You are on page 1of 36

1

ET ÜZERİNDEN KONUŞMALAR
Düzenleyen.Güvercin Postası
Carol Adams;
aile içi şiddet ve hayvan savunuculuğu
alanlarında kapsamlı çalışmalar yapmış eko-
feminist bir ilahiyatçı, yazar ve
aktivist.
1990’da yayımlanan ilk kitabı The Sexual Politics
of Meat’te [Etin Cinsel Politikası], hayvanlara
yönelik muamele ile kadınlara yönelik muamele
arasındaki ilişkiyi ortaya koydu;
yaşayan, hissedebilen hayvanların “et” haline
getirilmeleri ile, kadınların cinsel nesnelere
indirgenmesi arasında benzerlik kurarak
feminist-vejetaryen bir kuramın temellerini attı.
O tarihten bu yana eko-feminizm, aile içi şiddet,
vejetaryenlik ve hayvan savunuculuğu üzerine
kitaplar ve
makaleler yayımladı.
2

Carol Adams’ın son derece iddialı ve çarpıcı


fikirlerini “güvercinle konuşma” şeklinde
düzenleyip getiriyorum.
İlginç bulacağınızı düşünüyorum.
güvercin:
Neden vejetaryen olmaya karar verdiniz?
Carol Adams:
Feminist kuramcı Sandra Barky şöyle bir
gözlemde bulunur: “Feministler diğer insanların
gördüklerinden farklı şeyler
görmezler, aynı şeyleri farklı gözle görürler.
“Ben hep gördüğümüz şeyleri farklı gözle
görmeye başladığım için vejetaryen oldum. Bana
bu farklı bakışı kazandıran
olay, midillimin ölmesiydi. Yale İlahiyat
Fakültesi’ndeki ilk yılımın sonunda New York
eyaletinin Forestville kasabasındaki
evime döndüm. Valizlerimi açarken birinin
ısrarla kapıyı yumrukladığını işittim. Kapıyı
açtığımda komşumuz telaşla
“Biri midillini vurdu!” diye bağırdı. Komşumuzla
3

birlikte ahırımızın arkasındaki otlağa koştum,


çok sevdiğim
midillimin ölüsünü gördüm.
Elma bahçemizin dikenli toprağı üzerinde yalın
ayak koşarken, hayatımda ilk kez insandışı bir
varlığın ölümüyle yüz yüze geldim. O akşam
midillimin ölümü yüzünden perişan halde
hamburgerimden bir ısırık alırken, birden
durdum.
Ölen bir hayvan için üzülürken başka bir ölü
hayvanı yiyordum. O ölü inekle ertesi gün
gömeceğim midilli
arasında ne fark vardı?
Sırf kendisiyle yakınlık kurmuş olduğum için
midilliyi kayırıp hiç görmediğim bir ineğin
akıbetine boşvermenin etik açıdan
savunulabilir bir yanı olmadığını fark ettim.
Artık aynı şeyi farklı bir gözle görüyordum.
güvercin:
4

“Vejetaryen” sözcüğünün genel kullanımı


hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tanımlara bağlı kalmak şart mı, yoksa
esneklik mümkün mü? Siz vejetaryenliği
nasıl tanımlıyorsunuz?
Carol Adams:
Ben vejetaryen kelimesini seviyorum. Tam bir
“kendi adını kendi koyma” örneği. Vejetaryenler
bu sözcüğü “vegetable”
(sebze) kelimesinden değil, Latince’de canlı
anlamına gelen “vegetus” kelimesinden yola
çıkarak seçtiler.
Ama vejetaryen kelimesi içi boşaltılma
tehlikesiyle karşı karşıya, çünkü sadece dört
bacaklı hayvanları yemekten kaçınan hepçil
insanlar da kendilerini vejetaryen sayıyor. Bunun
nedeni sanırım “et” denince çoğunun aklına
“kırmızı et”in gelmesi. Bu yüzden insanlar
kanatlı hayvanları yiyen ya da balık yiyen
vejetaryenler de olduğu yanılgısı içinde.
Ayrıca insanların birçoğu dört bacaklı hayvanları
yemenin sağlıksız, ölü tavukları ya da ölü
5

balıkları yemeninse sağlıklı bir beslenme tarzı


olduğunu düşünüyor. Benim için vejetaryenlik
bir sağlıklı beslenme meselesi değil, etik bir
mesele.
Büyük yazar Isaac Bashevis Singer şöyle diyor:
“Ben bu yolu kendi sağlığım için değil, tavukların
sağlığı için seçtim.”
Kültürümüzde (ve genel olarak dünya
kültürlerinde) hayvanlara yönelik muamele ile
kadınlara yönelik muamele arasında ne gibi
bağlar var?
Carol Adams:B iz ırkçı ve ataerkil patriyarkal bir
dünyada,erkeklerin kamusal alanda da (iş
alanında,siyasette)özel alanda da hâlâ kadınlar
üzerinde iktidar sahibi olduğu bir dünyada
yaşıyoruz (kadına yönelik şiddet bu ülkede her
gün dört kadının ölümüyle sonuçlanıyor.
Toplumsal cinsiyet farklılıkla değil tahakkümle
ilgili. Toplumsal cinsiyetin yapılanışı, yani
erkeklerin kadınlar üzerinde iktidar sahibi olma
biçimleri,hayvanları, özellikle de tüketilen
hayvanları görme biçimlerimizle bağlantılı.Uzun
6

bir süre boyunca “insan” kavramı beyaz


erkeklerle sınırlıydı. İnsanlık “ne kadın ne
hayvan”
şeklinde tanımlanıyor, kadınlar insanlığa dahil
edilmiyordu, çünkü hem kadındı hem de hayvan.
Feminist bir tarihçi Amerikan Devrimi’nin
ardından kadınlar açısından çok travmatik bir
dönemin yaşandığına dikkat çeker,çünkü hep
insan haklarından söz edilen bir dönemdir bu,
kadın hakları ortada yoktur.“İnsan” erkek olarak,
örtük şekilde de beyaz erkek olarak tanımlanır.
İnsan kavramını genişletmeye çalışan
hareketlerin ortaya çıkmasının nedeni, bir
varlığın insan olarak tanımlanmadığı sürece
ciddiye alınmayacağı kanısı – böyle bir varlık
kötü muamele de görebilir istismar da edilebilir.
“Feminizm kadınların insan olduğu yolundaki
radikal bir anlayıştır” sözüne katılmam mümkün
değil. Benim derdim, insanlığı, kadınları da içine
alacak şekilde yeniden tanımlamak değil. Ben
insan tanımını sorunsallaştırmak istiyorum.
Ayrıca amaçların araçları meşrulaştırdığı
anlayışına da karşı çıkmalıyız.Et yeme alışkanlığı
7

ve başka insanların
maruz bırakıldığı baskılar, sırf bunlar sonucunda
birtakım insanların arzuları tatmin edildiği için
meşrulaştırılmaya
çalışılıyor.
Vejetaryen olmak neden zor ve hor
görülür?
Carol Adams:
Sexual Politics of Meat eserimde “kayıp
gönderge” kavramını ortaya attım:Et yeme
sürecinde hayvanlar öldürüldükleri için
görünmez hale getiriliyor. Ayrıca kavramsal
olarak da görünmez hale getiriliyorlar.İnsanlar
gerçekte ölü bir kuzuyu ya da ineği, kesilip
parçalanmış bir tavuğu yemekte olduklarının
onlara hatırlatılmasından hoşlanmıyorlar. O
zaman bu kayıp gönderge yüzergezer bir şey
haline geliyor. Örneğin et, kadınların başına
gelenleri anlatmakta kullanılan bir metafor
olabiliyor.Saygı gösterilmeyen bazı varlıklar da
bu araç-amaç ikiliğinde
mağdurlaştırılabiliyor.Ben şiddete karşıyım.
8

Mümkün olan en az zararla yaşamak


taraftarıyım. Baskı, şiddeti ve şiddet kullanma
araçlarını gerektirir.
Bu şiddet genelde üç unsuru içeriyor: Bir varlığın
nefes alıp veren, acı çeken bir canlı olarak değil
de bir nesne olarak görülmesini sağlayan
nesneleştirme; bir varlığın bütünlüğünü ortadan
kaldıran parçalama ya da kesip biçme; son olarak
da tüketme. insandışı hayvanın fiilen tüketilmesi
ya da pornografi, fahişelik, tecavüz, dayak
yoluyla, parçalanmış kadın
bedeninin tüketilmesi. Bu “kayıp gönderge”
yapısında nesneleştirme ve parçalama süreçleri
görünmez kılındığı, tüketilen nesne bir geçmişe,
bir tarihe, bir hayat öyküsüne, bireyselliğe sahip
bir varlık olarak algılanmadığı için “kötü
muamele etme hakkını” doğuran bir yapı söz
konusu.
güvercin:
İlk olarak The Sexual Politics of Meat adlı
kitabınızda hatlarını çizdiğiniz feminist-
vejetaryen kuramın özünü kısaca
9

anlatabilir misiniz? Yani ETİN CİNSEL


POLİTİKASI nedir?
Carol Adams:
Etin Cinsel Politikası şu anlama geliyor: Neyi,
daha doğrusu kimi yiyeceğimizi, partiyarkal
politika belirliyor ve et yemekle ilişkilendirilen
anlamlar hep erkeklik etrafında dönüyor,
toplumsal cinsiyet politikalarının
toplumumuzdaki yapılanma biçiminin
hayvanlara, özellikle de tüketilen hayvanlara
yönelik bakışımızla ilişkili olduğunu iddia
ediyorum. Dahası toplumsal cinsiyetin inşasında
uygun besinlerin hangileri olduğu konusunda
talimatlar da vardır. Bizim kültürümüzde erkek
olmak, erkeklerin ya sahip çıktıkları ya da inkâr
ettikleri kimliklerle bağlantılı “hakiki” erkeklerin
neleri yapıp neleri
yapmadıklarıyla.
Bu sadece bir ayrıcalık meselesi değil, bir
sembolizm meselesi. Kültürümüzde “erkeklik”
kısmen et yemek ve başka bedenler üzerinde
denetim kurmak üzerinden inşa ediliyor. Etin
10

cinsel politikasından herkes etkileniyor. Bir


lokantanın mönüsünde şu satırlara rastlamak
mümkün:“Duble Hindi Göğüs, D Kup. Bu
Sandviç Kocaman!” Etin cinsel politikası
aracılığıyla bu tür imgeleri tüketmek,
kültürümüzde kadının nesneleştirilmesi
hakkında, bu nesneleştirmenin farkına
varmaksızın açıkça konuşup şakalaşmanın
önünü açıyor.Etin cinsel politikası başka bir
düzeyde daha işliyor:
Etin insana güç verdiği ve erkeklerin et yemeye
ihtiyaç duyduğu yolundaki hurafenin idamesini
sağlıyor. Bu, güçle ilgili mitlerle bağlantılı
erkeklerin güçlü olması gerektiği, bu gücü de
etten aldıkları yolundaki mitler.
Tabii bu miti yalanlayan birçok vejetaryen sporcu
var, ama yine de mitlerle baş etmek zor. Ayrıca et
tarihte, özellikle son birkaç yüzyılda, Avrupa’da
üst sınıflarla özdeşleştirilen bir yiyecek (sadece
üst sınıflar her gün bol miktarda et
yiyebiliyor).Cinsiyetçi kültür bu sınıf sistemini
kadın -erkek ilişkilerinde yeniden yarattı –
11

erkekler kadınların erişemediği bir şeye


erişiyordu. bu nedenle aile içinde et yeme
hakkına sahip olan ya da et yemeyi hak eden kişi
erkekti. Et yemek bir erkek ayrıcalığıydı.
Son olarak, et yiyen erkeklerin mutlu birer eş
olacağı düşüncesi de var. Yıllar boyu kadınlara
erkeklerini mutlu etmek için hazırlamaları
gereken et yemekleriyle ilgili yazılar yayımlandı.
1990’lara ait bir kadın dergisinde çok gülünç bir
örnek var: (üstelik eski bir New York Times köşe
yazarının kaleminden çıkmış). Yazı şöyle
başlıyor:
“Erkekler ne ister? Tecrübelerime dayanarak, iyi
bir seks ve iyi bir biftek istediklerini
söyleyebilirim, ille bu sırayla olması da
gerekmiyor.”
Bu da erkeklerle ilgili çok sınırlayıcı bir
genelleme. Bu tür sınırlayıcı rollerle ilgili
varsayımları benimsemek doğru mu?
Kitabımda kadınların birkaç nedenle vejetaryen
olduklarını öne sürdüm. Bedenlerimizi tanıdıkça
onları dinlemeyi öğreniyoruz, et yemekten
12

vazgeçtikten sonra da kendimizi daha iyi


hissettiğimizi görüyoruz. Ayrıca pek çok
kadın,bir kadın olarak yetiştirilme tarzımızdan
ötürü, haklarla (kimlerin, neden haklara sahip
olduğuyla) değil, şefkatle (kimin neden
yardımımıza ihtiyaç duyduğuyla) ilgilenen bir
etik anlayışına sahip. Sadece tabağınıza
bakmanız yeterli:“Ölü bir hayvanı yiyorum. Bu
hayvan nasıl öldü? Nasıl yaşadı? Neden buna
dahil oluyorum?”
güvercin:
Etin Pornografisi nedir?
Carol Adams:
Popüler kültürün, reklamların ve pornografinin
“eğlence” adı altında kadınlara ve hayvanlara
yönelik düşmanca ve aşağılayıcı bir ortam
yaratmaları üzerinde durdum. Hayvanların nasıl
cinselleştirilip kadınsılaştırıldığını, kadınların da
nasıl hayvanlaştırıldığını
irdeledim.“Antropornografi” fikrini ortaya
attım:Hayvanların birer fahişe gibi tasvir edilme
13

biçimlerini ele aldım ve reklamlar üzerinden


bunun örneklerini gösterdim.“Türün dişisini” ele
alarak, kadınların nasıl “tür kimliğinin” taşıyıcısı
haline getirildiğini, çiftlik hayvanlarının da –
sonuçta et haline getirilmek üzere– üremelerini
sağlamak için türün dişisini kontrol altına alma
gerekliliği yüzünden kültürümüzde statülerini
kaybettiklerini gösterdim. Tür, “dişi”yle
özdeşleştirilen bir kategori haline geldi.
güvercin:
Et yiyenlerin çoğu, insanlar için et
yemenin “doğal” olduğunu iddia ediyor.
Bu konudaki tavrınız nedir?
Carol Adams:
Et yemek “doğallaştırıldığında” karşı çıkmamız
gereken iki nokta var. İlkin, biz insanların
hayvanlardan farklı olduğumuz için et yediğimiz
iddia edilir. Ama sonra birden et yemek, başka
insandışı hayvanlar da et yediğigerekçesiyle
meşrulaştırılır. Bu noktada bir tutarsızlık ortaya
çıkıyor. İkinci olarak –ben bunun patriyarkal
14

ataerkil kültürün parçası olduğu kanısındayım–


kültürümüzde sadece etoburları değil, en yüksek
etoburlar dediğimiz hayvanları, yani başka
etoburları yiyen etoburları yüceltiyoruz. Et
yiyenlerin büyük çoğunluğu otobur hayvanları
yiyor. İnsanlar bu açıdan iyi bir örnek: Biz
inekleri, kuzuları vs. yiyoruz. Ama kültürümüzde
aslanlar ve kartallar, yani bizden daha etobur
olan hayvanlar mitolojik açıdan yüceltiliyor.
(Aslında hayvanların sadece yüzde altısından az
bir kısmı etobur.) Ayrıca bazı erkek biyologlar
erkek egemenliğini doğa kanunlarına
dayandırmaya çalışıyor: Şu hayvan dişisine
baskın,çünkü doğa böyle öngörmüş. Erkekler de
kadınlara şöyle der bazen: “İçimdeki hayvanı
uyandırıyorsun”. Ama biri çıkıp kendilerine
hayvan dediğinde rahatsız oluyorlar nedense.
güvercin:
doğa insan içindir diyerek kendisini feda
eden hayvanlara şükran duyan insanlar
için ne diyorsunuz?
15

Carol Adams:
Evet bunu ifade eden bazı çevreciler var. İyi de,
neden tarih boyunca hep insandışı varlıklar
insanlar için fedakârlık yaptılar? Belki de
insandışı varlıkları yemeyerek fedakârlık etme
sırası insanlara gelmiştir. Hem o hayvanın
kendini feda etmek istediğini nereden biliyoruz?
Hele de bu savı öne süren kişi bir avcı değilse?
Bu insanlar yerlilerin hayvanlarla kurdukları
ilişkiyi kullanıyor, daha doğrusu istismar ediyor.
Yerli kültürlerin insandışı varlıklarla olan
ilişkileri içinden hâkim kültüre aktarılan yegâne
unsurlar, kendi pratiklerimizi meşrulaştırmak
üzere seçilenler. Oysa hayvanları yemeyen birçok
yerli kültür var.
Burada şöyle bir durum söz konusu: Ölü
hayvanları yiyor olmak insanları zaten vicdanen
rahatsız ettiği için bu iddialarla et yemeyi
savunmaya çalışıyorlar. Bizi pek de mantıklı
olmayan bu iddialarla oyalayıp vejetaryenlikle
olan ilişkilerini sorgulamaktan uzak duruyorlar.
16

İnsanlar değişmek istemedikleri için her şeyi


kendi istedikleri gibi doğallaştırıyor ya da
savlarını meşrulaştıracak dinî gerekçeler
türetiyor. Oysa istedikten sonra bunların tam
tersi tezleri de doğallaştırabilir, tam tersi tezleri
destekleyecek dinî gerekçeler bulabilirsiniz.
güvercin:
Hayvan hakları etiği yerine, şefkat etiği
(ethic of care) anlayışını savunuyorsunuz.
İkisi arasındaki farkı biraz anlatabilir
misiniz?
Carol Adams:
Hayvan hakları anlayışının kullandığı dil,
insan/hayvan arasındaki farklılaşmayı ortaya
koyan felsefî çerçeveye dayanıyor. Evrensel
haklar anlayışının dili, özerk bir varlık olarak
ortaya konan Aydınlanma insanı (erkeği)
anlayışının parçası. Oysa gerçekte hiç kimse
özerk değil. Biz ilk önce ilişkilerimiz aracılığıyla
öğreniyoruz. Yürümeyi, konuşmayı hep
ilişkilerimizle öğreniyoruz. Şefkat etiğinde, temel
17

haklar anlayışının dayandığı özerk insan/erkek


mefhumu eleştirilir.
İkincisi, hayvan hakları anlayışı sadece
duygusallığı dışlamakla kalmıyor, aynı zamanda
çok “erkek”. Bu anlayış bize insandışı varlıklar
için üzülmemizi salık vermiyor, doğru olan şeyi
yapmamızı salık veriyor. Bazılarımız çıkıp bu
varlıklar için üzüldüğünü ifade etti. Çünkü
üzülmek de meşru bir bilme biçimidir.
Civcivlerin gagalarının kesildiğini, danaların
doğduktan bir gün sonra annelerinden ayrıldığını
işittiğimiz zaman hissettiğimiz öfkeye ya da diğer
duygulara neden güvenmeyelim? Öfke ve şefkat
(caring) neden insanlar olarak bizi anlamlı bir
şekilde tanımlamasın?
İnsanlar buna cevaben şöyle diyebilir: Kadınların
erkeklerden daha şefkatli olduğunu mu iddia
ediyorsun? Hayır. Erkeklerle özdeşleştirilen bir
düşünme biçiminin kadınlarla özdeşleştirilen bir
tepki gösterme ve düşünme biçimi üzerinde
hâkimiyet kurduğunu iddia ediyorum.
güvercin:
18

Yediğimiz hayvanla aramızda kopukluk


olduğunu, onu “ete” dönüştürdüğümüz
için hayvanın kendisini görmediğimizi
iddia ediyorsunuz. Ama şöyle bir iddia da
var: Asıl sorun insanların topraktan,
doğanın gerçekliklerinden uzaklaşması.
Hayvanlar için üzülmemizin nedeni bu
kopukluk; basit bir duygusallık sorunu
bu, çünkü çiftçiler ya da avcılar
öldürdükleri hayvan için üzülmez. Buna
yanıtınız ne olur?
Carol Adams:
Duygusal olmakta ne sakınca var? Bu da şefkat
etiğinin bir parçası. Belki de ihtiyacımız olan şey
duygudur. Ortada sizi rahatsız eden bir şey varsa,
kültürün söyledikleri doğrultusunda
duygularınızı değiştirmek yerine, duygularınızın
söyledikleri doğrultusunda kültürünüzü
değiştirmek belki de daha doğrudur. Çünkü
duygusal açıdan rahatsız oluyorsanız, o kültürde
ters bir şeyler var demektir. Ben bir çiftlikte
büyüdüm. Ablama, ölü domuzu kaynar suya
19

sokması için izin verirlerdi. Bunu seyrettikten


sonra gidip evde et yerdim. İkisi arasında tam bir
kopukluk söz konusuydu. O hayvanlar ötekilerdi,
nesneleştirilmiş varlıklardı. Bu çok vahşi bir
süreç. Ayrıca birçok hayvan o eski çiftliklere
benzer yerlerde kesilmiyor, korkunç hayatlar
yaşayıp korkunç yöntemlerle öldürülüyor.
güvercin:
Kitabınızda, (Ne Erkek Ne Hayvan)
ayrıcalığı ele alıyorsunuz. Ama bir
zamanlar ikinci sınıf yiyecekler olarak
algılanan tahıllar ve sebzeler (sadece
zenginler et yiyebiliyordu) bugün
neredeyse birer lüks tüketim malı
konumunda. Özellikle organik
yiyeceklerden ve ete alternatif olarak
üretilen ürünlerden söz ediyorum.
Carol Adams:
Öncelikle şunu söylemek gerek: Amerika’da
devlet süt ve et sektörünü destekliyor. Böyle bir
destek olmasaydı bugün bir hamburgerin
fiyatının 35 dolar olması gerekirdi. O zaman
20

veganlığın gerçekten de ucuz bir beslenme tarzı


olduğu ortaya çıkardı. İkincisi, bu maliyet
hesabını yaparken sağlık harcamalarıyla gıda
harcamalarını birarada düşünmemiz gerekir o
zaman da veganlığın kat kat ucuz bir beslenme
tarzı olduğu görülür. Amerika’da başta gelen on
öldürücü hastalığın altısı yüksek yağ, yüksek
kolesterol ve süt ürünleri tüketimine bağlı
hastalıklar. Üçüncüsü, dünyanın büyük
çoğunluğu temelde vejetaryen bir rejimle
hayatlarını sürdürüyor, çünkü tahıllar ve
baklagiller çok daha ucuz.
güvercin:
Kitabınızda sizin için birinci önceliğin
feminist hareket olduğunu
söylüyorsunuz. Neden? Yıllar içinde bakış
açınız değişti mi yani artık hayvan hakları
hareketine daha çok önem verdiğinizi
söyleyebilir misiniz?
Carol Adams:
21

Birinci önceliğimin feminist hareket olduğunu


söylerken niyetim, hayvan hakları hareketine
önem vermediğimi söylemek değildi. Feminist
harekete olan bağlılığım herhangi başka bir
bağlılığı dışlamıyor. Hayvanları feminist bir
bakış açısıyla savunduğumu, hayvanların maruz
kaldığı baskı ile kadınların maruz kaldığı baskı
arasında bağlar olduğuna inandığımı söylemek
istemiştim. Örneğin kadına yönelik şiddet
meselesi, şiddet kullananların hayvanlara yönelik
şiddetini de içeriyor. Dayak yiyen kadınlar
genellikle evdeki hayvanlarına ya da çocuklarına
zarar geleceği tehdidiyle terörize ediliyor,
travmaya uğratılıyor ya da eve hapsediliyor.
Cinsel tacize uğrayan çocuklar hayvanlarına
zarar verileceği tehdidiyle susturuluyor.
Hayvanlara yönelik şiddet de erkek kontrolünü
artıran unsurlardan biri. Keza kürtaj meselesi.
Bazı hayvan hakları aktivistleri hareketin kürtaja
karşı olması gerektiğini savunuyor.Ama ben
feminist bir bakış açısından bakarak asıl
meselenin “dayatılmış gebelik” meselesi
olduğunu düşünüyorum: Ben kadınların ve diğer
22

türlerin dişilerinin gebeliğe zorlanmasına


karşıyım.Yani feminizm, hayvanları savunmamı
sağlayacak çerçeveyi sunuyor. Bu çok önemli,
çünkü daha geniş bir toplumsal tahlille bağ
olmayınca bazı hayvan hakları kampanyaları
kadın düşmanlığına varabiliyor.
güvercin:
Zaman zaman öfkeye kapılıyor musunuz?
Carol Adams:
Mesela New York Times’da sınaî çiftliklerin
yaygınlaşmasını, ve bunların insanlar ve çevre
üzerindeki etkilerini konu alan, ama tek satırında
bile hayvanlara değinilmeyen bir makale
yayımlandığında öfkeleniyorum. Ama bu öfkeyi
bazı şeyler üzerinde kafa yorabilmek için
kullanıyorum: Burada olup biten nedir? Bu neyi
temsil ediyor? O zaman bu öfke, meseleyi
kuramsal açıdan ele almamı sağlıyor, çünkü ben
mevcut durumu anlamayı ve değiştirmeyi
istiyorum. Et yiyen insanlar bazen öyle şeyler
yapıyorlar ki “beni tahlil et” diye bağırıyor adeta.
23

Bu nedenle, bu öfke ve çaresizlik halinin beni felç


etmesine izin vermek yerine, bunu bir süreç
olarak görmeye karar verdim. Ne de olsa bir
zamanlar ben de et yiyordum. Vejetaryenlerin
geçirdiği süreci henüz tamamlamamış insanların
arasında yaşıyoruz, hepsi bu.
güvercin:
Bir vejetaryen olarak et yiyen insanlara
her seferinde yanıt vermek zorunda
olduğunuzu düşünüyor musunuz?
Carol Adams:
Bazen yanıt vermenin önemli olduğunu
düşünüyorum. Bir kere, vejetaryenler diğerlerine
göre daha gerçekçi düşünüyor, çünkü biz “kayıp
göndergeyi” yerine koyuyoruz. Biz onların
tabaklarında yiyecek görmüyoruz, cesetler
görüyoruz, ölü hayvanlar görüyoruz. Biz hem
gerçekçi düşünmeyi hem de metaforik
düşünmeyi bildiğimiz için, işin aslını ifade
etmeye kalktığımızda insanların huzursuzluk
duyması ve bize düşmanca yaklaşması
kaçınılmaz oluyor. Örneğin, insanlar giydikleri
24

giysilerin ne koşullarda üretildiğini bilmek


istemiyor.O giysileri çok kötü şartlarda çalışan
kadınların ve çocukların ürettiklerini bilmek
istemiyorlar. Oradaki “kayıp göndergeyi” yerine
koymayı istemiyorlar. İkinci olarak şunu
söylemek istiyorum: Vejetaryenler, sofrada ölü
bir hayvan bulunduğu zamanlarda bu konuyu
konuşmaktan kaçınmalı. Çünkü o zaman çok
fazla gerilim oluyor. O sırada o hayvanı yemekte
olan kişi aptığı şeyi meşrulaştırmak için daha da
fazla çaba harcıyor. ve sonuçta size saldırıyor.
güvercin:
Vejetaryenlerin alttan almaktan
vazgeçmesi gerektiği konusunda ne
düşünüyorsunuz?
Carol Adams:
Hiçbir zaman boşvermememiz, tartışmaya
girmekten kaçınmamamız gereklidir. Ama biz
vejetaryenlerin yapması gereken, et yiyen bir
insana neden bu yolu seçtiğimizi açıklamaya
25

çalışmak yerine, onun neden et yediğini


açıklamasını sağlamak olmalı..
Hayvanlar, yaşadıkları süre içinde bile yığın
olarak görülüyorlar. Geçenlerde 6 yaşındaki
çocuğumla sinemaya gittik, filmin sonunda “bu
filmin çekimlerinde hiçbir hayvan zulüm
görmemiştir” yazdı.Çocuğum da şöyle dedi:
“Yani bu filmde yedikleri etlerin hepsi sahte
miydi?” Bu çok derinlikli bir soruydu, çünkü
kültürümüzde hayvanları yemek zulümden
sayılmıyor. Ama altı yaşındaki bir vejetaryen
bütün bir kültürel pratiği sorgulayabiliyor.
güvercin:
Ekofeminist şefkat etiği nedir?
Carol Adams:
Hayvanları yiyen insanlar bir tahakküm
ilişkisinden yararlanıyor, ama kültürümüzde bu
ilişkiyi sağlayan yapıların ve bu süreçte zarar
gören hayvanların görünmezliği teşvik ediliyor.
Hayvanlara yığın gözüyle bakılıyor.
Bireyselliklerinden kopartılıyorlar, böylece
26

buradaki tahakküm ilişkisi görünmez oluyor. Eti,


hayvanların varlık nedeni olarak görüyoruz;
hayvanların yenmek için var olduklarını
düşünüyoruz. Ama ekofeminist bir etik
anlayışında ilk sorulması gereken şu:
“Ne yaşıyorsun?”Bu soruyu sadece dilimizi
konuşan varlıklarla empati kurarak değil, sütü
sağılan bir ineğe, sürekli yumurtlatılan bir
tavuğa, boğazları kesilmek üzere olan hayvanlara
da sorabilmemiz gerek. Öncelikle de bu soruyu
sormanın meşru olduğunu, hayvanların
gerçekten de bir şeyler yaşadıklarını kabul etmek
gerek. İkinci olarak da, o hayvanların ne
yaşadıklarını anlayabilmek için gereken bilgileri
edinmek gerek. Bu soruyu içtenlikle
sorduğumuzda,
inanın hayvanlar –kelimelerle olmasa bile–bize
cevap veriyor.
güvercin:
Hayvan hakları aktivizminin ilerici
siyasette doğal bir yeri olduğunu
düşünüyor musunuz?
27

Carol Adams:
Doğal değil, mantıkî bir yeri var. 19. yüzyıla
baktığınızda evrensel oy hakkı hareketi, işçiler ve
hayvan deneyi karşıtları arasında ittifak
olduğunu görüyorsunuz. Ama liberal siyaset,
hayvan hakları konusunda o kadar cömert değil,
çünkü liberal felsefe insan-hayvan ayrımına
dayanıyor. İlerici siyaset bilinç değiştirme
meselesidir,baskı yapılarını değiştirme
meselesidir. Hayvanların bilinç sahibi
olmadıkları düşünüldüğü için, baskı yapılarıyla
ilgileri de olmadığı düşünülür. Hayvan hakları
anlayışının ilerici siyasette yeri olduğundan pek
emin değilim. Ama hayvan savunuculuğunun
kesinlikle yeri var. İktidar sahibi olmayan
insanlar –ister kadınlar olsun, ister siyahlar ya
da işçiler– hep hayvanlarla benzerlik üzerinden
konumlandırılır; biz buradaki işleyişin farkına
varmadıkça insanlarla hayvanlar arasındaki
sınır, gücünü ve etkisini korumaya devam
edecek.
28

güvercin:
Feministler hayvan haklarına neden
uzak?
Carol Adams:
Tarihte kadınlar hayvan hakları hareketinde her
zaman öncü oldu, ama feministler olmadı.
Feministler neden ırk ya da sınıf ayrımcılığına
karşı siyasî ve felsefî tavır almakta gecikmezken,
hayvan haklarını hiçe saydılar? Bunun birkaç
nedeni var. Birçok feminist yıllar içinde
kadınlarla hayvanlar arasında kurulan denkliğin
kadınları gayri insanîleştirme şekli olduğunu
gördü. Buna tepki olarak, “Biz de insan türünün
bir parçasıyız. Tıpkı erkekler gibi ussal, düşünen
varlıklarız,” dediler. Ayrıca ırkçılık karşıtı ilerici
feministlerde,hayvanlar adına konuştuğumuzda
insan mağdurların uğradığı haksızlıkları
küçümseme endişesi söz konusu. Özel olan
siyasîdir, diyoruz, ama ne yediğimiz ya da ne
giydiğimiz hâlâ özel konulardan sayılıyor. Şöyle
karşılık veriyorlar size: “Hayvanları yiyip
yememekle ilgili kararımın özel bir karar olarak
kalmasını istiyorum.” yemek son derece kamusal
29

bir edim ama bu edimi özel alana çekme güdüsü


hâkim. Belki de hayatlarını değiştirmek zorunda
kalacakları için bu konuda düşünmek
istemiyorlar. Feministler kadınların et parçası
gibi muamele görmesine karşı çıkıyor, ama bunu
yaparken hamburger ya da biftek yiyorlar.
güvercin:
Kadınlar geleneksel olarak kendi
mağduriyetlerinden ziyade
başkalarınınkiyle ilgilenmiştir.
Feministlerin, hayvan aktivizminin
kadınları kendi sorunlarından
uzaklaştıracağı yolundaki eleştirisine
cevabınız ne olur ?
Carol Adams:
Kısmen haklı olabilirler,Hayvan hakları
hareketinin yaklaşık %80’i kadınlardan oluşuyor,
ama bu kadınlar kendi hayatlarındaki baskının
farkına varmayı ya da bu baskıyla baş etmeyi
başaramıyor. Bunu fark eden, hatta cinsel
şiddete maruz kalanlar da var.Dayağa, tecavüze,
kadınlara yönelik başka yerleşik şiddet
30

biçimlerine karşı çıkan birçok feminist olduğunu,


ama hayvan haklarıyla ilgilenen feministlerin
sayısının az olduğunu görüyorlar ve bu alanda
kendilerine daha çok ihtiyaç olduğunu
düşünüyorlar. Ama bence hayvan hakları
hareketi içindeki erkek hiyerarşisi bunu bir sorun
haline getiriyor.
güvercin:
Kadına şiddet ve hayvan korumacılığı
yönünden çerçeveler nasıl şekillenir?
Carol Adams:
Ontoloji ideolojiyi tekrarlıyor. Başka deyişle,
ideoloji, görünürde ontolojik olanı yaratıyor:
Kadınların varoluşunun cinsel varlıklar olarak
(ya da bazı feministlerin iddia ettiği gibi, tecavüz
edilebilir varlıklar olarak) tanımlanması gibi,
hayvanların varoluşu da et kaynağı olarak
tanımlanıyor. Kadınların ve hayvanların
varlığının birer nesne şeklinde tanımlanmasında,
dil şiddetin bir öznesi/âmili/uygulayıcısı olduğu
gerçeğini ortadan kaldırıyor .Sarah Hoagland bu
süreci şöyle açıklıyor:
31

“John Mary’yi dövdü”, “Mary John’dan dayak


yedi”ye, sonra “Mary dayak yedi”ye, sonunda da
“dayak yiyen kadınlara” ve“şiddete maruz kalan
kadınlara” dönüşüyor. Kadınlara yönelik şiddetle
ve “şiddete maruz kalan kadınlar” ifadesiyle ilgili
olarak, Hoagland şunu gözlemliyor:
“Burada,erkeklerin kadınlara yaptığı bir şey,
kadının doğasının parçası olan bir şey haline
getiriliyor. Ve John’un bu süreçteki payını hepten
unutuyoruz.”
Hayvanların bedenlerinin yenilebilir olduğu
anlayışı da benzer bir tarzda kendini gösteriyor
ve bedenlerini tüketmek üzere ölü hayvanları
satın alan insanların âmilliğini ortadan
kaldırıyor. “Ben cesetlerini et olarak
tüketebileyim diye birileri hayvanları öldürüyor”,
“hayvanlar et olarak yenmek üzere
öldürülüyor”a, sonra “hayvanlar ettir”e, sonunda
da “et hayvanları”na ve nihayet “et”e dönüşüyor.
Bizim hayvanlara yaptığımız bir şey, hayvanların
doğasının bir parçası haline geliyor. Ve bu
süreçteki payımızı hepten unutuyoruz.
32

güvercin:
İnsanda et yeme alışkanlığı neden bu
kadar vazgeçilemezdir?
Carol Adams:
Et, doğal ve kaçınılmaz gibi gösterilen bir
kültürel inşadır. Vazgeçilemez değildir, ama
vazgeçilmesi istenmez..İnsanlar daha konuşmayı
bile bilmedikleri bir yaştan itibaren hayvanları
tüketmeye başlıyor, dolayısıyla et yemeyi
meşrulaştırmak üzere etobur hayvanlarla
analojik ilişki kuracak yaşa gelene kadar yüzlerce
hayvanı yemiş oluyorlar. Çocuk dört ya da beş
yaşındayken etin hayvanlardan elde edildiğini
anladığı zaman, hissettiği rahatsızlığı(doğal
insan duygusu budur aslında bence-gn)
gidermek için kendisine sunulan
meşrulaştırmalarla karşılaşıyor. Bu
meşrulaştırmaları duymadan önce yediği etin
tadı, bunların altında sağlam bir temel olduğuna
inanması için gerekçe sağlıyor. Ayrıca bugün
yetişkin olanların önemli bir bölümü,
çocukluğunu, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki
33

nüfus patlaması sırasında, yani dört temel besin


grubu olduğu, et ve süt ürünlerinin de bunlardan
ikisi olduğu iddiasının yerleştirildiği bir
dönemde geçirdi. (Et ve süt endüstrisinin etkin
lobi çalışmaları sonucu 1950’lerde bu görüş
hâkim oldu. Oysa yüzyılın başında on iki temel
besin grubu olduğu kabul ediliyordu.) Bu yüzden
insanlar çocukluklarından
itibaren sadece etin tadına varmakla kalmadılar,
mütemadiyen işittikleri, insanların hayatta
kalmak için ölü hayvanları yemek zorunda
oldukları iddiasının doğru olduğuna da inandılar.
Et yemenin doğal olduğu fikri bu bağlamda
gelişmiştir. İdeoloji yapay olanı doğal ve
kaçınılmaz gibi gösterir. Hatta, bunun bir
“beslenme” mevzuu
kisvesine büründürülmesiyle, ideolojinin kendisi
görünmez olur.
güvercin:
Sözcüklerin etkisi nedir?
Carol Adams:
34

konuşma dilinde hayvanlar yok edilmiş


oluyor..Biz et yediğimiz her gün, tek tek bütün
hayvanlarla etkileşime giriyoruz.. Ama bu iddia
ve içerimleri öyle bir kılığa büründürülüyor ki,
hayvanın kendisi ortadan kalkıyor ve asıl
etkileşime girdiğimiz şeyin “et” adı verilen bir
besin türü olduğu söyleniyor. Etin Cinsel
Politikası’nda, hayvanı ortadan kaldıran bu
süreci, kayıp gönderge yapısı olarak
adlandırmıştım. Hayvanların etleri için var
olduklarının kabulüyle, hayvanlar ismen de
cismen de yok ediliyor. Hayvanlar canlı olsalar et
olamazlar. Yani canlı bir hayvanın yerini ölü bir
gövde alıyor ve hayvanlar kayıp haline geliyor.
Hayvanlar olmadan et yemek de söz konusu
olamazdı. Ama et yeme ediminde hayvanlar
mevcut değiller, çünkü besine
dönüştürülüyorlar.Hayvanlar, tüketiciler onları
yemeden önce, cesetleri yeniden adlandıran dil
aracılığıyla kayıp hale getiriliyor. Kayıp
gönderge, bağımsız bir kendilik olarak hayvanın
varlığını unutmamıza izin veriyor. Tabağımızdaki
sosis, bir zamanlar ait olduğu hayvanın,
35

kuzunun, ineğin, tavuğun bedensel varoluşundan


koparılmış bir parçadır. Kabul etmek istemeseniz
bile böyle….
güvercin:
Bu konuda bilinçlenme süreci nasıl işler?
Carol Adams;
Bilinçlenme süreci herkes için bir noktadan
sonra kişisel bir süreç. Ama et yemek konusunda
ve etin kaynağının hayvanlar olduğunu gizleme
konusunda kültürel açıdan öylesine bir baskı var
ki, kesilip biçilmiş et dilsel açıdan türlü türlü
kisvelere büründürülüyor:“Bir kuzunun bacağı”
demiyoruz, “kuzu budu” diyoruz. Kuzu ile bacağı
arasındaki aidiyet ilişkisini ortadan kaldırıyoruz.
Hayvanlar bireylerden oluşmayan, yekpare bir
kitlenin adı değil. Su öyledir mesela. Ne kadar
eklesen ne kadar çıkarsan su yine sudur. Et
kelimesini kullanarak hayvanlar hakkında böyle
bir yanılgı oluşturuyoruz.——–
Hayvan haklarına farklı açılardan bakmayı
amaçlayan bu çalışma sonrasında
36

tabaklarınızdakinin daha bir farkında olmanız ve


tröstlere kafa tutabilecek olan şeyin mideniz ve
arzularınız olduğunu fark etmenizi diliyorum,
umutla..
Güvercin soruları yazı orjinaline eklenmiştir,
alıntı ve eklemelerle bu yazı dizisi
oluşturulmuştur.
Daha önce de bazı bloglarda küçük değişikler ve
eklentilerle yayınlanan bu yazıların HAYVAN
HAKLARI SAVAŞI VE HAYVAN
ÖZGÜRLÜĞÜNE FAYDALI OLABİLMESİNİ
UMARIM.
Güvercin Postası
http://hayvanozgurlugucevirileri.com
adresinden alınmıştır.

You might also like