gazino ve eğlence yerleri,
lunapark.
k) 2 adet çeşitli imalat yapan furun,
1) 2 adet çiçek ve tezyinat nebatı yetiştirme-
ğe mahsus ser.
Yekün: 51 bina.
3- Fabrika ve imalathaneler
a) Bira Fabrikası:
Senede 7.000 hekto litre çeşitli bira yapa"
cak kabiliyette, bütün müştemilatile ve bütün
işletme levazımı ve mütedavil kıymetlerle be
raber.
b) Malt Fabrikası:
Senede 7.000 hekto litre biraya kafi gelebi
lecek miktarda malt imalma kabiliyetli, bü·
tün müştemilatı ve işletme levazımı ile bera·
ber.
c) Buz Fabrikası:
Günde dört ton buz yapma kabiliyetinde,
bütün müştemilatı ve işletme levazımı ile bera·
ber.
d) Soda ve gazoz fabrikası:
Günde üç bin şişe soda ve gazoz yapma ka·
biliyetinde. Bütün müştemilAtı ve mütedavil
kıymetlerile beraber.
e) Deri Fabrikası:
Senede 14 bin çeşitli deri imalına elverişli,
bütün müştemilat ve mütedavil lbymetlerile
beraber.
f) Ziraat aletleri ve demir Fabrikası
231
h) Biri Ankarada diğeri Yalovada olmak
üzere iki modem süt fabrikası: Her ikisi günde
ayrı ayrı 15 bin litre pastörize süt ve bin kilo
tereyağı işlemek kabiliyetindedir. Bunlar da
bütün müştemilAt ve işletme levazımı ve müte·
davil kıymetlerile beraber.
i) Biri Ankara'da diğeri Yalova'da iki vasi
yoğurt imalAtanesi.
k) Şarap iınalAtanesi.
Yılda 80 bin litre şarap imaline elverişli,
bütün müştemilAt ve mütedavil kıymetleriyle
beraber.
1) İki taşlı, elektrikle işler bir değirmen,
bütün müştemilAtı ve mütedavil kıymetlerile
beraber.
m) İstanbul'da bul.unan bir çelik fabrikası
nın yüzde kırk hissesi.
n) Biri Orman Çiftliğinin, biri Tekir Çütli·
ğinin olmak üzere her biri 1 5 şer bin kilo ka·
şar, bin teneke beyaz peynir, altıyüz teneke
tuzlu yağ yapmağa elverişli iki imalAtane, bü·
tün işletme levazımatı ile beraber.
4) Umumi tesisat
a) Biri Ankara'da diğeri Yalova'da kurulu
iki tavuk çiftliği.
b) Yalovadaki çütliklerde iki hususi iskele
ve liman tesisatı.
c) Üçü Ankara'da ve ikisi İstanbul'da beş
satış mağazasının bütün tesisat ve demirbaş·
lan.
d) Orman Çütliğinde:
Hususi sulama tesisatı, kanalizasyon, tele
fon tesisatı, elektrik tesisatı, küçük beton köp-
232
rüler, hususi yollar, içme su tevziatı şubesi.
Yalova çiftliklerinde:
Hususi su tesisatı, telefon tesisatı, elektrik
tesisatı, küçük beton köprüler ve yollar.
Silifke Tekir Çiftlil}inde:
Hususi sulama tesisatı, beton köprüler.
e) Orman çiftlil}inde kurulu çiftlik müzesi
ve ufak mikyasta hayvanat bahçesi tesisatı,
bunların işletme levazımı ve bütün demirbaş
tan.
5- Canlı umumi demirbaş:
a) 13.100 baş koyun ''kıvırcık, merinos, ka
ragül, karaman ırklarile bunların melezleri"
b) 443 baş sıfır, "Simental, Hollanda, Kı
nm, Je�ey, Görensey, Halep, yerli ırklarile
bunların melezleri, yeni üretilen Orman ve Te
kir cinsleri."
c) 69 baş İngiliz, Arap, Macar, yerli ve bun
ların mele.zleri, koşum ve binek atları. 58 ço
ban merkebi.
d) 2.450 baş tavuk ''legonı, rodayland ve
yerli ırklar."
6- Umumi cansız demirbaş:
a) 16 adet tra ktör, 1 3 harman ve biçer dö
ker makinesi ve bilcümle ziraat işlerini gör
mekte bulunan ziraat alet ve edevatın tama-
mı.
b) 35 tonluk bir adet deniz motoru ''Yalova
Çiftlijinde."
c) 5 ıadet çiftliklerin nakliye işlerinde çalış
tırılan kamyon ve kamyonet.
d) 2 adet çiftliklerin umumi servislerinde
çalıştırılan binek otomobili.
233
e) 19 adet çütliklerin umumi servislerinde
çalıştırılan binek ve yük arabası.
Ayın Tarihi: 1937, sayı: 43 ;
Hayat Ansiklopedisi: C. 1, s. 305.
ÇİFl'LİKLERİNİ HAZİNEYE
BA(HŞLAMASI ÜZERİNE
(13.VI.1937)
234
Köylü "milletin efendisidir" , köylü Türkiye'nin "gerçek
sahibidir" teması, Kemalist ideolojinin 1920'lerin başından
beri tekrarladığı bir temadır. 1922 tarihli birinci metinde,
köylünün değeri, yüzyıllardır uğradığı haksız ve kötü mua
mele, artık veriminin ve refahının arttınlması gereği belirtil
dikten sonra, 1929 tarihli ikinci metinde "(ç)alışan Türk köy
lüsüne, işleyebileceği kadar toprak sağlamak,· ülkenin üreti
mini zenginleştirecek başlıca çarelerpendir" deniyor. Biri nci
metindeki ahlakçı retorik burada daha pragmatist bir renk
kazanıyor. Sorun "köylü için toprak" olarak da konsa, "genel
refah için köylüye toprak" olarak da konsa, nasıl C.H.P.
halkçılığı salt bir orta-sınıf ya da küçük adam halkçılığı de
ğilse, C. H.P. köylücülüğünün bir orta-köylücü, hele küçük
köylücü bir köylücülük olmadığını tesbit etmek gerekiyor.
Nitekim, 193 1 tarihli üçüncü metinde köylünün "necip"
ve "velinimet" olduğu söylendikten sonra (buradaki Alman
"volk" ve Rus ''köylü" idealizasyonu çağrışımlarını da not
edelim, ama baskın bir motif olmadığını hemen ekleyelim),
1936 tarihli beşinci metinde Toprak Kanunu'nun her Türk
çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı kadar toprağa sahip
olmasını amaçladığı, ama bunun yanısıra "büyük araziyi mo
dern araçlarla işletecek" büyük arazi sahiplerinin teşvik edi
leceği açıkça belirtilmektedir. Zaten, çiftçiyi topraklandırma
C.H.P. programlarına ancak 1935'te gir.ehilmiş (yukarıya
bkz.), burada (1936) haberi verilen Toprak Kanunu ancak
1946'da çıkarılabilmiş (bkz. 4. cilt), o da uygulamada güdük
kalmıştır. Asıl amacı tarımda proleterleşmeyi ve köylünün
kentlere akışını önlemek olan bu kanun bile C.H.P.'nin sınıf
lar ittifakında önemli yer tutan büyük toprak sahiplerini
kaygılandıracak ve iktidar blokunu içinden sarsacaktır.
Kemalist C.H.P. bu konuda da ikirciklidir, ama bu fonk
siyonel bir ikircikliliktir. Bütün dönem boyunca hem küçük
ve orta köylüye hitap eden bir retorik kullanılmış, hem de
235
esas itibarile büyük toprak sahiplerini kollayan politikalar
izlenmiştir. Bu herkesi, "halktan olan herkesi" gözetmek id-
, diasında olan ve tabii bütün benzerleri gibi aslında "bazıları
nı" gözeten Bonapartist politika ile sosyal ve siyasal istikra
rın sağlanması amaçlanmıştır. Ve bütün Bonapartist politi
kalar gibi, toplumsal uyum savının ve siyasal-ideolojik işleVi
nin yanısıra iÇ-çelişkiler de taşımış, 1937 tarihli altıncı me
tindeki "(b)üyük çiftçi ve Çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri
arazi genişliği(ni)... sınırlandırmak lazım"dıra yönelmek zo
runda kaldığı zamanlar da olmuştur.
1931 tarihli dördüncü metin ise, tarımsal kalkınmanın
yanısıra kırsal kesimde de sosyal istikrar isteyen Kemalist
C.H.P.'nin "birlik ve düzen içinde ilerleme" ideolojisini bir
başka açıdan yansıtan ilginç bir belgedir. Bir taraftan koz
metik bir yenilikçiliği (siyasette ve kıyafette), bir taraftan da
neredeyse statikliği (sosyal yapıda) arzulayan bu metni yo
rumlama önceliğini okuyticuya bırakıyorum.
1937 tarihli son iki metin yine Kemalistler'in tarımsal
ekonomik gelişmeye ve köy kalkınmasına yaklaşımlanndaki
paternalist (ve patrimonyalist) yanı gösterir niteliktedir. Her
konuda olduğu gibi, model çiftçilikler konusunda da rehber
ve kişisel örnek olmak isteyen Atatürk, burada, geniş mal
varlığının bir bölümünü ölmeden önce hazineye bağışlarken,
deneysel amaçlarla edindiği ve işi.ettiği çiftliklerini (arazi, bi:
na, fabrika, hayvan ve demirbaşıyla), bir hizmetkan olduğu,
Türk milletinin · efendisi olan, Türk köylüsüne armağan etti
ğini belirtiyor. İlginç ve önemli olan, aileden ya da girişimci
likten gelen bir özvarlığın değil, karizmatik siyasi liderin ka
musal makamı sayesinde malik olduğu ("tasarrufum altında
ki" diye ifade ediyor) değerlerin "hediye ve hibe" ediliyor ol-
1
masıdır.
236
DEVLETÇİLİK
237
Şimdiki şekli hükiiınetimiz, bizim için en
iyi ve en muvafık olanıdır. Henüz üç buçuk
dört yaşında olan bu hükiimetin, bu müddet
zarfında yaptığını vahidi kıyasi olarak alınız
ve aynı vahitle bundan sonrayı da tetkik edin.
Bu tarzı h ükiiınetin dört senede ne yaptığını
düşününce, bundan sonra da ne yapılabilece
ğini anlarız. Dört senelik kısa bir zaman için
de mevcudiyetimilliyemizi, şerefimizi, şahsiye
timizi kurtardık. Bütün dünyaya karşı yalnız
bugünkü mevcudiyetimizi muhafaza ile kal
ma � ık, asırların omuzlarımıza yüklettiği sey
yiatı da temizledik ve onların faili olmadığı
mızı cihanı beşeriyete fi'len ispat ettik. Vakıa
bu tarzı hükiiınet, bu kısa müddet içinde mil
leti müreffeh ve mes'ut yapamadı. Bin türlü
mihnet ve meşakkatler içinde ilk adımlarını
atan bu tarzı hükiiınetin semeratını henüz
maddi bir halde görmüş değiliz. Lakin yapı
lan şeyler bize, yapılacak şeyleri de pek güzel
gösteriyor. Hepimiz vicdanlarımızda en kuv
vetli kanaatler ve emniyetlerle biliyoruz ki,
milletimiz behemehal zengin, müreffeh ve
mes'ut olacaktır. Hükiiınetimizin tarz ve mahi
yeti bu gayeyi temine kafidir, katildir ve kud
reti iyidir.
("Adana'da Çiftçilerle Konuşma", il, 122, 1923)
,
238
li ticaret müesseseleri birer birer elimizden
çıkmıştı. Artık halkımızın tüccar sınıfını zen
gin edebilmek için, ticaretin hariç ellerde bu·
lunmasına mani tedabiri ittihaz etmek mec
buriyetindeyiz.
("Konya Esnaf ve Tüccarları ile Konuşma" ,
il, 136, 1923)
239
Maliiınu Alinizdir ki, siyasi fırkalar, mah
dut maksatlarla teşekkül ederler. Meseli; İz
mir tüccarları yalnız kendi menfaatlerini tat
min edebilecek bir fırka yapabilirler. Yahut
yalnız çiftçilerden ibaret bir fırka olabilir.
Halbuki bizim fırkaınız böyle mahdut bir na·
zar takibeden bir teşekkül değildir. Bilakis
her sınıf halkın menfaatlerini müsavi bir su·
rette, bir diğerini mutazarrır etmeden temin
etmeği istihdaf eden bir teşekküldür. Bunu
tavn hareketimiz ispat etmektedir. Bundan
sonra da böyle olacaktır. Diğer memleketlerde
bu teşekkülün bir müşabihini aramağa lüzum
yoktur.
Arkadaşlar, zaman, fani hAdisat, takip et·
tiğimiz istikamette bizi aldatmamıştır. Bu yol ·
uo
Orada bütün arka daşlarla beraber ben de ba
zı sözler söylemiştim. Türk milleti bütün tari
hinde harb meydanlanmızda birçok zafer
taclan giymiştir. Bununla müftehirdir, dai
ma müftehir olacaktır. Ancak bu mefharet ta
cını daha çok tezyin ederek milletin baŞında
tutabilmek için, diğer bir sahada behemehal
muvaffa k olması lAzımdır. O da iktisat saha
sıdır, demiştim. Bu dakika da iftiharla görü
yorum ki, kıymetli Azanız söz söylerken benim
o zama n mütehassis olduğumdan daha yük
sek bir tahassüs ile iktisat sahasındaki nok
taya parmaklarını koymuşlardır. Bunu gör
mek benim için mAnevi bir ma zhariyettir. Bu
mazhariyeti bana ihsas ettiklerinden dolayı
ayrıca teşekkür ederim. Arka daşlar, eğer bu
güne kadar iktisa di sahada arzu ettiğiniz de
recede büyük muvaffakiyetler görülmüyorsa ,
bunu tabii bulmak lAzımdır. B u demek değil
dir ki, Türk milleti iktisat sahasında kabili
yetsizdir. Bunu belki diyenler vardır. Faka t
bunlar Türk milletinin hakiki tarihini bilmi
yenler ve onu ha kiki kıymeti ile tanımamış
olanlardır.
Bütün beşeriyeteziraati, sanatı ilk öğreten
Türk milleti idi. Türk milletinin · dünyaya mü
rebbilik etmiş olduğuna artık hakiki Alimle
rin şüphesi kalmamıştır. Türk. milletinin bun
dan sonra layık olduğu derecede iktisadiyat
sahasında yükseleceğine kimsenin şüphesi ol
mamalıdır. Fırkamızın vazifesi bu hedefe bi
ran evvel erişebilmek için millete yol göster
mek ve yardım etmektir. Bunu bir vicdan bor-
241
cu, bir insanlık borcu biliriz. Borcumuza sadı·
kız, daima sadık olacağız.
("İzmir'd� Fırka Kongresinde Konuşma",
II, 262-265, 1931)
Efendiler, Kardeşler!
Biz bu milleti bugünkü şeklinden yükse�
mertebelere çıkarmakla mükellef adamlanz.
Bu yükseliş yalnız ve yalnız meydan muhare
belerinde kazandığımız şereflerle olamaz. Bu,
bana kafi değil. Asıl yükseliş iktisat sahasın
da yükseliş olacaktır.
(S ve D, VI, 227, 1934)
Sayın Arkadaşlar!
Geçen dört yılın başlıca işlevi ekonomi ala
nında olmuştur. Bir çok ülkeler, acunsal buh
ran karşısında sarsılmış ve umutsuzluğa düş
müşken biz, bu kapsal felaket önünde cuda ir·
kilınekdik (alkışlar). Yurdun ekonomisini yeni
bir düzene yönetlemiş bulunuyoruz. Arsıulusal
tecimi denkleştirerek, iç pazarı harekete geti·
rerek kendimizi korunmağı başardık. Asıl ön
de tuttuğumuz iş, geniş bir endüstri programı·
nı gerçekleştirmeğe başlamak olmuştur (alkış
lar). Bu program, tamamiyle gerçekleştiği .
242
gün, şüphesiz yurtd.aşın geçimi hissolunacak
derecede genişleyecektir.
Tarım ve endüstri hareketlerimiz birbirini
kollayan tedbirlerle yapılmaktadır.
Maden ürünlerimiz, son zamanlarda bir
gelişim gösterdi. Umudumuz odur ki gelecek
Kurultay maden işleriyle beraber deniz ekono
misinde bugün almakta olduğumuz tedbirle
rin verimli sonuçlannı vermiş olarak, topla
nacaktır (alkışlar).
Görüyorsunuz ki arkadaşlar; yepyeni bir
güdümlü ekonomi düzeni kurmakla uğraşıyo
ruz. Partimizin ekonomik anlayışı; bu yöndeki
programımızın, yurdun ihtiyaçlannı karşıla
yacak ve onu az zamanda gelişmiye ve genişli
ğe erdirecek en iyi program olduğunu göstere
cektir. Yeni öğütleriniz ve direktiflerinizle, ye
niden ilerleme ve yükselme tedbirlerimizi ko
laylaştıracağmıza şüphe yoktur.
Bayanlar, Baylar!
Cumhuriyetin dış siyasada özenle güttüğü
amaç arsıulusal barışı korum ak ve güven için
de yaşamaktır. Komşulanmızla dostluk .ve iyi
geçinme yolunda her gün biraz daha ilerle
mekteyiz.
Sovyetlerle dostluğumuz, her zamanki gi
bi, sağ�amdır (sürekli alkışlar) ve içtendir.
Kara günlerimizden kalan bu dostluk bağını,·
Türk ulusu unutulmaz değerli bir hatıra bilir
(sürekli alkışlar). İki memleket arasında . her
yönden değerler, sıklaşmakta ve genişlemekte
dir. Sovyetler, cumhuriyetimizin onuncu yılın
da, yüksek delegeleriyle hazır bulundular.
243
Devletlerimiz, hü.kümetleriyle ve uluslariy•
le, her fırsatta birbirlerine nasıl inandıkları
nı ve ne kadar güvendiklerini bütün dünyaya
göstermektedirler(alkışlar). Son günlerde Bo
ğazlar meselesini ortaya koyduğumuz zaman,
Sovyetlerin, bizim tezimizdeki doğruluğu ve
haklılığı bildirmiş olmaları, Türk ulusunda
yeniden derin dostluk duyguları uyandırmış·
tır (sürekli alkışlar).
("C.H.P. 4. Büyük Kuru]taymı Açarken",
1, 381, 1935;
244
Sayın Arkadaşlar,
Endüstrileşmek, en büyük milli dAvalan·
mız arasında yer almaktadır. Çalışması ve ya·
şaması için ekonomik elemanlan memleketi·
mizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sa·
nayii kuracağız ve işleteceğiz (alkışlar). En
başta vatan müdafaası olmak iizere, mahsul·
!erimizi kıymetlendirmekve en kısa yoldan, en
ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek
için, bu bir zarurettir.
Bu kanaatle, beş yıllık ilk sanayi plAnmın
geri kalan bütün hazırlıklan bitirilmiş olan
birkaç fabrikasını da, silratle başarmak ve ye
ni plAn için hazırlanmak icabeder.
Arkadaşlar!
En güzel coğrafi vaziyette ve üç tarafı de·
nizle çevrili olan Türkiye; endOstriai, ticareti
ve sporu ile eıi ileri denizci millet yetiştirmek
kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bil·
meliyiz; denizciliği, Türkün büyük milli filkil.
sü olarak düşünmeli ve onu az zamanda ba· .
şarmalıyız (yaşa sesleri, alkışlar).
Ekonomik kalkınma; Türkiye'nin, hür müs·
takil, daima daha kuvvetli, daima daha refah·
lı Türkiye idealinin, bel kemifidir. Türkiye bu
kalkınmada iki büyük kuvvet serisine dayan
maktadır:
Toprafmm iklimleri, zeneinlikleri ve baş·
lıbaşına bir servet olan colrafi vaziyeti; ve bir
de, Türk milletinin, silAh kadar, makine da
tutmaya yaraşan kudretli eli ve milli olduğu
na inandıfı işlerde ve zamanlarda, tarihin
245
akışını değiştirir celAdetle tecelli eden, yüksek
sosyal benlik duygusu... (sürekli alkışlar).
Sayın Milletvekilleri;
Demiryollan bir ülkeyi medeniyet ve refah
nurlariyle aydınlatan kutsal bir meşaledir.
(5. Meclis, "5. Dönem3. Toplanma Yılını
Açarken", 1, 396 ve 398, 1937)
246
çütülhedefi ekonomik ka1kınmadır. Bu da dev1etçi kapitalist
bir yo1dan başan1acaktır.
193 1 tarih1i dördüncü metinde Cumhuriyet Halk Parti
si'nin programının "bir yönden tamamiyle demokratik, ha1k
çı bir program o1mak1a beraber iktisat açısından devletçi" ol
duğu söyleniyor ve "Halkımız tab'an (doğası gereği) dev1etçi
dir ki, her tür]ü ihtiyacı devletten talebetmek için kendisin
de bir hak görüyor" deniyor. Burada "demokratik" (sözcüğün
ender kullanıhşlanndan biri) i]e "halkçı"nın (sözcüğün ne
an1ama geldiğini yukarıda görmüştük) eşan]amhymışçasına
ku11anı1ması ilginç. Atatürk'e göre demokrasi-halkçılık-cum
huriyet esas itibari]e monarii·saltanat karşıtı o]arak ku11a
nılıyor; hiçbirinin içini "demokratiklik"]e ilgili ögelerle dol
durduğunu söyleyebilmenin gerekçesi yok. Tıpkı, halkçılığın
sosya1izan öge]er taşıdığını söyleyebi1menin hiçbir teme]i ol·
madığı gibi. Bu pasajda bir şey daha yapılıyor ve dev]etçilik
'Türk halkının doğası, mizacı üzerinde temellendirilirken,
her şeyi devJetten beklediği belirti1ip inisyatif ve özel girişim
(ve sermaye birikimi) eksikliği çağnştınhyor.
Ardından korporatist "halkçılık" i]e kapitalist "devletçi
lik"in ve tabii "tek-parti"nin birbirini nasıl tamamladığını gö
rüyoruz: "ômeğ.in, İzmir tüccarları yalnız kendi çıkarlarını
tatmin edebilecek bir parti yapabilirler. Yahut yalnız çiftçi
]erden ibaret bir parti o1abi1ir. Oysa bizim partimiz böyle sı
nırh bir bakış açısı izleyen bir kuruluş deği1dir. Tersine her
sınıf halkın çıkarlarını eşit biçimde, biri ötekini zarara sok
madan sağ]amayı hedefleyen bir kuruluştur." "B"aşka ü1ke
lerde bu kuruluşun bir benzerini aramaya gerek yoktur" sö
zü ise ''biz bize benzeriz", ''biz en iyiyiz" tavrının bir başka
örneğidir; yoksa korporatist-tota1iter tek-partiler, o dönemin
Avnıpa'sından başlayarak dünyada çok görülmüştür. Sınıf
partileri ve ideolojik partiler Türkiye'de yalnızca yasalarla
yasaklanmış ve sınarlanmış değildir; bu siyasa] kü1türe1 öge
247
çok erken üretilmiş ve kamu vicdanına sindirilmiştir. En
doğru yol bizimkidir, gerekirse h er şeyin (kanunlann da) üs·
tüne çıkarak yolumuza devam ederiz, iktisat alanında da za
fer kazanacağız, Türk milleti iktisatta da üstün yeteneklere
sahiptir temalanndan sonra konuşma, "bütün insanlığa tan
ını, sanatı ilk öğreten Türk milleti idi" sözleriyle bitiyor.
''Türk milletinin dünyaya terbiyecilik etmiş olduğuna artık
gerçek bilginlerin kuşkusu kalmamıştır" deniyor.
1935 tarihli altıncı metinde, Türk halkının "doğal eğili
mi" olan devletçiliğin somut bir iktisat politikasına ya da
ekonomik modele dönüştürülüşünü görüyoruz: " ... yepyeni
bir güdümlü ekonomi düzeni kurmakla uğraşıyoruz." Dikkat
edilsin, Atatürk "yepyeni" (ya da ''bize özgü") derken, Türk
devletçiliğinin bir "üçüncü yol" olduğunu; bir yandan liberal
kapitalist düzenden, öbür yandan sosyalist modelden farklı
bir "güdümlü" düzen olduğunu ima ediyor. Hemen ardından
gelen, Sovyetler'Je iyi ilişkilere ilişkin sözler, dış siyasete in·
hisar etmektedir; model benzerliğiyle ilgisi yoktur.
1937 tarihli yedinci metin, Kemalist devletçiliğin özde
kapitalist niteliğini yeterince açıklamaktadır: "Kesin zorun
luluk olmadıkça, piyasalara kanşılamaz"; ''Tüccar, milletin
emeği ve üretimi kıymetlendirilmek için eline ve zekasına
güvenilen ... adamdır"; v.b ... Ama "güdümlü ekonomi" gereği
özel girişimler denetlenecek ve sanayileşme planlı biçimde
gerçekleştirilecektir.
248
İZMİR İKTİSAT KONGRESİ ( 1 923)
249
olan çok kuvvetli iktisat teşkilatını nazarı iti
bara alarak, yapılması lazım gelen tedbirleri
ve tatbiki elzem olan bütün yenilikleri kemali
vuzuhla üade etmelisiniz.
250
asarı sanayide yine haricin haraçgüzan olu
ruz. Mahsulat ve mamulitın mübadelitı ve
servete inkılibı için, ticarete ihtiyacımız var
dır. Ticaretjmizin al}yar elinde kalması, mem
leketimizin servetinden lüzumu kadar istüade
edememeği bais olur. Fakat bütün bunlar söy
lenildiği kadar basit ve kolay olmayan şeyler
dir. �unda muvaffak olabilmek için hakika
ten memleketin ve milletin ihtiyacına mutabık
esaslı program üzerinde bütün milletin mütte·
bit ve hemahenk olarak çalışması lazımdır.
Heyeti aliyyeniz bu esasatın en kıymetlilerini
inşallah bulup ortaya koyacaksınız. Arkadaş
lar, bence yeni devletimizin, yeni hükiimetimi·
zin bütün esaslan, bütün programlan iktisad
programından çıkmalıdır. Çünkü demin dedi
ğim gibi her şey bunun i Çinde mündemiçtir.
Binaenaleyh evlatlarımızı o suretle talim ve
terbiye etmeliyiz, onlara o suretle ilim ve irfan
vermeliyiz ki, Alemi ticaret, ziraat ve sanatte
ve bütün bunların faaliyet sahalarında müs·
mir olsunlar, müessir olsunlar, faal olsunlar,
ameli bir uzuv olsunlar. Binaenaleyh maarif
programımız, gerek iptidai tahsilde, gerek or
ta tahsilde verilecek bütün şeyler, bu noktai
nazara göre olmalıdır. Maarif programları
mız gibi şuabatı devlet için tasavvur olunacak
programlar dahi, iktisad programına istinad
etmekten kendini kurtaramazlar. Esaslı bir
program tatbik etmek ve bu program üzerinde
bütün milleti hemahenk olarak çalıştırmak
lAzımdır.
Bizim halkımızı menfaatleri yekdiğerinden
251
ayrılır sunuf halinde değil; bilakis mevcudi
yetleri ve muhassalai mesaisi yekdiğerine la
zım olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada
samilerim çütçilerdir, sanatkarlardır, tüccar
lardır ve ameledir. Bunların hangisi yekdiğe
rinin muanzı olabilir. Çütçinin sanatkAra,
sanatkarın çütçiyeve çütçinin tüccara ve bun
ların hepsine, yekdiğerine ve ameleye muhtaç
olunduğunu, kim inkar edebilir.
. Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha
çok olmasını temenni ettiğimiz fabrikaları
mızda kendi amelemiz çalışmalıdır. Müreffeh
ve mem.n� olarak çalışmalıdır ve bütün bu
saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin ol
malıdır ve hayatın lezzeti hakikisini tadabil
melidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bu
labilsin. Binaenaleyh programdan bahsolun
duğu zaman, Adeta denebilir ki, bütün halk
için bir ''SA.y Misakı Millisi"dir. Ve böyle bir
sA.y misakı millisi mahiyetinde olan program
etrafında toplanmaktan hasıl olacak olan
şekli siyasi ise, alelA.de bir fırka mahiyetinde
tasavvur edilmemek lazım gelir ve badessulh
vukua gelebilecek olan böyle bir şekli siyasi
nin şimdiye kadar olduğu gibi milletin azim
ve imanile ve vahdet ve tesanüdünün birbirine
müzahir olmasile muvaffak olacağı hakkında
ki kanaatim kavidir ve tA.mdır.
Efendiler, heyeti aliyyenizin bugün akdet
miş olduğu Türkiye İktisat Kongresi çok mü
himdir, çok tarihidir. Nasıl ki Erzurum Kong
resi, Sivas Kongresi felA.ket noktasına gelmiş
olan bu milleti kurtarmak hususunda Misakı
252
Milli'nin ve Teşkilatı Esasiye Kanununun ilk
temel taşlarını tedarik hususunda amil olmuş,
müessir olmuş, müteşebbis olmuş ve bundan
dolayı tarihimizde, tarihi millimizde ve hayatı
milliyemizde en kıymetli ve yüksekhAtırayı ih·
raz etmiş ise, kongreniz dahi milletin ve mem·
leketin hayat ve halası hakikisini temine me·
dar olacak düsturun temel taşlannı ve esasla·
nnı ihzar edip ortaya koymak suretile, tarihte
en büyük namı ve çok kıymetli bir hatırayı. ih·
raz edecektir. Bu kadar kıymetli ve tarihi
kongren izi küşa t etmek şerefini bana bahşet·
tijinizden dolayı hassa ten arzı teşekküra t
ederim. Ve böyle bir kongreyi akdeden sizler·
siniz. Bundan dolayı sizi şayanı tebrik görü·
rüm . Ve tebrik ederim. Kongre küşat edilmiş·
tir efendim.
("İzmir İktisat Kongresini Açış Söylevi",
il, 108-1 12)
253
yanın yüzyıldır etkilemekte olan korporatist akımlann etkisi
altındadırlar.* "Milli iktisat", "iktisadi devlet", "ulusal iktisat
devleti" ve nihayet Gökalp'in deyişiyle "Türkler'in doğuştan
doğal devletçiliği" gibi kategorilerle düşünmektedirler. Bun
ların hepsi post-liberal kavramlardır.
Nitekim Atatürk'ün de 1923 İzmir İktisat Kongresi'ni
açarken yaptığı konuşmada liberal değil , korporatist söylem
baskındır; 1930'dan sonra açı1maya başlayacak o1an devletçi
politikalan haber veren devletçi ve korporatist bir ideoloji
görülmektedir.
Konuşmanın buraya aldığımız bölümü, Recep Peker'in
yukarıdaki "ulusal devlet"ine ve "ulusal iktisat birliği"ne
benzer bir temay1a başlıyor. "Ha1k devri, milli devir" bir "ik
tisat devri"dir. Öyle bir iktisat devri ki, amacı, bi1diğimiz ba
yındırlık-refah-zenginlik. (Doğu'nun ve İs1am'ın) kanaatkar
lığı, fakirliği erdem bi1me fe1sefesi, tevekkü1ü aşı1acak; ü1ke
"t:e�ginler mem1eketi" olacak. İktisat Kongresi de, �lkenin
gereksinimlerini, ulusun yeteneklerini ve "bütün dünyada
mevcut olan çok kuvvetli iktisat teşkilatını gözönüne alarak"
(abç), önlemleri ve yenilikleı:i belirleyecek. Mes1eki temsi)
esasına göre seçilmiş, korporatif bir iktisat mec1isi o1an İz
mir İktisat Kongresi (bkz. 4. cilt), hem "çalışma zümre1eri"
nin taleplerini ifade ettikleri, hem de devlet-partisi C.H.P.'
nin denetiminde ekonomiyi yönlendirecek ve p)anlayacak bir
oluşumdu.
Atatürk, ekonominin "her şey demek" o1duğunu, "yaşa
mak için, mutlu olmak için, insan varlığı için ne gerek1iyse
onların tamamı demek" olduğunu hayli ekonomist bir dille
belirttikten sonra, ekonomik işlevleri ve zümreleri sayıyor ve
şöyle -devam ediyor:
254
... esaslı program üzerinde bütün milletin bir
lik içinde ve uyumlu olarak çalışması gereklidir.
Yüksek kurulunuz bu esasların en değerlilerini in
şallah bulup ortaya koyacaksınız. Arkadaşlar, ben
ce yeni devletimizin, yeni hükümetimizin bütün
esasları, bütün programlan iktisat programından
çıkmalıdır.
255
LAiKLiK <I>
Mahreci
Ankara
Kadıp.lar Cemiyetine
.Ajans .
• Padişahı azam, Halife ve Hakanı akdesi
ıniz Efendimiz: İstanbul'un işgali ve bunu ta
kip eden fecayi üzerine vaziyeti tetkik ve huku
ku saltanatı Seniyeleriyle istiklali millimizi
müdafaa ve temin etmek maksadiyle bu defa
Ankara da Büyük Millet Meclisi halinde ictiına
ettik. Anadolunun düşman istilası altında 'ol
mıyan her köşesinden gelen ve millet tarafın
dan selAhiyeti fevkalade ile terhis edilen me
buslar müttefikan ittihaz ettikleri bir karar
ile süddei seniyelerine bazı hakayıkı arz etme
g-i kendilerine bir vazüei sadakat ve ubudiyet
bildiler: Padişahımız, Maliimu seniyeleridirki
Hanedanı saltanatı hwnayunların ın ceddi
mübarek ve mübecceli olan Sultan Osman ta
rihi millimizin mesud ve müteyeınmen bir ge-
256
cesinde hatırası nesillerden nesillere intikal
eden bir rüya görmüştü. O rüyanın üç kıta
üzerine gölgesini salan ve altında yüz milyon·
luk bir alem banndıran kudsi ajacından ar
tık bütün dallar kesilmiş ve ortada yalnız
muazzam bir gövde kalmıştı. O gövde Anado
ludur ve onun kökleri çok derin gitmek üzere
bizim kalplerimizin içindedir. Ecdadı kiramı·
nız Rumelide kendi başına cihan kıtalarmı
feth ve istilA ederken ordularmı da Anadolu
topraklarmdan davet eder ve uzak memleket
lerin büyük ana hatlannı, askeri yollannı
muhafaza ettirmek üzere yine Anadoludan
ahali celp ve en mühim noktalara iskan eder
lerdi. Bu halk kitleleri Bosna Hersek ve Mora
içlerine kadar yayıldı. Basra körfezine kadar
indirildi. Suriye, Filistin yollannda taraf ta
raf yerleştirildi. Padişahımız; TahtıgAhı salta
natı seniyelerinin şeref ve bekası için Anadolu
halkı asırlardan beri baba ocaklarmdan çok
uzak harp yerlerinde ifnayı hayat etmeyi ken
disine en kutsi bir borç bilmiştir.
Anadolu boşaldı. Anadolu viran oldu; fa
kat iklimlerden iklimlere uzayan bakanlığını
zın şevketve kudreti için her mihneti, her felA
keti cana minnet bjldi. O bir topraktır ki; Ma
caristan içlerinden Yemen çöllerine kadar,
Kafkas eteklerinden Basra yalılanna kadar
kuşak kuşak uzayıp giden namütenahi meş
hedtelerle muhattır ve o meşhetleri her yerden
fazla şimdi hüıriyet ve istiklAli için yeni bir
halk mücahedesi yapan bu eski Anadolu verdi.
Şevketlu Padişahımız; İslAmın her tarafta
257
duçan hezimet olan bayraklan gelip onun
ufuklann da toplandı, onun ufuklann da ken·
dine en son penahı ve necatı aradı. İzmir isti·
lAsı üzerine memaliki şahanelerinin en ma
mur ve en mesud bir kısmı nasıl ateşle yağma
ve kıtal ile baştan başa harap oldu, bilirsiniz.
Hiç bir hakka istinad etmeyen ve milletinizi
son yurdunda duçan esaret eylemeği emel edi·
nen bu vahşi akın üzerine kalbi humayunlan·
nın duyduğu acı teessürleri cihanı matbuata
bizzat tevdi buyurmuştunuz. İzmir işgalini,
Adana fecayii; bu fecayii Maraş Ayıntap kıtal·
leri ve onu da felAketlerimi�in en büyüğii ol·
mak üzere İstanbul işgali takip etti. Soyundan
yetiştiğiniz millet binlerce senedenberi ciha·
nın en muhteşem tahtlanna Sultanlar yetiş
tirmiş ve hür y�şamış olan bir millet sıfatiyle
bu hal karşısında ne yapabilirdi.
Padişahını elim ve harp neticesinde ordu·
lannı kullanmaktan memnu ve mahrum gör·
düğü için kendi kendine silaha sanldı ve nere·
de ana vatanı tecavüze uğramışsa oraya dini
ve milli namusunu kurtarmak için koştu. Pa·
dişahımız; Kafkasyanm İslAm kahramanlan
babalann ın ocaklann ı, kendilerinden yüz
kerre kavi bir düşmana karşı otuz sene kadın
erkek müdafaa ettiler. Cezayir yirmi seneden
beri devri şahamet yaşıyor, zavallı Fas, on se·
nedir ki Fransız işgalini tanımıyor ve silAhını
teslim etmiyor. Trablus bir avuç kahraınanıy·
la aynı cidal içindedir. Bugün İslam Aleminin
her köşesi silAhtan tamamiyle mahrum bir
halde iken zulüm ve biyanet boyunduruğunu.
258
atmak için kıyam ve isyan ederken Abbasi ve
Fatimi HiWetlerinden, Selçuk Türklerinden
beri hemen bin yüz seneyi mütecaviz bir za
mandır, istiklal ve Hürriyet ve din için gaza
eden büyük milletiniz, Asyanın ve İslAmın
alemdarı diye cihanşumul bir şöhreti olan
milletiniz, hal.Asını canına susamış düşmanla
rının merhametinden bekler mi?.. Şevketpenah
Efendimiz; Milli müdafaamızı mübarek maka
mı humayunlarına karşı bir isyan suretinde
göstermek ve halkı iğfal etmek için mütemadi
çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine
kırdırmak ve düşman futuhatına yolu açık bı
rakmak istiyorlar. Halbuki vuran da vurulan
da hepsi sizindir. Hepsi aynı derecede sadık
evlatlarınızdır. Milli müdafaamızı düşmanla
rın bayrakları babalarımızın ocakları üstün
den çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri
bir büyük hAkanımızın aşkı dini ve il.Abisine
mutandan ve mehip bir delil olan İstanbul
mabedleri etrafında düşman askerleri gezdik
çe, öz vatan topraklan üstünden yAd adamla
rın ayakları çekilmedikçe biz mücahedemizde
devam etmeğe mecburuz. Cenabıhak ataları
nın yurdunu koruyan Halife ve Hakanının fe
ref ve istiklali için uğraşan evlAtların ızla be
raberdir. Kendi hükfunetimizin idaresi altın
da bedbaht ve fakir yaşamak ecnebf°"esareti
bahasına nail olacağımız huzur ve saadete
bin kerre müreccahtır.
Padişahımız! Kalbimiz hissi sadakat ve
ubudiyetle dolu, tahtınızın etrafında her za
mandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmıf bu-
259
lunuyoruz. ictimaının ilk bu sözü Halife ve
Padişahına sadakat olan Büyük Millet Meclisi
son sö-zünün yine bundan ibaret olacaj'ını süd
dei Seniyelerine en büyük tazim ve huşu ile an:
eder. 2814/336
Büyük Millet Meclisi Emrile
Mustafa Kemal
T.İ.T.E. Arşivi: 37/40855;
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi; 1920, s. 123-124.
(S ve D, iV, 305-307, 1920)
260
•..nüfustan mürekkep bir Türk millet-i azi
mesi vardır.-ve bu milletin saha-i arzdaki vü·
sati nisbetinde saha-i tarihte de bir derinliği
vardır.
Efendiler! Bu umku isterseniz iki mikyasla
ölçelim; birinci vahid-i kıyasi, edvar-ı kablet
tarihiyeye ait mikyastır. Bu mikyasa göre
Türk milletinin ceddi ilAsı olan Türk namın
daki insan; ikinci, ebülbeşer Nuh AleyhisselA
mm oğlu Yafes'in oğlu olan zattır. Tarih devri
nin tedarik-i vesaikte pek müsamahakAr olan
ilk safhalarına biz de müsamaha edelim; fa-
'
kat en bariz ve en kati ve en maddi delail-i ta
rihiyeye istinadan beyan edebiliriz ki, Türk
ler on beş asır evvel Asya'nın göbefinde muaz
zam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her
türlü kabiliyatına tecelligAh olmuş birer un
surdur. Sefirlerini Çin'e. gönderen ve Bi
zans'ın sefirleriiıi kabul eden bir Türk devle
ti, ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eyle
diği bir devlet idi.
Arkadaşlar! Yine malümdur ki: Dünya yü
zünde yüz milyonluk bir Arap kütlesi vardır ve
bunların Asyai kısmı Ceziretülarab'da müte
kAsü olarak arzı mevcudiyeteder.
Mazhar-ı nübüvvet ve risalet olan FahriA
lem Efendimiz bu kütle-i Arap içinde, Mek
ke'de dünyaya gelmiş bir vücudu mübarek idi.
Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür.
Adat-ı ilAhiyenin tecelliyatma bakarak diyebi
liriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devirde müta
lAa olunabilir. İlk devir, beşeriyetin sahavet
' ve şebabet devridir. İkinci devir, beşeriyetin
261
rüşt ve kemal devridir. Beşeriyetbirinci devre
de tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi ya
kından ve maddi vasıtalarla kendisiyle iştigal
edilmeyi istilzam eder. Allah, kulların ın Hlzım
olan nokta-i tekemınüle vusulüne kadar içle
rinden vasıtalarla dahi kullariyle iştigali JA
zime-i ulühiyetten addeylemiştir. Onlara Haz
reti Adem AleyhisselAmdan itibaren mazbut ve
gayri mazbut namütenahi denecek kadar çok
nebiler, peygamberler ve resuller göndermiş
tir. Fakat; Peygamberimiz vasıtasiyle en son
hakayik-i diniye ve medeniyeyi verdikten son
ra artık beşeriyetle bilvasıta temasta bulun
maj'a lüzum göJ"!llemiştir. Beşeriyetin derece-i
idrak, tenevvür ve tekemmülü her kulun doj'
rudan doğruya ilhamat-ı ilahiye ile temas ka
biliyetine vAsıl olduj'unu kabul buyurmuştur
ve bu sebepledir ki, Cenabı Peygamber, Hate
mülenbiya olmuştur ve kitabı, kitab-ı ekmel
dir. Son peygamber olan Muhammet Mustafa
(Sall.Allahü Aleyhi Vesellem) (1394) sene evvel
rumi nisan içinde rebiulevvel ayının on ikinci
pazartesi gecesi sabaha doğru taiıyeri ağarır
ken doj'du, gün doj'madan._
Bugün o gündür. İnşaallah büyük tesadüf
tür (İnşaallah! sesleri). Filhakika arabi tari
hiyle bu akşam yevmi vil.Adetin sene-i devriye·
sine tesadüf ediyor. Hazreti Muhammet, ey
yam-ı sahavet ve şebabeti geçirdi. Fakat henüz
peygamber olmadı. Yüzü nurani, sözü ruhani,
reşit ve rüiyette bibedel, sözünde sadık ve ha
lim ve mürüvetçe sairi faik olan Muhammet
Mustafa, evveli bu evsaf-ı mahsusa ve müte-
262
mayizesiyle kabflesi içinde "Muhamm ed-ül
emin" oldu.
Muhammet Mustafa, peygamber olmadan
evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, iti
madına mazhar oldu. , Ondan sonra ancak
kırk yaşında nübüvvet ve kırk üç yaşında risa
let geldi. Fahrialem Efendimiz namütenahi
tehlikeler içinde, bipayan mihnetler ve meşak
katler karşısında (20) sene çalıştı ve din-i İslA
mı tesise ait vazüe-i peygamberisini üaya mu
vaffak olduktan sonra vasılı alA-yı illiyyin ol
du. Kendisinin mazhar-ı irşadatı olan bütün
müsliınin ve bilhassa Ashab-ı Güzin birçok göz
yaşları döktüler. Fakat muktazay-ı beşeriyet
olan bu hali teessürün bifaide olduğwiu der·
hal idrak eden erbab-ı fetanet, Peygamberin
arkasından ağlamak değil, mesalih-i ümmeti
bir an evvel hüsnü temşiyete mazhar edecek
tedbir almak kanaatiyle toplandılar.· Resulü
Ekrem'e halife olacak bir emir intihabı mev
zuu bahis edildi. zatı Risaletpenahi, yarigArı
olan Hazreti Ebubekir'den şahsen çok hoşla
nırdı ve enfas-ı vapesinini yaşarken Ebube
kir'in kendisine halef olması muvafık olacağı
nı muhtelif tarzlarda işaret dahi buyurmuş
lardı. Buna nazaran toplanıp resmen bir inti
hap yapmaktan başka bir iş kalmamış olduğu
na hükmolunabilirdi.
263
lislam mevcut olan bu devletlerin sahibi Türk
ler, bundan ( 1000) sene evvelİslAmı kabul etti
ler. Evvel! şarka doğru tevsi-i memalik ederek
Çin hududuna kadar icrayi nüfuz eylediler.
Hulefa-yi Abbasiye'nin tahtı idaresinde bulu
nan bu yerlerde iktisab-ı nüfuz ettiler. En yük
sek idare ve emri kumanda makamatına irti
ka eylediler. Dördüncü asr-ı hicride idi ki, Sel
çuk Hükümeti namı altında muazzam bir
Türk devleti teşekkül etti. Bu devletin namı al
tında icrayi faaliyet eden Türkler, bir taraftan
Kafkasya'ya, diğer taraftan cenuba İran ve
lrak'a ve Suriye'yeve garba, Anadolu'ya nüfuz
eyledi. Bağdat'ta oturan hulefa-yi Abbasiye bu
Türk devleti muazzamasının daire-i nüfuzuna
girmişti. Filhakika bu Türk devleti beşinci
asır evasıtında Maveraünnehr ve Harezmi,
Şam ve Mısır'ı ve Anadolu kıtasının çoğunu ve
birçok memaliki zapt ile hududunu KAş
gar'dan ve Seyhun mecrasından Akdeniz'e ve
Bahriahmer ve Bahriumman'a kadar tevsi etti
ve Bağdat'ta bulunan hulefa-yi Abbasiye'yl,
yed-i ihtiyar ve idaresine aldı.
Bağdat'ta, aynı merkezde Melikşah namın
da Türk hAkimiyetini temsil eden bir zatla ha
life namını taşıyan Muktedibillah yanyana
oturdular ve akraba oldular.
Bu vaziyeti ve bu manzarayı biraz tahlil et
mek isterim:
Türk Hakanı ki, muazzam bir Türk Devle
tinin hakimiyet ve saltanatını temsil ediyor,
yanında bir hilafet makamının ayrıca mahfu
ziyetinde bir beis görmüyor. Eğer böyle bir
264
mahzur görseydi zaten yed-i idaresine aldığı
makamı ortadan kaldırmak ve o makama ait
sıfat ve salfilıiyeti kendi makamında memzuç
bulundurm ak mümkündü. Hazreti Selim'in
takriben beş asır sonra MısıTda yaptığını eğer
isteseydi Melikşah, daha o zaman Bağdat'ta
yapmış olurdu.
265
şey yapmış olmadı.
Vahdettin, bu hareketiyle kendini öldürdü
ve temsil eylediği şekli idarenin indirasını za
nıri kıldı. Fakat Efendileı; millet hiçbir vakit
bu hareket-i hiyanetkAranenin kurbanı olma
ja razı olamazdı. Çünkü millet icabı taamül
olarak başında bulunanın mahiyet-i hareketi
ni sühuletle idrak edecekrüştü kabiliyette idi.
Millet, tarihin vuzuhundan, asırlardan beri
duçar olduğu felaketlerin esbabını bir anda
halas edebilecekhassasiyet ve intibahta idi.
Mill�t, şahıslann hırs-ı saltanat, hırs-ı ta
hakküm, hırs-ı istiladan başlıyarak temin-i
menfaat ve rahat ve tevsi-i sefahet ve rezalet
ibzal ve israfat gibi hasis maksatlar için vası
ta ve kuvvet olmak yüzünde;n kendi benliğini
unutacak mertebede geçirdiği gafletlerin ne
tayic-i elime.sini derhal halas edebilecek rüşt
ve kemalde idi. Artık milletin en mAkul ve
meşru ve en insani salAhiyetini istimal etmek
zamanı geldiğinde tereddüdü kalmamıştı. Ta
rih-i cihanda bir Cengiz, bir Selçuk, bir Os
·
266
Meclisi'dir. Milletin saltanat ve hakimiyet ma
kamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet
Meclisi'dir. Ve bu makam-ı hakimiyetin hükü
metine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hüküme
ti derler. Bundan başka bir makam-ı saltanat,
b'undan başka bir heyeti hükümet yoktur ve
olamaz.
Kendine sıfat-ı hilAfeti izafe eden bu mev
kii şahsi, münhedim olunca makam-ı hilafet
ne olacaktır? suali vAıid-i hatır olur.
Efendiler! Hulefa-yi Abbasiye devrinde
Bağdat'ta ve ondan sonra Mısır'da hilafet
makamının, asırlarca müddet saltanat ma
kamiyle yanyana ve fakat ayrı ayrı bulundu
ğunu gördük. Bugün dahi saltanat ve haki
miyet makamiyle makam-ı hilafetin yanyana
bulunabilmesi en tabii hAIAttandır. Şu farkla
ki , Bağdat'ta ve Mısır'da saltanat makamın
da bir...
(S ve D, 1, 270-271 ve 278-279, 1922)
267
itikadi, ilmi, içtimai, ihsai ve iktisadi hayatla
nna ait şuunatı tetkik ve netayicini neşreyle
mek zikre şayan ehe:mmiyeti haizdir. Tetkikat
için bir kütüphane tesis edildi. İstanbul'dan,
Avrupa'dan ve Mısır'dan bir kısım mühim ki
taplar celbolundu. Ehemmiyetli birçok kitap
da Avrupa ve Mısır'a sipariş edildi. Şer'iye Ve
kAleti, medreselerin tevhidini ve asri müessese
haline ifratını istihdaf eylemektedir. Vekfilet,
asri müçtehit ve müfessirlere menşe olmak
üzere bir külliye-i İs!Amiye vücuda getirmeğe
büyükehemmiyet atfetmektedir.
Efendiler, evlAd-ı memleketin milştereken
ve mütesaviyen iktisaba mecbur olduklan
uliim ve fünun vardır. Ali meslek ve ihtisas er
babının tefrik olunabileceği derecatı tahsile
kadar, terbiye ve tedriste vahdet, heyeti içti
ınaiyemizin terakki ve taalisi nokta·i nazarın
dan çok mühimdir. Bu sebeple Şer'iye Vekfile
tiyle Maarif VekAletinin bu hususta tevhid-i fi
kir ve mesai eylemesi temenniye şayandır.
268
kimiyet-i milliye düşmanlarını da aynı haklar
ve aynı sebeplerle hain telakki ederiz (şiddetli
alkışlar). BAkimiyet-i milliyenin üade-i kanu
niyesi olan teşkilAt-ı esasiyemize ve onun bir
sened-i teyidi olan 1 teşrinisani 38 kararına
muhalefet edenleri aynı hak ile menederiz, en
sali müstakbelemizin selameti ve vatanın is
tikbali namına menederiz (doğru sesleri).
Muhterem ve Muazzez Arkadaşlarım!
Bu izahatımdan sonra hep beraber enzar-ı
ihtirAmımızı mutalı vicdanımız olan muhit-i
millete nasbedelim. Orada faziletin, vefa ve sa
dakatm, arzu-yu teceddüdün, aşkı hakimiyet
ve istiklalin intüa napezir ateşi yanm aktadır.
Bu mukaddes ateş kendi içindeki cehli zul
meti yakacak ve istiklalimiz önüne dikilecek
olan bütün manileri yıkacaktır (İnşallah ses
leri).
Efendiler, millet önünde, onun istihkak-ı
istikl.Ali önünde, onun liyakat terakki ve te
ceddüdü önünde her kuvvet, ancak milletin
irade ve emeline uymak suretiyle yaşayabilir.
Milletin irade ve emeline uymıyanlann ta
lihi hüsrandır, izmihlAldir (şüphesiz sesleri).
Efendiler, bu muazzam iradenin huzurun
da kemali hürmet ve inkıyat ile eğilelim! (şid
detli alkışlar).
Yahya Galip Bey (Kırşehir) - Yaşa Paşam,
yaşa!..
(S ve D, 1, 299-300 ve 3 10, 1923)
269
. Büyük dinimiz çalışmıyanın insanlıkla
alakası olmadığını bil�iriyor. Bazı kimseler
asri olmayı kAfir olmak sanıyorlar. Asıl kü
für onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri ya
panların maksadı, İslAmların kAfirlere esir
olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı
hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, di
mağladır.
(S ve D, il, 128, 1923)
270
erbabı ilmin hakiki esasatı şer'iyeye tevessül
lerle, bugünkü idaremizin asıl şer'in ve dinin
ruhundan alınmış olduğunu ve hakikati İslA
miyenin bize asıl bugünkü şekli emrettiğini
anlatmakla ifa edecekleri vazüeler cidden kıy
metli ve mühimdir.
(S ve D, il, 154, 1923)
271
kat nasıl ki her hususta ali meslek ve ihtisas
sahipleri yetiştirmek lAzım ise, dinimizin ha
kikati felsefiyyesini tetkik, tetebbu ve telkin
kudreti ilmiye ve fenniyesine tesahüp edecek
güzide ve hakiki ulemayı kiram dahi yetiştire
cek müessesatı Aliyeye malik olmalıyız.
(S ve D, il, 90, 1923)
272
açmak üzere verilmediği halde, siyasi pragmatizmin ve reto
riğin nerelere varabileceğinin nabzını tutturmaktan da uzak
değildir. Aslında çok �leştirel ve suçlayıcı olduğunu bildiği
miz -bize (sonra) �endi bildiren- Atatürk, 1920 tarihli birinci
metinde sultanlardan, halifelerden, Osmanlı tarihinden,
Müslümanlık tarihinden, saray tarihçisi üslubuyla ve en
kuvyetli, ululayıcı sıfatlarla sözediyor. Bir tek örnek öne çı
karmak gerekirse: "Soyundan yetiştiğimiz millet binlerce se
nedenberi cihanın en muhteşem tahtlarına Sultanlar yetiş
tirmiş... " Atatürk, inanmadığı konularda cepheden mücadele _
yapmıyor, susmuyor, dikkatli ve ölçülü eleştiri yapmıyor;
inandığının tam tersini övebiliyor ve yüceltebiliyor.
1922 tarihli ikinci metinde Atatürk, Kuran hükümleri
nin (nusus-dogmalar) isabetinden, camilerin kutsal minber
lerinin halkın ruhani, ahlaki besinlerinin en yüksek, en ve
rimli kaynaklan olduğundan, halkın anlayabileceği dille
okunacak hutbelerin ehli İslamın vücudunu canlandıraca
ğından, beynini temizleyeceğinden, imanını güçlendireceğin
den sözediyor.
Yine 1922 tarihli üçüncü metinde Atatürk Türk-İslam ta
rihini anlatıyor. İnsanlık dünyasında yüz milyonu aşkın bir
"büyük Türk milleti" bulunduğunu ve bu milletin yeryüzün
deki genişliği oranında. tarihte de bir derinliği olduğunu söy
lüyor. İlk tarih dönemlerinin belgelenebilme zorluğuna kar
şın "en açık ve en kesin ve en maddi tarihsel kanıtlara daya
narak söyleyebiliriz ki, Türkler on beş yüzyıl önce Asya'nın
göbeğinde muazzam devletler kurmuş ve insanlığın her tür
lü yeteneğini gerçekleştirmiş bir unsurdur." Atatürk daha
sonra dünyadaki yine yüz milyonluk "Arap kütlesi"ne geçi
yor ve Muhammed Peygamber'in (Fahrialem Efendimiz) bu
kütle içinde dünyaya gelmiş bir "mübarek vücut" olduğunu,
"bir ve büyük" olan Tann'nın onu son peygamber olarak in
sanlara gönderdiğini söylüyor. Allah, "Peygamberimiz aracı-
273
lığıyla en son dini ve medeni gerçekleri verdikten sonra artık
insanlıkla dolaylı olarak temasta bulunmaya gerek görme
miştir" diyor.
Bir konuşmasında İslAm tarihini din sosyolojisi açısın
dan değil, tüm ritüel gerekleri de yerine getiren bir İslam
teologu üslubuyla ele alan Atatürk hilafet tartışmalarını,
Emeviler'i ve Abbasiler'i geçtikten sonra Türkler'in İslamiyet
içindeki yerine geliyor ve sultanlıkla halifeliğin aynı kişide
bulunmasına gerek olmadığını be1irtiyor: "Hazreti Selim'in
yaklaşık y�yıl sonra Mısır'da yaptığını eğer isteseydi Me
likşah, daha o zaman Bağdat'ta yapmış olurdu." Osmanlı
tarihinin eleştirisi otuz altıncı ve sonuncu padişah(-ha1ife)
Vahdettin'in hainliği temasıyla noktalanıyor ve "milli salta
nat ve hakimiyet"in artık bir şahısta değil Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nde bulunduğu belirtiliyor, hilafet makamın
da da artık T.B.M.M. oturacaktır deniyor. Burada asıl
önemli ve ilginç olan, hilafet kurumuna özde bir eleştiri yö
neltilmemesi, yalnızca koordinatlarının ne olması gerektiği
nin tartışılması, hatta tam tersine, T.B.M.M.'nin yanısıra
hilafetin de yüceltilmesidir: "Bundan sonra makam-ı hilafe
tin dahi Türkiye Devleti için ve bütün İslam dünyası için ne
kadar verimli olacağını da gelecek bütün açıklığıyla göste
recektir.... Türk ve İslam-Türkiye Devleti iki mutluluğun
gerçekleşmesine..."
Saltanat ve hilafet, belli bir sultan ve halifeden boşaltı·
lıp T.B.M.M.'nin uhdesine alınınca, "... bir yandan Türkiye
halkı çağdaş bir uygar devlet halinde her gün ... daha mutlu
ve müreffeh olacak,... kişilerin hainliği tehlikesine kendisi
ni açık tutmayacak ve öbür yandan hilafet makamı da bü
tün İslAm dünyasının ruh ve vicdanının ve imanının bağ
lantı noktası ... olabilecek"tir. Burada, Atatürk'ün hilafeti,
"kötü halife"den anndınp (Jön Türkler'in bir bölümünün
saltanatı, "kötü sultan"dan arındırmak isteyen lejitimizmi-
274
ne benzer biçimde) T.B.M.M.'nin manevi şahsiyetine bağlayı
şında, zaman-zemin yönteminden çok belki de daha sonra
"dinin devlet gözetim ve denetimine alınması" ve "dinin, hu
rafelerden arındırılmış olarak doğru öğretilmesi" şeklinde ta
nımlanacak ve uygulanacak olan Kemalist laikliğin ön
belirtilerini görüyoruz.
1923 tarihli dördüncü metinde dikkati çeken önemli nok
talar arasında şunlar var: "İslami bilgilerin Batı'nın bilimsel
teorileri ve felsefeleriyle bağdaştırılması", "medreselerin bir
leştirilmesi ve çağdaş kurumlar haline getirilmesi", "çağdaş
yorumculara kaynak olmak üzere bir İslami külliye vücuda
getirilmesi". Bunlar, İslamiyet'in modernleştirilmesinin dü
şünüldüğünü gösteren ifadeler. Daha önemlisi, Şer'iye Ve
kaleti ile Maarif Vekaleti'nin görüş ve· iş birliği yapması te
menni ediliyor; "memleket çocuklarının ortak ve eşit olarak
öğrenmeye mecbur oldukları bilimler ve fenler vardır" deni
lerek, Tevhid-Tedrisat (eğitim birliği) reformunun haberi.ve
riliyor.
Atatürk'ün hilafetin özüne itirazı olmadığı gibi, genel
olarak İslamiyet'in özüne karşı da hiçbir eleştirisi yok. 1923
tarihli beşinCi metinde "(b)üyük dinimiz çalışmayanın insan
lıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı
kafir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır" diyor.
Atatürk'ün söylevlerindeki İslamiyet'le ilgili tutum şu: En
son ve gelişkin din olan İslamiyet, "ara-tarihi"ndeki yozlaş
malardan ve hurafelerden arındırılır ve çağdaşlaştınlırsa,
halka ahlaki ve vicdani planda doğru yolu gösterir. Nasıl Nu
tuk'ta "laiklik, dinsizlik demek değildir" deniyorsa, burada
da "(h)er sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil,
beyinledir" deniyor.
1923 tarihli yedinci metinde "(b)izim dinimiz en makul
ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din
olmuştQ.r" deniyor; İslamiyet'in akla, fenne, bilime ve mantı-
275
ğa uygun oJduğu söyJeniyor. İsJamiyet'te "ruhban smıfı"nm
oJmadığı, her ferdin "dinini, diyanetini, imanım" mektepte
öğreneceği, bütün memJeket çocuğu oJan kadın ve erkekJe
riö aynı eğitimden geçmesi gerektiği, ''hakiki u)ema"mn da
hi yüksek uzmanhk okuJJannda yetiştiriJmesi gerektiği an
Jatıhyor. Burada, Tevhidi Tedrisat'm, Diyanet Kanunu'nun,
İJahiyat FaküJteJeri'nin ipuçJannı görüyoruz. (4. ciJde de ba
kınız.)
Bütün bunJan üstüste koyarsak, ortaya din iJe siyasetin,
din iJe devJet ve dünya işJerinin tamamen ayn oJması anJa
mmda bir JaikJik çıkmıyor (ve çıkmayacak). Daha dar anJam
da JaikJik, "başkaJan"nın dini siyasete karıştırmaması ama
en doğruyu biJen şefin ve tek-partinin dini devJetin kontro
Junda buJundurması (2. ciJde de bkz.) anJamma geJecek. Da
ha geniş anJamda sekü)arizm ise, dini düşünceJer)e fikir p)a
nmda mücadeJeden çok, en iJeri ve en son din oJan İsJam'ın
çağdaş bilim ve teknoJojiyJe birarada yürümesi anlamına ge
lecek. Öyle bir İsJam ki, yoz ara (Arabi, Farsi, Osmani) dö
nemJerinden arındınJacak, hurafeJerden, kötü haJifelerden
ve hocaJardan temizlenecek, ilk dönemlerindeki saf öğretisi
bugünün gerçek din biJginlerince ihya ediJecek. LaikJik, din
sizJik ve kafirJik demek değildir sözü ve tutumu tümüy)e
pragmatik bir retorik değil (zaten uygulama da bunu göster
meyecek); pozitivist bilimselcilik ile bağdaştınlabiJeceği dü
şünü)en, pürifiye ediJmiş bir-İslamiyet'e de toplumsal yaşam
da belİi bir yeraynJacak.
Bu konuya 4. ciJtte döneceğiz. Burada bir noktaya daha
geçerken işaret edeJim. Yukarıdaki metinlerdeki eski ve yük
sek Türk uygarhğı motiflerini, daha önce milliyetçiJiğin ikin
ci yüzüne iJişkin tesbitJerimizdeki üstün ve özgün Türk seci
yesi/karakteri motifleriyle birJikte okursak, Atatürk'ün en
azından 1920'Jerde erken bir ''Türk-İslam (-Batı) sentezi" fik
riyle oynamış olduğu söylenebilir: Saf bir Türklük - saflaştı-
276
nlmış bir İslamiyet sentezi. İhy� edilen Türklük ve restore
edilen*, ama aynı zamanda modernize de edilen, İslamiyet
sentezi. Tabii, devletin ve şefin önderliğinde. Neredeyse bir
devlet-dini, devlet-kilisesi kurucusu edasıyla söylenen sözler
okumuş bulunuyoruz. Bunlar kimilerince kutlanacak, kimi
lerince kınanacak bir aşın pragmatizmden ibaret midir; yok
sa, zamanla (1928'den sonra, 1930'larda) tonu düşürülmüş
de olsa, daha .sonra laiklik okunun niteliğine kısmen ışık tu
tacak ön-eğilimler midir? İleride, daha hassas, daha ayrıntılı
çalışmalar yapacak araştırmacılar için bir soru daha!
277
LAiKLiK <II>
HİLAFETİN LAGvı
(4.HI.1924)
Ankara'da istasyondaki hususi daire
sinde İstanbul gazeteleri Başmuhar
rirlerine verilen demeç.
(Tanin, Vakit, Tevhid-i Etkir)
278
CUMHURİYET YILDÖNÜMÜ
MÜNASEBETİYLE
(31.X.1924)
"Vakit" muhabirine Demeç.
280
arasınlar.
Mazinin gafletleri, paslı ataletleri, Türkiye
halkının dimağından silinmiş olduğundan
şüphe ve tereddüde mahal yoktur. Vasıl oldu
Aumuz mes'ut vaziyetten bir hatve geriye git
·
mek, kimsenin mevzuubahs etmeğe dahi sala
hiyettarolmadığı kat'i bir hakikattir.
'
281
dı. Zira her hatvede patrikhaneler ve hilafet
gibi siyasi, dini müessesatın hukuku ile karşı
karşıya geldik.
Asırlarca evvel Türk-Müslüman ecdadımız
bu memlek�ttehükümran olduğu zamanlarda
siyasi, dini salahiyeti haiz rüesa tarafından
idare edilmekte olan cemaatler buldular. O
devirde itikadat-ı diniyeleri fatihlerin itika
datından farklı olan anasır-ı mahkfune ile te
lü-i beyn lüzumu hissedilmişti. Bu sebeple bu
ilk fatihler, zir-i hakimiyetine aldıkları muh
telü milliyetleri kendi mutat reis-i dinileri va·
sıtasiyle idare etmeyi münasip buldular ve bu
reislere -dini reislere- büyük bir salahiyet ver
diler.
Halifenin ve patriklerin imtiyazatı kavani·
nimizin esasını teşkil etmişti. Bu nizamat vak·
tinde müdebbirane bile olsaydı yine bir tehdit
teşkil eylerdi. Zira terakkiyatıınızı tehir ve iş·
kal eyledi ve bu sebeple yalnız Türkiye, Avru
pa'da komşusu olan bütün milletler arasında
geride kaldı. Hükümeti işlemiyordu. Patrikha
nelerin veya hilafetin itirazatına maruz ol·
maksızın hiç bir ıslahat veya terakkiperver
fikr-i usul idaremize ithal edilemiyordu. Ma·
mafih usullerimizden bazılarının tebdili za·
manı geldi ve o vakit hilafette bütün tebeddü
lata karşı şedit bir husumet keşfettik. Patrik
lerin hiddetini tahrik etmeden usul-i tedrisi
miz tebdil edilemezdi. Bunlar muavenet mak·
sadiyle daima ecnebi hükümetlere müracaat
ediyorlardı.
Asırlardan beri Rusya, İstanbul Rum Pat·
282
rikliği üzerindeki hegemonyası sayesinde işle
rimiz üzerinde muzır bir nüfuz sahibi oldu.
Rum, Ortodoks ve Ermeni patrikhaneleri vası
tasiyle idare usulümüz, diğer kilise idareleri
ihdasını elzem kıldı. O vakit Rum-Katolik pat
rikini ve Yahudilerin hahambaşılarını tasdi
ke mecbur olduk.
Protestanlık zuhur ettiği zaman, fstan
bul'da bir Protestan kilisesi mümessilinin bu·
lunması kabul zarureti karşısında kaldık ve
Rum Patrikhanesinin imtiyazatına �üşabih
imtiyazlar verdik.
Son zamana kadar vergiler kiliseler vası
tasiyle teshil edilirdi. Yani hükümet, servetleri
üzerine vergi vazetmekle beraber, vergilerin
tahsilini her mıntakada hususi reis-i ruhani
lere terkederdi.
Tabir-i diğerle mesela beş yüz Protestan
dan mürekkep bir cemaatten bir kütle halinde
vergi alınır ve bu vergilerin tevzi ve tahsili
hakkında bir söz söylenemezdi.Sermaye vergi
leri de aynı suretle top1anmak lazım gelirdi.
Patrikhanelerin ve hilafetin imtiyazatına
tevfikan, hükümet tedrisat usulünü ıslah ede
mezdi. Türkiye'de yerleşmiş olan her cemaat,
ister resmen salahiyet almış bulunsun, ister
bulunmasın, kendi dini mekteplerine ve lisele
rine malikti. İmparatorluk hududu dahilinde
de her millet kendi lisanını ve dinini talim
ederdi. Fakat bu mektepler ihanet projelerine
hizmet ettiler. Ermeniler Türk hakimiyeti al
tında, açıkça müstakil bir kraliyet lehinde ça
lışıyor, ecnebi anasırı fiili muavenetiylehayal·
283
lerini hiz-i fiile isali için mütemadiyen entri
kalarda bulunuyorlardı.
Bizimle dört yüz sene yaşamış olan yerli
Rumlar, günün birinde kendilerini gayrimüs
tahlAs addederek Türklerin boyundurufun
dan kurtulacakları günü düşünmeye başladı
lar. Mekteplerinde kendi lisanlarını ve dinle
rini talim ettiler ve taht-ı hAkimiyetinde yaşa
dıkları hükümeti yabancı saydılar.
Diğer milletlerle aynı hal vaki oldu. Türki
ye'de mektepler ve kiliseler tahrikAtm ocatı
idi. Gayrımüslim anasır, hatta imparatorluk
hududu dahilindeki Müslüman Araplar, aynı
maksatla mekteplerinde Türk lisanının tali
mini ihmal ettiler. Böyle bir va zi)'ete İngilte
re, Fransa, Amerika veya her hangi bir mille
tin ne kadar zaman tahammül edeceklerini
soranz.
Vakit: 4. s. 1924, s. 1
(S ve D, V, 104-106, 1924)
284
rine dünya milletlerine İslamiyeti kabul ettir
melerini emretti, bu milletlerin hükfuneti başı
na geçmelerini emretmedi. Peygamberin zih
ninden asla böyle bir fikir geçmemiştir. Hila
fet demek, idare, hükiimet demektir. Hakika
ten vazüesini yapmak, bütün Müslüman mil
letlerini idare etmek istiyen bir halüe, buna
nasıl muvaffak olur? İtiraf ederim ki, bu şe
rait dahilinde beni halife tAyin etseler, derhal
istüamı verirdim.
Fakat tarihe gelelim, hakayiki tetkik ede
lim. Araplar Bağdat'da bir hilafet tesis ettiler,
fakat (Kurtuba) da bir hilafet daha vücude ge
tirdiler. Ne Acemler, ne Afganlılar, ne Afrika
Müslümanları, İstanbul halifesini tanımadı
lar. Bütün İslAı;n milletleri üzerinde ulvi vazi
fe-i ruhaniyesini ifa eden yegane halüe fikri,
hakikatten değil, kitaplardan çıkmış bir fikir
dir. Halife hiçbir zaman Roma'daki Papa'nın
Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gös
terememiştir.
Son ıslahatımızın sebep olduğu tenkitler,
gayri hakiki, mevhum bU: fikirden, ittihad-ı İs
bim fikrinden mülhemdir. Bu fikir asla haki
kat olmamıştır.
Biz, halüeyi eski ve muhterem bir ananeye
hürmeten ibka ettik. Halüeye hürmetimiz var
dır, gerek kendi, gerek ailesinin ihtiyaçlarını
temin ediyoruz. ilave edeyim ki, İslam alemin
de Türkler halüenin maddi ihtiyaçlarını fii
len temin eden yegane millettir. Cihanşümül
bir hilafeti tervic edenler şimdiye kadar her
türlü iştirakten mücanebet etmişlerdir. O hal-
285
de, ne iddia ediyorlar? Yalnız Türkler bu
müessesenin hamfilesine tahammül etsinler ve
yine yalnız onlar halifenin nüfuz-ı hi.kimane
sine riayet bu iddia müfritanedir.
..•
286
İkinci metiı:ıde cumhuriyetten kasdedilenin esas itibarile
anti-monarşik ve anti-teokratik bir yönetim biçimi ve meş
ruiyet prensibi olduğu bir k:ez daha görülüyor. "(G)eçmişin
kurumlan başından sonuna kadar milletin başında yumruk
tutan bir sürü müstebitler kadrosundan başka bir şey değil
dir" dedikten sonra, Atatürk irtica konusundaki soruya şöyle
yanıt veriyor: ''Türkiye'de esasında mürteci yoktu ve yoktur.
Veh?m vardı, vesvese vardı. Cumhuriyetin ilanı ve onun zo
runlu gereklerinden olmak üzere fazla kurumların (zait
müessesatın) kaldırılması üzerine" bunlar da rahatlamıştır
diyor. Bundan böyle hatıra gelebilecek tek şeyin, "bazı adi
politikacılann, hasis çıkarcıların o vehim ve hayali uyandır
maya çalışması" olabileceğini, ama Türkiye'nin artık "din ve
şeriat oyunlanna sahne olmaktan çok yüksek" bulunduğunu
belirtiyor. Kendi ifadesine göre Atatürk'ün kaygısı, halktaki
bir gericilik eğiliminden çok, başka politikacılann dini siya
sete alet etmesi ve karşısına din temelli bir muhalefetin çık
masıdır. Hiçbir muhalefeti kabul etmeyen Atatürk (bkz. 2.
cilt), din dayanaklı bir muhalefeti hiç kabul edemezdi.
Üçüncü metinde Kemalist laikliğin bir başka boyutu or
taya çıkıyor. Atatürk'e göre, Ortodoks ve Ermeni kiliseleri,
Musevi hahamhaneleri gibi Hilafet de yüzyıllardan beri çe
şitli ayrıcalıklara sahip olmuş, Bat)lılaşma girişimlerini boşa
çıkarmıştır. Osmanlı İmparatorlu�nun "millet" sistemini
eleştiren Atatürk, bu sistemin cumhuriyet yönetimiyle bağ
daşmadığını, özellikle bu özerk siyasi-dini kurumların öğre
tim yönteminin iyileştirilmesini (tedrisat usulünün ıslahını)
engellediğini belirtiyor. Görülüyor ki "tevhidi tedrisatın"
(eğitim birliğinin) bir yönü seküler eğitimin sağlanması ise,
bir yönü de etnik azınlıklann eğitiminin de yeni merkezi
devletin denetimine alınmak istenmesi olmuştur. (Laiklik
konusuna, uygulamalarıyla birlikte, 4. cildin "Reformlar"
kısmında döneceğiz.)
287
Sona bıraktığımız 1923 tarihli dördüncü metinde Ata
türk'ün hilafete dini bir kurum değil, siyasi ve idari bir ku
rum olduğu için itiraz ettiği görülüyor: "Hilafet demek, idare,
hükümet demektir". Ama bu metnin daha ·önemli bölümü,
ikinci yarısıdır:
288
iNKILAPçJLIK
289
Millet ölmek istemiyor, yaşamak ve bunun
için de ne lazımsa onu yapmak istiyordu. İşte
bunun içindir ki, üç senedenberitarz·ı idaresi
ni değiştirdi, yukanda izah ettitim bir meşru
ti hükümete bedel, dojrudan doğruya millet
ten çıkan bir hükiimeti kabul etti.
Bu yeni hükiimet taraf·ı milletten mansup
ve aynı zamanda hem kuvve·i icra iyeyi, hem de
kuvve·i teşriiyeyi haiz mebuslardan teşekkül
eder. Bu mebusların bazılan umur-u idarenin
, , teferrua tını tanzime ve halk komiserleri vazi
fesini ifaya memurdurlar. Hakikatta hakim
olan ve herşeyi idare eden merci, Millet Mecli
sidir. Zannıma göre, yeryüzünde buna benzi.
yen diğer bir hükümet de vardır.
Şurasını unutmamalı ki, bu tarz-ı idare,
bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne
Bolşevikiz, ne de Komünist; ne biri, ne diğeri
olamayız. Çünkü, biz milliyetperverve dinimi·
ze hürmetkArız. Hul�sa, bizim şekl·i hükfune·
timiz tam bir demokrat hükümetidir. Ve lisa
nımızda bu hükümet "halk hükiimeti" diye ya
dedilir.
("Sulh Şartlan, İç ve Dış Mese]e]er",
111, 51, 1922)
290
namıyacak derecede büyüktür, zannederim.
Birincisi, milletin tabiaten aradığı hava-yi
hürriyeti teneffüs ettiğini zannettiren bir ha
rekettir. Fakat ikincisi, milletin hürriyet ve
hAkimiyetini fiilen ve maddeten tesbit ve ilAıı
eden bir inkılAb-ı mes'uddur; ve Şüphe yok,
yalnız Türkiye'de değil, b(ltün cihanda nazar-ı
ehemmiyetealınmaya lAyık bil- teceddüttür.
Pafa hazretl8-inin izahatını teferruata
nakletmek için lstanbul'da geçmiı bir milna
ka,ayı hatırlatmatalllzum gördam:
- Bazıları iki inkılabın tazammun ettili
ıekl-i idare arasında bir fark olmadılına kaa
ni g6rllnilyorlar. 'Mesel4: ''Mefrutiyette gayrı
mes'lll bir mevkiık tutulan laakamdar, vakıa
kendililinden bir ba,vekil nasbeder g6rlln
mektedir. Fakat, bir tahlil ve tecrllbesinden
sonra bu bafvekili itimadiyle yerinık tutup
tutmamak yine millet meclisinin elinıkdir.
Batan icra iflerinde sadr-ı iizamın i111%ası ol
madan hakamdarın imzası bir kı�ınet ifade
etmez. Şu halde bu ganka lcra oekilleri heye
tini danka heyeti vakel4 ile kar,Ua,tırınale,
iki ıekl-i idarede bayak bir fark glJrmemek � .
:zam.gelir" diyorlar, dedim.
Pa,a hazretleri esasa irca-ı nazar ettiler,
buyurdular ki:
• 10 Temmuz inkılAbı bir hükümdar-ı müs
tebidle millet arasında en nihayet kuyftd ve
şurli.t ile muvazene arayan bir zihniyeti istih
sAle mAtuf idi; halbuki son inkılAp usul-il meş
rutiyeti dahi hürriyet ve istiklAl-i millet için
kAfi göremez ve bilAkaydftşart hAkimiyeti mil-
291
letin uhdesinde tutan esaslı bir u.mdeye isti
nad eder. Bu um.denin tealliik şekli hiçbir va
kitte eski eşkAl ile mukayese kabul edemez.
Bugün Türkiye devleti doğrudan doğruya
bir meclis, bir şiira hükiimeti ile idare olunur;
ve ilelebed böyle idare olunacaktır.
Türkiye devletinin ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükiimetinin mahiyet·i asliyesini anla
yabilmek için, teşkilAt-ı esasiyesini dikkatle
mütalaa etmeklazımdır. Bu hus11Sta benim ta
rafımdan verilen bir nutku gözden geçirmek
de muvafık olur.
("Sulh ve İnkılap", III , 53 , 1922)
Huzzan kiram!
Cumhuriyetin merkezi idaresinde bir Hu
kuk mektebi açmak vesilesi bugünkü içtimaı
mızı ih zar etmiş bulunuyor. Bugün şahit oldu
ğumuz hAdise, yüksek memur ve mütehassıs
Alimler yetiştirmekteşebbüsündendaha büyük
bir ehemmiyetihaizdir. Senelerden beri devam
eden Türk inkılAbı, mevcudiyetini ve zihniyeti
ni, hayatı içtimaiyenin mebnAsı olan yeni esa
satı hukukiyede tesbit ve teyit etmek çaresine
tevessületmiştir. . .
292
vehleten ima ettiği ihtilal manasından başka,
ondan daha vAsi bir tahavvülü ifade etmekte
dir. Bugünkü devletimizin ·şekli, asırlardan
beri gelen eski şekilleri bertaraf eden en müte
kAmil tarz olmuştur.
Milletin, idamei mevcudiyet için efradı
arasında düşündüğü rabıtai müştereke, asır
lardan beri gelen şekil ve mahiyetini tebdil et
miş, yani millet, dini ve mezhebi irtibat yerine,
Türk milliyeti rabıtasiyle efradını toplamıştır.
Millet, beynelmilel umumi mücadele saha
sında sebebi hayat ve sebebi kuvvet olacak ik
lim ve vasıtanın ancak muasır medeniyettebu
lunabileceğini, bir hakikati sabite olarak um
de ittihaz eylemiştir.
Velhasıl Efendiler, millet saydığım tahav
vülAt ve inkılabatın tabii ve zaruri icabı ola
rak idarei umumiyesinin ve bütün kanunları
nın ancak dünyevi ihtiyacattan mülhem ve ih
tiyacın tebeddül ve tekAmülüyle mütemadiyen
tebeddül ve tekamül etmesi esas olan dünyevi
bir zihniyeti idareyi mabihülhayat addeyle-
·
miştir.
Eğer yalnız altı sene evvelki hAtıratınızı
yoklarsanız, devletin şeklinde, efra dı milletin
rabıtai müşterekesinde, medarı kuvvet olacak
tariki medeniyetin takibinde, velhasıl bütün
teşkilat ve ihtiyacatını istinad ettirdiği ah
kAm noktai nazarından büsbütün başka esas
lar üzerinde bulunduğumuzu tahattur buyu
rursunuz. Altı sene zarfında büyük milletimi
zin cereyanı hayatında vücude getirdiği bu
tahavvülA t herhangi bir ihtilAlden çok fazla,
293
çok yüksek olan en muazzam inkılAbattan-
dır•••
294
Genç fikirli demekhakiki fikirli demektir.
Sanat hakkında esnafa birçok sualler sor·
duktan son:ra bir terzi iatemiıler. Eliyle ıal
varlı cllppeli bir esnafı göstererek:
Şalvarlı elbiseler mi ucuz yoksa beynelmi
lel son kıyafet mi?
Terzinin ''beynelmilel daha ucuz" demesi
azerine Gazi Hazretleri:
İşte görüyorsunuz ya... bu elbiseler ucuz
dur. Hem basittir. Yerli pahafıdır. Aynı ku
maştan birer elbise daha yaparsınız.
Bir esnafa da: fesini göster. Dedikten son·
ra: İşte içinde takke, üzerlnde abani sarık,
fes ... Bunların hepsinin ayrı ayrı parası ecne
bilere gidiyor. Bunu söylemekten maksadını
şudur: Biz her noktai nazardan insan olmalı·
yız. Acılar gördük. Bun� sebebi dünyanın va·
ziyetini anlamadıtımız içindir. Fikrimiz, zih·
niyetimiz medeni olacaktır. Şunun bunun sö
züne ehemmiyet vermiyeceğiz. Medeni olaca·
ğız. Bununla iftihar edeceğiz. Bütün Türk ve
İslam alemine bakınız. Zihinleri medeniyetin
"
295
İçinde bulunduğumuz ailei medeniyette la
yık olduğumuz mevkii bulacak ve onu muhafa
za ve ilan edeceğiz. Refah, saadet ve insanlık
bundadır.
Açık Söz: 25 Ağustos 1925
(S ve D, il, 206-207, 1925)
296
mai ve medeni inkişaf yolunda gösterdiği ka
biliyet ve liyakat derecesi yüksektir. Bu derece
yi her gün daha ziyade yükseltmek için çok
dikkatle ve azimle çahşacaj'ız! Vatanın iıİıan,
milletin refahı, daha çok gayret ve mesai tale
betmektedir. Hissiyatı ve vicdani telakkiyatı
ilim ve fenle tenmiye ve terbiye ederek heyeti
içtimaiyemizin hakiki huzur ve saadetine ça
lışmak ulvi bir noktai nazardır...
("İstanbul Halkı Temsilcileriyle Konuşma",
il, 247, 1927)
297
ve Komünist değiliz, çünkü milliyetçi ve dine saygılıyız, özet
le hükümet biçimimiz "tam bir demokrat hükümetidir" deni
yor. (Demokrasi sözcüğünün sayılı kullamhşlanndan biri ,. o
da bu tarzda.) Tabii, semiyotik bağlamı daha geniş tutup, ko
nuşmasının başlarına ve ortalanna gidersek "demokrasi"nin
anti-sosyalizm ve milliyetçilikten ibaret olmadığı, cumhuri
yet (saltanatın karşıtı) ve ulusal egemenlik karşılığı olarak
da kullanıldığı görülüyor. "(D)oğrudan doğruya milletten çı
kan bir hükümet" ve "milletten mansup ... mebuıılar" ibarele
rini,n gerçek�ki içeriği için bkz. 2. cilt, "Seçim" bÖlümleri" .)
En büyük inkılabın "laik cumhuriyet" olduğunu biliyoruz.
İkinci metinde cumhuriyet inkılabıyla il. Meşrutiyet inkıla
bını karşılaştıran Atatürk, ikincisinin "milletin doğası gereği
aradığı özgürlük havasını soluduğunu zannettiren bir hare
ket"ten ibaret olduğuna, birincisin,in "özgürlük ve egemenli
ğini fiilen ve maddeten tesbit ve ilan eden" bir mutlu inkılap
olduğu�a; iL Meşrutiyet'teki kararsız millet-padişah denge
sine karşılık. cumhuriyetteki kayıtsız şartsız ulusal egemen
liğe dikkati çekiyor. Yukandaki "halk komiserleri"ne benzer
biçimde "şura hükümeti" ifadesini de kullanan (millet mecli
sini kasdederek) Atatürk'ün ciddi bir sovyetik çağrışım yap
tırmak istediğini düşünmek için herhangi bir neden yok.
Tam tersine, bu yıllar, Sovyetler'e çok aykın görünmemeye
dikkat eden bir retoriğin yanısıra, Batı'ya kategorik bir anti
Sovyetizm mesajı vermeye çalıştığı yıllardır, (Bkz. 4. cilt.)
Atatürk üçüncü metinde ''Türk inkılabı nedir?" sorusunu
şöyle yanıtlıyor: "Bu inkılap, sözcüğün ilk bakışta (vehleten)
ima ettiği ihtilal (devrim) anlamından başka, ondan daha ge
niş (vasi) bir değişimi (tahavvülü) ifade etmektedir. Bugün
kü devletimizin şekli yüzyıllardan beri gelen eski şekilleri
bertaraf eden en gelişkin tarz olmuştur. Milletin, varlığım
sürdürmek için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ yüz
yıllardan beri gelen biçim ve niteliğini değiştirmiş, yani mil-
298
let, din ve mezhep bağı yerine, Türk milliyeti bağıyla bireyle
rini toplamıştır... millet saydığım değişimlerin (tahavvüfat)
ve dönüşümlerin (inkılabat) doğal ve zorunlu gereği olarak
genel yönetiminin ve bütün kanunlannın ancak dünyevi ihti
yaçlardan esinlendiğini (kabul etmiştir) .... Altı yıl içinde bü
yü,k milletimizin hayatının akışında vücuda getirdiği bu de
ğişimler herhangi bir ihtilalden çok fazla, çok yükşek olan en
muazzam inkılabattandır."
Çok açıktır ki, Atatürk'e göre inkılap(lar) - dönüşüm(ler),
ihtilalden (devrimden) "daha geniş", "daha f�la", "daha yük
sek", "muazzam" bir değişimdir.• Çağdaş uygarlık"ta yeral
mayı sağlayacak olan bu inkılap(.lar)ın ne olduğu da çok açık:
Yönetim biçimi olarak monarşinin yerine cumhuriyet, mille
tin bireylerini birarada tutacak bağ olarak din yerine milli
yet(�lik), şeti kanunlar yerine seküler kanunlar. Kısacası;
cumhuriyetçi, milliyetçi, laik bir ulus-devletin kurulması ve
korunması. Kemalist inkdap, bu kadanyla gerçekten büyük
bir inkılap. Ama burulan sonrası da çok önemli: Nasıl bir
ctJmhuriyetçilik?, Nasıl bir milliyetçilik?, Nasıl bir laiklik?
sorulan da çok önemli sorular. Demokratik bir cumhuriyet
mi, anti-demokratik bir cumhuriyet mi?, Ölçülü bir milliyet
çilik mi, yer yer ölçüsüz bir milliyetçilik mi?, Tam ve gerçek
bir laiklik mi, ikircikli bir laiklik. mi? Bu meşru soruları sor
mak ve Kemalist inkılabın içeriğini, niteliğini, yöntemlerini
ve bedellerini tam değerlendirmeye çalışmak, Kemalist inkıla
bın önemini ve yaratıcılarının başansını küçültmek anlamına
gelmez, gerçekten hakettikleri kadannın ne olduğunu tesbit
etmek anlamına gelir. Bu sorulan sormamak da, büyük söz
lerin (ve işlerin) arkasındaki her şeyi kayıtsız şartsız idealize
etmek, hatta tabulaştırmak demek olur (ve olmuştur).
(1 Ayrr;a bkz. Ahmet AgaOQlu, ihtilal mi? /nkıllp mı? Ankara: A. Kıral Basmevl,
1 942.
299
1925 tarihli dördüncü metinde Atatürk, .birçok benzer ko
nuşmasında olduğu gibi, inkıliibın yönünü ya da esin kayna
ğını seküler Batı uygarlığı olarak tanımlıyor: "Bütün Türk ve
İsliim Alemine bakınız. Zihinleri uygarlığın emrettiği kap
sam ve yüksekliğe uyamadıklanndan ne büyük felaketler, ne
ıstıraplar içindedirler." İnkıliibın nihai amacı ise yine "refah,
mutluluk ve insanlık" olarak belirleniror.
1
1926 tarihli beşinci metinde Atatürk, C.H.P. programla-
rından bildiğimiz "aşamah ve evrimsel" yöntemle bağlı olma
ma temasını işliyor. Hiçbir sorunu "yanın önlemlerle uyuş
turmak" ilkesini kabul etmediklerini, "radikal ıslahatın"
(köktenci reformlann) ilk dönemlerinin geçirildiğini ve ve
rimlerinin alınmaya devam edileceğini söylüyor.
1927 tarihli altıncı metinde, "ihtilal" ve "itıkıliip" sözcük
lerini yanyana kullanıyor, ama eşanlamlı kullanmadığını yu
kandan biliyoruz. Bu metinde de, dini ve vicdani anlayışla
rın "ilim ve fenle beslenmesi ve terbiye edilmesi" motifi kar
şımıza çıkıyor; Atatürk'e kategorik bir din karşıtlığı ve
ateistlik değil, aydınlanmış bir din anlayışı yandaşlığı yakış
tınlmasının daha uygun olacağına işaret eden bir başka ör
nek görülüyor.
1928 tarihli yedinci metinde, yine "ymm önlemlerin kı
sır olduğu", "radikal önlemler" ile yürüneceği söyleniyor. "İn
kıliipçılık"tan Kemalistler'in kendi kasdettiklerinin, "radikal
reformizm" anlamında bir "dönüşümcülük" olduğunu bir kez
daha söyleyebiliriz.
300
EGİTİM VE KÜLTÜR
101
saf ve kabiliyetin zerki mühimdir. Daimi ve
müthit bir cidal şeklinde tebarüz eden hayatı
akvamın felsefesi, müstakil ve mesut kalmak
isteyen her millet için bu evsafı kemali tiddet
le talep etmektedir.
Tefernıatını tamamen erbabı ihtisasına bı
rakmak istediğim bu mesele hakkındaki umu
mi nikatı nazarımı ikmalen ifade için yeni
neslin teçhiz olunacatı evsafı mAneviye meya
nında kuvvetli bir atkı fazilet ve kuvvetli bir
fikri intizam ve inzibattan da bahsetmek zaru
retindeyim...
(S ve D, Il, 16-17, 1921)
302
mektep lazımdır. Mektep namını hep beraber
hürmetle, tazimle zikredelim. Mektep genç di
mağlara, insanlığa hürmeti, millet ve metııle
kete muhabbeti, şerefi istiklali öğretir .•• İstik
lal tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak
için takibi muvafık olan en salim yolu belle
tir
..• Memleket ve milleti kurtarmağa çalışan
ların aynı zamanda mesleklerinde birer na
muskar mütehassıs ve birer alim olmaları la
zımdır. Bunu temin eden mekteptir. Ancak bu
tarzda her türlü teşebbüsatm mantıki netice
lere isali mümkün olur.
Hanımlar, Beyler; Memleketimizin en ma
mur, en latü, en güzel yerlerini üç buçuk sene
kirli ayaklariyle çiğneyen düşmanı mağlup
eden zaferin sırrı nerededir. Bilir misiniz? Or
duları sevk ve idaresinde ilim ve fen düsturla
rını rehber ittihaz etmektedir. Milletimizi ye
tiştirmek için asıl olan mekteplerimizin, da
rülfünunlanmızın teessüsünde aynı mesleki
takip edeceğiz. Evet, milletimizin siyasi, içti
mai hayatında, milletimizin filai terbiyesinde
de rehberimiz ilim ve fen olacaktır. Mektep sa
yesinde, mektebin vereceği ilim ve fen sayesin
dedir ki Türk milleti, Türk sanatı, Türk şiir ve
edebiyatı, bütün bedayiiyle inkişaf eder.
("Öğretmenlere", il, 43, 1922)
303
dıkların dan netice milletin cehilden kurtula
mamasına müncer olmuştur. Bu hazin haki
kat karşısında, bizim takibe mecbur olduğu
muz maarif siyasetimizin hututu esasiyesi şöy-
t le olmalıdır: Demiştim ki; bu memleketin sa
hib-i aslisi ve heyeti içtimaiyemizin unsur-u
esasisi köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne
kadar nur-u maariften mahrum bırakılmıştır.
Binaenaleyh; bizim takip edeceğimiz maarif
siyasetinin temeli evvelA mevcut cehli izale et
mektir. Teferrua ta girmekten içtinaben, bu
fikrimi birkaç kelime ile tavzih etmek için di
yebilirim ki alelıtlak umum köylüye okumak,
yazmak ve vatanını, milletini, dinini, dünyası
nı tanıtacak kadar coğrafi, tarihi, dini ve ah- ·
304
Bu iptidai ve intihai iki tahsil kademesi
arasında orta tahsilin de vücubu tabiidir. Or
ta tahsilin gayesi memleketin muhtaç olduğu
muhtelü hizmet ve sanat erbabını yetiştirmek
ve tahsil-i Aliye namzet hazırlamaktır.
Orta tahsilde dahi terbiye ve talim usulü
nün ameli ve tatbiki olması esasına riayet
şarttır. Kadınlarımızın da ayni derece-yi tah
silden geçerek yetişmelerine atf-ı ehemmiyet
olunacaktır (bravo sadaları ve alkışlar).
(l. Meclis, "Üç\incü Toplanma Yılını
Açarken", 1, 230, 1922)
305
rak neşredilecek ameli ve basit ifadeli eserler
le halkımıza hakayik-i hayatiyeyi öğretmek
çok faideli bir usul olarak şayanı tavsiyedir.
(!'. Meclis, "Dördüncü Toplanma Yılını
Açarken", 1, 298-299, 1923)
306
KÜTAHYA'DA ÖGRETMENLERLEKONUŞMA
(24.111.1923)
307
nimlar ve muallim beyler, sizler de irfan ordu
sunun zabitan ve kumanda heyetisiniz. Sizin
ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle öl
çülecektir. İstiklAl mücadelesinde, üç dört se
nedir, düşmanı topraklarımızda mahvetmek
için, yaptığımız harpte ordunun ruhu olan za.
hitan ve kumanda heyet ve erkinı kıymetleri
nin yüksekliğini nasıl ibraz ve ispat etmişse,
bundan sonra yapacağımız nur ve inkılip mü
cadelesinin, milletimize bir karanlık gibi çö
ken cehli umumiyi mağlup ve makhur etmek
harbinde· dahi irfan ordusunun ruhu olan siz
muallime hanımlar ve muallim beylerin aynı
kabiliyeti ihsas ve irae edeceğine eminim. He
pinizi bu emniyetle seliınlarım. Muhterem ar
kadaşlar.
(S ve D, il , 163-165, 1923)
ı '
Muallimler!
Erkek ve kız çocuklanmızın, aynı suretle
bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiye
lerinin ameli olması mühimdir. Memleket ev
IAdı, her tahsil derecesinde iktisadi hayatta
Amil, müessir ve muvaffak olacak surette teç
hiz olunmalıdır. Milli ahlikımız, medeni esas
larla ve hür fikirlerle tenmiye ve takviye olun
malıdır. Bu çok mühimdir; bilhassa nazan
dikkatinizi celb ederim. Tehdit esasına müste
nit ahlAk, bir fazilet olmadıktan başka itima
da da şayan değildir.
Efendiler; bu noktai nazanmda sizin ta
mamen benimle beraber olduğunuza şüphe et-
308
miyorum. Umumi maarif ve terbiye programı·
mız da bu esasatı camidir. Fakat, biliyorsu·
nuz ki, nokta i nazarların, programların kat'i
ve va zıh olması çok mühim olmakla beraber
feyiz ve eser verebilmesi, onların muktedir,
müdrik ve fedakAr muallimlerimiz tarafın·
dan mekteplerimizde çok büyilk dikkat w
himmetle tatbikine vAbestedir. İşte bilhassa
sizden rica edeceğim husus budur. Sizin mu·
vaft'akiyetiniz, Cumhuriyetin muvaffakiyeti
olacaktır.
Arkadaşlar, yeni Türkiye'nin birkaç seneye
siğdırdığı askeri, siyasi, idari, inkılAbat sizin,
muhteremmuallimler, sizin içtimai ve rıkri in·
kılAptaki muvaffakiyetinizle teyit olunacaktır.
Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki.
Cumhuriyet sizden ''fikri hilr, vicdanı hür, il'·
fanı hür'' nesiller ister.
Hakimiyeti Milliye: 26 Afuıtoı 1924
("Muallimler Birliği Kongresi Üyelerine",
il, 173, 1924)
309
kuk ettirilmesi esasında dikkat ve ciddiyetle
yürümek 1.Azımdır.
(2. Meclis, "2. Dönem 3. Toplantı Yılım
Açark�n", 1, 341 , 1925)
310
Arkadaşlar,
Büyük davamız, en medeni ve en müreffeh
millet olarak varlığımızı yükseltmektir (alkış·
lar).
Bu, yalµız kuruınlannda değil, düşüncele·
rinde temelli bir inkılap yapmış olan büyük
Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali
en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve
hareketi, beraber yürütmekınecburiyetindeyiz.
Bu teşebbüste haşan, ancak, türeli bir planla
ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün
olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmiyen
tek vatandaş bırakmamak; memleketin büyük
kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği
teknik elemanlan yetiştirmek; memleket dava·
lannın ideolojisini anlayaca�, anlatacak, ne
silden nesle yaşatacak fert ve kurumlan ya·
ratmak; işte bu önemli wndeleri en kısa za·
manda temin etmek, Kültür Vekaletinin üzeri·
ne aldığı büyük ve ağır mecburiyetlerdir (al·
kışlar).
İşaret ettiğim umdeleri, Türk gençliğinin
dimağında ve Türk milletinin şuurunda daima
canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve
yüksek okullanmıza düşen başlıca vazüedir.
Bunun için memleketi şimdilik üç büyük
kültür bölgesi halinde mütalaa ederek; garp
bölgesi için, İstanbul Üniversitesinde başlan·
mış olan ıslahat programını daha radikal bir
tarzda tatbik ederek cumhuriyete cidden mo
dern bir üniversite kazandırmak; merkez böl·
gesi için, Ankara Üniversitesini az zamanda
kurmak lazımdır. Ve Doğu bölgesi için Van
31 1
Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde, her şu
beden ilk okullariyle ve nihayet üniversitesiyle
ınodern bir kültür şehri yaratmak yolunda,
şimdiden fiiliyata geçilmelidir (alkışlar).
(5. Meclis, "5. Dönem S. Toplanma Yılını
Açarken, 1, 401-402, 1937)
312
1
313
lojisini görüyoruz. Ama o derece pratik ve enstrümantalist
bir öğretim ve öğrenme anlayışı ki, teorik ve felsefi bilgiyi,
evrensel düşünceleri sistematik olarak dışlıyor. Pratik bilgi
ile teorik bilgi arasu�da bir denge kurulm&sından hiçbir yer
de sözedilmiyor; vurgu hep pratikte, hep maddi hayatta ba
şarıda. Teorik bilgi, ileride de göreceğimiz üzere, hep pejora
tif anlamda nazari-afaki-ayağı yere basmayan, hatta zararlı
yabancı bilgi olarak görülüyor.
Dışlanan yalnızca eski boş inanlar ve durağan dinsel dü
şünceler değil, milli (ve milliyetçi) kültürün dışındaki bütün
düşünceler ve akımlar. "Kemalizm'den başka izm yo'ktur" tu
tumu, ideolojik bir gümrük duvan olmakla kalmıyor, daha
geniş kapsamda bir teorik-felsefi içe kapanışa yolaçıyor. Bu,
pratik E:emalist milli eğitim ideolojisi, bugün de, yüksek öğ
retimde bile, geçerlidir; askeri darbelerden sonra çıkarılan
· üniversite kanunlannın amaç maddelerinde yerini korumak
taçlı�. Yeni bir devlet ve uJus, "inşa edilirken" bir ölçüde anla
şılabilecek olan bu tutumun bütün gücüyle sürüyor olması,
aynca incelenmeye değer bir durumdur.
1923 tarihli beşinci metinde yin� "gençler(jn) yalnız na
zariyatla meşgul" olmaması, sanattan, tarımdan, ticaretten
anlamalan gerektiği, milletin servet ve refah kaynaklannı
işleterek "yekpare bir çelik kütlesi" haline geleceği söylen
mektedir. Başka bir deyişle, ekonomik kalkınma seferberliği
için pratik bir eğitim ve okullarda (ve halkevlerinde) tek-tip
öğrenci ve yurttaş yetiştirecek bir ideolojik mobilizasyon ön
görülüyor.
1923 tarihli altıncı metinde ise "asker ordusu" ile öğret
men ordusu, "irfan ordusu", birlikte yüceltiliyor, eşdeğerde
oldukları söyleniyor. Bir metafor (eğretileme) de sözkonusu
değil; doğrudan doğruya benzerlik (müşabehet) ve uygunluk
uyuşma (mutabakat) teması işleniyor. İşlevleri farklı (birinci
ordu "ölen ve öldüren", ikinci ordu birinci orduya "niçin öldü-
314
rüp niçin öldüğünü öğreten"dir), ama değerleri ayn�dır, deni
yor. Bir tanımı da "adam öldürme sanatı" olan (ki Atatürk de
burada bunu kullanıyor) askerlik mesleği ile öğretmenlik
mesleği, miUter-militarist bir söylem içinde eş tutuluyor. Bu
rada ordunun öncü rolünden (bkz. Birinci Kısım ve 2. cilt)
çok, hiyerarşik ve disiplinli yapısı, emir-komuta düzeni çağ
nştırılıyor. Elbette retoriğin kanatlarını takıp hayli yükselen
bir hitabet sanatı da sözkonusu ama; çarpıcı o.Jan, bu hitabe
de kullanılan, öğretmenlik uğraşıQa yakıştınlan ögelerin ve
niteliklerin askerlikle ilgili olması. Öğretmen hanım ve bey�
lere, siz irfan ordusunun subayları ve komuta kurulusunuz
denirse ve bu da daha önce gördüğümüz eğitim ve gençlik
ideolojisiyle birlikte okunursa, cehaletle savaşan bir öğret
men ordusu metaforunun ötesine geçen, öğretim faaliyetini
askerliğe özgü kalması gereken disiplin, tekdüzelik, emre
mutlak itaat vb. özellikleri taşır görmeye en azından yarı
bilinÇii bir eğilimin varlığından sözetmek kaçınılmaz olur.
Tabii, sorun bu kadar yalın ve tek-yanlı değil . Nasıl
C.H.P. programlan sıkı disiplinli ama aynı zamanda inisya
tifli öğrenciler ve yurttaşlar istiyor idiyse, Atatürk de 1924
tarihli yedinci metinde "tehdit esasına dayalı ahlak" istemi
yor, ünlü deyişiyle "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller
istiyor.
1925 tarihli sekizinci metinde Atatürk yine disiplin (inzi
bat) temasını vurguluyor: "Hayatın her çalışma alanında ol
duğu gibi, özellikle de öğretim hayatında disiplin esası haşa
n (demektir).... Müdürler ve eğitim kurullan disiplini sağla
'maya ve öğrenciler disipline uymaya mecburdurlar."
1936 tarihli dokuzuncu metinde, başlannda milli eğitim
bakanının bulunduğu Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kuru
mu'nun, "tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutul
muş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklannı, reddo
lunamaz bilimsel belgelerle ortaya koy(malan)" öngörülüyor.
315
Milli eğitim�en defansif, eşitlikçi ve çoğulcu bir tarzda ve ta
rihsel-sosyolojik açıdan değil, yine "dünya kültürüne analık"
terimleriyle sözediliyor.
1937 tarihli onuncu metinde "Kültür Vekaleti"ne, devle
tin kültür alanına kesinlikle karışmamasını öngören Gö
kalp'in tersine, kapsamlı görevler veriliyor. En dikkati çeken
nokta, "memleket davalarının
.
ideolojisini anlayacak, anlata-
, ,
cak, nesilden rtesile yaşatacak fert ve kurumlan yaratmruıt;"
Kemalizm, milli eğitim gibi, kültürü de neredeyse ideolojiye
indirgiyor, ona özerk ve evrensel değer ve düşüncelere açık
bir alan tanımıyor; otoriter siyasi ideoloji totaliterleşiyor,
kültürü ve toplumu da denetlemeye başlıyor.
1 1
316
Bu kitapla birlikte "Türkiye'de Siyasal Kültürün Resmi
Kaynaklan"nın ideolojik bölümünün, araştırma konusu ola
rak önümüze koyduğumuz kadannı tamamlamış olduk. Ke
malizm'in baş-ideologu olan Atatürk'ün 1920-1938 yıllan
arasında ifade ettiği görüşleri ve Kemalizm'in kurumsal ifa
desi olan C.H.P. programlannı ( 1923-1947) inceledik. Bu ka
darının, Kemalist ideoloji piramidinin tepesi olduğunu, pira
midin altıyla ilgili olarak yapılacak çok iş bulunduğunu da
belirttik.*
Türkiye'de siyasal kültürün resmi kaynaklan ya da te
mellerinin kurumsal yapısal bölümürlü ise, yine belli bir
araştırma çerçevesi içinde 4. ciltte ele alacağız. İlk üç kitap
taki ideolojik unsurlar; orada rejim, kurumlar, kanunlar, po
litikalar ve Kemalist reformlarla tamamlanacak. İdeolojinin
uygulamaya ne yön verdiğine, söz ile eylemin ne derece
uyuştuğuna bakılacak. Kemalist rejim ve reformlann içerik
319
ve niteliğinin hem daha somut, hem daha teorik bir çözümle
mesi yapılmaya çalışılacak.
Hepsinin temelleri Kemalist tek-parti döneminde atılmış
ve çoğu da bugüne kadar özünü koruyarak gelmiş olan ku
rumsal yapılan 4. ciltte incelemeye girişmeden önce, ideolo
jik yapılar üzerinde de ısrarla durmamızın nedeni, özellikle
Türkiye gibi siyasal sürekliliğin değişimden çok daha ağır
bastığı, bazı bakımlardan durağanlığa varan ölçüde ''katı"
bir siyasal sistemde (anayasasından egemen siyasal söylemi
ne kadar), bunların belki de siyasal kültür üzerinde kurum
sal yapılardan daha yüksek bir belirleyiciliğe sahip toplum
sal etmenler olduğunu düşünmemizdir. Kurumsal yapılar
ı.
zaman içinde az çok değişmiş, ideolojik yapılar ise çok az de.
ğişmiştir.
Siyasal kültür, siyasal sosyalizasyon, siyasal, bireysel ve
kollektif psikoloji (ve bilinç) eğer aileden, okuldan, basından,
kitle ·netişiffl ar_açlanndan, dernekten, siyasal partiye kadar
birincil ve ikincil toplumsal grupların etkisi altında biçimle
niyorsa; eğer Türkiye'de tüm bu toplumsal kurumlan kendi
yansıması olarak yaratmış ve onlar tarafından yeniden üre
tilmeye devam edegelmiş bir resmi/yarı-res;mi egemen ideolo
ji 70 yılclı,r hüküm sürmekteyse; ve eğer bu ideolojinin düşü
nüşte, davranı şta, kanunlarda vb.'de açıkça jfade edilmiş
("manifest") tezahürleri kadar, belki de daha fazla, bireysel
ve kollektif bilinçaltına sinmiş ("latent") içselleştirilmeleri
varsa; - bu ideolojik yapı irdelenmeye değerdir.
Egemen Kemalist ideolojinin bu kitapta tesbit edebildiği
miz, siyasal kültürde derin izler bırakmış öğelerinin bir en
vanterini yapmak hem mekanik ve sıkıcı, hem de eksik bir iş
olur. Eğer ilgili bölümlerdeki malzeme ve şerhler, ama asıl
metinlerin kendileri, okuyucuya bazı yeni "anlama"lann da
olabileceğini düşündürtmüşse, Türk siyasetinin sorgulanma
yan, hatta okunmayan, sadece selektif olarak "aktarılan" (ki
320
sorun da buradadır) seküler-kutsal yazıtları biraz eleştirel
bir gözle okunursa, yeni bakış açılarının da kazanılabileceği
ni göstermişse, zamanımız boşa gitmemiş demektir. Yine
söylüyorum, yapılacak çok iş, daha ince işler, vardır. Metin
tiıramaları dikkatli ve kapsamlı yapılmıştır ama, değerlen
dirmede tüketicilik diye bir iddiamız yoktur. Zaten yorum sı
nırlı tutulmuştur. Asıl amaç, verilerin tesbiti olmuştur. İdeo
lojisi de dahil olmak üzere Kemalist rejimin ve reformların,
uygulamayla birlikte, genel olarak yorumlanması ve değer
lendirilmesi denemesi 4. cilde bırakılmıştır.
Yine de, bu kitapta incelenen malzeme bize "Sonuç'' niye
tine kısa bir özet yapma olanağını vermektedir:
Kemalizm, bir siyasal ideolojidir. Kemalizm ile Atatürk
çülük -eğer bu niteleme Mustafa Kemal Atatürk'ün görüşleri
demekse ve isteyenin keyfince ona ve kendisine malettiği
bambaşka düşünceler demek değilse- aytıı şeydir. Cumhuri
yet Halk Partisi'nin, kurucusu. mutlak şefi ve baş-ideologu
olan Atatürk'ün belirlenmesine birinci derecede katkıda bu·
lunduğu kurumsal ideolojisine bizzat verdiği ad Kema
lizm'dir. Bu siyasal ideolojinin çekirdeği, merkezi sloganları
6 Ok'tur. Bunlann, tamamlayıcı ögeleriyle birlikte, yaratıcı.
lan tarafından hangi anlamlarla yüklendikleri, Kemalist
ler'in öznel niyet ve iradelerinin ne oldu�, belgesel-ampirik
bir meseledir; kayıtlara bakılarak nesnel olarak saptanabi·
lir. Özü, esası, doğrultusu konusunda üç, beş, sekiz yorum,
daha doğrusu yorum çekiştirmesi mümkün değildir. Örne
ğin, "cumhuriyetçilik" ya da ''halkçılık", demokratiklik ya da
demokratlık demek değildir. Veya "laiklik", din karşıtlığı ya
da tanrıtanımazlık demek değildir. Veyahut "devletçilik",
sosyalistlik demek değildir. Çünkü Kemalistler'in kendileri
böyle şeyler kasdetmemişlerdir, bunların tam tersini murad
etmişlerdir.
Hemen belirteyim ki yukarıdaki nitelemeleri, olumlu ya
321
da olumsuz sıfatlar olarak kullanmıyorum; hem teknik te
rimler olarak, hem de. Kemalistler'in belli bir tarihsel bağ
lamda belli içeriklerle doldurdukları sözcükler olarak alıyo
rum. Kemalist ideolojinin 6 Ok'una ve diğer ideolojik ilkeleri
ne Kemalistler'in vermediği ve zaten özlerine, iç-mantıkla
rına uygun düşmeyen ve zamanla da evrilemeyecekleri an
lamlan ve doğrultulan retrospektif olarak yakıştırmak, kav
ramsal ve ideolojik-politik kördöğüşüne yolaçar. Daha önce
de söyledim: En hafifinden yanılsama, daha ağırından ya
nıltma olur.
Kemalizm-Atatürkçülük-C.H.P.-Altı Ok bir ideolojik bü
tündür. Tarihsel olarak da, mantıksal ve semantik olarak da
birbirinden ayrıştırılamaz. Herhangi bir parçası ayıklanıp,
onun üzerine farklı özde yeni bir siyasal-ideolojik pozisyon
bina edilemez. Bu Kemalist ideolojinin kendi parametreleri
içinde elbette nüanslar, vurgu farkları, iniş-çıkışlar, kişiye/
döneme göre ufak tefek dalgalanmalar olabilir"; bunlar taştı
şılabilir, çözümlemeler rafineleştirilebilir. Ama bu dört ideo
lojik niteleme, bir kümedir, bir bütündür. Ve katıdır; zaman
la ve dış etkilenmeyle normal değişime kapalıdır, içine kapa
nıktır. Bundan da hoşnuttur. Tek doğru olmak, yalnız kendi
ne benzemek, başkasını Adi ve zararlı bulmak, ebediyen ge
çerli olmak vb. iddiasındadır. 194 7'ye kadar özde ve sözde bu
tavrını tamamen korumuştur; 1947'den sonra (ve bugün de)
sözdeki bazı değişikliklerin özde ne ölçüde bir gerçek değişi
mi temsil ettiğinin incelenmesi, bizim bugün için çizdiğimiz
araştırma çerçevesini aşan bir iştir. Ama sağduyuyla ve gün
delik g,özlemlerle bile biliyoruz . ki, süreklilikler, tortular, iz
ler az değildir.
Bu katı siyasal ideoloji, şefçi, patemalist, elitist ve vesa
yetçidir. Çoğulcu, hoşgörülü, uzlaşmacı değildir; tek-partici
dir, muhalefete izin vermez; özde çok-partililiğe karşıdır. Si
yasal tartışmaya ve katılıma açık değildir. Otoriter, yer yer
322
de totaliterdir. Para-militer, yer yer de doğrudan militarist
tir. Bir kelimeyle: anti-demokratiktir.
Kemalist ideoloji, toplum felsefesi, ekonomik görüşü, si
yaset teorisi itibarile anti-liberal ve anti-sosyalisttir. Bunlan
aşan bir "üçüncü yol" olmak, açık iddiasıdır. Korporatist ka
pitalistliğin ve otoriter devletçiliğin bütün ayırdedici özellik
lerini taşımaktadır. Sınıflar-üstücü, meslekçi, "milliyetçi ve
mülkiyetçi"dir. , İdeoloji, kurumlaşma, hukuki rejim, iktisat
ve sınıf politikalan planlannda baskın olarak solidarist kor
poratisttir; başta ideolojik düzlem olmak üzere bütün bu
düzlemlerde gözden kaçmayacak faşist korporatist açılım
başlangıçlannı da içinde barındırmaktadır.
Kemalizm korporatizmin solidarist ve faşist alt-türleri
arasında bir noktada durur. Tarihsel koşullar ve bağlam,
özellikle sosyal sınıflar dengesi, faşist korporatizm yönünde
daha net ve daha sıkı bir kurumlaşma ve düzenlemeyi gerek
tirmemiştir. Ama ideoloji, bazı politikalar, hatta �irtakım
kurumlar ve kanunlar o yöne işaret etmektedir. Dönemin
korporatist Avrupa'sından ideolojik etkilenmeler ya da buna
paralel bağımsız gelişmeler az değildir. (Bkz. 4. cilt.) Kema
lizm, bir kelimeyle: sağ bir ideolojidir.
Liberallere ve solculara bırakmış olabileceği hiçbir kav
ramsal, düşünsel miras olamaz. Kemalizm, bunlan açıkseçik
reddetmiştir. Kemalizm'den ancak kendisi kadar sağ ve da
ha sağ ideolojik pozisyonlar türeyebilir. Zaten çağdaş Türki
ye'deki çok sayıda Kemalist gruptan, daha büyük iç
tutarlılığa sahip olanlar, tutucu gruplar olmuştur. En azın
dan, kendi zamanında ve özellikle kültürel planda radikal
reformist olan Kemalizm; bir süre sonra, hele bugün ve özel
likle siyasal planda tutµcu bir ideoloji haline gelmiştir.
"Siyasal Kemalizm"in sağ niteliğini görmeyip ya da gö
zardı edip (veya daha kötüsü rasyonalize edip), "Kültürel Ke
malizm"in "inkılApçı" (devrimci değil) niteliğini, bağımsızlık-
323
çı ve "ulusal devletçi" özellikleriyle birlikte, solculuk sayan
lar, kategori hatası yapmaktadırlar. Radikal kültürel refor
mizm ve bazı siyasal dönüşümler, ileri ve "ilericilik" olabilir,
ama solculuk değildir. Hele devletçilik yoluyla iktisadi kal
kınmacılık, hele hele bir "ikinci yüzü" de olan milliyetçilik,
solculuk demek hiç değildir. Pozitivist ilerlemecilik ve çok
belirli, sınırlı türde bir ekonomik-dirijist rasyonalizm de sol
culuğa, devrimciliğe karine değildir; ancak kapitalist "iktisa
di adam" akılcılığını içerir; daha geniş anlamında bir "aydın
lanma" ile özdeşleştirilemez. Unutulmasın ki İttihatçılar'ın
ve Kemalistler'in "birlik ve düzen içi�de ilerleme" (daha doğ
rusu "ilerletme" ve "ilerletilme") şiarının isim babası Augus
te Comte, hem Fransız Devrimi'nin erken kritiklerinden,
hem de Avrupa düşüncesindeki daha sonraki solidarist ve fa
şist akımların da fikir babalarındandır.
Kemalist ideolojinin Türkiye'nin siyasal kültürüne yaptı
ğı etkilerin bir bölümünü, biraz önce, teknik terimler olarak
kullanılan birtakım sıfatlar aracılığıyla saydık. Hemen soru
lacak ve hemen yanıtlanabilecek bir soru var: Türkiye, siya
sal kültürünün bu özelliklerini münhasıran Kemalizm'e mi
borçludur? Uzak geçmişten yakın geçmişe doğru incelen ne-
. densellik hunisi içindeki "ilk başlatıcı" Kemalizm midir? Ha
yır, bunların çoğu Türk-Osmanlı-İslam toplumundan, tari
hinden gelen şeylerdir. Bütün mesele de buradadır: Kema
lizm, bir yandan radikal kültürel reformlar yaparken, bir
yandan da (ve bir gerekçesi . de bu reformların yapılabilmesi
nin tek yolu olmak üzere) öyle bir siyasal ideoloji, bir siyasal
rejim, bir meşruiyet teorisi, geliştirmiştir ki; içinde bulundu
ğu siyasal kültürü değiştirmek, yenileştirmek şöyle dursun,
onun geleneksel ögelerinin bazılarını sonuna kadar kullan
mış, pekiştirmiş, hatta aynı özde "modern" anti-demokratik
ögeler ve biçimler ekleyerek bunları ileri (daha geri) götür
müştür. (1. cildin "Sonuç" bölümüne de bakınız.) Kültür ala-
324
nında "inkılapçı" ve "dönemine göre ilerici" olan Kemalistler
siyaset alanının önemli bir arazi parçasında, bazı modern bi
çimlerin içini (cumhuriyet, meclis, seçim, parti, liderlik gibi)
öyle doldurmuşlardır ki, dönemlerine göre bile tutucu, hatta
yer yer geri kalmışlardır.
Şef kültü ve şef sistemi, tek-particilik, otoriter-totaliter,
siyasi ve idari devletçilik, iki dereceli güdümlü seçim, muha
lefet-basın-dernek yasaklan, düşünce ve örgütlenme özgür
lüklerine konan kısıtlamalar vb., Kemalist Türkiye'yi 1. Dün
ya Savaşı'ndan sonra demokrasilerini korumaya ya da kur
maya çalışan ülkelerin değil, anti-demokratik ülkelerin safı
na katmıştır. Kültürel reformizm uğruna siyasal anti
demokratikliğin kaçınılmaz bir yöntem olduğu, hatta "vesa
yetçi demokratik" bir erdem olduğu yolundaki hala yaygın
görüş şunu unutuyor. Siyasal yaşamın biçimi ve niteliği bir
araçtan ibaret değildir; kendi içinde bir değerdir; anti
demokratik bir ideoloji ve kurumlaşma da kolay kolay geç
mez, derin izler bırakır ve ağır bedelleri olur - hele içinde,
söylendiğinin tersine, demokratikleşme yönünde ciddi deği
şim niyet ve potansiyeli taşımıyorsa ve ancak dışsal etmenle
rin baskısı altında zoraki bir değişme zahmetine girebilmişse
(1947'den itibaren).
Kemalist ideolojinin 6 Ok'una ve diğer ilkelerine yeniden
ve daha dikkatli bakılmalıdır.
Cumhu,riyetçilik, anti-monarşizm ve anti-teokratizmdir.
Bu kadarı elbette ileridir, ilericidir. Ama Kemalist cumhuri
yetçilik bundan ibaret değildir. 1. ve 2. ciltlerde bir ölçüde
gördüğümüz ve 4. ciltte de daha etraflı göreceğinıiz üzere, içi
karizmatik şef-sistemi, fiilen de resmen de hiyerarşik alt
şefler sistemi, tek-particilik, güdümlü seçim ve millet meclisi
vb. ile doldurulmuş, anti-demokratik bir cumhuriyetçiliktir.
Geleneksel siyasal kurumların ve meşruiyet teorisinin (sal
tanat-hilafet) yerine, ulusal egemenlik retoriği içinde, ulus
325
egemen]iğinin yön]endiricisi, hatta be1ir1eyicisi o]an şefin ve
şefin partisinin iradesi korunmuştur. Max Weber'in katego
ri]erinden yarar]anarak söy]ersek "ge1enekse] otorite"nin ye
rine ''hukuksa1-rasyone1" otorite değiJ; zaman zaman hiç de
hukuksa] ve rasyone] o]mayan, şefin iradesini yasa]ann, hu
kukun, forme] demokratik kura] ve prosedür1erin üstünde sa
yan, şef kü1tüy1e bir yandan ge]enekse] öge]ere yas]anan, bir
yandan modem irrasyona]ist öge]erden yarar]anan bir "kariz
matik otorite" teorisi yaratı]mıştır. İ şin bu kısmı ileri, i]erici
deği]dir. Cumhuriyetçi1iğin birinci bö]ümü savunu]uyorsa so
run yoktur. Bi]meden ya da daha kötüsü bi]erek tamamı, ya
ni ikinci bö1ümü dahi savunu]uyorsa, ciddi sorun var demek
tir. (Bu konuya 4. ci]tte, rejim bahsinde döneceğiz.)
Halkçılık, demokrathk, sosya] demokrathk, sosyaJizanhk
deği1dir. Uzatmayacağım, KemaJist ha1kçıhk anti-JiberaUik
ve anti-sosyaJisitıiktir. Yer yer faşist uzantı]an da o]an so]i
darist korporatfamdir. Kapita1izmin müflis ve zararh saydığı
Jibera] rasyonaJitesinin yerine dayanışmacı bir kuram, ahJak
ve po1itika1ar bütünü getirmek savındadır. Organik, tek par
ça bir ha1k-mi11et görür ve yaratmak ister.
'
Milliyetçilik, bir yüzüy]e, kü1türe1, defansif, dış po1itika
da sa1dırgaıı o]mayan bir mi11iyetçi1iktir. Ama Kema1ist mi1-
1iyetçi1ik ikinci yüzüy]e etnik, hatta ırki, şoven; iç siyasette
kü1türe1 (ve gene] o]arak siyasa]) çoğu1cu1uğu bastıran bir
mi11iyetçi1iktir. Özgüven taze]eme amacıy]a baş]ayan ve u]u
sa] kim1iği-ben1iği bu]maya çahşan defansif miUiyetçiJik;
kendini övme dozunu o dereceye yükse]tmiştir ki, mi11et1er
arasındaki eşitsizJiğe başka1dın, "bir Türk dünyaya bede]" e,
en eski -en üstün- şimdi de/ge]ecekte de yine "en büyük u]us
biziz"e varmıştır. Tek-parti döneminde olsun, daha sonra o]
sun, bir dış politika projesine dönüşmemiş o]mak]a birJikte,
koUektif bi1ince · ve bi1inça1tına 70 yı1dır "zerkedi1miş" o]an
bu eğiJimin, bugµrie kadar iç siyasa] ve sosya] yaşamda en az
326
iki önemli etkisi olmuştur: (1) Bütün "çağdaş uygarlık" tera
nesine rağmen ve onun yanısıra beslenen bu ''biz bize benze
riz" ve "biz en güzeliz" tavrı, dışa kapalılığı, daha doğrusu
Batı kapitalizminin bilimine-teknolojisine-refahına imren
menin ötesinde, genel olarak dünyadaki geniş felsefi ve siya
sal gelişmelere ve akımlara karşı yalıtılmışlığı getirmiştir.
(2) İçeride ise, yalnız egemen etnik grup olan Türkler lehine
fiili bir kültürel anti-çoğulculuğa yolaçmakla kalmamış; bu
nun kendi içinde de, çok ilginç bir mekanizmayla, sosyo
ekonomik ve siyasal açıdan hiyerarşik bir ilişkiler düzeninin
.
katılaşmasına yardım etmiştir: Bir kere ırklar-kavimler
milletler içinde en üstünü/üstünleri olduğu kabul edilince;
bunun mantıksal uzantısı, Türkler içinde de daha üstün
Türkler'in/en üstün Türk'ün olabileceğinin düşünülmesidir.
"Halkçılık, milliyetçiliği saflaştınr" ve "milliyetçilik, toplum- '
da en yüksek insan seviyesine ulaşmanın kök şartıdır" tü·
ründen yukar�da gördüğümüz program ve hitabe vecizeleri
nin ileride araştırmacılar tarafından, benim burada işaret
edebildiğimden daha hassas çözümlemelerinin yapılması
beklenir. Kemalist ideolojideki bu tür motifler raslantısal de
ğildir; şeften, alt-şeflerden, organik zümrelerden oluşan yek
pare ve piramitsel bir insan ilişkileri sisteminin, bir toplum
ve siyaset modelinin ek semiyotik göstergeleridir.
Doğal olarak üstün karaktere sahip bir millet teması ile,
doğuştan üstün yetenekli bir şef teması arasında çok elveriş
li bir buluşma potansiyeli vardır. Din mertebesine yükseltil
miş bir milliyetçiliğin tanımladığı, üstelik en büyük özellikle
rinden biri "kahramana tapınmak" olan bir millet (bkz. 2.
cilt), karizmatik liderin sorgusuz sualsiz izleyicisi olnıaya
çok uygun bir adaydır. Çünkü kendini en çok övmeyi bilende,
en çekici ego-ideali bulacaktır. (Ama bu bazen tehlikeli bir
ilişki haline de gelebilir. Örneğin, gençlik çok yüceltilir, ama
bu, ''bizim istediğimiz gibi bir gençlik" olma şartına bağlıdır;
327
gençlik tam istendiği gibi olamazsa, bu sefer devlet ve bü
yükler katında pota!lsiyel suçlu olarak görülmeye de başla
nabilir.)
Tek-millet/halk, tek-devlet/parti, tek-şef/ata - işte Kema
list halkçılığın, milliyetçiliğin, cumhuriyetçiliğin ve siyasi
idari devletçiliğin. organik bağıntılannın ardında yatan, dü
zenleyici prensip.
Devletçilik, niteliğini yukanda gördüğümüz "iktisadi dev
letçilik" olarak en erken aşınan ok olmuştur. "Siyasi-idari
devletçilik olarak" uzantılanna, tortularına ise yerinde işa
ret etmiştik.
İnkıldpçılıkldönüşümcülük (devrimcilik değil) hem bir
amaç hem bir yöntemdir. Bunların neler olduğunu da yuka
nda yeterince gördük, tekrarlamayalım. En önemli inkılap
olan "laik cumhuriyetin", laiklik kısmının bir boyutuna tek
rar dikkati çekerek bitirelim.
Laiklik, daha dar anlamda din ile devlet ve dünya işleri
nin aynlmasıdır. Bu bakımdan, Kemalistler dini siyasetten
çıkarmışlar, ama devletin denetimine almışlardır. Bu, tam
bir laiklik değildir, ikirciklidir. Laiklik, daha geniş anlamda,
dünya görüşünün dinsel inançlardan tamamen arınması, bi
limde, felsefede ve ahlakta dine yer kalmaması anlamında
sekülarizmdir. Kemalizm bu bakımdan da ikirciklidir. Son
derece önemli bir uygulama olarak, klasik din öğretimini
milli eğitim sistemine dahil okulların dışına çıkarmış, ama
cemaate aynca "doğru din" öğretmek üzere devlet memuru
din adamlanni bizzat yetiştirmeye devam etmiştir. (Bu ko
nuya da 4. ciltte döneceğiz.) Kemalist laiklik ve sekülarizm,
düşünsel planda köktenci bir din eleştirisinden kaynaklan
maktan çok, siyaset planında idari-siyasi dinsel kurumların
nüfuzunu kırma- amacıyla yola çıkmıştır. Yine Max Weber'in
terminolojisini_ kullanarak söylersek, "karizmatik otorite"yi,
karizmatik gücün meşruiyet prensibini, yerleştirmek için
328
belki de en büyük engel gördüğü "geleneksel otoriteyi", gele
neksel gücün meşruiyet prensibini, zayıflatmak istemiştir.
Dikkat edilsin, bu önemsizdir ya da tek faktör budur demiyo
rum; bu da vardır ve işin önemli bir boyutudur demek istiyo
rum. Hatta Atatürk'ün bu iki meşruiyet prensibinden birlik
te yararlanmayı da düşünmüş olduğuna "Laiklik" bölümün
de işaret etmiştim. Karmaşık bir düşünce yapısına sahip bir
siyasal lider olan Atatürk'ün düşünce ve eyleminde Weber'in
"otorite tipleri"nin hepsinden izler vardır. Ama öyle görünü
1. cilt), en ağır basanı "karizmatik otori
yor ki (bkz. özellikle
te" anlayışı ve uygulamasıdır. Bu konuya tam olarak 4. ciltte
devam etmeden önce, 2. cildin sonunda yarım bıraktığımız
bir noktayı hatırlatarak, Kemalist "laiklik" ilkesine bir şerh
daha koyalım ve bu kitapçığı bitirelim.
Atatürk, 2. ciltte (s. 263) " ... kutsanmaya layık ancak in
san toplumunun başkanı olan kimsedir" diyordu. Karizmatik
lider ve otorite psikolojisinin çok ağır bastığını bildiğimiz,
dintanımaz ve tanrıtanımaz olduğunu söylediğini de görme
diğimiz Atatürk'ün; "insan toplumunun başkanı olan kimse
yi" (kendini?) kutsanmaya layık bulduğunu, en azından din
sel otorite ile karizmatik otorite arasında bağlar kuran çağrı
şımlar hissettiğini ve/veya hissett�rdiğini bir an için de olsa
düşünmemeye imkan var mı?
Son birkaç söz. Kemalist ideoloji tam şudur, kesinlikle bu
değildir diyebilmemiz için yeterli inceleme ve çözümlemeler
henüz yapılmış değildir. Benim burada yı;ıpmaya çalıştığı11)
ise, Kemalizm'in söylenegelmiş yanlan; başarılan yoktur de
mekten uzaktır. Sadece, evet bunlar da vardır, ama iş bun
dan ibaret değildir; şu şu tarafları da vardır ve bedelleri de
olmuştur; artık bunlara da bakmaya başlayalım demeye ya
kındır.
329
Ta lı a Pa r l a
,
Ci LT 1
A t a tü rk ' ü n Nu t u k ' u
C i LT 2
A t a t ü r k' ü n S ö y l ev v e D e m e ç l e r i
C i LT 3
K e m a l i s t Te k - P ar t i İ d e o l oj i s i
v e C H P ' ni n A l tı O k' u
C i LT 4
K e m a l i s t R ej i m v e R e fo r m l a r
C i LT 5
B e lgeler
İLETİŞİM YAYINLARI 196 • ARAŞTIRMA-İNCELEME 34 • ISBN 975470-145-8 (Tk.No.) / ISBN 975-470-301-9 (3 Cilt)