You are on page 1of 14

III.

MUSTAFA DÖNEMİ
III. Mustafa döneminin en önemli hadisesi olarak 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşını
söyleyebiliriz. 1768 Osmanlı-Rus Savaşına bakacak olursak; öncesinde şunu söylemeliyiz ki:
aslında 1756-1763 arasında Yedi Yıl Savaşları mevcuttur. Bu Yedi Yıl Savaşlarına da Osmanlı
Devleti'nin girmesi yönünde baskılar vardır. Ancak Sadrazam Koca Ragıp Paşa, Osmanlı
Devleti'nin gücünü bildiği için bunlara yanaşmıyordu. Aslında III. Mustafa da harp taraftarıdır.
Yani Rusya ile harp taraftarıdır ancak Koca Ragıp Paşa ısrarla buna karşı çıkmıştır. Koca Ragıp
Paşa 1763 de vefat etmiştir. Koca Ragıp Paşa vefat ettikten sonra harp yanlısı görüşler yavaş
yavaş öne çıkmaya başlayacaktır. Koca Ragıp Paşa 18. yüzyılın en önemli devlet adamlarından
biridir. Harp mevzu bahis olunca padişah III. Mustafa'nın koca Ragıp Paşa'ya Tarih-i Cevdet'te
bahsedileni şu kısım nakledilmiştir;
Ragıp Paşa'ya diyor ki padişah:
"Eğer garez akçe ise Edirne kapısından ta Rusçuk'a kadar iki keçeli altın dizerim. "diyor. Yani
Koca Ragıp Paşa'ya harbe karşı çıkmasının sebebi para yokluğu ise, ben Edirne'den Rusya'ya
kadar iki keçeli altın dizerim diyor. Çünkü Haremeyn vakıfları vesaire Devlet hazinesine
aktarılınca hazine ciddi manada rahatlamaya başlamıştır. Ancak koca Ragıp Paşa'nın vermiş
olduğu cevap son derece anlamlı bir cevaptır. Koca Ragıp Paşa; "Devlet-i Aliyyeniz eskiden
beri yapmış olduğu savaşlar da bir muharip aslan olduğunu düşmanlarına göstermiştir. Fakat
şimdiki halde tırnakları aşınmış olup, muharebe esnasında düşman bunu anlarsa vaziyet çok
müşkül olur, askere nizam verildikten sonra bu iş düşünülsün." demiştir. Koca Ragıp Paşa'nın
böyle bir tespiti vardır. Ancak uzun süredir yani 1746'dan itibaren bir harbe girilmeyince ahali
nezdinde de harp taraftarlığı vardır. Mesela İstanbul'da kaldırımlarda dolanan kabadayılar
vesaire herkes harp taraftarıdır. Bütün bunları Muhsinzade Mehmet Efendi yani Koca Ragıp
Paşa'dan sonra sadrazamlık koltuğuna oturan Muhsinzade Mehmet Efendi görüyor ve bunlara
hayret ediyor. Muhsinzade Mehmet Efendi de harp taraftarı değildir. Harp taraftarı olmadığı
için kısa bir süre sonra görevden alınacaktır. Pirizade Sahip Molla, padişah gibi harp taraftarıdır
ve harp taraftarı olmayan Muhsinzade Mehmet Efendi’yi korkaklıkla itham edecektir. Padişahı
Mehmet Efendi aleyhine kışkırtmaya çalışmışlardır. Ve nihayetinde padişah, sadrazam
Muhsinzade Mehmet Efendi’yi görevden alacak ve yerine silahtar Mahir Hamza Paşa'yı
sadrazamlık makamına getirecektir. Zaten 1768 de harp kararı bu dönemde alınmıştır.
1768 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı açısından fevkalade önemli ve fevkalâde ağır sonuçlar
ortaya koymuştur. Bu savaşın en önemli sebeplerinden birisi; Osmanlı topraklarına yönelik
Rus saldırılarıdır. Mesela Osmanlı sınır boylarında kaleler inşa etmişlerdir. Ve bu harbin
çıkmasında Fransız elçisinin de etkisi vardır. Çünkü Fransızlarda Osmanlılar ile temas
içerisinde olmaya çalışıyorlar ve bu çerçevede Osmanlı Devleti'nin Rusya'ya karşı
mücadelesini destekliyorlardı. Osmanlı Devleti 4 Ekim 1768'de padişahın huzurunda bir divan
toplantısı yapacaktır. Bu toplantıda Rusya'nın, Lehistan meselesine karışmaması gerektiği
belirtilecektir. Çünkü III. August vefat etmiştir. III. August'un vefatından sonra Lehistan
üzerinde Rus egemenliği kurulmaya çalışılıyor. Lehistan tarafından Osmanlı'da yardım isteği
vardır. Hatta Podolya bölgesinin Osmanlı'ya bırakılması gibi teklifler de söz konusudur.
Rusya'yı bölgeden çıkarmak, Lehistan meselesine karışmasını engellemek amacı da burada söz
konusudur. Hem Osmanlı'ya yönelik saldırgan tutumunu terk etmesi hem de Lehistan meselesi
ile ilgili olarak Lehistan sorununa karışmaması yönünde ültimatom verilecektir. Rus elçisini
bu ültimatom veriliyor. Ancak Rus elçisi bunu biraz geçiştiriyor. Nihayetinde Osmanlı
idarecileri de buna tepki gösterecekler ve Rus elçisi bu yüzden Yedikule zindanlarına
hapsedilecektir. Bu da zaten iki taraf arasında bardağı taşıran son damla olmuştur diyebiliriz.
Bu sebeplerden dolayı savaş çıkmış ve bu savaş 1768'den 1774'e kadar sürecektir. Bu savaş
Yedi Yıl Savaşlarını bir kenarıya koyduğumuz zaman, Dünya tarihinin 18. yüzyılda yapılan
önemli harplerinden biri olarak söylenebilir. İlk etapta Osmanlı ordusu hemen hazırlıklarına
başlıyor ve Davut Paşa'dan yani İstanbul'dan sonra Edirne sonra Rusya üzerine yürüyor. Tabii
bu arada Rusya'da Kırım'a yönelik saldırılar yapacak ama öncesinde aslında Kırım hanı Giray
Han, Ruslara yönelik saldırılar tertip etmiştir hatta başarılı da olmuştur. Ancak Kırım hanı
Giray Hanı, Ruslar zehirlemiştir. Bunu da Rus çariçesi II. Katarina, Siropiro adlı bir Rum
hekime para vererek ve Kırım hanını zehirletmiştir. Hatta şöyle de bir rivayet söz konusudur;
Osmanlı ordusunu zehirlemeye yönelikte Rusya'nın teşebbüsleri söz konusudur. Mesela
Osmanlı ordusu Edirne'ye gelmiştir. Edirne'de içme sularına zehir katılmıştır ve bu çerçevede
de pek çok asker zarar görmüştür. Neticede Ruslar, Kırım Hanı Giray Hanı zehirlendikten sonra
da Kırım'a yönelik saldırılarını yoğunlaştıracaklar ve Osmanlı topraklarına girecekler hatta
Hotin'i kuşatacaklardır. Hotin ilk kuşatmasında Osmanlı ordusu burada başarı gösterecektir.
Prens Galitzin idaresindeki Rus kuvvetleri Osmanlı'ya karşı başarısız olacaktır (Mayıs 1769).
Ancak Osmanlı Devleti'nin bu başarısı kısa süreli bir başarıdır. Daha sonra Hotin Osmanlı
Devleti'nin elinden çıkacaktır. Hotin'in haricinde mesela Eflak ve Boğdan'da Ruslar tarafından
istila edilecektir.
Bu dönemin en önemli hususların dan birisi; Osmanlı donanmasının çeşitli Çeşme'de baskına
uğramak suretiyle yakılmasıdır (6-7 Temmuz 1770). 1770’te Larga/Kartal denilen mevkilerde
Osmanlı ordusu ile Rus kuvvetleri karşı karşıya gelmiş ve bu karşılaşmalarda Osmanlı
ordusunun yenilgisi ile sonuçlanacaktır. Burada belki vurgulanması gereken hususlardan biri
olarak şunu söyleyebiliriz; Moskova'nın hedefi, daha önce vurguladığımız Azak Kalesi
meselesi dolayısıyla Azak Denizi'ne çıkmak ve sonra buradan Kerç boğazından Karadeniz'e
açılmak ve nihayetinde Akdeniz'e ulaşmak gibi büyük bir hedefinin olduğunu söyleyebiliriz.
Rusların, Karadeniz'den Akdeniz'e ulaşmak gibi bir başarısı yoktur. Çünkü Karadeniz'e hâkim
olamamıştır. Bu yüzden farklı bir hamle yaparak Baltık denizinden dolanarak Septe
boğazından içeri girdikten sonra Mora Yarımadası’ndaki ahaliyi Osmanlı Devleti'ne karşı isyan
ettirmeye çalışmışlardır. Ruslar, bir yandan mücadele devam ederken bir yandan da Mora
yarımadasını sıkıştırıp buradaki Rum ahaliyi Osmanlı yönetimine karşı ayaklandırmayı
hedeflemişlerdir. Böyle bir ortamda Osmanlı donanması da bunu engellemeye çalışmıştır.
Sonra Osmanlı donanması Temmuz 1770’te Çeşme'ye girmiştir. Hatta Cezayirli Hasan Bey bu
hamlenin yanlış olduğunu ifade etmiştir. Ancak Mandalzade Hüsameddin Efendi, herhangi bir
şekilde dinlemeyecek ve neticede Çeşme'de birbirine yakın bir şekilde Osmanlı donanması
yerleşecektir. Bunu Alexis Orlov kumandasındaki Rus donanması fark edecek, sonrasında
bölgeyi kuşatacak ve Çeşme limanına ateş edecektir. Bu ateş isabet alacak, zaten stratejik bir
hata bağlamında gemiler birbirine çok yakın bir şekilde dizilmiştir. Bu sebeple Osmanlı
donanması bir bütün olarak Çeşme'de yakılacaktır. Rus Çariçesi Katarina, Alexis Orlov'a
Çeşme baskınından dolayı Alexis Orlov Çeşmeoski de denilmiştir. Hatta Alexis Orlov adına
bir abidede yapılmıştır. Mangalzade Hüsamettin Paşa, kendisi zor kurtulmuştur ancak Sakız
Adası'na kaçabilmiştir. Bu Osmanlı donanması açısından fevkalade önemli bir bozgundur
diyebiliriz.
Burada vurgulanması gereken hususlardan birisi; bu dönemde 1768-1769-1770 yılları
içerisinde Mısır'da Osmanlı idaresine karşı bir başkaldırının söz konusu olduğunu
söyleyebiliriz. Bulutkapan Ali Bey, Osmanlı idaresine karşı isyan etmiştir. Bulutkapan Ali Bey
Mısır ve çevresinde görev yaparken, Osmanlı ordusuna karşı baş kaldırmış ve bu başkaldırısını
Rus desteğine dayandırmaya çalışmıştır. 1768'de isyan ettikten sonra adına hutbe okutmuş,
para bastırmış ve hatta 6 Temmuz 1770'te Çeşme baskını gerçekleştiği esnada Mekke'yi de ele
geçirmiştir. Yani Osmanlı Devleti içeriden ve dışarıdan saldırıyla karşı karşıyadır diyebiliriz.
Bulutkapan Ali Bey, Rus donanması komutanı Alexis Orlov'a bir de mektup yazmıştır. Bu
mektupta diyor ki; " siz benim Mısır'daki hakimiyetimi kabul edin, ben de kutsal toprakların
size verilmesi için elimden geleni yapayım “diyor. Kutsal Topraklar dediği Kudüs ve
çevresidir. Buraları Alexis Orlov'a vermeyi teklif ediyor ve bunun karşılığında kendisinin
hâkimiyetinin kabul edilmesini istiyor. Bulutkapan Ali Bey isyanı çok uzun sürmeyecek,
nihayetinde 1773'te Bulutkapan Ali Bey vefat edecektir. Onun 1773’te vefat etmesi Bulutkapan
Ali Bey meselesini de ortadan kaldıracaktır. O öldükten sonra Mısır tekrar Osmanlı İdaresi
altına girecektir.
1770’te Çeşme baskını oldu, 1771'e gelindiği zaman Eflak ve Boğdan hatta Kırım Ruslar
tarafından işgal edilmiştir. Zaten Kırım Hanı Giray Han zehirlenerek öldürülmüştü. Ondan
sonra gelen Kaplan Giray Han bir dirayet ortaya koyamamıştır. Hatta Kaplan Giray'a yönelik,
Ruslarla anlaştığı yönünde iddialar da söz konusudur. 1773 yılında da Ruslar Tuna Nehri’ni
aşarak Şumnu'ya kadar gelmişlerdir. Yine Çeşme baskını sonrasında zaten Mora
Yarımadası’ndaki Rumlar Osmanlı idaresine karşı ayaklandırılmışlardır. Ve 1770 de Osmanlı
donanması yıkılmıştır, Çanakkale’yi abluka altına almışlardır; bu Çanakkale ablukası 4-5 sene
sürmüştür. 4-5 yıl Çanakkale'yi abluka altında tutmuşlardır ancak Çanakkale'yi
geçememişlerdir.
Harp devam ederken 1774'e gelindiği zaman III. Mustafa 21 Ocak 1774’te vefat etmiştir. Ve
vefat ettikten sonra Laleli Camii külliyesine defnedilmiştir.
1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi, Osmanlı Devleti'nin felaketi ile sonuçlanmıştır ve 1774'te
Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanacaktır. 21 Ocak'ta III. Mustafa vefat ettikten sonra
yerine I. Abdülhamit tahta çıkacaktır. I. Abdülhamit döneminde 1768-1774 Osmanlı-Rus
Savaşı sona erdirilecektir. Çünkü Osmanlı Devleti'nin dayanacak gücü kalmamıştır. Barış
istemek durumundadır. Nihayetinde 25 Haziran 1774'te Osmanlı Devleti bozguna uğrayınca
Barış teklif etmek zorunda kalmıştır. 21 Temmuz 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması
imzalanmıştır. Hatta şöyle bir rivayet de söz konusudur; Prut Savaşı da 20-21-22 Temmuz'da
Çar Petro ile Prut Antlaşması imzalanmıştı. Ona nispeten 21 Temmuz'da bu anlaşmanın
imzalandığı yönünde bir rivayette söz konusudur. Ancak bunların doğruluğu tartışmalıdır.
1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi; Osmanlı'nın askeri gücünün, asker nüfusunun, komuta
kademesini, Osmanlı'nın devlet düzenini çok ciddi manada sarsmıştır. Ve Bir anlaşmaya
girilmiştir. Bu anlaşmayı Osmanlı Devleti adına görüşmeleri yapan kişi Sadaret Kethüdası
Ahmet Resmi Efendi'dir. Küçük Kaynarca'da bu görüşmeler gerçekleşmiştir. Silistre
yakınlarında bir bölgedir. 21 Temmuz 1774'te Küçük Kaynarca Antlaşması imzalanmıştır.
Küçük Kaynarca Antlaşmasına baktığımız zaman;
● Bu anlaşma ile Kırım müstakil bir hanlık olmuştur. Bu olaydan sonra Kırım'da hanlık
kavgaları başlamıştır. Osmanlı ile Rusya arasında Kırım Hanının kim olacağı
konusunda tartışmalar meydana gelmiştir. Aslında Kırım'ın Osmanlı Devleti'nden
kopartılması ve bağımsız bir hanlık haline getirilmesi Ruslar açısından bir aşamadır
denilebilir. Bugün de baktığımız zaman Kırım, yakın bir zamana kadar Ukrayna toprağı
idi. Ancak Ruslar Kırım'ı işgal etmişlerdir. O döneme baktığımız zaman da Kırım,
Osmanlı toprağı idi. Osmanlı'nın elinden almak daha zor olduğu için önce Kırım'a
bağımsızlık verilmiş daha sonra ise Kırım'ı topraklarına kattıklarını ilan edeceklerdir.
Her şey aşama aşama Rusya'nın planı çerçevesinde işletilmeye çalışılmaktadır.
● Kırım Osmanlı Devleti elinden çıkmıştır fakat burada halife sıfatıyla padişahın yine
etkisi olacaktır. Halife adına hutbe okutulmaya devam edilecektir.
● Hem Rusya'nın hem de Osmanlı Devleti'nin Kırım'ın iç işlerine karışmayacağı burada
vurgulanmıştır. Kırım ahalisi kendi hanlarını kendileri belirleyecekler, Osmanlı Devleti
Han tayin etmeyecek denilmiştir. Sadece din bakımından Osmanlı Devleti ile ilişkisi
söz konusu olmaya devam edecektir.
● Rusya'ya bırakılan yerler bağlamında baktığımızda; Kılburun Kalesi, Kerç Kalesi, Yeni
Kale, Kabartaylar Bölgesi gibi yerler Rusya'ya bırakılmıştır. Bunun karşılığında Ruslar,
Eflak ve Boğdan, Besarabya, Kili, Akkirman, Özi, Bender gibi işgal ettikleri
yerlerlerden çekileceklerdir denilmiştir.
● Ayrıca Ruslar, Kafkaslara yönelik de bir tehdit unsuru olmaktaydılar. Bu çerçevede
Rusya'nın, Kafkaslardaki kuvvetlerini geri çekeceği ve bölgenin işlerine karışmayacağı
burada belirtilmiştir.

1768-1774 Osmanlı-Rus Harbi çerçevesinde; Eflak ve Boğdan da Osmanlı idaresine karşı


ayaklanmalarda çıkmıştır. Mora Yarımadası'nda da yine Osmanlı Devleti'ne karşı
ayaklanmalar mevcuttu. Karadağ bölgesinde de ayaklanmalar çıkmıştı.
● Bu bağlamda Eflak ve Boğdan da ki ahaliye af ilan edileceği belirtilmiştir. Yani savaş
dönemindeki tutumlarıyla herhangi bir şekilde cezalandırılmayacaklar denilmiştir.
Ayrıca Eflak ve Boğdan meselesi üzerinden bölge Hıristiyanları üzerinde Rusya'nın
etkili olmaya başladığını görüyoruz. Yani Rusya, Hıristiyanlara yönelik bir nevi
koruyuculuk gibi bir vazife üstlenmeye çalıştığını görüyoruz.
● Karşılıklı protokol meseleleri de burada düzenlenmiştir. Mesela Rus hükümdarlarına
resmi yazışmalarda Rusya padişahı denilecektir denilmiştir. Osmanlı padişahı ile Rusya
çarı denk olarak görülüyor.
● 14 Temmuz 1700 İstanbul Antlaşması ile Ruslar İstanbul'da elçi bulundurabilecek
denilmişti. Sonra 1711'de Prut Antlaşması ile bu elçi meselesi gündemden kalkmış, elçi
bulundurulamaz sadece tüccar sınıfı bulunabilir denilmişti. 1774 Kaynarca Antlaşması
ile Rusların tekrar İstanbul'da elçi bulundurmalarına müsaade edilmiş ve elçilik binası
açabilecek denilmiştir.
● Hatta burada bir de kilise yapılmasına izin verilecektir. Bu çerçevede Beyoğlu'nda Rus
inanışına (Ortodoks) göre bir kilise inşa edilecektir.
● Ayrıca Rus hacılar kutsal toprakları serbestçe ziyaret edebilecektir denilmiştir.
● Rus ticaret gemileri Karadeniz ve Akdeniz'de serbest dolaşım hakkı elde etmişlerdir.
Ve Rus ticaret gemileri diğer devletlere verilmiş olan imtiyazlardan yararlanacaktır.
● Ruslar gerekli gördükleri yerlerde konsolosluklar açabileceklerdir denilmiştir. Yani
Ruslar, Osmanlı devletinin her daim genel ahvalinden haberdar olmak istiyor.
● Tazminat meselesi de gündeme gelmiştir. Burada dört buçuk milyon ruble yani 15.000
kese, Osmanlı Devleti tazminat ödemeyi kabul etmiştir. Bunu da üç taksitle
ödeyecektir. Hatta bunun görüşmelerin gündeminde bile olmadığı yönünde rivayetlerde
vardır. Bu görüşmelerde bulunan isimlerden birisi de İbrahim Münip Bey'dir. İbrahim
Münip Bey, toplantı esnasında uyuklamış ve toparlanıp kendine gelince de uyukladığını
belli etmemek babında gelelim tazminat meselesine demiş. Bunun sonucunda tazminat
meselesi gündeme gelmiştir. Bunun doğruluğu tartışmalıdır. Burada Osmanlı
temsilcilerinin görevlerini yeterince ifa edemedikleri hususunda bir söylem geliştirmek
adına belki böyle bir anlatım ortaya çıkmıştır. Ama Ahmet Resmi Efendi Osmanlı
bürokrasisinde çok önemli bir şahsiyettir ve 1768-1774 Osmanlı Rus harbi, Osmanlı'nın
felaketidir. Dolayısıyla harbin içerisinde böyle bir anlaşmanın imzalanmış olması
şartların ağır olmasına rağmen başka bir çare olmadığını göstermektedir.
● İşgal edilen yerlerin boşaltılması hususu burada değerlendirilmiş ve denilmiştir ki;
Ruslar bir ay içerisinde Tuna'nın diğer yakasına geçeceklerdir denilmiştir. 2 ay
içerisinde de Eflak-Boğdan, Bender gibi pek çok yerden çekileceğini belirtmişlerdir.
Yani toplam üç ay içerisinde Ruslar, Osmanlı da işgal ettikleri yerlerden çekilecekler
denilmiştir.
● 3 ay içerisinde de Rus donanması, Akdeniz'den çekilecektir denilmiştir.

Rusya bir nevi kapitülasyonlar elde etmiştir. Birçok devlete verilen kapitülasyonların benzeri
elde edilmiştir. Osmanlı Devleti'nin Saygın bir devlet olması hususiyetini Bu anlaşma ve bu
savaş zarar vermiştir diyebiliriz. Bundan sonraki süreçte Ruslar, Osmanlı tebaası olan Ortodoks
Hıristiyanların hamisi gibi davranmaya başlayacaklardır. Ayrıca Osmanlı'nın Karadeniz
hakimiyeti meselesinde çok ciddi manada yara almıştır. Bundan sonra Rusya'nın Kırım
üzerindeki oyunları bitmeyecektir. Kırım müstakil olduktan sonra, Kırım'a kendi topraklarına
ilhak etmek için bir mücadele yürütülecektir. Bu mücadelede Selim Giray Han, Osmanlı'yı
tutacaktır. Şahin Giray ise Rus yanlısı olacaktır. Bunlar arasında yapılan mücadele de
Rusya'nın dediği olmuş ve Şahin Giray Kırım Hanı tayin edilmiştir. Bu çerçeveden de bakarsak
Rusya'nın amacına ulaştığını görebiliyoruz. Rusların hedefi Kırım coğrafyasını tutmaktır.
Nitekim Aynalı Kavak Tenkihnamesi sonrasında Temmuz 1783'te Rusya Kırım'ı ilhak
edecektir. Yani 1774'ten 1783'e kadar önce bağımsız yapmış 9 yıl sonra ise 1783'te Rusya
Kırım'ı topraklarına kattığını belirtecektir. Nitekim 2014 yılında da Ukrayna toprağı olan
Kırım'ı, Rusya tekrar ilhak etmiştir. Yani bölgesel siyaset bağlamında Rusya'nın coğrafya ile
ilgisi çok üst düzeydedir. Burada Rus yanlısı Şahin Giray'ın da ciddi manada etkisi olmuştur
diyebiliriz.

I. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ
I. Abdülhamit, III. Ahmet'in oğludur. Annesi Rabia Şermi sultandır. I. Abdülhamid'in doğum
tarihi 1725'tir. Lale devrinde doğmuş bir şahsiyettir. Babası 1730'da Patrona Halil İsyanı ile
tahttan indirilince kafes hayatı yaşamaya başlayacaktır. I. Mahmut döneminde ve III. Osman
döneminde III. Ahmet'in çocuklarının ciddi sıkıntılar çektiklerini söylemiştik. Mesela III.
Osman döneminde şehzade Mehmet yani III. Mustafa'nın ve I. Abdülhamit'in ağabeyi Mehmet
hatta Veliaht şehzade diyebileceğimiz Mehmet öldürülmüştü. Zaten onun öldürülmesi
dolayısıyla III. Mustafa'ya taht yolu açılmıştır. Yani III. Osman ve I. Mahmut dönemlerinde,
III. Ahmet'in evlatlarına iyi bakılmamıştır. Hatta öldürme niyetlilerinin her daim mevcut
olduğunu söyleyebiliriz. Öldürememelerinin sebebi olarak da şunu söyleyebiliriz ki; Osmanlı
Devleti'nde en önemli unsurlardan birisi hanedanın devamlılığını sağlamaktır. I. Mahmut
döneminde ve III. Osman döneminde baktığımız zaman padişahların erkek çocukları yoktur.
Böyle olduğu için hanedan eğer III. Ahmet'in evlatları öldürülürse riske girecektir. Bu sebeple
birine izin verilse bile diğerlerine izin verilmemiştir. Devlet adamları şehzadelerin
öldürülmesinin karşısında durmuştur. Bu sebeple III. Osman'dan sonra III. Mustafa, onun da
1774’te vefatı sebebiyle I. Abdülhamit 21 Ocak 1774'te tahta çıkmıştır. Tahta çıktığı zaman 49
yaşındadır. Ve bu 49 yaş bir nevi kafes hayatı yaşamıştır. Özellikle I. Mahmut ve III. Osman
dönemlerinde ciddi sıkıntılar çekmiş bir kişidir. 49 yaşına kadar devlet yönetiminden uzak bir
şehzade olarak bekleyince elbette devlet tecrübesi noktasında sıkıntılar mevcuttur. O yüzden
devlet tecrübesi az olduğu için ilk etapta Muhsinzade Mehmet Paşa'yı sadarette bırakmıştır. 49
yaşında 21 Ocak 1774'te tahta çıktıktan bir hafta sonra Eyüp Sultan'da kılıç kuşanma merasimi
gerçekleştirilmiştir. Böylelikle meşruiyet bir yönüyle sağlanmıştır. Bu dönemde pek çok ıslahat
hareketlerine girişilecektir. Tabii ıslahat hareketlerine girişilmesi için evvela mevcut
halihazırda devam eden savaşın bir hal yoluna girmesi lazımdır. Çünkü Osmanlı Devleti
1768'den 1774'e kadar çok ciddi bir harbin içerisindedir. Ve bu harp, genel itibari ile Osmanlı
Devleti açısından fevkalade olumsuz sonuçlanan bir harptir. III. Mustafa devrinde bu harp
başlamıştır (1768). Bu harp Rusya'nın Kırım'a saldırması, Kırım'ı ele geçirmesi, hatta Eflak ve
Boğdan'ı ele geçirmesinden geçen hafta bahsetmiştik.
6 Temmuz 1770 de Osmanlı donanması Çeşme'de çok büyük bir bozguna uğrayacaktır hatta
donanma tamamen yakılacaktır. Alexis Orlov kumandasındaki Rus donanması, Baltık
Denizi'ni aşarak Cebelitarık'tan dolanarak Ege Denizi'ne Akdeniz'e geliyordu ve Mora
Yarımadası'ndaki Rumlara yönelik kışkırtma faaliyetleri mevcuttu. Osmanlılar ile
mücadeleleri vardı. Osmanlı donanmasının Çeşme'ye çekildiği esnada Alexis Orlov, Osmanlı
donanmasını takip ederek ve savunmasız bir bölgede, birbirlerine çok yakın bir şekilde
yerleşmiş olan Osmanlı donanmasını dışarıdan Ateş açarak Çeşme limanında yakmıştır. Hatta
Kaptan-ı Derya Mandalzade Hüsamettin Paşa'nın Sakız Adası'na kaçarak zor kurtulduğu
söylenmektedir. 1768-1774 yılları arasında devam eden Osmanlı Rus harbi sırasında Mısır
bölgesinde bir isyan olduğundan bahsetmiştik. Bulutkapan Ali Bey, Mısır'da isyan etmiş hatta
bu isyanı o kadar etkili ki tam bu Çeşme baskınının olduğu esnada Mekke'yi de Bulutkapan Ali
Bey işgal etmiştir. Hatta burada adına hutbe bile okutmuştur. Bu çerçevede Alexis Orlov'a bir
mektup yazdığından bahsedilir. Alexis Orlov'dan yardım istemiş ve işbirliği teklif etmiştir.
Bulutkapan Ali Bey, kendisine Mısır ve çevresindeki hakimiyetinin kabul edilmesi ve buna
karşılık kutsal yerleri vereceğini vaat etmiştir (Kudüs ve çevresinin Rus kontrolüne verilmesi).
Çeşme baskınının olması, Eflak ve Boğdan'ın işgali, Kırım'ın işgali, 1773'te Osmanlı
ordusunun ciddi bozguna uğraması, Mora Yarımadası'nda ve pek çok yerde Rum
ayaklanmalarının olması, beş yıldır süren Akdeniz'den gelen baskı çünkü Alexis Orlov Baltık
Denizi’nden gelerek Çanakkale önüne yerleşmiş ve Çanakkale boğazını abluka altına almıştır.
Bu da Osmanlı Devleti'nin hareket etmesini ciddi manada sıkıntıya sokmuştur. Harp bu şekilde
Osmanlı için olumsuz devam ederken 1774'te III. Mustafa vefat etmiş ve Laleli Camii
külliyesine defnedilmiştir. III. Mustafa, Cihangir mahlası ile şiirler yazmıştır.
III. Mustafa'nın ölümünden sonra tahta I. Abdülhamit geçmiştir. Abdülhamit süren Osmanlı
Rus harbini sona erdirmek istemiştir. Çünkü 1768-1774 arasında süren savaş Osmanlı
açısından felaketlerle suçlanıyordu. Bunu bir anlaşma ile sona erdirmek arzusunda olacaktır ve
bu çerçevede hareket edecektir. Aslında I. Abdülhamit'in niyeti bağlamında söyleyecek olursak
şunu da ekleyebiliriz; Hırsova'dan sonra Eflak ve Boğdan'ı Rusların elinden aldıktan sonra
Barış imzalamayı hedeflemiştir. Ancak Rus ordusunun Tuna'yı geçmesi, Osmanlı
kuvvetlerinin bölgede tutunamaması ve Osmanlı Devleti'nin bozguna uğraması gibi
sebeplerden dolayı Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki anlaşma hızlanmıştır ve nihayetinde
Ahmet Resmi Efendi görüşmelere katılacak ve bu görüşmelerin sonucunda Osmanlı Devleti
ile Rusya arasında Silistre yakınlarında Kaynarca denilen mevkide 21 Temmuz 1774'te
anlaşma imzalanmıştır. Böylelikle 6 yıl boyunca devam eden harp Osmanlı'nın çok büyük bir
felaketi ile sonuçlanmıştır.
Daha önce bahsettiğimiz Karlofça Antlaşması ve Pasarofça Antlaşması kayıpların olduğu bir
anlaşma idi. Bu anlaşmalar sonrasında 1736-1739 arasındaki savaşlarda Osmanlı Devleti varlık
göstermiş ve Belgrad'ı vesaire yerleri geri alabilmişti. Sonrasında da Barış dönemine girilmişti.
1768'e kadar barış dönemi vardı ancak bu barışı da Osmanlı Devleti bugünden geriye doğru
baktığımızda çok iyi bir şekilde bu barış döneminden istifade edemediğini görmekteyiz.
Nihayetinde bir savaş ve o savaşın kaybı neticesinde de bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma
Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya'nın bölge siyaseti bağlamında elinin ciddi manada
güçlendiğini ortaya koyan bir anlaşmadır. Doğu siyaseti bağlamında Rusya çok ciddi manada
mesafe kat etmiştir. Rusya açısından bu Osmanlı-Rus savaşı ve sonrasındaki antlaşma Bir
dönüm noktasıdır. Daha önce bahsettiğimiz Çar Petro'nun bir vasiyetinden bahsedilir. Orada
söylenen ifadeler bağlamında baktığımız zaman Rusya'nın 1700'lerden bugüne kadar uzanan
süreçte politikalar bağlamında ciddi ipuçları olduğunu o metinden görebilmekteyiz. Bu vasiyet
de diyor ki; İstanbul'a olabildiğince yaklaşın denilmektedir. İstanbul ve Hindistan coğrafyasına
hâkim olan dünyaya hükümdar olur denilmiştir. Çünkü İstanbul'u bir çekim merkezi olarak
görüyor ama Hindistan'ı da dünyanın tahıl ambarı olarak değerlendiriyor. Gücü bütünüyle ele
alabilmeniz için bu ikisine ihtiyacınız var denilmiştir. Hedefi Akdeniz'e doğru devamlı şekilde
sunmuştur. Zaten Azak Denizine çıkmaları sonra Karadeniz'e açılmaları ve Akdeniz'e inme
arzuları hatta bugüne gelirsek Suriye coğrafyasındaki etki alanları itibariyle aslında onun
Akdeniz siyaseti ile yani 1700'lerden gelen siyasetin şartlara ve zamana göre değişen bir
devamı olduğunu açık bir şekilde söyleyebiliriz. Bu Petro'nun verdiği ışık çerçevesinde Rus
siyasetini belirleyen ve bu çerçevede önemli bir dönüm noktası olan Rusya'nın Doğu siyasetini
geliştirme bağlamında önemli bir anlaşma olan Kaynarca Antlaşmasına değinmeliyiz. Bu
antlaşma Rusya açısından bir dönüm noktası olduğu gibi, Osmanlı açısından da bir dönüm
noktasıdır. Çünkü Osmanlı Devleti'nin de ciddi manada güç kaybettiğinin, zayıfladığının açık
bir göstergesi olmuştur. Rusya'nın da çok büyük bir güç olmaya başladığının göstergesidir.
Netice itibari ile 21 Temmuz 1774'te Rusya ile Osmanlı arasında Küçük Kaynarca
Antlaşması imzalanmıştır.
Osmanlı Devleti şartları ağır olmasına rağmen bu antlaşmayı imzalamak zorunda kalmışlardır.
17 ve 18. Yüzyıllarda Rusya ile Osmanlı arasında en büyük harp 1768 ile 1774 yılları arasında
6 yıl süren harptir. Tabii sonrasında 1. Dünya Savaşı’na kadar olan süre zarfında pek çok Savaş
vardır. Örneğin Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 1853-1856 yılları arasında Kırım Savaşı
vardır. 1877-1878 yıllarında ise Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 93 Harbi gerçekleşmiştir.
Yine II Mahmut döneminde 1828-1829 yıllarında Osmanlı Rus harbi gibi harpler söz
konusudur. 1774 sonrası Rusya'nın Osmanlı'nın Rumeli topraklarındaki siyaseti ve egemenliği
giderek artmaktadır.
Mesela Yunanistan bağımsız oluyor. Yunanistan bağımsız olduğunda Selanik Osmanlı'nın
elindeydi. Mesela 1828-1829'da Osmanlı-Rus Savaşı sonunda 1829 Edirne Antlaşması
imzalanmıştır. Edirne Antlaşması ile Yunanistan bağımsızlığını elde etmiştir. Bu bağımsızlığın
müsebbibi Rusya'dır. Atina kendi başına bağımsız olabilecek bir pozisyonda değildir. Yine
1877-1878 Osmanlı-Rus harbinde Sırbistan, Karadağ, Romanya bağımsız olmuştur.
Bulgaristan özerk olmuştur. Yani 1774 sonrasında Rumeli'de Rusya'nın etkisi çok ciddi
manada artmaktadır. Bu bölgelerde bağımsızlıklar olduysa, bu bağımsızlıklarının ortaya
çıkışında Rusya'nın da çok ciddi manada etkisi vardır. 1853-1856'da Kırım Savaşı'nda Osmanlı
başarılı olmuş, en azından bölgede Rusya'nın etkisini bir nebzede olsa kırmayı başarmıştır.
Sırbistan, Bulgaristan, Karadağ, Romanya'nın bağımsız olması, Kırım Bölgesi'nin elden
çıkması, Balkan coğrafyasının Osmanlı'dan kopuş süreci Rus siyaseti olmadan, Rusya'nın
bölgesel politikaları değerlendirilmeden açık bir şekilde ortaya konulamaz.
Çar Petro vasiyetinde, Rusların İstanbul'a ulaşmasını, Akdeniz'e inmelerini ve Hindistan
coğrafyasına hâkim olunması gerektiğini ve buralara hâkim olunduğu zaman dünyaya
hükümdar olacaklarını söylemiştir. Zaten siyasetleri; Azak Denizine indikten sonra Kerç
boğazına buradan Karadeniz ve sonra Akdeniz bölgesine inmektir. Bölgesel politikalar Rusya
siyasetinde oldukça etkilidir.
Bu dönemde Bulutkapan Ali Bey isyanından bahsetmiştik. Bu dönemde başka ayaklanmalarda
meydana gelmiştir. Mesela Alexis Orlov Akdeniz'de iken Osmanlı Devleti'ne başkaldıran
kişiler Alexis Orlov'a yardım eden Zahir İsyanı 1775’te bastırılmıştır. Mısır bölgesinde çıkan
kölemenler isyanı 1779'da bastırılmıştır. Cezayirli Hasan Paşa Osmanlı Devleti'nde
donanmanın güçlendirilmesi ve diriltilmesi bağlamında önemli bir kişidir.
Bu dönemin ıslahat çalışmaları çerçevesinde baktığımız zaman; bu ıslahatların içerisinde Seyit
Mehmet Efendi ve Halil Hamit Paşa gibi isimlerin etkili olduklarını söyleyebiliriz. Ayrıca
Mısır ve çevresinde isyanların bastırılmasında Cezzar Ahmet Paşa'nın ve Gazi Hasan Paşa'nın
etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Yine Anadolu'da da Levent eşkıyaları Anadolu'nun huzurunu
bozmaktadırlar. 1775-1776 yıllarında Anadolu'da Levent ere yönelik birtakım faaliyetler
yürütülecek ve bunların etkileri ortadan kaldırılacaktır. Bu eşkıya leventlerin birçoğu ortadan
kaldırılmış ve imha edilecektir. Bu dönemde vehhabilik hareketi de ortaya çıkmıştır. Bunların
asıl dini lideri Muhammed bin Abdülvehhab'tır ve bu kişi 1765'lerde ölmüştür. Sonrasında
1790'lara gelindiği zaman bu ciddi manada bölgede etkili bir siyasi hareket halini alacaktır. Bu
vehhabilik hareketi bugün hala o coğrafyada etkili olan bir harekettir. Tabii bu Osmanlı Devleti
tarafından kabul edilen bir düşünce değildir. Bu düşüncede olanlara karşı mücadele edilecektir.
Zaten 1918 sonrasına bakıldığında I Dünya Savaşı sonrasında Arap coğrafyası tamamen
Osmanlı Devleti'nden kopacaktır ve orada Suud Rejimi sonra vahhabilik tamamen yerleşmiş
olacaktır. Vahhabilik hareketi ile bu dönemde mücadele edilmeye çalışılacaktır. Bu dönemde
Kırım hanlığı üzerinden Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bir mücadelenin de söz konusu
olduğunu söyleyebiliriz. 1774’te Rusya Kırım'ı müstakil bir hanlığa dönüştürmüştür. Bunun
sonrasında iki taraf arasında ciddi bir mücadele söz konusu olacaktır. Kırım hanının kim
olacağı konusunda tartışmalar yaşanmıştır. Sahip Giray ve Şahin Giray arasında anlaşmazlığa
düşülmüştür. Sonra Rusların desteği ile Şahin Giray Kırım hanlığına getirilmiştir. Osmanlı
padişahı Kırım'ın, Ruslar tarafından bu hamlenin bir işgal amacı taşıdığını düşünüyor. Ve bu
yüzden buna karşı çıkılmıştır. Sonrasında Ocak 1778'de Osmanlı ile Rusya arasında Kırım
meselesi dolayısıyla bir görüşme başlatılacaktır. Bu görüşme sonucunda bölgeye bir Rus
müdahalesinin önlenmesi amaçlanmıştır. Rusya'nın isteği Şahin Giray'ın Kırım Hanı tayin
edilmesidir. Osmanlı Devleti ise Selim Giray Han'ı Han yapmak istemiştir. İki taraf arasında
bu konuda ciddi bir tartışma söz konusu olacaktır.
Sonrasında 1779 da Osmanlı Rus ilişkileri bağlamında Kırım meselesi özelinde bir görüşme
gerçekleştirilecek ve anlaşma imzalanacaktır. Bu anlaşmanın adı Aynalıkavak
Tenkihnamesi'dir (1779). Bu anlaşmaya baktığımız zaman;
● Kırım'ın müstakil olacağı yani bağımsız olacağı,
● Rusların buradaki askerlerini geri çekecekleri,
● Osmanlı Devleti Şahin Giray'ın hanlığını tasdik edeceği,
● Aynı zamanda Eflak ve Boğdan Voyvodalıklarında Hıristiyanlığın serbestçe icrası
istenmiştir. Yeni kiliselerin yapılacağı belirtilmiştir.
● Hotin ve Bender civarında 1739 Belgrad antlaşması ile Osmanlı'nın aldığı yerler
Rusya'ya geri bırakılacak denilmiştir.
● Ayrıca bu anlaşmada Kaynarca Antlaşması ile Mora da ele geçirilen arazi eski Hristiyan
sahiplerine geri verilecek gibi maddeler yer almaktadır.
Tabii bu anlaşma Rusların sadece Kırım üzerinde değil balkanlardaki bütün Hıristiyan teba ve
özellikle de Ortodokslar üzerinde ciddi manada hâkim olmaya çalıştığını göstermektedir.
Osmanlı Devleti'nin buna karşı hamlesi: Ruslar Balkanlar'da hakimiyet kurmaya çalışırken;
Osmanlı Devleti de Kafkaslardaki Müslümanlar üzerinde etkili olarak Ruslara karşı bir hamle
yapmayı düşünmüştür. Ancak genel manada baktığımız zaman Ruslar daha stratejik
davranmayı başarabilmişlerdir.
Kırım Hanı Şahin Giray Han, Rusya'nın desteği ile Han tayin edilmiştir. Bundan sonra
Rusya'nın da desteği ile Avrupai bir devlet kurma yönünde çalışmalar yapmış, bazı reformlara
girişmiştir. Onun Rus destekli Kırım hakimiyetine Kırım halkının isyanları söz konusudur. Ve
bu isyanlar dolayısıyla Şahin Giray Kırım'ı terk etmek zorunda kalmıştır. Böyle olunca 1782-
1783'te Rus büyük mareşali Potemkin, Kırım'a girmiş ve Müslümanları öldürmüştür. Şahin
Giray tekrar Kırım hanlarına oturmuştur. Hatta padişah adına camilerde hutbe okutuluyordu.
Camilerde padişah adına hutbe okutulmanı da Şahin Giray yasaklamıştır. Sonrasında 1784’te
Kırım Senedi imzalanmıştır. Bu senet ile Kırım tamamen Rusya'ya bırakılmıştır. Rusya Kırım'ı
ilhak etmiştir. 1774'ten 1784 gelinceye kadar 10 sene içerisinde Rusya Kırım'ı kendi
topraklarına katmayı başarabilmiştir. Sonrasında Ukrayna'nın bir parçasıydı. 2014 yılında
Kırım'ı tekrar ilhak ederek kendi topraklarına katmıştır.

Bu dönemin ıslahat hareketlerine bakacak olursak;


Mesela Kara vezir Mehmet Paşa döneminde humbaracı ve topçu askerlerinin talim ve
terbiyesine ciddi manada önem verilmiştir. Kaptan-ı Derya Cezayirli Hasan Paşa vasıtası ile
Osmanlı donanmasının yenilenmesine çalışılmıştır. Bu çerçevede mesela hafif yeni gemiler
inşa edilmiştir (Fransız ve İngiliz gemileri tarzında). 1773'te Mühendishane-i Bahri Hümayun
teşkil edilmiş ve deniz subayların yetiştirilmesine önem verilmiştir. İstanbul'da Galata ve
çevresinde dolanan düzensiz bir şekilde olan Kalyoncu neferleri, İstanbul tersanesi civarında
yapılan kışlalara yerleştirilmiştir. Sadrazam Halil Hamit Paşa döneminde tımarlı sipahiler ile
yeniçeri ocağının düzene sokulması sağlanmıştır. Lağımcı ve humbaracı ocaklarının
düzenlenmesine yönelik yeni kanunlar çıkartılmıştır. 1773'te Haliç'te kurulan riyaziye mektebi
kurulmuştur. Bu mektepte Baron de Tott ile birlikte (İngiliz asıllı Müslüman) bazı yabancı
hocalar tarafından dersler verilmeye başlanmıştır. Hatta Tophane nazırı Emin ağa zamanında
Ober adlı Fransız subay getirilmiş ve sürat topçuları ocağını geliştirilmiştir. 1776'da mesela
tersane mühendishanesi açılmıştır. 1784'te Fransızların etkisi ile istihkam okulu açılmıştır. Top
dökümü üzerine bu dönemde ciddi çalışmalar mevcuttur. Yine Fransız mühtedi De Lafayette
yanında gelen İsmail Efendi ve Kasapzade İbrahim Efendi matematik dersleri vermeye
başlamışlardır. Fransız topçu dökümhanesinin müdürü mahiyeti ile birlikte Osmanlı top döküm
hanesini denetlemek ve düzene sokmak ile ilgili François Alexi beraberindeki heyet ile
İstanbul'a gelmiştir. Bu dönemde Halil Hamit Ağca'nın sadareti döneminde Raşit Efendi ile
vakanüvist Vasıf Efendi'nin İbrahim Müteferrika matbaasını yeniden faaliyete geçirdiklerini
görüyoruz. 1784-1785'te Sâmî-Şâkir-Subhî Târihi ile İzzî Târihi bu dönemde basılmıştır. Yani
I. Abdülhamit döneminde Türk matbaacılığı yeniden canlanmaya başlamıştır. Zaten III. Selim
döneminde de matbaa yönüyle önemli bir hamle gelecektir. Islahat girişimleri mevcut ama bu
ıslahat girişimleri daha ziyade askeri manada kalıyor.
1787'de yeni bir savaş söz konusu olacaktır.

III. SELİM DÖNEMİ


III. Selim Osmanlı Devleti'nde ıslahat hareketlerinin öncüsü olarak bilinen padişahtır. Bu
dönem kargaşanın hâkim olduğu bir dönemdir. Bir de tahta çıktığı döneme baktığımız zaman
Nisan 1789'da tahta çıkmıştır. Yani Fransız ihtilali olmadan hemen evvel III. Selim'in tahta
çıktığını görüyoruz. Babası III. Mustafa'dır. Annesi Mihrişah sultandır. 1789'dan 1807'ye kadar
Osmanlı Devleti'ni idare eden kişiliktir. Bu dönemin içerisinde mesela tahta çıktığında da zaten
Osmanlı Devleti'nin Rusya ve Avusturya ile harp halinde olduğunu görüyoruz. Devlet bu
savaşlarda ciddi bir varlık gösterememiştir. Hatta şöyle de bir hikayesi vardır; harplerde
Osmanlı ordusu başarısız olunca camilerde dua okutulmuştur, Osmanlı ordusunun zaferi için.
Fakat padişahın buna yorumu şöyle olmuştur: " para ile yapılan duadan hayır gelmez" demiştir.
Çünkü camilerde okutulan dua edenlere paralar veriliyordu. Osmanlı Devleti mesela Rusya ile
yürütmüş olduğu harbi Kırım'ı alarak sonlandırmak arzusundaydı ancak Koca Yusuf Paşa
olmak üzere, Ordu ricali III. Selim'in düşüncesini boykot edecektir ve barış imzalanması
baskısında bulunacaktır. Neticede de 4 Ağustos 1791'de Ziştovi Anlaşması imzalanacaktır.
Ziştovi Antlaşması Osmanlı Devleti ile Avusturya arşidüklüğü arasındaki bir anlaşmadır.
Osmanlı'yı temsilen bu anlaşmaya Birrî Abdullah Efendi, Avusturya’yı temsilen de Pierre
Philippe d'Herbert Rathkeal katılmışlardır. Anlaşmanın maddelerine baktığımız zaman;
● Bu antlaşmada Avusturya başta Belgrat olmak üzere işgal ettiği yerlerden çekilecek ve
buraları Osmanlı Devleti'ne teslim edecek denilmiştir.
● Tuna Nehri'nin Banat kesimindeki Eski Hırsova ve Bosna kentindeki bazı araziler
buralarda Avusturya'nın lehine bir takım düzenlemeler yapılacak denilmiştir.
● Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya arasındaki sınır Dinyester Irmağı esas alınarak
tespit edilecektir.
● Osmanlı İmparatorluğu topraklarında bulunan Avusturya menşeili ticaret gemilerinin
ve Avusturya tüccarlarının güvenliği Osmanlı Devleti tarafından sağlanacaktır.
● Avusturya, Osmanlı-Rus Savaşı boyunca herhangi bir şekilde Rusya'ya yardım
etmeyeceğini de bu anlaşma ile taahhüt etmiştir.
● Osmanlı ile Avusturya arasında ticari ayrıcalıklarla ilgili daha önce imzalanmış olan
anlaşmalarında geçerli olmaya devam edeceği burada belirtilmiştir.
● Bu Ziştovi Antlaşması ile; yukarıda Osmanlı Devleti hem Avusturya ile hem Rusya ile
harp halindeydi dedik. Kırım'ı alıp bir an evvel padişah anlaşma yoluna gidilmesi
yönünde karar alınmıştı. Ancak Koca Yusuf gibi isimler bir an evvel Barış talebinde
bulunmuşlardı ve neticede Avusturya ile Ziştovi Antlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın
bir maddesi de Hotin Kalesi ile alakalıdır. Hotin Kalesi Osmanlı İmparatorluğu ile
Rusya arasında Barış Antlaşması imzalanıncaya kadar Avusturya'da kalacaktır
denilmiştir. Rusya antlaşma imzaladığı zamanda bu Kale Osmanlı'ya teslim edilecektir
denilmiştir.

İki düşman ile savaşırken Ziştovi Antlaşması ile Avusturya kenarı çekilmiştir. Osmanlı Devleti
Rusya ile savaşmaya devam edecektir ve sonunda da 10 Ocak 1792'de Osmanlı
İmparatorluğu ile Rusya arasında Yaş Antlaşması imzalanacaktır. Bu antlaşmaya baktığımız
zaman;
Bu antlaşma Küçük Kaynarca Antlaşması'nın değerlendirildiğini görüyoruz.
● Küçük Kaynarca ve daha önce yapılan bütün antlaşmalar eskisi gibi kalacaktır.
● Dinyester ırmağı sınır kabul edilecektir.
● Özkırım ve bölgesi Hotin, özi Kalesi Ruslara bırakılacak denilmiştir. Ziştovi
Antlaşmasında Hotin Ruslar ile anlaşma imzalandığında Osmanlı'ya bırakılacak
denilmiştir. Fakat burada baktığımız zaman Yaş Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin
elinden Hotin'in çıktığını görüyoruz.
● Osmanlı ve Rusya her iki tarafta bütün tutsakları karşılıklı olarak serbest
bırakacaklardır.
● İki taraf arasındaki ticari ilişkilerin yeniden düzenlenmesi kararlaştırılmıştır.
● Bender, Akkerman, Kili ve Rusların elindeki diğer kaleler Osmanlı'ya iade edilecektir
denilmiştir.
● Rusya işgal ettiği bölgelerden çekilecektir.
● Boğdan'ın Rus işgali altında bulunduğu sürede bu ülkeden vergi alınmayacaktır.
Bundan sonraki 2 yılda da herhangi bir şekilde vergi alınmaması gerektiği ifade
edilmiştir.
● Tiflis hanlığına, Çıldır valileri tarafından asla bir savaş veya saldırı yapılmayacak
denilmiştir.
● Bu antlaşma ile Avusturya Orsova dışındaki bütün topraklardan çıkacaktır.
● Bu antlaşma sonrasında baktığımız zaman Osmanlı Devleti Viyana'ya da bir Elçi
gönderecektir.
● Yine ticaret serbestliği anlaşmaları devam edecektir.

Bu iki antlaşma ile harp devri 1792'de sona erimiştir.


III. Selim Islahatları;
III.. Selim 1789'da tahta çıkmıştı yani Fransa'da bir ihtilalin olduğu dönemde tahta çıkmıştır.
Dolayısıyla bu dönem dünya tarihi açısından fevkalade önemlidir. Zira Fransız ihtilali sadece
Fransa'yı değil diğer Devletleri de ciddi surette etkilemiştir. İnsanlık ve Vatandaşlık
Beyannamesi bildirisinde, Fransız ihtilali bildirgesine baktığımız zaman burada mesela diyor
ki;
İnsanlar hakları bakımından hür ve eşit doğarlar. "Bu haklar Hürriyet, mülkiyet, Can güvenliği
ve zulme karşı koyma hakkıdır. Egemenlik, kayıtsız şartsız millete aittir. İnsanlar düşünceleri
dolayısıyla kınanamaz ve yargılanamazlar. İnsanlar dini düşünceleri serbesttir. İstedikleri gibi
basım yayım faaliyetlerinde bulunabilirler." Dolayısıyla bu Fransız İhtilali'nin bildirgesine
baktığımızda evrensel ilkelerle örtüştüğünü de görmekteyiz. Bundan sonraki süreçte
milliyetçilik düşüncesi hem dünyada hem de Osmanlı toplumunda ciddi manada yer edinmeye
başlayacaktır. Bazı isyanlar zuhur edecektir. Bu isyanlar Osmanlı Devleti'ni ciddi surete zora
sokacak isyanlardır. Buradan hareketle Osmanlı Devleti'nin toplumsal yapısına da bir göz
atmak lazımdır. Osmanlı çok kimlikli ve çok dinli bir devlettir. Osmanlı Devleti'ne
baktığımızda Hristiyan, Yahudi, Müslüman kişileri görmekteyiz. Osmanlı Devleti'nin genel
olarak bunlara yaklaşımı hangi milletten hangi dinden olduğundan ziyade devlete itaatinizi esas
alan bir devlettir. Yani vergi veriyor, herhangi bir şekilde problem çıkarmıyor iseniz o halde
Osmanlı açısından makbul teba kabul edilirdi. Osmanlı devletinin kuruluşunda da istimalet
politikası mevcuttur. İtaat ettikten sonra kişilerin dinlerini yaşamalarına izin verilmiştir. Ancak
Fransız ihtilali sonrası etnik unsurlar bağımsız devlet olma yönünde gayretler içerisinde olmaya
başlayacaklardır. Zaten I. Dünya Savaşı (1914-1918) milli devletlerin ortaya çıkışını
sağlayacaktır. İmparatorluk düşüncesinin yavaş yavaş çekildiği ve milli devletlerin öne çıktığı
vakit I. Dünya Savaşı'dır. Sonrasında zaten hep milli, ulus devletler inşa edilmiştir. Osmanlı
Devleti’nde milliyetçilik düşüncesinden ciddi manada etkilenmiş devletlerden birisidir. Çünkü
Osmanlı çok kimlikli bir devlettir. Osmanlı Devleti sonrasında buna birtakım çözümler
bulmaya çalışmıştır fakat bu da Devleti kurtarmaya yetmeyecektir.
III. Selim daha tahta çıktığında Osmanlı Devleti'nin mevcut durumunu biliyor. Mevcut
durumunu bildiği için de bu devlet nasıl kurtarılır sorusuna ciddi manada cevap aramaya
çalışan bir kişiliktir. Birtakım ıslahatlara ihtiyaç olduğunun farkındadır. Bilinçli manada ıslahat
hareketleri öncesi olmakla birlikte bu dönemde başlamıştır denilebilir. III. Selim 1807'de
tahttan indirilmese birçok şey yapmak arzusunda olan padişahtır. III. Selim'in stratejisi
bağlamında şunu söyleyebiliriz; önce Eski düzenin yanında Yeni bir düzen kurma (modern)
niyetinde olduğunu ifade edebiliriz. Ancak buna da yeniçeri ocağının şiddetle karşı çıktığını
görebiliyoruz. III. Selim'in üç temel amacı vardır. Bunlar:
1. Yeniçeri ocağını kaldırmak, Eski düzenin yanında yeni düzen kuracak ve yeniyi
güçlendirecek ve yeni güçlü eliyle eskiyi ortadan kaldıracaktır.
2. Ulema birçok noktada devletin sekteye uğramasına neden olmaktadır. Ulemanın devlet
üzerindeki etkisini kırmak istiyor.
3. Modern dünyaya uyacak bir devlet organizasyonu meydana getirmek.
Bu çerçevede devlet adamlarına yönelik tavsiyeleri vardır. Diyor ki; "bu devlet nasıl kurtarılır
sorusuna ciddi manada cevap arayın ve bu çerçevede raporlar hazırlayıp sunun “demiştir.
Pekçok rapor kendisine sunulacaktır. Bu raporları da III. Selim dikkate alacak ve nihayetinde
ıslahat hareketlerine girişilecektir. Bu dönemde de ağırlıklı olarak askeri manada ıslahatlara
girişildiğini görmekteyiz ancak Avrupa'nın tanınması yönündeki, Avrupa'daki gelişmelerin
takip edilmesi yönünde III. Selim'in atmış olduğu bir adım vardır. O da Avrupa'da daimî
elçilikler açılmasıdır. Lale Devri'nde Avrupa'ya geçici elçiler gönderilmişti. Şimdi Avrupa'da
daimî elçilikler açılması kararı alınmıştır. Bu dönemde mesela matbaaya önem verildiği
görülmektedir. Bu dönemde devlet matbaası kurulmuştur. Ve bu matbaanın adı da Matbaayı
Amire'dir. Yine bu dönemde ordunun ıslahı yönünde bir gayret olacaktır. Bu çerçevede 1792
de Nizam-ı Cedid Ocağı kurulacaktır. III. Selim'in bir amacı da yeniçeri ocağını kaldırmaktı.
Ancak yeniçeri Ocağı bu dönemde kaldır alamamış çünkü ciddi bir güçtür. Yeniçeri Ocağı
yerine nizam-ı cedid Ocağı kurulmuştur. Yeniçeri ocağını doğrudan kaldırmak yerine nizam-ı
cedid ocağını kurdurmuştur. Nizam-ı cedid ocağına modern tarzda, Batı tarzında eğitim alan
bir asker okuldur bu ocak. Nizam-ı cedid Ocağı kurulduğu zaman yeniçerilere bu ocağa
kaydolabilecekleri söylenmiştir. Yeniçeriler ise; "biz Moskof oluruz, nizam-ı cedit olmayız"
demişlerdir. Nizam-ı cedid ocağının ihtiyaçlarının karşılanması için ayrıca irad-ı cedid adında
bir hazinede kurulmuştur. Ve bu hazinenin gelirleri ile Osmanlı Devleti'nde ıslahat
hareketlerinin ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışılmıştır. Nizam-ı cedid (yeni düzen) aslında
Osmanlı'da ıslahat hareketlerinin geneline verilen isimdir. Nizam-ı cedid Ocağı güçlendiği
zaman 1799'da Mısır'da Napolyon'a karşı Osmanlı ordusu Akka Zaferini elde etmiştir. Bu zafer
haberi İstanbul'a ulaşınca büyük bir coşku meydana gelecektir. Nizam-ı cedidin bir başarı elde
etmiş olması pek çok kişinin özellikle yeniçerilerin huzurunu kaçıracaktır. Bu Akka Zaferine
baktığımız zaman Napolyon'un Mısır ve çevresinde bu coğrafyada ilerleyişi durdurulmuştur.
Nizam-ı cedid ordusunun Akka zaferindeki başarısı ordunun prestijini arttıracaktır. Akka
zaferinin kumandanı da Cezzar Ahmet Paşa'dır. 1801'de El-ariş Antlaşması imzalanmıştır.
Bu antlaşmaya baktığımızda Mısır 1801'den itibaren Osmanlı'nın eline geçmiştir. Çünkü
Fransızlar bu bölgeyi işgal etmişlerdi. Tekrar Osmanlı'nın eline geçmiştir. Yine bu antlaşma ile
İngiltere, Fransa'yı Doğu ticaret yolları üzerinde etkisiz hale getirmiş ve Akdeniz'de
hâkimiyetini tamamen pekiştirmiştir. Aslında Napolyon'un şark seferi (Mısır seferi) İngiltere
ile de sömürgecilik bağlamında bir yarıştır. Yani Akdeniz'e hakimiyet mücadelesi olarak da
değerlendirilebilir.

Yine bu dönemde dış ilişkilerde Fransızca öne çıkmaya başlamıştır. Yerli malı kullanımını
teşvik etmiştir. Nihayetinde III. Selim'e ve onun ıslahat hareketlerine karşı olanlar Kabakçı
Mustafa önderliğinde ayaklanacaklardır. Ulema, yeniçeri hepsi ittifak halindedir. Kabakçı
Mustafa isyanı dediğimiz bir isyan çıkacaktır. Kabakçı Mustafa isyanı ile de III. Selim tahttan
indirilip, onun yerine IV. Mustafa tahta çıkarılacaktır. IV. Mustafa mevcut padişahlar içerisinde
ıslahatlara karşı bir kişiliktir. Zaten tahta çıkaranlar da mevcut düzenin değiştirilmesi yönünde
kati teminat almışlar ve öyle tahta çıkarmışlardır. Yeniçeri, ulema ve Kabakçı Mustafa
ıslahatların devamından yana değillerdir. Şeyhülislam Ataullah Efendi padişahın hâl fetvasını
vermiştir. Kabakçı Mustafa isyanı çıktıktan sonra dönemin şeyhülislamı, III. Selim'in tahttan
indirilmesinin caiz olduğuna yönelik fetvayı hazırlayacaktır. Nihayetinde bu isyan başarılı
olacak ve isyanın sonucunda III. Selim tahttan indirilip onun yerine yeğeni Mustafa tahta
çıkarılacaktır. III. Selim'in kendi erkek çocuğu yoktur. IV. Mustafa tahta çıkmıştır ancak IV.
Mustafa'nın çok bir şey yaptığını ifade edebilmek çok mümkün değildir. Zira tahta çıktıktan
kısa bir süre sonra 1808'de Alemdar Mustafa isyanı neticesinde tahttan indirilip onun yerine de
II. Mahmut tahta çıkacaktır.
III. Selim önemli bir devlet adamıdır. Aslında zihni yönüyle çok başarılı bir kişiliktir. Mesela
şair yönü çok kuvvetli bir isimdir. İlhami mahlasıyla şiirler yazdığını bilmekteyiz. Ayrıca
müthiş bir bestekardır. Kendisine ait makam vardır. Selim dede mahlası ile besteler yapmış bir
kişiliktir. Suzi Dilara makamı vardır. Tarikat yönüyle baktığımız zaman Mevlevi bir kişiliğe
sahiptir.
III. Selim 28 Mayıs 1807'de tahttan indirildikten sonra yaklaşık bir yıl daha yaşamıştır. Saraya
hapsedilmiş ve orada yaşamıştır. Alemdar Mustafa isyanı çıkınca ve isyanı çıkaranların IV.
Mustafa'nın yerine III. Selim'i tekrar tahta çıkarmak gibi bir niyetleri ortada olunca IV.
Mustafa'nın emri ile III. Selim öldürülmüştür. IV. Mustafa kendi tahtını garanti altına alabilmek
için hem Alemdar Mustafa Paşa'yı hem III. Selim'i hem de II. Mahmut'un öldürülmesini
istemiştir. III. Selim'i Saray zindanında öldürmeyi başarmışlardır. Ancak II. Mahmut'u
öldürememişlerdir. Alemdar Mustafa Paşa Rusçuk ayanıdır. Ayanlar III. Selim ve II. Mahmut
dönemlerinde güçlü ve taşranın ileri gelenleridir. Ve bu ayanlar devlet işlerinde etkilidir.
Devlet ve vatandaş arasında bir nevi aracı gibi hareket etmişlerdir. III. Selim döneminde reform
ve ıslahat hareketlerini de desteklemektedirler. III. Selim 28 Mayıs 1807 de tahtan indirildikten
sonra yerine IV. Mustafa tahta çıktı. IV. Mustafa'ya baktığımız zaman ıslahatlara karşılık bir
kişiliktir. Islahat hareketlerinin tamamını durdurmuştur. Islahat hareketleri durdurulduğu gibi
nizam-ı cedid Ocağı mensupları da ortadan kaldırılmışlardır de pek çok kişisi öldürülmüştür.
Bu nizam-ı cedid ocağından kaçanlar Rusçuk'ta Alemdar Mustafa Paşa'nın yanına
sığınmışlardır. Alemdar Mustafa Paşa bu kişileri muhafaza etmiştir. Nihayetinde yaklaşık 1 yıl
kadar hazırlık yapıldıktan sonra hak davası güdülerek yani III. Selim'in hakkı olan padişahlık
makamının gasp ile elden alındığını ve IV. Mustafa'nın tahta çıkarıldığını iddia etmişlerdir. Ve
nizam-ı cedid artıklarından da oluşturulan Bir ordu ile Alemdar Mustafa Paşa, ayanların da
desteği ile İstanbul'a doğru yürümeye başlamıştır. Ve bu yürüyüş IV. Mustafa'nın tahttan
indirilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu esnada IV. Mustafa, III. Selim'i öldürtüyor, ancak II.
Mahmut'u da öldürmek istese de başarılı olamamıştır. Alemdar Mustafa Paşa çıkardığı isyan
da başarılı olmuş 28 Temmuz 1808'de IV. Mustafa'nın yerine II. Mahmut'u tahta çıkaracaktır.
II. Mahmut'un tahta çıkışı Alemdar Mustafa Paşa'nın isyanının neticesi ile olmuştur. II.
Mahmut tahta çıkarken Alemdar Mustafa Paşa birtakım sözler alacaktır. Şartlı bir tahta çıkış
diyebiliriz. Ayanların devlet üzerindeki etkisini padişah kabul edecektir. Nitekim tahta
çıktıktan birkaç ay sonra 7 Ekim 1880' de Osmanlı Devleti ile ayanlar arasında bir sözleşme
imzalanacaktır. Bu sözleşmenin adı Senedi İttifak ya da Türk Maknakartası da
denilmektedir. Senedi ittifak metni II. Mahmut tarafından kabul edilmiştir. Padişah bunu çok
da isteyerek kabul etmemiştir. Ancak tahta çıkması için Alemdar Mustafa Paşa'nın desteğine
ihtiyacı vardır. Hatta yanında Eğri boyunlu Ömer Ağa adında bir danışmanı da vardır. II.
Mahmut bu kişiye danışmış, Ömer Ağa da kabul etmesini bir müddet sonra icabına bakılmasını
söylemiştir. O dönem de bu ittifak kabul edilmiştir. III. Selim ıslahat hareketlerinin öncüsü
olarak bilinmektedir. II. Mahmut ise ıslahatların icracısı olarak görülebilir. Çok sayıda ıslahat
yapmıştır. Modern bir düşünceye sahip kişiliktir. Osmanlı devletinin modernleşme süreci
içerisinde en önemli isimlerden, ilklerden birisidir. Devlet organizasyonunu ciddi derecede
modernleştirmiş bir şahsiyettir. Mesela İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı vs. gibi
bakanlıkların kurucusu II. Mahmut'tur. Başbakan gibi kavramlar bu dönemde ortaya çıkmaya
başlamıştır.

You might also like