You are on page 1of 275

A

lt
ayD
il
le
ri
A
raş

rma
lar
ı

E
min
eYı
l
maz
Altay Dilleri
Araştırmaları

Çeviriler

Çeviren
Emine Yılmaz

Ankara 2015

Hacettepe Üniversitesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

© Emine Yılmaz, İzinsiz basılı veya elektronik olarak çoğaltılamaz.


İÇİNDEKİLER

Sunuş v

Türk Dillerinde Kapalı e Sesi

1. Julius Németh (1939), “Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi” [“Zur


Kenntnis des geschlossenen e im Türkischen], Kőrösi Csoma-Archivum I,
Ergänzungsband: 515-531. 1

2. Kaare Thomsen (1957), “Türkçede Kapalı e” [The Closed “e” in


Turkish], Acta Orientalia Danica 22: 150-153. 15

II

Altay Dilleri Araştırmaları-Çuvaşça 19

3. Nikolaus Poppe (1924), “Çuvaşçanın Ses Yasaları” [Die tschuwassischen


Lautgesetze], Asia Major I: 775-782. 21

4. Nikolaus Poppe (1925), “Türkçe-Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar”


[Türkisch-tschuwassische Vergleichende Studien], Islamica I: 409-427. 27

5. Nikolaus Poppe, “Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler” [Die türkischen


Lehnwörter im Tschuwassischen], Ungarische JahrbücherVII, 1927: 151-
167. 41

6. Nikolaus Poppe (1932), “Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi” [Die


tschuwassische Sprache in ihrem Verhältnis zu den Türksprachen],
Kőrösi Csoma Archivum II, 1926-32: 65-83. 53

7. Ludwig K. Katona (1932), “Çuvaşçada Bir Ses Değişimi Üzerine” [Über


eine Lautveränderung im Tschuwassischen], Kőrösi Csoma-Archivum II,
1926-32: 379-381. 67

8. Nikolaus Poppe (1953), “Altay Dillerinde Eski Bir Kültür Kelimesi” [Ein
altes Kulturwort in den altaischen Sprachen], Studia Orientalia 19-5: 23-25. 68

9. Nikolaus Poppe (1927), “Altayca ve Ana Türkçe” [Altaisch und


Urtürkisch], Ungarische Jahrbücher VII, 1927: 94-1. 71

10. Pentti Aalto (1955), “Altayca Söz Başı *P- Üzerine” [On the Altaic Initial
P-*“], Central Asiatic Journal I: 9-16. 95
iii İçindekiler

11. B. A. Serebrennikov (1957), “Çeremişçe ve Çuvaşçada a Sesinin Tarihi”


[Zur Geschichte der a-Laute im Tscheremissischen und
Tschuwassischen], Ungarische Jahrbücher 29: 224-230. 101

12. B. A. Serebrennikov (1966), “Çuvaşçada v ve y Türeme Ünsüzlerinin


Kökeni Sorunu” [Zur Frage nach dem Ursprung der prothetischen
Konsonanten v und j im Tschuwaschischen], Acta Orientalia Hungaricae
19: 57-65. 107

13. Talât Tekin (1969), “Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm” [Zetacism


and Sigmatism in Proto-Turkic], Acta Orientalia Hungaricae XXII-1: 51-
80. 113

14. Gerhard Doerfer (1967), “Türkçe –n> Çuvaşça –m?” [Türkisch -n>
tschuwaschisch -m?], Ural-Altaische Jahrbücher 39-1-2: 53-70. 141

15. András Róna-Tas (1971), “Çuvaşçada Söz Sonunda Gırtlak Patlamalıları”


[On the Chuvash Guttural Stops in the Final Position], Studia Turcica,
Ed. L. Ligeti, Bibliotheca Orientalis Hungarica XVII, 389-399. 159

16. Talât Tekin (1972), “Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar” [Notes
on an Introduction to the Turkic Studies], Finnisch-ugrische Forschungen
XXXIX, 351-365. 169

17. Even Hovdhaugen (1972), “Çuvaşçada Nazal Sesbirimlerin Gelişimi


Üzerine Bazı Notlar” [Some Remarks on the Development of Nasal
Phonemes in Chuvash], Ural-Altaische Jahrbücher 44: 208-212. 181

18. Nikolaus Poppe (1974), “Çuvaşçanın Yeri Hakkında” [Zur Stellung des
Tschuwaschischen], Central Asiatic Journal 18-2: 135-147. 187

19. Talât Tekin (1975), “Volga Bulgarcası baçne Üzerine” [On Volga
Bulgarian bačne], PIAC Newsletter 10: 8. 197

20. Larry V. Clark (1978), “*-D- Sesinin Çuvaşçada Gelişimi Üzerine” [On a
Chuvash Development of *-D-], Acta Orientalia Hungaricae XXXII-3:
371-376. 199

21. Gerhard Doerfer (1984), “Rotasizm/Zetasizm Sorunu” [The Problem of


Rhotacism/Zetacism], Central Asiatic Journal 28-1-2: 36-42. 205

22. András Róna-Tas (1985), “1. Çuvaşlar, 2. Çuvaşçanın Macarcayla İlişkisi:


Çuvaş Dilbilgisine Giriş” [1. Csuvasok, 2. A Csuvas nyelv magyar
kapcsolatai: Bevezetés a csuvas nyelv ismeretébe], Dabasi Nyomda, 13-31,
Budapest: Tankönyvkiadó. 211

23. Talât Tekin (1986), “Zetasizm ve Sigmatizm: Altay Dilleri Kuramının


Temel Dayanakları” [Zetacism and Sigmatism: Main Pillars of the Altaic 221
iv İçindekiler

Theory], Central Asiatic Journal 30: 141-161.

24. Talât Tekin (1986), “Türkçe tiş, Çuvaşça şĭl ve Moğolca şidün” [Turkic tiš,
Chuvash šĭl and Mongolian šidün], A. Tietze Armağanı, Wiener
Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes 76: 293-297. 237

25. Gerhard Doerfer (1988), “Zetasizm/Sigmatizm Rol Oynamaz”


[Zetacism/Sigmatism Plays No Rȏle], Central Asiatic Journal 32: 61-63. 257

26. Milan Adamović (1989), “Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları”


[Fragen der Tschuwassischen Lautgeschichte], Central Asiatic Journal 33:
161-192. 245
Sunuş
Elinizdeki kitap, Hacettepe Üniversitesinde hazırlamış olduğum yüksek lisans ve
doktora tez çalışmalarım sırasında kullandığım, 12 araştırmacıya ait 26 makale,
tanıtma ve kitap bölümünün çevirilerinden oluşmaktadır.
Türk dillerinde kapalı e sesbiriminin art zamanlı ve karşılaştırmalı bir
incelemesini yapmaya çalıştığım yüksek lisans, Çuvaşçanın yine art zamanlı ve
karşılaştırmalı sesbilgisini ele aldığım doktora tezimle ilgili literatürün neredeyse
tümünün Türkçe dışında dillerde yazılmış olması nedeniyle, tamamını değilse bile,
önemli olduğunu düşündüğüm bir bölümünü çevirmek, çalışmalarımı
yürütebilmenin tek yoluydu. 1986 yılından sonra yapılmış olan bu amatör çevirilerin,
Türkiye Türkolojisi için hala güncelliğini koruduğunu düşündüğüm 26 tanesini,
alanda çalışmak isteyen genç akademisyenlere yararlı olacaklarını düşünerek
yayımlamaya karar verdim.
Çeviriler, Türk Dillerinde Kapalı e Sesi ve Altay Dilleri Araştırmaları-Çuvaşça
başlıklarıyla, iki ana bölüm halinde verilmişlerdir. Çevirilerin büyük ağırlığı Altay
Dilleri Araştırmaları-Çuvaşça üzerinedir; ilk bölümde sadece iki makale yer alır.
Her iki bölüm de kronolojik olarak dizilmiştir. Birinci bölümde yer alan, kapalı e
sesbirimiyle ilgili makaleler 1939 ve 1957 yıllarında, Altay Dilleri
Araştırmaları-Çuvaşça başlıklı ikinci bölümdeki makaleler ise 1924-1989 yılları
arasında yayımlanmışlardır. Bunlardan 13'ü Almanca, 12'si İngilizce, 1'i ise
Macarcadır.
Üç numaralı çeviri bir makale değerlendirmesi (N. Poppe “Çuvaşçanın Ses
Yasaları”), 16 numaralı çeviri bir kitap tanıtması (T. Tekin “Türkçe Çalışmalara
Giriş Hakkında Notlar”), 22 numaralı çeviri bir kitap bölümüdür (A. Róna-Tas
“Çuvaşlar: Çuvaş Dilbilgisine Giriş”).
Çevirilerin tümü, uluslararası Türkoloji alanındaki en önemli dergi veya
dizilerde yayımlanmışlardır: Central Asiatic Journal 6, Kőrösi Csoma Archivum 3,
Ungarische Jahrbücher 3, Acta Orientalia Hungaricae 3, Ural-altaische Jahrbücher
2, Acta Orientalia Danica 1, Asia Major 1, Islamica 1, Wiener Zeitschrift Kunde des
Morgenlandes 1, Finnisch-ugrische Forschungen 1, Studia Orientalia 1, PIAC
Newsletter 1. Makalelerin biri (15 numaralı) Studia Turcica adlı kitap içinde
yayımlanmıştır. 22 numaralı çeviri ise A. Róna-Tas’ın Bevezetés a csuvas nyelv
ismeretébe adlı kitabının 13-31 sayfalar arasındaki Csuvasok ve Csuvas nyelv magyar
kapcsolatai başlıklı bölümleridir.
En çok çeviri, 7 makale ile Nikolaus Poppe’den yapılmıştır. Onu, 5 makale ile
Talât Tekin, 3 makale ile Gerhard Doerfer, 2’şer makale ile András Róna-Tas ve B.
A Serebrennikov izler. Bunlardan başka, Julius Németh, Kaare Thomsen, Ludwig
vi Sunuş

G. Katona, Pentti Aalto, Even Hovdhaugen, Larry V. Clark ve Milan Adamović’e


ait birer çeviri bulunmaktadır.
Tezlerimi hazırladığım dönemin koşulları içinde tüm yayınlara ulaşmak kolay
değildi. Bu açıdan hocam Prof. Dr. Talât Tekin’e ve Kaare Thomsen’in “The Closed
“e” in Turkish” adlı makalesini Almanya’dan göndermek inceliğini gösteren Prof.
Dr. Semih Tezcan’a teşekkür borçluyum.
Makalelerin Türkçeye kazandırılması ve dizgisi sırasında, özellikle 1950 yılından
önce yayımlanmış olan altı tanesi başta olmak üzere, çok özel sorunlarla uğraşmak
gerekmiştir. Öncelikle makalelerin dili ve yazımının eski olması çeviriyi
zorlaştırmıştır. Ayrıca, makalelerin hiçbirinde kısaltmalar listesi bulunmamaktadır.
Kimi dil/varyant adlarının artık değişmiş olması veya yazarların özel tercihleri
nedeniyle, çok sayıda kısaltmadan kimilerinin neyin karşılığı olduğunu belirlemek
çok zor olabilmiştir. Bu nedenle, çeviride, kıslatmaların daha açık yazılması veya
bugünkü standart biçimlerin kullanılması yoluna gidilmiştir. Aynı durum çeviriyazı
işaretleri için de geçerlidir. Çok özel işaretler kullanılarak yazılmış olan bu
metinlerin çeviriyazısı, Türk okuyucu için en açık olacak biçimde değiştirilmiştir.
Özel işaretlerden ötürü yaşanan çok zor dizgi sürecinde, gerek bazı çevirilerin
dizgisinde gerekse kontrolünde yardımcı olan, Hacettepe Üniversitesi, Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümünün araştırma görevlileri, öğrencilerim Elçin Yılmazkaya, Gülhan
Öz Açık, Duygu Özge Demir, İsa Sarı ve Sıdıka Dursun’a; Almancadan yaptığım
çevirilerde karşılaştığım kimi güçlükler için yardımına başvurduğum meslektaşım
Prof. Dr. Nurettin Demir’e, kimi kısaltmaların anlaşılmasında yardımcı olan Dr. Éva
Nagy-Kincses’e ve format için uzun saatlerini ve emeğini harcayan Doç. Dr. Mevlüt
Erdem’e de yürekten teşekkür ederim.

Emine Yılmaz
Ankara 2015
I
Türk Dillerinde Kapalı e Sesi
1

Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi


Julius Németh1

Zoltán Gombocz’un Macarcadaki Bulgar Türkçesi alıntılarıyla ilgili eserinin (1912;


kısaltması BTL) 187. sayfasında şunu okuyoruz: “Birincil Ana Türkçe görünüşlerin
Çuvaşçaya yansıyan biçimlerinin, Macarcadaki Bulgar Türkçesi alıntıların kaynağı ol-
duğu, yukarıdaki incelemenin önemli bir sonucu sayılmalıdır… Türkçede belirleye-
bildiğimiz a, ä, i, , ö, o, u, ü ünlüleri, bütün alıntılarda esas olarak değişmeden korun-
muşlardır…” Gombocz’un bu tespitine bugün de büyük ölçüde katılıyoruz, yalnız ben
bu fırsatla, onun Ana Türkçe veya Bulgar Türkçesinde kabul ettiği ünlü dizisini e ile
genişletmek ve bu sesin Macarcadaki temsilcilerini göstermek istiyorum. 2
Benim ilgilendiğim sorunun Gombocz tarafından bilinmiyor olmadığını vurgula-
mak isterim. BTL’nin 155. sayfasında Gombocz şöyle yazmıştı: “Macarca sözcüklerde
kullanılan ünlüleri (bér, csécs, ér, kép, késik, szék, szél) nitelik açısından açıklamak
kolay değildir. Bilindiği gibi Ana Macarcadaki iki uzun é sesi, açık ê (ɔ: ε̯̄) ve kapalı é
(ɔ: ē), yazı dilinde (ve pek çok diyalektte) é (ɔ: ) olarak görünür. Şimdi yazıtların ve
diyalektlerin tanıklığıyla her iki uzun e sesini ayırabiliyoruz: bér, ér, kép ve késő söz-

1
“Zur Kenntnis des geschlossenen e im Türkischen” Kőrösi Csoma-Archivum I, Ergän-
zungsband 1939: 515-531.
2
Seslerin gösterilmesiyle ilgili olarak, Türkologlarca genel olarak kullanılan ä işaretini ko-
ruduğumu, ama bazı durumlarda bunun aslında ϵ sesini gösterdiğini göz ardı edemediğimi
not etmek istiyorum. Aynı ses Macarcada e ile yazılmıştır. Türkçe kapalı e sesini ben e har-
fiyle yazıyorum fakat aynı Macarca sesi Macar literatüründeki geleneğe göre ë ile gösteri-
yorum. Macarcada ë ile işaretlenmiş olan ses uzun, kapalı bir e sesidir:
Türk. ä (=ϵ) Mac. e
Türk. e Mac. ë (uzun: é)
Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi 4

cüklerinde kök hece ünlüsü birincil bir kapalı e sesi iken, szêl, szêk ve csêcs sözcükle-
rinde birincil açık e sesi vardır. Krş. J. Melich, Az “Ortographia Vngarica” ve Macar
yazımı, s. 21… Türkçe ä sesinin bu iki ayrı gösterimi çok zor açıklanabilir. Latince ve
Slavca ödünç sözcükler bu açıdan orijinal dilin ünlülerini çok iyi yansıtırlar.” J. Melich
daha sonra Magyar Nyelv’de (Macarcada MNy olarak kısaltılır, sayı X, 1914, s.
340-341), BTL’nin yazıldığı zamanda Macarcadaki Bulgar Türkçesi alıntıların ünlü-
lerinin anlaşılamadığını ve ancak Ana Türkçe kapalı *e sesinin kabulünden sonra –bu
kabül Thomsen’in JSFOu XXX4’daki makalesiyle gerçekleşmiştir- anlaşılır hale gel-
diğini yazmıştır. Yalnız Gombocz, bizim eski Türkçe alıntılarımızın bu açıdan zengin
sonuçlar vereceğine inandığını belirttiği halde bu konuyla fazla ilgilenmemiştir.
Ana Türkçe *e sorunuyla sık sık ilgilenilmiştir. Krş. diğerleri yanında Foy: KSz. I,
180, MSOSprW. III, 180-215; V. Grönbech: KSz. IV, 237-38; Thomsen: JSFOu.
XXX;4 Gombocz: MNy. X, 339-41; Németh, “Az ősjakut hangtan alapjai” (Ana Ya-
kutça Sesbilgisi), NyK XLIII (1914), s. 298; Poppe: KCsA II, 67; Németh, InschrSch-
NSzM. 58; K. Grönbech, Der türkische Sprachbau 15; Kowalski, Osm.-türk. Dialekte,
§ 7 (EnzIsl.), Budenz: NyK IV, 317-18 ile de karşılaştırın. Olumsuz anlamda: Radloff
“Zur Geschichte des türkischen Vokalsystems”, BullAcPbg. 1901.
Thomsen, InscrOrkh, s. 15’te, Göktürkçede e sesinin belirlendiğini önemle ifade
etmiştir; Foy’un MSOSprW. VI, s. 133 ve 172’de (Azerbaycancada her iki e sesi) ve
Poppe’nin Islamica I, s. 410’da Çuvaşça ve Azerbaycanca pek çok ortak örnekte bi-
rincil kapalı veya açık e sesini göstermeleri de önemli sonuçlardandır.
Ana Türkçe kapalı e sesi için Uygurca veriler, Kaşgarlı’nın sözlüğü, ‘Aybet ül
aḳā’iḳ3, Houtsma’nın sözlüğü4, Ebu Hayyan’ın Kitābü’l-İdrāk li-lisāni’l-etrāk’i5 ve
İbni Mühennā sözlüğünün6 yanısıra Zayaczkowski’nin yeni yayımlanmış “Manuel”i
gibi daha yeni kaynaklar da özellikle önemlidir.
Aşağıdaki örnekler açık ve kapalı e sesinin durumunu büyük ölçüde göstermektedir:7

Ana Tü. Orh. T Uyg. Kaşg. CC Houtsma Ebu Hayyan


*käç- käç- käç- käç- keç- käç- käç-
*beş beş beş Biş beş biş biş

3
XIII. yüzyılın başı, Kaşgarlı dili; ed. Necip Asım, krş. Kowalski: KCsA I, s. 422, Deny: Re-
vue du Monde Mus. LX (1925), 189-234; son çalışmaya ne yazık ki ulaşamadım.
4
XIII. yüzyılın ortası, Gombocz BTL’de kullanmamıştır.
5
XIV. yüzyılın başı; ed. Caferoğlu.
6
XIV. yüzyıl, Doğu Türkistan dilinde. Indeks Abdullah Battal tarafından hazırlanmış, İstan-
bul 1934. Malov: ZapKollVost. III: 2, s. 221.
7
Ne yazık ki elimdeki Türkmence ve Azerbaycanca materyal çok yetersizdir.
5 Julius Németh

Müh. Manuel Osm. Kırg. Tat. Yakutça Çuvaşça


käç- käç- gäç- keş- kiç- käs- kaś-
biş beş (bäş) bes biş biäs pil-
Kapalı e sesinin izleri, Poppe’nin varsaydığından daha geniş bir alanda belirlen-
melidir; “Oğuzca” ağızların hepsi, Azerbaycanca da sadece Oğuzcanın ağzı olarak de-
ğerlendirilmelidir.

Ayrıca ben, e sesi sorununun bütün Türk dillerinde, özellikle de Yakutça ve Çu-
vaşçada oldukça karışık olduğunu görüyorum. Osmanlıcada birincil bir e sesine sahip
olan sözcükler şimdi genellikle ä olarak görünürler. Fakat Arap harfli metinler, bu-
günkü ä sesini sık sık i ile yazarak eski e sesini yansıtırlar; ilginç bir biçimde beş örne-
ğimizde böyle değildir, bu sözcükte düzenli biçimde yazılan biş eksiktir. Kuralsız tem-
sil bu alanda seyrek rastlanan bir durum değildir. Osmanlıca bäş örneğinde de böyle
bir şeyin söz konusu olduğunu beş biçimine rastladığımız Azerbaycanca da kanıtlar
(MSOSprW. VI 173).
Arap harfli metinlerde ‫ ى‬harfi önemli bir rol oynar. Ben Foy’un eski Osmanlıcada
p¦d²Ë gibi sözcüklerde ‫ ى‬harfini i olarak okumasını doğru bulmuyorum. Benim için
de Thomsen’in yazıtlardaki yär~yir yazılışlarının okunuş sorunundaki görüşünün
doğruluğu açıktır. Hatta ben diğer metinlerde de i işaretinin e okunması gerektiğine
inanıyorum. Uygurca için krş. Pelliot: TP 2e série, XV, 229 (=KalyPāp. 7).
Çağataycada bu ‫’ى‬nin başka bir şey olmadan ä okunması kesinlikle yanlıştır.
Ben bu konuyla –aslında konu dışıdır– ayrıntılı olarak ilgilenmek istiyorum.
Vámbéry, Çag.Sprachst. 13’te şöyle yazıyor: “e, ya Almanca Herr’de olduğu gibi
açık [stumpf] ya da wenig’de olduğu gibi kapalıdır [scharfes] ve sık sık ie ile i arasında
değişir. Örneğin tÔd²« erte, birkaç diyalektte ierte, irte; ‫ ﲑﻣﻚ‬ise birmek ve bermek
olarak söyleniyordu.
Budenz “Abuska Csagatajtörök Szógyüjtemény”nin önsözünde (Pest, Un-
gAkadW. 1862; Vámbéry ile yayımlamış), s. XXI’de i’li okuyuşa karşı çıkıyor ve şöyle
yazıyor: “Çağataycada i (kesre) ile yazılmış pek çok kök, Osmanlıcada e (=ε) ile veya
fetha ile de söylenir. Fakat bu, en azından XIV. yüzyılın Çağataycası için geçerli de-
ğildir ve bizzat Abuşka’nın yazarı tir “ter” yanında fetha ile Osmanlıca der biçimini
yazarak adeta bunun kesre ile okunuşuna karşı çıkmıştır; Çağatayca dšÔ üzerinde ke-
sinlikle fetha yoktur, çünkü bize sözcüğün e ile değil, özellikle i ile olduğunu anlat-
maya çalışıyor. Çağatayca sözcükler i ve e arasında sallantıdadır. Fakat listede hem
kesreli hem fethalı sözcükler bize fethalı ve kesreli sözcüklerin okunuşu arasında bi-
raz fark olduğunu gösteriyor.”
Önemli bir görüş de Thúry tarafından Behcetü’l-Lügat’in (1903, UngAkadW) ön-
sözünde ortaya konulmuştur. Buradan (s. 14) okuyoruz: “Biz altında kesre ve yanında
Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi 6

be-kesr olunca ‫’ى‬yi i olarak okuyoruz. Örneğin pšÅ*ךÅJšÅ² yigitlik, VšÅ*šÅךž bitilib “yazı-
lıp”. ye harfinin e [=ε] biçiminde söyleneceği durumlarda sadece üstün işaretini değil,
aynı zamanda be-feth notunu da buluruz. Örneğin „ÓU¦ÚdÓš bermek, „UL*Óš½ gelmek.
Aynı yöntemle söz başında bulunan elif-ye de ayrılır. Örneğin vÅJ²Å« iki, ÂÓ«bÚ*²Å« ıldam
“çabuk”, „ÓU–²« eşek, „uM²Ó« enük.”
Kúnos’un Šejx Sulejman Efendi’s Čagataj-Osmanisches Wörterbuch (Budapest
1902) adlı eserindeki okuyuş pek dikkat çekmemiştir. Kúnos’a göre (s. III-IV) bu oku-
yuşlar, Şeyh Süleyman’ın “Çağatay dilini, aslında Özbek dili”ni konuşan torunların-
dan kaynaklanmaktadır.
Burada henüz, “Çağatay” edebiyatının münferit ürünlerinde belli bir rol oynayan
ağızların ve ayrıca okumaya temel oluşturmuş veya oluşturmakta olan ağızların göz
önünde bulundurulacağı ayrıntı çalışmalarına ihtiyaç vardır. Samoyloviç’in incele-
mesi de başlangıç noktası olarak yardımcı olmaktadır. 8 Fakat Ana Türkçe *ε’nin Ça-
ğataycada ‫ ى‬olarak işaretlenmesi, bunun ε’ye değil bir e veya i’ye dayandığını göster-
mektedir.
Bu görüş ayrılıkları görünüştedir; “Çağatay” sahasında bir ε>i veya ε>e değişimi
meydana gelmiştir. Bu durum, özellikle Kıpçakça için karakteristiktir ve bu değişim
‫’ى‬nin yazılışına yansır. Ayrıca Oğuzcanın etkisi altında, sözü edilen sözcüklerde
‫ى‬harfi ε okunur.
Yukarıda belirtildiği gibi, bu durum kapalı e sorunuyla pek ilişkili değildir.
Macarcadaki Bulgar Türkçesi alıntıları incelediğimiz zaman bu alıntılarda da ka-
palı e bulunduğunu görüyoruz. Aşağıda, benim ilgilendiğim listedeki etimolojilere
göre bu kanıtlanmıştır. Yani Macarcadaki Bulgarca alıntılarda, ilk hecede bir kapalı
e sesi vardır. (Mac. szék~Osm. säki, Mac. szél~Osm. yäl9, Mac. eke “pulluk”~ Çuv.
aka vb. gibi Bulgarcadaki açık ε’nin Macarcada daima açık veya birincil açık e’ye (é)
denk geldiği durumları dikkate almıyorum.)
Aşağıda bir araya getirdiğim örnekler Gombocz’un BTL’de veya Etimolojik Söz-
lük’te10 topladığı sözcüklerin basit bir tekrarı değildir. Benim topladığım örnekler ka-
palı e’nin gösterimi için önemlidir ve ben özellikle Gombocz’un kullanmadığı mater-
yallerden yararlandım. Bu materyaller çok önemlidir ve –yukarıda da belirtildiği gibi–
sorunumuz açısından özellikle zengindirler.
Aşağıdaki denkliklerin bir bölümü yalnız kapalı e konusunu aydınlatmak açısın-
dan değil, etimolojilerin güvenilirliğini kuvvetlendirme açısından da önemlidir ( ér ve
özellikle késik). Ben, tüm örneklerde en gerekli kanıtlarla kendimi sınırlamaya çalıştım.

8
EnzIsl.: Türken, 983; ZapKollVost. II, 2: 262; “Mir-Ali-Šir”de s. 1 vb. Ayrıca krş. Barthold,
12 Vorl. 146-48. Daha yeni Rusça Türkoloji literatürünü ne yazık ki kısmen inceleyebildim.
9
Krş. Poppe: Islamica I, 413.
10
=EtSz., Z. Gombocz ve J. Melich.
7 Julius Németh

II
bér~bír (kapalı é ile, bk. Gombocz-Melich, Et.Sz.) “bedel, değer, ücret”<Bulg.
*berü, krş. Orh. ber-, Uyg. bir-, (Pelliot, KalyPāp. ber-), Stein’s Mss.-Thomsen bir-,
Kaşg.Brock. bir-, ‘AybHak. bär-, EskiOsm.Azer ver-, Osm. vär-, Hout.Söz. bär-, CC
ber-, İbnMüh. bir-, Ebu-Hayyan bir-, Zayacz.Man. ver-, Kırg., Kkırg. ber-, Sag.,
Koyb., Kaça per-, Yak. biär-, Çuv. par-, Çuv. paru “vergi”.
Ligeti: MNy. XXXIV, 70 (Türkçede uzun ünlülerle ilgili makalesinde): Kaşg. b
r- (türevler: birt, b rt), Trkm. bǟr-, Nijegor. bēr- (Ayrıca Yakutça biçimle krş.)
bölcső (eski dilde bëlcső, bőcső vb de var; diyalektik bűcsű biçimi belki eski değil-
dir) “beşik”<Bulg. *beşig, krş. Orh. bişük, Uyg. bişik (Müller, Uig. 7), KaşgBrock.
bişik, Hout.Söz. bäşik, Ebu-Hayyan bişik, İbnMüh. beşik (ed. İst. 169), Hive: bieşik
(Budenz: NyK IV. 317), Osm. bäşik, Kmk. boşuk (KSz. XII, 103), Yak.Böht. bisik,
biliä- “sallamak”. Krş. Gombocz-Melich, EtSz. I, 522.
Ligeti: MNy. XXXIV, 70: Kaşg., Trkm., Nijegor. b şik, Kkırg. bēşik, Karag. bēd’ik,
bēd’ek, Koyb. b zek, b zik, Kand.Salb. (Castrén, Koib. u Kar. Sprachlehre), bēzek,
Kur. bǖjik, Özb. bēşək.
ér~ír (genellikle kapalı é ile, bk. EtSz.) “değmek, yetişmek, erişmek, ulaşmak; de-
ğerli olmak; muktedir olmak; bir şeye uygun gelmek; olgun olmak” <Bulg. *er-, krş.
InschrOrch. er- “olmak” (Foy: MSOSSprW, III, 194), Stein’sMss.-Thomsen är-, Uyg.
är- “olmak, mevcut olmak, vuku bulmak”, (Bang-v. Gabain, TTIndex), KaşgBrock.
är- “olmak”, ‘AybHak. er- (Kowalski: KCsA. I, 428), HoutSöz. ir- “ulaşmak”, İb-
nMüh. är-~ir- “olmak”, Ebu-Hayyan ir- “varmak, ulaşmak”, EskiOsm. er-, Osm.
är- “erişmek”, Trkm. ir- “olmak” (İlminskiy, MélAs. IV, 64), CC er- “olmak”,
Kırg(Katar) er- “birinin yerine geçmek, birlikte gitmek”, TatBálint irəş- “erişmek”,
Yak. är- “olmak”.
érdëm (yazıtlarda genellikle kapalı é ile; eski dilde irdëm de var, bk. Gom-
bocz-Melich, Et.Sz.) “ücret, kazanç”<Bulg. *erdäm, krş. InschrYen. ärdäm “erdem,
kazanç” (Radloff, Inschr.NF, 163), Stein’s Mss.-Thomsen ärdäm, Thomsen Ein Blatt
vb. (e)rdäm, Uyg. ärdäm, Kaşg.Brock. ärdäm, Peçenek ̛Ηρτήμ, -ερτίμ: ert(d?)im
(UngJahrbb. X, s 27), ‘AybHak. ärdäm, Hout.Söz. irdäm, İbnMüh. ärdäm, Ebu-Hay-
yan ärdäm, CC erdäm.
İlk hecenin ünlüsü Macarcada kapalı, Türkçe örneklerde ise –Houtsma’nın söz-
lüğü dışında- açıktır (Peçenekçe biçim de bir istisna oluşturur fakat bu sorunda, ilk
hecede bir ä>e değişimi gerçekleşmiş olan Kumancanın Peçenekçeye çok yakın ol-
Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi 8

duğu dikkate alınmamıştır.) Biz ärdäm sözcüğü ile är “erkek” arasındaki ilişkiyi dü-
şünürsek, Houtsma’nın irdäm biçimi özel bir anlam kazanır ve Eski Bulgarca *erdäm
için bir dayanak oluşturur. Bu konuda biraz daha ayrıntılı konuşmam gerekir.
är sözcüğünün çoğu dildeki gösterimi Ana Türkçe *ä sesine tanıklık ediyor. Orhon
Yazıtları är, Stein’s Mss.-Thomsen är , Uygurca är, Kaşg. är, HoutSöz. är, Ebu-Hay-
yan är, Eski Osm. är (ärlik “güç”, Vámbéry), Yak. är, Çuv ar. Fakat diyalektlerde Ana
Türkçe *e sesi için de kanıtlar bulunur. Osmanlıcada (Chloros, Barbier de Meynard)
sözcüğü ir biçiminde de buluruz. Hunlar zamanından άϰάτζιρσι=agaç iri “orman
adamı” adı da kalmıştır. Macarca ürü “koyun” sözcüğü (krş. KaşgBrock. irk “dört ya-
şında koyun”, Mo. irge “iğdiş koyun”) Bulgarca *irig biçimine gider ve bu da ir sözcü-
ğünün bir türevi olmalıdır. Hunca Irnä(i)k adı da är~ir ile ilişkili olmalıdır.11 Gom-
bocz (MNy. XXII, 11) tarafından ortaya atılan bu kanıta (bu ve diğer birkaç kanıt ya
temelsizdir ya da çok zayıftır) birkaç tane daha ekleyebiliriz. ‘Ayb.Hak. er (Kowalski:
KCsA. I, 428), İbn.Müh. ir, irkäk; Osm. ärgäç “erkek hayvan” biçimi irgäç olarak da
yazılmıştır. ZayaczMan.’da irkäç biçimini buluyoruz. är sözcüğü Ana Türkçede de
är~ir biçiminde söylenmiş olabilir. Budenz’e göre (NyK. IV, 318) Hive diyalektle-
rinde de ir~er (är) olmak üzere çift biçimlidir.
Macarcada ikinci hecenin de ünlüsü kapalı olduğu için, EtSz. Macarca biçimin
açıklanması için Uygurca ärdim’e dayanarak Bulgarca *ärdim’i tasarlıyor. Fakat söz-
konusu Uygurca ärdim mevcut değildir; EtSz.de sözü edilen her iki yerde de (Müller,
Uig. II, 14, 95’te) ärdäm veya ärdämi, ärdämin bulunur. İkinci hecenin ünlüsü açık
değildir. Peçenekçe biçim burada pek dikkate alınmamıştır.
erő (eski dilde ërő, örő de var) “güç, kuvvet, erdem”<Bulg. *erig, krş. InschrJen.
ärk “güç”, InschrOrch. ärklig “güç”, Stein’s Mss.-Thomsen ärklig “güçlü”, Uyg. ärk
“güç”, irklät- “galip gelmek” (?, Bang-v. Gabain, TTIndex), KaşgBrock ärk “güç”, İb-
nMüh. irklig “sahip, ferman” (krş. ‘AybHak. bk. ön ärk), EbuHayyan ärk “güç” (krş.
Gombocz-Melich, EtSz. bk. ön)
gyékény (Eski Macarcada sık sık i ile: gyíkíny; ayrıca gyökény olarak da görülür)
“saz, hasır”. CC yegän, Çağ. yäkän, yägän Alt. yäkkän, Tat. yikän, Kırg. cigän, Çuv.
çakan gibi, Gombocz’un BTL’sinin yazıldığı dönemde bilinen örnekler Bulgarca
*cäkän biçimine geri götürülebilirler (Ayrıca krş. Räsänen, TschuwLwTscher., s. 36,
Kannisto, TatLwWog 86). Fakat, Uygurca igän “su kamışı” (Müller, Uig. III, 71,

11
Bk. Rásonyi Nagy: MNy. XXVIII. 101
9 Julius Németh

1-Brockelmann’ın MWde söz ettiği yigän) ve Kaşgarlı’daki yigän “saz” ile EbuHay-
yan’daki yigin “kamış” biçimlerini dikkate aldığımızda Macarca biçimin de bu du-
rumda kapalı e’li bir Bulgarca biçimden aktarıldığını görürüz.12
gyümölcs (eski dilde gyimilcs, gyimülcs, gyëmëlcs, gyëmülcs, gyümülcs vb.)
“meyve” <Bulg. *cimiş, krş. Stein’s Mss.-Thomsen yi- “yemek”, Uyg. yimiş (Bang-v.
Gabain, TTIndex; v. Le Coq, Man. I; Pelliot, KalyPāp.), yi- (Man I, Rachmati, Heil-
kunde), yi-, ye- (TTIndex), yemiş (Radloff-Malov, UigSprachd.), KaşgBrock. yämiş,
yimiş, ‘AybHak. ye- (Kowalski: KCsA I, 428), HoutSöz. yämiş fakat yim “yem ”, İb-
nMüh. yi-, EbuHayyan yämiş (yä-, yäm), OsmSami yämiş veya yimiş, Az.
ye- (MSOSSprW. IV, 173), ÇuvPaas. śim ś (śi-), Yak. siä-.
kép (eski dilde ve diyalektlerde sık sık kίp) “biçim, form” <Bulg. *kep, krş.
KaşgBrock. kib “örnek, kalıp, resim”, IbnMüh. kip “yere serilen, döşenen nesne”,
EbuHayyan käp “kalıp” ve kibi, CC kibi, Osm. gibi (eski dilde sık sık bigi), TatBāl.
kib k, käu k, kük, Bşk. k b , k b k, Miş. köbök13, Tel., Alt., Leb., ŞorRadl. käp, Yak.
kiäp, ÇuvPaas. –pek, ÇuvMészáros –pak, pek ve (Pōşkert), -kap “gibi” (bk. Paasonen:
NyK XLII 48; Gombocz: MNy XII, 2; Beke: KSz. XV, 350)
Ligeti: MNy XXXIV, 70: Kaşg. k b, k bi, kibi, Selc. gibi (Yak. biçimle de krş.)
käp biçimi Moğolcaya da girmiştir. Tatarca ve Başkurtça biçimler birincil ünlüle-
rin belirlenmesi için kullanılamaz. Osmanlıca, Ana Türkçe *i sesi için tanıklık yapar
gibi görünüyor ama Macarca kép~kép bunu desteklemiyor (Birincil sesin *i olması
durumunda Macarcada çok başka bir gelişme bekliyoruz.).
Eski Kilise Slavcası kapъ için Paasonen-Mikkola: Wörter und Sachen VI, 143 ve
Melegdi János: MNy. X, 359’a bk.
kés-ik (eski dilde ve diyalektlerde kís- de var) “durmak, tereddüt etmek” <Bulg.
*keç-, krş. Stein’s Mss.-Thomsen kiçä “geç”, KaşgBrock. kiç- “gecikmek”, kiç “geç”,
kiçä “gece”, Uyg. kiçmät(d)in ara “birazdan, yakında” (Müler, Uig. III, 26: 16, 46: 19),
kiç (v. Gabain, HTs), keç “geç” (Pelliot, KalyPāp.), İbnMüh. kiç- “gecikmek”, (Söz-
cük Abdullah Battal tarafından gereksiz yere kiçik- biçiminde düzeltmiştir.) EbuHay-
yan kiç- “geç kalmak”, kiçik- ay., HoutSöz. kiç- “uyuşuk olmak”, kicä “gece”, Eski-

12
Sözcüğün Türkçe biçimlerinin yanına, Houtsma’nın sözlüğündeki yäkän ve Zayacz-
kowski’nin Manuel’indeki yägän’i ekleyebiliriz. Houtsma’nın sözlüğünde yäkän’in anlamı
Arapça ḥaśįr’den “minder” yerine “yılan” olarak verilmiştir; bu hatanın ortaya çıkmasında
belki Fr. natte “minder” sözcüğü de etkili olmuştur.
13
Gombocz’un VámbAltosm. 169’a göre verdiği Eski Osm. gib örneğini tatmin edici bulmu-
yorum; Vámbéry tarafından verilen cümlede gib değil gibi var.
Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi 10

Osm. gäç, Osm. gäç, gecä (VámbEskiOsm. gäcä, gicä), CC keçov= “ağırkanlı, üşen-
geç”, cheç “geç”, Kırg.Radl. keş “geç”, TatBál. kiç, YakBöhtl. kiäsä (kiäsän) “akşam,
akşamleyin”/ Çuv. Paas. kaś “akşam”.
Berneker’in (SlEtWb. I, 672) bu Macarca sözcüğü Slav kökenli sayması doğru değildir.
ködmön (eski dilde küdmën-üs (1317), kedmën, ködmën de vardır) “kürk, kürklü
ceket”, <Bulg. *kidmän, krş. InschrOrh., Uyg. kädimlig (Ramstedt: JSFOu. XXX, 3:
60), Uyg. kädim “giyim”, KaşgBrock. käδ- “giymek”, käδgü, käδüt, ‘AybHak. kedim
(Kowalski: KCsA. I, 428), HoutSöz. käi-, EbuHayyan käy-,CC. kei- Tar.Çağ. OTRadl.
käi-, ŞorRadl. käs-, Sag.Koyb.KaçaRadl. kes-, SoyRadl. kät-, Osm. giy- (belki gäy-,
krş. VambEskiOsm. gäy- ve gäyin-,14 Alt.Tel.Leb.Küer.Kırg.Kkırg.Tat.ŞorRadl. k -,
Osm.KrmRadl. g -.
kölyű (eski dilde këlő, kelyő, killő, külű, külyű, kölő, külü) “tokmak, havan; havan
eli” <Bulg.*kilig, krş. ÇuvPaas. kilə “büyük havan, havan teknesi”, kisip “havan”<*
kilə sap (bk. Paasonen). Diğer kaynaklarda sadece ilk hecesinde *ä bulunan biçimler
gösterilmiştir (bk. Gombocz, BTL; Houtsma käli “buğday için havan eli”.).
ölyü, ölyv (eski dilde ül(y)ü, ëlyő, ëlyű, halk dilinde ül(l)ű de var) “atmaca” <Bulg.
*ilig, krş. Mo. eliye<*elige. Bu sözcük Türkçede tanıklanmamıştır fakat Bulgarca bi-
çim Moğolca sözcüğün kurallı bir karşılığıdır. Krş. Ligeti: MNy. XXXI, 39, NyK
XLIX, 238 ve orada verilmiş olan literatür.
öreg (eski dilde ëreg, örög de var) “büyük, kaba; eski” <Bulg. *erik, krş.
KaşgBrock. irik, irük “bozuk, kırık, kaba, iri taneli; uyuz böceğinin başı, iδrik, irik “pü-
rüzlü” (Argu), HoutSöz. iri, İbnMüh. ärik?, irik? “iri”, ÇağRadl. (I, 762), irik (Rad-
loff’ta ärik) “iri, sert, büyük”15, OsmSāmiKT iri, Sāmi’ye göre sözcük ermäk fiilinden
gelir ve birincil anlamı “ermiş, kemal bulmuş”tur. Krm.Kırg.AzRadl. iri, TatBal. ırə
(belki eski *äri biçimine gider), Bar.Radl. eri.
szëplő (eski dilde szöplé, szöplő de var) “yaz çili, leke” <Bulg. seplig, krş. ÇağRadl.
sipkil (Radloff säpkil16) “cilt üzerindeki sarı ve siyah lekeler”, TatBál. sipkəl “çil” (belki
*säpkil biçimine gider), Pröhle: KSz. V 241 silpək, BşkPröhle hilpək, hipkəl, KrçPröhle

14
Eski Osmanlıca givür-, givir- (VámbAltosman.), “koymak (alışkanlık)” (Zayaczkowski,
Études I) sözcüğünün buraya ait olması çok zordur (ünlüler, anlam); SchinkRabgh. § 20:
kiyür- “sokmak”.
15
Gombocz Vámbéry’den hareketle “yaşlı” anlamını da verir, ama bu Vámbéry’nin bir yanıl-
gısına dayanır. O, Çağatayca irk “güç, istek, seçim” sözcüğünün yorumunu yanlış anlamış
ve buraya almıştır. Nitekim bu sözcük Türkçe kaynaklarda iḫtiyār olarak çevrilmektedir, bu
ise hem “irade” hem de “yaşlı” olarak anlaşılabilmektedir.
16
Doğal olarak Çağatayca biçimin bizim sorunumuz açısından önemi yoktur.
11 Julius Németh

sepk’il “et beni” (e=ε), KırgRadl. sekpil, Mo. seb “leke, benek”, sebge “kızıl leke ve
benek” (Sköld: MNy. XX, 126’de farklı; ? krş. säp- “atmak, serpmek”).
Bilinen Türkçe biçimler bir *ä’yi de göstermektedir.
szök-ik (eski dilde szëk- de var) “sıçramak, dansetmek”< Bulg. *sek-, krş. Uyg.
sikri- “atlamak” (Müller-v. Gabain, Uyg. IV), sigrik “atlama” (?) (Bang-v. Gabain,
TTIndex), KaşgBrock. sikrik “sıçrama gereken engebeli arazi”, säkri- “sıçramak”,
säkrit-, säkirt-, HoutSöz. sägirt- , İbnMüh. sikir-, EbuHayyan säk-, VámbEskiOsm.
säkit-, Osm. säk-, sägirt->säyirt-, säğirt- (e=ε) “koşmak, süğürtmek” (Hamit Zübe-
yir-İshak Refet, Anadilden Derlemeler), CC sekir-, Kırg.Kkırg sekir-, Tat. sikir-, Yak-
Böht. äkkiriä-, Çuv. sik-.
üröm (eski dilde irëm, ërim, örëm de var) “pelin otu” <Bulg. *irim, krş.
TatBál.BşkKatar. ärəm (ünlüler dikkat çekici; ilk hecede i beklenirdi), ÇuvPaas.
arəm, (Uçebn.) εrəm, KırgRadl. ermän, Kaça.KoybRadl. erbän, SagRadl. irbän, Ta-
raKur.Radl. irmän, Yak.Böht. ärbäsin “kalın bir ot” (Rusça-Yakutça Sözlük; büyük
Yakutça sözlüğe göre ärbäsin yabani otların genel adıdır), Mo. erme.
Hem Volga-Türkçesi hem de Çuvaşçadaki dikkat çekici biçimler Türkçe biçimde
kök hece ünlüsünün *ä de olabileceğini gösteriyor.

III

béke~bίke “barış” ve bélyeg~bilyog “iz, işaret” sözcükleri de buraya ait olabilir. béke
sözcüğünün Türkçe kökeni şüphelidir (~Çağ. bikik “bağlı”; belki KaşgBrock.
bäkläş- “sözleşme yapmak” da buraya eklenebilir17)” ve onunla bağlantılı Türkçe söz-
cük –görüldüğü gibi– birincil bir ä taşır. bélyeg’in Türkçe karşılığının ünlüleri çok açık
değildir (Ana Tü. i~ä? krş. bilgi~bälgü; benim Yakutça Sesbilgisi, NyK. XLIII, § 35).
béka~bίka “kurbağa” sözcüğünün kök hece ünlüsü tümüyle başka biçimde açık-
lanır, bunun Türkçe kapalı e sorunuyla ilişkisi yoktur; buradaki e sesi Macarcada or-
taya çıkmıştır: *baka>*bëka>béka, krş. Tü. d’žarta> Mac. gyartya>gyërtya (Hor-
ger: MNy. X, 10; Gombocz sözcüğü Türkçe *bıka biçimine götürüyor fakat BTL
144’teki bu açıklama da kapalılık için değildir.
tengër “deniz” sözcüğü de (eski dilde tengür de var), diyalektlerdeki töngör biçi-
mine rağmen Bulgarca *täŋgir ile birleştirilebilir.

17
Munkácsi’nin KSz. XIII, 356-359’daki daha yeni açıklaması (Tü.-Mo. böke, büke “sağlam,
güçlü”) daha önemsizdir.
Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi 12

ikër sözcüğünde de, Gombocz’un MNy. X, 340-41’deki açıklamasına rağmen, ilk


hecede birincil kapalı e sesi bulunması çok zordur, buradaki birincil ses i’dir. Türk-
çede bu sözcük, ilk hecede özel bir *ä~*i değişimi gösterir18 (bilgi~bälgü “işaret”
sözcüğü gibi.) Gombocz’a göre ikër’deki i daha sonraki gelişmeler sonucu ortaya çık-
mıştır ancak sözcüğün daha 1095 yılında ikir biçiminde görünmesi (1214: ikvr) bunu
yalanlıyor. Sözcüğün ükr(ü)(s) biçimi de vardı (1398, 1455).

IV

Sözkonusu Türkçe sözcüklerin Macarca karşılıklarında, ilk hece ünlülerinin aşağıdaki


temsilleri de görülür:
1. ë~ö (bölcső, ërő, öreg, szëplő, szök-ik)
2. é~í (bér, ér, érdem, gyékény, kép, kés-ik)
3. i~ë~ö~ü (gyümölcs, ködmön, kölyű, ölyű, öröm)
Bu üç grup arasındaki farkın –örnekler çok değilse de– keyfi veya tesadüfi olması
çok zordur.
Ses tarihi açısından aşağıdaki çıkarsamaları kaydetmek istiyorum:
1. İlk grup, Ana Macarca kapalı ë sesinin kurallı temsilini gösteriyor. Ben burada
Bulg. *e~Mac. ë>ö denkliğini kabul etmek istiyorum.
2. İkinci grupta, Macarca kapalı, uzun é sesinin kurallı temsilini görüyoruz. Uzun-
luk hem Türkçe hem Macarca kaynaklı olabilir. Daha doğrusu bu grupta –
gyökény- dışında ö temsili bulamayışımız, uzunluğun Macarca ë>ö değişiminden,
yani XIII. yüzyıldan önce var olduğunu gösteriyor. Bu durumda gelişim şöyledir:
Bulg. *e (=Mac. ë) veya *ē~Mac. é>ί veya *ë>é>ί.
Bu ikinci gruptakilere Çuvaşçada bir a ünlüsünün denk gelmesi dikkat çekicidir
(bér~paru, érdem~*ar-, gyékény~çakan, kép~*kap, kés-~kaś-). Belki Macarca ile
ilişkisinden sonra Bulgarcada *e ve *ä sesleri aynı olmuştu. (Bulgarca içinde ağız fark-
lılığı olduğu da düşünülebilir).
3. Üçüncü grup, ilk iki gruptan belirgin biçimde ayrılır. Bu gruptaki Macarca tem-
silciler, Ana Macarca *ë’ye değil, *i’ye giderler ve bu örnekler için Çuvaşçada (birinci
ve ikinci gruptaki a sesine karşıt olarak) i sesi bulunur (gyümölcs~śim ś, kölyü~kil ;
üröm~arĭm, er m neredeyse göz önünde bulundurulmaz.)
Burada, daha eski bir *e sesine giden Bulgarca bir *i sesi kabul etmek istiyorum.
Bu durumlarda Bulgarca *i varsayılmasının uygun olacağı, Bulgarca *i’nin Ana Türkçe i
sesine gitmesiyle, Macarcada aynı şekilde, bu ses gibi temsil edilmesiyle de güçlendirilir. Krş.
Mac. bëtű, bötő, bütü “harf”~Tü. bitig; Mac. gyëplő, gyöplü, gyüplü “iplik; dizgin”~Osm.
iplik; Mac. gyöngy, gyëngy, gyüngy “inci”~Tü. yincü vb. (Bu temsil Macarcada Bulgarca *ü

18
Bk. benim Yakutça Sesbilgisi, § 35 ve Poppe: Islamica I, 411 (ayrıca krş. 412: ekiz)
13 Julius Németh

sesini gösterir; Gombocz’a göre Ana Macarcada bu ses yoktu ve onun yerinde i bulunu-
yordu: Tü. küzen “kokarca”~Mac. gërén (1221), görén, girin).
Ancak Macarca ses tarihi hakkındaki bilgilerimiz, Macarcada bir ë>i, ü, ö değişi-
mini kabul etmeye çok zor izin verir. ë>i gelişimi Macarcada yeni tarihlidir (XIV.
yüzyıldan sonra, bk. Melich: MNy. VII, 411; Horger: MNy. XVII, 84; XXII, 324) ve
i>ü gelişimi mevcut değildir.
Bu görüş karşısında, ë> i, ü gelişmesinin de reddedilemez olduğu Ana Türkçe
*ö’nün Macarcada ö~ë~i~ü ile temsil edildiği durumlar kanıt olarak gösterilebilir.
Buraya ait sözcükler:
idő “zaman”: Tü *ödäg~Mac. idő, üdő, ödő (*ëdő), (bk. Gombocz, BTL, Szinn-
yei: MNy. XXII, 239),
ökör “öküz”: Tü. *ökür~Mac. ükür, ëkër, ökër, ëkür, ökör.
Ben, bu Macarca sözcüklerdeki kök hece ünlüsünün Türkçe ö sesine gittiği görü-
şünü üzerinde anlaşmaya varılmış bir konu olarak görmüyorum; burada Bulgarca ü
ünlüsüyle karşı karşıya olmamız da pekala mümkündür. Türkçenin bugünkü ağızları
ve yazıtları bu durumlarda ana Türkçe ö’ye işaret eder, ancak Bulgarca temsilinin de
ö olmuş olabileceği, hiçbir şekilde kanıtlanmamıştır. Belli bir vurguyla bu sözcüklerin
ü’lü olduğu Moğolcaya işaret etmek isterim.
idő: Uyg. vb. öd “zaman”, Kaşg. öδlek “zaman”, Çağ. özlek “öğle”, Osm. öyle, Vi-
din’de u (<ü): ulɛ “öğle”, Kalm. üdü “öğle”, krş. Ramstedt, KalmWb. ökör: Mo. üker.
kökény “çakal eriği” (~kükin, kekén, kikíny) ve kökörcsin “dağ şakayığı” (~kü-
kürcs, kikircs, këkërcsin) sözcükleri şüphesiz Türkçe kök “mavi” sözcüğünden türe-
miş olmalarına rağmen, belli Türkçe biçimlere dayanarak daha Gombocz tarafından
kök hecede ü’lü sayılmışlardır. Kök sözcüğü Moğolcada ö ünlüsüyledir (Mo. kügül
[‘le prunellier, buisson épineux’ Kow.] yerine Ramstedt’te kögül buluyoruz. KalmWb.
236b), burada bir Türkçe ö>ü gelişimini tespit edebiliriz. Ancak, bu tür sorularda
Bulgarca ünlü sisteminin bazı özel gelişmeleri olduğunun göz önünde bulundurul-
ması önerilir.
Burada ele alınan Macarcadaki Bulgar Türkçesi ödünç sözcüklerin ünlüleri buna
göre şöyle verilebilir:
Tü. ɛ - Mac. e (=ɛ)

Tü. e (ē) - Mac. 1) ë, ö, 2) é, í

Tü. i - Mac. i, ü, ë, ö

Tü. ö - Mac. ë, ö

Tü. ü – Mac. i, ü, ë, ö
Türkçede Kapalı e Sesi Hakkında Bilgi 14

Ek

s. 518. Benim kabul ettiğim Osm. beş, Eski Osmanlıcada belgelenmiştir (Thúry: NyK.
XXXIV, 358: ‫ ﺑﯾﺵ‬İskendernāme).
s. 525. Osm. giy- yanında gäy- biçimi de vardır.
2

Türkçede Kapalı e
Kaare Thomsen1
Türkçede kapalı e (ė) sesinin varlığı sorunu, Türkologlar arasında bazı tartışmalara yol aç-
mıştır. Vilh. Thomsen, “Inscriptions de l’Orkhon”da (MSFOu V, Helsinki 1896, s. 10 ve
14-16) ilk kez bu sorunla ayrıntılı olarak ilgilenmiştir. Thomsen, ünlülerin gösteriliş biçimine
dayanarak kapalı e (ė) sesinin varlığını kesin olarak kabul etmiştir. Thomsen üç sözcük dizi-
sini ayırabildi: 1) Çağdaş diyalektlerde her zaman i ile görülen, her zaman i ile yazılmış olan
sözcükler; 2. Çağdaş diyalektlerde her zaman e ile görülen, her zaman e ile yazılmış olan
sözcükler (e ünlüsü sıfır ile de gösterilebilir); 3. Çağdaş diyalektlerde de e ve i ile görülen (e
sıfırla da gösterilebilir) ve i alternasyonu gösteren sözcükler. Son örnekte Thomsen, e ve
i’den farklı bir ünlü, yani bir kapalı e (ė) sesinin işaretlenmesi çabasını görmüştür. Orhon
Yazıtlarında e/i alternasyonu gösteren sözcüklerin Yenisey Yazıtlarında özel bir işaretle =ė
yazılmış olması da bunu doğruluyordu (Vilh. Thomsen: “Une Lettre méconnue des Inscrip-
tions de l’Iénissei”, JSFOu XXX, 4. Helsinki 1913). Uygur harfleriyle yazılmış Eski Türkçe
metinlerde bulduğumuz ünlü işaretleme sistemi de belki ė sesini göstermektedir (A. von Ga-
bain, Alttürkische Grammatik, Leipzig 1950: 44). Uygur yazısında “yapmak” anlamıyla hem
et- hem de it- biçimi bulunurken, et sözcüğü sürekli et olarak yazılmıştır. Kaşgarlı’nın Orta
Türkçe sözlüğünde (1073), ė ile kabul ettiğimiz sözcüklerde e (fetha) ve (yā) alternasyonu
buluyoruz. Kapalı ė sesinin varlığı ayrıca iki e sesbirimi bulunduran Orta ve Doğu Anadolu
ile Azerbaycanca ile de desteklenmektedir (K. Grönbech, “Der türkische Sprachbau”, Ko-
penhagen 1936: 15). Diğer diyalektlerdeki e sesine buralarda bir e karşılık gelirken, kapalı e
(ė) ile kabul ettiğimiz sözcüklere bir ė denk gelir.
Macarcadaki Türkçe ödünç sözcükler de açık e ve kapalı e (ė) sesi arasındaki ay-
rıma bir ölçüde kanıt sağlarlar, örneğin: Mac. bér- “vermek”<daha eski Mac. b
r- Türkçe bir ödünç sözcüktür: bėr- “vermek”; Mac. szék “plato”<daha eski Mac.
szēk bir Türkçe ödünç sözcüktür: seki “plato” (J. Németh: “Zur Kenntnis des gesch-
lossenen e im Türkischen”, KCsA I, sayı V, s. 516, Budapest-Leipzig).
Böylece çok farklı kaynaklar Türkçedeki kapalı e (ė) sesine tanıklık ederler. Fakat
burada e sesinin uzunluk-kısalık sorunu ortaya çıkar. Genel Türkçede, ilk hecedeki
uzun ve kısa ünlüleri şu şekilde ayırırız:
1. Eski Türkçede belli ünlü gösterimleri;

1
“The Closed “e” in Turkish” Acta Orientalia Danica 22, 1957: 150-153.
Türkçede Kapalı e 16

2. Kaşgarlı’daki gösterim;
3. Uzun ünlülerin Yakutça ve Türkmencedeki karşılıkları (krş. Martti Räsänen: Ma-
terialien zur Lautgeschichte der türkischen Sprache, StO, VX, s. 64 ve 65, Helsinki 1949);
4. Osmanlı Türkçesindeki belli ünsüz alternasyonları (p, ç, t, k ünsüzleri, uzun bir
ünlüden sonra, ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında b, c, d, g olurlar, krş. Vilhelm
Grönbech: Forstudier til tyrkisk, Lydhistorie, ss. 60-61, Köbenhavn, 1902);
5. Uzun ünlülerin sık sık özel ünsüz gösterimlerine neden olduğu Çuvaşça, örne-
ğin: Çuv. kĭvak “mavi”<*kȫk (kısa ö sesinin Çuvaşçadaki normal gösterimi u’dur, ör-
neğin: Çuv. kur- “görmek”<*kör-). Çuv. yun “kan”<*ḳān (ḳ sesinin Çuvaşçadaki
normal gösterimi h’dir, örneğin: Çuv. hut “kat”<*ḳat), ve Çuv. çul “taş”<*tāş (t se-
sinin Çuvaşçadaki normal gösterimi t’dir, örneğin: Çuv. tul “dış”<*taş) (Eino Ka-
rahka: “Zur Frage nach den ursprünglichen Vokallängen im Tschuwassischen”, StO
XIV, II, Helsinki 1950).
Yazıtlarda her zaman i ile yazılan ve çağdaş diyalektlerde (bütün i seslerinin ol-
duğu Tatarca, Başkurtça ve Batı Sibirya diyalektleri dışında) i sesine denk gelen söz-
cük grubunu ünlü uzunluğu-kısalığı açısından değerlendirdiğimiz zaman, i sesini kısa
da uzun da bulabiliyoruz. Kısa i örnekleri: Yazıtlarda bil-, Uyg. bil-, Kaşg. bil- (kes-
reyle yazılmış), Osm. bil-, Az. bil-, Trkm. bil-, Yak. bil-<*bil-; Yazıtlarda kişi, Uyg.
kişi, Kaşg. kişi (kesreyle yazılmış), Osm. kişi, Az. kişi, Yak. kişi, Trkm. kişi<*kişi.
Uzun i örnekleri: Yak. s-ten-<* ş-len- “nakış işlemek”, krş. Osm. işle-, Trkm. ş<* ş;
Yak. tis, Trkm. t ş<*t ş “diş”.
e grubunda, yani sözcüklerin yazıtlarda e ile (sıfırla) gösterildiği ve çağdaş diya-
lektlerde (her e sesinin i olduğu, Tatarca, Başkurtça ve Batı Sibirya diyalektleri dı-
şında) e sesine denk geldiği grupta biz sadece kısa e sesinin örneklerini buluyoruz,
örneğin: Yazıtlarda kel- (sıfırla gösterilmiş), Kaşg. kel- (üstünle yazılmış), Yak. kel-,
Trkm. gel-, Az. gel-<*kel-; Kaşg. kes- (üstünle), Yak. kes-, Trkm. kes-, Çuv. kas-, Az.
kes-<*kes-; bu grupta uzun e sesine kanıt olacak sözcük yoktur.
Yazıtlarda ünlü işaretsiz e ile gösterilen, i sesi ile nöbetleşen ve çağdaş diyalekt-
lerde (e sesinin i ve i sesinin olduğu Tatarca, Başkurtça ve Batı Sibirya diyalektleri
hariç) e ve i sesleri ile gösterilen üçüncü grupta (bu grup Vilhelm Thomsen’e kapalı e
(ė) sesini düşündürmüştür) biz şu durumları buluyoruz:
a) Kısa ünlülü ve Azerbaycancada ė, diğer diyalektlerde e ve i sesine (yazılı belge-
lerde e ve i) denk gelen sözcükler, örneğin: Yazıtlarda yer (sıfırla işaretlenmiş) veya
yir, Uyg. yär veya yir, Kaşg. yer veya yir (kesreyle yazılmış), Trkm. yer, Yak. sir<*yir,
Çuv. ś r<*yir, Osm. yer, Az. yėr; Yak. ket-, Trkm. gey-, Osm. giy- (seyrek olarak
17 Kaare Thomsen

gey-), Az. gėy-; Yazıtlarda eşid- (e sıfırla gösterilmiş), Uyg. eşit- ve işit-, Kaşg. eşit- ve
işit- (kesreyle yazılmış), Trkm. eşit-, Yak. isit-, Az. ėşit-.
b) Uzun ünlülü ve e/i alternasyonu gösteren, Azerbaycancada her zaman ė sesine denk
gelen sözcük grubu. Bazen bir e/i alternasyonu değil de sadece bir e buluruz ve bu da Azer-
baycancada bir ė sesine denk gelir (ė çoğunlukla ä, daha az sıklıkta da i olduğundan, Azer-
baycanca ä/i~ė alternasyonu bulma konusunda her zaman emin olamayız), örneğin: Yak.
b , Trkm. b Osm. bel, Az. bėl “bel”; Yak. die-, Trkm. di-, Osm. de-, Az. dė-; Yak. bies,
Trkm. bēş, Osm. beş, Az. bėş; Yazıtlarda el (e sıfırla gösterilmiş) veya il, Uyg. il veya el,
Kaşg. il (yā ile), Trkm. l, Osm. el, Az. ėl “halk, ülke”.
Sonuç olarak biz şunları belirtebiliriz:
Genel Türkçede
1. i ve sesleri iki e sesi ile kesinlikle karışmaz;
2. e sesi öndamaksıl ortamda (y sesinden önce veya sonra ve i’den önce) duruma
bağlı olarak i ve Azerbaycancada ė olur (Runik Türkçede e sesinin sıfır veya i ile gös-
terilmesi de belki ikincil bir ė sesini gösteriyor olabilir);
3. ē yoktur. ė sesinin veya ie<ē ile temsil edildiği Yakutçada (uzun açık ünlüler
Yakutçada ikiseslileşir) ve ė sesinin veya ē olduğu Türkmencede, ikincil ē sesinin
kanıtlarını buluyoruz fakat Azerbaycancada ä sesine denk gelen bir Yakutça ie veya
Türkmence ē sesi bulamıyoruz;
4. Kısa ė yoktur, diğer diyalektlerde, öndamaksıl olmayan ortamda e/i alternasyo-
nuna karşılık gelen bir Azerbaycanca ė bulamıyoruz.
5. için en iyi ölçüt Azerbaycanca ė (diğer diyalektlerde e/i nöbetleşmesi) ve uzun-
luğun açık tanıklığıdır.
II
Altay Dilleri Araştırmaları-Çuvaşça
3

Çuvaşçanın Ses Yasaları


Nikolaus Poppe1
[G. J. Ramstedt’in “Zur Frage nach der Stellung des Tschuvassischen” (JSFOu 38, I,
Helsinki, 1922-1923) adlı makalesinin eleştirisi]
Çuvaş dili ve Tunguz diyalekti en az araştırılmış Altay dilleridir. Bunun nedeni
malzemede yatar, çünkü Türk dillerinin tarihini 8. yüzyıldan başlayarak izleyebilme-
mize rağmen Çuvaşların yazı dili yoktur ve bu dile ait tarihli yazıtlar bulunmaz.
Çuvaş dili, dil tarihi açısından en ilginç Altay dilidir: İlk olarak Çuvaşça, Volga
Bulgarcasına çok yakındır ve ikincisi Çuvaşçanın ses yasaları, Moğolca-Türkçe karşı-
laştırmalı dilbilimiyle çok yakından ilgilidir.
Belirtildiği gibi, Çuvaşça, Volga Bulgarcasına çok yakındır. Bulgarca biçimler bilindiği
için, Çuvaşça ve Bulgarca biçimler arasındaki benzerlik çok şaşırtıcıdır (Bulgarca sözcük-
ler için bk. Aşmarin, Bolgary i çuvaşi, s. 103, Gombocz, Die bulgarisch-türkischen
Lehnwörter im Ungarischen, s. 202) ve biz bu iki dili -Volga Bulgarcası ve Eski Çu-
vaşça- aynı dilin iki diyalekti olarak kabul edebiliriz. Çünkü Çuvaşlar, Volga Bulgarlarının
ormanlık alanda yaşayan grubunun torunları idiler ve muhtemelen Bulgarların şehir halkı
ile düzenli bir ilişkileri yoktu (krş. Encyclopaedia of Islam, s. 791).
Bulgarlar ve Çuvaşlar hakkında bir dizi varsayım bulunur: Biri, Çuvaşların Türkleş-
miş Fin-Ugor olduğu, diğeri de tersine, aslen Türk olduklarıdır. Çuvaşçanın bir Türk
diyalekti olduğunu söyleyenler: Schlötzer (Allg. nord. Gesch. s. 305), Adelung (Mithri-
dates I, s. 495), Klaproth (Nouv. Journ. As. I. Paris, 1828. s. 237), Rask (Samml. tildeles
forhen utrykte Afh. I. s. 43), Schott (De lingua Tschuwaschorum. s. 4), Grønbech
(Forstudier til tyrkisk Lydhistorie, s. 2 vd.) ve Melioransky (Gött. gel. Anz. 166. Jahr-
gang. s. 492 vd.). Buna karşılık Levesque (Journ. Asiat. VI. Paris, 1825. s. 214), Castrén
(Reiseberichte und Briefe. s. 11; Ethn. Vorlesungen, s. 68) ve Radloff (Phon. d. nördl.
Türksprachen, § 116) Çuvaşların Türkleşmiş Fin-Ugor olduklarına inanıyorlardı. Bu iki
varsayımdan birincisi doğrudur: Çuvaşçanın karmaşık ses sistemi, hiç kimseyi Türkolo-
jinin kurucusu akademisyen W. Radloff kadar yanıltmamıştır.
Çuvaşçanın diğer dillerle olan ilişkisi konusuna en son olarak G. J. Ramstedt dön-
müş ve çalışmasının sonuçlarını JSFOu 38’de yayımladığı bir makale ile meslektaşla-

1
“Die tschuwassischen Lautgesetze” Asia Major I, 1924: 775-782
Çuvaşçanın Ses Yasaları 22

rıyla paylaşmıştır. Dr. Ramstedt’in çalışmaları Moğolca-Türkçe karşılaştırmalı dilbi-


lim alanında genel olarak kabul gören ve mükemmel sayılan çalışmalar olduğu için,
uzmanların bu makaleyi nasıl bir ilgi ile okuduklarını anlamak mümkündür.
Dr. Ramstedt bu çalışmada Çuvaşçanın, Ana Türkçenin kurallı bir gelişimi olduğu ve
Moğolca ile doğrudan ilişkisi bulunmadığı sonucuna varmıştır (s. 34). Dr. Ramstedt’in bu
iddiasının ikinci kısmını tümüyle kabul ediyorum çünkü ben de inanıyorum ki Çuvaşçada
Moğolcanın herhangi bir etkisinin izi kanıtlanamaz ve bu dil bağımsız olarak gelişmiş bir böl-
gesel dildir. Şimdi burada bir soru sormak istiyorum: Çuvaşça gerçekten bir Türk dili midir?
Çuvaşçanın diğer Türk dilleriyle bir miktar aynı özellikleri taşıdığı ve bu dilin pek çok ses
özelliği açısından Türk dilleri gibi geliştiğini inkar edemeyiz. Fakat Çuvaşçanın karakteris-
tiği, bir Türk dili olduğu konusunda beni tatmin etmedi ve uzun zamandır baskıda bekleyen
ve özellikle bu soruna ayrılmış olan bu makalede kendi görüşümü savunmayı deneyeceğim.
Bana göre Çuvaşça ne bağımsız gelişmiş bir Türk dilidir ne de Moğolcadan etkilenmiştir.
Çuvaşça, Altay dil ailesinin Bulgar kolunun ses sistemini koruyan bağımsız bir dildir ve Altay
dil ailesinin üçüncü üyesidir. Dr. Ramstedt tabloyu, bütün Türk diyalektleri bir ana diyalekte
(Ana Türkçe) ve Çuvaşça bir başka ana dile gider ve her ikisi birlikte bir başka ana dile gi-
derler şeklinde betimlediğinde ben buna tümüyle katılıyorum fakat şunu söyleyeceğim ki, bu
sonuncu ana dil Ana Türkçe olarak adlandırılan dil değil, “Bulgarca-Türkçe” ana dilidir ve
Ana Türkçe (bir z ve ş diyalekti) ve Ana Çuvaşça (bir r ve l diyalekti) bu ana dile giderler.
Söylendiği gibi Çuvaşça, Türk dilleriyle pek çok özelliği paylaşır. Öncelikle belir-
tilmesi gerekenler şunlardır:
1. Söz başı *δ, *c, *j, *n seslerinin Moğolcada d, c, j, n seslerine gelişmiş olmasına karşın
bu sesler Türkçede (>y) ve Çuvaşçada (>ś) karışmıştır. Örnekler: Mo. deleng
“meme”=Tü.Çağ. yälin=Çuv. śil ; Mo. canggi “yenilik”=Tü.Alt. yaŋı=Çuv. ś n “yeni”;
Çuv. śǐvar “ağız”=Tü.Uyg. agız<*yagır; Mo. nil-bu-sun “göz yaşı”=Tü.Osm. yaş=Çuv. śul.
2. Söz başı ötümlü ve ötümsüz *ġ, *ḳ; *g, *k ve *d, *t seslerinin Moğolcada bu
biçimde korunmuş olmalarına karşın, *ġ, *ḳ sesleri Türkçede ḳ ve Çuvaşçada h; *g,
*k sesleri Türkçede ve Çuvaşçada k ve *d, *t sesleri Türkçede ve Çuvaşçada t sesi ile
karışmıştır: Mo. ġasiġun “acı”, ġasiġu-da- “üzülmek”=Tü.Uyg. ḳaδġu “kaygı”=Çuv.
h rhü “kaygı”; Mo. ḳilġasun>kilgasun “saç”=Tü. ḳıl “at kılı”=Çuv. h l h; Mo. gölige
“genç hayvan”=Tü. köşäk “deve yavrusu”=?Eski Çuv. *köl-ök>Mac. kölyök “yavru
köpek”; Mo. kögerge, *köwerge “köprü”=Tü. köprük=Çuv. k per; Mo. dörben
“dört”=Tü. dört, tört=Çuv. tǐvatǐ; Mo. *tügül-, Halh. tʻɯ̅l- “ezmek”=Tü. *tüg-, Çağ.
tüy- “ayağıyla vurmak”=Çuv. t v-.
3. *a sesi belli durumlarda Çuvaşçada i ve Yakutçada ı sesine değişmiştir (belki
paralel bir gelişme?), örneğin Çuv. il- “almak”=Yak. ıl-, diğer Türk diyalektleri
al- =Mo.Kalm. ali “ver!”
Fakat diğer yandan bir dizi ortak özellik Moğolca ve Çuvaşçayı bağlar:
23 Nikolaus Poppe

1. Türkçe z sesine karşılık, Mo., Tung. ve Çuv. r, örneğin Mo. nir-ai “yeni doğmuş”=Mançu.
ńar-xun (niyarxun) “yeşil, taze”=Çuv. śur “ilkbahar”=Tü.Osm. yaz “ilkbahar”.
2. Türkçe ş sesine karşılık, Mo., Tung. ve Çuv. l, Mo. çilaġun<*tialaġun “taş”=Tü.
taş= Çuv. çul<*tial.
3. *-ia- birleşiği, bir önceki ünsüzü öndamaksıllaştırmadan Türkçede a’ya değişir-
ken, bir önceki ünsüzü öndamaksıllaştırarak Moğolcada i’ye ve Çuvaşçada u’ya değiş-
miştir (bk. çilaġun ve taş).
Bunlara dayanarak Çuvaşçanın Türkçenin kız kardeşi olduğuna, Türkçeyle aynı
ana dile gittiğine ve bu ana dilin Moğolcanın kız kardeşi olduğuna inanıyorum.
Daha önce de söylendiği gibi Çuvaşça bir r ve l dilidir. Çuvaşça ve Moğolca r ve l
seslerinin *z ve *ş’den değil, aksine Türkçe z’nin *r’den ve Türkçe ş’nin *l’den geliştiği
konusunda Dr. Ramstedt’le aynı görüşteyim. Birincil seslerin niteliğine gelince aynı
şeyi söyleyemem. Ben r sesi için birincil *ř (Dr. Ramstedt: *ŕ) ve l sesi için birincil *L
(ötümsüz l, Ramstedt: *ľ) seslerini kabul ediyorum. Türkçe z<*ř (veya *ŕ) ve ş<*L
(veya *ľ) değişimine gelince, biliyoruz ki Uygurca ve Orhon Türkçesi (MS 600-800)
açıkça z ve ş dili idiler ve Ana Türkçe de böyleydi. Ben Dr. Ramstedt’in, l (<*ľ) ve r
(<*ŕ) seslerinin ilk kez MS 400-600 arasında z ve ş seslerine gelişinceye kadar, Türk-
çede, batıda her yerde böylece korunuyor oldukları görüşüne katılmıyorum (s. 31-32).
Şimdi, Ana Türkçenin kız kardeşi olan Bulgarcaya gelince, bugünkü Çuvaşça gibi
o da bir l ve r dili idi. Dr. Ramstedt’in, Bulgarcanın MS 700 yılında bir ş fakat hala bir
r dili olduğu düşüncesi hakkında şuna dikkati çekmek istiyorum ki, Dr. Ramstedt’in
öne sürdüğü tek kanıt olan beştem “beşinci” sözcüğünün Bulgarca bir sözcük olma-
ması gerekir. Çünkü daha XIV. yüzyılda, Volga Bulgarcasında “beşinci” anlamında
bielim bulunuyordu (krş. Aşmarin, ay.). Benim bu çalışmada göstermeyi denediğim
gibi, çoğu zaman Eski Çuvaşça hakkında hüküm verirken Bulgar hanları listesindeki
(J. J. Mikkola, “Die Chronologie der Türk. Donaubulgaren”, JSFOu XXX, 33) bu
sözcüğü dışarıda bırakmak gerekir, çünkü sık sık yanlış anlamaya neden oluyor.
Çuvaşçadaki ünsüzlere gelince, Dr. Ramstedt bunları doğru incelemiştir, ben sa-
dece bunların başka türlü değil ancak böyle ele alınabileceğini söylemek istiyorum.
Bütün bunlara dayanarak söylemek gerekir ki Ana Türkçenin ünsüzleri hakkında
daha önce öne sürülmüş olan bütün varsayımların bırakılması ve tamamen Dr. Rams-
tedt’in bakış açısıyla değerlendirilmesi gerekir.
Birincil *y sesi ve Türk dillerinde ve daha Türkçe-Bulgarca ana dilinde karışmış
olan bütün sesler Çuvaşçada *ď ve *ďž üzerinden ś’ye değişmiştir. İç seste, Dr. Rams-
tedt’in doğru olarak gösterdiği gibi, kısa dudak ünlülerinden sonra v’ye değişmiştir,
örneğin uya “yuva”=Çuv. yǐva vb. Diğer birkaç örneğe gelince ben hepsini böylece
kabullenemiyorum, örneğin ben Çuv. tǐvar’ın “tuz”, *tuyuŕ’a değil (s. 18) *ta-
buř<*dabuř’a gittiğine inanıyorum, krş. Mo. dabusun<*dabur-sun, Tü. tuz,
Çuvaşçanın Ses Yasaları 24

tūz<*tawuz<*tabuř “tuz” vb. Hatta bana öyle geliyor ki Çuv. kǐvak “mavi” biçimi
*köik’e değil *küök<*kȫk<*kök biçimine gider, krş. Yak. küök. Dr. Ramstedt’in
Çuv. śeśke “çiçek”<*yaiçḳa etimolojisi pek çok açıdan ilgi çekici olsa da ben bu söz-
cüğün śerem “çayır”<*çäräm, krş. Tat. çiräm vb. gibi, *çäçäk biçimine gittiğine ina-
nıyorum, krş. Mo. çeçeg “çiçek”, Tü.Alt., Tat. çäçäk.
n ve ŋ seslerinin, Çuvaşçada iç ve son sesteki temsilleri büyük düzensizlik gösterir.
Birincisi Çuvaşçada hem m, hem n ile temsil edilir ve Dr. Ramstedt’in işaret ettiği gibi
*n daima Çuvaşçada m olur, eğer korunmuşsa orada sık sık kısa bir ünlüye rastlanır (s.
22). Bana gelince, ben Çuvaşçada n’nin çift temsilini böyle anladığımı söyleyemem. Bu-
rada iki ayrı n sesi ile karşı karşıya olabiliriz: Çuv. m=Tü. n<*n1ve Çuv. n = Tü. n< *n2,
örneğin Çuv. hırǐm “karın”=Tü.Osm., Alt ḳarın; Çuv. śulǐm “yalın, alev”= Tü.Alt.,
Uyg., Osm. yalın =Mo. calin fakat Çuv. ne “inek”= Tü.Kkırg., Osm. inek =Mo. ünige;
Çuv. h n “eziyet”=Tü.Uyg., Tat. ḳıyın. Bu n2 sesi belki y’leşmiş bir ön damaksıl [mouil-
lierte] n yani *ń sesiydi. Bunun *n>m değişiminin gerçekleştiği bütün durumlarda çok
eski bir görünüm olduğu her halükarda kesindir.
Hatta, Çuvaşçada m ve n ile temsil edilen *ŋ için de bu geçerlidir. Dr. Ramstedt’in
doğru olarak gösterdiği gibi, uzun süre *ŋ olarak korunmuş ve geç zamanda n’ye de-
ğişmiştir. Dudak ünlülerinden sonra *ŋ sesi m’ye değişmiştir ancak bu her durumda
gerçekleşmemiştir, örneğin m: Çuv. hǐmǐr “arı”=Tü.Tat. ḳuŋız, Kırg. ḳoŋuz “böcek”;
n: Çuv. sǐnǐ “süngü”=Tü.Osm. süngü (dudak ünlüsünden sonra!). m~ŋ değişiminin
Moğolcada da hala mevcut olması dikkat çekicidir, örneğin Mo. ama “ağız”=
Tung.Go. aŋma, Çapogirce [Evenki] amga vb., Mançu angga “ağız”=Mo. angga “ya-
rık”, angga-yi- “ağzını açmak”. Moğolcada bir *mg (krş. ama=Çap. amga) sesine gö-
türülebilen bu m sesi Çuvaşçada m ve Türkçede ŋ sesine denk gelir: Çuv. kǐmǐl “gö-
nül”, Tü. köŋül=kömüldürge “göğüs kayışı”. Belki Çuvaşça m=Türkçe ŋ bir *mg se-
sine ve Çuvaşça n=Türkçe ŋ de bir *ŋ sesine geri götürülebilir. Fakat n ve ŋ seslerinin
Çuvaşçadaki çift temsilleri düzenli bir ünsüz değişmesi de olabilir.
Son olarak Çuvaşçadaki ünlülerin gelişimine geliyoruz.
*a> değişimi konusunda Dr. Ramstedt, bir sonraki *ı, *l, *ľ, *r, *ŕ veya y sesleri-
nin etkisiyle *a sesinin *ê üzerinden ı’ya değiştiğini düşünüyor (s. 7). Bunun için bir
dizi örnek gösterilebilir, örneğin: Çuv. ırǐ “iyi”=Yak. ırās “temiz”, Uyg. arıġ = Mo.
ariġun; Çuv. hıś-<*ḳalçı- “kazımak, kaşımak”=Mo. kalçi- “deriyi kaşımak”, Tü.
kaşı- vb. Ama diğer durumlarda bu değişim gerçekleşmemiştir ya da *a sesini başka
seslerin izlediği durumlarda gerçekleşmiştir, örneğin Çuv. śǐtar “yastık”=Yak.
sıt- “yatmak”, sıttık “yastık”, Osm. yataḳ <yat-; Çuv. hıt- “katı olmak”=Yak. kıtānaḳ,
Uyg. ḳatıġ = Mo. ḳata- “sert olmak”; Çuv. hur “kaz” (hır değil)=Yak. ḳās=Osm. ḳaz
vb. Birincil a ünlüsünün *ȧ sesine değişip Yakutça ile Çuvaşçada ’ya geliştiğine ina-
nıyorum. *a>*a>* >* değişimi çok erken bir tarihte (800’den önce) ve *a>*å>*ů
25 Nikolaus Poppe

değişimi ise daha yeni bir zamanda (14. yüzyıldan sonra) ortaya çıkmıştır. Ayrıca Çuv.
ů<a durumunda sözcüğün yerli ya da ödünç olması gibi bir ölçüt de yoktur, çünkü
ödünç sözcükler de bu değişimi paylaşmışlardır.
Bu tarihsel *a>*ȧ> ve *a>*ȧ>ů gelişmeleri dışında, Çuvaşçada bütün diğer ün-
lülerde olduğu gibi güçlü vurgulu durumda nicelik2, zayıf vurgulu durumda nitelik de-
ğişimi meydana gelmiştir.
Dr. Ramstedt’in doğru olarak tespit ettiği gibi, Çuvaşçada, Fin-Ugor dillerinde-
kine benzer olarak düzenli bir ünsüz değişmesi vardı ve ben sadece bütün Türk ve
Moğol dillerinde bu düzenli ünsüz değişmesinin varlığına işaret etmek istiyorum.
Yakutçada, kök hecede bu nicelik değişimi hala paradigmatiktir: Uzun ünlülü
(veya iki sesli) ve kapalı tek heceden oluşan bir kök, ünlüyle başlayan ve ünsüzle biten
bir ek aldığı zaman kök ünlüsü kısalır, örneğin biäs<*bēş<*bèş “beş” ve bäsis “be-
şinci” <*b şinç<*běşinç, çünkü vurgu eke geçer. (Krş., Über die Sprache der Jaku-
ten, s. 122-123). Bu vurgu değişimi Yakutçada daima uzun ünlülerle görülür ve Çu-
vaşçada çok özel bir gösterime denk gelir, örneğin:

Yak. ās-<*àç- “aç olmak”= Çuv. v ś- <*àç-.


Yak. uot<*òt “ateş”= Çuv. vůt<*òt.
Yak. uon<*òn “on”= Çuv. vůn<*òn.
Yak. küöḫ<*kö̀k “mavi”= Çuv. kǐvak<*kö̀k.

Dr. Ramstedt’in öne sürdüğü (s. 12-13) pek çok örnek güçlü vurgulu aşama için
kanıt olarak görülebileceğine inanıyorum. Çuvaşçada, dudak ünlüleri önünde bulu-
nan çok sayıda söz başı v sesi ise bir u protezine gider (s. 14).
Moğolcaya gelince, bu dilde vurgu değişiminin ünsüzler üzerinde etkisi bulunur.
*w, *g, *ŋ sesleri güçlü vurgulu durumdan sonra korunur, zayıf vurgulu bir ünsüzden
sonra düşer, örneğin Mo. ǹawà->Halh. nā- “yapışmak”=Tü. *yàp- (yapış- içinde) [krş.
Festschrift Wilh.Thomsen, Leipzig 1912, s. 187]; ḳogòsun>Kalm. ḫōsn “boş” =
Tü.Uyg., Bar. ḳogus; Mo. nonggasun (<nòŋasun), Doğu Mo. noŋŋosu “kuş tüyü” <
Mançu nunggari “böğür tüyü”~*noŋòsun>Halh. nōso “yün” vb.
Bunlara dayanarak, Altay ana dilinde kurallı bir vurgu değişimi olduğunu kabul
edebiliriz.
Şimdi Çuvaşça protezini ele alalım.
Dr. Ramstedt (s. 15), Çuvaşçada, ilk hecenin art ünlüsünün önünde sık sık bir - tü-
remesine rastlandığına işaret eder, örneğin şur “çamur”<*s aŕ<*saŕ=Tü. saz=Mo.
siruga “kir”. Bu protezinin Çuvaşçaya özgü bir özellik değil, ana dilden gelme bir

2
Uzunluk-kısalık değişimi (çevirenin notu)
Çuvaşçanın Ses Yasaları 26

özellik olduğuna inanıyorum. Çünkü, * a ikiseslisi, Moğolcada i ile temsil edildiği


halde genellikle Türkçe a sesi Moğolcada asla bir i sesine denk gelmez.
Örnekler:
Çuv. çul<*t al “taş”=Mo. çilaġun<*tial-aġun=Tü. taş.
Çuv. şurı “beyaz”=Mo. sira<*s ara “sarı”=Tü.Uyg. sarıġ (diğerleri Dr. Rams-
tedt, s. 23)
Çuv. śur<*c ar< y aŕ “ilkbahar”=Mo. nirai<*niar-ai “yeni doğmuş”=Mançu
ǹarḫun<*niarḫun “yeşil, taze”=Tü. yaz “ilkbahar”.
i sesinin Moğolcada daha ziyade, bir önceki ünsüzün palatalleştiğinin işareti ol-
duğu görüşüne şöyle itiraz edilebilir: Eski Moğolcaya ait bazı kayıtların bize gösterdiği
gibi daha eski diyalektlerde de i söylenişi vardı ve bu da bize gösteriyor ki ortada bir
imla sorunu değil ses tarihiyle ilgili bir özellik vardır, yani i<* a. Örneğin, Hamdullah
Kazw n ’nin (Zapiski XXVI) benim yayımlamış olduğum sözlüğünde şira “sarı” (kuş)
bulunur, şara değil. Bu nedenle ben, bir Türkçe a bir Moğolca i sesine denk geldiği
zaman orada ana dile ait bir * a ikiseslisinin bulunduğuna inanıyorum. Fakat diğer
durumlarda i sesi gerçekten bir önceki ünsüzün palatalleştiğini gösteriyor olabilir.
Şimdi makalenin sonuna geliyorum. Dr. Ramstedt’in mükemmel çalışmaları, bize Çu-
vaş ses tarihinin karanlık noktaları için ışık tuttu ve eski gelişmeler böylece çok açık ve
anlaşılır hale geldi. Ayrıca Dr. Ramstedt’in yaptığı bir dizi etimoloji daha öncekileri dışa-
rıda bıraktı, örneğin Çuv. şĭl “diş”=Tü. şiş “kebap şişi” (daha önce Tü. tiş “diş” ile ilgili
görülmüştü), Çuv. şĭn “donmuş”=Tü.Sag. şıŋra- “çıngırdamak” (daha eski Tü. toŋ “don,
soğuk” sözcüğüyle aynı sayılıyordu) vb. Çuv. ş<*t kuralını geçersiz yapmıştır. Yine Dr.
Ramstedt, Hazar adını Tü. ḳaz- “göç etmek” fiili ve Mo. ḳasaġ “araba” ile açıklamayı de-
nemiştir (s. 32). Büyük olasılıkla ḳazar, *ḳaz-ar’dan türemiştir, fakat Tü. ḳaz- ve ḳazaḳ
“özgür, bağımsız adam”, Moğolca ḳasaġ “araba” ile ilgili değil, aksine Mo. ḳadaġa <
*kaδaġa “özgürlük, bağımsızlık” ile ilgilidir. Ancak bu sözcük bizim sözlüklerimizde gö-
rülmez ve sadece birkaç el yazmasında belgelenmiştir (Tibetçe lügatçeler). Diğer birkaç
etimolojiye gelince, onlar o kadar uygun değildir, örneğin Dr. Ramstedt, Türkçe buz ve
Çuvaşça pĭr sözcüklerini Moğolca burum “ham şeker” ile ilişkilendirmiştir, fakat Moğolca
burum, Tibetçe bu-ram “ham şeker” sözcüğünden ödünçlenmiştir.
Dr. Ramstedt’in çalışmasının, Moğol-Türk dilbilimi için anlamı yukarıdakilerden
anlaşılmaktadır. Türkologlar onda yeni pek çok şey bulacaktır ve sonunda Moğolcasız
bir Türkolojinin bilimsel olarak çalışılamayacağı kanısına varacaklardır.
4

Türkçe-Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar


Nikolaus Poppe1
Çuvaş dili en ilginç Altay dilidir, çünkü Çuvaşlar, Volga Bulgar krallığının ormanlık
bölgede yaşayan halkının torunlarıdır. 2 Çuvaşça Türk dillerine çok yakındır ve Türk
dilbilimi için büyük öneme sahiptir, çünkü bazı arkaik özellikler taşır. G. J. Rams-
tedt’in Çuvaşçayı “Türk dilinin kurallı bir gelişimi” olarak karakterize etmesine 3 kar-
şılık, sözcüğün basit anlamıyla Çuvaşça bir Türk dili değildir. Ben inanıyorum ki Çu-
vaşça, Ana Türkçenin kızkardeşi olan bir dile giden bağımsız bir Altay dili olarak ni-
telendirilme hakkına sahiptir. Çuvaşça ve Türk dillerinin gittiği ortak ana dili ben
“Ana Türkçe” olarak değil, özellikle “İlk Türkçe” veya “Türkçe-Çuvaşça Ana Dili”
olarak adlandırıyorum.4
Çuvaş dilinin Türk dilbilimi için taşıdığı büyük önem, W. Radloff’un tespit ettiği
gibi pek çok açıdan aslında karma diller olan5, ses bilgileri zaman içinde asıl biçimden
uzaklaşmış ve şimdi eski Türkçe ağızlara tamamıyla yabancı, kendilerine özgü biçim-
lerle belirlenmiş bir çok gerçek Türk dilinden daha arı bir dil olması dolayısıyladır.
Örnek olarak yan yana bulunan iki ünsüzün benzeşmesi bu tür yeni tezahürler ara-
sında sayılmalıdır. Bu gelişme, Kırgızca, Teleütçe, Yakutça ve diğer Türk dilleri için
karakteristiktir. Örneğin, Alt. paştar<baş-lar “kafalar”, Kırg. ve Yak. bastar, Alt. yald
ŋ<yal-n ŋ “yelenin”, Kırg. köldüŋ<köl-niŋ “denizin” vb. Bu tür bir benzeşme Çuvaş-
çaya yabancıdır. Buna karşılık bir çok Türk dilinin önemli bir özelliğini oluşturur. İl-
gili ağızlar bu özelliğe göre gruplanırlar. Bunun yanında bir dizi özellik Çuvaş dilini
en eskicil Türk diliyle birleştirir. Bu, Çuvaşçanın da eskicil bir dil olduğunu kanıtlar.
Bu tür eskicil dille Türk diyalekti arasında, güney diyalektleri 6 sayılmalıdır. Bunları
sadece Çuvaşçada karşılığı olan bir yığın özellik diğerlerinden ayırır. Diğer Türk dil-
lerinde bu özelliklerden hemen hemen hiç iz kalmamıştır.
Şimdi hemen Türkçe-Çuvaşça denkliklerine geçiyorum ve Çuvaşçanın eskicil
özellikleriyle başlıyorum.

1
“Türkisch-tschuwassische Vergleichende Studien” Islamica 1, 1925/4: 409-427.
2
Krş. Encyclopaedia of Islam, s. 791.
3
Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen, JSFOu XXXVIII, 1, s. 34.
4
Asia Major, I, s. 777.
5
Alttürkische Studien, IV, s. 305 vd.
6
W. Radloff’un sınıflandırmasına göre, Phonetik, s. 290-291.
Türkçe Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar 28

Çuvaşça *e ve *ė
Türk dillerindeki e sesine (diyalektlerde ė ve i de)7 Çuvaşçada a veya i (~ <*ǐ) denk
gelir. Örneğin Çuv. ar “erkek”=Alt., Tar. vb. er, fakat Çuv. pill k “beş”=Alt. peş vb.
Çuv. a ve i=Türk. e denkliğinin çok sayıda sözcükte izlenebilmesinden ötürü kabul
edebiliriz ki Çuv. a ve i sesleri iki ayrı sese geri götürülebilir ve bu da Türk dillerinde
bir sese uygun düşer.
K. Foy, yıllar önce Azerbaycan Türkçesinde iki ayrı e sesi olduğuna, birinin daha
çok a’ya, diğerinin i’ye yakın olduğuna ve e ve ė sesleriyle gösterildiklerine işaret et-
mişti.8 Bizim sözlüklerimize göre daha geniş e (veya ä) ve daha dar ė arasında fark
olmadığı için K. Foy’un bu çok ilginç keşfi büyük bir sürpriz oldu. Fakat ne yazık ki K.
Foy’un bu gözlemden zengin sonuçlar çıkaramadığını, bu sonuçların yanlış anlaşıldı-
ğını ve beklendiği gibi verimli olmadığını söylemek gerekir. Çünkü K. Foy’un Türkisc-
hen Vokalstudien’i yayımlandıktan hemen sonra W. Radloff’un Zur Geschichte des
Türkischen Vokalsystems makalesi yayımlanmış, bu makalede W. Radloff, K. Foy’un
görüşüne karşı çıkmış ve Türkçe ä, e ve i sesleri hakkında bize daha uzak ve asılsız
görünen kişisel görüşünü dile getirmiştir. Daha sonra hiçbiri bu konuya geri dönme-
miş, böylece W. Radloff’un varsayımı en yeni ve son varsayım olarak kalmıştır.
Şimdi doğru bir incelemeyle soruna döndüğümüz zaman iki ayrı e sesinin bütün
Türk dillerinde mevcut olduğunu görebiliriz.
Eski Türkçenin Yenisey diyalektiyle başladığımızda, iki e sesinin orada da bulun-
duğunu ve hatta ė sesinin bu yazıtlarda özel bir işaretle karşılandığını görebiliriz, krş.
ėki “iki”, bėş “beş”, bėl “bel”, ėş “eş”, ėt- “yapmak”, yėtmiş “yetmiş”, ėl “halk”.9
İki e sesinin izlerini Yakutçada da buluyoruz. Yakutçadaki e sesine diğer Türk
dillerinde sık sık bir i sesi denk gelir, bununla birlikte Türkçe ä sesine Yakutçada da
ä veya iä<*ǟ<*ē , krş. Yak. b l “bel”=Alt. päl; Yak. il “dirlik, düzen, barış”=Alt. äl;
Yak. sir “ülke”=Alt. yär, fakat buna karşılık Yak. är “erkek”=Alt. är; Yak. ämis “şiş-
man”=Alt. sämis; Yak. biär- <*bǟr-<*bēr- “vermek”=Alt. pär- vb. fakat Yakutça
biçimler ölçüt olarak bize yardımcı olamazlar, çünkü sık sık ä beklenen yerde i ve ter-
sine i beklenen yerde ä buluyoruz ve ayrıca i~ä alternasyonu da görülür, krş. Yak.
ikki~äkki “iki”=Yen. ėki; Yak. ät “et” =Türk. *ėt10; Yak. tirit- “terlemek”=Çuv.

7
W. Radloff, Phonetik, § 113 vd.; Zur Geschichte des Türkischen Vokalsystems, s. 428, 447
vd.
8
Türkische Vokalstudien, s. 130 vd.; Azerbajǧanische Studien mit einer Charakteristik des
Südtürkischen, I, s. 133 vd.
9
V. Thomsen, Une lettre mėconnue des inscriptions de l’Iėnissei, JSFOu XXX, 4, s. 9
10
Krş. benim makalem Sur un phonème turco-mongol, Comptes Rendus de l’Académie des
Sciences de Russie, 1924, s. 97.
29 Nikolau Poppe

tar<*ter “ter” vb. Öyle görülüyor ki Yakutça, *e ve *ė seslerinin temsili konusunda


kesin bir sonuca varmamızı sağlayamaz ancak, diğer yandan iki e sesi için belirgin izler
taşıdığı da inkar edilemez.
Şimdi Çuvaşçaya geliyoruz! Yukarıda söylendiği gibi Türkçe ä sesine Çuvaşçada a
ve i (~ ) sesleri denk gelir. Ayrıca, Azerbaycan dilindeki ä sesine diğer Türk dille-
rinde iki e sesinin denk geldiğini de biliyoruz. Bu gerçeklere dayanarak Çuvaşça a
(<*e) sesinin Azerbaycancada ä (<*e) sesine ve Çuvaşça i~ (<*ė) sesinin de Azer-
baycancada ė (<*ė) sesine denk geldiğini belirleyebiliriz.
Şimdi *e ve *ė bulunduran bir dizi Çuvaşça ve Azerbaycanca sözcüğü bir araya
getiriyoruz.11
Çuv. a=Az. ä Örnekleri.
Çuv. ar “erkek”=Az. är; Çuv. ansǐr “dar”<*an “en”=Az. än; Çuv. av- “eğ-
mek”=Az. äyri; Çuv. ak- “tohum ekmek”=Az. äk- “dikmek”; Çuv. alǐ “el”=Az. äl;
Çuv. ala “elek”=Az. äläk; Çuv. allǐ “elli”=Az. älli; Çuv. parka “sağlam, pek”=Az.
bärk; Çuv. tap- “tepmek”=Az. täp-; Çuv. tar “ter”=Az. tär; Çuv. tarǐn “derin”=Az.
därin; Çuv. tavǐr- “döndürmek”=Az. däyirmi “yuvarlak”; Çuv. sakǐr “sekiz”=Az.
säkiz; Çuv. sasǐ “ses”=Az. säs; Çuv. sav- “sevmek”=Az. säv-; Çuv. kart- “kert-
mek”=Az. kärt-; Çuv. kas- “kesmek”=Az. käs-; Çuv. kanaş “öğüt”=Az. käŋäş- “da-
nışmak”; Çuv. kantra “kendir”=Az. kändir; Çuv. manǐn “benim”=Az. män “ben” vb.
Çuv. i~ =Az. ė Örnekleri.
Çuv. ir “erken”=Az. ėrtä; Çuv. y k r<*ǐkǐr “çift”=Az. ėkiz “ikiz”; Çuv. pill k
“beş”=Az. bėş; Çuv. pil k “bel”=Az. bėl; Çuv. śitm l “yetmiş”=Az. yėtmiş; Çuv.
śit- “erişmek”=Az. yėtiş-; Çuv. ś r<*śǐr<*yėr “yer”=Az. yėr; Çuv. ś n <*śǐnǐ<*yėni
“yeni”=Az. yėni; Çuv. śil “yel”=Az. yėl; Çuv. śi- “yemek”=Az. yė- Çuv. itleken “söz
dinleyen, uysal”=Az. ėşit- “işitmek” vb.12
Sayıları kolayca çoğaltılabilecek bu örnekler, Çuvaşça a<*e sesine Azerbaycan-
cada daima ä ve i sesine de daha dar bir e sesinin denk geldiğini göstermektedir. Azer-
baycancada ä ve e arasındaki fark o kadar büyüktür ki äl “el” ve ėl “halk” sözcükleri
Azerbaycanlılar için aynı sesletime sahip değildir ve bu yüzden Azerbaycanlıların yeni
Latin alfabesinde her iki e sesi için iki ayrı işaret bulunur: ä sesi ǝ ile, ė sesi de e ile
gösterilir.

11
Buradaki Azerbaycanca biçimler bana öğrencim A. Tagizāde’nin nazik tavrıyla ulaştırılmış-
tır. Bu biçimler W. Radloff’un Wörterbuch’undaki biçimlerle karşılaştırılınca görülür ki bu
sözlükte ä ve e arasında genellikle ayrım yapılmamıştır. Bu nedenle Wörterbuch benim ça-
lışmalarıma yardımcı olmamıştır.
12
K. Foy, Azerbajǧanische Studien, I, s. 172-173’de, Azerbaycanca ä ve ė’li biçimlerin Os-
manlıcada denk geldiği biçimler bulunur.
Türkçe Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar 30

Bunlara dayanarak biz burada, W. Radloff’un düşündüğü 13 gibi ä ve i sesleri ara-


sındaki kararsızlıkla değil, iki ayrı birincil e sesi ile ilgileniyoruz: *e ve *ė.
XIII.-XIV. yüzyılların eski Moğol dilinde de iki e sesi bulunuyordu ve Quadrat
yazısında iki farklı işaretle gösteriliyordu. Şu biçimlerle krş: K I, ı ėŋ-kʻe “sağlık”; aynı
yer ė-sen “sağlık”; aynı yer 2 ė-ne “buna”; aynı yer ėn-de “burada”; aynı yer yė-ke
“büyük”; aynı yer yėr-di-nis “değer, kıymet”; aynı yer 5 ė-yin “böyle”; aynı yer
ė-hud-be-yi “bina etti”; aynı yer 7 ė-ḥud-kʻe-ḥul-ǰu “bina ettirerek”; K II, ıı ėşi “temel,
esas”; aynı yer 2 ė-bed-çin “hastalık”; K I, 6, B 15 dėŋ-ri “gök”; B 5-6, D 4 ėl-çi-ne
“haberci”; krş. buna karşılık K I, ı kʻe-ḥė-kʻu “adı geçen, bilinen”; aynı yer ne-re-tʻu
“adlı”; aynı yer 7tʻe-duė “…in büyüklüğünde, … kadar büyük”; aynı yer tʻen-de
“oraya”; K II, ı tʻe-re “o, şu”; aynı yer 2 mer-gen “bilge”; aynı yer 3 del-ge-re-ḥu-lun
“yaygın, yayılan”; aynı yer ne-me-ḥu-lun “eklenmiş”; aynı yer 7 de-ḥe-du “çok”,
vb.14
Böylece Altaycada (Moğolcada da) iki birincil e sesi bulunduğunu belirleyebiliriz:
bir *e ve bir *ė, bunlardan ilki Azerbaycancada ä ve Çuvaşçada a ile, ikincisi Azerbay-
cancada ė ve Çuvaşçada i (~ ) ile temsil edilir. Bununla birlikte, diğer tüm dillerde
her iki birincil e sesinin izleri hemen hemen hiç korunmamış ve her iki ses tek seste (ä
veya e ve i) birleşmiştir.

II

Çuvaşçada Ad Çekimi Hakkında Notlar

Çuvaşça, ad çekimi bakımından güney grubu Türk dillerine çok yakındır: Türk dille-
rinin çoğunda, eski ad çekimi, hemen hemen eksiksiz bir biçimde zamir kökenlilerce
devre dışı bırakıldığı halde, sadece Osmanlıcada ve diğer güney grubu Türk dillerinde
ve ayrıca Çuvaşçada korunmuştur.15
Önce belirtme ve ilgi eklerini inceliyoruz!
Bütün Türk dillerinde belirtme ve ilgi durumunun, gövdenin ünlü ya da ünsüzle
bitmiş olmasından bağımsız olarak -nı ve -nın ekleri veya onlardan gelişen biçimlerle
yapılmasına karşılık, güney grubu Türk dillerinde belirtme, ünsüzle biten gövdelere -ı,
ünlüyle biten gövdelere -yı eklenerek yapılır. Söz konusu dillerde ilgi durumu, ünsüzle
biten gövdelere -ın eklenmesiyle, diğer gövdelerde, bütün Türk dillerinde olduğu

13
Zur Geschichte des Türkischen Vokalsystems, s. 442.
14
Kısaltmalar: K I ve K II=R. Bonaparte’ın Recueil des Documents de l’Ėpoque Mongole
adlı eserine göre büyük ve küçük Kiu-yong yazıtı, Levha VIII; B=Buyantu Yazıtı;
D=Dharmapāla’nın Witwe Yazıtı. Satırlar rakamla gösterilmiştir.
15
Krş. W. Bang, Vom Köktürkischen zum Osmanischen, I, s. 5.
31 Nikolau Poppe

gibi -nın eklenmesiyle yapılır. Yalnızca Azerbaycancada belirtme durumunun kuru-


luşunda bir istisna vardır, burada ünlüyle biten gövdelere belirtme eki -nı olarak ge-
lir.16
Belirtme ve ilgi durumları için temel biçimler olarak -ı ve -ıŋ kabul edilebilir,
çünkü -yı belirtme ekindeki y sesi cümle fonetiğiyle ilgili bir öğedir. Böyle bir y, gövde
ünlüyle bittiği durumlarda, bazı diyalektlerde, ilgi durumunda da görülür, Kırım-Ka-
raim diyalektindeki -yın ile krş.17 Azerbaycancada belli durumlarda ve diğer Türk dil-
lerinde daima rastlanan -nı belirtme ekine gelince, bu ekin başındaki n sesi eke ait
değil, an-ı, bun-ı vb. gibi belirtme biçimlerine eski bir analojidir ve yanlış bölümleme
sonucu (a-nı, bu-nı vb.) ortaya çıkmış, daha sonra bu n öğesi ekle kaynaşmıştır.18 -nıŋ
ilgi ekindeki n de aynı yöntemle açıklanabilir.19
Güney grubu Türk dilleri, birincil isim çekimini kısmen kaybetmiş olmalarından
başka eski gelişme aşamalarını da taşırlar. Böylece, örneğin -ıŋ ilgi eki sadece Orhon
yazıtlarında20 bulunur ve bu özelliğiyle Orhon Türkçesi Uygur dilinden ayrılır 21 ve be-
lirtme durumu Yakutçada, ünlüyle biten gövdelere -nı ve ondan gelişmiş biçimlerin
eklenmesiyle yapıldığı halde, ünsüzle biten gövdelerden sonra -i ile yapılır.22
İlgi eki -ıŋ’ın daha eski bir *-ıŋ biçimine gitmesi gibi belirtme eki -ı da daha eski
bir *-ı biçimine gider. Ayrıca Moğolcada da belirtme durumunun -i (ünsüzlerden
sonra) ve -yi (ünlülerden sonra; y burada cümle fonetiğiyle ilgili bir eklemedir) ekle-
riyle yapıldığı görülür; ilgi durumu ise Moğolcada -un (ünsüzlerden sonra) ve -yin
(ünlülerden sonra), ayrıca -u (n ile biten gövdelerden sonra) ekleriyle yapılır. 23 Bu -u
biçimini G. J. Ramstedt daha eski bir *-ın biçimine götürür, çünkü i~u değişimi bi-
rincil *ı sesine işaret eder. Moğolcada, -u<*-ı<*-ın yapısının sonundaki n sesinin
düşmesine gelince, bu belki gövdenin sonundaki n sesine bir disimilasyonla açıklana-
bilir.24
Türkçede de belirtme ve ilgi ekleri, böylece daha eski *-ı ve *-ıŋ eklerine gider-
25
ler.

16
Krş. L. Budagov, Praktiçeskoye rukovodstvo turetsko-tatarskago aderbicanskago nareçiya, s. 26.
17
N. F. Katanov, Opıt izsledovaniya Uryanhayskago yazıka, s. 230.
18
V. Thomsen, Inscriptions de l’Orkhon déchifrées, s. 191.
19
V. Thomsen, agy. Krş. W. Radloff, Die alttürkischen Inschriften der Mongolei, Neue
Folge, s. 61. Krş. W. Bang, age., s.12-14.
20
W. Radloff, Die alttürkischen Inschriften der Mongolei, 3. Lieferung, s. 402, Neue Folge, agy.
21
W. Radloff, Alttürkische Studien, V. s. 432, 439.
22
O. Böhtlingk, Über die Sprache der Jakuten, §392.
23
Bobrovnikov, Grammatika mongolysko-kalmıkskago yazıka, §§ 168 vd.
24
G. J. Ramstedt, Über mongolische Pronomina, JSFOu XXIII, 3, s. 6.
25
Belirtme eki *-i ise büyük olasılıkla daha eski bir *-ıg biçimine gider (krş. V.Thomsen, age,
s. 192; W. Bang, age, s. 14), çünkü Moğolca belirtme eki -i (-yi) de daha eski bir *-gi ekine
Türkçe Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar 32

Çuvaşçada ilgi durumu -ǐn (~ n), -nǐn (~n n) ve -y n ekleriyle kurulur.26


Ünsüzle biten gövdelerden sonra ilgi durumunun yapımıyla başlıyoruz!
Gövde bir ünsüzle veya u<*g ile bitiyorsa,27 ilgi durumu -ǐn (~ n) ile yapılır, ör-
neğin çǐvaş “Çuvaş”- ilgi çǐvaşǐn, h r “kız” - ilgi h r n, tu<*tag “dağ”- ilgi tǐvǐn vb. Bu-
rada -ǐn eki kesinlikle daha eski bir *-ın biçimine gider.28 Çuvaşçada i ile biten gövde-
lerden sonra ilgi durumu -y n eki ile yapılır, örneğin şǐşi “fare”- ilgi şǐşiy n vb.
Buna karşılık gövde a ve e ünlüleriyle bitiyorsa, ilgi durumu -nǐn (~n n)<*-nıŋ
ekleriyle yapılır, örneğin p rene “direk”- ilgi p renen n, aça “çocuk”- ilgi açanǐn, vb.
Gövdenin kısa ǐ ve ünlüleriyle bittiği durumlarda ise ilgi durumu-ǐn (~ n) ekleriyle
yapılır ve öndeki kısa ünlü düşer, örneğin pulǐ “balık” - ilgi pullǐn, kǐtkǐ “karınca”- ilgi
kǐtkǐn vb., bu nedenle N. I. Aşmarin bu durumlar için bir -n eki kabul eder.29
*-ıŋ ekinin Çuvaşçada, i’den sonra, - n üzerinden bir -y n biçimi daha vardır ve bu
konuda Çuvaşça, güney Türk diyalektleri kadar arkaiktir. Bunun yalnız bir istisnası
vardır, güney Türk diyalektlerinde *-ıŋ eki, i ünlüsüyle biten gövdelerden sonra da
korunmuştur.
Belirtme eki Çuvaşçada yönelme ekiyle aynıdır ve -a(~e), -na(~-ne) ve -ye ekle-
riyle kurulur.30 Ünsüzle, u<*g ünlüsüyle veya kısa bir ünlüyle biten gövdelere be-
lirtme-yönelme eki -a(~e) olarak gelir, örneğin çǐvaş “Çuvaş”- bel.-yön. çǐvaşa, h r
“kız” - bel.-yön. h re, tu<*tag “dağ”- bel.-yön. tǐva, pulǐ “balık” -bel.-yön. pulla, kǐtkǐ
“karınca”- bel.-yön. kǐtka; i ile biten gövdelere -ye eki, a ve e tam ünlüleriyle biten
gövdelere de -na(~-ne) eki gelir, örneğin şǐşi “fare”- bel.-yön. şǐşiye, p rene “di-
rek”- bel.-yön. p renene vb.
Belirtme-yönelme ekinin eklendiği gövde sonu sesiyle ilişkisi tıpkı ilgi ekinin
gövde sonu sesiyle ilişkisi gibidir. Tablo ile krş:

Gövde İlgi Bel.-Yön.


śr “yer” ś r- n ś r-e
tu<*tag “dağ” tǐv-ǐn tǐv-a
turǐ “tanrı” turr-ǐn turr-a
śerśi “serçe” śerśi- śerśi-ye
aça “çocuk” aça-nǐn aça-na

gider (benim Beiträge zur Kenntnis der altmongolischen Schriftsprache, adlı makalemle
krş., Asia Major, I, s. 672). Fakat bizim için burada önemli olan sadece eski *-ı biçimidir, *-
ıg veya daha farklı biçimlere gidip gitmemesi önemli değildir.
26
N. I. Aşmarin, Materialı dlya izsledovaniya çuvaşskago yazıka, s. 118-119.
27
Çuvaşça u<*g için krş. G. J. Ramstedt, Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen, § 22.
28
Çuvaşça n<*ŋ için krş. G. J. Ramstedt, age., § 28.
29
N. I. Aşmarin, agy.
30
N. I. Aşmarin, age., s. 119.
33 Nikolau Poppe

İlgi ve belirtme-yönelme durumlarının kuruluşundaki paralellik tamdır.


Belirtildiği gibi, Çuvaşçada belirtme durumu yönelme ile aynıdır. Her iki biçim
zamanla belirsizleştiğinden, her iki eki ayırmak için gelişme seyrini izlemek gerekir.
Yönelme ekinin tarihiyle başlıyoruz!
Çuvaşça belirtme eki -a(~e), -ye ve -na(~-ne) Azerbaycancadaki -ı(~-i)
ve -nı(~-ni) ekleriyle tamamen örtüşür. Yönelme durumuna gelince, bu durum güney
grubu Türk dillerinde -a(~-ya) eki ile kurulur. Bu a eki diğer Türk dillerinde sadece
iyelik çekiminden önce görülür, örneğin Alt. änämä “anneme”<änäm “annem”.
a- ekinin Osmanlıca vb.de daha eski bir *-ga ekine gittiği basitçe kabul edilmiştir.
Çünkü ünsüz sonrasındaki k gibi, eklerdeki g sesinin düşmesi de bilinen bir durum-
dur, örneğin kalan<kalgan, yumurta<yumurtka vb. Ayrıca, iyelik çekiminde yer alan
yönelme ekinin de daha eski bir *-ga veya buna benzer bir biçime gittiğine inanılıyor,
atıma <*atımga vb31. Fakat belirtmek gerekir ki daha Orhon Türkçesinde, diğer bü-
tün durumlarda sadece -ka eki görülürken, iyelik çekiminde -a ekine rastlanır ve Or-
hon Türkçesinde, ünsüz komşuluğundaki k veya g sesi kesinlikle düşmez. Krş. kemke,
kaganka fakat oglıma, inime vb.32 Eğer oglıma biçimi daha eski bir *oglımka veya *og-
lımga biçimine gitmiş olsaydı, aynı diyalektte, m, n ünsüzlerinden sonra k veya g ün-
süzlerinin hem düştüğünü, hem korunduğunu kabul etmemiz gerekirdi. Eski Türkçe-
nin sesbilgisi açısından *oglımga>oglıma geçişini anlamak mümkün değildir. Bütün
bunlar -m-a vb. yönelme biçiminin *-m-ga biçimine götürülmesi olasılığının çok düşük
olduğunu kabul etmemizi gerektirir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Moğolcada eski yö-
nelme durumu -a ile kuruluyordu33 ve bu -a eki *-a biçimine gider, çünkü yazı Moğol-
casında k veya g kesinlikle düşmez. Ben Türkçe yönelme eki -ga ve -a’nın iki ayrı ek
olduğunu kabul etmek gerektiğine inanıyorum. Biz ana dil için iki ek, daha doğrusu
*-a~*-ga şeklinde bölünmüş iki varyantla karşı karşıyayız. Bu nedenle güney grubu
Türk dillerinde kullanılan -a yönelme eki daha eski bir *-ga vb. biçimlere bağlanamaz.
Zaten Güney grubu Türk dillerindeki yönelme ekinin *-a veya diğer biçimlere gi-
dip gitmediği bizim için çok önemli değildir. Kesindir ki -a(~-e), -ye ve -na(~-ne)
yönelme ekleri Çuvaşçada, günümüze doğru geldikçe belirtme eki ile aynı olmuştur.
Yönelme eki -na biçimine gelince, bu ek, mana, sana, ǐna “ona” biçimlerini örnek-
seme ile ortaya çıkmış ve yönelme eki ile karışan belirtme ekinin etkisine uğramıştır.
Artık geriye sadece, belirtme ve yönelmenin Çuvaşçada nasıl karıştığını söylemek
kalıyor.

31
Krş. W. Radloff, Neue Folge, s. 81 vd.
32
W. Radloff, 3. fasikül, s. 402 vd.
33
A. Borovnikov, age., § 189.
Türkçe Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar 34

Yönelme eki -a’nın a ünlüsü taşıyan varyantları Türkçedeki a yönelme ekine denk
gelir. Oysa belirtme ekinin ünlüsü, diğer Türk dillerinde olduğu gibi ı değil, a’dır. Çu-
vaşçadaki bu *ı>a gelişmesini açıklamak çok kolaydır, çünkü burada, ilk hece dışında
bulunan dar ünlü, vurgunun etkisiyle daha belirgin seslendirilir olmuş ve geniş ünlüye
dönüşmüştür. Örneğin, Çuv. lar-<*ŏlúr- “oturmak”, v ler-<*ölǘr- “öldürmek” vb.34
Ayrıca yönelme ś re “yere” daha eski bir *yėr-e biçimine giderken, yönelme ś re
“yeri”, *yėr-i biçimine gider.
Yukarıdakilerden şu sonuçlar çıkarılabilir: 1. Belirtme ve yönelme Çuvaşçada son
zamanlarda aynı duruma gelmiştir, 2. ünsüz sonrası pozisyonda, i ve kısa ünlülerden
sonra Çuvaşçada belirtme eki *-ı ve ilgi eki *-ıŋ bulunur, 3. ünlü ile biten gövdelerin
belirtme ve ilgi biçimleri çok erken bir tarihten itibaren, dengi olan zamir biçimlerin-
deki örneğe göre *-nı ve *-nıŋ ile (Çuvaşçada -na ve tam ünlülerden sonra -nǐn) ku-
ruluyordu.
Çuvaşçada bulunma ve ayrılma durumunun kuruluşu ilginçtir. Bulunma du-
rumu -ra(~-re) ekiyle ve sadece r, l, n ünsüzleriyle biten gövdelerden
sonra -Da(~-De) ekiyle kurulur. Ayrılma eki de aynı kurallara göre -ran(~-ren)
ve -Dan(~-Den) ekleriyle kurulur.35 Bu ekler Türk dillerinde -da(~-dä)
ve -dan(~-däŋ) veya -dıŋ(~-diŋ) eklerine denk gelirler ve bu eklerin d’si, Çuvaşça-
daki r gibi, bir dişler arası *ð (*δ) sesine gider. Fakat r, l, n ile biten ünsüzlerden sonra,
ana dildeki ekte, dişler arası *ð sesi değil, Çuvaşça vǐrmanda36<*urman-da vb. bi-
çimlerde olduğu gibi diş arkası *d sesi bulunur ve Orhon Türkçesinde ld ve nd ses
birleşikleri için özel bir işaret bulunması da bunu gösterir.37
Çuvaşçada -ra<*-ða ve -ran<*-ðaŋ eklerinin ötümsüz ünsüzle biten gövdelere
eklenmesi dikkat çekicidir. Örneğin, ut “at” - bulunma utra<*atða, ayrılma ut-
ran<*atðaŋ vb. Bu, doğal olarak gösteriyor ki ana dilde bulunma ve ayrılma eklerinin
sadece iki varyantı vardı: Söz başında *ð ve *d ile, kesinlikle t ile başlayan bir varyant
yoktu. Bulunma ve ayrılma ekleri ana dilde aşağıdaki gibi idiler:

Durum r, l, n’den sonra diğer seslerden sonra


Bulunma *-da~*-de *-ða~*-ðe
Ayrılma *-daŋ~*-deŋ *-ðaŋ~*-ðeŋ

Bu durum, Orhon Türkçesi dil verileriyle desteklenebilir. Orhon Türkçesinde bu-


lunma-ayrılma daima (r, l, n dışındaki bütün ünsüzlerden sonra) -ða~-ðe ve (r, l,

34
G. J. Ramstedt, Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen, § 19.
35
N. I. Aşmarin, age., s. 120.
36
Modern Çuvaş yazımında bu sözcük vǐrmanta biçimindedir (çevirenin notu).
37
V. Thomsen, age., s. 190. V. Grønbech, Forstudier til tyrkisk Lydhistorie, § 36 vd.
35 Nikolau Poppe

n’den sonra) -da~-de ekleriyle kurulur. Krş. balıkða, yurtða, anða, köŋülðe vb.38 W.
Radloff işaretleri yanlış anlamış ve aldıkları eklerin ð ile başlayan sözcükleri balıkta,
yurtta vb. okumuştur.39 Fakat Çuvaşçanın gösterdiği gibi bütün bu durumlarda bir *ð
bulunur.
-ða’lı biçimler Orhon Türkçesinde basit olarak ayrılma görevindedir ve bulunma
görevinde hemen hemen hiç görünmezler. Bu, dil tarihinin çok erken bir döne-
minde -ða ekinin hem bulunma hem de ayrılma durumunu karşılamasıyla açıklan-
maktadır.40 -ða ekinin ayrılma anlamıyla Yakutçada hala yaşıyor olması dikkat çeki-
cidir ve bu eke partitiv (parçacık) eki (eski terminolojiye göre “Accusativi indefi-
niti”) -ta<*-ða denk gelir, krş. ūta agal “sudan bir parça”, burada ūta bi-
çimi*sūða<*suwða biçimlerine gider. W. Radloff’tan önce S. Jastremsky’nin sorunun
çözümü için doğru yolu açmış olmasına rağmen41 W. Radloff bu eki yanlış anlamış ve
birkaç Türk dilinde bulunan ta edatıyla birleştirmiştir.42 Bu *-ða ekinden, daha
sonra -daŋ~-dıŋ eki ortaya çıkmıştır. Biz bunu *-ða ve *-ŋ veya *-ıŋ olarak bölebiliriz
ve ikinci bölüm eski araç eki -n43 ile aynı olabilir (fakat -n>-ŋ geçişi nasıl açıklanabi-
lir?).44 -daŋ veya -dıŋ eki, *-ða’dan daha genç olmasına rağmen (Moğolcada ve Tun-
guzcada -daŋ ve benzerleri yoktur, fakat *-ða eki bulunur: krş. Mo. bulunma
eki -da~-de, Mançu bulunma eki -de), aynı zamanda eskidir de, çünkü Yakutçada
(>-tan)45 ve yukarıda gördüğümüz gibi, Çuvaşçada da bulunur.
Bulunma ve ayrılma ekleriyle bağlantılı olarak söylemek gerekir ki, bugünkü Türk
dillerinde -dım, -dıŋ, -dı vb. biçimlerde görülen ve -ðım vb. biçimlere giden geçmiş
zaman eki, bulunma-ayrılma ekleriyle aynı kurallara tabidir: krş. Çuvaşça -rǐm/-r m
(<*-ðım~*-ðim) vb. ve -Dǐm~-D m46 (<*-dım~*-dim) vb., ikinci biçim sadece r, l,
n’den sonra görülür.47 Aynı ilişkiyi Orhon Türkçesinde de buluruz, krş. kobartðım,
tokıtðım fakat boldım vb.48

38
Krş. V. Thomsen, agy., W. Radloff’un 3. fasikülünden örnekler, s. 406-407.
39
Neue Folge, s. 32, 64.
40
A. von Le Coq’un Türkischen Manichaica aus Choscho, III’teki (Körösi Csoma Archivum,
I, 4, s. 328) “nereye, nerede” ayrıca “neyin içinde” soru biçimlerindeki -da ile krş.
41
S. Jastremsky, Die Kasussuffixe im Jakutischen, Irkutsk 1898, s. 48. Grammatika yakutskago ya-
zıka, Irkutsk, 1900, s. 59. Krş. K. Schriefl, Der Lokativ im Jakutischen, KSz. X, s. 211 vd.
42
W. Radloff, Die jakutische Sprache in ihrem Verhältnisse zu den Türksprachen, s. 30. O.
Böhtlingk, age., § 391’de bu ek açıklanmadan bırakılmıştır.
43
W. Radloff, 3. fasikül, s. 406. Neue Folge, s. 63. V. Thomsen, Turcica, s. 27, 77, 88. not.
44
Krş. diğerleri Körösi Csoma Archivum, I, 4, s. 329.
45
O. Böhtlingk, age., § 394.
46
Modern Çuvaş yazımında D yerine t vardır (çevirenin notu).
47
N. I. Aşmarin, age., s. 305.
48
Krş. W. Radloff, Neue Folge, s. 32-33, 92.
Türkçe Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar 36

Şimdi çekim konusunu bitirirken, Çuvaşçada, -lla~-lle ekiyle yapılan ve yönelme


ekine eklenen bir yön gösterme durumunun da bulunduğuna işaret etmek gerekir.
Örneğin kil “ev”-yönelme kile, yön gösterme kilelle “eve doğru” vb.49 Bu ek bir du-
rum eki olarak Türk dillerinde bulunmaz fakat özel bir ilgiyi hak ediyor çünkü kolayca
Fin-Ugorca bir ödünçleme olarak anlaşılabilir.50 -lla ekinin, taŋla<*taŋlan “sabahle-
yin”<taŋ “tan” veya birlä<birlän “birlikte” yapılarındaki Türkçe -la veya -lan ile bir-
leştirilmesi doğaldır.51 Bu -lan eki, fiil gövdesi yapan -la- eki ve fiilden isim yapan -n
ekine ayrılabilir ve Türkçe birlä<birlän “birlikte” aslında “birlikte, bir olarak” anla-
mına gelir. birlän de bir, -lä ve -n olarak ayrılır: krş. ayrıca Mo. gurbagulan “üçü bir-
likte”, aslında “üçlü, üçü birlikte” vb.52 Yönelme ekiyle kullanılan Çuvaşça -lla bu -la
< -lan’dan başka bir şey değildir ve doğal olarak Fin-Ugorcadaki eşsesli ekle ilişkisi
yoktur (krş. Suomi -lle -yön gösterme durumu [Allativ] vb.)
birlän Çuvaşçada da bulunur ve Çuvaşçadaki biçimi -pala~-pele’dir (veya kısaltıl-
mış-pa~-pe). Birliktelik-araç durumunun kurulmasına hizmet eder, krş. h rpele
“kızla”<h r “kız” vb.53
Böylece Çuvaşçanın isim çekiminde çok tutucu davrandığını belirleyebiliriz. Çu-
vaşçada kullanılan durum eklerinin en eski biçimleri şöyledir: Belirtme *-ı~*-i, ilgi
*-ıŋ~*-iŋ, bulunma *-ða~*-ðe (r, l, n’den sonra *-da~*-de), ayrılma *-ðaŋ~*-ðeŋ
(r, l, n’den sonra *-daŋ~*-deŋ).

III

Zamirlerle İlgili Notlar

Bilindiği gibi Türk dillerinde 3. kişi iyelik eki (ünsüzlerden sonra) -ı~-i ve (ünlülerden
sonra) -sı~-si’dir. Bizi burada ilgilendiren, daha önce belirtildiği gibi, ünsüz sonrası
durumda ortaya çıkan -ı~-i ekidir. Çuvaşçada bu eke - ~-i denk gelir.
Bu ekin Çuvaşçada, hem ünlü hem de ünsüzle biten gövdelere eklenmesi dikkat
çekicidir. Bir ünsüzle veya u, ü ve i ünlüleriyle biten gövdelerden sonra - , diğer bütün
ünlülerden sonra -i yan biçimi eklenir, örneğin ıvǐl “oğlu” (ıvǐl), h r “kızı” (h r), tǐv
“dağı” (tu), śiy “üstü” (śi), śuni “kızağı” (śuna), pulli “balığı” (pulǐ) vb.54 Bu da doğal
olarak gösteriyor ki -ı~-i iyelik ekinin kullanımı bir zamanlar çok serbestti ve söz

49
N. I. Aşmarin, age., s. 129.
50
N. I. Aşmarin’in yaptığı gibi, krş. agy., 2. not.
51
-la ve -lan ile ilgili olarak benden farklı düşünen W. Bang, Zu den türkischen Zeitbestim-
mungen, Túrán, sayı 1-2, s. 95 ile krş.
52
Krş. G. J. Ramstedt, Zur Verbstammbildungslehre der mongolisch-türkischen Sprachen,
JSFOu XXVIII, 3, §§ 98 vd.
53
N. I. Aşmarin, age., s. 121.
54
N. I. Aşmarin, age., s. 134.
37 Nikolau Poppe

konusu ek ünlülerden sonra da görünüyordu. Ayrıca, bütün Türk dillerinde bu ekin


art ünlülerden sonra -ı, ön ünlülerden sonra -i olmak üzere iki biçimi olmasına rağ-
men, Çuvaşçadaki - ve -i eklerinin *-i sesine gitmesi (- <*-ǐ, -i<*-í) nedeniyle, bu
ekin ünlü uyumu kurallarına uygun olmaması dikkat çekicidir. 55 Bugün Çuvaşçada
iyelik eki için eski *-i biçiminin kullanılması nedeniyle, bu ekin bir zamanlar bağımsız
olmakla birlikte artık kullanımdan düşmüş olan üçüncü kişi zamirinin bir kalıntısı ol-
duğu ve Türkçede yavaş yavaş ekleştiği anlaşılmaktadır. Çuvaşçada bu ekin ünlü uyu-
muna girmemesi, henüz bağımsızlığını tümüyle yitirmediğini göstermektedir.
Bu *i sesinde, bir zamanlar Türk dillerinde bağımsız olarak bulunan kayıp üçüncü
tekil kişi zamiri yaşamaktadır. Moğolcada bu yapıya üçüncü tekil kişi zamirinin ilgi
çekimi olan inu biçimi denk gelir fakat Moğolcada çekimsiz *i56 biçimi eksiktir. Fakat
bu eksik biçimi Mançu dilinde buluyoruz, krş. i “o”, ilgi ini, yönelme inde, belirtme
imbe<*inbe, ayrılma inci.57
Üçüncü tekil kişi zamiri olan bu *i, üçüncü tekil kişi geçmiş zaman
eki -dı~-di<*-ð+*i’nin yapısında da bulunur ve Çuvaşçada bu yapıya (r, l, n dışındaki
bütün seslerden sonra) -r veya -ri denk gelir. Çuvaşça yapı*-ði sesine gider ve birinci
ve ikinci kişilerde bu ek ünlü uyumu kurallarına uyduğu halde üçüncü kişide uyum
dışı kalır. Tablo I ile krş.:

Kişi Art ünlülerden sonra Ön ünlülerden sonra


1. tekil -rǐm<*-ðım -r m<*-ðim
2. tekil -rǐn<*-ðıŋ -r n<*-ðiŋ
1. çoğul -rǐmǐr<*-ðımır -r m r<*-ðimir
2. çoğul -rǐr<*-ðıgır -r r<*-ðigir

Geçmiş zamanın bütün üçüncü kişileri iyelik çekimi ile karşılaştırıldığında or-
taya çok ilginç bir durum çıkar. Tablo II ile krş.:

Geçmiş Zaman İyelik


sap-rǐm “serptim” ıvǐl-ǐm “oğlum”
sap-rǐn “serptin” ıvǐl-u “oğlun”
sap-r “serpti” ıvǐl- “oğlu”
sap-rǐmǐr “serptik” ıvǐl-ǐmǐr “oğlumuz”
sap-rǐr “serptiniz” ıvǐl-ǐr “oğlunuz”
sap-r ś “serptiler” ---

55
Krş. V. Grönbech, age., § 16.
56
Benim Beiträge zur Kenntnis der altmongolischen Schriftsprache, s. 671, adlı makalemle krş.
57
I. Zacharov, Grammatika mançurskago yazıka, s. 145.
Türkçe Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar 38

Görüldüğü gibi bu biçimlerin kuruluşundaki paralellik tamdır. Burada söylenen-


lere dayanarak, kayıp *i zamirinin, geçmiş zaman teklik üçüncü kişi ekinin içinde yer
aldığı kabul edilebilir. Böylece -r <*-ði eki, *-ð ve *i olarak ayrılır. Türk-
çe -dım, -dıŋ, -dı vb. geçmiş zaman ekleri de *-ð + iyelik eki -m, -ŋ, -ı<*i vb. olarak
ayrılır.
Böylece, P. M. Melioransky’nin, -dım, -dıŋ, -dımız, -dıŋız eklerinin -dı
ve -m, -ŋ, -mız, -ŋız eklerinin birleşmesiyle oluştuğu görüşü de desteklenmiş olur. 58
Ben, bu ekleri *-ð ve iyelik ekleri biçiminde ayırmak ve -dım, -dıŋ vb. biçimlerdeki ı
sesini bağlama ünlüsü saymak suretiyle burada bir adım daha ileri gidiyorum.
Son olarak işaret etmek gerekir ki, söz konusu varsayıma bir destek de Yakutçada
bulunur. Yakutçada geçmiş zaman eki -tım, -tıŋ, -ta, -tıbıt, -tıgıt, -tılar ve iyelik ek-
leri -(ı)m, -(ı)ŋ, -a’dır59. Burada özellikle, Yakutça üçüncü teklik kişi iyelik ekinin -a
ve geçmiş zaman üçüncü teklik kişi ekinin -ta<*-ð+*a olması dikkat çekicidir.60
Çuvaşçada birinci ve ikinci, teklik ve çokluk iyelik ekleri şunlardır: Birinci teklik
kişi (ünsüzlerden ve u, ü, i ünlülerinden sonra) -ǐm~- m ve (diğer seslerden
sonra) -m; birinci çokluk kişi (aynı kurallara bağlı olarak) -ǐmǐr~- m r ve –mǐr ~ -m r;
ikinci teklik kişi (ünsüzlerden ve u, ü, i ünlülerinden sonra) -ǐ~- ve (diğer seslerden
sonra) -u~-ü; ikinci çokluk kişi (aynı kurallara bağlı olarak) -ǐr~- r ve -r.61 Bağlama
ünlüsünü atmak suretiyle, birinci kişi için şu eklere ulaşırız: -m ve -mǐr<*-m+*r.
İkinci teklik kişi için -ǐ(~- )<*-ıg<*-ıŋ ve -u(~-ü)<*-g<*-ŋ ve çokluk kişi
için -ǐr(~- r)<*-ıgır<*-ıŋır ve -r<*-gır<*-ŋır biçimlerine ve ayrıca bağlama ünlüsüz
olarak *-ŋ ve *-ŋır<*-ŋ+*r biçimlerine sahibiz. Sonuçları bir araya getirdiğimiz za-
man bize aşağıdaki yapı kalıyor:
1. teklik kişi -m 1. çokluk kişi *-m+*r
2. teklik kişi *-ŋ 2. çokluk kişi *-ŋ+*r
Türk dillerinde aşağıdaki iyelik ekleri bulunur: -m, -ŋ, -mız, -ŋız. Bunlardan -mız
ve -ŋız, -m ve -ŋ eklerinin çokluk biçimleridir. Bu -z ile biten çokluk biçimleri Çuvaş-
çadaki -r ile aynıdır, çünkü Türkçe z sesi Çuvaşçada daima r sesine denk gelir.62 İyelik
eklerindeki çokluk işareti r, Uryanhayca, Altayca, Telengit, Karagasça, Küerik diya-
lekti, Kara-Kırgızca, Sagayca ve Şorca gibi pek çok Türk dilindeki ikinci çokluk kişi

58
P. M. Melioransky, Kratkaya grammatika kazak-kirgizskago yazıka, I. Bölüm, s. 54, not I;
Arap filolog o turetskom yazıka2, s. 181-182; O. Böhtlingk im Bull. hist.-phil., T.V., s. 358;
Über die Sprache der Jakuten, § 518; R. Shaw, A Grammar of the Language of Eastern
Turkestan, JASB I, s. 248, 268, 278; W. Radloff, Neue Folge, s. 92.
59
O. Böhtlingk, Über die Sprache der Jakuten, § 420, 518.
60
Bu a ile ilgili olarak krş. V. Grønbech, agy.; G. J. Ramstedt, Über mongolische Pronomina, s. 19.
61
N. I. Aşmarin, age., s. 133.
62
G. J. Ramstedt, Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen, §§ 33 vd.
39 Nikolau Poppe

iyelik eki -ŋar’ın (ve ondan gelişmiş biçimlerin) yapısında bulunur. 63 Çünkü Türkçede
dağınık (sporadik) bir z~r değişimi görülür, örneğin Çağ. koz “köz”~Osm. kor, Osm.
kızıl~kırmız, Osm. kırnak “köle”~kız vb.
Çokluk işareti -r~-z, Çuvaşça epir “biz”<ep “ben” ve esir “siz”<es “sen” zamir-
lerinde de bulunur ve bu zamirler Türkçede biz<*bi+*z ve siz<*si+*z zamirlerine
denk gelir. Türkçede bir zamanlar *-r~*-z çokluk işaretlerinin bulunmuş olması he-
men hemen şüphesizdir.64
Çuvaşça kişi zamirleri Türkçedekilerden önemli biçimde ayrılır: 1. teklik kişi ep ,
1. çokluk kişi epir, 2. teklik kişi es , 2. çokluk kişi esir.65 Kişi zamirleri her şeyden önce,
söz başındaki e- sesiyle Türkçedeki kişi zamirlerinden ayrılırlar; bu e- sesi Türkçe bi-
çimlerde yoktur. Bu e- sesi aslında zamire ait değildir ve burada köke de ait değildir,
çünkü çekimde kaybolur, örneğin ep , manǐn, mana vb., es , sanǐn, sana vb. Bu e- se-
sinin işaret edici bir edat olduğunu kabul edebiliriz. Söz sonundaki sesine gelince,
bu ses de vurgusuz bir *i sesine gider.
Böylece, kurallı çoğul biçimleri *bir ve *sir olan birinci teklik ve ikinci teklik kişi
zamirlerinin yalın gövdeleri olan *bi ve *si biçimlerine ulaşıyoruz. Bu gövdelerin ün-
lülerinin Türkçedeki gibi *e değil (krş. ben, sen) *i olmaları dikkat çekicidir. Bu açı-
dan Çuvaşça zamirler en çok Moğolcaya yakın dururlar, krş. birinci teklik kişi bi, ikinci
teklik kişi çi<*ti.66 Buna karşılık çekimde başka bir gövde ortaya çıkar, krş.; ilgi
manǐn<meniŋ<*ben-iŋ ve sanǐn<sen-iŋ. Burada, *meniŋ’deki m, kurallı olarak, bir
sonraki nazal sesten önce bulunan *b sesine gider.67. Böylece *bi~*ben ve *si~*sen
olmak üzere iki ayrı gövdeye ulaşmış oluyoruz. Bu gövdelerden ilki (*bi ve *si) çekim-
siz yalın gövdeleri, ikincisi (*ben ve *sen) çekim gövdelerini oluşturur. Bu çift gövde-
ler Moğolcada da bulunur, krş.: bi “ben” ve ilgi durumu minu<*bin-u, çi “sen” ve ilgi
durumu çinu<*tin-u, ayrıca *i “o” ve ilgi durumu inu<*in-u, krş. Mançu i “o” ve ilgi
durumu ini<*in-i vb.
Türkçede de bir zamanlar böyle çift biçimlerin bulunmuş olması gerekir ve kişi
zamirlerinin yalın gövdeleri *bi ve *si olmalıdır. İlk gövdeler olan *bi ve *si biçimlerini
şimdi biz ve siz yapılarında buluyoruz, bununla birlikte diğer durumlarda *ben ve *sen
gövdeleri genelleşmiştir.
Türkçe için *bi~*ben, *si~*sen ve üçüncü tekil kişi için yukarıdaki *i gövdeleri
kullanılmaktadır. Görüyoruz ki *i için ikinci bir gövde olup olmadığını keşfedemedik!

N. F. Katanov, age., s. 390 vd.


64
Bu konuyla ilgili daha fazla ayrıntı başka yerdedir. Ayrıca krş.-z için W. Bang, Beiträge zur tür-
kischen Wortforschung, Túrán, sayı 5, s. 307 vd.; Vom Köktürkischen zum Osmanischen, I, § 4.
65
N. I. Aşmarin, age., s. 189.
66
Krş. G. J. Ramstedt, Über mongolische Pronomina, s. 3.
67
Krş. W. Radloff, Phonetik, §§ 221 vd.; Neue Folge, s. 39; Alttürkische Studien, V, s. 431.
Türkçe Çuvaşça Karşılaştırmalı Çalışmalar 40

Bilindiği gibi üçüncü kişi iyelik ekinin çekiminde “fazladan” bir n sesine rastlanır,
krş. at-ı fakat bulunma durumu at-ın-da vb. Ve bu -ın-~-in-<*in biçimi, *i zamirinin
bizim şimdiye kadar eksikliğini hissettiğimiz çekim gövdesini kurar. 68
Üçüncü kişi iyelik ekinin diğer biçimi olan -si de Çuvaşçada mevcuttur ve ses ku-
rallarına uygun olarak bu biçime Çuvaşçada -ş (ayrıca kısa biçim -ş) denk gelir. Bu
ikinci biçim Çuvaşçada sadece akrabalık bildiren isimlerde ortaya çı-
kar.69 -sı<*-si70ekinin de bağımsız bir zamire geri götürülüp götürülemeyeceğine ka-
rar vermek şimdilik mümkün değildir.

68
*i için krş. W. Bang, Vom Köktürkischen zum Osmanischen, I, s. 36 vd.
69
N. I. Aşmarin, age., s. 136.
70
Makalenin sonunda kendimi, gönderdiği birkaç not için, Leningrad’da bulunan A. N. Sa-
moyloviç’e yürekten teşekkür etmekle borçlu hissediyorum.
5

Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler


Nikolaus Poppe1
Bilindiği gibi Çuvaş dili Türk dillerine çok yakındır ve pek çok açıdan onlar gibi geliş-
miştir. Çuvaşça ve Türk dilleri aynı ana dilin iki birincil diyalektine geri götürülebilir.
Çuvaşçada, bu ana dilden miras alınmış söz varlığı dışında, yakın akraba Türk dille-
rinden de ödünçlenmiş pek çok sözcük bulunur. Bu ödünç sözcükler o kadar çoktur
ki, Çuvaşça söz varlığının yarısını Türkçe ödünçlemeler olarak görebiliriz. Bu ödünç
sözcüklerin aynı değil farklı yaşta olduklarını da ayrıca belirtmek gerekir. Çuvaşçada,
farklı sesbilgisel gelişmeler sayesinde birbirinden kolayca ayrılabilen pek çok ödünç-
leme katmanı bulunur. Bu farklı ödünçleme katmanları Çuvaşçaya öyle karışık bir gö-
rüntü vermiştir ki, Çuvaşça-Türkçe ses denklikleri çoğu zaman büyük güçlükler çıkar-
maktadır. Örneğin, Türkçe a sesine bir taraftan a, bir taraftan da u veya i; Türkçe *δ
sesine (>d//z//y//t) bir taraftan r, bir taraftan da y ve v seslerinin denk geldiği bilinir.
Doğal olarak biz bir bölümünün ses yasalarına uygun gelişmeler olduğunu, diğerleri-
ninse ödünçleme yoluyla ortaya çıkmış denklikler olduğunu anlayabiliriz, ve bu da
ödünçlemelerin farklı yaşlarda olmasıyla açıklanabilir.
Belirtildiği gibi Çuvaşçadaki Türkçe ödünç sözcükler çok sayıdadır ve bugünkü Çu-
vaşça, farklı zamanlarda gerçekleşmiş dil karışmalarının bir sonucu olarak görülebilir.
Volga Tatar diyalekti bu karışımda büyük rol oynamıştır. Bazı durumlarda Çuvaşçada
öyle sözcükler buluyoruz ki bugünkü Tatar diyalektlerinin hiçbirinde belgelenmemiştir.
Ancak daha önce mevcut olmuş olabilirler. İlgili sözcüklerin Çuvaşların komşuluğunda
yaşayan Türk boyları dışındaki Türk dillerinden kaynaklanıyor olmaları ve Çuvaşçaya
alınmış olmaları da mümkündür. Bu soruya kesin cevap verebilmek için Volga Tatar di-
yalektleri araştırmalarında şimdikinden daha iyi bir durumda olmamız gerekir.
Çuvaşçanın karışık bir dil olduğu ve Eski Çuvaşçanın (Volga Bulgarcası) farklı Türk
dilleriyle karışması sonucu ortaya çıktığı iddiası kimseyi şaşırtmaz. Zaten bütün Türk dil-
leri aynı şekilde karışıktır: Bu açıdan, ilke olarak, Çuvaşça ve diğer Türk dilleri arasında
bir fark yoktur. Ancak burada bir konuya dikkat çekmek istiyoruz. Bazı Türk dillerinde
ses gelişmeleri o kadar basit ve klişedir ki, çoğu kez bir sözcüğün komşu diyalektten ödünç
mü alındığı yoksa ana dilden doğrudan miras alınmış bir Genel Türkçe sözcüğün ses ya-
salarına uygun kurallı bir gelişimi mi olduğunu ayırmak imkansızdır. Dilsel anne-babanın
yasal çocuğuyla gayrimeşru çocuğunu ayırmak kolay bir iş değildir. Sadece, yaygın ses

1
“Die türkischen Lehnwörter im Tschuwassischen” UJb VII, 1927: 151-167.
Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler 42

denkliklerinin sınırlarının baskın olduğu bazı durumlarda bunu ayırmak mümkündür an-
cak bugünkü Türk dilleri karışıktır. Ayrıca, ana dile ait seslerin çok özel gelişmelere uğra-
mış olduğu Çuvaşçada, herhangi bir ses kanunu geçerliliğini yitirdikten sonra alınmış olan
ödünç sözcükleri diğer söz varlığından kolayca ayırmak mümkündür. İlginç bir gözlem
olarak, eski söz varlığının daha yeni ödünçlemeler tarafından tamamen örtüldüğü söyle-
nebilir.
Çuvaşçadaki, çoğunluğu Volga Tatarcası kökenli olan Türkçe ödünç sözcüklere an-
lam kategorileri açısından göz attığımız zaman, bunların genellikle, sözcüğün özel anla-
mıyla kültür sözcükleri olmayıp -sözcük diğer anlamıyla alındığında, her sözcük kültür
sözcüğüdür- fiiller, ilgeçler, çeşitli vahşi hayvan ve vahşi kuş isimleri gibi çok kullanılmayan
sözcükler olduğunu görmek şaşırtıcıdır. Ve bunlar da Çuvaşlarla komşularının kültürel
ilişkilerini aydınlatmak konusunda yardımcı olmazlar. Bunlar çoğunlukla “eşyasız sözcük-
lerdir”. Yani bunların ödünçlenmeleri, gösterdikleri varlıkların Çuvaşlar tarafından ilk
olarak komşuları aracılığıyla bilinir olması ile açıklanamaz. Bu durumu, sadece Çuvaşların
Türkçe konuşan komşularıyla olan günlük ilişkileriyle açıklayabiliriz. Bu, Çuvaşçanın,
şimdi olduğu gibi karışık bir dil olması sonucunu doğurmuştur. Pek çok bölgedeki Çuvaş-
ların çoğunun şimdi iki dili (Rusça buraya dahil edilmemiştir), anadillerini ve Tatarca veya
Başkurtçayı (örneğin eski Ufa vilayetinde) bildikleri burada özellikle vurgulanmalıdır.
Bu çalışma ise daha büyük bir çalışmanın sadece birkaç ses yasasının ele alındığı üç
bağımsız bölüm içeren bir parçasını oluşturur. Bu bölümlerde sadece bu ses yasaları so-
nucu öyle oldukları ortaya çıkan ilgili Türkçe ödünç sözcükler tartışılmıştır. Buraya ait
ödünç sözcüklerin sayısı daha fazla olabilir ve bu boşluk daha sonraki araştırmalarla dol-
durulabilir. Belirtmek gerekir ki, burada sözü edilmemiş birkaç sözcüğün etimolojisi ka-
ranlıktır. Bu sözcükler Tatarcada da bulunmakla birlikte belki Tatarca da olmayıp orada
da ödünçtürler. Diğer Türk dillerinde bulunmadıkları için, belki Çuvaşça aracılığıyla Çe-
remişçeden geçmişlerdir. Bu nedenle bu çalışmada onlara yer verilmemiştir2.
Son olarak özellikle vurgulamak gerekir ki, pek çok durumda bu makalenin yaza-
rının ödünç sözcüklerle ilgili yaptığı yorumlar, Çuvaşçanın daha önce Ramstedt tara-
fından ortaya konulmuş olan ses yasalarına dayalıdır. Aynı şekilde, burada Çuvaşça-
daki karşılıklarıyla bir arada bulunan pek çok Türkçe ve Moğolca sözcük de yine
Ramstedt tarafından daha önce tespit edilmiştir.

2
Bu şekilde, hem Çuvaşçada hem Çeremişçede bulunan, hatta Tatarcada da belgelenmiş ve
kökeni bilinmeyen çok sayıda sözcük Çeremişçe olabileceği gibi Çuvaşça da olabilir. Bunlar
için bk. M. Räsänen, Die tschuwassischen Lehnwörter im Tscheremissischen, MSFOu
XLVIII, s. 238 vd.
43 Nikolaus Poppe

Kısaltmalar
Kaz.B.-Gábor Bálint’e göre Kazantatarcası. Kazáni-tatár szövegek és forditás II,
Budapest 1875.
Kaz.Bog.-Prof. W. Bogoroditskiy’nin Kazan’da sunduğu bildiriye göre.
Kaz.O.-Ostroumov’un sözlüğüne göre (Kazan 1892).
Kaz.R.-W. Radloff’un sözlüğüne göre.
Kaz.T.-Troyanski’nin sözlüğüne göre (Kazan 1833).
Miş.Bug.-H. Paasonen’in sözlüğüne göre Bugulma Mişercesi.
Miş.Nijni Novgorod- N. N.’nin Mişercesi ile aynı.
Mo.-Moğolca

Diğer kısaltmalar Radloff’un sözlüğündekiyle aynıdır.

I. Çuv. k=Tü. k

Eski q sesi Çuvaşçada her durumda kurallı olarak h (ünlüler arası durumda hh) olur;
ancak bir sonraki (varsayımsal) i sesinin etkisiyle, söz başında pek çok durumda bu q
sesi y’ye değişmiştir.
Örnekler3: Çuv. h l “kış”=Alt., Kaz.R. kış // Çuv. h l h “at kılı”=Kaz.R., Kırg.,
Osm. kıl=Mo. kilgasun // Çuv. h r “kız”=Osm., Kaz.R. kız // Çuv. hǐlha “ku-
lak”=Osm. kulak=Mo. kulugu “kulak kiri” // Çuv. hur- “koymak”=Uyg. koδ-, Alt.,
Kkırg. koy-=Mo. kocim “daha sonra” // Çuv. suhǐr “zift”=Osm., Kırg. sakız // Çuv.
tǐhhǐr veya tǐhǐr “dokuz”=Orh., Çağ. tokuz // Çuv. uhǐ “ok”=Orh., Alt. ok // Çuv. śuha
“yaka”=Kaz.R. yaka=Mo. caka “kıyı, kenar” vb.
2. Çuv. yur<*k ar “kar”=Orh., Alt. kar=Çuv. yun<*k an “kan”=Tel., Osm.
kan=Mo. kana- “kan almak” // Çuv. yul-<*k al- “kalmak”=Osm., Kırg. kal-=Mo.
kalda- “yapışmak” // Çuv. y n <*kın “kın”=Alt., Kırg. kın vb.4
k>h değişiminin çok eski tarihli olması gerekir: 14. yüzyılın Bulgar mezar yazıtla-
rında bile sadece h sesi vardır. Krş. hır “kız” (krş. Çuv. h r), tǐhǐr “dokuz” (krş. Çuv.
tǐhǐr). Öyle görünüyor ki Çuvaşçadaki art damak kapantılı [post-palatal Versch-
lusslaut] k sesi, dil tarihinin erken bir döneminde sürtüşlü bir sese değişmiş, daha

3
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen”, JSFOu XXXVIII, I, 26-27.
4
Ramstedt’in bu sözcüklerde “açıkça h’den sonra açıkça bir ortaya çıkar.” varsayımını ka-
bul etmek, söz konusu seslerin gırtlaksı yapıları [gutturalen Natur] nedeniyle güçtür
(JSFOu XXXVIII, 27): bir *ka, *xa nasıl öndamaksıllaşmıştır? Daha çok şöyle bir şey kabul
edemez miyiz? (Daha ayrıntılı olarak incelenmesi gereken) şartlar altında k->x- olmuş ve
bu da h-‘ye değişmiş (krş. kumak: Mac. homok, age. § 26; ayrıca Karagas xodan, kodan
“tavşan” vd.) ve sonra h- düşmüş, yerine de y- protezi ortaya çıkmıştır: kan>*xan,
*xun>*hun>*un>yun?? W. B.)
Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler 44

sonra, ödünç sözcüklerdeki Türkçe k sesi de h ile yer değiştirmiştir5. Aşağıdakiler bu


tip eski ödünç sözcüklerdir: Çuv. huń<*huyn<kayın “kayın baba”<Türk., krş. Osm.,
Alt. kayın “kadının erkek akrabası”, Soy. kadın6 “kayın baba”=Mo. kadum “kayın
ana, kayın baba” (Çuvaşçada δ sesinin r olması gerektiği için ödünçtür) // Çuv. huyhǐ
“kaygı, üzüntü”<Kaz.R. kaygı, krş. Uyg. kaδgu (aynı nedenle ödünçtür) // Çuv. hurǐn-
taş “akraba”<Kaz.R. karındaş “kardeş” (Bu sözcüğün Çuvaşçadaki kurallı karşılığı
hırǐm “karın, mide” olduğu için ödünçtür.), ayrıca Kaz.R., Alt. karın=Mo. karbing
“sarkık karın” // Çuv. huşka “atların alnındaki beyaz leke”<Kaz.R. kaşka “beyaz
kafa”=Mo. galcan “sarılık, solgunluk” (Ses kurallarına göre bu durumda Çuvaşçada
ş bulunamayacağı için ödünçtür) // Çuv. hıta “dünür”<Kaz.B. koda “dünür, çöpça-
tan”, Alt., Kırg. kuda<Mo. kuda (Moğolca -d- sesinin Türk dillerinde d-z-y dizisine,
Çuvaşçada da r sesine denk gelmesinden ötürü hem Çuvaşçada hem de Türk dille-
rinde ödünçtür). // Çuv. çuh “zaman”<Kaz.R. çak=Mo. çag (*ç sesinin Çuvaşçada
kurallı olarak ś olması gerektiği için ödünçtür.) // Çuv. yahın “yakın”<Kaz.R. yakın
(Söz başı *y- sesinin Çuvaşçada kurallı olarak ś olması gerektiği için ödünçtür) vb.
Yukarıda gördüğümüz gibi, k sesi, Çuvaşçada, hem gerçek Çuvaşça sözcüklerde
hem de ödünç sözcüklerde h ile temsil edilmiştir. Bu tip Çuvaşça sözcüklerin köken-
leri hakkında konuşmak için daha başka ölçütlere de gerek vardır. Bu nedenle Çuvaş-
çadaki bu tip Türkçe ödünç sözcükler hakkında ayrıca konuşmak istiyoruz.
Ön damak k sesi, Çuvaşçada art damak k sesine karşıt, bir kapantılı olarak korun-
muştur ve k (ünlüler arası durumda G, kk) ile temsil edilir.
Örneğin: Çuv. k m l “gümüş”=Tel., Tar. kümüş // Çuv. k r “güz”=Kırg., Tar. küz // Çuv.
k rü “güveyi”<*küδegü=Uyg. küδegü, Şor, Sag. küzē, Kırg. küyöw, Yak. kütüöt=Mo. küri
degüü “kadının küçük erkek kardeşi” // Çuv. kǐvak “mavi, gök rengi”=Orh. kök “gök”, Alt.
kök “mavi, gök rengi”=Mo. köke “mavi” // Çuv. kǐvar “köz”=Osm. köz, Sag. kös // Çuv.
sakǐr “sekiz”=Orh., Osm. sekiz // Çuv. y k r<*ikir<*ėkir “ikiz”=Uyg. ėkiz, kırg. egiz=Mo.
ikere // Çuv. akka “abla”=eke “anne” vb.
Bilindiği gibi k sesi Türkçede sadece ön ünlülerle, yani e, ë, i, ö ve ü ile bulunur.
Çuvaşçada, yakın zamanlarda, bu ünlülerin birkaçı kurallı olarak arka sıraya kaymış-
tır: Vurgulu e sesi a ve vurgulu ö, ü sesleri u olmuştur.7 Aynı şekilde, birincil ke-, kö- ve
kü- birleşikleri de ka- ve ku- olmuştur.
Vurgusuz e, ö ve ü sesleri, e ve i gibi, bütün durumlarda kısa (daha ön) ve kısa ǐ
(daha arka) ile temsil edilirler. Aynı şekilde, birincil a, o, u ve ı ünlüleri de Çuvaşçada

5
Ramstedt, age., 26.
6
Pelliot’un T’oung Pao 1914’teki metninde yer alan Uyg. kadın-ı. W. B.
7
Ramstedt, age., 14-15. [Burada Kazan çevresindeki Türkçe ağızların ses dağarcığını yansı-
tan kayıtlar çok yararlı olurdu. Benim öğrencilerimden Rahmeti, söz biçimini aşağı yukarı
suz gibi telaffuz etmektedir. W. B.]
45 Nikolaus Poppe

ya i ya da ǐ’ya değişmiştir. Hem birincil ön hem de art ünlülerin i ve ǐ ile temsili, komşu
ünsüzlerin etkisiyledir.8 Çuvaşçada *ke-, *kö- ve *kü- birleşiklerinin temsiliyle ilgili
bazı örnekler şunlardır:
1. *ke-> Çuv. ka-: Çuv. kala- söylemek”=Mo. kele- // Çuv. kaś “akşam, geç”=Alt.,
Tel. keç “geç, akşam” // Çuv. kar- “germek”=Alt., Tar. ker-=Mo. kerü- “yaymak, ser-
mek” vb.
2. *kö-> Çuv. ku-: Çuv. kun- “doğrultmak”=Yak. kön-, Çağ. köni “doğru, düz”,
Kum. könel- “doğru, dürüst davranmak” // Çuv. kur- “görmek”=Alt., Kırg. kör- //
Çuv. kuś- “göçmek”=Alt., Kkırg. köç- // Çuv. kut “kıç”=Alt., Kırg. köt vb.
3. *kü-> Çuv. ku-: Çuv. kul- “gülmek”=Kırg., Koyb. kül- // Çuv. kun “gün”=Alt.,
Kırg. kün // Çuv. kurka<*kürkü “çamaşır teknesi”=Tel. kürgü “kayın ağacından ya-
pılmış kap” vb.
Vurgusuz ön ünlülerin gösterimi ile ilgili örnekler:
Çuv. kǐmaka<*kemekei “ocak”=Tel., Leb. kemege // Çuv. śir<*yėr “yer”=Az.
yėr=Mo. cerlig “vahşi” // Çuv. şǐr-<*sigr-<*sigδ- “işemek”=Osm. sig-, s -, Kaz.R.
s - vb.=Mo. sige-// Çuv. k r-<*kir- “girmek”=Alt., Leb., Kırg. kir-=Mo. kür- eriş-
mek, varmak” // Çuv. kǐkǐr “göğüs”<*kökür=Krm. göküs, Uyg. köküz=Mo. kökün
“meme” // Çuv. k per<*köprü=Osm. köprü, Çağ. köprüg, Kkırg. köprȫ=Mo.
kögerge<*köwerge // Çuv. kǐntǐr<*kündür “gündüz”=Tar., Kırg. kündüz // Çuv.
k l<*kül “kül”=Alt., Şor, Kırg. kül vb.
Vurgusuz arka ünlülerin gösterimi ile ilgili örnekler:
Çuv. hǐśśan<*kaçan “ne zaman”=Kaz.R. kaçan // Çuv. p ver<*bagır “ba-
ğır”=Az. bagır, Kırg., Kaz.R. baur // Çuv. hǐvǐl<*kogul “kovuk”=Bar. koguş, Kaz.O.
kıwış=Mo. kogosun // Çuv. hǐntǐr<*kundur “gömleğin eteğindeki kıvrımlar”=Osm.
kunduz // Çuv. p l t<*bulut=Osm., Kırg. bulut, krş. Osm. bul- “karıştırmak, bulan-
dırmak”=Mo. bulanggir “bulanık” // Çuv. h rl <*kırıl “kızıl”=Osm., Alt. kızıl=Mo.
kiragan “tan kızıllığı” vb.
Birincil vurgulu ön e, ö ve ü ünlüleri Çuvaşçada art sıraya kayıp a ve u olduktan ve
diğer yandan vurgusuz e, ö, ü ve i ünlüleri veya ǐ’ya değiştikten sonra ka-, ku- ve kǐ- birle-
şikleri ortaya çıkmıştır. Türkçeden yapılmış eski ödünçlemelerde Türkçe k (q) sesi Çuvaş-
çada h ile göründüğü halde, aynı ses daha yeni ödünçlemelerde k ile temsil edilir. Böylece,
sadece ön ünlülerle görülen birincil ön damak k sesi, e>a, ö>u ve ü>u ses değişiklikleri
nedeniyle arka sıraya kaymıştır. Çuvaşçada, Genel Türkçe k (q) sesine karşılık gelen k sesi
ödünçlemeyi gösteren önemli bir işarettir ve bunlar yeni ödünçlemelerdir:
Çuv. kalek “pişmiş yumurta ve bal yemek için tahtadan kürek şeklinde yapılmış
bir tür kaşık”<Kaz.R. kalak “küçük kürek” // Çuv. kalǐp “kalıp”<Kaz.R. kalıp<Ar. //
Çuv. kalmǐk “Kalmuk”<Kaz.R. kalmık, Kırg. kalmak // Çuv. kalpak “çocuk başlığı”

8
Ramstedt, age., 15-16.
Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler 46

<Kaz.R. kalpak “kasket”, Kaz.B. kalpak “kızların baş örtüsü”=Mo. kalbang “kadın
kasketi” // Çuv. kapan “yaban domuzu” (şarkılarda)<Kaz.R. kaban=Mo. ka-
ban<Türk. // Çuv. kapkǐn “tilki kapanı”<Kaz.R. kapkın “kapan”, Kaz.R. kapkan
ay.<Kaz. kap- “yakalamak, tutmak”, krş. Osm. kapa- “kapatmak”=Çuv. hup-; Çuv.
hǐpçǐk “kıskaç, kerpeten” daha eski bir ödünçlemedir<?<Mo. kabçig “kıskaç”. Ka-
zancada bu sözcük sadece “küçük kese” anlamıyla belgelenmiştir (anlamla ilgili ola-
rak “kıskaç”<“bir şeyi tutan”> “kese”) // Çuv. kapla- “kaplamak”<Kaz.R. kapla- //
Çuv. kaptǐrma “kanca”<Kaz.R. kaptırma, Alt. kaptırma<kaptır- “düğmelemek”//
Çuv. karǐntǐk “pencere camı”<Kaz.R. karındık “pencere camı olarak kullanılan iş-
kembe”; kurallı biçimi Çuvaşçada hırǐm “karın”=Kaz.R. karın=Mo. karbing “sarkık
karın” // Çuv. karappǐl “şah kartal”<Türk., krş. Tat. Nijni Novgorod karap “kartal”,
Kaz. kartal “şah kartal”, kara kuş vb.; Çuv. karappǐl biçimi belki karap ve kartal bi-
çimlerinin karışması sonucu ortaya çıkmıştır; kartal vb. etimolojik olarak kara sözcü-
ğüyle bağlantılı olabilir, krş. Çuv. hura “kara” // Çuv. karlav “saban temizlemeye ya-
rayan alet”<Kaz.B. karlau “saban demirinin takıldığı kalınca kısım, sabanın ökçesi”
// Çuv. karlǐk “parmaklık, korkuluk”<Türk., krş. Alt., Çağ. karı “kol, kolun üst kısmı”,
Kırg. kar+lık (ek); Çuvaşçadaki kurallı biçimi hur “iki dirsek”=Çağ. karı “bir uzun-
luk ölçüsü, yaklaşık olarak omuzdan parmak ucuna kadar olan mesafeye denk ge-
lir”=Mo. gar “el, kol” // Çuv. karmak “ucu kancalı sopa”, karmaş- “uzanmak, seril-
mek”<Kaz.R. karmak “kanca”, Kaz.T. karmaş- “birbirini sarmak”; krş. Kaz.R.
karma- “sarmak”=Mo. karma- “kazınmak”, karmagur “kancalı sopa” // Çuv. karçǐk
“yaşlı kadın”<Kaz.R. karçık “yaşlı kadın” // Çuv. kaşǐk “kaşık”<Kaz.R. kaşık=Mo.
kal-ba-ga // Çuv. kaşkǐr “kurt”<Kaz. kaşkır, krş. Kkırg. karşkır, Kırg. kaşkır // Çuv.
kavǐn “kabak”<Kaz.B. kawın “karpuz”, Kaz.R. kaun “kavun” // Çuv. kǐlkan “bozkırda
yetişen bir tüy otu çeşidi”<Miş. kılgan, krş. Alt., Tel. kılga “buğday filizleri”, kılgan
“başağın sapı”=Mo. kilagana “stipa consanguinea” // Çuv. kǐmǐs “kımız”<Kaz.R. kı-
mız // Çuv. kǐmkan “bir tür ibrik”<Kaz.R. komgan “güğüm”, Tar. kumkan=Mo.
kumka “testi” // Çuv. kǐrkǐs “Kırgız”<Kaz.T. Kırgız // Çuv. kǐrlaç “ilk ay, on üç ay
süren bazı yıllarda ikinci ay”<Kaz.R. kırlaç “yılın en soğuk iki ayı”, Kmd. kırlaş “iki
ay adı” // Çuv. kǐrçaŋkǐ “uyuz”<Kaz.R. korçaŋı, Tob. kurçaŋ<Mo. kurçanggu // Çuv.
kǐşkǐr- bağırmak, haykırmak”<Kaz.B. kıçkır- // Çuv. kǐtǐk “gıcık”<Kaz.B. kıtık // Çuv.
kuy “koyun”<Kaz.B. kuy, krş. Kırg., Krm. koy, Krm. koyun, Orh. koń =Mo. konin //
Çuv. kuyan “tavşan”<Kaz.B. kuyan, Alt. koyon, Şor, Sag. kozan // Çuv. kulanay
“vergi”<Türk., krş. Çağ., Alt., Şor kalan “vergi” // Çuv. kulaçĭ “beyaz ekmek”<Kaz.B.
kalaç // Çuv. kunça “konç”<Kaz.R. kunıç, Alt. konç // Çuv. kupǐs “keman”<Kaz.R.
kubız, Kırg. kobuz, Kkırg. komus=Mo. kour<*kowur “telli saz” // Çuv. kuştan “kö-
yünde birinci rolü oynamak isteyen muhteris köylü”<Kaz.R. koştan “avukat” // Çuv.
kuçan “koçan”<Kaz.R. koçan, Osm., Çağ. koçan.
47 Nikolaus Poppe

II. Çuv. y-=Türk. y-


Farklı kaynaklardan gelen Türkçe-Çuvaşça söz başı *y sesi, eski *n, *δ, *c ve *y seslerine
gider ve Çuvaşçada dž üzerinden ś’ye değişmiştir. Macarcadaki eski Çuvaşça ödünç söz-
cükler, *y>dž ses gelişmesinin çok eski olduğunu gösterir. Buna karşılık d’>ś geçişi daha
yeni tarihlidir. Çünkü 14. yüzyıla ait Bulgar mezar yazıtlarında, bugünkü Çuvaşçada ś bu-
lunan her durumda, dž sesi bulunur ve ‫ ﺠ‬harfi ile gösterilir. Örneğin, Bulg. d’al “yıl” (krş.
Çuv. śul ay.), Bulg. cür “100” (krş. Çuv. ś r ay.). 14. yüzyılda rastlanan sesin gerçekten d’
olup olmadığı sorusu kolayca cevaplanamaz, çünkü ‫ ﺠ‬harfi ç sesini de gösteriyordu. Fakat
şu kesindir ki bu ses ś değil, bir yarı kapantılı ünsüz idi.
Örnekler: Çuv. ś len “yılan”=Orh., Osm. yılan, krş. Alt., Leb. yıl- “kaymak, süzül-
mek”=Mo. nilçuyicu “yapışkan, ağdalı” // Çuv. ś r “yer”=Az. yër=Mo. cerlig “vahşi”
// Çuv. ś r “yüzük”=Bar. yüzük // Çuv. śil “meme ucu”=Tar. yelin=Mo. deleng //
Çuv. śur “ilkbahar”=Kaz.R. yaz ay.=Mo. nirai “yeni doğmuş, taze”.
Söz başı *y Çuvaşçada kurallı olarak ś ile temsil edilir. Bunun yanında Çuvaşçada,
söz başında, farklı kaynaktan gelen ikinci bir y- sesi daha vardır: Yukarıda söylendiği
gibi, birkaç durumda bu y sesi, i ünlüsü önünde bulunan k (q) sesine gider, fakat diğer
durumlarda bu y sesi, birincil olarak ünlüyle başlayan sözcüklerde ortaya çıkar,9 ör-
neğin Çuv. yus<* as “kakım”=Alt., Leb. as // Çuv. yüś-<yuś-< aç- “ekşi ol-
mak”=Tel., Krm. açı- // Çuv. yǐrana<*üreŋe “üzengi”=Tel., Şor üzeŋe=Mo. dürüge
// Çuv. yıran<* ıran<*ıran “çit”=Kaz.B. ızan vb.
Çuvaşçada yakın zamanlarda, söz başında ikincil bir y türemesi nedeniyle, Çuvaşça-
daki Türkçe ödünç sözcüklerin başında bulunan y sesinin korunmuş olması mümkündür.
Bu tip örnekler: Çuv. yah “taraf, yan”<Kaz.B. yak=Mo. caka “kıyı, kenar” // Çuv. yahǐn
“yakın”<Kaz.B. yakın; Çuvaşçada kurallı biçim śıvǐh<*yaguk=Orh. yaguk, Bar. yauk,
kök ya- // Çuv. yalan “daima”<Kaz.B. yalan, krş. Kaz.R. yalga- “uzatmak”=Mo.
cal-ga- “ilave etmek” // Çuv. yalav “bayrak”<Kaz.T. yalaw, Kaz.O. jalaw “bandana, bez
bağ”, Çağ. yalaw “bayrak”=Mo. calaga “kasketteki püskül” // Çuv. yaltǐra- “parla-
mak”<Kaz.B. yaltır-; buna karşılık Çuvaşçadaki kurallı biçim śulǐm “alev”=Osm., Alt. ya-
lın=Mo. cali // Çuv. yanah “kapı direği”<Kaz.B. yaŋak // Çuv. yanah “çene”<Kaz.B.
yaŋak “yanak” // Çuv. yanavar “kol” (sadece dua formüllerinde at hakkında kullanı-
lır)<Kaz.Bog. yanıvar, yanwar “hayvan”<Fars. // Çuv. yarlǐk “makbuz”<Miş. Nijni Nov-
gorod yarlık “pusula, not”, Uyg. yarlık “ferman”=Mo. carlig “emir, hüküm”; Çuvaşçada
kurallı biçim śırlah- “acımak, merhamet etmek”=Kaz.B. yarlıka- // Çuv. yasar “başıboş,
düzensiz”<yaz-<Kaz.B. yaz- “yanılmak, şaşırmak”, yazık “günah” // Çuv. yasmĭk “merci-
mek”<Kaz.B. yasmık // Çuv. ye “veya”<Kaz.B. ye<Fars. // Çuv. yey k “Ural
nehri”<Kaz.B. yayık=Kalm. zē // Çuv. yeyü “su baskını; bir ırmağın geniş ve sığ
yeri”<Kaz.T. yeyü “açma, yayma”, krş. Kaz.B.R. yeyǐl- “yayılmak”, krş. Uyg. yaδ- “yay-
mak”=Mo. cadagay “açık yer” // Çuv. yenç k “kadınların kemerinden sarkan

9
Ramstedt, age., 18.
Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler 48

cep”<Kaz.B. yançık “para kesesi”, Miş. Bug. yençǐk // Çuv. yeşer- “yeşermek”, yeş l “ye-
şil”<Kaz.B. yeşer-, yeş l, Krm. yaşıl // Çuv. yevçe “çöpçatan”<Kaz.R. yawçı, krş. Alt., Tel.
yūçı=Mo. yaguçi // Çuv. y k t “genç erkek”<Kaz.R. yigit // Çuv. y r n- “iğren-
mek”<Kaz.B. yiren- // Çuv. y rke “dizi, sıra”; binanın ahşap kısımları; seremoni”<Türk.,
krş. Kar.L. yerge “sıra”=Mo. cerge // Çuv. y s “pirinç, sarı bakır”<Kaz.B. yiz, Alt.
yes=Mo. ces “bakır” // Çuv. y sem “kuş üzümü”<Kaz.B. yözöm “üzüm salkımı”, Osm.
üzüm=Mo. ücüm<Türk. // Çuv. y t n “keten”<Kaz.B. yitǐn, krş. Tob. itǐn // Çuv. yǐla “se-
remoni”<Kaz.R. yola=Mo. coli-tay “düzenli” // Çuv. yǐlǐh- “bıkmak, usan-
mak”<Miş.Bug. yalık-, Tob. yalık- “yanlış olmak”; Çuvaşça yulhav “hata” eski bir ödünç-
lemedir<Kaz.R. yalkaw=Mo. calkagu // Çuv. yǐlǐn- “yalvarmak, rica etmek”<Kaz.R. ya-
lın-=Mo. cal-ba-ri- “dua etmek” > Alt., Tel., Kaz.R. yalbar- “yalvarmak, rica etmek” //
Çuv. yǐmran “tarla sincabı”<Kaz.R. yomran, Tel. yımran=Oyr. zurmun // Çuv. yǐnǐş “yan-
lış”, yǐnǐş- “yanlış yapmak”<Kaz.B. yaŋış, yaŋış-, krş. Orh., Alt. yaŋıl-=Mo. canggila- “dü-
ğüm yapmak” // Çuv. yǐpan- “kendini avutmak, teselli bulmak”, yǐpat- “avut-
mak”<Miş.Bug. yoban-, yobat-, krş. Kaz.R. yuwan-, yuwat-; krş. Çuv. yǐvaş “sa-
kin”<Kaz.B. yıwaş=Mo. nomukan<*nobukan // Çuv. yǐpşǐk “ince yağmur”<Kaz.B.
yıpşǐk; Çuv. y pen- “ıslanmak”, y pet- “ıslatmak”, y pe “ıslak”<Kaz.B. yıb-, krş. Kaz.O.
cıbǐt- “ıslatmak”=Mo. debte- “ıslatmak”// Çuv. yǐşkǐn, yuşkan “balçık, semaverin altında
oluşan pas”<Kaz. yoşkın “balçık” // Çuv. yǐva “buğday unundan yapılan bir tür küçük çö-
rek”<Kaz.R. yuaça “omlet”<yua- // Çuv. yǐvala- “yuvarlamak”<Türk., krş. Çağ. yuvala- //
Çuv. yǐvan- “devrilmek”<Türk., krş. Osm. yuvan- “döndürmek, çevirmek” // Çuv. yısna
“ablanın kocası”<Kaz.B. yizne // Çuv. yulan “binek atı”<Türk., krş. Alt. yalaŋ // Çuv. yul-
taş “yoldaş”<Kaz.B. yuldaş<yul “yol”; buna karşılık kurallı biçim Çuvaşçada śul=Alt.
yol, Kar.L. yol=Mo. col “şans, talih” // Çuv. yumah “bilmece”<Kaz.B. yomak, Kaz.R. yo-
mak=Mo. domog<domag “hikaye, fıkra” // Çuv. yuna- “tehdit etmek”<Kaz.R.
yanı-=Mo. canu- // Çuv. yunaşar “yan yana”<yanaşar, krş. Kaz.R. yeneşe “yakın, yana-
şık”, Alt., Osm. yanaş-<yan; Çuvaşçada kurallı biçim śum “yan” // Çuv. yupah “bir yaşında
tay”<Türk., krş. Osm. yapak “henüz emme çağında tay”=Mo. dāga “iki yaşında tay”,
Çuv. yupı “kol, dal”<Kaz.R. yep “çatal, yapa”, Çağ. yapa “iki uçlu yaba” // Çuv. yur- “kay-
nayan kapta lapa karıştırmak”<Türk., krş. Kum. yūr-, Tar. yugur-=Mo. cugura-; Çuvaş-
çada kurallı biçim śǐr- // Çuv. yura- “yaramak, hoşa gitmek”, yurat- “sevmek”<Kaz.R.
yara-, yarat-; Çuvaşçada kurallı biçim śuraś- “yaraşmak”=Kaz.B. yereş- “nişanlanmak, ev-
lenmek”// Çuv. yurǐ “şarkı”<Kaz.B. yır=Mo. cirga- “sevinmek, mutlu olmak” // Çuv. yuri
“mahsus, şaka olarak, kasten”<Kaz.R. yurıi=Mo. corig “maksat, niyet” // Çuv. yurlĭ “yok-
sul”<Kaz.R. yarlı // Çuv. yurt- “tırıs yürümek”<Kaz.R. yurt-, Alt. yort-, Uyg. yorı- “yürü-
mek”=Mo. corçi- “gezmek, dolaşmak”; Çuvaşçada kurallı biçim śǐrha “yorga, eş-
kin”=Kaz.R. yurga=Mo. ciruga<*coruga // Çuv. yusan- “güzel giyinmek”, yusavlǐ “iyi gi-
yimli”<Kaz.R. yasan- “süslenmek”, yasaw “düzenleme” + -lı eki, krş. Kaz. yasa- “yap-
mak”=Mo. casa- “düzenlemek” // Çuv. yut “yabancı”<Kaz.R. yat // Çuv. yün
“ucuz”<Türk., krş. Kaz.R. cün // Çuv. yüple- “anlamak”<Kaz.B. yüble-=Mo.
49 Nikolaus Poppe

cöble- “öğüt vermek” // Çuv. yüte- “bunamak”<Kaz.B. yöde- “şaşırmış, sıkılmış vaziyette
olmak”, Kaz.T. yöde- “bitkin olmak, güçsüz düşmek”=Mo. cüde-.
III. Çuv. ç=Türk. ç
Eski ç Çuvaşçada her durumda ś ile gösterilir (ünlüler arası durumda Ź10 veya śś),
örneğin Çuv. śaran<*çeren “çimen, ot bitmiş çayır”=Kaz.R. çirem // Çuv. simel “ba-
şak yığını”=Kaz.R. çümele // Çuv. ś r- “çürümek”=Çağ. çüri- // Çuv. śǐra “sık, yoğun
(orman)”=Mo. çirgay “sık, kalın (ağaç)”, çirgayiducu urgu- “sık bitmek”// Çuv. śǐrt-
tan “turna balığı”=Alt., Tel. çorton=Mo. çordo “kırmızı gözlü bir balık” // Çuv. śüpśe
“büyük ve kapaklı bir tekne”=Kaz.R. çapçak “tekne” // Çuv. v ś- “uçmak”=Alt., Leb.
uç-; Çuv. viś “üç”=Alt., Kkırg. vb. üç- // Çuv. viś- “acıkmak”=Krm., Kaz. aç- vb.
Birincil ç sesi de Çuvaşçada sızıcı ś sesine gelişmiştir. Bunun yanında Çuvaşçada,
akustik olarak Türkçe ç sesine çok yakın bir ses daha bulunur: Bu ses ťš’11 sesidir (ün-
lüler arası durumda ťťš’ veya D’Ž’12). Bu sesin, Türkçe ç sesinden çok farklı bir kay-
nağı da vardır ve bu kaynak i- sesi önündeki *t sesidir. Örneğin Çuv. çar-<*t ıd- “en-
gellemek”=Uyg. tıδ-, Sag. tıs-, Kaz.R. tıy-, Yak. tīt-=Mo. çidur<*tidur “köstek” //
Çuv. çilhe<*tilkay “dil”=Orh. tıl, Alt., Kkırg. til // Çuv. ç l-<*til- “dilmek, böl-
mek”=Alt., Kkırg. til- // Mo. çilge-<*tilge-, çilgegsen modun “soyulmuş ağaç”//Çuv.
ç m<*t n “ruh”=Uyg., Alt. tın=Mo. çinar<*tinar “doğa; karakter” // Çuv.
viç k n<*ötiken “keskin”=Sag. ötkün, Kkırg. ötkür- “delmek, delip geçmek” // Çuv.
śiç <*yëti “yedi”=Az. yëdi, Alt. yetti vb.
*t>ç ses değişimi Çuvaşçada çok eski değildir: Bunun kanıtı, bugünkü Çuvaşçada
śiçç sözcüğünün 14. yüzyıl Bulgar mezar yazıtlarında hala ciet(i) biçiminde olmasıdır.
Ayrıca birkaç tane yeni ödünç sözcükte de bu ses değişimi bulunur, krş. örneğin, Çuv.
ças “çabuk”<Kaz.R. tiz<Fars. // Çuv. çüreçe “pencere”<*tereçe<Fars. vb. Diğer
yandan ç sesi, Rusça palatal t’ ile de yer değiştirir. Krş. Çuv. çus “tahta dam”<Rus.
tes (t’os) // Çuv. çusta “hamur”<Rus. testo (t’esto) vb.13
Çuvaşçada ikincil ç sesi ťš’ olduktan sonra, ödünç sözcüklerdeki ç sesi ťš’ ile yer
değiştirmiştir. Türkçe ç sesine karşılık Çuvaşça ťš’ sesi ödünç sözcükler için önemli
bir göstergedir ve bunlar gerçek yeni ödünçlemelerdir. Bu tip ödünçlemeler:
1. Çuv. çakǐr “sarımtırak kestane rengi (göz için)”<Türk., krş. Osm. çakır göz “mavi
göz”, Budagov çagır küz “ala göz” (“bazı Tatarlar” tarafından kullanılır), Kırg. şagır “gri
gözlü” (atlar için)=Mo. çakir “tırnaklarda veya kanatlarda olan beyaz leke” // Çuv. çakma

10
Bu gösterim yerine, çeviride çağdaş Çuvaş yazımına uygun olarak ś tercih edilmiştir (çevi-
renin notu).
11
Bu gösterim yerine, çeviride çağdaş Çuvaş yazımına uygun olarak ç tercih edilmiştir (çevi-
renin notu).
12
Bu iki gösterim yerine de yine çağdaş Çuvaş yazımına uygun olarak ç tercih edilmiştir (çe-
virenin notu).
13
Ramstedt, age., s. 31.
Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler 50

“çakmak”<Kaz.R. çakma<çak- “vurmak”=Mo. çaki- “ateş çakmak”, çakigur “çakmak


taşı” // Çuv. çalǐş “eğri, çarpık”, çalǐş- “eğrilmek”<Kaz.R. çalış “eğri”, Osm. çal- “eğimli
olmak”=Mo. çalayi- “birbirinden uzaklaşmak” // Çuv. çallan- “kırlaşmak”<Kaz.T. çal-
lan-<çal “kır saçlı”=Mo. çal, çal bugural “kır” deyimi içinde // Çuv. çan “kilise
çanı”<Kaz.R. çaŋ<Mo. çang “vurmaya yarayan metal tabak” // Çuv. çap “şan, şöh-
ret”<Kaz.Bog. çap, örneğin atı çabı çıkmagan (hakkında kötü sözler söylenmemiş kız),
krş. Alt., Tel. çap, Uyg. çaw=Mo. çau (eski el yazmasında) “şan, şeref”<Uyg.;
çuurka-<*çawurka- “söylenti yaymak”, Bur.Alar. şūyā “ses, seda” // Çuv. çapak “bir tür
balık”<Kaz.R. çabak “küçük balık”; kurallı biçim Çuvaşçada śupah “çapak balığı” // Çuv.
çavǐr “kekik otu”<Miş. Bug. çambır // Çuv. çappan “etek”<Kaz.T. çapan, Tar., Kkırg. ça-
pan “ön tarafı açık etek” // Çuv. çarlan “martı”<Kaz.T. ak çarlak “balıkçıl”, Kaz.B. çarlak
“martı” // Çuv. çarşav “perde”<Kaz.R. çarşaw<Fars. // Çuv. çartak “Çuvaşların Hristi-
yanlık döneminden önce mezarın üstüne yaptıkları çatı”<Kar.T. çarlak “tavan arası
odası”, krş. Osm., Kar.L. çardak<Fars. // Çuv. çatǐr “çadır”<Kaz.R. çatır<Fars. // Çuv.
çavka “karga”<Miş.Bug. çawka, krş. Kaz.O. çewke, Kaz.R. çeyke // Çuv. çenç ke “balık
avında kullanılan bir tür çatal”<Kaz.R. çenǐçke // Çuv. çeçek “çiçek”<Kaz.B. çeçek=Mo.
çeçeg // Çuv. ç k nt r “pancar”<Kaz.R. çögöndör “kırmızı turp”, Osm. çükündür “siyah
turp”<Fars. // Çuv. ç l m “pipo”<Kaz.B. çil m<Fars. // Çuv. ç lp r “dizgin”<Kaz.R. çılbır
“zincir”, Alt., Leb. çılbır=Mo. çilbugur “yular ipi” // Çuv. ç n, ç n merçen deyimi içinde
“gerçek mercan”, krş. çın “doğruluk, dürüstlük”<Mo. çing “gerçek” // Çuv. ç nt r “par-
maklık, kafes veya oya şeklinde olan her şey”<Kaz.R. çıltar “parmaklık, yuva” // Çuv. ç p
“piliç”<Kaz.R. çıbǐş, Kar.T. çipçe // Çuv. ç r k “funt denilen eski ağırlık ölçüsünün dörtte
biri, çeyrek”<Kaz.R. çir k “çeyrek”<Fars. // Çuv. çirke- “sarmak”<Kaz.Bog. çirge-, Krm.
çerge- // Çuv. çǐkǐmla- “inatçı, kötü huylu olmak (atlar için)”<Kaz.T. çıgım “inatçı”+-la
eki,=Mo. çikimakay “inatçı” // Çuv. çǐkǐt “bir peynir çeşidi”<Kaz.Bog. çıgıt “sıkıştırılmış
peynir” // Çuv. çǐlah “çolak”<Kaz.O. çulak // Çuv. çǐlha- “dolaştırmak”<Kaz.R.
çolga- “dolamak, sarmak”, Kaz.O. “dolaştırmak” // Çuv. çǐlha “çorap”<Kaz.R. çolgaû,
Kkırg. çulgô // Çuv. çǐlt “çok, tam”<Kaz.O. çalt “çok” // Çuv. çǐm- “dalmak, bat-
mak”<Kaz.R. çum- , Alt., Leb. çom- // Çuv. çǐpar “örgü, alaca, benekli”<Miş.Bug. çobar,
Kaz.R. çuar=Mo. çoukar<*çowukar “renkli, karışık renkli” // Çuv. çǐpǐk “pipo çu-
buğu”<Kaz.R. çıbık, Krm. çubuk // Çuv. çǐpta “ıhlamur ağacının liflerinden örülmüş ha-
sır”<Kaz.R. çıpta // Çuv. çǐrǐş “bir tür çam”<Kaz.R. çırşı // Çuv. çĭt- “dayanmak, tahammül
etmek”<Kaz.R. çıda-<Mo. çida- // Çuv. çĭtlĭh “kalın çalılık”<Kaz.R. çıtır “filiz, sürgün” //
Çuv. çiye “kilise”<Kaz.R. çiye // Çuv. çik “üzerinde ot bitmiş sınır çizgisi”<Kaz.R. çik
“sınır”, Kar.T. çek=? Mo. çig “aralık” // Çuv. çiper “iyi, güzel”<Kaz.O. çiber “güzel, şi-
rin”<Mo. çeber “temiz, pak” // Çuv. çir “hastalık”<Kaz.R. çir // Çuv. çuh “yoksul-
luk”<Kaz.R. çak “kötü” // Çuv. çuh “hemen hemen değil, güçlükle”<Kaz.T. çak // Çuv.
çuh “zaman”<Kaz.R. çak =Mo. çag // Çuv. çukmar “sopa”<Kaz.R. çukmar “sopa”, Osm.
çokmar =Mo. çoki- “vurmak” // Çuv. çuman “ağır, tembel”<Kaz.O. çaman “tembel, huy-
suz (at için)”, Osm. çoman “hata”=Mo. çam-ku-sig “kötü huy” // Çuv. çup- “koş-
51 Nikolaus Poppe

mak”<Kaz.R. çap- “dörtnala gitmek”=Mo. çabçi- “vurmak, parçalamak”; Çuvaşçada ku-


rallı biçimi śup- “tokat atmak” // Çuv. çupkǐn “çapkın, serseri”<Kaz.Bog. çapkın “sakin
duramayan” (seyrek), “kurye, dükkan çırağı”, Osm. “muzip, şakacı; bıçkın” // Çuv. çuptar
“kula (at donu)”<Kaz.B. çaptar “kızıl (at)”=Mo. çabidar “beyaz yeleli ve kuyruklu kızıl
at” // Çuv. çurǐs “ele alışmamış vahşi” (at)<Kaz.R. çarış=Mo. çargu “inatçı, serkeş” //
Çuv. çühe-<*çuyha- “çalkamak”<Kaz.O. çayka- // Çuv. çül k “hamut bağı”<Kaz.R.
çöyöldörök // Çuv. çülmek “çömlek”<Kaz.R. çülmek.
2. Çuv. ançah “sadece”<Kaz.T. ançak<an-, 3. teklik kişi zamirinin kökü=Çuv.
un-=Mo. an-u 3. çokluk kişi zamirinin ilgi biçimi // Çuv. ançǐk “köpek”<Kaz.Bog. ençǐk,
Osm. encek “hayvan yavrusu” // Çuv. arça “kapağı kancalı kutu”<Kaz.O. erce, Çağ. arca
“büyük kutu” // Çuv. açǐl taş “şap”<Kaz.O. açu taş // Çuv. nç “inci”<Kaz.B. incü, Orh.
yençü // Çuv. rçe- “çoğalmak”<Kaz.R. ürçi- “gelişmek”<Mo. üreci- // Çuv. hayçǐ “ma-
kas”<Kaz.R. kayçı<Mo. kayiçi //Çuv. h sk ç “kıskaç, kerpeten”<Kaz.R. kıs-
kıç<kıs- “kısmak, sıkmak”=Çuv. h s-, kuś h s- “göz kırpmak” deyimi içinde=Mo.
kisa- “sıkıştırmak” // Çuv. hǐlçǐk “kılçık”<Kaz.O. kılçık, kıl “kıl” ile ilgili=Çuv. h l h=Mo.
kilgasun // Çuv. hǐpçǐk “küçük kıskaç”<kapçık<Mo. kapçig “kerpeten”; Türkçede bu söz-
cük şimdi sadece “kese” anlamıyla belgelenmiştir // Çuv. hǐrçǐk “kaşağı”;<KazR. kır-
gıç<kır- “kazımak”=Çuv. hir- “kazımak”=Mo. kirga- “kırkmak, kırpmak” // Çuv. hultǐrçǐ
“makara”<Kaz.R. kaldırça // Çuv. hultǐrmaçǐ “kadın gömleğinin omuz kısmında bulunan
işlemeli parça”<Türk., krş. Az. kolturmac “ceket gibi üste giyilen giyeceğin kesilmiş, aşağı
sarkan kolu”, Çağ. kolturmaç “yaka” // Çuv. hurçǐka “atmaca”<Kaz.R. karçıga<Mo. kar-
çagay // Çuv. kalça “filiz”<kelçe, krş. Miş.Bug. kelşe “biçilmiş tarlada yeni biten çalılar”,
krş. Osm. kölçe “yabani ot” // Çuv. karkǐçǐ “ufak av hayvanlarının derilerini gerip kurut-
mak için kullanılan çatallı sırık”<Kaz.R. kirgǐç “germeye yarayan ağaç parçası [Streck-
holz]” <kir- “germek”=Çuv. kar-=Mo. kerü- “sarmak, dolamak” // Çuv. kǐçǐk “kö-
pek”<Kaz.R. köçök, Tel., Kar.T. küçük “küçük köpek” // Çuv. kǐçǐkǐ “söğüt, fındık gibi
ağaçların tırtıl şeklinde çiçeği”<Türk., krş. Tob. küçük // Çuv. kim rçek “kıkır-
dak”<Kaz.R. kimĩrçek=Mo. kemi “kemik” // Çuv. küpç k “küçük yastık”<Kaz.R. küp-
çǐk, Kkırg. köpçük “eyer yastığı” // Çuv. munça “banyo”<Kaz.R. munça, Kırg. monşa //
Çuv. p çeke “salıncağın asılı olduğu yaylı kanca”<Kaz.R. bögelce “tırmığın etrafındaki
ağaç halka” =Doğu Mo. bolcin “yüzük” // Çuv. p rkenç k “örtü”<Kaz.R. börkençĩk “Ta-
tar kadınlarının örtüsü”<börken- “örtünmek”=Mo. bürkü- “örtmek” // Çuv. p çeh “köşe,
bucak”<Türk., krş. Osm. bucak, Kaz.R. boçmak // Çuv. pǐlçav “gelin tarafından nişanlısı
için hazırlanan veya satın alınan hediyeler, bunlar düğünden önce damadın küçük erkek
veya kız kardeşi tarafından alınıp götürülür, aynı zamanda düğün tarihi de belirle-
nir”<Türk., krş. Çağ. bolcaw “vade”, Kaz.T. bulcal<Mo. bolcaga, bolcar ay. // Çuv. pǐçǐkǐ
“bıçkı, testere”<Kaz.O. pıçkı, Osm. bıçkı // Çuv. pǐçǐr “keklik”<Kaz.R. böcar // Çuv. pılçǐk
“balçık”<Kaz.R. balçık<Mo. balçig // Çuv. puskǐç “üzengi”<Kaz.R. baskıç “merdi-
ven”<bas- “basmak”=Çuv. pus-=Mo. basu- “çekiştirmek, karalamak, kötülemek” //
Çuv. püremeç “bir tür börek”<Kaz.O. piremeç “kuvarklı pasta” // Çuv. sǐnçǐr “zin-
Çuvaşçada Türkçe Ödünç Sözcükler 52

cir”<Kaz.Bog. zincǐr <Fars. // Çuv. sunçǐka “balık avında kullanılan bir çatallı de-
mir”<Kaz. sançki “çatal”, Orh. sanç- “batırmak” ile ilgili; krş. Çuv. çenç ke “balık avında
kullanılan bir çatallı demir”<Kaz.O. çenĩçkĩ “çatal” // Çuv. şǐnkǐrçǐ “sığırcık kuşu”<sıŋır-
çık, krş. Kaz.R. sıŋırançı, Kaz.B. sıgırçık, Kaz.O. sıyırçık // Çuv. şǐpçǐk “bülbül”<Kaz.O.
çıpçık “serçe”, krş. Kaz.R. kara çıpçık “küçük bir ötücü kuş” // Çuv. tayançǐk “yeni gelin
eve geldiği zaman kaynatası tarafından hediye edilen hayvanlar”<Kaz.R. tayançık “güve-
nilir, sadık (gelin kocasının evine giderken arabasının önüne koyun veya inek getirilir, ge-
lin inip hayvanı bir bezle örter, bundan sonra hayvan gelinin malı sayılır ve tayançık adı
verilir)”<tayan- “dayanmak”, krş. Krm. taya- dayamak”, Uyg. tayak “baston, sopa” >
Mo. tayag // Çuv. taçǐka “ıslak, yapışkan; pişmemiş hamur gibi”<Kaz.O. taçka “ekmekte
dalga biçimi”=Mo. taça “bataklık çamuru” // Çuv. tǐpaçǐ “kırık sopa şeklinde bir tür har-
man döveni”<Kaz.B. tepeç; belki Kazancada da diğer Türk dillerinden bir ödünçlemedir,
çünkü kökü Kazancada tip- “vurmak”=Alt. tep- biçiminde belgelenmiştir, krş. Çuv. tap- //
Çuv. ulaça “bir tür alacalı kumaş”<Kaz.R. alaça<ala “alaca”=Çuv. ula=Mo. alag // Çuv.
üreçe “kızağı devrilmesine engel olan yan kısımlar”<Kaz.R. üreçe // Çuv. v çe
“kalça”<Kaz.R. oça “sağrı kemiği, arka taraf”, Alt., Tel. uça=Mo. uguça “sağrı kemiği”
// Çuv. vuçah “ocağın iki yanındaki çukurlar”<Kaz.O. uçak “ocak”.
Çuvaşça t’ṧ- sesi ödünç sözcüklerde sadece genel Türkçe ç sesine değil, c sesine de
denk gelir ve bu ses bir dizi diyalektte ve ayrıca Hristiyan Tatarların diyalektlerinde
de y’den gelişmiştir. Volga Bulgarlarının dili bilindiği gibi, aynı zamanda bir c- diya-
lektiydi, krş. Bulg. cür “100” vb., fakat bu c daha sonra Çuvaşçada ś olmuştur. Fakat
biliyoruz ki Çuvaşçada ikincil bir j sesi de bulunuyordu ve Çuvaşçadaki Türkçe ödünç
sözcüklerde y sesi bu j14 ile yer değiştirmiştir. c diyalektinden alınan ödünç sözcük-
lerde ise bu c Çuvaşçada ç olmuştur. Bu tip sözcükler çok azdır, örneğin: Çuv. ç re
“yürek”<Kaz.O. cörek, krş. Osm., Leb. yürek=Mo. cirüken // Çuv. çǐmǐr “yuvarlak;
yumruk”<Kaz.O. comoro, krş. Kaz.O. comrok “yumruk”; Çuvaşçadaki kurallı biçim
śǐmǐr “yuvarlak; yumruk” // Çuv. çǐm “bir içecek kabı”<Kaz.O. cam ayak “ka-
deh”<Fars. // Çuv. çun “can, ruh”<Kaz.O. can<Fars.; daha eski biçim Çuvaşça śın
“adam”dır.

14 Çağdaş Çuvaşçanın yazımında bu ses y ile gösterildiği için bu çeviride de y sesi tercih edil-
miştir (çevirenin notu).
6

Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi


Nikolaus Poppe1
Çuvaşçanın yeri hakkında iki varsayım mevcuttur: Araştırmacıların bir kısmı Çuvaş-
çayı Türkçeleşmiş bir Fin-Ugor dili sayarken, diğer bir grup gerçek Türkçe sayar. Çu-
vaşçanın kökeni ile ilgili varsayımlara toplu bir bakış, Rusça makalemde ( Bulletin de
l’Acad. des Sciences de Russie, 1924) ve “Die tschuwasische Lautgesetze” (Asia Ma-
jor I, s. 775 vd.) adlı makalemde bulunabilir. Bu nedenle araştırma tarihinin sorunla-
rıyla daha fazla ilgilenmeden hemen bu makalemin konusuna geçeceğim.

İlk Hece Ünlüleri

1. Ana Çuvaşçada kısa ve uzun ünlüler mevcuttu. Uzun ünlüler birincil vurgulu ünlü-
lerden gelişmişti. Bu nedenle kısa ve uzun yerine vurgusuz (veya zayıf vurgulu) ve vur-
gulu (veya güçlü vurgulu) ünlüler demek daha doğru olur. Aşağı yukarı aynı ilişkiyi
Türkçede de buluyoruz: Bugünkü Türk diyalektlerinde sesteş, ama anlamları farklı
olan köklerin ünlüleri nicelik açısından farklı seslere götürülebilir. Örneğin Yak.
as- “açmak”<*ăç- ve Yak. ās “aç”<*āç<*àç; Yak. ot “ot”<*ŏt ve Yak. uot
“ateş”<*ōt<*ŏt vb. Yukarıda da görüldüğü gibi Ana Türkçede, kök hece ünlüsünün
niceliğiyle ayrılan bir dizi tek heceli ve eş sesli kök vardı: Zayıf vurgulu (kısa) ve güçlü
vurgulu (yarı uzun) ünlüler.
Yakutçada hala, kök hece ünlüsünde paradigmatik bir nicelik değişimi mevcuttur:
Ünsüzle biten tek heceli bir kök, ünlü ile başlayıp ünsüz ile biten bir ek alınca kök
hece ünlüsü kısalır: bies<*bēş<*bèş “beş” ve besis “beşinci”<*běşinç. Böylece vurgu
eke geçmiş olur (krş. Asia Major I, s. 780).
Yakutçadaki uzunlukları ise W. Radloff çok farklı biçimde açıklamıştır. Çünkü o,
uzunluğun önce Yakutça bölgesinde, ilgili kökleri sesteşlerinden ayırma çabası nede-
niyle ortaya çıktığına inanıyordu (krş. “Die jakutische Sprache in ihrem Verhältnisse
zu den Türksprachen”, Mémoires de l’Acad. Impériale des Sciences de St.-Péters-
burg. VIII Série, Vol. VIII, No. 7, s. 8). Fakat bu varsayım son derece asılsızdır. Biz
uzun ünlüleri diğer Türk dillerinde ve Çuvaşçada da buluyoruz. Bull. de l’Acad. des

1
“Die tschuwassische Sprache in ihrem Verhältnis zu den Türksprachen”, Kőrösi Csoma-
Archivum II, 1926-32: 65-83.
Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi 54

Sciences’deki makalemde de uzun ünlülerin Ana Türkçede ve hatta Ana Bulgar Türk-
çesinde de (veya Çuvaşçada) bulunduğunu belirtmiştim. Burada ben bir adım daha
ileri giderek, Ramstedt’in Çuvaşça için kabul ettiği gibi (krş. “Zur Frage nach der
Stellung des Tschuwassischen”, JSFOu XXXVIII, 1. Helsinki, 1922, s. 10 vd.) uzun
ünlülerin birincil güçlü vurgulu ünlülerden geliştiğini kabul ediyorum.
Şimdi nicelik açısından farklı bulduğumuz ünlüler, Çuvaşçada özel olarak farklı
nitelikte seslere gelişmişlerdir. Böylece vurgusuz (zayıf vurgulu) ünlüler Çuvaşçada ĭ
veya olmuştur. Bu yüzden ĭ ve sesleri zayıf vurgulu a, o, u, ė, ö, ü, ı, i ünlülerine geri
götürülebilir. Çuvaşça doğal olarak ön ė, ö, ü, i ünlülerine, ĭ da art a, o, u, ı ünlülerine
gider.

Vurgulu Ünlüler
2. Vurgulu (güçlü vurgulu) *a (*à) Çuvaşçada u sesine değişmiştir. Örnekler: Çuv. u̬ra
“ayak”=Tü. adak<*aδak; Çuv. ut “at”=Tü. at; Çuv. śu̬ran “yaya”=Tü.Orh. yaδag vb.
Bulgar mezar yazıtlarında a henüz değişmemiş olduğundan bu *a>Çuv. u̬ (~u)
geçişi, asıl 14. yüzyıldan sonra tamamlanmış olmalıdır. Örneğin Bulg. ‫ ﺠﺎﻞ‬cal
“yıl”=Çuv. śu̬l=Tü. yaş; Bulg. ‫ آﻳﺢ‬ayıh “ay”=Çuv. uyĭh=Tü. ay (Aşmarin, Bolgary i
çuvaşi, s. 103). Bir durumda Türkçe a sesine Çuvaşçada vi denk gelir: Çuv. viś- “aç
olmak”=Yak. ās-<*àç- Çuvaşça viś- belki àç-. biçimine değil de *ag-aç- gibi özel bir
biçime geri götürülebilir.
3. Türkçe ä ve Moğolca e sesi Çuvaşçada a sesine denk gelir. Bu a sesi bir *e sesine
gider. *e>a değişimi Çuvaşçada IX. yüzyıldan sonra tamamlanmış olmalıdır, çünkü
Macarcadaki Eski Çuvaşça ödünç sözcüklerde e sesi korunmuştur. Örneğin Mac.
bélyeg “iz, işaret”<Eski Çuv. *belük=Çuv. pallĭ (krş. Z. Gombocz, Die bulga-
risch-türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache, Helsinki, 1912, MSFOu
XXX, s. 43). Örnekler: Çuv. akka “büyük kızkardeş”=Mo. eke “anne”; Çuv. ama
“anne”=Mo. eme “kadın”; Çuv. ar “erkek”=Tü. er=Mo. ere; Çuv. alĭk “kapı”=Tü.
äşik; Çuv. kala- “konuşmak”=Mo. kele-; Çuv. samĭr “şişman”=Tü. sämiz vb.
4. Ana dilde geniş e (*e) sesi yanında bir de *ė, yani dar bir e sesi de vardı. Bu ses
VII.-VIII. yüzyılın Yenisey Türkçesinde hala korunuyordu. Örneğin ėki “iki”, bėş
“beş”, bėl “bel”, ėş “arkadaş”, ėt- “yapmak”, yėtmiş “yetmiş”, ėl “halk” (krş. V. Thom-
sen, “Une lettre méconnue des inscriptions de l’Jénissei”, JSFOu XXX, 4, s. 9). Bu-
günkü diyalektlerden Azerbaycancada geniş e sesi yanında bir de *ė bulunur. Örneğin
äl “el” fakat ėl “halk”. Son olarak XIII.-XIV. yüzyılın Eski Moğolcasında dar bir e
sesi vardı. Örneğin yė-ḳe “büyük”, dėŋ-ri “gök”, ė-de “buna” (Quadrat yazıtında bel-
gelenmiştir).
55 Nikolaus Poppe

Vurgulu *ė sesi Çuvaşçada i’ye değişmiştir. Örnekler: Çuv. itle- “işitmek”=Türk.


*ėşit-, Osm. işid-; Çuv. pill k “beş”=Tü.Yenisey bėş; Çuv. śil “meme”=Türk.Tar.,
Kuman., Çağ. yälin=Mo. deleng, Çuv. śiçç “yedi”=Tü. yäti vb.
Söz başında bulunduğu birkaç durumda bu * ė sesi ya olmuştur. Örneğin Çuv. yal
“köy”<*ėl, krş. Yenisey ėl “kabile, boy”; Çuv. yat<*ėt “ad, isim”=Tü.Uyg. ėt “et”.
5. *i sesinin temsilcisinin Çuvaşçada *ė’nin temsilcisi ile aynı olduğu durumlar: *ì
(vurgulu i)>Çuv. i. Örneğin, Çuv. kir k “kir”=Tü.Osm., Alt. vb. kir; Çuv. sille- “sal-
lamak”=Tü.Kırg., Koyb., Kuman. silik-=Mo. silgüd- “silkinmek” vb.
6. Bir *i sesine art *ı ünlüsü denk gelir. Bu vurgulu *ı Çuvaşçada a ile temsil edilir.
Örneğin, Çuv. çar- “tutmak, engellemek”<*tīδ-=Tü.Uyg. tıδ-, Soy. tıs- “tutmak, alı-
koymak”, Yak. tīt- “ayırmak”; Çuv. yar- “göndermek”=Tü.Uyg. ıδ-, Soy. ıt-.
Ayrıca Ramstedt, age., s. 12.
7. Vurgulu *o ve *u ünlüleri Çuvaşçada u̬ olmuştur. Örnekler: Çuv. u̬tĭ “ot”=Türk.
ot; Çuv. hu̬r- “koymak”=Tü.Uyg. koδ-, Alt. koy-; Çuv. u̬hĭ “ok”=Türk. ok; Çuv. śu̬rt
“çiftlik”=Türk. yurt vb.
8. Vurgulu *ö ve *ü ünlüleri Çuvaşçada genellikle u̬ (~u) ile temsil edilir, örn. Çuv.
kur- “görmek”=Türk. kör-; Çuv. um “ön”=Tü.Uyg. öng, Tel., Leb öŋ “ön taraf”; Çuv.
kul- “gülmek”=Tü.Kırg., Çağ., Koyb., Uyg. kül-; Çuv. ku̬n “gün”=Türk. kün vb.
Ayrıca vurgulu *ö sesi iç seste ĭva ile temsil edilmiştir. Açıkça anlaşılıyor ki vurgulu
*ö sesi Eski Çuvaşçada önce uzayarak *ȫ olmuş, daha sonra *üö diftonguna değişmiş,
son aşamada ĭva olmuştur. Yani: vurgulu *ö>*ȫ>*üö> ĭva.
Örnekler:
Çuv. kĭvak “mavi”=Yak. küöḫ<*kȫk, krş. Mac. kék (=kēk), Uyg., Alt. kök
“mavi”=Mo. köke, Çuv. kĭvakal<*kȫkel “ördek”=Tü.Kkırg. kögöl “erkek ördek” ve
Çuv. kĭvakarçĭn “güvercin” <kȫkertin=Tü.Tat. kügerçin = Mo. kögelcirgene; Çuv.
kĭvar “köz”=Tü.Osm. kör, Koyb. kös; Çuv. kĭvapa “göbek”=Tü.Osm. göbek; Çuv.
tĭvatĭ “dört”=Türk. tört =Mo. dörben vb.

Vurgusuz Ünlüler

9. Belirtildiği gibi (krş. 1) vurgusuz (zayıf vurgulu) ünlüler Çuvaşçada veya ĭ olmuş-
tur. ünlüsü ön (ė, ö, ü, i); ĭ ünlüsü de art (a, o, u, ı) ünlülere gider.
Örnekler:
1. *a: Çuv. h rhü “ekşi”=Tü.Uyg. kadgu, Alt. kaygu=Mo. gasigun “acı”; Çuv. ś n
“yeni”=Tü. yaŋı=Mo. canggi “yenilik”; Çuv. sĭmsa “burun”=Mo. samsa “burun de-
liği”; Çuv. śĭmĭr “yağmur”=Türk. yağmur vb. Bu vurgusuz (zayıf vurgulu) *ă önce *ȧ
(low-mixed-wide) sesine değişmiş, sonra da (ĭ) olmuştur. Pek çok durumda bu (ĭ)
üzerinden daha sonra i’ye değişmiştir. Bu değişim (*a>ı) Yakutçada da vardır (belki
Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi 56

paralel bir gelişme?). Örneğin, Çuv. il- “almak”=Yak. ıl-, Osm. al-; Çuv. ırĭ
“iyi”=Yak. ırās “saf”, Uyg. arıg=Mo. arigun “saf”; Çuv. ıyt- “sormak”=Yak.
ıyıt- “sormak”, Alt. ayt- “söylemek”=Mo. ayiburçi “geveze”; Çuv. hıś- “kaşı-
mak”=Türk. kaşı-=Mo. kalçi- “kaşımak” vb.
Ramstedt a>ı değişiminin Çuvaşçada, izleyen *ı, *l, *r ve *y seslerinden sonra ge-
liştiğine inanıyor (age., s. 7) fakat burada bütün durumların bu yöntemle açıklanama-
yacağı dikkat çekiyor. Bu ses değişimi başka seslerin önünde de gerçekleşmiştir. Ör-
neğin, Çuv. śıtar “yastık”=Yak. sıt- “yatmak”, sıttık “yastık”, Osm. yat-, yatak; Çuv.
hıt- “katı olmak”=Yak. kıtānaḫ “sert”, Uyg. kat- “sert olmak”=Mo. kata- “sert ol-
mak” vb. Bence bu *ă>*ȧ>*ĭ>*ı değişiminin nedeni belirlenememiştir.
Bütün bunları göz önünde bulundurursak şunu elde ederiz:

*ă> *ȧ>
↙ ↘
*ĭ>ı

2. *ė: Çuv. ś r “yer”=Türk. yer; Çuv. y k r “çift”=Tü.Kumanca egiz, Bar. ägis


“ikiz” vb.
3. *i: Çuv. p r “bir”=Tü.Osm., Krm bir, Tat., Kkırg. br̥; Çuv. p l-“bil-
mek”=Tü.Osm., Orh., Yak. bil-; Çuv. ç r “diz”=Tü.Orh., Az. vb. tiz vb.
4. *ı: Çuv. h l “kış”=Türk. kış; Çuv. hĭlĭh “at kılı”=Tü.Alt., Tat. vb. kıl “kıl”=Mo.
kilgasun “kıl”; Çuv. h r “kız”=Türk. kız; Çuv. yĭran “iz”=Tü.Tat. ızan; Çuv. pĭru “bu-
zağı”=Tü.Tat. bızau=Mo. biragu vb.
5. *o: Çuv. hĭvĭl “boş”=Tü.Uyg. kogus=Mo. kogosun; Çuv. sĭhĭ “hırslı”=Tü.Uyg.
sok vb.
6. *u: Çuv. yĭva “yuva”=Tü.Alt. vb. uya=Mo.Halh. uyā; Çuv. śĭltĭr “yıldız”=Türk.
yulduz; Çuv. pĭr “buz”=Türk. buz vb.
7. *ö: Çuv. n- “yanmak”=Tü.Uyg. öng- “sararmak”, Tel. öŋ- “solmak”; Çuv.
k per “köprü”=Tü.Osm. köprü=Mo. *köwerge, yazı dili kögerge “köprü”; Çuv.
kĭkĭr<*kökür “göğüs”=Tü.Osm. göküz; Çuv. kĭmĭllĭ “iyi kalpli”=Tü.Orh. köŋül “gö-
nül”=Mo. kömüldürge “göğüs kayışı”; Çuv. pĭkĭ<*bök “tıpa”=Tü.Alt. pök=Mo.
bögle- “mantarla kapamak”.
8. *ü: Çuv. k r “güz”=Tü.Uyg. küz; Çuv. k r “ip”=Tü.Alt. küzüg; Çuv. ś r
“100”=Türk. yüz; Çuv. ś r “yüzük”=Tü.Osm. yüzük; Çuv. t l k “düş”=Tü.Uyg. tüş;
Çuv. kĭntĭr “gündüz”=Tü.Uyg. kündüz; Çuv. sĭnĭ “diken”=Tü.Krm. süŋgü “süngü”
vb.
57 Nikolaus Poppe

Sonuç olarak, Çuvaşçada ş, k ve y sesleri ön ünlüleri arka sıraya, ve ś, ç ve l sesleri


de arka ünlüleri ön sıraya çekmektedir. Örneğin, ĭşĭ “sıcak”<* ş <*isig;
kĭlar-<*k ler-<*kilür- “getirmek”; yısna<*yisne<Tat. yiznä “kayınbirader”;
ś n <*śĭnĭ<*yaŋı “yeni”; çim<*çĭm<*tın “ruh”; il-<*il-<*al- vb. (Krş. Ramstedt,
age., ss. 13-14). Bu yolla Çuvaşçadaki ~ĭ ve i~ı değişimleri de açıklanabilir.
10. Söz başı dudaksıl ünlüler Çuvaşçada bir v- protezi ile görülürler. Ramstedt
bunu, Eski Çuvaşçada söz başı ünlünün “gradual glottid” olması ile açıklıyor (age., s.
14). Buna şöyle karşı çıkılabilir: Her durumda bu olay gerçekleşmiyor. Örneğin, Çuv.
uhĭ “ok”=Türk. ok, Çuv. utĭ “ot”=Türk. ot vb. fakat Çuv. vut “ocak”=Türk. ot ve
Yak. uot, Çuv. vun “on”=Türk. on ve Yak. uon vb. Ayrıca ben, Bull. de l’Acad.’de
yayımlanan makalemde, bu v- protezinin ünlünün uzunluğundan kaynaklanıyor ola-
bileceğini belirtmiştim. Bu açıklamanın beni pek tatmin etmediğini itiraf etmeliyim
fakat, şimdilik daha iyisini yapacak durumda değilim.
11. *ìa Birleşiği.
Çuvaşçada birkaç ünlünün önünde bir ì protezi bulunur. Bunlar *i, *ı ve *a, ayrıca
Ramstedt’e göre *e (age., s. 14) ünlüleridir. *ı ve *i ünlülerinin önündeki protez, ses
psikolojisiyle açıklanabilir. Krş. Çuv. yĭtĭ “köpek”<*yıta<*ıta=Tü. Orh. ıt “köpek”;
Çuv. y ner “eyer”<*yinär<*iŋer=Tü.Tat. yär, Osm. äyär, Yak. ıŋır vb. (Krş. Tü.Çağ.
yıgaç “ağaç”<ıgaç vd.)
*a önündeki ì protezi konusunda ise Ramstedt bunun çok seyrek rastlanan bir du-
rum olduğunu söylüyor (agy.). Örneğin, Çuv. yus “as”<*yas<* ìas=Tü.Alt., Leb.,
Tat., Uyg., Orh. as fakat Çuv. ut “at”<*at=Türk. at vb. Ramstedt bu ünsüz öğenin
“gradual glottid”ten geliştiğine inanıyor (agy.). Fakat, Eski Çuvaşçada söz başı ünlü
böyle bir “gradual glottid”le bulunuyor olsaydı, bu ünsüzün her durumda ortaya çık-
ması gerekirdi. Başka bir deyişle, her söz başı *a’nın bir yu yaratması gerekirdi, fakat
öyle olmamıştır. Ben ayrıca Çuvaşça yu’nun *ìa, yani ì ve a ses birleşiğine gittiğine
inanıyorum. Bu arada bu ì sesi inorganik, Çuvaşçaya özgü araya sokuşturulmuş bir şey
[Einschiebsel] değildir, tersine birincildir. Bunu şuradan da anlayabiliriz. Bunu Çu-
vaşça yu’nun (<*ìa) Moğolcada i ünlüsüne, Çuvaşça u’nun (<*a) ise Moğolcada a
ünlüsüne denk gelmesinden anlayabiliriz. Bu nedenle *ìa birleşiğinin Eski Altayca ol-
duğunu kabul etmek gerektiğine inanıyorum.
Örnekler: Çuv. yuh- “akmak”=Türk. ak-; Çuv. yun “kan”<*ḱìan<*qìan=Türk.
kan; Çuv. yul- “kalmak”=Türk. kal-; Çuv. yur “kar”=Türk. kar; Çuv. çul
<*t’ial<*tìal=Türk. taş=Mo. çilagun<*tilagun vb.; Çuv. şurĭ “be-
yaz”<*śìarı<*sìarıg=Tü.Uyg. sarıg “sarı”=Mo. sira “sarı”; Çuv. śur “ilkbahar”
<*cìar<*yìar=Türk. yaz=Mo. nirai “yeni doğmuş” vb.
Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi 58

İlk Hece Dışındaki Ünlüler

12. İlk hece dışındaki ünlülerin Moğolcada, Türkçede ve özellikle de Çuvaşçadaki du-
rumları çok sorunludur. İlk hece dışındaki ünlüler en iyi Moğolcada korunmuştur.
Örneğin, çeşitli köklerdeki ünlüler, Moğolcada korunduğu halde Türkçe ve Çuvaş-
çada düşmüştür. Örneğin, Mo. çila-gun “taş”=Türk. taş; Mo. düri “yüz”=Tü. yüz;
Mo. saga- “sağmak”=Tü. sag-; Mo. tüne “karanlık”=Tü. tün “gece”; Mo.
kaga-<*kawà- “kapamak”=Tü. kap-; Mo. ere “erkek”=Tü. er; Mo. köke
“mavi”=Tü. kök vb. Kurallı olarak Çuvaşçada söz sonundaki ünlü düşer, örn. kĭvak
“mavi”, ar “erkek” vb; fakat birkaç durumda Çuvaşçada bu ünlü korunmuştur, örn.
Çuv. yĭtĭ “köpek”=Tü. ıt; Çuv. utĭ “ot”=Tü. ot=Mo. ota-çi “doktor” vb.
İlk hece dışındaki vurgusuz ünlüler ilk hecede olduğu gibi (ĭ) olmuşlardır. Örne-
ğin utĭ “ot”<*òtă, ılttĭn “altın”<*áltǔn vb.
İlk hece dışı vurgulu ünlüler korunmuştur. Dar ünlüler vurgunun etkisiyle geniş-
lemiştir. Örneğin. śıtar “yastık”<*yătır, *yat- vb. Söz başı zayıf vurgulu ünlü aynı ko-
şullar altında sık sık düşer, örneğin lar- “oturmak”<*ĭlar-<*olur- vb. (Krş. Ramstedt,
age, ss. 15-16).
Şimdilik bunlar, ilk hecede bulunmayan bütün ünlüler için söylenebilir.

Ünsüzler

13. *q ve *k Sesleri.
Birincil *q (art k sesi) Çuvaşçada söz başı ve söz sonunda h olmuştur. Örneğin,
Çuv. h l “kış”=Türk. qış; Çuv. h l h “at kılı”=Türk. qıl=Mo. kilgasun “saç”; Çuv.
yuh- “akmak”=Türk. aq-; Çuv. pĭh- “bakmak”=Türk. baq- vb.
Bu *q>h değişimi herhalde XIV. yüzyıldan önce olmuştur. Çünkü XIV. yüzyılın
Bulgar yazıtlarında her yerde h bulunuyordu. Örneğin dš0 hır “kız” (Çuv. h r)=Türk.
qız; dþ◊ tohur “dokuz” (Çuv. tĭhhĭr)=Türk. tokuz; `²¬ ayıh “ay” (Çuv. uyĭh )=Türk.
ay vb.
Ünlüler arası durumda *q sesi hh veya G2 olur. örneğin. tĭhhĭr “dokuz”, çĭhĭ veya
çĭGĭ “tavuk”=Türk. taquq vb.
Birincil i sesi önünde *q, Çuvaşçada y olmuştur. Örneğin yun “kan”<*qĭan;
yul- “kalmak”<*qìal-; y n <*qini “kın”=Türk. qın vb.
Birincil *k yarı öndamaksıl [mediopalatal] k Çuvaşçada k ile temsil edilir. örneğin.
Çuv. kala- “konuşmak”=Mo. kele-; Çuv. k m l “gümüş”=Türk. kümüş; Çuv. alĭk

2
Ünlüler arası durumdaki yarı ötümlü q sesi için kullanılan bu gösterim çağdaş Çuvaş yazı-
mında yer almaz. Bunun yerine, diğer durumlarda olduğu gibi q gösterimi kullanılır: çĭkĭ
(Çevirenin notu).
59 Nikolaus Poppe

“kapı”=Türk. eşik; Çuv. pil k “bel” <*bėlik=Mo. bel-kü-gü-sün= Türk.Yenisey bėl


vb.
Ünlüler arası durumda *k sesi kk veya G3 olur. örneğin. akka “abla”=Mo. eke
“anne”; Çuv. kĭvaGal “ördek” <*kȫkül=Tü.Kırg. kögöl vb.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Ana Çuvaşça söz başı *q ve *k (diğer pek
çok Türkçe denklik gibi) Ana Altaycada *ġ ve *g sesleri ile temsil edilirler. Örneğin,
Mo. ġasiġun “acı”=Çuv. h rhü “ekşi”; Mo. gölige “genç köpek veya hayvan”=Eski
Çuv. *köľök> Mac. kölyök=Türk. köşek “deve yavrusu veya genç hayvan” vb.
14. *ġ ve *g Sesleri.
*ġ sesi Çuvaşçada, hece ve sözcük sonunda düşmüş, ünlüler arası durumda v ol-
muştur. örneğin. Çuv. śu- “yağmak”=Tü.Osm. yaġ-; Çuv. śu “yağ”=Türk. yaġ; Çuv.
tu “dağ”=Tü.Uyg. taġ; Çuv. ıvĭl “oğul”=Tü.Orh. oġul; Çuv. hĭvĭl “kovuk”=Tü.Uyg.
qoġuş=Mo. qoġosun; Çuv. savĭl “kama”=Tü.Kmd., Alt. sıġış vb.
Aynı durum *g için de geçerlidir. Örneğin av- “eğmek”=Türk. eg-; Çuv. k v
“ezgi”=Tü.Bar. küy=Mo. kög “müzik”; Çuv. śir m “yirmi”=Türk. yigirme vb.
*ġ ve *g yitimi eski tarihlidir, krş. Mac. boryú “buzağı” <Eski Çuv. *buřu=Çuv.
pĭru=Tü.Tat. bızau, Osm. buzaġu=Mo. biraġu; Bulg. gMš¦—Uš2 cierminş “yir-
minci”=Çuv. śir m “yirmi” vb.
15. *t Sesi.
Birincil *t sesi t ile temsil edilir. örneğin. Çuv. tar- “koşmak”=TüOrh. tez-; Çuv.
til “yer”=Türk. tuş “karşı karşıya bulunan taraflar”; Çuv. tü- “ezmek”=Tü.Çağ.
tüy-=Mo. tügül- “ezmek”; Çuv. vut “ateş”=Türk. ot; Çuv. hıt- “katı olmak”=Türk.
qat-=Mo. qata-; Çuv. ut “at”=Türk. at vb.
Ünlüler arası durumda *t sesi Çuvaşçada D4 olur. Örneğin, Çuv. vaDĭ “eski”=Mo.
ötegü; Çuv. uDĭ “ot”=Türk. ot vb.
Birincil *i sesi önünde *t sesi Çuvaşça ve Moğolcada ç olur5. Örneğin, Çuv. ç m
“nefes”=Tü.Uyg. tın “ruh”; Yak. tīn “ruh”; Çuv. ç r “diz”=Türk. tiz; Çuv. śiçç
“yedi”=Tü.Çağ. yeti, Yenisey yėti; Çuv. viç k n “keskin” <*ötiken=Tü.Uyg. öt-
kür- “delmek”, Alt., Tel. ötkür “keskin”, Tat. ütken “keskin” vb.

3
Ünlüler arası durumdaki yarı ötümlü k sesi için kullanılan bu gösterim çağdaş Çuvaş yazı-
mında yer almaz. Bunun yerine, diğer durumlarda olduğu gibi k gösterimi kullanılır: kĭvakal
(Çevirenin notu)
4
Ünlüler arası durumdaki yarı ötümlü t sesi için kullanılan bu gösterim modern Çuvaş imla-
sında yer almaz. Bunun yerine, diğer durumlarda olduğu gibi t gösterimi kullanılır: vatĭ
(Çevirenin notu).
5
Poppe bu durumda, Çuvaşça için ťš΄ gösterimini kullanmışsa da çağdaş Çuvaşça için aynı
durumda ç harfi kullanıldığından bu yazıda da ç tercih edilmiştir (Çevirenin notu).
Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi 60

*t>ç değişiminin XIV. yüzyıldan sonra gerçekleşmiş olması mümkündür. Macar-


cadaki eski ödünç sözcüklerde i önündeki t korunmuştur. Örneğin, tyúk “tavuk”
<*t’auk=Çuv. çĭhĭ, krş. Bulgarcada henüz ®Uš2 ciet(i) “yedi”.
Ana Çuvaşça söz başı *t pek çok durumda *d sesine gider. Örneğin, Çuv. tĭvatĭ
“dört”=Mo. dörben; Çuv. tĭvar “tuz”=Mo. dabusun vb.
16. İç ve son seste δ ve d.
*d iç seste, sadece n, l, r ünsüzlerinden sonra görünür. Ünlüler arası durumda ve
diğer bütün ünsüzlerden sonra sadece bir *δ, yani dişler arası bir d sesi bulunur. Bu
*δ sesi Çuvaşçada r ile temsil edilir. Örneğin, Çuv. ura “ayak”=TüUyg. aδak, Soy.
adak, Sag. azak, Osm. ayak, Yak. atah; Çuv. śuran “yaya”=TüOrh. yaδag, Çağ. yadag,
Tat. yayaw, Yak. satī; Çuv. hur- “koymak”=TüUyg. koδ-, Osm. ko-, Kkırg. koy-; Çuv.
*kagδa>hura “kuru ot”=Mo. kagda; Çuv. vĭran- “uyanmak” <*oδgan-=Tat.
uyan- vb. (Krş. Ramstedt, age., s. 25).
*δ>r değişiminin kronolojisinde dikkat çekici bir durum, birkaç Farsça sözcüğün
de bu değişimden pay almış olmasıdır. Krş. Çuv. erne “hafta”<Fars. ād na; XIII. yüz-
yılda bu değişim çoktan meydana gelmiş olmalıdır. Çünkü Rus kaynakları 1230 yı-
lında Bulgar turun’larından söz ederler (turun<*tuδun=Orh. tuδun “yüksek bir un-
van”, krş. A. A. Şahmatov. Zametka ob yazıke voljskih bolgar. Publications du Musée
d’Anthropol. et d’Ethnogr. de l’Empereur Pierre le Grand près l’Acad des Sciences
de Russie V, 1, s. 395).
Sadece r, l, n ünsüzlerinden sonra görülen *d sesi Çuvaşçada D6 ile gösterilir. Ör-
neğin, śĭlDĭr “yıldız”=Türk. yulduz; Çuv. pulDĭr “baldız”=Tü.Osm. baldız; Çuv.
ĭnDĭh- “ant içmek”=Mo. andagan “yemin”; Çuv. kĭnDĭr “güney”=Türk. kündüz
“gündüz”; Çuv. karDĭm “gerdim” <kar- “germek”.
17. Söz başı *p ve *b.
Birincil söz başı *p bütün Altay dillerinde kaybolmuş, sadece Tunguz diyalektinde
korunmuştur. Bu nedenle her Türk diyalektindeki söz başı p sesi ikincildir (<*b) ve
birincil *p sesi düşmüştür. Örneğin, Go. para “kızak”, Man. fara=Mo. aral=Tü.Tat.
arış (krş. Ramstedt. Ein anlautender stimmloser Labial in der mongolish-türkischen
Ursprache, JSFOu XXXII, 2, s. 3 vd.).
İç sesteki *p sesi Çuvaşçada B7 ile temsil edilir. Örneğin, Çuv. k Ber
“köprü”=Tü.Osm. köprü=Mo. *köwerge vb.

6
r, l, n sonrası durumdaki yarı ötümlü t sesi için kullanılan bu gösterim modern Çuvaş imla-
sında yer almaz. Bunun yerine, diğer durumlarda olduğu gibi t gösterimi kullanılır: śĭltĭr vb.
(Çevirenin notu).
7
İç seste yarı ötümlü *p sesi için kullanılan bu gösterim çağdaş Çuvaş yazımında yer almaz,
p ile gösterilir: k per (Çevirenin notu).
61 Nikolaus Poppe

Birincil *b sesi Çuvaşçada söz başı ve söz sonunda p, iç seste, ünlüler arası du-
rumda v olur. Örneğin, Çuv. puyan “zengin”=Mo. bayan=Tü. bay; Çuv. purne “par-
mak”=Tü. barmak; Çuv. pallĭ “iz”=Tü.Uyg. belgü=Mo. belge; Çuv. tĭvar “tuz”=Tü.
tuz=Mo. dabusun; Çuv. ıvĭś “avuç”=Tü.Osm. avuc<*abuça=Mo. abuça “avuç do-
lusu” vb.
Çuvaşça *b>p değişimi yenidir, hatta XIV. yüzyıldan kalma mezar taşlarında her
yerde b bulunur. Örneğin, r*š¾ bielim “beşinci”=Çuv. pill k m; „u*¾ belük
“iz”=Çuv. pallĭ vb.
18. *y Sesi.
Birincil *y sesi Çuvaşçada, söz başında *c üzerinden ś olmuştur. *y>*c değişimi
çok eskidir. Krş. Macarcadaki Eski Çuvaşça ödünç sözcükler: Mac. gyűrű “yüzük”
<Eski Çuv. *cürüg, Çuv. ś r , Osm. yüzük vb. (Gombocz, age., s. 82). *c>ś değişimi
daha yeni tarihlidir, Bulgar mezar yazıtlarında her yerde c bulunur. Örneğin, —u2 cür
“yüz” (Çuv. ś r), ®Uš2 ciet(i) “yedi” (Çuv. śiçç ), Âdš2 cirem “yirmi” (Çuv. śir m),
‰U2 cal “yıl” (Çuv. śul).
Örnekler (Çuv. ś<*y): Çuv. śuran “yaya”=Tü.Orh. yaδag “yaya”; Çuv. śĭmarta
“yumurta”=Tü.Bar., Çağ. yumurtka; Çuv. śıvĭh “yakın”=Tü.Orh. yaguk, Leb. yauk
vb.
İç seste *y>v olmuştur (kısa dudak ünlülerinden sonra). Örneğin, h vel<*kuyal
“güneş”; Çuv. ş v “ince”=Tü.Alt, Kırg. suyuk vb. (krş. Ramstedt, age., s. 18). Diğer
ünlülerden sonra y korunmuştur. Örneğin, Çuv. puyan “zengin”=Türk. bay=Mo. ba-
yan; Çuv. uyar<*ayar “ayaz”=Tü.Kırg, Tat., Osm. ayaz vb.
Söz başındaki *y ise farklı seslere gider: eski *y, *c, *δ ve *n. Bu sesler bütün Türk
diyalektlerinde paralel gelişmeler göstermiştir: örneğin, Çuv. śilhe
“yele”<*δėlkey=Tü.Osm yele<*δėle=Mo. del; Çuv. ś n yeni”<*caŋi=Tü.Orh.
yangı=Mo. canggi “yenilik”; Çuv. śiv ś- “yapışmak”<*cȧpılç<*yȧpılça-<*na-
pılça-=Türk. yapış-=Mo. *niwà-> Halh. nā- “yapışmak”, nāldɒ- “yapışmak” vb. Bü-
tün bu sesler çok eski zamanlarda aynıydı ve bugün ne Türkçede ne de Çuvaşçada bir
izi kalmıştır.
19. *s Sesi.
Eski *s sesi bütün durumlarda s ile temsil edilir; sadece*i (*ı) önünde *ś üzerinden
ş olmuştur. Örnekler: Çuv. sakĭr “sekiz”=Türk. sekiz; Çuv. savĭl “kama”=Tü.Leb. sı-
gıs; Çuv. sĭmsa “burun”=Mo. samsa burun deliği”; Çuv. şĭpĭr <*sipir “sü-
pürge”=Tü.Tat. sibirke=Mo. *siwür, Yazı dili sigür; Çuv. ş v “sıvık” <*sıyık=
Tü.Tat. sıyık; Çuv. yus “as”=Tü.Tat.vb. as; Çuv. pus- “basmak”=Türk. bas-=Mo.
basu- “kötülemek, sövüp saymak”; Çuv. ĭşĭ “sıcak”<*isig=Tü.Çağ. isig vb.
Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi 62

20. *ç Sesi.
Eski *ç Çuvaşçada her durumda ś ile gösterilir. Örnekler: Çuv. śir- “çürü-
mek”=Tü.Çağ., Tar. vb. çüri-; Çuv. śup- “tokat atmak”=Tü.Alt., Çağ., Tat. çap- “vur-
mak”=Mo. çab-çi- “vurmak”; Çuv. v ś- “uçmak”=Türk. uç-; Çuv. kaś “ak-
şam”=Tü.Alt. keç; Çuv. hĭśśan “ne zaman”=Tü.Alt., Kkırg., Osm. vb. kaçan vb.
21. *m, *n, *ŋ Sesleri.
Bu seslerden ŋ söz başında hiçbir zaman bulunamaz; m seyrek olarak bulunabilir,
n ise sadece ödünç sözcüklerin başında bulunabilir. Çünkü birincil *n sesi Çuvaşçada
ön seste ś<*y (<*n) ile temsil edilir.
*ŋ sesi ile başlıyoruz. Türkçe ŋ sesi Çuvaşçada m ve n seslerine denk gelir. *ŋ>m
ve *ŋ>n geçişi Çuvaşçada çok eski değildir. Çünkü Çeremişçedeki Çuvaşça ödünç
sözcüklerde hala ŋ bulunur (M. Räsänen, Die tschuwassischen Lehnwörter im Tsche-
remissischen, Helsinki, 1920, MSFOu XLVIII, s. 41.).
*ŋ>m geçişi dudak ünlülerinden sonra gerçekleşmiştir: örneğin, Çuv. hĭmĭr
“arı”=Tü.Kırg. koŋuz “böcek”, Tel. koŋıs; Çuv. hĭmĭr “kahverengi”=Tü.Kırg.
koŋur=Mo. konggur; Çuv. śum “yabani ot”=Tü.Tel., Kmd. yon “çimen”; Çuv. kĭmĭllĭ
“iyi kalpli”=Türk. köŋül=Mo. kömüldürge “göğüs kayışı” vb.
n<*ŋ’li biçimler çok yaygındır. Örneğin, Çuv. hurĭn “kayın ağacı”=Tü.Koyb. ka-
zıŋ, Soy. kaδıŋ; Çuv. kanaş “sözleşme”=Tü.Çağ. keŋeş “öğüt”; Çuv. ś n
“yeni”=Tü.Alt., Bar. yaŋı=Mo. canggi “yenilik”; Çuv. t n l “dingil” <Türk, krş. Osm.
diŋgil.
Birincil *n söz başında ś<*c<*y<*n ile temsil edilir. Örneğin Çuv. śul
“yaş”=Türk. yaş=Mo. nil-bu-sun. İç ve son seste *n, n ve m ile temsil edilir: Söz so-
nunda genellikle m, söz içinde n (krş. Ramstedt, age., s. 22). Örnekler: Çuv. vĭrĭm
“uzun”=Tü. uzun=Mo. ur-tu; Çuv. çĭm “ruh”=Tü.Uyg. tın; Çuv. ne
“inek”=Tü.Kkırg., Tel. inek=Mo. üniye<ünige; Çuv. yĭran “evlek”=Tü.Tat. ĭzan,
ızan; Çuv. ś len “yılan”=Tü.Uyg., Tel., Leb. yılan vb.
*n sesinin bu ikili gösterimi henüz tam açıklanamamıştır (krş. Asia Major I, s.
779).
m sesi söz başında seyrek olarak görülür ve bu da ikincildir. İç seste *m, m ile tem-
sil edilir. Örnekler: Çuv. mĭyraka “boynuz”=Tü.Alt., Tel., Leb. müs, Çağ. müŋüz, mü-
güz, Yak. muos “boynuz”=Mo. mögeresün~bögeresün “kıkırdak”; Çuv. ama
“anne”=Mo. eme “kadın”; Çuv. k m l “gümüş”=Tü.Uyg. vb. kümüş vb.
Son olarak şuna dikkat çekmek istiyorum. Pek çok Türk dilinde, sonraki ses n veya
ŋ ise söz başı *b sesi m olmuştur (W. Radloff, Phonetik, §§ 221, 222, 241, 342). Bu
açıdan Orhon Türkçesindeki durum çok açıklayıcıdır, krş. ben “ben”, biŋ “bin” vb.
(Krş. W. Radloff. Alttürkische Studien V. Bull. de l’Acad. des Sciences 1911, s. 431).
63 Nikolaus Poppe

Çuvaşçada bu durumda m ve b yer değiştirir. Krş. ep “ben”, fakat manĭn “benim”,


buna karşılık pin “bin” vb.
22. *r ve *l Sesleri.
*r ve *l sesleri yalnız söz içi ve söz sonunda bulunur. Çuvaşçada r ve l sesleri ile
temsil edilirler. Örnekler: Çuv. ar “erkek”=Tü. er=Mo. ere; Çuv. ırĭ “iyi”=Tü.Uyg.
arıg “arı”=Mo. arigun; Çuv. kala- “konuşmak”=Mo. kele-; Çuv. il- “almak”=Türk.
al-=Mo.Kalm. ȧlĭ “ver!” vb.
*t önünde r düşer. Örneğin, Çuv. vĭta “orta”=Tü.Uyg. orta; Çuv. tĭvatĭ
“dört”=Türk. tört=Mo. dörben vb.
*ç önünde l düşer. Örneğin, Çuv. h ś “kılıç”=Türk. kılıç; Çuv. piśen “bir di-
ken”=Tü.Tat. bilçen; Çuv. hiś- “kaşımak”=Türk. kaşı-<*kalçi-=Mo. kalçi-; Çuv.
vĭrś- “vuruşmak”=Türk. uruş- <*urulça-=Mo. urulça- vb.
23. Çuv. r ve Türk. z, Çuv. l ve Türk. ş.
Türkçe z’nin Çuvaşça r’ye ve Türkçe ş’nin Çuvaşça l’ye denk gelmesi açısından
Çuvaşça bütün Türk dillerinden farklıdır. Bu denklik farklı yöntemlerle açıklanmıştır.
Radloff ş’nin l’den eski olduğuna inanıyor (‘Verflüssigung des š’, krş. Phonetik,
288) fakat durum tersinedir. E. N. Setälä Çuv. l’nin ötümlü bir *z sesine gittiğine ina-
nıyor (“Zur finnisch-ugrischen Lautlehre”, FUF II, s. 273). Z. Gombocz ş’nin birincil
olduğuna, Çuvaşçada vurgu etkisiyle l’ye geliştiğine inanıyor (“Zur Lautgeschichte
der Altaischen Sprachen”, KSz. XIII, s. 21). Bu araştırmacılardan üçü de l’nin ş’den
çıktığına inanıyor.
Aynı şekilde Çuvaşça r de daha eski bir *z’ye götürülüyor (Radloff, Phonetik, 192,
286 vd.; Setälä, agy.; Gombocz, age., s. 13).
Türkçe z ve ş Moğolcada r ve l’ye denk geldiği için bu varsayımlar pek inandırıcı
değildir. Tunguz diyalektleri de aynı sonucu vermektedir. Bu nedenle Çuvaşça r ve l
sesleri z ve ş seslerinden çıkmamıştır, tam tersine z ve ş sesleri r ve l seslerinden çık-
mıştır sonucuna varabiliriz. Bu kanaate ben uzun zaman önce vardım ve bu inancım,
ben yazılarını henüz görmemişken (çünkü uzun süre baskıda kaldı), Ramstedt’in ben-
den önce aynı görüşü savunmuş olmasıyla (age., ss. 26 vd.) güçlendi.
Birincil seslerin l ve r olduğu ve Türkçe ş ve z seslerinin onlardan geliştiğini tespit
etmek mümkündür. Türkçe ş ve z seslerinin çıktığı l ve r sesleri, 22. bölümde değindi-
ğimiz normal l ve r seslerinden farklıdır ve *L ve *ř olarak gösterilir.
Bu ölçütlere (l ve r) dayanarak demek ki Çuvaş dili, z ve ş dili olan Türkçeye kar-
şılık, r ve l dili olan Moğolca ve Tunguzca ile aynı grupta yer alır. Gerçi Ramstedt Ana
Türkçenin asıl 400 yılından sonra bir z ve ş diline dönüştüğünü (age., s. 31) ve o za-
mana kadar bir r ve l dili olduğunu kabul etse de bu bizim Eski Türkçe hakkında bil-
diklerimizle pek de kolay birleştirilemez (Uygurca VII. yüzyılda artık bir ş ve z dili
Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi 64

idi!). Çuvaşça ve Türk dillerinin çok farklı gruplara ait olduğunu kabul etmek gerek-
tiğine inanıyorum ve Ana Çuvaşça ve Ana Türkçe de iki kızkardeş dil idi (ve Çuvaşça,
Ana Türkçeye götürülemez). Bu ilişkiyi aşağıdaki dallanma şemasıyla açıklıyoruz.

Altay Ana Dili (r ve l dili)

Ana Moğolca Çuvaşça-Türkçe Ana Dili


(r ve l dili) (r ve l dili)
Ana Çuvaşça Ana Türkçe
(r ve l dili) (z ve ş dili)
Çuvaşça Bugünkü Türk Diyalektleri
(r ve l dili) (z ve ş dili)

Çuv. l=Türk. ş için örnekler: Çuv. çul “taş”=Türk. taş=Mo. çilagun; Çuv. h l
“kış”=Türk. kış; Çuv. tǐlǐ “köstek”=Tü.Tat. tışau=Mo. tuşaga <Türk.; Çuv. h vel
“güneş”=Türk. kuyaş vb.
Çuv. r=Türk. z için örnekler: Çuv. y r “iz”=Tü.Sart. [Taşkent ağzı], Osm. iz=Mo.
ir; Çuv. pǐru “buzağı”=Tü.Tat. bızau=Mo. biragu; Çuv. h rl “kızıl”=Türk. kı-
zıl=Mo. kiragan “tan kızıllığı”; Çuv. śur <*car<*yař “ilkbahar”=Tü. yaz=Mo. nirai
“yeni doğmuş”=Mançu niyarhun “taze, yeşil”; Çuv. k r “güz”=Türk. küz vb.

Sonuç Notları

Nihayet çalışmamın sonuna geldim. Yukarıda da görüldüğü gibi Çuvaşça, Türk dille-
riyle pek çok ortak özelliği paylaşır. Bir Türk dilidir, fakat değildir de, çünkü o bir r
ve l dilidir. Şimdiki Türk diyalektleri (Kuzeydoğuda Yakutçadan, Güneybatıda Os-
manlıcaya kadar) aynı ana dile (Ana Türkçe) giderler. Bu ana dilden Türk diyalektleri
farklı zamanlarda birer birer kopmuşlardır. Bu ana dil (Ana Türkçe) Ana Çuvaşçanın
kız kardeşiydi.
Ben Çuvaş dilinin oluşumunu şöyle açıklıyorum:
1. Altay Ana Dili (Moğolca-Türkçe Ana Dili),
2. Bu ana dilin a) Ana Moğolca ve b) Türkçe-Çuvaşça Ana Dili’ne ayrılması
(=Hunca?),
3. Bir r ve l dili olan Türkçe-Çuvaşçanın, Ana Çuvaşça (Batı Hunca?) ve Ana
Türkçeye (Doğu Hunca?) ayrılması.
Çuvaşçanın Türk dillerine yakınlığını ancak böyle bir yöntemle açıklayabiliyorum:
İkisi de aynı ana dile (Çuvaşça-Türkçe) giderler.
Çuvaşçanın r ve l, buna karşılık Türkçenin z ve ş dili olmasını ise şöyle açıklıyorum:
Çuvaşça, bir r ve l dili olan Çuvaşça-Türkçe Ana Dilindeki bu sesleri değiştirmeden
65 Nikolaus Poppe

korurken, ana dili sahasındaki bir kısım diyalektler, bir z ve ş dili olan Ana Türkçede
görüldüğü gibi, bu *ř ve L seslerini z ve ş yapmışlardır.
Çuvaşlar ve ataları Bulgarlar, çok erken bir devirde Orta Asya’dan ayrılarak batıya
doğru ilerleyen diğer göçmen kavimlerle (Hun kavimleri?) aynı soya dahildirler. Bun-
lar uzun bir zaman güney Rusya steplerini işgal ettikten sonra son olarak Kama böl-
gesine yerleşmiş olmalıdırlar. Bu batıya göç olayı Türk-Çuvaş ana dilinin ayrılmasının
temel nedeni olabilir ve Çuvaşların atalarının (batı Hunları?) Orta Asya’daki kardeş-
lerinden ayrılmalarından sonra biri batıda diğeri doğuda olmak üzere iki göçebe grup
ortaya çıkmıştır. Bu elbette Volga Bulgar İmparatorluğunun kurulmasından çok önce
olmuştur ve bu bölünme doğal olarak Tou-kiue halkının batı ve doğu Tou-kuie olarak
ayrılmalarıyla ilişkili değildir, çünkü sonuncusu 582 yıllarına doğru gerçekleşmiştir
(E. Chavannes, Documents sur les Tou-kieu occidentaux. St. Pétersbourg. 1903, s.
219). Her iki göçebe grubun dilinin bu tarihten sonra bağımsız ve ayrı ayrı gelişmiş
olması gerekir ve öyle görünüyor ki doğudaki göçebelerin torunları daha VI.-VII. yüz-
yıllarda çoktan bir z ve ş dili geliştirmişlerdi.
Ramstedt, Türkçede r>z ve l>ş geçişini IV. ve VI. yüzyıllar arasına yerleştiriyor
(age., s. 31) fakat ben çok daha erken (belki Milat sıralarında) gerçekleştiğine inanı-
yorum. Çünkü Orhon yazıtlarının dili ve VII. yüzyılın eski Uygur dili açıkça bir z ve ş
dili idiler ve gerçek “Türkçe” görünümü kazanmışlardı. Karakteristik Türkçe özellik
kazanabilmeleri çok uzun bir sürenin geçmiş olmasını gerektirir.
Çuvaşçanın çok erken bir tarihte kız kardeşi olan bir dilden ayrıldığını, Kafkas dil-
leriyle olan eski ilişkisinin açık izleri ele verirken, diğer Türk dilleri bu temas dairesi-
nin dışında kalmıştır, krş. örneğin Çuv. kil “ev” <Kafkas. ve pek çok sözcük ayrı bir
makale konusu olmaya değer.
Bu tür dil sınıflandırması ve benzeri temel soruların o kadar kolay cevaplanama-
yacağının ve teorileştirmeye çalışırken çok dikkatli olunması gerektiğinin farkında-
yım. Bu nedenle, dilin parçalanmasının tam zamanını ve Orta Asya göçebe halklarının
göçünü tam olarak yorumlayamasam da sadece Çuvaşçanın Türk dilleriyle ilişkisi
hakkındaki görüşümü birbirinden ayırmak istedim.
Son olarak, W. Radloff’un, Çuvaşçanın bir Fin-Ugor dili olduğu hakkındaki var-
sayımının (Phonetik, 116), karşılaştırma yoluyla incelendiğinde, çok yanlış olduğuna
değinmek istiyorum. Yukarıda görüldüğü gibi Çuvaşça ses bilgisi kesinlikle Fince de-
ğildir. Moğolca ve Türkçeyle kolayca açıklanabilecek olan biçim bilgisi de aynı sonucu
verir. Örneğin, çokluk eki –sem, Türkçe sayın “her” ile aynıdır (Ramstedt, age., s. 22);
Çuv. hǐy “kendi”=Tü.Uyg, Çağ. kayu “her” (diğerleri Ramstedt, age., s. 16); Çuv. ku
“bu” <*kü=Mo. kü, ene kü içinde; Çuv. śakǐ “bu” <*ye +*kü, *ye için krş. Alt., Osm.
ye “öyle işte!”; Çuv. śavǐ “o” <*ye + *bu; Çuv. leş “her” <*ele-si=Mo. ele (Rams-
tedt, agy.) vb.
Çuvaşça ve Türk Dilleriyle İlişkisi 66

Farklı dönemlerde yapılmış olan ödünçlemeler Çuvaş dilini çok karmaşık bir hale
getirmiştir ve sıklıkla büyük sorunlar yaratır. Krş. Çuv. hırǐm “karın”=Türk. karın,
Çuv. hurǐntaş “kardeş” <Türk. karındaş “kardeş” (eski ödünçleme) ve Çuv. karǐntǐk
“pencere” <Tü.Tat. karındık “pencere yerine kullanılan mide derisi” (yeni ödünç-
leme). Bu üç sözcük aynı köktendir ve çok farklı biçimlere sahiptirler.
7

Çuvaşçada Bir Ses Değişimi Üzerine


Ludwig K. Katona1
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen”, (JSFOu
XXXVIII. § 30) adlı makalesinde, Türkçe s sesinin Çuvaşçadaki karşılığıyla ilgili ola-
rak “Eski s Çuvaşçada ya s ya da ş olur.” demektedir. Yazarın bu tespiti kesinlikle
doğrudur ve kanıtı da aynı şekilde şüphe götürmez. Bence bu paragraftaki iki örnek
bu konuyla ilişkili değil, Ramstedt’in varlığını bilmez göründüğü dağınık t>ş değişimi
ile ilgilidir. Diyor ki: “Çuv. şĭl “diş”, şĭlan “dikenli çalı”=Tü. şiş (<siş) “kebap
şişi”=Mo. sil-büsün “iğne (iğneli ağaç)”; anlam için krş. Kırg. soyaw “iğne yapraklı
ağacın iğnesi”~Kalm. soyā “köpek dişi”. Şöyle devam ediyor: “Çuv. şĭn- “donmak”,
şĭn “donmuş”<şĭŋ<sıŋ krş. Sag. sıŋra- “çınlamak, ses çıkarmak”. Anlam için: Kalm.
ciŋ “şıngırtı” ve “güçlü soğuk”.
Şimdi, Çuv. şĭl ve şĭl(g)an sözcüklerinin kökenleri farklıdır: şĭl(g)an, (Paas. şĭlan)
şu sözcük ailesine aittir: Çağ. çalagan “ısırgan”, Tel., Kmd. çalkan, çalkançak ay.,
Kond., Kız. çalganak, salgay ay., Hiv. çalgan “dikenli çalı” vb., bk. Gombocz-Melich,
EtSz. I, 828. Çuvaşça söz başı ş sesi birincil ç sesine de gider. Ayrıca, şĭl sözcüğünün
türevleriyle ilgilendiğimiz zaman anlamın izlerini kesinlikle bulamıyoruz: “kunduracı
bizi, kebap şişi, iğne”, her yerde temel şĭl “diş” sözcüğünün türevlerine rastlarız:
şĭlla- “dişleri sivriltmek (bıçkı vb.)”, şĭllan- “dişlenmek”, şĭllĭ “dişli”, şĭl uśśi “doku-
mada tel eksiği”, şĭla-pir “kaba dokunmuş bez”. Eğer Çuvaşça şĭl ve Türk. şiş (<siş)
etimolojik olarak ilgiliyse, bu durumda şüphesiz ki onları türevlerinde de anlamsal
bağlantılar keşfedebiliriz. Fakat durum böyle değildir. Paasonen, Csuvas Szójegyzék,
s. 148’de Çuvaşça şĭl sözcüğünü Türkçe tiş ile birleştirmiştir. Macarca şüllő~Çuv. şĭla
“lucioperca sandra” bu kabul için kesin bir belgedir. Krş. MNy XXIII. 190-93. Orada
gösterebilirim ki Macarca şüllő “uzun levrek”, belgelerde Silleu 1211, Sillew 1497, vb.
Macarca ses yasası (ag>aw>au>ou>ó (ō), ön damaksıl dizide eg>eü>ö (ȫ)) nede-
niyle Eski Bulgarca şillig<şil+lig “dişli” biçimine geri gider. Sözcüğün bu anlamı, aynı
balığın Macarca ismi fogas (<fog “diş”+as) “dişli” ile de tümüyle doğrulanmaktadır.
Bizim Bulgar-Türkçesi alıntılar zamanında Ana Türkçe tiş Çuvaşçada şil olarak söy-
leniyordu. Bu sözcükten bugün şĭl>şĭllĭ “dişli” ortaya çıkmıştır ve şĭllĭ pulĭ (<tişlig

1
“Über eine Lautveränderung im Tschuwassischen” Kőrösi Csoma-Archivum II, 1926-32:
379-381.
Çuvaşçada Bir Ses Değişimi Üzerine 68

balık) sıfat tamlamasından ayrılan şĭllĭ, bugün kısalmış şĭla biçimiyle, dişleriyle tanı-
nan bir balığın adı olarak yaşamaktadır. Türkçe tiş~Çuv. şĭl denkliğinde ş>l ve i>ĭ
değişimleri kurallıdır, Türkçe t>ş değişimini ise şüphesiz dağınık bir değişim olarak
bilmemiz gerekmektedir. Ramstedt’in ikinci etimolojisi şĭl- “donmak”, şĭn “don-
muş”> şĭŋ>sıŋ krş. Sag. sıŋra- “çınlamak” da aynı şekilde denktir. şĭn “donmuş”,
Türkçe toŋ ile aynıdır. sıŋra-, Pas. 149’daki şĭnkĭrtat- “çınlamak” biçimine mükemmel
olarak denk gelir. Ayrıca yansıma bir sözcüktür.
8

Altay Dillerinde Eski Bir Kültür Kelimesi


Nikolaus Poppe1
Genel Türkçe ve Moğolcadaki balta (birkaç dilde “çekiç” anlamına da gelir) sözcüğü
Çuvaşçada purtĭ biçimine denk gelir ve kuralsız bir ses denkliği (r=l) gösterir fakat
çok açık bir biçimde bir ve aynı sözcüğü temsil eder. purtĭ biçimi *barta veya *ba-
rata’dan kurallı bir gelişmedir. Son sözü edilen, varsayılan biçimle ilgili olarak Ana
Çuvaşça veya Volga Bulgarcası *b- sesinin Ana Altayca asıllı sözcüklerde *b-‘ye,
ödünç sözcüklerde *p- sesine gittiği not edilmelidir. *r sesini bir ünlü, yani *a da izli-
yor olabilir. Bilindiği gibi, Altay dillerinde (ve Çuvaşça da da), orta hecenin sızıcı bir
ünsüzle başladığı durumlarda, üç heceli sözcüklerin iki heceye değişme eğilimi var-
dır.2
Türkçe ve Moğolca balta sözcüğü ise *balta veya *balata biçimlerine gider. Biz
burada bu biçimleri ayırmak ve sadece *barta veya *parta (veya *barata ve *parata)
biçimleriyle ilgilenmek istiyoruz.
Çuvaşça purtĭ<*parata biçimi *balta’ya götürülemez. Tahmin edilen *parata bi-
çimi Eski Farsçada bulunmaktadır. Bilindiği gibi, Genel İranca s sesi Eski Farsçada ϑ
ünsüzüne denk gelir. Çuv. *parata biçimine giden Eski Farsça biçim *paraϑu idi. Bu
son biçim Hint.-İng. paraṧú, Prākriti paraśu, Sinhala porava, Maladiv. furō3,Yazgul.
parūs4 “balta” biçimlerine denk gelir. Eski Farsça *paraϑu biçimi Alancada da ödünç-
lemedir ve bugün hala Osetçede færæt “balta” biçiminde yaşamaktadır.5 Toharca po-
rat biçimi de Eski Farsçaya gider ve Eski Farsçadan ödünçlemedir. 6 Sakça padạ
“balta” da aynı şekilde Eski Farsça *paraϑu biçimine gider.7

1
“Ein altes Kulturwort in den altaischen Sprachen” Studia Orientalia 1953: 19-5: 23-25.
2
Martti Räsänen, “Zur Lautgeschichte der türkischen Sprachen”, Helsinki, 1949, s. 55; krş.
W. Radloff, Vergleichende Grammatik der nördlichen Türksprachen, I. Bölüm, Sesbilgisi,
Leipzig 1882, s. 91 vd.
3
Louis H. Gray, Indo-Iranian Phonology with Special Reference to the Middle- and New-
Iranian Languages, New York, 1902: 129.
4
V. I. Abayev, Drevne-persidskiye elementy v osetinskom yazıke, Iranskiye yazıki, I,
Moskva-Leningrad 1945, s. 9.
5
Abayev, age.
6
E. Lidén, Studien zur tocharischen Sprachgeschichte I, Göteborgs Högskolas Årsskrift 22:
3, (1916), s. 18.
7
Sten Konow, Saka Studies, Oslo 1932, s. 163.
Altay Dillerinde Eski Bir Kültür Kelimesi 70

Hint.-İng. paraṧú-ḥ, Grekçe πέλεκυ-ς “balta” biçimine denk gelir.8 İkinci biçim,
bu sözcüğün centum dillerindeki bildiğimiz tek biçimidir. Hint-Avrupa ana biçim Se-
mitik dillerden ödünç olmalıdır, krş. Babil-Asur pilaqqu, Sumer. balag “balta”9
Şimdi Moğolca-Türkçe balta sözcüğüne dönmek istiyoruz. Sözcükte -l- ünsüzü
bulunduğu için, bu sözcük Eski Farsça *paraϑu biçimine götürülemez. Diğer yandan
diğer Hint-Avrupa dillerinde -t- bulunmadığı için sentum dillerine de kesinlikle götü-
rülemez. Bu biçim belki Akadcadan doğrudan bir ödünçlemedir. Akadcada paltu bi-
çimi bulunur ve bu biçim de daha eski bir paştu biçimine gider.10 Çuvaşça purtĭ,
Alanca ve Eski Farsça aracılığıyla Semitik dillerden ödünçlenmiş olmasına rağmen,
Moğolca-Türkçe balta sözcüğü Semitik dillerden doğrudan bir ödünçlemedir.
Sözcüğün tarihi bu şekilde sona ermiş olmuyor. Bilindiği gibi Moğolcada, ilk ba-
kışta balta ile akraba görünmeyen bir başka sözcük daha vardır. Bu sözcük aluqa “çe-
kiç” sözcüğüdür.
Yazı Moğolcası aluqa, Orta Moğolcada haluqa biçimine denk gelir.11 İkinci biçim
Ana Moğolcada *paluqa’ya denk gelir. Goldicede paloa~pálloa “çekiç”, Oroçi
xaluqá ve Mançuca folxo~folγo biçimlerini buluyoruz.12
Fakat Eski Moğolca *paluqa’nın Çuv. purtĭ ve Mo-.Tü. balta ile ilişkisi nasıldır?
Yanıt şöyledir: purtĭ Eski Farsçadan (Alanca aracılığıyla) bir ödünçleme olmakla bir-
likte, *paluqa, Hint-Avrupa dilinde Eski Semitik bir ödünç biçime geri götürülebilir.
Buna karşılık balta, Akadcadan doğrudan bir ödünçlemedir.
Son olarak işaret etmek istiyoruz ki bu arkaik kültür sözcüğü Altayca aracılığıyla Ma-
carcaya ve ayrıca Slav dillerine de sızmıştır: krş. Mac. balta<Tü. ve Bulg., Sırp., Sloven
balta, Poln. balta hatta Yeni Grekçe μπαλτάς.13 Sayan Samoyedcesi balta da Türk dille-
rinden ödünçlenmiştir.14 Bu sözcük Moğolcadan Tunguzcaya da geçmiştir ve orada balta
biçiminde söylenir, anlamı da “çekiç”tir. Bunun yanında Tunguzcada xalka “büyük çekiç”
biçimi de vardır: <Mo. aluqa, Orta Mo. haluqa “çekiç”.15

8
Karl. Brugmann, Grundriss der vergleichenden Grammatik der indo-germanischen Sprac-
hen, I Bd. Zweite Bearbeitung, Strassburg 1897, s. 106; krş. Dr. O. Schrader, Prehistoric
Antiquites of the Aryan Peoples, London 1890: 225.
9
E. Boisacq, Dictionnaire étymologique de la langue grecque, II. édition, Paris 1923: 761.
10
Albrecht Goetze, The Vocabulary of the Princeton Theological Seminary, Journal of Ame-
rican Oriental Society, vol. 65 (1945): 235; krş. Aulis J. Joki, Die Lehnwörter des Sajansa-
mojedischen, MSFOu 103, Helsinki 1952: 82.
11
N. N. Poppe, Mongol’skiy slovar’ Mukaddimat al-Adab, ç. I-II, Moskva-Leningrad 1938, s.
437.s
12
G. J. Ramstedt, Ein anlautender stimmloser Labial in der mongolisch-türkischen Ursp-
rache, JSFOu XXXII: 2, s. 3
13
Zoltán Gombocz, Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache,
MSFOu XXX, Helsinki 1912: 40.
14
Joki, age. s. 82.
15
G. M. vasileviç, Russko-Evenkiyskiy (russko-tungusskiy) slovar’, Moskva 1948: 148.
9

Altayca ve Ana Türkçe


Nikolaus Poppe1
Radloff’un Kutadgu bilik girişini okuyan biri, Türk dili tarihi için yaptığı canlı tasvir-
den, göçebeler arasındaki çok önemli ve sürekli hareketleri şu şekilde gözünün
önünde canlandırır: Bir yandan büyük grupların daha küçük gruplara parçalanması,
diğer yandan küçük grupların daha büyük birlikleri oluşturması.2 Söz konusu grupla-
rın sürekli dağılma ve yeniden toplanma sürecinin belirlediği koşullarda, bir dilde or-
taya çıkan özel bir sözcük, biçim veya ses özelliğinin, dil sahasının belli bir bölümün-
deki çıkış noktasından diğer bölümlere sıklıkla taşınacağını söylemeye gerek yoktur.
Burada betimlenen ilişkiler kolayca şu sonucu doğurabilirdi: Türk dili alanında tek
tek dilleri absorbe eden ve aralarındaki sınırların belirsizleştiği, kendi içinde tama-
mıyla birörnek bir dil yaygınlaşabilirdi. Hatta kuzeydoğuda Yakutça ve güneybatıda
Osmanlıca gibi özel diller bir yana bırakılırsa, özellikle bugünkü Türk dilleri arasın-
daki fark o kadar azdır ki şu veya bu genel Türkçe bir sözcük bu geniş dil alanında
zahmetsizce izlenebilir. Fakat birörnek bir Türk dili, bir χοιυή, oluşmamıştır, çünkü
bunun temel koşulu yoktu: Böyle bir dile ihtiyaç yoktu.
Türk politik tarihinin ilkel koşulları, böyle bir dil yaratamamıştır ve durum öyle
bir hal almıştır ki bugün Türk dili sahasının her bölgesi, başka yerlerin insanlarınca
anlaşılmaz olan kendi diline sahiptir. Bununla birlikte aynı ilişki nedeniyle bugünkü
Türk dilleri karışıktır ve basit ama kesin bir sınıflandırma yapmak neredeyse imkan-
sızdır.3 Biz bugün herhangi bir Türk dilinde, pek çok durumda öyle bir ses gelişmesiyle
karşılaşırız ki bu bir ağızda hiç görünmezken diğer tüm ağızlar için tipik olabilir. Böy-
lece diğer ağızlardan yapılmış ödünçlemelere dayanan düzenli ve düzensiz biçimler
sorununa geliriz.
Örneğin, bilindiği gibi daha Orhon Türkçesinde iç ve son seste görünen dişler arası
*δ- sesi bütün Türk dillerinde dört gruba ayrılmıştır: y-, z-, d- ve t- dilleri. *δ sesi y- di-
linde düzenli olarak y ile, z- dilinde z ile gösterilir vb. Fakat bazı durumlarda kimi y- dil-
lerinde birden karşımıza başka bir ses çıkar veya tersine bir durum görülür vb. Birkaç
örnek: Tat. ve Kırg. (y- dili) izgi “iyi”, Uyg. eδgü, Kum. eygi, Osm. eyi- // Kum. (y- dili)

1
“Altaisch und Urtürkisch” Ungarische Jahrbücher VII, 1927: 94-1.
2
Das Kudatku bilik des Jusuf Chass-Hadschib aus Bälasagun, Teil I, Yazıçevrimli metin, St.
Petersburg, 1891, S. LI vd.
3
A. Samoyloviç, Nekotorıye k klassifikatsii turetskih yazıkov, Petrograd, 1922: 8. Islamica I,
s. 134’te bu çalışmayla ilgili Almanca bir rapor bulunur (A. Dirr).
Altayca ve Ana Türkçe 72

uzut- “uyutmak” [Bang’da ugut- s. 249] yanında uyu-, Uyg. uδı-, Soy. udu-, Koyb. uzu-,
Osm. uyu- // Tat. is “koku”, Uyg. yıδ, Koyb. yıs, Az. ay., buna karşılık Leb. (y- dili) yıt,
Osm. (y- dili) id ve Küer. (z- dili) y // Sag. ve Koyb. (z- dili) kıy- “kıymak”, Orh. kıδ- ay.
// Şor (z- dili) oyan- “uyanmak” yanında uskan-<*ozgan-<*oδgan- ay. Çağ. oygan- //
Uyg. (δ- dili) ayık, Çuv. urĭ<*aδık “uyanık” vb. Bunlar bize gösteriyor ki herhangi bir
ses yasasının yürütülmesi Türk dillerinde tutarsız olduğu gibi, komşu ağızlardan yapılan
yoğun ödünçlemeler de ses sistemini bozmuştur.
Türk dillerinin ilgisiz veya uzaktan ilgili diller tarafından etkilenmesi imkansız ol-
duğuna göre, belli bir Türk dili kız kardeşi olan Türk dilleri tarafından etkilendikçe
bu etki doğal olarak dil sahasının merkezinde yer aldı ve bu durum Türk dil birliğinin
kaybını destekledi. Buna karşılık Türk dünyasının kıyılarında başka bir durum ortaya
çıktı. Türkçe çok erken zamanlarda, kıyı bölgelerde farklı yabancı dillerle ilişkiye
girdi, sonuç olarak dil sahasının birbirinden uzak yerlerindeki diller önemli ölçüde
farklılaştı. Böylece uzak bölgelerdeki konuşurlar arasında anlaşma yavaş yavaş im-
kansız hale geldi. Türk dillerinin diğerleriyle olan ilişki türünde doğal olarak olayların
büyük çoğunluğunda Türkçe alıcıydı çünkü komşu halklar kültür açısından Türkler-
den daha yüksek derecedeydi. Bu sadece, yükselmekte olan İslam medeniyetiyle
(Türkistan, Osmanlılar) olan ilişkileri için değil, kuzeye giden muzaffer Türklerin ora-
daki avcı halklarla olan ilişkileri için de böyleydi: Ayrıca burada Türkler her bölgedeki
söz konusu yerli halkların öğrencisi rolünde göründü ve o zamana kadar yabancı olan
Kuzey Sibirya kültürüne uyum sağladıkları için dillerini yabancı etkiden koruyamadı-
lar (Yakutlar). Türk dili tarihi açısından diğer dillerle en önemli ilişki belki de önce
tarihi zamanlarda başlamıştır: Eski Türkçeye, yani genel Türk dillerine göre en büyük
değişiklik, Türk dünyasının büyük bir bölümünün İslam dünyasına boyun eğmesiyle
ve Moğol istilasından sonra (ödünç sözcükler, Moğolca ekler) ortaya çıkmıştır. Türk
dillerinin bu nedenlerle kısa zamanda birbirinden uzaklaşmış olması mümkündür.
Böylece Türk dillerinin başka dillerle karışmasının sonuçlarının, Türk dili ailesi için-
deki benzer süreçlerin sonuçlarından farklı olduğunu görüyoruz: Son sözü edilen ka-
rışma daha çok genel bir Türk dili geliştirmek için uygunken, Türk dillerinin başkala-
rıyla karışması doğrudan ağız oluşumuna neden olmaktaydı.
Daha geriye gidilince Türk dillerinin birbirine daha yakın durduğunu söylemeye
gerek yoktur. Türkçenin en eski tarihinde, Türk dil sahasının daha küçük olduğu,
farklı alanlarda aynı dilin görece tek biçimli olarak konuşulduğu ve dil sahasının en
uzak yerlerindeki insanlar arasında bile anlaşmanın mümkün olduğu bir dönemin
mevcut olduğunu tasarlayabiliriz. Bugünkü Türk dillerini böyle Türkçe dil birliğine,
böyle bir ana Türk diline götürebiliriz.
Güçlü biçimde standardize edilmiş yazı dilinden veya yapay bir dilden ayrı, mü-
kemmel bir tek biçimli dil imkansızdır çünkü bir dil sahası varsa ağız farklılıkları da
73 Nikolaus Poppe

vardır. Her yaşayan dil gibi Ana Türkçe de tek tek dillerin toplamıydı. Bu nedenle
kendi içinde belli bir düzeye kadar tek biçimliydi ve zaten ortam uygun olur olmaz
ortaya çıkmaya hazır her türlü dil ayrışmasının çekirdeğini barındırmaktaydı. Zaman
zaman tekrarlanan dil karışımı nedeniyle dil sahasının en uzak noktaları arasındaki
dengeyi korumak ve bir dil normu oluşturmak mümkün değildi. Çünkü Türk kabile-
leri ne kadar birleşik olsalar da hiçbir zaman bir şehirde uzun süre yerleşik olmadılar
ve ortak bir dil gerekliliği bilinci ortaya çıkmadı.
Devamı bugünkü Türk dilleri olan ve tek tek dillerin toplamından ibaret bulunan
Ana Türkçe de benzerleri gibi sadece bir diyalektti ve tümü birlikte daha eski bir dile,
yani Moğolcanın da gittiği Altay ana diline gidiyorlardı. Ana Türkçe, Altay dilinin
herhangi bir diyalektinin devamıydı ve gelişmenin belli bir aşamasını temsil ediyordu.
Kız kardeşleri olan diller de genellikle iz bırakmadan yok olmuşlardır; çünkü konu-
şurları diğer kabilelerle karışmıştır: Böylece Ana Türkçe, Ana Moğolca ve Ana Tun-
guzca dışında kalan ve Ana Altaycaya giden diğer dilleri bilemeyecek duruma geldik.
Ve Ana Türkçe, kız kardeşleri Ana Moğolca ve Ana Tunguzca olan daha eski bir di-
yalektin uzun bir gelişme süreci sonucu ortaya çıkmıştır. Bütün bunlardan anlaşılıyor
ki Moğolca ve Tunguzcanın yardımıyla Ana Türkçeye ışık tutabiliriz. Bu çalışmada
biz bunu yapmak istiyoruz.
Türkçenin ses sistemi açısından şunu söylemek mümkündür: Birincil sesler genel
Türk dillerinde farklı değişikliklere uğradıkları halde kolay tasarlanabilirler. Orhon
Yazıtları gibi, bugünkü Türk dillerinin gittiği her diyalektin gelişme aşamasını yapa-
bildiğimiz kadarıyla tespit edebiliriz. 4 Bu demek değildir ki 8. yüzyıldaki Eski Türk
yazıtlarının dili, bugünkü Türk dillerinin tümünün kaynaklandığı tek dildir. Çünkü
Orhon Yazıtlarında pek çok Türk halkından söz edildiği düşünülürse, Orhon Türk-
çesi sadece, yanında büyük olasılıkla pek çok diğer diyalektin bulunduğu eski bir di-
yalektti. Ayrıca Orhon yazıtlarının dilini Ana Türkçe için dikkate almak da mümkün
değildir, çünkü 8. yüzyıl Türk dili tarihinin başlangıcı değildir, bundan iki yüzyıl daha
geriye gider. Ana Türkçenin yaşını en geç MÖ birinci yüzyıla koymak büyük olasılıkla
yanlış olmaz. Ancak Orhon Türkçesinin ses sistemi tam da bizim Ana Türkçenin ses
sistemi için yaptığımız tasarıya denk düşer.
Ana Türkçenin ünsüzlerine gelince, Ana Türkçe, ses sistemi Orhon Türkçesiyle
örtüşen bir dildi, söz başında sadece *q, *k, *t, *b, *s, *ş, *ç ve *y ünsüzleri bulunabi-
liyordu. Ayrıca biz Orhon Türkçesi ve bugünkü Türk dillerine dayanarak Ana Türkçe
için bir durumda söz başı *n tasarlayabiliriz, bu da ne sözcüğüdür,5 bununla birlikte

4
Krş. H. Pedersen, “Türkische Lautgesetze”, ZDMG LVII, s. 559.
5
G. J. Ramstedt’in, ne’yi *ye biçimine götüren denemesini (Zur mongolisch-türkischen La-
utgeschichte III, KSz XVI, s. 67) uygun olmayan bir açıklama saymak gerekir. Krş. W.
Bang, Vom Köktürkischen zum Osmanischen I, Berlin 1917, §§ 1 vd.
Altayca ve Ana Türkçe 74

bu ses gerçek Türkçe sözcüklerde söz başında bulunmaz ve bugünkü Türk dillerinde
ancak ödünç sözcüklerde söz konusu olabilir; bazı Türk dillerinde ise ayrıca ikincil bir
n sesi görülür ki bu ses geniz sesleri önündeki *y sesine gider.6 Buna karşılık m sesi
Ana Türkçede söz başında tümüyle yabancıdır; onun yerine tıpkı Orhon Türkçesinde
olduğu gibi her yerde *b sesi bulunur ve hatta kendisini bir geniz sesi izler; Orhon
Türkçesinde -bildiğimiz kadarıyla- m sesi ile başlayan bir sözcük vardır: men
(<ben)~ben.7
Buna karşılık iç ve son seste, sözü edilen ünsüzlerin ve *n ve *m seslerinin dışında şun-
lar bulunur: *γ, *g, *δ, *d, *p, *ŋ, *z, *r ve *l. Amacımız bütün bu seslerin farklı Türk
dillerindeki gelişmelerini göstermek olmadığından, kısmen bir ölçüde yapılmıştır zaten8,
bugünkü Türk dillerindeki temsilleriyle ilgilenmek istemiyoruz. Sonunda başlangıç konu-
muza gelirsek, biz, hangi seslerin Ana Türkçede hangi sese gittiğini belirlemek istiyoruz.
Göreceğiz ki bir ya da diğer Ana Türkçe ses pek çok durumda farklı kökenlere gider.

Ana Türkçede Söz Başında Ötümsüz Patlayıcı Sesler

Daha önce de söylendiği gibi, Ana Türkçede, söz başında, patlayıcı seslerin ötümsüz
olanlarından sadece *q, *k ve *t ötümlü olarak da *b görünebilir. Bugünkü Türk dil-
lerine gelince, onlarda da genellikle aynı ilişkiyi buluruz, ancak birkaç dilde, söz ba-
şında ikincil ötümlü g ve d ile ötümsüz p sesini buluruz.
*γ, *g ve *d sesleri Altay ana dilinde söz başında da mevcuttu ve ilk kez Ana Türk-
çede kendilerine denk gelen ötümsüz karşılıklarıyla bir ve aynı olmuşlardır. Moğol-
cada ve Tunguzcada söz başındaki q ve γ, k ve g, t ve d bugün de hala birbirinden ayrı
ayrı korunmaktadır ve biz Moğolcadaki karşılıklarına dayanarak Ana Türkçede söz
başında hangi durumlarda ötümsüz *q,*k ve *t seslerinin ötümlü *γ, *g ve *d seslerine
gittiklerini belirleyebiliriz.
*γ için örnekler.
Uyg. kaδγu “kaygı”, Kırg., Tat., Osm. kayγı ay., Bar. kayγu ay.=Mo. γasiγun “acı”,
γasiγuda- “ağlamak”, γasa-l- ay., γasa-la-ng “keder”9 // Soy. kadır- “bükülmek”, Sag.,
Koyb. kazır- “geri çevirmek”, Tel., Tat. kayır- “eğmek”, Tar. kayır- ay.=Mo.
γadari- “arkaya eğmek”, γada-yi- ay., γaci-<*γadi- “yanlış olmak”, γaciγu “yanlış” bu-
nunla ilgili γadana “dışarıda”, γadar “dış taraf”, γadaγadu “dıştan” // Tel. kajan

6
W. Radloff, Phonetik der nördlichen Türksprachen, Leipzig, 1882, §§ 223’ten 227’ye kadar.
7
V. Thomsen, Inscriptions de l’Orkhon, Helsingfors, 1896, s. 25-26; W. Radloff, Alttür-
kische Studien IV, Bull. de l’Acad. Imp. des Sciences de St. Pétersbourg 1911, s. 431.
8
V. Grönbech, Forstudier til tyrkisk Lydhistorie, Kobenhavn, 1902.
9
Diğerlerinden farklı olarak G. J. Ramstedt, “Zur Verbstammbildungslehre der mongo-
lisch-türkischen Sprachen”, JSFOu XXVIII, 3, s. 24.
75 Nikolaus Poppe

“hata” (atlarda)=Mo. γalira- “tembel olmak” // Bar., Tat., Çağ. kaşka “beyaz”=Mo.
kalcan ay.10 // Tel., Kırg. koyū “kalın”, Leb., Sag. koyıl- “kalın olmak”=Mo.
γod-ki- “yerden çıkmak, fışkırmak” (su kaynağının), γoci-gi-na- “süzülmek”11 // Uyg.
koδı “aşağı”, Çağ. koyi- ay.=Mo. γudus “boyunca”, γuduyi- “kafayı aşağıya sarkıt-
mak”, γudu-γur “alçak”12 // Sag. kosta<*kozla<*kozlı<*koδlı “ok, kahraman
oku”=Mo. γodoli<γoduli “boynuz uçlu ok” // Uyg., Kum., kol- “rica etmek”=Mo.
γuyi-<*γuli- ay.13
*g için örnekler.
Uyg. kedin “arka”, Sag., Koyb. kezin “arkada olan”, Tel., Kırg. k n “arka, arka
taraf”=Mo. gede “kafanın arkası”, gedergü “arka taraf”, gecige<*gedige “ense”,
gede-yi- “kafayı yukarı kaldırmak”14 // Sag., Koyb. kertin- “inanmak”, Uyg. kertkünç
“inanç”=Mo. gere “tanık”15 // Tel., Leb., Çağ. keç- “bir nehri geçmek”, Çuv.
kaś- ay.=Mo. get-ü-l- ay. // Çuv. kiv-<*köb- “köpürmek”, k vente “havan eli”=Mo.
göbi-, göb-de- “itmek, vurmak”16 // Osm. köşek (belki Çağataycadan ödünçlemedir
W. B.) “genç hayvan, genç deve”, Bulg. *kölük>Mac. kölyök “genç köpek”=Mo. gö-
lige “genç köpek”17 (Osm. göçeni göçgen’le ilişkili olabilir mi? W. B.).
*d için örnekler.
Kırg. talpın- “kanatlarını çırpmak”, Çağ. talpin- “çarpmak”, Tel. talbı- “uç-
mak”=Mo. dalal- “göz kırpmak”, Kalm. dalēd- ay.18 // Tat. tatımal “yaşlı”=Mo.
dasu- “alışmak”, das-ka- “(herhangi biri için) alışmak”19 // Orh., Uyg., Kırg., Leb. taγı
“da, de”, Çağ. daγı ay.=Mo. daki- “tekrar yapmak”, dakin “tekrar”20 // Çağ., Tar. teşik
“delik”, Leb., Tel. tejik ay., Çağ., Uyg. teş- “deşmek”=Mo. delberkey “yarık” // Osm.,
Çağ., Tel. tep- “vurmak”, Kırg. tep- ay., Çuv. tap- “tepmek”=Mo. deb-se- “tepmek”,
dep-ke- “sıçramak”21 // Çağ. tiz- “dizmek”, Tel., Şor tis- ay., Çuv. tir- ay.=Mo.

10
Z. Gombocz “Zur Lautgeschichte der altaischen Sprachen”, KSz. XIII, s. 14.
11
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 35.
12
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 57.
13
N. N. Poppe, Mongol’skiye etimologii, Comptes Rendus de l’Acad. des Sciences de Russie,
1925, s. 21.
14
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 57, 62.
15
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 19.
16
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen”, JSFOu XXXVIII, ı,
s. 18.
17
Z. Gombocz, Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache, MSFOu
XXX, s. 104.
18
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 57 ve 69.
19
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 10.
20
Gombocz, KSz XIII, s. 27.
21
Diğerlerinden farklı olarak G. J. Ramstedt, “Zur Geschichte des labialen Spiranten im
Mongolischen”, Festschrift V. Thomsen, Leipzig, 1912, s. 184.
Altayca ve Ana Türkçe 76

dürü- “sokmak, batırmak” // Orh., Uyg., Soy., Yak. tıl “dil”, Leb., Tel., Tar. til ay.,
Osm. dil ay., Çuv. çilhe<*tılkay “dil”=Ma. cilγan<*dilγan “ses”, Man. dilgan ay.,
Och. delga ay.22 // Kırg. tolku- “dalga vurmak”, tolkun “dalga”, Uyg. tolkan- “dön-
mek”=Mo. dolgiyan<*dolgi-γan “dalga”, dolgi-s- “dalga vurmak”23 // Orh., Çağ.,
Tar., Tel., Sag. tört “4”, Osm. dört, Yak. tüört<*tȫrt ay., Çuv. tĭvatĭ ay. =Mo. dörben
ay=Go. duín, Ma. duyin ay. // Uyg., Tar., Tob. tüş. “öğle, güney”=Mo. düli
“orta”=Ma. dulin “orta”24 // Orh., Şor. tüş- “düşmek”=Mo. dülü-re- “düşmek, ikiye
bölünmek” (iki yapışık şey için) // Uyg. tülki “tilki”, Osm. dilki ay., Tel. tülkü ay., Çuv.
til ay.=Mançu celken<*ďelken<delken “sansar”, Lamut deliki “sibirya vizonu”.25
Ayrıca görüyoruz ki Ana Türkçe söz başı *q, *k ve *t sesleri farklı kaynaktan gelir
ve aşağıdaki seslere geri giderler: Ana Türkçe *q<Alt. *q(>Mo. q) ve Alt. γ(>Mo.
γ), Ana Türkçe *k<Alt. *k (>Mo. k) ve Alt. *g (>Mo. g), Ana Türkçe *t<Alt. *t
(>Mo. t) ve Alt. *d (>Mo. d). Ve daha Ana Türkçede *q sesi *γ ile, *k sesi *g ile ve
*t sesi *d ile aynı olmuştur. Bu nedenle bugünkü Türk dillerinde söz başındaki *γ, *g
ve *d seslerinin herhangi bir izi yoktur. Birkaç Türk dilinde (güney diyalektleri), söz
başında görünen g ve d sesleri ikincildir ve birincil *g ve *d sesleriyle bir ilişkileri yok-
tur, krş. Osm. güç “güç, kuvvet”=Mo. küçün ay. // Osm. gir-=Mo. kür- “varmak” //
Osm. gök “mavi”=Mo. köke ay. // Krm. gökus “göğüs”=Mo. kökün “meme” // Osm.
damar=Mo. tamir ay. // Osm. dat- “tatmak”=Mu. taçiya-<*tati-γa- “arzulu olmak”
// Osm. danış- “bilmek”=Mo. tani “bilmek” // Osm. deyirmen=Mo. tegerme ay. vb.
Ana Türkçede söz başı *γ, *g ve *d seslerinin neden kendilerine karşılık gelen
ötümsüz patlayıcı seslerle aynı olduklarının nedenini belirlemek oldukça kolaydır: Bi-
rincil söz başı *γ, *g ve *d sesleri ötümsüz yumuşak sesler [Lenes] idiler ve akustik
olarak ötümsüz sert [Fortes] q, k ve t seslerine çok yakındılar. 13. ve 14. yüzyılın Eski
Moğolcasında ötümsüz yumuşak sesler hala mevcuttu ve bu yüzden müslüman bilim
adamları o dönemdeki Moğolcada söz başı γ yerine q yazıyorlardı, krş. örneğin qar
“kol” (=şimdi γar), qasun “acı” (=Kalm. γaşūn26), qaqa domuz” (=şimdi γaqay27) vb.

22
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 1, s. 24.
23
Ramstedt, KSz XIII, 3, s. 15 ve 55.
24
Gombocz, MSFOu XXX, s. 68.
25
Gombocz, KSz XIII, s. 29. (Ostasiat. Zeitschr. VIII, 30 vd.’de tülki vb. biçimleri tükli, *tük-
lig olarak açıklamıştım; Ramstedt de Türkçe sözcüğün dengi olarak benzer bir yapı düşü-
nüyor: JSFOu XXXVIII, 1, s. 24. W. B)
26
P. M. Melioranskiy, Arab’ filolog’ o mongol’skom’ yazıki, Zapiski Vostoçnogo Otdeleniya,
t. XV, 140-141.
27
N. N. Poppe, Mongol’skiye nazvaniya civotnıh v trude Hamdallaha Kazvini, Zapiski Kolle-
gii Vostokovedov, t. I, s. 198.
77 Nikolaus Poppe

II

Ana Türkçe Söz Başı y


Söz başında y sesi veya ondan gelişmiş seslerle görülen bir dizi Türkçe sözcük, kendi-
lerine karşılık gelen Moğolca ve Tunguzca sözcüklerle karşılaştırıldıklarında, Ana
Türkçe y sesinin Moğolca ve Tunguzcada farklı seslere denk geldiğini görürüz. Bu
sesler de n, d, c ve y’dir. Ve Moğolca ve Tunguzca, ünsüzler söz konusu olduğunda
Türkçeden çok daha koruyucudur. Bu nedenle Moğolca ve Tunguzcanın, burada da,
Türkçede kaybolmuş olan birincil sesleri koruduğunu kabul etmemiz gerekir.
Ana Türkçe *y sesi de farklı kökenlerden gelir ve aralarında d sesinin de yer aldığı
pek çok sese geri gider. Yukarıda zaten gördüğümüz gibi Altay Ana dilindeki *d sesi
Türkçede t olmuştur. Yani belli ki ikinci bir *d sesi de Türkçede *y olmuştur ancak
nitelik olarak diğer sesten biraz farklıydı. Bu ikinci d sesi mutlaka bir dişler arası sızıcı
d sesi, yani bir *δ idi.28
Ana Türkçe söz başı *y sesi ayrıca *n, *δ, *c ve *y seslerine geri gider. Bununla
birlikte *c ve *y sesleri belki de sadece eski bir temel sesin varyantlarıydı. Bu konuya
aşağıda tekrar dönülecektir.
Farklı kökenlere giden Ana Türkçe *y sesinin tarihi gösteriyor ki bu ses çok erken
bir dönemde neredeyse ď veya c gibi söyleniyordu. Ayrıca Menander’de Ural nehri-
nin adını Δαιϰ29 (=*ďayıq) ve Taberi’de, 7. yüzyılda Toharistan’daki Türklere ait
yabγu ünvanını da ‫ ﺟﺒﻐﻮﻳﻪ‬30(=*ďabγuya veya *cabγuya) biçiminde buluyoruz. Bu, ď
veya c gibi çıkarılan *y sesi daha sonra bir dizi Türk diyalektinde c’ye gelişmiştir.31
Bugün bu c diyalektine ait diller, örneğin Kırgızca (coq “yok”), Şorca ve Sagayca da c
diyalekti idiler (çoq “yok”), Ana Yakutça (*c>s) ve Bulgarca (c>Çuv. ś, örneğin cal
“yıl”>Çuv. śul ay.)
Şimdi *n>Ana Türkçe *y, *δ>Ana Türkçe *y, vb. gelişmelerden Ana Türkçe
*y<*n ile başlamak istiyoruz!
Daha önce de söylendiği gibi Türkçede sadece birkaç sözcük n ile başlar ve bu
sözcüklerin başka dillerden ödünç alındığı kolayca tespit edilebilir, örneğin Tel. nair
“arkadaş”<Mo.; Leb. naici “arkadaş”<Mo.; Kırg. nokta “yular”<Mo. vb. gibi. Ay-
rıca, düşmüş olan bir ünlüden sonra da n sesine rastlanır, örneğin Şor nek>inek. Son

28
Gombocz, KSz XIII, s. 36.
29
V. Tomaschek, Kritik des altesten Nachrichten über den skythischen Norden II, s. 39.
30
W. Barthold, Die historische Bedeutung der alttürkischen Inschriften, s. 16 (krş. F. W. K.
Müller, Doppelblatt, 31 ve özellikle Marquarts Eranşahr s. 204 ve not 4’e göre yabγu ünvanı
ilk kez Toharlarda belirlenmiştir. W. B.)
31
Barthold ve ondan bağımsız olarak Bang gösteriyor ki yazıtlarda vb. yoγ “yoğ töreni”, Me-
nander Protektor fr. 43’te δοχ[ια (Müller, FHG. IV 247) olarak yer alır: δοχια δέ τή οίχεία
γλώττη προςαγορεύοσι τά έπί τοιϛ τεθυεώσ υόμμα. Krş. Bang, SBAW 1916, 924, not 4.
Altayca ve Ana Türkçe 78

olarak birkaç Türk dilinde, nazal bir ünsüzden önceki *y sesinden gelişmiş ikincil bir
n sesi görüyoruz. Örneğin Tub. ńaŋıl-<yanıl-; ńaŋmur<*yaŋmur<yagmur vb. Böy-
lece n sesinin Türk dillerinde asla birincil bir *n sesini temsil etmediğini görürüz. Bi-
rincil n Türk dillerinde y ve ondan gelişen seslerle temsil edilir. Türkçe ne<*ne gibi
birkaç istisna dışında (krş. yukarıda).
*n için örnekler.
Uyg., Orh., Tel. yay “yaz”, Çuv. śu=? MoBury. nacir ay.32 // Osm., Leb. yayqa- “sal-
lamak”=Mo. nayiγu- “rüzgarla sallanmak”, nayilca- “titremek”33 // Orh., Bar., Çağ.
yalaŋ “yalın, çıplak”=Go. ńelakxu, Oroç. ńul’aki ay., Ma. niolmongge ay.34 // Osm.
yama “yama”, Tel. yama- “yamamak”, Go. namú “yama”35 // Osm., Krm. yapraq, Çağ.
yapuran ay., Yak. sebirdex ay., Çuv. sulsĭ ay.=Mo. nabçi- ay., namulca-<*na-
bulca- “titremek, sallanmak” // Osm. yapış-, Çuv. śıpĭś- ay.=Mo. *ńawa>Halh.
nā- “yapışmak”, yazı dili niγa- ay.36 // Osm. yara-, Çuv. śuraś- <*yaraça- “yaraş-
mak”=Ma. nara- “sevmek”, nara-şa- “aşık olmak”37 // Uyg., Tar., Kum., Osm. yaz
“ilkbahar”, Çuv. śur ay.=Mo. nirai<*nar-ai “yeni doğmuş”=Ma. niyarxun<*ńar xun
“yeşil, taze” // Çağ., Leb., Uyg. yaş “taze, yeşil”=Mo. nilqa “genç”=Tu. nelki “ilkba-
har”38//Uyg., Tel. yaş “gözyaşı”, Çuv. śul ay.=Mo. nil-bu-sun ay.39 // Orh., Osm. yaş
“ömür”, Çuv. śul “yıl”=Mo. nasun<*nal-sun “ömür”40 // Tel., Osm. yıq-=Mo.
niqu- “kazımak, deşmek”41 // Leb. yılγa- “kaymak”, Küer. yıl- ay., Osm. yılan, Çuv.
śilen ay.=Mo. nilçaγa- “yapıştırmak”, nilçuyi- “yapışık olmak”=Ma. nilxun “pürüz-
süz”42 // Tel. ılçı-<*yılçı- “ezmek, yassıltmak”, Sag. ılçıra- “zayıflatmak”=Mo. nil-
çayi- “zayıflatmak”43 // Tar. yobaş “yumuşak, yavaş”=Mo. nomuqan<*nob-u-qan ay.,
noyir<*nowir “uyku”44 // Tat. yuwa “yabani soğan”=Mo. noγoγan “yeşil”=Ma. nio-
vangγa<ńowaŋgγa “yeşil” // Bar., Leb. yudruq “yumruk”, Kırg. cudruq ay., Sag. nuz-
ruq ay., Koyb. numzuruq ay. (yumru “yuvarlak” ile karışmıştır), Yak. suturuk

32
Ramstedt, KSz, s. 147.
33
Gombocz, KSz XIII, s. 36.
34
Ramstedt, Festschrift V. Thomsen, s. 183.
35
Ramstedt JSFOu XXXVIII, 1, s. 34.
36
agy. JSFOu XXVIII, 3, s. 68.
37
agy. JSFOu XXVIII, 3, s. 6.
38
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 6.
39
Ramstedt, Festschrift V. Thomsen, s. 185.
40
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 62.
41
agy. KSz XIII, s. 36.
42
agy. JSFOu XXVIII, 3, s. 35.
43
agy. JSFOu XXVIII, 3, s. 26.
44
agy. JSFOu XXVIII, 3, s. 15.
79 Nikolaus Poppe

ay.=Mo. nidurγa ay.=Ma. nuyan ay.45 // Bar. yumurtqa, Osm. yumurta, Çuv.
śĭmarta=Mo. nim “testis”46 // Uyg., Osm. yut-, Çuv. śĭt- ay.=Mo. nutqu- ay.47 // Küer.
yuŋ “tüy”, Tar. yuŋ “yün”, Çuv. śĭm ay.=Mo. nongγasun, Doğu Mo. noŋŋosu “kuş
tüyü”, Halh. nōsv “yün”=Ma. nungγari “yumuşak yün” // Osm., Bar. yüzük, Çuv. ś r
ay.=Negid. ńuragan “bilezik”.
Bütün bu ve diğer pek çok durumda Ana Türkçe söz başı *y sesi bir *n sesine gider.
Burada bir değil iki n sesiyle karşı karşıyayız: *ń ve *n. İlkinin bulunduğu bütün du-
rumlarda Moğolcada ilk hece ünlüsü i’dir ve Tunguzcada bir ń sesi bulunur. Ma. ör-
neğin niyarxun (=ńarxun) “yeşil”, Mo. niga- “yapıştırmak” vb. gibi; buna karşılık bü-
tün diğer durumlarda *n bulunur. Fakat *ń ve *n arasında kesin sınırlar çizmek her
zaman kolay değildir çünkü Moğolca n sesine art ünlüler önünde Tunguzcada sık sık
bir ń sesi denk gelir, örneğin Mo. noγo-γan “yeşil”=Ma. niovangγa (=ńowaŋa) ay.
vb. Ayrıca *ń sesi, Moğolca c=Tung. n denkliklerine de gidebilir, örneğin Osm., Tat.
yaz-, Çuv. śir- ay.=Mo. ciru- “işaretlemek”=Ma. niru- ay., Go. ńiru- “yazmak” // Mo.
cirmaqay “küçük balık”=Ma. nimaxa “balık”48 vb.
Şimdi Altayca söz başı *n veya daha doğrusu her iki n sesini bırakıp söz başı *δ ile
ilgilenmek istiyoruz. Türkçe y veya ondan gelişen sesler Moğolcada ve Tunguzcada
d sesine denk gelir.
*δ için örnekler.
Bar. yaγı “kürk”=Mo.49 daqu ay. // Orh. yaγı “düşman”, Bar., Tat. yau ay., Kırg.
cau ay=Mo. dayin<*dagin ay.50 // Osm. yaγır “eyerin yaptığı yara”=Mo. daγari
ay.=Ma. darin “yara”51 // Tel. yabır- “hakaret etmek”=Mo. daγari- ay. // Kum., Çağ.,
Leb. yaq-<*ya-q- “yaklaşmak”, Tat. yaqın, Orh. yaγuq<*ya-γ-u-q, Çuv.

45
Gombocz, KSz XIII, s. 34.
46
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 20.
47
agy. JSFOu XXVIII, 3, s. 19.
48
agy., “Über die Zahlwörter der altaischen Sprachen”, JSFOu XXIV, 1, s. 14; Gombocz,
KSz XIII, s. 9. Fakat diğer yandan şu da mümkündür ki Tunguzca n sesi böyle durumlarda
bir *y<*c (veya *y~*c) sesine de geri gidebilir.
49
Gombocz, KSz XIII, s. 22.
50
Gombocz bk. (Köktürkçe tagı Moğolcada dakin ile temsil edildiği halde niçin burada Kök-
türkçe -γ- sesi Moğolcada bir -y- (<-g-) sesine denk geliyor?? W. B.)
51
Gombocz, age., s. 23.
Altayca ve Ana Türkçe 80

śıvĭh<*ya-γ-u-q ay.=Mo. daqa-<*da-qa- “takip etmek”<*da-γa ay.=Tung. daga “ya-


kın”52 // Leb., Uyg. yal “yele”, Yak. sāl “yelenin altındaki yağ”=Mo. dalu “kürek ke-
miği”, dalaŋ “at boynu”53 // Osm., Tat. yala-, Çuv. śula-=Mo. doliγa-<*doli-γa- ay.54
// Uyg., Osm. yap-, Orh. yabγu “bir ünvan”=Mo. daγa- “hizalamak”, daγamal “sı-
ralı”55 // Osm. yapaq “emen tay”=Mo. daγa, Kalm. dāγn̥ “iki yaşında tay”56 // Osm.,
Çağ. yapaq “yün”=Mo. daγa-kira “keçeleşmek57 // Uyg., Osm. yarın “yarın”=Mo. da-
raγa “bir sonraki”, daraγa-la- “takip etmek”, darui “hemen”, daru- “basmak, ezmek”,
daruγa “en eski”=Uyg. yarγan “bir unvan”58 // Çağ. yaş “gizli saklı”, Kum., Tat. ya-
şın- “gizlemek”=Mo. dalda “gizli”, *dal’dan bulunma durumu”=Go. delērē “gizle-
mek”, Ma. dalita- “gizlemek”, dali- ay. // Osm. yauru “yavru hayvan”, Çağ. yauruq ay.,
Krm. yewrü “kuş yavrusu”, Çuv. śurĭ “hayvan yavrusu”=Ma. deberen “kuş yavrusu,
hayvan yavrusu” // Kırg. caura- “soğuktan titremek”=Mo. daγara- “dondurmak” //
Orh., Osm. yeg “iyi”=Mo. degeci “yemeğin yaşlılara sunulacak ilk bölümü”, dege-r-e
“yüksek”59 // Osm. yele, Küer. yelek ay., Yak. siel ay., Çuv. śilhe<*yėlkei=Mo. del
ay.=Ma. delun ay. // Leb. yibi- “ıslak olmak”, Tat. yib- ay.=Mo. debte- ay.60 // Bar.
yilin “meme ucu”, Tar. yelin ay., Çuv. śil ay.=Mu. deleng ay.=Ma. delen ay.61 // Uyg.
yılın- “sıcak olmak”, Leb. yılı- ay.=Mo. dulaγan “sıcak”62 // Tob. yumaq “bilmece”,
Osm. yum “fal”=Mo. dom “büyü”, domçi “halk hekimi”, domoγ<domaγ “masal, ef-
sane”63 // Osm., Tob. yüz “çehre”=Mo. düri “biçim, form”=Kond. dörö, Ma. dere
“yüz” // Osm., Tob. üzengi<*yüzeŋgi “üzengi”, Çuv. yĭrana<*üreŋi<*yüreŋi
ay.=Mo. dürüge ay.64
Ayrıca n ve d sesleri Türkçede söz başında y sesine, Moğolca ve Tunguzcada c ve
y seslerine denk gelir. Sonuncusu belki, Ramstedt’in kabul ettiği gibi65 *c ve *y olmak
üzere iki ayrı sese gider; c ve y seslerinin aynı sesin varyantları olması da mümkündür.

52
Gombocz, bk. (Tung. daga’nın oluşumu? W. B.)
53
Diğerlerinden farklı olarak Gombocz, agy. (Türkçede ve Moğolcada dalu daha çok bir
ödünçleme olamaz mı? Kkırg. dalı, Çağ.Doğu Tü. dalu, Tar. dola, Çağ. doli W. B.)
54
Gombocz, age., s. 24.
55
Gombocz, KSz XIII, s. 24.
56
Ramstedt, Festschrift V. Thomsen, s. 183.
57
Ramstedt, agy.
58
G. J. Ramstedt, “Zwei uigurische Runeninschriften”, JSFOu XXX, 3, s. 6 krş. JSFOu
XXVIII, 3, s. 5.
59
Ramstedt JSFOu XXVIII, 3, s. 7.
60
Gombocz KSz XIII, s. 25.
61
Gombocz,agy.
62
Gombocz KSz XIII, s. 26.
63
Gombocz,agy.; krş. Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 21.
64
Gombocz KSz XIII, s. 5.
65
“Zur mongolisch-türkischen Lautgeschichte”, KSz XV, s. 142.
81 Nikolaus Poppe

y ve ötümlü ıslıklı ses c arasındaki fark akustik olabilir. Bu görüş bizi şunu kabul
etmeye zorlar: y ile başlayan sözcükler genellikle Türkçeden ödünçlenmiş görünürler
ve Mo. y=Tü. y denkliği için ikna edici örneklerin sayısı çok az olduğundan sadece
çok azı gerçek Moğolca sözcüklerdir. Ramstedt’in örneğin, Koyb. nō “ne”, Mo. yaγun
ay. (fonetik!); Uyg. yaγ- “yağmak”=Mo. yaγa-ra- (semantik!) vb. gibi66 örnekleri çok
şüpheli olmakla birlikte, Uyg. yaruk “ışık”<yar- “parlamak”=Mo. *yara-lca-, Kalm.
yarl̥-zɒ- “görünür olmak” // Orh. yaδaγ “yaya”, Yak. satī, Çuv. śuran=Mo. yada- “ya-
pamamak”, yada-γu “kötü, sefil” gibi örnekler kabul edilebilir. Buna karşılık Tü.
y=Mo. c denkliği için kesin belgeler çok sayıdadır. İki veya üç kesin kanıt bir ses ya-
sasını kanıtlayamayacağı için, Moğolca söz başı c ve y seslerinin *y ile işaretlenen aynı
sese gittiğini kabul etmek gerekir. Birkaç Moğol diyalektinde, özellikle de Buryatça-
nın Ekirit-Bulgat diyalektinde, yazı dilindeki c sesine genellikle y sesinin denk gelmesi
bizi bu konuda cesaretlendiriyor. Örneğin yorγōn “altı” (=yazı dili cirγuγan), yada
“mızrak” (=yazı dili cida), yil “yıl” (=yazı dili cil) vb., krş. Kalmukçada hala
yasɒ- “yapmak, düzenlemek” (=yazı dili casa-). Ayrıca eski Moğolcada da bazen bu-
günkü c yerine bir y bulunur, örneğin Dharmapāla’nın Dul Eşinin (satır 4) ve Bu-
yantu’nun Buyruğu (satır 5) yȯr-çi-qun “yolculuk” (=yazı dili corçi-). Bu nedenle Mo-
ğolca söz başı c ve y seslerinin birincil olarak iki ayrı sese mi yoksa tek sese mi gittiğini
belirlemek çok zordur. Moğolca söz başı c sesi bu seslerin kurallı temsilcisi olduğu
için her iki sesin birincil bir sese, yani *y sesine gittiğini kanıtlamak gerekir. Buna kar-
şılık Moğolca söz başı y sesi daha sonra, söz başı i sesinin kırılması67 sonucu ortaya
çıkmıştır, yani yatuγan>*ituγan<*hituγan<*φituγan veya *pituγan “telli saz”=Ma.
fituxan ay. (Çağ. yatuγan ve Sag. çadıγan<*yatuγan “arp”<Mo.). Bu şekilde ikincil
bir y sesinin ortaya çıkmasının ardından, y sesi Moğolcadaki ödünç sözcüklerde de
korunmuştur. y ve c seslerinin daha ana dilde bile dönüşümlü olarak kullanılmış ol-
maları mümkündür.
Türkçe y=Mo. c’ye gelince, bununla ilgili olarak Ramstedt’te çok sayıda örnek
bulunabilir.68

66
KSz. XVI, s. 67 v.d.
67
G. J. Ramstedt, “Das Schriftmongolische und die Urgamundart phonetisch verglichen”,
JSFOu XXı, 2, § 55.
68
KSz XV, s. 143 vd.
Altayca ve Ana Türkçe 82

III

Ana Türkçe *z ve *ş
Türkçe z ve ş seslerinin diğer dillerde -Çuvaşça, Moğolca ve Tunguzca- r ve l seslerine
denk geldiği biliniyor. Şimdi genellikle Türkçe z ve ş seslerinin birincil olduğu ve ak-
raba dillerde r ve l seslerinin bu seslerden gelişmiş olduğu kabul edilmektedir. 69 An-
cak bu varsayıma karşı pek çok görüş vardır.
Türkçe z ve ş seslerinin birincil sesler olması ve r ve l seslerinin akraba dillerde bu
seslerden gelişmiş olması durumunda z ve ş seslerinin bir yandan Çuvaşçada r ve l
seslerine, bir yandan da Moğolca ve Tunguzcada r ve l seslerine değiştiğini kabul et-
mek gerekir; başka bir söyleyişle z ve ş hem Çuvaşçada hem de Moğolca-Tunguzcada
r ve l seslerinin kaynağıdır. Çuvaşça Ana Türkçeye götürüldüğü zaman Çuvaşça açı-
sından burada durum çok basittir; r ve l sesleri de Ana Türkçe z ve ş seslerine gider.
Fakat Moğolca ve Tunguzca bize büyük zorluk çıkarır, çünkü Ana Türkçeye gitmez-
ler, hala r ve l dilidirler, yani z ve ş sesleri Çuvaşça gibi bu dillerde de r ve l seslerine
gelişmişlerdir. Türkçe z ve ş seslerinin birincil olduğu varsayımında kaldığımız zaman
z ve ş seslerinin önce Moğolca ve Tunguzcada r ve l seslerine geliştiğini, daha sonra
da tekrar Çuvaşçada bu gelişmenin olduğunu kabul etmek zorundayız. Yani kronolo-
jik olarak farklı iki ses değişmesiyle karşı karşıyayız:
1. Moğolca-Tunguzca z>r ve ş>l değişimi ve
2. Çuvaşça z>r ve ş>l değişimi
Çuvaş dilinin (ki Türkçe ile aynı ana dile, yani söz başı ötümlü ve ötümsüz patla-
yıcıların ve *n, *δ, *c, ve *y seslerinin aynı olduğu ana dile gider, Moğolca ve Tun-
guzca ile aynı dile gitmez) z ve ş seslerinin gösterimi konusunda, İlk Türkçe zamanın-
daki Moğolca ve Tunguzca gibi davranması ama bütün diğer dil tarihi açısından Ana
Türkçe zamanından daha genç olduğunun düşünülmesi ilginç değil midir? 70 z ve ş’nin

69
Radloff, Phonetik, §286-288; E. N. Setälä, “Zur finnisch-ugrischen Lautlehre”, FUF II, s.
273; Gombocz, KSz XIII, s. 13 vd.
70
Uygurca böz’deki (F. W. K. Müller, Uigurica II 70; krş. benim KOsm IV 14, not 2, orada
Hübschmann, Armen. Gram. 392’ye bir ek yapılmıştır) -z elbette daha sonra Çuvaşçada -r
olarak görünür: pir; “Arapça bezz”den (Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, 25) burada artık
söz edilemez herhalde? Bu r yine de yeni tarihlidir. Bir yeni r sesi de belki yĭran “sınır çiz-
gisi” sözcüğünde bulunur ki bu sözcükte y- yeni bir Çuvaşça protezdir: Bilindiği gibi sözcük
Simb.Tat. azan, azannı, ızan, zan ve zanlı sözcükleriyle karşılaştırılabilir ve belki genelde
olduğu gibi -her zaman değil- tarımla ilgili bu Çuvaşça sözcük Tatarcadan veya bir “Ka-
zanca benzeri” diyalektten türemiştir. Ne yazık ki bugüne kadar sözcüğün türeyebileceği
bir Tatarca yapı bilmiyoruz; ayrıca tarımla ilgili sözcükler için bir monografi derlenmiş de-
ğildir. Böyle bir şey Poppe tarafından hazırlanıyor.
83 Nikolaus Poppe

birincil olmadığını, aksine Moğolca, Tunguzca ve Çuvaşçada korunmuş olan r ve l ses-


lerinin birincil olduğunu ve Türkçedeki z ve ş seslerinin bu seslerden çıktığını kabul
etmek daha kolay değil midir? Bu görüş Ramstedt’indir. 71 Diğer dillerdeki çok eski
“Türkçe” (aslında İlk Türkçe) ödünç sözcüklerde de72 her yerde z ve ş yerine r ve l
bulunması da bu görüşü destekler. Örneğin Tawgy-Samoyed yir “100”, Yurak Samo-
yedcesi yur ay.<*yür>Türk. yüz ay.//Ostyakça xundıl “köstebek”<*xundur<*qun-
dur>Türk. qunduz “kunduz”, Çuv. hĭntĭr “kürk”//Kamas Samoyedcesi
şili<*çili<*kil “samur”>Türk. kiş ay.73 vb. Bütün bunlar r ve l seslerinin birincil ol-
duğunu ve Türkçedeki z ve ş seslerinin bu seslerden geliştiğini gösterir.
Biraz önce belirtilmiş olan bağlantıda tam da Çuvaşça ve Türkçenin karşılıklı ak-
rabalık ilişkisi sorunu yatar. Yukarıda gördüğümüz gibi, Çuvaşça ve Türkçenin gittiği
ana dil, *q ve *γ, *k ve *g, *t ve *d sesleri ile *n, *δ, *c ve *y seslerinin bir ve aynı
olduğu ana dildir. Bu dil ayrıca bir r ve l dili idi. Bu r ve l dilinde, r ve l sesleri çok
erkenden z ve ş olmuştur ve böylece ortaya z ve ş dili çıkmıştır. Bugünkü bütün Türk
dilleri bu ana dile gider. Bu nedenle, Kırgızca, Yakutça, Osmanlıca vb. gibi Türk dil-
lerini Çuvaşça ile aynı dizide ifade etmek doğru değildir. Çünkü Kırgızca, Yakutça,
Osmanlıca vb. ve Çuvaşça aynı ana dile gitmez, aksine Kırgızca, Yakutça, Osmanlıca

Çuv. arna, erne “hafta” da bence çok çabuk ilerlemiştir: Ramstedt bu sözcüğün Farsça
*aδina “hafta” ile ilgili olduğunu belirtiyor (agy. 25) fakat belki de yeni Farsça āδįna, āδįne
ile aynıdır, çünkü Kum. ayna ile ilişkilidir. CC, s. 80’de yeni Fars. adina=Kum. ayna
“Cuma” sözcükleri bulunur; Tatarca atna, şüphesiz ki sızıcı -δ-‘li değil, -d-‘li bir biçimden
türemiştir (krş. Tob. adna, Budagov’dan; afγ. ödünç sözcük ādįna “Cuma”); Bir y dili olan
Tarançide ayna değil azna bulunur ve Çuvaşça sözcük belki de doğrudan bu geç azna biçi-
minden ortaya çıkmıştır, böylece aynı şekilde yeni, -z-‘den gelişmiş bir -r-‘ye sahiptir. An-
lam gelişmesi bana oldukça anlaşılmaz geliyor (krş. Hübschmann, Armen. Gram. 312, Nr.
83 şabat= “dini tatil günü” ve “hafta”; ayrıca Zimmern, Akkad. Fremdwörter2 67 şabattu
ve nubattu ile ilgilidir) fakat Musevi Tatarcası orine’nin gösterdiği gibi her iki sözcüğün
aynı olması gerekir (Hübschmann, Pers. Stud, s. 11?). W. B.)
*) Hübschmann’ın söz ettiği āδįn “bir şehrin festival süsü” (Vullers I 24b altında; 64b altında)
Doğu Türkçesinde ayna “ayna” ile karışmış görünmektedir: Prob IV, 118 şeher içįnį ayna
betlik öy kıldī örneğindeki öy, 993’teki şeher içįnį ayna betlik kıldī ile karşılaştırılınca çok
anlaşılmazdır. Bağlam çok açıktır: “bütün şehri tören süslemesiyle parıldattı.” Harika bet-
lik biçimi Yeni Farsça bend’den bozulmuş olmalıdır; krş. Platts, Dict. of Urdū, 116b ā’įna
band “aynayla süslenmiş” vb.Bildiğim kadarıyla İranistler bu konuda son sözlerini söyle-
memişlerdir. Türkçe biçimler: Kırg., Tar., Çağ., Az., Osm., Krm. ayna “ayna”, (Kırg. sevgi
sözü), Kırg. aynak “pencere”, Tar., Prob. IV 100 3 aynak, Bar., Tob., Tara eynek “gözlük,
pencere”. Söz sonundaki -q, -k muhtemelen küçültme ekidir ve Farsça -k, -g olması nere-
deyse imkansızdır.
71
JSFOu XXXVIII, 1, s. 31 vd.
72
(Bu sözcüklerin çok eski ödünçler olduğunu ne gösterir? W. B.)
73
[Bu Türkçe sözcüklerin tartışma götürmez etimolojileri elbette yoktur. W. B.]
Altayca ve Ana Türkçe 84

vb. diller (yani bütün z ve ş dilleri) Ana Çuvaşça ile birlikte bir ortak dile giderler. Bu
nedenle z ve ş dillerinin gittiği ortak dile “Ana Türkçe” demek istiyoruz. Ana Türkçe
ve Ana Çuvaşçanın gittiği ana dile ise bir başka ad vermek, “Ana Türkçe’ye ( z ve ş
dili) karşıt olarak “Çuvaşça-Türkçe ana dili” veya “İlk Türkçe” demek istiyoruz. 74
Diğer bütün açılardan Çuvaşça-Türkçe ana dili veya İlk Türkçe ile (burada kullanılan
anlamda) Ana Türkçe tümüyle aynı idiler.
Son olarak; r=z ve l=ş dışında, Altay dillerinde r=r ve l=l (Türk. r= Çuv., Mo.
ve Tung. r; Türk. l=Çuv., Mo. ve Tung. l) denkliği de vardır. Belli ki burada farklı r ve
l sesleriyle karşı karşıyayız. Bu nedenle, eğer Türk. r=diğer dillerde r, bir *r sesine
gidiyorsa, Türk. l=diğer dillerde l, bir *l sesine gidiyorsa, bu durumda Türk. r=diğer
dillerde z ve Türk. l=diğer dillerde ş denkliği, ilkinden daha farklı nitelikte r ve l ses-
lerine gidiyor demektir. Bunlar ya *ř (Çekçe ř sesine yakın bir r sesi) ve * yani ötümsüz
sızıcı l (Ostyakça λ sesine benzer) veya Ramstedt’in kabul ettiği gibi75 *ŕ (ince r) ve *ĺ
idiler.
*ř için örnekler.
Osm. aγız “ağız”, Bar. aγıs ay., Kırg., Tat. aus ay., Yak. uos “dudak”=Çuv.
śĭvar<*yaγır “ağız”76 // Kırg., Tat., Osm. ayaz, Tel., Sag. ayas “açık, donmuş”=Çuv.
açık, donmuş”=Çuv. uyar “açık hava” // Kırg. atız “küçük tepecikli karlı alan”, Şor
adıs “bir alan ölçüsü”, Tar. atız “çiftlik”=Mo. atar “nadasa bırakılmış tarla”77 // Kırg.,
Osm. az “az”=Mo. ar-ai “neredeyse hiç”, Bury. arĕ “tek”, Tel. arai “neredeyse
hiç”<Mo. // Tat., Osm., Çağ. az- “yanılmak”, Şor. as-=Çuv. ur- “deli olmak” // Krm.,
Kar.L.T. azav “azı dişi”78, Soy. azıγ ay., Kırg., Tat. azū ay. =Mo. araγa~ariγa ay. //
Osm., Tat. baldız=Çuv. pultĭr “kadının genç erkek veya kız kardeşi” // Orh., Osm.,
Kum. biz=Çuv. epir ay., ilgi durumu pir n // Osm. boz, Tat. buz ay.=Mo. boro ay.79 //
Osm., Sart. boγaz=Çuv. pir ay. // Osm. boynuz<*böŋüz, Çağ. müŋüz ay., Kırg. müyüz
ay., Sag. müs ay., Soy. ay., Soy. mıyıs ay.=Çuv. mĭyraka ay.=Mo. mögeresün~böge-
resün<*böŋere-sün “kıkırdak” // Osm., Kum. buz, Leb., Koyb. pus ay.=Çuv. pĭr ay. //
Orh., Kırg. buz- “bozmak”, Osm. boz- ay.=Mo. bur-çi- ay.80 // Osm. buzaγı, Kum.,

74
N. Poppe, “Die tschuwassischen Lautgesetze”, Asia Major I, s. 777.
75
JSFOu XXXVIII, 1, s. 29 vd.
76
M. Räsänen, “Die tschuwassischen Lehnwörter im Tscheremissischen”, MSFOu XLVIII,
s. 61.
77
G. J. Ramstedt, “Ein anlautender stimmloser Labial in der mongolisch-türkischen Ursp-
rache”, JSFOu XXXII, 2., s. 4.’teki doğru değildir.
78
[<*azaγ; ayrıca krş. Ung. Jahrb. V, s. 403 not; Çuvaşçada genç bir ödünçlemedir: asav. W.
B.]
79
Gombocz, KSz XIII, s. 10.
80
Ramstedt, JSFOu XXVIII 3, s. 21.
85 Nikolaus Poppe

Kırg. buzau ay.=Çuv. pĭru ay.=Mo. biraγu ay., Mac. borjú ay.<Bulg.81 // Orh. ėkiz
“ikiz”, Osm. ikiz, Tel. egis ay.=Çuv. y k r “çift”, Mac. iker ay.<Bulg.=Mo. ikere
“ikiz”=Ma. ikiri ay.82 // Tar., Kırg., Osm. iz “iz”, Tel. is ay.=Çuv. y r ay.=Mo. ira- “iz
bırakmak”, ir “uç, kenar” // Tat. ĭzan “sınır çizgisi”=Çuv. yĭran ay.83 // Tar., Uyg., Osm.
yaz “ilkbahar”, Yak. sās ay.=Çuv. śur ay.=Mo. nirai<*ńar-ai “yeni doğmuş”=Ma.
niyarxun<*ńar-xun “taze, yeşil” // Osm., Kum. yaz- “yazı yazmak”=Mo. ciru- “işaret-
lemek”=Ma. niru- ay.84 // Tat. yåz- “yağ çalkalamak”=Mac. iro “ayran”<Bulg. *yı-
raγ85 // Uyg. yulduz “yıldız”, Kum., Çağ. yulduz ay., Yak. sulus ay.=Çuv. sĭltĭr ay.86 //
Kum. yusaq “kilit”, Tat.yѳzωk ay.=Çuv. śĭra ay. // Orh., Osm., Uyg., Tar. yüz
“çehre”=Mo. düri “görünüm” // Orh., Uyg., Çağ., Krm. yüz “100”, Çuv. ś r ay., krş.
Bulg. cür ay. // Osm., Çağ. yüzük=Çuv. ś r , krş. Mac. gyűrű ay.<Bulg.87=Negidal
ńuragan “bilezik” // Tat., Kırg., Osm. qaz “kaz”, Leb., Sag. qas ay., Yak. xās ay.=Çuv.
hur=Dagur. garu ay.88 // Osm., Kırg., Tar. qaz- “kazmak”=Çuv. hir- ay.=Mo.
qaru- “kazımak, pürüzsüz yapmak”89, krş. Uyg., Tel., Leb. qazıq “kazık”=Mac. karó
ay.<Bulg.90 // Tel., Leb., Kkırg., Osm. qazan “kazan”=Çuv. huran // Tel., Şor, Tat.,
Osm. qızar- “kızarmak”, Uyg. qızıl “kırmızı”=Çuv. h rl “kırmızı”=Mo. kiraγan “ak-
şam kızıllığı”91 // Orh., Kkırg., Tat. qız “kız”=Çuv. h r, Bulg. xır ay.92 // Kırg., Çağ.
qoŋuz “böcek”, Tel. qoŋıs ay., Kar. T. qomuz “böcek”=Çuv. hĭmĭr “arı” // Osm.
qopuz, Uyg. qobuz, Kırg. qobuz ay., Yak. xomus “ağız tamburası”=Mo.
*qowur>qour “telli saz”, Halh. xūr ay.93 // Uyg., Kum., Çağ. qozı “kuzu”, Osm., Kırg.
qozu ay.=Mo. quraγan~quriγan ay.94 // Tat. quzγal- “heyecanlandırmak”, Çağ.
quzγun “heyecanlı”=Mo. quriça- “hevesli olmak”, quruγulça- “heyecanlanmak”95 //
Bar., Şor qundus “kunduz”=Çuv. hĭntĭr “kürk çorap” // Uyg. kez- “gezmek”, Osm.
gez-, Kırg. kez-=Mo. kerü- “gezmek, dolanmak”96 // Uyg. köküz “göğüs”, Tel. kögüs

81
Gombocz, MSFOu XXX, s. 51; KSz. XIII, s. 11.
82
Gombocz, KSz. XIII, s. 3.
83
Gombocz, KSz. XIII, s. 2 (krş. yukarıda s. 108, not 1 W. B.)
84
Gombocz, KSz. XIII, s. 9.
85
Gombocz, MSFOu XXX, s. 88.
86
Gombocz, KSz. XIII, s. 2.
87
Gombocz, MSFOu XXX, s. 82.
88
Diğerlerinden farklı olarak Gombocz, KSz. XIII, s. 15.
89
Gombocz, KSz. XIII, s. 8
90
Gombocz, MSFOu XXX, s. 90.
91
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 35.
92
Gombocz, MSFOu XXX, s. 202.
93
Gombocz, KSz. XIII, s. 8 (Pelliot, Tʿoung Pao 1914, 258, not 4. W. B.)
94
Gombocz, KSz. XIII, s. 9.
95
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 30
96
Gombocz, KSz. XIII, s. 5.
Altayca ve Ana Türkçe 86

ay., Krm. göküz ay.=Çuv. kĭkĭr ay. // Osm. köz “köz”, Sag. kös “sıcak köz”, krş. Çağ.
qoz ay., Tel. qos ay.=Çuv. kĭvar “parlak köz” // Tat. kǚzön “kokarca”, Tel., Kom. kü-
zen ay.=Mo. kürene ay.97 // Uyg. kübez “gururlu”, Kırg. küyöz “züppe”, Tat. kǚyöz
“güzel”=Mo. *köwer> yazı dili köger “gururlu”98 // Çağ., Tar., Kırg. kündüz, Osm.
gündüz=Çuv. kĭntĭr “güney, öğle” // Kırg., Çağ., Uyg. küz “güz”=Çuv. k r ay. //
Osm. -maz~-mez -olumsuz geniş zaman eki=Çuv. mar<*emer “mevcut de-
ğil”=Mo. -mar~-mer- “isimden fail adı yapan ek” // Osm. omuz=Mo. omuruγun “gö-
ğüs kemiği” // Krm., Kum., Osm. otuz=Çuv. vĭtĭr ay. // Kum. ögüz, Osm. öküz=Çuv.
vĭkĭr~ mĭkĭr ay.=Mo. üker ay., krş. Mac. ökör “sığır eti”<Bulg.99 // Kırg., Tar., Kum.,
Osm., Uyg. öz=Çuv. var “orta, iç”=Mo. *öwer>öber “kendi”100 // Kırg. özön “ır-
mak”, Tat. üzen “vadi”=Çuv. var “geçit” // Kum., Tat., Çağ., Kırg. saz “bataklık”, Leb.
sas “bataklık”=Çuv. şur “bataklık”=?Mo. siroi “toz”101, krş. Mac. sár “batak-
lık”<Bulg.102 // Osm., Kum. sazaγan “ejderha”=Bulg. *şaraqan “ejderha”>Mac.
sárkány ay.103 // Orh., Uyg., Osm. sekiz=Çuv. sakĭr ay. // Uyg., Osm. semiz=Çuv.
samĭr ay. // Osm., Çağ. sez-, Leb., Tel. ses- ay.=Mo. sere- “uyanmak”, sere-gün “uya-
nık”104 // Krm., Tar., Osm. siz=Çuv. esir ay., ilgi durumu sir n // Osm. vb. -sız~-siz
yokluk eki=Çuv. -sĭr~-s r ay.=Mo. keüser’deki -*ser “yavrusuz, meyvesiz”, Halh. xƜ̅
“oğul”105 // Tel. sus “ruh”=Mo. sür “canlılık” // Osm., Krm., Kum. süz-, Bar. süs- “ele-
mek”=Çuv. sir- “süzgeçten geçirmek”, Mac. szűr- ay.<Bulg.106 // Çağ., Krm., Kırg.
taz “çıplak, tüysüz”, Leb., Koyb. tas ay.=Mo. taraqay “uyuz”=Tung. tara-ka “dazlak
kafa”, krş. Mac. tar<Bulg.107 // Uyg. tenggiz “deniz”, Osm. deniz ay.=Bulg.
*teŋir>Mac. tenger “deniz”, Çuv. tin s ve Mo. Mo. tenggis<Türk.108 // Orh. tez- “kaç-
mak”, sag., Şor. tes- ay.=Çuv. tar- ay. // Kum., Uyg., Tar. tiz “diz”, Leb., Şor tize
ay.=Çuv. ç rkuśśi ay., krş. Mac. térd ay.<Bulg. =Mo. tür-ei “çizmenin üst kısmı”109 //

97
Gombocz, KSz. XIII, s. 6 (Ayrıca “halk etimolojisi” Osm. göçen “kaya sansarı türü”. W. B.)
98
Ramstedt, Festschrift V. Thomsen, s. 184.
99
Gombocz, MSFOu XXX, s. 111; KSz XIII, s. 3.
100
Gombocz, KSz XIII, s. 4.
101
Ramstedt JSFOu XXXVIII, 1, s. 15.
102
Gombocz, MSFOu XXX, s. 113.
103
Gombocz, MSFOu XXX, s. 114.
104
Gombocz, KSz. XIII, s. 6.
105
Poppe, Comptes Rendus de l’Acad. des Sciences de Russie, 1925, s. 20.
106
Gombocz, MSFOu XXX, s. 127.
107
Gombocz, agy.
108
Gombocz, MSFOu XXX, s. 128.
109
Gombocz, MSFOu XXX, s. 129; Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 78.
87 Nikolaus Poppe

Çağ. tiz-, Leb. tis- ay.=Çuv. tir-=Mo. dürü- “sokmak, batırmak”110 // Tat. tıγız “sıkı-
şık”=Çuv. tĭvĭr “dar”=Mo. çigiraγ<*tigiraγ “kalın, yoğun” // Orh., Çağ., Tar. toquz
“dokuz”, Leb., Sag., Koyb. toγus ay.=Çuv. tĭhhĭr ay. // Kum., Çağ. töz- “katlanmak,
dayanmak”, Osm. düz-=Bulg. *tör->Mac. tür- “dayanmak, katlanmak”=Mo.
töre- “çile çekmek, katlanmak”, Kalm. törǖ “bitkin, yorgun”111 // Osm., Kırg. tuz, Sag.,
Koyb. tus ay., Yak. tūs ay.=Çuv. tĭvar<*tūr ay.112 // Tat. tuzan “toz”, Osm. toz
ay.=Mo. toro “uçan toz”113 // Kum., Çağ., Tar. tüz “doğru”, Tel., Sag. tüs ay.=Çuv.
tür “düz” // Tel., Kmd., Sag. tös “töz, ruh”=Çuv. tür “kötü bir ruh” // Uyg. uγuz “süt
buzağı”, Kum. ūs ay.=Mo. uγuraγ // Uyg., Osm., Çağ. uz, Leb., Şor us “usta”=Mo.
uran “usta”114 // Tat. uz- “elde etmek”, Kırg. oz- “önce gitmek”=Mo. urida “erken,
ön”115 // Uyg., Osm., Kırg. uzun=Çuv. vĭrĭm ay. =Mo. ur-tu ay.116 // Osm., Kırg, Kar.
L. üz- “kırmak”, Tel., Şor üs- ay.=Mo. üre- “batmak, yok olmak” // Tel. üzǖ “sıcak”,
Leb. üzüγ ay., Uyg. izig ay.=Çuv. v ri // Osm., Kum., Tob. üzeŋgi, Uyg. üzenggü=Çuv.
yĭrana ay. =Mo. dürüge ay.117
*l için örnekler.
Tar., Tat., Osm. adaş, Kkırg. ayaş “arkadaş”=Mo. adali “benzer” // Tel., Leb., Tat.
aş- “aşmak”=Mo. al-qu- “adım atmak”, al-u-s- “aşmak” // Bar., Osm., Tat. alt-
mış=Çuv. utmĭl ay. // Tob., Tat. arış “çubuk”=Mo. aral “çatallı dil”118 // Tel., Küer.
eş- “izlemek”=?Ma. feliye- “gitmek”119 // Tel., Krm., Soy. eş- “eşmek”=Çuv. alt- “ka-
zımak”=Mo. ele- “silerek çıkarmak” // Tat. işli<*ėşlig “çok, fazla”, işei- “çok ol-
mak”=Mac. elég “bol, çok”<Bulg.=Mo. eliyede “bol, çok”, elbeg ay.120 // Tar., Osm.,
Çağ. eşek=Mo. elcigen ay.121 // Tar., Osm. eşik “kapı”, Tel. ejik ay.=Çuv. alĭk ay. //
Çağ., Kar. L. T. eşit- “işitmek”, Osm. işid- ay.=Çuv. itle-<*iltle- “kulak vermek” //
Sart. beş, Az. bėş ay., Yak. bies ay.=Çuv. pill k ay. // Osm. beşik, Tat. bişik ay., Yak.
bisik ay., bilie- “sallamak”=Bulg. *belçik ay.>Mac. bölcső “beşik”, beleget “sallan-
mak”122 // Osm. boşa-, boşan-, boş = Bulg. *bolco->Mac. bocsánik “affetme”,

110
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 24.
111
Gombocz, MSFOu XXX, s. 135; KSz XIII, s. 7.
112
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 18.
113
Gombocz, KSz. XIII, s. 12.
114
Gombocz, KSz. XIII, s. 8..
115
Gombocz, KSz. XIII, s. 7.
116
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 3, s. 40.
117
Gombocz, KSz. XIII, s. 5.
118
Ramstedt, JSFOu XXXII, 2, s. 3.
119
Ramstedt, JSFOu XXXII, 2, s. 4.
120
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 30 (Kumanca ödünç sözcük ölbeklik=bolluk. W. B.)
121
Gombocz, KSz. XIII, s. 18.
122
Gombocz, MSFOu XXX, s. 54 ve 212.
Altayca ve Ana Türkçe 88

bocsát- “affetmek”=Mo. bolcu- “anlaşmak, uzlaşmak”, bolciyatay “bilgi vermek”,


bolcaγa “anlaşma” (krş. Radloff’un Wb. IV 1674-5, 1854-5, 2126. W. B.) // Tar.,
Leb., Krm., Tat. yaş “gözyaşı”=Çuv. śul ay.=Mo. nil-bu-sun ay.123 // Tar., Küer., Orh.,
Osm. yaş “ömür”=Çuv. śul “yıl”, krş. Bulg. cal ay.=Mo. nasun<*nal-sun “eski”124 //
Tar., Tel., Leb. yaş “taze, yeşil”=Mo. nil-qa “genç”=Tung. nelki “ilkbahar”125 // Tel.,
Leb., Tub. yazı- “yanılmak”, Tel. yazıq “tükenmiş”=Mo. cal-qa-γu “hata”,
cali-ra- “hata olmak” // Kum., Tat. yaşın- “gizlenmek”, Çağ. yaş “gizli”=Mo. dalda
“gizli” (<*dal)=Go. dalērē “gizlenmek”, Ma. dali- “örtmek” // Uyg., Osm. yėmiş
“meyve”=Bulg. *cimel-ç ay. >Mac. gyümölcs ay. // Uyg., Kar. T. yumuş “görev”, Çuv.
śĭmĭl “iş” (krş. Kırg. cumuş “görev”, W. B.) // Tar., Tat., Osm. qaş “tepe”=Mo. qali-l
“dik yamaç” // Tel. qajan “tembel” (atlar için)=Mo. γali-ra- “tembel olmak” // Osm.,
Krm. qaşık=Mo. qal-ma- “yağını almak, sıyırmak”, qal-ba-γa “kaşık”126 // Çağ. qaşqa
“beyaz”, Sag. qasqa ay.=Mo. γalcan ay.127 // Tel., Şor, Tat., Osm. qış “kış”=Çuv. h l
ay. // Uyg. qoγus “kovuk”=Çuv. hĭvĭl ay.=Mo. qoγosun<*qoγolsun ay. // Osm.
qoş- “eklemek”, Çağ. qoş “çift”=Mo. qoli- “karıştırmak”, qol-ba- “bağlamak”128 //
Uyg., Çağ. quyaş “güneş”=Çuv. h vel ay. // Osm. köşek “genç deve”=Bulg. *kö-
lük>Mac. kölyök “genç köpek”=Mo. gölige ay.129 // Tel., Uyg., Kum., Çağ. kü-
müş=Çuv. k m l ay. // Orh., Uyg. -mış~-miş=Mo. -mal~-mel130 // Kkırg. şışı- “şiş-
mek”, Tat. şiş- ay., Yak. is- ay.=Mo. sel-gü-r- “şişmek”131 // Osm. şiş “kızartma çu-
buğu”=Çuv. şĭl “diş”132 // Yak. is<*siş “vaşak”=Mo. sile-gü-sün ay.133 (Kum., Kırg.
sileüsün) // Kmd. sıγıs<*sıγış “kama”=Çuv. savĭl ay. // Orh. tabışγan “tavşan”, Osm.
tawşan ay.=Mo. taulai<*tawulai ay.134 // Orh. taş “taş”, Yak. tās ay.=Çuv. çul<*tial
ay.=Mo. çilaγun<*tila-γun ay.135 // Uyg., Tar. taş “dış”=Çuv. tul ay.=Ma. tule “dı-
şında”136Çağ., Tar. teşik “delik”, Leb. tejik ay.<Uyg. teş- “delmek”=Mo. delbe-rkey
“çatlak, yarık” // Tel., Koyb. tos “huş ağacı kabuğu”=Go. tallo ay., Ma. tol-xon ay. //

123
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 68.
124
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 26.
125
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 35.
126
Gombocz, KSz XIII, s. 14.
127
Gombocz, KSz XIII, s. 15.
128
Gombocz, KSz XIII, s. 16.
129
Gombocz, MSFOu XXX, s. 104.
130
G. J. Ramstedt, Über die Konjugation des Khalkha-mongolischen, MSFOu XIX, s. 97.
131
Ramstedt, JSFou XXVIII, 3, s. 17.
132
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 23.
133
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 27.
134
Gombocz, KSz XIII, s. 16.
135
Gombocz. agy.
136
Gombocz, KSz XIII, s. 18.
89 Nikolaus Poppe

Çağ. tuşa- “kösteklemek”, tuşaγ “ayak bağı”==Çuv. tĭlĭ “bukağı” // Osm. düş “karşı
taraf”, Tat. tӫş “yer, zaman”=Çuv. t l “yer” // Uyg., Tar., Tob. tüş “öğle, gü-
ney”=Bulg. *tül>Mac. dél “öğle, güney”=Mo. düli “orta”=Ma. dulin “orta”137 //
Uyg., Tel., Çağ. tüş “rüya”=Çuv. t l k ay.=Ma. tolgin ay.138 // Tob., Kum., Çağ. uşaq
“küçük”=Mo. uliγ “küçük dedikodu”.
*ř>*z ve *l>ş değişimi Türk dil sahasının tümünde bir ve aynı zamanda olup bit-
miş değildir. Bu yüzden, izlerinin hala birkaç Türk dilinde yaşadığı bir *z~*r ve
*ş~*l değişiminin olması gerekir. Örneğin, Çağ. qoz~Osm. qor “köz” (ayrıca krş.
Osm. köz, Sag., Koyb., kös W. B.) // Osm. qızıl~qırmız “kırmızı”139 // Osm. qız
“kız”~qırnaq “cariye”; Yak. kīs “kız”-çoğul kırgıttar140 // Yak. bes “çam”~berciges
“küçük çam” // Tat. -ŋız ikinci kişi çoğul iyelik eki~Sag. -ŋar141 // Yak. bisik “be-
şik”~bilie- “sallamak” // Yak. tǖl “düş”~tüşüö- “rüya görmek” // Osm. döş “döl,
soy”~döl “tohum” // Çağ. teş- “deşmek”~Osm. del- ay. vb.142

137
Gombocz, MSFOu XXX, s. 68.
138
Gombocz, KSz XIII, s. 19.
139
[Ayrıca krş. Schrader, Reallexikon der idg. Altertumskunde unter Kermes (z. Aufl. 576-7)
W. B.]
140
(Ayrıca krş. benim Negat. Verbum, s. 114, not 3, W. B.)
141
(Krş. benim KOsm I, 12. not ve ayrıca Munkacsi’nin KSz XVIII, 128’deki notu. W. B.)
142
[Ungar. Jahrb. V. 400, 3. notta, Uyg. tül “rüya” (F. W. K. Müller, Uigurica III54) biçimine
işaret ettim ve zorlama bir biçimde *tü-l’deki -l- ekini isim yapan bir ek olarak ayırmaya
çalıştım: O halde tüş=*tü-ş.
Osm. döl “fetüs, kök, soy”, Alt., Tel. vb. töl ile ilgilidir ve bu, Poppe’ye göre döş, töş, Tat. tüş ile
birleştirilebilir: *tö-l, *tö-ş: krş. töre- (tö-re- ??) “doğmak” vb.
Buna karşılık Uyg. teş-, Bar. tiş- “deşmek”, Osm. del-, Uyg. tel- (Uigurica III37), Kıpç. til- (ay-
rıca Uigur. III, 30) *te- “olmak” fiilinden gelişmiş olabilir: *te-ş- ve *te-l-?
Her durumda burada başka örnekler de toplamak gerekir, çünkü Yak. bilie- de belirsizdir: Bu
sözcük Uyg. beliŋ-le- ile ilgili olabilir ve açıkça aγına-, anna- ile eş anlamlıdır. Önce “ileri
geri sallanmak” anlamındayken sonra doğrudan qorq ile aynı anlamı kazanmıştır (krş. Ui-
gur II, 29, qorqup ürküp beliŋlep, III, 55 ürkmez beliŋ-lemez, ve Radloff’un Wb.sinden KB
örnekleri, palıŋla-, peliŋle- altında; Osm. bel bel baq- “hayran hayran, korku dolu bakmak”
??). Uigur II, 25 v3 III, 7 beliŋ teg, Müller III, 91-92’de Skr. palyaṅka vb.den türetilmiştir
fakat burada teg büyük güçlük çıkarır. Krş. ayrıca: Bar. piliŋ- “korkak olmak”, Uyg. piliŋle-
altında; Bar. piliŋdzi; Çağ. bileŋ “talihsiz”? krş. Sul.-Kun.! Fakat özellikle: Sart. bileŋle-
“yüzmek (balıkların ve yılanların)” Sart. bilinçik “asılı beşik” (!).
Fakat aynı zamanda bir soru yöneltmek de gerekiyor, bilie-‘nin bil, bel “haç” ile ilgili
olup olmadığı ve bu nedenle önce sallanarak yürümek vb. anlamında kullanılıp kullanılma-
dığı; krş. Uigur. II, 24’te prenses anlatılıyor: yinçke bilin ulınıp tolqanıp “ince belini salla-
yarak”.
köz “göz” sözcüğünün kör- ile bir biçimde ilişkili olduğundan şüphe edilemez. Ben köz
biçiminde bir ikilik veya çoğulluk umuyorum (*kö-z; krş. Túrán 1918, 294. vd.), fakat söz
sözcüğünün -z adlaştırma ekiyle *sö- fiiline dayanması nedeniyle (Manich. Hymnen, 36)
Altayca ve Ana Türkçe 90

Son olarak şunu söylemek gerekir: Ana Türkçe *ş sesi, Çuvaşçanın gösterdiği gibi,
sadece *l sesine gitmez, *ç sesine de gider. Çünkü bu Türkçe ş sesi böyle durumlarda
Çuvaşçada ś sesine denk gelir (Çuvaşçada iç ve son sesteki ś sesi *ç sesine gider).
*ç için örnekler.
Çağ. aşla- “dövmek”=Çuv. uśla-<*açla- “yağ çalkalamak” // Osm. baş=Çuv. puś
ay. // Tel., Leb., Küer. pış- “olgunlaşmak”=Çuv. piś-<*bıç- “olgunlaşmak”=Mo.
buça-l- “pişirmek”, Tob. yaşın “şimşek”=Çuv. śiś m<*yaçın ay.<śiś-<*yaç- “parla-
mak, çakmak” // Krm., Orh. yımşaq “yumuşak”=Çuv. śemśe<*yımçaq ay. // Tob.,
Tat., Osm. qarşı=Çuv. hir ś<*qarıç // Tob., Tat., Osm. qaşı-=Çuv. hiś-<*qaç- ay. //
Osm., Çağ., kişne-=Çuv. k śen ay. // ortaklaşalık eki -ş-=Çuv. -ş-<*-ç-=Mo. -ça-, krş.
Osm. yapış-=Çuv. śıpĭś- ay. vb.143

Değerlendirme

Şimdi geriye baktığımızda görüyoruz ki Altay dillerinden Moğolca ve Tunguzca birin-


cil ünsüzleri en iyi koruyan dillerdir. Ve her iki dilden Moğolca ve tarihi, müslüman
bilim adamlarının çok iyi bilinen kayıtları kadar, eski el yazmalarına ve 14. yüzyıldaki
Quadrat yazıtına da çok şey borçludur. Tunguzca ise çok daha az araştırılmış oldu-
ğundan, Altay dillerinin karşılaştırmalı gramerinin geleceğinin temelinde Moğolca-
nın olacağını söylemeye gerek yoktur. Ve şimdi Altay dillerine ait herhangi bir özelliği
değerlendirirken Türkçeden değil Moğolcadan yola çıkmak gerektiğini dikkate almak
lazımdır. Hint-Avrupa dillerinin karşılaştırmalı grameri için, Eski Hintçe veya Grekçe
ne anlama geliyorsa, Moğolca da Altay dilbilimi için aynı anlamı taşır. Moğol dünya-
sının herhangi bir yerindeki modern Moğolcanın, bilinen en eski Türk dilleri olan Uy-
gurcadan veya 8. yüzyıldaki Orhon Türkçesinden daha eski olduğunu fark edebiliriz.
Daha önce de söylendiği gibi, Orhon Türkçesinin ses sistemi nasıl ki Ana Türkçenin
gelişme aşamasını gösteriyorsa, Moğolca da (özellikle yazı dili, yaşayan diyalektler
değil) Altay ana dilinin gelişme aşamasını gösterir.
Biz ancak bu noktadan yola çıkarsak ve akraba dillerin özellikleriyle Moğolcadan
hareket ederek ilgilenirsek kesin biçimleri anlayabiliriz, aksi takdirde biçimler bizim
için daima anlaşılmaz olacaktır. Daha ileriye gitmeden burada birkaç örnek vermek
istiyoruz: Uyg. küδegü “güvey”, krş. Sag. küdē ay., Şor., Sag., Koyb., Kaça küzē ay.,

köz de bir *kö- fiiline dayanıyor olabilir? Kör- bu *kö- biçiminden sönük bir ettirgenlik
olabilir. Ettirgenlik türetiminin çok çeşitliliği göz önüne getirilince, -r- ve -z- türetme ekle-
rinin aslında iki bağımsız yapıyı temsil etmesi de gerçekten mümkündür. Bugün Turfan
metinleri bize közün-<*kö-z-(ü)n- armağan etmiş olsa (Uigur. II, 3521 ve 3733 daha yeni
körün- biçimini temsil etse bile, közün- biçiminde Poppe’nin yukarıda savunduğu görüşe
bir dayanak olup olmayacağı bugün bana hala belirsiz görünmektedir. W. B.
143
Ramstedt, JSFOu XXVIII, 3, s. 32.
91 Nikolaus Poppe

Çağ. küyegü ay., Kum. küyeü ay., Tob., Leb., Küer., Tar. küyē ay., Tel. küyǖ ay., Yak.
kütüö ay., Çuv. k rü ay.>Ana Türkçe *küδegü. Moğolcada bu biçime kürdegüü veya
küri degüü “küçük kardeş” denk gelir (degüü “küçük”, küri fakat aynı kökten kür-gen
“kardeş” de var); Ana Türkçe biçim *küδegü’de r’nin çoktan düştüğü, sadece r, l,
n’den sonra rastlanan d sesinin *δ olduğu dikkat çekmektedir. Bu δ sesi daha sonra
bazı Türk dillerinde z, y, t seslerine gelişmiştir. Buradan biz anlıyoruz ki Ana Türkçe
*küδegü biçimi bir birleşiğe gider ve bu birleşiğin anlamı da “küçük erkek kardeş”tir.
Sadece Türkoloji çalışmalarıyla bu biçimi açıklamak neredeyse imkansızdır. 144 Tek
olmayan bu örnek Türk dil biliminin içe kapanmaması gerektiğini ve “Türkologlar ve
Mongolistler kendi alanlarını ayrı ayrı inşa etmek zorundadır” denilen zamanın ebedi
olarak geride kaldığını göstermeye yeterlidir. 145
Birincil ses sistemi de en çok yazı Moğolcasının ses sistemine yakındır. Aslında
yazı Moğolcası biçimlerin büyük çoğunlukla Altayca ana biçimler olduğu iddia edile-
bilir, çünkü tek fark olarak Altayca ana dilinde Moğolcadan daha çok ses vardı: Söz
başı *p veya *f sesi Moğolcada ve Türk dillerinde düşmüştür. Bu ses 14. yüzyılın Mo-
ğolcasında h ile ve bugünkü Tunguzcada p veya f ile temsil edilir, krş. Mo. ya-
tuγa(n)<*ituγa(n) <*hituγa(n) <*pituγa(n) “telli saz”=Ma. fituxan ay.//Tar., Uyg.,
Çağ. öç “intikam”, Osm. öc ay., Yak. ös. ay.=Mo. ösi-<*öçi- “nefret etmek”,
öçiye<*öçi-ge “nefret”=Ma. fuçe- “öfkelenmek”//Sag., Koyb. üs-kür- “püskürtmek”,
krş. Az. ös-kür- “öksürmek”=Mo. ösür- “püskürtmek”=Ma. fusu- veya fisu- “ağızla

144
W. Bang’ın açıklaması böyledir (Vom Köktürkischen zum Osmanischen III, Berlin 1919, s.
45-46), buna göre küδegü, -a-’lı bir fiil kökünden -γu- eki ile türemiş bir isimdir.
145
P. Melioranski’nin, V. Grönbech’in Forstudier til tyrkisk Lydhistorie, Göttingische ge-
lehrte Anzeigen, 166. yıl, Berlin 1904, s. 492 adlı kitabının tanıtımı.
(Türk-Moğol akrabalığı bütün ses ayrıntılarıyla kesin olarak kanıtlanırsa bu beni kişisel
olarak mutlu edecektir. Ben kişisel olarak Melioranski’nin önerdiği yoldan gideceğim, yani
bütün gücümle, Türkçe içi kaynakları (söz yapımı, sözdizimi) kullanmak suretiyle ne elde
edilecekse onu elde etmeye çalışacağım. Bu arada elbette sıkça beni engelleyen dolaplara
çarpıp deviririm, ama onları atlayıp geçmeye artık cesaret edemediğimden değil, aksine
amaçladığım yoldan beni saptıracağı için üzerlerinden atlayamam. Ramstedt’in küdegü eti-
molojisine gelince (KSz XVI, 81), ben KSz XVII, 199, not 2’de bu etimolojiyi kısmen kabul
etmiştim. Bana şüpheli görünmesinin nedeni şuydu: *kürdegü elbette *kürtegü olmuş ve r
sesinin düşmesiyle *kütegü mü olmuştur? Uyg. kündegü yanbiçimi sadece Hua-i-yü-yi’de
(Klaphroth 18b.; krş. KOsm. III, s. 46) görülür ve bu eski bir okuma hatası olabilir: kürdegü
yerine kündegü, ama ayrıca müdür Hüllle’nin söylediğine göre Çince transkripsiyon ilk he-
cede kun (Soothill7 237 Z 9) sözcüğünü bulundurur. Belki iyi belgelenmiş olan Uyg. küden
(>küde-n?) “konuk” ile de akrabalık veya benzerlik vardır: Klaproth 18a, Pelliot im
TǾoung Pao 1914, LXIX, 3 ve belki de KB 130, 27; Dr. Schinkewitsch’in yardımsever kat-
kısına göre, Kaşg. I3386’daki toy “şenlik” ile sinonimdir. W. B.)
Altayca ve Ana Türkçe 92

püskürtmek”, Go. pisú- “püskürtmek” vb.146 Bu aslında, diğer Altay dillerinin Moğol-
cadan daha eskicil davrandığı tek durumdur. Moğolca diğer durumlarda, hatta Tun-
guzcada iyice aşınmış olan ünlüler konusunda bize saf eskicil biçimler sunar.
Bütün bunları göz önüne aldığımız zaman, Altay ana dilinde söz başı için aşa-
ğıdaki sesleri tasarlayabiliriz:

Ana
*p *b *t d *q *γ *k *g *δ *c *y *n *ń *ç *s
Altay.
Mo. o b t d *q γ k g d c y n ç s
Ana
o *b *t *q *k *y *ç *s
Türk.

Söz içi ve söz sonuna gelince; tüm bunlar bizim Ana Altaycanın bir r ve l dili oldu-
ğuna hüküm vermemiz için yeterlidir (söz konusu sesler *ř ve *l idiler.)
Ve şimdi Ana Türkçe ses sistemini Ana Altayca ile karşılaştırdığımız zaman, Türk
dil ailesinin iki dil periyodunda ortaya çıkmış olduğunu görürüz: Birinci periyotta
ötümlü ve ötümsüz *q ve *γ, *k ve *g, *t ve d sesleri ve *n, *ń, *δ, *l, *y sesleri birleş-
miştir, ikinci periyotta ise *ř sesi z’ye ve *l sesi ş’ye değişmiştir. Buna göre Çuvaşçanın
ayrılma zamanı iki periyodun arasına denk gelir. Çünkü Çuvaşça ilk periyottaki ses
gelişmelerini paylaşır ama ikinci periyottakileri paylaşmaz. Bu nedenle Çuvaşçanın,
Németh’in kabul ettiği gibi, Yakutça ile aynı gelişmeyi gösterdiğini kabul etmek im-
kansızdır.147 Çünkü Yakutça bir z ve ş dilidir, yani Ana Türkçeye gider, buna karşılık
Çuvaşça *ř>z ve *l>ş değişimlerini geçirmiştir. Örneğin Yak. söz başı s>*y gibi,
kısmi bir Yakutça-Çuvaşça paralelliği mevcut olduğu zaman düşünmeliyiz ki 14. yüz-
yılda, bugünkü Çuvaşçada bulunan ś sesi hala c olarak söyleniyordu: Örneğin Bulg.
‫ ﺟﯾﺎﺖ‬-ciet “yedi”=Çuv. śiçç ay. // Bulg. ‫ ﺟﺆﺮ‬-cür “100”=Çuv. śir ay. // Bulg. ‫ ﺟﺎﻞ‬-cal
“yıl”=Çuv. śul ay.148 Biz buradan Yakutça ve Çuvaşçanın, pek çok diğer Türk dili gibi,
yukarıda da belirtildiği üzere, bir c diyalektine gittiğini anlayabiliriz, başka da bir şey
değil. Coğrafi nedenlerle geç bir Yakutça-Çuvaşça ilişkisi de mümkün değildir. Ana
Türkçe *z ve *ş seslerinin *ř ve *l seslerine geri gitmesi de, Németh’in, “Çuvaşça Mo-
ğolcanın etkisi altında r ve l dili olmuştur”, biçimindeki tezinin aleyhindedir.149
Orta Asya’nın eski tarihi hakkındaki bilgilerimiz iyi değildir, bilimin bugünkü du-
rumu, Altaycanın bizim zamanımızdan önceki zamanı hakkında sadece imada bulu-

146
Diğer örnekler Ramstedt, JSFOu XXXII, 2, s. 3 vd.
147
J. Németh, Die langen Vokale im Jakutischen, KSz. XV, s. 161, not 1
148
Gombocz, MSFOu XXX, s. 202.
149
“Über den Ursprungs des Wortes šaman”, KSz XIV, s. 7’den ayrı basım.
93 Nikolaus Poppe

nabilir, çünkü Çin kaynaklarında geçen sayısız isim altındaki halkların hangileri ol-
duğu kesin değildir. Fakat Moğollar ve Tunguzların belirli bir periyotta bir birlik oluş-
turdukları kesin görünüyor, çünkü Tunguzcanın ses sistemi, biraz karanlık ünlüleri
dışında, Moğolca ile tümüyle uyumludur. Bu gözlem, Moğolların ana yurdu ile ilgili
haberlerde iyi bir dayanak bulur. Buna göre Moğollar, Orhon Türk Devletinin en par-
lak çağlarında, Türkler daha 6. yüzyılda batıda görülmekteyken, Baykal gölünün do-
ğusundan ve Jablonnyi dağlarından Kingan’a 150 ve belki de Buir-Noor151 gölüne kadar
Tunguzların komşuluğunda yerleşik idiler. Bu Moğol-Tunguz ana diline karşı gelen
bir başka dil vardı ve bu dilde sözbaşındaki ötümlü ve ötümsüz patlayıcılar, ayrıca söz-
başı *n, *δ, * c, ve *y sesleri bir ve aynı olmuştu. Bu dilden de daha sonra Çuvaşça ve
*ř ve *l seslerinden *z ve *ş seslerine geçilmesiyle Ana Türkçe ortaya çıkmıştı.
Türkçe-Moğolca bir etimoloji kurguladığımızda, “kök” şudur demekle yetineme-
yiz, tersine kendimize ve okuyuculara en azından türevinin nasıl olduğu konusunda
bilgi verme borcumuz vardır: Tam da o zaman şüphecilerde etkisi daha fazla olacaktır
ve kendimiz de nerede aksadığını daha iyi göreceğiz!
yaqın sözcüğünü ele alalım, bu sözcük Gombocz, KSz XIII 23’te büyük bir titiz-
likle derlenmiştir; Poppe, yukarıda, akrabalığa daha yakından bakmak için bu söz-
cüğü araştırmıştır. Aşağıda ise kendimi Türkçe sözcüklerle sınırlayacağım (krş. yuka-
rıda, dipnot 49).
-q- isim yapım ekiyle türemiş olan yaq “taraf”<*ya-q ve -n- isim yapım eki veya
donmuş bir araç ekiyle türemiş yan “yan” sözcükleri (krş. aq- ve bundan türemiş aqın,
aγın) *ya- fiil kökünün varlığını gösterir. yaq’ın enstrümental biçimlerini yaqın, yaγın
olarak ifade ediyorum ve şu biçimlerle karşılaştırıyorum, örneğin: anuqın yanında
anuk “hazır” (örneğin Uigur. III 20, 6)<*anu-q<anu-, anun->KB onu- ve
onun -u-değişmesiyle; Radloff’ta yanlışlıkla unu- vb. Uygurcada zaman zaman rastla-
nan yaγın (III, 53, 89) biçimi, yaqın=Tar. yaqin (daha doğrusu yeqin) yerine özensiz,
Moğol tarzı yazımdır. Anlamsal açıdan yan “taraf” ile krş., bu sözcükten zayıf
*yana- fiili türemiştir: Osm. yana-ş- ve diğer türevleri, Balk. zanaş-; Tel., Kmd. yanay
“yanında” doğal olarak *yana’dan zarf fiil eki -a ile türemiştir: *yana-y-a>yanay. Rad-
loff *yana- biçimini kurgulamadığından sadece yapıyı garip bir şekilde kavrayamamış-
tır, oysa Kırg. cana- “yanından geçmek” biçimini doğru türetmiştir. yan ayrıca Kırg.
canda-<*yanla- “bir tarafa gitmek” ile de kökteştir. Şimdi yaq’a gelince: Osm.
yaqla- “yakına getirmek”, Osm., Kırg. yaqlaş- “yaklaşmak” ve türevleri; Leb., Tub.
yaqtal-<*yaq-la-l- “yapışıp kalmak”.

150
Thomsen, age. s. 140.
151
Barthold, age., s. 20.
Altayca ve Ana Türkçe 94

yaγu- fiili de buraya aittir, ayrıca ettirgen biçimi yaγur- çok seyrek kullanılıyordu:
Uigur. III, 63 toγurγuluq ödi yauru keldi “doğurma günü yaklaştı”, daha sonra 84
16’da tamamlanıyor: yaγuru yaqın kelgü(lüg öd)i yani bugün kelidiγan waxti.

yaγu- ile ilgili olarak ayrıca *yaγu-ş- “birbirine yaklaşmak”>Çağ. yawuş, yauş-.
Tüm. yeüş- anlaşılacağı gibi *yaγuş-‘tan türemiştir, Prob. IV, 390 2a’da yer alır ve
Wb.da yaüşe- olarak görülür.152
Soru şimdi, Mo. *da-qa-, da-γa- ve Tung. daga (yukarıda) ile Türkçe yapı arasın-
daki ilişkidir: Cevap Moğolistlerdedir W. B.

152
Aynı diyalektte yeşil<yaşıl, yeşer-<yaşar- örneklerinde olduğu gibi y ve ş arasında önda-
maksıllaşma vardır: Prob. IV 385, 387. Radloff 390 32’deki aşadım için sadece aşaydım
mümkün olduğu için, yeüşe- de tek mümkün biçimdir; cümledeki üç fiil paraleldir ve ilki,
yani yatadım (idi)’nin geçmiş zaman olduğu çok açık olduğu için sonraki iki fiilin de geçmiş
zaman olması gerekir. Radloff’un elbette doğru olan qıladıñ (3916) biçimini Düzeltme-
ler’de (s. 410) nasıl qıldıñ biçiminde “düzeltebildiği” benim için anlaşılmazdır, ama daha
önce tam da bu bölümlerde beni kaygan zemine sürüklemiştir; ama bunun için kaygılan-
maya gerek yoktur, yara çoktan iyileşti.
10

Altayca Söz Başı P- Sesi Üzerine


Pentti Aalto1
Ne Türk ne de Moğol dillerinde, eski orijinal sözcüklerde bir söz başı *p- bulunur. Bu
sesin bulunduğu her yerde, ya bir ödünç sözcükle, ya yeni üretilmiş bir sıfatla ya da
diğer bazı yeni biçimlerle karşı karşıyayız.
Fakat böyle bir söz başı ünsüzün bir kez mevcut olduğuna ve daha sonra
p>f>h>o gelişmesiyle kaybolduğuna dair kanıtlar vardır. Bu sesbilgisel yasanın ana
hatları Ramstedt tarafından belirlenmiştir. Ramstedt, Altay dillerinde böyle bir p- se-
sinin bir kez var olduğunu ispatlamak için iki tür kanıt kullanıyor: 1) Söz başındaki
k:g, t:d dizilerine örnekseme ile bir *p:b dizisi de olmalıdır; 2) -ki daha ikna edici-
dir- Tunguzcanın açıkça Moğolca ve Türkçe ile akraba olan sözcüklerinde, bu sözcük-
ler Moğolca ve Türkçede ünlü ile başlarken, Tunguzcada, söz başında h-~x-, f- ve
p- ile karşılaşıyoruz. Moğolcanın en eski yazıtlarında, bu kategorideki sözcüklerde,
*p- sesinin bir kalıntısı olarak sık sık h- sesi ile bulunur. Bununla birlikte Ramstedt,
MNT’den bununla ilgili tek örnek verebilmiştir: huca’ut “kök, kaynak”.
Daha sonra konuyu tekrar açan Pelliot, Ramstedt’in genel bulgularını onaylamış-
tır. Ramstedt’in örneklerinden Pelliot’un en doyurucu kabul ettikleri şunlardır:
Mo. oroi “üst”: Tung. horon, Ma. foron, Olça poro ay.;
Mo. aluqa “çekiç”: Ma. folgo, Oroçi xaluqa, Go. palū (krş. aşağıda);
Mo. ünür “koku”, ünüs- “kokmak”: Ma. funsun, Oroçi xunke “parfüm”, Olça
pūnśe- “kokmak”.
Pelliot çalışmasının en büyük bölümünde, söz başında h- gösteren, Çince transkripsi-
yonlu veya Phags-pa yazısıyla yazılmış eski Moğolca sözcüklere dayanmıştır. Pelliot bu şe-
kilde 96 tane örnek sunmuş ve bu örnekleri engin bilgisiyle eleştirel bir değerlendirmeden
geçirmiştir. Orta Moğolca edebi ürünleri yayımlandıktan sonra bize bu tür daha çok mal-
zeme vermiştir, örneğin MNY’den 100 kadar örnek. Pelliot, Ramstedt’le temel ilkeler
üzerinde aynı fikirde olduğu halde, Ramstedt’in bazı Çince etimolojilerine itiraz etmiştir.
Ramstedt tarafından sunulmuş olan birkaç Korece etimoloji de önemli ve güç sorunlar
oluşturmaktadır ve daha ayrıntılı incelemelere gerek duyarlar.2

1
“On the Altaic Initial *P-* CAJ I, 1955: 9-16.
2
Ramstedt, Zakharov’un Mançu sözlüğündeki açıklamaları izleyerek, örneğin, Pelliot’un tü-
müyle olanaksız gördüğü Ma. fucuri, Mo.MNT huca’ur ile Çince fu-cu arasında bağlantı
kuruyor. Ramstedt Studies in Korean Etymology (s. 200) adlı çalışmasında, Ma. ve Mo.
biçimler için başlangıç noktası olarak Sino-Korece pī-ço “ata, dede” sözcüğünü vermiştir.
Bana göre, Altayca biçimler *-wur(i) eki ile bulundukları için çok eski tarihli ödünçler ol-
malıdırlar. Ayrıca dikkat edilmesi gereken bir durum daha vardır. Moğolcada, sözcüğün iki
Altayca Söz Başı P Sesi Üzerine 96

Çeşitli Altay dillerinin en yeni el kitapları bize söz başı p- sesi için bol bilgi sağlar.
Örneğin Poppe, Moğolca tarihsel sesbilgisinin girişinde (baskıda), çeşitli Moğol diya-
lektlerinde bu sesin görünümü ile ilgili ayrıntılı bir inceleme sunar (§ 46). 3 Poppe’ye
göre birincil Altayca *p-~*f- hala Eski veya Genel Moğolcada korunmaktadır. Orta
Moğolcada, en eski edebi metinler aracılığıyla bildiğimiz gibi, zaten h- olmuştur.
Kansu’da konuşulan Monguor dilinde, p- sesinin devamı olarak, izleyen sesin niteli-
ğine bağlı olarak sızıcı f-, x-, ś veya s- sesleri ile karşılaşıyoruz. Moğol, Urdus, Harçin,
Çahar, Halha, Buryat ve Kalmukçada *p- sesinin bütün izleri kaybolmuş olduğu
halde, Sançuan ve Şira-Yögur’da hala bir h- sesi buluyoruz. Dagur diyalektlerinde
*p-’nin temsili çeşitlidir. Poppe tarafından çizilmiş olan resim, burada, Dagur diya-
lektlerini üçe ayıran Barnes tarafından tamamlanmıştır:
1. Barga (Moğolcanın etkisi altında),
2. Mergen (Tunguzca ve Mançucanın etkisi altında),
3. Butekha (orijinal Dagurcaya en yakın olan diyalekt).
Numen vadisinde, Nonni ırmağının batısında yaşayan Dagurlar *p- sesini h- olarak
korurlar ve konuşmalarında hodun “yıldız”, haraban~harban “10”, hunuγ u~hunuʻu
“tilki” gibi biçimler buluruz. h- daha sonra kʻ- olmuş göründüğü için, Nonni’nin doğusun-
daki gelişme daha karanlıktır.4 Haylar bölgesinde konuşulan diyalektte h- sesi kaybolmuş-
tur. Moğolcadaki durum “yıl” anlamındaki sözcükle anlatılmıştır, Klasik Mo. *pon~*φon
(=Ma. fon “zaman”, Ko. pom “ilkbahar”: Orta Mo. (MNT vb.) hon, Monguor fen, San-
çuan hṷan, Dagur (Ivanovskiy) xṷan~xon, Dagur Butekha (Barnes) hon, Dagur Haylar
(Poppe) ōŋ, Moğol Urdus Kalmuk on, Halha Buryat oŋ.
Türk dillerindeki pozisyonlar Räsänen tarafından incelenmiştir (ss. 21 ve 167 vd.)5
Burada p- de f- de bulamıyoruz fakat bazı diyalektlerde, belli sözcüklerde, orijinal
*p- sesinin bir kalıntısı gibi duran bir h- vardır, örneğin Osm, Çağ., Doğu Türk.
hür- “üflemek”, Trkm. üyr-, Çuv. vir-, Yak. ür-: Tung., Go. puri- ay.; Doğu Türk. hör-
dek “ördek”, MO. MNT. hörene “batı”, Mo. örene~örüne ay.: Tung. Olça puri- “dal-
mak”, Ko. pul-li- ay.
Biz Moğolca ve Tunguzcaya göre, Türk dilleri hakkında daha eski tarihlere ait bilgi-
lere sahibiz. Çince kaynaklar bazı Hunca sözcükleri söz başı p- ile yazar fakat bu birincil

biçimi bulunur, yani MNT hucaǾur, Kalm. jozūr, Şir. ocōr (Ma. fucuri ile tam örtüşür) ve
Mo. icagur, Kalm. idzōr. Bu farklılık, önerilmiş etimolojilerle açıklanamaz.
3
Sanceyev bu konuyla çok kısa olarak ilgilenmiştir (s. 29).
4
Barnes’e göre ayrıca Nonni’nin kuzeyinde söz başı x- (>q-) da kaybolmaya başlar: xar (<qara),
ar~ar olarak söylenir. Barnes buna dayanarak Amur henrinin adının böyle bir diyalektten türemiş
olabileceğini söylüyor. Orada Qara müren, Dagurca harmur, Armur olarak söyleniyordu.
5
Clauson, genel bilgileri izleyen tartışmada, bazı örneklerin Orta Moğolca ödünç sözcükler
olabileceğini de belirtmiştir. Böylece, yukarıdaki hördek, *hör- “dalmak” fiilinden Mo-
ğolca bir isim olabilir: *hör-deg “devamlı dalan”.
97 Pentti Aalto

b- sesinin harf çevrimi de olabilir.6 Sophocles, Triandaphyllidis ve Moravcsik7 tarafın-


dan incelenmiş olan Bizans kaynaklarında sadece bir Hazar (πέχης) πέχ ve (μπέης) πέχ
unvanından söz edilir ki açıkça Beg unvanı içindir (krş. aşağıda). Eski söz başı *p- sesi-
nin izi, en eski Türk ve Uygur yazıtlarında hiçbir biçimde kalmamış görünüyor.8
Tunguzcadaki durum üzerinde çalışmış olan Tsintsius (ss. 148 vd.), bize çeşitli
Tunguz sözlüklerinde söz başı p- ile başlayan sözcüklerin istatistiğini verir. Büyük ço-
ğunluğunun niteleyici-yansıma sözcükler olduğu açıktır. Çağdaş sözvarlığında Rusça
ödünçler şüphesiz büyük bir rol oynar. Örneğin, Vasilevits’in sözlüğünde gördüğü-
müz p- ile başlayan 90 sözcüğün 40 tanesi Rusça kökenlidir; Bogoraz tarafından ha-
zırlanmış olan Lamut sözlüğünde 48 örneğin 40 tanesi Rusça ödünçtür. Tsintsius ta-
rafından kullanılmamış olan sözlüğünde Shirokogoroff’un verdiği 114 örneğin (s. 216
vd.) 16 tanesi Rusça ve 16 tanesi de Çince olarak işaretlenmiştir. Çince ödünçlerin
bazıları çok eski olabilir; daha sonra ödünç sözcüklerdeki b- ve f- de p- ile yer değiş-
tirmiştir. Birincil *p- sesinin çağdaş Tunguz diyalektlerindeki temsili, yukarıda sözü
edilmiş olan “çekiç” sözcüğü ile gösterilmiştir.: Solon alxa, Negidal xalka, Evenki
halka, Lamut halka, Oroçon xaluka, Udehe xaluga, Mançu folxo, Orok. paloa, Goldi
paloan, Olça paloan~palaun (Tsintsius, s. 156 vd.). Poppe ve Menges’e göre, bu söz-
cük Akadcadan çok eski bir ödünçlemedir. Poppe, son derece öğretici bir biçimde,
Mo., Tung. *paluqa, Mo. Tü. balta ve Çuv. purtĭ gibi çeşitli Altayca biçimlerin Akadca
pilaqqu ve paltu’dan9 farklı kanallarla nasıl ödünçlendiğini göstermiştir. Genellikle
ben, b-‘nin birincil bir *p- sesini temsil eder gibi göründüğü örneklerin ya
p->f->h->o değişiminin tamamlandığı ya da p->b- gelişmesinin düzenli olarak gö-
ründüğü diller üzerinden alınmış olduğunu düşünmekteyim. Pelliot ve Sinor tarafın-
dan aynı zamanda önerilmiş bu iki kural, asli olarak Ramstedt’in düşündüğü gibi iki
farklı döneme ve/veya farklı dillere aitti. (krş. Pelliot, s. 253 vd. ve 262). p->b- gelişi-
mini kanıtlayan birkaç Çince kökenli ödünç sözcük biliyoruz, örneğin Tü. beg: Sk.
paik; Mo. bagsi, Tü. baqsı, Ma. Faksi, Yürçen fâh-şîh: Sk. paksa vb.

6
Bence fu-tuh-chen (<*för-teg-çi) ”memur” (Shiratori, s. 33, s. 255 dipnot, Kotwicz, RO,
XVI, s. 336 vd.) bir Wei unvanıdır (MS 350 civarı), çünkü herhangi bir (Ana) Türk veya
(Ana) Moğol diline ait olamayacak kadar gençtir, krş. Mo.Kalm. ört tsi.
7
Krş. R. Hartmann, Zur Wiedergabe türkischer Namen und Wörter in den byzantinischen
Quellen, ADAW, Nr. 6, Berlin 1952).
8
Eğer Hunların adı kendi dillerinden türemiş olsaydı bir h- sesi ile başlıyor görünecekti:
Çince Hiung-nu, Sanskrit Hūna, Grekçe Χουννί (Οόχρχωνϊτχι)~Ούννοι, Latin Hunni. Di-
ğer yandan Tunguz diyalektlerinde (Jurchen) *p- sesine götürülemeyecek söz başı h-‘li söz-
cükler vardır. Belki genel Altayca, bir söz başı h- sesine de sahipti.
9 Konferansı izleyen tartışmada Sinor, Akad dilinde pilaqqu gibi herhangi bir sözcüğün var olma-
dığını kesin olarak ifade etti. Akadca metin ve sözlüklerde pilaqqu’nun çeşitli görünümleri göz
önünde bulundurulduğunda, çoğul pilaqqāte, bu ifade şüpheli görünüyor; bk. örneğin Fr. De-
litzsch, Assyrisches Handwörterbuch (Leipzig 1896), s. 529; W. Muss-Arnolt, Assyrisch-eng-
lisch-deutsches Handwörterbuch (Berlin 1905), II, s. 810; A. Deimel, Sumerisches Lexikon, II,
I (Roma 1927), s. 30, III, 1 (Roma 1934), s. 24, III, 2 (Roma 1937), s. 349; Zimmern, s. 12;
Revue d’Assyriologie’de bir adak pilaqqu’nun resim ve yazıtı ile krş., bölüm 14, s. 91.
Altayca Söz Başı P Sesi Üzerine 98

Türkçe, Moğolca ve Tunguzcanın soy akrabalığından sık sık şüphe edilmiştir. Ben-
zing (s. 2) Willi Bang’ın görüşünü alıntılamıştır ve bu onun kendi görüşü de olabilir:
“Türkçe ve Moğolca arasındaki akrabalık basitçe bir aksiyomdur ve henüz kanıtlan-
mamıştır.” Benzer bir görüşü de Shirokogoroff’tan alıntılıyor: “Yukarıdaki gerçekler
ve sonuçlar açıkça gösteriyor ki f-p-h-0 değişiminin ilkeleri Türkçe-Moğolca-Tunguz-
canın ortak kökeni sorunuyla ilgili değildir. Sorun hala ortak köken için kanıt bulmak-
tır”. İkinci ifadenin anlamı çok açıktır: Söz başı p- değişiminin ilkeleri şüphesiz izole
ve bağımsız bir olay değildir. Buna karşıt olarak, belli sözcüklerin yakınlığını göster-
mek için çok ikna edici bir yoldur. Yakınlık bazı durumlarda açıkça genel bir ödünç-
lemeye (örneğin “çekiç” için yukarıda söz edilen sözcükte) fakat diğer durumlarda
şüphesiz ki dillerin kendi aralarındaki yakınlığa dayanır.
Ramstedt’in Korece hipotezini bu bakış açısından değerlendirdiğimiz zaman so-
run daha karmaşık bir hale gelir. Korecede söz başı b- ile karşılaşmıyoruz, çoğu du-
rumda p-, bazı durumlarda da m- ile temsil edilmiş görünüyor. Diğer taraftan Altay
dilleri birincil m- yerine bir b- sesi de gösterir ki bunu ödünç olmaları nedeniyle anla-
yabiliyoruz, örneğin Mo., Tü. bal “bal”, Ko. mil ay.<Hint-Avrupa *mel, ve Ma. bexe,
Mo. beke, Orta Türkçe mekkeh, Sk. mek “Çin mürekkebi”. Ayrıca Korece, birincil
p- sesini gösteriyor olabilecek bir soluklu ph- sesi geliştirmiştir. Açık birinci hecede
kısa ünlünün düşmesi, söz başı ünsüzün bir gırtlak kapantılısı olarak ikinci hecenin
ünsüzüyle benzeşmesine neden olmuş ve bu da ünsüz ikizleşmesiyle sonuçlanmıştır.
İkiz ünsüzün ilk ögesi önceleri sık sık bir s ile gösterilmiştir; yeni yazımda ikinci ünsü-
zün işareti çift yazılmıştır. Etimolojik yazım kullanan eski kaynaklar ve böyle örnek-
lerden, birincil söz başı ünsüzün niteliğini anlayabiliriz. 10
Söz başı p- ile başlayan sözcüklerden, aşağıdaki tipte etimolojik kombinasyonlar yapabiliriz:
Ko. pai “bot”, pai “fincan”: Tung. ha-magda “bot için malzeme”, Orta Mo. hay-cuga “bot”,
Uyg. Mo. ayaq~ayaγa “fincan” (<*payaγa), Mac. hayό “gemi” (Räsänen UJ, 19, s. 103);
Ko. pal “diş”, nippal “dişler”: Go. paru, palu, Olça pali, palu, Mo. araga, ariga,
Tü. azav (<azaγ), Çuv. urle ay;
Ko. pegim “ikinci”: Tü. eki~iki, Mo. ikire “ikiz”, Tü. ekiz~ikiz ay.;
Ko. pil- “dua etmek”: Ma. firu- ay., Tung. hiruri “şaman”, hiruge- “dua etmek”,
Orta Mo. hiru’e-, Mo. irüge- “dua etmek”;
Ko. pulgin “kırmızı”: Ma. fulgiyan, Yürçen fûh-lâh-kiāŋ ve huoh-lah-hû, Orta
Mo. hula’an, Mo. ulagan, Kalm. ulān, Orta Tü. ulas, Tung. xolayin, hulayin, holayin,
xulińńa, ulama, ularin (Shirokogoroff, s. 38);
Ko. phul “çim”: Tung. huli “taze”, Mo. ölü~öle ay., Tü. öl “nem”, ölen “taze ot”,
Çuv. valĭm “çayır”;

10
Bununla birlikte bazı ikizleşme durumları sandi veya göçüşme yoluyla gerçekleşmiştir.
(Ramstedt, KGr., §9-10). Söz başı ünsüz çiftiyle başlayan belli Korece sözcüklerle ilgili di-
ğer bir açıklama yakınlarda Seung-bog Cho tarafından yapılmıştır. Seung-bog Cho (Scan-
dinavica et Fenno-Ugrica, Studier tillägnade Björn Collinder den 22 Temmuz 1954, Stock-
holm 1954, s. 171 vd.) bunları birincil birleşikler olarak düşünmüştür.
99 Pentti Aalto

Ko. phul- “kazımak”: Ma. furu-, Mo. ürü-, Tü. üz- ay.;
Ko. kkiltha “pişirmek”, kaynatmak”: Go. peku “sıcak”, Ma. fekçuxun, Tung. heku
ay., Mo. ekü-gün “acı”, Orta Mo. he’ü-siye- “sıcaktan bunalmak”;
Ko. ssi “yazma”: Ma. fusixen “yazı masası”, Mo. üsüg “mektup”.
Bu tür etimolojik kombinasyonlar sıklıkla açık bir kurallılık gösterir ve böylece
dillerin akrabalığı varsayımını destekler. Sonuç olarak aynı tip sözcükler bazı bilim
adamları tarafından Altay grubu dillerin diğer dil gruplarıyla karşılaştırılmasında kul-
lanılmıştır. Sinor, Altay, Ural ve Hint-Avrupa dil aileleriyle ilgili, söz başı p- ile başla-
yan böyle birkaç sözcük sunmuştur, örneğin Votyak pyd “ayak”, Süry. pod: Hint-Av-
rupa *ped~*pod, Gr. ποδ-, Lat. ped-, Skr. pāda: Tü. adaq~ayaq, Mo. adag “ırmağın
ağzı”, Ma. fatxa “ayak tabanı”, bunlara Ko. padak “taban, dip” verisini de ekleyebili-
riz. Ramstedt ve Poppe tarafından ilişkilendirilen Ma. fatan “taban, dip” Ko. ttan ile
daha yakından ilgili olabilir. Uralca biçimler açıkça bazı Hint-Avrupa dillerinden
ödünçlemedir. Örneğin Ramstedt Ko. pul “ateş”, Mo. ör “alev” ile Gr. πσρ, Eski Yük-
sek Almanca fiur, fūir, Ermeni. hur ay. vb. sözcüklerini karşılaştırıyor.
Menges, söz başı p- sesinin kaybolduğunu ve ünlüler arasındaki ünsüzlerin göçüş-
meye uğradığını kabul ederek, Kitanca wa-li “bir yönetimsel birlik” ile Mo. ayil “kamp”,
Tü. aγıl sözcüklerini ilişkilendirmiştir. Böylece sözcük Ma. falga, Mac. falu ve sonuncu-
nun Uralca akrabalarıyla özdeşleşmiş olabilir. Gombocz-Melich’in Macarca etimolojik
sözlüğü, falu altında Tü. balıq ve Mo. balgasun sözcüklerini de verir. Ben hissediyorum
ki bunlar, Ramstedt’in de önerdiği gibi, yalnızca Ma. *falga’dan, f-’nin yerine b-’nin geç-
mesiyle yapılmış geç ödünçlemelerdir. Bununla birlikte Orta Moğolcada (MNT § 64)
ḥalḥa (bunu “siper” anlamındaki sözcükle ilişkilendiren Haenisch’in harf çevrimine
göre) sözcüğü “köy, kamp” anlamındadır ve görüşüme göre *halḥa okunabilir (yani
*halga) ve böylece Ma. falga’ya bütünüyle denk gelir. Belki de, *pagıl ve *palga biçi-
minde, birincil olarak iki farklı sözcük olduğunu kabul edebiliriz?
Altay dillerinde söz başı p- sesinin gelişimine benzer bir sesbilgisel yasa diğer dil-
lerde de biliniyor. Hint-Avrupa dilleri arasındaki Cermen grubu, p- sesinden bir
f- sesi, Ermenice de bir h- sesi geliştirmiştir; Kelt dillerinde p- sesi, tarihsel zamanlar-
dan önce tümüyle kaybolmuştur (yani eski İngilizce. Buna karşılık eski İrlanda dili
p- sesini kısmen h- olarak korumuştur); diğer diller bu sesi değiştirmeden korumuş-
lardır. Diğerleri arasındaki bu yasa aşağıdaki örneklerde korunmuştur:
Gr. πατήρ, Lat. pater, Skr. pitar-, Got. fadar, Erm. hayr, Eski İrlanda athir;
Skr. plavate “o yüzer”, Gr. πλέω “ben yüzerim”, Erm. lulim “ben yüzerim”, Oyr. luath
“çabuk”, ON flyόtr ay., OHG flouwen “yıkamak”, Gr. πλύω “ben yıkarım”, Erm. luanam ay.;
Skr. para-s “öbür taraf”, Gr. πέρχν “öte”, Got. fairra “uzak”, Erm. heri ay., Eski
İrlanda hire “sonraki”.
Güney Semitik dillerde (yani Arapça ve Habeşçede) p- daima f olur (Brockel-
mann, Vgl. Grammatik, I, s. 136).
Eski İberya dilinde söz başında -p veya f- sesi yoktur ve belki bu alt tabaka, söz başı
f- sesinin İspanya ve Gascon dillerinde h- olmasına neden olmuştur. Bazı Latin diyalekt-
Altayca Söz Başı P Sesi Üzerine 100

lerinin yanı sıra, Etrüskçe ve Lidya dilinde de benzer bir gelişme biliniyor. Ramstedt, ben-
zer bir eğilimin Japonca ve Yenisey Ostyaklarının dilinde de var olduğunu belirtiyor. Ma-
carcada, diğer Ural dillerinde p- sesine denk gelen durumlarda bir f- buluyoruz.
Ipsen, Batı dillerinde, Keltikten Ermeniceye kadar bu sesbilgisel özellikle ilgilendi. Bu
paralelliğe dayanarak bir tek biçimli etnik alt tabaka varsayımı önerdi: “Benzer bir söyle-
yişe sahip ortak bir halk çekirdeği düşünmek zorundayız”. Yukarıda verilmiş gerçeklerin
de gösterdiği gibi, bu sesbilgisel yasa ile uzak bölgelerde de karşılaşıyoruz ve genel bir alt
tabaka önerisiyle bunu artık açıklayamayız. Bu olay daha çok, insan dilinde genel bir ses-
bilgisel eğilim olarak görünüyor, belki de bir “boğumlanma tembelliği”.11

KAYNAKÇA
Benzing, J., Einführung in das Studium der altaischen Philologie und der Turko-
logie, Wiesbaden 1953.
Ipsen, G., “Der alte Orient und die Indogermanen”, Stand und Aufgaben der Sprachwis-
senschaft, Festschrift für Wilhelm Streitberg, heidelberg 1924, ss. 200-237.
Menges, K., “Zwei alt-mesopotamische Lehnwörter im Altajischen”, UAj, XXV,
1953, ss. 299.
Menges, K., “Titles and Organizational Terms of the Qytan and Qara Qytaj”, RO,
XVII, 1953, ss. 68-79.
Moravcsik, Gy., Byzantinoturcica, I-II, Budapest 1942-43.
Pelliot, P., “Les mots à h initiale, aujourd’hui amuie dans le mongol des XIIIe et
XIVe siècles”, JA, 1925, ss. 193 vd.
Poppe, N. “Ein altes Kulturwort in den altaischen Sprachen”, SO, XIX, 5, 1954, ss. 23-25.
Ramstedt, G. J., “Ein anlautender stimmloser Labial in den mongolsch-türkisc-
hen Sprachen”, JSFOu, XXXII, 2, 1916.
Ramstedt, G. J., Studies in Korean Etymology, MSFOu, XCV, 1949.
Räsänen, M., Materialien zur türkischen Lautgeschichte, SO, XV, 1949.
Sanceyev=G. D. Sanceyev, Sravnitel’naya grammatika mongol’skix yazıkov I,
Moskva 1953.
Shirokogoroff, S. M., Tungus Dictionary, Tokyo 1944-1953.
Sinor, D., “Ouralo-altaique-indoeuropén”, TP, XXXVII, 1944, ss. 226-244.
Sophocles, E. A., Greek Lexicon of Roman and Byzantine Periods, new York 1900.
Triandaphyllidis, M. a., Die Lehnwörter der mittelgriechischen Vulgärliteratur,
Strassburg 1909.
Tsitsius=B. İ. Tsintsius, Sravnitel’naya Fonetika tunguso-man’curiskix yazıkov,
leningrad 1949.
Zimmern, H., Akkadische Fremdwörter, Leipzig 1915.

11
Krş. H. Pedersen, “Weshalb ist p- ein unstabiler Laut?”, Festschrift zur Feier des zweihun-
dertjährigen Bestehens der Akademie der Wissenschaften zu Göttingen, II, Berlin-Göttin-
gen-Heidelberg 1951, ss. 32-35, ben kullanamadım.
11

Çeremişçe ve Çuvaşçada a Sesinin Tarihi


B. A. Serebrennikov1
Çuvaşçanın ses tarihi hakkındaki araştırmaların sonuçları, Eski Çuvaşçada üç tane a
sesinin bulunduğunu kesinlikle kabul etmemize izin verir: 1. İlk hecede dudaksıl a, 2.
dudaksıl olmayan a ve 3. ön a. Bu üçlü, şematik olarak şöyle gösterilebilir: å, a, ä.
Bu üç a sesinin kaderi farklıydı. Viryal diyalektinde dudaksıl å sesi o olmuş, Anatri
diyalektinde bu o sesi daralarak u olmuştur, krş. Çuv.Viryal poś “baş”, Anatri puś,
Tat. baş, Çuv.Viryal sot- “satmak”, Anatri sut-, Tat. sat- vb.
Dudaksıl olmayan a ilk hece dışında korunmuştur, krş. Çuv.Anatri sugal “sakal”,
kr. Tat. sakal, Çuv.Anatri suntal “örs”, Tat. sandal, Çuv.Anatri turat “dal”, Erz.Mord-
vince tarad vb.
Ön a (ä) sesine gelince, bu ses Çuvaşçada basit bir a sesine değişmiştir. Bu a sesi
å>o(u) değişiminden etkilenmemiştir çünkü å sesinden farklıydı, aşağıdaki örnek-
lerle krş. taka “koyun”, partaş “bir balık”, tan “denk”, sar “savaş”, kan- “iyileşmek”,
tay- “eğmek”, kap “dış, hariç” vb.
Çuvaşça ä sesi, diğer dillerin de gösterdiği gibi tarihsel olarak e sesinden gelişmiş-
tir, krş. örneğin taka “koyun”, Tat. täkä, Trkm. teke “keçi”, Bury.Mo. texe “keçi” ve
Litvanya dili tekys, kap “dış, hariç”, krş. Mac. kép “biçim, form”.
a sesindeki bu üçlü görünüm belki Eski Çeremişçede de vardı: å, a, ä. Bu üç sesin
kaderi Çeremişçede de farklı olmuştur.
å sesi Doğu diyalektleri tarafından o sesine çevrilmiş, Batı diyalektlerinde korun-
muş fakat dudaksıllığını yitirmiştir, krş. Batı Çer. aşkǐl “adım”, Doğu Çer. oşkǐl, Batı
Çer. aralaş- “korumak”, Doğu Çer. oralaş-; Batı Çer. anjǐktaş- “işaret etmek”, Doğu
Çer. onḍjǐktaş-; Batı Çer. ayǐraş- “ayırmak”, Doğu Çer. oyǐraş-; Batı Çer. ßalgǐδa
“ışık”, Doğu Çer. ßolgǐδa; Batı Çer. laδaş- “çentik yapmak”, Doğu Çer. loδaş- vb.
Dudaksıl olmayan a sesi her iki diyalektte de açıkça korunmuştur, krş. Batı Çer.
karştaş- “hasta olmak”, Doğu Çer. korştaş-; Batı Çer. kaṭşkaş- “yemek”, Doğu Çer.
kotşkaş-; Batı Çer. ara “kazık”, Doğu Çer. ora vb. Ön sıradan a sesi (ä) Batı diyalek-
tinde korunurken Doğu diyalektinde a olmuştur. Krş. Batı Çer. ßäkş “değirmen”,
Doğu Çer. ßakş; Batı Çer. şäräş- “açmak”, Doğu Çer. şaraş-; Batı Çer. şälätäş- “yık-
mak”, Doğu Çer. şalataş-; Batı Çer. tsärnäş- “durdurmak”, Doğu Çer. tşarnaş-; Batı
Çer. şäväş- “sallamak”, Doğu Çer. şavaş-; Batı Çer. pärδäş “Idus melanctus”, Doğu
Çer. parδaş vb.2

1
“Zur Geschichte der a-Laute im Tscheremissischen und Tschuwassischen” UAJb 29, 1957: 224-
230.
2
Ünlülerin gösterilmesi sırasında bazı olağan dışı durumları göz ardı ediyoruz.
Çeremişçe ve Çuvaşçada a Sesinin Tarihi 102

Çuvaşça o ve u seslerinin eski bir a sesine ve ön sıradan ä sesinin eski bir e sesine gittiği
konusunda bütün Türkologlar aynı görüştedir, fakat Batı Çer a~ Doğu Çer. o ve Batı Çer.
ä~Doğu Çer. a paralelliğinde, birincil seslerin niteliği konusunda Fin-Ugoristler ayrılırlar. İki
görüş vardır. Bazıları Batı Çer a~Doğu Çer. o paralelliği konusunda birincil ses olarak eski
Çeremişçe a sesini kabul ederler. Bu düşünce Z. Gombocz (NyK XXXIX 249), Y. Wichmann
(FUF XVI Anz. 39), W. Steinitz (Vok. 45) ve E. Itkonen (FUF 31 192) tarafından da paylaşılır.
Hatta Itkonen bu a sesinin düz değil dudaksıl olduğunu düşünüyor. Batı Çer. ä~ Doğu Çer. a
paralelliğinde birkaç araştırmacı birincil ses olarak a’yı kabul ediyor, örneğin M. Räsänen
(Tschuw. Lehnw. 74), buna karşılık Y. Wichmann (FUF XVI Anz. 44-45) ve E. Itkonen (FUF
XXXI 206) birincil sesin ä olduğunu kabul ederler.
Dillerin tarihinde birincil seslerin teorik olarak belirlenebileceği ses olayları var-
dır. Örneğin, Fince ranta “banka”~ ilgi durumu rannan durumunda nt ses birleşiği
nn ses birleşiğinden daha eskidir çünkü nt asla nn’den gelişemez.
Fakat Çeremişçede, yukarıda söz edilen paralellikte birincil sesi belirlemek çok
güçtür. Doğu Çeremiş diyalektindeki o sesinin daha eski bir a sesinden geliştiği ya da
tersine Batı Çeremiş diyalektindeki a sesinin daha eski bir o sesinden geliştiği konu-
sunda spekülatif bir belirleme yapmak mümkün değildir. Çünkü dillerin tarihinde a
sesinin eski o’dan geliştiği görülebileceği gibi, krş. Rus diyalektlerinde eski vurgusuz
o yerine a veya İran dillerinde eski Hint-Avrupa ŏ yerine a; eski a sesinin de o’ya de-
ğiştiği görülebilir, krş. eski a yerine Tacikçe ve Bengal konuşma dilinde o.
Bu gibi varsayımsal konularda benzer durumlar dolaylı kanıtlar olarak kullanıla-
bilir. Bu gerekçeleri bir inceleyelim.
Bilindiği gibi Çuvaşça ve Çeremişçede, sözlüksel olarak farklı sahalara ait birkaç
yüz sözcük vardır. Çuvaşça sözcükler, denkleri olan Çeremişçe sözcüklerle karşılaştı-
rıldıkları zaman, ses açısından Batı Çeremiş diyalektinden çok Doğu Çeremiş diya-
lektine yakın olmaları özellikle ilginçtir. Krş. Çuv. şuldara, şuldra “büyük3”, Doğu
Çer. şolδra, Batı Çer. şalδıra; Çuv. ulǐh “çayır”, Doğu Çer. olǐk, Batı Çer. alǐk; Çuv.
hula “şehir”, Doğu Çer. ola, Batı Çer. ala; Çuv. uyar “ayaz”, Doğu Çer. oyar, Batı Çer.
ayar; Çuv. yumah “bilmece”; Doğu Çer. yomak, Batı Çer. yamak; Çuv. surta “mum”,
Doğu Çer. sorta, Batı Çer. sarta; Çuv. muhta- “övmek”, Doğu Çer. moktaş-, Batı Çer.
maktaş-; Çuv. purśǐn “ipek”, Doğu Çer. porsǐn, Batı Çer. parsın; Çuv. śurla “orak”,
Doğu Çer. sorla, Batı Çer. sarla; Çuv. surǐh “koyun”, Doğu Çer. şorǐk, Batı Çer. şarǐk;
Çuv. uyǐr- “ayırmak”, Doğu Çer. oyǐraş-, Batı Çer. ayǐraş-; Çuv. ulankǐ “sırık”, Doğu
Çer. olañgǐ, Batı Çer. alañǐ; Çuv. ula “alaca”, Doğu Çer. ola, Batı Çer. ala; Çuv. sula-
gay “solak”, Doğu Çer. şolagay, Batı Çer. şalaha; Çuv. sulǐ “sal”, Doğu Çer. şolǐ, Batı
Çer. şalǐ; Çuv. suya “yalan”, Doğu Çer. şoya, Batı Çer. şaya; Çuv. sun- “istemek, dü-
şünmek”, Doğu Çer. şonaşy-, Batı Çer. şanaş-; Çuv. turta “kızak”, Doğu Çer. torta,
Batı Çer. tarta; Çuv. puytar- “zenginleştirmek”, Doğu Çer. poyδarış-, Batı Çer.
payδarış-; Çuv. urapa “araba”, Doğu Çer. orßa, Batı Çer. araßa vb.
Çuvaşçanın, eski ä sesinin gösteriminde de Doğu Çeremiş diyalektleriyle uyumlu ol-
ması dikkat çekicidir. Bugün Batı Çeremişçesi ä sesine Çuvaşça ve Doğu Çeremişçede,

3
Bütün diğer örnekler Anatri diyalektindendir.
103 Pentti Aalto

aynı sözcüklerde bir a sesi denk gelir. Krş. örneğin, Çuv. kan- “iyileşmek”, Batı Çer.
känäş-, Doğu Çer. kanaş-; Çuv. tan “denk”, Batı Çer. täñ “arkadaş”, Doğu Çer. tañ; Çuv.
taka “teke”, Batı Çer. tägä, Doğu Çer. taga; Çuv. kap “form, biçim”, Batı Çer. käp, Doğu
Çer. kap; Çuv. partaş “bir balık”, Batı Çer. pärδäş, Doğu Çer. parδaş; Çuv. tay- “eğmek”,
Batı Çer. täy l “eğim”, Doğu Çer. taynaş- “eğrilmek”, tay l “eğim”; Çuv. śavǐr- “çevirmek”,
Batı Çer. säräş-, Doğu Çer. saß raş-; Çuv. śara “çıplak”, Batı Çer. tsärä, Doğu Çer. tşara;
Çuv. śamrĭk “genç”, Batı Çer. säm r k, Doğu Çer. sam r k vb.
Doğu Çeremişçe ve Çuvaşçadaki a sesinin paralel gelişimi aşağıdaki biçimde gösterilebilir:
Doğu Çer. å>o, a>a, ä>a
Çuv. å>o, a>a, ä>a
Ses sisteminin gelişmesindeki paralellik bir dilin diğerini etkilemesiyle açıklanabi-
lir. Literatürde zaten böyle bir durumda, söz konusu etkinin varlığından söz edilmiş-
tir. Örneğin E. Itkonen, Ana Çeremişçede a sesinin å’ya değişmesi konusunda aşağı-
dakileri yazmıştır:
“Volga Türk dilinde ilginç bir paralellik görüyoruz: Başkurtça ( å) ve Özbekçe
(açık o ünlüsü) gibi, Ana Türkçe a sesinin dudaksıllaşmasına orada da rastlıyoruz, krş.
Räsänen, Materialien zur Lautgeschichte der türkischen Sprachen, 82-83. Räsänen’e
göre, Çuvaşça-Çeremişçe ilişkisi sırasında, Ana Türkçe a sesi ilk hecede å ile temsil
ediliyordu. (Tschuw. Lehnw. 81). Eğer Batı a~Doğu o ilişkisine Çuvaşçadaki ödünç
sözcüklerde çok sık rastlandığını hatırlarsak, belki her iki dilde eş zamanlı bir å sesinin
varlığını kabul edebiliriz. Bu olay Çeremişçede belki Türkçe ses bilgisinin bir etkisidir.
Ancak bu açıklamanın güvenilirliği kesin değildir.” 4
Bu düşüncenin kanıtlanması gerekir. Benzer bir görünüşün farklı Türk dillerinde
de bulunması gerçeği ve E. Itkonen’in de belirttiği gibi sadece Başkurtçada değil, Öz-
bekçede de bulunması, Türk dillerinin Çeremişçeyi etkilediğini göstermez. Özbek-
çede, Eski Türkçe a yerine o bulunması, a sesinin Tatarca ve Başkurtçada dudaksıl-
laşmasından bağımsızdır, çünkü muhtemelen Tacikçedeki, eski a sesinin o’ya değiş-
mesiyle bağlantılıdır. Krş. Farsça kar “iş”, Tacik. kor.
Eski Çuvaşçada, bugünkü Kazan Tatarcası ve Başkurtçada, ilk hecedeki dudaksıl
a sesinin varlığı, bilinmeyen bir alt tabaka dilinin fonetik özelliği olarak yerleşmiş böl-
gesel bir görünüş olabilir. Kuşkusuz bu görünüş, Perm dilinde de gözlenebilen, art
sıralı seslerin oluşumundaki eğilimle bağlantılıdır. Örneğin İlk Permce a sesi birkaç
durumda Ana Permce u ve o seslerine değişmiştir. Krş. Fin. maksa “karaciğer”, Zür.
mus; Fin. askel “adım”, Zür. vośkov~vośkol; Mord. azor “ev sahibi”, Zür. ozi̮r “zen-
gin”, Vog. vatuŋkve “çilek”, Zür. votni̮ vb. İlk Permce i sesinin de e sesine değiştiği
biliniyor, krş. Zür. pem d “karanlık”, Fin. pimeä; Zür. vej “kıskançlık”, Fin. viha vb.
Bu eğilimin kıyı dillerinde olmaması dikkat çekicidir, bu nedenle Samoyed, Obugr.,
Macar, Baltık-Fin, ve Mordvin dillerinde bu ses görülmez. Bu bağlamda, a sesinin
o’ya değişiminin Çeremişçenin Doğu diyalektinde mi yoksa Çuvaşçada mı daha erken

4
E. Itkonen, “Zur Geschichte des Vokalismus der ersten Silbe im Tscheremissischen und in
den permischen Sprachen”, (FUF XXXI Heft 3, s. 192).
Çeremişçe ve Çuvaşçada a Sesinin Tarihi 104

başladığı sorusu ortaya çıkar. Çuvaşların bugünkü topraklarına geldikleri sırada, Eski
Çuvaşçada hala bir a sesinin bulunduğu kanıtlanabilir.
Bu a sesinin varlığını, Züryencedeki en eski Çuvaşça ödünç sözcükler gösterir. Y.
Wichmann bununla ilgili üç örnek vermiştir. Voty. kun “kral”, Çuv. hun~hon, fakat
Zür. kan, Çuv. śurla “orak”, Zür. çarla, Voty. ud s “şerit”, Zür. adas, Çuv.
otım~udas~odas5.
Y. Wichmann’ın verdiği örneklere birkaç tane daha eklenebilir, örneğin Zür. kal
m “rüşvet”, Çuv. hulǐn uksi “çeyiz” (Yegorov 253)6; Zür. şabur “ketenden iş elbisesi”,
Çuv. şupǐr (Yegorov 284); Zür. sartas “çıralı sopa”7, Çuv. surta “mum”, doğu Çer.
sorta, Mord. sardo “sopa”8
Ayrıca pek çok Mordvince-Çuvaşça paralellik de eski zamanlarda bu a sesinin var-
lığını gösteriyor, krş. Erza Mord. tarad “dal”, Çuv. turat. Bunun için bir kanıt da Kama
Bulgarcasında bulunur, krş. Bulg. ayıh “ay”, Çuv. uyıh, Kaz. Tat. ay.
Eski zamanlarda, Çuvaşçada a yerine o ve u bulunduğu Batı Çeremiş diyalektin-
deki Çuvaşça ödünç sözcüklerden de anlaşılır. Krş. ayǐraş- “ayırmak”, ala “alaca”,
araßa “ayakkabı, ayak”, maktaş- “övmek” vb. gibi sözcükler Türkçe asıllı oldukları
için o veya u değil, a bulunduruyorlar.
Bu ses değişikliğinin nasıl olduğu sorusu ortaya çıkar.
Eski a sesinin o’ya değişmediği Batı Çeremiş diyalektinin, Çuvaşçadaki bu fonetik
özelliğin ortaya çıkışıyla ilgili soruya cevap veremeyeceği açıktır. Bu sorunun cevabını
Doğu Çeremiş diyalektindeki herhangi bir yerde aramak gerekir.
V. G. Yegorov “Zur Herkunft der Tschuwaschen und ihrer Sprache” adlı maka-
lesinde Çuvaşça yer adları veriyor ve bunların İlk Türkçe dönemine ait olduğunu dü-
şünüyor: Uravǐş9, Kuşlavǐş ve Yavǐş.10
Kuşlavǐş söcüğü özellikle ilginçtir, çünkü Çeremişçe asıllı olduğundan şüphe etmek
zordur. Bu birleşiğin ilk ögesi Doğu Çeremişçe kojla “orman” daha doğrusu “köknar or-
manı” sözcüğünden başka bir şey değildir, krş. Doğu Çer. koj “köknar”, Erza Mord. kuz,
Fin. kuusi, Est. kuus, Kar. Lüd. kuj, Komi-Zür. koz. İkinci öge bugünkü Batı Çer. ßaj
“kök” ile aynıdır (Doğu Çer. ßoj). Bu temel anlamdan “yerleşim yerinin uzağındaki or-
man” yan anlamı gelişmiş olabilir. B. Collinder’in Fin-Ugor sözlüğünde (66) bu sözcüğün
anlamının “aile” olarak verilmiş olması (Çer. vaj, voj “kök, kaynak, nesil, aile”) dikkat çe-
kicidir. -Kuşlavǐş sözcüğü “orman köyü” anlamına da gelebilir.

5
Yryö Wichmann, “Die tschuwassischen Lehnwörter in den permischen Sprachen”, Hel-
singfors 1903, s. 29.
6
V. G. Yegorov, Çǐvaşla-vǐrasla slovar’, Şupaşkar (Çeboksarı 1954).
7
“Aydınlatmak için kullanılan ucu çıralı bir sopa” iken anlam değişmesi nedeniyle “mum”
anlamını kazanmıştır (B. S.)
8
T. E. Uotila, Syryänische Chrestomathie, Helsinki 1938, s. 143, Wörterverzeichnis.
9
V. G. Yegorov, K. voprosı o proishocdenii çuvaş i ih yazıka. Nauçno issledovatel’skiy insti-
tut yazıka, literaturı i istorii, Zapiski 1953. Vıpusk VII, s. 74. Çeboksarı.
10
age. s. 75.
105 Pentti Aalto

Yavǐş ve Uravǐş gibi yer adlarının Çeremişçe asıllı olduğundan şüphe etmek güç-
tür. Doğu diyalektindeki Ijá ve Batı diyalektindeki íä sözcükleri “su perisi” anlamın-
dadır. Uravǐş’ın ilk ögesi olan ura, Doğu Çeremişçe ora “kazık” (Batı Çer. ara) sözcü-
ğünden başka bir şey değildir.
Şu gerçek özellikle ilginçtir: bütün yer adlarının yapısındaki ilk öge Batı Çere-
mişçe değil, Doğu Çeremişçe asıllıdır. Doğu Çer. kojla “Orman” Batı Çeremişçede
ş rg ’ye denk gelir.
Kuşlavǐş’taki kojlá, Yavǐş’taki iyá ve Uravǐş’taki orá gibi sözcüklerde görülen son
hece vurgusu aynı şekilde Doğu Çeremiş diyalektinde de bulunur. Bu son hece vur-
gusu, ßoj sözcüğünün Çuvaşça temsilinde o sesinin kısalmasına neden olmuştur.
Buradan şöyle bir sonuca varabiliriz: Çuvaşların sahasında eskiden Doğu Çeremiş
diyalektlerinin taşıyıcıları oturuyordu ve bu Doğu Çeremiş diyalekti, Çuvaşçadaki
eski å sesinin o’ya değişmesine neden olmuştur.
Bunu açıkladıktan sonra, a ünlüsünün Çeremişçedeki tarihiyle ilgilenebiliriz.
Doğu Çeremişçe o sesinin birincil o mu yoksa a ünlüsünden mi geldiği konusunda,
aşağıdaki nedenler kesinlikle a sesi lehinde görünüyor.
Çuvaşçada å>o ve e>a değişmesi ve bu ünlü değişiminin, Çeremiş dilinin fonetik
etkisi sonucu olduğu biliniyorsa, bu ses değişimi sadece dilbilimsel kurala göre ger-
çekleşmiştir. Bu kural şöyledir: Herhangi bir dilin etkisi altında diğer bir değişiklik
belli bir yönde ortaya çıktığı zaman bu dilsel görünüş o dilde de aynı yönde gerçekle-
şir. o sesi Doğu Çeremiş diyalektinde birincil a sesinden geliştiği için Çuvaşçada da
Çeremişçenin etkisiyle aynı değişiklik ortaya çıkmıştır. Doğu Çeremiş diyalektinde a
sesinin ä sesinden çıkmış olması gibi, Çuvaşçada da a sesi ä sesinden çıkmıştır.
M. Räsänen, o sesinin birincilliğini, Tatarcadaki Batı Çeremişçe ödünç sözcük-
lerde a sesinin o veya u seslerine denk geldiği örneklere dayanarak araştırmıştır. Ör-
neğin palşaş- “yardım etmek”, Tatar konuşma dili bulĭş “yardım”, yalδaş “arkadaş”,
Kazan Tat. yuldaş vb.11 Beke, “Zur Lautgeschichte der tschuwassischen Lehnwörter
im Tscheremissischen” (FUF XXIII) adlı makalesinde, pek çok Batı Çeremişçe söz-
cükte, kurallı a sesinin yerine o sesinin bulunduğunu göstermiştir. Onun düşüncesine
göre Batı Çer. a~Doğu Çer. o ses paralelliğinde o sesi birincildir.12
Fakat, Beke ve Räsänen’in görüşlerinde karşı çıkılabilir bir durum vardır. Her ikisi
de ses değişmelerinin yer aldığı zaman periyoduyla ilgilenmemişlerdir.
Eğer bunlar, batı diyalektlerinde å>a ve doğu diyalektlerinde o olduktan sonra ses
kuralının hala geçerli olduğu zamanı ilgilendiriyorsa, bu düzensizlikler hipotezin doğru-
luğu konusunda şüphe uyandıracaktır, ama bunlar ses kuralının geçerliliğini yitirdiği bir
zamanda ortaya çıkmışlar ise, bu defa da hiçbir şey ispat etmezler. Bugünkü Batı Çeremiş-
çede birinci hecenin ünsüz + a formülüne göre oluşumu hakimse, å>a ses kuralının uzun
zamandır geçersiz olduğu itiraf edilmelidir. Birinci hece günümüzde Batı Çeremişçede ol-
duğu gibi Doğu Çeremişçede de ünsüz+o yapısına sahip olabilir.

11
M. Räsänen, Tschuwassische Lehnwörter im Tscheremissischen, s. 79.
12
Adı geçen eser s. 68, 69 vd.
Çeremişçe ve Çuvaşçada a Sesinin Tarihi 106

o sesi, ünsüz+o hece yapısında mı gelişmiştir?


1. Bugünkü Batı Çeremişçede, ilk hecedeki o sesi Rusçadan girmiş ödünç sözcüklerde
de görülür, örneğin ßoßśe “büyük, oldukça” (Rus. вовсе), korita “leğen” (Rus. корыто),
korop “tabut” (Rus. гроб), kortsak “büyük kap” (Rus. корчага), kota “kedi” (Rus. кот),
lotok “kürek” (Rus. лоток), morko “havuç” (Rus. моркобь), ogol “keçi” (Rus. угол),
olitsa “cadde” (Rus. улица), poratka “düzenleme” (Rus. порядок), poδarka “armağan”
(Rus. подар), potika “alay” (Rus. помеха), toma “ev” (Rus. дом), toşa “yağsız” (Rus.
мощий), torelka “tabak” (Rus. тарелка), kol’tsa “yüzük” (Rus. коьцо), koloßets
“çeşme” (Rus. колодец), polena “ahşap tabaka” (Rus. полена) vb.
2. o sesi, her iki diyalektte de korunmuş, herhangi bir Ana Çeremişçe o sesinden
de gelebilir, örneğin Batı Çer. kombĭ kaz”, Doğu Çer. kombĭ; Batı Çer. koger “yanık”,
Doğu Çer. koger; Batı Çer. komdĭ “sepet”, Doğu Çer. komdĭ; Batı Çer. lombĭ “yabani
akdiken”, Doğu Çer. lombĭ; Batı Çer. omĭn “uyku” (rüya), Doğu Çer. omo; Batı Çer.
poŋgĭş “boşluk, oyuk” (anatomi), Doğu Çer. pomĭş; Batı Çer. şoŋ “köpük”, Doğu Çer.
şoŋ; Batı Çer. şoşĭm “ilkbahar”, Doğu Çer. şoşĭ vb.
Bu açıdan, E. Itkonen’in, Batı Çer. o~Doğu Çer. o ses paralelliğinin çoğu du-
rumda Ana Çeremişçe o sesini koruduğu düşüncesini paylaşıyoruz.
o sesi Batı diyalektinde başka seslere de gelişebilir, örneğin Batı Çer. olak “ayrık, uzak”,
Doğu Çer. ulak; Batı Çer. moaş- “bulmak”, Doğu Çer. muaş-; Batı Çer. roaş- “hüküm ver-
mek”, Doğu Çer. ruaş-; Batı Çer. sogoń “miras”, Doğu Çer. sogĭń; Batı Çer. kogo “büyük”,
Doğu Çer. kugu; Batı Çer. poxana “bebek”, Doğu Çer. pugana vb.
Eski ses yasası sona erdikten sonra, Batı Çeremiş diyalektinin ses sistemi, Doğu
Çeremiş diyalektinden ilk hecede o’lu sözcüklerin girişine direnememiştir. sakman,
yalδaş gibi aykırı örneklere gelince; bunlar ünlü uyumu ile ilgili özel örneklerdir,
çünkü ilk hecede ünsüz+a yapısı Batı Çeremişçede baskındır.
Yukarıda söylenenleri özetlersek şu sonuçlara ulaşırız:
1. å sesinin o sesine değişmesi, Doğu Çeremişçede Çuvaşçadan daha erken ortaya çıkmıştır.13
2. Çeremiş dilindeki diyalektal ilişki eskiden farklıydı. Konuşurlarının genellikle
kuzey Çuvaşistan’da oturduğu bugünkü doğu diyalektinin güney veya güneydoğu di-
yalekti olmasına karşılık bugünkü batı diyalekti kuzey veya kuzeybatı diyalektiydi.
Doğu diyalektinin konuşurlarının neden kuzey Çuvaşistan’da oturduklarını belirle-
mek güçtür. Şu belki mümkündür: Bugünkü Mari Cumhuriyeti’nin esas kitlesi kuzey
Çuvaşistan’dan gelmişti ve göçebelerin baskısı altında doğu ve kuzeye çekilmişti ve
belki de doğu diyalektinin taşıyıcıları Kuzey Çuvaşistan’a Volga’nın sol kıyısından göç
etmişlerdi. Bu problemin özel olarak araştırılması gerekir.

13
Çuvaşların atalarının, bugünkü yurtlarına esas olarak kuzeyden gelmiş olmaları güçlü bir
olasılıktır. Batı Çeremişçedeki ödünç sözcüklerde görülen arkaik ses biçimleri de bunu
doğrular.
12

Çuvaşçada v ve y Türeme Ünsüzlerinin Kökeni So-


runu
B. A. Serebrennikov1
Çuvaşçada, ünlü ile başlayan bazı sözcüklerin önünde görülen türeme v ünsüzü, Çu-
vaşçanın ayırıcı özelliklerinden biridir; krş. Tü. ot “ateş”, Çuv. vut; Trkm. ūç “uç”,
Çuv. v ś; Tü. otuz “30”, Çuv. vĭtĭr vb.
Çuvaşçada v protezinin kökeni ile çok sayıda araştırmacı ilgilenmiştir. Araştırma-
cıların çoğu, bu durumun, Çuvaşçadaki söz başı yuvarlak ünlünün niteliğiyle ilgili
olduğu sonucuna varmıştır.
Radloff, yuvarlak o, ö, u, ü ünlülerinin önce uo, ua, üö diftonglarına değiştiğini
kabul etmiştir. Daha sonra diftongun ilk ögesi v protezine değişmiştir.2
Räsänen de aynı düşünceyi paylaşıyor. Ona göre söz başında bulunan yuvarlak
ünlünün parçalanmasıyla v sesi ortaya çıkmış ve daha sonra bu v sesi bir düz ünlü
yaratmıştır; örneğin von “10”, uon.3 Ligeti, Çuvaşçadaki v protezinin varlığını ünlü-
nün uzunluğuyla ilişkilendiriyor.4
G. Ramstedt, Çuvaş dilinde protezin dereceli gırtlaksılarda gerçekleştiğini, böy-
lece Eski Türkçede ve Çuvaşçada söz başında bulunan ünlülerin boğumlanmalarının
ilişkili olduğunu var sayar.5 N. A. Baskakov’a göre v protezinde daha eski bir durum
yansır.6 Baskakov, v protezinin birincilliğini araştırmış ve v protezinin Eski Türkçe
gövdelerin yapısına denk geldiğini iddia etmiştir. “Karakalpakça ve diğer Türk dille-
rinin yapısı incelendiğinde görülür ki Türk dilleri için ünsüz+ünlü+ünsüz şeması
gösteren kökler tipiktir. Fakat ünlü+ünsüz tipi gövdelere gelince, bu yapı şöyle bir
sesbilgisel gelişme sonucu ortaya çıkar: Söz başındaki ünsüz önce, bir sonraki ünlü-
nün diftong öğesine değişir, daha sonra zayıflar ve düşer. Bu yolla yeni bir tip
(ünlü+ünsüz) gövde kurulmuş olur, örneğin u l- “ölmek”; al- vb. Bu söz başındaki
eski ünsüz öğenin izleri birkaç dil ve diyalektte hala korunur.” 7

1
“Zur Frage nach dem Ursprung der prothetischen Konsonanten v und j im Tschuwaschisc-
hen” Acta Orientalia Hungaricae 19, 1966: 57-65.
2
W. Radloff, Phonetik der nördlichen türkischen Sprachen, Leipzig 1899, s. 167.
3
M. Räsänen, Materialien.
4
L. Ligeti, Les voyelles longues en turc: Journ. Asiat, 1938: 181-195.
5
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen”, JSFOu XXXVIII,
1922-23, s. 14.
6
N. A. Baskakov, Karakalpakskiy yazık II, Moskau 1952, s. 55.
7
N. A. Baskakov, age., s. 54-55.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 108

M. K. Palló, türeme v sesi hakkında yeni bir tez geliştirmiştir. Palló düşüncesini
kanıtlamak için Eski Çuvaşçada, düz a ve e ünlülerinin v protezi ile birlikte bulunduğu
birkaç örnek getirmiştir; krş. Hun. var=ET öz, Bulg. veç m =ET üç; van=ET ōn vb.8
Yazar bu örneklerden şu sonucu çıkarıyor: Çuvaşçanın tarihsel gelişmesinin bir aşa-
masında Eski Türkçe o, ō, u, ū ünlüleri v protezinden sonra a olarak mevcuttular ve va
birleşiği bu şekilde ortaya çıkmıştır. Benzer şekilde, v protezinden sonra bulunan Eski
Türkçe ö, ȫ, ü, ǖ ünlüleri de ve birleşiğini vermiştir.9
Palló’nun gözlemleri şunu gösteriyor. Ana Türkçedeki ünszü sonrası a, ā ünlüleri,
söz başındaki o, ō, u, ū ünlülerinin gelişmesiyle aynı sonucu vermiştir.
Ana Türkçede, ilk hecedeki a, ā ünlüleri Eski Türkçede a, ā, Çuvaşçada o, u, ĭ,
seslerine değişmiştir. Ana Türkçe o, ō, u, ū ünlüleri, vo, vu, vĭ, v birleşiğinin gelişme
sürecinde, Eski Türkçede va, ve birleşiğine gelişmiştir.10
Söz başı o, ö, u, ü ünlülerinin parçalanması varsayımının birkaç zayıf yönü de var-
dır. Teorik olarak, düz ünlülerin diftonglarla ilişkisi tabii ki mümkündür. Böyle bir
ilişki, Yakutçadaki uö ve üö diftonglarındaki birincil uzun ünlülerde de görülür; krş.
Yak. uon “10”<ōn, Yak. uot “ateş”<ōt, Yak. suol “yol”<yōl, Yak. suox “yok”<yōk,
Yak. üös “ağacın özü”<ǖs.11 Birincil uzun ē sesi de Yakutçada kurallı olarak ie dif-
tonguna değişmiştir, krş. örneğin Yak. bies “beş”.12 Yakutçada bütün uzun ünlüler
değil, sadece ō, ȫ ve ē ünlüleri diftonga değişmiştir. ū, ǖ, ā ve ünlüleri diftonga de-
ğişmemiştir. Birincil kısa ünlüler de yakutçada diftonga değişmemiştir. Bu nedenle,
bütün söz başı ünlülerin Eski Çuvaşçada diftonga değişmiş olması çok şüphelidir.
Çuvaşçada birkaç uzun ve kısa ünlü tahminen aynı işlemi görmüştür: krş. Çuv. k l
“kül”<kül kısa ü ile ve Çuv. k t- “beklemek”, Yak. kǖt-<küt-.13 Uzun ü ünlüsü de
kısası gibi Çuvaşçada aynı şekilde kısa olmuştur.
v protezi Çuvaşçada, hem birincil uzun hem de birincil kısa yuvarlak ünlülerin
önünde bulunabilir; krş. Yak. ot “ot”, Çuv. vutĭ “ateş”<ōt ve Çuv. vun “on”<on. M.
K. Palló, Ana Türkçede olduğu iddia edilen o, ō, ö, ȫ ve u, ū, ü, ǖ ünlülerinin tarihsel
kronolojik açıdan ve bu ünlülerin Çuvaşçadaki çok farklı yansımalarının kesin olarak
belirlenmesinin imkansız olduğunu söylemekte haklıdır.14
M. K. Palló’nun, Çuvaşçanın gelişim tarihindeki va, ve ara aşamasının varlığı hak-
kındaki varsayımında birkaç çelişki de yok değildir. Bu varsayım, Kama Bulgarcası
(van “10”, Hunca var “Dnyeper nehrinin adı”) tipinde eski yazıtlardan çok az miktarda
örneğe ve ayrıca Çeremişçenin özellikle batı diyalektlerine ait verilere dayanır.

8
M. K. Palló, “ Zur Frage der tschuwassischen v-Prothese: AOH xII, s. 35.
9
Age., s. 37.
10
Age., s. 40.
11
N. Poppe, “Das Jakutische”, PhTF, Wiesbaden 1959: 674.
12
Age.
13
Bu fiildeki kısa ü, uzun ü yerine bir dizgi yanlışı olmalıdır (çevirenin notu)
14
Palló agy. s. 34.
109 Pentti Aalto

Belirtilmelidir ki, bu örnekler çoğunlukla ya Kama Bulgarcası van “on” örneğinde


olduğu gibi okunuşu çok şüpheli Arap alfabesi gibi alfabelerle görünürler ya da Dnye-
per nehrinin Hunca adı olan var’ı, Eski Türkçe öz sözcüğüyle açıklamak gibi çok şüp-
heli etimolojilere dayanırlar. Ayrıca modern Çuvaşça vo, vu, vĭ, v , va, vı, vi birleşikleri
sadece va, ve ara aşamasıyla çok zor açıklanabilirler. Modern birleşiklerdeki u, ĭ,
birleşikleri daha çok birincil bir yuvarlak ünlüyü gösterirler a ara aşamasını değil; krş.
Çuv. vut “ateş” ve Tü. ot, Çuv. vĭrman “orman”, Tü. orman, Çuv. vĭkĭr, Tü. öküz vb.
Ara aşamadaki a sesinin u, ĭ ve seslerine olan son derece kuralsız gelişimi için
bir açıklama bulmak çok güçtür.
Baskakov’un, Eski Türk dili için ünsüz+ünlü+ünsüz şemasının tipik olduğu yö-
nündeki kabulü kanıtlanamaz. Türkologların, eski yazıtlarda söz başında bir v ünsü-
zünün varlığından haberleri yoktur. Türk dillerinden ödünçlenmiş sözcükler de aynı
şekilde bu kabul ediş için çok az kanıtlayıcıdırlar. Karakalpakça uot “ateş” tipi söz-
cüğe gelince, buradaki ünlünün önündeki kayan sesin daha sonraki bir gelişme sonucu
ortaya çıkmış olması gerekir.
Bu çalışmada biz, v türeme ünsüzünün Çuvaşçada ortaya çıkışı hakkıında başka
katkılarda bulunmak istiyoruz.
Türeme v sesinin Çuvaşçadaki birincilliği sorununu daha yakından araştırmak için,
önce hangi koşullar altında gerçekleştiklerini açıklamamız gerekir.
Ramstedt’e göre, söz başındaki eski yuvarlak ünlünün gerçekte kayan ünlü veya
Inkursion denilen bir sese sahip olduğunu, kısalık ve uzunluktan bağımsız olduğunu
kabul etmemiz gerekir. Yuvarlak ünlünün önündeki Inkursion farklı dillerde oldukça
yaygın bir görünüştü. Inkursion olasılığı hakkındaki çıkış teorisi hala belirsizdir. v
protezindeki inkursion’un Çuvaşçadaki dönüşümünü açıklığa kavuşturmak özellikle
önemlidir. Burada gereken uygun koşulları iki temel durum yaratmış olmalıdır yani
Çuvaşçada ilerlemiş bir dış sandinin varlığı ve geniş ve dar eski o, ö, e veya u, ü, i
ünlülerinin boğumlanma enerjisinin kabulü. Eski araştırmalar Çuvaşçadaki v-prote-
zini, bir nedenle, hiçbir zaman dış sandi ile ilişkilendirmemiştir. Oysa Çuvaşçada v
türemesi diğer Türk dilleriyle karşılaştırıldığında oldukça yüksek bir gelişme evresine
ulaşmıştır. Ünlüyle biten bir sözcükten sonra ötümsüz ünsüzle başlayan bir sözcük
geliyorsa ve arkasından yine bir ünlü geliyorsa, ötümsüz ünsüz ötümlü karşılığına de-
ğişir daha doğrusu yarı ötümlü bir ünsüz olur; krş. pısĭk hula pulnĭ pızĭk hula bulnĭ
“büyük şehir idi”; Klubra zal tulli halĭh klubra zal dulli galĭh “Klübün salonu insan
doluydu”; Çi pısĭk kaşalotĭn vĭrĭmĭşĩ 19 metra śitet çi bızĭk kaşalodĭn vĭrĭmĭj 19 metra
zidet “En büyük kaşalotun büyüklüğü 19 metreyi buluyordu”. Çuvaşçada dış sandi iç
sandiyle sıkı sıkıya ilişkilidir, aynı sonuçları verirler, krş. örneğin iç seste, ünlüler
arası durumdaki ötümlü ünsüzler aslında ötümsüz ünsüzlerdir: Çuv. vĭgĭr “öküz”~Tü.
öküz; Çuv. sugal “sakal”~Tat. sakal vb. V. G. Yegorov Çuvaşçanın yanyana iki ün-
lüye tahammül edemediğine dikkat çekiyor, örneğin śi+ r =śiy r “yiyin!”, yönelme
durumu laşa+a =laşana (diyal. laşaya).15

15
V. G. Yegorov, Çĭvaşla-vırĭsla slovar’, Şubaşkar 1954: 300
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 110

Eğer Çuvaş dili, iki ünlünün yanyana gelmesine söz içinde veya türetimde izin
vermiyorsa, buna, dış sandi etkisiyle, biri ünlüyle biten ikincisi ünlüyle başlayan iki
sözcük yanyana geldiği durumda da izin vermesi gerekmez.
Şimdi Eski Çuvaşçada iki sözcükten oluşan hara orman “karanlık orman” tipi bir
birleşiği inceleyelim. Dış sandinin kuralı, iki ünlünün karşılaşmasından kaçınmak
amacıyla herhangi bir ünsüzün Hiatustilger olarak ortaya çıkmasıdır. Inkursion bu
koşullar altında hiatus’u ortadan kaldırmak için çok kötü bir çaredir. Böylece Çuvaş-
çada u sesine değişmeye başladılar (hara uorman).
Bu yöntemle dış sandi, inkursion’un yuvarlak ünlü önünde v protezine değişmesinde
büyük bir etkide bulundu. Ayrıca, Tatarca ve Başkurtçada eski o, ö ve e ünlülerinin darla-
şarak u, ü ve i olduğu biliniyor; krş. Tü. yol> Tat. yol, Bşk. yul; Tü. on>Tat. un, Bşk. un;
Tü. orak>Tat. urak, Bşk. urak; Tü. orman>Tat. urman, Bşk. urman; Tü. dört>Tat. dürt,
Bşk. dürt; Tü. gör->Tat. kür-, Bşk. kür-; Tü. gök>Tat. kük, Bşk. kük; Tü. göz>Tat. küz,
Bşk. küz; Tü. et>Tat. it, Bşk. it; Tü. ekmek>Tat. ikmek, Bşk. ikmek; Tü. eski>Tat. iske,
Bşk. iske; Tü. et->Tat. it-, Bşk. it- vb. Eski u, ü ve i Tatarca ve Başkurtçada kısalmıştır,
krş.; Tü. uzun, Tat. ĭzĭn, Bşk. ĭĭn; Tü. tut-, Tat. tĭt-, Bşk. t t-; Tü. uzak, Tat. ĭzak, Bşk.
ĭak; Tü. uç, Tat. ĭç, Bşk. ĭs; Tü. üç, Tat. ç, Bşk. s; Tü. üst, Tat. ĭst; Bşk. ĭst; Tü. bir, Tat.
b r, Bşk. b r; Tü. diş, Tat. t ş, Bşk. t ş; Tü. piş-, Tat. p ş-, Bşk. p ş- vb.
Çuvaşçada eski o, ö ve e ünlüleri de aynı şekilde bazen u, ü ve i olmuşlardır; krş. Tü.
yol, Çuv. śul; Tü. ot “ateş”, Çuv. vut; Tü. bol- “olmak”, Nog. bol-, Kzk. bol-, Çuv. pul-; Tü.
yok, Nog. jok, Kırg. cok, Çuv. śuk; Tü. göl, Çuv. kül , Tü. eki “iki”, Çuv. ik vb.
Eski u, ü, i ünlüleri Çuvaşçada, Tatarca ve Başkurtçadakine benzer biçimde kısalmış-
tır; krş. Tü. uzun, Çuv. vĭrĭm; Tü. utan-, Çuv. vĭtanu “utangaçlık”; Tü. buz, Çuv. pĭr; Tü.
kuru-, Çuv. hĭr-; Tü. kulak, Çuv. hĭlha; Tü. kül, Çuv. k l; Tü. bük-, Çuv. p k-; Tü. tütün,
Çuv. t t m; Tü. süt, Çuv. s t; Tü. bir, Çuv. p r; Tü. iş, Çuv. ś; Tü. iç-, Çuv. ś- vb.
Yukarıda da belirtildiği gibi, her iki sesbilgisel görünüş aynı ana nedene, o, ö, e ve u,
ü, i ünlülerinin boğumlanma enerjisinin azalmasına götürülebilir. Geniş ünlülerin söylenişi
büyük bir enerji gerektirir, buna karşın dar ünlülerin söylenişiyle bu enerji sarfı azaltılır.
Bu nedenle o, ö, e ünlüleri sadece daralmış, normalden kısa ünlüye değişmemiştir. Daha
az enerji gerektiren u, ü ve i ünlüleri ise normalden kısa ünlüye değişmiştir.
Şimdi tekrar inkursion sorununa dönüyoruz. Kabul ediyoruz ki eski Çuvaşçada söz
başı o, ö de u, ü gibi inkursion’a maruz kalmıştır. Şematik olarak şöyle gösterilebilir:
ʼOK, ʼÖK, ʼUK, ʼÜK
K işareti ile bir ünsüz gerektiğini ifade ediyoruz. Çünkü ʼo, ʼö, ʼu, ʼü tipi sözcükler
Çuvaşça için tipik değildi. Önceden belirtildiği gibi, inkursion, dış sandinin etkisi al-
tında kayan v sesine değişmiştir:
v
OK, vÖK, vUK, vÜK
o, ö, u, ü ünlülerinin u, ü, ĭ, ünlülerine değişmesiyle azalan boğumlanma enerjisi
sonucunda, kayan v sesi, telafi edici bir güçlenmeyle v sesine değişmiştir.
VUK, VÜK, VĬK, V K
111 Pentti Aalto

Son olarak v protezinin Çuvaşçada ortaya çıkması için bir koşul daha gerekir. Büyük
ölçüde dış sandi gerçekleşmesi etkisi altında her söz başı ötümsüz ve söz sonu ünsüz hızlı
konuşmada ötümlü görünür: Örneğin s t “süt” sözcüğü, hızlı konuşmada s d, z t veya z d
olarak görünür. v protezinin Çuvaşçada ötümlü karşılığı yoktur. Bu nedenle v her yerde
görünmeye başladı. Çuvaşçadaki türeme v sesinin kararlılığı, bu sesin, boğumlanma ener-
jisinin bir bölümünü aldıktan sonra şimdi kendisini izleyen ünlünün kaderini etkilemeye
başladığını göstermektedir. Eski o sesi daralarak u sonucunu verdiği halde, bir önceki ses
v olursa o yerine normalden kısa bir ünlüye rastlanır: krş. örneğin Tü. yol, Çuv. śul, Tü.
orman, beklenen vurman yerine Çuv. vĭrman, krş. Tat. urman; Tü. olta, beklenen vulda
yerine Çuv. vĭlta; Nog. ol “o”, beklenen vul yerine Çuv. vĭl, krş. Tat. ul; Tü. otuz, beklenen
vutĭr yerine Çuvaşça vĭtĭr, krş. Tat. utız. Bu görünüş bütün Çuvaş ağızlarında kanıtlanabil-
miş değildir. Türeme v sesinin etkisi her zaman kısa bir ünlüye neden olmamıştır. Çuvaş-
çada dar u ünlüsünün korunduğu örnekler de vardır: vut “ateş”, Tat. ut; vun “on”, Tat. un;
vuçah “ocak”, Tat. uçak; vutĭ “ot”, Yak. ot. Yuvarlak ünlünün Çuvaşçada ı sesine değiştiği
durumlar da vardır, örneğin vır- “orakla biçmek”, Tat. ur-, Tü. orak; vırĭn “yer”, Tü. orun,
Tat. urın; vırĭs “Rus”, Tat. urıs, Nog. orış vb.
Son olarak, dar ü ünlüsünün Çuvaşçada i sesine denk geldiği durumlar da vardır,
örneğin viś “üç”, Tat. üç, Çuv. vil- “ölmek”, Tat. ül- vb.
İlginç bir durum da şudur, v protezinden sonra u ünlüsünün korunduğu pek çok
durumda Yakutçada bir diftongla karşılaşırız: krş. Çuv. vun “on”, Yak. uon, Çuv. vut
“ateş”, Yak. uot. Bilindiği gibi Yakutça uo diftongu uzun bir ünlüden gelişmiştir. vutĭ
“ot” sözcüğüne gelince, burada u sesinin korunmuş olması, bu sözcüğün Çuvaşçada,
diğer Türk dillerinde olduğu gibi tek heceli değil iki heceli olması nedeniyle olabilir;
krş. Trkm. ot, Yak. ot. Çuvaşça vuçah sözcüğü Türkmencede uzun o’lu biçime denk
gelir: ōçak. ı ünlüsü protezden sonra genellikle r önünde görülür, örneğin vırĭn “yer”
ve vırĭs “Rus”, vır- “biçmek”. Böyle sözcüklerde, ikinci hecede normalden kısa bir
ünlü bulunur. vil- “ölmek”, viś “üç” gibi sözcüklerdeki i sesi muhtemelen bir önceki
ünsüzün yumuşak olmasını gerektirir. Ayrıca Çuvaşçada v protezinden sonra birincil
ünlü yerine a ünlüsü bulunan durumlar için de bir açıklama getirmek güçtür, krş. ör-
neğin Çuv. var “öz, orta”, Tü. öz, Çuv. valeś- “paylaşmak”, Tü. üleş- vb.
v protezinin daha Kama Bulgarcası döneminde mevcut olduğu şüphesizdir. Bu bi-
çimde birkaç dağınık örnek belgelenmiştir: krş. van “on”, votur “oyuz”.
a sesinden gelişmiş ikincil u sesi önünde v protezinin bulunmaması ilginçtir; krş.
Çuv. ura “ayak”, Tat. ayak; Çuv. urapa “araba”, Tat. arba; Çuv. ulma “elma”, Tat.
alma; Çuv. ut “at”, Tat. at, Tü. at vb.
Bütün bunlar v sesinin yapısının belli devirler ve şartlar altında geliştiğini gösteri-
yor. Çünkü ikincil u sesi bir protez ortaya çıkarmak için uygun ön koşullara sahip de-
ğildir, çünkü bir kayan ünlü yoktur.
Çuvaşçada v protezi ile y protezinin bütün görünüşleri birbirleriyle sıkı sıkıya iliş-
kilidir. protezinin bütün görünüşleri birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkilidir. y protezinin v
protezinden farkı, basit olarak y protezinin düz ünlülerden önce görülmesidir, krş.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 112

Çuv. yıtĭ, yıt “köpek”, Tat. t; Çuv. y z “iz”, Tat. z, Tü. iz; Çuv. yal “köy”, Tü. el “halk”,
Tat. il “ülke”; Çuv. yĭvĭś “ağaç”, Tat. agaç, Hak. agas; Çuv. yıvĭr “ağır”, Tat. awır, Az.
agır, Kırg. ōr vb.
y protezinin yuvarlak ünlülerden önce bulunması çok seyrek bir durumdur, örneğin
Çuv. yĭva “yuva”, Özb. uya, Tat. ĭya. Eski Çuvaşçada herhangi bir söz başı ünlü bir inkur-
sion’la birlikte söyleniyordu. Bu inkursion, ileri derecede gelişmiş dış sandi etkisiyle bir
kayan ünlüsüne değişmiş olabilir. Bu da sonra eski e’nin i’ye daralması ve i’nin ’ye dö-
nüşmesi sonucunda protetik y’ye gelişmiş olabilir. Bu varsayım, bugünkü Çuvaş dilinde y
protezinin genellikle normalden kısa ünlüler önünde bulunmasına dayanır. v protezi gibi
y protezi de sonraki ünlünün kaderini etkiler ve kısa bir ünlü ortaya çıkar; krş. Çuv. y lt r
“kayakçı”<Çer. yolter ay. (kelimesi kelimesine çeviri: “Fußschlitten”).
İkincil ünlü önünde y protezi bulunmaz, örneğin e sesinden türeyen yeni a önünde
asla bulunmaz; krş. alak “kapı”, alĭ “el”, ak- “ekmek”, Atĭl “Volga”. Bu da y protezi-
nin belli tarihi devirlerde oluştuğuna bir kanıttır. İkincil ünlüler önünde kayan y sesi
bulunmadığından y protezi de yoktur.
Birkaç güçlüğe rağmen y protezinin Çuvaşçadaki oluşumunu açıklamak istiyoruz.
Birincil ve ikincil y protezinin Çuvaşçadaki ilişkisi çok açık değildir. M. Räsänen’e
göre eski y protezi ś olmuştur: Çuv. ś r “gece”, Uyg. ir, yir “kuzey”, Mo. ira “kuzey”;
Çuv. śırma “ırmak”, Tü. ırmak; Çuv. śĭvar “ağız”<*yagur, Genel Tü. agız, Çuv. śĭnĭh
“un”<*yunuk, Genel Tü. un. Geç protez korunmuştur: örneğin “ağaç”.16
Çuvaşça ś r “gece” ve Uygurca ir, yir “kuzey” denkliği çok inandırıcı değildir. Çu-
vaşça sözcük Çeremişçe yüd “gece” ile ilgili olabilir ve y sözcüğün kendisine ait olabi-
lir. Doğal olarak birincil y protezinin ś’ye değişme olasılığı da dışarıda bırakılamaz.
Çuvaşçada şöyle bir durum da vardır: eski a sesinin önünde y protezi bulunduğunda
herhangi bir nedenle a>u değişmesi olmamıştır; krş. yĭvĭś “ağaç”, Tat. agaç; yıvĭr “ağır”,
Tat. awır, Az. agır vb. Öyle görünüyor ki burada g sesinden türemiş olan v sesinin etkisiyle
a sesi önce normalden kısa bir ünlüye değişmiş, daha sonra bu kısa ünlünün önünde bir y
sesi ortaya çıkmıştır (agaç>awaś>ĭvĭś>yıvĭś; agır>awır>avır>ĭvĭr>yıvĭr).
Aynı görünüş Çuvaşça śĭvar “ağız” sözcüğü için de geçerlidir. Birincil biçim olan
agız’daki g sesi önce v olmuştur: avız. Sonra v sesinin etkisi altında a önce bir normal-
den kısa ünlüye değişmiş, sonra da önünde bir y protezi ortaya çıkmıştır. y>ś değişi-
minde, söz başında ś- bulunan śi- “yemek” fiilinin etkisinin bulunduğu da açıktır.
Sonuç olarak v ve y protezleri, birkaç söz başı ünsüzün inkursion’undan ötürü or-
taya çıkmıştır. Yüksek bir dış sandi gelişmesi etkisi altında inkursion önce eş sesli v
veya y seslerine değişmiştir. v ve y kayan ünlülerinin protetik ünsüzler olan v ve y ses-
lerine değişmesi sonucunda ortaya çıkan etki ile birincil geniş o, ö ve e ünlüleri daral-
mış, ayrıca birincil u, ü, i ünlüleri normalden kısa ünlüler haline gelmişlerdir.

16
M. Räsänen, agy.
13

Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm1


Talât Tekin2
Genel Türkçe z ve ş seslerinin, Çuvaşçada r ve l seslerine denk geldiği çoktan belir-
lenmiştir3, örneğin:
GT toquz: Çuv. tĭhĭr, tĭhhĭr
GT tāş “taş”: Çuv. çul ay.
Bu ses denklikleri ilk önce –bugün de hala söylendiği gibi– “Rotasizm” ve “Lamb-
daizm” olarak adlandırılmıştı. Çünkü Çuvaşça r ve l seslerinin, sırasıyla, Türkçe z ve ş
seslerinden çıktığına inanılıyordu. 4 Daha sonra genel Türkçe z ve ş seslerinin Moğolca
ve Mançu-Tunguzcada da r ve l ile temsil edildikleri keşfedilince, karşılaştırmalı Altay
dilbiliminin kurucusu Ramstedt tarafından bu sorun üzerine tamamen karşıt bir var-
sayım öne sürüldü.5 Ramstedt’e göre Çuvaşça ve Moğolca r ve l, Türkçe z ve ş’den
daha eskidir ve ikinciler r ve l seslerinden gelişmiştir. Bu varsayımın –Zetasizm ve
Sigmatizm demek daha doğru olur– dayanaklarını, Ramstedt şöyle açıklıyor: Genel
Türkçe z ve ş, Çuvaşçada olduğu gibi Moğolca ve Mançu-Tunguzcada da tam olarak
aynı sözcüklerde r ve l seslerine denk gelir. Çuvaşça bir Türk dilidir fakat Moğolca
veya Tunguzca kesinlikle değil. Bu nedenle, Türkçe z’den, Çuvaşça/Mo-
ğolca/Mançu-Tunguzca r’ye veya Türkçe ş’den Çuvaşça/Moğolca/Mançu-Tunguzca
l’ye sistematik bir ses geçişi olduğunu düşünemeyiz. Bu dillerde ortaklaşa veya biri
diğerinden bağımsız bir “Rotasizm” veya “Lambdasizm” yer alamaz. 6
Ramstedt’in varsayımını destekleyen dilbilimsel kanıtlar da vardı: Macarcadaki
Eski Çuvaşça (Ana-Bulgarca veya Batı Türkçesi) ödünç sözcükler,7 örneğin iker

1
Bu makale Ann Arbor’da 27. Uluslararası Oryantalistler Kongresinin Central Asian and
Altaic Studies bölümünde okunan yazının genişletilmiş biçimidir.
2
“Zetacism and Sigmatism in Proto-Turkic” Acta Orientalia Hungaricae XXII-1, 1969: 51-80.
3
W. Schott, De lingua Tschuvaschorum, Berlin (1841?), bölüm II, ss. 7-15.
4
W. Radloff, Phonetik der nördlichen Türksprachen, Leipzig 1882, §§. 192, 286 ve 288; E.
N. Setele, Zur finnisch-ugrischen Lautlehre: FUF, C. II, Bölüm III (1902), s. 273; Z. Gom-
bocz, Zur Lautgeschichte der altaischen Sprachen: KSz, C. XIII (1912/13), ss. 1-22.
Setälä’ya göre, Türkçe l, *ş’den değil *z’den kaynaklanmıştır.
5
G. J. Ramstedt, Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen: JSFOu XXXVIII, 1
(Helsinki 1922), s. 26 vd.
6
Age., s. 26 ve 28.
7
Zoltán Gombocz, Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache
(=MSFOu XXX), Helsinki 1912.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 114

“ikiz”=Çuv. y k r<*ikir=Tü. ikiz; Mac. kölyök “köpek yavrusu”<*köłek= Tü. köşek


“genç deve”; İlk Türkçe (Vortürkisch) öğeler Samoyedcede, örneğin, Güney Samo-
yed (Kamass) şili “samur”<*çili<*kili=ET kiş ay.,8 Yak. k s ay.<*k ş. Yurak Sam.
yur “yüz”=GT yüz ay.,9 Yak. sǖs ay.<yǖz; Eski Bizans ve Çin kaynaklarında bulunan
Batı Türkçesi (Ana-Bulgarca) ve Doğu Türkçesi (Hsiung-nu, Hunnie) sözcük, özel ad
ve ünvanlar, örneğin Tuna Bulg. tvir (=tıvir) “dokuz”<*tovir<*toqır=Çuv. tĭhĭr
ay.<Volga Bulg. toḫur=GT toquz10, qolovur “lider”<*qolobur=OT qolabuz, qola-
vuz “kılavuz”11, IV. yüzyıl Huncası tayliqaŋ veya taliqaŋ “dışarıya çıkın!”=ET taşıqıŋ
ay.,12 vb.
Ramstedt bu kanıtlar karşısında, Türkçe z ve ş’nin birincil olmayıp ikincil olduk-
larına ve sırasıyla Altayca *ŕ ve *ĺ’den geliştiklerine karar vermiştir.
Bu eski varsayım, çok inandırıcı olmakla birlikte, Ramstedt’in görüşü zamanımı-
zın Altayist ve Türkologları tarafından kesinlikle kabul edilmemektedir. Aksine bu-
gün hâlâ eski “Rotasizm” ve “Lambdasizm”13 varsayımına bağlı epeyce bilim adamı

8
Ramstedt, age., s. 30; krş. Kai Donner, Zu den eltesten Berührungen zwischen Samojeden
und Türken: JSFOu LX, 1 (Helsinki 1924), s. 5, ve Aulis J. Joki, Die Lehnwörter des Sajan-
samojedischen (=MSFOu 103), Helsinki 1952, s. 290, 291.
9
Ramstedt, Über die Zahlwörter der altaischen Sprachen: JSFOu XXIV, 1, s. 19; krş. Kai
Donner, age., s.6.
10
J. J. Mikkola, Die Chronologie der türkischen Donaubulgaren: JSFOu XXX, 33. s. 16;
Omeljan Pritsak, Die bulgarische Fürstenliste und die Sprache der Protobulgaren, Wies-
baden 1955, s. 49
11
Mikkola, age.; krş. Jos. Markwat, Chronologische Data für den bulgarisch-türkischen Rho-
tazismus; UJb 9 (1929), ss. 90, ve K. H. Menges, Altaic Elements in the Proto-Bulgarian
Inscription: Byzantion, c. 21, ss. 85-118.
12
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 31, Einführung in die altaische Sprachwissenschaft, I:
Lautlehre (=MSFOu 104), Helsinki 1957, s. 104.
13
Johannes Benzing, Tschuwaschische Forschungen II: ZDMG 94 (1940), ss. 391-398, Die
angeblischen bolgartürkischen Lehnwörter im Ungarischen: ZDMG 98 (1944), ss. 24-27,
Tschuwaschische Forschungen V: ZDMG 104 (1954), ss. 286-390, Das Hunnische, Dona-
ubolgarische und Wolgabolgarische: Fund. I, Wiesbaden 1959, s. 694; Gerard Clauson, The
Case against the Altaic Theory: CAJ 2 (1956), ss. 181-187, The Earliest Loanwords in Mon-
golian: CAJ 4 (1959), ss. 174-187, The Turkish Elements in 14th Century Mongolian: CAJ
5 (1960), ss. 301-316 Turkish and Mongolian Studies, London 1962, ss. 210-247; A postsc-
ript to prof. Sinor’s “Observations on a new comparative Altaic phonology”: BSOAS
XXVII (London 1964), ss. 154-156; Gerhard Doerfer, Türkische und mongolische Ele-
mente im Neupersischen, Bd. I: Mongolische Elemente im Neupersischen, Wiesbaden
1963, ss. 51-105.
Altay dilleri teorisini destekleyen görüşler için bk. Nicholas Poppe, Introduction to Al-
taic Linguistics, Wiesbaden 1965, ss. 125-156.
115 Talât Tekin

vardır ve her iki varsayımın destekleyicileri arasında da hâlâ hararetli tartışmalar ya-
şanmaktadır.
Son zamanlarda bunlara O. Pritsak, A. Biyişev ve A. M. Sçerbak tarafından üç
hipotez daha eklenmiştir. Pritsak, çok ilginç olan makalesinde14 sorunun sesbilgisel
veya sesbilimsel olmayıp eklenmeyle ilgili olduğunu iddia etmiştir. Ona göre Türkçe
z ve ş sesleri ayrı bir r ve l sesinden değil, birleşme sonucu, sırasıyla *rti ve *lti ses
öbeklerinin gelişmesiyle ortaya çıkmışlardır. Bu ses öbeklerindeki *ti öğesi, Pritsak’a
göre, işlev açısından Moğolcadaki [sUn] ekine paralel, uzun süre önce kaybolmuş var-
sayımsal teklik ekidir ve bir sözcüğün Genusform’una eklenir, örneğin topluluk eki
[GIn]<[GUn]’un Orta Türkçede qırqın “kızlar topluluğu” sözcüğüne eklendiği gibi.
Pritsak, Türkçe qız sözcüğünün “teklik” biçim olduğuna, özel bir ek ile [*qır]’dan gel-
diğine inanmaktadır; başka bir deyişle qız sözcüğündeki z, *ti ses öbeğiyle r’nin kay-
naşması sonucu ortaya çıkmıştır.15
Açıktır ki Pritsak varsayımını öne sürerken, temel olarak, Türkçe ş’nin, Moğolca
lç ve lc’ye denk geldiği Tü. eşyek, eşgek “eşek”=Mo. elcigen ay., Tü. aşuq “parmağın
oynak yeri”=Mo. alçu “aşık kemiğinin bir tarafı”, Tü. -ş- (iştaşlık)=Mo. -lça / -lçe
(ortaklaşalık) vb. gibi denkliklerden esinlenmiştir. Bu denklikler hemen hemen her
Türkolog tarafından kabul edilirken ve kimse bunların geçerliliğini tartışmak istemez-
ken, Pritsak’ın varsayımına birkaç itiraz öne sürülebilir:
1) Türkçe z ve ş’nin *rti ve *lti ses gruplarından gelişmesi pek mümkün değildir.
Söz sonundaki rt ve lt ses öbekleri Türkçede en sağlam, en dayanıklı ünsüz öbekleri-
dir. Poppe, Altay dillerinin karşılaştırmalı gramerinde, Altayca ses öbeği *rt’nin ı ve i
önünde Moğolcada rçi ses öbeğine değiştiğini fakat Türkçede rt olarak korunduğunu
belirtmiştir.16 Poppe’nin örnekleri şunlardır: Mo. kerçi- “kesmek”<*kerti-=Çuv.
kart-, Oyr. kert-; Mo. arçi- “temizlemek”<*artı-=Kum., Uyg., Osm. arıt-<
*art- <*artı-. Bu örneklere şu etimolojiler de eklenebilir: Mo. türçi- “temizlemek” <
*türti-=OT türt- “lekelemek, ovmak, yaymak (yağ vb.), Mo. yorçi- “yürümek, gitmek;
seyahat etmek, yola çıkmak, başlamak”<*yortı-=OT yort- “yürümek; yola çıkmak,
başlamak”, vb. Bu gibi örneklere dayanarak, Genel Türkçe buz- “bozmak” sözcüğü-
nün, Pritsak’ın önerdiği gibi, örneğin Altayca *burtı- şekline geri götürülebileceğini
ifade etmek çok zordur. 17 Böyle bir biçim Ana Türkçede buz- olarak değil, *burt- ola-
rak ortaya çıkabilir.

14
Omeljan Pritsak, Der “Rhotazismus” und “Lambdazismus”: UAJb 35, Fask. D (1964), ss.
337-349.
15
Age., s. 341.
16
Nicholas Poppe, Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen, Wiesbaden 1960, s.
87.
17
O. Pritsak, age., s. 342.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 116

2) Eğer böyle bir ek mevcut olsaydı, r, l, n18 dışındaki ünsüzlerle biten diğer Ge-
nusform’lara ve -şüphesiz- ünlüyle biten biçimlere de eklenirdi. *bti, *dti, *çti, *gti/gti,
*qti/kti, *mti gibi diğer çeşitli kombinasyonlardan hangi sesbilgisel sonuçlar elde edil-
miştir ve onlar nerededirler?
3) Yalnızca Moğolcadaki bu teklik ekinin varlığı, İlk Türkçe ve Genel Altaycada
da böyle bir ek olduğunu kabul etmemize izin vermez. Eski Türkçede bir adın hem
bir sınıfın bir üyesini hem de sınıfın bütününü ifade edebildiği iyi bilinen bir gerçektir,
örneğin at “bir at; atlar”, balıq “bir şehir, şehirler” vb. Başka bir deyişle, teklik-çokluk,
özel-topluluk adı gibi karşıtlıklıklar yoktu. Bu, begler, ekeler “büyük kızkardeşler”,
eren “erkekler”, oglan “çocuklar” gibi çokluk veya topluluk biçimlerinin kullanımının
sınırlı oluşundan açıkça bellidir. Eski Türkçe, teklik-çokluk, özel-topluluk karşıtlıkları
yerine belirlilik-belirsizlik karşıtlığına sahiptir, örneğin at “bir at; atlar”; at “onun
at(lar)ı, onların at(lar)ı veya atıg “at(lar)ı” (belirtme), vb.
A. Biyişev’in bu yüzyıllık soruna yaklaşımı Pritsak’ınkine benzer. Biyişev, makale-
sinde19 sorunun sesbilgisel değil, biçimbilgisel olduğunu iddia etmektedir. O, bu yüz-
den Kazakça semiz “şişman”: semir- “şişmanlamak”, MK qutuz “kuduz”: qutur- “ku-
durmak” gibi sözcük çiftlerinde bir rz nöbetleşmesi görmez. Biyişev’e göre böyle du-
rumlarda biz iki ayrı ekle karşı karşıya kalıyoruz, yani semiz ve qutuz’daki sıfat yapım
eki -z ve semir- ve qutur-‘daki eylem yapım eki -r-.20 Ancak, Biyişev’in örnekleri bu
bakış açısını destekler görünmemektedir. Biz Çağdaş Kazakça semir- biçiminin yal-
nızca göçüşmeli bir biçim olduğunu ve daha eski bir semri- (bk. MK, YUyg: semri-,
Tuv. semiri-<*semri-, Trkm. semre-<*semri-) biçimine gittiğini biliyoruz. Aşağıda
açıklayacağımız gibi, aynı şey qutur- (<*qūtru-) eylemi için de doğrudur. Bunun için
biz bu sözcük çiftlerinde bir rz nöbetleşmesi olduğuna inanıyoruz.
Türkçe z sesinin kökenine gelince; Biyişev’in görüşüne göre r/z denkliği, genetik
olarak d//t//y//z//r denklikleriyle ilişkilidir ve bunların hepsi eski bir *δ sesine gider.
Biyişev şöyle düşünüyor: Ana Türkçede *-δ ile seslendirilen iki ayrı ek vardı: 1) kişi
zamirlerinde çoğul eki, kişi ekleri ve iyelik ekleri ve 2) eylem köklerinden ad türetme
eki. Daha Ana Türkçe döneminde her iki *δ sesi Türk dillerinde z’ye değişmeye baş-
lamıştır. Fakat Moğolcadaki Türkçe ödünç sözcüklerde bu *δ sesi -r olarak görülür.
Böylelikle Türk dillerinde *δ’den z’ye ve Moğolcada *δ’den r’ye bir değişim meydana
gelmiştir. Ödünçler hakkındaki görüşümüz, -r//-z denkliğinin Moğolcada yalnızca

18
Pritsak bu ekin n’den sonra ç ile sonuçlandığına inanmaktadır, örn., birinç “birinci”<*bi-
rin+ti (bk. s. 348).
19
A. Biyişev, Sootvetsviye -r-z v altajskih jazıkah: Issledovaniya po ujgurskom jazıku –
Ujgur tili bojiça tekşürüşler, Alma-Ata 1965, ss. 192-205.
20
Age.,s. 197.
117 Talât Tekin

sözlüksel birimlerde ortaya çıkması, gramer kategorilerinin ve kişilerin buna katılma-


masıyla doğrulanmaktadır.21
Görüldüğü gibi, A. Biyişev bir r içeren her sözcüğü (kuşkusuz Türkçede z’ye denk
gelen) Türkçeden ödünçleme sayıyor. Böyle bir düşünce, Tü. yaz- “yazmak”=Çuv.
śır- ay.<*yīr->Mac. ír-=Mo. ciru-; Tü. yüz “çehre”<*yǖz (krş. Yak. sǖs<*yǖz)=Mo.
nigur ay., Halh., Kalm. nǖr ay., Tü. süz- “süzmek”<*sǖz- (krş. Buhara şūs-, syūs-22
ay.<*sǖz-)=Mo. sigür-, şügüre- “süzmek, filtre etmek”<*sigüre- (Hak. sǖ- “süz-
mek”=Mo. sigü- ay.), vb. gibi Türk-Moğolca etimolojiler karşısında ayakta duramaz.
Moğolca ciru-, nigur- ve *sigüre- Türkçe ödünçlemeler olamayacağı gibi, Türkçe yaz-,
yüz ve süz- de Moğolcadan ödünçleme olamaz.
Biyişev’in Altayca r//z denklikleri ile Çuvaş Türkçesi d//t//y//z//r denkliklerini bir-
leştirmeye çalışması anlamsız ve boş bir uğraştır. Çünkü onun görüşünün tersine
Ana-Türkçede hem d (veya δ) hem de z sesleri iki ayrı sesbirimdi, örneğin *bod “boy”:
boz “boz” (=Mo. boro ay.), *ked- “giymek”: kez- “gezmek” (=Mo. kerü- ay.), *adıg
“ayı”: *azıg “azı dişi” (=Mo. aragga) vb.
Üçüncü hipotez A. M. Şçerbak tarafından öne sürülmüştür. O Türkçe, Moğolca
ve Mançu-Tunguzcanın sözlüksel ilişkisi hakkındaki makalesinde, Moğolca,
Mançu-Tunguzca23 ve Türkçedeki r//z//s, r//z veya r//s denklikleri için tanıklarını ver-
dikten sonra z, r, s seslerinin tek heceli sözcüklerde uzun bir ünlüden sonra, iki ve çok
heceli sözcüklerde ise herhangi bir ünlüden sonra ortaya çıkan Ana-Türkçe *s (zayıf
bir s) sesinin bir yanbiçimi olduğu sonucuna varıyor. Şçerbak’a göre, bu zayıf s sesi
Genel Türkçe dönemi boyunca veya çeşitli diyalektlere ayrıldıktan sonra bir grup di-
yalektte ötümsüzleşmiş, ikinci bir grup diyalektte z (δ)’ye gelişmiş ve üçüncü grupta
önce z’ye sonra r’ye değişmiştir.24
Şçerbak’ın düşüncesi çok inandırıcı görünmüyor, çünkü onun düşüncesine karşıt
olarak, Genel Türkçe veya Ana-Türkçede s ve z iki ayrı sesbirimdi, örneğin *ās “sa-
mur”: *āz “az”, *qīs- “kısaltmak” (krş. Trkm. ġīsġa “kısa”): *qīz “kız”, *yāz “ilkba-
har”, vb.
Gördüğümüz gibi bu varsayımların hiçbiri, Ramstedt’in varsayımına karşı koyacak
kadar güçlü değildir. Gerçekten de Zetasizm ve Sigmatizm varsayımları hala bütün
varsayımların en inandırıcısı ve şimdiye kadar en gelişmiş olanıdır. Bununla beraber

21
Age. ss. 202, 203.
22
O. Olufsen, A Vocabulary of the Dialect of Bokhara, yay. Vilh. Gronbech, Nordisk Forlag
1905, s. 51.
23
A. Sçerbak, O charaktere leksiçeskih vzaimosvjazej tjurkskih, mongol’skih i tunguso-
manjçzurskih jazıkov: Voprosı Jazıkoznaniya 1966, No. 3, ss. 21-35
24
Age., s. 31.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 118

Ramstedt’in varsayımında da bazı eksiklikler vardır. Öncelikle, Ramstedt Genel Al-


tayca -l- ve -r- seslerinin, i ünlüsünden önce ve söz içinde bulunduğu durumlarda önda-
maksıllaşmaya uğraması sonucu Türkçede -z ve -ş seslerinin ortaya çıktığına inanmak-
tadır.25 Ancak onun, “Zetasizm” ve “Sigmatizm” için verdiği örneklerin çoğunda z ve ş
söz sonunda ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Moğolca ve Mançu-Tunguzca kökteşlerin bü-
yük çoğunluğunda r ve l seslerinden sonra bir i sesi bulunmaz. Ramstedt’in varsayımın-
daki ikinci eksiklik ise, tarihsel ve çağdaş Türk dillerindeki r/z ve l/ş nöbetleşmeleri gös-
teren sözcük çiftlerinin varlığının doyurucu bir biçimde açıklanamamış olmasıdır, örne-
ğin OT qız “kız”: qırqın “kızlar”, bāş “çıban”: balıq- “yaralamak”, vb. Doğal bir konuş-
macı -l- ve -ĺ- (yani normal ve öndamaksıl l arasındaki), -r- ve -ŕ- arasındaki farkı ayıra-
bileceği için, böyle sözcük çiftlerinin varlığı zorluklara neden olmaz ve Ramstedt’in id-
dia ettiği gibi diyalekt farklılıklarıyla açıklanamaz.26
Özetle: Ramstedt’in varsayımı her ne kadar öğrencisi ve en büyük destekleyicisi
Poppe27 tarafından geliştirilmiş olsa da bazı değişiklik ve dayanaklara gereksinimi var-
dır. Ben, bu yazımda, Ramstedt’in “Zetasizm” ve “Sigmatizm” varsayımındaki temel
doğruları, yani, Çuvaşça (Moğolca ve Mançu-Tunguzca da) r ve l’nin Türkçe z ve
ş’den daha eski olduğunu, ayrıca *r>z ve *l>ş değişiminin Ana-Türkçede sadece söz
sonu durumda oluştuğunu ortaya koymak için Türk dillerinden dilbilimsel kanıtlar
sunacağım,
*
Benim kanıtlarım Eski Türkçe, Orta Türkçe ve çağdaş Türk dil ve diyalektlerinden
alınan sözcük çiftlerinden oluşmaktadır.
Orta Türkçe semüz “şişman”: semri- “şişmanlamak” çiftiyle başlayacağım.

25
Ramstedt, Lautlehre, s.103.
26
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 29.
27
Nicholas Poppe, Çuvaşskiy yazık i ego otnoşeniye k mongol’skomu i tyurkskim yazıkam :
Izvestiya Rossiyskoy Akademii Nauk, VI Seriya, XVIII (1924), ss. 289-314, Türkisch-
tschuwassische vergleichende Studien: Islamica, c. 1, (1925), ss. 409-427, Die tschuwas-
sische Sprache in ihrem Verheltnis zu den Türksprachen: KCsA, c. 2 (1926), ss. 65-83, Al-
taisch und Urtürkisch: UJb., c. 6 (1926), ss. 94-121, Die türkischen Lehnwörter im
Tschuwassischen: UJb., c. 7 (1927), ss. 151-167, On Some Altaic Loanwords in Hungarian:
in American Studies in Altaic Linguistics, Bloomington 1960, ss. 139-147, Vergleichende
Grammatik der altaischen Sprachen, Bölüm I, Vergleichende Lautlehre, Wiesbaden 1960,
Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden 1965.
119 Talât Tekin

Bugünkü Türkçe bilgimizle semüz sıfatını çözümlemek hemen hemen imkansızdır fa-
kat semri-28 eylemi hem kolay hem de tatmin edici bir biçimde çözümlenebilir. semri- ey-
leminin -i- eki ile addan türetilmiş bir eylem olduğu açıktır, çünkü basitçe, Türk dille-
rinde -ri- gibi eylem yapan bir ek yoktur.29 Şimdi, semri- eyleminin, -i- eki ile türemiş ol-
duğu ad (sıfat) kesinlikle *semir/*semür olamaz, çünkü Türkçede söz sonunda -mr ünsüz
çifti bulunmaz ve söz içinde ve bir yarı ünlüden önce kısa dar ünlünün düşmesi normal ve
beklenen bir durumdur. *semir/*semür tasarımının anlamına gelince, bunun “şişman” an-
lamlı bir sıfat olduğundan şüphe edilemez, çünkü [I] ekinin işlevi, sıfatlardan geçişsiz ey-
lemler yapmaktır, örneğin bay “zengin”, bayı- “zengin olmak”, kur “kuru” (MK),
kurı- “kurumak”, öl “ıslak, nemli”, öli- “ıslanmak”, vb. Bu dilbilgisel çözümleme bizi, eski
*semir sıfatının Orta Türkçedeki semüz/semiz’in ana biçimi olduğu sonucuna götürür.
Gerçekte burada iki ayrı ekle karşı karşıya bulunduğumuzu kabul etmek ya da *rti>z gibi
karmaşık bir sesbilgisel gelişimi benimsemek için bir neden yoktur. Bu çiftte görülen r/z
nöbetleşmesinin açıklaması basittir: İlk Türkçe (Vortürkisch) *r Ana Türkçede z’ye de-
ğişmiştir, fakat bu değişim yalnız söz sonunda gerçekleşmiştir; diğer bütün durumlarda,
yani, ünlüler arası durumlarda ve r+Ünsüz ve Ünsüz+r durumunda özel niteliğini kay-
betmiştir ve “normal” r ile karışmıştır.
semüz: semri- çifti tek değildir. Ben, zetasizm gösteren kırk kadar böyle, yani söz
sonunda r>z değişimi gösteren örnek topladım. Aşağıda yer alan aynı tipteki çiftlere
dikkat edin:
MK yawuz “kötü”: yawrı- “kötüleşmek, zayıflamak”
MK tuwuz “büyük”: tuwra- “genişlemek, büyümek”
Burada yawrı- ve tuwra- eylemlerinin, sırasıyla -ı- ve -a- ekleriyle addan türemiş
eylemler olduğu açıktır. yawrı- ve tuwra-’nın türemiş olduğu adlar (sıfatlar) kesinlikle
*yawır ve *tuwur olamaz. Bu tasarlanmış sözcükler, sırasıyla, Orta Türkçe yawuz
(Orh. yabız) ve tuwuz’un daha eskicil biçimlerinden başka bir şey değildir.
Aşağıdaki Orta Türkçe çiftler daha ilginçtir:
MK qutuz “kuduz”: qutur- “kudurmak”

28
Bu eylemin birincil ve göçüşmeye uğramamış biçimi yalnızca şu dillerde yaşamaktadır:
YUyg. semri-, Tuv. semiri- ve Trkm. semre <semri-. Daha yaygın semir- biçimi göçüşme
sonucu ortaya çıkmıştır.
29
C. Brockelmann’ın örnekleri böyle bir ekin kuruluşu için (Osttürkische Grammatik der is-
lamischen Literatursprachen Mittelasiens, Leiden 1954, ss. 221, 222) çok mantıklı ve tatmin
edici görünmüyor. inçrün- “sakin olmak”, tınçrun- “huzur bulmak” ve yünçrün- “zayıflat-
mak” eylemleri sırasıyla inç-r-ü-n-, tınç-r-u-n- ve yünç-r-ü-n- şeklinde açıklanabilir.
Materialien zur Morphologie der türkischen Sprachen, Helsinki 1957 (=Studia Orien-
talia XXI) adlı çalışmasında, Martti Räsänen semri- eylemini hem addan eylem yapım eki
-ri- hem de eylemden ad yapım eki -i- ile oluştuğu şeklinde açıklar. Bu iki açıklamadan biri
ihmalkarlık sonucu yazılmış olmalıdır. İkisi de doğru gibi görünmüyor.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 120

Bu çiftte, yukarıda tartışılan çiftlerden farklı olarak söz sonunda hem z hem r gö-
rülür; başka bir deyişle, eylem, qutru- olarak değil, qutur- olarak görülür. Bu çift her
ne kadar benim ortaya koymaya çalıştığım şeyle çelişkili gibi görünse de öyle değildir.
Gerçekte, karışık bir yapı gibi görünen qutur- eyleminin oldukça basit bir açıklaması
vardır ve biz bu açıklamayı Türkmence ġūdura- “kudurmak, vahşileşmek, şımarmak”
sözcüğüne borçluyuz.30 Türkmence ġūdura- açık bir şekilde daha eski bir *qūtru- bi-
çimine gider. İkincisi, eylemin birincil ve göçüşmeli olmayan biçimidir. Orta Türkçe
qutur- daha eski *qūtru- biçiminin göçüşmeli bçiminden başka bir şey değildir. Birinci
hecede uzun u’nun varlığı, bu eylem kökünde göçüşmenin oldukça erken görünü-
münü açıklayabilir: *qūtru->*qūtur->Tü. qudur-, Az. ġudur-, vb.
Şimdi örneklere geçebiliriz.

Zetasizm

1. GT biz “kunduracı bizi”<*b z, Trkm. b δ ay., Çağ. Özb. bigiz, YUyg. begiz
ay.<*bigir.31
//Yak. bǖr-geç (küçültme eki)<*büwür<*biwür<*bigir; bu seslik gelişme için,
krş. Yak. sǖrbe “20”<*yigirmi; ve ek için krş. MK. quşgaç “serçe”<quş “kuş”.
2. GT bogaz, boguz<*bogur=Çuv. pır ay.<*bogur.32
//MK bogrul “boğazında beyazlık olan” (hayvanlar için) (I, 481-12; Dizin’de
yok!)<bogur-ul; ek için krş. MK başıl “başında beyazlık olan”<baş “baş”, bögrül
“böğründe beyazlık olan”>bögür, <*boynul<boyun “boyun”, vb.
//AH bogurdaq “boğaz” (s. 33; Dizin’de yok!)<bogur-daq, Bşk. bogarδaq<*bo-
gurdaq, Nog. bogırdaq<*bogurdaq; krş. IM boguzdaq “nefes borusu”, Tuv. bōstā
“boğaz”<*boguztag.
3. GT boz “gri”<*bor.
//Kırg. borbaş “ büyük, boz bir örümcek”<bor baş “gri başlı”; krş. Kırg. boz baş
“bir yırtıcı kuş adı”.

30
Türkmen diliniŋ sözlügi, Türkmenistan SSR Ilımlar akademiyasınıŋ korrespondent-çleni
M. Ya. Xamzayeviŋ umumı redaktsiyası bilen, Aşkabat 1962, s. 201. Trkm. ġuduzla- “ku-
durmak” biçimi tabii ki ġuduz “kuduz”<*qūtuz biçiminden türemiştir.
31
Biyişev Tü. biz “kunduracı bizi” ile Çuv. pĭri (age., s. 199) verisini denk saymaktadır. Bu
denklik doğru değildir. Çuv. pĭri, atĭ “çizme, bot”<*etük ve pĭri<pĭra “öfke, delgeç,
zımba”+ iyelik eki birleşiminden oluşan atpĭrı sözcüğünden alınmış görünmektedir. Ayrıca
3. kişi iyelik eki Çuv. pĭra, daha eski *buraga’ya gider. Bu biçim V. G. Yegorov’un sözlü-
ğünde açıkladığı gibi Tat. boraw, Kırg. burō vb. ile aynı kökten gelmektedir (ss. 147, 148).
32
Poppe, Altaisch ve Urtürkisch: UJb., c. 6, s. 110.
121 Talât Tekin

//Çağ. borçın “(gri) ördek”<“gri, grimsi33”, Kırg. borçun “gri ördek”


(vahşi)<*bor-çın; krş. Mo. borogçin “gri” (dişi hayvanların), Halh. borogçin ay.
//Tü. (diyal.) bortaq vahşi ördek türü”; krş. Kzk. bozdaq, bozdaq tüö’de geçer “gri
deve”.34
//Tü. (diyal.) boran “vahşi güvercin”.
Krş. Mo. boro “gri”; Tuv. bora, Hak. pora<Mo., Yak. boroŋ ay.<Mo.
4. GT ez- “ezmek”<*er-=Çuv. ir- ay.<*er-.35
//MK. erkle- “ezmek” (III, 443)<er-kle- (sıklık çatısı); krş. Hak. körgle- “durup
durup bakmak”<kör- “bakmak, görmek”.
5. OT ez- “ezmek”<*er-.
//Tü. (TTS IV, 305) ersin, ersün, erşün “demir kazma kullanılarak yarıktan kazılıp
çıkartılmış bir parça”, Tü. diyal. (Anad. 127) ersin ay.<ersin; ek için, krş. MK. tügsin
“düğüm parçası”<tüg- “düğüm yapmak”.36
Krş. Mo. ürü- “parçalara ayırmak”.
6. Tat. ızan “kenar, sınır, tarla”, Bşk. ıδan ay.<*ızan<*ıran<ır-an=Çuv.
yĭran<*īran.37
//Kar.-Balk. ırcı “kenar, sınır çizgisi”, Yak. ırbī “sabanın açtığı iz”, Nog. yıranaq
“dağ geçiti”.
7. OT, Az. Tü. Kzk., Kırg. iz “iz”, Trkm. īδ, Kum. hīz, Nog., Kar.-Balk. ız, Gag. yiz,
SUyg. yiz, yez, Uyg. (Sink) yes ay.<* z<* r=Çuv. y r ay.<* r.
//MK irte-, irde- “aramak”<ir-te-, Yak. irdie- “izlemek, araştırmak”<*irtē-; krş.
MK iste-<*izte-, Terc. izde- ay. Hak. iste-, Tuv. iste-.
Krş. Mo. eri- “aramak, araştırmak”.38
8. Tü. geniz<keŋiz<*keŋir.
//Kzk. keŋirdek “gırtlak”<keŋir-dek; krş. boguz, bogurdaq.
//Kırg. keŋilcēr “burun kemiği”<*keŋir-cēr (ek bilinmiyor).
//Yak. keŋir “burun tabanı, burun köprüsü”<*keŋirig.

33
Ek için krş. MK. kökşin “gri, grimsi”<*kökçin, vb.
34
lse Laude-Cirtautas, Der Gebrauch der Farbbezeichnungen in den Türkdialekten, Wies-
baden 1961, s. 93.
35
Räsänen, Morphologie, s. 141.
36
Poppe, Verg., s. 103’te Çağ., Osm. ez- “ezmek” ile Mo. erü- “kazımak” ve Ev. eri- “toprak-
tan çıkarmak” eylemlerini denkleştiriyor.
37
Gombocz, KSz XIII, s. 3 ve Poppe, UJb. 6, s. 111’de Çuv. yĭran ile Mo. iraga “iz, su yolu”
sözcüklerini denkleştirmiştir. Dahası, Poppe, bunu Trkm. įz “iz” ile eşitler (Verg., s. 116).
38
Ramstedt tarafından Tü. iz, Mo. eri- “aramak” sözcüğüne denk gösterilmektedir (Laut-
lehre, s. 111). Poppe Trkm. įz ile Mo. iraga “su izi” sözcüğünü eşleştiriyor(Verg., s. 115).
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 122

//MK qanraq “geniz”<*qanır-aq (küçültme eki), Tel. qaŋırıq ay., SUyg. qaŋrıq,
qarıq, qarq “burun, burun deliği”<*qaŋırıq, Alt. qanrıq “burun, burun de-
liği”<*qaŋrıq<qaŋır-ıq (küçültme eki).
Yak. ḫaŋırī, ḫoŋurū, ḫoŋorū “burun köprüsü”<*qaŋırıg, Hak.
ḫārıg<*qagrıg<*qaŋrıg<qaŋır-ıg.
Krş. Mo. qabar, qamar “burun”.39
9. GT köküz “göğüs”<*kökür<*kökür=Çuv. kĭkĭr ay.<*kökür.40
//Kzk. kökrek, Kırg. kökürök, Nog. kökirek, Tat., Bşk. kükrek, Trkm. kükrek
ay.<*kökürek<kökür-ek (küçültme eki), Tuv. ḫȫrek ay.<*kögrek<*kögürek.
//Terc. kökürdaş “süt kardeş”<kökür-daş.
Krş. Mo. kökü(n) “dişi göğsü”41 (bk. Poppe, Verg. 108).
10. Terc., Tü. omuz<*omur=Çuv. ĭmĭr “göğüs”<*omur.
//Tuhf. omrav “köprücük kemiği”<*omragu, Kzk., Nog. omıraw<*omuragu/om-
ragu, Kırg. omurō ay.<*omuragu/omragu, Tat., Bşk. umıraw<*omuragu<omuragu,
Hak. omırıg “göğsün ön bölümü” (atlarda)<*omurug, Sag. omır “at göğsü”, Alt.
ömür<*omur<*omru, YUyg. mure “omuz”<*mura<*omura.
Krş. Mo. omurugu(n) “göğüs kafesi, göğüs”, omurugubçi “zırh, göğüslük”.42
11. MK qās, qāz “ağaç kabuğu”<*qawaz<*qawız, Tü. qawuz “mısırın dış kabuğu”
Kzk. kawız ay.<*qawır.
//MK qabırçaq “tabut”, IM qabırçaq “sandık”, AH qaburçaq “ağaç kabuğundan
yapılan kutu”, AH qaburçaqlı baga “kaplumbağa”, Tuv. ḫārjaq “kutu”<*qawırçaq,
Yak. kuorçaḫ<*qōrçaq<*qowurçaq<*qaburçaq.
Krş. Mac. koporsó (=qoporşō) “kutu”<Eski Çuv. *qopurçag43; Mo. qagurasun
“hububat kabuğu”44, qagurçag, qayirçag “küçük kutu”.
12. GT qazan, Terc. qazan, qazgan, Çağ. qazgan ay., Trkm. ġāzan ay.<*qāz-
gan<*qāz-gan (küçültme eki)<*qār-, Çuv. huran ay.<*qargan.
//Yak. ḫārbaḫ “kazan”<*qārmaq; krş. Tung. ḫarbaḫ<Yak.45, Kızıl ḫōsbāḫ
ay.<*qāzmaq.

39
Poppe’ye göre, Mo. qabarqamar<*qaŋar. Introduction to Mongolian Comparative Stu-
dies, (=MSFOu 110), Helsinki 1955, s. 131.
40
Poppe, UJb., c. 6, s. 112.
41
Poppe, Verg., 108. Tü. köküz ve Çuv. kĭkĭr’ın gerçek kökteşi Ev. ħukur “kadın göğsü” söz-
cüğüdür (krş. G. Doerfer, Mongolische Elemente im Neupersischen, Wiesbaden 1963, s.
482.
42
Poppe, UJb. 6, s. 112, krş., s. 68, 129.
43
Gombocz, MSFOu XXX, s. 98.
44
Poppe, Verg., s. 131.
45
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 28.
123 Talât Tekin

Krş. Mo. qayiba “büyük kazan”<*qariba; ayrıca krş. Mo. qagari- “kızartmak”,
Kırg. qārı- “kızartmak”, Yak. ḫarıy- ay.<Mo.
13. GT qaz-, qazı-<qaz-ı-, Trkm. ġaz-, ġaza-<qazı-, Tü., Tat. qazma<qazma,
Trkm. ġazġıç ay.<qaz-<*qar-=Çuv. hır- ay.<*qar-.
//Yak. ḫaygıa, ḫoyguo “kazma”<*qargag<qargag; krş. Yak. ḫas- “kaz-
mak”<*qaz-, ḫasıy-<*qazī-.
Krş. Mo. qaru-; Yak. ḫarıy-, ḫoruy-<Mo.46
14. GT qımız “kımız”<*qımır.
//Kzk. kımıran “ince, sulu ekşi süt”, Kırg. kırman, kımıran (ekşi veya tatlı), Tuv.
ḫımırān “süt katılmış çay”<*qımırān.
Krş. Mo. kımura- “bozulmak”, Kalm. kimrān “suyla inceltilmiş kaynar süt”.47
15. GT qız, Trkm. ġīδ, Yak. qīs ay.<*qīz<*qīr=Çuv. h r ay.<*qīr.48
//MK qırqın “kadın köle”, qız qırqın, Çağ. qırqın “kızlar, kadın köleler”, Kırg.
qırqın, qız qırqın <*qırqın<*qırqun (topluluk); -qın eki için krş. Orh. -gun/-gün, tay-
gun “genç atlar”, keliŋün “gelin”<kelin-gün “gelinler”, Volga Bulg. hīrḫum “kadın
köle”49<*qīrqum<*qīrqun.
//Yak. kırġıt (kırġıttar içinde)<*kırġıt-lar, kīs’ın çoğulu<* qırgut çokluk.
//MK, Terc., IM, AH, Çağ. qırnaq “kadın köle”<qır-naq (küçültme eki); -naq eki
için, krş. Tü. bacanaq<*bācanaq, Trkm. bāca ay.
16. GT qız- “ısınmak, öfkelenmek”, Kırg. qızı- “öfkelenmek”<qız-ı-, Yak. kīs- “kı-
zarmak”<*qīr-=Çuv. h r- “öfkelenmek”<*qīr-.50
//MK qırga- “öfkelenmek”
//Kzk. kırtıy- “öfkelenmek”
17. Orh. qoduz “kız, kadın”, MK qoδuz “dul kadın”<*qodur.
//MK qoδurçuq “oyuncak bebek”<qoδur-çuq (küçültme eki), IM qoyurçaq ay.,
Tuhfe. qawursaq ay.<*qowurçaq<qoyurçaq, Tü. diyal. (Anad. 211) qawurçaq ay.,
Çağ. qogurçaq, Özb. qogirçaq ay.<*qowurçaq<qoyurçaq, YUyg. qorçaq, Kzk., Nog.
quwırşaq, Kırg. qūrçaq, Tat. qurçaq, Bşk. qursaq ay.<qoyurçaq<qoδurçuq.

46
Gombocz, KSz XIII, s. 8, Poppe, UJb. 6, s. 111, Ramstedt, Lautlehre, s. 111, Poppe, Verg.,
s. 17, 82.
47
Poppe, krş., s. 68, 130.
48
Gombocz, MSFOu XXX, s. 202, Poppe, UJb. 6, s. 111, Ramstedt, Lautlehre, s. 104.
49
Pritsak, UAJb 35, s. 349.
50
Ramstedt, Lautlehre, s. 112.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 124

18. GT qoŋuz “böcek, gübre böceği”, Çağ. qoŋuzgan, qoŋuzlan ay.<*qoŋur=Çuv.


hĭmĭr “arı”<*qoŋur.51
//Yak. ḫoŋurduos, ḫomurduos ay.<*qoŋur-t-gaç (küçültme eki).
19. AH, Tuhf., Bulg. qoquz “çukur yer, dere, dağ geçidi”, IM qoqus “oyuk, ma-
ğara”<qoquz, Kzk., Nog. quwıs “oyuk; dağ geçidi”<*qoguz<*qogur, *qoqur.
//Tü. qoqurdam “, çukur, dere, dağ geçidi”<qoqur-dam.
Krş. Mo. qoŋqur “çukur yer, dere”, Kırg. qoqtu “dağ geçidi”, qoŋul “çokur, ma-
ğara, çöküntü”<Mo. qoŋgil “çukur; dar dağ geçidi”; krş. ayrıca GT qoguş “boş, çukur
yer”, MK qowı, qowuq “kovuk, oyuk, mağara”.
20. GT qutuz “kuduz”, Tü. quduz, Az., Trkm. ġuduz ay.<*qūtuz<*qūtur.
//GT qutur- “kudurmak”<*qūtru-, Trkm. ġūdura- “kudurmak, şımarmak, kaba-
laşmak”<*qūtru-<qūtur-u-.
21. GT semiz “semiz, şişman”<*semir=Çuv. samĭr ay.<*semir.52
//GT semir- “şişmanlamak”<semri-, MK, YUyg. semri- ay., Tuv. semiri- ay.,
Trkm. semre- ay.<semri-.
//MK semürgek “bülbüle benzeyen kuş türü”<semürgük (küçültme eki).
22. GT sez- “hissetmek, farkına varmak”<*ser-.
//Çağ. sergek “uyanık”, Kzk., Kırg. sergek “uyanık, hassas”, Tuv. sergek
ay.<*ser-gek.
Krş. Mo. sere- “uyandırmak, canlandırmak”, seregün “uyanık, tetikte” vb.53
23. GT sız-, MK sız-, sīz- ay., Trkm. sız- ay.<*sīz-<*sīr-=Çuv. sur- ay.<*sar-.
//MK sarq- “akmak, sızmak”<sar-q- (sıklık), sarqur- “damlatmak”<sarq-ur-,
sarqındı “damlama”, Kzk., Tat. sarq- ay., Bşk. harq- ay., harqındı “sızma, dam-
lama”<*sarqıntı, Kırg. sarıq- “damlamak”, Trkm. sarq- ay., sīrıq- ay.<sīr-ıq- (sıklık),
Tü. diyal. (Anad. 339) sırq- ay., sırqıntı “sızma, damlama”.
Krş. Mo. sari- “sızmak, damlamak”.
24. GT sızla-, Hak. sısta- ay.<*sızla-, Tuv. ısta- ay.<*sızla-<sız-la- (sıklık ça-
tısı)<*sır-=Çuv. sur- ay.<*sar-.
//Trkm., Kzk. sırqıra- ay.<sır-qıra-, Tuv. sarġı- ay.<*sarqı-; krş. Kzk. sırqat “has-
talık”<sırqa-t-, Kzk., Nog. sırḫaw, Tat. sırḫaw, Kırg. sırqō ay.<sırqag<sırqa-g.

51
Poppe, UJb. 6, s. 111.
52
Poppe, age., s. 112.
53
Gombocz, KSz XIII, s. 6, Poppe, UJb. 6, s. 112, Ramstedt, Lautlehre, s. 111.
125 Talât Tekin

Krş. Mo. sirkire-, sirkira-, şarkira- “ısırmak (acı biberle ağzı yanmak)”; romatizma
ağrısı çekmek”; krş. ayrıca Mo. sirqa(n) “yara, ağrı”, sirqad- “yaralanmak”,
sirqala- “yaralanmak”.
25. GT taz “dazlak”<*tar=Mac. tar ay.<Eski Çuv. *tar.54
//Kzk. tarbaqa “kurbağa”55<tar baqa; krş. MK taz qoy “boynuzsuz koyun”.
Krş. Mo. taraqay, tarqay “dağıtmak, yaymak”, tar balci “atmaca”=GT taz baş
“dazlak başlı kartal”.56
26. MK taz “çok renkli” (III, 148-25, 149-2)<*tar.
//MK targıl ay.<tar-gıl (küçültme eki); krş. Kırg. qızgılt “kırmızımsı”<qız-gıl-t, qı-
zıl “kırmızı”.
//Kzk., Kırg. tarlan “gri” (atlar için)<tarıl-an; krş. Yak. sier “benekli veya açık
renkli (at için)”<*yegir, Orh. yegren ay.<yegir-en.
//Kzk. tarman “beyaz, sarı ile çevrilmiş (at giysisi)”<tar-man (küçültme eki).
Krş. Mo. tarlan, tarilan “benekli, çok renkli”; Kırg. qızıl-tazıl öbeğindeki tazıl “çe-
şitli kırmızı nesneler”<taz-ıl.
27. Uyg. tegzin-, tezgin- “döndürmek, yuvarlanmak, çevirmek”, MK tezgin-<teg-
zin- ay., Tuhfe. degzin- ay., Çağ. tegzin-, teksin- ay., Tuv. deskin- ay.<tezgin-<teg-
zin-<tegiz-in- (dönüşlü çatı)<*tegir-.
//Uyg. teglir- “etrafında döndürülmek”<*tegril- (edilgen), tegrikle- “kuşat-
mak”<tegir-ikle- (sıklık çatısı), Uyg., MK tegre “çevre”, Tat. tire ay.<tegre<tegir-e
(zarf-fiil), Uyg. tegirmen, MK tegirme “çember, daire”<tegir-me, MK tegrek “halka,
daire”<tegir-ek.
Krş. Mo. tögerig, tögürig, tügürig “daire, çember; dairemsi”.
28. Orh., Uyg., MK tez- kaçmak”, Tuv. des- ay.<*tez-, Trkm. tez- “panikle kaç-
mak”, Uyg. tezgin “kaçak”, tezük ay., MK tezgek, tezik ay., tezgi “pa-
nik”<tez-<*ter-=Çuv. tar- “kaçmak”<*ter-.57
//Uyg., MK terk “tez, çabuk”<ter-k, MK terkin “çabucak”<terk-in (araç du-
rumu), MK, IM, AH terkle- “çabuk olmak”, Terc. terklet- ay.<terk-le-t-, IM terklig
“acele eden”<terk-lig.
Krş. Mo. tergele- “koşmak”58, türgen “hızlı”, türgele- “acele etmek”.

54
Gombocz, MSFOu XXX, s. 127, Poppe, UJb. 6, s. 112, Ramstedt, Lautlehre, s. 111.
55
Boris N. Şnitnikov, Kazakh- English Dictionary, The Hague 1966, s. 193.
56
Ramstedt, Lautlehre, s. 111.
57
Poppe, UJb. 6, s. 113.
58
Poppe, Verg., s. 14.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 126

29. GT tıqız “koyu, yoğun; dar”, Kırg., Nog. tıgız ay., Trkm. dıqız ay., Tü. tıqız “kısa
ve kalın”, Tat., Kzk., Kklp. tıgız “kompakt, katı, sert; dar; acil”, Bşk. tıgıδ
ay.<tıqız<*tıqır.
//Kırg. tıgırçıq “kısa, tıknaz”<*tıqırçuq<tıqır-çuq (küçültme eki).
Krş. MK taquzmaq, taguzmaq “kısa ve tıknaz”<taquz/taguzmaq (küçültme eki?), Kırg.
tıqıs “kısa ve kalın”<tıqız, tıqçıy- “kısa ve kalın olmak”, tıqçıgıy “tıknaz” (erkekler için).
30. GT tiz “diz”, Trkm. dīδ ay.<*tīz, Alt., Kzk., Kırg. tize ay.<tiz-e, Özb. tiz, tizze
ay.<*tīz-e, Hak. tizek ay.<tiz-ek (küçültme eki), Sag. tizenek ay.<tiz-e-nek (kü-
çültme eki), Hak. tistenek ay.<tissenek<*tizzenek<*t z-e-nek<*t r=Çuv. ç r
ay.<*t r>Mac. tér-d ay.59
//MK tirsgek “dirsek”<tir-s-gek (küçültme eki), Tü., Az. dirsek ay.,Trkm. tirsek
ay., Kzk. tirsek “incik kemiği”, Kırg. tirsek “Aşil tendonu”, Hak. tirsek “arka bacak
dizi” (hayvanlarda), Tuv. diskek “diz”<tirsgek.
Krş. Mo. türey, türüy “ön bacak, çizme üstü”, Tung. turaksa, turekse ay.60
31. GT toquz “dokuz”<*toqur=Çuv. tĭhĭr; tĭhhĭr ay.<Volga Bulg. toḫur<*toqur,
Tuna Bulg. tvir (=tıvir)<*tovir<*togır<*toqur.
//AH toqurçın “satrança benzeyen oyun türü”, Tü. (TTS, XVI yüzyıl) toqurcun
“dokuz küçük taşla oynanan satrança benzeyen bir oyun”, (Bud.), toqurçın, doqurçın
“dokuz küçük taş veya kabuklarla oynanan oyun türü”, (Redh.) toqurçın ay., (Sami)
doqurcun “boncuklarla oynanan oyun türü”, (Vef.) doqurcun ay., (Anad. 106) doqur-
cun (Edirne) “dokuz küçük taşla oynanan bir satranç türü”, doqurcum (Gaziantep)
ay.<*toqurçın<toqur-çın (sıfat).
32. GT toz “toz”, MK (III, 123), Trkm. tōz ay.<*tōz<*towuz61<*towur.
//GT topraq “kir, yer, toprak”<MK topra- “kurumak, sararıp sol-
mak”<*towra-<towur-a-, MK topraş- “kurumak ve toprak haline gelmek”, MK topur-
gan “yumuşak ve toprağa benzeyen yer”<*toprugan< topru-gan < *towru- < towuru-.
Krş. MK tog “toprak”<*tow, Kırg. topon “toprak”<*topan<*towan.
33. MK tuwuz “büyük”<*tuwur.
//MK tuwra- “büyük olmak”<tuwur-a-.
34. Orh. yabız “kötü”, Uyg. yabız, yawız, MK yawuz, yafuz ay.<*yabır.
//MK yawrı- “kötüleşmek; zayıflamak”<yawır-ı-, Orh. yabrıt- “bozmak, mahvet-
mek”<yabır-ı-t- (ettirgen çatı).

59
Gombocz, MSFOu XXX, s. 129.
60
Ramstedt, Zur Verbstammbildungslehre der mongolisch-türkischen Sprachen JSFOu
XXVIII, 3, s. 78; Poppe, UJb. 6, s. 113.
61
Louis Ligeti, “Les voyelles longues en turc”: JA CCXXX (1938), s. 201.
127 Talât Tekin

35. Çağ. (Rūmi) yalduz “yaldız”, Osm., Krm. yalduz, yaldız “yaldız”, Tü. yaldız
ay.<*yaltuz<*yaltur.
//Uyg. yaltrı-, yaltır- (<yaltrı-) “parlamak”<*yaltur-ı-, MK yaldrı-, yaldra- ay.,
yaldrıq, yaldruq “parlak”<yaltrı-q, Bulg. yaldrım “cam”<*yaltrım<yaltrı-m, Çağ.,
Osm., Trkm. yaldıra- “parlamak”, Alt., Tat., Bşk., Nog. yaltıra-, Kırg. caltıra-, Kzk.,
Kklp. jaltıra-, Hak. çaltıra- ay.<*yaltıra-<*yaltra-<yaltur-a-.
Krş. Tel. yaltın “parıltı”<yaltı-n, yaltıŋ “parıltı, parlak”<yaltı-ŋ. Bk. aşağıya.
36. GT yultuz ultuz “yıldız”, Terc. yalduz ay.<yulduz, Bulg. yalduz, yaldız ay.<yul-
duz<yultuz<*yultur=Çuv. śĭltĭr<*yultur.
//MK yuldra-, yuldrı- “parlamak” (metal ya da mücevherde), AH yuldura- “parla-
mak, aydınlatmak (yıldırım)”, CC yıltra- ay.<*yultra-, yıltramaq “yıldırım”, Tü. (TTS
IV) yıldura-, yıldıra-, ıldıra- “parlamak”, Trkm. yıldıra-, Kırg. cıltıra-, Kzk., Kklp. jıl-
tıra-, Hak. çıltıra-<yıltra-<*yultra-<yultur-a-, AH yuldurum “yıldırım”<*yuld-
rum<*yultrım<yultrı-m, Terc. yuld(u)r(u)m, Trkm. yuldırım “yıldırım; cam”, Ha-
rezm (NF, HS) yıldırım, Tü., Trkm., Kar. T. L. yıldırım ay., Az. ıldırım ay., CC yıltrın
“yıldırım; cam”<*yıltrım<*yultrım<yultrı-m.
Bk. 35.
37. GT -sız/-siz<*-sır/-sir=Çuv. -sĭr/-s r ay.<*-sır /-sir.62
//-sıra-/-sire- (<-sır-a/-sir-e-) Orh. ilsire- “devletsiz kalmak”<il-sire-, qagan-
sıra- “hakansız kalmak”<qagan-sıra-, Hak. öksire- “öksüz olmak”<*ög-
sire-<ög-sire- (krş. Hak. öksis “öksüz”<*ögsiz), vb.
=Mo. -sar/-ser “-sız/-siz”.63
38. GT küntüz’deki -tüz, Yak. künüs<*küntüz=Çuv. kĭntĭr “öğle vakti”<*kün-
tür.64
//Uyg. kündüri’deki -düri “güneyde” -düri <kün “gün, güneş”, öŋdüri “do-
ğuda”<öŋ “ön”, vb.
=Mo. yönelme-bulunma eki -dur/-dür, -tur/-tür.65
Yukarıda verilen örnekler göz önüne alınırsa Çuvaş Türkçesi r’nin, bu örneklerde
Türkçe z’den daha eski olduğu ve ikincinin evvelkine geri götürülebileceği sonucuna
varılır. Başka bir deyişle bir “Rotazismus” veya “Rotasizm” değil, sadece “Zetasizm”
vardır! Aynı zamanda varılabilecek bir diğer sonuç zetasizmin yalnız söz sonunda yer
aldığıdır; diğer bütün durumlarda bu özel r, ayırıcı özelliğini kaybederek normal r ile

62
Poppe, UJb. 6, s. 112.
63
Ramstedt, Morphologie, s. 244.
64
Poppe, UJb. 6, s. 112.
65
Räsänen, Morphologie, s. 113.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 128

karışmıştır. Sonuç olarak, Çuvaşçadan alınan dilbilimsel kanıtlar sayesinde zetasiz-


min veya *r>*z değişiminin İlk-Türkçenin (Vortürkisch) sonunda veya Ana Türkçe-
nin başında meydana geldiği sonucuna da varılabilir. Gerçekte, bu ses değişimi, aşa-
ğıda değinilecek olan *l>*ş değişimiyle birlikte İlk-Türkçenin sonunda ortaya çıkmış-
tır ve iki eski diyalektin doğmasına neden olmuştur, yani z ve r diyalektleri veya daha
kesin olarak, Ana-Türkçe ve Ana-Çuvaşça.66
Bununla birlikte not edilmelidir ki zetasizm olayının geçmişte, belli bir zaman dili-
minde aniden bittiğini düşünmek pek mümkün değildir. r>z ses değişiminin Ana Türkçe-
nin başı veya İlk Türkçenin sonu gibi nispeten kısa bir zamanda gerçekleşmiş olması mün-
kün değildir. *r’den *z’ye geçiş işlemi epeyce uzun bir zaman almış olmalıdır ve ses deği-
şimi esasen tamamlandıktan sonra belli bir süre için belli toplulukların konuşmasında,
bazı sözcüklerin arkaik söylenişi korunmuş olmalıdır. Uygurcada, beklenen *baltız biçi-
minin yerine baltır “baldız”67 biçiminin bulunması bu görüşü desteklemektedir.
Diğer yandan, Eski ve Orta Türkçede -r’li bazı arkaik biçimlerin korunmuş olma-
sından daha önemli olarak, Zetasizm Ana Türkçe boyunca ve sonrasında da dağınık
olarak etkisini sürdürmüştür. Bunu, Ana Türkçeye değil, yalnızca Eski Türkçeye veya
daha doğru olarak Eski Türkçenin bazı diyalektlerine giden -z’li örneklerden anlıyo-
ruz, örneğin, Tü., Az. büz-, Trkm. büz-, bür-, AH büz-, MK, GT bür-, Çağ. tir-
güz- “canlandırmak”, MK, Uyg. tirgür- ay., vb. Kaşgarlı’da altur-//alduz- “aldır-
mak”(krş. AH altuz- ay.), biltür- “bildirmek” //bildüz- ay., vb. gibi alternatif biçimler
buluyoruz. Kaşgarlı’ya göre alduz- ve bildüz- biçimleri Oğuz diyalektlerine aittir. Bu
biçimler Orhon ve Uygur Türkçesinde de göründükleri için çok daha erken ortaya
çıkmış olmalıdır, örneğin, Orh. alt(ı)z- “yakalamak, Uyg. biltiz- “bildirmek”. Bilindiği
gibi -tız-/-tiz- eki iki öğeden oluşmuş bir birleşiktir, yani -t- ve -z-. -tız-/-tiz-‘li (daha
sonra -duz-/-düz-’lü) ettirgen çatılı kökler görece yeni Eski ve Orta Türkçe için görece
yeni ve diyalektik biçimler olarak görülseler de -z- ettirgenlik eki kesinlikle böyle de-
ğildir. Bu ek Genel Türkçedeki emiz- “emzirmek”, tamız- “damlatmak” vb. gibi bi-
çimlerde görülür, bu nedenle Ana Türkçe dönemine kadar geriye gider. Bununla bir-
likte, Kaşgarlı’da Ana Türkçeye götürülemeyen ve başka bir yerde ortaya çıkmayan
belli -z’li biçimler buluyoruz, örneğin quzı- “kurumak” (III, 264), quzut- “kurutmak”
(II, 306). Bu eylem köklerinin kullanımı için Kaşgarlı’nın örnekleri aşağıdadır: anıŋ
bogzı aşqa quzıdı yani çok acıktı, yemeğe çok istekli vb.”, ol anıŋ bogzın quzuttı “onun
boğazını kuruttu, yani iştahını kabarttı”. Bu örneklerden açıkça anlaşılıyor ki quzı- ve
quzut-, qurı- ve qurut-/qurıt- eyleminin alternatif biçimlerinden başka bir şey değildir.

66
Poppe, Verg., s. 155.
67
W. Bang and A. von Gabain, Analytischer Index zu den fünf ersten Stücken der türkischen
Turfan-Texte, Berlin 1931, s. 13. “büyük kız kardeş” anlamı düzeltilmeli.
129 Talât Tekin

Üstelik biz, Kaşgarlı’nın bu anlaşılması zor ve şüpheli -z’li biçimler hakkındaki görü-
şünü de biliyoruz. Gerçekte bu düzeltilmiş biçimleri onun III, 264 ve II, 306’da yaptığı
açıklamalara borçluyuz. quzı- üzerine Kaşgarlı şu yorumu yapıyor: “Kullanımda olan
budur. Doğrusu noktasız r ile yazılanıdır. Bu, süt emüzdi “süt emzirdi” cümlesindeki
emüz-‘te olduğu gibi, kuralın bir istisnasıdır.” II, 306’da quzut- biçimi hakkında şu
açıklamayı yapıyor: “Bu sözcükte z harfinin aslı r’dir. Böylece, biz 11. yüzyılda zeta-
sizm varsayımı hakkında Kaşgarlı’nın onayına sahip olmuş oluyoruz quzı- ve
quzut- biçimlerinde, iç seste, z’nin varlığı kolayca açıklanabilir: qurı- eylemi qūr
“kuru” sıfatından türemiş ad soylu bir eylemdir. İkincisi MK’de iki kez görülür, birin-
cisi madde başı olarak (III, 122-12), ikincisi örnekte, qūrbaqa “kurbağa” birleşik adı-
nın ilk öğesi olarak (aynı yer, satır 16). (u ünlüsünün uzunluğu için krş. Trkm.
ġūra- “kuru olmak”<*qūrı-, ġūrı- “kuru”<*qūrıg<qurı-g). Öyleyse quzı- ve
quzut- biçimleri qūrı- ve qurut- biçimlerine gitmez; bunlar qūr sıfatının alternatif bi-
çimi olan *qūz’dan türemiş olmalıdırlar. *qūz biçimi hiçbir yerde kanıtlanmamıştır.
Bir kez bir diyalektte ortaya çıkmış ve sonra hemen kullanımdan düşmüş olması müm-
kündür. Fakat buna karşılık ondan türeyen eylem kökleri, Kaşgarlı’daki örneklerde
görüldüğü gibi, 11. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüştür. Zetasizm olayının, Ana
Türkçede esas olarak son bulmasından sonra bir süre daha etkili olduğu eski diyalekt
büyük olasılıkla Oğuz diyalektidir. Bununla birlikte, daha sonra ettirgenlik eki z’nin,
Kıpçakçadan türeyen dillerde sık sık görülmesinden anlaşılabileceği gibi Zetasizm
eğiliminin yoğunluğun merkezi, Kıpçak diyalektlerine doğru değişmiştir.
Bu “geç zetasizm”e ilişkin örneklerin eksik bir listesi aşağıda verilmiştir.

Geç Zetasizm

1. Az., Tü. büz- “büzmek”, Trkm. büz-, bür- ay., IM, AH büz- ay.
//MK, GT bür- ay., Tat., Bşk. bör-, Hak. pür-, YUyg. pürü-<bür-ü-, Yak. bür,
bürçüy- ay.<*bür-çi-.
2. Az., Tü. çöz- “çözmek”, Trkm. çöz-, çöş-, AH, HS, Çağ. çöz- ay.
//MK yȫr-, Yak. süör-<*yȫr-; y>ç, krş. Az., Tü. çiy, Trkm. çīg, Hak. çig <MK
yīg.
Not: Trkm. çöş- vb. karışma yoluyla ortaya çıkmış olmalıdır: krş. GT seş- “çöz-
mek” (=Çuv. salt- ay.<*selt-<sel-t-).
3. Tuhfe. iz-, ir- “erimek, sıvı olmak”.
//MK, GT erü-, eri- ay., Uyg. ergüz- “erimek”<er-güz-, Yak. ir- “erimek”<*er-,
irier- ettirgen <*erger-.
4. Uyg. közün- “görünmek”, MK (Argu) közün- ay., Terc. közin- ay.<kö-
zün-<köz-ü-n- (dönüşlü, edilgen çatı), Uyg. köznek “yansıma”<*közünek<közün ek,
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 130

közüngü “ayna”, MK közüngü, közngü ay., Hak., Tuv. közül- “görülmek”<köz-ü-l- (edil-
gen), Uyg. közkiş- “görüşmek”<*közikiş-, közik- “görünmek”in iştaşlık biçimi, Nog.
közik- “görünmek gözükmek”, Kırg. közük- ay.<köz-ü-k- (edilgen), MK közger- “göster-
mek”<köz-ger-, NF (Brock. 208) közgit- “göstermek”<köz-git-, Hak. köskülen- “sıkça
görünmek”<*közgüle-n-<köz-güle- (sıklık çatısı), közit- “göstermek”<*közüt-, közidig
“gösteri, şov”<*közütüg, közidim “örnek”<*közütüm.
//GT kör-, körül-, körün-, körtür-, körtkür-, körküt-, körset-, vb.
5. MK qazaŋqu “karıştırılmış”<qaz-aŋqu, *qaz- “karıştırmak”.
//MK (Oğuz) qar- “karıştırmak”, Tü. qar- ay., Trkm. ġār- ay.<*qār-, Özb. qår- “ek-
lemek, karıştırmak”, vb.
6. MK quzı- “kurumak”, quzut- “kurutmak”.
//MK, GT qurı-, quru- “kuru olmak”, Trkm. ġūra- ay.<*qūrı-<MK qūr “kuru”,
Trkm. ġūrı “kuru”<*qūrıg, Yak. kūr- “kurumak”<*qūrı-, vb.
7. Kırg. maz “neşeli, hoş”, maz bol- “memnun olmak”.
//Kırg. marı- “memnun olmak”<*ımarı-<*amarı-; krş. Mo. amura-, amara- “ra-
hat olmak, sakin olmak; mutlu olmak”, Tuv. amıra- “memnun olmak, mutlu olmak”.
8. MK munduz “çılgın, deli”<*muntur<mun- “yolunu şaşırmak, oraya buraya git-
mek, yolunu kaybetmek”.
//Uyg. muntru-muntuz “deli, çılgın”<muntur muntuz (ikileme); krş. Tü. delik de-
şik, döl döş “neslinden olan, kuşak”, vb.
9. Tuhfe. salyaz “salya”<salyar<sal yar (ikileme).
//Uyg. yar ay., MK yār ay., yar suδ- “tükürmek”, Tü. (TTS IV) yar, agız yarı ay.,
salyar ay.
sal için krş. Mo. silüsün “salya”, silüsde- “tükürük ile ıslatmak”, vb.
10. Tuhfe. sızga “küpe”, ısırqa ay.
//AH sirga, isirga, ısırga ay., IM ısırga, Terc. ısırgaq ay., GT sırga<ısırga, Yak.
ıtırġa, ıtarġa ay.<*ısırga.
Kzk. ız- “dikmek”, ızıl- “beraber dikmek, birbirine dolanmak”, ızba “bükülmüş
yün ipliğiyle dikilmiş dar şerit (çadırın)”<*ızma<ız-ma<*sız-.
//GT sırı-, sır- “dikişle süslemek, dikmek”, MK sırı- ay., Kar.-Blk., Kzk., Tel.
sır- ay., MK sırmaq “eşek eyeri üzerindeki kaba dikiş”<sır-maq, Kzk. sırmaq “keçe
ile kaplanmış ceket, müflonlu”, Tü. sırma “gümüş yaldızlı iplik”<sır-ma.
Krş. Mo. sırı- “dikişle süslemek, dikmek”.
12. Tuhfe. tartaz “bıldırcın”.
//MK tartar “kumruya benzer bir kuş”, Bulg. tartar “bıldırcın türü”, Kzk. tartar “su
kuşu, bıldırcın kılavuzu”, Kırg. tartar ay.
131 Talât Tekin

13. MK yumuz, yumız “etli butlu”.


//MK yumurla- “yuvarlak yapmak”<yumur-la-, Kırg. cumur, Kzk. jumır<*yumur,
Kzk. jumırla-<yumurla-, MK yumur “geviş getiren hayvanların üçüncü midesi”, Kırg.
cumur ay., Kzk. jumır, jumırşaq ay.<*yumurçaq, MK yumurtga “yumurta”<yu-
mur-t-ga (küçültme eki), Tuhfe. yumrutqa “yumurta”<yumurtga, yumrutla- “yu-
murtlamak”<yumurt-la-.

Eklerde

Aşağıdaki eklerde de zetasizm görülmekte-


dir: -r-/-z-, -tur- / -tuz-, -gur- / -guz-, -gar- / -gaz- ve -ar-/-az-68 ve eylemden ad yapım
eki -yar-/-yaz-.

A. -z-

Aşağıdaki Eski ve Orta Türkçe köklerde -z- ekinin görünüşü oldukça seyrek ve
sınırlı sayıdadır:
1. Har., Çağ. (Brock.) aquz- “akıtmak”, Çağ. (Seng.) aqız-, Tat., Bşk., Kzk., Kklp.,
Kırg. agız-, Tuv., Hak. agıs-, Özb. åqız-, YUyg. (Hami) egiz- ay.<aqız-, Nog.
agıst- ay.<aqız-t-; krş. Orh., Uyg. aqıt-, MK aqıt-, aqtur-, Tü., Trkm. aqıt-, Az. aḫıt- ay.
2. Çağ. (Brock.) baqız- “baktırmak”, Özb. (Kon.) båqız- ay.; krş. MK baqıt-,
baqur-, GT baqıt-, baqtur- ay.
3. MK emüz- “emzirmek”, IM emiz-, Çağ. (Seng.) emiz-, Kzk., Kklp., Kırg., YUyg.
(Hami) emiz-, Tat. imez-, Bşk. imeδ-, SUyg. emız-, Nog. emiz-, emizt- ay., Terc., AH,
Tuhfe., Tü. (TTS) emzür- ay.<emüz-ür-, Tü., Tuv. emzir-, Özb. emzir- ay., Az. emiz-
dir-, Özb. emizdir- ay.; krş. YUyg. (Jarring) emit-, ėmit-, imit-, YUyg. emit-, emgüz-,
Trkm. emdir-, Yak. emner-, emter- ay.<*emtür-=Çuv. ĭmĭrt- “emzir-
mek”<*emürt-<em-ür-t-, mter- ay.<*emter-.
4. Çağ. (Rad.) qorquz- “korkutmak”, YUyg. (Hami) qorquz-, qorqaz-, Trkm.
ġorquz-, Az. ġorḫuz- ay.<qorq-uz-, Nog. qorqıst- ay.<qorquz-t-; krş. MK, GT qorqıt-,
qorqut- ay.
5. Çağ. (Brock.) ötüz- “geçmesine izin vermek”; krş. Uyg. ötkür- “girmek, arasın-
dan geçmek”, MK ötker-, ötür- ay.
6. Uyg. tamız- “damlatmak”, MK, Çağ. (Brock.) tamuz-, Çağ. (Seng.) tamız- ay.,
Tat., Kzk., Kklp., Kum., Kar.-Blk., Kırg., Alt. tamız-, Bşk. tamıδ-, Özb. tåmiz-, Az.
damız- ay., Tü. (TTS) damzur- ay.<tamuz-ur-, AH tamzum “damla”<tamuz-um; krş.

68
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 30.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 132

YUyg. (Jarring) tamıt-, temıt-, temit- “damlamak”, tamdur- “damlatmak”, Trkm.


damdır- ay., YUyg. tamġuz-, Nog. tamġıst- ay.<tamguz-t-, tamdır- ay.
7. MK tapız-, tapuz- “bir bilmece sormak”(<”buldurmak”<tap- “bulmak, bir bil-
mece çözmek”, tapuzδuq, tapzuδuq<tapuzδuq, tapzug “bilmece”<tapuz-ug, Tuv. tı-
vızıq ay.<*tapuzuq.
8. Çağ. (Brock.) tegüz- “değdirmek, ulaştırmak, vardırmak”, Özb. tegiz-, YUyg.
(Jarring) tegüz- ay., Tuv. degis- “hedefi vurmak için dokunmak”<*tegiz-, Özb. tegiz-
dir-, tegiz-‘in ettirgen durumu; krş. Uyg., MK tegür- “değdirmek, ulaştırmak, vardır-
mak”, Çağ. (Seng.) tegür-, CC teyir-, Kırg. tiyir-, Tü. deyir- ay.
9. Orh. ut(u)z- “yakalatmak”, Uyg., MK tutuz- “teslim etmek”, şille tutuzdur- “to-
kat atmak” içindeki Az. tutuzdur-; krş. MK tuturgu “yapılması gerekli”<tutur-gu,
tutrug “vasiyet, niyet”<tutur-ug, Tat. totrıq “istikrar”<*tuturuq, Özb. tuturiq “tutar-
lık”<*tuturuq.
10. Uyg. tuyuz- “duyurmak, bildirmek”; krş. MK tuytur- ay., Tü. duyur-.
11. Uyg., Tuhfe. tütüz- “tütmek”, Uyg. tützük, tütsük “tütsü”<tütüz-ük, Tü. (TTS)
tütüzdür-, dütüzdür- “tüttürmek”.
=Çuv. t t r-<*tütür-, t tre “sis, buğu, buhar”<*tütrüg.
12. Orh., Uyg. uduz- “öncülük, rehberlik etmek”<ud- “izlemek, uymak”; krş. Mo.
udurid- ay.<uduri-d-.69
13. Uyg., Tuhfe. utuz- “başkasını kazandırmak, mağlup olmak”, Tü. (TTS) utuz-,
ütüz- ay., Az. uduz- ay.<ut- “kazanmak” (oyunda), Uyg. utzuq-, utsuq- “kaybet-
mek”<utuz-uq-; krş. GT uttur- “kaybetmek”.
Bu ek, görece yeni olan aşağıdaki yapılarda da görünür:
Hak. artıs- “tutmak, saklamak” <*artız-<art- “artmak”
Kırg. cagız- “memnun etmek”<caq- “memnun olmak”/yaq-.
Kırg. cuguz- “yapıştırmak”<cuq- ay.<yuq-.
Az. dadız- “tattırmak”, dadızdır- ay.; krş. Trkm. dādır- ay.<tātır-, Tü. tadır- ay.
Az. doguzdur- “doğurtmak” //dogur- ay.<dog- “doğurmak”.
Tat. qabız- “yanmak, tutuşmak”<qap- “alev almak”.
Kzk., Kklp., Nog., Kar.-Blk., Kırg. tamız- “yanmak”, Hak. tamıs- ay.<*tam- “yan-
mak, ateş içinde kalmak”, Kzk., Kklp., Kar.-Blk. tamızıq “çıra”, Kırg. tamızġı ay., ta-
mızdır- “tutuşturmak”; krş. MK tamtur-, tamdur- “yakmak, ateşlemek”, Uyg. tam-
tur- ay., MK tamduq “çıra, odun”<tam-duq, Uyg. tamtul- “alev içinde kalmak tutuş-
mak”<tamut-ul-.
Kırg. uguz- “anlatmak”<uq- “anlamak”, vb.

69
Ramstedt, Morphologie, s. 163.
133 Talât Tekin

B. -tuz-, vb.<-t-z-

1. Or. alt(ı)z- “ele geçirmek, esir almak”, MK (Oğuz) alduz- “yağmalatmak, aldır-
mak”, AH altuz- “aldırmak”; krş. MK, GT altur-.
2. Uyg. artız- “kandırmak, aldatmak” (sic!)<ar- ay.
3. Uyg. biltiz- “bildirmek”, MK (Oğuz) bildüz- ay.; krş. MK, GT biltür-.
4. MK bulduz- “buldurmak”; GT bultur- ay.
5. Hak. körtis- “göstermek”<*körtüz-; Hak. körgis-, körgüs- ay. /körgiz-,
kördir- ay.<körtür-, közit- ay.<*közüt-.
6. Uyg. (Hami) otuz- “oturtmak”<*oltuz-<oltuz-<ol-tuz-; krş. Orh. olur- “otur-
mak”<ol-ur- (çatı), MK olgut-, olḫut- “oturtmak”<olgut<qut- (ettirgen), Kırg. olut
“oturacak, sandalye” ol-ut.
7. Az. yedizdir- “beslemek” /yedirt-, yedirtdir- ay.

C. -ġuz-, vb.<g-z-

1. Çağ. arquz-, harquz- “yorulmak, bitkin düşmek”<ar- “yorulmak”; krş. MK ar-


gur-, ar-’ın ettirgen biçimi.
2. Çağ. (Brock.) bütkez- “gerçekleştirmek, yerine getirmek”, Uyg. (Jarring) püt-
küz- “hazırlatmak, bitirtmek”; Özb. bitkez-, bitker- ay. krş. GT bütür- ay., Kırg. bü-
tür-, bütkör- ay.<*bütker-.
3. Uyg. ergüz- “erimek”; krş. MK ergür- ay.<erü-, eri- “erimek (geçişsiz), Yak.
ir- ay.<*er-, irier- ettirgen<*erger-; GT erit-, MK erüt- ay.
4. Çağ. kirgüz- “girdirmek”, YUyg. kirgüz-, Kzk., Kklp., Kırg., Özb. kirgiz- ay.,
Trkm. g riz- ay.<*kirgiz-, Nog. kirgist- ay.<kirgiz-t-; krş. Uyg. kirgür- ay., ki-
gür- ay.<ki-gür-, MK kirtür- ay.
5. IM, AH, Tuhfe., Çağ. körküz- “göstermek”, CC körgüz- ay., Alt. körgüz-, Hak.
körgüs-, körgis-, Uyg. (Hami) kügüz- ay.<körgüz-, Kklp. körgizbe “sergi”<kör-
güzme, Tuhfe. körkez- “göstermek”, Trkm. görkez-, Kırg. körgöz-<körgez-, Özb.
korgez- ay., YUyg. körgezme “sergi”, Tat. kürgez- “göstermek”, Nog.
körgist- ay.<körgüz-t-.
6. CC olturġuz- “oturtmak” (ayrıca olturt-), Uyg. (Hami) olturġuz- ay.
7. AH örgüz- “büyütmek, geliştirmek”<ör- “yükselmek”.
8. Çağ. (Brock.) ötkez- “geçmesine izin vermek, geçirmek”<öt- “geçmek”, Özb.
otkiz-, Kırg. ötköz-<ötkez- (ayrıca ötkör-), Uyg. (Hami) ötküz-, ötkür-, MK ötkür- ay.
9. Çağ. (Brock.) tartquz- “acı çektirmek”<tart- “acı çekmek”.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 134

10. Çağ. (Brock.) tegürgüz- “ulaştırmak, değdirmek”<tegür- ay.<teg-.


11. Çağ. (Brock.), Muk. tirgüz- “diriltmek, canlandırmak”, CC tirgiz- ay., Özb.,
Kırg., Alt. tirgiz-, Hak. tirgis-, Tuv. dirgis-, Tat. t rg z-, YUyg. (Jarring) tirgüz-, YUyg.
(Hami) türgüz- ay.<tirgüz-<tir- “yaşamak, diri olmak”; krş. Uyg., MK tirgür, IM tir-
gir- “diriltmek, canlandırmak”.
12. Çağ. (Brock.) tolgaz- “doldurmak”, Kırg. tolgaz-, Özb. tolgaz-, YUyg. (Jar-
ring) tolguz- ay., toşquz-, toşqaz-, toşqar- ay.; krş. MK toşgur-, toltur-.
13. IM, Tuhfe., Çağ. (Brock.) turguz- “ayakta durdurmak”, Muk. turguz-,
turquz- ay., YUyg., Kırg., Kar.-Blk., Kar. L.T. turguz-, Tuv. turgus-, Az. durguz-, Kzk.,
Kklp., Nog. turgız-, Özb. turgiz-, Hak. turgıs-, Tat. torgız-, Bşk. torgoδ-, Trkm. turuz-,
duruz- “durdurmak”<turtuz-, durzul- “durdurulmak”; Nog. turgıst- “ayakta dikil-
mek”<turguz-t-; krş. Uyg. MK turgur- “ayakta durdurmak, dikmek”ay.
14. Çağ. (Brock.) tutguz- “yakalatmak”, Özb. tutqiz-, tutqaz- “teslim etmek”, Kırg.
tutquz-, tutqur- ay.<*tutgur-.
15. Çağ. (Brock.) yatguz- “yatırmak”, YUyg. (Jarring) yatquz-, yatguz-, Tat.
yatqız-, yatqır-, Özb. yåtqız-, Kırg. catqız-, catqır-, Kzk., Kklp. jatqız- ay.<yatguz-,
Nog. yatqıst- ay.<yatguz-t-; krş. MK yatgur-, Muk. yatqur- ay.
16. Çağ. (Brock.) yitgüz- “eriştirmek, ulaştırmak”, YUyg. (Raq. yitgüz-, YUyg.
(Hami) yetküz-, yetkür-, YUyg. (Jarring) yetkuz- ay., yetkur- “getirmek, yerine getir-
mek”, Özb. yetkiz-, yetkez-, yetker- “eriştirmek”, Tat. yitkez-, yitker-, Kırg. cetkiz-,
cetkir-, Kzk. jetkiz- ay., vb.; krş. CC yetkir- ay.<*yetgür-, Uyg. yitir- ay., MK
yetrül-’deki yetür-, yetrüş-, vb.
-guz-/-güz- eki ile oluşturulmuş ettirgen gövdeler ve bu ekin varyantları, bugün,
Kıpçak grubuna ait dillerde ve Özbekçede çok yaygındır. Bununla beraber, bu gibi
gövdeler sık sık -gur-/-gür- ve diğer ettirgenlik ekleriyle oluşturulmuş biçimlerle nö-
betleşmektedir:
Özb. bilgiz-//bildir-; bitkiz-, bitkez-//bitker-, bitir-; içkiz-//içir-, ketkiz-, ketkez-;
kiygiz-//kiydir-; korgez-//korset-; otkiz-, otkez-//otker-; såtqiz-//såttir-; toyġiz-,
toyġez-//toydir-; yegiz-//yedir-; yetkez-//yetker-; yurgiz-//yurit-, vb.
Kırg. atqız-//attır-, aytqız-//ayttır-, barġız-//bardır-, bergiz-//berdir-, bezgiz-//bez-
dir-, bilgiz-//bildir-, buġuz-//būdur-, burġuz-//burdur-, catqız-//catqır-, cegiz-//cedir-,
cetkiz-//cetkir-, cūġuz-//cūdur-, cürgüz-//cürdür-, kirgiz-//kiyir- (<kigür-), kör-
göz-//körsöt-, oyguz-//oydur-, ötköz-//ötkör-, saygız-//saydır-, tolgaz-//toltur-, toy-
guz-//toydur-, turguz-//turdur-, tutquz-//tutqur-, urguz-//urdur- vb.
Kzk. aytqız-, atqız-//attır-, bilgiz-//bildir-, ilgiz-//ildir-, işkiz-//işir-, jatqız-, jegiz-, jet-
kiz-, jutqız-, jürgiz-, k giz-, körgiz-//körset-, küygiz-//küydir-, ötkiz-, süygiz-//süydir-,
teskiz-//testir-, vb.
135 Talât Tekin

Tat. b lg z-//b ld r-, k rg z-//k rt-, kig z-//kid r-, kürg z-//kürs t-, t rg z- “canlandır-
mak”//t r lt-, t rg z- “edinmek; inşa etmek”, torġız-, tötk z-//tötk r- “sağlamak, yet-
mek”, ütk z-//ütk r-, yatqız-// yatqır-, vb.
Nog. agıst-//aqtır-, bargıst-//bardır-, bilgist-//bildir-, emgist- (ayrıca emiz-, emizt-)
//emdir-, kirgiz-, kirgist-; körgist-//körset-, küygist-//küydir-, tamgıst-//tamdır-, turgız-,
turgist-, yatqıst-//yatqar-, yutqıst-//yuttır-, yürgist-//yürit-, vb.

D. -az-<-ar-

Sadece Özb. çiqaz- “çıkarmak”/çiqar-; MK çıqar-<*tışıqar-<*taşıqar-.

E. -gaz-<-gar-
1. Kırg. atqaz-//atqar- “bindirmek; göndermek; gerçekleştirmek”<MK atgar- “bindir-
mek”<at-gar-.
2. YUyg. qutqaz- “korumak, kurtarmak”, Özb., Kırg. qutqaz-//qutqar- ay., Tat.
(diyal.) qotqaz-// (standart dil) qotqar- ay.<CC qutqar-<MK qutgar-<qutgar-.
3. Kırg. otqoz-//otqor- “otlatmak”<MK otgar-.
Bu bölümü, İlk Türkçe *r’nin yapısı ve ayırt edici özelliği ile zetasizm hakkındaki
birkaç görüş sonuçlandırmak istiyorum. İlk Türkçe *r, hiç şüphesiz farklı bir sesbirim-
dir, yani “normal” *r’den farklıdır. O, çokluk (birincil olarak ikilik?) eki *-r70 (örneğin
*biz<*bi(n) “ben”, *sir “siz”<*si(n) “sen”, *ēkir “ikiz”<*ēki “iki”, vb.), addan ad
yapım eki (küçültme eki?) *-r (örneğin *baltır “baldız”<*baltı; krş. Bar. baldı ay.,
Hak. pastı ay.<*baltı, vb.)71, eylemden ad yapım eki *-r (örneğin bogur “bo-
ğaz”<bog- “boğmak”, *ūr “becerikli; beceri”<*ū- “yapabilmek”, vb.)72, ve ettirgenlik
eki *-r- (örneğin *emir- “emmek”, *tamır- “damlatmak”, *udur- “izletmek, uydur-
mak, yani, önderlik etmek”, vb.) gibi çeşitli biçimbirimlerin içinde ortaya çıkmıştır.
İlk Türkçe *r’nin niteliği neydi? Bilindiği gibi, Ramstedt onu, i sesinden önce görü-
nen öndamaksıllaşmış bir *ŕ sayıyordu.73 Poppe’ye göre, Altayca *r, öndamaksıl *r değil
belki Çekçe ř74 tipi bir *ř sesti. Bu nedenle, zaten belirttiğim gibi ben daha çok
Poppe’nin görüşüne eğilimliyim. İlk Türkçe *r muhtemelen Çağdaş Türkçe bir, gelir vb.
gibi sözcüklerin sonunda duyulan -r sesi gibi sızıcı ötümlü bir sesti. Bu sesin j’ye benzer
niteliği yabancılar tarafından hemen fark edilmektedir. Söz konusu r’nin niteliğinin yal-
nızca Çağdaş Türkçeye özgü olmaması ilginçtir. Çağdaş Uygurcanın Kaşgar ve Yarkent

70
Räsänen, Morphologie, s. 55.
71
Age., s. 113.
72
Age., s. 143.
73
Ramstedt, Lautlehre, s. 103.
74
Poppe, Verg., s. 80.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 136

diyalektlerinde bir sözcüğü sıklıkla brj, bj, bji ve bźi75 olarak söylenir. j- gibi bir sesin,
*r’den *z’ye geçişte aracı bir rol oynadığı kabul edilmelidir. MK’de aguj “doğumdan
sonra memelerden gelen süt”, köwij “(ağacın iç kısmı için) aşınmış, çürük”, krş. MK
köwre- “zayıflamak, ufalanmak”<köwir-e-)76, vb. gibi biçimlerin görünmesi bu varsa-
yımı doğrulamaktadır; bunlar en iyi -j’nin kalıntıları olarak açıklanabilmektedir.
İlk Türkçe *r’nin niteliği ile ilgili olarak, Moğolca ve Türkçedeki rs alternasyo-
nuna dikkat çekmek istiyorum, örneğin, Mo. kerü- “dolaşmak, gezinmek”
kesü- (=GT kez- ay.), Mo. muruyi- “eğmek, bükülmek; dolaşmak”muski- “çevir-
mek, bükmek, dönmek” (krş. GT bur- ay.), Mo. tor- “durdurulmak, geciktirilmek”,
torga- “durmak, tutmak, yakalamak; alıkoymak”, torgaguli “ayak bağı, en-
gel”tos- “karşılaşmak”, Kırg. toro- “engel olmak”, torgo- “engellemek, önle-
mek”tos-/toz- “durdurmak, engellemek”, tosqōl “engel”, GT ker-t- “kesmek, kert-
mek” (=Çuv. kart- ay.=Mo. kerçi- ay.<*kerti-)77, MK, AH kerki ay. “keser”, Kırg.
kerki ay.kes- “kesmek” (=Çuv. kas- ay.), vb.
Sonuç olarak, İlk Türkçe *r’nin, Genel Türkçe z’nin tek kaynağı olmadığı belirtil-
melidir. Bazı durumlarda, Genel Türkçe z söz sonu ya da ünlülerarası *s’ye gider.
Aşağıdaki örnekleri inceleyiniz:
CC, Çağ., Az., Tü. qoz “ceviz”<*qos, Alt. quzuq, Hak. ḫuzuḫ ay.<*qusuq, krş.
MK qosıq, qosuq “fındık” (=Mo. qusigan “ceviz; testisler”).
MK, Terc., Tuhfe. bilezük “bilezik”, IM, AH bilezik ay.<*bilesük<*bile- “bileği
çevrelemek”, Kırg. (diyal.) bilerizik ay.<*bilersük<biler-sük, krş. MK ilersük “pan-
tolonu tutan bant”, Tuhfe. ilersik ay.<MK iler-t- “bağlamak (il-‘in ettirgen durumu”),
MK bogsuq, boḫsuq “bir kölenin boynuna takılan demir halka”<bog-, vb.

Sigmatizm

“Sigmatizm”, yani, *l>*ş ses değişimi, her açıdan, “Zetasizm”e paralel sesbilgisel bir
olaydır. İlk Türkçeye özgü *l, Ana Türkçede *ş olmuştur; fakat bu ses değişimi sadece
söz sonunda ortaya çıkmıştır. Diğer pozisyonlarda, bu özel *l sesi ayırıcı özelliğini kay-
betmiş ve normal l ile birleşmiştir.
Aşağıda verilen örnekler bu varsayımı desteklemektedir.
1. Uyg. aşuq- “acele etmek”, HŞ aşuq-, aşıq-, Çağ. aşuq-, CC, Tuhfe. aşıq-, Tat.,
Bşk., Kırg., Kar.-Blk. aşıq-, Kzk., Kklp., Nog. asıq-, Özb. åşiq- ay.<aşıq-<aş-ıq-,
Tuhfe. aştıq- ay.<aş-tı-q-.
//Tar. (Rad.) aldıra- “acele etmek”, Doğu Tü. (Jarring.) aldıra-, aldıra-, aldıya- ay.,
YUyg. aldiri- ay.<aldıra-<al-dı-ra-.

75
Martin Hartmann, Ein türkischer Text aus Kašgar: KSz, C. 6, s. 64; Gunnar Jarring, Studien
zu einer osttürkischen Lautlehre, Lund 1933, s. 125, An Eastern Turki-English Dialect Dic-
tionary, Lund 1964, s. 56.
76
Pritsak, age., s. 345.
77
Poppe, Verg., s. 87.
137 Talât Tekin

//YUyg. aldam, altam “hızlı, çabuk”<al-dam, Kırg. ıldam ay.<*aldam, Doğu Tü.
yıldam, yildam ay.<*ıldam<*aldam, Özb. ildam<*aldam.
//Trkm. alŋasa- “acele etmek”.
2. MK bāş “yara, çıban”, Terc., AH, HŞ, NF, Tü. (TTS) baş ay., IM başla- “yara-
lanmak”, Ateb. başıqtur- ay.<baş-ı-q-tur-, Trkm. bāş “apse, çıban”, Yak. bās ay., Ka-
rag. bayş ay.<*bāş<*bāl.
MK bālıg “yaralı” (I, 192, 252, 407), “yara, çıban” (I, 242), Uyg. (Ḫuast.) balıg baş-
lıg ikilemesindeki balıg “yaralı”, Hak. palıg “yara, çıban”, Alt. balu ay., Koyb. bāleḫ
“yara”<bālıg<balı-g.
MK balıq- “yaralanmak”<bal-ı-q-; krş. Atab. başıqtur-‘taki başıq- ay.
3. Uyg., MK buş- “sıkılmak, bıkmak”, MK buşaq “sinirli, sıkılmış”, IM buş- “sıkıl-
mak, sinirlenmek”, AH buş- “sinirlenmek”, buşaq “sinirli, üzgün”, buşgan ay., buşug
“can sıkıntısı”, buşur- “canını sıkmak, rahatsız etmek”, İM buş- “öfkelenmek”, buşaq
“öfkeli; üzgün”, Tafs. buş- “heyecanlanmak, kızmak”, YUyg. puş- ay., puşuq “sinirli,
heyecanlı”<buş-<*bul-.
//MK bulga- “sıkılmak, kızmak”<bul-ga- (ettirgen), bulgan- “sinirlen-
mek”<bulga-n- (edilgen).
4. Orh., Uyg., MK, Ateb., Terc., IM, AH, Çağ. üküş “çok”, Yak. ügüs, üŋüs “çok,
fazla”<*üküş, üksē, üksüö- “çoğalmak, artmak”<ükşē-<üküş-ē-, ük-
süy- ay.<*ükş -<üküş- -, üksüt- ettirgen.
//Uyg., MK ükli- “artmak”<ükül-i-, üklit- ettirgen, Şor (Rad.) üktü- “çoğal-
mak”<*üklü-, Yak. üktüy- ay.<*üklǖ-<*ükl -.
Kalıntı: MK (Kıpç.) ükil “çok, fazla”.
*r>z ses değişimi gibi “Sigmatizm” de geçmişte belirli bir zamanda birden son
bulmamıştır. Aksine, Ana Türkçe boyunca ve Ana Türkçeden sonra da dağınık olarak
etkili olmaya devam etmiştir. Eski Türkçenin belirli diyalektlerine gidip, Ana Türk-
çeye gitmeyen çok sayıda örneğimiz vardır. Orhon Yazıtlarında bu görüşü destekle-
yen en az iki örnek buluruz; qış-qıl- “yapmak, kılmak” ve işgerü “ileri, doğuda” (ge-
nellikle ilgerü). İlk örnek herhangi bir Türk dilinde yaşamamaktadır, fakat ikincisi
kendini Hakasçada isker olarak korumaktadır: krş. isker “doğu, doğuda”, iskertin
“doğudan”, iskerki “doğuya ait”, vb. Biz, böylece, 8. yüzyıl Orhon Türkçesinde “Sig-
matizm”in hala etkili olduğu gerçeği için açık bir kanıta sahibiz.
Aşağıda “geç sigmatizm”e ait bu ve diğer örnekler verilmektedir.

Geç Sigmatizm

1. Orh. (BK K 11) işgerü “ileriye, doğuda”78, Hak. isker “doğu, doğuya”<*işkeri<iş-
gerü, iskertin “doğudan”, iskerki “doğuya ait”, vb.

78
BQ (Bilge Kagan), N 11; Thomsen bunu yazım hatası olarak değerlendirmiştir, krş. Insc-
riptions de I’Orkhon, s. 39; not 1.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 138

//Orh., GT ilgerü “doğuda, doğuya”.


2. Orh. yoq qış- “yok etmek” öbeğindeki qış- “yapmak”.79
//Orh., GT qıl- “yapmak, kılmak”, Yak. kın- ay.<*qıl-.
3. MK köşi- “kapamak, kaplamak, gölgelendirmek”, köşit- ay., köşik “gölgelik”,
köşiklik “gölgelik, gölgeli yer”, köşike “ışık gölge”, Kırg. köşögö “perde, güneş-
lik”<*köşeke<*köşike.
//Uyg. kölit- “gölgelemek”, MK kölik “gölge”, köliklik “gölge, gölge yer”, kölike
“karanlık gölge”, Terc. kölek, kölege, CC kölege ay., AH, Bulg. kölgey “gölge”,
Tuhfe. kölek, köletke “gölgelik”, Trkm. kölege, Yak. külük ay.<*kölik, Kzk. köleŋke,
Kırg. kölöŋkö ay.<*köleŋke, Tat., Bşk. külege ay., Tü., Az. gölge ay., vb.
Krş. Mo. kösi- “engellemek, önlemek”, kösige(n) “gölgelik, güneşlik”.80
4. Tuhfe. öyüş bol- “nemli olmak” içindeki öyüş “nemli, rutubetli”<*ȫş.
//MK, Trkm. ȫl “ıslak, nemli”, Yak. üöl ay.<*ȫl, Az. höl, Tü. (TTS) öl ay., MK,
AH öli- “ıslanmak”, Tuhfe. ölü- ay., MK, IM ölit- “nemlendirmek”, vb.
5. GT teş- “taşmak”, teşük “delik”, MK teşil- “delinmek”, teşük “delinmiş”.
Orh., MK, IM, Tuhfe. tel- “delmek”, AH, Tü. del- ay., YUyg. telın- “delinmek”,
MK telik “delik”, Tuhfe. ay., Çağ. telük, SUyg. telık, AH delük, Tü. delik ay.
6. MK toşgur- “doldurmak”, Tar. toşqar- ay.<toş-gar-, toşqaz-, toşquz- ay., Uyg.
(Hami) toş- “dolmak”.
//GT tol- “dolmak”, toltur- “doldurmak”, YUyg. tol- “dolmak”, toldur-, tol-
guz- “doldurmak”, vb.
7. Tü. döl döş ikilemesindeki döş “neslinden olan, evlat”, TTS (XVI yüzyıl) döl
döş ay., döllü döşlü “çoluklu çocuklu”.
//GT töl “döl”, MK töl “döl” (Oğuz), töle- “yavrulamak, kuzulamak” (Oğuz).
8. GT tüş “düş”, Trkm. düyş ay.<*tǖş, Uyg., MK tüşe- “düş görmek”, Yak. tü-
hüö- ay.<*tüşē-.
//Uyg. tül “düş”, Yak. tǖl ay., SUyg. tel ay.<*tül ?, tel tüse- “düş görmek”<*tüşe-,
Tat. (Rad.) tölör-81 “uyuklamak, kestirmek”<*tüler-.
=Çuv. t l k “düş, rüya”82<*tülek<tül-ek, t ll n- “düş görmek”<*tüle-n-,
t l r- “düş görmek; şekerleme yapmak”<*tüler-.

79
KT (Kül Tigin), E 32, 34; BQ, E 25. Tunyukuk’ta bu eylem, qıs- olarak da bulunmaktadır.
W 5, 6, S 4, E 4.
80
Gombocz, KSz, C. XIII, s. 19.
81
Ramstedt, JSFOu XXXVIII, 1, s. 29.
82
Poppe, UJb., s. 115.
139 Talât Tekin

İlk Türkçe l2’nin niteliğine gelince, Ramstedt bu sesin i ünlüsü önünde görülen
öndamaksıl bir l sesi olduğunu düşünmüştür.83 Poppe’ye göre, bu, Ostyakçadaki λ84’ye
benzer ötümsüz, sızıcı bir l sesi olabilir. Ben, Poppe’nin bu görüşüne katılıyorum.
Hatta Eski Türkçede “normal” l bile biraz ötümsüzdü, örneğin, ilte, yolta, köŋülte,
vb. Bununla ilişkili olarak, burada, Türkçe ve Moğolcada ls alternasyonuna dikkat
çekmek istiyorum, örneğin, GT qısga “kısa”Yak. kılgas ay., kılgā- “kısalmak”, MK
yası “düz”, yasul ay.yalpı ay., Kırg. calpı ay., calpay- “yassı duruma gelmek”, Nog.
yalpaq “düz”, Kzk. jalpaq ay., Hak. çalpaḫ ay., MK altın “aşağı”astın (ağız) ay., asra
(<as-ra) ay., Mo. aldal “hata”aldas ay., alki- “dövmek”aski- ay., alciyal “yorgunluk,
bıkkınlık”alciyas ay., vb.
*
2
İlk Türkçe l , şüphesiz, Ana Türkçe *ş’nin tek kaynağı değildir. Genel Türkçe
ş’nin en azından iki kaynağı daha vardır: 1. kapantılı *ç ve 2. *lç ve *lc ses öbekleri
Bilindiği gibi, bu ş, Çuvaşçada ś ile temsil edilmiştir. Aşağıda bu ses denkliklerini
gösteren örnekler verilmiştir.

A. ş<*ç
1. GT bış- “pişmek”<*bıç- “kaynamak, pişmek”<*buş-<*buç-=Çuv.
piś- ay.<*biç-<*biç-<*bıç-=Mo. buça-l- ay.85
2. GT qurşa- “çevrelemek, kuşatmak”, qurşan- “kendini donatmak”, qurşag, qur-
şaq “kuşak, çember”, vb.=Alt. Kırg. qurla- “çevrelemek”, qurçan- “kendini donat-
mak”, vb., Hak. ḫurça- “kuşatmak”, ḫurçan- “kendini donatmak”, ḫurçag “çember,
halka”, vb.<qur “kemer, kuşak”+ça-; krş. Yak. kurdā- “kuşatmak”<*qurlā-.
3. GT yapış- “yapışmak”<*yapıç-, Uyg. yapşın-, MK yapşun- ay.<MK yapçın-,
yapçun-, yawçun-, MK yapşur- “yapıştırmak”, Uyg. yapsur-, yafşur- ay.<MK yapçur-,
yawçur-<yapıç-ur-=Çuv. śıpĭś- “yapışmak”<yapıç-, śıpśan- ay.<*yapçın
4. GT yawşan “dikenli, yavşanotu”<MK yapçan, yawçan ay.
5. GT yımşa- “yumuşamak”, yımşaq<yımşa-q<*yımça-, Tuv. çımça- “yumuşa-
mak”<*yımça-, çımçaq “yumuşak”<*yımçaq=Çuv. śemśe “yumuşak”, diyal. śamśa
ay.<*yımçaq.
6. -ş eki (eylemden türemiş ad)=Çuv. -ś=Mo. -ça:86
GT eniş “iniş”=Çuv. anĭś “güneş batışı, batı”<an- “inmek”<*en-.
GT çıqış “yükselme, çıkış”=Çuv. tuhaś ay.<tuḫ- “doğmak, yüksel-
mek”<*talq-<*talıq- (=ET taşıq- “çıkmak”).

83
Ramstedt, Lautlehre, s. 103.
84
Poppe, Verg., s. 76.
85
Ramstedt, Lautlehre, ss. 153.
86
Ramstedt, Formenlehre, ss. 126-130.
Ana Türkçede Zetasizm ve Sigmatizm 140

B. ş<*lç, *lc
1. GT aşuq “aşık, bilek kemiği”=Mo. alçu “aşık kemiğinin bir tarafı”87.
2. GT baş “baş; başlangıç”=Çuv. puś ay.<*baç<*balç.88
3. MK eşgek, eşyek, eşek “eşek”=Mo. elcige(n) ay.89
4. GT qaşga “pırıltı, hayvanların kafasında veya yüzlerindeki beyaz be-
nek”<qaş-ga=Mo. qalca(n) “kel kafa; bir at veya öküzün alnındaki parlak yer” 90;
Çuv. huşqa ay.<Tat. qaşqa.
5. GT qaşı- “kaşımak”=Çuv. hıś- ay.<*qaç-<*qalç-=Mo. qalçi- “cilt veya kürkten
saçı/kılı kazımak”.91
6. MK qorugjın “öncülük, baş”<*qorugşın<*qorguşın, Tuhfe., CC, Kum. qorga-
şın, Terc., Çağ. (Seng.), Kar.-Blk. qorgaşun, Özb. qorgåşin, Kırg. qorgoşun, qorgo-
şum, Kzk., Kklp., Nog. qorgasın, Az. gurguşun, Tat. (ortaklaşalık) qurgaşın ay.<qor-
gaşın, Tat., Bşk. qurgaş ay.<*qorgaş=Mo. qorgolci(n) ay.<*qorgalcin, (Muk.)
qorqarşun ay.<qorgalçın; krş. Nog. qorgay ay.<*qorgal.
7. GT kişne- “kişnemek”, Trkm. kişŋe- ay., Kırg. kişene- ay.=Çuv. k śen- ay.<*ki-
çen-<*kilçene-; krş. Mo. inçaga-, ingçaga- ay., (Muk.) inqilçaqa- ay.
8. GT sış- “şişmek”, Tuv. ış- ay.<*sış-, Yak. is- ay.<*siş-, Kzk. is- ay., Kırg.
şişi- ay.<*sişi-<*sış-ı- (sıklık çatısı), YUyg. işşi- ay.<*sişi-<*sış-ı-=Çuv.
şıś- ay.<*sıç-<*sılç-; krş. Mo. selkü- “şişmek”<sel-kü-, selkün “şiş”.92
9. GT yaşı- “parlamak”<yaş-ı- (sıklık çatısı), Uyg. yaşla- ay.<yaş-la- (sıklık çatısı)
yaşın “yıldırım”<yaş-ı-n=Çuv. śiś- “parlamak”<*yıç<yılç-, śiś m “yıldı-
rım”<*yıçın<*yılçın; krş. Mo. (Muk.) qılçayi- “parlamak”<qilça-yi-, gilçi- ay.
10. İşteşlik eki -ş-=Çuv. -ś-=Mo. -lça-/-lçe-:93
GT *çapış- “çarpışmak, dövüşmek”=Çuv. śĭpaś- ay.<śap-.
GT *ūruş- “vuruşmak, dövüşmek”=Çuv. vĭrś- ay.<vĭr-.
GT *üleş- “bölüşmek”=Çuv. valeś ay.<*vale-.
GT *qārış- “karışmak”=Mo. qarilça- “ilişkilendirilmek”<qari-.
GT*qoşuş- “ekleşmek, birbirine eklenmek”=Mo. qolilça- ay.<qoli-.

87
Ramstedt, Lautlehre, ss. 108, 109; Poppe, Verg., s. 86.
88
Ramstedt, Lautlehre s. 109.
89
Gombocz, KSz XIII, s. 18, Poppe, Verg., s. 86
90
Gombocz, KSz XIII, s. 14, 15, Poppe, Verg. s. 86.
91
Gombocz, KSz XIII, s. 14.
92
Ramstedt, Lautlehre, s. 110.
93
Ramstedt, Über die Konjugation des Khalkha-Mongolischen (= MSFOu XIX), Helsinki,
1903, s. 98.
14

Türkçe -n> Çuvaşça -m?


Gerhard Doerfer1
1. Şimdiye kadarki araştırmalar kesin olarak gösteriyor ki Genel Türkçe -n, Çuvaş-
çada (veya Bulgarcada) sık sık -m’ye denk gelir ve ikinci ses birinciden türemiştir. Bu
konudaki zengin literatürden birkaç alıntı şöyledir:
Ramstedt (1922: 22): “Eski n sesi korunur fakat bazen söz sonunda m olur ve bu
çok eski zamanlarda gerçekleşmiştir, krş. Mac. szàm… Çuv. sum “sayı” <Tü. san ay.,
Çuv. -sɛm<sayun, (krş. sɛrɛn<sayudan “her”) veya İlk Bulg. dilom<d lan, Çuv. ś len
“yılan”. Diğer örnekler: Çuv. -śum, -śumĭn “yanında” <Tü. yan “yan” (Tat.>Çuv.
yen “taraf”) /Çuv. sohĭm~sulhĭn “soğuk” <Tü. salkın ay., Mo. salkin “hava akımı”
/Çuv. hir m (~hurĭntaş) <Tü. karın /Çuv. t tt m içindeki -t m “karanlık” ve t m
“çalı”<Tü. tün “gece”, Mo. tüne “karanlık”. Eğer n korunmuşsa genellikle yanında
kısa bir ünlü bulunur; örneğin yen “yan”, y n “kın”, vunnĭ “on” vb.”
Räsänen (1949: 205): “*-n>-m: Çuv. hir m “karın” <*karın; -sem, -sam (fakat çe-
kimde -sen-, -san-) çokluk eki <*sayın…; som, sum “sayı” <*sān (>>Mac. szám).
Son veriye bakılırsa, bu görünüş çok eskidir.”
Ramstedt (1957: 132): “Söz sonu -n sesi daha İlk Çuvaşçada, sağlam olmayan bir
boğumlanmayla nazal olarak söyleniyordu ve bu, birkaç durumda daha sonra -m ol-
muştur, örneğin Kor. tan “taraf”, Tü. yan ay., Çuv. śum “yan”…; Tü. tün, Çuv. tĭm “
kapkara”, “çalılık”, Mo. tün “çalı”, Tung., Gol. tuŋd ay.
Benzing (1959: 713) Genel Türkçe n ve ŋ: “Her iki ses Çuvaşçada aynı gelişmeyi
gösterir. Bu sesleri iç ve son seste hem n hem m (özellikle dudak ünlüleri ile bağlan-
dıklarında) ile buluyoruz:
a) GT n, ŋ=Çuv. n: h n “ağrı” (: k1īn), şĭna “sinek” (:s²iŋek), şĭn- “solmak” (:Tat.
siŋ-) vb.
b) GT n, ŋ=Çuv. m: sum “sayı” (<*sām>Mac. szám, buna karşılık GT sān),
sohĭm~sulhĭn “soğuk” (<Tat. salkın), p t m “bütün”(:GT bütün), hırĭm “karın” (:GT
karın), şĭmĭ (~diyalekt şĭnĭ) “kemik” (:s²üŋük), hĭmĭr “koyu kahverengi” (:k2oŋur),
śĭmĭl “hafif” (:Uyg. yiŋil), huma “tahta” (:k1aŋa), um “ön”(:öŋ).
Poppe (1960: 67-70) (Altayca -m, -n) Poppe bu konuya değinmemiş; GT -n
=Çuv. -m denkliğini açıkça Türkçenin bir iç problemi olarak görmüş ve Altayca bağ-
lantısını önemsememiştir.

1
“Türkisch -n>tschuwaschisch -m?” Ural-Altaische Jahrbücher 39-1-2, 1967: 53-70.
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 142

Altay dilbiliminin, araştırmacılarda sık sık çabaya ve umutsuzluğa, hatta polemik-


lere neden olan komplike olayının bütün hararetli akıntıları arasında sakin bir ada
görünüyor: Özel güçlükler göstermeyen basit bir durum. Biz oldukça basit bir denk-
lem kurabiliriz: Tung. -n =Mo. -n=Tü. -n (bazen Çuv. -m). Gerçekten mi?
2. Önce, fark ettiğim iki küçük konuyu paylaşmak istiyorum: Anlaşılan o ki araş-
tırmacıların hiçbiri, Genel Türkçe -n sesinin Çuvaşçada neden hem -n hem -m sesine
denk geldiğini açıklamayı düşünmüyor. Räsänen hiçbir şey söylemiyor; Ramstedt’in
“kararsız boğumlanma”sı bir açıklama değildir. Yalnız Benzing problemi gerçekten
görüyor ve açıklamayı deniyor. Ona göre; -n-, -n, -ŋ-, -ŋ dudak ünlüleriyle m olur, di-
ğerleriyle n olur. Aslında bu açıklama yanlıştır; çünkü -n- (iç seste de)>-m- için kanıt
gösteremiyor (ki bu kural yanlıştır, Ramstedt daha 1922’de -n sesinin yalnız söz so-
nunda -m olduğunu göstermiştir). n ve ŋ seslerinin “aynı gelişmeye sahip oldukları”
iddiasına gelince, aşağıda da göreceğimiz gibi, -n sesinin de dudak ünlüleriyle bulun-
duğu bir duruma rastlanmamıştır. Poppe 1924’te (AM I: 779) ümit verici bir ekleme
yapıyor: “Çuvaşça -m=Türkçe -n denkliği *-n sesine; buna karşılık -n=-n denkliği *-ń
sesine gider; ne yazık ki Poppe bu düşüncesini devam ettirememiş, 1926’da (KCsA II,
77) “Bu çift gösterim henüz açıklanamamıştır.” biçiminde yazmıştır.
Ve ayrıca; Genel Türkçe -n, bazen Moğolcada bir -m’ye denk gelir; daha doğrusu
bu özelliği taşıyan iki sözcük buldum. Bunlar: Tü. kādın=Mo. kadum ve Tü.
egin=Mo. eγ́em. Tü. -n= Mo. -m’nin bu özel durumu çelişkilidir, biz bu konuda tersi
örnekleri de biliyoruz: -n= -n, örneğin Tü. orun “yer” =Mo. oron, Tü. altun “al-
tın”=Mo. altan. Adı geçen araştırmacıların hiçbirinde bu konuda bir açıklama yoktur.
Poppe de 1960: 52’de Mo. kadum=Tü. kādın denkliğini daha fazla açıklayamıyor ve
60. ve 154. sayfalarda Mo. eγ́em=Tü. egin denkliğini yorumsuz veriyor. Sadece 126.
sayfada bir açıklama denemesi buluyoruz: “Mo. égem <*ége-m “omuz”=ET (Eski
Türkçe) eg- “eğmek”, egil- “eğilmek”<eg-i-l-, Çağ. egin<eg-i-n “omuz” (benzer bi-
çimde hatta Räsänen 1949: 119). Bu sözcük bir *ege-, eg- “eğmek” (Moğolcada bel-
gelenmemiştir) fiilinden türemiştir.*ege- fiilinin Moğolcada belgelenmemiş olması
bu açıklamaya ters düşer, ayrıca, organ adlarında çok sık rastlanan Türkçe -n eki hiç-
bir şekilde fiillere gelmez. Bu konuda konuşmaya devam edeceğiz.
Bulgarca-Çuvaşça ve Moğolcada pek çok ortak özellik olduğunu biliyoruz, örne-
ğin GT. -z, her ikisinde de r sesine denk gelir, -ş de l sesine (ayrıca krş. TM Stichwörter
335, 501, 1550, 1568 1607, 1613, 1788 ve Doerfer 1966: 115-117). Bu, Németh’i, kıs-
men savunulamaz ses yasalarına rağmen, Bulgarcanın Moğolcayı etkilediği görüşüne
sevk etti (NyK 41, s. 401-412; NyK 42, s. 75-85; ZDMG 66, s. 556; KSz., s. 14, s.
240-249), ayrıca krş. Clauson 1962: 217-219 (“Tavğaç” biçimi altında). Diğer yandan
Ramstedt daha 1912’de görüşünü değiştirmiştir (bk. yukarı). Fakat her iki taraf da,
143 Gerhard Doerfer

Bulgarcanın pek çok açıdan Genel Türkçeden (=Bulgarca dışındaki Türkçe) çok Mo-
ğolcaya yakın olduğu konusunda hemfikirdir.
Burada şöyle bir düşünce akla geliyor (doğal olarak yanlış da olabilir): Birbiriyle
bağlantılı mıdırlar? Yalnız GT. -m=Çuv. -m değil, GT -n=Mo. -m durumu da vardır
ve acaba Bulgar-Çuvaşça görünüş Moğolcadakiyle ilişkili midir? Bulgarcada, Moğol-
cada olduğu gibi ikincil bir -n>-m gelişimi mi olmuştur, yoksa her ikisi de bir Al-
tayca -m sesini mi korumaktadır ya da yukarıdaki söz konusu iki sözcükte bir -m sesi
mi ortaya çıkmıştır (şimdi hem birincil hem ikincil olabilir) sorularını başlangıçta yok
sayabiliriz.
Şimdi bir Türkçe-Moğolca ses denkliğinden daha söz etmek istiyorum: Tü. yē-m
“yiyecek, leş”=Mo. ceme “leş”. Burada da Tü. m=Mo. m denkliğini de buluyoruz
(ayrıca Tü. am “vulva”=Mo. aman “ağız” <İlk Bulg. veya İlk Tü. *áman). Mo. -m her
zaman Tü. -n sesine denk gelmez. Fakat tipik olarak burada Tü. -m=Mo. -m denkliği
değil, Tü. -m=Mo. -me, -man (<daha eski Türkçe *-mä, *-man) denkliği bulunduğu
gerçektir. Bu durumda, eski Türkçede m’den sonra söz sonunda bir ünlüye sahibiz: c
me. (Ya da cemĕ: TM 100’de, ilk Türkçe için normalden kısa ünlülerden söz etmiş-
tim; bugün burada basitçe vurgusuz ünlü görme eğilimindeyim, Mo. kara=Tü. kara
“siyah” ve Mo. bora=Tü. boz denkliklerinde, ilk durumda Ana Türkçede *kará, ikinci
durumda *bó a veya *bóza bulunduğu anlamına gelir. Türkçede, vurgusuz a ünlüsü-
nün düşmeden önce bir kısalma aşaması geçirdiğini kabul etmek gerekir.) Bizim bu-
rada, Mo. ceme “leş” sözcüğünün Tü. yēm ile kesinlikle akraba olmadığını, Türkçe-
den ödünçleme olduğunu da kabul etmemiz gerekir (krş. Doerfer 1966: 109).
1. AT -m>İlk Bulg. -m (Çuv. -m)>Mo. -m
2. AT -m>İlk Tü. -n (GT -n)>Mo. -n
3. AT -ma> İlk Bulg -ma (Çuv. -m)>Mo. -ma
4. AT -ma>İlk Tü. -ma (GT -m)>Mo. -ma
Burada 2 ve 3’ün kurgulanışı geçicidir, çünkü biz sadece 1 ve 4 için belge ortaya
koyabildik. (Fakat Mo. ceme, İlk Türkçeden bir ödünçlemedir, İlk Bulgarcadan değil,
çünkü burada c- bulunur, d- değil, bk. TM I, s. 97 vd., verilen kaynakta ben İlk Bul-
garca yerine “Ana Türkçe” terimini kullanıyorum). Yine de aşağıda her halükarda 2.
durum için de örnek ortaya koyabileceği (Mo. taman ilk Bulgarcadan da İlk Türkçe-
den de alınmış olabilir, bu durumda 3. durum için örnek olur.)
Şimdi yukarıdaki tablonun ne söylediğini araştıralım!
1. Ses psikolojisi temelli: -n>-m gibi spontan bir değişim gösteren özel bir dil bil-
miyorum, fakat tersine, bir -m>-n (spontan) görünüşü meydana gelen pek çok dizi
biliyorum. Burada bazılarına değinmek istiyorum:
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 144

a) Grekçede Hint-Avrupa belirtme durumu eki -m>-n olmuştur, örneğin


*gṷenām “bayan” (belirtme)=γuvήv, ayrıca örneğin *kmtóm “100”=ἑ-ϰατóv, *sem
“1”=ἕv, *ébherom “giydim”=ἕφεpov vb. Krş. Krahe 1943: 73.
b) Suomi-Fincede de benzer durum vardır, örneğin Uralca belirtme durumu
eki -m, -n olarak görünür, örneğin Uralca *kalam “balığı”=kalan. Krş. Szinnyei 1922:
60 ay. (Ben burada en yeni veya en iyi kitaba değil, sadece doğru örnekler için en kolay
ulaşılabilene gönderme yapıyorum).
c) Bir Moğol dili olan Monguorda da durum benzerdir. Krş. Poppe 1955: 101 vd.:
Mo. tulum “çanta”>Mong. tulun, Mo. carim “yarım”>Mong. džierin. Burada Türkçe
ödünç sözcük söz konusu olduğu için durum çok açıktır ( tū-l-‘un türevi veya
cār->yar- yarmak”, bk. TM Nr. 931 ve 1786).
d) Çincede; örneğin daha eski sam “üç”>bugün san. -m’li biçimler 14. yüzyılda
hala geçerlidir, bk. Lewicki 1949: 34 vd. Reşideddin 1960’ta da (14. yüzyılın başı) bu-
günkü “Nanking” (aşağı yukarı nand’iŋ gibi söylenir) hala Namging, Namging olarak
sesletiliyordu, örneğin s. 455.
e) İspanyolca için de krş. Latin. quem “kimi”>quién “kim?”
2. Ayrıca şunlar da görünüşün ne kadar eski olduğunu gösterir (bk. yukarıda
Ramstedt ve Räsänen): Mac. szám “sayı” <Bulg. sām=GT sān. Fakat burada zor bir
soru ile karşı karşıyayız: Bulgarca ödünç sözcük Macarcaya ne zaman girmiştir? Araş-
tırmacıların çoğunluğu ödünçlemenin “MS 830’dan önce” gerçekleştiği görüşünde
olan Gombocz’a katılmışlardır (örneğin 1912: 186). Buna karşılık Benzing (1959:
693), not 3), Bulgarca sözcüklerin Macaristan’a ilk önce, yurt tutuştan (MS 895)
sonra, Peçenekler aracılığıyla girdiğini söyler. Fakat bilinen Peçenekçe malzeme bana
yetersiz görünüyor; Benzing kendisi de Peçeneklerin Bulgarca konuşup konuşmadık-
larının bile bilinmediğini itiraf ediyor. Şimdilik Gombocz’un düşüncesi bana daha
doğru görünüyor ve her şeyden önce Györffy (1965) Peçeneklerin bir genel Türkçe
diyalekti konuştuklarını belirttiği için Benzing’in tespiti karanlığa bir atıştır.
3. Şimdi Çuvaşça verilere bir göz atalım: Çuvaşça -m sesi aşağıda üç ayrı Türkçe
sese denk gelir (ekler Benzing 1959’a göre verilmiştir):
a) -m. Örneğin 1. tekil kişi iyelik ekinde: yat-ĭm “adım”=āt-ım. Fiilden isim yapım
eklerinde: vil- m=öl-üm. Buraya Mo. ceme <İT *y (>yēm) <*yē- “yemek”, ay-
rıca Ana Türkçe (=İlk Bulgarca+İlk Genel Türkçe) -m/-me de buraya dahil edilebi-
lir. y m “pantolon”=Kaşgarlı 1943 üm, gibi birkaç sözcük de vardır.
b) -ŋ. Şimdi burada “Tü. (=AT) -n>Çuv. -m değil, Çuv. (=AT) -m>Tü. -n olmuş-
tur” tezimize karşı ciddi bir itiraz görünüyor: Bir Türkçe ŋ sesine de Çuvaşçada m
denk gelir ve bu durumda da -m>-ŋ mi olmuştur? Birincil özel bir sesin açıklanama-
mış bir yarılmasıyla karşı karşıyayız! Birincil -m sesi, hem -n, hem -ŋ mi olmuştur?
Ancak itirazın yanlışlığı kolayca kanıtlanabilir. Räsänen’in (1920 s. 41 vd., ayrıca 1949:
145 Gerhard Doerfer

195) çoktan gösterdiği gibi -ŋ, -ŋ- sesi çok sonraki zamanlarda m olmuştur: Çeremiş-
çedeki Çuvaşça ödünç sözlerde ŋ hala korunmaktadır; ayrıca -ŋ, -ŋ->-m gelişimine
yalnız dudak ünlüleri yanında rastlanır (krş. paralel olarak Tü. toŋuz “domuz”, Osm.
domuz vb.), diğer ünlülerle ŋ>n olur. Ayrıca örneğin Tü. öŋ “ön”=Çuv. um (fakat
Çeremişçede hala oŋ), ve diğer yandan Tü. siŋek=Çuv. şĭna (Çeremişçe şĭŋa). As-
lında m~n değişimine sıkça rastlanması da Türkçe ŋ sesinin yalnız dudak ünlüleri ya-
nında m olduğunu (veya m’ye değiştiğini de denebilir burada) gösteriyor. Genellikle
birincil, yani daha Ana Türkçede mevcut bir ünlü söz konusudur: Birkaç örnek (Ye-
gorov 1964 ve Benzing 1959: 713’e göre): ET süŋük “kemik”=şĭmĭ ~şĭnĭ (fakat, ET.
süŋü “süngü”=yalnız şĭnĭ); koŋur “koyu kahverengi”=hĭmĭr, köŋül “gönül”=kĭmĭl;
yuŋ “yün”=śĭm. İkincil kaŋa “tahta”=huma (Çeremişçe ḫaŋga, aŋga, aŋa).
Burada da -m, -m- açıkça ikincildir. Diğer yandan dudak ünlüsü olmayan durumda
sürekli -n, -n- vardır. Örneğin ilgi ekiyle: ET runik yazıtlar (bk. TM I.
23-25) -ĭŋ/- ŋ>Uyg. -ıŋ/-iŋ/-uŋ/-üŋ=Çuv. -ĭn/- n; geçmiş zaman, Uyg. -ıŋ vb.=-ĭn; du-
rum eklerinden önceki 2. tekil kişi iyelik ekinde, örneğin yönelme durumu,
Uyg. -ıŋa=Çuv. -ĭna. Şu sözcüklerle krş., Kaşg. 1943 äŋ “değil”=an; iŋir “akşam”
= när “yarın”; ıŋır(çak) “eyer”=y när; biŋ “1000”=pin; yaŋı=ś n . Hatta birkaç du-
rumda, söylendiği gibi, dudak ünlülerine rağmen m~n alternasyonu (belki farklı di-
yalektlerdeki birincil biçimlerdir) veya yalnız n sesi görülür, krş. üzeŋgü=yĭrana.
Räsänen (1940: 42) birkaç örneği Çeremişçe ile karşılaştırıyor: Tü. teŋ “eşit”=Çuv.
tan “arkadaş” (Çer. taŋ, teŋ).
Benzing’in dudak ünlüleri yanında -ŋ->m tezi tümüyle haklı görünüyor. Fakat
1959: 713’te Çuv. śĭmĭl “hafif” ile Tü. yiŋil (daha doğrusu yeŋil) sözcüklerini karşılaş-
tırıyor ve burada dudak ünlüsü bulunmadığı halde -ŋ->m durumunu görüyor. Yego-
rov (1964: 207) da śĭm “yün” sözcüğünden analojik bir türev olmasının mümkün ol-
duğunu söylemekte tamamen haklıdır: śĭmĭl “yün gibi hafif” (krş. Almanca federle-
icht).
c) -n. Tekrar söylersek, ünlüler arası durumda Tü. -n- sürekli Çuv. -n-’ye denk ge-
lir. Bu, bütün durumlar için geçerlidir: Dudak ünlüsü olmadan: Tü. inek= ne; tāna “
dana”=tına (Mac. tinó); ikincil dudak ünlüleriyle: çāna “kızak”=śuna; birincil dudak
ünlüleriyle: köni “dürüst”=kun “sessiz”. Burada ŋ sesinin gelişimine açık bir karşıtlık
vardır. Ayrıca Tü. -n=Çuv. -n denkliği pek çok ek için de geçerlidir: Eylemlerin dö-
nüşlülük eki, ET -n-=Çuv. -n-, OT sıfat-fiil -gan/-gen=Çuv. -an/-en, ayrılma durumu,
OT. -dan/-den=Çuv. -ran/-ren (~-tan/-ten). Sözcüklerde de bu duruma sık sık rastla-
nır: Örneğin ōn “on”=vun(nĭ) (birincil ve ikincil dudak ünlüleriyle, Volga Bulg. ‫)ﻭﺍﻥ‬,
kīn “ceza”=h n; kān “kan”=yun (ikincil dudak ünlüsü); kün=kun (birincil ve ikincil
dudak ünlüsü, Volga Bulg. ‫ ﻮﺍﻥ‬, ‫) ﻮﻥ‬, kīn “kın”= y n ; orun “yer”=vırĭn, yāyın “yayın
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 146

balığı”=śuyĭn, altun=ıltĭn, ēn (veya eŋ?) “genişlik”=an, yārīn “yarın”=ıran (söz ba-


şındaki ünlü nedeniyle şüphelidir), bulan “geyik”=pĭlan, çīpgan “çıban”=śĭpan,
yılān= , yegren “kestane rengi”=śüren, terin “derin”=tarĭn, tezkün “uçucu, ka-
çıcı” (kaç-kun’daki gibi -kun/-kün ekiyle)=tarkĭn, tīn “akıl, us”=tĭn, ayran=uyran,
kalın (ve kalıŋ) “kalın”=hulĭn (ve hulĭm), kazgan “kazan”=huran. Açıkça görüldüğü
gibi burada birincil ve ikincil (hatta birincil-ikincil) dudak ünlüleriyle pek çok örnek
vardır. Ayrıca, Tü. -n=Çuv. -n denkliğinin dudak ünlüleriyle de görüldüğü açıktır.
Moğolca ile birkaç denklik: orun “yer”=vırĭn=Mo. oron; yegren=śüren=Mo. ceγe-
ren (<İlk Tü.), altun=ıltĭn=Mo. altan (<İlk Tü., İlk Bulg. değil, alton, bk. TM I 9-12,
103). Burada, Moğolca, hiçbir durumda Çuvaşçadan farklılık göstermez. Tü. n=Çuv.
n denkliği fiillerde de her zaman geçerlidir: örneğin Tü. sön-=sün-; -n sesi fiillerde
yalnız emir 2. tekil kişide söz sonunda bulunabileceği ve diğer durumlarda kesinlikle
bulunamayacağı için, durum burada beklendiği gibi inek, tāna, çāna, köni örnekleriyle
aynıdır.
Çuv. -m, Tü. -n denkliği de az değildir: tōn “elbise”=tum (bk. 6, Bölüm 7), sān “
sayı”=sum (sā- “saymak” fiilinden bir türev), bütǖn= (bit-, büt- fiilinden bir tü-
rev, krş. Mo. bütün, Genel Türkçeden ödünç, bk. yukarıdaki kural 2), karın=hırĭm,
uzūn=vĭrĭm, laçĭn “doğan”=laçĭm ( krş. Mo. laçin; Çuvaşça sözcük -ç-’den ötürü ke-
sinlikle ödünçlemedir: Türkçe -ç-, gerçek Çuvaşça sözcüklerde -ś- olur, belki Tatar
diyalekt biçimlerinin bir karışımıdır ancak yine de bir anlamda özel bir sözcüktür
çünkü yabancı sözcüklerde -n her zaman Çuvaşçada -n olur: örneğin Fars. cān>çun;
Ar. > ), yalın “alev”=śulĭm, yaşın “şimşek”= (-ś-’den ötürü durum
belirsizdir), yān “taraf”=śum, yarın (veya yagrın) “arka taraf”=śurĭm (Mo. darama
ile karşılaştırılabilir mi?, bk. Rams. 1935: 78), tütün “duman”= , kulun “tay”
=hĭm, kırkın “köle”=hĭrhĭm, daha Volga Bulg. ‫ ﻫﻴﺮﺣﻮﻢ‬veya benzeri, aşağı yukarı
h rḫūm okunur, bk. Yusupov 1960. çünkü Volga Bulgarcasında ünlü uzunluğunun ko-
runmuş olmasından ötürü ben hīrḫūm okuyuşunu doğru buluyorum: cāl “yıl”=Tü.
yāş, cǖr, cǖz “100”=yǖz, vān “10”=ōn, hīr=kīz, buna karşılık ḫırḫ “40”=kırk, sekir “
8”=sekiz, toḫūr “dokuz” (tek istisna 2. hecedeki ünlünün uzun olmasıdır)=tokuz, vüç
“3”=üç, votur “otuz”=otuz. Sadece ikiz ünlülerde durum oldukça belirsizdir. Bir
yandan bielim “beşinci”=beş, tüetim “dördüncü”= tȫrt, diğer yandan yeti “yedi”,
küen “gün”=kün (bu konuyla sonuç bölümünde adı geçen kitabımda ilgileneceğim).
Son olarak Tü. tīn “yaşam”= sözcüğü de buraya aittir.
Yukarıda Genel Türkçe -n, Çuvaşça -n durumunu vermiştik. Türkçe -n, Çu-
vaşça -m durumu için (bazı sözcük ve kökler dışında) anlamsal-işlevsel açıdan bir dü-
zenleme yapılabilir mi?
1. Sıra sayı eki -ĭm/- m ekinde, örneğin viś m kun “üçüncü gün” (Volga Bulgar ya-
zıtlarında da böyledir: bielim “beşinci” vb.). Bu ekin, Türkçe -n-ti (ekinti
147 Gerhard Doerfer

“ekinti”), -n-ç (altı-n-ç “altıncı”) eklerindeki -n- olması mümkündür. -n-ti, -n-ç ekle-
rinin ayrılabilirliği konusunda Pritsak’a (1964) seve seve katılabiliriz. Bugün Çuvaş-
çada sıra sayı eki olarak genellikle -ĭm/- m ve -ĭş(ĭ)/- ş( ) eklerinden oluşan
bir -(ĭ)mĭş(ĭ)/-( )m ş( ) birleşiği kullanılır (Volga Bulgarcasında ‫ ﺵ‬olarak bulunur,
bk. Yusupov 1960: 172).
2. Çoğul eki -sem (Aşağı Çuvaşça) veya -sam/-sem (Yukarı Çuvaşça). Bununla il-
gili olarak aşağıda 6/1 ile krş.
3. Fiilden isim yapım eki -m=Tü.-n (Bu durumda asla -n=-n görünmez): GT sān
“sayı” (<sā- “saymak”, bk. TM Nr. 1219)= Çuv. sum (Mac.-Bulg. sām), bütǖn (<bit-,
büt-, bk. TM Nr. 719)=p t m, yalın “alev” (<yal-, bk. Kaşg. 1943: 733) =śulĭm, tütün
“duman” (<tüt-, s. TM Nr. 953)=t t m.
4. Organ adlarında: karın=hırĭm, yarın (yagrın) “sırt”=śurĭm. Organ adlarının so-
nunda, Türkçede genellikle ya -z (iddiaya göre ikilik eki, örneğin Räsänen 1957: 55,
v. Gabain 1950: §§71, 170, 329 vb., fakat agız, bogoz gibi çift olmayan organlarda da -z
eki görünürken, kol, kul[k]ak, erin “dudak” gibi çift olan organlarda sık sık görülme-
diği de olur) ya -ak (tāş-ak=“taşçık”, tīl-ak “klitoris”=“dilcik” gibi durumlarda açıkça
görüldüğü gibi aslında küçültme ekidir; -sık sık -kak’la değişir, bu ek belki de çift kü-
çültme ekidir: kulak~kulkak)- ya da -n bulunur, krş. TM II, 194. Bu ekle birkaç örnek:
burun, tāpan “tek”, bıkın “kalça”, karın, erin “dudak”, uşun “omuz”, ālın, yarın “
omuz”, yilin “meme”, boyun; krş. ayrıca bükün “körbağırsak”, tulun “kulak ve ağız
arasındaki yer” (bogun “boğum”, özel olarak “parmak eklemi” anlamında, yan biçim:
bogum). Bu sözcükleri fiil ismi gibi düşünemeyiz, burada özel bir organ adı yapım eki
vardır (karşıt olarak B. Munkácsi, KSz 14, 1914: 352 ve A. Zayączkowski: Sufiksy im-
ienne i czasownikowe we yęzyku zachodniokaraimskim, Kraków 1932: 78 vd.).
Ve belki egin “omuz” sözcüğü de buraya aittir. Fakat buna, Moğolcada e em denk
gelir! Bu durumda Çuvaşçada (ses gelişmelerine uygun olarak) Tü. egin’e denk gelen
bir *avĭm biçimi olmalıydı. Bu biçim her ne kadar doğrudan belgelenmemişse de
hĭrĭm, śurĭm gibi paralel durumları bildiğimiz için -m’li bir biçim tasarlayabiliriz; hatta
böyle bir biçim Moğolcada da bulunur. Belki Mo. e em İlk Bulg. *äg m’e gidiyor ola-
bilir; Ana Türkçede buna denk gelen biçim ägäm olabilir.
Gözleyelim: -m burada (Tü. -n, Çuv. -m denkliğinin aksine) ikincil bir benzeşme
olarak yorumlanamaz: Sık sık, yalnız -n sesi, dudak ünlüleriyle değil (ōn=vun,
kün=kun), -m sesi de düz ünlülerle (örneğin karın=hırĭm, kırkın=hĭrhĭm, Volga
Bulg. h rḫūm, fakat krş. Mac.-Bulg. sām “sayı” örneğinde dudak yakınlığı yoktur ve
daha eskidir) görünür. Bu -m sesine Çeremişçede de -m denk gelir: ya-
lın=śulĭm=Çer. sol m, salĭm “alev” (Räsänen 1920: 43).
Şimdi, Türkçe -n, Çuvaşçada hem -n, hem -m’ye denk gelir diye mi açıklamak ge-
rekir? Olasılıkları gözden geçirelim:
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 148

1. Yukarıda gördüğümüz gibi, -m ünsüzünün, yakın bir dudak ünlüsünden kay-


naklanan benzeşme sonucu ortaya çıkmış olma olasılığını ayırabiliriz. Volga Bulgar-
cası ‫ﻭﺍﻥ‬, ‫ﻛﻮﺍﻥ‬, ‫ ﻫﻴﺮﺣﻮﻢ‬gibi örneklere dayanarak, burada, Volga Bulgarcası zamanında
mevcut olan, ‫( ﺍ‬ā) ünlüsünden sonra -n; ‫( ﻭ‬ū) ünlüsünden sonra -m bulunması ilişkisi-
nin yansımasından söz edilemez: daha Mac.-Bulg.da bir sām bulunur ve burada birin-
cil veya ikincil bir dudak ünlüsü yoktur. Räsänen’e göre (1920: 77 vd.) modern Çu-
vaşça o, u<a ünlüleri de Çeremişçede kısmen a olarak mevcuttur (bizim düşüncemize
göre eski bir aşama, sorun hakkında temel olarak bk. Erkki Itkonen: “Zur Geschichte
des Vokalismus der ersten Silbe im Tscheremissischen und in den permischen Sprac-
hen, FUF 31, 1953- 1954, 149-345); Volga Bulgar yazıtlarında da Tü. a sesine bir a
denk gelir: bk.Yusupov 1960, Yazıt No. 5, açık biçimde altı (‫ﺍﻟﻁ‬, fetha ile) yazılmış-
tır=Tü. altı “6”(Çuv. ulttĭ, ultĭ), ayrıca bir çok yerde ‫( ﺟﺎﻝ‬cāl veya çāl) “yaş, ömür”
(Çuv. bugün śul). Görülüyor ki a>o>u gelişimi ilk kez aşağı yukarı 16. veya 17. yüz-
yılda oluşmuştur. Fakat sām (Benzing’e göre de, bk. 3. Bölüm 2) çok daha erkenden
belgelenmiştir.
2. Türkçe -n sesine karşın, Çuvaşça -n~-m gibi bir yarılma vurgu ilişkisiyle de açık-
lanamaz: sān=sum (daha eski sām) ve kīn= örneklerinin ikisi de tek hecelidir,
ikisi de vurguludur fakat birincide -m, ikincide -n vardır.
3. Ünlü uzunluğuyla da ilgili olamaz, üstteki verilere bk: her ikisi de uzundur.
4. -m sesinin Genel Türkçe -n sesinin (Genel Türkçeden ayrılmış) gerçek Bulgarca
karşılığı olduğu ve Genel Türkçeden yapılmış ödünçlemelerde -n bulunduğu da söy-
lenemez. Çünkü Tü. kān “kan”=yun (neden *hun değil?: Ana Türkçe k an’daki * a
ikiseslisinin Bulgarcada korunmuş biçimi), kazgan “kazan”=huran
(GT -z-=Bulg. -r-) vd. gibi gerçek Bulgarca ses dizisi taşıyan Çuvaşça örnekler bunun
aksini söyler.
5. Gerçek Bulgarca ses dizisi taşıyıp -m bulunduran Çuvaşça verilerin de (örneğin
Tü. uzun=Çuv. vĭrĭm) Genel Türk diyalektlerinden ödünçlendiği düşünülemez.
6. Herhangi bir ünsüzün (örneğin dudaksıl) etkisiyle uzak benzeşme de olamaz;
örneğin Genel Türkçe sān=Çuv. sum örneğinde -m sesi s- etkisiyle -n’den türemiş
olamaz. Tüm bu açıklamalar başarısızdır.
7. İki eski Bulgar diyalektinin karıştığı düşünülebilir: Birinde GT -n=-n, diğe-
rinde -GT -n=-m. Fakat niçin, “tesadüfen”, örneğin ayrılma durumu eki (-ran vb) A
diyalektine, fiil yapım eki (-m) B diyalektine geri gider? Diğer iki durum için de temel
sözcükler vb. (yun “kan”, fakat ayrıca hırĭm “karın”) bulunmaktadır.
8. Morfolojik bir açıklama da düşünülebilir, yani Çuv. sum, Mac.-Bulg. sām, Genel
Türkçe fiilden isim yapım eki olan -n’ye denk gelmez, aksine burada, başka bir fiilden
149 Gerhard Doerfer

isim yapım eki olan -m kullanılmıştır (bk. Poppe 1960: 29, eğer doğru anladımsa). Fa-
kat Tü. tōn=Çuv. tum örneğinde -n veya -m seslerinin kesinlikle köke ait olması bu
açıklamayı geçersiz kılar.
9. Morfonolojik bir yorum da düşünülebilir, yani -n birincil sözcük sonlarında, -m
eklerin önünde (örneğin *pa) görülür. Bu durumda iki olasılık vardır: ya *pa eki de-
vamlı düşmüştür: Öyleyse varlığını nereden bileceğiz? Veya bu ek bazen bulunur, ba-
zen bulunmaz, yani bu ek, ses yasalarına göre hem düşmüş hem korunmuştur ki bu
durumda açıklama çelişkili olur. Bu ya karanlığa bir atıştır ya da birbirini öldüren iki
düşman kardeş. Morfonolojik açıklamalar genellikle zordur; eğer son zamanlarda ro-
tasizm ve zetasizm sorununu bu yolla (Tü. -z<-r + ti eki, Tü. -ş<-l + ti eki) çözmek
için girişimler (Pritsak 1964) olmasaydı ben de burada bunu sağlayamazdım.
10. Bu durumda geriye tek seçenek kalıyor, yani Çuv. -m ve -n Genel Türkçeye
karşılık gelen iki ayrı sese geri gidiyor olabilir.
4. Tü. -n’ye denk gelen Bulg.-Çuv. -m’li biçimler bütün dil tarihi içinde iyi belir-
lenmiştir. Ben burada bir kez daha birkaç örnek veriyorum:
1. sām=Tü. sān, Mac.-Bulg. (8. yüzyıl).
2. h rḫūm=Tü. kırkın: Volga Bulg. (13.-14. yy), ayrıca biel m veya bielim gibi sıra
sayı ekinde (bazen lam harfinin altında kesre ile yazılmıştır) “beşinci” vd.
3. (Räsänen 1920: 43) Çer. , salĭm “alev” <Çuv. *śĭlam (bugün śulĭm)=Tü.
yalın, belki çoğul eki (krş. Räsänen ay. yer “şam, şem: şamĭç vb.”) <Çuv. -sam/-sem
(belki Kazan Hanları zamanında, 15.-16. yüzyılda alınmıştır: biçimler çoğu zaman ün-
lüleri açısından, ayrıca ŋ sesinin korunması açısından eskidirler, bk. yukarıda, vd.;
buna karşılık, görüldüğü gibi, Tü. -n=Çuv. -m’ye karşılık -m bulunur.
4. Fischer 1733-1743: tütüm “duman”(= ), chürem “göğüs” (=hırĭm), ssörem
“sırt” (śurĭm); Pallas 1787-1789: chyrym “karın” (=hırĭm), syûram “arka” (=śurĭm),
sizim “şimşek” (= ), vorúm “uzun” (=vĭrĭm); sık sık çoğul eki simes-sam “yemek-
ler” (= -sem), vul’sam “onlar” (= )<vĭlsäm; fakat vulzene “onlara”=
<vĭlsene).
5. Eğer varsayımlarımız doğru ise bunun Altayistik açısından ne gibi sonuçları ola-
cağını inceleyelim. Saussure’ün de işaret ettiği gibi, satranç oyununda bir figürün de-
ğişmesiyle bütün oyun nasıl değişirse dilbilimde de böyledir. Görebildiğim kadarıyla,
en azından aşağıdaki durumlar vardır:
1. Çuvaşça çoğul eki -sam/-sem’in Altayca çoğul eki -s ve Altayca çoğul eki -n’den
türemiş olduğu umulabilir (bu ek için başka açıklamalar da önerilmiştir, bk. aşağıda,
6. Bölüm; Poppe Türkçe çoğul eki -lar/-la-r’ı da benzer bir yolla açıklıyor). Bu olası-
lık -m’nin birincil olma durumunu dışarıda bırakır. Fakat aynı zamanda, eski Türkçe
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 150

çoğul eki -n’nin (er-en “erkekler”, ogl-an “oğlanlar”, bod-un “halk” vb.) Moğolca (es-
kiden işlek olan) çoğul eki -n ile çok kolayca karşılaştırılıp karşılaştırılamayacağı da
şüpheli hale gelir: Genel Türkçe -n, -m’ye geri gidebilir! Bu durum tek anlamlı değil-
dir. Buna göre Sinor 1952: 203-230 ve Poppe 1953/54: 26-31’deki yaklaşımlar kesin-
leşmiş sayılamazlar.
2. Ramstedt (1922: 22) “İlk-Bulg. dilom “yılan” <d’ılan sözcüğünü Çuv. śilen, Tü.
yılān ile karşılaştırmıştır. Mikkola (1913-1918) ve Pritsak’ın (1955) çalışmalarında da
benzer bir ilişki bulunur, ayrıca krş. Clauson 1962: 125, o “İlk-Bulg. ḏilom’un
*dıla:n>yıla:n olduğunda hiçbir gerçek şüphe yoktur.” biçiminde düşünmüştür. Fa-
kat yazıtlardaki dilom’a (m’li) karşılık Çuvaşçada -n bulunur ve bu Çuvaşça -n sesinin
daha eski bir -n sesine gitmesi gerekir. “Tuna Bulgarcası” sözcüğün Çuvaşça veya di-
ğer herhangi bir Türkçe sözcükle ilişkisi olup olmadığı şüpheli görünüyor. Elbette
Mikkola ve Pritsak’ın bu seyrek, kopuk ve çelişkili malzemeyi yorumu, zaten pek de
tuhaf sayılmayacak, oldukça yaratıcı, ama yine de henüz gerçekten kesinleşmemiş bir
çalışma hipotezi sayılmak durumundadır.
3. Pritsak (1964: 348) Ana Türkçe*-nti>-nç, sıra sayı ekini kullanıyor. Fakat Çu-
vaşçada -n değil, -m bulunur ve bu -m sesinin de eski olması gerekir. Bu nedenle onun
görüşü şüpheli görünmektedir. Ola ki Tü. *-n-ti ve Çuv. -m herhangi bir şekilde bir
birinden ayrılabilsin. Ama bu neredeyse ispatlanamaz durumdadır ve Pritsak da bunu
yapamamıştır. Üzgünüm ki (tarihle ilgili yazılarına çok değer verdiğim) yazarın ge-
rekçelendirme biçimlerinin veya sonuçlarının hiçbirine katılamayacağım (burası bu-
nun ayrıntılarıyla ortaya konulacağı yer değildir, ama yine de krş. 3, Bölüm 9).
4. Ramstedt (1952: 94-100) Türkçe fiilden isim yapım eki -n ile (bütǖn’e gönderme
yaparak) Moğolca zarf fiil eki -n’yi (ire-n “gelerek”=Osm. gel-erek), Tunguzca şim-
diki zaman biçimiyle karşılaştırıyor. Bu mümkün değildir, çünkü Türkçenin -n’si bu-
rada -m’den türemiştir. Bunun yerine örneğin Moğolca şimdiki zaman eki -m/-mü ile
veya Moğolca fiilden isim yapan -m ile karşılaştırılması daha uygun olurdu (eklerle
ilgili olarak krş. Poppe 1954, §§ 164, 345, 346).
5. Çok defa (örneğin Räsänen 1957: 54’te) kırkın “hizmetçi” biçiminde bulunan
(fakat yanlışlıkla “kyrγyn”-qırγın biçiminde listelenmiştir) ek, çoğul eki olarak anla-
şılmış ve -gün eki ile (örneğin Eski Türkçe -gün “küçük erkek kardeş”) aynı sayıl-
mıştır. Bu -gün eki Mo. kümün, gu’un “insanlar” biçimleriyle karşılaştırılmıştır. -gün
ekinin Moğolca kümün ile aynılığı yanlıştır (bk. TM, Nr. 1689); aslında -kın=-gün bir-
leştirmesi de yanlıştır: -ḳ-/-k-, -g-/-γ-’dan, -ı- da -ü-’den farklı bir sesbirimdir. Hatta
Çuvaşça hĭrhĭm gösteriyor ki söz sonundaki ünsüz bile aynı değildir (Çuv. -m, *-m’ye
gider, Tü. -n ise *-m veya *-n’ye).
151 Gerhard Doerfer

6. Gabain (1950: 124), Räsänen (1957: 187) vd. Türkçe zarf fiil eki -n sesini (as-
lında [y]ın/[y]in) Moğolca zarf fiil eki -n ile karşılaştırmıştır. Bu açıklama kesin değil-
dir, Türkçe ek, Ana Türkçe *-yım/-yim’e de geri götürülebilir.
7. Ramstedt (1922) ve Räsänen (1949, bk. yukarıda), Çuvaşça çoğul eki -sem’i Eski
Türkçe sayun, sayın’dan getiriyor (şöyle ifade edilebilir: sāyın, aslında “sayarak”,
sā- “saymak” eyleminden bir türevdir). Bu açıklama kesin değildir, çünkü başka türlü
yorumlanma olasılığı da vardır (Benzing 1959: 722, sām “sayı” sözcüğünden bir türev
düşünüyor). Fakat seslik nedenler bunu desteklemez: yāyın “yayın balığı”, Çuvaşçada
śuyĭn biçiminde görülür, bu nedenle sāyın için de Çuvaşçada *suyĭm beklenirdi. Fakat
genel Türkçe söz sonu -n’nin kaynağı açık olmadığı için (-m veya -n), daha Çuv. *suyĭn
beklenip beklenemeyeceğine bile karar verilemez. Böylece örtüştürme temelden be-
lirsizdir.
8. İlk Türkçeden (Ana Türkçe değil) görece geç ödünçlenmiş bir dizi Moğolca söz-
cük vardır; bu sözcüklerin, kendilerine denk gelen Türkçe sözcüklerle akrabalığı ge-
nellikle düşünülmez. Böylece Ramstedt (bk. TM II, Nr. 719 ve Ramstedt 1957, 94),
Tü. bütǖn “bütün” ve Mo. bütün; Tü. sān-a- (sān’dan bir türev) “düşünmek”, Mo.
sana- biçimlerini akraba kabul eder. Bu mümkün değildir, çünkü Çuv. , sum’dan
ötürü, denk gelen Ana Türkçe biçimlerin *bütǖm (veya pit m) ve *sām olması gere-
kirdi.
9. Bk. yukarı: Türkçe 1. tekil kişi iyelik eki -m (Ramstedt 1952: 71’e karşı olarak),
kişi zamirlerinden türememiştir ve denk gelen Tunguzca eklerle karşılaştırılamaz.
10. Son olarak, Genel Türkçe -m=Mo. -m denkliği görülen pek çok sözcük kesin
değildir, bk. 6, bölüm 11).
6. Şimdiye kadar tezimizin lehine araştırma yaptık. Şimdi karşıt durumları incele-
mek istiyoruz. Çünkü zor açıklanabilir, ilginç durumlarla karşı karşıyayız.
1. Aşağı Çuvaşça çokluk eki -sem, isim çekim eklerinden önce -sen olur: ilgi du-
rumu eki - , yönelme-yükleme durumu eki -sene, bulunma durumu -sençe, ay-
rılma durumu -sençen. Bu durum, burada -m < -n ortaya çıktığını, buna karşılık iç
seste -n-‘nin baskın çıktığını göstermez mi? Şu durumlar buna karşıdır:
a) -m- iç seste de görünür (bk. Benzing 1959: 721): nadir olarak Yukarı Çuvaşça
çokluk biçimi -samĭr/-sem r ve (bk. Räsänen 1920: 43) Çeremişçe biçimde -şamĭç
(eski, bk. yukarı).
b) Krş. Benzing ay.yer: Yukarı Çuvaşçada, eski biçimlerde, isim çekim ekleriyle de
m görülür: ilgi durumu eki -zamin/-zemen, yönelme-yükleme durumu eki -zama/-ze-
mia, ayrılma durumu eki -samran.
-n-’li biçimleri daha genç biçimler saymamız gerekir, belki benzeşmeyle ortaya çık-
mışlardır: ilgi durumu eki *-sem n>-sen n. Burada -n-, örneksemeyle yayılmıştır.
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 152

2. Räsänen (1949: 119), Çuvaşça an-puśśi “omuz” sözcüğündeki an öğesini Türkçe


egin’den çıkmış sayıyor. Yukarda açıkladığımız gibi, organ isimlerindeki ek *-m idi
(-*n değil), Mo. eγem’de görüldüğü gibi. Bununla birlikte Räsänen’in görüşü yanlış-
tır: -eg- grubu (bk. Räsänen 1949: 118), Çuvaşçada normal olarak -av- olur. Bu ne-
denle Çuv. av- “eğmek”=Tü. eg-, ayrıca örneğin (Sirotkin 1961: 20) avĭn- “eğil-
mek”=Tü. egin- gibi egin için de Çuvaşçada *avĭn (veya daha iyisi *avĭm) beklenirdi.
Yegorov (1964: 26), bu sözcüğü, Tü. ēn “genişlik” ile birleştirmek istiyor, çünkü
omuzu, “insan vücudunun genişlemeye başladığı yer” olarak kabul ediyor. Bu güzel
bir çözüm olurdu; fakat kabul edilemez: Tü. ēn ve egin (Kaşg. 1943: 182’de olduğu
gibi) çok farklı sözcüklerdir. Açıkça ēn baş’a değil Genel Türkçe egin baş’a giden
Şorca egin baş (Radloff 1893-1911, I 698) gibi biçimler de bunu gösterir. Çuvaşçada
bulunan çok sayıda Kazan Tatarcası (kısmen ödünç çeviri olabilir) ödünç sözcük de
dışarıda bırakılamaz; krş. Kazan Tat. iŋbaş (Gazizov vd.: Rusça-tatarça süzlek, 3, Ka-
zan 1958: 96), inbaş (Radloff ve Yegorov’da böyle), gibi eski biçimleri de Çuv.
an-puśśi’nin geldiği biçimler olarak sayabiliriz.
3. Ramstedt (1922: 22), Çuv. “karanlık”, “orman” ile Tü. tün “gece” ve
Mo. tüne “karanlık” sözcüklerini birleştiriyor, bk. 1. Fakat Moğolca sözcükte, ünlüler
arası durumda -n- bulunur (ayrıca bk. Kowalewski 1844-1849, 1902 tünen, tüne “ka-
ranlık, belirsiz” ve tün “ahşap; mağara: karanlık, belirsiz), Çuvaşçada (Türkçedeki
gibi) bir -m değil, -n beklenirdi. Bu, tezimize karşıt bir durum olarak görünüyor. Mo-
ğolca için ayrıca krş. Ramstedt (1935: 415) “orman, karanlık”. Asli Moğolca bi-
çim gerçekte tün “orman, daha doğrusu su kıyısındaki orman”dır, krş. Haenisch 1937,
§ 50 Onan-nu t nḍ r “Onon’un kıyısındaki orman”, benzer biçimde §§81, 96, 115,
130, 164, 264. Mo. tüne sözcüğünün sonundaki e ekini belki, keγere “step”<daha eski
keγer sözcüğündeki eski yönelme-bulunma durumu eki -e ile açıklayabiliriz. (bk. TM
I Nr. 347). Çuvaşça sözcük, Moğolca veya Genel Türkçe ile aynı mıdır? Sirotkin’de
(1961: 417) (ayrıca ) sadece “toprak kümesi” anlamındadır, benzer biçimde
Yegorov 1964: 245 de “tepecik” anlamındadır. Sonuncusu, Tü. *töŋ “kümecik” söz-
cüğünü gösteren biçimlerle aynı sayılmaktadır. Birincil anlam ne olabilir?
“küme”>“çalı yığını”? Ayrıca krş. Paasonen (1950: 174) “kapkara” da belki
buraya aittir. Türkçe, Çuvaşça ve Moğolca biçimlerin iç yüzünü anlamak güçtür: ör-
neğin Mo. tün “su kıyısındaki orman”, biçiminin gerçekten tün “gece” ile ilişkili olup
olmadığını.
4. Yegorov’daki (1964: 126), Çuv. laçĭm=Tü. laçın, Mo. laçin hakkında daha önce
konuşmuştuk. Sirotkin’de (1961) ayrıca ve sadece laççĭn bulunur. Burada gerçekte
kurallarımıza aykırı bir durum yoktur. Burada, ödünçleme sırasında bir karışıklık söz
konusu olabilir, krş. Alm. zollstock>Mac. csorzok (çorsok okunur). Ayrıca Genel
153 Gerhard Doerfer

Türkçede -m~-n, -n~-ŋ arasında sporadik bir değişim biliniyor (bk. yukarıda ka-
lın~kalım), -m~-n, ~-ŋ Genel Türkçede de belgelenmiştir: En iyi bilinen örnek “çe-
yiz parası” anlamındaki kalın~kalıŋ~kalım (TM, Nr. 1407) sözcüğüdür, bu örnekte
hatta üç nazal ünsüz değişimi görülür: n~ŋ~m (krş. Çuv. hulĭm, hulĭn).
5. Beklendiği gibi Çuv. huń “kayın” sözcüğü (TM Nr. 1613) *hurĭn biçiminden,
önce *hurn olmuş, sonra da r önünde ünlü yitimiyle hun biçimi ortaya çıkmıştır. Fakat
şimdi Mo. kadum biçimi ne söylüyor? Bu durum, bizim yukarıdaki, Moğolca sözcüğün
İlk Bulgarca biçime gittiği tezimize karşı açık bir itirazdır. -rn->-n- değişimi olasılığı
dışarıda bırakılamaz. -rn- ses öbeği Çuvaşçada seyrek değildir, örneğin erne
“hafta”<Fars. ād na “Cuma”, parne “armağan” vd. Fakat diğer yandan -rn->-n- de-
ğişimi de az değildir, bk. Benzing 1959: 709. Daha doğrusu, yalnız fiil biçimlerinde
ortaya çıkar: Diğer biçimlerde -rn- ünsüz öbeği korunduğu halde geçmiş zaman sı-
fat-fiili -nĭ/- ’dir. -rn->-n- değişiminin kabulü huń biçimindeki ń sesinin ön damaksıl
olmadığını da açıklar. Burada Yegorov’un (304) Türkçeden bir ödünçleme olduğu
yolundaki kanısı doğru olabilir (ayrıca paralel durumlarla krş., Mo. kuda “kayın-
baba”, kürgen “güvey”, pek çok kez Türkçeye girmiştir, bk. TM, Nr. 296, 340, ayrıca
Türkçe qādın/m da, Moğolca dışında şu dillere de girmiştir: Tacikçe, Tatça, Evenkice,
Çeremişçe, bk. TM, Nr, 1613). Şöyle bir gelişme düşünülebilir: Tat. kayın (<kādın)
 Çuv. hayın (=xayın)>hoyĭn>huyĭn>huyn>huń. “kayın” anlamındaki gerçek Çu-
vaşça sözcük, Çuvaşçada ölmüştür ancak Moğolcada kadum olarak yaşamaktadır.
Gerçek Bulgarca sözcüklerin, ölmüş olsalar bile, ödünç biçimlerde korunabildiklerini
gösteren çok sayıda Macarcada veri bulunmaktadır, bununla ilgili olarak İlk Bulg.
*kuçĭ “koç”Mo. kuça, Geç Bulg. koçMac. kos (koş okunur) ile karşılaştırılabilir.
Bu sözcük bugün Çuvaşçada yaşamaz, bk. TM, No. 1550 veya Bulg. “de-
niz”Mac. tenger ile karşılaştırınız. Buna karşılık, Çuvaşçada yaşayan biçim Tatarca
biçime denk gelir (Tat. Çuv. , bk. TM, 1192). Diğerlerinde de dağınık
bir -rm->-rn- değişimi düşünülebilir, krş. Tü. barmak=Çuv. pürne, pürńe ve benzer-
leri, ancak ikinci örnekte belki (=Tü. tırŋak) sözcüğüne bir örnekseme olabilir.
Çuv. huń <Tatarca için krş. Poppe UJb. 7, 1927: 154.
6. Neden Mo. eγem (2. hecede e ile, ü ile değil), buna karşılık kadum (2. hecede u
ile, a ile değil)? Tü. ı, i seslerinin, Moğolcada bu düzensiz temsili nedendir? Bilmiyo-
rum. Burada pek çok varsayım öne sürülebilir. Ancak fantezi üretmenin hiçbir anlamı
yoktur. Bu arada eski tez de hiçbir şeyi kanıtlamaz.
7. Krş. yukarıda Tü. tōn, Çuv. tum “giysi” bazılarına göre Sak. thauna’dan, bazıla-
rınca da Çince t˓uan’dan türemiştir. n>m değişimi tezimizin aleyhindedir. Diğer Türk
dillerindeki biçimlerin Türkçeden ödünçleme olduğuna inanıyorum. Bunun, insanın
kıvrana kıvrana Türkçesinin ödünçlenmiş olma ihtimali bulunan dilleri aradığı ve as-
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 154

lında sözcüğün basitçe gerçek Türkçe olabileceği fikrini aklına getirmediği o durum-
lardan biri olduğuna inanıyorum. Benzer olarak, örneğin beg, Farsçadan veya Çince-
den türemiştir, biçim ve anlam olarak kaynak dilde bulunmasa bile bu sözcük Türkçe
değildir, bk. TM Nr. 828, hepsinden önce s. 402-406. Mo. tono- “yağmalamak” eyle-
minin (s. TM Nr. 990), sadece Genel Türkçe (Bulgarca değil) tona-‘dan türemiş ol-
ması gerekir. Bence bu sözcük ne Sakçadan ne de Çinceden ödünçlemedir, basitçe bir
Ana Türkçe *tōm biçimine gider.
8. Neden Çuv. hulĭm~hulĭn “kalın” yan yanadır (bk. Benzing 1959: 711)?. Ayrıca
krş. madde 4. Burada, hulĭn=Tü. kalıŋ; hulĭm=Tü. kalın (<*kalım) durumunu kabul
etmeye gerek yoktur. Sporadik bir zayıflığı kabul etmek de yeterlidir.
9. Bu kabul, sulhĭn~sohĭm “soğuk” (Benzing 1959: 713) durumunu açıklamaya da
yeterlidir. -l- sesinin düşmesi de sohĭm’ın ikincil ve geç bir biçim olduğunu gösterir
(krş. Räsänen 1949: 211, Benzing 1959: 709 vd.). Çuvaşçadan ödünçlenmiş Çeremişçe
şolkın biçimi de bunu destekler (Räsänen 1920: 212). Türkçe sözcük, Moğolcadan
ödünçlemedir, bk. TM I No. 214). Bunun eski bir Moğolca sözcük olduğunu zaten
Yakutça salgın “serin” da gösteriyor: birincil Türkçe salkın, Yakutçada *algın olma-
lıydı).
10. Benzing (1959: 710) şöyle yazıyor: [Çuv.] ~item “harman yeri” (<Volga
Bug. idem>Tat. iden “taban döşemesi”; Hak. ürtün “harman yeri”). Krş. ayrıca Yegorov
80, bu sözcük Kzk. eden, Kklp. aden, Tat. iden, Bşk. izen (iδen) ile aynıdır ve son olarak
söylenebilir ki Çeremişçe idĭm, yĭdĭm ve Votyakça itĭm, Çuvaşçadan alınmıştır. Krş. ayrıca
Räsänen (1920: 43); burada -m<-n durumu kabul edilebilir. Krş. ayrıca Radloff
1893-1911, I 1502 Tur. iten “zemin”, 1507 Tat. iden ay. (ayrıca “salon”), 850 Çağ. ädän
“çadırın altı” (belki edän okunabilir, <Tat. edän) . Benzing’in düşüncesi (yani -m>-n)
bana mümkün görünüyor. Bununla birlikte sözcük eski Türkçe metinlerde belirleneme-
miştir. Bence sözcüğün Çeremişçe kökenli olma olasılığı dışarıda bırakılmaz. Bana göre,
değişik Çuvaşça sözcükler Çeremişçeden alınmadır, tersi değil; bu sözcükler daha sonra
sıkça Volga bölgesindeki diğer dillere de (Tat., Bşk.) geçmiş, sıkça daha da ileri gitmiş
(örnkindereğin Räsänen 1920: 118 Çuv. vakĭ “buzda açılmış delik, buz tutmamış yer” söz-
cüğünün Çeremişçe kökenli olması tersinden daha fazla imkan dahilindedir; bu yolla
sözde v- = Bulg. v- denkliği olduğu düşünülen değişik Macarca etimolojiler yeniden göz-
den geçirilmelidir, b. Acta Oriantalia Hungarica 12, s. 33 vd.) görünmektedir (ama bunu
burada daha fazla ayrıntılandıramam). Sözcüğün Çeremişçe kökeni -m>-n varsayımı-
nın aleyhine bir şey söylemeyecektir.
11. Son olarak, aşağıdaki kanıtlar da tezimize karşı görünüyor: Poppe (1960: 69)
Mo. dom “büyülü söz” (domçi “büyücü”) sözcüğü ile, Baraba Tü. yomak, Tob. yumak
“peri masalı”, Osm. yum “kötü belirti” sözcüklerini karşılaştırıyor. Türkçe biçimler
için bk. Radloff 1893-1911, III 446 Küer., Bar. yomak “peri masalı”, 574. Osm. yum
155 Gerhard Doerfer

“kötü belirti”, Tob. yumak “peri masalı”. Diğer Türkçe biçimler için bk. ay. yer 446:
Karaim Troki yomaḫ “peri masalı”, 463 Tat. yǒmåk “bilmece”. Son biçim *yumak’la
ilgili görünüyor; Örneğin Kırg. jomok, Trkm. yomak biçimlerinin gösterdiği gibi (mo-
dern Rusça sözlüklerde görülüyor) yomak biçimi de vardır. Fakat şimdi Mo.
dom=Osm. yum’da bir Moğolca -m sesi görünüyor. Aynı zamanda sözcük ilk Bul-
garca olmalıdır (bk. TM I S. 103: d veya δ erken Bulgarcada hala korunmaktaydı,
>Mo. d-; buna karşılık İlk Türkçe δ>y>Mo. y-). Fakat bu durumda bizim Ana
Türkçe -m> Çuv. -m, bununla birlikte Genel Türkçe -n kuralımıza göre Genel Türk-
çede bir -n beklenirdi. Fakat Osm. yum, Mo. dom (Poppe’nin kendi ses kurallarına
göre bile olmaz) ile aynı olmayabilir, çünkü ses yasalarına göre Tü. u=Mo. u; Tü.
o=Mo. o olmalıdır. Moğolca sözcük büyük olasılıkla Türkçe yomak ile ilgilidir (ayrıca
krş. Mo. domog “masal”); burada -m- ünlüler arası durumdadır ve bizim Ana
Türkçe -m-=Çuv. -m-=Genel Türkçe -m-=Mo. -m- kuralımıza tamamen uyar.
Şimdi birkaç -m’li Moğolca sözcüğü daha Genel Türkçe -m’li sözcüklerle karşılaş-
tıralım. Bunlar ya Genel Türkçeden ödünçlemedir ya da birbirleriyle ilişkili değiller-
dir. Ayrıntılı olarak: Poppe (1960: 67) Mo. ayicim “eski bir epik şarkı”=Trkm. aydım
“söz”. Sözcüklerin ilişkili olduğu durumda genellikle Moğolca sözcük Genel Türkçe-
den ödünçlemedir. Burada da Trkm. aydım, belki ay-ıt-ım<ayıt- “söylemek” biçimin-
den türemiştir (asli olarak ay- “söylemek” eyleminin ettirgeni: Türkçe ettirgen biçim
ayıt-=“sormak” durumunda temel anlam “söylemek”tir ve çok genç bir yapıdır, Eski
Türkçede “söylemek” anlamında sadece basit biçim ay- bulunur; ayıt- biçimi ilk kez
Kaşgarlıda (1943: 55) görülmüştür, Oğuzca ayıt- “söylemek” ayrıca “sormak”. Eğer
arada bağlantı varsa Moğolca biçim çok genç bir ödünçleme olmalıdır.
s. 79’da: Mo. orom “iz”, Özb. oram, Tat. uram ile karşılaştırılmıştır. Sözcük Eski
Türkçede yoktur ve Moğolcadan ödünçleme olması gerekir. Türkçede yalnız “yol”
anlamında olmasına karşılık (Radloff’a göre), Moğolcada ayrıca “yol, ırmak yatağı”
(Kowalewski 459) anlamına da gelmesi eski anlamının açıkça “iz” olduğunu gösteri-
yor (bk ay. yer, anlamsal açıdan paralel bir gelişmeyle olarak Mo. mör sözcüğüyle krş.
Bu sözcük Moğolların Gizli Tarihi’nde (krş. Haenisch) sadece “iz” anlamında iken
bugün genellikle “yol” anlamındadır). Moğolca sözcük büyük olasılıkla Mo. oro- “
zorla içeri girmek” eyleminden türemiştir ve Türkçede belirlenememiştir.
s. 12’de: Mo. im “bir evcil hayvanın kulağındaki işaret”, Orta Mo. him=Evk. him
(ayrıca im) ile karşılaştırılıyor. Kaşgarlı im “parola” (askerler için), bk. TM I 93, ayrıca
Az. him “el veya gözle işaret” (bk. Azizbekov 1965: 384). Moğolca sözcük Ana Türkçe
*p- sesini h- biçiminde korumuş olduğu için İlk Bulgarcadan ödünç olmalıdır (TM I
97, 103); fakat neden GT. (h)im?, neden (h)in? değil. Bu, bizim, Çuv. -m= Mo. -m=
Genel Türkçe -n kuralımızın aleyhindedir. Burada zengin bir (doğrulanamaz) açık-
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 156

lama listesi mümkündür: Örn. (h)im, Genel Türkçede (ve Moğolcada) İlk Bulgarca-
dan ödünçlemedir; İlk Tü., sözcüğün Moğolcaya verilmesi zamanına kadar -m (ve h-)
sesini bir süre korumuş ilk olarak geç Genel Türkçede -m>-n olmuştur. Bununla bir-
likte aşağıdaki açıklama da bana makul görünüyor: “İşaret” anlamındaki sözcük (him
’in temel anlamı), daima bir şeyin işareti olarak, yani (h)im-i “onun işareti” olarak
kullanılır. Burada, doğal olarak -m- ünlüler arası durumda bulunur ve Genel Türk-
çede de korunmuştur. Ve him-i “işareti” biçimi yanında, hin “işaret” de örnekseme
yoluyla ortaya çıkmıştır: him-i: him biçimi oluşmuştur.
s. 100’de Kalm. xum “kum”, Tü. kum ile karşılaştırılıyor. Burada genç bir ödünçleme
söz konusudur, çünkü *kum Moğolcada yoktur, bk. TM Nr. 1525; Bilindiği gibi Kal-
mukçada, diğer Moğol dillerinde olmayan az sayıda Türkçe sözcük bulunmaktadır.
s. 19: Mo. kecim “eyer yastığı”, Tü. kedim “ay.” ile akraba değildir, bu biçimden
ödünçlemedir, bk. TM I, Nr. 326); Mo. di>ci geçişi, ilk olarak 12. yüzyıl dolayında mey-
dana gelmiştir, bk. TM III Nr. 1381. Sözcüğün çok erken bir alıntı olmaması gerekir.
s. 13: Mo. takim “dizin alt tarafı”=Kzk. takım, Bar. taγım, benzer anlamlıdır.
Önce, Türkçe sözcüğün Moğolca asıllı olduğu düşünülmüştür: Radloff’a 1893-1911,
788, 799’a göre sadece Moğolcanın güçlü biçimde etkilediği dillerde görülüyor: Gü-
ney Sibirya, merkezi Türkçe, Kıpçakça. Poppe’nin söz ettiği Eski Türkçe takıγ “baca-
ğın parçası”, sözcüğünü ulaşılabilir kaynaklarda bulamadım (bk. TM I Kaynakça). Bir
başka ve daha iyi olasılık Türkçe sözcüğün “diz kapağı, uyluğun, dizin arka kısmı” an-
lamı ile (saf Türkçe) tak- “eklemek, bağlamak” fiilinden türemiş olmasıdır ve takım “
birbiriyle ilgili birkaç şey” (yani asli anlamıyla “bağlı şeyler”) de buraya aittir. Aynı
sözcük özel bir anlamla “diz eklemi”olabilir.
s. 14: Mo. tulum “büyük torba” Tü. tulum’dan ödünçlemedir (<tū-l- “bağlı olmak"
TM II, Nr. 391).
s.75: Mo. ulam “gittikçe, yavaş yavaş” (ayrıca “sürekli” vb.), Tü. ulam’dan açık bir
ödünçlemedir. <Tü. ulam ay. <(saf Türkçe ula-, bk. TM II Nr. 522.
Poppe, -m’li sözcükleri, denk geldikleri Türkçe sözcüklerle karşılaştırıyor. Bunlar
genellikle, Türkçeden, görece genç ödünçlemelerdir. Ve bizim “Mo., Çuv. -m=Tü. -n,
Mo., İlk Bulg., İlk Tü. -ma/-me=Çuv., Tü. -m” kuralımıza kesinlikle aykırı değillerdir.
Moğolcadaki İlk Bulgarca ödünç sözcükler de zaten çok azdır (özel iz taşıyan aşağı
yukarı 30 sözcük, krş. TM, I, S. 97-103).
7. Şimdi tezimizin lehinde ve aleyhinde olanları tartınca belki şöyle söylememiz
gerekir: Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki şimdiye dek yapılan pek çok açık-
lama (Tü. -n>Çuv. -m) durumu açıklayamamıştır. Birkaç sözcükteki Mo. -m=Tü. -n,
gerçektir ki, Çuvaşçada -m sadece dudaksılardan sonra değil, aynı zamanda öylesine,
daha çok Çuv. -m’nin eskiliğine işaret eder. Doğrusu birkaç açık nokta mevcuttur. Bi-
157 Gerhard Doerfer

raz çekinerek ifade edilirse; bizim tezimizin temel avantajı, diğerlerinin daha kötü ol-
masıdır. Diğer açıklamalar tümüyle imkansız değildir. Bizim savunmamız Çuv. -m, -n
seslerinin orta Volga Bulgarcası döneminde ikiye ayrılması ilişkisine dayanır (düz ün-
lülerden sonra -n, bunlar ikincil de olabilir:*vān “on”<ōn, *küen “gün”<kün ikincil-
dir, buna karşılık, dudak ünlülerinden sonra>-m, ikincil de olabilir: ḫ rḫūm “ca-
riye”<kırkīn). Bu savunma, temelde Macarca sām örneğine dayanır! Burada da sıkça,
her araştırmacıyı ikna etmeyebilecek yardımcı hipotezlere mahkumuz. Yani kesin
olarak ispatlanmış bir teoriden söz edemeyeceğiz.
Ama zaten çok sevdiğimiz alanımız Altayistikte ne kesindir ki?

Kaynakça:

Azizbekov 1965=Ch. A. Azizbekov: Azerbaydcanskogo-russkiy slovar’, Baku 1965.


Benzing 1959=J. Benzing: Das Tschuwaschische. Philologiae Turcicae Fundamenta
I, Aquis Mattiacis 1959.
Clauson 1962=Sir Gerard Clauson: Turkish and Mongolian Studies, London 1962.
Doerfer 1966=G. Doerfer: Zur Verwandtschaft der altaischen Sprachen, Indo-ger-
manische Forschungen 71 (1966) 81-123.
Fischer 1733-1743=J. E. Fischer: Vocabularium continens trecenta vocabula triginta
quatuor gentium, maxima ex parte Sibiricarum=Cod. ms. philol. Göttingen
261 (nach Mitteilung von Hern János Gulya, Budapest, 1733-43 civarı).
v. Gabain 1950=A. v. Gabain: Alttürkische Grammatik, Leipzig 1950.
Gombocz 1912=Z. Gombocz: Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der ungarisc-
hen Sprache, MSFOu 30 (1912).
Györffy 1965=G. Györffy: Monuments du lexique petchénègue, AOH 18 (1965),
73-81.
Haenisch 1937=E. Haenisch (yayımlayan): Mangḥol un niuca tobca’an (Yüan-ch’ao
pi-shi). Die Geheime Geschichte der Mongolen, Leipzig 1937 (ana metin 1228).
al-Kāşġar 1943: Divanü lûgat-it-türk, Endeks. Yazan: Besim Atalay, Ankara 1943
(1072 dolayında yayımlandı).
Krahe 1943=H. Krahe: Indogermanische Sprachwissenschaft, Berlin 1943.
Kowalewski 1844-1849=J. E. Kowalewski: Dictionnaire mongol-russe-français, Kasan
1844-1849.
Lewitski 1949=Marian Lewitski: La langue mongole des transcriptions chinoises du
XIVe siècle, Le Houa-yi yi-yu de 1389, Wroclaw 1949.
Mikkola 1913-1918=J. J. Mikkola: Die Chronologie der türkischen Donau-bulgaren,
JSFOu 30: 33, 1913-1918.
Paasonen 1950=H. Paasonen: Çuvaş sözlüğü, İstanbul 1950.
Türkçe -n>Çuvaşça -m? 158

Pallas 1787-1789= P. S. Pallas: Linguarum totius orbis vocabularia comparativa, Pet-


ropoli 1787-1789.
Poppe 1953/54=N. Poppe: Studies on Altaic and Uralic Plural Suffixes, FUF 31
(1953/54).
Poppe 1954= N. Poppe: Grammar of Written Mongolian, Wiesbaden 1954.
Poppe 1955=N. Poppe: Introduction to Mongolian Comparative Studies, MSFOu 110
(1955).
Poppe 1960=N. Poppe: Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen, 1, Wies-
baden 1960.
Pritsak 1955=O. Pritsak: Die Bolgarische Fürstenliste und die Sprache der Protobul-
garen, Wiesbaden 1955.
Pritsak 1964=O. Pritsak: Der “Rhotazismus” und “Lambdazismus”, UAJb 35 (1964).
Radloff 1893-1911=W. Radloff: Versuch eines Wörterbuches der Türk-Dialecte”,
Sankpeterburg 1893-1911.
Räsänen 1920=M. Räsänen: Die tschuwassischen Lehnwörter im Tscheremissischen,
MSFOu 48 (1920).
Räsänen 1949=M. Räsänen: Materialien zur Lautgeschichte der türkischen Sprac-
hen, StO 15 (1949).
Räsänen 1957=M. Räsänen: Materialien zur Morphologie der türkischen Sprachen,
StO 27 (1957).
Ramstedt 1922=G. J. Ramstedt: Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen,
JSFOu 38: 1 (1922).
Ramstedt 1935=G. J. Ramstedt: Kalmückisches Wörterbuch, Helsinki 1935.
Ramstedt 1952=G. J. Ramstedt: Einführung in die altaische Sprachwissenschaft, II,
Formenlehre, Formenlehre, MSFOu 104: 2 (1952).
Ramstedt 1957=G. J. Ramstedt: Einführung in die altaische Sprachwissenschaft, I,
Formenlehre, Formenlehre, MSFOu 104: 1 (1957).
Raş d ad-d n 1960=Cāmi˓ at-tawār ḫ, ad. Kar m , Teheran 1338 hicri takvim.
Sinor 1952=D. Sinor: On Some Altaic Plural Suffixes, Asia Major, New Series II: 2,
London 1952.
Sirotkin 1961=M. Ya. Sirotkin: Çuvaşsko-russkiy slovar’, Moskva 1961.
Szinnyei 1922= J. Szinnyei: Finnisch-ugrische Spracwissenschaft, Berlin 1922.
TM=G. Doerfer: Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen, Wiesba-
den 1963, 1965, 1967 (4. Band baskıda).
Yegorov 1964= V. G. Yegorov: Ėtimologiçeskiy slovar’ çuvaşskogo yazıka, Çeboksarı
1964.
Yusupov 1960=G. V. Yusupov: Vvedeniye v bulgaro-tatarskuyu ėpigrafiku,
Moskva-Leningrad 1960.
15

Çuvaşçada, Söz Sonunda Gırtlak Patlamalıları


András Róna-Tas1
Söz sonu gırtlak patlamalılarının tarihi (-q, -k, -γ, -g), karşılaştırmalı Altay dilbiliminin
yalnızca en tartışmalı sorunlarından biri değil, aynı zamanda en önemli noktalarından
da biridir ve öyle kalacak gibi görünmektedir.2 Ligeti 1935’te durumu özetlemiştir:
“Sadece Macarcadaki Eski Türkçe öğelerde değil, çağdaş Türk dillerinde de sık sık
karşımıza çıkan bu kuralsızlığın nedeni belki ödünçlemelerde ve karşılıklı geçişlerde
aranabilir. Hiç şüphesiz bu durum, gösterildiği gibi, hala mevcuttur ve daha eskiden
de mevcut olması çok mümkündür. Belki Macarcadaki en eski Türkçe sözcüklerin
kaynağında, yani eski Çuvaşçada da mevcuttu. Çünkü Ana Türkçede söz so-
nunda -q, -k ile beklediğimiz çok sayıda durumda eski Çuvaşçada söz sonu -g’li biçim-
ler görülür. Bu durum, bugünkü Çuvaşça tarafından da desteklenir.” 3 Şimdi de buna
fazla eklenecek bir şey yoktur. Ben burada, sadece, bu özel Çuvaşça özelliğin ne kadar
eski olduğu sorusuna cevap vermeye çalışacağım.
Ana Türkçe söz sonu -q sesi bugünkü Çuvaşçada çift gösterimlidir:
1. -h: AT oq~Çuv. uhĭ, tul(aq) “yetim”~tĭlĭh,4 turq “uzunluk”~tĭrĭh (<turuq),
qaraq “hırsız”~hurah, qulaq~hĭlha (<hĭlah), yaγuq “yakın”~śıvah, āy(aq)
“ay”~uyĭh5, qırq~h r h (<qırıq), uzaq “uzun”~vĭrah, vb.

1
“On the Chuvash Guttural Stops in the Final Position”: Studia Turcica, Ed. L. Ligeti, Bib-
liotheca Orientalis Hungarica XVII, Budapest 1971: 389-399.
2
Bk. Bang (Ujb, XIV, 1934, ss. 206-212), Németh (NyK XLIII, 1914, ss. 472-473), Ramstedt
(JSFOu XXXVIII, 1922-23, ss. 16-17; Einführung in die altaische Sprachwissenschaft I,
1957, ss. 130-131), Poppe (KCsA II, 1926: ss. 72-73; Vergleichende Grammatik der altaisc-
hen Sprachen, 1960, ss. 53-58), Räsänen (Materialine zur Lautgeschichte der türkischen
Sprachen, 1949, ss. 112-124, 145-152), Şçerbak (Vop. Yaz. 1964: 5, ss. 18-19), Aşmarin (Ma-
terialı dlya issledovaniya çuvaşskogo yazıka, 1898, ss. 85-88), Ligeti (en detaylı NyK XLIX,
1935, ss. 209-214’te, ayrıca pek çok diğer çalışması, en yeni MNy LXIII, 1967, ss. 429-437),
Benzing (Jean Deny Armağanı, Ankara 1958, ss. 53-60; Philologiae Turcicae Fundamenta
I, 1959, s. 712) ve Menges (The Turkic Languages and Peoples, 1968, ss. 84-86), Türkçe-
deki, gırtlak ünsüzleriyle ilgili en önemli çalışmalar verilmiştir. Bang, söz sonu gırtlak ün-
süzleri sorununu “Türkolojinin sorunlu çocuğu” olarak adlandırır ( UJb XIV, s. 204).
3
NyK XLIX, 1935, ss. 213-214 (Macarca)
4
Krş. Türk dillerinin çoğunda tul “dul”. Söz sonu -aq, Çuvaşça uyah “ay”~Tü. āy, pil k
“beş”~Tü. bēş, pil k “bel”~Tü. bēl gibi sözcüklerde görülen Çuvaşça bir ektir.
5
Çuvaşça -aq eki için önceki nota bak.
Çuvaşçada, Söz Sonunda Gırtlak Patlamalıları 160

2. Sıfır: yazaq “kilit”~śura, adaq “ayak”~ura, qonaq “konuk”~hĭna,


qorq-~hĭra- (<qoraq-), qomlaq “atlama”~hĭmla, burçaq “bezelye”~purśa,
bālıq~pulĭ, qayraq “bileği taşı”~hıra, hĭyra, tanıq~tınĭ, bolqa “yulaf lapası”~pĭtĭ
(<botıq), vb.
Durum -k ile de aynıdır:
1. -k: ēşik “kapı”~alĭk, bēl(ik) “bel”~pil k, erk “güç”~ir k “özgürlük” (<erik),
kök~kĭk, kȫk “mavi”~kĭvak, çeçek~śaśka (<śaśak), berk “sağlam”~parka (pa-
rak<berek), vb.
2. Sıfır: ȫzek “ağacın iç kısmı”~vara, ingek (iŋek değil!)~ ne, bögrek “böb-
rek”~püre (<pöüre), kȫbek “göbek”~kĭvapa, siŋek~şĭna, kürpek “lapa”~k rpe, kü-
zük “dokuma tezgahındaki bir takım”~k r , yüzük~ś r , tüŋlük “baca”~t n
(<tüŋük)~, tülki “tilki”~til (<tülik), talqı “havan eli”~tılĭ (<talıq), ētik
“çizme”~atĭ, vb.
Bu çift gösterim ödünçleme nedeniyle değildir. Her iki grupta da eski Çuvaşçanın
açık karakteristik özelliklerini buluyoruz: alĭk~eşik, ś r ~yüzük, vĭrah~uzaq,
śura~yuzaq.
Ötümlü gırtlak ünsüzü kaybolmuştur:
Söz sonu -γ: buzaγ(u)~pĭru; sıbaγ “oyun zarı”~şĭpa6; adiγ “ayık”~urĭ; arıγ “te-
miz”~ırĭ; asiγ “kar”~usĭ; sāriγ “sarı”~şurĭ, şur “beyaz”; satıγ~sutĭ; buraγ “fır-
tına”~pĭra; tātıγ “tat”~tutĭ, vb.
Söz sonu -g: beteg “çil, leke”~pata7; küdeg “güvey”~kirü; keçig “köprü”~kaśĭ;
yeg “iyi”~śi “üst”; kȫg “melodi”~ ; elig “50”~allĭ; ülüq “pay”~ (<ǖlüg)8; bü-
9
tüg “gebe”~ vb.

6
Kazan Tatarcası şobaga, Başkurtça şibaga, Kazakça, Karakalpakça sibaga, Kırgız şibaga eş
anlamlı Moğolca alıntılardır. Mukaddimetü’l-Edeb sibaqla- “hesaplamak”, edebi Moğolca
sibaγa “zar”, edebi Halha şavga ay., Selenge Buryatçası şabga “at yarışında bitiş”, Kal-
mukça şawκa “zar” vb. Moğolca -γ- her durumda korunmuş olduğundan, Çuvaşça şĭpa da
ya Moğolca ödünç değildir ya da söz sonu -γ’nin yitiminden önce alınmış çok eski bir
ödünçlemedir. 12. yüzyıldan sonra ödünçlenen Çuvaşçadaki Moğolca alıntılarda söz sonu -
γ korunmuştur: urhamah “bir at cinsi”Mo. arγamaγ, ilpek “bolluk bereket, rahat”Mo.
elbeg, nĭhta “yular, ip”Mo. noγta. Çoğu durumda, Çuvaşçadaki Orta Moğolca alıntı söz-
cüklerin Tatarca yoluyla ödünçlenmiş olması muhtemeldir.
7
bete- “örtmek” fiiinden, krş. Kzk. bete-, Mo. büte-. Çuvaşça sözcüğü diğer Türk dillerinde
bulamadım.
8
Sözcük, uzun ünlülü ül- “ayırmak” fiiinden türemiştir. Çuvaşça biçim açıkça eski uzun bir
ön dudaksıl ünlüyü yansıtır: ǖlüg veya ölüg. Kaşgarlı’da ǖlüg buluyoruz (ölüg de okunabi-
lir). Türkmencede, aynı kökten türemiş ülüş ve üle “pay, hisse” bulunur fakat l’den önce
Türkmencede üy (Ana Türkçe ǖ sesinin Türkmencedeki temsili) yoktur. Yakutçada ülǖ ve
ölǖ “pay, hisse” buluyoruz.
9
büt- “ tamamlamak” fiilinden.
161 András Róna-Tas

Söz sonu gırtlak ünsüzleri farklı kaynaklıdır. Tek heceli sözcüklerde bu ünsüzleri
kökün son sesi pozisyonunda buluyoruz (yeg, kök, kȫk). Fakat Türkçede tek heceli
olan kimi sözcükler Çuvaşçada iki hecelidir (erk, berk, qorq-). Bu sözcükler çoğu du-
rumda Genel Türkçe eklerle veya özel Çuvaşça eklerle görünürler (āyaq, tulaq, bēlik).
Bu ünsüzler, daha fazla çözümlenemeyecek olan çok heceli sözcüklerde ( siŋek, kö-
zük, buzaγ, küdeg) bulunabilirler. Yine bu ünsüzler, fiilden yapılmış isimlerde (adıγ,
tanıq, ülüg, bütüg), fiillerde (qorq-) ve isimden türemiş isimlerde (örneklerin çoğu)
bulunurlar. Bu gırtlak ünsüzlerinin gerçekleşmesinde, kökenlerine, pozisyonlarına
veya işlevlerine bağlı bir sesbilgisel farklılık yoktur.
Söz sonu -h/-k Çuvaşçadaki Türkçe ödünç sözcüklerde de bulunur: yapaq
“yün”>yupah, arγamaγ “bir at türü” (<Mo.)>urhamah, ēşek>aşak, işek, emgek “sı-
kıntı”>imkek, inkek, karmak “kanca”>karmak. Bu sözcüklerin çoğu Tatarcadan
ödünçlenmiştir. Tatarcanın -g/-γ sesi v olarak yansıtılmıştır: azaγ “azı
dişi”~azav<Tat. azau, aldaγ “aldatma”~ultav<aldau, bolcaγ “hizmet, iş”
(<Mo.)~palçav<bolcau, siltaγ “neden”~sĭltau, qadaγ “ağaç çivi” (<Mo.)~hu-
tav<*qadau>Bşk. qadau, fakat Tat. kadak.
Bir gırtlak ünsüzü tarafından izlenen ya da izlenmeyen Çuvaşça ünlünün niteliği,
söz konusu ünlünün birincil kapalı-açık ilişkisine dayanır. Eğer birincil olarak kapa-
lıysa “normalden kısa” olur, eğer açıksa ünlü tam olarak çıkarılır.
Söz sonu ötümlü gırtlak ünsüzü u diftongu üzerinden kaybolmuştur. Bu diftong,
tek heceli köklerin çekimi sırasında hala gözlenebilir: saγ- “sağmak”~su-/sĭv,
toγ- “doğmak”~tu-/tĭv-, tüg- “havanda döğmek”~tü-/t v-, yāγ “yağ”~śu-/śĭv-,
yaγ- “yağmak”~śu-/śĭv- vb. -u/-ü’lü çok heceli köklerde: buzaγ “buzağı”~pĭru/pĭrĭv-,
kǖtüg “iri başlı çivi”~k tü/k t v-. Bu diftongun yansımaları, diğer bazı çekim durum-
larında da izlenebilir.
Çuvaşça ü ünlüsü bazı sözcüklerde çok erkenden bir diftonga gelişmiştir: püre
“böbrek”< <bögrek; “düz”< < <toġrı (tüz değil!).
Söz sonu ötümlü gırtlak ünsüzü, daha Orta Bulgar periyodunda, Volga Bulgar
hanları zamanında kaybolmaya başlamıştı. Eski Perm dilinde onu şöyle buluyoruz:
çarla10 “orak”Orta Bulg. *çarla<çarlaγ; śüri “yüzük”11 Orta Bulg. *śüri<yüzük.
Volga Kıpçak dilindeki Orta Bulgarca ödünç sözcüklere de yansımıştır: Tat. köre “do-

10
Züryen çarla. Votyakça śurlo, geç ve bağımsız bir ödünçlemedir.
11
Züryen śuri, Votyakça seri “makara, bobin”, Tatarca ve Başkurtça şüre ay. Çuvaşça ś r
“makara, bobin”, ś r “yüzük” sözcüğünden güçlükle ayrılabilir.
Çuvaşçada, Söz Sonunda Gırtlak Patlamalıları 162

kuma tezgahındaki bir takım”Orta Bulg. *kürü<kürüg~küzük; Tat. şile “kalın ke-
ten bezi”Orta Bulg. *sile<sileg<silek12; Tat., Bşk. tere “haç” Orta Bulg.
*teri<tegri~teηri “Tanrı”. Bu kayboluş Volga Bulgarcasında da izlenebilir: ele ´‰Ó«,
elǖ 3u¼« “50”<elig.
Macarcadaki Eski Bulgarca ödünç sözcüklerle gösterilebileceği gibi, Eski Bul-
garca periyodunda söz sonunda, ötümlü gırtlak ünsüzü zaten bir sürtünücü -γ veya
belki de bir idi13.
Çuvaşçadaki görünüş şöyledir:

Çuv.
AT - Çuv. ᵍ
Çuv. k
AT - Çuv. ᵍ
AT -ᵍ Çuv. ᵍ
AT -ᵍ Çuv. ᵍ

Başka bir deyişle, ötümsüz gırtlak ünsüzlerinin bir kısmı ötümlüleşmiş ve sonra
onların ötümlü karşıtları gibi gelişmişlerdir.
Bu çift görünümün yaşı konusuna geri dönerek Moğolcadaki durumu inceliyoruz:
İki eski Moğolca gırtlak ünsüzü, söz sonunda birbirine yaklaşır: ᵍ veya (yazılışı
γ) ve veya (yazılışı q) olur (yazılışı γ); g veya G ve k veya olur (yazılışı g):

Moğolca Türkçe Çuvaşça


turuγ “büyüklük” turuq tĭrĭh
adaγ “dip” adaq ura
çeçeg “çiçek” çeçek śaśka
elkeg “elek” elgek ala
arıγ “temiz” arıγ ırĭ
çerig “asker” çerig śarĭ, śar

12
Türkçe sil- kökünden türetilmiş, krş. Çuvaşça şĭla pir “kaba keten” ve şĭl- “silmek, temiz-
lemek”. Bu sözcüğün şĭl “diş” ile bir ilgisi yoktur. Bu temizlik için kullanılan kalın bir bez
parçasını belirtir.
13
Bk. Gombocz: MSFOu XXX (1912), ss. 170-174; Bárczi, MNy XLVI (1950), ss. 223-230,
MSFOu CXXV (1962), ss. 23-24; Németh: MNy XVII (1921), ss. 24-25, Ligeti: MNy LXIII
(1967), ss. 429-437; Palló: UAJb XXXI (1959), s. 246 vb.
163 András Róna-Tas

Bu durumda, Moğolcadaki ikincil gelişme, Çuvaşçadaki söz sonu gırtlak ünsüzünün


Moğolcadaki farklı gelişimini izlememizi engeller. Fakat Moğolcada gırtlak ünsüzü-
nün söz sonunda olmadığı durumlar da vardır; onlar bir ünlü tarafından izlenirler.
Böyle durumlarda birincil ötümsüz: ötümlü (veya soluklu sert ünsüz: soluklu orta ün-
süz) karşıtlığı korunmaktadır. Bu, Moğolcanın pek çok durumda aslında Ana Türkçe
değil Çuvaşça kalıbı izlemesiyle ilişkisiz değildir.

Ana Türkçe k/q Moğolca k/q Çuvaşça k/h


kȫk “mavi” köke Kĭvak
erk “güç” erke
bēl(ek) “bel” belke-güsün
berk “sağlam” berke parka
qulaq “kulak” qulki “orta kulak” hĭlha
saq- “korumak” saki- sıh-
tul(aq) “yetim” tulaki kümün14 tĭlĭh
tıq-“tıkmak” çiki- çıh- vb.

Ana Türkçe k/q Moğolca g/γ Çuvaşça , ᵍ


ingek “inek” üniye <*ünige
siŋek “sinek” simaγul şĭna
süŋük “kemik” sinaγa şĭma, şĭnĭ < siŋük
taγuk “tavuk” takiyan <*takiγa çĭhĭ < tıγuq
yumdruq15“yumruk” nidurγa śĭmĭr (diyal.) < śımrĭ< yumruq
botqa “çorba” budaγan pĭtĭ < botıq

14
Moğolca tulaki kümün’ün anlamı “iradesiz kimse”, ayrıca tulaki kituya “kör bıçak”. Bence
bu anlamlar ikincildir, “zayıf”, “destek ihtiyacı” anlamından gelişmiş ve tul- “(kişiye) baskı
yapmak, desteklemek” ile ilgili olmalıdır. tul-‘un ettirgen biçiminden yani tulγa-’dan Kal-
mukça tulγū “yalnız, öksüz” biçimi türemiştir.
15
Ana Türkçe biçim yum- “birlikte bastırmak”tan türemiş görünüyor, krş. Karaçay cumdu-
ruk, Hakasça munzuruk. yumduruq’tan yudruq ve yumruq gibi paralel yapılar türemiştir.
Çuvaşçada, Söz Sonunda Gırtlak Patlamalıları 164

Ana Türkçe (ona göre Ana Altayca) -q/-k sesinin, Moğolcada bazen -q/-k ve ba-
zen de -γ/-g sesine denk geldiği Poppe’nin dikkatinden kaçmamıştır. 16 Ona göre,
ötümlüleşme dört sözcük grubunda görülmektedir:
Üç heceli sözcüklerin sonundaki -qa/-ke sesinde
-qan/-ken eklerinde
-r,-l’den sonra ve birincil ötümsüz gırtlak seslerinin çevresindeki l’li sözcüklerde
Bazı durumlar açık değildir.
-qa/-ke’nin üç heceli sözcüklerin sonunda çok az bulunduğu doğrudur: süyike
“küpe”, büleke “kiriş”, erike “çelenk”, teüke “kronik”, seüke “tahtırevan, sedye”,
öyüke “karın bölgesindeki ince deri”; -d, -s’den sonra ettirgenlik eki -qa/-ke:
iledke- “genelleştirmek”, yekedke- “geliştirmek”, büridke- “sayım yapmak”, vb. Art
ünlülü köklerde: γariqa “yüzük”, suyiqa “acı veren şey”, quyiqa “kafa derisi”, aluqa
“balta”, atuqa “bir tür erkek balık” ve bayasqa- “neşe vermek”; qamtudqa- “birleştir-
mek”, batudqa- “güçlendirmek”, vb. Küçültme eki -qan/-ken çok sıktır: üçüken “kü-
çük”, çaγaqan “beyazımsı”, sayiqan “hoş”, vb. r ve l’den sonra ötümsüz gırtlak ünsüzü
korunur, örneğin serke “iğdiş edilmiş keçi”, sirqan “yara”, sürkei “korkunç”, talqan
“toz”, tülki- “itmek” ve son olarak fakat aynı derecede önemli bir örnek qalqa “kal-
kan, Halha”. Poppe’nin bu kategorileri savunulamaz. Bunu bir tabloda gösterelim:
k₁ /q₁: Tü. -k/-qt; Çuv. -k/-q>-k/-h; Mo. -k/-q
k₂/q₂: Tü. -k/q; Çuv. -g/γ> ø; Mo. -g/γ
Karşılaştırmalı Altay dilbiliminin temel problemleriyle uğraşan herkes için, bu-
rada, ünlü “rotasizm” ve “lambdasizm” ile açık bir paralellik bulunduğu ortadadır:
r1: Tü., Çuv., Mo. r
r2: Tü. z, Çuv., Mo. r
l1: Tü., Çuv., Mo. l
l2: Tü. ş, Çuv., Mo. l
Son zamanlarda, Ramstedt’in rotasizm ve lambdasizm görüşleriyle ilgili birkaç
iddia ortaya atılmıştır. Pritsak 17 olayı morfofonemik bir izahla açıklamaya çalışırken,
Tekin sesbilimsel bir çözüm öneriyor. 18 Ben burada detaya girmeden, sadece bu ola-
yın, söz sonu gırtlak ünsüzü ile olan ilişkisini göstermeye çalışacağım. Ramstedt zan-
nediyor ki r₁ ve r₂ ve l₁ ve l₂ arasındaki fark, sırasıyla onların ön damaksıl olmaları ya da
olmamalarıdır (r: ŕ l: ĺ). Poppe, r₁ ve l₂’nin sızıcı olduğunu belirtiyor. Bu sonuncu kanı,

16
Bk.UAJb XXXI (1959), ss. 270-273.
17
UAJb XXXV: D, (1964), ss. 337-349.
18
Acta Orient. Hung. XXII (1969), ss. 51-80.
165 András Róna-Tas

Tekin tarafından Ana Altayca ve Doerfer19 tarafından Ana Türkçe için kabul edilmiş-
tir. Ramstedt’in teorisinin en önemli yanı r₁ ve r₂ ile l₁ ve l₂ sesleri arasında sesbilgisel
bir zıtlık göstermiş olmasıdır. Ne Moğolca, ne Çuvaşça, ne de bu dillerin en eski me-
tinlerinde biz iki çeşit r, iki çeşit l ve iki çeşit söz sonu k/q buluyoruz. Eskiden sesbil-
gisel zıtlığa sahip seslerin birleşmesi, bütün dillerde genel bir özelliktir. Fakat bu, hem
Çuvaşçada, hem Moğolcada, aynı fonemik çiftlerde, aynı seslerin sonucunda, aynı
sözcüklerde, üç paralel durumda ortaya çıkıyorsa, tesadüften daha fazla bir şeydir.
Burada, arkaik özelliklerin Çuvaşça ve Moğolca tarafından korunmuş olması müm-
kün değildir çünkü arkaik zıtlık korunmamış, aksine kaybolmuştur.
Ramstedt’in teorisindeki bu zıtlık, burada ilgilendiğimiz alıntı sözcüklerin ve bu
Çuvaşça-Moğolca denkliklerin ödünçleme yoluyla olduğu varsayımı sayesinde orta-
dan kaldırılabilir. İlk kez açıkça Németh tarafından formüle edilen20 bu varsayım pek
çok taraftar bulmuştu ancak yukarıdaki iddialar henüz öne sürülmemişti. Ben burada
sadece ek bir düşünce dikkate sunmak istiyorum.
Çuvaşça ve Moğolcada söz sonundaki gırtlak ünsüzleri denklikleri için verilmiş
olan yukarıdaki listede ben, aynı zamanda rotasizm veya lambdasizmi de içeren tek
örnek alıntıladım. Buraya eklemek istiyorum.

19
Doerfer, Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen I, 1963’ün 99. sayfasında
şöyle yazıyor: “Ana Türkçede z ve ş mi yoksa ř ve l ̌ mi olduğu konusunda karar verileme-
miştir.” Ama o, rekonstrüksiyonlarında her durumda ř ve l ̌’yi varsayar, krş Vol. I, ss. 277,
539, Vol. II, ss. 55, 65, 146 vb. UAJb XXXIX (1967), ss. 53-70. Doerfer fikrini değiştirmiş
gibi görünüyor ve Moğolcadaki alıntı sözcüklerin “Ana Türkçe”den değil “Erken Bul-
garca”dan olduğunu öne sürüyor, ve örneğin ten ř “deniz” için ř öneriyor (s. 65), s. 55’te
“Ana Türkçe” için bóřa ve bóza karşısında kararsız kalıyor, krş. ayrıca Indogermanische
Forschungen LXXI (1966), s. 115; UAJb XL (1968).
20
ZDMG LXVI (1912), ss. 549-576.
Çuvaşçada, Söz Sonunda Gırtlak Patlamalıları 166

İki yaşındaki kuzu için Türkçede şişek21 kullanılır. Moğolların Gizli Tarihi’nde
aynı anlamda şilegü sözcüğü vardır (§§ 124, 279, 280)22. Üç yaşındaki bir hayvan için
başka bir sözcük sidüleng’tir. Bu sözcük sidün “diş” ve sidüle- “diş çıkarmak” sözcük-
lerinden türemiştir. Bu hayvanın, üç yaşında bütün dişleri çıkmaktadır 23. Bu örnekler,
Türkçe şişek sözcüğünün, Radloff24, Şçerbak25, Doerfer26 ve Räsänen27’in zannettiği
gibi şiş- eylemiyle değil, tiş “diş” sözcüğüyle ilişkili olduğu görüşünü ortaya çıkarmış-
tır. Önerilmiş olan erken tişek biçimi aslında MK’da bulunur ve “iki yaşında koyun”
anlamındadır. Çuvaşça şĭl “diş” sözcüğünün daha eski şil’den geldiği biliniyor. Bu söz-
cük, Zolotnitsky28, Paasonen29 ve Katona30 tarafından Türkçe t ş’le bir lambdasizm

21
Orta Türkçe şişek (Hüsrüv ü Şîrîn, Mukaddimetü’l-Edeb, Tercümān türkî, Ebū Hayyān,
Bulγatü’l-müştāq, Ettuḥfet), sişek (İbnü Mühenna). Çağdaş dillerde: Kıpçak: şesek kaz “iki
yaşında kaz”, şeşek kece “iki yaşında keçi”, şeşek sarik “iki yaşında koyun” (Tatar), şesek
qaδ, keze hariq “Tatarcadakiyle aynı anlamda” (Bşk.), şeşek “iki yaşında (koyun)” (Bşk.,
Katarinskiy), iş, işşek “dvuchletnyj valuch” (Güney Kırgızca, Judahin), şişek “iki yaşında
iğdiş edilmiş koç” (aynı yer), isek “iki yaşında iğdiş edilmiş koç” (Kkalp.), isek “gelded rum
(iki yaşında)” (Kazakça), Oguz: işçek “iki yaşında koyun” (Trkm.), şişek “iki yaşındaki er-
kek kuzu” (Osm.), işek “bir yıllık kuzu, yeni kuzulayacak koyun” (Osmanlı ağız.: SDD II, s.
799), Doğu: şişak “bir veya iki yaşında koç” (Özb.), şişek “iki yaşındaki (koyun ya da keçi)”
(turki Sbaw), Sibirya: şijik “yağlanmaya başlamış iki yaşında koyun” (Baraba Tat., Şor:
Radloff IV, s. 1086). Söz başı ş- yitimi düzenlidir, krş. Kkalp. is- “şişmek” (şiş-), Güney Kırg.
işi- ay., Kkalp. is “şiş” (şiş). Söz başında ş- bulunmayan Oğuzca biçimler ödünçlemedir. Ya-
kutçada tisaγas “dvuchtravnyj telenok (telka), no toljko s oseni vtorogo goda (do togo on
bornoşko), do tajanija snega, vesnoju, godovalyj telenok, vyrostok”, tiseηe, tiηese, tiseγe,
tigese “trechtravnoe životnoe, telenok ili žerebenok po tretjemu godu (dvuchletnyj, dvul
etok, strigun toljko oseni êtogo goda u nich vypadajut moloçnye zuby poçemu nazyvajutsja
takže tisir tiseγ(η)e, tiseηe oγus (ınah) “trech godovalyj, trechtravnyj byk (korova)” (Pe-
karski) biçimlerini buluyoruz.
22
Şurada: silegü qonin “iki yaşında koyun”, silegü irge ay. Moğol yazı dilinde silüge’yi bulu-
yoruz. Sözcük Moğol ağızlarında seyrektir. Buryat yazı dilinde: şülge “dvuchletnyj baran
(ili kozel)”, Selenge Buryatçasında “dvuchletnjaja ovea”. Halhada ilginç şilbe “dvuchgo-
dovaljy verbljud” ve şar şilbe biçimlerine sahibiz. Moğolca sözcük Sibirya’daki Türk dille-
rine de girmiştir: Hakasça sĭleke “choloşçennyj baran”, Kaça sileke “koyun” (Radloff IV,
s. 711), Sagayca silekke ay. (aynı yer), Tuvaca şilege “baran (na vtorom godu)”.
23
Hayvanların yaş ve dişleri arasındaki ilişkinin terminolojisi bk. U. Kőhalmi, Zwei Systeme
der Altersbezeichnungen des Viehes bei den Mongolen: Studia Mongolica I: 31.
24
Versuch eines Wörterbuches der Türkdialekte, 1911, IV, s. 1084.
25
Istoriçeskoye razvitiye leksiki tyurkskih yazıkov, 1961, 115-116.
26
Türkische und mongolische Elemente III, s. 328.
27
Versuch eines etymologischen Wörterbuches der Türksprachen, 1969, s. 424b.
28
Kornevoy çuvaşsko-russkiy slovar’, 1875, s. 109.
29
Csuvas szójegyzék, 1908, 148.
30
MNy XXIII, (1927), ss. 190-193; KCsA II (1930), ss. 379-381.
167 András Róna-Tas

örneği olarak veriliyor. Katona söz başında dağınık bir t>ş değişimi olduğunu varsa-
yıyor. Ben, söz sonundaki -ş sesinden dolayı bir benzeşme düşüncesini tercih ederim 31.
Fakat şişek “tam dişli hayvan” verisinin ışığı altında, söz başı t~ş denkliğinin yoru-
mundan bağımsız olarak, Ramstedt ve Poppe’nin kısıtlamalarına rağmen, Katona’nın
etimolojisini kabul edebiliriz32.
Eğer yukarda, gırtlak ünsüzleri için söylediklerimiz doğruysa, Tü. şişek~Mo. si-
legü dışında, bir Çuvaşça şĭla biçimi beklememiz gerekir. Fakat Çuvaşçada, iki yaşın-
daki dişli hayvan için böyle özel bir terim yoktur. Fakat şĭla adında bir balık vardır
“dişli balık, Luciperca Sandra”. Pallas 33, Räsänen34 ve Katona35’nın gösterdiği gibi
Macarca süllő (=şüllȫ<Eski Macarca şile ) “dişli balık” sözcüğü eski bir Bulgarca
ödünç sözcüktür ve bir Macarca ödünç çeviridir: fogas (=fogåş), fog “diş” sözcüğün-
den türemiştir, çünkü bu balığın dişleri çok gelişmiştir. Çuvaşça şĭla sözcüğünün asıl
anlamı “dişli hayvan”dır (Krş. şĭla pulĭ “dişli balık”).
Biz burada üç grubu ayrı tutuyoruz:
Moğolca silegü~Türkçe şişek~Çuvaşça şĭla. Türkçe -ş ve -k yerine Moğolcada,
Çuvaşça gibi -l ve -g buluyoruz. Eğer bu sözcük bir Ana Altayca sözcük ise, Rams-
tedt’in teorisine göre, Moğolcada *tilekü> çilekü olmalıydı.
Sanıyorum ki bu, sözcüğün Moğolcada eski bir Çuvaşça-Bulgarca ödünçleme ol-
duğunu göstermek için yeterli bir kanıttır. Ramstedt’in, Moğolcada Eski Çuvaşça

31
Doerfer’in benzer açıklaması için bk.: Türkische und mongolische Elemente, ss. 325-326.
32
Ramstedt (JSFOu XXXVIII, 1922-23, s. 23) ve Poppe (AM I, 1924, s. 78) Çuvaşça şĭl “diş”
ve Türkçe şiş “şiş” sözcüğünü ilişkili görüyorlar. Kesinlikle ikincil bir gelişme olan şiş keli-
mesindeki ş- sesi, Ana Türkçede söz başında mevcut değildi. şiş “şiş” sözcüğünün Ana
Türkçe *tiş sözcüğüne gitmesi de mümkün değildi. Öyle sanıyorum ki şiş- “şişmek” de *tiş-
idi. Bu biçimin korunduğu diller vardır: Alt. tiş-, tiji-, Tel. tiş- (Verbitskiy), Aşağı Biy ağzı
tiji- (Verbitskiy), Baraba Tat. tiş- (Radloff III, s. 1401). “şiş” anlamındaki sözcük de Tuba-
kiji’de tiş’tir (Baskakov, Dialekt çernevıh tatar, 1966, s. 155) ve aynı diyalektlerde tiş- “şiş-
mek” sözcüğündeki t- de korunmuştur (bk. Verbitskiy, Slovar altayskogo i aladagskogo na-
reçiy tyurkskago yazıka, 1884, s. 356). Balkarcada şiş bulmamıza rağmen Karaçaycada tiş
“şiş” korunmuştur. Türkmencedeki ç ş “şiş” ve ç ş- “şişmek” sözcüğündeki ç sesi bir ş-ş>ç-
ş farklılaşması ile de açıklanabilir ya da örneğin Yeni Uygurca çiş “diş” sözcüğündeki dağı-
nık t>ç gelişimi ile de açıklanabilir. Eğer benim, şiş sözcüğünün tiş’e gitmesi konusundaki
düşüncem doğruysa, bu durumda biz, Türkçe şişek sözcüğünün söyleyişiyle açık bir para-
lellik karşısındayız. Moğolca silege- “demirle ateşi karıştırmak” ve Manç.-Tung. sıla-/sile-
“şişte kızartmak” sözcükleri Moğolca silegü’nün, Türkçe şişek’le ilişkili olması gibi, aynı
yolla şiş sözcüğüyle ilgilidir. Katona tarafından önerilmiş olan bu etimoloji (şĭl’la ilgili)
Ligeti tarafından kabul edilmiştir: NyK XLIX (1935), ss. 216-217; Németh, MNy XXXIII
(1937), s. 139. Ayrıca bk. Palló: UAJb XXXV (1964), ss. 62-63).
33
Zoographica Russica II, 1811, s. 246: Tataris Syle unde Hungaris Sylli.
34
MSFOu XLVIII (1920), s. 264.
35
Bk. 29. dipnot.
Çuvaşçada, Söz Sonunda Gırtlak Patlamalıları 168

ödünç sözcük yoktur36 varsayımının neden sürdürülemez olduğuna dair nedenlerim-


den biri budur.
Diğer taraftan bir gerçeğe işaret etmek istiyorum, benim Moğolcada Eski Çuvaşça
ödünç sözcükler bulunduğu yolundaki görüşüm, Türkçe, Moğolca ve Mançu-Tunguz-
canın genetik olarak ilişkili olduğu varsayımını bozmaz. Aksine, Moğolcada, eski Çu-
vaşça-Bulgarca tabakanın kaldırılması bizim bir Türkçe-Moğolca ve Mançu-Tun-
guzca denkliklerin daha arkaik bir grubu üzerine yoğunlaşmamızı sağlar. Bunlar -ön-
sel olarak bekleneceği gibi- az sayıdadır ve incelenmeleri, karşılaştırmalı Altay dilbi-
lim çalışmaları için yeni imkanlar açabilir. 37
Özetle: Moğolcadaki Eski Çuvaşça ödünç sözcükler, Çuvaşça söz sonundaki gırt-
lak ünsüzünün ötümlüleşmesini yansıtır ve bu olay Eski Çuvaşça-Moğolca ilişkisi dö-
nemi boyunca veya daha önce meydana gelmiştir.

36
Ramstedt’in meşhur cümlesi: “Çuvaşça, Türk dilinin kurallı bir gelişmesidir ve Moğolca ile
doğrudan teması olmamıştır.” (JSFOu XXXVIII: 1, s. 34) yeniden formüle edilmelidir. Çu-
vaşça Türk ana dilinin kurallı bir gelişmesidir ve erken tarihi boyunca, Çuvaş-Bulgar-Ogur
kavimlerinin batıya göç etmesinden önce Moğolca ile uzun ve yakın bir ilişkisi olmuştur.
37
Bu noktada Altay dillerinin genetik akrabalığını reddeden Németh, Clauson, Şçerbak, Si-
nor, Doerfer ve diğerlerinin görüşünden ayrılıyorum. Eğer bir Altayca ana dili var idiyse,
bu MÖ 3 ya da 4 bin yıl önce olmalıdır. Biz bu çok uzun zaman diliminde adım adım ilerle-
mek zorundayız.
16

Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar1


Talȃt Tekin2

Karl H. Menges, The Turkic Languages and Peoples. An Introduction to The Turkic
Studies. Ural-Altaische Bibliotheque XV., Otto Harrassowitz, Wiesbaden 1968, XIV
+ 248 s.
Tanıtılacak olan bu çalışma ikinci başlıktan da anlaşılacağı gibi Türkolojiye girişin
bir özüdür ve önsözde de belirtildiği gibi karşılaştırmalı ve tarihi bir gramer değildir.
Bununla birlikte Türkçe tarihinin ana hatları gibi, Türk dillerinin karşılaştırmalı ve
tarihi gramerinin de ana hatlarını kapsar.
Kitap, sekiz bölümü (Türkçe çalışmalarının tarihi bir özeti, Türk halklarının dağı-
lımı ve göçlerinin tarihi bir özeti, Türk dillerinin sınıflandırılması, Türk dillerinde kul-
lanılan alfabeler, karşılaştırmalı fonoloji ve gramer özeti, Türk dillerinin sözcüksel
düzeni, yapıdaki değişimle ilgili gelişmeler, bibliyografik veriler), iki şemayı (biri Al-
tay dillerinin dağılımını, diğeri ise Türkçenin Altay dilleri içindeki durumunu ve
komşu olduğu grupları gösteriyor) ve üç harita taslağını (biri, Altaycanın göç yollarını
tahmini olarak gösteriyor, diğer ikisi Altay halklarının ilk olarak yerleştikleri yerleri,
Ural, Hint-Avrupa, Ana-Dravid, Çin ve Yenisey halklarıyla birlikte gösteriyor) içine
almaktadır.
Ben, kendi özel alanlarında çok iyi yazılmış özetler olan 1. ve 2. bölüm hakkında,
herhangi bir şey söyleyemem. Fakat Türk dillerinin sınıflandırılmasıyla ilgili olan
üçüncü bölümde bazı önemli hatalar vardır. Bu bölümdeki yanlışlıklardan biri, yaza-
rın, Türk dillerinin farklı gruplara ayrılmasında “Merkezî ve Güneybatı Asya Dilleri”,
“Merkezî Güney Sibirya grubu”, “Doğu veya Tuva grubu”, “Kuzeydoğu-Doğu Sibirya
veya Yakut grubu”, “Ponto-Hazar grubu dilleri”, “Volga-Kama-Batı Sibirya dilleri”,
“Aral-Hazar dilleri” vb. gibi coğrafi adlandırmaları çok fazla kullanmış olmasıdır. Dil-
lerin coğrafi dağılımına dayanan terminoloji bazen durumu daha da karışık hale geti-

1
Not: Bu önemli çalışmanın kısa bir sunumu Pentti Aalto tarafından FUF XXXVII ss. 170-
173’te yayımlanmıştır.
2
“Notes on an Introduction to the Turkic Studies”, Sonderabdruck aus den Finnisch-ug-
rische Forschungen XXXIX, 1972: 351-365.
Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar 170

rir ve genellikle, yalnız okuyucuyu değil, burada olduğu gibi, yazarın kendisini de yan-
lış yola sevk eder. Menges’in, Sarı Uygurcayı, Özbekçe ve Yeni Uygurcayla birlikte
Çağatayca içinde veya onun terimiyle “Merkezî Asya” grubu içinde bir diyalekt olarak
göstermesi yanlıştır (s. 60). Her ne kadar Çin’in Kansu vilayetinde konuşulmakta ve
bu yüzden coğrafi olarak Yeni Uygurcaya yakın olsa da, Sarı Uygurca, Poppe”nin yap-
tığı gibi (krş. Introduction to Altaic Linguistics, s. 40) bir azaḳ diyalekti olduğu ve gru-
bun diğer diyalektlerine benzediği için Abakan grubu içinde sınıflandırılmalıdır.
Bu bölümün diğer hatası, Kırgızcanın iki kez listeye alınmış olmasıdır. Birinci ola-
rak Kırgızca, Özbekçe ve Yeni Uygurcayla birlikte Merkezî Asya grubu içinde göste-
rilmiş, ikinci olarak Aral-Hazar dilleri gibi Kuzeybatı veya Kıpçak grubu içinde gös-
terilmiştir (s. 60). Öyle görünüyor ki Menges, Kırgızcanın yeri hakkında henüz karar
verememiştir. Bir taraftan Kazakça, bir taraftan Altayca (Oyrot) ile çok yakın ilişkisi
bulunan (aġ>Kırg. ō, Alt. ū, dudak çekimin varlığı vb.) Kırgızcanın bir Kıpçak dili
olduğuna şüphe yoktur.
Bu bölüm, altı grubun en önemli ayırıcı karakteristik özelliklerinin bir özetini de
içerir. Yazar, Yakutçanın karakteristik özelliklerini sayarken şöyle diyor: “Edebi Ya-
kutçada, Buŕat ve Kuzeybatı-Evenki gibi ÜsÜ>ÜhÜ olur”3 (s. 65). Doğru bir ifade
fakat yetersiz ve belirsiz. Bilindiği gibi Genel Türkçe ç, ş ve z sesleri Yakutçada s olur
(örneğin açıġ>ası, kişi>kisi, uzun>usun vb.) ve bu ikincil s bugün edebi dilde h’ye
değişmiştir (örneğin ahı, kihi, uhun vb.). Fakat birincil s’nin ünlüler arasındaki du-
rumu nedir? O da edebî Yakutçada h oldu mu? Yukarıda ifade edilen formülden çı-
kan sonuca göre, evet. Fakat bu çok büyük bir yanlıştır. Ana Türkçe s, Yakutçada ün-
lüler arası durumda Menges’in inandığı gibi h olmaz fakat Ramstedt’in belirttiği (krş.
“Einführung in die altaische Sprachwissenschaft”, I. Lautlehre, ss. 99-100) ve
Poppe’nin onayladığı gibi t’ye değişir (krş. “Das Jakutische”, Fundamenta I, s. 678).
Örneğin, it “sıcak”<*isig, ıtarġa<*ısırḳa, ḫotuo “kusma”<*ḳotō<*ḳusaġ
vb. -s->-t- değişimi Yakutçada *ç>s, *ş>s, *z>s değişimlerinin görünmesinden önce
meydana gelmiş olmalıdır, çünkü ikincisi, ilki tarafından etkilenmemiştir.
Türk dillerinde kullanılan alfabelerden söz eden kısa bir bölümden sonra yazar,
bu dillerin karşılaştırmalı sesbilgisi ve gramerleriyle ilgilenmeye başlıyor. Sayfa
73”ten 163”e kadar süren bu bölüm, çalışmanın ana bölümünü oluşturuyor. Genel-
likle, çok iyi yazılmış ve dikkatle seçilmiş örneklerle çok iyi anlatılmıştır. Bununla bir-
likte yanlışlık ve eksikliklerden kurtulmuş değildir. Bir kısmı aşağıda tartışılacaktır:
1. Sayfa 75”te, Menges, Türkçede birincil uzun ünlülerin kaynağı konusunda şunu
söylüyor: “Ünlü uzunluğu incelenince görülür ki uzunluk belirsiz birkaç örnekte ve
sadece kök hecede görülür ve sık sık Moğolcada iki heceli bir sözcüğe denk gelir. Bu-
nun anlamı, Türkçe örneklerdeki uzunluğun büyük bir olasılıkla Altaycanın eski iki

3
Ü= ünlü (çevirenin notu)
171 Talȃt Tekin

heceli sözcüklerinin uzunlukla telafi edilmesidir: krş. örneğin Trkm. gȫk “mavi, gök-
yüzü” : Mo. köke ay., Trkm. āb “av” (sic!) : Mo. aba ay. vb.” Görülüyor ki Menges
hala eski “telafi uzunluğu” teorisine bağlıdır. Ünlü uzunluğu Ana Türkçede ikincil
kaynaklı olabilir. Fakat *köke, *aba gibi iki heceli kökler, son hece ünlülerini yitirip
tek heceli oldukları zaman birinci hecenin ünlüsünün neden uzadığını anlamak ger-
çekten çok güçtür. Bir söz sonu ünlünün kaybolması nedeniyle bir sözcükte telafi
uzunluğu oluşur mu? İkincisi ve bundan daha önemlisi, bilindiği gibi pek çok birincil
kısa ünlülü, tek heceli Türkçe sözcük de Moğolcada iki heceli kökteşlere sahiptir, ör-
neğin GT ḳat- “katı olmak”: Mo. ḳata- ay., GT ḳoç “koç”: Mo. ḳuça ay., GT ul “te-
mel”: Mo. ula ay., GT kez- “gezmek”: Mo. kerü- ay., GT büt- “tamamlamak”: Mo.
bütü- ay., GT sıḳ- “sıkmak, baskı uygulamak”: Mo. siḳa- ay., GT tik “dik”: Mo. çike
ay. vb. vb. Öyleyse neden, bu durumlarda, söz sonu ünlünün kaybolması telafi uzun-
luğuna neden olmuyor? Eğer Menges’in teorisini kabul edersek bu sorulara cevap ve-
remeyiz. Ben inanıyorum ki Ana Altayca biçimin, birinci hecede orijinal uzun ünlü
bulunması kaydıyla iki heceli olduğunu (Mo. aba: Türk. *āb) kabul etmek bizim için
kaçınılmazdır:

Ana Altay. *āba “av”>Ana Mo. *aba Ana Altay. *kȫkē “mavi”>Ana Mo.*köke
>Ana Türk. *āb >Ana Türk.*kȫk

Bu nedenle, bu ses olayı, yani uzun ünlülü bir kökten sonra görülen son ünlünün
düşmesi olayı Türk dillerinde oldukça yaygındır, örneğin Hak. pǖr “kurt”<*bȫri (krş.
Trkm. bȫri ay.), Yak. bāy- “zengin olmak”<*bāyu- (krş. Trkm. bāya- ay.<*bāyu-),
Yak. kūr- “kurumak”<*ḳūrı- (krş. Trkm. ġūra-<*ḳūrı-), Çuv. yüś- “acılaş-
mak”<*āçı- (krş. Trkm. āca- ay.<*āçı-) vb.
2. Sayfa 78’de, Brāhmi alfabesiyle yazılan Uygurca metinlerde gözlemiş olduğu
dudak çekiminden söz ederken Menges şöyle diyor: “tolo<tola (dolu) tipinde alışıl-
mış dudak çekiminden ayrı olarak, niteliksel bir ünlü benzeşmesi olarak ortaya çıkan
özel bir dudak çekimi vardır: könlöm-iṁ, I. tekil kişi iyelik belirtme “gönlüm”;
köŋlömnöŋ, bu biçimin ilgi durumu; olorop “oturup” ve benzerleri, köŋlüm-in,
köŋlüm-nin, olurup için”. Bildiğim kadarıyla, Brahmi alfabesiyle yazılmış Uygurca
metinlerde Kırgızca, Altayca (Oyrotça) vb.de görülen alışılmış dudak çekimi örnek-
leri yoktur. Uygur (Brahmi) tolo “dolu”, tola’ya değil, tolu’ya gider. Bu nedenle o yal-
nız Uyg. Brah. köŋlöm “gönlüm”<köŋlüm, olorop “oturup”<olurup vb. tipinde bir
dudak çekimine örnek olabilir.
3. Sayfa 84’te Menges, Kzk. elǖ “elli”yi *ellig’den getiriyor. Bu yanlıştır. Kzk. elǖ,
Orh., Uyg., MK vb. elig’e gider. Çift l’li biçimlerin tümü, yani Çağ., Özb. ellik, YUyg.
ellik, Az. elli, Nog., Kum., Kar.-Balk., Trkm. elli, Tat., Bşk. ill , Çuv. allĭ (VBulg. elǖ)
ikincildir.
Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar 172

4. Sayfa 87’de yazar Uyg. (Brahmi) ādʿaş “arkadaş” sözcüğünü ād-daş, yani “aynı
adlı” sözcüğüne götürüyor. Bu etimoloji hem sesbilgisel hem anlamsal nedenlerden
ötürü kabul edilemez. Türkçe “isim” anlamındaki sözcüğün birincil bir t ile yazıldığı
sırada “arkadaş” anlamına gelen sözcük d, hatta daha eski metinlerde δ ile görülü-
yordu: krş. Uyg. adaş, MK adaş, aδaş. δ>y ses değişimiyle, sözcük daha sonra ayaş
olmuştur: krş. IM (Taymas) ayaş “arkadaş”, Kırg. ayaş ay., Yak. atas “arkadaş” da
*aδaş’a gider. Erken bir tarihte, Kutb’un Hüsrev ü Ş r n’inde (krş. s. 34b 11) hala d ile
görülür, yani d>y değişmesi meydana gelmeden önce adaş “arkadaş” sözcüğü *addaş
“aynı adlı” (<*ātdaş) sözcüğü ile karışmıştır. İkinci sözcük CC ve Çağataycada ataş,
Kırgızca ve Tuvacada attaş olarak görülür. Türk dillerinin, ünlüler arası du-
rumda -t- sesini koruyanların dışında kalanlarında -d- görülür: krş. Özb., YUyg.’da
adaş, Bşk. aδaş vb.
5. Sayfa 94’te, yazar, GT s- sesinin Çuvaşçadaki durumu hakkında şunları yazıyor:
“Çuvaşçada s- sesi genellikle korunmuştur. Fakat Çuvaşça sözcüklerin belli bir kat-
manında (Hun?) s- yerine bir ş- görülür ve bu, yukarıda söylendiği gibi, Eski Kilise
Slavcası ve Macarcadaki Hun-Bulgarcası sözcüklere de yansımıştır, krş. Türk. sārıġ
“sarı”>Çuv. şurĭ “beyaz”>Orta Kilise Slavcası şar’ “renk”; Tü. süpür-, Çuv. ş p r “sü-
pürge”, Mac. şöpör, şeper ay.; Çuv. şur “bataklık, kir”, Trkm. saḍ (<*sāz) ay.>Mac.
şār ay.” Görüldüğü gibi, Menges GT s-‘nin Çuvaşçadaki durumunu açıklayamamıştır.
GT s- sesinin ı ve i’den önce Çuvaşçada ş- olduğu genel bir bilgidir, örneğin Çuv. şĭna
“sinek”<*siŋek, Çuv. şĭrt “sırt”<*sırt vb. Bu kural bize Çuv. ş p r “süpürge” sözcü-
ğünde s- yerine neden ş- bulunduğunu açıklar: Menges’in inandığı gibi bu sözcük *sü-
pür’e değil, karşılaştırmanın gösterdiği gibi *sipir veya *sipür gibi bir şekle gider: krş.
Uyg. sipir- “süpürmek”, Çağ. sipür- ay., CC sibür- ay., Kar.L.T. sipir- ay., Alt., Kum.,
Kar.-Balk. sibir-, Hak. sıbır-, Kzk., Nog. sıpır- ay., Kırg. sıpır-, şıpır- ay., Tat. s b r- ay.,
Bşk. h p r- vb. MK, Tü., Trkm. vb. süpür- şeklinin ikincil olduğuna ve *sipür- şekline
gittiğine şüphe yoktur. İkincisi, kurala uygun olarak Moğolca sigür “süpürge” şekline
denk gelir (krş. Poppe, Vergleichende Grammatik der Altaischen Sprachen, s. 116).
Çuv. şurĭ “beyaz” ve şur “bataklık” sözcüklerindeki ş- sesine gelince; bu kolay ve do-
yurucu bir biçimde açıklanabilir. Eğer biz, Çuvaşçada, Ana Türkçe veya İlk Türkçe *i,
*ı ünlüsünden başka bir ünlüden önce ş- sesi bulursak, orada birincil bir uzun ünlünün
erken bir ikiseslileşmesi olduğunu düşünmeliyiz, yani Çuv. şurĭ “be-
yaz”<*şarı<*siarıġ<*sarıġ, Çuv. şur “batak”<*şar (>Mac. şār) <*siar<*sār vb. Bu
ikiseslileşme olayını ve pek çok örneği, Ligeti otuz küsur yıl önce açıklamıştı (krş. “Les
voyelles longues en turc”, JA, 1938, s. 195).
6. Sayfa 96’da, Menges diyor ki: “Türk dillerinde zetasizm ve rotasizm için kanıt
yoktur. Bazen Orhon Türkçesi kaġansırat- “ḳaġan’sız bırakmak”, elsiret- “ilsiz, vatan-
sız bırakmak”, Kklp. Oyrot öksürö- “annesiz olmak”, Kklp. kansıra- “kansız olmak”
173 Talȃt Tekin

vb. gibi durumlarda, bunların kaġan-sız “kağansız”, el-siz “ülkesiz”, ök-süz, kan-sız
vb. gibi şekillerden türemiş olduğu düşünülürse, bunu kanıt kabul edebiliriz fakat be-
nim Anthropos XLIX, s. 111”de gösterdiğim gibi bu yanlıştır. Çünkü -sız yokluk
eki -sı-/-si- addan yokluk eylemi yapım eki ve eylem köklerinden ad yapan -z ekinden
türemiştir...” Biz Türkçede gerçekten ad köklerinden yokluk eylemi yapan
bir -sı-/-si- ekine sahip miyiz? Hayır. Bizim bildiğimiz bu ek sadece “gibi olmak” anla-
mında eylem kökleri yapar. Örn. MK suw-sı- “susamak”, kuruġ-sı- “kurumak üzere”,
yaġ-sı- “yağ tadı almak, yağ tadı elde etmek”, Uyg. erk-si-n- “güçlenmek, güç kazan-
mak” (sonuncusunu Uyg. erksire- “güçsüz olmak” ile karşılaştırın) vb. Görüldüğü
gibi -sı-/-si-‘li eylem kökleri tamamen karşıt bir anlamdadır. O Öyleyse “…sız” anlamı
başka bir yerde araştırılmalıdır. -sıra-/-sire- ekinin yapısına gelince, Menges yukarıda
belirtilen nedenlerden ötürü, ekin yapısında bir -ra-/-re- öğesi görüyor ve şöyle açık-
lıyor: başlangıç sınırı veya anlık durum gösteren -ra-/-re- eki nadiren tek başına görü-
nür, genellikle bir aspekt karakter gösteren diğer eklerle birlikte bulunur (tekrarla-
malı aksiyon için -kı-ra-)...”. Bu da yanlıştır, çünkü basitçe Türkçede böyle bir ek yok-
tur. Sadece, ses olarak buna benzeyen ad kök ve gövdelerinden eylem yapan bir -ra/-re
eki vardır. Örn. Uyg. kek-re-ş- “öfkelenmek”, ög-re-n-, ög-re-t- (ög “akıl, bellek”) vb.
Onun için Orh. elsire-, kagansıra-, urugsıra-, Hak. öksire-, Kzk., Kırg. vb. kansıra- gibi
sözcüklerin İlk Türkçe (Ana Türkçe değil!) *-sır/-sir’li sıfatlardan türemiş -a-/-e-‘li ey-
lem gövdeleri olduğunu ve daha sonra, yani Ana Türkçede, yalnız söz sonunda yer
alan *ř>*z değişimine uğrayarak *-sız/-siz biçimine geliştiğini kabul etmenin bizim
için kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum. Gerçekte bu ek çifti, yani -sız/-siz
ve -sıra-/-sire-, elli küsur kadar örnekle bize, yazarın kullandığı deyimle “Türk dilleri
arasında zetasistik bir gelişme” olduğunu gösterir. Bu gelişmenin araştırılması ve
daha sonraki örnekler için benim “Zetacism and Sigmatism in Proto-Turkic” (AOH,
XX, ss. 51-80) adlı makaleme bakınız.
7. Sayfa 97’de, Çuvaşçada δ>r gelişimi ile ilgili olarak yazar şunu ifade ediyor:
“δ’den r’ye geçiş bir *-z- aracılığı ile olmuş olmalıdır.” Çuvaşçada δ>r gelişiminin ne-
den *-z- üzerinden olduğunu kabul etmemiz gerektiğini anlamak zordur. Bu görüş,
rotasizme inanan bilginlere göre doğru olabilir, yani önce Türkçe d sesi z’ye gelişmiş
daha sonra Çuvaşçada *z>r olmuştur. Fakat Çuvaşçadaki δ>r gelişimi ile Türkçedeki
*ř>z gelişimi iki ayrı olaydır. Öyle görünüyor ki Menges zetasizme inanmıyor. Fakat
Ana ve Genel Türkçe *z’nin Çuv. r’ye gelişmesi konusundaki şüphesini de belirtiyor.
“Eğer Çuv. r Ana Altayca *r (<*ŕ veya *r²>Türk. z) sesinin devamı değilse”. Onun
bu konuda karar vermesinin tam vakti olduğunu düşünüyorum.
8. Menges, aynı sayfada, Altayca l:ş denkliğine geçerek şöyle söylüyor: “r:z, l:ş
denkliği biçimbilgisel nedenlerle açıklanabilir ve bu durumda fazla bir sesbilgisel de-
ğer taşımaz. Mo. ḳoġołoy, Halh. ḫōłoy “boğaz”, Tü., MK, Çağ. ḳoġuş “kanal”; Mo.
Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar 174

taułay “tavşan”<*tabłay, Türk. tabışġan ay., -ş (-ş-ġan) ve -łay ektir…” Bu yanlıştır.


Moğolca ḳoġolai ve taulai sözcüklerindeki ekler, Menges’in inandığı gibi -lai değil,
Ramstedt’in başka bir yerde gösterdiği ve Einführung in die altaischen Sprachen (II,
s. 205) adlı eserinde açıkladığı gibi -ai’dir.
9. Sayfa 98’de Menges, Ermenice ēş “eşek” sözcüğünü, Altaycada “eşek” sözcüğü
için en yakın kaynak olarak görüyor, yani, Mo. elcigen<*elciken, Mançu
eyxen<*el’ken<*elciken ve Türk. eşek, eşkek ve eşyek. Eğer eş-ek (eş-kek, eş-yek)
sözcüklerini incelersek, Türkçe sözcüğün böyle bir teori için problem çıkarmadığını
görürüz. Fakat Moğolca elcigen biçimi Ermenice ēş’e götürülemez, çünkü ş gibi tek
bir ünsüzün Moğolcada lc gibi bir ünsüz çiftine değişmesi için hiçbir neden yoktur. ēş
de Türkçe eşek vb. sözcüklere götürülemez. Bu sözcüğün Ana Altayca kökü *elci veya
elçi gibi bir biçim olabilir. Bu kök, Hint-Avrupa kadar, Altayca “eşek” anlamındaki
sözcüğün de kökü olabilecek Sümerce anşu’ya yakındır.
Daha önce de söylediğim gibi, Menges, Türk dillerinde rotasistik veya zetasistik
bir gelişme için kanıtlar bulunduğuna inanmıyor. Bu yüzden r~z alternasyonunu, kö-
küz~kökrek “göğüs”, semiz “şişman”~semir- “şişmanlamak” vb. gibi sözcük çiftle-
rini göstererek açıklamaya çalışıyor. Ona göre, bu durumda, “Problem sesbilgisel de-
ğil biçimbilgiseldir: köküz adının -z veya -Üz’li bir ikilik şekli olduğu halde, kökrek vb.
iki ayrı eke sahiptir: kök-(ü)r-ek”. Bu açıklama doyurucu olmaktan çok uzaktır. Men-
ges, her ne kadar kökrek sözcüğünü eklerine doğru olarak ayırmışsa da, ekleri açıkla-
yamamıştır. O, belki de -ek elementini küçültme eki -AK olarak kabul ediyor. Bu
doğru olmalıdır. Fakat -(ü)r elementi nedir? Bu ek nedir? Menges onu doyurucu bir
biçimde açıklayamadıkça, yukarıda verdiği kökrek sözcüğünün çözümlenmesi fazla
bir anlam taşımaz. Ben, kökrek sözcüğündeki -r- sesinin, köküz’deki -z foneminin,
yani eski ikilik ekinin daha eski bir biçimi olduğundan daha iyi bir açıklama düşüne-
miyorum. -r-‘nin böyle kökrek gibi bir sözcükte korunmuş olması çok kolay açıklana-
bilir: Zetasizm, yani *r’den *z’ye ses değişimi yalnız söz sonunda gerçekleşmiştir
(Sonraki örnekler için, benim “Zetacism and Sigmatism in Proto-Turkic” adlı maka-
leme bakınız).
10. Bu sayfada, Menges semir- ve semiz sözcüklerini de yanlış çözümler: “Bu söz-
cük biçimleri şöyle türemiştir. *semi- “şişman olmak”: semi-r-; sıklık veya başlangıç
sınırı olan çatı, semi-z “şişman”,…” Bu, şüphesiz yanlıştır; çünkü semir- yalnızca gö-
çüşmeli bir biçimdir; eylemin göçüşmeli olmayan birincil biçimi semri-‘dir (krş. MK
semri-, Trkm. semre-, Tuv. semiri-). semri- eylemi, her ihtimale göre i eki ile addan
türemiş eylemdir ve semri- eyleminin i eki ile türediği ad (sıfat) semir’den başka bir
şey olamaz. Sonuncusu daha eski, yani Eski Türkçe semiz’in İlk Türkçe biçimi olma-
lıdır (bk. “Zetacism and Sigmatism in Proto-Turkic”).
175 Talȃt Tekin

11. Sayfa 102’de Menges’in, Bang’ın açıklamalarını izleyerek Osm. bütün ve yaḳın
sözcükleri için yaptığı çözümleme yanlıştır: “Osm. bütün “bütün”<*büt-gin veya
büt-Ün<büt-<bit- “tamamlamak”,… Osm. yaḳın<*yaḳ-ġın…”. Burada iki büyük
hata yapılmıştır: 1- Türkçe büt- Menges’in inandığı gibi bit- eylemine gitmez fakat
Osm. vb. bit-, Uyg., MK vb. büt-‘e gider, yani aslında tersi doğrudur. (Kök ünlüsünün
birincil bir ü olduğu, bu eylemin Moğolca denginden de açıkça anlaşılır: Mo.
bütü- “tamamlamak”, bütügel “tamamlanmış” vb.) 2- bütün ve yaḳın sözcüklerindeki
ekler -ġın/-gin olamaz, çünkü bu ekin başındaki ses, Oğuz grubunda genellikle kendi-
sini korumuştur (yalnızca Tü., Az., Trkm. satın sözcüğünde bir istisna görülüyor ki
belki o da *satġun şekline gider; krş. Çağ., YUyg. satḳun ay., Özb. såtḳin ay.) ve bu
sözcükler, Uygurcada zaten ekin başındaki gırtlak sesi korunmuş olarak görülür. Ger-
çekte, bütün ve yaḳın’daki ek -In ekidir (krş. Uyg. akın “dere, sel”, tügün “düğüm”,
tütün “duman” vb.) ve bu ekin Moğolca ve Tunguzcada da karşılığı vardır (bk. Rams-
tedt “Einführung in die altaische Sprachwissenschaft”, II, ss. 95-96).
12. Sayfa 111’de Menges, Ḳaşġar ’de -laḳ ile yapılan çoğul veya topluluk adlarının
açıklamasını yapıyor: “aş-laḳ “yiyecekler”, aş’ın çoğulu, at-laḳ “atlar, ış-laḳ “işler”,
ıt-laḳ “köpekler”, kış-laḳ (çoğul!) “kışlar”; Tat-laḳ “Farslar”…”. Bu biçimler gerçekte
böyle değil, aşlaḳa, atlaḳa, ışlaḳa vb. şeklindedirler, yani yönelme durumunda ve
Ḳaşġar ’de yönelme eki -ḳa/-ke’dir. Bu nedenle yukarıda verilen biçimler aş-la-ḳa,
ıt-la-ḳa, at-la-ḳa vb. şeklinde çözümlenmelidir. Başka bir deyişle bu biçimlerin çoğul
veya topluluk biçimleri -laḳ’tan çok -la biçiminde görülür. -la eki, Genel Türkçe çoğul
eki -lar/-ler’in yapısı dışında başka hiçbir yerde görülmez. MK’deki -la’lı çoğul veya
topluluk biçimleri, Türkçe çoğul eki -lar/-ler’in iki çoğul ekinden, yani -la- ve -r’den
oluştuğu teorisini çok iyi destekler (bkz. Poppe “Plural suffixes in the Altaic Langua-
ges”, UAJb, Böl. XXIV, s. 73).
13. Sayfa 125’te, Uygurca üküş “çok”, öküş biçiminde verilmiştir. Bu düzeltilmeli-
dir. Çünkü sözcük, Brāhmi alfabesiyle yazılmış Uygurca metinlerinde üküṣ ve üküś
biçiminde görülür (bkz. Gabain “Türkische Turfan-Texte”, VIII, s. 101). Yakutçada
da ü iledir: ügüs “çoğunluk”; krş. ayrıca Şor. üktü- “artmak, çoğalmak”, Yak. ük-
tüy- ay.<*üklǖ-<*ükl- -<MK ükil “çok”~üküş.
14. Sayfa 126’da Menges diyor ki: “*kö-r-‘deki -r- ekinin birincil anlamının sıklık
eki olması mümkündür, daha fazla açıklanamaz; krş. MK., Çağ., Kum., Osm., Şor. vb.
semi-r- “şişmanlamak”, semi-z “şişman”, Kum., Kklp., Tar., MK ḳutu-r- “delirmek,
kudurmak”, Osm., Tel., Şor. ḳudur- ay., ḳutu-z “çıldırmış, kuduz”, Osm. vb. ḳuduz, ve
bunun gibi”. Yukarıda da belirttiğim gibi, semir- yalnızca göçüşmeli bir biçimdir. MK
ḳutur- da öyledir. Son biçim addan -u- ile yapılmış bir *ḳūtru- eylemine gider (krş.
Trkm. ġūdura- “sevinçten kudurmak, saygısız ve terbiyesiz olmak, itaatsizleşmek, asi-
leşmek”<*ḳūtru-, ġuduz “kuduz”<*ḳūtuz<*ḳūtuř). kör-‘deki -r- ekine gelince, belki
Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar 176

temel eylem köklerinden eylem türeten bir ek olabilir ve Moğolcada tamamen aynı
görevdeki -ra-/-re- ekine denk düşer. Bu ek kigür- “sokmak”<*k -gür- eyleminin ya-
pısında bulunan temel k r- eyleminde de görülür. kigür- eyleminin *kir-gür’e gittiği
yolundaki teori (bk. örneğin, Räsänen, II, s. 157) şüphesiz yanlıştır.
15. Sayfa 133’te, şart eki -sar/-ser’in yapısı hakkında yazar şunları söylüyor: “Biz
Genel Türkçe -sar ekinin, -s- veya -sa-‘lı şart eki ile (Yakutça bunun için ayrı
bir -t-/-ta- ekine sahiptir) geniş zaman ekinin birleşmesiyle oluştuğunu rahatlıkla ka-
bul edebiliriz”. Menges, Yakutça koşul eki -tar’ın yapısındaki -ta- öğesini ayrı bir ek
saymasının nedeni, Yakutça t sesinin Genel Türkçe s değil, z yerine olduğunu düşün-
mesidir. Fakat bu büyük bir hatadır. Gerçekte yukarıda da belirttiğim gibi, bunun kar-
şıtı doğrudur. Yani Genel Türkçe -s->Yakutça -t-: krş. örneğin it “sıcak”<ET isig,
itir- “sarhoş olmak”<MK esür-, sıttık “yastık”<MK yastuk, ıtır- “ısırmak”<MK ısır-,
ḫotuo “kusmuk”<*ḳosō<ḳusaġ, kıtsġas “kerpeten, kıskaç”<MK ḳısġaç vb. Bu ku-
rala göre Genel Türkçe ek başı s- kurallı olarak Yakutçada t- olur. -ta/-te (3. tekil kişi
iyelik eki) <-sı/-si, -tın/-tin vb. (3. kişi emir) <-sun/-sün (Orhon Türk-
çesi -zun/-zün’deki z- ikincildir) vb. Ben bundan dolayı Yakutça koşul eki -tar/-ter’in,
Eski Türkçe -sar/-ser ekinin kurallı bir gelişmesi olduğunu kabul etmemek için hiçbir
neden göremiyorum. Diğer taraftan, Genel Türkçe -z- standart Yakutçada h ile gö-
rülmektedir. ıhık “yiyecek, erzak”<MK azuḳ, kıhıl<MK ḳızıl, uhun<MK uzun vb.
Yalnız kıtar- “kızarmak” (krş. MK ḳızar-) sözcüğünde bir istisna görülüyor fakat bu
sözcükteki -t- farklı bir ses olabilir (krş. Eski Anadolu Türkçesi ḳız “az, nadir, pahalı”,
ḳıt ay.)
16. Bu sayfada Menges, Eski Türkçe koşul eki -sar/-ser ile Eski Anadolu Türk-
çesi -ısar/-iser’i birbiriyle ilişkili sayarak büyük bir hata daha yapıyor: “ed-iser “ya-
parsa”, ḳal-ısar “kalırsa” burada (yani Eski Anadolu Türkçesinde) bazen gelecek za-
man gibi (gelecek/istek) ve gerçek dışı durumlara hizmet ediyor. Bu bütünüyle yanlış-
tır. -ısar/-iser eki hiçbir zaman Eski Türkçe koşul eki -sar/-ser eki ile ilişkili olamaz.
Bilindiği gibi bu ek, Eski Anadolu Türkçesinin gelecek zaman ekidir (krş. Mansuroğlu
“Das Altosmanische”, Fund. I, s. 179): yaradılmış bu şerbetden dad-ısar “Yaradılmış
olanlar bu şerbeti tadacaklar”, bu sāḳ meclisin esrid-iser-dür “Bu saki meclisi sarhoş
edecektir” vb. -ısar/-iser’li gelecek zaman Harezm Türkçesinde de bulunur: içeliŋ
bādeni güller sol-ısar / tenimiz ʿāḳıbet topraḳ bol-ısar “İçelim şarabı güller solacak,
tenimiz sonunda toprak olacak” (krş. Eckmann, “Das Chwarezmtürkische”, Fund. I,
s. 133). Menges’in söylediğinin aksine, -ısar/-iser hiçbir şekilde Eski Anadolu Türkçe-
sinin koşul eki olamaz ve bundan dolayı, zaten Karahanlı Türkçesinde -sa/-se olarak
görünen, Eski Türkçe koşul eki -sar/-ser’le birleştirilemez. -ısar/-iser ekinin kökenine
gelince, *-ıġsar/-igser gibi bir şekle gitmesi mümkündür, yani -ġ/-g’li eylem adı ve sa-r
“ister” ilavesiyle (krş. MK keligse-k “o gelmek ister”, barıġsa-ḳ “o gitmek ister vb.).
177 Talȃt Tekin

17. Sayfa 134’te, yazar Kuzeybatı (yani Kıpçak) grubundaki -ū/-ǖ eylemden ad ya-
pım ekini -ġu/-gü’den türetiyor. Bu da yanlıştır. Kıpçak grubundaki bu adlar, Eski
Türkçenin -ġ/-g’li eylem kökenli adlarına giderler; yani Kırg. alū “almak”<alıġ, berǖ
“vermek”<berig vb. Diğer yandan, eski -ġu/-gü eki Kıpçakçada -ġı/-gi şeklinde varlı-
ğını sürdürür (Tat., Bşk. -ġı/-g ). Örn. Kırg. alġı bergi “almak ve vermek (hediye)”,
Kırg. belgi “işaret”, Tat. bilg ay., Uyg. belgü, Kaz. burġı “delik, delme,
burgu”<*burġu vb. Gerçekte Eski Türkçenin bu ek başı -ġ/-g sesi, Kuzeydoğu
(Tuva-Hakas) ve Güneydoğu (Çağatay) gruplarında olduğu gibi bu grupta da kendini
korumuştur.
18. Sayfa 136’da Menges, Orhon Yazıtlarından, aşağıdaki cümleleri alıntılıyor:
süŋü batımi ḳarıġ söküpen Kögmen yışıġ to ġa yorıp Ḳırḳız budunuġ uda bastım. Bu
cümleyi aşağıdaki gibi çeviriyor: “Süngü batımı karı sökerek Kögmen Dağı’na doğru
yürüyüp, Kırgız halkına eziyet ederek onları yendim”. Burada birkaç hata vardır. Bi-
rincisi Eski Türkçe “süngü” karşılığındaki sözcük süŋgü değil süŋüg<süŋü-g’dür,
yani -g ile eylemden ad yapılmıştır. İkincisi ve bundan daha önemlisi, uda bas- deyi-
mindeki uda sözcüğü eylemden -a’lı bir zarf değil, u- “uyumak” eyleminin bulunma
biçimidir. Deyimin doğru çevirisi “Kırgız halkını uykuda bastım’dır. Tonyukuk yazı-
tında bu deyim u-‘nun yönelme-bulunma eki ile görülür: ḳırḳızıġ uḳa bastımız (Ton.
K 3).
19. Sayfa 139’da yazar diyor ki: “Yakutçada, diğer Türk dillerindeki s/z’nin yerine
t eki ile yapılmış “geniş zaman-emir” (Böhtlingk) eki -tın/-dın/ /-łın/-nın vb. vardır…”.
Bu da şüphelidir. Yukarıda Yakutça koşul eki -tar/-ter ile ilişkili olarak söylediğim
gibi Yak. -tın/-tin vb. Eski Türkçe 3. kişi emir eki -sun/-sün’ün kurallı bir gelişmesidir.
Son biçim Moğolcadaki -tugai/-tügei 3. kişi emir ekindeki -tu-/-tü- ekine denk düşer.
20. Aynı ekin Çuvaşçadaki dengi için Menges şunu söylüyor: “Çuvaşça -t r eki gibi
tamamen farklı bir biçime sahiptir; krş. pul-tĭr “olsun”, bu ekin kaynağı belirsizdir”.
Çuvaşça 3. kişi emir ekindeki -ta-/-te- öğesi, Pritsak tarafından yeterince incelenmiş
ve Genel Türkçe et-sün sözcüğünün Volga-Bulgarcası dengi olan iṭinṭim’de bulu-
nan -ṭim 3. kişi emir ekindeki -ṭi- öğesiyle açıklanmıştır (krş. “Bolgaro-Tschuwasc-
hica”, UAJb XXXI, ss. 283-289).
21. Sayfa 153’te yazar şöyle söylüyor: “ałma- yardımcı eylemi Kazakça gibi Osman-
lıcada da asıl eylem ile ses uyumuna girer ve bunun sonucunda kök ünsüzünü kaybe-
der: gel-e-me-dim, gül-e-me-dim<*gel-e--al-ma-dım, *gül-e--al-ma-dım, zaten Os-
manlıcanın çoğu gramerlerinde bu biçim, -ama-/-eme-‘li yetersizlik eki olarak adlan-
dırılmıştır”. Burada başka bir büyük hata yapılmıştır. Çağdaş Türkçe geleme-, gü-
leme- vb. gibi yetersizlik bildiren gövdeler, Menges’in sandığı gibi *gel-e alma-, *gül-e
alma- vb. gibi biçimlerden değil, gel-ü-me-, gül-ü-me- vb. gibi gövdelerden, yani Eski
Anadolu Türkçesindeki -uma-/-üme-‘li yetersizlik gövdelerinden türemiştir. Eski
Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar 178

Anadolu Türkçesindeki -uma-/-üme- eki, tersine, u- “ebilmek” yardımcı eylemi ile


oluşmuş zarf birleşiklerinden hece yitimi sonucu oluşmuştur, yani; aŋla-
yuma-<aŋla-y-u u-ma-, bilüme-<bil-ü u-ma- vb. Bilindiği gibi bir eylemin yeterlilik
ve yetersizlik çatısı, Orhon Türkçesinde de aynı yolla yapılır, örneğin artat-ı u- “boza-
bilmek”, itin-ü uma- “hazırlanamamak”, yaratun-u uma- ay. vb. Daha sonra arka ar-
kaya gelen iki özdeş (veya benzer) ünlüden birinin atlanması sonucu (yani asıl eylem-
deki zarf-fiil eki -u/-ü ve uma- eyleminin kök ünlüsü) yeni bir ek, yani olumsuz gövde-
lerdeki -uma-/-üme- eki ortaya çıkar. -uma-/-üme- ekinin oluşumu, daha evvel Ku-
tadgu Bilig’de bulduğumuz bilümez, yiyümedi vb. gibi örneklere dayanarak XI. yüz-
yıla kadar götürebiliriz. Bütün bu gelişmeler, Z. Korkmaz’ın makalesinde mükemmel
olarak incelenmiştir (krş. “Türkiye Türkçesinde İktidar ve İmkân Gösteren Yardımcı
Fiiller ve Gelişmeleri”, TDAY 1959, s. 107-124).
22. Sayfanın devamında Menges şöyle söylüyor: “ałma-‘lı oluşumlar yalnız Çağa-
tayca ve Osmanlıcanın erken dönemlerinde görünürler…”. Benim bilgilerime göre,
alma- ile yapılan eylem kökleri (yetersizlik veya iktidarsızlık bildirsin) sadece Codex
Cumanicus ve Harezm Türkçesinde (yalnız Rabgūz ’de) görülür, Eski Anadolu Türk-
çesinde değil. Gerçekte Oğuz grubunun en karakteristik özelliklerinden biri olumlu
olumsuz yeterlik çatısında al- yardımcı eyleminin kullanılmamasıdır.
Aynı sayfanın daha altında yazar şöyle diyor: “-a-ma-/-e-me-‘li biçimler Osmanlı-
cada daha sonra görülür (XVI. yüzyıldan sonra)”. Bu da doğru değil-
dir. -ama-/-eme-‘li olumsuz gövdeler XIII. yüzyıl gibi erken bir tarihte görülürler, ör-
neğin bak-ama-y-a sen “bakamazsın”, id-eme-y-e sen “yapamazsın”, gid-eme-y-e sen
“gidemezsin” vb. (krş. M. Mansuroğlu, “Sultan Veled’in Türkçe Manzumeleri”, İs-
tanbul: 1958, s. 149), bul-ama-dum, tur-amaz, koy-amaz-am vb. (Şeyyad Hamza, Yu-
suf ve Zeliha, İstanbul 1946, ss. 34-1, 75-9, 81-1).
23. Sayfa 159’da yazar, farklı yapılara sahip fakat aynı şekilde söylenen ad ve eylem
gövdelerinin bazılarının açıklamasını yaparken, şunları söylüyor: “Orh., Uyg., MK vb.
yük “yük”, yük- “toplamak”; bunların *yü- kökünün türevleri olduğunu MK’daki
yü-d- “yüklemek, d ile yapılmış başlangıç sınırı belirten kanıtlar…”. Burada iki hata
yapılmıştır: Birincisi yük- eylem gövdesi Brockelmann’ın Mitteltürkischer Wortschatz
adlı çalışmasından kaynaklanan bir yanlıştan başka bir şey değildir. Bu sözcüğün
doğru söylenişi g ile yani yüg- olmalıdır. Bununla ilgili ya da daha doğrusu bununla
nöbetleşen üg- eylemi de aynı anlamdadır. (Bu son biçim Brockelmann ve Atalay ta-
rafından yanlış olarak ök-, Drevnetyurkskiy Slovar’ın yazarları tarafından da ük- ola-
rak okunmuştur): krş. Uyg. (Brah.) üg- “yığmak”, Hak. üg-, Trkm. üv- ay., Alt. Tel.
ǖ- ay., Kzk., Kırg. üy- ay., Tat., Bşk. öy- ay., vb. İkinci olarak üg-~yüg- eylem gövdesi-
nin yük “yük”, yüδ- “yüklemek” vb. ile ilişkisi yoktur, çünkü basitçe, ikisi arasında
mantıklı bir anlam ilişkisi yoktur.
179 Talȃt Tekin

24. Sayfa 162’de Menges, küse- “istemek” eylemini köse- olarak okuyor ki şüphe-
siz yanlıştır: krş. CC küsemek “arzu”, küsenç ay., küse-n- “dilemek, arzulamak”, Kar.
L.T. küsen- ay., Kzk., Kkalp., Nog. vb. küse-, Tuv. küze-, Trkm. küyse-<*kǖse- vb.
(krş. ayrıca Mo. küse- ay.).
25. Aynı sayfanın daha aşağısında, Uyg. anuḳ “hazır” sözcüğünün anlamını “hazır
olma” olarak veriyor; fakat bu belki bir yazım hatasıdır.
Kitabın, sesbilgisi ve gramer bölümlerini okurken dikkatimi çeken temel hatalar
bunlardır. Şüphesiz kitabın diğer bölümlerinde de hatalar vardır fakat onlar fazla
önemli değildir ve bu yüzden gözden kaçmıştır. Bununla birlikte, sesbilgisi bölü-
münde gözden kaçmayacak önemli bir eksiklik vardır. O da, Genel Türkçe veya Ana
Türkçe uzun ünlülerin tartışıldığı bir bölüm olmamasıdır. Yazarın bu konudaki gö-
rüşü, özetle şöyledir: “Eski sesbilgisel uzunluk-kısalık karşıtlığı yalnız Türkmence ve
Yakutçada (ve Çuvaşçada da dağınık olarak) korunmuş olduğu için, Genel Türkçede
ünlü sesbirimlere (yani sekiz kısa ünlüye) denk gelen bir ünlü uzunluğu kabul etmek
olanaksızdır” (s. 75). “Eski sesbilgisel uzunluk-kısalık karşıtlığı”nın yalnız Türkmence
ve Yakutçada korunması, Türkçedeki birincil uzun ünlüler teorisini çürütür mü? Ke-
sinlikle hayır. Türkmence ve Yakutça birer Türk dilidir ve her iki dil arasında ünlü
uzunluğu açısından sistematik bir denklik bulunduğu için biz Ana Türkçenin uzun-
luğa sahip olduğunu düşünebiliriz. Uzun ünlülerin kısa denklerine bakılınca aradaki
zıtlık görülebilir. Ayrıca, birincil uzun ünlülerin dağınık olarak, Hakasça, Tuvaca, Ta-
tarca (Mişer ve Batı Sibirya ağızları), Balkarca, Kırgızca, Özbekçe, Yeni Uygurca ve
Gagauzcada da bulunduğunu ekleyebiliriz. Hatta Ana Türkçenin ünlü uzunlukları hiç
korunmamış bile olsa biz yine Türk dillerinin bu en erken döneminde ünlü uzunluğu-
nun mevcut olduğunu kabul edebiliriz. Çünkü aksi halde, örneğin, bazı sözcüklerde
söz sonu durumda birincil ötümsüz ünlülerin ötümlüleşmesini ve diğer durumda aynı
ünsüzlerin ötümsüz olmasını (Oğuz grubunda) açıklamak mümkün olmazdı: krş. Tü.,
Az. ad “isim”<*āt (fakat at “at”), Az. yėdek<*yēt- (fakat yėt-er), Az. çıġır- “seslen-
mek”<*çīḳır- (fakat çıḳ-<*çıḳ-), Az. gicik<*k çik “gıcık” (fakat kiçik “küçük”), Tü.,
Az. od<*ōt ( fakat ot “ot”), Tü., Az. öd<*ȫt (fakat öt-), Az. uc<*ūç (fakat uç-), Az.
güd-<*kǖt- (fakat küt) vb. Bu çeşit sözcük çiftlerinden, sadece *ā:*a karşıtlığı için
Ana Türkçede en az otuz örnek bulunabilir. Kısaca, Ana Türkçede hiç şüphesiz ünlü
uzunluğu vardı ve bu en erken dönemde fonemikti. Bunun için, Türk dillerinin karşı-
laştırmalı fonolojisinin, Türkçedeki birincil uzun ünlülere değinen bir bölümü de içer-
mesi gerekir.
Son iki bölümün ilki, yani altıncı bölüm, Türk dillerinin sözcüksel düzenlemesiyle
ilgilidir. Yazar bu bölümde, Türkçeye Çince, Sanskritçe, Tibetçe, Toharca, Hotanca,
Soğdca, Pehlevice, Süryanice, Ermenice vb. komşu dillerden geçmiş ödünç sözcükler
Türkçe Çalışmalara Giriş Hakkında Notlar 180

konusundaki engin bilgisini göstermiştir. Bu gerçekten, kitabın en iyi yazılmış bölü-


müdür ve Türkçedeki ödünç sözlük materyalleri hakkında çok zengin bilgiler içerir.
Çalışmanın yedinci ve son bölümü, Türkçede temel olarak sesbilgisi ve sözdizi-
minde görülen yapısal değişimler hakkında yazılmış kısa fakat özlü bir denemedir.
Son olarak, otuz sayfa dolayında bir bibliyografya ve iki dizin (biri özel isimler,
diğeri sözcükler ve ekler) yer alır. Fakat ikincisi, çalışmada verilen örneklerin tümünü
kapsamıyor.
Bu yazıyı bitirmeden önce, yazarın kullandığı bazı terimlerle ilişkili birkaç söz söy-
lemek istiyorum. Menges, Türk dillerini adlandırırken Āzerbājžanian, Başqurt,
Ťăvaş, Çaγataj, Uyγur vb. gibi yazıçevrimli biçimler kullanıyor. Bu ona her ne kadar
doğal geliyorsa da (hatta ithaf sayfasında karısının adını bile öyle yazdıktan sonra!)
okuyucu için böyle değildir. İngilizcede, bu dillerin daha basit ve az çok düzenlenmiş
şekilleri vardır: Azerbaijani, Bashkir, Chuvash, Chaghatai, Uighur vb. Bu terimlerle
ilgili sorun nedir? İngilizce yazılmış bir kitapta bu daha samimi biçimlerin kullanılma-
sının doğal olduğuna inanıyorum. Fakat Osman’ın ilginç kullanımı karşısında bütün
bunlar daha önemsiz ve hoşgörülebilir görünüyor. Yazar ısrarla, Türkçe veya Türkiye
Türkçesi yerine Osman adını kullanıyor. Menges belki, daha önce kişi adı olan Özbek
etnik adını düşünüyor. Fakat Osman adı Türkçede hiçbir zaman etnik ad olmamıştır.
Bunun için, yazar -eğer uygun buluyorsa- şüphesiz şimdiye kadar İngilizcede Türkçe
için kullanılan Ottoman, Ottoman Turkish, Osmanli, Osmanli Turkish, Anatolian
Turkish, Turkish of Turkey ve hatta Republican Turkish (Sir Gerard Clauson tarafın-
dan önerilmiştir) gibi terimlerden birini kullanabilir fakat bir kişi adı olan Osman’ı
değil!
17

Çuvaşçada Nazal Sesbirimlerin Gelişimi Üzerine


Bazı Notlar
Even Hovdhaugen1

1. İlk Türkçe n ve ŋ sesinin Çuvaşçadaki temsilinin oldukça düzensiz olduğu iyi bilinen
bir gerçektir (Benzing 1959: 713) ve bu konuda birkaç açıklama ileri sürülmüştür.
Problem son zamanlarda Doerfer (1967) tarafından ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Do-
erfer, Çuvaşça temsilin en arkaik temsil olduğunu ve başka hiçbir Türk dilinin İlk
Türkçedeki durumu daha iyi yansıtamayacağını düşünüyor. Ona göre, aynı arkaik
özellikler Türkçeden Moğolcaya geçmiş birkaç ödünç sözcükte de görülür. Bununla
birlikte, Çuvaşça veriler üzerinde yapılmış tam bir çalışma bunun esas olarak Altayca
bir problem olmadığını, problemin çözümünün Çuvaşça içinde aranması gerektiğini
gösterir. Ben bu bakış açısıyla genel görüşlerimi aşağıda vereceğim.
2. İlk Türkçe ŋ için Doerfer (1967: 57) Çuvaşçada aşağıdaki gelişmeyi kabul edi-
yor: ŋ>m “sadece dudak ünlüleriyle görülür, m-n değişimi de seyrek değildir”, ŋ>n
“düz ünlülerle” görülür. Bu ifade bazı değişikliklere muhtaçtır. Söz sonu olmayan du-
rumda, ŋ>n değişimini önceki ve sonraki ünlünün düz olduğu durumda da buluyoruz,
örneğin şĭna “sinek”-Trkm. siŋek. Komşu ünlülerin her ikisinin de dudaksıl olduğu
durumda ŋ>m değişimini buluyoruz, örneğin hĭmĭr “kırmızımsı”-Trkm. koŋur.
Komşu ünlülerin biri yuvarlak biri düzse ŋ>m/n durumu söz konusudur. ŋ sesinin
farklı temsili burada esasen diyalektik bir varyasyondan kaynaklanıyor olabilir. İlk
Türkçe siŋük’den2 gelen şĭmĭ-şĭnĭ “kemik” iyi bir örnektir. Bu kuralın gerçek istisna-
ları çoğu durumda kolayca açıklanabilir:
śĭmĭl “hafif”. İlk Türkçe biçim *yeŋül olmalıdır. Bazı dillerde ikinci hecenin düz-
leştiği (Trkm. yeŋil, Tat. ciŋel vb.), bazılarında da gerileyici dudaksıllaşma (*yöŋül>
Çuv. śĭmĭl, Az. yüngül vb.) görülür.

1
“Some Remarks on the Development of Nasal Phonemes in Chuvash”, Ural-Altaische
Jahrbücher 44, 1972: 208-212.
2
Sözcük Orhon yazıtlarında s2iŋük (KT E24) olarak belirlenmiştir, krş. Inscriptions de
l’Orkhon, recueilles par l’expédition finnoise 1890 et publiées finnoise par la Société finno-
ougrienne, Helsinki 1892, s. 3. s>ş değişimi Çuvaşçada sadece i (*i veya *ı) veya önünde
görüldüğü için, her durumda Çuvaşça biçimin kaynağı siŋük olabilir.
Çuvaşçada Nazal Seslerin Gelişimi Üzerine Bazı Notlar 182

Söz başı ünlü kadar, Çuvaşça biçimin art ünlülü olması da ilginç olsa bile yĭrana
sözcüğü belki “üzengi” üzeŋgü vb. ile ilgili olabilir, krş. Räsänen 1969: 524. Fakat söz
sonundaki ünlü Çuvaşçada düz olduğu için ŋ>n gelişmesi gayet kurallıdır.
Çuvaşça biçimin art ünlülü olması her ne kadar açıklamayı güçleştirse de, sĭnĭ
“süngü” Eski Türkçe süŋü ile ilişkili olabilir. Bu durum nazal ünsüzle ilişkili olabile-
ceği gibi, sen k, senk “saman tırmığı” biçiminin etkisi de olabilir, krş. Tat. senek, Çer.
şenik, Vog. sinex (Räsänen 1969: 400).
Söz sonu olmayan durumda ŋ sesinin yitimi, en eski Çuvaşça sözcüklerin Çeremiş-
çeye girişinden sonradır (krş. Räsänen 1920: 41-42) ve a>å/o gelişiminden sonra gö-
rülür, krş. hĭma “tahta”-Tat. kaŋa. Söz sonunda olduğu gibi burada da /ŋ/ sesinin yi-
timi, komşu diller arasında bu sese sahip olmayan tek dil olan Rusçanın etkisiyle ger-
çekleşmiş olabilir.
3. Söz sonunda -ŋ sesinin gelişimi biraz farklıdır. Pek çok durumda aynı sözcüğü
hem -m hem de -n ile buluruz:
şĭm (Aş. XII 20), şĭn (Aş. XIII 32) “yün, saç” (Tat. yon, Yak. suŋ, Trkm. yüŋ).
tĭm (Aş. XIV 264), tĭn (Aş. XIV 272) “buz, soğuk” (Tat. tuŋ, trkm. doŋ, al-Kaşgari
tom, toŋ).
hulĭm, holĭm (Aş. XVI 149), hulĭn (Aş. XVI 150) “kalın” (Tat. kalın, Trkm. galıŋ,
Yak. ẖolın).
hulĭm (Aş. XVI 150), hulĭn (Aş. XVI 150) “düğünde kızın erkeğe ödediği para”
(Tat. kalım, Trkm. galıŋ, Kzk. kalın).
Görüldüğü gibi alternasyonlar bir önceki ünlünün yuvarlak olup olmamasıyla ilgili
değildir. Diğer durumlarda -ŋ’nin m veya -n temsillerini buluyoruz ve görünüşe göre
bu, önceki ünlünün dudaksıl olup olmamasıyla ilgili değildir, krş. ĭn- “başarılı ol-
mak”-Tat. uŋ-. Görüldüğü gibi söz sonu -ŋ ünsüzünün Çuvaşçadaki durumu -n ile ay-
nıdır ve söz sonu olmayan ŋ ile doğrudan ilişkili değildir.
4. Söz sonu olmayan durumda, İlk Türkçe m ve n sesleri Çuvaşçada sırasıyla m ve
n ile gösterilir, krş. Doerfer 1967: 57. Söz sonu durumda m sesi m ile temsil edilmiştir
(bir istisna ile: payran “bayram”=Tat. beyrem Paasonen 1908: 92). İlk Türkçe -n sesi,
Çuvaşçada -m veya -n ile gösterilir. Doerfer 1967: 61’de bu çift gösterimden şu sonucu
çıkarmıştır: “Kanaatime göre tek olasılık kalır ki Çuvaşça -m ve -n sesleri bugün Genel
Türkçede bir ve aynı olan iki ayrı birincil sese gider”.
Doerfer bir açıdan haklıdır: İlk Türkçe bakış açısından Çuvaşçada -n sesinin tem-
silini kurallaştırmak mümkün değildir, krş. vĭrĭm “uzun”<uzun, fakat vırĭn
“yer”<orun. Örneklerin büyük çoğunluğu sabit bir -m veya -n gösterirken, bunun ya-
nısıra azımsanamayacak ölçüde -m/-n alternasyonu gösteren örnekler de vardır, ör-
neğin:
ıltĭm (Aş. III 52), ılttĭn (Aş. III 53) “altın” (Eski Türkçe alton).
183 Even Hovdhaugen

uslam (Aş. III 302), uslan (Aş. III 303) “aslan” (Eski Türkçe arslan).
puram (Aş. IX 299), puran (Aş. XI 300) “kuzu” (Tat. beren, Rus. baran vb., krş.
Räsänen 1969: 62).
sulhĭm, solhĭm (Aş. XI 177), sulhan (Aş. XI 178) “soğuk” (Tat. salkın).
En önemlisi geç dönem ödünçlemelerin bazılarında da bu alternasyonun görül-
mesidir, örneğin,
laçĭm (Yegorov 1964: 126), laççĭn (Aş. VIII 63) “doğan” (Tat. laçın).
lakĭm (Aş. VIII 8), lakĭn (Aş. VIII 9) “fıçı” (Rus. lagun).
-n sesinin Çuvaşçadaki ödünç sözcüklerde uygun olarak -m ile temsil edildiğini de
görürüz, örneğin kĭkşĭm, kĭpşĭm (Yegorov 1964: 98) “sürahi” (Rus. kuvşin). Doer-
fer’in laçĭm için “özel bir durumdur, çünkü yabancı sözcüklerde da-
ima -n=Çuv. -n’dir.” ifadesi çok güvenilir değildir.
5. İlk-Türkçe -n ve -ŋ seslerinin Çuvaşçadaki farklı temsillerinin açıklanabilmesi
için dört olasılık görünüyor:
a. Doerfer’in tezine göre Çuvaşça gösterim birincildir ve diğer Türk dillerindeki
durum ikincildir. Bence bu görüş, Çuvaşçadaki -m ve -n’li biçimler arasındaki alter-
nasyon sıklığını açıklayamadığı için en zayıf ve en hipotetik görüştür. Aşağıda bu var-
sayıma karşı başka tezler de öne süreceğim.
b. Söz sonundaki geniz ünsüzü Türkçede kararsız karakterlidir ve Çuvaşçadaki
gösterimin kaynağı budur, krş. Räsänen 1949: 200. Bunun bazı durumlar için bir açık-
lama olması mümkündür, fakat Çuvaşça alternasyonlar diğer Türk dillerinde bulu-
nanlardan çok farklıdır ve Çuvaşça -m veya -n’li biçimler çoğu durumda diğer dillerin
tümünde sabit -n veya -ŋ’li biçimlere denk gelirler.
c. Farklı diyalektik gelişme açıklaması: Bazı diyalektlerde -n ve -ŋ>-m, diğerle-
rinde >-n. Anatri diyalektinde -n’li biçimler görülürken Viryal diyalektinde -m/-n al-
ternasyonu gösteren durumlarda -m bulma eğilimi olduğu halde bu varsayım modern
Çuvaşça malzemeyle desteklenmemiştir. Belli bir diyalekt karışımı olasılığı şüphesiz
dışarıda bırakılamaz ve yapılacak başka Çuvaş diyalektoloji çalışmaları bu problemi
aydınlatabilir. Fakat herhangi bir yerde tespit edilmemiş olduğu için kurallı bir -n>-m
gelişmesini ben şüpheli buldum, krş. Doerfer 1967: 56.
d. Benim tercih ettiğim ve mevcut malzemeden çıkarılabilecek tek sonuç bana
şöyle görünüyor. Söz sonu geniz ünsüzü Çuvaşçada belli bir dönemde, izleyen sözcü-
ğün ilk sesine serbestçe asimile olabiliyordu. Ve bu, geniz ünsüzleri arasındaki fone-
mik zıtlığı en azından bir derece etkisizleştirmiştir. Eski Türkçe uzun “uzun” ve orun
“yer” Eski Çuvaşçanın bir aşamasında belki fonemik olarak /vĭrĭn/ ve /vırĭn/ idiler fa-
kat [vĭrĭn, vĭrĭm, vĭrĭn] ve [vırĭn, vırĭm, vırĭŋ] yan biçimleriyle ve böylece bir durumda
[vĭrĭm] ve diğer durumda [vırĭn] temel sözlük biçimi olarak seçilmiştir. -m veya -n’li
biçimler arasındaki seçim farklı diyalektlerde farklı olabilir.
Çuvaşçada Nazal Seslerin Gelişimi Üzerine Bazı Notlar 184

Yazıma yansımamış olsa bile söz sonu durumda geniz ünsüzlerinin bu tür benzeş-
mesi Çuvaşçada bilinmez değildir. vumpil k (Aş. V 264) “15”, standart Çuv. vunpill k
gibi diyalekt biçimleri yanında Aşmarin 1898: 14 an hup “kapatma” ve an parĭr
“verme” gibi örneklerin [aŋ hup] ve [am barır] olarak söylendiğini ifade eder.
Çeremişçeye girmiş birkaç Çuvaşça ödünç sözcükte, Çuvaşça -n yerine, -ŋ buldu-
ğumuz için, bu benzeşme belki de Çuvaşçada /ŋ/ yitiminden daha eskidir, krş.
Räsänen 1920: 43. Bu da temel sözlük biçimleri olarak sadece -m veya -n’li biçimlerin
değil -ŋ’li biçimlerin de seçilebildiğini göstermektedir. Buna göre belki -ŋ’li biçimler
de birincil olarak -n’li biçimler gibi aynı yanbiçimsel alternasyonlara sahiptiler.
Bu, -m/-n<-ŋ’li alternasyonları açıklar, krş. yukarıda.
Bu açıklamanın açık bir avantajı, şüpheli bir tipolojik -n>-m gelişmesinden kaçın-
mak ve Çuvaşça dışında bir açıklama bulmaya ihtiyaç duymamaktır.
6. Şimdi Doerfer’in makalesine dönelim ve bazı görüşlerini ayrıntılı olarak tartı-
şalım.
54. sayfada Türk. -n=Mo. -m denkliği gösteren iki örnek veriyor: Türk. kādın “ka-
yın (erkek)”=Mo. kadum ve Türk. egin “omuz”=Mo. egem. Bu ikinci sözcüğün ge-
nellikle Çuv. an puśśi “omuz” öbeği içinde bulunan an ögesi olduğu kabul ediliyor,
fakat Doerfer’in varsayımına göre burada -m beklememiz gerekiyor ve egim’in Çu-
vaşçada *avĭm olarak temsil edilmesi gerektiğini söyleyerek etimolojiyi reddediyor (s.
63). Fakat Çuvaş diyalektlerinde pek çok avĭ>a gelişmesi bulunduğu için egin’e kar-
şılık an biçimi çok iyi bir denkliktir, krş. Aşmarin 1898: 365’te yeterince örnek vardır.
Böylece aslında bu, Doerfer’in varsayımı için kötü bir durum olarak görünmektedir.
s. 58: Çuv. sum “sayı, miktar”, İlk Türkçe *sān’ın doğrudan bir türevi olamaz.
Çünkü Çuvaşçada *sā->sia>şa->şu olur, krş. şurĭ “beyaz”-Trkm. sārı. Çuvaşça biçim
belki Tatarca sum “ruble” ile ilişkili veya ondan ödünçlemedir. Macarca szam biçimi
ve açıklaması doğrudan Çuvaşça ile ilgili olmayan başka bir sorundur.
s. 61: Doerfer, Çuv. -m= diğer Türk dilleri -n denkliği için, aralarında Fischer’in
sözlüğünün de bulunduğu, 18. yüzyıla ait Çuvaşça sözlüklerden bazı örnekler veriyor.
Fischer’in sözlüğünün Götingen yazmasında kurallı olarak -m bulunur, fakat Lening-
rad yazmasında bir durumda -n vardır: Götingen tütüm=Leningrad tütün=Modern
Çuv. t t m “duman”, krş. Sergeyev 1970: 238. Bu, 18. yüzyılda, bazı diyalektlerde bu
sözcüğün -n’li varyantları bulunduğunu gösterir.
s. 63: Anatri diyalektinde, çokluk ekinde kurallı bir -m (söz sonunda ve ikincil du-
rum eklerinden önce) ~-n (söz sonu olmayan durumda) alternasyonu buluruz. Örne-
ğin, çekimsiz durumda -sem, ilgi durumunda -sen n. Doerfer, buradaki n sesini, aşa-
ğıdaki nedenlerden kaynaklanan ikincil bir gelişme olarak kabul ediyor:
185 Even Hovdhaugen

a. Viryal diyalektinde, söz sonu olmayan durumda, az sayıda -samĭr/-sem r ve Çe-


remişçede de -şamĭç (Çuvaşçadan alınmış) çokluk biçimi belirlenmiştir. Fakat Viryal-
deki biçimler açıkça ikincildir (-sam+(ĭ)r, son biçim belki de ep r “biz” ve es r “siz”
biçimlerinin ep “ben”+ çokluk -r ve es “sen”+ çokluk -r biçiminde parçalanmasıyla
ortaya çıkmıştır) ve Çeremişçe biçim de -şam (Çuvaşçadan alınmış) +(ĭ)ç (eski
Fin-Ugorca çokluk eki -t) olarak çözümlenebilir, krş. Serebrennikov 1961: 58).
b. Viryal diyalekti eski verilerde, söz sonu olmayan durumda m’ye sahiptir, örne-
ğin ilgi durumu -zamin. Bu biçim gerçekte modern diyalektlerde de bulunur, krş. Aş-
marin 1898: 373. Fakat 18. yüzyıla ve 19. yüzyılın ilk yarısına ait kayıtların büyük ço-
ğunluğu Viryal diyalektine dayanır ve o döneme ait Anatri biçimler eksiktir, bu ne-
denle Anatrideki biçimlerin Viryaldekilere göre ikincil olup olmadığını anlamak
mümkün değildir. İşin doğrusu biz aksini gösteren en az bir veriye sahibiz.
Çuvaşçanın Bercaş diyalektinde (Başkurt OSSC), örneğin śurtĭrsen’e “(sizin) evi-
nize” (Kornilov 1963: 161) biçimini buluyoruz. Anatrinin bu diyalekti diğer Çuvaş di-
yalektlerinden 1770’te ayrılmıştır ve en azından o zaman Anatrinin, çokluk eklerinde
bugün görülen -m/-n alternasyonlu sisteme sahip olduğunu gösterir. Çokluk ekinin
çekimsiz durumda -san/-sen olduğu diyalektlerin varlığını da belirteyim, krş. Andre-
yev 1969: 45. Viryaldeki eklerin analojik eşitliği kolayca açıklanabilirken, Doerfer’in
Anatride kabul ettiği -m->-n- gelişimini açıklamak çok zor görünüyor ve bildiğim ka-
darıyla Çuvaşçada bir paraleli yoktur.

Kaynaklar

Andreyev 1969= I. A. Andreyev: Proishojdeniye formı mnojestvennosti imen v


svete diyalektnıh dannıh. Materıalı po çuvaşskoy diyalektologii III. Çebok-
sarı 1969.
Aş.= N. I. Aşmarin: Thesaurus linguae tschuwaschorum, I-XVIII. Kazań-Çebok-
sarı 1928-1950.
Aşmarin 1898=N. I. Aşmarin: Materialı dlya izsledovaniya çuvaşskogo yazıka.
Kazan 1898.
Benzing 1959=J. Benzing: Das Tschuwaschische. Philologiae Turcicae Funda-
menta. I Aquis Mattiacis 1959.
Doerfer 1967= G. Doerfer: Türkisch -n>tschuwaschisch -m?, UAJb 39 (1967).
Yegorov 1964= V. G. Yegorov: Etimologiçeskiy slovar çuvaşskogo yazıka. Çe-
boksarı 1964.
Kornilov 1963= G. J. Kornilov: Nekotorıye materialı dlya charakteristiki govora
sela Bercaş Zilairskogo rayona Başkirskoy ASSR. Materialı po çuvaşskoy
dialektologii II. Çeboksarı 1963.
Paasonen 1908= H. Paasonen: Csuvas szójegyzek. Budapest 1908.
Çuvaşçada Nazal Seslerin Gelişimi Üzerine Bazı Notlar 186

Räsänen 1920= M. Räsänen: Die tschuwassischen Lehnwörter im Tscheremis-


sischen. MSFOu 48. Helsinki 1920.
Räsänen 1969= M. Räsänen: Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der
Türksprachen. Helsinki 1969.
Serebrennikov 1961= B. A. Serebrennikov: Ungeklärte Fragen der Geschichte
der permischen Sprachen. ALH (1961).
Sergeyev 1970= L. P. Sergeyev: O pamyatnikah çuvaşskoy pis’mennosti XVIII
veka. Uçennıye zapiski 46. Çeboksarı 1970.
18

Çuvaşçanın Yeri Hakkında


Nikolaus Poppe1
Türkologların çoğunun bildiği gibi Çuvaşça, Türk dilleri arasında sayılır. Örneğin Sa-
moyloviç, Çuvaşçayı Türk dillerinin altı grubundan biri sayar ve Bulgar grubu olarak
adlandırır.2 Ramstedt, Çuvaşçayı “Türk dilinin kurallı bir gelişimi” olarak kabul
eder.3 Ramstedt’in Türk dilleri sınıflandırmasını Räsänen de kabul etmiş ve Çuvaş-
çayı Türk dillerinin altı alt grubundan biri olarak değerlendirmiştir. 4 Aynı şekilde Çu-
vaşça Baskakov tarafından da bir Türk dili, daha doğrusu Bulgar alt grubu olarak ka-
bul edilmiştir.5 Çuvaşça, Philologiae Turcicae Fundamenta’da da bir Türk dili olarak
gösterilmiştir.6 Buna karşılık bu makalenin yazarı, daha 1925 yılında yazdığı makale-
sinde, Çuvaşçanın her ne kadar Türk dilleriyle yakın ilişkisi olsa da, aynı zamanda
bağımsız bir Altay dili olduğunu da ifade etmiş 7 ve daha sonraki yazılarında konuya
bu açıdan yaklaşmıştır.8 Çuvaşça Türk dillerine kolaylıkla dahil edilebilir fakat Men-
ges, Çuvaşçanın bir Türk dili olması yanında, Altay dillerinin Hunca grubuna da dahil
edilebileceği görüşündedir.9

1
“Zur Stellung des Tschuwaschischen” Central Asiatic Journal 18-2, 1974: 135-147.
2
A. Samoyloviç, Nekotorıye dopolneniya k klassifikatsii turetskix yazıkov, Petrograd, 1922:
14-15.
3
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen”, JSFOu XXXVIII: 1
(1922), s. 34. Benzing, Ramstedt’in Çuvaşçayı, Moğolca ve Türkçe arasında yer alan bir dil
saydığını düşünmekle yanılmıştır, bk. J. Benzing, Einführung in das Studium der altaischen
Philologie und der Turkologie, Wiesbaden, 1953: 128.
4
M. Räsänen, Materialien zur Lautgeschichte der türkischen Sprachen (=St. Or. ed. Soc.
Or. Fen. XV), 1949: 26 vd.
5
N. A. Baskakov, Tyurkskiye yazıki, Moskva, 1960; 105, 112 vd.; ayrıca krş. Vvedeniye v izu-
çeniye tyurkskih yazıkov, II izd., Moskva, 1969: 238 vd.
6
J. Benzing, “Das Tschuwaschische”, Phil. Turc. Fund., Tomus I, Aquis Mattiacis, 1959: 695
vd.
7
N. N. Poppe, “Çuvaşskiy yazık i ego otnoşeniye k mongol’skim i turetskim yazıkam”, Bull.
de l’Acad. des Sc. de l’U RSS 1925: 426.
8
N. Poppe, Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden, 1965: 33-38.
9
Karl H. Menges, The Turkic Languages and Peoples, An Introduction to Turkic Studies,
Wiesbaden, 1968: 53, 56.
Çuvaşçanın Yeri Hakkında 188

Çuvaşçanın Türk dillerine aidiyetiyle ilgili; yani Çuvaşçanın herhangi bir Türk di-
line, mesela Räsänen’in güneybatı grubundan bir dilin (örneğin Türkmence), kuzey-
doğu grubundan bir dile (örneğin Karagasça) davrandığı gibi davrandığı yönündeki
şüpheler, sadece Türk dillerine yabancı (yani r-dili olan Çuvaşçaya karşı z-dili) görü-
nen ve Genel Türkçe veya Ana Türkçeden daha eski bir asıl biçime işaret eden ses
gelişmelerine değil, aynı zamanda kendine özgü morfolojik biçimlere ve söz varlığın-
daki özelliklere de dayanır.
Biz önce birkaç ses gelişmesini araştırmak istiyoruz. Ramstedt’in doğru olarak be-
lirlediği gibi, Çuvaşça ses gelişmeleri genellikle yeni tarihlidir, örneğin ünlülerin ge-
lişmeleri. Fakat Çuvaşçanın korumuş olduğu birkaç birincil ses diğer Türk dillerinde
başka seslere gelişmiştir. Örneğin, Çuv. r<*ŕ (veya *r2)=Türk. z, Çuv. l<*ĺ (veya
*l2)=Türk. ş.
Vurgu ile başlamak istiyoruz.
1. Türk dillerinde vurgu genellikle son hece üzerinde olduğu halde Çuvaşçada bir-
kaç durumda son hecede, fakat diğer durumlarda ilk hecededir.
A. Sözcüğün bütün hecelerindeki ünlüler kısa ise vurgu ilk hecededir, örneğin
k ’m l “gümüş”, vǐ’rǐm “uzun”, t ’n ll “dingilli” vb.
B. Sözcüğün bütün hecelerindeki ünlüler tam ünlü ise vurgu son hecededir, örne-
ğin sarlaka’ “geniş”, hura’n “kazan”, ura’ “ayak” vb.
C. Diğer durumlarda, eğer başka heceler kısa ise, ünlüsü tam olan hece vurgulu-
dur, örneğin, yǐra’n “çimen”, a’lǐk “kapı”, tǐvatǐ’m “dördüncü”, tǐpsa’llǐ “düğümlü”.
Eğer bir sözcükte iki hece tam ünlülüyse ve diğerleri kısa ise, ikinci tam ünlü vurgulu-
dur, örneğin arman “değirmen” sözcüğünün ilgi ekli biçimi arma’nǐn, laşa’sǐr “atsız”.
Çuvaşçanın pek çok durumda birincil İlk Türkçe vurgu ilişkisini yansıttığını kabul
etmek gerekir. Krş. Çuv. vǐ’rǐm<*u’r2-ı-n “uzun”=Hal. uzāk “uzun”=Mo. ur-tu
“uzun”; Çuv. ura’ “ayak”=Hal. adāk ay.; Çuv. a’lǐk “kapı”=Hal. şäk ay.; Çuv. hura’
“kara”=Hal. karā ay.; Çuv. ala’ “elek”=Hal. elgǟk ay.; Çuv. a’nsǐr “dar”=Hal. nsez
ay.; Çuv. şu’rǐ “beyaz”=Hal. sārag “sarı”; Çuv. tupa’n “taban”=Hal. tâpân ay. vb.
Birincil vurgu ilişkisi aşağıdaki kurallarla ifade edilebilir: Sözcüklerin bütün hece-
leri kısa ise vurgu muhtemelen ilk hecededir. Bugün Çuvaşçada ve Moğolcada da du-
rum böyledir. Eğer sonraki hecenin ünlüsü uzunsa vurgu uzun heceye geçer. Bu du-
rumu Çuvaşçada (ura’<*adāk) ve bugünkü Moğol dillerinde de buluyoruz, krş. Halha
xatū’ “sert”. İlk hece dışında uzun ünlü bulunmadığı durumda Çuvaşçada ilk hecenin
vurgulu olması ilginçtir ve İlk Türkçenin karakteristiğini ifade eder.
2. Bilindiği gibi Çuvaşça ç (güçlü palatalleşmiş ç) ve ş sesleri, *t’ ve *ś aracılığıyla
*t ve *s seslerinden gelişmişlerdir. Örneğin Çuv. ç r “diz”=ET tiz, Trkm. d z ay.; Çuv.
şǐr-<*sigδ- “işemek”, şıra<*sigδik “sidik”=Uyg. sid- “işemek”, Osm. sig- ay.=Mo.
(yazı Moğolcası) sige- “işemek”. *s>ş gelişmesi eski tarihlidir ve Macarcaya da bu
189 Nikolaus Poppe

değişme ile girmişlerdir, örneğin Mac. sërke (Macarcada ş sesi s ile yazılır)
“sirke”10<*sirke ay.=Halh., Bury. şirxe “hayvan biti”. Buna karşılık *t’ (çok eskidir)
>Çuv. ç değişimi yenidir, çünkü eski olsaydı, Çuvaşçadaki birincil *ç sesi gibi o da ś
sesine değişirdi. Birincil *ç>Çuv. ś değişimi için krş. Çuv. ś r- “çürümek”=Osm.,
KrmTat. çürü- ay. *t’ sesinin Çuvaşçada uzun süre bu şekilde korunmuş olması da
önemlidir. i sesi (ayrıca i<*ı da) önünde *t’ sesinin palatalizasyona uğramış olması da
bunun bir göstergesidir. Şu örnekler sadece bu şekilde açıklanabilir: Çuv. çul
“taş”=Trkm. dāş, Yak. tās, ET taş (tāş?) ay.=Mo. çilagun ay., Halh. çulū ay.; Çuv.
çǐhǐ “tavuk”, Tuna Bulg. tox ay.11=ET takıku ay., Tat. tawık ay.=Mo. takiya<*takiga
ay.=Ma. çoko ay., Nan. çiko ay., Oroç. çeko ay. Moğolca çilagun biçimi doğrudan
*t l2a’nın *t’ila-gun biçimine gider. Çuvaşça çul ise *t’aĺ biçimine, o da
üzerinden genel biçim olan *t l2a’ya gider. Trkm. dāş ve Yak. tās biçimleri, *tāş biçi-
mine gider. Bu da gösteriyor ki Çuvaşça, aynı dil ailesinden, değişimi ger-
çekleşmeden önce ayrılmıştır. Eski Çuvaşça (belki=Bulgarca) burada İlk Türkçe bi-
çimi korumuştur. Aynı şekilde biçimi de (eski Volga Bulgarcası t’uh) da İlk
Türkçe olabilir12, krş. Mac. tyúk.13 Buna göre Eski Türkçe takıku biçimi *takaku<*ti-
kaku biçimine gitmelidir ve Moğolca takiya da Türkçeden ödünç alınmış olmalıdır.14
Çünkü Nanayca biçim, Moğolcada beklenen biçimin *çiku<*tiku olması gerektiğini
gösteriyor.
Benzer biçimde, *i önündeki *s sesi Çuvaşçada ş olur ve bu durumda diğer Türk
dillerinde a ünlüsü bulunur. Örneğin, Çuv. şur- “beyaz olmak”, şurǐ “beyaz”=Trkm.
sārı “sarı”, OT sārıg ay.=Mo. sira “sarı”, Halh. şar ay. Çuvaşça şur- önce *şār biçimine
gider, krş. Volga Bulg. *şār>Mac. sár (=şār) “sarı”.15 Bu biçim de *s ār üzerinden
daha eski bir *s ra biçimine gider. Çuvaşça biçim bu durumda da İlk Türkçe biçimden
farklı bir yolla gelişmiştir çünkü Eski Türkçe biçim *sārıg idi (-ı-g bir fiilden isim ya-
pım ekidir ve *sār- fiiline eklenmiştir).
Aynı şekilde İlk Türkçe bir biçim Çuvaşça şur “bataklık” sözcüğünde görülür, krş.
Tat., Kzk., Kırg. saz “bataklık”=Mo. sir-u-gay “kir, toz”, Halh. şoroi ay. Bu durumda

10
Z. Gombocz, Die bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache
(=MSFOu XXX) (1912), s. 116.
11
O. Pritsak, Die bulgarische Fürstenliste und die Sprache der Protobulgaren, Wiesbaden,
1955, s. 79.
12
Pritsak, age., s. 71.
13
Gombocz, age., s. 135.
14
Krş. G. Doerfer, Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen, c. II: Türkische
Elemente im Neupersischen, Wiesbaden, 1965, s. 443.
15
Gombocz, age., s. 114.
Çuvaşçanın Yeri Hakkında 190

Çuvaşça sözcük *şār (>Mac. sár “çamur”)16 üzerinden sonra gelen a (ek) ile birlikte
*s r2 biçimine gider. Türkçe biçimler nedeniyle, İlk Türkçe *s r2 biçimi kurgulanamaz.
Türkçe k sesinin Çuvaşça y sesine denk geldiği durumlarda * ā diftongunu kabul
etmek gerekir. Böyle örnekler: Çuv. yun “kan”=Trkm. gān, Yak. xān, Tuv. xan ay.;
Çuv. yul- “kalmak”=Trkm. gāl-, Yak. xāl-, Uyg. kal- ay.; Çuv. yur “kar”=Trkm. gār,
Yak. xār, Tuv. xar ay., Hal.17 kâr ay. Böyle yur gibi biçimler, * ār<*k ār üzerinden
*k r biçimine gider. Çuvaşça yıvı “koyu”, Trkm. goyı, Yak. xoyu, Uyg. koyug denkli-
ğinde, * >y palatalleşmesinin nedeni sonraki *y ünsüzünün etkisi olabilir.
*t l2a>*t āla>çul “taş” gibi birkaç durumda * ā diftongunun nedeni ilk hecede *i
ünlüsünün kırılması olabilir. yul-<*xāl-<*k āl- “kalmak” gibi diğer durumlarda daha
İlk Türkçede * >* ā (Ana Türkçe *ā) gelişmesinin nedeni açık değildir, krş. örneğin,
Çuv. śır- “yazmak”=Trkm., OT yāz-=Mo. cir-u- (-u- bağlama ünlüsü) “işaretlemek”,
krş. Volga Bulg. *y r->Mac. ír-= r- “yazmak”. Moğolca bu durumda da İlk Türkçe
* ’li biçimi korumuştur. Türkçe biçim daha Ana Türkçe döneminde *yāz- olduğu için
Moğolca biçim Türkçeden ödünçleme olamaz.
* ā diftongu, söz başındaki ünsüzün *r ve *l ünsüzlerinin etkisiyle palatalleşmiş
olabileceği (örneğin yur<* ār<*kār “kar”) görüşüne de karşı çıkabileceğimizi göste-
riyor. Moğolca ve Macardaki i tekabülü de bunu yalanlar (Mo. çilagun, Mac. ír-). Ay-
rıca palatalleşmeye sadece *r ve *l önünde değil, *n (yun “kan”) ve *k (çǐhǐ “tavuk”)
önünde de rastlanır.
Burada kesin olarak tespit edebiliriz ki Çuvaşça çul “taş”, şurǐ “beyaz” vb. gibi bi-
çimler İlk Türkçe * sesinin izlerini korurlar ve bu biçimler kendilerine denk gelen
Ana Türkçe biçimlerden daha eskidirler.
3. Söz içi ve sonundaki Çuvaşça ś sesi, ç sesine ve bu sesin farklı Türk dillerindeki
diğer gelişmelerine denk gelir. Örneğin, Çuv. yüśi “ekşi”=OT açı- “ekşi ol-
mak”=Trkm. ācı “acı”, Hal. âç g “acı”; Çuv. kaś- “geçmek”=ET, Uyg. keç-, Trkm.
geç- ay. Diğer yandan Çuvaşçada *ç ünsüzü önünde l ünsüzünün zayıfladığı bilinir.
Örneğin, Çuv. h ś <*kılç “kılıç”=ET, Uyg. kılıç ay.; Çuv. viśe “ölçek”=Trkm. ölçev,
Osm. ölçek ay.
Bazı sözcüklerde Çuvaşça ś sesi Türk dillerinde ş sesine (ve bu sesin diğer geliş-
melerine) denk gelir; böyle durumlarda ś daha eski bir *ç veya *lç sesine gider, örne-
ğin, Çuv. śim ś “yemiş”=OT yemiş <*yemilç “meyve” >Mac. gyümölcs ay.18; Çuv.
śiś- “şimşek çakmak”, śiś m “şimşek”=OT yaşın <*yaş- <*yalç- “şimşek çakmak”,
krş. Uyg., Osm. yalın “alev” <*yal- “alevlenmek”=Mo. cali “alev”; Çuv. ś “iş”=OT
ış “şey, eşya”, Trkm. ş “iş”; Çuv. śemśe “yumuşak”=OT yımşak/yumşak, Hal. yūmşāk

16
Gombocz, age., s. 113.
17
G. Doerfer, Khalaj Materials, The Hague, 1971, s. 300’e göre.
18
Gombocz, age., s. 81-82.
191 Nikolaus Poppe

ay.; Mo. nimgen <nimkēn “ince”, Kalm. nimūn “yumuşak” <*ńım=Ev. ń


“yumuşak” vb.
Macarca bölcső “beşik”=Tat. biş k <*belçik ay. örneğinde de görüldüğü gibi,
Türkçe -ş- sesi birkaç durumda *lç sesine gider, krş. Yak. bilie- “sallamak” verisi de
gösteriyor ki Tat. biş k, -çik eki ile bel- fiilinden türemiştir. *-çık/*-çik eki hem isim
hem de fiil köklerine gelebilir. Örneğin, Az. elcek “eldiven” <el “el”; Trkm. yarancak
“yaranmaya çalışan” <yaran-; Osm. salıncak<salın- vb.19
Türkçe bir sözcükteki ş sesi bu kez Moğolcada bir lç sesine denk gelir: Türkçe
kaşka (Kum., Tat., Çağ., Bar.) “atların alnındaki beyaz leke” (>Çuv. huşka bir ödünç-
lemedir)=Mo. kalçakay, krş. Mo. kalcan<*kalçan ay.
Türkçe iştaşlık eki -ş-, ortaklık gösteren fiillerde, Çuvaşçada -ś- ve Moğol-
cada -lça- seslerine denk gelir. Örneğin, Çuv. hir ś- “kavga etmek”=Uyg. karış- <*ka-
rılç- “savaşmak”, Tat. karış- “karşı koymak”=Mo. karilça- “karşılıklı ilişkisi olmak”
(buna karşılık Mo. karşi “mani, engel”>Türk., krş. OT karşı); Çuv. vǐrś-<*urulç- “sa-
vaşmak”=OT uruş-<ur- “vurmak”=Mo. uruldu- “yarışma gayreti içinde olmak”.
Bunlar, *ç ve *lç açısından da Çuvaşçanın Ana Türkçeden daha eski bir aşamayı
temsil ettiğini gösteriyor.
4. Şimdi biçim bilgisinin birkaç problemini gözden geçirmek istiyorum. Çuvaşça-
nın İlk Türkçeye ait veya Türkçe olmayan biçim bilgisel özellikleri arasında ilk sırayı,
ünlü uyumuna aykırı davranan çokluk eki -sem (-sεm) alır. Örneğin, sǐmahsem “söz-
cükler” <sǐmah “sözcük”, śsem “işler” <iś “iş” vb. Bu ekin bağımsız bir sözcüğe git-
tiğini kabul etmek gerekir. Ramstedt bu eki *sayın “her” sözcüğüne götürür,20 krş. ET
sayın “her”. Anlam gösteriyor ki “her” ve “bütün” hem Almancada hem de pek çok
başka dilde yakın anlamlı olarak kullanılabilir, krş. “ein jeder weiß es”=“alle wissen
es”. Buna karşılık Genel Türkçe -lar/-ler Çuvaşçada eksiktir ve kabul etmek gerekir
ki hiçbir zaman var olmamıştı. Çuvaşçanın, Türk dillerinden birincil olarak -lar/-ler
ekine sahip çok sayıda geç ödünçleme yapıp, daha sonra bunların *sayın ile yer değiş-
tirdiğini kabul etmek güçtür. Öyle görünüyor ki -lar/-ler eki de birincil olarak bağımsız
bir sözcüktü ve ilk olarak Çuvaşça-Türkçe dil birliğinin ayrılmasından sonra ortaya
çıkmıştı. Ramstedt -lar ekini Moğolca -nar ile karşılaştırır. Bu ek de *nār biçimine
gider ve Moğolca narmai “bütün, çok” biçimi de buradan türemiştir21, krş. Bury. nar-
mai “geniş”.

19
È. V. Sevortyan, Affiksı imennogo slovoobrazovaniya v azerbaycanskom yazıke, Opıt issle-
dovaniya, Moskva 1966, s. 187.
20
G. J. Ramstedt, Einführung in die altaische Sprachwissenschaft, II, Formenlehre, Pentti
Aalto’nun düzenlemesiyle (=MSFOu 104: 2) (1952), s. 58.
21
Ramstedt, age., s. 56-57.
Çuvaşçanın Yeri Hakkında 192

Bilindiği gibi Türkçe -lar/-ler hem isim hem de fiil yapılarında görülür (genellikle
isim kökenlidir), örneğin Uyg. ötüntiler.22
Çuvaşçada fiil biçimlerinin sonundaki -ś eki *-ç+ünlü’ye geri gider ve başka hiçbir
yerde görülmez.23
Böylece, çokluk eklerinin Türk dillerinde ve Çuvaşçada farklı yollarla geliştiğini
ve Ana Türkçe ve Ana Çuvaşçanın varlığından önce şimdiki çokluk eklerinin mevcut
olmadığını görebiliriz.24
5. Çuvaşça, kişi zamirleri açısından Türk dillerinden çok keskin biçimde ayrılır.
Bilindiği gibi Moğolca ve Mançu-Tunguzcada kişi zamirlerinin çekimli ve çekimsiz
biçimleri gövde açısından farklıdır. Oysa örneğin ET ben hem çekimli hem çekimsiz
durumda aynıdır, krş. ben-i, ben-iŋ, vb. Aynı şekilde sen, sen-de, sen-i vb. Bugünkü
Türk dillerinde de durum tam bu şekildedir. Buna karşılık Moğolcada bi “ben” fakat
min-u ilgi durumu; Ev. bi “ben” fakat min-ni ilgi durumu; Mo. çi “sen” fakat ilgi du-
rumu çin-u; Ev. si “sen” fakat ilgi durumu sin-ni, biçimleri bulunur.
Bu yapı Çuvaşçada da aynı şekilde ortaya çıkar, krş. ep <*e-bi “ben”, buna kar-
şılık ilgi durumu man-ǐn<*men-iŋ; es <*e-si “sen”, buna karşılık ilgi durumu
san-ǐn<*sen-iŋ. Burada e- bir deiktik [gösterimsel] ögedir.25 Ana Türkçede kişi za-
mirlerinin çekim gövdesi eski yalın durumun yerine geçmiştir. Benzer bir durumu yeni
Farsçada da görüyoruz. Farsça men “ben” kişi zamiri de eski çekim gövdesini temsil
eder. Çuvaşça zamir çekimi açısından da Türk dillerinden daha eski bir aşamayı yan-
sıtır.
6. Çuvaşçada görülen bir dizi zamir diğer Türk dillerinde yoktur. *kü biçimine gi-
den gösterme zamiri ku “bu” bu zamirlerden biridir. Bu zamirin çekim gövdesi
kun-’dur. Krş. bulunma durumu kunta (zarf olarak “burada”), ayrılma durumu kun-
tan (zarf olarak “buradan”). Diğer Türk dillerinde benzer bir zamir yoktur; buna kar-
şılık Çuvaşça ku’ya karşılık gelen Moğolca kü bir güçlendirme ilgeci olarak kullanıl-
maktadır. Örneğin ene kü “tam buraya”, ene “buraya”; gagça kü “çok yalnız”, gagça
“tek” vb.26 Çuvaşça ku zamirinin çokluk biçimi ’dir.27

22
Drevnetyurkskiy slovar’, Leningrad, 1969, s. 393.
23
M. Räsänen, Materialien zur Morphologie der türkischen Sprachen (=St. Or. ed. Soc.
Fen., XXI, 1957), s. 203.
24
Buna karşılık İlk Türkçede Genel Altayca -*t eki vardı, örneğin OT alpagut “yiğit” <alpagu
ay., OT tegit çokluk biçim <tegin “prens”, OT tarkat çokluk biçim<tarkan “soylu”, Yak.
kırgıttar<*kırgıt+-lar<*kırkın, Yak. kıs<*kız sözcüğünün çokluk biçimi, *kırkın biçimini
OT kırkın “köleler” ile karşılaştırın.
25
Ramstedt, age., s. 68.
26
Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen”, s. 13.
27
Räsänen, age., s. 37.
193 Nikolaus Poppe

Çuvaşçanın başka bir ilginç gösterme zamiri śak veya śakǐ “bu”dır. Belki birincil
olarak Çuvaşça akǐ “işte!” (Rusça vot) biçiminin karşıtıydı.28 Aşağıdaki denkliklerle
karşılaştırınız:

avǐ “bu” (=Rus. von)29 śavǐ “bu”


akǐ “bu” (=Rus. vot) śakǐ
apla “böyle” (=Rus. ėtakiy) śapla “böyle” (=Rus. takoy)
avǐ<*egü, Moğolca egü-ber “aracılığıyla” yapısında bulunan egü-/egün- gövde-
sine denk geldiği için30, akǐ da *ekü biçimine gider ve bu yapı içinde yer alan kü yuka-
rıda sözü geçen gösterme zamiridir. Buna karşılık śakǐ, *çekü’ye gider ve biz burada
yine *kü zamirini buluyoruz. *çe-ʼye gelince, onunla *ekü’deki *e- arasındaki ilişki
şöyle ifade edilebilir: *ekü: *çekü=Mo. inagsi “burada”: Mo. çinagsi “orada”.
Türk dillerinde bu zamirlerin de karşılığı yoktur, buna karşılık Moğolcada birkaç
denklik bulunur.
7. Bilindiği gibi Türk dillerinde “kendi” anlamını karşılayan, sadece bu anlama
özgü bir sözcük yoktur. Ancak Osm., Az., Karahanlı T., Çağ., Kum. vb.de bunun için
“iç, orta, töz” anlamlarına gelen öz kullanılır. öz’e denk gelen biçimler: Çuv. var “iç,
mide”=Mo. örö<*öri “iç, mide, kalp damarı”=Ev. ur<*öri “mide”. Ayrıca Alt., Tel.,
Leb., Küer. poy “boy, beden, çekirdek, işaret”, Şor, Sag., Koyb., Kaç. pos ay. <ET bod
“beden”=Mo. boda “beden, varlık, materyal”=Ev. bodo <*boda “yaşamı yaşama
tarzı” sözcükleri de bulunur. Yine ET kentü “kendi”, OT kendü, Osm., Kum. kendi
vb. sözcükleri de kullanılır ve bu biçime Yakutçada kini “o” ve Moğolcada gendü(n)
“hayvanın erkeği”31 (anlam için Rus. sam “kendi” ve samec “erkek”, Sırp-Hırvat sa-
mac “erkek, genç arkadaş” ile krş.) biçimleri denk gelir.
Çuvaşçada “kendi” anlamındaki sözcük sadece iyelik ekleriyle birlikte kullanılır:
ham “kendim”, hu “kendin”, hǐy “kendi”, hamǐr “kendimiz”, hǐvǐr “kendiniz”, hǐysem
“kendileri”. Çuvaşça h sesi *q sesine gittiği için ham, hamǐr vb. zamirlerindeki ünlü-
nün de art bir ünlüye gitmesi gerekir. Çuvaşça a ilk hecede bir *e ünlüsüne gider. *e
sesi *q ile birlikte olamaz. Bu da gösteriyor ki ham, ilk hecesi düşmüş bir sözcüğün
ikinci hecesidir. Ramstedt ve Räsänen’e göre bu sözcük *oqa’dır ve Çuvaşçada bir
enklitik -ah ilgeci olarak görülür.32 Bu -ah ilgeci Orta Türkçedeki güçlendirme ilgeci

28
Çuvaşsko-russkiy slovar’, M. Ya. Sirotkin, Moskva 1961, s. 25.
29
Çuvaşsko-russkiy slovar’, s. 19.
30
Räsänen, agy.
31
Räsänen, Versuch eines etymologischen Wörterbuchs des türkischen Sprachen, Helsinki,
1969, s. 252.
32
Räsänen, Materialien zur Morphologie der türkischen Sprachen, s. 39.
Çuvaşçanın Yeri Hakkında 194

ok’a denk gelir. Örneğin, ol-ok tün “tam o gece”, munta-ok “tam burada” vb.33
Räsänen’in daha önce öne sürmüş olduğu (agy.) uk “asıl, kök” denkliği bizi şimdi ikna
etmiyor. Şimdi eski *oqa biçimini Moğolca ogo<*okā “çok” ile karşılaştırıyoruz.
“Kendi” ve “çok” gibi farklı anlamlar için Rusça samıy “aynı” ve “tam” (örneğin “tam
o”) ile karşılaştırınız. Şu örnekte samıy, kendisinden sonraki sıfata en üstünlük anlamı
katmıştır: samıy bol’şoy “en büyük”.
Bu sözcüğün, yukarıdaki işaret zamirlerinin ve bunların Moğolca biçimlerle eşleş-
tirilmelerinin burada kurgulanan etimolojileri ikna edici olmadıkları gerekçesiyle
reddedilecekse, ilgili sözcüklerin Türk dillerinde görülmedikleri ve İlk Türkçe söz
varlığını temsil ettikleri gerçeği ortada durmaktadır. Bu sözcükler Fin-Ugor dillerine
yabancı oldukları için Fin-Ugor kökenli oldukları da kabul edilemez. Çuvaşçanın geç
tarihi, uzun bir Türkçeleşme periyodu sergilediği için, Çuvaşça büyük olasılıkla bu
sözcükleri kendisi yaratmıştır.
8. Çuvaşça soru zamiri m n “ne”, krş. m nle “nasıl” tek başına bulunur ve Türk
dillerinde zamir olarak görülmez, ancak soru eki -mi’de (-mu vb.) ortaya çıkar. Bir
zamirin bir eke veya partikele gelişebileceğini, Mo. inu ilgi durumu <*i “o” örneğinde
görebiliriz. Bu zamir, daha yeni dilde sadece isimlerden sonra görünür ve Halha, Bur-
yat vb. dillerde 3. kişi iyelik eki -n/-ń’yi verir. Bu *i, Çuvaşça ve Türk dillerinde 3. kişi
iyelik ekine dönüşmüştür.
Moğolca soru partikeli uu (Halha ū vb.) Ramstedt tarafından *wu üzerinden
*mu’ya götürülmüştür. Bu eski zamir Korecede de tekrar izlenebilir. 34
Türkçe ne zamirinin Çuvaşçaya yabancı olduğu da dikkate alınmalıdır. Türkçe
neme’ye de Çuvaşçada denk gelen bir biçim yoktur. Fakat Çuvaşçada, Rusça ni (nikto
“hiç kimse” ve nikakoy “yok” vb. yapılarda görülür) ve m nle’den oluşan bir nim nle
“yok, hiç” birleşiği görülür.
9. Zamirlerle ilişkili olarak birkaç zarfla da ilgilenmek gerekir. Çuvaşçadaki bu tip
zarfların Türk dillerinde karşılıkları yoktur. Bu tür zarflar arasında ǐśta “nerede”
(ǐś-’ın bulunma durumu), taśta “herhangi bir yerde”, ayala “altına”, temle “herhangi
bir şekilde” vd.
Açıktır ki taśta’daki sözbaşı t- sesi (daha doğrusu *ta<*te), tıpkı temle’deki te sesi
gibi bir ögedir ve anlam açısından Almancadaki “auch sei” veya ( wie es auch sei veya
irgendwie’deki) “irgend” gibidir. Böylece taśta ve temle, *te+ǐśta “nerede” ve
*te+mle<m nle “gibi” biçiminde ayrılabilir. Diyalektlerde ǐśta’ya hǐśta ve kǐśta “ne-
rede” biçimleri de denk gelir.35 Sonuncusu iki ayrı biçimde kolayca açıklanabilir:

33
Drevnetyurkskiy slovar’, s. 369.
34
Ramstedt, Einführung in die altaische Sprachwissenschaft, II, s. 70.
35
V. G. Yegorov, Etimologiçeskiy slovar’ çuvaşskogo yazıka, Çeboksarı, 1964, s. 44.
195 Nikolaus Poppe

hǐśta<*kay<*kań (eski soru sözcüğü36) +śta, veya *ke (aynı şekilde eski bir soru söz-
cüğü, krş. Çuv. kam “kim”, Mo. ken ay., Mo. ke-düi “kaç”, vb.37) +śta. Yegorov śta
biçimini, ś r “yer”=Türk. yer sözcüğünün bulunma ekli biçimi olan ś rte’ye götürür.38
Bu açıklama, Ramstedt’in açıklamasından daha ikna edici görünüyor. Buna göre śta,
ś<*ya- (eski bir zamir kökü, krş. Mo. ya-gun “ne”, Orta Mo. ya-n “nasıl bir” vb.)39
kökünden bulunma eki ile türemiş olmalıdır. *yada kökü śra biçimini verir buna kar-
şılık ś rte kolayca śta olabilir.
kay ve yer sözcükleri Türk dillerinde görülse de, “orada” anlamı için ya kayda ya
da (Osm.) nerede<*ne yerde yapıları bulunur, buna karşılık Türk dillerinde *kay
yerde “nerede” bulunmaz.
Son olarak, ey>ay “alt taraf”>ayal “alt, alt taraf” sözcüğünden türemiş olan ayala
“altına” zarfını Ramstedt, yē “ırmağın aşağı tarafı” sözcüğüyle ilişkili Evenki
yē- “akmak” fiili ile birleştirmiştir.40 Yani ayala sözcüğü de Türkçe değildir.
10. Yukarıda sözü edilen apla “öyle”, śapla “böyle” sözcükleri ile yeple “nasıl”
arasında bir paralellik bulunur. Ramstedt apla’yı, *egükep “numune, örnek” + -layu
eki ile açıklar.41 Benim tercihim daha çok a<*e (eski gösterme zamiri, krş. Mo. e-ne
buna”) + kep “biçim” + -layu birleşiğidir. Buna göre śapla biçimi *çe (bk. yukarıda)
+ kep+-layu şeklinde gelişmiş olabilir ve yeple soru sözcüğünün ikinci yarısı da bu
durumda aynı şekilde *kep+*-layu olmalıdır. Ancak ye bir soru sözcüğüne de götü-
rülebilir. Söz başı y Çuvaşçada ya bir ödünçlemeye (<Türk. y-), ya bir *q sesine, ya
geç bir y- türemesine (örneğin yal “köy”=el “halk”) ya da izleyen bir ön ünlü ile bir-
likte bir *i- sesine gider. Bu durumda burada, Türk dillerine yabancı bir *i soru zamiri
kabul etmek gerekir.
11. Fiil biçimleri altında Çuvaşça sıralama zarfından (diğerleri bağlayıcı zarflar
olarak bilinir) söz etmek gerekir. Bu zarf biçimi, temel eylemle aynı zamanda veya
daha önce olmuş bir eylemi işaretler ve eki -sa/-se’dir. Örneğin kalasa “söyleyerek”,
ilse “alarak” vb. Fakat Türk dillerinde karşılığı yoktur. Ramstedt’in doğru olarak be-
lirlediği gibi, bu ek Evenki -ksa/- (zarf) ve Moğolca -gsan/-gsen (Halha -saŋ/-seŋ)
geçmiş zaman ekiyle aynıdır. Örneğin Ev. “gelmiş”, Mo. iregsen “gelmiş”.
Bize göre, Çuvaşça zaman zarfı -san, bu -sa ekine gider ve yanındaki -n de eski
araç ekidir. Örneğin kilsen “gelince”.

36
Räsänen, age., s. 44.
37
Ramstedt, age., s. 77.
38
Yegorov, agy.
39
Ramstedt, agy.
40
Ramstedt, age., s. 131. Krş. ayrıca Räsänen, age., s. 195.
41
Ramstedt, age., s. 83.
Çuvaşçanın Yeri Hakkında 196

Fiil biçimleriyle ilgili olarak, engelleme ilgeci an’dan da söz etmek gerekir. Bu il-
geç sadece emir biçimlerinde görülür. Örneğin an kil “gelme!”, an kalar “konuşma-
yın!”. Bu ilgeç Türk dillerine yabancıdır. Bilindiği gibi Türkçe fiiller normal gövdeler
yanında bir de olumsuz gövdelere sahiptirler. Örneğin, Osm. gel!, gelme! Çuvaşça a
sesi ilk hecede *e sesine, söz sonu n sesi de *ŋ’ye gider. Böylece eski biçim *eŋ olarak
tasarlanabilir. Ramstedt bunu, olumsuzluk fiili *e-’nin emir biçimi olarak kabul
eder.42 Bu -ŋ sesini, Eski Türkçe 2. kişi emir eki ile krş. Örneğin, yemeŋ “yemeyin!”,
baruŋ “gidin!” vb. Olumsuzluk fiili e-’yi, tam bir çekime sahip olan Evenkice - fiili ile
krş. Ayrıca Moğolcada da kısmi bir çekime sahiptir. Örneğin, ese “değil”, esekü “de-
ğil” (gelecek zaman), esegsen “değil” (geçmiş zaman), esebe (geçmiş zaman), esebeü
aynı anlam soru ekiyle, esebesü “değilse” vb.
12. Bir gelişme sürecinin bir dizi kalıntısını taşıyan Çuvaşçanın, eski ve yeni bütün
Türk dillerinin gittiği Ana Türkçeden daha eski olduğunu görüyoruz. Bu özellikleri
tekrar sıralamayacağız.
Çuvaşça, Eski Türkçe, Yakutça, Özbekçe, Tatarca, Azerbaycanca, Türkçe (Tür-
kiye’de konuşulan Türkçe) vb. dillerle aynı ana dile gitmez derken, Çuvaşçanın, örne-
ğin Türkmence veya Yakutçayla olan ilişkisinin, Moğolcanın bu söz konusu dillerle
ilişkisi gibi bir ilişki olduğunu söylemek istemiyoruz. Çuvaşça Türk dillerine çok ya-
kındır ve bu dillerle pek çok ortak gelişmeye sahiptir.

42
Ramstedt, age., s. 83.
19
Volga Bulgarcası baçne Üzerine
Talȃt Tekin1
V. Yusupov2 tarafından son zamanlarda yayımlanmış olan bir Volga Bulgar yazıtın-
daki bir cümle şöyle okunuyor:
ِ‫صفَﺮِِْﺍَﯾحِِﺑَجْ نَِِﺍَت‬
َ 3 Yusupov bu cümleyi Rusçaya şöyle çevirmiştir: Сафара месяца
начале было4 Yusupov, yazıtın çevirisini izleyerek bu çok şaşırtıcı ِ‫ ﺑَجْ نَِ ِﺍَت‬baçna eti
ifadesini açıklamaya çalışır. Bu ifade hakkında Yusupov şunları söylüyor: “Bu ِ‫ﺑَجْ نَِِﺍَت‬
ifadesi oldukça anlaşılmazdır. Aslına bakılırsa bu sözcük, Bulgar milli takvimindeki
bir ayın adı olan ِ‫صفَﺮْ ِﺍَﯾح‬
َ ifadesinden sonra gelmektedir. Bu ifade Türkçe ‫ﺟچﻢِﻭقتى‬
“hasat zamanı” (doğru olarak ‫ ﺑچﻢِﻭقتى‬yani biçim vaqtı)5,ifadesiyle karşılaştırılarak,
bunun hasat ayının adı olduğu öne sürülebilir.”6
Yusupov‘un ِ‫ ﺑَجْ نَ ِﺍَت‬baçnä eti çevirisi doğru olmakla birlikte, onunla ilgili notları
doğru değildir. baçna açıkça, Genel Türkçe başında “başlangıcında” sözcüğünün
Volga-Bulgarcası karşılığıdır. Biçimbilgisel açıdan Volga-Bulgarcası َِ‫ ﺍشن‬işne
“içinde” yapısına benzer ve bu yapı iş-i-n-ä (<*iç-i-n-e)7 yapısından türemiş olarak
çözümlenebilir, yani baçne<baç-i-n-e.
Böylece cümlenin tamamının Türkçe yazıçevrimi ve çevirisi şöyle yapılabilir: safar
ayuḫi baçne eti “Sefer ayının başlangıcındaydı”. baçne sözcüğü açıkça gösteriyor ki
Volga-Bulgarcası “baş, başlangıç” anlamındaki sözcük baç‘tır ve daha eski bir
*balç’tan türemiştir. Genellikle bilindiği gibi, Ramstedt, söz sonundaki /ś/ sesinden
ötürü Çuvaşça “baş” anlamındaki puś sözcüğünün Genel Türkçe baş’a değil, Goldi
balça, balca “kafa, yüz”8 biçimleriyle mükemmel bir denklik oluşturan varsayımsal bir
*balç biçimine gittiğini kabul eder.

1
“On Volga Bulgarian bačne” PIAC Newsletter 10, 1975: 8.
2
Yusupov, G. V., “Itogi polevıx epigrafiç eskix issledovaniy 1961-1963 gg. v Tatarskoj
ASSR”, Epigrafika Vostoka XXI (1972), ss. 48-55.
3
Age., s. 53.
4
Age., s. 54.
5
Budagov, L. Z., Sravnitel’nıy Slovar’ Turetsko-Tatarskix Nareçiy, Vol. I., Sanktpeterburg,
1869, s. 245.
6
Yusupov, age., s. 54.
7
Bk. Pritsak, O., “Bulgaro-Tschuvaschica”, UAJB 31, 1959, ss. 301-303.
8
Einführung in die altaische Sprachwissenschaft I, Lautlehre, yay. Pentti Aalto, MSFOu
104: 1, 1957, s. 109.
Volga Bulgarcası baçne Üzerine 198

Şimdi Volga-Bulgarcası baçne’deki baç biçimi bu görüşü kanıtlıyor. Aynı za-


manda, Türkçe /ş/ sesinin belli durumlarda (yani Çuvaşçada /ś/ sesine denk geldiği
durumlarda) /lç/ ve /lc/ biçimlerinden geldiğini de kanıtlıyor.
20

*-D- Sesinin Çuvaşçada Gelişimi Üzerine


Larry. V. Clark1

1. Karşılaştırmalı Altay dilbiliminin kurucusu olan Gustav Ramstedt, Çuvaşçanın Al-


tayistik içindeki yeriyle ilgili ufuk açıcı yazısında şöyle diyor:
“Eski Türkçe d… Çuvaşçada δ üzerinden r olmuştur. pü (pi)<Tat. buy, p ve-<Tat.
buya- (<*bod, boda-) gibi pek çok Çuvaşça sözcükte özel geç Türkçe δ>y değişimi bu-
lunur ve ödünçleme oldukları belirlenmiştir. Sadece, δ sesini bir r izlediği durumda δ>y
olur. Bunun sesbilgisel gösterimi Çuvaşçada şöyledir: *δ>r ve d-r>y-r.”2
Böylece Ramstedt Türkçe -d-/-d sesinin Çuvaşçadaki kurallı gelişimini -r-/-r ola-
rak tanımlıyor (Tü. adak “ayak”>Çuv. ura, Tü. kod- “koymak”>Çuv. hur-, vb. gibi)
ve y<d değişimi gösteren sözcükleri çoğu durumda, komşu Kıpçak dillerinden biri
olan Tatarcadan yapılmış ödünçlemeler sayıyor (Tü. boda- “boyamak”>Tat.
buya->Çuv. p ve-, Tü. bod “boy”>Tat. buy>Çuv. p v /pü, vb. gibi. Bununla birlikte
Ramstedt, eğer d sesi r tarafından izlenirse, Çuvaşçadaki kurallı gelişiminin y oldu-
ğunu açıklıyor, verdiği örneklerdeki gibi: Tü. adgır “aygır”>Çuv. ĭyĭr, adır- “ayır-
mak”>uyĭr-, adruk “başka”>urĭh (oŕĭh, oyrĭh), kadız “ağaç kabuğu”>huyĭr.3
Bu son bulgu, Çuvaşça uzmanlarının çalışmalarında sürekli göz ardı edilmiştir, d
yerine y bulunduran bütün Çuvaşça sözcükler Tatarcadan ödünçleme sayılmıştır. 4 Bu

1
“On a Chuvash Development of *-D- “ Acta Orientalia Hungaricae XXXII-3, 1978: 371-
376.
2
G. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwassischen”: Journal de la Société
Finno-Ougrienne XXXVIII/1 (1922-1923), s. 25. Bk. şimdi: N. Poppe, “Zur Stellung des
Tschuwaschischen”: Central Asiatic Journal XVIII (1974), ss. 135-147.
3
Ramstedt, aynı yerde Genel Türkçe kalur(uk) biçimini de veriyor ama bu kadur(uk) yerine
bir yazım yanlışı olmalıdır, böyle bir sözcük yoktur; bk. aşağıya.
4
Krş. N. Poppe, “Die türkischen Lehnwörter im Tschuwassischen: Ungarische Jahrbücher
VII (1927), ss. 151, 154-155; M. Räsänen, Materialien zur Lautgeschichte der türkischen
Sprachen (Studia Orientalia XV), Helsinki 1949, ss. 163-164; J. Benzing, “Tschuwaschische
Forschungen, II. Tschuwaschisch r/alttürkisch δ”: Zeitschrift der Deutschen Morgenlän-
dischen Gesellschaft XCIV (1940), ss. 393-394; aynı, “Das Tschuwaschische: Philologiae
Turcicae Fundamenta I, Wiesbaden 1959, s. 713; K. H. Menges, The Turkic Languages and
Peoples, Wiesbaden 1968: 90; A. Róna-Tas, Az altaji nyelvrokonság vizsgálatának alapjai,
Doktora tezi, Budapest 1970: 958.
*-D- Sesinin Çuvaşçada Gelişimi Üzerine 200

nedenle, bu kısa notların amacı, Ramstedt’in d-r>y-r değişimi önerisinin doğrulanıp


doğrulanamayacağını sınamaktır.5
2. Çuvaşça d-r>y-r değişiminin Çuvaşçaya özgü olduğunu gösteren iki kanıt vardır:
(1) Bu değişimin görüldüğü iki Çuvaşça sözcükte Çuvaşçaya özgü başka değişme-
ler de vardır ve bu nedenle d-r>y-r değişimi gösteren bu sözcükler ödünç olamaz. Bu
şekilde, Tü. kadız “ağaç kabuğu”>Çuv. huyĭr, söz konusu değişim (d-r>y-r) yanında,
birincil Tü. z~Çuv. r denkliğini de gösterir.6 İkinci sözcük olan Tü. sıdır- “sıyır-
mak”>Çuv. şĭyĭr-‘da hem söz konusu gelişme hem de Tü. sı-/si-~Çuv. şĭ- denkliği gö-
rülür.7 Böylece huyĭr ve şĭyĭr-, gerçek Çuvaşça sözcüklerde d-r>y-r değşimi için iki
açık durum sağlar.
(2) d sesinin Çuvaşçadaki kurallı gelişiminin r olduğu konusunda bütün araştır-
macılar aynı görüştedir. d-r dizisinin r-r olduğu gerçek Çuvaşça bir sözcük yoktur,
buna karşılık pek çok sözcük d-r>y-r değişimi yansıtır. Sonuç olarak, yapısal fonemik
terimlerle şu söylenebilir: (1) r sesinden önce d>y ve (2) diğer durumlarda d>r ta-
mamlayıcı dağılım içindedir ve tek bir sesbirimin gelişmesini oluştururlar. Diğer açı-
dan, Çuvaşçada y-r>d-r değişimi gösteren bütün durumları Tatarcadan ödünçleme
saymak garip olur!

5
Ramstedt’in görüşünün önceki onayı benim şu makalemde bulunabilir: “The Turkic and
Mongol words in William of Rubruck’s Journey (1253-1255)”: Journal of the American
Oriental Society XCIII (1973), s. 182, n. 15. József Attila Tudománegyetem (Szeged) Üni-
versitesinde, 1973 güzünde, András Róna-Tas’ın derslerinde, benim saygıdeğer öğretme-
nim bu ifadeyi sorguladı ve bu konunun açıklanmasına dair bir yazı yazmamı önerdi. Ben
bu fırsatla, Szeged’de kaldığım süre boyunca bana gösterdiği sıcak ilgi ve konukseverlik için
Prof. Róna-Tas’a şükranlarımı sunmak istiyorum.
6
Bu denklikle ilgili literatürün büyük bir çoğunluğu A. M. Şçerbak’ın Sravnitel’naya fonetika
tyurkskih yazıkov, (Leningrad 1970: ss. 84-88) adlı kitabında verilmiştir. Sorunla ilgili son
çalışmalar aşağıda listelenmiştir: Iben Raphael Meyer, “Klassifikation and Rhotazismus:
Acta Orientalia XXXII (1970), ss. 159-165; A. Róna-Tas, “Some Problems of Ancient Tur-
kic”: aynı yer, ss. 209-229; B. A. Serebrennikov, “Çto bılo perviçnım r2 ili z?”: Sovetskaya
tyurkologiya 1971, Nr. 1, ss. 13-19; Ane Nauta, “Rhotazismus, Zetazismus und Betonung
im Türkischen: Central Asiatic Journal XVI (1972), ss. 1-13; G. Doerfer, Khalaj Materials
(Uralis and Altaic Series 115), Bloomington 1971, s. 275 ve TMEN II 523, III 208-209.
7
Bu değişim Macarcadaki Bulgarca ödünç sözcüklerde zaten kanıtlanmıştır; krş. Mac.
sëpër- “süpürmek”<Bulg. *şipir-, Çuv. şĭpĭr-, Tü. sipir- (BTLU 116, 176), Mac. sërke
“sirke”<Bulg. sirke, Çuv. şĭrka, Tü. sirke (aynı yer), Mac. sërte “kıl”<Bulg. sirte, Çuv. şĭrt,
Tü. sırt (aynı yer, s. 117). Değişimle ilgili diğer örnekler şunlardır: Çuv. şĭnĭr “sinir”~Tü.
siŋir, şĭmĭ/şĭnĭ “kemik”~siŋik/süŋük, şĭr- “işemek”~sid-, şĭna “sinek”~siŋek, şĭrsa
“sırça”~sırça/sırıçga, vb.; krş. L. Ligeti “A Propos des éléments “altaiques” de la langue
hongroise”: Acta. Lingu. Hung. XI (1961), s. 25; M. Räsänen, Materialien zur Lautgesc-
hichte, ss. 174-175; Sravnitel’naya fonetika, ss. 161-162.
201 Larry. V. Clark

3. Bence yukarıdaki kanıtlar, Ramstedt’in 50 yılı aşkın süre önce ifade edilmiş görü-
şünü doğrulamak için yeter: r’den önceki durum dışında, Çuvaşça *d sesi r sesine deği-
şir, r’den önce y olur: Son sözü edilen değişme, Çuvaşçada şu sözcüklerde bulunur:8
(1) Aşm 4:30 ĭyĭr, 4:31 ĭyĭra, 4:33 ĭyrĭ, 3:69 iŕa, Paas. 1 ayĭr (ĭyĭr yerine yanlışlıkla?)
“aygır”<Tü. adgır ay.>Tat. aygır; krş. ED 47; TMEN II 185-187; EŞÇJa 39; VEWT 6.
(2) Aşm. 11:5 sayra, 11:75 saŕa, Paas. sayra “seyrek”<Tü. sedreg ay.>Tat. sirek;
krş. ED 802; TMEN III 308; ESÇJa 175; VEWT 407.
(3) Aşm. 17: 266 şĭyĭr-, 17: 171 şıyĭr- “sıyırmak”<Tü. sıdır- ay.; krş. ED 802; EŞÇJa
332; VEWT 414.9
(4) Aşm. 3:175 uyĭr-/oyĭr-, 3:293 uŕ-/oŕ-, Paas. 190 uyĭr- “ayırmak”<Tü. adır
ay.<Tat. ayır-; krş. ED 66; EŞÇJa 269; VEWT 6; TLT 159 (>Çer. oyraş-/ayĭrĭş-).
(5) Aşm. 3:194 uyrĭh, 3:278 urĭh, 3:293 oŕĭh, Paas. 193 urĭh “diğer”<Tü. adruk
ay.<adır- “ayırmak”; cf. ED 65: EŞÇJa 276; VEWT 6.
(6) Aşm. 3: 192 uyran, 3:293 uŕan/oŕan, Paas. 190 uyran “ayran”<Tü. adran
ay.<adır- “ayırmak”>Tat. äyrän; krş. ED 276; TMEN II 179-181; EŞÇJa 270; VEWT
12; TLT 168 (>Çer. óren/öran/ören).10

8
Aşağıdaki kısaltmalar kullanılmıştır: Aşm.= N. İ. Aşmarin, Slovar çuvaşskogo yazıka/The-
saurus linguae Tschuvaschorum, 17 cilt, Kazan 1928-1950; BTLU=Zoltán Gombocz, Die
bulgarisch-türkischen Lehnwörter in der ungarischen Sprache (MSFOu XXX), 1912; ED=
Sir Gerard Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish,
Oxford 1972; ESÇJa= V. G. Yegorov, Etimologiçeskiy slovar’ çuvaşskogo yazıka, Çebok-
sarı 1964; Paas.=H. Paasonen, Csuvas szójegyzék, Budapest 1908 (yeniden basımı: Studia
Uralo-Altaica IV, Szeged 1974); TLT=M. Räsänen, Die tschuwassischen Lehnwörter in
Tscheremissischen (MSFOu LVIII), 1920; TMEN=G. Doerfer, Türkische und mongo-
lische Elemente in Neupersischen I-IV, Wiesbaden 1963-1975; VEWT=M. Räsänen, Ver-
such eines etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen, Helsinki 1969; W=W. Radloff,
Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der Türk-Dialecte I-IV, SPb. 1893-1911.
9
Tat. sıdır- ve Bşk. hıδır- kuralsızdır (sıyır- olmalıydı) ve bu nedenle diğer Türk dillerinden,
belki de Bulgarcadan ödünçlemedir. Sözcük derinin hazırlanması ile ilgilidir ve Orta Çağ’da
Bulgarlar dericilikte ünlüydüler. Fakat 10. yüzyılda veya daha sonra Bulgarca *sıdır- varsa-
yımı, Macarcadaki eski Bulgarca *şi- yansıması ile ve Bulgarcadaki d(δ)>z>r ses değişiminin
kronolojisi ile uyumlu değildir. Bu yazıda bu konu ile ilgilenilmeyecektir. Kıpçakçadaki Bul-
garca ödünçler için bk.: A. Róna-Tas, “Some Volga Bulgarian Words in the Volga Kipchak
Languages”: Hungaro-Turcica. Studies in Honour of Julius Németh, Budapest 1976, ss. 169-
175.
10
ayran<*adran<adır- sözcüğünün etimolojisi için krş. Clark, “The Turkic and Mongol
Words”, ss. 182-183. Burada, -n/-an/-en ekinin çok seyrek olmasına rağmen şu sözcüklerde de
bulunduğunu eklemeliyim: tevren “bel bandı yapılmak için bükülen iplik” <tevir- “bükmek”
(ED 443), evren “evren”<”dönen şey”<evir- “dönmek” (ED 13, 14); ayrıca krş. C. Brockel-
mann, Osttürkische Grammatik der Islamischen Literatursprachen Mittelasiens, Leiden
1954, ss. 128-130. uyran<*ayran’ın ünlüleri için krş. Çuv. uyar/oyar “ayaz”<Tü. ayaz (ED
*-D- Sesinin Çuvaşçada Gelişimi Üzerine 202

(7) Aşm. 16:141) huyĭr/hoyĭr, 16:301 hĭyĭr, 16:237 hoŕĭ, Paas. 47 huyĭr “kabuk (ağa-
cın)”<Tü. kadız ay.; krş. ED 608; EŞÇJa 302; VEWT 218. Çu. huyĭr’ın “ağaç kabuğu”
anlamındaki diğer Türkçe sözcüklerle karşılaştırılmasında sorunlu birkaç nokta var-
dır, bu nedenle Türkçe biçimler hakkında birkaç söz söylemek gerekiyor. Türkçe ka-
dız, kayza-(<kayız+a-<*kadız+a-) “kazımak” eyleminin köküdür (W II 44: Alt.,
Tel., Leb., Küer) ve bundan Tel. kayzırık “kabuk, balık pulu” (W II 44) ve Alt., Leb.
kayzaga “balık pulu (aynı yer) sözcükleri gelişmiştir. Türkçe kas “ağaç kabuğu” (ED
665) diğer Sibirya Türkçesi kasta- “kabuğunu soymak, vb.” (W II 355-356: Sag., Koyb.,
Kaça) fiilinin köküdür ve bundan Kaça, Sag., Belt. kastırık “balık pulu, ağaç kabuğu”
(W II 358), Kob. kastırak “ağaç kabuğu” (aynı yer), Tar. kastirik “balık pulu” (aynı
yer) biçimlenmiştir. Şimdi, Tuvaca kazırık “balık pulu, kir tabakası”11, Tofalar kase-
rak “kabuk, balık pulu”12 ve Altayca qazırık “kabuk” (W. II 380), kayzırık ve kastırık
arasında bir karışmayı gösteriyor. Yakutça xatırık “ağaç kabuğu” yukarıdakilerle ilgili
değildir, Yakutça xatır- “hava nedeniyle elde, ayakta ve yüzde oluşan pürüzler” biçi-
minden ortaya çıkmıştır ve bu biçim de Yak. xatī “pürüz, sertlik” <Tü. katıg ay. (ED
597) biçiminden türemiştir.13 Bu tablonun içinde Tatarca kayrı/kayırı’nın (W II 24,
96) yeri belirsizdir, çünkü ne Türkçe kadız’ı ne de yukarıdaki herhangi bir biçimi yan-
sıtır. Belki Türkçe kadır- “geri dönmek” (ED 604) fiilinden “bir şeyi bükmek, kıvır-
mak”>”ağaç kabuğu” bağlamıyla ortaya çıkmıştır (krş. MK kadırgak “elin üzerindeki
kabarcık”, ED 606). Her şeye rağmen, Çuv. huyĭr’a Türkçede denk gelen biçimin *ka-
dır değil kadız olduğu açıktır (VEWT 218’deki gibi).14
(8) Aşm. 17:14 h vre, 16:119 hivre, Paas. 55 hüre “kuyruk”<Tü. kudruk ay.>Tat.
kŭyrık; krş. ED 604; ESÇJa 313; VEWT 296. Bu sözcük Çuvaşçada y ünsüzünün bir
dudak ünlüsünden sonra ĭv/ v>u/ü’ye değişmesini gösteriyor. Bu değişim hem gerçek
Çuvaşça sözcüklerde hem de Tatarcadan alınma sözcüklerde görülür: Çuv. h v l “gü-
neş”<Tü. kuyaş (ED 679)>Tat. kŭyaş, Çuv. k v-/kü- (<*küy-) “yanmak”<Tü. küń
(ED 726)>Tat. kǚy-, Çuv. p v /pü “boy, vücut”<Tat. buy<Tü. bod (ED 296)<Çuv.
pur-şşĭ, vb.15

276), śuna/śona “kızak”<çana (TMEN III 105-108), śula/śola “yalamak”<yalga- (ED 926),
vb.
11
E. R. Tenişev, Tuvinsko-russkiy slovar’, Moskva 1968, s. 219.
12
M. A. Castrén, Versuch einer koibalischen und karagassischen Sprachlehre, SPb. 1857, s. 92.
13
E. K. Pekarsky, Slovar’ yakutskogo yazıka, Leningrad 1927, ss. 3411, 3410, 3405.
14
“ağaç kabuğu” için Tatarcadaki yaygın sözcük kabık’tır, krş. Çuv. hupĭ (VEWT 215, 234,
235). Tatarca kayrı ikincil bir biçim olarak görünüyor ve Türkçe kayır “iri taneli kum”>
Çuv. hĭyĭr biçiminden türemiş olması mümkündür. Son sözcük Moğolcaya kayir “çakıl, iri
taneli kum” olarak ödünçlenmiştir ve Moğolca kayirsun/kayirasun “balık pulu” sözcüğünün
kökünde bulunur; krş. Sibirya Türkçesi anlamsal gelişmelerle.
15
Krş. Räsänen, Materialien zur Lautgeschichte, s. 191, ve TLT 60-63.
203 Larry. V. Clark

Diğer yandan, Paas. 92 payran “bayram”, ünlülerinden ötürü Tat. beyrem (<*bay-
ram) <Tü. badram (ED 308; VEWT 54) biçiminden ödünçlemedir. 16
4. Çuvaşçada *d sesinin gelişmesiyle ilgili bu açıklamalara rağmen, birkaç Çuvaşça
sözcükte bu sesin aykırı gelişmeleri de görülür. Bunlardan biri Çuv. puśĭk/pıśĭk “bü-
yük” sözcüğüdür. Bu sözcüğün, bedük sözcüğünün (ED 302) orta aşamasını, yani
d>δ>z>r17 gelişmesini yansıtan kuralsız bir örnek olduğu düşünülüyor. Ramstedt,
Çuvaşça pıśĭk sözcüğünü Tatarca buysak<Tü. *bod-sak’tan ödünçleme sayıyor ama
bu biçim hiçbir yerde belirlenememiştir.18 Benzing, Koybal, Sagay, Şor pogda “cesur,
katı, sert, vb.” (W IV 1267), Şor pugda “büyük” biçimleriyle bir bağlantıdan söz ediyor
(1362) fakat bunlar Moğolca bogda “kutsal” sözcüğünden ödünçlemedir (WEVT
78).19 Son olarak Doerfer Çuvaşça pıśĭk sözcüğünü ihtiyatla Osm. bos “boy” ile karşı-
laştırıyor (W IV 1678). Fakat bu sözcük Türkçede sadece boy bos (TMEN II 522 de-
yimi içinde kullanılır ve kaynağı belirsizdir. 20 Ben bu etimolojiler yerine, Çuv.
pıśĭk/puśĭk’ın Kıpçakçadan bir ödünçleme olduğunu düşünüyorum: krş. Codex Cu-
manicus bazıx “kalın, büyük”, Ebu Hayyan bazuk “şişman adam”, Krç., Blk., Kmk.,
Kar. bazık “kalın, ağır”, Tat. bazık “büyük, kalın”, Bşk. baδık “ağır, güçlü” (krş.
VEWT 66). Bununla birlikte Kıpçakça -z- sesinin Çuvaşçaya -ś- olarak yansıması, bu
etimolojiden önce tamamen kabul edilebilir biçimde açıklanmış olmalıdır.
Problemli olan ikinci sözcük de Çuvaşça s t r- “çekmek, taşımak”tır. Räsänen bu söz-
cüğü Tat. sǚyre-, Bşk. hǚyre-, Kzk. süyrö-, Şor süzür-, Çağ. südre- “çekmek, taşımak” bi-
çimleriyle karşılaştırmıştır (VEWT 435). Bu örnek Räsänen’in, -dr- çifti içindeki d sesi
Çuvaşçada r olmaz, ifadesi için bir temel sağlar.21 Karşıt olarak gördük ki Çuvaş-
çada -dr->-yr- olur (sedreg>sayra, *adran>uyran, kudruk> *huyru> h vre/hüri), fakat

16
Bu sözcük Çeremişçeye de alınmıştır: paren/paryam/paiŕam ve bir kaynakta da padĭram; krş.
Räsänen, Die tatarischen Lehnwörter im Tscheremissischen (MSFOu L), 1923, ss. 12-50.
17
Krş. BTLU 169, ve Margit K. Palló, “Hungaro-Tschuwaschica”; UAJb XXXI (1959), s. 252.
18
Krş. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung”, s. 26 ve Räsänen, TLT 61. Belli ki Ramstedt’in
aklında Kzk. boysaŋ “büyük, yetişkin” (W IV 1644), Bşk. buysan “uzun, yetişkin” gibi bir biçim
var fakat ya ikinci biçim *boy-çan’dandır (Bşk.da ç>s fakat s>h) ve Kazakça sözcük Başkurt-
çadan ödünçlemedir ya da Başkurtça Kazakçadan ödünçlemiştir. Bunlardan ayrı olarak Ta-
tarcada buy-sın, Başkurtçada buy-hın “biçim, form, görünüş” <bod “boy”+sın “insan vü-
cudu” (ED 832) birleşikleri de vardır fakat hiçbiri Çuvaşça pıśĭk sözcüğünün kaynağı olamaz.
19
Krş. Benzing, “Tschuwaschische Forschungen II”, s. 394.
20
Türkçe boy bos daha eski bir boy bosun “boy; yüksek; dik, güvenilir” biçiminden gelişmiş
görünüyor. Bu bçim 16. yüzyıla ait iki Farsça-Osmanlıca sözlükte görünüyor; krş. Tarama
Sözlüğü I, Ankara 1963, s. 647. bosun’un boy+sın’dan gelişmiş olması da mümkündür.
21
Krş. Räsänen, Die tatarischen Lehnwörter, s. 64, ve Materialien zur Lautgeschichte, s. 163;
Róna-Tas, Az altaji nyelvrokonság vizsgálatának alapjai, ss. 959-960. Róna-Tas buraya ör-
nekler ekliyor: Çuv. p t r- “bükmek, çevirmek”, Tat. bǚdre (<*büdre), Bşk. bǚdre, Doğu
Tü. büdre “kıvırcık, kıvırcık kafalı” (krş. ESÇJa 158); ayrıca Çuv. p tre “kıvırcık saçlı”,
*-D- Sesinin Çuvaşçada Gelişimi Üzerine 204

südre-~s t r- bundan şaşmıştır ve kurallı bir gelişme göstermez. Bu eylem belki de -t- ile
tasarlanmalıdır: *sütür- veya *sütre-. Böylece Çuvaşça s t r- biçimini sürdürürken, Türkçe
südre-, r sesinden önce -t-‘yi ötümlüleştirerek -d- yapmıştır. Türkçede -t>-d->-δ- gelişimi
için birkaç örnek vardır: batrak “bayrak”>badrag>baδrak/bayrak (ED 307), ka-taş “ak-
raba”>kadaş>kaδaş/kayaş (ED 607) ve olumsuz zarf-fiil eki -matın>-madın>-mayın.22

Miş. bödöre “kıvırcık tüylü (koyun)” (H. Paasonen’in Tatarca diyalekt sözlüğü, yay. I.
Kecskemeti; JSFOu LXVI/3, 1965, s. 11). Kzk., Kklp., Nog., Trkm. buyra “kıvırcık, kıvır-
cık kafalı” veya MK bugurda “kıvırcık (saç)” (ED 319) verilerinin buraya ait olduğu şüp-
helidir. Önceki sözcükler d(δ) sesinin sonraki yansımalarını kanıtlayamadıkları ve Tatar-
cada, Çuvaşça p t r- eyleminin mükemmel bir dengi olan bǚtir- (<*büt-ir-) bulunduğu için,
p t r-~bǚdre- (<bǚtir-)’deki problem s t r-~südre-/sǚyre-, vb. ile aynı görünmüyor; ayrıca
bk. BTLU 48, ve A. Joki, Die lehnwörter des Sayansamojedischen (MSFOu CIII), 1952, s.
105.
22
Krş. M. Räsänen, Materialien zur Morphologie der türkischen Sprachen (Studia Orientalia
XXI), Helsinki 1957, s. 193.
21

Rotasizm/Zetasizm Sorunu
Gerhard Doerfer1

Rotasizm/Zetasizm (ve lambdasizm/sigmatizm) sorunu, her zaman Türkoloji araştır-


malarının merkezinde olmuştur. Özellikle değerli arkadaşım Talât Tekin, bu konuya
bir dizi makale ayırmıştır (AOH 22: 51-80, 1969; Researches in Altaic Languages, Li-
geti’nin editörlüğünde, Budapeşte, 275-284, 1975; CAJ 23: 118-137, 1979). Bu maka-
leler zekice ve fikir vericidirler; bununla birlikte bana öyle geliyor ki Tekin’in iddiala-
rının inandırıcılığı şüphelidir.
Bu yazının temel noktasına gelmeden önce, bugüne kadar belirsiz kalan bazı alan-
ları açıklamak istiyorum (bu acınacak durum değerli arkadaşım Tekin’in, makalele-
rimi hiç -ya da yeterince- okumamış olmasından kaynaklanıyor.)
(1) CAJ, s. 120: “Zetasizm… ve rotasizm… yalnızca dağınık ses değişmeleri-
dir”-TDAY-Belleten 1975/6: 31’deki makalemle krş.: Ben Bouda ve Serebrenni-
kov’un, bunun evrensel bir olay olduğunu çok iyi gösterdiklerini belirtmiştim.
(2) Aynı yer 123’te: “Elbette Doerfer’in, Ramstedt ve Poppe’nin klasik çözümüne
geri dönmesi, Altay dilleri teorisi savunucularını mutlu eder. Doerfer’in rekonstrük-
siyonlarının, örneğin *bōr a … Ana Türkçeden çok, Ana Altaycaya benzemesi de dik-
kat çekicidir”.Açıktır ki (krş. ayrıca Iben Raphael Meyer, AO Denmark 32: 164, not
3) sorun birincil Türkçe sesin *z veya *ŕ veya *r̆ veya *r olması değil, bunun Altay dil
birliği sorununda rol oynayıp oynamadığıdır. Bu konuda pek çok çözüm mümkündür
fakat bunlar Altayca problemini ne kanıtlar ne de çürütür (genellikle: şüpheli). Biz a)
Tü. *ŕ veya *r =Mo. r<Alt. *ŕ; b) Tü. z=Mo. r<Alt. *ŕ veya r veya *z; c) Moğolcaya
girmiş *ŕ veya *r’li eski Bulgarca ödünç sözler, diyebiliriz- bütün bunlar Altayca adı
verilen dilin akrabalığı sorununda rol oynamaz. Yalnızca rotasizm/zetasizm, Altayca
sorunu hakkında kesin bir şey söylemez, ne destekler, ne çürütür. Ayrıca söz sonu
vurgusuz sesin yitimi çok iyi bilinen art zamanlı bir gelişmedir; onun için *bor a gibi
bir Ana Türkçe biçim, “Altayca” için de sürpriz değildir.

1
“The Problem of Rhotacism/Zetacism” Central Asiatic Journal 28-1-2, 1984: 36-42.
Rotasizm/Zetasizm Sorunu 206

(3) Aynı yer 133: “Çok sayıda Altayca etimoloji… zetasizm ve sigmatizm varsayı-
mının doğruluğunu kanıtlar. Karşıt görüşün destekçileri… bu nedenle, tüm bu etimo-
lojilerin hatalı ya da yanlış olduğunu kanıtlamalıdırlar. Bu gerçekten gerçekleştiril-
mesi çok zor bir görev olacak. Bu belki de Doerfer’in … sonunda Ramstedt’in klasik
çözümüne dönmesinin nedenidir, yani o şimdi ‘ŕ, l’ (veya benzer biçimlerin) seslerinin
Ana Türkçe z ve ş’den daha mümkün olabileceğini düşünüyor.” Yanıtım: a) krş. yu-
karıda: z veya ŕ veya ř veya ź (ya da her ne ise) birincil Ana Türkçe sesin ne olduğu,
Altayca sorunu için farketmez. b) Ayrıca benim, * z’li değil, *r ’li rekonstrüksiyonu
tercih edişim, Türkçe sesbirim yapısının kendi iç nedenlerinden ötürüdür. Krş.
TDAY-Belleten, 1975-6: 33-37).
(4) Aynı yer 134: Tekin, beni kendimle çelişmekle suçluyor. Onun açıklamalarına
göre ben bir yandan, Moğolcada diftongunun korunmamış olması gibi zayıf bir ka-
nıya dayanarak Tü. *bor a>Mo. bora olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan Mo. sira
“sarı”<Tü. s āra rekonstrüksiyonu yapıyorum. “O halde neden Moğolca sira’da bu
diftongunu korumuştur?” Yanıtım: TDAY-Belleten 1975-6: 19-22’de açıkladığım
gibi, a diftongu, ilk hece dışında a olur (Tü. *r>z’ye değişerek, örneğin *bor
a>*boŕa>GT boz); sayfa 22-23’te açıkladığım gibi * a (ve bu tipteki diğer diftonglar),
ilk hecede i olur (örneğin *s āra>Mo. sira). Uzun sözün kısası: Tü. * a1>Mo. i; Tü.
a2>Mo. a. Ben, değerli meslektaşıma (kesinlikle iyi bildiği) “aynı” seslerin farklı po-
zisyonlarda farklı sesler olduğunu aklında tutmasını tavsiye etmek zorundayım.
(5) Aynı yer 123-4: Tekin ilk makalesinde (1969’da yazılmış) -r- sesi r- olarak ka-
lırken, -r’nin Genel Türkçede -z olduğunu belirtmişti. Ben (1975’te) öyleyse niçin bö-
gür (-r’li) ve qozı “kuzu” (-z-’li) gibi biçimlerin var olduğunu sordum. Şöyle yanıt
verdi: “Bilindiği gibi, ben inanıyorum ki r² ve l² Ana Türkçede söz sonunda sırasıyla z
ve ş oldular fakat diğer pozisyonlarda r¹ve l¹ ile karıştılar.” (Bunun anlamı şudur: kö-
küz “göğüs”teki -z, r²’ye, fakat bögür’deki -r, r¹’e gider). Ayrıca -z-’li biçimler “r²>z
değişimi bittikten sonra türemiş biçimler olarak açıklanabilir. Böylece qazı “karın böl-
gesi yağı”… qaz-ı olarak çözümlenebilir (krş. Tü. qarın…).” (Yazar, qazı’nın Moğol-
cadaki karşılığı quri-γan olduğu halde bu biçim için bir açıklama yapmıyor). Yanıtım:
a) Benim eleştirim, Tekin’in 1969’daki, o zaman ulaşabildiğim tek makalesini hedef-
liyordu. Fakat Tekin, bu makalesinde r¹ ve r², l¹ ve l² arasındaki farklılık konusunda
hiçbir şey söylemiyor. O, basit olarak diyor ki (s. 56-57): “Çuvaşça (Moğolca ve
Mançu-Tunguzca da) r ve l, Tü. z ve ş’den daha eskidir ve *r>z ile *l>ş ses değişim-
leri, Ana Türkçede sadece söz sonunda yer alır”. Ve onun tasarlanmış biçimleri basit-
tir: *boγur (=GT boγaz, boγuz), *bor (=GT boz)… (Buna karşıt olarak, 1979’daki
makalesinde ker², kǖr² gibi tasarımlar yapıyor). Yani Tekin, bu arada kendi tanımını
değiştirmiştir. Tekin’in, 1969’dan kısa bir süre sonra tanımını (ve büyük olasılıkla gö-
207 Gerhard Doerfer

rüşünü) değiştirdiği konusunda bir kehanetim olmadığı için beni kınamakta haklı ol-
madığını düşünüyorum. Görebildiğim kadarıyla (ve değerli meslektaşımı şimdi anla-
mayı umuyorum) onun birincil tezi “-r-, fakat -z” idi, fakat şimdi “-r¹, -r-¹, -r-²>-r-,
fakat -r²>-z” (ve aynı şekilde l¹, l²)’dir. b) Onun 1979’daki makalesinden sonra, şimdi
bile Türkçede -z-, -ş-’li köklerin mevcut olmadığının açıkça görülmeyişi kötü bir şey-
dir. Tekin, kaz-ı’dan türeyen qazı ve qarın’ı karşılaştırdığı zaman birisi ona anında bu-
nun bu duruma özgü bir uydurma olup olmadığını sorar. Ben, Türkçede, isim kökle-
rine eklenen bir -I eki bilmiyorum. Tekin’e göre qaz-ı bir eylemden mi türemiştir?
Fakat hangisinden? qaz- “kazmak”tan mı? Açıkça değil. -z-, -ş-’li pek çok başka iki
heceli sözcük vardır ki, birincil olarak tek heceli köklerden türemiş olmaları zordur.
Burada ünlü ile başlayan bu tip sözcüklerin kısa bir seçkisi yer alıyor: (Türkçe köklerin
kesinlikle sadece küçük bir bölümünü gösteren Clauson’un sözlüğünün sıralamasına
göre):
işi “kadın”, eşü- “kapamak”, üşi- “üşümek”, eşid- “işitmek”, öşün “omuz” (burada
bir soru: Tü. *qar²ın, Tekin’e göre qarın olur, öyleyse niçin *öl²ün>*ölün olmamıştır
da öşün olmuştur?), azı- “sızmak”, azıγ “azı dişi”. (ben, Tekin’in az-ı-γ tasarımını an-
lamıyorum; azıγ’ı hangi sözcükten türetiyor?; āz- “azmak”, örneğin Türkmencede
uzun ünlülüdür, buna karşılık azı “azı dişi” kısa ünlülüdür; ayrıca sözcüğün sonundaki
ek, örneğin elig’deki ekle aynıdır.); krş. qozı, kişi, vb. Tüm bu örnekleri toplamanın
(ve hatta çürütmenin) benim değil, Tekin’in görevi olduğunu düşünüyorum. Bu
arada, -sXz (Uygur ve Mani Türkçesinde dörtlü ünlü uyumu ı/i/u/ü ile) ve -sIrA- (aynı
diyalektlerde ı/i ile) arasında bir ilişki göremiyorum. Bu iki ekteki ünlülerin belirgin
farkı tüm uzmanlar tarafından kabul edilir bir gerçektir (Krş., örneğin Peter Zieme:
“Untersuchungen zur Schrift und Sprache der manichäisch-türkischen Turfantexte”,
Diss. Berlin, §§ 4.1.2.17, 4.2.1.8.)
(6) Ben, Tekin’in “geç zetasizm” ve “geç sigmatizm” terimlerini kullanırken tam
olarak neyi kastettiğini anlayamıyorum. Şüphesiz, tüş~tül gibi çift biçimler vardır. Fa-
kat bu durumda neden äş- “kazmak”taki ş, Tekin’e göre birincil sigmatizm gösterir?
Bende oluşan izlenime göre Tekin şöyle düşünüyor: “l², ş olur fakat -l¹ daha sonra ve
bazı durumlarda ş olur”. Fakat öyleyse niçin bütün -l’ler -ş olmamıştır? Ayrıca, bu tip
bir kısır döngüden kaçınan usta bir bilim adamı da görmüyorum: (Tekin) “-l>-ş- nor-
mal veya en azından sık bir gelişmedir”-(Karşıt:) “Fakat bazı durumlarda yanyana -l
ve -ş buluyoruz”- (Tekin:) “Onlar ikincildir”-(Karşıt:) “Niçin?” -(Tekin) “Çünkü ge-
nel gelişme -l>-ş’dir”. Bana göre, değerli meslektaşım ne demek istediğini açıkça be-
lirtmelidir. Ona göre -r² ve -l² bütün durumlarda -z, -ş olmamış fakat bazı durumlarda
varyant mı gösteriyor (ve olumlu durumda: bu varyantlar nasıl açıklanacak?) Veya
demek istiyor ki -r¹, -l¹ bazı durumlarda z, -ş olurken, diğerlerinde -r, -l korunmuş
mudur? Ve öyleyse tekrar: Bu durumlar nasıl açıklanabilir? Tekin’in 1969: 77’de *r>z
Rotasizm/Zetasizm Sorunu 208

için yaptığı “değişimi birden bitmemiştir” açıklaması, burada Tekin * r¹’i, *r²’den ayır-
madığı için herşeyi açıklayamaz. Tekin’in son makalesinde daha fazla “geç zetasizm,
sigmatizm” örnekleri önermemesi anlamlı mıdır?
-r~-z, -l~-ş’li (geç veya erken fark etmez) varyantlar için, düşünülmüş ve kontrol
edilmiş pek çok a priori açıklamanın mümkün olduğu çok açıktır. Ana
Türkçe -r-, -l-‘den sonra bazı durumlarda farklı ekler eklenmiş olabilir. ( kör-ȝ- “gör-
mek”>kör-, kör- ȝ “göz”>köz2). Diğer bazı durumlarda -r ve -z’li ekler farklı anlam-
lara geliyor olabilir, diğer bazı durumlarda Bulgar Türkçesinin etkisi varsayılabilir,
diğer (pek çok!) durumda Tekin’in sözcük ve ekleri (bana göre) sesbilgisel nedenlerle
karşılaştırılamazdır (ben, -tUr- eki ile dört ünlü alabilen -tXz- ettirgenlik eki arasında
bir ilişki göremiyorum), diğer bazı durumlarda örnekseme biçimleri etkilemiş olabilir,
diğer bazı durumlarda benzeşme görülebilir, vb. Ses yasaları yalnızca dilbilimdeki art
zamanlı açıklamalar anlamına gelmez. Tekin’in bazı karşılaştırmaları gayet ikna edi-
cidir (özellikle -yeterince tuhaf- “geç sigmatizm”le ilgili olanlar) fakat bütün malze-
menin daha eleştirel olarak kontrol edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
(7) Ve bu benim son (ve belirleyici) ana fikrimdir. Yaptığım kontrollerle, Tekin’in
pek çok örneğinin hatalı ya da şüpheli olduğu izlenimine kapıldım. (Bence, Louis Ba-
zin’in T’P 39: 228-329’daki makalesinde izlediği yöntem mükemmeldir. Bazin burada
kendi varsayımlarını “kesin, muhtemel, mümkün” şeklinde işaretler, yani bütün kar-
şılaştırmalarını “Ben söyledim, o kesinlikle doğru olmalı.” şeklindeki -ne yazık ki- ge-
nel uygulamaya göre kesin durumlar olarak aynı düzeyde görmez.)
Burada bu iddiam için rastgele bir seçim olarak Tekin tarafından 1969: 58-9’da
verilmiş beş örneği tartışacağım:
1. GT biz “kunduracı bizi”<*biz~Yak. bǖrges ay.<*bǖr-geç.- Tekin, Yakutça
sözcüğü (görünüşe göre) Pekarski’ye göre vermiş. Fakat Pekarski’nin ünlü uzunluk-
larına her zaman güvenilmez. Böhtlingk ve çağdaş Rusça sözlükler (Afanasyev/Cha-
ritonov ve Sleptsov) bürges biçimini gösterir. Stefan Kalužiński (RO 31: 2.116), söz-
cüğü bür- “kıvırmak” sözcüğünden türetiyor ve eki araç eki olarak (tıpkı -gAs’lı diğer
pek çok örnekte olduğu gibi) kabul ediyor. Şimdi, hangisi doğru?
2. GT. boγaz, boγuz~MK boγrul “(hayvanların) boğaz üzerinde beyaz leke”,
boγurdak “boğaz”. -Bir gerçeği göz önünde bulundurursak, vücut organı terimler bir

2
Tekin bu varsayımı 1979: 123’te, 16. notta reddediyor. Fakat benim şu makalemle krş.:
Bombaci Armağanı’nda yayımlanmış olan “Nomenverba im Türkischen”.
209 Gerhard Doerfer

dizi özel ek gösterir.3 Bunların en bilinenlerinden biri -Xz’dır (diğer-


leri -Xn, -GAK, -AK, -XG): başka örnekleri aγız, köküz “göğüs”tür (krş. Mo.
köke); -XrdAK bence *bogo+ köküne eklenmiş farklı bir ektir, krş. örneğin kekirdek
“nefes borusu” (Burada boγurdaq, kekirdek’in etkisiyle örnekseme sonucu oluşmuş
olabilir). Daha iyi bir örnek, yani Tekin’in tezine daha uygun bir örnek, boγrul olabi-
lir. Fakat bu kesin midir? Veya belki de orijinal ek *rXl’dır ve sonraki gelişme
*bogo-ŕ-rȝl>boγ-rul mudur? -(r)Xl eki için diğer tek pozitif örnek bögrül “böğürdeki
beyaz leke”dir, temel sözcük bögür “böğür” de -r ile biter (başıl belki de başγil4 “baş-
taki beyaz leke” biçiminin varyantıdır.). (Bögür-ül biçimini doğru varsaydığı-
mızda)boγrul’un bögrül’e örnekseme olması olasılığı dışarıda bırakılabilir mi? Ve
Tü. boγrul ile anlamı (genellikle) “gri saçlı” olan Mo. buγurul (herhangi bir zorluk
olmadan boγurul olarak da okunabilir) arasındaki bağlantı nedir? Moğolca anlam,
birincil midir? Türkçe boγrul’un birincil anlamı “gri saçlı” olup, boγuz ile benzerliğin-
den dolayı anlam değiştirmiş olabilir mi?
3. GT boz “gri”~Kırg. borbaş “büyük gri bir kuş türü”, Çağ. borçın “(gri) ör-
dek”<*bor-çın, krş. Mo. boroγçin “gri”. Tü. (diyal.) bortaq “vahşi bir ördek türü”,
boran “vahşi güvercin”. -Kırg. borbaş genç bir bileşik olmalıdır (aksi halde *borboş
beklenirdi). boro “büyük”+baş açıklaması daha mümkündür. Kzk. borbas “tembel”
ile karşılaştırabilir miyiz? Türkçe sözcükler için: gri hayvanları gösterip göstermedik-
leri kesin değildir. DS, örneğin bortak: “kırçıl renkli yaban ördeği”, yani “kır renkli
vahşi ördek”; “kahve-gri, koyu gri” anlamındaki boz’a karşıt olarak kır “beyaz-gri, buz
mavisi” anlamındadır. Türkçede bunlar oldukça farklı renklerdir. Çağ. borçin, Mo.
borcin’den ödünçlemedir (krş. yazarın şu eserinden: Türkische und mongolische Ele-
mente im Neupersischen, I.224).
4. GT ez-~MK erkle- “çiğnemek, ezmek”<er-kle- (sıklık)-. erkle- yerine
irkle- okumak (Clauson 226) sözcüğü ez- ile ilişkili yapmaz. Diğer varyantları ikle-,
yikle-‘dir, krş. Robert Dankoff, James Kelly (ed.): Maḥmūd al-Kāşγarī: Compendium
of Turkish Dialects, I, Harvard University 1982, 291.
5. OT. ez-~Tü. (TS) ersin, ersün “tekneden kurumuş hamur parçalarını kazımak
için kullanılan demir alet” <er-sin; ek için krş. MK tüg-sin “bir çeşit düğüm”
<tüg-. -a) Türkçenin diyalektlerinde daha fazla biçim buluyoruz: DS 1776-7 ersin, er-
sani, ersön, ersun, ersün, erşin, erşün, evsün. Tüm bu varyantların basit bir Türkçe

3
Krş., inter alia, Hans Peter Vietze: “Plural, Dual und Nominalklassen in den altaischen
Sprachen. Wissenschaftliche Zeitschrift der Humboldt-Universität zu Berlin, 18 (1969),
485.
4
Metinde böyle (çevirenin notu).
Rotasizm/Zetasizm Sorunu 210

*er-sin’e geri götürülemeyeceği açıktır. Bu sözcük belki bir kültürel alıntıdır. 5 b)


ez- “kazmak, “kazımak”=ez- “ezmek” aynı şey midir? c) Tekin hatta Mo. ürü- “ren-
delemek, törpülemek” ile de karşılaştırır. Ünlüleri farklı olduğu için, bu sözcük Tü.
ez- ile ilişkilendirilemez (Voltaire: Etimoloji öyle bir bilimdir ki ünlüler hiç dikkate
alınmaz, ünsüzlerse çok az dikkate alınır).
Tekin’in araştırmalarının bittiği yerde sorunlar başlıyor.

5
A. Tietze’deki bilgiye göre, ersin vb. Kürtçe bir biçimden (hesin, esin “demir”) ödünçleme
olabilir; fakat problem hala kesin olarak çözümlenmiş değildir.
22

Çuvaşlar: Çuvaş Dilbilgisine Giriş


András Róna-Tas1
Çuvaşlar Sovyetler Birliğinde, Türk dilleri ailesine akraba olan bir dili konuşan halk-
lardan biridir. Çuvaş dili ve halkının tarihinin ve bugünkü yaşayışlarının bilgisi Ma-
carlar için özellikle önemlidir. Macarların yurt kurmadan önce uzun süre birlikte ya-
şadıkları Türk halklarının içinde en önemli olanları Çuvaş tipi bir dili konuşuyorlardı.
Türk halkları Macarların biçimlenmesinde önemli roller oynadılar ve dilleri Macar
dili üzerinde önemli etkilerde bulundu. Eski Türk halkları içinde Çuvaş tipi dil konu-
şan topluluklar arasında bugün de yaşayan tek halk Çuvaş halkıdır. Kalanlar tarihin
derinliklerinde kaybolup gittiler. Balkanlara doğru göç eden Bulgarlar Slavlaştılar.
Bugün onların anılarını yalnızca adları koruyor. Bu halkların Onogur biçiminde bir
adları vardı. Bu adın birkaç kabileden oluşan federasyonun damgası olması müm-
kündü. Hepsi Onogur kavim adının varyantları olan Ungar, Venger, Hungarian adla-
rımız, Macarları tanımlayan bir ada dönüşen Onogur halk adını koruyor.
Çuvaşların büyük bir kısmı, bugün SSCB’nin bir bölümü olan Çuvaş ASSR’de ya-
şamaktadır. 1970 verilerine göre bütün Sovyetler Birliği Bölgesinde yaklaşık 1,7 mil-
yon Çuvaş bulunmaktadır. Bunların yaklaşık yarısı, yani 856.000 kişisi Çuvaş
ASSR’dedir. 1975 yılına ait verilere göre Cumhuriyetin yüz ölçümü 18.300 km², nü-
fusu 1.263.000’dir. Cumhuriyette, Çuvaşların yanında, aşağı yukarı 300.000 Rus,
36.000 Tatar, 21.000 Mordvin, 4.000 Ukraynalı, 2.000 Çeremiş ve daha az sayıda bir-
kaç topluluk daha bulunuyor. 1970 verilerine göre, Çuvaş ASSR dışındaki en önemli
Çuvaş nüfusu şuralardadır: Tatar ASSR’de 153.000, Başkurt ASSR’de 126.000, Kuy-
bişev bölgesinde 113.000, Ulyanov bölgesinde 78.000, Kemerova bölgesinde 31.000 ve
Krasnoyarsk bölgesinde 28.000.
Çuvaş ASSR’nin başkenti olan Çeboksarı’nın-Çuvaşça Şupaşkar- nüfusu 1975’te
264.000’di. Özerk Cumhuriyet 21 bölgeye ayrılmıştır. Bunlar şöyle sıralanıyor: Alatır’,
Alikova, Batırevo, Tsivilsk, Çeboksarı, İbreşi, Yadrin, Yal’çiki, Yantikova, Kanaş,
Kozlovka, Komsol’skoye, Krasnoyarmeyskoye, Krasnye Çetay, Marinskiy Poşad,
Morgauş, Poretskoye, Şemurşa, Şumerlya, Urmary.

1
1. Csuvasok, 2. A Csuvas nyelv magyar kapcsolatai: Bevezetés a csuvas nyelv ismeretébe,
Dabasi Nyomda, Budapest: Tankönyvkiadó, 1985: 13-31
Çuvaşlar: Çuvaş Dilbilgisine Giriş 212

Daha önceki Kazan ve Simbirsk eyaletleri bölgesi 1920’de Çuvaş Özerk Bölgesi
olarak biçimlenmiş ve 21 Nisan 1925’te Özerk Cumhuriyete değişmiştir. Cumhuriye-
tin en büyük bölümü Volga’nın sağ kıyısına yerleşmiştir. Denizden yüksekliği orta-
lama 240 metredir. Ilıman kara iklimi hüküm sürer. Ocak ayının ortalama sıcak-
lığı -12.7; Haziran ayının +18.9 derecedir. Bölgenin en önemli ırmağı, şimdilerde Çe-
boksarı yakınında, üzerinde yeni bir baraj ve çok büyük bir elektrik santrali kurul-
makta olan Volga’dır. Volga’ya sağ taraftan Tsivil ve Sura ırmakları dökülür. Sura,
yılın her mevsiminde gemi ulaşımına elverişlidir.
Cumhuriyet’te orman ve tarım arazisi birbirini takip eder ve Sura yanında batak-
lıklar bulunur. Çuvaşistan’ın en büyük bölümü yapraklı ağaçlarla kaplıdır. Kuzey bö-
lümü yapraklı ağaç kuşağına geçiş bölgesidir. Güneybatı bölümünde bozkırlar başlar.
Tipik ağaçları, çam, huş, meşe ve ıhlamurdur.

Çuvaşça-Macarca İlişkisi

Macar dilinin, yurt kurmadan önceki dönemine ait olan Türkçe sözcüklerin büyük bir
bölümü Çuvaşça tipindedir. Bugün yaşayan tek üyesi Çuvaşça olan bir Türk dili gru-
bundan alınmış olan ödünç sözcükler Çuvaş tipi anlamına geliyor. Çuvaş tipi, Macar
dilinin, yurt kurmadan önceki bu tip bütün ödünç sözcüklerinin bugünkü Çuvaşçanın
doğrudan atası olan bir dilden alındığı anlamına gelmiyor.
Çuvaş tipi ölçütlerle ilgili olarak aşağıdaki durumları birbirinden ayırmamız gere-
kiyor: 1. Doğrudan Çuvaşça ölçütler olarak sadece Çuvaş tipi Türk dillerinde bulunan
ve Çuvaş tipi olmayan Türk dillerinde görülmeyen özellikleri kastediyoruz; 2. Belki
şunları da Çuvaşça ölçütler olarak adlandırabiliriz: Bugünkü bilimsel verilere göre sa-
dece Çuvaşçada görülen, fakat diğer Türk dillerinde de karşılaşılabilecek özellikler;
3. Kendilerinde gerçekte tipik Çuvaşça özellikler olmayan, Macar dilinin yurt kurma-
dan önceki döneminde almış olduğu ödünç sözcüklerde Çuvaşça ölçütlerle birlikte
bulunan ölçütleri de dolaylı ölçütler olarak adlandırabiliriz; 4. Macar dili tarihinin ve-
rilerine göre, Macar dilinin yurt kurmadan önceki zamanlarını gösteren veya Türk
dillerinin eski durumunu yansıtan Türk dili ölçütlerini eskilik ölçütleri olarak kabul
ediyoruz.
Sesbilgisel ölçütler arasında en önemli olanı Genel Türkçe z yerine r bulunması-
dır. Çuvaş tipi dillerin en belirleyici özelliği budur. Bu tipteki sözcükler eğer Moğolca
ve Mançu-Tunguzcada da bulunuyorlarsa, orada da daima r sesi ile karşılıyoruz. Ge-
nel Türkçede bir r sesi de olduğuna, yani Genel Türkçede bir z:r zıtlığı olduğuna dik-
kat etmeliyiz. Ör.: sez-: ser-. Eğer Çuvaşça sözcüğün dengi, diğer bütün Türk dille-
rinde z ile bulunuyorsa ve düzenli ses denklikleri içinde yer alıyorsa, r sesi ancak bu
durumda Çuvaşça bir ölçüt sayılabilir.
213 András Róna Tas

Çuvaşça r sesi söz içinde ve söz sonunda bulunabilir. Ör.: borjú <buraġu, Genel
Türkçe buzaġu (Çuv. pĭru, TT buzağı), szűr-<sür-~ Genel Türkçe süz- (Çuv. s r-, TT
süz-.)
Bu gruba ait birkaç sözcükte Çuvaşça biçim sadece Macar dilinde korunmuştur.
Genel Türk dillerinde eskiden teŋiz biçiminde olan tenger sözcüğü böyle bir örnektir.
Ör.: Kaşg. teŋiz, TT deniz. Bugünkü Çuvaş dilinde yaşayan tin s ve Moğolca tenggis
de Genel Türkçeden ödünçlemedir.
Bir başka çok önemli ölçüt de Genel Türkçe ş yerine l bulunmasıdır. Moğolca ve
Mançu-Tunguzcada da aynı durumlarda l sesini buluyoruz. Genel Türkçede, bu du-
rumda da ş:l zıtlığı vardır. Ör.: biş-:bil-. Bu ses de söz içinde bulunabilir. Ör.: köl-
yök<kölök<kölek (TT köşek “deve yavrusu”). Bu sözcük Çuvaşçada yoktur fakat
Moğolcada “köpek yavrusu” anlamıyla gölige biçiminde karşılaşıyoruz. Söz sonunda
da görülüyor. Ör.: dél<dül. (Krş. Kırg. tüş, Çuv. t l “yer, zaman”, bu sözcüğün uygun-
luğu anlamsal nedenlerden ötürü şüphelidir).
Genel Türkçe ş yerine, Macarcada birkaç durumda lcs (/lç/) bileşiği ile karşılaşı-
yoruz. Bunun iki açıklaması olabilir. Genel olarak kabul edilmiş olan görüşe göre bi-
rincil ses cs’dir (/ç/) ve önünde bulunan l, cs önünde ortaya çıkan inorganik, ikincil bir
sestir. Böyle bir inorganik l sesi Macarcada mevcuttur. Çünkü l sesi ünsüz önünde sık
sık düşer: csolnak >csónak. l’li ve l’siz biçimlerin yan yana yaşadığı böyle birkaç söz-
cükte görülen l sesi birincil değildi. Örneğin “yıldız” anlamına gelen ve bugün yaşa-
mayan húgy sözcüğünün hulgh biçimi de vardı. Bu olay Türkçe ödünç sözcükleri-
mizde de ayırt edicidir: Ör. ács sözcüğümüzün eski biçimi álcs idi. Bu, Türkçe aġaççı
biçimine geri götürülebilir ve bu biçimde kesinlikle l yoktu.
Başka bir görüşe göre bu durumlarda yani Macar dilindeki lcs’ye karşılık Genel
Türkçede ş bulduğumuz durumlarda l sesi birincil olarak mevcuttu. Bu görüş, Genel
Türkçe ş’nin Çuvaşçada her zaman l’ye değil, bazen ś’ye, daha az olarak da ş’ye denk
gelmesine dayanır. Türkçede birincil olarak da lç ses bileşiğini içeren sözcükler, Çu-
vaşçada daima ś ile görülürler. Ör.: Tü. belçen “deve dikeni”, Çuvaşça piśen, ayrıca
Moğolcada da Türkçe ş yerine dağınık olarak bir lcs bulunduğu kanıtlanabilir: Tü.
eşkek~Mo. elcigen. Rusçadaki Çuvaş tipi Türkçe ödünç sözcüklerde de bu görülebi-
lir: al’çiki; Tü. aşuk, Ma.-Tung. alçuka. Şu Macarca sözcükler de bu gruba aittir: Mac.
gyümölcs<*cemiç, cemilç, Çuv. śim ś, TT yemiş; Mac. bölcső ve bocsát- fiilimizin eski
bulcsassa biçimi.
Genel Türk dillerinde ve eski yazıtların büyük çoğunluğunda rastlanan söz başı
j- (yazı çevrimi y-) yerine sz-’nin (/s/) bulunması da kesin Çuvaşça ölçüt sayılmalıdır.
Bu, alındığı biçimin śiüçi olması mümkün olan szűcs sözcüğümüzde görülebilir. Çuv.
ś v ś , TT yiv, Kırg. yik ve -çi meslek adı yapım eki). szél ve szőlő sözcüklerimiz de
böyledir. (gy- sesinin karşılıkları aşağıdadır.
Çuvaşlar: Çuvaş Dilbilgisine Giriş 214

Genel Türkçede -k sesinin bulunduğu ve verilen dilde ötümlü bir g- sesine değiş-
tiği durumları Çuvaşça ölçütler arasında saymamız gerekir. Bu sesle dikkatli olarak
ilgilendiğimiz zaman bu ölçüt çok sık işe yarar. Oğuz dillerinde uzun ünlüden sonra
bu birincil ötümsüz -k ötümlüleşir. Ör.: çāḳ>TT çağ. Birkaç durumda sözcüğün -k ile
mi, -g ile mi bittiğine karar verilemez. O durumlarda, Ana Çuvaşça -g sesinin Türk
Macar ilişkileri zamanında hala bir sızıcı γ olduğu, Macarcanın bu sesi bir sızıcı ses
olarak aldığı, bir diftong üzerinden uzun ünlüye değiştirdiği açık olarak görülebilir:
borsó<bursau<bursaγ<burşaγ, burçaġ. (ç ve ş sesi için aşağıya bk.). Çuv. pĭrśa, TT
burçaḳ, gyűrű<gyűreü, gyűrüṷ<gyürüγ<cürüg (Çuv. ś r , TT yüzük).
Genel Türkçe a yerine görünen Mac. i sesi ile ilişkili olarak da iki soruyu açıkla-
mak gerekir. Genel Türkçe a sesi yerine bugünkü Çuvaşçada pek çok durumda l sesini
buluyoruz. Ör.: Çuv. ıltĭn, TT altın. Bu ses Çuvaşçada geçtir ve kesinlikle Türk-Macar
ilişkisinden sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü bu ses 10. yüzyıldan önceye ait olması müm-
kün olmayan Arapça ve Farsça ödünç sözcüklerde de görülür. Ör.: hiras<Fars.<Ar.
harāc. Macarca harács sözcüğümüz aynı sözcükten TT aracılığıyla alınmıştır. Aynı za-
manda Genel Türkçe a sesine karşıt olarak, birkaç Türk dilinde, Tuvaca ve Yakutçada
da bazı sözcüklerde art ı sesini buluyoruz. Çuvaşça, Yakutça ve Tuvacada bu ikincil ı
sesi aynı sözcüklerde görülmediği için, bu durumlarda Ana Türkçe a’dan farklı bir
ünlünün varlığını kabul etmek de bizi bir çözüme götürmez. Bu durumlarda birincil
Türk dilinde a sesinin aynı anda iki tane varyantının yaşadığı ve bunlardan birinin
daha dudaksıl, diğerinin daha düz (ve belki daha orta) olduğu en mümkün olasılık
olarak görünüyor. Bu olay öyle sözcüklerde ortaya çıkar ki onlarda kesin Çuvaşça öl-
çütler de vardır, yurt kurmadan önceki Macarlarla ilişkisini gösteremediğimiz Türk
dillerinde ise, dolaylı da olsa, çok büyük bir olasılıkla Çuvaş karakterlidir. Birincil bi-
çiminin táliγ olması mümkün olan tiló sözcüğümüz de böyledir. Krş. Çuv tılĭ, Tat.
talḳı.
Türkçe söz başı sz- (/s/) yerine Macarcada s-sesinin (/ş/) bulunuşunu da Çuvaşça
bir ölçüt saymalıyız. Eğer birincil Türkçe sözbaşı sz-’den sonra birincil ı veya i sesi veya
ikincil bir i sesi bulunuyorsa sz->s- (/ş/) olur. İkincil i sesi, uzun ā’nın ia diftonguna
değişmesi sonucu ortaya çıkar. Çuvaşça, bu y- benzeri yarım ünlüyü söz başı durumda
tam bir ünlü olarak korumuştur: yuḫ- “akmak”<*aḳ-. Bu birincil i önündeki durum
için serke sözcüğümüz örnektir: Çuv. şĭrka, TT sirke. Birincil biçimi şirke idi. İkincil i
önündeki s sesine örnek de sárġa sözcüğümüzdür. Orada birincil Türkçe sārıġ biçi-
minden bir siar biçimi aracılığıyla şār ortaya çıkmıştır. Bu kök sárarany sözcüğümüzün
de ilk bölümünde yer alır, -ga ektir. Çuv. şurĭ “beyaz”(!), Şarkel ve Sarıġşın yer adla-
rında da görülür. Her ikisi de Hazar şehir adı idi, bk. TT sarı, ET sārıġ. Çuv. sarĭ “sarı,
güzel” Tatarcadan alınmıştır.
215 András Róna Tas

Genel Türkçe ŋ ve n sesleri yerine karşılaşılan m daha karmaşık bir sorun oluştu-
rur. Ana Türkçe ŋ sesinden Çuvaşçada üç ayrı ses gelişmiştir: γ/g, n ve m. Buraya ait
en eski sözcüğümüz olan dió’nun birincil biçiminin ciγaγ olması mümkündür, fakat
daha eski bir yaŋaḳ ve yıŋak biçimine de geri götürülebilir. Nazallığın kaybolması di-
ğer pek çok Türk dilinde de görülür: MK yaγaḳ, fakat Kırg. caŋak, caŋġaḳ. Birincil ŋ
sesinden ortaya çıkan n ve m biçimlerinin yan yana yaşamaları (şĭma, şĭna “si-
nek”<siŋek, daha sonraki szúnyog sözcüğümüz de) birincil ŋ sesini koruyan sözcük-
lerin de m’li çiftlerinin ortaya çıkmalarına neden oldu. Bu olay da eskidir. gyom söz-
cüğümüz (krş. Çuv. śum, diyal. śĭm, bu sözcüğün Altay Türkçesi ve Baraba dillerinde
görülen dengi söz sonunda -ŋ iledir.) ve szám sözcüğümüz (Çuv. sum, TT san “un-
van”) buraya aittir.
Birincil bir dzs (yazı çevrimi c-) sesi gösteren ve Türk dillerinin ve eski yazıtların
büyük çoğunluğunda görülen söz başı y’ye karşılık Macarcada gy- ve d- olarak bulu-
nan sesi de doğrudan Çuvaşça ölçütler arasında saymamız gerekir. Belki de hala çö-
zülememiş bir sorun olmakla birlikte, bu durumlarda Ana Türkçede, söz başında
y- benzeri bir ses vardı. Şüphesiz ki Türk- Macar ilişkisi zamanında c- sesi bulundur-
duğunu kabul etmemiz gereken, Çuvaş tipi olmayan diller de vardı. Sibirya dillerinde
ve Yakutçada bu ses ve ondan türeyen sesler çok eskidirler. Kıpçak dillerinin bu sesi
koruyan grubunda ise ikincil olarak ortaya çıkmıştır. Varlığı Kıpçak dillerinde farklı
zamanlarda ortaya çıkmış olmakla birlikte, Kıpçakçada 13. yüzyıldan önceki zaman-
larda söz başı c- bulunduğuna ilişkin kesin bilgimiz yoktur. Ancak 11. yüzyıldan önce
Çuvaş tipi olmayan dillerde söz başı c- bulunduğunu Kaşgarlı’nın kayıtlarından bili-
yoruz. gyűrű sözcüğümüz (yukarıda) kesinlikle c- sesinin bulunduğu dillerden Macar-
caya girmiş olan Çuvaş tipi sözcüklerimiz arasındadır. Bugün Genel Türkçe y- yerine
Çuvaşçada bulunan ś, sadece bir c- üzerinden ortaya çıkmış olabilir.
Genel Türkçe y-’nin Macarcada sz- ve gy- ile karşılandığı durum yanında, iki söz-
cüğümüzde bu y- eksiktir: ír- ve író.
ír- fiilimizin iki kesin Çuvaşça ölçütü var. Genel Türkçe –z’ye karşılık söz sonu r- ve
GT a yerine Macarca i. Çuv. śır- TT yaz-. Söz başı y- sesinin olmayışını, bu sesin pek
çok Türk dilinde i sesinden önce düşmesi tipik olduğundan tek başına Çuvaşça bir
ölçüt saymıyoruz.
Türkçe ödünç sözcüklerimizden bazılarında söz başı Türkçe ötümsüz t- ve k- ye-
rine sırasıyla d- ve g-’yi buluyoruz. Bu olay farklı derecelerde bütün Oğuz dilleri için
tipiktir ve d- bulunan durumda da Tuvaca için tipiktir. Ayrıca bugünkü Çuvaşçada ne
d- ne de g- ötümlü ünsüzleri vardır. Bunun için bu ötümlü söz başı seslerin tümünü
Macarcadaki bir iç gelişme sayma geleneği vardır. Bundan başka, Çuvaşçanın fonetik
yapısı gereği, genel değişiklik sonucunda her ötümlü söz başı ses ötümsüzleşir: Ör.:
Çuvaşlar: Çuvaş Dilbilgisine Giriş 216

Fars. duşman>Çuv. tĭşman, Eski Rus. goba>Çuv. kĭmpa. Tatarcanın Orta Çuvaşça-
dan aldığı sözcüklerde ötümlülüğün korunuyor olması (Tat. gömbä), Çuvaşçadaki bu
olayın eski olmadığını gösteriyor. İki sözcüğümüzde, dél, Genel Türkçe tüş, ve dűl,
dől fiillerimizde kesin Çuvaşça ölçütler ve söz başı ötümlü ünsüzler birlikte bulun-
duğu için Genel Türkçe söz başı k- ve t- yerine g- ve d- seslerinin bulunuşunu da doğ-
rudan Çuvaşça ölçütler arasında sayabiliriz. Burada yalnız şu söz konusu olabilir: Bi-
rincil dilde bu ötümlü söz başı sesler dağınık (sporadik) olarak bulunuyordu ve ötüm-
lüleşmeleri ikincildi. Diğer taraftan, Türk dillerinin büyük bir bölümünde dişler arası
δ sesi y- olmuştur. Bizi doğrudan ilgilendiren dillerde (Kıpçak, Oğuz) bu sürecin
10.-13. yüzyıllarda dilde değişik oranlarda gerçekleştiğini düşünebiliriz. Çuvaşçada bu
dişler arası δ sesi üzerinden r olmuştur. búza (Genel Türkçe buġday) ve túzok (Genel
Türkçe toġdaḳ) sözcüklerimizdeki z’nin farklı fonetik açıklamaları da mümkün ol-
duğu için bunu belirtmeye gerek vardır. z’nin sızıcı bir δ sesi olarak ödünç alınmış ve
z’ye gelişmiş olması mümkündür. Veya δ sesinin z ile yer değiştirmiş olması veya bu
sesin Çuvaşçadan zaten z olarak alınmış olması mümkündür.
Genel Türkçe ç, Mac. ş uygunluğu ile de ilgilenmemiz gerekir. Bu, söz başı durum-
larda ortaya çıkar: sereg<şereg. (Çuv. śar, TT çeri. Bu sözcük Macarca janicsár söz-
cüğünün ikinci kısmında da bulunur.) Söz içi için bk. borsó yukarıda ve söz sonunda:
Ör.: kőris<keüriş, keüriç (Çuv. kavĭrĭś, Krç. kürüç) Bu uygunluk sorunu konusunda
farklı görüşler vardır. Daha eski görüşe göre, Macarca s, Çuvaşçaya özgü olan birincil
bir Türkçe ṧ sesini yansıtır. Bugünkü Çuvaşçada bulunan ś sesi böyle bir s üzerinden
gelişmiştir ve Macarca bunu yansıtır. Daha yeni görüşe göre, Ana Macarca döne-
minde iki türlü ç sesi olduğunu, birinden Macarcada s sesinin ortaya çıktığını, diğeri-
nin yarı kapantılı bir ses olarak kaldığını dikkate almamız gerekir. Türkçe ç sesi bu iki
Macarca ç sesinin hiçbiriyle tam olarak örtüşmediği için bazen biriyle, bazen öbürüyle
yer değiştirmiştir. Bugün s ile karşılaştığımız durumlarda Macarca türev ve birincil
biçim ç idi. Bu görüşün bir güçlüğü şudur: Türkçe ç’yi cs- olarak koruyan Türkçe
ödünç sözcüklerimiz arasında, kesinlikle yurt kurmadan önce alınmış olanlar çok az-
dır. Ör.: csepű. Oysa yer değiştirmede, her iki olasılığın gerçekleşme oranının aynı
olması beklenirdi. Bu görüşün başka bir güçlüğü de şudur: Aynı ikiliği, yani sızıcı ve
patlayıcı uygunluğunu gösteren, Permi dilinin eski Çuvaşça ödünç sözcüklerini dik-
kate almıyor. ç’nin sızıcılaşması bazı Çuvaş tipi diyalektlerde çok erken ortaya çıkmış,
ötekilerde ise (örneğin Volga boyu yazıtlarda) ta 14. yüzyıla kadar korunmuştur. Bu
sorun daha fazla incelenmeye gerek duyuyor.
Çuvaşça ölçüt olarak v- protezi de genellikle hesaba katılıyor. Çuvaşçada dudaksıl
ünlü önünde v- türemiştir. Çuvaşçada, tamamen değilse bile çok yaygın olan bu ses
olayı diğer Türk dillerinde de dağınık olarak görülür. v-’den sonraki ünlünün geliş-
mesi çok karmaşıktır. En sık sözü edilen sözcüğümüz olan vályú’nun Çuvaşça dengi
217 András Róna Tas

olan valak ile aralarında büyük fonetik problemler vardır. Çuvaşça sözcük yüksek ün-
lülü idi. Benzer olarak sıkça sözü edilen vék, lék durumunda Macarca v- veya l- ile
başlayan biçimin birincil olup olmadığı tartışılmaktadır. Bütün bu sorunlara rağmen
v- ile başlayan birkaç sözcüğümüzün Türkçe, daha doğrusu Çuvaşça kökenli olması
imkansız değildir.
Birkaç durumda, Çuvaşçanın karakteristiği, eğer yalnızca verilmiş sözcük ile sınırlıysa,
Çuvaşça sözcüğün orijinal biçiminin Macarca bir sözcükten kaynaklanmış olması müm-
kündür. orv sözcüğümüzü bir ogri biçimi ile karşılaştırırsak, birincil biçimi bu şekilde ku-
runca, söz sonu durumda olduğu gibi, -g- nedeniyle uzun bir ó sesini beklememiz gerekir.
Çuv. vĭrĭ biçimi doğrudan ori biçimini gösterir. Eğer g geç dönemlerde düşmüş olsaydı bu-
gün Çuvaşçada kurallı olarak varĭ bulunacaktı. szál “sal” sözcüğümüzde Genel Türk dilleri
ve yazıtları nedeniyle ā sesini kabul etmemiz gerekir. Kaşgarlı, Trkm. sāl. Bu durumda,
kurallı Çuvaşça biçim şāl olacaktı. (bk. daha yukarıda sár). Fakat Çuvaşça biçim eski Çu-
vaşça sal biçimine geri götürülebilir, şul biçimini beklememize karşıt olarak Çuvaşçada sul
vardır. Bu durum doğal olarak hiçbir şekilde doğrudan Çuvaşça kaynağı göstermiyor. Di-
ğer taraftan bugünkü Çuvaşça veriler Çuvaşça kaynaklı olma olasılığını dışarıda bırakmı-
yor ve böylece dolaylı bir imkan sağlıyor.
Bazı durumlarda yapısal nedenler sözcüğün Çuvaşça kökenini gösteriyor. Burada,
aşağıdaki durumları ayırmamız gerekir: 1. Macarca sözcükte, Genel Türkçe -miş ekinin
Çuvaşça karşılığının ortaya çıktığı gyümölcs sözcüğü böyle bir durumu gösterir. Ay-
rıca -k- ile biten eklerin Çuvaşça biçimi de γ iledir. Ör. -k ad yapım eki gyűrű sözcüğü-
müzde, -çuḳ fiil yapım eki de orsó sözcüğümüzde görülür. 2. Temel sözcük (ve başka ek-
lerle kurulmuş biçimleri) Türk dillerinde mevcut olduğu halde, söz konusu sözcükte, ve-
rilmiş olan ek sadece Çuvaşçada bulunuyor: Çuv. aka. 3. Sözcüğün eksiz biçiminin sadece
Çuvaşçada yaşadığı durumlar daha azdır. borz sözcüğümüzün dengi Genel Türk dille-
rinde borsı- “kötü kokmak fiilinden türemiş borsıḳ biçiminde ve ondan gelişmiş biçim-
lerde görülebilir. Fakat Çuv. purĭş doğrudan bir bors biçimine geri götürülebilir ve Ma-
carca sözcüğün birincil biçimi sadece bu olabilir. 4. Sadece Çuvaşçada yaşayan eklerin
mevcut olduğu Türkçe ödünç sözcüklerimize bugüne dek rastlanmadı.
Bir sözcük bütün Türk dillerinde bulunduğu halde, Macarca sözcüğün gerçek an-
lamının sadece Çuvaşça dengiyle uyuştuğu durumlarda anlamsal ölçütler söz konusu-
dur. Ör.: tükör sözcüğümüzün Türk dillerindeki karşılıklarında sadece “yuvarlak
nesne” anlamı vardır. Sadece Çuvaşça tĭkĭr “ayna” anlamını gösterir. (Bundan daha
sonra távcső “teleskop” szemüveg “gözlük” gelişmeleri ortaya çıkmıştır).
Bir sözcüğün kendisi sadece Çuvaşçada yaşıyorsa veya sözcüğün belli bir ek ile tü-
remiş biçimi sadece Çuvaşçada bulunuyorsa, söz varlığı ile ilgili bu nedenler de bir
sözcüğün Çuvaşça kaynaklı olduğunu gösterebilir. İlk durum için örnek disznó sözcü-
ğümüzdür (<casnaġ). Bu sözcüğün karşılığı sadece Çuvaşçada vardır (krş. Çuv.
Çuvaşlar: Çuvaş Dilbilgisine Giriş 218

sısna<śısna). İkinci durum için örnekler, yapısal ölçütler arasında tartıştığımız eke ve
borz sözcükleridir. Çuvaşçanın dışında, Türk dillerinin sadece küçük bir grubunda
bulunan sözcükler özel bir durumu gösterir. Çuvaşça dışında sadece Karaçay-Balkar-
cada yaşayan sözcükler bu gruba aittirler. Balkarcanın, Bulgarlar Kafkasya’ya geldik-
ten sonra Kıpçakçalaşmasından ötürü Çuvaş tipi dil olabilmesi olasılığı vardır. (bk.
yukarıda). Çuvaşça dışında sadece iki Volga Türk dilinde, yani Tatarca ve Başkurt-
çada yaşayan sözcüklerimiz ayrı bir dikkati hak ediyorlar. Bu durumda birden fazla
olasılığı düşünmek gerekir. İlk durumda Tatarca ve Başkurtçadaki sözcük Orta Çu-
vaşça kaynaklıdır. szám sözcüğümüz Tatarcada sum, Başkurtçada hum biçiminde bu-
lunur. Sonraki biçim Türk dillerine Tatarcadan geçmiştir. İkinci durumda sözcüğün
Türkçe kaynağı görülebildiği halde Tatarca ve Başkurtçadaki biçim Orta Çuvaşçadan
ödünçlenmiş olduğu için, sözcüğü şimdilik Volga dışı Türkçe sözcükler arasında say-
mamız gerekir. Ör.: kecske sözcüğümüzün Türkçe karşılığı (eçki, eçke) aynı sözcüğe
geri götürülebileceği halde, Macarca sözcüğün kaynağı bugün sadece Çuvaşçada var-
dır (kaçaka) ve bu sözcük orada kesinlikle ödünçtür; belki de Tatarcadan alınmıştır.
Bu sözcüğün Orta Çuvaşçada yaşamış olduğunu, Tatarcada korunmuş olan käşäkä
(boynuz biçimli baston oyuncak) sözcüğü gösteriyor. Art ünlülü Türkçe sözcüklerin
Macarca denginde Genel Türkçe k-’ya karşılık h- bulunduran Türkçe kaynaklı ödünç
sözcüklerimiz durumunda, genel bakış açısına göre bu sözcükler (hód, hattyú, homak)
Macarcaya k>h değişiminden önce, yani Ugor zamanında girmişlerdir. Sözcüğü Ugor
zamanına geri götürmek, yani Ugor ana dilinde k olduğu ve bazı Vogul ve Ostyak
diyalektlerinde h sesinin geç ikincil bir gelişme olduğunu kabul etmek bugün artık
Fin-Ugor bakış açısından zorunlu değildir. Böylece k>h değişimi Ana Macarca dö-
neminde tamamlanmıştır, yani sözcüğü her durumda Ugor çağına götürmek için zor-
layıcı bir nedenimiz yoktur. hód sözcüğümüz belki başka bir ek ile Vogulcada bulu-
nuyor (kuńteľ, xuntil) fakat Türkçe etimolojisi sorunludur. Çünkü Türkçe ḳunduz
sözcüğü, ḳundu eksiz biçimine işaret etmiyor. hattyú sözcüğümüz pek çok Türk di-
linde olsa da ve Türkçe asıllı gödény sözcüğümüz belki başka Türk dillerinde çok yay-
gın bir sözcüğe geri götürülebilse de Vogulca kotaŋ, xotaŋ ve Macarca hattyú duru-
munda sözcüğün Türkçe kaynağı gerçekte belirsizdir. homok sözcüğümüz göz önüne
alındığında birincil Türk dilinde h- sesinin mevcut olduğu olasılığı dışarıda bırakıla-
maz. Bugünkü Çuvaşça h- sesinin biçimlenmesinin kronolojisi kesin değildir. 13. yüz-
yıldan daha eski, fakat belki eski Çuvaşça döneminin sonunda başlayan bu ses deği-
şimi, Çuvaş tipi Türk dillerinin her birinde kesinlikle farklı zamanlarda ortaya çıkmış-
tır. Bu sözcüğümüzdeki h-’nin Çuvaşça bir ölçüt olması da mümkündür.
Üç Volga Türk dilinde (Çuvaş, Tatar, Başkurt) genel, bölgesel sözcüklerin Farsça,
Fin-Ugorca veya Rusça kökenli olmaları mümkündür. Bu durumlarda, Tatarca ve
Başkurtçanın bu sözcükleri büyük bir çoğunlukla söz konusu dillerden Orta Çuvaşça
219 András Róna Tas

aracılığı ile aldığı kesinlikle gösterilebilir. Rusça kaynaklı Tatarca gömbä ve Macarca
gomba sözcüğü durumunda Türkçe aracılığının kanıtlarını dışarıda bırakamıyoruz.
Türkçe kaynaklı ödünç sözcüklerimizden bazıları Slavca aracılığı ile alınmıştır.
Tarihi açıdan bakıldığında bunlar arasında eski Çuvaşça kaynaklı olanlar da vardır.
Belki bélyeg sözcüğümüz böyledir.
Çuvaşça ölçütleri sadece ödünç sözcüklerimiz karşısında değil, yansıma sözcük-
lerle karşı karşıya bulunduğumuz durumlarda da dikkate almalıyız. Ör.: Mac. ebihal
(“köpek balığı”) sözcüğünün dengi, Türk dillerinden Kazakçada it balıḳ (bizim diya-
lektlerimizin bazılarında da), Özbekçede it balıḳ ve Çuvaşçada yıt pulli olarak bilini-
yor. Tipik bir yansıma sözcük olan Macarca fogas (“dişli”) balık adımızın eş anlamlısı
süllő Çuvaşça kaynaklıdır. (krş. Çuv. şĭla< Çuv. şĭl “diş”).
Kültür tarihi ile ilgili ölçütleri özel bir dikkatle uygulamak gerekir. Atalarımızın yurt
kurmadan önce ilişkide bulundukları Çuvaş tipi olmayan dilleri konuşan halkların ziraat,
sosyal ve kültürel düzeylerinin Çuvaş tipi dil konuşanlarla aynı olması mümkündür. Ör.:
eke, sarló, tarló, ocsú, gyom, komló, tiló, csepű, szűr, borsó, gyümölcs, szőlő, seprő, (boré)
sözcüklerimiz kesinlikle, búza, dara, boglya sözcüklerimiz ise çok büyük bir olasılıkla Çu-
vaşça ölçütler gösterir. Ziraatle ilgili ve yurt kurmadan önceki döneme ait olan fakat Çu-
vaşça ölçütler taşımamaları için bir neden yoksa Çuvaşça kaynaklı sayılabilirler. Bunlar
arasında, örneğin bor gibi son çözümlemede Türkçe olmayan, ayrıca örneğin őröl- (krş.
Çuv. avĭr-) gibi kesinlikle Türkçe kaynaklı olanlar da vardır. Son sözcüğün Türk dillerinde
genel olarak sadece “çevirmek” anlamı vardır. Fakat Çuvaşçada özellikle “öğütmek” an-
lamı olduğu için, anlam ve kültür tarihi açısından birbirlerini destekliyorlar.
Bütün ölçütlerin dikkatlice değerlendirilmesi ile Macar dilinde kesinlikle Çuvaşça ölçüt-
lere veya belki Çuvaşça ölçüte sahip olan sözcüklerle, Çuvaşça ölçütlerin dışarıda bırakıla-
mayacağı, yurt kurmadan önceki döneme ait Türkçe ödünç sözcüklerimiz ayrılabilirler.
Ödünç sözcükler, Çuvaş tipi diller, eski Macar dili ve onu konuşanların tarihleri
ve ödünçleme ilişkileri hakkında kıymetli bilgiler verirler.
Mantıksal olarak hemen akla, eğer Macarcada Çuvaşça ödünç sözcükler varsa,
bugünkü Çuvaşçada Maccarca ödünç sözcük yok mu, sorusu geliyor. Burada, iki Ma-
carca sözcük karşısında hemen böyle bir kuşku uyanıyor. Biri “balık tutma aleti” an-
lamındaki vejsze sözcüğümüz (krş. Çuv. vaśa, Mojar adlı bir köyden tespit edilmiştir)
ve diğeri hagyma “soğan” sözcüğümüzdür. Sonuncusu Çuvaşça kĭşmi diyalekt biçi-
miyle karşılaştırılabilir ve bu biçimiyle Tatarca bir ödünç sözcüktür, fakat orada Orta
Çuvaşça kaynaklı olduğu ve Çuvaşçaya da belki Macarcadan girdiği kanıtlanabilir.
Son olarak akla şöyle bir soru geliyor: Macarlar ve Çuvaş tipi Türk dili konuşan
Türklerin uzun süren birlikteliği, iki dillilik ve ödünç sözcüklerimiz aracılığı ile Macar
dilinin biçimlenmesini de etkilemedi mi? Bu soru yeterince araştırılmamış olmakla
Çuvaşlar: Çuvaş Dilbilgisine Giriş 220

birlikte, Macarcanın fonetik yapısının biçimlenmesinde (örneğin, söz başı ötümlü ses-
ler, dudaksıl å) ve Macarcanın sözdiziminde bu tip etkiler kabul edilebilir.
Macar dili tarihi açısından söz konusu sözcüğün eskiliğini, yurt kurmadan önceki dö-
nemde alındığını gösteren fenomenleri eskilik ölçütleri olarak adlandırıyoruz. Fonetikle
ve söz varlığı ile ilgili olan özellikleri Macarca eskilik ölçütleri arasında vurgulamak gere-
kir. Eğer Türkçe sözcüğün belirgin bir Çuvaşça karakteri yoksa eskilik ölçütleri özellikle
önemlidir ve sözcüğün yurt kurduktan sonra alındığı ve bunlar içinde Kıpçak karak-
teri -yani Kuman ve Peçenek- veya Türkiye Türkçesi karakteri taşıdığı su yüzüne çıkabilir.
Fonetik ölçütler arasında kesinlikle Macarca karakterli olanlar vardır ve bunlar
bir fonetik fenomene gerek duyurmayacak kadar kesindirler. Kesin eskilik ölçütleri
için örnek, söz sonu yüksek (kapalı) ünlülerin kayboluşudur. Türkçe ödünç sözcük-
lerde alçak (açık) ünlüler söz sonunda korunduğu halde (serke, alma, körte vb.), yük-
sek (kapalı ünlüler, Macar dilinde önce kısaldılar, sonra düştüler: gyöngy<cincü,
ács<ağaççı, szűcs<śeüçi vb. Kesin (belirli) Macarca eskilik ölçütlerinden biri de söz
içi ve söz sonu -lt-’nin Macarcada -jt- olmasıdır: bojtorján<baltırġan, Ajtony<Altun.
Söz sonu -g sesinin sızıcılaşması ve daha sonra diftong üzerinden uzun ünlüye değiş-
mesi de Macar dil tarihinde ortaya çıkmıştır. Türkçe tarafında, söz konusu sözcük-
lerde birincil biçim olarak aynı yolla -γ, β ve -u/-ü ortaya çıkar. Birincil biçim ne olursa
olsun, daha sonra Macarcada ortaya çıkmış olan gelişmeler Macarca fonetik eskilik
işaretleridir: bk. szőlő, gyűrű, borsó, yukarıda. Eğer Türkçe ç~Macarca ş uygunluğu
durumunda birincil biçimin Türkçe ç olduğunu kabul edersek (bk. yukarıda), o zaman
Macarca eskilik işareti ş’dir. Krş. sátor, borsó, kos vb.
Söz varlığı karakterli eskilik işaretleri arasında iki tipi birbirinden ayırmamız ge-
rekir. Birinci gruba giren sözcüklerde, söz varlığı ile ilgili dolaylı nedenler de sözcüğün
eskiliğini gösterir. Ör.: ér- fiilimizi, yurt kurmadan önceki döneme ait ödünçlerimiz
arasında diğerlerinden çok kullanılmış sayma geleneği vardır. Çünkü zengin sözcük
ailesi ve geniş anlamsal türevleri de doğrudan sözcüğün eskiliğini gösteriyor. egyház,
ünnep, üdvözül-, üdül- sözcüklerimizin ilk öğesinde görülen id-~igy- sözcüğümüz de
benzer biçimdedir. Macar dilinin yazılı belgelerinde eskiden beri yaşamakta olan söz-
cükler doğrudan söz varlığı ile ilgili eskilik işaretleridirler. Örneğin, árok sözcüğümüz
ses tarihi açısından herhangi bir Türk dilinden, belki Osmanlı Türkçesinden alınmış
olabilir fakat daha Tihanyi Alapitólevél’de (1055) mevcut olduğu için kesinlikle yurt
kurmadan önceye aittir. Böylece, söz varlığı ile ilgili verileri değerlendirirken, dil mal-
zemelerimizin söz varlığı sınırlı olduğu için, bir sözcüğün geç bir dönemde birden or-
taya çıkışının, sözcüğün geç ödünçlenmiş olduğunu göstermeyeceğini de doğal olarak
dikkate almalıyız.
23

Zetasizm ve Sigmatizm: Altay Dilleri Kuramının


Temel Dayanakları
Talât Tekin1

Zetasizm, yani AA *r²>AT *z, ve sigmatizm, yani AA *l²>AT *ş değişimleri, Altay


dilleri teorisinin dayandığı en önemli ses denklikleri arasındadır. Bu nedenle, ünlü
Türkolog Pritsak, bir kez haklı olarak “Bir kişi ya birincil r/l ile Altay dil birliğinin
savunucusudur ya da z/ş’nin birincilliğini savunarak Altay dil birliğine şüpheyle yak-
laşır.”2 demiştir. Hatta daha sonra, Altay dilleri teorisinin en önemli karşıtı olan Cla-
uson bu ses denkliklerinin, Altay teorisinin “temel dayanaklarından biri” olduğunu
belirtmiştir.3 Bununla birlikte, ünlü Alman Türkolog Doerfer aynı görüşte değildir.
Ona göre “Türkçe birincil sesin *z veya *ŕ veya *ř veya r olup olmadığı sorusunun
Altay dil akrabalığı sorunuyla hiçbir ilgisi yoktur”. Doerfer inanıyor ki “bu açıdan bir-
çok çözüm mümkündür ve bunlardan hiçbiri (genellikle: ilişkiler) Altay dilleri teorisi
sorununu ne kanıtlar ne de çürütür. Şunu söyleyebiliriz: a) Türk. *ŕ veya *r̭=Mo. *ŕ
(<Altayca ŕ); b) Türk. z=Mo. r<Alt. *ŕ, *r veya *z; c) Moğolcaya girmiş *ŕ veya *r’li
Eski Bulgarca ödünç sözcükler. Bütün bu varsayımlar Altayca denilen dillerin akra-
balığı sorununda rol oynamaz.” Yalnızca rotasizm/zetasizm dikkate alınarak Altayca
sorununu kanıtlayacak ya da çürütecek kesin bir şey söylenemez. 4
Doerfer’in üçüncü çözümünü şimdilik bir kenara bırakarak, hemen onun ikinci
çözümün üçüncü alternatifinin, yani Türk. *z=Mo. r<*z’nin kabul edilemez oldu-
ğuna işaret etmek istiyorum. Söz konusu birincil sesin *z değil r benzeri bir ses olduğu
konusunda bu görüşümüzü destekleyecek çok güçlü bir kanıta sahibiz. Bu kanıt,
Ramstedt, Marquart, Poppe, Räsänen, Aalto, Joki, Pritsak ve bu satırların yazarı ta-
rafından, ilgili literatürde zaten verilmiştir. Ancak görülüyor ki, bunu burada bir kez
daha tekrar etmek yersiz olmayacak.

1
“Zetacism and Sigmatism: Main Pillars of the Altaic Theory” Central Asiatic Journal 30,
1986: 141-161.
2
Omeljan Pritsak, “Der ‘Rotazismus’ und ‘Lambdazismus’”, UAJb, 35, Fasikül D. (1964), s.
338.
3
Gerard Clauson, “A Postscript to Prof. Sinor’s ‘Observations on a new comparative Altaic
phonology’”, BSOAS, XXVII (1964), s. 154.
4
G. Doerfer, “The problem of Rhotacism/Zetacism”, CAJ, XXVIII, 1-2 (1984), ss. 36, 37.
Zetasizm ve Sigmatizm: 222

1. Bir Türk dili olan Çuvaşça, Türk. z=Mo. r denkliğinde bir Türk dili gibi değil
Moğolca ile birlikte, sanki bu ailenin bağımsız bir koluymuş gibi davranır. Eğer birin-
cil sesin *z olduğuna inanıyorsak o zaman Moğolca ve Çuvaşçada birbirinden bağım-
sız bir *z>r değişimi gerçekleştiğini kabul etmemiz gerekir. Çünkü geçmişte bir Çu-
vaş-Moğol dil birliği düşünemeyiz. Böyle bir birlik hiçbir zaman var olmamıştır. Diğer
yandan, orijinal *z’nin Çuvaşça, Moğolca, Mançu-Tunguzca (ve belki Korece) gibi
farklı dillerde aynı anda aynı sese dönüştüğünü kabul etmek, oldukça varsayımsal ve
inandırıcılıktan çok uzak olacaktır.
2. Türk. ş=Mo. l denkliği konusunda da Çuvaşça, bir Türk dili gibi davranmaz ve
Moğolcanın yanında yer alır.
3. Macarcadaki Eski Bulgarca ödünç sözcükler z/ş değil, r/l’lidir.
4. Samoyedcedeki İlk Türkçe ödünç sözcükler z/ş’li değil, r/l’lidir.
5. Ana Bulgarca yazıtlardaki ve Bizans kaynaklarındaki Eski Bulgarca sözcükler,
özel adlar ve ünvanlarda z değil r bulunur.
6. Son seste z bulunduran pek çok Türkçe sözcük, söz içinde bir ünsüzden önce
veya sonra bir r bulunduran, biçimbilgisel açıdan ilişkili çiftlere sahiptir: köküz~kök-
rek, kez-~kert-, omuz~omraw, ḳapız~ḳapırcaḳ, ḳız~ḳırḳın, semiz~semri-,
tez-~terk, tiz~tirsgek, tiz-~tirkiş, töz-~törçi- vb. Başka bir pozisyonda veya diğer
pozisyonlarda değişen birincil sesin, bir ünsüzden önce veya sonra bulunduğu durum-
larda, genellikle ses değişimine uğramadığı, bilinen bir olaydır. Sonuç olarak, eğer söz
konusu birincil ses *z olsaydı, Türkçede böyle çiftler bulunmazdı.
Türkçe z’ye karşılık r benzeri sesin birincilliği ile ilgili son kanıt olarak, Doerfer’in
Genel Türkçe z rekonstrüksiyonundaki değişime değineceğim. Bilindiği gibi, Doerfer
önce, Türkçe z=Moğolca r için *z rekonstrüksiyonu kullanıyordu, yani, yaġız ve dayir
için *daġız; boz ve bora için *boză; azıġ ve araġa için *azăġă vb.5 Bununla birlikte,
daha sonra, Türk. z=Mo. r için *r sesi tasarladı, yani, “AT *arăġăn (>Mo.
araġan)>azıġ”, vb.6 En son, aynı ses için 1975-76’dan beri, *r rekonstrüksiyonunu
yapmaktadır. Son olarak, Türk. boz için *bōr a; buzaġu için *bur āġū; atız için *atar
u vb.7
Görüldüğü üzere bu, tam tersi yönde büyük bir görüş değişikliğidir. Doerfer’in
kendisi, bu görüş değişikliğini şöyle açıklar: “Doerfer, z, ş veya ŕ, l (ř/l) seslerinin bi-
rincilliği sorununda her zaman kararsız olmuştur. O bunu ‘çözümsüz bir sorun’ olarak

5
Gerhard Doerfer, Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen, I (1963), ss.
98-100.
6
TMEN II (1965), ss. 55, 535 vb.
7
Gerhard Doerfer, “Proto-Turkic: Reconstruction Problems”, TDAY=Belleten (Ankara
1975-1976), ss. 34, 36.
223 Talât Tekin

adlandırmıştır (TMEN I, 98-99, …). Fakat şimdi şuna ikna oldum ki; r’, l’ (ya da ben-
zer biçimler) z, ş’den daha uygun olabilir, yani, (bir anlamda) Ramstedt ve Poppe’nin
klasik çözümlemesine geri dönmüş bulunmaktayım”. Ancak, ben bu ilgi çekici görüş
değişikliğine dikkat çektiğim ve Altay dilleri teorisi taraftarları adına bunu memnuni-
yetle karşıladığım zaman,8 açıkça gücenmiş ve bana şu cevabı vermişti: “Ben şimdi *z
değil *r rekonstrüksiyonunu tercih ediyorum fakat, Türkçe fonem yapısının iç neden-
lerinden ötürüdür.”9
Bu cevabın anlamı nedir? Doerfer, daha önceki rekonstrüksiyonlarının Türkçe
için olmadığını mı söylüyor? Herkes, onun Altay teorisine karşı olduğunu ve rekonst-
rüksiyonlarının daima Ana Türkçe etiketli olduğunu biliyor. Onun Ana Türkçe biçim-
lerin rekonstrüksiyonlarındaki görüş değişikliği, Doerfer’in sonunda Çuvaşça/Mo-
ğolca r’nin önceliğini veya r ya da benzeri bir sesin Türkçe z’ye değişimini kabul etti-
ğini açıkça gösteriyor ve sorunun özü budur.

***

Böylece temel sorunun hesaplaşmasından sonra, şimdi Doerfer’in üçüncü çözü-


münün tartışmasına, yani, “Moğolcaya girmiş Eski Bulgarca *ŕ veya *r’li alıntı söz-
cükler” varsayımına geçebiliriz. Hemen belirtilmelidir ki Çuvaş ve Moğolların atala-
rının birbirlerinden çok uzak bölgelerde yaşamış olması gibi basit bir gerçeklikten
ötürü “Eski Bulgarca ödünç sözcükler” Moğolcaya girmemiştir, çünkü Çuvaşlar Ku-
zey Kafkasya’da ve Volga bölgesinde, Moğollar ise bugünkü Moğolistan’ın en doğu-
sunda yaşamıştır. Bu nedenle, geçmişte bir Çuvaş-Moğol dil ilişkisinin varlığından söz
edilemez. Aynı şekilde, Çuvaşçada Moğolca ödünç sözcüklerin varlığı da iddia edile-
mez. Yakın zamanlarda, Çuvaşçadaki Moğolca ödünç sözcükler olarak adlandırılan
alıntıların, bu dilden doğrudan ödünç değil, komşu Türk dilleri aracılığıyla Çuvaşçaya
geçmiş olduğu herhangi bir şüpheye yer kalmaksızın kanıtlanmıştır.
Bilindiği gibi, Doerfer, kariyerinin en başından beri, Altay dilleri teorisinin açık
sözlü bir karşıtı olmuştur. Daha sonra Sir Gerard Clauson gibi, o da, bütün Moğolca
kökteşlerin Türkçeden; ve Mançu-Tunguzca kökteşlerin Moğolcadan ödünçlendiğini
kabul eder. Altay dillerinin, dünyadaki genetik olarak birbiriyle ilişkili olan bütün di-
ğer diller gibi, birbirlerinden ödünçlenmiş sözcükleri sahip oldukları doğru olsa bile,
bu dillerin düzenli ses denklikleri gösteren çok sayıda kökteşlere sahip oldukları da
inkar edilemez. Doerfer; Ramstedt, Poppe ve diğer araştırmacılarca kurulan bütün
Altayca denklikleri çürütmeye çalışmaktadır. Doerfer’in, bazı Altayca etimolojileri

8
Talat Tekin, “Once more Zetacism and Sigmatism”, CAJ, XXIII, 1-2 (1979), ss. 123.
9
Gerhard Doerfer, “The Problem of Rhotacism/Sigmatism”, ss. 37.
Zetasizm ve Sigmatizm: 224

çürütmekte başarılı olduğu kabul edilmelidir. Ancak yine de itirazlarının çoğu, inan-
dırıcılıktan ve tatmin edicilikten çok uzaktır. Bir örnek olarak, kendisinin Türk. azıġ=
Mo. araġa “azı dişi” denkliğine olan itirazını ele alacağım.
Doerfer 1965’te, Türkçe azıġ’ın az- “yoldan çıkmak, azmak”tan türetilebileceğini
düşünmüştü. Konuyu şöyle tartışmıştı: “Ayrıca: Türkçe azıġ’ın (“kazma, hayvan dişi”
olan birincil anlamı ile) etimolojisi şöyle olabilir: Türkçe az- “yoldan çıkmak, az-
mak”tan az-ıġ”, ayrıca azıġ=“diş, yoldan sapma: düzenli ve aynı seviyede birbirine
yaslanarak sıralanmış dişlerin hizadan çıkması”. Eğer bu etimoloji doğruysa, doğal
olarak, Moğolca araġan vb. ile karşılaştırmak mümkün değildir, çünkü Moğolcada
*ar- “yoldan çıkmak, sapmak” veya benzeri bir sözcük yoktur; yani belki Moğolca söz-
cük Türkçeden ödünçlemedir, ancak akraba değil”. 10 Bununla birlikte, rotasizm/zeta-
sizm ile ilgili en son makalesinde, benim az-ı-ġ çözümlememi eleştirerek, soruyor:
“Tekin’in azıġ rekonstrüksiyonunu anlamıyorum; hangi sözcükten yola çıkarak
az-ı-ġ’ı düşünüyor? āz- “yoldan çıkmak”, örneğin, Türkmencede uzun ünlülüyken, azı
“azı dişi” kısa ünlülüdür; dahası, sözcüğün sonu, örneğin elig “el” ile aynıdır.”11
Görüldüğü gibi, Doerfer’in, Moğolca araġa ile ilgili daha önceki görüşü, Türkçe
azıġ’ın, az- (yani āz-) eyleminden türediğine ve Moğolcada *ar- “yoldan çıkmak” gibi
bir eylemin yokluğuna dayanır. Şimdi, bu engel bertaraf edildikten sonra, Türkçe azıġ
ve Moğolca araġa’yı akraba sayabilir miyiz?
Benim azıġ’ın morfolojik yapısıyla ilgili görüşüme gelince, bu eylemin uzun a’lı
olduğunu bildiğim için, doğal olarak, hiçbir zaman bu sözcüğü āz-‘dan türetmedim.
Sözcüğü az-ı-ġ olarak çözümlediğimde, aklımda Mo. arcayi- “dişlerini göstermek; sı-
rıtmak; (saçın) ucunda durmak; (çok sayıda nesnenin) dışında durmak; yamuk veya
pürüzlü olmak”, arcaġar “dişleri gösterme; sırıtma; pürüzlü; yamuk”, arcaġai ay. ve
arcan ay. sözcüklerinin kökü vardı. Moğolcada, arcayi- ve arcaġar’ın ön seste i bulu-
nan varyantları da vardır, şöyle ki ircayi- “(diş için) göstermek; sırıtmak, küçümseye-
rek gülmek”, ircaġar “diş gösterme, ağzı açık tutma; dişlek olma”. Moğolca ar-
cayi-~ircayi-, açıkça, *arca-‘dan -yi- ile türetilmiş eylemlerdir. Sonuncusu, bu şekliyle
Moğolcada bulunmaz fakat Yakutçaki ırcat- “dişleri göstermek” (krş. Yak. ırcay- “sı-
rıtmak” <Mo. ırcayi-) biçimiyle ilişkilendirilebilir, aynı şekilde arcaġar, arcaġai ve ar-
can da onun türevlerindendir. Moğolca *arca- da, “çıkıntı yapmak, dışarı çıkmak, uza-
mak” anlamlarına gelen daha basit bir *ar kökünden türetilebilir ve belki de bu
Türkçe azıġ kökünün mükemmel bir dengi olabilir. Bilindiği gibi, azıġ’ın birincil an-
lamı “azı dişi” değil, “hayvanların köpek dişi, fildişi, sivri diş”tir.
Doerfer’in, azıġ’ın son sesinin elig “el” ile aynı olduğu düşüncesine gelince, açık-
çası, bununla neyi ifade etmek istediğini anlamadım. Doerfer, elig, kendisi ile aynı

10
TMEN, II, s. 56.
11
G. Doerfer, age., ss. 37-38.
225 Talât Tekin

anlama gelen basit bir el adından türemiş bir addır, mı demek istiyor? Eğer öyleyse,
bu görüşe hemen itiraz edeceğim. Türkçe, Azerice el, Türkmence ėl, elig’in eski bir
çifti değil, sadece eski iki heceli bir sözcüğün kısalmış biçimidir (Yak. il , Çuv. alĭ,
al<elig). Bu sözcük, Oğuz grubundaki dillerde, elgim, elgiŋ, elgi gibi, g’nin ikinci he-
cenin başında bulunduğu iyelik ekli biçimlerde kısalarak el’e değişmiştir.
Bu bağlamda elig için çok daha iyi bir etimolojiye sahip olduğumu eklemek iste-
rim. Onun biçimbilgisel olarak, (sigmatizm aracılığyla!) Türkçe eş- “el ile kazmak,
kürek çekmek (su kazmak)” ile ilişkili olduğuna inanıyorum. Ayrıca, Türkçe
eş- (=Çuv. al- “küremek’, alt- “kazmak”) eyleminin, Türkçede söz başı s-‘nin yiti-
miyle, Mo. selbi- “botla kürek çekmek”, selbigür “kürek” sözcüğünün basit biçimi
olan seli-, sele- “kürek çekmek” ile de bağlantılı olduğuna inanıyorum. 12 Bir adım
daha ileriye giderek Tung. elbesçe- “yüzmek (insan hakkında)” sözcüğünün de
Türkçe ve Moğolca eylemlerle bağlantılı olabileceğini söyleyebilir miyim?

***

Şimdi, Doerfer’in Türkçe z’li sözcüklerle ilgili rekonstrüksiyonlarını tartışacağım.


Bilindiği gibi, Doerfer’in en son rekonstrüksiyonları Türkçe boz “gri”, buzaġu
“buzağı” ve atız “nadas” için, sırasıyla *bōr a, *bur āġū ve *atar u’ dur.13 Ben, Doer-
fer’in bu “Ana-Türkçe” rekonstrüksiyonlarına “Ana Türkçeden çok Ana Altayca gibi
görünüyor” diyerek itiraz etmiştim.14 Doerfer bana şu cevabı vermiş bulunuyor: “Dil-
lerde söz sonu vurgusuz sesin yitimi, çok bilinen bir art zamanlı gelişmedir, bunun için
Ana-Türkçe *bōr a gibi bir biçim Altayca için sürpriz değildir”.15
Cevabım: Aşağıda tartışılan tasarlanmış biçimler, şu nedenlerden dolayı
Ana-Türkçe olamaz:
1. Ana Türkçe, bir r/l dili olan Çuvaşçanın atası değildi. Ana Türkçe bir z/ş dili
olduğu için, rekonstrüksiyonlarımız r/l veya r²/l² ile değil z/ş ile tasarlanmalıdır.
2. Ne çağdaş ne de eski hiçbir Türk dilinde, boz ve atız sözcüklerinin söz sonu ün-
lülü biçimleri bulunmaktadır. Türkçe boz’un Moğolca akraba biçiminin söz sonu ün-
lüsüne sahip olduğunu varsaysak bile, Türkçe atız sözcüğünün Moğolca dengi atar
biçiminde r’lidir ve söz sonu ünlüye sahip değildir. Öyleyse, Doerfer, neye dayanarak
Türk. atız=Mo. atar için söz sonu ünlülü bir ana biçim tasarlıyor?

12
T. Tekin, “Further Evidence for ‘Zetacism’ and ‘Sigmatism’”, Researches in Altaic Langu-
ages, (BOH XX, Budapeşte 1975), s. 280, ve John Street, “Proto-Altaic *l(V)b->Turkic ş”,
CAJ, XXIV, ss. 293, 296.
13
TDAY (1975-1976), ss. 34, 36.
14
Tekin 1979, s. 123.
15
Doerfer 1984, s. 37.
Zetasizm ve Sigmatizm: 226

3. İlk Türkçe, bütün vurgusuz söz sonu ünlülerini kaybetmiştir. Bu yüzden, Doer-
fer’in *bōr a tasarısı, Ana Türkçe bir tarafa, İlk Türkçe bile olamaz.
Bu bağlamda, şunu belirtmek isterim ki, ünlü Macar akademisyen Ligeti, yakın
zamanda, Macarca borjú [boryū] “buzağı” (<Eski Çuvaşça *buraġu) sözcüğün-
deki -j- [y] ögesinin Ana Çuvaşça veya Altayca öndamaksıl ŕ sesinin bir izi olmadığını,
ikincil ve Macar kökenli olduğunu, yani, borjú sözcüğündeki -j-‘nin, Macarca sözcü-
ğün eski üç heceli biçiminin bir çeşit kalıntısı olduğunu şüphe götürmez bir şekilde
kanıtlamıştır.16 Ligeti’nin haklı olarak işaret ettiği gibi, aslında aynı ögenin Mac.
gyapjú “yün” (<Eski Bulg. *capaġu) sözcüğünde de bulunması, Eski Çuvaşça ya da
Bulgarcanın öndamaksıl bir p’ye sahip olduğunu tasarlamanın saçmalığını kanıtlar. 17
Kısacası, şimdiye kadar inanılanın aksine, Macarca verilerde, Eski Bulgarca ya da Al-
tayca öndamaksıl *ŕ’nin hiçbir izi yoktur. Sonuç olarak, Doerfer’in Türkçe z için ta-
sarladığı *r , tekrar değiştirilmeli ve bu sefer ilerideki eleştirileri engellemek için belki
basitçe *r² olmalı.
Bu tartışmayı sonuçlandırmadan önce şunu eklemek istiyorum: Türk. boz~Mo.
bora, Türk. buzaġu/Çuv. pĭru~Mo. biraġu ve Türk. atız~Mo. atar’ın akraba oldu-
ğunu tasarlamaktan bizi alıkoyacak hiçbir şey yoktur. Ramstedt ve Poppe tarafından
önerilen Türk. boz=Mo. bora denkliğinin eleştirisinde, Doerfer, renk adlarının sık-
lıkla bir dilden diğerine ödünçlendiğini belirtmiştir. 18 Bu doğrudur (krş. Mo. ḳara ‘si-
yah’, Türk. āl ‘kırmızı’, Mo. al aynı, vb.) ancak ödünç gibi görünmeyen bazı renk ad-
larının Türkçe ve Moğolcadaki varlığı da inkar edilemez, örneğin, Türk. kȫk
“mavi”=Mo. köke aynı, Türk. *sārıġ “sarı”/*sāz “sarımtırak beyaz, soluk”=Mo. sira
“sarı”, vb. Tabii ki, Doerfer, bütün bu etimolojileri, “şüpheli” ve “belirsiz” görüyor.
Ancak, bu etimolojileri reddetme nedenleri her zaman geçerli olmuyor. Örneğin,
Türk. sārıġ=Mo. sira (<*sıra) denkliğine, şu nedenlerle karşı çıkıyor: “Bu tez seslik
nedenlerle mümkün değildir: (1) Türk. sārıġ’ın söz sonu sesi açıklanmamıştır, (2) bir
Türk. a=Mo. *ı denkliği küçük bir olasılıktır”.19 Başka bir yerde açıkladığım gibi,
Türk. sārıġ, muhtemelen *sārı- “beyazlaşmak veya sararmak” (>Çuv. şur- “beyazlaş-
mak”) eyleminden -ġ ile ad olarak türetilmiştir ve *sārı- biçimi de *sār2 gibi basit bir
ad biçiminden eylem olarak türetilmiş şeklinde açıklanabilir (>Trkm. sāδ, Osm.,
Kırg., vb. saz “beyaz, sarımtırak beyaz, soluk”). 20 İlk Türkçe *sār², zetasizm öncesi
dönemde, Genel Türkçe *sārıġ’ın biçimlendiği *sārı- türevinde yaşamıştır (>Çuv.

16
Louis Ligeti, “A Propos du Rhotacisme et du Lambdacisme”, CAJ, XXIV, 3-4 (1980), s.
232.
17
L. Ligeti, age., s. 236.
18
TMEN, II, s. 335.
19
TMEN, III, s. 221.
20
Tekin 1979, s. 129.
227 Talât Tekin

şurĭ, şur “beyaz”). Doerfer’in belirttiği ikinci nedene göre, Türk. *ā=Mo. i (<ī) denk-
liğinde yanlış bir şey yoktur. Genel olarak bilindiği gibi, a~ı nöbetleşmesi, özellikle
*ā~*ī, Türkçede oldukça yaygındır, örneğin, Orh. alpaġu~yılpaġut “kahramanlar,
şampiyon savaşçılar”, Yak. īr-~Trkm. ār- “yorulmak”, Yak. sīr-~Trkm. yār “uçu-
rum”, Yak. sīs- “amaca ulaşamamak, hata yapmak”~Trkm. yāzık’taki yāz “günah,
hata”, Yak. kınat (<ḳīnat)~Trkm. ġānat “kanat” vb. Aynı nöbetleşme, Moğolcada
da bulunur, örneğin, arcayi-~ircayi- “dişlerini göstermek”; arġamci~irġamci “ip,
bağ”; ar~iraġa “su yüzeyindeki dalgalar”, vb. Çuvaşça veriler, örneğin, il- “almak”
(<*ıl-); śır- “yazmak” (<*yır²-, Mac. ír- ay. <Eski Bulg. *yır-) vb., bize, aynı nöbet-
leşmenin İlk Türkçede de var olduğunu gösterir. Bu nedenle, *a~*ı, özellikle de
*ā~*ī nöbetleşmesininAna Altaycada da bulunduğunu kabul etmememiz için hiçbir
neden yoktur. Ana Altaycanın geç döneminde Türkçe *ā sesinin Mo. *ī ile nöbetleş-
tiğine, GT *ā=Mo. i şeklinde sonuçlandığına inanıyorum, örneğin, *tāş=çilaġun
“taş”, *sāz/*sārıġ= sira “sarı”, *yāz “bahar”=nirai “taze, yeni, yeni doğmuş”, vb.

***

Şimdi, Ana Türkçede zetasizm ve sigmatizm ile bu ses değişikliklerinin göründüğü


yerlerin tartışmasına geçeceğim.
Ramstedt, Poppe, Pritsak ve diğer Altayistler, GT z ve ş’ ye denk gelen Çuv./Mo./
Tung. r ve l’nin, Türkçe z ve ş’den daha eski veya Altayca orijinal seslerine daha yakın
olduğuna inanmaktadırlar. Altay teorisine şiddetle karşı çıkan Doerfer bile, artık, söz
konusu birincil seslerin, *r ve *l , yani, ön damaksıl r- ve l-, kısaca r ve l benzeri sesler
olduğuna inanıyor. Bu çok önemlidir, çünkü kendisi zamanımızın, Mançu-Tunguz dil-
leri ve Moğolcanın derin bilgisi ile donanmış öncü Türkologlarından birisidir.
Daha önceleri inanılan rotasizm ve lambadizm yerine zetasizm ve sigmatizmin or-
taya çıkışı böylece kabul edilmiş, Türkçe ve Altayca çalışmalarla en çok ilgilenmiş olan
araştırmacılar tarafından yerleştirilmiştir. Bu ses değişmelerinin ortaya çıktığı yer
veya pozisyon sorun olarak kalmıştır.
Ramstedt, Poppe, Doerfer ve diğer araştırmacılar, zetasizm ve sigmatizmin hem
söz sonu hem de söz içinde ortaya çıktığına inanmaktadırlar. Aslında, *r²>z ve *l²>ş
ses değişikliklerini içeren oldukça çok sayıda örnekte bu değişimler söz içinde de gö-
rülür, örneğin, Türk. ḳozı=Mo. ḳuraġan <*kurıġan “kuzu”, Türk. buzaġu=Mo. bi-
raġu “buzağı”, Türk. ḳaşuḳ= Mo. ḳalbaġa(n)<ḳalbuġa “kaşık”, Türk. *kȫşek “genç
deve”=Mo. gölige, gölüge “enik, genç kedi veya köpek”, vb. Ancak, Pritsak’ın daha
önce dikkat çektiği ve vurguladığı gibi, bu tarz örnekler çok fazla değildir ve Türkçe z
ve ş, Türkçede genellikle söz sonu durumda bulunur.
semiz “şişman”~semri- “şişmanlamak”, köküz “göğüs”~kökrek aynı, t z
“diz”~tirsgek “dirsek”, yawız “kötü”~yawrı- “kötüleşmek, kötü olmak”, bāş
Zetasizm ve Sigmatizm: 228

“yara”~bālıġ “yaralı”, üküş “çok”~ükli- “çoğalmak”, vb. gibi Türkçe sözcük çiftle-
rine baktığımda, daha önceleri, zetasizm ve sigmatizmin, Ana Altaycada sadece söz
sonunda gerçekleştiği sonucuna varmıştım.21 z~r ve ş~l nöbetleşmesi gösteren
Türkçe çiftlerle ilgili üç makalem boyunca, bu görüşü iddia etmiş ve savunmuştum.22
Özellikle, ḳaz- “kazmak”~ḳarım “sulama kanalı; mezar”, *sāz “sarımtırak be-
yaz”~*sārıġ “sarı”, bāş “yara”~bālıġ “yaralı” ve balıḳ- “yaralanmak” gibi örnekler
benim görüşümü güçlendiriyordu. Diğer yandan, söz içinde z ve ş bulunduran ve çö-
zümlenebilir gibi görünmeyen bazı sözcüklerin de varlığından tabii ki haberdardım.
Róna-Tas, Miller ve Doerfer, z ve ş seslerinin Türkçede söz içinde de meydana geldi-
ğini iddia ederek, teorime itiraz etmişlerdi. 23 Bununla birlikte, onların verdiği bazı ör-
nekler, kolayca çözümlenebilir ve zetasizm ve sigmatizm sonrası türemeler olarak
açıklanabilir, örneğin, azu “ya da” <āz- “yoldan çıkmak, kötü yola gitmek”, yazı “ova”
<yaz- “yaymak”. Üçüncü makalemde, “Ünlüler arası durumda bir /z/’ye sahip olan
azıġ, buzaġu, küzen, ḳazı, ḳozı, üzengü, yuzaḳ, yüzük vb. gibi diğer örnekler, *r²’den
z’ye gelişen ses değişikliğinden sonra türemiş sözcükler olarak açıklanabilir” demiş-
tim. Son olarak Doerfer, azıġ “azı dişi” ve ḳazı “karınsal yağ, içyağı” çözümlemelerim
hakkında aynı eleştiri ve itirazlarını tekrarlamıştı. 24 Daha önce, azıġ sözcüğünün çö-
zümlemesini açıkladığım için, burada sadece diğer sözcüğün etimolojisini ele alaca-
ğım. Türk. ḳazı “karınsal yağ, içyağı” da, kökteşleri Mo. ḳarbing “hayvanların karnın-
daki yağ, içyağı”, Hal. xarwin ay. sözcüklerinin yardımıyla açıklanabilir. Mo. ḳarbing,
muhtemelen artık kullanılmayan -bi-‘li bir gövdeden eylemden ad yapım eki -ng ile
türetlmiştir (ek için krş. Mo. selbi- “kayıkla taşımak, kayıkla kürek çekmek” <Mo.
seli-, sele- “kürek çekmek”, ilbi- “sevmek, kucaklamak, okşamak” <ili-, ile- ay., vb.).
Street, bu -bi-‘yi, Mo. reversive eki olan *-bū-/*-bǖ-‘nün (=Ma. -bu-, Tu. -w-,
Nan. -bo-/-bu-, -wo-/-wu- vb.) bir varyantı olarak tanımlamıştır.25 Kendisi bu eki, ek-
lendiği gövdenin geçişlilik değerini tersine çevirdiği için reversive olarak adlandırıyor,
yani, bu ek geçişli eylemleri geçişsiz (edilgen), geçişsiz eylemleri geçişli (ettirgen) ya-
pıyor. Mo. ḳarbisu(n) “hayvan rahmi; plasenta” da, belli ki aynı kullanılmayan gövde-
den yani *ḳarbi-‘den türemiş bir addır. Böylece, Mo. ḳarbing’in bu çözümlemesi bize
Moğolca basit *ḳar- kökü tasarlamımızı sağlar ve bu da bize, Türk. ḳazı’nın, ḳaz- “kaz-

21
Tekin, “Zetasizm and Sigmatism in Proto-Turkic”, AOH, XXII, Fasikül I (1969), ss. 56, 57.
22
Tekin 1975, s. 283, Tekin 1979, ss. 118, 137.
23
A. Róna-Tas, “Some Problems of Ancient Turkic”, AO, XXXII (1970), ss. 209-229; R. A.
Miller, “Japanese- Altaic Lexical Evidence and Proto- Turkic Zetacism- Sigmatism”, Re-
searches in Altaic Languages, ss. 157-172; G. Doerfer 1975-1976, s. 32.
24
Doerfer 1984, ss. 38, 39.
25
Street, age., s. 288, not 12.
229 Talât Tekin

mak” ile hiç bir ilişkisi olmayan, kullanılmayan*ḳaz- (<*ḳar²-) eyleminden -ı ile türe-
miş bir ad olduğunu kabul etme imkanı verir. Umuyorum ki Mo. ḳarbing ve Türk.
ḳazı’nın bu çözümlemesi, “Mo. ḳarbiŋ “karın yağı” (Türk. ḳazı) sözcüğündeki -biŋ eki
(?) açıklanmamıştır”26 ve “Ne Poppe ne de Ramstedt, Türk. ḳazı’ya karşılık Mo. ḳar-
biŋ’deki -ŋ’yi açıklayabilmiştir.”27 diyen Doerfer’i tatmin eder.
Doerfer, rotasizm/zetasizm makalesinde, “-z-, -ş-‘li iki heceli sözcüklerin, birincil
tek heceli köklerden türemiş olmalarının güç olduğunu”na dair şu örnekleri de veri-
yor: işi “genç bayan”, eşü- “kaplamak”, üşi- “üşümek, titremek”, eşid- “duymak”,
öşün “omuz”, azı- “sızmak”, ḳozı “kuzu”, kişi “kişi”.
Bu sözcüklerden işi/eşi, Clauson ve Ramstedt’in önerdiği gibi, *ēş “eş, arkadaş”
sözcüğünden üçüncü kişi iyelik ekili bir türev olarak açıklanabilir. Bununla birlikte,
işi/eşi kaynağı bilinmeyen ödünç bir sözcük veya eski bir ünvan da olabilir.
eşü- “kaplamak, örtmek” eylemi, Altayca ettirgen-edilgen eki olan *-bu-/-bü-‘nün
Türkçe biçimi olan -ü- ekiyle *eş-ü- biçiminde çözümlenebilir. Bu, Türkçe eylemi
Evk. elbe- “kaplamak, çatı (çadır)”, Neg. elbe- “kaplamak (çadır iskeleti), birisini ört-
mek (bir şey ile)” <AA *elbü- ile doğru olarak ilişkilendiren Street tarafından öne-
rilmiştir.28 -ü- ekine sahip olan bir diğer Türkçe eylem, kurallı olarak Kalm.
selwē- “çözülmek” (<*seli-bü-) eylemine denk gelen seşü- “gevşemek, çözülmek”dür
(<seş- “çözmek, gevşetmek”=Bur. heli- “çözmek, gevşetmek” <*seli-).
üşi- eylemi, muhtemelen, benim zaten belirttiğim gibi, -i- ile addan türemiş bir
gövdedir (krş. Yak. ülüy- “üşümek, donmak” <*üli- <*ül²-i-=Mo. ölçir “soğuktan
korkmayan ve soğukta kalabilen (kişi)” <öl-çir).
eşid- ‘duymak’ (=Çuv. ilt- <*el²id-) eylemi, basit *eş- (<*el²-) kökünden -d- ile
türemiş pekiştirmeli bir gövde olarak açıklanabilir, tıpkı tod-<to-d-, ıd-<ı-d-,
küd-<kü-d- vb. gibi.
Türkçe (MK) öşün “omuz” (DTS’de yanlış olarak uşun) da, basit *öş ad kökünden
türeyen ad olarak açıklanabilir. Bu sözcük, çağdaş dillerde şu şekillerde yaşar: Alt.,
Leb., Şor. öjün “köprücük kemiği”, Şor. üştü “omuz” (<*üşün-ü), Bar. üjün “kol ke-
miği, kolun üst kısmı”, öjün “kol kemiği, ön kol”, Türki öşne, öşni “omuz”, Blk. öşün
ay., Krç. öşün, yöşün ay. Aslında, türemiş olduğu Tunguzca verilerden anlaşılıyor:
Evk. ulin “göğüs, göğüs bölgesi” (ayı)’, Ev. ölken ülken “göğüs”, Ma. ulku “göğüs”,
ulku girangi “göğüs bölgesi” içinde, ulkume “koşum kayışı”. Mançu-Tunguzca veriler,

26
TMEN, I, s. 94.
27
TMEN, III, s. 360.
28
Street, a.g.e., s. 287.
Zetasizm ve Sigmatizm: 230

Türkçe öşün’ün basit kökünü *öş<*öl² şeklinde tasarlamamıza imkan sağlar. Umu-
yorum ki bu açıklama, “*öl²ün neden *ölün değil, öşün olmuştur?”29 diye soran Do-
erfer’i tatmin eder.
Türkçe ḳozı “kuzu”, -ġan ögesi küçültme eki olan Moğolca ḳurıġan’ın *ḳurı-kö-
küne denk gelir. Daha düzenli bir denklik tabii ki Mo. ḳurı-ġan=Türk. ḳoz/ḳuz şek-
linde olacaktır. Sözcüğün tek heceli Türkçe biçimi, eski kaynaklar ve çağdaş dillerle
de doğrulanmıştır: EAT (Rūm ) işit binden ḳara ḳuzum ḳara ḳuz “Duy benden, kara
kuzum, kara kuzu(yu)”30, ḳuzla- “kuzulamak, yavrulamak”, Trkm. guzla- “buzağı, ço-
cuk yavrulamak; yumurtaya yatmak”, Kum. kozla- “kuzulamak”, Kzk. kozda- ay.
(<*ḳozla-), Trkm. guzgulak “kuzukulağı otu, koyun kulağı”, Nog. kozgalak, Tat. kuz-
galak, Bşk. kuδgalak ay. (<*ḳoz ḳulaḳ) vb. Tek heceli biçim, Farsçada da bulunur:
Steingas kūz “koyun”. Doerfer, bu biçimin yanlış çözümleme yoluyla bu hale geldiğini
düşünür, yani, sözcüğün son ünlüsü, Farsça belirsizlik eki - olarak yanlış algılanmıştır.
Bu mümkündür. Fakat niçin aynı yanlış çözümleme, *ḳūzī gibi aynı - ile biten böri
“kurt” sözcüğünde olmamıştır?
Eğer Türkçe ḳozı’nın birincil biçimi *ḳoz idiyse, söz sonundaki -ı sesi 3. kişi iyelik
eki olarak; yani, ḳoŋ ḳozı “koyunun genci” gibi bir ifadeden ekleşmiş biçimin, sözcü-
ğün temel biçimi olarak alınmış olmasıyla açıklanabilirdi.
Doerfer’in azı- biçimi bir yanlış okumadır ve Dankoff tarafından üzi- olarak dü-
zeltilmiştir. Eylem, bu biçime sahip olmalı; çünkü bunu, Kaşgarlı’nın, üzi- “sağır ol-
mak” <üz “sağır”+-i- ile eşseslidir, ifadesinden anlıyoruz. üzi- “sızmak” da geçişsiz
olduğu için, sözcük en iyi, artık kullanılmayan bir kökten -i- ile addan eylem olarak
türemiştir, şeklinde açıklanabilir.
kişi üzerine tahminde bulunmak istemiyorum, ancak oldukça ilgi çekicidir ki bu
sözcüğün Çuvaşçada kökteşi bulunmamaktadır. Eğer kişi, eski bir *kilçi biçiminden
gelişmediyse, bunun bilinmeyen bir kaynaktan alıntılanmış eski bir sözcük olduğunu
düşünebiliriz.
Diğer bütün iki ve üç heceli sözcükler Doerfer tarafından ifade edilmemiştir, yani,
tezek “gübre”, tozġu “gıda maddeleri armağanı”, tözü “hepsi, bütün”, tuzaḳ “tuzak,
kapan”, üzeŋü/ üzeŋgü “üzengi”, yeze- “devriye gezmek”, yuzaḳ “kilit”, yüzük “yü-
zük”, aşġın- “aşınmak, eskimek”, aşuk- “acele etmek”, büşük/ böşük “evlilik dolayı-
sıyla akrabalık”, çaşut- “yanlış suçlamak, itham etmek; ispiyonlamak”, ēşik “kapı”,
ışıġ/ yışıġ “ip, bağ”, kişe- ‘ aksamak (at için)”, köşi- “engellemek, kapamak (ışık
için)”, köşer-/küşer- “taşacak kadar dolu olmak”, ḳaşan “tembel”, ḳaşan- “işemek”,

29
Doerfer 1984 s. 38.
30
M. Mansuroğlu’nun bu dizedeki ḳuzum ve ḳuz sözcüklerinin yorumu yanlıştır (bkz. TDAY
1954, s. 214).
231 Talât Tekin

taşu- “taşımak”, töşe- “yaymak, döşemek”, yaşuḳ/yaşıḳ “miğfer” vb. Bütün bu sözcük-
ler, aslında, şu veya bu şekilde, z ve ş ile biten tek heceli köklerden türemiş olarak
açıklanabilir. Ancak bu aşamada, bunun için bir neden olduğuna inanmıyorum. *r² ve
*l² fonemleri, Ana Altayca ve İlk Türkçede bulunduğu için, şimdi, bu seslerin hem söz
içi hem söz sonu durumda meydana geldiğini kabul etmenin daha mantıklı olacağını
düşünüyorum. Bu da önceki tezimi kısmen, yani, zetasizm ve sigmatizm, Ana Türk-
çede yalnızca söz sonunda yer alır varsayımını değiştirdiğim anlamına geliyor. Yeni
tezim, şu şekilde formüle edilebilir:
1. Ana Altayca *r² ve *l², Ana Türkçede ünlüler arası durumda ve söz sonunda *z
ve *ş’ye değişir; diğer pozisyonlarda, yani, bir ünsüzden önce veya sonra *r² ve *l²,
zetasizm ve sigmatizme uğramaz ve sırasıyla *r¹ ve l¹ ile birleşir.
2. Ana Altayca *r² ve *l², Ana Çuvaşça, Ana Moğolca ve Ana Tunguzcada sesbi-
rimsel değerlerini kaybederler ve sırasıyla *r¹ ve *l¹ ile birleşirler.
Bu varsayımın, çok sayıdaki z~r ve ş~l nöbetleşmeli sözcük çiftlerinin varlığını bir
öncekinden çok daha iyi açıkladığına inanıyorum. Bununla birlikte, şunu da eklemek
gerekir ki, bu varsayım ḳarım “sulama kanalı; mezar” krş. ḳaz- “kazmak”, sārıġ “sarı”
krş. sāz “sarımtırak beyaz, soluk”, törü- “yaratmak, doğmak” krş. töz “köken”, bālıġ
“çıban, yara; yaralı” ve balıḳ- “yaralanmak’ krş. bāş “çıban, yara”, tölit “yatak, yatak
eşyaları” krş. töşe- “döşemek” vb. gibi az sayıdaki ünlüler arası r (<*r²) ve l (<*l²)
seslerinin varlığını açıklamaz. Aynı şekilde, bür-~büz- “daraltmak, büzmek”,
tel-~teş- “delmek, delik açmak”, *tōl-~toş- “dolmak”, tǖl~tǖş “rüya” krş.
tüşe- “rüya görmek, hayal etmek”, ükil~üküş “çok”, vb. gibi r ve l ile biten sözcük
çiftlerinin varlığını da açıklamaz. Bu örneklerden bazılarında, söz sonundaki ş’nin
*lç’ye gittiği kabul edilebilir, örneğin, bāş “baş, başlangıç” <*bālş <*bālç (krş. Mo.
bilçuu “şişlik, kabarcık, kabartı”, bilçud- “çıban ortaya çıkmak”) baş “baş”<*bālş
<*bālç (>Volga Bulg. baç “başlangıç”>Çuv. puś) örneğinde olduğu gibi. Bazı du-
rumlarda, iki ayrı ekle karşı karşıya olduğumuz da kabul edilebilir, örneğin, Orh.
ḳıl- (<*ḳı-l-; -l- sıklık eki)~ ḳış- (<*ḳı-ş-=Mo. ki-lçe-) gibi, *tōl- <*tō-l- ve
*toş-<*tō-ş-. bür-~büz- ve tel-~teş- gibi çiftler, geç zetasizm ve geç sigmatizm örnek-
leri olarak açıklanabilir. Sonuç olarak, tǖl, ükil gibi örnekler, *l²>ş ses değişikliğinden
bir şekilde etkilenmemiş eski veya kalıntı biçimler olarak kabul edilebilir. Bütün bu
istisnaları açıklamak için, daha fazla araştırmanın gerekliliği açıktır.

***

Yazısının başında, benim “zetasizm-sigmatizm” makalelerimi “zekice ve inandı-


rıcı” olarak nitelendiren Doerfer, sonuna doğru, “Yüzeysel bir kontrolle, Tekin’in ör-
neklerinin çoğunun ya yanlış ya da şüpheli olduğu izlenimine kapıldım.” diye belirtir
Zetasizm ve Sigmatizm: 232

ve ilk makalemdeki ilk beş zetasizm örneğini eleştirir. Burada itirazlarına aynı sırayla
cevap vereceğim.
1. GT biz “tığ, biz” <*b z, Çağ., Özb. bigiz, YUyg. begiz ay.~Yak. bǖrges ay.
<*bǖr-geç (küçültme eki). Doerfer “Pekarskiy’nin ünlü uzunlukları her zaman güve-
nilir değildir. Böhtlingk ve modern Rusça sözlükleri bürges biçimini gösterir.” diye
belirtir. Cevabım: Bu, Yakutça bǖrges’in hiçbir zaman uzun bir ǖ’ye sahip olmadığını
kanıtlar mı? Yakutçada, bazı birincil uzun ünlülerin zaman içerisinde kısaldığı çok iyi
bilinen bir gerçekliktir. Örneğin, Pekarskiy’de Trkm. ār-‘a denk gelen hem īr- hem de
ır- “yorulmak” biçimleri bulunur fakat Böhtlingk ve modern sözlükler, yalnızca ır- bi-
çimini verir. Yak. ḳınat=Trkm. gānat “kanat”, Yak. ıy=Trkm. āy “ay”, Yak.
ür-=Trkm. üyr- (<*ǖr-) “ulumak, havlamak (köpek)”, vb. vb. Ünlü kısalması ile ilgili
örnekler Yakutçada çok fazladır.
bürges hakkında Doerfer şöyle diyor: “Stefan Kalujynski, sözcüğü bür- “burmak,
vb.”den türetir ve eki (pek çok diğer -ges’li örnekler gibi) araç adı yapım eki sayar.
Şimdi, hangisi doğru?” Cevabım: Kalujynski’nin etimolojisi şu nedenlerden ötürü
doğru olamaz: 1) bur- “burmak” eyleminin *bür- olarak bulunduğu eski veya çağdaş
hiçbir Türk dili yoktur. 2) Radloff’un Osm. bürt-, pürt- “dışarı çıkarmak” (IV, 1892)
sözcükleri, Budagov (I, 251; Radloff sözcüğü buradan almıştır) gibi bazı eski sözlükler
dışında hiçbir yerde bulunmayan hayalet bir sözcüktür. 3) Radloff’un Çağ., Osm. bür-
çük “vida” örneği de hiçbir yerde görünmeyen hayalet sözcüklerdendir.
Gerçekte olan, bur- “burmak” ve bert- “incitmek, yaralamak, kırmak, yerinden
çıkarmak” eylemlerinin birbiriyle karışması ve *bürt- gibi bir eylemin ortaya çıkması-
dır. Bildiğim kadarıyla, bu Zenker’deki bertmek, bürtmek [aslında burmaḳ’ın ettirgen
biçimi] “döndürmek, yerinden çıkarmak, (kemiği) çıkarmak/çevirmek, burkmak”,
ayaḳ bürtmesi “ayağın yerinden çıkması, burkma/çıkık, ayak burkulması” (s. 186) bi-
çimleriyle başladı. Bu açıklama, Zenker’den Budagov’a geçmiştir: “bertmek, bürtmek
(=burmaḳ): “döndürmek, yerinden çıkartmak (v kaz toje) ayaḳ bertmesi/bürtmesi çı-
kık”. *bürt- Budagov’dan sırasıyla Radloff’a ve son olarak Kalujinski ve Doerfer’e
geçti, daha doğrusu Doerfer ve Kalujynski’ye çünkü, bildiğim kadarıyla Doerfer, Ka-
lujinski’nin, Tacikçe bürçek “açı, köşe” (<Özb. bürçek)31 sözcüğünün talihsiz etimo-
lojik açıklaması için Radloff’un bürt- sözcüğünü kanıt olarak kullandığını tahmin et-
miştir. Kendisinin Özb. burçek “köşe” ve GT bürçek “perçem, bukle”yi birleştirmesi,
aslında talihsiz bir çabadır. Bundan daha talihsizi, Doerfer’in Genel Türkçe *bürçek
(küçültme) “çevirme” için önerdiği olağanüstü varsayımsal *bürt-üş-ek temel biçimi-
dir. Konunun aslı şudur ki, bürçek “perçem”, bür “tomurcuk, tomurcuk yaprağı, yap-
rak” ad kökünden -çek ile türemiş bir addır. Bu sözcük “perçem” anlamına gelir,

31
TMEN, II, s. 282.
233 Talât Tekin

çünkü bir perçem, doğal olarak kıvrımlı yaprak tohumuna benzer. Bu bağlamda, Cla-
uson’un bürçek açıklamasındaki hatayı da ayrıca açıklamak isterim: 1) -çek eki eylem
köklerine eklenemez, 2) MK bür-, Clauson’un çevirdiği gibi “dönmek, sarmak vb.”
anlamına gelmez, ancak Brockelmann’ın yarım yüzyıldan daha önce (Arapça zawā
“döndürmek, sarmak” değil, “sıkıştırmak, buruşturmak” anlamına gelir) doğru olarak
çevirdiği gibi “sıkıştırmak” anlamına gelir. Yukarıda daha önce belirttiğim gibi,
MK’nın bür- eylemi, Türk., Az., Trkm. büz- eyleminin eski biçiminden başka bir şey
değildir. Bu örnek, eğer bir araştırmacının, zetasizme inanmıyorsa, çok basit bir şeyi
bile nasıl karmaşıklaştırdığını açıkça gösteriyor!
2. GT boġaz, boġuz “boğaz~MK boġrul “(hayvanın) boynundaki beyazlık”, AH
boġurdaḳ “boğaz, gırtlak, yemek borusu”. Doerfer boġurdaḳ konusunda “farklı bir
ekin (yani, -rdaḳ) *boġo köküne eklendiğine” inanmaktadır, kekirdek’te olduğu gibi.
Cevabım: *-rdaḳ/-rdek’teki r ögesi nedir? Addan ad yapan {-z} ekinin eski biçimi ola-
maz mı? Eğer Çağ. kekirtek “nefes borusu”, keki-rtek olarak çözümlenmeliyse,
*keki- nedir? Doerfer bunu tatmin edici bir şekilde açıklamadıkça, çözümlemesi çok
fazla bir şey ifade etmez. Bunun yanı sıra, Çağ., YUyg. kekirtek’e karşı, Türkçe geniz
“burun geçidi” <Osm. geŋiz’e çok daha yakın olan biçimi, Kazakçada keŋirdek olarak
buluyoruz; krş. Yak. keŋir “geniz köprüsü, burnun başlangıcı” <*keŋirig’e Şimdi,
hangi ses birincil, -k- mı -ŋ- mi? Ayrıca İM boġuzdaḳ “nefes borusu” ve Tuv. bōstā
“boğaz, gırtlak”, ekin (-XrdAK) değil, (-DAK) olduğunu açıkça göstermektedir.
MK boġrul hakkında Doerfer, şu yorumu yapmaktadır: “Daha iyi bir örnek, yani,
Tekin’in tezi ile daha uyumlu bir örnek, boġrul olabilir. Ama bu kesinlikle güvenilir
midir? Ya da birincil ek {*-rXl} ve daha sonraki gelişimi *boġo-ŕ-röl>boġrul olabilir
mi? *rXl ekinin olumlu diğer tek örneği, bögrül’dür “kanatların üzerinde beyaz renge
sahip olma”; asıl sözcük bögür “dizgin, kanat” de -r ile biter… Ve bögrül (bögür-ül’ün
doğru olduğunu kabul ettiğimiz takdirde) >boġrul örneksemesi dışarıda bırakılabilir
mi? Ve Türk. boġrul ile (genellikle) “kır saçlı” anlamına gelen Mo. buġurul (sorun-
suzca boġurul olarak da okunabilen) sözcüğünün bağlantısı nedir? Moğolca anlam
birincil olan mıdır? Asıl anlamı “kır saçlı” olan Türkçe boġrul, boġuz’a olan benzerliği
nedeniyle anlam değişikliğine uğramış olabilir mi?” Benim cevabım: 1) Doerfer’in
{*-rXl}eki, Türkçede hiçbir yerde bulunmayan ad hoc bir buluştur; 2) Diğer taraftan,
{-l} eki çok iyi belgelenmiştir, örneğin, yāşıl “yeşil” < yāş “taze, yeşil sebzeler”, ḳızıl
“kırmızı” <*ḳız “kırmızı, kızgın” Uyg. ḳızġıl “kızılımtırak” biçiminde geçer, MK ḳı-
zar- “kızarmak, kırmızılaşmak” vb.;32 3) Türkçe boġrul, Moğolca buġurul, buġural ile

32
Bang’in *ḳızsıl’dan ḳızıl ve *yāş-sıl’dan yaşıl (yāşıl daha iyi) görüşü (“Turkologische Bri-
efe…, UJb, 10, s. 20), Doerfer’in ḳız- “galeyana gelmek, kor halinde yanmak”tan ḳızıl gö-
rüşü (TMEN, III, s. 470) kadar yanlıştır.
Zetasizm ve Sigmatizm: 234

karşılaştırılmayabilir, çünkü bu sözcük, sonrakiler gibi renk adı değil, ama tıpkı başıl,
boymul (<*boynul) ve bögrül gibi vücut organı adından türetilmiş bir sıfattır.
3. GT boz “boz, gri”~Kırg. borbaş “büyük boz örümcek kuşu”, Çağ. borçın “(boz)
ördek”, Türk. (diyal.) bortak “bir çeşit yaban ördeği”, boran “yaban güvercini”.
borbaş konusunda Doerfer, şunları belirtir: “Kırg. borbaş, genç bir birleşik olmalı
(aksi takdirde *borboş biçimi beklenirdi), bir boro “büyük”+baş yorumu, daha inan-
dırıcı olabilir. Acaba Kzk. borbas “tembel” ile karşılaştırabilir miyiz?” Cevabım: Kırg.
borbaş, Doerfer’in iddia ettiği gibi “genç bir birleşik” olabilir, ancak kendisinin öner-
diği gibi boro “büyük”+baş şeklinde açıklamak zor olacaktır. İkinci hecedeki o ünlüsü
nasıl düşmüştür?
Doerfer, Çağ. borçın’ın Mo. borcın “(dişi) yaban ördeği” biçiminden ödünçleme
olduğu görüşünde haklı olabilir. Ancak, Türkçede renk adlarından küçültmeli biçim-
ler türeten bir {-çIn}~{-çIl} ekinin var olduğu yadsınamaz, örneğin, MK kök-
çin~kökşin “mavimsi, grimsi”, KB (376, 667, 1798, vb.) kökçin “grimsi, ak sakallı
dede”, Kırg., Tel. kökşün “kır saçlı, yaşlı adam”, Osm. (TS) gökçil, gökcül “mavimsi”,
bozcıl “grimsi”, Türk., Az. sarışın “sarışın” (<*sārıġçın), Kırg. akçıl “beyazımtırak”,
Türk. kırçıl ay. vb.
Doerfer, “Türk. (diyal.) bortak “yaban ördeği” anlamına gelir ki bu kır renklidir;
“kahverengiye çalan gri, siyaha çalan gri” anlamına gelen boz’un aksine, kır “beya-
zımtırak gri, buz grisi” anlamına gelir. Türk duyuları için, bunlar iki ayrı renktir.” der.
Değerli meslektaşıma, DS’deki malzemelerin, dilbilimciler tarafından değil, okul öğ-
retmenleri ve yerel insanlar tarafından derlenmiş ve tanımlanmış olduğunu hatırlat-
mak isterim. Bunun yanı sıra, birçok insan için boz ve kır’ın anlamı birbirinden çok
farklı değildir. Çok sayıda sözlük, bu iki sözcüğü benzer biçimde tanımlar.
Örneklerim arasında değinmememe rağmen, MK borsmuḳ, borsuḳ “porsuk” da
daha eski biçim olan *bor²’dan bir türev olarak açıklanabilir. Doerfer, küçültme
eki -muḳ/-amuḳ genellikle renk adlarına eklendiği için, borsmuḳ’un onu desteklediği
gerçeğini düşünmeksizin bu etimolojiyi kabul etmez (TMEN, II, 285), örneğin, MK
ḳaramuḳ “kara ot, buğdayların arasındaki burçak”, ḳızlamuḳ “kızamık” <ḳızıl “kır-
mızı”, Uyg., Çağ., Osm. ḳızamuḳ ay., Kzk., Kklp. bozamık “boz, grimsi”, Kırg. bozo-
muk ay., vb. Sözcüğün asıl biçimi, Çuvaşçada purĭş “porsuk” <*bors (>Mac. borz ay.)
olarak yaşar. -s ögesi, muhtemelen, Genel Türkçe t z “diz” sözcüğünün en eski biçimi
olan MK tirsgek “dirsek” <tir-s-gek, *t r- (<*t r²)’deki -s- ile aynıdır. Bu, tabii ki sa-
dece bir öneridir. Türk. borsmuḳ, borsuḳ, Ramstedt tarafından önerildiği gibi33, *bor
“tok, dolu, şişman” (krş. Kırg. borsogoy “dolgun, tombul”) sözcüğünden de türemiş

33
Ramstedt, Kalmückisches Wörterbuch, Helsinki 1935, s. 52.
235 Talât Tekin

olabilir. Ayrıca, krş. Mo. borki “yaşlı porsuk”, borgi “güçlü, kuvvetli, sağlıklı”, borgil
ay., borda- “hayvanların semirmesi”, vb.
4. GT ez- “ezmek, ayak altında çiğnemek, tepelemek”~MK erkle- ay.
<erkle- (sıklık çatısı). Doerfer’in bu konudaki yorumları şu şekildedir: “erkle- yerine
irkle- (Clauson 226) okunan sözcüğün görünüşe göre ez- ile ilgisi yoktur. Diğer var-
yantlar ikle-, yikle-; krş. Robert Dankoff, James Kelly, Compendium of Turkish Dia-
lects, 291)”. Cevabım: erkle-‘nin başındaki elif MK III, 443’te yazılmamıştır fakat
onun r’siz varyantı yani ekle-, aynı yerde bütün ünlüleriyle gösterilmiştir. Bunun yanı
sıra erkle- eylemi, bu şekliyle, Karahanlı dönemi (12. yüzyılın sonu, 13. yüzyılın ba-
şında yazılmış olan) satır altı Kuran çevirisinin Rylands kopyasında da bulunur:
erkle- “çiğnemek, ezmek, ayak altında çiğnemek” (Ar. waŧiʿa, Fars. sipurdan), agar
bolmasa muʿmin erenler, muʿmina uraġutlar, bilmegey erdingiz anlarnı, kim erklegey
siz olarnı… “inanan adamlar /ve/ inanan kadınlar olmasaydı, onları bilmeyecektiniz,
onları ezebilirdiniz…” (Eckmann, 78). MK I, 287’de görülen diğer varyantlardan bi-
rinin de ünlüleri yazılmamıştır: ekledi, ol yirig ekledi, ekler~eklemek. Ayrıca, bu bi-
çimin işteş gövdesi, MK, I, 241’de, bütün ünlüleriyle yazılmış ve ekleş- olarak okun-
muştur. Sonuç olarak, söz konusu eylemin sadece şu biçimleri kesre ile yazılmıştır:
ikle-, yikle- (III, 309-310) ve iklet- (I, 265). e~i nöbetleşmesinin Eski ve Orta Türk-
çede oldukça yaygın olduğu unutulmamalıdır, örneğin, MK esiz~isiz “kötü”, MK
ediz~Uyg. idiz “yüksek”, MK (I, 119) yer~yir “yer”, MK (I, 98) yel~yil “yel”, vb. vb.
5. Orta Türkçe ez- “çizmek, kazımak”~Türkçe (TS) ersin, ersün, erşün “hamur
teknesinden kurumuş hamurumsu birikintiyi kazımak için kullanılan demir alet”
<er-sin; eki krş. MK tügsin “bir çeşit düğüm” <tüg- “düğümlemek”. Bu denklik üze-
rine, Doerfer şu yorumu yapmaktadır: a) Türk diyalektlerinde şu biçimleri de bulu-
yoruz: DS 1776-7 ersin, ersani, ersön, ersün, erśün, evsün. Bütün bu varyantların basit
Türk. *er-sin köküne dayandırılamayacağı apaçıktır. Bu sözcük muhtemelen, bir kül-
türel ödünç sözcüktür. b) ez- “çizmek”=ez- “ezmek” midir? c) Hatta Tekin, Mo.
ürü- “rendelemek, törpülemek” ile bile karşılaştırır; bu sözcük, ünlüleri farklı olduğu
için Türkçe ez- ile ilişkilendirilemez”.
Cevabım: Doerfer, bazen diyalektlerde, verilen standart biçimden çok daha farklı
biçimler bulabileceğimiz gerçeğini unutmuş gibi görünüyor, örneğin, edebi dildeki
bakraç “bakır kova” için barhıç, bar ç; boğasak “boğa isteyen inek” için bogarsak,
boğörsek, böğesek, bonarsak, busak vb. Osmanlıca ersün, ersin’in diyalekt biçimleri-
nin, yukarıda verilen örneklerden daha anormal olduğunu düşünmüyorum.
Doerfer, Prof. A. Tietze’den aldığı bir bilgiyi dipnotta göstererek, Türk. ersin’in
Kürtçeden (hesin, esin “demir”) ödünçlenmiş olabileceğini belirtir. Bu, aşağıdaki ne-
denlerden dolayı mümkün değildir: 1) Kürtçe biçimde r yoktur. 2) “iron”un Germa-
nik biçimlerinde r, s’den sonra görünür, önce değil, örneğin, Eski İngilizce isern,
Zetasizm ve Sigmatizm: 236

Gotça eisarn, isarn (<Ana-Germence * sarna), 3) Son olarak, Osmanlıca ersün, ersin
Çağatayca ve Azericede de bulunur: Çağ. ersün “hamur kazımak veya kesmek için
araç”, Az. ersin “kazınmış (hamur için), ersinle- “kazıyıcı ile (hamur) kazımak”.
Yukarıda belirtilen noktalardan daha da önemlisi, “kazıma aleti” için kullanılan
Türkçe sözcüklerin de ya ḳaz- “kazmak”, ḳazı- “sıyırmak”tan (Osm. ḳazaġı, Trkm.
gazavı, Yak. kıhıax) ya da ḳır- “kesmek, kazımak, rendelemek” (Tat., Kırg., vb. kırgıç,
Alt., Kzk., vb. kırġış, Bşk. ḳırġıs, Özb. ḳırġıç, YUyg. ḳırġu, ḳırġuç, vb.) eyleminden
türemiş olduğu gerçeğidir. Bu kanıtlar hesaba katıldığında, Osm., Türk. ersin, er-
sün’ü, *er²- (>MK ez-) “sıyırmak” kökünün türemiş biçimi olarak tasarlayamaz mı-
yız?
Doerfer şöyle sormaktadır: ez- “kazımak”=ez- “ezmek” midir? Ben bu iki eylemi
denkledim mi? Räsänen, Clauson, Sevortyan ve diğerleri bu iki eylemi bir olarak ka-
bul ettiler, ancak bu iki eylemi farklı numaralar altında değerlendirip ayıran ilk kişinin
ben olduğumu düşünüyorum. Beni, makalesini yeterince okumamakla suçlayan Do-
erfer, bu suçlamayı önce kendisine yöneltirse daha iyi olur.
Üçüncü itirazına gelince, Moğolca ürü- eylemini sadece karşılaştırmak (bundan
önce nöbetleşme işareti değil, krş. var) için işaret ettiğimi vurgulamak isterim. Doğ-
ruyu söylemek gerekirse, ben, Gombocz’un yetmiş yıl önce yaptığı gibi Türkçe ez- “ka-
zımak” ile Moğolca ürü- “rendelemek, törpülemek” denkliğini hiç düşünmedim. Fa-
kat Türkçe ez- “kazımak” eyleminin Moğolca ve Tunguzca akrabalarının olmadığı
düşünülmemeli. Şimdi tam zamanı olduğu için, Doerfer’in itirazlarını artıracağını
sandığım üç taraflı Altay etimolojisi önereceğim:
OT (MK) ez- “sıyırmak, kazımak”, ezit-, eztür- “bir şeyi soymak, kazımak”; Tat.
izü “yaka, tasma; giysi yırtmacı”, Bşk. iδü “ağız, yaka, açıklık (tişört, giysi)”=Mo.
erü- <er-zü- “kazmak, kesmek, yontmak”, erümel “kazılmış, kazıp çıkarmak, deş-
mek”=Evk. er-, erī-, eru- “küremek (kar); kurcalamak; kazmak (yeri)”, Ev. er- “kü-
remek (kar)”; kurcalamak, kazımak”, Neg. ey- ay. (<*er-), Orok. heri- ay., Man. he-
ruçi-, herçi-, heçi- ay., Evk. erivun, eribun “kürek (ahşap-kar küremek için)”, Ev. erun
ay. (<*erivun), Neg. eyivun ay., Ulç. heripu(n), herpu(n) ay., Orok. heripu(n) ay.,
Man. herpū, herfu(n), vb.34
Doerfer, yazısını aşağıdaki cümle ile sonlandırır: “Tekin’in araştırmalarının bittiği
yerde, sorunlar başlar.” Her nasılsa, en önemli parçasını yok sayarak cümlesini kısa
kesmiş. Doerfer’in sonuç cümlesinin son şekli şöyle olmalıydı:
Tekin’in araştırmalarının bittiği yerde, Altay teorisi karşıtları için problemler baş-
lar.

34
V. İ. Tsintsius, Sravnitel’niy slovar’ tunguso-man’çjurskih yazıkov, II, s. 462.
24

Türkçe tiş, Çuvaşça şĭl ve Moğolca şidün


Talȃt Tekin1
Merhum Sir Gerard Clauson “A Lexsikostatistical Appraisal of the Altaic Theory”
(CAJ, XIII, 1969: 1-23) adlı makalesinde, Türkçe ve Moğolcada “diş” anlamındaki
sözcüklerin, yani Tü. tiş ve Mo. şidün sözcüklerinin, diğer pek çok “temel” sözcük
gibi, etimolojik açıdan ilişkili olmadıklarını iddia etmişti. Bu iddia, görüşlerinin bir
başka reddedilemez kanıtı olarak Altay dilleri teorisinin karşıtlarına çok hoş gözük-
müştür. Hatta Altay dilleri teorisinin kurucusu Ramstedt bile Tü. tiş ve Mo. şidün
sözcüklerinin aynı olduğunu söylemeye cesaret edememiştir.
Clauson’un düşüncesine ve Altay dilleri teorisinin karşıtlarına zıt olarak ben,
başka bir makalemde2 de gösterdiğim gibi, Tü. tiş ve Mo. şidün sözcüklerinin etimo-
lojik olarak ilişkili, yani kökteş oldukları görüşündeyim. Bu yazıda, iki sözcük arasın-
daki etimolojik ilişkiyi kanıtlamaya çalışacağım.
Bilindiği gibi, G(enel) T(ürkçe) tiş’in (<*t ş; krş. Yak. t s ay., Trkm. d ş ay.) Çu-
vaşça karşılığı şĭl’dır. Çuvaşça şĭl sözcüğü söz sonundaki /l/ sesi ile, Çuvaşça-Türkçe l:ş
ses denkliğine mükemmel biçimde uyar. Ancak Çuvaşça şĭl’daki söz başı /ş/ sesi, söz-
cüğün Tü. tiş ile olan ilişkisini açıklamakta güçlük yaratıyor; çünkü Çuvaşça şĭl’daki
söz başı /ş/, /s/ sesine gider, /t/ sesine değil. Böylece Çuvaşça şĭl’ın Ana Çuvaşça veya
Ana Bulgarca biçimi sadece *s l olarak tasarlanabilir. Bu varsayımsal biçim gerçekten
GT tiş (<*t ş) biçiminden çok farklıdır. Belki bu nedenle Ramstedt Tü. tiş ve Çuvaşça
şĭl biçimlerini kökteş saymamıştır. 3 Fakat aşağıda da görüleceği üzere, Ana Çuvaş-
çada /s/ sesinin varlığı kolayca ve doyurucu biçimde açıklanabilir.
Çuvaşça şĭl (<*s l) biçimi, İlk Türkçede söz başı t sesinin s ile nöbetleştiği bazı
durumların var olduğunu kabul etmemize olanak sağlıyor. Bu varsayımı birkaç ör-
nekle kanıtlayabiliriz. Herşeyden önce MK’nın sözlüğündeki sulaq “dalak” biçimini
hatırlayalım. Kaşgarlı onun, GT talaq (<*tālaq; krş. Trkm. dālaq ay., Yak. tāl) biçi-
mine denk gelen Kıpçakça bir biçim olduğunu belirtiyor. Fakat Kaşgarlı’nın, sulaq’ın

1
“Turkic tiš, Chuvash šĭl and Mongolian šidün” A. Tietze Armağanı, Wiener Zeitschrift für
die Kunde des Morgenlandes 1986: 293-297.
2
“Further Evidence for Zetacism and Sigmatism”, Researches in Altaic Languages, ed. by.
L. Ligeti, Akadémiai Kiadó, Budapest 1975: 275-284.
3
Ramstedt Çuv. şĭl ile Tü. sış, şış, şiş ve Tung. sila- “şişte kızartmak”, silawūn “şiş” sözcükle-
rini karşılaştırmıştır.
Türkçe tiş, Çuvaşça şĭl ve Moğolca şidün 238

bir Kıpçakça biçim olduğu yolundaki görüşü doğru olamaz. sulaq biçimi Kıpçakçadan
çok Bulgarcaya benziyor. Gerçekte, söz başı /s/’li bu biçim sadece Çuvaşça sula “da-
lak” (<*sulaq) verisinde yaşar.
Bir örnek daha hatırlayalım; Tat. vb. sılta- “özür bulmak”, Bşk. hılta- ay. (krş.
Uyg., CC, vb. tilta- ay.), Tat. tıltav “özür”, Bşk. hıltaw ay. (krş. Uyg. tıltag ay., MK.
tıldag ay.). Söz başı /s/li bu biçimler Moğolcada da görülür, krş. Mo. şilta- “neden bul-
mak; varsaymak”, şiltag, şiltagan “neden, özür”. Eğer Mo. şilta- ve türevleri Türkçe-
den ödünç alınmışsa, alındıkları Türk dilinde veya diyalektinde bu sözcüklerin /s/ ile
başlıyor olması gerekir, çünkü Uyg., vb. tılta-’nın Moğolcada *çilta-’ya değişmiş ol-
ması gerekirdi. Görünüşe göre Kırg. sılta- “neden bulmak”, sıltō “özür, neden” ve Alt.
şıltak “neden” Moğolcadan ödünçlenmiştir. Yak. sıltā- “bir özür bulmak”, şıltān
“…nedeniyle” ve Tuv. çıldak “neden”, çıldagān ay. da bu şekildedir (Tuvaca biçimler
Moğolcada belgelenmemiş söz başı /s/li biçimlere değil /ç/li biçimlere giderler).
t-~s- nöbetleşmesi şu örneklerde de gözlenebilir: GT ton “elbise”, Az., Osm. don
ay., Trkm. dōn “dış giyim”~Yak. son ay.; GT tın- “dinlenmek”, Trkm. dīn- ay., Yak.
īn- “nefes almak”, Trkm. dīnç “dinlenme”, Kırg. tınçı- “dinlenme”, Yak.
sınńan- ay.<*sınç-a-n-; GT toŋ “buz”, toŋ- “donmak”, Trkm. doŋ- ay., Yak.
toŋ- ay.~Çuv. şĭn- ay.<*sion-<*sōŋ-, şĭn “buz” (Çuv. tĭm ay.<Tü.)~Mo. söng “neh-
rin üzerindeki küçük buz parçaları”, vb.
t-~s- nöbetleşmesinin Türk dillerinde hala etkili olması çok dikkat çekicidir. Ör-
neğin, bazı Başkurt diyalektlerinde söz başı t- belli sözcüklerde s söylenir, örneğin Ay
diyal. sire “çevre” (standart dilde tire), sirele- “çevrelemek” (standart dilde tirele-),
sir- “toplamak” (meyve” (standart dilde tir-)4, söyδe “baltanın sırtı” (~standart dilde
töyδe)5, vb.
Bu örnekler Ana Altayca gibi Ana Türkçede de bir t-~s- nöbetleşmesi olduğunu
kanıtlamaya yeter. Bu nöbetleşmenin sesbilgisel açıklaması basittir: Güçlü soluklu söz
başı t- sesi kolayca bir dişler arası ø sesine, sonra da bir diş sızıcısına değişebilir.
Genel Moğolcada “diş” veya “dişler” anlamındaki sözcük bilindiği gibi
şidü(n)’dür: Mo. sidü(n), Gizli Tarih śidu, sudu, Muk. şidün, Halh. şüd(en), Bury.
şüdeŋ, Kalm. şüdn̥, Mog. sůdůn, Urd. şudu, Dag. şide, Mngr. ṣdi6 Mo. şidü(n) sözcü-
ğünün ikinci hecesinin, Mo. ömüdü(n) “pantolon” sözcüğü ile aynı olması mümkün-
dür. İkincisi GT üm (<*ǖm) “pantolon, alt giyim” ile kökteştir (krş. Uyg., MK üm ay.,
Hou., Osm. im ay., AH işim “iç giyim” (<*iç im, Kırg. şım, Kzk. sım ay.<işim, Sarı
Uyg. yem “pantolon”, Çuv. y m<*ǖm). GT üm sözcüğü açıkça gösteriyor ki Mo.

4
Bk. N. Kh. Maksyutova, Vostoçnıy diyalekt başkirskogo yazıka, Moskva 1976, s. 38.
5
Başkirskogo-russkiy slovar’, Moskva 1958: 479.
6
Nicholas Poppe, Introduction to Mongolian Comparative Studies (=MSFOu 110), Hel-
sinki 1955: 41.
239 Talȃt Tekin

ömüdü(n)’deki -dü(n) bir ikilik ekidir. Bu ek ayrıca Orta Türkçe yamdu “kasık” söz-
cüğünde de bulunur: MK, İM, AH yamdu “kasık”<yam-du. Bu sözcüğün -z’li ikilik
biçimi Türkçede daha yaygındır: Uyg. yamuz, yomuz, MK yamız ay., Nog. yamız, Tob.
yamuz, yambuz, Krç. camız, Blk. zammız ay. <yam-ı-z. Türkçe yamdu ve yamız’ın tek-
lik biçimi Moğolcada bulunur: çami, çabi, sami “kasık” (Halh. tsav ay.).7
Böylece, Mo. şidü(n) “diş” sözcüğünün Ana Moğolca basit biçiminin *sil’e benzer
olduğunu, yani Ana Çuvaşça veya Ana Bulgarca *s l ile aynı olduğunu rahatça söyle-
yebiliriz.
Ana Moğolca biçimin sonundaki -l sesi, Mo. şilüge “üç yaşındaki koyun”, Gizli
Tarih śilegü “iki yaşındaki hayvan”, śilegü ḥonin “iki yaşında koyun” sözcüğünde de
görülebilir.8 Mo. şilüge/silegü (Halh. şülge) sözcüğü açıkça Mo. şidü(n) ile ilgilidir ve
birincil anlamı “dişli hayvan” olmalıdır. Genellikle bilindiği gibi, göçerler, hayvanın
yaşını anlamak için dişine bakarlar ve adını da ona göre koyarlar. şidüle- “diş çıkar-
mak” fiilinden türemiş olan Mo. şidüleng “üç yaşında at veya öküz”, “iki yaşında ko-
yun” bu görüşü kanıtlar.
Mo. sil’in sonundaki -l sesinin Mo. şidü(n)’de düşmesi kurallıdır. Bilindiği gibi
Moğolcada söz sonu -l sesi /d/’den önce (ayrıca /r/, /n/ ve -sun/-sün ekinden önce de)
düşer: kötöl “bırakılmış at”+-d>kötöd “bırakılmış atlar”, tüşimel “resmi”+-d> tüşi-
med “yetkililer”, vb.9 Sonuç olarak Mo. şidü(n)’ün daha eski bir *sil+dü(n)’e gittiğini
kabul edebiliriz.
Bu yazıyı bitirmeden önce, Mo. şilüge, şilegü ve Türkçe karşılığı olan şişek “iki
yaşındaki koyun” ile ilgilenmek istiyorum. Türkçe şişek sözcüğünün genellikle
şiş- “şişmek” fiilinden türediğine inanılır (krş. Doerfer, TEMN III, 328; Räsänen,
VETW, 424). Bu, şüphesiz yanlıştır. Tü. şişek hiçbir şekilde şiş- fiili ile ilgili değildir.
Clauson’un çok doğru olarak belirttiği gibi, şişek Tü. tişe- “süt dişini kaybetmek” fii-
linden türemiştir. Yukarıda da belirttiğim gibi, göçerler hayvanların dişlerine bakarak
ad verirlerdi (krş. Kırg. eki tiştǖ koy “iki yaşında koyun”, tört tiştǖ koy “dört yaşında
koyun”, vb.). Ayrıca şişek sözcüğünün kökeni için fonetik kanıt da vardır. Sözcük
MK’da tişek olarak görülür. Doerfer, MK tişek’in ikincil olduğuna ve disimilasyon
sonucu ortaya çıktığına inanıyor. (TMEN III, 328). Ben aşağıdaki nedenlerden ötürü
onunla aynı fikirde değilim: 1) Gelişmenin bu aşamasında disimilasyon örnekleri çok
azdır (daha doğrusu yoktur); 2) MK’daki tişek’ten ayrı olarak, Yak. t seŋe/t h eŋe “üç

7
Ferdinand de Lessing, Mongolian-English Dictionary, University of California Press, Ber-
keley and Los Angeles 1960.
8
Erich Haenisch, Wörterbuch zu Mangḥolun Niuca Tobca’an, Leipzig 1939.
9
Bk. John Street, The Language of the Secret History of the Mongols, New Haven 1957, p.
10.
Türkçe tiş, Çuvaşça şĭl ve Moğolca şidün 240

yaşında buzağı veya tay” ve Sarı Uyg. tisemeĭ örnekleri de vardır. Yakutça ve Sarı Uy-
gurca örneklerin Tü. *t şe- “süt dişini kaybetmek” sözcüğünden türediği şüphesizdir
(Yak. t se-, t he- ay.). Diğer yandan GT şişek daha eski bir sişek’e gider. İkincisi IM,
AH, Hou., Osm. ve Çağ. da şişek olarak görülür ve açıkça bir asimilasyon sonucu or-
taya çıkmıştır: sişek>şişek. Trkm. işek, Yeni Uyg. işşek, Kklp. isek ve Kzk. sek gibi
kimi modern biçimler, söz başında /s/ bulunduran bir biçime, yani sişek’e giderler. /i/
ve /ı/ önünde /s/ yitimi Türk dillerinde iyi bilinir: GT şiş “şişmek” (<*sīş-), Az., Osm.,
vb. şiş-, Trkm. ç ş-, Nog. sis-, Kırg. şişi-, Hak. sis-, Alt. tiş- (disimilasyon), fakat Kzk.
is-, Yeni Uyg. işşi-, Tuv. ış-; GT şiş “kebap şişi” (<*sīş), Kırg. vb. şiş, fakat Kzk. is; GT
süz- “tos vurmak”, fakat Yeni Uyg. üs-, Tıv. üz-, vb. Bu kanıtlar karşısında t şek ve
s şek’in Ana Türkçede iki alternatif biçim olduğu kabul edilebilir; fakat birincil biçim
t şek’tir.
Türkçe tişek/sişek’in Çuvaşça dengi kurallı olarak şĭla’dır fakat anlamı “iki yaşında
koyun” değil “levrek”tir. Çuv. şĭla daha eski bir *s leg biçimine gider. Bu sonuncu bi-
çim, erken bir tarihte Macarcaya ödünç verilmiş olmalıdır (krş. Mac. süllő “levrek”).10
Mac. süllő’deki (söylenişi şüllȫ) /l/ sesinin ikizleşmesi hem birinci hem de ikinci hece-
deki ünlünün uzun olmasından kaynaklanmış olmalıdır. Anlamın, “dişli hayvan”dan
“dişli balığa” geçmesi ve son olarak da “levrek”e değişmesi, Róna-Tas’ın da gösterdiği
gibi gayet normal ve kurallıdır.11 Yukarıda verilmiş olan Yak. t seŋe/tiheŋe’den ayrı
olarak, Tuv. dijeŋ “büyük dişli” (yani, d. a’t “yaşlı at”), Kzk. tiseŋ “keskin dişli”, Yeni
Uyg. çisaŋ “keskin dişli, büyük dişli” (<*t şeŋ) örnekleri de, Türkçe t şek/s şek ve Çu-
vaşça şĭla’nın (<*s leg>Mac. şüllő) birincil anlamının “dişli hayvan” olduğunu kanıt-
lar.
Özetlersek:
1. Çuvaşça şĭla ve Türkçe t ş aynı köktendir;
2. GT şişek, şiş- fiilinden türememiştir, daha eski bir t şek biçimine gider ve o da
*t şe- “diş çıkarmak (süt dişlerinin dökülmesinden sonra)”;
3. Türkçe tişek/sişek, Moğolca şilüge/şilegü ve Çuvaşça şĭla aynı köktendir;
4. son olarak, Türkçe t ş ve Moğolca şidü(n) kökteştir ve böylece Altay dilleri teo-
risini destekleyen diğer Türkçe-Moğolca sözcükler arasına güvenle dahil edilebilir.

10
Louis Ligeti, “Quelques problémes étymologiques des anciens mots d’emprunt turcs de la
langue hongroise”, AOH, XXIX (1975), s. 286.
11
Róna-Tas, “On the Chuvash guttural stops in the final position”, Studia Turcica, ed. by L.
Ligeti, Akadémiai Kiadó, Budapest 1971: 398. Róna-Tas, Mo. silegü’deki söz başı s- sesini,
bu sözcüğün Moğolcada eski bir Çuvaşça-Bulgarca alıntı olmasıyla açıklar. Bu yazıda veril-
miş olan t-~s- nöbetleşmeli örnekler Róna-Tas’ın görüşünü çürütmeye yeter.
25

Zetasizm/Sigmatizm Rol Oynamaz


Gerhard Doerfer1
Prof. Tekin’in Zetasizm ve Sigmatizm makalesine (CAJ 30, 1986, 141-160) cevabım
kısa olmalı: Eğer bütün karşıt görüşlerimi ve saygıdeğer karşıtımın ifade ve denklik-
lerindeki bütün zayıflıkları doğrularıyla birlikte ifade edecek olursam, korkarım çok
uzun bir makale olur. Bazı noktalarda Tekin açık kapıları zorluyor: Onun gibi ben de
Türkçede *z’nin değil *ŕ ’nin daha eski olduğuna ikna olmuş durumdayım (r ve z’li
pek çok karşıt çift bulunduğu için bu sesbirimin açıkça *r’den farklı olduğunu tekrar-
lamak istiyorum).
Tekin’in ayrıntılı olarak tartıştığı ve benim söz ettiğim beş sözcük ile yapmak iste-
diğim şey çok basitti: reflection için değerli arkadaşıma bir itki sağlamak. Ne yazık ki
bu fırsattan yararlanamadı. Kısalık uğruna kendimi üç sözcük ile sınırlamak istiyorum
(1, 4, 5).
Sözcük (1) Genel Türkçe b z “kunduracı bizi”=Yak. bürges ay. (?). Fakat Yakutça
sözcük açıkça Yakutça bür- “kıvırıp kenarını bastırmak“ eyleminden iyi bilinen ad
araç eki GAs ile türemiştir. bürges’in Rusça çevirisinin “biz” olduğu dikkate alınırsa
bür- ile etimolojik bağlantısı açıkça görülür.
Sözcük (4) Genel Türkçe ez- “ezmek”=MK erkle-. doğrusu (?): (yazıma göre)
“erkle-”~“irkle-”. Üstün ve esre içeren böyle varyantlar, MK’da normal olarak ė se-
sini gösterir, tıpkı Orhon Yazıtları’ndaki gibi ( yel~yil = yėl “rüzgar”, vb. Fakat e ve
ė iki farklı sesbirim’dir.
Sözcük (5) Orta Türkçe ez- “kazımak”=çağdaş Türkiye Türkçesi ersin, ersün,
erşün “tekneden kuru hamur parçalarını kazımak için kullanılan bir demir alet”.
(?).“Hamur kazıcı” olarak çağdaş diyalektlerde aşağıdaki biçimleri buluyoruz (ve
benzer biçimler Eski Osmanlıcada da bulunur): ėrsin, ėrsanı, ėrsön, ėrsun, ėrsün, ėr-
şin, ėrşün, ėvsün, ėğsiran, ėgsiren, ėğseren, ėğsiran, ėğsiranı, ėğsiren, ėksiran, ėksi-
ranı, ėkşisıran, ėlsaran, ėlsiranı, ėŋsıran, ėŋsiren, ėsiranı, ėsiran, ėsiren, ėsran, ėyisran,
ėyseran, ėysere, ėyseren, ėyseri, ėysıran, ėysiran, ėysiren, ėysisiran. (Eski Osmanlıcada
ayrıca ėğistiren, ėğsiseren, ėkister, ėğister biçimlerini de buluruz.) Diyalektoloji ile
tanışmış olan herkes için, biçimlerin olağanüstü çokluğunun biraz uyarlanmış bir

1
“Zetacism/Sigmatism Plays No Rȏle” Central Asiatic Journal 32, 1988: 61-63
Zetasizm/Sigmatizm Rol Oynamaz 242

ödünçlemeyi gösterdiği açıktır. Ben bu sözcüğün Grekçe ξύστοογ “hamur kazıyıcı”


[ksistron] olduğuna inanıyorum. Şüphesiz ki bu sözcük Türkçe açısından telaffuz edi-
lemez bir sözcüktü; en azından, örneğin *eksistire/ün gibi bir biçim gerekliydi. Fakat
böyle bir biçim bile korunamamıştır. Bu garip durumun sonucu, yukarıda söz edilen
biçimlerin çokluğuydu.
Ben Tekin’in makalesindeki diğer zayıf noktaları tartışmak istemiyorum (Örneğin,
ss. 146-147’deki kısır döngü -önyargıları söz konusu olduğunda Tekin’in bütün bi-
limsel reflection’unu kaybettiğinin açık bir kanıtıdır. Notları hiçbir şey söylemiyor:
“Doerfer’in rekonstrüksiyonlarına Ana Türkçe denilemez, çünkü benimkilerden çok
farklılar= Tekin’in görüşü Ana Türkçenin buna benzer olduğu yönündedir) Tekin’in
sürekli hatası, biraz benzeyen iki sözcüğü karşılaştırmaktır. FAKAT BENZERLİK
HİÇ BİR ŞEY KANITLAMAZ.
Fakat bununla amacım Tekin’in yanlışlarını ortaya sermek değil. Açıklık uğruna,
açıkça benim saygıdeğer karşıtımın gözünden kaçmış olan iki noktayı açıklamak isti-
yorum:
1. Sir Gerard Clauson ve Prof. Şçerbak’ın aksine ben Türkçe ödünç sözcüklerin
Moğolcaya 5.-7. yüzyıllar boyunca girdiğini düşünmüyorum (ve hiç bir zaman düşün-
medim). Bunlar Hristiyanlık dönemi öncesi ödünçlerdir ve İsa’dan yüzyıllarca önce
girmiş olabilirler. Bu ödünçler adeta ana diller arasındadır. Ve benim (benim için çok
değerli) zeki ve usta meslektaşımda, bu diller arasında birincil soy akrabalığı olduğu
görüşünün oluşmasının nedeni budur. Bu yüzden, Tekin’in 144-147. sayfalardaki
açıklamaları beni ilgilendirmiyor. Bana göre, *ŕ (hala daha eski: *ri̭) (Bulgarca-Çu-
vaşçayı da içine alan) Genel Türkçe bir sestir. (Birincil olarak bu bir r+- ÜNLÜ- dif-
tonguna sahip olabilir.) Pek çok dilde söz sonu ünlü yitiminin genel bir olay olduğu
gerçeğini yinelemeye gerek yoktur. *bor a>*bor ă>boz biçimde bir iç Türkçe ge-
lişme kesinlikle şaşırtıcı değildir. Benzer bir gelişmeyi Fransızcada, pek çok Semitik
dilde vb. buluyoruz. Deyim yerindeyse, evrensel art zamanlı yasalar/eğilimler vardır;
söz sonundaki vurgusuz ünlülerin yitimi de bunlardan biridir; her zaman ve her yerde
görülebilir.
2. İkinci nokta benim için çok daha önemlidir: Bu benim (duygusallığımı bağışla-
yın) yüreğimle ilgilidir. 144. sayfada Tekin şu açıklamayı yapıyor: “Doerfer, Ramstedt,
Poppe ve diğer bilim adamları tarafından önerilmiş olan bütün denklikleri çürütmeye
çalıştı.” Ve 148. sayfada Tekin, örneğin Tü. *kȫk “mavi”=Mo. köke gibi denkliklerle
ilgili olarak benim bütün bu etimolojileri ʻimkansızʼ veya ʻşüpheliʼ gördüğüm açıkla-
masını yapıyor. (Mo. sira=Ana Tü. *s arag ile ilgili olarak krş. TDAY-B 1975/6, 22-4)
243 Gerhard Doerfer

Açıklamak istiyorum: Ben Ramstedt ve Poppe tarafından bulunmuş bütün ses ya-
saları ve pek çok etimolojinin (büyük çoğunlukla) doğru olduğunu düşünüyorum (Te-
kin’in söylediği gibi değil). Ben bu büyük araştırmacılara minnettarım, onların başa-
rıları olmasaydı hiçbirimiz çalışamazdık. Onlarla karşılaştırılınca hepimiz cüce sayıla-
biliriz. Fakat -Fénelonʼun betimlemesini yineleyerek-: Biz devlerin omuzunda yükse-
len cüceleriz. Ve bu bizim için daha fazla görmek, yeni yöntemler bulmak, onların
açıklayamadıklarını açıklamak ve -aynı fikirde olmadığımız zaman söylemek için iyi
bir şanstır. Söylemek gerekirse: Benim kabul etmediğim şey eski araştırmacıların
denklikleri değil bu denkliklere ilişkin yorumlarıdır.
Benim bütün açıklamalarım bu araştırmacıların başarıları üzerine kurulmuştur;
ben onlarsız çalışamazdım. Bununla birlikte, benim karşıtımı bir yasayı dikkate almak
konusunda uyarmalıyım: Ses yasaları, soy akrabalığının kanıtlamak için gerekli bir ko-
şuldur fakat yeterli değildir. Farsça ve Arapçayı da araştırdığımız zaman ses denklik-
leri buluyoruz (örneğin Arapça q->Farsça g- fakat Arapça -q->Farsça -γ-.) Sadece
ses yasalarını ve sözcük paralelliklerini dikkate almak hiç bir şeyi kanıtlamaz (eğer
kanıtlasaydı %80 oranında Arapça ödünç sözcük içeren Farsçanın kolayca bir Semitik
diyalekt olduğu gösterilirdi). Bundan ötürü Tekinʼe benim “Conditions for proving
the genetic relationship of languages” (The Bulletin of the International Institute for
Linguistic Sciences, Kyoto 2:4.38-58) adlı makalemi okumasını öneriyorum. Konfüç-
yüsʼün söylediği gibi “İnsanlar ancak ortak bir zemine sahip olduklarında tartışabilir-
ler”; bu ortak zemin şimdiye kadar bizde eksik olan şeydir.
26

Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları


Milan Adamović1

1. ä>a Ünlü Değişimi

Çuvaşça ve diğer Türk dilleri arasındaki en önemli fark Ana Türkçe ä sesinin duru-
mudur. Türk dillerinde genellikle değişmeden korunan bu ses, Çuvaşçada a sesine
değişmiştir. Çuvaşça ä>a değişimi bütün pozisyonlarda tutarlı olarak gerçekleşmiştir.
Bununla ilgili birkaç örnek:

Genel Türkçe Çuvaşça


äläk ala
är ar “erkek”
ävlän- avlan-
kändir kantĭr
säkiz sakkĭr
säs Sasĭ
sämiz samĭr
sirke Şarka
siŋäk Şĭna

Hangi etkiyle bu özel ä>a değişiminin gerçekleştiği henüz bilinmiyor. Önemli bir
nokta ä>a değişiminin Çeremişçede de bulunmasıdır. Dağ Çeremişçesinde ä, Ova
Çeremişçesinde a bulunur. Fin-Ugoristler, ilk aşamadaki ä sesine karşılık a sesinin
daha genç bir aşamayı temsil ettiği konusunda aynı görüştedirler. Çeremişçenin her
iki diyalektine ait birkaç örnek aşağıdadır:

Dağ Çeremişçesi Ova Çeremişçesi


äwä awa “anne”
äzä aza “çocuk”
cängä çaŋa “küçük karga”
näläş nalaş “satın almak”
päşä paşa “iş”

1
“Fragen der Tschuwassischen Lautgeschichte” Central Asiatic Journal 33, 1989: 161-192.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 246

säp sap “dizgin”


wäkş wakş “değirmen”
wate “kadın, bayan”
jep jap “zaman”
kelesäş kalasaş “söylemek”
şańĭk “dirgen”2

Çeremişçedeki değişimin hem fonetik hem de ses tarihi açısından Çuvaşça ile tam
olarak örtüşmesi önemlidir. Yalnızca dil coğrafyaları farklıdır. Çuvaşça değişim dil
alanının tamamını kapsarken, Çeremişçeninki yalnız ova diyalektinde gerçekleşir.
Bundan, ses tarihi açısından önemli bir noktada Çuvaşça ve Ova Çeremişçesi arasında
bir örtüşme ortaya çıkar.
Her iki değişim kronolojik olarak yan yana bulunur, bu nedenle belki sadece her
iki dilin ödünç sözcükleri durumu aydınlatabilir. Çünkü ne Çuvaşça ne de Çeremiş-
çenin, bilinen dönemlere ait tarihi dil malzemesi mevcuttur. Özellikle, Çeremişçedeki
Çuvaşça ödünç sözcükleri incelediğimizde, ä sesinin durumunun Çeremişçedekiyle
tam bir uygunluk gösterdiğini görürüz, örneğin:

Çuvaşça Dağ Çeremişçesi Ova Çeremişçesi


*äpä äwä awa “anne”
*äkä äγä aγa “saban”
* aŋsĭr “ensiz”
* kansĭr “rahatsız”
*käskä käşkä kaşka “odun kütüğü”
* katĭk “parça”

Dağ Çeremişçesi ä sesi açıkça gösteriyor ki, Çuvaşça ödünç sözcükler Çeremiş-
çeye girdiklerinde ä>a değişimi henüz gerçekleşmemişti, aksine bu sözcükler birincil
Türkçe *ä ile alınmışlardı ve daha sonra bu ses Ova Çeremişçesinde artdamaksıllaşa-
rak a olmuştur. Çuvaşça ä>a değişimi kronolojik olarak Çeremişçeden daha eskidir.
Eğer tersi olsaydı, sadece Ova Çeremişçesinde değil Dağ Çeremişçesinde de bu ödünç
sözcüklerde de bir a sesi bulunurdu (awa, aγa, aŋsĭr...).
İki komşu dilde aynı ses değişiminin görülmesini basit bir tesadüfe indirgemek bir
metotsuzluktur. Çuvaşlar ve Çeremişler bilindiği gibi uzun bir ortak geçmişe ve etnik
bir ilişkiye sahip olduklarından, mevcut durumda bir tesadüf daha az olasıdır. Ayrıca,
Çuvaşçada çok sayıda Çeremişçe ödünç ögenin bulunduğu dikkate alınırsa Çuvaşça

2
Sovremennıy mariyskiy yazık, Yoşkar-Ola 1960, s. 23, 70. Çeremişçedeki bu değişim bazen
e ünlüsünde de görülür.
247 Milan Adamović

ä>a değişiminin, Çeremişçeden, daha doğrusu Ova Çeremişçesinden, bir etnik alt ta-
baka aracılığıyla giren ödünç ögelerin sonucunda gerçekleşmiş olması oldukça akla
yakın görünür. Ödünçleme zamanı aşağı yukarı 15.-17. yüzyıllara, yani Çuvaşça söz-
cüklerin çoğu (yaklaşık 12.-15. yüzyıllar) Çeremişçeye verildikten sonraki döneme
yerleştirilebilir. Fakat ikincil Çuvaşça a (<*ä) sesinin, o biçiminde dudaksıllaşmamış
olması gerçeği de, burada tartışılan değişimin Çuvaşçaya daha geç girdiği anlamına
gelir.

2. >ĭ Artdamaksıllaşması
Birinci bölümde görüldüğü gibi, är “erkek”, tär “ter” gibi birincil ön ünlülü sözcükler
Çuvaşçada art ünlülü olmuştu: ar, tar. Eğer sözcük iki veya daha çok heceden oluşu-
yorsa ve bunlardan birinde bulunuyorsa, sözcükte ä>a artdamaksıllaşması yanında,
>ĭ artdamaksıllaşması da görülür. Aşağıdaki seçilmiş sözcüklerde, her iki damaksıl-
laşma yanyana görülmektedir. Birinci bölümde genel Türkçe ilk biçimler, diğer üç bö-
lümde Çuvaşça biçimler yer alır:

Genel Türk. Çuvaşça


eşik *äl k *al k alĭk “kapı”
käsik *käs h *kas h kasĭ “parça”
kändir *känt r *kant r kantĭr “kendir”
säs *säs *sas sasĭ “ses”
säkiz *säkk r *sakk r sakkĭr “sekiz”
tägir- *täv r- *tav r- tavĭr- “çevirmek”
sämiz *säm r *sam r samĭr “semiz”
yäŋ *śän *śan śanĭ “yen, kol”
sirkä *ş rkä *ş rka şĭrka “bit sirkesi”
siŋäk *ş näk *ş nah şĭna “sinek”

2-3. bölümler ä>a, 3-4. bölümler >ĭ değişimini gösteriyor. Birinci değişimin ses
tarihi ile ilgili, ikincisinin ise bir benzeşme (gerileyici veya ilerleyici uzak benzeşme)
sonucu olduğunu açıklamak önemlidir. Demek ki >ĭ (veya i>ĭ) ses yasası söz konusu
değildir.
Temel olarak Çuvaşçadakiyle aynı bir birleşik >ĭ değişimi Çeremişçede de bulu-
nur. Krş. Dağ Çer. şeń k: Ova Çer. şańĭk “dirgen”, Dağ Çer. eŋs r: Ova Çer. aŋsĭr
“dar”, Dağ Çer. ket k: Ova Çer. katĭk “parça” vb. Her iki değişim kombinatoriktir ve
aralarında zorunlu bir bağlantı yoktur.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 248

3. a>o Ünlü Değişimi

Çuvaşça ses yasalarının en ilginç olanlarından biri de, diğer Türk dillerinde görülme-
yen, ilk hecedeki a sesinin tam dudaksıllaşması olayıdır. İlk hecedeki genel Türkçe a
sesinin Çuvaşça o sesine denk geldiği uzun zamandır biliniyor.

Genel Türkçe Çuvaşça


aç- oś- “açmak”
altı olttĭ “altı”
alma olma “elma”
araba orapa “araba”
arpa orpa “arpa”
baş poś “baş”
bār por “var”
kara hora “kara”
sakal sohal “sakal”
yagmur śomĭr “yağmur”

Çuvaşça a>o değişiminin nedeni konusundaki en dikkat çekici deneme, Altayis-


tiğin üstadı Ramstedt’e aittir. Ramstedt, iç Çuvaşça bir gelişme için güç açıklanabilir
bir dudaksıllaşma, yani kademeli bir a>å>o değişimi tasarlamıştır. Bu gelişmeye ek
olarak Ramstedt, Çuvaşçada, ilk hecedeki a sesinin karakterinin, birincil olarak yarı
uzun ve vurgulu olması gerektiğini belirtiyor. 3 Ramstedt’in bu varsayımı çok zayıftır.
Çuvaşça a sesinin niteliğinin, diğer Türk dillerindeki a sesinin niteliğinden farklı ol-
duğu çok zor iddia edilir. İkincisi, ilk hece vurgusu [Primabetonung], yarı uzunluk
gibi, Türk dillerine yabancı bir olaydır. Bilindiği gibi, ilk hecedeki Türkçe ünlü ya uzun
ya da kısa olur. Mevcut durumda ünlü niceliğinin önemi yoktur çünkü Çuvaşçadaki
ikincil o, eldeki verilere göre ne a ne de ā sesine gider. Son olarak, Ramstedt’in var
olduğunu öne sürdüğü *å ara aşaması inandırıcı değildir. 13.-14. yüzyılın Volga Bul-
gar mezar yazıtlarında, Bulgarcada veya Eski Çuvaşçada *å sesinin varlığını gösteren
hiçbir işaret yoktur.
Ramstedt’in bu varsayımı, eksikliklerine rağmen pek çok taraftar bulmuştur ve bu
varsayımı geliştirmeye ve desteklemeye çalışan az değildir. Böylece Itkonen, Tatarca
ve Başkurtçadaki å sesini, Eski Çuvaşçada *å sesini kabul etmek için bir neden olarak

3
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwaschischen”, JSFOu 38, Helsinki
1922-1923, § 7.
249 Milan Adamović

görüyor ve Türk dillerinde tarihsel bir dudaksıllaşmanın mümkün olduğunu göster-


mek için bir delil sayıyor. 4 Serebrennikov da Eski Çuvaşça *å sesi ile Tatarca ve Baş-
kurtça å sesini birbirine bağlıyor. Onun Ramstedt ve Itkonen’den farkı, *å sesini ger-
çek Türk dilleri için kabul etmemesi, bilinmeyen bir alt tabaka diline ait görmesidir. 5
Ancak, varsayımsal Çuvaşça *å sesinin Tatarca-Başkurtça å ile aynılığı konusunu
şüpheli bulan da çoktur. Öncelikle, her iki sesin aynı noktada boğumlanıp boğumlan-
madığı belirsizdir. Bogoroditskiy’nin tespitine göre, her şeyden önce Tatarca ünlü çok
kalın bir ạ’dır ve bundan ötürü dudaksıl işitilmektedir. Başkurtça ạ, bu dilin en yeni
gramerinde benzer biçimde tanımlanmıştır ve görünüşte dudaksıl işaretlenmiştir. 6
Tatarca-Başkurtça ạ sesinin kalınlığı ön planda olduğu halde, Çuvaşça o sesinin ka-
lınlık özelliği tespit edilmemiştir. Ayrıca her iki ünlünün sözcük içindeki pozisyonları
da aynı değildir. Tatarca-Başkurtça ạ sesi her pozisyonda bulunabildiği halde Çuvaş-
çada *a>o değişimi yalnız iki hecede görülür. Ayrıca, Tatarca-Başkurtça ạ sesinin,
Çuvaşça *å ile aynı eski aşamayı paylaştığına veya en azından uzak bir geçmişe gittik-
lerine dair kanıtlar bulunmaz. Aynı zamanda pek çok Tatar ve Başkurt diyalektinde,
özellikle Glazov, Nokrat, Kasımov kıyı diyalektlerinde, Mişer ve Doğu diyalektle-
rinde ve ayrıca Merkez diyalektlerin (Bastan, Kazan) belli ağızlarında normal bir a
sesi bulunur. Son olarak, aynı olduğu iddia edilen Tatarca-Başkurtça-Çuvaşça *å se-
sinin neden yalnız Çuvaşçada tamamen o biçiminde dudaksıllaştığı, Tatarca ve Baş-
kurtçada yarı dudaksıl olduğu da açıklanamaz.
Bazen ikincil Çuvaşça o sesinin Özbekçe o ile karşılaştırılması, Türk dillerinde bir
ünlü dudaksıllaşmasının mümkün olduğu gösterilmek ve Ramstedt’in tezine destek
sağlamak için kullanılır. 7 Fakat Çuvaşça dudaksıllaşma olayı bu karşılaştırmayla çö-
zülemez, çünkü Özbekçe o (aslında å) Tacikçenin dil etkisine götürülebilir ve ne
Volga sahasının ses süreciyle ilgilidir, ne de Türkçe dudaksıllaşması için kanıt sayıla-
bilir.
Şimdiye kadarki bilgilerimize göre, bu üç ünlü birbiriyle ilişkili olmadığı için,
Ramstedt’in aynı olduğunu sandığı Çuvaşça *å, Tatarca, Başkurtça ạ ve Özbekçe o
sesi birbirinden ayrıldığı zaman Çuvaşça *å izole bir durum olarak kalır ve açıklana-
maz. Böylece Ramstedt’in varsayımı çöker.

4
E. Itkonen, “Zur Geschichte des Vokalismus der ersten Silbe im Tscheremissischen und in
den permischen Sprachen”, FUF 31, Helsinki 1953-1954, s. 192.
5
B. Serebrennikov, “Zur Geschichte der a-Laute im Tscheremisssischen und Tschuwasc-
hischen”, UAJb 29 (1957), s. 226.
6
V. A. Bogoroditskiy, Vvedeniye v tyursko-tatarskoye yazıkoznaniye, Çast 1, Kazan’ 1922, s.
45; Grammatika sovremennogo başkirskogo literaturnogo yazıka, Moskva 1981, s. 41.
7
V. G. Yegorov, Sovremennıy çuvaşskiy yazık, Çeboksarı 1971, s. 58.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 250

Bu tezin bir diğer zayıflığı da Çuvaşça a>o değişiminin Fin-Ugor dilleriyle bağ-
lantısını yok saymaktır. Ramstedt, Çeremişçede de a>o değişimi görüldüğüne, bunun
Çuvaşça ile mükemmel bir denklik gösterdiğine, yalnız bu durumun bütün dil saha-
sında değil, yalnız Ova Çeremişçesinde görüldüğüne hiçbir şekilde değinmiyor. Ova
ve Dağ Çeremişçesine ait sözcükler karşılaştırıldığında durum açıkça görülür.

Dağ Çeremişçesi Ova Çeremişçesi


kaçkaş koçkaş “yemek”
cama çoma “tay”
cat çot “güçlü”
amĭt omĭta “hamut”
xaŋga oŋga “kalas”
waj woj “kök”
wal wol “tekne”
naçkĭ noçko “çiğ”
kaγĭl’ koγĭlo “mutfak”
kal’a kol’a “fare”
alaŋγĭ olaŋγe “sert”
pad pod “kazan”
paç poç “siyah”

a>o dudaksıllaşması pek çok Fin-Ugor dilinde kanıtlanabildiği için (Krş. B. Col-
linder, Comp. Gram. §§280, 286, 295, 297, 299, 313), Çeremişçedeki değişimin gerçek
karakterinden neredeyse şüphe edilemez. Fin-Ugoristlerin çoğu genellikle Çeremişçe
değişimin *å ara basamağından (ayrıca a>å>o) geçtiğinden hareket ederler. Mevcut
durumda ara aşama ikincil bir rol oynadığı için burada üzerinde durmamıza gerek
yoktur.
Bizim sorunumuzda öncelikli olan konu Çeremişçe ve Çuvaşça değişimin krono-
lojik açıdan ne kadar aynı olduğudur. Bilindiği gibi, tarihsel dil verileri eksik olduğu
için ödünç sözcükler kronoloji hakkında bilgi verebilir. Neyse ki 60 kadarı mevcut du-
rumla ilgili olan Çeremişçedeki Çuvaşça ödünç sözcükler kronolojik açıdan aydınla-
tıcı durumdadır. Burada bu tip sözcüklerden bir seçki verilmiştir.

Çuvaşça Dağ Çeremişçesi Ova Çeremişçesi


*karak karak korak “karga”
*ajar ajar ojar “bulutsuz”
*hala ala ola “şehir”
*paśna Pasna pośńa “dışında”
251 Milan Adamović

*śap- Savaş śobaş “şamar”


*śalĭm salĭm solĭm “alev”
*habar- Awaraş obaraş “göndermek”
*ajĭr- Ajraş ojraş “ayırmak”
*xal Xal ol “kaş”
*ala Ala ola “alaca”
*halĭn alnĭ olĭn “kalın”
*hamĭş amĭj omĭj “kamış”
*arĭh Arĭ or “ayık”
*araba arawa oraba “araba”

Dağ Çeremişçesi bölümünde, ilk hecedeki a sesi, Çuvaşça ödünç sözcüklerin Çe-
remişçeye girdikleri sırada a>o değişiminin henüz gerçekleşmediğini gösteriyor.
Başka bir deyişle, ilk bölümde gösterildiği gibi, Çuvaşça sözcükler ödünç verildikleri
sırada henüz a aşamasında idiler. a>o olayı gerçekleşmeyen Dağ Çeremişçesinde Çu-
vaşça *a değişmeden kalmış, buna karşılık Ova Çeremişçesinde *a>o olmuştur.
Başlangıçta belirlendiği gibi, Çuvaşçadaki değişim Türk dil tipiyle açıklanamaz.
Bu değişim Çeremişçedekinden daha gençtir, çünkü Çuvaşçadaki Çeremişçe alt taba-
kadan Çuvaşçaya ödünçlendiği ve etkisinin daha sonra da devam ettiği açıktır. Bunun
ödünçlenişi Bulgar yazıtları döneminden, Çuvaşların bugünkü yurtlarına gelmelerin-
den, ödünç sözcüklerin büyük bir kısmı Çeremişçeye girdikten sonra gerçekleşti ve
aklaşık 14.-16. yüzyıllarda sona erdi. Daha erken bir zamanın söz konusu olması tarihi
nedenlerle güçtür. a>o değişimi, Çuvaşçadaki Tatarca ödünç sözcüklerin de bir bö-
lümünde meydana gelmiştir, krş. oyĭr- “ayırmak” (<ayır-); ulaça “alaca” (<alaça);
uldaw “aldatma” (<aldaw), horçĭka “doğan” (<karcıga). çok erken bir ödünçleme
zamanını devre dışı bırakır8, fakat ödünç sözcükler, Çeremişçe değişimin, Çuvaşçayı
a>å>o gelişmesinin bütün aşamalarıyla mı yoksa sadece å>o orta aşamasıyla mı et-
kilediği hakkında bilgi vermiyor. Fakat bu soru Çuvaşça için, Çeremişçe için önemli
olduğu kadar önemli değildir çünkü Çeremişçe ses yasalarının ödünçlenmesi Çuvaş-
çada orta aşamayı kabul etmeden de açıklanabilir.
Çeremişçe a>o ses yasası Çuvaşçaya girdikten ve etkisi tamamlandıktan sonra
Çuvaşçada birincil ve ikincil olmak üzere iki o sesi ortaya çıktı. Her ikisinin başlan-
gıçta fonetik açıdan ilişkili olup olmadıklarını anlamak, ortaya çıktıkları çağa ait veri-
nin az oluşundan ötürü çok güçtür.

8
Çeremişçe değişimin eskiliği, Çuvaşça sözcüklerin tamamının, Tatarca sözcüklerinse sa-
dece bir bölümünün bu değişimi göstermesinden anlaşılabilir. İkinci durum, değişimin
aşağı yukarı 16. yüzyıla kadar gerçekleştiğini gösteriyor.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 252

4. o>u Ünlü Değişimi

Çuvaşçanın diğer ses yasalarının genelde bütün dil sahasına yayılmalarından farklı
olarak bu ses yasası yalnız Aşağı Çuvaş diyalektinde oluşmuştur. Bu özellik, aşağı Çu-
vaş diyalektini Yukarı Çuvaş diyalektinden ayıran önemli bir farklılıktır. Buna karşı-
lık, eski o aşaması Yukarı Çuvaşçada korunmuştur. Her iki diyalekt arasındaki ilişki
aşağıdaki karşılaştırmada açıkça görülmektedir.

Yukarı Çuvaşça Aşağı Çuvaşça


sokkĭr sukkĭr “kör”
śol śul “yol”
hoş- huş- “eklemek”
oram uram “cadde”
hora hura “siyah”
okśa ukśa “akçe”
olma ulma “elma”
por ulma “elma”
orapa pur “var”
poś urapa “araba”
sohal puś “baş”
Sohal suhal “sakal”
Śomĭr śumĭr “yağmur”
hot hut “katı”

Bu diyalektal ünlü değişimi yalnız ilk hecede bulunur ve Çuvaşçada hem birincil
hem ikincil (§ 3) o sesinde görülür. İkincil o sesinin, 14.-16. yüzyıllarda *a sesinden
gelişip (§ 3), daha sonraki bir zamanda u sesine değişmiş olması gerekir. Bu değişimin
bütün dil sahasında değil, yalnız bir diyalektte mevcut olması da sonraki bir gelişme
olduğunu ortaya koyar.
Bu o>u Çuvaşça ses yasasının Tatarcadakiyle aynı olduğu önce Matveyev tarafın-
dan ortaya konulmuştu. Ona göre Çuvaşça ses yasası Tatarcadan alınmıştır. 9 Bu, esas
itibariyle doğru bir açıklamadır. Fakat daha sonra belirlenmiştir ki, Tatarca değişim
de bir iç gelişme değil, Votyakçadan alınmadır.10 Bu değişme eğilimi en geç 15. yüz-

9
T. M. Matveyev, Kratkiy obzor çuvaşskih diyalektov. Materialı po çuvaşskoy diyalektologiy,
1. Çeboksarı 1960, s. 38.
10
M. Adamovic, “Das Tatarische des 18. Jahrhunderts, JSFOu 77(1981), s. 96-99.
253 Milan Adamović

yılda Votyakçadan Tatarcaya; yaklaşık bir yüzyıl sonra da Tatarcadan Aşağı Çuvaş-
çaya geçmiştir. Sınırları aşan ses yasaları Volga sahasında seyrek değildir. Bu durum,
bu dilleri konuşan halkların birbirine karışmasıyla açıklanabilir.

5. u>ɵ>ĭ Ünlü Gelişmesi

Azımsanamayacak sayıda Çuvaşça sözcükte, Türkçe *u yerine, bugün kısa bir ɵ veya
ĭ ünlüsü buluyoruz. Bu ɵ sesi, u’nun bir varyantı olarak görülebilir. Bu varyant, normal
u ile karşılaştırılınca, kararsız ve zayıf boğumlanma sonucunda biraz daha öne kaymış,
biraz daha açık ve daha az yuvarlaktır. ĭ sesi ise ɵ sesinin dudaksıl olmayan karşılığıdır
ve kısa, şekillenmemiş, yarı açık, öne doğru kaymış, arka ünlü olarak tanımlanabilir.
Aşağıdaki listede görüldüğü gibi, dil coğrafyasına bağlı olarak ɵ sesi ĭ’ya değişmiştir.
Yukarı Çuvaş diyalekti ɵ, Aşağı Çuvaş diyalekti ĭ gösterir.

Genel Türkçe Yukarı Çuvaşça Aşağı Çuvaşça


buz pɵr pĭr “buz”
buzaw pɵru pĭru “buzağı”
kunduz hɵntɵr hĭntĭr “kunduz”
Kula hɵla hĭla “nadas”
Kurum hɵrɵm hĭrĭm “is”
tur- tɵr- tĭr- “durmak”
yulduz śɵltɵr śĭltĭr “yıldız”
uruw wɵrɵ vĭrĭ “boy, kabile”
us ɵs ĭs “akıl”
usta ɵsta ĭsta “usta”
yut- śɵt- śĭt- “yutmak”

u>ɵ>ĭ ünlü gelişmesi, her hecede ve vurgudan veya diğer kombinatorik etkenler-
den bağımsız olarak görülür. Mevcut durumda ɵ sesi düz ĭ sesine karşılık eski bir
aşamayı temsil ettiği için, çıkış noktasının dudaksıl bir *u sesi olduğundan şüphe yok-
tur. Bundan, Türkçe *u sesinin bütün Çuvaş sahasında önce ɵ sesine kısaldığını, daha
sonra Aşağı Çuvaşçadaki bölgesel düzleşme sırasında ayrıca ĭ sesine değiştiği sonu-
cuna kolayca varabiliriz.
Bu değişim çift yönlü problematiktir. Bir taraftan Türkçe *u sesinin indirgenmesi
genelde Türk dillerine yabancı bir olaydır, diğer taraftan, bu ünlüden türemiş olan ɵ
ve ĭ sesleri Türk dil tipine yabancıdır. Birincisi Tatarca ve Başkurtçada da bulunur
fakat orada da Türk dil tipiyle güç açıklanabilir.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 254

u>ɵ>ĭ ses değişiminin nedenini aramak için dolambaçlı yollar gerekemez, aynı
ses değişmesi Çeremişçe u sesinde de görülür. Bugünkü Çeremiş diyalektlerinde, Çu-
vaşçada olduğu gibi üç ses aşaması aynı biçimde yer alır:

kum kɵm kĭm “üç”


kùdĭ kɵd kĭdĭ “kim”
kutkĭ kɵtk kĭtkĭ “karınca”
kùmĭk kɵmŭk kĭmĭk “ters, aksi”
kujam kɵjam kĭjam- “işemek”
lum lɵm lĭm “kar”
muşkam mɵşkam mĭşkam “yıkamak”
mùnĭ mɵn mĭnĭ “yumurta”
pun pɵn pĭn “saç”
puram pɵram pĭram- “ısırmak”
puç pɵç pĭç “bot”
şulà şɵlà şĭla “erime”
tul tɵl tĭl “ateş”
urja ɵrjà rja “çavdar”
uşkal ɵşkal şkal “inek”

u aşaması hem yazı diliyle hem de Morkin-Sernur, Kil’mez’, Malmıj, Sverdlovsk


(Kungur) ve Ufa gibi ağızlarla temsil edilir. Voljsk, Joşkar-Ola, Sardajal-Arbor gibi
kuzeybatı ağızlarıyla, Ova Çeremişçesinin birkaç ağzında ɵ aşaması korunmuştur.
Güneybatı ağızları için (Dağ Çeremişçesinin K ağzı) ĭ aşaması karakteristiktir.
Fin-Ugoristlere göre bugünkü durum iki aşamalı bir gelişmenin sonucudur. İlk aşa-
mada, İlk Çeremişçe u sesi, geniş bir dil sahasında ɵ’ya indirgenmiş, ikinci aşamada
belli diyalektlerde (bkz. yukarı) düzleşerek ĭ olmuştur.11 Ses tarihi açısından Çuvaşça
u>ɵ>ĭ ünlü değişimi ile çok büyük ölçüde uyumludur.
Her iki ünlü değişimi arasında fonetik ve ses tarihi açısından tam bir uyum olmakla
birlikte dil coğrafyaları kısmen uyumludur. Gelişmenin sadece ilk u>ɵ aşamasında
bütün sahada tam bir uygunluk vardır, her dilde gerçekleşmiştir. Fakat ikinci ɵ>ĭ aşa-
masında her iki değişim coğrafik açıdan ilişkili değildir, çünkü Çuvaşçanın (Aşağı
Çuvaşça) ve Çeremişçenin (Dağ Çeremişçesinin K-Ağzı) diyalektlerinde rastlanır ve

11
E. Itkonen, Zur Geschichte des Vokalismus…200-203; L. P. Gruzov, O redutsirovannıh
glasnıh mariyskogo yazıka ih istorii. Voprosı finno-ugorskogo yazıkoznaniya, 2, Moskva-
Leningrad 1964, s. 15-26; Ders., Fonetika diyalektov mariyskogo yazıka, Yoşkar-Ola 1964,
s. 35-41.
255 Milan Adamović

ortak bir sınır yoktur. Bu durumda kabul etmek gerekir ki Çeremişçe ve Çuvaşça ara-
sındaki alış veriş u>ɵ aşamasında meydana gelmiştir. Çeremişçe değişimin Çuvaşça-
daki etkisi çok büyük olmuş ve bütün Türkçe u sesleri, ilk hecede, bütün Çuvaş dil
sahasında ɵ’ya değişmiştir. Bu indirgenme tamamlandıktan sonra ɵ sesi Aşağı Çuvaş-
çada bağımsız bir süreçle ĭ sesine dönmüştür. Bu bağımsızlıktan ihtiyatla söz etmek
gerekir, çünkü Mordwince u>ĭ ses yasasının rolü henüz açıklanamamıştır.12
Ayrıntılı incelendiğinde, Çuvaşça ve Çeremişçe arasında büyük bir uyum olduğu
görülür. Itkonen’in tespit ettiği gibi, Çeremişçe u>ѳ ünlü indirgenmesi dağınık olarak
İlk Çeremişçe o sesinde de görülür ve bu ses ѳ’ya değişir. Benzer bir duruma Çuvaş-
çada da rastlanır ve indirgenme dağınık olarak Türkçe *o sesini de etkiler:
Genel Tü. toprak>Çuv. tѳpra>tĭpra
Genel Tü. tokuz > Çuv. tѳhhur>tĭhhĭr
Hatta, a sesinden türemiş olan ikincil o sesi de aynı ilişkiye maruz kalabilir: (Krş.
§3)
Genel Tü. avuz “balmumu”>Çuv. *ovuz> *ѳvѳs>ĭvĭs
Tat. aygır>Çuv. *oyĭr>ѳyĭr>ĭyĭr
Genel Tü. tag “dağ”>Çuv. *tov>tѳv>tĭv
Genel Tü. aŋ “şuur, akıl”>Çuv. *on>*ѳn>ĭn ay.
Çuvaşçada u>ѳ indirgenmesinin kronolojisi az araştırılmıştır. Doğru bir çıkış nok-
tası şudur: Bu indirgenme olayı yalnız birincil u sesi için geçerlidir, ikincil u, bu olay-
dan etkilenmemiştir. Çuvaşçanın ikincil u sesi ilk olarak 16. yüzyıl sıralarında ortaya
çıktığına göre (bk. s. 172), söz konusu indirgenmenin iki yüzyıl kadar eski, yani
14.-15. yüzyıl sıralarında olması gerekir.

6. ü>ӫ> Ünlü Gelişmesi

Bu değişim iki aşamalıdır. İlk aşamada Genel Türkçe ü sesi ӫ’ye değişmiş, ikinci aşa-
mada ӫ dudaksıllığını yitirerek olmuştur. Modern Çuvaşçada hem ӫ hem de aşama-
sına rastlanır. ӫ Yukarı Çuvaşçada, Aşağı Çuvaşçada varlığını sürdürmektedir. Bu-
rada her iki diyalektten karşılaştırmalı örnekler verilmiştir:

Genel Türkçe Yukarı Çuvaşça Aşağı Çuvaşça


kümüş kӫmӫl “gümüş”
küz kӫr “güz”
kül kӫl “kül”
yüz śӫr “100”

12
Mordvince için bk. H. Paasonen, Mordwinische Lautlehre, MSFOu 22 (1903), s. 97; D. V.
Bubrich, İstoriçeskaya grammatika erzyanskogo yazıka, Saransk 1953, s. 166, 171-172;
Grammatika mordovskih yazıkov, 1. Saransk 1962, s. 2, 30, 33-34.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 256

küreş- kӫreş- - “güreşmek”


kükürt kӫkӫrt “kükürt”
tüş tӫlӫk “rüya”
ümüt ӫmӫt “ümit”
ülker ӫlker “ülker”
ürk- ӫrӫh- - “ürkmek”

Yukarı Çuvaşça ӫ sesi, kısa, gevşek ve açık bir öndamaksıl ünlüdür ve boğumlanma
yeri ü ile karşılaştırıldığında biraz daha arkaya kaymıştır. Dudaksıllık özelliği de ü’den
daha azdır ve açıklık derecesi biraz daha fazladır.
Aşağı Çuvaşça sesi, ӫ sesinin dudaksıl olmayan karşılığıdır. Kısa, gevşek, yarı açık,
öndamaksıl bir ünlüdür ve boğumlanma yeri biraz daha arkaya kaymıştır.
Ünlü indirgenmesi Türk dillerinde esas olarak bilinmez. Ne ü>ӫ> değişimi, ne
de ӫ ve sesbirimleri, Volga sahası dışındaki Türk dillerinde görülmez. Buna karşılık,
Fin-Ugor dillerinde çok farklı durumlar hüküm sürer. ӫ> tipi seslerin de dahil ol-
duğu indirgenmiş ünlüler çok görüldüğü gibi, tam ünlülerden indirgenmiş ünlülere
geçiş de az değildir. Bunun anlamı şudur: Çeremişçe ü>ӫ> değişimi, Çuvaşçada yu-
karıda söz edilen değişim ile her açıdan tam bir uygunluk içindedir. Çeremişçe ünlü-
lerin Itkonen tarafından çizilmiş tarihine göre, birincil Çeremişçe ü sesi, çok büyük
bir dil sahasında ӫ sesine indirgenmiş ve sonra birkaç diyalektte biçiminde düzleş-
miştir.13 Çeremişçedeki bu iki veya üç gelişme aşamasının art zamanlı durumu şöyle
gösterilebilir:

pündje pӫndzӫ “çam”


rüwüj rӫbӫj “tilki”
tür tӫr “kenar”
wür wӫr “kan”
wüt wӫt “su”
lüm lӫm “ad”
küç kӫç “çivi”
üdĭr ӫdӫr “kız”
şüwel şӫwӫl “tükürük”
şüşkam şӫşkam “tıkaç”
tüŋ tӫŋ “başlangıç”
wülnö wӫlnö “üzerinde”
şӫrtö “iplik”

13
Itkonen, age., 242-243, 245, 255-256, 259; L. P. Gruzov, Fonetika dialektov …, 41-45, 53-
58, 78-81.
257 Milan Adamović

küças kӫcaş “rica etmek”

Görünüşe bakılırsa, birincil ü sesi modern Çeremişçede varlığını sürdürmemektedir.


Çeremişçenin doğu ağızları (Morkin-Sernur, Sverdlovsk (Kungur), Ufa, Malmıj,
Kil’mez’, Voljsk) ve yazı dilinde görülen pündje, rüvüj, tür, wür vb. biçimler araştır-
macıların çoğuna göre ikincildir ve ӫ sesinin ü’ye gelişmesiyle açıklanabilirler. aşa-
masının güneybatı ağızlarında (Dağ Çeremişçesinin K ağzı) yaşamasına karşılık ӫ aşa-
ması, Yoşkar-Ola ve Sardayal-Arbor gibi kuzeybatı ağızlarında varlığını sürdürür.
Çuvaşların etnik olarak Çeremişlerle karıştığı göz önüne alınınca ve indirgenmiş
ünlülerin esas olarak Türk dillerinde bulunmadığı düşünülünce sonuca ulaşmak artık
çok kolaydır. Çuvaşça ü>ӫ> ses yasasını aynı şekilde Çeremişçede de bulunan deği-
şim tetiklemiştir. İki fonolojik sistem arasındaki alışverişin görece eski, aşağı yukarı
14.-15.yüzyıllar arasında, yani Çuvaş ve Çeremiş halkları arasındaki ilişkinin en yoğun
olduğu ve Çeremişçe değişimin ilk aşaması olan ü>ӫ değişiminin bütün Çeremiş dil
sahasına yayıldığı zamanda gerçekleşmiş olması gerekir. İkinci aşama olan ӫ> deği-
şimine gelince, bu açıdan Çeremişçenin etkisi kanıtlanabilir durumda değildir, çünkü
Çeremişçe ӫ> değşiminin coğrafyasıyla Çuvaşça ӫ> değişiminin coğrafyası birbi-
riyle uyumlu değildir.

7. Ünlüden sonra g

Arap tarihçi İbn Faḍlān 922’de yazdığı seyahatnamesinde şunu anlatıyor: Bulgar
kralı, Arap elçilik üyeleri için bir yemek veriyor ve yemeğin sonunda Bulgarların SĞW
dedikleri bir içki sofraya geliyor. 14 İbn Faḍlān, bu özel sözcüğü, hiç zahmetsizce Batı
Türkçesi süçüw “1. tatlı; 2. şarap” olarak çeviriyor ki bu sözcük Eski Türkçe süçig sö-
cüğüne gider. Yani İbn Faḍlān’ın seyahati sırasında g>w ses değişiminin gerçekleştiği
açıktır. Buradan açıkça anlaşılıyor ki eski Bulgarların dili Çuvaş dili ile aynı temele
dayanıyordu ve temel ses işaretleri açısından Batı Türkçesi ile bağlantılıydı. İbn
Faḍlān’ın kanıtı, yalnız dil coğrafyası açısından değil, dil tarihi açısından da çok an-
lamlıdır. Bu durum açıkça gösteriyor ki Bulgarların dili Eski Türkçeye, hatta Ana
Türkçeye bile gitmez, Batı Türkçesinin özel bir biçimidir.
İbn Faḍlān’ın örneği, diğer kaynaklarda da tam bir uyum içinde olması açısından
da çok önemlidir. 13.-14. yüzyılın Bulgar mezar yazıtlarında, Türkçe ogul “oğul” için
görülen ʼWL ve Türkçe boldugı “olduğu” için görülen BLTWI biçimleri, İbn
Faḍlān’ın belirttiği g>w değişiminin Bulgarcada çok eski bir tarihte meydana geldi-
ğini gösteriyor.

14
İbn Fađlān’s Reisebericht. Almancaya A. Z. V. Togan tarafından çevrildi. Abhandlungen
für die Kunde des Morgenlandes. Band. 34(3), Leipzig 1939, s. 44.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 258

Eski Türkçe g (ve ġ) sesinin durumu, Çuvaşçada esas itibariyle Bulgarcada olduğu
gibidir. 18. yüzyıl sıralarında Çuvaşçadan yapılan dil kayıtlarında, tûw “dağ” (<tag)
tipindeki sözcüklerde ikincil bir w görülür15 ve bu sözcükler modern Çuvaşçada v se-
sine denk gelir. Krş. Çuvaşça yıvĭr “zor” (<agır), ıvĭl “oğul” (<ogul), yıvĭs “ağaç”
(<agaç); p ve “baraj, set” (<böge), tĭv “dağ” (<tag), tĭv- (diyal.) “yaratmak”
(<tog- “doğmak”) vb.
Önceki açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki Çuvaşça ve Bulgarca arasında, Ana
Türkçenin ünlü sonrası pozisyonundaki g sesinin durumu açısından bir süreklilik var-
dır. Her iki dil bu açıdan, Batı Türkçesi için tipik olan ikincil bir durum gösterir. Bu
bilgiler ışığında, Çuvaşçanın (veya Bulgarcanın) Ural karakterli olduğu teorisinin
ayakta kalması çok güçtür.

8. İkincil l

Birincil l yanında, Çuvaşçada, diğer Türk dillerindeki ş sesine denk gelen bir ikincil l
sesi vardır, örneğin:

Genel Türkçe Çuvaşça


altmış otmĭl “altmış”
äşik alĭk “kapı”
beş “beş”
eşit- ilt- “işitmek”
kümüş “gümüş”
kış “kış”
kuyaş “güneş”
taş tul “dış”
tüş “düş”
yetmiş “yetmiş”
yumuş śĭmĭl “iş”

Bu denkliklerden şu sonuç çıkar: Çuvaşçada eski devirde bir ş>l değişmesi mey-
dana gelmiştir ve bu değişim diğer Türk dillerinde bulunmaz. Çuvaşçanın bağlantılı
olduğu veya ilişki kurduğu diller arasında sadece Fin-Ugor dillerinde ikincil bir l sesi
görüldüğü için Çuvaşçanın ikincil l sesi buna çok paralel duruyor. Sadece Ugor (Ost-
yak, Vogul, Macar) dillerinde değil, Çuvaşçaya komşu olan Perm (Votyak, Züryen,
Perm) dillerinde de ikincil bir l vardır ve Fin-Ugoristler bu sesin ilk aşaması hakkında
farklı görüşler öne sürerler. Bazıları ikincil l sesini *δ sesine götürürler ve söz konusu

15
Örneğin, Sammlung Russischer Geschichte, Band 3. SPb 1758, s. 384.
259 Milan Adamović

dillerde bir *δ>l değişimi var sayarlar.16 Diğer varsayıma göre, Fin-Ugor dillerinde iç
seste görülen ötümlü ünsüz genellikle ikincildir ve kendisine denk gelen ötümsüz bir
ünsüze geri götürülebilir.17 Bu düşünceyi izlersek, ikincil l’yi bir *ϑ sesinden getirme-
miz ve Perm ve Ugor dillerinde bir *ϑ >l değişimi kabul etmemiz gerekir.
Biz ikinci varsayımdan yola çıkıyoruz ve Perm ve Ugor dillerinde bir *ϑ>l değişimi
kabul ediyoruz. Bu durumda Bulgarca-Çuvaşça “Lambdazismus” sorununun çözümü
de çok umutsuz görünmüyor. Bilindiği gibi 1236 yılındaki Moğol istilasına kadar, Bul-
garlar aşağı Kama’da, Votyaklarla ve belki de Ugor halklarıyla sıkı bir ilişki içindey-
diler. İbn Faḍlān 922’de Bulgarlar arasındayken Bulgarcanın birincil ş sesi henüz ko-
runuyordu çünkü seyahatnamede, Bulgar hanlarından birinin adı ’LMŞ olarak tespit
edilmiştir. Buna karşılık 13.-14. yüzyılın mezar taşlarında ikincil bir l sesi görünür. Krş.
byel “beş” <Genel Tü. beş. Yani Bulgarca-Çuvaşça “Lambdazismus” olayı 10.-13.
yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Bu üç yüzyıl içinde Bulgar-Votyak ilişkisi çok yoğun ol-
duğu için, Bulgarca ş sesinin Perm dillerindeki *ϑ>l değişiminin çekimine kapılmış
olması akla uygundur.
Türkoloji literatüründe sık sık Çuvaşça ş>l değişiminin tutarsız gerçekleşmeleri
gösterilir. Yakın zamanlarda A. Nauta, l beklenen yerde ś görülen 13 durum belirle-
miştir: k sen- “kişnemek”, śemśe “yumuşak”, śiś- “şimşek çakmak”, xıś- “kaşımak”, ś
“iş”, piś- “pişmek”, puś “kafa”, şıś- “şişmek”, śim s “yemiş”, śıpĭś- “yapışmak”, hir ś
“karşı”, hir ś- “güreşmek” ve işteşlik eki -ş.18 Nauta’nın makalesinde görüldüğü gibi,
bu sapmalar araştırmaların bugünkü durumuyla kusursuz açıklanamaz. ś’li sözcükleri,
basitçe, ş>l değişiminin bitmesinden sonra Tatarcadan Çuvaşçaya geçmiş ödünç söz-
cükler olarak kabul edebiliriz. Bu kabulün bazı yararları varsa da diğer etkenleri za-
manından önce göz ardı etmemek gerekir. ş>l değişiminin ana dilde tutarlı olup ol-
madığı ve Çuvaşçadaki nüfuzunun tüm dil sahasına yayılıp yayılmadığı bilinmemek-
tedir. Sonuç olarak alt katmandan kaynaklanan ses kuralı belli bir zaman sonra üst
katmanda etkisini yitirir.

9. yor “kar” Sözcüğü ve Akrabaları

Aşmarin, Çuvaşça gramerinde, Çuvaşça yur “kar” sözcüğünün Genel Türkçe kar ile
aynı olduğunu ve söz başında bir k>y değişimi olduğunu belirtiyor. 19 Bundan 30 yıl

16
B. Collinder, Comparative Grammar of the Uralic Languages, Stockholm 1960, §§ 173-
178.
17
Krş. D. V. Bubrich, Istoriçeskaya grammatika erzyanskogo yazıka, Saransk 1955, s. 25; L.
P. Gruzov, Fonetika diyalektov… s. 197.
18
A. H. Nauta, “Lambdazismus im Tschuwaschischen”, Kungl. Vitterhets Historie och An-
tikvitets Akademiens Konferenser, 12 (Stockholm 1985), s. 123-144, özellikle 126.
19
N. İ. Aşmarin, Materialı dlya izsledovaniya çuvaşskogo yazıka, 1. Kazan’ 1893, s. 83-84.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 260

sonra Ramstedt, yor tipi sözcükleri ele alıyor ve Aşmarin’in konuyla ilgili görüşünü
onaylıyor. Ramstedt’e göre Türkçe k sesi bütün Çuvaş dil sahasında önce ḫ sesine sı-
zıcılaşmış, sonra da önünde bir sesi türemiştir: ḫ . Son aşamada, çok uzak olmayan
bir zamanda, bu ḫ ses birleşiği basitçe y olmuştur.20
Her iki bilim adamının da sözünü ettiği değişim, çok az sayıda sözcükte gerçekleş-
miştir, yani:

Genel Türkçe Çuvaşça


kar yor “kar”
kan yon “kan”
kal- yol- “kalmak”
kıgır- yıhĭr- “çağırmak”
kīn “kılıç kını”
kıpqın yĭpkĭn “koyu”
kanat *yonat “kanat”

Ramstedt’in kabul ettiği k>ḫ sızıcılaşması şüphe götürmez. Buna karşılık, inorga-
nik yarı ünlüsünün kabulü inandırıcı değildir. Çünkü ne Türkçe için ne de Çuvaşça-
nın komşusu olan Fin-Ugor dilleri için inorganik fonem tipiktir. Ayrıca Türk dille-
rinde söz başında ünsüz çiftinin varlığı doğal değildir.
Bilim adamının gözden kaçırdığı bir şey vardır: Genel Türkçe k sesinin gelişimi
Çuvaşçada her zaman ḫ aşamasında bulunmaz, bazen h ve hatta aşaması da görülür,
krş.
Genel Tü. kaysıda “nerede”>Çuv. kĭśta> ḫĭśta>ĭśta
Genel Tü. kaysıdan “nereden”>Çuv. kĭśtan> ḫĭśtan>ĭśtan
Tat. kançık “köpek”>Çuv. ançĭk
Genel Tü. kav “ateş”>Çuv. ĭvĭ
Yani k sesinin ḫ sesine sızıcılaşması bir ses yasasıdır fakat k yitimi dağınık bir ses
olayıdır. Ramstedt’in gözden kaçırdığı diğer bir Çuvaşça fonetik özellik de ünlüyle
başlayan birçok sözcüğün y- protezi almasıdır, krş.

Genel Türkçe Çuvaşça


agır yıvĭr “ağır”
ak- yoh- “akmak”
agaç yıvĭś “ağaç”
ās yos “kakım”

20
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwaschischen”, JSFOu 38 (Helsinki
1922-1923), § 27.
261 Milan Adamović

āt yat “ad”
ız- yar- “göndermek”
āçı- yüś- “acımak”
āçı “acı”

y- protezi ile başlayan bir sözcüğe rastladığımızda orada söz başı k sesi düşmüş
demektir, bir k>y değişiminin ortaya çıkmış olması uygun görünmüyor. Başka bir söy-
leyişle, Genel Türkçe kar sözcüğü örnek alındığında Çuvaşçada iki aşamalı bir ge-
lişme olduğu ortaya çıkar. Bu gelişmenin birinci aşamasında kar biçimi *ḫor veya *hor
üzerinden *or olmuş, daha sonra ikinci aşamada, düşen sesin yerini doldurmak için
y- protezi eklenmiştir: *or>yor. Bı tip diğer sözcükler için de aynı gelişme kabul edi-
lebilir.
y- protezinin eskiliği tam belirlenememiştir. Ancak śonat<*yonat<kanat gibi az
sayıda istisnayı hesaba katmazsak, y>ś değişimi gerçekleşmediği için bu olayın çok
eski olmaması gerekir.

10. s>ş Değişimi

Bir dizi Çuvaşça sözcükte, birincil Türkçe s sesi ş olmuştur. Bilinen hiçbir kurala bağlı
olmayan bu değişim, aşağıdaki örneklerde görüldüğü gibi hem iç hem ön seste ger-
çekleşmiştir.

Genel Türkçe Çuvaşça


sora- şıra- “sormak”
sızgır- şĭhĭr- “ıslık çalmak”
sil- şĭl- “silmek”
süpürge şĭpĭr “süpürge”
siŋir şĭnĭr “sinir”
suw şu, şıv “su”
sirke şĭrka “sirke”
sarıg şurĭ “beyaz”
siŋek şĭna “sinek”
ısıg ĭşĭ “sıcak”
sasıg şĭrşĭ “kötü koku”

s>ş değişiminin Çuvaşçada eski, hatta ana dile ait bir görünüş olması gerekir. Bul-
gar mezar yazıtlarının kısa tıpkıbasımları yayımlandıktan sonra, ikincil ş sesinin çok
eski olduğu konusu şüpheli görünmüştür. Çeremşan ırmağının adının 1307 yılına ait
bir yazıtta ĞRMSN biçiminde tespit edilmesi açıkça gösteriyor ki s>ş değişimi 14.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 262

yüzyılın başında henüz ortaya çıkmamıştı. Yine bu yazıtlarda görülen ve bugünkü şıv
“su” sözcüğüne denk gelen SW (suw okunuyor) adı da bu kabulü doğruluyor. 21 Anla-
şılıyor ki s>ş değişimi, Çuvaşlar bugünkü ülkelerine geldikten sonra ortaya çıkmıştır.
Yukarı Çuvaş diyalektlerinin Krasnoçetaysk ve Morgauş ağızlarında yaşlı nüfusun
hala sadece su “su”; sohĭş (ayrıca şohĭş) “düşünce”; sĭnĭr (ayrıca şĭnĭr) “kiriş”; sına
(ayrıca şĭna) “sinek”; ĭsta (ayrıca ĭşta, Aşağı Çuv. ĭśta) “nerede” biçimlerini kullanma-
ları da ikincil ş sesinin çok eski olmadığını gösteriyor. 22
Çuvaşça s>ş değişiminin çok eski olmadığı tespit edildikten sonra, bu değişimin
Çeremişçe asıllı olması çok muhtemeldir. Bilindiği gibi bu dildeki sızıcı seslerde geniş
bir değişim gerçekleşmiş, bu arada Fin-Ugor dillerinde s>ş olmuştur. Çeremişçenin,
en yakın akrabası Mordvince ile karşılaştırılması, *s sesinin durumunun, ailenin diğer
dillerinden ne kadar farklı olduğunu gösterir, örneğin:

Mordvince Çeremişçe
sa- şua- “varmak”
sel’ “kulaç”
sola- şulem “ağrı”
san şön “kiriş”
säpe şeks “safra”
sirne şörtńö “altın”
sazor şüjar “yağ”
sivel’ şel “et”
sedej, sedeŋ şüm “yürek”
sed’ şüj “kömür”

Fin-Ugor literatüründe, Çeremişçe s>ş değişiminin eskiliği hakkında sık sık, Çe-
remişçedeki Çuvaşça ödünç sözcüklerin büyük ölçüde bu değişime uğradığı fakat
buna karşılık Tatarca ödünç sözcüklerin genellikle bundan etkilenmediği kaydedilir.
Buna göre, bu ses yasasının aşağı yukarı 15. yüzyıla kadar Çeremişçede gerçekleşmiş
olduğu söylenebilir. Bu olayın Çuvaşçayı etkilemesine gelince, yukarıda gösterilen ka-
nıtlara göre 1307 yılından önce değil, 14.-15. yüzyıllarda gerçekleşmiştir. Bu olayın
Çuvaşçada gerçekleşmesi ana dilde olduğu kadar tutarlı olmamıştır. Bu durumun al-
tında yatan gerçek, değişimin Çuvaşçaya girdiği sırada, yavaş yavaş kaybolmak üzere
olmasıdır.

21
F. S. Hakimcanov, Yazık epitafii voljskih bolgar, Moskva 1978: 104-105.
22
A. S. Kanyukova, Nekotorıye osobennosti diyalektov çuvaşey turi i anatri, Materialı po çu-
vaşskoy diyalektologii. 1. Çeboksarı 1960, s. 92.
263 Milan Adamović

11. ŋ Sesinin Durumu

Ana Türkçe ŋ sesi, bilindiği gibi Çuvaşçada hiç korunmamıştır. Bu yarı kapantılı geniz
ünsüzü yerine Çuvaşça sözcüklerde n, ń veya m bulunur. ŋ sesinin Çuvaşçada üç ayrı
temsilinin bulunması gerçeği, bu sesin Çuvaşçada kaybolmasının üç aşamada gerçek-
leştiğini gösterir.
1. Genel olarak ŋ sesi ses yasasına göre n olmuştur. Bu değişmenin örnekleri aşa-
ğıda görülüyor:

Genel Türkçe Çuvaşça


aŋ ĭn “akıl”
aŋla- ĭnla- “anlamak”
aŋsız ĭnsĭr “akılsız”
yaŋlış yĭnĭş “yanlış”
oŋ- ĭn- “başarmak”
keŋes kanaş “öğüt”
yaŋır- yanĭr- “çınlamak”
yeŋ śanĭ “elbise kolu, yen”
teŋ tan “denk”
tıŋla- tĭnla- “dinlemek”
siŋir şĭnĭr “sinir
meniŋ manĭn “benim”

2. ŋ ünsüzü öndamaksıl ünlülerle (Türk dillerine yabancı bir ses olan) ń sesine de-
ğişir, örneğin:

Genel Türkçe Çuvaşça


teŋiz “deniz”
biŋ piń “bin”
yeŋi “yeni”
yeŋ- - “yenmek”

3. En az bir dudak ünlüsü komşuluğunda ŋ>m, örneğin:

Genel Türkçe Çuvaşça


köŋül kĭmĭl “gönül”
koŋur hĭmĭr “kahverengi”
yüŋül śĭmĭl “hafif”
toŋ tĭm “don, ayaz”
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 264

öŋ um “ön taraf”
yaŋur śumĭr “yağmur”

Ana Türkçe ŋ sesinin Çuvaşçadaki durumu, Türk dilleri içinde özel bir yere sahip-
tir. Diğer Türk dillerinde ŋ sesinin bütünüyle kaybolarak bilinen üç aşamadan birine
değiştiği bilinmiyor. Bu açıdan karşılaştırma için kullanılabilecek tek örnek Fin-Ugor
dil sahası içindeki Votyakçadır. Fin-Ugor literatürüne bakılınca bir dizi Votyak diya-
lektinde, birincil Fin-Ugorca ŋ sesinin n, ń veya m sesine değiştiği görülür. Bu diya-
lektler genellikle Votyak dil sahasının kuzeyindedir. Tarihsel ve etnografik bilgilere
göre, Besermen diyalektinin konuşurları 15. yüzyıla kadar aşağı Kama bölgesinde Çu-
vaşlar (Bulgarlar) ile yakın ilişki içinde yaşıyorlardı. Bugünkü kuzey ve güney diya-
lektleri karşılaştırıldığında ortaya çıkan resim Çuvaşçadaki duruma büyük ölçüde
denk gelir. Yani:
1. Çoğu durumda ŋ sesi n olmuştur, örneğin:

Yelabuga dži̮ŋ Glazov džȋnȋ “yarı”


Yelabuga ç ŋ Glazov çi̊n “duman”
Yelabuga çaŋa Glazov çana “karga”
Kazan dáŋak Glazov janak “direk, kazık”
Yelabuga s ŋa- Glazov sȋna- “taramak”
Yelabuga baŋ Beserm. ban “yüz, çehre”
Yelabuga z ŋ Beserm. zȋn “koku”

2. Öndudaksıl ünlülerin komşuluğunsa ŋ>ń:

Ufa diŋ Glazov diń “ağaç kütüğü”


Kazan eŋär Yelabuga eńer “eyer”
Ufa eŋert’śak Yelabuga eńert’śak “eyer yastığı”
Ufa keŋer Yelabuga keńer “çit”
Kazan keŋeş Malmıy keńeş “tavsiye”
Kazan meŋ Malmıy meń “ben”
Kazan keŋer Malmıy keń r “kabuksuz tahıl”
Urjım siŋ s Glazov sińi̮s “iplik”
265 Milan Adamović

3. Önceki ünlü dudaksıl ise ŋ>m:

Ufa puŋit Glazov pumit “karşı”


Ufa şoŋal- Malmıy şomal- “sallamak”
Çer. şuŋgaltam Glazov zum- “daldırmak, batırmak”
Yelabuga puŋ Glazov pum “son”

Duruma genel olarak bakılınca anlaşılıyor ki Votyakça ŋ sesi Çuvaşçada da görü-


len üç aşama üzerinden kaybolmuştur. İlk aşamada kurallı ŋ>n değişim gerçekleşmiş,
ikinci (ń) ve üçüncü aşamada (m) kombinatorik değişimler ortaya çıkmıştır.
Fin-Ugoristler, Uotila’da da görüldüğü gibi,23 Votyakça ŋ sesinin kaybolmasını
Votyakça için gerçek görünüm olarak kabul ederler. Bu kabul, ŋ sesinin Fin-Ugor dil-
lerindeki genel kararsızlığından ayrı olarak, Züryencede de n, ń ve m seslerine değiş-
miş olması gerçeğine dayanır.
Votyakça ŋ>n, ń, m ses değişikliğinin eskiliği, etki sahasından yaklaşık olarak çı-
karılabilir. Önemli bir kronolojik ipucu, bu değişimin sadece Votyakçada değil, Zür-
yencede de ortaya çıkmış olmasıdır. Bu da gösteriyor ki, Permiş dil birliği döneminde
bu değişim gerçekleşmişti. Diğer yandan, yalnız yerli sözcüklerin değil, Tatarca ödünç
sözcüklerin de (krş. Tat. keŋeş “danışma”>Malmıy keńes; Tat. iŋer “eyer”> Yela-
buga eńer) bu olaya maruz kalmış olması, en azından, Tatarların bugünkü yurtlarına
girinceye kadar bu olayın gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Başka bir söyleyişle,
bu değişimin gerçekleşme zamanı, 10.-13. yüzyıllarda, Bulgar Hanlığı içinde
Votyakça-Çuvaşça ilişkisinin en yoğun olduğu dönemdir.

12. Söz Sonunda n>m Değişimi

Nazal seslerle ilgili bir değişim de söz sonu n sesinde görülür. Söz sonu n sesinin m
sesine değişmesi diğer Türk dillerinde görünmez. Bu değişim tutarlı olmayıp bir dizi
Çuvaşça sözcükte kuralsız olarak görülür, örneğin:

Türkçe Çuvaşça
kalın hulĭn, holĭm “kalın”
karın hırĭm “karın”
salkın sulhĭn, solhĭm “soğuk”
yan śum “yan”
yagrın śurĭm “arka”
altın ıltĭn, ıltĭm “altın”

23
T. E. Uotila, “Zur Geschichte des Konsonantismus in den permischen Sprachen”, MSFOu
65 (Helsinki 1933), s. 237-251.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 266

koyın hǐv, hüm, hü “kucak”


uzun vɵrɵm, vĭrĭm “uzun”
tütün tӫtӫm “duman”
bütün pӫtӫm “bütün”

Çuvaşçadaki bu özel değişim ilk önce Altayist Ramstedt tarafından dil tarihi açı-
sından ele alınmıştır. Ramstedt, n>m değişimini çok eski bir ses süreci olarak, Kuban
sahasındaki Bulgarların ikiye ayrılmasından önce (6. yüzyıl) gerçekleştiğini düşün-
müştür. Bilim adamının bu düşüncesi, Macarcadaki Çuvaşça (Bulgarca) szám “sayı”
ödünç sözcüğü ve Eski Kilise Slavcasındaki Çuvaşça (Bulgarca) samъçi (bir unvan) ve
dilom [*yılan] ödünç sözcüklerinin söz konusu dillerden ikincil bir m sesi ile ödünç-
lendiği kabulüne dayanır.24
Bu üç ödünçleme, Ramstedt’in yardımıyla, Çuvaşçadaki en eski ikincil m örnek-
leri olarak gösterildi fakat bunların, bilim adamları tarafından onlara yüklenen bu
özellikleri yoktur. san “sayı” sözcüğü, Kumancanın da dahil olduğu pek çok Türk di-
linde bulunur ve böylece Macarca szám da bir diğer Türk dilinden, söz sonunda n>m
değişimi ile Kumancadan Macarcaya geçmiştir. Diğer iki Slavca sözcüğün ispat gücü
daha da azdır. Slav Bulgarcası (9.-10. yüzyıl) samъçi ünvanının, ki anlamı verilmemiş-
tir, neden Türkçe bir kökene sahip olduğu ve mevcut olmayan, hiçbir Türk dilinde
türevi bulunmayan bir Bulgarca *samçı ile nasıl birleştirilebildiği açık değildir. dilom
sözcüğünün de Bulgarca *di’lan “yılan” ile birleştirilmesi daha az keyfi değildir. Söz
sonundaki m sesi Çuvaşçaki ś len “yılan” biçimine tam zıt olmakla birlikte dilom’un
anlamı, bilinen Slavca metinlerde verilmemiştir. Rasmtedt’in sözü edilen birleştirme-
leri, gerçek dil tarihi bağlarından çok dış benzerliğe göre yaptığı ve tesadüfü abartarak
kural düzeyine yükselttiği izlenimine kapılmaktan insan kendini alamıyor.
Ramstedt’in Çuvaşçada ikincil m sesinin çok eski olduğu görüşü kesinlikle kabul
edilemez. Çuvaşça diyalektleri söz konusu açıdan karşılaştırılınca -ki Ramstedt bunu
yapmamıştır- söz konusu değişimin eskiliğinin ne kadar şüpheli olduğu görülür. Çu-
vaşçada ikincil m’nin görüldüğü sözcükler hala kullanılmaktadır. Ancak bu ikincil m
bütün dil bölgesinde yaygın değildir, her iki ağızın sadece birini kapsar.

Yukarı Çuvaşça Aşağı Çuvaşça


holĭm hulĭn “kalın”
solhĭm sulhĭn “soğuk”
ıltĭm ıltĭn “altın”

24
G. J. Ramstedt, “Zur Frage nach der Stellung des Tschuwaschischen”, MSFOu 38 (Hel-
sinki 1922-1923), § 29.
267 Milan Adamović

Değişim çok büyük bir sahada gerçekleşmediği için çok eski olduğunu iddia etmek
güçtür. Ayrıca bu değişimin dağınık bir biçimde ortaya çıkması da Ramstedt’in kur-
duğu zamansal bağı kolaylaştırmaz.
Ramstedt’in varsayımının bir diğer karakteristiği de, Çuvaşçadaki bu değişimi
yerli bir özellik saymasıdır. Fakat, Uotila’nın Votyakçada nazal değişimin dengini bul-
masından sonra artık bu kabül de şüphelidir.25 Votyakçada söz sonu n>m değişimi
tutarlı olarak gerçekleşmiştir ve hem Ana Permişçe sözcüklerde hem de Tatarca ve
Rusça ödünç sözcüklerde görülür. Aşağıda, Uotila’nın çalışmasından alınmış
Votyakça birkaç örnek yer almaktadır:

Züryen lun Votyak lum “gün”


Züryen m rden Votyak mȋrdem “pek az, ancak”
Züryen tur n Votyak tur m “ot”
Züryen koźin Votyak kucı̊m “hediye”
Züryen t’śin Votyak t’śim “bütün”
Tatar yalan Votyak yalam “daima”
Tatar salkın Votyak salkȋm “soğuk, serin”
Tatar tulkın Votyak tulkȋm “dalga”
Tatar yan Votyak palyam “sol”
Rus. dragun Votyak dragom “ejderha”
diyal. ban standart dil bam “yüz”
diyal. un standart dil um “rüya, düş”
diyal. pun standart dil pum “son”
diyal. badzyn standart dil badzym “büyük”
standart dil sin diyal. sim “göz”
standart dil zyn diyal. zym “koku”

Birkaç diyalekt veya sözcükte gerçekleşmemiş olmasına karşın, Votyakça. n>m değişimi
Çuvaşçadakinden daha tutarlıdır. Her iki değişimin doğası birbiriyle tam bir uyum içinde ol-
duğundan, aralarındaki genetik bağlantıyı reddetmek neredeyse mümkün değildir.

13. ç>ś Değişimi


Çuvaşça, diğer Türk dilleri ile karşılaştırılınca, genel Türkçe ç sesinin Çuvaşçada
öndamaksıl ıslıklı ś olduğu görülür: çıban>śĭpan, çürük>ś r k, açık>uśĭ, ämçi>yomśĭ

25
T. E. Uotila, “Zur Geschichte des Konsonantismus in den permischen Sprachen”, MSFOu
65 (Helsinki 1933), s. 227-231.
Çuvaşça Tarihsel Sesbilgisinin Sorunları 268

“büyücü”, kılıç>h ś, agaç>yıvĭś vb. Çuvaşçada ç>ś değişimi bir ses yasası olarak gö-
rülür ve birincil ç sözcükte, her pozisyonda bu değişime uğramıştır. Öyle ki, bugüne
kadarki bilgilerimize göre Ana Türkçe *ç sesinin korunduğu bir durum yoktur. ç’li
Çuvaşça sözcükler (çatĭr “çadır”, merçen “mercan”, munça “banyo”, mulkaç “tavşan”
vb.) Tatarca veya diğer komşu dillerden ödünçlemedir. Bunlardaki ç ikincildir.
Çuvaşça ç>ś değişiminin çok gerilere gitmediği açıktır. Orta Volga’nın doğusun-
daki bölgede bulunan, 13.-14. yüzyıla ait Bulgar mezar yazıtlarında ç sesinin açıkça
korunduğuna dair birçok kanıt bilinmektedir, krş. cal “yıl” (bugün śul), cieti cür “yedi
yüz” (bugün śiç ś r), ciermi “20” (bugün śir m), väcüm “üçüncü” (bugün viś m),
Jürküc (erkek ismi), tämirci (bugün tim rś ), Ämräc (kadın ismi).26 Buradan anlaşılı-
yor ki ç>ś değişimi Çuvaşlar bugünkü yurtlarına geldikten sonra ortaya çıkmıştır. Bu
da aşağı yukarı 14.-15. yüzyıllara denk gelir.
Yukarıda belirtildiği gibi, Türk dillerinde ç>ś değişiminin paraleli yoktur.
Fin-Ugorca komşu dillere gelince; Collinder’in Mordvincede tespit ettiği bir değişim
Çuvaşça ile karşılaştırılabilir. Bilim adamı, Mordvince ana dilde bir *ç ve bir *ć bu-
lunduğunu ve ikincisinin daha sonra ś sesine değiştiğini kabul ediyor.27 Collinder’in
bu *ć>ś ses yasası, esasen Çuvaşça *ç>ś değişimine uygun düşer.
Buna karşılık Mordwincenin yakın akrabası olan Çeremişçede durum biraz karı-
şıktır. Bu tarzda erken bir değişimin Çeremişçede de bulunduğuna dair bazı kanıtlar
vardır. Örneğin Gruzov’un ses tarihi ile ilgili çalışmasından okuduğumuza göre Çere-
mişçede yarı kapantılı [Affrikate] değişme meydana gelmiş, kabaca iki gelişme aşa-
ması ortaya çıkmıştır. İlk aşamada Ana Çeremişçe ç sesi ć ile bir ve aynı olmuştur. Bu
aynılık Çeremişçe diyalektlerinin çoğunda görülebilir. İkinci aşamada ć, c’ye değiş-
miştir. Bu ikinci aşama yalnız Yoşkar-Ola, Kuzeybatı ve Dağ diyalektlerinde görü-
lür.28 Bizim sorunumuz açısından ikinci ć>ś aşaması özellikle önemlidir. Bu değişimi
ses psikolojisi açısından inceleyince ć’nin c’ye doğrudan gelişmesi güç açıklanabilir.
Burada özellikle, Mordvince ć>ś ses yasası ile aynı düzeyde bir ć>ś ara aşaması ge-
rekmektedir.
Çeremişçedeki ses durumunun rekonstrüksiyonu dikkate alınınca, Volga Fincesi
ć>ś değişiminin gerçekleşme sahasının çok geniş olduğu kolayca kabul edilebilir. Bu
saha her iki Mordvin dilini ve Çeremişçenin yukarıda belirtilmiş olan üç diyalektini
de kapsar. Bu arada daha sonra Çuvaşlar arasında eriyen Volga Fin topluluğu da
açıkça bu alana dahil idi. Yani ć>ś ses yasası Çuvaşçaya girmiş ve Türkçe ç sesi ś ol-
muştur. Bu ses yasası ile birlikte ilk kez bir Fin-Ugorca ıslıklı ś Türk diline girmiştir.
Bilindiği gibi ön damaksıl ünsüzler Türkçe dil tipine yabancıdır.

26
Kanıtlar, F. S. Hakimcanov’un, Yazık epitafiy voljskih bulgar (Moskva 1978, s. 102, 106,
114, 116, 168, 178, 180) adlı yayınından alınmıştır.
27
B. Collinder, Comparative Grammar of the Uralic Languages, Stockholm 1960, § 40.
28
L. P. Gruzov, Fonetika diyalektov mariyskogo yazıka v istoriçeskom osveşçanii, Yoşkar-
Ola 1964, s. 174-189.

You might also like