Professional Documents
Culture Documents
Cilingiroglu 2015 Collingwood
Cilingiroglu 2015 Collingwood
Giriş
Bu yazıda, kendine özgü bir geçmişi ve geleneği olan Türkiye arkeolojisini
bilimselleşme ve toplumsallaşma başlıkları altında incelemeye çalışacağım.
Geneli itibariyle Türkiye’de arkeolojinin uygulanış biçimi pozitivist bilim an-
layışından muzdarip bir olgu toplayıcılığı etkinliği olarak tarif edilebilir (Dik-
kaya, 2003: 189). Türkçe literatürün büyük çoğunluğu obje betimleyiciliği
ve/veya göreli tarihlendirmeye dayalı kronolojik tablolar oluşturmakla yetinir,
ve nihai olarak nesne gruplarının oluşturduğu varsayılan kültürlerin coğrafi
sınırları tanımlamaya çalışılır (Çilingiroğlu, 2015: 14). Bu haliyle, Türkiye
arkeolojisinde bilim yapmanın karşılığı çoğunlukla “malûmatlar”ın koleksiyo-
nerliği olarak belirmektedir diyebiliriz. Camianın diğer sosyal bilimlerle ilişki
kurmaktan çekinen içe kapanık yapısı nedeniyle kuramın önemi ve değeri
topyekûn reddedilmekte, yapılan arazi çalışmaları sayesinde toplanarak çoğal-
dığı iddia edilen bilgiler, hiçbir zaman bir hipotez yardımıyla test edilmediği
gibi, arkeolojik malzemeye çoğu zaman “nasıl?” ve “neden?” soruları da yönel-
tilmemektedir. Bu nedenle, Türkiye’de arkeoloji, sürekli kendini tekrarlayan
ve hatta yer yer yozlaşan salt teknik bir etkinlik alanı haline dönüşmüştür. Bu
durum, arkeolojinin bir bilim etkinliği olarak niteliğini olumsuz etkilemekle
kalmayıp ayrıca toplumsallaşmasını da önemli ölçüde engellemektedir (Erdur,
2003).
Diğer beşeri ve sosyal bilimlerin arkeolojidekiyle benzeşen sorunlara sahip
olduğunu baştan teslim etmemiz gerekir. Aşağıda tartışmaya çalışacağım so-
runların hiç biri Türkiyeli arkeologların içinde bulundukları tarihsel, ekono-
mik ve siyasi koşullardan bağımsız olarak bütünüyle anlaşılamaz. Türkiye’deki
eğitim sisteminin tekleştirici, hegemonik ve eleştirel düşünceye kapalı yapısı-
nın ve devletin ideolojik aygıtı olarak YÖK’ün yarattığı üniversite ortamının
Türkiye’de tüm bilimlerin yapıldığı koşulları olumsuz etkilediği bir gerçektir
(İnal, 2008; Nalbantoğlu, 2009). Ne var ki, eğitim sistemi ve YÖK eleştirileri
bu yazının ana eksenini oluşturmayacaktır. Burada esas amacımız, bir sosyal
bilim olarak arkeolojinin sorunlarına odaklanmak, Türkiye arkeolojisinin ger-
çek potansiyelinin farkına varmasının önemine değinmek ve yapısal sorun-
ların varlığına rağmen, çoksesli, özgürlükçü ve eleştirel bir pratiğe doğru bir
hareketin mümkün ve gerekli olduğunu vurgulamaktır.
O halde, bu yazıda ilk olarak Türkiye arkeolojisinin tarihine kısaca göz
atılarak, arkeolojinin bugün üniversite ve arazideki tezahürlerini arkeolojiye
dışarıdan bakan okuyucuya tanıtmaya çalışacağım. İkinci olarak, Türkiye ar-
keolojindeki bilim yapma anlayışını Collingwood’un rehberliğinde irdeledik-
TÜRKİYE ARKEOLOJİSİNDE MALÛMATÇILIK 41
2006). Batılı bilim ve pratiklerin 19. yüzyıl sonlarında Türkiye’ye girişinde et-
kin olan ve arkeoloji alanında çok aktif rol oynamış başlıca kişi Osman Hamdi
Bey’dir. Osman Hamdi Bey, Avrupalı muadillerini örnek alarak, Türkiye’de ilk
arkeoloji müzesini kurmakla kalmayıp aynı zamanda birçok arkeolojik alanda
kazılar gerçekleştirmiş ve Türkiye’nin ilk eski eserler yasası olan “Asar-ı Atika
Nizamnamesi”ni hazırlamıştır. Bu hukuki düzenlemeden sonra, Türkiye’de
arkeolojik eserlerin tamamı devlet mülkiyeti ve güvencesi altında girmiş, yurt-
dışına arkeolojik ve tarihi eserlerin çıkarılması yasaklanmıştır. Osman Hamdi
Bey’in arkeoloji anlayışı, Rönesans ideallerine bağlı, antik Yunan ve Roma’da
medeniyetin temellerini bulan, genel “antikacı” anlayışla benzeşmektedir
(Özdoğan, 1998: 115; 2006: 52-53).
19. yüzyıl sonlarına geldiğimizde Alman Romantizm akımından etkilen-
miş, yerli ve biricik olanın bilinmesine değer veren kültür tarihçi yaklaşımın,
Avrupa’nın genelinde arkeolojinin milliyetçi ve ırkçı bir paradigma çerçeve-
sinde yapılmasına zemin hazırladığını görmekteyiz (Trigger, 1984). Benzer
bir yaklaşım Türkiye’de 20. yüzyılın ilk yarısında arkeolojinin paradigmasını
oluşturmuştur (Erciyas, 2005: 182). Türkiye’de bilimsel arkeolojinin kuru-
luşu, yeni kurulan Cumhuriyetin ideolojisine bağlı olarak üniversitelerde ilk
arkeoloji kürsülerinin açılması ve birinci nesil Türk arkeologların yurtdışına,
özellikle Almanya’ya, doktora yapmak üzere gönderilmesiyle sağlanır (Pulhan,
2003: 141). Türkiye’de bir ulus devletin kurulduğu 1930’lu ve 1940’lı yıl-
larda prehistorik arkeoloji ve Önasya arkeolojisi gibi alanlar, toprağa ve ırka
bağlı hayali bir geçmişin kurulmasında araç olarak kullanılmışlardır. Türk Ta-
rih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi sözde bilimsel kuramlar, Türklerin Anado-
lu’daki varlığını ve toprak taleplerini meşru kılmak için, arkeolojik kazılarda
bulunan nesnelere başvuruyordu. Sözgelimi, yeni başkent Ankara çevresi Hi-
tit Dönemi kazıları Türklerin Hititlerle olan ırksal ve dilsel bağlarını kanıtla-
ma hedefi açısından önem taşıyor; Hatay ve Trakya gibi toprak taleplerinin
olduğu alanlarda hızlıca kazılar gerçekleştirilerek bu bölgelerin kadim Türk
kökenleri arkeolojinin araçsallaştırılmasıyla kanıtlanmak isteniyordu (Özde-
mir, 2003: 17).
1940’lardan sonra söz konusu tarih tezleri hem devlet hem de arkeolog-
lar tarafından sessizce terk edilseler de, toprağa bağlı vatan söylemleri, farklı
şekillerde arkeolojik söylemleri etkilemeye devam etmiştir. Cevat Şakir Kaba-
ağaçlı, Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu gibi figürlerin başını çektiği “Mavi
Anadolu” akımı olarak bilinen görüş, hümanist bir çabayla, Anadolu üzerinde
yaşamış tüm uygarlık ve kültürlerin bugünkü Türk toplumu tarafından eşit
olarak sevilmesi ve korunması gerektiğini önermenin yanı sıra Anadolu’nun
Antik Yunan’dan daha kadim bir geçmişe sahip olduğunu kanıtlama uğra-
şındaydı (Kuban, 2003: 158). Mavi Anadolu akımının düşüncelerini ifade
44 ÇİLER ÇİLİNGİROĞLU
lendirme yapan makalelerin oranının %68 gibi çok yüksek bir orana ulaştı-
ğı görülecektir (Çilingiroğlu, 2015: 17). Aynı endekslerce taranan dünyada
saygın arkeoloji dergilerinin ise (Antiquity, Current Anthropology, Journal of
Field Archaeology vb.) bu türde makaleleri ilkesel olarak yayınlamadıklarını
görüyoruz. Kanımca, Türkiye’de arkeoloji literatürünün ne kadar malûmatçı-
lıkla yoğrulmuş tekdüze bir içeriğe sahip olduğunu göstermesi açısından bu
örnek önem taşımaktadır.
Son olarak, arkeolojinin tarihlendirmeyle birlikte ele alınan “yorum” et-
kinliğine göz atalım. Türkiye arkeolojisi geleneğinin kuramsal çalışma alanı
yukarıda bahsettiğimiz gibi kültür tarihçiliği olarak tarif edilen yönelimdir.
Arkeolojik nesnelerin birbirleriyle karşılaştırmalı incelenmesi sonucunda gö-
reli tarihlendirmeler yapıldıktan sonra, arkeologlar için geriye tek bir amaç
kalır: Tek tek kazılardan elde edilen ve tipolojik olarak sınıflandırılan nesne
grupları içinden birbirine biçim olarak benzeyen ortak nesnelerin, mimari
formların veya mezar tiplerinin tespit edilmesi ve bu ortaklıkların yarattığı
soyut bir “kültür” isminin tanımlanması.
Kültür tarihçi yaklaşıma göre, arkeolojide kültür kavramı, etnolojide veya
diğer sosyal bilimlerde kullanılandan farklılıklar gösterir. Bu görüş için kültür,
arkeolojik dolgular içinde bulunan insan yapımı şeylerin oluşturduğu bütün-
dür, yani, arkeolojide kültür sadece maddi kültürdür (Trigger, 2006: 233).
Şöyle ki, belli bir coğrafi bölgede farklı yerleşmelerde birbirine çok benzeyen
çanak çömlekler, ağırşaklar, ev tipleri, mezar tipleri bulunursa, bunlar aynı
“kültüre” ait toplumların kalıntıları olarak tanımlanırlar. Kültür tarihçi ar-
keolojiye göre, tarih dediğimiz şey bu kendi kendine yeten organizmalar gibi
tasarlanan kültürlerin art arda gelişinden başka bir şey değildir (bkz. Collin-
gwood, 2010: 248). Bu art arda geliş önceden belirlenmiş mekanizmalarla
kendiliğinden, doğal süreçler gibi gerçekleşecektir. Bu kültürlerden birinde
gözlenen bir değişim açıklanmak istendiğinde, “iklim değişikliği”, “doğal
afet”, “göç” ve “difüzyon” gibi mekanizmaları işin içine dahil ederek, toplum-
ların içsel dinamiklerini ve tarihsel çelişkilerini anlamak zorunda kalmadan,
“kültürel değişimler”, “kültürel devamlılıklar” ve “kültürel kesintilerin” açık-
lanmış olduğu varsayılır. Bu şekilde, arkeolojik kanıtlar dışında hiçbir zihinsel
tasarım gücüne ihtiyaç duymadan toplumların tarihlerini ortaya çıkardığımız
zannedilir ve daha fazla veri toplanırsa, yani daha fazla kazı yapılırsa, daha
fazla bilgileneceğimiz ifade edilerek bilimsel etkinliğe son verilir. Bunların dı-
şında yorum etkinlikleri elbette arkeolojik literatürde bulunabilir. Sözgelimi,
toplumların ticaret etkinliklerine veya kültürel etkileşimlerine dair objelerin
benzerliğinden veya bir hammaddenin o bölgeye yabancı olmasından yola
çıkan çıkarımlara literatürde sıklıkla rastlamak mümkündür. Ne var ki, bu
yorumlar, çoğu zaman bariz olanın ifşası niteliğinde kalırlar ve arkeoloji ma-
kalelerinin sonunda iki cümlelik cılız öneriler olmaktan ileriye gidemezler.
52 ÇİLER ÇİLİNGİROĞLU
arkeolojisinde pozitivist anlayışın ilk aşamasına sonsuza kadar takılmış bir şe-
kilde yol alınmaktadır. Bu haliyle, esasen, bu yazıda eleştirdiğimiz pozitivist
anlayışın bile Türkiye arkeolojisinde hakkıyla uygulandığını söyleyebilmek
mümkün görünmemektedir. Arkeolojinin Gordion düğümü belki de burada
yatmaktadır. Kabul etmek gerekir ki, genelin bilgisine ulaşmak arkeoloji dışı-
na taşan bir entelektüel birikim, kavramsallaştırma, yorumlama ve sentezleme
kapasiteleri gerektirir. Collingwood’un (2010) belirttiği gibi, konuşmayan
kanıtı konuşturabilmek için kendi zengin yaşantımızı ve görümüzü kullana-
rak, tarihsel olayı zihnimizde yeniden yaşayabilmemiz gerekir. İtalyan tarihçi
Croce’nin örneğini kendimize uyarlayacak olursak, İzmir’de yaşamış Neolitik
insanını bilebilmenin yolu, o insanın düşüncesini zihnimizde duyabilmekte,
bir yerde o insanla duygudaşlık kurabilmekte, elimizdeki kanıtları eleştirel
bir ilkesellikle yorumlamakta yatmaktadır (Croce, 1917: 119’dan alıntılayan
Collingwood, 2010: 269). Böyle bir düşünce Türkiye’deki bir çok arkeolog
için absürddür, çünkü buluntunun konuştuğunu zanneden bir arkeoloji an-
layışının yorumlamadan anladığı tek şey, kafamıza göre konuşmaktır. Yorum
yapmaya kalkışmak ve kuramla ilişki kurmak zorunda kalmak demek, Er-
dur’un (2003) tespit ettiği gibi, arkeoloğu hem devlete hem de topluma karşı
koruyan bilimsellik kalkanının dışına, bir bilinmezlikler ve öngörülemezlikler
dünyasına adım atmak demektir. Kendini ördüğü duvarlar arkasında güvende
hisseden arkeolog için “bilimsellik” olarak gördüğü olgu derleyiciliği, arkeo-
lojinin vazgeçilemez temel ödevi olarak kalmak durumundadır. O halde, ge-
nelin bilgisine varma hedefi ya tamamen diğer bilimcilere bırakılmalı (mesela
biyolog olan Jared Diamond gibi) ya da Nezih Aytaçlar’ın (2015: 69) bu ko-
nuya eğilen makalesinde ifade ettiği gibi, arkeologlarla ortak çalışacak sosyal
bilimcilerden yardım istenmelidir.
Acaba başka bir yol yok mu? Arkeolog için, nesneleri sınıflandırmak, ka-
taloglar oluşturmak, göreli tarihlendirmeler yapmak ve kültür isimleri icat
etmekten daha ötesi yok mudur? Arkeologlar bütün değerli zamanlarını bu
“hamallıklarla” geçirmeye mecbur mudur? Nesne katalogları yapılmayan
bir makale veya tez yazmak mümkün değil midir? Burada yanlış anlaşılma-
ya mahal vermemek için altını çizmek isterim ki, sorun olarak tespit etti-
ğim nokta, Türkiye’de kültür tarihçi arkeolojinin yapılıyor olması değildir;
sorun, arkeolojinin tek yapılış biçiminin kültür tarihçiliği olarak anlaşılması
ve yeni yetişen kuşaklara bu şekilde aktarılmasıdır (Çilingiroğlu, 2015: 22).
Acı olan gerçek şu ki, eğer arkeologlar, arkeolojik kanıtları belli soru ve sorun-
lar dahilinde yorumlamayı sağlayacak analitik araçlardan yoksunsa, arkeolog,
bir kronik oluşturucusu olmaya sonsuza kadar mahkûm demektir. Böyle bir
önkabulle işe başlamak, arkeolojinin bilim olamayacağının peşinen kabulü
anlamına gelir. Kaldı ki, veri toplama ve yorumlamanın birbirinden net çizgi-
TÜRKİYE ARKEOLOJİSİNDE MALÛMATÇILIK 55
lerle ayrılan iki farklı etkinlik olduğuna inanmak bile başlı başına sorunlu bir
tutumdur. Arkeoloğun arazide nesnel bir şekilde topladığını zannettiği veriler
daha topraktan çıkar çıkmaz soyutlamalara, genellemelere ve yorumlara ma-
ruz kalarak bilgi değerini almaktadır. Çoğu zaman unuturuz ama bir nesneye
isim vermek ve ona bir işlev atfetmek bile bir yorumdur ve hiçbir nesne bize
ismini ve işlevini söylemez (Shanks ve Hodder, 1998: 80; Johnson, 1999).
Bu nedenle, yorumlamalı arkeolojinin teorisyenlerinin uzun zamandır ısrarla
vurguladığı gibi, yorum dediğimiz etkinlik bilim insanının önyargılarından,
bilgi birikiminden ve yaşantılarından bağımsız olarak var olabilen nesnel ve-
riye araştırmanın sonraki aşamasında uygulanan ayrı bir işlem değildir, tam
tersine “yorum malanın ucundadır” (Hodder, 1999: 83). Bu nedenle hiçbir
arkeolog soyutlama, yorumlama ve anlamlandırma gibi zihinsel süreçlere baş-
vurmadan işini yapamaz (Tilley, 1990: 142; Shanks ve Hodder, 1998: 84-85).
O zaman kanıtlarıma hangi soruları yönelteceğim, araştırmanın daha başın-
da benim yöntemimi ve belgeleme sistemimi belirler. Arkeolojik kanıtlardan
hangi soru ve sorunları çözebileceğim sanıldığı gibi kanıtın zenginliğine de-
ğil, bilim insanının zihinsel zenginliğine bağlıdır. Bilimsel pratiği bu şekilde
tasarladığımızda, “hamallıklar”ın arkeoloğun kendi kendini oyalaması, asıl
bilimsel etkinliği nasıl gerçekleştireceğini bilemediğinden onu sürekli ola-
rak ertelemesi olarak bile görmek mümkündür. Yirmi yıldır kazı yapılan bir
höyükte geçmişte yaşamış toplumun nasıl bir yaşam biçimine sahip olduğuna
dair fazla söz söylenemiyorsa, bu eksikliği zamanın azlığı ve hamallığın çok-
luğuna veya Türkiye’nin yapısal sorunlarına sığınarak başımızdan savamayız.
Arkeolojide nesne sınıflandırmaları ve tarihlendirmeleri dışında, başka bir po-
tansiyel görmüyorsak, elbette, bu bir sorun değildir; ancak “toplumsal tarih
olarak arkeoloji” veya “antropoloji olarak arkeoloji” yapmak gibi bir derdimiz
varsa ve arkeolojinin bu potansiyele sahip olduğu kanısındaysak, büyük bir
sorunumuz var demektir. Böylesine zengin bir görüye sahip bir bilim dalının,
nesneleri kataloglamak ve göreli olarak tarihlendirmekle yetinmeye kalkması
kendi potansiyelinin yeterince farkına varamamış olduğunun bir göstergesidir
ki arkeolojinin kendine bir yol çizebilmesi için ilk olarak bu potansiyelin far-
kına varması gerekmektedir.
Sonuç Yerine
O zaman arkeolojinin modus operandi’sinden kaynaklanan yapısal sorunları
tespit etmemiz mümkündür. Arkeolojinin, bilimselleşme ve toplumsallaşma
başlıklarında incelenebilecek kangren haline gelmiş iki büyük sorunu vardır.
Bunların aşılabilmesi için ilk etapta malûmatçı ve pozitivist anlayışla hesap-
laşmaya gidilmesi gerekli görünmektedir. Batılı meslektaşlarımızın bundan
25-30 yıl önce yaptıkları hesaplaşmayı bizim de artık yapmamızın vakti geldi
görüşündeyim. Bunu başaramadığımız takdirde, Özdoğan’ın (1998: 111) be-
lirttiği gibi, başkasının teorisini yaptığı bilimi, şuursuzca uygulamaya devam
edeceğiz. Arkeolojiyi özgürleştirecek ve ona kanatlarını armağan edecek en
önemli adım geçerliliğini çoktan yitirmiş pozitivist bilim anlayışının geride bı-
rakılması olacaktır. Arkeolojinin gerçek potansiyelini gerçekleştirmesi ve baş-
kalarının dayattığı paradigmalarla yaşamaya mahkûm olmamasını arzu edi-
yorsak, onun olgu toplayıcılığından fazlasını yapması gerektiğine inanmamız
gerekli. Arkeoloji, ancak bunu gerçekleştirmeyi istediğimiz ölçüde toplumsal
tarih veya antropoloji olarak arkeoloji haline gelebilecektir. Bu perspektifi be-
nimseyebilmek için, arkeolojik kuramların 1980’lerden sonra geçirdiği dönü-
şümü görmek, kuramın reddinin arkeolojiyi bir teknisyenliğe indirgediğini
kabul etmek ve kuram ile pratiğin birbirinin karşıtı olmadığı gerçeğini bilerek
araştırma etkinliğimizi gerçekleştirmemiz gereklidir. Şüphesiz, tüm bunların
başlayacağı yer üniversite derslikleridir. Arkeolojinin düşünsel tarihinin ve
zaman içinde değişen kuramsal yönelimlerinin öğrencilere lisans düzeyinde
tanıtılması bir zorunluluktur. Değişen kuramsal çerçeveler nedeniyle arkeo-
lojinin değişen belgeleme yöntemleri ve kullandığı analitik araçların tanıtımı,
sözgelimi yerleşim arkeolojisi, din arkeolojisi, toplumsal cinsiyet arkeolojisi,
peyzaj arkeolojisi gibi yönelimler ile bağlamsal ve dijital belgeleme, CBS ta-
banlı analizler, antik DNA analizleri, izotop analizleri, deneysel arkeoloji, zo-
oarkeoloji gibi teknik ve yöntemlerin tez çalışmalarına entegre edilmesi başka
bir zorunluluktur. Bu bağlamda, doçentlik sınav alanlarının çağdaş arkeolo-
60 ÇİLER ÇİLİNGİROĞLU
KAYNAKÇA
Akkaya, A. (2014), ‘Yerel Tarih Çalışmaları’, Hafriyattan Hurufata, Türkiye’de
Arkeoloji Litaratürünün Gelişimi. Alman Arkeoloji Enstitüsü İstanbul Şu-
besi Kütüphanesi’nin Sergi Kataloğu. 09.09.2014-14.09.2014, İstanbul,
4-21.
Aksoy, B. (2003), ‘Kültürel Kimlik Arayışında Arkeoloji Nerede?’, O. Erdur
ve G. Duru (der.), Arkeoloji: Niye? Nasıl? Ne İçin? içinde, İstanbul: Ege
Yayınları, 149-156.
Aksoy, B. (2015), ‘Semptom ve Hastalığı Birbirinden Ayırabilmek – ya da
Türk Arkeolojisinin Suni Bir Sorunu Olarak ‘Alman Ekolü’’, Ç. Çilingi-
roğlu ve N. P. Özgüner (der.), Değişen Arkeoloji: Teorik Arkeoloji Grubu
Türkiye Toplantısı Bildirileri içinde, İstanbul: Ege Yayınları, 1-12.
Apaydın, V. (2015), ‘Toplum Arkeolojisi: Dünya ve Türkiye’deki Yeri, Öne-
mi ve Problemleri’, Ç. Çilingiroğlu ve N. P. Özgüner (der.), Değişen
Arkeoloji: Teorik Arkeoloji Grubu Türkiye Toplantısı Bildirileri içinde, İs-
tanbul: Ege Yayınları, 175-190.
Atasoy, S. (2013), ‘Batı Karadeniz Kıyısında Antik Bir Kent Kazısının Öy-
küsü Filyos – Tios: Kazmalı mı?’, O. Tekin, M. H. Sayar ve E. Konyar
(der.), Tarhan Armağanı. M. Taner Tarhan’a Sunulan Makaleler / Essays in
Honour of M. Taner Tarhan içinde, İstanbul: Ege Yayınları, 23-36.
Aydın, S. (1998), ‘İki Bilimadamı İki Anlayış: Cahit Arf ve Ekrem Akurgal’,
Kebikeç, 6, 95-103.
Aytaçlar, M. N. (2015), ‘Arkeoloji ve Sosyal Bilimlerin Multidisipliner Çalış-
maları’, Ç. Çilingiroğlu ve N. P. Özgüner (der.), Değişen Arkeoloji: Teorik
Arkeoloji Grubu Türkiye Toplantısı Bildirileri içinde, İstanbul: Ege Yayın-
ları, 63-70.
Binford, L. (1962), ‘Archaeology as Anthropology’ American Antiquity, 28
(2), 217-225.
Binford, L. (1968), “Archaeological Perspectives” S. R. Binford ve L. Binford
(der.), New Perspectives in Archaeology, Chicago, 5-32.
Bulut, C. (2003), ‘Bir Rehber Gözüyle Arkeoloji’, O. Erdur ve G. Duru
(der.), Arkeoloji: Niye? Nasıl? Ne İçin? içinde, İstanbul: Ege Yayınları, 87-
92.
Cevizoğlu, H. (2015), ‘Değişen Kültürel Miras – Turizm Politikaları Sonra-
sında Didyma Kazıları’, Ç. Çilingiroğlu ve N. P. Özgüner (der.), Değişen
62 ÇİLER ÇİLİNGİROĞLU