Professional Documents
Culture Documents
Terry Eagleton - Kötülük Üzerine Bir Deneme
Terry Eagleton - Kötülük Üzerine Bir Deneme
lrlan<la köken
lidir ve en önemli lngiliz edebiyal eleştirmenlerinden birisidir. E.1glcton. edebiyat
profcsönl olarak Univcrsity of Lıncaster, University of Notrc Dame ve National
University oflreland-Galway'de çahşmala.nnı sürdürmektedir. New Lcfı Rcview, Ncw
Sıaıesman. London Rcview of Boohs ve Tiıe Guardian'da yayımlanmaş pek çok maka
lesi mevcuttur. Yazann Turkçc'yc çevrilmiş eserlerinden bazılan şunlardır: Edebiyat
Kuramı {Aynnu Yayınlan, 2004): Esıttiğin ideolojisi (Donık Yayınları. 2004}; Ku·
ram.dan Sonra (Literalur Yayıncılık, 2004); Azizler ve Alimler (Agora Kitaphğl. 2003,
roman), Kapı Bekçisi (Bilge Kuhor Sanat, 2002, anı): ideoloji (Aynnu Yayınlan,
200:5), Kıılrnr Yorumlan (Aynnrı Y ayınlan 2005); Postmodcnıiwıin Yarıılsamalcın
.
On Evil
© 2010 Terry Eagleton
Bu kitabın yayın haklan Anatolialil Agcncy"nin aracıhğıyl:.
Yale Univcrsity Press'tcn alınmıştır.
iletişim Yayınlan
Binbirdirek Meydanı Sokak iletişim Han No. 7 Cağaloglu 34122 lscanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58
e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr
TERRY EAGLETON
Kötülük
••
Uzerine
Bir Deneme
On Evil
i 1 er t 1 $ i m
İÇİNDEKİLER
Gırıs
.. .
.................................................................................. ................................................................ 7
BİRİNCİ BÖLÜM
Kötülük Romanları .................................................................................................... 23
iKİNCi BÖLÜM
Uygunsuz Eğlence ............................. ......................................................................... 73
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kas Yaparken Göz Cıkarmak
. .
..................................................................... 117
7
lardır. Sadece belli yönlerden bize benzeyen ama başka yön
lerden benzemeyen bir tekinsizlikleri var. John Wyndham'm
The Midwich Cuchoos romanında anlattığı gibi hepsinin, giz
lice bize karşı bir komplo hazırladıklarını hayal etmek o ka
.dar da zor değil. Toplumsal oyuna tamamen karışmadıkla
rı için çocuklann masum olduğu düşünülebilir; ama aynı se
beple şeytanın dölü diye de nitelenebilirler. Bu yüzden Vik
torya Çağı'nda insanlar kendi çocuklannın melek veya şey
tan olmaları fikirleri arasında sürekli gidip geldiler.
Öldürülen bebek davasında çalışan bir polis memuru ,
suçlulardan birine bakar bakmaz onun kötü olduğunu anla
dığını beyan etti. Bu tür olaylar kötülüğün adını kötüye çı
karıyor. Çocuğu bu şekilde şeytanileştirmenin sonucu, yuf
ka yürekli liberalleri zor bir duruma düşürmek oluyor. Ço
cukların yaptıkları şeyin sebeplerini anlamak için toplum
sal şartlara başvuracak olanlara karşı önleyici bir darbe olu
yor bu polisin söyledikleri. Ve böyle bir anlayış er ya da geç
affetmeyi getirir. Bir eyleme kötü demek, onun anlayışımı
zın ötesinde olduğunu söylemektir. Kötülük anlaşılmazdır.
O sadece kendisi için bir eylemdir, tıpkı bir banliyö trenine
çıplak ten üzerine sanlmış bir boa yılanıyla binmek gibidir.
Bu eylemi anlaşılır kılacak bir bağlam yoktur.
Sherlock Holmes'un büyük düşmanı, kötülerin kötü
sü Profesör Moriarty, böyle bir bağlamdan neredeyse tama
men yoksundur. Ancak Moriarty'nin bir İrlanda ismi olma
sı manidardır: Conan Doyle'un yazdığı zamanlarda lngilte
re'de lrlanda Fenianizm devrimciliği ciddi bir endişe yaratı
yordu. Belki de Fenianlar Doyle'a, bir tımarhaneye kapatı
lan sarhoş ve asabi lrlandalı babasını hatırlatıyordu. Bu yüz
den, Moriarty adında birini kötülüğün saf imgesi haline ge
tirmek böylece göründüğünden daha anlaşılırdır. Böyleyken
bile kötü, akıldan ve mantıktan uzak addedilir. 1 99 1 yılın
da Protestan bir lngiliz piskopos, uygunsuz kahkahayı, kay-
a
nağı açıklanamaz bilgiyi , sahte gülüşü, lskoçya kökenli ol
mayı, kömür madeninde çalışan akrabaları ve giysi ile araba
rengi olarak siyaha düşkünlüğü bir insanın bedenine şeyta
nın girdiğini gösteren işaretler arasında sayıyordu. Bu özel
likler anlamlı değil ama zaten kötülük de öyle bir şeydir. Bir
eylem anlamdan ne kadar uzaksa o kadar kötüdür. Kötülü
ğün, bir sebep ya da amaç gibi, kendinin ötesinde var olan
hiçbir şeyle bağlantısı yoktur.
Aslında bu kelime öteki şeylerin yanı sıra zamanla "sebep
siz" anlamına da gelir olmuştur. Eğer çocuk katiller, cinayet
leri (polisin korktuğu gibi) can sıkıntısı, kötü barınma şartla
rı ya da ebeveyn ihmali yüzünden işlemiş olsaydı, şartlar on
ları cinayete zorlamış olurdu ve sonuç olarak o polisin istedi
ği kadar büyük bir ceza almazlardı. Bu durum şu yanlış çıka
rımla sonuçlanır: Sebebi olan bir eylem hür iradeyle gerçek
leştirilemez. Bu görüşe göre sebepler bir tür zorlamadır. Eğer
eylemlerimizin sebepleri varsa, eylemlerimizden sorumlu de
ğilizdir. Kafanı bir şamdanla parçaladığım için suçlanamam
çünkü buna sebep senin beni uyarmak için yanağıma dokun
mandır. Kötülüğün, öte yandan , sebepsiz olduğunu ya da
kendi kendini yarattığını düşünürüz. Bu da, daha sonra gö
receğimiz üzere, kötülüğün iyilikle ortak yanıdır. Kötülüğün
dışında sadece Tanrı'nm kendi kendini yarattığı söylenir.
Polisin bakış açısında gizli bir totoloji veya dairesel argü
man var. insanlar kötü şeyler yapar çünkü kötüdürler. Bazı
nesneler çivit mavisidir, bazı insanlar da kötüdür. Onlar bir
hedefe ulaşmak için değil, işte o tür insanlar olduklarından
kötü eylemlerini gerçekleştirirler. iyi de bu, yaptıkları şeyin
önüne geçemedikleri anlamına gelmez mi? Polis için kötü
lük fikri böylesi bir determinizm fikrinin alternatifidir. Ama
öyle görünüyor ki çevresel determinizmi sadece yerine kişi
liği koymak için bir kenara atıyoruz. Artık seni ağza alınmaz
kötü eylemlere iten toplumsal şartlar değil, kişiliğindir. Ve
9
çevrenin iyileştirilebileceğini tahayyül etsek de -gecekondu
lar yıkıhr, gençlik kulüpleri açılır, uyuşturucu satıcıları ma
halleden kovulur- iş insan doğasına gelince, kökten bir de
ğişime inanmak çok daha zordur. Nasıl tamamen değişip yi
ne de ben olmayı sürdürebilirim ki? Ama eğer ben kötüy
sem, sadece kökten bir değişim işe yarayabilir.
Bunu itiraf ettiremezsiniz ama öldürülen bebek davasın
daki polis gibi, insanlar hakikaten kötümserdirler. Eğer şey
tan, olumsuz sosyal şartlarda değil de insanın içindeyse, o
zaman kötülük yenilmezdir. Ve bu da (diğer bazı insanlar
gibi) polis için iç karatıcı bir durumdur. Çocuklara kötü de
mek, suçlarının ciddiyetini dramatikleştiriyor ve toplumsal
şartları irdeleyen yufka yüreklilerin önünü kesiyor. Suçlula
rın affedilmesini zorlaştırıyor. Ama bunlar, habis davranışla
rın kalıcı olduğu fikrini kabul etme pahasına yapılıyor.
Öte yandan, eğer bebek katili çocuklar kötü olmalannın
önüne geçemiyorlarsa, işin aslı, masumdurlar. Çoğumuz,
hiç şüphesiz, çocukların boşanamayacağına ve ticari sözleş
me imzalamayacağına nasıl inanıyorsak kötü olamayacak
larına da aynı şekilde inanıyoruz. Kötü kan ya da habis gen
fikrine inanan birileri hep olmuştur ama eğer bazı insan
lar kötü doğuyorsa, kendileri bu durumdan, sistik fibrosis
li doğmaktan daha fazla sorumlu değildirler. Lanetlenmele
rini öneren durum, onlann kefaretinden başka bir şey değil
dir. Yani aynı durum, üst düzey bir lngiliz güvenlik danış
manının yaptığı gibi teröristlere deli denmesi için de geçer
lidir. insan bu adam işinin ehli mi diye düşünmeden edemi
yor. Eğer teröristler gerçekten deliyse, ne yaptıklarının far
kında değildirler ve dolayısıyla ahlaken masumdurlar. Bu
durumda teröristlerin Fas'taki gizli hapishanelerde testisle
rinin kerpetenle sıkışunlması değil, akıl hastanelerinde şef
katle tedavi edilmeleri gerekir.
Kötü insanların vücutlarına şeytanın girdiği ve şeytan ta-
10
rafından "ele geçirildikleri" söylenir bazen. Gerçekten de
şeytani güçlerin çaresiz kurbanıysalar lanetlemeyi bırakıpt
t
11
meye çalışıyordu. Bu inanış insanlann davranışlanndan me
sul tutulabileceği ama onların durumlarını göz önüne aldı
ğımızda, yargımızın daha hoşgörülü olacağı anlamına gele
bilir. Ama eğer eylemlerimiz akılla açıklanabilirse, o zaman
onlardan sorumlu olmadığımız anlamına da gelebilir. Oysa
işin aslı akıl ve özgürlüğün sıkı bir şekilde bağlantılı oldu
ğudur. Bu noktayı anlamayanlar için kötücül eylemleri açık
lamaya çalışmak, failleri ipten kurtarmak için düzenlenmiş
şeytani bir girişimdir. Ancak hafta sonlanmı porsukları ne
den canlı canlı haşlayarak geçirdiğimi keyifle açıklamamın
sebebi yaptığım şeyi telafi etmek olamayabilir. Tarihçilerin
Hitler'in yükselişini açıklamaya çalışırlarken amaçlarının
onu daha çekici kılmak olduğunu düşünen çok insan yok
tur. Kimi yorumculara göre, örneğin Gazze Şeridi'nde yaşa
nan umutsuzluk ve yıkıma dayanarak lslamcı intihar bom
bacılarının eylem sebeplerini anlamaya çalışmak onları suç
larından azat etmek demektir. Ama Allah adına küçük ço
cukları bombalarla parçalayanları, yaptıkları korkunç şeyle
rin hiçbir açıklaması olmadığını , insanları sırf zevk için yok
ettiklerini düşünerek lanetleyebilirsiniz. Söz konusu açık
lamanın yaptıkları şeyi haklı çıkaracağına inanmak zorun
da değilsiniz. Açlık, sabahın ikisinde bir fırının kapısını kır
mak için yeterli bir sebeptir ama bizim polis gibi çoğu insan
bunu geçerli bir sebep olarak görmez. Bu arada lsrail-Filistin
meselesini çözmenin ya da Müslümanların taciz edildiği ve
hor görüldüğü durumları gidermenin lslami terörü bir anda
bitireceğini iddia ediyor falan değilim. Acı gerçek şu ki böy
le bir şey için artık çok geç. Sermaye biriktirmenin de, terö
rizmin de momentumu vardır. Ama taciz ve horgörü olmasa
terörün baş göstermeyeceğini söylemek makul bir yargıdır.
Başkalarını anlamanın daha çok hoşgörüye yol açacağı
nı varsaymak da garip. Aslında tam tersi geçerlidir. Birinci
Dünya Savaşı'nın anlamsız katliamları hakkında daha çok
12
bilgi sahibi oldukça, örneğin, katliamları açıklanabilir gör
mekten daha da uzaklaşırız. Açıklamalar ahlaki yargılarımı
zı bilediği gibi körleştirebilir de. Hem aynca, eğer kötülük
açıklamanın, aklın ötesindeyse -eğer anlaşılmaz bir gizem
se- bu konuda kötülük yapanları lanetlemeye yetecek kadar
bilgiye nasıl sahip olabiliriz ki? "Kötü" kelimesini kullan
ma k tıpkı kann boşluğuna indirilen yumruk gibi, genellikle
,
13
lara hoşgörülü davranmalanndan korkuyordu ve on yaşın
daki çocuklann bile ahlaken sorumlu insanlar olduğunu be
lirtme ihtiyacını duyuyordu. (Aslında kimse çocuklara hoş
görülü davranmadı. Bugün artık polis gözetimi altında ol
madıklarına göre öldürülmeleri gerektiğini düşünen insan
lar bile var.) Yani "kötü" bu bağlamda, tıpkı zıddı iyilik gi
bi "yaptıklarından sorumlu" anlamına gelebilir. iyiliğin de
bazen toplumsal şartlanmadan bağımsız olduğu düşünüle
bilir. En önemli modern filozoflardan olan lmmanuel Kant
tam da böyle düşünür. Dickens'ın kahramanı Oliver Twist
içine itildiği Londra suç dünyasının ahlaksız yaşamında iş
te bu yüzden kirletilememiştir. Oliver nurlu yüzünü., ah
laki temizliğini ve bir ıslahevinde büyümesine rağmen, gi
zemli bir şekilde, BBC lngilizcesi konuşma yeteneğini kay
betmemiştir hiç. (Oliver1ın yankesici arkadaşı Artful Dodger
ise Windsor Satosu'nda bile büyüse, koyu bir Cockney* ak
sanıyla konuşurdu diye düşünmeden edemiyor insan.) Oli
ver bir aziz olduğu için değil bu. Hırsızlann, haydutların ve
fahişelerin yozlaştırıcı etkisinden muafsa eğer, bunun sebebi
Oliver'm ahlaki üstünlüğünden çok, içindeki iyiliğin bir şe
kilde genetik olması, tıpkı çevre etkilerine de çillere ve kum
rengi saça olduğu kadar dirençli olmasıdır. Ancak Oliver is
temsiz bir şekilde iyiyse, o zaman sahip olduğu erdem ku
laklarının büyüklüğünden daha takdire şayan değildir. Ay
rıca eğer onu yeraltı dünyasının kötülüğünden koruyan şey
iradesinin saflığıysa, belki de yeraltı dünyası o kadar da kö
tü değildir. Gerçekten de kötü olan bir Fagin o iradeyi yoz
laştırmakta başanh olmaz mıydı? Çocuğun su götürmez er
demi, yaşlı serseriyi gayri ihtiyari iyiliğe götürmez miydi?
Oliver'ın dokunulmaz saflığını düşünerek, sınava tabi tutul
mamış, zora gelmemiş bir iyiliği gerçekten de takdir edebilir
(*) londra'da, işçiler ve alt sınıflar arasında kullanılan bir konuşma biçimi.
14
miyiz acaba diye de sorabiliriz kendimize. İyilik, düşmanla
çetin savaşında ehliyetini kanıtlamalı ve bunu yaparken düş
manın baştan çıkaran gücüne maruz kalmalıdır, diyen eski
moda püriten inançta haklı bir yön var.
Sorumluluk söz konusu olduğunda, Kant ve sağcı tablo
id gazete Daily Mail arasında çok ortak yön var. Ahlak açı
sından her ikisi de yaptıklarımızdan tamamen sorumlu ol
duğumuza inanır. Aslında böylesi bir öz sorumluluğun ah
lakın tam da temeli olduğuna inanılır. Bu açıdan bakıldığın
da toplumsal şartlara atıfta bulunmak sadece bir bahanedir.
Muhafazakarlara kalırsa pek çok insan, feci toplumsal ko
şullar altında büyümüşlerdir ama kanunlara saygıh insanlar
olmuşlardır. Oysa bazı sigara tiryakileri kanserden ölmedik
leri için sigara içen hiç kimsenin kanserden ölmediğini id
dia etmek gibidir bu. Amerikan hapishanelerindeki idam
lık koğuşlarının nüfusunu artıran bu mutlak öz sorumluluk
doktrinidir. lnsanlar tamamen otonom (bu kelimenin mot a
mot anlamı "kendine yönelik bir yasa" demektir) yaratıklar
olarak görülmelidir çünkü yaptıkları şeyi sosyal ya da psi
kolojik şartların etkisine bağlamak, failleri birer zombiye in
dirgemektir. Soğuk Savaş döneminde bu failleri korkulacak
şeylerin en fecisine indirgemekti: bir Sovyet vatandaşına.
Yani zeka yaşı beş olan katiller ve sonunda onları her gün
döven kocalarını haklayan kadınlar Goebbels kadar suçlu
olmalılar. Bir makine olmaktansa varsın suçlu olsunlar.
Ancak etki ahında kalmış ile özgür olmak arasında kesin
bir fark yoktur. Bir şeyden etkilenmek için öncelikle onu akıl
süzgecimizden geçirmemiz gerekir ve yorumlamak sonuç
ta yaratıcı bir eylemdir. Bizi şekillendiren şey geçmişten çok
(bilinçli ya da bilinçsiz olarak) yorumlanmış geçmiştir. Ve
her zaman geçmişi farklı şekillerde yorumlayabiliriz. Hem
sosyal etkilerden uzak birisi, bir zombi kadar kişiliksiz olur
du. Aslında böyle biri bir insan bile olmazdı. Bağımsız bi-
15
rer aktör olarak davranmamızın tek sebebi böyle bir kavra
mın anlamlı olduğu ve bu anlayışla hareket etmemize olanak
veren bir dünya tarafından şekillendirilmemizdir. Başkaları
nın gözünü oymak gibi ayırt edici hiçbir insani davranışımız,
toplumsal belirlemelerden bağımsız anlamında özgür değil
dir. Bir yığın sosyal beceri edinmeden işkence edemez, katli
am yapamayız. Yalnızlığımız bile bir kömür kovasının ya da
Golden Gate Köprüsü'nün yalnızlığı gibi değildir. Sadece ve
sadece toplumsal hayvanlar olduğumuz için, içsel hayatımızı
başkalarıyla dil sayesinde paylaşabildiğimiz için bağımsızlık
ve öz sorumluluk gibi kavramlardan bahsedebiliyoruz. Ku
lağakaçan böceğini bağlayan kavramlar değildir bunlar. So
rumlu olmak toplumsal etkilerden azade olmak değil, böyle
si etkilere belli bir şekilde açık olmak demektir. Onların basit
bir kuklası olmanın ötesinde yaşamak demektir. "Canavar",
eskil inançların kimilerinde, pek çok şeye ek olarak başkala
nndan tamamen bağımsız bir yaratık olarak tanımlanır.
İnsanoğlu gerçekten de belli bir derece özerklik elde ede
bilir. Ancak bunu sadece başka insanlara hissettiği derin bir
bağımlılık, onu her şeyden önce bir insan yapan bağımlılık
bağlamında elde edebilir. Herde göreceğimiz üzere, kötünün
inkar ettiği işte budur. Katışıksız bağımsızlık kötünün rü
yasıdır. Orta sınıf toplumunun en büyük miti de budur. (Bu
orta sınıf olmak kötü olmaktır anlamına gelmez. En militan
Marksistler bile bu görüşe katılmazlar çünkü zaten kötüye
inanmıyorlardır.) Shakespeare tiyatrosunda kendi varoluş
larının tek yetkesi olduklarını iddia ederek sadece kendile
rine güvendiklerini söyleyen karakterler hemen her zaman
kötüdür. Bir insanın kayıtsız şartsız ahlaki özerkliğinden,
bu durumda, sadece onu kötülüğe mahkum etmenin bir yo
lu olarak bahsedebilirsiniz ama bunu yaparken de kötüle
rin pek meftun olduklan bir mite hizmet ediyor olursunuz.
tki çocuğun o bebeği öldürmelerinden yıHar önce, bir baş-
16
ka bebek ölümünün yarattığı galeyan lngiltere'yi bir uçtan
diğer uca sarsmıştı. Edward Bond'un Saved adlı oyunu bir
ahlak histerisine yol açmıştı çünkü oyunda bir grup yeni
yetme arabasında uyuyan bir bebeği taşlayarak öldürüyor
du. Bebek taşlama sahnesi, avareliğin her zaman işsiz kişi
leri kontrolden çıkabileceğine dair eski klişenin yeni bir ör
neğiydi. Söz konusu sahnenin amacı, kötü olmakla uzaktan
yakından ilgisi olmayan, kronik bir şekilde sıkılmış bir grup
gencin nasıl böyle korkunç ve acımasız bir suç işlediklerini
adım adım göstermektir. Şeytanın işsiz güçsüzlere musallat
olduğu söylenir, bu da garip bir şekilde, eğer kendini savaş
suçları mahkemesinde hakimin önünde bulmak istemiyor
san, kendine yapacak bir şeyler bul demek oluyor. Oysa kö
tülerin sorunu yapacak bir şeyler bulmaktan çok, fazlasıyla
meşgul olmalandır. Kitabın i lerleyen kısımlarında kötünün
yokluk ve anlamsızlık duygusuyla nasıl da haşır neşir oldu
ğunu göreceğiz; ve Edward Bond'un o sahnesinin gösterdiği
şeylerden biri, kulağa biraz acımasız bir yorum gibi gelse de,
aslında ergen katillerin, kendileri için bir anlam yaratmaya
çalışmalarıdır. Her daim ayaklanmaya hazır olan lngiliz top
lumunu öfkelendiren eylemin korkunçluğunun kendisi ka
dar sahnenin sıradanlığıydı. Ağza alınmayacak bir kötülü
ğün sonuna kadar tanıdık bir şeyden geldiğini görüyorduk
ve bu da olayın vahametini azaltıyor gibiydi. Oysa kötünün
özel olması gerekiyor, sıradan değil. Kötülük sigara yakmak
gibi değildir. Fenalık monoton ve alelade olamaz. Kötülerin
de, ironik bir şekilde, bu görüşte olduğunu ilerde göreceğiz.
Zira gerçekten de kötü kişiler ve eylemler vardır, yufka
yürekli liberallerin ve çetin Marksistlerin eş derecede yanıl
dığı nokta işte budur. ikinci gruptan olan Amerikalı Mark
sist Fredric jameson arkaik iyi ve kötü kategorilerf'nden 1
"
1 Bkz. Fredric Jameson, Fables of Agression: Wyn dham Lewis, rhe Modemist as
Fascisr (Berkeley ve londra, 1979), s . 56.
17
bahseder ve biz jameson'ın sosyalizmin iktidara gelmesinin
iyi bir şey olacağı kanısında olmadığını düşünmek zorunda
,,
kalırız. İngiliz Marksist Perry Anderson ise �'iyi ve "kötün
gibi kavramların sadece kişisel davranışlarla bağlantılı oldu
ğunu ima eder -ki bu durumda hastalık salgınlarıyla uğraş
manın, ırkçılıkla savaşmanın veya nükleer füzeleri imha et
menin iyi bir şey olarak tan ımlanmasını anlamakta zorla
nıyoruz2. Kendi durumumun gösterdiği gibi, Marksistlerin
kötülük kavramını reddetmeleri gerekmiyor ama jameson
ve bazı solcu mesai arkadaşlan bunu yapıyorlar çünkü ahla
kı ahlakçılıkla karıştırıyorlar. Bu açıdan da, ironiktir, Ame
rika Ahlaklı Çoğunluk Derneği'nin destekçileriyle benzeşi
yorlar. Ahlakçılık, ahlaki yargıların, daha dünyevi konuların
oldukça uzağında, kendilerine ait kapalı bir nüfuz alanında
var olduğuna inanmaktır. Bazı Marksistlerin etik kavramı
nın kendisinden rahatsız olmalarının sebebi budur. Bu on
lara tarih ve politika kavramlarından uzaklaşmak gibi gelir.
Ancak bu bir yanlış anlamadır. Doğru tanımlandığında ah
lak düşüncesi bütün bu unsurları beraber inceler. Bu, Aris
to'nun ahlak kuramı kadar Hegerin ve Marx'ın ahlak ku
ramlan için de geçerlidir. Ahlak düşüncesi politik düşünce
nin alternatifi değildir. Aristo'ya göre ahlak düşüncesi. poli
tik düşüncenin sadece bir parçasıdır. Etik düşüncesi değer,
erdem, insani özellikler, insan davranışının doğası ve benzer
meseleleri irdelerken, politika böylesi insan davranışlarının
gelişmesine ya da bastırılmasına olanak sağlayan kurumlarla
ilgilenir. Bu bağlamda özel ve kamusal arasında aşılmaz bir
uçurum yoktur. Ne ahlak sadece kişisel hayatla bağlantılı
dır, ne de politik olan sadece kamusal hayatla.
lnsaniar kötülük konusunda farklı görüşlere sahiptir. Ya
kınlarda yapılan bir araştırmaya göre günaha inanç en yay-
21
BİRİNCİ BÖLÜM
Kötülük Romanları
23
bir süreliğine hayatını kurtaracak olan yakınlardaki bir ka
yaya kadar yüzmeyi başarır. Öte yandan bütün uğraşları bo
şunadır. lşin aslı Martin daha çizmelerini çekiştirmeye bi
le vakit bulamadan ölür ama bunu anlayamaz. Okur da öy
le, ta ki romanın son cümlelerine dek. Martin hayali kaya
sında debelenip dururken. biz bu yaşayan ölünün durumu
na sırdaşlık ederiz.
Pincher Martin, ölmeyi reddeden bir adamın öyküsüdür.
Ama bir dizi geri dönüşten çabucak öğreniriz ki bu açgözlü,
şehvet düşkünü, çıkarcı deniz subayı aslında hiç canlı olma
mıştır. "Ağzı ve fermuarı açık, elleri almak için ileri uzanmıŞ
,,
olarak doğmuştur o, der bir meslektaşı. Kaya üstündeki tek
başınahğı onun baştan beri hep yalnız bir yırtıcı olduğunu
vurgulamaktadır. Martin diğer insanları kendi çıkarının ya
da keyfinin nesneleri olarak kullanır ve kayanın üstündey
ken yorgun vücudunu, çeşitli görevleri yerine getiren paslı
bir mekanizma gibi görmekten başka bir şey yapamaz hal
dedir. Romanın dinç, kuvvetli üslubunun da gösterdiği gibi,
kahramandan geriye sadece bir hayvan kalmıştır -hep ola
geldiği içgüdüsel olarak kendini kurtarmaya çalışan yaratık.
O zaman Martin'in bilmeden ölmesi yerindedir çünkü ölüm
vücudu anlamsız bir madde parçasına indirger. Ölüm mad
deselliğin ve anlamın ayrışmasını temsil eder.
Vücuduna yabancı laş mış olan Martin, tıpkı bir vinçte otu
ran biri gibi, uzuvlarını manivela kolları gibi kullanırken,
kendi içine çekilmiştir. Kötülük beden ve ruh arasında bir
ayrılmayı içerir -soyut bir baskı kurma ve tahrip etme ira
desiyle bu iradenin yerleştiği anlamsız bir parça et arasında
ki ayrılmayı. Martin görmez; gözlerini çevresindeki şeylere
bakmak için "kullanır''. Hayattayken, onları kendi keyfinin
mekanik araçları olan et parçaları gibi görerek, çevresindeki
insanların vücutlarının gerçekligini inkar etmiştir. Şimdiyse,
katıksız bir ironik dönüşüm sonucu kendi vücudunu sanki
24
bir başkasınınmış gibi kullanır. Bitap düşmüştür� uzuvlan
nı bütünüyle iradesinin zoruyla hareket ettirmek durumun
da kalmıştır ve bu da hayatı boyunca diğer insanlara nasıl
davrandığını vurgulamaktadır. Vücudu artık kesinlikle ki
şiliğinin bir parçası değildir. Vücut kişiliğin tene dönüştü
ğü yer olmaktan çıkıp, kişilikle savaşa tutuşmuştur. Mar
tin'in içinde hala kıpırdanıp duran, uyuşan vücut mekaniz
masını bir despot gibi zorlayan, dizginlenemez yaşama iste
ğiclir. Bütün doğal sınırlan aşan bu istek bir tür sonsuzluğu
sembolize eder. Yaşama isteği, bu yönden, Martin'in ölüm
kalım mücadelesinde karşısında bulduğu Tann'n ın seküler
bir sureti gibidir.
Bu kazazede denizci merhametsiz bir istemin bir arada
tuttuğu hayatsız dokular bütününden öte değildir. Bu is
tem romanda "karanlık merkez" diye nitelenen yerdedir -
Martin'in kafasında bir yerlere gömülmüş sonsuza değin te
tikte olan bilinç merkezi, onun gerçekten de yaşadığı tek
yerdir ki bunun bile bir yanılsama olduğu çıkacaktır orta
ya. Bu karanlık merkez kahramanımızın kendini tartmak
tan uzak canavarımsı egosudur. Bu durum hem gerçek an
lamında hem de ahlaki anlamda düşünülebilir. insan bilin
ci kendi arkasına geçemez çünkü kendisini tart ar, değer
lendirirken bile bunu yapan kendisidir. Bilincimizin çıkıp
geldiği tekinsiz bölgelerle ilgili kavrayışımızın kendisi za
ten bir bilinç eylemidir ve bunu yaparken o karanlık bölge
den uzaklaşmıştır. Pincher Martin de, kendi yağmacı doğa
sını seçme anlamında , gerçekten de kim olduğunu bilmez.
Eğer kim olduğunu bilebilseydi, pişman olabilir ve gerçek
ten de ölebilirdi. Halihazırda kafasının içine tıkılıp kalmış
tır. Konturları baştan beri kendine tanıdık gelen kaya bile
ağzında eksik olan bir dişe benzemektedir. Kelimenin ger
çek anlamında , kendi kafasının içinde yaşamaktadır. Ce
hennem, Jean-Paul Sartre'ın iddia ettiği gibi, başkaları de-
25
gildir. Tam tersi doğrudur. lnsanlann en korkuncuyla, akıl
almayacak kadar monotonuyla, yani kendinle, bir yere tıkı
lıp kalmandır cehennem.
Romanın ölen ama öldüğünü kabul etmeyen karakteriyle
gösterdiği, aslında ürpertici bir Aydınlanma Çağı insanı im
gesidir. Bu kesinlikle, Golding gibi tutucu bir Hıristiyan kö
tümserinden bekleneceği gibi, muhteşem özgürleşme akı
mının büyük oranda tek yönlü bir betimlemesidir. Golding
yine de olağanüstü bir açıklıkla aydınlanmanın bazı nahoş
yönlerini yakalamıştır romanında. Gördüğümüz gibi Mar
tin., dünyayı, kendisinin ve başkalannın vücutları da dahil
olmak üzere, buyurgan iradesiyle şekil verdiği değersiz şey
ler yığını olarak gören bir rasyonalisttir. Önemi olan tek şey
kendi kaba istekleridir. Sömürgeci atası Robinson C rusoe
gibi mahsur kaldığı ufacık kayanın üstünde bile saltanat sür
meye çalışır: Kayanın farklı bölümlerine isim verir, kayanın
üstündeki ufak parçalan zorla koparıp onları bir tür düzene
sokar. Sanki kayanın üstündeki çevik, becerikli hareketleri,
öldüğü gerçeğini kendinden saklamanın bir yoludur. Martin
bu yönden de, odun kesip, ıssız adasında bir Londra varoşu
marangozunun kayıtsız sağduyusuyla barikatlar kuran Ro
binson Crusoe gibi hareket eder. Yerlerin en egzotiğinde bi
le böylesi azimli bir Anglosakson iş bilirliğine şahit olmanın
iç rahatlatıcı bir yönü var. Hafif delice bir yönü de cabası.
Aslında Martin'in en çok değer verdiği iş bilir, elverişli
akıldır. Yanılgı içinde, Prometheus'a benzetir kendini, Ay
dınlanma Çağı'nm ve Kari Marx'ın en gözde mitolojik kah
ramanına. Prometheus da bir kayaya zincirlenmiş ve tanrı
,,
lara direnmektedir. "Pes et, bırak gitsin, diye mınldanmak
tadır Martin'in kulağındaki baştan çıkarıcı ses; kendi üze
rindeki tahakkümünü gevşetmekten ödü kopmaktadır çün
kü bu ölümün işareti olabilir. Hayatında kendisinden başka
bir şeyi olmadığından, yaşamın onun için tek alternatifi salt
26
hiçliktir. Ve kayanın üstündeki ıstıraplı yaşam bile yok olu
şun her türüne yeğdir.
Martin ölemez çünkü kendini ebediyen yok olamayacak
kadar değerli görmektedir. Aynı zamanda ölmeyi beceremez
çünkü sevmeyi beceremez. Sadece iyiler ölmeyi becerebilir.
Martin ölüme teslim olamaz çünkü yaşarken de hiç kimseye
bırakmamıştır kendini. Bu anlamda, nasıl yaşamışsanız, öy
le ölürsünüz. Ölüm, eğer başarıyla gerçekleştirmek istiyor
sanız, yaşarken provasını yapmanız gereken bir kendinden
vazgeçiştir. Aksi takdirde ölüm bir ufuk değil bir fasit dai
redir. Başkalan-için olmak ve ölüme-doğru olmak aynı du
rumun farklı yönleridir sadece. Pincher Martin bazen cehen
nemle ilgili bir roman olarak anılır ama aslında Arafla ilgi
li bir hik�yedir. Araf ahlaken vasat olan insanların oturup,
isimleri okunana kadar bekledikleri ve günahlarının karşı
lığı olarak türlü aşağılayıcı kefareti yerine getirdi kten son
ra ayaklarını sürüye sürüye, utanmadan cennete gitmek için
terk ettikleri bir bekleme odası değildir. Hıristiyan teolojisi
ne göre Araf, içinde eser miktarda bir itirazla kendini ölüme
teslim etmene yetecek kadar sevgi olup olmadığını anladığın
ölüm anının ta kendisidir. işte şehitler -başkalan için kendi
ölümlerinin kucağına atlayanlar- geleneksel inanca göre bu
yüzden doğruca cennete giderler.
Martin cehennemde değildir. Yürüyen bir ölü olsa da ha
yaletimsi bir sureti hala ortalarda dolaşmaktadır ve katıksız
bir yok oluşu simgeleyen cehennemde yaşam olamaz. Borç
veya aşk ya da umutsuzluk adında maddesel bir yerde kim
senin olamayacağı gibi cehennemde de kimse olamaz. Gele
neksel teolojiye göre cehennemde olmak, Tann'nın sevgisi
n i bile isteye reddederek onun ellerinden düşmektir, elbet
te böyle bir şey mümkünse. Bu açıdan bakıldığında, cehen
nem insan özgürlüğüne yapılabilecek en cafcaflı iltifattır. Bir
insan yaratıcısının tatlı dilini, nazik davranışını reddedebi-
21
liyorsa, bu insan gerçekten de güçlü olmalıdır. Ama bütün
canlılığın kaynağı olan Tanrı'nın dışında hayat olamayaca
ğına göre cehennem yok oluştur, sonsuzluk değil. Cehen
nem ateşi diye bir şey varsa bu sadece Tanrı'nın gaddar sev
gisinin ateşidir ve yalnız bu sevgiye katlanamayanları yakar
bitirir. Lanetlenmişler Tann'yı şeytani bir dehşet olarak ya
şayacaklardır çünkü Tann onların benliklerini zorla ele ge
çire ceğini söylemiştir. Tann�nın onlara sevgisi ve merhame
ti azalmıştır ve böylece onların sahip olduğu en önemli var
lıklar tehlikeye girmiştir. Cehennem ateşinden korkanlar ar
tık rahatlayabilir. lyi haber şu ki sonsuza kadar ateşte kav
rulmayacaklar. Çünkü işte kötü haber geliyor, sadece hiçli
ğe dönüşeceklerdir.
Kesin olarak bilemeyiz ama muhtemelen Christopher
Martin'e olan da budur işte. Tıpkı Othello'nun sırf varo
luşuyla Iago'yu öfkeden kudurtması gibi Martin'i, müna
sebetsizce hep gözüne soktuğu masumiyetiyle çileden çı
karan arkadaşı Nathaniel "ölüp cennete doğru yok olmak
tekniği"nden , şeylerin nihai gerçeğinde erimekten bahseder.
Martin'in ona tepkisi pek soylu olmaz: Nat'i öldürmeye ça
lışır. lçinde bulunduğumuz bu sapkın durumda Nat, Tan
n'nın sevgisinin bize "kesin bir yok oluş" olarak ulaşacağını
iddia eder: "Varlık ve yokluktan uzak. Anlıyor musun? Ha
yat dediğimiz her şeyi yok eden bir tür kara şimşek." Tan
rı yüce bir hiçliktir. Amansız merhameti, kendini ona bıra
kamayanlara kesinlikle dayanılmaz bir hakaret gibi gelecek
olan bir sevgi teröristidir Tanrı. Lanetlenmişler Tanrı'nın
"iyi"' sonsuzluğunu "kötü" sonsuzluk olarak yaşayacak
olanlardır. Aynı şekilde , sanat tarihçilerinin ulvi diye nitele
diklerini (yükselen dağlar. fırtınalı denizler, sonsuz gökyü
zü) berbat ya da muhteşem ya da hem berbat hem de muh
teşem bir şekilde tecrübe edebilirsiniz.
Lanetliler, tıpkı Faust gibi, sınırlan kabul ermek için fazla
28
mağrurdurlar. Sonlu olanın karşısında diz çökmeyecekler
dir, hele ki kendi faniliklerinin karşısında. Bu yüzd en gurur
tipik bir şeytani erdemsizliktir. Lanetliler yine aynı sebeple
ölümden korkarlar çünko ölüm insanın tartışılmaz sınındır.
Romanda Tann'nın "iyi" hiçliğiyle Martin'in "kötü" hiçliği,
katışıksız yaşamsızlığı karşılaştınlmaktadır. Nihai hesaplaş
mada "Şefkatinize tükürürüm [ . . . 1 Cennetinize sıçarım ! " di
ye hırlayacaktır. Siyah şimşeğin çizgileri, içeri dalabileceği
bir gedik ya da zayıf nokta aramak için etrafında acımasız
ca dolanırken, Martin, kendi kişiliğinin ele geçmez karanlık
merkezi üzerine bir kaplumbağa gibi çöreklenmiş, ıstakoza
benzer bir çift devasa pençeye indirgenmiştir. Şimşek onları
gevşetmek için bitmez tükenmez bir sabırla pençeleri yokla
yıp durmaktadır:
29
Romanın mahşer gününe dair korkunç sonu üzerine söy
lenmesi gereken bir şey daha var. Siyah şimşek yıkıcı dö
nüşüm işlemine başladığında kayanın ve okyanusun sadece
,,
"k�ğıt üstünde olduğu ortaya çıkar:
30
,,
at Operasyonu nu anlatan bir kitap yayınlanmıştır. Ope
rasyonda lngilizler, ispanya kıyısı açıklarına üzerinde lngi
liz donanmasına ait bir üniforma olan bir asker cesedi bıra
kırlar. Askerin çantasında ittifak Kuvvetleri'nin Avrupa'nın
hangi bölgelerini istila edeceklerine dair mektuplar vardır
ve mektuplar cesedi bulan Almanları başarıyla kandırmış
nr. Operasyonda kullanılan cesedin kod adı William Mar
tin'dir ve Ewen Montagu'nun Mincemeat Operasyonu'yla
ilgili Var Olmayan Adam adlı kitabının yeni baskısının ön
sözünde kimliği bugüne dek bilinmeyen askerin j ohn Mc
Farlane -ki bir lskoç adıdır- adında biri olduğu iddia edilir.
Montagu'nun kitabından yapılan filmde de kimliği bilinme
yen askerin muhtemelen lskoçya'nın Hebrides bölgesinden
olduğuna dair imalar bulunur. Pincher Martin de ise, belki
'
31
iki romanda da fabl biçemi .. romanın ahlaki sonucunu be
lirlemektedir.
G olding, bir başka romanı olan Mirasçılar'da, henüz "düş
,,
memiş bir homi nid kabilesini daha tehlikeli ve yıkıcı bir
,
kültürle tanıştırırken, okura "düşme, , günaha bulaşma anı
nı gösterir. Bu ikinci kabile, daha gelişmiş bir dil yetisi oldu
ğu için , kavramsal soyutlamaya ve teknolojiye geçiş yapmlş
tır. Bu da daha ölümcül silahlar yapabilmeyi beraberinde ge
tirmiştir. Sanki bu daha gelişmiş topluluk doğayla bağlannı
kdparmış ve bütün belirsiz k azanç ve kayıplarıyla, gerçek ta
rihin istikrarsızlığına girmiştir. Düşüş, tartışılmaz bir teolo
jik doğrulukla, aşağı doğru değil de yukarı doğru bir düşüş
olarak resmedilmiştir. Bu insanların doğal dünyadan ve hay
vanların masumiyetinden yukarı doğru, coşturucu, mideyi
altüst edecek kadar sallantılı bir tarihe "saptığı.. bir felix cul
pa veya talihli bir hatadır. Bu , Golding'in bir başka romanı
nın adını kullanarak söylersek, serbest "düşüş"tür - ölüm
cül,. gelişkin dilsel uyanışın başlangıcında ortaya çıkan iki
uçlu özgürlükle bağlantılı bir düşüş.
Serbest Düşüş yazarın karmaşık alegorilerden ve yasak
meyveden tamamen uzak durduğu, ilk günahla ilgili en ince
,,
likli irdelemesidir. Bu romanda ''ilk'1 , "başlangıçta olan dan
,, ,,
daha çok "kökünde olan demektir. Romana göre "düşmüş
olmak insan özgürlüğünün peşi sıra getirdiği sefalet ve sö
mürüyle yakından ilgilidir. '�Düşmüş" olmak kendisiyle çe
lişen hayvanlar olmamızdan kaynaklanmaktadır çünkü ya
ratıcı ve yıkıcı güçlerimizin kökü aynıdır. Hegel, kötülüğün
bireysel özgürlükle eşgüdümlü geliştiğini söyler. Dil yete
neklerine sahip bir yaratık dilsiz yaratıkların çok daha öte
sinde bir gelişme gösterir. A ma bu gelişme, güçlü pek çok
yaratıcılık kaynağı gibi, oldukça tehlikelidir aynı zamanda.
Dil gibi yeteneklere sahip bir hayvan çok hızlı gelişme, ken
dini aşma ve işi hiçliğe vardırma tehlikesi altındadır hep. ln-
32
sanda kendini göçertme ve yok etmeye yönelik bir şey var
dır. Ve işte Adem ve Havva'yı kendilerini yok etmeye yö
nelik yaratıcı güçlerini kullanırken gördüğümüz lncil'deki
Hdüşme" mitinin anlatmaya çalıştığı budur. insan Faustvari
insandır, kendi keyfi için doymak bilmez azmiyle, sonsuzun
cazibesince hep kendi sınırlarının ötesine çekilen insan. Bu
yaratık sonsuza olan kibirli aşkıyla bütün fani olanlara sırtı
nı döner. Ve sonsuzluk bir tür hiçlik olduğundan, bu hiçliğe
yönelik arzumuz daha sonralan Freudyen ölüm isteği olarak
göreceğimiz kavramın ifadesidir.
Faust fantezisi, bu durumda dünyevi ve şehvaniye yö
nelik püriten hoşnutsuzluğumuza sırt çevirmektedir. Son
suza ulaşmak için (ki aralarında Amerikan Rüyası da olan
pek çok adla anılan bir projedir bu) bizi güçsüzleştiren acı
nası vücudumuzun dışına çıkmalıyız. Kapitalizmi diğer ta
rihsel yaşam tarzlarından ayıran, onun doğrudan insan tü
rünün istikrarsız, kendiyle çelişen doğasına yönelmesidir.
Sonsuz -bitmez tükenmez kar arzusu , teknolojik gelişme
nin hiç durmayan ilerlemesi, sermayenin bitevi yayılmacılı
ğı- hep sonluyu aşmaya ve onu yok etmeye yöneliktir. Aris
to'nun da söylediği üzere,. nesnelerin değişim değeri potan
siyel olarak sınırsızdır, kullanım değerinin çok daha üzerin
dedir. Kapitalizm sırf varlığını sürdürebilmek için bile sü
rekli hareket halinde olmak zorunda olan bir sistemdir. Sü
rekli ihlal onun özünde vardır. Başka hiçbir tarihsel sistem,
özünde iyi olan insanın kolaylıkla ölümcül amaçlara yönel
tilebileceğini bu kadar açık bir şekilde gözler önüne sere
mez. Kapitalizm bazı saf solcuların düşündüğünün aksine
bizim "düşmüşlüğümüzHün sebebi değildir. Ama bütün in
san rejimleri arasında hiçbiri, bir dil hayvanının içindeki çe
lişkilerini bu denli kötüleştirmemiştir.
Thomas Aquinas bize sağduyumuzun vücudumuza sıkı
sıkıya bağlı olduğunu göstermiştir. Kabaca söylersek, bel-
33
li bir tür hayvan olduğumuz için belli bir şekilde düşünü
rüz. Belli bir durumda varlığını sürdürmesi. mesela, man
tığımızın bir özelliğidir. Dünya üstünde belli bir bakış açısı
içinde düşünürüz. Bu gerçeğe ulaşmamızda bir engel oluş
turmaz. lşin aslı, bizim gerçeğe ulaşmamızın tek yolu bu
dur. Ulaşabileceğimiz gerçekler sadece bizim gibi fani ya
ratıklara uygun olan gerçeklerdir. Ve bunlar ne meleklerin
ne de karıncayiyenlerin gerçekleridir. Ancak idealistler bi
ze kolaylıklar sağlayan bu sınırlan kabul etmeye yanaşmaz
lar. Onlara kalırsa sadece hiçbir bakış açısının etkisinde ol
mayan gerçekler otantiktir. Geçerli olan tek bakış aç1sı Tan
rı'nın gözünden görülendir. Fakat bu bakış açısından insan
hiçbir şey göremez. Bizim için mutlak bilgi düpedüz körlük
olurdu. Her şeyi daha açık görmek için kendi sınırlı durum
larından çıkmaya çalışanlar sonuçta hiçbir şey göremeye
ceklerdir. Adem ve Havva gibi Tann'ya özenenler helak olur
ve kendi cinsel suçluluklarından kurtulmak için incir yap
rağına muhtaç olmayan hayvanlardan bile aşağı bir duru
ma düşerler. Böyle olsa bile, bu sapkınlık doğamızın önem
li bir bölümüdür. Bu bizim gibi rasyonel hayvanlar için sü
rekli bir olasılıktır. Hemen önümüzdekinin ötesine ulaşmak
demek olan soyutlama olmaksızın düşünemeyiz. Ama so
yut kavramlar bütün şehirleri yakıp yıkmamıza olanak ver
diğinde işin ucunu kaçırdığımızı anlarız. Yakamızı bırakma
yan bir yanlış yöne sapma ihtimali, akıl yürütme yeteneği
mizin bir parçası olmuştur artık. Bu ihtimalin olmadığı yer
de ise sağduyu işleyemez.
Özgürlük ve yıkıcılığın birbirine bağlı olduğu başka bir
yön daha var. Pek çok hayatının girift bir şekilde iç içe geç
tiği karmaşık kader ağlannda, bir bireyin özgürce seçilmiş
eylemi, kim olduğu bilinmeyen sayısız insanın hayatında yı
kıcı, öngörülemez etkiler yaratabilir. Bu etkiler farklı bir şe
kilde gelip başımıza bela olabilir. Bizim ve başkalarının geç-
34
mişte özgür iradeyle yaptığı şeyler, kimsenin etkisi olmak
sızın, anlaşılmaz bir süreçte bir araya gelip, şu anda, şimdi
de kaderin bütün çetin güçleriyle karşımıza dikilebilir. Bu
sebeple biz, kendi yaptıklarımızın sonucuyuzdur. Böylece
de, önüne geçemediğimiz belli bir özyabancılaşma yaradılı
şımızın içine işlenmiştir. "Özgürlük" der Thomas Mann'ın
Doktor Faustus romanında Adrian Leverkühn , "diyalektik
dönüşleri pek sever" . Bu sebeple ilk günah (elmayı yemek)
bir özgürlük eylemiyle bağlantılıdır ama aynı zamanda ken
di seçimimiz olmayan ve kimsenin suçlanamayacağı bir du
rumla da ilgilidir. Elmayı yemek kusur ve zarar içerdiği için
"günah"tır ama istemli kötülük içermediği için de "günah"
değildir. ilk günah, Freud'un arzu için söylediği gibi, bilinçli
bir eylemden çok, doğduğumuzda kendimizi içinde buldu
ğumuz o rtak bir durumdur.
Hayatlanmızın iç içe geçmişliği hem dayanışmamızın kay
nağı hem de birbirimize verdiğimiz zararın köküdür. Filo
zof Emmanuel Levinas'ın dediği gibi '1Öteki'yle dayanışma
,,
nın temelinde sanki Ö teki'nin zulmü vardır. , James Joy·
ce'un Ulysses'inin kederli bir noktasında, romanın uzun sü
redir ıstırap çeken Yahudi kahramanı Leopold Bloom sev
giden nefretin zıttı olarak söz eder. Söylediği doğru olsay
dı Leopold'a biz de katılabilirdik. Ama sevginin kızgınlık ve
şiddetle yakından bağlantılı olduğunu düşünmemizi gerek
,
tiren makul Freudyen sebeplerimiz var. Oscar Wilde ın söy
lediğinin aksine her zaman sevdiklerimizi öldürmüyor ola
biliriz ama sevdiklerimizle ilgili son derece kanşık hislerimi
zin olduğu doğrudur. Aşk1n, kendini riske atmayı gerektiren
meşakkatli bir süreç olduğu düşünüldüğünde, hislerimizin
karışık olması şaşırtıcı değildir. Romancı Thomas Hardy, öz
gür ve başkalarını gözeten bir dizi karar sonucu kendimi
zi, çevremizdeki insanlara ciddi zararlar vermeden bir mi-
l Emmanuel levinas, Orherwise Than Being (Pittsburg, 1981), s. 192.
35
hm bile kımıldayamayacağımız bir köşeye sıkışmış bulabi
leceğimizi söyler.
Golding'in Serbest Düştlş'ündeki Sammy Mountjoy "in
sanlar birbirlerini öldürmeden adım bile atamıyorlar gali
ba," der. Bu anlayıştan var olmak, suçlu olmaktır fikrine ise
bir kanş ya var ya yok. llk günah doktrini bu suçluluk fik
rine yaslanmaktadır. "Günah her birimizde kendini çoğalt
maktadır," Adorno'ya göre. "Eğer( . . . ) her an neler olduğu
nu ve varoluşumuzun hangi olaylar zincirine bağlı olduğu
nu bilseydik , ve yanlış hiçbir şey yapmamış olsak bile var
lığımızın yıkımlarla nasıl da iç içe olduğunu bilseydik ( . . 1 .
36
de yeniden düzenlerler. Eğer psikanaliz kuramı doğruysa,
bu bebekler, vücutlarını başkalarınınkilere bağlayan ve on
lar için sürekli bir sıkıntı kaynağı olacak görünmez dürtüler
yumağının tesiri altına çoktan girmişlerdir.
tık günah atalarımızdan değil ebeveynlerimizden kalmış
tır bize; onlara da kendi ebeveynlerinden mirastır. Geçmiş
bizi biz yapandır. Hayaletimsi atalarımız, arzularımızı ön
ceden programlayarak ve eylemlerimizi haylazca çarpıklaş
tırarak, en sıradan hareketlerimize dahi sinmiştir. tık ve en
ihtiraslı aşk ilişkimiz, biz birer biçare bebekken yaşandığı
için hayal kırıklığı ve doymak bilmez ihtiyaçlarla iç içedir.
Ve bu da sevgimizin her zaman defolu olacağını göstermek
tedir. Tıpkı ilk günah doktrininde olduğu gibi, defolu sev
gimiz benliğimizin tam merkezinde yer almaktadır ama bu
nu n için kimseyi suçlayamayız. Aşk hem gelişmek için ihti
yacımız olan hem de asla başaramayacağımız bir şeydir. Tek
umudumuz zamanla daha başarılı başarısızlar olmamızdır
ama bu da neticede yeterince iyi olmayabilir elbette.
O halde Jean-Jacques Rousseau insanların özgür doğdu
ğunu düşünürken yanılıyordu. Bu, insanların günahkarlar
olarak doğduğu anlamına da gelmez. Konuşamayan hiçbir
canlı -ki bebekler böyle tanımlanır- günahkar olamaz. Teo
log Herbert McCabe "Bütün gebelikler kutsaldır�" 3 der. Öyle
bile olsa attığımız ahlaki zarlar çoğu zaman gele gelir. Kap
lumbağalar nasıl masumsa bebekler de o anlamda masum
d�r (başi,{a bir deyişle zararsızdırlar), yoksa sivillere makine
li tüfeğini doğrultmayı reddeden bir yetişkin anlamında de
ğil. Onlann masumluğunun övülecek özel bir tarafı yoktur.
Biyolojimiz gereği ben odaklı doğanz. Egoistlik doğal hali
mizdir; iyi olmak ise hayata dair bir dizi karmaşık beceri öğ
renmemizi gerektirir. Kad1 n ve erkek doğumla birlikte derin
bir karşılıklı bağımlılığa zorlanır -bu küçük burjuva bakış ·
38
mak gücümüzün ötesinde olsa da. sosyal adaleti sağlamak
elimizdedir.
Üstelik bazı şeyleri değiştirememiz o kadar da kötü değil
dir. Sadece yeniye tapan bir toplumsal düzen bu fikre katıl
maz. Böyle düşünmek postmodemizmin pek çok yanılgısın
dan sadece biridir. Bebeklerin bakıma muhtaç olduğu gerçe
ğini değiştiremeyiz ama bu yüzden dişlerimizi gıcırdatma
ya da gerek yok. Süregelen her şeyin siyasal solu rahatsız et
mesine de gerek yok. Süreklilik tarihte en az değişim kadar
önemli bir unsurdur ve pek çok sürekliliğin kıymetini bil
meliyiz. Sırf dolunay diye büyük insan kitlelerinin düzenli
olarak katledilmemesi beşeri kültürlerin süregelen özellikle
rindendir ve bu durum postmodemistlerin keyfini kaçırma
malıdır. Süreklilik kendi içinde değişimden ne daha değerli
ne de daha değersizdir. Değişimin devrimci, sürekliliğin ise
tutucu olduğu bir yanılgıdır. Richard j. Bemstein, "kötülüğü
insanlık durumunun değişmez bir özelliği ,, 5 olarak gönne
tuzağına düşmemeliyiz. der, çünkü böyle yaparsak bu so
runla ilgili yapacak hiçbir şey olmadığını itiraf etmiş oluruz.
Onu kabul etmek zorunda kalırız. Ancak , bir şey sırf insan
lık durumunun süregelmiş bir özelliği diye onunla ilgili hiç
bir şey yapmayacağımız anlamına gelmez bu. Hastalık böy
lesi sürekli unsurlardandır ama doktorları ellerini kollannı
bağlayıp kaderciliğe teslim olmaya razı etmeye yetmiyor. in
sanlar muhtemelen kanlı çatışmalar yaşamaya devam ede
ceklerdir ama ihtilaflara çözüm getirmeye çalışmayacak de
ğiliz. Adalet sağlama isteği de insanlık durumunun sürekli
unsurlarından olabilir elbette. Tarihi kayıtlar şüphesiz bunu
göstermektedir. Varoluşumuza dair süreklilikler için her za
man yas tutmamız gerekmiyor. Eğer bunu yapıyorsak dog
matik düşünüyoruz demektir ve başka fikirlere kapalıyızdır.
Bir başka postmodem bağnaz dogma ise farklılığı ve çe-
39
şitliliği her zaman övmeliyiz , der. Şüphesiz çoğu zaman öy
le yapmalıyız. Ama kaba gerçek şu ki� eğer insan ırkı , türün
devamını sağlayacak sağda solda kalmış birkaç sapkın he
teroseksüel hariç neredeyse tamamen eşcinsel Latinolardan
oluşsaydı, tarihimizdeki pek çok kargaşayı ve katliamı ke
sinlikle yaşamak zorunda kalmayacaktık. Şüphesiz �cinsel
Latinolar kısa bir sürede bin tane düşman mezhebe bölünür,
tepeden tırnağa silahlanır ve diğerlerinden sadece küçük ya
şam tarzı farklılıklanyla aynlırlardı. Yine de bu partizanlık,
bir grup insanın kendinden çok farklı renklere sahip bir baş
ka grupla karşılaştığında sıklıkla yaşananların yanında sol
da sıfır kalır. Söz konusu ihtilaflar elbette politik görünebi
lir. Ama evrim sürecinde tartışmasız bir öneme sahip bir eği
limimizi, potansiyel hasımlar karşısında korku, güvensizlik
ve düşmanlık hissetmeye yönelik içsel eğilimimizi itiraf et
meden onları çözümlememiz pek olası değildir.
Biz ilk günah fikrine geri dönelim. Golding'in Serbest Dü
şüş romanında, kahramanımız Sammy Mountjoy, özgürlü
ğünü kayb e tti ği anı bulabilmek amacıyla kendi varoluşu
nun son derecede girift metnini çözümlemeye girişir. (Dub
lin'deki bir hapishanenin adı da Mountjoy'dur .) Kendi deyi
şiyle, suçluluğu çok bulaşıcı bir virüs gibi bir insandan baş
ka bir insana geçiren uberbat soy çizgisi"nin peşindedir. "Ne
masumuz ne de kötü,11 diye düşünür Sammy. uBiz suçlu
yuz. Düşmüşüz. Ellerimizin ve dizlerimizin üzerinde sü�
nüyoruz. lçli içli ağlıyor ve birbirimizi parçalıyoruz." Ancak
"düşüş" bir andan ibaret ve geçmişte olup bitmiş değildir.
Sammy, sevgilisi Beatrice1i mahvetmiştir ve "Beatrice ve ben
den oluşan bu sebep sonuç okyanusunda" sondaj yapmak
tadır. Ancak Sammy de çocukken, kendisini evlatlık edinen
sübyancı rahibe aşık bir öğretmen tarafından mahvedilmiş
lir. Böylelikle karmaşık inci n me ve incitme, eylem ve karşı
eylem ağı bitimsizce dallanıp budaklanır. Olumsuz birlik di-
40
ye niteleyebileceğimiz bu durum, her yönde belirsizce dağı
lıp durur.
Golding'in romanında sadece bağışlayıcılık, düğümü ke
serek ve ölümcül sebep sonuç devresini kapatarak, bu ze
hirli soy çizgisini kırabilir. Sammy işte bu yüzden öğretme
nini affetmek için çocukluğunun geçtiği eve gider ama ora
da kendisine yaptığı sadistlikleri bilinçaltının derinlikleri
ne itip masumluğa sığınmış bir kadından başka bir şey bu
lamaz. Romanın anlatıcısına göre masumlar bağışlayıcı ola
mazlar çünkü kendilerine yapılan kötülüğün farkında değil
lerdir. Mountjoy sonuçta suçluluk hissiyle yerde yatarken
üstünlük sadist öğretmene kalmıştır. Beatrice de aynı şekil
de kendini deliliğin kucağına atmıştır ve her türlü ahlaki so
rumluluğun ötesine geçmiştir. Ölümcül soy çizgisinin ger
çekten de kınlması Sammy'nin affetmesine degil affedilme
sine bağlıdır. Zaten Sammy bir Nazi kampında , küçük bir
depoda korkudan çıldırmak üzereyken artık özgür olduğu
nu öğrenir ve roman böylece bir merhamet anında sonuca
bağlanır.
41
lik. Sanki gün ışığı garip bir hızla değişmişti, akşamın ısısı
bir anda düşmüştü ya da odadaki oksijen göz açıp kapaya
na kadar iki katına çıkmıştı ya da azalmıştı; belki de bütün
bunlar ve başka şeyler de olmuştu da bilmiyordum çünkü
bütün hislerim aptallaşmıştı ve bana hiçbir şey açıklayamı
yorlardı. Tahtaların arasındaki açıklıktan içeri soktuğum
sağ elimin parm akl arı cansız açılıp kapandı, bir şey bula
madı ve boş olarak geri çıktl. Biri para kutusunu almıştı .
42
geçer. Bu dünyada, mesela bisikletler ve bisikletçiler, onlann
atomlarını kanştıran ve gizlice birbirlerinin özelliklerini al
malanm sağlayan incelikli bir ovnos işlemine tabi tutulurlar.
lnsanlan, sanki gidonlan üzerinde duruyormuş gibi öylesine
şömineye dayandıklannı görebilirsiniz. Suçlu bir bisiklet asıl
dığında bisiklet şeklinde bir tabut yapmak zorunluluğu çıkar
ortaya. Roman , bazılan hiçlik , boşluk ve sonsuzluk hakkında
olmak üzere, bir sürü metafızik paradoks ve bilinmezlikle do
ludur. Romanın anlatıcısı ölünce isimsiz biri haline gelir (ki
başta da ismini biliyor değildik). Bilinmez bir sebeple de isim
siz olması bir kol saati edinmesini imkansız hale getirir. Ro
manda aynca De Selby adında Fransız bir akademisyenle ilgili
uyduruk bilgilerle dolu pasajlar vardır. De Selby'e göre gece
nin karanlığı siyah somut bir maddeden kaynaklanmaktadır
ve kendisi bu koyu maddeyi şişelemeye çalışmaktadır. Uyku
,,
ise, zehirli "atmosferik kirlilik in sebep olduğu nefes alma sı
kıntısından kaynaklanan bir dizi baygınlık nöbetinden oluş
maktadır. De Selby galiba saf yokluk fikrine katlanamıyor zi
ra hiçliğin de bir şey olduğu inancındadır.
Romanda Eshervari başka yamulma ve yok olma imgele
ri de var -bir polis karakolunda boyutu olmayan bir oda, bir
evin duvanna sokuşturulmuş bir başka karakol, derinliği ve
tanımlanabilir rengi olmayan gir grup nesne. Polis memu
ru McCruiskeen, bazıları gözle görülmeyecek kadar küçük
olan kutular yapmaktadır. Bu kutuları üretirken kullandı
ğı araçlar da görülemeyecek kadar küçüktür. Anlatıcıya "Şu
anda yapmakta olduğum,'' der, "neredeyse hiç boyunda. Bir
numaralı kutu şu yaptığımdan milyonlarcasını alır ve eğer
düzgün katlanırsa, bir kadın binici pantolonu için bile yer
,,
kalır. Bu güzel kutu nerde durup yok olacağını bilir . Bütün
bunlara anlatıcı, saygıyla ama biraz da yavan bir sesle, şöyle
,,
cevap verir: "Bu tür işler insanın gözünü yorar.
McCruiskeen anlatıcının elini, görünüşte tenine dokun-
43
mayan bir mızrakla delmeyi de başarır. Mızrak anlatıcının
tenine dokunmaz çünkü mızrağın görünürdeki ucu , ya
ni insan gözünün görebildiği ucu, gerçek uç değildir. Mc
Cruiskeen bu durumu şöyle açıklar: "Uç sandığın şey aslın
da uç değil keskinliğin, sivriliğin başlangıcıdır . . . Uç yakla
şık 18 santimdir ve öyle sivri ve incedir ki çıplak gözle gö
remezsin. Sivriliğin ilk kısmı kalın ve sağlamdır ama onu da
göremezsin çünkü gerçek sivrilik bu kısmın içinden geçer
ve eğer bu kısmı görebilirsen diğer kısmı da görebilirsin ya
da ikisinin birleştiği yeri fark edersin." Gerçek uç "öyle in
cedir ki elinin bir noktasından girip diğerinde çıkar ve hiç
bir şey hissetmezsin ve ne bir şey görür ne de duyarsın. Öy
le incedir ki belki de hiç var olmamıştır ve onun hakkında
yanın saat düşünsen de, onu düşünmeye yaklaşmamış bile
olabilirsin". Neticede, metafiziğe düşkün polisimiz, gerçek
ucun ne kadar sivri olduğunu anlamaya çalışmanın "mesele
nin ciddiyeti yüzünden kutumuza [beynimize] zarar verebi
leceği,. uyarısında bulunur bize. Bu sahne, insan düşüncesi
veya sembolleştirmesinin ötesinde olan ulvinin, çok küçük
olabildiği gibi devasa da olabileceğini söyleyen lrlandalı filo
zof Edmund Burke'u haklı çıkarmaktadır. insan dilinin ola
nakları McCruiskeen'in minik mızraklan ve kutulan konu
sunda yetersizdir: Aynı şey "kadir-i mutlak'1 için de söylenir.
O'Brien lrlanda'sı gibi oldukça dini bir kültürün hiçliğe da
ha çok ilgi göstermesi beklenir. Her şey bir yana, Ortaçağ'ın
en büyük lrlandalı düşünürü john Scottus Eriugena Tan
n'yı saf boşluk olarak betimlemiştir. Muhtemelen dünyanın
en karizmatik öğretmeni olmayan Eriugena , (söylentiye gö
re öğrencileri kalemlerini vücuduna saplayarak öldürmüş
tür onu) yaşlı Mathers gibi terslemeye ve çürütmeye düş
kündür.6 Eriugena'ya göre Tann sadece sahip olmadığı özel-
--- -- ·--
46
lrlanda felsefe ve sanat tarihi göz önüne alındığında Üçün
cü Polis in uçuşan atomlar ve sarmallaşan çemberlerle dolu
'
47
şeye anlamaz gözlerle bakıyordum. Evin görüntüsü karşı
laştığım en şaşırtıcı şeydi ve beni korkutuyordu.
48
rara mahkumdurlar. Slavoj Lizek. ölümsüzlük iyilikle bağ
lantılandınlsa da işin aslının hiç de öyle olmadığını belirti
yor. Asıl ölümsüz olan kötülüktür: "Kötü hep geri dönmek
le tehdit eder bizi," der Zizek, "fiziksel yok oluşunu muci
zevi bir şekilde aşıp bizi bir türlü rahat bırakmayan hayale
timsi bir varlıktır kötü."8 Kötülüğün "muzır bir sonsuzluğu11
var -faniligimizi doğal ve kendimizi maddesel varlıklar ola
rak görmeyi reddeden bir yön. Pek çok insan sonsuza kadar
yaşamayı istiyor; bu baştan çıkarıcı rüyayı vahşice gerçekleş
tirenler de lanetleniyor.
49
sı Adolf Eichman'ın "gerçeklikten kopukluğu"na dikkat çe
ker .9 Pinkie öldüğünde , "sanki geçmişte ya da şu anda var
lığı olmayan bir el tarafından aniden çekilip yokluğa, hiçli
ğe götürülmüş gibidir". Bir tepeden denize düşerek ölür ama
hiç kimse su sesi duymamıştır. Bir ses çıkaracak kadar bile
varlığı yoktur ve ölümü hiç kimseyi etkilemez.
Pine her Martin fiziksel olarak ölüdür, Pinkie ruhsal ola
rak. Pinkie Nietzsche'nin "herhangi bir şey yapmak için ira
desi olmayan, hayattan tiksinen'' ve 11hayatın en temel ön
koşullarına karşı bir başkaldın"10 sürdüren nihilistine güzel
bir örnektir. Tıpkı Pincher Martin gibi kendi yıkıcı amaçla
rı uğruna başkalarını sömürmenin ötesinde hayata dair bir
becerisi yoktur. Sıradan yeniyetme gangsterlerle karşılaştı
nldığında, gündelik bedensel yaşama bir kartezyen keşiş ka
dar yabancıdır. Dans etmez, sigara içmez, içki içmez, kumar
oynamaz, şaka yapmaz, çikolata yemez ve bir tane bile arka
daşı yoktur. Doğadan nefret eder ve sekse karşı titizlikle ka
rışık bir korkusu vardır. 11Evlenmek," diye düşünür kendi
kendine, "ellere bulaşan gübre gibidir." Yaşam biçimi sonu
na kadar soyuttur. Sadece yalnız ve ağırbaşlı değil , aynı za
manda yaşamın fizikselliğine hepten düşmandır. Ve bu da,
daha sonra göreceğimiz gibi , kötülere ait bir özelliktir. Sanki
gençliğe ait temel bir parça vücudundan sökülüp alınmıştır.
Başkalannın nasıl hissettiğini anlayabilmekten uzak\ yoldaş
lık duygusundan mahrumdur. Hint dilinden ne kadar anlı
yorsa, duyguların dilinden de ancak o kadar anlıyordur. Di
ğer insanların davranışları bir sineğin davranışlarından daha
anlaşılır değildir onun için. Kişiliğindeki psikopatlık bir tu
tamın hayli ötesindedir.
9 Hannah Arendt, Eichmann in jerusa lrnı: A Reporı on ıhe Banality of Evil (Har
mondswonh, 1979), s. 288 ( Kötülügün Sıradanlığı, çev. ôzge Çelik, lstanbul,
Meris Yayınları, 2009]
10 W. Kaufmann, yay. haz . Friedrich Nietzsche, On dte Genealogy of Morals and
.
51
Thomas Mann'ın, birazdan ele alacağımız lanetlenmiş ka
rakteri Adrian Leverkühn de genç bir adam olarak, Pinkie'ye
benzer bir şekilde, teoloji okumayı seçer. Evlenmek için ak
lınızın başınızda olması gerekmez ama lanetlenmek için ne
yi reddettiğinizi bilmelisiniz. Pincher Martin bile, Tanrı'ya
meydan okuyan çığlığından anladığımız üzere, sonunda ne
olup bittiğini anlamaktadır Golding Martin'e ''Cennetine
.
52
çirmiş olmaması ilginçtir. lyi de kötü de gündelik varoluşun
ötesindedir. Pinkie ve Rose'da saf kızlara özgü dogmatik bir
mutlakıyetçilik vardır ama ikisi farklı türde yokluğa işaret et
mektedir. Pinkie, şeytanın hiçliğini ve hay�t karşıtlığını sim
gelerken Rose'un kötülüğü yokluktan beslenir çünkü iyiliği
tecrübesizliğinden kaynaklanır. ikisi, bu yönden, birbirleri
nin hem müttefiki hem de düşmanıdır. "iyi ve kötü aynı ül
kede yaşadılar," diye belirtiyor anlatıcı, "aynı dili konuştu
lar, eski arkadaşlar gibi bir araya geldiler." Eğer Tann1nın gü
nahkara karşı özel bir sevgisi varsa, o zaman lanetlenmişler
01nun için oldukça özel olmalılar. Bu bağlamda, kötülük, sı
radan ölümsüzlüğün aksine, kutsal sevginin sapkın bir hali
dir. Etrafında sana Tanrı1}'l hatırlatacak bir aziz yoksa bile, en
azından, su katılmamış kötülük diye bilinen, 01nun ters im
gesi her zaman elinin altındadır.
Bu sebeplerle kötülüğün imtiyazlı bir tarafı vardır. Pinkie
dünyadan ruhsal bir aristokrat tarzında nefret etmektedir.
Bir tür nihilisttir kendisi ve nihilist en yüce sanatçıdır. Ni
hilist bir sanatçıdır çünkü kendisini büyüyle hiçliğe dönüş
türür; bu öylesine saf bir hiçliktir ki bütün diğer yaraulanla
n fiziksel zafiyetleri ve kusurlanyla olumsuzlamaktadır. Gü
nah işlemek, sıradan bir tatlı su iffetlisi olmanın ötesine geç
menin muhteşem bir yoludur. Greene gibi sapkın ve hete
rodoks Katolikler günahkarlardır belki ama en azından ruh
sal yönden sıkıcı terbiyelilerden daha çekicidirler. Seçkin bir
kulüpten atılmak, o kulübe hiç davet edilmemekten daha fi
yakalıdır. Kötü, ona sırtını dönebilmek için aşkmhğı bilmek
zorundadır; oysa erdemliler, kucaklarına düşse bile aşkınlı
ğı tanıyamazlar.
Pinkie ve Rose , ya ni ağı rbaşlı zanl ı ve s afdil bakire ara
sında bir başka uzlaşma daha var. Rose tamamen iyi oldu
ğu için Pinkie'nin katil olduğunu bilmesine rağmen onu af
feder. iyiler sevgi ve bağışlayıcılıklannı esirgemeyerek kötü-
53
leri kabul ederler. Ama kötülere sırtlannı dönmeyerek, karşı
konamaz bir şekilde kötülüğün yörüngesine girerler. Trajik
günah keçisi kavramında yaşanan işte böyle bir şeydir. lsa,
örneğin, günahsız olabilir ama Aziz Paul insanlığı kurtar
mak için onun günaha ''dönüştürüldüğünü'' söyler. Bir kur
tancı, insanları neden kurtardığını avucunun içi gibi bilme
lidir, günahtan bağnazca kaçmamalıdır. Aksi takdi rde kur
tuluş içerden değil de dışarıdan gelmiş olur ki bu da kurtu
luşun ruhuna aykırıdır.
Azizler, kötülükle temas halinde olmakla ahlaki orta sınıf
diyebileceğimiz insanlardan farkhlaşmaktadırlar. Brighton
Rock romanında ahlaki orta sınıfı, her şeye burnunu sokan ve
iyi ve doğrunun farkını bilmekle övünen, kibirli ahlakçı lda
Amold temsil etmektedir. Bakımsız, şehvani, iyi yürekli ve
feleğin çemberinden geçmiş biri olan lda varoş ahlakını sem
bolize eder� dünyayla o kadar içli dışlı olmayan Pinkie ve Ro
se ise bu ahlakı hor görürler. ulda bir hiçtir." diye hırlar Pin
kie ve ekler: "O uğraşsa bile yanamaz.'' Doğru ve yanhş, iyi
lik ve kötülüğün yerini tutamaz. Ida cehennem ateşi için faz
lasıyla kabadır. Tepeden tırnağa naftalin kokulu erdem ve sa
ranp solmuş ahlak klişesidir. Sahip olduğu seküler ahlak, va
tandaşlık görevleri konusunda sağlamsa da ruhun kurtuluşu
ve lanetlenmesi söz konusu olduğunda çuvallamaktadır. lda
pragmatik ahlakın. yanlışlıkla fanatizmin mıntıkasına giren
günü birlik yolcusudur. Ve roman Pinkie'yi ıslah olmaz biri
olarak ele alsa da Pinkie'nin Ida'ya karşı duyduğu nefreti pay
laşmaktadır. Romanın dünyasında, lda Amold gibiler, tıpkı
T. S. Eliot'un Kabuk Adam'ı gibi, lanetlenmeye bile layık de
ğillerdir. Saygın ahlak meselesine geldiğimizde, Greene'in en
ruhsal elitist sebeplerle, kesin olarak kötülüğün yanında ol
duğunu hissederiz. Greene'in "vatan haini" olan ve ikili oy
,,
nayan bir casus arkadaşına, "devlet i karşısına alma pahası
na, arkadaşına sahip çıkması boşa değildir.
54
Brighton Roch kötülükle ilgili muğlak bir miti güçlendir
mektedir -Milton'un Kayıp Cennefindeki şeytanında gördü
ğümüz gibi, kötülük bir yönüyle salaş bir kahramanlık ser
giler. Sefil Brighton kafelerinde doğru ve yanlışla ilgili hu
çınhkla gevezelik etmektense cehennemde hüküm sürmek
daha yeğdir. Ama roman aynı zamanda kötülüğü, kötülerin
bakış açısıyla anlatmaktadır. Pinkie romanda insan hayatına
teslim olamamakla eleştirilir ama romandaki insan hayatı da
teslim olmaya değen bir hayat değildir. Pinkie gündelik in
san gerçeğini anlayamaz ama anlatıdaki sıradan zevksiz va
roluş hiçbir şekilde anlamaya değer değildir. Bize sunulan
tek gerçek sevgi imgesi -Rose- sıradan hayata en az şeytani
sevgilisi kadar kayıtsızdır. Neticede. fani yaşama hepten ya
bancılaşmış bir insanın merak uyandıran bir imgesiyle baş
başa kalırız romanda. Daha incelikli be nze r bir portre için ,
55
derinliklerini araştıran Diyonisosçu bir sanatçıdır. Sanatıy
la, ruhu bedenden, sağlığı hastalıktan ve iyiliği şeytanilik
ten ayırmaya çalışmaktadır. Eğer bir sanatçı yozlaşmış bir
dünyayı sanatın dönüştürücü gücüyle kurtarmaya çalışacak
sa , kötülüğü yakından tanımalıdır. Umutsuzluğun ve yok
luğun cehennemini sonsuz hayata eklemek için kendinden
vazgeçen çağdaş sanatçı, işte bu sebeple, lsa' n ı n seküler ver
siyonudur. W. B. Yates'in dediği gibi sanatın sevimsiz kök
leri "kalbin sahte çaput ve kemik dükkanında"dır. Mann'ın
kahramanı "Önceden kınlmayan hiçbir şey/tam ve eksiksiz
olamaz, derken Yeats gibi düşünmektedir. Bir Dostoyevs
11
56
parodilerinde insan sevgisinin kırıntısı bile yoktur. ''Şeyta- ·
57
maktadır. Brighton Rock'ta bir arkadaşı içki masası bilgeli
ğiyle "Hayat devam etmek zorunda," dediğinde, Pinkie şaş
kınlıkla "iyi ama neden?'' diye sorar. Bazen sorabileceğimiz
en iyi sorunun �4Hayat neden vardır?'' olduğu söylenir. Pin
kie'nin bu soruya vereceği cevap alaycı bir "Sahi, neden var
dır hayat?'' olacaktır. Bütün bu olan bitenin anlamı nedir?
Maddi d ünya onmaz bir şekilde banal ve monoton d e ğil mi
ve bu dünya yok olsa daha iyi olmaz mı? Arthur Schopenha
uer'a kalırsa çok daha iyi olur. Schopenhauer için hiçbir şey,
insan ırkının iyi bir şey olması fikrini kabul etmekten daha
aptalca olamaz.
Kötülerin , hayatın sürdüğü acı gerçeğine karşı yapabile
cekleri tek şey yok etmektir. Böylece, ürpertici bir Yaratılış
Kitabı parodisinde, Tann'nın yaratma eylemini tersine çe
virerek ondan intikam almaya çalışırlar. Yoktan var etmek
sadece mutlak bir gücün eseri olabilir. Yaratma eylemi na
sıl geri alınamazsa, yok etme de öyle. Tamir edilmiş halinin
aksi ne, paha biçilemez porselen bir vazoyu sadece bir kere
parçalayabilirsin. Küçük çocukların da bildiği gibi, kırmak,
parçalamak en az yaratmak kadar heyecan vericidir. Vitraylı
bir pencereye tuğla fırlatmak o vitrayı tasarlamak kadar ke
yiflidir.
Yine de şeytan bir türlü Tann yla öde.şemez ve bu yüzden
'
58
bidir. O'na başkaldırmak, kaçınılmaz olarak varlığını kabul
etmektir. Bu da kötüler için sonsuz bir hayal kırıklığı sebe
bidir. Milton'm şeytanının sloganı -"Şeytan, iyiliğim ol!"
kötülüğün iyiliğin ayağını kaydırmaya çalıştığı anda iyiliğin
kötülüğü alt ettiğini düşündürür.
Benzer bir şekilde, Adrian Leverkühn'ün müziği bir deha
ürünüdür ama özgün olmaktan çok parodiktir. Alay ederek
ve gülünçleştirerek, tıpkı kötülüğün yaptığı gibi, daha önce
üretilmiş biçemlerden beslenir. Bütün avangard eylemler gi
bi geçmişi paramparça etmeye çalışırken onun devam etme
sini sağlarlar. Bu bağlamda, kötülük hep iyiliğin ardından
gelmek zorundadır. Nefret ettiği dünyanın parazitidir. jean
Paul Sartre'ın Lucifer ve Tann oyununda Goetz adlı karakter
kötülüğü över çünkü Tann bütün olumlu şeyleri kendisi ya
ratıp kötülüğü yaratmayı insana bırakmıştır. Kötülük kendi
ni hiçlikten yarattığı için, kendinden başka kimseye müda
nası olmadığını düşünür ama aslında tamamen kendinden
menkul değildir. Ondan önce hep bir şey vardı. Ve sonsuza
değin sefil bir tarafının olması bu yüzdendir. Şeytan düşmüş
bir melektir, psikoterapisti bu konuda ciddi bir inkar yaşadı
ğını söylese de, o Tann'nın yarattığı bir varlıktır.
Leverkühn intihar ederek Tann'nın yerine geçer. Zira in
tihar insanın kendi varlığı üzerinde yan Tanrısal bir inisiya
tif uygulamasıdır. Tarın bile kendini öldürmesini engelleye
mez; bu konuda muhteşem ve anlamsız bir özgürlüğü var
dır. Özgürlük, Nazilerin yaptığı gibi, kendini yok etmek için
kullanılabilir. Bu anlamda özgürlüğün en üst noktası özgür
lüğü yok etmektir. Sahip olduğun en değerli şeyden feragat
edebildiğine göre oldukça güçlü olmalısın. Tarın, kullarının
özgür eylemleri karşısında güçsüzdür; kullarının yiızüne tü
kürmelerini engelleyemez. Intihar, kendilerine hayat verdiği
için Tann'yı bir türlü affedemeyenlerin sahte zaferidir. Kanlı
ellerini kendine uzatarak Tann'dan her zaman intikam ala-
59
bilirsin. içinde zaten kayda değer bir şey yoksa pek büyük
bir kayıp sayılmazsın.
Leverkühn, Pinkie kadar din bilgisine sahiptir. Hatta üni
versitede isteyerek din dersi almıştır. Ama bunu sırf kendini
beğenmişlikle yaptığını itiraf eder. Hem sonra her şeye ha
zırlıklı olmakta fayda var. Pinkie gibi o da bağnaz, fazlasıy
la akılcı ve münzevidir� canlılardan iğrenir, fiziksel temas
tan tiksinir. Hitler'in de fıziksel temas konusunda böyle dü
şündüğü söylenir. Romanda Leverkühn'ün "kendini muhte
mel olandan uzaklaştırdığı için gerçekle her tür bağlantıdan
çekindiği" söylenir. Gerçek olanı -kanlı canlı ve fani olanı
sonsuz iradeyle arasındaki bir engel olarak görür. Gerçek
lik, Tannsal bilgi ve sanata dair duyduğu Faustvari arzusuna
ayak bağı olmaktadır. Fani ve sonlu şeyler, bedensiz sonsuz
luk düşlerine ayak bağı olur. Bu yüzden de dünyaya dair bü
tün fani başanlar otomatikman değersizdir. Bu Manistik ba
kış açısında yaratılan her şey günahkar olduğundan yaradı
lış ve "düşüş" aynı şeydir. Muhteşem oyunu Danton'un Ôlü
mü'nde "Hiçbir şeyin kendini öldürmesi gerekmiyor , zaten
doğuştan yaralılar," der George Büchner. Hiçliğin ölümün
den geriye sadece madde kalıyor. Madde ise sanki boşluğun
olması gereken yerde salınıp durmaktadır.
Faustvari anlayışta herhangi bir haşan , her şeyin sonsuz
luğuyla karşılaştırıldığında, hiçliğe özdeştir. Arzularınızın
sonsuzluğu, ihtiraslarınızın gerçek nesnelerini ıvır zıvıra
dönüştürür. Kötü, dolayısıyla , Tann'yı reddedecektir çünkü
Aziz Agustine'e göre insan ihtiraslarının doymazlığı Tann'da
bitecektir. Tann'da bulunan doygunluk, sonsuza değin hır
çın ve tatminsiz olmak zorunda olan açgözlü bir irade için
katlanılmazdır. Geothe'nin Faust'u da çabalamayı, uğraşma
yı bıraktığı an Mefistofeles'e teslim olur. Böylece iradenin bi
timsizliği Tann'nın sonsuzluğunun yerini alacaktır. Bu pek
de karlı bir alışveriş değildir. Çünkü William Blake'in söz-
60
leriyle söylersek, sonsuzluk zamanın ürünlerine aşıkken, bu
manik irade sadece kendini sevebilir. Dünyadan mesafeli bir
şekilde nefret eder ve sadece kendisini sonsuzluğa taşımak
ister. Böylece de, daha sonra göreceğimiz üzere, Freud'un
ölüm güdüsüne yaklaşır.
Bu durumda kötülük bir çeşit aşkınlıktır, her ne kadar
iyiler onun yozlaşmış bir aşkınlık olduğunu duşünseler de.
Belki de dinin hükümranlığının bittiği bir toplumda kalan
tek aşkınlıktır kötülük. Artık kimse cennetin melek koro
lanna aşina değil ama herkes Auschwitz'i biliyor. Belki de
Tann'dan geriye kalan tek şey bu kötülük dediğimiz olum
suz izdir, tıpkı büyük bir senfoniden geriye kalanın, müzik
finale doğru ilerlerken, havada duyulmaz bir ses gibi ası
lı duran bir sessizlik olması gibi. Kim bilir, belki de eski
den Tann'nın oturduğu yeri sıcak tutan tek kişi şeytandır.
Mann'm anlatıcısının Adrian'ın bir bestesi için söylediği gi
bi "Baştan çıkancıyla, zındıklıkla ve lanetlenmeyle ilgili bir
müzik dini müzik olmaz da ne olur?" Eğer Tann'dan geriye
kalan tek şey şeytan ise, Leverkühn gibi dünyadan kurtul
mak isteyen ama cennete inanmayan biri için kötülük elbet
te çekici olacaktır. lyilik gibi kötülük de gerçekliğin şu ya da
bu yönüne değil de gerçeklik kavramının kendisine itiraz et
mektedir. Bu açıdan ikisinin de tavrı metafiziktir. Araların
daki fark var olmanın özünde iyi olup olmadığına dair hü
kümleridir.
Mann'ın ana karakterinin, anlatıcının deyişiyle , "aristokra
tik bir nihilizm"i vardır. Kayıtsız, ironik ve şaşırtıcı bir şekilde
kendine dönüktür. Romanda "şeytani alaycı tavn"ndan bah
sedilir. Doğasında tensel ve duyusal hiçbir şey yoktur. Görsel
hiçbir şeyden hoşlanmaz ve eğer ilgi alanı olarak müziği seç
mişse bu, müziğin en biçimsel sanat olmasındandır. Leverkü
hn'ün yaptığı türden modemist ya da deneysel sanat, içeriğini
çevresindeki dünyadan almayı reddeden bir sanat anlayışını
61
temsil etmektedir. Bu tür sanat içerik olarak kendini alırken,
kendi içine dönmeye ve kendi biçimlerini araştırmaya başlar.
Leverkühn bir biçimcidir çünkü müdahaleci tavnyla sonsuz..
luk dürtüsüne ket vurabilecek bir içerikten korkar. S0ren Ki..
erkegaard Kaygı Kavramı'nda "kötülüğün ölümcül boşluğun
dan ve tatminsizliğinden°12 bahseder. En saf biçim, içerikten
tamamen uzaklaşmış biçim, boşluktur Ama kaos da bir tür
.
62
Sahip olduğumuz varoluşa yönelik kızgın ve kindar bir ga
zabı simgelemektedir. "Cehennemin gizli keyfi ve emniyeti
şudur ki," diye yazar Doktor Faustus'ta, "kimselere söylemek
yok, konuşma yok, neyse o . ama gazetelere haberi olmaz . . .
çünkü orada her şey sona erer - sadece tasvir sözcükleri de
ğil, her şey sona erer." Cehennem, sembolist şairlerin boş
sayfası kadar dilden uzaktır. Vahşice, müdanasızca kendisi
olan şeylerin esrarengiz havası vardır cehennemde. Katışık
sız bir şekilde sadece kendisi olan şeyler dilin ağlan ndan ka
çarlar ve dille ifade edilemezler. Ne var ki Ludwig Wittgens
tein Felsefi Araştırmalar'da bir şeyin tamamen kendisiyle öz
deş olmasından daha anlamsız bir şey yoktur, der. Aynı yar
gı kendini gündelik yaşamdan kopartan modemist ya da de
neysel sanat eserleri için de geçerlidir. Onlar da kendilerinin
oluşmasına olanak veren tarihten oldukça uzak. kendi baş
lannadırlar. Leverkühn gibi sosyal çevrelerinden ayrı dur
maktadırlar. iyilik ve kötülük gibi, sanki kendi kendilerine
can vermiş gibidirler.
Kötülük ve Adrian'ın sanatı arasında başka benzerlik
ler de vardır. Her ikisi de, örneğin, biraz zümrecidir. Pin
kie'nin hikayesinde kötülüğün oldukça seçkinci bir eylem,
sadece ruhsal olarak seçilmişlerin dahil olabileceği bir ku
lüp olduğunu görmüştük. Kendisini cehenneme sürükleye
cek bir mağrurluğa sahip olan Leverkühn'ü de bu bağlam
da düşünmeliyiz. Leverkühn gündelik hayatı sıradan ve al
çaltıcı bulur. Dahası, kötüler nihilisttir ve Adrian'ın yaptığı
avangart sanat da bir yönden öyledir. O ana değin yapılmış
her şeyi yok edip, sıfırdan başlamak istemektedir� Kendin
den önce gelen her şeyi yok ettiğinde kendini kopya değil
de asıl gibi sunabilir. Doktor Faustus'a konuk olan şeytanın
devrimci bir avangard, keçi ayaklı bir tür Rimbaud ya da Sc
hoenberg olduğu çıkar ortaya. Şeytan orta sınıf bayağılığın
,
dan nefret eder (orta sınıfın °teolojik bir statüsü' yok diye-
63
rek dudak buker), ve kurtuluşa gitmek için çaresizliği öne
rir. Tann azizlerle ve günahkarlarla ilgilenir, terbiyeli banli
yö sakinleriyle değil. Zıt kutuplar birleşir: Umutsuz olanla
rın en azından ruhsal bir derinlikleri vardır ve bu halleriyle
azizlerin parodileri, dalga geçilen halleridirler. Kim ne derse
desin, şeytanın bağnaz orta sınıfa beslediği gürbüz bir hor
görüsü vardır. Bu yönden kabank saçlı bohem bir sanatçı gi
bidir. Ancak banliyö ahlakından Naziler de nefret ederdi.
Ayrıca gündelik varoluş öyle garipleşmiş ve sıradanlaş
mıştır ki sadece bir doz şeytanilik onu galeyana getirebilir.
Hayat bayat ve tatsızlaştığında, sanat şeytanla yardımlaşmak
zorunda kalabilir ve fark yaratabilmek için aşınlığa ve sap
kınhğa akın edebilir. Horgörülü, put kıncı ve şeytani yön
temlerle köhneleşmiş geleneklerimizin üstüne gidebilir. Sıra
dışı ve aşın yollara başvurabilir. Şeytani bir sanat orta sınıf
kendini beğenmişliğimizi kınp bastırmaya çalıştığımız ener
jiyi ortaya çıkarabilir. Böylece kötülükten gerçekten de bir
iyilik doğabilir. Charles Baudelaire'denjean Genet'ye, sanat
çı hep suçlularla, delilerle, şeytana tapanlarla ve yoldan çıka
ranlarla ilişkilendirilmiştir. Bu görüş bazı modemist sanatla
nn hor gördükleri orta sınıf yaşamı kadar boş olduklannı ra
hatça göz ardı eder. Saf biçim arzusunun peşinde koşarken
modemist sanat yoklukla kir1enmiştir.
Doktor Faustus'ta, sözü edilen sanatsal meselelere ek ola
rak daha derin politik bir soruna değinilir. Faşizme kar
şı konmalıdır ama bakalım geleneksel liberalizm ve hüma
nizm bu işte yetkin midir? Saygın bir doktrin olsa bile libe
ralizm de faşizm kadar omurgasız değil mi? Kibar bir hoş
nutsuzlukla insan eylemlerindeki gerçek şeytanlıktan göz
lerini kaçıran bir doktrin faşizmle başa çıkabilir mi? Bel
ki de şeytanı yenmek için homopatik bir yaklaşımla şeyta
na kucak açmalıyız. Sosyalizm ve modemizm riskli tercih
ler olabilir ama en azından faşizm kadar güçlüler. Ne var ki
64
bunu liberalizm için söyleyemeyiz. Mann'ın liberal-hüma
nist anlatıcısı karşı karşıya olduğu sorunu çözmeyi gerek
_
tiren canavanmsı adımı atmak için fazlasıyla efendi ve ma-·
kul bir ruhtur. Baudelaire'den Yeats'e, modemist sanat gör
gülü bir aydınlanmaya pek meyyal ama aynı zamanda kur
tuluşa sadece cehenneme inerek, insanın vahşi, akıldan yok
sun ve müstehcen yönüyle yüzleşerek ulaşabileceğimizi id
dia eder. Sosyalizm, oldukça benzer bir şekilde, sadece dün
yanın en alçak insanlan diye damgalanmış, tehlikeli ve yok
sul insanlarla birlik olduğumuzda rarihi yeniden yazabilece
ğimizi iddia eder. Freudculuk bilinçaltının Medusa kafasına
çekinmeden gözlerini dikebilir. Ancak bu, söz konusu dok
trinleri, alt etmek için meydana çıktıklan barbalıkla aynı se
viyeye indirmez mi? Şeytanla kol kola yürüyüp zehirlenme
den sıvışmak mümkün mü? Daha iyi bir hayat için dünyayı
liberal hümanizm döküntülerinden temizlemeli miyiz yoksa
daha büyük bir tehlikeye giden yol bu temizlik işlemindeki
molozlarla mı orülür?
Mesele sonunda dönüp dolaşıp, belki de, ölüm karşısın
daki tutumumuza geliyordur. Ölümü, tıpkı Mann'ın hüma
nist anlatıcısı gibi, yaşayanlara bir hakaret gibi görüp inkar
edebilirsiniz. Ya da arkadaşı Leverkühn gibi bir surü yanlış
sebeple ölümü kucaklayabilirsiniz. Adrian, ölümden karma
şık bir çeşit yan hayat, gerçek varoluşun sefih bir pastişini
elde edebilmek için , bile isteye zührevi hastalıklar kapar ve
ölümle flört eder. Kendi yok oluşunda hayat bulmaya çalı
şarak ve yaşamla ölüm arasındaki bir alacakaranlıkta dola
narak, kendi kanıyla beslenen bir vampir ya da parazite dö
nüşür. Adrian'ın durumu geı:ıellikle kötüleri tanımlamak
ta kullanılır. Bu tanımda kullanılan imgelerden en açıklayı
cı olan vampirdir - çünkü daha sonra göreceğimiz gibi kötü
ler kendilerindeki bir eksikliği tamamlamak için başkaları
nın hayadannı sömürürler. Canlı gibi görünen oyuncak bir
65
bebeği elimize aldığımızda hisseuiğimiz tekinsizlik bu du
rumun sönük bir yankısıdır. Sanat da hayat ve ölüm arasın
da salınmaktadır. Sanat eseri de yaşamsal bir enerjiyle dolup
taşmaktadır ama neticede sadece cansız bir nesnedir. Sana
tın gizemi buradadır: Sayfanın üstündeki siyah harfler. tuval
üzerindeki pigmentler veya tellere sürtünen bir yay bize yo
ğun bir yaşam hissi verebilir.
Adrian'ın deneysel sanatı, sanatsal biçimin "insansızlaş
ması "yla ölümü kucaklar. Leverkühn'ün müziğinde insa
ni ve şehvetli bir içeriği ve kişiselliği reddeder. Biçim, sana
tın insani olmayan boyutudur ve sıcakkanlı realizmin biçi
mi gizlemeye çalışmasının sebeplerinden biri budur. Ancak,
Adrian'ın sanatı aşırı derecede klinik ve analitik ise de ay
nı zamanda tam tersidir. Adrian'ın sanatı şeytani enerjisiyle,
modern çağın üst düzey entelektüelliğinden ilkel ve tepkisel
olana bir geri dönüşü simgeler. Çoğu modemist sanat hare
keti eski ve avangard olanı kaynaştırma çabasındadır. T. S.
Eliot'ın Çorak ülke'si bu çabaya iyi bir örnek oluşturur. Eli
ot gerçek sanatçının çağdaşlarından hem daha ilkel. hem de
daha sofistike olması gerektiğini söyler. Uygarlığımızı yeni
lemek için geçmişin ilkel enerjisine ihtiyacımız vardır. An
cak çok yeni ve çok eskiyi birleştiren bu anlayış, tipik bir
modernist fenomen olan Nazizmde de vardır. Bir yandan,
Nazizm peşi sıra en ışıltılı ölüm teknolojilerini sürükleye
rek, esrikçe devrimci bir geleceğe doğru uygun adım yürü
mektedir. Öte yandan, bu bir kan, toprak, içgüdü, mitolo
ji ve karanlık tanrılar meselesidir. insanlara çekici gelen bu
ikisinin karışımıdır. Anlaşılan, mistiklerden makine mühen
dislerine, heveskar gelişim taraftarlarından kibirli eski kafa
lılara kadar, faşizmin baştan çıkaramadığı kimse yok.
Görünen o ki, modernizm de faşizm de ilkelliği ve yeni
likçiliği birleştirme peşindedir. Amaçları kültürlülükle iç
tenliği, uygarlıkla doğayı, entelektüellerle halkı karıştırmak-
66
tır. Modern öncesinin "barbar" içgüdüleri modernin tekno
lojik hamlelerinin güç kaynağı olmalıdır. Rasyonel bir top
lumsal düzeni bir kenara itip "vahşi"nin uzun boylu düşün
meden edilmiş hareketlerini tekrar edinmeliyiz. Ama bu saf
dil bir doğaya dönüş değildir. Aksine) Adrian Leverkühn ,
Nietzschevari tutumuyla, yeni barbarlığın, eskisinin aksine
bilinçli olacağını savunur. Yeni barbarlık, eski "vahşilik"in
daha ulvi ve düşünsel olanını ve onu modern analitik dü
şüncenin seviyesine çıkartacak bir biçimini temsil edecek
tir. Böylelikle gelişkin bir us ve o usun baskı altında tuttu
ğu bütün ilkel güçler tekrar bir araya gelecektir. D. H . law
rence'ın Sevdalı Kadınlar romanında, kitabın kahramanı Ru
pert Birkin çevresindeki bilinçli "dekadan" üst sınıfta yeni
barbarlığın ahlak anlayışını görür ve ondan iğrenir. Entelek
tüel bir vahşet tarikatı gerçek barbarlıktan bile daha sefil gö
rünmektedir ona.
Bütün bunların kötülükle ilgisi nedir? Yeni barbarlığın,
kötülüğün yarattığı sorunlara sahte bir çözüm olduğu söy
lenebilir. Kötülüğün ilginç tarafı hem klinik hem de kaotik
görünmesidir. Bir yandan Leverkühn'ün soğuk , alaycı akıl
cılığına benzer ama aynı zamanda ahlaksızlığı ve zevk düş
künlüğünü sever. Adrian sadece yabancılaşmış bir entelek
tüel değildir. Aynca müziği müstehcen bir anlamsızlık sergi
lemektedir. Anlatıcının deyişiyle ) "hem kanla yıkanmış bar
barlığa , hem de kuru entelektüelliğe" sırtını dönmektedir.
''En şerefli entelektüellik,'• der anlatıcı, "hayvana, yalın içgü
düye en yakın duran ve utanınadan ona teslim olandır." Pe
ki, bu ölümcül birleşimi nasıl anlamamız gerekiyor?
Aslında meselenin gizemli bir tarafı yok. Akıl duyulardan
koptuğunda , durum her ikisi için de feci oluyor. Akıl soyut
laşıp kendi içine dönerken sıradan insan varoluşuyla bağ
lantısını kopartıyor. Bunun sonucu olarak da gündelik ha
yatı, üzerinde düşünmeye değer bir mesele olarak görmeme-
67
ye başlıyor. Aynı süreçte duyular artık akıl tarafından yön
lendirilmedikleri için gemi azıya alıyorlar. Akıl, rasyonaliz
min boyunduruğuna girdiğinde, içgüdülerimiz kendilerini
ucuz duygusalcılığa kaptırıyorlar. Akıl yaşamdan uzak bir
anlam biçimine dönüşürken tensel varoluş, duyulann emip
tükettiği bir yaşantı haline geliyor. Şeytan kibirli bir ente
lektüel olduğu kadar anlam fikriyle dalga geçen küçük, ka
ba bir palyaçodur da. Nihilist ve soytarı anlamın en küçük
dozuna bile katlanamaz. lşte bu yüzden Adrian'ın müziği
nin bir yandan düzen fikrine takılıp kalması, bir yandan da
cehennemi bir kaos fikrinden uzaklaşamaması şaşırtıcı de
ğildir. Zaten düzen ve nizama hastalıklı bir önem verenle
rin bunu içsel bir kargaşayı bastırmak için yaptıkları bili
nen bir şeydir. Köktendinci Hıristiyanlar -cinsellikten baş
ka bir şey düşünemeyen kibirli tipler- konuya güzel bir ör
nek teşkil eder.
Milan Kundera Gülüşün ve Unutuşun Kitabı romanında in
,,
sanlığın "meleksi" ve "şeytansı diye nitelediği durumların
dan bahseder. Kundera'nm "meleksi.., ile kastettiği kökleri
gerçekten kopuk, boş ve tumturaklı ideallerdir. Şeytansı ise
insanla bağlantılı herhangi bir şeyin az da olsa anlamlı ya da
değerli olması fikrine atılan alaycı bir kahkahadır. Melek
si tıka basa anlamla doluyken, şeytansı anlamdan fazlasıyla
uzaktır. Meleksi sık sık "Tanrı bu güzel ülkemizi korusun !"
gibi şatafatlı klişeler kullanır ve şeytansı kısaca "Kes tıra
,
şı ! , diye cevap verir. "Eğer dünyada çok fazla tartışılmaz an
lam olursa (meleklerin hükümranlığı)," diye yazar Kundera,
"bu insana fazla gelir� anlam eğer yeryüzünden silinirse (ib
lislerin hükümranlığı), hayatın en küçük kırıntısı bile im
kansız hale gelir." Şeytan, Tann1nın huzurunda muhalif bir
kahkaha attığında, meleklerden biri ona çıkışmıştır. "Şeyta
nın kahkahası,n der Kundera "dünyevi işlerin anlamsızlığı
nı imler, meleğin gülüşü ise dünyanın akılcı bir şekilde dü-
68
zenlediği, dünyadaki her şeyin son derece anlaşılır, güzel, iyi
ve mantıklı olduğu inancının sevincidir." Meleksi politika
cı gibidir, iflah olmaz bir iyimser ve romantiktir: Her şey ge
lişmektedir, meseleler aşılmakta, kotalar dolmakta ve Tan
rı h�la güzel ülkemizi koruyup kollamaktadır. Şeytansı ise,
tam aksine, doğuştan alaycı ve siniktir� kullandığı dil poli
tikacıların toplum içinde söylediklerinden çok kendi arala
rındaki fısıldaşmalarına yakındır. Güç, arzu, kişisel çıkar ve
akılcı hesaplamalardan başka hiçbir şeye inanmaz. Ameri
ka Birleşik Devletleri, diğer ülkelerden farklı olarak , aynı za
manda hem meleksi hem de şeytanidir. Pek az ülke son de
rece şatafatlı bir kamu söylemiyle, tüketici kapitalizmi deni
len anlamsız tüketim zincirini birleştirebilmiştir. Bu söyle
min amacı peşi sıra gelecek unsura yasallık kazandırmaktır.
Şeytanın meleği ve iblisi kendi kişiliğinde birleştirmesi gi
bi, kötülük de meleksiliği içerir. Bir yönü -meleksi, sofu ta
rafı- sonsuzluğun peşinde koşar ve faniliğin sıradan seyri
nin üstüne çıkmak ister. Ancak aklın gerçeklikten böylesi
bir uzaklaşma yaşaması dünyayı anlamdan yoksu n kılacak
tır. Dünyayı öyle anlamsız bir yere dönüşür ki şeytan artık
orada rahatça keyfini sürebilir. Kötülük her zaman ya çok
fazla ya da çok az anlam içerir -aslında ikisini de aynı za
manda yapar. Kötülüğün bu ikili yüzü Nazi Almanyası'nda
rahatlıkla görülür. Fedak�rlık, kahramanlık ve saflıkla ilgili
cculvi" nutuklar atılır ama Freudcuların dediği gibi bir yan
dan da ölüm ve yok etmeyle ilgili "edebe aykırı bir keyif'e
esir olunur. Nazizm insan faniliğinden iğrenen sapkın bir
idealizm türüdür. Ama aynı zamanda bu tür bütün idealle
rin yüzüne savrulan alaycı bir geğirınedir de. Hem fazlasıyla
ciddi , hem alaycıdır -Führer ve Babayurt'Ja ilgili kasıntı ve
hamasi nutuklar atar ama sapına kadar da siniktir.
Kötülüğün bu iki yüzü birbiriyle yakından ilgilidir. Akıl
bedenden ne denli uzaklaşırsa, beden kendini o anlamsız
69
duyu yığınına o denli çok kaptırır. Akıl ne denli soyutla
şırsa, insanların fani hayadan o denli anlamsızlaşır. Böyle
ce insan hala yaşadığını kanıtlamak için akıldan uzaklaşmış
duyulanna daha çok yaslanmak zorunda kalır. Orji orator
yonun diğer yakasıdır. Aslında Adrian'ın büyük oratoryo
su "en mübarekle en iğrencin büyük özdeşleşmesini, çocuk
meleklerin korosuyla lanetlilerin cehennemi kahkahalarının
içsel birleşmesini" göstererek kötülüğün iki yüzünü birleşti
rir. Leverkühn, asil ruhlu bir sanatçı olabilir ama "en gizem
li ve etkileyici fenomenlere en iğrenç şekilde gülmek" için
karşı konmaz bir istek duymaktadır. Bunun sebebi gerçeğin
ona düzmece, basit bir taklit ya da önemsiz bir şaka gibi gö
rünmesidir. "Neden sanki her şey kendisinin parodisiymiş
gibi geliyor bana?" diye düşünür. Nereye baksa ahmaklık ve
anlamsızlık görür ve onlan anında tanır. Cehennem feci bir
acıdan ibaret değildi r. Manik bir kahkahayla işlenmiş işken
cedir. Her şeyi görüp geçirdiklerini düşünen ama tıpkı Bü
yük Abi'ye iğrenç bir hayranlık besleyen entelektüeller gi
bi, yine de her şeyin adi ve kitsch doğasından zevk alanların
alaycı kahkahasıdır cehennem. Bütün değerlerin sahte oldu
ğunu bilmek acı verir. Ama bir yandan da acı çeken kişinin
ruhsal üstünlüğünü gösterir. lşkencen bu durumda mutlu
luğundur da.
Şeytan kendi hükümranlığıyla ilgili olarak şöyle der:
70
suçlayıcı bir parmak eksik olmayacaktır; lanetliler sadece
işkenceye değil aşağılanmaya da maruz kalacaklardır dok
trinine bağlı olarak; evet, cehennem acı çekme ve aşağılan
manın korkunç bir karışımı, dayanılmaz ama sonsuza ka
dar kalınacak bir dünya olarak tanımlanmalıdır.
71
idealiste karşı bir üstünlük sağlamakla kalmaz, onlara hala
var olduklarını hissettiren sefaleti de verir. Cehennemdeki
ler bilmezler ama bu aslında bir yalandır çünkü teolojiye gö
re Tanrı1nın dışında bir varoluş yoktur. Her şeyi görüp yaşa
dıklarını sanan kötüler, tıpkı Pincher Martin gibi, başından
sonuna kadar bir yanılsamada yaşarlar.
72
İKİN Cİ BÖLÜM
Uygunsuz Eğlence
l Terry Eagleton, Wirliam Shaktspeart (Oxford, 1986), s. 1-3 lçev. Cüneyt Yalaz,
lstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 201 1 I.
73
ve tekrar bedene kavuşurlar) sembolize etmektedirler. Hain
muammaların "kusurlu habercileri" olarak Ortodoks toplu
mun kıyısındaki anlamsızlık ve kelime oyunları alemini gös
termektedirler bize. Oyun ilerledikçe, bilmeceleri ya da "her
iki anlamdaki aldatmacaları" toplumsal düzenin tam içine
sızar, oraya belirsizlik salar, kargaşa saçar ve iki soylu aileye
felaket getirir. Cadı kardeşler, mesela, Macbeth'e "ana rah
minden çıkan biri" tarafından öldürülmeyeceğini söylerler.
Gerçekten de sezaryenle doğan biri öldürür Macbeth'i.
Bu kıllı cadalozların, biraz tereddütle , anlamların kaydı
ğı ve karıştığı bir yer olan oyunun bilinçaltını temsil ettiğini
söyleyebiliriz. Onların olduğu yerde bariz tanımlar muğlak
hışır ve karşıtlıklar belirsizleşir: İyilik kötülüktür ve kötülük
iyiliktir, her şey kendinin tam tersidir. Bu üç garip kız kar
deş androjendir (sakallıdırlar) ve hem tekil hem de çogul
durlar (üçü bir arada). Böyleyken bütün toplumsal ve cin
sel tanımların köküne kibrit suyu dökmektedirler. Erkekle
rin kalplerindeki kuru gürültüyü ve anlamsız öfkeyi gözler
önüne sererek onların erkini hor gören, radikal aynlıkçılar
dır. Onlar bir kadın mezhebinin, sözleri ve bedenleriyle ke
sin sınırları sarakaya alan ve değişmez kimliklerle dalga ge
çen fanatikleridir. Kısaca, b u iğrenç kocakarılann Paris'ten
çıkma bütün son dönem feminist metinleri okuduklarına
zerrece şüphe yoktur.
Bu kemikli parmaklı yaşlı acuzelere olan düşkünlüğümün
önemli bir yönünü açıklamam gerekiyor. Tanımları çarpı
tan ve "lügatte karşılığı olmayan işler" çeviren bu cadıla
rın garabetleri Macbeth'in lskoçya'sı gibi kalıplaşmış düzen
ler için bir tehdittir. Aynı zamanda makul her toplumsal dü
zen için tehdit oluşturmaktadırlar. Bu dişsiz yaşlı cadılar bü
tün siyasi toplumlara düşmandır. Sadece kana bulanmış ls
koçya soylularının varlığını değil , olumlu varoluşun ken
dini tiksindirici bulurlar. Bu yüzden de bu askeri kasaplara
74
karşı politik bir alternatif sunamazlar. Aslında kazanların
da kaynayan iğrenç karışıma zehirli bağırsaklar, bebek par
mağı, semender gözü, köpek dili ve kertenkele bacağı atar
ken, kız kardeşler dünyevi hayatı parçalamaktan muzır bir
keyif alırlar.
Cadılar belirgin bir şekilde gayri insanidir. Sanki beden
leri onları sınırlamamaktadır� canları istediğinde yok olup
te krar görünür olabilirler. Bedensiz varoluşlarıyla, görüntü
sünü cadılar gibi değiştirebilen ve kendi gizemli diliyle ger
çekleri konuşan Shakespeare Soytan'sına benzerler. Ancak
sahip olunan bedenden ayrılma, Fırtına'daki Ariel'de gör
düğümüz gibi, saf bir lütu f değildir. Ariel bu özelliğe kavuş
tuğu an yok olur. Pincher Martin ve Adrian Leverkühn gibi
karakterlerin kendi bedenlerinden koptuklarını zaten gör
dük. Fani ve bedensele karşı olan bu horgörü cadılarda da
pekala olabilir diye düşünmeden edemiyoruz.
Yılan yiyen yaşlı androjenleri bu kadar devrimci yapan
-halihazırdaki siyasi toplumları çökertme girişimleri- aynı
zamanda onlarda neyin eksik olduğunu da göstermektedir.
Toplumsal düzene diş bilerler çünkü bedensel varoluşu top
tan reddetmektedirler. Bedensellik onların sadece kimi za
man uğradıkları bir dünyadır, yaşadıkları dünya değil. Ve
daha önce gördüğümüz üzere, fani olanı reddediş gelenek
sel anlayışta şeytanla, kötülükle özdeşleşir. Varoluşa yönelik
yekpare bir reddediş, sadece ataerkil hiyerarşilere değil fark
lılığa ve çeşitliliğe de karşı gelmektir. Macbeth'in cadılarının
gecesinde bütün inekler siyahtır. Savaşçı erkek aristokratla
rı yasa boğmak kem gözlerden saklanan kimlikleri altüst et
menin iyi bir yoludur. Bunu yapmanın kötü bir yolu da var:
her şeyi birleştinnek ve bütün farklıhklan reddetm ek.
Şekilsiz ve özelliksiz olduğu için balçık kötülükle özdeş
leştirilir. Robert Louise Stevenson'ın meseli Dr. jekyll ve Bay
Hyde'ın Garip Hikclyesi'nde jekyll, Hyde'ın kötülüğünü an-
75
laurken "Bütün hayat enerjisi sanki sadece şeytani değil de
cansız bir şeyden yapılmış gibi,>' der. " Ürkütücü olan buydu:
Kuyunun dibindeki çamur sanki bağırıyor, sesler çıkarıyor
du ve ölü olan şekilsiz şey hayat makamına el koyuyordu. "2
Kötüde bokun tekdüzeliği, bir toplama kampındaki cesetle
rin aynılığı var. Kötülük üç kız kardeşin , köpek dilinden ölü
doğmuş bir bebeğin parmağına kadar her şeyi atıp kaynat
tıkları koyu bulamaç gibidir. Kötülüğün bir yüzü elitist ola
bilir ama diğer yüzü hiç de öyle değildir. Yeryüzündeki ya
ratıklar birbirinden ayırmaya değecek kadar önemli değil
lerdir. Macbeth'de cadıların başlattığı ölümcül süreçten ma
sumlar kadar suçlular da paylarını alır. Bu da kutlanacak bir
olay değildir doğrusu.
Bir başka yönden kız kardeşlere şüpheyle yaklaşmamız
gerekir. Siyasi toplumun dışında olduklan için amaç ya da
hırsları yoktur ve geleceğe yönelik bu kaygısızlıktan onların
çizgisel değil de dairesel bir zamanda yaşadıklannı gösterir.
Macbeth için zaman, beyhude de olsa, düz bir çizgide iler
ler ( "Yarın, yarın ve yann . . . "), cadılar için ise daireler çizer.
Çizgisel zaman arzulama ve elde etme alemidir -oysa bu bir
birinin kopyası kocakarılar bir daire içinde dans etme, ayin
hareketleri ve sözel tekrarlarla anılırlar. isabetli önsezileriy
le zamanı da eğip bükerler. Onlar için gelecek zaten yaşan
mıştır. Yıkıcılıklan Macbeth'e bulaştığında, geleceğe, sonsu
za değin geleceğe uzanma isteği şeklini alır. Macbeth,in bu
hale gelmesinin sebebi insanlann, cadıların aksine, zamanın
içinde yaşamasıdır. Cadıların olumsuzluğu Macbeth\ şim
dide hoşnutlukla duramayan ve her başarıyı, bir sonraki�
ni elde etmek hevesiyle sürekli değersizleştiren bir tür "hırs
küpü "ne dönüştürür. Bu oyunda, hırsın kendini güçlendir
mek için attığı her adım, onun biraz daha çözülmesine sebep
olur. Macbeth kendine güvenilir bir kimlik ararken, sonun-
2 R. L . Stevenson, Tht Sırange Cast of Dr]ehyll and Mr Hyde (Londra, 1956), s. 6.
76
da kendini hep yanıltan bir kimlikle baş başa kalır. Arzu za
man geçtikçe bozulmaya uğrar. M acbeth'in krallık ihtirasını
güçlendirmeye yönelik her hareket onu ihtişamdan uzaklaş
urır. Yani, cadılann hiçliği, insanlık tarihine girdiğinde, ta
mamen yıkıcı bir güç olur. İhtirasın yüreğine çöreklenmiş,
insanı gittikçe daha defolu, daha ereksiz başarılara sürükle
yen bir boşluğa dönüştürür. Daha önce gördüğümüz gibi bir
iyi bir de kötü tür hiçlik vardır ve oyunun iğrenç cadalozla
nnın bu ikisi birleştirdiğini söyleyebiliriz.
Hem bu bir deri bir kemik kalmış gaddar kız kuruları
Duncan'ı, Macbeth'i, Banquo'yu , Mcdufrın ailesini ve baş
ka birçok karakteri neden küçük düşürmek istiyorlar ki? Bu
konuda oyun hiç bilgi vermiyor. Soruyu cevaplamıyor çün
kü verilebilecek bir cevap yok. Cadılann ölümcül aldatma
caları tamamen amaçsız . . . Oyunlarının görünürde , kazanın
e trafında dans etmelerinden daha anlamlı bir sebebi yok.
Kız kardeşler belli bir kazanım peşinde değiller çünkü ka
zanç nefret ettikleri toplumun bir uzantısıdır. Başarı, araç
ve amaç, sebep ve sonuç dünyasına aittir ve bu dünya etrafa
pislik saçan yaşlı feministlerimize yabancı bir yerdir. Femi
nistlerimiz cadıdır, stratej i uzmanı değil. Macbeth'i kötü bi
ri olduğu için degil (aslında cadılarla karşılaşana kadar kötü
değildir Macbeth), sırf eğlenmek için mahvederler.
O zaman, kötülük fikrini anlamakta önemli olan bir nok
taya ulaşıyoruz burada. Kötülüğün işe yarar hiçbir amacı
yoktur ya da öyle görünür. Kötülük sapına kadar amaçsız
dır. Amaç gibi yavan bir şey onun ölümcül saflığını lekeler.
Bu yönden, eğer bir gün var olduğu ortaya çıkarsa, var ol
mak için hiçbir sebebi olmayan Tanrı'ya benzer. Tanrı'nın
var olmak iç in tek sebebi, yine kendisidir. Evreni de, bel
li bir amaçla değil, eğlenmek için yaratmıştır. Kötülük se
bep-sonuç mantığını reddeder. Görünürde bir amacı olsay
d1, bölünmüş, kendine yabancı ve kendinden sapmış olur-
77
du. Ama hiçliği böyle sıfatlarla oluşturamazsınız. Zaten bu
yüzden kötülük zamanın içinde var olamaz. Zaman değişim
demektir ama kötülük sonsuza değin, sıkıcı bir şekilde ay
nıdır. Cehennem azabının işte bu bağlamda sonsuza kadar
sürdüğü söylenir.
Shakespeare oyunlan içinde amaçsız kötülüğün bir diğer
örneği Othello'daki Iago'dur. lago, Mağripli'den nefret et
mesinin sebebi olarak bir dizi gerekçe gösterir; Venedik Ta
ciTi'nde Shylock'un da An tonio'dan hoşlanmaması için se
bepleri vardır. Ancak sıralanan sebepler nefretin derecesiy
le karşılaştırıldığında biraz zayıf kalıyorlar. Her iki karakter
de nefretleri için şüphe çekecek kadar çok sebep sıralarlar;
öyle ki sanki kendilerinin de anlamadığı bir ihtirası haklı çı
ka rmaya çalışmaktadırlar. Bu durumda insan Iago'nun Ot
he llo ya olan nefretinin köklerini nihilizmine bağlamadan
'
78
varoluşunun olabileceğini düşünmek safdil Othello'dan bi
le naif olmak demektir. Kendilerinin yazarı olma peşinde
kilerin durumu, Iago'nun karısı Emilia'nın deyişiyle cinsel
kıskançlığın durumuna benzer. Cinsel kıskançlık "bir cana
vardır J Kendinden olma, kendinden doğma . ., Shakespeare,
kendi kendini doğuran, kendi etiyle beslenen veya kendini
kendi anlayışında lüzumsuzca tanımlayan şeylerde belirgin
bir amaçsızlık ve kötücüllük görür. Bu, oyunlarında sıklık
la değindiği bir konudur. "Sanki bir adam kendinin yazarıy
mış gibi / Ve kendinden başka akrabası yok , " diye düşünen
Coriolanus bu gereksiz daireselliğe örnektir. Ancak bu mağ
rur tekillik aynı zamanda saf aptallıktır: "Bir hiçti kendisi,
adsız/Ta ki kendine bir isim uydurana kadar ateşten/ Yanan
,
Roma'nın ateşinden. ,
Shakespeare'in pek çok sinik karakteri gibi lago da bir
yönüyle başkalarının foyalarını ortaya çıkarmaktan ve ha
valarını söndürmekten keyif alan bir palyaçodur. Han
nah Arendt, Yahudi soykırımının önemli sorumlularından
Adolf Eichmann için şöyle der: "(Davadaki) herkes bu ada
mın bir 'canavar' olmadığını görebiliyordu ama bir palya
ço olduğunu düşünmemek de elde değildi. "3 Arendt , Eich
mann'ın kötülüğü kasten kendi doğrusu olarak seçen şey
tani bir karakter olmadığını düşünüyor. Macbeth gibi bü
yük bir kötülük figürü ya da sıradan bir aptal da değildir
Eichmann. Onun en öneınli modem suçlulardan biri olma
sının tek sebebi, der Arendt, "salt düşüncesizlik)'tir. Biraz
,,
daha ileri giderek bu durumda sadece banal değil "komik
bir yön bulur.4 Ancak palyaçoluk bütün değerleri yadsıma
noktasına vardığında, korkunç bir hal alır. Fars anlamdan
arındırılmış ve salt fiziksel hareketlere indirgenmiş insan
82
edemezler. Bir Kış Masalı'ndaki paranoyak kıskanç Leon
tes'in dediği gibi:
Kötülükle ilgili pek çok edebi çalışma vardır ama kötü ruh
lu olmakla suçlanan çalışma azdır. Zamanın genç hanımla
rının sadece kapalı kapılar ardında okuduğu ve neticede Pa
ris kraliyet mahkemesinin "tehhkeli,, olmakla suçladığı Les
Li aisons Dangereuses ( 1 782) kötü olmakla suçlanan kitap
lardandır yine de. Pierre de Laclos'un romanının başkarak
terleri Markiz Merteuil ve eski sevgilisi Vikont Valmont cin
sel entrikalarıyla başkalarını çoğunlukla sadece eğlenmek
için mahveden, manipülasyonda ustalaşmış korkunç insan
lardır. Valmont, bir melek kadar masum olan Madam Tor
vel'i hesaplı kitaplı bir soğukkanlılıkla baştan çıkarır çünkü
erdemliliği ve dini bütünlüğü onu Valmont'un entrikalan
na layık bir "düşmanı> yapmaktadır. Bu yönden bakıldığında
Valmont'un tavnnda lago'dan bir şeyler vardır. Valmont ro
manın ortalarına doğru Torvel'i baştan çıkarmayı başanr ve
ilerde umutsuzluk içinde ölecek olan kurbanını aniden terk
eder. Torvel'i Valmont'un kötü kişiliğiyle ilgili olarak uyar
maya çalışan Madam Volanges'ten de on beş yaşındaki kızı
Cecile'i baştan çıkararak intikamını alır. Cecile'in saygın ni
şanlısının gerdek gecesinde Valmont'un gelişkin cinsel tek
niklerinin sonucunu gördüğünde neler yaşayacağını düşün
mek ona özellikle keyif vermektedir. Cecile hamile kalır ve
bir manastıra çekilir; soylu nişanlının gözü döner ve Val
mont'u bir düelloda öldürür.
Valmont'un hevesli suç arkadaşı Markiz Mertel dünya
edebiyatının en kötü kalpli sahtekan olma iddiasındaki bir
kadındır. Bu iki ahlaksız aristokrat "aşk" sanatının, psiko
patlara özgü tüm sadist hazlarla yönlendirdikleri oyunları
nın erbabıdırlar. İçinde bulunduklan yuksek P�ris sosyete
sinde sevgilin düşmanındır, ona kur yapmak ele geçirip öl-
84
dürmektir ve onu baştan çıkarmak mahvetmektir. Valmont
ve eski metresleri gem vurulmaz bir ihtirasın kurbanı olduk
ları için değil , aksine onun kurbanı olmadıkları için kötü
dürler. Ussal olanı ve erotiği birleştirmeleri Valmont ve ekü
risini Fransız sterotipleri olarak görmemize yol açar. Bu aris
tokrat ikili kendi duygusal hayatlarından en az Leverkühn
kadar uzaktırlar ve bu yüzden �evrelerindeki zavallı yara
tıklara musallat olmaktadırlar. Aşk , onlar için, sadece yıkı
cı bir keyif almak için gerçekleştirilen askeri bir mücadele
veya psikolojik bir deneydir. Aşkın sevgiyle hemen hiç ilgi
si yoktur. Başarılarının hastalıklı amaçsızlığı onlan çok bili
nen geleneksel bir kötülük imgesine yaklaştırmaktadır. Bu
imge Sade'dan Sartre'a pek çok yazarın eserinde görülür. Ya
ni, şeytanın Fransız olduğunu düşünmek için geçerli sebep
lerimiz olabilir.
86
bazıları ergen suçlulan ve Kuzey Kore'yi düşüncesizce yafta
lasa bile, kötülüğün aslında ne kadar az rastlanır bir şey ol
duğuna da işaret edebilir� Öte yandan kötülük tanımını ge
niş tutmanın da tehlikeleri vardır. Söz gelimi Kant kötülük,
kötü yüreklilik, alçaklık ve yozlaşmışlık gibi kavramlar kul
lanır; oysa geniş gönüllü liberaller bütün bunları hafif yollu
ahlaksızlık olarak algılar. Kant kötülüğün insanın ahlak ku
rallarından sapma eğiliminden kaynaklandığını söyler. Oy
sa kötülük çok daha ilginç bir kavramdır. Ve her tür sapma,
kötülük sıfatına layık değildir.
Kötülüğe faşist teşkilatlann üst kademelerinde sık rastlan
maktadır. Neyse ki faşist teşkilatlara az rastlanmaktadır, en
azından çoğu zaman. Şu var ki kötülük salgını başladığında,
tıpkı uçak kazası gibi, etkisi büyük olur. Bu konuda aklımı
za hemen Yahudi soykınmı gelir. Bu, yerinde bir tepki ol
sa da soykırımın ne kadar istisnai bir durum olduğunu ak
hmızdan çıkarmamalıyız. istisnai olan elbette sebep olduğu
çok büyük sayıdaki masum erkek, kadın ve çocuk katliamı
değil. Stalin ve Mao'nun devlet eliyle işlediği cinayetlerin sa
yısı çok daha fazladır. Yahudi soykırımı sıra dışıdır çünkü
modern siyasi devletlerin sağduyusu genelde araçsaldır ve
belli bir amaca erişmek için kullanılır. İşte bu yüzden mo
dem çağın ortasında bir tür vahşi acte gratuit, katliam için
yapılmış bir katliam, görünüşe göre sırf keyif için yapılan bir
yok etme şenliği görmek şaşırtıyor bizi. Böylesi bir kötülük
hemen her zaman kişisel düzeyde gerçekleştirilir. Hiç de de
li gibi görünmeyen ve sırf hastalıklı bir haz peşinde 1960'lar
da 1ngiltere'de çocukları katleden Moor katilleri söz konusu
kötülük anlayışına uygun bir örnektir.
Bu örneğin aksine kitlesel sebepsiz kötülük örneği azdır.
Böyle durumlar için devasa organizasyonlar gereklidir; cid
di bir çıkar elde etme ihtimalleri olmadıkça insanlar doğal
olarak böyle girişimlerde zaman ve enerji sarf etmek iste-
87
mezler. Toplumsal psikoz öyle her gün karşılaşacağımız bir
olay değildir, tabii din ve Michael jackson hayranları derne
ği bu işe el atmamışsa. Nazi ölüm kamplarının en grotesk
yönü makul, titiz ve faydacı tedbirlerin, somut hiçbir ama
cı olmayan bir eylemin hizmetine koşulmuş olmasıdır. San
ki projenin kimi bölüm ve parçaları mantıklıdır da operas
yonun geneli anlamsızdır. Aynı şey, somut hiçbir işlevi ol
mayan bir durumda mantıklı hamlelerin yapıldığı bir oyun
için de geçerlidir.
Stalin ve Mao kitleleri bir amaç uğruna katletmiştir. Kanlı
eylemlerinin altında çoğu kez vahşi bir rasyonellik yatıyor
du. Bu eylemlerini Nazilerinkinden daha az iğrenç ve yan
lış yapmıyor. Neticede böyle alçaklıkların kurbanları, sebep
siz yere mi yoksa titiz bir planın parçası olarak mı öldürül
düklerini umursamazlar. Aslında elle tutulur bir amaçla işle
nen suçlar sebepsiz yere işlenen suçlardan çok daha fenadır.
,
6 Primo levi, The Drowııed and the Saved (Londra, 1988), s. 101 (Boğulanlar
Kurtulanlar, çev. Kemal Atakay, lstanbul: Can Yayınlan, 1996).
89
bir gruba dahil oldukları için öldürüldüler. Eşcinsellerin ve
solcuların öldürülmesi "nihai çözüm"ün, sadece Yahudiler
gibi (Alman Yahudileri de dahil) etnik veya ırksal yabancı
ları katletmekten ibaret olmadığını gösterir bize. Ancak bü
tün bu insanlar neden sakıncalı görülmüşlerdir? Çünkü Al
man halkının ve sözde Aryan ırkının saflığına ve birliğine
karşı bir tehdi t oluşturduklan düşünülmüştür. Bu da Nazi
ler için ölüm kamplannı kurmak için yeterli bir gerekçeydi.
Öte yandan söz konusu tehdit pek de somut bir şey değil
di. Sözde yabancılar, devleti yaptıkları veya yapmayı planla
dıklarıyla değil de sadece varlıklarıyla huzursuz ediyordu,
tıpkı Othello'nun varlığının Iago'yu rahatsız etmesi gibi. Po
püler postmodern jargonu kullanırsak, sakıncalı insanlar sa
dece uôteki" oldukları için rahatsızlık vermiyordu. Nazi Al
manya'sında, müttefikler de dahil, bol bol öteki vardı. An
" "
93
onunla birlikte değerli pek çok şey de suyun dibini boylar.
Ancak Nazilerin suiistimal ettikleri bu tavrın, kendi kimliği
mizi korumaya yönelik patolojik dürtüyü rasyonalize etme
nin bir yolu olduğunu görmek hiç de zor değil. Bütün bun
ların, olduğumuz kişi konusunda ısrar etmenin sadece daha
cafcaflı ve ölümcül bir türü olduğu iddia edilebilir.
Cezayir vatandaşı, trapez akrobatı ya da Anglo-Katolik bir
vegan olmayı sürdürmek istememiz için belli bir sebebimiz
yoktur. Aslında bazen özellikle değer vermediğimiz bir kim
liği yaşamak isteriz. Ancak egomuzun kendi bütünlüğünü
korumak gibi bir içsel dürtüsü vardır. lş böyleyken, kötü
lüğün amaçlı mı yoksa amaçsız mı olmasının belirsizliği an
laşılırdır. Kötülük başka bir şey uğruna yapılır ve bu açıdan
bakıldığında, bir amacı vardır; ama bu başka bir şeyin ken
di başına bir amacı yoktur. Iago, Othello'yu kısmen kimliği
için bir tehdit olarak gördüğü için öldürür; ama bunun Ot
hello'yu öldürmek için neden geçerli bir sebep oluşturduğu
anlaşılmazdır. Böyleyken bile Iago'nun eylemleri yeterince
anlamlıdır -bu yüzden de kötülüğün sırf kötülük olsun di
ye yapıldığını söylemek tam doğru olmaz. Kötülük, işin aslı,
kendisi amaçsız olan bir durum için yapılan amaçlı bir hare
kettir. Bu duruma en yakın analoji yine oyun olacaktır.
Aslında bir amaçla yerine getirilen herhangi bir eylemi
yeterince geriye götürürseniz, anlamsız birtakım ilişkilerin
hizmetinde olduğunu görürsünüz. Otobüsün peşinden ne
den koştu? Çünkü kapanmadan bakkala ulaşmak istiyordu.
Bunu neden yapmak istiyordu? Diş macunu almak için. Ne
den diş macunu almak istiyordu? Dişlerini fırçalamak için.
Dişleri niye fırçalarız? Sağlıklı olmak için. Niye sağlıklı ol
mak isteriz? Hayattan daha çok keyif almak için. lyi de ha
yattan keyif almanın nesi var ki? Bu Pinkie'nin önemsediği
bir değer değildir. Bu noktada, Ludwig Wittgenstein'in di
yebileceği gibi, baltayı taşa vururuz. Felsefi Soruşturma lar'da
94
sebeplerin bir noktada bitmesi gerektiğini söyler. Sadece beş
yaşındaki çocuklar, durmak bilmez metafizik sorgulamala
rıyla bu gerçeğe karşı durular.
Filozof Colin McGinn, Ahlak. Kötülük ve Roman adlı ça
lışmasında sadistlerin acıya amaçsızca değer verdiklerini ve
acıyı, başkalarına yaşatarak olabildiğince çoğalttıklannı be
lirtir. Sadistler acının belli bir amaca hizmet ettiğini düşün
mez� kıdemli başçavuşlar ve muhtemelen Edinburg Dükü
de bu eğilimdedir. McGinn aslında belli amaçlar güden tür
de kötülerin de olduğunu düşünüyor. Ancak, eylemiyle ilgi
li herhangi bir açıklama ihtiyacı duymayan, amaçtan tama
,
men uzak bir tür "ilkel. kötülük de vardır. Bazı insanlann,
McGinn'e göre, başka türlü olmak ellerinden gelmez. Mc
Ginn'in tutucu bir Anglosakson filozof olarak böylesi daya
naksız bir açıklamaya başvurma ihtiyacının sebebi. psikana
liz gibi Avrupai gizemlerle alışverişinin olmamasıdır. (Ay
n ı gafletle kötülükle mücadele etmek için bir takım akıldışı
önerilerde de bulunur.) Eğer kötülüğe gereken önemi ver
seydi , kendisi kötülüğün arkaik bir sadizm türü olmadığını
görürdü. Kötülük , korkunç bir içsel eksiklikten kurtulmaya
çalışan bir zalimliktir. Ve meseleye böyle baktığımızda, "il
kel" kötülük bile hepten amaçsız değildir.
McGinn kitabının bir başka yerinde kötülüğün amaçsızlı
ğına dair kendi duruşunu çürütebilecek bir argüman öne sü
rer. Çekilen yoğun acının, insan varoluşunun değerini azalt
ması gerektiğini söyler. Yaşam , ıstırap içindekiler için kurtu
lunması gereken bir angarya haline gelmiştir. Yoğun acı çe
ken pek çok insan ölmeyi yeğler. Ve ruhen ölü olan kimile
ri acı çekenleri izlemekten keyif alır çünkü bu onların insan
yaşamına yönelik sofu nefretlerini haklı çıkarmaktadır. Yani
başka insanların acılarından haz almalannın bir sebebi var
dır. (Aynı şekilde başkalarının kazanımlarına üzülmek de
l yani kıskançlık] sebepsiz değildir çünkü başkalarının başa-
95
rılan kendi başarısızlığımızı yüzümüze vurur.) Başkalarını,
kendi nihilist kimliklerine dönüştürmek için inleten bir tür
sadist de vardır. Şeytan. ku laklanna hayatın zaten değerli bir
şey olmadığını fısıldayarak kederli insanlara sahte avuntu
lar verir. Şeytanın düşmanı, her zamanki gibi erdemden çok
hayattır. Eğer erdemin yüzüne tükürüyorsa, Aristo ve Aqui
nas'ın işaret ettiği üzere, erdem tartışılmaz bir biçimde haya
tı en dolu ve yoğun yaşamanın yolu olduğundandır.
96
da Schopenhauer anlayışındaki arzunun katışıksız acısı kar
şısında afallayıp kalırız, yani arzunun en saf halini yaşadığı
mızda.
Sigmund Freud. Schopenhauer'dan çok etkilenmiştir ve
onun bahsettiği bu. hastalıklı sadist gücü ölüm güdüsü ola
rak yeniden yorumlamıştır. Ancak Freud'un farkı bu kindar
gücü keyifli olduğu kadar ölümcül bulmamızı öne sürmesin
den kaynaklanır. Bir yönden ölümü olağanüstü bir biçimde
tatmin edici buluruz. Eros ve Thahatos. aşk ve ölüm, Freud'a
göre yakından bağlantılıdır. Her ikisi de kimliğimizden vaz
geçişi gerektirir. Süper egonun saldırısına uğrayan, idin hır
paladığı ve dış dünyanın dövdüğü zavallı, yaralı egomuz ha
liyle kendi çözülmesi ve yok olmasına meftundur. Kötü ya
ralanmış bir hayvan gibi, nihai kurtuluşunun ölümüne doğ
ru sürünmekte olduğunu fark eder. Başlangıçtaki cansız va
97
dimizi, var olmak diye bilinen yaradan korumak için, kendi
yok oluşumuzu kucaklamaya bile hazırız.
Ölüm güdüsünün etkisine kapılanlar, hiçbir şeyin aslın
da önemli olmadığı düşüncesinden kaynaklanan o büyüle
yici özgürlük hissini yaşarlar. Lanetlenmişliğin ödülü umur
samaz olmaktır. Kişisel kazançlar bile önemsizdir -lanetlen
mişler kendi çarpık anlayışlarında tamamen umursamaz ol
duklarından, kendilerini. en az diğer varlıklar kadar alçalt
maya heveslilerdir. Ölüm güdüsü ilgi, değer, anlam ve akıl
cılığa karşı çılgın ve orgazmik bir başkaldırıdır. Karşısına çı
kan her şeyi hiçlik adına yok etmek isteyen akıldışı bir güç
tür. Ne keyif ne de gerçeklik prensibine saygısı vardır; bü
tün dünya paramparça olurken çıkan tınıyı duymanın ver
diği muzır mutluluk için her ikisini de feda etmeye dünden
razıdır.
Freud, ayıplarımız için bizi azarlayan ahlak duygusunun,
yani süper egonun, ölüm güdüsüyle bağlantılı olduğunu söy
ler. Hatta süper egoyu "saf bir ölüm güdüsü kültürü" diye ta
nımlar. Süper ego kusurlarımız için bizi ayıplarken. içimizi
tıka basa ölümcül bir suçluluk kültürüyle doldurur. Yine de.
(mazoşist canlılar olduğumuzdan) süper egonun azarların
dan keyif alır, her kabahatimizde sapkın bir mutluluk kayna
ğı bulduğumuz için zincirlerimizi bağrımıza basarız. Ve bu
da kendimizi daha suçlu hissetmemize yol açar. Bu ek suçlu
luk süper egonun alicenap terörünü daha da kindar bir güç
olarak tepemize çöreklendirir ve sonuçta kendimizi daha da
suçlu ve sonra daha da mutlu hissederiz ve işler böyle sürer
gider. Suç ve ayıp veya "yasa" ve arzudan oluşan bir kısır
döngüye kısılıp kalırız. Bu acımasız "yasa"yı yatıştırmaya ça
lıştıkça kendimizi daha çok parçalamaya meylederiz.
ipin ucunu kaçırdığımızda bu açmaz bizi, Freud'un de
yişiyle melankoliye� gönümüz jargonuyla akut klinik dep
resyona itebilir. Ve bu da, en kötü durumda intihar yoluy-
98
la egonun yok olmasıyla sonuçlanabilir. içgüdüsel istekleri
mizden her vazgeçişimizde süper egonun otoritesi ve akıldı
şı garezi biraz daha güçlenir ve suçluluk hissimiz biraz da
ha derinleşir. Bu kindar meleke tam da bize yasakladığı ar
zularla semirir. Dahası tatsız bir ironi sonucu, bize yasaklar
,
koyan "kanun' , aynı zamanda bizi ihlallere özendirir. Süper
egonun paranoyak yasaklamaları olmasa suç ve ayıptan ha
berdar bile olmazdık. Aziz Paul Romalılara yazdığı risalede
şöyle der: "Yasalar olmasaydı, günahın ne olduğunu bile bil
mezdim . . . hayat vaat eden emrin ta kendisi benim ölümüm
oldu." Bunu isterseniz ilk günahın Freudça bir yorumu ola
rak okuyabilirisiniz. Aziz Paure göre söz konusu döngüden
sadece kınama ve lanetleme "yasası"na, sevgi ve bağışlama
"yasası"na dönüştüğünde çıkabiliriz.
Freud'a göre bilinçaltımıza giden soylu yol rüyalardan ge
çer; ölüm güdümüze ulaşmamızı sağlayan en güvenilir yol
da bağımlılıktır. Ağır bir içki krizinin sancılarını çeken bir
alkoliği düşünelim. Şişeyi bir yana atmak bu kadar zor ise ,
bu içkinin tadını çok sevmesinden değildir. Alkolik içkinin
tadını sevmediğini bile söyleyebilir. içkiye düşkündür çün
kü içki içsel kişiliğindeki bir gediği ya da eksikliği tamam
lamaktadır. lçki bu dayanılmaz boşluğu doldurarak, tıpkı
Desdemona ve Ochello ilişkisinde olduğu gibi, bir fetiş işle
vi görür. Ancak alkolik kendi yok oluşuna da bağımlı oldu
ğu için şişeden vazgeçmesi zordur. Ve bu da güçlü bir haz
kaynağıdır. Vücudundaki her bir siniri mahvetmiş olması
na ve bu durumun kendisine ölümcül bir acı vermesine rağ
men içmeye devam etmesinin asıl sebebi budur. Haz , ken
dine eziyet etmekten aynlamaz. Kendimizi lime lime etme
miz ölüm güdüsü için yeterli değildir. Cüretkar bir yüzsüz
lükle bu işi yaparken süreçten keyif almamızı da talep eder.
Ölüm güdüsüne intihar eğilimli olmamız yetmez, sapkın ol
mamızı da ister.
99
Bir hırsız kanunu eğlenmek için çiğnemez. Kendini zen
ginleştirmek için yapar bunu. Ama ltiraflar'da yazdığına gö
re Aziz Augustine gençliğinde bir bahçeden meyve çaldığın
da hisleri farklıdır: "Günahın ve hırsızlığın kendisi hoşu
ma gitti. . . Herhangi bir kazanç için kötülük yapmamıştım.
Ve bu kötülüğün, kötülük yapmak dışında bir amacı yoktu.
Yaptığım yanlıştı ama hoşuma gitmişti; mahvolmak hoşuma
gitmişti. Günahı sevmiştim., onun sayesinde elde ettiğim şe
yi değil; günahın kendisini sevmiştim . . . utancımdan kar et
meye çalışmıyordum, sadece günah işlemeye açtım. " 1° Ki
tabın ilerleyen bölümlerinde Agustine kendi kötülüklerin
de , "habis bir haz ve sefil bir mutluluk" duyarak mest olan
lardan bahseder. 1 1 Augustine günümüzde uygunsuz haz di
ye tanımlanan durumu anlatmaktadır. Mahkum edilenler
0yasa"dan uzak duramazlar çünkü onlar kanunları ihlal et
meye meftundurlar. Gemi her azıya aldıklarında, "yasa''nın
sadist öfkesini üstlerine çekerler. Bunu yaparlarken, tıp
kı bir alkoliğin şişeden son birkaç serkeş haz damlasını yu
dumlarken yaptığı gibi, durumun onlara olası en korkunç fi
ziksel ve ruhsal çöküşü getireceğini bilirler.
Alkolikler kendilerini sadece bu berbat süreçte canlı his
sedebilirler -ya da içkinin onlara verdiği, hayatla ölüm ara
sında salınan sefil bir alacakaranhk varoluşunun tadını çı
karabilirler. içmek alkoliğin hepten ölmediğini gösteren tek
şeydir ve bu yüzden içkiye, boğulmakta olan birinin can si
midine tutunduğu gibi sarılır. Bu sanlışı, kayasının üstünde
ki Pincher Martin gibi birazcık gevşetse, gerçekten de ölme
si -yani bağımlılığını sona erdirme gibi korkunç bir eylemle
yüzleşip tekrar doğması gerekebilirdi. Alkoliği ayakta tutan
mahvoluşudur. Ne kadar çok içerse, yaşıyor olmanın tüyler
ürpertici parodisini o kadar çok sürdürebilir; dolayısıyla, al-
-- - - - -
101
yüz kadehle mesela- sona ereceğini düşünmek saçmadır. Al
kolik, bütün dünyayı yutmak isteyen ve bunu yapmadan dur
mayacak olan Faustyen bir isteğin pençesindedir. Alkoliğin
iradesi yok diyemeyiz; aksine korkunç ve sonsuz bir iradesi
vardır. Şarap , kadın ve müzikten oluşan şehvani bir alemde
debelenen bir eğlence düşkünü değildir alkolik. Aksine, içki
içmesi bedenselliğin nemrutça reddidir. Manasur hayatı ka
dar hayat karşıtıdır. Şarap Tannsı Baküs adına düzenlenen bir
alemden Kraliçe'nin Noel mesajı kadar uzakur. Elbette neda..
met şansı her zaman vardır -ölüm değil de hayat seçilebilir;
ancak böyle bir seçimin yapıldığı ender durumlarda bile ken
dini cehenneme teslim etme ihtimali mevcuttur.
Ölüm dürtüsü zaman içinde bir sonsuzluk ya da yaşam
içinde bir ölüm biçimidir. Kötülük gibi o da zamansal ve
uzamsal sınırlara teslim olmaz. Hegel'in deyişiyle bir tür
"kötü" sonsuzluğu imler. Bunu Aziz Paul'ün inayet veya
merhamet diye adlandırdığı "iyi ,, sonsuzlukla karşılaştırabi
liriz. Nasıl ki arzunun sonu yoksa merhametin de öyle. Ya
şayan ölülüğün de kötü bir türü vardır ve bu vampirimsi bir
yaşam türüdür. Bu Graham Greene'in Pinkie'si gibip kalp
leri, sadece ağızlannda yok etmenin tadını hissettiklerinde
çarpanların iğrenç, alacakara nlık yaşamıdır. Yaşayan ölülü
ğün merhametli bir türü de mevcuttur: Başkalarının iyiliği
için kendini feda etme. Lanetlenmişlerin yapamadığı işte bu
dur. Benlikleri vazgeçemeyecekleri kadar değerlidir. Kierke
gaard '�Umutsuzluğun asıl acısı ölmeyi becerememektirt"13
der. Kierkegaard, bir anlamda umutsuzlann gerçekten de öl
mek istediklerini öne sürer: '"Umutsuzluğun onu tüketme
diğini bilmek umutsuzu teselli etmez� aksine bu tesellidir
ona işkence eden. Odur acıyı canlı tutan ve hayatı acılı kılan.
Onu umutsuzluğa sürükleyen tam olarak şudur: Kendini tü
ketememek, yok olamamak... katlanamadığı şey kendinden
13 A.g.e . • s. 48.
102
kurtulamamaktır."14 Umutsuzluğa kapılanlar kendileriyle
çelişki halindedir. Kem talihlerinden kurtulmak için ölmek
isterler ama onları sapkınca ayakta tutan bir gücün pençe
sinde sürünüp dururlar. Ölemiyorlarsa bu, Pincher Martin
gibi, akut acılarına nazaran yok olmayı -benliklerinden ta
mamen ayrılmayı- daha korkutucu bulmalanndandır. Fri
edrich Nietzsche'nin dediği gibi insan herhangi bir şeyi iste
meyi hiçbir şey istememeye yeğler. Kierkegaard bunun ölü
mün tedavi edemediği tek hastalık olduğunu söyler zira öl
meyi becerememek hastalığın ta kendisidir.
Bu durumda alkolik de umutsuzluktan mustariptir. Gö
rünüşe bakılırsa çıkışı olmayan sonsuz bir hasret ve kendin
den tiksinme döngüsünde kısılıp kalmıştır. Mecazi olarak
söylersek, cehennemde yaşamaktadır. Malcolm Lowry'nin
Volkan'ın Altında romanında karşımıza çıkan ve dünya ede
biyatının en büyük sarhoşlarından olan Geoffrey Firmin de
aynı şeyi yaptığını fark eder: "Birdenbire daha önce hiç fark
etmediği bir şeyi şaşırtıcı bir kesinlikle anladı. Cehennem
de yaşadığını." Ancak alkoliklerin terk etmek istedikleri
son yer bu cehennemi bölgedir. Çünkü yaşadığı ıstırap, gör
dük ki, onu hayatta tutan tek şeydir. O da olmazsa, gerçek
ten de ölecektir ve bundan çok korkmaktadır. Özgürlüğe ve
mutluluğa erişmesini engelleyen şey, bu durumda, kendisi
dir. Bağımlı, kendisiyle kendi iyiliği arasında aşılmaz bir en
gel oluşturmaktadır. Ve bu sebeple kötülere benzemektedir.
lanetlenmiş insan feci şekilde ölüm dürtüsünün esiri oldu
ğundan, başkalanna çektirdiği ıstırap kadar kendi işkence
sinden de keyif almaktadır çünkü kendi acılanna tutunmak
yok oluşa karşı tek seçeneğidir. Korku dolu ve panik halin
dedir� teslim olmanın ne kadar basit olduğunu düşünemez.
Kendini canlı hissetmenin bedeli buysa cehennemsi ve cana
vanmsı olanı, iğrenç ve dışkısal olanı arzulamaya bile razı-
14 A.g.e., s. 48-49.
103
dır. Kurtuluşun suratına tükürüyorsa, içinde insan hayatın
dan geriye kalan tek şey olan korku dolu bir tatminden vaz
geçemediğindendir.
Bu düşünceyi iki alıntı açıklayabilir. Birincisi gene, umut
suzluğa kapılanların kendilerini hem beğendiklerini hem de
baltaladıklarını söyleyen Kierkegaard'dan:
1 5 A.g.c., s. 105.
1 04
disini ölemeyecek kadar önemsemesinden değildir kötü
nün. Sahneden çekilmek., aynı zamanda onun için dünya
yı da rahat bırakmak demektir. Böyle bir durumda insanlar,
Yaratıcısının propagandasını safça yutup dünyanın iyi yü
rekli bir yer olduğunu düşünebilir. Ne var ki lanetlilerin öf
kesi kısmen, gördük ki, iyilikten parazitçe beslendiklerini
bilmelerinden kaynaklanmaktadır� isyankar da aynı şekil
de karşı çıktığı otoriteye bağımlıdır. lanetliler hor gördük
leri erdemi saplantı haline getirmişlerdir ve dolayısıyla, Ki
erkegaard'ın dediği gibi, " [bu güce] salt kötülük olsun diye
sarılırlar," zavallı kansının başına bela olmaktan vazgeçme
mek için ölmemekte direnen tuhaf bir moruk gibi onu kız
dırıp, taciz ederler.
ikinci ahnu Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler inde
'
107
nüyor. Varoş erdemi, şeytani kötülüğün yanında sakil kalı
yor. Hepimiz john Milton'm Kayıp Cennefinde kabız bir me
mur gibi konuşan Tann�yla sohbet etmektense Dickens'ın
Fagin'iyle ya da Emily Bronte'nin Heathcliffiyle kadeh to
kuşturmayı tercih ederiz. Serserileri herkes sever.
Peki, gerçekten de sever mi? Herkesin sevimli bir serseri
yi sevdiğini söylemek daha yerinde olur. Otoriteye nanik ya
pan insanlara hayranlık duyarız, tecavüzcülere ya da nite
likli dolandırıcılara değil. Savoy Otel'inden tuzluk çalanlar
için gizli bir sevgimiz vardır ama insanları lime lime eden
köktenci Müslümanlara yoktur. Çoğu okurun, Kayıp Cen
net'te Tann'ya meydan okuyan öfkeli ve lanetli şeytanı sev
diği doğrudur. Ama şeytanın özellikle kötü bir yönünü değil
de büyük oranda, daha olumlu özelliklerini (cesaret , direnç ,
azim vs.) beğeniriz . Aslında, şeytanın özellikle kötü olan az
yönü vardır. Adem ve Havva'ya elma yedirmek bizim için en
korkunç günahlann başında gelmiyor.
N e var ki orta sınıf medeniyeti postmodern dönemine
ulaş tığında günah moda oldu. Post modem çevrelerde günah
kavramı, bebekleri boğmak ve birinin kafasına balta sap
lamak gibi eylemler içerse de, neredeyse her zaman olum
lu anlamda kullanılır oldu. Ancak, gerçekten de günah iş
lemek için önce karşı çıktığınız geleneklerin bir etkisi oldu
gunu kabull enmelisi niz Yani günah norm haline geldiğin
.
109
ihtilafa ve karmaşaya varmaması için. Tann•nın ve ülkemi
zin ululuğuyla ilgili yapılan bağnaz ve hamasi konuşmalar
la özdeşleşen meleksi ideolojilere daha çok ihtiyaç duyanz.
Geleneksel düşüncede kötülük çekici değil, aksine zih
nimizi uyuşturacak kadar monotondur. Keierkegaard Kay
gı Kavramı•nda şeytani olandan "içeriksiz , özsüz, sıkıcı" diye
bahseder. Kimi modem sanat eserlerinde gördüğümüz gibi,
kötülük sadece biçimden ibarettir. Hannah Arendt, Adolf Ei
chmann'ın orta sınıf banalliğinden bahsederken, adamın ne
derinliği ne de şeytani bir boyutu olduğunu söyler. Peki ya
yüzeysellik şeytaniliğin işaretiyse? Ya da kötülük frapan bir
despottan çok küçük bir memura benziyorsa? Kötülü k sıkı
cıdır çünkü onda hayattan eser yoktur. Baştan çıkancı çekici
liği tamamen yüzeyseldir. Belki yüzünde bir hareketlilik, bir
renk vardır ama bu Mann'm Büyülü Dağ romanındaki karak
terlerde gördüğümüz hastalıklı kızartıdır. Canlılık değil ateş
belirtisidir. Robert Louis Stevenson'ın hikayesindeki yaltak
çı Mr. Hyde örneğinde görüyoruz ki asıl korkunç olan cansız
bir şeyin çok yanıltıcı bir şekilde enerjik görünebilmesidir.
Kötülük yaşam ve ölüm arasına sıkışmış bir varoluş şeklidir.
Bu yüzden de onu hayaletler, mumyalar ve vampirlerle öz
deşleştiririz. Ne tam ölü, ne de tam canlı olan bir şey kötülü
ğün imgesi olabilir. Ve bu haliyle de sıkıcıdır kötülük çünkü
ölüm ve yaşam arasındaki bir çıkmazda, aynı korkunç şeyleri
yapıp dunnaktadır. Üçüncü Poli s in anlatıcısı cehennemi bir
'
110
dır kötülükte. Kendini insan varoluşunun karmaşasından
klişe dogmalar ve ucuz sloganlarla korur. Brighton Roch'ın
Pinkie'si gibi, ölümcül masumiyeti sebebiyle tehlikelidir. İn
san yaşamıyla ilgili hiç bilgisi yoktur ve lngiliz Kraliyet aile
si gibi sahici bir sinir krizini seyirlik bir eğlence sanır. Savo
ir faire1den yoksundur ve keder, mutluluk ya da cinsel ihti
rasla karşılaştığında, bir çocuk gibi afallar. Hiçbir şeye inan
maz çünkü inanmak için gerekli içsel hayattan yoksundur.
Cehennem ağza alınmaz uygunsuzlukların sahnesi değildir.
Öyle olsaydı, kapısında kuyruğa girmeye değerdi. Cehen
nem, Güney Dakota'nın bütün kanalizasyon sistemini ezbe
re bilen takım elbiseli bir adamın size sonsuza kadar süren
bir nutuk atmasıdır.
Thomas Aquinas için bir şey kendi doğasına ne kadar çok
ulaşırsa o kadar iyidir. Bir şeyin mükemmelliği, der Aqui
nas, kendini gerçekleştirdiği oranda artar. Şeyler ancak ken
dileri için uygun bir şekilde geliştiğinde iyidir. Bir şey kendi
ne has şekilde ne denli uğraşırsa, o denli saf olur. Bahsettiği
miz şekilde gelişen, oluşan her şey iyidir. Ve eğer Tanrı bü
tün yaratıkların en iyisiyse, bu katışıksız bir kendini gerçek
leştirme olduğundandır. Biz fanilerin aksine Tanrı'nın ol
mak isteyip de olamayacağı bir şey yoktur. Dolayısıyla Aqui
nas için kötü olan bir şey olarak var olmak diye bir şey yok
tur. Zaman zaman hayranlık duyulmayacak şeyler yapsa
lar da etrafımızda birkaç Billy Connoly veya Perulu olması
iyi bir şeydir. Şair William Blake zaman zaman kitaplarında,
özellikle de Cennet ve Cehennem Deyiş leri nde kötünün yanı
'
18 Biraz karmaşık olsa da bu meselenin son derece yetkin bir incelemesi için bkz.
john Milbank, "Darkness and Silence : Evil and the Westem Legacy". The Reli·
gious, yay. haz. john D. Caputo (Oxford, 2002).
113
var olmama hissi. Bu şiddet başka bir yokluğa da meyyaldir:
ölümün hiçliğine. Böylece korkutucu güç katışıksız boşluk
la bir araya gelir. Teolog Kari Barth Kilise Dogmalan adlı ça
lışmasında kötülüğün sadece yokluk ve eksiklik olmadığını,
yozlaşma ve yıkımdan oluşan bir hiçlik olduğunu belirtir.
Kötüler, bu durumda, yaşama sanatında kifayetsiz olan
insanlardır. Aristo'ya göre yaşamak , sürekli antrenman ya
parak kendinizi geliştirmeniz gereken bir spor gibidir. Kö
tüler işin bu yönünü bir türlü anlayamıyorlar. işin doğrusu
biz de öyle. Biz bu konuda Karındeşen jack'ten sadece bir
adım öndeyiz. Yaşam sanatı konusundaki kifayetsizliğimiz,
bir başka dünyadan gelen misafirlerimize garip gelebilir: Zi
yaretçilerimiz birkaç tınşka türevin yanı sıra birkaç tane de
mükemmel insan örneğiyle tanışacaklarını umuyorlardır
herhalde. Bu beklentileri bir yönüyle mantıklıdır� neticede
bir ağaçta birkaç çürük elma olabilir ama bir o kadar da ku
sursuz elma vardır. istisnasız tüm insanlann bir şekilde de
folu olması gerçeği dünya dışından gelen misafirlerimiz için
New York'taki Gugenheim Müzesi'ndeki bütün resimlerin
sahte olması kadar gariptir. Neticede, eğer kötüler yaşama
sanatında hepten beceriksiz ise, biz de kısmen öyleyiz.
Bu bağlamda, kötülük elimizi salladığımızda denk geldi
ğimiz bir şey olmasa da, sıradan hayatla yakın dan ilgilidir.
Ölüm güdüsü hiç de özel bir şey değildir; sadist kıthğı çek
tiğimiz de söylenemez. Ya da Almanların Die Schadenfreude
kelimesiyle ifade ettikleri, başkalannın üzüntülerinden ha
bis bir keyif alma durumunu düşünelim. David Hume Jnsan
Doğasına Dair adlı çalışmasında başkalannın mutluluğunun
bize keyif ama biraz da acı verdiğini söyler ve başkalarının
acısını paylaşsak da, ondan biraz da keyif aldığımızı. Hume
bunun şeytani bir sapkınlık değil insan doğasının bir gerçeği
olduğu söyler. Yani bu durumda panikleyecek bir yön yok.
Colin McGinn sıradan kıskançlığı, en azından şu ana ka-
114
dar tanımladığımız şekliyle, kötülüğe en yakın olduğumuz
an olarak görür.19 Kıskanç kişiler başkalarının mutluluğuna
üzülürler çünkü mutluluk onlara kendi eksik kalmış benlik
lerini hatırlatır. Milton'ın Şeytan'ı şöyle hayıflanır:
115
Ü Ç ÜNCÜ BÖLÜM
Kaş Yaparken Göz Çıkarmak
117
mu ndan kurtaracak bir şekilde açıklamaya çalışır. Bu proje
ye lngiliz edebiyatının en büyük katkısı john Milton'ın mu
azzam epiği Kayıp Cenneftir� şair bu eserde insanlığın içinde
bulunduğu aşağılık yaşamı kullanarak "Tanrı'nın insanla
ra karşı yaklaşımı"nı haklı çıkarmaya çalışır. Devrimci Mil
ton'a kalırsa yaşanan hayatın iğrençliğinin bir sebebi, İngil
tere lç Savaşı'nın getirmesini umduğu politik cennetin sefi l
bir şekilde yozlaşmasıdır. Yine de Milton'ın Tann'yı aklama
yolundaki sofu çabası bazı okurların Tann'ya daha da çok
sırt çevirmelerine sebep olmuştur. Şiirde yaptığı gibi, Tan
n'ya kendini savunması için incelikli argümanlar vermek ve
kendini savunmasına sebep olmak, O'nu insanların seviye
sine indirmek demektir. Oysa tannlara, prenslere ve yargıç
lara tartışmalara girmek, kendilerini haklı çıkarmaya çalış
mak yakışmaz.
Teolog Kenneth Surin'e göre bir insan, 18. yüzyıl Avrupa
Aydınlanması düşüncesinde sunulduğu gibi dünyayı uyum
lu bir bütün olarak görmeye ne kadar çok meylederse, kötü
lük meselesi kendisi için o denli korkutucu bir hal alır.1 Zi
ra kötülüğü anlama yolundaki modern çabalarımızın kök·
leri Aydınlanma'nın kozmik iyimserliğindedir. Kötülük,
''sağduyu"nun yok edemediği kara bir gölgedir. Kozmik kart
destesindeki joker, istiridyedeki kum tanesi, düzenli dünya
mızdaki terslik unsurudur. Teodisenin bu anomaliyi açık
lamaya yönelik bir dizi iddiası vardır. tık olarak, kötülüğün
varlığını erdemli bir kişilik yaratmak için gerekli bir unsur
olarak gören, Erkek izci ya da soğuk duş diye adlandırabile
ceğimiz bir teori var. Falkland Savaşı'nda çarpışırken, vurul
manın kişiliğini çok geliştirdiğini söyleyen Prens Andrew gi
bi insanlann, bu anlayışı onayladıklarını düşünmeden ede
miyoruz. Bu görüşte kötülük bize iyi olma ve sorumlu dav
ranma fırsatı vermektedir. Üzerinde kötülük olmayan bir
1 Kenneth Surin. Theology and lhe Problem of Evil (Londra, 1986), op. 32.
118
dünya bizi erdemli davranışa yönlendiremeyecek kadar sıkı
cı olurdu. Karamazov Kardeşler'deki kötü kişi kendi varlığı
nı savunmak için tam da böyle bir argüman öne sürer: lvan
Karamazov'a kendi rolünü, Tann'nın yarattığı dünyadaki bir
ihtilaf veya zıtlık, o dünyanın katışıksız sıkıcılığa teslim ol
masını engelleyen bir muhalefet olarak sunar. "Belirsiz bir
denklemdeki x" -saf uyum ve mutlak düzenin evreni ele ge
çirip her şeyi sona erdirmesine engel olmak için "gerekli zıt
lık" olduğunu söyler.
Kötülüğü gerekli bir ihtilaf ya da karşı çıkış olarak görmek
işit iç organlarının kesilip karnından çıkarılması, yakılması
ve sonra da ağzına tıkılmasının seni bir erkek yapacağı iddi
asına vardırmaktır. Kötülük tıpkı bir komando olmak gibi,
sana insanın eline pek de sık geçmeyen, nasıl bir insan oldu
ğunu anlama fırsatını vermektedir. Tanrı "Hiroşima felake
tini, Belsen toplama kampını, Lizbon Depremi'ni veya Veba
Salgını"nı üstümüze salmakta haklıdır, yoksa gerçek dünya
da değil de oyuncak bir dünyada yaşıyor olurduk der Ric
hard Swinbume.2 Böyle ucuz bir fikrin sıradan birinden de
ğil de bir Oxbridge hocasından çıkmış olduğuna inanmak
gerçekten güç.
Kötülükten bazen iyiliğin gelebileceği doğrudur. Galiba
kem talihin yüzümüze hiç gülmemesiyle övünen1 mağrur
tipler var aramızda. Kimileri diyor ki, modern dünyadaki
bariz anlam kaybı ürkütücü görünebilir ama aslında bir ni
mettir. Olguların kendi başlanna anlamlı olmadığını anladı
ğımız günt onlara istediğimiz anlamı yükleyebiliriz. Diyor
lar kit geleneksel anlam enkazından, işe yarar anlamlar üre
tebiliriz. Yanit bir felaket gibi görünen şeyden neticede ka
zanç elde edebiliriz.
N e var ki kötülükten her zaman iyilik doğmaz; öyle bile
o Isa bu kötülüğün varlığını haklı çıkarmaya yetmez. Mağrur
2 Richard Swinbume, The Existencc of God (Oxford, 1979), s. 219.
119
insanlar biraz alçakgönüllülük öğrenmek için organlannın
parçalanmasından daha makul yollar bulabilirler. Şüphesiz
Soykınm'dan kaynaklanan iyilikler de olmuştur, özellikle de
kimi kurbanların dayanışması gibi. Ancak herhangi bir insa
ni duygunun Soykırım'ı aklamasını düşünmek ahlaka aykı
rılıktır. tncil'de lsa'nın zamanının çoğunu hastalara şifa da
ğıtarak geçirdiğini görürüz ama bir kez bile hasta ve sakat
lara acılarına razı olmalarını öğütlemez. Aksine , ıstırapların
şeytanın işi olduğunu düşünür gibidir. Cennetin bu dünya
da çektiğin sıkıntıları yeterince telafi edeceğini söylemez. Sı
kıntı çekmek sizi daha kibar ve bilge yapsa bile , sıkıntı çek
mek kötüdür. Başka bir şekilde değil de sadece böyle kibar
ve bilge olmanız ise daha kötüdür.
Buradan talihli düşüş fikrine çıkarız yine. "Talihli" dedi
ğimize göre bunun iyi bir şey olduğunu mu düşünüyoruz?
doğadan kopup tarihe girmemiz olumlu bir olay mıdır? Hiç
de şart değil. Tarih birtakım olağanüstü başarılar getirmiştir
elbette -ama sadece muazzam bir sefalet pahasına elde edil
miştir bunlar. Marksistler insan anlatısının bu iki yönünün
birbirine yakından bağlantılı olduğuna inanır. Belki de amip
olarak kalsak daha iyi olurdu. insan ırkı kendi kıyımıyla so
na ererse -ki aklın sınırlarını zorlayan barbarlık tarihimize
uygun bir son olurdu bu- pek çoğumuz hayatlarımızın son
saniyelerini bunu düşünerek geçirirdik. Evrim ve neticede
yol açuğı insanlık tarihi uzun ve korkunç bir hata mıdır? iş
ler bu kadar aşikar bir şekilde kontrolden çıkmadan bütün
bu projeyi iptal etsek daha iyi olmaz mıydı? Öyle olduğuna
inanan bir sürü filozof var. Bunlardan birinin Schopenhauer
olduğunu önceki sayfalarda görmüştük.
john Milton'ın Kayıp Cenn.et'i bu konuda oldukça muğ
lak bir tavır sergilemektedir. Milton çatışmanın gerekliliği
ne inanan devrimci bir Püriten'dir ve cennetin uyumlu ama
durağan dünyası onu pek de heyecanlandırmamaktadır. An-
1 20
cak Tann'nın krallığını seven ve püritenlerin lngiliz lç Sa
vaşı'nda bu krallığı yeryüzüne indireceğine inanan ütopya
cı bir düşünür olarak, bir tarafı o mutlu bahçe içi n özlem
duymaktadır. Belki de kendisi meseleyi şöyle görüyordur:
IJk yuvamızdan aulmasak iyiydi ama auldığımıza göre daha
görkemli bir mutluluk elde etmek için artık bir şansımız var.
Meselenin bu yönü garip bir şekilde sadece Milton'la değil
Marksizmle de ilgili. Marksistler de sonuçta sosyalizm diye
bilinen daha iyi bir yaşam şekline yol açacağını düşündükle
ri için kapitalizmin şeytanlıklarının iyi bir şey olduğunu dü
şünmüyorlar mıdır? Şüphesiz Marx kapitalizmi, tarihin gör
düğü en devrimci üretim türü olarak açıkça övmüştür. ln
sanlığa daha önce görülmemiş felaketler yaşatan, sömürüye
dayalı bir sistem olduğu tartışma götürmez. Ne var ki Marx'a
göre kapitalizm aynı zamanda insanın gücünü o güne değin
bilinmeyen boyutlara ulaştırmıştır. Kapitalizmin zengin li
beralizm ve Aydınlanma geleneği, uygulanabilir bir sosya
lizm için gerekli mirası oluşturacaktır. Yani tarihin kapita
lizme kapılması sadece bir şans değil de gereklilik midir?
Kapitalizm olmadan gerçek sosyalizm olamaz mı? Sosyalizm
gelip toplumun lehine düzenlemeler yapana kadar toplumu
zenginleştirmesi için kapitalizm gerekli midir?
Bazı Marksistler kesinlikle buna benzer bir görüş öne sür
müşlerdir. Devrim Rusya'sının Menşevikleri bu fikri savu
nanların en bilinen örnekleri. Eğer durum gerçekten de böy
leyse Marksizm de bir çeşit teodise örneği oluyor. Neticede
iyiliğe sebep olacak tarihsel kötülükleri aklamaya yönelik
bir tarafı var. Kimi Marksistlere göre antik dünyanın köleliği
ahlaken yanlış olsa da, daha "ilerici" bir rejim olan feodaliz
me yol açtığı için gereklidir. Feodalizmden kapitalizme ge
çiş için de benzer bir sav öne sürülebilir. Yine de günümüz
de kendine Marksist diyen pek az insan böylesi küstah bir
önermede bulunabilir. Her şeyden önce kapitalizmin kesin
1 21
olarak feodalizmden kaynaklandığını söyleyemeyiz. Dün
yaya şöyle bir göz attığımızda bile kapitalizmin de sosyaliz
me yol açmayacağını görebiliriz. Kapitalizm başladığına ve
var olduğuna göre, sosyalistler kapitalizmin maddesel olan
ve olmayan kaynaklarmı tiim insanlığın hizmetine sunmaya
çalışabilir. Bununla birlikte sosyalistler bu amacı başka. tür
hi yerine getirmeyi tercih ederler , tıpkı Milton'nın cennetten
hiç kovulmamış olmamızı tercih etmesi gibi. Henüz hiçbiri
yapmamış olsa da , sosyalistler insanlık tarihinin hiç başla
mamış olmasının daha iyi olacağını iddia edebilirler. Sonuç
ta adil bir toplum yaratsak bile, bu geçmişin ve günümüzün
acımasızhklannı yeterince telafi edemeyebilir. Ölüyü iyileş
tiremez. Köleliği, Bob Hope'u ve Otuz Yıl Savaşlan'nı geri
ye dönük olarak katlanılır kılamaz. Ancak bütün bunlar ger
çekleştiğine göre, sosyalizmle ya da sosyalizmsiz, keşke hiç
olmasalardı demek anlamsız değildir. Bu istek doğru olma·
yabilir. Ama makul olmadığını söyleyemezsiniz.
Kötülükten iyilik doğabilirse bile, diye soruyor filozof Bri
an Davies, "Kötülüğü, iyiliğe yol açabilecek şekilde düzenle
yen biri [yani Tanrı] hakkında ne düşünmeliyiz?"3 Karakte
rimizi sınamak için dang hummasından, Britney Spears'ten
ve tarantuladan daha makul bir yol bulamaz mıydı? Belki
bu tür bir dünyada kötülük kaçınılmazdır; peki Tann neden
başka türlü bir dünya yaratmadı? Bazı teologlar acı ve ıstı
rabın olmadığı maddesel bit dünya yaratamayacağını öne sü
rüyorlar. Bu kurama göre tensel hazlar istiyorsak, hatta sa
dece vücudumuz olsun bile diyorsak, çektiğimiz acılara ra
zı olmahyız. Leibniz yaşadığımız dünyanın olası en iyi dün
ya olduğunu iddia eder� başka filozoflar ise olası dünyaların
en iyisi fikrinin en az en büyük asal sayı fikri kadar anlamsız
olduğunu söylüyor. Nasıl bir dünyada yaşıyor olursak ola-
3 Brian Davie.s, The Realiry of God and the Problem of Evil (Londra ve New York,
2006} s. 131.
1 22
lım, her zaman daha iyisini tahayyül edebiliriz (mesela Kate
Winslet>in kapı komşunuz olduğu bir dünya gibi).
Bir de Resmin Tamamı argümanı var ki kötünün gerçek
te kötü olmadığını, aslını göremediğimiz bir iyilik olduğu
nu iddia eder. Kozmik resmin tamamını görebilseydik, dün
yaya Tanrı'nın görüş açısından bakabilseydik, bize kötü gibi
görünen şeyin, iyicil bir bütündeki önemli bir parça olduğu
nu anlayabilirdik. Sadece görünürde kötü olan bu şey olma
sa bütün gerektiği gibi işleyemezdi. Bu argümana göre olan
biteni doğru bağlama koyduğumuzda, kötü görünen iyi gö
rünmeye başlayacaktır. Mesela küçük bir çocuk bir kadı
nın birinin parmağını kestiğini gördüğünde dehşete kapıla
bilir; oysa o kadının bir cerrah ve parmağın da artık iyileşe
meyecek kadar kötüleştiğini bilmiyordur. Kötülük bu yön
den bakıldığında ayrıntıda kaybolmaktadır. Biz uzak görüş
lü olmayan yaratıklar, bebekleri ateşte közlemeyi iyi bir fi ..
124
sine göre şeyler kendi içinde iyidir ve kötülük varlıktaki bir
tür bozulma ya da eksilmedir. Şeyler geliştikçe, yapmaları
gereken şeyleri yaptıkça iyileşirler. Kolunuzu dişleri arasın
da çiğneyen bir kaplan iyidir çünkü o esnada yapması gere
ken şeyi yapmaktadır. Tek sorun onun gelişme yolunun se
ninkisiyle çelişiyor olmasıdır. Virüsler de kendi masum vi
ral hayatlarını sürmektedirler. Doğalarına baktığımızda vi
nıslerde itiraz edecek hiçbir şey bulamayız. Şüphesiz muha
lif bir grup eninde sonunda, ellerindeki pankartları hastane
lerin önünde öfkeyle sallayarak ve virüsleri yok etmeye çalı
şan bilim adamlarına saldırarak, virüslerin de haklan oldu
ğunu haykıracaklardır. Aslında meselenin kökeninde şu ya
tıyor: Virüsler kendilerine has yaşantılarını yaratıcı bir şekil
de sürdürürken, virüslerle girdikleri ilişki sebebiyle kendi
le rine has yaşanulannı yaratıcı bir şekilde sürdüremeyen in
sanları öldürme eğilimine giriyorlar. Tanrı neden bir türün
serpilip gelişmesinin bir başka türün salahiyetiyle çelişmedi
ği bir evren yaratamamıştır ki? Dahası dünya serbest piyasa
ya neden bu kadar çok benzemektedir?
Günümüzde kötülük meselesiyle karşı karşıya kalan kimi
teologlar Tann'nın Eyüp Kitabı'ndaki bir sözünden medet
umarlar. Tann'ya kötülüğe neden izin verdiğini sormak, bu
teologlara göre� onu rasyonel ve ahlaki bir varlık olarak gör
mek demektir ama Tann kesinlikle böyle bir varlık değildir.
Tanrı'yı öyle düşünmek uzaylıları yeşil renkli, ağızlarından
sülfür saçan, üçgen gözlü ve böbreksiz insanımsılar olarak
görmek demektir. Bütün bunlann kanıtladığı tek şey insan
hayal gücünün kıtlığıdır. Son derece garip görünen bir ya·
ratığı bile , kendimizin üstünkörü gizlenmiş hali olarak gör
me eğiliminde olduğumuz ortada. Tanrı, insanlan iyiye yö·
neltmekle görevli, sorumlulukları , zorunlulukları ve fırsat·
lan olan devasa bir ahlak zabıtası olarak düşünülmemelidir.
Söz konusu teologlar aksi görüşün O'nu zındıkça kendimize
125
benzeterek, Tann'nın mutlakiyetini önemsizleştiren Aydın
lanmacı bir yorum olduğunu öne sürüyorlar. Filozof Mary
Midgley'in de işaret ettiği gibi: "Eğer Tann varsa , kesinlikle
yozlaşmış ya da aptal bir memurdan daha gizemlidir.»4 Tev
rat'ta Eyüp'e sertçe söylediği üzere , Tann insan mantığının
sıntrlarının ötesindedir. Eyüp sıkıntılarından şikayet edip
Tanrı'nm kendisi gibi saf birine neden bu kadar çok fela
ket yağdırdığını sorduğunda,. yandaşlan fiyakalı sözde açık
lamalar yaparlar. Belki de, örneğin, atalan bazı günahlar iş
lemiştir ve kendisi bu sebeple cezalandırılmaktadır. Sonun
da Tann kendisi ortaya çıkar ve bu onursuz cevaplan lanet
leyerek bir kenara iter. Eyüp'e bu acılan neden çektirdiğini
açıklamak yerine, kendisine, üç aşağı beş yukan, cehenne
me kadar yolunun olduğunu söyler. Tann'nın Eyüp'ü ters
lemesinin meali şudur: Sen benimle ilgili ne bilebilirsin ki?
Kendi ahlaki ve rasyonel kodlarını bana uygulamaya nasıl
ciıret edersin? Bu bir salyangozun bir bilim adamını sorgu
laması gibi bir şey değil midir? Bu ne cüret? Hikayenin so
nunda Eyüp Tann'yı bir sebep olmaksızın sevmeye karar ve
rir -ötesini berisini düşünmeden , ödül ve ceza gözetmeksi
zin , en az çektiği acılar kadar karşılıksız bir sevgiyle sevme
ye karar verir.
"iyilik için yaratılmış bir evrende,'' diye yazar Richard J.
Bernstein , "Auschwitz'den sonra , kötülüğün ve acının meş
rulaştınlabileceğini düşünmek terbiyesizliktir. "5 lyi de, bu
her zaman terbiyesizlik değil miydi? Neden sadece Aus
chwitz'den sonra öyle olsun ki? Pek çok insan Nazi topla
ma kamplanndan çok daha önce kötülüğün meşrulaştırıla
mayacağını dile getiriyordu. Bu durumda Tann'nm altı mil
yon Yahudi'nin öldürülmesine neden izin verdiğini bilmi
yoruz > tabii eğer "izin vermek'' doğru ifadeyse. Bazı inanç-
126
1ı insanlar, bu işi doğru bulmayıp, açıklama aramaktan vaz
geçebilirler. Şu ana değin sözü edilen bütün argümanların
gerçeklikten uzak ve düzmece, birkaçının ise zındıkça ol
duğunu iddia edebilirler. Kant bu yüzden "Teodiseye Yöne
lik Bütün Felsefi Girişimlerin Gereksizliği" başlıklı bir dene
me yazmıştır. Paul Ricoeur teodisenin "çılgın bir proje"6 ol
duğunu söyler. Hırisciyanlann ellerinden gelen bu kadarsa,
yenilgiyi kabul etmeleri ve -en azından bu mühim mesele
de- agnostik olmaları kendi hayırlannadır. Agnostik olma
ları durumunda bile kötülüğün Tanrı'nın varlığına karşı son
derece güçlü bir argüman oluşturduğunu göz önüne almak
zorundadırlar.
127
olduğu odalarda buluşup kötülükler planlamaktadırlar. Öte
yandan bu kötülükler belli sistemlerin ürünüdürler.
Kötülük türlerinin çoğu toplumsal sistemlerimizin içine
işlemiştir ve bu sistemlere hizmet eden bireyler yaptıkları
nın ciddiyetinin farkında olmayabilirler. Öte yandan bu in
sanların tarihin elinde basit birer kukla olduğunu söyleye
meyiz. Noam Chomsky'nin bir zamanlar dediği gibi entelek
tüellerin politik otoriteye meselelerin iç yüzünü göstermesi
ne gerek yoktur çünkü otorite gerçeği zaten bilir. Entelek
tüeller topluma gerçeği gösterseler bile, iğrenç siyasi eylem
lere imza atan pek çok birey, duyarlı ve vicdanlı insanlardır�
bu insanlar devlete, şirkete, Tann'ya veya Özgür Dünya'nın
geleceğine -kimi sağcı Amerikalılar için bütün bu kavramlar
neredeyse aynı anlama gelir- cansiperane hizmet ettiklerini
düşünürler. john Le Carre'ın gizli ajanları gibi, haysiyetsiz
davranışlannın tatsız ama gerekli olduğuna inanı rlar. Bir in
sanın tırnaklarını kerpetenle sökmek, ideal bir dünyada ya
pacakları bir şey değildir. Tırnak söken işkencecilerin ve da
ha kötüsü onlara bu işi verenlerin, yaptıkları ve söyledikle
ri arasında ciddi bir çelişki görmeksizin ahlaki değerlerden
bahsedebilmelerinin bir sebebi işte budur. Ahlaki değerle
rine samimiyetle inanıyor olabilirler ama o değerlerle ticari
ve politik gerçekleri başka dünyalara aittir. Ve bu iki dClnya
nın kesişmeleri gerekmemektedir onlar için. Siniklerin dedi
ği gibi din gündelik gerçeklerle çelişmeye başladığında, din
den vazgeçme zamanı gelmiştir.
Bu durumda söz konusu yanlış bilinç müteşekkir olma
mız gereken bir şeydir. Korkunç şeyler yapan insanlar yap
tıklarının en azından kısmen farkında olmasalardı, onlann
gerçek anlamda, içten gelen bir kötülüğe sahip olduklarını
düşünmek zorunda kalacaktık . Ve bu da onlann, şu an sahip
oldugumuzdan daha iyi bir toplumsal düzen kurma hakkına
ve yetisine sahip olup olmadıkları meselesini gündeme geti -
12a
rebilirdi. Marx ve Engels ideoloji kavramını radikal bir poli
tik düzeni makul göstermek için kullanmamışlardır ama bu
na rağmen ikisi arasında bir ilişki vardır. insanların içinde
olduklan sistem tarafından güçlü bfr şekilde şartlandınlmış
olmalan gerçeği, politik değişime engel olmaktadı r. Ancak ,
bu gerçek onların , politik kefarete uzak olduklarını söyleye
rek ıskarta edilmelerini gerektirmez. Hümanistler bu tür in
sanlar için, ironik bir şekilde , yanlış bir bilinç geliştirmişler
dir. Eğer başkalarını sakat bırakan ya da sömüren insanlar
aslında ne yaptıklannın farkında değillerse, lncil'den meş
hur bir ifadeyle söylersek., bu durumda şüphesiz ahlaken va
sattırlar, büsbütün kötü değillerdir. Yaptıkları şeyin ciddi
yetinin sadece kısmen farkında olsalar bile ya da yaptıkla
nnın tam olarak farkında olmalanna rağmen bunun onurlu
bir dava için vazgeçilmez olduğunu düşünseler bile belki de
hümanistlerin sandıklan kadar hoş görülür değillerdir. "Bel
ki" diyorum çünkü Stalin ve Mao onurlu bir amaç diye nite
ledikleri bir şey için katliamlar yaptılar ve Stalin ve Mao'yu
da hoş göreceksek, kimi görmeyeceğimizi kestirmek zor. . .
Kötülük eylemlerinin çoğunun yanlış düşünme, ağır ba
san çıkarlar ve tarihsel güçlerden kaynaklandığı doğru ol
masaydı, çok daha korkunç bir durumla karşı karşıya ka
lırdık. lnsan ırkının yaşamını sürdürmeye hakkı olmadığını
düşünmek zorunda kalabilirdik. Schopenhauer insan yaşa
mını korumaya değer bu lan herkesin derin bir yanılgı için
de olduğunu söylüyor. Ona göre insan yaşamı uğraşmaya
değmezdir çünkü sadece "anlık tatmin , ihtiyaçlardan kay
naklanan kısa süreli keyif, yoğun ve uzun süren acı, sürek
li mücadele"den ibarettir, "bellum omnium, her şey hem av,
hem avcıdır. Yokluk , ihtiyaç, endişe, feryat ve uluma insae
cula saeculorum veya yerkabuğu bir kez daha çatlayana ka
dar devam edecektir. "8
8 Arthur Schopenhauer. The World as \Vill and Idea (New York, 1969) , cih 2, s. 354.
129
Schopenhauer'un çizdiği portrenin yetersiz bir algıya da
yandığını düşünebilirisiniz. Bu portrede insan yaşamına da
ir bazı temel unsurların sorumsuzca göz ardı edilmiş gibi
dir. Ancak Schopenhauer'un insan yaşamını yaşanmaya de
ğer kılan hemen her şeyi bir kenara ittiğini kabul etsek bi
le ortada bir sorun var. Elbette savaş kadar sevgi, inleme ka
dar kahkaha, işkence kadar da mutluluk var. Ancak insan
lık tarihinin kayıt defterinde bu iki grup özellik, yani olum
lu ve olumsuz eşit midir? Cevap belli. Aslında olumsuz sa
dece baskın değil, pek çok yerde ve zamanda tartışmasız bir
şekilde baskındır. Hegel tarihin "halkların mutluluğunun,
devletlerin bilgeliğinin ve bireylerin erdeminin kurban edil
diği kanlı bir sunak," mutluluk dönemlerinin ise boş sayfa
lar olduğunu söyler. Ayrıca yazdıklarında "kötülük, şeytani
lik ve insan ruhunun yarattığı en görkemli imparatorlukla
,
rın düşüşü" ve "insanoğlunun dile gelmemiş sefaleti , nden9
bahseder. Ve üstelik bütün bunları fazlasıyla iyimser olmak
la düzenli olarak suçlanan bir filozof yazıyor! "Satırları ara
sında," diye yazar Schopenhauer, ·�ağlama, inleme ve diş gı
cırtısı, halkların korku dolu patırtısı ve kan davası görülme
yen bir felsefe, felsefe değildir. " 1 0 tnsanlık tarihinin "bitim
siz yıkımları "ndan bahseden Theodor Adorno da Schopen
hauer'la aynı görüştedir.
Erdem kamusal alanda gelişciyse bile bu hem kısa hem de
tehlikeli bir şekilde olmuştur. Hayranlık duyduğumuz de
ğerler -merhamet, şefkat, adalet, iyilik- çoğunlukla kişiye
özel alanlara mahsustur. Çoğu kültür çapulculuk� açgözlü
lük ve sömürü anlatılarından oluşur. Yakınlarda sona eren
çalkantılı yüzyıl bir ucundan diğerine kana boyanmıştır, boş
yere ölen milyonlarca insanla imlenmiştir. Politika dünya
sını vahşi, kokuşmuş ve baskıcı görmeye öylesine alışmışız
130
ki bu şartların bu denli ısrarla sürmesine artık şaşırmıyoruz.
Meşhur ortalamalar yasası sebebiyle bile olsa, iyilik ve ışığa
insanhk tarihinin kayıtlarında daha sık rastlamamız gerek
mez miydi?
Meseleyi başka türlü de ifade edebiliriz. insanın içinde
hem iyilik hem de kötülük olması bir meyhane klişesidir.
(nsan karmaşık, öngörülmez ve ahlaken karışık bir yaratık
mış. Öyle bile olsa politik hayatta iyiler neden daha sık gö
rülmezler? Sebep kesinlikle toplumsal ve politik tarihin -ya
pılann, kurumlann ve güç ilişkilerinin- doğası olmalı. Çıt
kırıldım bir liberal bakış açısında insanlar sadece ahlaken
karışık değildir. Aksine , insanlar çoğunlukla yoz, tembel ya
ratıklardır ve insanlardan �ayda değer bir şey elde etmek is
tiyorsanız, onları sürekli disiplin altında tutmanız gerekir.
Bu yönden bakıldığında insanlardan çok şey bekleyenler
-sosyalistler, özgürlükçüler ve benzerleri- feci hayal kınklı
ğına uğrayacaklardır. Zira onlar insanı aşın bir şekilde ide
alleştirme eğilimdedirler. Muhafazakarların, öte yandan, in
sanda gördükleri gelişme potansiyeli de moral bozacak ka
dar azdır. Muhafazakarlar ilk günaha inanırlar ama kefare
te inanmazlar; pembe gözlüklü liberaller ise kefarete inanır,
ilk günaha inanmazlar. Bu aşırı iyimser anlayışa göre insan
lar bir şekilde başlarının çaresine bakmaktadırlar çünkü ya
şadığımız dünyanın şartları buna engel olacak kadar feci de
ğildir. Belli bir naif özgürlükçü düşüncede ise insan refahı
nın önünde gerçekten de ciddi engeller vardır ama bütün
bunlar haricidir. Bu harici unsurların baskıladığı insanın ise
içsel bir iyiliğe sahip olduğu düşünülür. Özgür olmamamı
zın tek sebebi önümüzde bir engel olmasıdır. Bu safdil ba
kış açısı doğru olsaydı, devrimlerin ve kurtuluşun daha sık
yaşanması gerekirdi. Özgürlük ve devrim insanlık tarihinde
sık görülmemektedir çünkü bizim kesinlikle kendimizden
kurtanlmamız gereklidir.
1 31
Radikaller ise tehlikeli bir denge tutturmak zorundadırlar.
Bir yandan insanın günümüze değin gelen yozlaşmışlığının
derinliği ve inatçılığı konusunda acımasızca gerçekçi olmak
zorundadırlar. Aksi takdirde hayat şartlarımızı değiştirme
proj esi sebatlı olamayacaktır. Duygusal bir hoşgörü insanın
yaranna değil zarannadır çünkü hoş görerek değişime engel
olursunuz. Bir diğer yönden ise yozlaşmışlık değişim ve dö
nüşümü imkansız kılacak bir unsur olamaz. Tarihi fazlasıyla
iyimser okumak, kapsamlı bir değişime gerek olmadığı gö
rüşüne çıkar. Aşın kasvetli okursanız da böyle bir değişimin
gerçekleşmesinin mümkün olmadığı sonucuna çıkarsınız.
Bu durumda radikal değişim projesi süregelen tarihsel
haksızlıkların katışıksız aksiliğine nasıl karşı koyacaktır?
Gerçekçilik nasıl olacak da umudun yeşermesine mani ol
mayacaktır? Bazen siyasi değişimlere ne kadar çok ihtiyacı
mız varsa o değişim o denli imkansız görünür. Rus Bolşevik
ler 1 9 1 7'de Sovyet Devrimi sırasında kendilerini böyle bir
durumda buldular. Çar otokrasisi, özgürlükçü ve sivil ku
rumların yokluğu, yoksulluk içindeki köylüler ve feci şekil
de sömürülen proletarya, devrimi zorunlu kılmaktaydı. An
cak bu unsurlar aynı zamanda devrimi zorlaştıran sebepler
den bazılanydı. Bir zamanlar Lenin'in dediği gibi Rus toplu
munun geri kalmışlığı devrimi başlatmayı nispeten kolaylaş
tınyordu. Güç sadece bir merkezde toplandığından, çarlık
devletine indirilecek bir darbe devrim için yeterli olacaktı.
Ama işte aynı geri kalmışlık, diye ekliyordu Lenin, başlatı
lan devrimi sürdürmeyi zorlaştınyordu. 20. yüzyılda çirkin
ve biçimsiz bir sosyalizme tanık olduk çünkü gerçekleşmesi
nin e n az mümkün olduğu yerde sosyalizme karşı büyük bir
ihtiyaç vardı. Ve bu o çağın en büyük trajedilerinden biridir.
Radikalleri siyasi umutsuzluğa kapılmaktan alıkoyan ma
teryalizmdir. Bununla kastettiğim şiddet ve adaletsizliğin ki
şilerin bireysel kötülük eğilimlerden değil de büyük oranda
1 32
çevresel unsurlardan kaynaklandığı inancıdır. Materyalist
görüşte yoksul ve ezilen insanlardan Assisi'li Aziz Francis
gibi davranmaları beklenmez. Bazen belki aziz gibi davranır
lar ama öyle davrandıklarında çarpıcı olan tek şey bu davra
nışın sıra dışılığıdır. Erdemlilik belli bir oranda maddi refa
ha bağlıdır. Açlıktan ölmek üzereyken, başkalarıyla makul
ilişkiler kuramazsınız. M ateryalizmin bu bağlamdaki zıttı
ahlakçılıktır -iyi ve kötü davranışların maddi şartlardan ol
dukça bağımsız olduğu ve bu davranışları iyi ya da kötü ya
panın da kısmen bağlama rağmen seçilmiş olmaları inancı
dır. Radikaller çevresel şartlan düzelterek insanlardan birer
aziz yaratabileceklerini düşünüyor değiller. Aksine radikal
ler biliyorlar ki insan kötülüğü, kimi Freudyen olan birçok
sebeple, en köklü politik değişime bile direnebilir. Otan
tik materyalistler politik olgu ve etkilerin de sınırlan oldu
ğunun ve biz maddesel yaratıkların politik kavramlarla na
sıl bir ilişki içinde olduğumuzun farkındadırlar. Radikal dü
şünce, bütün bunlara rağmen, büyük insan topluluklarına
çok daha iyi yaşam şartları sunulabileceğini iddia eder. Ve
bu da politik gerçekçiliğin ta kendisidir.
Maddi bir varoluş mücadelesi içinde olan insanlar, birer
gizli Pinkie ya da mini leverkühn olduklan için değil de sırf
yaşadıklan zorluklar sebebiyle erdem timsali olmaya olduk
ça uzaktırlar. insanlık tarihinin barbarlık ve cehaletle dolu
olması kısmen sınıf toplumunun yarattığı yapay kaynak kıt
lığından ve büyük kitlelere insan vasfının ve öneminin ve
rilmemesindendir. Ahlak güçten ayn düşünülemez. Dahası,
nasıl ki baskı altında tutulanlar ve zulmedilenler yozlaşıyor
sa, yönetici sınıf arasında da adı duyulmamış her türden ah
laksızlığa sık rastlanmaktadır. Pek çok güçlü ve z engin ki
şi, kimi ünlü yıldız gibi, zamanla kendisinin ölümsüz ve ye
nilmez olduğunu düşünmeye başlar. Sorsanız itiraf etmezler
ama davranışlarının gösterdiği budur. Ve iş inanca geldiğin-
1 33
de , insanlann söylediklerine değil de yaptıklanna bakmalı
sınız. Söz konusu insanlar işte bu inançları sebebiyle tannla
nn yıkıcı güçlerini zaman içinde maharetle kullanmaya baş
larlar. Sadece yaşadıklan şartlar kendilerine ölümü hissetti
renler, kendi türünden başka bireylerle dayanışma eğilimi
ne girerler.
Buraya kadar ahlaksız davranışlann büyük oranda somut
kurumlardan kaynaklandığını ve bu sebeple de kötülüğe bu
laşan insanların, tıpkı ilk günahta olduğu gibi. tamamen so
rumlu tutulamayacağını tartıştım. Aslında önerdiğim ilk gü
nah fikrinin materyalist bir yorumu. Eylemler aktörleri öy
le olmadan kötü olabilir. Aynı şey iyilik için de söylenebilir.
Üçkağıtçılann Çocuk Esirgeme Kurumu için çalıştığı görül
müştür. Tarihsel açıdan baktığımızda iyi eylemlerin iyi bi
reylerden daha önemli olduğunu öne sürebiliriz. Dolayısıyla
kıtlığı sonlandınnamıza yardım ettiğin sürece, özgecil dav
ranışını sadece erkek arkadaşını etkilemek için yapıyor ol
man çok da önemli değildir. Peki ya kötülük? Kötülük söz
konusu olduğunda, eylem ve aktör ayrımı ile ilgili söyledik
lerimizi bir daha gözden geçirmeliyiz. Kötü kişiler olmadan
kötü eylemler olabilir mi? Olamaz, tabii eğer bu kitabın ar
gümanı sağduyuluysa. Kötülük bir davranış türü olduğu ka
dar bir varoluş şartıdır da. iki eylem aynı görünebilir ama
biri kötüyken diğeri olmayabilir. Karşılıklı rızaya dayanan
sadomazoşist bir cinsel ilişkide, erotik haz almak için eşi
ne acı çektiren biriyle, başka birine sırf içindeki iğrenç yok
luk duygusunu bastırmak için dayanılmaz acılar yaşatan bi
ri arasındaki farkı düşünün örnek olarak.
Ne var ki eğer kötülük bir aracıya gerek duyuyorsa, Nazi
leri nereye koymalı? Kimin öznel varoluşu Auschwitz'e se
bep olmuştur? Hitler'in mi? Parti önde gelenlerinin mi? Ulu
sal akhn mı? Bu soruyu cevaplamak zor. Belki tek söyleye
bileceğimiz Nazi Almanya'sında kötülüğün, benzer durum-
1 34
larda da görüldüğü üzere, çok farklı düzlemlerde işlemiş ol
duğudur. Bir yanda ordu mensubu ya da devlet görevlisi ol
dukları için kötü olmadıklan halde, kötüymüş gibi davran
mak zorunda kalan işbirlikçiler vardı. Bu projede (caniler,
milliyetçiler, sıradan Yahudi düşmanlan gibi) gönüllü ola
rak yer aldıkları için çok daha suçlu olanlar ama kötü diye
ni telendiremeyeceğimiz insanlar da yer aldı. Aynca akla gel
meyecek kötülükler yapan ama bunları belli bir tatmin el
de etmek için yapmayanlar da vardı. Eichmann bu son gru
ba iyi bir örnek oluşturuyor. Ve elbette Hitler gibi öldürme
ve yok etme fantezilerini tatmin eden ve hakiki kötü diye ta
nımlayabileceğimiz insanlar da vardı. Belki biraz tereddüt
le ulusal haleti ruhiyeden de bahsedebiliriz -insanları yaka
layıp zehirleyen fantezilerden söz edebiliriz. Başlangıçta bu
fantezilerin kurulmasında yer almayan ama Nazi propagan
dasıyla bu işe sürüklenen ve hastalıklı bir dünya dışı balçık
tarafından ele geçirilen insanlardan bahsedebiliriz .
Eğer ahlak ve yaşamın fiziksel şartlanna dair argümanım
bir ölçüde de olsa mantıklıysa, önemli bir olguyu ortaya çı
kartıyor. lnsan ırkıyla ilgili güvenilir bir ahlaki yargıda bulu
namayız zira onu iflah olmaz şartlann dışında gözleme şan
sımız olmadı. Şartlar başka türlü olsaydı insan nasıl davra
nırdı , bilemiyoruz. Kimileri gerçek insan doğasının ancak
şiddetli baskı altında ortaya çıktığına inanır. Sırtlarını bir
duvara daya, yüzlerine ışık tut, hayatta en çok korktuklan
şeyle baş başa bırak onlan ve insanlann ne olduklan ortaya
çıksın. Ancak bu fikrin doğru olmadığı aşikardır. Çoğu insa
nın belli şartlar altında su ve ekmek için birbirlerini öldüre
ceği muhtemelen doğrudur. Ama bu onlann ruhlannın nor
mal şartlardaki haliyle ilgili pek az şey söylemektedir bize.
Yoğun baskı altındaki insanlar genellikle en zarif yönleri
ni ortaya koyamazlar. Bazı insanlann en güçlü yönlerini kriz
anlarında gösterdikleri doğrudur. İngilizlerin, örneğin , bu
1 35
erdemi sergilediklerine inanılır. lngilizler iki kriz arasında
ki sürede sıra dışı bir kahramanlık gösterisi yapma fırsatını
sabırla beklerler. Ancak böyle insanlar azınlıktadır. tnsanla
nn baskı ve sıkıntıdan kurtulma isteklerinin tek sebebi sağ
lıklı olmak değildir. insanlar sadece baskı ortadan kalktığın
da kim olduklarını öğrenebilirler veya olmak istedikleri ki
şi olabilirler. Marx1 bugüne değin olan biten her şeyin ashn
da tarih olmadığını söyler. Şu ana değin olan bitenler onun
deyişiyle " tarih arifesi"dir. Sürüp gitmekte olan korkunç sö
mürünün bir başka adımıdır sadece. Ancak önümüzdeki en
gelleri yıkıp gerçek tarihe ulaştığımızda nasıl insanlar oldu
ğumuzu anlama şansına sahip olacağız. Bu neticede hoş bir
deneyim olmayabilir elbette. Belki de baştan beri bir canavar
olduğumuz çıkacak ortaya. Ama en azından , üstümüzdeki
gücün acımasız zorlamalarıyla ya da mal mülk için verdiği
miz sonsuz kavganın etkisiyle bulanıklaşmış gözlerle değil ,
doğru ve düzgün bir bakışla görebileceğiz kendimizi.
Ahlaki püritenler bir yönden haklıdır. iyi ve kötü arasın
daki fark önemlidir. Ama onlann düşündükleri anlamda de
ğil. Meseleye ahlaken bakarsak, insanları ayıran şey tarihin
bu güne değin çoğunlukla bir kan dökme ve despotluk fab
lı, insanlar için şiddetin medeni davranışlardan çok daha alı
şılmış ve dünya üzerinde yaşamış insanların büyük çoğunun
gün ışığını hiç görmemesinin çok daha hayırlı olduğunu bi
lip bilmemeleridir. Bu kasvetli Schopenhauervari duygular
bazı solcuları rahatsız edecektir. Bu görüşü açıkça teslimi
yetçilikle ve moral bozucu olmakla itham edeceklerdir. Kö
tümserliği bir düşünce suçu gibi gören solcuların olması gibi
bütün olumsuzlukları nihilizm sanan kronik iyimser Ame
rikalılar da vardır. Ne var ki politik bilgeliğ�n bütün kökle
ri gerçekçiliktedir. Thomas Hardy. sadece en kötüyü soğuk
kanhlıkla değerlen di rdiği mizde daha iyiye doğru gidebilece
ğimizi söyler.
136
Günümüzde politik değişimin önündeki engel, ironik bir
biçimde, insanlık tarihinin berbatlığının getirdiği kötüm
serlik değil akılsız bir gelişme düşkünlüğüdür. Gerçek an
tirealistler. hepimizin gün geçtikçe daha iyi ve daha mede
ni olduğumuz gibi aklın almayacağı kadar kendinden hoş
nut inançlar besleyen bilim adamı Richard Dawkins gibi in
,
sanlardır. "Yirmi birinci yüzyıldaki çoğu insan , , diye ya
zar Tann Yan ı lgısı 1nda , "ortaçağ'daki, firavunlar zamanında
ki ve hatta, o kadar uzağa gitmeye gerek yok, l 9201lerdeki
atalarından [ . . . ) çok daha ilerdedir. Her şey bir ilerleme için
dedir ve bir önceki yüzyılın [ . . . ] öncü kuvvetleri bile sonra
ki yüzyılın arkada kalmış acizlerinden bile çok daha geri
dedir. Bölgesel ve kısa sureli gerilemeler yaşanabilir; Ame
,
rika 2000 lerin başındaki hükümetten çok çekmiştir. Ama
geniş zaman ölçeğinde, gelişim eğilimi hiç durmamıştır ve
durmayacaktır. " 1 1
Dawkins, gelişimle liberal değerlerin artışını kastetmek
tedir. Bu alanda gerçekten de (eşi benzeri olmayan) tatmin
edici gelişmeler kaydedilmiştir. Dolayısıyla , o afili "ve dur
mayacaktır" dogmasına rağmen (bilim adamı elinde sihir
li küresiyle mi konuşuyor acaba?), bu gelişmenin değerini
vurgulamakta oldukça haklıdır. Hem de gelişmenin sadece
emperyalist bir mit olduğunu söyleyen kişilere rağmen hal
kıdır. Hayaun bazı yönlerde daha iyiye gittiği doğrudur. Ge
lişime şüpheyle yaklaşanlar, dişlerini anestezi kullanmadan
çektirmeyi denesinler. Pankhurst kız kardeşleri veya Martin
luther King'i düşünmeleri de salık verilir kendilerine. Ama
bir şeyler de kötüye gitmiştir. Ve saf bilim adamımız bu ko
nuda hemen hiçbir şey söylememiştir. Adamımızın insan
lığın sürekli evrilen bilgeliğine yaptığı burnu büyük övgü
yü okuyan hiç kimse, aynı zamanda gezegenimizi bir baş
tan diğerine saran umutsuzluk. nükleer savaş tehdidi, AIDS
1 1 Richard Dawkins, The God Dtlusion (Londra, 2006). s. 70-71.
137
ve diğer ölümcül virüslerin yaydığı felaketler, neo-emperya
list bağnazlık, fakirliğin yol açtığı kitlesel göçler, siyasi fa
natizm, 19. yüzyılın ekonomik adaletsizliğine geri dönüş
ve potansiyel pek çok musibet gibi olumsuzluklarla da kar
şı karşıya olduğumuzu aklından bile geçirmez. Gelişme çı
ğırtkanlan için tarih, küçük birtakım cehalet dalgalarıyla ya
kamozlanan evrim sularının sürekli yükselişidir. Birkaç il
kel aykınlığı düzeltmek, elden geçirilmek ve şöyle bir par
latmak gereklidir, o kadar. Dawkins'e kalırsa Amerika'nın
teröre karşı savaş açarak başlattığı terör, tarihin genzine ka
çan tükürüktür sadece. Radikaller ise tarihin hem barbarlık
hem de medeniyet içerdiğini düşünür. Ve bu ikisi birbirin
den aynlamayacak kadar iç içe geçmiştir. Dawkins gibi ya
zarları okuduğumuzda kötülük ya da ilk günah doktrininin
neden radikal bir inanç olabileceğini anlanz. Bu doktrin , in
sanın son derece berbat bir tür olduğunu ve onu sadece kök
ten bir dönüşümün yola getirebileceğini öne sürer.
Richard j. Bernstein Radikal Kötülük adlı kitabında 2001'
de Dünya Ticaret Merkezi'ne yapılan saldırıdan "kötülü
ğün zamanımızdaki cisimleşmiş hali" 12 diye bahseder. Ya
zar, Amerika Birleşik Devletleri'nin geçtiğimiz elli yılda New
York'taki trajedide hayatını kaybedenlerle karşılaştırılmaya
cak kadar çok sayıda masum sivili öldürdüğünün fark1nda
değil galiba. Bu satırlar yazılırken New York trajedisinin yol
açtığı lrak'taki haksız savaşta kurban sayısı yüzlerle katlan
dı. Bemstein kendi ülkesinin özgürlük adına gerçekleştirdi
ği diktatörlük ve kasaplığı görmezden geliyor. Kötülük, ona
sorarsanız, hep başka bir yerdedir. Bugün Batılılar kötülüğü
çoğunlukla Amerika Birleşik Devletleri'nin söz geçiremediği
Iran ve Kuzey Kore gibi politik rejimlerle ve abartılıyor ol
makla birlikte insanlığın selameti için gerçekten de ciddi bir
tehdit oluşturan, lslami terörizmle ôzdeşleştiriyor.
12 Richard Bernstein, Radical Evil (Cambridge, 2002), s. x.
138
Ne var ki bu kitapta anlattığım şekliyle, söz konusu terö
rizm kötü olmaktan ziyade vicdansızdır ve bu iki kavram
arasındaki fark basit bir kelime oyununun ötesindedir. As
lında güvenliğimiz ve hayatımız enikonu bu farklılığa daya
nıyor olabilir. Kötüyü yıkıcı ve yok edici davranışından vaz
geçiremezsiniz çünkü yaptığının bir amacı ve anlamı yok
tur. Kendisinin dışındaki insanların meseleyi oturtmaya ça
lıştıkları anlamlılık, onun için başlı başına bir sorundur. Öte
yandan, anlamlı, hatta hayran olunabilecek amaçlar uğruna
erdemsiz işlere girişenlerle, en azından teorik olarak tartış
maya girebilirsiniz. Kuzey lrlanda,daki otuz yıllık sorun kıs
men çözülmüşse bu IRA' cılann tam olarak ikinci grupta yer
almasındandır. lslami köktenciler de bir zamanlar bu grupta
olabilirdi. Batı belli Müslüman ülkelere karşı farklı bir tavır
takınsaydı, bugün başına gelen felaketlerin en azından bazı
larından kaçınmış olurdu.
Bu söylediklerimle lslami köktenciliğin oldukça rasyonel
olduğunu iddia ediyor değilim. Aksine, işkence edilmiş ve
öldürülmüş kurbanlannın çok iyi bildiği üzere , en ölümcül
önyargı ve bağnazlık anlatılanyla doludur lslami köktenci
lik. Ancak bu ölümcül anlatılar birtakım politik sorunlar da
içermektedir, her ne kadar karşıtları bu şikayetlerin yersiz
ya da hayali olduğunu iddia etse bile. Bu sıkıntılan görmez
den gelmek Müslüman teröristlerin, kafalarının yanlış ça
lıştığına inanmaktansa, omuzlannın üzerinde kafa taşıma
dıklannı düşünmek demektir. Sıkıntılannı yanlış değerlen
dirdiklerini söylemek değil de yaşadıklarıyla ilgili kesinlikle
tartışılabilecek hiçbir şey olmadığını iddia etmektir. Bu yak
laşım da önyargılardan mustariptir ve durumu kötüleştir
mekten başka bir işe yaramaz. Karşı karşıya olduğumuz tra
jedi sadece milyonlarca insanın . hiçbir suçlan yokken ölüm
cül bir tehlike ahında yaşamalan değildir. Asıl trajedi şudur:
Bu tehlike daha doğmadan bertaraf edilebilirdi.
1 39
Şüphesiz dünyada yine de kötü niyetli, bağnaz lslami ide
olojiler olurdu, tıpkı bağnaz Batılı itikatlann olması gibi. Ta
bii sırf bu yüzden lkiz Kuleler de yıkılmazdı. Arap dünyası
nın kızgın ve kendini aşağılanmış hissetmesinin sebebi , Ba
tı'nın uzun yıllara dayanan siyasi tacizidir. lslami terörü kö
tü diye tanımlamak, kelimenin bu kitapta ele aldığım şekliy
le düşünürsek, bu kızgınlığın somutluğunu görmezden gel
mek demektir. Bu öfkeyi hafifletecek türden politik eylemler
için geç kalmış da olabiliriz. Terörizmin artık ölümcül bir
momentumu var. Ama bu kaçırılmış fırsata üzülmekle , düş
manı mantıklı hiçbir eylemle az da olsa değişmeyecek, ka
fasız hayvanlar olarak görmek arasında bir fark vardır. ]kin
ci görüşün savunucuları, terör şiddetinin sadece daha fazla
şiddetle bastınlabileceğini düşünürler. Oysa daha fazla şid
det , daha fazla teröre yol açar ve daha fazla sayıda masum in
san tehdit altına girer. Terörizmi kötü diye nitelemenin so
runu daha da alevlendirmektir ve bu da, bilmeden yapmasa
nız bile , lanetlediğiniz barbarlığın ta kendisiyle işbirliği yap
mak demektir.
1 40
DiZiN
141
Düşüş 32, 60, 120, 130 1 1 2, 1 3 1 , 134, 138
insan Dogasına Dair 1 14
Ego 20, 25, 94, 97, 99 irade ve Düşünce Olarak Dünya 96
Eichman. AdoJr 50, 69, 79, 1 10, 1 15, lran 138
135 lslami Koktencilik 139
Elioı , T. S. 19, 5-4, 66 lslami TerOr 12, 1 38, 140
Emma 23 lsrail-Filistin Meselesi 12
Eros 56, 97 itiraflar 1 00
Eriugcna, john Scottus 44-48. 62
Evrim 40, 1 20, 138 Jameson, Frcdric l 71 18
E)'\\ı> Khabı 125 )aspers, Karl 92
Joyce, james 35, 46, 48
Faust 28, 33, 57, 60
Faşizm 57, 64, 66 Kabuıt Adam Si
Felsefi Ar�tınnalar 63 Kadir-i Mutlak 44, 45
Fetiş 83, 90, 99, 1 1 2 ı<a{ka, Franz l 9
Ficlding. Hcnry 23 Kant, lmmanuel 14. 15, 2 1 , 86,' 87,
Finnegans waııe 48 127
Fırtına 75 Karama�ov Kardeşler 56, 1 05, 1 1 9
Freud , Sigmund 7, 21, 33, 35, 45, Kapitalizm 33, 69, 121, 1 22
56� 61, 65, 69, 83, 89,97-99, 101 , Kaygı Kavramt 62, ı 1 0
1 1 5, 133 Kayıp Crnntt l l , 55, 108, 1 18, 120
Keats. john 97
Gazze Şeridi 1 2 Kcyff Prensibi 98
Gerçeklik Prensibi 98 Kierkegaard, Soren 62, 101-105
Gitli Metin 58 Kilise Dogmalan l l 4
Godofyu Beklerken 48 J<ing, Martin Lurher 137
Gocbbels,Joseph 1 5 Kundera, Milan 68, 81. 92
Go1ding, William 7 , 23, 26, 30-32, 36, Kutsal Gebelik 36
40, 41, 52, 85 Kutsal isimler 'f5
Greene, Graham 49, 5 1 , 53, 54 86, 93, Kuzey Irlanda 19, 139
102, 107 Kuzey Kore 87, 138
Gulu.şan ve Unutuşun Kitabı 68, 92
lawrence, D. H. 48, 67, 106
Hardy, Thomas 35, 136 us Liaisons Dangereuse� 84
Hayvan Çiftliği 31 Ltvi, Primo 89
Hicler, Adolr 12, 49, 60, 88-90, 134, 135 Levinas, Ernmanuel 35
Hegel 18, 32, 102, 130 Liberalizm 8, 1 1 , 17, 20, 64, 65,87,
Hume, Oavid 1 14 121, 131, 137
Hümanizm 64, 65 Lowry, Malcolm 103
Lucifer ve Tanrı 59
IRA (l rlanda Cumhuriyet Ordusu)
13, 139 Macbeıh 73-77, 79, 82, 86
Mann, Thomas 35, 52, 55, 56, 61, 65,
ikiz Kuleler BJız. Dünya Ticaret Mer 86, 97, 1 10
kezi Mao 87, 88, 1 1 3, 129
ilk Günah 21, 31. 32, 35·38. 40, 99, Marksist Kötühlk Anlayışı 16- 18
142
Marx, Kari 18. 26, 1 2 1 , 129, 136 Sineklerin Tannsı 7, 31, 38
Mazoşizm 7 l. 98 SM 71
McCabe, Herbcrt 37 Sosyalizm 18. 38. 64 . 65, 121, 122,
McGinn, Colin 95, l l'f, 1 1 5 1 3 1 , 132
Mefıstofeles 57, 60 Sovyet Devrimi 132
Meleksilik 69, 92 Stalin, josef 87. 88, l 29
Meryem 36 Steme, l..aurencc 42
Midgley, Mary 126. 127 Suç ve Ce,2:a 106
Midwich Cuclıoos, The 8 Surin, Kcnneth 1 18
Milton,John 1 1 , 55, 59, 108, 1 1 5, 1 18, Süper Ego 7. 97-99
120-122 Swinbume, Richard 1 19
Mirasçılar 32
Seywn vt Tanrı 1 1
Nazizm 66, 69, 90, 92 Şeytansıhk 68, 69
Nazi Almanya'sı 57, 69. 90, 9 1 , 1 34
Nietszche, Friedrich i6, 50, 103, 123 Tann Yanılgısı 137
Nihai Çözüm 88-90 Teodise ıı 7, 1 18, 1 2 1 , 127
Nihilizm 50, 53, 56, 57, 61, 63, 68. 7 1 , Teodiseye Yônelik Bütün Felsefi Girişim·
78, 80, 96, 105, 106. 109, 136 ltrin Gereksizliği 127
Teoloji 20, 2 1 , 27, 32, 52, 62, 63, 72,
O'Brien, Flann 41 . 1 13 122, 124, 125
Oliver Twist 14 Terörizm 10, 1 2, 1 3, 28, 138-140
Orwell, George 31 Tevrat 126
Thanaıos 56, 97
Olum lçgudüsü/dürtüsü 21, 83. 89, Tom)onts 23
102, 103 Tristram Slıandy i2
143