You are on page 1of 12

Birikim, 347, s.

96-103

KÜLTÜREL İKTİDAR ARAYIŞI VE KAMUSAL ALANDAKİ TEMSİLLER:

CAMİLER

Sevim BURULDAY

“Ancak bir dönem ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi Ankara’da da bu ayetin bize
nakşetmek istediği şuurun ihmal edildiğini görüyoruz. Bilhassa Tek Parti döneminde
Ankara’nın kadim kimliğinden kopartılmak ve adeta camisiz hale getirilmek istendiği, inkârı
mümkün olmayan bir gerçektir. Daha önceki dönemlerden kalan camileri ahırlara çeviren
zihniyet, Ankara’da da mescitleri mahzenlere, bodrumlara, binaların en kör noktalarına
mahkûm etmiştir. İnsanları kılık kıyafetine bakarak şehir merkezine sokmayanlar, yeni inşa
ettikleri semtleri de camisiz, ezansız, ruhsuz bir şekilde tasarlamışlardır. Evet, bir başkente
asla yakışmayan yeraltı camileri uzun yıllar Ankara’nın kaderi olmuştur. 1959 senesinde
tamamlanan Maltepe Camii rahmetli Menderes’in, yirmi yıllık bir çabanın sonucu 1987’de
açılan Kocatepe Camii de rahmetli Özal’ın bir eseri olmuştur. Oysa nüfusunun 30-40 binleri
bulduğu eski Ankara, her köşe başında bir caminin ve mescidin olduğu ruhaniyetli bir
şehirdi. Biz bu tür eserlerle Cumhuriyetin Ankara’sını, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın
Ankara’sıyla buluşturuyoruz.”

Giriş

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Ekim 2017 tarihinde Ankara Ulus’taki Melike
Hatun Camiinin açılışında yaptığı konuşma bu yazının bütün anahtar sözcüklerini bir araya
getirmesi ve Yeni-Osmanlıcı söylemin ardında yatan zihin dünyasını ince ayrıntılarıyla
birlikte ortaya koyması bakımından çok zengin. Mevcut iktidarın söylemlerinde sıkça kendine
yer bulan ayet ve hadislerin yanı sıra, milli kültür ve milli şuur vurgusunu, muhayyel bir mâzi
ve Kemalizm eleştirisi ile harmanlama alışkanlığı bu konuşmanın da sınırlarını çizmekte.
Mağrur bir öfke, geçmişle bugünü buluşturma çabasıyla bir arada. Her konuşmada satır
aralarında yer alan “kadim”, “ruhaniyet”, “maneviyat”, “medeniyet(imiz)” gibi efsunlu
sözcüklerle sadece tarihsel gerçekleri değil dinleyicisini de duygusal olarak etkileyen, mağdur

1
olan, mazlum olan ve elbette eskiyi, kadim geleneği ihya etmek amacıyla güç istencinde
bulunan bir hareket bu. Doksanlı yıllara ilişkin “sosyal ve siyasal bir fenomen” olarak ortaya
çıkan Refah Partisi belediyeciliğiyle başlayıp, 28 Şubat sürecindeki anti-demokratik
yaptırımlarla daha da görünür kılınan ve Erdoğan’ın yirmi beş yıla yaklaşan İstanbul ve ülke
yönetimi ile büyüyen bu hareket, bir kültür kavgası olarak okunmaya uygun görünürken,
diğer birçok branştan sosyal bilimcinin yaptığı gibi, biz sanat tarihçilerini de, bugünün siyasi
iktidarı üzerinden geriye dönüp bakmaya, kültürel egemenlik ısrarını anlamlandırmaya ve
bunun bir parçası olarak dünden bugüne modern Türkiye için sembolik önemi olan kamusal
alanlara cami dikme ısrarını bu bağlamda sorgulamaya neden oluyor.

Sanat-Siyaset İlişkisinin Belirsizleşen Sınırları

Bir hatırlatma yaparak devam etmekte yarar var: Günümüzde, bilimsel-teknolojik devrimle
birlikte derinleşen küreselleşmenin belirleyici etkisiyle artık sanat, siyaset, toplum kavramları
“sınırsızlık”, “mekânsızlık” gibi yeni isimlendirmelerle ortaya konduğu üzere, ulusal
sınırların, ulus-devlet rejimlerinin ötesine geçmiştir. Bu trans-nasyonal yönelim, ortak ilgi ve
duyarlılıklar etrafında küresel toplumsal hareketlere, küresel siyasi mesajlara, küresel ölçekli
sanat anlayışlarına dönüşerek hem kuramsal hem de pratikteki anlamlarıyla büyük bir
değişime uğramıştır. Konumuz özelinde, tüm türleri ve yönleriyle sanatın salt güzel olmaktan
çıkışı söz konusudur. Sanat dallarındaki çeşitlilik, geçişkenlikler, sanatçının bağımsızlığını
ilanı gibi nedenlerle, sanatın kelime anlamı artık muğlaklaşmıştır. Her şey politik olabildiği
gibi, her şey sanatsal da olabilmektedir.1 Bugünü bağlayan tüm bu karmaşa ve bulanıklık
sanatla siyaset arasında anlamlı bağlantılar kurmakta güçlüklere de neden olmaktadır. Örneğin
1920-1938 gibi bir dönem, herkesçe siyasal eşik olarak kabul edilen tarihler sayesinde pekâlâ
“ulus inşa süreci ve sanat” kontekstiyle aydınlatılabilir. Ancak bugünü anlamak,
anlamlandırmak ve açıklamak hiç de bu denli kolay olmayacaktır. Üstelik 1920-1938 arasını
kendine konu edinen birçok değerli çalışmanın odak noktası, dönemin ruhunu ele veren “bir
ulus yaratma projesi”yken, dönemi örneğin “özgürlük ve mimarlık/sanat faaliyetleri”
üzerinden yorumlamayı amaçlayan çalışmalar sınırlı sayıdadır. Zaten Osmanlı-Türk
modernleşmesinin siyasal olduğu kadar kültürel kodları da yukarıdan aşağı, dışarıdan içeri ve

1 Ekonomi ve buna bağlı siyasi gelişim/değişim süreçlerde sanatın anlamlarındaki farklılıklar, aldığı yön ve
siyasetle olan doğrudan ya da dolaylı ilişkisi ilgili makalede kuramsal bir çerçevede ele alınmıştır. Bkz. Kreft, L.
(2014), “Sanat ve Siyaset: Sanatın Siyaseti ve Siyasetin Sanatı”, Sanat Siyaset: Kültür Çağında Sanat ve
Kültürel Politika, (Ed. Ali Artun), İstanbul: İletişim, 4.baskı, s.9-48.

2
toptancı bir müdahale gibidir. Bugün eğitim, ulaşım, iletişim gibi modernleşmenin (ve
modernitenin) temel unsurları konusundaki projelere bakıldığında, idareci değişse de, bu
tavrın değişmediği açıkça görülmektedir.

Yazıya konu edindiğimiz mimari-estetik anlayışı ve modernite ilişkisi üzerinden bu


sürekliliği, söylemdeki kesintilere odaklanarak ele aldığımızda tablo biraz daha ilginç bir hal
almaktadır. Zira Osmanlı’yla gönül bağı kuran Cumhuriyet modernleşmesi eleştirileri çoğu
zaman eksik ve sorunlu analizlerini muhalefet saflarında uzun yıllar sürdürdükten sonra,
bugün siyasal iktidarın getirdiği türlü imkânlara rağmen “kültürel iktidar”ı elde edememenin
sancısını çekmekte, hatta yer yer bunu açıkça dile getirmektedir. Süreklilik bağlamında etkili
olamamış söylemden ibaret “Muhafazakâr sanat manifestosu”, “Müslüman edebiyat”, “hanım
dergileri”, 2002’den bu yana siyasal iktidarı elinde tutan kadroların kültür-sanat-estetik gibi
son derece merkezi birçok alanda insan yetiştirmekte pek başarılı olamadığı şeklinde
okunabilir. Elbette madalyonun bir diğer yüzü var ve orada, kitsch mobilya tasarımlarından
sahne sanatlarına, mimari projelere dek pek çok sahada Yeni-Osmanlıcı etkiler toplumsal
hayatta yansımalarını sergilemektedir.

2000’ler Sonrası Kamusal Alanların Dönüşümü ve Camiye Atfedilen Önem

Mevcut iktidar bazen özel sermayenin ama çoğunlukla da devletin imkânlarıyla, kendi dünya
görüşünün tezahürlerini olabildiğince görünür bir kamusallık amacıyla işlemekte. Buna devlet
televizyonundaki programlardan, belediyelerce açılıp işletilen yeni tip Halkevleri/Halkodaları
gibi mekânlarda Osmanlı dil, tarih ve kültürüne yönelik verilen kurslara varıncaya kadar pek
çok örnek göstermek mümkün. Ancak görünürlüğün en kalıcı örneklerinin şehircilik ve
mimari olduğu muhakkak… Tıpkı Osmanlı-Türk modernleşmesinin en öne çıkan
dönemlerinden birinde, II. Abdülhamid’in kamusal alanlarda otoritesini pekiştirmek ve
kitlelere kendini hatırlatmak maksadıyla şehir merkezlerini saat kuleleriyle donatması ya da
Erken Cumhuriyet döneminin aynı şeyi büstlerle, anıtlarla, heykellerle yapması gibi, bugün de
siyaset şehir merkezlerine odaklıdır. Yakın geçmişin (2000’ler sonrası), kentsel dönüşüm
projeleriyle başlayıp, büyük şehirlere “çılgın projeler” yapmasının bir yerinde, bu şehirleri
ama özellikle de İstanbul ve Ankara’yı klasik görünümlü, eskitilmiş camilerle “süslemek”
arzusunu taşıdığı da biliniyor.

Geçmişi “şanlı”, mâziyi bir altın çağ miti üzerinden seçici bir tavırla gören ve imar etmeyi,
inşaat faaliyetlerini hızlı bir tamamlayışla İslami imaret kültürüne bağlayabilen Yeni-
Osmanlıcı dünya görüşüyle, siyasal iktidarın kültürel bir temsil aracı olarak cami mimarisine

3
odaklanması, Erdoğan’ın yirmi beş yıldır Taksim’e cami dikme arzusundan da bilindiği üzere
sürpriz değeri taşımamaktadır. Nitekim yine bu siyasal kültürde büyük hükümdarların adını
ve şanını ölümsüzleştirmek için cami mimarisini araçsallaştırdığı ve salt dini cemaatin
ihtiyaçları doğrultusunda değil, hükümdarın arzusu istikametinde hükmettiği ülkenin başkenti
ve büyük şehirlerini selatin camilerle ve onları bütünleyecek külliyelerle, imarethanelerle,
kütüphanelerle, aşhanelerle birlikte inşa ettiği pekâlâ bilinmektedir. Osmanlı tecrübesi, gücün,
zenginliğin ve/veya uzun, başarılı bir iktidarın en somut deliliymişçesine yapılan ve hâlâ
İstanbul’un siluetini belirleyen Sultan Süleyman’ın Süleymaniye’si, Sultan I. Ahmed’in
Sultanahmet’iyle, Sultan II. Mehmed’in Fatih Camii gibi hemen her tepeye kondurulmuş ve
dönemleri itibariyle –geleneğin içinden gelmekle birlikte- oldukça özgün bir dizi camiyle
doludur. Erdoğan’ın, iktidarının onuncu yılının nişanesi olarak Üsküdar’ın Çamlıca Tepesine
yapılmasını istediği eser bunlardan sonuncusu olmuştur. Çamlıca Camii, projesinden
Boğaz’da yarattığı görsel değişime dek birçok bakımdan eleştirilmişse de, Erdoğan’ın
iradesiyle hızla inşa edilmiş, özel günlerdeki dini merasimlerde protokole ev sahipliği yapmak
üzere beklemektedir.

Bu mimari uygulamalar için yapılacak her anlam arayışı, bizi hem muhafazakâr dünya
görüşünde hem de İslamcı ideolojide merkezi bir yer teşkil eden altın çağ mitiyle baş başa
bırakır.2 Yukarıda andığımız camilerin mimari üslubu ve görkemi, bizi “muhteşem yüzyıl”a;
yani 16. yüzyıla götürür. 16. yüzyıl aynı zamanda “Sinan’ın Çağı”dır. Modern Türk
muhafazakârlığının temel referanslarından biri Itrî, Dede Efendi gibi üstatlar yetiştirmiş
müzik estetiği, biri Bâki’de, Nedim’de karşılığını bulan Divan şiiri ise, bir üçüncüsü ama en
görünür biçimi de çeşmeler, hanlar, camiler ve köprülerle Anadolu ve Balkanlar’a Osmanlı
varlığını işleyen mimarlık olmuştur. Ve kuşkusuz, bu birikim Mimar Sinan’ın ismiyle
özdeşleştirmiştir. O kadar ki, bu referanslar Yeni-Osmanlıcı olmayan seküler sanat
insanlarının eserlerine bile nüfuz etmiştir.3

Konunun bir diğer ilginç yönü, bugünün geçmişe, geçmişin de bugüne bağlanarak hem
entelektüel bir kördüğüm hem de fetihçi bir dinamizm yaratmasından kaynaklanmaktadır.

2
Smith, A. D. (1999), Myths and Memories of the Nation, Oxford, Oxford University Press, s.57-96; ve
Kafadar, C. (1994), “The Myth of the Golden Age: Ottoman Historical Consciousness in the post-Süleymanic
Era”, Süleymân the Second and His Time, (ed. Halil İnalcık-Cemal Kafadar), İstanbul: Isis, s.37-48.
3
Örneğin Attila İlhan’ın “An Gelir” isimli ünlü şiiri şöyle demektedir:
“Kubbelerde uğuldar Bâki/çeşmelerden akar Sinan/an gelir…”

4
Türk muhafazakârlığının sıkça başvurduğu formüllerden biri olan “kökü mâzide olan âti”
söylemi, ve yine muhafazakârlığın tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki tarih anlayışına da
yön veren döngüsel tarih yorumu, Cumhuriyetin kurucu felsefesine ilham veren Aydınlanmacı
ve ilerlemeci-çizgisel tarih anlayışının (ilk evredeki köken arayışları ve paralelindeki kurguyu
saymazsak) kaçınılmaz olarak birbiriyle ayrışmasını, hatta her kritik evrede çatışmasını
beraberinde getirmiştir. Geçmişten seçilmiş bir çağı, altınlaştıran/muhteşemleştiren ve bu
yolla yakın geçmişi (seküler Cumhuriyet Türkiye’sini) eleştirmekte araç kılınan uzak mâzi,
bir “yeryüzü cenneti”4 olarak tasvir edilmekle kalmaz; bilgeliğin ve ustalığın, kısacası insani
bilginin en iyi temsilleri de orada bulunur. Dolayısıyla artık Sinan’dan daha görkemli bir cami
yapmak da imkânsızdır. Sinan ve yetiştirdiği mimarlarca 16. yüzyılın teknik koşullarında
yapılmış tüm o eserler, çoğunlukla ancak taklit edilmek suretiyle gelecek nesillere
aktarılabilir. Özet bir aktarım yapmak gerekirse, Yeni-Osmanlıcılığa yön veren anlayış
modern akılcılık değil, geleneksel nakilciliktir. Bu da, Ankara’nın Erken Cumhuriyet
döneminde imar edilip bugüne gelen şeklini almasında çok önemli bir alan olan Ulus
semtindeki Melike Hatun Camiini bir örnek temsil olarak ele almayı anlamlı kılıyor.

Melike Hatun Camii ve Camiye Atfedilen Önem

Türk siyaset tarihinde muhafazakâr-modernist ya da gelenekçi-yenilikçi çatışmasının farklı


durumlarda benzer tavırlar göstermeleri, bu benzer tavırların gösterim alanı için mimarlık ve
sanat faaliyetlerini kullanmaları olabildiğince anlamlı ve açıklayıcıdır. Yapımı 2013 yılında
başlayıp 2017’de tamamlanan Melike Hatun Camii, Ankara’nın en merkezi yollarından biri
olan Atatürk Bulvarı’nın Sıhhiye-Ulus bağlantı noktasında ve Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin yaklaşık 750 m kuzeyinde yer almaktadır. Sayısız cami projesi
arasında bu projeyi özel kılan neden ise inşa edildiği bölgedir. Cumhuriyetin kuruluşundan
önce camilerde donatılmış, çok gelişkin bir şehir yaşamı bulunmayan Ankara’da, Genç
Cumhuriyetin fiziki modernleşme faaliyetlerinin somut gösterimini oluşturan bu alan, zaman
içinde türlü değişimlere ev sahipliği yapmış olsa da, yaklaşık yüz yıldır genel karakterini
korumuş bir yerdir. Şimdiyse bünyesinde İslami kültüre ilişkin büyük bir temsil gücüne sahip
bir cami barındırmaktadır. Muhafazakârlık iddiası taşıyan iktidarın5, tahayyül ettiği ‘ideal

4
Bora, T; Onaran, B. (2003), “Nostalji ve Muhafazakârlık: ‘Mâzi Cenneti’”, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce, Cilt 5: Muhafazakârlık, (ed. Ahmet Çiğdem), İstanbul, İletişim, s. 234-260.
5
Recep Tayyip Erdoğan 30 Mayıs 2017 tarihindeki partili devlet başkanı olarak yaptığı ilk konuşmasında açık
bir biçimde devlet başkanının öngördüğü temsiliyet biçimini “muhafazakâr” kavramını da ekleyerek deklare

5
Müslüman’ ecdadıyla kurduğu ilişki üzerinden okunduğunda, Melike Hatun Camii de Mimar
Sinan camilerini taklit eden camilerin özelliklerini bünyesinde toplamaktadır. Osmanlı cami
mimarisinin kendi iç evrimi ve farklılaşan dönemleri açıkça ortadayken, Türkiye’deki Klasik
Dönem cami tekrarları ‘replika’ olmanın ötesine geçemediği gibi, cami mimarlığını
geliştirmek bir yana, güne uygun yaratıcılığı geciktirici bir nitelik de taşımaktadır. Osmanlı
cami mimarlığında hemen hiçbir dönem bir başka dönemi olduğu gibi taklit etme ihtiyacını
hissetmemiş, geleneğin içinde kalmasına rağmen inşa dönemine özgü bir mimari yaratım
süreci daima varlığını hissettirmiştir. Belki de Türkiye’deki muhafazakâr sanat anlayışının
mimari alanında (özellikle de camiler söz konusu olduğunda) gözden kaçırdığı nokta budur.
Örneğin muhafazakâr şiirin Divan edebiyatını taklit etmenin ötesine geçmesi gerektiğini
Cumhuriyet muhafazakârlığının keşfettiği gibi, muhafazakâr mimarinin de daha “yaratıcı bir
tekamül”6 çabası içine girmesi gerektiği görülmektedir. Muhafazakârlığın saygın isimlerinden
biri olan mimar Sadettin Ökten’in dikkat çektiği üzere, eğer bir toplumun sanatı onun kendini,
halini ve vizyonunu temsil ettiği en görünür alan ise,7 cami mimarlığında geleneğin gerçekten
tükenip tükenmediği sorusunu sormayı gerektirecek ölçüde ciddi bir “kendini ifade etme
krizi” içinde demektir.

Muhafazakâr temsil aracı olduğu ifade edilen mimari eserlerin anakronizm ve orijinalite gibi
çeşitli yönlerinin sağlıklı bir biçimde tartışılması/incelenmesi için muhafazakârlık kavramına
yüklenen anlamın da güncel pratik ve yaklaşımlarla birlikte değerlendirilerek şiddetli bir
sorgulama sürecinden geçmesi (ve bunu bizzat muhafazakâr entelijansiyanın yapması) artık
gerekli görünüyor. Kültürel iktidar arzusunun, pratikte kalıcı bir gerçeklik kazanması için
Osmanlı ve Selçuklu sanatlarının yeniden üretimi ya da yorumu yerine, eski seküler rejimle
hesaplaşmanın ötesinde, güncel ihtiyaçları karşılayan pratiklere ihtiyaç olduğunu görmek
gerekiyor. Bununla birlikte, Türkiye’deki muhafazakâr kitlenin entelektüel önderlerine, sanat

etmiş bulunuyor: http://www.diken.com.tr/erdogandan-akpnin-tanimi-demokrat-cumhuriyetci-devrimci-


muhafazakar/
6
“Yaratıcı tekamül” Türk muhafazakârlığının en önemli Batılı referanslarından biri olan Henri Bergson’a ait bir
kavramdır. Bkz. Bergson, H. (2017) Yaratıcı Tekamül, çev: M. Şekip Tunç, İstanbul: Dergâh.
7
Ökten, S. (2017), Gelenek, Sanat ve Medeniyet, İstanbul: Sufi Kitap, 3.baskı. Özellikle bkz. s.133 vd.

6
anlayışındaki sınırlarına, sınırlılıklarına ve ülküsel tercihlerine bakınca bunun pek de kolay
olmayacağı anlaşılıyor.8

Camiler Bize Ne Söylüyor?

Muhafazakâr toplumun mimari alandaki gösteri yapıtlarının ilkini camiler oluşturur.


Türkiye’de yalnızca yirminci yüzyılın ikinci yarısında, geçmiş yüzyılların mimari üsluplarına
öykünen çok sayıda cami inşa edildiği ve bunların pek azının çağdaş bir üslupla inşa edildiği
mimarlık ve sanat tarihi literatürüne şöyle bir bakmakla bile söylenebilir.9 Birbirine benzer
bunca yapıtı historisist yorumlar olarak değerlendirmek mümkün değildir. Zira historisist
yorum, geçmişin bugünkü ve bugünden üretimidir. Belki de bu sürekli tekrar, Roger
Scruton’un “kitsch’in dayanılmaz çekiciliği” deyimiyle aydınlatılabilir.10 Çünkü cami
yozlaştırmaya en açık yapı tiplerindendir; bunun nedenleri ise sayıca çokluk, mimarı dışlayan
üretim alışkanlığı,11 popülizm sonucu kusurlu naif taklitlerdir. Ayrıca kültürel birer simgeye
dönüşen minare ve kubbeler yeniliğe kapalı yapay bir cami tipolojisi oluşturmuştur. 12 Bu
tipolojinin bir tanrısal emir gibi kabulünün ve cami mimarisinde tekrar tekrar üretiminin
Türkiye’de siyasi tarihe paralel bağlamsal farklılıkları da ayrıca önemli bir konudur. Kültürel
köken arayışında belki de ilk engel Osmanlı ve Selçuklu sanatlarının yeniden yorumu diye
nitelendirilerek sığınılan o bilindik formlar ve süslemelerdir. İznik çinileri, kalemişi
süslemeler, mukarnas kavsaralar, Sinan kubbeleri gibi klasik sayılabilecek ögeler Cumhuriyet
tarihi boyunca da cami mimarisinde sık sık karşılaştığımız tercihlerdir.

AKP döneminde bu yönelim başka bir toplam var etmektedir. AKP, neo-liberal ekonomi
politikaları etrafında oluşan/oluşturulan ve hızla büyüyen kendiyle benzer görüşteki sermaye
gruplarıyla seküler alanlara yayılmak istemekte, bu doğrultuda kültürel alanda bireycilik ve

8
Türk muhafazakârının genel karakteristiği, tarihsel yaklaşımlarıyla ilgili bkz. Aksakal, H. (2017), Türk
Muhafazakârlığı, Terennüm, Tereddüt, Tahakküm, İstanbul: Alfa Yayınları.
9
Eyüpgiller, K. K., (2006), “Türkiye’de 20. Yüzyıl Cami Mimarisi”, Mimarlık, Sayı: 331, Eylül-Ekim, s. 1-5.
10
Scruton, R. (2014), BBC News Magazine, A Point of View: The Strangely Enduring Power of Kitsch. 12
December, http://www.bbc.com/news/magazine-30439633
11
Nedenleri için bkz. Atlı, M., (2016), “Türkiye’de Cami Mimarlığı Tartışması Nerelerde Tıkanıyor? Kubbeyi
Yere ve/veya Çamlıca Tepesi’ne Koymak”, İnşaat Ya Resulullah (Der. Tanıl Bora), İstanbul: İletişim, s. 62-
68.

12 Güzer, C. A., (2009), “Modernizmin Gelenekle Uzlaşma Çabası Olarak Cami Mimarlığı”, Mimarlık, Sayı:
348, Kasım-Aralık, s. 1.

7
çoğulculuğa zamanla izin vermeyip topluluk ruhuna ilişkin bir görsel dil kurgulamaya
çalışmaktadır. Yani muhafazakâr, yerli ve milli değerler söylemi etrafında bir dil ve düşünce
oluşturmayı tercih etmektedir. Bu da, bizzat AKP döneminde Kültür Bakanlığı yapmış bir
isim olan Ertuğrul Günay’ın ifadesiyle, “taklit, tekrar ve yüzeyselleşme” yönelimini
beraberinde getirmektedir.13 Ana hatlarıyla söylersek, seküler burjuvazinin karşısına
konumlanan, Anadolu’dan büyüyerek gelen küçük sermaye gruplarının oluşturduğu bu yeni
burjuva sınıfının etrafında “rövanşist” bir mimarlık ve sanat dili gelişmektedir.14 Belki de bu
durumu burjuva kültürünün oluşum sürecindeki bayağı ilk evre/geçiş evresi olarak
nitelendirmek mümkün olabilir; yerli ve milli değerler temasıyla bir Le Bourgeois
Gentilhomme15 temsili ve bu değerlerin kitschleştirilmiş hali olarak birbirinin kopyası camileri
yorumlayabiliriz. İdeolojik hesaplaşma ve kendini öteki üzerinden inşa eden siyaset ve
toplumsal bloğun, Kemalist ‘öteki’yle en azından söylem olarak bütünleşmiş modern ve batılı
değerleri ısrarla reddetmesi yeni inşa edilen mekânlara yansımaktadır. Böylelikle ideolojiler
bir diğerini değersizleştirmek üzere mekâna inmekte, Cumhuriyet için sosyal bilimler
fakültelerinin ilk örneğini oluşturan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin, yine sembolik
önemi yüksek bir diğer eğitim merkezi olan İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nün yakınlarında
büyükçe bir Klasik Osmanlı camilerine benzer Melike Hatun Camii yükselmektedir. Bu
caminin daha da görünür kılınmasını sağlayan, Atatürk’ün başmimarı diye de nitelenen Seyfi
Arkan’ın tasarladığı modern mimarinin önemli temsillerinden İller Bankası binasının 2017
yılında gerçekleştirilen yıkım hikâyesini ise ayrıca hatırlatmak gerekir. Böylelikle Erken
Cumhuriyet idaresince yapılanların deforme edilişi, yükselen yeni iktidarın varlığını
ispatlayışıyla iç içe geçmekte ve Ali Uzay Peker’in “kamu mimarisinde rövanşizm” dediği
şey bu yolla görünüme kavuşmaktadır.16 Genç Cumhuriyetin modern değerler üzerinden

13 Dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın istifasına neden olan 2011 sonrası kültür-sanat alanına politik
müdahalelerle başlayıp, günümüze kadar gelen süreçteki muhafazakâr sanat tartışmalarını da içeren Ertuğrul
Günay röportajı için bkz. http://www.sabitfikir.com/soylesi/ertugrul-gunay-sanatta-muhafazakarlik-taklitcilik-
tekrar-ve-yuzeysellesme-demektir

14 Peker, A. U., (2015), “AKP Döneminde Rövanşist Mimari”, Mimarlık, Sayı: 386, Kasım-Aralık, s. 13-19.

15 Moliere’in 1670’de kaleme aldığı, asıl adı Le Bourgeois Gentilhomme olan eser Türkçeye Kibarlık
Budalası adıyla çevrilmiştir. Yapıtın ana karakteri Mösyo Jourdain üzerinden Fransa’da el değiştiren zenginlik
ve gücün gündelik yaşama yansımaları ele alınır, aynı zamanda gülmece yoluyla eleştirilir.
16
Peker, a.g.m.

8
kurgulanan kamusal alanları, şimdi Yeni-Osmanlıcı söylemlerle beslenen ve kendini
muhafazakâr olarak tanımlayan gücün iktidarını gösteren kamusal alanlarına dönüşmektedir.17

Cami mimarisiyle siyasal sembolizm ne zaman kent mimarisinde yer edinme mücadelelerinde
bu denli büyük bir önem kazandı? Kentsel ve kamusal hafızada cami inşası nasıl bu denli
gerilimli bir diyalektiği ortaya çıkardı? Cami mimarlığının politik bir anlam, ideolojik temsil
aracı olarak sahneye çıktığı tarihler, 1952 yılında Ayasofya Müzesi’nin statüsünün tartışılması
ve 1955 yılında Taksim Meydanına cami yapılması önerilerinin tartışılmasıyla başlar. 1957
seçimlerinde Ankara’ya yeni bir cami önerisi de bir eşik noktası oluşturur.18 Sonraki on yıllar
boyunca benzer tartışmalar ara ara gündem oluşturmaya devam eder ve özellikle “Taksim’e
Cami” projesi Erdoğan’ın şahsıyla özdeşleşecek kadar yakın geçmişte belirleyici bir hal alır.
Bu tarihsel arka planı hatırlatan Bülent Batuman, cami mimarlığında Klasik Osmanlı cami
taklit üretimlerinin farklı tarihi kontekstlere oturtulması gerektiğini söylemektedir: 1950
sonrası milliyetçi-muhafazakâr nostalji aracılığıyla ifade arayışı ve 2000 sonrası tamamıyla
farklı olan İslami bir proje olarak geçmişi, bugün, yeniden inşa etme çabası. Cami
mimarlığının gelişim koşulları göz önünde bulundurulduğunda geciktirici etkinin
kaynaklarından biri olarak da radikal sekülarizmin temsilcisi Tek Parti rejiminin II. Dünya
Savaşının sonuna kadar sürmesi de gösterilebilir. 12.500 caminin sorumluluğu ve ülkedeki
tüm dini aktiviteleri kontrol altında tutma yükümlülüğüyle 1924 yılında kurulan Diyanet İşleri
Başkanlığı, cami yapımını çok uzun yıllar boyunca komünal ihtiyaçlar çerçevesinde
değerlendirmiştir. Erken Cumhuriyet döneminde yapılan camiler küçük boyutlu ve yerel
geleneklerin izindedir. Nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu varsayılan ülke
coğrafyası boyunca, bu camilerin hemen hiçbiri herhangi bir manifest tavır taşımaz.19 1950

İslamcı kent siyasetinde “fetih” kavramı için bkz. Tuğal, C. (2009), “The Urban Dynamism of Islamic
17

Hegemony: Absorbing Squatter Creativity in Istanbul”, Comparative Studies of South Asia, Africa and the
Middle East, 29 (3), s. 430-431.
18
Yapılan yarışmada Vedat Dalokay’ın projesi kazanmasına rağmen, mimari Hüsrev Tayla olan projeyle
Sinan’ın Şehzade Camiinin kopyası bir yapı inşa edilir. Daha sonra İslamabad’da Kral Faysal Camii olarak
uygulanacak olan bu proje, Türkiye’de tercihlerin çağdaş bir yorumdan ziyade Klasik Osmanlı camii
yorumlarından yana kullanıldığını açıkça gösterir. Benzer bir durum 2012 yılında Çamlıca Cami projesi için
açılan yarışmada görülebilir.

19 Batuman, B. (2016), “Architectural Mimicry and The Politics of Mosque Building: Negotiating Islam and
Nation in Turkey”, The Journal of Architecture, S. 21: 3, s. 324-326. Milliyetçilik, muhafazakârlık ve
İslamcılık kavramlarının Türk siyaseti ve siyasi düşüncesindeki seyri için bkz. Bora, T. (2009), Türk Sağının
Üç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık, İstanbul, Birikim.

9
sonrası cami yapım süreçlerinde bir ivme kazanıldığı söylenebilir. Ancak asıl patlama
2000’ler Türkiye’sinde yaşanmıştır. Diyanet İşleri’nin verilerine göre, yalnızca 2005-2015
tarihleri arasında yaklaşık 10.000 kayıtlı caminin inşa edildiği görülür. Bu dönemde yapılan
okul sayısına bakılacak olursa, böyle bir yönelimin komünal ihtiyaçları gidermekle
açıklanamayacağı bellidir. Dahası, Türkiye’de, 2015 yılında 86.76220 olan cami sayısının
2017 yılında 90.000’i aştığı ve OHAL rejimi altındaki Türkiye’de akışı bozulmayan çok az
sayıdaki şeyden birinin de cami yapımı olduğu görülmektedir.21 İstanbul ve Ankara’ya
camiler kazandırmakla övünen mevcut iktidar, 2015 yılı itibariyle İstanbul’daki kayıtlı cami
sayısını 3.317’e, Ankara’da ise 2.994’e ulaştırmıştır.22 Şehir dokusu, tarihi ve nüfus yapısıyla
büyük farklılıklar gösteren, biri eski olmak üzere, bu iki başkentteki cami sayılarının birbirine
yakın olması Ankara özelinde cami yapım süreçleriyle ilgili yoğun bir gayret gösterildiği
sonucunu çıkarmaya da imkân vermektedir. Modern Cumhuriyet için temsili yüksek bir
değere sahip, fakat yerel yönetimlerin müdahaleleriyle kamusal alan niteliği bağlam
değiştirmiş Kızılay-Güvenpark’a cami söylentileri ise23 mevcut iktidarın kent planları
hakkında yeni meraklar doğurmaktadır.

Osmanlı’nın Klasik dönem cami benzerlerinin bir yenisini, makalenin başında dile
getirdiğimiz Melike Hatun Camii oluşturuyor.24 Bu cami de, tıpkı Kocatepe gibi, Şehzade
Camiine benzemenin yanı sıra, İstanbul Eminönü’nde 1597-1665 yıllarında inşa edilen Yeni
(Valide) Camiini de fazlasıyla anımsatır, Melike Hatun Camii fazladan iki minaresiyle bahsi
geçen klasiklerin sadeleştirilmiş bir yansımasıdır. Sinan’ın ve biçimlendirdiği ekolün altıgen
kasnaklı camiler planını25 tekrar eden bu yapı, pencereleri, sivri kemerli açıklıkları ve üç
şerefeli minareleriyle tasarım açısından yenilikçi herhangi bir uygulama barındırmayan bir

20
Türkiye’deki cami sayısı: http://www.diyanet.gov.tr/tr/kategori/istatistikler/136
21
CNN Türk’ün 4 Ocak 2018 tarihli haberi için bkz. https://www.cnnturk.com/turkiye/diyanete-bagli-cami-
sayisi-2017de-90-bine-ulasti
22
İstatistiki bölge birimleri sınıflamasına göre cami sayısı: http://www.diyanet.gov.tr/tr/kategori/istatistikler/136
23
İlgili iddia ve yalanlamalar için bkz.: http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/guvenpark-yikilacak-yerine-
cami-yapilacak-1807091/ ; http://www.ankara.bel.tr/haberler/guvenpark-cami-iddiasina-gokcekten-
tepki#.WS1_hGiGNPY

24 Detaylar için bkz.


http://www.siyahkalem.com/projeler_Ankara_Ulus_Camii_ve_Kultur_Merkezi_pr_1049_2_27

25 Kuban, D., (2007), Osmanlı Mimarisi, İstanbul, YEM Yayın, s. 258.

10
görünüm arz eder. Bu camiyi görünce diğer Klasik dönem camilerini görmüş olma hissine
kapılmamak mümkün olmayabilir. Yapı bu haliyle, Cumhuriyetin modern ulus hayallerini
temsil eden yapıların yanı başında, Cumhuriyetten çok daha uzak bir geçmişin temsilcisiymiş
gibi yerini almaktadır. İslam dininin bu konuda bir dayatması olmaksızın tekrarlar sonucu
birer kültürel simgeye dönüşen minare ve kubbe tasarımı, taklit ve tekrar dolayısıyla, yani
aynılığıyla, yapıyı kitschleştirmek adına temel elemanlar gibi bulunmaktadır. Açılışı,
Cumhuriyet Bayramının hemen öncesinde 27 Ekim 2017’de gerçekleştirilen caminin, şehrin
siluetinde en azından dış görüntüsüyle bir Osmanlı camii ve Ankara’da bir İstanbul esintisine
(en azından cami estetiği bağlamında) neden olduğu, iç mekân tasarımıyla da Selçuklu ve
Osmanlı sanatlarının bir karışımı olduğu söylenebilir.

Sonuç ve Değerlendirme

Konuyu toparlayacak olursak, Cumhuriyetin 1930’lara değin yapı ve mekân inşasında İttihat
ve Terakki’nin millileşme programına uygun olarak “hars ve medeniyet”in kaynaştığı bir milli
mimarlık programı olmuştur. Dolayısıyla o dönemin yapılarının çoğunda Osmanlı mirasından
açık izler görmek mümkündür. Fakat mimari alanında Batıyla esaslı bir özdeşleşmenin
başladığı 1930 sonrası dönemde, Osmanlı mirası neredeyse tüm hatırlatma unsurlarıyla
dışlanmış ve yok sayılmıştır.26 Cumhuriyetin kamusal alanları artık geçmişinde Osmanlı’yı
yok sayan dışlayıcı bir tavırla oluşturulmuş gibidir.27 Bugünün Türkiye’sinde de, yerli ve milli
“yeni resmi ideoloji”, tarihsel, kültürel ve sanatsal alanlara etkili bir şekilde yön vermek
arzusuyla hareket etmektedir. Kendi kamusal mimarisini Erken Cumhuriyetin sahasında
dönüştürücü bir etkiyle kullanmakta kendi için buradan yeni sembolizmler üretmektedir.
Türkiye 1950 sonrasında başlayan, fakat Cumhuriyetin Kemalist kurumları aracılığıyla çoğu
zaman anti-demokratik yollarla durdurulan hareketlerin evrildiği ve gücü tam anlamıyla
devşirdiği siyasi uzantısının kültürel hâkimiyet arzusuyla karşı karşıyadır. Bu hâkimiyetin
kurumsal düzeyde yeni kadrolarla sağlanmasının yanı sıra kent ölçeğindeki etkin hâkimiyet

26 Yalım, I. (2012), “Ulus Devletin Kamusal Alanda Meşruiyet Aracı: Toplumsal Belleğin Ulus Meydanı
Üzerinden Kurgulanma Çabası”, Başkent Üzerine Mekân-Politik Tezler Ankara’nın Kamusal Yüzleri, (Der.
Güven Arif Sargın), İstanbul, İletişim, s. 184.

27 Batuman, B. (2012), “Mekân, Kimlik ve Sosyal Çatışma: Cumhuriyet’in Kamusal Mekânı Olarak Kızılay
Meydanı”, Başkent Üzerine Mekân-Politik Tezler Ankara’nın Kamusal Yüzleri, (Der. Güven Arif Sargın),
İstanbul, İletişim, s. 41-76.

11
gösterimi olan mimari ve bu özelde camiler oldukça etkili pratikler olarak “inşa” ve “ihya”
düsturuyla hayatlarımızdaki yerlerini artarak almaya devam etmektedir.

12

You might also like