You are on page 1of 197

Levent Yaylagül

• • • •

KiTLE iLETi iM KURAMLARI


Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar
Levent Yaylagü/

• • •
Levent Yaylagül: Yozgat'ın Çayıralan ilçesine bağlı Çukurören Kö-
yü 'nde (bugünkü adı Evciler Kasabası) dünyaya geldi. Mimar Sinan
ve Atatürk Öğretmen Lisel eri'nde orta öğrenimini tamamladı. Gazi
•• •

Universitesi iletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölü-


mü'nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Radyo, Televizyon ve Sinema Ana Bilim Dalı'nda Yüksek Lisans ve
Doktora yaptı. Halen Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo,
Televizyon ve Sinema Bölümü'nde öğretim üyesi olarak çal ışn1akta­
dır.

• • •

KİTLE İLETİŞİM KURAMLARI


Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar

© Dipnot Yayınları & Levent Yaylagül

Kapak Tasarımı: Cafer Aslan

Dipnot Yayınları 18

1. Baskı2006 / Ankara

ISBN: 975-9051-21-4

• • •
DİPNOT YAYINLARI
Selanik Cad. No: 82/32 Kızılay/ ANKARA
Tel: (O 312)4192932 • Faks: (O 312)4192532
E-posta: dipnotkitabevi@yahoo.com

• • •

Baskı:
Mattek Matbaacılık Bas. Yay.Tan.Tic.San.Ldt Şti
MGK Bulvarı Ntı 83/32 Maltepe/ Ankara
iÇiNDEKiLER
• • •

•• ••

ONSOZ 5
• •

GiRiŞ 7

1. BÖLÜM 9
Egemen Yaklaşımlar •
9
1. Toplum ve ile tişim 9
• •

2. Yüzyüze i letişimden Kitle i letişimine 12


3. iletişim Çalışmalarının Tarihsel Gelişiminin Ana Hatları 17


4. Kitle iletişim Kuram ve Araştıııııalarında Farklı 23


Yönelimler 23

5. Egeme n (Ana-akım) iletişim Ç alışmalarının 30


Gelişimi 30
A. Ana Akım Yaklaşımlarca Geliştirilen Temel Kuramlar 45
l. Propagaııda !Uyancı-Tepki / Sihirli Meııııi/ 45

Hipoderıııik iğne Modeli 45


2 Shanon ve Weaver'ın Enfonnasyon Kuramı 47
• • • •

B. iletişimle ilgili i l k Alan Araştırmaları ve ''iki


Aşamalı A kış'' Modeli 49
C. Deneye Dayalı Olarak Geliştirilen Psikolojik Kuramlar 50
l. Festinger'iıı Bilişsel Uyum Kuraını 50
2. ABX Denge Modeli 51

3. Westle)•-MacLeaıı'ın Aracı/anmış iletişim Modeli 52


D. i letişime Sosyolojik Yaklaşım: Riley ve Riley Modeli 55


E. iletişime Teknolojik Yaklaşımlar 60


1. H. A. lnııis'inYaklaşıını 60
2. M. Mc Luhan'ın Yaklaşıını 61
F. Diğer Kuram ve Yaklaşımlar 62
1. . Kullaıııınlar ve Doyumlar Yaklaşıını 62
2. . Kültürel Göstergeler ve Ekme Kuramı 64
3. Gündem Belirleme 68
4. Suskuııluk Sannalı 71
5. Eşik Bekçiliği Modeli 72
Levent Yaylagül

6. Bilgi Eksikliği Hipotezi 73


7. Bağımlılık Kuramı 74
8. Modenıleşme Kuramlan ve ''Yeniliklerin Yayılması'' 74
Modeli 74
9. Kitle iletişiıni ve Kitle Kültürü/ Popüler Kültür 77

il. BÖLÜM 81
_1 Eleştirel Yaklaşımlar 81
• •

iletişim Araçlarını Kültüre l Ve ideolojik Aygıtlar Olarak


Gören Yaklaşımlar 84
A. Frankfurt Okulu 84
1. Walter Benjaınin 87
2. 1'. Adomo ve M. Horklıeiıner 88
3. H. Marcuse 91
4. J Habennas 94
B. Gramsci ve ''Hegemonya'' 96

C. Althusser ve ''Devletin ideolojik Aygıtları'' 102


D. Yapısalcı Dilbilim ve Göste rgebilim 106
1. Ferdinaııd de Saussure 107
2. Claude Levi·Strauss 107
3. Rolaııd Barılıes 108
E. İ ngiliz Kültürel İ ncelemeleri ve Stuart Hali 111
iletişimin Ekonomi Politiği

2. 123
A. Ekonomi Politiğin Konusu ve Yöntemi 123

B. iletişimin ve Kültürün E konomi Politiği 127


C.Amerika'da E konomi Politik Yaklaşım 138
1.

Herberı Schiller: Amerikan lmparatorluğu'nun 140


Hegemonyası 140

2. Dallas Smytlıe: Reklaınlar ve izleyici Eıntiasınııı 145


• •

Uretiıni 145
.1. Hennan ve Chomsky: Haber Medyasının Ekoııomi Politiğil49
D. Avrupa'da E kono mi Politik Geleneği 159
1. P. Golding ve G. Murdock 159
2. N. Gamlıam 161
.1 A. Matteları 164

ili. BÖLÜM •
165
1. Küreselleşme ve iletişim 165

2. Küreselleşmenin ideolojik Boyutu ve Eleştirisi 174

KAYNA KÇA 181


ONSOZ
•• ••

Günümüzde kitle iletişim araçları kapitalist sistem için


ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan son derece önemli
bir yere sahiptir. Medyanın batılı tekelci güçlerin elinde
olması ve çok uluslu şirketlere hizmet etmesi, bu araçları
daha da önemli kılmaktadır. Çünkü bu araçlar, endüstri­
yel düzeyde örgütlenerek hem birer ekonomik kar ve çı­
kar amaçlı olarak 11em de -diğer endüstrilerden farklı ola­
rak- bilinç yönetimi ve ideolojik yönlendirme amacıyla
kullanılmaktadır. Medya ve kültür endüstrileri kapitalist
sistemin ayrılmaz bir parçasıdır; ve ancak kapitalist geli­
şim dinamikleri içerisinde açıklanıp anlamlandırılabilir.
B u düşünceden hareketle bu kitapta, kitle iletişim ala­
nında yapılan temel araştırmalar ve kuramsal yaklaşımlar
içinde geliştirildikleri toplumsal ilişkilerden yola çıkarak
tanıtılmaktır.
İletişim Fakülteleri ' nde ve sektörde çalışan insanlar
arasında kuramlar genellikle ihmal edilmektetir ve ku­
ramlara sadece geçilmesi gereken bir ders ya da sektörde
pratik olarak işlerine yaramayacak spekülasyonlar gö­
züyle bakılmaktadır. Oysa böyle bir anlayışın kendisi de
emperyalizmin dünya görüşü olan pragmatizmin kuram­
sal ifadesidir. Halbuki insanlar, içinde yaşadıkları top­
lumsal koşulları ancak kuramlar yardımıyla anlar, an­
lamlandırır ve dönüştürür. Kuramlar insan pratiğinden
çıkarılmışlardır ve insanların pratik olarak dünyayı dö­
nüştürmelerinde onların toplumsal pusulası olma işlevini
yerine getirirler.
B u kitap, Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin
sunmuş olduğu, demokratik akademik ve insani çalışma
ortamında hazırlanmıştır. Böyle bir ortamın hazırlanması

5
Levent Yaylagül

ve sürdürülmesi için yoğun çaba sarf eden hocam ve mes­


lektaşım ve kendisiyle aynı ortamda çalışmaktan büyük
keyif aldığım Prof. Dr. Ümit Atabek ve çalışma arka­
daşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Beni tanıma­
dıkları halde Ankara Üniversitesi ' nde Y. Lisans progra­
mına girmeme destek veren Prof. Dr. N ilgün Abisel'e ve
rahmetli Prof. Dr. Erol Mutlu'ya; akademik ortamda ça­
lışmama ve akademik olarak gelişmeme imkan hazırlayan
Prof. Dr. Alemdar Yalçın'a, Yüksek Lisans, doktora ve
doktora sonrası çalışmalarımda destek ve katkılarını hiç
esirgemeyen ve Yüksek Lisans çalışmamda danışmanlı­
ğımı yürüten Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı 'ya; bana her za­
man güvenen ve çalışma disiplini konusunda kendisinden
çok şey öğrendiğim, doktora tez danışmanım Prof. Dr.
Asker Kartarı 'ya; kitle iletişim çalışmalarında eleştirel
kuramları ve özellikle ekonomi politik yöntemi öğrenme­
miz konusunda çok büyük katkısı olan Prof. Dr. İrfan Er­
doğan'a ve iletişimin ekonomi politiği dersinin zevkli ve
neşeli geçmesini sağlayan ve doktora sonrasında akade­
mik ortamda çalışmalarıma devam edebilmem konusunda
destek olan Prof. Dr. Bülent Çaplı 'ya sonsuz saygı ve te­
şekkürlerimi sunuyorum. O nların çaba ve emekleri olma­
sıydı böyle bir kitabın ortaya çıkmasını sağlayacak gerekli
donanımı edinemezdim. Her şeye rağmen hata ve eksik­
likler bana aittir. Bunun yanında, akademik yaşantım bo­
yunca destek yerine engel oluşturanlara da teessüflerimi
bildirmek isterim .
Levent Yaylagül
Antalya-2 006

6
GİRİŞ

Kendi varlığını üretme çabasındaki insan, üretim faali­


yetleri sırasında diğer insanlarla sosyal, ekonomik ve poli­
tik ilişkiler içerisine girer. Dolayısıyla üretim fa aliyeti ile
toplumsal, siyasal ve düşünsel yapı arasında sosyal bir
bağ vardır. İletiş im, düşünce, bilinç ve dilsel faaliyetlerin
üretilmesi, insanların üretim faaliyetlerinin bir parçası ve
sonucudur. Bi linç, düşünce, dil ve iletiş im, taril1sel olarak
)'aşayan ve üretimde bulunan bilinç, düşünce ve dil sahibi
olan ve iletişim faali)1etlerinde bulunan insanın dışında
varolamaz. İnsanlar, gerçek tarihsel yaşam süreçleri içe­
risinde vardırlar. Onların doğasını belirleyen de girdikleri
toplumsal ilişkilerin tamamıdır. Dolayısıyla insanların
kim ve ne olduklarını anlamak için onların ne düşündük­
lerine ve ne söylediklerine değil, kendilerini nasıl ürettik­
lerine bakmak gerekir. İnsan düşüncesinin ön koşulu ta­
rihsel ve toplumsal yaşam süreçleridir. İletişim kuramları
da dahil her türlü olguya anlamak ve anlamlandırmak
için gerçek yaşamın üretim sürecine ve bu sürecin sonucu
olan düşüncelere bakmak gerekir.
İ nsan diğer canlılardan farklı olarak toplumsal üretim
ilişkilerine ve işbölümüne bağlı bir biçimde kendi bireysel
ve toplumsal varlığını üretir. B u üretim süreci de kaçı­
nılmaz olarak bir dil ve iletişim ilişkisinin doğmasına ne­
den olur. İnsanlar arasında kurulan iletişim, tarihsel ve
toplumsal koşullara bağlı olarak çeşitli biçimler alır. B u
biçimlerden birisi de 1 9 . yüzyılın sonunda ve 2 0 . yüzyılda
geliştirilen teknolojik araçlar vasıtasıyla gerçekleştirilen
kitle iletişimidir. B u kitapta kitle iletişimini anlamak için,
toplumların kendilerini üretiş ve yeniden üretiş biçimle­
rinden yani tarihsel gelişimden hareket edilmektedir. Böy-

7
Levent Yay/agü/

lece kitle iletişimi tarihsel ve toplumsal bağlamına oturtu­


labilir. Buradan hareketle kitapta, toplumbilimlerinin bir
parçası olan iletişim kuram ve incelemeleri, genel üretim
biçimi olan küresel kapitalizmin egemen yapısı ve üretim
ilişkileri çerçevesinde değerlendirilmektedir. İlerleyen
sayfalarda, kitle iletişiminin gelişimiyle birlikte 2 0 . yüzyı­
lın ilk yarısından itibaren geliştirilen temel kuram ve yak­
laşımlar ele alınıp incelenecektir.

B
1. Bölüm

EGEMEN YAKLAŞIMLAR

1. Toplum ve İletişim
Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan insanlık, tarihin
başından beri hep varolma, fiziksel varlığını sürdürme
mücadelesi vermiştir. Yokluk, yoksulluk, doğal felaketler,
ölümcül hastalıklar ve savaşlarla geçen bir tarih. İ nsanın
doğayla ve diğer insanlarla (sınıflarla) hayatta kalma mü­
cadelesi olan tarihin gelişimini kimileri Tanrının iradesi
ile kimileri de kahramanların iradesi ile izah etmiştir. As­
lında, din ve kahramanlara ilişkin fikir ve düşünceler in­
sanın toplumsal bilincinin dışavurumlarıdır. Dolayısıyla
herhangi bir toplumsal olayı açıklarken de toplumsal var­
lık ile toplumsal bilinç arasındaki ilişki temel hareket nok­
tasıdır. Yani insanın kendisine ve topluma ait fikirleri ve
düşünceleri mi önceliklidir yoksa insanların maddi varo­
luş koşulları mı bu fikirleri önceler. B u soruya verilen
cevaplara göre, iki temel yaklaşım tarzı ortaya çıkar: ide­
alizm ve materyalizm. İdealizm, insanın bilincinden ve
düşüncesinden hareketle toplumsal olay ve olguları (hatta
varoluşu) açıklarken, materyalizm insanın kendisini üretiş
ve yeniden üretiş biçiminden hareket eder.
Tarihsel materyalizm, insan toplumunun gelişim yasa­
larını inceler. B unu yaparken de toplumsal varlık ile top­
lumsal bilinç arasındaki ilişkiyi ve bunun dönüşümünü ele
alır. Tarihsel süreç insanların hayatta kalmak ve fiziksel
varlıklarını sürdürmek için verdikleri örgütlü üretim ve
bölüşüm faaliyetlerinin nesnel gelişiminden oluşur. Üre­
tim ve bölüşüm faaliyetleri insan iradesinden bağımsız
olarak üretici güçlerin gelişim düzeyi ile ilişkilidir. Her

9
Levent Yaylagül

insan belirli bir tarihsel çağda dünyaya gelir ve kendisini


çevreleyen bir üretim biçimi ve ilişkisinin parçası olur.
Bu kuramsal çerçeveye göre, insanlar tarihin ilk dö­
nemlerinden itibaren hep toplu halde yaşamışlardır. İn­
sanın toplum olarak yaşaması ve üretim faaliyetinde bu­
lunması iletişimi zorunlu kılmıştır. İnsan ancak iletişim
arac ılığıyla hem kendi varlığını hem de varolan toplumsal
ilişkileri yeniden üretebilir. İ nsan bu üretim sürecinde
doğada hazır bulduğu ve kendi geliştirdiği araçları kulla­
nır. Bu süreçte insan, içinde yaşadığı yer ve zamanın ko­
şullarına göre hem yüz yüze iletişimi hem de teknolojik
aygıtlarla aracılanmış iletişimi kullanır. İletişim faaliyeti
toplumsal hayatı üretmenin ve birlikte yaşamanın temel
koşuludur. İletişim faaliyeti bir anlam yaratma faaliyeti­
dir; ve bu süreç, belli bir tarihsel ve toplumsal bağlam
içerisinde gerçekleştirilir. B u yüzden insanı, toplumu ve
iletişimi doğru bir şekilde ele alıp incelemek için tarihsel
bir bakış açısına sal1ip olmak gerekir. İletişim ilişkisinde
üretilen her türlü anlam, toplumsal olarak üretilir ve an­
cak diğer insanlarla kurulan üretim ilişkileri bağlamında
gerçekleştirilir.
Özetle söylenirse dil, toplumsal )'aşamın zorunlu bir
sonucu olarak üretim faaliyetinden doğmuş, sürekli geli­
şen dış nesnel gerçekliğin tanınmasında ve tanımlanma­
sında düşüncelerin oluşumuna ve düşünmeye hizmet eden
bir araçtır. İnsan dil aracılığıyla dış nesnel gerçekliği öğ­
renir, duygularını ve düşüncelerini ifade eder. Dil ve dü­
şünce toplumsal yaşamın kaçı nılmaz sonucu olarak ça­
lışmanın etkisiyle doğmuştur (Buhr ve Kosing, 1 999: 1 03 ) .
Üretim için çalışmada bulunmak birlikte çalışmayı zo­
runlu kılmıştır. B unun için üretim çalışması toplumsaldır.
Çalışma ile insanlar hem doğayı, hem de birbirlerini etki­
lerler. İnsanlar üretimde bulunmak için birbirleriyle kar­
şılıklı kaçınılmaz bağlar ve ilişkiler kurarlar. İ nsanın doğa
üzerindeki etkisi anlamına gelen üretim, ancak bu top­
lumsal bağlar ve ilişkiler içerisinde gerçekleşir. B undan
dolayı insanın bilinci sadece birey ile onu çevreleyen doğa
arasındaki bir ilişki değil, toplum ile çevresi arasındaki

10

Kitle iletişim Kuramları

ilişkinin bireyde yansıyan toplumsal bir imgesidir. İnsanın


içinde yer aldığı toplumsal ilişkilerin tümü insanın du­
yumlarını düzenleyen kavramsal ve kuramsal çerçeveyi
(yani dilini) biçimlendirir (Thomson, 1 9 76:22).
İletişimin araçları olan, dil, söz, anlam ve bu anlamla­
rın aktarı lmasını sağlayan çeşitli teknolojik araçlar, top­
lumun materyal ilişkilerini sürdürmek ve desteklemek için
kullanılır. B unun dışında araç, dil, söz ve anlam, kendili­
ğinden bir varlığa ve bağımsızlığa sahip değildir. Aracı,
dili, anlamı ve sözü biçimlendiren yere ve zamana bağlı
olan üretim güçleri ve egemen üretim ve mülkiyet ilişki­
lerdir. Kitle iletişimi denilen ve radyo, televizyon, sinema,
basın, inter-net gibi araçlarla gerçekleştirilen iletişim tarzı
kapitalizmin tekelci aşamaya ulaştığı 1 9 . yüzyılın sonla­
rından itibaren ortaya çıkmış ve giderek toplumsal üretim
ve yeniden üretimin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Kitle iletişimi denilen olay örgütsel bir yapı altında ger­
çekleştirilmektedir. B ir endüstri düzeyinde örgütlenmiştir
ve sermayenin denetimindedir. Kitle iletişim insanın ken­
di kendisiyle kurduğu iletişimden, kişiler arası (yüz yüze
iletişimden), grup, örgüt ve kurumsal iletişimden farklıla­
şır.
Günümüzde kitle iletişimi ticari ve kamu kurumu şek­
lindeki örgütlenmeleriyle insanların iş dışı zamanlarını
değerlendirmelerinde sunduğu haber ve eğlence içeriğiyle
temel kurumlar haline gelmiştir. Medya da denilen kitle
iletişim araçları aracılığıyla sunulan içeriğin l1azırlan­
ması, büyük sermaye yatırımına ve işbölümüne dayanır.
B u yapının sonucunda televizyon, basın, radyo, sinema
vb. teknoloj ik araçlarla belirli iletiler \ıe görüntüler belirli
mesaj ları topluma iletir. B u mesaj iletim süreçleri karma­
şık teknolojik vasıtalar sayesinde gerçekleştirilir. Kitle
iletişim araçları uydu ve bilgisayar teknoloj ilerinin eklen­
mesiyle çok daha yaygın bir hale gelmiştir. Bu araçlar
haberin ve eğlencenin yayılmasında zaman ve mekan
farklılıklarının önemini en aza indiı ıııiştir.
Kitle iletişim kurumları şirket ya da kamu kurumu şek­
linde örgütlenmiş yapılardır. B unlar örgütlenme biçimine

1 1
Levent Yaylagül

ve örgütleri kontrol edenlere göre belirli mesaj ları, tele­


vizyon ya da radyo progra mları, sinema filmleri, kitap
gazete, dergi, kaset, cd, vcd, dvd, broşür, çıkartma vb pek
çok for rııatta ulaştırır. Bu kuruluşların amacı örgütlenme
biçimine göre, para kazanmak, kitleleri belirli düşünce ve
davranış kalıplarına yöneltmek ya da bunların hepsi bir­
den olabilir. B u kurumlar, hem bu araçlar vasıtasıyla me­
saj ları ve görüntüleri kitlesel hale getirip bunların dağıtı­
mını gerçekleştirirler hem de bu mesaj ları kitle denilen
kalabalık insan yığınlarına iletirler.
Kitle denilen insanlar, kitle iletişim örgütlerinin üret­
tiği ve kitle iletişim araçları vasıtasıyla dağıttığı içerikleri
çeşitli fo rmatlarda satın alarak ya da satın almadan tüke­
ten insanlardır. Genellikle kablolu, dijital veya kullandığın
kadar öde (pay per view) yayın olmadıkça televizyonların
içeriği tüketicilere görünüşte bedava sağlanır. Televizyon
şirketleri izleyici emtiasını üreterek onları reklam veren­
lere satarak hem program finansmanını sağlar hem de bu
sayede kar eder. Ayrıca izleyiciler mal ve hizmetleri satın
alırken bu mal ve hizmetlerin reklamı için harcanan pa­
rayı bu ürün aracılığıyla ceplerinden ödemiş olurlar.
2. Yüzyüze İletişimden Kitle İletişimine
İnsanlar uzun yıllar yüz yüze iletişim kanallarını kul­
lanmışlardır. Günümüzde de en önemli iletişim tarzı yüz
yüze iletişimdir. İnsanlar gündelik hayatlarını bu iletişim
tarzına bağlı olarak sürdürürler. B unun yanında taril1sel
süreç içerisinde geliştirilen çeşitli teknolojik araçlarla yüz
yüze iletişimin yanı sıra teknolojiyle aracılanmış iletişim

tarzlarını da geliştirmişlerdir. B unlar, yazılan bir mektup-


tan çekilen bir telgraf ya da faksa, dinlenilen bir radyo
programından izlenilen bir televizyon program ına ya da
sinema filminden gönderilen bir e-mail mesajına kadar
değişir. Teknoloj i kendi başına bağımsız bir değişken ola­
rak alınamaz. Ancak zaman ve mekanın örgütlenmesini
sağlayan üretim tarzı ile ilişkilendirildiğinde anlam kaza­
nır.

12
Kitle İletişim Kuramları

Kitle iletişim araçları belirli tarihsel ve toplumsal ko­


şulların ürünleridir. Bunların üretilmesi, kullanılması ve
zaman içerisinde geliştirilmesi üretim araçlarını kontrol
eden egemen grupların çıkarları ve beklentileri ile ilgili­
dir. Çünkü bu araçlar toplumu oluşturan herkesin yara­
rına değildir ve onlar için kullanılmaz. Kitle iletişim araç­
ları da mülkiyet ilişkilerinin önemli bir parçasıdır. Bu nla­
rın kullanılması belli yasal düzenlemelere tabidir. B unla­
rın mülkiyet biçimleri üretilen medya içeriğinin üretilme
tarzını ve ürünün doğasını şartlandırır. B u üretim süreci­
nin kendine özgü belli mesleki rutin pratikleri ve egemen
bir ideolojisi vardır. Kitle iletişiminin gelişmesi bilimsel
alandaki başka gelişmelerin oluşturduğu bir temel üzerine
kurulmuştur. Örneğin fotoğraf olmasaydı sinema olamaz­
dı ya da elektrik enerj isi üretilmemiş olsaydı ya da basım
teknikleri geliştirilmemiş olsaydı bugünkü kitle iletişim
sistemleri de olmazdı.
İnsanlık tarihi içerisinde dilin ve sözün gelişmesinden
günümüzün karmaşık elektronik ve dijital kitle iletişimi
sistemlerinin geliştirilmesine kadar geçen süre evrimci
yaklaşımın iddia ettiği gibi düz ve çizgisel bir süreç değil­
dir. İnsanlık tarihi nicel gelişmelerin belirli noktalarda
toplumsal devrimler aracılığıyla nitel dönüşümlere yol
açtığı sıçramalardan oluşan karmaşık ve diyalektik bir
süreçtir. İ nsanlar üretimin etkisiyle sözü, resmi, yazıyı,
bulmuşlardır. Zaman içerisinde basım tekniklerini, fotoğ­
rafı, telgrafı , telefonu, radyoyu, sinemayı, televizyonu ve
bilgisayar sistemlerini geliştirmişlerdir.
İngiltere'de bir endüstri ve ticari etkinlik olarak
1 890 'lardan itibaren basının gelir kaynakları değişmiş ve
böylece ticari basın ortaya çıkmıştır. 1 9 1 O ve 20 yılları
arasında sinema popüler hale gelirken, 1 92 0 ' li yılların
ikinci yarısından itibaren radyo yayınları yerleşik ve ku­
rumsal hale gelmiştir. 1 940'lardan itibaren televizyon ya­
yın kurumları ortaya çıkmış ve televizyon gündelik ya­
şamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
İnsan iletişiminin çok kısa bir kronolojisi kabaca şöy­
ledir:

13
Levent Yay/agül

M . Ö . 2 5 .000 Tarih öncesi insanlar tarafından mağara


resimlerinin yapılması
M.Ö. 3 1 00 Hiyeroglif Yazı
M.Ö. 1 600 İlk B ilinen Alfabe (Filistin)
M.Ö. 1 200 Ç inlilerin Resim Yazıyı Bulması
M.Ö. 730 Fonetik Alfabe (Yunanistan)
M.S. 1 04 1 Hareketli Tipte (Ahşap) Baskı (Çin)
M.S. 1 24 1 Metal Tip B askı (Kore)
M . S . 1 4 56 Gutenberg'in Hareketli Metal Tipteki El Ba-
sım Matbaası (Almanya)
M.S. 1 609 Düzenli Basılan Gazete (Almanya)
M.S. 1 814 Düz Yataklı Silindir B askı
M.S. 1 83 9 Fotoğraf
M.S. 1 844 Telgraf
M.S. 1 846 Çift Silindirli Rotatif B askı
M.S. 1 8 67 Daktilo
M.S. 1 8 76 Telefon
M.S. 1 8 8 8 I-Ialka Satılan Fonograf
M.S. 1 8 95 Halka Film Gösterimi
M.S. 1 895 İlk Radyo Yayını
M.S. 1 9 1 1 İlk Televizyon Yayını
M.S. 1 92 0 Sürekli Radyo Yayınına B aşlanması
M . S . 1 93 6 Sürekli Televizyon Yayınlarının Başlaması
M . S . 1 945 Programlanabilir Elektronik B ilgisayar
M . S . 1 94 7 Transistör
M.S. 1 948 Gramofon
M . S . 1 95 6 Videoteyp
M . S . 1 9 5 7 Uydu (Sputnik)
M.S. 1 9 62 Uydu Aracılığıyla Televizyon Yayını
M . S . 1 963 Kompakt Kaset Audioteyp
M.S. 1 969 ARPANET
M . S . 1 9 7 1 Mikro İşlemci
M . S . 1 9 76 VHS Video Kaset Kaydı
M.S. 1 9 76 Teletext
M.S. 1 9 78 Telefax (Uluslararası Standartlarda)
M . S . 1 9 79 Walkman
M . S . 1 9 80 CNN (Cable News Network)
M . S . 1 9 8 1 MTV (Müzik Televizyonu)

14
Kitle İletişim Kuramları

M . S . l 9 8 l IBM Kişisel Bilgisayar


M . S . l 982 Audio Compact Disk
M . S . l 984 Apple Macintosh B ilgisayar
M . S . l 99 l World Wide Web (Internet) (Jensen,
2002 : 1 8).
İletişim faaliyetlerinde kullanılan bu araçlar kendili­
ğinden bir şey ya da kendinde şeyler olarak anlaşılamaz.
B öyle bir bakış dar bir teknolojik determinizm anlamına
gelir. B u teknolojik araçlar, belli toplum tiplerinin ve o
toplum içindeki sosyal ilişkilerin doğasının esas sonucu­
dur. Özellikle basın, sinema, radyo , televizyon ve İnternet
gibi kitle iletişim araçları kapitalist toplumsal ilişkilerin
ürünüdürler. B u kurumsal olarak örgütlenmiş araçlar,
kapitalist sistemin üretiminin ve yeniden üretiminin bir
parçası haline getirilmiştir (Williams, l 974 ). Kitlesel ola­
rak üretim ve tüketime dayanan kapitalist sistemde, in­
sanlara kitlesel olarak l1itap edebilmek, onları belli ürün­
leri tüketmek ve kendilerine sunulan belli düşünce ve gö­
rüşleri onaylamalarını sağlamak için en uygun araçlar
kitle iletişim araçlarıdır. B u nedenle kitle iletişim araçla­
rına ve bunlar aracılığıyla gerçekleştirilen örgütlü faali­
yetleri anlamak için tarihsel ve toplumsal bir bakış açısı
geliştirmek gerekir.
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte özellikle l 9 . yüzyılda
kitle üretiminin egemen hale gelmesiyle kentlerde kitle
denilen kalabalıklar ortaya çıkmıştır. B u dönemde kitle­
leri birleştirme, bütünleştirme ve onlarla ilişki kurmada
iletişimin çok önemli olduğu anlaşılmıştır. Aynı dönemde
sosyoloji de bir bilim olarak gelişmeye başlamıştır. Sos­
yoloj ideki egemen yaklaşım, toplumu bir organizmaya
benzetmiş ve toplumsal olay ve olguları işlevselci bir yak­
laşımla irdelemiştir. B u yaklaşımın kendine özgü bir ileti­
şim anlayışı vardır. İ letişim özellikle kapitalist toplumsal
işbölümünde ve üretimin örgütlenmesinde ekonominin
düzenlenmesinde işlevseldir.
Organizmacı yaklaşıma göre, nasıl vücudu oluşturan
organlar arasında işbölümünü, iletişimi ve kanın dolaşı­
mını sağlayan damarlar ve sinirler varsa, aynı şekilde top-

15
Levent Yay/agü/

lumsal yapıda da kara ve demir yolları ile telgraf ve tele­


fon telleri, elektrik direkleri gibi iletişim ağları vardır
Bunlar toplumsal ilerleme ile birlikte ele alınmış ve top­
lumsal çatışmaların önlenmesinde iletişim olgusuna ö­
nemli görevler atfedilmiştir.
Kapitalizmin gelişimi ile birlikte ortaya çıkan kitlesel
üretim ve kalabalıklar çeşitli endişe ve kaygıların yaşan­
masına ve dile getirilmesine neden olmuştur. Bunlardan
en önemlisi egemenlerin ve seçkinlerin kitleleri yıkıcı bir
güç olarak görmeleri ve kitleleri kontrol altına alma ve
yönlendirmeyi amaçlayan kitle toplumu yaklaşımıdır. Kit­
le toplumu, endüstrileşme ve teknolojinin kullanımı ile
toplumu tehdit eden patoloj ik bir durum olarak görülmüş­
tür. Şehirleşme ve endüstrileşme ile baş başa gelişen kitle
ve kitle iletişimi (Cantor, 1 9 8 2 : 3 1 8) geleneksel toplulukla­
rın önemini yitirmesine sebep olmuştur.
Bireyler, kendilerini aileye, kiliseye ve topluluğa bağla­
yan bağlardan kurtulmuş ve onları toplumun üyesi haline
getiren merkezi değerler ortadan kalkmıştır. Kültürel çö­
zülmeye (disintegration), toplumsal ve siyasi yönelimsiz­
lik/kararsızlık (disorientation) da eşlik etmektedir.
Auguste Comte, Herbert Srencer, Max Weber ve Emile
Durkheim gibi 1 9 . yüzyıl düşünürleri geleneksel toplu­
luklardan akılcı, endüstriyel topluma geçişin yol açtığı
sorunlara değinmişlerdir. Endüstriyel toplumun karma­
şık, heterojen özelliklerinin, geleneksel toplumların basit,
homojen ve farklılaşmamış yapısıyla kıyaslanınca oldukça
farklılaşmış bir yapıda olduğu görülür. B u tür toplum­
larda, iş'te uzmanlaşma ile heterojen bir yapı vardır. Bi­
reylerle, merkezileşen devlet arasındaki bağ yok olmuştur.
Toplumsal yapı , insanları iki bileşene ayırır; elitler, \/asıflı,
yaratıcı ve seçici (selective) azınlıklardır. B unların karşı­
sında vasıfsız, entelektüel olmayan, kaba (crude) ve sürü
(mob) halindeki kitle (mass) yer alır. Bu kitle okur yazar
olabilir fakat klasik eğitimden geçmedikleri için düşük ve
seçici olmayan bir beğeni düzeyine sahiptirler. Yüksek
kültürün yerine yüksek kültürü ve geleneksel toplumların
halk (folk) kültürünü yıkan bir kitle kültürü gelişmiştir.

16
Kitle İletişim Kuramları

Düşük beğeni düzeyine sahip bu kitle kültürü, sıradan­


lığın , konformizmin, pasifliğin ve kaçışın kültürüdür. B u
yaklaşımın kökeninde 1 9. yüzyıl Avrupa 'sının romantik
idealizmi yer almakta ve bu yaklaşım, modern topluma
yönelik duygusal saldırılar düzeyinde kalmaktadır
(Can tor, 1 982 :3 1 9). Kitle toplumu kuramcıları kitle med­
yasını da benzer bir biçimde eleştirmektedirler. Medya,
popüler kültürü yayan bir kitle kültürü formudur. Bu kül­
tür yüksek kültürün karşıtıdır; ve kar peşinde koşan kapi­
talistlerin çıkarına hizmet eden bir kültürdür. Yani kültür
endüstrisi için düşük düzeyli standartlaşmış ürünler ya­
ratmak karlıdır. B u eleştiri ucuz romanlara, sinemaya,
radyoya , çizgi romanlara, popüler müzik parçalarına ve
televizyon programlarına da uygulanmıştır. B u yaklaşı­
mın temel argümanına göre, ticari sistem kitle beğenisine
cazip ürünler sunmak amacındadır. B u durum program
yaratıcılarının yenilik yapma ve kendilerini ifade etmele­
rini sınırlar. Ayrıca, ticari sistem insanların sorgulama
yeteneğini etkiler ve onları medyayı kullananların amaç­
larına e ntegre ederek pasifleştirir. Bu bakış açısı kimile­
rince seçkinci olarak değerlendirilmiştir.
1 9. yüzyıl eleştirmenleri, kitle kültürünün yarattığı so­
runları çözmek için eski toplumsal ilişki foı ıııalarına,
kendi eski seçkin statü sistemlerine dönmeyi savunmuş­
lardır (Cantor, 1 98 2 : 3 20). Kitle insanı gittikçe yalnızlaş­
makta, yalnızlaştıkça kitle iletişim araçlarına daha ba­
ğımlı hale gelmekte ve medyada gördükleri onun gerçek
deneyimi olmaktadır .

3. iletişim Çalışmalarının Tarihsel Gelişiminin


Ana Hatları
İletişim çalışmaları alanının en belirgin özelliği bu a­
landa yapılan çalışmaların eklektik bir görünümde olması
ve çalışma yapanlar arasında epistemolojik, yöntemsel ve
kavramsal düzeyde ortak bir zeminin bulunmamasıdır.
İletişim disipliner bir konumdan yoksundur. İletişim ça­
lışmalarında egemen yaklaşım, liberal çoğulcu toplum
kuramına, bu yaklaşımın getirdiği liberal demokrasinin

17
Levent Yay/agül

bireyci kapitalist kültür kuramına ve Amerika'nın egemen


toplumsal yapısına denk düşer (Kejanlıoğlu, 1 996).
İletişim kavram olarak daha geniş bir alanı kapsama­
sına rağmen iletişim çalışmaları denildiğinde daha çok
kitle iletişimine veya medyaya yani radyo, televizyon, si­
nema, basın gibi kitle iletişim araçları ile gerçekleştirilen
kitle iletişimi, bu iletişimi gerçekleştiren kurumlar, bunla­
rın örgütsel yapıları, ve araçlarla bunların içerikleri ve bu
içeriklerin izleyiciler üzerindeki etkilerini ortaya çıkar­
maya çalışan araştırmalar gelmektedir. B u çalışmada da
genel anlamda ''iletişim'' çalışmaları değil, Kitle İletişim
Çalışmaları üzerinde durulmaktadır.
Bu alanlarda yapılan çalışmalar çok çeşitlilik arz etme­
sine rağmen temelde alana iki paradigma hakimdir. B un­
lar eleştirel yaklaşımlar ve eleştirel olmayan ya da ana
akım (mainstream) ya da egemen yaklaşımlar şeklinde
ayrılmaktadır. Eleştirel yaklaşımlar inceledikleri konuyu
ve toplumu dönüştürebilecekleri 11atta dönüştürmeleri
gerektiği düşüncesinden hareket ederler. Eleştirel olma­
yan )'aklaşımlar ise inceledikleri konuları evrimci bir yak­
laşımla ele alırlar. Buna göre, incelenen konunun ve top­
lumun kendine özgü değişme mantığı ve kuralları vardır.
Bunlar kuramsal müdal1alelerden ve araştırmacıdan
etkilenmez. Araştır rııacı ile incelediği konu arasında bir
mesafe olduğu ve araştırıcının toplum dışı ya da toplum
üstü ayrıcalıklı birisi olduğu düşünülür.
İletişim çalışmalarında dal1a çok diğer disiplinlerin
ter ıııinolojisi ve epistemolojileri kullanılır. İletişim ça­
lışmalarının baş vurduğu disiplinler daha çok sosyal psi­
koloji, dilbilim, toplumbilim (sosyoloji), ekonomi ve siya­
set bilimidir. İletişim çalışmaları, egemen bilimsel para­
digma olan bilimselci (ampirisist) yaklaş ımlar neticesinde
derinliği olan nitel bir kuramsal çerçeve geliştirmek ye­
rine birbirinin tekrarı olan ve özünde yeni bir şey söyle­
meyen nicel bir veri toplama ve yığılma alanı olmuştur.
B u durum Anglo-Saxon pozitivist bilim felsefesinin ve
Amerikan pragmatizminin alana egemen olmasının neti­
cesidir.

18

Kitle Iletişim Kuramları

İletişim alanındaki çalışmalar 1 920'lerde ve 1 93 0 ' larda


A B D 'de başlamıştır. Bunlar daha çok, doğrudan iletişim
alanı ile ilgili olmaktan öte çeşitli bilim dalları nın çeşitli
nedenlerle yapmış oldukları, iletişimi konu alan araştır­
malardır. O dönemlerde alan, disiplinlerarası bir görü­
nümdeydi. İlk dönem çalışmaları daha çok siyaset bilimi
ağırlıktaydı. Araştırmacılar daha çok radyo ve basın ara­
cılığıyla propaganda yapılması ve bu durumun kamuoyu­
nun oluşmas ına etkileri konularında çalışmaktaydılar. B u
dönemin kitle iletişim araçlarının, insanları nasıl ikna
edebileceği sorusundan hareketle psikoloji ve sosyal psi­
koloji alanlarındaki çalışmaların yapılmasına yol açmıştır.
Aynı yıllarda Chicago Okulunun üyeleri modernleşme ve
kentleşme gibi süreçleri anlamaya ve anlamlandırmaya
çalışmışlardır. Chicago Okulu üyeleri, 1 9 . yüzyılın sonla­
rında ( 1 892) kurulmuş ve adını aldığı kentte sosyoloj i,
antropoloj i , kültür, sosyal patoloji, sosyal psikoloj i , kentsel
ekoloj i , etnografi alanında çalışmalar yapmışlardır. B u
okulla isimleri özdeşleşen araştırmacılar arasında Albion
Small, Edward Ross, Robert E. Park gelmektedir. Chi­
cago kenti, endüstriyel bir kent olarak yoğun bir biçimde
sürekli göç alan bir yerleşim birimidir. B u araştırmalarda
yasa dışı faaliyetlerin yoğunlaştığı bölgeleri, kentteki ör­
gütlü ve örgütsüz faaliyetleri incelemişlerdir. Sosyal Ant­
ropolog olan Park, kent yaşamının karmaşık yapısını ana­
liz eder. D urkheim 'cı gelenekten etkilenen bu çalışma­
larda daha sonra Redcliffe B rown'un Chicago'da yapmış
olduğu çalışmalarla daha da güçlenmiştir. B u çalışma­
larda kentin toplumsal ve kültürel dokusunun oluşumu,
farklı sınıfların ve farklı etnik kökenden gelen göçmenle­
rin yerleşim biçimleri, komşuluk ilişkileri ve kültürleri
konusunda pek çok veri toplamışlardır. R. E. Park, kent­
leşme, modernleşme ve kentsel değişim sorunlarıyla ilgi­
lenmiştir. Pragmatik felsefeye inanan Park, sosyal ya­
şamda karşılaşılan pratik sorunlara çözüm üretmeyi a­
maçlamıştır. Gazetecilik de yapan Park, özellikle kentsel
haberler bölümünde çalışmış, göçmen ve zencilerin yaşa­
dığı gettolarla ilgili ampirik incelemeler gerçekleştir rrıiş-

19
Levent Yaylagül

tir. Sokak çetelerinden konsomasyon salonlarına kadar


pek çok mekanda inceleme ve gözlemler yapmıştır (Ay­
maz, 2002). Chicago Okulu üyelerinin iletişim bilimleriyle
ilgisi, bunların toplumsal yaşamı bir etkileşim sistemi ola­
rak görmelerinden kaynakla nır. Toplumsal yaşamda ko­
lektif faaliyetler, kültür aracılığıyla dille kuşaktan kuşağa
aktarılan simgesel ve moral bir dünyada gerçekleşir. Top­
lumsal ilişkilerin iletişim aracılığıyla yürüdüğüne dikkat
çekmişleridir. İletişim aracılığıyla toplumsal çatışmaları
toplumsal uyuma, adaptasyona ve asimilasyona dönüş­
türmeyi amaçlamışlardır. B u çalışmaların hepsi, davranış
psikoloj isinden hareket eden çalışmalardır. B u durum
iletişim çalışmalarında davranışçı yaklaşımın özellikle
iletişim araçlarının izleyici üzerindeki etkisinin ortaya
çıkarılmasında görgül (ampirik) sınamalara baş vurulma­
sına yol açmıştır. Bu görgül çalışmalar Amerikan pragma­
tizminin sonucudur. B unun kökeninde de ABD 'nin tekno­
loj i ve endüstri alanında üstün bir konumda olması ve
bilimsel bilgiye sarsılmaz bir güven duyulması vardır. E­
gemen yaklaşımın bu tutumu neticesinde toplumsal, eko­
nomik ve siyasal güçler toplumsal çözümleme ve inceleme
çerçevesinin dışına çıkarılmıştır.
İ letişim çalışmalarına yıllarca H . Lasswell'in fo rmü­
lasyonu çerçevesinde yaklaşılmıştır. Bu yaklaşım ''kim,
kime, neyi, hangi kanalla ve hangi etki ile söylüyor? '' şek­
lindedir. İletişim çalışmalarında ''Kullanımlar ve Doyum­
lar" yaklaşımı ile etki araştırmalarında ileti-izler küme
karşıtlığında gücü iletiye veren yaklaşımların aksine gücü
izler kümeye vermiştir. Kullanımlar ve doyumlar yaklaşı­
mı, iletişim sürecinde "izleyicValımcıyı'' egemen bir po­
zisyona getirerek iletişim kurumunu ve iletiyi etkisiz bir
duruma getirmiştir. Egemen olan yaklaşım, bilimsel ça­
lışmalarda tam denetimli deneylerle ispatlamaya önem
verdiği için Frankfurt Okulunun kültür endüstrileri yakla­
şımı ile diğer eleştirel yaklaşımları ''laf kalabalığı'', ''bilim­
sel olmama'' ve ''ideolojik olmakla'' suçlayarak reddetmek­
tedir.

20

Kitle iletişim Kuramları

İletişim çalışmalarında egemen paradigma bireye da­


yanır. Bu da iletişim etkinliğinde kurumları, güç ve ikti­
dar yapısını, egemenlik ilişkilerini, egemen toplumsal ya­
pıyı, meta üretimini, üretim sürecini, üretim güçlerinin ve
üretim ilişkilerinin belirleyiciliğini, emeğin yabancılaşma­
sını görmezden gelir. Bu durum iletişimin kollektif ve top­
lumsal bir etkinlik olma özelliği ile çelişir. Hiçbir zaman
iletişim çalışmalarında iletişimle ilişkili olarak iletişim
süreçleri, kurumsal yapılar ve çağdaş iletişim dizgelerinin
içinde oluştuğu ve geliştiği toplumsal, ekonomik, siyasal
ve kültürel yapılardan ayrı tutulamaz.
1 9 70'li yıllarda -özellikle 1 968 gençlik ve sol hareket­
lerin başarısız olması üzerine- kültürü temel sorun haline
getiren çeşitli kuramsal yaklaşımlar geliştirilerek bunlar
iletişim alanıyla ilişkilendirildi. 1 970'li yılların sonların­
dan itibaren iletişim çalışmalarına etnometodoloji, simge­
sel etkileşimcilik, neo-Marksizm, fenomenoloji, yapısalcı­
lık, her rrıonetik, eleştirel edebiyat kuramları gibi yakla­
şımlar dahil olmuştur. B u yaklaşımların ve kuramların
çoğu kıta Avrupa'sındaki teorilerin canlandırılarak top­
lum bilimlerine ve iletişim alanına müdahale etmesiyle
ortaya çıkmış yaklaşımlardır. B u alanda egemen davra­
nışçı yaklaşıma karşı önemli bir yaklaşım ''Kültürel İ nce­
lemeler'' olarak İ ngiltere' de geliştirilmiştir. Kültürel İn­
celemeler, B ir rrıingham Üniversitesi' sinde Çağdaş Kültü­
rel İncelemeler Merkezi'nin kurulmasıyla başlamıştır. B u
okulun mensupları kültüre ilişkin çalışmalarında her türlü
disiplinin her türlü teorik yaklaşımını kullanmıştır. Bu
alanda başvurulan başlıca disiplinler göstergebilim,
Marksizm, tarih, psikoloji, feminizm, yapısalcılık, post
yapısalcılık, etnoloji, edebiyat kuramları ve edebiyat eleş­
tirileridir. İlk defa bu çalışmalarda yapı, özne, belirlenim,
üst belirlenim, hegemonya, söylem, çok dillilik, tek dillilik
gibi kavramlar yan yana veya karşı karşıya eklektik bir
biçimde kullanılmaya başlanmıştır. Kültürel çalışmalar
yaklaşımı, kültürün tanımını genişleterek seçkinci kültür
tanımı yerine kültürü R. Williams 'ın ''bütün bir yaşam
biçimi'' olarak değerlendirdiği yaklaşıma dayandırmaya

21
Levent Yaylagül

başlamışlardır. Kültüre antropolojik bir biçimde yaklaşa­


rak kültürün sadece seçkinlere ait bir şey olmadığını belir­
tip; kültürün ekonomiyle, toplumsal yapıyla bağlantılı ola­
rak hayatın her alanını kapsadığı gündelik yaşamın simge
ve pratikleriyle bezeli bir alan olduğunu ortaya koymuş­
lardır. Kültüre yaklaşırken Marksizm 'in aksine kültürün
altyapıya bağımlı ve onunla uyumlu olduğu tezini redde­
derek, kültürün özgül ve ekonomiden görece özerk oldu­
ğunu belirtmişlerdir (Mutlu, 1 996).
Öte yandan l 970'li yıllarda (batıda görülen yoğun eko­
nomik krizlerle birlikte) iletişim alanındaki çalışmalara
kaynak sağlayan endüstriyel, ticari ve kamusal kurum ve
kuruluşların desteği ortadan kalkmıştır. Çünkü bu ku­
rumlar ekonomik krizin yanı sıra egemen iletişim çalış­
malarının uygulamada yeni bir şey ortaya koyamadığını
gördüler. Bu alanda entelektüel bir durgunluk söz konu­
suydu. Kültürel çalışmalar geleneği böyle bir ortamda
yeni soru ve sorunları gündeme getirdi . Kültürün ekono­
miden görece bağımsızlığı vurgulanarak bu alanın ileti­
şimle olan ilişkisine dikkat çekildi. B unlar yer yer kültürle
iletişimi eşitleme noktasına gelerek, kültürel çalışmaları
bir iletişim kuramı düzeyine indirgemeye başlamışlardır.
İletişim alanında giderek bütüncül bir yaklaşımdan
uzaklaşılmaktadır. Alanı kapsayıcı genel bir kuramdan
yoksun olmanın neticesinde çok farklı yaklaşım ve bakış
açıları bu alana girmişlerdir. İletişim alanına egemen o­
lan ruhbilimsel çözümleme yöntemi, söylem çözümlemesi,
okur-tepki kuramı, yapısalcılık, göstergebilim, tür eleştiri­
si, etnografi ve etnometodoloji yaklaşımları hem bu alan­
da yapılan çalışmaların temel sorununu ve sorusunu oluş­
turmakta hem de yapılan çalışmalara yöntembilimsel da­
yanak sağlamaktadırlar

22

Kitle iletişim Kuramları

4. Kitle iletişim Kuram ve Araştırmalarında


Farklı
Yönelimler
Sınıflı toplumlarda üretim araçlarını kontrol eden sı­
nıflar düşünce üretim araçlarını da kontrol ederler. Kapi­
talist öncesi toplumlarda doğada ve toplumda meydana
gelen olaylar dinsel bir bakış açısıyla açıklanmaktaydı .
Kapitalizmin gelişmesi ve bilim ve teknoloj ideki gelişme­
ler toplumda meydana gelen olayları doğal ve toplumsal
sebepleri olduğunu ortaya koymuştur. B urjuva devrim
çağı nda kendi çıkarını toplumun genel çıkarı olarak su­
nan burjuva sınıfı egemen güç haline geldikten sonra
kendi denetimindeki bilimi çalışan sınıfları denetlemek ve
varolan üretim ilişkilerini sürdürmek için kullanmıştır.
İletişim bilimleri de örgütlü bir araştırma faaliyeti olarak
kitleleri denetlemek ve yönlendiı ıııek il1tiyacından kay­
naklanmıştır. Onun için iletişim bilimlerinde bütün top­
lumun gerçeğini açıklayacak tek bir kuram yoktur. Farklı
sınıfların farklılaşan çıkarları, farklı kuramlar aracılığıyla
dile getirilmektedir. İletişim alanında varolan toplumsal
düzeni meşrulaştırma ve sürdürmeyi amaçlayan kuram ve
yaklaşımlar "ana-akım " kuramlar olarak adlandırılırken,
mevcut sistemi ve iletişimi eleştirel bir tarzda irdeleyen
çalışmalar ''eleştirel kuramlar'' olarak değerlendirilmek­
tedir.
Kuram, herhangi bir toplumsal olayı ya da olguyu, o­
nun gelişimini, nedenlerini ''e sonuçlarını bir bütünlük
içinde açıklayan, bilimsel ve sistemli fikirler bütünüdür.
Kuram, tamamıyla kesinleşmemesine rağmen kısmi bir
şekilde doğrulanmış varsayımlar dizgesidir. Kuramlar,
olay ve olguları açıklamaya ve önceden tahmin etmeye
imkan veren mantıksal olarak düzenlenmiş bilgi bütünle­
ridir. Gözlemle elde edilen benzer durumların genellen­
mesiyle ve bilimsel soyutlamalarla elde edilir. Kuramlar
aslında birer önermedir. Varsayımlar geliştirilirken ku­
ramlardan hareket edilir. Kuramlar ele aldıkları konuları
betimler, açıklar, analiz eder ve kavramsallaştırır (Aziz,
1 9 90).

23
Levent Yay/agül

Kitle iletişimi alanı ndaki toplumsal gelişmeleri açıkla­


maya yönelik çalışmalar öncelikle toplumbilimi, siyaset
bilimi, psikoloji ve sosyal psikoloji alanındaki çalışmaların
kapsamı içerisinde yer aldı. B u tip çalışmalar 1 9 . yüzyılın
sonlarından itibaren gelişmeye başlamıştır. Yukarıda da
anıldığı gibi bu tip çalışmalar mevcut yapıyı meşrulaştı­
rıp, güçlendirmek ve sürdürmek isteyen yaklaşımlar ana
akım ya da tutucu kuram ve araştırmaları oluştururken
mevcut toplumsal yapıyı ve onun içerisinde yer alan ileti­
şim etkinliklerini ve bu etkinliklerin doğasını sorun haline
getiren araştırmalar eleştirel çalışmalar olarak değerlen­
dirilmektedir.
Yönetim araştır ıııası ve eleştirel araştırma düşünceleri
Amerikan geleneğinden kaynaklanır. 1 940'ların başında
Lazarsfeld, yönetim araştırması ve eleştirel kuramın bü­
tünleşmesi konusunda iyimserdi. Fakat Columbia Üniver­
sitesi'nde ''Uygulamalı Toplumbilim Araştıııııaları Bü­
rosu'nda " Avrupa kökenli Toplumsal Araştıııııalar Ensti­
tüsü arasındaki işbirliğinin sonuçları bu iki geleneğin u­
yuşamayacağını gösteı ıııiştir. Her iki yaklaşımın termi­
nolojileri farklıdır. Eleştirel yaklaşımlar Amerika' daki
anlamıyla saf ampirizme karşıdırlar.
Ampirik ya da yönetim araştıı ıııaları ekonomik ve si­
yasi kurumların yapısını, iktidarın merkezileşmesini, e­
gemen bağımlı ilişkilerini ve sınıf çıkarlarını analiz dı­
şında tutarlar. Eleştirel yaklaşımların dayanak noktasını
ise siyasi ve ekonomik ilişkilerin asimetrik yapısı oluştur­
maktadır (Melody ve Mansell, 1 9 83 : 1 04). Eleştirel araş­
tırmacılar amprik çalışma yapan yönetim araştırmacıla­
rını sayısal tekniklere fazla güvenmekle, kuramsal olma­
mak ve sentez yapılamayacak araştırma sonuçları ortaya
koymakla suçlarlar.
Eleştirel ve yönetimsel araştırmaların arasında tarihsel
bir ayrılık vardır. Ampirik gelenek bütün bilgilerin kayna­
ğının duyumsal tecrübe olduğu görüşüne dayanarak aklı,
deneyden bağımsız olarak bilgi kaynağı kabul eden yakla­
şıma karşı çıkar. Ampirik metot tarihsel süreçleri, iktidarı
ve egemen ideolojiyi dikkate almaz. Eleştirel araştırmalar,

24

Kitle iletişim Kuramları

toplumsal çatışma, eşitsizlik, kurumsal güdüler, iktidar


gibi kategorileri dikkate alır. Eleştirel iletişim çalışmaları
insanın davranışını ve ilişkilerinin karmaşıklığını anlamak
için ampirik metodun kullandığı fiziksel olgunun ötesinde
açıklamalar yapılması gerektiğini vurgular. Buna göre,
insanın etkinliği statik, değişmez kanunlara ve doğrudan
nedensel analizlere indirgenemez. Buna karşın yönetim
araştırmaları, olayın, davranışın ve kurumsal yapının ta­
rihsel bağlamını dikkate almazlar.
Eleştirel ve yönetimsel araştıı ıııalar arasındaki fark­
lardan birisi de değerlere ilişkindir. Yönetim araştırması
yapanlar, araştırmacın değer yargılarını araştırmasına
katmasını istemezler. Oysa eleştirel araştıı ıııacılar araş­
tırmanın kendisinin de toplumsal süreçlere bir müdahale
olduğunu düşünerek bunun mümkün olmadığını ileri sü­
rerler (Melody ve Mansell, 19 83: l 08). Yönetim araştırma­
sında pozitif bilgiye ve bilimin nihai amacının nesnellik
olduğuna inanan pozitivist metot kullanılırken, eleştirel
araştırmacılar objektifliğin, bilinçli ya da bilinçsiz bir şe­
kilde değerlerin ve ideolojilerin üstünü örten bir maske
olduğunu düşünürler. Yönetim araştırmacıları, eleştirel
yaklaşımları öznel ve spekülatif olarak görürken, eleştirel
yaklaşımlar ise objektifliğin mümkün olmadığını belirtir­
ler. Buna göre, sınıflı toplumlarda nesnellik mümkün de­
ğildir. Çünkü bilim, toplumsal iktidarın sürdürülmesine
hizmet eder. Toplumbilimlerinde ve kurumlarda değer
yargılarından kaçınılamaz. B u değerler, araştıı ıııa sorula­
rı nın oluşturulmasını ve bilgi üretim sürecini belirler.
B una göre, yönetim araştırmacıları akademik bilginin
gelişmesine katkıda bulunmazlar. Çünkü yönetim araş­
tırması yaptıran, bunları finanse eden kuruluşların araş­
tırmaları ve öncelikleri entelektüel ve bilimsel öncelik de­
ğildir. Yönetim araştırmaları kuramsal sorunlardan ziya­
de pratik sorunlara çözüm üretmeyi amaçlar. İki yaklaşım
arasındaki ayrım sadece kuram ve metodoloji alanında
değildir. Seçtikleri, gerçek dünyaya ilişkin pragmatik so­
runlar, bunun sonucunda araştırma teknikleri ve analizle­
ri de farklıdır. Yönetim araştırması statükocu iken eleşti-

25
Levent Yay/agül

rel araştırmalar mevcut toplumsal yapıdaki siyasi, eko­


nomik ve kurumsal yapılarda ve iktidar ilişkilerinde deği­
şimi savunurlar (Melody ve Mansell, 1 9 8 3 : 1 09).
Eleştirel araştırmalara göre, bilimsel araştırmalar da
iktidar ilişkilerinin parçasıdır. Eleştirel araştırmacılar
varolan kurumsal yapıların bir sorun olduğunu ve bunla­
rın değişmesi gerektiğini savunurlar. Fakat bu yaklaşım­
lar çoğunlukla bu yapıların gerçekçi bir biçimde alternatif
kurumsal yapıları nasıl dönüştürüleceği konusunda bir
şey söylemezler. Bundan dolayı pek çok eleştirel araştır­
macı varolan kurumsal yapının zayıf ve 11atalı yönlerine
tepki gösterir ve bu yönde iddialar geliştirir. Çünkü varo­
lan egemen kurumlar toplumsal değişmeyi değil. kendi
iktidarlarını pekiştirecek araştırmalar yapılmasını isterler.
Yönetim araştırmasının amacı, egemen kurumsal yapının
kendisini yeniden üretmesine 11izmet etmektir. Buna kar­
şılık eleştirel araştırmacılar toplumu dinamik ve diyalek­
tik bir süreç olarak görürler. Bilimsel araştırmalar top­
lumsal değişimi etkileyecek süreçlerdir. Çünkü bilimsel
araştıı ıııaların sonuçları politik karar alma süreçlerini
kontrol edenlerce kullanılır (Melody ve Mansell, 1 9 8 3 : -
1 1 0- 1 1 ).
Yönetim araştırması ve eleştirel araştıı ıııa ve kuramlar
sorun seçimi ve kullanılan araştırma metotlarıyla da bir­
birlerinden ayrılırlar. B unlara eklenebilecek bir başka
unsur da araştırmacıların ideolojik yönelimleridir. Çünkü
bütün araştırmacılar ya egemen ekonomik \'e siyasi dü­
zeni eleştirir ve onun değişimini savunur ya da varolan
düzeni savunarak onun güçlenmesine çalışır. B unun için,
sıkça dile getirilen bilimsel tarafsızlık sadece bir kuruntu­
dur. B ilim adamlarının ideolojik eğilimleri onların sorun
seçimlerini araştırma tekniklerini ve kuramsal çerçevele­
rini belirler. En eski toplumbilimi olan ekonomi politik
bunu iki yüzyılı aşan bir süreden beri dile getirmektedir.
Dünyadaki gerçekliğe tarihsel materyalist açıdan ba­
kan birisi, insanların iktidar ilişkileri çerçevesinde üretim
araçlarını kontrol eden zenginler ve üretim ve geçim araç­
larından yoksun yoksullar olarak bölündüğünü görür.

26

Kitle iletişim Kuramları

Değişme ve gelişme her şeyin kendi içsel ve gerekli hare­


ketinin sonucudur. Her şeyin içinde her zaman hareket
halindeki karşıt güçler bulunur. B u çelişkilerin gelişmesi
çizgisel değil diyalektiktir (Smythe ve Dinl1, 1 9 8 3 : 1 1 7).
Çelişkiler çoğu zaman asimetriktir ve iki güç birbiriyle
çatışır. Her şeyde hareketin iki durumu vardır. İlkin nice­
liksel olarak istikrarlı bir şekilde dengede görünür. İkin­
cisi niteliksel olan yani, nicel değişmelerin zaman içeri­
sinde nitel dönüşümlere yol açmasıdır. Yeni oluşum, eski
çelişkileri açarken yine kendi karşıtlarını kendi içinde
barındırır. Değişme sadece içsel çelişkilerle olmaz, eş)1ayı
saran dışsal çelişkiler de nitel değişim için engeller ve
olanaklar sunar. Toplumsal ilişkiler zaman ve mekan içe­
risinde gelişen ve çelişen bir süreçtir.
Bu bakış açısına göre iletişim araştırmaları eleştirel ya
da yönetim araştırması olarak sınıflandırılabilir. B u iki tip
araştırma geleneği, (a) Sorun seçim tipleri, (b) Kullan­
dıkları araştırma metodu, {c) Araştıııııacı nın ideoloj isine
göre farklılaşmaktadır. Yönetim araştırması, araştırma
sorunu olarak bir örgütün eylemlerinin nasıl daha etkin
hale getirilebileceğini araştırır. Örneğin bir parfümün
nasıl daha iyi reklamının yapılacağı yani bir şirketin kar­
lılığını nasıl artırılacağını araştıran bir inceleme bir yöne­
tim araştır ıııasıdır. Eleştirel araştırmayla, ilgili toplumsal
katmanların kolektif ihtiyaçlarının karşılanmasında top­
lumsal kurumların nasıl yeniden biçimlendirileceği araş­
tırılır.
Yönetim araştırmasının amaçları, neo-pozitivist davra­
nışçı kuramı n bireyler üzerindeki etkilerine uygulanması­
dır. Eleştirel araçlar gerçek dünyadaki çelişkili süreçlerin
tarihsel materyalist açıdan incelenmesidir. Yönetim araş­
tırması yönetimsel tipte sorun seçimi ve araçlarla ve bu
araştırmanın sonuçları ''e yorumlarıyla statükoyu destek­
lediği için ideolojiktir. Eleştirel yaklaşımlar da seçtiği so­
run, kuram ''e araştırma metodoloj isi ve bunun yorum­
lanmış sonuçlarıyla kurulu düzende köklü değişiklikleri
savunduğu için ideolojiktir.

27
Levent Yaylagü/

Yönetimsel araştırma altında ilk araştırma tipi nicel


araştıı ıııadır. Bu, Pazar araştırmasını içerir. B u araştırma
türünün amacını bunları finanse eden şirketler belirler.
Bu araştır ıııaların amacı onların güvenliğini ve karlılığını
garanti altına almaktır. Bunların metodolojisi kontrollü
deneylerde deneysel ''psikoloj ik öğrenme'' kuramına da­
yanır. B unlar, ayrıca yoğun sörvey araştırma metodoloji­
sini kullanırlar. Bu tip araştırıııalar ayrıca, laboratuar
koşullarında yönetilen kontrollü deneylere dayalı davranış
araştıııııalarını içerir. B u tip araştırmalar Lasswell'in kit­
le iletişimi için pozitivist araştırma modeli olan çizgisel
''Kim, kime, hangi kanalla, hangi etki ile, ne söyler'' şek­
lindeki formülasyonuna dayanan incelemeler yapar. Ara­
dan yetmiş yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen
bu tip basmakalıp ve bütüncül olmaktan uzak bölük pör­
çük çalışmalar devam etmektedir. Bu tip araştırmalar
daha çok akademik kariyer ve piyasa araştırmaları için
verimli bir temel sağlar. Kısaca, yönetim araştırması yü­
rürlükte olan politik/ekonomik sistemin çıkarına hizmet
eder.
Sörvey araştırmaları yapılandırılmış anket, görüşme ve
kodlama teknikleriyle sı nırlı niceliksel yönetim araştır­
ması sağlar. B u tip araştırmalar çeşitli kurumlar tarafın­
dan finanse edilir. Bunlar arasında çeşitli devlet kuruluş­
ları, ticari birlikler, büyük şirketler ve vakıflar ön planda
yer alır. Şüphesiz, sörvey araştırmaları kurulu düzenin
yönetim amaçlarına hizmet eder (Smythe ve Dinh,
1 9 83 : 1 1 9). Fakat bu tip araştırrııalar da eleştirel çalışma
yapanların kolaylıkla elde edemeyeceği pek çok ampirik
bilgi sunar. B u araştırmaların sonuçları da eleştirel araş­
tırmacılar tarafından kullanılabilir.
Eleştirel Yaklaşımlar, iletişim sürecinin anlaşılabilmesi
için bu etkinliğin içinde gerçekleştiği toplumsal yapı ve
bağlam üzerinde durarak düz çizgisel nedensellik model­
lerinin yetersiz açıklamalarını eleştirirler. Eleştirel medya
ya da kitle iletişim incelemeleri tek bir ekol ya da okul
olmayıp farklı kuramsal hareket noktalarına ait çeşitli
çalışma alanları, yaklaşım ve ekollerden oluşur. Kitabın

28

Kitle iletişim Kuramları

'Eleştirel Çalışmalar' bölümünde daha detaylı olarak ele


alınan bu çalışmalar arasında Frankfurt Okulu, Ekonomi
politik yaklaşım, İ ngiliz Kültürel Ç alışmaları, Yapısal dil­
bilim incelememeleri ve Avrupa kıta felsefesinde yer alan
çeşitli yaklaşımlar sayılabilir (Slack ve Allar, 1 983 : 2 1 3 ).
Eleştirel medya çalışmaları, kitle iletişim sürecini ve
medya kuruluşlarını devlet, aile, ekonomik kurumlar, ki­
lise, sendikalar ve siyasi partiler gibi diğer toplumsal ku­
rum ve kuruluşlardan soyutlamadan onlarla ilişkileri içe­
risinde ele alırlar. Ayrıca toplumu oluşturan insanlar ve
sosyal sı nıflar da belli farklılıkla ra sahiptir. B u yaklaşım
iletişim sürecini gönderilen mesajların insanlar üzerin­
deki bireysel psikolojik ya da en gelişmiş şekliyle sosyal
psikolojik etkilerini incelemek yerine iletişimin toplumun
ve toplumsal ilişkilerin üretiminde ve yeniden üretiminde
oynadığı ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve ideolojik
rol üzerinde dururlar.
Ayrıca, eleştirel yaklaşımlar toplumsal eşitsizlik ve ik­
tidar sorunuyla ilgilenirler. Politika, iktidar gücünü elde
etmek ve toplumsal eşitsizlikleri yeniden üretmek için bir
araçtır. İktidarın ele geçirilmesinde ve sürdürülmesinde
iletişim faaliyetlerinin ne gibi bir etkinliği bulunduğu bu
yaklaşım içerisinde yer alan temel sorulardandır. B unun
yanında iktidarın kullanılmasında bilginin üretimi ve da­
ğıtımı üzerindeki iktidarın kontrolü sorunu üzerinde de
odaklanırlar (Slack ve Allar, 1 98 3 : 2 15).
Yönetim araştırmalarının aksine eleştirel kuram, araç­
ları ve ortaya koyduğu soruyla makro sorunlara yönelir.
İletişim alanında eleştirel kuram toplum bilimleri, insan
bilimleri ve sanatı kapsayan geniş bir alandır. Öncelikle
statııs quoya karşı eleştiriler yöneltir. B unu yaparken de
belli ölçüde Marksist yaklaşımın kapitalist toplum eleştiri­
sine dayanır. Eleştirel çalışmalar, bu kitabın ikinci bölü­
münde detaylı olarak ele alınmaktadır. Burada öncelikle
egemen iletişim çalışmalarının gelişimi ele alınacaktır.

29
Levent Yaylagül

5. Egemen (Ana-akım) iletişim Çalışmalarının


Gelişimi
Medya çalışmalarından Amerikan tarzı egemen araş­
tırma geleneği, toplumbilimlerinin işlevselci (fonksiyo­
nalist) yaklaşımına dayanır. Bu gelenek l 930 'lu ve 40'lı
yıllarda ticari amaçlı kitle iletişim araştırmalarına uygu­
lanmıştır. B u yaklaşım, medyanın amacını, mesaj ları ya
da etkileri bütün toplumsal süreçlerden soyutlar. İleti­
şimin, içinde işlediği toplumsal, ideoloj ik, siyasi, kültürel
ve ekonomik sistemle ilişkisini kurmaz. İletişime ilişkin
özel veriler iletişim sistemi ya da makro kuramsal yakla­
şımlarla incelenmez. B u tip araştır rrıaların temel amacı
toplumsal kontrol, ikna ve davranış değişikliklerine yöne­
lik verileri toplamaktır. B unlardan hareketle kuram geliş­
tirme, iletişim sürecinin yapısal ve sistemsel belirleyicile­
rini ortaya koyma gibi kaygılar yoktur. Bu tip araştırma­
ların eğilimi niceliksel, ampirik, davranış bilimlerinin
yöntemlerini kullanmaktır. Böylelikle bu gelenek, iletişim
alanındaki, kitabın ''eleştirel çalışmalar" bölümünde ele
alınan kavramsal, spekülatif, kuramsal ya da felsefi yakla­
şımlar ile karşıtlık oluşturur.
Mikro düzeyde nicel, ampirik yaklaşımı kullanan bu
araştırrrıalar daha çok, yayın, reklam ve siyasi kuruluşlar
tarafından desteklenmiştir. Araştırmalara mali destek sağ­
layan kuruluşların temel amacı, ne tip siyasi propa­
gandaların ya da ikna tekniklerinin istenilen etkiyi üretti­
ğini öğrenmektir. Böylece onların amacı insanların oy
verme, satın alma yönündeki tutum ve davranışlarını et­
kileyerek bu insanlarda kendi istedikleri tutum ve davra­
nış değişikliklerini yaratmaktır. B u kuruluşların mesaj ­
larla toplumsal yapı ve egemen çıkarlar arasındaki uy­
gunluğu ortaya çıkarma gibi kaygıları olmamıştır
(McPl1ail, 2002 : 3 7-8).
Davranışçı gelenek, iletişim araştırmalarındaki en eski
gelenektir. B u yaklaşım davranışçı psikoloj i geleneği içe­
risinde geliştirilmiştir. Bu bakış açısı uyarıcı - tepki (S -

R) modeline dayanır. Buna göre, insan davranışı ancak


dış uyarıcılara verdiği davranışsa! tepkiler gözlemlenerek

30

Kitle iletişim Kuramları

anlaşılabilir. Bu gelenek içerisindeki iletişim araştır rrıa­


ları , alan araştır rrıası ya da deneyler yoluyla medya me­
sajları ve etkiler gibi uyarıcılarla izleyici davranışı arasın­
daki ilişkiyi mekanik bir şekilde açıklamaya çalışırlar
(Renckstorf ve McQuail, 1 99 6 : 6).
20. yüzyılın başları nda toplumbilimleri içerisinde yer
alan disiplinler insan davranışını tetikleyen şeylerin neler
olduğunu anlamak ve belirlemek niyetiyle gelişmiştir. Ge­
lişmekte olan sosyal psikolojinin kurucuları, insan davra­
nışının tahmin edilebilir bir mekanizması olduğunu, ilgili
değişkenlere bakarak onların davranışlarının önceden
kestirilebileceğini düşünmüşlerdir. B una göre gerekli ger­
çekler ve veriler toplanırsa ve modeller inşa edilirse insan
davranışı tahmin ve kontrol edilebilir.
B u fikir, toplumsal kontrolle ilgili kurumlara cazip gö­
rünmüştür. Hükümetler ve diğer yönetim organları geliş­
mekte olan bu alanı yönetim ve düzeni sağlamak ve kaotik
alanların kontrolünde anahtar bir alan olarak görrrıüşler­
dir. Aynı zamanda sanayiciler, tahmin edilebilir esnek
insan ruhu düşüncesinden çok etkilenmişlerdir. Üretici
güçlerin yönetimine uygulandığında sosyal psikoloj i , en­
düstriyel psikoloji haline gelmiştir. B ilimsel, zamana bağlı
ve akan bant sistemindeki üretimin egemen olduğu yapıda
sosyal psikoloji modern yönetim tekniğinin temel araçla­
rından biri olmuştur.
192 0 'lerde geniş tüketim endüstrilerinin ortaya çıkma­
sıyla birlikte, modern reklam ve pazarlama sistemleri ile
iletişim araştırmaları doğmuştur. Sosyal ve endüstriyel
psikoloj inin kurucuları olan bazı insanlar o dönemde rek­
lam psikoloj isi alanına geçmişlerdir. Zira kitleleri hareket
ettiren içgüdüsel mekanizmanın unsurları bilinirse ona
göre yeni pazarlama teknikleri geliştirilebilirdi. Bu dö­
nemde insanlar izlenmes i, tahlil edilmesi ve biçimlendi­
rilmesi gereken ''izleyici'' olarak görülmeye başlanmıştır.
İletişim çalışmalarının bu tarafgirliği 1 930 'larda ve
40'larda tamamen siyasi bir yönelimdeydi. Gerek sağda,
gerek solda kitle hareketlerinin yükselişi orta)'a çıkmakta
olan propaganda araştırmalarına hız kazandırmıştır. Pro-

31
Levent Yaylagül

paganda araştır ıııa ve çalışmaları iki açıdan önemlidir.


Öncelikle toplumbilimsel verilerin toplanması suretiyle
düşman propagandalarının başarısı analiz edilip anlaşıla­
bilir ve potansiyel olarak kontrol altına alınabilir (Ewen,
1 9 83 : 220). Alman faşizmi örneğinde olduğu gibi , görü­
nüşte akıl dışı olan şeyler akli olarak gösterilebilir. Bu tip
araştıı ıııalar alternatif propaganda geliştirmeyi ya da
mevcut j argonu imaj yönetiminin aracı olarak kullanmayı
mümkün kılar.
1 . Dünya Savaşı'nda ve sonrasında Nazi propaganda­
ları sayesinde bir çalışma alanı olarak kitle iletişimine ilgi
artmıştır. Kitle iletişim kuramlarının temelinde 1 9 1 O' lu ve
2 0 'li yıllarda savaş ve kriz yılları boyunca kitleleri yönlen­
dirme ve denetleme ihtiyacından kaynaklanan propa­
ganda ve kamuoyu oluşturma çalışmaları yer almaktadır.
Bu dönemin egemen kitle iletişim araçları basın ve rad­
yodur. Kitleleri denetleme ve yönlendirme çabaları ilk
dönemdeki psikoloji kökenli kuramların geliştirilmesine
neden olmuştur. Ana-akım iletişim araştırmaları muhafa­
zakar yaklaşımlardan, liberal çoğulcu yaklaşıma kadar bir
dizi farklı kuram ve modeller geliştirmişlerdir. B u kuram
ve modellerin temelinde sanayi kapitalizminin gelişme­
siyle birlikte ortaya çıkan işçi sınıfı ve bu sınıfın ortaya
koyduğu ekonomik ve siyasal temelli kitlesel hareketler
yer almaktadır. Bu nun için bu çalışmalar kitleleri denet­
leme ve yönetme ilıtiyacından kaynaklı olarak ortaya çık­
mışlardır. 1 9 . yüzyılın sonundan itibaren Amerika Bi rleşik
Devletleri ' nde Chicago okulu sosyolog ve antropologları,
siyaset bilimci Walter Lipman ve Gustave Le Ban gibi
bilim adamlarının çalışmaları bu çabaların örneklerini
teşkil eder.
Amerika B irleşik Devletleri ' nde kitle iletişimi konu­
sunda yapılan çalışmalar üniversitelerle bu konuda uz­
manlaşmış sektörlerdeki kurumsal yapıların işbirliği içe­
risinde gerçekleştirilmiştir. B u tip çalışmaların temel ö­
zelliği, bunların liberal çoğulcu burj uva toplum kura­
mından hareketle gerçekleştirilmesidir. B u yaklaşım kitle
iletişim kurumlarının ve buralarda çalışan profesyonel

32
Kitle İletişim Kuramları

insanların özerk olduğu varsayımına dayanır. B u anlayı­


şın temelinde ise pragmatik felsefe yer almaktadır.
Bu tip çalışmalarda iletişim sürecinin çeşitli unsurları
incelenir. Bunlar arasında iletişim örgütlerinin yapısı,
iletişimciler, iletilen mesaj , izleyici grupları arasındaki
ilişkiler ve iletilerin izleyici toplulukları üzerindeki etkileri
sayılabilir. B u alanlardaki ampirik araştırmalar 1 93 0 'lu
yıllardan itibaren gelişmiştir. İletişim alanında Lazarsfeld,
Lasswell. Lewin ve Hovland 'ın araştırmaları ana akım
yaklaşımların temelini oluşturur. Özellikle, yukarıda ismi
anılan dört akademisyen 1 930 'lardan 1 9 50 'lere kadar ile­
tişim alanındaki çalışmalarda çok etkili olmuşlardır. B un­
lar, egemen literatürde, akademik bir disiplin olarak ileti­
şim çalışmalarının kurucu babaları olarak kabul edilirler.
Çünkü modern anlamda iletişim araştırmaları geleneği
onlarla başlamıştır. Bunlar siyaset bilimci Lasswell, ma­
tematik alanından sosyal bilimlere geçen Lazarsfeld, sos­
yal psikolog Lewin ve yine başka bir sosyal psikolog Hov­
land' dır.
Bu araştırmacılardan üçü bir araştır ıııa enstitüsü
kurmuşlardır. B unlar hem araştırmalar yapmışlar hem de
nasıl araştırma yapılacağı konusunda çalışmışlardır. Sa­
dece Lasswell bir enstitü kurmamış. o daha çok yazma
işiyle ilgilenmiştir. Lasswell, siyasi iktidarla; Lewin, grup
fonksiyonlarıyla; ve Hovland bilişsel süreçlerle ilgilenmiş­
tir. Sadece Lazarsfeld iletişim sorunlarıyla ilgilenmiş ve o
da daha sonra matematik alanına dönmüştür. 1 9 50'li yıl­
ların sonlarına kadar pek çok bilim adamı, iletişim çalış­
malarıyla kendi alanlarının kesiştiği ölçüde ilgilenmişler­
dir. Sadece yukarıda anılan dört bilim adamı uzun yıllar
boyunca iletişim alanıyla ilgilenmişlerdir (Schramm,
1 983:8).
I I . Dünya Savaşı sonrasında kitle iletişimi çalışmala­
rında hem Avrupa ' da hem de Amerika ' da temel ilgi alanı
kamuoyu oluşturulmasında kitle iletişim araçlarının gücü
üzerinde odaklanıyordu. B u çalışmalar, pek çok ülkede
periyodik olarak yapılan seçim ve sörvey araştırrııalarına
dayanılmaktaydı (Balle ve De Ba illon, 1 98 3 : 1 46). B u ta-

33
Levent Yaylagü/

ril1lerde iletişim alanında yeni araştıı ıııacılar ortaya çık­


mıştır ve bu insanların büyük çoğunluğu bu alanda kalıcı
olmuşlardır. Bu dönemlerden itibaren iletişim başka di­
siplinlerin denetiminden çıkmaya ve üniversitelerde ileti­
şimle ilgili bölümler açılmaya başlamıştır. B u bölümler
bünyesinde doktora programları da oluşturulmuştur. Ga­
zetecilik okulları ve bölümleri açılarak bu bölümle rde
okuyanlara pratiğe yönelik deneyim kazandırılmıştır. Ga­
zetecilik alanında da doktora programları açılmış; ko­
nuşma, yayıncılık ve film, rad)'O ve televizyon alanlarında
da benzer gelişmeler yaşanmıştır.
İletişim bilimleri disipli nlerarası bir çalışma alanı ola­
rak sosyoloji, siyaset bilimi, psikoloji, ekonomi ve dilbilimi
gibi alanları kapsar. Pek çok üniversitede lisans düzeyinde
gazetecilik, retorik, yayıncılık, iletişim kuramları, iletişi­
min etkisi ve iletişim araştırmaları metodoloj isi gibi alan­
larda bölümler açılmış ve iletişim yeni bir disiplinler-arası
çalışma alanı olarak ortaya çıkmıştır. Lazarsfeld, Colum­
bia Üniversitesi' nde B ureau of Applied Social Research
programı bünyesinde; Hovland Yale Üniversitesi ' nde;
• •

Lewin, Iowa U niversitesi' nde benzer araştırma ve uygu-


lama birimleri kurarak sosyoloj i , psikoloj i ve siyaset bili­
mi kökenli toplumsal araştırmalar yapmışlardır. Gazeteci­
lik, konuşma ''e diğer pratik bölümler izleyici araştıı ıııa­
ları, içerik analizi ve medya nın etkisi konularında araş­
tırmalar yapmışlardır. B unların toplumbilimcilerden fark­
lı olarak yönetim amaçlı araştırma gerekçeleri vardır.
Enstitüler sosyal bilimler alanında önemli bir yere sa­
hiptir. Lazarsfeld Columbia'da; Hovland Yale Ü niversi­
tesi ' nde araştırmalarını ve kuramsal amaçlarını gerçekleş­
tirmek için bu tip araştırma birimleri oluşturmuşlardır.
İletişimle ve özellikle kitle iletişimi)1le ilgili araştırma ens­
titüleri öncelikle üniversitelerin bünyesinde kurulmuştur.
Bunların çoğunluğu disiplinler-arası bir anlayışa ve yak­
laşıma sal1iptir. Öreğin Güney Kaliforniya' daki Pensil­
vanya 'da Anne nberg İletişim Okulu örneğinde olduğu gibi
bazı okullar bağımsız bölümler kurmuşlardır.

34
Kitle İletişim Kuramları

B u kurumsal gelişmelerin dışında, Whorf, Sapir ve


Edward T. Hail gibi antropologlar ve dilbilimciler de ileti­
şim alanına ilgi göstermişlerdir. Ayrıca matematikçiler ve
sibernetikçiler de sosyal bilimler ve özellikle iletişim ala­
nına girmeye başlamışlardır. Reklamcılar, siyasi parti

çalışanları, ekonomi ve toplumsal gelişme uzmanları,


halkla ilişkiler danışmanları bunların bazılarıdır. B u alan­
ların pek çoğu doğrudan iletişimle bağlantılıdır. Bunların
eğitimi de kaçınılmaz olarak iletişim bilimini gerektirir.
Çünkü iletişim, toplumsal kontrol ve denetim için son de­
rece işlevsel bir alandır. Amerika 'nın yanı sıra, İ ngiltere,
Almanya ve Fransa gibi Batı Avrupa ülkelerinde de önem­
l i bir iletişim araştırmaları geleneği vardır. Örneğin, tele­
vizyonun çocuklar üzerindeki etkileri gibi konulardaki
araştırmalar öncelikle İngiltere ' de başlamıştır.
İletişim bilimine taril1sel gelişimi açısından bakıldı­
ğında gerçek bir bilim olmaktan öte ün iversitelerde oku­
tulan bir disiplinler arası çalışma alanı olduğu görülür.
İletişim biliminde merkezi ve bütüncül bir kuram yoktur.
Dolayısıyla bu alanda eğitim göııııüş, çalışan ya da araş­
tırma yapan insanlar arasında da bir fikir ve yaklaşım
birliği de yoktur. İletişim sürecinin çeşitli parçalarına yö­
nelik pek çok araştırma yapılmasına rağmen bütüncül bir
iletişim kuramı üretilememiştir. Özellikle ana-akım yakla­
şımları n geliştirdiği kuram ve modeller çizgisel bir neden­
sellik ilişkisine dayanmakta ve tarihsel ve toplumsal ger­
çekliği bir bütünlük içerisinde açıklama noktasında yeter­
siz kalmaktadır. Aşağıda ayrıntılarıyla ele alınacak olan
sihirli mermi ya da hipodeı ıııik iğne kuramı ve Lass­
well'in 'kim, kime hangi kanalla, hangi etki ile ne
söylüyor? ' şeklindeki formülasyonu iletişim araştırmala­
rındaki esas araştırma alanlarının ayrılmasındaki temeli
teşkil etmektedir. B u yaklaşım aktif ve güçlü iletişimci ve
pasif ve güçsüz izleyici anlayışına dayalı tek yönlü bir ile­
tişim ilişkisine vurgu yapar. B urada iletişimcinin izleyiciyi
etkilediği hem de güçlü bir şekilde etkilediği görüşü ege­
mendir. B u yaklaşım, B irinci Dünya Savaşı' nda ve sonra­
sında propaganda, daha sonra reklamcılık ve siyasi kam-

35
Levent Yaylagül

panyaların temel varsayımlarına dayanır. Dal1a sonraki ve


günümüzdeki çalışmalarda ise izleyicilerin daha etkin
olduğu yönünde tezler geliştirilmiştir.
Artık, iletişim alanında yapılan çalışmalarda iletişim
sürecindeki bütün unsurların etkin ve diğer parçalarla
etkileşim içinde oldukları yönünde bir yaklaşım egemen­
dir. Oysa iletişim sürecinde bütün parçalar eşit etkinlikte
değillerdir. Özellikle eleştirel çalışmaların temel yakla­
şımları incelenirken ortaya konulacağı gibi gerek kişiler­
arası gerekse de kitle iletişiminde ve izleyiciler açısından
durum böyle değildir. Ana akım yaklaşımlarda iletişim
sadece bir enfoı ıııasyon alış verişine indirgenir ( Schr­
amm, 1 983). Oysa iletişim bir toplumsal ilişki biçimidir.
Tarihsel olarak belirlenmiştir ve üretim güçlerinin gelişim
düzeyine bağlı olarak toplumdaki egemen güç ve iktidar
mücadelelerinden soyutlanamaz. İletişim, toplumsal ola­
rak varolmanın koşuludur. Toplumu bir arada tutan ve
kültürün biriktirilmesini ve aktarılmasını sağlayan çok
önemli bir faaliyettir.
Ana-akım iletişim çalışmalarında faaliyet gösteren a­
raştırmacılar çok çeşitli sorunlardan hareketle araştır­
malar yapmaktadırlar. Bunların arasında, toplumsal de­
ğişme, iş, endüstriyel ilişkiler, pazarlama ve ikna, siyasal
iktidar ve politik örgüt, kültürler-arası ve uluslar arası
ilişkiler, sosyalleşme ve burada sayılamayacak pek çok
konu vardır. İletişim araştırmaları insan hayatının her
alanına açıktır. Son dönemlerde yeni iletişim teknolojileri
ve enfoı ıııasyon toplumu tartışmaları iletişim alanının
ağırlıklı gündemini oluştur ıııuştur. D isiplinler arası bir
çalışma alanı olarak iletişim çoğunlukla siyaset, ekonomi,
sosyoloj i, psikoloji ve dilbilim ve kültür alanlarındaki ça­
lışmalara dayanmaktadır.
Bernar<l Berelson, 1 9 59 yılına gelindiğinde iletişim a­
raştırmalarının genel bir değerlendirmes ini yaparak ile­
tişim alanında yapılacak yeni bir şeyin kc.1 lmadığını ve
alanın öncülerinin alanı terk ettiklerini belirtmiştir. 1 95 9
yılı iletişim araştırmalarında gerçekten bir dönüm noktası
olmuştur. B u tarihten itibaren iletişim, sosyoloj i, psikoloji

36

Kitle iletişim Kuramları

ve siyaset biliminden ayrılarak bir uzmanlık alanı olmaya


başlamıştır. O döneme kadar iletişim araştırmaları ba­
ğımsız bir araştırma alanı olmaktan çok farklı disiplinler­
den gelen insanların bir toplanma yeridir. Lasswell örne­
ğinde olduğu gibi, akademisyenler kendi disiplinlerini ve
bu disipline ait araçları iletişim alanına getirmiş ve daha
sonra kendi alanlarına geri dönmüşlerdir. Çünkü bu ta­
ril1e kadar iletişim araştırmaları kurumsal bir yapıya sa­
hip değildir. Bö)ılece iletişim alanına gelen akademisyen­
ler çok farklı ve zengin bir entelektüel çeşitliliğe dayanan
bir arka plan oluşturmuşlardır. Bu entelektüel zenginliğe
rağmen onların çalışmaları iletişim alanı ndaki sorunlara
ilişkin kuram ve metotların geliştirilmesini sağlayamamış­
tır (Rogers ve Chaffee, 1 9 83 : 20).
İletişim alanındaki gelişmeler özellikle 1 9 60'lı ve 70'li
yıllarda görülmüştür. Konuşma ve Gazetecilik gibi bö­
lümler "iletişim'' ya da ''kitle iletişimi'' başlığı altında top­
lanmaya başlamışlardır. B u suretle üni\1ersitelerde yeni
"iletişim'' bölümleri açılmıştır. D rama gibi bölümler de
iletişimin içersinde düşünülmeye başlanmıştır. İletişim
sanatlarına yönelik bölümlerle birlikte doktora program­
ları açılmış \'e böylece iletişim kuram ve metotlarına iliş­
kin çalışmalar yapılmıştır. İletişimin bu kadar önemli hale
gelmesinde Amerikan ekonomisinde yaşanan gelişmeler
ve dönüşümlerin önemli olduğu görülmektedir. Çünkü
ekonomide ağır sanayinin yanında bilişim ve enformasyon
sektörleri ağırlık kazanmaya başlamış ve iletişime ilişkin
meslekler de geleceğin meslekleri olarak görülmüşledir.
B u dönemdeki iletişim çalışmaları ''davranış bilimleri''
geleneğine da11anmaktadır. B uradaki temel amaç iletişim
bağlamında bireysel davranışların incelenmesidir. Ancak
iletişim alanındaki ana-akım çalışmalar yeterli bir kuram­
sal gelişme sağlayamamıştır. İletişim alanındaki çalışma­
ların dayanağı olan pragmatik felsefeye bağlı olarak ileti­
şim eğitimi alanlara haber ve köşe yazısı ya da senaryo
yazma, kurgu, yayın ve film yapımı gibi alanlarda teknik
beceriler kazandıracak çalışmalara ağırlık \'erilmiştir.

37
Levent Yay/agül

Ancak eleştirel çalışmaların ana-akım yaklaşımlara


meydan okumasıyla birlikte iletişim sürecine etki eden
yapısal faktörler, iletişim sistemleri ve tarihsel bağlamın
da dikkate alınması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Böylece
alanda farklı bakış açıları gelişmiştir. Kuramsal çalışma­
larla iletişim profesyonellerine belirli teknik beceri ve ye­
teneklerin kazandırılması arasında da bir denge oluştu­
rulamamıştır. Öğrencilere özellikle teknolojik araçların
kullanımı ile ilgili dersler verilmektedir. B ilgisayar, kur­
gu, animasyon, dizgi ve yayın alanına ilişkin bilgi ve bece­
riler kazandırılmaktadır. Kitle iletişiminin yanında kişiler
arası iletişim de ayrı bir alan haline gelmeye başlamıştır.
B u bölünmenin temelinde, alanın fonksiyonel özelliği
vardır (Rogers ve Chaffee, 1 9 8 3 ) .
Ana-akım iletişim çalışmalarının kökeninde liberal bur­
j uva çoğulcu ideolojisi ve onun bireyci yaklaşımı yer alır.
B una göre, toplum bireylerden oluşmaktadır. İletişim ise
bireyler arasında bir sembolik değişim ve etkileş im süre­
cidir. Bireyin karmaşık ve tek olduğu görüşü egemendir.
Ayrıca bu burj uva bireyleri rasyonel yani kendi doğruları­
nı kendisi bilen ve kendi çıkarı nı takip eden insanlar ola­
rak görülür. Ana akım iletişim kuramları da temelde me­
saj alış veriş sürecinin bireyler üzerindeki psikoloj ik etki­
sinin analizine dayanır. B u analizde ilk dönemlerde özel­
likle ampirisist bir yaklaşım egemendi . Araştırma süreci­
nin değişkenleri saptanmakta ve katılımcıların davranış­
ları gözlemlenerek cevapları kaydedilmekteydi. İlk çalış­
malar sıkı kontrol edilen laboratuar koşullarında gerçek­
leştirilmiştir. İlk çalışmaları yapanlar sosyal psikologlar,
psikologlar ve dilbilimcilerdir. B una karşın siyaset bilim­
ciler iletişimi bir yan dal olarak göı ıııüşlerdir (Miller,
1 9 83 ).
Ana-akım yaklaşımların iletişim ve kitle iletişim süre­
cinin analizi, gönderici, mesaj ve alıcıdan oluşan çizgisel
bir süreç anlayışına dayanmıştır. Bu süreci oluşturan un­
surlar arasındaki ilişkiler incelemenin temelini oluşturur.
Özellikle ilk dönem çalışmalarına dayanan kuramlar bu
süreçte en önemli gücün gönderici olduğu görüşüne da-

38
Kitle İletişim Kuramları

yanır. İlk dönemde gönderici, alıcının mesaja vereceği


anlamı belirlediği (güçlü etki yaklaşımı) egemenken daha
sonraki dönemlerde yapılan çalışmalarda alıcıların me­
sajları yorumlamaya ve anlamlarını tartışmaya başladık­
ları hatta bu mesajlara direndikleri yönünde kuramlar
geliştirilmiştir.
B ütün örgütlü iletişim etkinliklerinin amacı medya ile
gönderilen mesajlarla izleyicilerin tutum ve davranışlarını
yönlendirmektir. Kısaca bu araçlarla mesaj gönderme
izleyicide/okuyucuda bir davranış değişikliği yapmayı a­
maçlar. Hal böyle olunca da iletişim alanında yapılan ça­
lışmaların en önemli araştırma alanlarından birisi de
medya mesaj larının izleyicilerin/okuyucuların davranış­
ları üzerindeki etkileri konusundaki çalışmalardır. İleti­
şimin etkileri üzerinde bugüne kadar çok sayıda araştırma
yapılmıştır. Burada öncelikle bu alanda yapılan çalışma­
ların ve geliştirilen kuramların kuşbakışı olarak değerlen­
dirilmesi gerekir.
a- Etki A raştırm alar ında Çeşitli Kuramsal Yakla­
şımlar: Bu alanda yapılan çalışmaların temel sorusu ve
sorunu medya aracılığıyla sunulan içeriklerin/mesajların
bu içerikleri/mesajları alan/tüketen insanların düşüncele­
rini nasıl biçimlendirdiği ve insanların dikkatlerini hangi
konulara ve olaylara çektiği ''e medya içeriklerinin insan­
ların tutum , eğilim ve alışkanlıklarını etkileyerek insanları
ne tip tutum ve davranışlar geliştirmeye ittiğidir. İletişimin
etkileri konusundaki çalışmaların tarihi l 920'li yıllara
kadar gider. B u konudaki önemli ilk çalışmalardan birisi
Walter Lipman 'ın 1 92 1 yılında yazdığı ''Kamuoyu'' (Public
Opinion ) isimli kitabıdır. Yazar bu kitabında medyanın
insanların zihinlerini ve düşünce haritalarını şekillendiren
bir araç olduğu görüşünü dile getirmektedir. Onun bu
görüşüne dayanan Harold D . Lasswell, medya içerikleri­
nin okuyucu/izleyici üzerinde son derece güçlü bir etkiye
sahip olduğunu iddia ettiği ''hipodermik iğne'' modelini
geliştirmiştir.
Bundan sonraki medya araştırrrıalarının çoğu bilimsel
yöntemlerle dikkatli bir şekilde laboratuar ortamında ger-

39
Levent Yaylagül

çekleştirilen deneylere dayalı olarak geliştirilen çalışma­


lardır. Bu yapılan deneylerde elde edilen bulgular sonu­
cunda "hipoder rıı ik iğne'' modeli reddedilerek bunun ye­
rine "minimum etki " kuramı geliştirilmiştir. l 970'lerin
sonlarından itibaren yapılan çalışmalarda medyanın et­
kinliği ile davranışsal unsurlar arasında ayrımlar gelişti­
rilmeye başlanmıştır. 1 980 'lerde iletişimin etkisinin onun
gündemi belirleyebilme gücünde olduğu düşüncesine da­
yana "gündem kurma'' kuramı gelişti rilm iştir. Bu kurama
göre medya konuları ve düşünceleri seçerek kamuoyunun
dikkatinin bu konu ve görüşler üzerinde yoğunlaşmasını
sağlamaktadır (Agee, Ault ve Emery, 1 9 85 : 2 7).
İlk dönemlerde medyanın (güçlü) etkisi konusunda 30
Ekim 1 93 8 'de Orsan Wells 'in H. G . Wells 'in '' Dünyalar
Savaşı" adlı romanından adapte ettiği ve CBS radyosunda
yayı nlanan oyunun dinleyiciler tarafından gerçekmiş gibi
algılanmasının sebep olduğu panik ve olaylar örnek göste­
rilmektedir. B u oyun, dinleyiciler üzerinde büyük duygu­
sal patlamalara ve aşırı heyecana neden olmuş ve bunun
neticesinde binlerce insan evlerini ve şehirlerini terk ede­
rek güvenli bölgelere kaçmaya başlamışlardır.
Medyanın etkileri konusundaki çalışmalarda etki, çe­
şitli alt bölümlere ayrılarak incelenmektedir. B unlar,
medyanın insanların düşüncelerini biçimlendirmesi olan
"bilişsel unsur" (cognitive aspects), insanların tutumlarını
etkileyen "duygusal unsur'' (affective aspects), ve insanla­
rın eylem ve davranışlarını etkileyen "davranışsa! un­
sur''lardır(behavioral aspects). Araştırmalar da bu unsur­
lar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Yapılan araştırmalarda
kitle iletişiminin etkilerinin bilişsel unsurları kon usunda
"dikkat'' (attention), "farkına varma'' (awareness),
''enormasyon'' gibi unsurları ortaya çık<:ırmışlardır. Bun­
lar insanların kitle iletişiminden bir şeyler öğrendiklerini
ve bazen de tutumlarını ve düşüncelerini değiştirdiklerini
ortaya koymaktadır.
l 940 'larda ve SO' lerde yapılan etki çalışmalarında sos­
yal bilimciler kitle iletişiminin dal1a çok duygusal ve dav­
ranışsal unsurları üzerinde durmuşlardır. B u çalışmalar

40

Kitle iletişim Kuramları

daha çok, insanların oy verme etkinlikleri üzerinde yo­


ğunlaşmış \1e kesin ölçümler ve analiz teknikleri kullanıla­
rak yapılan deneyler sonucunda kitle iletişiminin tutumlar
ve davranışlar üzerinde doğrudan etkis inin "minimum''
düzeyde olduğu sonucunu çıkarmışlardır. B undan sonra
yapılan çalışmalarda kitle iletiş imin etkileri araştırılırken
duygusal ve davranışsa! etkilerden çok bilişsel etkiler üze­
rinde durulmuştur (Agee, Ault ve Emery, 1 9 8 5 : 2 8).
Gı"içlü Etki Hakkındaki İlk Kı.ı ramlar: Yukarıda da be­
lirtildiği gibi medyanın izleyiciler/d inleyiciler/okuyucular
üzerindeki etkileri konusunda ilk çalışmaları yapanlardan
birisi ''Public Opinion" (Kamuoyu) adlı eseri ile Walter
Lipman 'dır. Eserinde insanların topluma, dünyaya karşı
kafalarında oluşan düşüncelerin, fikirlerin ve imajların
onların ulaşamayacakları bir yerde olduğunu ve bu kolek­
tif düşüncelerin "kamuoyu''nu oluşturduğunu düşünmek­
tedir. İnsanların dış dünya ile uğraşmak için kullandığı bu
kanıların parçal ı , çarpıtılmış, ön kabullere ve ön yargılara
dayandığını ve bunların insanları yanlışa yönelttiklerini
düşünmektedir. İ nsanın kafasını şekillendiren bu düşün­
celer insanın dışındaki dünyadan aldığı mesajlarla bi­
çimlenmektedir ki, bu mesajların oluşmasındaki en önem­
li araçlar da kitle iletişim araçlarıdır.
Lipman 'ın çalışmalarını Yale Üni\1ersitesinde hukuk
profesörü olan Harold D. Lasswell'in Dü n)'a Savaşları
döneminde yapılan propaganda çalışmaları hakkındaki
araştırmaları oluşturmaktadır. O nun çalışmalarına daya­
nılarak ''gümüş kurşun" ve hipodermik iğne gibi kuramlar
geliştirilmiştir. B u kuramlar KİA 'nın etkileri konusundaki
ilk kavramsallaştırmalardır. Bu çalışmalarda iletişime,
birisinin başka birisini / birilerini etkilemek için kullan­
dığı bir araç gözüyle bakılmış ve iletişimci alıcı ya da tü­
ketici değil etkileyen kişi olarak değerlendirilmiştir. B u
çalışmalarda propaganda ve onun politik ve toplumsal
hayatta kullanılışını anlamaya çalışmıştır. Araştırmasının
temel sorusunu şu şekilde formüle etmiştir. "Kim, kime ,
hangi kanalı kullanarak, hangi etki ile ne diyor? " . Bu so­
rudan yola çıkılarak yapılan çalışmalar iletişimci ya da

41
Levent Yaylagül

sistem analizi , içerik analizi, medya analizi, izleyici ana­


lizi ve etki analizi konularında toplanmıştır. Lasswel'in
çalışmaları bu alanda öncü olmasına rağmen o, etki araş­
tırmalarını kitle iletişiminin duygular üzerindeki etkisi
konusuna yöneltmiştir. Lasswell, iletişimin fonksiyonla­
rını şu şekilde tanımlamıştır. 1 . Çevrenin gözetim
(surveillance) altında tutulması . i l . Toplumun bölümleri
ile çevreye verilen tepki arasındaki karşılıklı ilişki, i l i .
Toplumsal mirasın (heritage) bir kuşaktan diğerine akta­
rılması. Özetle söylenecek olursa 1 . Enformas)1onun ve
haberlerin toplanması ve dağıtılması, i l . Enformasyonun
yorumlanması ve buna karşı bir tepki geliştirilmesi ve 1 1 1 .
Eğitim etkinlikleri. Bunlara eğlence ve pazardaki roller
gibi unsurları da kitle iletişimin fonksiyonları olarak ekle­
nebilir.
Görgü/ Araştırmalar ve Minimum Etki Yaklaşımı: İle­
tişim araçlarının güçlü bir etkiye sahip olduğu anlayışının
ifadesi " hipodermik iğne'' modelidir (Agee, Ault ve
Emery, 1 98 5 : 30). Bu kapsamda çok çeşitli araştırmalar
yapılmıştır. B unlardan birisi de Yale İletişim Araştırma­
ları Programı çerçevesinde psikolog Cari 1 . Hovland 'ın
önceleri Amerikan ordusu ve daha sonraları Yale Üniver­
sitesi için yaptığı araştırmalardan oluşur. Bir diğer araş­
tırma, seçimdeki davranışlar konusunda Ohio eyaletinin
Erie kasabasında sosyolog Paul Lazarsfeld ve Columbia
Üniversitesinden meslektaşları tarafından yapılan yoğun
sal1a araştırması çalışmalarıdır.
Yale Üniversitesi'nin araştır ıııaları iletişim tekniklerin­
deki farklılıklar ve çeşitli mesajların ve iletişimcilerin et­
kinliği üzerinde yoğunlaşmakta idi. Laboratuarlarda, o­
kullarda ve askeri birliklerde dikkatlice hazırlanmış ko­
şullardaki deneylere dayanmaktaydı. Araştırmacılar bu
çalışmalarda bir değişkenin arkasından bir başka değiş­
kenin farklı kombinasyonlarda ve durumlarda bağımsız
değişken olarak tutumları nasıl etkilediğini araştırmışlar­
dır. Hovland, çalışmalarında Lazarsfeld'in alan araştır­
malarında elde ettiği sonuçlara göre "daha büyük etki "
sonucuna ulaşmıştır. Hovland'ın elde ettiği sonuçlarla

42

Kitle iletişim Kuramları

''hipodermik iğne " modeli arasında çok küçük bir benzer­


lik vardır.
Lazarsfeld, Bernard Berelson ve Columbia Üniversi­
tesi'nin diğer elemanları 1 940 'larda Erie kasabasındaki
insanların oy verme davranışları üzerinde yaptıkları ça­
lışmalarda ''hipodermik iğne'' modelini destekleyecek
herhangi bir kanıt elde edememişlerdir. Lazarsfeld, ''Hal­
kın Tercihi'' (The People's Choice) adlı çalışmasında med­
yanın seçim kampanyaları esnasında oy verme davranışı
üzerinde göreceli olarak birkaç doğrudan etkisinin bulun­
duğunu belirtmiştir. Columbia Üniversitesi araştırmaları
ise medyanın. insanların daha önceden sahip olduğu i­
nançları güçlendirdiğini ortaya koymuştur. Medyanın oy
veı ıııe davranışı üzerindeki etkisini onlar "iki aşamalı akı­
şa'' bağlamışlardır. B una göre toplumdaki kamuoyu ön­
derleri enformasyonu ve fikirleri medyadan alıp kendi
fikir süzgeçlerinden geçirdikten sonra oy verecek olan
grubun diğer üyelerine aktarmaktadırla r. Daha sonraki
araştırmalar bu yaklaşımın çok basitleştirilmiş bir ka\'­
ramsallaştıı ıııa olduğunu ortaya koymuştur. B u çalışma­
larda daha kişisel araçların (medium) daha ikna edici ol­
duğu ortaya çıkmıştır. Yüz-yüze iletişim en etkili olanıdır.
Bunu televizyon, film, radyo ve yazılı medya izlemektedir.
Lazarsfeld \'e Robert Merton 1 948 yılında yayınladık­
ları The Communication of Ideas adlı eserlerinde kitle
iletişiminin ilk toplumsal etkisinin status quo'nun sürdü­
rülmesine hizmet etmek olduğunu belirtmişlerdir. Medya,
izleyicilerin zamanını çalarak onların enerj ilerini tüket­
mekte ve onları uyuşturarak işlevsiz hale getirmektedir.
Lazarsfeld ve Merton'un anlayışına göre medya, birbirine
benzeyen ürünler aracılığıyla insan davranışlarını
kanalize etmektedir.
l 960'larda Lazarsfeld 'in müridi ve Columbia Ü niversi­
tesi 'nde profesör olan Joseph T. Klapper, The Effect of
Mass Communication adlı çalışmasında ''minimal etki''
konusundaki çalışmaları toplamıştır. Ona güre kitle ileti­
şimi insanları davranışa yönlendirecek kadar yeterli ve
gerekli neden sunmaz. Ancak insanları etkileyebilecek

43
Levent Yaylagül

dolaylı etki faktörlerini sunar (Agee, Ault ve Emery,


1 985:3 1 ).
Ancak pek çok araştırmacı tarafından medyanın insan­
lar üzerinde tesir (impact), nüfuz(influence) ve etki
(effect)de bulunduğu gözlemlenmiştir. Bazı durumlarda
medyanın insan davranışları üzerinde çok etkili, bazen de
bu etkinin oldukça sınırlı olduğu ortaya çıkmıştır. B ütün
bunlar alanda ya da laboratuar koşullarında sınırlı sayıda
insan üzerinde yapılan araştıı ıııaları n sonuçları olduğu
için bütün insanlar için medyanın çok etkili olduğu ya da
medyanın etkisinin az ya da sı nırlı olduğu yönünde her
hangi bir genelleme yapılmasına izin vermez. Ama bilinen
şu ki medyanın gücü onun insanların sürekli olarak izle­
me sonucunda düşüncelerinin biçimlendirilmesine l1izmet
ettiğidir. B u biçimlendirme çeşitli konularda farklı tepki­
ler ortaya çıkarsa da genel anlamda medya egemen değer­
lerin izleyicilere aktarıldığı en önemli aygıttır.
Giiçlii Medya Yak/aşıı11 111a Geri Döııiiş: 1 970'li yıl larda
Alman to plum b il iı11c isi Elisabeth Noelle-Neumann, iletişi­
m i n etkisi kc)nusundaki araştırm aları inceleyerek '' minimal
etki'' yaklaşımlarını eleştirerek ''güçlü medya'' kavramına
dönüş için çağrıda bulunm uştur. Neuınan etki konusunda
yapılan çal ışmaların yC:S ntem ini eleştirerek geleneksel olarak
labc)ratuar koşullarında yapılan deneylerde kitle iletişiminin
bel i rleyici faktörünün gündeme gelmediğini bel irtm iştir. Se­
çici algı kuramının medyanın etkileri kc) nusundaki müınkün
olabilecek sonuçları sınırladığını düşünmektedir. Buna gC:'ıre
gerçek yaşam, laboratuar koşullarında kontrollü olarak ya­
pılan çalışmalardan ÇC)k farklıdır. Çünkü medya her yerde­
dir ve insanların medyanın sunduğu mesaj l a rdan kaçması
mümkün değildir. Medya mesajlarının sürekli C)larak yine­
lenmesi medyanın etkisi n i güçlendiıınekted ir. Medyada su­
nulan içerikler C) kadar birbirine benzemektedir ki seçerek
algılayabilmek için çok az seçenek vardır. Noelle-Neum<ııı
çalışmalarında medyanın uzun dö nem l i etkileri üzerinde
durmaktadır. Seçici algılama azaldıkça medyanın etkileme
oranı daha da artmaktadır (Agee, Ault ve Emery, 1 985 : 3 7 ) .

44

Kitle iletişim Kuramları

Buraya kadar anlatılan ana-akım yaklaşım içerisinde


medyanın izleyiciler üzerindeki etkisi konusunda )'a pılan
araştırmalar çoğunlukla psikolojik, kısmen de sosyolojik
kökenli yaklaşımlardır. Bu yaklaşımların çoğunluğu taril1-
sel olarak gerçekçi olmaktan uzaktır. Bu )'aklaşımlar izle­
yicileri ya çok güçlü ya da çok pasif olarak değerlendir­
mektedir. Her ikisi de basitleştirici birer yaklaşımdır. Bu­
rada insanlar tarihsel ve toplumsal güç ilişkilerinin dı­
şında bir yere konumlandırılmaktadır. İnsanlar içi nde
yaşadıkları toplumsal koşulları seçemedikleri gibi maruz
kaldıkları medya mesajlarını da kendileri belirlememek­
tedirler. Medya içeriklerinin oluşmasında ve izleyicilerin
bilinçlerinin şekillenmesinde kapitalist mülkiyet ve üretim
ilişkilerinin yabancılaştırıcı etkilerinin unutulmaması ge­
rekir.
Kısaca, ana-akım medya ve kitle iletişim kuram ve a­
raştırmaları iletişim faaliyetlerini bağlamından koparta­
rak çizgisel bir süreç olarak anlamaya çalışır. Kaynak,
ileti ve izleyici birbirine bağlanabilir ve birbirinden yalı­
tılmış olgular olarak ele alı nır. B unun yanında psikolojik
unsurlar, iki aşamalı akış ve eşik bekçiliği modellerinde
olduğu gibi bazı yeni unsurların eklenmesine rağmen bu
modellerin hepsi çizgisel nedensellik anlayışının kısmen
geliştirilmiş versiyonlarıdır.
A. Ana Akım Yaklaşımlarca Geliştirilen Temel Kuramlar
1. Propaganda /Uyarıcı- Tepki / Sihirli Mermi/
Hipodermik İğne Modeli
1 9 . yüzyılda toplumbilimlerinin temel konusu burj uva
toplumunun doğuşu ve işleyişiydi. Durkheim, Tönnies,
Gustave Le Ban gibi bilim adamları yeni toplumdaki yani
sanayi devrimiyle ortaya çıkan kitleleri anlamaya çalışı­
yorlardı. B u kitleler, atomize, birbirlerinden yalıtılmış,
yabancılaşmış ve kuralsızlaşmış varlıklar olarak yıkıcı bir
güç olarak görülüyordu. B öyle bireylerden oluşan kitleler
üzerinde kitle iletişim araçlarının büyük bir ikna gücü
olduğu düşünülüyordu. l 9 . yüzyılın sonundan İkinci Dün­
ya Savaşı'na kadar geçen dönemde kitle hareketlerinin

45
Levent Yay/agül

ortaya çıkması, Faşizmin İtalya'da ve Almanya'da iktidara


gelmesi, Rus İhtilali sonucunda SSCB 'nin kurulması, kit­
lelerin yönlendirilmesinde propagandanın çok güçlü bir
araç olduğu yönünde bir kanaatin gelişmesine neden ol­
muştu.
Chicago Üniversitesi 'nde siyaset bilimi üzerine dersler
veren Harold Lasswell, siyasal iktidarların sadece fiziksel
güç kullanmadıklarını, bunun yanında kamuoyunun kitle
iletişim araçları vasıtasıyla oluşturulduğunu belirtmiştir.
Onun yaklaşımı, kitle iletişim araçlarının propaganda
amaçlı olarak kullanıldığını ve böylece kamuoyunun etki­
lendiği görüşüne dayanıyordu. Çünkü kitle insanı propa­
gandaya karşı direnecek eleştirel bir akıldan ve bilgi biri­
kiminden yoksun olarak görülüyordu. Kitleler, kısaca ço­
banlar tarafından yönlendirilen sürü olarak görülüyordu.
Ekonomik siyasal ve entelektüel seçkinler, kitle iletişim
araçlarını kullanarak bu insanları yönlendirebiliyorlardı .
Bu yaklaşımla geliştirilen ilk kuram h ipodemıik iğne,
silı irli ıııenn i, uyarıcı-tepki ya da propaganda modeli ola­
rak da bilinen modeldir. Ana akım iletişim çalışmaları nın
temelini oluşturan bu kuram, doğrusal bir nedensellik
anlayışına dayanır. B u model, gönderici, ileti ve alıcıyı
basit bir nedensellik ilişkisine dayalı olarak birbirinden
yalıtır. Bu yaklaşıma göre, göndericinin gönderdiği mesaj
alıcı konumundaki bireylerin davranışını etkiler. B u yak­
laşıma göre, elitlerin kitle iletişim araçlarını kullanarak
kitlelere gönderdikleri mesajların onlar üzerinde deri al­
tına enjeksiyon yapan bir şırınga ya da sihirli bir mermi
gibi doğrudan ve anında bir etkide bulunduğu düşünül­
mektedir. B u düşüncenin oluşmasında Nazilerin iktidara
gelmek için ve iktidarda kaldıkları süre boyunca kitle ile­
tişim araçlarını faşizmin amaçları doğrultusunda etkin bir
biçimde kullanmalarının gözlenmesi etkili olmuştur. Fa­
şistlerin mesajları bir uyarıcı işlevi etkisi görüp kitlele rde
anında bir etki yaratıyordu. Bunun dışında Amerika Bir­
leşik Devletleri gibi görünüşte demokratik ülkelerde bile
medya kitle kültürü ve popüler kültür ürünleri aracılığıyla
izleyici kitlelerin en alt düzeydeki ortak beğenilerine hitap

46

Kitle iletişim Kuramları

ederek onları tüketici ve seçmen olarak yönlendirdiği gö­


rülmüştür.

2. Shanon ve Weaver'ın Enformasyon Kuramı


Bell firmasının Telefon Laboratuarında çalışan Sl1anon
ve çalışma arkadaşı Waren Weaver tarafından 1949 yı­
lında geliştirilen bu model ana akım pozitivist kitle ileti­
şim anlayışının temelini oluşturur. Bu yaklaşım iletişimi
tek yönlü ve doğrusal bir süreç olarak kabul eder. Model
iletişim sürecinin işleyişinde disfonksiyonel olan gürültü
kaynağı faktörünü iletişim sürecine sokmuştur. Shanon ve
Weaver'in "Matematiksel iletişim modeli" de denilen En­
formasyon kuramlarının modeli aşağıdaki gibidir.

(jl >

::ı =­
'< ::ı

"' "'
::ı - ::ı
'<
"' > :ı:
- · - -
- nı
o.
-

ao ,.,
< nı
-
- .


....,
'!!?' 7' ....
- .

"' ,.,
'<
- ·

::ı
"'
'

;ı::: o
"' c:·
'< _,.
-
� c:·.
"'
-

['JQı
-
c::

Şekil-1: Shanon ve Weaver'in Enformasyon Kuramı (Ma­


tematiksel İletişim Kuramı)
Sl1anon ve Weaver'in Enformasyon Kuramına göre ile­
tişim sürecinde yer alan ilk unsur iletilmek üzere mesajlar
üreten bilgi kaynağıdır. Kaynağın ürettiği mesaj verici
tarafından sinyal l1aline getirilerek alcının alabileceği sin­
yaller 11aline getirilir. Alıcı sinyalleri yeniden biçimlendi­
rerek yani alıcının alabileceği hale getirerek ona ulaştırır.
Son olarak bu mesaj alıcıya ulaşmış olur.
İletişim sürecinde gürültü kaynağı, bilgi kaynağının
11edefc ulaştırma)'a çalıştığı mesajı bozabilir. Gürültü

47
Levent Yaylagül

kaynağının işlemesiyle verilen ve gönderilen ve alınan


sinyaller arasında bir farklılık oluşacaktır. B unun sonu­
cunda gönderilen ve alınan mesaj arasında bir anlam de­
ğişmesi meydana geleceği için iletişim süreci amacına
ulaşamayarak başarısız olacaktır. Shanon ve Weaver'in
foı ı ı1ülasyonunda önemli olan iki temel kavram da en­
foı ıııasyonda eksiklik (entropy) ve fazlalıktır (redun­
dancy). Fazlalık yeni bir enfoı 111asyon iletmeyen kısımlar­
dır. Bunun tam karşıtı ise enfoı ıııasyonda eksikliktir. Gü­
rültünün de iletişim sürecini etkilediği bu süreçte etkili bir
iletişimin gerçekleştirilebilmesi için eksiklik ve fazlalık
arasında bir denge kurulması önemlidir. Gürültü ne kadar
fazla ise iletişimde bulunanlar anlaşmak için sözlerini o
kadar çok yinelemek zorunda kalırlar (Shanon ve Weaver,
1 949).
3 . Laswel'in Genel İletişim Modeli
Lasswel ' in modeli kişiler arası iletişim sürecini anla­
mak ve tanımlamak için şu soruları sorar:

Kim - Kaynak
Kime- Hedef
Hangi kanalla- Kanal, iletim aracı
Hangi etki ile
Ne söylüyor? İ leti, mesaj
Lasswel'in bu ayrımına dayanarak ana akım yaklaşımı
içerisinde kitle iletişimine yönelik çeşitli çalışma ve araş­
tırma alanları geliştirilmiştir. Kim sorusunun karşılığında
iletişim faaliyetinde inisiyatifi elinde tutan ve sürece reh­
berlik eden iletişim kaynağı ile; iletişim sürecinde kayna­
ğın ne söylediğiyle yani iletilmek istenen mesajla ilgile­
nenler içerik analizi ile; İletişim aracı ya da kanal ile ilgi­
lenenler medya ya da kanal analizi ile ; iletilen mesaj ı n
ulaşmak istediği izleyici ile ilgilenenler izleyici araştır­
ması ya da iletilen mesajın izleyici üzerindeki etkisi ile
ilgilenenler etki analizi ile uğraşmaktadırlar (Bryson,
1 964:3 7).

48

Kitle iletişim Kuramları

Bu süreçlerin her birisi bütün bir toplumsal süreç bağ­


lamında incelenmek yerine onlardan bir veya ikisi yapı ve
fonksiyonu bağlamında ele alınır. B u yaklaşımlarda tarih­
sellik boyutu eksiktir. İçinde yaşanılan tarihsel ve toplum­
sal koşullarla güç ve iktidar mücadeleleri ile gerçek üre­
tim süreçlerine yer verilmez.
8. İletişimle İlgili İlk Alan Araştırmaları ve ''İki Aşamalı
Akış" Modeli
B . Berelson ve Paul Lazarsfeld, Columbia Ü niversitesi
adına B ureau of Applied Social Research programı çerçe­
vesinde, özellikle 1 940 ve 1 94 8 arasındaki başkanlık se­
çimlerinde kitle iletişim araçlarının çok güçlü olmadıkla­
rını bulmuşlardır. Özellikle 1 940 seçimleri öncesinde ya­
pılan araştırmalar, medyadaki seçim kampanyalarının
insanların oy verme davranışı üzerinde birebir etkisi ol­
madığı bunun yerine araya kanaat önderleri gibi bir değiş­
kenin girdiği ve iletişim sürecinin iki aşamalı bir akış so­
nucunda gerçekleştiğini ortaya çıkarmıştır. Berelson ve
Lazersfeld, medyanın izleyiciler üzerindeki etkisi konu­
sunda aracı olarak kişilerarası iletişimin rolünün ne oldu­
ğunu incelemişlerdir (Rogers ve C haffe, 1 9 8 3 : 1 9).
Kitle iletişim araçlarının etkisi kamuoyu önderleri de­
nilen aracı kişilerin etkisine bağlıydı. Kamuoyu önderleri
medya içeriklerini yoğun bir şekilde tüketmekte ve kitle­
lere yayılan görüş ve düşünceler onların yorumundan ge­
çerek topluma yayılmakta idi. İşte iki aşamalı akış kura­
mının temel düşüncesi burada yatar. Yani kamuoyu ön­
derleri kitle iletişim araçlarından gelen bilgileri yorumla­
yarak mesajları yeniden biçimlendirir. Kamuoyu önderi,
toplumda güvenli ve saygıdeğer bir kişi olarak görüldükçe
etkinliği son derece fazladır. Kitle iletişim araçlarının
gönderdiği mesajlar, kişisel etki aracılığıyla yayılır. Medya
mesajları grup ve örgüt içi ilişkilerden geçerek insanlara
ulaşır. İki aşamalı akış ve kamuoyu önderi yaklaşımı ge­
nellikle medya etkisini tutum ve davranışlardaki kısa dö­
nemli etkiler olarak görür ve değerlendirir.

49
Levent Yay/agü/

Katz ve Lazarsfeld tarafından geliştirilen iki aşamalı


akış modelinde ilk alıcılar konumundaki kamuoyu ön­
derleri, basit bir doğrudan nedensellik içerisinde yeniden
gönderici haline gelirler.
1 940 ve 1 944 başkanlık seçimleri KİA yoluyla yayılan
mesajların seçmenlerin oy verme davranışları üzerinde
çok fazla etkili olmadığı sonucunu ortaya koymuştur. B u
araştırıııalar ''iki aşamalı akış'' (two-step flow) denilen
modelin ortaya çıkmasına neden olmuşlarıdır. B u model
izleyicilerin yaptıkları tercihlerde KİA 'dan aldıkları me­
sajın değil, içinde yer aldıkları grubun yöneliminin etki­
sinde kaldıklarını belirtir. Mesaj etkisi konusunda yapılan
çalışmaların sonuçlarının birbirleriyle tutarsız olması ve
somut olarak ortaya yeni bir şey koyamaması sonucunda
bu araştırmalar gözden düşmeye başlamış ve yerini izleyi­
cinin konumuna göre dizayn edilen araştırmalara bırak­
mıştır. Daha önceki araştırmalarda bütün izleyicilerin eşit
olduğu ve aynı değerleri paylaştığı kabul edilmekte idi. Bu
ön kabulün sorgulanması neticesinde kişinin davranışla­
rının kendi yorumunun sonucu olarak düşünülmesi gerek­
tiği görüşüne ulaşılmıştır. Daha önce pasif bir alıcı olarak
değerlendirilen izleyici, yorum yapan, seçen ve reddede­
bilen aktif bir konuma yerleştirilmeye başlanmıştır. Bu
yaklaşımla artık kullanımlar ve doyumlar yaklaşımının
temel argümanı olan medyanın insanlara ne yaptığı soru­
nundan öte, insanların medya ile ne yaptığı sorusu araştı­
rılmaya başlanmıştır.
C. Deneye Dayalı Olarak Geliştirilen Psikolojik Kuramlar
1 . Festinger'in Bilişsel Uyıım Kuramı
l 950 'ler boyunca bir dizi tutarlılık (cons istency) ku­
ramı geliştirilmiştir. Bu çalışmaların 11ipotezinde insanla­
rın inançlarının ve yargıları nın birbiriyle tutarlı olduğu
anlayışı egemendir. Profesör Leon Festinger'in bilişsel
uyum kuramı bunlar arasında en çok bilinen kuramdır.
B u kurama göre insanların sahip oldukları tutumlar, i­
nançlar ve değerler, kendi arasında tutarlı ve uyumludur.
Bunlar arasında bir uyumsuzluk ve tutarsızlık meydana

50
Kitle İletişim Kuramları

geldiğinde insanlar, çatışmaları azaltmak suretiyle dünya


görüşlerini kendi içinde tutarlı hale getirmeye çalışırlar.
İnsanlar medyadan ya da herhangi bir enformasyon kay­
nağından kendi tutum ve düşünceleriyle tutarlı olmayan
mesajlar aldığında yapacakları birkaç şey vardır. Ya kendi
düşünceleriyle tutarlı olan mesaj ları alırlar, ya da kendi­
lerininkiyle çelişen mesajları reddederler; ya uyumsuzluk
konusunun önemini azaltırlar ya da kendisininkiyle u­
yumsuz olan mesajı kabul edip kendi tutum ve davranışını
aldığı bu mesajla uyumlu hale getirirler. Böylece izle­
yiciler, medyadan gelen mesajları algılamada seçici da\1-
ranırlar.
Algı seçiciliği kuramında iki alan, "secici maruz kal­
ma'' (selective exposure) ve ''seçici 11atırlama'' (selective
retention) birbirine benzer. Bazı insanlar bilerek bazı te­
levizyon kanallarını izler, bazı dergileri ''e gazeteleri o­
kurlar. Bazı insanlar kendi düşüncelerine karşı olan ve
onların düşünceleri ile uyuşmayan televizyon kanallarını
izlemez, gazeteleri ve dergileri okumazlar. B unlardan
bilerek kaçınırlar. Bu davranış seçici maruz kalma davra­
nışıdır. Seçici hatırlamaya göre ise insanlar medyadan
edindikleri enformasyon ve düşüncelerden kendi istedik­
lerini hatırlarlar, istemediklerini hatırlamazlar(Agee, Ault
ve Emery, 1 9 85 : 3 2 ) .
2. ABX Denge Modeli
Bir psikolog olan Theodor Newcomb tarafından geliş­
tirilen ABX Modeli, daha çok kişiler arası iletişim sürecini
açıklar. B una göre, kişiler arasında kurulan iletişimse!
ilişkilerde iletişimde bulunan insanların sahip oldukları
inanç, tutum ve davranışlar önemli bir yere sahiptir. Böy­
lece bireyler, hem kendi içsel iletişimlerinde 11em de diğer
insanlarla olan iletişimlerinde bir denge ararlar. A ve B,
birbirleriyle iletişimde bulunan iki kişiyi sembolize eder.
X ise bu kişilerin iletişim etkinliğinin içeriğini, konusunu
oluşturan bir başka kişi, olay, ya da olgudur. Eğer A ve B ,
x· e karşı farklı bir bakış açısı ya da düşünce ya da tutuma
sahipse A ve B arasındaki iletişim ilişkisinde bir dengesiz­
lik durumu ortaya çıkar. B öylece bu iki kişiden birisi di-

51
Levent Yaylagül

ğerine ya da X'e karşı olan tutum ve düşüncelerini değişti­


rebilir. Böylece, iletişimde bulunan iki kişi aralarında bir
anlaşmaya ulaşana kadar bir gerilim yaşanacaktır.

A B

Şekil-2: Newcomb'un ABX Denge Modeli


B u modelin anlayışına göre, iletişimde bulunan insan­
ların birbirlerine ve çevrelerindeki üçüncü kişi, nesne ve
olaylara karşı ortak yönelimlerinde iletişim faaliyetleri
işlevseldir. Çünkü iletişim denge ve yönelimi destekleyen,
güçlendiren bir süreçtir. İletişim sayesinde A, B ve X bi­
rimleri arasındaki bilgi akış ı ile denge korunur ve sürdü­
rülür.
B u modelde, insanların sahip oldukları tutum, düşünce
ve davranışları destekleyecek bilgilere ve iletişim ilişkile­
rine olumlu yaklaşacakları düşüncesine dayandığı için
algıda seçicilik ve bilişsel uyum kuramında olduğu gibi
iletişim faaliyetleri ile sahip oldukları dengeyi korudukları
veya korumaya çalıştıkları görüşü savunulur. B una karşı
insanlar sadece uzlaşmak için iletişim ilişkilerinde bu­
lunmazlar. Dengesizlik ve çatışma durumları da çokça
yaşanabilir ve bunlar başka yönelimler ve çözümleri de
beraberinde getirebilir.
3. Westley-MacLean 'ın Aracı/anmış İletişim Modeli
Newcomb tarafından kişiler-arası iletişim sürecini an­
lamak ve açıklamak için geliştirilen ABX Denge Modeli,

52

Kitle iletişim Kuramları

Westley ve Maclean tarafından kitle iletişim sürecine uy­


gulanmıştır. B una göre, A iletişim kaynağını oluşturan bir
kitle iletişim kurumudur. B u kurum toplumda meydana
gelen olay, olgu, eylem veya kişiler hakkındaki görüşler­
den birisini seçerek B birimine ileti olarak gönderir. Ay­
rıca B , X'i doğrudan kendisi de görebilir (XB) ve A (kay­
nağa karşı) bir reaksiyon gösterebilir (FBA).

Xl

XI B

XIA

X'
X2 A --------ı... 8
X2A /
/
, /
X3 X3A
__ __

FBA

X4

Şekil-3: ABX Modeli'nin Westley ve Maclean tarafından


Kitle İletişimine Uyarlanmış İlk Hali: B urada A, B azı
X'leri Seçerek B ile Olan İletişiminde Kullanır.
Bu modelin ikinci bir versiyonunda C ile sembolize
edilen kitle iletişimcisinin kanal rolünü oynadığı bir du­
rumdur. Buna göre, A ve B arasında X'e ilişkin mesajların
aktarılmasında C bir faktör olarak araya girer ve nelerin
aktarılacağını belirler. Burada A bir kaynak, B bir izleyici
ve C ise mesajı B 'ye aktaran bir aracıdır. B u durumda
iletişim Şekil 4 ' de verildiği gibi gerçekleşir.

53
Levent Yaylagül

XI
tı:ı
>

XI

..,,
n
>

><
"'

x c B
N '
'
_________

/
\ __
/
..,,
tı:ı
X3 n

x
w

X4C

Şekil-4: Şekil-4: Westley Maclean Modelinin Kitle İle­


tişimine Uyarlanmış Versiyonu

54
Kitle İletişim Kuramları

Burada X, toplumsal yapı içerisinde bir kişi, nesne ya


da olayı temsil eder. A ise X olayını topluma aktaracak
kişi ya da kurumları temsil eder. C, medya kurumunda
çalışan ve A tarafından topluma verilmek istenen mesajlar
arasından seçme yapan ve seçtiklerini aktaran bir tür eşik
bekçisidir. B ise izleyici konumundadır ve çeşitli konular­
daki yönelimleri için kendisine aktarılan bilgilere ihtiyacı
vardır. X', C tarafından seçilen mesajdır. B u mesaj medya
kurumu tarafından 'X' olarak yeniden biçimlendirilir ve
izleyiciye ulaşacak esas mesaj haline gelir. FBA izleyici
olan B tarafından esas kaynak olan A'ya gönderilen geri
beslemedir (feedback). B u geri besleme davranışlarla or­
taya çıkar. Eğer A'nın amacı B 'nin bir ürünü alması, bir
partiye veya adaya oy vermesi veya bir görüş ve düşünceyi
desteklemesi ise FBA burada izleyicinin bu konudaki dav­
ranışı olmaktadır. FBC ise izleyicinin iletişim kurumuna
gönderdiği geri beslemedir. B u da doğrudan telefon etme,
mektup, e-mail yazma ya da izleyici araştırmaları ile or­
taya konur. B u geri besleme C 'nin daha sonraki seçimleri
iç in bir yol gösterici olma işlevini yerine getirir. FCA ise
iletişim kurumundan, mesajın asıl kaynağı olan A'ya yö­
nelik iletişim girişimidir. B u A 'nın mesajını seçme, kabul
etme ya da reddetme ve izleyiciye göndermeme şeklinde
olabilir. X3 C ise A olmaksızın kitle iletişim kurumunun
çalışanlarının X hakkında kendilerinin doğrudan edin­
dikleri bilgidir.
D. İletişime Sosyolojik Yaklaşım: Riley ve Riley Modeli
İletişim alanında geliştirilen psikoloj i kökenli yakla­
şımlar, iletişim faaliyetlerinin içinde gerçekleştiği toplum­
sal yapının bu süreç üzerindeki etkisini görmemişler ya da
göııııezden gelmişlerdir. Ancak bu eksiklik ilerleyen dö­
nemlerde fark edilmeye başlamıştır. 1 950 'li yılların so­
nunda John W. Riley ve Mathilda White Riley ( 1 9 59), ile­
tişim faaliyetlerinin tam olarak anlaşılabilmesi için top­
lumsal grupların önemine dikkat çekmişlerdir. B u mode­
lin en önemli özelliği iletişimi psikoloj ik ve kişisel bir sü-

55
Levent Yay/agü/

reç olarak değil toplumsal ve kurumsal bir faaliyet olarak


ele almalarıdır.
Daha önceki yakla§ımlar, kitle ileti§iminde kaynak ko­
numunda olan ki§i ve kurumları izleyiciyi etkileme ama­
cında olan son derece güçlü varlıklar olarak görmektey­
diler. B unların daha önceden bilinçli olarak tasarlayıp
hazırladıkları iletileri bir kanaldan izleyiciye gönderdiği
ve onun tutum, dü§ünce ve davranı§larını etkilediği var­
sayılmaktaydı. B u yakla§ımlar izleyicileri kitle içindeki
atomize olmu§ bireyler olarak gör ıııekteydiler. Dolayısıyla
bu anlayı§ta psikoloji dı§ı faktörler pek dikkate alınma­
mı§tır. Riley ve Riley, ileti§im
sürecine etki eden faktör olarak toplumsal grupların
önemine dikkat çekrni§lerdir. Toplumsal gruplardan bi­
rincil ve ikincil gruplar ileti§im sürecinde etkin ve önemli
bir yere sahiptir. B irincil gruplar aile, akrabalar ve arka­
da§ grupları gibi yüz yüze ve samimi bir §ekilde ili§kide
bulunulan insanlardır. İkincil gruplar ise insanların daha
çok resmi ve hukuki ili§kilerde bulundukları örgütsel ku­
rum ve kurulu§lardır. Toplumsal gruplar, insanların sahip
oldukları değer ve dü§ünce yargıları ile normları, gelenek,
görenek ve dü§ünce sistemlerini biçimlendirirler.

56

Kitle iletişim Kuramları

Mesaj Birincil Grup

G A

-

Ikinci 1 Grup

Toplumsal Yapı

Şekil-5: Rileylerin Modelinde Alıcı ve Birincil ve İkincil


Grup İlişkileri
Burada öncelikle mesajı alan kişi Birincil ve İkincil grup­
ların parçası olarak belli bir toplumsal yapı içerisinde yer
alır. Bu gruplar alıcının iletileri alılmama-sını, anlamasını
ve anlamlandıı ıııasını ve bu süreç sonucunda bu iletiye
karşı nasıl bir reaksiyonda bulunacağını biçimlendirir.

57
Levent Yay/agül

Mesajlar
Birincil Birincil
Grup Grup

ikincil

ikincil Grup Grup

Toplumsal Yapı
Toplumsal Yapı

Şekil-6: Rileylerin Modelinde Gönderici Alıcı ve Birincil


ve İkincil Grup İlişkileri
Ancak birincil ve ikinci gruplar ve toplumsal yapı, sadece
alıcı konumunda olanları etkilemez. Gönderici de Şekil
6'da görüldüğü üzere 11em gönderici hem de alıcı konu­
munda bulunanlar birincil ve ikincil grupların ve geniş
toplumsal yapının içinde yer alarak iletişim faaliyetinde
bulunurlar.

58
Mesajlar

Birincil Grup Birinci 1 Grup

G A
-


ikincil Grup
ikincil Grup

Mesaj lar
Toplumsal Yapı
Toplumsal Yapı

Bütün Toplumsal Sistem

Şekil-7: Riley'lerin Sisteminde iletişim Sistemi ve Toplumsal Yapı ilişkisi


Levent Yay/agü/

Şekil- 7 : Rileylerin Modelinde İletişim Sistemi ve To pl u m s al


Yapı İlişkisi
Modelin en geniş boyutunda gönderici ve alıcı sadece
birincil ve ikincil gruplarla etkileşim halinde bulunan ak­
törler değildir. Burada çok yönlü, geniş ve toplumsal bir
faaliyetler bütününe dikkat çekilmektedir. Toplumsal ya­
pı, hem iletişimde bulunan gönderici ve alıcıyı hem de
onların içinde yer aldıkları birincil ve ikincil grupları kap­
sar. Kitle iletişim süreci ile toplumsal yapı karşılıklı etki­
leşim içerisindedir. Medya hem bu toplumsal yapının bir
parçası olarak ondan etkilenir hem de bu toplumsal yapıyı
etkiler.
İletişim araştırmaları konusundaki -psikolojik, sosyal
psikoloj ik yaklaşımların yetersizliklerinden kaynaklanan­
sosyolojik yaklaşımların dışında da bazı bilim adamları
iletişimin teknolojik boyutunu ön plana çıkaran yakla­
şımlar geliştirmişlerdir.
E. İletişime Teknolojik Yaklaşımlar
Harold Adam Innis ve Marshal McLuhan gibi düşü­
nürler, iletişim teknolojilerindeki değişim ve gelişimin
insanın düşünce ve toplumsal örgütlenme biçimlerini de
değiştirdiğini iddia eder. B u iki düşünürün yaklaşımı ileti­
şim kuramları açısından teknokratik yorumlardır. Tek­
nolojiyi bağımsız değişken olarak kabul eden ve iletişim
teknoloj ilerini mistifiye eden bu anlayış teknoloj iyi, dün­
yadaki sorunların çözümü ve toplumun değiştiricisi ola­
rak görmektedir. Oysa, teknoloj i tarafsız değildir. Egemen
güçlere hizmet eder. Ancak aynı zamanda değişim yö­
nünde bir potansiyel sağlar.
1 . H. A. Innis'inYaklaşımı
Aslında bir ekonomi politikçi ve coğrafyacı olan
Harold Adam Innis, insanların kullandığı iletişim tekno­
loj ilerini toplumsal ve ekonomik yapının temel belirleyi­
cisi olarak kabul eder. Farklı dönemlerde egeme n olan
farklı iletişim teknoloj ileri, toplumların nasıl örgütlenece­
ğini belirler. Teknoloji her zaman içeriği belirler. Böylece,
teknoloj inin belirlediği bilgi iktidarın dağılımını da belir-

60

Kitle iletişim Kuramları

ler. İletişim aracılığıyla uzam ve zaman denetim altına


alınır. B u da kaçınılmaz olarak güç ilişkilerine yol açar.
Innis, iletişim teknoloj ilerini "zamana bağlı olan iletişim
teknolojileri '' ve ''mekana bağlı olan iletişim teknoloj ileri''
olarak ikiye ayırır. Zamana bağlı olan iletişim teknoloji­
leri gelişmemiş ve sözlü kültüre ve en fazla el yazısına
sahip olan toplumların kullandıkları iletişim teknoloj ileri­
dir. B u toplumlarda merkezi bir iktidar yapısı vardır. Bu­
na karşılık matbaa ve elektronik kitle iletişim araçları ise
genişleme ve yayılmaya sebep olur. Özellikle kitle ileti­
şiminin gelişimi ile birlikte sözlü ve yüzyüze iletişimin
toplumsal ilişkileri belirlemede etkinliğinin azaldığını ve
bu durumun pasif bir izleyici kitlesi yarattığına dikkat
çeker. Demokrasi ve katılım için sözlü kültürün önemine
işaret eder (Mattelart ve Mattelart, 1 9 98).
2. M. McLuhan 'ın Yaklaşımı
Marshal McLuhan ( 1 967; 1 9 69 ve 1 97 1 )'a göre, kitle i­
letişim araçlarının gelişimi ile dünya, küresel büyüklükte
bir köye dönüşmüştür. Böylece dünya küçülmüş ve birbi­
rine bağlanmıştır. Dünyanın her tarafı görüntülerle ve
mesajlarla kaplanmıştır. Köylerde nasıl herkes her şeyden
haberdar oluyor ve herkesi tanıyorsa, televizyon sayesinde
de dünyanın her yerindeki olaylardan anında haberdar
olmak mümkün hale gelmiştir. Uydu haberleşmesinin ge­
lişmesi zaman ve mekan farklarını ortadan kaldırmıştır.
Örneğin, Ay'a gidişi milyonlarca insan aynı anda canlı
olarak izleme imkanı bulmuştur.
Marshal McLuhan iletişim ve kitle iletişim araçlarını
sıcak ve soğuk araçlar olarak ayırmaktadır. B ireyin yal­
nızca tek bir duyusuna 11itap eden iletişim araçları sıcak
araçlardır. B u araçlarda bireyin katılma imkanı çok fazla
değildir. Fotoğraf, sinema ve radyo insanların sadece
görme veya işitme duyularına hitap ettikleri için sıcak
araçlardır. Soğuk iletişim araçları, insanların birden çok
duyusuna hitap eden ve mesajı alan insanın katılımının
yüksek olduğu araçlardır. B una göre telefon soğuk ileti­
şim araçlarının bir örneğini teşkil eder. Soğuk iletişim
araçları vasıtasıyla iletilen mesaj lar alıcı tarafından katı-

61
Levent Yaylagül

lım yoluyla daha fazla enformasyon alınmasına imkan


sağlar. Bu durum yüz yüze iletişim için de geçerlidir. Me­
sajın tamamını alabilmesi için izleyicinin katılımı gerekir.
Soğuk iletişim araçları, telefon, çizgi roman ve televiz­
yondur.
F. Diğer Kuram ve Yaklaşımlar
1 . Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı
Psikolog Elihu Katz, bir tartışma başlatarak medya a­
lanındaki çalışmaların medyanın insanlara ne yaptığı so­
rusu üzerinde odaklandıklarını, oysa asıl sorulması ge­
rekenin insanların medya ile ne yaptıkları olduğunu be­
lirtmiştir. 'Kullanımlar ve Doyumlar' yaklaşımı Katz'ın
araştır ıııalarına ve çalışmalarına dayanır. Katz'a göre in­
sanların toplumsal ve psikoloj ik kökenli ihtiyaçları vardır.
Bu ihtiyaçlar sonucunda insanlar, medyadan ve diğer
kaynaklardan bu ihtiyaçlarını gidermek için birtakım bek­
lentilere girerler. Medyaya maruz kalma neticesinde bu
ihtiyaçlarından bazılarını giderirler. Ancak bunun ya­
nında medyanın etkisi olarak birtakım istenmeyen veya
niyet edilmeyen sonuçlar da ortaya çıkabilir.
Everette Dennis, Kullanımlar ve Doyumlar araştırma­
larının medya içeriklerinin ve politikalarının oluşturulma­
sında önemli olduğunu belirtmiştir. İzleyici araştır ıııala­
rının sonuçlarına göre medya içeriklerinin izleyicilerin
istek ve beklentilerini tatmin etmek için düzenlenebilece­
ğini belirtir (Agee, Ault ve Emery, 1 9 8 5 : 3 7) .
Bu yaklaşıma göre izleyiciler birtakım ihtiyaçlarını gi­
deı ıııek için medya içeriklerini kullanırlar. B u kullanma­
nın sonucunda izleyicinin i htiyacı giderilmiş yani ihtiyaç
doyurulmuş dolayısıyla da izleyiciler ihtiyaçları yönünde
medya içeriklerini kullanarak doyuma ulaşmış olurlar. Bu
yaklaşımda medya içeriği ile izleyici arasında işlevsel bir
ilişki olduğu kabul edilir.
Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımına yönelik araştır­
maların çoğu 1 9 60 ve 70'li yıllarda yapılmıştır. Farklı a­
raştırmalara rağmen ortak özellikleri, insanın sosyal ve
psikolojik ihtiyaçları olduğu ve bu ihtiyaçları doyurmak

62
Kitle İletişim Kuramları

için medya içeriklerine yönelik arayışlarda bulundukları


ön kabulünden hareket etmeleridir. İnsanlar belirli medya
içeriklerini tüketerek ihtiyaçlarını giderebilirler. Örneğin
belli bir televizyon programını izlemek izleyic inin eğlence
ihtiyacını doyuma ulaştırırken bilgiye ihtiyacı olduğunu
düşünen izleyici kitap ya da makale okuyarak bilgi ihtiya­
cını doyuma ulaştırabilir. Görüldüğü gibi bu yaklaşım ilk
dönem etki araştır ıııalarının aksine izleyici ve tüketicileri
pasif konumdan çıkararak onlara belli bir düzeyde aktiflik
atfeder.
Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımına dayanan araş­
tırmalar, daha belirlenimci etki araştırmaları geleneğine
karşıt olarak, bireylerin bilinçli ve gönüllü olarak kendi
ihtiyaçları, istekleri ve ihtiyaçları doğrultusunda medya
içeriklerini aramaları, bulmaları ve kullanma kapasiteleri
üzerinde durur. Ancak bu yaklaşımda bireylerin gerek­
sinmeleri ve bunları doyurma ya da tatmin etme yöntem­
lerini şartlandıran ekonomi-politik çevreyi oluşturan sı­
nıfsal koşullar ve bakış açıları ihmal edilir. B unan dışında
insanların kendi istek ve ihti)1açları ''evet'', ''hayır'' ve ''bel­
ki'' şeklinde verilen cevaplara indirgenmiştir (Rosengren,
1 9 8 3 : 2 00).
Kullanımlar ve Doyumlar yaklaşımına göre izleyiciler,
yayınları çok farklı şekilde yorumlayıp verilmek istenen
mesajın dışında kendisine göre sonuçlar çıkarabilir. B u
yaklaşım. izleyicilerin kendi mantığı nı ve öznelliğini ön
plana çıkarmıştır. B una göre medya, izleyicilerin kendi
ihtiyaçlarını gidermelerini sağlayan kaynaktır. İzleyici
kendi ihtiyaçları doğrultusunda bu kaynağı rasyonel şe­
kilde kullanır. Oysa bu yaklaşımın gözden kaçırdığı nokta
izleyicinin kontrolü elinde tutan esas güç olmamasıdır.
Ayrıca izleyiciler için tek mesaj kaynağı medya değildir.
İ nsanlar toplum halinde yaşamakta ve çok çeşitli iletişim
etkinliklerine girmektedirler. KİA ile yayılan mesaj ları tü­
ketmek özgür bir biçimde ve sonsuz bir seçenek içerisinde
değil, izleyicilere medya kurumları tarafından ne sunulu­
yorsa onu tüketmek şeklinde gerçekleşir. Ayrıca bu yakla­
şım izleyicileri birbirlerinden ayrı ve atomize varlıklar

63
Levent Yay/agü/

olarak değerlendirmiş ve kitle iletişim araçları ile yayılan


mesajların nasıl ortak anlamlar oluşturduğu ve ideoloj iye
dönüştüğü sorusunu cevapsız bı rakmaktadır. Çünkü izle­
yiciler her zaman belli toplumsal grupların ve sınıfların
üyeleridirler ve medyadan aldıkları mesajları hiçbir za­
man kendi başlarına çözümlemezler. Her birey belli bir
toplumsal yapı içerisinde bir pozisyonda bulunur. İzleyi­
ciler medyadan aldıkları mesajları üyesi oldukları grupla­
rın diğer üyeleri ile paylaştıkları ortak kültürel kodlar
çerçevesinde anlamlandırır.
2. Kültürel Göstergeler ve Ekme Kuramı
Ekme Kuramı, Pennsylvania Ü niversitesi Annenberg
İletişim Okulu eski dekanlarından Profesör George
Gerbner tarafından geliştirildi. Gerbner 1 960'ların ortala­
rında ''Kültürel Göstergeler'' araştırma projesine başladı.
Böylece televizyon izlemenin izleyicilerin gündelik yaşam
hakkındaki düşüncelerini etkileyip etkilemediğini etkili­
yorsa bunu nas ıl yaptığını araştırdı.
Ekme araştırması etki geleneği içerisinde yer alır. Ek­
me kuramcılarına göre, televizyonun etkisi uzun dö­
nemlidir. B u etki azar azar, derece derece, dolaylı fakat
zamanla birikerek olur. B u araştır ırıalarda vurgu, televiz­
yon izlemenin etkisinin izleyicilerin davranışlarından çok
tutumları üzerinde olduğundadır. Çok fazla televizyon
izlemenin gerçek 11ayattan çok televizyon programların­
daki dünyayla tutarlı tutumları ektiği düşünülür. Televiz­
yon izlemek doğrudan şiddet davranışına sebep olmaksı­
zın dünyadaki şiddet hakkında insan zihnini biçimlendi­
rebilir. Ekme kuramcıları gündelik yaşamdaki şiddetin
yaygınlığı gibi genel inançlarla ilgili ilk düzey etkileriyle,
kanun ve nizam ya da kişisel güvenlik gibi özel eğilimlerle
ilgili ikincil düzey etkilerini ayırırlar. Gerbner medyanın
bir kültürde var olan değer ve tutumları yani egemen de­
ğer ve tutumları ektiğini öne sürer. Yani medya, bu in­
sanları birbirine bağlayan değerleri yayar ve bu değerleri
sürdürür. O ' na göre medya siyasal perspektifteki orta yol
değerleri ekme eğilimindedir.

64
Kitle İletişim Kuramları

Tele\ıizyon kurulu endüstriyel kapitalist düzenin kültü­


rel silahıdır ve ilk amacı geleneksel inançları ve davra­
nışları değiştirmek, tehdit etmek ve zayıflatmaktan ziyade
sürdürmek, onlara istikrar kazandır rııak ve güçlendirmek­
tir. Böyle bir fonksiyon tutucu olmasına rağmen izleyiciler
kendilerini ılımlı olarak görme eğilimi ndedirler. Ekme
araştırmaları medyaya toplumsallaştırıcı bir araç olarak
bakar ve televizyon izleme süreleri arttıkça gerçekliğin
televizyondaki versiyonuna inanma oranlarının artıp art­
madığını araştırır.
Ekme kuramı, özünde medyayı sosyalleştirici araçlar
olarak değerlendirir ve televizyon izleme süreleri arttıkça
gerçekliğin televizyonda sunulan versiyonuna inanma
oranlarının artıp artmadığını ortaya koymayı amaçlar.
Gerbner ve arkadaşları, televizyon dramalarının az ama
önemli etkileri olduğunu, bu etkinin izle)1icilerin toplum­
sal dünya ile ilgili tutum, inanç ve yargıları üzerinde ö­
nemli olduğunu ileri sürer. Bu araştırma, televizyonu yo­
ğun olarak izleyenler üzerinde odaklanır (Rosengren,
1 9 83 )
.

Çok fazla televizyon izleyen insanlar, televizyon prog­


ramlarında yaratılan ve sunulan dünyadan, daha az izle­
yen insanlara göre, daha çok etkilenmektedirler. B u izle­
yiciler, özellikle kendilerinin yaşayamayacağı tecrübelere
daha çok inanırlar. Daha az televizyon izleyenler, daha
çok televizyon izleyenlere göre daha fazla enformasyon
kaynağına sahiptir. Özellikle daha az hayat tecrübesi olan
çocuklar ve gençler, enfor rııasyon aracı olarak televizyona
diğerlerinden daha çok bağımlı durumdadırlar.
Yalnız yaşayan ya da televizyonu yoğun olarak yalnız
seyreden izleyiciler, televizyonun ekme yönündeki etkisine
başkalarıyla birlikte yaşayanlara göre, daha açıktırlar.
Tele\ıizyon, Gerbner tarafından insanların sembolik çev­
relerini egemenlik altına alan araç olarak görülür. Ekme
yaklaşımı, televizyonu, gerçekliği yansıtan bir araç olarak
değil ayrı bir dünya olarak görür. Gerbner'e göre, televiz­
yonda şiddetin aşırı sunumu izleyicilere daha çok saldır­
gan davranışlardan ziyade kanun ve düzen hakkında sim-

65
Levent Yaylagül

gesel mesajlar iletir. Aksiyon macera türü yapımlar, ka­


nun ve düzene, toplumsal adalete ve statükoya olan inancı
artırır.
George Gerbner ve meslektaşları, 1 967 yılından beri,
televizyonların haftalık program akışlarının prime-time ve
gündüz kuşaklarında yer alan programların analizini
yapmaktadırlar. Ekme analizi, genellikle televizyondaki
egemen imaj ları ortaya koyan bir içerik analizinin verile­
rinin korelasyonu ile bu tip imajların izleyicilerin tutum­
ları üzerindeki etkilerini değerlendirmek için izleyici araş­
tırmalarının verilerinden oluşur. İçerik analizi, ekme ku­
ramcıları tarafından televizyon dünyasını tanımlamak için
kullanılır.
B u tip analizlerin sonuçlarına göre, televizyon dünya­
sında gündelik yaşamdakinden daha fazla şiddet vardır.
Ayrıca, televizyonda erkek karakterler kadınlardan daha
fazladır ve televizyonda sunulan mesleklerin çoğu ka­
nunların uygulanmasıyla ilgilidir. Ekme kuramcılarının
yaptığı izleyici araştıı ıııaları, günlük yaşamdaki şiddet
miktarı gibi, kamuoyu araştırma kuruluşlarının ulusal
araştırmalarda kullandığı geniş ölçekli sorulardan oluşur.
Cevaplar, televizyon dünyasını mı yansıttığı yoksa günde­
lik yaşamı mı yansıttığına göre yorumlanır. İzleyicilere,
'' İş sahibi erkeklerin yüzde kaçı kanun uygulayıcı veya
cinayet soruşturucusudur?'' gibi sorular sorulur. Yüzde
bir mi yoksa yüzde on mu?
Amerikan televizyonlarında yer alan karakterlerin yüz­
de on ikisi bu tip işlerde çalışır. Amerika' da erkeklerin
yüzde biri böyle mesleklere sahip. Dolayısıyla yüzde on
cevabı televizyon dünyasını, yüzde bir cevabı gerçek dün­
yayı yansıtır. O zaman cevaplar, televizyon izleme süresi,
diğer medya alışkanlıkları, cinsiyet, yaş , gelir ve eğitim
gibi demografik verilerle ilişkilendirilir. Ekme hipotezleri,
televizyonu daha çok izleyenlerin, daha az izle)1enlere gö­
re daha çok televizyon cevabı vereceklerini öngörür. Daha
az televizyon izleyenlerin cevapları daha çok izle­
yenlerinkiyle karş ılaştırılır. Televizyon cevabını seçen çok

66
Kitle İletişim Kuramları

fazla televizyon izleyenlerin eğilimi ''ekme etkisi '' ya da


''televizyonun ektiği'' olarak değerlendirilir.
Kültürel göstergeler yaklaşımı televizyonu, endüstri
devrimi öncesindeki dönemde dinin yaptığı gibi güçlü bir
kültürel bağlantı aracı olarak görür. Televizyon, paylaşı­
lan ritüeller ve aydınlatıcı içerik sunarak, seçkinlerle halk
arasında bir aracı işlevi yerine getirir. Bunun neticesinde
şu temel soru gündeme gelir. ''B u genel deneyimin Ame­
rika ' nın siyasi yönelimindeki rolü nedir? '' Bu proje,
l 960 'lı yılların sonundan beri geçen uzun dönemde tar­
tışmalı unsurları kullanmıştır. Televizyondaki kadınların,
azınlıkların, farklı yaş gruplarının, bilim adamlarının,
diğer meslek gruplarının, sağlık ve tıp, cinsellik, aile imaj­
ları, eğitim başarıları, tutkuları ve ölümlerinin nasıl be­
timlendiği ile ilgilenmişlerdir.
Bu proje kapsamında siyasi ve ulusal açıdan çelişen ve
test edilen konuları destekleyenler arasında, National
Commission on the Causes and Prevention of Violence,
the U . S . Surgeon General Scientific Advisory Committee
on Television and Social Behavior, the National Inst itute
of Mental Health, the White House Office of Telecom­
rnunications Policy, the American Medical Association,
the U .S. Administration on Aging ve the National Science
Foundation gibi kuruluşlar vardır. B u listede doğal olarak
yayın kuruluşları ve televizyon şirketleri yer almamakta­
dır.
Kültürel göstergeler projesini destekleyenlere, bu proje
çerçevesinde incelenen konulara, kullanılan araştırma
metodolojisine bakıldığında, bu projede öncelikle meto­
doloji olarak geleneksel içerik analizi ve sörvey teknikle­
rinin kullanıldığı görülmektedir. Her iki metot da yönetim
araştırmalarında kullanılan nicel tekniklerdir. İkinci ola­
rak, bu araştırmada tarihsel, kurumsal, diyalektik mater­
yalist bağlam yoktur. Ayrıca bu araştırma projesi kapsa­
mında televizyon programcılığının nasıl olduğu ve niçin o
şekilde örgütlendiği de açıklanmaz. B ütün bunlar, kültü­
rel göstergeler projesinin bir )'Önetim araştırması oldu­
ğunu göstermektedir. Ancak bu araştırrrıanın status quo

67
Levent Yay/agü/

üzerinde rahatsız edici bir etkisi vardır. Fakat etkisi, top­


lumsal kurumların yeniden yapılandırılmasını vurgula­
maktan ziyade reformist bir karakterdedir (Smythe ve
Dinh, 1 9 83 : 1 2 1 ).
3. Gündem Belirleme
İ nsanlar dünyada neler olduğunu anlamak için med­
yaya bağlıdırlar. Kitle iletişim araçları toplumda meydana
gelen bazı olaylara daha çok ilgi gösterir, bazılarına daha
az ilgi gösterir ya da onları görmezden gelebilir. İnsanlar
kitle iletişim araçlarının verdiği bilgiler sayesinde bilgi­
lenmekte ve medyanın olaylara verdikleri önem derecele­
rini kabul etmeye meyilli olmaktadırlar. İnsanlar, medya­
nın kurmuş olduğu gündem sayesinde olayların hangi
önemde olduklarını öğrenirler. İzleyiciler, okuyucular ve
dinleyiciler kitle iletişim araçları sayesinde sadece kendi­
lerini ve toplumu ilgilendiren konuların neler olduklarını
öğrenmezler, aynı zamanda kitle iletişim araçlarının bu
olaylara verdikleri önemden dolayı bir soruna veya ko­
nuya ne kadar önem vereceklerini de öğrenirler. Top­
lumda kitle iletişim araçlarının daha çok önem verdiği
konular, daha çok gündemde olacak, medyanın gör rııez­
den geldiği olaylar ise önemini kaybedecektir (Severin ve
Tankard, 1 992 : 208). B u kuramın temeli, medyanın ha­
berleri sunuş biçimiyle vatandaşın üzerinde kafa yorduğu
ve konuştuğu konuları belirlediği düşüncesine dayanır.
Kısaca medya, insanların çoğunun ne hakkında konuşa­
cağına ve izleyicilerin/okuyucuların gerçekleri ne olarak
düşüneceğini, kuracağı gündemle etkiler. Gündem kur ıııa
araştıı ırıaları medya içerikleriyle kamuoyunun düşündüğü
konular arasındaki ilişkiyi gösterrııe açısından hala verim­
li çalışmalardır. İ nsanlar için en önemli enformasyon
kaynağı medyadır. Örneğin Amerika'da ortalama bir in­
san gününün en az üç saatini televizyon izleyerek yine
aynı şekilde e n az yarım saatini de gazete okuyarak ge­
çirmektedir (McCombs ve Shaw, 1 9 84).
Bazı araştırmacılar medyanın etkisi konusunda kişi­
lerden ziyade dal1a geniş bir alan olan toplumsal sistem­
den hareket etmişlerdir. B una göre medyanın, kişilerin

68
Kitle İletişim Kuramları

davranışından ziyade sosyal sisteme ve toplumsal günde­


min oluşmasına etkisini araştırdılar. B una göre medyanın
gücü onun gündemi belirleyebilmesindedir. Medya iste­
diği bir konu ya da olaya ağırlıklı olarak yer vererek top­
lumun gündemini belirler. Bunu yaparken medya, enfor­
masyon üzerinde bir kontrol mekanizması kurarak top­
lumsal iktidarın sürdürülmesi için çok önemli olan bilgiyi
kontrol eder. İletişimin akışını kontrol edenler, insanlar
üzerinde iktidar kurma gücünü de ellerinde tutarlar. B un­
lar (eşik bekçileri) medyada yer alan mesaj ların seçimini,
biçimlendirilmesini, gösterimini, zamanlamasını tekrarını
kontrol ederler (Agee, Ault ve Emery, 1 9 8 5 : 3 3 ) .
Maxwell McCombs ve Donald L. Shaw gündem kurma
modelini ampirik olarak sınamak için 1 96 8 'deki başkanlık
seçimlerinde çalışmışlardır. Gündem kurma modelinin
kararsız seçmenlerin kararlarını nasıl etkilediğini araş­
tırmışlardır. Medyanın önemli gördüğü olaylar seçmenler
için de önemli olaylar haline gelmeye başlamıştır. B una
göre medya kurduğu gündem ile izleyicilerin/ okuyucu­
ların bilişsel dünyalarını biçimlendirmiştir. David Weaver
1 98 1 'de yayınladığı bir çalışmasında McCombs ve Shaw'u
destekler. Weawer 1 9 76 yılında başkanlık seçimlerinde
medyanın gündem kuııııa işlevini incelemiştir. Televizyo­
nun kurduğu gündem ile basının kurduğu gündem birbi­
rine çok benzemektedir ve vatandaşın gündemi ile yani
ona önemli görünen olaylar ile medyanın önemli olarak
sunduğu olaylar arasında büyük benzerlikler olduğu orta­
ya çıkmıştır (Agee, Ault ve Emery, 1 9 8 5 : 3 5 ) .
Kapitalist toplumlarda sıradan insan iş dışı yaşamının
büyük bir kısmını televizyon izleyerek geri kalan zamanı­
nın bir kısmını da radyo dinleyerek ve gazete okuyarak
geçirir. Günümüzde internetin de geliştirilmesiyle insan­
ların, içinde yaşadıkları dünyaya ilişkin haberleri kitle
iletişim araçlardan öğrendiği bilinen bir gerçektir. Medya
dünyada ve toplumlarda meydana gelen her olay ya da
olguyu haber haline getirmez. B azı konu ve olaylar medya
tarafından sürekli ya da diğerlerine kıyasla daha çok gün­
deme getirilir.

69
Levent Yaylagül

Medya bazı olaylara yer vererek ya da bazı olayları


görmezden gelerek toplumun gündemini ve kamuoyunu
oluşturur. İ nsanlar medyanın yer verdiği ve gündeme ge­
tirdiği olaylar hakkında bilgi ve fikir sahibi olurken med­
yanın yer vermediği olay ve olguları öğrenemeyeceklerdir.
Bu yaklaşım medyanın etkileme ve inandıııııaya yönelik
gücünden ziyade medyanın toplumun gündemini oluş­
turma ve toplumu bilgilendirme gücü ile ilgilidir. Ancak
bu model kaçınılmaz olarak gündem kurmanın netice­
sinde kamuoyunun düşünce ve kanaatlerinin de etkilendi­
ğini varsayar. Medyanın olaylara verdiği önem ve öncelik
kamuoyunun da önem ve önceliği haline gelir.
B u kuramın temel varsayımına göre, izleyiciler hem
hangi konularla ilgileneceklerini hem de bu konu ve so­
runlarla ne derece ilgileneceklerini öğrenirler. Gündem
kurma yaklaşımının temelini daha çok siyasal olaylar,
özellikle seçimler ve seçim kampanyaları oluşturur. Bu
sayede siyasal seçkinler medya aracılığıyla toplumun
gündemini belirlemiş olurlar. Siyasal kampanyalarda
hangi konunun önemli olduğu medya tarafından gündeme
getirilirse o konuda en girişken olan adayın (veya siyasal
partinin) seçmenlerin oyunu alacağına inanılır (Mcquail,
1 983 :67).
Gündem kurma yaklaşımı, medyanın insanların nasıl
düşüneceklerini belirlemediği ancak ne hakkında düşüne­
ceklerini belirlediği görüşüne dayanır. Medyanın gücü,
bazı sorunları ve konuları görmezlikten gelip marj inalize
edebilmesi ve bazı sorun ve konuları da istediği sıklıkta ve
yoğunlukta kamuoyunun gündeminde tutabilmesinde ya­
tar. Medyanın mülkiyet yapısından dolayı bazı meseleler
hiçbir şekilde medyanın gündeminde yer almazken, ege­
men düşünceler sağduyu olarak medyanın gündemini iş­
gal etmeye devam eder.
Kısaca gündem kurma yaklaşımına göre, medyanın
önem ve yer verdiği konular, izleyicilerin gündemini oluş­
turacak ve onların gündemini meşgul edecekken medya­
nın yer vermediği konular halkın ve izleyicilerin günde­
mine gelemeyecektir. McCombs ve Shaw 1 976 yılında

70
Kitle İletişim Kuramları

yapmış oldukları çalışmada, o dönemde Amerika B irleşik


Devletleri toplumunun gündemini oluşturan Watergate
skandalını yani siyasi rüşvet olayını örnek olarak alırlar.
Medyanın bu konuyu sürekli gündemde tutmasıyla adı
geçen olay uzun bir süre Amerikan toplum ve politikası­
nın gündeminde kalmış ve sonuç olarak B aşkan Nixon
istifa etmek zorunda kalmıştır.
4. Sı.ıskunlılk Sarmalı
Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen bu
kurama göre, insanlar, kendi düşünceleri toplumun ege­
men genel düşüncesinden farklı olduğu zaman toplum
tarafından dışlanmaktan korkarlar. Medya tarafından ele
alınan konular toplumun egemen görüşünü yansıtır. B un­
lara karşı çıkmak ve bunları n aksi görüşleri savunmak
için insanlar yeterli gücü ve imkanları kendilerinde bula­
mazlar. Medyada sunulan görüşe katılmayan pek çok iz­
leyici, kendi görüşlerini dile getirmekten kaçınmaktadır.
B unu dile getirmeye cesaret edenler ise toplum tarafından
dışlanmaktadır. Bu dışlanmaya maruz kalmamak için
insanlar sessiz kalmaya ve kendilerini güvende lıissetmeye
devam etmektedirler.
Bu kuram da gündem kurma ve kamuoyu oluşturma
sorunuyla yakından ilgilidir. B u kuramın temelinde, in­
sanların toplumda egemen düşüncelere uyarak izole ol­
maktan ve toplumsal yaptırımlara maruz kalmaktan ka­
çındığı fikri yatar. Suskunluk sar rııalı kuramı beş temel
varsayıma dayanır (Noelle-Neuman, 1 997: 227).
1 . Sapkın bireyler, toplum tarafından dışlanmakla teh­
dit edilir.
2 . B ireyler sürekli olarak dışlanma korkusu duyarlar.
3 . Bu korku bireyin içinde bulunduğu fikir ortamını
değerlendirmesine yol açar.
4 . Bu değerlendirme sonucunda fikrini ya açıklar ya
da gizler.
5 . Bu dört varsayım bir arada ele alındığında bunlar
kamuoyunun oluşmasında, sürdürülmesinde ve değişme­
sinde etkilidir.

71
Levent Yay/agü/

Çağdaş toplumlarda kamuoyunun oluşumunda med­


yanın çok önemli bir işlevi vardır. Yukarıda bahsedilen
aşamaların oluşmasında medya da hesaba katılmak du­
rumundadır. B una göre; toplumdaki çoğunluğun görüşü,
güçlü medya tarafından desteklenirse bunlar azınlığa göre
daha güçlü bir duruma geçeceklerdir. Eğer medya azın­
lıktaki görüşün yanında yer alırsa çoğunluk kampı top­
lumdaki sessiz çoğunluğu oluşturacaktır. Azınlık, medya­
dan karşı tepki görürse sessiz kalır. Azınlık medyadan
destek görürse durum tam tersine çevrilir.
Kısaca söylenecek olursa tartışmalı durumlar meydana
geldiğinde medyanın desteğini alan görüş toplumda ege­
men görüş haline gelir. B una göre, insanlar hangi görüş­
lerin yaygı nlaşmaya başladığını ya da kuvvetlendiğini ve
hangi görüşlerin bu görüşlere göre daha az geçerli oldu­
ğunu ya da gerilediğini öğrenmek için içinde yaşadığı ko­
şulları gözetler. Bunun sonucunda birey kendi görüşleri­
nin ve fikirlerinin daha az geçerli olduğu düşüncesine
kapılırsa dışlanma korkusuyla kendi fikrini açıklamaktan
kaçınacaktır.
Bunun aksine eğer birey kendi fikrinin toplumda ege­
men olan görüş olduğunu görürse kendi fikrini daha rahat
aç ıklayacaktır. B irey sessiz kaldığı zaman bireyin )'akın
çevresi de sessiz kalacaktır. B öyle aykırı fikirleri savunan
insanlar ister istemez marjinalize olacaklardır ve egemen
görüş egemenliğini iyice pekiştirecektir.
5. Eşik Bekçiliği Modeli
D. M. White tarafından geliştirilen ''Eşik Bekçiliği''
modelinde medya mesajlarını belirleyen kişi olarak eşik
bekçileri üzerinde durulmuştur. Medya kurumlarında ha­
ber üretim sürecinde neyin haber olacağına ya da olma­
yacağına karar ver ıııede eşik bekçisi kavramsallaştırması
önemlidir. Eşik bekçileri, haber üretim sürecinin ilk aşa­
masında karar alan insanlardır. Haber kanalının eşiğinde
yer alan bu insanlar, eşiği aşacak ve kanal aracılığıyla
izleyiciye ulaşacak olan kendilerine haber olmak üzere
gelen olayların seçimini yaparlar. Hangi olayın hangi sı­
rada ve ne süreyle haber olacağına karar verirler. Eşik

72
Kitle İletişim Kuramları

bekçileri genellikle haber editörleridir. Bu insanlar önce­


likle, çalıştıkları kurumların gündemini belirlerler ve böy­
lece toplumun gündeminin belirlenmesine katkıda bulu­
nurlar (Mcquail ve Windhal, 1 993 : 1 45).
Bu yaklaşım haber üretim sürecinde kapitalist toplum­
sal formasyonun belirle)1iciliğini, reklam verenlerin etki­
sini, devletin haber kaynağı olmada, ekonomik kaynakla­
rın dağılımı, vergi indirimi, kredi ve kağıt tahsisi ile ka­
musal ilanların dağılımındaki rolünü ve aracı kuruluşla­
rın etkinliğini ve medya kuruluşlarının mülkiyet ve örgüt­
sel yapıları ile diğer endüstrilerle olan ilişkilerini ve pro­
fesyonel ideoloji ile haber üretiminin gündelik rutinleşmiş
pratiklerini dikkate almaz. Onun yerine, haber seçimini
sadece eşik bekçilerinin belirlediğini ima eder. Böylece
haber üretiminde eşik bekçilerinin denetlediği sadece tek
bir eşik olduğu düşüncesini uyandırır. Haber akşının sü­
rekli ve demokratik bir şekilde aktığını, yayın ilkeleri doğ­
rultusunda bekçinin seçme işleminde bulunduğunu belir­
tir.
6. Bilgi Eksikliği Hipotezi
Medya çeşitli konularda halka sürekli bilgi sağlar. Ka­
pitalist toplumlarda maddi olanaklar gibi bilgi ve eğitim
de eşit olarak paylaşılmaz. Kimileri daha iyi koşullarda ve
daha çok eğitim almışken kimileri daha az eğitim görmüş
hatta belki de hiç eğitim olanağı bulamamıştır. Bu insan­
lar da seçimlerde oy kullanır, başka konularda da fikirleri
vardır. Örneğin, nükleer santrallerin yapılıp yapılmaması
veya yeri geldiği zaman savaş açılması ve savaşa katılıp
katılmama gibi kendilerini ve toplumu doğrudan etkileye­
cek konularda karar verme ve verdikleri kararlarla bazı
politikaların oluşmasında veya oluşmamasında etkili ola­
bilmektedirler. Kitle İletişim Araçlarının en önemli işlev­
lerinden birisinin de bu gibi konularda bilgi sağlayan bir
araç olmasıdır. B ilgi Açıklığı Hipotezine göre, medya yo­
luyla yayılan bilgilerde yüksek sosyo-ekonomik katmana
dahil olan ve dolayısıyla daha çok ve kaliteli eğitim almış
insanlar daha düşük sosyo- ekonomik statüdeki insanlarla
kıyaslandığında verilen bilgiyi daha çabuk ve daha doğru

73
Levent Yaylagül

alma eğilimindedirler. Böylece medya herkese bilgi veri­


yormuş gibi gözükmesine rağmen alt ve üst sosyo- eko­
nomik katmanlar arasındaki bilgi farkı kapanmak yerine
gittikçe açılır. B u, özellikle bilimsel konular ve kamu işleri
gibi belli spesifik ön bilgi gerektiren durumlarda daha
fazla olmaktadır. B una karşın insanların ilgi alanlarına
giren konular çoğaldıkça bu açıklık daha da azalmaktadır.
7. Bağımlılık Kuramı
Ball-Rokeach ve De Fleur tarafından geliştirilen bu
modele göre bireyler toplumda neler olup bittiğini öğ­
renme ve buna göre kendilerine yön tayin etmede kitle
iletişim araçları gibi bilgi kaynaklara bağımlıdırlar. Bu
kurama göre bireyin toplumsal ve bireysel ihtiyaçları ile
medya sistemi ve sistemin içinde yer aldığı sosyo- ekono­
mik ve politik sistemin karşılıklı etkileşimi ile medyanın
bireyler üzerinde etkileri vardır(McQuail ve Windahl,
1 993).
8. Modernleşme Kuramları ve ''Yeniliklerin Yayılması ''
Modeli
İkinci Dünya Savaşı 'ndan sonra, bağımsızlıklarını ka­
zanan eski sömürge ülkelerini hem komünizmden koru­
mak hem de Pazar haline getir·ırıek isteyen ABD. Üçüncü
Dünya ülkelerini modernleştir rrıe ve demokratikleştirme
işlevlerini de üzerine aldı. Egemen yaklaşıma göre, Üçün­
cü Dünya ülkeleri ''gelişmekte olan ülkeler'' <lir. Bunlar da
günün birinde gelişecek, kalkınacak ve modernleşecekler­
dir. B unun için bu ülkelere teknoloji ve gerekli çalışma
alışkanlıkları ile modern tutum, değer ve davranışlar ka­
zandırılırsa bu ülkelerin kalkınmaması için hiçbir sebep
yoktur. B atılı sanayiciler bu ülkelere sanayi yatırımları
yapacaklar, böylece modern sektörde bu ülkelerin işçileri
yüksek ücretlerle çalışacak, sermaye birikimi artacak ve
bu, tekrar yatırıma dönecek ve daha çok istihdam imkanı
yaratılmış olacak. Ekonomi alanında Barbara Ward ve W.
W. Rostow bu yaklaşımın öncüleridir.
Rostow ( 1 9 80), İktisadi Gelişimin Merlıaleleri başlıklı
kitabında az gelişmiş ülkelerin kalkınmasının teorik ana­
lizini sunar. Temelde her toplumun gelişiminin beş aşa-

74
Kitle İletişim Kuramları

ması vardır. Bu a§amalar; geleneksel toplıi11ı aşanıası, kal­


kınnıa için önkoşullaı-ın yaı-atılnıası aşaması (geçi§ a§a­
ması), kalkınnıa aşa11ıası, olgıınluğa doğrıı ilerlenıe aşa­
ınası ve kitlesel tı"iketinı aşanıası . Buna göre geli§mekte
olan ülkelerde geleneksel bir toplumsal yapı vardır. Ön­
celikle 11arekete geçme yönünde çalı§malar yapılacak,
bunu harekete geçme a§aması takip edecek, olgunla§ma
ve kitle tüketim çağına ula§ılacak ve daha sonra
Rostow'un kendisinin kestiremediği tüketim ötesi bir çağa
ulaşılacaktır. Rostow'un yaklaşımının temelinde evrimci
anlayış bulunmaktadır. Çünkü tarihsel sürecin çizgizel bir
gelişim gösterdiği fikrine dayanan bu anlayış dünya eko­
nomisindeki sömürü ve bağımlılık ilişkilerini görmezden
gelir. Azgelişmiş ülkeleri gelişmekte geç kalmış ülkeler
olarak değerlendirir. Oysa bazı ülkelerin gelişmesi, öbür
ülkelerin az gelişmesine neden olmuştur. Beş aşama yak­
laşımı, esası nda emperyalist politikaları gizlemeye )'ara­
yan ideolojik bir açıklamadır. Oysa Rostow sömürgecili­
ğin ve emperyalizmin ortadan kalktığını ileri sürmektedir.
B u ekonomik yaklaşımla beraber kitle iletişim araçla­
rına Üçüncü Dünya Ülkelerinin kalkınmasında önemli bir
rol atfedilmiştir. 1 950'li yıllarda Daniel Lerner ( 1 9 5 8),
orta doğu ülkelerinde tutum ve kannatlare yönelik araş­
tırma yapmış ve bu dönemde Türkiye 'de de o zaman kü­
çük bir köy olan Ankara 'nın bugünkü Balgat semtinde de
incelemelerde bulunmuştur. O nun yaklaşımına göre, kitle
iletişim araçları, geleneksel toplumsal değerlere sahip
olan insanlara eski adet ve alışkanlıkların yerine modern
toplumun özgürlükçü ve girişimci değerlerini aktaracak­
tır. Böylece az gelişmiş toplumların değer yargıları eski,
geleneksel ve çağdışı olarak nitelenirken, kapitalist Batı­
nın değerleri özgürlükle eşit bir konuma yerleştirilmekte­
dir. Medya, modernleşme yolunda insanlara okuryazarlık
öğretecek, temel becerileri kazandıracak ve insanlardaki
empati duygusunu geliştirecek araçlar olarak görülmüş­
tür.
Lerner, modernleşme ve kalkınma için kentleşme, okur
yazarlığın artması ve medyanın büyümesini temel değiş-

75
Levent Yay/agül

kenler olarak görmekteydi . B unun için Uçüncü Dünya


••

ülkelerine radyo televizyon sistemleri kuruldu. Köyden


kente göç arttı. Gecekondu, işsizlik, tarımsal üretimin
düşmesi gibi sonuçlar ortaya çıktı (Sonaike , 1 996:24) . Bu
dönemde montaj sanayine yönelik uygulanan ekonomi
politikaları ile ülkelerdeki sermaye birikimi, ara ve mamul
malların ithali için Batının sanayileşmiş ülkelerine aktı.
Dış pazarı olmayan bu ürünler sonunda döviz bulmak için
Dünya B ankası ve IMF'ye borçlanan Üçüncü Dünya ül­
kelerinin az gelişmişliklerini geliştirmeye yaradı. Neo-li­
beral politikaları uygulamak için demokrasi yerine baskı
ve şiddete da)1alı askeri rej imlerin ortaya çıkmasını sağla­
dı. Reklamlar aracılığıyla bir tüketim kültürü yaratıldı ve
toplumsal tatminsizliklerle kutuplaşmalar ve şiddet olay­
ları ortaya çıktı .
Bu teorik yaklaşıma rağmen Üçüncü Dünya ülkelerin­
deki sömürüye dayalı birer kapitalist az gelişmiş bağımlı
ekonomi yarat ılmıştır. Sömürü ve sınıfsal eşitsizlikler Ü­
çüncü Dünya ülkelerinin kendi içinde yoksullar ve zen­
ginlerden oluşan iki kutuplu bir dünya yaratmıştır (Par­
enti, 2 002 ).
Bu süreçte kitle iletişim araçlarına son derece büyük
bir önem atfedilmiştir. Kitle iletişim araçlarına, gelenek­
sel değerlerin egemen olduğu bu toplumlara modern tu­
tum ve değerlerin aktarılması için gerekli araçlar gözüyle
bakılmıştır. Rogers ve Shoemaker tarafından geliştirilen
ve kısaca Yen ilikleri11 Yavılnzası Modeli olarak sunulan
-

modelde, kırsal kesimde yaşayan ve geleneksel tutum ve


değerlere sahip insanların yenilikleri öğrenmesi ve mo­
dern tutum ve davranışları kabul etmesi amaçlanmıştır.
Bu yaklaşıma göre yenilikler dört aşamadan geçerek
yayılmaktadır. İ lk aşama ''bilgi aşamasıdı r'' . Bu aşamada
bireyler bir yenilik olduğu yönünde ilk bilgiye sahip olur­
lar. İkinci aşama olan ''ikna aşaması''nda birey bu yenili­
ğin lehinde ya da aleyhinde bir tutuma sal1ip olur. Üçüncü
aşama olan ''karar'' aşamasında birey yeniliği kabul veya
ret etmek için girişimde bulunur. Son aşama olan "onay­
lama'' aşamasında ise birey hangi yönde karar verıııişse

76

Kitle Iletişim Kuramları

onu destekleyecek tarzda araştır ıııalarda bulunur. Bu sü­


rece etki eden birtakım kişisel, toplumsal ve kültürel fak­
törler de vardır. Örneğin, yeniliklerin yayılmasında bilgi
aşamasından önce bireyin sal1ip olduğu kişilik özellikleri,
toplumsal özellikler ve yeniliğe duyulan ihtiyaç gibi fak­
törler önemlidir. İkna aşamasında ise yeniliğin algılanan
özellikleri devreye girer. Örneğin yeniliğin bireye sağlaya­
cağı nispi avantaj, uygun olup olmaması, yeniliğin karma­
şıklık ve denenebilirlik derecesi ve gözlenebilirlik gibi fak­
törler devreye girer. Karar aşamasında birey yeniliği be­
nimseyebilir. B u benimseme sürekli hale gelebilir ya da
tatminsizlik neticesinde benimseme kararını değiştirebilir.
Eğer karar aşamasında birey yeniliği reddetmişse daha
sonra yeniliği ya benimseyebilir ya da sürekli reddedebilir
(McQuail ve Windhal, 1 99 3 : 7 8 ) .
9. Kitle iletişimi ve Kitle Kültürü/ Popı11er Kültür
Kitle toplumu ile ilgili çalışanların başında G . Le Bon,
Mathew Arnold, Nietzsche, O . Y. Gasset, W. Reich, Pareto
ve Mosca gibi düşünürler gelmektedir. Kitle toplumu ve
buna bağlı olarak kitle kültürü kavramları nın geliştirilme­
sinin altında Batı A\1rupa'da kapitalizmin yükselişi olgusu
yatmaktadır. Kapitalizmin gelişimi ile Pazar için üretim
ortaya çıkmış, üretim büyüklük olarak artmış ve teknolo­
j ik gelişme ile kültürel üretim ortaya çıkmıştır. Kitle top­
lumunun doğması ve gelişmesi beraberinde bu kitlelerin
kültürü olan kitle kültürünü doğurmuştur. Kitle kültürü­
nün gelişmesi ile birlikte pek çok seçkin ve seçkinci yakla­
ş ıma sahip olan insanlar kitle kültürünü yüksek ve ciddi
kültüre karşı bir tehdit olarak göııııeye başlamıştır. Örne­
ğin, G . Le Bon ( 1 997), 1 9 . yüzyılın sonlarında yazdığı Kit­
leler Psikolojisi adlı eserinde kitlelere karşı bir korku ve
endişe beslemektedir. İçinde yaşadıkları çağı ''Kitleler
Çağı'' olarak değerlendirmekte ve kitleleşmeyle birlikte
fertlerin bilinçli etkinliklerinin yerini kitlelerin bilinçsiz
etkinliklerinin aldığını düşünmektedir. Le Bon, tam bir
seçkincidir. Çünkü o bütün uygarlıkların o güne dek sa­
dece küçük bir seçkin düşünceliler grubu tarafından mey­
dana getirildiğini ve yönetildiğini düşünmektedir. Kitlele-

77
Levent Yaylagül

rin egemen olması ise ancak kargaşa ve düzensizlik geti­


rebilecektir (Le Bon, 1 997: 1 4).
Kitlelerin doğması beraberinde kitle kültürünü de do­
ğurmuştur. Kitle iletişim araçları tarafından topluma ya­
yılan içeriklerin kitle kültürü olduğu ve bu içeriklerin kitle
kültürünü oluşturduğu düşünüldü. Yukarıda da değinil­
diği gibi kitle kültürü yüksek kültürün karşıtı olarak ko­
numlandırıldı ve değerlendirildi. Kitle kültürü kavram
olarak pazarda kitlesel olarak tüketilmek için kitlesel ola­
rak üretilen kültürel ürünleri tanımlamak için kullanıl­
maya başlandı. Kitle kültürü seçkin kültürün karşısında
konumlandırılmasına rağmen halk kültürü olarak da
görülmüyordu. Halk kültürü 11alkın genel kültürel pratik­
lerinden oluşmaktaydı. Halk kültürü kitle kültüründen
daha güçlü ve (dal1a gerçek) görülüyordu. Halk kültürü
halkın ihti)1açlarından kaynaklanmaktaydı. Oysa kitle kül­
türü ticari üretim ve ticari tüketimin bir sonucuydu. Hal­
kın kültürü ve lıalkın sanatı halkın kendi ihtiyaçlarından
doğdu. Oysa kitle kültürü ise sanayiciler tarafından üre­
tildi. Yani yukarıdan aşağıya empoze edildi. Kitle kültürü
hep tek düze, standartlaşmış bir kültür olarak değerlendi­
rildi . B u kültürün tüketicileri pasif bir konumdaydı. An­
cak tüketmeyi ya da tüketmemeyi tercih edebilirlerdi . An­
cak tüketmemeyi seçmek de çok gerçekçi bir seçenek ola­
rak görünmüyordu. Halk kültürü, çok sınırlı alanlarda
yaşama olanağı bulabiliyordu. Kapitalist toplumlarda kitle
kültürü 11ayatın lıer alanına yayılmakta ve seçkin (yüksek)
kültürü telıdit etmektedir. Kitle kültürü bu kültürün ege­
men olduğu toplumlarda bir siyasi baskı aracına dönüş­
mektedir.
Popüler kültür ise kitle kültürünün bir parçası olarak
kitle iletişim araçlarıyla popüler 11ale getirilen kültürü
ifade etmek için kullanılmaktadır. Böylece popüler kültür
kapitalizmin, kitle iletişim araçlarıyla yaydığı \'e toplumu
oluşturan kitlelerin beğenisi haline getirdiği yapay bir
ticari ve tüketim kültürüdür. Standartlaşmıştır, fanta­
zilere dayanır, risk almaz \'e mevcut sistemin çıkarına
göre belirlenir (Erdoğan, 200 1 ) . Böylece popüler kültür

78

Kitle iletişim Kuramları

aracılığıyla sunulan eğlence, tüketim ve bireysel kaçış yo­


luyla varolan eşitsiz toplumsal ilişkiler yeniden üretilir.

79
il. Bölüm

ELEŞTiREL YAKLAŞIMLAR
Kitle iletişim çalışmaları alanındaki eleştirel yaklaşım­
lar liberal çoğulcu toplum kuramına karşıt olarak gelişti­
rilmiştir. B u yaklaşımlar iletişimin endüstrileşmesi, ulus­
lararası yönü, geliştirilen yeni iletişim teknolojilerinin
toplum üzerindeki etkileri, iletişimin siyasal ekonomisi,
kültürel incelemeler, iletişim sosyolojisi gibi çeşitli konu­
larda çalışmalar yapmaktadırlar. Yapılan farklı çalışma­
lar, incelenen farklı konular ve araştırmalara rağmen bu
yaklaşımların ortak yönü, varolan toplumsal ilişkilerin ve
iktidar ilişkilerinin sürdürülmesinde iletişimin ne gibi bir
rolü ve işlevi olduğunu sorgulayarak bu konudaki yakla­
şımlar arasında ilişki kurmalarıdır (Slack ve Alor,
1 9 83 :20 8).
Eleştirel Çalışmalar kısmen Marksizm'den esinlenir.
Ancak belli noktalarda ortodoks Marksist görüşlerden
ayrılırlar. Marx, temeV üstyapı formülasyonunda kültür ve
ideolojiyi üstyapının unsurları olarak görmüştür. Marx ' -
tan sonra Avrupa 'da yaşayan bazı Marksistler, Marx'ın
öngördüğü sosyalist devrimlerin gerçekleşmediğine hatta
faşizmin taban bulduğuna tanık oldular. B u gelişmeleri
anlamada kültür ve ideolojinin ne gibi bir rolü olduğu
üzerinde düşünmeye başladılar. Genellikle B atı
Marksizmi olarak bilinen bu düşünürler, varolan toplum­
sal ilişkilerin korunmasında ve yeniden üretilmesinde kül­
tür ve ideoloj inin önemli işlevleri olduğunu gördüler. İşçi
sınıfının bilincinin ve ideolojisinin gelişmesinde/gelişme­
mesinde kapitalist kültürün ve ideoloj inin önemine dikkat
çekmişlerdir. Toplumsal kurumları ve bu arada kitle ileti-

81
Levent Yaylagül

şim araçlarını da kapitalist sınıfın egemen fikir ve görüş­


lerinin topluma aktarıldığı aygıtlar olarak değerlendirmiş­
lerdir.
Eleştirel akımlar köken olarak Marksizm'den etkilen­
melerine rağmen kendi içlerinde farklılaşırlar. Avrupa'da
ve diğer ülkelerde tek bir Marksist düşünce okulu yoktur.
Marksistlerin temel yaklaşımı ve ortak noktaları medya­
nın konuşma özgürlüğünü geliştirdiğini savunan çoğulcu
liberal yaklaşımların aksine Kitle İletişim Araçlarının
statıls qılonun yeniden üretilmesinde kullanıldığını be­
lirtmeleridir. Marksist medya kuramları içinde farklı dü­
şünce okulları. yorumcular tarafından çeşitli çerçevelerde
ele alınır. Michael Gurevitch ve arkadaşları birbirleriyle
mücadele eden üç temel paradigma olduğunu belirtirler.
Bunlar, _vapısalcılık, kı"iltürel çalışına/ar ve ekonomi politik
yaklaşımlarıdır (Gurevitch, vd. 1 9 8 2 : 8).
Köktenci Marksist gelenekte ekonomi politikçiler ideo­
loj iyi ekonomik altyapıya göre ikincil olarak görürler
(Curran, vd . , 1 9 82 : 26). G. Murdock ve P . Golding ( 1 977)
ve Murdock ( 1 9 82). ekonomi politik yaklaşımında med)1a­
nın gücünü ekonomik süreçlere ve medyanın üretim yapı­
sına yerleştirerek sunar. Sahiplik ve medyanın ekonomik
kontrolü medya mesaj larının kontrolünü belirleyen ana
faktör olarak görülür. Kültürel çalışmalar geleneği, etki
araştıı ıııası )'aparken, araştırma yaptıkları toplumsal gru­
bun anlayışını ve yaşam stillerini de dikkate alarak çizgi­
sel modelin egemen anlayışını kırma)'a çalışırlar. Bu yak­
laşım. sınıfsal \re alt kültürel özelliklerinin medya mesaj la­
rının alımlanmasını, yorumlanmasını ve davranışa dö­
nüşme sürecinde devreye giren dolayımlayıcı etki yapan
faktörler olarak dikkate alır. Kültürel incelemeler, medya
içeriklerinin dilbilimsel incelemesini ve toplumu oluştu­
ran grupların, alt kültürlerin kendilerine sunulan anlam­
lar üzerinde mücadele ederek medyadaki temsilleri nasıl
yeniden yorumladıklarını gösterir (Slack ve
Allor, 1 98 3 : 2 1 4) .
B u gelenek içerisinde yer alan düşünürler dal1a çok
genç Marx 'ın etkisi altında kalarak onun erken dönem

82

Kitle iletişim Kuramları

çalışmalarından olan Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları


eserine başvururlar. B urada Marx özellikle yabancılaşma
süreci üzerinde durarak özgürleşmede kolektif bilincin
önemine vurgu yapar. Daha sonraki çalışmalarında özel­
likle Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı ve Kapital gibi
eserlerde bilinçten öte üretici güçlerin üretim ilişkileri ile
çelişmesine vurgu yapar. Yani Althusser'in ifadesiyle, da­
ha yapısal unsurları ön plana çıkarır. Marx 'ın ilk dönem
çalışmalarından etkilenen ve B atı Marksizm 'i olarak bili­
nen düşünce geleneği oluşturanlar arasında G. Lukacs,
Antonio Gramsci, Frankfurt Okulu düşünürleri ve Louis
Altl1usser önemli bir yere sahiptir. Özellikle iletişim ça­
lışmaları açısından Gramsci, Althusser ve Frankfurt Oku­
lu üyelerinden, Adorno, I-Iorkheimer, Marcuse ve ikinci
kuşak temsilcilerden Habermas önemli bir yer teşkil et­
mektedir.
Kitle iletişim araçlarını kültürel ve ideolojik aygıtlar
olarak gören yaklaşımlar, )'ani Frankfurt Okulu, Gramsci,
Althusser, İngiliz Kültürel İncelemeler geleneği ve Yapı­
salcı D i lbilim çözümlemeleri yapısalcı bir bakış açısıyla
medya içeriklerinin siyasi ve ideolojik yorumunu yaparlar.
Neo-Marksist geleneği oluşturan bu yaklaşımlar kitle ileti­
şim kurumlarının da dal1il olduğu toplumsal kurumları
status quonun korunmasına çalışan ya da egemen s istemi
meşrulaştıran kurumlar olarak değerlendirmektedirler.
Medya, yer verdiği olay ve olgulara belli anlamlar yükle­
yerek biçim vermekte \'e böylece egemen sınıfın ideoloji­
sinin topluma yayılmasını sağlamaktadır. Örneğin haber
medyası olayların seçilmesi, çerçevelenmesi, tanımın o­
luşturulması ve karşıtların belirlenmesini sağlar. Yani,
medya seçme, dışarıda bırakma, bazı noktaları ön plana
çıkarma, çerçeveleme gibi haber üretim sürecinin rutin
pratikleri ile gerçekleri ideolojik olarak yeniden inşa eder.

83
Levent Yaylagül

İLETİŞİM ARAÇLARINI KÜLTÜREL VE İDEOLOJİK


••

AYGITLAR OLARAK GOREN YAKLAŞIMLAR


A. Frankfurt Okulu
Resmi adı Frankfurt Üniversitesi Sosyal Araştırmalar
Enstitüsü olan Frankfurt Okulu temel olarak kapitalist
sisteme eleştirel yaklaşan bir okuldur. Okul 1 923 yılında
Felix Weil tarafından Weimer Cumhuriyeti'nin bir parçası
olarak ekonomi politik konusunda disiplinler arası araş­
tırma yapmak için kuruldu. Ancak bu okulun üyele rinin
ilgi alanları oldukça geniştir. Özellikle kapitalist moder­
nizmi eleştirmişlerdir. O nlara göre rasyonal ite biçimsel­
dir. Amaç özgürlüğü geliştirmek olmalıyken rasyonalite
kapitalist artı değeri artırmanın ve insanı köleleştirmenin
bir aracı haline gelmiştir. Kapitalizmin bilimi olan poziti­
vizm de varolan gerçekliği açıklamaktan uzaktır. Değer­
den bağımsız bilim olamaz. Pozitivizm özgürlük için ge­
rekli olan eleştirel akıldan yoksundur. Özellikle kültürün
endüstrileşmesi ile birlikte popüler kültür/kitle kültürü
insan bilincinin parçalanmasını, tek tipleşmesini ve tüke­
tim kültürünün egemen olmasını sağlamıştır. Bu parçalı
bilinç insanın özgürleşmesinin önündeki engellerden biri­
sidir.
Temel yaklaşımları özet olarak şöyledir; Frankfurt 0-
kulu ' na göre kitleler kapitalizm ve kapitalistlerin kontrol
ettiği kültür endüstrileri tarafından kolayca aptallaştırıla­
bilirler. Metod olarak eşyayı temsil eden kavramlara ba­
karak kötümser ve sinik bir şekilde onları gerçeklerle kar­
şılaştırırlar. Onlara göre; kapitalist toplumlarda gerçekler
burj uvazi tarafından üretilir ve kültür endüstrilerinde iş­
lenir. İdeoloj i gerçekliği çarpıtır. Bunu yaparken amacı
eşit olmayan güç ve iktidar mücadelelerini kamufle etmek
ve mevcut sistemi meşrulaştırmaktır.
Frankfurt Okulu, B irinci Dünya Savaşı ' ndan sonra ku­
rulmuştur. Marksizm 'den esinlenmiştir. Savaş krizlerine,
devrimlere ve Avrupa'daki karışıklıklara bir tepki olarak
gelişmiştir. Marksist tabanlı olmasına karşın okul

84
Kitle İletişim Kuramları

ortodoks Marksizm'e eleştirel yaklaşmıştır. Okul gelenek­


sel Marksist doktrinin eleştirisine dayanır. Marksizm'deki
determinizm anlayışına karşıdır. 1 93 1 'den itibaren okul
Max Horkheimer'ın önderliğinde ilgi alanını felsefe, kül­
tür ve medyaya yöneltmiştir. 1 930'larda ve 40'larda Avru­
pa 'nın merkezi entelektüelleri haline geldiler: Okulun üye­
leri arasında Max Horkheimer ( 1 895- 1 973), Theodor W.
Adorno ( 1 903 - 1 9 69), Herbert Marcuse ( 1 898- 1 979),
Walter Benjamin ( 1 892- 1 940) sayılabilir. Aslında okulun
üyeleri bunlarla sınırlı değildir. Bunların yanında siyaset
bilimci F. Neuman ( 1 900- 1 954 ), kültür ve estetik alanla­
rında çalışan L. Lowenthal ( 1 900- 1 993 ), ekonomist K. A.
Wittfogel, F. Borkenau gibi üyeleri bulunmaktadır.
Frankfurt Okulu'nun geliştirmiş olduğu yaklaşım top­
lum bilimleri literatürü içerisinde eleştirel teori olarak
bilinir. Okulun kurulduğu dönemde Avrupa'da yükselen
olgu faşizmdir. Faşizm bu okulun yaklaşımında çok ö­
nemli bir iz bırakmıştır. Okulu etkileyen diğer bir toplum­
sal olgu ise SSCB 'de Lenin' in önderliğinde gerçekleşmiş
Bolşevik devrimidir. Ancak B olşevik devrimi sadece Rus­
ya ile sınırlı kalmış ve sanayileşmiş Batı Avrupa toplumla­
rına yayılmamıştır. Böyle bir ortamda Frankfurt Okulu
üyeleri Marksist düşünce ile ilgilenmişlerdir. Marksist
kuramın B atı Avrupa 'da yaygınlaşamaması üzerine bu
konuda çeşitli kuramsal çalışmalar gerçekleştirmişlerdir.
Ancak Frankfurt Okulu 'nun Marksizm anlayışı bu okula
özgü bir anlayıştır ve klasik Marksist yaklaşımdan bir kı­
rılma hatta bir sapmadır. B unun için Frankfurt Oku­
lu'nun ''eleştirel kuramı'' ortodoks Marksistler tarafından
kısmen eklektik olması ve kısmen ekonomik belirlenimi ve
materyalizmi reddetmesi sebebiyle "revizyonist'' olarak
değerlendirilir.
Kurulduğu yıllarda ve ilk döneminde Frankfurt Oku­
lu'nu etkileyen ve yukarıda kısmen değinilen çok önemli
üç tarihsel olgu vardır. Bunlardan ilki; Rusya ' da gerçek­
leştirilen B olşevik ihtilalidir. Ancak okulu etkileyen bu
ihtilalin kendisinden ziyade bu ihtilalin beklendiği şekliyle
Avrupa'ya yayılamamasıdır. İkincisi; Okulun kurulduğu

85
Levent Yaylagü/

ülke olan Almanya'da 1 . Dünya Savaşı 'nın yaratmış oldu­


ğu hayal kırıklığı ve bunalımların neticesinde yükselen
Faşist ideoloji ve bu ideoloj inin Adolf Hitler liderliğinde
l 930'larda iktidara gelmesi ve üçüncü de Batı Avrupa'da
egemen sistemlerin kısmen bir istikrara kavuşması ve ya­
şanan ideolojik dönüşümlerin bu egemen yapılar tarafın­
dan üretilmesidir.
Okulun kuruluş döneminde ve daha sonraki dönemler­
de yaklaşımlarını etkileyen bu tarihsel ve toplumsal koşul­
lara kısaca değinildikten sonra okulun kendi içinde geçir­
diği aşamalara ve dönemlere bakıldığında okulun temel
olarak dört döneme ayrıldığı görülür. B u dönemler sıra­
sıyla şöyledir. İlk dönem 1 923- 1 93 3 yılları arasını kapsar.
Bu dönem e nstitünün kurulduğu yıldan Hitler'in iktidara
geldiği yıl olan 1 933 arasındaki dönemdir. Enstitünün
ikinci dönemi 1 933 ile 1 95 0 arasındaki zaman dilimini
kapsar. B u dönem Enstitünün faşizmden kaçıp ABD'de
sürgünde geçirdiği dönemdir. B u dönemde okul temel
çalışma alanında ve yaklaşımında bir dönüşüm geçir rrıiş­
tir. B unun e n önemli sebebi bu dönemde okulun başında
yönetici olarak Max Horkheimer'ın bulunmasıdır. Bu dö­
nemde birinci dönemin temel karakteristiği olan ekonomi
ve tarih ağırlıklı çalışmaların yerini )'avaş yavaş felsefenin
almaya başlamasıdır. Bu durumda etkili olan etkenlerin
başında bir felsefe doktoru olan Herbert Marcuse'nin
1 93 2 de ve çok geniş bir ilgi alanına sahip olan ve felsefe­
den sosyolojiye, edebiyattan estetiğe ve müziğe kadar pek
çok konuyla ilgilenen ve daha çok disiplinler arası bir an­
layışa sahip olan Theodor W. Adorno'nun 1 9 3 8 yılından
itibaren okulun kesin üyesi olmasıdır. B u dönemde oku­
lun tanıştığı temel çalışma alanlarından birisi de psiko­
analizdir. B u andan itibaren okulun çalışmalarında psiko­
analiz önemli bir yer tutacaktır. Okulun kendi tarihi içeri­
sindeki üçüncü dönemi okulun Frankfurt' a geri dönüş
tarihi olan 1 9 50 yılında başlar. B u dönemde tarihe eleşti­
rel teori olarak geçen teori şekillenmiştir (Bottomore,
1 9 84). 1 95 0- 70 Döneminde Adorno ve Marcuse ön plana
çıkar. Okulun son dönemi ise l 970'li yıllardan sonra ikin-

86

Kitle iletişim Kuramları

ci kuşak temsilcisi olan Haber rı1as'ın öne çıkması ve


Marksizmle olan bağını kopardığı dönemdir (Kızılçelik,
2 000).
Frankfurt Okulu kuramcıları başta pozitivizm olmak
üzere, bilim ve teknoloji, estetik, sanat, kitle kültürü ve
Marksizm gibi pek çok konuda eleştirel bir yaklaşımla
teori üretmişlerdir. Ancak bütün bu konuların burada ele
alınması bu kitabın kapsamını aşacağı için burada daha
ziyade kitle iletişimiyle diğer konulara göre daha yakın­
dan ilgili olduğu düşünüldüğü için kitle kültürü ve kültür
endüstrilerine yönelik yaklaşımları üzerinde durulacaktır.
İletişim alanının ayrı bir disiplin olarak ortaya çıkma­
sından önce Theodor Adorno ve Max Horkheimer, Co­
lumbia Üniversitesi ' nde Paul Lazarsfeld ile birlikte çalış­
malarda bulunmuşlar ve onlar Amerikan ampirizmine
karşı eleştirel bir tutum geliştir rı1işlerdir (Slack ve Allar,
1 9 83 :209). 1 9 3 8 yılında Adorno, Princeton Radyo Projesi­
ne katılırken eleştirel yaklaşımın Amerikan ampirik gele­
neği ile işbirliği kurabileceği umudunu taşımış olmasına
rağmen bu girişim gerçekleşememiş (Stevenson,
1 996: 1 83 ) ve bu proje 1 93 9 yılında sona ermiştir.
1 . Walter Benjamin
Berlin 'de dünyaya gelen Walter Benjamin çok farklı
konularda denemeler yazmış ancak ası l ününü estetikçi ve
kültür eleştirmeni olarak kazanm ıştır. Bunun yanında
gazetecilik de yapmıştır. 1 9 3 6 yılı nda yazmış olduğu "Me­
kanik Yeniden Üretim Çağı 'nda Sanat'' (The Work of Art
in the Age of Mechanical Production) başlıklı makalesi
önemlidir. Benj amin ( 1 999)' e göre, kapitalizmle birlikte
kültürün ve sanatın üretimi dönüşüm geçirmiştir. Kapita­
lizm öncesinde kültür ve sanat ürünleri anlam açısından
zengindir. B unlar sanatçının kişisel yaratıcılığını, dehası­
nı ve özgünlüğünü taşırdı. El yapımı ürünler biricikti,
gerçekti ve bir aura (öz) taşırdı.
Buna karşılık mekanik yeniden üretimin egemen oldu­
ğu kapitalizmde orj inallik/otantiklik yani sanatın ve kültü­
rün ruhu yok olmuştur. Teknoloj i , kültür ve sanat eserle­
rinin ruhunu yok etmiştir. Dolayısıyla bunlar sıradan,

87
Levent Yaylagül

standart ve rutindir. Yani herhangi bir yaratıcılık ve


orj inallik içermezler. Özgün bir resim ressamın kişisel
yaratımı ve etkinliği iken sinema filmi gibi kitle kültürü
ürünleri entellektüellikten ve eleştirellikten uzaktır. Bun­
lar kitlelerin bilincini ve belleğini zayıflatır.
Benj amin, H itler Almanya'sından kaçarken İspanya sı­
nırında faşistlerin eline düşmekten korkarak 1 940 yılında
intihar ederek yaşamına son vermiştir.
2. T. Adorno ve M. Horkheimer
2 1 yaşındayken felsefe doktoru olan Adorno, savaş dö­
neminde Amerika B irleşik Devletleri 'ne göç etmesine
rağmen savaş bitiminde tekrar Almanya'ya dönmüştür.
Toplum, kültür ve estetik alanlarında yazılar yazmıştır.
Müzik eleştirmenliği de yapan Adorno Kültür endüstrisi
ve kitle kültürü konularında da çalışmıştır.
Bu okulun en önde gelen kuramcılarından birisi olan
Theodor W. Adorno'nun eleştirel teoriye katkısı Max
Horkheimer ile birlikte yazdığı Aydınlannıanın Diyalektiği
adlı eserde ( 1 9 72) ortaya konulan kültürle ilgili eleştirile­
ridir. Bu çalışmalarında kapitalizmin tüketici kitle kültü­
rünün eleştirisini yapmışlardır. Kitle kültürü ürünleri de­
rinlikten yoksun, eğlence için üretilmiş yüzeysel ürünler­
dir.
B u yazarlar ''kültür endüstrisi'' kavramını kullanmayı
iki sebepten dolayı tercih etmişlerdir. B unlardan ilki top­
lumsal yapının ancak bütünsel bir yaklaşımla ele alınabi­
leceğini düşünmeleridir. İkinci sebep de bunu kitle kültü­
rü yerine kullanmalarıdır. Ancak burada bir noktaya özel­
likle dikkat çekmektedirler. O da kültür endüstrisi tara­
fından üretilen kültüre kitlelerin katkısının fazla olmama­
sıdır. Frankfurt okulu üyeleri kültürü sınıf çıkarlarının
doğrudan bir yansıması olarak görmemişlerdir. B u top­
lumlarda kültürün toplumsal yapı aracılığıyla
dolayımlanmasına vurgu yaparlar. Kültürü bir bütünsellik
içinde ele alarak hem statükocu hem de statüko karşıtı
anlayışların birlikte oluşturdukları bir karşıtlıklar alanı
olarak görmektedirler. B u okul, kültür endüstrisi kavramı

88
Kitle İletişim Kuramları

üzerinde vurgu yaparken aslında kitle toplumundan ve


kitle kültüründen bahseder.
Frankfurt Okulu kitle kültürünü kültür endüstrileri a­
racılığıyla ele almış ve bu kültüre karşı olumsuz bir tavır
sergilemiştir. Okulun kitle kültürü ve kitlelere karşı olum­
suz yaklaşmalarının temelinde Avrupa' da yükselen faş ist
hareketler ve iktidarların kültür (ve bilinç) endüstrilerini
kullanarak kitleleri kolayca yönlendirebilmelerini gözlem­
lemeleri (de) yatmaktadır. Adorno ve Horkheimer kapita­
list toplumlarda ailenin giderek işlevini kaybettiğini ve
onun yerini kültür endüstrisinin aldığını belirtirler. Gele­
neksel olarak bireyi bilinçlendir ıııe ve sosyalleştirme işle­
vini yerine getiren aile bu işlevi kültür endüstrisine bı­
rakmaktadır. Bu yaklaşım neticesinde her iki düşünür de
doğal olarak kitle iletişim araçlarının baskıcı bir yapıda
olduğuna inanmaktadırlar. B u araçlar egemen sisteme
karşı geliştirilecek eleştirilere engel olurlarken kitlelerin
egemen sistemle bütünleşmelerini de sağlarlar. Frankfurt
Okulu üyeleri (özellikle Adorno ve Horkheimer) kültür
endüstrileri konusunda iki noktaya dikkat çekerler. Bun­
ların başında kültür endüstrilerinin gittikçe egemen bir
konuma gelerek geleneksel toplumsallaşma kurumlarının
yerini alması ve ikincisi de kültürel ürünlerin metalaşması
sonucu fetiş bir karakter kazanması.
Adorno ve Horkheimer, kültür alanına tekellerin hakim
olduğunu ve bunun da kültürü tek tipleştirdiğini düşün­
müşlerdir. B u teknolojik gelişmeler neticesinde kültür ve
endüstri iç içe geçmiş; bu durum kültürün bozulmasına
sebep olmuştur. Reklamcılık da bu yeni endüstrinin ve
kültürün önemli ve ayrılmaz bir parçası olmuş, halkı yön­
lendirmede önemli bir etken haline gelmiştir.
Aydınlanma ' nın D iyalektiği'nde, Aydınlanma projesini
eleştirirler. Aydınlanma eleştirel ve özgürlükçü olacak
yerde aklın, bilimin kapitalist araçsal denetimine bağımlı
hale gelmiştir. Pragmatizm rasyonaliteyi esir almıştır.
B ürokrasi, teknoloji ve ideoloji insanı sınırlandırarak tü­
ketici, pasif bir kitle yaratmıştır. B u sayede seçkinlerin
durumu güçlenmiştir.

89
Levent Yaylagü/

Kültür endüstrileri, kapitalizmle bütünleşmiştir. Kültür


endüstrileri medya ve eğlence firm alarıdır. Eğlence ürün­
lerinin üretim, dağıtım ve tüketim süreçlerini büyük şir­
ketler kontrol ederler. Dolayısıyla bunların ürettiği ürün­
ler de karı en çoklaştırmak için emtia formunda üretilir.
B u emtiaların amacı tüketiciyi özgürleştiı ıııek ve eleştirel
anlayışı geliştirmek değil, onları oyalamaktır. Bu üı·ünler
endüstri nin egemen değerlerini yeniden üretir. Sinema,
radyo ve basın aydınlanma düşüncesini yaymak yerine
egemen ideolojinin izleyicilere yayılmasını sağlar.
Kapitalist toplumlarda kültür ve sanat eserleri endüst­
ri)1el olarak üretilir. İmalat sürecinde standart ve yaratıcı­
lıktan uzak bir işbölümü vardır. N ihai ürün standarttır ve
önceden tasarlanmıştır ve özgünlük içermez. İzleyicilerin
en düşük ortak paydasına 11itap ettiği için içeriği oluştu­
ran tip ve karakterler de standartlaşmıştır. Dolayısıyla
kültür endüstrisi kapitalist üretim ve yeniden üretimin
önemli bir parçasıdır. Eleştirellikten uzak, içinde bulun­
dukları durumdan memnun tüketiciler yaratır. Amaç zevk
ve eğlencedir. İzle)1icilerin gündelik yaşamın sorunların­
dan, sıkıntılarından ve gerçeklerden kaçmasına hizmet
eder. Gerçeklerden kaçan ve sürekli eğlence arayışında
olan bir kitle toplumu yaratılmaktadır. B u kitle)•e kapita­
list ideoloji benimsetilir. Kültür endüstrileri, varolan dü­
zenle bütünleştirici, tüketime )'Önelik, bireysel olarak ça­
lışma ve sınıf atlama yönündeki mesaj larla iş gücünün
yeniden üretilmesini sağlayarak toplumcu görüşlerin ge­
lişmesini engeller.
Adorno, popüler kültüre olumsuz yaklaşır. Çünkü, po­
püler kültürü düzeysiz, adi ve tehlikeli olarak görür. Her
türlü popüler sinema filmini ve caz müziğini bu kategori­
de görerek eleştirir. Yüksek ve öncü sanat eserlerine da­
yanan modernist yaklaşımı olumlar. Seçkin ve yüksek
kültür ürünlerini artistik ve entelektüel bakımdan önemli
olduğunu ve bunların eleştirel ve özgürleşimci düşünceyi
geliştirdiğini düşünür. Adorno bir kültür kuramı geliştir­
mekten ziyade estetiğe ve sanata ilişkin bazı fikirler ileri

90
Kitle İletişim Kuramları

sür rııüştür. Onun yazılarının önemi sermaye ve kültürel


üretim arasındaki ilişkiye dikkat çekmesidir.

3 . H. Marcuse
Marcuse Frank.Curt Okulunun belki de e n çok tanınan
üyesidir. Marcuse 'nin okula üye olma tarihi 1 93 2 'dir. i l .
Dünya Savaşı sonrasında da Amerika Birleşik Devletle­
ri ' nde kalmış, Almanya'ya dönmemiştir. Temel ilgi alanı
felsefedir. Ancak eserlerinde sadece felsefe ile sın ırlı kal­
mamıştır (Dellaloğlu, 1 99 5 : 1 5 ) .

Herbert Marcuse aslen bir Yahudi 'dir. Hegel konusun­


da bir tez hazırlayarak felsefe doktoru olmuştur. 1 933
yılında Almanya'da faşist yönetim iktidara gelince önce
Cenevre'ye ardından da 1 934 yılında ABD 'ye gitmiştir.
Faşist bir yönetimin uygulamalarına tanık olduğu için
eserlerinde faş izmi tahlil etmiştir. Örneğin; Marcuse
( 1 99 8 ) Kar!J· ıdevriın ve İs_v an adlı çalışmasında liberalizmi
ve faşizmi karşılaştırır. Ona göre liberalizm kapitalizmin
rekabetçi döneminin, faşizm ise tekelci evrenin ideoloj isi­
dir. Bunun yanında kapitalist toplumlarda işçi sınıfının
pozisyonunu ve kapitalist yapıyı dönüştürme ihtimali üze­
rinde de kafa yorar. Ona göre, gelişmiş kapitalist toplum­
larda kapitalist gelişimin en yüksek basamağında işçi sını­
fı en düşük devrimci potansiyele sahiptir. Bu evrede işçi
sınıfı karşı devrimci bir bilince sahiptir. B u dönemde işçi
sınıfı kapitalist toplumsal yapının bütünleşik bir parçası
haline gelmiştir. Kapitalist toplumlarda tüketim alanı in­
sanın varoluşunun bir bölümüdür. Tüketim ve boş zaman
etkinlikleri de ser rııa)1enin denetimi ve kontrolü altında­
dı r. Kapitalist sistem, sağladığı mal ve hizmetlerin yanı
sıra korkunç bir etkiye sahip siyasi, askeri ve polisiye ted­
birlerle de halkı sürekli denetlemekte ve kontrol altında
tutmaktadır.
Marcuse göre, sermeyenin yeniden üretimi için kaçı­
nılmaz olan hizmetler sektörü ya da üçüncü sektör geniş
bir maaşlı işçiler ordusu kurmuştur. Bunu yaparak ser­
maye sömürü olayını mavi yakalı işçilerin çok ötesinde
tüm toplumu kapsayacak bir şekilde genişletmiştir. Kapi-

91
Levent Yaylagül

talizm bütünsel bir toplumsal formasyon biçimidir. Yani


kapitalizm, toplumun tamamını kendi çıkarını gerçekleş­
tirecek yönde organize eder. Kapitalist toplumun mevcut
entelijansyası tüketim olgusunun bilimsel bir görünüş ka­
zanmasında ve toplumun tüketim yönünde şartlandırıl­
masında önemli bir görev ifa eder. Kapitalist toplumsal
yapının en altında yer alan bireyler birbirlerinden yalıtıl­
mışlardır. B u şekilde bütün bireyler birer araca dönüştü­
rülmüş ve gerek üretim gerekse tüketim sürecinde, işte ya
da boş zaman etkinliklerinde birey, sistemin kendisini
yeniden üretmesine hizmet eder. Kapitalist siyasal de­
mokraside, sisteme kulluk etmek ve yapay seçme özgürlü­
ğü içinde insan onurunu yok etmek esastır. Kapitalist top­
lumlarda her şey bir meta muamelesi görür. Örneğin bir
başkan ya da başkan adayı siyasal kampanyalarla bir o­
tomobil gibi halka satılır. Kapitalist sistemin kendisini
geliştirmek için aldığı her tür siyasi kararlar kapitalist
toplumsal formasyonun çelişkilerini artırır. Kapitalist top­
lumun en gelişmiş hali olan tüketim toplumu tekelci kapi­
talist sistemin en üst düzeyde kendisini yeniden ürettiği
toplum biçimdir.
Marcuse, faşist sistemin kapitalizmin kendis ini tehlike­
de gördüğü dönemlerin politikası olduğunu düşünmekte­
dir. Ancak faşizm kapitalizmi kurtaramaz. Çünkü faşiz­
min kendisi kapitalist çelişkinin terörist örgütlenişidir.
Ancak faşizm toplumda bir kez yerleştiği zaman o top­
lumdaki devrimci potansiyeli yıkabilir.
Kapitalist toplumlarda egemen sisteme karşı ilk gerçek
tehdit işçi sınıfından gelmez. B u tehdit ancak üniversite
gençliğinden ya da gettolarda yaşayanlardan gelebilir.
Kapitalist toplumlarda toplumsal yapıyı dönüştürme po­
tansiyeline sahip olan sol hareketler her zaman bölünmüş
bir durumdadır. H içbir zaman sol bütünsel bir yapı içeri­
sinde hareket edememiştir. Solda bulunan insanlar her
zaman çok farklı alternatiflerin, hedefle rin, stratej i ve tak­
tiklerin peşinden koşmuşlardır. Kapitalist toplumlarda
nüfusun çoğunu oluşturan proletaryanın istek ve ihtiyaç­
ları bu sistem tarafından tatmin edilemeyeceği için bu

92
Kitle İletişim Kuramları

sınıf potansiyel olarak devrimcidir. B u sınıfın ihtiyaçları


ve özlemleri kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılma­
sına bağlı olduğu için kapitalist toplumlarda devrimin
potansiyel öznesi işçi sınıfıdır.
Kapitalist toplumlar yabancılaşmış emeğe dayanır.
Emeğin yabancılaşması kapitalist toplumlarda duyuların
körelmesine sebep olur. B u toplumlarda insanlar şeyleri
sadece egemen toplum tarafından tanımlanmış biçim ve
fonksiyonlarıyla, yapılış ve kullanılış biçimlerini, dönü­
şüm olanaklarını da sadece var olan toplumun tanımla­
ması ve sınırları içinde algılar. Kapitalist sistemde hiç
kimse, ne kadın ne de erkek özgür değildir. Bu toplum­
larda kadınlar da birer cinsel nesneye dönüştürülmüştür.
Bu toplumlarda kadınlara uygulanan cinsel sömürü de bu
toplumun asli sömürü şekillerinden birisidir.
Frankfurt Okulu iletişim alanındaki ilk Marksist kura­
mı geliştirme konusundaki girişimleri dolayısıyla önemli­
dir (Gurevitch, vd., 1 982: 23). Fakat medya konusunda
ileri)ıe yönelik gerçek bir yol sunamamışlardır (Curran,
1 9 8 2 : 2 3 ) . Frankfurt Okulunda en dikkate değer kuramcı­
lar Theodor Adorno, Max Horkheimer ve Herbert
Marcuse 'dür. Hepsi Marksist olarak anılır. Bu kuramcıla­
rın l1epsi 1 92 3 'te Frankfurt'ta kurulan fakat 1 93 3 yılında
New York'a taşınan Toplumsal Araştırrııalar Enstitüsü ile
ilişkilidirler. Frankfurt Okulu kuramcıları kitle toplumu
kavramına sol bir bakış açısı kazandırmalarına rağmen
hakim olan tutucu kitle toplumu nosyonundan etkilenmiş­
lerdir. Yeni Sol'un babası olarak bilinen Herbert Marcuse
( 1 997) Tek Boyıitlu İnsan adlı eserinde kötümser bir bi­
çimde medyayı karşı konulmaz bir güç olarak sunar. İleti­
şim araçları, eğlence ve enformasyon endüstrilerinin çık­
tıları yardımıyla tanımlanmış tutumlar ve alışkanlıklarla
tüketicileri üreticilere ve genel anlamda sistemin kendisi­
ne bağlayacak kesin düşünsel ve duygusal reaksiyonlar
üretir.
Ürünler insanların zihinlerini yönlendi rir ve onlara
yanlış bilinç telkin eder. Böylece bu yanlış fikirler yanlış­
lıktan muaf kılınarak rasyonelleştirilir. Marcuse'e göre;

93
Levent Yay/agül

medya kendileri yardımıyla dünya hakkında düşündüğü­


müz terim ve kavramları tanımlar.
Frankfurt okulunun yukarıda sözü edilen ilk kuşak üyeleri,
genel olarak medya konusunda çok kötümserdir. Frankfurt
Okuluna göre; medyanın ve kültür endüstrilerinin burjuva bi­
reyciliğini ve işçi sınıfının devrimci potansiyelini yok eden ideo­
loj ik bir işlevi vardır (Woollacot, 1982: 1()5). Kültür endüstrisi,
medyanın kollektif çalışmasına ve etkisine atıfta bulunur.
Frankfurt Okulu ideoloji üzerinde odaklanır ve ekonomik be­
lirlenimin altını oyar. Bundan dolayı diğer Marksistler tarafın­
dan elitizme ve Hegel'ci idealizme kaymakla suçlanırlar
(Bennett, 1982:47).
4. J. Habermas
1 9 2 9 doğumlu olan J . Habeııııas, Frankfurt Okulu'nun
ikinci kuşak temsilcisi olarak kabul edilir. Adorno ' nun
öğrencisi olan Habermas, eleştirel düşünce geleneğini de
sürdürür. O da içinde yaşanılan modern toplumun teknik
ve biliminin ideoloj ik olarak işleyişinin (Habermas, 200 1 )
eleştirisini yapar. Ona göre modern toplumun temel özel­
liği özgürlüğün olmayışıdır. Ancak toplum eleştirisinde
Marksist düşünceden ayrılır. O na göre Marx, kapitalist
toplumlarda insan unsuruna gereken önemi vermemiştir.
Marx'ın toplumsal evrimi sadece ekonomik ilerlemeyle
açıklaması dar ve indirgemeci bir bakış açısıdır. Marx
ilerlemenin sürekliliğini ve çizgiselliğine vurgu yapmak­
tadır. Oysa Habermas'a göre, gelişme önceden
kestirilemez. Kap italizmin, modernizmin ve aklın araçsal­
laşmasının eleştirisini yapar. B unlar, insanın
özgürleşiminin önündeki engellerdir. Aydınlanma hareke­
ti, baskıcı ve kitleleri denetleyen bir sistem yaratmıştır.
Ancak yine de aydınlanma projesi eleştirel bir akılla kur­
tarılabilir.
Habermas, Marksist kuramdaki devrim ve sı nıf müca­
delesi anlayışını yadsımıştır. B unun yerine kriz kavram­
sallaştırrııasını geliştirmiştir. Ona göre modern toplumlar
birer kriz sistemidir. B u krizin kaynağında da insanın
özgürlük ihtiyaçlarını karşılayamaması vardır. Toplumsal
kurumlar baskıcı ve manipülatiftir. İ nsanlar bu krize ce-

94

Kitle Iletişim Kuramları

vap ver ıııek için etkileşimde bulunurlar ki Habermas bu­


na ''iletişimse! eylem'' (communicative action) der. İ leti­
şimse! Eylem bütün insanların kullandığı düşünme biçim­
lerinin ve dilin bir tipidir. Bu, bütün insanların birbirleri­
ni anlamasını ve geleceğe yönelik genel eylem planları
yapmasını sağlar. B u bir araya gelme ve anlaşma değişim
biçimi olarak devrimin yerini alır ( Habermas, 1 9 84).
Habermas 'ın ''iletişimse! eylem kuramı'' , insanoğlunun
kendisini ve toplumun üyeleri olan insanları sosyal olarak
koordine edilmiş etkinlikler aracılığıyla varlıklarını sür­
dürdükleri ve bu koordinasyonun da iletişim aracılığıyla
gerçekleştiği (yani, belirli temel alanlarda uzlaşma sağla­
mayı amaçla)'an iletişim vasıtasıyla) kurulduğunu varsa­
yar. Bö)1lece, türün kendi varlığını yeniden üretmek için
gerekli olan iletişimse! eylemin kendisinin sahip olduğu
bir akılcılığın koşullarının sağlanması gerekir. Böylece
iletişimse) eylemin üç temel işlevi vardır. B unlar, kültürel
bilginin kuşaktan kuşağa aktarılarak yenilenmesi, sosyal
entegrasyon ve grup da)'anışması ile kişisel özdeşleşmedir
(Hardt, 1 999:48-49).
''İletişimse! Eylem Kuramı'' başlıklı çalışmasında, top­
lumsal olarak eylemde bulunan insanları n iletişimse! akıl
aracılığıyla geleceğe yönelik kolektif planlar yapabileceği­
ni ileri sürer. Sermayenin yabancılaştırıcı etkisinden kur­
tulmak için dayanışma ve çarpıtılmamış iletişimin önemi­
ne vurgu yapar. Sermaye, dayanışmacı iletişimin
rasyonalitesine egemen olur. Kapitalist kitle medyası ka­
musal alanı yok eder. Pasif izleyiciler yaratır. Bunun yeri­
ne aktif iletişimcilerin kişiler arasında ideolojik ve çarpık
iletişimden kurtulan açık, doğru ve bilgilendirici bir ileti­
şim kurabilirler.
Habermas, l 960'lı yıllarda ''Kamusal Alanın Yapısal
Dönüşümü" başlıklı bir doktora tezi yazmıştır. Özellikle
Sovyetler B irliği 'nin yıkılması ile birlikte kamusal alan ve
sivil toplum tartışmaları yeniden gündeme gelmiştir.
Haber rııas 'a göre, onsekizinci yüzyılda toplumsal sorunla­
rın tartışıldığı fiili bir kamusal alan vardı. Böylece siyaset
üzerinde etkinlik sağlanabilmekteydi. Özellikle kafeler,

95
Levent Yay/agü/

kamusal alan için önemli mekanlardı. B uraları buluşma


ve tartışma yerleriydi. Matbaanın bulunuşu ve basının
ortaya çıkıp gelişmesi ile birlikte insanlar kendi görüşleri­
ni topluma iletebilme imkanlarına kavuşmuşlardır. An­
cak, on dokuzuncu yüzyılda endüstriyel kapitalizmin e­
gemen üretim biçimi haline gelmesiyle birlikte burj uva
sınıfı kamusal alanı da ele geçirmiştir. Medya ve siyasetin
kurumsal olarak örgütlenmesi kamusal alanın yok olma­
sıyla sonuçlanmıştır. Böylece, insanlar toplumsal sorunla­
ra ve siyasete etkin katılımcılar olmaktan ziyade pasif iz­
leyicilere dönüşmüşlerdir (Habermas, 1 989). Habermas,
kendi yaklaşımında kamusal alanı idealize eder. Kamusal
alanda yer alan zengin ve iyi eğitim görmüş azınlıkla yok­
sul ve eğitimsiz kitle ayrı mını dikkate almaz. Azınlıklar,
kadınlar ve işçi sınıfı kamusal alanda yer almazlar. B unun
yanında Haber rııas tek ve bütüncül bir kamusal alanı var­
sayar. Farklı kamusal alanlara yer veı ıııez.
Habermas, egemen bilim anlayışı olan pozitivizmi eleş­
tirir. Pozitivizm eleştirelliği dışlar. Çünkü amacı egemen
sınıfın çıkarlarına hizmet etmektir. Ancak eleştirel bir
bilim insanın gerçekten özgürleşmesine hizmet edebilir.
B. Gramsci ve ''Hegemonya"
İtalyan Antonio Gramsci ( 1 89 1 - 1 93 7) önde gelen
Marksist düşünürlerdendir. Gramsci, Marx 'ın kendi ça­
lışmalarında, kapitalist toplumlardaki siyaset ve kültür
alanlarını önemsemediğini düşünür. Sınıf mücadelelerin­
de Marx 'ın politik stratej ilerin gerekliliğine yönelik bir
vurgusu olmadığını belirtir. Çünkü kapitalist üretim ilişki­
lerinin sürdürülmesinde devletin çok önemli bir etkinliği
vardır. Devrimci dönüşümün gerçekleştirilmesinde siyase­
tin ve kültürün etkisi konusunda düşünür. Sınıflı toplum­
larda başat sınıfın egemenliği sadece ekonomi üzerindeki
hakimiyetinden kaynaklanmaz. B unun )'anında politik ve
kültürel alanlarda sı nıf egeme nliğinin güçlendirilmesine
hizmet eder. Kapitalist toplumlarda ekonomik krizler ol­
masına rağmen toplumsal devrimler gerçekleşmemekte­
dir. Devletin, düşünce üreten kuruluşların ve organik ay-

96

Kitle iletişim Kuramları

dınların önemine dikkat çeker. Devlet bütün sivil toplum


alanlarını kuşatmıştır. Dinsel ve siyasal kuruluşların (ör­
neğin, kilise ve sendikalar gibi) yönetimleri aracılığıyla
devlete bağlandığını vurgulamıştır. Devlet egemen sınıfın
egemenliğini gerçekleştirilmesine hizmet eden bir aygıttır
(Portelli, 1 9 82).
Egemen sınıfın iktidarını kurmasında hem fiziksel güç
kullanılır hem de kültürel ve ideolojik aygıtlar kullanılır.
Gramsci'nin kültür ve ideoloji konusundaki çalışmaların­
da anahtar kavram hegemonyadır. Hegemonya kavramı
Antonio Gramsci ' nin 1 92 0 'lerde ve 30' larda yazdığı dü­
şüncelerine dayanır. Bu kavram kültür, iktidar ve ideoloji
kavramlarıyla bağlantılıdır. Gramsci'nin asıl merak ettiği
elit bir azınlığın toplumun geri kalanına (sayısal olarak
çoğunluğa nasıl hükmettiği ve çoğunluğun da hükmedil­
meyi ve yönetilmeyi nasıl kabul ettiğidir. Elit bir azınlık
nasıl olur da zora başvurmadan çoğunluğu kontrol ede­
bilmektedir? Gramsci bu sorunun cevabını hegemonya
kavramında bulmaktadır. Marx, sosyalist bir devrimi ha­
ber verdiği halde nasıl oluyor da bir avuç kapitalist top­
lumu kendi çıkarları doğrultusunda yönetmekte ve yön­
lendirmektedir? Çünkü bu azınlık ülkedeki temel kurum
olan devlete ve onun organlarına ve kitle iletişim araçla­
rına sahiptir. B u araçlar sayesinde azınlık çoğunluk üze­
rinde kontrol sağlamaktadır. Gramsci, temelde hegemon­
ya kavramından toplumu yöneten elit bir azınlık grubun
toplumun diğer kesimleri üzerindeki ideolojik ve kültürel
kontrolünü anlıyordu. Böylece yönetici kesim sivil toplu­
ma nüfuz ediyordu. Hakim sınıf kurulu düzeni egemen
kılan sınıf çıkarlarını destekleyecek olan temel eğilimleri,
inançları ahlak kurallarını ve topluma egemen olmasını
istediği tüm değerler sistemini aile, okullar, sendikalar ve
kiliseler gibi tüm toplumsal kuruluşlara etki ederek yayı­
yordu. Hegemonya kavramı basit bir söyleyişle topluma
yön veren sınıfın dünya görüşü olarak tanımlanabilir. E­
gemen sınıfın bu dünya görüşü ideolojik kontrol meka­
nizmaları ve toplumsallaştırıcı kurumlar sayesinde günde­
lik yaşamın her alanını etki altına alır (Fiori, 1 9 89).

97
Levent Yaylagül

Gramsci 'ye göre egemen sınıfın fikir ve görüşlerinin


topluma yayılmasında organik aydınların önemli bir gö­
revi vardır. B unlar, kafa emeği olarak kullanılan din gö­
revlileri, öğretmenler, kitle iletişim alanında çalışanlar
vb.dir. B unlar, egemen sınıfın fikirlerini gündelik dil ara­
cılığıyla topluma yayarlar. B urjuva sı nıfının egemen blok
olmasını sağlarlar. Dolayısıyla işçi sınıfı arasında bir sınıf
bilincinin gelişmesinin önünü kesmek için tüccar, sanayi­
ci ve küçük burjuva sınıfların çıkarlarının ifadesi olan
milliyetçi sağ görüşlerin sağduyu ve his haline getirilme­
sini sağlarlar. Egemen sınıfın görüşleri toplumun geniş
kesimleri tarafından benimsenip sağduyu gibi algılanma­
ya başlanır. Hakim sınıf kontrolünde tuttuğu zenginlikleri
ve toplumda işgal ettiği pozisyonu korumak, sürdürmek
ve sürekli hale getirmek için kendi dünya görüşünü, felse­
fesini, bilimini, kültürel ve ahlaki değerlerini topluma mal
eder (Gramsci, 1 997). Bu değer ve görüşlerin sınıfsal ka­
rakterini gizleyerek toplumun ortak değer yargısı haline
getirir. Bu değerlere alternatif olabilecek değer yargıları
ve dünya görüşleri ortadan kaldırılmaya ve hakim sınıfın
ideoloj isi rakipsiz kılınmaya çalışılır. Egemen sınıf toplu­
ma doğrudan siyasi baskı yapmak yerine toplum üzerinde
ideoloj ik hakimiyet kurmaya çalışır. B ütün bu uğraşların
sonucunda toplumda hükmedilenlerin rıza gösterdiği ve
hükmedenlerin egemen olduğu bir yapı ortaya çıkar
(McGregor, 2 000 : 62-63 ). Gramsci 'ye göre egemen sınıf
iktidarını ya güç kullanarak ya insanların rızasını ürete­
rek ya da ikisini birden kullanarak yapar. Güç kullanarak
yönetmek için ordu, polis, yargı ve hapishane gibi kurum­
lar gerekir. B öylece bu kurumlar fiziksel güç kullanarak
insanların mevcut ilişkilere boyun eğmelerini sağlarlar.
Ancak Gramsci 'ye göre hiçbir egemen yapı sadece güç
kullanarak iktidarda kalamaz.
Gramsci'ye göre iktidar ve güç kültür gibi, gündelik ya­
şam gibi hayatın her alanında yer alır. Gündelik yaşamla­
rında insanlar mevcut toplumsal uzlaşılarla fikir birliği
içindedirler ve bu, sokaktaki insana sağduyu olarak görü­
nür (Anderson, 1 9 88). Gramsci 'ye göre rıza; egemen sını-

98

Kitle iletişim Kuramları

fın kendi dünya görüşünün ve düşünme biçiminin toplu­


mun üyelerine kabul ettirilmesidir. Okul, kilise (din) ,
medya gibi kurumlar insanların düşüncelerini ürettiği ve
yeniden ürettiği kurumlardır. B u kurumlar aracılığıyla
egemen sınıf kendi düşünce biçimini ve dünya görüşünü
topluma yayar. İnsanlar herhangi bir toplumsal sorunla
karşı karşıya geldiklerinde kendilerine öğretildiği gibi ya­
ni egemen sınıfın bakış açısıyla olayları değerlendirirler.
B u bakış açısı onlara doğal ve sağduyu olarak görülür.
Olayları sınıfsal çıkarlarla ilişkilendiren kişiler ise sapkın
(deviant) kişiler olarak değerlendirilirler. Çünkü bu insan­
lar sağduyuyla düşünmemektedirler. Sağduyu olayları
herkesin bildiği gibi tanımlar. B ugün de medya aynı yön­
temi kullanır. Böylece sağ duyu insanların temel kabulle­
rine aykırı düşen alternatif yaklaşımları vatandaşın gün­
deminden uzaklaştırır. Sağduyunun temel kabulleri ile
insanlar belli tarz düşünceleri ve düşünme biçimlerini
kabul ederek bu değerlerin inançların ve toplumsal ilişki­
lerin taşıyıcısı ve yeniden üreticisi durumuna gelirler. Ay­
rıca sağ duyu insanlara doğal görünür çünkü doğal olan
doğayla ilgili olandır. Yani kültürün dışında kalandır ve
insanın denetleyemediği kısımdır. Doğal olan toplumsal
olarak inşa edilen değil sürekli var olandır. Böylece top­
lumsal yapılar ve toplumsal ilişkiler doğal olarak tanım­
landıktan sonra insanların bunları sorgulamasına ve de­
ğiştir rrıeye çalışmasına gerek kalmaz. Böylece bazı insan­
ların zengin, bazı insanların yoksul olması doğal gözükür.
Çünkü doğada zaten eşitlik yoktur.
Kapitalist toplum çelişkilerle doludur ve insanlar bu
çelişkilerden hareketle toplumsal sorunları kendi toplum­
sal ve sınıfsal çıkarlarıyla ilişkilendirebilirler. B unun için
hegemonya tamamlanmış bir olgu değil sürekli üretilmesi
gereken bir olgudur. Hegemonya da insanların mücadele
alanlarından birisidir.
Gramsci, ekonomizmi reddetmiş ve ideoloj inin ekono­
mik belirleyicilerden göreli olarak bağımsız olduğu konu­
sunda ısrar etmiştir. Gramsci, ayrıca kaba materyalizmi
de reddetmiş ve Marksizm'in insan özneleri üzerinde o-

99
Levent Yaylagül

daklanan hümanist bir versiyonunu öner rrıiştir. Gramsci,


sosyal bir sınıfın diğerleri üzerindeki egemenliğini gös­
termek için ''hegemon)1a " kavramını kullanır (örneğin;
burjuva hegemonyası). Bu sadece politik ve ekonomik
kontrolü değil, egemen sınıfın dünya)'! gör ıııe biçiminin
egemenliğini de ifade eder. Böylece bakış aç ısı doğal ve
sağ duyu olarak görülür (Crehan, 2002). Yorumcular bu
durumun gönüllülüğü ve aktif rızayı içerdiğine vurgu ya­
parlar. Sağ duyu egemenlik altındaki sınıfların egemenlik
altında yaşama yollarını önerir. Fakat Gramsci mücadele­
ye vurgu yapar. O ' na göre; "sağ duyu" değişmez ve hare­
ketsiz bir şey değildir, hatta sürekli dönüşüm geçirir
(Hall, 1 9 82 : 73). Rıza sürekli kazanılmalı ve yeniden üre­
tilmelidir. Çünkü insanların maddi toplumsal tecrübeleri
sürekli kendilerine egemenlik altında bulunmanın deza­
vantaj larını l1atırlatır. Bu da egemen sınıf için bir tehdit
oluşturur.
Gramsci, Batı toplumlarında kapitalizmin kendisini
nasıl yeniden üretebildiği sorusunun cevabını ideolojik
11egemonya kavramında bulur. Burjuva sınıfı bu toplum­
larda kültürel bir hegemonya uygular. B u hegemonya
sürdüğü müddetçe işçi sınıfının bir devrim gerçekleştir­
mesi de olanaksızdır. İşçi sı nıfı kültürel alanda da burj u­
vaziye karşı mücadele etmek ve kendisini toplumun çıkar­
larının temsilcisi olarak gör ıııek ve göstermek durumun­
dadır. İşçi sınıfı toplumda kendi karşı hegemonyasını
kurmalıdır. B u durum işçi sınıfı aydınlarının da bu müca­
deleye katılmaları ile mümkündür. Gramsci, kültürel a­
landaki mücadele gerekliliğine çok fazla vurgu yapar ve
iktidar mücadelesinin bir parçası olarak kültürel mücade­
lede sivil toplumun e n geniş alanlarında üstünlük kurmak
için mücadele eden bir partinin varlığının önemine dikkat
çeker. Gramsci, ideoloj i kavramıyla sadece siyasal ideoloji
olarak değil, dinde, folklorda, sağduyuda ve gündelik ya­
şamda temsil edildiği biçimlerle de ilgilenir (McLellan,
1 999 :44).
Gramsci 'ye göre kapitalist toplumlarda işçi sınıfı içeri­
sinde sosyalist bir bilincin oluşturulup geliştirilebilmesi

1 00
Kitle İletişim Kuramları

iç in egemen sınıfın hegemonik görüşlerinin deşifre edil­


mesi gerekir. Organik aydınların da işçi sı nıfının yanında
)'er alacak şekilde dönüştürülmeleri gerekir. Egemenlik
altındaki işçi ve köylü sınıfların da kendi aralarında daya­
nışma kurmaları gerekir. B u birliğin kurulmasının önün­
deki engellerin en önemlilerinden birisi de egemen sınıfın
çıkarlarına hizmet eden dindir. Sol görüşlerin geliştiril­
mesi için kilise de dal1il 11er türlü kültürel ve ideolojik a­
landa mücadele edilmesi gerekir.
Gramsci'nin hegemonya kavramı (ve kuramı) medyaya
uygulandığında görülür ki medya, okuyuculara /izleyici­
lere/ dinleyicilere egemen sınıfın değerlerini aktaran bir
araçtır. Medya genel olarak egemen yapıya ve egemen
değerlere karşı olan ve bunları tel1likeye atan her türlü
olaya karşıdır. Bunlar içerisinde işçi sınıfına ve onun ide­
olojisine yakın olma ihtimali bulunan sendikalar ve bun­
ların egemen düzen için bir tel1dit oluşturan eylemlerine
(yani grevler), toplumsal düzeni tel1dit eden protestocula­
ra ve gösteri yürüyüşleri y<1panlara, Marksizm'e, solcula­
ra, çevrecilere ve farklı cinsel kimliklere karşıdır. Bunun
)'anında , kapitalist üretim ilişkileri doğal düzen kabul edi­
lir. Kapitalist girişim, kar \1e yöneticilerin 11er türlü giri­
şimi ve uygulamaları sağduyu ve toplumun çıkarı olarak
sunulur. Medyada haber değeri olacak olay ve olgular l1ep
egemen sınıfın bakış açısıyla sunulur. B ireycilik yüceltilir.
Yoksullukta ve başarısızlıkta kişiler suçlanır. Kusur birey­
lerde aranır. Kitle İletişim Araçları egemen temel değerle­
ri kabul eder ve sağduyuya uygun olarak yani l1erkesin
bildiği bir dünya tasarımı sunar. Sonuç olarak medya e­
gemen değerleri aktararak hegemonyayı yeniden üretir.
Gramsci'nin görüşleri aşağıda belirtileceği üzere özel­
likle İ ngiliz Kültürel Çalışmaları geleneğinin dayanak
noktalarından birini oluşturur. O nlara göre insanların
bilinçlerinin biçimlenmesinde ve egemen sınıfın görüşle­
rinin topluma egemen olmasında gündelik yaşam pratik­
lerinin en önemli parçasını oluşturan medya kullanımı
çok önemli bir rol oynar.

10l
Levent Yaylagül

Stuart Hall'a ( 1 9 8 2 : 64) göre, medya dünyadaki olaylar


hakkında anlamlar üretir. Medya imajları basit bir şekilde
dünyayı yansıtmaz, dünyayı yeniden üretmek yerine yeni­
den sunar. B unu yaparken medya, olayları ve olguları
seçer, yapılandırır ve biçimlendirir. B öylece medya hali
hazırda var olan bir anlamı iletmek yerine kendisi bir an­
lam üretir ve ürettiği anlamı iletir. Olayların çeşitli anlam­
ları olmasına rağmen medya, olayları belli bir tarzda an­
lamlandırır ve bunu sürekli yapar.
C. Althusser ve ''Devletin İdeolojik Aygıtları"
1 9 1 8 yılında Cezayir' de doğan L. Althusser, 1 948 yılın­
da Fransız Komünist Partisine katılmıştır. 1 980 yılına
kadar, Paris 'te bulunan Ecole Noı ıııale Superieure' de
felsefe öğretmiştir (James, 1 997: 1 93 ) .
Fransız Marksist filozofu Althusser Marksizm'i bir bi­
lim olarak gördü. Çalışmaları yapısalcı gelenek içinde yer
alır. Althusserci Marksizm 'in bir özelliği Marks 'ın Hegelci
özcülüğünü reddetmesidir. Özcülük, şey'in, öz'ün tek bir
unsuruna ya da özelliğine indirgenmesidir. Althusser iki
tür özcülüğü reddeder. B unlar ekonomizm ya da ekono­
mik belirlenimcilik ve hümanizmadır. Hümanizmayı red­
deder çünkü hümanizma içinde toplumsal gelişme önce­
den verili insan doğasının bir parçası olarak görülür. Do­
layısı)'la Althusserci Marksizm anti -ekonomist ve anti­
hümanisttir.
Althusser, ekonomizmi reddederek ideolojinin kendisi­
ni devletin ideolojik aygıtlarında somutlaşan ve bilinci
biçimlendiren bir güç olarak gördü ve ideolojiye göreli
olarak bağımsızlık tanıdı. Althusser'e göre ideoloji; birey­
lerin kendi varlık koşullarıyla olan hayali ilişkileridir
(Stevenson, 1 995). Althusser, ideolojinin yanlış bilinç ola­
rak algılanmasına karşı çıkar. Çünkü; ideoloj iler insanla­
rın zihinleri tarafından üretilmezler. Kiliseler, camiler,
okullar, sendikalar ve medya gibi, insanların nasıl düşü­
neceğini onlara öğreten ve kendisinin devletin ideolojik
aygıtları dediği kurumlarda somutlaşan maddi bir yapı
tarafından üretilir ideoloji (McLellan, 1 99 9 : 5 0). İdeoloj i-

1 02

Kitle iletişim Kuramları

ler insanları özgür ve özerk olduklarına inandırır. Bunun


için ideoloji, insanları öznelere dönüştürür ve onlara ger­
çekte ideolojik süreçler tarafından biçimlendirilmelerine
rağmen kendilerini, belirleyen aj anlar olarak görmelerini
sağlar. Althusser bütün ideolojik biçimleri mevcut siste­
min kendisini yeniden üretmesi için katkıda bulunan yapı­
lar olarak düşündü. Böylece Althusser fonksiyonalizme
yaklaşma tehlikesine düştü. Çünkü; kapitalist toplumu yek
pare ve iç çatışmalara izin verrııez bir şekilde sundu. O 'na
göre, ideoloji, kapitalist üretim tarzına özgü üretim ilişki­
lerini yeniden üretmeyi sağlar. İdeoloj i , medyanın da da­
hil olduğu kurumlar tarafından üretilir. İdeoloj inin ma­
teryal bir anlamı vardır, çünkü insan pratiklerinde somut
hale gelen sosyal bir süreçtir (Althusser, 1 97 1 ) Althusser,
.

ideoloj inin mevcut sosyal ilişkileri yeniden ürettiğini vur­


gularke n, ona bir özerklik atfeder. Oysa ideoloj i özerk
değil mevcut üretim ilişkilere uyar. Dolayısıyla ideolojiye
atfedilen bu göreli özerklik yaklaşımı gerçeği yansıtmaz
(Bennet, 1 9 8 2 ) .
Althusser, kapitalist toplumlarda insanların tüm arzu,
istek, beklentilerinin, tercihlerinin ve değer yargılarının,
içinde yer aldığı toplumsal pratikler tarafından oluşturul­
duğu düşüncesindedir. Ona göre bunların böyle olmadık­
larını düşünmek durumun böyle olmadığının nihai kanıtı
değildir (James, 1 99 7 :203). B urjuva toplumlarında insan­
lar her ne kadar birey olarak düşünülüp değerlendirilse
de insanların kendilerini bu şekilde (yani özneler olarak
algılamaları) doğuştan getirdikleri bir özellik değildir.
Egemen yapı tarafından bireylere özne rolü empoze edi­
lir. Toplumsal pratikler bu pratikleri yapan bireylerin hem
karakteristiklerini belirler hem de onların sahip olabile­
cekleri birtakım özellikleri ve bunların sınırlarına ilişkin
kavramsalaştırmaları da oluşturur. Çünkü her toplum
ancak kendi imaj ında bireyler yaratır. İnsanların toplum
içinde oynadıkları roller ve gerçekleştirdikleri etkinlikler
toplumsal pratikler tarafından onlara kazandırılır. İ nsan­
ların toplumsal pratikleri Devletin İdeolojik Aygıtlarını
( D İA) oluşturur (Althusser, 1 97 1 ) . Devletin İdeolojik Ay-

1 03
Levent Yay/agül

gıtları eğitim sistemi, dinsel örgütler, sendikalar, aile ve


medya gibi kurumlar ve bu kurumların sürekli olarak
propaganda aracılığıyla topluma aktardıkları değerlerden
ve fikirlerden oluşur. İ nsanlara bir şey olmanın ne anlama
geldiği bu kurumlar tarafından öğretilir ve öğretilen o
rolün gereği olan bir takım pratikler o bireyden beklenir.
Ona göre ideolojik pratikler olmasa sınıflı toplumlar ken­
dilerini yeniden üretemezler. İdeoloj i bu toplumlarda sö­
mürü ilişkilerini gizler. Toplumsal hayata ilişkin olarak
sahip olunan tüm düşünce ve pratiklerin toplumsal yapı
taarfından belirlendiğini düşünür (James, 1 997).
Stuart Hali, Althusser'in kuramında başat ideoloj inin
söylemde nasıl üretilebileceğini ayırt etmenin veya farkına
varmanın zor olduğunu belirtir. Althusser'in kuramında
medya metinleri özneyi çağırır. Oysa günümüzde pek çok
medya kuramcısı medya metinlerine anlamı öznenin ver­
diğini tartışmaktadır. Bazı eleştirmenler Althusser'in bazı
takipçilerinin medyanın anlamlar sistemini saf formalist
bir biçimde okumalarında anlamların üretilme ve alınma
biçimlerini önemsememelerinde Althusser'in etkisi oldu­
ğunu düşünerek eleştiri getirmektedirler. Fakat Althusser
yapısalcılıktaki ve semiyotikteki gelişmelerin Marksist
medya çalışmalarına girmesine ve değiştirilmesinde mer­
kezi bir öneme sal1iptir (B ennet, 1 9 8 2 : 5 3).
Althusser, yapısalcı bir kültürel Marksizm'i savunur.
Kültür, ideoloji, iktidar ve toplumsal yapı arası ndaki iliş­
kiye vurgu yapar. Althusser, Genç Marx ve olgun Marx
arasında epistemolojik ayrılıklar olduğunu savunur. Ona
göre, ilk dönem Marx, öznelci ve hümanist iken olgun
Marx daha nesnelcidir. Dolayısıyla olgun Marx daha yapı­
salcı ve daha bilimseldir. O nun için olgun Marx'ın eserle­
rine dayanarak kültür ve politikaya göreceli bağımsızlık
atfeden yapısalcı bir yaklaşım geliştirir. Ekononıik altyapı
üzerinde devletin ve bir de ideolojik yapının yer aldığı
üstyapı vardır. Üstyapı kapitalist üretim ve yeniden üre­
timi sağlayacak faaliyetleri düzenler. Devlet ve lıukuk a­
racılığıyla egemen sınıf baskıya dayalı olarak ekonominin
işlemesini sağlar ve böylece sermaye birikimini gerçekleş-

1 04

Kitle iletişim Kuramları

tirir. Kapitalist ideoloji ise bu süreci meşrulaştırır.


Althusser, üstyapıya ilişkin etkinliklere çok fazla güç atfe­
der. Ona göre, üstyapı altyapıdan belli bir düzeyde özerk­
tir. Ancak bu düzeyi ölçebilecek bir ölçüt geliştirememiş­
tir. Üstyapının da temel üzerinde önemli etkilerde bulun­
duğunu, ancak ekonomik altyapının son tahlilde belirleyi­
ci olduğunu düşünür.
Toplumsal ilişkilerde ekonominin tek belirleyici olduğu
yönündeki yaklaşımı reddeden Altl1usser, devlet ve kültü­
rel yaşam arasındaki ilişkilere dikkat çeker. Kapitalist
devlet varolan sistemin yeniden üretimi için iki tip aygıt
kullanır. B unlardan ilki kaba güce dayalı fiziksel şiddeti
kullanan asker, polis, mal1keme ve l1apishane gibi kurum­
lardan oluşan Devleti11 Ba:>kı A_vgıtlaı·ı dır. B unlar her türlü
eylemin bastırılması ve denetim altına alınması için kul­
lanılır. İkincisi ise egemen görüş ve düşüncelerin topluma
yayılmasını sağlayan medya, eğitim öğretim kurumları,
kilise, aile ve siyasal partiler gibi Deııletin İdeo lojik A_ygıt­
laı·ı ndan oluşur. B u kurumların hepsi devletin örgütlen­
mesi içerisinde yer alırlar. Feodal toplumlarda devletin en
önemli ideoloj ik aygıtı kilise idi. Bugün ise eğitim kurum­
ları ve medya en önemli ideolojik aygıtlar l1aline gelmiş­
lerdir. Bu kurumlar sistemle U)'Umlu işgücünün yeniden
üretimini gerçekleştirir.
Devletin İdeolojik Aygıtla rı , insanların içinde yaşadık­
ları dünya ve toplum hakkında yanlış fi kirlere sahip olma­
larına neden olur. İdeoloji, bireylerin içinde yer aldıkları
gerçek toplumsal koşullarla kurdukları l1ayali ilişkilerdir.
İnsanlar gündelik yaşam pratikleri çerçevesinde gerçek
11ayatta olup bitenleri bütüncül ve bilimsel bir bakış açı­
sıyla kavrayacak bir donanıma sahip değillerdir. İnsanlar
ideolojik aygıtların kendilerine atfettiği özne konumlarını
benimserler. Çünkü ideoloj iler insanları özneler olarak
çağırır. Bunu yaparak içinde yaşanılan koşulları doğallaş­
tırarak meşrulaştırır. Böyle bir anla)1ışla Althusser,
Marx'ın ''kendi tarihini yapan insan'' görüşünü yadsımış
olur.

1 05
Levent Yay/agül

Althusser'in tarih görüşü aslında tarihin yadsınmasıdır.


Çünkü Althusser' e göre üretici güçlerin ve üretim ilişkile­
rinin gelişim sürecinde üretim ilişkilerinin belirleyici ol­
duğu bir üretim tarzında üretim biçiminin ekonomik, po­
litik ve ideolojik pratiklerden oluşan toplumsal formasyon
insanların yerine getirecekleri rolleri belirler. Buna göre
''tarih öznesi olmayan bir süreç"tir.
D. Yapısalcı Dilbilim ve Göstergcbilim
Yapısalcılık, 1 9 50'li yıllarda Roland B arthes ve Levi­
Strauss'un çalışmalarıyla popüler olmaya başlamıştır.
Çok çeşitli yapısalcı yaklaşımlar vardır. Ancak bütün bu
yaklaşımların hepsinin temelinde sosyal yaşamın o şekilde
oluşmasını sağlayan yapılar olduğu görüşüne dayanmaları
ortak noktalarıdır. Görünen olay ve olguları anlamak için
onların altında yatan yapıya bakmak gerektiği düşüncesi
egemendir. Toplumsal yapılar örgütlü ilişkilerdir. Yapı­
salcı yaklaşım özellikle dil ve kültüre ilişkin çalışmalar
üzerinde etkili olmuştur. Dilin ve kültürün yapısal sistem­
ler olarak nasıl açıklanabileceği ile ilgilenir. Her türlü
dilsel süreci bir şifreleme olarak değerlendirir. B u şifrele­
rin çözümü için de dilin yapısı açığa çıkarılmalıdır. Yapı­
salcı yaklaş ımlar yapıya ya da sisteme vurgu yaparak top­
lumsal eyleyicileri görmezden gelir.
Aslında yapısalcı kültür ve dil incelemelerinin kökeni
1 92 8 'de Vladimir Propp 'un yaptığı Masal'ı n B içi11ıbili1ni
( 1 990) adlı çalışmaya kadar götürülebilir. Propp bu ça­
lışmasında masalları ve popüler halk hikayelerini tematik
olarak yapısal bir şekilde inceler. H ikayelerin ve masalla­
rın çok farklı kahramanları ve konuları olmasına rağmen
binlerce hikaye ve masalın aslında yapısal olarak birbirle­
rinin benzerleri olduğu sonucuna ulaşır. O na göre hikaye
ve masallar işlevlerden oluşur. İşlevler masalların konu­
sunu oluşturan unsurlardır. Farklı masalların sahip oldu­
ğu ortak bir yapı vardır. B unu ortaya koymak için Propp
bütün masalların ortak özelliklerini maddeler halinde sı­
ralar. Her bir masal ve hikayede kahramanların yerine

1 06

Kitle iletişim Kuramları

getirdikleri ortak roller vardır. Ö nemli olan görünüşteki


farklılıkların altında yatan yapıyı keşfedebilmektir.
1 . Ferdinand de Saussure
Dilbilim alanında yapısalcı yaklaşımların temelini İs­
veçli dilbilimci Ferdinand de Sausure ( 1 85 7- 1 9 1 3 ) atmış­
tır. O nun ders notları öğrencileri tarafından Genel Dilbi­
lim Dersleri adıyla yayınlanmıştır. Sausure'e göre dil, kav­
ramlar ve düşüncelerle bunları ifade etmeye yarayan ses­
lerden oluşur. Sassure'e göre dil, düşüncelerin aktarılma­
sını sağlayan bir göstergeler sistemidir. Bu göstergeler de
gösteren ve gösterilenlerden oluşur. Gösteren, işaret ya da
seslerden oluşurken, gösterilen düşünce ve kavramlardır.
Sesler ya da kelimelerle bunların ifade ettikleri kavram ve
düşünceler arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Yani düşün­
ceyi taşıyan işaretler keyfidir. Dil bir işaretler sistemidir.
Dolayısıyla dili anlamak için sistemin yapısına bakmak
gerekir. Dilin artzamanlı ve eş zamanlı analizi gerekir.
Eşzamanlı çözümleme dildeki karşıtlıkları ortaya çıkarır­
ken, artzamanlı çözümleme ise anlatının o şekilde oluş­
masını sağlayan dizimsel yapıyı açığa çıkarır. Ayrıca, dil
(langue) ve konuşma/söz (parole)arasında da ayrım yapar.
Konuşma ya da söz insanların bahsettikleri şeydir. Ancak
dil, bu konuşmanın ya da sözün dayandığı yapıyı dile geti­
rir. Yani dil, konuşmanın dayandığı ve anlamların oluşu­
munu sağlayan bütün bir işaret sistemidir. Sassure, ko­
nuşma ya da sözden daha çok dilin yapısıyla yani langue
ile ilgilenmiştir. Çünkü konuşma ve anlam dilin yapısı ile
mümkündür. Sassure, işaret ve sembollerin incelendiği
bilime semiyoloji ya da göstergebilim der ve bu sembolle­
rin doğasını ve yapısını araştıran bilim de dilbilimdir (De
Saussure, 1 998).
2 . Claude Levi-Strauss
1 960'lı yıllardan itibaren Fransız araştır rııacılar medya
konusundaki araştır rııalara ilgi duymaya başlamışlardır.
Bu dönemdeki araştır ıııaların odağında kitle kültürü ko­
nusundaki tartışmalar, yapısalcılık / göstergebilim ve top­
lumsal eleştiri alanları yer almaktadır. 1 960'larda Levi­
Strauss'un çalışmaları (örneğin, Yaban Düşünce (2002 ))

1 07
Levent Yay/agül

yapısalcı antropolojik yaklaşımın temellerini oluştur ıııuş­


tur. Levi-Straus çalışmalarında arkaik toplumların 11ep­
sinde aynı evrensel düşünce biçiminin egemen olduğu
görüşünü geliştirmiştir. Ona göre, bir kültürün düşünsel
sınırları belli bir toplumun anal1tarıdır. Yapısal dilbilim
yaklaşımıyla yapılan çalışmalarla bir kültürün mitleri in­
celenerek, soyutlamalar yoluyla o kültür anlaş ılabilir.
Levi-Strauss, yapısalcı yaklaşımı kültür alanına uygu­
lamıştır. Marksizm'deki yapısalcı yaklaşım ile Freud'ün
çalışmalarını birleştirerek kültürün yapısal analizini ya­
par. Kültürü anlamak için gelenek, görenek, mit ve
ritüellerin yapısal analizini gerçekleştirir. Mitleri ve mitsel
düşünceleri oluşturan yapısal bir mantık vardır. Mitler,
toplumun bilinç altını ortaya çıkarmaya )'arar. Le\1i­
Strauss, dilbilim yöntemini kültüre uygulayarak kültürel
sistemlerin yapısını ort;,ıya koyma)'a çalışır. Tıpkı dilde
olduğu gibi kültürün de altında yatan bir yapı vardır. Bu
yapının analizi toplumun kolektif bilincinin açığa çıkarıl­
masını sağlar. Heı· dil ve kültür ikili karşıtlıklarla varolur.
Kültür özerktir. Kendisini destekler \1e sürdürür. Çünkü
kültürün bir yapısı ve işleyiş mantığı vardır. B u anlayışla­
rında Levi-Strauss iktidar nosyonuna yer vermez. Yakla­
şımı işlevselcidir. Toplumsal çatışmaları görmez. Kültürü
insan pratiğinden soyutlar. Kültüre belirle)•icilik atfederek
idealist bir konuma düşer.
3 . Roland Barthes
Roland Bartl1es 'ın incelemeleri medya çalışmaları ala­
nında yeni ufuklar açmıştıı-. Levi-Straus, Amerikan yerli­
lerinin mitlerinin arkaik kökenleri konusunda çalış ırken,
Roland B<ırthes, modern zamanların bilinçsiz mitlerini
incelemiştir. Bartl1es, Sassure'ün düşüncelerinden etkile­
nerek dilbilim içerisinde işaret bilimi olan semi)1olojinin
tek temel bilim olduğunu düşünmeye başlamıştır. Böylece
özellikle Fransa'da yapısal antropoloji ve semiyolojinin
etkisiyle dilbilim, semiyoloj i ve yapısalcı analizler egemen
olmaya başlamıştır. Ancak bu yaklaşımların hiç birisi bi­
limsel açıdan bir katkı sağlamamıştır (B alle ve De
Baillon, 1 9 8 3 : 1 4 8).

1 08

Kitle iletişim Kuramları

Franzız kökenli olan Roland Barthes ( 1 9 1 5- 1 9 8 0), ya­


pısalcı bir kültür anlayışına sahiptir. Saussure'ün çalışma­
larına dayanarak kültürün semiyotik analizini yapmıştır.
Böylece dilbilim ve kültür arasındaki ilişkiyi daha da sık­
laştırmıştır. Semiyolojinin kavramlarını kullanmıştır.
Saussure'ün ayrımı olan dil/söz (langue/parole) ayrımının
her türlü kültürel analize uyarlanabileceğini düşünmüş­
tür. Konuşmanın altında bir yapı vardır. Yapısal dilbilim
konuşmayı biçimlendirir. Aynı şekilde Sassure 'ün göste­
ren ve gösterilen (signifier/signified) yani temsil edilen
düşünce )'a da şey (gösterilen) ve temsil eden (gösteren)
ilişkisinin bütün simgesel sistemlerin temeli olabileceğini
düşünmüştür. B u ayrım basit değildir. B ilakis anlamın
temel oluşturucusudur. Sözdizimi ve sistem yaklaşımını
kabul eder. Çünkü anlamın oluşumu sözdizimsel bir seç­
me \re düzenleme içerisinde gerçekleşir. Bunun yanında
''düz anlam " ve "yan anlam'' ayrımını da kullanır. Her
ifade, düz anlamın dışında yan anlamlara da sahiptir. Yan
anlamlar ideolojilerin taşınmasında ve aktarılmasında
kullanılan üst dil olarak işlerler (Barthes , 1 979).
Kültür, dil ve işaretler aracılığıyla taşınır ve kuşaklar
arasında aktarılır. Kültürü taşıyan simge ve semboller
ideolojiktir. Çünkü kültür sı nıflı bir toplum olan kapitalist
toplumun kültürüdür. Kapitalizm kendi mitlerini yarat­
mıştır ve bunu dil aracılığıyla topluma yayar. Kapitalist
toplumdaki mitler egemen yapıyı doğallaştırır ve meşru­
laştırır. Mitler egemen değerleri topluma aktarır, taril1i
yok eder ve yaptığı tanımlamalarla insanların kimlerle
özdeşleşeceklerini ve nelere karşı çıkacaklarını belirtir.
Mitler açıklamalardan ziyade totolojilere başvurur, statü­
kocu fikirleri korur. Sağduyu yaratarak eleştirel aklı kö­
reltir.
Roland Barthes, özellikle popüler kültürün ideolojik
yönünü ön plana çıkarmaya çalışır. 1 9 70'lerde özellikle
medya içeriklerini oluşturan haber, reklam ve her türlü
popüler kültür incelemelerini etkilemiştir. İngiliz Kültürel
İncelemeleri için ufuk açıcı olmuştur. Kültür ve ideoloji­
nin dilbilimsel olarak analiz edilmesini sağlamıştır.

1 09
Levent Yay/agü/

Barthes, çağdaş kapitalist toplumlarda da mitler üre­


tildiğini belirtir. Bu mitler kitleleri baştan çıkarır ve birer
taklitçiye dönüştürür. Barthes, bu mitleri anlamlandıı ıııa
sürecinde okuyucu/izleyicilerin aktifliğine dikkat çeker.
Semiyoloji, mitlerin kodlarını açığa çıkaracaktır. S/Z 'de
metinleri okur odaklı (the readerly) ve yazar odaklı (the
writerly) olarak ayırır. Okur odaklı metinler açık uçludur.
Yazar odaklı metinler kapalı bir anlama sahiptir. Çağdaş
popüler kültür açık uçlu mitlerden oluşur. İzleyiciye haz
verir. Her izleyici kendi hazzını üretir. B urada post­
yapısalcı yaklaşımın temelleri bulunmaktadır. B u l1azda
cinselliğe vurgu yapılır. B u haz cinsel boşalmadakine
benzer. B öylece Barthes, alımlama çalışmalarının öncü­
lüğünü de yapmıştır (Barthes, 1 975).
Yapısalcı çalışmalar köken olarak Sassure 'ün dilbilim
yaklaşımından esinlenmesine rağmen iki açıdan bu yakla­
şımdan ayrılır. Yapısalcılık incelemeleri sadece sözlü dille
sınırlandırmaz. Bütün işaret ve anlam sistemleriyle ilgile­
nir. Belli bir işaret sistemiyle yaratılan metin ve anlamla­
rın oluşturulduğu kültür bağlamında (ideolojik) içerikleri
anlamaya çalışır. Dolayısıyla yapısalcılık hem dilbilimi
hem de kültürel antropolojiyi kapsayan daha geniş bir
yaklaşımdır (McQuail, 1 9 89).
Yapısalcı dil ve kültür çözümlemeleri 1 950 'li ve 1 960'lı
yıllarda popüler olmuştur. 1 9 60'ların sonu ve 70 'lerin
başında Althusser' ci yaklaşımın gelişmesiyle gerilemiştir.
Semiyotik yaklaşım, yapı ve fail arasındaki ilişkilere dik­
kat çekmiştir. Kültürü, yaşamı, dili metin olarak görüp
yorumlar. Yapısalcılık, kavramların, dilin ve kültürün al­
tındaki yapıyı ortaya koymayı amaçlar. Hikaye ve edebi­
yat eserleri ikili karşıtlıklar çerçevesinde analiz edilir.
Medya alanında yapısalcı çalışmaların önemi, bu yak­
laşımların medya içeriklerini egemen ideolojinin topluma
aktarıldığı ürünler olarak görmeleridir. Böylece, medya
yaklaşımlarında programlar aracılığıyla izleyici ve okuyu­
culara sunulan içeriği ve onun ideoloj isini incelerler. Ö­
zellikle Althusser'in yapısalcı ideoloji anlayışı çerçevesin­
de Devletin İdeoloj ik Aygıtları kavramsallaştırmasına baş-

ı10
Kitle İletişim Kuramları

vururlar. Ancak bu yaklaşım ideoloji ve maddi ve düşün­


sel üretim arasındaki bağlantıyı kopartarak onun yerine
bilinç dışına belirleyicilik atfetmektedir. Yapısalcı yakla­
şım kültüre göreli özerklik atfederek kültürün endüstriyel
yapılar tarafından emtia formunda üretilmesini ve bunun
toplumsal yeniden üretim süreci etkisini görmezden gelir
(Garnham, 1 979 ve Murdock ve Golding, 1 9 79).
• •

E.lngiliz Kültürel incelemeleri ve Stuart Hail


Kültür kelimesi B atı dillerindeki karmaşık kelimeler­
den birisidir. Kültürün ortak bir tanımı yapılamamıştır.
Ancak kavram insanların yaşam biçimlerini anlamada az
çok faydalı bir kavramdır (Kartarı, 200 1 ). Ka\'ramın kul­
lanımı ve anlamı değişmeye devam etmektedir. Kültür
kavramı anlam olarak ''bütün bir )'aşanı biçimine'' gön­
der rrıede bulunur (Williams, 1 993 ) . B unun dışında her­
hangi bir toplumdaki toplumsal pratikler, temsiller, dil ve
gelenekler o toplumun kültürü olarak değerlendirilir. Bu­
na göre kültür, kavramı bireysel değil, belli bir grup insan
tarafından paylaşılan anlamları ifade etmek için kullanı­
lır.
Küreselleşme çağında kültür, küresel medya şirketleri
tarafından bütün dünyaya dağıtılan medya içerikleri ara­
cılığıyla insanların büyük bir bölümü tarafından paylaşı­
la n anlamlardır. Kültür işaretler ve dil ile taşınır. Kültürel
anlamlar dil aracılığıyla biçimlendirilir ve iletilir. Dil ay­
rıca insanların kendileri ve toplum hakkındaki bilgilerinin
biçimlendirildiği ve iletildiği araçtır. B una göre dil, taraf­
sız bir araç (medium) değildir. Gerçek dünyadaki nesne­
ler ve ilişkiler dil aracılığıyla anlamlandırılır ve biçimlen­
dirilir (Barker, 1 999: 1 1 ). Dil, değerlerin, anlamların ve
bilginin oluşturulduğu bir mücadele alanıdır. Materyal
nesnelere ve toplumsal pratiklere dil aracılığıyla anlamlar
verilir. Televizyon da bu anlamların üretildiği ve kültürel
pratiklerin taşındığı en önemli araçlardan birisidir
(B arker, 1 99 9 : 1 2) .
Kültürel İncelemeler, dil ve anlamlar aracılığıyla ger­
çek dünyanın toplumsal olarak nasıl yapılandırıldığı ve

1 11
Levent Yaylagül

sunulduğu (temsil edildiği) sorunuyla ilgilenirler. Kültürel


çalışmalar insanların anlamlandırma ve temsil pratikleri
aracılığıyla kültürü anlamaya çalışır (Barker, 1 999: 1 3 ).
İngiliz Kültürel İncelemeler geleneği, 1 9 60'lı yıllardan
itibaren önce edebiyat alanında başlayan, daha sonra di­
siplinler-arası bir yaklaşımla sınıf mücadelelerinin, tal1ak­
kümün ve toplumsal eşitsizliklerin, ideoloj inin ve direni­
şin yeniden üretildiği bir alan olarak başta İngiltere ol­
mak üzere çağdaş kapitalist toplumlarda kültürün ince­
lenmesi ile uğraşır. B u çalışmaların ilk dönemlerinde da­
ha çok seçkin kültür ya da üst kültür etrafında odaklanır­
ken dal1a sonra popüler kültür, kitle kültürü ve gündelik
yaşamın kültürü de araştırma konusu olmuştur.
İngiliz Kültürel İ ncelemeler geleneğinin öncüleri, R.
Hoggart ve R. Williams'tır. B unların çalışmaları ideoloj ik
olarak Batı Marksizmi ya da Yeni Sol olarak adlandırıla­
bilecek düşünce geleneğine dayanmaktadır. Batı Mark­
sizm'i geleneksel Marksizm'i ekonomik indirgemeci ola­
rak görmekte ve bunlar, geleneksel Marksizm'i toplumsal,
siyasal, ekonomik ve ideolojik incelemelerde kültürü yete­
rince dikkate almamakla ya da gölge bir fenomen olarak
görmekle suçlamaktadırlar. İngiliz Kültürel Çalışmalar
geleneği dayanak noktası olarak ilk dönemlerde
Althusser'in yapısalcı Marksist ideoloji görüşüne dayanır­
ken, daha sonra Gramsci'nin 11egemonya kavramsallaş­
tırmasına başvurur. Batı Marksizm 'i içinde yer alan her
iki düşünürün görüşüne göre de ''kültür görece olarak
özerktir'' ve ideolojik ortamın ve popüler kültür aracılığı)'­
la popüler bilincin biçimlenmesine yardım eder.
İ ngiliz Kültürel İncelemeleri olarak bilinen ekolün asıl
ismi Bir·rııingham Çağdaş Kültürel İ ncelemeler Merkezi­
dir (tl1e Birm ingham Center for Contemporary Cultural
Studies). Bu merkez ilk dönemlerde Althusser ve
Gramsci'nin teorik yaklaşımlarına dayanarak kültür ince­
lemeleri gerçekleştirirken, 1 9 80 'lerden sonra postmodern
ve post yapısalcı yaklaşımlara daha çok dayanmaya baş­
lamıştır. Aynı dönemde özellikle kadın çalışmaları ya da
feminist yaklaşım daha etkin olmaya başlamıştır. Medya

1 12
Kitle İletişim Kuramları

mesajları da dahil her türlü metindeki eşitsizlik ilişkisini


ve buna karşı mücadeleleri özellikle dilde ve söylemdeki
yerel ve parçalı mücadeleleri post ön ekine dayalı olarak
incelemektedirler.
İngiliz Kültürel İ ncelemeleri, yukarıda da belirtildiği
gibi öncelikle edebiyat eserlerinin incelenmesiyle başla­
mıştır. Yirm inci yüzyılda yazın ve edebiyat incelemelerin­
de seçkinci bir yaklaşım egemendi . B u yaklaşım popüler
kültür ürünlerini düşük entelektüel ve beğeni düzeylerine
hitap ettiği görüşünden hareketle incelemeye değmez ola­
rak görülmelerine neden olmuştur. Richard Hoggart ve
Raymond Williams gibi, İngiliz Kültürel İncelemelerinin
öncüsü olan düşünürler, işçi sınıfının kültürünü anlamak
için popüler kültür ürünlerinin incelenmesi gerektiğini
düşünürler. Hogart ( 1 957), Tlıe Use.ç af· Literac_y çalışma­
sında çalışan sınıfların gündelik yaşam pratiklerini ve
dünya görüşlerini ortaya çıkarmaya çalışır. Bu görüşlerin
oluşmasında popüler kitap, gazete ve dergi gibi kitlesel
yayınların etkisini araştırır. Hoggart'a göre, bu yayınlar,
genel ortalama okuyucu için kitlesel yayı nların yapılması­
na ve düzeylerinin sürekli o seviyede kalmasına hizmet
eder (aktaran; Garnham, 200 1 ).
Hoggart'ın bakış açısı gerek sağ kanat seçkinci edebi­
yat eleştirmenleri gerekse de Frankfurt Okulu yazarları ile
benzer bir şekilde popüler kitle kültürü ürünlerine olum­
suz yaklaşan karamsar ve geçmişi yad eder şekilde ortak
özellikleri paylaşır. Hoggart 'ın en önemli özelliği kültür
ve ideoloji konusunu anlamak için popüler kültür ürünle­
rinin incelenmesi geleneğine öncülük etmesinde yatar.
Raymond Williams da Hoggart ile benzer şekilde kültürü
incelemek için çaba 11arcamıştır. İ şçi sınıfının kültürünü
anlamak için onların kültürünü biçimlendiren popüler
kitle kültürü ürünlerini incelemiştir.
Williams, Tlıe Long Revolution (Uzun Devrim) ( 1 96 1 )
eserinin büyük bir bölümünü kültürü incelmeye ayırır.
Burada kültür olgusunu toplum bilimsel olarak inceler.
Kültürü en geniş anlamda ''bütün bir yaşam biçimi'' ola­
rak ele alır ve edebiyat ve sanat gibi olguları bu genel ya-

l 13
Levent Yaylagül

şanı biçimi ile ilişkisi içerisinde inceler. B urada kültürün


hem üretim ve dağıtımını hem de içeriğini dikkate alır.
Kültürü tarihsel bağlamına yerleştirerek günümüz kapita­
list kültürünün oluşumunda sanayi devrimi, okur yazarlık
ve işçi sınıfının mücadeleleri ile B atı tipi burjuva demok­
rasilerinin gelişimi ve kurumsallaşmasını taril1sel süreç
içerisinde oluşan bir olgu olarak ele alır. Toplumun dü­
şünce ya da his yapısının oluşumunda yaşanan tarihsel
gelişmelerin etkilerini anlamaya çalışır. Kültürü kolektif
bir olgu olarak değerlendirir ve sosyalleşme süreciyle edi­
nildiğini belirtir.
Raymond Williams 1 9 70'li yıllarda Yeni Sol ya da Neo­
Marksist yaklaşımlara dayanarak çalışmalarına devam
eder. Özellikle Frankfurt Okulu üyeleri, Gramsci, I�.
Althusser ve Lukacs gibi Batılı Marksistler kültür incele­
melerinde Williams'a dayanak olur. Sınıf farklılıklarına
dayalı olarak farklı düşünce ve his yapılarını açıklamada
kültürün, ideolojinin ve sınıfsal tahakküm ve hegemonya­
nın önemine dikkat çeker.
İngiliz Kültürel İ ncelemeler geleneğinin ya da özgün
adıyla B irmingham Çağdaş Kültürel İncelemeler gelene­
ğinin 1 960'lardaki kurucusu ve yöneticisi Richard
Hoggart'tır. Ancak bu okulun çalışmalarının dünya ça­
pında şöl1ret kazanması Stuart Hall )'Önetici olduktan
sonra gerçekleşmiştir. Ancak Hall daha sonra Açık (Open)
Üniversite'ye geçmiştir. Kültürel Çalışmalar geleneği özel­
likle medya tarafından sunulan içeriğin metin olarak ana­
lizini yapmıştır. B u metinler kapitalist sınıfın hegemonya­
sını ve kapitalist ideoloj iyi yeniden üreten materyaller
olarak görülmüştür. B unun yanında popüler kültür bağ­
lamında işçi sınıfının gündelik yaşamı ve düşünceleri in­
celenerek buradaki toplumsal eşitsizlikler ve iktidar ilişki­
leri ortaya konmuştur. B unun yanında özellikle neo­
liberal muhafazakar ideoloj iyi açığa çıkaran çok çeşitli
çalışmalar bu okulun çatısı altında gerçekleştirilmiştir.
Açık Üniversite' de sosyoloj i profesörü olan Stuart Hall,
1 960 'larda ve 1 9 70'lerde İngiliz siyasal solunun canlan­
masına katkıda bulunmuş önemli isimlerden birisiydi.

1 14

Kitle iletişim Kuramları

Hall, Althusser'i takip ederek medyanın gerçeği inşa et­


mesine rağmen gerçeği yansıtıyor ıııuş gibi yaptığını belir­
tir. Stuart Hail (vd. 1 9 78) Policing the Crisi.5 adlı eserinde
medyanın anlam üretme pratiğini, Gramsci ' nin hegemon­
ya kuramı ve Althusser'in medyaya göreli özgürlük tanı­
yan ve egemen ideoloj inin yeniden üretilmesinde ''devletin
ideolojik aygıtları" olarak çalışan -ve bu kavram çerçeve­
sinde- Marksist kültürelci bir perspektifle analiz etmiştir.
Hall'a göre medya egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden
yorumları yeniden üretme eğilimindedir. Fakat bu yorum­
lar aynı zamanda ideoloj ik mücadele alanıdır. Medyanın
anlamlar sistemi göreli olarak otonom olarak görülür.
''Haber'' olayları tanımlayarak önemli bir rol oynar. Fakat
medya, hükümet ve diğer kurumlar gibi yetkili kaynaklara
göre ikincil tanımlayıcıdırlar. Çünkü medya kaynak ola­
rak önce bu kurumlara baş vurur. Dolayısıyla medya ha­
berin ikincil tanımlayıcısıdır. Medya ayrıca kamuoyunun
sesi olma ve kamuoyunun terim, kavram ve deyimlerini
kullanarak uzlaşımsal bakış açısının güçlendirilmesini
sağlar.
Stuart Hall, ayrıca kuramsal olarak insanların medya
metinlerini nasıl anlamlandırdığı konusu üzerinde durdu.
I-lall, medya metinlerine verilen cevapların çeşitliliğine
daha geniş bir alan bırakarak Althusser' den ayrılır. Stuart
Hali, ( 1 9 80) " Encoding-Decoding'' adlı çalışmasında
medya metinlerinde egeme n ideoloj inin tercih edilen o­
kuma olarak kaydedildiğini fakat bunun okuyucular tara­
fından otomatik olarak kabul edilmediğini belirtir.
Okuyucuların / izleyicilerin/ dinleyicilerin toplumsal ko­
şulları onların farklı duruş noktalarını kabul etmelerine
sebep olabilir. Egemen okuma, toplumsal koşulları tercih
edilen okumayı destekleyen insanlar tarafından üretilir.
Tartışmalı okuma, tercih edilen okumayı kendi toplumsal
pozisyonlarının yararına değiştirrııek isteyen insanlar ta­
rafından üretilir. Karşıt okuma, toplumsal koşulların ken­
dilerini egemen okuma ile doğrudan çatışma içine koydu­
ğu kişiler tarafından üretilir. Hail, yorumun sınırlı kala­
cağı üzerinde ısrar eder; ona göre anlam özel ve bireysel

1 15
Levent Yaylagül

olamaz (Hall, 1 9 80: 1 3 5 ) . Hall'un ideoloji üzerindeki vur­


gusu medya sahipliği ve kontrolünün önemini görmezden
gelir.
Kültürel İncelemeler geleneği içerisinde kültür kavra­
mı siyasal bir yaklaşımla ele alınır. Burada kültür günde­
lik yaşama konu olan içerik ve pratikleri kapsar (Store)' ,
2000:9). Dolayısıyla kapitalist toplumlarda medya içerik­
lerinin tüketimi gündelik )'aşamın ayrılmaz bir parçasıdır.
Gündelik yaşam bir eşitsizilikler ve tahakküm alanıdır ve
medya da bu eşitsizlikleri ve egemen sınıfın hegemonya­
sını yeniden üretmek için çalışır. Kültürel Çalışmaların
anlayışına göre, iktidar hakimiyetin rızaya dayalı olarak
üretildiği hegemonya kavramsallaştırmasıyla açıklanır.
Toplumsal kontrolün sağlanmasında ve sürdürülmesinde
devletin baskı aygıtlarının (polis, mahkeme, ordu) yanı
sıra devletin ideolojik aygıtları da ürettikleri mesajlar ve
temsillerle varolan toplumsal ilişkileri anlamlandırır.
Böylece alt kültüre dahil olan insanlar ve bağımlı sınıflar,
egemen sınıfın kültürü tarafından belirlenen toplumsal
ilişkileri nasıl anlamlandıracaklarını gösteren toplumsal
pratiklerin neler olduğunu görürler. Hegemonyanın sağ­
lanmasında kitle iletişim araçları toplumsal gerçekliği
tanımlama ve yeniden üretme işlevini yerine getirir (Slack
ve Allar, 1 983 : 2 1 6 ).
Stuart Hall ( 1 9 78) çalışmasında kültürelci yaklaşımı
sunar. Buna göre medya kamunun bilincini biçimlendiren
ve ona etki eden güçlü bir araç olarak görülür. Kültürelci­
lik, ekonomizmi reddederek Althusserci yapısalcılığı izler.
Fakat yapısalcılığın aksine alt grupların toplumdaki ger­
çek deneyimlerine vurgu yapar ve medyanın toplumsal
bağlamını kurarak medyayı kompleks bir yapısal bütünlük
olarak görür. Kültürel çalışmalar bir zamanlar Stuart
Hall'un yöneticiliğini yaptığı Çağdaş Kültürel İncelemeler
Merkezi ' nin (CCCS) yer aldığı B irmingham Üniversite­
si 'nin çalışmalarında yansıtılır. Marksist kuramcılar med­
yanın belirlenim sorununa ve medyanın ideolojik gücüne
yaklaşımları konusunda farklılaşırlar (Curran, Gurevitch
ve Woollacott, 1 9 8 2 : 23).

1 16

Kitle iletişim Kuramları

İ ngiliz Kültürel İncelemeler geleneğinde yer alan araş­


tırmacılar, medya incelemelerinde medyayı egemen sını­
fın görüş ve düşüncelerini topluma yayan ideolojik aygıt­
lar olarak görürler. Bunu yaparken de Althusser'in Devle­
tin İdeolojik Aygıtları ve Devletin Baskı Aygıtları ile
Gramsci 'nin hegemon)'a ve tahakküm kavramsallaştırma­
larına başvururlar. Böylece medya egemen bakış açısını
topluma yayarak işçi sınıfı ve alt kültürler arasında eleşti­
rel bir bakış açısının ve düşüncenin gelişmesini engeller.
Çünkü medya varolan gerçeği olduğu gibi göstermez onu
yanlış bir şekilde sunarak varolan eşitsizlikleri ve iktidar
yapılarını doğallaştırır ve meşrulaştırır. İdeoloji analizin­
de klasik Marksist kavramsallaştırma yerine Althusser'ci
yapısal Markist anlayışa dayalı olarak ideolojiye sınıfsal
determinizmden göreli bir özerklik atfedilir. İdeoloji ve
kültür sosyal ve iktisadi temelin bir yansıması olarak değil
onlara dal1a gevşek bir şekilde bağlı ama özerk bir alan
olarak değerlendirilir.
İngiliz Kültürel Çalışmaları, medya bağlamında dilin,
kültürün ve ideoloj inin incelenmesinde yapısal dilbilim ve
göstergebilimin sağladığı teknikleri kullanmıştır. F.
Sassure, R. Barthes ve J,evi-Straus'un yapısal dilbilim
yaklaşımı medya içeriklerini okuma ve anlamlandırma
sürecine dayanak sağlamıştır. Özellikle Barthes'ın temel
anlam ve yan anlam (ima:çağrışım) ayrımına başvurulur.
Medya içeriği bir şeyler anlatırken bu anlatı nı n sadece
düz bir anlamı yoktur. Her metinde ilk bakışta göze
çarpmayan gizli anlamlar ve ideolojiler de yer alır. Özel­
likle siyasal ideolojik anlamlar, bu gizli yan anlamların
sürekli ve ince bir şekilde tekrarlanmasıyla topluma akta­
rılır.
İngiliz Kültürel İ ncelemeler içerisinde Stuart Hall'ün
ideolojiye bakış açısı ortodoks Marksist yaklaşımın ideolo­
j i tanımının reddidir. Bu yaklaşım, medya içeriklerinin
oluşturulması ve anlamlandırılması sürecine hem üretici­
lerin hem de tüketicilerin yani izleyicilerin aktif bir şekil­
de katıldıklarını belirtir. Medya mesaj larının taşıdığı ideo­
loj inin çoklu anlamlandırmaya açık ve özerk göstergelere

1 17
Levent Yay/agü/

dönüştürülebilme ihtimalini göz önünde bulundurur. Kül­


türel İncelemeler Geleneği, gündelik yaşam pratikleri içe­
risinde çeşitli medya içeriklerine maruz kalan ve bunları
tüketen izleyicilerin bu içerik aracılığıyla sunulan egemen
ideoloji ve değerlere ne kadar direnip bunları alternatif
şekillerde anlamlandırdığını araştırır.
Özellikle 1 9 70'ler ve 1 980 'lerin yarısına kadar İngiliz
Kültürel Çalışmaları sınıf. iktidar, ideoloji ve kültür ara­
sındaki ilişkilerin incelenmesinde etkin bir rol oynamıştır.
Ancak bu çalışmalar feminist, postmodernist ve post­
yapısalcı bakış açıları ile bölünmüş ve dağılma sürecine
girmiştir. Postyapısalcı yaklaşım, yapının metni belirledi­
ğini reddeder. Böylece üretilen her türlü anlamın süreç
boyunca olasılıklar içerisinde anlık bir duruşla üretildiği­
ni öne sürer (Storey, 2000 : 7 2 ) . 1 9 80'lerin ortalarından
itibaren feminist incelemeler ağırlık kazanmıştır. Burada
kültürel ürünlerde kadının cinsiyetçi bir bakış açısıyla
nasıl sunulduğu incelenmiştir. Feminist yaklaşımlar
Althusser'in ve Gramsci 'nin yaklaşım ve kavramsallaştır­
malarından ziyade metnin hazzı, zevk ve fantezi gibi
postmodern ve postyapısalcı yaklaşımlara dayandırılmış­
tır.
1 980'li yıllarda İ ngiliz Kültürel Çalışmaları geleneği
içerisinde alımlama çalışmalarına başvurulmuş ve bunun
neticesinde medya metinlerinde anlam ve ideolojinin olu­
şumunda izleyicilerin de aktif katılımı olduğu düşüncesi
egemen olmaya başlamıştır. B u yaklaşım ana akım medya
araştır ıııalarındaki etki çalışmalarına benzer bir şekilde
etki araştıııııası yapar. Ancak bu araştırma geleneğinin
dayanak noktası sosyal psikolojiden çok, semiyolojik ve
dilbilimseldir. Medya metinlerinin şifresini izleyici ya da
izleyiciler çözmektedir. Ayrıca ana-akım yaklaşımlardan
farklı olarak medya metinlerinin kod açımlama veyahut
anlamlandıı ıııa sürecinde izleyici/okuyucuların sınıfsal
konumlarının da etkili olduğuna vurgu yapılır. Burada
asıl bulunmak istenen, izleyicilerin medya metinlerini
nasıl okudukları yani egemen ideoloj iyle olan ilişkilerinin
nasıl olduğu sorunudur.

118

Kitle iletişim Kuramları

Kültürel çalışmalar geleneğinin amacı (main aims) bel­


li bir bağlamda kullanılan alımlanan içeriğin anlamını
ortaya çıkarmaktır. Ana veri (main <lata) toplumsal ve
kültürel bağlamda alımlanan anlama bakar. Metot olarak
entnografik ve nitel analiz metotlarını kullanır (McQuail,
1 997:2 1 ) .
Kültürel Gelenek ve Alımlama Analizi: B u yaklaşıma
göre medyayı kullanmak izleyiciler açısından medyanın
sunduğu kültürel ürünleri anlamlandıııııa sürecidir. Bu
ekol, uyarıcı-tepki ve etkili metin ya da mesaj modelinin
izleyici araştıı 111aları geleneğini reddeder. Medya mesaj la­
rı (Marley, 1 9 80), bu mesaj ları hazırlayanların niyetleri­
nin ötesinde farklı şekilde oluşmuş toplumsal ve kültürel
gruplar tarafından farklı şekilde kod açımı yapılır ya da
okunur. Buna göre medya metinleri, çok anlamlıdır ve
farklı yorumlamalara açıktır. B u gelenek içerisindeki an­
layışlardan birisi de medya kullanımını önemli bir günde­
lik yaşam etkinliği olarak görmesi ve medyanın izleyiciler
tarafından kullanımının ancak alt kültür gruplarının de­
neyimleri ve toplumsal bağlamında anlaşılabileceğini dü­
şünmeleridir.
Alımlama analizi, bağımsız bir araştıı·ı11a geleneği ol­
maktan ziyade İngiliz Kültı�rel Ç'a lışmalar geleneğinin
önemli bir parçasıdır. Bu araştıı ıııalarda medya metinle­
rini okuyanlara ya da kod açımlama yapanlara önemle
vurgu yapılır. Okuyucu/izleyicVkod açıcı medya metinleri
tarafından önerilen egemen ya da hegemonik mesaj lara
karşı direnme ''e izlediği olguları kendi tecrübeleri doğ­
rultusunda anlamlandırma gücüne sahiptir. B u araştır ıııa­
lar içerisinden etnografik araştıı ıııalar ve nitel inceleme­
ler ağırlıktadır.
Kültürel İ ncelemeler geleneği içerisinde izleyicilere
yönelik alımlama çalışmalarının bazı temel özellikleri şöy­
ledir.
i . Medya metinleri izleyicilerin alımlamaları yoluyla
anlamlandırılır. Medya metinlerinin önerdiği anlamlar
hiçbir zaman kurulu ve öngörülebilir değildir.

1 19
Levent Yaylagü/

ii. Medya kullanım süreci özel bağlamda belli çıkarla­


rın ifadesidir.
iii. Medya kullanımı tipik olarak duruma özgü ve top­
lumsal konumlara bağlı olarak gelişen katılımcı ve yorum­
layıcı bir süreçtir.
iv. İzleyiciler belli medya türleri için benzer formlar ve
söylem çerçevesini paylaşan farklı yorumlama toplulukla­
rı oluştururlar.
v. İzleyiciler asla pasif olmadıkları gibi bütün izleyici­
ler eşit de değildirler. Bazıları diğerlerine göre daha tec­
rübeli ya da daha aktiftirler.
vi. Kullanılan teknik ''nitel", derinlemesine ve sıklıkla
etnografiktir ve medya içeriği, alımlama eylemi ve bağla­
mı birlikte ele alırlar (Lindlof, 1 99 1 'den aktaran,
McQuail, 1 997: 1 9).
B u yaklaşım sal1ipleri anaakım izleyici araştırmaların­
dan eleştirel olmakla ayrılırlar. Çünkü anaakım araştır­
malar kurumsal bir yaklaşımla ticari anlayışı ve kurumsal
bilgiyi üreterek izleyicileri kontrol ve maniple etmeyi a­
maçlarlar.
Kültürel Çalışmalar geleneği içerisinde özellikle David
Morley'in kısaca Nationwide olarak bilinen izleyici araş­
tırması, izleyicilerin sınıfsal konumları ile medya içerikle­
rinin kod açımlaması arasındaki ilişkiyi inceler. B urada
Nationwide adlı magazin programının ideoloj ik içerik
analizini yapar ve bu programın ulusal birlik yönünde
milliyetçi görüşler aktardığı ve sınıfsal çelişkilerin üzerini
örttüğü sonucuna ulaşır. İzleyici kitlesi içerisinde farklı
eğitim, yaş, cins iyet ve meslek gruplarına ilişkin yirmiden
fazla odak grup oluşturarak bu mesajları nasıl alımla­
dıklarını araştırır. Bunun neticesinde izleyicilerin sınıfsal
konumları ile medya mesaj larını anlamlandırmaları ara­
sında doğrudan bir ilişki olmadığı sonucuna ulaşır. B u tip
metinlerin çoklu okumalara açık olduğunu belirtir.
Marley daha sonraki Fa11zily Televi.<; ion ( 1 986) başlıklı
çalışmasında da televizyon izleme pratiğinin izole bir şe­
kilde oluşmadığını, insanların laboratuar ya da deney ko­
şullarında olduğu gibi steril bir ortamda bu programları

1 20

Kitle iletişim Kuramları

izlemediklerini, aile yapısı ve ilişkileri içerisinde gündelik


kültürel pratik ve rutinlerden birisi olduğu sonucuna u­
laşmıştır. Her ailenin farklı izleme pratikleri olduğunu
belirtir. Gündelik yaşam uğraşı içerisinde izleyiciler bazen
içerikleri tüketirken son derece yoğunlaşırken bazen diğer
faaliyetlerin yanı sıra göz ucuyla televizyona da bakmak­
tadırlar. Marley, ne izleneceğine, ne kadar izleneceğine ve
ne zaman kanal değiştirileceğine karar verenlerin genel­
likle erkekler olduğu sonucuna ulaşır. Yani, erkekler tele­
vizyonu daha yoğun bir dikkatle izlerler. Buna karşılık
kadınlar başka işler yaparken televizyonu da açık tutarlar.
Buna göre, televizyon izlemede toplumsal cinsiyet rolleri-
nın onemıne vurgu yapar.
• • • •

David Marley ( 1 9 80), televizyonun etkisi konusunda


yapmış olduğu çalışmada mesaj ı n etkisi ile izleyicinin ko­
numuna ağırlık veren yaklaşımları uzlaştıccııaya çalışmış­
tır. Marley, medyanın bir mesaj taşıdığını ancak izleyici­
lerin de aktif bir şekilde bu mesajları maniple edebildikle­
rini belirtmiştir. Marley, çalışmasında öncelikle ''Nation­
wide" adlı programın neler anlattığını semiyolojik yön­
temle analiz etmiş, programın ulusal birlik mesajı ilettiği­
ni bulmuş ; daha sonra seçilmiş bir izleyici kitlesi ile bu
programla ilgili olarak derinlemesine görüşme yapmış
izleyicilerin de mesajı bu şekilde mi algıladıklarını bulma­
yı amaçlamıştır. Marley çalışmasında izleyicileri ve mesajı
birlikte ele alarak semiyolojik ve sosyolojik yöntemleri
birlikte kullanmıştır.
Daha sonra anket ve laboratuar çalışmalarından yeterli
sonuç elde edemeyen araştır ccıacılar, televizyon izlemeyi
ve izlenenlerin etkisini ölçmek için Et11ografik A raştınııa­
lar yapmaya başlamışlardır. B u yaklaşım televizyon izle­
me olayını çok karmaşık bir süreç olarak değerlendirerek
izleme etkinliği sürerken izleyici ile aynı ortamın payla­
şılması yoluyla televizyonun etkisine yönelik birinci elden
veri toplamayı amaçlar. B u metotla yapılan çalışmalarda
izleyici, deneğin gündelik yaşamına dahil olmakta ve araş­
tırdığı kişilerin davranışlarını, tepkilerini ve diğer insan­
larla olan ilişkilerini gözlemlemektedir. Etnografik yön-

121
Levent Yaylagül

tem genellikle aile ortamında yapılan araştırmalarda kul­


lanılmaktadır. Ancak etnografik araştırmalarda elde edi­
len verilerle genelleme yapma imkanı bulunmamaktadır.
B unun dışında bir başka sorun da bu araştırmalarda yer
alan deneklerin gözlendiklerinin farkında olmaları sonucu
birtakım düşünce ve davranışları dışa vurmaktan kaçına­
bilecekleri ihtimalidir. Deneğin birtakım şeyleri gizlemesi
sonucu araştırmacı açığı kapamak için kendi kişisel yo­
rumuna başvuııııak zorunda kalmaktadır.
1 990'lı yıllarla birlikte İ ngiliz Kültürel İncelemelerinin
erken dönemdeki kuramsal birliği dağılmış ve farklı yak­
laşımlara sahip araştırmacılar ortaya çıkmışlardır.
Postyapısalcı bir yaklaşım, egemen olan Neo-Marksist
analiz çerçevesinin yerini almıştır. Daha çok gündelik
yaşamın kültürüne doğru bir yönelme yaşanmıştır. Gün­
delik yaşamda kimliklerin kurulumu, kadın, ırk, alt­
kültürler gibi konular incelenmeye başlanmıştır. Özellikle
ideolojik tahakküm yönündeki bakış açısı zevk ve hazza
doğru bir değişim gösteııııiştir. Hatta bazı noktalarda po­
püler kültürün özgürleştirici unsurlar içerdiği şeklinde bir
anlayış gelişmeye başlamıştır. Çünkü medya içeriklerinin
çoklu anlamları sayesinde (polysemic) zevk ve hazzın üre­
timini izleyicilere aktardığı düşünülmektedir (Fiske,
1 9 89).
Görüldüğü gibi, İngiliz Kültürel İ ncelemeler geleneği,
kültürü ve ideolojiyi özerk olarak değerlendirir. Oysa
kendilerinin de belirttiği üzere kültürün oluşumunda ikti­
dar ilişkileri önemli bir rol oynar. Kültürün göreli özerkli­
ğine yönelik bir ölçüt ortaya koyamamışlardır. Ekonomik
ve politik determinizmi görmezden gelmişlerdir. Her tür­
lü anlam setinin sosyal yapı ve iktidar ile ilişkilendirilme­
sini sağlamışlardır. B ununla birlikte asıl vurgu, dilsel ve
göstergesel unsurların analizi ve anlamlandırılması üze­
rinde odaklanırken bunların üretim, dağıtım ve tüketimini
sağlayan endüstriyel ve örgütsel yapıların belirleyiciliğini
yani onların ekonomi politiğini göz önünde bulundurma­
mışlardır. İktidar ve ideolojiye karşı direnişi zihinsel ve
düşünsel süreçlere indirgeyerek gerçek politik direniş ve

1 22
Kitle İletişim Kuramları

toplumsal dönüşümü sağlama yönünde örgütlenmeye iliş­


kin bir pratik geliştirememişlerdir. Analizlerinde disipli n­
ler-arası bir yaklaşımı kullanarak medya içerikleri de da­
hil her türlü metnin ideoloj ik analizinin yapılabileceğini
göstermişlerdir. B unları yaparken de izleyicilere aktiflik
atfetmişlerdir. Metin analizi ve izleyici araştırmalarında
ana-akım araştırma geleneği nin etkisinde kalmışlardır.
İngiliz kültürel incelemeler geleneğinin zayıf yönü e­
debiyat eleştirisine dayanması ve metin analizine gereğin­
den fazla vurgu yapmasıdır. B irleşik Amerika' daki etki
çalışmalarına benzer şekilde medyanın izleyiciler üzerin­
deki etkilerini araştırmaya koyulmuşlardır. B u çalışma­
larda ideoloji konusuna çok fazla ilgi gösterilmektedir.
İdeoloj i konusuna ilgi gösterirken onu tarihsel bağlamın­
dan ve sınıflarla olan ilişkisinden koparmışlardır
(Garnham, 2 00 1 : 1 2 9). İdeolojiyi anlamada Althuserci ge­
leneği izleyerek ideolojiyi günlük pratiklere indirgemiş­
lerdir.
. . . . . . . ... .

2. iLETiŞiMiN EKONOMi POLITIGI


A. Ekonomi Politiğin Konusu ve Yöntemi
En genel anlamda ekonomi politik, insanların maddi
varlıklarını sürdürebilmek için gereken araçların üretim
ve değişimini inceleyen bir bilimdir. Üretim ve değişim
farklı fonksiyonlar olmakla birlikle birbirlerini şartlandı­
rır. Ekonomi politik özünde tarihsel ve sınıfsal bir bilim­
dir. Tarihseldir, çünkü üretim ve değişim ilişkileri ülkele­
re ve tarihsel dönemlere göre farklılaşır. Sınıfsaldır, çün­
kü üretim ve bölüşüm tarihsel olarak, incelenen dönemin
üretim ve güç ilişkilerine dayanır (Engels, 1 9 75 : 2 3 5 ) .
B ugüne kadar insanlık ilkel komünal, köleci, feo­
daVasyatik ve kapitalist olmak üzere çeşitli toplumsal
formasyon tiplerinden geçmiştir. Her bir dönemin kendi­
ne özgü üretim ve bölüşüm tarzı ve buna dayanan güç
ilişkileri vardır. İlkel komünal toplum tipi insanın doğa
karşısındaki güçsüz durumundan doğmuştur. B u dönem­
de insanlar avcılık ve toplayıcılıkla geçinirler. Dolayısıyla
üretim ve bölüşümde herkes ortak olarak çalışır ve tüke-

1 23
Levent Yay/agül

tim de ortaktı r. Ancak bu dönemde insanlar zaten yarı aç


ve yarı tok yaşamaktadırlar. Güvenlik ön plandadır ve
topluca hareket edilmektedir.
Ancak zaman içerisinde insanlar üretim araçlarını ge­
liştirip üretim yapmaya başlamışlardır. B u üretici güçle­
rin gelişiminin sonunda insanlar kendi ihtiyaçlarından
fazlasını üretmeyi başarınca toplumun bir kesimi (üretim
araçlarını kontrol edenler) diğerlerini köleleştirmişlerdir.
O dönemin koşulları içerisinde köleler her türlü üretimi
gerçekleştirirler ve üretilen toplumsal zenginlik de köle
sahiplerine aittir. B u üretim sürecinde köle sahibi de kö­
lenin geçimini sağlamak yani onu doyurmak, giydiı 111ek
ve barındırmak zorundadır.
Zaman içerisinde üretici güçlerin gelişmesi ve köle is­
yanları neticesinde feodal toplum tipi gelişmiştir. B u top­
lumda esas üretim tarıma dayanır ve toplum temelde top­
rak sal1ipleri ve angaryacı köylüler olmak üzere ikiye ayrı­
lır. Toprak feodal beye aittir. B una karşılık, köylüler beyin
topraklarını işlerler ve bunun yanında kendi geçimlerini
asgari düzeyde sürdürecek bir toprağı da kendileri için
işlerler. Beyin angarya işlerini yapmakla da yükümlüdür­
ler. B una karşılık bey de köylülerin güvenliğini sağlamak
zorundadır. B urada da yine üretilen ürünler beye aittir.
Köylülere de kendi geçimlerini sağlayacak kadar bir pay
düşmektedir. Feodal toplumun temel amacı geçimdir.
Dolayısıyla da üretimin amacı da temel geçim araçlarının
sağlanmasıdır. B unun yanında üretici güçlerin gelişmesiy­
le üretilen ürün miktarında bir artış meydana getirmiş ve
bu da bir tüccar sınıfının yani kapitalist sınıfın doğmasına
sebep olmuştur (Zubritski, Mitropolski, Kerov, 1 997).
Feodal toplumun bağrında doğan kapitalist sınıf, önce
ekonomik gücü daha sonra Fransız il1tilaliyle de siyasal
gücü ele geçirmiştir. Kapitalistler üretim araçlarını kont­
rol ederken özgür proleterlerin geçimlerini sağlamak için
sadece fiziksel güçleri vardır. Üretimin kapitalist örgüt­
lenmesi de kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerini yarat­
mıştır. İlkel komünal toplum biçiminden sonraki bütün

1 24 •
Kitle İletişim Kuramları

toplumlarda üretilen zenginliklerin eşitsiz bölüşümü söz


konusudur.
Bölüşümdeki farklılıklar sınıfsal farklılıkların ortaya
çıkmasına neden olmuştur. B öylece toplum a)1rıcalıklı ve
zengin sınıflar ve yoksul sınıflar, egemenler ve egemenlik
altındakiler olmak üzere temelde k;;ı rşıt sınıflardan oluşan
bir yapıya sahip olmuştur. B u eşitsizliklerin ortaya çıkma­
sıyla birlikte egemen sınıfın egemenliğini sağlamak için
devlet ortaya çıkmıştır.
İşte ekonomi politik, tarihsel olarak üretimin ve deği­
şim, bölüşüm \'e tüketimin incelenmesidir. Genel olarak
üretimin örgütlenme tarzı yani üretim ilişkileri üretim,
değişim, bölüşüm \'e tüketimi şartlandırır. Ancak değişim
ve bölüşüm de üretim üzerinde etkide bulunur.
Ekonomi politik bir bilim olarak 1 7 . yüzyılın sonunda
doğmuş ve bilim olma vasfını 1 8 . )' ÜZ)' ılda fiz)1okratlar ve
Adam Smitl1 ' in çalışmaları ile kazanmıştır. Kapitalizmin
ve sanayi de\1rim inin sonucunda toplumun zenginleşme­
sini açıklamak için geliştirilmiştir. Kapita lizmin koşulla­
rından ve gereksini mlerinden ortaya çıkan ekonomi poli­
tik klasik ekonomi politikçiler tarafından insan aklının
evrensel ve değişmez ifadesi olarak görülmüştür. Bunun
neticesinde orta)'a konulan kapitalist üretim, değişim ve
bölüşümün y<:1 saları , bu eylemlerin ortaya çıktığı tarihsel
koşulların ürünü değil de doğa nın değişmez )'asaları ola­
rak görülmüştür. B u )' asalar, kapitalist insanın doğasın­
dan çıkarılmıştır. Oysa bu insan doğası, üretici güçlerin
tarihsel gelişimi ile ortaya çıkan kapitalist sınıfın, kapita­
list üretim ''e tic<ıret tarafından belirlenmiş doğasıydı .
Toplumsal ilişkiler me\1cut taril1sel koşullara göre olu­
şur. Oysa bu tarihsel gerçekler Adam Smith ve onu takip
eden klasik ekonomi politikçiler \'C neo-klasik iktisatçı lar
tarafından ölümsüz doğa yasaları olarak görülmüştür.
Bö)1lecc kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerini meşrulaş­
tıran bir bilim olarak ekonomi politi k ortaya çıkmıştır.
Ekonomi politiğin konusu toplumdur ( Nikitin, 1 990).
"Ekonomi Politik'' deyimini ilk kez Antoine de Monch­
retien, ulusun durumu üzerine yazdığı ve genç Xl l l .

1 25
Levent Yaylagü/

Louis'ye sunduğu bir raporda 1 6 1 5 yılında kullanmıştır.


Ekonominin kelime anlamı, "evin içindeki düzen'' demek­
tir. Politik ise sitenin ve ulusun yönetimine ilişkin her şeyi
anlatır. B una göre, ekonomi politik, bir ulus için yürür­
lükte olan düzenin ilkelerinin incelenmesi anlamına gelir
(Barjonet: 1 96 7 : 7) .
Ekonomi politik, üretimin sosyal ilişkilerinin bilimidir.
Üretimin, sosyal üretimin insanlar arasındaki ilişkilerde
niçin belirleyici rol oynadığını inceler (B arjonet: 1 967: 1 7).
Ekonomi politiğin konusu kapitalist toplumdur. Frederich
Engels, Kari Marx 'ın Ekonoın i Politiğin Eleştirisine Katkı
adlı eserine yazdığı önsözde ekonomi politiğin ''çağdaş
burj uva toplumunun teorik tahlili" olduğunu belirtiyor
(Marx, 1 9 74).
Ekonomi politik medyadan öte kapitalist toplumu ince­
leme ve anlama bilimidir. Ekonomi politik, toplumu an­
lamak içim toplumun maddi l1ayatını üretim biçiminden
yola çıkar. Burj uva toplumu ya da kapitalist toplum kapi­
talist üretim ilişkilerinin egemen olduğu toplumdur. Üre­
tim ilişkileri, üretim araçlarının mülkiyet biçimlerini, top­
lumsal sınıf ve grupların üretimdeki yerlerini, bu sınıfla­
rın birbirlerine göre durumlarını ve üretilen ürünlerin
paylaşılması biçimlerini içerir (Zubritski, Mitropolski,
Kerov, 1 99 5 ) .
Ekonomi politik biliminin amacı, iktisadi süreci yöne­
ten toplumsal kanunları incelemektir. Ekonomi politik,
iktisadi faaliyetler boyunca sürekli tekrarlanan ilişkileri
inceleyen teorik bir bilimdir. Ekonomik süreci kendi içe­
risindeki iktisadi kanunlarla birbirine bağlı bir bütünsellik
içinde ele alır. Ekonomik kanunları tarihsel bir biçimde
inceler. Bu bilimin temel hareket noktası insan topluluk­
larının ihtiyaçlarını karşılamaya yarayan materyal araçla­
rın üretim ve dağılımlarının gelişim ve değişim biçimidir.
Ekonomik kanunların birbirleriyle olan ilişkilerini ve çe­
şitli toplumsal formasyon tiplerinin temel l1areket yasala­
rını ve diğer toplumsal formasyonlara geçiş koşullarını
araştırır. Ekonomi politik bilimi bunu yapmak için üç a-

126
Kitle İletişim Kuramları

şamadan oluşan bir bilimsel metottan faydalanır. B unlar;


soyutlama, ilerleyici sotnııtlama ve gerçeklenzedir.
Soyutlama, ekonomik işleyişin temel öğelerini- yani in­
celenen dönemin sahip olduğu belirli şartlar altında sü­
rekli tekrarlanan ilişkileri insan zihninde temel olmayan
unsurlardan ayırmaktır. Soyutlama yapmanın amacı ince­
lenen periyodun temel unsurlarını ve genel iktisadi ka­
nunları ortaya çıkarmaktır. Soyutlama ile ortaya konulan
ekonomik sürecin temel kanunlarının ilerleyici somut­
laması ile iktisadi sürecin dal1a tikel unsurları ve bu un­
surlar arasında kurulmuş buluna n ilişkiler daha detaylı
bir şekilde incelenir. B unu yapmadaki amaç da daha öz­
gül koşullar içinde tekrarlanan unsur ve ilişkileri ya da
daha az özsel unsurları ve bunlar arasındaki ilişkileri in­
celemekle olur. Gerçekleme aşamasında ise ilerleyici
somutlama aracılığıyla elde edilen sonuçları incelenen
dönemin koşulları içinde gözlemlenen somut olaylarla
karşılaştırılarak çıkarımlar test edilip onaylanır (Lange,-
1 9 7 5 : 1 3 5- 1 3 6 ). Ekonomi politik yöntem, belirli bir top­
lumsal formasyonun sahip olduğu somut gerçekliklere
etki eden güçlerin soyutlamasını yapar. B unu yaparken de
devrimci eleştiriden geçmemiş hiçbir şeyi kabul etmez
(Cliff. 1 99 8 : 82) .

B . iletişimin ve Kültürün Ekonomi Politiği


Kitle ilet işimiyle ilgili medya ve kültür endüstrileri ka­
pitalist ekonomik ve siyasi )'apının içerisinde hareket e­
derler. B u kurumlar kapitalist Pazar ekonomisinin ve si­
yasal bir otoritenin sınırlandırdığı bir ortamda faaliyette
bulunurlar. Ekonomi politik bu ortamda üretilen medya
içeriklerinin ve kültürel alandaki üretim ve dağıtım süreç­
lerini inceler. Bu yapı içerisinde üretilen kültürel ürünler
\ıe içerikler birer emtiadır. Bunların üretimi, dağıtımı ve
tüketimi egemen üretim yapısının kurallarına bağlıdır.
Ancak bu emtialar diğer emtialardan farklı olarak ideolo­
jik bir işlev de yerine getirirler. B unlar egemen toplumsal
yapının \1e iktidar ilişkilerini meşrulaştırma, pekiştirme ve
yeniden üretme fonksiyonunu da gerçekleştirirler.

1 27
Levent Yaylagül

Kapitalist toplumlarda medya ve kültür endüstrileri


temelde kar etmek ve karı en çoklaştırmak için çalışan ve
bunun için piyasa koşullarında başka şirketlerle oligo­
polistik bir rekabete giren firmalar, önde gele endüstriyel
ve ticari çevrelerle reklamcıların belirlediği bir ekonomik
yapı ile devletin çeşitli düzeylerde yasal sınırlamalarıyla
muhatap olmak zorundadır. Bunun neticesinde kitlesel
bir izleyicinin ortak noktalarını bulup onları yakalamak
zorundadır. B öylece kitle iletişim kurumları, 11em kar et­
mek için Pazar koşullarıyla hem de bir ideolojik meşrulaş­
tırma aracı olarak devletin yasal düzenlemeleri arasında
bir denge tutturmak zorundadır.
Medyanın, kültürün ve iletişimin ekonomi politiği ile
ilgilenen yaklaşımların önemli bir kısmı araçsalcı bir yak­
laşıma sahiptir. Bu yaklaşımlar Adam Smitl1 ve klasik li­
beral düşünürlerin ortaya koyduğu serbest Pazar yaklaşı­
mının taril1sel süreç içerisinde tekelleşme ve 11oldingleş­
meye yol açtığını böylece kültür endüstrilerinin küresel
çapta faaliyet gösteren küçük bir kapitalist grubun elinde
yoğunlaştığını belirtirler. B unlar medya nın içeriğini bi­
çimlendirerek halka nelerin nasıl sunulacağına karar
vermektedirler (Bagdikian, 1 9 92). Buna göre. kitle ileti­
şiminin ekonomik bağlamı bu araçlarla sunulan iletileri
biçimlendirir ve sınırlandırır.
Medyanın ekonomi politiği yaklaşımı, liberal )'<ıklaşı­
mın medyayı kamusal sorumluluğu olan ve hükümetleri
halk adına denetleyen kurumlar olarak gören yaklaşımı­
nın geçersiz olduğunu belirtir. Çünkü kapitalist devlet ve
kapitalist ekonomik ilişkiler medyanın sadece kendilerini
kontrol eden kapitalist bir grubun ekonomik ve siyasal
çıkarlarına hizmet eden kuruluşlar olmasına neden ol­
maktadır. B agdikian ( 1 992)'ın da belirttiği gibi günümüz­
de kapitalist toplumlardaki medyanın yapısına bakıldığın­
da bunların holdingleşme ve yoğunlaşmaya maruz kaldık­
ları görülür. Bu da medya nın varolan işle)1iş yapısını ve
mevcut içeriğin doğmasına neden olmaktadır. Medya ku­
ruluşlarını harekete geçiren toplumsal gerçeklerin ortaya
çıkarılması değil, tamamıyla kapitalist karı en çoklaştırma

128
Kitle İletişim Kuramları

güdüsüdür. Medyanın kar oranını artırabilmesi için


mümkün olduğu kadar çok izleyicVokuyucuya ulaşması
gerekir. Bu da medya içeriklerinin en düşük ortak payda­
ya ve duyarlılığa hitap etmesine yani popülerleşmeye ne­
den olur. Böylece medya kuruluşları en çok okuyucu/­
izleyiciye ulaşmakta ve reklam verenlere satabileceği izle­
yici emtiasının boyutlarını ve karını büyütmektedir.
Medyanın ve genel anlamda iletişimin ekonomi politiği
konusunda yapılan çalışmalarda bu yaklaşım medyanın
mülkiyet biçimiyle ilgilenir. Ancak ekonomi politik sadece
medyanın sahipliği ve kontrolü sorunuyla ilgilenmez. Bu
kontrol temel sorunlardan birisi olmasına karşın, ekono­
mi politik daha geniş bir bağlam içerisinde ekonomik ve
kültürel kaynakların dağılımı aracılığıyla kapitalist siste­
min işleyişini inceler. Sermaye hareketlerini, devletin rolü
ve işlevi ile bu sürecin ideolojik yeniden üretim üzerindeki
etkilerini de inceler (Wasko, 1 9 89).
Vincent Mosco ( 1 996) 'ya göre, dar anlamıyla ekonomi
politik, iletişim kaynaklarının da dahil olduğu, toplumsal
kaynakların üretim, dağıtım ve tüketimini yaratan top­
lumsal ve iktidar ilişkilerinin incelenmesidir. Geniş an­
lamda ekonomi politik ise, toplumsal yaşamda egemenli­
ğin ve mücadelenin incelenmesidir. Ekonomi politik ince­
lemeleri tarihsel gelişmeleri ve toplumsal dönüşümleri
analiz eder. Örneğin, tarım toplumlarından sanayi top­
lumlarına geçiş gibi makro konuları (da) analiz eder. B u­
nun dışında ekonomi politik bütüncül bir yaklaşımla eko­
nomi, siyaset, kültür ve ideoloji arasındaki ilişkiyi organik
bir şekilde ele alır. İncelemeleri nde değer yargılarını, ide­
oloj ileri, felsefi, etik ve inançla ilgili konuları dışarıda
bırakmaz. Ekonomi politk 11içbir şekilde olayların ekono­
mik yorumunu yapmaz. Onun için bu bilimin adı ekonomi
değil, ekonomi politiktir. Ekonominin ve politikanın birbi­
rinden ayrılmasına neden olan neo-klasik yakla�ımları
kabul etmez. Ekonomi politik eleştirel bir tavır takınarak
üretim sürecindeki nesnelerin üretimini değil üretim sü­
recinde s ınıflar arasında kurulan toplumsal ilişkileri ince­
ler.

1 29
Le vent Yaylagül

Mosco, ekonomi politiğin iletişim çalışmalarına uygu­


landığında öncelikle iletişim içeriklerinin endüstrileşmesi
ve emtialaşması üzerinde durmak gerektiğini belirtir.
Çünkü iletişim içerikleri endüstriyel bir yapı tarafından
üretilmektedir. Üretilen ürünlerin tüketiciler açısından bir
kul/anını değeri ve endüstri açısından bir değişiın değen·
\'ardır. Bunun dışında ikinci bir kavramsallaştırma da
uzamsallaşmadır (spatialization). Çünkü kitle iletişim tek­
noloj ilerinin geliştirilmesi ile sosyal hayatta zamanın ve
mekanın sınırları aşılmıştır. B unun yapında ekonomi poli­
tik her türlü analizi geniş bir toplumsal yapı içerisine o­
turtur. Toplumsal süreçte yer alan aktörler ile bu aktörle­
rin toplumsal pratiklerini ve bu sürece ilişkin fikir ve dü­
şüncelerini yapısal (structuration) olarak ele alır. Böylece
ekonomi politik, kitle iletişim çalışmalarında medya ku­
rumlarının ve onların bağlamlarının analiz edilmesine
imkan sağlar. Ekonomi politik bütüncül bir yaklaşım ol­
duğu için kitle iletişim ürünlerinin üretim, dağıtım ve tü­
ketim aşamalarını bir bütünlük içerisinde inceler. Medya­
nın gelişmesi, büyümesi, emtialaşma, küreselleşme, ileti­
şim politikalarının saptanması, devlet ve hükümet politi­
kaları ile reklam verenlerin rolünü bütünsel olarak ele
almaya imkan sağlar.
Ekonomi politik iletişim endüstrilerinde, 1 990'lı yıllar­
dan itibaren dört temel yaklaşım olduğunu ortaya koy­
muştur. B unlar, küreselleşme, deregülasyo n, birleşme ve
sayısallaşmadır (Hamelink, 1 994). Sayısallaşma, bilgisa­
yar sistemlerinin iletişimin her aşamasının ve özellikle
kitle iletişim sürecinin temel parçalarından birisi haline
gelmesidir. Yani elektronik iletişimde bilgisayarın ikili
(binary) dilinin kullanılmaya başlamasıdır. B ilgisayar
teknolojisinin girmesiyle iletişim alanında bir yöndeşme
(convergence) ortaya çıkmıştır. Yani farklı iletişim araçla­
rı bilgisayar teknoloj ilerinin gelişmesiyle birleşmiştir.
Deregülasyon ise, 1 9 80'li yıllardan itibaren kamusal kay­
nakaların ve sektörlerin l1ükümetler aracılığıyla küresel
sermayenin hizmetine sunulması ve bu alanların serma­
yenin kar edebileceği alanlar haline getirilmesidir. Özel-

1 30

Kitle iletişim Kuramları

leştirmelerle hükümetler kamu medyasına verdikleri des­


teği azaltarak ya da geri çekerek kitle iletişimini Avru­
pa'da ve dünyanın pek çok yerinde serıııayeye açmıştır.
Küreselleşme süreciyle de ulus-aşırı kitle iletişim holding­
leri bütün dünyadaki iletişim içeriklerinin üretim, dağıtım
ve tüketim süreçlerini kontrol etmeye başlamışlardır. Rek­
lamcı destekli bu sistem küresel bir tüketim kültürünün
yaratılmasını sağlamıştır. Ticari medya kamusal mesele­
lerden çok oyalayıcı, magazin ağırlıklı, dedikodu ve tüke­
time ve rekabete dayalı bir yayın politikasının egemen
olmasına neden olmuştur.
İletişimin ekonomi politiği konusunda bazıları tarafın­
dan yanlış anlaşılan, bazılarının da bilinçli olarak çarpıt­
tığı şekilde ekonomi politik ekonomik deter rrıinizme in­
dirgenmektedir. Oysa Marksizm 'in ekonomi politik yakla­
şımı ekonomik determinizme değil tarihsel materyalizme
dayanır. Tarihsel materyalizme göre tarihin belirleyicisi
ekonomi değil gerçek yaşamın üretimi ve yeniden üreti­
midir. Marx l1içbir zaman üretimi sadece emtia üretimine
indirgemez. Marx ( 1 999)'a göre, kapitalist üretim süre­
cinde (a) serıııaye nin ürünü olarak emtialar, (b) Kapitalist
artı değer, (c) Kapitalist ilişkiler biçiminde ortaya konan
toplam sosyal ilişkilerin üretimi ve yeniden üretimi ger­
çekleştirilir.
Ekonomi politik yaklaşımı ekonomik indirgemeci ola­
rak gören bazı kültürel indirgemeciler (örneğin, İ ngiliz
Kültürel Çalışmaları geleneği içinde yer alanlar ve onları
izleyenler) ekonomi politiğin medyanın sadece ekonomik
faaliyetlerini determinist bir yaklaşımla ele aldığını ve
medyanın kültürel ve ideoloj ik işlevleri konusunda bir şey
söylemediğini belirtirleı·. Yukarıda Marx 'ın görüşlerinde
de belirtildiği üzere Marx'ın üretim anlayışı bilincin üre­
timini de içerir. Dolayısıyla üretim sürecinde insanların
sadece fiziksel varlıkları değil, bu varlığın parçası olan
olası bilinç biçimleri de üretilir.
Kapitalist toplumlarda en büyük kültür endüstrisi olan
medya kapitalist sınıfın mülkiyetindedir ve kapitalist üre­
tim ilişkilerinin sürdürülmesinde ekonomik ve ideolojik

131
Levent Yaylagül

işlevleri vardır. B u işlev halkı bilgilendirmek, eğitmek ve


eğlendirmek adı altında egemen değerleri halka aktararak
onları toplumun kurumsal yapısı ile bütünleştirecek kül­
türel ve ideolojik formasyonları aşılamak şeklinde gerçek­
leştirilir. B u yaklaşıma göre, kapitalist toplumlarda med­
yanın en temel ideolojik işlevi sınıf çıkarlarının ve çelişki­
lerinin gizlenmesidir. Maddi servetin kapitalist sınıfın e­
linde toplandığı ve geniş halk yığınlarının sefalet ücretle­
rine mahkum edildiği burjuva toplumlarında egemen de­
ğerleri topluma aktarmak için medya her gün toplumu
yirmi dört saat ileti bombardımanına tutar. Medya bunu
yaparken de egemen sınıfın çıkarlarını toplumun genel
çıkarları olarak yansıtır.
Medya araştırmalarında ekonomi politik yaklaşımın e­
leştirel bir anlamı vardır. B u yaklaşım medyanın sahipliği
ve kontrolü, medya endüstrilerinin diğer e ndüstriyel yapı­
larla ve siyasal ve ekonomik toplumsal elit katmanlarla
bütünleşmesini sorunsallaştırı r. Yaygın olarak medyanın
çeşitlenmesi, ticarileşmesi, uluslar arasılaşması ve kar
motivasyonunun seyirci çekmeye etkisi ile reklamlar ve
bunun sonuçlarıyla medya pratiklerini ve içeriğini inceler.
Eleştirel ekonomi politik yaklaşım dünyanın işleyiş bi­
çimini sorgulayarak pek çok yanlış kabullerin ve mitlerin
üzerindeki örtüyü kaldırarak gerçeği ortaya çıkartır. Bu
yaklaşım olumsuz ve yıkıcı değil aksine özgürleştiricidir.
Bu yaklaşımın amacı insanlara iktidarlar tarafından nasıl
yönlendirildiklerini göstererek onları aydınlatır. B u anla­
yış küreselleşme, mülkiyet biçiminde yoğunlaşma (tekel­
leşme) gibi geniş kapsamlı konularda çalışır ve dünyaya
bir bütün içerisinde bakar onu anlar ve eleştirir.
Medya gibi kültür ve ideoloji üreten endüstriler önce­
likle onların ekonomik yapılarına bakılarak anlaşılabilir.
Böylece medya içerikleri ve taşınan mesaj lar bu anlamları
üreten kurumların ekonomik yapıları tarafından belirle­
nir. Ticari medyalar kendilerini reklam verenlerin ihtiyaç­
larına göre hazırlarlar ve amaçları mümkün olduğu kadar
çok izleyiciyi kendilerine çekebilmektir. Ama medyanın
mülkiyet biçimi veya medyanın ekonomik kontrolü yahut

1 32
Kitle İletişim Kuramları

mesaj üzerindeki kontrol karmaşık ve sorunludur. Bu


kontrolün işleme biçimini ampirik olarak göster 111e olana­
ğı yoktur (Gurevitch, \'d . , 1 9 82).
Ekonomi politik yaklaşıma göre belirli bir tarzda mad­
di 11ayatı üreten insanlar toplumsal ilişkileri de berabe­
rinde üretirler. Toplumsal hayatın üretimi beraberinde
bilincin, fikirlerin ve anlayışların üretim ini getirir. Yani
insanların düşünceleri onların maddi davranışlarının ü­
rünü olarak ortaya çıkar. Kısaca insanların düşünceleri,
anla)1ışları, fikirleri verili değildir. İ nsanlar maddi pratik­
leriyle birlikte bu maddi ha)1atın üretilme biçiminin ifade­
si olan düşünceleri, fikirleri ve anlayışları da üretirler.
B ilinç tarihseldir ve tarih içinde belirlenen biçimlerde
değişir. ''B ireylerin zihinlerindeki fikirler, gerek onların
doğa ile olan ilişkileri hakkındaki, gerek kendi araların­
daki ilişkiler hakkındaki, gerekse kendi öz doğaları hak­
kındaki fikirlerdir'' (Marx ve Engels, 1 99 9 : 66). Fikirler
toplumsal ilişkileri n gerçek veya hayali ifadesidirler. Bi­
linç demek bilinçli insan demektir. İ nsanların bilinçleri de
onların toplumsal ilişkileri kısaca maddi yaşam süreçleri­
dir. İnsanın bilinci insanı çevreleyen şey ile ilişkisidir.
Düşünce pratikten yalıtılamaz (Marx ve Engels, 1 99 2 : 2 1 ) .
'' İnsanlar, şimdiye kadar, kendileri hakkında, ne oldukları
)'a da ne olmaları gerektiği hakkında her zaman yanlış
fi kirlere sahip olmuş lardır . . . . Kendi beyinlerinin ürünleri,
onları yaratan beynin üstüne çıkmıştır. Yaratıcılar kendi
yarattıkları şeyler önünde secdeye var·ırıışlardır (Marx ve
Engels, 1 992 : 2 9). '' Bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş
biçimi, onların ne olduklarını kesin olarak yansıtır. Şu
halde, onların ne oldukları, üretimleriyle, ne ürettikleriyle
olduğu kadar, nasıl ürettikleriyle de örtüşür. Demek ki,
bireylerin ne oldukları üretimlerinin maddi koş ullarına
bağlıdır (Marx ve Engels, 1 9 92 :37).
Kapitalist toplumlarda iletişim, medya, enformasyon ,
kısaca bilinç ve kültür endüstrileri tamamen tekelci (ser­
best değil) pazarın mantığına göre işlemektedir. B u alan­
larda da mülkiyet ilişkileri vardır. Meta üretimine dayanı­
lır ve amaç kar maksimizasyonu sağlamaktır. B u alan

1 33
Levent Yay/agü/

tamamen bir ticari etkinlik alanıdır. B u alanda da metalar


üretilir, alınır, satılır ve kar elde edilir. B u alanlarda et­
kinlik göstermek tamamen büyük ser ıııayeye bağımlıdır.
Onun için bu etkinliklerin e n belirgin özelliği varolan top­
lumsal ve sınıfsal eşitsizlikleri yansıtıyor olmasıdır. B u
alanı sadece kapitalist sınıf kontrol edebilir. İşçi sınıfı tü­
ketici konumundadır. Yaşanan bütün değişme ve gelişme­
ler tekelci sermaye tarafından kontrol edilmektedir. Te­
kelci sermaye sadece bilinç ve kültür endüstrilerini değil
bütün dünyanın kaynaklarını kontrol eder. Gelişmeler
tekelci şirket kapitalizminin önceliklerinden kaynaklanır.
Bu alandaki gelişmeler kapitalist üretim ilişkilerini sürdü­
rür ve geliştirir (Webster, 1 995).
Kapitalizmin gelişimi ve sanayi devrimi ile birlikte kül­
türel ürünlerin mekanik olarak üretimi mümkün hale
gelmiştir. Tamamen kapitalizmin ürünü olan kitle iletişim
faaliyetleri de kapitalizmin kurallarına bağlıdır. Kapita­
lizm ile birlikte kitle iletişimi ve kültür alanında üretilen
ürünler de birer emtia ya dönüştürülmüştür. Dolayısıyla
birer zenginlik üretim aracı haline gelmişlerdir. B u yön­
den diğer emtialarla benzer özellikleri paylaşan iletişim
ve kültür ürünleri diğer emtialardan farklı olarak ideolo­
jik bir içeriğin de kitlesel olarak üretiminin ve dağıtımının
da gerçekleştirilmesini sağlamaktadır. Kültürel ve ileti­
şimse! içeriklerin emtia olarak üretim, dağıtım, bölüşüm
ve tüketim süreçlerini bir bütünlük içerisinde inceleyen
medyanın ekonomi politiği yaklaşımı, kapitalist toplum­
larda kültür ve iletişimin örgütlenme biçimini ve bu örgüt­
lenişin kapitalist sistemin işleyişindeki etkisini analiz e­
der. B u süreçte medya hem bir zenginlik yaratılmasını
sağlar hem de bu zenginliğin eşitsiz olarak bölüşülmesini
meşrulaştıran ideolojik bir araç olma işlevini yerine geti-
rır.

Kitle iletişimi alanında ekonomi politik yaklaşım, eko­


nomik ve siyasal güçlerin ve üretim ilişkilerinin medyanın
kurumsal yapısını ve içeriğini belirlediğine dikkat çeker.
B u yaklaşım ulusal ve uluslararası pazarda kültürel mal­
ların üretim ve dağıtımını belirleyen ekonomik ve politik

134

Kitle iletişim Kuramları

güçleri aç ıklayarak eleştirir. B una göre, medya kurumları


ve bunların ürettikleri emtialar sosyo-politik ve sosyo­
ekonomik toplumsal çevrenin ve egemen ilişkilerin dışa­
vurumudur. Medya kurumları ve bunların ürettiği mesaj­
lar ekonomi politik sistemin parçalarıdır. Medya kuruluş­
ları ve mesajları kapitalizmin ekonomik ve siyasal koşul­
larında üretilir. Egemen üretim ve mülkiyet ilişkileri bu
kurumların ve onların ürettiği içeriklerin doğasını belir­
ler.
B u yaklaşıma göre, medya kuruluşları ve bunların ü­
rettikleri mesajlar ekonomik ve politik gücün kullanımı
için vazgeçilmezdir. İletişim içeriklerini üreten medya
kuruluşları ile devlet arasındaki ilişkiler de bu yaklaşımın
çerçevesi içerisinde ele alınır. Bunu yaparken medya ku­
ruluşlarına kimlerin sahip olduğu ve ekonomik sistem
içerisinde onların kendi çıkarlarını gerçekleştirmedeki
yapısal sınırlar ve sınırlandırmaların neler olduğuna dik­
kat çekilir. B urada iktidar ilişkileri, örgütsel ve kurumsal
yapıların en önemli parçası olarak görülür (Slack ve Allor,
1 9 83). Medyanın ekonomi politiği yaklaşımı içerisinde iki
fa rklı yönelim yer almaktadır. Bunlar, araçsalcı ve yapı­
salcı yaklaşımlardır.
Araçsalcı (instrumentalist) yaklaşım medyayı kapitalist
sınıfın bir aracı olarak görür. Araçsalcılar medya üzerin­
deki etkileri ve üretim sürecinde kapitalist sınıfın kendi
çıkarları doğrultusunda kurduğu kontrol üzerinde odak­
lanırlar. B u yaklaşım iletişim endüstrilerinde üretim süre­
cini ve kurumsal politikaları belirleyenin mülkiyet yapısı
olduğunu belirtir. Hem tek tek endüstrinin kapitalist sa­
hiplerinin kimler olduklarına bakarlar hem de bir bütün
olarak iletişim ve kültür endüstrilerinin egemen sınıf tara­
fı ndan kontrol edildiğini ve onların çıkarına hizmet ettik­
lerini belirtirler.
Yapısalcı yaklaşım medya sahiplerinin niyetlerinden ve
eylemlerinden öte kapitalist ekonomik sistemin altında
yatan temel dinamiklere dikkat çeker. Bu yaklaşım medya
endüstrilerinin işleyişinde ve politikalarında endüstrinin
ve kapitalist ekonominin genel dinamikleri tarafından

1 35
Levent Yay/agül

konan sınırlama ve kısıtlamalara vurgu yapar (Murdock,


1 982). Her iki yaklaşım da radikal eleştirel yaklaşımlardır.
Araçsalcı yaklaşım özellikle büyük etki ve popülerlik ka­
zanmıştır. B u yaklaşım kolayca bir iddia ve komplo teori­
sine dönüşme ihtimaline sahiptir. Ancak Ralph Miliband
( 1 989) gibi bilim adamları araçsalcı yaklaşımın daha so­
fistike biçimlerini geliştir rııek için çalışmışlardır.
Yapısalcı yaklaşım iki kaynaktan beslenir. B irincisi
Louis Althusser'in yaklaşımlarına ve çalışmalarına daya­
nırken, diğeri Marksist ekonomi politik yaklaşımın med­
yaya uygulanmasına dayanır. B u iki yaklaşım da eleştirel
yaklaşımlar olarak burjuva çoğulcu yaklaşımların karşı­
sında yer alır (Murdock, 1 9 80) .
Yapısalcı analizde ekonomi politik yaklaşım, ekonomik
dinamiklerin medyanın çıktılarını ve işleyiş şeklini biçim­
lendirdiğini belirtir. B u durum iktidar tarafından da des­
teklenir. B u yaklaşıma göre kapitalist ekonominin yapısı
ve dinamikleri medyanın örgütsel yapısını ve işleyişini
belirler. Mülk sahiplerinin ve diğer kapitalistlerin medya
üretim sürecine doğrudan karışmalarına ihtiyaç yoktur.
Çünkü egemen olan işleyiş biçimi ve Pazar yapısı medya
ürünlerinin onların çıkarlarına karşı olmak şöyle dursun,
çıkarlarını destekleyici olmasını sağlar. Medyanın serma­
yeye olan bağımlılığı doğrudan karışma ya da yönlendir­
meden çok işleyişin öznelliğinden kaynaklanmaktadır.
Var olan işleyiş biçimi o haliyle egemen tarzı ve sınıf e­
gemenliğini hem pekiştirir, hem de etkin hale getirir. Bu
işleyiş biçiminde medya kapitalist sınıfın emrinde değil,
onun yerine ve onun adına hareket eder. Ekonomi politik
yaklaşım çoğulcu yaklaşımın tüketici egemenliği ve (med­
ya) üretiminin göreli bağımsızlığı argümanına karşı çıkar.
Çoğulcu yaklaşım medya içeriklerinin okuyucu/izleyici
tarafından belirlendiğini iddia eder. Oysa me\•cut yapı
durumun böyle olmadığını göstermektedir. Çünkü pratik­
te egemen Pazar yapısı içerisinde tüketicinin tatmini eko­
nomik koşulların garantisi değildir. Alım gücü düşük olan
bir kalabalığın pek bir anlamı yoktur. Önemli olan alım
gücü yüksek olan bir tüketici grubun reklam verenlere

136

Kitle Iletişim Kuramları

satılabilmesidir. İzleyicisi yüksek olan ama reklam alama­


yan bir medya kuruluşunun varlığını sürdürebilme şansı
çok yüksek değildir. Medya sahibinin kar amacı onun
medyayı sürdürme amacını da belirler. Bazen sahip oldu­
ğu diğer kuruluşlardan kaynak aktarımı yaparak medyayı
siyasal amaçlarla da işler durumda bırakabilir.
Egemen yapı içerisinde yeni bir medya ancak çok bü­
yük holdingler tarafından kurulup işletilebilir. Yeni bir
medya kurarak bunu işler durumda sürdürmek, gerekirse
zararlarını başka ortak kuruluşlardan finansman aktarımı
yoluyla gerçekleştirmek egemen yapının yerleşik duru­
munu korumasına yardımcı olmaktadır. Kaynakların da­
ğıtımındaki eşitsizlik belli kişi, grup ya da sosyal sınıfların
medyaya sahip olarak egemen yapıya alternatif görüşler
yaymasını engellemektedir. Oysa çoğulcu görüşe sahip
olanlar medyanın var olan yapı içerisinde bütün görüşleri
aktarabileceğini iddia eder. Çünkü içeriği okuyucu/izleyici
belirlediği için izleyici ne isterse medyada o karşılık bulur.
Ancak bu iddiaların aksine taril1i boyunca medya ve
bası n, (şimdi ikisi mülkiyet yapısı içerisinde birleşti) ser­
mayeye bağımlı olmuştur. Medya popüler kültürün sürekli
bir biçimde oluşturucusu olmuştur. Medya yaygın bilincin
oluşmasında eksik ve taraflı davranır. Medyanın ideolojik
eğilimi status q(JU 'cu, milliyetçi \1e cinsiyetçidir. Bu na kar­
şılık, sendika, emek 11areketi ve sol eğilimlere karşı, bun­
ları itibardan düşürmeye yönelik bir yaklaşıma sahiptir.
Popüler medya programları cinselliğe, sansayona, kişi­
sel hikayelere ve kişisel doyuma dayanır. Medya her za­
man sisteme karşı olan radikal düşüncelerin ve hareketle­
rin düşmanıdır. Radikal l1areketler kendi düşüncelerini
yayabilmek için pazara ve medya sektörüne girebilecek
sermayeye sahip değillerdir. İş yapış biçimlerinde kısmi
özgür olan medya profesyonellerinin seçimleri medyanın
üretim biçimi tarafından sınırlandırılır. Tekelci rekabet
var olan veya var olabilecek medya kuruluşlarının sayısını
sürekli azaltmaktadır. Mümkün olduğunca çok okuyucuya
izleyiciye ulaşma isteği medya içeriklerinin gitgide birbi­
rine benzemesine yol açmaktadır. B u içerik de ünlü ve

1 37
Levent Yaylagül

zengin kişilerin özel hayatları, tüketim, sağlık, moda, boş


zaman, kişisel ilişkiler ve tatil gibi konular üzerinde yo­
ğunlaşmaktadır. Alt sınıfların toplumsal sorunlarına yer
verilmez. Verilse bile bağlamından koparılarak, kişiselleş­
tirilerek ve gösteriye dönüştürülerek verilir. Kişilerin dik­
katleri yukarıda sayılan kişisel konulara yöneltilince top­
lumsal sorunlarla uğraşacak zaman kalmaz.
C.Amerika'da Ekonomi Politik Yaklaşım
İletişimin ekonomi politiği konusundaki çalışmalar,
öncelikle iletişimin uluslararası boyutunun incelenmesiyle
başlamıştır. 1 9 70'li yıllarda uluslararası iletişim alanında
yapılan çalışmalarda iletişim alanının uluslararasında
eşitsiz bir bağımlılık ve sömürü ilişkisi içerisinde gerçek­
leştiği \'e bu durumun kültür ve medya emperyalizmi ol­
duğu görüşü geliştirilmiştir. Üçüncü dünya ülkeleri mer­
kez ülkelerden ürün transfer etmekte ve bununla birlikte
gelen profesyonel ideoloj iler toplumların bilincinin ve
kültürünün şekillenmesini sağlamaktadırlar.
1 960'lı yıllarda Latin Amerika ülkelerinin analizi sonu­
cu geliştirilen Bağı11ılılık kuranı/arına dayalı olarak kültü­
rel bağımlılık kuramı geliştirilmiştir. B u yaklaşımın te­
melleri 1 950'lerde atılmıştır. Temsilcileri ekonomi ala­
nında Paul Baran, A . G . Frank ve iletişim alanında A.
Mattelart, Tapio Varis, Cees Hamelink ve H . Schiller'dir.
Bağımlılık teorisine göre kalkınma ve azgelişmişlik
karşılıklı etkileşim içindedirler. Kalkın(a)mamanın sebebi
modernistlerin iddia ettiği gibi sermaye ve yönetim eksik­
liği değil, dünyayı, merkezinde sanayileşmiş ülkelerin bu­
lunduğu ve çevrede Üçüncü dünya ülkelerinden oluşan iki
kutuplu uluslararası eşitsiz iş bölümüne dayanan dünya
sistemidir. B u sistemin işleyişi gelişmişleri dal1a da geliş­
tirirken az gelişmişleri de az gelişmişlik yönünde gelişti­
rir. B u uluslararası yapı çevredeki ülkelerde sermaye biri­
kimini ve kalkınmayı engeller. Çünkü çevre ülkelerdeki
artı değer, kar olarak merkez ülkelerde toplanmaktadır.
Üçüncü D ünya ülkelerinde bağımlılık sadece ekonomik
bir olgu değildir, hayatın her alanını kapsamaktadır. Ör-

138
Kitle İletişim Kuramları

neğin eğitim sistemi sömürgecilik sonrasında da merkez


ülkelerin taklit edilmesiyle gerçekleşir. Ayrıca çok uluslu
şirketler yayın ve medya yoluyla Üçüncü Dünya ülkelerin­
deki insanların düşünce biçimlerini ve bilinçlerini biçim­
lendirmektedir. Üçüncü Dünyanın kalkınması ancak yeni
bir uluslararası ekonomik düzen kurulmasıyla mümkün­
dür(Sonaıke, 1 996: 1 9).
Batı teknolojiyi kontrolünde tutmaktadır. Teknolojiyi
kitlelerin erişmesinden uzak tutacak patentleri, hak sahip­
liği, danışmanlık ücreti, ithal vergileri, nakliye harçları ve
finans sihirbazlığı ile bu kontrolü pekiştir rııektedir. Medya
Üçüncü Dünyaları ''küçük Amerika''lara çevirmeye çalış­
maktadır(Sonaıke, 1 996:23-4 ) .
B u yaklaşım merkez ile çevre arasındaki ilişkinin mer­
kezin egemenliğine dayalı dengesiz bir ilişki olarak gör­
müştür. B u yaklaşım bağımlılık ilişkisinin merkez ile çev­
re arasındaki bir ilişki biçimi olduğunu, yalnızca ekono­
mik ve siyasi alanı değil, kültürel alanı da kapsayan
kompleks bir ilişki biçimi olduğu görüşüne dayanır. B u
incelemeler metin analizi ile ilgilenmezler ve kapitalist
yapının bir parçası olarak iletişimin ekonomik yapısına
ağırlık verirler. Bu ekonomik ''e kültürel bağımlılık yakla­
şımı kültür emperyalizmi tezinin doğmasını sağlamıştır.
Ekonomi politik yaklaşıma dayalı olarak medya em­
peryalizmi tezi geliştirilmiştir. Medya emperyalizmi ulus­
lararası medya faaliyetlerinde iki şekilde ortaya çıkar. İlk
olarak, uluslararası medya akışının tek yönlü olmasında,
sonra da uluslar arası medya alanında belli ülkelerin nü­
fuz sahibi olmasında. Bu yaklaşıma göre medya emperya­
lizmi bir ülkedeki medya yapısının diğer ülkelerin medya
yapılarına bağımlı ve onların çıkarına hizmet etmesidir.
B u yaklaşımın en önemli temsilcisi Herbert Schillerdir.
Schiller, Neo-Marksist yaklaşımın geliştir ıııiş olduğu ba­
ğımlılık kuramlarından hareketle iletişim uluslar arası
boyutunu incelemiştir.

1 39
Levent Yaylagü/

1 . Herbert Schiller: Amerikan İmparatorluğu 'nun


Hegemonyası
Eleştirel medya çalışmalarının Amerika Birleşik Dev­
letleri 'ndeki en önemli temsilcisi olan Herbert Schiller
çalışmalarında ekonomi politik )'Öntemi kullanmıştır.
Herbert Schiller'in çalışmaları kitle iletişim siyasalarının
ve kitle iletişim endüstrilerinin ekonomi politiğinin en
önemli analizleridir. Daha çok iletişimin uluslararası bo­
yutları üzerinde çalışan H . I . Schiller, iletişimin kapitalist
Amerikan imparatorluğunun (emperyalizminin) yayılması
için nasıl 11izmet ettiğini ortaya koymuştur. Herbert
Schiller'in Ma.<;s C'onınıılrıication and A nıericarz Eıızpiı·e
( 1 9 7 1 ) çalışması, az bulunan Marksist ampirik çalışmala­
rın istisnai bir örneğini sunar. Schiller'in tezine göre
ABD'nin televizyon alanında ihraç ettiği programlar dün­
yayı kontrolü altına almak isteyen Amerikan askeri­
endüstriyel kompleksinin çıkarına l1 izmet eder. H.
Schiller' e göre, iletişim ve medya alanındaki kültür em­
peryalizmi emperyalist sistemin önemli bir parçasıdır.
Kültürel ve ekonomik alanlar birliktedir. Kültürel üretim
de kapitalist biçimde bir endüstri olarak örgütlenmiştir.
Bu sistemde üretilen ürünler, diğer ürünlerden farklı ola­
rak ideoloj ik bir karakter taşımakta ve sistemin çıkarına
hizmet etmektedir.
Schiller'in ilk iddiasına göre, Amerika'daki telekomü­
nikasyon alanı görünüşte ticari olmasına rağmen Ameri­
kan radyosu, genel anlamda gittikçe Federal 11ükümetin,
özel olarak da Savunma Bakanlığı 'nın kontrolüne girmiş­
tir. Amerika içindeki radyo ve tele\1izyonların amacı tele­
vizyon alıcıları aracılığıyla reklamı yapılan malları sata­
rak tüketim kültürünü yerleştirmektir. Daha önceki eğitici
radyolar bu alanın ticarileşmesi ile yok oldu. Schiller, da­
ha eğitici ve daha az ticari bir yayıncılıktan yanadır.
1 950'den sonra özellikle 1 9 6 1 'deki Küba ''Domuzlar Bur­
nu'' çıkarmasının fiyasko ile sonuçlanmasından sonra
Amerikan televizyonu gittikçe Wasl1ington 'un denetimine
girmiştir. Amerikan televizyonu Amerikan savunmasının
en büyük yardımcısıdır ve kes inlikle federal hükümetin

1 40

Kitle iletişim Kuramları

uygulamalarını eleştirmez. 1 960 'la rla birlikte Amerikan


televizyonu bütün dünyada büyük bir patlama gösterdi.
Bu alanlar, teknik donanı m, programlar ve reklamcılıktır.
Schiller, bunu bütün dünyayı elektronik olarak gözetle­
mek ve denetlemek isteyen Amerikan askeri-endüstriyel
kompleksinin genel girişimlerinin bir parçası olarak gör­
mektedir. Bunu yaparken ABD'nin homojen ticari kültürü
bütün dünyada egemen olacaktır. ABD, bütün dünyaya
hem televizyon alıcıları, hem televizyon programları ve
Amerikan reklam şirketlerinin etkinliklerini ihraç etmek­
tedir. Bunlar aracılığıyla Amerikan tüketim maddeleri
bütün dünya)'! istila etmektedir. B u il1raç patlaması ile
birlikte yerel ve otantik kültürler savunmacı bir pozisyona
geçmişler ve homojen Amerikan tüketim ve ticari kültü­
rünün tehdidiyle karşı karşıya kalmışlardır.
Amerikan ticari televizyonları ve bunların içerikleri o
kadar güçlüdür ki, dünyada çok az ulus bunlara karşı ko­
yabilir. Amerikanın etkisi ve Amerikan reklam ajansları­
nın baskısıyla neredeyse bütün dünyada ticari yayıncılığa
geçilmiştir. Schiller'e göre 1 9 60'larda Amerikan politikası
dünyada merkezi bir öneme sahip olurken ABD, uydu
yolu ile fakir ulusları pasifleştirmeye ve kontrolü altına
almaya başlamıştır. ABD hükümeti, telekomünikasyon ve
uydu politikalarını ATI, ITI ve RCA gibi dev elektronik
şirketlerine teslim etti ve böylece Batıda ABD 'ye üstünlük
sağlayan I NTELSAT anlaşmaları tartışılmaya başlandı.
Böylece bu politika Amerikan ticari televizyonculuğunun
temel direği haline geldi ve bütün dünyaya yayıldı. B öyle­
ce dünya kültürünün homojenleştirilmesi tamamlanabile­
cekti. Uydu aracılığıyla Amerika'nın egemen bilinci bütün
evlere aktarılabiliyordu.
Schiller' e göre, 90'larla birlikte sona erdiği iddia edilen
tarih ve sınıf savaşımları bitmemiş, aksine şiddetlenmiştir.
Emperyalist ülkeler hala ekonomik, kültürel ve stratej ik
kaynakları kontrol etmektedirler. Schiller' e göre ( 1 976;-
1 9 84; 1 99 3 ) ulus-aşırı veya çokuluslu şirketler şeklinde
örgütlenen Amerikan sermayeli küresel şirketler bütün
dünyanın insanlarını kontrol edip denetlemek ve kapita-

14ı
Levent Yay/agül

lizmin ekonomik ve ideoloj ik çıkarlarına uygun tüketici ve


seçmenler yaratmak için hegemonik mesajlar üretmekte
ve bu insanların düşüncelerini yönetmektedir (mind
managing). Schiller'in analiz ettiği konular arasında ta­
rihsel bağlamı içerisinde İ ngiliz imparatorluğunun 1 9 .
yüzyıldaki temel politikası olan serbest ticaret doktrininin
Amerika B irleşik Devletleri tarafından ''enformasyonun
serbest akışı'' adı altında uluslararası iletişim alanına na­
sıl egemen olduğunu göster rrıiştir. Ona göre, günümüzde
uluslararası şirketler, hem askeri endüstriyel kompleks ve
iletişim pazarındaki askeri araştırmaların ve gelişmelerin
yan ürünlerinin ticaretini yapmaktadırlar.
ABD tabanlı ulus-aşırı şirketlerin tekelleşmeleri yine bu
şirketlerin hardware (donanım) ve software (içerik) üze­
rindeki tekellerinin Üçüncü D ünya ülkeleri üzerindeki
etkilerini incelemiştir. Schiller, diğer analizlerinde, klasik
ekonomi politik ve onların on yedinci yüzyıldaki selefleri­
nin geleneğine dahildir. O dönemin ekonomi politikçileri
gibi Schiller'in çalışmaları da zımni bir ideoloj ik perspek­
tife ve tutarlı bir eleştirel kuramsal yönteme sahiptir. A­
dam Smith ve David Ricardo ' nun kendi dönemlerindeki
kurulu düzenlerinin politikalarına ve yapılarına karşı
çıkmaları gibi Sc�ıiller de tekelci kapitalizmin egemen
baskısına karşı çıkarak geleneksel ve eski kolonyal ülkele­
rin ekonomik ve kültürel bağımsızlıklarını savunur
(Smythe ve D inh, 1 98 3 : 1 2 5) .
Herbert Schiller ( 1 993 )' e göre medya kesinlikle eko­
nomik işlevlerinin yanında ideolojik bir araçtır ve toplu­
mu manipüle ederek zihinleri yönlendirmekte ve topluma
paketlenmiş bilinç sunmaktadır. Medya manipülasyon ve
paketlenmiş bilinç içeriği oluşturabilmek için beş temel
mite başvurur. Bunlar sırasıyla;
a. Bireyselcilik ve Kişisel Tercih Miti: Kapitalist
toplumlarda üretim araçlarının özel mülkiyette bulunması
savunulur. Ayrıca bunun kişinin (kapitalistin) varlığının
vazgeçilmez bir öğesi olduğu düşünülür.
Schiller'e göre de kapitalist toplumlarda toplumsal ol­
gular ve olaylar bireysel eylemlerin bir sonucu olarak gö-

1 42
Kitle İletişim Kuramları

rülür ve toplumsal eylemler bireyin seçim ve kararının


sonucu olarak açıklanır. Kişisel eylem ve pratiklerin kla­
sik propaganda araçlarının etkisiyle (örneğin; okul ve din­
sel öğretiler gibi) olabileceği kabul edilmez. Oysa bazı
bireysel tercihler bile, örneğin bir kimsenin belli bir yiye­
ceği veya başka bir şeyi tercih etmesi medyada her an ya­
pılan reklamların o bireyin bilinç altına etkisi sonucu olu­
şabilir. Ya da bazı tercihlerde kişiler içinde yetiştikleri
dinsel ortamın etkisinde kalabilirler (örneğin; Müslüman­
ların domuz eti yememesi gibi). B u durum, bireysel ter­
cihten çok toplumsal yapının belirleyiciliği sonucudur.
Çünkü; bireyler her yönüyle toplumsal olan pratikler tara­
fından belirlenirler.
B urjuva yaklaşımı insanı ve toplumu anlamada birey­
den yola çıkar. B unun temelinde de klasik ekonomi politi­
ğin yaklaşımı (özellikle; Adam Smitl1) yatar. Louis
Althusser' e göre ( 1 9 87: 20) ''birey'' burj uva ideoloj isinin
uydurduğu bir mittir. Klasik ekonomi politiğin aksine
Marksist ekonomi politik insanı ve toplumu anlamada
hiçbir zaman bireyden hareket etmez. Ekonomik olarak
verili bir toplumsal dönemden yola çıkar ve yapmış oldu­
ğu inceleme ve analiz sonucunda gerçek insana yani
maddi hayatı ve toplumsal yaşamı üreten ve yeniden üre­
ten insana ulaşır. B u insanlar egemen üretim tarzını top­
lumsal ve sınıfsal ilişkilerinden ve sınıf savaşımından yola
çıkan bir analizin varış noktasıdır. Toplum hiçbir zaman
kendisini oluşturan insanların bir toplamı değildir. Top­
lum rasgele bireylerden oluşmaz. Hatta toplumu oluştu­
ran sınıflar dahi rasgele bireylerden oluşmaz. Toplum
kendisini oluşturan insanların içinde yaşadıkları, çalıştık­
ları ve savaştıkları bir toplumsal ilişkiler sistemidir. Top­
lum sınıflardan oluşur ve her bir sınıfın kendi yaşama,
çalışma ve sınıf savaşımı sonucu biçimlenmiş bireyleri
vardır. Gerçek insanlar sınıfsal koşulların şartlandırdığı
insanlardır.
b. Yansıılık Miti: Toplum , l1ükümetin, medyanın, eği­
timin ve bilim in toplumsal çıkar kavgalarının dışında ol­
duğuna inandırılır. Oysa bu toplumlarda medya tamamen

1 43
Levent Yaylagül

ticari bir yapı arz eder. Mevcut ekonomik sisteme bağlı ve


bağımlıdır. Aynı şekilde insanların bilimin yansızlığına
inanmaları istenir. Ancak eğitimin amacı da egemen sını­
fın amaçları doğrultusunda insanları şartlandırmaktır.
c. Değişnıeyen İnsan Tabiatı Miti: Zihin yönlendirenle­

re göre ne insanın tabiatı ne de dünya değişmez bir yapı­


dadır.
d. Sosyal Çatışmanın Mevcut Olmadığı Miti: Her türlü
toplumsal mesaj üretim merkezleri toplumda meydana
gelen her türlü çatışmayı gerek oluşumu, gerekse kökeni
itibarıyla bireysel bir sorun olarak sunarlar. Enformasyon
yöneticileri için, çatışmaların toplumsal (sınıfsal) kökeni
yoktur. Her türlü filmde olduğu gibi ''iyi'' ve ''kötü" çocuk­
lar vardır.
e. Medya Pluralizmi Miti: B una göre toplumda enfor­
masyon çeşitliliği vardır. Böyle bir ortamda kişisel tercih­
ler ön plana geçmektedir. Özetle; kapitalist toplumlar ço­
ğulcu toplumlardır ve seçme özgürlüğü vardır.
Oysa kapitalist toplumlarda her türlü ekonomik faali­
yetlerde tekeller hakimdir. Bu nlar etkin oldukları her a­
landa enfoı rııasyon seçimine birtakım kısıtlamalar getirir­
ler. Gerçekliğin tek bir versiyonunu sunarlar bu da onla­
rın kendi gerçeklikleridir. Haber alma ve yayma işi çok
pahalı bir iştir. Bundan dolayı bu işler tamamen karı (do­
layısıyla kapitalist mantığı) ön planda tutan büyük hol­
dinglerin tekelindedir.
Schiller'e göre ( 1 993 : 40) medya çifte bir tarzda devam­
lı bir gelişme içerisindedir. Öncelikle ticari kurallara göre
çalışmaktadır. Geliri itibarıyla da reklamcılara muhtaçtır.
Medya mülkiyet yapısı ve destekçileri itibarıyla genel eko­
nomiye bağlıdır. Medya başlı başına bir endüstridir. Fark­
lı tipte ürünler sunmaz. Medyanın amacı içeriğini sın ırlar.
Amacı; kar etmek ve özel mülkiyet esasına dayalı tüketim
sisteminin kabulünü ve sürekliliğini sağlamaktır.

1 44

Kitle iletişim Kuramları

2 . Dallas Smythe: Reklamlar ve İıleyici Emtiasının


••

Uretimi
1 9 70 'lerde eleştirel medya çalışmalarının gelişmes iyle
çağdaş kapitalist toplumlarda kitle iletişiminin ve reklam­
cılığın rolü sorgulanmaya başlanmıştır. Böylece ana akım
medya çalışmalarının aksine eleştirel çalışmalar kitle ile­
tişiminin adil olmayan sosyal düzeni sürdürmede kitleler
üzerindeki toplumsal ve kültürel etkilerini araştır ıııaya
başlamışlardır.
Reklamcılık toplumsal bir iletişim biçimidir. Endüstri­
yel pazar ekonomilerinde reklamcılık temel kurumlardan
birisidir. Reklamlar siyasal ve toplumsal olarak kullanılır.
Reklamcılar, anlamlar sistemi, kimlik ve prestij yaratırlar.
Bunu kendi ürünleriyle ve yaşam stillerini, sembolik de­
ğerleri ve zevki birleştirerek gerçekleştirirler. Reklamcılar
mallar hakkında topluma bilgi vererek toplumsal ilişkileri
yönlendirirler. O nlar bireylere moda olanı gösterirler;
popüler ve başarılı olmak için ne yapmaları gerektiğini
söylerler ve bu amaçlara ulaşmak için seyircileri belli
malları almaları gerektiğine ikna ederler. Reklamlar bi­
reylerin sosyalleşmesinde ve toplumsal yeniden üretimle­
rinde çok önemli bir rolü olan kalıplaşmış anlam sistem­
leri oluştururlar. Kapitalist sistemde Pazar sadece malla­
rın ve paranın dolaştığı bir mekanizma değil aynı zaman­
da bir kültürel sistemdir. Reklamlar insanlara hazır dav­
ranış ve rol kalıpları sunarlar(Harms ve Kellner, 2006).
Tekelci kapitalist toplumda reklamcı destekli kitle iletişim
araçları izleyicileri meta haline getirerek reklamcılara
satar. Re klamcılar reklam 11arcamasıyla izleyicilerin dik­
katlerini satın alırlar. Tekelci kapitalist toplumda televiz­
yon ve radyo programları ücretsiz sağlanır. Gazeteler ve
dergiler sadece dağıtım fiyatı gibi çok küçük bir fiyata
sağlanır. Medyada yer alan bilginin, eğlencenin ve eğitim
malzemesinin asıl amacı izleyicinin dikkatini reklamı ya­
pılan ürünlere ve hizmetlere çekmektir. Bunun için med­
ya kuruluşları en çok izleyiciyi çekecek programlar için
birbirleriyle yarışırlar. Reklamcılar tüketicilere hangi
markaları alacaklarını öğretirler. Kısaca; onlar reklamı

1 4.5
Levent Yaylagül

yapılan mallara talep yaratırlar. B unu yaparken izleyiciler


kendi emek güçlerini yeniden üretirler. Boş zamanlarında
kendi kişisel ilgi ve çıkarları peşinde koşan insanlar hiçbir
toplumsal ve siyasal etkinlikte bulunamaz. Tekelci kapita­
lizm reklamlar aracılığıyla talep yönetir ve yönlendirir.
Kapitalist toplumda uyumadan geçirilen bütün zamanlar
iş zamanıdır. İşçiler tüketerek kendilerine statü ararlar.
Ayrıca işe giderken veya işten dönerken de gazete ve der­
giler okunur. Reklamcılık küresel holdinglerin bütünleşik
birer parçası haline gelmiştir. Tekelci kapitalizm kitleleri
önce ücretli işçiler haline getirmiştir. Aynı zamanda bu
kitleler birer tüketicidir.
Özetle söylenecek olursa; tekelci kapitalizm pazarı
kontrol ederek reklamlar sayesinde talebi yönlendirir.
Medyanın amacı talebi yönetmektir. Kitle medyası tekelci
kapitalizm tarafından geliştirildi . Amaç, insanlara tüketi­
mi öğretmek, oy ve vergilerle sistemi desteklemeyi sağla­
mak, kamuoyu oluşturırıak ve kar etmektir (Smythe,
1 977).
Reklamlar insanlara sadece malları satmazlar mallarla
birlikte bir kimlik de satarlar. İnsanlar reklamı yapılan
herhangi bir ürünü satın alırken düşünsel düzlemde de
başka bir boyuta geçerler. Reklamı yapılan nesne, her­
hangi başka bir sosyal olgu ile birleştirilerek yapılar. Za­
ten reklamların amacı malları tanıtmak değil bir ihtiyaç
yaratmaktır. Sonra da bu yaratılan il1tiyaca cevap verilir.
Medya kullanılarak sürekli bombardımanla insanlarda
yaratılan bu yeni bilinç şekli onların özgür seçimi olarak
sunulur.
Günümüz toplumlarının kültürü büyük oranda reklam
şi rketleri tarafından biçimlendirilmektedir. Reklamların
amacı tüketimi teşvik etmektir. Tüketilecek şeyler çoğal­
dıkça insanlar tüketebilmek için daha çok çalışmakta da­
ha çok çalıştıkça da daha çok yabancılaşmaktadırlar. Rek­
lam sektörü kapitalizmin kendini )'eniden üretmesinin
koşullarını hazırlar. Reklamlar enformasyon olarak ve
sistemin işleyiş biçimi de enformasyon toplumu olarak
pazarlamaktadır. Bazıları içinde yaşanılan çağı enfor-

1 46

Kitle iletişim Kuramları

masyon toplumu olarak düşünse de içinde yaşanılan çağ


emperyalist aşamadaki kapitalizm çağıdır. Reklamlarla
sadece maddi mallar değil ideolojiler de satılır. Ö ncelikle
sistemin kendi ideoloj isi ideoloj ilerin sonu ideolojisiyle
nesnellik kılıfına sarılarak satılır.
Reklamcılık e n büyük propaganda sistemidir. Bu pro­
paganda bütün dünya halklarının kültürünü biçimlendirir
hale gelmiştir. B ugün bağımsız bir kültür ve dolayısıyla
bağımsız insan yoktur. İ nsanların düşüncelerinin propa­
ganda sistemleri aracılığıyla yönlendirildiği bir ortamda
bağımsız bireyden bahsedilemez. Reklamlar aracılığıyla
malların, değerlerin ve kavramların kısaca sistemin kendi
ideoloj isinin satışı o kadar sık yapılmaktadır ki insanlar
bundan kesinlikle kaçamamaktadır.
Medya için izleyiciler iki açıdan önemlidir. B irisi tüke­
tici olarak çünkü reklamcılık kapitalist toplumlarda '' in­
sanları daha fazla çalışıp parayı güçlendirerek kendilerine
daha fazla satın alma olanağı tanımaya güdüleyen temel
kurumlardan birisidir ( Berger 1 9 93). İkincisi emtia ola­
rak. Emtia, satılmak için üretilen bir şeydir. Reklamcılık
izleyicileri reklam şirketlerine satmak için avlar. Dallas
Smythe tarafından medya ve genel olarak sistem, bireyleri
''izleyici emtiasına'' dönüştüren bütünleşik bir süreç ola­
rak görülür. B u görüşe göre, medya tarafından sadece
tüketiciler üretilmez fakat izleyicinin kendisi emtiaya dö­
nüştürülerek reklamcılara satılır. Ayrıca uluslararası a­
landa da reklamcılık ulus-aşırı reklam şirketine sadece
ticari imajlar ve mesaj ları üretecek araçlar sağlamakla
kalmaz fakat ayrıca tüketim kültürüne inanan ve katılan
kitleler yaratma imkanı da sağlar.
Aynı zamanda reklamcılık ideolojik bir işlev de yerine
getirir. Özellikle Amerikalılar tarafından içselleştirilen bu
yaklaşımda tüketim demokrasi ve özgürlük ile eşitlenir ve
toplumsal beklentilerin emtiaların tüketimi aracılığıyla
gerçekleşeceği yönündeki kültürel etkiler ticari medya
sistemine olan bağımlılığı artırmaktadır. Pazar için tükce­
ticilerin ve bir tüketici kültürünün yaratılması sisteminin
acil ihtiyaçlarındandır (Schiller, 1 9 8 3 : 2 54).

147
Levent Yaylagül

Dallas Smythe ( 1 960), medya ve kültür endüstrilerinin


nasıl organize oldukları ve bunların uyduğu politikaları
inceleyerek kapitalist toplumsal yapı içerisinde kitle ileti­
şim faaliyetlerinin anlaşılabileceğine dikkat çeker. Yani
medya kuruluşlarının yapısal özelliklerinin ve politikala­
rının ancak bu kurumları çevreleyen kapitalist toplumsal
yapı bağlamında anlaşılabileceğine dikkat çekerek iletişim
çalışmalarına önemli bir katkı getirmiştir. Çünkü, iletişim
kaynaklarının dağılımı genel maddi kaynaklarının dağılı­
mının bir parçasıdır. Medya kuruluşlarının önemi sadece
onların ideoloji üretme kapasitelerinde değildir. B u ku­
rumlar kapitalist üretim ve dağıtım sürecinin temel bir
bileşeni olarak kapitalizmin satış çabasına hizmet eden
bilfiil ekonomik kurumlardır. Medyanın ideolojik ve kül­
türel fonksiyonu bu yapıdan kaynaklanmaktadır.
Dallas Smythe ( 1 97 7 ve 1 9 8 1 ) Batı Marksizm'i olarak
.

adlandırılan gelenek içerisinde, ideoloji)1e özerklik atfe­


dilmesini 'kör nokta' olarak tanımlar. Smythe'ye göre,
kitle iletişim araçlarını ideoloj ik aygıtlar olarak gören yak­
laşım ve analizler, kapitalist toplumlarda bu sistemlerin
temel fonksiyonlarını açıklamaktan uzaktırlar. Medyayı
sadece ideoloj ik bir aygıt olarak görmek Marksist bir yak­
laşım için yetersiz bir açıklamadır. Marksizm 'in sorması
gereken ilk soru, kitle iletişim sisteminin se rmaye için
hangi ekonomik fonksiyonu yerine getirdi ğidir. İdeolojik
işlevin ötesinde medya nın ekonomik bir işlevi vardır. Kitle
iletişimi ekonomi politik bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
Ekonomi politik ise kapitalist toplumlardaki emtialaşma
sürecini ve bunun sonuçlarını analiz eder. Kitle iletişim
sistemlerinin temel emtia biçimi yani bu endüstrinin üret­
tiği emtia ''izleyic iler"dir. Böylece Smythe'ye göre, kapita­
list toplumlardaki kitle iletişim endüstrisinin temel işlevi
izleyicilere ideolojik paketler satmak değil, izleyicileri rek­
lam verenlere satmaktır.
Smythe 'nin bu yaklaşımı, Garnham ( 1 979) tarafından
çelişki düşüncesinden yoksun olmakla, doğrudan değiş
tokuş edilen kültürel malların işlevlerini, devletin bu sü­
reçteki rolü ve reklam ser rııayesinin kendisinin işlevlerini

1 48

Kitle iletişim Kuramları

detaylı bir şekilde ele almamakla eleştirilir. Ayrıca izleyici


emtiasının üretilmesi sürecinde sınıfsal belirleyiciler ve
sınıf mücadeleleriyle ilişkisinin kurulmadığını belirtir.
Smythe 'nin yaklaşımının Avrupa 'dan ziyade Amerika için
geçerli olduğu yönündeki eleştiri ise 1 9 80 ' li yıllarda yaşa­
nan deregülasyon süreciyle geçersiz hale gelerek Smyt­
he 'nin haklı olduğunu ortaya koymuştur.
3. Herman ve Chomsky: Haber Medyasının Ekonomi
Politiği
Noam Chomsky 1 9 2 8 yılında Philedelphia' da Yahudi
bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. İlk ve orta
öğrenimini Pl1iledelphia 'da tamamladıktan sonra,
Pennsylvania Üniversitesinde dilbilimin yanı sıra matema­
tik ve felsefe okumuştur. Dilbilimi konusunda Zellig
Harris 'in etkisinde kalmıştır. ''Morpho-phonemics of Mo­
dern Hebrew''( 1 95 1 ) başlıklı teziyle master derecesi al­
mıştır. Doktora (Ph.D) derecesini Pensylvania Üniversite­
si 'nden almasına rağmen çalışmalarının çoğunu 1 95 1 ve
1 9 5 5 yılları arasında Harvard Üniversitesi'nde gerçekleş­
tirmiştir. 1 95 5 yılından beri Massachuset Teknoloji Ensti­
tüsü'nde çalışmaktadır ve 1 976' dan beri bu enstitüde pro­
fesördür.
Chomsky Amerikan kamuoyu tarafından sol-liberal bir
aydın olarak tanınmaktadır. Amerikanın iç ve dış politik
meseleleriyle ilgili bir düzineye yakın kitabı vardır. B u
eserlerin en tanınm ışları şunlardır: American Power and
New Mandarins ( 1 969), The Backroom Boys ( 1 973),
Human Rights and American Foreign Policy ( 1 9 78), The
Fateful Triangle: The U nited States, Israel and the
Palestinians ( 1 9 83 ), Necessary Illusions: Thought Control
in Democratic Societies( 1 9 89), ve Deterring Democracy
( 1 99 1 ) (Lechte, 1 994).
Edward Herman Pennsylvania üniversitesinde ekono­
mi profesörüdür. Tekelleşme konusunda uzmandır. Med­
yada seı ıııaye yoğunlaşması konusunda çalışmalar yap­
mıştır. Başlıca eserleri; Manufacturing Consent ( 1 9 8 8),
Triumph of the Market: Essays in Economics, Politics and

1 49
Levent Yay/agül

the Media ( 1 995), The Global Media: The New Missiona­


ries of Corporate Capitalism ( 1 997)' dir.
Herman ve Chomsky birlikte, Amerikan medyasında
haber üretiminin ekonomi politiğini inceledikleri Propa­
ganda Modeli'ni geliştiııııişlerdir. B una göre, kapitalist
toplumlarda bütün iş alanları gibi iletişim, medya ve kül­
tür alanı da diğer endüstri dalları gibi kapitalizmin yasa­
larına göre örgütlenmiştir. B u alanların her biri kapita­
listlerin denetiminde ve kontrolündedir. Çünkü bu alanda
faaliyet göstermek çok büyük seııııayeye mal olmaktadır.
Onun için kapitalist toplumda herkes bu alanlara girip
buralarda istediği gibi faaliyette bulunamaz. Kapitalist
toplumlarda bilinçle ilgili tüm etkinlik alanları birer en­
düstriye dönüşmüştür. Her ıııan ve Chomsky'nin modelle­
rinde de belirttikleri gibi kapitalist toplumların yapısal
özelliği bu faaliyetlerin alanını ve bu alanda etkinlikte
bulunanların sayılarını sınırlamaktadır. Daha baştan ka­
pitalist sınıfın tekeli olması bakımından bu alanlar ve bun­
ların ürettiği ürünler anti-demokratik bir yapıya ve içeriğe
sahiptir. Çünkü demokrasi, rekabet ve çoğunluğun bu
alanda faaliyet göster ıııesine bağlıdır. Oysa bugün tekelci
aşamayı yani emperyalizmi ifade eden dönemde bütün
faaliyet alanları sermayenin teklindedir. Seııııaye rekabeti
tamamen ortadan kaldırrııaz ancak sermaye grupları sayı­
sı çok sınırlanmış durumdadır. Kapitalist toplumlarda
basın özgürlüğü temel insan özgürlüğü olarak sunulur.
Ancak uygulamada herkes bir basına sahip olup kendi
düşünce ve ideoloj ilerini yayma hak ve özgürlüğüne sahip
değildir. Çünkü kapitalist toplumlarda pek çok insan bı­
rakınız bir medyaya sahip olmayı gündelik yaşam kaygıla­
rı ve temel geçimini sağlayıp gündelik yaşamını idame
ettirecek asgari araçlardan dahi yoksundur. B unun için
pek çok insan günlük gazete veya dergi bile almaktan u­
zaktır. Yazılı basın, elektronik basın, haber ve müzik en­
düstrileri mülkiyet açısından daha çok iç içe geçmiş du­
rumdalar. B u alanın çok pahalı olması tekelleri doğur­
muştur. Ancak çok büyük sermaye sahipleri bu alana gi­
rebilmektedir. B u insanlar da kendilerini servet sahibi

1 50
Kitle İletişim Kuramları

yapan toplumsal sistemin eleştirisini yapacak fikir ve ide­


oloj ilere bu yapılar içerisinde yer ver ıııezler.
B üyük çoğunluk için basın özgürlüğü gazete okumak
veya televizyon seyretmek ya da sinemaya gitmek anlamı­
na gelir. Ama toplumun büyük bir çoğunluğu bir endüstri
olarak gazeteyi, televizyonu ya da sinemayı kullanarak
kendi fikirlerini sunamaz. B unları kullanarak politik are­
nada her hangi bir etkinlikte bulunamaz. Medyanın içeri­
ğine yönelik üretim de bu yapılar tarafından kontrol edi­
lir. İletişim endüstrileri içinde yer aldığı örgütlü toplum­
sal yapının sahip olduğu politik yapıyı tanımlar ve bu ya­
pıyı meşru kabul ederek topluma aktarır. İ nsanların gün­
delik yaşamlarını sürdürdükleri ortamın kültür iklimini
oluşturur. İletişim ve kültür endüstrileri insanların neyi
göreceğine ve duyacağına ve ne hakkında konuşacağına
bu endüstrilerin sal1iplik ve mülkiyet yapısı ve bunların
kiraladıkları ücretli profesyonel çalışanlar tarafından ka­
rar verilir.
Chomsky'e göre, medyayı anlamak için önce medyanın
toplumsal yapı içerisindeki yerine bakmak gerekir. Med­
yanın güç yapılarıyla ve siyasi otoriteyle ilişkileri incele­
nebilir. Medyanın yapısına bakarak medyanın ürünleri
hakkında bir takım 11ipotezler geliştirilebilir. Sonra da
mevcut yapının bu hipotezleri ne kadar desteklediğine
bakılır.
Böylece çok farklı medyalar olduğu görülebilir. Örne­
ğin eğlenceye ve hoşça vakit geçirmeye yönelik her türlü
gazeteler, dergiler ve Hollywood ürünü filmler popüler
ürünlerdir ve bunları üretenler de popüler medyalardır.
B unların hedefi geniş kitlelerdir. B u kitle medyasının ya
da popüler medyanın yanında bir de elit medya vardır. Bu
medya toplumun gündemini kurar. Çünkü bunlar büyük
kaynaklara sahiptir ve insanların içinde hareket edecekle­
ri entelektüel çerçeveyi çizerler. New York Times ve CBS
bu tip medyadır. B unların izleyicileri çoğunlukla ayrıca­
lıklı insanlardır. New York Times 'ı okuyanlar zengin ve
politika alanında önemli roller oynayan insanlardır. B un­
ların bir kısmı da temel olarak me nejerlerdir. Bunlar da

ısı
Levent Yaylagül

siyasi menejerler, iş yaşamı ndaki yüksek kademe yönetici­


leri, büyük şirket yöneticileri gibi insanlardır. B unların
yanında gazeteciler ve üniversite öğretim üyeleri gibi ide­
olojik yöneticiler de vardır. Seçkin medya diğerlerinin
içinde hareket edeceği çerçeveyi belirler. Eğer Associated
Press 'i izlerseniz bu kurumun sürekli haber ürettiğini gö­
rürsünüz. B u kurumun ürettiği haberler günün her saa­
tinde insanların hayatına girer.
Kitle medyasının amacı ise insanların dikkatini eko­
nomik, sosyal, siyasal ve kültürel konulardan başka alana
çekmektir. B unlar insanların profesyonel sporla, seks
skandallarıyla veya ünlü kişilerin hayat hikayeleriyle ilgi­
lenmelerini sağlamaktır.
Elit (seçkin) medyası, New York Times ve CBS örne­
ğinde olduğu gibi büyük ve çok karlı şirketlerdir. B unlar
ayrıca General Elektrik ve Westinghouse gibi büyük hol­
dinglerle de sahiplik bağı içerisindedirler. B unlar özel
mülkiyete sahip ve güç yapıları içerisinde en üstte yer a­
lan kuruluşlardır. Chomsky'e göre bu şirketler birer tiran­
lıktır. Çünkü hiyerarşik bir yapıları vardır ve üstten kont­
rol edilir. B üyük medyalar genel ekonomik ve politik sis­
temin birer parçasıdır. B unlar aynı şekilde diğer büyük
güç merkezleriyle, diğer şirketlerle, hükümetle ve üniver­
sitelerle karşılıklı etkileşim içindedirler. Medya doktrinal
bir sistemdir bundan dolayı üniversitelerle yakın ilişki
içerisindedir. Üniversiteler bağımsız kuruluşlar değildir.
D ışarıdaki kaynaklara ve desteğe muhtaçtır. Özel sektö­
rün zenginliğine, büyük şirketlerin bağışlarına muhtaçtır.
Aynı şekilde hükümetle de bağımlılık ilişkisi içerisindedir.
B u yapıların içerisinde yer alan insanlar bu değerleri
içselleştirrııezlerse veya bu yapılara inanmazlarsa bu yapı­
lar içerisinde yer alamazlar. Eğitim sisteminin amacı da
bu yapıya ve anlayışa uygun insanlar yetiştirıııektir. Örne­
ğin; Harvard ve Princeton gibi kurumlar insanları sosyal­
leştiren yapılardır.
Yine örneğin Yale, Harvard gibi üniversitelere egemen
sınıfın üyeleri olan insanlar gidebilirler. B u insanlara bu
tip okullarda yüksek sınıfın bir üyesi olarak nasıl düşüne-

152
Kitle İletişim Kuramları

cekleri ve nasıl davranacakları konusunda yöntem ve tarz


öğretirler. Chomsky'e göre; medyayı eleştirdiğinizde bazı
gazeteciler çok si nirlenir. Onlar haklı olarak '' Hiç kimse
bana ne yazacağımı söylemez, ben ne istersem onu yaza­
rım'' der. Chomsky'e göre onlar, tamamen haklıdırlar.
Ama zaten onlar kimse onlara neyin doğru olduğunu söy­
lemeden doğruyu yazabilecekleri için oradadırlar. Aynı
şey ideolojik disiplinlerin olduğu üniversiteler için de
doğrudur. Çünkü onlar toplumsallaştırıcı sistemlerin i­
çinden gelen insanlardır.
Chomsky'e göre böylece, bütün toplumsal yapıya ba­
kıldığında haberlerin neye benzeyeceği anlaşılır. New
York Times büyük bir korporasyondur ve bir ürün satar.
Ürünü okuyucularıdır. Ü rünü pazarda satmak zorunda­
dır. Tabii ki pazar reklamcılardır. Kitle iletişim ş irketleri,
izleyiciyi/okuyucuyu mal ve hizmet üreten diğer şi rketlere
satarlar. Ü nivers iteler büyük şirketler ve medya birbirini
destekler.
Chomsky'e göre, bakılacak diğer bir yapı da önemli bir
propaganda endüstrisi olan halkla ilişkiler çalışmalarıdır.
Halkla ilişkiler faaliyetinin amacı halkın zihnini denetle­
mektir. B unun için ABD' de 11alkla ilişkiler çalışmaları için
yılda 1 Milyar U$D harcanmaktadır. ABD halkla ilişkile­
rinin mantığına göre; demokrasi, uzmanlaşmış sınıfın,
patronların ve toplumu sahiplenen insanların hizmetinde
çalışmak üzere eğitildiği bir sistem olmalıdır. Nüfusun
geri kalan kısmı her tür örgütten mahrum bırakılmalıdır,
çünkü örgüt yalnızca sorun yaratır. Televizyonun önünde
oturup yaşamdaki tek değerin daha fazla eşyaya sahip
olmak ya da seyrettiğiniz zengin orta sınıf ailesi gibi ya­
şamak ve uyum ve Amerikancılık gibi hoş değerlere sahip
olmak olduğunu söyleyen mesajlarla kafalarını doldurmak
gerekir'' (Chomsky, 1 997).
Herman ve Chomsky ( 1 98 8 ) ''Propaganda Modeli'' adlı
bir model geliştir ııı işler ve bu modeli Amerikan haber
medyasına uygulamışlardır. C homsky'e göre kapitalist
ülkelerdeki medyanın amacı halka 2 4 saat propaganda
yaparak egemen değerleri topluma aşılamaktır. Çünkü

1 53
Levent Yay/agül

var olan düzenin kendini yeniden üretmesinde ve sür­


dürmesinde medyanın amacı geniş kitlelerin rızasını ü­
retmektir. Totaliter bir rej im için sopa neyse, demokrasi
için de propaganda odur.
ABD' de medya, devlete ve özel sektör etkinliklerine
hükmeden özel çıkarlara destek sağlama işlevini yerine
getirir. Medyanın tek işlevi olmamakla birlikte en önemli
işlevlerinden birisi propagandadır. B uradaki yaklaşım
kurulu düzenin savunucuları tarafından ''komplo teorile­
ri'' olarak değerlendirilir ve göz ardı edilir.
Neyin haber olduğunu tanımlayarak haberleri biçim­
lendiren ve medyayı belli bir düzen içinde tutmak üzere
olumlu girişimlerde bulunan önemli aktörler vardır. B un­
lar, hükümet, iş dünyasının önde gelen isimleri, önemli
medya kuruluşlarının sahipleri, üst düzey yöneticileridir.
Bu alanda yapıcı girişimler tıpkı pazarda çok az rakibi
olan satıcılar gibi fırsat buldukça bir arada hareket edebi­
lecek kadar az sayıdadır. Bu güçler temel konularda ortak
bir bakış açısına sahiptirler.
Herman ve Chomsky'e göre, ABD 'de medya ABD 'nin
saldırgan dış politikasını destekler. A B D ' nin uyguladığı
şiddet medyada örtbas edilir. Hükümet dış politika konu­
sundaki tartışma zemini ve gündemleri belirleyip güçlük
yaratacak gerçekleri kamu denetimi dışında tutma gücüne
sahiptir. Medya devlet politikasının propagandasını yap­
maktadır. Ayrıca medyanın bir konuda kimi gerçeklere
yer ver rrıesi o konunun yeterli veya doğru biçimde işlen­
diğini göster rııez. Medya pek çok gerçeği gizler. Ama ger­
çeği gizlemekten çok daha önemli bir nokta belli bir ger­
çeğe gösterilen dikkattir; yani, gerçeğin nereye yerleştiril­
diği, tonu, tekrarlanıp tekrarlanmadığı, hangi çözümleme
çerçevesi içinde sunulduğu ve onunla birlikte verilerek
ona anlam kazandıran (veya onu anlaşılmaz hale getiren )
ilgili olguların neler olduğudur. Medya ABD bayrağı al­
tında saf tutup Guetamala'daki hükümetin ABD destekli
katliamlarını özgürlük savunması olarak sunar.
Medya halka mesajlar ve simgeler ileten bir sistem o­
luşturur. Amacı izleyicileri toplumun kurumsal yapısıyla

1 54

Kitle iletişim Kuramları

bütünleştirecek değerleri inançları ve davranış biçimlerini


onlara aşılamaktır. Servetin belli kesimlerin elinde top­
landığı ve büyük sınıfsal çıkar çatışmalarının yaşandığı
bir dünyada bu işlevleri yerine getirmek sistemli propa­
ganda gerektirir.
Propaganda modeli, servet ve iktidar eşitsizliği ile bu
eşitsizliğin medyanın çıkar ve seçimlerine çeşitli düzey­
lerdeki etkisi üzerine odaklanır. Paranın ve iktidarın ne
gibi yollarla haberleri eleyip basılmaya uygun olanları
seçtiğini, muhalif düşünceleri nasıl kenar sütunlara itip
önemsizleştirdiğini, hükümete veya egemen özel çıkar
çevrelerine ise nasıl mesajlarını halka kolayca verme im­
kanı sağladığını ayrıntılı olarak inceler.
Propaganda modelinin en önemli öğeleri ya da haber
eleme süzgeçleri aşağıdaki başlıklar altında özetlenir.
1 -Birinci Süzgeç: Medyanın Büyüklüğü, Mülkiyeti ve
Kiir Amaçlı Oluşu: B ir ya)'ın organına sahip olmak için
çok büyük miktarda sermayeye gereksinim vardır.
AB D'de 1 9 8 6 yılında yaklaşık 1 . 500 günlük gazete, 1 1 .000
dergi, 9 .000 radyo ve 1 . 500 televizyon istasyonu, 2 .400
yayınevi ve 7 film stüdyosu, yani toplam olarak 2 5 .000
medya kuruluşu vardı. Ancak bunların önemli bir bölümü
genel l1aberlerin dışındaki bütün haberler için büyük ulu­
sal şirketlere ve haber ajanslarına ihtiyaç duyan çok kü­
çük şirketlerdir. Ben Bagdikian'ın gösterdiği 29 medya
grubunun gazeteleri n yarısından fazlasını ve dergilerin,
radyo- televizyonların, kitapların ve filmlerin çoğunluğu­
nu ürettiğini vurguluyor. B u gruplar ülkenin gündemini
belirliyorlar. A B D ' de medya halkın e n önemli haber kay-
nagı.

1 9 82 yılında Ben Bagdikian, Media Monopoly adlı ki­


tabı için araştırmasını tamamladığında 50 tane şirket
medya sektörünün % 5 0 den fazlasını kontrol ediyordu.
Aralık 1 9 8 6 ' da kitabını ikinci baskısı için gözden geçirdi­
ğinde, bu 5 0 şirketin sayısının 2 9 'a düştüğünü gördü. Son
saydığında bu sayı 2 6 'ya daha sonra kitabın üçüncü bas­
kısının gerçekleştiğinde ise 20'ye düşmüştür. Robert
McChesney, firma sayısının 9 'a düştüğünü belirtiyor.

1 55
Levent Yaylagül

ABD 'de 1 700 günlük gazetenin % 98'i yerel monopol ha­


lindedir ve 1 5 'den daha az sayıdaki şirket, ülkenin günlük
gazete dolaşımının büyük çoğunluğunu kontrol etmekte­
dir. Örneğin; magazin işinin çoğu Time Inc. 'in kontrolün­
dedir ve bu alandaki gelirin % 40'ı bu şirkete gitmektedir.
Üç büyük şebeke Capital Cities / ABC, C B S ve G E/ N B C
televizyon izleyicilerinin çoğunluğunu çekmektedir ve
kitap işinin çoğu bir düzineden daha az şirket tarafından
kontrol edilmektedir. Düşünce çeşitliliğini garanti etme­
nin en emin yolu sahiplikteki çeşitliliktir. Fakat bu ideal,
hükümetler tarafından adı serbest pazar olan ama aslında
tekelci kapitalist koşullara kurban edilmiştir (McChesney,
1 997: 1 7- 1 8 ve McChesney, 2 000).
2.Süzgeç: Reklam Ruhsat: Herman ve Chomsky'nin
modeline göre medya için reklam veren kuruluşların des­
teğini kazanmak çok önemlidir. Reklam verenlerin seçim­
leri medyanın maddi durumunu etkiler . Reklam verenler
medyaya gereken para yardımını yapan kuruluşlardır.
Şirketlerin çoğu ideolojik düşmanlarını ve kendi çıkarla­
rına zarar vereceğini düşündükleri kimseleri himaye et­
mezler, yani onlara reklam vermezler. Reklam şirketleri
ağır ciddi programlar yerine seyirciyi çekecek, eğlendirici
programları tercih ederler.
3.Süzgeç: Medyanın Haber Kaynakları: Herman ve
Chomsky'e ( 1 9 8 8 ) göre ekonomik zorunluluklar ve karşı­
lıklı ç ıkarlar medyanın güçlü haber kaynakları ile ortak­
yaşamlı bir ilişki kur ıııasına neden olur. Medya düzenli
ve güvenilir haber hammaddesi akışına muhtaçtır. Med­
yanın haber kaynakları olan kişi, kurum ve kuruluşlar
belli çıkar odaklarının temsilcileridir dolayısıyla bu çıkar
birliği haberlerin toplanışını ve sunuluşunu biçimlendiren
temel unsurdur.
4. Süzgeç: Tepki ve Yaptırımcı Kurumlar: ''Tepki, med­
yada yayımlanan bir görüş ya da programa olumsuz karşı­
lık veııııek demektir''(Herman ve Chomsky, 1 9 8 8) . Medya
için iki temel unsur vardır. Birincis i reklam verenler
ikincisi izleyiciler ( alım gücü yüksek olan izleyicilerdir).
Medya reklam saatlerini (o saatte medyayı izleyenleri)

1 56

Kitle Iletişim Kuramları

ri) reklam şirketine satarken, reklamları da izleyiciye sa­


tarlar. Bundan dolayı medya kuruluşları kendilerini riske
atacak reklam verenlerle veya alım gücü yüksek (örgütlü
izleyici) kitlesinin tepkisine neden olacak yayın yapmaz­
lar. Çünkü medanın gücü izlendiği sürece vardır.
5.Süı.geç: Bir denetim mekanizması olarak anti komü­
nizm: Herman ve Chomsky'nin üzerinde durduğu önemli
noktalardan birisi de anti - komünizm propagandasıdır.
Kapitalist medya ve onların çıkar birliği içinde oldukları
ortakları kendi çıkarlarını tehdit eden her türlü gelişmeyi
komünist hareket olarak ilan edip, toplumda taraftar ka­
zanma ve toplumu o yönde kışkırtma işlevini yerine geti­
rirler.
Yukarıda anılan beş süzgeç, medya kalıplarından geçe­
bilen haber yelpazesini daraltır. Gerek yerli, gerekse ya­
bancı olsun muhaliflerin ve güçsüzlerin örgütlenmemiş
birey ve grupların verdiği ya da bunları konu alan haber­
ler ucuz maliyet ve inanılırlık taleplerini karşılama konu­
sunda baştan dezavantajlı durumdadır. Bu l1aberler med­
ya kapılarını tutanların ve haberleri süzgeçten geçirme
sürecini etkileyen diğer güçlü kesimlerin çıkar ve ideoloj i­
lerine genellikle uymazlar. Örneğin; Türkiye 'de siyasi tu­
tuklulara yapılan işkenceler ya da işçi sendikalarına yapı­
lan saldırılar yalnızca insan hakları savunucuları ve çok
<l Z politik güce sal1ip gruplar tarafından medyanın gün­

demine getirilecektir. ABD yönetimi Türkiye 'de 1 9 80'de


kurulan sıkıyönetimi başından beri desteklemiştir. Ameri­
kan iş çevreleri de komünizme düşmanlığını açıkça ilan
eden, yabancı sermaye için teşvikler getiren, işçi sendika­
larını baskı altına alan ve Amerikan dış politikasını sada­
katle destekleyen (bunlar genelde birbirleriyle yakından
ilgili meziyetlerdir) rejimlere hep sıcak yaklaşmışlardır.
Türkiye'de hükümetin kendi yurttaşlarına uyguladığı şid­
dete yer \'erme)•i seçecek med)1a kuruluşları ise bilgi kay­
nakları bulup bunları desteklemek için ek masraf yapmak
zorunda kalacaktır. Ayrıca hükümetin iş çevrelerinin ve
tepki üretebilen sağcı odakların şiddetli eleştirilerine he­
def olacaklar ve bu şekilde Don Kişot gibi yel değirmenle-

1 57
Levent Yaylagül

rine saldırdıkları için reklam verenler de dahil olmak üze­


re iş dünyasının gözünden düşeceklerdi. B u kurumlar
egemen Amerikan çıkarının değersiz bulduğu kurbanlar
üzerinde durdukları için yalnız kalacaklardı.
Propaganda Modeline göre, medya, piyasa sisteminin
göbeğinde yer alır. KİA çok zengin kişilerin veya başka
şirketlerin mülkiyetindedir ve kar amaçlı işletmelerdir; bu
işletmelerin başlıca gelir kaynağı yine kar amacı taşıyan
ve reklamların destekleyici bir satış ortamında sunulma­
sını isteyen reklam verenlerdir. Medya hükümete ve bü­
yük şirketlere haber kaynağı olarak da bağımlıdır. Verim­
liliğin ve siyasal gerekçelerin yanı sıra sık sık örtüşen çı­
karlar da, hükümet, büyük medya kuruluşları ve öbür bü­
yük şirketler arasında belli bir dayanışmanın bulunması­
na yol açar. Ayrıca hükümet ve medya dışı büyük şirket­
ler, reklam vermeme, TV yayın ruhsatını iptal etme, haka­
ret davaları açma ve dolaylı veya dolaysız olarak başka
tür saldırılarda bulunma tehdidiyle medya üzerinde kolay­
lıkla baskı uygulayabilecek konuma (ve servete) sal1iptir.
Propaganda modelinin her şeyi açıklayan veya medya­
nın rıza imalatında her şeye kadir ve tamamıyla etkili ol­
duğunu gösteren bir model olduğu iddia edilmiyor. B u
sadece medyanın davranış ve işleyişine ilişkin bir model­
dir. Sol kesim modeli olumlu ama kötümser bulmuştur.
Liberallerin çoğu ve sol akademisyenlerin bir kısmı içinde
saygın bir rol oynadıkları bir sistemin toptan mahkum
edilmesini çirkin bulmuşlardır. Solcu düşünürler bile
postmodernist tarza uygun olarak bütünsel çözümleri
reddederek bireysel mücadeleleri ve küçük zaferleri öne
çıkarmışlardır. Modele ilişkin eleştiriler dört grupta top­
lanmıştır. B unlar;
b- Model bir komplo teorisi olarak yorumlanmıştır.
c- Medya profesyonelliğinin ve nesnelliğin göz ardı e­
dildiği bildirilmiştir.
d- Sürekli muhalefeti ve direnişi açıklamada yetersiz
kaldığı belirtilmiştir.

1 58
Kitle İletişim Kuramları

e- Propaganda modeli aşırı mekanik ve işlevselci oldu­


ğu; mekanı, muhalefeti ve etkileşim olgularını göz ardı
ettiği konularında eleştirilmiştir.
B ütün bu eleştirilere rağmen Heı ıııan ve Chomsky
( 1 988) Propaganda Modeli ' nde medyanın mülkiyet yapı­
sını ve ideolojik içeriği arasındaki ilişkiyi gösteı ıııek için
çeşitli açılardan benzeşen toplumsal olayların haber hali­
ne getirilirken bu filtreler tarafından nasıl şekillendirildik­
lerini ampirik olarak da göstermişlerdir. Ancak, model
medyanın üretim süreci ile içerik arasında yalın bir ne­
densellik ilişkisi kurmaktadır. B unun yanında kapitalist
toplumlardaki siyasi ve ekonomik yapısal sınırlamalarının
somut olarak medyayı nasıl biçimlendirdiğini ve siyasal ve
ekonomik yapıların birbirleriyle etkileşimine de eğilme­
mişlerdir (Fung, 1 996).
D. Avrupa' da Ekonomi Politik Geleneği
1 . P. Golding ve G. Murdock
Murdock ve Golding, l 970'li yıllarda ekonomi politik
yaklaşımı medya ve kitle iletişim çalışmalarına uygulamış­
lardır. O nlara göre medya ve kültür üreten kuruluşlar
birer endüstri düzeyinde örgütlenmişlerdir ve ürettikleri
ürünleri emtia formunda üretmekte ve satmaktadırlar.
Dolayısıyla iletişim alanında yapılacak çalışmalar endüst­
riyel yapı olarak bu kuruluşların incelenmesi ile başlama­
lıdır. Öncelikle kendileri de medyanın endüstrileşmesini
incelemişlerdir (Murdock ve Golding, 1 974).
Golding ve Murdock ( 1 978)' a göre, medyanın ekonomi
politiğinin temel görevi, kapitalist toplumlardaki ekono­
mik ve siyasi ilişkilerinden kaynaklanan üretim stratej ile­
rinin medyanın üretim sürecinde çalışanların somut faali­
yetlerini nasıl biçimlendirdiğini inceleyerek üretim ve ye­
niden üretim sürecinin işleyişini ortaya koymaktır.
Golding ve Murdock'a göre ( 1 97 9 : 1 5) kapitalist top­
lumlarda üretim araçlarını kontrol eden kapitalistler, dü­
şüncelerin üretimi ve dağıtımını sağlayan araçları da
kontrol etmektedirler. Yani, düşünce üretim araçlarının
mülkiyeti kapitalistlerin elinde yoğunlaşmıştır. B unun

1 59
Levent Yay/agü/

neticesinde kapitalist sınıfın dünya görüşü ve değer yargı­


ları topluma yayılır. Böylece kapitalist sınıf düşünce üre­
tim araçlarına sahip olmayan sı nıfların üzerinde egemen­
lik kurar. Kapitalist sınıfın bu ideo loj ik tahakkümü varo­
lan toplumsal ve sınıfsal eşitsizliklerin meşrulaştırılmasını
ve sürdürülmesini sağlar. Golding ve Murdock, Marx 'ın
ve Engels ( 1 992)'in Alman İ deoloj isi ' nde ortaya koyduğu
''üretim araçlarını kontrol eden sınıfların düşünce üretim
araçlarını kontrol ettiği'' yönündeki görüşünü destekle­
mektedirler.
Medyanın ekonomi politiği konusunda yapılan çalışma­
ların ve geliştirilen yaklaşımların ampirik verilere dayan­
madığı ve sadece spekülasyon yapıldığı yönündeki eleştiri­
ler üzerine Golding ve Murdock ( 1 99 1 ). sosyal bilimlerde
egemen olan ampirik yaklaşımla eleştirel anlayışı birleş­
tirme ve ekonomi politiği geliştirme yönünde bir adım
atmışlardır. B unun neticesinde kendi yaklaşımlarını "eleş­
tirel ekonomi politik'' olarak tanımlamışlardır. B u yakla­
şım, dal1a çok İngiliz Kültürel Çalışmalar Geleneği tara­
fından kullan ılan medya metinlerinin içeriğinin analiz
edilmesi ile medya izleyicilerinin aktif oldukları ve kendi­
lerine sunulan mesajların pasif bir şekilde soğurmadıkla­
rı , mesajları yeniden yorumladıkları ve onlar üzerinde
müzakere ettikleri yönündeki anlayışları da kabul ederek
kamusal iletişimin iktisadi ve sembolik unsurları arasın­
daki etkileşime dikkat çekmişlerdir.
Eleştirel ekonomi politik yaklaşıma göre, kültürel üre­
tim kültürel tüketimi sınırlandırır. Bu yaklaşım, medya
kuruluşlarının mülkiyet yapıları ve denetim kalıpları
medya faaliyetlerini belirler. Devletin düzenleyici etkinlik­
leri ile medya kuruluşları arasındaki ilişkinin incelenmesi
gerektiğini vurgularlar. B unun dışında bu yaklaşım, med­
ya içeriklerini inceleyerek burada sunulan temsillerle
bunların üretim ve tüketimlerinin maddi gerçeklerle iliş­
kisini ortaya koyar. Son olarak toplumsal yapı içerisinde
maddi ve kültürel alanlardaki eşitsizlik olduğu görüşün­
den hareketle kültürel alandaki tüketimlerin ekonomi po­
litiğini de inceler.

1 60

Kitle iletişim Kuramları

2. N. Garnham
Garnham ( 1 9 79), kapitalist toplumlarda kültürün en­
düstrileşmesinin üretim ve tüketim sürecine etkilerini in­
celemiştir. Bu yapının toplumsal bütünleşme ve değişim
üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir. Garnham (2 000:4 1 )' a
göre, kitle iletişimi de dahil her türlü iletişim faaliyeti ka­
pitalist üretim tarzı tarafından şartlandırılır. Kapitalist
toplumlarda sermaye, emeği kullanarak malları ve hiz­
metleri ürettirerek Pazar mekanizması içerisinde artı de­
ğeri kendisine mal eder. Bu sistemin temel özelliği serma­
yelerini maksimize etmeye çalışan kapitalistlerin rekabe­
tine dayanmasıdır. Karın artırılması için emeğin üretken­
liğinin artırılması yan i teknolojinin geliştirilmesi gerekir.
Bu süreçte bütün ilişkiler paraya (ücret-fiyat-kar) dayalı­
dır. İ nsanların bu sisteme katılmama ya da bu sistemin
dışında kalma imkanları yoktur. Dolayısıyla kapitalist top­
lumlarda ekonomi yapısal belirleyicidir.
Kapitalist sistemlerde kitle iletişiminin medya yapısını
kurmak ve sürdürmek için büyük sermayeye sahip olmak
gerekir. Ayrıca, bu sistemi yeniden üretebilmek için tüke­
ticileri 11arcamaya teşvik etmek ve reklamcıların desteğini
de kazanmak gerekir. Bu da yine doğrudan ekonomik ko­
şullarla ilgilidir. B u sebeple bir ülkedeki mevcut medya
sistemini anlamak için tüketicilerin ve reklamcıların har­
cama düzeyini sınırlayan özelliklerin dikkate alınması
gerekir.
Medyanın endüstriyel ve teknolojik olarak gelişimi üre­
tilen kamu politikalarına, iş stratej ilerine ve karlılık oran­
larına bağlıdır. Böylece bu alana sermaye tarafından yatı­
rım yapılabilir. Ayrıca üretilen ürünün satılması için pa­
zara da gereksinim vardır. B u da reklam verenler ve izle­
yicilerden oluşan bir pazardır. B urada izleyicilerin rek­
lamı yapılan tüketim mallarını ve hizmetleri tüketebile­
cekleri gelire sahip olmaları gerekir. Dolayısıyla medya
sektörünün gelişimi, bu alandaki yatırımlar ve simgesel
ürünlerin üretimi ve dağıtımı ekonominin genel düzeyine
bağlıdır. Ekonomik alandaki gelişmeler, mevcut tüketim
yapısını, kamusal sübvansiyonları ve sansürü de etkiler.

161
Levent Yay/agül

Medya alanındaki hukuki düzenlemeler de ekonomik ge­


lişmeye ve toplumsal yapıya bağlıdır.
Günümüzde 1 980'li yıllardan itibaren giderek yoğunla­
şan iletişim, enfoı ıııasyon ve kültür alanındaki gelişmeler
kapitalist üretim sisteminin kendi ihtiyacından kaynak­
lanmıştır. Reklamcılık ve tüketim alanındaki gelişmeler
bunun en açık göstergesidir. Küresel medya hala reklamcı
desteğine bağlıdır ve karların tamamına yakını buradan
sağlanır. Gün ümüzde medya, enfoııııasyon ve kültür alan­
larında sayıları yüz yiı ıııiyi bulan çok uluslu şirket ege­
mendir. Basın, sinema, radyo, ve televizyon mülkiyet iliş­
kileri içerisinde kapitalist sistemi kontrol eden çokuluslu
şirketlerin denetimine girmiştir. Kapitalizmin gelişim di­
namiği ve neo-kapitalist ekonomi ve devlet yapısı bu süre­
ci etkilemiştir.
Kısaca, Garnham (200 1 )' a göre, kitle iletişimi ekonomi
politik olarak analiz edilmesi gereken tarihsel ve toplum­
sal bir olgudur. İletişim giderek kitle iletişim teknolojile­
riyle bütünleşmiş, emtialaşmış, ve ideolojik olarak egemen
yapıyı yeniden üretecek bir tarzda örgütlenmiştir. Medya
ve kültür endüstrilerindeki neo-liberal gelişmeler kapita­
list B atı toplumlarının ekonomik krizden çıkmalarına
hizmet etmiştir. Kapitalizmin küresel olarak yayılmasına
ekonomik ve ideolojik olarak hizmet etmiştir.
Garnham ( 1 979), kendi ekonomi politik yaklaşımı içe­
risinde ekonomik determinizmi ve ideoloji ve kültüre ö­
zerklik tanıyan yaklaşımları reddeder. Bunların yerine
materyalist bir yaklaşımı savunur. Ekonomik ve ideolojik
düzeyler arasındaki organik ilişkiye dikkat çeker. Kültürel
üretim ve yeniden üretimin kapitalist emtia üretiminin
genel mantığına bağlanmasına vurgu yapar. Bunun ya­
nında tarihsel momentlerde ekonomik, ideolojik ve siyasi
düzeyler arasındaki ilişkinin değişen özgüllüklerinin göz
önünde bulundurulması gerektiğini belirtir.
Garnham ayrıca, İngiliz Kültürel Çalışmalar geleneği­
nin yaptığı gibi üstyapının ve üstyapının parçası olan siya­
sal ve ideolojik düzeylere göreli özerklik atfeden yaklaşım­
lara da karşı çıkar. Bunlar ekonomik indirgemeciliği red-

1 62
Kitle İletişim Kuramları

detme adına idealist bir yaklaşıma kaymaktadırlar. Bu


yaklaşımlardaki Althusser'ci yaklaşımın getirdiği ''son
kertede belirlenim'' anlayışını reddeder ve son kertenin
asla gelmeyeceğini söyler. Tekelci kapitalist toplumlarda
üstyapının (kültür ve ideoloj inin) tamamen endüstrileşti­
ğini ve üstyapının temelin içine çökertildiğine işaret eder.
Kapitalist toplumlarda medyanın ideoloj ik rolünün anlaşı­
labilmesi için sadece medya içeriklerini incelemenin ye­
terli olmayacağını medya kuruluşlarının kapitalist eko­
nomik sistemde büyük endüstriyel kuruluşların parçası
olarak ticari girişimler olarak tarihsel bir yaklaşımla ele
alınması gerektiğini belirtir. Stuart Hall'ün ve diğerlerinin
yaptığı gibi medyanın sadece ideolojik bir aygıt olduğunu
belirtmenin yeterli olmadığını bunun niçin ve nasıl böyle
olduğunun ortaya konulması gerektiğini söyler.
Medya içeriğini incelerken başvurulan söylem analizle­
rinin ve post-yapısalcı yaklaşımların tarihsel materyalizmi
inkar ederek belirleyiciliği son kertede bilinç dışına hava­
le ettikleri için idealist bir konuma düştüklerini belirtir.
B unun yerine medyayı incelerken medyanın emtia üretimi
ve değişimi yoluyla artı değerin yaratılmasına ve reklam­
lar aracılığıyla diğer endüstriyel sektörlerdeki emtia üre­
timine ve tüketimine hizmet eden ekonomik rollerine
bakmak gerektiğini belirtir. Analiz yaparken ekonomik,
ideolojik ve siyasal süreçleri nin emtia üretiminin genel
mantığına bağlanmasını ister. Kimliklerin ve siyasi dü­
şüncelerin emtia tüketimi yoluyla gerçekleştirildiğini be­
lirtir. Tekelci kapitalist toplumlarda siyasi ve ideolojik
tahakkümün emtia üretimi sürecinde kurulduğunu belir­
tir. Kültür ve ideoloj iyi emtia haline getiren tekelci kapita­
lizm onu bir değişim değeri haline getirir. Dolayısıyla kül­
tür ve ideoloj i üretimi böylece maddi bir hale gelmiş olur.
Medya hem eğlence ürünleri aracılığıyla doğrudan artı
değer üretir hem de reklamlar aracılığıyla diğer sektör­
lerde artı değerin yaratılmasını sağlar.

1 63
Levent Yaylagül

3 A. Mattelart
Armand Mattelart ( 1 9 79) ve arkadaşları ( 1 984), kitle i­
letişim inin küresel boyutuyla dal1a çok ilgilenmiştir. Em­
perya lizm, kültür emperyalizm i, bağımlılık ve azgelişmiş­
lik bağlamında Üçüncü Dünya ülkelerinin dünya sistemi
içerisindeki konumlarını incelemiştir. Özellikle Güney
Amerika ve Ş ili ile ilgilenmiştir. Uluslararası kapitalizmde
ekonomik mücadelenin yanı nda ideolojik mücadelenin
önemine de vurgu yapmıştır. B unu yaparken öncelikli
dünya pazarlarının kontrol edilmesinde çokuluslu ve ulus­
aşırı şirketlerin gücünü ve etkinliğini o rtaya koymuştur.
B u pazarlarda sunulan medya ve kültürel içe riklerin etki­
leri üzerinde durmuştur. Mevcut küresel eşitsizlik siste­
minin sürdürülmesinde medyanın ideolojik etkisine dikkat
çekmiştir. Küresel çapta faal iyet gösteren çokuluslu med­
ya şirketlerine karşı yapılan sınıf mücadelesinde ideolojik
direnişin önemini belirtmiştir. Mevcut dünya sistemini
ekonomik emperyalizmin yanında ''elektronik kolonya­
lizm'', ''iletişim emperyalizmi" ve "ideolojik emperyalizm "
kavram larıyla tanımlamıştır.
Örneğin, Ariel Dorfman ile birlikte Mattelart ( 1 975),
Amerikanın en büyük kültür endüstrilerinden olan Walt
Disney 'in bütün dünyaya ihraç ettiği Donald Duck'ın ideo­
lojik içerik analizini yapmıştır. Burada ekonominin ö­
nemsiz ve görünmez hale getirildiğini, insanların bütün
faaliyetlerini boş zaman ve eğlenceye göre düzenledikleri­
ni, özellikle Üçüncü Dünya ülkelerinde geçen l1ikayelerde
burada yaşayanların aptal ve geri insanlar olarak göste­
rildiklerini ve ayrıca bu insanları n modern insanlar için
birer tel1like arz ettiklerini ve kapitalist zenginliğin ve tü­
ketime dayalı maddi beklentilerin toplumun itici gücü
olarak sunulduğunu göstermiştir.

1 64

Kitle iletişim Kuramları

111. Bölüm

1. Küreselleşme ve İletişim
İletişim kuramlarıyla ilgilenirken göz önünde bulundu­
rulacak en önemli kavramlardan birisi de küreselleşme­
dir. Küreselleşme hem kapitalizmin gelişim sürecinde
yeni olmayan bir aşamayı ifade eder l1em de bu aşamayı
meşrulaştıracak ideolojik bir kavramsallaştırmadır. Aslın­
da Marksist düşünürler tarafından emperyalizm denilen
aşamanın bir uzantısı olan bu süreç küreselleşme kav­
ramsallaştırması ile emperyalizm olgusunu gizleyen bir
meşrulaştırma aracına da dönüşmektedir.
Küreselleşme özü itibarıyla küresel çapta düzenlenmiş
kapitalizmdir (Üşür, 200 1 ). Küreselleşme ile pazarlar u­
lus-aşırı tekellerin kontrolüne girmiştir. Küreselleşme ta­
rilısel bir olgudur ve kapitalist üretim ilişkilerinin gelişi­
minde bir aşamayı ifade eder. Küreselleşme döneminde
üretim ve tüketim son derece a rtmıştır. Burada tüketilen
yalnızca maddi mallar ve metalar değil, doğal kaynaklar
ve insanlıktır.
Massimo De Angelis 'in (2006) korkunç istatistikler
(horror statistics) dediği bazı veriler bu gerçeği çok dal1a
açık bir şekilde ortaya ko)'maktadır. Bugün dünyanın en
zengin 3 5 9 kişisinin zenginliği, en alttaki 2 . 9 mil)•ar insa­
nın gelirine eşittir. En zengin üç kişinin geliri dünya sıra­
lamasındaki son 48 ülkenin ulusal gelirlerine eşittir. İ n­
sanların gıda, su, eğitim, tıbbi yardım gibi sorunlarını
çözmek, açlığı, köt ü beslenmeyi ve salgın hastalıkları yok
etmek için 2 5 5 en zenginin gelirinin % 4 ' ü yeterlidir. Av­
rupalıların bir yılda parfüm için l1arcadıkları para 1 3 mil­
yar dolardır ve bu para sağlık ve gıda ihtiyaçlarını karşı-

1 65
Levent Yay/agü/

lamaya yeterlidir. Bu, sorunların teknik olarak çözülebil­


mesini sağlayacak kaynağın olduğunu ancak kapitalist
mülkiyet düzeninin buna izin vermediğini gösterırıektedir.
Küreselleşme, kapitalizm açısından bir kriz yönetim
biçimidir. l 990'lı yıllarda SSCB 'nin yıkılması ile emper­
yalizm kısa bir süre de olsa nefes alma imkanı bulmuştur.
Ancak küreselleşme de sınırına ulaşmıştır. Küresel olarak
tek bir Pazar meydana gelmiştir. Ancak insanların tüke­
tim gücü olmadığı için kapitalizm krizden çıkamamakta­
dır.
20. yüzyıl tarihine bakıldığında dünya sistemi açısın­
dan şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır. 1 9 1 4- 1 945 yılları
arası İ ngiltere 'nin boşalttığı dünya liderliği için Almanya
ile ABD arasındaki mücadelelerle geçmiştir. B u mücade­
lede SSCB belirleyici bir faktör olarak yerini almıştır. İki
dünya savaşı arasındaki dönemde etkili olan en büyük
olay 1 92 9 dünya ekonomik buhranıydı. Bu buhran ancak
i l . Dünya Savaşı ile atlatılabildi. i l . D ünya Savaşını çevre
ülkelerdeki bağımsızlık hareketleri izledi. 1 9 1 7 Bolşevik
ihtilali ile kumlan SSCB 'nin amacı merkezi bir planlama
ile sanayileşme ve kalkınmayı gerçekleştirmekti. B u bü­
yük oranda da gerçekleştirildi. 1 92 9 Ekonomik buhranı ve
SSCB 'nin etkisiyle i l . Dünya Savaşı sonunda Batılı kapi­
talist ülkelerde Keynesci Refah Devleti anlayışı gerçekleş­
tirildi. i l . Dünya Savaşı sonucunda dünya üç sosyal pro­
jenin yan yana ve iç içe yaşadığı bir dünya sistemine ta­
nıklık etti. B una göre; (a) B atılı ülkelerde refah devleti
anlayışı, (b) B unun çevresinde Bandung Konferansı ile
harekete geçen ulusal kalkınma ideolojisi, (c) SSCB 'nin
özerk kapitalistsiz kapitalizm dönemi (Amin, 1 993 ve
2 000).
Batılı ülkelerdeki refah devleti anlayışı ve üçüncü dün­
yadaki ulusal kalkınma hareketleri 1 9 70'li yıllardaki eko­
nomik krize kadar sürdü. SSCB 'de 1 980 'li yılların sonun­
da ABD'nin gerçekleştirırıiş olduğu yeni ve yoğun bir biri­
kim aşamasını temsil eden elektronik sanayi devrimini
gerçekleştiremediği için yıkılmış ve geride kocaman bir
pazar, hammadde ve işgücü alanı bırakmıştır.

1 66
Kitle İletişim Kuramları

Küreselleşme denilen süreç SSCB 'nin yıkılması ile bir­


likte ABD önderliğindeki çok uluslu şirketlerin dünya üze­
rindeki hegemonyasının adıdır. Yeryüzündeki bütün dev­
letler ve uluslar bu hegemonyaya tabi kılınmıştır. ABD
askeri-endüstriyel imparatorluğu bütün dünyaya egemen
olmuştur. Ancak yaşanan bu süreç kapitalist ideologların
iddia ettikleri gibi insanlık için bir son nokta değildir, ge­
çici bir durumdur ve insanlık için tarihsel bir uğraktır.
1 9 70'li yılların başında Batı kapitalizmi yeni bir krize
girmiş ve bu kriz neticesinde yavaşlamış ve gerilemeye
başlamıştır. 1 974-75 'lere gelindiğinde kriz doruk noktası­
na çıkmıştır. Bu krize çare olarak neo-liberal politikalar
uygulanmaya başlamıştır. Neo liberal politikalar düşen
kar marjlarını yükseltmek için Keynes' çi Refah devleti
anlayışı ile batıda işçi sınıfının kazanmış olduğu bir takım
sosyal haklar üzerinde kısıtlamaya gidilmeye başlandı.
Neo-liberal politikalarla kuralsızlaştırma (deregülasyon)
süreci başlamıştır.
Neo-liberalizmin önerdiği ekonomi politikaları sonu­
cunda şunlar ortaya çıkmaktadır; (a) Ulus devletler ara­
sında var olan ekonomik sınırlar kalkacak, ülkelerin pa­
zarları büyük şirketlere açılacak ve uluslararası sermaye­
ye dayalı şirketler yeryüzündeki doğal kaynaklardan her­
hangi bir sınırlama olmaksızın faydalanacaklardır. (b)
Sermaye ve teknoloji onu ellerinde tutanların istek ve ih­
tiyaçları doğrultusunda herhangi bir engelleme ile karşı­
laşmaksızın bütün dünya pazarlarında kapitalistin karını
en çoklaştırrııak için çalışacaktır. (c) Dünyada uygulana­
cak olan endüstri, finansman, bankacılık, teknoloji ve kül­
tür politikaları egemen batılı çokuluslu şirketler tarafın­
dan belirlenecektir (Manisalı, 2000: 1 9).
B unu çalışanların ücret ve çalışma koşullarındaki bir
takım iyileştirmelerin geri alınması izlemiştir. Yaşlılara,
kimsesizlere ve çalışanlara yönelik olan bir çok sosyal
programlarda kısıntı yapılmaya başlanmıştır. Serrrıayenin
kendini en çoklaştırma sürecinde önünde engel olacağı
düşünülen her türlü yasal engel ortadan kaldırılmıştır. B u
gelişmelerle birlikte hala sür ıııekte olan dünya ekonomisi

1 67
Levent Yay/agül

oluşmuştur. Dünya, emperyalist metropoller ve çevre ül­


keler olarak bölünmüşlüğünü sürdürmektedir. Kapitaliz­
min küreselleşmesi ile birlikte insanlığın büyük çoğunluğu
çok zor koşullarda hayatlarını sürdürme gayretine düş­
müştür. İ nsanlık pek çok ekonomik, sosyal, siyasal ve kül­
türel sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.
Özü itibarıyla küreselleşme kapitalizmin uluslararası
hale gelmesidir. Bu süreçte kapitalizmin temel dinamikle­
ri ve çelişkileri küreselleşmiştir. Uluslararası hale gelen
sermaye tek parça değildir. Kendi içerisinde çelişkilidir ve
kaııııaşık bir yapıdadır. Küreselleşme süreci ile üç serma­
ye bloğu meydana gelmiştir. B unlar; (a) ABD ve NAFfA
(North America Free Trade Area) 'nın oluşturduğu Kuzey
Amerika B loku, (b) Japonya ve Doğu B loku, (c) Avrupa
(AB ) Bloku (Amin, 2 000a).
Bu anılan alanlar bölgesel birikim merkezleridir. Kü­
reselleşme sürecindeki emperyalizmin işleyişini kolaylaş­
tıracak küresel kuruluşlar mevcuttur. B unların başında
IMF ve Dünya Bankası gelmektedir.
1 945- 1 975 yılları zorunlu bir şekilde kapitalizmin
Keynes 'çi dönemiydi. 1 9 75 -2000 ve sonrası dönem ise
neo-liberalizme yani kapitalizmin özüne dönüş dönemi­
dir. 20. yüzyılın başında başta Rudolf Hilferding olmak
üzere Marksist ekonomi politik gelenek içerisinde yer alan
bilim adamlarından Rosa Lüksemburg, N . B uharin ( 1 9 75)
ve Lenin ( 1 998) sermayenin küreselleşmesi konusunda
kafa yormuşlardır. Yani küreseleşme yeni bir olgu değil,
1 9 . yüzyıla kadar giden bir sorundur. Neo-liberal politika­
lardan sonra Keynesçi kapitalizme geri dönülemez.
Keynes'çi kapitalizm tarihsel koşulların zorunlu bir ürü­
nüydü. Ancak kapitalizm krize girse de girmese de em­
peryalist devletin gücüne ve düzenlemelerine dayanarak
işlemektedir. Kriz anında de\•letin ekonomiye müdahalesi
daha da artmaktadır. Küreselleşme Key nesçi politikaları
yıkarak bunun yerine neo-liberal politikaları uygulamaya
sokmuştur. Küreselleşme sermayenin küresel birikimi
demektir. Küreselleşme ile birlikte çokuluslu şirketler

1 68

Kitle iletişim Kuramları

malların kilit parçaların dünyanın çok farklı bölgelerinde


üretmeye başladılar. İmalat sistemi küreselleşmiştir.
1 990'lı yıllarda küreselleşme ile birlikte küreselleşme
karşıtı gibi yeni radikal toplumsal 11areketler doğmuştur.
Bu dönemde ser ıııaye, üretim alanından finans alanına
kaymıştır. Üretim için işç i ücretlerinin düşük olduğu,
sendikal hareketlerin henüz yeterince gelişmediği ve baskı
rejimlerin 11üküm sürdüğü bölgeler tercih edilmeye baş­
lanmıştır. Neo-liberal politikalarla gelişmiş sanayi ülkele­
rinde sendikalar giderek etkilerini yitirmeye başlamıştır.
Çalışanların reel gelirleri sürekli gerilemiştir. Yüksek üc­
retler işsizliğin nedeniymiş gibi gösterilmeye çalışılmak­
tadı r. İşçi sı nıfının sürekli kayıpta olmasına karşılık ser­
mayeni kar oranla rını yükseltmek için sermayeden alınan
vergi oranları düşürülmüştür. Uygulanan deregülasyonla
de\1let, ekonomik alanın iyice dışına çıkarılmış ve özel
teşebbüs daha etkin l1ale getirilmiştir. Deregülasyon, en
)'alın ta nımı ile devletin sermayenin lehine olmayacak
durumlarda ekonomi)'e müdahale etmemesi ve Kamu İk­
tisadi Teşebbüslerinin özelleştirilmesidir. Dolayısıyla, neo­
liberal politikalar, Keynes' çi refal1 de,ıleti politikalarını
ortadan kaldırmıştır. Uluslararası sistem açısından da
işbirlikçi bir komprador yapı yaratılmıştır. Üçüncü dünya
ülkeleri IMF \'e Dünya Ba nkası gibi uluslararası sermaye
kuruluşlarının dayattığı yapısal uyum ve istikrar paketleri
ile kompradorlaşma ve emperyalizm için ''doğrudan sö­
mürge'' durumuna sürüklenmiştir. 1 980'li yıllarda çok
uluslu şirketlerin sayısı ve etkinliği giderek artmıştır. Dev­
let daha çok bü)1ük sermayenin etkisi altına girmiştir. Bu
süreçte mallar, en ucuza malolabilcek yerlerde üretilmiş
\'e en karlı satılabilecek bölgeler de de satılmıştır. Bu yeni
ekonomi politikalarıyla korumacılık sistemi kaldırılmıştır.
U luslararası sermaye, mal ve 11izmetlerin akışı serbestleş­
tirilmiştir. Çalışan kesimlere, yaşlılara ve yardıma ihtiyacı
olanlara )'Önelik sosyal fonlar iyice kısılmış ya da kaldı­
rılmıştır.
1 9 70 'lerdeki kriz kendisini stagflasyon (yüksek enflas­
yon + yüksek işsizlik) olarak ortaya koymuştur. B u yıllar-

169
Levent Yaylagül

da OPEC (Organisation of Petrol Exporting Countries)


petrol fiyatlarını artırmıştır. Ancak OPEC ülkelerinin ge­
lirleri Batı B ankalarına yatırılıyordu. Bu paralar petrol
fiyatlarının artması nedeniyle enerji krizine giren üçüncü
dünya ve komünist blok ülkelerine borç olarak verilerek
bağımlılık ilişkileri daha da derinleştiriliyordu. Batılı ül­
keler, artan petrol fiyatlarına karşı sanayi mallarının fiyat­
larını artırarak misilleme yapıyorlardı.
Küreselleşme ile birlikte ulusaşırı şirketler
(transnational corporations -TN C 's) ortaya çıkmıştır. An­
cak bu şirketler belli ülkelere aittir. General Motors, IBM,
Shell, General Electric gibi dev şirketler dünya ekonomi­
sine egemen olmuşlardır. Bu dev firmaların sermaye ve
mülkiyet yapıları yoğunlaşmış ve sektörlerdeki etkinlikleri
ile bu firmalar gelir açısından en yüksek düzeylere ulaş­
mışlardır. Küreselleşme süreci ile birlikte; (a) Pazarlar
Küreselleşti: Bir zamanlar ulusal pazarlar bölgesel
oligopoller tarafından kontrol edilirken küreselleşme sü­
reci bu yapıyı değiştirdi. Bölgesel oligopoller uluslararası
sermaye yapıları tarafından ortadan kaldırılarak yarış dışı
bırakıldı. Bir zamanların bölgesel gücü olan bazı firmalar
da bu süreçte tekeller ve oligopoller aracılığıyla kendi
bölgelerinden çıkıp bütün dünya pazarlarının büyük bir
bölümüne egemen olmaya başladılar. (b) Üretim Küresel­
leşti: Küreselleşen pazarla birlikte fi rmalar da üretimleri­
ni ve buna yönelik stratejilerini küreselleştirdi. Ulusaşırı
firmaların merkezleri, New York'tadır. Virginia'da ürün­
lerin tasarımı yapılmaktadır. Üretimleri uzak doğuda ger­
çekleştirilmekte ve Londra bürosundan satış işlemlerinin
eş güdümü yapılmaktadır. Küreselleşme ile TNC ' ler karşı­
laştırmalı üstünlüklerini korumak ve karlarını en çoklaş­
tırmak için planlar ve stratej iler geliştirmeye başladılar.
Bunu gerçekleştirmek ancak gelişmiş iletişim teknolojileri
sayesinde başarılabilir. Üretimin küreselleşmesi dolaşım
etkinliklerinin daha da artmasını sağlamıştır ki bu durum
üretim sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Üretimin küre­
selleşmesi beraberinde enformasyon hizmetlerinin küre­
selleşmesini getirdi. B unların başında reklamcılık, banka-

1 70

Kitle iletişim Kuramları

cılık, sigorta ve danışmanlık hizmetleri gelir. B u sektörler


de küresel çapta bir iletişim altyapıs ına ihtiyaç duyarlar.
(c) Sermaye Küreselleşti: Küreselleşme özü itibariyle
sermayenin küreselleşmesidir. Küreselleşmenin merke­
zinde dünya çapında enformasyon hizmetlerinin yayılma­
sı gelir. Bu sektörlerden en önemlisi de bankacılık sektö­
rüdür. Günümüzde bir bütünleşik finansal Pazar söz ko­
nusudur. B u sistemi destekleyen bir İletişim Teknoloj isi
sistemi ve pazara yönelik bir kuralsızlaştırma (deregülas­
yon) ve değişim politikalarında kontrolün (örneğin güm­
rüklerin) ortadan kaldırılmas ı ; parayla ilgili her türlü en­
foı ıııasyonun iletişim teknolojileri sayesinde anında ile­
tilmesi, senetlerin, bononun ve sıcak paranın anında akışı
sağlandı . Ulus devletlerin bunları kontrol edip kural koya­
cak güçleri ellerinden alındı. Geliştirilen yeni iletişim tek­
nolojileri sayesinde ticaret hacmi genişledi ve paranın
büyük finansal merkezlere anında akışı sağlanmış oldu.
(d) İ letişim Küreselleşti: Küreselleşmenin bir boyutunu da
iletişim ağlarının küreselleşmesi oluşturmaktadır. B unun
bir boyutu da yeni iletişim teknolojilerinin (uydu ve tele­
komünikasyon sistemlerinin) geliştirilmesidir. B öylece
sembolik çevre küresel sermayenin denetimine girdi. Kü­
resel medya şirketleri bütün dünyayı Pazar haline getirdi­
ler. B u durumun önemli sosyal ve kültürel sonuçları var­
dır. Enformasyon alanının belirli şirketlerin denetimine
girmesi bütün dünyadaki insanların benzer imajlarla ve
medya içerikleriyle karşı karşıya kalmasına neden oldu.
Örneğin bütün dünyada ABD kökenli sinema ve televizyon
programları izlenmektedir. Kurtlarla Dans, Terminatör,
Rocky, Rambo, Zor Ölüm, Robin Hood, Cesur Yürek, Yıl­
dız Savaşları gibi filmler bütün dünya sinemalarında gös­
terilmektedir (Webster, 1 995).
Sinema filmleri, televizyon şovları, haber ajansları ya
da moda endüstrileri bütün dünya için ortak imajlar,
sembol sistemleri ve düşünce üretmektedir. Küresel ileti­
şim sistemi küresel ekonomik sistemin e n büyük destekçi­
sidir. ABD televizyon yapımı olan soap operalar bütün
dünyadaki izleyiciler için hazır yaşam biçim ve modelleri

171
Levent Yaylagül

sunar. B u programlar arasına yerleştirilen reklam aracılı­


ğıyla izleyiciler gördükleri yaşamları taklit etmeleri için
tüketme konusunda ikna edilirler.
Bunların yanında müzik klipleri de tüketimi teşvik e­
den önemli bir araçtır. Örneğin, Los Angeles kökenli rock
müzik; bu müzik türünden hoşlanan dünya gençliği için,
bu müziği yapanlar ve dile getiren sanatçılar yoluyla tüke­
tim, beslenme ve kıyafet modelleri sunar. Gençler rock
yıldızının yediğini yeme, onun içtiği içeceği içme ve onun
gibi giyinmek için teşvik edilir.
Ancak bu imajlar bütün dünyada aynı şekilde taklit
edilmez. Her bir kültür bunun içerisine farklı birtakım
unsurlar sokarak melez bir uluslararası kültürel yapı oluş­
tururlar. Taklit edilen kültür kendi kaynağı olan kültürden
kısmen farklılaşır. Küreselleşme süreci ile özellikle ABD
kültür endüstrilerinin ve iletişim sektörleri nin ürünleri
küresel ölçekte yaygınlık kazanmıştır. Küresel bir beslen­
me (McDonalds, hamburger+ patates + kola), giyim kuşam
(Benetton, Marks and Spenser, Nike, Adidas), temizlik
(Procter and Gamble, Unilever), tarzı gelişmiştir. Son)' vb
birkaç şirket bütün dünyanın her türlü elektrikli cihaz
il1tiyacını karşılamaktadır. Hem üretim l1em de tüketim
küreselleşmiştir.
Küreselleşme ile homojen bir dünya kültürü yaratılma­
ya başlanmıştır. İ nsanlar aynı alet-edevat ve ürünleri kul­
lanmakta, benzer şeyler yiyip içmeye başlamakta, aynı
mağazalardan giyinmekte, benzer filmleri ve televizyon
programlarını izlemekte, benzer müzikleri dinlemeye,
benzer sigaraları tüttürmeye başlamışlardır. Dolayısıyla
küreselleşme sermayenin, bunların ürettiği malların ve bu
malların tüketiminin, kısaca kültürün küreselleşmesidir
(Gay, l 997: 1 4).
Küreselleşme ile Amerikan tarzı yaşam küresel ölçekte
yaygınlaşmış olur. Amerikan mal ve hizmetlerinin çevre
ülkelere yayılması bu ülkelerdeki insanların Amerikan
yaşam biçimiyle kendilerini daha farklı algılamalarına
neden olmaktadır. Amerikan tarzı tüketim kalıbı egemen
hale gelmekte küresel ölçekte ABD imali olan değerler ve

1 72
Kitle İletişim Kuramları

imajlar hayatın her alanını kuşatmaktadır. Küresel çapta


üretilen kültür medyanın ve onların mülkiyet ve çıkar or­
taklığı içinde bulunduğu büyük sermaye gruplarının ege­
menliğini sağlamlaştırmak ve sürdürmek için gerekli olan
kültürdür. Bu kültür kendisini tüketenleri kendi yerel,
otantik, ulusal ve sınıfsal kültürlerine yabancılaştırmakta­
dır.
Küreselleşmenin her bir boyutu bir enformasyon ve ile­
tişim altyapısı gerektirir. Küreselleşme ile birlikte banka­
cılık, finans, sigorta ve reklamcılık hem küreselleşmenin
temel bir unsuru haline gelmiş 11em de bu hizmetler bütün
dünyaya )'ayılmıştır. B u hizmetler sağlanmadan ulus-aşırı
şirketler işleyemez. Enformasyon ve iletişim onların işle­
rinin ayrılmaz bir parçasıdır. Pazarlar, müşteriler, bölge­
ler, ekonomiler, riskler, yatırımlar, vergi sistemleri hak­
kında bilgi sal1ibi ve bilgi akışı olmadan ulus-aşırı şirket­
ler işleyem ez. Bu bilgileri sağlamak için de küresel birer
iletişim altyapısı gereklidir.
Küreselleşme bilgisayar ve iletişim teknolojilerine ihti­
yaç duyar. Bu durum küresel girişimin eşgüdümünün sağ­
lanması için yeni iletişim teknoloj ilerinin geliştirilmesi ve
kurulması gerekir. Bu enf.o rmasyon altyapısı enformasyon
akışını dal1a önce hiç olmadığı oranda artmıştır. Ö rneğin
uluslar arası telefon bağlantısı A B D ' de % 500 artmıştır.
1 9 8 1 - 1 9 9 1 arasında 5 00 milyondan 2 . 5 milyara çıktı. U­
luslararası enfoı ıııasyon otobanında finansal trafik de
hayli yoğunlaşmıştır. Döviz kurları, doğrudan yabancı
yatırım biçimleri, pazarlar, paralar, senetler ve bonolarla
ilgili işlemlerden oluşan finansal enformasyon akışı hız­
lanmış ve bu alanla ilgili işlemlerin sayısı artmıştır.
Küreselleşme ile birlikte yeni bir uluslararası iş bölü­
mü yaygınlaşmıştır. Ulus aşırı şirketler üretim, dağıtım ve
satışları pek çok uluslararası yerden gerçekleştirebilecek­
leri ve koordine edebilecekleri bir donanıma sahiptirler.
Bilgisayar destekli iletişim teknoloj ileri, üretici ve dağıtı­
cıları süre giden bir yapıda uyumlu ve koordineli bir bi­
çimde çalışmasını sağlayarak işleyişi sürdürmek için kul­
lanılacak yüzlerce personelden tasarruf sağlar. Hammad-

1 73
Levent Yaylagül

de Prag' dan sağlanıp üretim Manila' da gerçekleştirilip,


Moskova' da pazarlamak mümkün hale geldi. Bu, enfor­
masyon ve telekomünikasyon teknoloj ilerinin gelişimi sa­
yesinde olmuştur.
Finans ve ticaret açısından enformasyon hizmetleri kü­
resel ekonomi için hayati bir öneme sahiptir. Güvenli en­
formasyon ağları hisse senetlerini, ticareti borsa işlemleri,
bankalar arası ve banka-müşteri ilişkileri açısından çok
önemlidir. Yeni teknoloj iler ürünlere ve üretim sürecine
büyük kolaylık ve etkinlik sağlamıştır. Yen i teknolojiler
hem ürünlerin kalitesini artırmış hem de otomatik ve me­
kanik gelişmelere katkıda bulunmuştur. Robotlar ve bilgi­
sayar kontrollü büro malzemeleri sağlanmıştır. Geliştiri­
len bu ağlar hem örgüt içi hem de örgütler arası iletişim­
de etkin bir biçimde kullanılmaktadır (Webster, 1 995).
Bu ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel gelişmele­
rin yanında bir kavram olarak küreselleşme yaşanan ge­
lişmeleri meşrulaştırmak ve muhalif yaklaşımların gelişti­
rilmesini engellemek için ideoloj ik bir kılıf olma işlevini
de yerine getirmektedir. B u bağlamda küreselleşme süre­
ciyle birlikte birtakım fikir ve düşünceler ön plana çıka­
rılmaya başlamıştır.

2. Küreselleşmenin ideolojik Boyutu ve Eleştirisi


Küreselleşme ile ideolojik olarak en çok vurgu yapılan
olgu artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı yönündeki ö­
ner rrıedir. B u argümana göre artık başka bir devirde ya­
şanmaktadır. Artık pek çok insanın kendi ideolojik yöne­
limine göre sorgulamadan kabul ettiği bu anlayış kavram­
sal düzeyde kendisini post ön ekiyle tanımlar olmuştur.
Post-modernizm, post-yapısalcılık, post-marksizm, post­
kolonyalizm, post-emperyalizm, post-politika bu kavram­
lardan birkaçıdır. Günümüzün egemen bilim ve ideoloji­
sine göre küresel bir post-modern çağda yaşanmaktadır.
B u dönemde eski (modern döneme ait) ilişkiler ve eski
değerler yoktur. Sömürii ve emperyalizm modern döne­
min ilişkileriydi. Bunun yerini postmodern ilişkiler ve
karşılıklı bağımlılık almıştır (Docherty, 2 000).

1 74
Kitle İletişim Kuramları

Postmodernist anlayışın köke ninde ''aydınlanma'' ha­


reketinin başarısız bir girişim olduğu düşüncesi yatar.
Aydınlanmayla teoloj ik anlayışın yerini rasyonalizm (bur­
juva akılcılığı) almış; toplumsal ve siyasal örgütlenme bu
temel üzerinde yükselmiş, bilim ve teknik son derece iler­
lemiş ve eğitim yaygınlaştırılmıştır. İlk çıkışında insanın
özgürlüğünü müjdeleyen Aydınlanma ve bunun türevi
olan akılcılık, bürokratik örgütlenme ve modern teknoloji
insanın özgürlüğünü güçlendirmekten öte onu sınırlan­
dırmıştı.
B undan dolayı postmodern dönemde Aydınlanma pro­
jesinin öldüğü ilan edilir, eskiden doğru kabul edilen dü­
şünce ve değerler artık geçersizdir. Postmodernistler bi­
limsel çalışmalarında kültürle, dille ve söylemle ilgilenir­
ler. Her türlü tarihsel ve toplumsal belirlenim reddedilir.
Her şey failin niyetine bağlanır. B u yaklaşıma göre; insan­
ların toplumsal ilişkileri dil tarafından oluşturulur. Dil,
insanların dünya hakkında bilebilecekleri tek şeydir ve dil
dışında bir gerçeklik yoktur.
Postmodern bilim felsefesi ekonomi politik yaklaşımı
reddeder, sınıflar, sınıf farklılıkları ve sınıf mücadelesinin
yerine cinsiyet, ırk, etnisite ve cinsellik gibi tikel kimlikle­
re ve bu kimliklerin tikel mücadelelerine vurgu yapar
(Wood, 200 1 : 1 4 ). B urada amaç bu insanların cinsel, ırk­
sal ve etnik özgürlüklerinin geliştirilmesi değildir. Klasik

Ingiliz siyaset geleneği olan ''böl ve yönet'' (divide and


rule) politikasının ifadesidir. B u sayede insanların ortak­
lıkları değil farklılıkları vurgulanmaktadır. Böylelikle in­
sanları n ortak hareket edecekleri sınıfsal (ve ulusal) te­
meller ayaklarının altından çekilip alınmaktadır (Bau­
man, 1 9 99). Sermaye hiçbir zaman karşısında kural koy­
ma gücüne sahip güçlü ve bağımsız devletler istemez. B u­
nun için güçlü devletler çeşitli şekillerde parçalanarak
güçsüzleştirilir ve emperyalist mali ser ıııayenin düzenine
uymak zorunda bırakılır.
Postmodernistler, toplumsal yaşamın sonucu olan dili,
bağımsız bir dünyaya dönüştürmekle kalmadılar, onu her
şeyi kapsayan bir dünyaya dönüştürdüler ve böylece top-

1 75
Levent Yaylagül

lumsal hayatı üreten ve bunu yaparken de dili konuşan


insanı ve onun her türlü etkinliğini ortadan kaldırarak
(öznel) idealizmin yeni bir örneğini sergilediler.
Postmodern dönemde her şey söylemdir. İ nsanlar dil sa­
yesinde varolduğuna ve içinde hareket edilen dünya dil
aracılığıyla tanımlandığına göre dil dışında bir gerçeklik
yoktur. Bundan dolayı insanın varlığı, kimliği ve öznelliği
dil aracılığıyla oluşur.
Oysa materyalist dil anlayışına göre, dil bilincin
ayrılmaz bir parçası ve bilinç de bilinçli insandan başka
bir şey değildir. Dil. sınıf mücadelesinin gerçekleştiği top­
lumsal bir etkileşim alanıdır. D il, düşünceden, düşünce
düşünen insandan, yani emekten, toplumsal üretimden,
pratik insan etkinliğinden koparılamaz. İnsanlar toplum­
sal yaşamın üretiminin bir parçası olarak düşünceleri de
üretirler. Düşüncelerin ve bu düşüncelerin ifadesi olan
kavramların üretimi insanlar arasındaki somut ilişkiyle
yani üretim ilişkileriyle iç içedir ve bu ilişkinin bir parça­
sıdır. Bu açıdan dil maddi yaşamın dilidir. Toplumsal ya­
şamın üretimi ve yeniden üretimi için insanlar birbirleriy­
le kaçınılmaz ilişkiler kurarlar. Dolayısıyla insanın çalış­
ması ve maddi hayatı üretmesi bilinci, insanlar arasındaki
kaçınılmaz etkileşimi (iletişimi), toplumsal emeği var et­
mek ve sürdürmek için düşünceleri ve bu düşünceleri
paylaşma ve bunları karşılıklı olarak değiştirme yetisini
de gerekli kılar.
Toplumsal etkileşim (iletişim) hiçbir zaman post­
modernistlerin iddia ettiği gibi yalnızca söylemsel değil­
dir. Konuşma kendi başına bağımsız bir alan olamaz. Çok
taraflı bir sosyal ilişkiler ağının bir parçası ve onun oluş­
turucu unsurudur. B ireyler (sınıfların üyesi olan bireyler
kastedilmektedir) arasındaki eşitsizliğe dayalı l1iyerarşik
ilişkiler dili ve konuşmayı şartlandırır. B undan dolayı sı­
nıflı toplumlarda dil alanı da bir egemenlik ve bu egemen­
liğe karşı bir direniş alanıdır (Mcnally, 2 00 1 ).
Oysa postmodernistler lıem dili gerçekliğin oluşturucu­
su olarak bağımsız bir alan haline getirdiler hem de dili
konuşan bireyi dili istediği gibi kullanma şansına sahip dil

1 76

Kitle iletişim Kuramları

üstü, dil ötesi ya da dil dışı bir varlık haline getirdiler. Dil
hiçbir zaman tek bir bireyin ürünü olamaz . D il, bir toplu­
luğun ürünüdür (Marx, 1 999:382). İ nsanlara toplumsal
hayatın üretim sürecinde mülkiyeti ürettikleri gibi dili de
ortaklaşa bir biçimde üretirler. Dil hiçbir zaman bireysel
bir etkinlik alanı değil, toplumsal üretimin ve varoluşun
bir parçasıdır. B irlikte yaşayan ve birbirleriyle konuşan
bireyler olmadan dilin gelişmesi mümkün değildir. B irey
hiçbir zaman dili istediği gibi kullanamaz ve dilin sınırla­
rını ve kurallarını kendisi belirleyemez. B irey toplumsal
11ayatı ancak bir toplum içerisinde, toplumsal olarak belir­
lenmiş bir şekilde üretir (Marx, 1 99 9 : 2 1 ).
Postmodernizmin de yaslandığı tarihten ve toplumdan
bağımsız birey anlayışının kökeninde 1 8. yüzyıl burjuva
iktisatçılarının yaklaşımı yatar. Temel felsefesini Adam
Smith ve David Ricardo' da bulan bu yaklaşım bireyi, ta­
rihsel bir sonuç olarak değil, tarihin çıkış noktası olarak
görmektedir. B u yaklaşım bireyi 11içbir zaman tarihsel ve
toplumsal bir varlık olarak görmez tam tersine bireyi do­
ğa tarafından konumlandırılmış doğaya uygun insan ola­
rak değerlendirir. Oysa birey hiçbir zaman doğal bir var­
lık değil, aksine tarihsel ve toplumsal olarak üretimde
bulunan ve dolayısıyla tarihsel ve toplumsal olarak belir­
lenmiş bir varlıktır. Tarihi süreç içerisinde ne kadar geri­
ye gidilirse gidilsin burjuva anlamındaki bireyin her za­
man toplumsal bir varlık olduğu ve daima bir topluluk
içerisinde yaşadığı ortaya çıkar. Birey önce bir aile içinde
daha sonra da ailenin de bir parçası olduğu toplumsal bir
yapı içerisinde yer alır. Kapitalist toplumlarda bilimsel
anlamda toplumdan yalıtılmış birey anlayışı ne kadar ge­
liştirilirse geliştirilsin, toplumsal ilişkiler hiçbir tarihsel
dönemde görülmediği kadar gelişmiştir. İnsanlar tek baş­
larına üretimde bulunamadıkları için üretimi toplumsal
olarak örgütlemişlerdir. Toplum demek her zaman üretim
demektir. Üretim de her zaman toplumsal ve tarihsel bir
üretimdir. Yani üretim toplumsal bireyin üretimi demektir
(Marx, 1 999:2 1 -2 3 ) .

1 77
Levent Yaylagü/

Postmodernizmle birlikte sık sık öldüğü vurgulanan


büyük anlatılardan birisi Marx ve Marksizm 'dir. F.
Engels, K. Marx 'ın ''Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı''
adlı eserine yazdığı önsözde ekonomi politiğin (yani
Marksizm' in) ''çağdaş burjuva toplumunun (yani kapita­
lizmin) teorik tahlili olduğunu belirtmişti. B una göre
Marksizm kapitalizmi konu alan bir bilimdir. B u bilimin
amacı kapitalist toplumsal formasyonun gelişim yasaları­
nı ve iç çelişkilerini ortaya çıkarıııaktır. Dolayısıyla F.
Jameson (200 1 : 1 64) 'un belirttiği gibi Marksizm 'in öldü­
ğünü iddia ederken kapitalizmin ve pazarın zaferini ilan
etmek çelişkili bir durumdur.
Kapitalizmin sürekli emtia üretimi, artı değerin yara­
tılması, ekonomik krizler ve krizden çıkış için üretim tek­
noloj ilerinin geliştirilmesi, yeni emtiaların üretilmesi, yeni
pazarlara ihtiyaç duyulması ve bunu neticesinde küresel­
leşme mekanizmasında herl1angi bir değişiklik yoktur.
Ancak söylemsel düzeyde sürekli neo-liberal politikaların
bilimsel üstünlüğüne vurgu yapılmakta, tarihin
(Fukuyama, 1 993) ve ideoloj ilerin (Bell, 1 9 62) sonu ilan
edilerek kapitalizm ölümsüzleştirilmeye çalışılmaktadır.
Oysa tarihe bakan insan, daha önceleri de neo­
liberalizmin çeşitli versiyonlarının uygulandığını ve bu
sistemin kendi doğası gereği krize girdiğini ve günümüzde
de kapitalizmin üretici güçlerin gelişimi ile üretim ilişki­
leri arasındaki çelişki neticesinde kendisini savaş ve baskı
ile (zorla el koyarak) sürdürdüğünü görülür (Harvey,
2 004).
Kapitalizm savaş ve yıkım endüstrisi ile kendisini yeni­
den üretmektedir. Kapitalizmin egemenliği ve gücü onun
bilimsel doğruluğundan kaynaklanmaz, aksine kapitalist­
lerin üretim araçlarını, düşünce üretim araçlarını, devlet­
leri ve orduları kontrol etmelerinden kaynaklanır. B u sü­
reçte ekonomi hiç olmadığı kadar ( ! ) belirleyici bir ko­
numdadır. B una karşın hayatın her alanında kültür, kim­
lik, cinsiyet, çoğulculuk, farklılık ve demokrasiye vurgu
yapılmaktadır. B ütün bu söylemler kime ve neye hizmet
etmektedir. Demokrasi kimin içindir? Küresel kapitalist

1 78
Kitle İletişim Kuramları

sistemin getiı ıı1iş olduğu demokrasi ve özgürlük küresel


sermayedarların ve yerel işbirlikçilerinin demokratik ve
özgür bir biçimde bütün dünyayı talan etmeleri özgürlü­
ğüdür. Akşama içecek bir tas çorbası olmayan insanların
dünyayı kapitalistlerin gözünden görüp anlamlandırmala­
rı da ideolojilerin sonunu değil, emperyalist ideolojinin
gücünü ve egemenliğini göstermektedir.
Küresel kültür, küresel çapta faaliyet gösteren küresel
şirketler tarafından emtia for ıııunda üretilmektedir. B ü­
tün emtialarda olduğu gibi bu emtialar da fetiş bir karak­
terdedir. Emtia fetişizminin kolonileştirildiği küresel bir
kültürde otantiklikten ve yerellikten bahsetmek ne kadar
mümkündür? Yerel motifler de küresel sermayenin üretti­
ği emtiaya dönüştürülmüştür. Küresel seı ıııayenin ürettiği
mayoyu giymeyen müslüman kadınlar için küresel serıııa­
ye tarafından haşema (l1akiki şeriat mayosu) üretilmekte­
dir. Amrikan kolasını protesto edenler için Mekke kola
üretilmektedir. Ekonominin kendisi kültürel bir görünü­
me kavuşmuştur. B ugün bütün dünyada tüketim kültürü
egemendir. B u, kültürün ser ıııaye tarafından ne kadar
belirlendiğinin açık bir göstergesidir. Günümüzde radikal
akımların gelişmesi, uyuşturucu ve fuhşun ve eşcinselliğin
artması, futbolun küresel bir endüstri haline gelmesi, iş­
sizliğin artması, borsa, spekülasyon ve hortumculuğun
egemen pratikler haline gelmesi sadece etik bir sorun de­
ğil, kapitalist sistemin yapısal özelliği olan emtia üretimi­
nin, fetişizmin ve yabancılaşmanın çeşitli görünümlerde
dışa vurulmasıdır. Bir avuç çokuluslu şirket dünyanın
hem maddi üretim kaynaklarını hem de düşünce üretim
kaynaklarını kontrol etmektedirler. Hem maddi anlamda
hem de düşünsel anlamda nelerin üretileceğine onlar ka­
rar vermektedirler.
Günümüz toplumları ile ilgili ortaya konulabilecek en
önemli gerçek bu toplumların sınıflı toplumlar olması
gerçeğiyse; bununla ilgili bir başka gerçek de sınıf ege­
menliğini sürdürmede medyaya çok önemli işlevler düş­
tüğüdür. Kapitalizmin kendisini yeniden üretebilmek için
geliştirdiği yeni iletişim teknoloj ilerinin sonucunda haya-

1 79
Levent Yay/agül

tın her anı imajlarla ve mesajlarla doldurulmaktadır.


Medya ve enformasyon şebekeleri bütün dünyayı sarmak­
tadır. Geleneksel iletişim araçları olan telefon, telgraf ve
fax gibi araçlar artık eskisi kadar yaygın kullanılmamak­
tadır. Bilgisayar sistemleri eski iletişim araçlarının pek
çoğunun gerçekleştirdiği işlemleri yerine getirebilmekte­
dir. İnternet aracılığıyla bütün dünya iletişim sistemleri
birbirine bağlanmıştır. Yeni iletişim araçları sayesinde bir
imaj ve mesaj patlaması yaşanmaktadır. Bu patlama bir
takım iyimser (?) yaklaşımların doğmasına sebep olmuş
ve içinde yaşanılan çağın eı1formasyon çağı , (bazı) top­
lumların da enformasyon toplumu olduğu iddia edilmiş­
tir. Gün ümüzde enfo rmasyon artan bir öneme sahiptir.
Ancak bu önem kimler içindir? Yaşanan bütün bu geliş­
meler emperyalist aşamadaki kapitalist üretim ilişkilerin­
de üretim araçlarını elinde tutan sınıfların il1tiyaçlarına
cevap verecek bir yapıda gelişmektedir. B u dönemde en­
formasyon üretimi ve dağıtımı kapitalistler açısından son
derece karlı bir etkinlik l1aline gelmiştir. Yeni iletişim tek­
nolojileri ve kapitalist sistem sermayenin mantığına göre
belli bir uyum içinde işlemektedir. Geliştirilen bu yeni
iletişim teknolojileri ve bunların taşıdığı enformasyon,
mesaj lar ve imajlar sermayenin kendini artırma ihtiyacın­
dan doğmaktadır. Yeni iletişim ve enformasyon teknoloji­
lerinin gelişimi ve toplumsal yapıya etkileri ancak ekono­
mi politik bir yaklaşımla makro düzeyde toplumsal sistem
analizi yapılarak gerçekten anlaşılabilir.

1 80

Kitle iletişim Kuramları

KAYNAKÇA

Adorno, Thedore W. and Max Horkheimer ( 1 972).


Dialectic of en ligl1t1nent. Translator: John Cumming. New
York: Continuum .
Agee, W. K, P . H . Ault ve E . Emery ( 1 985). lntroduction
to Ma.'>s Com11zunication . New York: Harper and Row
Publishers, ine.
Althusser, Louis ( 1 97 1 ) . '' ldeology and ldeological
State Apparatuses . (in) Lenin and /1h if<J.'>CJJ?lıy and Other
Essa_y.'> . Translated by B . Brewster. New York: Monthly
Review Press.
Althusser, L. ( 1 9 8 7). John Lewis 'e Cevap . Çeviren: M.
Ökmen. Ankara: V Yayınları .
Amin, S . ( 1 99 3 ) . Kao.'> İmpa ratorlıığıı: Yen i Kapitalist
Küreselleşnıe. Çeviren: Işık Soner. İstanbul: Kaynak Ya­
yınları.
Amin, S . (2000) . Entelektüel Yolcııluğum . Çeviren: U­
ğur Günsür. Ankara: Ütopya Yayınevi.
Amin, S . (2000a). Değişi1n Halindeki Dii.nya Sistemi.
Çeviren: Fikret Başkaya. Ankara: Cantekin Matbaası.
Anderson, P. ( 1 988). Antonio Graınsci: Hegemonya,
Doğu / Batı Sorıınu ve Strateji. Çeviren: Tarık Günersel.
İstanbul: Alan Yayıncılık.
Aymaz, G . (2002 ). ''Kitle İletişim Çalışmaları ve Antro­
poloji: Sosyal Bilimlerin Tutucu ve Özgürleşimci Potansi­
yelini Gözlemek için B ir İpucu '' . Defter. Kış. Yıl: 1 5 . Sayı:
45 . Ss . : 2 3 5 -249.
Aziz, A. ( 1 990). Araştırma Yöntemleri, Teknikleri ve İle­
tişim : Ankara: İLAD (İletişim Araştırmaları Derneği) Ya­
yınları.

181
Levent Yaylagül

Bagdikian, B . ( 1 992). Media Monopol.v . , 4ıh Edition.


Bostan: B eacon Press.
Balle, F. ve 1 . C . De Baillon ( 1 983). ''Mass Media
Research in France: An Emerging Discipline'' . Joumal of
Communication. Summer. Pp.: 1 46- 1 5 6 .
Barj onet, A. ( 1 96 7). Ekononıi Politik Nedir? . Çeviren:
Erdoğan Başar. Ankara: Anadolu Yayınları.
Barker, C . ( 1 999). Television, Globalization and
Cultural Identities. Philedelphia: Open Univeristy Press.
Barthes, R. ( 1 9 79). Göstergebilim İlkeleri. Çevirenler:
B . Vardar ve M. Rifat. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları .
Barthes, R. ( 1 9 75). SIZ. Landon: Cape.
Bauman, Z . ( 1 999). Küreselleşme: Toplunısal Sonuçlan.
Çeviren: Abdullah Yılmaz. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bell, D . ( 1 962). The end of Ideology. New York: Free
Press.
Benjamin, W. ( 1 999). ''The Work of Art in the Age of
Mechanical Reproduction'' . (in) Visual Culture: The
Reader. (Eds.): Jessica Evans and Stuart Hall. Landon,
Thousand Oaks and New Delhi: Sage.
Bennett, Tony ( 1 982). ''Theories of the Media, Theories
of Society'' . (in) Cıllture, Society and the Media. (Eds) :
Michael Gurevitch, James Curran and Janet Woollacott.
New York: Arnold Press. Pp: 30-55.
Berger, A. A. ( 1 993). Kitle İletişiminde Ç'özümlenıe Yön­
temleri. Çev: M . Barkan vd. Eskişehir: Anadolu Ü niversi­
tesi Yayınları .
Bottomore, T. ( 1 984). The Frankfurt School. Landon:
Tavistock.
Bryson, L. (Ed.)( 1 964). The Communication of Ideas.
New York: Cooper Square Publishers.
Buharin, N . ( 1 975). Dünya Ekonomisi ve Errzperyalizm.
Çeviren: Şehsuvar Barlas. İstanbul: Özgün Yayınları.
Buhr, M. ve A. Kosing ( 1 999). Bilimsel Felsefe Sözlüğü .
Çeviren: V. Bildik. 2 . Baskı. İstanbul: Toplumsal Dönü­
şüm Yayınları.

1 82

Kitle Iletişim Kuramları

Cantor, M. ( 1 9 82). ''Audience Control'' . (in) Television:


The Critical View. (Ed.): Horace Newcomb. Oxford:
Oxford University Press.
Chomsky, Noam ( 1 997). ''What Make Mainstream
Media Mainstream?'' . Z Magazine. June.
Cliff, T. ( 1 998). Rosa Lüksemburg. Çeviren: Metin Fırtı­
na. İstanbul: Z Yayınları.
Crehan, K. (2002). Granısci, Cıtlture a nd Anthropology.
Landon, Sterling, Virginia: Pluto Press.
Curran, J . , M. Gurevitch and J . Woollacott ( 1 9 82). ''The
Study of Media: Theoretical Approaches'' . (in) Cultıtre,
Societv and the Media. Eds . : M. Gurevitch, T. Bennet, J .

Curran and J . Woollacott. Landon and New York:


Methuen. pp.: 1 1 -2 9 .
De Angelis, M. (2006). Intr<Jduction: The Economy,
Economics and Political Economy.
http://hompages .uel.ac. uk/M. DeAngelis/ln 1 -
science&values .pdf ( 1 5 Mart)
De Saussure, F. ( 1 998). Genel Dilbilim Dersleri. Çevi­
ren : Berke Vardar. İstanbul: Multilingual.
Dellaloğlu, B . F. ( 1 995). Frankfurt Okulu 'nda Sanat ve
Toplunı. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Docherty, T. D . (2000) . ''Postmodernizm : B ir Giriş'' .
Postmodemist Burjıtva Liberalizmi (içinde) . 2 . Baskı.
Der. :T. D . Docherty vd. Türkçe 'si: Yavuz Alogan. İstanbul:
Mavi Ada Yayıncılık.
Dorfman, A. ve A. Mattelart ( 1 9 75). Enıperyalist Kültür
Sanayi ve Walt Disney: Vakvak A mca Nasıl Okunmalı?.
Çeviren: Atilla Aksoy. İstanbul: Gözlem Yayınları.
Engels, F. ( 1 975). Anti Dühring. Çeviren. Kenan
Somer. Ankara: Sol.
Erdoğan, İ . (20 0 1 ). ''Popüler Kültürde Gasp ve Popüle­
rin Gayri Meşruluğu''. Doğu-Batı. Yıl : 4 . Sayı : 1 5 . Mayıs­
Haziran- Temmuz. Ss.: 65- 1 02 .
Ewen, S. ( 1 983). "The Implications of Empiricism'' .
Joumal of Communication. Summer. ss . : 2 1 9-2 2 5
Fiori, G. ( 1 989). B ir Devrimcinin Yaşamı: A . Gramsci.
Çeviren: Kudret Emiroğlu. Ankara: V Yayınları.

1 83
Levent Yaylagül

Fiske, J . ( 1 9 89). Television Cultılre . 2 nd Edition. Landon


and New York: Landon: Routledge.
Fukuyama, Francis ( 1 993 ). The End of History and the
Last Man . New York: Avon Books .
Fung, Anthony Y. H ( 1 996). ''Politics of Media
Economics and Economy of Media Politics : An
Overview'' . Joılmal of Communication lnquiry, 20: l
(Spring), pp. 99- 1 1 3 .
Garnham, N . (200 1 ) . '' Bir Kültürel Materyalizm Teori­
sine Doğru''. Çeviren: Sevilay Çelenk. Praksis. (Güz-4).
1 2 6- 1 43 .
Garnham, N . (2000). Enıancipation, the Media and
Modernity: A rguınents about the Media and Social Theory.
Oxford: Oxford University Press .
Garnham, N .( 1 9 79). ''Contribution to a Political
Economy of Mass Communication '' . Media, C'u/ture and
Society. l (2). 1 23 - 1 46 .

Gay, Paul Du ( 1 997). Production of Cıılture/Culture of


Production. Landon: Sage Publications .
Golding, Peter and Graham Murdock ( 1 99 1 ) . ''Culture,
Communications and Political Economy. (in) Mass Media
and Society. (Eds . ) : James Curran and Michael Gurevitch,
New York: Edward Arnold. 1 5 -3 2 .
Gurevitch. M . , T. Bennet, J . Curran and J . Woollacott
( 1 982). ''Class, ldeology and the Media: Introduction '' . (in)
Culture, Society and the Media . Eds . : M. Gurevitch, T.
Bennet, J . Curran and J . Woollacott. Landon and New
York: Methuen. pp. : 7- 1 0.
Gramsci, A. ( 1 997). Hapishane Defterleri. 3 . Baskı. Çe­
viren: Adnan Cemgil. İstanbul: Belge Yayınları.
Habermas, J . ( 1 984). The Theory of Communicative
Action. B aston: Beacon Press.
Habermas, J . (200 1 ). İdeoloji Olarak Teknik ve B ilim. 4 .
Baskı. Çeviren: Mustafa Tüzel. İstanbul: YKY.
Habermas, J . ( 1 989). The Strucnlral Transfonnatioıı of
Public Sphere. Cambridge: MiT Press.

1 84

Kitle iletişim Kuramları

Hall, S. ( 1 9 80). ''Encoding and Decoding in the


Television D iscourse'' . (in) Cıılture, Media, Language .
(eds.): S . Hall, et al. Landon: Hutchinson. pp. 1 9 7-208.
Hall, Stuart ( 1 9 82). ''Tl1e Rediscovery of ' Ideology'
: Return of The Repressed in Media Studies". Cıılture,
Societv and Tl1e Media . Eds: M . Gurevitch, T. Bennett, J .

Curran and J . Woollacott. Landon and New York:


Methuen. pp. : 5 6-90.
Hall, S . , C . Critcher, T. Jefferson, vd. ( 1 978). Policing
the Cri.-;i.-;: Mı1gging, the State and Law and Order. Landon:
Macmillan.
Hamelink, C . J. ( 1 994). Trends in World C'omnıunica­
tion: On Di.-;enıpower1nent and Self-e11ıpowerment. Penang:
Southbound.
Harms J . ve D . Kellner (2006). ''Toward a Critical
Theory of Advertising''
http://www . gseis . ucla .edu/faculty/kellner/­
Illim unia%20Folder/kell6 . h tm ( 1 5 Mart).
Hardt, H . ( 1 999). ''Eleştirel'in Geri Dönüşü, Radikal
Mul1alefetin Meydan Okuyuşu: Eleştirel Teori, Kültürel
Çalışmalar ve Amerikan Kitle İ letişim Araştırması " . Med­
ya İktidar, İde(Jloji (içinde). Derleyen ve Çeviren: Mehmet
Küçük. 2 . Baskı. Ankara: Arrk. 1 5 - 7 5 .
Harvey, D . (2004). Yen i Et1ıperyaliznı . Çeviren: H . Gül­
dü. İstanbul: Everest Yayınları.
Herman, Edward S . ve N . Chomsky ( 1 988).
Manı1facturing C'onsent: The Political Econonı_v of the
Mas.-; Media . New York: Random House.
J ames, S. ( 1 997). ''Louis Althusser'' . Çağdaş Te1nel Ku­
ra1nlar (içinde). Der: Quentin Skinner. 2 . Baskı . Çev: Ah­
met Demirhan. , Ankara: Vadi Yayınları .
Jameson, F. (200 1 ). ''Fiilen Yaralan Marksizm Üzerine
Beş Tez'' . Marksizm ve Postmodern Gündenı (içinde). Der. :
E . M. Wood ve J . B . Foster. Çeviren: A. Fethi. Ankara:

Utopya Yayınevi .

lensen, Klaus Bruhn (2002) . ''The Humanities in Media


and Communication Research'' . (in) A Handbook of Media
and Communication Research: Qualitative and

1 85
Levent Yaylagül

Quantitat ive Methodologies . (Ed.): Klaus B ruhn Jensen.


Landon and New York: Routledge.
Kartarı, Asker (200 1 ) . Farklılıklarla Yaşamak:
Kültürlerarası İletişinı. Ankara: Ürün Yayınları.
Kejanlıoğlu, D . B . ( 1 996). ''İletişim Alanı Üzerine'' An­
kara Üniversitesi İlet işi11ı Fakültesi Yıllık 1 995- 1 996 . An­
kara: A. Ü . Basımevi. 1 -8 .
Kızılçelik, S . (2000). Frank{urt Okulu . Ankara: Anı Ya­
yınları.
Lange, O . ( 1 975). Ekono1ni Politik. Çeviren: Muvaffak
Şeref. İstanbul: May Yayınları.
Le Ban, G . ( 1 997). Kitleler Psikolojisi. İstanbul: Hayat
Yayınları .
Lechte, John ( 1 994). Fifty Ke_y Corıtenıporary Thinkers.
Landon: Routledge.
Lenin, V. 1 . ( 1 998). Emperyaliznı: Kapitalizmin En
Yüksek Aşatnası . 1 0 . Baskı . Çeviren: C . Süreyya. Ankara:
Sol Yayınları .
Lerner, D . ( 1 958). The Passing of the Traditional
Society. İllinois: Free Press.
Levi-Strauss, Claude (2002). Yaban Düşünce. Çeviren:
Tahsin Yücel. 4 . Baskı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları .
Lindlof, T. ( 1 9 9 1 ). ''The Qualitative study of mass
audiences ''. The Joıtmal of Broadcasting and Electronic
Media. 35 ( 1 ). 2 3 -42 .
Manisalı, E. (2000). 2000'li Yıllara Başlarken Dünya ve
Türkiye. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.
Marcuse, H . ( 1 99 8). Karşıdevrim ve İsyan. Türkçe'ye
Çevirenler: Gürol Koca ve Volkan Ersoy. İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Marcuse, H . ( 1 997). Tek Boyutlu İnsan. 3 . Baskı. Çevi­
ren: Aziz Yardımlı. İstanbul : İdea.
Marcuse, P. (200 1 ). ''Küreselleşmenin D ili'' . Mülkiye.
Çeviren: Ali Tartanoğlu. Temmuz. Ağustos. C ilt: XXV. Sa­
yı: 2 2 9 . Ss . : 2 0 1 -206.
Marx, K. ve F. Engels ( 1 992). Alman İdeolojisi. Çevi­
ren: Sevim Belli. Ankara: Sol Yayınları .

1 86

Kitle Iletişim Kuramları

Marx, K ve F. Engels ( 1 999). Fel!>·efe Metinleri. Çeviren:


K. Somer, A. Kardam, S. Belli vd . . Ankara: Sol Yayınları.
Marx, K. ( 1 999). Dolay.çız Üretinı Sürecinin Sonuçlan.
Çeviren: Mustafa Topal. İstanbul: Ceylan Yayınları .
Marx, K. ( 1 974) . Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı .
2 . Baskı . Çeviren: Sevim Belli. Ankara: Sol Yayınları .
Mattelart, A. ve M. Mattelart ( 1 998). İletişim Kuram/an
Tarihi. Çeviren: M . Zıllıoğlu. İstanbul: İletişim Yayınları .
Mattelart, A., Xavier Delcourt ve M. Mattelart ( 1 9 84 ) .
''The New World l nformation and Communication
Order'', ''Economics and Culture: Same Strugle'' and
From Trading Patterns and to Communications Systems'' .
Part üne, Chapter 1 -3 . l nternational lmage Markets; in
Search of an Alternative Perspective. Landon: Comedia.
7-26; 1 1 2-3 .
Mattelart, A. ( 1 979). Multinational C'orporations and
the Control of Cıılture: The Ideological Apparatuses of
Imperialism. İ ngilizce'ye Çeviren: Michael Chanan. New
Jersey: Humanity Press.
McChesney, R. W. (2000). ''The Global Media G iants'' .
(in) Critical Studies in Media Commercialism . Eds . : R.
Anderson ve L. Strate. New York: Oxford Univeristy
Press.
McChesney, Robert W. ( 1 997). Corporate Media and the
Tlıreat to Democracy. New York: Seven Stories Press.
McComb, M . ve D. L. Shaw ( 1 984). ''The Agenda
Settinf Function of the Press''. (in) Media }Jower in
Politics. (Ed.): Doris A. Graber. Washngton: CQ
(Congressional Quarterly) ine. pp.: 63- 72.
McGregor, C . (2000) . Pop Kültür Oluyor. 2 . Basım . Çe­
viri : Gürol Özferendeci. İstanbul: Çiviyazıları .
McLellan, D . ( 1 999). İdeoloji. Çeviren: E. Özkaya. An­
kara: Doruk Yayınları.
McLuhan, Marshal ( 1 967). The Medium is the Message .
Landon: Penguin B ooks .
McLuhan, Marshal ve Quentine Fiore ( 1 969). War and
Peace in the Global Village . New York: Bantam.

1 87
Le vent Yay/agü/

McLul1an, Marshal ( 1 9 7 1 ). Understanding Media.


Landon: Sphere Books.
McNally, D . (200 1 ). '' Dil, Tarih ve Sınıf Mücadelesi ''.
Mark.'>izm ve Postnıodem Gündem (içinde). Der. : E . M .
Wood, J . B . Foster. Çeviren: Al1met Fethi. Ankara: Ütopya
Yayınevi.
McPhail, T. L. (2002). Global C'oııınıunication:
Theories, Stakeholders and Trends. B ostan, Landon, To­
ronto, Sydney, Tokyo, Singapore: Allyn and B acan.
McQuail, D . ( 1 997). A udience Analysis. Thousand
Oaks, Landon, New Delhi: Sage Publications.
McQuail, D . ve S . Windhal ( 1 993). İletişim Modelleri.
Çeviren: Mehmet Küçükkurt. Ankara: İmaj Yayınları .
McQuail, D. ( 1 9 89). Mass C'ommunication Theory: An
Introdııction. 2"d Edition. Landon: Sage.
Mcquail, D. ( 1 9 83 ). "Kitle İletişim Araçlarının Etkile­
ri " . Kitle İleti:jiminde Tenıel Yaklaşznılaı- (içinde). (Ed).
Korkmaz Alemdar ve Raşit Kaya . Ankara: Savaş. 45-83 .
Melody, William H. ve Robin E. Mansell ( 1 983 ). "The
Debate over Critical vs Administrative Researcl1 :
Circularity or Challenge " . Joumal of Conı nıu11 ication.
Summer. Ss.: 1 03 - 1 1 6 .
Miliband, R. ( 1 9 89). Kapitalist Devlet. Çev: Osman
Akınhay. İstanbul: Belge Yayınları .
Miller, Gerald R. ( 1 9 83 ) . ''Taking Stock of a
Discipline'' . Joumal of Conıınun ication. Summer. Pp. : 3 1 -
41.
Marley, David ( 1 9 86). Faın ily Television. Landon:
Comdeia.
Marley, D . ( 1 98 0). The Nationwide Audience . Landon:
British Film I nstitute.
Mosco, V. ( 1 996). The Political Econoıny of
Communication: Rethinking and Renewal. Landon,
Thousand Oaks, New Delhi: Sage Publications.
Murdock, G. ( 1 982). ''Large Corporations and the
Control of the Communications I ndustries''. (in) Culture,
Society and the Media . (Eds .) : M. Gurevitch, T. Bennett, J .

1 88

Kitle iletişim Kuramları

Curran and J . Woollacott. Methuen: Landon and New


York. pp . : 1 1 8- 1 50 .
Murdock, G . ( 1 980). ''Class, Power and the Press:
Problems of Conceptualisation and Evidence '' . The
Sociolog_y of Joumalism and the Press (içinde). (Der.): H .
Christian. U niversity of Keele: Sociological Review
Monographs. No: 2 9 .
Murdock, Graham and Peter Golding ( 1 974). "For a
Political Economy of Mass Communications''. (in) Social­
ist Register 1 9 73 . (Eds.): Ralph Miliband and J . Saville.
Landon: Merlin.
Murdock, Graham and Peter Golding ( 1 978). ''The
Structure, Ownership and Control of the Press, 1 9 1 4-
1 9 76''. (In) New.'>paper Hi.<;tory {ronı the Seventeenth C'en­
tıiry trJ the Pre.<;ent Da_v. (Eds): George Boyce, James
Curran, and Pauline Wingate. Landon: Sage. pp . : 1 3 0-
1 48 .
Murdock, Graham and Peter Golding ( 1 9 79).
''Capitalism, Communication and Class Relation'' . (in)
Mas.<; C'otnnıunicatİ(JIZ and Societ_v . (Eds). James Curran,
Micl1ael Gurevitch, and J anet Woollacott. 1 2 -43 . Landon :
Open University Press .
Mutlu, E. ( 1 996). ''İletişim Çalışmaları Alanına Aykırı
Bir Bakış : Bir Üst İletişim Olarak İletişim Çalışmaları '' .
A. Ü İLEF Yıllık 1 994 . Ss. 1 65- 1 80 .
Nikitin, P . ( 1 990). Ek<Jızonı i [J(J/itik. 7 . Baskı. Türkçe 'ye
Çeviren: Hamdi Konur. Ankara: Sol Yayı nları.
Noelle-Neumann, E. ( 1 997). ''Suskunlık Sarmalı Ku­
ramı'n ın Medyayı Anlamaya Katkısı'' . Medya, Kültür, Si­
yaset (içinde). Derleyen ve Çeviren: Süleyman İ rvan . Ss.:
223-23 2 . Ankara: ARK.
Parenti, M. (2002). İmparatorluğa Hayır: ABD'n in Kü-

ı-e.'>el Hegem(Jnyasının lçyüzü . Çeviren: Serpil Demirci,


İbral1im Yıldız. Ankara: Ütopya Yayınevi .
Portelli, H . ( 1 9 8 2 ) . Gramsci ve Tarihsel Blok. Çeviren:
Kenan Somer. Ankara : Savaş Yayınları .

1 89
Levent Yaylagül

Propp, Vladimir ( 1 990). Masalın Biçimbilinıi. Çeviren­


ler: Mehmet Rifat ve Sema Rifat. İstanbul: B/F/S Yayınla-
rı.
Renckstorf, K. ve D . McQuail ( 1 996). Social Action
Perspectives in Mass Communication Research: An
lntroduction. (in) Media Use As Social Actio n . (Eds .): K.
Renckstorf, D . Mcquail and N . Jankowski . Landon, Paris,
Rome: John Libbey (JL).
Riley, John W. ve Riley, Mathilda White ( 1 959). "Mass
Communication and Social System'' . (in) Sociology Today.
(Eds.): Robert K. Merton vd. New York: Basic Books.
Rogers, Everette M. ve Steven H . Chaffe ( 1 983).
''Communication as an Academic D iscipline " . Journal of
Communication. Summer. Pp.: 1 8-30.
Rosengren, K. E . ( 1 983). ''Communication Research:
üne Paradigm, or Four? '' . Joumal of l'onımunication.
Summer. Pp. : 1 85-207.
Rostow, W. W. ( 1 9 80) . İktisadi Gelişnıenin Merhaleleri.
2 . Baskı. Çeviren: Erol Güngör. İstanbul: Kalem Yayıncı­
lık.
Schiller, H . 1 . ( 1 983). ''Critical Research in the
lnforrı1ationa Age''. Journal of Communication. Summer.
Pp. : 249-2 5 7 .
Schiller, Herbert I . ( 1 976). Conımunication and l'ul­
tural Donı ination. New York: M . E . Sharpe.
Schiller, Herbert I . ( 1 9 84). Infomzation and Crisis
Economy. New Jersey: Albex.
Schiller, Herbert 1 . ( 1 9 7 1 ). Mass Conımunication and
Anıerican Ernpire. New York: Beacon Press.
Schiller, Herbert 1 . ( 1 993 ) . Zihin Yönlendirenler. Çev:
Cevdet Cerit. İstanbul: Pınar.
Schramm, W. ( 1 983). ''The Unique Perspective of
Communication: A Retrospective View '' . Joumal of
Communication . Summer. S s . : 6- 1 7 .
Severin, W. J . ve J . W. Tankard Jr. ( 1 992).
l'omnıunication Theories: Origins, Methods, and Uses i n
The Mass Media. 3rd Ed. N .Y: Longman.

1 90

Kitle iletişim Kuramları

Shanon, C. And W. Weaver ( 1 949). The Mathenzatical


Theory of ['ommunication. Urbana: University of Illinois
Press.
Slack, Jennifer Darly ve Martin Allar ( 1 9 83). ''The
Political and Epistemological Constituent of Critical
Communication Research'' . Joumal of Communication.
Summer. Pp . : 208-2 1 8 .
Smythe, Dallas ve Tran van Dinh ( 1 983 ). ''O n Critical
and Administrative Research : A New Critical Analysis''.
Joıımal of Cornlnıınication. Summer. Pp . : 1 1 7- 1 27 .
Smythe, D. ( 1 98 1 ). Dependency Road:
Conzl�zun ications, ['apitalism, Consciousness and Canada.
NJ: Ablex.
Smythe, D . ( 1 9 77). ''Communications: B lindspot of
Western Marxism'' . Canadian Joumal of Political and
Social Theory. Vol: l . No: 3 . (Fall). Pp.: 1 -2 7 .
Smythe, D . ( 1 960). ''On the Political Economy of Mass
Communications'' . Joumalism Quarterly. 37 (4). 563-5 72 .
Sonaıke, S. A. ( 1 996). "İletişim ve Üçüncü Dünyanın
Kalkı nması: Çıkmaz B ir Sokak mı? " . İletişim. Çeviren:
Haluk Selman. Sayı: 1 . (7-29).
Stevcnson, R. L. ( 1 996). ''International Commun­
ication''. (in) An l11tegrated Approach to Commun ication
Theory and Researc/1 . (Eds) . : Michael B . Slaven and Don
W. Stacks. New Jersey: Lawrance Erlbaum Associates
Publislıer.
Stevenson, R. L. ( 1 993). Commun ication, Development,
and the Th ird World. 2"d Edition. New York: Longman.
Storey, J . (2000). Popüler Kültür Çalışmaları: Kuram ve
Metotları . Çeviren: Koray Karaşahin. İstanbul: Babil Ya­
yınları .
Thompson, G. ( 1 9 76). İnsanın Özü . Çeviren: Celal Üs­
tel. İstanbul: Payel Yayınları .
• •
Üşür, İ . (200 1 ). ''Küreselcilik: B ir Değişimin İdeolojisi
Uzerine On Tez''. Mülkiye . Temmuz-Ağustos. Cilt: XXV.
Sayı: 2 2 9 . Ss . : 1 2 7- 1 3 0 .
Wasko, Janet ( 1 9 89). ''What 's so 'New' about the ' New'
Technologies in Holywood? An Example of the Study of

191
Levent Yaylagü/

Political Economy of Communication " . (in) Retlı inking


Conımunication: Volunıe 2 fJaradigm Exampler.ç . (Eds . ) :
Brenda Dervin, Lawrance Grossberg, Barbara J . O'Keege
and Ellen Wartella. Newbury Park, Landon and New
Delhi: Sage. pp.: 4 74-4 85.
Webster, Frank ( 1 995). Tlıeories of the lnfonna tion
Society. Landon: Routledge.
Williams, R. ( 1 9 93 ). Kültiir. Çeviren: Suavi Aydı n . An­
kara: İmge.
Williams, R. ( 1 96 1 ). The Long Revolution. Harmon­
dsworth Middlesex: Penguin Books.
Williams, R. ( 1 974). Television: Tec:hnology and
('ultural Fomı . Landon: Fontana.
Wood, E. M . (200 1 ) . ''Postmodern Gündem Nedir? '' .
Marksiznı ve 11ostnıodem Gündeın (içinde). Der. : E. M.
Wood ve J . B . Foster. Çeviren: A. Fethi. Ankara: Ütopya
Yayı nevi.
Woollacott, J . ( 1 982). ''Messages and Meanings " .
('ulture, Society arzd the Media . (Eds.): M. Gurevitcl1, T.
Bennett, J . Curran and J . Woollacott. Landon and New
York: Metl1uen . Pp . : 9 1 - 1 1 1 .
Zubritski, Mitropolski, Kerov ( 1 997). İ!kel, Köleci ve
Feodal Toplunz. 1 2 . B askı . Çeviren: Sevim Belli. Ankara:
Sol Yayınları .
Zubritski, Mitropolski, Kerov ( 1 995). Kapitali.s·t TcJp­
luın . 8 . Baskı . Çeviren: Sevim Belli. Ankara: Sol Yayınları .

You might also like