You are on page 1of 17

II.

Yerel Demokrasi ve Kentsel Katılım

Demokrasi ile yerel yönetim kavramları arasında yakın bir ilişki söz konusudur.
Demokrasinin; çoğunluk kuralı, azınlık hakkı, siyasi eşitlik ve düzenli seçimler gibi temel
ilkelerine en yakın birimler olarak yerel yönetimlerin bulunması, onları yerel demokrasinin
merkezine yerleştirmiştir.1 Bir ülkenin demokrasiye bakışı ve uygulamaları o ülkenin yerel
demokrasi çerçevesini de oluşturur. Dolayısıyla genel demokrasi ile yerel demokrasi birbirine
paralel giden bir süreçtir. Demokrasiyi inşa etmeden yerel demokrasiyi yerleştirmek mümkün
değildir.2 Bu bağlamda açıklanması gereken bir diğer kavramlar da “yerel demokrasi” ve
“demokratik yerel yönetim” kavramlarıdır. Bu iki kavram genelde birbirine karıştırılmakta
veya eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Yerel demokrasinin kavram olarak yanlış olduğunu,
bunun aslında demokratik yerel yönetim olduğunu savunan görüşler bulunmaktadır. 3
Demokrasi ile yerel yönetimler arasında bir başka ilişki de, yerel yönetimlerin halkın seçtiği
organlar vasıtasıyla kendi kendini yöneten kurumlar olmaları ve bu nedenle de demokratik
kurumların en önemlisi olmalarıdır.
Yerel yönetimlerin varoluşunun siyasal gerekçesi, demokrasiye olan inanç olarak
değerlendirilmektedir. Gerçekten de demokrasiye olan inançla beraber gelişen yerel yönetim
anlayışı, toplumsal yaşamın en önemli unsuru olmuştur. Bununla birlikte demokrasi ile yerel
yönetim arasındaki görüşler, farklılık göstermektedir. Toulmin ve Smith, yerel yönetim
kurumlarının, kutsal bir gelenekten geldiği için demokratik prensiplere sahip olmadığını,
Langrod ve Moulin de, yerel yönetimlerin birbirinden farklı, değişken ve potansiyel olarak
oligarşik kurumlar olduğunu belirtmektedirler. 4 Türkiye’de yerel yönetim düşüncesinin
karşısında bulunan Ömer Bozkurt, Fransız Thierry Coudert’in yazdığı kitaptan esinlenerek
ademi merkezileşmeyi savunmanın doğru olmayacağını, çünkü bu durumun feodalleşmeyi de
beraberinde getireceğini söylemektedir.5 Bozkurt’a göre Fransa gibi demokratik değerlerin
daha önemli olduğu bir ülkede bile ademi merkezileşme feodaliteyi geliştirirken, Türkiye’de
bu durum daha çok dejenere olabilecektir. 6 John Stuart Mill’e göre ise, yerel yönetimler ve

1
M. Akif Özer, “Yerel Demokrasi, Demokratik Yerel Yönetimler ve Yerel Yönetimlerin Demokratikleşmesi
Kavramlarının Tahlili Üzerine”, Türk İdare Dergisi, Y. 72, S. 426, 2000, s. 131
2
Ruşen Keleş, “ Türkiye’de Yerel Siyaset / Yerel Yönetimler-Yapı, İşleyiş”, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel
Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi Yayını, İstanbul, 1999,
s. 120
3
Kemal Görmez, Yerel Demokrasi ve Türk Belediyeciliği, Hizmet-İş Yayınları, Tarih Bilinmiyor, s.72
4
Dilys Hill, Democratic Theory and Local Government, London, Allen&Unvin, 1974, s. 23
5
Ömer Bozkurt, “Fransa’da Ademi Merkezileşmenin Beklenmeyen Bir Sonucu: Feodalleşme”, Amme İdaresi
Dergisi, C. 24, S. 4, 1991, s. 157-159
6
Ömer Bozkurt, a.g.m., s.157-159
demokrasi bir bütündür ve özgürlük bunların ayrılmaz bir parçasıdır. 7 John Stuart Mill, hem
merkezi hem de yerel yönetimlere sorumluluk tanımakta, fakat yerel nitelikte olan işlerin
yerel halk tarafından görülmesinin doğal olacağını belirterek yerel yönetimlerin önemini
vurgulamaktadır.8 Jeremy Bentham, Montesquieu ve Tocqoueville ise, yerel demokrasiyi
savunan diğer düşünürlerdir. Tocqoueville’in “Hür halkın asıl gücü kasabalardır. İlkokullarda
ilim ne ise, komünal kurumlarda da hürriyet odur. Bu kurumlar hürriyeti, halkın emrine arz
ederler. Halka hürriyeti kullanmanın zevkini tattırırlar ve ondan istifade etmeye alıştırırlar.
Komün kurumlarına sahip olmayan bir millet, hür hükümet kurabilir fakat asla hürriyet fikrine
sahip olamaz”9 sözü, demokrasinin en güzel şekilde yaşanabilmesi için yerel yönetimlerin
önemine dikkat çekmektedir.
Tarihin belirli dönemlerinde kısa aralıklarla ortaya çıkan katılımcı demokrasi anlayışı
bulunmakla birlikte, 1980’li yıllar, demokrasinin sadece temsilcilerin seçimi ve onlara
yönetenler adına karar alma ve uygulama biçiminde gelişmiştir. Fakat demokrasinin
günümüzdeki anlamı, temsilcilerin seçimi yanında halkın yönetime etkin katılımı, sorunlarını
dile getirmesi, öneriler getirmesi, çözüm üretmesidir.10
Yerel yönetimlerin, halka en yakın hizmet veren kurumlar olması, yerel halkla yakın
ilişkiler kurmasını kolaylaştırmaktadır. Bu durum da, katılımcı demokrasiyi daha anlamlı hale
getirmektedir.11 Katılımcı demokrasinin ilk örneği Eski Yunan’da görülmektedir. Paris
Komünü ve 1970’li yıllardaki kentsel toplumsal hareketler, doğrudan katılımın diğer
örnekleridir. İskandinav ülkelerinde, İngiltere’de ve ABD’nin kimi bölgelerinde katılım
örnekleri günümüzde de bulunmaktadır.
Katılımcılığı ve demokrasiyi benimseme, kentsel yaşam kalitesini de arttıran bir
unsurdur. Bu anlamda kentsel yaşam kalitesi; kenttaşların kentlerine sahip çıkmalarına, etkin
katılım için gerekli ortamın sağlanmasına, demokratikleşmeye, daha doğrusu katılımcı
demokrasinin yerel ölçekte yaşam biçimi durumuna gelmesine bağlı olarak gelişir.12 Yerel
düzeyde katılımın kimi başka hedefleri de bulunur; “halkın demokrasi eğitiminin
geliştirilmesi, yerel hizmetlerin daha etkin ve ucuz olarak yapılabilmesi, yerel demokrasinin
geliştirilmesi gibi.13 Katılım, halkta kendine güven duygusunu geliştirir, halk ile yönetim

7
Dilys Hill, a.g.k., s. 23
8
Ruşen Keleş, Yerinden Yönetim ve Siyaset, İkinci Baskı, Cem Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 51
9
Yakup Bulut, “Belediye Yönetiminin Yeniden Düzenlenmesinde Gündemden Düşmeyen Konular”, Türk
İdare Dergisi, Yıl 68, 1996, s.413 aktaran Özer, M. Akif Özer, a.g.m., s.132
10
Atilla İnan, “Demokratik Kitle Örgütlerinin Yerel Yönetimlere Demokratik Katlımı”, Çağdaş Yerel
Yönetimler, C. 7, S. 2, 1998, s.128
11
Esra Siverekli, “Yerelleşme ve Yerel Demokrasi”, Belediye Dünyası, C. 2, S., 2, Şubat 2001, s: 128
12
Cevat Geray, “Kentsel Yaşam Kalitesi ve Belediyeler”, Türk İdare Dergisi, Yıl 70, Sayı 421, 1998, s. 329
13
Eyüp Zengin, “ Yerel Hizmetlere Gönüllü Katılım”, Türk İdare Dergisi, Y. 71, S. 422-423, 1999, s. 118
arasındaki kopukluğu giderir, sonuç olarak halk isteklerini yönetime daha kolay aktarır ve
yönetim de halka isteklerini daha kolay duyurabilir.14
Günümüzde yerel düzeyde katılım, temsili ile doğrudan katılım arasında
tartışılmaktadır. Temsili demokrasi, konumu giderek zayıflayan yerel yönetim sistemi
içerisinde “katılımcılık” söylemi çerçevesinde gelişmektedir. Katılımcı demokrasi anlayışı
söyleminin gelişmesi ile, temsili demokrasi sorgulanmaktadır. 15 Temsili demokrasi, genel ve
serbest seçimlere halkın yoğun bir katılımı olduğu izlenimi verebilir. Fakat bu katılım,
seçilmişlerin seçiminden ibaret kalmaktadır. Sadece seçim dönemlerinde oy vererek katılım
sağlanmış olmaz.16 Bunun da ötesinde, temsili demokrasiyi iktidarları için bir araç olarak
gören, temsili demokrasinin yozlaşmasına hem göz yuman hem de neden olan siyasi partiler, 17
yerel yönetimler söz konusu olunca söylem düzeyinde oldukça demokrat, fakat uygulamada
aşırı baskıcı bir yapıya bürünmektedir. Dolayısıyla 300 yıllık geçmişe sahip temsili
demokrasi, yönetsel işlevini artık yerine getirememektedir. 18 “Halkın kendini yönetmesi
anlamına gelen demokrasi kavramı, halkın temsilciler yoluyla yönetmesi kavramını içeren
cumhuriyetçi görüş ile tam bir tutarsızlık içindedir.”19 Dolayısıyla liberal demokrasi
anlayışının “nerede seçim varsa orada demokrasi var”20 anlayışı, geçerliliğini yitirmiştir.
Liberal demokrasi yerel temsil anlayışına göre, bilinçli ve bilgili seçmenler, bağlı olduğu
topluluğun çıkarına göre adaylardan seçme yapacak ve bu seçilen yerel temsilciler de
kendisini seçen halkın isteklerine karşı duyarlı olacaktır. Fakat yerel yönetim geleneği güçlü
olan ülkelerde bile bu durumun tam olarak gerçekleşmediği görülmüştür. 21 Günümüzde
demokrasi bütün boyutlarıyla tartışılırken, temsil konusu tartışma yapılmamaktadır. 22 Fakat
temsili sistemin öne sürdüğü seçilenlerin, seçmenlerin ve seçim sistemlerinin yetersizliği
tartışma konusu olabilmektedir. Ulusal düzeyde temsilcilerin tam-zamanlı siyasetçi kimliği ön
plana çıkarken, yerel temsilcilerin yarı-zamanlı temsilci özelliği ön plana çıkmaktadır.23

14
Ruşen Keleş, Kent ve Siyaset Üzerine Yazılar (1975-1992), IULA-EMME Yayını, 1993, s.21
15
Birol Ertan, B., “ Komün Demokrasi İlişkisi ve Yerel Yönetimlere Bakış”, Bilim ve Siyaset, Y. 1, S. 2,
Ankara, 2001, s. 6
16
Can Hamamcı, a.g.e.
17
İlhan Tekeli, “ Yerel Demokrasi İçin Kamu Alanı Oluşturmak Gerekir”, Ada Kentliyim, Y. 3, S. 11, 1997/2,
s.65
18
İsmail Erten, “ Demokrasi İçin Yerel Kamu Alanının Doldurulmasında Yerel Örgütlülük”, Ada Kentliyim, Y.
3, S. 11, 1997/2, s. 66
19
Murrau Bookchin, Kentsiz Kentleşme, Çev. B. Özyalçın, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 311
20
Oya Çitçi, “ Yerel Siyaset ve Demokrasi/Çoğulculuk/Sivil Toplum”, Sivil Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset
ve Demokrasi Seminerleri, Dünya Yerel Yönetimler ve Demokrasi Akademisi Yayını, İstanbul, 1999, s. 234
21
Oya Çitçi, a.g.m., s. 236
22
Oya Çitçi, Yerel Yönetimlerde Temsil, TODAİE Yayınları, Ankara, 1989, s. 18
23
Oya Çitçi,( 1989), a.g.k., s. 26
III. Yerel Özerklik ve İdari Vesayet

Geniş anlamıyla özgürlük kavramı, yerel özerklik için bir temel oluşturmaktadır.
Özerkliğin bir anlam ifade edebilmesi için, özerk kuruluşların bu yetkilerini iyi kullanmaları
gereklidir. Aksi takdirde özerklik, sistem içinde bunalıma neden olur. 24 Yerel yönetimlerle
ilgili olarak özerklik; “anayasa ve yasaların belirlediği kamu hizmetlerinin önemli bir
kısmının, halkın faydasına olacak şekilde, yerel yönetimlerin sorumluluğu altında
gerçekleştirme yetkisi”25 olarak tanımlanabilir. Ören, yerel özerkliği, “yerel yönetime,
merkezi yönetimin müdahalesi olmaksızın, kendi yapısını, örgütünü ve işlerini
düzenleyebilmek konusunda tanınan kapsamlı yetki olarak”26 tanımlamaktadır. Yerel
yönetimleri John D. Stewart, “farklılıkların hükümetidir, fakat aynı zamanda merkezi
hükümete de bağımlıdır”27 şeklinde açıklamaktadır. Yerel yönetim ve özerklik, yurttaşların
haklarını geliştirir ve korurken onları demokrasinin aktif bir parçası olmasını da
sağlamaktadır.28 Yerel yönetim kurumlarının karar ve yürütme organlarının seçimle iş başına
gelmiş olması, halkın gereksinimlerini karşılayacak akçal özerklikleri olması, tüzel bir kişiliğe
sahip olmaları, hukuk denetimi dışında karar alma serbestliği bulunmaları, özerk olmaları
gerekliliğinin temel kurallarıdır.29 Yerel yönetimlerin özerkliğinin amaçları; i. Yerel
hizmetlerin etkili ve verimli bir şekilde karşılanması için yerel yönetimlere esneklik
sağlamak. ii. Yerel yönetimlerin ihtiyaçlarını karşılayacak en uygun yönetim yapısını
oluşturmasına olanak tanımak. iii. Merkezi yönetimin baskısına neden olmamak. 30 iv. Yerel
yönetimlerin ihtiyacı olan mal ve hizmetler için merkezi hükümeti baskı altına almamak 31
olarak sıralanabilir.
Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Konferansı 12-14 Ocak 1957 yılında yaptığı
toplantıda, demokratik bir ülkenin ancak, özerk yerel yönetimlere sahip olması halinde var
olabileceğini belirtmiş ve özerkliğin temel özelliklerini: Yerel özgürlüklere saygı, yerel
yaşamın özgül ve siyasa dışı karakterinin korunması, merkezi yönetimle yerel yönetimler
arasındaki ilişkilerin yasalarla düzenlenmiş olması, yerel yönetimlerin akçalı özerkliği ve
gerçek bir yerel yönetim ruhunun gelişmesi32 olarak tespit etmiştir. 1985 yılında imzaya açılan
24
Osman Meriç, “Yerel Yönetimlerin Özerkliği”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C. 1, S. 2, 1992, s.57
25
Cengiz Akın, “Türkiye’de Yerel Özerkliğin Anlamı”, Türk İdare Dergisi, Y. 69, S. 414, 1997, s.115
26
Şerif Öner, “Uluslararası Metinlerde Yerel Demokrasi ve Katılım”, Yerel Gündem, Y. 2, S. 7, 2000, s:9
27
Edwara C. Page, Localism and Centralism ın Europe, Oxford Unıversty Press, Newyork, 1991, s. 2
28
Dilys Hill, a.g.k., s.20
29
Fehmi Yavuz, F, Ruşen Keleş, Yerel Yönetimler, Turhan Kitabevi, Ankara, 1983, s. 20
30
Abdul Vahap Coşkun, “ Yerel Yönetimler ve Demokrasi”, Türk İdare Dergisi, Y. 72, S. 422, 1994, s. 102
31
Şerif Ören, a.g.m., s. 9
32
Ruşen Keleş, “Yerel Yönetimlerin Özerkliği ve Bir Örnek Olay”, Seha L. Meray’a Armağan, Ankara
Üniversitesi SBF Yayınları, Ankara, 1982, s. 419
1 Eylül 1988 tarihinde yürürlüğe giren Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel
yönetimler için bir güvence teşkil etmekte, şarta taraf olan devletlerin yerel yönetimleri akçal,
siyasal ve hukuksal yönden korunmaktadır. 33 Avrupa Konseyi Özerklik Şartı’nın 3. maddesi,
“Özerk yerel yönetim kavramını, yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar
çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel
nüfusların çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve olanağı şeklinde”34
tanımlamaktadır. Şart’ı Türkiye 1991 tarihinde onaylamış, fakat kimi maddelerine çekince
koyarak imza atmıştır. 1985 yılında Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği (IULA) tarafından
yayınlanan Yerel Yönetimler Evrensel Bildirgesi’nde yerel özerklik ilkesine yer verilmiş,
demokratik yerel yönetim ve halk katılımı, halkın ekonomik ve toplumsal ihtiyaçlarının
karşılanması35 konuları vurgulanmıştır.
Merkezi yönetimlerin yerel özerkliğe mesafeli yaklaşması, özerkliğin karşısına
vesayet kavramını çıkarmaktadır. Vesayet, haklarını kullanma ve görevlerinin yerine getirme
yeteneği bulunmayanların, bu görevleri, hakları kullanma yeteneğine sahip kişi ve kurumların
üzerlerine almasıdır.36 Yönetsel vesayet ise, yerel yönetimlerin kararlarına, organlarına
müdahale etme anlamına gelmektedir. Bu durum, yerel demokrasi ve yerel özerklikle
bağdaşmaz. Yönetsel vesayet ile merkez, kent halkının seçtiği yerel yönetim başkanının veya
meclisinin kararlarını istediği gibi değiştirir hatta uygulanmasına izin vermeyebilir.37 Bu
durum ise merkezin, yerel yönetimler üzerinde keyfi işlemler yapabilmesine yol açmaktadır.
Özerklik ile hedeflenen amaçların çok çeşitli olması, her zaman bu hedeflere uyum
gösterilmesini zorlaştırmaktadır. İşte bu durumda vesayet denetimi yoluyla merkezi hükümet,
duruma hakim olma çabası içine girmektedir. Bu hakim olma çabası kimi ülkelerde aşırıya
kaçarken, demokrasisi köklü ülkelerde ikisi arasında dengeli bir uyum sağlamaktadır. Şunu da
belirtmek gerekir ki, yerel özerkliğin sınırı da sonsuz değildir. Özerklik sınırı ülkelere göre
farklılık göstermektedir. Yerel özerkliğin sınırı, gözetim ve denetimle ilgilidir ve gözetim ve
denetimde iki türlüdür. Birincisi, yerel yönetimlerin kendi iç denetimi, ikincisi ise devletin
yaptığı denetimdir ve tartışılan denetim konusu da budur. Çünkü devletin yaptığı denetimde,
siyasal gücü paylaşma söz konusu olmaktadır. 38 Yerel yönetim geleneği köklü olan ülkelerde

33
Ruşen Keleş, “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı Yerel Yönetimlerin Haklarının Korunabilmesi İçin
Güvencedir”, Ada Kentliyim, Y.1, S. 4, 1996 (a), s. 82
34
A. Başsoy, v.d., Belediyeler ve İdari Vesayet, Mahalli İdareler Eğitim Araştırma Geliştirme Merkezi, 1995, s.
31
35
Şerif Öner, a.g.m., s. 8
36
Abdul Vahap Coşkun, a.g.m., s. 103
37
Selçuk Yalçındağ, “Çağdaş Belediye”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C. 1, S. 1, 1992, s.8
38
Ruşen Keleş, “Avrupa’da Yerel Yönetimler Üzerinde Denetim ve Türkiye” Uluslararası Konferansı, Konrad
Adenauer Vakfı &Türk Belediyecilik Derneği Yayını, 5-6 Aralık 1996 (b), Ankara, s.26
vesayet, üç amaç için yapılmaktadır: Yasaya uygunluk, ulusal birliğin korunması, yerel
yönetim ve topluluğun korunması.39 Hizmetlerin görülmesinde eşgüdüm sağlamak da bir
başka amaç olarak sayılabilir.. Bu amaçlar dışında açık veya yasal olmayan ama fiili olarak
var olan bir başka amaç da, merkezin yerel yönetimleri kendisine bağımlı tutma isteğinden
kaynaklanır.40 Türkiye’de yerel yönetimler üzerinde vesayet yetkisinin amaçları da, yukarıda
sayılan ilkeler çerçevesinde Anayasa’nın 127. maddesinde belirtilmiştir. Anayasanın 127’nci
maddesinin 5’inci fıkrasından, vesayette amacın bütünle parçalar arasında eşgüdüm
sağlanması gerektiği sonucu çıkarılabilir. Fakat asıl amaç, merkezi yönetimle yerel yönetimler
arasında amir-memur ilişkisine benzemektedir.41 Yine 127’inci maddeye göre seçimle gelmiş
yerel yönetim organlarının organlık sıfatını kazanması veya kaybetmesi bağımsız
mahkemelere verilirken, bu suçu işleyen organın geçici olarak İçişleri Bakanlığı’nca
görevinden alınması, vesayetin amacını ortaya koymaktadır.

IV. Toplumcu Belediyecilik Anlayışını Etkileyen Faktörler

Toplumcu Belediyecilik Anlayışı (TBA) incelenirken doğal olarak araştırma nesnesi


mekan olmaktadır. İnsan etkinlikleri, eylemleri, toplumsal değerler ve olaylar mekana
indirgenir. Fakat, insanların eylemleri salt mekanın bir işlevi yada mekansal çevreye verilen
tepkilerden oluşmaz.42 TB hareketinin gelişmesinde tarihsel süreç içinde bir çok olay etki
etmiştir. Olayların bazıları yerel örgütlenme, yerel özgürlük mücadelesi ve sınıf mücadelesine
kadar uzanan kentsel toplumsal hareketler (KTH) olarak görülmektedir. Olayların mekanı ise
kenttir. TB hareketinin doğuşunu etkileyen bu olayların kentlerde gerçekleştirilmiş olması, bu
mekanları yüceltmek anlamına gelmemelidir. Fakat, olaylar mekandan bağımsız, salt mekana
da bağımlı değildir. Dolayısıyla TBA tarihsel süreç içinde gelişen olayların sonunda ortaya
çıkmış bir akımdır.

1. Paris Komünü

39
J. Bourdon, “Avrupa’da Yerel Yönetim Üzerinde Denetim ve Türkiye”, Uluslararası Konferans, Konrad
Adenauer Vakfı &Türk Belediyecilik Derneği Yayını, 5-6 Aralık 1996, s.40
40
Ruşen Keleş (1996 b), a.g.k., s.28
41
Ali Tartanoğlu, “Demokrasi, Yerel Demokrasi, Belediyeler”, Ada Kentliyim, Yıl 1, Sayı 2, 1995, s.107
42
Benno Werlen, Society, Action and Space, Routledge, London, 1988, s:viii
Kömün hareketi, X. Yüzyılda Batı Avrupa kentlerinde yaşanan ticari gelişmelerden
kaynaklanmıştır. Komünlerin gelişmesinde krallar ile derebeyleri arasındaki çatışma önemli
bir rol oynamış, iktidarını derebeyleri ile paylaşmak istemeyen krallar çoğu zaman
komünlerin yanında yer almış, Komünlerin özgürlük mücadeleleri, daha çok derebeylerine
karşı yapılmıştır ki bu yönü ile bu mücadeleler, ihtilalci bir nitelik kazanmıştır. Bazı zamanlar
ise, derebeyleri başkaldıran komünlere anlayışlı davranmış ve onlara özgürlük vermiştir. 43 Bu
anlamda ortaçağda komün: adli, idari, mali hatta askeri belli bir özerklik ve derebeyine karşı
kendine özgü bir tüzel kişilik kazanma başarısını gösteren kentsel bir topluluktur. 44 Genel
anlamda ise, komün, “ortak çıkarları yönetmek için kurulan bir gruba maddi ve manevi
çıkarlarını daha iyi yönetmek ve korumak için ortak davranma çabalarını belirtir.”45 XIII.
yüzyıldan itibaren monarşilerin tekrar güç kazanmaları ile birlikte, komünlerin zayıflama
sürecine girdiği görülmüştür.
Komün geleneği ile ortaya çıkan belediye örgütleri, feodal rejimin onayıyla; fakat ona
karşı gelişen bir kurumdur. Bunlar günümüze kadar uzanan kent hukukunun da temelini
oluşturmuştur.46
Paris komünü 1800’lü yılların ikinci yarısında Fransa’nın yaşadığı ekonomik ve
siyasal gelişmeler neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu yıllarda Fransa, sanayileşmekte olan bir
ülkedir ve sanayileşme, aynı zamanda kırda çözülme sürecini de beraberinde getirmiştir.
Paris, bu anlamda nüfusu hızla artan bir sanayi kentidir. (1866’da nüfusunun % 57’si
sanayide, % 12’si ticaret kesiminde çalışmaktadır.) 47 Fakat sanayileşme, kente yığılan
insanların hepsine iş imkanı sağlayacak kadar hızlı gelişmemiştir. Dolayısıyla işsiz insan
sayısı da hızla artmaktadır. Bu durum, grev hakkını elde etmiş işçi sınıfının giderek
şiddetlenen çatışmalarına neden olmuştur. Bu arada 1864 yılında Londra’da Marx tarafından
I. Enternasyonal kurulmuştur. Fakat I. Enternasyonal, işçi eğilimlerinin tümünü bir tek ana
düşünce içinde eritip bütünleştirememiştir.48 Buna rağmen toplumda sosyalist düşünceler hızla
gelişmektedir.
Yaşanan bu gerginlik ortamında Fransa, Prusya ile yaptığı savaşı kaybetmiştir. Savaş
sonrası Fransız hükümeti, Paris Ulusal Muhafızı’na ait silahların, halkın eline geçmesini

43
Can Hamamcı, Merkezi Yönetim-Yerel Yönetim Ekseninde Belediyelerimizin Yapısı ve Demokratikleşme
Eğilimi, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara, 1981, s. 87
44
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi
45
Can Hamamcı, a.g.k., s. 85
46
Can Hamamcı, a.g.k., s. 90
47
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi
48
G. Bourgın, Paris Komünü, Çev. Attila Tokatlı, Yalçın Yayınevi, İstanbul, 1987, s. 13
önlemek üzere birlikler göndermiş, fakat askerler, silahlara sahip olmak isteyen halkın
yanında yer almış, bunun sonucunda Paris Komünü 18 Mart 1871’de başlamıştır.49
Geçici olarak oluşturulan Ulusal Muhafız Komitesi, kısa zamanda seçime giderek
yerini komüne bırakmıştır. Paris’te başlayan halk ayaklanmasına karşı hükümet, tüm
belediyeleri ve il genel meclislerini feshetmiş, seçimleri ertelemiş, Paris’e, merkezden
belediye başkanı ataması yapılmış ve Paris’in yirmi ilçesinde güvenlik komiteleri
kurulmuştur. Bu durum 31 Ekim’de belediyeye karşı ayaklanma ile sonuçlanmıştır. Hükümet,
Paris halkını yatıştırmak için bazı ödünler verse de Parisliler, kenti kendilerinin yönetmesi
gerektiğine daha çok inanmaya başlamıştır50 Buna karşı Hükümet, Paris halkının eline geçen
silahları geri almak için kenti kuşatma altına almıştır.51
Komün seçimlerinden önce geçici olarak oluşturulan Merkez Komitesi, 19 Mart
tarihinde komün seçimlerini hazırlama işi ile uğraşırken, hükümeti de tanımadığını ilan
etmiştir. Burada basın özgürlüğü ilan edilmiş, sıkıyönetim kaldırılmış ve siyasi tutuklular için
genel af ilan edilmiştir.52 Ardından 26 Mart’ta komün seçimi yapılmıştır. Seçilen komün
meclisi, Belediye sarayında Paris Komünü adıyla kurulmuş ve Merkez Komitesi’nin
yetkilerini devralmıştır. Seçimden sonra komün meclisi, oluşturulan on komisyonla, eski
dönemin bakanlıklarının her birinin görevini üstlenmiştir. Paris Merkez Komitesi 27 Mart’ta
bir manifesto yayınlayarak siyasal yapının temelini teşkil eden bir komün özerkliği istediğini
açıklamıştır. Buna göre, her komün milis kurma, maliye, eğitim, polis ve yargı hakkına sahip
olmuştur. Her bir komün, ulusal bütünlük içinde kendi kendini yönetebilecek, komün
özgürlüğü ve egemenliği kurulabilecektir.53
Komün, kilisenin iktidarına son vermek için tüm kiliselerin dağıtılıp
mülksüzleştirilmesine karar vermiştir. Halkın güvenliği için sürekli orduyu kaldırmış ve
yerine silahlı halkı görevlendirmiş, kapatılan fabrikaların üretime tekrar başlaması için işçi
birliklerini görevlendirmiştir. Evsiz kalanların evlerine dönmelerini ve ev edinmelerini
sağlayacak mekanizmalar geliştirmiş, çalışma saatini, 10 saate düşürmüş ve fırın işçilerinin
gece çalışma zorunluluğunu kaldırmıştır. Ücretlerde, asgari ücret standardı uygulanmış ve iş
bulma büroları örgütlenmiştir.54
Castells, Paris Komünü’nü, üç farklı düzeyde ele almıştır. Birinci düzeyde, kentsel
devrim olarak nitelediği Paris Komünü’nü, Fransız kırsal toplumundan ayırmış ve komünü

49
Mustafa Bayram Mısır, “Gerçek Demokrasi Olanağı: Paris Komünü”, Praksis, S. 10, 2003, s, 114
50
Can Hamacı, a.g.k., s. 105-107
51
G. Bourgın, a.g.k., s. 26
52
Can Hamamcı, a.g.k., s. 106
53
Can Hamamcı, a.g.k., s.109
54
Mustafa Bayram Mısır, a.g.m., s. 117
kentsel bir devrim olarak görmüştür. İkinci olarak, Paris Komünü’nün, gelişen işçi sınıfının
kentsel talepleri ile şekillendiğini, özellikle konut krizi ve kiraların iptal edilmesine yönelik
olarak başlayan bir hareket olarak görmüştür. Üçüncü düzeyde, sanayileşme ile birlikte kenti,
siyasi kültürün bir zorunluluğu olarak görmüştür. Ona göre Paris Komünü, bir belediye
devrimidir. Komünle birlikte belediyelerin gerek kendi aralarında, gerekse devletle olan
ilişkileri, siyasal kurumsallaşmaya doğru radikal bir dönüşüm başlatmıştır. Komünün devletle
olan ilişkisi, yerel hükümet yönetimine uzanan haklar içerirken, insanlarla ilişkisi ise, siyasi
kurumsallaşmanın sağladığı demokrasi içinde, belediye yönetimine vatandaş katılımını ve
doğrudan demokrasiyi doğurmuştur.55
Paris Komünü, 18 Mart ile 28 Mayıs 1871 tarihleri arasında 72 gün sürmüştür. Paris
belediyesi sınırları içinde halk tarafından hiçbir yardım görmeden kamu hizmetlerinin
görülmesine yönelik devrimci bir örnektir. Fransız işçi hareketi içinde başlayan komün
hareketi, dünya sosyalist hareketi içinde önemli bir yere sahiptir. 1917 Devrim sürecine giden
yolda bir başlangıç noktası olarak değerlendirilir. Paris komünün etkisi sadece 1917
Devriminin başlangıç noktası olarak kalmamış, ondan sonra da gelişen devrimci hareketlerin
ilham kaynağı olmuştur. Paris Komünü temsili demokrasinin aksaklıklarını doğrudan
demokrasiyi uygulayarak tüm çıplaklığı ile ortaya koymuş, doğrudan demokrasi modelinin
dünyanın en büyük kentlerinde de uygulanabileceğini göstermiştir.
1960-70’li yılların kentsel toplumsal hareketleri, oluşturdukları mahalle komiteleri ve
geliştirdikleri halk katılım modeli, Paris Komünü’nü örnek almıştır. Yine buna bağlı olarak
1970’li yıllarda batıda oluşan kızıl belediyelerinin esin kaynağı yine Paris Komünü olmuştur.
Türkiye’de ise Fatsa olayları Paris Komünü ile özdeşleştirilmiş ve sağcılar tarafından
komünizm yuvası olarak hedef gösterilmiştir. Sonuç olarak Toplumcu Belediyecilik
Anlayışının ilkelerinin (üretici, kaynak yaratıcı, katılımcı, birlikçi, bütünlükçü ve tüketimi
düzenleyici belediye anlayışı) Paris komününün izlerini taşıdığı ileri sürülebilir. Komünün
TBA üzerindeki izleri: i.Paris Komünü’nde kentsel krize neden olan konut ve arsa üretimi;
TBA’da da öncelikli sorun olarak görülmüştür.
ii.Sanayileşme ile kırsal kesimden kente gelen kesimler için oluşturulmaya çalışılan
siyasi kültür ve kent kültürü çalışmaları, TBA’da kurulan “Kent Enstitüleri” ile ortadan
kaldırılmaya çalışılmıştır.
iii. Paris Komünün’de ortaya çıkan yerel yönetimlerin siyasallaşma süreci, Türkiye’de
ilk kez TBA ile ortaya konmaya çalışılmıştır.

55
Manuel Castells, The City and the Grassroots, London: Arnold, 1983, s.24-25
ıv. Demokrasiye olan inanç ve komün demokrasinin ortaya çıkardığı yerel özgürlük
düşüncesi.
v. Kentsel rantların topluma kazandırılmasına yönelik olarak kamulaştırma.
vı. Kırsal bölgelerden gelen niteliksiz işgücünü, beceri kazandırmaya yönelik eğitim
olanaklarının geliştirlmesi ve bu kesime iş imkanlarının yaratılması.
vıı. Paris komünün hedeflerinden olan –komünün ömrünün kısa olması nedeniyle
başarılamayan- komünler arası birlik, TBA’da belediye birliklerini doğurmuştur.

2.  Belediye Sosyalizmi

Belediye sosyalizminin doğuşunu 1576, 1589 ve 1601 tarihlerinde İngiltere’de


çıkarılan Yoksulluk Yasalarına kadar götürmek gerekir. 1834 Yoksulluk Yasasından önce
benzer bir yasa olan 1795 yılındaki Speenhamland yasası da benzer nitelikte düzenlemeleri
içermekteydi.56 Yoksullukla mücadalenin, ahlaki bir yükümlülük olmaktan çıkıp, kamusal bir
zorunluluk olması gerekliliği, I. Elizabeth döneminde yapılan düzenlemeler ile
gerçekleştirildi. Fakat çıkarılan Yoksul Yasaları yerel düzeyde örgütlenmeden ve
İmparatorluk ölçeğinde belirli bir standarttan yoksun bulunmaktaydı. Yoksullara yardım,
kilise örgütlenmesi (parish) etrafında gerçekleştirilmekteydi. 1832-34 tarihleri arasında
İngiltere sosyal çalkantılar içinde bulunmaktaydı. Bu düzensizliği ortadan kaldırmak için
1834 yılında Yeni Yoksul Yasası düzenlemesi yapıldı. Yasa, yoksullara yapılacak yardımın
en düşük işçi ücretinin altında olma zorunluluğunu getiriyordu.57 Ayrıca Yasa, yardıma
gereksinim duyan kişiler için yoksul evleri kurulmasını ve yardımdan faydalanmak için
burada kalma zorunluluğunu getirirken, yoksul evlerinde kalan kişilerin seçilme haklarını
yitirmesi koşulu bulunuyordu. Bu haliyle Yasa, insan onurunu aşağılayıcı özellikler taşıması
nedeniyle yoğun protestolara neden olmuştur.58 Chamberlain, Yoksulluk Yasası’nı uygarlığın
en büyük problemi olarak görmüştür. 1860’lı ve 1870’li yıllar, Yoksul Yasası’nın
uygulanışında yerel yönetimlerin söz sahibi olduğu yıllar olarak görülmektedir. Yasa ile
sağlık hizmetleri, Yerel Yönetim Kurulu adında bir kurulda birleştirilmiştir. Zorunlu sağlık
hizmetleri ile yoksullara yardım işinin bir birim altında yapılması zorunluluğu ortaya çıkmış
ve bunun için 1888 yılında bir Yerel Yönetim Yasası çıkartılmıştır. Yerel Yönetim yasası ile,
yerel yöneticilerin seçimle iş başına gelmesi ve etkin bir idari sisteme kavuşturulması

56
Speenhamland Yasası için bkz. Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1986
57
Metin Özuğurlu, Fatih Güngör, “ İngiliz Yoksul Yasaları: Paternalizm, Piyasa ya da Sosyal Devlet”, Cevat
Geray’a Armağan, Mülkiyeliler Birliği Yayınları: 25, 2001, s. 433-449
58
Cahit Talas, Toplumsal Politika, İmge Kitabevi, Ankara, 1990, s.200
benimsenmiştir. 1905 yılında kurulan Yoksul Yasası Komisyonu’nun bir üyesi de, Fabian
sosyalistlerinden birisi olan Beatrice Webb’tir.
İngiltere’de sosyal ve siyasal çelişkilerin yaşandığı bu yıllarda, Belediye Sosyalizmi
1870’li yıllarda Birmingham kentinde Joseph Chamberlain öncülüğünde ortaya çıkmıştır.
İngiltere’de halk arasında bu yaklaşım, “Gaz ve Su Sosyalizmi” olarak adlandırılmıştır.
Halkın refahının sağlanması için yerel hizmetlerin ancak etkin bir belediye girişimciliği ile
mümkün olacağı ve bunun sonucu olarak halka ekonomik yararlar sağlayacağı ileri
sürülmüştür. Bu akım daha sonra siyasal alanda Fabian akımının etkisi altına girmiştir.
Belediye Sosyalizminin dayandığı düşünceler şöyle sıralanabilir:59
i. İnsanların topluluk şeklinde örgütlenmeleri hizmetlerin görülmesinde en temel
birimdir. Dolayısıyla Webb’lerin de belirttiği gibi sosyalistler, yerel yönetimler, kooperatifler
ve sendikalar şeklinde örgütlenmişlerdir.
ii. Fabian sosyalistleri, bu örgütlenme şeklini tarihsel gelişim süreci içinde oluşmuş
geleneksel örgütlenme şekli olarak görmüşlerdir.
iii. 20. yüzyılda teknolojik gelişmeler, yerel gereksinmeleri arttırmıştır. Bu nedenle
yerel hizmetlerin kapsamı genişletilmelidir. Merkezi hükümetlerin görev alanı genişlememeli,
toplumsal güvenlik, aydınlanma, temel alt yapı hizmetleri, iş ve işçi bulma gibi sorunlar
ulusallaştırılıp merkezin görev alanına alınmamalıdır.
iv. Yerel yönetimlerin yerel hizmetleri karşılarken tam bir özgürlük içinde olmaları
gereklidir. Merkezin yaptığı yardımlar genel nitelikte olmalıdır. Amacı belirtilmiş yardımlar,
yerel özgürlük için tehlikeli sonuçlar doğurabilir
Belediye sosyalizminin, gelişmesi ve siyasi tarihte önemli bir yer alması, Fabian
Topluluğunun bu düşünceyi benimsemesi ile olmuştur. Topluluk, 1884 yılında Sidney ve
Beatrice Webb’ler tarafından kurulmuştur. Fabian sosyalizmi, Bentham’ın faydacılığından
esinlenmiş, sosyalizmi, adaletin sağlanması olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla Fabian’ların
Marksizm’le ilişkisi bu sınırlar içinde kalmıştır. Webb’ler, sendikaların ve kooperatiflerin, son
amacı sosyalizm olan kurumları ve mekanizmaları uygulamaya koyduklarını belirtmişlerdir. 60
Fabiancıların, sosyalizm anlayışı üretim mallarını mülkiyetten ayırma düşüncesine karşılık,
üretim mallarının kime ait olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu noktada Fabian’cılar
Marksizm’den farklı görüştedir.61 Webb’ler, belediye sosyalizmi düşüncesini ve
uygulamasını, yerel halkın ihtiyaçlarını kendileri tarafından karşılamak üzere bir araya

59
Ruşen Keleş, (1994) a.g.k., s.32-33
60
Murat Sarıca, 100 Soruda Siyasi Düşünce Tarihi, Yedinci Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 157
61
Cahit Talas, a.g.k., s. 78
geldikleri demokratik örgütlenme biçimi olarak görmüşlerdir.62 Ancak belediye sosyalizmi ile
merkeziyetçiliğin sakıncaları önlenebilir, yerel etkinlik sağlanabilir ve verimlilik
arttırılabilirdi.63 Webb’ler, devletin ekonomik ve sosyal hayatta etkin katılımını sağlaması
gerektiğini, sendikaların sosyal politikalardaki rolünün devlet tarafından yerine getirilmesi
gerektiğini düşünmüşler, kentlerin kamusal ihtiyaçlarının belediyeler tarafından
karşılanmasını amaçlamışlardır.64
Fabian sosyalistlerinin entelektüel çabaları 19. yüzyılın son çeyreğinde, sosyal
devlet düşüncesinin doğumuyla sonuçlanmıştır. Ütopik sosyalistlerin etkisiyle Sidney ve
Beatrice Webb, yerel yönetimlerle, merkezi yönetimin sunduğu hizmetleri karşılaştırmış ve
sonuçta Belediye Sosyalizminin, bireysel kazançların yerine kamu hizmeti anlayışını temel
alan görüşü ortaya koymuşlardır. Bu durumun merkezi yönetimin yükünü hafifletip,
hizmetlerin daha rasyonel sağlanacağını belirtmişlerdir.65 Fabian’lara göre Belediye
Sosyalizmi, belediye girişimciliğinin sağlayacağı ekonomik yararlara ek olarak, çalışanlara
getireceği iş güvencesi, ücret ödeme güvencesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi
konularda düzenleme yapacaktır. Çalışanlara sağlayacağı yararlar yanında yerel yönetimlerin
işsizliği önleyici bir rol üstleneceğide ileri sürülmüş, her şeyden önemlisi demokratik
toplumun geliştirilmesi, oluşturulması ve demokrasinin sağlayıcısı olarak görülmüştür.66
Webbler’in amacı, halkın sorumluluğu ve ona duyulan güven üzerine inşa edilmiş
bir yönetim modeli oluşturmaktı. Bu sosyalist düşünce içinde yerel yönetim, kendini
yönetmenin en yüksek noktasıydı.67 S. Webb, A. Smith’in laissez-fair’ci liberal anlayışının
tersine, yerel iyileştirilmeler ile kapitalistlerin müdahalesi dışında belirli bazı işlerin yerel
yönetimler ve ulusal devlet tarafından görüldüğünü, böylece özel sömürü alanlarının
daraltıldığını belirtmiştir.68 W. Hardy Wickwar’ın ifadesiyle “Fabianlar: yerel yönetimler,
izole olmuş bireylerden değil, gruplardan oluşmalıdır. İnsanlar; sendikalar, kooperatifler,
gönüllü dernekler ve kendi mahalleleri gibi bir çok yerde ve grupta bir araya gelmeli ve
bunlar hükümetin yönetim örgütlerinde yer almalıdır.”69
Belediye sosyalizmi akımı, 1890-1940 arasında İngiltere’de Birmingham ve
Londra’da belediye iktisadi girişimleri ile gaz, su, ulaşım, sağlık ve aydınlatma sorunlarının
çözümünde etkili olmuştur. Belediye Sosyalizmi etkisini tüm Avrupa’da göstermiş, Verona,
62
M. Akif Özer, “ Özerk Yerel Yönetimler de Nereden Çıktı II”, Karınca, Y. 66, S. 772, 2001, s. 40-41
63
Selahattin Yıldırım, Yerel Yönetim ve Demokrasi, IULA EMME Yayınları, İstanbul, 1993, s.65-66
64
Murat Sarıca, a.g.k., s. 157
65
Keleş, Ruşen, (1994) a.g.k., s.32
66
Yıldırım, Selahattin, a.g.k., s.65
67
Dilys M. Hill, a.g.k., s. 30
68
Metin Özuğurlu, Fatih Güngör, a.g.m., s. 454
69
Dilys M. Hill, a.g.k., s.30
Budapeşte, Münih, ve Lille’de, ekmek fabrikaları, balık pazarları oluşturmada, sosyal yardım
ünitelerinin oluşturulmasında, emlak, sağlık, ekonomik girişimcilik konularında, çocuk ve
yaşlılar için kreş, burs ve halk sağlığı gibi hizmetlerin görülmesinde etkili olmuştur. 70
Belediye Sosyalizminin ilkeleri, günümüzde hala çağdaş yerel yönetim ilkeleri olarak
sıralanmakta ve bu hedeflere ulaşılmaya çalışılmaktadır.

3. 1968 Öğrenci Hareketleri

II. Dünya Savaşı sonunda kapitalizm, hızlı ekonomik büyüme içine girmişti. Fakat bu
büyüme bir süre sonra aydınlar arasında endişe yaratmaya başlamıştı. Çünkü, kapitalizm
ekonomik büyümenin büyük bir kısmını silahlanmaya ayırıyordu ve silahlanmaya ayrılan
kaynağın miktarı arttıkça toplumda gelir dengesizliği de artmaktaydı. Buna karşın 1960’lı
yıllarda Marksizm hızla yayılmaktaydı ve kapitalist bunalım arttıkça, sol düşünce gelişmeye
başladı. Hareketin başlangıcı olmasa da ipucu sayılabilecek olan 1967 yılında İtalya ve
Fransa’da başlayan genel grevler, sosyalistlerin öncülüğünde, sanayileşen kentlerde başladı.71
1968 öğrenci hareketlerinin sonuçları ise, siyasi alanda bir çok şeyi açıklama olanağı tanıdı.
Kentsel çatışmaların sadece ekonomik gerekçelerle açıklanamayacağı görüldü. Kent halkının
temel gereksinimleri için yaptığı mücadele, 1970’li yıllarda tırmanışa geçti ve önemli
kazanımlar elde edildi. Genelde sendikaların öncülüğünde olan fakat kent halkının ve yerel
yönetimler ile işbirliği sonucu yapılan mücadelelerde de bu kazanımlar arttı. Bu
mücadelelerin kazanılmasında önemli faktörlerden bir tanesi, 68 hareketinin cesaret verici
coşkusu idi.

3.1. 1968’i Hazırlayan Faktörler ve Batıdaki Gelişmeler

1968 olayları gerek batıda gerekse doğu bloğunda önemli etkide bulunmuştur. Doğuda
ki etkisi sosyalist sistemde “Prag Baharı” olarak kendini göstermiş, batıda ise Paris’te öğrenci
ve işçilerin ayaklanmaları ile yankı bulmuştur.72 1968 olaylarına gelene kadar dünyada önemli
başka gelişmelerde yaşanmıştır.

70
Selahattin Yıldırım, a.g.k., s. 65-66
71
Cüneyt Akalın, Düşler ve Gerçekler, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995, s.41
72
Tanıl Bora, “Doğu Avrupa’da ‘68”, Toplum ve Bilim, Bahar 1988, s. 129
SSCB’de 1956’da başlayan Stalin dönemi, 1964’de Politbüroda gücünü yitiren
Kruşçev’in SBKP genel sekreterliğinden düşürülmesiyle son bulmuştur. Uzun yıllar süren bu
baskı ve bürokratik komünizme karşı tepkiler, gerek doğu bloğundan, gerekse batıdaki
entelektüel solcular tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Doğu’da, Çekoslovakya’da, Alexander Dubçek başkanlığında, “güler yüzlü
sosyalizm” sloganıyla daha ılıman bir sosyalizm denemesi yapılmıştır. 73 Denemenin amacı,
Moskova’dan kopmak ya da bir bağımsızlık hareketi değildir. Hareket, Çekoslovakya’da
komünist sistemi, daha yaşanır hale getirmektir.74 Ancak bu hareket, 21 Ağustos günü Sovyet
askerlerinin Prag’a girmesiyle bastırılmıştır. Prag deneyimi, batıdaki sosyalistlerle, doğu
bloğundaki sosyalistler arasında güçlü duygusal bir bağ yaratmıştır. Daha sonraları Paris’teki
işçi ve öğrencilerin mayıs olayları, Prag’daki sosyalist gelişmelerin yansımaları olarak
değerlendirilmiştir.75
1968 olaylarına etki eden bir başka gelişme ise, Vietnam Savaşı olmuştur. Bu savaş 68
hareketinin coşku ve inancını arttırmıştır. Vietnam, dünyanın en güçlü kapitalist ülkeleri olan
ABD’ye karşı verdiği savaştan başarıyla çıkmış 76 ve Vietnam’ın başarısı, Avrupa’daki
sosyalistler tarafından büyük bir sempati ile karşılanmıştır.
Bunların dışında, Küba devriminin başarıya ulaşmasının yanında Güney Amerika’daki
Marksist hareketler ve özellikle Che Guevara’nın gerilla savaşı da, batıda devrimci bir
romantizm yaratmıştır.
Son olarak, Çin’de Mao Zedung’un önderliğinde Kültür Devrimi’nin başarıya
ulaşması ’68 hareketine heyecan vermiştir. Kültür Devrimi’nin Sovyetler Birliği’ndeki
sosyalizmden farklı özellik taşıması Batıda sosyalist uygulamaları eleştirilen Sovyetler
Birliği’nin karşısında önemli bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır.
Yukarıda kısaca değindiğimiz 1960’lı yıllarda dünyadaki gelişmeler 1968 hareketinin
doğuşunu hazırlayan faktörlerdir. Fakat yukarıda belirtmediğimiz Amerikan kentlerindeki
zenci hareketleri, Filistin direnişi gibi anti-emperyalist hareketler, tüm dünyadaki gençler ve
işçiler arasında benimsenmiştir.77 Bu bakımdan öğrenci olaylarını salt öğrencilerin
düzenlediği bir hareket olarak değerlendirmek yanılgısına düşmemek gerekir. Zira Mayıs
olaylarında işçi kesiminin desteği olmadan öğrencilerin üniversite kuşatması uzun süreli
olamazdı.

73
Şahin Alpay, “68 Kuşağı Üzerine Bir Deneme”, Toplum ve Bilim, Bahar 1988, s: 169
74
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1993, s. 563
75
Tanıl Bora, a.g.e., s.148
76
Murat Belge, “68 ve Sonrasında Sol Hareket”, Toplum ve Bilim, Bahar 1988, s.163
77
Louıs Althuser, “1968 Mayıs Olayları Üzerine Bir Mektup”, Çev. Taciser Belge, Birikim, C.1, S.1, Mart
1975, s.45
Bu dönemde işçilerin eylemi ekonomik ve demokratik haklar mücadelesi, öğrencilerin
ise ideolojik ve demokratik haklar mücadelesi biçiminde olmuştur.78 Marcuse, işçi sınıfının
eski üretimden gelen gücünü kullanabilen bir sınıf olmadığını, kapitalist sistemin, sınıf
hareketini parçaladığını belirtmektedir.79 Sol hareketlerin bu yıllardaki başarısının arkasında
öğrenci hareketlerinin tartışmasız bir etkisi olmuştur. Öğrenci olaylarının oluşmasında
Marksist kurama akademik düzeyde Althusser, Foucault ve Marcuse’nin yapısal eleştirileri
yeni boyut getirmiştir. Marksizme yönelik bu eleştiriler İkinci Yeni Sol80 olarak
adlandırılmıştır. Mayıs olaylarının oluşmasında H. Marcuse’nin kuramsal referans işlevi
bulunmaktaydı. Marcuse, her toplumda insanların istekleriyle sosyal baskılar arasında
çatışmanın var olduğunu, günümüz totaliter sanayi toplumlarının, bireyi baskı altında
tutmasının çok boyutlu insanı tek boyutlu hale getirdiğini, dolayısıyla tek boyutlu insanın da
üretim ve aşırı tüketime, medya aracılığı ile bağımlı hale dönüştüğünü belirtmektedir. Bu tek
boyutlu insanın artık düzene başkaldırısı mümkün değildir. Fakat kurulu düzenin suç ortağı
olmayan kesimler (işsizler, göçmenler, öğrenciler vb) başkaldırıyı başlatacaktır.81
Bu düşünceleri dolayısıyla Marcuse, öğrenciler arasında çok popülerdi. Berlin, Roma,
Paris ve Varşova’daki öğrencilerin ellerinde 3M (Marx, Mao, Marcuse) yazılı pankartlar
açmaları da, öğrenci olaylarında Marcuse’nin önemini ortaya koymuştu.
1970’lerde Fransa ve İtalya’daki sendikal taleplerin ve işçi konseylerinin oluşması
öğrenci hareketlerinin vermiş olduğu güç ile gerçekleşmiştir. Üstelik bu başarılar, Mayıs 1968
yenilgisine rağmen kazanılmış başarılardır.82 Öğrenci olaylarının hemen ardından Fransa’da
genel grevin başlaması bunun kanıtı olarak gösterilebilir.83 Öğrenci olayları olarak bilinen
1968, sendikalar aracılığıyla halk arasında çabuk yayılmıştır. Özellikle, Fransa’da CGT
(Genel İşçi Konfederasyonu) hareketin yayılmasında önemli bir rol üstlenmiştir. 84 Ancak
CGT’nin genel grevlerde ve öğrenci olayları sırasında pasif kaldığı yönünde eleştiriler de
bulunmaktadır.85 Örneğin Birtek ve Eyüboğlu, Gerek Fransız Komünist Partisinin, gerekse
CGT’nin öğrencilere kapılarını işçi sınıfı adına kapadığını belirtmektedirler. 86 Fransa, İtalya

78
Murat Belge, “Üniversitelerde Devrimci Gençlik Sorunu”, Birikim, C.1, S.1, Mart 1978, s.63
79
Herbert Marcuse, “Yeni Baskı Döneminde Hareket: Bir Değerlendirme”, Çev. M. Keçik, Cogito, S.14, 1998,
s.79
80
Yeni Sol için bkz. İkinci Bölüm
81
Murat Sarıca, a.g.k., s.174-175
82
Herbert, Marcuse, Karşı Devrim ve İsyan, Çev. G. Koca –V. Ersoy, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1972, s. 37
83
Louıs Althuser, a.g.m., s.39-43
84
Henrı Lefebvre, Yaşamla Söylesi, Çev. Emirhan Oğuz, Belge Yayınları, İstanbul, 1995, s. 50
85
Bkz, Alpaslan Işıklı, “68’in 30. Yılı”, Dünya Gençlik ve Türkiye Sempozyumu, 68’liler Birliği Vakfı
Yayınları:4, İstanbul, 1999, s.42, Cüneyt Akalın, a.g.k., s. 44, Jean Paul Sartre, Düşler ve Gerçekler, içinde,
s.47
86
Faruk Birtek, “1968’e Gelirken; Bir Tanıklık”, Cogito, S.14, 1998, Ercan Eyüboğlu, “Devrim Dışında
Devrim”, Cogito, S.14, 1998
ve İspanya gibi geleneksel solun güçlü olduğu ülkelerde, sistemin hakim güçleri ile uzlaşması,
bu uzlaşma sonucu elde edilen ücret artışı, öğrenci hareketinin sonunu getirmiştir. Bu,
Fransa’daki hareketleri birdenbire durdurmuş, İtalya’da ise sermayenin daha az uzlaşmacı
tutumu yüzünden daha uzun bir pazarlık süreci yaşanmıştır.87
Benzer olaylar ABD üniversitelerinde de yaşanmıştır. 1968’e giden yolda 1960’lı
yılların ilk yarısında gelişen Civil Rights Movement olarak adlandırılan, zencilerin seçmen
kütüklerine kayıt yani vatandaş olabilme mücadelesi ve öğrencilerin söz hürriyetlerinin
kısıtlanmasına karşı Free Speech Movement olarak adlandırılan hareketler öğrenci
hareketlerinin hazırlık aşaması gibidir.88 Demokratik Toplum Mücadelesinde Students of
Democratic Society (SDS) çatısı altında toplanan öğrencilerin başlangıçtaki talepleri,
öğrencilere söz hakkı tanınması, katılım ve özgürlüktür. Ancak öğrencilerin demokratik
talepleri, bir süre sonra politik hale dönüşmüştür. Öğrenciler artık üniversitelerinde
demokratik taleplerinin ötesinde kapitalist düzen ve sonuçlarına yönelik itirazlarada
başlamışlardı. Özellikle, kapitalizmin, örgütlenmiş fabrikalarda emeklerine yabancılaştıklarını
savunuyorlardı. Fakat ABD’de güçlü sendikal ilişkilerin kurulamamış olması, Amerikan
gençlerinin en büyük dezavantajı olmuştur. Çünkü Avrupa’nın aksine öğrencilerin
hareketlerinde başarıya ulaşması89, işçi sınıfının desteğine bağlıydı ve bu anlamda ABD’deki
üniversite ve kolej öğrencileri bundan yoksundu. Kaldı ki, Avrupa’da Mayıs olayları
esnasında grevde olan sendikalar, hükümetle görüşmelerinde öğrencilerin bunda yeri
olmadığını belirtip, daha fazla ücret, daha iyi çalışma koşulları kabul edilince, Mayıs olayları
da bitmiş oldu. Fakat Mayıs olaylarında Columbia Üniversitesi öğrenci liderlerinden Rudd,
liberal olarak suçladığı bazı öğrencilerin amaçlarının içi boşaltılmış demokratik taleplerinin
sistemle uzlaşmasını eleştirirken, kendilerinin amaçlarının devrim olduğunu, üniversite
reform taleplerinin ise devrime giden yolda büyük bir adım olduğunu savunmuştur.90
İşçilerin desteğindeki öğrenci olayları sonunda işçi sınıfının taleplerine yığınlardan
korkan hükümet ve sermaye, cevap vermek zorunda kalmıştır. Ücret artışı, konut , iyi bir
çevrede yaşam gibi talepler, 1970’li yıllarda işçi sınıfının mücadelesini sürdüreceği
taleplerdir. Bu talepler 1970’li yıllarda kentsel toplumsal hareketlerin nedeni olacaktır.
1960’larda binlerce genç, Marksizm’in etkisi altına girmiştir. Fakat, hareket, hiçbir kapitalist

87
Giovanni Arrighi, Terence K. Hopkins, Immanuel Wallerstein, Sistem Karşıtı Hareketler, Çev. C. Kanat, B.
Somay, S. Sökmen, Metis Yayınları, İstanbul, 1995, s.116
88
Faruk Birtek, a.g.m., s.174
89
Hareketin başarısı Marksist kuramda belirtilen işçi sınıfının öncü rolü ile gerçekleştirilecek devrimden ziyade
Marcuse’nin de belirttiği gibi kapitalist sistemin neden olduğu çelişkilere yönelik bir hareket olarak
değerlendirmek gereklidir.
90
Mark Rudd, “Columbia: Bahar İsyanı Üzerine Notlar”, Cogito, S.14, 1998, s. 59
ülkede ciddi tehdit geçirmemiştir.91 Buna rağmen, 1968 hareketinin, yarattığı sonuçlar
itibarıyla 1970’lerin kentsel hareketlerine güç verdiği, bu anlamda, demokratik hakların
kazanılmasında önemli bir faktör olduğu belirtilmelidir. Sonuç olarak şunu da belirtmek
gerekir ki, sosyalist düşünce çerçevesinde gelişen 1968 olaylarında, öğrencilerin kendi
istekleri ile toplumun istekleri örtüşüyordu.92

91
Fred Halliday, “ Yetmişler ve Sonrasında Konjonktür: Ougaard’a Yanıt”, Çev. E. Kudrat, Emperyalizmin
Bunalım Dosyası, Alan Yayıncılık Dünya Sorunları Dizisi 4, İstanbul, 1987, s.31
92
Ömer Laçiner, “ Değişen Dünya İçinde Öğrenci Olayları”, Birikim, C.1, S.1, Mart 1975, s.52

You might also like