You are on page 1of 927

“ I P ROBBINS

femel
Vinay Kumar» MBBS» MD» FRCPath
Donald N. P ritzker Professor
Chair, D epartm ent o f Pathology
Biologic Sciences Division and
P ritzker School o f Medicine
U niversity o f Chicago
Chicago, Illinois

Abul K. Abbas, MBBS


Distinguished Professor and Chair
D epartm ent o f Pathology
U niversity o f C alifornia San Francisco
San Francisco, California

Jon C. Aster, MD, PhD


Professor o f Pathology
Harvard Medical School
Brigham and W o m e n ’ s Hospital
Boston, Massachusetts

RESİMLEYEN
James A. Perkins, MS, MFA

ELSEVIER
Çeviri Editörleri:
Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu
Prof. Dr. Uğur Çevikbaş
© 2014 Elsevier Limited

Robbins Temel Patoloji


ISBN: 978-605-335-002-6

Vinay Kumar, Abul Abbas, Jon Aster tarafından hazırlanan “Robbins Basic Pathology 9th Edition’ nin
bu Türkçe yayını Elsevier Inc., 1600 John F. Kennedy Blvd, Suite 1800, Philadelphia, PA 19103-2398 ile
anlaşmalı olarak yayınlanmıştır.

5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri yasası gereği herhangi bir bölümü, resmi veya yazısı,
yazarların ve yayınlayıcısınm yazılı izni alınmadan tekrarlanamaz, basılamaz, kopyası çıkarılamaz,
fotokopisi alınamaz veya kopya anlamı taşıyabilecek hiçbir işlem yapılamaz.

ROBBINS BASIC PATHOLOGY


ISBN: 978-1-4377-1781-5

Copyright © 2013, 2007, 2 0 03,1997, 1992, 1 9 8 7 ,1 9 7 6 ,1 9 7 1 by Saunders,


ELSEVIER
an imprint of Elsevier Inc.

This Turkish edition of the “Robbins Basic Pathology 9th Edition” by Vinay Kumar, Abul Abbas,
Jon Aster, is published by arrangement with Elsevier Inc., 1600 John F. Kennedy Blvd, Suite 1800,
Philadelphia, PA 19103-2398 United States.

Yazarlar : Vinay Kumar, Abul Abbas, Jon Aster


Çeviri Editörleri : Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı, Doç. Dr. M ine G üllüoğlu,
Prof. Dr. Uğur Çevikbaş

Yayımcı Nobel Tip Kitabevleri, (M illet Cad. No:l 11 34104 Fatih-İstanbul) /


in collaboration w ith ELSEVIER (Elsevier Lim ited,The Boulevard,
Langford Lane, K idlington 0X15 1GB United Kingdom)
Yayımcı Sertifika No 15710
Baskı/Cilt No-bel Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
Kurtini Mevki, General Şükrü Kanatlı Cad.
Ömerli - Hadımköy - İstanbul
Matbaa Sertifika No 12565
Sayfa Tasarımı ■Düzenleme : YÜCE® reklam /yayım dağıtım a.ş.
Kapak Tasarım YÜCE® reklam /yayım dağıtım a.ş.
Baskı Tarihi Eylül 2013 - İstanbul

NOBEL TIP KİTABEVLERİ TİC. LTD. ŞTİ.


MERKEZ - ÇAPA ANKARA ELAZIĞ
Millet Cad. No:111 Çapa-istanbul Sağlık Sokak No:17/C Çankaya (Sıhhiye) Yahya Kemal Cad. Üniversite Mah. No: 36/B
Tel: (0212) 632 83 33 Tel: (0312)434 10 87 Tel: (0424) 233 43 43
Fax: (0212)587 02 17
ANTALYA İZMİR
Meltem Mah. Dumlupınar Bulv. Kazım Dirik Mahallesi, 186 Sokak No: 21/B
CERRAHPAŞA Bornova
Başkent Sitesi, B Blok No: 4 Meltem
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Karşısı
Tel: (0242) 23815 55 Tel: (0232)343 10 50
Park içi Cerrahpaşa-istanbul
Tel: (0212) 586 17 58 BURSA SAMSUN
Sakarya Mah. Bahriye Üçok Cad. Ulugazi Mah. 19 Mayıs Bulvarı 16/6
KADIKÖY Menekşe Sok. N: 21/18 Görükle Nilüfer Tel: (0362) 435 08 03
Rıhtım Cad. Derya iş Merkezi No: 7 Tel: (0224) 224 60 21
Kadıköy-istanbul
DİYARBAKIR
Tel: (0216) 336 60 08
Kurt İsmail Paşa 2. Sokak No: 12/C Ofis
Tel: (0412)228 93 93

www.m ea.elsevierhealth.com mmm.naheltip.


İTHAF

Çocuklarımız ve
özel torunu m uz
Kiera Chapman Kum ar’ a
Katkıda Bulunanlar

Charles E. Alpers, MD
Professor and Vice Chair Mark W. Lingen, DDS, PhD
D epartm ent o f Pathology Associate Professor
U niversity o f Washington D epartm ent o f Pathology
Seattle, Washington The U niversity o f Chicago, Chicago, Illinois
Böbrek ve Toplayıcı Sistemi Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Traktus

Jonathan Epstein, MD Anirban Maitra, MBBS


Professor o f Pathology, Urology, and Oncology Professor o f Pathology and Oncology
The Reinhard Professor o f Urological Pathology The Johns Hopkins University School o f Medicine
D irector o f Surgical Pathology Pathologist
The Johns Hopkins Medical Institutions The Johns Hopkins Hospital
Baltimore, Maryland Baltimore, Maryland
Erkek Genital Sistem ve Alt Uriner Traktus Genetik ve Pediatrik Hastalıklar; Pankreas;
Endokrin Sistem
Agnes B. Fogo, MD
John L. Shapiro Chair o f Pathology Alexander J. McAdam, MD, PhD
Professor o f Pathology, Microbiology, Immunology, Associate Professor o f Pathology
Medicine, and Pediatrics Harvard Medical School
D irector, Renal/EM Division o f Pathology Medical D irector, Infectious Diseases Diagnostic
Vanderbilt University School o f Medicine Laboratory
Nashville, Tennessee C hildren’s Hospital
Böbrek ve Toplayıcı Sistemi Boston, Massachusetts
Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

Matthew P. Frosch, MD, PhD Richard N. Mitchell, MD, PhD


Lawrence J. Henderson Associate Professor o f Lawrence J. Henderson Professor o f Pathology and
Pathology and Health Sciences & Technology Health Sciences & Technology
Harvard Medical School D epartm ent o f Pathology
D irector, C.S. Kubik Laboratory fo r Neuropathology Harvard Medical School
Massachusetts General Hospital Staff Pathologist
Boston, Massachusetts Brigham and W om en’ s Hospital
Santral Sinir Sistemi Boston, Massachusetts
Hemodinamik Bozukluklar; Tromboembolizm ve Şok;
Kan Damarları; Kalp
Aliya N oor Husain, MBBS
Professor Peter Pytel, MD
D epartm ent o f Pathology Assistant Professor
The U niversity o f Chicago D epartm ent o f Pathology
Chicago, Illinois The University o f Chicago
Akciğer Chicago, Illinois
Periferik Sinirler ve Kaslar
Alexander J.F. Lazar, MD, PhD
Associate Professor Andrew E. Rosenberg, MD
Departm ents o f Pathology and Dermatology Clinical Professor o f Pathology
The U niversity o f Texas M.D. Anderson Director, Bone and Soft Tissue Pathology
Cancer Center D epartm ent o f Pathology
Houston, Texas M iller School o f Medicine
Deri University o f Miami
Miami, Florida
Kemikler, Eklemler ve Yumuşak Doku Tümörleri
Katkıda Bulunanlar

Husain A. Sattar, M D Jerrold R. Turner, MD, PhD


Assistant Professor o f Pathology Sara and Harold Lincoln Thompson Professor
The U niversity o f Chicago Associate Chair
Chicago, Illinois D epartm ent o f Pathology
Kadın Genital Sistemi ve Meme The University o f Chicago
Chicago, Illinois
Arlene H. Sharp, MD, PhD Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Traktus
Professor o f M icrobiology and Immunobiology,
and Pathology Wei-Lien Wang, MD
Harvard Medical School and Brigham and Assistant Professor o f Pathology
W om en’s Hospital Section o f Soft Tissue and Derm atopathology
Boston, Massachusetts The University o f Texas M.D. Anderson
Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi Cancer C enter
Houston, Texas
Thomas Strieker, MD, PhD Deri
Instructor
D epartm ent o f Pathology
The University o f Chicago
Chicago, Illinois
Neoplazi

Neil D. Theise, MD
Professor
Departm ents o f Pathology and Medicine
(Digestive Diseases)
Beth Israel Medical C enter o f A lb e rt Einstein
College o f Medicine
N ew York, N ew Y ork
Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan

Edward C. Klatt, MD
Professor and Academic A dm inistrator
D epartm ent o f Pathology
Florida State U niversity College o f Medicine
Tallahassee, Florida
Fotoğraf Editörü

Raminder Kumar, MBBS, MD


Chicago, Illinois
Klinik Editör
Kalp, Akciğer, Pankreas, Ağız Boşluğu ve
Gastrointestinal Kanal ve Karaciğer Hastalıkları

Richard N. Mitchell, MD, PhD


Lawrence J. Henderson Professor o f Pathology and
Health Sciences & Technology
D epartm ent o f Pathology
Harvard Medical School
Staff Pathologist
Brigham and W om en’s Hospital
Boston, Massachusetts
Hedefe Yönelik Tedavi (Online) Editörü
Sunuş

Kırk yıllık bir zaman diliminde sekiz baskı yapan ve referans oluşturdu. Ancak bunların sınırlılığı ve pa­
dünya üzerinde hemen her Tıp Fakültesi öğrencisi­ tolojinin kapsamının çok geniş oluşu nedeniyle ca­
nin yararlandığı bir kitap haline gelmiş bir kitap ko­ miamızın en sık kullandığı sözcükleri seçmeye özen
nusunda söylenecek fazla söz olmasa gerektir. Eli­ gösterdik. Bazı konularda alternatif sözcükleri ve
nizdeki bu baskısında da bu özelliğini koruyan hatta yabancı dildeki orijinal sözcükleri de ayrıca
"Robbins Temel Patoloji" temel bilimler ve klinik belirtmeyi uygun bulduk. Sonraki baskıları da dü­
arasındaki bağlantı niteliğini geliştirerek sürdür­ şünerek geri bildirimlerinizin bizim için son derece
mektedir. Yazarları, hastalık mekanizmaları, hasta­ değerli olduğunu belirtmek isteriz.
lıkların makroskopik ve mikroskopik bulguları ko­ Kitabın hazırlanmasındaki özverili çalışmaları ve
nusunda hekimlik hayatında da başvuru kitabı ol­ gerçekleştirdikleri üst düzey baskı kalitesi nedeniy­
ma özelliğine sahip bu kitabın yeni baskısını da hız­ le Yüce Reklam AŞ.'ne ve Nobel Tıp Kitabevi'ne ve
la gelişen tıp mesleğine kazandırmışlardır. Bizler de bölüm çevirilerini gerçekleştiren değerli meslektaş­
bu temel eseri, değerli öğrencilerimiz ve meslektaş­ larımıza teşekkür ederiz.
larımız için kendi dilimize kazandırmaya çalıştık.
Bugünün öğrencilerine, yarının hekimlerine yararlı
Kitabın çevirisi toplam otuz bir meslektaşımız tara­ olması dileğiyle.
fından yapıldı. Bu geniş çevirmen yelpazesi termi­
noloji birliği açısından ciddi güçlük yaratmaktadır.
Bu nedenle terminoloji birliğini sağlayabilmek ama­
cıyla bölümler editörler tarafından satır satır okun­ ST
du. Latince ve İngilizce'den dilimize geçmiş kimi
sözcüklerin yazılım tarzı konusunda bir standardın MG
olmayışı bu noktadaki en temel zorluk olarak karşı­ UÇ
mıza çıktı. Bazı bilim dallarının kendi konularında­
ki Türkçe sözlük çalışmalarının varlığı, bizler için
Önsöz

ne baskısında "Hedefe Yönelik Tedavi" kutucukları


TEMEL PATOLOJİ’NİN KIRK YILI ile vurgulandı. Bu yeni özelliğin "laboratuvardan
hasta başına" tıbbi örneklerini sağladığını umuyo­
Robbins Temel Patoloji'nin yayınlanmasının 40. yılı­
ruz. Laboratuvardaki birçok "gelişme" henüz hasta
na ulaşmamız vesilesiyle Stanley Robbins'in birinci
başına ulaşmamış olsa da, öğrencilerin kariyerleri­
baskıdaki (1971) önsözünden aşağıdaki alıntıyı yap­
nin ilerisindeki heyecanları deneyimlemeye başlaya­
makta yarar görmekteyiz:
bilmeleri için, bunları ölçülü "dozlarda" dahil ettik.
"Kitaplarda da, tıpkı insanlarda olduğu gibi şişman­ Modern tıp öğrencisinin son gelişmeleri de içe­
ların içinde, dışarıya çıkmak için kavga veren zayıf­ ren en gerekli bilgileri sentezlemeye çalışırken, başa
lar mevcuttur. Bu kitabın da, çok daha kapsamlı çıkamayacağını hissettiğini anladığımızdan, "eve
olan, öncülü Robbins Pathology ile bu tür bir ilişkisi götürülecek" anahtar mesajları sağlamak için hazır­
vardır. Modern tıp öğrencisinin çıkmazına duyulan lanan Özet kutucuklarım kullanmaya devam ettik.
saygıdan kaynaklanmıştır. Müfredatın klinik dene­ Bunlar, öğrencilerin tümünün yararlı bulduklarını
yime daha fazla vurgu yapacak biçimde yeniden şe­ söylemeleri nedeniyle, kitaba birkaç ek sayfa ekle­
killendirilmesi, okuma süresinde kısalmaya neden me riskine rağmen, korundular. Hücre siklusunun
oldu......Bu kitap yazılırken, çok nadir görülen, özel kontrolü, kanser genlerinin işlevleri, HlV'un resep­
lezyonlar herhangi bir mazeret gösterilmeksizin törleriyle ilişkileri ve apoptotik hücre ölümünün bi­
kapsam dışı bırakıldı, seyrek ya da önemsiz olanlar­ yokimyasal temeli gibi zor kavramların anlaşılması­
dan ise kısaca bahsedildi. Ancak, ana hastalık anti- nı kolaylaştırmak amacıyla, birçok yeni renkli re­
telerinin nispeten tümüyle ele alınmasının önemli sim, grafik, akım şeması ve hastalıkların şematik
olduğu görüşündeyiz." anlatımlarıeklendi. Daha fazla çizim eklendi ve top­
"Bebek Robbins'in" bu baskısının amaçlarında da lam sayı 1000'i geçti. Daha iyi anlaşılırlı k sağlamak
Stanley Robbins'in bu vizyonuna sadık kalınmıştır. amacıyla, tabloların formatı ve renk paletleri değiş­
Günümüz, tıp öğrencileri için heyecan verici bir dö­ tirildi.
nemdir, zira hastalıkların temelleri olağanüstü bir Kapsamlı değişikliklere ve düzeltmelere rağmen,
hızla ortaya konmaktadır. Patoloji, hastalıkların mo- temeldeki amaçlarımız aynı kaldı. Genomik çağa
leküler temelini anlamada merkezi bir role sahiptir, girmekle birlikte, makroskopik ve mikroskopik in­
Robbins Temel Patoloji’d e bu yeni bilimin özünü ya­ celemenin gelenekselleşmiş kalıpları hala yararlılığı­
kalamaya çalıştık. Patolojinin, tıbbın bilimsel esasını nı sürdürmekte ve hazır referans olarak morfolojik
oluşturduğuna ve temel bilimlerdeki gelişmelerin değişiklikler vurgulanmaktadır. Klinikopatolojik
sonuçta her bir hastadaki hastalığı anlamamıza yar­ korelasyonlara güçlü vurgulamalar korundu ve an­
dımcı olduğuna kuvvetle inanmaktayız. Genom dü­ laşıldığı yerlerde, moleküler patolojinin tıp pratiğine
zeyindeki ve kişiselleşmiş tedavideki yeni keşiflerin katkısı vurgulandı. Bütün bunlar metnin "göbeğini
çoğu, genel patolojinin başlangıç bölümlerinde ele şişirmeden" başarılabildiği için mutluyuz.
alınsa da, bilimsel gelişmelerin organ sistemlerinde­ Metnin anlaşılabilir olmasının ve dilin doğru kul­
ki hastalıklara olan etkisini tüm metin boyunca vur­ lanımının kavramayı arttırdığına ve öğrenme süre­
gulamaya çalıştık. Tıbbi uygulamada hastalık meka­ cini kolaylaştırdığına kuvvetle inanmaya devam edi­
nizmalarının önemini vurgulamak için patogenez yoruz. Her nesilden öğrenciler, bize bu kitabı oku­
ile ilgili bölümlere dikkat çektik. Son yıllarda hasta­ maktan zevk aldıklarını ifade etmişlerdir. Bu baskı­
lıkların moleküler temeli anlayışı, "hedefe yönelik nın yararlı olacağını ve kendisinden öncekilerin ge­
tedavilerin" gelişmesini sağladı. Bunlar, kitabın onli­ leneğini sürdüreceğini umut ediyoruz.
.
*

.
Teşekkür

İlk olarak ve öncelikle, çok eski arkadaşımız ve mes­ Elsevier'in birçok mensubu bu kitabın oluşu­
lektaşımız Dr. Nelson Fausto'ya bu kitabın önceki mundaki katkıları nedeniyle tanınmayı hak etmek­
baskılarına olan katkıları için teşekkür etmek iste­ tedir. Bu metin, birçok baskıdaki partnerimiz Re­
riz. Kendisinin yazıları ve düzeltmelerinden yarar­ becca Gruliow'un (Yönetici, İçerik Geliştirici) elle­
lanmaya devam ediyoruz. rinde olduğu için şanslıydı. Teşekkürü hak eden di­
Bu tür ve boyuttaki hiçbir çaba, birçok kişinin ğerleri de Sarah Wunderly (Kıdemli Proje Yönetici­
yardımı olmaksızın sonlandırılamaz. Birçok bölüme si) ve Lou Forgione (Kıdemli Kitap Tasarımcısı)'dır.
katkıda bulunanlara teşekkür ederiz. Bunların ço­ Bill Schmitt, İçerik Stratejisti, takım liderimiz ve ar­
ğu, bu metnin "Büyük Robbins" olarak adlandırdığı­ kadaşımız olmaya devam etti. Kimi zaman "imkan­
mız ağabeyinin kıdemli yazarları olup, adları içerik sıza" yakın taleplerimizi tolere ettikleri, bitmez tü­
tablosunda sıralanmıştır. Her birine özel teşekkür­ kenmez gibi gözüken bir görevi kabullenen tüm ya­
ler. Çizimleri ile soyut fikirleri yaşama geçiren ve zarları sarsan aşırı tükenmişlik dönemlerindeki has­
güç kavramları açıklığa kavuşturan Jim Perkins ile sasiyetlerimize katlandıkları için tüm üretim ekibi­
işbirliğimizi sürdürdüğümüz için şanslıyız. Birçok ne, özellikle minnettarız. Tüm Elsevier ekibine mü­
bölümü doğruluk ve klinik içeriğin uygunluğu açı­ kemmeliyet konusundaki azmimizi için müteşekki­
sından gözden geçiren Dr. Raminder Kumar'a da riz.
hoş geldin diyoruz. Bu tür girişimler ailelere de ağır bedeller ödetir.
Asistantlarımız, Chicago'dan Valerie Driscoll, Fiziksel ve ruhsal yokluğumuzu tolere ettikleri için
San Francisco'dan Ana Narvaez ve Boston'dan Mu­ onlara teşekkür ediyoruz. Onların koşulsuz destek
riel Goutas görevleri koordine ettikleri için teşekkü­ ve sevgisi ile, ve çabalarımızın zahmete değer ve ya­
rü hak ettiler. rarlı olduğu inancını bizlerle paylaştıkları için kut­
Birçok meslektaşımız, ilgi alanlarındaki değerli sandık ve güçlendik. Özellikle de eşlerimiz Ramin­
eleştirileri ile metni zenginleştirdiler. Bunlar içeri­ der Kumar, Ann Abbas ve Erin Malone'a sarsılmaz
sinde yer alan Rick Aster iklim değişikliği bilim ala­ desteklerini sağlamayı sürdürdükleri için minnetta­
nından "son dakika haberlerini" sağladı. Diğerleri rız.
de birçok bölümle ilgili eleştiride bulundular. Bun­ Ve son olarak, Vinay Kumar ve Abul Abbas Has­
lar Şikago Üniversitesi'nden Dr. Tony Chang ve Dr. talığın Patolojik Temeli'nin sekizinci baskısı ile ilk de­
Neeraj Jolly; San Francisco California Üniversite- neyimini yaşayan Jon Aster'e, yazar ve editör olarak
si'nden Dr. Ryan Gill, Dr. Andrew Horvai, Dr. Mar­ olarak aramıza hoş geldin derler. Görüşlerdeki ve
ta Margeta, Dr. Arie Perry ve Dr. Mike Rosenblum; bireysel tarzlardaki farklılıklara rağmen, öğretme­
Harvard Tıp Fakültesi Massachusetts General Hos­ deki mükemmeliyet vizyonunun paylaşılması ortak­
pital'dan Dr. John Stone; UT Southwestern Tıp Fa- lığımızı geliştirmektedir.
kültesi'nden Dr. Diego H. Castrillon ve Birming­
ham Alabama Üniversitesi'nden Dr. Victor J. Than- VK
nickal'dir. Kişisel koleksiyonlarındaki mücevher ni­ AKA
teliğindeki fotoğrafları sağlayan diğerlerine katkıla­ JCA
rı için ilgili bölümlerdeki alt yazılarda tek tek teşek­
kür edilmiştir. İstemeden oluşan ihmaller için özür­
lerimizin kabulünü dileriz.
“ f ROBBINS 1 A I ••

Temel Patoloji
ÇEVİRİ EDİTÖRLERİ:
Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Uğur Çevikbaş: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi

BÖLÜM ÇEVİRMENLERİ:
Bölüm 1 Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 2 Doç. Dr. Ö m er Yalçın Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Yavuz Özoran Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 3 Prof. Dr. M urat A lp er Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Servisi

Bölüm 4 Prof. Dr. Özden Tulunay Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim üyesi
Prof. Dr. Işınsu Kuzu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 5 Prof. Dr. Tahir Ercan Patıroğlu Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 6 Prof. Dr. Erdener Ö zer Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 7 Prof. Dr. M urat Dem iriz Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Ayhan Özcan Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. M. Salih Deveci Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 8 Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 9 Prof. Dr. Gülen A kyol Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Özgür Ekinci Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. İpek Işık Gönül Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 10 Prof. Dr. Nasuhi Engin Aydın İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Reyhan Eğilmez Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 11 Prof. Dr. Mehmet Ağan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 12 Doç. Dr. Sevgen Ö nder Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 13 Prof. Dr. Gülfiliz Gönlüşen Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. İlhan Tuncer Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi

Bölüm 14 Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 15 Prof. Dr. Uğur Çevikbaş İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi

Bölüm 16 Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 17 Doç. Dr. Şaduman Balaban Adım Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Berna Aytaç Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 18 Prof. Dr. Osman Zekioğlu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 19 Prof. Dr. Kürşat Yıldız Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 20 Prof. Dr. Sancar Barış Ondokuz Mayıs Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 21 Doç. Dr. İnanç Elif G ürer Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 22 Prof. Dr. Büğe Öz İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. N il Çomunoğlu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

Bölüm 23 Prof. Dr. Nesimi Büyükbabani İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı

İndeks Uzm. Dr. Semen Yeşil Önder İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
içindekiler

BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ö lüm ü ve Adaptasyonlar 1

BÖLÜM 2 İmflamasyon ve Onarım 29

BÖLÜM 3 Hem odinam ik Bozukluklar, Trom boem bolizm ve Şok 75


Richard N. Mitchell

BÖLÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları 99

BÖLÜM 5 Neoplazi 161

BÖLÜM 6 G enetik ve Pediatrik Hastalıklar 215

BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar 269

BÖLÜM 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi 309


Alexander ]. McAdam, Arlene H. Sharpe

BÖLÜM 9 Kan Damarları 327


Richard N. Mitchell

BÖLÜM 10 Kalp 365


Richard N. Mitchell

BÖLÜM 11 H em atopoietik ve Lenfoid Sistemler 407

BÖLÜM 12 Akciğer 459


Aliya Noor Husain

BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistemi 517


Charles E. Alpers, Agnes B. Fogo

BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve G astrointestinal Kanal 551


Jerrold R. Turner, Mark W. Lingen

Yazar adı bulunmayan bölümler editörler tarafından yazılmıştır.


xvi İçindekiler

BOLUM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan 603


Neil D. Theise

BÖLÜM 16 Pankreas 645


Anirban Maitra

BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistemi ve A lt Ü rin e r Traktus 657


Jonathan Epstein

BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme 681


Husain A . Sattar

BÖLÜM 19 Endokrin Sistem 715


Anirban Maitra

BÖLÜM 20 Kemikler, Eklemler ve Yumuşak Doku T üm örleri 765


Andrew E. Rosenber

BÖLÜM 21 Periferik Sinirler ve Kaslar 797


Peter Pytel

BÖLÜM 22 Santral Sinir Sistemi 811


Matthew P. Frosch

BÖLÜM 23 D eri 851


Alexander J. F. Lazar, Wei-Lien Wang
en _

N Hedefe yönelik tedavi için


studentconsult.com adresine bakınız.

Hücre Hasarı, Hücre Ölümü


ve Adaptasyonlar

BÖLÜM İÇERİĞİ

Patolojiye Giriş 1 Nekroz 9 iskemik ve Hipoksik Hasar 17


% Stres ve Zararlı Uyaranlara Karşı Doku Nekrozu Tipleri 9 İskemi-Reperfüzyon Hasarı 17
Hücre Yanıtlarının Genel Ö zeti 1 Hücre Hasarı Mekanizmaları 11 Kimyasal (Toksik) Hasar 17
Hücrelerin Strese Adaptasyonları 3 ATP Kaybı 12 A p o p to z 18
H ipertrofi 3 M itokondri Hasarı ve Apoptoz Nedenleri 18
Hiperlazi 4 Disfonksiyonu 13 Apoptoz Mekanizmaları 19
A tro fi 4 Hücreye Kalsiyum Girişi 13 Apoptoz Ö rnekleri 20
Metaplazi 5 Oksijen Kaynaklı Serbest Radikal O tofaji 22
H ücre Hasarı ve Ölüm ünün Birikimi (O ksidatif Stres) 14 Hücre İçi Madde B irikim leri 23
Genel Ö zeti 6 Membran Geçirgenliği Defektleri 16
Patolojik Kalsifikasyon 25
Hücre Hasarının Nedenleri 6 D N A ve Protein Hasarı 16
Hücre Yaşlanması 26
Hücre ve Doku Hasarının K linikopatolojik İlişkiler:
M orfolojisi 8 Hücre Hasarı ve N ekroz
Geri Dönüşlü Hasar 8 Ö rn e kle ri 16

Patologlar klinik uygulamada tanı koymak ve tedaviyi


PATOLOJİYE GİRİŞ yönlendirmek için, hücrelerin ve dokuların makroskopik
veya mikroskopik görünümlerini (morfoloji) ve kan, idrar
Patolojinin sözcük anlamı, hastalık (pathos) bilgisidir (lo­
gibi vücut sıvılarındaki biyokimyasal değişiklikleri ta­
gos) . Bu bilim dalı hastalıkları ve hastalarda bunlara hüc­
nımlar. Patologlar ayrıca, hasara yanıt olarak hücrelerde,
reler, dokular ve organlar düzeylerinde eşlik ederek belir­
dokularda ve organlarda gelişen biyokimyasal, yapısal ve
ti ve semptomları meydana getiren değişikliklerin neden­
fonksiyonel değişiklikleri ortaya çıkarmak amacıyla çe­
lerini araştım. Öğrencilerin patoloji ve tıp eğitimleri bo­
şitli moleküler, mikrobiyolojik ve immünolojik teknikler
yunca her zaman karşılaşacakları, önemli iki terim vardır:
kullanır. Patoloji öğretisi geleneksel olarak genel patoloji
• Etiyoloji hastalığın, arka plândaki nedenler ve değişik­ ve sistemik patoloji şeklinde iki bölüme ayrılır. Bunlar­
liğe yol açan faktörler de dahil olmak üzere kaynağı­ dan birincisi, patolojik uyaranlar nedeniyle hemen bü­
dır. Hipertansiyon, diyabet ve kanser gibi en fazla tün dokularda meydana gelen, hücre ve doku düzeyinde­
karşılaşılan hastalıkların, kalıtsal genetik yatkınlık ve ki değişiklikler; İkincisi ise farklı, özelleşmiş organlarda­
çeşitli çevresel tetikleyici faktörlerin bir araya gelmesi ki reaksiyonlar ve anormallikler üzerinde odaklanır. Bu
sonucunda geliştiği artık açıkça bilinmektedir. Hasta­ kitapta önce genel patolojinin geniş kapsamlı ilkeleri, ar­
lıkların arka plânındaki genetik ve çevresel faktörlerin dından da her bir organda gelişen özel hastalık süreçleri
araştırılıp ortaya konulması, modern tıbbın üzerinde ele alınacaktır.
çalıştığı önde gelen bir konudur.
• Patogenez, hastalığın gelişmesiyle sonuçlanan basa­
maklar anlamında kullanılan bir deyimdir. Etiyolojik
faktörlerin ve moleküler değişikliklerin; hastalığı ka- STRES VE ZARARLI UYARANLARA KARŞI
rakterize eden, spesifik fonksiyonel ve yapısal anor­ HÜCRESEL CEVABIN GENEL ÖZETİ
mallikleri nasıl tetiklediğini anlatır. Etiyoloji bir hasta­
lığın niçin geliştiğini belirlerken, patogenez o hastalı­ Hücreler, yapı ve fonksiyonlarını değişen ihtiyaçlara ve
ğın nasıl geliştiğini ortaya koyar. hücre dışı streslere göre sürekli ayarlayarak çevrelerine ak­
Hastalığın etiyolojisinin ve patogenezinin belirlenmesi, tif şekilde katkıda bulunur. Normalde hücreler, içlerinde­
yalnızca o hastalığın anlaşılmasının sağlanması açısın­ ki ortamın, oldukça dar fizyolojik sınırlar içerisinde tutul­
dan değil, mantıklı tedaviler geliştirilmesi açısından da duğu, homeostaz (homeostasis) adı verilen, kararlı bir den­
temel bir ihtiyaçtır. Hastalığın nedenlerini ve gelişmesini ge durumunu devam ettirir. Fizyolojik streslerle veya pato­
açıklayan patoloji böylece, tıp uygulamasının bilimsel teme­ lojik uyaranlarla karşılaştıklarında bunlara uyum (adap­
lini oluşturur. tasyon) sağlayarak, canlılıklarını ve fonksiyonlarını koru-
BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

dukları yeni bir kararlı denge durumuna ulaşırlar. Başlıca


adaptif yanıt tipleri hipertrofi, hiperplazi, atrofi ve metaplazi-
dir. Uyum sağlama kapasitesi aşılır ya da dış stres hücreye
doğrudan zarar verirse, hücre haşan gelişir (Resim 1-1). Bu
hasar belirli sınırlar içerisinde kalırsa, geri dönüşlü (rever-
sibî) bir hasardır ve hücreler, başlangıçtaki istikrarlı du­
rumlarına tekrar döner. Ancak, stres şiddetliyse, uzun sü­
re devam ederse ve hızlı başlamışsa, etkilediği hücrelerin
geri dönüşsüz (irreversibl) şekilde hasar görmesi ve ölmesiyle
sonuçlanır. Hücre ölümü, herhangi bir dokuda veya organ­
da hastalık gelişmesindeki en önemli olaylardan biridir.
Aralarında iskeminin (gelen kan miktarındaki azalması),
infeksiyonlarm, toksinlerin ve bağışıklık reaksiyonlarının
da yer aldığı, çeşitli nedenlerle gerçekleşir. Hücre ölümü
ayrıca embriyojenezde, organların gelişmesinde ve home-
ostazm korunmasında normal ve elzem bir proçestir.
Normal, uyum sağlamış, geri dönüşlü ve geri dönüş­
süz şekilde hasar görmüş hücreler arasındaki ilişkiler;
kalbin farklı stres tipleri karşısında verdiği yanıtlarla çok
iyi bir şekilde gösterilebilir (Resim 1-2). Hipertansiyonda
veya kalp kapağındaki bir darlıkta (stenoz) olduğu gibi
Resim 1-1 Stres ve hasar verici uyaranlar karşısındaki hücre yanıtı­
sürekli yük artışıyla karşı karşıya kalan kalp kası, gerek
nın evreleri.
duyulan daha yüksek kasılma gücünü sağlayabilmek için
bu yüke, hipertrofi ile uyum sağlar. Hipertrofide kalp ka­
sı hücrelerinden her birinin ve sonuç olarak tüm kalbin süz kalp kası hasarı ve hücre ölümü (;infarktüs) gelişebilir.
boyutlarında artış söz konusudur. Eğer gereksinim artışı Stres ve zedelenmenin, hücrelerin ve dokuların yalnızca
ortadan kalkmaz ya da kan miktarının tıkalı bir koroner morfolojilerini değil, fonksiyonel durumunu da etkileye­
arter nedeniyle miyokard kan akımı azalırsa (iskemi), kas ceğini göz önünde bulundurmak gerekir. Dolayısıyla, ge­
hücreleri hasar görebilir. Oysa stres hafifse ya da arterde­ ri dönüşlü olarak hasar görmüş miyositler ölü değildir ve
ki tıkanıklık tam değilse veya yeterince kısa süreliyse mi- morfolojik olarak normal miyositlere benzeyebilir; ancak
yolcardda, geri dönüşlü zedelenme meydana gelebilir. kasılma yeteneklerini geçici olarak kaybettiklerinden,
Arterdeki tıkanma tam veya uzun süreliyse, geri dönüş- hafifçe hasarlanmaları bile önemli klinik sonuçlar doğu-

Normal miyozit

Resim 1 -2 Normal, uyum sağlamış, geri dönüşlü olarak hasar görmüş ve ölü miyokard hücreleri arasındaki ilişki. Burada görülen hücre
adaptasyonu hipertrofi, geri dönüşlü hasar tipi iskemi ve geri dönüşsüz hasar tipi ise iskemik koagülasyon nekrozudur. Miyokard iskemisi
örneğinde (sol altta) sol ventrikülün normalde 1-1.5 cm olan kalınlığı, >2 cm'dir. Geri dönüşlü hasar gören miyokardda makroskopik veya
ışık mikroskopuyla görülebilecek hiçbir mikroskopik değişiklik olmaksızın fonksiyonel etkilerin görülmesi ya da hücre şişmesi, yağlı
değişiklik gibi (burada gösterilen) geri dönüşlü değişiklikler söz konusudur. Nekroz görülen piyeste (sağ altta), posterolateral sol vent-
riküldeki transmural soluk alan, akut miyokard infarktüsünü temsil etmektedir. Miyokardın her üç enine kesiti de, canlı miyokardı eflatun
rengine boyayan bir enzim substratı olan trifeniltetrazolyum klorür ile boyanmıştır. Hücre ölümünün ardından enzim kaybı gerçekleşen
bölgeler boyanmamıştır.
Hücrelerin Strese Adaptasyonları 3

rabilir. Özel bir stres çeşidinin Belli bir stres tipinin adap­ olan hücrelerde görülen adaptif yanıtdır. Hipertrofi ise,
tasyonu mu başlatacağı, yoksa geri dönüşlü veya geri dö­ hücrelerin bölünme kapasiteleri sınırlı olduğunda görü­
nüşsüz hasara mı yol açacağı yalnızca stresin niteliğine lür. Hipertrofi ve hiperplazi birlikte de görülebilir ve do­
değil, aynı zamanda hücre metabolizması, kanlanma ve ğal olarak, ikisi de irileşmiş (hipertrofik) bir organ ile so­
beslenmesi gibi birçok değişkene de bağlıdır. nuçlanır.
Bu bölümde önce hücrelerin streslere nasıl uyum gös­ Hipertrofi fizyolojik veya patolojik olabilir ve fonksiyonel
terebildikleri; sonra da geri dönüşlü hücre hasarı, hücre gereksinimin artması, ya da büyüme faktörleri veya hor­
içi değişiklikler ve hücre ölümü gibi değişik akut hücre monların uyarısı ile meydana gelir.
hasarı biçimlerinin sonuçları anlatılacaktır. Son olarak, • Uterusun gebelik sırasında fizyolojik olarak masif bi­
hücreleri ve dokuları etkileyen diğer üç proçes olan hüc­ çimde büyümesi, östrojen uyarısı ile oluşan düz kas
re içi birikimler, patolojik kalsifikasyon ve hücre yaşlan­ hipertrofisinin ve hiperplazisinin sonucudur (Resim
ması ele alınacaktır. 1-3). Oysa gerek iskelet kası ve gerekse kalp kasının
çizgili kas hücreleri artan gereksinime yalnızca hi-
pertrofiyle yanıt verebilir, zira erişkinlerdeki kas do­
kusu hücrelerinin bölünme kapasitesi sınırlıdır. Dola­
HÜCRELERİN STRESE yısıyla, azimli bir haltercinin gösterişli fiziği, sadece iş
ADAPTASYONLARI yükü artan çizgili kasların her birinin hipertrofisi ile
oluşur.
Uyum (adaptasyon), hücrelerde çevrelerindeki değişik­ • Hipertansiyondaki veya aort kapağı hastalığındaki
liklere yanıt olarak oluşan; geri dönüşlü, sayı, boyut, fe- kalp büyümesi, patolojik hücre hipertrofisine örnektir
notip, metabolik aktivite ve işlev değişiklikleridir. Fizyo­ (Resim 1-2).
lojik adaptasyonlar, çoğu kez hücrelerin hormonlar veya
Kalp hipertrofisini yönlendiren mekanizmalarda en az
endojen kimyasal medyatörler ile olan normal uyarılara
iki sinyal vardır: gerilme gibi mekanik tetikleyiciler ve bü­
verdikleri yanıtlardır (memelerin ve uterusun gebelik sı­
yüme faktörleri ve adrenerjik hormonlar gibi hücre ço­
rasında hormonlar nedeniyle büyümeleri gibi). Patolojik
ğalmasını uyaran çözünebilen mediyatör şeklindeki tro-
adaptasyonlar, hücrelerin hasardan kaçınmak amacıyla
fik tetikleyiciler. Bu uyarılar bazı genlerin indüklenmesi-
yapı ve fonksiyonlarını değiştirerek strese verdikleri ce­
ne yol açan sinyal iletimi yolaklarını açarlar. Böylece, ara­
vaplardır. Bu adaptasyonların birkaç farklı biçimi vardır.
larında büyüme faktörleri ve yapısal proteinler de bulu­
nan birçok hücre proteininin üretimi uyarılmış olur. So­
Hipertrofi nuçta, hücre başına daha çok protein ve miyofilament
üretilerek, her kasılma sırasında oluşan gücün artırılma­
Hipertrofi; hücrelerin boyutlarında, organ boyutlarının da sı ve hücrenin artan iş yükünü karşılaması mümkün ha­
artması ile sonuçlanan bir artıştır. Buna karşılık hiperplazi le gelir. Bu arada kontraktil proteinlerde erişkin formun
(daha sonra ele alınacaktır) hücre sayısının, farklılaşmış yerini fetal veya neonatal formlar alabilir. Örneğin kas
hücrelerin çoğalması ve yerlerini kök hücrelere bırakma­ hipertrofisi sırasında, a-miyozin ağır zincirinin yerini
sı sonucu artmasıyla karakterizedir. Başka bir deyişle, daha yavaş, enerji açısından daha ekonomik kasılma
katıksız bir hipertrofide yeni hücreler değil, yalnızca ya­ sağlayan (3-miyozin ağır zinciri alır.
pısal protein ve organel miktarları artmış daha büyük Hipertrofinin asıl mekanizması ne olursa olsun, kas
hücreler söz konusudur Hiperplazi, çoğalma yeteneği kitlesi artışının yük artışını artık karşılayamadığı bir sı-

Resim 1-3 Gebelik sırasındaki fizyolojik uterus hipertrofisi. A , Normal uterusun (sağda) ve doğum sonrası kanama nedeniyle çıkarılmış
gebe uterusun (solda) makroskopik görünümleri. B, Normal uterusun iğsi düz kas hücreleri. C, Gebe uterusun büyük, tombul, hipertro­
fik hücreleri; B ile karşılaştırın (B ve C, aynı büyütme).
BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

nıra erişilir. Bu durum kalpte gerçekleşirse kalp kası lif­ mal bir âdet döneminden sonra, normalde hipofiz
lerinde bazı 'dejeneratif' değişiklikler görülür. Bunların hormonları ve over kaynaklı östrojen ile uyarılan, pro-
en önemlileri miyofibrillerin kontraktil elemanlarının gesteron ile inhibe edilen yoğun bir endometriyum
parçalanması ve kaybıdır. Hipertrofinin sürmesini sınır­ epitel proliferasyonu görülür. Ancak, östrojen ile pro-
layan ve regresif değişikliklere neden olan değişkenler gesteron arasındaki dengenin bozulması, anormal
tam olarak anlaşılamamıştır. Damarların irileşmiş fibril- âdet kanamalarının sık görülen bir nedeni olan endo­
leri yeterince beslemesinde, mitokondrilerin adenozin metriyum hiperplazisine yol açar. Hiperplazi, yara iyi­
trifosfat (ATP) sağlamasında veya kontraktil proteinlerle leşmesindeki bağ dokusu hücrelerinin, yani tamire ço­
hücre iskeleti elemanlarını sağlayacak biyosentetik üre­ ğalarak yardım eden fibroblastlarm ve kan damarları­
tim sürecinde sınırlanma söz konusu olabilir. Bu değişik­ nın önemli bir yanıtıdır. (Bölüm 2). Bu olayda büyüme
liklerin net sonucu, ventrikül dilatasyonu ve en sonunda faktörleri, hasara yanıt veren akyuvarlar (lökositler)
kalp yetmezliğidir. Bu olaylar dizisi, strese karşı gelişen ve ekstrasellüler matriksteki hücreler tarafından üreti­
adaptasyonun, stres ortadan kalkmadığında fonksiyonel ola­ lir. Bazı viral enfeksiyonlarda görülen hiperplazide de
rak belirgin bir hücre hasarına nasıl ilerleyebileceğini göster­ büyüme faktörlerinin uyarısı söz konusudur. Örneğin
mektedir. papillomavirüsler, siğillere ve hiperplastik epitel kitle­
lerinden oluşan mukoza lezyonlarına neden olur. Bu
Hiperplazi örnekteki büyüme faktörleri virüs genleri veya enfek-
te konak hücrelerinin genleri tarafmdan kodlanıyor
Daha önce anlatıldığı gibi hiperplazi; eğer doku çoğalma olabilir.
kapasitesine sahip hücre popülasyonlarma sahipse görü­ Tüm bu örneklerde önemle vurgulanması gereken nok­
lür; hipertrofi ile aynı zamanda olabilir ve çoğu kez aynı ta; hiperplastik proçesin kontrol altında olmasıdır, eğer bu
uyarana yanıttır. proçesi başlatan sinyaller durursa, hiperplazi ortadan kal­
Hiperplazi, fizyolojik veya patolojik olabilir. Her iki du­ kar. Patolojik hiperplazileri kanserden ayıran özellik,
rumda da hücre çoğalması, çeşitli hücre tipleri tarafın­ normal düzenleyici kontrol mekanizmalarına olan bu ce­
dan üretilen büyüme faktörleri tarafından uyarılır. vaplılıktır. Kanserlerde, büyüme kontrol mekanizmaları
• Fizyolojik hiperplazinin iki tipi şunlardır: (1) Kadın me­ bozuk veya etkisizdir (Bölüm 5). Yine de birçok durum­
mesindeki glandüler epitelin pubertede ve gebelik sı­ da, patolojik hiperplazi kanser gelişimi için verimli bir
rasında çoğalmasında görülen hormonal hiperplazi ve toprak gibidir. Örneğin, endometriyum hiperplazisi olan
(2) organ çıkarıldığında veya organın bir bölümünün hastalarda endometriyum kanserinin gelişme riski art­
kaybında görülen kompensatuar hiperplazi. Örnek ola­ mıştır (Bölüm 18).
rak, karaciğerin bir kısmı çıkarılırsa, kalan hücrelerde
mitotik aktivite 12 saat içinde artmaya başlar ve so­ Atrofi
nuçta karaciğeri normal ağırlığına getirir. Bu örnekte­
ki hiperplaziyi uyaran, hasar görmemiş hepatositler Hücre içeriğinin kaybı ile hücrenin boyutlarında azalma ol­
ve parenkim dışı hücreler tarafından üretilen polipep- masına atrofi denir. Yeterli sayıda hücre etkilenirse, tüm
tid büyüme faktörleridir (Bölüm 2). Karaciğer kitlesi doku veya organ küçülür, atrofik duruma gelir (Resim 1-
yerine konduğunda, hücre çoğalması değişik büyüme 4). Atrofik hücrelerin fonksiyonları azalmış olabilir, an­
inhibitörleri tarafından "durdurulur". cak bunlar ölmüş değildir.
• Patolojik hiperplazi tiplerinin çoğuna aşırı hormon ve­ Atrofinin nedenleri arasında; iş yükünün azalması (ör­
ya büyüme faktörü uyarımı neden olur. Örneğin, nor­ neğin ekstremitenin, kemik kırığının iyileşmesi için hare-

Resim 1 -4 Beyin atrofisi. A , Genç bir erişkinin normal beyni. B, Aterosklerotik hastalığı olan, 82 yaşındaki bir erkekte beyin atrofisi. Bu
hastadaki beyin atrofisinin nedeni, yaşlanma süreci ve arteriyel kanlanmanın azalmasıdır. Beyin cevheri kaybının, girusları daraltıp sulkus-
ları genişletmiş olduğuna dikkat edin. Beyin zarları, her iki piyesin de alt yarısında, beyin yüzeyini gösterebilmek amacıyla sıyrılarak
çıkarılmıştır.
'SSS£z

Hücrelerin Strese Adaptasyonları 5

ketsiz bırakılması), sinirsel uyarı kaybı, arteriyel kanlan­


manın azalması, yetersiz beslenme, endokrin uyarı kaybı
ve yaşlanma (senil atrofi); sayılabilir. Bu uyarıların kimi
fizyolojik (menopozda hormonal uyarının ortadan kalk­
ması gibi), kimi patolojik (sinirsel uyarı kaybı gibi) olsa
da, hücrelerdeki temel değişiklikler tıpatıp aynıdır. Bun­
lar, hücrenin yaşamını sürdürebilmesinin mümkün oldu­
ğu daha küçük bir boyuta inmesi şeklindeki bir çeşit geri
membran kolumnar metaplazi
çekilme hareketi olarak yorumlanabilir; hücrenin küçü­ A epitel
len boyutu ile azalan kanlanma, beslenme ve trofik uyarı
arasında yeni bir dengeye ulaşılır.
Atrofinin mekanizması, hücrelerdeki protein sentezinin
azalması ve protein yıkımının artmasının birlikte gerçekleş­
mesidir.
• Protein sentezinde azalma, metabolik aktivitenin azal­
ması nedeniyle gerçekleşir.
• Hücre proteinlerinin yıkımı en çok ubikuitin-prote-
azom yolağını izler. Besin eksikliği ve kullanılmama,
ubikuitin ligazları aktive eder. Bunlar, küçük bir pep-
tid olan ubikuitinin çok sayıda kopyasını hücresel
proteinlere iliştirir ve böylece bu proteinler prote-
azomlarda parçalanmak üzere işaretlenmiş olurlar. Bu
yolağın, kanser kaşeksisi gibi bir dizi katabolik du­ Resim 1 -5 Bir bronştaki normal kolumnar epitelin (solda), skua­
rumda görülen hızlanmış proteolizden de sorumlu ol­ möz epitel (sağda) yönünde metaplazisi; şematik (A ) ve histolojik
duğu düşünülmektedir. (B ) görünüm.
• Atrofiye pek çok durumda otofaji artışının eşlik etme­
si, hücredeki otofajik vakuol sayısının artmasıyla sonuç­ da geliştiği düşünülmektedir. A vitamini, epitelin normal
lanır. Otofaji ("kendi kendini yeme"), aç kalan hücre­ farklılaşması için gerekli olduğundan bu vitaminin eksik­
nin hayatta kalabilmek için kendi bileşenlerini yeme liği de, solunum epitelinde skuamöz epitel metaplazisini
sürecidir. Bu süreç, bölümün sonraki sayfalarında ele başlatabilir. Metaplazi her zaman kolumnar epitelin yeri­
alınacaktır. ni skuamöz epitelin alması biçiminde olmaz; kronik gast-
roözofageal reflüde, özofagusun alt bölümündeki sku­
Metaplazi amöz epitel, mide veya bağırsak tipi kolumnar epitele dö­
nüşebilir. Metaplazi mezenkimal hücrelerde de görülebi­
Metaplazi, erişkin bir hücre tipinin (epitelyal veya mezanki- lir; ancak, bu durumlar genellikle, strese karşı adaptif bir
mal) yerini, bir başka erişkin hücre tipinin aldığı, geri dönüş­ yanıt olmaktan çok, genellikle bazı patolojik değişiklikle­
lü bir değişimdir. Bu tür hücre adaptasyonunda, belli bir re tepki olarak gelişir. Örnek olarak, yumuşak dokularda,
strese duyarlı olan bir hücre tipinin yerine, olumsuz çev­ özellikle yaralanma alanlarında bazen kemik oluşabilir.
re koşullarına daha iyi dayanabilecek olan başka bir hüc­
re tipi geçer. Metaplazinin; zaten farklılaşmış olan hücre­
lerin fenotipik değişikliği (transdiferasyonu) ile değil, kök
O ö ? ı ı ________________________________
hücrelerin yeni bir yola doğru farklılaşmak üzere yeniden
Hücrelerin Strese Adaptasyonları
programlanması ile gerçekleştiği düşünülmektedir.
Sigara alışkanlığı olanların solunum epitelinde, sku- • Hipertrofî: Hücre ve organ boyutlarında artma, çoğu kez
amöz (yassı) epitel yönünde gerçekleşen değişiklik, epitel artan iş yüküne yanıt olarak; mekanik stres veya diğer
metaplazisine örnek gösterilebilir (Resim 1-5). Söz konu­ uyaranlar nedeniyle üretilen büyüme faktörleri tarafın­
su metaplazide; trakea ve bronşlardaki normal, silialı ko- dan başlatılır; hücreleri bölünme yeteneğinden yoksun
lumnar epitel hücrelerinin yerini, fokal veya yaygın ola­ dokularda görülür.
rak, çok katlı yassı (skuamöz) epitel hücreleri alır. Daha • Hiperplazi: Hormonlara ve diğer büyüme faktörlerine ya­
dayanıklı olan çok katlı yassı epitel, sigara dumanındaki nıt olarak hücre sayısında artma; hücreleri bölünme ye­
zararlı kimyasallar karşısında yaşamını, daha narin olan teneğine veya bol miktarda doku kök hücresine sahip do­
özelleşmiş epitele kıyasla sürdürebilir. Metaplastik epitelin kularda görülür.
yaşamını sürdürebilme avantajı olsa da, mukus üretimi ve • Atrofi: Besin maddelerinde azalma veya kullanılmama ne­
parçacıkların silyalar ile temizlenmesi gibi önemli koruyu­ deniyle hücre ve organ boyutlarının küçülmesi; hücre or-
cu mekanizmalar kaybolmuştur. Dolayısıyla, epitel metapla- ganellerinin proteolitik yıkımında artış ve yapı taşlarının
zisi iki tarafı keskin bir kılıç gibidir. Dahası, metaplastik yapımında azalma ile ilişkilidir.
değişikliği başlatan etkiler sürekli olduğu takdirde, epitelde • Metaplazi: Farklılaşmış hücrelerin fenotipinde değişme,
malign dönüşüme de yatkınlık oluşturabilir. Aslında, malign çoğu kez kronik irritasyona yanıt olarak gelişir ve hücre­
lerin strese daha dayanıklı olmasını sağlar; genellikle kök
skuamöz hücrelerden oluşan akciğer kanserine solunum
hücrelerin değişik yönde farklılaşması ile gelişir; fonksi­
epitelindeki skuamöz metaplazi sıklıkla eşlik eder. Siga­
yonların azalmasına veya malign değişime yatkınlığın art­
ranın başlangıçta skuamöz epitel metaplazisi oluşturdu­
masına neden olabilir.
ğu; kanserlerin daha sonra, değişime uğramış bu odaklar­
BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

rin lizozomlardan dışarı sızması, sitoplazmaya geçme­


HÜCRE HASARI VE ÖLÜMÜNÜN si ve hücreyi sindirmesiyle nekroz meydana gelir. Hüc­
GENEL ÖZET! re içeriği, zedelenen plazma membranmdan hücre dı­
şı aralığa yayılır ve konak yanıtını (inflamasyon) başla­
Bölümün başında söylendiği gibi; hücre hasarı, hücreler tır. Iskemi, toksinler, enfeksiyonlar ve travma gibi sık
uyum sağlayamayacakları derecede ağır bir stresle karşı­ karşılaşılan pek çok zedelenmede başlıca hücre ölümü
laştıklarında veya intrinsik hasar oluşturucu etkenlere yolu nekrozdur. Büyüme faktörlerinden yoksun kaldı­
maraz kaldıklarında ya da kendi iç yapılarındaki (örne­ ğında, DNA'sı veya proteinleri onarılamayacak düzey­
ğin DNA veya proteinlerdeki) anormallikler nedeniyle de zedelendiğinde; tipik olarak hücre kendini, apoptoz
gerçekleşir. Değişik zararlı uyaranlar, pek çok metabolik olarak adlandırılan ve membran devamlılığı tam ola­
yolağı ve hücre organelini etkileyebilir. Hasar, geri dö­ rak ortadan kalkmadan çekirdeğin dağılması ile ka-
nüşlü bir dönemden geçerek ilerleyebilir ve hücre ölümü rakterize olan bir yolla öldürür. Nekrozun her zaman pa­
ile sonlanabilir (Resim 1-1). tolojik bir süreç olmasına karşın apoptoz, çok sayıda nor­
• Geri dönüşlü hücre hasarı. Hasara yol açan uyaran, ha­ mal fonksiyona katkıda bulunur ve patolojik hücre hasarı
sarın erken dönemlerinde ya da hafif formlarında or­ ile birlikte olması gerekmez. Dahası apoptoz, belirli fizyo­
tadan kaldırılırsa, meydana gelen fonksiyonel ve mor­ lojik süreçlerdeki olaylardaki rolüne uygun olarak, inflama-
folojik değişiklikler geri dönüşlüdür. Bu dönemde, tııvar bir yanıta yol açmaz. Bu iki ölüm tipinin morfolo­
önemli yapısal ve fonksiyonel anormallikler bulunsa jik özellikleri, mekanizmaları ve önemleri bu bölümün
bile, ağır membran hasarı ve çekirdek dağılması ger­ sonraki kısımlarında ayrıntılı olarak anlatılacaktır.
çekleşmemiştir.
• Hücre ölümü. Hasarın sürmesi ile zedelenme geri dö­
nüşsüz duruma gelir; artık iyileşmesi mümkün olma­ HÜCRE H A SA R IN IN NEDENLERİ
yan hücre ölür. Mekanizmaları, morfolojileri, hastalıklar­
daki ve fizyolojik durumlardaki rolleri farklı olan iki tip Hücre hasarı nedenleri; bir motorlu araç kazasının ne­
hücre ölümü vardır: nekroz ve apoptoz (Resim 1-6 ve Tab­ den olduğu gözle görülür fiziksel travmadan, spesifik bir
lo 1-1). Membran hasarı şiddetli olduğunda, enzimle­ metabolik hastalıkta altta yatan fonksiyonel olmayan bir

Kromatin
kondansasyonu
Membran
kabarcığı

Hücrenin
parçalanması

Plazma membranının, Apoptik


Miyelin organellerin ve cisimcik APOPTOZ
figür hücre çekirdeğinin
parçalanması;
hücre içeriğinin
dışarıya sızması

NEKROZ Apoptotik
Fagosit hücrenin ve
parçalarının
ı Mitokondrilerdeki fagosite edilmesi
amorf yoğunlaşmalar

Resim 1-6 Nekroz (solda) ve apoptozun (sağda) hücresel özellikleri.


Hücre Hasarının Nedenleri

Tablo 1-1 Nekrozun ve Apoptozun Özellikleri


Ö zellik N ekroz A po ptoz
Hücre boyutu Artmış (şişme) Azalmış (büzülme)
Hücre çekirdeği Piknoz —* karyoreksis —» karyoliz Nükleozom boyutlarındaki parçalara bölünme
Plazma membram Bozulmuş Sağlam; yapı değişikliği, özellikle lipid orientasyonunda
Hücre içeriği Enzimatik sindirim; hücre dışına sızabilir Sağlam; apoptotik cisimciklerin içine bırakılabilir
Çevrede inflamasyon Sık Yok
Fizyolojik veya patolojik rol Kesinlikle patolojiktir (geri dönüşsüz hücre Çoğu zaman fizyolojiktir; istenmeyen hücrelerin ortadan
hasarının geldiği son nokta) kaldırılma yolu; bazı hücre hasarı şekillerinden, özellikle DNA
ve protein hasarından sonra patolojik olabilir.

DNA, deoksiribonükleik asit.

enzime yol açan, tek bir gen kusuruna kadar uzanır. Ha­ dokularına karşı oluşan otoimmün reaksiyonlar ve gene­
sara yol açan uyaranların çoğu, aşağıdaki kategorilere tik olarak duyarlı kişilerde çevresel etkenlere karşı görü­
göre gruplandırılır. len allerjik reaksiyonlar sayılabilir (Bölüm 4).

O ksijen Eksikliği G enetik Faktörler


Hipoksi veya oksijen eksikliği, aerobik oksidatif solunu­ Genetik sapmalar, örneğin Down sendromuna eşlik
mu engeller. Hücre zedelenmesi ve ölümünün son dere­ eden konjenital malformasyonlardaki kadar gözle görü­
ce önemli ve sık görülen bir nedenidir. Hipoksi, dokuya lür olabilecekleri gibi, hemoglobin S'de orak hücreli ane­
gelen arteriyel kan akışının kesintiye uğraması veya ve- miye yol açan, bir tek aminoasidin yer değiştirmesindeki
nöz dönüşün azalması anlamına gelen iskemiden ayırt kadar küçük de olabilir (Bölüm 6). Genetik defektler, do­
edilmelidir. Hipoksinin en sık görülen nedeni iskemi ise ğumsal metabolizma kusurlarındaki gibi, fonksiyonel
de oksijen eksikliği, pnömonide olduğu gibi, kanın ye­ proteinlerdeki bir bozukluk ya da hasar görmüş
tersiz oksijenlenmesinden veya kan kaybında ve karbon DNA'nm veya hatalı katlanmış proteinlerin depolanma­
monoksit (CO) zehirlenmesinde olduğu gibi kanın oksi­ sı sonucunda hücre hasarına yol açabilir. Tüm bu durum­
jen taşıma kapasitesinin azalmasından da kaynaklanabi­ lar, aksaklık onarılamaz olduğunda hücre ölümünü tetik­
lir. (CO, hemoglobin ile stabil bir kompleks oluşturur ve ler. Genetik çeşitliliklerin (polimorfizm), karmaşık bir­
oksijenin hemoglobine bağlanmasını engeller). çok hastalığın gelişmesinde katkısı vardır ve hücrelerin
kimyasal maddelere ve çevredeki diğer zararlı etkenlere
Kimyasal Etkenler karşı duyarlılık derecesini etkileyebilir.
Hücre hasarına yol açabildiği anlaşılan maddelerin sayı­
ları gittikçe artmaktadır. Şeker ve tuz gibi zararsız mad­ Beslenme Dengesizlikleri
deler bile, fazla miktarda emildiklerinde ya da verildik­ Küresel refahın artmakta olduğu günümüzde bile, bes­
lerinde, ozmotik ortamı hücre hasarıyla ve ölümle so­ lenmeyle ilgili eksiklikler hücre hasarının önemli bir ne­
nuçlanabilecek şekilde değiştirebilir. Genelde zehir ola­ deni olmayı sürdürmektedir. En önde gelen örnek, yardı­
rak adlandırılan maddeler membran geçirgenliğini, oz­ ma muhtaç topluluklardaki protein-kalori yetersizliği ol­
motik homeostazı, bir enzim veya kofaktörün bütünlü­ sa da, yaşam standardının yüksek olduğu ülkelerde de
ğünü bozarlar. Bu gibi zehirlere maruz kalma tüm orga­ belli vitamin eksiklikleri seyrek değildir (Bölüm 7). Diğer
nizmanın ölümüne neden olabilir. Hava kirliliğine yol taraftan, beslenme eksikliklerinden çok beslenme bozuk­
açan maddeler, böcek ilaçları, CO, asbest, ayrıca etil al­ lukları da önemli morbidite ve mortalite nedenidir. Obe-
kol gibi "sosyal uyarıcılar", çevrede her gün karşımıza çı­ zitenin, tip 2 diabetes mellitus riskini artırması buna der­
kabilecek, potansiyel toksik maddelerdendir. Tedavi nek olarak verilebilir. Hayvansal yağlar yönünden zengin
amacıyla kullanılan birçok ilaç; duyarlı bir hastada veya olan besinlerin tüketilmesi, ateroskleroz oluşumundan
aşırı ya da uygunsuz kullanıldığında hücre veya doku ve kanserin de aralarında bulunduğu pek çok hastalığa
hasarı oluşturabilir (Bölüm 7). Oksijen bile, yeterince karşı duyarlılığın artmasından sorumlu tutulmaktadır.
yüksek parsiyel basınç değerlerinde toksiktir.
Fiziksel Etkenler
Enfeksiyon Etkenleri Travma, aşırı sıcak veya soğuk, radyasyon, elektrik şoku
Enfeksiyon etkenleri, mikroskopta seçilemeyen virüsler­ ve atmosfer basıncında birdenbire ortaya çıkan değişik­
den metrelerce uzunluktaki şerit solucanlara kadar, çe­ likler gibi fiziksel etkenlerin hepsi hücreler üzerinde çok
şitli boyutlarda olabilir. Bu iki uç arasında riketsiyalar, çeşitli etkiler gösterebilir (Bölüm 7).
bakteriler, mantarlar ve protozoonlar bulunur. Enfeksi-
yöz patojenlerin hasara neden oldukları çok çeşitli yollar Yaşlanma
Bölüm 8'de ele alınmıştır. Hücrelerin yaşlanması, her bir hücre ve dokunun çoğal­
ma ve kendini onarma yeteneğinde değişimlere yol açar.
Bağışıklık Reaksiyonları Tüm bu değişimler, hasara cevap yeteneğinde azalmaya
Bağışıklık sistemi vücudu patojen mikroplara karşı savu­ ve sonuçta hücrelerin ve organizmanın ölümüne neden
nur, ancak bağışıklık reaksiyonları hücre ve doku hasa­ olur. Hücre yaşlanmasının altında yatan mekanizmalar
rıyla da sonuçlanabilir. Örnekler arasında, kişinin kendi bölüm sonunda ayrıca ele alınmaktadır.
BÖLÜM Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

rımn ve nekrozunun morfolojisi, aşağıda anlatılmaktadır;


HÜCRE VE DOKU HASARININ bu süreçlerdeki morfolojik değişiklikler sırasıyla Resim 1-
MORFOLOJİSİ 6'nın sol tarafında gösterilmiştir. Benzersiz birçok özelliğe
sahip olan apoptoz, daha sonra ele alınacaktır
Zarar görmüş hücrelerdeki yapısal değişiklikleri, bunlara
yol açan biyokimyasal mekanizmalardan bahsetmeden Geri Dönüşlü Hasar
önce tanımlamakta yarar vardır. Bütün stresler ve zararlı
etkenler etkilerini önce moleküler veya biyokimyasal dü­ Geri dönüşlü hücre zedelenmesinin başlıca iki morfolojik
zeyde gösterir. Hücre fonksiyonu, hücrenin ölümünden çok özelliği, hücre şişmesi ve yağlı değişikliktir. Hücre; plazma
daha önce kaybolmuş olabilir ve hücre hasarının (veya ölümü­ membramndaki, enerji-bağımlı iyon pompalarının yeter­
nün) morfolojik değişiklikleri ise bunlardan çok sonra ortaya siz oluşu yüzünden iyon ve sıvı homeostazım devam etti­
çıkabilir (Resim 1-7). Örneğin, miyokard hücreleri kasılma rememesi nedeniyle şişer. Hipoksik hasarda ve çeşitli
yeteneklerini (kontraktilite) yalnızca 1-2 dakikalık iske- toksik veya metabolik hasarlarda gelişen yağlı değişiklik
miden sonra kaybeder ama iskemi başlangıcından ancak kendisini, sitoplazmada küçük veya büyük lipid vakuolle-
20-30 dakika geçmeden ölmezler. Bu miyositlerin ölü ola­ rinin varlığıyla gösterir. Yağlı değişikliğin mekanizması,
rak saptanabilmeleri elektron mikroskopuyla 2-3 saatten, Bölüm 15'te anlatılmaktadır.
ışık mikroskopuyla ise 6-12 saatten sonra mümkündür. Bazı durumlarda, potansiyel zararlı etkenler hücrenin,
Geri dönüşlü hasarın hücredeki olumsuz etkileri dü­ endoplazmik retikulum gibi organellerinde özgün değişik­
zeltilebilir. Eğer zararlı uyaran ortadan kalkmışsa hücre liklere neden olur. Düz endoplazmik retikulum, çeşitli
normale dönebilir. Devamlı ya da çok şiddetli hasar ise kimyasalların metabolizmasında rol oynar; bu kimyasal­
hücrenin, sınırları net olmayan "geri dönüşü olmayan larla karşılaşan hücrelerdeki endoplazmik retikulumda,
nokta"yı geçerek geri dönüşsüz hasara uğramasına ve hücre önemli fonksiyonel sonuçları olan bir adaptasyon (uyum)
ölümüne yol açar. Geri dönüşlü hasarın ne zaman geri dö­ yanıtı olarak hipertrofi gelişir. Örneğin, barbitüratlar kara­
nüşsüz olacağım ve hücre ölümü yönünde ilerleyeceğini ciğer hücrelerindeki düz endoplazmik retikulumda mev­
öngördüren olaylar henüz tam olarak anlaşılamamıştır. cut olan sitokrom P-450 mikst-fonksiyon oksidaz sistemi
Bunun klinik önemi çok açıktır: Hücre ölümünü doğru tarafından metabolize edilir. Barbitüratlarm uzun süre
biçimde öngörebileceğimiz moleküler ve biyokimyasal kullanılması; ilaç etkilerinin azalması ve doz artışına ihti­
değişiklikleri saptayabilirsek, geri dönüşlü hücre hasarı­ yaç duyulması ile karakterize olan ilaç toleransına yol
nın geri dönüşsüz hücre hasarına dönmesini önleyecek açar. Bu adaptasyon, hepatositlerdeki düz endoplazmik re-
stratejiler geliştirebiliriz. Geri dönüşsüz hasarın kesin bir tikulumun hacminin artması (hipertrofisi) ve buna bağlı
morfolojik veya biyokimyasal ilişkisi yoksa da, onu tutar­ olarak P-450 enzima aktivitesinde artış meydana gelmesi
lı biçimde karakterize eden iki fenomen vardır: Başlangıç­ sonucu gerçekleşir. P-450 aracılığıyla gerçekleşen metabo­
taki hasar düzelmiş olmasına rağmen mitokondri disfonksiyo- lizma çoğu zaman "detoksifikasyon" olarak yorumlansa
nıınun düzelmemesi (oksidatif fosforilasyonun ve ATP üre­ da, bu metabolizma sonucunda bazı bileşikler daha zararlı
timinin gerçekleşmemesi) ve membran fonksiyonlarındaki hale gelir. Daha sonra anlatılacak olan karbon tetraklorür
ağır bozukluklar. Daha önce belirtildiği gibi, lizozom (CC14), bu bileşiklerden biridir. Ayrıca, söz konusu oksida­
membranlarınm hasar görmesi, nekrozun karakteristiği tif metabolizma sonucunda meydana gelen ürünler arasın­
olan ve hasarın nekroz yönünde ilerlediğini kesin olarak da hücreye zarar veren reaktif oksijen türevleri (ROT) de
belirleyen enzimatik parçalanma ile sonuçlanır. vardır. Bir ilaca uyum sağlayan hücrelerin, aynı sistemle
Daha önce de söylediğimiz gibi, değişik zararlı uyaran­ metabolize edilen diğer bileşikleri metabolize etme kapa­
lar, nekroz ya da apoptoz yoluyla hücre ölümüne neden sitesi artar. Örneğin, epilepsi tedavisi için fenobarbital kul­
olabilir (Resim 1-6 ve Tablo 1-1). Geri dönüşlü hücre hasa- lanan hastalar aldıkları alkol miktarını artırırsa, antikon-
vülsif ilacın kan konsantrasyonu, düz endoplazmik retiku-
lumun alkole yanıt olarak indüksiyonu nedeniyle, subtera-
pötik düzeylere düşebilir.

( ) M ORFOLOJİ
H ücrelerdeki neredeyse her çeşit zedelenmenin ilk belirtisi
olan hücre şişm esi (Resim 1-8, B) ışık m ikroskobuyla z o r­
lukla değerlendirilirken, tüm organ düzeyinde daha belirgin
olabilen, geri dönüşlü bir değişikliktir. Bir organdaki çok sa­
yıda hücreyi etkilediğinde, organın renginin (kılcal (kapiller)
dam arların basıya uğraması nedeniyle) b ir m ik ta r solması­
na, sert kıvamlı olmasına ve organ ağırlığının artmasına ne­
den olur. M ikro skopik incelemede sitoplazmada küçük,
b e rra k vakuoller görülebilir; bunlar, endoplazm ik retikulu-
mun gerilen ve kopan segm entlerini temsil eder. Ölümcül
olmayan bu tip hasar kim i zaman, hid rop ik d eğişiklik ve­
Resim 1 -7 Hücre hasarında hücre fonksiyonları, hücre ölümü ve
m orfolojik değişiklikler arasındaki ilişki. Hücrelerin hasar sonrası, ya vaku o ler dejenerasyon olarak adlandırılır. Yağlı de­
henüz canlı olmalarına ve bunun geri dönüşlü bir zedelenme ğ işiklik kendisini, sitoplazmada lipid vakuollerinin belirm e­
olasılığına rağmen fonksiyonlarını hızla kaybettiklerine dikkat edin; siyle gösterir. Yine geri dönüşüm lü olan bu yanıt öncelikle,
hasar ne kadar uzun sürerse, geri dönüşsüz hücre hasarıyla ve yağ metabolizmasında rolü olan hücrelerde (ö rn , hepato-
hücre ölümüyle sonuçlanabilir. Dikkat edilirse hücre ölümünün, sit, m iyokard hücresi) orta ya çıkar. Hasarlı hücrelerde ayrı­
ultrastrüktürel, ışık mikroskopik ve makroskopik değişikliklerden ca eozinofilik boyanma artışı da g ö rü le b ilir ve nekroza doğ-
önce gerçekleştiği görülmektedir.
Hücre ve Doku Hasarının Morfolojisi 9

İM >
- :
_ 0 . , \A
\) |W
^ © w j ML.
1
r A* A. i *Af
‘ • # A
\ ~ <t»
V * ® * (* «
s
W
♦ w
L £ * > » « • * • 3m/ •. V U - V
♦ v v jr ■ rw 2 a
r «s ® , »t #V^ , v .’ ?
"f T'
A dv --iar * X. !
jf
* WLI
M
i . #•
\ 1 4V
» k. • „ se •
A *
■ lilaH I jjfl|
c
-« ■ . *u j " h i t u H H B oiı • A : E r i*
Resim 1 -8 Geri dönüşlü ve geri dönüşsüz hücre hasarındaki (nekroz) m orfolojik değişiklikler. Â , Canlı epitel hücrelerine sahip normal
böbrek tubulleri. B, Erken (geri dönüşlü) iskemik hasarda yüzey kabarcıkları, sitoplazmada eozinofili artışı ve bazı hücrelerde şişme
görülmektedir. C, Epitel hücrelerinde, hücre çekirdeklerinin kaybıyla, hücrelerin parçalanmasıyla ve hücre içeriğinin sızmasıyla karakter-
ize nekrotik (geri dönüşsüz) hasar
(Dr. Neal Pinckard ve Dr. M .A . Venkotachalam, University o f Texas Health Sciences Center, San Antonio, Tex, USA'in izinleriyle.)

ru ilerleme olduğunda (daha sonra bahsedilecek) bu bo­ kısaltmasında H harfiyle temsil edilen, hematoksilen bo­
yanma daha da belirginleşir. yasıyla mavi renkte boyanma özelliği) azalması ile açıkla­
Geri dönüşlü hücre hasarındaki hücre-içi değişiklikler nabilir. N ekroza uğrayan hücre canlı hücrelerle karşılaş­
(Resim 1-6); (1 ) m ikrovillüslerin kabarcıklanması, küntleş- tırıldığında, özellikle glikojen partiküllerinin kaybolmuş
mesi veya distorsiyonu ve hücre bağlantılarında gevşeme gi­ olması sonucu daha camsı, hom ojen bir görünüm e sa­
bi plazma m em bran değişiklikleri; (2) şişme ve fosfolipid hiptir. Miyelin figürleri nekroza uğrayan hücrelerde, geri
bakımından zengin, şekilsiz (a m o rf) dansitelerin ortaya çık­ dönüşlü hasara uğramış hücrelerde olduğundan daha
ması gibi m ito ko n d ri değişiklikleri; (3) endoplazm ik retiku- belirgindir. Organelleri enzim ler tarafından sindirilen si­
lumun, ribozom ların ayrılması ve polizom ların parçalanma­ toplazm a vakuollü ve "güve yeniği" görünüm ündedir.
sıyla b irlikte genişlemesi ve (4 ) krom atin kümelenmesi şek­ N e k ro tik hücreler elektron m ikroskopisinde; plazma ve
linde çekirdek değişiklikleridir. Sitoplazma, miyelin figürleri organel m em branlarındaki kesintilerle, m ito ko n d rile rd e
adı verilen ve hasarlı hücre membranlarından kaynaklanan büyük, şekilsiz (am o rf) dansitelerin ortaya çıkmasıyla ve
fosfolipid kitle leri içerebilir. belirgin genişlemeyle, lizozom ların parçalanması ve int-
rasitoplazm ik miyelin figü rle riyle karakterizedir.
* H ücre çekirdeğindeki d eğ işiklikler. Tüm ü de D N A
Nekroz ve krom atin yıkımı nedeniyle gerçekleşen üç patternden
b iri şe klin d e d ir: M uhtem elen d e o ks irib o n ü k le a z
Nekroz hücre ölümünün; membran bütünlüğünün bozul­ (D N A z ) aktivitesi sonucu krom atin bazofilisi soluklaşabi­
ması ve hücre içeriğinin dışarı sızması sonucu hücrelerin lir (k a ry o liz ); çekirdek, D N A 'nın büzülmüş, solid bir
parçalanması ile ilişkili tipi olup; büyük ölçüde enzimle­ kitle hâlini almasıyla büzülebilir ve artmış b ir bazofili ser­
rin ölümcül derecede hasar görmüş hücre üzerindeki yı­ gileyebilir (p ik n o z); ya da p ikn o tik çekirdek, parçalanır
kıcı etkileri sonucu gerçekleşir. Dışarıya sızan hücre içe­ (k a ry o re k sis). Ölen hücrenin çekirdeği, 1-2 gün içeri­
riği çoğu zaman, inflamasyon adı verilen, lokal konak re­ sinde tamamen ortadan kaybolabilir. Elektron m ikrosko-
aksiyonuna yol açar. Bu reaksiyonun amacı, ölü hücreleri punda, çekirdeğin parçalanmasıyla sonuçlanan, ağır çe­
ortadan kaldırmak ve sonraki onarım sürecini başlatmak­ kird e k değişiklikleri görülür.
tır (Bölüm 2). Hücrenin sindirilmesinden sorumlu enzim­ • N ekro tik hücrelerin akıbeti. N e k ro tik hücreler, bir
ler, ölmekte olan hücrenin bizzat kendisine ait lizozom- süre daha yerlerinde kalabilirler ya da enzim ler tarafın­
lardan ve ölü hücrelere karşı gelişen inflamatuar reaksi­ dan sindirilerek tamamen kaybolabilirler. Ö lü hücreler
yonun bir parçası olarak bölgede toplanan lökositlerin li- miyelin figürlerine dönüşürler. Bunlar ya diğer hücreler
zozomlarmdan kaynaklanabilir. tarafından fagosite edilirler ya da yağ asitlerine parçalanır­
lar. Bu yağ asitlerinin kalsiyum tuzlarına bağlanması, ölü
hücrelerin sonunda kalsifiye olması ile sonuçlanabilir.
M OR FO LO Jİ
N e kro z, zedelenmiş hücrelerin sitoplazmasındaki ve çekir­ Doku Nekrozu Tipleri
değindeki değişikliklerle ka ra kte rize dir (Resim 1-6, solda
ve Resim 1-8 C). Doku nekrozunun, altta yatan neden hakkında ipuçları ve­
• Sitoplazm a d e ğ işiklik le ri. N e kroza uğrayan hücre­ rebilen, morfolojik bakımdan farklı tipleri vardır. Bu nek­
lerde eozinofili artışı (hem atoksilen-eozin [H&E] bo­ roz tiplerini tanımlamada kullanılan terimler arka planda­
yasında E harfiyle temsil edilen eozin boyasıyla pembe ki mekanizmaları yansıtmasa da; genel kullanımdaki bu
renge boyanma özelliğinin artması) görülür. Bu artış kıs­
terimlerin ne anlama geldiği hem patologlar, hem de kli-
men, eozinin denatüre plazma proteinlerine bağlanma­
nisyenler tarafından anlaşılır. Söz konusu nekroz tipleri­
sıyla, kısmen de sitoplazmadaki norm al olarak ribonük-
nin çoğu, farklı makroskopik görünüme sahiptir; fibrinoid
leik asit (R N A ) tarafından sağlanan bazofilinin ( “ H&E”
nekroz ise yalnızca histolojik incelemeyle ayırt edilebilir.
10 BÖLÜM Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

Resim 1 -9 Koagülasyon nekrozu. A , Sınırları henüz iyi bir şekilde seçilen, kama-biçimi böbrek infarktüsü (son). B, infarktüs kenarının
mikroskopik görünümü; normal böbrek hücreleri (N) ve infarktüs alanındaki nekrotik hücreler (/). Nekrotik hücrelerin sınırları korun­
maktadır, çekirdekleri kaybolmuştur ve bu büyütmeyle görülmesi zor olan, inflamatuar bir infiltrasyon vardır.

M OR FO LO Jİ sarımsı-beyaz rengini tanımlar (Resim 1-11). Mikrosko­


bik incelemede, nekroz odağı hematoksilen-eozin boya­
• Koagülasyon n e k ro z u , zemindeki doku yapısının en sıyla pembe renge boyanan, şekilsiz, granüler bir görü­
az birkaç gün boyunca korunduğu nekroz tipidir (Resim nüme sahip, parçalanmış veya sıvılaşmış hücre topluluğu
1-9). Bu tip nekrozda doku sertleşir. Nekroza yol açan olarak gözükür. Koagülasyon nekrozundakinin aksine
zedelenme muhtemelen, yalnızca yapı proteinlerini de­ doku yapısı tamamen silinmiştir ve hücreler ayırdedile-
ğil, enzimleri de denatüre ederek ölü hücrelerin prote- mez. N ekroz alanı çoğu zaman belirgin bir inflamatuar
oliz sonucu ortadan kalkmasını durdurur; sonuçta çekir­ reaksiyon ile sınırlanmıştır; bu görünüm, granülom adı
değini kaybetmiş, eozinofilik hücreler, varlıkları günlerce verilen bir inflamasyon odağı için karakteristiktir (Bö­
veya haftalarca devam ettirebilir. Lökositler nekroz böl­ lüm 2).
gesinde toplanır ve ölü hücreler, lökositlerdeki lizozomal • Yağ n e k ro z u , tipik olarak aktif pankreas lipazlarının
enzimlerin etkisiyle sindirilir. Geriye kalan hücre artığı pankreas dokusu ve periton boşluğuna yayılması sonu­
(debris) ise, fagositozla uzaklaştırılır. Koagülasyon nek­ cunda gelişen yağ yıkımı odaklarındaki nekrozdur. Son
rozu, beyin dışında kalan tüm solid organlardaki in fa rk ­ derece ağır bir tablo olan ve akut pankreatit olarak ad­
tü s (iskemik nekroz) alanlarının karakteristiğidir landırılan acil batın sorunu geliştiğinde görülür (Bölüm
• Likefaksiyon n e k ro zu . Fokal bakteri, bazen de man­ 16). Bu tabloda pankreas enzimleri, asiner hücrelerden
tar infeksiyonlarında görülen bu tip nekrozda mikroplar ve duktuslardan dışarıya çıkar, peritondaki yağ hücrele-
inflamatuar hücrelerin bölgeye toplanmasını uyardığın­
dan, lökosit enzimleri dokuyu sindirir ("sıvılaştırır, eri­
tir"). Merkezi sinir sistemi hücrelerinin hipoksi nedeniy­
le ölmesi de, anlaşılamayan nedenlerden dolayı çoğu kez
likefaksiyon nekrozuna yol açar (Resim 1-10). Patoge-
nez ne olursa olsun, ölü hücreler tamamen sindirilir ve
doku, viskoz bir sıvı kitlesi halini alır. Sindirilmiş doku so­
nunda fagositler tarafından uzaklaştırılır. Eğer bu tip nek­
roz süreci, bakteri infeksiyonlarında olduğu gibi akut inf-
lamasyonla başlamışsa oluşan sıvı materyal sıklıkla krem
sarısı renk alır ve irin (pü) olarak adlandırılır (Bölüm 2).
• Gangrenöz n e k ro z . Hücre ölümünün farklı tipi olma­
masına rağmen bu terimin güncel klinik uygulamada kul­
lanılmasına devam edilmektedir. Terim genellikle, daha
çok alt bacak olmak üzere arteriyel kanlanmasını kaybe­
den bir ekstremitede, çok sayıda doku katmanını ilgilen­
diren bir koagülasyon nekrozunu anlatır. Buna bakteri
infeksiyonu da eklenirse, koagülasyon nekrozu, bakteri­
lerin ve bölgede toplanan lökositlerin sıvılaştırıcı etkisi
nedeniyle değişikliğe uğrar (yaş gangren denen tablo
ile sonlanır).
• K azeifik asyo n n e k ro zu en çok tüberküloz infeksiyo­
nu odaklarında karşımıza çıkar. "Peynirimsi" anlamına
Resim 1 -1 0 Likefaksiyon nekrozu. Beyinde, doku erimesinin gö­
gelen ka zeifikasyo n terim i, nekroz alanının kırılgan,
rüldüğü infarktüs alanı.
Hücre Hasarı Mekanizmaları 11

Resim 1-13 Poliarteritis nodosa hastasına ait bir arterdeki fibrinoid


nekroz. A rte r duvarında, protein birikimi ve inflamasyonla birlikte,
çember şeklindeki parlak pembe renkte nekroz alanı görülmektedir.

Resim 1-11 Kazeifikasyon nekrozu. Akciğer tüberkülozunda, sarı-


beyaz renkte (peynirimsi) debris içeren, büyük bir kazeifikasyon Hücre içi proteinlerinin hasar görmüş hücre membranın-
nekrozu alanı. dan dışarı ve daha sonra da dolaşıma sızması, nekrozun han­
gi dokuda geliştiğinin kan veya serum örnekleriyle ortaya ko­
rinin membranlarını sin dirir ve pankreas lipazları yağ
nulmasına olanak tanır. Örneğin kalp kasında, kreatin ki-
hücrelerindeki trigliserid esterlerini parçalar. Serbest ka­
naz enziminin benzersiz bir formu ve kontraktil bir pro­
lan yağ asitleri kalsiyumla birleşerek; cerrahın ve patolo­
tein olan troponin; karaciğerdeki safra kanalı epitelinde
gun lezyonları m akroskopik olarak tanımasına olanak ve­ alkalen fosfataz enziminin ısıya dirençli bir izoformu, he-
ren, tebeşirimsi beyaz bölgeler oluşturu r (Resim 1-12). patositlerde ise transaminazlar bulunur. Bu dokulardaki
H isto lojik incelemede nekroz odaklarında inflamatuar geri dönüşsüz hücre hasarı ve ölümü, adı geçen bu pro­
bir reaksiyonla kuşatılmış olan ve sınırları belirgin olma­ teinlerin serum düzeylerini yükselttiğinden bunların se­
yan n e kro tik yağ hücreleri ile bazofilik kalsiyum b irikim ­ rum düzeylerinin ölçülmesi, söz konusu dokulardaki ha­
leri görülür. sarın klinik olarak değerlendirilmesinde kullanılır.
• Fibrinoid n e k ro z . Genellikle antijen-antikor kompleks­
lerinin a rte r duvarlarında biriktiği, bağışıklık reaksiyonla­
rında gelişen ve ışık m ikroskopuyla görülebilen, özel bir © Ö Z E T _______ _______________ __________
nekroz tipidir. A rte r duvarında biriken antijen-antikor
kom pleksleri, dam ar dışına sızmış olan fibrinle birleşir ve Hasar Gören Hücre ve Dokulardaki Morfolojik Değişiklikler
HE preparatlarında patologların fibrinoid (fibrinim si, • Geri dönüşlü hücre hasarı: hücrelerin şişmesi, yağlı deği­
fibrin-benzeri) adını verdiği, parlak pembe renkteki, şe­ şiklik, plazma membranında kabarcıklar belirmesi ve
kilsiz görünüm ü olu ştu ru r (Resim 1-13). Bu tip nekrozun mikrovillusların kaybı, m itokondrilerin şişmesi, endop-
görüldüğü bağışıklık sisteminin işe karıştığı hastalıklar lazmik retikulumun genişlemesi, eozinofili (sitoplazma-
(ör. poliarteritis nodosa) Bölüm 4'te anlatılmaktadır. daki RNA azalmasına bağlı).
• Nekroz: eozinofili artışı, hücre çekirdeğinin büzülmesi,
parçalanması ve erimesi; plazma membranının ve organel
membranlarının parçalanması; bol miktarda miyelin fi­
gür; hücre içeriğinin dışarıya sızması ve enzimler tarafın­
dan sindirilmesi.
• Doku nekrozu tipleri: Dokulardaki nekroz, spesifik koşul­
lar altında belirli tiplerde gelişebilir: Koagülasyon nekro­
zu, likefaksiyon nekrozu, gangrenöz nekroz, kazeifikas­
yon nekrozu, yağ nekrozu ve fibrinoid nekroz.

HÜCRE HASARI MEKANİZMALARI


Hücre hasarının nedenlerini ve nekrozdaki morfolojik de­
ğişiklikleri anlattığımıza göre; önce hücre hasarının mole-
lcüler temelini daha ayrıntılı olarak görecek, bunu takiben
de hasarın başlıca ilkelerini, sık karşılaşılan hasar tiplerin­
Resim 1 -1 2 A ku t pankreatitte yağ nekrozu. Beyaz renkte, den derlediğimiz birkaç örnek eşliğinde inceleyeceğiz.
tebeşirimsi birikimlerin bulunduğu alanlar, mezenterdeki lipid yıkım Herhangi bir hasar ile bunun hücre ve dokudaki so­
alanlarında kalsiyum sabunu oluşumuyla (sabunlaşma) ile birlikte nuçları bağlantı kuran biyokimyasal mekanizmalar kar­
giden yağ nekrozu odaklarını temsil etmektedir. maşık, birbirleriyle ilişkili ve hücre içi metabolik yolaklar
12 BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

ile iç içe geçmiş durumdadır. Yine de neredeyse tüm hüc­ • Hasara yol açabilecek herhangi bir uyaran, çok sayıda bi­
re hasarı şekilleriyle ilgili birtakım genel ilkeler vardır: yokimyasal değişikliği tetikleyebilir. Hücre hasarının be­
lirgin olduğu belli bir uyaran varlığında ya da klinik
• Hücrelerin hasara neden olabilecek uyaranlar karşısında­
durumda hangi mekanizmanın etkin olduğunu belir­
ki yanıtı, hasarın tipine, devam süresine ve şiddetine bağ­
lemek, bu nedenle zordur.
lıdır. Böylece, düşük dozdaki toksinler veya kısa süren
iskemi geri dönüşlü hücre hasarına yol açarken, yük­ Bu temel bilgileri edindikten sonra artık, hücre hasarına
sek dozdaki toksinler veya daha uzun süreli iskemi yol açan başlıca biyokimyasal mekanizmalardan söz ede­
dönemleri geri dönüşsüz hasar ve hücre ölümüyle so­ biliriz.
nuçlanır.
• Hasara neden olabilecek bir uyarının yol açabileceği so­ ATP Kaybı*•
nuçlar; hasar gören hücrenin tipine, durumuna, adaptas­
Hücrelerin enerji deposu olan ATP, mitokondrilerin
yon yeteneğine ve genetik yapısına bağlıdır. Aynı hasar
elektron transport sisteminde oksijen indirgenmesi şua­
nedeni, hücre tipine bağlı olarak çok farklı sonuçlara
sında, adenozin difosfatm (ADP) oksidatif fosforilasyo-
yol açabilir. Böylece bacaktaki çizgili kaslar geri dö­
nuyla üretilir. Ayrıca oksijen yokluğunda glikolitik yolak,
nüşsüz hasar gerçekleşmeksizin tam iskemiye 2-3 sa­
dolaşımdan ya da hücre-içi glikojenin hidrolizinden sağ­
at boyunca dayanırken, kalp kası yalnızca 20-30 daki­
lanan glikozu kullanarak da ATP üretebilir. ATP kaybının
ka devam eden bir iskemiden sonra ölmektedir. Hüc­
önde gelen nedenleri; sağlanan oksijenin ve besin mad­
renin beslenme (veya hormonal) durumu da önemli
delerinin yetersizliği, mitokondri hasarı ve bazı toksinle­
olabilir; nitekim glikojenle dolu bir hepatosit iskemiyi,
rin (örn, siyanür) etkisidir. Glikoliz kapasitesi daha yük­
içindeki son glikoz molekülünü de tüketmiş olan bir
sek olan dokular (örn, karaciğer), oksijen kaybını ve ok­
hepatositten çok daha iyi tolere eder. Metabolik yolak­
sidatif fosforilasyon azalmasını, glikoliz kapasitesi sınırlı
lardaki genetik farklılıkların, hasara neden olabilecek
olan dokulara (örn, beyin) oranla daha iyi tolere eder.
uyaran karşısında verilen yanıtların da farklı olmasın­
ATP şeklinde yüksek enerjili fosfat, membran transportu,
da etkisi olabilir. Örneğin aynı dozda toksine maruz
protein sentezi, lipogenez ve fosfolipid döngüsü için gere­
kalan bireylerden, sitokrom P-450'yi kodlayan genle­
ken deasilasyon-reasilasyon reaksiyonları gibi hücre içi
rinde kalıtsal varyantlar bulunan bireyler toksini fark­
tüm sentez ve yıkım proçeslerinde gereklidir. Sağlıklı bir
lı hızda katabolize eder ve farklı sonuçlarla karşılaşır.
insandaki hücrelerin her gün toplam olarak 50-75 kg ATP
Günümüzde, genetik polimorfizmin ilaçlara ve tok­
yaktığı hesaplanmıştır!
sinlere verilen yanıtlardaki rolünü anlayabilmek için
Belirgin ATP kaybı, birçok önemli hücre sisteminde geniş
çok çaba harcanmaktadır. Bu gibi etkileşimler, farma-
etkiye sahiptir (Resim 1-15):
kogenomik olarak adlandırılır. Genetik çeşitlilikler as­
lında, karmaşık birçok hastalığa yatkınlık ve çeşitli te- • Plazma membranındaki ATP bağımlı sodyum pompası­
rapötiklere verilen yanıt üzerinde etkilidir. Bireyin ge­ nın aktivitesindeki azalma, hücre içinde sodyum birik­
netik yapısının tedavide yol gösterici olarak kullanıl­ mesi ve potasyumun hücre dışına çıkmasıyla sonuçla­
ması, "bireyselleştirilmiş tıp uygulamasına" örnek gös­ nır. Çözünmüş madde artışı, izo-osmotik tutulumuna
terilebilir. yol açarak hücrenin şişmesine ve endoplazmik retikulu-
® Hücre hasarı, hücredeki çok sayıdaki temel bileşenden bir mun genişlemesine neden olur.
veya daha fazlasında fonksiyonel ve biyokimyasal anor­ • Hücreye enerji sağlamak için, anaerob glikolizde kom-
mallikten kaynaklanır (Resim 1-14). Hücre zedelenme­ pansasyon amaçlı artış meydana gelir. Bunun sonu­
sinin ana hedefi ve biyokimyasal mekanizmaları: (1) cunda, hücredeki glikojen depoları hızla boşalır ve lak­
Mitokondriler ve bunların, patolojik koşullarda ATP tik asit birikimi, hücre-içi pH değerinin ve hücredeki
(adenozin trifosfat) ve ROT (reaktif oksijen türevleri) birçok enzim aktivitesinin azalmasına neden olur.
oluşturabilme yetenekleri; (2) kalsiyum homeostazm- • ATP bağımlı Ca2+ pompalarının yetmezliği, hücre içi
daki bozukluk; (3) hücre (plazma ve lizozom) memb- Ca2+ birikimine neden olarak hücrenin çok sayıdaki
ranlarınm hasar görmesi ve (4) DNA hasarı ve prote­ bileşeni üzerinde, daha sonra anlatılacak olan zararlı
inlerin hatalı katlanması. etkilere yol açar.

Ca2+ MEMBRAN
GİRİŞİ HASARI

©
©
I \
Plazma Lizozom
membranı membranı
I
Çok sayıda Lipid, i Mitokondri Çok sayıda I Hücre Pro-apoptotik
aşamalı protein, geçirgenliği hücre Hücre bileşenlerinin proteinlerin
etki ve DNA enziminin bileşenlerinin enzimlerle aktivasyonu
hasarı aktivasyonu kaybı sindirilmesi
Resim 1-14 Hücre hasarında, başlıca biyokimyasal mekanizmalar ve hasar bölgeleri. ATP, adenozin trifosfat; ROT, reaktif oksijen türevleri.
Hücre Hasarı Mekanizmaları 13

azalmasına ve pH değişikliklerine, yol açarak oksida­


tif fosforilasyonu bozar.
• Mitokondrilerin içerdiği bazı proteinler sitoplazmaya
salmdıklarmda, hücreyi bir iç hasar meydana geldiği
konusunda uyarırlar ve daha sonra bahsedilecek olan
apoptoz yolağını aktive ederler.

Kalsiyumun Girişi _

4 ATP Ca2+'un hücre hasarındaki önemi; deneysel olarak hücre

r
+ Na+ pompası
----------1-------
t Anaerobik glikoliz Ribozomların
dışı Ca2+ azlığının, hipoksi ve bazı toksinlere maruz ka­
lınmasını izleyen hücre ölümünü geciktirdiğinin göste­
rilmesiyle belirlenmiştir. Sitozolik serbest kalsiyum kon­
ayrılması
I santrasyonu, ATP bağımlı kalsiyum taşıyıcıları sayesin­
t Ca2+, H20 ve 1 i de, hücre dışındaki veya hücre içinde mitokondrilerde ve
Na+ girişi \ Glikojen t Laktik - *pH I Protein
asit sentezi endoplazmik retikulumdaki kalsiyum konsantrasyonun
t K+ çıkışı
10 binde biri kadar düşük düzeyde tutulur. Iskemi ve be­
I lirli toksinler sitozoldeki kalsiyum düzeyini, başlangıçta
hücre içerisindeki depolardan Ca2+ salmımım sağlaya­
ER şişmesi Çekirdek
Hücre şişmesi kromatininin rak, daha sonra da plazma membranmdan C2+ girişine
Mikrovillüslerin kondansasyonu neden olarak yükseltir. Sitozoldeki kalsiyum iyonlarının
kaybı artması, hücre üzerinde tehlikeli etkilere sahip olabilecek
Kabarcıklar
çok sayıda enzimi aktive eder (Resim 1-17). Membran ha­
Resim 1-15 Hücre içindeki ATP (adenozin trifosfat) kaybının fonk­ sarına neden olan fosfolipazlar, gerek membrandaki, ge­
siyonel ve m orfolojik sonuçları. ER, endoplazmik retikulum. rekse hücre iskeletindeki proteinleri parçalayan proteaz-
lar, DNA'nın ve kromatinin parçalanmasından sorumlu
endonükleazlar ve adenozin trifosfatazlar (ATPaz) bu en­
zimlerdendir. ATPazlar ATP kaybını hızlandım. Hücre
• ATP kaybının uzun sürmesi veya şiddetlenmesi, prote­ içerisindeki Ca2+ artışı ayrıca, kaspaz adlı enzimleri doğ­
in sentez düzeneğinin yapısal bozukluğuna yol açar. Bu rudan aktive ederek ve mitokondri geçirgenliğini artıra­
bozulma ribozomların, kaba endoplazmik retikulum- rak apoptoza da neden olabilmektedir.
dan ayrılmasına ve polizomların monozomlara ayrış­
masına, sonuç olarak protein sentezinin azalmasına
yol açar. En sonunda, mitokondrilerde ve lizozom
membranlarmda geri dönüşsüz hasar oluşur ve hücre
nekrozu gerçekleşir. ^ 0 2 gelmesi 4 Yaşam sinyalleri,
Toksinler DNA, protein
Radyasyon hasarı

M itokondri Hasarı ve Disfonksiyonu


t Pro-apoptotik proteinler
Mitokondriler, hücrenin yaşamını sürdürmesini sağla­
yan enerjiyi ATP olarak üreten "mini-fabrikalar" olarak | Anti-apoptotik proteinler
kabul edilebilir. Hücre hasarında ve ölümünde de çok
önemli rol oynamaları, bu nedenle sürpriz değildir (Re­
sim 1-16). Mitokondriler; aralarında hipoksinin, kimya­
sal toksinlerin ve radyasyonun da yer aldığı, hasarla so­ Mitokondri hasarı
nuçlanan çok sayıda uyarana karşı duyarlıdır. Mitokond­ veya disfonksiyonu
ri hasarı, çeşitli biyokimyasal anormalliklerle sonuçlana­
bilir: I ^ \
| ATP f ROT
• Daha önce de anlatıldığı gibi, oksidatif fosforilasyo- üretimi üretimi Mitokondri
nun gerçekleşmemesi, progresif ATP kaybı üzerinden proteinlerinin
hücre nekrozuna yol açar. T dışarı sızması

• Anormal oksidatif fosforilasyon ayrıca aşağıda anlatı­ Hücrede çok sayıda anormallik
lan birçok zararlı etkileri olan, reaktif oksijen türevle­
rinin oluşmasına neden olur. NEKROZ APOPTOZ
• Mitokondri hasar gördüğünde, membramnda, 'mito-
Resim 1-16 Mitokondrilerin hücre hasarı ve ölümündeki rolü.
kondriyal geçirgenlik geçiş gözeneği (mitochondrial
Mitokondri, zararlı etkiye sahip çeşitli uyaranlardan etkilenir ve bu
permeability transition pore)' adı verilen yüksek ilet­ organelin anorm allikleri, nekroza veya apoptoza yol açar.
kenlikte kanal oluşumu gerçekleşir. Bu kanalın açıl­ Apoptozun bu yolağı, daha sonra ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
ması, mitokondrilerdeki membran potansiyelinin ATP, adenozin trifosfat; ROT, reaktif oksijen türevleri.
14 BÖL ÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

Hücre-dışı Oksijen Kaynaklı Serbest Radikallerinin Birikmesi


Ca Ca2+
(Oksidatif Stres)
Serbest radikaller, dış yörüngelerinde, eşleşmemiş tek
bir elektron yer alan kimyasal maddelerdir. Bu maddeler,
aşırı kararsız olduklarından, inorganik ve organik kim­
yasallarla kolayca reaksiyona girer; hücre içerisinde oluş­
tuklarında nükleik asitlere ve hücredeki çeşitli proteinle­
re ve lipidlere saldırır. Serbest radikaller ayrıca, reaksiyo­
na girdikleri moleküllerin de diğer tip serbest radikallere
dönüşmesine yol açarak hücredeki hasarın yayılmasına
neden olur.
Reaktif oksijen türevleri (ROT) hücre hasarındaki rolle­
ri iyi tanımlanmış, bir çeşit oksijen kaynaklı serbest radi­
kallerdir. Pek çok durumda, hücre hasarı serbest radikal­
ler tarafından meydana getirilir. Bunlar arasında, iskemi-
reperfüzyon hasarı (daha sonra anlatılmaktadır), kimya­
sal hasar ve radyasyon hasarı, oksijen ve diğer gazların
toksik etkileri, hücrenin yaşlanması, mikropların fagosit­
ler tarafından öldürülmesi ve inflamatuar hücrelerin ne­
den olduğu doku hasarı yer alır.
Farklı tipleri olan ROT başlıca iki yoldan üretilir
(Resim 1-18):
• ROT normal olarak tüm hücrelerde mitokondri solunu­
mu ve enerji üretimi sırasında gerçekleşen redüksiyon-
oksidasyon (redoks) reaksiyonlarında az miktarda üretil­
mektedir. Bu süreçte moleküler oksijen mitokondrüer-
de, su oluşturmak amacıyla ardı ardına dört elektro­
nun ilâve edilmesiyle indirgenir. Ancak bu reaksiyon
Resim 1 -1 7 Hücre hasarında sitozoldeki kalsiyum artışının kay­ kusursuz değildir ve oksijenin yalnızca kısmen indir­
nakları ve sonuçlan. ATP, adenozin trifosfat; ATPaz, adenozin tri- genmesiyle, ileri derecede reaktif, fakat kısa ömürlü,
fosfataz. toksik ara-ürünler oluşur. Kendiliğinden ve ayrıca da
süperoksit dismutaz adlı enzimin etkisiyle hidrojen
perokside (H20 2) dönüşen süperoksit (Ö2 ), bu ara-
ürünlerden biridir. H20 2, 0 2'den, daha dayanıklıdır
ve biyolojik membranlardan geçebilir ve eğer ortamda
Fe2+ gibi metaller varsa, Fenton reaksiyonuna girerek
ileri derecede reaktif hidroksil radikaline (’OFİ) dö­
nüştürülür.

Resim 1 -1 8 Reaktif oksijen türevlerinin üretim yollan A , Tüm hücrelerdeki mitokondri solunumu sırasında, elektron taşıma zinciri
tarafından süperoksit ( 0 2 ‘ ) meydana getirilir. Süperoksit, hidrojen perokside (H 20 2) ve serbest hidroksil radikaline ( ’ OH) veya pe-
roksinitrite (O N O O - ) dönüştürülebilir. B, Öncelikle nötrofil ve makrofajlar olmak üzere lökositlerin fagozom membranlarında bulunan
fagosit oksidaz enzimi; daha sonra diğer serbest radikallere dönüştürülebilen süperoksit üretir. Fagozomlardaki miyeloperoksidaz (MPO)
enzimi de, reaktif oksijen türevlerinden (ROT) hipoklorit üretir. NO , nitrik oksit; SOD, süperoksit dismutaz.
Hücre Hasarı Mekanizmaları 15

• Reaktif oksijen türevleri öncelikle fagositoz fonksiyonunu ailesidir. Bu ailenin en bol miktarda bulunan bireyi
yerine getiren lökositlerde, nötrofillerde ve makrofajlarda; olan, glutatyon peroksidaz; tüm hücrelerin sitoplazma-
inflamasyon ve konak savunması sırasında hücre içeri­ larmda vardır. Hidrojen peroksitin 2 GSH (glutatyon) +
sine alman mikropların ve diğer maddelerin yok edil­ H20 2 -»• GS-SG + 2H20 formülü üzerinden yıkılma­
mesi amacıyla silâh olarak kullanılır (Bölüm 2). Reaktif sında katalizör rolü oynar. Hücre içindeki oksitlenmiş
oksijen türevleri, lökositlerin fagozom ve fagolizozom- glutatyonun (GSSG) indirgenmiş glutatyona (GSH)
larmda, mitokondri solunumundakine benzeyen ve res- oranı, bu enzimin aktivitesini, dolayısıyla hücrenin ser­
piratııar patlama (ya da oksidatif patlama) olarak adlan­ best radikalleri katalize edebilme yeteneğini yansıtır.
dırılan bir mekanizmayla üretilir. Bu süreçte bir fago­ • Peroksizomlardaki bir enzim olan katalaz, hidrojen
zom membran enzimi, daha sonra hidrojen perokside peroksidin parçalanmasında (2H20 2 -» 0 2 + 2H20 )
dönüşecek olan süperoksit oluşumunda katalizör rolü­ rol oynayan bir katalizördür. Bilinen en aktif enzimler­
nü üstlenir. Hidrojen peroksit (H20 2), lökositlerdeki den biri olan katalaz, saniyede milyonlarca molekül
miyeloperoksidaz enzimi tarafından ileri derecede re­ hidrojen peroksidin parçalanmasını sağlayabilir.
aktif bir bileşik olan hipoklorüre (çamaşır suyunun baş­ • Endojen veya eksojen antioksidanlar (örneğin E, A ve
lıca bileşeni) dönüştürülür. Reaktif oksijen türevlerinin C vitaminleri, |3-lcaroten) serbest radikallerin oluşumu­
inflamasyondaki rolü, Bölüm 2'de anlatılmaktadır. nu durdurabilir ya da oluşmuş serbest radikal molekül­
e Nitrik oksit (NO), lökositlerde ve diğer hücrelerde üreti­ lerini ortadan kaldırabilir.
len, diğer bir reaktif serbest radikaldir. Süperoksitle re­
aksiyona girebilir ve ileri derecede reaktif olan, hücre Reaktif oksijen türevleri başlıca üç reaksiyonla hücre hasarı­
hasarında da etkisi bulunan peroksinitrit oluşturabilir. na neden olur (Resim 1-19).
Serbest radikallerin yol açtığı hasar, üretilme ve ortamdan • Membranlann lipid peroksidasyonu. Membranda bulu­
uzaklaştırılma hızlarına bağlıdır (Resim 1-19). Üretim artar nan çoklu doymamış lipidlerdeki çift-bağlar oksijen-
ya da bunları temizleyen sistemler etkisiz kalırsa, serbest lcaynaklı serbest radikallerin saldırısına duyarlıdır. Li-
radikaller aşırı miktarda birikerek oksidatif stres adı veri­ pidlerin söz konusu radikallerle etkileşimi, kendileri
len bir duruma yol açarlar. de kararsız ve reaktif olan peroksitlerin ortaya çıkma­
Serbest radikallerin üretimi çeşitli koşullarda artar: sına yol açar ve otokatalitik (kendi kendini katalize
• Ultraviyole ışınlar ve x-ışmları gibi radyant enerjilerin eden) bir zincirleme reaksiyonu gerçekleşir.
absorpsiyonu. İyonlaştırıcı radyasyon suyu, serbest • Proteinlerdeki çapraz-bağlanma ve diğer değişiklikler. Serbest
hidroksil ("OH) ve hidrojen (H") serbest radikallerine radikaller proteinlerin, sülfidril aracılığıyla gerçekleşen
hidrolize edebilir. çapraz-bağlanmasım arttırırlar. Bu şekilde proteinlerin
• Eksojen kimyasalların (örneğin karbon tetraklorür - yıkımını artırır veya enzimatik aktivitelerini kaybetmele­
bkz ilerideki sayfalar) enzimlerle metabolize edilmesi. rine neden olur. Serbest radikal reaksiyonları, direkt ola­
• Serbest radikallerin lökositler tarafından üretildiği inf­ rak polipeptidlerin parçalanmasına da yol açabilir.
lamasyon (Bölüm 2). • DNA lıasan. Serbest radikallerin çekirdek ve mitokondri
Hücreler, serbest radikalleri uzaklaştırmak ve böylece hasa­ DNA'smdaki timin ile reaksiyona girmesi, tek iplikçik kı­
rı en aza düşürmek amacıyla çok sayıda mekanizma ge­ rılmalarına (single-strand breaks) neden olur. Bu tür bir
liştirmiştir. Doğaları gereği kararsız moleküller olan ser­ DNA hasarının hücre ölümüyle, yaşlanmasıyla ve malign
best radikaller, kendiliklerinden parçalanır. Ayrıca, bun­ transformasyonuyla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
ların inaktivasyonuna katkıda bulunan enzimatik olan ve ROT, hücre hasarındaki ve mikropların öldürülmesindeki
olmayan sistemler de vardır (Resim 1-19). rollerine ek olarak, düşük konsantrasyonlarda, hücreler­
• Süperoksidin parçalanması, birçok hücrede bulunan deki sayısız sinyalizasyon yolağında, dolayısıyla birçok
süperoksit dismutazlarm (SODlar) etkisiyle önemli öl­ fizyolojik reaksiyonda da rol oynar. Reaktif oksijen türev­
çüde hızlanır. leri bu nedenle hücrede normal olarak üretilir, ancak sağ­
• Glutatyon peroksidazlar (GSH), başlıca fonksiyonları lıklı hücrelerde hücre içi konsantrasyonları, zararlı etkile­
hücreleri oksidatif hasardan korumak olan bir enzim rinin görülmemesi için sıkı bir şekilde düzenlenir.

SOD tarafından Glutatyon peroksidaz,


H20 2'ye katalaz tarafından
dönüştürülür H20 ’ya ayrıştırılır

Serbest radikallerin uzaklaştırılması


Resim 1 -1 9 Reaktif oksijen türevlerinin (ROT) hücre hasarında üretilmesi, uzaklaştırılması ve rolü. ROT üretimi, zedelenme etkeni olan
birçok uyarana yanıt olarak artar. Bu serbest radikaller, kendiliklerinden bozunarak ya da özelleşmiş enzim sistemleri tarafından uzak­
laştırılır. Bunların aşırı üretilmesi veya yeterince uzaklaştırılamaması, hücrelerde birikimlere yol açarak lipidlere (peroksidasyonla), pro­
teinlere ve deoksiribonükleik aside (D N A ) zarar verir ve sonuçta hücre hasarına yol açabilir.
16 BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

Membran Geçirgenliği Defektleri Hücre hasarı sırasında en önemli membran hasarı bölge­
leri mitokondri, plazma ve lizozom membranlarıdır.
Membran geçirgenliğinin artarak belirgin membran ha­ • Mitokondri membranlanndaki hasar. Daha önce de bah­
sarına yol açması, neredeyse tüm nekrozla sonuçlanan sedildiği gibi, mitokondriyal membran hasarı, ATP
hücre hasarı tiplerinin değişmez bir özelliğidir. Plazma üretiminde azalmaya neden olur. Bunun nekroza ka­
membram iskemiden, çeşitli mikropların toksinlerinden, dar varan birçok olumsuz etkisi vardır.
kompleman bileşenlerinden ve çeşitli fiziksel ve kimya­ ® Plazma membranındaki hasar. Plazma membranmın ha­
sal etkenlerden zarar görebilir. Membran hasarına katkı­ sar görmesi osmotik dengenin bozulmasına, sıvıların
da bulunabilen, çeşitli biyokimyasal mekanizmalar var­
ve iyonların hücreye girmesine, ayrıca hücre içeriğinin
dır (Resim 1-20). kaybına neden olur. Hücrelerdeki, ATP'nin tekrar
• Fosfolipid sentezinin azalması. ATP düzeyi düşüp, hüc­ oluşturulması bakımından yaşamsal öneme sahip me-
redeki enerjiye bağımlı enzim aktivitelerinin azalması­ tabolitler hücre dışına sızarak enerji depolarını daha
na neden olduğunda, hücredeki fosfolipid üretimi aza­ fazla boşaltır.
labilir. Fosfolipid üretimindeki bu azalma, mitokondri • Lizozom membranlanndaki hasar, enzimlerinin sitoplaz-
membranları da dahil olmak üzere hücredeki tüm maya sızması ve hasar görmüş (örn, iskemik) hücre­
membranları etkileyerek ATP kaybını hızlandırır. nin asidilc intrasellüler pH ortamında asit hidrolazla-
• Fosfolipid yıkımının artması. Ağır hücre hasarında, sito- rın aktivasyonu ile sonuçlanır. Lizozomlar; ribonükle-
zoldeki Ca2+ seviyesindeki artış nedeniyle endojen azlar (RNaz), DNAzlar, proteazlar, glikozidazlar ve
fosfolipazlaraktive olur ve bunun sonucu olarak daha başka enzimler içerir. Bu enzimlerin aktivasyo­
membran fosfolipidlerinin yıkımı artar. nu, hücre bileşenlerinin enzimatik sindirimine neden
• ROT. Serbest oksijen radikalleri, daha önce anlatılan olur ve hücre nekroz ile ölür.
lipid peroksidasyonu yoluyla, hücre membranlarmm
hasarlanmasma neden olur. DNA ve Protein Hasarı
® Hücre iskeletindeki anormallikler. Hücre iskeletindeki fi-
lamentler, plazma membranmı hücre içerisine bağla­ Hücrelerde, DNA hasarını onaran mekanizmalar vardır.
yan çapalardır ve hücre yapısının, motilitesinin ve sin­ Ancak bu hasar düzeltilemeyecek kadar ağırsa (örneğin
yalizasyonunun normal olarak devam ettirilmesinde radyasyon hasarı veya oksidatif stres sonrası) hücre inti­
birçok işleve sahiptir. Artan sitozolik Ca2+ nedeniyle har programını başlatarak apoptoz ile ölür. Benzer bir re­
aktive olan proteazlar, hücre iskeleti elemanlarına za­ aksiyon, kalıtsal mutasyonlar veya serbest radikaller gibi
rar vererek membran hasarına neden olabilir. dış etkenler nedeniyle oluşan hatalı katlanmış proteinler
® Lipid yıkım ürünleri. Esterleşmemiş serbest yağ asitle­ ile de tetiklenebilir. Bu hücre hasarı mekanizmaları tipik
ri, asil karnitin ve lizofosfolipidler gibi lipid yıkım olarak apoptoza neden olduğundan, bu bölümün daha
ürünlerinin tümü, hasar gören hücrede, fosfolipid yı­ sonraki sayfalarında ele alınacaktır.
kımı sonucu birikir. Bu katabolizma ürünleri, memb-
ranlar üzerinde deterjan aktivitesine sahipti». Yine bu
ürünler, membramn lipid çift-tabakasma gömülerek Q ÖZET
veya membran fosfolipidleriyle yer değiştirerek, geçir­ Hücre Hasarı Mekanizmaları
genlik değişikliklerine ve elektrofizyolojik değişiklik­
• ATP kaybı: Enerji bağımlı fonksiyonların yerine getirileme­
lere neden olur.
mesi geri dönüşlü hasar —> nekroz.
• Mitokondri hasarı: ATP azalması —*» enerji bağımlı hücre
fonksiyonlarının yerine getirilememesi —» sonunda nek­
roz; bazı durumlarda, apoptoza neden olan mitokondri
proteinlerinin sızması
• Kalsiyum girişi: Hücre bileşenlerine zarar veren, hatta
apoptozu tetikleyebilen enzimlerin aktivasyonu.
• Reaktif oksijen türevlerinin birikmesi: Hücre proteinlerinin,
lipidlerinin, nükleik asitlerinin kovalent modifikasyonu.
• Hücre membranlarında geçirgenlik artışı: Plazma membra-
nını, lizozom membranlarını, mitokondri membranlarını
etkileyebilir; tipik olarak nekrozla sonuçlanır.
• Hasarlı DNA ve hatalı katlanmış proteinlerin birikmesi:
Apoptozu tetikler

KLİNİKOPATOLOJİK İLİŞKİLER: HÜCRE


Resim 1-20 Hücre hasarında membran hasarına yol açan mekaniz­
HASARI VE NEKROZ ÖRNEKLERİ
malar. 0 2 azalması ve sitozoldeki Ca2+ artışı, iskemide tipik olarak
Hücre hasarının gelişimini ve biyokimyasal mekanizma­
mevcuttur ama diğer çeşit hücre hasarlarına da eşlik edebilir. Çoğu
zaman iskemik dokuların reperfüzyonu sırasında üretilen reaktif larını anlatmak amacıyla bu bölümü, geri dönüşlü hücre
oksijen türevleri de, membran hasarına neden olabilir (gösterilme­ hasarının sık karşılaşılan bazı örneklerini anlatarak biti­
miştir). receğiz.
Klinikopatolojik İlişkiler: Hücre Hasarı ve Nekroz Örnekleri 17

İskemik ve Hipoksik Hasar İskemik dokunun reperfüzyonu sonucu meydana ge­


len hücre hasarında çeşitli mekanizmaların rolü vardır:
İskemi ya da dokuya gelen arteriyel kan miktarının azal­
• Reoksijenasyon sırasında, parankimal hücreler, endotel
ması, insanlarda görülen hastalıkların arka plânında yer
hücreleri ve bölgeye toplanan lökositlerden fazla mik­
alan ve sık karşılaşılan bir akut hücre hasarı nedenidir.
tarda ROT üretilmesi, yeni hasarı başlatabilir. Sağlanan
Enerji üretiminin (oksidatif yollardan elde edilenden da­
oksijen miktarı arttığında, ROT üretimi de buna bağlı
ha az olsa da) anaerob glikoliz üzerinden devam edebildi­
olarak artar. Bunun nedeni, mitokondriyal hasarın ok­
ği hipoksinin aksine iskemide, gelen kan miktarının azal­
sijenin tam olarak indirgenememesine yol açması ve lö­
mış olması nedeniyle, glikoliz için gerekli maddelerin
kositler, endotel hücreleri ve parenkimal hücrelerdeki
sağlanmasmında da sorun vardır. Bunun sonucu olarak,
oksidazlarm etkisidir. Hücredeki antioksidan savunma
dokuya ulaşabilen potansiyel substratlar tükendiğinde ya
mekanizmalarının da iskemiden zarar görmüş olması,
da glikoliz olayı, normalde venöz kanla dokudan uzaklaş­
serbest radikallerin birikimini kolaylaştırır.
tırılan metabolitlerin birikmesi nedeniyle inhibisyona uğ­
radığında, iskemik dokulardaki anaerob enerji üretimi de ® İskemik hasarın başlattığı inflamasyon, reperfüzyon sı­
engellenir. Iskemiye bağlı doku hasarı bu nedenle hipoksi ne­ rasında, dokuya fazla miktarda lökosit ve plazma pro­
denli doku hasarından daha çabuk gelişir ve genellikle daha teini gelmesi nedeniyle artabilir. Aktive lölcositlerin
şiddetlidir. Oksijen yetersizliği çeken hücrelerde görülen ürünleri, ek doku hasarına yol açabilir (Bölüm 2).
başhca anormallikler, ATP üretiminin azalması, mito- Kompleman sisteminin aktivasyonu da iskemi-reperfüz­
kondri hasarı, ROT birikmesi ve bunların sonuçlarıdır. yon hasarına katkıda bulunabilir. Kompleman protein­
Hipoksik hücrelerdeki en önemli biyokimyasal anormallik, leri, hasarlı dokuya ya da dokularda depolanmış olan
azalmış oksijen miktarı nedeniyle hücre içi ATP üretiminin antikorlara bağlanabilir ve bunu izleyen kompleman
azalmasıdır. Yukarıda da değindiğimiz gibi, ATP kaybı aktivasyonu, hücre hasarını ve inflamasyonu şiddet­
enerji bağımlı birçok hücre sisteminin yetmezliği ile so­ lendiren yan ürünler üretir.
nuçlanır. Bunlar arasında (1) iyon pompaları (hücrenin
şişmesi, içeri Ca2+ girişi ve bunun olumsuz sonuçları); (2)
Kimyasal (Toksik) Hasar
glikojen depolarının boşalması ve laktik asit birikmesi so­ Kimyasallar hücre hasarını, iki genel mekanizmadan bi­
nucu hücre-içi pH değerinin düşmesi ve (3) protein sen­ riyle başlatırlar:
tezinin azalması sayılabilir.
® Bazı kimyasallar etkilerini, doğrudan doğruya önemli bir
Bu aşamada ağır fonksiyonel sonuçlar ortaya çıkabilir. moleküller bileşenle veya hücre organeliyle birleşerek göste­
Örneğin kalp kasının kasılması koroner tıkanıklığı izle­ rir. Örneğin, civa kloriir zehirlenmesinde (kontamine
yen 60 saniye içerisinde durur. Hipoksi devam ederse deniz ürünlerinin tüketilmesine bağlı olarak görülebi­
ATP açığının gittikçe şiddetlenmesi, mikrovillusların kay­
lir) (Bölüm 7) civa, hücre membranı proteinlerindeki
bıyla ve "kabarcıkların" oluşmasıyla birlikte durumun da­ çeşitli sülfhidril gruplarına bağlanarak ATP gerektiren
ha da kötüleşmesine neden olur (Resim 1-6). Bu aşama­ transportu inhibe edebilir ve membran geçirgenliğini
da, tüm hücre ve organelleri (mitokondriler, endoplazmik artırabilir. Antineoplastik olarak kullanılan kemotera-
retikulum) belirgin şekilde şişmiştir; su, sodyum ve klor pötiklerin birçoğu da direkt sitotoksik etki ile hücre ha­
konsantrasyonları yükselmiştir ve potasyum konsantras­ sarına yol açar. Bu ğ b i durumlarda hücre hasarı en fazla;
yonu düşmüştür. Oksijen sağlanabilirse, bu bozuklukların
bu bileşikleri kullanan, absorbe eden, dışarı salgılayan ve­
tümü geri dönüşlüdür ve örneğin kalp kası, kontraktilitesi- ya konsantre eden hücrelerde görülür.
ne yeniden kavuşur.
® Diğer birçok kimyasal, intrensek biyolojik aktiviteye sahip
İskemi devam ederse, geri dönüşşüz hasar ve nekroz geli­
değldir ve bunların toksik etki gösterebilmeleri için, önce,
şir. Geri dönüşsüz hasarda, mitokondrilerin aşırı şişmesi,
hedef-hiicreleri etkileyen reaktif toksik metabolitlere dönüş­
plazma membranlarmda yaygın hasar ve lizozomlarm
türülmesi gerekir. Bu dönüşüm genellikle, karaciğer ve
şişmesi söz konusudur. Hücrelerde ROT birikir, kalsiyum
diğer organların hücrelerindeki düz ER'da bulunan, si-
yoğun biçimde hücre içine girebilir. Ölüm genellikle nek­
tokrom P-450 tarafından gerçekleştirilir. Metabolitler
roz ile olur ama buna, apoptoz da eşlik edebilir. Apoptoz
membran ve hücre hasarına, proteinlere ve lipidlere
yolağı, mitokondrilerden pro-apoptotik moleküllerin salı­
doğrudan kovalent bağlarla bağlanarak da yol açabilir­
verilmesiyle aktive olur. Hücrenin bileşenleri progresif
lerse de hücre hasarına neden olan en önemli mekaniz­
bir şekilde yıkıma uğrar ve hücre enzimleri yaygın bir şe­
ma, serbest radikaller üzerinden etkili olur. Bir zaman­
kilde hücre-dışı boşluğa sızar. Son olarak ölü hücrelerin
lar kuru temizleme sanayiinde yaygın olarak kullanı­
yerini, fosfolipidlerden oluşan büyük kitleler olan miyelin
lan, ancak günümüzde yasaklanan bir madde olan kar­
figürleri alır. Bunlar da lökositler tarafından fagosite edi­
bon tetraklorür (CC14) ve analjezik olarak kullanılan ase-
lir ya da daha sonra kalsifiye olabilecek yağ asitleri yö­
taminofeıı bu kategoriye girer. CCl4'ün toksik etkisi eği­
nünde daha fazla yıkıma uğrar.
tim amacıyla, kimyasal hasara örnek olarak günümüz­
İskemi-Reperfüzyon Hasarı de de kullanılmaktadır. CC14, daha çok karaciğerde ol­
mak üzere toksik bir serbest radikal olan karbon trik-
Eğer hücrelerde geri dönüşlü hasar gerçekleşmişse, kan lorüre (CCI3 ) dönüşür ve bu madde, öncelikle memb­
akışının yeniden sağlanması sayesinde hücreler iyileşebi­ ran fosfolipidlerinin peroksidasyonu üzerinden hücre
lirler. Ancak belli koşullarda iskemik, ancak henüz canlı olan hasarına neden olur. CCl4'e maruz kalınmasını izleyen
dokulara yeniden kan sağlanması, çelişkili şekilde, geri dönüş­ 30 dakika içerisinde, ER membranları parçalanır, kara­
süz şekilde kaşarlanmamış olan hücrelerin ölümüyle sonuçla­ ciğerde enzim proteinlerinin ve plazma proteinlerinin
nır. İskemi-reperfüzyon hasarı olarak adlandırılan bu du­ sentezi azalır; 2 saat içinde de, düz ER şişmesi ve ribo-
rum, miyokard ve beyin iskemisinde gelişen doku hasa­ zomlarm buradan ayrılması gerçekleşir. Hepatositlerin,
rında önemli payı olan, klinik açıdan önemli bir proçestir. trigliseridler ile kompleks oluşturup lipoprotein salgı­
18 BÖLÜM Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

lanmasını kolaylaştıracak olan apoproteinleri sentezle- diğinde lenfositlerin uzaklaştırılması. Bu durumlarda,


yememesi nedeniyle, bu hücrelerden çıkan lipid mikta­ hücreler hayatta kalmaları için gerekli olan, büyüme
rı azalır. CC14 zehirlenmesinin sonucu bu nedenle "yağ­ faktörleri gibi sinyallerden yoksun kaldıkları için
lı karaciğer"dir. Bunu mitokondri hasarı izler ve ATP apoptoza giderler.
depolarının azalması kusurlu iyon transportuna ve ® Kendilerine karşı reaktif hale gelen, zararlı olabilecek len­
hücrenin giderek şişmesine yol açar. ER'de lipid perok- fositlerin, vücudun kendi dokularına karşı reaksiyon
sidasyonuyla üretilen yağ aldehidleri, plazma membra- vermesini önlemek amacıyla olgunlaşmaları tamam­
mna daha fazla hasar verir. Sonuç, hücreye kalsiyum lanmadan önce veya tamamlandıktan sonra uzaklaştı­
girmesi ve sonunda hücre ölümü olabilir. rılması (Bölüm 4).
• Sitotoksik T hücreleri tarafından başlatılan hücre ölümü;
virüsle enfekte hücrelerin ve neoplastik hücrelerin öl­
APOPTOZ dürülmesini sağlayan, virüsler ve tümörlere karşı bir
Apoptoz, hücrenin kendi nükleer DNA'sının, nükleer ve sitop- savunma mekanizmasıdır (Bölüm 4).
lazrnik proteinlerinin yıkımına neden olacak enzimleri aktive Patolojik Durumlarda Apoptoz
etmesiyle gerçekleşen bir hücre ölümü çeşididir. Apoptotik
hücre parçaları koparak, bu olaya verilen isimden (apop­ Apoptoz, genetik olarak değişikliğe uğramış veya onanlama-
toz, dağılma) sorumlu olan görüntüyü oluştururlar. Apop- yacak derecede hasar görmüş hücreleri ortadan kaldım ve bu
totik hücrelerin plazma membranı sağlam kalır ama hücre­ fonksiyonu, şiddetli bir konak reaksiyonuna yol açmaksızın
nin ve parçalarının, fagositler için çekici bir hedef haline yerine getirir. Böylece, doku hasarını en düşük düzeyde tutar.
gelmesine yol açacak değişikliklere uğrar. Ölen hücre ve Çeşitli patolojik durumlardaki hücre kaybından apoptoz
parçaları, hücre içeriğinin dışarıya sızmasına zaman kal­ sorumludur:
madan, hızla ortadan kaldırıldığından apoptotik hücre ölü­ • DNA hasarı. Radyasyon, kanser tedavisinde kullanılan
mü konakta inflamatuar yanıta neden olmaz. Apoptoz bu ba­ sitotoksik ilaçlar, aşırı sıcak veya soğuk, hatt? hipoksi,
kımlardan, membran bütünlüğünün bozulduğu, hücrele­ DNA'ya doğrudan doğruya veya serbest radikal üreti­
rin sindirildiği, hücre içeriğinin dışarı sızdığı ve çoğu za­ mi üzerinden hasar verebilir. Onarım mekanizmaları
man bir konak reaksiyonunun oluştuğu nekrozdan farklı­ hasarla başa çıkamazsa hücre, apoptozu başlatan int-
dır (Resim 1-6 ve Tablo 1-1). Ancak apoptoz ve nekroz ba­ rensek mekanizmalarını harekete geçirir. Bu gibi du­
zen birlikte de bulunabilir ve bazı patolojik uyaranlar ne­ rumlarda hücrenin yok edilmesi, hasarlı DNA'da ma­
deniyle başlayan apoptoz, nekroz yönünde ilerleyebilir. lign transformasyona ilerleyebilecek mutasyonlarm
oluşumu riskinden daha iyi bir seçenek olabilir. Hücre­
Apoptoz Nedenleri*• ye zarar veren bu etkiler hafifse apoptoza neden olabi­
lir, ancak aynı etkenlerin çok daha yüksek dozları,
Apoptoz birçok normal durumda gelişir ve potansiyel ola­ hücrenin nekroz sonucu ölmesiyle sonuçlanabilir. Kan­
rak zararlı olabilecek hücrelerle, artık işe yaramayacak hüc­ ser hücrelerinde apoptoz başlatmak, çoğu DNA'ya ha­
relerin ortadan kalkmasını sağlar. Hücreler onarılamaya- sar veren kemoterapötiklerin arzu edilen bir etkisidir.
cak derecede hasar gördüğünde, özellikle de bu hasar hüc­ ® Hatalı katlanmış proteinlerin birikimi. Hatalı katlanan
re DNA'sını veya proteinlerini etkilediğinde, apoptoz pato­ proteinler, kendilerini kodlayan genlerdeki mutasyon-
lojik bir olay olarak gerçekleşir. Bu durumda, onarılamaya- lar veya serbest radikallerin yol açtığı hasar gibi ekst-
cak düzeyde hasarlı hücre, apoptozla ortadan kaldırılır. rensek faktörler nedeniyle meydana gelebilir. Bu prote­
Fizyolojik Durumlarda Apoptoz inlerin ER'da aşırı miktarda birikmesi, sonunda apop­
totik hücre ölümüyle sonuçlanan ve endoplazmik reti-
Apoptoz yoluyla hücre ölümü, artık gereksinim duyulmayan
kulum stresi olarak adlandırılan gelişmelere yol açar.
hücrelerin uzaklaştırılması ve dokudaki çeşitli hücrelerin sa­
bit sayıda kalmasını sağlamaya hizmet eden, normal bir olay­ • Belirli enfeksiyonlardaki hücre hasarı. Başta viral enfeksi­
dır. Aşağıdaki fizyolojik durumlarda önemlidir. yonlar olmak üzere, belirli enfeksiyonlarda oluşan
apoptotik hücre ölümü virus (adenovirüs veya HIV gi­
• Embriyogenez sırasında hücrelerin programlı bir şekilde
bi enfeksiyonlar) ya da konak immun yanıtı (viral he-
yok edilmesi. Normal gelişme bazı hücrelerin ölmesi ve
patitteki gibi) tarafından başlatılır.
yeni hücrelerin ve dokuların ortaya çıkması ile olur.
Programlanmış hücre ölümü deyimi ilk başlarda; orga­ • Parankim hücrelerinde duktus obstrüksiyonunu izleyen
nizmanın gelişmesi sırasında özel hücre tiplerinin be­ patolojik atrofi. Pankreas, paratiroid ve böbrek gibi or­
lirlenmiş zamanlarda ölmesini belirtmek amacıyla kul­ ganlarda görülebilir.
lanılmıştır. Apoptoz, koşullar ne olursa olsun, bu çeşit
hücre ölümünü anlatan genel bir terimdir, ama apop­ C ) M ORFOLOJİ
toz terimi çoğu zaman, "programlanmış hücre ölümü"
HE ile boyanan doku kesitlerinde, apoptotik hücrelerin çekir­
terimiyle birbirlerinin yerine kullanılmaktadır.
deklerinde, kromatin kondansasyon ve kümelenmesinin çe­
® Hormona bağımlı dokuların hormon eksikliği durumunda şitli evreleri ve en sonunda karyoreksis görülür (Resim 1-21).
involüısyonu; örneğin endometriyum hücrelerinin âdet Bu gelişmeler m oleküler düzeyde, D N A'nın nükleozom bo­
siklüsü sırasında yıkılması; memelerin, bebek sütten yutlarındaki parçalara ayrılması ile kendini gösterir. Söz konu­
kesildikten sonra küçülmesi. su hücreler hızla büzülerek sitoplazm ik tom urcuklar oluştu­
• Çoğalan hücre popülasyonlarında; örneğin bağırsak rur. Sitozol ve organeller içeren membranla çevrili veziküller-
kriptlerindeki epitelde, sabit bir hücre sayısının korun­ den oluşan apoptotik cisim ciklere parçalanır (Resim 1-6).
masını sağlamak için hücre kaybı. Bu parçalar dışarı atılarak inflamatuar yanıta yol açmaksızın
hızla fagosite edildiklerinden, önemli boyutlardaki apoptoz
• Yararlı hizmetleri sona eren hücrelerin; örneğin akut inf­
bile histolojik olarak saptanmayabilir.
lamatuar yanıtta nötrofillerin, bağışıklık yanıtı sona er­
Apoptoz 19

apoptotik iki üyesini aktive eder. Bunlar da dimerize olup


mitokondri membramna girer ve sitokrom c ile diğer mi­
f ,g: ^ .A r 0 tokondri proteinlerinin sitozole geçebileceği kanallar
oluştururlar. Yine aynı sensörler Bcl-2 ve Bcl-xL adlı (ileri­
' • 0 0 •' * • V de anlatılacaktır) anti-apoptotik molekülleri inhibe ede­
• 4 . », rek mitokondri proteinlerinin sitozole geçmesini kolay­
laştırır. Sitokrom c, diğer bazı kofaktörlerle birlikte kas-
paz-9'u aktive eder. Mitokondriden sitozole geçmiş olan
diğer proteinler, apoptozun fizyolojik inhibitörleri olarak
iş gören kaspaz antagonistlerini bloke eder. Tüm bu etki­
I leşimlerin net sonucu, hücre çekirdeğinin parçalanmasıy­
R la sonuçlanan kaspaz olaylar dizisinin aktivasyonudur.
ı 1
l i Oysa hücreler büyüme faktörlerini ve diğer yaşam sinyal­
lerini almaya devam ettiklerinde Bcl-2 ailesinin anti-
apoptotik üyelerini sentez ederler. Bunların iki ana tipin­
ft Sr den biri Bcl-2'nin bizzat kendisi, diğeri Bcl-xL'dir. Bu pro­
% teinler Bax ve Bak proteinlerini antagonize ettiklerinden,
A m
1 pro-apoptotik proteinlerin mitokondriden çıkışım sınır­
•. T lar. Büyüme faktörlerinden yoksun kalan hücreler yalnız­
m « ca Bax ve Bak proteinlerini aktive etmekle kalmaz. Ayrı­
ca Bcl-2 ve BclxL düzeylerini de azaltarak dengenin, hüc­
re ölümü yönünde daha fazla değişmesine yol açarlar. Mi­
tokondri yolağı, daha sonra da anlatılacağı gibi, çoğu du­
rumdaki apoptozdan sorumlu gibi görünmektedir.

Resim 1-21 Apoptotik hücrenin morfolojik görünümü. Kolon epi-


Apoptozun Ölüm Reseptörü (Ekstrensek) Yolağı
telindeki normal kriptlerde bulunan, apoptoza uğramış (bazıları ok­ Birçok hücrenin yüzeyinde, ölüm reseptörleri adı verilen
larla gösterilen) hücreler (kolonoskopi öncesi hazırlık işlemlerinin ve apoptozu tetikleyen moleküller vardır. Bunların çok
epitel hücrelerinde çoğu zaman apoptoza yol açması, bu ölü hücre­ büyük bölümü, tümör nekroz faktörü (TNF) reseptör ai­
lerin normal dokuda niçin bol miktarda görüldüğünü açıklar). Kro­
lesinin üyesidir. Bunların sitoplazma bölgelerinde, hücre
matin kondansasyonu gösteren parçalanmış hücre çekirdeklerine ve
bazı parçaların ayrıldığı, büzülmüş hücre cisimciklerine dikkat edin.
ölümünde rolü olan diğer proteinlerle etkileşime girmele­
(Dr. Sanjay Kakar, Departm ent o f Pathology, University o f California San
ri nedeniyle bu şekilde adlandırılan bir "ölüm bölgesi"
Francisco, San Francisco, Calif., USA'in izniyle) vardır. Tip 1 TNF reseptörü ve Fas (CD95), ölüm resep­
törlerinin prototipidir. Fas ligandı (FasL), öncelikle aktive
T lenfositlerinin yüzeyinde eksprese edilen bir membran
Apoptoz Mekanizmaları
proteinidir. Söz konusu T hücreleri Fas-taşıyan hedefleri
Apoptoz, kaspaz adı verilen enzimlerin (bu enzimlere prote­ tanıyınca, Fas molekülleri FasL ile çapraz bağlar yapar ve
inleri aspartik residülerin ardından parçalayan sistein pro- ölüm bölgesi aracılığı ile adaptör proteinlere bağlanır. Bu
teazlar olmaları nedeniyle bu ad verilmiştir) aktivasyonuy- bağlanma, kaspaz- 8 enzimini bölgede toplayarak aktive
la gerçekleşir. Kaspaz aktivasyonu, pro- ve anti-apoptotik eder. Kaspaz-8 , birçok hücre tipinde, Bcl-2 ailesinin pro-
proteinlerin üretim ve yıkımları arasındaki hassas bir apoptotik Bid adlı üyesini bölüp aktive ederek mitokond-
dengeye bağlıdır. Kaspaz aktivasyonu ile sonuçlanan iki riyal apoptoz yolağını besler. Her iki apoptoz yolağının
farklı yolak mevcuttur: mitokondrial yolak ve ölüm reseptö­ beraberce aktif duruma geçmesi, hücrelere ölümcül bir
rü yolağı (Resim 1-22). Birbirleriyle kesişebilmelerine rağ­ darbe vurur. Hücre proteinleri, özellikle de FLIP adıyla
men bu iki yol genellikle farklı koşullar altında harekete bilinen bir kaspaz antagonisti, ölüm reseptörünün kas­
geçen, farklı moleküllerin işe karıştığı ve fizyolojide ve paz tarafından aktivasyonunu önler. İlginç olarak, bazı vi­
hastalık durumunda farklı roller oynayan yolaklardır. rüsler FLIP homologlarını üretir. Virüslerin bu mekaniz­
mayı, enfekte hücreleri canlı tutmak amacıyla kullandığı
Apoptozun Mitokondri (İntrensek) Yolağı öne sürülmektedir. Ölüm reseptörü yolağı kendi kendile­
Mitokondrilerde apoptozu başlatabilen çeşitli proteinler rine karşı reaktif (self reactive) lenfositlerin ortadan kal­
vardır. Bunlar sitokrom c ve endojen apoptoz inhibitörle- dırılmasında ve hedef hücrelerin, sitotoksik T lenfositleri
rini nötralize eden proteinlerdir. Hücrenin ölmesi veya tarafından öldürülmesinde rol oynamaktadır.
yaşamaya devam etmesi arasındaki tercih, prototipi Bcl-2
olan 2 0 'den fazla sayıda protein tarafından denetlenen Kaspazların Aktivasyonu ve Fonksiyonu
mitokondri geçirgenliği ile belirlenir (Resim 1-23). Hücre­ İntrensek ve ekstrensek apoptoz yolakları, sırasıyla kas-
ler büyüme faktörlerinden ve diğer yaşam sinyallerinden paz-9 ve - 8 adlı, öncü kaspazlan aktive eder. Bu enzimle­
yoksun kaldıklarında veya DNA'ya zarar verecek etken­ rin aktif şekilleri, infazcı kaspazlar adı verilen, başka bir
lerle karşılaştıklarında ya da hatalı katlanmış proteinleri seri kaspazı bölerek aktive eder. Bu aktive kaspazların
çok miktarda biriktirdiklerinde, çok sayıda sensör aktif çok sayıda hedefi etkilemesi DNA'yı ve nükleer proteinle­
duruma geçer. Bu sensörler Bcl-2 ailesinin, "BH3 protein­ ri parçalayan nükleaz enzimlerinin aktivasyonuyla so­
leri" olarak adlandırılan üyeleridir. (Çünkü bunlar Bcl-2 nuçlanır. Kaspazlar ayrıca çekirdek matriksinin ve hücre
ailesinin korunmuş domainlerinden üçüncüsünü içerir­ iskeletinin diğer bileşenlerinin yıkımına da neden olarak
ler.) BH3 proteinleri, ailenin Bax ve Bak adı verilen, pro- hücrenin parçalanmasına yol açarlar.
20 B Ö L Ü M 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

M ITOKONDRIYAL YO LA K OLUM RESEPTÖRÜ YOLAĞI


(İNTRENSEK YO LA K) (EKSTREMSEK YOLAK)

fa Reseptör-ligand etkileşimleri
Hücre hasarı hf * Fas
• Büyüme N JL • TNF reseptörü
faktörlerinin
çekilmesi
\
Adaptör proteinler
• DNA hasarı
(radyasyon,
toksinler, Başlatıcı
Sitokrom c
serbest Bcl-2 ailesi kaspazlar
ve diğer
radikaller efektörleri (Bax, Bak)
pro-apoptotik
etkisiyle)
• Proteinlerin / ^ Düzenleyiciler/ proteinler
hatalı Bcl-2 (Bcl-2, BcI-xl )
katlanması ailesi
(Endoplazmik sensörleri
retikulum
stresi)

Fagositik hücre
reseptörleri için
ligandlar

Apoptotik cisimcik
Sitoplazmik kabarcık
Resim 1 -2 2 Apoptoz mekanizmaları. Apoptozun iki gerçekleşme yolağı başlatılma ve düzenlenme açısından birbirlerinden farklıdır, ama
her ikisi de kaspaz enzimlerinin aktivasyonuyla sonuçlanır. Mitokondriyal yolakta mitokondri geçirgenliğini düzenleyen Bcl-2 protein
ailesinin üyeleri arasında dengesizlik baş gösterir ve çeşitli maddelerin organel dışına sızması, kaspaz aktivasyonuna yol açar. Ölüm resep­
törü yolağında plazma membranındaki reseptörlerden gelen sinyaller, adaptör proteinlerin "ölümü başlatan sinyalizasyon kompleksi"
şeklinde bir araya gelmesine ve bu kompleksin kaspaz enzimlerini aktive etmesine yol açar; kesin sonuç aynıdır.

Apoptotik Hücrelerin Temizlenmesi za neden olur. Aslında, iskemi gibi sık karşılaşılan du­
Apoptotik hücreler "ye beni" sinyalleri oluşturarak fago­ rumlarda bile erken hücre ölümünün kısmen apoptozla
sitleri kendilerine çekerler. Fosfatidilserin normal hücre­ ve daha sonra iskemi ağırlaştıkça bunun üzerine eklenen
lerde, plazma membranmm iç yaprağında bulunur ama nekrozla gerçekleştiği öne sürülmüştür.
apoptoz gerçekleştiğinde, dış yaprağa geçer ve burada do­
ku makrofajları tarafından tanınarak, ölen hücrenin fago­ Apoptoz Örnekleri
site edilmesine yol açar. Apoptozla ölmekte olan hücreler
ayrıca, fagositleri çeken çözünür faktörler de salgılar. Bu Hücre ölümü birçok durumda, apoptozla gerçekleşir.
olay ölü hücrelerin, sekonder membran hasarına uğrama­ Aşağıdaki örneklerde, apoptozun iki yolağının, normal
dan ve inflamasyon başlatabilecek içeriklerini salıverme­ fizyolojideki ve hastalıktaki rolleri anlatılmaktadır.
den hızla temizlenmesini kolaylaştırır. Bazı apoptotik ci­
simcikler, fagositler tarafından tanınan yapışkan glikop- Büyüme F aktörü Eksikliği
roteinler taşır. Makrofajlar da apoptotik hücrelere (canlı Gerekli hormondan yoksun kalan hormona duyarlı hüc­
hücrelere değil) bağlanarak bunların fagositoz hedefi ol­ reler; antijenler ve sitokinler tarafından uyarılmayan len­
malarım sağlayan proteinler üretebilir. Çok sayıda mak- fositler ve sinir büyüme faktöründen (nerve growth fac­
rofaj reseptörünün, apoptotik hücrelerin bağlanma ve fa­ tor) yoksun kalan nöronlar apoptozla ölür. Tüm bu du­
gositozunda rol oynadığı gösterilmiştir. Apoptoz sonucu rumlarda apoptoz, mitokondrial yolak ile gerçekleşir ve
ölen hücrelerin geçirdiği bu fagositoz süreci öylesine et­ Bcl-2 protein ailesinin pro-apoptotik üyelerinin aktivas-
kindir ki, ölü hücreler iz bırakmaksızın yok olur ve he­ yonu ve Bcl-2 ve Bcl-xL sentezinin azalmasına bağlıdır.
men hemen hiç inflamatuar yanıt meydana gelmez.
D N A Hasarı
Nekrozla apoptoz arasındaki farkların önemi vurgulan­ Hücrelerin radyasyona veya kemoterapötiklere maruz
dı, ama bu iki çeşit hücre ölümü, birlikte de gerçekleşe­ kalması DNA hasarını başlatır. DNA hasarı ağırsa, apop­
bilir ve aralarında mekanik ilişki bulunabilir. Örneğin totik hücre ölümünü tetikleyebilir. DNA hasar gördüğün­
apoptozda görülen DNA hasarı, poli-ADP(riboz) polime- de, hücrelerde p53 proteini birikir. Bu protein ilk önce
raz adlı bir enzimin aktive olmasına yol açar. Bu enzim hücre siklüsünii G1 fazında durdurarak DNA'nm, repli-
hücrenin nilcotinamid adenin dinükleotid depolarını bo­ kasyon aşamasından önce onarılmasına fırsat tanır (Bö­
şaltarak ATP düzeylerinin düşmesine ve sonunda nekro­ lüm 5). Ancak DNA hasarı onarılamayacak kadar ağırsa,
Apoptoz 21

A p53, sonunda Bax ve Bak proteinlerini aktive eden sensör­


CANLI HÜCRE APOPTOZ leri uyararak ve Bcl-2 ailesinin pro-apoptotik üyelerinin
Yaşam sinyali sentezini artırarak apoptozu tetikler. P53 proteini mutas-
(örn. büyüme faktörü) sinyalleri Radyasyon yona uğramış ise ya da yoksa (belirli kanserlerde olduğu
yok gibi) DNA'sı hasarlı olan hücreler, apoptoza uğrayacakları
yerde yaşamaya devam eder. DNA hasarı bu gibi hücreler­
de neoplastik transformasyona yol açacak mutasyonlarla
veya DNA'nm yeniden düzenlenmesiyle (re-arrangement)
(ör. translokasyonlarla) sonuçlanabilir (Bölüm 5).

Anti-apoptotik Hatalı Katlanmış P roteinlerin Birikm esi: ER Stresi


protein Normal protein sentezi sırasında endoplazmik retikulum-
(örn. Bcl-2, daki şaperonlar yeni üretilen proteinlerin doğru katlanıp
Bcl-xL) katlanmadıkları denetler ve hatalı katlanan polipeptidler
üretimi Sensörlerin aktivasyonu
ubiquitin ile işaretlenerek proteolize yönlendiriliriler. An­
es ^ <£*> cak katlanmamış ya da hatalı katlanmış proteinler, kalıt­
Bcl-2 (veya sal mutasyonlar veya çevresel bozukluklar nedeniyle en­
Bcl-xL) Sitokrom c Bcl-2 Bax/Bak
antagonizması ö kanalının doplazmik retikulumda birikirse, katlanmamış protein ya­
aktivasyonu nıtı adı verilen koruyucu bir hücre yanıtını başlatır (Resim
1-24). Bu yanıt, şaperon üretimini artıran ve protein trans-
lasyonunu yavaşlatan sinyal yolaklarını aktifleştirerek
hücredeki hatalı katlanmış protein düzeyini azaltır. Biri­
ken, hatalı katlanmış protein sayısı, bu adaptasyonların
üstesinden gelemeyeceği kadar fazlaysa, sonuç ER stresi­
Sitokrom c
sızması yok Sitokrom o ve diğer proteinlerin dir. ER stresi, en sonunda apoptozla sonuçlanmak üzere
mitokondri dışına sızması kaspazların aktivasyonuna yol açar. Mutasyonlar, yaşlan­
ma veya bilinmeyen çevre faktörleri nedeniyle anormal
Kaspazların aktivasyonu şekilde katlanmış proteinlerin hücrede birikmesi, sağla­
nabilen normal protein miktarmı azaltarak ya da hücre
APOPTOZ hasarını başlatarak hastalıklara neden olur (Tablo 1-2).
HÜCRE CANLI
OLARAK KALIYOR GERÇEKLEŞİYOR Hatalı katlanmış proteinler nedeniyle gerçekleşen hücre
ölümü günümüzde; Alzheimer, Huntington ve Parkinson
Resim 1 -2 3 Apoptozun mitokondriyal yolağı Bu yolun başlaması, hastalıklarının ve olasılıkla tip 2 diyabetin bir özelliği ola­
Bel protein ailesinin pro-apoptotik üyeleriyle anti-apoptotik üyeleri rak bilinmektedir. Glikoz ve oksijen azlığı veya infeksiyon
arasındaki dengeye bağlıdır. Pro-apoptotik proteinler, protein ve
gibi stresler de proteinlerin hatalı katlanmasıyla, daha
D N A hasarını fark edip apoptozu tetikleyen (sensörler) ve mito­
kondri membranına girerek mitokondri proteinlerinin organel dışı­ sonra da hücre zedelenmesiyle ve ölümüyle sonuçlanır.
na sızmasını sağlayan (efektörler) proteinlerdir. A , Canlı bir hücre­
de, Bcl-2 ailesinin anti-apoptotik üyeleri, mitokondri proteinlerinin Kendi D okularına Reaksiyon G österen Lenfositlerin
organel dışına sızmasını engeller. B, Hasara neden olan çeşitli uya­ A p o p to zu
ranlar, sitoplazmadaki sensörleri aktive ederek bu anti-apoptotik Kendi antijenlerini tanıma özelliğine sahip lenfositler her
proteinlerin üretimini azaltıp pro-apoptotik protein üretimini artı­ bireyde normal olarak bulunur. Söz konusu lenfositler
rır. Böylece normalde mitokondri içinde kalması gereken proteinler kendi antijenleri ile karşılaştıklarında, apoptoz sonucu öl­
dışarıya sızar. Organel dışına sızan mitokondri proteinleri, önce
mektedir. Bu süreçte apoptozun hem mitokondrial, hem
başlatıcı kaspazları, ardından da infazcı kaspazları aktive eder. Bu
son enzimler, hücre çekirdeğinin ve en sonunda hücrenin parçalan­
de Fas ölüm reseptörü yolağı ile gerçekleştiği bildirilmiş­
masına neden olur. tir (Bölüm 4). Bireyin kendi dokularına reaksiyon göste­
ren lenfositlerin apoptozla ölmemesi, otoimmün hastalık­
ların nedenlerinden biridir.

Tablo 1-2 Proteinlerdeki Hatalı Katlanmanın Neden Olduğu Hastalıklar

Hastalık Etkilenen Protein Patogenez


Kistik fibroz Kistik fibroz transmembran CFTR kaybı, klor transport kusurlarına yol açar
kondüktans regülatörü (CFTR)
Ailevî hiperkolesterolemi LDL reseptörü LDL reseptörünün kaybı hiperkolesterolemiye yol açar
Tay-Sachs hastalığı Heksozaminidaz |3 alt-ünitesi Bu lizozom enziminin eksikliği, GM2 gangliosidlerinin nöronlarda
depolanmasına yol açar
Alfa-1-antitripsin eksikliği a -1 antitripsin Fonksiyon görmeyen proteinin hepatositlerde depolanması, apoptoza
neden olur; enzim aktivitesinin akciğerlerde bulunmaması, elastik doku
kaybı üzerinden amfızeme yol açar
Creutzfeld-Jacob hastalığı Prionlar PrPsc'nin anormal katlanması, nöron ölümüne neden olur
Alzheimer hastalığı Ap peptid Ap peptidlerin anormal katlanması, nöronlar içerisinde agregasyona ve
apoptoza neden olur
B u t a b lo d a p r o t e in le r in h a ta lı k a tla n m a s ın ın , fo n k s iy o n e l b o z u k lu ğ a v e y a h ü c re y a d a d o k u ö lü m ü n e y o l a ça n başlıca m e k a n iz m a o ld u ğ u d ü ş ü n ü le n h a s ta lık ­
la ra ö r n e k le r v e r ilm e k t e d ir .
22 BÖLÜM Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

ly* Hatalı
• Metabolik değişiklikler —► enerji depoları i ' katlanmış "ER STRESİ"
• Proteinlerdeki, şaperonlardaki genetik mutasyonlar . s\ \ 1 protein Protein katlanma Protein katlanma
• Viral enfeksiyonlar ihtiyacı >> kapasitesi
• Zararlı kimyasallar

ADAPTASYONUN
HÜCRE ADAPTASYONU: GERÇEKLEŞEMEMESİ
KATLANMAMIŞ PROTEİN YANITI I
ı------------------------------- 1 APOPTOZ
Protein sentezi Şaperon üretimi

Olgun,
katlanırı
katlanmış q
proteinler

Resim 1-24 Katlanmamış protein yanıtı ve ER stresi. A , Sağlıklı hücrelerde yeni sentez edilen proteinler şaperonların yardımıyla katlanır
ve daha sonra ya hücrenin yapısına katılır ya da salgılanır. B, Dışarıdan etki eden çeşitli stresler veya mutasyonlar, hücrenin hatalı katlanmış
protein yüküyle başa çıkamadığı, ER stresi adı verilen bir durumu başlatır. Söz konusu proteinlerin endoplazmik retikulumda birikmesi,
protein homeostazının tekrardan sağlanması yönünde bir çaba olan katlanmamış protein yanıtını tetikler. Bu çaba ya da yanıt yetersiz
kalırsa hücre apoptozla ölür.

Sitotoksik T lenfositleri Aracılığıyla Gerçekleşen Apoptoz o Ölüm reseptörü yolağı (ekstrensek yolak) bireyin bizzat
Sitotoksik T lenfositleri (CTL), infekte konak hücreleri­ kendi dokularına reaksiyon gösteren lenfositlerin orta­
nin ve tümör hücrelerinin yüzeyindeki yabancı antijenle­ dan kaldırılmasından ve sitotoksik T lenfositleri tarafın­
ri tanırlar (Bölüm 4). Aktive olduklarında; granzim adı ve­ dan meydana getirilen hasardan sorumludur; ölüm re­
rilen CTL granül proteazları hedef hücrelerin içine girer. septörlerinin (TNF reseptör ailesi üyelerinin) ligandlar
Granzimler, proteinleri aspartat rezidülerinden parçalar tarafından komşu hücrelere bağlanmasıyla başlatılır.
ve hücresel kaspazları aktifleştirme yeteneği taşırlar.
CTL, bu yolla doğrudan apoptozun üeri dönemini başla­
tarak, mitokondrüeri veya ölüm reseptörlerini işe katma­ OTOFAJİ
dan, hedef hücreleri öldürür. CTL aynı zamanda yüzeyle­
Otofaji "kendi kendini yeme" hücrenin, kendi bileşenleri­
rinde FasL de taşır ve hedef hücreleri Fas reseptörlerine
ni sindirmesi anlamına gelen bir terimdir. Hücrenin besin
bağlanarak öldürebilirler.
miktarı yetersiz kaldığında başvurduğu bir çeşit yaşamını
sürdürme mekanizması olan otofajide aç kalan hücre ya­
şamını, kendi içeriğindeki bileşenlerini yiyerek ve bunla­
^ Ö Z E T ________ ____________________ ______
rı, besleyici madde ve enerji sağlamak üzere yeniden kul­
Apoptoz lanarak devam ettirir. Bu süreçte hücre-içi organeller ve si-
tozol parçaları; endoplazmik retikulumun ribozomsuz
• İstenmeyen ve onarılması olanaksız şekilde hasar gör­
bölgelerinden oluştuğu varsayılan bir otofaji vakuolü içeri­
müş hücrelerin, mümkün olan en az konak reaksiyonu ile
sinde tecrit edilir (Resim 1-25). Bu vakuol lizozomlarla bir-
ortadan kaldırılmasını sağlayan ve belirli bir düzen altın­
leşerek otofagolizozom adlı oluşumu meydana getirir ve
da gerçekleşen bir hücre ölümü mekanizmasıdır.
hücre bileşenleri, otofagolizozomun içindeki enzimler ta­
• Proteinlerin ve DNA'nın kaspazlarla başlatılan, enzima-
rafından sindirilir. Otofaji, besleyici maddenin azaldığını
tik parçalanması; ölü hücrelerin de fagositlerce tanınıp,
algılayarak otofaji vakuolü oluşumunu uyaran protein
fagositoz yoluyla uzaklaştırılmasıyla karakterizedir.
kompleksleri tarafından başlatılır. Yeterince besleneme­
• Başlıca iki yoldan gerçekleşir: yen hücre zamanla yaşamını, kendi kendini yiyerek bile
o Mitokondriyal yolak (im rensek yolak); yaşam sinyalleri­ sürdüremeyeceği bir aşamaya gelir; bu aşamada otofaji,
nin kaybı, D N A hasarı ve hatalı katlanmış proteinlerin hücrenin apoptozla ölmesi için gerekli sinyali verebilir.
hücrede birikmesiyle (ER stresiyle) tetiklenir; intren- Otofaji ayrıca, örneğin nöronlardaki ve hepatositlerde-
sek apoptoz yoluna, pro-apoptotik proteinlerin mito- ki hatalı katlanmış proteinlerin temizlenmesi amacıyla da
kondri membranından sitoplazmaya sızması ve kas- kullanılır. Otofaji mekanizmasının kusurlu olması, söz ko­
paz adlı enzimleri aktif duruma getirmesi eşlik eder;
nusu proteinlerin nöron içerisinde birikerek sinir hücresi­
Bel protein ailesinin, büyüme faktörlerini de içeren ya­
nin ölümüne ve buna bağlı olarak nörodejeneratif hasta­
şam sinyallerinin etkisiyle aktive olan anti-apoptotik
lıkların gelişmesine neden olabilir. Oysa otofajinin ilaçlar­
üyeleri ile inhibe olur.
la aktivasyonu hayvan modellerinde, hatalı katlanmış pro-
Hücre İçi Birikimler 23

Besin maddesi kaynağı


olarak kullanılır
Resim 1 -2 5 Otofaji. Hücrenin karşı karşıya kaldığı, besin yetersizliği gibi stresler, otofaji genlerini (Atg genleri) aktive eder. Söz konusu
genler, hücre organellerinin içerisinde hapsedildiği, membrana-bağlı veziküllerin oluşumunu başlatır. Bu veziküller, lizozomlarla birleştiğin­
de organeller sindirilir ve bu sindirimle elde edilen ürünler, hücre tarafından besin maddesi olarak kullanılır. Aynı süreç, henüz tam bilin­
meyen mekanizmalar üzerinden apoptozu da tetikleyebilir.

teinlerin karaciğer hücrelerinde birikmesini sınırlar ve Yağlı Değişiklik (Steatoz)


böylelikle, karaciğerdeki fibrozu azaltabilir. Otofajide rolü Yağlı değişiklik trigliseridlerin parankim hücrelerindeki
olan bir gendeki polimorfizmler, inflamatuvar bağırsak herhangi bir anormal birikimi anlamında kullanılır. Yağ
hastalığı ile ilişkilidir, ancak otofajiyle bağırsak inflamas- metabolizmasını üstlenen başlıca organ olması nedeniyle
yonu arasındaki mekanik ilişkinin ne olduğu bilinmemek­ en çok karaciğerde görülürse de kalpte, iskelet kasında,
tedir. Otofaji mekanizmasının kanserdeki rolü, Bölüm 5'te böbrekte ve diğer organlarda da karşımıza çıkabilir. Tok­
anlatılmaktadır. Bir zamanlar pek az önemsenmiş olan bir sinler, protein malnutrisyonu, diabetes mellitus, obezite
hücre hayatta kalma mekanizmasının, insanlardaki hasta­ veya anoksi nedeniyle meydana gelir. Sanayileşmiş ülke­
lıklarda çok çeşitli roller üstlendiği ortaya konulabilir.
lerde obeziteye eşlik eden aşırı alkol alımı ve diyabet, karaci-
Hücre hasarının ve hücre ölümünün anlatılmasının sonu­ ğede yağlı değişikliğe (yağlı karaciğer) en çok yol açan neden­
na geldik. Gördüğümüz gibi bu süreçler, sık karşüaşılan lerdir. Bu süreç Bölüm 15'de daha ayrıntılı olarak anlatıl­
birçok hastalığın temel nedeni kimliği taşımaktadır. Bu maktadır.
bölümü diğer üç sürece kısaca değinerek bitiriyoruz. Bun­
lar çeşitli maddelerin hücre içinde birikmesi, kalsiyumun Kolesterol ve Kolesteril Esterleri
hücre dışında birikmesi (bunların her ikisine de çoğu za­
Hücrelerdeki kolesterol metabolizması, hücre içerisinde
man hücre hasarı eşlik eder) ve hücrenin yaşlanmasıdır.
önemli herhangi bir birikim olmaksızın membranda nor­
mal olarak sentez edilebilmesi amacıyla, sıkı bir düzen al­
HÜCRE İÇİ BİRİKİMLER tında gerçekleşir. Ancak fagositik hücreler, patolojik bir­
çok süreçte lipidlerle (trigliseridler, kolesterol ve koleste-
Hücreler kimi koşullar altında çeşitli maddeleri anormal rü esterleri) aşırı yüklenebilir. Ateroskleroz, bu süreçlerin
miktarlarda biriktirebilir. Zararsız olabileceği gibi, biriki­ en önemlisidir. Lipid ve kolesterol depolanmasının ate­
me çeşitli derecelerde zedelenme de eşlik edebilir. Madde roskleroz patogenezindeki rolü, Bölüm 9'da anlatılmakta­
sitoplazmada, organellerde (tipik olarak lizozomlarda)
dır.
veya hücre çekirdeğinde birikebilir ve hücrenin bizzat
kendisi tarafından sentez edilebilir ya da başka bir yerde
P roteinler
üretilerek hücreye taşınabilir.
Hücre içindeki anormal madde birikmesi, başlıca dört Morfolojik olarak görülebilen protein birikimi, lipid biri­
yoldan gerçekleşebilmektedir: (Şekil 1-26) kiminden çok daha seyrektir; hücrelere aşırı miktarda
• Hücre içinde bulunması normal olan bir maddenin, yüklenmeleri ya da hücrenin bunları aşırı miktarda sen­
hücre dışına taşınmak için hazırlanıp taşınmasını sağ­ tez etmesi durumunda görülebilirler. Örneğin, böbrekte
layan mekanizmalardaki kusurlar nedeniyle yeterince normal olarak eser miktarda albümin, proksimal kıvrım­
uzaklaştırılamaması. Örn; karaciğer yağlanması. lı tubulden pinositoz yoluyla reabsorbe edilir. Ancak glo-
• Hücredeki endojen bir maddenin; katlanmasındaki, merül filtrasyonu sırasında aşırı miktarda protein kaçışı­
hücre dışına taşınmak için hazırlanmasındaki veya sal- nın olduğu hastalıklarda (örneğin nefrotik sendromda)
gılanmasmdaki genetik ya da edinsel kusurlar nede­ bu protein çok fazla miktarda geri emilir ve bu proteini
niyle birikmesi. Örn, belirli a 1-tripsin mutandan. içeren veziküller histolojik incelemede, sitoplazmada
• Bir metabolizma ürününün (metabolitin), kalıtsal en­ pembe renkli damlacıklar olarak gözükür. Bu, geri dö­
zim kusurları nedeniyle parçalanamaması. Sonuçta nüşlü bir süreçtir: proteinüri durursa, protein damlacık­
meydana gelen durum; depo hastalıkları olarak adlan­ ları metabolize edilerek ortadan kaybolur. Başka bir ör­
dırılır (Bölüm 6 ). nek de yeni sentez edilen immiinoglobülinlerin, plazma
• Hücre dışından gelen bir maddenin; ya hücrenin bunu hücrelerindeki granüllü endoplazmik retikulumda önem­
parçalayacak enzim sisteminden yoksun olması ya da li miktarlarda birikerek yuvarlak, eozinofilik Russell ci­
bu maddeyi başka yerlere taşıma yeteneğine sahip ol­ simciklerini oluşturmasıdır. Protein agregasyonunun di­
maması nedeniyle hücrede depolanması ve büikmesi. ğer örnekleri, kitabın başka yerlerinde (örneğin karaci­
Hücrede karbon veya silis partikiillerinin birikmesi, ğerdeki "alkolik hiyalen" birikmesi Bölüm 15'te, nöronlar­
buna örnektir. daki nörofibriler yumaklar Bölüm 22'de) anlatılmaktadır.
24 BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

Glikojen
Hücre içindeki yaygın glikojen birikimleri, glikoz ya da
© glikojen metabolizmasındaki anormalliklere eşlik eder.
A n o rm a l
m e t a b o liz m a
Anormal glikoz metabolizmasının en çok karşılaşılan ör­
neğinde, yani iyi kontrol altında olmayan diabetes melli-
tıısta glikojen; renal tubuler epitelde, kalp miyositlerinde
ve Langerhans adacıklarının |3-hücrelerinde birikir. Ayrı­
ca, beraberce glikojen depo hastalıkları veya glikojenozlar
olarak adlandırılan, birbirleriyle yakından ilişkili bir grup
genetik hastalıkta da hücre içerisinde glikojen birikir
N o rm a l h ü c re K a r a c iğ e r
y a ğ la n m a s ı
(Bölüm 6 ).

P igm entler
Pigmentler; karbon gibi, vücut dışından gelen (eksojen)
veya lipofusin, melanin ve belirli hemoglobin türevleri gi­
bi, vücutta sentez edilen (endojen) olabilen renkli mad­
delerdir.
» En sık karşılaşılan eksojen pigment, karbondur (örne­
ğin kömür tozu şeklinde); hava kirliliği yapan bir mad­
de olarak kent yaşamının hemen her noktasında bulu­
nur. Inhale edildiğinde alveollerdeki makrofajlar tara­
fından fagosite edilerek lenf kanalları boyunca, bölge­
A n o r m a l p r o t e in le r in sel trakeobronşiyal lenf bezlerine taşınır. Karbon kü­
b ir ik m e s i
meleri, lenf kanallarını ve akciğer prankimini siyaha
boyar (antrakoz) (Bölüm 12).
® Lipofusin (veya "yıpranma ve aşınma pigmenti); çözü­
nürlüğü olmayan, kahverengimsi sarı renkte, granüler
bir hücre içi maddedir. Yaşlanmanın ve atrofinin bir
fonksiyonu olarak çeşitli dokularda, özellikle de kalp­
te, karaciğerde ve beyinde bulunur. Lipofusin, subselü-
ler membranlarm çoklu doymamış lipidlerinin, serbest
radikal katalizörlüğündeki peroksidasyonundan kay­
naklanan, lipid ve protein kompleksleridir. Hücreye
zarar vermez, ancak daha önce bir serbest radikal ha­
sarı geçirilmiş olduğunu belirtir. Kahverengi pigment
L iz o z o m a l d e p o h a s t a lığ ı :
bol miktarda olduğunda dokuya, kahverengi atrofi adı
e n d o je n m a d d e le r in verilen bir görünüm kazandırır. Bu pigment elektron
b ir ik m e s i mikroskopunda: hücre çekirdeğinin çevresinde, elekt­
ron yoğun granüller olarak görülür (Resim 1-27, B).
® Melanin, epidermisteki melanositlerin ürettiği, zararlı
ultraviyole ışınlarına karşı koruyucu bir kalkan göre­
vini gören, kahverengi-siyah endojen bir pigmenttir.
Melaninin tek üretim yeri melanositlerdir ama deride­
ki komşu bazal hücreler (örneğin çillerde) ve dermal
makrofajlar da bu pigmenti biriktirebilir.
® Hemosiderin, hemoglobin türevi olan ve lokal ya da sis-
temik demir fazlalığı olduğunda dokularda biriken, al­
tın sarısı-kahverengi bir pigmenttir. Normal olarak de­
mir hücrelerde, apoferritin adlı bir proteinle birleşip
ferritin miçelleri oluşturur. Hemosiderin pigmenti bu
E k s o je n
m a d d e le r in b ir ik m e s i
ferritin miçellerinin ışık ve elektron mikroskopuyla
kolayca görülebilen, büyük kümelenmelerini temsil
Resim 1 -2 6 Hücre-içi birikim mekanizmaları: ( 1) Karaciğer yağlan­
eder. Demir, Prusya mavisi adlı biyokimyasal reaksi­
masında olduğu gibi anormal metabolizma. (2) Proteinlerin katlan­
masında ve taşınmasında değişiklik nedeni olan mutasyonlar
yonla açıkça gösterilebilir (Resim 1-28). Hemosiderin
kusurlu moleküllerin hücre içinde birikmesine yol açar. (3) Belirli birikimi genellikle patolojik olsa da, bu pigment yaşla­
bileşiklerin parçalanmasından sorumlu, kritik enzimlerin eksikliği nan eritrositlerin normal olarak parçalandığı yerler
bu maddelerin, lizozomal depo hastalıklarındaki gibi birikmesine olan kemik iliği, dalak ve karaciğerdeki mononükleer
neden olur. (4) Fagosite edilen partiküllerin, örneğin karbon pig­ fagositlerde az miktarda mevcut olabilir. Hemosideri-
mentinin parçalanamaması, bunun birikmesiyle sonuçlanır. nin aşırı birikmesi hemosideroz olarak adlandırılır.
Herediter hemokromatoz'da olduğu gibi çok daha yoğun
biçimde birikmesi ise Bölüm 15'te anlatılmaktadır.
Patolojik Kalsifikasyon 25

Resim 1 -2 7 Kalpteki miyositte lipofusin grandileri. A , Işık mikroskopundaki görünüm (grandiler oklarla gösterilmiştir) B, Elektron mik-
roskopundaki görünüm. Grandilerin, perinükleer konumdaki lizozom içerisinde bulunduklarına dikkat edin.

hücre hasarının göstergesi olarak rastlantısal bir bulgu


PATOLOJİK KALSİFİKASYON olabileceği gibi, organ disfoksiyonunun nedeni de olabi­
lir. Örneğin, yaşlanan veya hasarlı kalp kapaklarında gö­
Patolojik kalsifikasyon, çok çeşitli hastalık durumlarında
rülebilen kalsifikasyon, kapak hareketlerinin ileri dere­
sık görülen bir olaydır. Kalsiyum tuzlarının, az miktarda
cede bozulmasıyla sonuçlanabilir. Aort kapaklarındaki
demir, magnezyum ve diğer minerallerle birlikte anor­
distrofik kalsifikasyon, yaşlılardaki aort stenozunun
mal depolanmasına bu ad verilir. Bu birikim ölü ya da öl­
önemli bir nedenidir (Resim 10-17, Bölüm 10).
mekte olan dokularda görülürse, distrofik kalsifikasyon
Distrofik kalsifikasyonun patogenezinde başlangıç (ve­
olarak adlandırılır. Distrofik kalsifikasyon, kalsiyum me­
ya çekirdek oluşması) ve ilerleme (propagation) aşamala­
tabolizmasında herhangi bir bozukluk olmaksızın gelişir (se­
rı vardır. Her iki aşama da hücre içinde veya dışında ger­
rum kalsiyum düzeyleri normaldir). Diğer taraftan, kal­
çekleşebilir. Son ürün, kalsiyum fosfat kristallerinin oluş­
siyum tuzlarının normal dokularda birikmesi metastatik
masıdır. Hücre dışındaki başlangıç aşaması, yaklaşık 200
kalsifikasyon adıyla bilinir ve hemen hemen her zaman, kal­
nanometrelik, membrana-bağlı veziküllerin ortaya çık­
siyum metabolizmasındaki bozukluklar (hiperkalsemi) nede­
ması şeklindedir. Bu veziküller normal kıkırdakta ve ke­
niyle gerçekleşir. Hiperkalsemi distrofik kalsifikasyon
mikte matriks vezikülleri adıyla bilinir ve patolojik kalsifi-
için bir ön koşul değildir ama bunu şiddetlendirebilir.
kasyonda, dejenerasyona uğramış hücrelerden kaynakla­
nır. Kalsiyumun membran fosfolipidlerine olan afinitesi
D is tro fik Kalsifikasyon nedeniyle, başlangıçta bu veziküllerde yoğunlaştığı dü­
Distrofik kalsifikasyon, herhangi bir tipteki nekroz alan­ şünülmektedir. Fosfat ise, membrana-bağlı fosfatazlarm
larında görülür. İlerlemiş aterosklerozda, aort ve büyük faaliyeti sonucu ortaya çıkar. Hücre içi kalsifikasyonun
arterlerdeki intima hasarının eşlik ettiği, lipid birikimiy­ başlangıcı, ölü ya da hücre-içi kalsiyumunu düzenleme
le karakterize ateromlarda hemen hemen her zaman yeteneğini kaybetmiş, ölmekte olan hücrelerin mito-
mevcuttur (Bölüm 9). Eskiden gerçekleşmiş, önemsiz bir kondrilerinde gerçekleşir. Daha sonra, her iki lokalizas-

Resim 1 -2 8 Karaciğerdeki hemosiderin granülleri. A , Hematoksilen-eozinle boyanan preparatta altın sarısı-kahverengi, ince granüller
şeklindeki pigment. B, Prusya mavisi adı verilen özel bir boyamayla gösterilmiş demir birikimleri.
26 BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

yondaki başlangıç aşamasının ardından, kristal oluşumu • Pigment birikimi: Genellikle karbon, lipofusin (lipid perok-
şeklindeki ilerleme aşaması gelir. Kristal oluşumu; mev­ sidasyonunun yıkım ürünü) gibi sindirilmeyen pigmentler
cut Ca2+ ve PO 4 " konsantrasyonlarına, mineral inhibitör- veya demir (hemosiderozda olduğu gibi, genellikle aşırı
lerinin varlığına ve kristallerin büyümesini hızlandıran yüklenmesine bağlı olarak)
etkiye sahip olan kollajenizasyona bağlıdır. • Patolojik kalsifikasyonlar
M e ta s ta tik K alsifikasyon s Distrofik kalsifikasyon: Hücre hasarı veya nekroz gelişen
yerlerde kalsiyum birikimi
Metastatik kalsifikasyon, normal dokularda, kandaki kal­
0 M etastatik kalsifikasyon: Hiperkalsemi (genellikle para­
siyum düzeyi yükseldiğinde (hiperkalsemi) görülebilir.
tiroid hormonu fazlalığının sonucu olarak) nedeniyle
Başlıca hiperkalsemi nedenleri: (1) Primer paratiroid tü­
normal dokularda kalsiyum birikimi.
mörleri nedeniyle ya da diğer habis tümörlerin paratiroid
hormonla ilişkili proteinler üretmesi sonucu, paratiroid
hormon salgısının artması; (2 ) hızlanmış kemik döngüsü HÜCRE YAŞLANMASI
(örn, Paget hastalığı), uzun süren hareketsizlik (immobili-
zasyon) ya da tümörler (multipl miyeloma, lösemi veya Bireyler, hücreleri yaşlandığı için yaşlanır. İnsanların yaş­
yaygın iskelet metastazları nedeniyle kemik katabolizma- lanma sürecine duydukları ilgi geleneksel olarak bu süre­
sının artması) nedeniyle artmış kemik yıkımı; (3) D vitami­ cin kozmetik belirtileri üzerinde odaklanmışsa da, yaş­
ni- ilişkili bozukluklar (D vitamini zehirlenmesi ve sarko- lanma, bireyin yaşının kanser, Alzheimer hastalığı ve is-
idoz (makrofajlarm vitamin D prekürsörlerinden birini kemik kalp hastalığı gibi birçok kronik hastalık konusun­
aktive etmesi sonucu)); (4) fosfat tutulmasının, sekonder daki en güçlü bağımsız risk faktörü olması nedeniyle,
hiperparatiroidizme yol açtığı böbrek yetmezliği. sağlık bakımından önemli sonuçlara sahiptir. Hücre yaş­
lanmasının yalnızca hücrenin "yakıtının bitmesi" gibi ba­
sit bir olayın sonucu olmayıp, gerçekte evrimsel açıdan
) M OR FO LO Jİ maya mantarı hücresinden memelilere kadar korunmuş
Nerede birikm iş olursa olsun, kalsiyum tuzları m akroskopik olan, sınırlı sayıda gen ve sinyalizasyon yolu tarafından
inceleme sırasında, çoğu zaman pütürlü bir görünüm e sa­ düzenlendiğinin keşfedilmesi; hücre yaşlanmasıyla ilişki­
hip, beyaz renkte granüller veya topaklar şeklinde görülür. li, belki de en önemli keşiflerden biridir.
D istro fik kalsifikasyon, tüberkülozdaki kazeöz nekroz alan­ Hücre yaşlanması, hücrelerin ömürlerinin ve fonksiyonel
larında sık görülür. Tüberküloz tutulum lu lenf nodları kimi kapasitelerinin progı-esif bir şekilde azalması sonucudur. Hüc­
zaman radyografide, radyoopak bir taşa dönüşmüş olarak re yaşlanmasının sorumlusu olduğu düşünülen, çok sayı­
gözükür. Kalsifikasyon m ikroskopik olarak, hücre içi ve/ve - da mekanizma vardır (Resim 1-29):
ya hücre dışı bazofilik b irikim le r şeklindedir. Kalsifikasyon
® DNA hasarı. Zaman içinde biriken çeşitli metabolik et­
odağında zamanla he te ro to p ik kem ik oluşabilir.
Vücudun her yerinde görülebilen m etastatik kalsifikas­
kenler, nükleer ve mitokondriyal DNA1da hasara ne­
yon öncelikle damarların, böbreklerin, akciğerlerin ve mide den olabilir. DNA hasarının çok büyük bir bölümü
mukozasının interstisyel dokularında karşımıza çıkar. Kalsi­ DNA onarım enzimleri tarafından onarılsa da, bir bö­
yum b irikim leri m o rfo lo jik olarak, d istro fik kalsifikasyonda lümü onarılamaz ve hücre yaşlandıkça hasarlı DNA bi­
anlatılanlara benzer. Genellikle klinik fonksiyon bozuklukla­ rikir. Kimi yaşlanma sendromları DNA onarım meka­
rına neden olmamasına rağmen akciğerlerdeki yaygın kalsi- nizmalarındaki defektlere eşlik eder. Bazı hayvan mo­
fîkasyonlar, radyografilerde görülebilir ve solunum sorunla­ dellerinde, DNA hasarına verilen yanıtlar güçlendiril­
rına yol açabilir. B öbrekteki bu gibi yoğun kalsifikasyonlar diğinde, ya da hücreye DNA'yı stabilize eden protein­
(n efro kalsin o z) ise, b ö bre k hasarıyla sonuçlanabilir. ler verildiğinde deneysel hayvanın ömrü uzatılabilmiş-
tir. Serbest radikallerin yaşlanmaya yol açan DNA ha­
sarında rolü olduğu öne sürülmüşse de, bu tartışma
( Ö ZET konusu olmaya devam etmektedir.
Anormal Hücre-İçi Birikimler ve Kalsifikasyonlar ® Hücre çoğalmasında azalma. Tüm normal hücreler sınırlı
bir çoğalma kapasitesine sahiptir. Sabit sayıdaki hücre
Maddelerin hücrelerde ve dokularda anormal birikim i, bunla­ bölünmesinden sonra, hücreler, bölünmenin artık söz
rın fazla m iktarda alınmasının veya transp ort ya da kataboliz-
konusu olmadığı, replikatif yaşlanma olarak adlandırı­
ma kusurlarının sonucudur.
lan bir aşamada durur. Yaşlanma, hücrelerin ilerleyici
• Lipid birikimleri
biçimde replikatif yaşlanma eşlik eder. Çocukların hüc­
0 Yağlı değişiklik: Serbest trigliseridlerin, aşırı miktarda alın­ releri, yaşlıların hücrelerinden çok daha fazla çoğalma
ması ya da detektif transportu (çoğu zaman taşıyıcı pro­
kapasitesine sahiptir. Oysa, erken yaşlanmayla karakte-
teinlerin sentezindeki kusurlar sonucu) nedeniyle hücre­
rize, ender görülen bir hastalık olan Werner sendromıın-
de birikmesi geri dönüşlü hücre hasarının belirtisidir,
da hücrelerin in vitro ömrü önemli ölçüde kısalmıştır.
o Kolesterol birikimi: Kusurlu katabolizma ve aşırı miktar­
İnsan hücrelerinde çoğalma fonksiyonunun yaşlanma­
da alınma sonucudur. Bu birikim, aterosklerotik damar
sı, telomerlerin giderek kısalması ve en sonunda hücre
duvarlarındaki makrofajlarda ve düz kas hücrelerinde
siklüsünün durmasıyla olur. Telomerler, lineer kromo­
görülür.
zomların uçlarında yer alan, kısa, tekrarlayan DNA se­
• Protein birikimi: Böbrek tubullerinde geri emilen protein­
kanslarıdır. Bu yapılar, kromozom uçlarının tam olarak
ler, plazma hücrelerinde immünoglobülinler birikir.
çoğalmasının garanti altına alınmasında, füzyondan ve
• Glikojen birikimi: Glikojeni parçalayan lizozomal enzimle­
parçalanmaktan korunmasında önemli rol oynarlar.
rinde defekt olan hastaların makrofajlarında, birikir (gliko­
Somatik hücreler çoğaldığında, telomerin küçük bir bö­
jen depo hastalıkları)
lümü duplike olamaz ve telomerler gittikçe kısalır. Telo-
Hücre Yaşlanması 27

Çevresel ve metabolik Telomer Anormal protein Çevresel


etkenler kısalması homeostazı stres

Resim 1 -2 9 Hücre yaşlanmasına neden olan ve karşı çıkan mekanizmalar. D N A hasarı, çoğalma fonksiyonunun yaşlanması ve proteinlerin
azalması ve hatalı katlanması, hücre yaşlanmasının en iyi tanımlanan mekanizmaları arasındadır. Kalori kısıtlaması gibi kimi çevre kaynaklı
stresler yaşlanma sürecine, çeşitli sinyalizasyon yollarını ve transkripsiyon faktörlerini aktive ederek karşı çıkar. IGF, insülin-benzeri büyüme
faktörü; TOR, rapamisin hedefi.

mer kısaldıkça, kromozom uçları korunamaz ve hücre niden kazanılmıştır. Bu sayede, telomer uzunluğu kısal-
siklüsünün durduğunu haber veren, parçalanmış DNA maksızm kalır ve kanser hücrelerinin sonsuz bir çoğal­
olarak gözükür. Telomer uzunluğu, telomeraz olarak ma kapasitesine sahip olması sağlanır. Bunlar Bölüm
adlandırılan bir enzimin aracılık ettiği nükleotid ilave­ 5'te daha ayrıntılı olarak konu edilmektedir. Telomer kı­
siyle korunur. Bu enzim, kromozom uçlarına nükleotid salması ayrıca, kök hücrelerin rejenerasyon kapasitesi­
ilâvesi için kalıp olarak bizzat kendi RNA'smı kullanan, ni de azaltarak hücre yaşlanmasına daha da katkıda bu­
özelleşmiş bir RNA-protein kompleksidir. Germ hücre­ lunur. Tüm bu çekici gözlemlere rağmen, telomeraz ak­
lerinde eksprese edilen, kök hücrelerde ise düşük dü­ tivitesi ve telomer uzunluğunun hücre yaşlanması ile
zeylerde olan telomeraz aktivitesi, somatik hücrelerin ilişkisi henüz tam olarak aydınlatılmış değildir.
çoğunda mevcut değildir (Resim 1-30). Somatik hücre­ • Kusurlu protein homeostazı. Zaman içerisinde, hücreler
lerin çok büyük bir bölümünde, hücre yaşlandıkça telo- normal protein homeostazını devam ettiremez hale ge­
merler kısalır ve hücre, hücre siklusundan çıkar. Sonuç­ lirler. Bunun nedeni, protein translasyonunun azalma­
ta, hasar görenlerin yerine yeni hücreler oluşturma ye­ sı, şaperonlarm (proteinlerin normal katlanmasını artı­
teneği ortadan kalkar. Aksine, ölümsüz hale gelmiş rır), proteazomlarm (hatalı katlanan proteinleri orta­
kanser hücrelerinde telomeraz aktivitesi genellikle ye- dan kaldırır) ve onarım enzimlerinin aktivitesinin ku­
surlu olması sonucu artan protein döngüsü ve azalan
protein sentezidir. Anormal protein homeostazı hücre
sağkalımı, çoğalması ve fonksiyonları üzerinde birçok
olumsuz etkiye sahiptir. Ayrıca hatalı katlanmış prote­
inlerin birikmesine yol açarak, apoptozu tetikleyebilir.
Yaşlanma sürecine karşı çıkan sinyalizasyon yollarının
belirlenmesi, yalnızca tedavi potansiyeli ("gençlik iksiri"
araştırmaları) bakımından değil, ayrıca yaşlanma süreci­
nin mekanizması hakkında bize anlatabilecekleri nede­
niyle de, büyük ilgi çeken bir konudur. Şimdilerde; kalori
kısıtlaması gibi belirli çevresel streslerin, yaşlanma sürecin­
deki sinyalizasyon yollarında değişikliğe neden olduğu düşü­
nülmektedir (Resim 1-29). Yaşlanma sürecine karşı rol
oynadığı öne sürülen biyokimyasal değişiklikler arasında,
insülin-benzeri büyüme faktörü reseptörlerinden gelen
sinyallerin azalması, kinaz (rapamisin hedefi, [TOR],
Hücre bölünmeleri----------------------- AKT kinaz) enzim aktivitesinde azalma ve transkripsiyon
aktivitesindeki değişiklikler yer almaktadır. Sonunda bu
Resim 1 -3 0 Telomerlerin ve telomeraz adlı enzimin hücrelerin
replikatif yaşlanmasındaki rolü. Bu grafikte telomer uzunluğu, bölü­ değişiklikler, daha iyi DNA onarımı, daha iyi protein ho-
nen hücre sayısının karşısında işaretlenmiştir. Normal somatik meostazı ve daha iyi immunite sağlar. Tüm bu etkiler yaş­
hücrelerin neredeyse hiç birinde telomeraz aktivitesi yoktu r ve lanmayı yavaşlatır. Çevresel stresler, protein deasilaz
telomerler, hücre bölündükçe, hücrenin çoğalma yeteneği sona fonksiyonuna sahip Sir2 gibi Sirtuin protein ailesi prote­
erinceye ya da yaşlanma gerçekleşinceye kadar gittikçe kısalır. Hem inlerini aktive edebilir. Bu proteinler, DNA tamir enzim­
germ hücreleri, hem kök hücreler aktif telomeraz içerir, ancak
lerini deasilleyerek aktive eder ve bu şekilde DNA'yı sta­
telom er uzunluğunu stabilize edebilecek düzeyde telomeraz
aktivitesi yalnızca germ hücrelerinde bulunur. Telomeraz kanser bilize edebilir. Söz konusu proteinler yoksa DNA, hasar
hücrelerinde çoğu zaman tekrar aktive olur. görmeye daha yatkındır. Sirtuinlerin rolü yakın zaman­
(Veriler, Macmillan Publishers Ltd, from Holt SE, et al: Refining the telomer-telom- larda fazlasıyla dikkat çekmişse de, bunların yaşlanma
erase hypothesis o f aging and cancer. N at Biotechnol 14:836, 1996'dan alınmıştır). sürecindeki önemi henüz belirlenebilmiş değildir.
28 BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar

Dong Z, Saikumar P, Weinberg JM, Venkatachalam MA: Calcium in


(*^ ) Ö ZET cell injury and death. Annu Rev Pathol 1:405, 2006. [Kalsiyum ve
hücre hasarı arasın daki ilişkiler konusunda bir derlem e]
Hücre Yaşlanması Elliott MR, Ravichandran KS: Clearance of apoptotic cells: implicati­
ons in health and disease. J Cell Biol 189:1059, 2010. [A poptotik hüc­
• Biriken hücre hasarı (örn, serbest radikallerin etkisiyle),
relerin tem izlenm e m ekan izm alan v e bu tem izlik yolakların daki anor­
bölünm e kapasitesinde azalma (rep lika tif yaşlanma) ve m alliklerin nasıl hastalıklara yol açtığı konusunda m ükem m el bir derle­
hasarlı D N A 'yı onarm a yeteneğinde azalma e tkile ri bir m e]
arada hücre yaşlanması ile sonuçlanır Frey N, Olson EN: Cardiac hypertrophy: the good, the bad, and the
• DNA hasarının birikmesi: D N A onarımı mekanizmaların­ ugly. Annu Rev Physiol 65:45, 2003. [K as hipertrofisi m ekan izm alan
konusunda, kalbin örn ek olarak kullanıldığı m ükem m el bir tartışm a]
daki kusur; bunun aksine model organizmalarda yaşlan­
Galluzzi L, Aaronson SA, Abrams J, et al: Guidelines for the use and
ma sürecini uzattığı gösterilm iş olan kalori kısıtlaması ise
interpretation of assays for monitoring cell death in higher eukaryo­
D N A onarımını aktive edebilir tes. Cell Death Differ 16:1093, 2009. [Ölü hücreleri tanım ak ve ölçm ek
• Replikatif yaşlanma: K rom ozom uçlarının (telo m er) git­ için kullanılan m orfolojik ve diğer tekn ikler ile ilgili pra tik bir özet]
tikçe kısalması sonucu hücrelerin bölünm e kapasitesinin Haigis MC, Yankner BA: The aging stress response. Mol Cell 40:333,
azalması 2010. [Yaşlanma sürecinin kontrolünde hücresel streslerin rolü ko­
nusunda bir derleme]
• Diğer faktörler: M etabolik hasarın zamanla birikm esi; ba­
Hotchkiss RS, Strasser A, McDunn JE, Swanson PE: Cell death. N
sit m odel organizmalarda büyüme fa k tö rle rin in m uhte­ Engl J Med 361:1570, 2009. [Başlıca hücre ölümü yolu klan (nekroz,
melen yaşlanma sürecini hızlandırması. apoptoz ve otofaji ilişkili ölüm), bunlann klin ik yansım aları ve h ed efe y ö­
n elik tedavideki yerleri]
Kenyon CJ: The genetics of ageing. Nature 464:504, 2010. [Yaşlanm ayı
etkileyen g en ler konusunda, insan g en etik sen drom lan n ı ve m utant m o­
Bu bölümde anlatılan, hücrelerdeki çeşitli düzensizlikle­ del organizm alan tem el alan m ü kem m el bir derlem e]
Kroemer G, Marino G, Levine B: Autophagy and the integrated stress
rin ve adaptasyonların kapsamının çok geniş olduğunun
response. Mol Cell 40:280, 2010. [O tofajinin biyolojisi, biyokim yasal
altını çizmek gerekir. Bu kapsamda hücre boyutlarında­ yoluklan v e fiz y o lo jik rolleri konusunda bir tartışm a]
ki, çoğalmasındaki ve fonksiyonundaki adaptasyonlar­ Kundu M, Thompson CB: Autophagy: basic principles and relevance
dan, geri dönüşlü ve geri dönüşsüz akut hücre hasarına to disease. Annu Rev Pathol 3:427, 2008. [O tofajinin biyolojisi v e çe­
ve apoptozla temsil edilen, belirli bir programa uygun şe­ şitli h astalık durum larındaki p otan siyel katkısı konusunda bir tartışm a]
Lin JH, Walter P, Yen TSB: Endoplasmic reticulum stress in disease
kilde gerçekleşen hücre ölümüne kadar değişen bir
pathogenesis. Annu Rev Pathol 3:399, 2008. [Hatalı katlanm ış prote­
spektrum yer alır. Tüm organ hasarı olayları ve bunların in cevabı v e katlan m am ış proteinlerin başlattığı ER stresinin biyolojisi ve
sonundaki tüm klinik hastalıkların, hücre yapısındaki ve hastalıklarla ilişkisi kon u su n da bir derlem e]
fonksiyonundaki düzensizliklerden kaynaklanması ne­ Lombard DB, Chua KF, Mostoslavsky R, et al: DNA repair, genome
deniyle, bu gibi çok sayıdaki değişikliklere kitap boyun­ stability, and aging. Cell 120:497, 2005. [H ücresel yaşlan m ada DNA
ca göndermeler yapılmıştır. hasarının rolü]
McKinnell IW, Rudnicki MA: Molecular mechanisms of muscle at­
rophy. Cell 119:907, 2004. [H ücresel atrofi m ekan izm alan konusunda
KAYN AKLAR bir tartışm a]
Newmeyer DD, Ferguson-Miller S: Mitochondria: releasing power for
Auten RL, Davis JM: Oxygen toxicity and reactive oxygen species: the
life and unleashing the machineries of death. Cell 112:481, 2003.
devil is in the details. Pediatr Res 66:121, 2009. [R ea k tif oksijen türev­
[M itokondri fon ksiy o n lu n ve hücre ölüm ündeki rolleri konusunda mü­
lerinin üretimi, yıkım ı v e hücre h asarın d aki rolleri ile ilgili bir derlem e]
Balaban RS, Nemoto S, Finkel T: Mitochondria, oxidants, and aging. kem m el bir derlem e]
Cell 120:483, 2005. [Serbest radikallerin y aşlan m adaki rolü konusunda Şahin E, DePinho RA: Linking functional decline of telomeres, mitoc­
iyi bir derlem e] hondria and stem cells during ageing. Nature 464:520, 2010. [Yaş­
Calado RT, Young NS: Telomere diseases. N Engl J Med 361:2353, lanm ada rolü olan k ö k hücre an orm allikleri ile ilgili m ükem m el bir derle­
2009. [T elom erlerin tem el biyolojisi ve anorm alliklerinin kanser, y aşlan ­ m e]
m a v e diğer h astalıklard aki etkisi konusunda m ü kem m el bir derlem e] Tosh D, Slack JM: How cells change their phenotype. Nat Rev Mol Cell
Chipuk JE, Moldoveanu T, Llambl F, et al: The BCL-2 family reunion. Biol 3:187, 2002. [M etaplazi, k ö k hücrelerin rolü ve g en etik program lan­
Mol Cell 37:299, 2010. [A poptoz düzenleyici p rotein ailesi BCL-2'nin bi­ m a konusunda bir derlem e]
y okim y ası v e biyolojisi konusunda bir derlem e] Valko M, Leibfritz D, Moncol J, et al: Free radicals and antioxidants in
de Groot H, Rauen U: Ischemia-reperfusion injury: processes in pat­ normal physiological functions and human disease. Int J Biochem
hogenetic networks: a review. Transplant Proc 39:481, 2007. [İskem i- Cell Biol 39:44, 2007. [R ea k tif oksijen ve nitrojen kayn aklı serbest radi­
reperfiizyon h asarın d a intrinsik hücre hasarının ve inflam atuar cevabın kaller, hücre h a sa n n d a k i rolleri ve sin yal m olekülleri olarak fizy o lo jik
rolü konusunda bir derlem e] fon ksiy o n lu n konusunda ilginç bir tartışm a]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.

İnflamasyon ve Onarım

BÖL ÜM İ ÇERİ Ğİ
İnflamasyon ve D oku Onanırımın Hücrelerden Kaynaklanan Medyatörler 46 Rejenerasyonun Doku Onanırımdaki
Genel Ö zeti 29 Plazma Proteinlerinden Kaynaklanan Rolü 65
A k u t İnflamasyon 31 Medyatörler 50 Nedbe Oluşumu 65
A kut İnflamasyonu Uyaranlar 31 Anti-inflamatuar Mekanizmalar 52 Nedbe Oluşumunun Aşamaları 65
Mikropların, N e krotik Hücrelerin ve K ro n ik İnflamasyon 53 Anjiyogenez 66
Yabancı Maddelerin Tanınması 32 Kronik inflamasyon Hücreleri ve Fibroblastların Aktivasyonu ve Bağ
Vasküler Değişiklikler 33 Medyatörleri 53 Dokusu Depolanması 68
Hücresel Olaylar: Lökositlerin Toplanması Granülomatöz İnflamasyon 56 Bağ Dokusunun Yeniden
ve Aktivasyonu 34 İnflamasyonun Sistemik Etkileri 57 Biçimlenmesi 68
Lökositlerin Neden Olduğu Doku D oku Onarımımn Genel Ö zeti 58 Doku Onarımını Etkileyen
Hasarı 39 Hücre ve D oku Rejenerasyonu 59 Faktörler 69
Lökosit Fonksiyon Bozuklukları 40 Hücre Proliferasyonunun Kontrolü 59 Seçilmiş Klinik D oku Onarımı ve
A ku t inflamasyonun Sonuçları 41 Dokuların Proliferatif Kapasitesi 59 Fibrozis Ö rn e kle ri 70
A k u t İnflamasyonun M o rfo lo jik Kök Hücreler 60 Deri Yaralarının iyileşmesi 70
Paternleri 43 Büyüme Faktörleri 61 Parenkimal Organlarda Fibrozis 72
İnflamasyonun Kimyasal M edyatörleri Ekstraselüler (Hücre Dışı) Matriksin
ve Düzenleyicileri 44 Doku Onanırımdaki Rolü 63

nun mikropları ve ölü dokuları imha edip ortadan kaldı­


İNFLAMASYON ve DOKU ran bileşenleri, normal dokulara zarar verebilme yetene­
ONARJMININ GENEL ÖZETİ ğine de sahiptir. Hasara tamamen normal, yararlı infla­
matuar reaksiyonlar eşlik edebilir ama bu reaksiyon çok
Tüm organizmaların, yaşamlarını devam ettirebilmek
güçlüyse (ör. enfeksiyon ağır ise), uzun sürerse (ör. ha­
için; enfeksiyon etkenleri gibi yabancı istilacıları ve ha­
sara yol açmış olan etken, ortadan kaldırılmaya direni-
sarlı dokuları uzaklaştırmaya ihtiyacı vardır. Bu fonksi­
yonlar, inflamasyon adı verilen, karmaşık bir konak ya­ yorsa) veya uygun değilse (ör. otoimmün hastalıklarda
nıtı aracığıyla yerine getirilir. İnflamasyon; konak hücre­ olduğu gibi kişinin kendi antijenlerini ya da allerjik has­
nin, kan damarlarının, proteinlerin ve diğer medyatörlerin, talıklarda olduğu gibi çevredeki, genellikle zararsız anti­
hücre hasarını başlatan nedeni ve bu neden yüzünden nek­ jenleri hedef almışsa) inflamasyona eşlik eden hasar,
roza uğrayan hücre ve dokuları ortadan kaldırmaya çalıştığı inflamatuar reaksiyonun baskın özelliği durumuna gele­
ve onarım sürecini başlattığı, koruyucu bir yanıttır, infla­ bilir. insanlardaki en can sıkıcı hastalıklardan bazıları,
masyon bu koruyucu görevini önce; mikroplar, toksinler uygun olmayan, sıklıkla da kronik inflamasyon nede­
gibi zararlı etkenleri seyrelterek, imha ederek veya diğer niyle ortaya çıkmaktadır. Görüldüğü gibi inflamasyon
yollardan nötralize ederek yerine getirir. Ardından da, süreci, klinik tıbbın tamamında temel öneme sahiptir.
sonuçta zedelenmeye sahne olan yerleri iyileştirecek ve Aralarında lökositler ve plazma proteinlerinin de bulun­
onaracak olayları harekete geçirir. İnflamasyon olmasay­ duğu, konak savunmasında rol oynayan hücreler ve mole­
dı enfeksiyonlar başıboş bir şekilde sürecek ve yaralar küller normal olarak kan dolaşımında bulunur. İnflamatuar
hiçbir zaman iyileşmeyecekti. Enfeksiyonlar bağlamın­ reaksiyonun amacı bunları enfeksiyon veya doku haşan olan
da inflamasyon, immünoloji uzmanlarının "doğal bağı­ yere getirmektir. Ayrıca damar duvarlarının yerleşik hüc­
şıklık" olarak adlandırdıkları, koruyucu yanıtın bileşen­ releriyle, ekstrasellüler matriksin (ESM) hücre ve prote­
lerinden biridir (Bölüm 4). inleri de inflamasyonda ve onarımda rol oynar (Resim 2-
İnflamasyon, enfeksiyonların ve diğer zararlı uyaranların 1 ). İnflamasyon sürecinin ayrıntılarına girmeden önce,

temizlenmesine yardım eder ve onarım sürecini başlatır ama bu sürecin bazı temel özelliklerden söz edeceğiz.
bizzat inflamatuar reaksiyon ve bunu izleyen onarım süreci inflamasyon akut veya kronik olabilir (Tablo 2-1). Akut
de, hatırı sayılır hasara yol açabilir. İnflamatuar reaksiyo­ inflamasyon çabuk başlar ve kısa süre devam edip birkaç
30 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

Resim 2-1 A kut ve kronik inflamatuar yanıtların bileşenleri ve başlıca fonksiyonları. Bu hücrelerin ve moleküllerin inflamasyondaki rolle­
ri, bu bölümde anlatılmaktadır.

dakikayla birkaç gün arasında değişen bir zaman geçtik­ mast hücreleri ve diğer hücre tipleri de bu anormalliğin
ten sonra biter. Sıvı ve plazma proteinlerinin eksudasyo- farkına varabilir. Bütün bu hücreler, daha sonra gelişe­
nuyla, öncelikle nötrofil lökositlerin ön planda olduğu cek inflamatuar yanıtı başlatan ve düzenleyen molekül­
hücre infiltrasyonu, akut inflamasyonun karakteristik ler (sitokinler ve diğer medyatörler) salgılar. İnflamatuar
özellikleridir. Kronik inflamasyon daha sinsi olabilir, medyatörler ayrıca, mikroplarla ya da zedelenmiş olan
günlerle yıllar arasında değişebilen daha uzun bir süre dokularla reaksiyona giren plazma proteinleri tarafın­
boyunca devam eder, inflamasyon odağındaki hücre in- dan da üretilir. Söz konusu medyatörlerin bazıları, plaz­
filtrasyonunda tipik olarak lenfositler ve makrofajlar var­ ma ve dolaşımdaki lökositlerin inflamasyon yerine gel­
dır; bu hücre infiltrasyonuna damar proliferasyonu ve mesini teşvik eder. Gelen lökositler aktive oİarak infla­
fibrozis (nedbeleşme) eşlik eder. Ancak, daha sonra da masyon etkenini fagositoz yoluyla ortadan kaldırmaya
göreceğimiz gibi inflamasyonun bu temel iki şekli, birlik­ çalışır. Lökositlerin konağın normal dokularına da zarar
te de mevcut olabilir; bunların seyrini ve histolojik görü­ verebilmesi, lökosit aktivasyonunun talihsiz bir yan et­
nümü, birçok değişkene bağlı olarak değişebilir. kisidir.
İnflamasyon, konak hücre tarafından zararlı uyaranlara Sıcaklık (color), kızarıklık (rubor), şişme (tumor), ağrı (do­
karşı yanıt olarak, kimyasal medyatörlerin üretilmesiyle baş­ lor) ve fonksiyon kaybı (functio laesa); inflamasyonun, çoğu
lar. Bir mikrop bir dokuya girer ya da doku zedelenirse, zaman "kardinal belirtiler' adı verilen dış belirtileridir. Bun­
dokudaki yerleşik hücreler tarafından algılanır. Bu hüc­ ların ilk dördü, Romalı bir ansiklopedist olan Celsus ta­
reler daha çok makrofajlardır ama dendritik hücreler, rafından 2 0 0 0 yılı aşan bir süre önce tanımlanarak, za­
manının tanınmış bir eseri olan De Medicina adlı kita­
bında yer almış; beşincisi ise 19. yüzyılın sonlarında,
Tablo 2-1 Akut ve Kronik inflamasyonun Özellikleri "modern patolojinin babası" olarak bilinen Rudolf Virc­
how tarafından eklenmiştir. İnflamasyonun kardinal be­
Özellik A kut Kronik
lirtileri; şimdi anlatacağımız gibi damar değişiklikleri­
Başlangıcı Hızlı: dakikalar Yavaş: günler nin ve lökositlerin inflamasyon yerine gelerek aktive ol­
veya saatler
malarının doğurduğu sonuçlardır.
içerisinde
İnflamasyon, normalde denetim altındadır ve kendi ken­
Hücre Öncelikle Monositler/makrofajlar
dini sınırlar. Medyatörler ve hücreler yalnızca zararlı uya­
infiltrasyonu nötrofiller ve lenfositler
rana yanıt vermek üzere ve kısa bir süre için aktive olur;
Doku hasarı, Genellikle hafif ve Çoğu zaman şiddetli ve
zararlı uyaran uzaklaştırıldığında parçalanır veya inakti-
fibroz kendiliğinden sınırlanan ilerleyici
ve olur. Zararlı uyaran çabucak uzaklaştırılamazsa so­
Lokal ve sistemik Belirgin Daha az belirgin; hafif nuç, ciddi patolojik sonuçlar doğurabilecek olan kronik
belirtiler olabilir
inflamasyondur.
Akut İnflamasyon 31

NORMAL
O ÖZET Ekstrasellüller matriks Seyrek yerleşik
İnflam asyonun G enel Ö z e llik le ri

• İnflamasyon, yabancı istilacılara ve nekrotik dokuya karşı


verilen bir savunma yanıtıdır ama doku hasarına da yol
açabilir.
• Damar reaksiyonu ve hücre yanıtı, inflamasyonun başlıca
bileşenleridir; bunların her ikisi de, plazma proteinlerin­
den ve çeşitli hücrelerden kaynaklanan medyatörler tara­
fından aktive edilir.
• İnflamatuar yanıtın aşamaları: (1) Zararlı etkenin tanın­
ması, (2) lökositlerin inflamasyon yerinde toplanması, (3)
zararlı etkenin ortadan kaldırılması, (4) verilen bu yanıtın
düzenlenmesi (denetlenmesi) ve (5) rezolüsyondur (ona­
rım).
• A kut inflamasyonun sonunda ya zararlı uyaran ortadan
kaldırılır, ardından inflamatuar yanıt azalır ve daha sonra
da zarar gören doku onarılır; ya da zedelenmenin devam
etmesi, kronik inflamasyonla sonuçlanır.

AKUT İNFLAMASYON
Akut inflamatuar yanıt, lökositlerin ve plazma protein­
lerinin hızla inflamasyon yerinde toplanmasını sağlar.
Lökositler inflamasyon yerine geldiklerinde, istilacıları
temizleyerek, nekrotik dokuların sindirilip ortadan kal­
dırılma sürecini başlatır.
Akut inflamasyonun başlıca iki bileşeni vardır (Resim
2 - 2):
• Vasküler değişiklikler: damar çapındaki değişiklikler
(vazodilatasyon), inflamasyon yerine gelen arteriyel
kan miktarını artırır; damar duvarındaki değişiklik­
ler (geçirgenlik artışı) ise plazma proteinlerinin kan (D Nötrofil göçü © Plazma proteinlerinin
sızması —► ödem
dolaşımını terk etmesini sağlar. Ayrıca endotel hücre­
lerinin de aktive olması, lökositlerin damar duvarın­ Resim 2 -2 A kut inflamasyonda vasküler ve hücresel reaksiyonlar.
dan geçerek inflamasyon yerine göç etmesiyle ve ya­ (1) Vazodilatasyon ve gelen kan miktarının artması (eritem ve
pışkanlıklarının (adezyon) artmasıyla sonuçlanır. sıcaklık), (2) plazma sıvısının ve proteinlerinin damar dışına çıkması
(ödem) ve (3) lökositlerin (öncelikle nötrofiller) göç etmesi ve
• Hücre olayları: lökositlerin kan dolaşımından infla- birikmesi; normal durumla karşılaştırıldığında, akut inflamasyonda­
masyon yerine göç etmesi, ardından aktivasyonu; inf- ki başlıca lokal belirtilerdir.
lamasyona yol açan zararlı uyaranın ortadan kaldırıl­
masını sağlar. Nötrofiller (polimorf nüveli lökositler),
akut inflamasyonda rol oynayan başlıca lökositlerdir.

A kut İnflamasyondaki Uyaranlar*• • Bağışıklık (aşırı duyarlılık da denir) reaksiyonları denir


çevredeki maddelere veya bireyin "kendi" dokularına
Akut inflamatuar reaksiyonlar, çeşitli uyaranlar tarafın­ karşı gelişir; bu inflamatuar yanıta yol açan nedeni
dan tetiklenebilir: ortadan kaldırmak ya da bu nedenden sakınmak ço­
• Enfeksiyonlar (bakteri, virüs, mantar, parazit enfeksi­ ğu zamana mümkün olmadığından, söz konusu reak­
yonları), akut inflamasyonu en fazla uyaran ve tıbbi siyonlar, kronik inflamasyonla birlikte seyretme ve
önem taşıyan nedenler arasındadır. inatçı olma eğilimi taşır. Bu grup hastalıkları tanımla­
• Travma (künt ve delici) ve çeşitli fiziksel ve kimyasal mak için bazen "bağışıklık aracılığıyla gelişen infla­
etkenler (örneğin yanıklar veya donma gibi aşırı ısı matuar hastalıklar" deyimi kullanılır.
değişiklikleri; radyasyon; çevredeki belirli kimyasal­ Bu uyaranların her biri, kendilerine özgü özellikler taşı­
ların toksik etkileri) konak hücrelerine zarar vererek yan inflamatuar reaksiyonları başlatırlarsa da bütün inf­
inflamatuar reaksiyonlara neden olur. lamatuar reaksiyonlar aynı temel özelliklere sahiptir.
• Doku nekrozu (ne nedenle olursa olsun), örneğin mi- Bu bölümde önce inflamatuar uyaranların konak ta­
yokard infarktüsündeki gibi iskemi ve fiziksel ve kim­ rafından nasıl fark edildiğini, ardından tipik akut infla-
yasal hasar. masyonları ve morfolojik özelliklerini, en sonra da bu
• Yabancı cisimler (kıymık parçaları, sütürler, toz/top- reaksiyonlardan sorumlu olan kimyasal medyatörleri
rak, kristaller) anlatacağız.
32 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım

Mikropların, N ekrotik Hücrelerin ve Yabancı membranlarında ve endozomlarda yer aldıklarından,


Maddelerin Tanınması gerek hücre dışmda, gerekse hücre içinde bulunan
mikropları fark edebilir. Mikropların ürünlerini taraya­
Hücrelerin dokulardaki, zararlı olabilecek etkenleri, örne­ bilen çeşitli, başka protein ailelerine mensup sitoplaz-
ğin mikropları nasıl fark edip tanıdığı, konak yanıtının ma ve membran molekülleri, Toll-benzeri reseptörlerin
harekete geçmesiyle ilgili olarak yanıtlanması gereken te­ fonksiyonunu tamamlar. Toll-benzeri ve diğer reseptör­
mel bir sorudur. Mikropların ve ölü hücrelerin, kendileri­ ler, farklı mikrop tiplerinin ürünlerini tanıyabildikle­
nin normal dokulardan ayırdedilmesine olanak veren, bir rinden temelde, enfeksiyona yol açan bütün patojen sı­
çeşit "tehlike sinyali" verdikleri önü sürülmüştür. Fagosit­ nıfları karşısında savunma hattı oluştururlar. Mikropla­
lerin, dendritik (bağ dokusunda ve organlarda bulunan, mik­ rın reseptörler tarafından tanınması, hem salgılanan
roplan yakalayarak bunlara verilecek yanıtı başlatan) hücreler hem de membranda bulunan proteinlerin üretimini
ve epitel hücreleri gibi diğer birçok hücrenin, enfeksiyona yol uyaran transkripsiyon faktörlerini aktive eder. Bu pro­
açan patojenlerden ve ölü hücrelerden salınan maddelerin var­ teinler arasında inflamasyon medyatörleri, antiviral si-
lığını algılamak için tasarlanmış reseptörler taşıdıklan, artık tokinler (interferonlar) ve lenfosit aktivasyonunu ve
bilinmektedir. Birçok mikropta ortak olan veya ölü hücre­ hatta daha da güçlü bir bağışıklık reaksiyonunu teşvik
lerde bulunan yapıları (yani molekül tiplerini) tammaları eden proteinler, transkripsiyon faktörlerini uyaran pro­
nedeniyle bu reseptörlere "pattern tanıma reseptörleri" teinler bulunur. Toll-benzeri reseptörlere (TLR) Bölüm
adı verilmiştir. Bu reseptörlerin en önemli iki ailesi, aşağı­ 4'te; enfeksiyonlar karşısındaki erken vücut savunma­
da anlatılmaktadır: sı olan doğal bağışıklığı anlatırken tekrar döneceğiz.
• Toll-benzeri reseptörler (toll-like receptors) (TLR); mikrop­ Inflammazom ölü hücrelerin; ürik asit, hücre-dışı ATP
ların varlığını algılayan ve meyve sineğindeki (Drosop­ gibi ürünlerini, ayrıca kristalleri ve bazı mikrop ürünle­
hila) Toll proteinine benzemeleri nedeniyle bu ad veri­ rini tanıyan, sitoplazmadaki, çoklu bir protein komp­
len reseptörlerdir. Memelilerde; bakteri ürünlerini (en- leksidir. İnflammazomun tetiklenmesi; inflamatuar bir
dotoksin ve bakteri DNA'sı gibi), çift-sarmallı RNA gi­ sitokin olan interlökin-l|3 (IL-l|3)'nm ön-maddelerini
bi virüs proteinlerini ve diğer patojenleri tanıyan, on eklerinden ayırarak biyolojik aktif formuna dönüştü­
tane TLR vardır (Resim 2-3, A). Bu reseptörler plazma ren, kaspaz- 1 adlı enzimin aktivasyonuyla sonuçlanır

HÜCRE DIŞINDA
Bakteri Fungal Patojen bakteriler
hücresi —(. polisakarid Hücre-dışı ATP
duvarındaki
lipid
Plazma
Lektin membranı
Btt%S9SS9999§99İS8SiS
SS8ö888fi88868886M te58880888888888 la S 5 8 8 flg 8 8 8 8 8 8 IM !
NLRP3 inflammazom
K+’nın dışarı
Kaspaz-1 çıkması
SITOPLAZMADA ENDOZOMLARDA (inaktif) ROT
. Bakteri hücresi Endojen kristaller
,duvarındaki lipid Kaspaz-1
Çekirdek > (MSU, CPP,
Mikroplardaki (aktif)
nMA DMA kolesterol)
Eksojen kristaller
(şap, asbest)

mmmm&m&mı& ıffi mmmmmmmmâ


Sitokinler (örneğin TNF) Salgılanan
Adezyon moleküllerinin ekspresyonunda artış İL 1(3

AKUTİNFLAMASYON

Resim 2 -3 Mikrop ve ölü hücre sensörleri: Fagositlerde, dendritik hücrelerde ve çeşitli tipteki epitel hücrelerinde, mikropların ve ölü hüc­
relerin varlığını algılayan, farklı reseptör sınıfları vardır. A , Toll-benzeri rese ptörler (TLR), plazma membranında ve endozomlarda yer
alırlar; bunlar ve sitoplazmadaki ve plazma membranındaki diğer (TLR-dışı ailelerin bireyleri olan) reseptörler, farklı mikrop sınıflarının
ürünlerini tanır. TLR aktivasyonuyla üretilen proteinlerin fonksiyonları sayısızdır ama burada yalnızca, inflamasyondaki rolleri gösterilmek­
tedir. B, İnflammazom, ölü hücrelerin ve bazı mikropların ürünlerini tanıyarak biyolojik bakımdan aktif interlökin-1 (IL-1) salgılanmasını
başlatır, inflammazom; NLRP3 adı verilen ve lösin bakımından zengin olan bir sensör proteinden, bir adaptörden ve infaktif formundan
aktif formuna dönüştürülen kaspaz-1 enziminden oluşur (inflammazom; sitoplazmada bulunan, ancak vezikül şeklinde olan ve inflamas-
yonda, bu bölümün daha sonraki sayfalarında anlatılan farklı fonksiyonlar sergileyen fagolizozom ile karıştırılmamalıdır). CPP, kalsiyum
pirofosfat; MSU, monosodyum ürat; ROT, reaktif oksijen türevleri.
A k u t inflamasyon

(Resim 2-3, B). Daha soma anlatılacağı gibi IL-1, akut D am ar Çapındaki ve Kan A kım ındaki D eğişikikler
inflamasyon yanıtında lökositlerin inflamasyon yerine Kan damarlarındaki değişiklikler, enfeksiyondan veya ze­
toplanmasında rol oynayan önemli bir medyatördür; delenmeden hemen sonra başlar ama inflamasyona yol
inflamasyon yerinde toplanan lökositler, ölü hücreleri açan orijinal uyaranın tabiatına ve şiddetine bağlı olarak,
fagosite ederek öldürür. Eklem hastalıklarından biri değişik hızlarda ilerler.
olan gut hastalığı eklemde; fagositlerin içerisine alına­ • Yalnızca birkaç saniye devam eden, geçici vazokonst-
rak inflammazomun aktive olmasına yol açan tirat kris­ riksiyondan sonra arteriyoler vazodilatasyonun geliş­
tallerinin birikmesi nedeniyle gelişir. Inflammazom ak- mesi, lokal kan miktarının artmasıyla ve vazodilatasyo­
tivasyonu IL-1 üretilmesiyle ve akut inflamasyonla so­ nun gerçekleştiği arteriyolden beslenen kapiler yatak­
nuçlanır. IL-1 antagonistleri, geleneksel anti-inflamatu- larının aşırı dolmasıyla (konjesyon) sonuçlanır (Resim
ar tedaviye dirençli gut vakalarının, etkili bir şekilde te­ 2-2). Akut inflamasyonun kardinal belirtilerinden iki­
davisini sağlar. Yakınlarda yapılan çalışmalar kolesterol sinin, yani inflamasyon odağındaki kızarıklığın (erythe­
kristallerinin ve serbest yağ asitlerinin de inflammazo- ma) ve sıcaklığın (color) nedeni, damar yatağındaki bu
mu aktive ettiğini göstermiş ve IL-1'in sık karşılaşılan, genişlemedir.
arter duvarlarında kolesterol kristallerinin birikmesine
• Mikro-damarlarm geçirgenliği artar ve protein bakı­
eşlik eden ateroskleroza, ayrıca obeziteye eşlik eden tip
mından zengin sıvı damar-dışı dokulara sızmaya başlar
2 diyabet gelişmesinde de rol oynadığı izlenimini ver­
(Resim 2-4). Bu olay, kanın alyuvar bakımından daha
miştir. Söz konusu bulgular bu hastalıkların IL-1 bloka­
konsantre olmasına, bu nedenle de viskozitesinin art­
jıyla tedavi edilebilme olasılığını ortaya çıkarmıştır.
masına dolaşımın yavaşlamasına neden olur. Bu deği­
Bu sensörlerin fonksiyonlarına, bölüm boyunca gönderme şiklikler nedeniyle mikroskopta; alyuvarlarla dolu, ge­
yapılacaktır. Şimdi, akut inflamasyonun başlıca nedenleri­ nişlemiş, sayısız küçük damar (s taz) görülür.
ni inceleyeceğiz.
• Staz geliştiğinde, lökositler (öncelikle nötrofiller), da­
Vasküler Değişiklikler mar endotelinin yüzeyinde birikmeye başlar; bu geliş­
meye marjinasyon adı verilir. Marjinasyon, lökositlerin
Kan akımının vazodilatasyon nedeniyle artması ve damar ge­ damar duvarından geçerek interstisyel dokuya doğru
çirgenliğindeki artış, akut inflamasyondaki başlıca vasküler re­ yapacakları, daha sonra anlatacağımız yolculuğun ilk
aksiyonlardır; her ikisinde de amaç, kan hücrelerini ve prote­ aşamasıdır.
inleri, enfeksiyon veya hasar bölgesinde toplamaktır. Zedelen­
meye yol açan uyaranın, örneğin bir mikrobun ilk karşı­ D am ar Geçirgenliğinin A rtm ası
laştığı savunma hattı, makrofajlar ve bağ dokusunun di­ Damar geçirgenliğinin artması, protein bakımından zen­
ğer hücreleridir. Bu etkileşimin hemen ardından tetikle­ gin kanın, hatta kan hücrelerinin damar-dışı dokulara
nen vasküler reaksiyonlar inflamatuar yanıtın erken fazı­ geçmesine yol açar (Resim 2-4). Bu geçiş, interstisyel sıvı­
na hakim olur. daki ozmotik basıncı yükselterek kandan dokular yönüne

A. NORMAL
Hidrostatik
basınç f ° 0 0 'f ’
L Kolloid ozmotik
- z -iA . J f basınç

• :« iT Plazma proteinleri

Hidrostatik basıncın
yükselmesi (venöz çıkışta Sıvı sızması Kolloid ozmotik basıncın


tıkanıklık [örneğin konjestif
düşmesi (protein sentezinin
kalp yetmezliği)]
azalması [örneğin
.... t karaciğer hastalığı], protein
B . TRANSÜDA j o O O < kaybının artması [örneğin
(protein içeriği düşük, böbrek hastalığı])
hücre sayısı az)
i M
° 0 ©
© \
© i

° °i Sıvı ve protein sızması


O:

II 1
C. EKSÜDA \i O o o © _
(protein içeriği yüksek, 3 ° 0 ° o o o — Vazodilatasyon ve staz" c
° © © jj o
bazı al- ve akyuvarlar / >.
(0
içerebilir)
I
ra
E
ıj
0 s ° e° ' r ...^
0 0 o
f
o ^
Endotel hücreleri arasındaki
aralıkların genişlemesi
ra

Resim 2 -4 Transüda ve eksüda oluşumu. A , Normal hidrostatik basınç (mavi oklar) yaklaşık olarak, kapiller yatağın arteriyel ucunda 32
mmHg, venöz ucunda 12 mmHg’dır; dokulardaki normal kolloid ozmotik basınç (yeşil oklar), ortalama kapiler basınca yakın olup yakla­
şık 25 mmHg’dır. Damar yatağı duvarının dışına sıvı akışı, bu nedenle hemen hemen hiç yoktur. B, Transüda, hidrostatik basınç artarsa
veya ozmotik basınç azalırsa oluşur. C, Eksüda ise inflamasyon sırasında damar geçirgenliğinin, endotel hücreleri arasındaki aralıkların ge­
nişlemiş olması nedeniyle artması sonucunda meydana gelir.
BOLU M 2 İnflamasyon ve Onarım

daha fazla sıvı geçmesine neden olur. Protein bakımından Damar geçirgenliği üzerinde etkili bu mekanizmalar ayrı
zengin bu interstisyel sıvıya eksııda adı verilir. Ozmotik ayrı işleyebilirlerse de; özel bir uyarana karşı verilen yanı­
basıncın artmasından kaynaklanan eksudayı, genellikle ta beraberce de katkıda bulunabilir. Örneğin, ısı yanıkla­
venöz dönüşün azalması sonucu gelişen hidrostatik ba­ rında damar dışına sızıntı, kimyasallar aracılığıyla gerçek­
sınç artışına bağlı transudayla karıştırmamak gerekir. leşen endotel retraksiyonu ile olduğu gibi, aynı zamanda
Transudadalci protein konsantrasyonu çok düşüktür ve bu doğrudan hasar ve lökositler aracılığıyla gerçekleşen en­
sıvı, kan hücrelerini ya hiç içermez ya da pek az içerir. İs­ dotel hasarı nedeniyle de meydana gelmektedir.
ter transuda, isterse eksuda olsun damar-dışı aralıkta sıvı
birikmesi, doku ödemine neden olur. Eksuda tipik olarak Lenf Dam arlarının Yanıtı
inflamasyonun bir özelliğiyken transuda, Resim 2-4'te gö­ Kan damarlarına ek olarak lenf damarları da inflamatuar
rülen ve Bölüm 3'te daha ayrıntılı şekilde anlatılacak olan, yanıta katkı yapabilir. Lenf akışı inflamasyon sırasında ar­
inflamasyon dışı çeşitli nedenlere bağlı olarak birikebilir. tar ve ödem sıvısının, lökositlerin ve hücre artıklarının
Damar geçirgenliğinin akut inflamatuar reaksiyonlarda (debris) damar-dışı aralıktan boşaltılmasına yardım eder.
artmasına, çeşitli mekanizmalar katkıda bulunabilir: Özellikle mikroplara karşı gelişen, şiddetli inflamatuar ya­
• Postkapiller veniillerde, endotel hücrelerinin retraksiyonu nıtlarda lenf damarları, etken mikroorganizmayı da lenf
sonucu hücreler arası açıklıklar meydana gelmesi, damar bezleri yönünde taşıyarak yayılmasına katkıda bulunabi­
geçirgenliğini artıran nedenlerin en sık görülenidir. lir. Lenf kanallarında ve lenf bezlerinde inflamasyon, se-
Endotel hücresi retraksiyonu; histaminin, bradikininin, konder olarak da gelişebilir (sırasıyla lenfanjit ve lenfade-
lökotrienlerin ve diğer birçok medyatöriin spesifik re­ nit). İnflamasyon gelişen lenf bezleri, içerdikleri lenf foli-
septörlerine bağlanmasından sonra hızla gerçekleşir ve küllerindeki hiperplazi ve lenf bezindeki sinüslerin iç yü­
kısa sürelidir (15-30 dakika devam eder). Bu hücreler­ zeyini döşeyen lenfosit ve fagosit sayılarının artmış olma­
de; tümör nekroz faktörü (TNF) ve interlökin-1 (IL-1) sı nedeniyle büyüyebilir. Lenf bezindeki tüm bu patolojik
gibi sitokinler nedeniyle meydana gelerek hücre iskele­ değişiklikler, reaktif ya da inflamatuar lenfadenit adıyla
tinde değişiklikleri de beraberinde getiren, daha uzun bilinir (Bölüm 11). Bir yaranın yakınındaki deride kırmızı
süreli retraksiyon görülebilir. Gelişmesi, inflamatuar çizgilerin belirmesi doktorlara, yara enfeksiyonu geliştiği­
reaksiyonun başlangıçta tetiklenmesinden 4-6 saat son­ ni bildiren bir belirtidir. Bu çizgiler, lenf kanallarının tra-
ra gerçekleşebilen bu retraksiyon, 24 saat ya da daha sesini izler ve lenfanjit tanısı açısından karakteristiktir;
uzun süre devam edebilir. çizgilere, bölgedeki lenf bezlerinde ağrılı şişlik eşlik edebi­
• Endotel hasarı, bu hücrelerde nekroza ve ayrılmalara yol lir ve hastada lenfanjit geliştiğini belirtir.
açarak damar-dışma sızma nedeni olabilir. Bu hücreler,
ağır yanıklar ve bazı enfeksiyonlar gibi travmalardan (S Ö Z E T ____________ _____ ______________
sonra hasar görür. Sızıntı, çoğu vakada zedelenmeden
hemen sonra meydana gelerek, hasarlı damar tromboze Akut İnflamasyondaki Vasküler Reaksiyonlar
olana ya da onarılana kadar, saatlerce (veya günlerce) • Eritemin ve kan akışındaki stazın nedeni olan vazodilatas-
devam eder. Endotel hasarı, zedelenmenin yerine bağlı yon; daha sonra ele alacağımız histamin gibi kimyasal
olarak venüllerin, kapilerlerin ve arteriyollerin hepsin­ medyatörler tarafından başlatılır.
de meydana gelmiş olabilir. Örneğin; endotel hücreleri­ • Damar geçirgenliğindeki artış; histamin, kinin ve endotel
nin doğrudan hasarı da venüllerde veya kapillerlerde 2 - hücreleri arasında aralıklar oluşmasına yol açan diğer
1 2 saat sonra (geç) başlayan; saatlerce, hatta günlerce medyatörler; doğrudan veya lökositler tarafından başlatı­
devam eden sızıntıya neden olabilir. Hafif-orta şiddette lan endotel zedelenmesi ve endotelden sıvı sızmasındaki
termal zedelenme, belirli bakteri toksinleri ve ultraviyo- artış etkisiyle gerçekleşir. Bu geçirgenlik artışı, plazma
le ışınlara maruz kalınması (gün boyunca güneş altında proteinlerinin ve lökositlerin enfeksiyon veya doku hasa­
kalınmasını izleyerek "akşamı zehir eden" güneş ban­ rı olan yere girmesini sağlar; kan damarlarından doku yö­
yoları), endotel hücrelerine doğrudan hasar verebilir. nünde sıvı sızması, ödemle sonuçlanır.
Lökositlerin damar duvarı boyunca birikmesi de, endo-
tele zarar verebilir. Aktive lökositlerden, endotel zede­ Hücresel Olaylar: Lökositlerin Toplanması ve
lenmesine veya hücrelerin birbirlerinden ayrılmasına
Aktivasyonu
yol açabilen, daha sonra ele alacağımız, çok sayıda tok-
sik medyatör salınmaktadır. Lökositlerin hasar bölgesine ulaştırılması ve aktive edil­
• Proteinlerin, hücre-içi veziküllerin işe karıştığı, artmış mesi, daha önce de söylediğimiz gibi inflamatuar yanıtın
transsitoza.; özellikle vasküler endotel büyüme faktörü önemli bir fonksiyonudur. Lökositler zararlı etkenleri
(VEGF) gibi belirli medyatörlere maruz kalınmasının kendi içine alır, bakterileri ve diğer mikropları öldürür,
ardından venül geçirgenliğini artırabilir. Transsitoz, nekrotik dokuyu ve yabancı maddeleri ortadan kaldırır.
hücre-içi veziküllerin birleşmesiyle oluşan kanallar yo­ Bir defa aktive olduklarında, mikropları imha eden löko-
luyla gerçekleşir. sit ürünlerinin normal konak dokusuna da zarar verebil­
• Yeni oluşan kan damarlarından sızıntı. Daha sonra da gö­ mesi nedeniyle, doku hasarına ve inflamasyonun uzama­
receğimiz gibi, doku onarımı, yeni damar oluşumunu sına yol açabilmeleri, lökositlerin savunma gücü karşılı­
(anjiyogenez) gerektirir. Bu damar filizleri, prolifere ğında ödenen bedeldir. Konaktaki savunma mekanizma­
endotel hücreleri, hücrelerarası bağlantıları oluşturacak ları bu nedenle; lökositlerin inflamasyon yerinde yalnızca
derecede olgunlaşıncaya kadar sızdırmaya devam ede­ ihtiyaç duyulduğunda (yani yabancı istilacılara ve ölü do­
bilir. Yeni oluşan endotel hücrelerinde ayrıca, vazoaktif kulara yanıt verilmesi gerektiğinde) toplanmalarını garan­
medyatör reseptörü ekspresyonunda artış da mevcut­ ti altına almak için gerekli dengeyi kurar ve denetler. Lö­
tur; Anjiyogenezi uyaran kimi faktörler de (ör. VEGF) kositlerin sistemik aktivasyonuna aslında, septik şokta ol­
damar geçirgenliğini doğrudan artırabilmektedir. duğu gibi (Bölüm 3) zararlı sonuçlar eşlik edebilir.
Akut İnflamasyon 35

Lökositlerin İnflamasyon Yerinde Toplanması rak, endotel yüzeyinde yuvarlanmaya başlar. Bu süreç yu­
varlanma olarak adlandırılmaktadır.
Lökositler normal olarak kanda hızla dolaşan hücrelerdir ve
Yuvarlanma sırasında lökositlerle endotel hücreleri ara­
inflamasyonda bunların, durmaları ve tipik olarak damar dı­
sında gerçekleşen zayıf ve geçici etkileşimlerde, medyatör
şında yer alan zararlı etkenlerin veya doku hasarının olduğu
olarak adezyon moleküllerinin selektin ailesi rol oynar (Tab­
yere getirilmeleri gerekir. Lökositlerin damar lümeninden
lo 2-2). Selektinler, lökositlerin üzerinde ve endotelde yer
çıkıp damar-dışı aralığa geçebilmeleri için cereyan etmesi
alan; şekerleri bağlayan ekstrasellüler bir bölgeye sahip
gereken olaylar dizisi (1 ) marjinasyon ve damar duvarı bo­
(adındaki lektin kısmı bu nedenledir) reseptörlerdir. Endo­
yunca yuvarlanmaları; (2) endotele sıkıca yapışmaları; (3) tel hücrelerinin üzerinde yer alan E-selektin (CD62E);
endotel hücrelerinin arasından geçmeleri ve (4) kemotak- trombositlerin ve endotelin üzerinde yer alan P-selektin
tik bir uyarana ulaşmak üzere interstisyel dokularda göç (CD62P) ve neredeyse tüm lökositlerin üzerinde yer alan
etmelerinden oluşur (Resim 2-5). Bu hücrelerin yuvarlan­ L-selektin (CD62L); selektin ailesinin üç üyesidir. Selektin­
maları, yapışmaları ve endotel hücreleri arasından geçme­ ler; çeşitli hücrelerin müsin-benzeri glikoproteinlerine tu­
leri; lökositlerdeki adezyon (yapışma) molekülleriyle en­ tunmuş olan siyahilenmiş oligosakaridlere (örneğin löko­
dotel yüzeyi arasındaki etkileşimler aracılığıyla gerçekle­ sitlerdeki siyalil-Lewis X'e) bağlanır. Aktive olmamış endo­
şen olaylardır (daha sonraki sayfalara bkz). Kimyasal telde sekretinler tipik olarak ya düşük düzeydedir ya da
medyatörler—kemoatraktanlar ve belirli sitokinler—bu sü­ hiç yoktur ve endotel hücrelerinin sitokinlerle veya diğer
reçteki etkilerini, adezyon moleküllerinin hücre yüzeyin­ medyatörlerle uyarılmasının ardından belirir veya artar.
deki varlığını ve bağlanma afinitesini etkileyerek ve löko­ Lökositlerin enfeksiyonu veya doku zedelenmesi bölgesin­
sitlerin belirli bir yöne gitmesini uyararak gerçekleştirilir. deki (sağlıklıyken medyatörleri üreten) endotele bağlan­
Marjinasyon ve Yuvarlanma. Kan akışı kapiler damarlar­ maları, ileri derecede sınırlıdır. Örneğin, aktive olmamış
dan postkapiller venüllere geçtiği zaman dolaşımdaki endotelde P-selektin öncelikle, hücre içindeki Weibel-Pala-
hücreler, bu akışın laminar özelliği nedeniyle damar duva­ de cisimciklerinde bulunur ama histamin veya trombin gi­
rına doğru itilir. Daha küçük olan alyuvarlar, akyuvarlara bi medyatörlerle teması izleyen dakikalar içerisinde hücre
kıyasla daha hızlı hareket ettiğinden lökositler, akış sütu­ yüzeyine dağılarak lökositlerin bağlanmasını kolaylaştırır.
nunun merkezinden dışına doğru daha fazla itilir ve bu Bunun gibi normal endotelde yine mevcut olmayan E-se­
nedenle de endotel hücreleriyle etkileşime girmek için, lektin ve L-selektin ligandı, IL-1 ve TNF sitokinleri tarafın­
özellikle staz durumunda daha iyi bir fırsat yakalar. Löko­ dan uyarıldıktan sonra belirir.
sitlerin damar lumeninin periferine (damar duvarına doğ­ Adezyon. Yuvarlanan lökositler endotel yüzeyinde reak­
ru) toplanma sürecine, marjinasyon adı verilmektedir. Si­ siyonlarındaki bir sonraki aşamayı (endotel yüzeyine sıkı
tokinler ve lokal olarak üretilen diğer medyatörler tarafın­ bir şekilde yapışmayı) başlatacak değişiklikleri algılama
dan aktive edilen endotel hücreleri, yüzeylerinde lökosit­ yeteneğine sahiptir. Yapışma, lökositlerin yüzeyinde yer
lerin gevşek bir şekilde tutunacağı adezyon moleküllerini alan ve endotel hücrelerindeki ligandlarıyla etkileşime gi­
eksprese eder. Lökositler bu moleküllere tutunup ayrıla­ ren integrinler aracılığıyla gerçekleşir (Resim 2-5 ve Tablo

Yuvarlanma İntegrinlerin kemokinler Stabil adezyon Endotelin bir tarafından


-------■
tarafından -*>---------------
aktivasyonu diğer tarafına göç

Lökosit Siyalil-Lewis- X (modifiye) glikoprotein


ft-J*

— İntegrin (düşük-afiniteli)

integrin (yüksek-
\ a
afiniteli) /
// PECAM-1
(CD31)
<5- _
i
&
[t İT
r ..o X I" ..X |

P-selektin E-selektin Proteoglikan Î9 integrin ligand
(ICAM-1)
0
o \
Sitokinler
(TNF; IL-1)

Mikroplan içine »A Fibrin ve fibronektin


almış makrofaj Mikroplar (ekstrasellüler matriks)

Resim 2 -5 Lökositlerin, kan damarlarından dışarıya çıkma mekanizmaları. Lökositler (burada nötrofiller gösterilmiştir) önce yuvarlanır,
ardından aktive olarak endotele yapışır. Daha sonra endotelin lümen tarafından doku tarafına göç eder, bazal membranı parçalar ve hasar
kaynağından yayılan kemoattraktanlara doğru göçe devam eder. Bu sürecin farklı aşamalarında, farklı moleküller duruma hakimdir: selek­
tinler yuvarlanmada; kemokinler (genellikle endotel yüzeyindeki proteoglikanlara bağlı olan) integrinlere ilgilerini arttırmak üzere nötro-
fillerin aktivasyonunda; integrinler lökositlerin sıkıca yapışmasında ve CD31 (PECAM-1) in transmigrasyonda. ICAM-1, intersellüler adez­
yon molekülü -1; IL-1, interlökin-1; PECAM-1, trom bosit endotel hücresi adezyon molekülü -1; TNF, tüm ör nekroz faktörü.
BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

Tablo 2 -2 Endotel ve Lökosit Adezyon Molekülleri

Endotel Molekülü Lökosit Molekülü Başlıca Rolü (rolleri)


Selektinler ve Selektin Ligandları
P-selektin Sialyl-Lewis X-m odifiye proteinleri Yuvarlanma
E-selektin Sialyl-Lewis X -m odifiye proteinleri Yuvarlanma ve adezyon
GlyCam-1, CD34 L-selektin* Yuvarlanma (nötrofiller, monositler)

Integrins ve İntegrin Ligandları


ICAM-1 (immunoglobulin ailesi) CD 11/C D 18 integrinler (LFA-1, Mac-1) Sıkıca adezyon, durma, transmigrasyon
VCAM-1 (immunoglobulin ailesi) VLA-4 integrin Adezyon

Diğerleri
CD31 CD31 (hom otipik etkileşim) Lökositlerin endotelden geçmesi

* L - s e le k t in a y rıc a ; d o la ş ım d a k i le n fo s it le r in le n f b e z le r in d e k i lö k o s it le r e v e m u k o z a la rd a k i ie n fo id d o k u la r a b a ğ la n m a la rın d a v e a r d ın d a n d a b u d o k u la r d a y e r ­
le ş m e le r in d e r o l o y n a r.
I C A M - 1 , H ü c re le r -a r a s ı a d e z y o n m o le k ü lü - 1; L F A -1 , lö k o s it f o n k s iy o n u n a e ş lik e d e n a n t ije n - 1; M a c-1 , m a k ro fa j-1 a n tije n i; V C A M - 1 , d a m a r h ü c re s i a d e z y o n m o -
le k ü lü - 1 ; V L A - 4 ç o k g e ç a n tije n -4 .

2 - 2 ). İntegrinler; lökositlerin endotele ve çeşitli hücrele­ bağlanma olaylarında medyatör rolü oynar. Lökositler,
rin ekstrasellüler matrikse yapışmasında medyatör fonk­ endotelin diğer tarafına geçtikten sonra, vasküler bazal
siyonuna sahip olan, heterodimerik transmembran gli- membrandan da aynı şeküde geçmelerini sağlayacak olan
koproteinlerdir. Normal olarak lökositlerin plazma kollajenazlar salgılar.
membranlarmda yer alan integrinlerin afinitesi düşüktür Kemotaksi. Damar dışına çıkan lökositler, kemotaksi
ve bu integrinler, lökositler kemokinlerin etkisiyle aktive olarak adlandırılan bir süreçte kimyasal bir gradyan uya­
oluncaya kadar spesifik ligandlarma yapışmazlar. rınca, enfeksiyonu veya zedelenme yerine doğru hareket
Kemokinler, inflamasyon yerindeki birçok hücrenin sal­ ederler. Hem dış kaynaklı, hem iç kaynaklı maddeler, lö­
gıladığı, endotel yüzeyinde yer alan, kemoattraktan sito- kositler için kemotaktik olabilir. Bunlardan bazıları:
kinlerdir (sitokinler daha sonra anlatılacaktır). Yapışkan ® Bakteri ürünleri, özellikle N-formilmetiyonin termina­
lökositler bu kemokinlerle karşılaştıklarında aktive olur; line sahip peptidler
bu lökositlerdeki integrinler, üç boyutlu yapı değişikliklile-
• Sitokinler, özellikle kenıokin ailesinin üyeleri
rine uğrayarak bir araya toplanır ve düşük afiniteli form­
• Kompleman sisteminin bileşenleri, özellikle C5
dan, yüksek afiniteli forma dönüşür. Aynı zamanda, yine
enfeksiyon yerinde salgılanan, öncelikle TNP ve IL-1 ol­ ® Araşidonik asit metabolizmasındaki lipoksijenaz yolu­
mak üzere, diğer sitokinler endotel hücrelerini, integrin- nun ürünleri, özellikle lökotrien B4 (LTB4)
lerle birleşecek ligandlarını artırmak üzere aktive ederler. İleriki sayfalarda daha ayrıntılı olarak anlatacağımız bu
LFA-l'e (CDlla/CD18, lökosit fonksiyonuna eşlik eden medyatörler; enfeksiyonlara ve doku hasarına yanıt ola­
antijen-1) bağlanan ICAM-1 (interselüler adezyon molekü­ rak, ayrıca bağışıklık reaksiyonları sırasında üretilmekte­
lü), Mac-1 (CDllb/CD18; makrofaj-1) antijeni ve VLA-4'e dir. Lökosit infiltrasyonu tüm bu durumlarda, çeşitli
(çok geç integrin antijeni-4) bağlanan VCAM-1 (damar medyatör kombinasyonlarının etkileri sonucunda ger­
hücresi adezyon molekülü-1 ), bu ligandlara örnek olarak çekleşir.
verilebilir (Tablo 2-2). Integrinleriyle birleşen ligandlar lö­ Kemotaktik moleküller hücre yüzlerindeki özel resep­
kositlere, substratlarma sıkıca bağlanmak üzere hücre is­ törlere bağlanılmasını, hücre iskeletindeki kontraktil ele­
keleti değişiklikleri geçirmelerinde medyatör fonksiyonu­ mentlerin hareket için gerekli düzeni almasını tetikler.
na sahip sinyaller gönderir. İntegrin afinitesinin sitokinler- Lökositler, oluşturdukları yalancı-ayaklarla (psödopod)
le uyarılarak artmasının ve integrin ligandlarınm sayısında kendilerini hücre-dışı matrikse sabitler ve daha sonra da
artış meydana gelmesinin net sonucu, inflamasyon alanla­ hücre, kemotaksi yönüne doğru çekilir. Bu hareketin yö­
rında lökositlerin endotele stabil olarak bağlanmasıdır. nü kemokin reseptörlerinin, hücrenin ilerleme yönünde­
Transmigrasyon. Lökositler, endotel yüzeyine sıkıca bağ­ ki kenarında daha yoğun olmaları sayesinde ayarlanır.
lanmalarının ardından damar duvarından, damar dışına Böylece lökositler, ihtiyaç duyulan yere doğru gider ve
çıkmak üzere göç ederler. Bu göç öncelikle lökositlerin, orada kalırlar.
intersellüler bağlantıları kullanarak endotel hücrelerinin Göç eden lökosit tipi, inflamatuvar yanıtın yaşma ve
arasından geçmeleriyle gerçekleşir. Lökositlerin diyape- uyarının tipine göre değişir. Neredeyse tüm akut infla-
dez (diapedesis) adı verilen bu süreçle damar dışına çık­ masyonlarda lökosit infiltrasyonuna ilk 6-24 saatte hâkim
ması daha çok, sistemik damarların venüllerinde görülür; olan nötrofiller, 24-48 saat sonra yerlerini monositlere bıra­
diyapedeze, akciğer dolaşımındaki kılcal damarlarda da kırlar (Resim 2-6). Nötrofillerin ilk saatlerdeki bolluğun­
tanık olunur. Lökosit göçü, damar-dışı dokularda üretile­ dan, çeşitli faktörler sorumludur; nötrofiller, kandaki sa­
rek bu hücrelerin kimyasal gradyan uyarınca harekete yıları en yüksek olan lökositlerdir, kemokinlere daha ça­
geçmeleri için uyaran kemokinler tarafından yönetilir. buk yanıt verirler ve endotel hücrelerinin üzerinde hızla
Ayrıca, lökositlerde ve endotel hücrelerinde bulunan PE- beliren P- ve E-selektin gibi adezyon moleküllerine daha
CAM-1 (CD31; trombosit endotel hücresi adezyon mole- sıkı tutunabilirler. Ayrıca, dokuya giren nötrofillerin öm­
külü-1 ) adlı adezyon molekülü de, lökositlerin endotelin rü kısadır ve 24-48 saat içerisinde tamamlanır; oysa mo-
bir tarafından diğer tarafına geçmesi için ihtiyaç duyulan nositlerin ömrü daha uzundur. Ancak, bu tip hücre infilt-
A kut İnflamasyon 37

Resim 2-6 İnflamatuar reaksiyonlardaki lökosit infiltrasyonlarımn niteliği. Bu mikrofotoğraflar, miyokarddaki iskemik nekrozu (infarktü-
sü) izleyen inflamatuar reaksiyonu göstermektedir A , Erken dönemdeki (nötrofil) infiltrasyonu ve kan damarlarında konjesyon. B, Geç
dönemdeki (mononükleer) hücre infiltrasyonu. C, Ödem ve hücre infiltrasyonunun yaklaşık kinetiği, ikinci dalga şeklinde gecikmiş ödem
ve nötrofil infiltrasyonu da meydana gelmesine rağmen burada ödem, akut geçici yanıt olarak gösterilmektedir.

rasyonunun istisnaları da yok değildir. Belirli enfeksiyon­ lökositler; mikropların, ölü hücrelerin ve yabancı madde­
larda, örneğin Pseudomonas enfeksiyonlarında hücre in- lerin varlığını, çeşitli reseptörler kullanarak algılar. Bu re­
filtrasyonuna, günler boyunca sürekli olarak toplanan septörlerin olaya dahil olması, lökositlerin, normal sa­
monositler hakimdir; viral enfeksiyonlarda en erken ge­ vunma mekanizmalarının bir parçası olarak çok sayıda
lenler, lenfositler olabilir; bazı aşırı duyarlüık reaksiyonla­ yanıt vermelerini sağlar. Bu yanıtlar beraberce, lökosit ak­
rında tabloya, eozinofiller hâkim olabilir. tivasyonu olarak adlandırılır (Resim 2-7). Lökosit aktivas­
yonu, aşağıdaki fonksiyonların artmasıyla sonuçlanır:
• Partiküllerin/oyoszfozu
Q Ö Z E T __________________________ • Fagosite edilen mikroplann ve ölü hücrelerin fagozomlar-
Lökositlerin İnflamasyon Yerinde Toplanması da üretilen, reaktif oksijen ve azot türevlerinin de ara­
larında bulunduğu maddeler ve lizozom enzimleri ta­
• Kandaki lökositler damar dışına çıkarak, enfeksiyon et­
rafından hücre içinde yok edilmesi
kenlerinin veya hasarlı dokuların yer alabileceği damar-dı-
şı dokuda toplanırlar ve fonksiyonlarını yerine getirmek • Hücre dışındaki mikroplan ve ölü dokulan yok eden ve fa­
üzere aktive olurlar. gositozun gerçekleştirildiği veziküllerde üretilenlerin
• Lökositlerin inflamasyon veya zedelenme yerinde toplan­
hemen hemen aynı olan maddelerin salınması. Hücre-
ması, çok aşamalı bir süreçtir. Bu hücrelerin selektinler dışmda "tuzaklar" kurulması, nötrofillerin hücre-dı-
aracılığıyla endotele gevşek bir şekilde tutunması ve en- şmdaki mikropları yok etmek amacıyla kullandığı, ya­
dotel üzerinde yuvarlanması; daha sonra integrinler ara­ kın zamanlarda keşfedilmiş bir mekanizmadır
cılığıyla endotele sıkıca tutunması ve ardından da endotel • Lökositleri bölgeye toplayıp aktive ederek inflamatuar
hücreleri arasındaki aralıklardan damar dışına göç etme­ reaksiyonu güçlendiren, araşidonik asit metabolitleri
si; bu sürecin aşamalarıdır. ve sitokinler gibi medyatörlerin üretilmesi
• Çeşitli sitokinler (TNF, IL-1); selektinlerin ve integrin li- Fagositoz. Üç aşamada gerçekleşir: (1) partikülün tanınması
gandlarının endotel üzerinde belirmesini teşvik eder: in-
ve içerisine alınacağı lökosite bağlanması; (2) partikülün hüc­
tegrinlerin ligandlara olan afinitesini artırır (kemokinler)
re içerisine alınması ve daha sonra fagosit vakuolü oluşumu
ve lökositlerin belirli bir yöne göç etmesini teşvik eder
ve (3) hücre içerisine alınan materyalin öldürülmesi ve parça­
(yine kemokinler). Bu sitokinlerin çoğu, doku makrofaj-
lanması.
larında ve patojenlere ya da hasarlı dokulara yanıt veren
Lökositler, hemen hemen tüm mikroorganizmalara ve
diğer hücrelerde üretilir.
ölü hücrelere spesifik yüzey reseptörleriyle bağlanır ve bu
• İnflamasyondaki lökosit infîltrasyonunda önceleri orta­
hücreleri içlerine alır. Bu reseptörlerden bazıları mikropla­
ma hâkim olan nötrofıllerin yerini daha sonra makrofaj-
rın ve ölü hücrelerin bileşenlerini, diğerleri ise mikropları
lar alır.
kaplayarak (opsonizasyon) bunları fagositoz hedefi yapan
opsonin olarak adlı konak proteinlerini tanır. Mikropların
yüzey antijenlerine, kompleman proteini C3'ün yıkım
Lökosit Aktivasyonu ürünlerine (daha sonra ele alınacaktır) ve plazmadaki, ko-
Enfeksiyon veya doku hasarı yerinde bir kez toplandık­ lektin adı verilen ve mikrop hücresi duvarlarındaki şeker­
tan sonra lökositler, fonksiyonlarını yerine getirmeleri lere bağlanan, karbonhidrat-bağlayan lektinlere bağlanan
için aktive edilmelidir. Bu aktivasyon mikroplar, nekrotik immunoglobulin G (IgG) sınıfı antikorlar, en önemli opso-
hücre ürünleri ve daha sonra anlatılacak olan çeşitli med- ninlerdir. Söz konusu opsoninler mikropları kaplamak
yatörler tarafından uyarılır. Önceden de anlatıldığı gibi üzere ya kanda hazır olarak mevcuttur ya da mikroplara
38 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım

Kemokinler
W-formil- Sitokinler
Lipid Toll-benzeri
metiyonil- medyatörler LPS (örneain IFN-ü
peptidler

G-proteinine
bağlanan CD14
Fagositik
Mikropların,
reseptör
medyatörlerin
tanınması

Hücre Hücre iskeleti değişiklikleri, Medyatörlerin Reaktif oksijen türev­ Mikrobun


yanıtı sinyal iletimi (örneğin araşidonik lerinin üretilmesi (ROS); fagozom içerisine
asit metabolitleri, lisozom enzimleri alınması
sitokinler)
üretilmesi
İntegrin Kemotaksi
aktivitesinde artış Lökositlerin mikrobisid aktivitesi
Fonksiyonel
sonuçlar
Endotele Dokulara İnflamatuar reaksiyonun Mikropların öldürülmesi
yapışma göç güçlendirilmesi

Resim 2 -7 Lökosit aktivasyonu. Lökositlerin yüzeyinde yer alan, farklı sınıflardan reseptörler, farklı uyaranları tanır. Bu reseptörler,
lökositlerin fonksiyonlarında aracılık eden yanıtları başlatır. Burada yalnızca, reseptörlerden bazıları gösterilmiştir (ayrıntılar için metne
bkz). Lipopolisakarid (LPS) önce dolaşımdaki bir LPB-bağlayan proteine (gösterilmemiştir) bağlanır. IFN-y, interferon-y.

yanıt olarak üretilir. Lökositlerde mevcut olan opsonin re­ lan ve NADPH'ı (indirgenmiş nikotinamid adenin di-
septörleri, opsoninlerle kaplı mikropların hızla fagosite nükleotid fosfat) oksitleyen, bu oksidasyon sırasmda
edilmesini kolaylaştırır. IgG için Fc reseptörü (FcyRI), oksijeni süperoksit iyonuna (Oj) dönüştüren NADPH
kompleman fragmanları için kompleman reseptörleri 1 ve oksidazm hızla aktivasyonuna bağlıdır (bkz Resim
3 (CR1 ve 3), kollektinler için Clq, opsonin reseptörleridir. 1-18, B, Bölüm 1).
Opsoninlerle kaplanan (opsonize) partiküllerin bu re­ • Süperoksit daha sonra spontan dismutasyonla hidro­
septörlere bağlanması, lökosit içerisine alınmalarını te­ jen perokside dönüşür ( 0 2 + 2FP -» H2 0 2). Bu reaktif
tikler ve içeriye alınmış mikropların yok edilmesini hız­ oksijen türevleri serbest radikaller olarak etki gösterir
landıran hücre aktivasyonunu başlatır. Partiküllerin içeri­ ve mikropları, Bölüm l'd e anlatılmış olan mekanizma­
ye alınması sırasında lökositten uzanan yalancı-ayaklar larla öldürür.
partikülün çevresini sarıp bir fagosit vakuolü oluşturur. ® Üretilen H2 0 2 miktarı, bakterilerin büyük bölümünün
Daha sonra bu vakuolün membranmın, bir lizozom gra- öldürülmesi için genellikle yetersiz kalır (süperoksit ve
nülünün membranıyla kaynaşması granül içeriğinin, olu­ radikal oluşumu ise bu bakımdan yeterli olabilir). An­
şan fagolizozoma boşalmasıyla sonuçlanır. cak nötrofillerde bulunan ve azıırofil granitler olarak ad­
Fagosite edilen M ikroplann Öldürülmesi ve Parçalan­ landırılan lizozomlar, miyeloperoksidaz enzimini
ması. Fagositoz sürecinin net sonucu, hücre içerisine alı­ (MPO) içerir. Klor iyonu (Cl~) gibi bir halid varlığında
nan partiküllerin öldürülmesi ve parçalanmasıdır. Lizo- MPO, hidrojen peroksidi hipoklor radikaline (HOCİ")
zomlarda mikrobisid maddelerin üretilmesi ve lizozomla dönüştürür. HOCİ", güçlü bir oksidan ve antimikro-
fagozomun kaynaşması, bu reaksiyondaki kilit aşamalar­ biktir (NaOCİ, çamaşır suyundaki aktif maddedir) ve
dır. Böylece hücre içerisine alman partiküller, lökositler- bakterileri, halojenizasyonla ya da protein ve lipid pe-
deki parçalayıcı mekanizmalara maruz bırakılır (Resim roksidasyonuyla öldürür.
2-8). Reaktif oksijen türevleri ve lizozom enzimleri, en
önemli mikrobisid (mikrop öldüren) maddelerdir. Reaktif Neyse ki fagosit oksidaz yalnızca, sitozolündeki alt-biri-
oksijen türevleri, aşağıdaki aşamalardan geçilerek üretilir: min fagolizozom membranma translokasyonundan sonra
• Fagositoz ve hücrelerdeki çeşitli reseptörlerin kullanıl­ aktiftir. Reaktif son ürünler bu nedenle, öncelikle vezi-
ması, oksijen tüketiminin hızla artmasıyla, glikojen küller içinde oluşur ve fagosit, kendi kendine zarar ver­
katabolizmasıyla (glikojenoliz), glikoz oksidasyonun- mez. H2 O z sonunda, katalaz etkisiyle suya ve oksijene ay­
daki artışla ve reaktif oksijen türevlerinin üretilmesiy­ rışır ve diğer reaktif oksijen türevleri de parçalanır (Bö­
le karakterize olan oksidatif patlamayı (solunum patla­ lüm 1). Özellikle nitrik oksit (NO) olmak üzere reaktif
masını) uyarır. Reaktif oksijen metabolitlerinin ortaya azot türevleri de, reaktif oksijen türlerinde anlatılan şekil­
çıkması lökositlerdeki, fagosit oksidaz olarak adlandırı­ de etki eder.
Akut İnflamasyon 39

1. TANIMA ve BAĞLANMA 2. YUTULM A


Mikroplar, fagosit Fagosit membranı
reseptörlerine bağlanır mikrobun çevresinde
kapanarak fagozom Fagozom içerisinde
oluşturur sindirilen mikrop

içerisine aldığı
Fagosit mikropla birlikte
reseptörü fagozom

Lizozom ve
içerdiği enzimler Fagozomun
lizozomla
birleşerek
fagolizozom
oluşturması

Mikrobun, fagolizozomdaki lizozom Fagolizozom


enzimleriyle parçalanması Mikrobun ROS ve NO tarafından öldürülmesi

3. ÖLDÜRME ve PARÇALAMA
Resim 2 -8 Fagositoz. Bir partikülün, örneğin bir bakterinin fagositozunda: (1) partikül, lökosit yüzeyindeki reseptörlere tutunur ve
bağlanır, (2) fagositik vakuol içeri alınır ve grandilerle (lizozomlar) kaynaşır ve (3) yutulmuş partiküllerin imha edilmesi İNOS, indük-
lenebilen nitrik oksit sentaz; NO, nitrik oksit; ROT, reaktif oksijen türevleri.

Daha sonra ölü mikroorganizmalar, lizozomlardaki • Fagolizozom membranı, silis partikülleri gibi, zararlı
asit hidrolazlar tarafından parçalanır. Elastaz, bakterile­ olabilecek maddelerin fagosite edilmesi durumunda
rin öldürülmesinde rol oynayan, belki de en önemli lizo­ hasar görebilir.
zom enzimidir. Hücre Dışı (Ekstrasellüler) N ötrofil Tuzakları. Bu "tu­
Radikal oksijen türevlerinden ve enzimlerden başka, zaklar" nötrofiller tarafında hücre dışında; öncelikle
lökosit grandilerindeki çok sayıda diğer madde de en- bakteriler ve mantarlar olmak üzere enfeksiyöz patojen­
feksiyöz patojenleri öldürebilir. Geçirgenliği artıran bak- lere ve kemokinler, sitokinler, kompleman proteinleri,
terisid protein (fosfolipaz aktivasyonuna ve membran reaktif oksijen türevleri gibi inflamatuar medyatörlere
fosfolipidlerinin parçalanmasına neden olur), lizozim yanıt olarak oluşturulan, fibriler ağlardır. Söz konusu
(bakteri kılıfındaki oligosakaridleri parçalar), majör ba­ ağlar, üzerinde antimikrobik peptidler ve enzimler gö­
zik protein (eozinofillerde bulunan ve parazitler üzerin­ mülü olan, çekirdek kromatininden bir çerçeve içerir
de toksik etkisi olan, önemli bir granül bileşenleri) ve (Resim 2-9). Nötrofil tuzakları infeksiyonu yerlerinde,
defensin adı verilen (mikropları membranlarmda delik­ yüksek konsantrasyonda antimikrobik maddeler içerir
ler açarak öldüren) peptidler; bu gibi maddelerdendir. ve mikropları fibrillerde tuzaklayarak yayılmalarını ön­
M ikrobisid M addelerin Salgılanm ası. Lökositlerin ken­ ler. Bu süreçte nötrofillerin çekirdekleri kaybolarak hüc­
di kendilerine zarar vermelerini önlemek için fagositler­ renin ölümüne yol açmıştır. Nötrofil tuzakları ayrıca
deki mikrop öldüren (mikrobisid) mekanizmalar büyük sepsis sırasında, kandaki nötrofillerde de saptanmıştır.
ölçüde, fagolizozomlarm içinde tutulur. Lökositler ayrı­ Bu ağlardaki, histonlar ve bunlara eşlik eden DNA içe­
ca, hücre dışındaki mikropları ve ölü dokuları imha edip ren çekirdek kromatininin; hastaların kendi DNA'larma
sindiren elastaz enzimi gibi granüler bileşenleri, bunla­ ve nükleoproteinlerine reaksiyon göstermelerine yol
rın yanı sıra antimikrobik peptidleri aktif olarak salgılar. açan çekirdek antijenlerinin kaynağı olduğu öne sürül­
Lizozom grandilerinin içeriği lökositler tarafından hücre müştür (Bölüm 4).
dışı ortama, çeşitli mekanizmalarla salgılanmaktadır:
• Fagosit vakuolü, fagolizozomun tamamen kapanma­ Lökositlerin Neden Olduğu Doku Hasarı
sından önce geçici olarak dışarıya açık durumda ka­
labilir (beslenme sırasında regürjitasyon). Lökositler, enzimler ve reaktif oksijen türevleri gibi, za­
• Eğer hücreler; hareket ettirilmesi olanaksız yüzeyler rarlı olabilecek maddeler salgıladıklarından, çeşitli ko­
(örneğin glomerül bazal membranı) üzerinde depolan­ şullar altında normal hücrelerde ve dokularda meydana
mış bağışıklık kompleksleri gibi kolayca içlerine ala­ gelen hasarın önemli nedenleridir. Bu koşullar:
mayacakları materyallerle karşılaşırlarsa, bu maddele­ • Enfeksiyöz mikroplara karşı gelişen normal savunma
ri fagosite etme girişimi (gerçekleşmemiş fagositoz), reaksiyonunun bir bölümü olarak; olayın dışında ka­
güçlü lökosit aktivasyonunu tetikler ve lizozom en­ lan dokuların zedelenmesi. Eradikasyonu zor olan tü­
zimleri çevredeki doku ya da lümen yönünde salınır. berküloz ve kimi viral hastalıklar gibi belirli enfeksi-
BOLUM 2 İnflamasyon ve Onarım

Resim 2 -9 Hücre-dışı nötrofil tuzakları. A , Çekirdekleri kırmızıya, sitoplazıması yeşile boyanan, sağlıklı nötrofiller. B, Çekirdeğini kaybe­
den nötrofîlin, çekirdeğindeki materyalleri serbest bırakması ve hücre-dışı tuzakları oluşturması. C, Hücre-dışı lökosit tuzağına yakalanmış
bakterileri (stafılokokları) gösteren elektron mikrograf.
(Brinkmann V, Zychlinsky A : Beneficial suicide: why nötrofiller die to make NETs. Nat Rev Microbiol 5:577, 2007, yazarların ve yayıncının izniyle).

yonlarda konak yanıtı patolojik sürece, mikrobun biz­


O ÖZET
zat kendisinden daha fazla katkıda bulunur.
• Hasarlı ve ölü dokuları temizlemek amacıyla normal Lökositlerin Etki Mekanizmaları
bir girişim olarak (örneğin miyokard infarktüsünden • Lökositler, daha sonra fagolizozomlarda imha edilmek
sonra). İnfarktüsteki inflamasyon uzayabilir ve iske- üzere, mikropları ve ölü hücreleri fagositozla uzaklaştıra­
mi sonuçlarını, özellikle reperfüzyon sırasında daha bilir.
da şiddetlendirebilir (Bölüm 1). • İmha, aktive lökositlerde üretilen reaktif oksijen türevle­
• Inflamatuar yanıtın, belirli otoimmun hastalıklardaki ri, nitrik oksit gibi serbest radikallerle, lizozom enzimle­
gibi uygunsuz bir şekilde konak dokularına yönelme­ ri ile gerçekleşir.
si veya konağın, çevredeki toksik olmayan maddele­ • Enzimler ve reaktif oksijen türevleri hücre dışına bırakı­
re, allerjik hastalıklarda, örneğin astımda aşırı reaksi­ labilir.
yon vermesi (Bölüm 4'te anlatılmaktadır) • Mikropları ve ölü hücreleri ortadan kaldıran mekanizma­
lar (inflamasyonun fizyolojik rolü), normal dokularda da
Bütün bu durumlarda lökositlerin normal dokulara za­
hasara yol açabilir (inflamasyonun patolojik sonuçlan).
rar verme mekanizmaları mikropların ve ölü dokuların
temizlenmesinde kullanılan mekanizmaların aynısıdır.
Bunun nedeni, lökositlerin bir defa aktive olduktan son­
ra etki mekanizmalarının, zararlı etkenlerle konak ara­
sında ayırım yapmamasıdır. Aslında denetimsiz kalan
veya uygunsuz bir şekilde konak dokularına yönlendiri­ Lökosit Fonksiyon Bozuklukları
len lökositlerin bizzat kendileri, başlıca zararlı etken ko­
numuna geçer, insanlardaki birçok akut ve kronik has­ Lökositler konak savunmasında merkezi rol oynadıkla­
talıkların arka planında, lökositlerin neden olduğu doku rından, lökosit fonksiyonundaki gerek edinsel gerekse
zedelenmesi vardır (Tablo 2-3). Bu durum, spesifik has­ kalıtsal kusurların, konağın tekrarlayabilen ve yaşamı
talıkların bu kitap boyunca anlatılması sırasında açıkça tehlikeye sokabilecek enfeksiyonlar karşısındaki duyar­
görülmektedir. lılığını artırmaları, sürpriz değildir (Tablo 2-4). Tümör­
Özellikle makrofajlar olmak üzere aktive lökositler ler veya lökosit sayılarım azaltan kemoterapi ya da rad­
de, inflamasyonu daha fazla uyarır; aktive lökositler, ile­ yoterapi gibi tedavi yöntemlerinin neden olduğu kemik
ride ele alacağımız önemli sistemik etkilere neden olan, iliği supresyonu ve diyabet gibi metabolik hastalıklar (lö­
çok sayıda sitokin salgılayabilmektedir. kosit fonksiyonlarında anormalliklere neden olur) ku-
A kut İnflamasyon 41

Tablo 2 -3 Lökositlerin Neden Olduğu Hasarın Klinik Örnekleri Tablo 2 -4 Lökosit Fonksiyon Kusurları

K lin ik Ö rn e k * Hasarda Rolü O lan H ü c re le r ve H astalık Kusur


M o le k ü lle r
Edinsel
Akut
Kemik iliğinin Lökosit üretimi
A k u t solunum sıkıntısı N ötrofiller baskılanması (lösemiler
sendromu dahil), radyasyon ve
kemoterapi
A k u t transplant reddi Lenfositler; antikorlar ve kompleman
Diyabet, habaset, Adezyon ve kemotaksi
Astım Eozinofiller; IgE antikorları
sepsis, kronik diyaliz
Anemi, sepsis, diyabet, Fagositoz ve mikrobisid aktivite
monositler malnutrisyon
Septik şok Sitokinler
G enetik
K ro n ik Lökosit adezyon Lökosit adezyonunun, CD11/CD18
Romatoid a rtrit Lenfositler, makrofajlar; antikorlar? kusuru 1 integrinlerdeki (3 zincirinde görülen
mutasyonlar nedeniyle kusurlu olması
Astım Eozinofiller; IgE antikorları
Lökosit adezyon Lökosit adezyonunun, siyalile
Ateroskleroz Lenfositler, makrofajlar? kusuru 2 oligosakarid (selektinlerin bağlandığı
Kronik transplant reddi Lenfositler, makrofajlar; sitokinler reseptör) sentezinde gereken fukozil
transferazdaki mutasyonlar nedeniyle
Pulmoner fıbroz Makrofajlar; fibroblastlar
kusurlu olması
* K o n a k /a n ıtın ın d o k u h a sa rın d a ö n e m li r o l ü s tle n d iğ i k lin ik ö rn e k le r. A s tım gi­
bi b a zı h a s ta lık la r k e n d ile rin i a k u t in fla m a s y o n la v e / a te k ra rla y a n a k u t a le v le n ­
Kronik granülomatöz Oksidatif patlama azalması
m e a ta k la rın ın g ö rü ld ü ğ ü , k r o n ik b ir h a s ta lık o la ra k g ö s te re b ilir. Bu h a s ta lık la r hastalık
v e p a to g e n e z le ri, ilg ili b ö lü m le r d e ç o k d a h a a yrın tılı o la ra k a n la tılm a k ta d ır. X-kromozomuna bağlı Fagosit oksidaz (membran bileşeni)
IgE, im m u n o g lo b u lin E.
Otozomal resesif Fagosit oksidaz (sitoplazmadaki
bileşenler)
Miyeloperoksidaz Mikrobisid etkinin, kusurlu
surlu (defektif) inflamasyona en fazla yol açan nedenler­ eksikliği M P 0 -H 20 2 sistemi nedeniyle azalması
dir. Bunlar, kitabın diğer sayfalarında anlatılmaktadır. Chediak-Higashi Lökosit fonksiyonlarının, lisozom
Genetik hastalıklar bireysel olarak ender görülseler sendromu membranındaki trafikte rolü olan
de, özel moleküler yolların karmaşık inflamatuar yanıt­ proteindeki mutasyonlar nedeniyle
azalması
taki önemini açıkça ortaya koymaktadır. Daha iyi anla­
H 20 2, h id ro je n p e ro k s it; M P O , m iy e lo p e ro k s id a z .
şılmış olan bazı kalıtsal hastalıklar: G a llin J I: D is o rd e rs o f p h a g o c y tic h ü c re . In G a llin Jl, e t al (e d s): İn fla m a syo n : Ba­
• Lökosit adezyon kusurları. Tip 1 lökosit adezyon kusu­ sic P rin c ip le s v e C lin ica l C o rre la te s , 2 n d ed. N e w Y o rk , R a ven Press, 1 9 9 2 , pp

runda (leukocyte adhesion deficiency) (LAD-1), LFA-1 8 6 0 , 8 6 1 'd e n , d e ğ iş tirile re k .

ve Mac-1 adlı lökosit integrinlerindeki CD18|3 alt-iini-


tesinin hatalı sentezi, lökositlerin endotele yapışması­ lenfositlerinden litik sekretuar granül salgılanmasının
nı ve endotelin bir tarafından diğer tarafına geçmesi­ da etkilenmesi, sendromun tipik özelliği olan şiddetli
ni olumsuz etkiler ve fagositozun aksamasına ve ok- bağışıklık eksikliğini açıklamaktadır.
sidatif patlamaya neden olur. Tip 2 lökosit adezyon de- • Konak savunması kusurlu olan ender hastaların TLR
fekti (LAD-2), fukoz metabolizmasındaki kusur nede­ (Toll-benzeri reseptör) sinyalizasyon yolaklarında mutas-
niyle meydana gelir; bu hastalıkta, lökositlerin üze­ yonlar bulunduğu gösterilmiştir. Adaptif bağışıklık
rinde yer alan ve aktive endoteldeki selektinlere bağ­ yanıtlarının bileşenlerindeki kalıtsal kusurlar ayrıca,
lanan oligosakkarid olan siyalil-Lewis X yoktur. Bu enfeksiyonlar karşısındaki duyarlılığın artmasıyla so­
hastalığın klinik belirtileri, daha hafif olmak üzere, nuçlanır. Bunlar, Bölüm 4'te anlatılmaktadır.
LAD-1'dekine benzer.
• Inflanımazomun bazı bileşenlerini kodlayan genlerdeki,
• Mikrobisid aktivite defektleri. Reaktif oksijen türevleri­ örneğin kriyoprindeki fonksiyon kazanma mutasyonlan.
nin üretilmesinden sorumlu çeşitli bileşenlerden bi­ Kriyoprine eşlik eden periyodik ateş sendromları
rindeki genetik bir eksikliğe bağlı olan kronik granülo- (cryopyrine-associated fever syndromes) (CAPS) ken­
matöz hastalık, mikrobisid aktivite kusurlarına örnek dilerini, düşmek bilmeyen bir ateşle ve inflamasyo-
olarak gösterilebilir. Söz konusu defektin mevcut ol­ nun diğer belirtüeriyle gösterir ve IL-1 antagonistleri-
duğu hastalarda bakterilerin hücre içerisine alınması, nin kullanıldığı tedaviye iyi yanıt verir.
oksijen kullanan öldürme mekanizmalarının aktivas-
yonuyla sonuçlanmaz. Bu enfeksiyonların denetim al­ Akut İnflamasyonun Sonuçları
tına alınabilmesi için mikropların aktive edilmiş mak-
rofajlarla kuşatılması; "granülomlar" (ileride anlatıla­ Akut inflamasyonun sonuçları; zedelenmenin tabiatı ve
caktır) oluşturarak hastalığa ayırt edici patolojik özel­ yoğunluğu, inflamasyonun gerçekleştiği yer ve doku, ay­
liklerini kazandırır ve bu hastalığın adının, bir bakı­ rıca konağın yanıt verme yeteneği gibi faktörlerden etki-
ma yanıltıcı olduğunu gösterir. lense de genellikle üç sonuçtan biriyle sona ermektedir (Re­
• Fagolizozom oluşumundaki kusurlar. Bu nedenle gelişen sim 2 - 1 0 ):
hastalıklardan biri olan ve otozomal resesif olarak so­ • iyileşme: Rejenerasyon ve onarım. Zedelenme sınırlı ya
ya geçen Chediak-Higashi sendromunda, hücre-içi orga- da kısa süreliyse, doku hasarı hiç gelişmemiş ya da en
nel trafiğindeki kusurlar, sonunda, lizozomlarm fago- düşük düzeyde gerçekleşmişse ve zedelenen doku,
zomlarla kaynaşmasını olumsuz etkiler. Sitotoksik T rejenerasyon yeteneğine sahipse inflamasyon genel-
42 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

AKUT İNFLAMASYON REZOLUSYON


• Vasküler değişiklikler • Zararlı uyaranların temizlenmesi
• Nötrofillerin toplanması • Medyatörlerin ve akut inflamatuar
• Medyatörler hücrelerin temizlenmesi
• Hasarlı hücrelerin yenilenmesi
• Normal fonksiyon

>infarktüs
Bakteri enfeksiyonları
- Toksinler
ot (*“
İrin oluşumu (apse)
■Travma
•o>
ilerleme
■o*’!• t J : & iyileşme
iyileşme
•■■.«L. -■

İyileşme
Viral enfeksiyonlar
Kronik enfeksiyonlar
inatçı zedelenme
Otoimmun hastalıklar
FIBROZIS
KRONİK İNFLAMASYON
• Fonksiyon kaybı
■ Anjiyogenez
• Mononükleer hücre infiltrasyonu
• Fibrozis (nedbe)
Resim 2 -1 0 A k u t inflamasyonun sonuçları: rezolüsyon, nedbeleşerek iyileşme (fibrozis) veya k ro n ik inflamasyon (m etne bakınız).

likle, yapısal ve fonksiyonel normalleşmeyle sonuçla­ ra ya da rejenerasyon yeteneği olmayan dokulardaki


nır. iyileşme süreci başlamadan önce, akut inflamatu­ inflamasyonda görülen bir onarım tipidir. Bu onarma­
ar yanıtın sona ermiş olması gerekir. Bunun için; çe­ da zedelenmiş dokudaki defekt, bağ dokusuyla dol­
şitli kimyasal medyatörler nötralize edilmiş, bozul­ durulur. Hasarı onarma girişiminin ya da kronik inf­
muş veya enzimlerle parçalanmış; damar geçirgenliği lamasyonun sonucunda aşırı miktarda bağ dokusu
normalleşmiş ve lökosit göçü sona ermiş olmalı ve ar­ depolanan organlarda, fonksiyonu önemli ölçüde zo­
dından da damar dışına çıkmış nötrofiller apoptozla ra sokan bir süreç olarak fibrozis gelişebilir.
ölmüş olmalıdır. Dahası lökositler, inflamasyonu inhi-
be ederek reaksiyonu sınırlayan medyatörler üretme­
O Ö Z E T _____________ _ _ _ _ _ _ _
ye başlar. Nekrotik debrisin, ödem sıvısının ve infla­
matuar hücrelerin fagositlerle ve lenf drenajıyla boşal­ Akut İnflamasyondaki Olaylar Dizisi
ması, savaş alanındaki kalıntıları temizler. Bunu izle­
• A kut inflamasyondaki vasküler değişiklikler; arteriyoler
yen onarım süreci, lökositlerin salgıladığı sitokinlerle ve kapiler yatakların dilatasyonu sonucu arteriyel kanlan­
başlar. Bu süreçte yeni damarlar oluşup, hasarlı doku­ manın artmasıyla (eritem ve sıcaklık) karakterizedir.
ya uzanarak besleyici maddeler sağlar. Büyüme fak­ • Venüllerdeki endotel hücrelerinin arasında yer alan bağ­
törleri, fibroblastlarm çoğalmasını, defektleri doldur­ lantıların genişlemesi ya da endotel hücresinin doğrudan
mak üzere kollajen üretmesini uyarır ve hasardan zedelemesi sonucu artan damar geçirgenliği, damar dı­
kalmış doku hücreleri, yapısal bütünlüğün yeniden şında protein bakımından zengin bir eksudayla (doku
elde edilmesi için çoğalır. Onarım süreci, bu bölümün ödemi) sonuçlanır.
daha sonraki sayfalarında anlatılmaktadır. • Başlangıçta daha çok nötrofil baskınlığındaki lökositler,
Kronik inflamasyon; etken olan ajan uzaklaştırılmazsa adezyon molekülleriyle endotele tutunur ve ardından da
akut inflamasyonu izler ya da hasarın başlangıcından kemotaktik faktörlerin etkisi altında m ikro damarları
beri vardır (ör. viral enfeksiyonlar ya da konağın ken­ te rk ve hasar yerine göç eder.
di antijenlerine karşı gelişen bağışıklık reaksiyonları). • Bunu etkenin fagositozu, öldürülmesi ve yok edilmesi iz­
Kronik inflamasyonu, başlangıçta mevcut olan ve de­ ler.
vam eden doku hasarının derecesine, ayrıca etkilenen • Lökosit fonksiyonlarındaki genetik ya da edinsel kusur­
dokuların yeniden büyüme kapasitesine göre normal lar, tekrarlayan enfeksiyonlara neden olur.
yapının ve fonksiyonun geri dönüşü izleyebilir ya da • A ku t inflamasyonun sonucu; eksudanın uzaklaştırılması,
kronik inflamasyon nedbeleşmeye yol açabilir. normal doku yapısının yeniden kurulması (rezolüsyon);
kronik inflamasyona geçiş; ya da dokudaki yaygın harabi-
Nedbeleşme önemli ölçüde doku hasarından (örneğin
yeti izleyen nedbeleşme şeklinde olabilir
daha sonra anlatılacak olan apse oluşumundan) son­
‘ ~ 'fitiFûî'îTK lftf'*

Akut İnflamasyonun M orfolojik Paternleri 43

AKUT İNFLAMASYONUN
MORFOLOJİK PATERNLERİ
Akut inflamasyonu karakterize eden damarsal ve hücre­
sel reaksiyonlar morfolojik görünüme yansır. İnflamatuar
yanıtın şiddeti, spesifik nedeni ve geliştiği doku, akut inf­
lamasyonun temel morfolojisini değiştirerek farklı görü­
nümlere yol açabilir. Bu morfolojik paternlerin tanınması,
çoğu zaman farkı etiyolojilere ve klinik durumlara eşlik
etmeleri nedeniyle önemlidir.

M ORFOLOJİ
Resim 2-11 Seröz inflamasyon. Bir deri kabarcığının enine kesitin­
• Seröz inflam asyon, zedelenme yerine bağlı olarak de dermişten, fokal bir seröz efüzyon toplanmasıyla ayrılmış olan
plazmadan veya periton, plevra ve perikard boşlukları­ epidermis; küçük büyütme.
nın iç yüzeyini döşeyen mezotel hücrelerinin salgıların­
dan kaynaklanan sulu, protein bakımından nispeten fakir
bir sıvı belirmesiyle karakterizedir. Yanık veya viral en­
feksiyon nedeniyle gelişen deri kabarcığının içerdiği sıvı,
derinin epidermis tabakasının içerisinde veya hemen al­ perikard boşluğundaki fibrinöz eksudanın organize ol­
tında biriken seröz efüzyon için iyi bir örnektir (Resim ması, söz konusu boşlukta fibröz köprüler kuran ya da
2 -11). Seröz bir boşluk içerisinde biriken sıvı, efüzyon boşluğu tıkayan ve miyokard fonksiyonunu kısıtlayan yo­
olarak adlandırılır. ğun fibröz skar dokusu gelişmesine yol açabilir.
• Fib rin ö z inflam asyon, damar geçirgenliğinin büyük * Süpüratif (p ü rü la n ) (irin li) inflam asyon ve apse
ölçüde artarak fıbrinojen gibi büyük moleküllerin endo- o lu şu m u . N ötrofillerden, nekrotik hücrelerden ve
tel bariyerini geçmesine izin vermesiyle sonuçlanan, da­ ödem sıvısından oluşan büyük miktarda pürülan eksuda
ha şiddetli zedelenmenin bir sonucu olarak gelişir. Da­ (irin) (pü) ile kendini gösterir. Stafilokoklar gibi belirli o r­
mar dışında biriken sıvı histolojik olarak, ipliklerden olu­ ganizmalar, bu tü r lokalize süpürasyona yol açma olası­
şan, eozinofil bir ağ veya kimi zaman am orf bir koagü- lıkları daha fazla olduğundan piyojen (irin oluşturan)
lum olarak gözükür (Resim 2 -1 2 ). Fibrinöz eksuda; me- bakteriler olarak da adlandırılır. A p seler, piyojen orga­
ninksler, perikard ve plevra gibi vücut boşluklarını döşe­ nizmaların dokularda yerleşip çoğalmasıyla veya nekroz
yen inflamasyon için karakteristiktir. Bu gibi eksudalar odaklarının sekonder enfeksiyonuyla gelişen, odak şek­
fibrinolizle yıkılabilir ve biriken debris makrofajlar tara­ lindeki irin birikimleridir. Apselerde tipik olarak merkez­
fından uzaklaştırılabilir; böyle b ir gelişme, normal doku de, kenarlarında korunmuş nötrofillerin yer aldığı bir
yapısının tekrar elde edilmesiyle (rezo lü sy o n ) sonuçla­ alanla (Resim 2 -1 3 ), bunu kuşatan ve onarım girişimini
nır. Ancak fibrin bakımından zengin olan eksudalar tam gösteren, genişlemiş damarların ve fibroblast proliferas-
olarak uzaklaştırılamayabilir ve yerlerini, kan damarları­ yonunun bulunduğu b ir bölge vardır. Zamanla tam bir
nın ve fibroblastların oluşturduğu girintilere (organi­ apse duvarı oluşabilir ve sonunda apse yerini bağ doku­
zasyo n ) bırakabilir; en sonunda, önemli klinik sonuçla­ suna bırakabilir. Alttaki dokuda meydana gelen hasar
rın eşlik edebildiği nedbeleşme gerçekleşebilir. Örneğin nedeniyle, apsenin sonucu nedbeleşmedir.

Resim 2 -1 2 Fibrinöz perikardit. A , Perikard üzerindeki fibrin birikimleri. B, Perikard yüzeyi (P), pembe renkli, ağ-benzeri bir fibrin ek­
suda tabakasıyla (F) örtülmüştür.
44 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım

Resim 2 -1 3 Apse oluşumuyla birlikte pürülan inflamasyon. A , Bronkopnömonide, akciğerdeki multipl bakteriyel apse (oklar). B, Nötro-
filler ve hücre debrisi içeren apse, konjesyonlu kan damarlarıyla çevrilmiştir.

• Ü ls e r, bir organın veya dokunun yüzeyinde, hücrelerin (1) ağız, mide, bağırsak veya ürogenital kanal mukoza­
nekroza uğraması ve nekrotik/inflam atuar dokunun dö­ sında ve (2) etkilenen dokuda yaygın nekroz gelişmesine
külmesi nedeniyle meydana gelen lokal bir defekt ya da zemin hazırlayan dolaşım bozuklukları olan, yaşlı insan­
çukurdur (Resim 2 -1 4 ). Ülserleşme yalnızca doku nek­ larda, alt ekstremitelerinin deri-altı dokusunda görülür.
rozu ve bunun sonucunda gelişen inflamasyon, yüzeyde Ülserler için verilebilecek en iyi örnek, akut ve kronik
veya yüzeye yakın yerdeyse oluşur. Ülserlerle en çok inflamasyonun eşlik ettiği, mide veya duodenumun pep-
tik ülserleridir. A kut dönemde, defektin kenarlarında
yoğun bir polimorfonükleer hücre infiltrasyonu ve da­
mar genişlemesi vardır. Kronikleşen ülserin kenarlarında
ve tabanında; lenfositlerin, makrofajların ve plazma hüc­
relerinin birikmesiyle birlikte nedbeleşme gelişir.

İNFLAMASYONUN KİMYASAL
MEDYATÖRLERİ VE DÜZENLEYİCİLERİ
Akut inflamasyondaki vasküler değişikliklerle hücreler­
deki değişiklikleri ve bunlara eşlik eden morfolojik deği­
şiklikleri anlattıktan sonra şimdi, bu olayların sorumlu­
su olan kimyasal medyatörleri ele alacağız. Bu liste, yor­
gun bir öğrencinin (hatta profesörlerin!) gözünü kor­
kutsa da verilen bilgilerin, çok sayıda hasta tarafından
her gün kullanılan ve aspirin, asetaminofen gibi, hiç de
yabancısı olmadığımız ilaçların da aralarında yer aldığı,
sayıları çok fazla olan anti-inflamatuar ilaçların tasarlan­
masında kullanılmış olduğunu da vurgulamak gerekir.
Bu bölümde, inflamasyon medyatörlerinin genel özellik­
leri üzerinde durulmakta ve önemli moleküllerin yalnız­
ca bazıları ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bunların yanı
sıra, inflamatuar reaksiyonları sınırlayan ve sonlandıran
bazı mekanizmalardan da söz edilmektedir.
• Medyatörler, lokal olarak inflamasyon yerindeki hücreler
tarafından üretilir ya da ve inflamasyon yerinde aktive
edilen inaktif prekürsörlerden (tipik olarak karaciğerde
sentezlenirler) kaynaklanır (Resim 2-15 ve Tablo 2-5).
Resim 2 -1 4 Ülser. A , Kronik bir duodenum ülseri. B, Küçük bü­ Hücrelerde üretilen medyatörler normal olarak hücre
yütmede, tabanında akut inflamatuar eksuda bulunan bir duode­ içindeki grandilerde saklanır ve hücre akvite oldu­
num ülser kraterinin enine kesiti. ğunda hızla salgılanır (mast hücrelerindeki histamin
İnflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 45

MEDYATÖRLER KAYNAĞI

Önceden oluşan ve
Histamin Mast hücreleri, trombositler
sekretuar granüllerde
Serotonin Trombositler
saklanan medyatörler

Prostaglandinler Tüm lökositler, mast hücreleri


Lökotrienler Tüm lökositler, mast hücreleri
Trombositleri aktive eden faktör Tüm lökositler, EC
Yeni sentez edilenler - Reaktif oksijen türevleri Tüm lökositler
Nitrik oksit Makrofajlar, EC
Sitokinler Makrofajlar, lenfositler, EC, mast hücreleri
Nöropeptidler Lökositler, sinir lifleri

C3a“
Kompleman C5a h anafilatoksinler
aktivasyonu C3b J
C5b~9 (membran saldırı kompleksi)

Faktör XII (Hageman _ Kinin sistemi (bradikinin)


faktörü) aktivasyonu Pıhtılaşma / fibrinoliz sistemi

Resim 2 -1 5 inflamasyon medyatörleri. Hücrelerden ve plazma proteinlerinden kaynaklanan başlıca inflamasyon medyatörleri. EC, endo-
tel hücresi.

gibi) veya uyarana yanıt olarak baştan (de novo) sen­ nuçların eşlik ettiği farklı etkilere sahip olabilir. Diğer
tez edilir (lökositlerde ve diğer hücrelerde üretilen medyatörler (ör. lizozomal proteazlar ve reaktif oksi­
prostaglandinler ve sitokinler gibi). Plazma protein jen türevleri) spesifik reseptörlere bağlanmalarını ge­
kökenli medyatörler (kompleman proteinleri, kinin­ rektirmeyen, doğrudan enzimatik ve/veya toksik ak-
ler) dolaşımda inaktif şekildedir ve biyolojik aktivite- tiviteye sahiptir.
lerini kazanmaları için, proteolitik enzimler tarafın­ • Medyatörlerin büyük bölümünün etkileri, sıkı denetim al­
dan aktive edilir. tında ve kısa sürelidir. Aktif duruma geçip hücreden
• Medyatörlerin büyük bölümü etkilerini, farklı hedef hüc­ çıktıklarında hızla bozulur (araşidonik asit metabolit-
relerdeki spesifik reseptörlere bağlanarak gösterir. Bu tür leri gibi), enzimler tarafından inaktive edilir (kininaz
medyatörler yalnızca bir veya birkaç hücre tipinde et­ enziminin bradikinini inaktive etmesi gibi), ortadan
kilidir ya da etkiledikleri hücre tipine göre farklı so­ kaldırılır (antioksidanlarm toksik oksijen metabolitle-

Tablo 2-5 Başlıca İnflamasyon Medyatörlerinin Etkileri

M edyatör Kaynak(lar) Etkileri

Hücrelerden Kaynaklanan
Histamin Mast hücreleri, bazofiller, trombositler Vazodilatasyon, damar geçirgenliğinin artması, endotel aktivasyonu
Serotonin Trombositler Vazokonstriksiyon
Prostaglandinler Mast hücreleri, lökositler Vazodilatasyon, ağrı, ateş
Lökotrienler Mast hücreleri, lökositler Damar geçirgenliğinin artması, kemotaksi, lökosit adezyonu ve
aktivasyonu
Trombositleri aktive Lökositler, mast hücreleri Vazodilatasyon, damar geçirgenliğinin artması, lökosit adezyonu,
eden faktör kemotaksi, degranülasyon, oksidatif patlama
Reaktif oksijen türevleri Lökositler Mikropların öldürülmesi, doku hasarı
Nitrik oksit Endotel, makrofajlar Damarlardaki düz kasların gevşemesi, mikropların öldürülmesi
Sitokinler (TNF, IL-1, IL-6) Makrofajlar, endotel hücreleri, Lokal: endotel aktivasyonu (adezyon moleküllerinin ekspresyonu).
mast hücreleri Sistemik: ateş, metabolik anormallikler, hipotansiyon (şok)
Kemokinler Lökositler, aktive makrofajlar Kemotaksi, lökosit aktivasyonu
Plazma Proteinlerinden Kaynaklanan
Kompleman Plazma (karaciğerde üretilir) Lökosit kemotaksisi ve aktivasyonu, hedefin doğrudan öldürülmesi
(MAC), vazodilatasyon (mast hücresi stimülasyonu)
Kininler Plazma (karaciğerde üretilir) Damar geçirgenliğinde artma, düz kasların kasılması,
vazodilatasyon, ağrı
Proteazlar pıhtılaşma Plazma (karaciğerde üretilir) Endotel aktivasyonu, lökositlerin toplanması
sırasında aktive olur
IL-1, IL -6 , in te r lö k in - 1 v e -6 ; M A C , m e m b ra n s a ld ırı k o m p le k s i; T N F , t ü m ö r n e k r o z f a k t ö r ü .
46 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım

rini temizlemesi gibi) ya da inhibe edilir (kompleman ler, inflamasyondaki AA metabolitlerinin önde gelen kay­
aktivasyonunun, kompleman düzenleyici proteinler naklarıdır. AA metabolitleri, oluştukları yerde lokal ola­
tarafından blokajında olduğu gibi). rak etki eder ve daha sonra kendiliğinden bozunur ya da
enzimlerle yok edilir.
Hücrelerden Kaynaklanan Medyatörler AA, öncelikle diyetteki linoleik asitten üretilen ve vü­
cutta daha çok, hücre membranı fosfolipidlerinde esterleş-
İnflamasyon yerindeki doku makrofajlarmın, mast hücre­ miş olarak bulunan, 2 0 -karbonlu, dört tane çift-bağ içe­
lerinin ve endotel hücrelerinin; bunların yanı sıra kandan ren, çoklu doymamış bir yağ asididir. Bu fosfolipidlerden;
gelerek inflamasyon yerinde toplanan hücrelerin tümü, mekanik, kimyasal veya fiziksel uyaranların ya da C5a gi­
farklı inflamasyon medyatörlerini üretebilirler. bi inflamatuar medyatörlerin etkisiyle aktif duruma ge­
V azoa ktif A m in le r
çen, hücre fosfolipazlarımn etkisiyle salınır. AA metabo­
lizması, başlıca iki enzimatik yoldan ilerler: Bu yollardan
Vazoaktif (damarlar üzerinde etkili) iki amin olan ve mast birinde siklooksijenaz enzimi, prostaglandinlerin ve trom-
hücreleriyle diğer hücrelerde, önceden oluşmuş molekül­ boksanların sentezini uyarır; İkincisinde ise lipoksijenaz
ler şeklinde depolanan histamin ile/ve serotonin; akut inf- enzimi lökotrienlerin ve lipoksinlerin üretilmesinden so­
lamatuar reaksiyonda bu hücrelerden salınacak ilk med­ rumludur (Resim 2-16).
yatörler arasındadır.
• Prostaglandinler ve tromboksanlar. Prostaglandin E 2
• Histamin, özellikle damar yakınındaki mast hücreleri
(PGE2), PGD2, PGF2a, PGI2 (prostasiklin) ve trombok-
olmak üzere çok sayıda hücre tipi, ayrıca dolaşımdaki
san A2 (TXA2) siklooksijenaz yolunun, her biri spesifik
bazofiller ve trombositler tarafından üretilir. Önceden
bir enzimin bir ara-ürün üzerinde etkisiyle meydana
oluşmuş histamin çeşitli uyaranlara yanıt olarak mast
gelen, ürünleridir. Bu enzimlerden bazılarının doku da­
hücrelerinin granüllerinden salınır: (1 ) travma veya ısı
ğılımı kısıtlıdır. Örneğin, trombositler tromboksan sen-
etkisiyle meydana gelen fiziksel zedelenme; (2) IgE an­
taz enzimini içerirler ve dolayısıyla TXA2, trombosit ag-
tikorlarının mast hücrelerinin üzerindeki Fc reseptörle­
regasyona yol açan güçlü bir madde ve bir vazokonst-
rine bağlanmasıyla gelişen bağışıklık reaksiyonları (Bö­
riktördür ve trombositlerde üretilen başlıca prostaglan-
lüm 4); (3) anafilatoksinler olarak adlandırılan C3a ve
dindir. Diğer yandan, endotel hücrelerinde trombok­
C5a kompleman parçaları (ileriye bkz); (4) lökosit-kö-
san sentaz yoktur, ancak bu hücreler, bir vazodilator
kenli, histamin salınmasına yol açan proteinler; (5) nö-
olan ve trombosit agregasyonunu güçlü bir şekilde in­
ropeptidler (ör. P maddesi) ve (6 ) belirli sitokinler (ör.
hibe eden PGI2 sentezinden sorumlu enzim prostasik­
IL-1 ve IL-8 ). Histamin insanlarda arteriyolleri genişle­
lin sentazı içerir. Bu iki prostaglandinin (TXA2 ve PGI2)
tir; venüllerde endotel kontraksiyonuna ve endoteldeki
hemostazdaki zıt rolleri, Bölüm 3'te ayrıntılı olarak an­
hücrelerarası açıklıkların oluşumuna neden olur. Gra­
latılmaktadır. PGD2, daha yaygın dağılımı olan PGF2
ndilerden salınmasından kısa bir süre sonra da, hista-
ile birlikte, mast hücrelerindeki siklooksijenaz yolunun
minaz enzimi tarafından inaktive edilir.
önde gelen metabolitidir; vazodilatasyona neden olur
• Serotonin (5-hidroksitriptamin) trombosit grandilerin­ ve ödem oluşumunu artırır. Prostaglandinler ayrıca,
de önceden oluşmuş olarak saklanan ve trombosit ag- inflamasyona eşlik eden ağrıya ve ateşe katkıda bulu­
regasyonu sırasında salman, vazoaktif bir medyatördür nur; PGE2 diğer çeşitli uyaranlar karşısında ağrı eşiğini
(Bölüm 3). Kanın pıhtılaşması sırasında vazolconstrik- düşürür ve sitokinlerle etkileşime girerek ateş yüksel­
siyona neden olur. Serotonin ayrıca, nöronlarda ve en-
mesine neden olur.
terokromaffin hücrelerde üretilen, bağırsak motilitesini
• Lökotrienler. Lökotrienler, nötrofillerde AA'i metaboli­
düzenleyen bir nörotransmiterdir.
ze eden başlıca enzim olan 5-lipoksijenaz etkisiyle üre­
A ra şid o n ik A s it M e ta b o litle ri: Prostaglandinler, tilir. Lökotrienlerin sentezi çok sayıda aşamadan geçe­
L ö ko trie n le r ve Lipoksinler rek gerçekleşir (Resim 2-16). Birinci aşamada üretilen
lökotrien A4 (LTA4), daha sonra LTB2 veya LTC4'e dö­
Araşidonik asit (AA) metabolitleri, inflamasyon ve hemos-
nüşür. Nötrofiller üzerinde güçlü bir kemotaktik etkisi
taz gibi çeşitli biyolojik süreçler üzerinde etkilidir. 2 0 -kar-
olan LTB4, nötrofillerde ve bazı makrofajlarda üretilir.
bonlu yağ asitlerinden oluşmaları nedeniyle eikozanoidler
LTC4 ve metabolitleri LTD4 ve LTE4, öncelikle mast
(eicosa Yunanca "yirmi" demektir), inflamasyonun her
hücrelerinde üretilir, bronkokonstriksiyona ve damar
aşamasında gerçekten de medyatör olarak fonksiyon gö­
geçirgenliğinin artmasına neden olur.
rürler (Tablo 2-6); inflamatuar yanıt yerinde sentezleri ar­
• Lipoksinler. Lökositler dokulara girdiğinde, lipoksijenaz
tar ve bu sentezin inhibitörleri, inflamasyonu hafifletir.
etkisiyle meydana gelen başlıca AA metabolitlerini ya­
Lökositler, mast hücreleri, endotel hücreleri ve trombosit-
vaş yavaş, lipoksinler adıyla bilinen ve nötrofil kemotak-
sisini ve bu hücrelerin endotele yapışmasını önleyen,
Tablo 2 -6 Araşidonik Asit Metabolitlerinin (Eikozanoidler)
dolayısıyla lökotrienlerin endojen antagonistleri olarak
Başlıca İnflamatuvar Etkileri
hizmet veren anti-inflamatuar medyatörlere dönüştü­
Etki Eikozanoid rürler. Aktive olan ve lökositlere yapışan trombositler
Prostaglandin PGI2 (prostasiklin),
de, önemli bir lipoksin kaynağıdır. Trombositler, lipok-
Vazodilatasyon
PGE-,, PGE2, PGD2 sin A4 ve B4'ü (LXA4 ve LXB4) yalnız başlarına sentez
edemezler ama bu medyatörleri, bitişikteki nötrofiller-
Vazokonstriksiyon Thromboksan A2, lökotrienler
c 4> d 4, e 4
den sağlanan bir ara-üründen transsellüler biyosentez
yoluyla oluşturabilirler. AA ürünleri bu mekanizmayla,
Damar geçirgenliğinde artma LökotrienlerC4, D4, E4
bir tip hücreden diğer bir tip hücreye geçebilmektedir.
Kemotaksi, lökosit adezyonu Lökotrienler B4, HETE
Prostaglandin Üretimim B loke Eden A nti-inflam atuar
HETE, hydroxyeicosatetraenoic acid.
İlaçlar. Eikozanoid sentezini bloke eden ilaçların klinik
İnflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 47

Steroidler inhibe eder

ARARİDONİK ARIT ------------ ------------------- ^H P E T E le r----------- > HETEler


COX-1 ve COX-2 lipoksijenazlar
inhibitörleri, aspirin, -------------------------- 1--------------------------
indometasin ' J U I
inhibe eder '
Siklooksijenaz 5-Lipoksijenaz )

Prostaglandin G2 (PGG2) ■5-HPETE > 5-HETE


\
Prostaglandin H2 (PGH2) 12-Lipoksijenaz Kemotaksi

f 1 Lökotrien A4 (LTA4) > Lökotrien B4


Prostaglandin Thromboksan A 2
PGI2 TX A2 I
Lökotrien C4 (LTC4)
Vazodilatasyona Vazokonstriksiyona Bronkospazm
neden olur, neden olur, Damar
trombosit trombosit Lökotrien D4 (LTD4)
geçirgenliğinin
agregasyonunu agregasyonunu artması
inhibe eder teşvik eder Lökotrien E4 (LTE4)

1 1
1 1 Lipoksin A 4 Lipoksin B
pgd2 pge2 (LXA2) (LXB4)

Vazodilatasyon, Nötrofil adezyonunu


Damar geçirgenliğinin ve kemotaksiyi
artması inhibe eder

Resim 2 -1 6 Araşidonik asit metabolitlerinin üretilmesi ve inflamasyondaki rolleri. Farmakolojik girişimlerle inhibe edilen enzimatik akti-
viteler, bu metabolitlerin üretildiği başlıca yolları (kırmızı b irX ile işaretli). COX-1, COX-2, siklooksijenaz 1 ve 2; HETE, hidroksieikozatet-
raenoik asit; HPETE, hidroksiperoksieikozatetraenoik asit.

faydaları, eikozanoidlerin inflamatuar süreçteki merkezi olmamaları nedeniyle, lcardiyovasküler ve serebral olay
rollerinin önemini göstermektedir. Aspirin ve ibuprofen gelişme riskini artırabilir. Güçlü anti-inflamatuar ilaçlar
gibi nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID), siklo­ olan glikokortikoidler etkilerini kısmen, fosfolipaz A2 ak­
oksijenaz enziminin aktivitesini inhibe ettiklerinden, tivitesini, dolayısıyla membran lipidlerinden araşidonik
tüm prostaglandinlerin sentezini bloke eder; NSAID gru­ asit salınmasını inhibe ederek göstermektedir.
bu ilaçların ağrı ve ateş tedavisindeki etkili olmaları bu
blokaj nedeniyledir. Siklooksijenaz enziminin (COX), T ro m b o sit A k tiv e Eden Faktör
COX-1 ve COX-2 olmak üzere iki formu vardır. COX-1, Trombosit agregasyonuna ve degranülasyonuna neden
inflamatuar uyaranlara yanıt olarak üretilir; ayrıca home- olduğu için bu adı alan trombosit aktive eden faktör (pla­
ostazda fonksiyon gören (böbreklerde sıvı ve elektrolit telet-activating factor- PAF), birçok inflamatuar etkiye sa­
dengesini, gastrointestinal kanalda hücrelerin korunma­ hip, diğer bir fosfolipid türevi medyatördür. Kimyasal adı
sını sağlayan) prostaglandinlerin üretilmesini uyardığı, asetil gliserol eter fosfokolin olan PAF; nötrofillerdeki,
neredeyse tüm dokularda devamlı olarak eksprese edilir. monositlerdeki, bazofillerdeki, endotel hücrelerindeki
Oysa COX-2, yalnızca inflamatuar uyaranların etkisiyle trombositlerdeki (ve diğer hücrelerdeki) membran fosfo-
üretilir ve normal dokuların hemen hiç birinde yoktur. lipidlerinden fosfolipaz A2 etkisiyle üretilir. G-proteiniyle
COX-2 inhibitörleri bu nedenle prostaglandinlerin zarar­ birleşen spesifik bir reseptörün etkileriyle, doğrudan doğ­
lı etkilerini önlemek, buna karşılık COX-1'in yararlı etki­ ruya hedef hücre üzerinde etkilidir. Trombositleri uyar­
lerine engel olmamak beklentisiyle geliştirilmiştir. An­ masının yanı sıra bronkokonstriksiyona neden olur, ayrı­
cak, iki siklooksijenaz formunun rolleri arasındaki fark, ca vazodilatasyona ve damar geçirgenliğinin artmasına
mutlak bir fark değildir. Ayrıca COX-2 inhibitörleri, olası­ yol açmak bakımından, histaminden 1 0 0 - 1 0 0 0 kat daha
lıkla endotel hücrelerinin trombosit agregasyonunun in­ giiçlüdür. Yine PAF, trombositlerin ve diğer hücrelerin ei-
hibe eden prostasiklin (PGI2) üretimini inhibe etmeleri, kozanoidler ve sitokinler gibi diğer medyatörleri sentez
buna karşılık trombosit agregasyonunda medyatör olan etmeleri için uyarır. Görüldüğü gibi PAF inflamatuar re­
of TXA2'nin trombositler tarafından üretilmesine engel aksiyonların birçoğuna, bu arada lökosit adezyonunun
48 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

artmasına, kemotaksiye, lökosit degranülasyonuna ve so­ tipleri tarafından üretilir (Resim 2-17). Bunların salgılan­
lunum patlamasına neden olabilir. ması, bakteri toksinleri gibi mikrop ürünleri, immün
kompleksler ve adaptif bağışıklık yanıtları sırasında T len­
S itokinler fositlerin ürettiği ürünler tarafından uyarılır. Daha önce
Sitokinler, inflamasyon ve bağışıklık yanıtlarında medya- de anlatıldığı gibi IL-1 aynı zamanda, inflammazom akti-
tör olarak fonksiyon gören birçok hücre tipinin polipep- vasyonuyla salgılanır. Bu sitokinlerin inflamasyondaki
tid yapısındaki ürünleridir (Bölüm 4). Zararlı uyaranlara başlıca görevi, endotel aktivasyonudur. Hem TNF hem IL-
karşı gelişen en erken bağışıklık ve inflamasyon reaksi­ 1, endotel hücreleri üzerinde adezyon moleküllerinin
yonlarında, ayrıca mikroplar karşısında daha geç gelişen ekspresyonuna yol açar; bu gelişme lökositlerin bağlan­
adaptif (spesifik) bağışıklık reaksiyonlarında rol oynarlar. masının ve toplanmasının artmasıyla ve özellikle kemo-
Sitokinlerin bazıları, kemik iliğindeki prelcürsörlerde da­ kinler olmak üzere ek sitokinlerin, ayrıca eikozanoidlerin
ha fazla sayıda lökosit yapılmasını, dolayısıyla inflamas­ üretilmesiyle sonuçlanır. TNF bunun yanı sıra, endotelin
yon ve bağışıklık yanıtlarında tüketilenlerin yerine kon­ trombojenik özelliğini de artırır. IL-1'in doku fibroblastla-
masını uyarmaktadır. Molekül özellikleri karakterize edi­ rmı aktive etmesi, ESM proliferasyonunun ve üretiminin
len sitokinler, lökositler arasındaki iletişimde aracı olma­ artmasıyla sonuçlanır.
ları nedeniyle interlökin olarak adlandırılır, IL harfleriyle TNF ve IL-1, makrofajlar ve inflamasyon yerindeki
simgelenir ve ayrıca numaralanır. Ancak bu adlandırma, hücreler tarafından salgılanmaktaysa da; enfeksiyona ve
çok sayıda sitokinin lökositler değil de diğer hücreler üze­ inflamasyona çoğu zaman eşlik eden akut-faz reaksiyo­
rinde etkili olması ve lökositler üzerinde etkili birçok si­ nunu uzak yerlerde başlatmak üzere dolaşıma girebilir.
tokinin, tarihsel nedenlerle interlökin olarak adlandırıl­ Bu reaksiyonun bileşenleri ateş, letarji, karaciğerde (ayrı­
mamış olması nedeniyle hatalıdır. ca IL6 tarafından da uyarılan) çeşitli akut-faz proteinleri­
TNF, IL-1, IL-6 ve kemokin olarak adlandırılan bir grup ke- nin sentezi, metabolik erime (kaşeksi), dolaşıma nötrofil
moattraktan sitokin, akut inflamasyonda rolü olan başlıca si- salınması ve kan basıncının düşmesidir. Inflamasyonun
tokinlerdir. Kronik inflamasyonda daha önemli olan diğer bu sistemik belirtileri, bölümün daha sonraki sayfaların­
sitokinler interferon-y (IFN-y) ve IL-12'dir. T lenfositleri da anlatılmaktadır.
ve diğer hücreler tarafından üretilen IL-17 adlı bir sitokin, Kem okinler. Kemokinler küçük (8-10 kDa), yapısal olarak
lökositlerin olay yerinde toplanmasında önemli role sa­ birbirleriyle ilişkili, öncelikle lökositlerin farklı alt-bölüm-
hiptir; enfeksiyonlar karşısındaki konak yanıtında ve inf- leri üzerinde kemoattraktan olarak etkili bir protein aile­
lamatuar hastalıklarda rol oynar. sidir. Lökositleri inflamasyon yerinde toplamak ve lenfo-
Tümör N ekroz Faktörü ve İnterlökin-1. TNF (Tümör Nek­ id dokuyla diğer dokulardaki normal anatomik organi­
roz Faktörü) ve IL-1 (interlökin-1) aktive makrofajlar, ayrı­ zasyonu denetlemek; kemokinlerin iki temel fonksiyonu­
ca mast hücreleri, endotel hücreleri ve bazı diğer hücre dur. Inflamatuar uyarıya yanıt olarak, belirli hücre popü-

LOKAL İNFLAMASYON SİSTEMİK KORUYUCU ETKİLER SİSTEMİK PATOLOJİK ETKİLER

Düşük
debisi
Endotel hücreleri, kan damarları

Geçirgenliğin
Lökositler Trombus
artması
TNF Kemik iliği
IL-1 Çoklu dokular ^
IL-1, IL-6,
kemokinler IL-6

TN F^ İskelet
IL-1

Lökosit
üretimi
Insülin direnci
Resim 2 -1 7 Sitokinlerin akut inflamasyondaki rolü. TNF, IL-1 ve IL-6 adlı sitokinler, lokal inflamatuar yanıtta lökositlerin inflamasyon ye­
rine toplanmasındaki kilit medyatörlerdir; ayrıca inflamasyonun sistemik reaksiyonlarında da rol oynarlar.
Inflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 49

lasyonlarıra (nötrofiller, lenfositler veya eozinofiller) infla- len, gaz şeklindeki bir serbest radikaldir. Merkezi sinir
masyon yerinde toplamak amacıyla geçici olarak kemo- sisteminde, nörotransmiter salmımmı ve kan akışını dü­
kin kombinasyonları üretilir. Kemokinler aynı zamanda zenler. Makrofajlar bu gazı mikropların ve tümör hücre­
lökositleri de aktive eder; daha önce de anlatıldığı gibi lö- lerinin öldürülmesinde sitotoksik olarak kullanır. Endotel
kosit integrinlerinin endotel hücreleri üzerindeki ligand- hücrelerinde üretildiğinde, damarlardaki düz kasları gev­
larma olan afinitesini artırmak, bu aktivasyonun sonuçla­ şeterek vazodilatasyona neden olur.
rından biridir. Bazı kemokinler dokularda temel olarak Nitrik oksit, nitrik oksit sentaz (NOS) enzimi tarafın­
bulunur ve farklı hücre popülasyonlarmm dokulara (ör­ dan L-arginin, moleküler oksijen ve NADPH kullanılarak
neğin T ve B lenfositlerinin lenf bezlerinin ve dalağın de novo sentez edilir. Bu enzimin, doku dağılımları fark­
farklı bölgelerine) anatomik ayrılmasından sorumludur. lı olan, üç izoformu vardır
Kemokinler aktivitelerini, hedef hücrenin üzerindeki, G-
proteiniyle birleşmiş spesifik reseptörlere bağlanarak gös­ • Tip I (nöronal NOS, nNOS); esas olarak bulunduğu
terirler. Bu reseptörlerden CXCR4 ve CCR5 olarak adlan­ hücreler nöronlardır ve inflamasyonda önemli bir rol
dırılan ikisi, insan immünyetmezlik virüsünün lenfositle­ oynamaz.
re bağlanarak bu hücrelere girmelerinde önem taşıyan, • Tip II (indüklenebilen NOS, nNOS); makrofajlarda ve
yardımcı-reseptörlerdir (Bölüm 4). endotelde, en fazla IL-1, TNF ve IFN-y olmak üzere çok
Kemokinler, korunmuş sistein kalıntılarının düzenle­ sayıda inflamatuar sitokin, ayrıca bakteri endotoksini
nişine göre, başlıcaları CXC ve CC kemokinleri olmak tarafından sentez edilir ve inflamatuar reaksiyonlarda­
üzere 4 grupta sınıflandırılır: ki nitrik oksitin üretilmesinden sorumludur. Tip II ay­
® CXC kemokinler, korunmuş sisteinleri ayıran bir amino rıca hepatositler, kalp miyositleri ve solunum epiteli
aside sahiptir ve etkilerini öncelikle lökositler üzerinde hücreleri gibi diğer birçok hücre tipinde de vardır.
gösterir. Bu grubun tipik üyesi olan IL-8 ; aktive makro- • Tip III (endotelyal NOS, eNOS); öncelikle endotelde
fajlar, endotel hücreleri, mast hücreleri ve fibroblastlar olarak sentez edilir ama başka hücrelerde de mevcut
tarafından, öncelikle mikrop ürünlerine ve IL-1 ve TNF olabilir.
gibi diğer sitokinlere yanıt olarak aktive edilir. Aktive makrofajlarda mikrobisid (sitotoksik) olarak kul­
® CC kemokinler, komşu sistein kalıntılarına sahiptir. lanılması, nitrik oksidin önemli bir fonksiyonudur. İnfla­
Monosit kemoattraktan protein-1 (MCP-1) ve malcro- masyonda; vazodilatasyon, trombosit aktivasyonunun
faj inflamatuar protein-la (MIP-la) (her ikisi de önce­ tüm aşamalarının (adezyon, agregasyon ve degranülas-
likle monositler için kemoattraktan olan), RANTES yon) antagonize edilmesi ve lökositlerin inflamasyon ye­
(regulated on activation, normal T cell-expressed ve rine toplanması gibi daha başka rolleri de vardır.
secreted) (bellek CD4+ T hücreleri ve monositler için
kemotaksik) ve eotaksin (eozinofiller için kemotak-
sik); bu sınıfın üyeleridir. Lökositlerdeki Lizozom Enzim leri
Nötrofillerdeki ve monositlerdeki granüller, fagosite edi­
R eaktif Oksijen T ürevleri len maddelerin yok edilmesinden sorumlu olan ve doku
Reaktif oksijen türevleri (ROT), NADPH oksidaz (fagosit hasarına yol açabilen birçok enzim içerir. Daha önce an­
oksidaz) yolağıyla sentez edilir ve mikroplarla, immün latıldığı gibi aktive lökositlerden, lizozomlarm granül içe­
komplekslerle, sitokinlerle ve diğer çeşitli inflamatuar riği de salmabilir. Asit proteazlar genellikle yalnızca, pH
uyaranlarla aktive eden nötrofillerden ve makrofajlardan değeri düşük olan fagolizozom ortamında aktifken; elas-
salınır. Oksijen türevi olan bu serbest radikallerin sentezi taz, kollajenaz ve katepsin gibi, nötral elastazlar, hücre-
ve düzenlenmesi, hücre zedelenmesinden söz edilirken dışmda etkili olarak elastini, kollajeni, bazal membranı
Bölüm l'd e ve bu bölümün önceki sayfalarında, lökosit ve diğer matriks proteinlerini parçalar. Nötral proteazlar,
aktivasyonundan söz edilirken anlatılmıştır. ROT lizo- C3 ve C5 kompleman proteinlerinin klivajı üzerinden va-
zomlar içerisinde üretilerek, fagosite edilmiş mikropları zoaktif C3a ve C5a medyatörlerini meydana getirebilir ve
ve nekrotik dokuları yok eder. Yine bu serbest radikaller kininojenden, bradikinin-benzeri peptid üretebilir.
düşük düzeyde salgılandıklarında kemokin, sitokin ve Plazmadaki ve doku sıvılarındaki antiproteazlar, lizo­
adezyon moleküllerinin ekspresyonunu artırarak infla­ zom enzimlerinin hasara yol açabilecek etkilerini sınırla­
matuar medyatörler dizisini güçlendirir. Yüksek düzey­ maktadır. Nötrofil elastazmın başlıca inhibitörü olan a 2-
lerde salgılanan ROT çeşitli mekanizmalarla doku hasa­ antitripsin, ayrıca a 2 -makroglobulin, bu antiproteazlar-
rından sorumludur. (1 ) trombozla ve geçirgenlik artışıyla dandır. Bu inhibitörlerinin eksikliği, lökosit proteazları-
birlikte endotel hasarı; (2 ) proteaz aktivasyonu ve antip- nm kalıcı aktivasyonu sonucu, lökositlerin biriktiği yer­
roteaz inaktivasyonu ile ESM parçalanmasının net bir şe­ lerde doku hasarına yol açabilir. Örneğin akciğerlerdeki,
kilde artması ve (3) tümör hücresi, alyuvarlar, parenkim a r antitripsin eksikliği, ağır bir parasiner amfizeme ne­
hücreleri gibi diğer hücre tiplerinin doğrudan hasarı, den olabilir (Bölüm 12).
bunlara örnek gösterilebilir. Neyse ki oksijen metabolitle-
rinin toksisitesi, dokularda ve kanda bulunan çeşitli anti-
oksidan koruyucu mekanizmalar (ör. katalaz, süperoksit N ö ro p e p tid le r
dismutaz ve glutatyon medyatörlüğüyle) tarafından en Vazoaktif aminler gibi nöropeptidler de inflamasyonu
aza düşürülür (Bölüm 1). başlatabilir. Bunlar, ağrı sinyallerini ileten, damar tonusu-
nu düzenleyen ve damar geçirgenliğinde değişiklikler ya­
N itrik O ksit pan P maddesi gibi, küçük proteinlerdir. Nöropeptid sal­
Nitrik oksit (NO) kısa ömürlü, çözünebilen, birçok hücre gılayan sinir lifleri, akciğerlerde ve gastrointestinal kanal­
tipinde üretilen ve çeşitli fonksiyonlarda aracılık edebi­ da özellikle belirgindir.
50 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım

den oluşur. Farklı kompleman proteinleri aktive oldukla­


Ö ZET rında mikrop gibi partikülleri, üzerlerini kaplayarak (op-
Hücrelerden Kaynaklanan Başlıca Medyatöler sonizasyon) fagositoza ve yok edilmeye hazırlar; damar
geçirgenliği ve lökosit kemotaksisini artırarak inflamatu-
• Vazoaktif aminler-histamin, serotonin: Vazodilatasyon
ar yanıta katkıda bulunur. Kompleman aktivasyonu, op-
ve damar geçirgenliğindeki artış, damarlar üzerinde etki­
li bu aminlerin önde gelen etkileridir. sonizasyonun ardından, istilâcı mikropların membranla-
• Araşidonik asit metabolitleri-prostaglandinler ve lökot-
rında delikler açan, por-benzeri (porelike) membran sal­
rienler: Çeşitli formları olan bu medyatörler vasküler re­ dırı kompleksi (membrane attack complexes) (MAC) ha­
aksiyonlarda, lökosit kemotaksisinde ve diğer inflamas­ zırlar. Kompleman sisteminin inflamasyondaki rolü, aşa­
yon reaksiyonlarında rol oynar; lipoksinler tarafından an­ ğıda özetlenmektedir:
tagonize edilir. • Kompleman bileşenleri (C1-C9) plazmada inaktif ola­
• Sitokinler: Birçok hücre tipi tarafından üretilen bu prote­ rak bulunurlar; bunların birçoğu kendi proteolitik ak-
inler, genellikle kısa süre etkilidir; öncelikle lökositlerin tivitelerini kazanmak üzere proteolizle aktif duruma
toplanması ve migrasyonu olmak üzere çok sayıda etki­ geçer ve böylece, enzimatik bir zincir oluşur.
de aracı rolünü üstlenirler; TNF, IL-1, IL-6 ve kemokinler,
• Üçüncü kompleman bileşiminin (C3) aktivasyonu, bi­
akut inflamasyondaki önde gelen sitokinlerdir.
yolojik aktiviteye sahip kompleman ürünlerinin oluş­
• Reaktif oksijen türevleri (ROT): Mikropların öldürülmesi
masındaki kritik aşamadır (Resim 2-18). C3 klivajı ol­
ve doku zedelenmesine yol açmak üstlendikleri roller
mak üzere üç yolak üzerinden gerçekleşir: (1 ) birinci
arasındadır.
komplemanm (Cl) antijen-antikor komplekslerine fik-
• N itrik oksit (NO): Vazodilatasyona neden olur, mikrop­
se olmasıyla tetiklenen klasik yol; (2 ) bakteri polisak-
ları öldürür.
karidleri (endotoksinler gibi) ve mikrop hücresi duva­
• Lizozom enzimleri: Mikropların öldürülmesi ve doku ze­
rındaki diğer bileşenler tarafından tetiklenen, proper­
delenmesine yol açmak, bu enzimlerin üstlendikleri rol­
din ile B ve D faktörleri gibi plazma proteinlerinden
ler arasındadır.
oluşan farklı bir grup proteinin rol oynadığı alternatif
yol ve (3) plazmadaki lektinin mikropların üzerindeki
mannoz kalıntılarına bağlanarak, klasik yolun erken
Plazma Proteinlerinden Kaynaklanan Medyatörler
bir bileşenini (antikorlar olmaksızın) aktive ettiği lek-
Birbiriyle ilişkili üç sistemin-kompleman, kinin ve ko- tin yolu.
agülasyon sistemleri- dolaşımdaki proteinleri, inflamatu- • Her üç yol da C3'ü, C3a ve C3b'ye ayıran C3 konver-
ar reaksiyonun çeşitli yönleriyle ilişkilidir. taz enziminin oluşumuna yol açar. C3b, komplemanm
aktive olarak C3 konvertaz kompleksine bağlanıp C5'i
Kom plem an Sistemi oluşturacağı, hücre veya mikrop yüzeyinde birikir; bu
Komplernan sistemi konak savunmasında (bağışıklık) ve kompleks C5'i C5a ve C5b ortaya çıkmak üzere ayırır
inflamasyonda önemli rol oynayan plazma proteinlerin­ ve C 6 - C9 birleşmesinin son aşamalarını başlatır.

EFEKTÖR FONKSİYONLAR
C5a. C3a: İnflamasyon

Alternatif O f'M İL A => (


yol

Lökositlerin toplanması Mikropların


ve aktivasyonu lökositler tarafından
yok edilmesi
C3b: Fagositoz

Bağlı C3b’nin fagosit C3b Mikrobun


reseptörü tarafından fagositozu
tanınması

MAC; Mikrobun h
eritilmesi
Mannoz Membran saldırı
bağlayan lektin kompleksinin (MAC) ---------------î> f i
oluşması
%
Resim 2 -1 8 Kompleman sisteminin aktivasyonu ve fonksiyonları. Komplemanm farklı yollardan aktivasyonu, C3 klivajına neden olur.
Kompleman sisteminin fonksiyonları, C3 ve diğer kompleman proteinlerinin yıkım ürünleriyle membran saldırı kompleksi (MAC) aracılı­
ğıyla gerçekleşir.
İnflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 51

Yol boyunca üretilen, kompleman kökenli faktörler, akut diter anjiyoödem hastalığına neden olur; bu hastalıkta
inflamasyondaki çeşitli olaylara katkıda bulunur: kininlerin, kompleman aktivasyonu nedeniyle aşırı
® Vasküler etkiler. C3a ve C5a, damar geçirgenliğini artı­ miktarda üretilmesi, aralarında larinksin de bulundu­
rır ve mast hücrelerinden histamin salınması üzerin­ ğu, çok sayıda dokuda ödem oluşmasına yol açar.
den vazodilatasyona neden olur. Bu kompleman ürün­ • DAF (decay-accelerating faktör; bozunma hızlandırıcı
leri etkilerinin, anafilaksi adıyla bilinen şiddetli allerjik faktör) olarak adlandırılan diğer bir protein normalde,
reaksiyonun (Bölüm 4) başlıca efektör hücresi olan C3 ve C5 konvertaz enzimlerinin oluşumunu sınırlar.
mast hücresinin etkilerini taklit etmesi nedeniyle, ana- Paroksismal noktürnal hemoglobinini hastalığında bu
filatoksinler olarak adlandırılır. C5a ayrıca nötrofiller- proteindeki edinsel bir eksiklik, eritrositlerin (litik et­
de ve makrofajlarda, araşidonik asit metabolizmasının kiye çoğu çekirdekli hücrelerden daha duyarlıdır)
lipoksijenaz yolunu aktive ederek, daha fazla inflama- kompleman aracılığıyla parçalanmasına neden olmak­
tuar medyatör salınmasına neden olur. tadır (Bölüm 11).
• Lökosit aktivasyonu, adezyonu ve kemotaksisi. C5a, ayrı­ • Faktör Fi de, konvertaz oluşumunu sınırlayan başka
ca daha az olmak üzere C3a ve C4a, lökositleri aktive bir plazma proteinidir: bunun eksikliğine hemolitik üre-
ederek bu hücrelerin endotele yapışmasını artırır; ayrı­ mik sendrom adlı böbrek hastalığı (Bölüm 13), ayrıca
ca nötrofiller, monositler, eozinofiller ve bazofiller için gözdeki maküla dejenerasyonunda spontan damar ge­
güçlü bir kemotaksi etkenidir. çirgenliği eşlik eder.
• Fagositoz. Bir mikrop yüzeyine fikse olan C3b ve bu­ Uygun olmayan veya aşırı kompleman aktivasyonu, de­
nun inaktif proteolitik ürünü olan iC3b, opsoninler netleme mekanizmalarını (antikor-aracılığıyla gelişen
olarak etki ederek reseptörlerinin yer aldığı nötrofille- hastalıklarda olduğu gibi) düzenleyici proteinlerin varlı­
rin ve makrofajlarm fagositoz yapmasını güçlendirir. ğında bile aşabilir: bu şekilde gerçekleşen kompleman
• Son komponent olan C9'un çok sayıda kopyasından aktivasyonu, çeşitli immünolojik hastalıklardaki ağır do­
meydana gelen MAC, bazı bakterileri (özellikle ince ku hasarından sorumludur (Bölüm 4).
duvarlı Neisserialan) membranlarmda osmotik denge­ Pıhtılaşma ve Kinin Sistemleri
yi bozan delikler açarak öldürür.
Kanın pıhtılaşması sırasında aktive olan kimi moleküller,
Kompleman aktivasyonu hücre ilişkili ve dolaşımda bulunan inflamatuar yanıtın çeşitli yönlerini aktive edebilmekte­
düzenleyici proteinler tarafından sıkı bir şekilde denetlenir. Bu dir. Hageman faktörü (intrensek pıhtılaşmadaki Faktör XII
inhibitörlerin konak hücresi membranlarmda bulunması olarak da bilinir) (Resim 2-19), karaciğerde sentez edilen
normal hücreleri, mikroplar karşısındaki koruyucu reak­ ve aktive trombositlerle, kollajenle veya bazal membranla
siyonlar sırasında gereksiz yere hasar görmemesi için ko­ karşılaşıncaya kadar (endotel hasarı bölgesinde olduğu gi­
rur. Söz konusu düzenleyici proteinlerin kalıtsal eksiklik­ bi) dolaşımda inaktif formda bulunan bir faktördür. Bu
leri, spontan kompleman aktivasyonuna yol açar: faktör aktif duruma geçtiğinde, inflamatuar yanıta katkı­
• C1 inhibitörii adı verilen bir protein C1 aktivasyonunu da bulunan dört sistemi harekete geçirebilir: (1 ) damarlar
durdurduğundan, bu proteinin kalıtsal eksikliği, here- üzerinde etküi (vazoaktif) kininleri üreten kinin sistemi;

XII Faktör XII (Hageman faktörü)

Kinin Pıhtılaşma
zinciri zinciri
faktörleri

1
Trombin
HMWK- Bradikinin

Plazminojen ■ Plasmin- Fibrin < - Fibrinojen

Fibrinolitik
sistem Fibrin parçalanma
ürünleri

C3 - C3a
Kompleman
zinciri
C5 ■ -► C5a
Resim 2 -1 9 Faktör XII (Hageman faktörü) tarafından tetiklenen dö rt plazma medyatör sistemi arasındaki ilişkiler. Ayrıntılar için metne
bakınız.
52 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

(2 ) tümü infLamatuar özelliklere sahip olan trombin, fibri- Tablo 2-7 Medyatörlerin Farklı inflamasyon Reaksiyonlarındaki Rolü
nopeptidler ve faktör X'in aktivasyonuna yol açan pıhtı­
İnflamasyon Bileşeni Medyatörler
laşma sistemi; (3) plazmin üretilmesine ve trombin inakti-
vasyonuna neden olan fibrinolitik sistem ve (4) anafilatok- Vazodilatasyon Prostaglandinler
sinleri (C3a ve C5a) üreten kompleman sistemi. Bunlar, N itrik oksit
Histamin
aşağıda anlatılmaktadır.
• Kinin sistemi aktive olduğunda son ürün olarak, dola­ Damar geçirgenliğinde Histamin ve serotonin
şımdaki, molekül ağırlığı yüksek ön-maddesi olan kini- artma C3a ve CSa (mast hücrelerinden
ve diğer hücrelerden vazoaktif
nogenden (HMWK) bradikinin oluşur (Resim 2-19).
aminlerin serbest bırakarak)
Bradikinin de histamin gibi damar geçirgenliğin artma­
sına, arteriyollerde vazodilatasyona ve bronşlardaki Bradikinin Lökotrienler C4, D4, E4
düz kasların kasılmasına neden olur. Intradermal bra­ PAF
P maddesi
dikinin enjeksiyonu, ağrıya yol açar. Plazmadaki ve do­
kulardaki ldninaz enzimi tarafından hızla parçalanma­ Kemotaksi, lökositlerin TNF, IL-1
sı nedeniyle bradikininin etkileri, kısa ömürlüdür. Ki­ toplanması ve aktivasyonu Kemokinler
C3a, C5a
nin sistemindeki, kemotaksik aktiviteye sahip bir ara-
Lökotrien B4
ürün olan kallikrein, Hageman faktörünün güçlü bir ak-
Bakteri ürünleri (örneğin N-formil
tivatörü olduğundan, kinin sistemiyle pıhtılaşma siste­ metil peptidler)
mi arasında bir diğer bağlantıyı temsil eder.
Ateş IL-1, TNF
• Pıhtılaşma sisteminde (Bölüm 3), proteolitik bir dizi re­
Prostaglandinler
aksiyondan sonra aktive olan trombin, dolaşımdaki çö-
zünebilen fibrinojenin klivajı sonucu, çözünemez bir Ağrı Prostaglandinler
Bradikinin
ürün olan fibrin pıhtıyı oluşturur. Pıhtılaşma sisteminin
ara-üriinlerinden biri olan Faktör Xa, damar geçirgenli­ Doku hasarı Lökositlerdeki lisozom enzimleri
ğinin artmasına ve lökosit göçüne neden olur. Trom­ Reaktif oksijen türevleri
bin, trombositlerin, endotel hücrelerinin ve diğer bir­ N itrik oksit
çok hücre tipinin üzerindeki proteazlarla aktive olan IL-1, in te rlö k in -1 ; RAF, tro m b o s itle ri a k tiv e eden fa k tö r; TN F, tü m ö r n e k ro z fa k tö rü .

reseptörlere bağlanarak inflamasyona katılır. Trombi-


nin, endotel hücresindeki bu reseptörlere bağlanması,
aktivasyonlarına ve lökosit adezyonunun artmasına ne­
den olur. Fibrin ayrıca fibrinojen parçalanması şuasın­
C ) Ö ZET
da, damar geçirgenliğini artıran ve lökositler için ke­ İnflamasyonun Plazma Proteinlerinden Kaynaklanan
motaksik olan fibriııopeptidleri oluşturur. Yine trombin Mediyatörleri
C5'i C5a'ya dönüştürerek, pıhtılaşma sistemiyle komp­ • Kompleman proteinleri: Kompleman sisteminin mikrop­
leman aktivasyonu arasında bağlantı kurar. lar veya antikorlar tarafından aktive edilmesi; lökosit ke-
« Kural olarak, pıhtılaşma başladığında (örneğin aktive motaksisinden, mikropların ve diğer partiküllerin opso-
Hageman faktörünün etkisiyle), fibrinolitik sistem de ak­ nizasyon ve fagositozundan ve hücrenin öldürülmesin­
tive olur. Bu mekanizma fibrini parçalar ve fibrin pıhtı­ den sorumlu, çok sayıda yıkım ürünlerinin ortaya çıkma­
sının çözülmesini sağlayıp pıhtılaşmanın sınırlanması­ sına yol açar.
na hizmet eder (Bölüm 3). Plazminojen aktivatörü (endo- • Pıhtılaşma proteinleri: Aktive faktör XII pıhtılaşma, kinin
telden, lökositlerden ve diğer dokulardan salınır) ve kal­ ve kompleman zincirlerini tetikler ve fibrinolitik sistemi
likrein, fibrin pıhtısının içerisinde bağlı durumdaki bir aktive eder.
plazma proteini olan plazminojeni parçalar; bu parçalan­ • Kininler: Ön-maddelerin proteolitik parçalanmasıyla üre­
manın sonucunda, çok fonksiyonlu bir proteaz olan ve tilen kininler, vasküler reaksiyonlarda ve ağrıda aracı ro­
fibrini parçalaması nedeniyle önem taşıyan plazmin or­ lünü üstlenir.
taya çıkar. Ancak fibrinoliz, inflamasyonun vasküler
olaylarındaki çeşitli aşamalarında da rol alır. Örneğin;
fibrin yıkım ürünleri damar geçirgenliğini artıru ve Anti-inflamatuar Mekanizmalar
plazmin, C3 kompleman proteinini C3a'ya dönüştürür.
C3a, vazodilatasyona ve damar geçirgenliğinin artması­ İnflamatuar reaksiyonlar, medyatörlerden çoğunun kısa
na neden olur. Bu da vazodilatasyon ve damar geaçiı- ömürlü olması ve enzimler tarafından parçalanması nede­
genliğinde artış yapar. Plazmin, Hageman faktörünü ak­ niyle bir süre sonra biter. Ayrıca inflamatuar medyatörle­
tive de edebilir ve böylece, tüm yanıtı güçlendirir. rin etkisini ortadan kaldıran ve inflamatuar yanıtı sınırla­
Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılabileceği gibi birçok mak ya da sonlandırmakla görevli, çeşitli mekanizmalar
molekül, inflamatuar reaksiyonun farklı yönlerinde rol oy­ vardır. Bunlardan lipoksinler ve kompleman düzenleyici
nar ve bu moleküller çoğu zaman bir diğeriyle etkileşime proteinler gibi bazılarından, daha önce söz edildi. Aktive
girer, birbirlerini güçlendirir veya antagonize eder. Kimya­ makrofajlar ve diğer hücreler, başlıca fonksiyonu aktive
sal medyatörlerin hayret verici bu karışımı içerisinden, makrofajların yanıtlarını azaltarak negatif bir feedback
akut inflamasyonun çeşitli bileşenlerine önemli katkı ya­ devresi oluşturan bir sitokin olan IL-10 salgılar. Seyrek gö­
panları gruplara ayumak mümkündür (Tablo 2-7). Her bir rülen, IL-10 reseptörlerinin mutasyona uğramış olduğu
medyatörün, farklı uyaranlara yanıt olarak gelişen inflama­ kalıtsal hastalıkta, bebeklik döneminde şiddetli bir kolit
tuar reaksiyonlara olan rölatif katkıları, henüz tam olarak gelişir. Diğer anti-inflamatuar sitokinler, örneğin TGF-|3
ortaya çıkarılmış değildir. Çeşitli inflamatuar hastalıkların da, inflamasyon sonrası doku onarımında fibrozis medya-
her birinin "ısmarlama" antagonistlerini belirleme olasılığı törü olarak fonksiyon görür. Hücrelerde ayrıca, mikropla­
nedeniyle bu bilginin, net terapötik sonuçları olacaktır. rı ve sitokinleri tanıyan reseptörlerin tetiklediği, pro-infla-
İ^SKMBKSİHEgzSHHHIHStf " {■HBSbSSHHHHHİHeSbSSECIL _

Kronik İnflamasyon

matuar sinyalleri inhibe eden tirozin fosfatazlar gibi çok langıçta akut inflamasyon şeklindedir ve bunu, iyileşme
sayıda hücre-içi protein vardır. sürecinin aşamaları izler. Ancak duodenumdaki epitel
hücrelerinin tekrar tekrar zedelenmesi bu süreci kesintiye
uğrattığında ülser, hem akut, hem kronik inflamasyonla
KRONİK İNFLAMASYON karakterizedir (Bölüm 14). Bunun yerine; bağışıklık reak­
Kronik inflamasyon; inflamasyomın, doku zedelenmesinin ve siyonları, kimi viral enfeksiyonlar gibi bazı hasar çeşitle­
çoğu zaman fıbrozis gelişerek iyileşmenin eş zamanlı olarak, rindeki inflamasyon, daha başlangıçtan itibaren kronik
aralıksız devam ettiği, uzun süre (haftalarca, aylarca) devam bir yanıttır.
eden inflamasyondur. Vasküler değişikliklerle, ödemle ve Kronik inflamasyon, aşağıdaki durumlarda gelişebil­
öncelikle nötrofil infiltrasyonuyla karakterize olan akut mektedir:
inflamasyonun aksine kronik inflamasyonda, farklı bir di­ • Eradikasyonu zor olan mikropların yol açtığı, inatçı en­
zi reaksiyon görülür (Resim 2-20; ayrıca bkz Tablo 2-1): feksiyonlar. Mycobacterium tuberculosis, Treponema palli­
• Moııonükleer hücre (makrofaj, lenfosit ve plazma hücre­ dum (sifiliz etkeni), belirli virüsler ve mantarlar, inatçı
lerini içeren) infiltrasyomı enfeksiyonlara neden olma eğilimi taşır ve gecikmiş aşı­
rı duyarlılık adıyla bilinen, T-lenfositlerin aracılık ettiği
• Büyük ölçüde inflamatuar hücrelerin ürünleri tarafın­
bir bağışıklık yanıtının nedenidir (Bölüm 4).
dan gerçekleştirilen doku yıkımı
« Bağışıklık sisteminin aracılık ettiği inflamatuar hastalıklar
• Yeni damar proliferasyonunun (angiogenesis) ve fibro-
(aşırı duyarlılık hastalıkları) Bağışıklık sisteminin aşırı ve
zisin rol oynadığı onarım
uygunsuz aktivasyonun neden olduğu hastalıkların,
Aleut inflamasyon, akut inflamatuar yanıta yol açan hasar önemli bir sağlık sorunu olduğu, gittikçe daha çok an­
etkeninin varlığını devam ettirmesi ya da normal iyileşme laşılmaktadır (Bölüm 4). Bağışıklık reaksiyonlarının be­
sürecinin gereken şekilde gerçekleşmemesi nedeniyle iyi- lirli koşullar altında, bireyin bizzat kendi dokularına
leşememesi durumunda kronik inflamasyon yönünde karşı gelişmesi, otoimmun hastalıklara yol açar. Bu gibi
ilerleyebilir. Örneğin duodenumdaki peptik bir ülser baş- hastalıklarda oluşan oto antijenler, sürekli yenilenerek
doku hasarıyla ve inatçı inflamasyonla sonuçlanan bir
bağışıklık reaksiyonuna neden olur. Otoimmünite
adıyla bilinen bu mekanizma romatoid artrit, inflama­
tuar bağırsak hastalığı ve psoriasis gibi çeşitli, sık kar­
şılaşılan, yıpratıcı, kronik inflamatuar hastalıklarda
önemli bir rol oynar. Çevremizde sık rastlanan madde­
lere karşı gelişen bağışıklık yanıtları, bronşiyal astım
gibi alerjik hastalıkların nedenidir. Bağışıklık sistemi
aracılığıyla gelişen hastalıklarda inflamasyonun dur­
maksızın tekrarlaması sonucu, morfolojik olarak hem
akut, hem kronik inflamasyon birbirleriyle karışmıştır.
Otoimmiin hastalıklara yol açan antijenin uzaklaştırıl­
ması, neredeyse mümkün olmadığından bunlar, kro­
nikleşme ve kolay kolay tedavi edilememe eğilimi taşır.
• Toksik etki gösterebilecek maddelere uzun süre maruz kalın­
ması. İnhalasyon yoluyla vücuda girerek akciğerlerde
kronik bir inflamatuar yanıta (silikoz, Bölüm 12) neden
olabilen silika partikülleri ve ateroskleroz gelişmesinde
katkısı olan, kolesterol gibi endojen maddeler (Bölüm
9), bu mekanizmayla gelişen kronik inflamasyona ör­
nektir.
• Kronik inflamasyonun hafif şekilleri, geleneksel olarak
inflamatuar hastalık sayılmayan bazı hastalıkların pa-
togenezinde önemli olabilir. Alzheimer hastalığı gibi
nörodejeneratif hastalıklar, ayrıca ateroskleroz, tip 2 di­
yabetin eşlik ettiği metabolik sendrom ve inflamatuar
reaksiyonların tümör gelişmesini teşvik ettiği bazı kan­
ser çeşitleri, bu gibi hastalıklardandır. Bu bölümün ön­
ceki sayfalarında da söz edildiği gibi bu sağlık sorunla­
rının çoğundaki inflamasyon, başlangıçtaki uyarıların
intlammazom tarafından tanınmasıyla tetiklenebilir.
İnflamasyonun bu hastalıklardaki rolü, ilgili bölümler­
de anlatılmaktadır.
Resim 2 -2 0 A , Akciğerdeki kronik inflamasyonun histolojik özel­
likleri: kronik inflamatuar hücrelerin birikmesi (yıldız); parenkim
tahribi sonucunda normal alveollerin yerini, kübik epitelle örtülü Kronik İnflamatuar Hücreler ve Medyatörler
boşluklar (ok başlıkları) ve fibrozisle sonuçlanan bağ dokusu almıştır
B, Oysa akciğerdeki akut inflamasyonda (akut bronkopnömoni), Kronik inflamasyonun özelliği olarak beraberce karşımıza
alveol boşluklarını nötrofiller doldurmuştur ve damarlarda konjes- çıkan; uzun süre devam eden ve tekrarlayan inflamasyon,
yon vardır. doku yıkımı ve fibrozis gelişmesinde, çeşitli hücre .popü-
54 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım

lasyonları ve salgıladıkları medyatörler arasında karmaşık maddeler tarafından gerçekleştirilir. Bu yoldan aktive
etkileşimler vardır. Kronik inflamatuar reaksiyonların pa- olan makrofajlar, içlerine aldıkları mikroorganizmaları
togenezini anlayabilmek için bu hücrelerin ve biyolojik ya­ öldürme yeteneğini güçlendiren lizozom enzimleri, nit­
nıtlarıyla fonksiyonlarının iyi bilinmesi gerekir. rik oksit ve serbest oksijen radikalleri üretir. Bu makro­
fajlar, fagosite ettikleri mikroplar karşısındaki konak
Makrofajlar savunmasında ve birçok kronik inflamatuar reaksiyon­
Kronik inflamasyondaki histolojik tabloya hakim hücreler da önemlidir.
olan makrofajlar, dolaşımdaki monositlerden, bu hücrele­ • Alternatif makrofaj aktivasyonu, T lenfositler, ayrıca
rin dokulara göç etmesinden sonra şekillenen doku hücre­ mast hücreleriyle eozinofiller dahil, diğer hücrelerde
leridir. Makrofajlar normalde, bağ dokularının çok büyük üretilen, IFN-y dışındaki IL-4 ve IL3 gibi diğer sitokin-
bir bölümünde yaygın olarak dağılmışlardır. Makrofajlar ler tarafından gerçekleştirilir. Bu şekilde aktive olan
ayrıca karaciğerde (Kupffer hücreleri), dalakta ve lenf bez­ makrofajlar aktif mikrobisid özelliğe sahip değildir ve
lerinde (sinüs histiyositleri), merkezi sinir sisteminde öncelikle, doku onarımında rol oynarlar; anjiyogenezi
(mikroglia hücreleri) ve akciğerlerde de (alveoler makro­ teşvik eden, fibroblastları aktive eden ve kollajen sen­
fajlar) vardır. Bu hücreler hep birlikte, eski adı retikiiloen- tezini uyaran büyüme faktörleri salgılar. Bu yoldan ger­
doteliyal sistem olan, günümüzde ise mononükleer fagosit çekleşen makrofaj aktivasyonu, zedelenmeye yol açan
sistemi adıyla bilinen sistemi oluşturur. Dokularda tüm neredeyse tüm uyaranlara yanıt kimliğini taşıyabilirse
makrofajlar; partikülleri, mikropları, yaşlanmış hücreleri de makrofajlar başlangıçta, fagositoz fonksiyonunu ye­
süzen filtreler olarak etkilidir; ayrıca hücresel ve hümoral rine getirmek üzere klasik yoldan aktive olur ve bunu,
bağışıklık yanıtlarında mikropları ortadan kaldıran efek- doku onarımmı başlatan alternatif yoldan aktivasyon
tör hücre olarak fonksiyon görür (Bölüm 4). izler. Ancak böyle bir sıra, inflamatuar reaksiyonların
Monositler, kemik iliğindeki ön-hücrelerden meydana büyük bölümünde belgelenmiş değildir.
gelir ve dolaşımda yalnızca bir gün kadar kalır. Daha ön­ Makrofajlar, konak savunmasında ve inflamatuar yanıtta
ce de anlatıldığı gibi, akut inflamasyonun başlangıcım iz­ önem taşıyan, çeşitli klinik rollere sahiptir.
leyen 24-48 saat içerisinde adezyon moleküllerinin ve ke- • Makrofajlar, fagositoz gerçekleştiren diğer hücre tipi
mokinlerin etkisi altında zedelenme yerine göç eder. Mo­ olan nötrofiller gibi mikroplan ve ölü dokuları hücre içeri­
nositler damar dışındaki dokulara çıktığında, kendilerin­ sine alır ve yok eder. T lenfositlerinden gelen sinyallere
den bir bakıma daha büyük ve ömürleri daha uzun, ayrı­ yanıt vermeleri nedeniyle bu hücreler, hücresel adaptif
ca fagositoz kapasiteleri daha güçlü hücreler olan makro- bağışıklık yanıtlarındaki en önemli fagositlerdir (Bö­
fajlara dönüşür. lüm 4).
Doku makrofajları, çok çeşitli fonksiyonları yerine ge­ • Makrofajlar, doku onarım sürecini başlatır, nedbe olu­
tirmek üzere farklı uyaranlar tarafından aktive edilir. şumunda ve fibrozisde rol oynar.
Makrofajların aktivasyonu, klasik ve alternatif olmak üze­ • Makrofajlar; sitokinler (TNF, IL-1, kemokinler ve diğer­
re iki yoldan gerçekleşir (Resim 2-21): leri) ve eikozanoidler gibi inflamasyon medyatörlerini
® Klasik makrofaj aktivasyonu; endotoksin gibi mikrop salgılar ve bu nedenle, tüm inflamatuar reaksiyonların
ürünleri, T hücresinden kaynaklanan ve en önemlileri başlatılmasında ve yayılmasında merkezi rol oynar.
sitokin IFN-y olan sinyaller ve aralarında kristallerin, • Makrofajlar, antijenleri T hücrelerine sunar ve bu hüc­
partikül şeklindeki maddelerin de bulunduğu yabancı relerden gelen sinyalleri yanıtlar, böylece, hücresel ba-

Klasik yoldan aktive Alternatif yoldan aktive


olan makrofaj (M1) Mikroplar, olan makrofaj (M2)

Resim 2-21 Makrofajların aktivasyon yolları. Farklı uyaranlar monositleri/makrofajları, farklı fonksiyonları olan hücre popülasyonları
yönünde aktive eder. Klâsik aktivasyonda makrofajlar, mikrop ürünlerinin ve özellikle IFN-y olmak üzere sitokinlerin etkisiyle aktive olur;
mikrobisid etkiye sahiptir ve zararlı olabilecek inflamasyona yol açar. A lternatif aktivasyonda ise makrofajlar, T H2 hücreleri (T yardımcı
hücrelerin bir alt grubu) ve diğer lökositler tarafından üretilen IL-4 ve IL-13 etkisiyle aktive olur; doku onarımında ve fibrozisde önemli rol
üstlenir. IFN-y, interferon-y; IL-4, IL-13, interlökin-4, -13; ROT, reaktif oksijen türevleri; NO; nitrik oksit.
Kronik İnflamasyon

ğışıklık yanıtlarında temel nitelik taşıyan bir feedback Hem Th1, hem TH17 hücreleri, çok sayıda bakteri ve virüs
devresi oluşturur. Aynı iki yönlü etkileşimler, kronik karşısındaki konak savunmasında, ayrıca otoimmun has­
inflamatuar hastalıkların gelişmesinde de merkezi role talıklarda rol oynar. TH2 hücreleri, helmint parazitlerine
sahiptir. Sitokinlerin bu etkileşimlerdeki rolleri, daha karşı savunmada ve allerjik inflamasyonda önemlidir. T
sonra anlatılmaktadır. hücrelerinin bu alt-grupları ve fonksiyonları, Bölüm 4'te
dalra ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
İnflamatuar reaksiyonu başlatan uyaranın ortadan kalk­
Lenfositler ve makrofajlar aralarında, iki yönlü olarak
masını ve reaksiyonun sona ermesini takiben makrofajlar,
etkileşime girer ve bu etkileşimler, kronik inflamasyonun
sonunda ölür veya lenf dolaşımıyla inflamasyon yerinden
yayılmasında önemli role sahiptir. (Resim 2-22). Makro­
uzaklaştırılır. Ancak inflamasyonun kronik olduğu yerler­
fajlar T hücrelerine antijen sunar, ko-stimülatör adı veri­
de makrofajlar, kandan gelmeye ve lokal olarak üretilme­
len membran moleküllerinin ekspresyonunu sağlar ve T
ye devam ettiklerinden, birikmeye de devam eder. IFN-y,
hücresi yanıtlarını uyaran sitokinler (IL-12 ve diğerleri)
makrofajlarm birleşerek çok çekirdekli, dev hücreler oluş­
üretir (Bölüm 4). Aktif duruma geçen T lenfositleri ise, da­
turmalarına da neden olabilir. ha önce anlatılan ve makrofajları inflamasyon yerine top­
layıp aktive ederek daha fazla miktarda antijen sunulma­
Lenfositler sını ve sitokin salgılanmasını teşvik eder. Sonuç, kronik
inflamasyonu besleyen ve uzun süreli olmasını sağlayan
Lenfositler, herhangi bir spesifik uyaran (örneğin enfeksi­
bir hücresel reaksiyonlar döngüsüdür. Kimi güçlü ve uzun
yonlar), ayrıca bağışıklık sisteminin aracı rolünü üstlen­
süren inflamasyonlarda lenfositlerin, antijen-sunan hüc­
mediği (örneğin iskemik nekroza veya travmaya bağlı)
relerin ve plazma hücrelerinin birikmesi, lenfoid organlar­
inflamasyon varlığında mobilize olur ve otoimmun birçok
daki morfolojik özelliklerin şekillenmesine neden olur ve
hastalıkla diğer kronik hastalardaki inflamasyonun baş
lenf nodları gibi, iyi-oluşmuş germinal merkezler bile içe­
denetleyicisidir. T ve B lenfositlerinin aktivasyonu, enfek­
rebilir. Bu lenfoid organogenez paterni çoğu zaman, uzun
siyonlardaki ve immünolojik hastalıklardaki adaptif bağı­
süredir romatoid artriti olan hastaların sinoviyumunda ve
şıklık yanıtının bir bölümüdür (Bölüm 4). Her iki lenfosit
otoimmun tiroidit hastalarının tiroidlerinde görülür.
sınıfı da inflamasyon yerlerine, diğer lökositlerin bu yer­
lerde toplanmasına yol açan adezyon molekülü çiftlerin­
Diğer Hücreler
den ve kemokinlerden bazılarını kullanarak göç eder. Do­
kulardaki B lenfositleri, antikor salgılayan plazma hücre­ Eozinofiller karakteristik olarak parazit enfeksiyonların
leri yönünde gelişebilir; CD4+ T lenfositleri, sitokinler sal­ çevresindeki inflamasyon yerlerinde ve tipik olarak alerji­
gılayan aktif hücrelerdir. nin eşlik ettiği IgE aracılığıyla meydana gelen, immünolo­
CD4+ T lenfositleri, sitokin salgılıyor olmaları nedeniyle jik reaksiyonların bir parçası olarak bulunur. Bunların inf­
inflamasyonu teşvik edebilir ve inflamatuar reaksiyonun tabi­ lamasyon yerinde toplanması, nötrofillerin kullandıkları­
atını etkileyebilir. CD4+ yardımcı T hücrelerinin (TH) fark­ na benzeyen adezyon molekülleri ve epitel hücrelerinden
lı sitokin grupları salgılayan ve farklı tiplerde inflamasyo- ve lökositlerden salgılanan, eotaksin gibi spesifik kemo-
na yol açan üç alt-grubu vardır: kinler sayesindedir. Eozinofil grandileri ileri derecede
elektrik yüklü, parazitler için toksik olan, ama epitel hüc­
• Th 1 hücreleri, makrofajları klâsik yoldan aktive eden resi nekrozuna da yol açabilen katyonik bir protein (ma­
sitokin IFN-y üretir. jör bazik protein) içerir.
® Th 2 hücreleri, eozinofilleri inflamasyon yerine toplayıp Mast hücreleri, vücudun her tarafındaki bağ dokuların­
aktive eden IL-4, IL-5 ve IL-13 üretir, makrofaj aktivas- da yaygın dağılıma sahip, nöbetçi hücrelerdir ve hem
yonundaki alternatif yoldan sorumludur. akut, hem kronik inflamatuar yanıtlara katılabilir. Mast
® Th 17 hücreleri, nötrofillerin ve monositlerin reaksiyon hücreleri, allerjik reaksiyonlara yatkın olan atopik birey­
yerinde toplanmasından sorumlu olan kemokinleri lerde, çevredeki belirli antijenlere karşı oluşan IgE antiko­
üretir. ruyla kaplanarak "silahlandırılmıştır". IgE-kaplı mast hüc-

T lenfositi Sitokinler
(örneğin IL-12,
IL-6.IL-23)

P_ökositlerin
Lökositlerin Diğer Diğer toplanması,
toplanması, inflamatuvar inflamatuar inflamasyon
Klâsik
inflamasyon modülatörler modülatörler
makrofaj
aktivasyonu

Makrofaj
Resim 2-22 Kronik inflamasyonda makrofaj-lenfosit etkileşimleri. Aktive lenfositler ve makrofajlar birbirlerini uyarır ve her iki hücre ti­
pi de diğer hücreler üzerinde etkili inflamatuar medyatörler salgılar. IFN-y, interferon-y; IL-1, interlökin-1; TNF, tüm ör nekroz faktörü.
56 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım

releri daha sonra söz konusu antijenlerle karşılaşırsa, akut


inflamasyondaki erken dönem vasküler değişikliklere ne­
den olan araşidonik asit metabolitleri ve histamin salgılar.
IgE-kaplı mast hücreleri, anafilaktik şok dahil alerjik reak­
siyonların merkezindeki oyunculardır (Bölüm 4). Mast
hücreleri ayrıca TNF ve kemokinler gibi sitokinleri salgılar
ve kimi enfeksiyonlara karşı verilen savaşta faydalı bir rol
oynayabilir.
Önemli bir son nokta: Nötrofil varlığı akut inflamasyon
bulgusu olmasına rağmen birçok kronik inflamasyon çeşidi,
makrofajlarca salınan medyatörler veya mikroplanıl ya da
ııekrotik hücrelerin ortamda devamlı olması nedeniyle bol ııöt-
rofilik infiltrat içerebilir. Bu gibi inflamatuar lezyonlar ba­
zen "kronik inflamasyon üzerinde akut inflamasyon" ola­
rak adlandırılır—örneğin, kemiklerdeki inflamasyonda
(osteomiyelit).

G ranülom atöz İnflamasyon


Resim 2 -2 3 Mycobacterium tuberculosis enfeksiyonu nedeniyle ge­
Granülomatöz inflamasyon, dağınık lenfositlerle birlikte lişen, tipik bir granülomda merkezdeki kazeöz nekroz alanı, aktive
aktive makrofaj kümelerinin karakterize ettiği, farklı bir epitelioid makrofajlar, dev hücreler ve periferde lenfosit birikimi.
kronik inflamasyon tipidir. Granülomlar, belirli spesifik
patolojik durumların özelliği olduğundan granülomatöz
savunma mekanizmasıdır. Ancak granülom oluşumu, bu­
inflamasyon tipinin tanınması, bunlara neden olan, sınır­
na yol açan açan etkeni her zaman yok etmez. Bu etken­
lı sayıdaki, bazıları yaşamı tehlikeye sokan sağlık sorunla­
ler, öldürülmeye ve parçalanmaya çoğu zaman dirençli­
rının tanısında önemlidir (Tablo 2-8). Granülomlar üç du­
dir; granülomatöz inflamasyon ve ardından fibrozis geliş­
rumda oluşabilir: mesi, tüberküloz gibi bazı hastalıklardaki organ fonksiyo­
• Mycobacterium tuberculosis, T. pallidum veya mantarlar nu bozukluklarının önde gelen bir nedeni bile olabilir.
gibi belirli mikroorganizmalara karşı verilen, inatçı T-
hücresi yanıtlarında. Bu granülomlardaki kronik mak­
rofaj infiltrasyonunun sorumlusu, T-hücre kaynaklı si-
tokinlerdir. Tüberküloz, enfeksiyon nedeniyle meydana ge­
M ORFOLOJİ
len bir granülomatöz hastalık prototipidir ve bu granülom­ Hem atoksilen-eozin (H&E) ile boyanmış preparatlarda (Re­
lar görüldüğünde, tüberküloza bağlı olma olasılıkları daima sim 2 - 2 3 ) , granülom daki a k tif m akrofajların bazıları pem­
dışlanmalıdır. be renkte, granüler sitoplazmaya sahiptir. Sınırları net ol­
• Granülomlar; Crohn hastalığı gibi, bir tip inflamatuar mayan bu hücreler, epiteli andırmaları nedeniyle epiteloid
bağırsak hastalığı ve ABD gibi birçok ülkede önemli bir hücre olarak adlandırılır. Epiteloid m akrofaj küm elerinin
granülomatöz inflamasyon nedeni olan Crohn hastalığı çevreleri tip ik olarak, lenfositlerden oluşan b ir halkayla sa­
gibi, bazı immün inflamatuar hastalıklarda da gelişebilir. rılıdır. Daha eski granülom lar, fibroblastlarla ve bağ doku­
® Granülomlar ayrıca, sarkoidoz adı verilen ve etiyolojisi suyla kuşatılabilir. G ranülom larda her zaman olmamakla
bilinmeyen bir hastalıkta da görülmekte; ayrıca sütür, b irlikte sıklıkla, 40 -50 pm çapında, çok çekirdekli dev hüc­
kıymık parçası gibi nispeten inert yabancı cisimlere ya­ re le r m evcut olabilir. Büyük b ir sitoplazma kitlesine ve çok
nıt olarak geliştiklerinde yabancı cisim granülomlan ola­ sayıda çekirdeğe sahip bu hücreler, çok sayıda aktive mak-
rak adlandırılmaktadır. rofajın birleşmesiyle meydana gelir. Enfeksiyon yapan belir­
li m ikroorganizm alara, özellikle tü b e rkü lo z basiline eşlik
Granülom oluşması, zararlı etkenin çevresinin duvarla et­
eden bazı granülom larda hipoksinin ve serbest radikallerin
kili bir şekilde çevrilmesi anlamına geldiğinden, yararlı bir

Tablo 2 -8 Granülomatöz inflamasyon Görülen Hastalıklara Örnekleri

Hastalık Nedeni Doku Reaksiyonu


Tüberküloz Mycobacterium tuberculosis Kazeifikasyon granülü (tüberkül): çevresinde aktif fibroblastlar, lenfositler,
kimi zaman dev Langerhans hücreleri; merkezinde amorf granüler nekroz
yer alan; makrofaj (epitelioid hücreler) odağı; aside dirençli basiller
Lepra Mycobacterium leprae Makrofajlardaki aside dirençli basiller; kazeifikasyon görülmeyen granülomalar
Sifiliz Treponema pallidum Gom: dış duvarları histiyositlerle kaplı. Mikroskopik veya makroskopik
lezyon; plazma hücresi infiltrasyonu; merkezdeki hücreler, dış çizgilerini
kaybetmeksizin nekroze olmuştur
Kedi tırmığı Gram-negatif basil Merkezinde granüler debris ve nötrofîller yer alan, dev hücrelerin seyrek
hastalığı görüldüğü, yuvarlak veya yıldız biçiminde granülom
Sarkoidoz Etiyolojisi bilinmiyor Bol miktarda aktif makrofaj içeren, kazeifikasyon görülmeyen granülomlar
Crohn hastalığı Bakterilere, bireyinkendi antijenlerine Bağırsak duvarlarındaki, kazeifikasyon görülmeyen, yoğun kronik inflamatuar
karşı bağışıklık reaksiyonu infiltrasyonla birlikte seyrek granülomlar
Inflamasyonun Sistemik Etkileri 57

b irlikte yol açtığı hasar, m erkezde bir nekroz bölgesi oluş­


ha yüksek düzeye ayarlayan nörotransmiterlerin üre­
turur. M akroskopik muayenede granüllü, peynirimsi b ir gö­ tilmesini uyarır. Aspirin dahil NSAID grubu ilaçlar
rünüm e sahip bu n e kroz alanı, k a z e ö z n e k r o z olarak ad­ prostaglandin sentezini, siklooksijenaz enziminin in-
landırılır (Bölüm 1 ve 13). Bu n e k ro tik materyal m ikrosko- hibisyonu üzerinden bloke ettiklerinden ateşi düşürür.
pik incelemede; eozinofilik, am o rf, yapışız, hücre ayrıntıla­ Enfeksiyon belirtisi olduğunun yüzlerce yıl önce ta­
rının tam am en kaybolm uş olduğu, granüllü b ir debris ola­ nımlanmış olmasına rağmen, ateşin ne amaç taşıyabi­
rak gözükür. C ro hn hastalığına, sarkoidoza ve yabancı ci­ leceği, günümüzde bile tam bilinmemektedir. Vücut
sim reaksiyonlarına eşlik eden granülom lar, böyle b ir nek­ ısısındaki yükselmenin amfibilere (hem karada hem
ro tik m erkeze sahip olm a eğilimi taşımadıklarından “ non- suda yaşayabilen hayvanlarda), mikrobik enfeksiyon­
kazeöz” olarak adlandırılır. G ranülom anın iyileşmesine, ların engellenmesinde yardım ettiği gösterilmiştir ve
çok yaygın olabilen fibrozis eşlik eder. mekanizmanın ne olduğunun bilinmemesine rağmen
memelilerde de aynı etkiyi gösterdiği varsayılmaktadır.
• Akut-faz proteinlerinin plazmadaki düzeylerinde yüksel­

O özet
Kronik inflamasyonun Özellikleri
me. Bu plazma proteinlerinin çok büyük bölümü kara­
ciğerde sentez edilir ve plazmadaki konsantrasyonları,
inflamasyon sırasında yüzlerce kat artabilir. C-realctif
protein (CRP), fibrinojen ve serum amiloid protein
• İnatçı uyaranlara karşı uzun süren konak yanıtı (SAA); bu proteinlerin en iyi bilinenleridir. Özellikle
• Bu inflamasyona; eliminasyona dirençli mikroplar, çevre­ IL- 6 olmak üzere sitokinler, akut-faz proteinlerin he-
deki ve bireyin kendi antijenlerine karşı gelişen bağışıklık patositler tarafından sentez edilmesini uyarabilir. CRP
yanıtları ve silika gibi bazı toksik maddeler neden olur; ve SAA gibi birçok akut-faz proteini, mikrop hücresi
önemli birçok hastalığın arka planında kronik inflamasyon duvarına bağlandıklarında opsoninler olarak fonksi­
vardır yon görüp komplemanı fikse edebilir; bu etki, mikrop­
• İnatçı inflamasyonla, doku zedelenmesiyle, nedbeleşme ların yok edilmesini teşvik eder. Fibrinojen eritrositle­
yoluyla onarım girişimleriyle ve bağışıklık yanıtıyla karak­ re bağlanarak bunların kümeler (para dizileri gibi dizi­
teri zed ir ler) oluşturmasına ve birim yer çekiminde tek başına
• Aktive makrofajların, lenfositlerin ve plazma hücrelerinin duran eritrositlerden daha hızla çökmesine neden
yer aldığı, çoğu zaman belirgin fıbrozisle birlikte olan hüc­ olur. Eritrosit sedimentasyon hızının (ESR), lipopolisa-
re infiltrasyonları vardır karidler dahil herhangi bir uyarana yanıt olarak geli­
• Makrofajlar ve lenfositler (özellikle T lenfositleri) tarafın­ şen sistemik inflamatuar yanıtı ölçen basit bir test ola­
dan üretilen sitokinler aracılığıyla gerçekleşir; bu hücreler rak kullanılma nedeni budur. Romatoid artrit gibi inf­
arasındaki iki yönlü etkileşimler nedeniyle daha güçlü ve lamatuar hastalıklarda tedaviye alman yanıt, sediman­
uzun süren bir inflamatuar yanıt eğilimi söz konusudur. tasyonun ve CRP düzeyinin seri halinde ölçiilmesiyle
değerlendirilir. CRP düzeylerindeki yükselme artık,
aterosklerotik damar hastalığındaki miyokard infark-
tüsü veya inme riskinin arttığını gösteren bir belirteç
İNFLAMASYONUN SİSTEMİK ETKİLERİ olarak yorumlanmaktadır, inflamasyonun, ateroske-
roz gelişmesinde rol oynadığına inanılmaktadır (Bö­
Şiddetli bir viral enfeksiyon (influenza gibi) geçirmekte lüm 9) ve CRP artışı, inflamasyonun bir ölçüsüdür.
olan bireyde inflamasyonun, beraberce akut-faz reaksiyo­ • Lökositoz, inflamatuar reaksiyonların, özellikle de bak­
nu olarak adlandırılan sistemik etkileri veya sistemik inf­ teri enfeksiyonuna bağlı olanların ortak bir özelliğidir
lamatuar yanıt sendromu gerçekleşir. TNF, IL-1 ve IL-6 ad­ (bkz Tablo 11-6, Bölüm 11). Lökositoz sırasında löko-
lı sitokinler, akut-faz reaksiyonundaki en önemli medyatörler- sit sayısı genellikle, mililitrede 15-20 bin dolayına yük­
dir. Bu sitokinler enfeksiyonlara yanıt olarak veya bağışık­ selir ama sıra dışı vakalarda bu sayı, 40 -100 bini bula­
lık reaksiyonlarında, lökositler (ve diğer hücre tipleri) ta­ bilir. Bu aşırı yükselmeler, lösemide görülenlere benze­
rafından üretilir ve sistemik olarak salınır. Bunlardan meleri nedeniyle lökomoid reaksiyonlar olarak adlandı­
TNF ve IL-1, aralarında ince farklar bulunabilmesine rağ­ rılmaktadır. Lökositoz başlangıçta, kemik iliğindeki
men, benzer biyolojik etkilere sahiptir (Resim 2-17). IL- 6 postmitotik rezerv havuzundan periferik kana lökosit
karaciğerde, daha sonra anlatılan çok sayıda plazma pro­ verilme hızının, TNF ve IL-1 gibi sitokinlerin etkisi al­
teinlerinin sentezini uyarır. tında artması nedeniyle meydana gelir. Kanda, hem ol­
Akut faz yanıtında, çeşitli klinik ve patolojik değişik­ gunlaşmış hem olgunlaşmamış lökositler görülebilir;
likler söz konusudur. olgunlaşmamış lökositlerin kanda gözükmesi, "sola
® Vücut ısısının yükselmesiyle karakterize olan ateş, kayma" olarak adlandırılır. Uzun süren enfeksiyonlar
akut faz yanıtının en önde gelen belirtilerinden biridir. ayrıca, koloni-stimülan faktör (CSF) üretimini de artı­
Ateş, hipotalamustaki vasküler ve perivasküler hücre­ rır. Bu faktör, kemik üiğinden periferik kana geçen lö­
lerde prostaglandin sentezini uyaran pirojen adı veri­ kosit sayısını artırarak, inflamatuar reaksiyondaki lö­
len maddelere yanıt olarak oluşur. Lipopolisakarid kosit tüketimini kompanse eder. Bakteri enfeksiyonla­
(LPS) gibi, ekzojen pirojenler olarak adlandırılan bakte­ rının büyük bölümü kandaki nötrofil sayısının artma­
ri ürünleri lökositleri, endojen pirojenler adı verilen IL- sına (nötrofili) neden olur. Enfeksiyöz mononükleoz,
1 ve TNF gibi sitokinleri salıvermek üzere uyarır; bu si­ kabakulak ve kızamıkçık gibi viral enfeksiyonlara, len­
tokinler AA'i prostaglandinlere dönüştüren siklooksi- fosit sayısının yükselmesi (lenfositoz) eşlik eder. Bron-
jenaz enzimlerinin düzeyini yükseltir. Bu prostaglan- şial astımda, saman nezlesinde ve parazit infestasyon-
dinler, özellikle PGE 2 hipotalamusta, vücut ısısını da­ larmda mutlak eozinofil sayısı artar (eozinofili). Tifo ve
58 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

bazı virüslerin, riketsiyalarm ve belirli protozoonlarm NORMAL


neden olduğu enfeksiyonlar gibi belirli enfeksiyonlar­
da ise dolaşımdaki lökosit sayısı, çelişkili olarak azalır
(lökopeni): bunun olası nedeni lenfositlerin, sitokinle-
rin etkisiyle lenf nodlarında birikmesidir. ©> _ #
• Kalp hızının ve kan basıncının yükselmesi; daha çok o
kan akışının, deri yoluyla ısı kaybını en aza indirmek
amacıyla derideki yüzeysel damarlardan derindeki da­
marlara yönlendirilmesine bağlı olan terleme azalması
r
Hafif, yüzeysel hasar
ve rigor (titreme), hipotalamusun vücut ısısını yeniden
ayarlaması sonucu üşüme hissi, iştahsızlık, somnolans 1
ve olasılıkla sitokinlerin beyin hücreleri üzerindeki et­
kisi nedeniyle kırıklık hissi; akut-faz yanıtının diğer
belirtilerindendir.
• Şiddetli bakteri enfeksiyonlarında (sepsis); kandaki
0 .*>
veya damar-dışı dokulardaki büyük miktarlarda bakte­ «9 * P ocP ® P O
ri ürünleri, özellikle TNF, ayrıca IL-1 ve IL-2 gibi sito­
kinlerin üretilmesini uyarabilir. TNF, yaygın damlar-içi
pıhtılaşmaya, asidoz dahil metabolik bozukluklara ve
I REJENERASYON
I
NEDBELEŞME
hipotansif şoka neden olabilir. Septik şok adı verilen bu
klinik üçlü, Bölüm 3'te daha ayrıntılı olarak anlatıl­
maktadır. [EBEEsI
O Ö ZET o 0 j o 0
İnflamasyonun Sistemik Etkileri Resim 2 -2 4 Doku onarım mekanizmaları: rejenerasyon ve nedbe
• Ateş: sitokinler (TNF, IL-1) hipotalamustaki prostaglandin oluşumu. Yalnızca epitele zarar veren, ancak altındaki dokuya za­
rar vermeyen hafif bir hasar sonrası rezolüsyon, rejenerasyonla
üretimini uyarır
gerçekleşir. Ama bağ dokusuna da hasar veren, daha şiddetli bir ze­
• Akut-faz proteinlerinin üretilmesi: C-reaktif protein ve di­ delenmeden sonra onarım, nedbeleşme yoluyladır.
ğerleri; bu proteinlerin sentezi, karaciğer hücrelerinde et­
kili sitokinler (IL-6 ve diğerleri) tarafından uyarılır
• Lökositoz: sitokinler (koloni-stimülan faktör), kemik iliğin­
deki prekürsör hücrelerden lökosit üretilmesini uyarır
• Rejenerasyon. Bazı dokular, hasarlı hücrelerinin yerine
• Bazı şiddetli enfeksiyonlarda, septik şok: kan basıncının
yenilerini koyarak temelde tekrar normal duruma
düşmesi, yaygın damar-içi pıhtılaşma, metabolik anormal­
dönme yeteneğine sahiptir: bu sürece rejenerasyon adı
likler; yüksek düzeylerdeki TNF etkisiyle gelişir
verilir. Rejenerasyon, hasar sonrası geriye kalan (ha­
sarsız) ve bölünme kapasitesi bozulmamış hücrelerin
proliferasyonuyla ve dokunun, kök hücreler kullanıla­
İnflamatuar reaksiyon sonlanmadan önce bile vücut; ha­
rak yenilenmesiyle gerçekleşir. Ffızla bölünen deri ve
sarı iyüeştirme, normal yapı ve fonksiyonu tekrar kazan­
bağırsak epitelinin ve başta karaciğer olmak üzere ba­
ma sürecini başlatır. Onarım adıyla bilinen bu süreçte, çe­
zı parenkimal organların hasara verdiği tipik yanıttır.
şitli hücre tipleri çoğalır ve farklılaşır, bağ dokusu depola­
nır. Doku onarım kusurları, ciddi sonuçlar doğurur. Ak­ • Nedbe (skar) oluşumu. Zedelenmiş dokularda rejeneras­
sine, aşırı miktarda bağ dokusu depolanması da (fibro- yon yeteneği yoksa veya dokuyu destekleyen oluşum­
zis), önemli anormalliklerin bir nedenidir. Onarım süre­ lar da ağır hasar görmüşse onarım, bağ dokusunun
cinin mekanizmaları ve düzenlenmesi bu nedenle, büyük (fibröz dokunun), nedbe oluşumu olarak bilinen proli­
fizyolojik ve patolojik öneme sahiptir. ferasyonuyla gerçekleştirilir. Bu onarımda meydana
gelen fibröz bağ dokusu gerçi, parankim hücresinin
kaybolan fonksiyonunu onun gibi yerine getiremeyebi-
lirse de, zedelenmiş dokunun genellikle fonksiyon gö­
DOKU ONARIMI: GENEL ÖZET rebilmek için ihtiyaç duyduğu yeterli yapısal stabilite-
Toksik etkenlerin ve inflamasyonun neden olduğu hasarı yi sağlar. Fibrozis deyimi en çok; kronik inflamasyonun
onarma yeteneği, bir organizmanın yaşamını devam etti­ sonucu olarak akciğerlerde, böbreklerde, karaciğerde
rebilmesi açısından ileri derecede önemlidir. Mikroplara ve diğer organlarda ya da yaygın iskemik nekroz (in-
ve zedelenmiş dokulara karşı verilen inflamatuar yanıt farktüs) sonrası kalp kasında aşırı kollajen depolan­
yalnızca bu tehlikeleri ortadan kaldırmakla kalmaz, aynı masını tanımlamak için kullanılır. Eğer fibrozis, infla­
zamanda onarım sürecini de başlatır. Kimi zaman "iyileş­ matuar eksudamn bulunduğu bir doku boşluğunday­
me" olarak da adlandırılan onarım; doku yapısının ve sa, organizasyon olarak (örneğin akciğerlerde pnömo-
fonksiyonunun, zedelenme sonrası yenilenmesi anlamı­ ni sonrası meydana gelen organizasyon) adlandırıl­
na gelir. Onarım iki tip reaksiyonla gerçekleşir: hasarlı maktadır.
dokunun rejenerasyonu ve bağ dokusunun depolanma­ Birçok zedelenme tipinin ardından hem rejenerasyon
sıyla nedbe oluşması (Resim 2-24). hem nedbe oluşumu, sonuçtaki doku onarımma değişebi-
Hücre ve Doku Rejenerasyonu 59

len derecelerde katkıda bulunur. Her iki süreçte de çeşit­


li hücrelerin proliferasyonu ve hücrelerle ESM arasında
yakın etkileşimler söz konusudur. Burada hücre prolife-
rasyonunun ilkeleri, büyüme faktörlerinin farklı hücre
tiplerinin onarım sırasındaki rolleri ve kök hücrelerin do­
ku homeostazmdaki rolleri anlatılmaktadır. Bunu,
ESM'in bazı özelliklerinin ve onarımdaki rolünün özet­
lenmesi izlemektedir. Bu anlatılanlar, rejenerasyonun ve
nedbeleşme yoluyla iyileşmenin, üzerinde durulması ge­
reken, önemli özelliklerine değinmekte ve sonuçta; deri
.
1 Al ~j(____ )
yaralarının iyileşmesi ve parenkimal organlardaki fibro-
zis (nedbeleşme), onarım sürecine örnek olarak anlatıl­
maktadır.

HÜCRE VE DOKU REJENERASYONU


Hasarlı hücrelerin ve dokuların rejenerasyonu, büyüme Kararlı durumdaki normal
faktörlerinin denetimi altında gerçekleşen ve ESM bütün­ hücre popülasyonu
lüğünün bozulmamış olmasına önemle ihtiyaç duyan bir
süreçtir. Rejenerasyon yoluyla meydana gelen onanma ör­
nekler vermeden önce hücre proliferasyonunun genel ilke­
leri ve ESM'in bu süreçteki fonksiyonları anlatılmaktadır. Hücre ölümü (apoptoz)

Hücre Proliferasyonunun Kontrolü


Proliferasyon, doku onarımı sırasında çeşitli hücre tiple­ Resim 2-25 Hücre popülasyonlarını düzenleyen mekanizmalar.
rinde görülen bir süreçtir. Hasarlı (normal yapısını tekrar Kök hücre giriş hızının artması veya azalması, apoptoz yoluyla hüc­
kazanmaya çalışan) doku kalıntıları, damar endotel hücre­ re ölümü veya proliferasyon ya da diferansiasyon hızlarının değiş­
mesi; hücre sayılarını değiştirebilir
leri (onarım süreci için ihtiyaç duyulan besleyici maddele­
(M cC arthy NJ, et al: Apoptosis in the development o f the immun system: growth
ri sağlamak amacıyla) ve fibroblastlar (rejenerasyonla dol­ factors, clonal selection and bcl-2. Cancer M etastasis Rev 11:157, 1992'den, değiş­
durulamayacak boşlukları doldurmak üzere nedbe oluştu­ tirilerek).
ran fibröz dokunun kaynağı), bu gibi hücrelerdendir. Bu
hücrelerin proliferasyonu, büyüme faktörleri adı verilen
proteinler tarafından denetlenir. Polipeptid yapısındaki proliferasyonuyla yerine konur. Kemik iliğindeki hema-
büyüme faktörlerinin üretilmesi ve hücrelerin bu faktörle­ topoetik hücreler ve derideki, ağız boşluğundaki, vagi­
re yanıt olarak bölünme yetenekleri, onarım sürecinin ye­ na ve serviksteki çok katlı yassı epitel; ekzokrin salgı
terli olmasının sağlanmasmda önemli belirleyicilerdir. bezlerinin (örneğin tükürük bezleri, pankreas, safra
Hücre popülasyonlarınm normal büyüklüğü; hücre yolları) kübik epiteli; gastrointestinal kanalın, uterusun
proliferasyonu, apoptozla hücre ölümü ve kök hücreler­ ve tubaların silendirik epiteli ve idrar yollarının transis-
den, farklılaşmış yeni hücrelerin gelişmesi arasında kuru­ yonel epiteli gibi dokuların hücreleri, bunlardandır. Bu
lan dengeyle sağlanır (Resim 2-25). DNA replikasyonu ve dokularda, kök hücre havuzu korunduğu sürece, zede­
mitoz, proliferasyondaki kilit süreçlerdir. Bu iki süreci de­ lenme sonrası kolayca rejenerasyon gerçekleşir.
netim altında tutan olaylar dizisi, hücre siklusu adıyla bili­ • Stabil dokular. Bu dokuların hücreleri sessizdir ve nor­
nir ve Bölüm 5'te, kanser konusu işlenirken anlatılmakta­ mal durumda yalnızca minimal çoğalma aktivitesi gös­
dır. Bölünmeyen hücrelerdeki hücre siklusunun Gx fazın­ terirler. Ancak hücreler, zedelenmeye veya doku kütle­
da durduğunu veya siklus dışına çıkarak G 0 fazında ol­ si kaybına yanıt olarak çoğalabilmektedir. Karaciğer,
duklarını belirtmek, şimdilik yeterlidir. Büyüme faktörleri böbrek ve pankreas gibi çoğu solid organların parenki-
hücreleri, G 0 fazından G 2 fazına ve DNA sentezine (S) ge­ mi, bu hücrelerden yapılıdır. Endotel hücreleri, fibrob­
çerek mitotik bölünme (M) fazlarına girmeleri için uyarır. lastlar ve düz kas hücreleri de yine stabil hücrelerdir. Bu
Siklusun ilerlemesi, aktiviteleri sikline-bağımlı kinazlar hücrelerin proliferasyonu, yara iyileşmesinde özellikle
tarafından kontrol edilen siklinler tarafından düzenlenir. önemlidir. Karaciğer dokusu dışında, stabil dokuların
Hücre S fazına girdiğinde, DNA replikasyonu gerçekleşir zedelenme sonrası rejenerasyon yeteneği, sınırlıdır.
ve daha sonra, G 2 fazı ve mitoza ilerler. • Kalıcı dokular. Bu dokulardaki hücrelerin doğum sonra­
sı yaşamda farklılaşma sürecini tamamladığı ve çoğal­
Dokuların Proliferatif Kapasitesi ma yeteneklerinin olmadığı kabul edilir. Çoğu nöronlar
ve kalp kası hücreleri, bu kategoridedir. Beyin ve kalp
Dokuların kendi kendilerini onarma yeteneği, intrensek dokularındaki hasarlar geri dönüşsüz olup, nöronlarda
proliferatif kapasitelerinden önemle etkilenir. Bu kritere ve kalpteki miyositlerde rejenerasyon yeteneği olma­
göre vücut dokuları üç gruba ayrılmaktadır. ması nedeniyle, nedbeleşmeyle sonuçlanır. Erişkin
• Labil (sürekli olarak bölünen) dokular. Bu dokulardan sü­ beyninin bazı bölgelerinde sınırlı kök hücre çoğalması
rekli olarak hücre kaybedilir ve kaybedilen hücreler, ve farklılaşması söz konusudur; ayrıca miyokard nek­
kök hücrelerin olgunlaşmasıyla ve olgun hücrelerin rozundan sonra kalpteki kök hücrelerin de çoğalabildi-
60 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım

ğine dair kanıtlar vardır. Yine de bu dokular, proliferas- ileri derecede ilgilenilen bir konuysa da doku kök hücre­
yon kapasiteleri ne olursa olsun zedelenme sonrası do­ leri, seyrek görülen ve saflık derecesinde izole edilmeleri
ku rejenerasyonu için gereken ihtiyacı karşılayamaz. çok zor olan hücrelerdir. Dahası bunlar organlardaki, kök
İskelet kası genellikle kalıcı bir doku olarak kabul edi­ hücre nişleri olarak adlandırılan, özelleşmiş mikro-ortam-
lirse de endomisyal kılıfa tutunan uydu hücrelerde, bir larda bulunur. Göründüğü kadarıyla bu nişlerdeki diğer
miktar rejenerasyon kapasitesi vardır. Kalıcı dokular­ hücrelerden gelen sinyaller, doku kök hücrelerinin sessiz
daki onarımda tipik olarak, nedbeleşme hakimdir. ve farklılaşmamış olarak kalmasını sağlamaktadır. Kök
hücresi nişleri, birçok organda tanımlanmıştır. Beyindeki
Öncelikle, bölünme yeteneği olmayan kalıcı hücrelerden
nöral kök hücreler, subventrikiiler bölgede ve dentate
oluşan dokular (örneğin kalp kası, sinir dokuları) dışında
gyrus'ta; deride, saç foliküllerinin şişkin bölümünde; kor­
kalan olgunlaşmış dokuların büyük çoğunluğu üç hücre ti­
neada, limbusta bulunur.
pini (sürekli olarak çoğalan hücreler, hücre siklusuna dönüş
Kemik iliğindeki hematopoetik kök hücreler, dokular­
yapabilen sessiz hücreler ve çoğalma yeteneğini kaybetmiş
daki kök hücrelerin belki de en fazla incelenmiş olanıdır.
olan kalıcı hücreler) değişebilen oranlarda içermektedir.
Seyrek olmalarına rağmen bu kök hücreleri, hücre yüzey
Kök Hücreler belirteçleri temel alınarak gerçek saflık düzeyine kadar
saflaştırılabilir. Hematopoetik kök hücreler kemik üiğin-
Hücreleri bölünme yeteneğine sahip olan dokuların çok bü­ den, ayrıca granülosit koloni stimülan faktör (G-CSF) gibi
yük bölümündeki olgunlaşmasını tamamlamış olan hücre­ belirli sitokinlerle sağlanan mobilizasyonun ardından pe-
lerde, farklılaşma sona ermiştir ve bu hücreler kısa ömürlü­ riferik kandan izole edilebilir. İyi bilindiği gibi bunlar,
dür. Hücre ömrünü tamamlayıp öldüğünde bunun yerini, tüm kan hücresi serilerine farklılaşabilir ve kanın şekilli
kök hücrelerden farklılaşan, yeni hücreler alır. Bu dokular­ elementlerini periferide tüketildikçe, sürekli olarak yeni­
da hücre çoğalması, kendi kendini yenileme, kök hücre leyebilir. Klinik uygulamada kemik iliği kök hücreleri, lö­
farklılaşması ve farklılaşmasını tamamlayıp olgunlaşan hüc­ semi ve lenfomalar gibi hastalıkların tedavisinde kullanıl­
relerin ölümü arasında homeostatik bir denge vardır. Anla­ maktadır (Bölüm 11). Kemik iliğinde, hematopoetik kök
tılan bu ilişki, derideki ve gastrointestinal kanaldaki sürek­ hücrelerin yanı sıra, çoğu zaman mezankimal kök hücreler
li olarak bölünen, kök hücrelerin bazal tabaka yakınında olarak adlandırılan, bir bakıma farklı bir doku kök hücre­
yer aldığı ve yüzeye doğru yer değiştirdikçe farklılaşıp öldü­ si popülasyonu da vardır. Bu hücreler kondroblastlar, os-
ğü ve yüzeyden döküldüğü epitel hücrelerinde belirgindir. teoblastlar ve miyoblastlar gibi, çeşitli mezankim hücrele­
Kök hücrelerin önemli iki özelliği vardır: kendi kendine ye­ rinin yapılmasında kullanıldıklarından, terapötik potansi­
nilenme kapasitesi ve asimetrik çoğalma. Asimetrik çoğalma­ yelleri bakımından fazlasıyla ilgi çekmektedir.
da hücre bölündüğünde, yavru hücrelerin biri farklılaşma Kök hücrelerin tanımlanabilmesi ve izole edilebilmesi,
sürecine girerek olgunlaşmış hücreye dönüşür; diğer yav­ rejeneratif tıp adı verilen ve başlıca hedefi hasar görmüş or­
ru hücre ise kendi kendini yenileme kapasitesine sahip, ganlardaki hücre popülasyonlarını, farklılaşmış embriyo­
farklılaşmamış kök hücre olarak kalır. Kendi kendini ye­ ner kök hücre veya erişkin kök hücresi kuşaklarını kulla­
nileme özelliği kök hücreye uzunca bir süre, fonksiyonel narak yenilemek olan, yeni bir alan yaratmıştır. Tüm hüc­
öncül hücre popülasyonu sürdürme yeteneği kazandırır. re çeşitlerini üretebilecek, geniş kapsamlı, kendi kendine
Bilimsel literatür çeşitli kök hücre tiplerinin tanımlanma­ yenileme kapasitesine sahip olmaları nedeniyle embriyo­
sıyla doluysa da, temelde iki çeşit kök hücre vardır: ner kök hücreler çoğu zaman, tedavi amaçlarıyla özelleş­
* Embriyoner kök hücreler hemen hemen hiç farklılaşma­ miş hücrelerin geliştirilebileceği, ideal bir kaynak olarak
mış olan kök hücrelerdir. Blastosistin en iç kısımdaki düşünülmektedir. Ancak embriyoner kök hücreler blasto-
hücre kitlesini oluşturur ve geniş bir hücre yenileme sistlerden (tipik olarak in vitro fertilizasyondan sağlanan)
kapasitesine sahiptir. Bu özellikleri sayesinde, farklılaş­ üretildikleri için, bunlardan türeyen hücreler, yumurta ve
ma geçirmeksizin bir yıldan fazla süre boyunca kültür­ sperm donörlerine ait doku histokompatibilite (doku uyu­
de kalabilir. Embriyoner kök hücreler uygun koşullar­ mu) molekülleri (insan lölcosit antijeni-human leukocyte
da, her üç germ hücre tabakasının özelleşmiş hücrele­ antigen-HLA) (Bölüm 4) taşırlar. Bu nedenle konakta, ge­
rini (nöronları, kalp kası hücrelerini, karaciğer hücrele­ netik uyum olmayan donörlerden alman organların neden
rini ve pankreastaki adacık hücrelerini) oluşturabilir. olduklarına benzer, bağışıklık sistemi aracılığıyla gelişen
• Erişkin kök hücreleri, doku kök hücreleri adını da alan red reaksiyonlarına neden olabilir. Bu nedenle hücrelerin,
bu hücreler, embriyoner kök hücrelere kıyasla daha faz­ hastanın kendi dokularındaki potansiyel embriyoner kök
la farklılaşmışlardır; bir organdaki veya dokudaki fark­ hücreler kullanılarak elde edilmesine büyük çaba harcan­
lılaşmış hücreler arasında yer alır. Kendi kendini yeni­ maktadır. Bu amaca ulaşılabilmek için, embriyoner kök
leme kapasitesi, bu kök hücrelerde de vardır ama söz hücrelerindeki ve farklılaşmış hücrelerdeki genler karşı­
konusu özellik, embriyoner kök hücrelerdekinden çok laştırılmış ve embriyoner kök hücrelerin "kök hücresi
daha sınırlıdır. Ayrıca bunların özelleşmiş hücrelere dö­ özelliğini taşımaları" açısından önemli, az sayıda gen ta­
nüşme yetenekleri, bulundukları dokudaki veya organ­ nımlanmıştır. Bu genlerin fibroblastlar veya derideki epitel
daki farklılaşmış bazı veya tüm hücrelerle sınırlıdır. hücreleri gibi farklılaşmasının tamamlamış hücrelere ve­
Embriyoner kök hücrelerin normal fonksiyonu vücuttaki rilmesi, somatik hücre çekirdeğinin yeniden programlan­
tüm hücre tiplerini oluşturabilmesidir, oysa erişkin kök masını ve hücrenin, embriyoner kök hücredeki birçok
hücreleri yalnızca doku homeostazmda rol alır. Böylece özelliği kazanmasına neden olmuştur. Bu hücrelere uyarıl­
erişkin kök hücreleri hem deri, kemik iliği ve bağırsak mış pluripotent kök hücreler (iPS hücreler) adı verilmiştir
epiteli gibi yapım/yıkım hızı (turnover) yüksek dokularda­ (Resim 2-26). iPS hücreler her hastada elde edilebildiğin­
ki, hem de kalp hücreleri ve damar hücreleri gibi ya- den, bunların farklılaşmış kuşakları hastadaki hasarlı veya
pım/yıkım hızı düşük dokulardaki kompartman büyüklü­ eksik hücrelerin -örneğin diyabet hastasındaki ( 1 hücrele­
ğünü devam ettirirler. Doku kök hücrelerinin izolasyonu rinin başarıyla onarılmasını veya yerine konulmasını sağ­
ve örneğin miyokard infarktüsünden sonra kalpteki veya layabilir. iPS hücreleri gerçi ümit vermektedir ama bunla­
inme sonrası beyindeki özelleşmiş hücrelerin infüzyonu rın klinikte işe yaradığı, henüz kanıtlanmış değildir.
IBm e m , - i L it ;.,-^ .- ;.- .- .,.^ g ^ :,^ . . „_ .. ;. :V ^ :« % g a g__. .___

Hücre ve Doku Rejenerasyonu 61

Hastanın hücresi Oct3/4, Sox-2, c-Myc, siklüsiindeki blokları gidererek replikasyonu uyarır, apop-
tozu önler ve mitoza hazırlıkta hücre proteinleri sentezini
arttırır. Büyümeyi kontrol eden ve geçirdikleri mutasyon-
lar nedeniyle hücrelerin, kanserin özelliği olan sınırsız ço­
ğalma olanağına kavuşmasını sağlaması (onkogenesis)
nedeniyle proto-onkogenler olarak bilinen genlerin fonksi­
yonlarının uyarılması, büyüme faktörlerinin önde gelen
aktivitelerinden biridir (Bölüm 5).
Bilinen büyüme faktörlerinin çok uzun (ve daha da
uzamakta olan) bir listesi vardır. Bundan sonra büyüme
faktörlerini yorucu bir katologlama girişiminde bulunma­
yacak; yalnızca doku onarımına katkısı olan, seçilmiş bü­
Uyarılmış, hastaya ^ ~V SÇ? yüme faktörlerini anlatacağız (Tablo 2-9). Doku onarmam­
özgü pluripotent kök
da işe karışan büyüme faktörlerinin birçoğu, inflanaatuar
hücre (İPS)
sürecin bir bölümü olarak hasar bölgesinde toplanan veya
ı
in vitro diferansiasyon hasar bölgesinde aktive olan makrofajlar ve lenfositler ta­
rafından üretilir. Diğer büyüme faktörleri ise hücre zede­
1 lenmesine yanıt olarak, parenkim hücreleri veya stroma
(bağ dokusu) hücreleri tarafından üretilir. Önce, büyüme
faktörlerinin genel ilkelerini ele alacak; her bir büyüme
faktörünün onarım sürecindeki rollerini, bölümün daha
sonraki sayfalarında anlatacağız.

Büyüme Faktörü Reseptörlerinin Sinyalizasyon


Ektoderm Mezoderm Endoderm Mekanizmaları
Resim 2 -2 6 İPS (uyarılan pluripotent kök hücre) üretimi. Kök hüc­ Büyüme faktörlerinin çok büyük bir bölümü fonksiyonla­
re özelliklerini taşıyan genlerin, hastanın diferansiye bir hücresinin rını, hücre yüzeyindeki spesifik reseptörlere bağlanarak
içine yerleştirilmesi, çeşitli hücre tipleri yönünde gelişebilme ve hücrede biyokimyasal sinyalleri tetikleyerek yerine ge­
yeteneğine sahip kök hücre oluşmasını sağlar. tirir. Büyüme faktörü reseptörlerinin harekete geçirdiği
hücre içindeki sinyalizasyon yolları, hücre-dışı ligandları
tanıyan, diğer hücre reseptörlerindekilere benzer. Sinyali­
O ÖZET zasyon doğrudan doğruya, büyüme faktörünü üreten ay­
Hücre Proliferasyonu, Hücre Siklusu ve Kök Hücreler nı hücre içerisinde (otokrin sinyalizasyon) gerçekleşebile­
• Dokuların rejenerasyonu, hasar görmemiş hücreler ve ceği gibi, komşu hücreler arasında (parakrin sinyalizas­
kök hücreleri tarafından denetlenir. yon) veya çok uzak yerlerde (endokrin sinyalizasyon) ger-
• Sessiz hücre, hücre siklusuna girdiğinde, proliferasyon ger­ çelcleşebilmektedir.
çekleşir. Hücre siklusu, uyarıcılar ve inhibitörler tarafından Genellikle hücre yüzeyinde yer alan reseptör proteinle­
hassas bir şekilde düzenlenir ve anormal hücrelerin repli- ri, hücre içerisinde de bulunabilir: bu ikinci durumda li-
kasyonunu önleyen, intrensek kontrol noktaları içerir. gandlarm, hücreye girebilmek için, D vitamini veya stero­
• Dokular, hücrelerinin proliferatif kapasitesine göre labil, id hormonlar ve tiroid hormonları gibi, yeterince hidrofob
stabil ve kalıcı olarak ayrılır. olmaları gerekir. Plazma membranı reseptörleri, majör
• Sürekli olarak bölünen (labil) dokular, bölünme yeteneği­ sinyalizasyon iletim yollarına göre, üç ana tipe ayrılır
ne sahip olgun hücrelerle, kayıp hücreleri yerine koymak (Tablo 2-10).
amacıyla farklılaşan kök hücreler içerir. • İntrensek kinaz aktivitesi olan reseptörler. Ligandın, re­
• Embriyodaki (embriyoner) kök hücreler, pluripotenttir; septörün hücre dışındaki bölümüne bağlanması, dime-
özellikle kemik iliği olmak üzere erişkin insandaki dokular, rizasyona ve daha sonra, alt-birimlerinin fosforilasyo-
çok çeşitli hücreler üretebilecek erişkin kök hücreleri içe­ nuna neden olur. Fosforilleşen reseptörler RAS, fosfati-
rir. dilinozitol 3(PI3)-kinaz, fosfolipaz Cy (PLC-y) gibi, hüc­
• Uyarılmış, pluripotent kök hücreler (İPS); embriyoner re içindeki diğer proteinlere bağlanarak bunları aktive
kök hücrelerdeki karakteristik genlerin, olgunlaşmış hüc­ edebilir ve sinyalizasyonun bu şekilde devam etmesi,
relere uygulanmasıyla geliştirilmiştir. Bu şekilde yeni bir hücre proliferasyonuna veya çeşitli transkripsiyon
kimlik kazanan olgunlaşmış hücre, kök hücredeki birçok programlarının başlatılmasına yol açar.
özelliği taşıyabilir.
• G proteiniyle birleşen reseptörler. Yedi transmembran re­
septör ailesi olarak da adlandırılan bu reseptörler; yedi
Büyüme Faktörleri tane transmembran a-heliks (sarmal) segmente sahip­
tir. Bu reseptörler, Uganda bağlandıktan sonra guanozin
Büyüme faktörlerinin çok büyük bir bölümü, belirli hücrelerin difosfat içeren hücre içi guanozin trifosfat [GTP]-bağla-
yaşamlarını devam ettirmesini ve proliferasyonunu uyaran; yan protein olan G proteinleriyle birleşir. G proteinle­
ayrıca göç etme, farklılaşma ve diğer hücre yanıtlarını teşvik riyle birleşmesi, GDP'nin GTP ile değiştirilmesi sonucu
edebilen proteinlerdir. Bu proteinler proliferasyonu, spesifik bu proteinlerin aktivasyonuna neden olur. G protein
reseptörlere bağlanarak ve ürünleri, tipik olarak çeşitli çiftli reseptörler ile aktive olan çeşitli sinyalizasyon yo­
fonksiyonlara sahip genlerin ekspresyonunu etkileyerek lakları içinde, siklik AMP (cAMP) ve endoplazmik reti-
uyarır: Hücrelerin hücre siklüsüne girmesini sağlar, hücre kulumdan kalsiyum salınmasına neden olan IP3 (inozi-
62 BOLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım

Tablo 2-9 Rejenerasyon ve Onarımda Rolü Olan Büyüme Faktörleri

Büyüme Faktörü Kaynağı Fonksiyonları


Epidermal büyüme faktörü (EGF) Aktive makrofajlar, tükürük bezleri, Keratinositler ve fibroblastlar için mitoiendir; keratinosit
keratinositler ve diğer birçok hücre tipi göçünü uyarır; granülasyon dokusu oluşumunu uyarır
Transforme edici büyüme Aktive makrofajlar, keratinositler ve Hepatositlerin ve diğer birçok epiteliyal hücrenin
faktörü-a (TGF-a) diğer birçok hücre tipi proliferasyonunu uyarır
Hepatosit büyüme faktörü (HGF) Fibroblastlar, karaciğerdeki stroma Hepatositlerin ve diğer birçok epiteliyal hücrenin
(scatter faktör) hücreleri, endotel hücreleri proliferasyonunu artırır; hücre motilitesinde artış nedenidir
Vasküler endotel büyüme Mezenkim hücreleri Endotel hücrelerinin proliferasyonunu uyarır; damar
faktörü (VEGF) geçirgenliğini artırır
Trombosit kökenli büyüme Trombositler, makrofajlar, endotel Nötrofiller, makrofajlar, fibroblastlar ve düz kas hücreleri
faktörü (PDGF) hücreleri, düz kaz hücreleri, için kemotaksik; fibroblastları, endotel hücreleri ve diğer
keratinositler hücreleri aktive eder, proliferasyonunu uyarır; ESM protein
sentezini uyarır
Fibroblast büyüme faktörleri (FGFs); Makrofajlar, mast hücreleri, endotel Fibroblastlar için kemotaksik ve mitojendir; anjiyogenezi
asidik (FGF-1) ve bazik (FGF-2) hücreleri, diğer birçok hücre tipi ve ESM protein sentezini uyarır
Transforme edici büyüme faktörü-|3 Trombositler, T lenfositleri, makrofajlar, Lökositler ve fibroblastlar için mitojendir; ECM protein
(TGF-fS) endotel hücreleri, keratinositler, sentezini uyarır; akut inflamasyonu baskılan
düz kas hücreleri, fibroblastlar
Keratinosit büyüme faktörü (KGF) Fibroblastlar Keratinosit göçünü, proliferasyonunu ve farklılaşmasını
(örneğin FGF-7) uyarır
ESM: E k s tra s e llü le r m a tr ik s

tol 1,4,5-trifosfat) oluşumuyla ilgili olanlar bulunur. • Büyüme faktörleri, dışarıdan gelen bir uyarana geçici ola­
1500 üyesi tanımlanmış durumda olun bu reseptörler, rak yanıt vermek üzere üretilir ve hücrelerdeki reseptör­
plazma membran reseptörlerinin en geniş ailesidir. lere bağlanarak etkili olur. Farklı sınıf büyüme faktör re­
• İntrensek enzimatik aktivitesi olmayan reseptörler. Genel­ septörleri; intrensek kinaz aktivitesine sahip olan, G pro­
likle, hücre dışına uzanmış, ligand-bağlayan bir bölge­ teinleriyle birleşen ve intrensek kinaz aktivitesi olmayan
leri olan bu reseptörler, monomerik transmembran mo­ reseptörlerdir.
leküllerdir. Ligandla etkileşimi, Janus kinazlar adı veri­ • Epidermal büyüme faktör (EGF) ve hepatosit büyüme
len hücre-içi protein kinazlarm 0AK) aktivasyonuyla faktör (HGF) gibi büyüme faktörlerinin intrensek kinaz
ilişkisini sağlayan hücre-içi yapısal değişikliği uyarır. Bu aktivitesine sahip reseptörlere bağlanması, MAP kinaz
kinazlarm fosforilasyonu sitoplazmadaki STAT (transk­ aracılığıyla gerçekleşen bir dizi fosforilasyon olaylarına
ripsiyonunun sinyal ileticileri ve aktivatörleri) adlı neden olur; bu olaylar, transkripsiyon faktörlerinin akti­
transkripsiyon faktörlerini aktive eder. STATlar, çekir­ vasyonuyla ve D N A replikasyonuyla sonuçlanır.
değin içerisine girer ve hedef genlerin transkripsiyonu­ • G proteinleriyle birleşen reseptörlerin, cAMP ve Ca2+
nu gerçekleştirir. üzerinden çok sayıda etkileri vardır. Kemokinler, bu re­
septörleri kullanır.
• Sitokinler genellikle, kinaz aktivitesi olmayan reseptörle­
re bağlanır; bu reseptörler sitoplazmadaki, daha sonra
ÖZET çekirdeğe geçen transkripsiyon faktörleriyle etkileşime
girer.
Büyüme Faktörleri, Reseptörler ve Sinyal İletimi
• Büyüme faktörlerinin çoğu, hücre proliferasyonu yanı sı­
• Polipeptid büyüme faktörleri otokrin, parakrin veya en­ ra hücre göçü, farklılaşma, angiogenesisin uyarılması ve
dokrin tarzda etki eder. fibrogenesis gibi çok sayıda etkilere sahiptir

Tablo 2-10 Hücrelerdeki Yüzey Reseptörlerinin Kullandığı Başlıca Sinyalizasyon Yolları

Reseptör Sınıfı Ligandlar Sinyalizasyon Mekanizması (Mekanizmaları)


intrensek tirozin kinaz EGF, VEGF, FGF, HGF Reseptörün bir zincirine ligand bağlanması, diğer zincirindeki tirozin kinazı
aktivitesi olan reseptörler aktive ederek daha sonra çok sayıda sinyalizasyon yolunun (RAS-MAP
kinaz, PI-3 kinaz, PLC-y) ve çeşitli transkripsiyon faktörlerinin
aktivasyonuna neden olur
G proteiniyle birleşen, Çok sayıda inflamasyon Ligand bağlanması, birleşik olduğu GDP'ye bağlı inaktif protein formunun
7-transmembran reseptör medyatörleri, hormonlar, aktif forma dönüşmesine yol açar; cAMP’yi aktive eder; hücre motilitesini
ailesi (GPCRs) tüm kemokinler artıran Ca2+ girişine neden olur; çok sayıda diğer etki
intrensek enzimatik aktivitesi Interferonlar dahil çok sayıda Ligand bağlanması, transkripsiyon faktörlerini (STAT [sinyal transduserleri
olmayan reseptörler sitokin, büyüme hormonu, ve transkripsiyon aktivatörleri] fosforilleştiren ve aktive eden kinazlarm
CSFIer, EPO (örneğin Janus kinazlarm jJAKs]) toplanmasına neden olur
c A M P , s ik lik a d e n o z in m o n o fo s fa t; CSFIer, k o lo n i-s tim ü la n fa k tö r le r ; EGF, e p id e rm a l b ü y ü m e fa k tö r ü ; EP O , e p o p o ie tin ; FGF, f ib r o b la s t b ü y ü m e f a k tö r ü ; G D P ,
g u a n o z in d ifo s fa t; G T P , g u a n o z in trifo s fa t; H G F, h e p a to s it b ü y ü m e fa k tö r ü ; PI3, fo s fa tid ilin o z ito l-3 ; PLC-y, fo s fo lip a z Cy; M A P , m ik r o tu b u lin e e ş lik e d e n p ro te in ; VEGF,
v a s k ü le r e n d o te l b ü y ü m e fa k tö r ü .
Hücre ve Doku Rejenerasyonu 63

Ekstrasellüler Matriksin Doku Onarımındaki Rolü limini taşır. Fibriller olmayan tipte, amorf kollajen IV
ve laminin (sonraki sayfalara bkz), bazal membramn
Doku onaranı yalnızca büyüme faktörlerine değil, aynı önde gelen yapı taşlarıdır.
zamanda hücreler ve ekstrasellüler matriks (ESM) bile­
şenleri arasındaki etkileşimlere de ihtiyaç duyan bir sü­ Ekstrasellüler Matriks Bileşenleri
reçtir. ESM hücreyi kuşatan bir ağ meydana getirerek ESM'in üç temel bileşeni vardır: (1) kollajenler ve elastin-
herhangi bir dokunun önemli bir bölümünü oluşturan, ler gibi, gerilmeye karşı direnç ve gerilmeye yol açan kuv­
çeşitli proteinlerin yer aldığı bir komplekstir. ESM sekest- vet ortadan kalktıktan sonra, önceki duruma dönülmesi­
rasyon yoluyla su tutarak yumuşak dokular için gerekli turgo­ ni sağlayan fibröz yapı proteinleri; (2 ) proteoglikanlar ve
ru, mineralleri tutarak kemik dokusunun sertliğini sağlar. Ay­ hiyaluronan gibi, esneme ve kayganlık sağlayan, suyla-
rıca; hücre adezyonu ve göçü için substrat sağlayarak ve bü­ hidrate jeller ve (3) matriks proteinlerini birbirlerine ve
yüme faktörleri için bir depo hizmeti görerek, içerisinde yer hücrelere bağlayan adezif glikoproteinler (Resim 2-27).
alan hücrelerin proliferasy onunu, hareketini ve farklılaşması­
nı düzenler. Sürekli olarak yeniden biçimlenen matriksin Kollajen
sentezi ve yıkımı morfogeneze, yara iyileşmesine, kronik Kollajenler, ip-benzeri üçlü bir sarmal örgü oluşturan uç
fibrozise ve tümör invazyon ve metastazına eşlik eder. ayrı polipeptid zincirden yapılmıştır. Bazıları spesifik
ESM, interstisyel matriks ve bazal membran olarak te­ hücreler ve dokular için benzersiz olan, yaklaşık 30 kolla­
mel iki şekildedir (Resim 2-27). jen tipi tanımlanmıştır. Bazı kollajen tipleri (örneğin tip I,
• İnterstisyel matriks: Bağ dokusu hücrelerinin araların­ II, III ve V), üçlü sarmalların dış taraflarından çapraz bağ­
daki boşluklarda ve epitelle, destekleyici damar ve düz lanmasıyla fibriller oluşturmuştur. Fibril şeklindeki kolla­
kas oluşumları arasında yer alır. Fibroblastlar gibi me- jenler, iyileşmekte olan bağ dokusunda ve özellikle de
zenkim hücreleri tarafından sentez edilir ve üç-boyut- nedbelerde bulunan bağ dokusunun önde gelen bölümü­
lu, amorf bir jel oluşturma eğilimindedir. Fibril şeklin­ nü oluşturur. Bu kollajenlerin gerilmeye karşı direnci; li-
de olan ve olmayan kollajenler; ayrıca fibronektin, zil oksidaz enziminin katalizörlüğüyle kovalen bağlar
elastin, proteoglikanlar, hiyaluronat ve daha sonra an­ oluşturan çapraz bağları sayesindedir. Bu süreçte C vita­
latılan diğer elemanlar, interstisyel matriksi oluşturan mini gerektiğinden, C vitamini eksikliği olan bireylerde
başlıca yapı taşlarıdır. iskelet deformiteleri ve damarlardaki bazal membramn
• Bazal membran: Bağ dokularındaki interstisyel matrik­ zayıf olması nedeniyle kolayca kanama görülür ve yara
sin rastgele izlenimini veren düzeni; epitel, endotel ve iyileşmesi kötüdür. Osteogenesis imperfecta ve Ehlers-
kas hücrelerinin çevresinde ileri derecede organize Danlos sendromu gibi hastalıklar, bu kollajenlerdeki ge­
olarak özelleşmiş bazal membranı oluşturur. Epitelin netik kusurlar nedeniyle gelişir. Diğer kollajenler fibriler
altında yer alan bazal membran, üstteki epitel ve altta­ değildir ve bazal membranı oluşturabilir (tip IV) veya
ki mezenkim hücreleri tarafından sentez edilir ve "kü­ omurlar-arası disk (tip IX) ve dermal-epidermal bileşkeler
mes telini andıran" plâka-benzeri bir ağ oluşturma eği­ (tip VII) gibi diğer oluşumların bileşenleridir.

OnTi-n/T/pnrifWf: prtfVıA^rvıfMirL JYlfWVLTnh-nAü,


Epitel —j-

. I *
İntegrinler - r a t _8î ~ ü il U- = 1 -Jt= ^
Fibroblast BAZAL MEMBRAN
integrinler • Tip IV kollajen
• Laminin
Endotel hücreleri
Adezif Proteoglikan
Kılcal damar

Proteoglikan
İNTERSTİSYEL MATRİKS
• Fibriler kollajen Tip IV kollajen
• Elastin
• Proteoglikan ve Laminin
Proteoglikan üçlü kollajen sarmalları hiyaluronan
Resim 2 -2 7 ESM’in; kollajenler, proteoglikanlar ve adezif glikoproteinler dahil başlıca bileşenleri. Yapı taşlarından bazılarının örtüşmesine
rağmen bazal membramn ve ESM’ in genel bileşim ve yapı bakımından farklı olduğuna dikkat edin. Gerek epitel, gerekse mezenkim
hücreleri (örneğin fibroblastlar) ESM ile integrinler aracılığıyla etkileşime girer, çizimin basitleştirilmesi amacıyla, ESM’in bazı bileşenlerine
(elastin, fibrilin, hiyaluronan ve sindekan gibi), yer verilmemiştir.
64 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım

Elastin fibronektinler ve lamininler gibi ESM bileşenlerinin


Dokuların fiziksel stres sonrası toparlanıp stres öncesin­ hücrelerdeki başlıca reseptörleridir. İntegrinlerden ba­
deki yapılarına kavuşması, elastik doku sayesindedir. Bu zıları, inflamasyon yerindeki lökositlerin yüzeyinde yer
özellikle; tekrarlayan pulsasyonlar şeklindeki akışa uyum alarak bu hücrelerin endotele sıkıca yapışmalarında,
sağlamak durumunda olan büyük damarların duvarların­ endotelin bir tarafından öbür tarafına geçmelerinde rol
da, ayrıca uterusta, deride ve ligamentlerde önemlidir. oynayan medyatörler olarak daha önce anlatmıştır. İn-
Elastik lifler morfolojik olarak merkezdeki elastin bir çe­ tegrinlerle, Bölüm 3'te trombosit agregasyonundan söz
kirdekten ve bunu saran, fibrilin glilcoproteininden yapılı, ederken de karşılaşacağız. İntegrinler, eritrositler hariç
ağa-benzer bir oluşumdan ibarettir. Fibrilin sentezindeki hücrelerin büyük bir bölümünün plazma membranm-
kusurlar iskelet anormalliklerine ve Bölüm 6 'da anlatılan da mevcuttur. RGD motifleri üzerinden ESM'in birçok
Marfan sendromu'ndaki gibi, aort duvarlarının zayıflama­ bileşenine bağlanarak hücrelerin hareketlerini, prolife-
sına neden olur. rasyonunu ve farklılaşmasını etkileyebilen sinyalizas­
yon yollarını başlatırlar. İntegrinlerin hücre içindeki
P roteoglikanlar ve H iyaluronan bölgeleri aktif filamentlerine bağlandığından, hücrenin
Proteoglikanlar, esneklik ve kayganlık (eklem kıkırdakla­ biçimi ve mobilitesi üzerinde etkilidir.
rındaki gibi) sağlayan, sıkıştırılabilir, ileri derecede hidra-
te jellerdir. Glikozaminoglikanlar veya mukopolisakarid- Ekstrasellüler Matriksin Fonksiyonları
ler olarak adlandırılan (ör. dermatan sülfat ve heparan sül­ ESM yalnızca, hücre çevresindeki boşlukları dolduran bir
fat) protein bir iskelete bağlı, uzun polisakaridlerden olu­ madde değildir. Bu matriksin çeşitli fonksiyonlarından ba­
şurlar. Protein çekirdeği olmayan hiyaluronan (hiyaluro- zıları:
nik asit de denir) da, ESM'in su bağlayan, önemli bir yapı • Hücrenin tutunması ve göç etmesi için mekanik destele,
taşıdır ve akışkan olmayan (viskoz), jelatine-benzer bir hücre polaritesinin korunması
matriks oluşturur. Proteoglikanlar dokulara sıkıştırılabilir • Büyüme faktörlerine bağlanarak ve bu faktörleri barın­
olma özelliği kazandırmalarının yanı sıra, ESM'e salgıla­ dırarak, ayrıca integrin ailesinin hücre yüzeyindeki re­
nan fibroblast büyüme faktörü (FGF), HGF gibi büyüme septörleri üzerinden sinyalizasyon gerçekleştirerek,
faktörleri için depo ödevini de görür. Bazı proteoglikanlar hücre proliferasyonunun denetlenmesi. Hücre-dışı matriks
hücre membranlarının ayrılmaz bir parçası olan ve hücre proteinlerinin tipi, dokulardaki hücrelerin farklılaşma
proliferasyonunda, göçünde ve adezyonunda —ör. büyü­ derecesini etkileyebilir. Bunlar etkilerini büyük ölçüde
me faktörlerine ve kemokinlere bağlanıp bu medyatörle- hücre yüzey integrinleri ile gerçekleştirmektedir.
rin lokal konsantrasyonlarının yükselmesini sağlayarak • Doku yenilenmesinde iskele çatı görevi. Dokunun normal
rol oynayan proteinlerdir. yapısını devam ettirebilmesi için bir bazal membrana
Adezif G lik o p ro te in le r ve A dezyon M olekülleri veya stroma iskelesine ihtiyaç duyması nedeniyle, pa-
Adezif glikoproteinler ve adezyon reseptörleri hücrelerin renkim hücrelerinin bazal membran veya stroma bü­
hücrelere, ayrıca hücrelerin ESM'e ve ESM bileşenlerinin tünlüğü, dokuların organize biçimde rejenerasyonu
kendi aralarında bağlanmasında rolü olan, yapısal bakım­ için son derece önemlidir. Böylece rejenerasyon yetene­
dan farklı moleküllerdir. Interstisyel ESM'in başlıca bile­ ğinin labil ve stabil hücrelerde mevcut olmasına rağ­
şenlerinden biri olan fibronektin ve bazal membranın ön­ men ESM'in bozulması, doku rejenerasyonunun başa­
de gelen yapı taşlarından biri olan laminin, adezif glikop- rısız kalmasıyla sonuçlanır ve nedbe oluşumuyla ona­
roteinlerdir ve burada, tüm bu grubun prototipleri olarak rım gerçekleşir (Resim 2-24).
anlatılmaktadır. Hücre adezyon molekülleri (CAM) olarak • Doku mikro-ortamlannın oluşturulması. Bazal membran,
da bilinen adezyon reseptörleri; immünglobülinler, kade- epitel ile altındaki bağ dokusu arasındaki sınır görevi­
rinler, selektinler ve integrinler şeklinde dört gruptur; bu­ ne sahiptir, ayrıca böbrekteki filtrasyon düzeneğinin
rada yalnızca integrinler anlatılmaktadır. bir bölümüdür.
® Fibronektin; aralarında fibroblastlarm, monositlerin ve
endotel hücrelerinin bulunduğu çeşitli hücrelerde sen­ C ÖZET
tez edilen, doku ve plazma formları mevcut olan, büyük
Ekstrasellüler Matriks ve Doku Onarımı
(450 kilodaltonluk [kDa]), disülfüre-bağlı bir heterodi-
merdir. Fibronektinlerde; çok sayıda ESM bileşeninin • ESM’in yapısında; hücrelerin arasındaki, kollajenlerden ve
(kollajen, fibrin, heparin, proteoglikanlar gibi) bağlandı­ çeşitli glikoproteinlerden oluşan interstisyel matriks ile
ğı; ayrıca bir tripeptid arginin-glisin-aspartik asit (RGD) epitel altında yer alan ve damarları kuşatan; nonfıbriler
motifiyle hücre integrinlerine de bağlanan özel bölgeler kollajen ve lamininden oluşan bazal membranlar vardır.
vardır. Doku fibronektini, yara iyileşme yerlerinde fibri- • ESM, çeşitli, önemli fonksiyonlara hizmet eder:
ler kümeler oluşturur; plazma fibronektini, yarada olu­ ° Dokulara mekanik destek sağlar; bu destek, kollajen-
şan kan pıhtısındaki fibrine bağlanarak ESM depolan­ ler ve elastin tarafından sağlanır.
ması ve re-epitelizasyon için bir substrat oluşturur. ° Hücre çoğalması ve doku mikro-ortamının oluşumu
• Laminin, bazal membranda en bol bulunan glikoprote- için substrat olarak davranır.
indir. 820 kilodaltonluk, haç biçiminde, hücreleri altta­ ° Hücre proliferasyonunu ve differansiasyonunu düzen­
ki tip IV kollajen ve heparan sülfat gibi ESM bileşenle­ ler; proteoglikanlar, büyüme faktörlerine bağlanır ve
rine bağlayan bir heterotrimerdir. Bazal membrana tu­ bunları yüksek konsantrasyonda tutar; fibronektin ve
tunmaya aracılık etmesi yanı sıra laminin; hücre çoğal­ laminin hücreleri, hücrelerdeki integrin reseptörleri
masını, farklılaşmasını ve motilitesini değiştirebilir. üzerinden uyarır.
• Doku rejenerasyonu için, ESM’in sağlıklı olması gerekir;
• integrinler lökositlerin endotele yapışmasındaki rolleri
ESM hasarlıysa onarım, yalnızca nedbe oluşumuyla ger­
bağlamında anlatılmış olan, heterodimerik bir trans-
çekleştirilebilir.
membran glikoprotein zincir ailesidir. Aynı zamanda,
Nedbe Oluşumu 65

Doku onanırımın temel bileşenlerini anlattıktan sonra


şimdi onarımın, rejenerasyon ve nedbe oluşumu yoluyla
gerçekleşmesini ele alacağız.

Rejenerasyonun Doku Onanırımdaki Rolü

Rejenerasyonun, hasarlı dokuların yerine konmasındaki


önemi, doku tiplerine ve hasarın şiddetine göre değişir.
• Bağırsak kanalı epiteli ve deri epiteli gibi labil dokular­
daki hasarlı hücreler, hasara uğramadan kalmış hücre­
lerin proliferasyonuyla ve eğer alttaki bazal membran
sağlamsa doku kök hücrelerinin farklılaşmasıyla hızla
yerine konur. Bu süreçte rol alan büyüme faktörleri, ta­
nımlanmış değildir. Kan hücrelerinin kaybı, kemik ili­
ğindeki ve diğer dokulardaki hematopoetik progenitor
(öncü) hücrelerin; kan hücreleri sayısındaki azalmaya
yanıt olarak üretilen koloni stimülan faktörün (CSF)
denetimi altında çoğalmasıyla karşılanır.
® Doku rejenerasyonu, hücre popiilasyonları stabil olan
parenkimal organlarda meydana gelebilir ama karaci­
ğer dışında, genellikle sınırlı bir süreçtir. Pankreasta,
adrenallerde, tiroidde ve akciğerlerde bir miktar reje­
nerasyon kapasitesi vardır. Böbreklerden birinin ame­
liyatla alınması, diğer böbrekte kompansasyon amaçlı
bir yanıta neden olur ve bu yanıtta proksimal tubulus
hücreleri hem hipertrofiye, hem hiperplaziye uğrar. Bu
yanıtın altında yatan mekanizmalar bilinmemektedir.
• Karaciğer dokusunun ameliyatla alınmasından sonra
bu organdaki rejeneratif yanıt, hatırı sayılır düzeyde
olup diğer organlardakine benzemez. Canlı donör Resim 2 -2 8 Karaciğerde rejenerasyon. Canlı donörden gerçekleş­
transplantasyonu adı verilen ve normal bir kişiden alı­ tirilen bir karaciğer transplantasyonunda donör karaciğerini göste­
nan bir karaciğer bölümünün, terminal dönemde bu­ ren bilgisayarlı tomografi. A , Ameliyattan önce donör karaciğeri.
lunan bir hastaya nakledilmesi anlamına gelen prose­ Rezeksiyonla alınarak nakledilecek sağ lob (sınırları belirtilmiş). B,
dürde, normal kişinin karaciğerinin %40-%60'ı alınabi­ Aynı karaciğerin sağ lob rezeksiyonundan 1 hafta sonraki bilgisa­
yarlı tomografisi; sağ lobda büyüme olmaksızın sol lobun (sınırları
lir (Resim 2-28) veya bu oranda karaciğer dokusu, bir
belirtilmiş) genişlediğine dikkat edin.
tümörün çıkarılması için alınabilir. Her iki durumda
(R. Troisi, M D ’un izniyle, Ghent University, Flanders, Belgium).
da dokunun alınması, geride kalan ve normalde sessiz
olan hepatositlerde proliferatif bir yanıta ve ardından
da karaciğerdeki parenkimal olmayan hücrelerin repli-
kasyonuna neden olur. Deneysel sistemlerde, kısmi
hepatektomiyi izleyen hepatosit replikasyonu; hücrele­ NEDBE OLUŞUMU
rin, hücre siklusunun G 0 fazından G j fazına geçmesi­
ni uyararak hücreleri replikasyona hazırlayan sitokin- Daha önce de anlatıldığı gibi, doku zedelenmesi şiddetli
ler (TNF, IL-6 ) tarafından başlatılmaktadır. Hücre sik­ veya kronikse ve parenkim ve epitel hücreleriyle bağ do­
lusunun ilerlemesi; HGF (fibroblastlar, endotel hücre­ kusunda hasar ile sonuçlanmışsa, ya da bölünme yetene­
leri ve karaciğerdeki parenkimal olmayan hücreler ta­ ği olmayan hücreler zedelenmişe, onarım sadece rejene-
rafından üretilir) gibi büyüme faktörlerinin ve arala­ rasyonla sağlanamayabilir. Bu koşullar altında onarım, re-
rında, transforme edici büyüme faktörü alfanın (TGF- jenere olmayan hücrelerin yerini bağ dokusunun alması
a) (birçok hücre tipi tarafından üretilir) da bulunduğu sonucu nedbeleşmeyle ya da bazı hücrelerin rejeneresyo-
EGF ailesinin bireylerinin aktivitesine bağlıdır. nu ve nedbeleşmenin birlikteliğiyle gerçekleşir.
Yaygın rejenerasyon veya kompansatuar hiperplazinin yal­
nızca, kısmi cerrahi rezeksiyondan sonra olduğu gibi, geride Nedbe Oluşumunun Aşamaları
kalmış bağ dokusu çatısı yapısal bakımdan sağlamsa oluşabi­
Bağ dokusunun depolanması yoluyla onarım; inflamatu-
leceğinin altını çizmek gerekir. Tersine, dokunun enfeksiyon
ar yanıttan sonra, birbirini izleyen bir dizi aşamada ger­
veya inflamasyon nedeniyle tamamen hasar gördüğü durum­
çekleşir (Resim 2-29):
larda ise rejenerasyon tam olmaz, sürece nedbeleşme eşlik
eder. Örneğin karaciğerin, karaciğer apsesinde olduğu gi­ • Yeni damar oluşumu (angiogenesis)
bi retikülin çatının çökmesiyle birlikte yaygın hasar gör­ ® Fibroblastlarm hasar gören yere göç ederek çoğalmasıy­
mesi, apseden zarar görmemiş hepatositler rejenerasyon la ve bağ dokusunun depolanmasıyla birlikte aralarında
yeteneğine sahip olsalar bile, nedbe oluşumuna yol açar. lökositlerin dağınık olarak göze çarptığı çok sayıda da-
66 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım

mar; pembe renkli, granüler görünüme sahiptir ve bu


nedenle granülasyon dokusu olarak adlandırılır.
• Bağ dokusu, stabil fibröz nedbe oluşturmak üzere ol­
gunlaşır ve tekrar organize olur (yeniden biçimlenme)
Onarım, zedelenmeyi izleyen 24 saat içerisinde, fibroblast-
larm zedelenme yerine göç etmesi, fibroblast ve endotel
Enfeksiyon veya hücrelerinin proliferasyonunun indüksiyonu ile başlar.
| hasar
Üçüncü-beşinci güne gelindiğinde, iyileşme sürecinin ka­
rakteristiği olan, özelleşmiş granülasyon dokusu belirir.
Granülasyon deyiminin kökeni, deri yarasının kabuğunun
altını andıran, makroskopik görünümdür. Bu dokunun his­
tolojik görünümü ise fibroblastların proliferasyonuyla ve
gevşek bir ESM içerisinde ve çoğu zaman, öncelikle mak-
rofajlarla olmak üzere inflamatuar hücrelerle karışmış, in-
ce-duvarlı, yeni kapiller damarlarla (anjiyogenez) karakte-
rizedir (Resim 2-30, A). Granülasyon dokusunda gittikçe
daha fazla sayıda fibroblast birikir ve bu hücrelerden salgı­
lanan kollajen, sonunda nedbe oluşumuna yol açar (Resim
2-30, B). Nedbe dokuları, zaman içerisinde yeniden biçim­
lenir. Bu süreçteki her aşama, biraz sonra anlatılmaktadır.

Anjiyogenez
Anjiyogenez, öncelikle venüllerden olmak üzere mevcut da­
GRANÜ-
LASYON marlardan yeni kan damarlarının oluşma sürecidir. Hasar yer­
DOKUSUNUN lerindeki iyüeşme sürecinde, iskemi yerlerinde kollateral
OLUŞMASI dolaşım gelişmesinde ve tümörlerin, orijinal kanlanmala­
rıyla kıyaslandığında büyüyebileceklerinden çok daha faz­
la büyümelerinde son derece önemlidir. Anjiyogenezin ar­
ka planındaki mekanizmaların anlaşılması, sürecin hız­
landırılması (ör. koroner aterosklerozunda kalbe gelen
kan miktarının artırılması) ya da inhibisyonu (tümör bü­
NEDBE
OLUŞUMU yümesinin engellenmesi veya diyabetik retinopatide oldu­
ğu gibi patolojik damar gelişmesinin bloke edilmesi) ama­
cıyla çok sayıda çalışma yapılmıştır.
Mevcut damarlardan yeni damarların filizlendiği bir
Resim 2-29 Nedbe oluşumuyla iyileşme sürecinin aşamaları.
Rejenerasyon kapasitesi sınırlı bir dokudaki zedelenme; önce, ölü
süreç olan anjiyogenez sırasında, aşağıdaki aşamalardan
hücreleri ve varsa mikroplan temizleyen bir inflamasyon gelişir. geçilir (Resim 2-31):
Bunu vasküler granülasyon dokusu, ardından da ESM depolanması • Nitrik oksite yanıt olarak vazodilatasyon ve VEGF etki­
izleyerek nedbe oluşturulur. ESM: Ekstrasellüler matriks siyle damar geçirgenliğinin artması
• Perisitlerin damarın, lümene uzak (abluminal) yüzeyin­
den ayrılması
• Endotel hücrelerinin, doku hasarı bölgesine göç etmesi

Resim 2-30 A, Çok sayıda kan damarı, ödem ve seyrek inflamatuar hücrelerin bulunduğu gevşek ESM içeren granülasyon dokusu.
Kollajen, trikrom boyasıyla maviye boyanır; bu aşamada çok az olgun kollajen görülmektedir. B, Trikrom boyasıyla boyanmış, seyrek
vasküler kanallara ve yoğun kollajen dokuya sahip olgun nedbe dokusu. ESM: Ekstrasellüler matriks.
Nedbe Oluşumu 67

Resim 2-31 Anjiyogenez mekanizması. Doku onarımında anjiyogenez öncelikle, mevcut endotelin büyüme faktörü etkisiyle çoğalıp yeni
damar filizleri oluşturması ve yeni damarın oluşturulması için perisitlerin toplanmasıyla gerçekleşir.

® Göç eden endotel hücrelerinin ön sırasının hemen ar­ ® Büyüme faktörlerinin FGF ailesinin, en iyi karakterize
kasındaki endotel hücrelerinin proliferasyonu, edilenleri FGF-1 (asidik FGF) ve FGF-2 (bazik FGF) ol­
• Kılcal tüplerin oluşumu yönünde yeniden biçimlenme mak üzere, 20'den fazla üyesi vardır. Birçok hücre ti­
• Periendotelyal hücrelerin (küçük kapiller damarlar pinde üretilen bu büyüme faktörleri, tirozin kinaz ak-
için perisitlerin, daha büyük damarlar için düz kas tivitesine sahip bir plazma membran reseptörleri aile­
hücrelerinin) matür damar oluşturmak üzere toplan­ sine bağlanır. Serbest kalan FGF, heparan sülfata da
ması bağlanabilir ve ESM'de depo edilebilir. FGF-2 anjiyo­
• Endotel hücrelerinin proliferasyon ve göçünün baskı- geneze en çok, endotel hücrelerinde proliferasyonu
lanması ve bazal membran depolanması uyararak katkı yapar. Ayrıca makrofajlarm ve fibrob-
lastlarm hasar alanına göç etmelerini teşvik eder; epi-
Anjiyogenez sürecinde çeşitli büyüme faktörleri, hücre- tel hücrelerinin, epidermal yaraları örtmek üzere göç
hücre etkileşimleri, ESM proteinleriyle etkileşim ve doku etmesini uyarır.
enzimleri rol alır.
® Anjiyopoietin Angl ve Ang2, anjiyogenezde ve yeni da­
marların yapısal olgunlaşmasında rol oynayan büyü­
A njiyogenezde Rol Oynayan Büyüme F aktörleri
me faktörleridir. Yeni oluşan damarların, perisitlerin
En önemlileri VEGF (vasküler endotelyal büyüme faktörü) ve düz kas hücrelerinin toplanması ve bağ dokusu de­
ve FGF-2 (bazik fibroblast büyüme faktörü) olmak üzere polanması yoluyla stabilizasyona ihtiyaçları vardır.
çeşitli büyüme faktörleri, anjiyogeneze katkıda bulunur. Angl, endotel hücrelerinin üzerindeki, Tie2 adlı bir ti­
• Büyüme faktörlerinin VEGF ailesinde VEGF-A, -B, -C, -D rozin kinaz reseptörüyle etkileşime girer. Stabilizas-
ve -E; ve plasental büyüme faktörü (PİGF) vardır. Ge­ yon sürecine, diğer bazı büyüme faktörleri de (PDGF
nellikle VEGF adıyla anılan VEGF-A, hasar sonrası ve ve TGF-|3) katılır—PDGF düz kas hücrelerini toplar;
tümörlerdeki anjiyogenezi başlatan başlıca etkendir; TGF-|3 ise endotel hücrelerinin proliferasyonunu ve gö­
VEGF-B ve PİGF, embriyodaki damar gelişmesinde rol çünü baskılar, ESM proteinlerinin üretimini arttırır.
oynar; VEGF-C ve -D, hem lenfanjiyogenezi, hem de
anjiyogenezi uyarır. Erişkin dokularının çok büyük bir Kan damarlarının embriyo gelişmesi sırasında çoğalması­
bölümünde, VEGF üyelerinin ekspresyonu vardır: bu na vaskiilogenez adı verilmektedir. Bu süreçte damarlar,
ekspresyonlar en fazla, "pencereli" epitele komşu epi- angioblast adı verilen endotel prekürsör (öncül) hücrele­
tel hücrelerinde (örneğin böbrekteki podositlerde, reti­ rinin birleşmesiyle, yeni baştan (de novo) yapılır. Angiob-
nadaki pigment epitelinde) karşılaşılır. Bu büyüme fak­ lastların kökeni, kendileri de hematopoetik sisteme pre­
törleri, bir tirozin kinaz reseptör ailesine bağlanır kürsör hücre üreten hemangioblastlardır. Ayrıca erişkin­
(VEGFR-1, -2 ve -3). Anjiyogenez için bu reseptörlerin lerde, kemik iliğindeki kök hücrelerden üretilerek dolaşı­
en önemlisi, özellikle endotel hücreleri olmak üzere ma bırakılan endotel prekürsör hücreleri de vardır. An­
hedef hücrelerde yer alan VEGFR-2'dir. VEGF endüksi­ cak bunların erişkinlerdeki anjiyogeneze katkıda bulun­
yonuna yol açan birçok faktörden en önemlisi hipoksi; dukları kesin olarak saptanmış değildir.
diğerleri PDGF (trombosit kökenli büyüme faktörü), ESM proteinleri anjiyogenezdeki damarların filizlen­
TGF-a ve TGF-(3'dır. mesine katkıda bulunur ve bunu daha çok endotel hücre­
VEGF endotel hücrelerinin hem göç etmesini, hem lerindeki integrinlerle etkileşime girerek ve oluşan dama­
proliferasyonunu uyararak anjiyogenezdeki kapiller fi­ ra iskelet oluşturarak yapar. Öncelikle metalloproteinaz-
lizlenmeyi başlatır. NO üretimini uyarıp vazodilatas- lar (MMP) olmak üzere ESM enzimleri ESM'i, damar tü­
yonu destekler ve damar lümeni oluşumuna katkıda pünün yeniden biçimlenerek uzamasını sağlamak ama­
bulunur. VEGF'ye karşı antikorların yayılma ve büyü­ cıyla parçalar. Yeni oluşan damarlar, endotel hücreleri
meleri için anjiyogeneze ihtiyaç duyan bazı tümörlerin arasındaki bağlantıların tamamlanmaması ve VGEF'nin
tedavisinde kullanılması onaylanmıştır. Bu antikorlar damar geçirgenliğini artırması nedeniyle, henüz sıvı sız­
ayrıca, 50 yaş üzeri erişkinlerde karşılaşılan görme bo­ dıran oluşumlardır. Granülasyon dokusunun çoğu za­
zukluğunun önde gelen bir nedeni olan "ıslak" (ne- man niçin ödemli olduğunu kısmen açıklayan bu özellik
ovasküler) maküla dejenerasyonunun tedavisinde; ay­ iyileşen damarlarda, inflamatuar yanıtın yatışmasından
rıca prematürite retinopatisine eşlik eden anjiyogenez sonra uzun süre devam eder. Dahası, tümör içi basıncı ar­
üzerinde yapılan klinik çalışmalarla, diyabetteki ma­ tırır ve ıslak maküla dejenerasyonu gibi patolojik süreç­
küla ödemine yol açan sızıntılı damarlar (leaky vessels) lerdeki oküler anjiyogenezde ciddi sorun yaratabilecek
ile ilgili çalışmalarda kullanılmaktadır. ödemin temelini oluşturur.
68 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

Fibroblastların Aktivasyonu ve Bağ o TGF-P, inflamatuar yanıtları sınırlayıp sonlandıran,


Dokusunun Depolanması anti-inflamatuar bir sitokindir. Bunu, lenfosit proli-
ferasyonunu ve diğer lökositlerin aktivitesini inhibe
Bağ dokusunun nedbede depolanması iki aşamada gerçekleşir; ederek gerçekleştirir. TGF-|3'sı olmayan farelerde
(1) fibroblastların hasar bölgesine göç ederek proliferasyonu yaygın inflamasyon ve belirgin lenfosit proliferasyo­
ve (2) bu hücrelerin ürettiği ESM proteinlerinin birikmesi. nu vardır.
Fibroblastların hasar bölgesinde toplanarak bağ dokusu • Trombosit-kökenli büyüme faktörü (PDGF), her birinde
proteinlerini sentez etmek üzere aktivasyonu; PDGF, ikişer zincir bulunan, birbirleriyle yakından ilişkili, A
FGF-2 (daha önce anlatıldı) ve TGF-|3 dahil birçok büyü­ ve B adı verilen proteinlerin yer aldığı bir protein aile­
me faktörü tarafından denetlenir. Bu faktörlerin başlıca sinin üyesidir. BB'nin prototip olduğu, başlıca beş izo­
kaynağı, özellikle hasar yerlerinde ve granülasyon doku­ formu vardır; bu izoform çoğu zaman yalnızca PDGF
sunda mevcut malcrofajlar olma üzere inflamatuar hücre­ olarak adlandırılır. PDGFler, PDGFRa ve PDGFRp ad­
lerdir. İnflamasyon bölgeleri ayrıca mast hücreleri bakı­ lı reseptörlere bağlanırlar. PDGF, trombositlerde depo­
mından da zengindir ve uygun kemotaksi ortamını bulan lanır ve trombosit aktive olduğunda serbest kalır; aynı
lenfositler de mevcut olabilir. Bu hücre tiplerinin her biri, zamanda endotel hücreleri, aktive malcrofajlar, düz
fibroblast proliferasyonuna ve aktivasyonuna katkıda bu­ kas hücreleri ve birçok tümör hücresi tarafından da
lunan sitokinler ve büyüme faktörleri salgılayabilir. üretilir. PDGF, fibroblastların proliferasyonuna ve göç
İyileşme ilerledikçe, çoğalan fibroblastların ve yeni olu­ etmelerine neden olur. Makrofajlarm göç etmesine de
şan damarların sayıları azalır, ama fibroblastların gittikte katkıda bulunabilir.
daha fazla sentez yapan bir fenotip kazanması nedeniyle ® Bölüm 4'te, bağışıklık yanıtlarının anlatılması sırasın­
ESM proteini birikimi artar. İyileşmekte olan bir yara ye­ da inflamasyon medyatörleri olarak değinilen sitokin­
rinin güçlenmesinde, kollajen sentezi özellikle önemlidir. ler, büyüme faktörü olarak da fonksiyon görebilir, ESM
Daha sonra anlatılacağı gibi, iyileşmekte olan bir yarada depolanmasına ve nedbe oluşumuna katkıda buluna­
fibroblastlar, kollajen sentezine erken (iiçüncü-beşinci bilir. Örneğin IL-1 ve IL-13, kollajen sentezi için fib-
günde) başlar ve yaranın boyutlarına göre bu sentezi, haf­ roblastları etkileyebilir; ayrıca, fibroblastların prolife-
talarca devam ettirir. Ancak net kollajen birikimi, yalnız­ rasyonunu ve göç etmesini artırabilir.
ca sentezinin artmasına değil, daha sonra anlatılacak olan
kollajen yıkımının azalmasına da bağlıdır. Sonunda gra­
nülasyon dokusu; büyük ölçüde inaktif durumdaki, iğsi
şekilli fibroblastlardan, yoğun kollajenden, elastik doku Bağ Dokusunun Yeniden Biçimlenmesi
parçalarından ve diğer ESM bileşenlerinden oluşan ned-
beye dönüşür (Resim 2-30, B). Nedbe olgunlaştıkça, Sentezinin ve depolanmasının ardından nedbedeki bağ
mevcut damarlar yavaş yavaş kaybolur ve önceleri damar dokusunun modifikasyonu ve yeniden biçimlenmesi de­
bakımından zengin olan granülasyon dokusu, soluk vam eder. Onarım sürecinin sonucu böylece, ESM prote­
renkli, büyük ölçüde damarsız bir doku olan nedbe doku­ inlerinin sentezi ve yıkılması arasında kurulan dengeyle
suna değişir. belirlenir. ESM proteinlerinin sentezini düzenleyen hüc­
reler ve faktörler, daha önceki sayfalarda anlatıldı. Kolla­
jen ve diğer ESM bileşenleri, aktiviteleri çinko iyonlarına bağ­
ESM D epolanm asında ve N edbe O luşum unda Rolü Olan
lı olan bir matriks metalloproteinazlar (MMPlar) ailesi tara­
Büyüme F a ktörleri
fından parçalanır. MMP'lar, yine ESM'i parçalayan, ancak
TGF-|3, PDGF ve FGF dahil çok sayıda büyüme faktörü, bu metalloenzim olmayan nötrofil elastazdan, katepsin
süreçte rol alır. FGF aynı zamanda anjiyogenezde de rol G'den, plazminden ve diğer serin proteazlardan ayırt
oynadığından, daha önce anlatılmıştır. Burada biz, TGF-|3 edilmelidir. Fibriler kollajeni parçalayan interstisyel kolla-
ve PDGF'nin başlıca özelliklerini kısaca ele alacağız. jenazlar (MMP-1, -2 ve -3); amorf kollajeni ve fibronekti-
• Transforme edici büyüme faktör-(5 (TGF-/1), üyeleri arasın­ ni parçalayan jelatinazlar (MMP-2 ve -9) ve proteoglikan-
da kemik morfogenetik proteinler de bulunan bir ho­ lar, laminin, fibronektin ve amorf kollajen dahil ESM çe­
molog polipeptid (TGF-pi, -|32 ve -|33) ailesinde yer alır. şitli yapı taşlarını parçalayan stromelizinler (MMP-3, -10
TGF-pi izoformu yaygın dağılımı gösterir ve genellikle ve -11); MMP ailesinin üyeleridir.
TGF-P olarak bilinir. Aktif faktör hücre yüzeyindeki, MMP'lar, çeşitli hücre tiplerinde (fibroblastlar, makro-
serin-treonin kinaz aktivitesine sahip iki reseptöre bağ­ fajlar, nötrofiller, sinovya hücreleri ve bazı epitel hücrele­
lanarak Smads adlı transkripsiyon faktörlerinin fosfo- ri) üretüir; bunların sentezleri ve salgılanmaları; büyüme
rilleşmesini tetikler. TGF-P, çok sayıda ve çoğu zaman faktörleri, sitokinler ve diğer ajanlar tarafından düzenle­
hücre tipine ve dokunun metabolik durumuna bağlı nir. MMP'larm aktiviteleri, sıkı bir şekilde denetlenir.
olarak birbirinin karşıtı etkilere sahiptir. TGF-P, infla- MMP'lar önce, yalnızca hasar bölgesinde bulunmaları
masyonda ve onarımda, başlıca iki fonksiyon üstlenir: olası proteazlar (örneğin plazmin) tarafından aktive edil­
o TGF-P kollajen, fibronektin ve proteolikanlarm sen­ mesi gereken inaktif prekürsörler (zimogen) olarak üreti­
tezini uyarır; kollajen yıkımını hem proteinaz akti- lir. Bu proteazlar ayrıca, mezenkim hücrelerinin çok bü­
vitesini azaltarak, hem TIMP adıyla bilinen ve daha yük bölümünde üretilen, spesifik metalloproteinaz doku
sonra ele alacağımız, doku inhibitor proteinlerinin inhibitörleri (tissue inhibitors of metalloproteinases-
aktivitesini artırarak engeller. TGF-p yalnızca hasar TIMPler) tarafından hızla inhibe edilebümektedir. Böyle­
sonrası nedbe oluşumunda değil ayrıca akciğerler­ ce MMP'lar nedbeleşme sırasında, depolanan ESM'i ye­
de, karaciğerde ve böbreklerde kronik inflamasyon niden biçimlendirmek üzere aktive olur ve daha sonra bu
sonrası fibrozis gelişmesinde de rol oynar. aktiviteleri, TIMP'ler tarafından sonlandırılır.
Doku Onanınım Etkileyen Faktörler 69

tenen etkilerdir; örneğin kornea enfeksiyonlarında has­


Q Ö ZET taya antibiyotiklerle birlikte glikokortikoid verilmesi,
Nedbe Oluşumuyla Onarım kollajen depolanmasından kaynaklanacak opasite ge­
lişme olasılığını azaltır.
• Dokular; form ve fonksiyonlarının tam olarak geri kaza­
nıldığı rejenerasyonla ya da yerlerini bağ dokusuna ve ® Mekanik değişkenler, örneğin lokal basınç veya torsi-
nedbe oluşumuna bırakarak onarılabilir. yon, yara kenarlarını çekebilir ve yaranın açılmasına
• Bağ doku depolanmasıyla onarım, anjiyogenez, fibrob- neden olabilir.
lastların proliferasyonu ve göçü, kollajen sentezi ve bağ ® Arterioskleroza ve diyabete ya da venöz boşalma tıka­
dokusunun yeniden biçimlenmesiyle gerçekleşir. nıklığına (ör. varisler) bağlı olabilen perfiizyon bozuklu­
• Bağ dokusuyla onarım, granülasyon dokusunun oluşu­ ğu da iyileşmeyi olumsuz etkiler.
muyla başlar ve fıbröz dokunun yerleşmesiyle sonuçlanır. • Yabancı cisimler, örneğin çelik, cam, hatta kemik parça­
• Onarımda rolü olan hücre çeşitlerinin proliferasyonu, ları, iyileşmeyi engelleyebilir.
büyüme faktörleri tarafından uyarılır. ® Doku hasarının tipi ve yaygınlığı, sonraki onarım süre­
• TGF-|3, güçlü bir fibrojenik ajandır; ESM depolanması fib- cini etkiler. Tam onarım yalnızca, stabil ve labil hücre­
rojenlerle, ESM’i sindiren MMP’lar ve TIMP’lar arasındaki lerden oluşan dokularda mümkündür; kalıcı dokular­
dengeye bağlıdır. daki hasarın ise, miyokard infarktüsünün iyileşmesi
gibi nedbeleşmeyle sonuçlanması, kaçınılmazdır.
® Hasarın yeri ve hasar gören dokunun karakteri de
önemlidir. Örneğin, doku boşluklarındaki (plevra, pe­
D O K U O N A R IM IN I ETKİLEYEN riton veya sinovya boşlukları gibi) inflamasyon, aşırı
FAKTÖRLER eksudasyona neden olur. Daha sonraki onarımda ek-
suda, önce lökositlerden gelen proteolitik enzimlerle
Doku onarımı, çeşitli etkiler altında kalarak değişiklikle­ ve sıvılaşmış eksudanm emilimiyle gerçekleşebilir. Re-
re sahne olabilir ve bu değişiklikler sıklıkla, onarım süre­ zolüsyon olarak adlandırılan bu çeşit onarım, hücre
cinin kalitesini veya yeterliliğini olumsuz etkiler, iyileşme nekrozu yoksa genellikle normal doku yapısının tekrar
sürecinde değişiklik yapan değişkenler, enfeksiyon gibi elde edilmesiyle sonuçlanır. Ancak daha büyük hacim­
dışarıdan kaynaklanabilir ya zedelenmiş dokunun bizzat li eksuda birikimleri organizasyona uğrayabilir. Bu sü­
kendisinde mevcuttur. Enfeksiyonlar ve diyabet, bu ba­ reçte granülasyon dokusu eksuda içerisine doğru bü­
kımdan özellikle önemlidir. yür ve sonunda, fibröz bir nedbe oluşur.
• Enfeksiyon, iyileşmeyi geciktiren nedenler arasında kli­ • Hücre çoğalmasındaki ve ESM üretilmesindeki anormal­
nik önemi en fazla olanıdır; inflamasyonu uzatır ve likler, normal başlayan yara sürecinde bile sonradan
bölgesel doku hasarı olasılığını artırır. ortaya çıkabilir. Örneğin çok aşırı miktarda kollajen
• Beslenme, onarım üzerinde derinlemesine etkilidir. Ör­ birikmesi, keloid adı verilen, belirgin, kabarık nedbeler
neğin protein ve özellikle de C vitamini eksikliği, kolla­ meydana getirebilir (Resim 2-32). Keloid oluşumunda
jen sentezini inhibe ettiklerinden iyileşmeyi geciktirir. kalıtsal bir yatkınlık durumu mevcut gözükmekte ve
• Guikokortikoidler (steroidler) belgelenmiş anti-inflama- keloid, Afro-Amerikalılarda daha sık görülmektedir,
tuar etkilere sahiptir; bunların verilmesi, TGF-|3 üreti­ iyileşmekte olan dokular da aşırı miktarda granülas­
mini inhibe etmeleri ve fibrozisin azalması nedeniyle, yon dokusu üretebilir ve çevredeki doku düzeyini ka­
nedbe dokusunun zayıflamasına yol açabilir. Ancak barıklık şeklinde aşan bu granülasyonlar, re-epitelizas-
glukokortikoidlerin anti-inflamatuar etkileri bazen, is­ yonu engelleyebilir. Epitel sürekliliğinin yeniden sağla-

Resim 2 -3 2 Keloid. A , Deride, keloid olarak bilinen kabarık bir nedbe oluşturan kollajen depolanması. B, Dermişte kalın bağ dokusu de­
polanması
(A, Murphy GF'in izniyle, Herzberg AJ: Atlas o f Dermatology. Philadelphia, W B Saunders, 1996'dan. B, Z . Argenyi, MD, University o f Washington, Seattle, Washington, USA).
70 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım

nabilmesi için bu granülasyon dokusunun koterizas- Deri Yaralarının İyileşmesi


yonu veya cerrahi rezeksiyonu gerekir.
Deri yaralarının hem epitel rejenerasyonu, hem de bağ
dokusundan nedbe oluşumu sonucunda iyileşmesi, tüm
dokulardaki iyileşme sürecinde geçerli olan genel ilkeleri
SEÇİLMİŞ K LİN İK D O K U ONARJMI VE yansıtır.
Yaranın tabiatına ve boyutlarına bağlı olarak deri yara­
FİBROZİS ÖRNEKLERİ larında primer veya sekonder iyileşme görülmektedir.
Buraya kadar, rejenerasyonla ve nedbeleşmeyle gerçekle­
şen doku onarımınm genel ilkelerini ve mekanizmalarını Primer Yara İyileşmesi
anlattık. Şimdi; klinik öneme sahip onarım tiplerini—de­ Derideki temiz, enfekte olmamış, kenarları cerrahi sütür-
ri yaralarının iyileşmesini ve zedelenmiş parenkimal or­ lerle birbirine yaklaştırılmış bir ameliyat insizyonunun
ganlardaki fibrozisi ele alacağız. iyileşmesi, yara onarımına verebileceğiz en basit örnek-

PRİMER İYİLEŞME SEKONDER İYİLEŞME

Resim 2 -3 3 Primer (solda) ve sekonder (sağda) yara iyileşmesinin aşamaları. Sekonder iyileşmede çok miktarda granülasyon dokusu oluş­
tuğuna ve yara kontraksiyonuna dikkat edin.
Seçilmiş Klinik Doku Onarımı ve Fibrozis Örnekleri 71

lerden biridir (Resim 2-33). Bu iyileşme, primer yara iyi­ • Beşinci günde neovaskülarizasyon, granülasyon doku­
leşmesi veya primer birleşme olarak adlandırılır. Yapılan su insizyon aralığını doldurdukça en yüksek düzeye
insizyon, epitel bazal membranmın sürekliliğinde yalnız­ ulaşır. Miktarı gittikçe artan kollajen lifler, insizyon
ca fokal bir bozulma yapar ve nispeten az sayıda epitel ve kenarlarını birleştiren köprüler oluşturmaya başlar.
bağ dokusu hücresinin ölmesine neden olur. Sonuç ola­ Epidermis, yüzey hücrelerinin farklılaşarak olgunlaş­
rak epitel rejenerasyonu, böyle bir yaradaki başlıca onanırı mış bir epidermis yapısı sağlamasıyla normal kalınlığı­
mekanizmasıdır. Küçük bir nedbe oluşursa da yaradaki nı kazanır ve epidermis yüzeyi, keratinize olur.
kontraksiyon, en düşük düzeydedir. Dar insizyon aralığı • ikinci haftada, kollajen birikimi ve fibroblast proliferas-
önce fibrin kan pıhtısıyla dolar ve bu pıhtı daha sonra yonu devam eder. Lökosit infiltrasyonu, ödem ve art­
hızla, granülasyon dokusu tarafından invaze edilir; ardın­ mış vaskülarite, önemli ölçüde azalır. İnsizyon nedbe-
dan da yaranın üzeri epitelle örtülür. Bu süreçteki aşama­ sinde gittikçe daha fazla kollajen birikmesi ve vasküler
lar iyi tanımlanmıştır: kanalların regresyonuyla birlikte "ağarma" başlar.
* 24 saat içerisinde nötrofiller, insizyon kenarında gözü­ • Birinci ay tamamlandığında nedbe dokusu, inflamatu-
kerek fibrin pıhtıya doğru göç eder. Epidermisin kesik ar hücrelerin hemen hiç yer almadığı, temelde normal
kenarındaki bazal hücrelerin mitotik faaliyeti artar. 24- bir epidermisle örtülü, hücresel bir bağ dokusu kimli­
48 saat içerisinde, her iki yara kenarından da epitel ğine bürünür. Ancak, insizyon çizgisi boyunca tahrip
hücreleri göçe ve dermis boyunca proliferasyona baş­ olan deri eklerindeki kayıp, kalıcıdır. Yaranın gerilme
lar, ilerledikçe de bazal membran bileşenlerini depo­ karşısındaki direnci, daha sonra anlatıldığı gibi gittik­
lar. İki yandan gelen hücreler orta çizgide, yara kabu­ çe artar.
ğunun altında karşılaşarak ince, ancak sürekli bir epi­
tel tabakası oluşturur. Sekonder Yara İyileşmesi
• Üçüncü güne gelindiğinde nötrofillerin yerini büyük Hücre veya doku zedelenmesi; büyük yaralardaki, apse
ölçüde makrofajlar almıştır ve granülasyon dokusu in­ odaklarındaki, ülserasyonlardaki ve parenkimal organlar­
sizyon aralığını giderek daha çok invaze eder. İnsizyon da görülen iskemik nekrozdaki (infarktüs) gibi daha yay­
kenarlarında kollajen lifler belirir ama dikey durdukla­ gınsa; onarım süreci daha karmaşıktır ve rejenerasyonla
rından, insizyon aralığını kapatmazlar. Epitel hücrele­ nedbeleşmenin birlikte oluşmasıyla gerçekleşir. Deri yara­
rinin çoğalması devam ederek kaim bir epitel örtüsü larının sekonder birleşme olarak da adlandırılan sekonder
oluşturur. iyileşmesinde (Resim 2-34; bkz ayrıca Resim 2-33), infla-

Resim 2 -3 4 Deri ülserlerinin iyileşmesi. A , Diabet hastalarında sık görülen basınç ülseri B, Lezyon kenarları arasında geniş bir boşluğun
yer aldığı deri ülseri. C, Dermişte ince bir re-epitelizasyon ve yaygın granülasyon dokusu oluşması. D, Epidermisteki re-epitelizasyonun
devam etmesi ve yara kontraksiyonu.
(Courtesy o f Z . Argenyi, M D'in izniyle, University o f Washington, Seattle, Wash. USA).
BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım

matuar reaksiyon daha yoğundur ve ESM birikimi ve ge­


niş bir nedbeyle birlikte bol miktarda granlilasyon doku­ O Ö Z ET
su gelişmiştir; bunu, miyofibroblastlarm aracılılık ettiği Deri Yaralarının İyileşmesi ve Onarımıntn
yara kontraksiyonu izler. Patolojik Yönleri
® Sekonder iyileşme primer iyileşmeden, çeşitli bakım­ • Deri yaraları primer veya sekonder olarak iyileşir; sekon­
lardan farklıdır: der iyileşmedeki nedbeleşme ve yara kontraksiyonu, pri­
• Yara yüzeyinde daha büyük olan pıhtı veya kabuk, fib­ mer iyileşmedekinden fazladır.
rin ve fibronektinden zengindir. • Yara iyileşmesi, özellikle enfeksiyon ve diabet olmak üze­
® Uzaklaştırılması gereken nekrotik debris, eksuda ve re, birçok durumun etkisiyle değişikliklere uğrayabilir:
fibrin hacmi büyük doku defektlerinde daha fazla ol­ hasarın tipi, hacmi ve gerçekleştiği yer de, yara iyileşme­
duğundan, inflamasyon daha yoğundur. Bunun sonu­ sinde önemlidir. Aşırı ESM üretilmesi, deride keloidlere
cu olarak inflamasyon aracılığıyla gerçekleşen, sekon­ neden olabilir.
der zedelenme potansiyeli, büyük defektlerde daha • Kronik hastalarda kollajen sentezinin uyarılması, doku
fazladır. fıbrozisine yol açar.
• Büyük defektlerde, boşlukları doldurarak doku epiteli-
nin yeniden çoğalacağı bir iskelet oluşturacak daha da­
ha hacimli granülasyon dokusuna ihtiyaç vardır. Gra-
nülasyon dokusunun daha hacimli olması genellikle, K A YN A KLA R
nedbe dokusu kütlesinin de daha büyük olmasıyla so­
Bradley JR: TNF-mediated inflammatory disease. J Pathol 214: 149,
nuçlanır. 2008. [TNF'nin biyolojisi ve TNF antagonistleriııin klinik kullanımının
• Sekonder iyileşmedeki yara kontraksiyonu daha fazla­ gen el özeti.]
dır. Örneğin büyük deri defektlerinin büyüklüğü 6 Carlson BM: Some principles of regeneration in mammalian systems.
hafta içerisinde, daha çok lcontraksiyona bağlı olarak Anat Rec 287: 4, 2005. [Ekstrem ite ve organ rejen erasyom n m n evrim ­
sel y ön leri ve gen el m ekanizm aları üzerine özenli bir derlem e.]
başlangıçtakinin %5-10'una kadar küçülebilir. Bu sü­ Carmeliet P: Angiogenesis in life, disease and medicine. Nature 438:
reç, kontraktil düz kas hücrelerindeki ultrastrüktürel 932, 2005. [N orm al ve an orm al anjiyogenezitı ana yön leri üzerine bir
ve fonksiyonel özelliklerin birçoğunu taşıyan modifiye d erlem e.]
fibroblastlar olan miyofibroblastlarm varlığıyla açık­ Charo IF, Ransohoff RM: The many roles of chemokines and chemo-
lanmıştır. kine receptors in inflammation. N Engl J Med 354: 610, 2006. [Inf-
lam asyon da kem okin lerin fon ksiy o n ları üzerine bir gen el özet.]
Fausto N: Liver regeneration and repair: hepatocytes, progenitor cells
Yaranın Gerilme Karşısındaki Direnci and stem cells. Hepatology 39: 1477, 2004. [K araciğer rejenerasyonu-
nun hücresel v e m olekü ler m ekanizm aları ü zerin e bir d er lem e .].
Dikkatle dikilen yaraların direnci, normal deridekinin Gabay C, Lamacchia C, Palmer G: IL-1 pathways in infl animation and
%70'i kadardır; bunun nedeni daha çok, yerleştirilmiş human diseases. Nat Rev Rheumatol 6: 232, 2010. [IL -l'in biyolojisi
olan sütürlerdir. Sütürler, genellikle birinci haftanın so­ ve inflam atuar h astalıklardaki terapötik kullanım ı üzerine m ükem m el bir
nunda alındığı zaman yaranın direnci, sağlıklı derideki­ derlem e.]
nin %10'una yakındır ama sonraki 4 hafta boyunca hızla Gurtner GC, Werner S, Barrandon Y, Longaker MT: Wound repair
and regeneration. Nature 453: 314, 2008. [D oku rejenerasyonu ve
artar. Gerilme karşısındaki direncin düzelmesi; ilk iki ay
o n a n m n m ilkeleri ü zerine m ükem m el bir derlem e.]
içerisindeki kollajen sentezinin, kollajen yıkımından da­ Hynes RO: Integrins: bidirectional, allosteric signaling machines. Cell
ha fazla olması ve sentez daha sonra azaldığı zaman kol- 110: 673, 2002. [Integrin sinyal sistem inin, ESM kom pon en tlerin in hüc­
lajende yapısal değişikliklerin (ör. çapraz-bağlanma, lif re içi sinyal ileti yolakları ile ilişkisine yön elik m oleküler m ekanizm alar
boyutlarının artması) meydana gelmesi sayesindedir. Ya­ ü zerin e m ükem m el bir derlem e.]
Jiang D, Liang J, Noble PW: Hyaluronans in tissue injury and repair.
ranın gerilme karşısındaki direnci üçüncü ay sonunda,
Annu Rev Cell Dev Biol 23: 435, 2007. [Bir ana ESM p rotein ailesinin
normaldekinin yaklaşık %70-80'idir ve bu noktadan son­ doku on an m ın daki rolü ü zerin e bir irdelem e.]
ra da genellikle, önemli artış göstermez. Khanapure SP, Garvey DS, Janero DR, et al: Eicosanoids in inflamma­
tion: biosynthesis, pharmacology, and therapeutic frontiers. Curr
Top Med Chem 7: 311, 2007. [inflam atu ar m edyatörlerin bu önem li sı­
Parenkimal Organlarda Fibrozis nıfının özelliklerinin bir özeti.]
Lentsch AB, Ward PA: Regulation of inflammatory vascular damage. J
Kollajen depolanması, normal yara iyileşmesinin bir par­ Pathol 190: 343, 2000. [Endotel h a ş a n ve artm ış d am ar geçirgenliği m e­
kanizm alarının irdelenm esi.]
çasıdır. Fibrozis deyimi, bir dokuda aşırı kollajen ve diğer
Ley K, Laudanna C, Cybulsky MI, Nourshargh S: Getting to the site
ESM bileşenleri depolandığım anlatır. Daha önce de anla­ of inflammation: the leukocyte adhesion cascade updated. Nat Rev
tıldığı gibi nedbe ve fibrozis deyimleri birbirinin yerine Immunol 7: 678, 2007. [in flam asyon y erlerin de lökosit toplanm ası üze­
kullanılmaktadır, ama fibrozis daha çok, kronik hastalık­ rin e m odern bir irdelem e.]
lardaki kollajen birikimini anlatan bir deyimdir. Martin P, Leibovich SJ: Inflammatory cells during wound repair: the
Fibrozisdeki temel mekanizmalar, doku onarımı sıra­ good, the bad, and the ugly. Trends Cell Biol 15: 599, 2005. [İltihap
hücrelerinin on an ın daki m ultipl rolleri üzerine iyi bir derlem e.]
sında nedbe oluşumundakilerin aynıdır. Ancak doku Masters SL, Simon A, Aksentijevich I, Kastner DL: Horror autoinflam-
onarımı tipik olarak, kısa süreli bir zararlı uyaranı izler ve maticus: the molecular pathophysiology of autoinflammatory dise­
birbirini izleyen aşamalar sonucunda gerçekleşir. Oysa ase. Annu Rev Immunol 27: 621, 2009. [İn flam azom kom ponentlerin-
fibroz; enfeksiyonlar, bağışıklık reaksiyonları ve diğer tip d ek i fo n k siy o n kaza m m i-m u tasyon lan n m n eden olduğu otoinflam atuar
sen drom lar üzerine m ükem m el bir irdelem e.]
doku hasarları gibi uzun süreli, zararlı uyaranlara verilen
McAnully RJ: Fibroblasts and myofibroblasts: their source, function,
bir yanıttır. Akciğer fibrozisi gibi kronik hastalardaki fib- and role in disease. Int J Biochem Cell Biol 39: 666, 2007. [Strom a
rozisi çoğu zaman, organın disfonksiyonundan, hatta hücrelerinin iki ana tipinin ve bu n lann doku onanını ve fib ro z isd ek i rol­
ölümünden sorumludur. lerinin irdelenm esi.]
Seçilmiş Klinik Doku Onarımı ve Fibrozis Örnekleri 73

Muller WA: Mechanisms of leukocyte transendothelial migration. An- Schroder K, Tschopp J: The inflammasomes. Celi 140: 821, 2010. [Ölü
nu Rev Pathol 6: 323, 2011. [Lökositlerin en dotelden geçiş m ekanizm a­ hü cre ürünleri, birçok yabancı v e an orm al m adde ve bazı m ikro p la n ta­
ları üzerine özenli bir d erlem e.] n ıyan hücresel işlevler üzerine m ü kem m el bir derlem e.]
Nagy JA, Dvorak AM, Dvorak HF: VEGF-A and the induction of pat­ Segal AW: How neutrophils İdil microbes. Annu Rev Immunol 23:
hological angiogenesis. Annu Rev Pathol 2: 251, 2007. [Büyüm e fa k ­ 197, 2005. [N ötrofillerin m ikrobisid m ekan izm alan üzerine m ükem m el
törlerinin VE G F a ilesi v e bunların kanser, in flam asyon v e çeşitli h astalık bir derlem e.]
durum larındaki an jiy og en ezd eki rolleri üzerine bir d erlem e.] Stappenbeck TS, Miyoshi H: The role of stromal stem cells in tissue re­
Nathan C, Ding A: Nonresolving inflammation. Cell 140: 871, 2010. generation and wound repair. Science 324: 1666, 2009. [O nanında
[K ronik in flam asy on a y o l açan anorm alliklerin irdelenm esi.] doku k ö k hücrelerinin rolü üzerine m ükem m el bir derlem e.]
Page-McCaw A, Ewald AJ, Werb Z: Matrix metalloproteinases and the Stearns-Kurosawa DJ, Osuchowski MF, Valentine C, et al: The patho­
regulation of tissue remodelling. Nat Rev Mol Cell Biol 8: 221, 2007. genesis of sepsis. Annu Rev Pathol 6: 19, 2011. [Sepsis ve sep tik şo k­
[D oku on an m m d a m atriksi m od ifiy e eden enzim lerin fon k isy o n u üzeri­ taki p atojen ik m ekanizm alar konusundaki güncel kavram ların irdelenem -
ne bir derlem e.] si.[
Papayannapoulos V, Zychlinsky A: NETs: a new strategy for using old Takeuchi O, Akira S: Pattern recognition receptors and inflammation.
weapons. Trends Immunol 30: 513, 2009. [N ötrofillerin m ikroplan Cell 140: 805, 2010. [Toll-like resep törler ile p attern tanıyan diğer resep­
tahrip etm e m ekan izm aların dan y en i bulunan biri üzerine derlem e.] tö r aileleri ve bunların kon ak savun m ası ve in flam asyon daki rollerinin
Ricklin D, Hajishengallis G, Yang K, Lambris JD: Complement: a key m ü kem m el bir gen el özeti.]
system for immune surveillance and homeostasis. Nat Immunol 11: Wynn TA: Cellular and molecular mechanisms of fibrosis. J Pathol
785, 2010. [K om plem an sistem inin aktivasyonu, fon ksiy o n ları v e h asta­ 214: 199, 2008. [Kronik en feksiyon lardaki fib ro tik reaksiyon larda im-
lıktaki rollerinin güncel g en el özeti.] m ün sistem in rolünün vurgulandığı, fibrozisin hücresel m ekan izm alan
Rock KL, Kono H: The inflammatory response to cell death. Annu Rev ü zerin e bir gen el özet.]
Pathol 3: 99, 2008. [Im m ün sistem in nekrotik hücreleri nasıl tanıdığı Yamanaka S, Blau HM: Nuclear reprogramming to a pluripotent state
üzerine m ü kem m el bir irdelem e.] by three approaches. Nature 465: 704, 2010. [R ejen eratif tıpta iPS
Schultz GS, Wysocki A: Interactions between extracellular matrix and hücrelerinin üretim i için heyecan v erici bir teknoloji kon u su n da bir der­
growth factors in wound healing. Wound Repair Regen 17: 153, lem e.]
2009. [Büyüm e fa k tö rlerin in ESM tarafından düzenlenm esinin irdelen­
m esi.]
gp- 1 I'-- /■' --r—4if^fasg . iSBgŞ^s. - I -■
..-ı-?ı-y»3a£fe,--_-.: i_i - 3S5SS

'-i

Hedefe yönelik tedavi için


B Ö L Ü M
studentconsult.com adresine bakınız.

Hemodinamik Bozukluklar
Tromboembolizm ve Şok J

BÖLÜM İÇERİĞİ

Hiperem i ve Konjesyon 75 Tromboz 86 İnfarktüs 92


Ö dem 76 Dissemine intravasküler Koagulasyon 90 ş,-^ 94

Kanama (Hem oraji) 78 Embolizm 90 Septik Şokun Patogenezi 94


Hemostaz ve Trom boz 79 Pulmoner Tromboembolizm 90 Şokun Evreleri 96
Sistemik Tromboembolizm 91
Norm al Hemostaz 79

Hücre ve dokuların sağlığı oksijen ve besinleri dağıtan yon yerlerinde veya egzersiz sırasında iskelet kasında).
ve hücresel metabolizmadan kaynaklanan artıkları orta­ Hiperemik dokular oksijenlenmiş kanın göllenmesi ne­
dan kaldıran kan dolaşımına bağlıdır. Normal şartlar al­ deniyle normalden daha kırmızıdır. Konjesyon venöz ka­
tında kapiller yatakta dolaşan kan gibi, plazma protein­ nın dokudan uzaklaştırılmasındaki yetersizlik nedeni
leri damar yapısı içinde kalır, dokulara çok az bir net sı­ ile oluşan pasif bir olaydır. Kalp yetmezliğinde olduğu gi­
vı ve elektrolit hareketi olur. Bu denge sıklıkla hepsi de bi sistemik olabilir veya izole bir venöz obstrüksiyona
ödemi uyaran vasküler basınç artışı, endotel fonksiyon bağlı olarak lokal olabilir. Konjesyone dokular mavi-kır-
değişiklikleri veya plazma protein içeriğinde azalma gi­ mızı renklidir (siyanoz), buna, etkilenen dokularda de-
bi patolojik durumlar ile bozulur ve suyun dışarıya doğ­ oksijenize hemoglobinin birikimi yol açar. Uzun süreli
ru net bir çıkış hareketine bağlı olarak sıvı ekstravaskü- kronik konjesyonda yetersiz doku perfüzyonu ve persis-
ler mesafede birikir. Ödem şiddeti ve yerleşimine bağlı tan hipoksi parenkimal hücre ölümü ve sekonder doku
olarak minimal veya belirgin etkiler gösterebilir. Alt fibrozisine yol açabilir ve artmış intravasküler basınç
ekstremitelerde uzun ve hareketsiz bir günün ardından ödem veya bazen fokal kanamalara yol açan kapiller
sadece ayakkabıların ayağı sıkması hissinden ibaret ola­ rüptürüne neden olabilir.
bilir. Ancak kimi durumda akciğerlerde, ödem sıvısı al-
veolleri doldurabilir ve yaşamı tehdit eden hipoksiye yol
açabilir.
Kan damarlarımız değişik derecelerde travmaya ma­ ( ) M ORFOLOJİ
ruz kalır. Hemostaz kan damarı hasarından sonra aşırı
H ipere m ik veya konjesyonlu dokuların kesit yüzeyleri ıslak
kanamayı önleyen kanın pıhtılaşma sürecidir. Yetersiz
ve tip ik olara k kanlıdır. M ikro skopik olarak, a k u t pulm o­
hemostaz hemorajiye neden olabilir, bölgesel doku per-
n er konjesyon kanla dolu alveoler kapillerler, değişik de­
füzyonunu bozabilir ve yoğun ve hızlı olduğunda hipo­
recede alveoler septal ödem ve intraalveoler kanama ile ka-
tansiyon, şok ve ölüme yol açabilir. Aksine, uygunsuz rakterizedir. K ro n ik pulm oner konjesyonda septumlar
pıhtılaşma (tromboz) veya pıhtıların göçü (embolizm) kan kalınlaşır ve fib ro tik tir ve alveoler boşluklar çok sayıda, fa­
damarlarını tıkayabilir ve iskemik hücre ölümüne yol gosite e ritro sitlere bağlı oluşan hem osiderin yüklü m akro-
açabilir (infarktüs). Gelişmiş ülkelerde morbidite ve ölü­ faj içe rir ( “ kalp yetmezliği hücreleri” ). A k u t h epatik
mün en önemli üç nedeni olan myokard infarktüsü, pul­ konjesyonda santral ven ve sinüzoidler kanla genişlemiş­
moner embolizm ve serebrovasküler olayın (inme) altın­ t ir ve hatta nekroza bağlı santral hepatosit kaybı bile olabi­
da tromboembolizm yatar. lir. Periportal hepatositler, hepatik a rte riyo lle re yakınlıkla­
rından dolayı daha iyi kanlanırlar, şiddetli hipoksiye daha az
uğrarlar ve sadece reversibl yağlı değişiklik gelişebilir. K a­
raciğerin k ro n ik pasif konjesyonunda hepatik lobülle-
HİPEREMİ VE KONJESYON rin santral bölgeleri m akroskopik olara k kırmızı-kahveren-
Hiperemi ve konjesyon'un her ikisi de dokudaki kan hac­ gi ve hücre kaybından dolayı hafifçe ç ö k ü k tü r ve çevrelerin­
deki konjesyonsuz açık kahverengi, bazen yağlı karaciğere
minin artışını ifade eder, fakat farklı mekanizmalara sa­
göre belirginleşm iştir (“ nutm eg” hindistan cevizi karaci­
hiptirler. Hiperemi arteriyol dilatasyonu ve artmış kan
ğer), (Resim 3-1, A). M ikro skopik bulgular kanama ve he-
akımına bağlı oluşan aktif bir olaydır (örneğin inflamas-
76 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

Tablo 3-1 Ödemin Patofizyolojik Nedenleri

Artm ış Hidrostatik Basınç

Azalmış Venöz Dönüş

Konjestif kalp yetmezliği


Konstriktif perikardit
Asit (karaciğer sirozu)
Venöz obstrüksiyon veya kompresyon
Tromboz
Dıştan bası (örneğin kitle)
Uzun süreli alt ekstremite inaktivitesi

A rte riy o le r Genişleme

Isı
Nörohümöral disregülasyon
Azalmış Plazma O zm otik Basıncı (Hipoproteinemi)
Protein kaybettiren glomerülopatiler (nefrotik sendrom)
Karaciğer sirozu (asit)
Malnütrisyon
Protein- kaybettiren gastroenteropati
Lenfatik Tıkanıklık
İnflamatuar
Neoplastik
Cerrahi sonrası
Radyoterapi sonrası
Sodyum Retansiyonu
Renal yetmezlikte aşırı tuz alımı
Resim 3-1 Karaciğerde kronik pasif konjesyon ve hemorajik Sodyumun tubuler geri emiliminde artış
nekroz. A , Otopsi spesmeninde santral kısımlar, çevrelerindeki Renal hipoperfüzyon
kahverengimsi canlı parenkim ile kıyaslandığında hafifçe çökük Artmış renin-anjiotensin-aldosteron sekresyonu
olarak izlenmektedir. Kesit yüzü hindistan cevizine benzediği için
İnflamasyon
“ hindistan cevizi karaciğeri (nutmeg liver)” denir. B, Mikroskopide
saçılmış inflamatuar hücreler ve hemoraji içeren sentrilobüler he- Akut inflamasyon
patik nekroz görülmektedir. Kronik inflamasyon
(Dr. Jam es Crawford'un izniyle). Anjiogenez
L e a f A , C o tr a n RS: Renal Pathophysiology, 3 r d e d. N e w Y o rk , O x f o r d U n iv e r ­
s it y P ress, 1 9 8 5 , s. 1 4 6 'd e n u y a rla n m ış tır.

m osiderin yüklü m akrofajlar ile sentrilobüler hepatosit nek­


rozunu içe rir (Resim 3-1, B). Uzun süren, şiddetli hepatik Tablo 3-1'de ödemin ana nedenleri görülmektedir. İnf­
konjesyonda (en sık kalp yetm ezliği ile b irlik te d ir) hepatik lamatuar ödemin mekanizmaları büyük oranda vaskiiler
fibrozis (kardiyak siroz) gelişebilir. H epatik lobülün santral geçirgenlik artışıyla ilgilidir ve Bölüm 2’de anlatılmıştır;
kısmı, kanın en son ulaştığı alan olduğundan, hepatik kan noninflamatuar nedenleri ise aşağıda anlatılacaktır.
akımının azaldığı (herhangi b ir nedenle oluşan şokta oldu­
Damar ve interstisyel boşluklar arasındaki sıvı hareke­
ğu gibi) her durum d a sentrilo büler nekroz gelişebilir; evvel­
ti iki zıt güç olan vasküler hidrostatik basınç ve plazma
ce hepatik konjesyonun m evcut olması gerekm ez
proteinlerinin oluşturduğu kolloid osmotik basıncı ile
kontrol edilir. Normalde, mikrodolaşımm arteriol ucun­
da hidrostatik basıncın oluşturduğu sıvı çıkışı, venüler
uçta hafifçe artmış osmotik basınca bağlı oluşan sıvı giri­
şi ile düzenlenir. Bu nedenle interstisyel boşluğa sadece
ÖDEM küçük miktarda net sıvı çıkışı olur, bu da lenfatik damar­
lar ile drene edilir. Hem hidrostatik basınç artışı hem de
Vücut ağırlığının yaklaşık %60'ı sudur, bunun üçte ikisi kolloid osmotik basınç azalması interstisyum içine sıvı
intraselüler, kalanı ise interstisyel sıvı şeklinde ekstrase- hareketi artışına neden olur (Resim 3-2). Doku hidrosta­
lüler kompartmandadır, vücuttaki suyun yalnızca %5'i tik basıncı artışları zamanla yeni bir dengeye erişir, aşırı
kan plazmasıdır. Daha önce belirtildiği gibi, ödem doku­ ödem sıvısı lenfatik drenajla emilir, en sonunda torasik
larda intersitisyel sıvı birikimidir. Ekstravasküler sıvı ör­ duktus yolu ile kan akımına geri döner (Resim 3-2).
neğin plevral boşlukta (hidrotoraks), perikardiyal boşluk­ Hidrostatik basınç artışı veya intravasküler kolloid
ta (hidroperikardium), peritoneal boşlukta (lıidroperitone- azalması durumlarında biriken ödem sıvısı tipik olarak
um veya asit) olduğu gibi vücut boşluklarında da birike­ proteinden fakir bir transüdadır, özgül ağırlığı 1 .0 1 2 ’den
bilir. Anazarka subkutan dokuların belirgin şişmesi ile azdır. Bunun aksine, artmış vasküler permeabilite ile
birlikte olan yaygın, şiddetli ödemdir. oluşan inflamatuar ödem sıvısı proteinden zengin, özgül
Ödem 77

LENFATİKLER Duktus torasikusa ve sonunda nin dolaşımdan kaybolduğu veya yeterli miktarda sen­
tez edilemediği durumlar plazma ozmotik basınç azal­
masının sık görülen nedenleridir. Nefrotik sendromda
glomerüler kapiller hasarı sızıntı oluşturur, idrarda albu­
min ve diğer plazma proteinlerinin kaybına ve generali­
ze ödem gelişimine yol açar (Bölüm 13). Azalmış albii-
min sentezi şiddetli karaciğer hastalığı (örneğin siroz)
(Bölüm 15) ve protein malnütrisyonu durumlarında (Bö­
lüm 7) oluşur.
Nedenine bakılmaksızın düşük albumin düzeylerin­
de kademe kademe ödem, azalmış intravasküler volüm
ve sekonder hiperaldosteronizm görülür. Maalesef, böb­
reklerden tuz ve su retansiyonunun artışı, plazma vo­
lüm kaybını düzeltemediği gibi aynı zamanda primer
defekt -düşük serum proteini- devam ettiği için ödemi
de artırır.
Arteriyel uç KAPİLLER YATAK Venöz uç

Resim 3 -2 Kapiller duvarlardan sıvı hareketini etkileyen faktörler.


Lenfatik Obstrüksiyon
Kapiller hidrostatik ve ozmotik güçler normalde interstisyuma Bozulmuş lenfatik drenaj ve oluşan lenfödem genellikle
küçük bir sıvı hareketi olacak şekilde denge halindedir. Ancak, inflamatuar veya neoplastik bir durumun oluşturduğu
artmış hidrostatik basınç veya azalmış plazma ozmotik basıncı
lokalize bir obstrüksiyonun sonucudur. Örneğin filarya-
ekstravasküler sıvı birikimine (ödem) yol açar. Doku lenfatikleri bu
fazla sıvının büyük bölümünü drene ederek torasik duktus yoluyla zis parazitik infeksiyonu inguinal lenfatik ve lenf nodu
dolaşıma katar, ancak lenfatik drenaj kapasitesi aşılırsa doku ödemi fibrozisine bağlı olarak dış genitaller ve alt ekstremitede
oluşur. (elenfantiazis olarak adlandırılan) yaygın ödeme neden
olabilir. Meme kanseri ile yüzeyel lenfatiklerin infiltras-
yonu ve obstrüksiyonu üstteki meme derisinde portakal
ağırlığı genellikle 1.020'den yüksek bir eksüdadır (Bkz. kabuğu (peau d'orange) görünümü denen ödeme yol açar.
Bölüm 2). Şimdi değişik ödem nedenlerini tartışacağız. Lenfödem tedavi komplikasyonu olarak da meydana ge­
lebilir. Nispeten sık görülen bu tür bir klinik durum me­
Artmış Hidrostatik Basınç me kanseri olup, aksiller lenf nodu diseksiyonu ve/veya
radyoterapi alan kadınlarda lenfatik drenajın bozulması
İntravasküler basınçtaki lokalize artışlar yetersiz venöz
ve obstrüksiyona bağlı olarak kollarda şiddetli ödem ge­
dönüşten kaynaklanabilir-örneğin, alt ekstremitedeki bir
lişmesidir.
derin ven trombozu, etkilenen bacağın distal kısmına sı­
nırlı ödeme yol açabilir. Sistemik ödem ile sonuçlanan ve­
nöz basınçtaki generalize (yaygın) artışlar, en sık konjestif Sodyum ve Sıvı Birikimi
kalp yetmezliğinde oluşur (Bölüm 10). Konjesif kalp yet­ Tuzun aşırı birikimi (ve buna zorunlu olarak eşlik eden
mezliği olan hastalarda venöz hidrostatik basıncı artıran su) hidrostatik basınç artışı (intravasküler volüm artışı­
farklı faktörler vardır. (Resim 3-3). Konjestif kalp yetmez­ na bağlı) ve azalmış vasküler ozmotik basınca bağlı ola-
liğinde, azalmış kardiyak atım hacmi renal perfüzyon
azalmasına yol açar. Renal hipoperfüzyon renin-anjioten-
sin- aldosteron aksını tetikler ve su ve sodyum retansiyo-
nunu uyara (sekonder hiperaldosteronizm). Renal perfüz­
yon, normal kardiyak fonksiyonlu hastalarda kardiyak
dolum ve atım hacmi artışı ile artırılır. Ancak, kardiyak
yetmezlik sıklıkla kan volümündeki kompansatuar artışa
rağmen kalbin atım hacmi arttıramaz. Bunun yerini sıvı
birikimi, venöz hidrostatik basınçlarda artış ve ödemin
artışı biçimindeki kısır döngü alır. Kardiyak atım hacmi
yeniden düzeltilmedikçe veya renal sıvı retansiyonu azal­
madıkça (örneğin tuz kısıtlaması veya diüretikler veya al­
dosteron antagonistleri üe tedavi) bu kısır döngü devam
eder. Sekonder hiperaldesteronizm generalize ödemin
genel bir özelliği olduğundan tuz kısıtlaması, diüretikler
ve aldosteron antagonistlerinin generalize ödeme yol
açan diğer ödem çeşitlerinin tedavisinde de değeri oldu­
ğu bilinmelidir.

Azalmış Plazma Ozmotik Basıncı


Normal şartlar altında albumin total plazma proteinleri­ Resim 3-3 Sistemik ödeme neden olan yolaklar: kalp yetmezliği,
nin yarıdan fazlasını oluşturur. Bundan dolayı albumi- renal yetmezlik veya azalmış plazma ozmotik basıncıdır.
78 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

rak ödeme neden olur. Aşırı tuz ve su retansiyonu • Ödem şu nedenlerle oluşabilir:
poststreptekoksik glomerülonefrit ve akut renal yetmezlik ° artmış hidrostatik basınç (örneğin kalp yetmezliği)
(Bölüm 13) gibi renal fonksiyonu kısıtlayan oldukça ge­
__2 artmış vasküler geçirgenlik (örneğin inflamasyon)
niş bir hastalık gurubunda oluşabilir.
0 plazma albumin azalmasına bağlı azalmış kolloid os-
m otik
• basınç azalmış sentez (örneğin, karaciğer hastalığı,
M ORFOLOJİ
protein malnütrisyonu)
Ö dem m akroskopik olarak kolaylıkla saptanır; m ikroskopi- • artmış kayıp (örneğin nefrotik sendrom)
de ekstraselüler m atriks elemanları arasında ayrılma ve o lenfatik obstrüksiyon (örneğin inflamasyon veya neop-
berraklaşm a görülür. Herhangi b ir dokuyu tutabilm esine lazi)
rağmen, ödem en sık subkutan dokular, akciğerler ve bey­ 0 sodyum birikimi (örnek böbrek yetmezliği)
ni etkiler.
Subkutan ödem yaygın olab ilir fakat genellikle hidros­
ta tik basıncın en yüksek olduğu kalp seviyesinin en altında­
ki vücu t kısımlarını tercih eder. Ö dem en belirgin olarak KANAMA (HEMORAJİ)
ayaktayken bacaklarda ve yatarken sakrum da oluşur ve
Çeşitli durumlarda oluşan, kanın damar dışına çıkması
bağımlı ödem olarak isim lendirilir.
Belirgin ödem atöz subkutan doku üzerine parmakla hemoraji olarak tanımlanır. Daha önce tanımlandığı gibi
baskı uygulandığında interstisyel sıvı ye r değiştirir ve par­ kapiller kanama kronik konjesyone dokularda oluşabi­
m ak kaldırılınca burası çökü k kalır, bu çukurlaşan (p it­ lir. Hemorajik diatezler olarak adlandırılan çok değişik
ting) ödem olarak adlandırılır. Renal disfonksiyon veya klinik bozukluk durumlarında sıklıkla önemsiz hasar­
n e fro tik sendrom a bağlı ödem sıklıkla ilk olara k gevşek dan sonra hemoraji riski artar. Travma, ateroskleroz ve­
bağ dokusunda oluşur (örneğin göz kapağında p erio rb i­ ya damar duvarının inflamatuar veya neoplastik neden­
ta l ödem e yol açar). Pulm oner ödem li akciğerler sıklık­ le yıkımı hemorajiye yol açabilir, etkilenen damar büyük
la norm alden iki veya üç kat daha ağırdır, kesitlerde köp ük­ bir ven veya arterse kanama yoğun olabilir.
lü, bazen kanla boyalı sıvı görülür, bu hava, ödem sıvısı ve Kanama değişik klinik görünüm ve sonuçlarla karşı­
dam ar dışına çıkmış (ekstravaze) e ritro sitle rin karışımını mıza çıkabilir:
yansıtır. Beyin ödem i, pa to lo jik proçes veya hasarın süre­
® Kanama vücut dışına olabilir veya bir doku içine biri­
si ve yaygınlığına bağlı olarak lokalize (örneğin apse veya tü­
kebilir ve hematom olarak adlandırılır. Hematomlar
m öre bağlı) veya generalize olabilir. Generalize ödem de
nispeten önemsiz miktardan (örneğin ezikte) ölüme
sulkuslar daralmış, giruslar şişmiş ve kafatasının basısı nede­
neden olabilecek kadar değişen miktarlarda olabilir­
niyle yassılaşmıştır.
ler (örneğin dissekan aort anevrizması rüptürüne
bağlı yaygın bir retroperitoneal hematom) (Bölüm 9).
Vücut boşlukları içine olan kanamalara lokalizasyo-
K linik Korelasyon
nuna göre farklı isimler verihr-lıe?notoraks, hemoperi-
Ödemin etkileri değişken olup, sadece rahatsız edici ol­ kardium, hemoperitoneum veya eklemlerde hemartroz.
ma ile hızlı ölümcül olma arasında değişir. Subkutan Yaygın hemorajüer eritrositler ve hemoglobinin yay­
ödemin primer olarak tanınması önemlidir, zira kalp ya gın yıkımına bağlı olarak bazen sarılık oluşturabilirler.
da böbrek yetmezliğinin altta yatan sinyali niteliğinde­ • Peteşiler deri, müköz membranlar veya serozal yüzey­
dir. Ancak belirgin olduğunda yara iyileşmesini ya da deki küçük (1-2 mm çapta) kanamalardır (Resim 3-4
enfeksiyonların temizlenmesini de bozar. Pulmoner A). Nedenleri arasında düşük trombosit sayısı (trom-
ödem, en çok sol ventrikül yetmezliği durumunda görü­ bositopeni), trombosit fonksiyon bozuklukları ve C vi­
len sık bir klinik sorundur, fakat böbrek yetmezliği ve tamini eksikliğinde olduğu gibi vasküler duvar deste­
akut respiratuar distres sendromunda (Bölüm 11) ve ak­ ğindeki kayıp yer alır (Bölüm 7).
ciğerin iltihabi ve enfeksiyöz hastalıklarında da görülür. • Purpura biraz daha büyük (3-5 mm) kanamalardır.
Normal ventilasyon işlevini bozmak suretiyle ölüme ne­ Purpura peteşi nedeni olan bir çok bozuklukta oluştu­
den olabilir, bunun yanında oksijen difüzyonunu engel­ ğu gibi, travma, vasküler inflamasyon (vaskülit) ve art­
leyerek enfeksiyonlar için uygun bir ortam yaratır. Be­ mış vasküler frajilite ile de oluşabilir.
yin ödemi yaşamı tehdit edici niteliktedir, eğer şişme • Ekimozlar daha büyük (1-2 cm) subkutan kanamalar­
şiddetli ise beyin foramen magnumdan fıtıklaşabilir dır (ezik, çürük olarak isimlendirilir). Ekstravaze erit­
(.herniasyon). Artan kafa içi basıncı ile beyin sapı vaskü- rositler makrofajlar tarafından fagosite edilir ve yıkı­
ler desteği kompresyona uğrayabilir. Her iki durum da lırlar; hemoglobinin (kırmızı-mavi renk) enzimatik
medüller merkezleri hasar uğratarak ölüme neden ola­ olarak bilirubine (mavi-yeşil renk) ve daha sonra he-
bilir (Bölüm 22). mosiderine (altın sarısı-kahverengi) dönüşümüne bağ­
lı olarak çürükteki karakteristik renk değişimi oluşur.
Kanamanın klinik önenü kan kaybının miktarı ve kana­
ma hızına bağlıdır. Kan hacminin %20'sine kadar olan
Ödem hızlı kan kaybı veya daha büyük miktarda olsa bile da­
ha yavaş kayıplar sağlıklı erişkinlerde sadece küçük bir
• Ödem sıvının damar yapısından interstisyel boşluğa hare­
etki oluşturabilirken; daha büyük kayıplar hemorajik (hi-
ketinin sonucudur, sıvı proteinden fakir (transüda) veya
povolemik) şoka neden olabilir (daha sonra bahsedile­
proteinden zengin (eksüda) olabilir.
cektir). Kanamanın yeri de önemlidir; subkutan dokuda
Hemostaz ve Tromboz 79

• Vasküler hasar refleks nörolojik mekanizma ve lokal


endotelin (güçlü bir endotel kaynaklı vazokonstrük-
tör; Resim 3-5 A) sekresyonu ile geçici bir arteriyoler
vazokonstrüksiyona neden olur. Bu etki geçicidir, bu­
nunla birlikte trombosit ve koagülasyon faktörleri ak-
tive edilmezse kanama yeniden başlayabilir.
• Endotelyal hasar, son derece trombojenik olan suben-
dotelyal ekstraselüler matriksi (ECM) açığa çıkarır,
böylece trombositlerin yapışmasına, aktive olmasına ve
agregasyonuna yol açar. Başlangıçtaki trombosit tıkacı­
nın oluşumu primer hemostaz olarak adlandırılır (Re­
sim 3-5, B).
• Endotelyal hasar endotelyal hücrelerden sentezlenen
membranla çevrili bir prokoagiilan glikoprotein olan
doku faktörünü (Faktör III ve tromboplastin olarak da bi­
linir) de açığa çıkarır. Doku faktörünün faktör VII ile
birleşmesi koagülasyon zincirini aktive eder ve akti-
vasyonu, koagülasyon düzenlenmesinde farklı rollere
sahip trombin aktivasyonu ile sonuçlanır.
• Aktive trombin, fibrinojenin parçalanması ile, erime­
yen fibrin pıhtısı oluşumunu uyarır; trombin aynı za­
manda hemostatik tıkacın güçlenmesi için bölgeye
gelen trombositlerin güçlü bir aktivatörüdür. Bu du­
rum sekonder hemostaz olarak isimlendirilir ve daha
fazla kanamayı engelleyen stabil pıhtı oluşumu ile so­
nuçlanır (Resim 3-5, C).
• Kanama kontrol altına alındığında zıt-düzenleyici me­
kanizmalar (örneğin fibrinoliz oluşturan faktörler doku
tipi plazminojen aktivatörii) hemostatik tıkacın hasar ye­
Resim 3 -4 A , Kolon mukozasında noktasal tarzda peteşiyal kana­ rine sınırlı kalması için harekete geçer (Resim 3-5 D).
malar, trom bositopeninin sonucudur. B, Ö lüm cül intraserebral ka­
nama.
İlerleyen bölümlerde endotel, trombosit ve koagülasyon
kaskadımn rolü daha ayrıntılı anlatılacaktır.

Endotel
önemsiz olan bir kanama beyinde gerçekleştiğinde ölü­ Endotel hücreleri hemostazın en önemli düzenleyicileridir,
me yol açabilir (Resim 3-4, B). Son olarak, kronik veya endotelyal anti ve protrombotik aktiviteler arasındaki
tekrarlayıcı dışarıya kan kaybı (örneğin, peptik ülser ve­ denge trombüs oluşumu, ilerleme ve çözülme olup olma­
ya menstrüel kanamaya bağlı) sıklıkla hemoglobindeki yacağını belirler. Normal endotel hücreleri zedelenme ve­
demir kaybının sonucu olarak demir eksikliği anemisi ya aktivasyondan sonra trombosit agregasyonu ve koagu-
ile sonlanır. Bunun aksine, demir fagosite eritrositlerden lasyonu inhibe eden ve fibrinolizi uyaran antikoagulan
etkili şekilde yeniden kullanıldığından, hematom gibi iç faktörleri eksprese edebilir, bununla birlikte bu denge ka­
kanamalar demir eksikliğine yol açmaz. yar ve endotel hücreleri birçok prokoagulan aktivite kaza­
nır (Resim 3-6). Endotel hücreleri travma yanında mikro-
biyal patojenler, hemodinamik güçler ve proinflamatuar
HEMOSTAZ VE TROMBOZ medyatörler tarafından da aktive edilebilirler (Bölüm 2).

Normal hemostaz, normal damarlarda kanı sıvı halde N o rm a l Endotelin A n titro m b o tik Ö zellikleri
pıhtısız durumda tutan, herhangi bir damar hasarında Trom bositlere in hibitor Etkiler. İntakt endotel, trombo-
ise hasar yerinde hızla, lokalize hemostatik tıkaç oluştu­ sitler (ve plazma koagülasyon faktörleri) ile son derece
rabilen, oldukça hassas düzenlenmiş bir süreçtir. He- trombojenik olan subendotelyal ekstraselüler matriks
mostazm patolojik karşılığı tromboz, intakt damarlar (ESM) arasındaki etkileşimi engeller. Aktive olmamış
içinde kan pıhtısı (trombüs) oluşumudur. Hemostaz ve trombositler normal endotele yapışmaz, hatta aktive
trombozun her ikisi de üç komponentle ilişkilidir: vaskü- trombositlerin endotele yapışması endotelden üretilen
ler duvar, trombositlerve koagülasyon kaskadı. Burada nor­ prostasiklin (prostoglandin I2) ve nitrik oksit ile de bas­
mal hemostaz ve onun düzenlemesi ile konuyu tartışma­ kılanırlar. Bu medyatörler güçlü vazodilatördür ve trom­
ya başlıyoruz. bosit agregasyonu inhibitörleridir ve endotel hücrelerin­
den sentezleri koagülasyon sırasında üretilen çeşitli fak­
Normal Hemostaz törler (örneğin trombin, sitokinler) tarafından uyarılır.
Endotel hücreleri aynı zamanda, adenozin difosfatı
Hemostaz süreçlerinin ana basamakları ve düzenlemesi (ADP) yıkan ve trombosit kümelenmesini daha da baskı­
aşağıda özetlenmiş ve Resim 3-5 'te gösterilmiştir. layan adenozin difosfataz da üretir (bkz. sonraki kısım).
80 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

A. VAZOKONSTRİKSİYON Resim 3 -5 N o rm a l hemostaz. A , Dam ar hasarı sonrası lokal nö ro -


hüm öral fa k tö rle r geçici b ir vazokonstrüksiyon oluştururlar. B,
Endotel Bazal memran Arteriol düz kası
T rom bositler, G plb reseptörleri aracılığı ile açığa çıkmış olan
ekstraselüler m atriksteki von W ille b ra n d F aktör’e (vW F ) bağ­
lanırlar ve aktive olurlar. A ktive tro m b o sitle r şekil değişikliğine
uğrar ve granülleri serbestleşir. Serbestleşen adenozin difosfat
(A D P ) ve trom boksan A 2 (T X A 2), tro m b o sitle r üzerindeki G pllb-
llla reseptörlerinin fibronejene bağlanmasıyla, daha çok tro m b o sit
agregasyonuna yol açar. T rom bosit agregasyonu vasküler defekt
alanını d o ld u ru r, böylece p r i m e r h e m o s t a t i k t ı k a ç oluşur. C,
Pıhtılaşma zincirinin (doku fa ktö rü ve tro m b o s it fosfolipidlerini de
içeren) lokal aktivasyonu fib rin polim erizasyonuna yol açar.
T ro m bo sitle r sıkıca b ir araya gelerek kalıcı sekonder h e m o s t a t i k
tık a c ı oluşturur. Bu p rim e r tıkaçtan daha büyük ve daha sağlamdır
ve e ritro s itle r ve lökositleri de içerir. D, t-PA (doku plazminojen
aktivatörü, b ir fib rin o liz ürünü) ve trom b o m o d u lin (pıhtılaşma zin­
cirini engellemeye çalışır) salımı gibi zıt-düzenleyici mekanizmalar,
neden olur
hem ostatik süreci hasar alanında sınırlandırır.

B. PRİMER HEMOSTAZ
Koagülasyon faktörlerine inhibitor etkiler. Bu etkiler
endotelyal yüzeylerden eksprese edilen, özellikle hepa­
(4) Toplanma
rin benzeri moleküller, trombomodülin ve doku faktörü
\ çaj Granül salınımı yolağı inhibitörü ile düzenlenir (Resim 3-6). Heparin ben­
iff I (T) Trombosit adezyonu\ (ADP, TXA2) / ı zeri moleküller dolaylı olarak etki gösterir: Bunlar trom-
w ' - Agregasyon
\ (hemostatik bin ve diğer koagülasyon faktörlerini inaktive eden an-
cgk tıkaç) titrombin IH'ün kofaktörleridir. Trombomodülin de do­
laylı olarak etki gösterir: Trombine bağlanır, trombin
substrât spesifitesini değiştirerek fibrinojeni parçalar,
ayırır ve bir antikoagulan olan protein C'yi aktive eder.
Endotel Bazal
membran
Primer Kollagen Aktive protein C, iki prokoagulanı, faktör Villa ve fak­
hemostatik tıkaç tör Va'yı parçalayıp inaktive ederek pıhtılaşmayı inhibe
eder. Bir kofaktör olarak, endotel hücrelerinden sentez-
lenen protein S'ye gereksinimi vardır. Son olarak, doku
C. SEKONDER HEMOSTAZ faktörü yolağı inhibitörü (TFPI) doğrudan doku faktörü-
faktör Vila kompleksi ve faktör Xa'yi inhibe eder.
Fibrinoliz. Endotel hücreleri, plazminojeni plazmine
parçalayan bir proteaz olan doku tipi plazminojen aktiva-
törürıü sentezlerler. Plazmin, fibrini parçalayarak trom-
büsü yok eder.

A ktive veya Hasarlı Endotelin P ro tro m b o tik Ö zellikleri


Trombositlerin aktivasyonu. Endotel hasarı subendo-
telyal trombositlerin ESM'e temasını sağlar. ESM, endo­
tel hücresinden sentezlenen multimerik bir protein olan
v’on Willebrand faktörü’nü (uWF)içerir. vWE, kollajenle
etkileşim sayesinde ESM'e sıkıca tutunur ve trombosit­
lerin yüzeyinde bulunan bir glikoprotein olan Gplb'ye
D. ANTİTROMBOTİK KARŞI-DÜZENLEME sıkıca bağlanır. Bu etkileşimler vVVF'nün trombositlerin
moleküler bir yapıştırıcı gibi bozulmuş damar duvarına
yapışmasını sağlar (Resim 3-7).
Pıhtılaşma faktörlerinin aktivasyonu. Endotel hücrele­
/ • t-PA (fibrinoliz) Tutulmuş nötrofil
t • trombomodulin Tutulmuş
ri sitokinlere yanıt olarak (örneğin tümör nekroz faktör
(koagülasyon zincirini eritrositler (TNF) veya interlökin-1 [IL-1]) veya endotoksin içeren
bloke eder) belirli bakteri ürünleri tarafından doku faktörü üretimi
ekspresyonu , Polimefize için uyarılır. Doku faktörü, koagulasyonun başlıca in vi­
/ fibrin
vo aktivatörüdür ve trombomodülin ekspresyonunu
baskılar. Aktive endotel hücreleri koagülasyon faktörle­
ri IXa ve Xa'yi da bağlayarak onların katalitik aktivitele-
rini artırırlar.
Antifibrinolitik Etkiler. Aktive endotel hücreleri fibri-
nolizi sınırlayan ve böylece trombozu arttıran plazmino­
jen aktivatör inhibitörlerini (PAI) de salgılar.
Hemostaz ve Tromboz 81

TROMBOZU BASKILAR TROMBOZU KOLAYLAŞTIRIR

Faktör /a ve Vllla’yı inaktive eder


Trombini
inaktive eder (protein S’ye gerek duyar) Ekstrensek
(aynı zamanda) Fibrinolizi koagülasyon
IXa ve Xa) aktive eder dizisi
Aktive protein C <t ^ Protein C
-------- A
Trombosit adezyonu
Trombosit (fibronojen ile bir arada tutulur)
Doku faktörü-VI la agregasyonunu
kompleksini inaktive eder Membrana bağlı
inhibe eder doku faktörüne
A
maruziyet

t-PA

Heparin benzeri
molekül
Doku faktörü yolak Trombomodülin
inhibitörü

Resim 3-6 Normal endotelin antikoagülan özellikleri (solda) ve hasarlı ya da aktive endotelin prokagülan özellikleri (sağda) NO, nitrik
oksit; PGI2, prostaglandin l2 (prostasiklin); t-PA, doku plazminojen aktivatörü; vWF, von Willebrand faktörü. Trombin reseptörleri, pro-
teazla aktive olan reseptörler olarak da adlandırılır (PAR).

ÖZET
Endotel Hücreleri ve Koagülasyon
Yetersizliği:
Sağlam, normal endotel hücreleri, trom bositlerin ve pıh­
Glanzman
tılaşma faktörlerinin aktivasyonunu inhibe ederek kan trombastenisi
akımının devamlılığını sağlar.
Hasarla veya inflamatuar sitokinler ile uyarılan endotel
hücreleri, pıhtılaşmayı uyaran prokoagulan faktörlerin
(örneğin doku faktörü) ekspresyonunu a rttırır ve antiko-
agulan faktörlerin ekspresyonunu azaltır.
Endotel bütünlüğünün bozulması, subendotelyal vWF ve
bazal membran kollajeninin açığa çıkmasına neden olur,
trom bosit adezyonu, aktivasyonu ve pıhtı oluşumunu
uyarır.

von Willebrand
Subendotel hastalığı

Trombositler Resim 3-7 Trombosit adezyonu ve agregasyonu. Von W illebranc


Trombositler kemik iliği megakaryositlerinden kan akı­ faktörü, subendotelyal kollajen ve trombosit reseptörü glikoprotein
mına giren nükleussuz hücre parçacıklarıdır. Vasküler Ib (Gplb) arasında adezyon köprüsü görevi yapar. Fibrinojenin
trombosit reseptörü Gpllb-llla'ya bağlanması ve bir çok trombositi
defektleri kapatan hemostatik tıkaç oluşumu ve aktive
bir araya getirmesi ile agregasyon oluşur. Değişik reseptörlerde ve
koagülasyon faktörlerinin bir yüzeyde birikimini sağla­ köprü görevi gören moleküllerde konjenital eksikliklerin olması,
yarak normal hemostazda kritik bir rol oynarlar. Trom­ renkli kutucuklarda gösterilen hastalıklara yol açar. ADP, adenozin
bosit fonksiyonu integrin ailesine ait birkaç glikoprotein difosfat.
reseptörüne, kontraktil bir hücre iskeletine ve iki tip si-
toplazmik granüle bağlıdır:
• a granülleri membranları üzerinde, bir adezyon (ya­
pışma) molekülü olan P-selektin'i eksprese ederler
82 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

(Bölüm 2) ve fibrinojen, fibronektin, faktör V ve VIII, Koagulasyon kaskadınm eşzamanlı aktivasyonu


trombosit faktör-4 (heparin bağlayıcı bir kemokin), trombosit tıkacını iki mekanizma ile stabilize eden
trombosit kökenli büyüme faktörü (platelet-derived trombini oluşturur:
growth factor) (PDGF) ve transforme edici büyüme • Trombin, bir trombosit yüzey reseptörünü (proteazla
faktörü-(3 (TGF-|3) içerirler. aktive olan reseptör, PAR) aktive eder, ADP ve TxA2
• Yoğun cisimcikler (ö granülleri) adenin nükleotidleri ile birlikte, daha çok trombosit agregasyonuna neden
(ADP ve ATP), iyonize kalsiyum, histamin, serotonin olur. Bu durumu izleyen trombosit kontraksiyonu geri
ve epinefrin içerirler. dönüşsüz bir şekilde birbiri ile kaynaşmış bir trombo­
Vasküler hasardan sonra, trombositler ECM elemanları sit kitlesi meydana getirir. Bu kitle kalıcı sekonder he-
(en önemlisi kollaj endir) ve vWF gibi adeziv glikoprote- mostatik tıkacı oluşturur.
inlerle karşılaşırlar. Bu durum bir seri olaya yol açar: (1) • Trombin tıkaç içinde fibrinojeni fibrine çevirerek trom­
trombosit adezyonu, (2) trombosit aktivasyonu ve (3) bosit tıkacını bulunduğu yere bir anlamda sabitler.
trombosit kümelenmesi (Resim 3-5, B). Hemostatik tıkaçların içinde eritrositler ve lökositler de
bulunur. Lökositler, çeşitli adezyon molekülleri aracılığı
Trombosit Adezyonu (Yapışması) (P selektin) ile trombositlere ve endotele yapışarak (Bö­
Trombosit adezyonu vWF ve trombosit glikoprotein lüm 2 ), tromboza eşlik eden iltihabi yanıta katılırlar.
Gplb'ye bağlıdır ve pıhtı oluşumunu başlatır. Akım ge­ Trombin aynı zamanda nötrofil ve monosit adezyonunu
rilimi (örneğin akan kanda) sırasında vWF konformas- uyararak ve fibrinojeni yıkarak oluşturduğu kemotaktik
yonel değişikliğe uğrar, bir anlamda uzayarak ESM'de özellikteki fibrin yıkım ürünleri aracılığı ile inflamasyonu
kollajene ve trombositte Gplb'ye aynı anda bağlanır uyarır.
(Resim 3-7). Bu yapışma etkileşiminin önemi vWF ve
G plb genetik bozukluklarında aydınlatılmıştır ki, ikisi Trombosit ve Endotel Etkileşimleri
de sırasıyla, kanama bozukluğu ile sonuçlanan von Wil- Trombositler ve endotelin karşılıklı etkileşiminin, pıhtı
lebrand hastalığı (Bölüm 11) ve Bernard-Soulier (nadir oluşumunda önemli rolü vardır. Örneğin normal endotel
bir durum) hastalığıdır. tarafından sentezlenen prostoglandin PGI2 bir vazodila-
tatördür ve trombosit agregasyonunu inhibe eder, oysa
Trombosit Aktivasyonu trombosit kökenli TXA 2 (aktive trombositlerden sentez-
Trombosit adezyonu trombosit aktivasyonu olarak isim­ lenir, yukarıda belirtilmişti) güçlü bir vasokonstriktör-
lendirilen geri dönüşümsüz bir şekil değişikliği ve her dür. PGI2 ve TXA2’nin bu zıt etkileri arasındaki denge
iki granülde sekresyona (salınım reaksiyonu) yol açar, ö oluşturur: Normal damarlarda PGI2 etkilerinin baskınlı­
granüllerinden salman kalsiyum ve ADP sonraki olay­ ğı ile trombositlerin agregasyonu önlenirken, oluşan bir
larda özellikle önemlidir. Zira kalsiyum birçok koagülas- endotel hasarı PGI 2 üretimini azaltır, TXA 2 oluşumu ve
yon faktörü için gereklidir ve ADP dinlenen trombosit- trombosit kümelenmesini uyarır, aspirinin (bir irrever-
lerin güçlü bir aktivatörüdür. Aktive trombositler aynı sibl siklooksijenaz inhibitörü) koroner tromboz riskini
zamanda tromboksan A 2 (TxA2) (Bölüm 2) de sentezler. azaltmak için kullanılmasının temelinde, protein sentez
TxA2 çevredeki trombositleri de aktive eden ve trombo­ yeteneği olmayan trombositlerden TXA2’nin sentezini
sit agregasyonunda da önemli role sahip bir prostoglan- kalıcı olarak bloke edebilmesi yatar. Endotelyal PGI 2
dindir (aşağıda anlatılmaktadır). Aktivasyon boyunca, üretimi aspirin ile de inhibe edilmesine rağmen, endo­
trombositlerin şekillerinde düzgün disklerden, çok sayı­ telyal hücreler blokajı aşmak için sikloksijenazı yeniden
da uzun, dikensi membran uzantılarına sahip kürelere sentezler. Endotel kaynaklı nitrik oksit de PGI2 benzeri
doğru belirgin değişim görülür. Bu şekil değişiklikleri bir davranış göstererek, vazodilatasyon yapar ve trom­
agregasyonu artırır ve koagulasyon faktörleri ile etkile­ bosit agregasyonunu inhibe eder (Resim 3-6).
şim için yüzeyin artmasını sağlar. Hafif membran deği­
şiklikleri negatif yüklü fosfolipidlerin yüzey ekspresyo-
nunun artışını içerir. Fosfolipidler yüzeyde kalsiyum ve ( 2 ) Ö Z E T ____________________________________
koagulasyon faktörlerinin her ikisi için bağlanma yeri
Trombosit Adezyonu, Aktivasyonu ve Agregasyonu
oluşturur ve fibrinojene bağlanmayı sağlayan trombosit
GpIIb/IIIa'da adaptaptif değişimi sağlar. • Endotel hasarı bazal membran ESM’ini ortaya çıkarır,
trombositler ESM’e yapışır ve bu başlıca trom bosit Gplb
Trombosit Agregasyonu reseptörlerinin vVVF’ne bağlanması ile olur.
Trombosit agregasyonu, trombosit adezyonu ve aktivas- • Adezyon trom bosit aktivasyonuna yol açar, buna kalsiyum
yonunu izler ve TxA2 gibi trombosit aktivasyonunu in- (birçok koagulasyon faktörleri için kofaktör) ve ADP’nin
dükleyen ayni faktörlerin bazıları tarafından uyarıhr. Ag- (daha ileri trom bosit aktivasyonu için bir medyatör) de
içinde olduğu trom bosit granül içeriği salınımı ve memb­
regasyon yakındaki trombositlerdeki fibrinojen ve Gpl-
ran şekil ve kompoziyonunda dramatik değişiklikler ile
Ib/IIIa reseptörleri arasındaki köprü etkileşimi ile artırılır
G pllb/llla reseptörlerinin aktivasyonu eşlik eder.
(Resim 3-7). Bu etkileşimin önemi kanama ve trombosit
• Aktive trom bositteki G pllb/llla reseptörleri fibrinojenle
agregasyon yetersizliği ile birlikte olan GpIIb-IIIa (Glanz-
çapraz bağlar oluşturur ve trom bosit kümelenmesine yol
man trombastenisi) herediter eksikliğinde vurgulanmış­
açar.
tır. GpIIb/IIIa reseptörlerinin trombosit agregasyonunda-
• Eşlik eden trombin aktivasyonu fibrin birikimini uyarır ve
ki merkezi rolünün anlaşılması GpIIb-IIIa işlevini baskı­
trombosit tıkacını olduğu yere yapıştırır.
layan antitromotik ajanların geliştirilmesini uyarmıştır.
Hemostaz ve Tromboz 83

Pıhtılaşma Zinciri çevirir. Bu jel yapısı trombositleri ve dolaşımdaki diğer


Pıhtılaşma zinciri hemostaz sisteminin üçüncü kolunu hücreleri tutup, bunların üzerlerini kaplayarak kalıcı se-
oluşturur. Bu zincire ait yollar Resim 3-8'de şematik ola­ konder hemostatik tıkaç oluşumuna yardımcı olur. Fib­
rak gösterilmektedir, burada yalnız genel ilkelerden rin polimerleri, trombin ile aktive olan faktör Xllla'nm
bahsedilecektir. çapraz bağlanmayı sağlayıcı etkisi ile stabilize olurlar.
Pıhtılaşma zinciri, giderek büyüyen bir dizi enzimatik Bu yolaktaki her reaksiyon, bir enzim (aktifleşmiş pıh­
reaksiyondan ibarettir. Bu sürecin her basamağında tılaşma faktörü), bir substrat (seride bir sonraki pıhtılaş­
inaktif bir proenzim proteoliz ile aktif bir enzime çevrilir ma faktörünün proenzim formu) ve bir kofaktörden (re­
ve o enzim de seride bir sonra gelen enzimin proteolizi- aksiyon hızlandırıcı) oluşan bir kompleksin bir araya
ni sağlar. Bu süreç trombin aktivasyonu ve fibrin oluşu­ gelmesine bağlıdır. Bu bileşenler tipik olarak fosfolipid
mu ile sonuçlanır. Trombin kaskadda çok sayıda noktada bir yüzeyin (endotel hücreleri veya trombositler tarafın­
anahtar role sahiptir (Resim 3-8). Trombin fibrinojeni, eri­ dan oluşturulan) üzerinde toplanır ve kalsiyum iyonları
meyen jel yapısına polimerize olan fibrin monomerlerine ile bir arada tutulurlar (kalsiyum şelatörleri ile pıhtılaş-

Resim 3 -8 Pıhtılaşma zinciri. Faktör IX, faktör X la veya faktör Vila tarafındna aktive edilebilir: Laboratuar testlerinde aktivasyon baskın
olarak faktör X la ’ya bağlıdır, in vivo ise faktör faktör Vila daha baskın gibi görünmektedir. Kırmızı karelerdeki faktörler inaktif molekülleri
temsil etmektedir; yeşil kareler içindeki yanında küçük “ a” harfi olan faktörler ise aktif faktörleri temsil etmektedir. Trombinin (faktör İla)
(açık mavi kutucuklarda) çok sayıda pozitif feeback döngüsü ile koagulasyona katkı sağladığına dikkat ediniz. Kırmızı X ’ler TFPI doku faktör
yolak inhibitörünün, faktör Vila aracılığıyla, faktör X veya faktör IX’un aktivasyonunu inhibe ettiği noktaları göstermektedir. YMAK, yük-
sek-molekül-ağırlıklı kininojen; PL, fosfolipid.
84 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

Aktif pıhtılaşma
faktörü (enzim)

inaktif pıhtılaşma
Fosfolipid
faktörü (substrat)
yüzey

Doku faktörü

Aktive faktör X (Xa)

Kofaktör Va

Resim 3 -9 Ekstrensek yolak ile Faktör X'un faktör Xa'ya ve sonra faktör II (protrombin)'nin faktör İla (trombin)'ya ardışık dönüşümü.
Başlangıçtaki reaksiyon kompleksi, hepsi trom bosit fosfolipid yüzey üzerine toplanmış olan, bir proteaz (faktör Vila), bir substrat (faktör
X ) ve bir reaksiyon hızlandırıcıdan (doku faktörü) oluşmaktadır. Kalsiyum iyonları bu kompleksi bir arada tutar ve reaksiyon için gerek­
lidir. Aktifleşmiş faktör Xa, pıhtılaşma zincirindeki bir sonraki kompleks için bir proteaz haline gelir ve reaksiyon hızlandırıcı olarak fak­
tö r Va’nın varlığında, protrom bini trombine (faktör İla) çevirir.

manın nasıl önlendiğini açıklar). Resim 3-9'da görüldü­ rı ömürlü (yaklaşık 7 saat) koagulasyon faktörü oldu­
ğü gibi, aktivasyon zinciri, koagulasyon faktörlerinin bir ğundan, PT kumadin gibi K vitamin antagonistleri ile
partnerden diğerine başarıyla geçtiği komplekslerin tedavi edilen hastaları gözlemede kullanılır.
dansına benzer. Pıhtılaşma faktörlerinden faktör II, XII, • Parsiyel tromboplastin zamanı (Partial thromboplastin ti­
IX, ve X 'un kalsiyuma bağlanması için, bu proteinler me) (PTT) testinde intrensek yoldaki proteinlerin
üzerindeki glutamik asit kalıntıları üzerine ek olarak y- (faktör XII, XI, IX, VIII, X, V, II ve fibrinojen) aktivite­
karboksil gruplarının enzimatik olarak eklenmesi gerek­ si gözlenir, hastanın sitratlı plazması önce faktör XII
mektedir. Bu reaksiyon kofaktör olarak K vitaminine ih­ için negatif yüklü bir yüzey ile temas ettirilir (örneğin
tiyaç duyar ve kumadin gibi sık kullanılan antikoagulan cam) ve fosfolipidler eklenir. Sonra kalsiyum eklenir.
ilaçlar tarafından antagonize edilir. Bu testte pıhtı oluşumu için geçen süre kaydedilir (ge­
Geleneksel olarak kan pıhtılaşması intrensek ve ekst­ nelde 28-35 saniye). PTT heparinin antikoagulan et­
rensek yolaklara ayrılır. Bu yolaklar faktör X'un aktivas- kilerine duyarlıdır ve heparin tedavisinin etkinliğini
yonu aşamasında birleşir (Resim 3-8). Ekstrensek yola­ monitörize etmekte kullanılır.
ğın bu ismi almasının nedeni, bu yolun aktive olması
için dışarıdan bir tetikleyicinin (doku ekstraktlarmdan Trombin bir kez oluştuğunda sadece, pıhtılaşma zincirin­
sağlanan) gerekmesidir. İntrensek yolun aktive olması deki son basamakları katalizlemez, aynı zamanda lokal
için ise faktör XII (Hageman faktörü)'nün sadece negatif damar yapıları ve inflamasyon ortamı üzerinde çok çeşit­
yüklü bir yüzeyle (cam bile yeterlidir) karşılaşması gere­ li etkileri ile hemostatik sürecin yayılmasını önlemede de
kir. Bununla beraber, bu bölünme aslında sadece in vit­ rol oynar (Resim 3-10). Trombin aracılı bu etkilerin çoğu,
ro testlerin bir artefaktıdır. Gerçekte bunlar birçok aşa­ yedi transmembran proteini ailesinin üyesi olan ve prote-
mada birbirleri ile bağlantıları olan yollardır. Damar ha­ azlarla aktive edilen reseptörleri (PAR) aracılığı ile olur.
sarı sonrası pıhtılaşma sürecinin başım çekme işi en çok PARTar trombosit, endotel hücresi, monosit ve T lenfosit
ekstrensek yolak ile ilişkilidir. Bu yolak hasar bölgelerin­ gibi değişik hücre tiplerinde bulunur. Trombin, hücre dı­
de eksprese edilen membrana bağlı bir glikoprotein olan şındaki kısımlarına bağlanarak PARTarı aktive eder,
doku faktörü ile aktive edilir. bunlarda oluşan konformasyonel değişikler, ilgili G pro­
Bu iki yolun fonsiyonu klinik olarak değerlendirilir­ teinlerini aktive eder. PAR aktivasyonu katalitik bir sü­
ken iki standart test kullanılır: reçtir. Bu, lökositlerin adezif etkilerinin artırılması gibi
• Protrombin zamanı (prothrombin time) (PT) testinde PAR-bağımlı etkilerdeki trombinin güçlü etkisini açıklar.
ekstrensek yoldaki proteinlerin (faktör VII, X, II, V ve Aktive olan pıhtılaşma zinciri, damar hasarının oldu­
fibrinojen) aktivitesi gözlenir. PT, hastanın sitratlı ğu alanda sınırlı kalmalıdır ve bu olayın tüm damar ağı­
plazmasına (sodyum sitrat kalsiyum ile şelat oluştura­ na yayılımı önlenmelidir. Pıhtılaşma faktörlerinin aktive
rak spontan pıhtılaşmayı önler) doku faktörü ve fos- olması fosfolipidlerin açığa çıktığı alanlarla sınırlıdır. Bu
folipidler eklenerek yapılır. Kalsiyum eklenir ve fibrin pıhtılaşmanın yaygınlaşmasını önleyen yollardan biri­
tıkacı oluşana kadar geçen süre ölçülür (genelde 1 1 - dir. Bunun dışmda üç grup doğal antikoagülan pıhtılaş­
13 saniye). Faktör VIII K vitamini bağımlı, en kısa ya­ mayı kontrol eder.
Hemostaz ve Tromboz 85

Protein S ise protein C'nin aktivitesinde kofaktör ola­


rak görev yapar (Resim 3-6).
Trombosit Endotel
• Doku faktör yolak inhibitörü (tissue factor pathway inhi­
agregasyonu aktivasyonu bitor) (TFPI), endotel hücreleri (ve diğer hücre tipleri)
— € ^ tarafından sentezlenen bir proteindir. Faktör Xa ve
\ \ Lenfosit doku faktörü-faktör Vila komplekslerini inaktive
i aktivasyonu eder (bkz. Resim 3-8).
Fibrin
Trombin Pıhtılaşma aynı zamanda son oluşan pıhtının boyutunu
azaltan fibrinolitik zinciri de devreye sokar. Fibrinoliz, bü­
Nötrofil
yük ölçüde plazmin ile gerçekleşir. Plazmin, fibrinin yı­
Monosit kımında ve polimerizasyonunda rol oynar (Resim 3-11).
adezyonu PDGF
aktivasyonu
Sonuçta ortaya çıkan fibrin yıkım ürünleri de ayrıca za­
yıf antikoagülanlar olarak işlev görürler. Fibrin yıkım
PDGF
ürünlerinin serumdaki düzeyinin artışı, (en sık D-dimer
kaynaklı fibrin) dissemine intravaskiiler koagülasyon
Düz (Bölüm 11), derin ven trombozu veya pulmoner tronıbo-
kas emboli gibi anormal trombotik durumların tanısında
hücresi kullanılabilir (daha sonra ayrıntılı olarak anlatılacaktır).
Resim 3 -1 0 Trombinin hemostaz ve hücresel aktivasyondaki rolü. Plazmin plazminojenin proteolizi ile üretilir, inaktif
Trombin, fibrinojenden fibrin açığa çıkarır, faktör X lll'ü (çapraz plazma öncülü hem faktör XII-bağımlı yol ile hem de
bağlarla bağlanmış fibrin, erimeyen pıhtı oluşmasında önemli bir rol plazminojen aktivatörleri ile (Resim 3-11) enzimatik yıkı­
üstlenir) aktive eder, ayrıca çeşitli koagulasyon faktörlerini aktive
ederek koagulasyon kaskadını güçlendirir (Resim 3-8). Trombin,
ma uğrayarak plazmini oluşturur. Plazminojen aktiva-
ayrıca proteazla aktive olan reseptörler (PAR) aracılığı ile şunları törlerinin en önemlisi, esas olarak endotel hücrelerin­
aktive eder: (1) trombosit agregasyonunu ve T X A 2 sekresyonunu, den sentezlenen ve en çok fibrine bağlandığında aktivi-
( 2 ) endotel aktive olduğunda, lökosit adezyon moleküllerinin, te gösteren doku plazminojen aktivatörüdür (t-PA). t-
birçok fibrinolitik (t-PA), vazoaktif (N O , PGI2) veya sitokin (PDGF) PA'nm fibrine olan afinitesi büyük ölçüde yeni gelişmiş
mediatörlerinin üretilmesini sağlar, (3) lökositlerin aktive endotele tromboz alanlarındaki fibrinolitik aktivitenin içinde yer
yapışmasını artırır. ECM, ekstraselüler matriks; NO, nitrik oksit;
almasına yolaçar. Urokinaz benzeri plazminojen aktivatörü
PDGF, trombosit kaynaklı büyüme faktörü; PGI2 (prostasiklin);
T X A 2, tromboksan A 2; t-PA, doku tipi plazminojen aktivatörü. (u-PA), plazmada ve diğer dokularda yer alan diğer bir
Trombinin, trombomodülin üzerinden, aracılık ettiği antikoagülan plazminojen aktivatörüdür ve plazmini sıvı fazında iken
etkileri için Resim 3-6'ya bakınız. aktive eder. Ek olarak plazminojeni aktive eden diğer bir
(Shaun Coughlin, A ID , PhD, Kardiyovasküler Araştırma Enstitüsü, Kaliforniya madde de bakteriyel bir ürün olan streptokinazdır.
Üniversitesi, San Francisco; izniyle.) • Streptokinaz trombotik hastalıkların bazı formlarında
pıhtıyı eritmek için kullanılır. Diğer güçlü düzenleyici
• Antitrombinler (örneğin antitrombin III) trombinin ve bileşenler gibi plazminojen aktivitesi sıkı bir şekilde
faktör IXa, Xa, XIa, and XIIa gibi diğer serin proteaz- kontrol altındadır. Fazla plazminin ayırım yapmadan
larm aktivitesini inhibe eder. Antitrombin III endotel vücudun diğer yerlerinde de trombüs eritici etki yapma­
hücreleri üzerinde bulunan heparin benzeri molekül­ sını önlemek için, serbest plazmin dolaşımdaki a 2 antip-
lere bağlanarak aktive edilir. Bu nedenle trombozisi sı­ lazmin ile hızlıca birleşip bir kompleks oluşturur ve böy-
nırlamak için hastaya heparin verilebilir (Resim 3-6). lece inaktive olur (Resim 3-11).
• Protein C ve protein S, bir kompleks oluşturarak kofak- Endotelyal hücreler ayrıca koagülasyon-antikoagülas-
tör Va ve VIII'i proteolitik olarak inaktive eden, K vita­ yon dengesini, fibrinolizi bloke eden ve prokoagülan et­
minine bağımlı olan iki proteindir. Protein C'nin trom- ki gösteren (bkz. Resim 3-11), plazminojen aktivatör inhi-
bomodulin ile aktivasyonu daha önce anlatılmıştır. bitörleri (PAI) salarak düzenler. PAI'lerin düzeyi inflama-

a 2-Antiplazmin (~ f) a2-Antiplazmin/plazmin kompleksleri

6 " ^ n Ç v
Plazminojen aktivatör Serbest plazmin 'A li- :.- 1

Resim 3-11 Fibrinolitik sistem. Çeşitli plazminojen aktivatörleri ve inhibitörleri (bkz. metin).
86 BÖL ÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

tuar sitokinlerle (özellikle interferon -y) arttırılır ve muh­ infarktüsüne bağlı trombüs oluşumu), aterosklerotik ar­
temelen ciddi inflamasyona eşlik eden intravasküler terlerdeki ülsere plakların üzerinde veya travmatik ya da
tromboza katkı sağlar. inflamatuar vasküler hasar (vaskiilit) yerlerinde trombüs
oluşumu endotelyal hasara bağlı tromboz örnekleridir.
Ö ZET ______ ___ Endotelin belirgin kaybı subendotelyal ekstraselüler mat-
riksin açığa çıkması (trombositlerin yapışmasına yol
Pıhtılaşma Faktörleri açar), doku faktörünün salmımı ve PGI2 ve plazminojen
• Koagülasyon dolaşan ve lokal olarak sentezlenen prote­ aktivatörlerinin lokal üretiminde azalmaya yol açar. Bu­
inlerin bir zincir şeklinde, ardışık enzimatik dönüşümleri nunla birlikte tromboz gelişimine katkıda bulunmak için en­
ile oluşur. dotelin baskılanması veya fiziksel parçalanmasının gerekme­
• Hasar yerinden salınan doku faktörleri, koagülasyon zin­ diği bilinmelidir, endotelin antitronıbotik ve protrombotik et­
cirinin en önemli in vivo uyaranıdır. kileri arasındaki dinamik dengede herhangi bir düzensizlik
• Koagülasyonun son evresinde, trom bin fibrinojeni he- pıhtılaşmayı lokal olarak etkiler. Şöyle ki, disfonksiyonel
m ostatik tıkaç oluşturmaya yardım eden çözünmeyen endotel daha fazla miktarda prokoagülan faktör salgılar
fibrine çevirir. (örneğin trombosit adezyon molekülleri, doku faktörü,
• Koagülasyon, normalde vasküler hasar bölgesinde sınırlı PAI) ve daha az miktarda antikoagulan moleküller (örne­
kalır. Bunu sağlayan faktörler ğin trombomodülin, PGI2, t-PA) sentez edebüir. Endotel­
° Enzimatik aktivitenin, aktive trom bositler veya endo- yal disfonksiyon hipertansiyon, türbülan kan akımı, bak-
telden sağlanan fosfolipid yüzeylerde sınırlı tutulması teriyel ürünler, radyasyon hasarı, homosistinüri ve hiper-
° Endotel hasarı bölgelerinde ya da koagülasyon zinciri­ kolesterolemi gibi metabolik anormallikler ve sigara içimi
nin aktivasyonu sırasında doğal antikoagülanların o r­ ile absorbe edilen toksinler ile oluşabilir
taya çıkması
° Normal endotel hücrelerinde, trom bine bağlanarak Anormal Kan Akımı
onu antikoagülana dönüştüren trom bom odülin eksp-
resyonu Türbülans, endotelyal hasar veya disfonksiyona yol aça­
o Fibrinolitik yolakların aktivasyonu (örn, doku plazmi- rak ve zıt akım ve lokal staz paketleri oluşturarak arter-
nojen aktivatörü ile fibrinin birlikteliği ile) yel ve kardiyak trombüse katkıda bulunur. Staz venöz
trombüs gelişiminde majör faktördür. Normal şartlar al­
tında kan akımı laminerdir, trombositler ve diğer kan
Tromboz hücreleri damar lümeninde ortada akar, daha yavaş ha­
reket eden plazma tabakası ile endotelden ayrılır. Bunun
Normal hemostaz sürecini gözden geçirdikten sonra, aksine, staz ve türbülan (kaotik) kan akımı aşağıdaki et­
biz burada trombiis oluşumuna yol açan Virchow triadı kileri oluşturur:
olarak adlandırılan üç primer bozukluğa döneceğiz: (1 )
• Her ikisi de, kısmen, akıma bağlı endotelyal gen
endotel hasarı, (2) staz veya türbiilan kan akımı ve (3)
ekspresyonundaki artış yolu ile, endotel hücre akti­
kanın hiperkoagulabilitesi (Resim 3-12).
vasyonu ve prokoagulan aktiviteyi artırır.
Endotel Hasarı • Staz laminer akımı bozar ve trombositler ve lökositle-
rin endotel ile temasım sağlar.
Endotel hasarı yüksek kan akım hızının adezyonu önle­
yerek veya koagülasyon faktörlerini seyrelterek pıhtılaş­ • Staz, aktive pıhtılaşma faktörlerinin temizlenmesini
mayı önleyebildiği, özellikle kalpte ve arterlerde, trombü- çıkışını washout yavaşlatır ve pıhtılaşma faktör inhi-
sün önemli bir nedenidir. Kalp odacıklarında (miyokard bitörlerinin girişini de engeller.
Türbülans ve statik kan akımı birçok klinik durumda
tromboz oluşumuna katkıda bulunur. Ülsere ateroskle­
rotik plaklar sadece subendotelyal ESM'i açığa çıkarmaz
aynı zamanda türbülansa da neden olur. Anevrizma ola­
rak adlandırılan anormal aortik ve arteryal dilatasyonlar
lokal staz oluşturur ve tromboz için verimli alanlardır
(Bölüm 9). Akut miyokard infarktüsü fokal nonkontrak-
til miyokard ile sonuçlanır. İnfarktüsün ortadan kaldırıl­
ması sırasında oluşan ventriküler yeniden yapılanma
anevrizma oluşumuna yol açabilir. Her iki durumda da
lokal kan stazı nedeniyle kardiyak mural trombüs oluşu­
mu daha kolaydır (Bölüm 10). Mitral kapak stenozu (ör­
neğin romatizmal kalp hastalığından sonra) sol atrial di-
latasyona yol açar. Atrial fibrilasyon ile birlikte olduğun­
da, dilate atrium yaygın bir staz alanıdır ve trombüs ge­
lişimi için iyi bir lokalizasyondur. Hiperviskozite send-
Resim 3 -1 2 Trombozda Virchow triadı. Endotel bütünlüğü en
romları (polisitemi gibi) (Bölüm 11) akıma direnci artırır
önemli faktördür. Prokoagulan veya antikoagülanların anormallik­
leri dengeyi trom boz lehine değiştirir. Anormal kan akımı (staz ya
ve küçük damarlarda staza yol açar. Orak hücreli anemi­
da türbülans), doğrudan veya endotel disfonksiyonu yoluyla dolaylı de (Bölüm 11) şekli bozulan eritrositler damar tıkanma­
olarak hiperkoagulabiliteye yol açabilir. sına yol açar, oluşan staz da tromboza zemin hazırlar.
Hemostaz ve Tromboz 89

tasyonlar da gelişebilir ve bunlar nonb akteriyel trom bo-


tik sindirime uğrar. Eğer bakteriyel ekim olursa, yıkıl­
t ik e n d o k ard it olara k adlandırılır (Bölüm 10). Daha az mış trombüs içeriği ideal bir kültür ortamı olarak çalı­
sıklıkla, sistemik lupus eritem atosusta steril, v e rrü k ö z en­ şır ve oluşan enfeksiyon damar duvarında zayıflama
d o kard it (Libm an-Sacks e n d o k a rd iti) oluşabilir (Bö­ ile mikotik anevrizma oluşumuna yol açabilir (Bölüm 9).
lüm 4).
Klinik İlişki
Trombüsler önemlidir, çünkü arter ve venlerin tıkanması­
na yol açar ve emboli oluşturabilirler. Trombüse ait hangi
Trombüsün Seyri etkinin daha önemli olduğu, trombüsün yerine bağlıdır.
Venöz trombüs, tıkanmanın distal kısmındaki vasküler
Eğer hasta trombotik bir olayı atlatır ve yaşarsa, trombüs yatakta ödem ve konjesyona yol açarken, akciğere em­
günler-haftalar içinde, aşağıdaki dört proçesin bazı bolizasyon potansiyeli ve ölüm nedeni olabilmesi nede­
kombinasyonları ile sonuçlanır. niyle endişe vericidir. Bunun aksine, arteryel trombüsler
• Gelişme. Trombüs, ilave trombosit ve fibrin birikimi embolize olabilir ve doku infarktüsüne yol açabilirken
ile büyür ve vasküler tıkanma ve embolizasyon sayısı örneğin koroner ve serebral damarlarda damar obstrük-
artar. siyonuna eğilimleri belirgin olarak daha önemlidir.
• Embolizasyon. Trombüsün tamamı veya bir kısmının Venöz Trom boz (Flebotrom boz). Venöz trombüslerin ço­
kopması ve dolaşımda başka bir yere taşınmasıdır. ğu bacağın yüzeyel veya derin venlerinden kaynaklanır.
Yüzeyel venöz trombüs genellikle safen sistemde özel­
® Erime. Yeni bir trombüs oluştuğunda, fibrinolitik fak­
törlerin aktivasyonu, bunun hızlı büzüşmesine ve ta­ likle varis durumlarında meydana gelir. Bunlar nadiren
embolize olurlar ancak ağrılı olabilir ve lokal konjesyon
mamen erimesine yol açabilir. Daha eski trombüsler-
ve venöz akımın azalmasına bağlı şişmeye neden olabi­
de, yaygın fibrin polimerizasyonu trombüsün plazmi-
lir. Üstteki deride infeksiyona ve variköz ülser gelişimine
ne bağlı proteolize daha dirençli olmasını sağlar ve li-
zemin hazırlar. Daha büyük bacak velilerindeki veya diz
zis etkisizdir. Trombüsün lizise direnç kazanımı, kli­
nik olarak önemlidir, çünkü fibrinolitik ajanların te- ekleminin üzerindeki, örneğin popliteal, femoral ve ilyak
venlerdeki derin ven trombiisleri (DVT'ler) embolize ol­
rapotik kullanımı (örneğin akut koroner trombozda t-
maya eğilimlerinden dolayı daha ciddidir. Lokal ağrı ve
PA) genellikle, trombüs oluşumundan sonraki birkaç
ödem oluşturabilmelerine rağmen, venöz tıkanma kolla-
saat içinde verilmedikçe etkili değildir.
teral köprüleyici kanallar ile genellikle aşılır. Sonuçta,
• Organizasyon ve rekanalizasyon. Eskimiş trombüsler
derin venöz trombüsler hastaların yaklaşık %50'sinde bü­
endotel hücreleri, düz kas hücreleri ve fibroblastlarm,
tünüyle asemptomatik kalır ve sadece akciğere emboli­
fibrinden zengin trombüs içine doğru büyümesi ile or­
ze olduktan sonra tanınırlar.
ganize olurlar (Resim 3-14). Zamanla, birbirleri ile
Alt ekstremite DVT'leri staz veya daha önce anlatılan
anastomozlaşarak trombüsün bir ucundan diğer ucu­
hiperkoagülabilite durumlarıyla birliktedir (Tablo 3-2).
na bağlantılar oluşturan kapiller kanallar oluşur ve bu,
Sık predispozan faktörler konjestif kalp yetmezliği, ya­
bir dereceye kadar damar lümeninin devamlılığını
tak istirahati ve immobilizasyonu içerir. Son iki faktör
sağlar. Rekanalizasyon, trombüsü vaskülarize bağ do­
bacak kaslarının emme etkisinin azalması ve yavaş ve­
ku kitlesine çevirebilir bu ileride yeniden oluşmuş da­
nöz dönüşe yol açar. Travma, cerrahi ve yanıklar sadece
mar duvarı ile birleşir. Bazen organizasyon yerine,
hastada immobilizasyon yapmaz aynı zamanda vasküler
trombüsün merkezi, tahminen, hapsedilmiş lökosit-
hasar, prokoagulan sahramı, koagulasyon faktörlerinin
lerden lizozomal enzimlerin salgılanması ile enzima-
hepatik sentezinde artış ve azalmış tPA üretimi ile birlik­
tedir. Gebelikteki trombotik diateze birçok faktör katkı­
da bulunur, ek olarak, amniyon sıvısının doğum sırasın­
da dolaşıma girme potansiyeli, büyümüş fetus ve uteru-
sun oluşturduğu basıncın bacak yenlerinde meydana ge­
tirdiği staz ve geç gebelik ve postpartum periyod hiper­
koagülabilite ile ilişkili oluşu söz konusudur. Dissemine
kanserlerde görülen, farklı venöz yatakları geçici olarak
tutmaya eğilimi nedeniyle gezici tromboflebit adı verilen
tromboembolik fenomenin artmış riskinden, büyük öl­
çüde, tümörle ilişkili prokoagulanlarm sahramı sorumlu­
dur. Hastalığı ilk tanımlayan ve hastalığa yakalanmış
olan Armand Trousseau'ya atfen Trousseau sendromu ola­
rak da adlandırılmıştır. Spesifik klinik duruma bakmak­
sızın DVT riski, 50 yaş üzerindeki kişilerde artmıştır.
Tromboza eğilimi arttıran birçok sebep tanımlanmış
olmakla birlikte, bu fenomen öngörülemez bir durumu
yansıtır. Başka yönlerden sağlıklı ve hareketli bireyler­
Resim 3-14 Tromboze bir arterin elastik doku boyası ile küçük
de, başka bir provokasyon ve altta yatan anomali olma­
büyütmedeki görüntüsü. Orijinal lümeri internal elastik lamina ile dan da oluşabilir. Aynı şekilde asemptomatik tromboz
sınırlıdır (oklar) ve tamamen organize trombüs ile doludur. ve sonrasında rezolüsyon da bilinenden daha sıktır.
90 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

emboli (PE) oranı %6 'dan %2'ye düşmesine rağmen pul­


Ö ZET moner embolizm yine de Amerika Birleşik Devletleri'nde
Tromboz her yıl 200.000 civarında ölümden sorumludur. Olgula­
• Trombüs gelişimi Virchow triadı bileşenlerinin bir veya
rın %95'ten fazlasında venöz emboli popliteal fossanm
birden fazlasına bağlıdır: proksimalindeki derin bacak venlerindeki trombüsten
° endotel hasarı (örneğin toksinler, hipertansiyon, infla-
kaynaklanır, bacağın daha alt kısmından embolizasyon
masyon veya metabolik ürünler ile) nadirdir.
° anormal kan akımı-staz veya türbülans (örneğin anev­
Derin ven trombozlarmdan kopan trombüsler daha
rizmalara, atrosklerotik plağa bağlı) geniş kanallar boyunca ilerleyerek taşınırlar ve pulmo­
0 hiperkoagülabilite, primer (örneğin faktör V Leiden,
ner dolaşıma girmeden önce genellikle kalbin sağ tarafı­
artmış protrombin sentezi, antitrombin III eksikliği) ve­ na geçerler. Boyutuna bağlı olarak PE ana pulmoner ar­
ya sekonderdir (örneğin yatak istirahati, doku hasarı, teri tıkayabilir, sağ ve sol pulmoner arterlerin bifürkas-
malignite) yonuna oturabilir (eyer embolisi) veya daha küçük dalla­
• Trombüsler büyüyebilir, çözülebilir, organize veya emboli- nan damarları tıkayabilirler (Resim 3-15). Sıklıkla mul-
ze olabilir. tipl emboli vardır, bunlar ardışıktır veya tek büyük bir
• Trombozis lokal vasküler tıkanma ile veya distal emboli- emboliden ayrılan daha küçük embolileri yansıtırlar. Tek
zasyon ile doku hasarı oluşturur. bir pulmoner embolinin görüldüğü hastalar daha çok embo­
lisi olanlara göre daha fazla riske sahiptir. Nadiren, embo­
li atriyal veya ventriküler defekt yoluyla sistemik dolaşı­
Dissemine İntravasküler Koagulasyon ma geçebilir (paradoks embolizm). PE Bölüm 12'de daha
ayrıntılı anlatılacakta, major klinik ve patolojik özellik­
Dissemine İntravasküler Koagulasyon (DIC) (DİK) mik- leri aşağıdadır:
rosirkülasyonda ani veya sinsi başlangıçlı yaygın trom-
• Pulmoner embolilerin çoğu (%60-80) küçük ve klinik
bozdur. Obstetrik komplikasyonlardan, ilerlemiş malig-
olarak siliktir. Zamanla organize olurlar ve damar du­
nitelere kadar çeşitli bozukluklarda görülebilir. Tromboz
varı ile bütünleşirler, bazı vakalarda tromboemboli or­
genellikle mikroskopik boyuttadır, ancak özellikle beyin,
ganizasyonu köprüleşen, fibröz yapışıklıklar bırakır.
akciğer, kalp ve böbrek gibi pek çok organda, sıklıkla do­
laşım yetmezliğine neden olacak kadar çok sayıdadır. Du­ • Spektrumun diğer ucunda, ana pulmoner arteri tıka­
rumu daha da komplike hale getiren, yaygın mikrovaskti- yarak ani ölüm oluşturabilen büyük bir emboli yer alır.
ler trombozun trombositleri ve koagulasyon proteinlerini • Orta boylu arterlerin emboliyle tıkanması ve sonuçta
tüketmesi (bu yüzden tüketim koagulopatisi de denilir) ve anoksik kapillerlerin rüptürü pulmoner kanamaya
aynı zamanda fibrinolitik mekanizmaların da aktive ol­ yol açabilir. Bu tür embolizasyon genellikle pulmoner
masıdır. Böylece, başlangıçtaki bir trombotik bozukluk infarktüs yapmaz, zira intakt bronşial arter dolaşımı
kanama felaketine dönüşebilir. Vurgulanması gereken bu alana kan desteği sağlamaya devam eder (akciğer­
bir nokta da, DIC'in primer bir hastalık olmamasıdır. Fakat lerin çift kan akımı). Bununla beraber, sol kalp yet­
trombinin yaygın aktivasyonu ile ilişkili çok sayıda durumun mezliği durumunda oluşan benzer bir emboli (ve so­
potansiyel komplikasyonudur. Diğer kanama diatezleri ile nuçta azalan bronşial arter perfüzyonu) pulmoner in-
birlikte, Bölüm 11'de ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. farktiisle sonuçlanabilir.
• Küçük, uç-arteriyolar pulmoner dalların emboliyle tı­
kanması genellikle infarktüs ile sonuçlanır.
EMBOLİZM ® Multipl emboli bir süre sonra sağ ventrikül yetmezli­
ği ve pulmoner hipertansiyona (kor pulmonale) ne­
Emboli, kaynaklandığı yerden uzak bir yere, kan yolu ile ta­
den olabilir.
şınan intravasküler katı, sıvı veya gaz kitlesidir. Neredeyse
tamamı, kopmuş trombüsün bazı parçaları ile oluştu­
ğundan tromboembolizm terimi kullanılır. Embolinin
daha seyrek görülen tipleri yağ damlacıkları, hava veya
azot kabarcıkları, aterosklerotik artıklar (kolesterol embo-
lisi), tümör parçaları, kemik iliği parçaları veya amniyo-
tik sıvıdır. Kaçınılmaz olarak, emboli oldukça küçük da­
marlara kadar ilerleyerek kısmi veya tam vasküler tıkan­
ma ile sonuçlanır: kaynaklandığı yere bağlı olarak, em­
boli vasküler ağacın herhangi bir yerine yerleşebilir. Sis-
temik embolizasyonun primer sonucu akımın kesilmesi­
ne bağlı iskemik nekrozdur (infarktüs), pulmoner dola­
şımdaki embolizasyon ise hipoksi, hipotansiyon ve sağ
kalp yetmezliğine yol açar.

Pulmoner Trom boem bolizm


Pulmoner embolizm insidensi hastanede yatan her 1.000 Resim 3-15 A lt ekstremitedeki bir derin ven trombozundan köken
hastada 2-4'dür. Son çeyrek yüzyılda ölümcül pulmoner alan ve pulmoner arter dalına yerleşmiş bir emboli.
Embolizm 9

Sistemik Tromboembolizm
Sistemik embolilerin çoğu (%80) intrakardiyak mural
trombüslerden kaynaklanır, üçte ikisi sol ventrikül du­
varı infarktüsı ve % 25'i dilate sol atrium (örneğin mitral
kapak hastalığına sekonder) ile ilişkilidir. Kalanlar aor-
tik anevrizma, ülsere aterosklerotik plak yüzeylerindeki
trombüsler veya valvüler vejetasyonların parçalanma­
sından (Bölüm 10) veya venöz sistemden (paradoks embo­
li) kaynaklanır; sistemik embolilerin %10-15'inin kayna­
ğı bilinmemektedir.
Başlıca akciğerde yerleşen venöz emboliden farklı
olarak, arteryel emboli her yere seyahat edebilir, durma
yeri tromboembolinin kaynaklandığı noktaya ve embo-
linin yolu üzerinde bulunan dokulardaki rölatif kan akı­
mına bağlıdır. Arteriyoler embolizasyonun en sık görül­
düğü yerler alt ekstremdeler (%75) ve santral sinir siste­
mi (%1 0 ) olup, bağırsaklar, böbrekler ve dalak daha az
oranda etkilenir. Embolizasyonun sonucu tıkanan da­
marın çapı, kollateral kan akımı ve etkilenen dokunun
anoksiye duyarlılığına bağlıdır, arteriyel emboli sıklıkla
uç-arterlerde yerleşir ve infarktüse yol açar.

Yağ Embolizmi
Yumuşak doku ezilme hasarları veya kemik iliği vaskü-
ler sinüzoidlerinin rüptürü (uzun kemik kırıkları) dola­
şıma mikroskopik yağ globüllerinin girmesine neden
olur. Yağ ve kemik iliği embolisi kardiyopulmoner resu-
sitasyondan sonra sık görülen bir rastlantısal bulgudur
ve klinik sonuçları önemsizdir. Benzer şekilde, yağ ve
kemik iliği embolizmi ciddi iskelet yaralanmak bireyle­
rin %90 kadarında olmasına rağmen (Resim 3-16 A), Resim 3 -1 6 Embolinin nadir tipleri. A , Kemik iliği embolisi. Emboli,
trombüse tutunmuş hematopoetik hücreler ve kemik iliği /ağ
bunların sadece %1 0 ’dan daha azında klinik bulgu izle­
hücrelerinden (açık alanlar) oluşmaktadır. B, Amniyon sıvısı em­
nir. Ancak, yağ embolizmi sendromu pulmoner yetmezlik, bolisi. iki küçük pulmoner arter, tabakalı girdaplar yapan fetal
nörolojik semptomlar, anemi, trombositopeni ve diffüz pete- skuamöz epitel ile doludur. Çevre akciğer ödemli ve konjesyonedir.
şiyal döküntüler ile karakterizedir ve olguların %10'unda (D r. Beth Schwartz’tn izniyle, Baltimor, Maryland)
ölümcüldür. Klinik bulgular ve semptomlar yaralanma­
dan 1-3 gün sonra ani başlayan taşipne, dispne, taşikar-
di, deliryum ve hızla komaya ilerleyebilen irritabilite ve nörolojik defektler görülür. Hastalık, ani ve ağır dispne,
huzursuzluğu içerir. siyanoz ve hipertansif şok ile başlar, bunu nöbet ve koma
Yağ embolizmi sendromunun patogenezi hem meka­ takip eder. İlk dönemdeki krizi atlatan hastalarda, tipik
nik tıkanma hem de biyokimyasal hasara bağlıdır. Yağ olarak pulmoner ödem ve beraberinde amniyotik sıvıdan
mikroembolileri, hem doğrudan, hem de trombosit agre- salman trombojenik maddelere bağlı olarak (hastaların
gasyonunu tetikleyerek, pulmoner ve serebral mikrodola- yarısında) dissemine intravasküler koagulasyon gelişir.
şımı tıkayabilir. Bu etki, daha sonra yağ globüllerinden Altta yatan neden amniyotik sıvının (ve içeriğinin)
salman ve endotele karşı, lokal toksik hasar oluşturan yağ plasental membranlarm yırtılması ve/veya uterus ven
asitleri ile daha da artar. Trombosit aktivasyonu ve granü- rüptürü üe maternal dolaşıma karışmasıdır. Histolojik
losit toplanması (serbest radikal, proteaz ve eikosanoidle- incelemede annenin pulmoner mikrosirkülasyonunda
rin salmımı ile) (Bölüm 2) ile vasküler hasar tamamlanır. fetal cilt ve lanugo kıllarından dökülen skuamöz hücre­
Rutin kullanılan çözücüler nedeniyle, parafin takipli do­ ler, verniks kazeozadan kaynaklanan yağ doku ve fetal
kularda lipid damlacıkları erir, görülemez, bundan dolayı solunum ya da gastrointestinal sistemden kaynaklanan
mikroskopik olarak yağ globüllerini görmek için (donmuş müsin gözlenir (Resim 3-16, B). Belirgin pulmoner ödem,
kesitler ve yağ boyaları) özel teknikler kullanılmalıdır. diffüz alveolar hasar (Bölüm 12) ve sistemik fibrin trom-
büsleri gibi diğer bulgular DİC'ten kaynaklanır.
Amniyotik Sıvı Embolizmi
Amniyotik sıvı embolizmi, erken postpartum dönemde Hava Embolizmi
görülen, doğumun ciddi bir komplikasyonu olan nadir Dolaşımdaki hava kabarcıkları birleşebilir, damar akımı­
bir olaydır (40.000 doğumda bir). Mortalite oranları yak­ nı tıkayabilir ve distalinde iskemik hasara neden olabi­
laşık %80 civarında olup, gelişmiş ülkelerde en sık görü­ lir. Bypass ameliyatında koroner artere veya beyin ame­
len anne ölüm nedenidir. ABD'de anne ölümlerinin % liyatlarında serebral arter dolaşımına hava girebilir, kan
10'unu oluştururken, hayatta kalanların % 85'inde kalıcı akımını tıkayabilir ve şiddetli sonuçları olabilir. Küçük
92 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

venöz gaz embolileri genellikle belirgin bir etki oluştur­ derece önemli bir nedenidir. Amerikadaki tüm ölümlerin
maz, ancak obstetrik işlemler veya göğüs duvarı hasarı­ yaklaşık % 40T kardiyovaskiiler hastalıklara bağlıdır ve
nın bir sonucu olarak, hipoksiye neden olabilecek mik­ bunların çoğu myokard veya beyin infarktüsünden kay­
tarda hava pulmoner dolaşıma girebilir ve çok büyük ve­ naklanır. Pulmoner infarktüs sık görülen bir komplikas­
nöz emboliler kalpte arrest ve ölüme neden olabilirler. yondur, bağırsak infarktüsü sıklıkla öldürücüdür ve dis­
Hava embolizminin özel bir şekli, atmosfer basıncın­ tal ekstremitelerin iskemik nekrozu (gangren) diyabetik
daki ani değişikliğe bağlı olarak meydana gelir ve de- grupta morbidite artışına neden olur.
kompresyon hastalığı olarak bilinir. Tüplü dalma, sualtı Infarktüslerin çoğunun altında arteryel trombüs veya ar-
yapı çalışanları ve hızlı yükselişlerde uçuş personeli risk teryel embolizm yatar. Arteryel obstrüksiyonun daha sey­
altındadır. Yüksek basınçta hava solunduğunda (örne­ rek nedenleri içinde vazospazm, plak içi kanamaya se­
ğin derin deniz dalışında) miktarca artan gaz özellikle co n d er aterom büyümesi ve damarın dıştan basıya uğra­
azot, kan ve dokularda çözülür. Dalgıç çok hızlı çıktığın­ ması örneğin tümör, dissekan aort anevrizması veya sı­
da (basınç azalması) azot dokularda genişler, köpükle­ nırlı boşluklar içinde ödem (örneğin anterior tibial kom-
nerek kandan ayrılır ve gaz embolisi haline gelir, doku­ partman sendromu) gibi diğer mekanizmalarla oluşabilir.
da iskemi oluşturur. İskelet kasları ve destek dokularda Doku infarktüsünün diğer seyrek nedenleri arasında da­
ve eklemlerde hızlı gaz kabarcığı oluşumu bend (bu isim, mar dönmesi (örneğin testis torsiyonu veya barsak vol-
etkilenen kişilerin 1880'lerde Gracian bend denilen ka­ vulusu), ödem veya fıtık kesesinin boğulması ile travma-
dın modasına benzer şekilde sırtlarını bükmesi nedeniy­ tik damar rüptürü yer alır. Venöz tromboz infarktüs ne­
le verilmiştir) adı verilen ağrılı durumu oluşturur. Pul­ deni olabilmesine rağmen daha çok basit konjesyon
moner damarlardaki gaz kabarcıkları ödem, hemorajiler oluşturur. Tipik olarak, tıkanma oluştuktan sonra hızla
ve fokal atelektazi veya amfizem oluşturur, boğulma ola­ bypas kanalları açılarak, arteryel akımın düzelmesini
rak adlandırılan respiratuar distrese yol açar. Dekomp- sağlar. Venöz trombüs ile oluşan infarktlar testis veya
resyon hastalığının daha kronik bir formu olan caisson over gibi tek venöz akış kanalına sahip organlarda daha
hastalığında (köprü yapımında kullanılan basınçlı sualtı sıktır.
kasalarına verilen ad) kemiklerde yineleyen ya da per-
sistan gaz embolilerinin varlığı en sık femur, tibia, hu­
merus başları olmak üzere multifokal iskemik nekroz
oluşturur.
Akut dekompresyon hastalığının tedavisi, etkilenen
bireyin, gazı çözünmeye zorlayacak yüksek basınç oda­
M ORFOLOJİ
sına alınması ile yapılır. Uygulanan yavaş dekompres­ İnfarktüsler renklerine göre (kanama m iktarını yansıtır) ve
yon, gazların kademeli olarak rezorbsiyonuna ve yeni­ m ikrobiyal infeksiyon varlığı veya yokluğuna göre sınıflandı­
den tıkayıcı kabarcıklar oluşturmadan atılmasına izin rılır. Bundan dolayı in fa rktü sle r k ırm ız ı (h e m o rajik) ve­
verir. ya beyaz (a n e m ik) ve se p tik veya a sep tik olabilir.
K ırm ız ı in fa rk tü sle r (Resim 3-17 A) (1 ) venöz tıkan­
m alar ile (o ve r torsiyonundaki gibi) ( 2 ) infarktüs bölgesin­
de kan toplanmasına olanak veren akciğer gibi gevşek d o ­

0 Ö ZET
kularda, (3 ) kollateral a rte r desteği ile yetersiz, kısmi per-
füzyon tip ik olduğu akciğer ve ince barsak gibi çift dola-
Embolizm şım lı dokularda, (4 ) venöz akımın yavaşlaması nedeniyle
önceden konjesyone dokularda, (5 ) infarktüsten sonra kan
• Emboli kaynaklandığı yerden uzak bir yere kan ile taşınan akımı yeniden sağlandığında (örneğin arteryel obstrüksiyo­
herhangi bir katı, sıvı veya gaz kitlesidir, çoğu kopmuş nun anjioplastisi) oluşur.
trombüstür. B eyaz in fa rk tü sler kalp, dalak ve b ö b re k gibi uç ar­
• Pulmoner emboli en sık alt ekstremite derin ven trom - teryel dolaşımlı ve dokunun dansitesinin bitişik kapiller ya­
bozlarındanundan kaynaklanır; etkileri temel olarak em- taktan iskemik alana sızıntıyı sınırladığı solid organlarda olu­
bolinin boyutuna ve yerleştiği yere bağlıdır. Sonuçta sağ şur (Resim 3 -1 7 , B). İnfarktüsler, ucu tıkanmış damarı, ta­
kalp yetmezliği, pulmoner hemoraji, pulmoner infarktüs banı organın periferini gösterecek şekilde üçgen biçiminde
veya ani ölüm olabilir. olm a eğilim indedir (Resim 3 -1 7 ). Tabanı serozal yüzeyler­
• Sistemik emboli başlıca kardiyak mural veya valvüler de olduğunda, üzeri sıklıkla fib rin li eksüda ile örtülüd ür.
trombüs, aort anevrizmaları veya aterosklerotik plaktan Yan sınırları komşu damardan akımı yansıtacak şekilde dü­
kaynaklanır, doku infarktüsü oluşturması embolinin yer­ zensiz olabilir. A k u t infarktüsün sınırları, tip ik olarak belir­
leşim yerine ve kollateral dolaşımın varlığı veya yokluğu­ siz ve hafifçe hem orajiktir. Zamanla, inflamasyon nedeniy­
na bağlıdır. le, sınırları ince, hiperem ik b ir çerçeve ile belirginleşir.
Dual dolaşıma sahip olmayan organlardaki arteryel tıka­
nıklıklardan kaynaklanan infarktüsler, tip ik olarak, gittikçe
daha soluk ve zamanla keskin sınırlı hal alırlar (Resim 3-17
B). Farklı olarak, akciğerde ve diğer spongioz organlarda
hem orajik enfarktüs kura ld ır (Resim 3 -1 7 , A). H em orajik
İNFARKTÜS infarktüslerdaki ekstravaze e ritro s itle r m akrofajlar tartın­
dan fagosite ed ilirle r ve hem de m iri hücre içi hemosiderine
İnfarktüs bir dokunun vasküler beslenmesinin kesilmesi ile dönüşür. Küçük m iktarları ren k değişimi yapmaz, ancak ka-
oluşan iskemik nekroz alanıdır. Klinik hastalığın sık ve son
Infarktüs 93

Resim 3-17 Kırmızı ve beyaz infarktüs. A ,


Hemorajik, kabaca kama şeklinde pulmo-
ner infarktüs (kırmızı infarktüs). B, Dalak­
ta keskin sınırlı, soluk infarktüs (beyaz in­
farktüs).

nama yoğun olduğunda se rt ve kahverengi hal alır. Birkaç


İnfarktüs G elişim ini Etkileyen Faktörler. Vasküler tı­
gün geçtikten sonra daha se rt ve hem osiderin pigmenti bi­ kanma önemsiz etki oluşturabileceği gibi, doku nekrozu
rikim ini yansıtan şekilde daha kahverengi olur. oluşturarak organ disfonksiyonuna ve hatta bireyin ölü­
D okuların çoğunda infarktüsün ana histolojik bulgusu müne de yol açabilir. Olayın seyrini (1) vasküler desteğin
iskem ik koagulasyon n e k ro zu d u r (Bölüm 1). Birkaç anatomisi, (2) tıkanmadan sonra geçen süre, (3) etkile­
saat içinde infarktüsün sınırları boyunca inflamasyon başlar nen dokunun iskemik hasara intrinsik duyarlılığı ve (4)
ve bu genellikle 1 - 2 gün içinde daha iyi görülür, inflamatu- kanın oksijen içeriği belirler.
a r cevabı daha sonra, korunm uş sınırlarda başlayan bir ona­
rım takip eder (Bölüm 2). Bazı dokularda parenkimal reje-
• Vasküler beslenmenin anatomisi. Alternatif bir kan des­
nerasyon, strom al yapının korunduğu infarktüsün perife- teğinin varlığı veya yokluğu, bir damar tıkanmasında
rinde oluşabilir. Bununla b irlik te infarktüslerin çoğu tama­ hasar oluşup oluşmayacağını belirleyen en önemli
men skar dokusuna dönüşürler (Resim 3-18). Beyin bu ge­ faktördür. Akciğerler pulmoner ve bronşial arterler
nellemelerin istisnasını oluşturu r: M erkezi sinir sisteminde yolu ile çift (dual) kan akımı desteğine sahiptir; bu ne­
iskem ik doku hasarı ükefaksiyen n ek ro zu ile sonuçlanır denle pulmoner arteriyollerin tıkanması bronşial do­
(Bölüm 1). laşım da bozulmadıkça, infarktüse neden olmazlar.
Septik infarktüsler kalp kapağındaki enfekte kalp kapağı Benzer şekilde, karaciğerler hepatik arter ve portal
vejetasyonlarının em bolize olduğu veya n e kro tik dokuya ven dolaşım sistemi ile, el ve ön kol paralel radyal ve
m ikropların yayıldığı durum larda oluşur. Bu olgularda in­ ulnar arter desteği ile kan aldıklarından infarktüse di­
farktüs, daha büyük inflam atuar yanıtla ilişkili olarak, apse­ rençlidirler. Aksine böbrek ve dalak uç-arteryel dola­
ye dönüşür (Bölüm 2). şıma sahiptirler ve arteriyel tıkanma genellikle bu do­
kularda infarktüse neden olur.
® Tıkanmanın hızı. Yavaş gelişen tıkanıklıklar kollateral
kan desteğinin gelişimine izin verdiği için daha az in­
farktüs nedeni olurlar. Örneğin, kan akımının nor­
malde minimal olduğu küçük interarteriyoler anasto-
mozlar kalpteki üç ana koroner arter arasında bağlan­
tı sağlarlar. Koroner arterlerden biri yavaş tıkanırsa
(örneğin aterosklerotik plağın yavaş yavaş büyümesi
ile) bu kollaterallerdeki akım, ana koroner arterin
tam tıkanmasında bile, infarktüsü önlemeye yetecek
kadar artabilir.
• Dokunun iskemiye duyarlılığı. Nöronlar kan akımları
kesildikten sonra sadece 3-4 dakika içinde geri dö­
nüşsüz hasara uğrar. Myokard hücreleri nöronlardan
daha dayanıklı olsalar da, iskemiden 20-30 dakika
sonra ölürler. Myokard içindeki fibroblastlar ise iske­
( |i iti f rrı ıjı n ı f11111 m 1111 rı 11 m 1111111 miden saatlerce sonra bile canlı kalırlar.
CENTIM ETERS ‘ 3 4
® Hipoksemi. Anlaşılabilir şekilde, nedeni ne olursa ol­
Resim 3 -1 8 Uzak böbrek infarktüs alanının yerini almış geniş fib- sun, anormal düşük kan 0 2 içeriği infarktüs oluşma
rotik skar. olasılığını ve infarktüsün boyutlarını artırır.
94 B Ö L Ü M 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

Şok, daha az sıklıkla, anestezi ile birlikte vasküler tonus


kaybı veya spinal kord hasarına (ııörojenik şok) sekonder
İnfarktüs oluşabilir. Anafilaktik şok, immünglobülin E aracılı hiper-
sensitivite reaksiyonunun tetiklediği sistemik vazodilatas­
• İnfarktüsler iskemik nekroz alanlarıdır, en sık arteryel tı­
yon ve vasküler geçirgenlik sonucunda oluşur (Bölüm 4).
kanma (tipik olarak trom boz veya embolizasyona bağlı­
dır) veya daha seyrek olarak venöz dönüşün obstrüksiyo-
nu nedeniyle oluşur. Septik Şokun Patogenezi
• Venöz tıkanma nedeni ile veya gevşek dokularda oluşan
infarktüsler tipik olarak hemorajik (kırmızı) iken, kom­ Son birkaç dekaddaki tıbbi gelişmelere rağmen, septik
pakt dokularda arteryel tıkanmadan kaynaklananlar so­ şok korkutucu bir klinik problem olmaya devam etmek­
luktur (beyaz). tedir. Septik şok, kurbanlarının %20'sini öldürmektedir.
• Vasküler okklüzyonun infarktüse yol açıp açmayacağı Birleşik Devletlerde yıllık 200.000'den fazla ölüme ne­
kollateral kan desteği, obstrüksiyonun gelişim hızı, iske­ den olan septik şok, yoğun bakım ünitelerindeki morta-
mik hasara intrinsik duyarlılık ve kan oksijenlenmesine lite nedenlerinin en başında gelir. Kritik durumdaki has­
bağlıdır. talara gelişmiş yaşam desteğinin artışına, aynı şekilde in-
vaziv prosedürlerdeki artış ve kemoterapi, immünsup-
resyon ve HIV enfeksiyonları gibi nedenlere bağlı im­
imin sistemi baskılanmış hastalardaki artışa bağlı olarak,
ironik biçimde insidensi artmaktadır.
ŞOK
Septik şokta, kardiyak atımın korunmasma, hatta
Şok kan kaybı, şiddetli travma veya yanık, miyokard in- başlangıçta artmasına rağmen, sistemik arteryel ve ve­
farktüsü, pulmoner embolizm ve sepsis gibi kimi potan­ nöz dilatasyon doku hipoperfüzyonuna yol açar. Azalmış
siyel öldürücü olayın son genel yoludur. Nedenine bakıl­ vasküler tonusa, yaygın endotel hücre aktivasyonu eşlik
maksızın şok, dokuların sistemik hip öper füzyonu ile karak- eder ve sıklıkla DIC gibi hiperkoagulabilite durumlarını
terizedir, azalmış kardiyak atım veya azalmış etkin dolaşan tetikler. Ek olarak, septik şok, hücre ve doku fonksiyon­
kan miktarı nedeniyle oluşur. Sonuçları, yetersiz doku per- larını direkt olarak baskılayan metabolik bozukluk-
füzyoııu ve hücresel hipoksidir. Şok başlangıçta geri dönü­ lar/düzensizlikler ile ilişkilidir. Bu anormalliklerin net et­
şümlü iken, devamı halinde geri dönüşümsüz doku ha­ kisi nıultipl organ hipöperfüzyonu ve disfonksiyonudur.
sarı oluşturur ve sıklıkla ölüm ile sonuçlanır. Günümüzde gram pozitif bakteriler septik şokun en
Şokun sık görülen tipleri üç patogenetik grupta topla­ yaygın nedeni olup onları gram negatif organizmalar ve
nabilir (Tablo 3-3) bakteriler izler. Bir zamanlar, septik şok oluşturabilmesi
için enfeksiyonun yayılması gerektiğine inanılırdı. Ancak
• Kardiyojenik şok, myokard pompasının yetersizliğine enfeksiyon, saptanabilir bir kan dolaşımı yayılımı oluştur­
bağlı düşük kalp atımından kaynaklanır. Bu, myokar- madan, spesifik bir dokuda lokalize iken bile septik şoku
diyal hasar (infarktüs), ventriküler aritmiler, dış bası tetikleyebilir. Farklı türden floranın septik şoku presipite
(kalp tamponadı) (Bölüm 10) veya akım obstrüksiyo- etmesi, çeşitli mikrobiyal bileşenlerin bu süreci başlatabi­
nu (örneğin pulmoner embolizm) ile oluşabilir. leceği düşüncesiyle ilişkilidir. Özellikle makrofajlar, nöt-
• Hipovolemik şok, kan veya plazma hacim kaybına bağ­ rofiller, dendritik hücreler, endotel hücreleri ve doğal ba­
lı düşük kardiyak atımdan kaynaklanır (örneğin ka­ ğışıklığın çözünebilir komponetleri (örn, kompleman)
namaya bağlı veya şiddetli yanıklarda sıvı kaybı). mikroorganizmalardan kaynaklanan çeşitli maddeleri ta­
• Septik şok, mikrobiyal enfeksiyona karşı sistemik im­ nıyıp aktive olurlar. Bu hücreler ve çözünebilir faktörler
imin cevaba bağlı olarak arteryel vazodilatasyon ve ve­ bir kez aktive olduklarında, birbirleriyle etkileşim halinde
nöz kan göllenmesi sonucu oluşur. Bu kompleks pato- olan, mekanizması tam olarak anlaşılmamış bir dizi inf-
genez daha sonra detaylı anlatılacaktır. lamatuar cevabı başlatırlar (Resim 3-19). Sistemik inflama-

Tablo 3-3 Şokun Üç Majör Tipi

Şok Tipleri Klinik Örnekler Ana Patogenetik Mekanizmalar


Kardiyojenik Myokard infarktüsü intrinsik myokard hasarı, ekstrinsik basınçtan veya akımın
Ventriküler rüptür obstrüksiyonundan kaynaklanan myokard pompa yetersizliği
Aritmi
Kardiyak tamponad
Pulmoner embolizm
Hipovolemik Kanama Yetersiz kan veya plazma volümü
Sıvı kaybı (kusma, diyare, yanıklar veya travma gibi)
Septik Çok şiddetli mikrobiyal infeksiyonlar Periferik vazodilatasyon ve kan göllenmesi; endotelyal
Endotoksik şok aktivasyon/hasar; lökositlerin oluşturduğu hasar; yaygın damar
Gram-pozitif septisemi içi pıhtılaşma; sitokin zincirinin aktivasyonu
Fungal sepsis
Süperantijenler (örneğin toksik şok sendromu)
Resim 3-19 Septik şoktaki majör patogenetik /ollar. Mikrobiyal ürünler endotel hücreleri ve doğal immün sistemin selüler ve hümöral
elemanlarını aktive eder ve son dönem multiorgan yetmezliğine kadar gidecek olaylar zincirini başlatır. Ayrıntılar metinde anlatılmıştır. DİC,
dissemine intravasküler koagulasyon; HMGB1, highly mobility group box 1 protein; NO, nitrik oksit; PAF, trombosit aktive edici faktör;
STNFR, solubl tüm ör nekroz faktörü reseptörü; TF, doku faktörü; TFPI, doku faktör yolak inhibitörü.

tuar yanıt sendromu (systemic inflammatory response len anafilatoksinler (C3a, C5a), kemotaktik fragman­
syndrome) (SIRS) olarak isimlendirilen benzer bir infla- lar (C5a) ve opsoninin (C3b), proinflamatuar duruma
matuar yanıt, altta yatan belirgin bir enfeksiyonun yoklu­ katkıda bulunur.
ğunda da tetiklenebilir. Nedenler içinde yaygın travma ® Endotel hücre aktivasyonu ve hasarı: Mikrobiyal ele­
veya yanıklar, pankreatit ve diffüz iskemi sayılabilir. manlar ya da inflamatuar hücre medyatörleri tarafın­
Septik şokun patofizyolojisinde rol oymayan faktörler dan meydana gelen endotelyal aktivasyon üç major
aşağıdakileri kapsar: sekel meydana getirir: (1 ) tromboz, (2 ) artmış vaskü-
• İnflamatuar aracılar: Doğal bağışıklığın hücreleri, pato­ ler permeabilite, (3) vazodilatasyon.
jenle ilişkili moleküller patternler (pathogen-associated Koagulasyondaki dengesizlikler, septik hastaların yak­
molecular patterns) (PAMP) diye adlandırılan, mikrop laşık yarısında, korkutucu komplikasyon olan dissemine
kaynaklı maddeleri tanıyabilecek reseptörler (örn, intravasküler koagulasyonun oluşumu için yeterlidir.
Toll like reseptör [TLR]) eksprese ederler (Bölüm 2). Sepsis, koagülasyona yardımcı olan birçok faktörün
PAMPTarm patojen tanıma reseptörlerini aktive etmesi ekspresyonunu bozar. Proinflamatuar sitokinler doku
sepsisi kontrol eden doğal immün yanıtları tetikler. Akti- faktörü üretiminde artışa neden olurken, aynı za­
vasyon oluşunca, inflamatuar hücreler TNF, IL-1 (ve manda PAI ekspresyonunu artırarak fibrinolizi sulan­
diğer sitokinler) ve HMGB1 (high-mobility group box dırırlar. Doku faktörü yolak inhibitörü, trombomodü-
1) gibi sitokin benzeri medyatörleri üretirler. Reaktif lin ve protein C gibi diğer endotelyal antikoagulan
oksijen türevleri prostaglandin ve trombosit aktive faktörlerin üretimi azalmıştır. Küçük damarlardaki
eden faktör (platelet-activating factor) (PAF) gibi lipid azalmış kan akımı nedeniyle prokoagülan eğilim da­
medyatörler de üretilir (Bölüm 2). Bu efektör mole­ ha da artar. Kan akımının azalması, staza yol açar ve
küller, endotel hücrelerini aktive ederek prokoagülan aktive koagülasyon faktörlerinin yıkanıp temizlen­
fenotipindeki adhezyon moleküllerinin ekspresyonu- mesini azaltır. Bunların tümü bir arada etki göstere­
nu ve ikinci dalga sitokin üretimini sağlarlar. Komple- rek, küçük damarlardaki fibrinden zengin trombü-
man kaskadı hem plazminin proteolitik aktivitesi, sün sistemik birikimini hızlandırır. Böylece doku hi-
hem de direkt olarak mikrobiyal komponentler saye­ poperfüzyonu artar. Tam gelişmiş bir dissemine intra­
sinde aktive olur (Bölüm 2). Bunun sonucunda üreti­ vasküler koagulasyonda, pıhtılaşma faktörleri ve
96 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

trombositler tükenmiştir, bu nedenle eşlik eden ka­ Sepsis gelişiminde birçok faktörün yeralması ve bun­
nama vardır (Bölüm 11). lar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı göz önüne alındı­
Sepsisle ilişkili proinflanıatuar durum, yaygın vasküler ğında, belli medyatörlerin inhibitörleiyle yapılan terapö-
sızıntıya ve doku ödemine yol açar. Bu, dokuya besin tik müdahale girişimleri, en iyi durumda bile az yarar
maddesi girişini ve atık maddelerin uzaklaştırılmasını sağlamaktadır. Standart tedavi, uygun antibiyotikleri,
olumsuz etkiler. İnflamatuar sitokinler, adhezyon mo­ hipergliseminin insülin ile hassas tedavisini, sistemik
lekülü VE-cadherini endotel hücre sıkı bağlantıların­ basıncın sıvı düzenlemesi ile düzeltilmesini ve relatif ad­
daki yerinden oynatarak bu bağlantıları gevşetir. De­ renal yetmezliği düzeltmek için "fizyolojik sınırlarda"
ğişime uğramış bağlantılar sızdırmaya eğilimlidir. Bu kortikosteroid verilmesini içerir. Endotel hücre bütünlü­
nedenle, tüm vücutta proteinden zengin eksüda biri­ ğünü sağlamaya yönelik sepsis tedavi modellerinde
kimi ve yaygın ödem meydana gelir. umut vaad eden sonuçlar elde edilmiştir.
NO üretimindeki artış ile birlikte, vazoaktif infla- Süperaııtijen adı verilen, bakterilerin salgıladığı bir
matuvar medyatörlerin ekspresyonu (örneğin; C3a, grup protein septik şoka benzer bir sendroma (örn, tok-
C5a, PAF) vasküler düz kasın sistemik olarak gevşe­ sik şok sendromu) yol açar. Poliklonal T hücre aktivatörle-
mesine yol açarak, hipotansiyona ve doku perfüzyo- ri olan süperantijenler, T hücrelerinin yüksek seviyeler­
nunun daha da azalmasına neden olur. de sitokin salmasına ve sonuçta yaygın cilt döküntüsün­
• M etabolik anormallikler: Septik hastalar insülin diren­ den, vazodilatasyon, hipotansiyon ve ölüme kadar de­
ci ve hiperglisemi sergilerler. TNF ve IL-1 gibi sitokin­ ğişkenlik gösteren klinik bir tabloya yol açarlar.
ler, stres ilişkili hormonlar (glukagon, GH ve gluko-
kortikoid gibi) ve katekolaminler, hepsi birden gluko- Şokun Evreleri
neogeneze yol açarlar. Proinflamatuar sitokinler, aynı
zamanda, iskelet kası ve diğer dokularda insülin di­ Şok, altta yatan problemler düzeltilmezse ölüme kadar
rencini artırırken bir yandan da insülin saliminim ilerleyen bir durumdur. Sepsis nedenli ölümün gelişim
baskılarlar. Hiperglisemi nötrofil fonksiyonunu bas­ mekanizmaları, hala tam olarak aydmlatılamamıştır.
kılar -böylece bakterisidal aktiviteyi azaltarak- ve en­ Artmış lenfosit be enterosit apoptozu dışında hücre nek­
dotel hücrelerindeki adhezyon molekül ekspresyonu- rozu minimaldir. Ölüm tipik olarak multipl organ yet­
nun artışına neden olur. Sepsis başlangıçta glukokor- mezliğiyle gerçekleşir. Genellikle organ fonksiyon bo­
tikoid üretimindeki yükselme ile ilişkili olsa da, bu ar­ zukluğunu açıklayacak morfolojik ipuçları yoktur. Hipo-
tışı sıklıkla adrenal yetmezlik ve göreceli glukokorti- volemik ve kardiyojenik şoklarda ise, hastanın ölümüy­
koid eksikliği takip eder. Bu etki, adrenal bezlerin le sonuçlanan yolaklar daha iyi anlaşılmıştır. Hasar ma­
sentez kapasitesindeki azalmadan ya da dissemine sif ve hızla ölümcül (örn, ruptüre bir aort anevrizmasın­
intravasküler koagülasyona bağlı olarak meydana ge­ dan kanama) değilse, şok üç evre içermeye (yapay evre­
len gerçek adrenal nekrozdan (Waterhouse-Friderich­ ler olsalar da) eğilimlidir. Bu evreler, en açık şekilde hi-
sen sendromu) (Bölüm 19) kaynaklanabilir povolemik şokta ortaya konmuşlardır, ancak şokun di­
® İmmünsupresyon: Sepsis tarafından başlatılan hipe- ğer tiplerinde de görülürler:
rinflamatuar durum, paradoksal olarak immünsup- • Başlangıçtaki nonprogresif evrede, dengeleyici refleks
resyona neden olabilir. Önerilen mekanizmalar anti- mekanizmaları harekete geçer ve yaşamsal organla­
inflamatuar medyatörlerin üretimini (örneğin; TNF rın perfüzyonu sağlanır.
reseptörü ve IL-1 reseptörü antagonistleri) ve bilin­ • Progresif evre, doku hipoperfüzyonu ve dolaşımın kö­
meyen bir nedenle meydana gelen, dalak ve lenf nod- tüleşmesi ve asidozu da içeren metabolik dengesizli­
larmdaki yaygın lenfosit apoptozunu içermektedir. ğin başlaması ile karakterizedir.
Sepsiste immünsüpresif medyatörlerin zararlı ya da • Irreversibl (geri dönüşsüz) evrede, vücutta hücre ve do­
koruyucu olup olmadığı hala tartışmalıdır. ku hasarı o kadar şiddetlidir ki, hemodinamik sorun­
• Organ disfonksiyonıı. Sistemik hipotansiyon, artmış lar düzeltilse bile yaşam mümkün değildir.
vasküler geçirgenlik, doku ödemi ve küçük damar Şokun erken nonprogresif evresinde, çeşitli nörohümoral
trombozu, hepsi birden dokuya oksijen ve besin giri­ mekanizmalar kardiyak output ve kan basıncını sağlama­
şini azaltarak organ disfonksiyonu gelişiminde rol oy­ ya yardım eder. Bu mekanizmalar, baroreseptör refleks­
nar. Yüksek sitokin ve sekonder medyatör seviyeleri, leri, katekolaminlerin ve antidiüretik hormonun salmı-
myokardiyal kontraktiliteyi azaltabilir ve böylece kar- mmı, renin-angiotensin-aldersterone sisteminin aktivas-
diyak çıkışı (output) azaltır. Pulmoner dolaşımda art­ yonunu ve genel sempatik uyarıyı içerir. Net etki, taşi-
mış vasküler geçirgenlik ve endotelyal hasar akut res- kardi, periferik vazokontriksiyon ve böbrekte sıvı tutulması­
piratuar distres sendromuna (ARDS) (Bölüm 13) yol dır. Deride vazokonstriksiyon, karakteristik "şoka has"
açar. Sonuçta bu faktörler, ölümle sonuçlanan multi­ soğuk ve soluk deriye neden olur (septik şok başlangıç­
organ yetmezliğine, özellikle de böbrek, karaciğer, ta deride vazodilatasyona neden olur, bu nedenle hasta
akciğer ve kalp yetmezliğine yol açarlar. sıcak ve allanmış deri ile prezante olur). Koroner ve sereb-
Septik şoklu hastaların geleceğini öngörmek zordur. ral damarlar sempatik uyarılara daha az duyarlıdır ve
Genelde, yaygın enfeksiyonu ve beraberinde başka has­ normal kalibrelerini, kan akışını ve oksijen getirisini
talıkları olan hastalar en yüksek mortalite oranına sahip nispeten korurlar. Sonuçta, kan deriden kalp ve beyin
hastalardır. Ancak, ciddi enfeksiyonu (örneğin, menin- gibi yaşamsal organlara kayar.
gokokal sepsis) olan genç ve sağlıklı kişiler bile saatler Altta yatan sebepler düzeltilmezse, şok yaygın doku
içerisinde kaybedilebilirler. hipoksisi ile karakterize olan progresif evreye girer. Ka­
Şok 97

lıcı oksijen eksikliği durumunda, intrasellüler aerobik kardiyojenik şokta ise en iyi tedaviye rağmen sonuç da­
solunum yerini anaerobik glikolize ve beraberinde yük­ ha kötüdür.
sek miktarda laktik asit üretimine bırakır. Sonuçta orta­
ya çıkan metabolik laktik asidoz doku pH'ıtıı düşürür, dü­
şük doku pH'ı da vazomotor cevabı baskılar; arterioller di­
O Ö Z E T _____ ______________
late olur ve kan mikrodolaşımda göllenir. Kanın perifer-
de göllenmesi sadece kardiyak outputu azaltmaz, ayrıca Şok
ardından gelişen DİK sırasında endotel hücrelerini • Şok, kardiyak outputun ve/veya dolaşımdaki etkin kan
anoksik hasara karşı daha duyarlı kılar. Yaygın doku hi- hacminin azalması sonucu meydana gelen sistemik doku
poksisi yaşamsal organları etkiler ve organ yetmezliği hipoperfüzyonu durumu olarak tanımlanır.
başlar.
• Kardiyojenik, (örn, myokardiyal infarktüs), hipovolemik
Uygun tedavi yapılmazsa, süreç geri dönüşsüz evreye (örn, kan kaybı) ve septik (örn, enfeksiyonlar) şok, şokun
ilerler. Lizozomal enzimlerin sızması yaygın doku hasa­ başlıca tipleridir.
rının bir göstergesidir ve şok durumunu ağırlaştırır. Kıs­
• Şok, hangi tipte olursa olsun, eğer düzeltilmezse dokuda
men artmış nitrik oksit sentezi nedeniyle miyokard ka­ hipoksiye yol açar.
sılma fonksiyonları kötüleşir. İskemik bağırsak intesti­
• Septik şok, bakteriyal ya da fungal enfeksiyonlardaki ko­
nal floranın dolaşıma girmesine izin verir ve bakteriye-
nak yanıtı nedeniyle meydana gelir ve endotelyal hücre
mik şok olaya eklenebilir. Sıklıkla, renal iskemik hasarın aktivasyonu, vazodilatasyon, ödem, dissemine intravas-
sonucu olarak renal yetmezliğe doğru ilerleme olur (Bö­ küler koagülasyon ve metabolik bozukluklar ile karakte-
lüm 13) ve en iyi tedavi girişimlerine rağmen, bu düşüş rizedir.
ölüm ile sonuçlanır.

o M ORFOLOJİ
Şokun hücredeki ve dokudaki etkileri, tem elde hipoksik
KAYN AKLAR
Akhtar S: Fat embolism. Anesthesiol Clin 27:533, 2009. [Yağ em bolisi
sendrom unun patogenezi ve klin ik özelliklerini konu alan güncel bir der­
lem e.]
hasarda oluşanlar ile aynıdır (Bölüm 1) ve bunlara hipe-
Coppola A, Tufano A, Cerbone AM, Di Minno G: Inherited thrombop­
perfü zyo n ve m ikro vask ü ler trom bozun kombinasyo­ hilia: implications for prevention and treatment of venous thrombo­
nu neden olur. H e r ne kadar herhangi b ir organ etkilene- embolism. Semin Thromb Hemost 35:683, 2009. [Trom bofilinin çe­
bilse de, beyin, kalp, böbrekler, adrenaller ve gastrointesti­ şitli özelliklerini konu alan bir dergi sayısın da hiperkoagü lasyon durum­
nal kanal en sık olarak tutulur. Fibriiî tronrcbüsleri her­ larının gen etik tem elleri konusunda bir derlem e.]
Crawley J et al: The central role of thrombin in hemostasis. J Thromb
hangi b ir dokuda oluşabilir, ancak tip ik olarak en kolay böb­
Haemost 5 (Suppl 1):95, 2007. [Tronıbin aktivasyon u n da sonlanan çe­
re k glom erüllerinde görülür. A d r e n a l k o rtik a l lip id şitli y olaklar konusunda bir derlem e.]
kaybı stresin tüm form larında vardır ve depolanan lipidle- Crawley J, Lane D: The haemostatic role of tissue factor pathway inhi­
rin steroid sentezi için kullanımındaki artışı yansıtır. A kci­ bitor. Arterioscler Thromb Vase Biol 28:233, 2008. [TFPI'in fiz tolojik
ğ e rle r hipoksik hasara oldukça dirençli olm akla birlikte, ka­ rolleri konusunda bir özet.]
nama, sepsis ya da travm a nedeniyle meydana gelen hipo­ Cushman M: Epidemiology and risk factors for venous thrombosis. Se­
min Hematol 44:62, 2007. [Venöz pıhtılaşm anın risk fa k tö r le r i ve pato-
volem ik şok, d iffü z alveolar hasara yol açabilir (Bölüm 12).
fiz y o lo jisi konusunda bir derlem e.]
Buna şo k akciğeri adı verilir. Eğer hasta hayatta kalırsa, Dahlback B: Blood coagulation and its regulation by anticoagulant
n ö ro n la r ve kalp kası hücreleri hariç etkilenen tüm dokular pathways: genetic pathogenesis of bleeding and thrombotic dise­
tam am en iyileşebilir. ases. J Intern Med 257:209, 2005. [Biraz eski olsa da, bu norm al ve
an orm al hem o staz konusunda iy i bir derlem e.]
Esmon CT, Esmon NL: The link between vascular features and throm­
bosis. Annu Rev Physiol 2011. [Endotel, kan akım ı ve lıem osta z/trom -
boz arasındaki ilişkileri ele alan güncel bir derlem e.]
Goldhaber SZ: Advanced treatment strategies for acute pulmonary
Klinik Gidiş embolism, including thrombolysis and embolectomy. J Thromb Ha­
emost 7(Suppl 1):322, 2009. [Pulm oner em bolinin tanısı v e tedavisi ko­
Şokun klinik sonuçları olayı başlatan nedene bağlıdır. nusunda güncel bir rehber.]
Hipovolemik ve kardiyojenik şokta hastada hipotansi­ Holy EW, Tanner FC: Tissue factor in cardiovascular disease pat­
yon, zayıf ve hızlı bir nabız, takipne vardır ve deri so­ hophysiology and pharmacological intervention. Adv Pharmacol
ğuk, nemli ve siyanoyiktir.daha önce de belirtildiği gibi, 59:259, 2010. [D oku faktörü n ü n h em ostazdaki rolü v e patolojik trom-
bozlan ön lem ede izlenecek potan siyel y ollar konusunda kapsam lı bir der­
septik şokta periferik vazodilatasyon nedeniyle, deri sı­ lem e.]
cak ve kızarmıştır. Hayatı tehdit eden asıl şey, olayı baş­ Hong MS, Amanullah AM: Heparin-induced thrombocytopenia: a
latan nedendir (örn, myokard infarktüsü, ağır kanama, practical review. Rev Cardiovasc Med 11:13, 2010. [B aşlıkta da belir­
bakteriyal enfeksiyon). Ancak, kardiyak, serebral ve tildiği gibi, hep a rin nedenli trom bositopeninin m ekan izm aları ve tedavi­
leri konusunda iyi ve pratik bir derlem e.]
pulmoner değişiklikler durumu hızla kötüleştirir. Eğer Hotchkiss R, Karl I: The pathophysiology and treatment of sepsis. N
hasta başlangıç döneminde hayatta kalırsa, kötüleşen Engl J Med 348:138, 2003. [E ski bir yayın olsa da, son d erece iyi yazıl­
renal fonksiyonlar nedeniyle oligüri, asidoz ve elektrolit mış ve sepsis yolaklarının patogenezini çok iyi ortaya koyuyor.]
dengesizliklerinin hakim olduğu dönem başlar. Jennings LK: Mechanisms of platelet activation: need for new strategi­
es to protect against platelet-mediated atherothrombosis. Thromb
Prognoz şokun nedeni ve süresive bağlıdır. Başka Haemost 102:248, 2009. [Trom bositlerin trom bozda ve in flam asyon da
hastalığı olmayan hipovolemik şoktaki genç hastaların oynadıkları rolleri ve tedavi girişim lerinin olası h ed eflerin i konu alan
%90'dan fazlası uygun tedavi ile hayatta kalır. Septik ve m ükem m el ve güncel bir derlem e.]
98 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

Kwaan H Q Şamama MM: The significance of endothelial heterogene­ Stearns-Kurosawa DJ, Osuchowski MF, Valentine C, et al: The patho­
ity in thrombosis and hemostasis. Semin Thromb Hemost 36:286, genesis of sepsis. Ann Rev Pathol Mech Dis 6:19, 2011. [Sepsisin an­
2010. [Endotelin h em o stazd aki v e trom bozdaki etkilerin i konusunda ye­ laşılm asında ve tedavi h ed eflerin d e yen i yaklaşm ıla n konu alan iyi bir
ni v erileri içeren bir derlem e.] güncellem e.]
Mackman N, Tilley RE, Key NS: Role of the extrinsic pathway of blo­ Rijken DC, Lijnen HR: New insights into the molecular mechanisms
od coagulation in hemostasis and thrombosis. Arterioscler Thromb of the fibrinolytic system. J Thromb Haemost 7:4, 2009. [Fibrinolitik
Vase Biol 27:1687, 2007. [K oagü lasyon daki başlıca yoluklan konu alan y ola k la r konusunda m ü kem m el bir derlem e.]
iyi bir derlem e.] Ruiz-Irastorza G, Crowther M, Branch W, Khamashta MA: Antiphosp-
Montagnana M, Franchi M, Danese E, et al: Disseminated intravascular holipid syndrome. Lancet 376:1498, 2010. [A n tifosfolipid sendrom u
coagulation in obstetric and gynecologic disorders. Semin Thromb konusunda tanı ve tedavi kon u ların da yoğunlaşan iyi bir özet.]
Hemost 36:404, 2010. [D İK m ekan izm alanm konu alan bir derlem e ve Wu KK, Matijevic-Aleksic N: Molecular aspects of thrombosis and an­
am niotik sıvı em bolisinin p atofizyolojisi konusunda iyi bir tartışm a.] tithrombotic drugs. Crit Rev Clin Lab Sci. 42:249, 2005. [Trombüs
Munford RS: Severe sepsis and septic shock: the role of gram-negati­ oluşumunun m ekanizm aları kon u su n da tedavi yaklaşım ların a da yoğun­
ve bacteremia. Arrnu Rev Pathol 1: 467, 2006. [Septik şokun patoge- laşan uzun ve ayrıntılı bir derlem e.]
nezin i kon u alan ilginç bir bakış açısı.] Zwicker J, Furie BC, Furie B: Cancer-associated thrombosis. Crit Rev
Osinbowale O, Ali L, Chi YW: Venous thromboembolism: a clinical re­ Oncol Hematol 62:126, 2007. [M alignitede görülen hiperkoagülasyon
view. Postgrad Med 122:54, 2010. [Tıp öğ ren cisi/asistan seviyesin de durum larında altta yatan m ekan izm aları kon u alan ayrıntılı bir derlem e.]
iyi bir derlem e.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.

Immün Sistem Hastalıkları

BÖLÜM İÇERİĞİ
Doğal ve Edinsel İm m ünite 99 H ipersensitivite Reaksiyonları: İltihabi Miyopatiler 135
İmmün Sistemin H ücreleri ve İmmün-Aracılı Hasar Mikst Bağ Dokusu Hastalığı 135
D okuları 100 Mekanizmaları 109 Poliarteritis Nodosa ve Diğer
Lenfositler 100 Hipersensitivite Reaksiyonlarının Vaskülitler 135
Antijen Sunan Hücreler 104 Nedenleri 109 lgG4-ilişkili Hastalık 135
Efektör Hücreler 104 Hipersensitivite Reaksiyonlarının Transplantların Reddi 135
Lenfoid Dokular 104 Tipleri 110 Allogreftlerin immün Tanınması 135
N orm al İmmün Cevapların Gözden Erken (Tip I) Hipersensitivite 111 G reft Reddinin Efektor
Antikor-Aracılı Hastalıklar (Tip II Mekanizmaları 137
Geçirilmesi 105
Mikroplara Erken Doğal immün Hipersensitivite) 114 G reft Yaşamını İyileştiren Metodlar 138
immün Kompleks Hastalıkları (Tip III Hematopoetik Kök Hücrelerin
Cevap 105
Hipersensitivite) 115 Transplantasyonu 139
M ikrobik Antijenlerin Yakalanma ve
Sergilenmesi 105 T Hücre-Aracılı (Tip IV) İmmün Y etm ezlik Hastalıkları 139
Hücresel immünite: T Lenfositlerin Hipersensitivite 117 Primer (Konjenital) immün
Aktivasyonu ve Hücrelerdeki O to im m ü n Hastalıklar 120 Yetmezlikler 139
Mikropların Eliminasyonu 105 immün Tolerans 121 Sekonder (Edinsel) immün
Humoral immünite: B Lenfositlerin O toim m ünite Mekanizmaları 122 Yetmezlikler 143
Aktivasyonu ve Ekstrasellüler Sistemik Lupus Eritematozus 125 Edinsel immün Yetmezlik Sendromu
Mikropların Eliminasyonu 108 Romatoid A rtrit 131 (AIDS) 143
immün Cevapların Azalması ve Sjögren Sendromu 131 A m iloidoz 153
immünolojik Bellek 109 Sistemik Sklerozis (Skleroderma) 132 Amiloidoz Sınıflaması 154

immünite enfeksiyonlara karşı korunmayı ifade eder ve


immün sistem, çevredeki sayısız patojen mikroplara D O Ğ A L VE EDİNSEL İMM ÜNİTE
karşı vücudu korumaktan sorumlu hücrelerin ve mole­
küllerin topluluğudur. İmmün savunmadaki yetersizlik­ Mikroplara karşı savunma iki tip reaksiyondan oluşur
ler, yetersizlik düzeltilmediğinde enfeksiyonlara karşı (Şekil 4-1). Doğal immünite (doğumsal, doğal immünite
hayatı tehdit edebilen artmış hassasiyetle sonlanır. Di­ de denilen) daima bulunan, mikroplara karşı savaşmaya
ğer taraftan, immün sistem kendisi büyük zararlar vere­ yönelen hücreler ve proteinlerle sağlanır ve enfeksiyona
bilir ve modern dünyada en problemli ve durdurulamaz karşı hemen eyleme çağırılır. Doğal immünitenin başlı­
bazı hastalıkların temel nedenidir. Böylece, immünite ca komponentleri mikropların girişini önleyen derinin,
hastalıkları "çok az"dan "çok fazla veya uygunsuz" im­ solunum ve sindirim sistemlerinin epitelyal bariyerleri;
mün aktivitenin yol açtıklarına kadar değişir. fagositik lökositler (nötrofiller ve makrofajlar); doğal ka­
Bu bölüm, lenfosit biyolojisi ve normal immün cevap­ til hücre (natural killer cell-NK) denilen özelleşmiş bir
ların ana kavramlarının bazılarının kısaca gözden geçi­ hücre ve en önemlisi kompleman proteinleri olan, dola­
rilmesi ile başlamaktadır ki, artmış veya uygunsuz im­ şan birçok plazma proteinidir.
mün cevapların yol açtığı organ transplantlarmın reddi Doğal immün cevap birçok enfeksiyonu önleyebilir
ve immün yetmezlik bozukluklarının neden olduğu son­ ve kontrol edebilir. Ancak birçok patojen mikrop erken
raki hastalıklar tartışmamıza temel oluşturacaktır. Bö­ savunmaların üstesinden gelebilecek şekilde değişmiştir
lüm, bazı proteinlerin (bazıları immün cevapların teme­ ve bu enfeksiyonlara karşı korunma edinsel immünitenin
linde geliştirilen) anormal, ekstrasellüler depolanmasıy­ (adaptif veya spesifik immünite de denilen) daha spesi­
la tanımlanan bir hastalık olan amiloidozis tartışmasıyla fik ve kuvvetli mekanizmalarını gerektirir. Edinsel im­
bitmektedir. münite normalde sessizdir ve enfeksiyöz mikropların
100 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

DOĞAL IMMUNITE EDİNSEL İMMÜNİTE

Mikrop B lenfositler Antikorlar

'
..... !1" ^ 1 ?
m
Epitelyal engeller

T lenfositler ■->
sJr Efektör
m T hücreleri
Fagositler jfa >
» n V
vpw°(
- i
Y ••■W, y. h
Kompleman NK hücreleri
-ih
0 6 12 3
Saat Gün
Enfeksiyon sonrası süre ■

Resim 4-1 Doğal ve kazanılmış immünitenin başlıca mekanizmaları. NK, doğal katil

varlığında aktif hale gelerek, artarak ve mikropları nöt­ antijenleri yakalayan, lenfositlere sergileyen antijen sunan
ralize ve elimine eden etkili mekanizmalar geliştirerek, (prezante eden) hücrelerden (APCler) ve fonksiyonları mik­
cevap verir (veya "adapte olur"). Edinsel iminim sistemin roplan ve diğer antijenleri yok etmek olan çeşitli efektör hüc­
komponentleri lenfositler ve bunların ürünleridir. Gelenek­ relerden meydana gelir. İmmün sistemin dikkate değer iki
sel olarak "immün sistem" ve "immün cevap" terimleri özelliği, hücrelerin farklı fonksiyonları meydana getir­
edinsel immüniteyi ifade eder. mek üzere özelleşmesi ve ihtiyaç olduğunda, yararlı ce­
İki tip edinsel immiin cevap vardır: B lenfositlerin (B hüc­ vaplara izin veren ve zarar verme potansiyeli olanları
releri de denilen) oluşturduğu antikor denilen çözünür prote­ önleyen belirgin kontrol mekanizmalarıdır.
inlerle sağlanan hümoral immünite ve T lenfositlerle (T hüc­
releri de denilen) sağlanan hücre-aracılı (veya hücresel) im­
Lenfositler
münite. Antikorlar kanda, mukozal sekresyonlar ve dokular­
daki ekstrasellüler mikroplara karşı korunma sağlar. T lenfo­ Lenfositler dolaşımda ve çeşitli lenfoid organlarda bulu­
sitler kan, mukozal sekresyonlar ve dokulardaki intra- nur. Her ne kadar lenfositler morfolojik olarak aynı gö­
selliiler mikroplara karşı korunmayı sağlar. T lenfositler rünseler de, lenfosit topluluğunda aslında fonksiyonel ve
intrasellüler mikroplara karsı savunmada önemlidir. Gö­ fenotipik birçok farklılık vardır. Lenfositler, lenfoid or­
revlerini, ya enfekte hücreyi direkt öldürerek (sitotoksik ganlardaki öncüllerinden gelişir; T lenfositler timusta ol­
T lenfositlerle başarılan) ya da yutulmuş mikropları sito- gunlaştıkları (maturasyon) için bu şekilde adlandırılmış­
kin denilen (yardımcı T hücrelerince yapılan) çözünür lardır, buna karşılık B lenfositler kemik iliğinde olgunla­
protein aracıları (medyatörleri) üretmek suretiyle öldür­ şırlar. Her T veya B lenfosit tek bir antijen için reseptör
mek için fagositleri aktive ederek yerine getirirler, im­ içerir ve total lenfosit topluluğu (insanda 1 0 1 2 kadar) on
mün sistem hücrelerinin temel özellik ve fonksiyonları milyonlarca ya da yüz milyonlarca antijeni tanıma yete-
sonraki kısımda tanımlanmaktadır. neğindedir. Antijeni tanıma, müthiş miktardaki bu fark­
İmmün sistem uygunsuz şekilde tetiklendiğinde veya lılığı lenfosit olgunlaşması sırasında antijen reseptör gen­
uygun şekilde kontrol edilmediğinde, konak savunma­ lerinin somatik yeniden düzenlenmesi ve antijen resep­
sında yer alan aynı mekanizmalar doku hasarı ve hasta­ törlerini oluşturmak üzere farklı gen segmentlerinin bir­
lığa neden olur. Doğal ve edinsel immünitenin hücrele­ leşmesi sırasında ortaya çıkan varyasyonlarla sağlanır. Bu
rinin reaksiyonu kendisini iltihap (inflamasyon) olarak antijen reseptörleri sadece lenfositlerde yeniden düzenle­
gösterebilir. Bölüm 2 de bahsedildiği gibi iltihap, yararlı nir ve eksprese edilir. Bu nedenle, antijen reseptör gen
bir olaydır, fakat birçok insan hastalığının da temelidir. yeniden düzenlenmesinin moleküler metodlarla (polime-
Bu bölümde daha sonra takdim edilen, kazanılmış im­ raz zincir reaksiyonu [PCR] testi) gösterilmesi T veya B
mün cevabın patolojik iltihabi reaksiyonları tetiklediği lenfositlerin kesin bir belirleyicisidir (marker). Bu çeşit
yolların gözden geçirilmesidir. analizler lenfoid malignitelerde kullanılır. Her lenfosit öz­
gün bir DNA yeniden düzenlenmesine (rearrangement)
İM M Ü N SİSTEMİN HÜCRELERİ VE (böylece özgün bir antijen reseptörüne) sahip olduğun­
dan, hücre gruplarında rearrangement analizleri poliklo-
D O K U LA R I
nal (non-neoplastik) lenfosit proliferasyonlarmı monoklo-
İmmun sistem hücreleri, antijenleri tanıyan ve edinsel im­ nal (neoplastik) gelişmelerden ayırt eder. Bu tip analizler
inim cevapları uygulayan lenfositlerden; mikrobiyal ve diğer lenfoid malignitelerin tanısında kullanılır (Bölüm 11).
Immün Sistemin Hücreleri ve Dokuları 101

T Lenfositler lan bir değişken (variable) ve birlikteki sinyal molekülü


Timustan-gelişen veya T lenfositler, sellüler immünitenin ile etkileşen bir sabit (constant) bölgeye sahiptir.
efektör hücreleri ve protein antijenlere antikor cevaplan için TCRler, CD3 molekül kompleksi proteinleri 7 , ö, ve s
"yardımcı hücreler"dir. T hücreler periferik kandaki lenfo­ ve iki Ç zincirinden oluşan bir beş sabit polipeptid zincir
sitlerin %60-70'ini, dalağın periarteriyoler tabakaları ve demetine nonkovalant biçimde bağlıdır (Resim 4-2, A).
lenf nodüllerinin interfolliküler mesafelerinin major len­ CD3 proteinleri ve Ç zincirleri antijenlere kendileri bağ­
fosit topluluğunu oluşturur. T hücreleri serbest ve dola­ lanmaz, buna karşılık TCR'ye tutunurlar ve antijenin
şan antijenleri saptayamaz. Buna karşılık T hücrelerinin TCR ile tanınmasından sonra intraselüler biyokimyasal
çok büyük kısmı (%95'den fazlası) major histokompati- uyarıları gönderirler. T hücreleri bu sinyal proteinlerine
bilite kompleksi (MHC) proteinlerine bağlı protein anti­ ilave olarak farklı fonksiyonlar gören diğer bir kısım sa­
jenlerin sadece peptid fragmanlarını tanır. MHC greft bit moleküller eksprese ederler. CD4 ve CD 8 farklı T hüc­
reddi ve kabulü (doku veya "histo" kompatibilite) çalış­ re subgruplarmda eksprese edilir ve T hücre aktivasyonu
malarının temelinde keşfedilmiştir. Şimdi bilinmektedir için koreseptör görevi yaparlar. Antijenin tanınması sıra­
ki, MHC moleküllerinin normal fonksiyonu T lenfositler ta­ sında T hücreleri üzerindeki CD4 molekülleri seçilmiş
rafından tanınmak için peptidleri sergilemektir. Sistem, T APCTer üzerindeki class II MHC moleküllerinin sabit kı­
hücreleri hücre yüzeylerindeki MHC-bağlı peptidleri sımlarına (sonra görülecek) bağlanır; benzer şekilde,
görmeye zorlayarak, T hücrelerinin diğer hücrelerin or­ CD 8 class I MHC moleküllere bağlanır. CD4 matür T
taya koyduğu antijenleri tanıyabilmesini garanti eder. T hücrelerinin % 50-60'mda eksprese edilir, buna karşılık
hücreleri, diğer hücrelerle ya enfekte hücreleri öldürmek CD 8 %40 kadar T hücresinde eksprese edilir. CD4 ve
veya protein antijenleri yutmuş olan fagosit veya B lenfo­ CD 8 eksprese eden T hücreleri -sırasıyla CD4+ ve CD 8 +
sitleri aktive etmek suretiyle etkileşerek fonksiyon gö­ denilen hücreler- farklı, ancak çakışan fonksiyonlar gö­
rür. T hücreleri her kişide sadece o kişinin kendi MHC rür. CD4+ T hücreleri "helper-yardımcı" T hücreleridir,
molekülleriyle sunulan peptidleri tanır ki, kuşkusuz çünkü B hücrelerinin antikor meydana getirmelerine
bunlar T hücrelerinin normalde tanıyabileceği tek MHC yardım eden ("yardımcı" hücre adının kökeni) çözünür
molekülleridir. Bu fenomen MHC kısıtlanması (restricti­ moleküller (sitokinler) salgılarlar ve makrofajlara da fa­
on) olarak bilinir. Self MHC molekülleriyle sunulan pep­ gosite edilmiş mikropların tahribi için yardım ederler.
tid antijenler T hücre reseptörü (T cell receptor) (TCR) CD4+ yardımcı hücrelerin immünitede santral rolü, in­
tarafından tanınır. TCR disülfit-bağlı a ve (3 protein zin­ san immün yetmezlik virüsü (human immünodeficiency
cirlerinden meydana gelen bir heterodimerdir (Resim 4- virus-HIV) enfeksiyonu nedeniyle bu subgrubun tahribi­
2 , Â); her zincir belirli peptid antijenle bağlanmaya katı­ nin sonucu olan şiddetli bozulmayla ortaya konmuştur.

ANTİJEN SUNAN HÜCRE

Class II MHC molekülü

Antijen

Ç
zincirler

Sinyal 1 Sinyal 2

Resim 4 -2 Lenfosit antijen reseptörleri. A , T hücre reseptör (TCR) kompleksi ve T hücre aktivasyonuna katılan diğer moleküller. TCRa
and TCR|3 zincirleri, antijeni tanır (antijen sunan hücrelerde peptid-MHC kompleksleri şeklinde eksprese edilen) ve bağlandığı CD3 kom­
pleksi, aktive edici uyarıları başlatır. CD4 ve CD28 de T hücre aktivasyonuna katılır (bazı T hücrelerinin CD4 değil, CD 8 eksprese ettiğine
dikkat edin, bu moleküller analog rollere sahiptir). B, B hücre reseptör kompleksi membran IgM’si (veya IgD, gösterilmemiştir) ve ilişkili
sinyal proteinleri Iga and lg|3'dan meydana gelir. CD21, B hücre aktivasyonunu destekleyen bir kompleman komponenti reseptörüdür. Ig,
immünglobulin; MHC, major histokompatibilite kompleksi.
102 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

CD 8 + T hücreleri de sitokin salgılar, fakat bunlar virusla Major Histokompatibilite Kompleks Molekülleri: Edinsel
enfekte olan veya tümör hücrelerini direkt öldürerek da­ İmmünitenin Peptid Sergileme Sistemi
ha önemli rol oynarlar ve bu nedenle "sitotoksik" T len­
fositler (CTL) olarak isimlendirilirler. T hücrelerindeki di­ MHC molekülleri antijenlerin T-hücrelerce tanınmasın­
ğer sabit proteinler APC'lerde mikropların oluşturduğu da temel olduğundan ve MHC moleküllerindeki varyas­
moleküller (kostimulatör denilen) için reseptör fonksiyo­ yonlar immünolojik hastalıklarla ilişkili olduğundan, bu
nu gören CD28'i, T hücreleri ve APC arasında bağı kuv­ moleküllerin yapı ve fonksiyonlarının gözden geçirilme­
vetlendiren T hücrelerinin farklı dokularda migrasyonu- si önemlidir. İnsan lökosit antijen (human leukocyte an-
nu kontrol eden çeşitli adhezyon moleküllerini içerir. tigen-HLA) kompleksi olarak bilinen insan MHC'si, kro­
Periferik kan T hücrelerinin az bir kısmında ve muko- mozom 6 da yer alan bir gen topluluğundan oluşur (Re­
zal yüzeyler (örn, akciğer ve gastrointestinal kanal) ile sim 4-3). HLA sistemi çok polimorfiktir; her loküsteki
ilişkili T hücrelerinin çoğunda TCRler, y ve ö zincirleri­ genin birçok alternatif formu (allelleri) vardır (tüm HLA
nin meydana getirdiği heterodimerlerdir. Bu zincirler ço­ genleri için 3500 ve HLA-B allelleri için 1100 kadar he­
ğu TCRdeki a ve j> zincirlerine benzer yapıdadır, ancak saplanır). Bu çeşitlilik öyle bir sistem ortaya koyar ki, T
aynı değildir. Bu yö T hücreleri CD4 veya CD 8 eksprese hücrelerince tanınmak için MHC molekülleri tarafından
etmezler ve nonprotein molekülleri (bakteriyel lipogli- çok geniş bir peptid dizisi sergilenebilir. Bu polimorfizm,
kanlar gibi) tanırlar, fakat fonksiyonel rolleri iyi anlaşıl­ göreceğimiz gibi, organ transplantasyonunda da ciddi
mamıştır. T hücrelerinin diğer küçük bir grubu T hücre­ bir engel oluşturur.
lerinin ve NK hücrelerinin marker'larım ekspresse eder. MHC gen ürünleri kimyasal yapıları, doku dağılımla­
Bu NKT hücreleri, mikrobiyal glikolipidleri tanır ve bazı rı ve fonksiyonları temelinde iki ana sınıfa ayrılır:
infeksiyonlara karşı savunmada rol oynayabilirler. NKT
hücrelerinin antijen reseptörleri "klasik" T hücre resep­ ® Class I MHC molekülleri birbiriyle yakın ilişkide,
törlerinden çok daha az farklıdır ki, bunların korunmuş HLA-A, HLA-B ve HLA-C olarak tanımlanan üç lo-
mikrobiyal yapıları tanıdığını telkin eder. küs tarafından kodlanır (Resim 4-3). Bu moleküllerin
İmmiin cevapları baskılayan (süpresyon) bir diğer T herbiri polimorfik bir 44-kD a zinciri ile bunun non-
hücre topluluğu regülatuar T lenfositlerdir. Bu hücre tipi kovalan bağlandığı sabit 12-kD (32-mikroglobulin po-
daha sonra self antijenlere tolerans kavramı içinde ta­ lipeptidden (kromozom 15'de ayrı bir genle kodla­
nımlanmıştır. nan) meydana gelen bir heterodimerdir. a zincirinin

Class II molekülleri Class III molekülleri Sitokin Class I molekülleri


genleri
A
Peptid bağlayan yarık
Peptid bağlayan yarık
Peptid
Peptid

(52-Mikroglobülin
HOOC

I f f iS f W ilW I lf llO T if lW I W S W f S f B I B S f W iI
T
COOH

Resim 4-3 insan lökosit antijeni (H L A ) kompleksi ve H L A m oleküllerinin yapısı. A , H L A kom pleksinde genlerin lokalizasyonu. Genler
arasında mesafeler ve bo yu tlar ölçekli değildir. Class II bölgesi de antijen muamelesine katılan b irço k proteini kodlar (gösterilm eyen). B,
Class I ve dass I! H LA m oleküllerinin şematik diagramları ve kristal yapıları. LT, lenfotoksin; TNF, tü m ö r nekroz fa ktö rü .
(Kristal yapılar Dr. P. Bjorkman izniyle, California Institute o f Technology, Pasadena, California.)
Immün Sistemin Hücreleri ve Dokuları 103

ekstrasellüler kısmı polimorfik kalıntıların lokalize ol­ denmesinin nedenidir. MHC genleri polimorfizminin,
duğu bir yarık içerir ki, yabancı peptidlerin T hücrele­ kişileri ortamdaki akla gelebilecek her mikrobiyal pepti­
rine ve CD 8 'e bağlanan korunmuş bir bölgeye sunul­ de maruz kalma ve cevap vermeğe yeterli kılmak için or­
maları için MHC moleküllere bağlandığı yerdir ve taya çıktığına inanılır.
class I moleküllerle ortaya konan peptidlere sadece T hücre uyarılmasında MHC'nin rolü immün cevapla­
CD 8 + T hücrelerin cevap vermesini sağlar. Class I rın genetik kontrolü açısından da önem taşır. Herhangi
MHC molekülleri genellikle hücrenin sitoplazmasm- bir MHC allelinin belli bir patojenden oluşan peptid an­
da sentezlenen proteinlerden (viral antijenler gibi) ge­ tijene bağlanma yeteneği, o kişinin T hücrelerinin aslın­
lişen peptidlere bağlanır ve onları sergiler. Class I da patojeni "görüp" cevap verip vermeyeceğini tayin
MHC molekülleri tüm çekirdekli hücrelerde bulundu­ edecektir. Belli allelleri taşımak hem koruyucu, hem za­
ğundan, virusla enfekte bütün hücreler CD 8 + CTL'ler rarlı immün cevapları etkileyecektir. Mesela, söz konusu
tarafından tesbit ve yok edilebilir. olan antijen eğer kanaryaotu (ragweed) poleniyse ve ce­
® Class II MHC molekülleri DP, DQ ve DR en az üç alt vap bir allerjik reaksiyon ise, bazı HLA genlerinin kalıtı­
bölge içeren HLA-D bölgesindeki genlerle kodlanır. mı kişileri polen alerjisine, yani günlük konuşmadaki
Class II moleküller nonkovalan bağlı polimorfik a ve adıyla "saman nezlesi"ne hassas kılabilir. Diğer taraftan,
P alt birimlerinden oluşan heterodimerlerdir (Resim bazı HLA allellerinin kalıtımıyla belirlenen, viral bir an­
4-3). MHC class II heterodimerin ekstrasellüler parça­ tijene cevap verme özelliği konak için yararlı olabilir.
sı antijenik peptidlere bağlanan bir yarık ve CD4'e Son olarak, birçok otoimmiin hastalık belli HLA alicile­
bağlanan bir bölge içerir. Class II MHC ekspresyonu riyle ilişkilidir. Otoimmüniteyi ele alırken HLA'nm has­
başlıca APC'ler (özellikle dendritik hücreler [DC'ler]), talıklarla bağlantısı tartışmasına döneceğiz.
makrofajlar ve B hücreler olmak üzere az sayıdaki
hücreyle sınırlıdır. Class II MHC moleküller genellik­ B Lenfositler
le hücre dışında sentezlenmiş proteinlerden gelişen Kemik iliği kökenli B lenfositler, dolaşan antikorlar meydana
(ekstrasellüler bakterilerden gelişenler gibi) ve hücre­ getiren hücrelerdir ve böylece hümoral immünitenin efektör
ye yutulan peptidlere bağlanır. Bu özellik CD4+ T hüc­ hücreleridir. B hücreleri dolaşan periferik lenfosit popülas-
relerin ekstrasellüler patojenlerin varlığını tanımasına yonunun %10-20'sini oluşturur. Bunlar kemik iliğinde ve
ve koruyucu bir cevap düzenlemesine olanak verir. periferik lenfoid dokuların (lenf nodlilleri, dalak, tonsiller
• MHC lolcüsünde diğer birçok protein kodlanır ki, ba­ ve diğer mukozal dokular) foliküllerinde de bulunurlar.
zılarına class III moleküller denmiştir. Bunlar komple- B hücreleri, antijeni, yüzeyde B-hücre reseptörünü
man komponentlerini (C2, C3 ve Bf), sitokinleri, tü­ (BCR) oluşturmak üzere sinyal proteinleriyle birlikte
mör nekroz faktörü (TNF) ve lenfotoksini içerir. Bu ekprese edilen membrana bağlı immünglobulin M (IgM)
moleküller peptid sergileme sisteminin bir parçasını sınıfı antikor aracılığıyla tanır (Resim 4-2, B). T hücrele­
temsil etmez ve ilerde tartışılmayacaktır. ri sadece MHC'ye bağlı peptidleri tanırken, B hücreleri
Her kişi her bir ebeveyninden bir HLA alleli kazanır, bu proteinler, lipidler, polisakkaridler, nükleik asidler ve
nedenle tipik olarak her HLA loküsü için iki farklı mo­ küçük kimyasallar dahil, çözünmüş veya hücre-ilişkili
lekül ekspresse edilir. Bu nedenle heterozigot bir kişinin daha birçok kimyasal yapıyı tanır ve bunlara cevap verir.
hücreleri üçü anne orijinli ve üçü baba orijinli farklı altı Ayrıca B hücreleri (ve antikorlar) bu antijenlerin doğal
class I HLA molekülü ekspresse eder. Benzer şekilde ki­ formlarını (uygun katlanmış "folded") da tanırlar. Her
şi, anneden ve babadan class II MHC lokusu allelleri antikor, TCR'ler gibi, özgün bir antijen spesifitesine sa­
ekspresse eder. Bazı HLA-D a ve P zincirleri birbiriyle hiptir. Antikorların farklılıkları immünglobulin genleri­
karışabileceği ve birbiriyle karşılaşabileceği için class II nin somatik yeniden düzenlenmesi esnasında gelişir. B
eksprese eden her hücre 20 kadar farklı class II MHC hücreleri sinyal iletisinden ve hücrelerin aktivasyonun-
molekülü içerebilir. Farklı MHC allelleri farklı peptid dan sorumlu birçok sabit molekül eksprese eder (Resim
fragmanlarına bağlanır ki, birçok farklı MHC molekülleri­ 4-2, B). Bazıları BCR'ye tutunan sinyal molekülleridir.
nin ekspresyonu her hücrenin geniş bir yelpazede peptid an­ Diğer örnek, sıklıkla mikroplarda depolanan ve mikrobi­
tijenleri sergilemesine olanak verir. yal antijenlere B hücre cevabını geliştiren bir komple-
Toplumda major HLA loküsleri polimorfizminin so­ man yıkım ürününü tanıyan CD21'dir (tip 2 kompleman
nucu aslında sonsuz sayıda molekül kombinasyonu mev­ reseptörü veya CR2 olarak da bilinen). Enteresan olarak,
cuttur ve herbir kişi hücrelerinde özgün bir MHC antijen her yerde sık rastlanan Epstein-Barr virüsü B hücreleri­
profili eksprese eder. Her kişide HLA allelleri kombinas­ ne bağlanmak ve onları enfekte etmek için zekice
yonu HLA haplotipi olarak isimlendirilir. HLA polimor­ CD21T bir reseptör olarak kullanmaya evrimleşmiştir.
fizminin transplantasyon bağlamında anlamı açıktır. B hücreleri uyarıdan sonra büyük miktarlarda antikor
Çünkü her kişi diğer herhangi bir kişininkinden bir ve humoral immiinite medyatörleri salgılayan plazma
oranda farklı HLA allellere sahiptir, hemen her vericiden hücrelerine diferansiye olur. Beş sınıf veya izotip immü-
(donör) greftler, alıcıda (recipient) immün cevaplar oluş­ noglobulin vardır. IgG, IgM ve IgA dolaşan antikorların
turacak ve reddedilecektir (tabii tek yumurta ikizleri ha­ %95'den fazlasını oluşturur. IgA mukozal sekresyonlar-
riç). Aslında HLA molekülleri ilk doku transplantasyon daki major izotiptir, IgE dolaşımda çok düşük konsant­
denemeleri sırasında keşfedilmiştir. Greftin HLA mole­ rasyonlarda bulunur ve doku mast hücrelerinin yüzeyle­
külleri sonunda greft tahribine yol açan, hem humoral rine tutunmuş olarak da bulunur. IgD ise B hücrelerinin
hem sellüler cevaplar uyandırır (sonra bu bölümde tartı­ yüzeyinde eksprese edilir fakat salgılanmaz. Aşağıda an­
şıldığı gibi). MHC moleküllerinin immün cevapları tetik- latıldığı şekilde, her izotip karakteristik olarak komple-
leme yetenekleri bu moleküllere çoğu kez "antijenler" manı aktive etme veya iltihap hücrelerini toplama yete­
104 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

neğine sahiptir ve böylece konak savunması ve hastalık başarıyla yakalarlar. Bu hücreler lenfoid folliküllerdeki
durumlarında farklı bir rol oynar. aktive B lenfositlere antijenleri sunar ve sekonder anti­
kor cevapları uyandırır fakat antijenleri yakalayıp T hüc­
Doğal Katil (Natural Killer) Hücreler relere sunmaya katılmazlar.
Doğal katil (NK) hücreler T ve B lenfositleri yapan ortak
lenfoid progenitörden gelişen lenfositlerdir. Ancak NK Diğer Antijen-Sunan Hücreler
hücreler doğumsal immtinite hücreleridir ve antijenler Makrofajlar mikroplan ve diğer antijen partiküllerini yu­
için çok çeşitli ve klonlara dağılmış reseptörler eksprese tar ve T lenfositler tarafından tanınması için peptidleri
etmezler. Bu nedenle bunlar T ve B hücreleri gibi çeşitli sergiler. Bu T hücreleri, hücresel bağışıklığın temel reak­
spesifitelere sahip değillerdir. NK hücreler inhibitor ve ak- siyonu olan mikropların öldürülmesi için makrofajları
tivatör olmak üzere iki tip reseptöre sahiptir. Inhibitor aktive eder. B hücreleri, peptidleri yardımcı (helper) T
reseptörler sağlıklı hücrelerde eksprese edilen self class hücrelere sunar ve protein antijenlere yanıt olarak anti­
I MHC moleküllerini tanırken, aktivatör reseptörler kor yapımını artıracak uyarılar alır.
stres altındaki veya enfekte hücrelerde veya DNA hasar­
lı hücrelerde eksprese edilen veya artan molekülleri ta­ Efektör Hücreler
nırlar. Normalde inhibitor reseptör etkileri aktivatör re­
Birçok farklı lökosit tipi immün cevabın nihai görevini
septörlerden baskındır. Bu şekilde NK hücrelerin akti-
vasyonu önlenir. Enfeksiyonlar (bilhassa viral enfeksi­ yapar ki, bu enfeksiyonları elimine etmektir. NK hücre­
ler "stresteki" hücrelere karşı süratle reaksiyon verme
yonlar) ve stres, azalmış class I MHC molekülleri eksp-
yetenekleri nedeniyle ilk sıradaki efektör hücrelerdir.
resyonuyla birliktedir, böylece NK hücreleri üzerindeki
Antikor salgılayan plazma hücreleri humoral immünite-
inhibisyon ortadan kalkar. Aynı zamanda artmış aktiva­
nin efektör hücreleridir. T lenfositler; hem CD4+ yar­
tör reseptörlerin yükümlülüğü vardır. Net sonuç, NK
dımcı T hücreler, hem CD 8 + CTL'ler, hücresel immüni-
hücrelerin aktive olması ve enfekte veya stres altındaki
tenin efektör hücreleridir. Bu lenfositler konak savunma­
hücrelerin öldürülmesi ve yok edilmesidir.
sında başka hücrelerle birlikte fonksiyon gösterir. Bölüm
2 'de tanımlanan makrofajlar, antikor veya komplemanla
Antijen-Sunan Hücreler (Antigen-Presenting
sarılı mikroplara bağlanır, fagosite eder ve bu mikropla­
Cells) (APC)
rı tahrip eder, böylece humoral immünitenin efektör
İmmün sistem mikrobiyal antijenleri yakalamaya ve hücresini oluşturur. Makrofajlar, yardımcı T hücrelerin
bunları lenfositlere sunmaya özelleşmiş çeşitli hücre tip­ sinyallerine de cevap verirler. Bu sinyaller, makrofajlarm
leri içerir. Bunlar arasında en başta gelen APC'ler, im­ fagosite edilmiş mikropları tahrip etme yeteneklerini
mün cevapları başlatmak üzere naif T hücrelere protein arttırır, böylece makrofajlar hücresel immünitenin efek­
antijenleri sunan başlıca hücreler olan, dendritik hücre­ tör hücresi gibi rol oynarlar. T lenfositler nötrofiller ve
lerdir (DC). İmmün yanıtların çeşitli evresinde farklı len­ eozinofiller gibi diğer lökositleri aktive eden, dolaşan si-
fositlere antijenleri sunan diğer birçok hücre tipi vardır. tokinler salgılar ve bütün bu hücre tipleri çeşitli patojen­
lere karşı savunmada birlikte fonksiyon görür.
Dendritik Hücreler
Lenfoid Dokular
Dendritik morfolojili hücreler (ince dendritik sitoplaz-
mik uzantılı) iki farklı fonksiyonel tipi vardır. Bazen in- Organizmanın lenfoid dokuları lenfositlerinin antijen
terdigitating dendritik hücre olarak isimlendirilen dend­ reseptörleri eksprese ettiği üretken (primer) organlar ve
ritik hücreler (DC) yüksek miktarlarda class II MHC ve T- edinsel immün cevapların geliştiği periferik (sekonder)
hücre kostimulatör molekülleri ekspresse ederler ve an­ lenfoid organlar olmak üzere bölünmüştür. Üretici or­
tijenleri yakalama ve T hücrelerine sunma görevi yapar­ ganlar timus ve kemik iliğidir ve periferik organlar lenf
lar. DC'ler stratejik olarak giren mikropları yakalamak nodülleri, dalak ile mukozal ve kutanöz lenfoid dokular­
için epitelde ve altında yer alırlar ki, bir örnek epidermi­ dır. Olgun lenfositler cevap verebilecekleri mikrobiyal
sin Langerhans hücreleridir. DC'ler lenfoid dokuların T antijenleri avlamak üzere periferik organlarda durma­
hücre bölgelerinde de bulunurlar ve bu dokularda dola­ dan dolaşır. Bu organların önemli bir karakteristiği, T ve
şan antijenleri T hücrelere sunarlar. Kalp, akciğerler gi­ B lenfositlerin anatomik olarak, edinsel (adaptif) immun
bi birçok nonlenfoid organların interstisyumunda da bu­ cevabı (ileride anlatılmaktadır) kolaylaştıracak şekilde
lunurlar ki, giren mikropların antijenlerini yakalamak organize olmalarıdır.
için hazırdırlar. DC'lerin bir grubu plazma hücrelerine
benzediklerinden plasmositoid DC olarak isimlendirilir.
Bu hücreler kanda ve bütün lenfoid organlarda mevcut­
Ö Z E T __________________
tur ve birçok virusa karşı cevapta meydana getirilen an­
tiviral sitokin tip I interferonun major kaynağıdır. İmmün Sistemin Hücreleri ve Dokuları
Dendritik morfolojili ikinci tip DC'ler follikiiler dendri­
• Lenfositler, edinsel immünitenin aracılarıdır ve antijenler
tik hücrelerdir (follicular dendritic cells) (FDC). Bunlar da­
için spesifik ve farklı reseptörler geliştiren tek hücredirler.
lak ve lenf nodlarmm lenfoid folliküllerinin germinal
• T (timustan-gelişen) lenfositler, APC’ler üzerindeki MHC
merkezlerinde yer alır. FDC'ler IgG moleküllerinin Fc
moleküllerinde ortaya konan peptid antijenleri tanıyan
kuyruğu ve kompleman proteinleri için reseptörler taşır TCR’ler eksprese ederler.
ve böylece antikorlar ve komplemana bağlı antijenleri
Normal İmmün Cevapların Gözden Geçirilmesi 105

• B (kemik iliğinden gelişen) lenfositler, çok çeşitli antijeni ürünleri mikropları öldürür ve fagositoz için onları sarar
tanıyan membrana bağlı antikorlar ekspresse ederler. B (opsonize eder). Doğal immün cevaplar, enfeksiyonlarla
hücreler antikor salgılayan plazma hücreleri haline gelmek savaşa ilave olarak, sonraki edinsel immüniteyi uyarır
üzere aktive olurlar. ki, antijen spesifik T ve B lenfositlerin cevaplarım başlat­
• N K hücreler, bazı mikroplar tarafından enfekte olmuştur mak için esastır.
veya stres altında ve tamir edilemeyecek kadar hasarlıdır.
N K hücreler normalde sağlıklı hücrelerde ekprese edilen
Mikrobiyal Antijenleri Yakalama ve Sergileme
MHC moleküllerini tanıyan inhibitor reseptörler ekspre­
se ederler. Bunlar normal hücreleri ölümden korur.
Mikroplar protein antijenler ile birlikte epitelden geçer
• APC’Ier, mikroplar ve diğer antijenleri yakalar, bunları len- ve epitelde ve epitel altında yerleşik olan DC'ler tarafın­
foid organlara taşır ve lenfositler tarafından tanınmaları
dan yakalanırlar. Antijen-taşıyan DC'ler sonra drene
için sergiler. En yetkili APC’Ier epitelde ve çoğu dokular­
eden lenf nodüllerine göç ederler (Resim 4-4). Protein
da yer alan D C ’Ierdir.
antijenler APC yüzeylerinde MHC moleküllerine bağlı
• İmmun sistemin hücreleri dokularda organize olmuştur.
olarak yer alan peptidleri oluşturmak üzere, APC'lerde
Bu dokuların bazıları olgun lenfosit yapım yerleridir (üret­
proteolitik olarak sindirilir. Farklı hücre kompartman-
ken lenfoid organlar, kemik iliği ve timus), diğerleri immün
yanıt bölgeleridir (lenf nodları, dalak ve mukozal lenfoid lardaki antijenler farklı MHC moleküllerince sunulur ve
dokuları içeren periferik lenfoid organlar). farklı T hücre gruplarınca tanınır. Ekstrasellüler çevre­
den yutulan antijenler endozomal ve lizozomal vezikül-
lerde muamele edilir ve sonra class II MHC moleküllere
bağlı olarak sunulur. CD4, class II MHC moleküllerine
bağlandığından, CD4+ yardımcı T hücreler genellikle
sindirilen proteinlerden gelişen class Il-ilişkili peptidleri
NORMAL İMMÜN CEVAPLARIN tanır. Bunun aksine sitoplazmadaki antijenler class I
GÖZDEN GEÇİRİLMESİ MHC molekülleriyle sunulur ve CD 8 + sitotoksik T hüc­
reler tarafından tanınır, çünkü CD 8 class I MHC'ye bağ­
Önceki bölümde immün sistemin temel bileşenleri tarif lanır. Farklı antijenlerin bu ayrımı aşağıda tartışacağımız
edildi. Bu bölüm normal immün cevapların anahtar özel­ gibi, CD4+ ve CD 8 + T hücrelerin özelleşmiş fonksiyon­
liklerini özetlemektedir. Bu gözden geçirme yetersiz ve ları için anahtardır. T hücrelerin iki sınıfı farklı sellüler
kontrolsüz immün cevapların neden olduğu hastalıkla­ kompartmanlarda yer alan mikroplarla savaşmak için
rın daha sonraki tartışmasına temel oluşturacaktır. tasarlanmıştır. Protein antijenler, polisakkaritler ve di­
ğer nonprotein antijenler de periferik lenfoid organların
lenfoid folliküllerinde B lenfositler tarafından direkt ola­
Mikroplara Erken Doğal İmmün Cevap rak tanınır.
Mikrop, B ve T hücreler tarafından tanınmadan önce
Konakların ve çevrelerinin arasındaki başlıca engeller doğal immün yanıt oluşturur. Bu yanıt APCTeri kosti-
deri, gastrointestinal ve respiratuar kanal epitelidir. En- mulatör moleküller eksprese etmek ve sitokinler salgıla­
feksiyöz mikroplar çoğu kez bu yollarla girer ve konak­ mak üzere aktive eder ki, bu da T lenfositlerin prolife-
ta kolonize olmaya çalışır. Doğal immünite mekanizma­ rasyonu ve differansiyasyonunu uyarır. T hücrelerin baş­
ları mikrobun giriş teşebbüsünün her basamağında yer lıca kostimulatörleri APC'lerde eksprese edilen ve inak-
alır. Giriş yerinde epitel enfeksiyona fizik bariyer oluştu­ tif haldeki T hücrelerinde CD28 reseptörüyle tanınan B7
rur ve mikroba karşı peptid antibiyotikler oluşturarak ve molekülleridir (CD80 ve CD8 6 ). Bazı mikroplara ve po-
intraepitelyal lenfosit etkileriyle mikropları elimine lisakkaridlere doğumsal immün cevap da B lenfositlerin
eder. Mikroplar eğer yaşar ve bu epitelleri geçebilirlerse, proliferasyon ve diferansiyasyonunu arttıran parçalan­
kandan dokulara süratle hareket eden nötrofiller ve epi­ ma mahsulleri oluşturmak üzere, kompleman aktivas-
tel altı dokularda yaşayan makrofajlar dahil olmak üze­ yonuyla sonlanır. Böylece, antijen (Resim 4-2'de uyarı 1)
re, fagositlerle karşılaşırlar. Bu fagositik hücrelerin fonk­ ve doğal immün cevaplar sırasında meydana getirilen
siyonu mikropları yutmak ve mikrobisidal (mikrop öldü­ moleküller (Resim 4-2'de uyarı 2) antijen-spesifik lenfo­
rücü) maddeler oluşturarak onları tahrip etmektir. Mik­ sitleri aktive etmede işbirliğiyle fonksiyon görür. Mik­
ropları tanıma yanıtında fagositler, DC'ler ve diğer bir­ ropla tetiklenen sinyal 2 gereksinimi, edinsel immün ce­
çok hücre tipi iltihabı ve mikrobiyal ölümü geliştiren ve vabın zararsız maddeler tarafından değil, mikroplar ta­
koruyucu immün cevapları arttıran sitokinler (sonra ta­ rafından oluşturulmasını sağlamış olur.
rif edilen) denilen proteinler salgılarlar. Hücreler mik­
ropları algılamak için birçok reseptör kullanır. Bunlar
arasında en önde gelenler, Drosophila Toll proteini ile Hücresel İmmünite: T Lenfositlerin Aktivasyonu
homoloji göstermesi nedeniyle Toll-benzeri reseptörler ve Hücre İlişkili Mikropların Eliminasyonu
(TLR'ler) denilen, bakteryel ve viral komponentleri tanı­
yan proteinlerdir (Bölüm 2). NK hücreler virusla enfek­ Naif T lenfositler periferik lenfoid organlarda antijen ve
te hücreleri öldürür ve makrofaj aktive eden sitokin kostimulatörler tarafından aktive edilir ve çoğalır, çoğu
IFN-y meydana getirirler. Mikroplar eğer kana geçerse antijenin (mikrop) bulunduğu her yere göç eden efektör
kompleman sistemi proteinleri dahil, birçok plazma hücrelere differansiye olur (Resim 4-4). Aktive olunca T
proteini mikropları tanır ve aktive olur ve bunların lenfositler, lenfositler ve diğer hücreler için büyüme ve
106 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

A n t ije n i ile b ir lik t e ,


d e n d r it ik h ü c r e < ı

Lenfoid organlarda
antijenin tanınması

T hücre proliferasyon ve diferansiyonu


CD 4+ C D 8+
N a if
T h ü c r e le r i T h ü c r e le r i
T h ü c re s i

CD 4+ C D 8+ E fe k tö r B e lle k '
e f e k tö r T h ü c r e le r i T h ü c re s i T h ü c re s i
T h ü c r e le r i (C T L s )

Efektör
T hücrelerinin
antikor bölgelerine
migrasyonu
Diferansiye olmuş
efektör ve
bellek hücreleri
dolaşıma girer

S it o p la z m a s ı n d a
m ik r o p la r b u lu n a n
M ik r o p la r ı e n fe k te h ü c re
y u tm u ş
f a g o s itle r
C D 4+ A
e fe k tö r (â
T h ü c r e le r i • f V
C D 8 + T h ü c r e le r i
(C T L s )

S ito k in s e k r e s y o n u

İNFLAMASYON

~ ENFEKTE
MAKROFAJ AKTİVASYONU, YUTULMUŞ HÜCRELERİN
MİKROPLARIN ÖLDÜRÜLMESİ ÖLDÜRÜLMESİ

Resim 4 -4 Hücresel immünite. Naif T hücreler lenf nodlarında dendritik hücrelerde sergilenen MHC-ilişkili peptid antijenleri tanır. T
hücreleri proliferasyon için (sitokin IL-2 etkisi altında) ve enfeksiyon yerlerine göç eden ve hücresel immünitenin çeşitli fonksiyonunu gören
efektör ve bellek hücrelerine farklılaşmak üzere aktive edilir. T H1 alttipi efektör CD4+ T hücreler fagositler tarafından yutulmuş mikro­
pları tanır ve mikropları öldürmek için makrofajları aktive eder. TH17 efektör hücreler lökosit dolaşımını arttırır ve iltihabı uyarır. T H2
hücreleri eozinofilleri aktive eder. CD 8 + CTL’ler sitoplazmasında mikroplar taşıyan enfekte hücreleri öldürür. Bazı aktive T hücreler uzun
ömürlü bellek hücrelerine farklılaşır. APC, antijen sunan hücre; CTL’ler, sitotoksik T lenfositleri.

diferansiyasyon faktörleri olarak fonksiyon gören ve lö- özelliklerini gözden geçirmekte ve spesifik olarak im-
kositler arasında iletişimi sağlayan sitokin denilen, solubl münitedeki sitokinlere odaklanmaktayız.
proteinler salgılarlar. Sitokinler hem immün yanıtlar, Her ne kadar farklı sitokinler farklı etkiler ve fonksi­
hem de iltihabi hastalıklarda yararlı olduğundan, bunla­ yonlara sahipse de, hepsi bazı ortak özellikleri paylaşır­
rın özellik ve etkilerini anlamak önemlidir. lar. Sitokinler mikrobik ürünler, antijen tanınması veya
diğer sitokinler gibi dış uyanlara yanıt olarak sentez ve
Sitokinler: İmmün Sistemin Haberci Molekülleri sekrete edilir. Salgılanmaları tipik olarak geçicidir ve
Sitokinler, birçok hücre tipinin (fakat başlıca aktive len­ transkripsiyon ve "post-translasyonel" mekanizmalarla
fosit ve makrofajlar) iltihap ve immün cevapların aracı­ kontrol edilir. Sitokinlerin etkileri otokrin (sitokini mey­
ları olarak fonksiyon gören polipeptid ürünleridir. Bun­ dana getiren hücrede), parakrin (komşu hücrede) ve da­
lar Bölüm 2'de iltihap içinde anlatıldı. Burada genel ha az sıklıkta endokrin (meydana geldiği yerden uzakta)
Normal Immün Cevapların Gözden Geçirilmesi 107

olabilir (Bölüm 2). Sitokinlerin etkileri pleiotropik (bir si- T Lenfositlerin Efektör Fonksiyonları
tokin sıklıkla birçok hücre tipinde farklı biyolojik aktivi- CD4+ yardımcı T hücrelerin en erken yanıtlarından biri
teye sahip olabilir) ve redundant (aynı etki birçok prote­ IL-2 salgılamak ve IL-2 için yüksek afiniteli IL-2 reseptö­
inle oluşturulabilir) olma eğilimindedir. Moleküler ola­ rü eksprese etmektir. IL-2, bu T lenfositlere etkili bir bü­
rak tanımlanmış sitokinler, lökositler arasında iletişimi yüme faktörüdür ve bunların antijen-spesifik lenfosit sa­
sağlama yeteneklerini yansıtmak üzere, interlökinler yısının artmasını sağlayan proliferasyonunu uyarır. Ge­
olarak isimlendirilir. nişleyen T hücre topluluğunun bazı elemanları farklı si­
Sitokinler biyolojik aktiviteleri ve fonksiyonları teme­ tokin setleri salgılayan ve böylece farklı fonksiyonlar ya­
linde birçok sınıfta gruplanabilir. pan efektör hücrelere diferansiye olur. En iyi tanımlanmış
CD4+ yardımcı T hücre gruplan TH1, TH2 ve TH17gruplan­
• Doğal immünite ve iltihapta yer alan sitokinler mikrop dır (Resim 4-5). TH1 hücreler sitokin IFN-y'yı meydana
ve ölü hücrelere en erken konak yanıtıdır. Bu grupta­ getirir ki, bu makrofajları aktive eder ve komplemanı ak­
ki major sitokinler TNF ve interlökin-1 (IL-1), kemo- tive eden ve fagositoz için mikropları örten antikoru
kinler denilen kemoatraktan sitokinler grubudur. oluşturmak üzere B hücrelerini uyarır. TH2 hücreler IL-
Erken doğal immün yanıta IL-12 ve IFN-y, IL-6 , IL-23 4 meydana getirir, bu B hücrelerini, IgE-salgılayan plaz­
ve diğer birçok sitokin de katılır. Bu sitokinlerin ma­ ma hücrelerine differansiye olmak üzere uyarır. IL-5 eo­
jor kaynağı aktive makrofajlar ve DC'ler, ayrıca endo- zinofilleri aktive eder, IL-13 mukus salgılamak ve mik­
telyal hücreler, lenfositler, mast hücreler ve diğer hüc­ ropları kovmak için mukozal epitelyal hücreleri aktive
re tipleridir. Bunlar Bölüm 2'de tanımlanmıştır. eder ve doku tamirinde önemli büyüme faktörleri salgı­
lamak için makrofajları aktive eder. TH17 hücreler IL-17
® Lenfosit regülasyonunda ve edinsel immünitede efektör
sitokini meydana getirir ki, bu nötrofilleri kuvvetlendirir
fonksiyonlu sitokinler. Lenfositlerin çoğalma ve farklı­
ve iltihap geliştirir. TH17 hücreler bazı T hücre-aracılı il­
laşmasında (IL-2, IL-4 gibi) ve çeşitli efektör hücrele­
tihabi bozukluklarda önemli bir rol oynar. Bu efektör
rin aktivasyonunda (makrofajları aktive eden IFN-y
hücreler enfeksiyon alanlarına göç eder ve doku hasarı­
ve eozinofilleri aktive eden IL-5 gibi) farklı sitokinler
na katılır. Efektörler yeniden hücre-ilişkili mikroplarla
yer alır. Bu sitokinlerin major kaynağı antijenler ve
karşılaştığında, mikropların yok edilmesinden sorumlu
kostimulatörlerle uyarılan CD4+ yardımcı T lenfosit­ fonksiyonları meydana getirmek üzere aktive olurlar.
lerdir. Bu sitokinler edinsel sellüler immün cevapların Yardımcı T hücre fonksiyonlarının anahtar aracıları çe­
uyarılmasında ve efektör fazlarının anahtar sitokinle- şitli sitokinler ve CD40 ligand (CD40L) denilen yüzey
ridir (daha sonra görülecek). molekülüdür ki, B hücreler ve makrofajlardaki reseptö­
• Hematopoezi uyaran sitokinler. Bunların çoğuna kolo- rüne; CD40, bağlanır. TH1 alt grubunun differansiye
ni-uyaran faktörler denir. Lökositlerin kemik iliğin­ CD4+ efektör hücreleri mikropları yutmuş makrofajlar­
den çıkışını arttırma ve böylece immün ve iltihabi re­ daki mikrobiyal peptidleri tanırlar. CD40L eksprese
aksiyonlar sırasında kullanılmış lökositleri yenileme eden hücreler makrofajlardaki CD40'a bağlanır ve T hüc­
fonksiyonları vardır. releri güçlü bir makrofaj aktivatörii olan sitokin INF-y

Üretilen sitokinler IFN-y IL -4 ,IL -5,IL -1 3

Bu alt grubu uyaran sitokinler IFN-y, IL-12 IL-4 TGF-p, IL-6, IL-1, IL-23
Makrofaj aktivasyonu, IgE üretiminin uyarılması,
Tetiklenen immünolojik Nötrofillerin toplanması,
IgG antikor üretiminin mast hücreleri ve
reaksiyonlar monositler
uyarılması eozinofillerin aktivasyonu

Konak savunması şuna karşıdır Flücre içi mikroplar Helmintik parazitler Hücre dışı bakteriler, mantarlar
immün-aracılı kronik immün-aracılı kronik
Hastalıkta rolü inflamatuar hastalıklar Allerjiler inflamatuar hastalıklar
(sıklıkla otoimmün) (sıklıkla otoimmün)
Resim 4 -5 CD4+ efektör T hücrelerin subtipleri. Antijen tanınması sırasında olan uyarılara (özellikle sitokinler) cevap olarak, naif CD4+
yardımcı T hücreler, farklı sitokin setleri meydana getiren ve farklı fonksiyonlar gören efektör hücre popülasyonlarına diferansiye olur. Her
subtipin meydana getirdiği immün reaksiyonun tipi ve konak savunmasında ve immünolojik hastalıklardaki rolü özetlenmiştir. CD4+ T
hücrelerin diğer iki grubu; düzenleyici hücreler ve folliküler yardımcı hücreler, gösterilmemiştir.
108 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

salgılar. CD40 ve INF-'/ kombinasyonu-aracılı aktivas­ cini başlatabilen multipl eş antijenik belirtece (epitop)
yon, makrofajlarda reaktif oksijen türevleri ve nitrik ok­ sahiptir.
sit dahil güçlü mikrobisidal maddelerin yapımı ile sonuç­ « T hücresine bağımlı. Tipik globuler protein antijenler
lanır ki, yutulan mikropların tahribine yol açar. TH2 hüc­ çoğu antijen reseptörüne bağlanamaz ve B hücrelerin
reler eozinofiller ve makrofajların baskın olduğu sellüler protein antijenlere tam cevabı CD4+ T hücrelerin yar­
savunma oluştururlar. Sonra tartışıldığı gibi, CD4+ hüc­ dımını gerektirir. B hücreleri de APC olarak rol oyna­
reler de CD40L ve sitokinlerle B hücre cevaplarını uyarır. yabilir; protein antijenleri yutar, parçalar ve class II
Bazı CD4+ T hücreler lenfoid organlarda kalır, aktive MHC moleküllerine bağlı peptidleri yardımcı T hüc­
olup, folliküllere göç eder ve burada antikor cevaplarını reler tarafından tanınmaları için sergiler. Yardımcı T
uyarır. Bu hücrelere folliküler yardımcı T hücreler denir. hücreler CD40L eksprese eder ve sitokinler salgılar
Aktive CD 8 + lenfositler sitoplazmalarmda mikrop ta­ ki, B hücrelerin aktivasyonu için birlikte çalışırlar.
şıyan hücreleri öldüren CTL'lere diferansiye olur. Bu
mikroplar birçok hücre tipini enfekte eden viruslar veya Genişleyen B hücre klonlarınm bazı üyeleri antikor sal­
makrofajlar tarafından yutulan fakat fagositik vezikül- gılayan plazma hücrelerine diferansiye olur. Her plazma
lerden sitoplazmaya kaçmayı öğrenen (başlıca vezikül- hücresi, antijeni ilk tanıyan hücre yüzey antikorlarıyla
lerle sınırlı fagosit öldürme mekanizmasının ulaşamadı­ (B hücre reseptörleri) ayni spesifiteye sahip antikorları
ğı) bakteriler olabilir. CTL'ler enfekte hücreleri tahrip salgılarlar. Polisakkaritler ve lipidler başlıca IgM antiko­
ederek enfeksiyon kaynağını yok ederler. ru salgılanmasını uyarırlar. Protein antijenler, CD40L ve
sitokinle sağlanan yardımcı T hücre etkileriyle, farklı sı­
nıflarda (IgG, IgA, IgE) antikor oluşumunu sağlarlar. Bu
tümü aynı spesifisitede, fonksiyonel olarak ayrı antikor­
Humoral İmmünite: B Lenfositlerin Aktivasyonu ların gelişmesine ağır-zincir sınıf (izotip) çevrilmesi
ve Ekstrasellüler Mikropların Eliminasyonu (switching) denir. Bu, antikor cevabında birçok fonksi­
yonu görebilen antikorlara olanak veren esnekliği sağlar.
Aktivasyon sonucu B lenfositler prolifere olur ve sonra Afinite maturasyonu denen bu olay, humoral immün ya­
farklı fonksiyonlu farklı sınıf antikorları salgılamak üze­ nıtların kalitesini arttırır.
re plazma hücrelerine diferansiye olurlar (Resim 4-6). Humoral immün yanıt mikroplarla çeşitli yollarla sa­
Başlıca iki B hücre aktivasyon mekanizması vardır: vaşır (Resim 4-6).
• T hücresinden bağımsız. Birçok polisakkarid ve lipid ® Antikorlar mikroplara bağlanır ve onların hücreleri
antijen her B hücresindeki birçok antijen reseptör enfekte etmelerini engeller, böylece mikropları "nöt­
molekülüne bağlanabilen ve B hücre aktivasyon süre­ ralize" eder.

ANTİKOR YAPIMI ANTİKOR EFEKTOR İŞLEVLERİ

Mikrop
diğer
uyaranlar

Resim 4 -6 Hümoral immünite. Naif B lenfositler antijenleri tanır ve yardımcı T hücreler ve diğer uyarıların (gösterilmeyen) etkisi altında
B hücreler prolifere olmaya ve antikor salgılayan plazma hücrelerine diferansiye olmaya aktive edilir. Aktive B hücrelerinin bazıları ağır-
zincir sınıf değişikliğine ve affinite matürasyonuna gider ve bazıları uzun ömürlü bellek hücreleri olur. Farklı ağır-zincir izotipli (sınıflı)
antikorlar farklı efektör fonksiyonlar görür (sağda gösterilmiştir).
Hipersensitivite Reaksiyonları: Immün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 109

• IgG antikorları mikroplan örter ("opsonizasyon") ve • Mikroplara karşı erken reaksiyon mikroplara yanıt için
fagositler (nötrofiller ve makrofajlar) IgG molekülleri­ hazır olan doğal immünite mekanizmalarıyla sağlanır. Bu
nin Fc kuyruğu için reseptör taşıdığından, onları fa­ mekanizmalar epitelyal bariyerleri, fagositleri, NK hücre­
gositoz hedefi yapar. leri ve plazma proteinlerini (kompleman sistemi gibi) kap­
• IgG ve IgM klasik yolla kompleman sistemini aktive sar. Doğal immünite reaksiyonu iltihap olarak ortaya çı­
eder ve kompleman ürünleri fagositozu ve mikropla­ kar.
rın tahribini arttırır. Birçok bakteri ve virusa karşı ya­ • Edinsel immünite savunma reaksiyonları yavaş gelişir fa­
nıt olarak salgılanan en güçlü opsonizasyon sağlayan kat daha güçlü ve spesifiktir.
ve kompleman fikse eden IgG antikorları tipik olarak • Mikroplar ve yabancı antijenler D C ’Ier tarafından yakala­
Th 1 yardımcı hücrelerin yaptığı IFN-y tarafından uya­ nır ve antijenlerin naif lenfositler tarafından tanındığı lenf
rılır ve IgG antikorları, bu mikroplara karşı savunma­ nodlarına transfer edilir. Lenfositler çoğalmak, efektör ve
da önemli mekanizmalardır. bellek hücrelerine diferansiye olmak üzere aktive edilir.
® IgA mukozal dokularda salgılanır ve respiratuar ve • Hücresel immünite, hücre-ilişkili mikroplarla (fagosite
gastrointestinal kanal lümenlerindeki (ve diğer mu­ edilmiş mikroplar ve enfekte hücre sitoplazmasındaki
kozal dokular) mikropları nötralize eder. mikroplar gibi) savaşmak için tasarlanmış, T lenfositlerin
• IgG plasentadan aktif şekilde taşınır ve yeni doğanın reaksiyonudur. Humoral immünite antikor aracılıdır ve
immün sistemi olgunlaşıncaya kadar korur. Buna pa­ ekstrasellüler mikroplara (dolaşımda ve mukozal lümen-
sif immünit e denir. lerde) karşı etkilidir.
• IgE helmintleri örter ve bunları öldürmek için mast • CD4+ yardımcı hücreler, antikor yapmak için B hücreleri­
hücreleri ve eozinofillerle fonksiyon görür. Önceden ne yardım eder, yutulmuş mikropları tahrip için makrofaj-
ları aktive eder, lökositlerin döngüsünü uyarır ve protein
bahsedildiği gibi/Th 2 yardımcı hücreler IgE meydana
antijenlere bütün immün cevapları düzenler. CD4+ T hüc­
gelişini uyaran ve eozinofilleri aktive eden, böylece
relerin fonksiyonları sitokin denilen salgılanan proteinler
helmintlere cevabın düzenlenmesini sağlayan sito-
aracılığı iledir. CD8+ CTL’ler, sitoplazmada yabancı ola­
kinler salgılar.
rak görülen (virusla enfekte ve tüm ör hücreleri gibi) anti­
Dolaşan IgG antikorları, IgG'nin dolaşımını sağlayan ve jen eksprese eden hücreleri öldürür.
onun katabolizmasmı azaltan özel mekanizmalarının • A ntikor salgılayan plazma hücreleri mikropları nötralize
bir sonucu olarak, çoğu kan proteinlerinin yarı ömrün­ eder ve aktivitelerini bloke eder ve fagositozu, patojenle­
den çok daha fazla olmak üzere 3 hafta kadar yarı ömre rin tahribini arttırır. Antikorlar yenidoğanlara pasif immü­
sahiptir. Antikor salgılayan bazı plazma hücreleri kemik nite de sağlar.
iliğine göç eder ve düşük seviyelerde antikor yapmaya
devam ederek yıllarca yaşar.

İmmün Cevapların Azalması ve İmmünolojik Bellek


Enfeksiyöz bir patojen nedeniyle oluşan efektör hücrele­ HİPERSENSİTİVİTE REAKSİYONLARI:
rin çoğunluğu mikropların yok edilmesinden sonra İMM ÜN-ARACILI HASAR
apoptozla ölür, böylece immün sistem bazal dinlenme
durumuna geri döner. Homeostaz denilen bu stabil veya M EKAN İZM ALAR I
durağan duruma dönüşün olması, lenfosit yaşamı ve ak-
Normalde koruyucu olan immün yanıtlar doku hasarı
tivasyonu için mikropların temel uyarıları sağlıyor olma­
da yapabilir. Hasar yapıcı immün reaksiyonlar hipersen­
sı ve efektör hücrelerin kısa ömürlü olmalarındandır. Bu
sitivite altında gruplandırılır ve sonucu olan hastalıklara
nedenle, uyarılar ortadan kalktığında aktive lenfositler
hipersensitivite hastalıkları denir. Bu terim, bir antijene
artık canlı tutulamaz.
karşı cevap veren kişilerin o antijene "sensitize" olduğu
Lenfositlerin ilk aktivasyonu, enfeksiyondan yıllar
sonra yaşayabilen uzun ömürlü bellek hücreleri de gelişti­ fikrinden gelişmiştir, bu nedenle patolojik veya aşırı re­
rir. Bellek hücreleri, geniş bir antijen-spesifik lenfosit aksiyonlar bir "hipersensitivite" durumunun belirtileri­
(sayıları, antijene spesifik naif hücrelerin o antijenle kar­ dir. Normalde kontrol ve dengelerin mükemmel sistemi
şılaşmadan önceki sayısından çok daha fazladır) toplu­ enfeksiyöz organizmaların ortadan kaldırılmasını ko­
luğudur ve antijene karşı naif hücrelerden daha süratli nak dokularında ciddi hasar oluşmaksızın en ideal şekil­
ve etkin cevap verirler. Bu, bellek hücreleri geliştirme­ de halleder. Ancak immün yanıtlar yetersiz kontrol edi­
nin aşılamada önemli bir hedef olmasının nedenidir. lebilir veya uygunsuz şekilde konak dokularına yönlene­
bilir ve bu durumlarda normalde yararlı olan yanıt has­
Normal immün yanıtın ele alındığı bu özet, immün ya­
talığa yol açar. Bu bölümde, hipersensitivite hastalıkları­
nıtların anormal hale geldiği durumların ve bu anormal­
nın nedenleri ve genel mekanizmalarını tanımlayacak
liklerin nasıl doku hasarına ve hastalıklara yol açtığının
ve sonra immün cevabın hastalıktan sorumlu olduğu
hazırlık aşamasını oluşturmaktadır.
spesifik durumları tartışacağız.

O özet
Normal İmmün Yanıtların Gözden Geçirilmesi
Hipersensitivite Reaksiyonlarının Nedenleri

Patolojik immün yanıtlar farklı antijen tiplerine yönele­


• İmmün sistemin fizyolojik fonksiyonu enfeksiyöz mikrop­
bilir ve altta yatan çeşitli anormalliklerin sonucu olabilir­
lara karşı savunmadır.
ler.
110 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

• Self antijenlere karşı otoimmünite reaksiyonları. Normal­ zararsız, herkesin maruz kaldığı sadece bazılarının
de, immün sistem kişinin kendi antijenlerine reaksi­ reaksiyon verdiği, antijenlere olağan dışı immün ya­
yon vermez. Bu fenomene, vücudun kendi antijenleri­ nıtlar vermeye genetik olarak predispozedir.
ni "tolere" ettiğini belirtmek üzere, self-tolerans de­ Bütün bu durumlarda doku hasarı, normalde enfeksiyöz
nir. Self-tolerans bazen bozularak kişinin kendi hücre patojenleri yok etmekte fonksiyon gören ayni mekaniz­
ve dokularına karşı reaksiyonlarıyla sonlanır ki, bu malarla meydana gelir; yani antikorlar, efektör T lenfo­
tip reaksiyonlar topluca otoimmüniteyi oluşturur. sitler ve diğer çeşitli efektör hücrelerle. Bu hastalıklarda
Otoimmünitenin neden olduğu bu hastalıklara otoim- problem, yanıtın uygunsuz şekilde tetiklenmesi ve sür­
mün hastalıklar denir. Self-tolerans mekanizmaları ve mesidir. Bu anormal immün yanıtların uyarılarını yok
otoimmüniteye bu bölümde tekrar döneceğiz. etmek zor veya imkansız olduğundan (self antijenler,
• Mikroplara karşı reaksiyonlar. Hastalık nedeni olabilen kalıcı mikroplar veya çevresel antijenler, gibi) ve immün
mikrobik antijenlere karşı birçok reaksiyon tipi var­ sistem birçok intrensek pozitif geri bildirim (feedback)
dır. Bazı vakalarda reaksiyonlar aşırı biçimde ortaya halkaları (arttırma mekanizmaları) içerdiğinden, patolo­
çıkar veya mikrobik antijen olağan dışı kalıcıdır. Bu jik immün yanıt bir kere başlarsa onu kontrol etmek ve
çeşit antijenlere karşı antikorlar oluşursa, antikorlar durdurmak güçtür. Bu nedenle, bu hipersensitivite has­
immün kompleks oluşturmak üzere mikrobik anti­ talıkları kroniktir ve çoğu kez yıpratıcı olma eğiliminde­
jenlere bağlanabilir, dokularda depolanır ve iltihabı dir, terapötik güçlükler içerir. İltihap, tipik olarak kronik
tetiklerler. Bu, poststreptokoksik glomerulonefritin iltihap, bu bozuklukların patolojilerinin ana komponen-
temelindeki mekanizmadır (Bölüm 13). Kalıcı mik­ ti olduğundan, bunlar bazen immün-aracılı iltilıabi hasta­
roplara karşı T hücre cevapları bazen granülomlu ol­ lıklar başlığında gruplandırılırlar.
mak üzere şiddetli iltihap geliştirebilir (Bölüm 2). Bu,
tüberküloz ve diğer enfeksiyonlardaki doku hasarı­ Hipersensitivite Reaksiyonlarının Tipleri
nın nedenidir. Nadiren, mikroba reaktif olan antikor­
lar veya T hücreler konak dokularıyla çapraz reaksi­ Hipersensitivite reaksiyonları geleneksel olarak, hasardan
yon verir. Bu çeşit çapraz reaktivitenin romatizmal sorumlu temel immün mekanizma temelinde dört tipe ayrılır,
kalp hastalığının temeli olduğuna inanılır (Bölüm 10). üçü antikor-aracılı hasar varyasyonları, dördüncüsü T
Bazı durumlarda hastalığa neden olan immün yanıt hücre-aracılıdır (Tablo 4-1). Bu sınıflamanın mantıklı te­
tamamen normal olabilir, fakat enfeksiyonun tama­ meli: immün hasar mekanizması genellikle klinik belir­
men eradike edilmesi sırasında konak dokuları hasar- tilerin öngörülmesinde yararlıdır ve hatta tedaviyi yön­
lanır. Viral hepatititte karaciğer hücrelerini enfekte lendirmeye yardım edebilir. Ancak bu immün-aracılı
eden virus sitopatik değildir, fakat immün sistem ta­ hastalıkların sınıflaması mükemmel değildir, çünkü bir
rafından yabancı olarak tanınır. Sitotoksik T hücreler hastalıkta birçok immün reaksiyon bir arada olabilir.
enfekte hücreleri yok etmeye çalışır ve bu normal im­ • Genellikle allerji olarak adlandırılan erken (tip I) hiper­
mün yanıt karaciğer hücrelerine hasar verir. sensitivite, IgE antikorlarının yapımına yol açan CD4+
• Çevresel antijenlere karşı reaksiyonlar. Sağlıklı insanla­ yardımcı hücrelerin TH2 alt grubunun çevresel anti­
rın çoğu olağan çevresel maddelere (polen, hayvan jenlerle alctivasyonunun sonucudur. Bu IgE antikorla­
tüyleri veya toz böcekleri gibi) karşı güçlü reaksiyon rı mast hücrelerine bağlanır. IgE molekülleri antijene
vermez, fakat nüfusun yaklaşık %2 0 'si bu maddelere (allerjen) bağlandığında, mast hücreleri vasküler per-
"allerjik"tir. Bu kişiler çeşitli nonenfeksiyöz ve ayrıca meabiliteyi geçici olarak etkileyen ve çeşitli organlar-

Tablo 4-1 Hipersensitivite Reaksiyonlarının Mekanizmaları

Tip İmmün Mekanizmalar H isto pa to lojik Lezyonlar P ro to tip Bozukluklar

Erken (tip I) IgE antikoru yapımı - * vazoaktif aminler ve Vasküler dilatasyon, ödem, Anaflaksi; allerjiler; bronşial
hipersensitivite diğer medyatörlerin mast hücrelerinden düz kas kontraksiyonu, astma (atopik tipler)
salıverilmesi; sonra iltihap hücrelerinin mukus yapımı, doku
toplanması hasarı, iltihap
Antikor- aracılı (tip II) IgG, IgM yapımı -» hedef hücre veya Hücrelerin fagositozu ve lizisi; Otoimmün hemolitik anemi;
hipersensitivite dokudaki antijene bağlanma —» aktive iltihap; bazı hastalıklarda Goodpasture sendromu
kompleman veya Fc reseptörleri ile hedef hücre veya doku hasarı
hücrenin fagositozu veya erimesi; olmaksızın fonksiyonel
lökositlerin toplanması bozukluklar
İmmün kompleks- aracılı Antijen-antikor komplekslerinin birikimi iltihap, nekrotizan vaskulit Sistemik lupus erithematozus;
(tip III) hipersensitivite —i> kompleman aktivasyonu - * kompleman (fibrinoid nekrozis) bazı glomerulonefrit tipleri;
ürünleri ve Fc reseptörleri ile lökositlerin serum hastalığı;
toplanması —» enzimlerin ve diğer toksik Arthus reaksiyonu
moleküllerin salıverilmesi
Hücre-aracılı (tip IV) Aktive T lenfositler —*■ (1) sitokinlerin Perivasküler hücresel infıltratlar; Kontakt dermatit;
hipersensitivite salıverilmesi, iltihap ve makrofaj aktivasyonu; ödem; granulom oluşumu; multipl skleroz; tip 1 diabet;
(2) T hücre-aracılı sitotoksisite hücre hasarı tüberküloz
IgE, Ig G , Ig M , im m ü n o g lo b u lin le r E, G , M.
Hipersensitivite Reaksiyonları: İmmün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 111

da düz kas kontraksiyonu yapan ve daha uzamış ilti­


habı (geç faz reaksiyonu) uyarabilen medyatörleri sa­
lıvermek için tetiklenir. Bu hastalıklar genellikle aller-
jik veya atopik bozukluklar olarak isimlendirilir.
• Antikor-aracılı (tip II) hipersensitivite bozuklukları. Sabit
dokulara veya hücre yüzey antijenlerine bağlanan an­
tikorlarla gelişir ki bu, fagositozu ve örtülü hücrelerin
tahribini güçlendirir veya dokularda patolojik iltihabı
tetikler.
® Immün kompleks aracılı (tip III) hipersensitivite bozuk­
lukları dolaşan ve vasküler yataklarda depolanabilen
ve tipik olarak, kompleman aktivasyonunun sonucu
olarak iltihabı uyaran, dolaşan immün kompleksler IgE’nin üretimi
oluşturmak üzere antijenlere bağlanan antikorlarla
geliştirilir. Bu hastalıklarda doku hasarı iltihabın so­
nucudur.
« T hücre-aracılı (tip IV) hipersensitivite bozuklukları, baş­ IgE’nin mast
lıca doku hasarından sorumlu olan iltihap geliştiren hücrelerindeki
ve nötrofiller ile makrofajları aktive eden sitokinleri FctRI’ne bağlanması
meydana getiren T lenfositlerin TH1 ve TH17 subtip-
lerinin neden olduğu immün yanıtlardır. CD 8 +
CTL'ler de direkt konak hücrelerini öldürerek hasara
katkıda bulunabilir. Allerjene
maruziyetin tekrarı
Erken (Tip I) Hipersensitivite

Erken hipersensitivite, sensitize bir kişide antijenin mast


hücre yüzeyine bağlı IgE antikoru ile etkileşiminden sonra Mast hücre
süratle (tipik olarak dakikalar içinde) gelişen bir doku reak­ aktivasyonu;
siyonudur. Reaksiyon, allerjiyi tetiklediği için allerjen adı medyatörlerin
salınması
verilen, bir antijenin vücuda girmesiyle başlatılır. Çoğu
allerjen, maruz kalındığında kişilerin pek çoğu için za­
rarsız olan çevresel maddelerdir. Görünüşe göre bazı ki­
F "
şiler kendilerini allerjilere hassas kılan genlere sahiptir. Vazoaktif aminler,
Bu hassasiyet, bu kişilerin kuvvetli TH2 cevaplar verme lipid medyatörler
ve takiben allerjenlere karşı IgE antikorları meydana ge­ _________ i _________
tirme yeteneğiyle kendini gösterir. IgE, mast hücreleri­ Erken hipersensitivite Geç faz reaksiyonu
nin aktivasyonu ve reaksiyonun klinik ve patolojik belir­ reaksiyonu (allerjene tekrar (allerjene tekrar maruziyetten
tilerinden sorumlu medyatörlerin salıverilmesinde te­ maruziyetten dakikalar sonra) 2-8 saat sonra)
meldir. Erken hipersensitivite, sadece lokal irrite edici
Resim 4 -7 Erken (Tip I) hipersensitivitede olayların sırası. Erken
(mevsimsel rinit veya saman nezlesi gibi), şiddetli rahat­
hipersensitivite reaksiyonları TH2 cevapları ve IgE oluşumunu
sız edici (astma) veya hatta öldürücü (anafilaksi) bir re­ uyaran bir allerjenin girişiyle başlatılır. IgE mast hücrelerindeki Fc
aksiyon olarak gelişebilir. reseptörlerine (FceRI) bağlanır ve allerjenle yeniden karşılaşma,
erken hipersensitivitenin patolojik belirtilerinden sorumlu medya­
Erken Hipersensitivite Reaksiyonlarında Olayların Sırası törleri salgılamak üzere mast hücrelerini aktive eder.

Çoğu hipersensitivite reaksiyonu aynı hücresel yanıt sı­


rasını izler (Resim 4-7).
• Th 2 hücrelerin aktivasyonu ve IgE antikoru oluşumu. Al-
lerjenler soluma, yutma veya enjeksiyonla alınabilir. lamak üzere allerjen için spesifik B hücreleri uyarır.
Allerjenlere kuvvetli TH2 cevaplarına katkısı olan ola­ IL-5, reaksiyona katılan eozinofilleri aktive eder, IL-
sı değişkenler; giriş yolu, doz ve antijene maruz kal­ 13 epitelyal hücrelere etki eder ve mukus salgısını
manın kronikliği ve konağın genetik yapısını içerir. uyarır. TH2 hücreler lokal olarak geliştirilen kemokin-
Allerjen maddelerin, TH2 yanıtı oluşturma yeteneği lere yanıt olarak, sıklıkla allerjik reaksiyon bölgesine
kazandıran özgün strüktürel özellikleri olup olmadı­ toplanır. Eozinofilleri aynı alana çeken eotaksin de bu
ğı bilinmemektedir. Erken hipersensitivite prototip kemokinler arasındadır.
TH2-aracılı reaksiyondur. IL-4, IL-5 ve IL-13 dahil bir­ • Mast hücrelerinin IgE antikoruyla sensitizasyonu. Kemik
çok sitokin salgılamaya yönlendirilmiş TH2 hücreler, iliğindeki prekürsörlerden gelişen mast hücreleri do­
esas olarak erken hipersensitivitesinin tüm reaksi­ kularda yaygın şekilde dağılmıştır, sıklıkla kan damar­
yonlarından sorumludurlar. IL-4, ağır-zincir sınıfını ları ve sinirler yanında ve subepitelyal lokalizasyonlar-
IgE'ye çevirmek ve bu immünglobulin izotipini salgı- da bulunurlar. Mast hücreleri, IgE'nin e ağır zincirinin
112 BÖLÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları

Fc kısmı için, FceRI denilen, yüksek afiniteli bir resep­ Antijen


tör eksprese eder. IgE serum konsantrasyonu çok dü­
şükse de (1-100 pg/rnL aralığında) mast hücresindeki
FceRI reseptörün afinitesi o kadar yüksektir ki, resep­
törler daima IgE ile işgal edilmiştir. Antikor taşıyan bu IgE Fc Sitokin gen
mast hücreleri, antijen, antikor moleküllerine bağlan­ aktivasyonu için
Degranülasyon sinyaller
dığında reaksiyon vermeye "sensitize"dir. Bazofiller için sinyaller
mast hücrelerinin dolaşan eşdeğeridir. Onlar da FceRI
-Fosfolipaz A2
eksprese eder fakat çoğu erken hipersensitivite reak­ için sinyaller
siyonunda rolleri ortaya konmamıştır (bu reaksiyonlar
dolaşımda değil dokularda olduğundan). FceRI eksp­
rese eden üçüncü hücre tipi, bu reaksiyonlarda çoğu
kez bulunan ve helmint infeksiyonlarma karşı, IgE-
aracılı konak savunmasında da bir role sahip eozino-
filler olup bunlardan ileride bahsedilecektir. SALGILANAN
SİTOKİNLER
• Mast hücrelerinin aktivasyonu ve medyatörlerin salıve­
rilmesi. Bir allerjene maruz kalarak sensitize olan ki­
GRANÜL MEMBRAN
şi, allerjene tekrar maruz kaldığında allerjen sıklıkla, Geç faz
İÇERİĞİ FOSFOLİPİDLERİ reaksiyonu
giriş yeri veya yakınındaki mast hücrelerindeki mul-

A
• Histamin
Lökosit
tipl spesifik IgE moleküllerine bağlanır. Bu IgE mole­ • Proteazlar
infiltrasyonu
külleri çapraz bağlandığında, mast hücrelerinde bir • Kemotaktik
Epitelyal
faktörler lonik
Araşidonik PAF
seri biokimyasal uyarı tetiklenir. Uyarılar mast hücre­ hasar
(ECF, NCF) ... :it
astit
Bronkospazm
lerinden çeşitli medyatörlerin salgılanmasıyla sonuç­
lanır. Farklı erken hipersensitivite reaksiyonlarında
üç grup medyatör en önemlidir (Resim 4-8):
A
Prostaglandin Lökotrienler
o Granül depolarından vazoaktif aminlerin salıverilme­ D2 B4, C4, d 4
si. Mast hücrelerinin granülleri, aktivasyonun sani­
yeleri veya dakikaları içinde salıverilen histamin
T
içerir. Histamin vasodilatasyon, damar geçirgenli­ ERKEN YANIT
ğinde artış, düz kas kontraksiyonu ve artmış mu- Vazodilatasyon
Damardan sızma
kus sekresyonuna neden olur. Süratle salıverilen Düz kas spazmı
diğer medyatörler adenozin (bronkokonstriksiyo-
na neden olur ve trombosit agregasyonunu inhibe Resim 4 -8 Mast hücre medyatörleri. Mast hücreleri aktivasyonu
eder) ve nötrofiller ve eozinofiller için kemotaktik takiben erken ve geç-faz reaksiyonlarından sorumlu çeşitli sınıftan
faktörleri kapsar. Mast hücrelerinin salgılanabile­ medyatörler salıverirler. ECF, eozinofil kemotaktik faktör; NCF,
cek diğer granül içerikleri; dokuları hasarlandıra- nötrofil kemotaktik faktör (bunların hiçbiri biokimyasal olarak
tanımlanmamıştır); PAF, trom bosit aktive eden faktör.
bilen, kinin üretebilen ve ilave kemotaktik ve ilti-
habi faktörler (C3a gibi) meydana getirmek üzere
kompleman komponentlerini yıkan, birçok nötral
proteazı (triptaz gibi) içerir (Bölüm 2). Granüller, TH2'nin başlattığı immün reaksiyonları arttıran IL-
ana fonksiyonu aminler için depolanma matriksi 4 ve IL-5'i; epitelyal hücrenin mukus salgısını uya­
gibi görünen asidik proteoglikanları da (heparin, ran IL-13'ü kapsar.
kondroitin sülfat) içerir. Özet olarak, kan damarları, düz kas ve lökositler üzerin­
o Yeni sentezlenen lipid medyatörler. Mast hücreleri di­ de etküi çeşitli bileşikler, Tip I hipersensitivite reaksi­
ğer lökositler ile ayni yolakları kullanarak prostag­ yonlarını oluşturur (Tablo 4-2). Bu bileşiklerin bazıları
landin ve lökotrien sentez ve sekrete ederler (Bö­ sensitize mast hücrelerinden süratle salıverilir ve siste-
lüm 2). Bu lipid medyatörler erken hipersensitivite mik anaflaksi gibi durumlarla ilişkili şiddetli erken reak­
reaksiyonlarında önemli birçok etkiye sahiptir. siyonlardan sorumludur. Sitokinler gibi diğerleri, geç
Prostaglandin D 2 (PGD2) mast hücrelerinde siklo- faz reaksiyonlarında görülen iltihaptan sorumludur.
oksijenaz yoluyla en bol üretilen medyatördür. Şid­ IgE ile tetiklenen reaksiyon sıklıkla, iyi tanımlanmış
detli bronkospazm ve artmış mukus sekresyonuna iki faza sahiptir (Resim 4-9): (1) Çoğu kez bir allerjene
neden olur. LTC4 ve LTD4 lökotrienler, bilinen en maruz kalındığında 5-30 dakika içinde gelişen, 60 daki­
güçlü vazoaktif ve spazmojen ajanlardır. Molar kada yatışan vazodilatasyon, vasküler sızma, düz kas
bazda vasküler permeabiliteyi arttırma ve bronşi- spazmı ile karakterli erken cevap ve (2 ) çoğu kez 2 - 8 saat
yal düz kas kontraksiyonuna neden olmada hista- sonra olan birkaç gün sürebilen ve iltihap, mukozal epi­
minden birkaç bin kat daha aktiftirler. LTB4 nötro- telyal hasar gibi doku tahribi üe karakterli ikinci bir geç
fil, eozinofil ve monositler için çok kemotaktiktir. faz reaksiyonu. Geç faz reaksiyonunda baskın iltihap
o Sitokinler. Mast hücrelerin aktivasyonu geç-faz re­ hücreleri nötrofiller, eozinofiller ve lenfositler, bilhassa
aksiyonları için önemli birçok sitokinin sentez ve Th2 hücrelerdir. Nötrofiller çeşitli kemokinlerle toplanır,
sekresyonuyla sonuçlanır. Bunlar TNF'yi, lökositle- bunların iltihaptaki rolleri Bölüm 2'de tanımlanmıştı.
ri toplayan ve aktive eden kemokinleri (Bölüm 2); Eozinofiller eotaksinle ve TNF ile aktive epitelden salıve-
Hipersensitivite Reaksiyonları: İmmün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 113

Tablo 4-2 Erken (Tip I) Hipersensitivitede Mast Hücre tayin edilir. Protein antijenlere (arı zehiri, gibi) veya ilaç­
Medyatörleri Etkisiınin Özeti lara (penisilin, gibi) sistemik maruz kalma sistemik
Etki M edyatörler anaflaksi ile sonuçlanabilir. Sensitize konakta, maruz
kalmanın dakikaları içinde kaşınma, ürtiker (kurdeşen)
Vazodilatasyon, Histamin
ve deri eritemi ortaya çıkar, kısa sürede pulmoner bron-
artmış vasküler PAF
permeabilite Lökotrienler C4, D4, E4
kokonstriksiyonun neden olduğu ve mukus hipersek-
Komplemanı ve kininleri aktive eden resyonuyla artan derin solunum güçlüğü bunu izler. La-
nötral proteazlar rengeal ödem, yukarı solunum yolu obstrüksiyonuyla
Prostaglandin 2 olayları şiddetlendirebilir. İlaveten, kusma, abdominal
Düz kas spazmı Lökotrienler C4, D4, E4 kramplar ve diare ile sonuçlanmak üzere tüm gastroin­
Histamin testinal traktm kası etkilenebilir. Derhal müdahale ol­
Prostaglandinler madığında, sistemik vazodilatasyonla kan basıncı düş­
PAF mesi (anaflaktik şok) olabilir ve hasta dolaşım kollapsı
Sellüler infiltrasyon Sitokinler (kemokinler ve TNF gibi) ve dakikalar içinde ölüme ilerleyebilir.
Lökotrien B4 Lokal reaksiyonlar genellikle antijen, deri (ürtikere
Eozinofil ve nötrofil kemotaktik faktörleri
neden olan temas), gastrointestinal trakt (diareye neden
(biokimyasal olarak tanımlanmamış)
olan yeme) veya akciğer (bronkokonstriksiyona neden
PAF, t r o m b o s i t a k t iv e e d e n f a k t ö r ; T N F , t ü m ö r n e k r o z f a k t ö r ü .
olan solunum) gibi belirli bir bölgeyle sınırlı kaldığında
olur. Deri ve yiyecek allerjilerinin; saman nezlesi ve çe­
şitli astım formları gibi sık tipleri, lokalize allerjik reak­
rilen diğer kemokinlerle bölgeye toplanır ve geç faz ya­ siyon örnekleridir. Ancak, allerjenlerin yenmesi veya so­
nıtındaki doku hasarının önemli efektörleridir. Eozino- lunması sistemik reaksiyonları da tetikleyebilir.
filler epitel hücreleri için toksik olan major bazik prote­ Lokal tip I reaksiyonlara hassasiyet kuvvetli genetik
in, epitel hücrelerine toksik eozinofil katyonik protein, komponent içerir ve bu çeşit reaksiyonlara ailevi predis-
LTC4 ve iltihabı arttıran trombosit-aktive eden faktörü pozisyonu ifade etmek için atopi terimi kullanılır. Na-
üretirler. TH2 hücreler yukarda tarif edildiği gibi multipl zobronşiyal allerjiden (saman nezlesi ve bazı astım
etkilere sahip sitokinler meydana getirirler. Toplanan bu formları dahil) yakman hastalar çoğu kez benzeri du­
lökositler allerjene maruz kalma devam etmediğinde bi­ rumların aile hikayesine sahiptir. Astma ve diğer atopik
le iltihap yanıtını sürdürür veya arttırır. Ayrıca, iltihabi bozukluklara hassasiyetle bağlantılı genler; HLA mole­
lökositler erken hipersensitivitede epitelyal hücre hasa­ küllerini (belirli allerj enlere immün cevap verirliği sağla­
rının çoğundan sorumludur. İltihap, başlıca astım ve yabilen), sitokinleri (TH2 cevaplarını kontrol edebilen),
atopik dermatit olmak üzere, allerjik hastalıkların ço­ bir Fc?RI komponentini ve havayolları dokularında yeni­
ğunda major komponent olduğundan, tedavi ekseri kor- den tanzimle ilişkili olabilecek bir metalloproteinaz olan
tikosteroidler gibi, anti-inflamatuar ilaçları içerir. ADAM33'ü içerir.
Açıktır ki, erken hipersensitivite reaksiyonları sadece
Klinik ve Patolojik Belirtiler insanları rahatsız ve hasta etmek için gelişmemiştir.
Bir erken hipersensitivite reaksiyonu sistemik bir bo­ Özellikle geç faz iltihabi reaksiyonda, TH2 hücreler ve
zukluk veya lokal bir reaksiyon şeklinde olabilir. Reaksi­ IgE bağımlı immün cevap, parazitik infeksiyonlarla sa­
yonun niteliği çoğu kez antijene maruz kalma yoluyla vaşta önemli bir rol oynar. IgE antikoru birçok helmin-

saatler
Resim 4 -9 Erken hipersensitivite. A , Erken ve geç-faz reaksiyonları kinetiği. Allerjene erken vasküler ve düz kas reaksiyonu karşılaşmadan
(önceden sensitize bir kişide allerjenle karşılaşma) sonra dakikalar içinde gelişir ve 2-24 saat sonra geç faz reaksiyonu gelişir. B -C ,
Morfoloji: erken reaksiyon (B) vazodilatasyon, konjesyon ve ödemle karakterlidir ve geç-faz reaksiyonu (C ) eozinofil, nötrofil ve T
hücrelerinden zengin bir iltihabi infiltrasyonla karakterlidir.
(Dr. Daniel Friend izni ile, Department o f Pathology, Brigham and W om en’s Hospital, Boston, M assachusetts.)
114 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

tik infeksiyona cevap olarak geliştirilir ve bunların fizyo­ Antikor Aracılı Hastalıklar (Tip II Hipersensitivite)
lojik fonksiyonları eozinofiller ve mast hücreleriyle tah­
rip etmek üzere helmintleri hedeflemektir. Mast hücre­ Antikor aracılı (Tip II) hipersensitivite bozukluklarına hücre­
leri bakteriyel enfeksiyonlara karşı savunmayla da ilişki­ lerin yüzeyindeki veya diğer doku komponentlerindeki hedef
lidir. Mast hücrelerinin yılan zehirindeki toksinleri par­ antijenlere yönelmiş antikorlar neden olur. Antijenler hüc­
çalayan proteazlari salgılayarak kendilerini koruyabile­ re membranlarınm intrensek normal molekülleri veya
ceğini bilmek yılan sevenleri rahatlatacaktır. Bu yararlı adsorbe edilmiş eksojen antijenler (ilaç metabolitleri gi­
cevapların niçin uygunsuz şekilde, zararsız çevresel an­ bi) olabilirler. Birçok insan hastalığının temelindeki ne­
tijenlerle aktive olup allerjilere yol açtığı bir bilmece ola­ den antikor aracılı anomalilerdir; bunların örnekleri
rak kalmaktadır. Tablo 4-3'de listelenmiştir. Tüm bu bozukluklarda doku
hasarı veya fonksiyonel anomaliler, sınırlı sayıda meka­
nizmanın sonucudur.
® Ö Z E T ____ _____________ _____ Antikor-Aracılı Hastalıkların Mekanizmaları
Erken (Tip I) Hipersensitivite Antikorlar hücreleri fagositoz için hedef yaparak, komp-
• A llerjik reaksiyonlar veya allerjiler de denir leman sistemini aktive ederek ve normal sellüler fonksi­
• Genetik olarak hassas kişilerde kuvvetli T H2 cevapları
yonlarla etkileşerek hastalığa sebep olurlar (Resim 4-10).
IgE oluşumunu uyaran çevresel antijenlerle (allerjenler) Sorumlu antikorlar tipik olarak kompleman aktive ede­
gelişir. bilen ve fagositlerin Fc reseptörlerine bağlanabilen yük­
• IgE Fce reseptörlerine bağlanarak mast hücreleri sarar; sek afinite antikorlarıdır.
allerjene tekrar maruz kalındığında, IgE ve FceRI’nin çap­ • Opsonizasyon ve fagositoz. Eritrosit veya trombositler
raz bağlanması, mast hücrelerin aktivasyonuna ve med- gibi dolaşan hücreler, kompleman proteinleriyle veya
yatörlerin salıverilmesine yol açar. onlarsız, otoantikorlarla kaplandığında (opsonize ol­
• Başlıca medyatörler; histamin, proteazlar ile prostoglan- duğunda), hücreler nötrofil ve makrofajlar tarafından
dinler, lökotrienler ve sitokinler gibi diğer granül kompo- fagositoz için hedef haline gelirler (Resim 4-10, A). Bu
nentleridir. fagositler IgG antikorlarının Fc kuyruğu için ve C3
• Medyatörler erken vasküler ve düz kas reaksiyonları ve kompleman proteinin parçalanma ürünleri için re­
geç-faz reaksiyonundan (iltihap) sorumludur.
septörler içerirler ve bu reseptörleri yutulmuş opsoni­
• Klinik belirtiler lokal veya sistemik olabilir ve hafif sıkın­ ze partiküllere bağlanmak için kullanırlar. Opsonize
tılı rinitten fatal anaflaksiye kadar çeşitlidir.
hücreler genellikle dalakta yok edilir ve bu, otoim-

Tablo 4 -3 Antikor-Aracılı Hastalıkların (Tip II Hipersensitivite) Örnekleri

K linikopatolojik
Hastalık Hedef Antijen Hastalık Mekanizmaları B elirtile r
Otoimmün Kırmızı küre membran proteinleri Eritrositlerin opsonizasyon ve Hemoliz, anemi
hemolitik anemi (Rh kan grubu antijenleri, 1antijen) fagositozu
Otoimmün Trombosit membran proteinleri Trombositlerin opsonizasyon ve Kanama
trombositopenik (Gpllb/llla integrin) fagositozu
purpura
Pemfigus vulgaris Epidermal hücrelerin intersellüler Proteazların antikor-aracılı Deri vezikülleri (bül)
sınırlarındaki proteinler (epidermal aktivasyonu, hücreler arası
desmoglein) adezyonların kopması
ANCA’nın neden Muhtemelen aktive nötrofillerden Nötrofil degranülasyonu ve Vaskulit
olduğu vaskulit salıverilen nötrofil granül proteinleri iltihap
Goodpasture sendromu Böbrek glomerülleri ve akciğer Kompleman- ve Fc reseptör- Nefrit, akciğer kanaması
alveolleri bazal membranlarında aracılı iltihap
nonkollajenöz protein (NC1)
Akut romatizmal ateş Streptokoksik hücre duvarı antijeni; İltihap, makrofaj aktivasyonu Myokardit
antikor myokardial antijenle
çapraz-reaksiyon verir
Myastenia gravis Asetilkolin reseptörü Antikor asetilkolin bağlanmasını inhibe Kas zayıflığı, paralizi
eder, reseptörleri down-module eder
Graves hastalığı TSH reseptörü TSH reseptörlerinin antikor- Hipertiroidizm
(hypertiroidizm) aracılı uyarılması
insuline rezistan diabet insulin reseptörü Antikor insulin bağlanmasını Hiperglisemi, ketoasidozis
inhibe eder
Pernisiyöz anemi Gastrik paryetal hücrelerin İntrensek faktörün nötralizasyonu, Anormal myelopoez,
intrensek faktörü azalmış vitamin B12 emilimi anemi
ANCA, antinötrofil sitoplazmik antikorlar; TSH, tiroid-stimule eden hormon.
Hipersensitivite Reaksiyonları: Immün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 115

Opsonizasyon ve fagositoz
Fagosite
Opsonize Fc
hücre

C3b Fagosit
reseptörü
Kompleman aktivasyonu
A

Resim 4 -1 0 Antikor-aracılı hasar mekanizmaları. A , hücrelerin antikorlar ve kompleman komponentleri ile opsonizasyonu ve opsonize
hücrelerin fagositler tarafından yutulması. B, Lökositlerin Fc reseptörlerine bağlanan antikorla ve kompleman parçalanma ürünleriyle
oluşturulan iltihap. C, Antireseptör antikorlar reseptörlerin normal fonksiyonlarını bozar. Bu örneklerde, tiroid stimülan hormon (TSH)
reseptörüne karşı antikorlar Graves hastalığında tiroid hücrelerini aktive eder ve asetilkolin (ACh) reseptör antikorları myastenia gravis-
de nöromüsküler geçişi bozar.

mün trombositopeni ve bazı otoimmün hemolitik korlar hücre cevaplarını da şiddetle uyarabilir. Graves
anemi tiplerinde splenektominin klinik yarar sağla­ hastalığında, tiroid-uyarıcı hormon reseptörüne karşı
masının nedenidir. antikorlar tiroid epitel hücrelerini, hipertroidizmle
• İltihap. Hücresel veya doku antijenlerine bağlı anti­ sonlanan şekilde tiroid hormonları yapmak için uyarır.
korlar "klasik" yolla kompleman sistemini aktive Hormonlara ve diğer esansiyel proteinlere karşı anti­
ederler (Resim 4-10, B). Kompleman aktivasyon ürün­ korlar, bu moleküllerin etkilerini, fonksiyonel bozuk­
leri birçok fonksiyon gösterir (Resim 2-18, Bölüm 2). luklara neden olmak üzere, nötralize ve bloke edebilir.
Bunlardan biri dokularda iltihabı tetiklemek üzere
nötrofil ve monositleri dolaştırmaktır. Lökositler de İmmün Kompleks Hastalıkları
bağlı antikorları tanıyan Fc reseptörüne bağlanma ile (Tip III Hipersensitivite)
aktive olabilir. Bu hasar mekanizması Goodpasture
sendromu ve pemfigus vulgaris ile örneklenmiştir. Dolaşımda meydana gelen antijen-antikor (immün) komp­
• Antikor-aracılı hücresel fonksiyon bozukluğu. Bazı vaka­ leksleri kan damarlarında toplanabilir, bu da kompleman ak­
larda hücre yüzey reseptörlerine yönelik antikorlar tivasyonu ve akut iltihaba yol açar. Bu komplekslerdeki
hücre hasarı ve iltihap yapmaksızın, sellüler fonksiyo­ antijenler mikrobial proteinler gibi eksojen antijenler ve­
nu zayıflatır veya bozar (Resim 4-10, C). Myastenia gra- ya nükleoproteinler gibi endojen antijenler olabilir, im­
vis'de çizgili kasların motor son plaklarındaki asetilko­ mün komplekslerin tek başına oluşumu, hipersensitivite
lin reseptörlerine karşı antikorlar, nöromüsküler geçi­ hastalığıyla eş anlamlı değildir. Az miktarda antijen-an­
şi, kas zaafiyetiyle sonlanan şekilde, inhibe eder. Anti­ tikor kompleksleri normal immün cevaplar sırasında
116 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

Tablo 4 -4 immun Kompleks-Aracılı Hastalık Örnekleri

Hastalık İlişkili Antijen Klinikopatolojik Belirtiler


Sistemik lupus eritematozus Nükleer antijenler Nefrit, deri lezyonları, artrit, diğerleri
Poststreptokoksik glomerulonefrit Streptokoksik hücre duvarı antijen(ler)i; glomerüler Nefrit
bazal membrana “ekilmiş” olabilir
Poliarteritis nodosa Bazı vakalarda hepatit B virus antijenleri Sistemik vaskulit
Reaktif artrit Bakteriyel antijenler (Yersinia, gibi) Akut artrit
Serum hastalığı Çeşitli proteinler (at antitimosit globulin gibi A rtrit, vaskulit, nefrit
yabancı serum proteinleri, gibi)
Arthus reaksiyonu (deneysel) Çeşitli yabancı proteinler Kutanöz vaskulit

meydana gelebilir ve genellikle fagosite ve tahrip edilir­ Dolaşım daki İmmün Kompleks Oluşum u
ler. Bu kompleksler sadece büyük miktarlarda meydana antııon

getirildiğinde patojenik oldukları dokularda kalıcı olur­


lar. Patojen immün kompleksler dolaşımda gelişebilir ve
hücresi
daha sonra kan damarlarında depolanırlar veya komp­
leksler antijenin bulunduğu yerlerde (in situ immün
kompleksler) meydana gelirler. İmmün kompleks-aracılı
hasar, kompleksler dolaşımda geliştiğinde sistemiktir, Plazma
kompleksler eğer spesifik bir yerde gelişir ve depolanır­ îcresi

sa belli organlarda (böbrekler, eklemler veya deri gibi)


lokalize olabilir. Doku hasar mekanizması, dağılım tarzı­
na bakılmaksızın aynıdır, ancak olayların sırası ile siste­
mik ve lokal immün komplekslerin oluşumuna yol açan Antijen-
durumlar farklıdır ve aşağıda ayrıca ele alınmıştır. İm­ antikor Endotel
mün kompleks hastalıkları, en sık rastlanan immünolo­ kompleksi
jik hastalıkların bir bölümünü oluşturur (Tablo 4-4). İmmüm Kompleks
Birikimi
Sistemik İmmün Kompleks Hastalığı
Sistemik immün kompleks hastalığı patogenezi üç faza
bölünebilir: (1 ) antijen-antikor komplekslerinin dolaşım­
da oluşumu (2 ) immün komplekslerin çeşitli dokularda
depolanması, buna bağlı olarak (3) bütün vücutta çeşitli
yerlerde, bir iltihabi reaksiyonun başlaması (Resim 4-11).
Akut serum hastalığı, bir prototip sistemik immün
Kom pleman
kompleks hastalığıdır. İnsanlarda ilk kez, pasif immüni-
zasyon için (örneğin, antidifteri antikoru içeren at seru­ Antijen-
antikor İmmün Kompleks Aracılı
mu alan kişilerde) büyük miktarlarda yabancı serum ve­ kom pleksi İnflamasyon ve Doku
rildiğinde tanımlanmıştır. Şimdi seyrek olarak görülmek­
Hasarı
tedir (aplastik anemi tedavisinde tavşan veya at antitimo­
sit globulini enjekte edilen hastalarda veya greft reddin-
de veya hayvanlara yapılmış anti-venom antikoru verilen
yılan ısırmış hastalarda). Her ne kadar serum hastalığı
artık sık değilse de, patogenezi üzerindeki çalışmalar in­
san immün kompleks hastalıklarının mekanizmalarına
ışık tutar. Yabancı protein enjeksiyonundan aşağı yukarı
5 gün sonra spesifik antikorlar gelişir, bunlar antijen-an­
tikor kompleksleri geliştirmek üzere hala dolaşımda bu­
lunan antijenle reaksiyon verir. Kompleksler, takip eden
hasarlandırıcı iltihap reaksiyonunu tetiklemek üzere çe­
Vaskülit
şitli doku yataklarının kan damarlarında depolanır.
İmmiin kompleks oluşumunun doku depolanması ve has­ Nötrofil lizozom al enzim leri
talığa yol açıp açmayacağını birçok değişken tayin eder. Bu
Resim 4-11 immün kompleks hastalığı: Sistemik immün kompleks-
faktörler arasında belki en önde gelen komplekslerin bo­ aracılı hastalıkların (tip III hipersensitivite) gelişme aşamaları.
yutudur. Çok büyük kompleksler veya birçok serbest
IgG Fc bölgeli kompleksler (tipik olarak antikor fazlalı­
ğında gelişenler) dalak ve karaciğerdeki makrofajlarla
dolaşımdan süratle uzaklaştırılır ve bu nedenle genellik-
Hipersensitivite Reaksiyonları: İmmün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 117

le zararsızdırlar. En patojen kompleksler antijen fazlalı­ ze iskemik nekrozdur. N ekrotik damar duvarları protein
ğında gelişirler ve küçük veya orta boyutludurlar ve fa­ depolanmasının neden olduğu fibrinoid n e k ro z denilen
gositler tarafından daha az oranda temizlenebilirler. Bu bulanık eosinifılik görünüm alır (Bakınız Resim 1-13, Bölüm
nedenle daha uzun süre dolaşırlar. İlaveten, kompleksin 1). immün kompleksler dokularda, genellikle vasküler du­
yükü, antijenin gücü ve antikorun birleşme yeteneği, varda (Resim 4-18, E’de böbrekte lupusta bu tip depolan­
sözkonusu vaskiiler yatağın hemodinamiklerinin hepsi ma örnekleri gösterilmektedir) görülebilir. Uygun seyirde,
hastalığın gelişme eğilimini etkiler. Tercih edilen depo­ özellikle tek antijene maruz kalma (akut serum hastalığı ve­
lanma yerleri böbrekler, eklemler ve birçok dokunun ya akut poststreptokoksik glomerulonefritteki gibi) söz ko­
küçük kan damarlarıdır. Böbrek ve eklemlerdeki lokali- nusu ise, lezyonlar iyileşme eğilimindedir (Bölüm 13). An­
zasyon kısmen glomerül ve sinovyumun filtrasyon fonk­ cak, kalıcı antijenemi bulunduğunda veya bir antijene tek-
siyonu ile ilişkili yüksek hemodinamik basınçla açıkla­ rarlayıcı biçimde maruz kalmada kronik immün kompleks
hastalığı gelişir. Bu, sistemik lupus eritematozus (SLE) gibi
nır. Dolaşımı terk edip, damar duvarı veya dışında de­
bazı insan hastalıklarında olur. Daha sıklıkla, m orfolojik de­
polanan kompleksler için artmış vasküler permeabilite
ğişiklikler ve diğer bulgular immün kompleks hastalığını
de olmalıdır. Bu muhtemelen, immün komplekslerin lö-
kuvvetle telkin etse de, tetikleyen antijenler bilinmez.
kositler ve mast hücrelerine, Fc ve C3b reseptörleri ara­
cılığıyla bağlanması ve vasküler permeabiliteyi arttıran
medyatörlerin salıverilmesi ile tetiklenir.
Kompleksler dokularda bir kere depolandığında,
üçüncü faz olan iltihabi reaksiyon fazı ortaya çıkar. Bu faz Lokal İmmün Kompleks Hastalığı
sırasında (antijen uygulanmasından aşağı yukarı 1 0 gün Bir lokal immün kompleks hastalığı modeli, akut im­
sonra) ateş, ürtiker, artralji, lenf nodülü büyümesi ve mün kompleks vaskuliti sonucunda bir doku nekroz ala­
proteinüri gibi klinik belirtiler ortaya çıkar. İmmün nı görülen Arthus reaksiyonu'dur. Reaksiyon, önceden
kompleksler nerede depolanırsa depolansın, karakteris­ immünize edilmiş (antijene karşı evvelce oluşmuş anti­
tik doku hasarı gelişir. İmmün kompleksler vasküler korlar dolaşımda zaten mevcuttur) bir hayvanın derisine
permeabiliteyi arttıran, nötrofil ve monositler için kemo- bir antijen enjekte ederek meydana getirilebilir. Çünkü,
taktik olan anaflatoksinler (C3a ve C5a) gibi biyolojik başlangıçtaki antikor fazlalığından, antijen vasküler du­
aktif parçaların salıverilmesine yol açan kompleman sis­ vara diffüze olduğunda immün kompleksler oluşur ve
temini aktive ederler (Bölüm 2). Kompleksler nötrofil ve bunlar enjeksiyon yerinde yerleşip, sistemik immün
monositlerdeki Fcy reseptörlerine de bağlanarak bu hüc­ kompleks hastalığmdakinin ayni iltihabi reaksiyon ve
releri aktive ederler. histolojiyi tetikler. Arthus lezyonları birkaç saatte gelişir
Lökositlerin, immün kompleksleri fagosite etme giri­ ve enjeksiyondan 4-10 saat sonra, enjeksiyon yerinde,
şimi, prostoglandinler, vazodilatatör peptidler ile basal nadiren ülserasyonun da eklendiği, ödem, şiddetli kana­
membran, kollajen, elastin ve kıkırdağı sindirme yetene­ ma geliştirdiği en üst seviyeye ulaşır.
ğinde lizozomal enzimler ve dokuları hasaıiandıran re-
aktif-oksijen türevlerini içeren kemotaktik maddeleri de
içeren ilave çeşitli iltihap yapıcı maddelerin salgılamasıy­
la sonlanır. İmmün kompleksler trombosit agregasyonu- O ÖZET
na da neden olabilir ve Hageman faktörünü aktive eder Antikor ve İmmün Komplekslerin Neden Olduğu
ki, her iki reaksiyon, iltihap olayını arttırır ve lokal iske- Hastalıklar
mi oluşturarak doku hasarına katkıda bulunan mikrot-
rombüslerin gelişmesini başlatır (Resim 4-11). Meydana • A ntikorlar kompleman proteinleriyle veya onlarsız hücre­
leri ö rtebilir (opsonize eder) ve bu hücreleri, IgG mole­
gelen ptolojik lezyon kan damarlarında olursa vaskulit,
küllerinin Fc kuyruğuna reseptör eksprese eden makro-
renal glomerüllerde olursa glomerulonefrit, eklemlerde
fajların fagositozuna ve kompleman proteinlerine hedef
olursa artrit gibi, isimlendirilir.
hale getirir. Bu, opsonize hücrelerin azalmasıyla sonlanır.
Öngörülebileceği gibi, bu çeşit lezyonları meydana
• A ntikorlar ve immün kompleksler doku veya kan damar­
getiren antikor sınıfları kompleman fikse eden (IgG ve
larında depolanabilir ve komplemanı aktive ederek, yıkım
IgM gibi) ve fagosit Fc reseptörlerine bağlanan (IgG) an­ ürünleri salıvererek veya lökositlerin Fc reseptörlerine
tikorlardır. Hastalığın akut fazı sırasında kompleman bağlayarak, akut bir iltihabi reaksiyon oluşturur.
sarfı, düşük serum kompleman seviyeleriyle sonlanabi­ s A ntikorlar hücre yüzey reseptörlerine veya temel mole­
lir. Doku hasarının patogenezinde kompleman-ve Fc re- küllere bağlanabilir ve hücre hasarı olmaksızın fonksiyo­
septörü-bağımlı iltihabın rolü, deneysel olarak serum nel bozulmalara neden olur (ya inhibisyon ya da unregula­
kompleman düzeyleri azaltıldığında ya da Fc reseptörü ted düzensiz aktivasyonlar).
içermeyen farelerde; nötrofillerin azalması, lezyonlarm
şiddetinde büyük oranda azalma gözlemiyle desteklenir.

T Hücre-Aracılı (Tip IV) Hipersensitivite


M O R FO LO Jİ
Birçok otoimmün bozukluğa, çevresel kimyasallara ve kalıcı
İmmün kompleks hasarının hakim m orfolojik görünümü,
mikroplara patolojik reaksiyonlara, şimdi, T hücrelerin neden
akut n ek ro tizan v a sk u lit, m ikrotrombüsler ve buna ek­
olduğu bilinmektedir (Tablo 4-5). T lenfosit-aracılı doku ha­
lenen atake organların akut iltihabının da katıldığı superpo-
sarının oluşumu ve önemi, hastaların kan dolaşımı ve
118 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

Tablo 4-5 T Hücre-Aracılı Hastalıklar*

Patojen T Hücrelerin
Hastalık Spesifitesi Doku Hasarının Başlıca Mekanizmaları K linikopatolojik Belirtiler
Romatoid artrit Kollajen?; sitrülinlenmiş self TH17 (and TH1?) sitokinler aracılı İnflamasyonlu kronik artrit,
proteinler? iltihap; antikorlar ve immün eklem kıkırdağı ve kemikte
komplekslerin rolü? hasar
Multipl skleroz Myelindeki protein antijenler TH1 and TH17 sitokinleri aracılı Perivasküler iltihap, paralizi,
(myelin basic protein gibi) iltihap, aktive makrofajlarla myelin oküler lezyonlar ile birlikte
tahribatı SSS’de demiyelinasyon
Tip 1diabetes Pankreas adacık (3 hücreleri T hücre-aracılı iltihap, adacık Insulitis (adacıklarda kronik
mellitus antijenleri (insulin, glutamik hücrelerinin CTL’lerle tahribi iltihap), |3 hücrelerinde tahribat;
asid dekarboksilaz, diğerleri) diabetes
Hashimoto tiroiditi Tiroglobulin, diğer tiroid inflamasyon, tiroid epitel hücrelerinin Hipotiroidizm
proteinleri CTL-aracılı öldürülmesi
İltihabi barsak Enterik bakteri; self antijenler? Başlıca TH17 sitokinleri aracılı Kronik intestinal iltihap,
hastalığı iltihap ülserasyon, obstrüksiyon
Otoimmün Myozin ağır zincir proteini Myokardiyal hücrelerin CTL-aracılı Kardiyomyopati
myokardit öldürülmesi; TH1 sitokinleri aracılı iltihap
Kontakt sensitivite Çeşitli çevresel kimyasallar TH1 (and TH17?) sitokinler aracılı iltihap Epidermal nekroz, deri
(zehirli sarmaşıktan urushiol döküntüsü ve büllerle birlikte
veya zehirli meşe gibi) dermal iltihap
* ln s a n T h ü c re -a ra c ılı h a s ta lık la rı lis te le n m iş tir . Ç o ğ u v a k a d a T h ü c r e le r in s p e s ifite s i v e d o k u h a s a r m e k a n iz m a la r ı, h a s ta lık la rın d e n e y s e l h a y v a n m o d e lle r -
in e b e n z e r lik le r i t e m e lin d e d e ğ e r le n d ir ilm e k t e d ir .
SSS, s a n tra l s in ir sistem i; C T L , s ito to k s ik T le n fo sit.

lezyonlarmda T T hücreleri tesbit ve purifiye etme metod- gositik ve mikrobisidal aktiviteye sahiptir. Aktive mak­
ları geliştikçe daha iyi anlaşıldı. Bu grup hastalıklar bü­ rofajlar artmış antijen sunma kapasitesi sağlamak üzere
yük klinik öneme sahiptir çünkü, immün-aracılı iltihabi daha çok class II MHC molekülü ve kostimulatörler
hastalıklar için anormal T hücre reaksiyonlarına yönelik eksprese eder ve hücreler daha fazla IL-12 salgılar, bu da
çoğu yeni, rasyonel biyolojik tedaviler geliştirilmiştir. İki daha fazla TH1 cevabını uyarır. Antijenle aktive olunca
tip T hücre reaksiyonu doku hasarı ve hastalık yapabilir: Th 17 efektör hücreleri IL-17 ve diğer birçok sitokin sal­
(1) sitokinlerin başlıca CD4+ T hücreler tarafından mey­ gılar. ki, nötrofillerin (ve monositlerin) toplanmasını art­
dana getirildiği sitokin-aracılı iltihap ve (2) CD8 + T hüc­ tırır, böylece iltihap oluşturur. T hücreleri tarafından
relerin aracılık ettiği direkt hücre sitotoksisitesi (Resim 4- meydana getirilen sitokinler lökosit toplanmasını ve ak-
12). Geç tip hipersensitivite reaksiyonunun (DTH) örnek tivasyonunu arttırdığından bu iltihabi reaksiyonlar et­
olduğu iltihapta, TH1 ve TH17 subtiplerin CD4+ T hücre­ ken elimine edilmediği veya terapötik olarak durdurul­
leri, diğer hücreleri, özellikle de hasarın major efektör madığında kronikleşir. Aslında iltihap, mikroplar ve ölü
hücreleri olan makrofajları, toplayan ve aktive eden sito- hücrelere erken bir cevap olarak gelişir (Bölüm 2) fakat
kinler salgılarlar. Hücre-aracılı sitotoksisitede doku hasa­ T hücreleri katıldığında çok fazla artar ve uzar.
rından sitotoksik CD 8 + T hücreler sorumludur. Aşağıda tarif edilen geç-tip hipersensitivite (DTH), T
hücre-aracılı iltihap ve doku hasarı için aydınlatıcı bir
modeldir. Aynı reaksiyonlar birçok hastalığın temelinin
CD4+ T Hücrelerin Neden Olduğu İltihabi Reaksiyonlar esasıdır. Kontakt dermatit T hiicre-aracılı iltihabın yol aç­
T hücre-aracılı iltihabi reaksiyonlarda olayların sırası, tığı bir doku hasarı örneğidir. Bu, penta desilkatekol
antijene ilk maruz kalmayla başlar ve bu temelde sellü- (muhtemelen konak proteinine bağlandığında antijenik
ler immünite reaksiyonlarıyla aynidir (Resim 4-4). Naif hale gelen, zehirli sarmaşık, zehirli meşenin aktif kom-
CD4+ T lenfositler antijenleri işleyen DC'lerin (veya ponenti olan urushiol olarak da bilinen) ile temasla geli­
makrofajlarm) yüzeyindeki class II MHC moleküllerle şir. Bitkilere evvelce maruz kalmış kişi tekrar maruz kal­
ilişki halindeki, self veya mikrobiyal proteinlerin peptid dığında, dermisde TH1 CD4+ hücreler birikir ve epider-
antijenlerini, tanırlar. DC, IL-12 meydana getirirse, naif misdeki antijene doğru göç eder. Bunlar burada kerati-
T hücreler TH1 tip efektör hücrelere differansiye olur. nositleri hasara uğratan ve bunun sonucunda hücrelerin
NK hücreler ve TH1 hücrelerin kendileri tarafından oluş­ ayrılmalarına neden olan ve veziküler dermatit olarak
turulan sitokin IFN-y, TH1 differansiyasyonunu kuvvet­ kendini gösteren intraepidermal vezikül ve iltihap geliş­
li bir pozitif döngü oluşturacak şekilde daha da arttırır. mesine yol açan sitokinler salıverirler. Uzun zamandır
Eğer APC'ler IL-12 yerine IL-1, IL- 6 veya IL-23 meyda­ tip 1 diabetes ve multipl sklerozis gibi birçok sistemik
na getirirse, CD4+ hücreler TH17 efektörleri geliştirir. hastalığa, self antijenlere TH1 ve Th 17 reaksiyonlarının
Antijene tekrar maruz kalmada, önceden gelişmiş efek­ neden olduğu düşünülmüştür. Crohn hastalığına aynı T
tör hücreler antijene maruz kalma bölgesine gelir ve lo­ hücrelerinin katıldığı, ancak intestinal bakteriye karşı
kal APC'ler tarafından sunulan antijenle aktive edilir. kontrolsüz reaksiyonlar neden olmuş olabilir. T hücre-
Th 1 hücreler bilinen en kuvvetli makrofaj aktive eden aracılı iltihap, bu bölümde daha sonra tanımlanan
sitokin olan IFN-y salgılar. Aktive makrofajlar artmış fa- transplantların reddinde de bir role sahiptir.
Otoimmün Hastalıklar 119

T hücre aracılı sitoliz

B
Resim 4 -1 2 T hücre-aracılı (tip IV) hipersensitivite reaksiyonlarının mekanizmaları. A , Sitokin-aracılı iltihabi reaksiyonlarda CD4+ T hücre­
ler doku hasarına yol açan iltihabı uyarmak ve fagositleri aktive etmek üzere sitokinler salgılayarak doku antijenlerine cevap verir. B, Bazı
hastalıklarda C D 8 + CTL’ler direkt olarak doku hücrelerini öldürür. APC, antijen-sunan hücre; CTL'ler, sitotoksik T lenfositler.

Geç T ip H ipersensitivite bir morfolojik tipteki reaksiyonla sonlanabilir. Başlan­


DTH önceden sensitize kişinin antijenle karşılaşmasına gıçtaki perivasküler CD4+ T hücre infiltrasyonu 2-3 haf­
cevap olarak gelişen klasik bir T hücre-aracılı reaksiyon­ tayı geçen bir sürede progresif olarak makrofajlarla yer
dur. Erken immünitedekinin aksine DTH reaksiyonu değiştirir. Bu biriken makrofajlar morfolojik aktivasyon
12-48 saat gecikir, bu süre efektör T hücrelerin antijenle kanıtı gösterir; öyle ki, büyük, düz ve epiteloid hücreler
karşılaşma yerinde toplanması ve sitokinleri salgılamak denilen, eozinofilik hale gelirler. Epiteloid hücreler sey­
için aktive olması için gereken süredir. Klasik bir DTH rek olarak, sitokinlerin etkisi altında (IFN-y gibi) multi-
örneği, daha önce tüberküloz basiline maruz kalmış bir nükleer dev hücreler yapmak üzere birleşirler. Mikros­
kişinin bir M. tuberculosis protein ekstresiyle (tüberkü­ kobik bir lenfosit bandı ile çevrili bir epiteloid hücre top­
lin) karşılaşmasıyla oluşan tüberkülin reaksiyonudur. luluğuna granülom denir (Resim 4-14, A). Olay temelde,
Intrakutan tüberkülin enjeksiyonundan 8 - 1 2 saat sonra, kronik tip bir THl-aracılı iltihap ve makrofaj aktivasyo-
en yükseğe 24-72 saatte erişen (tipik olarak 1-2 cm çap­ nudur (Resim 4-14, B). Eski granülomlar kendisini saran
ta) ve sonra yavaş olarak yatışan lokal bir eritem ve sert­ bir fibroblast ve bağ dokusu halkası geliştirir. Bir granü-
leşme görülür. Histolojik incelemede DTH reaksiyonu lomun tanınması, sınırlı sayıda durum buna neden ol­
CD4+ yardımcı T hücreler ve makrofajlarm perivasküler duğundan, tanı koydurucu öneme sahiptir (Bölüm 2).
birikimiyle ("cuffing") karakterlidir (Resim 4-13). Bu
hücreler tarafından yapılan lokal sitokin sekresyonu
mikrovasküler permeabilite artışına yol açar. Bu, dermal T Hücre-Aracılı Sitotoksisite
ödem ve fibrin depolanmasına neden olur. Fibrin depo­ Bu T hücre-aracılı doku hasarı tipinde CD 8 + CTL'ler an­
lanması bu tür reaksiyonlardaki doku endürasyonunun tijen taşıyan hedef hücreleri öldürür. Daha önce tartışıl­
ana nedenidir. DTH reaksiyonları primer olarak TH1 dığı gibi, class I MHC moleküller intrasellüler peptid an­
hücre aracılıdır, TH17 katkısı açık değildir. Tüberkülin tijenlere bağlanır ve peptidleri bu T hücrelerin CTL ola­
cevabı, toplumlarda önceden tüberküloza maruz kal­ rak isimlendirilen efektör hücrelere farklılaşmasını uya­
mış, bu nedenle mikoproteinler için spesifik, dolaşan T ran CD 8 + T lenfositlere sunar. CTL'ler virus infeksiyon-
bellek hücrelerine sahip kişileri taramak için kullanılır. larma ve bazı tümörlere dirençte kritik rol oynar.
Ancak şunu belirtmek gerekir ki, immünsüpresyon ve­ CTL'ler tarafından öldürülmenin başlıca mekanizması
ya CD4+ T hücrelerin kaybı (örneğin, HIV infeksiyonu perforin-granzim sistemine bağlıdır. Perforin ve gran-
nedeniyle) şiddetli enfeksiyon varlığında bile negatif tü­ zimler CTL'lerin granüllerinde depolanır ve CTL'ler he­
berkülin cevabına yol açabilir. deflerine (class I MHC'ye bağlı uygun peptidler taşıyan
Persistan mikroplara ve diğer uyaranlara karşı uza­ hücreler) kilitlendiğinde, süratle salıverilirler. Perforin
mış DTH reaksiyonları granülomatöz iltihap denilen özel hedef hücrelerin plazma membramna bağlanır ve spesi-
120 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

OTOİMMÜN HASTALIKLAR
Self-antijenlere bir immün reaksiyon (otoimmünite gibi)
çok sayıda insan hastalığının temelindeki nedendir. Za­
manımızda otoimmün hastalıkların gelişmiş ülkelerde
nüfusun %2-%5'ini etkilediği hesaplanmaktadır ve insi­
densin arttığı görülmektedir. Bu hastalıkların gerçekten
otoimmün reaksiyonların sonucu olduğunun kanıtı ba­
zıları için diğerlerine göre daha ikna edicidir. Mesela, bu
bozuklukların çoğunda multipl yüksek afiniteli otoanti-

Resim 4 -1 3 Deride geç hipersensitivite reaksiyonu. A , dermal


ödem ve fibrin depolanmasıyla beraber mononükleer iltihabi hüc­
relerin (lenfositler ve makrofajlar) perivasküler birikimi (“ cuffing” ).
B, immünoperoksidaz boyası anti CD4+ antikorları pozitif olarak
işaret eden, başlıca perivasküler sellüler infiltrasyonu ortaya koy­
maktadır.
(B , Dr. Louis P icker izni ile, D e p a rtm e n t o f Pathology, Oregon H ealth & Science
U niversity, Portland, O regon.)

fik olarak bağlanan ve sellüler kaspazları aktive eden


proteaz olan granzimlerin girişini sağlar. Bu enzimler
hedef hücrelerin apoptotik ölümünü sağlar (Bölüm 1).
CTL'ler solid organ transplantlarmın reddinde önemli Antijen sunan hücre
bir rol oynar ve tip 1 diabet (pankreas adacıklarında in­
sulin yapan |3 hücreleri bir otoimmün T-hücre reaksiyo­
nuyla tahrip edilir) gibi birçok immünolojik hastalıkta IL-12
önemli rol oynayabilir. CD 8 + T hücreler IFN-y da salgıla­ Antijen
yabilirler ve CD4+hücrelerden daha az olmak üzere, si- CD4+
tokin-aracılı iltihaba katkıda bulunurlar. T h 1 hücre

Dev hücre Epiteloid hücre

(^~~y Ö Z E T
T Hücre-Aracılı Hipersensitivite Reaksiyonu
Mekanizmaları
• Sitokin-aracılı iltihap: CD4+ T hücreler protein antijene
maruz kalmada aktive edilir ve T H1 ve T H17 efektör hüc­
relere diferansiye olurlar. Antijene tekrar maruz kalınma­
sı sitokinlerin sekresyonuyla sonlanır. INF-y doku hasarı
oluşturan ve fibrozisi geliştiren maddeleri yapmak için
makrofajları aktive eder. IL-17 ve diğer sitokinler lökosit- Fibroblast
leri toplar, böylece iltihap gelişir.
• T hücre-aracılı sitotoksisite: Hedef antijeni eksprese eden
hücrelerin antijenine spesifik CD8+ CTL’ler bu hücreleri Lenfosit Makrofaj
tanır ve öldürürler. CD8+ T hücreler INF-y da salgılarlar.
Resim 4 -1 4 Granülomatöz iltihap. A , Bir lenf nodu kesitinde, her-
biri epiteloid hücre topluluklarından meydana gelen ve lenfositler
ile çevrilmiş birçok granülom görülmektedir. Granülom merkezin­
de birçok multinükleer dev hücre bulunmaktadır. B, Tip IV hiper­
Şimdi, patolojik immün yanıt reaksiyonlarının ana me­ sensitivite reaksiyonlarında granülomların gelişmesine yol açan
kanizmaları temelinde, büyük klinik öneme sahip iki re­ olaylar. T hücre kaynaklı sitokinlerin oynadığı role dikkat ediniz.
aksiyon sınıfını ele almaya geçiyoruz: otoimmünite ve (A , Dr. Trace W o rrell izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas South­
transplant rejeksiyonu. w estern M e d ica l School, D allas, Te xa s.)
Otoimmün Hastalıklar 121

Tablo 4 -6 Otoimmün Hastalıklar lerans, kişinin kendi doku antijenlerine immün cevap-
sızlığım ifade eder. Gelişen T ve B lenfositlerde rastgele
Organ-Spesifik Sistemik
olarak müyarlarca antijen reseptörü gelişmiştir ve bu
A ntikor Aracılı Hastalıklar olayda self antijenleri tanıyabilen reseptörlerin de mey­
Otoimmün hemolitik anemi Sistemik lupus eritematozus dana gelmesi sürpriz değildir. Bu antijenlerin hepsi de
Otoimmün trombositopeni immün sistemden saklanamayacağı için self-reaktif len­
fositlerin eliminasyonu veya kontrolü için yollar olması
Pernisiyöz aneminin otoimmün
atrofık gastriti gerekir. Self-reaktiviteye karşı olanı seçmek için birçok
mekanizma uyum içinde çalışır ve böylece vücudun
Myastenia gravis
kendi antijenlerine karşı immün reaksiyonlar önlenir.
Graves hastalığı
Bu mekanizmalar geniş anlamda iki gruba bölünür:
Goodpasture sendromu santral tolerans ve periferik tolerans (Resim 4-15).
T hücre Aracılı Hastalıklar* Santral tolerans. Santral toleransın başlıca mekaniz­
ması, self-reaktif T ve B lenfositlerin olgunlaşmaları sıra­
Tip I diabetes mellitus Romatoid artrit
sında santral (jeneratif) lenfoid organlarda (T hücreler
Multipl skleroz Sistemik skleroz için timusta, B hücreler için kemik iliğinde, gibi) antijen-
(skleroderma)
le-sağlanan (antigen-induced) yok edilmeleridir (ölüm).
Hashimoto tiroiditi Sjögren sendromu Timusta birçok otolog (self) protein antijen, timus
Crohn hastalığı APC'leri tarafından self-MHC ile birlikte işlenir ve sunu­
Otoimmün Kökenli Olduğu Kabul Edilen Hastalıklar) lurlar. Timusta bu gibi bir self-antijen ile karşılaşan im-
matür herhangi bir T hücresi apoptoza (delesyon veya
Primer biliyer siroz Poliarteritis nodosa
negatif seleksiyon denilen olay) gider ve böylece, matu-
Otoimmün (kronik aktif) hepatit İltihabi myopatiler rasyonunu tamamlamış T hücreler self-reaktif hücreleri
* T h ü c r e le r in in b u h a s t a lık la r d a k i r o lü g ö s t e r ilm iş tir , f a k a t d o k u h a s a rın ­ kaybetmişlerdir (Resim 4-15). Heyacan verici ve timusu
d a a n t ik o r la r ı n d a r o lü o la b ilir . şelfin immünolojik aynası yapan son bir gelişme, timus­
j B u b o z u k lu k la r d a b i r o t o im m ü n t e m e ld e n ş ü p h e le n ilm e k t e y s e d e , d e s ­
ta periferik doku antijenleri ekspresyonunu sağlayan
t e k le y e n k a n ı t k u v v e t li d e ğ ild ir .
belli transkripsiyon faktörlerinin tesbit edilmesidir. Bu
çeşit bir faktöre otoimmün regülatör (AIRE) denmiştir.
AIRE genindeki mutasyonlar bir otoimmün poliendok-
korlar tesbit edilmiştir ve bazı vakalarda bu antikorların
patolojik anomalilere neden olduğu bilinmektedir (Tab­ rin sendromdan sorumludur ki bunda, multipl self-anti-
lo 4-6). Benzer şekilde, teknolojinin gelişmesiyle, bu has­ jen için spesifik T hücreler delesyondan kaçar (muhte­
talıkların bazılarında patojen self-reaktif T hücrelerin melen bu self antijenler timusta eksprese edilmediğin­
aktivasyonu konusunda artan kanıtlar bulunmaktadır. den) ve self-antijenleri eksprese eden dokulara saldırır­
Ek olarak, deneysel modeller, bir otoimmün etyolojiyi lar. Timusta self-antijenlerle karşılaşan bazı T hücreler
öldürülmez fakat sonra tarif edilen regiilatuar T hücrele­
desteklemede temel kanıt oluşturan çok bügi ortaya
koymuştur. Bununla birlikte, geleneksel sınıflamalarda re differansiye olurlar.
otoimmün olduğu düşünülen birçok hastalıkta, bu etiyo- Kemik iliğinde self-antijenleri yüksek affinite ile tanı­
lojik kökenden şüphelenilmiş, ancak kanıtlanamamıştır. yan immatür B hücreleri de apoptozla ölebilirler. Bazı
Otoimmün olduğu düşünülen hastalıklar, spesifik im- self-reaktif B hücreleri yok edilmemiş olabilir fakat ikin­
mün cevapların belli bir organ veya hücre tipine yönel­ ci sefer antijen reseptör genleri düzenlenmesine gider ve
diği ve lokal doku hasarıyla sonlananlardan, birçok or­ sonra artık self-reaktif olmayan ("reseptör yazılımı" de­
ganda lezyonla karakterli ve multipl otoantikorlar veya nilen bir olay) yeni reseptörler eksprese eder.
Maalesef, self-reaktif lenfositlerin yok edilme işlemi
pekçok self-antijene karşı T hücre-aracılı sellüler reaksi­
yonlarla birlikte olan multisistem hastalıklarına kadar mükemmel değildir. Birçok self-antijen timusta olmaya­
değişir. İmmün kompleksler ve oto antikorlarla olan sis­ bilir böylece, bu otoantijenler için reseptör taşıyan T
temik hastalıkların birçoğunda lezyonlar tutulan çeşitli hücreleri perifere kaçabilir. B hücre sisteminde de ben­
organlarda özellikle bağ dokusunu ve kan damarlarını zer "kaçış" vardır ve tiroglobulin, kollajen ve DNA gibi
tutar. Bu nedenle, sistemik reaksiyonlar spesifik olarak çeşitli self-antijene reseptör taşıyan B hücreler sağlıklı
bağ dokusu veya kan damarlarının içeriğine karşı değil­ kişilerde bulunabilir.
se de, bu hastalıklardan sıklıkla "kollajen vasküler" veya Periferik tolerans. Timusta negatif seleksiyondan ka­
"bağ dokusu" bozuklukları olarak bahsedilir. çan self-reaktif T hücreler yok edilmedikçe veya etkili
Normal kişiler kendi (self) antijenlerine cevapsızdır olarak kontrol edilmedikçe potansiyel tehlike olabilecek­
(toleran) ve otoimmünite self-toleransta bozulmanın so­ tir. Periferik dokularda bu otoreaktif güçteki T hücreleri
susturan birçok mekanizma saptanmıştır (Resim 4-15):
nucudur. Bu nedenle, otoimmünite patogenezinin anla­
şılması, normal immün tolerans mekanizmalarının iyi
bilinmesini gerektirir. • Anerjr. Bu terim, antijenlerle belli şartlar altında kar-
şüaşma sonucu lenfositlerin fonksiyonel inaktivasyo-
İmmünolojik Tolerans nunu (ölmek yerine) ifade eder. Daha önce tanımlan­
dığı gibi, T hücrelerin aktivasyonu iki uyarı gerektirir:
immünolojik tolerans spesifik lenfositlerin ona maruz kal­ APC'lerdeki self-MHC molekülleriyle birlikteki pep-
masıyla gelişen bir antijene cevapsızlık durumudur. Self-to- tid antijenin tanınması ve APC'ler tarafından sağla-
122 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

SANTRAL TOLERANS
PERİFERİK TOLERANS

Resim 4-1S İmmünolojik self-tolerans: T ve B hücrelerinde santral ve periferik self-toleransın mekanizmaları.

nan ikinci grup kostimulatör sinyaller (B7 moleküller Apoptozun mekanizmalarından biri, ayni veya kom­
yoluyla, gibi). Eğer ikinci kostimulatör sinyaller gel­ şu hücrede birlikte eksprese edilen ligandıyla bağla­
mez veya hücre self-antijenle karşılaştığında T hücre­ nabilen, ölüm reseptörü Fas'ı (TNF reseptör ailesinin
deki bir inhibitor reseptör (kostimulatör reseptör ye­ bir üyesi) ilgilendirir. Aynı yolak, self-reaktif B hücre­
rine) gündeme gelirse, T hücre anerjik hale gelir ve lerin T hücrelerde eksprese edilen Fas ligandıyla yok
antijene cevap veremez (Resim 4-15). Çoğu normal edilmesinde önemlidir. Self-toleransm bu yolağının
dokuda kostimulatör moleküller kuvvetle eksprese önemi, FAS geni mutasyonlarmm lenfadenopati ve
edilmediğinden, otoreaktif T hücreler ve dokulardaki anti-DNA dahü multipl antikorlarla karakterli otoim­
self-antijenlerin karşılaşması anerjiyle sonlanabilir. B mün lenfoproliferatif sendrom (autoimmune lympho-
hücreleri de antijenle spesifik yardımcı T hücre yoklu­ proliferative syndrome) (ALPS) denilen bir otoimmün
ğunda karşılaşırsa anerjik hale gelebilirler. hastalıktan sorumlu olmasının keşfiyle gösterilmiştir.
• Düzenleyici T hücrelerle süpresyon: T lenfositlerin self- Fas ve Fas ligand defektleri de farelerde benzer otoim­
antijenlere cevapları regulatuar T hücrelerle aktif ola­ mün hastalıklara sebep olur. Self-reaktif lenfositlerin
rak baskılanabilir. En iyi tanımlanmış düzenleyici T ortadan kaldırılmasında, apoptozun, ölüm reseptörle­
hücreler CD25 eksprese eder, reseptörün zincirlerin­ ri ile ilişkili olmayan mitokondriyal yolağı da rol oyna­
den biri IL-2 içindir ve gelişme ve yaşamları için IL-2 yabilir.
gerektirir. Bu hücreler FoxP3 denilen özgün bir
transkripsiyon faktörünü de eksprese ederler. Bu pro­ O toim m ünite Mekanizmaları
tein düzenleyici hücrelerin gelişmesi için gereklidir
ve FOXP3 geni mutasyonları IPEX (immün regülas- Self toleransın yukarıda özetlenen başlıca mekanizma­
yon bozukluğu, poliendokrinopati, enteropati, X'e larından yola çıkarak, bu mekanizmaların patolojik oto­
bağlı sendrom) denilen düzenleyici T hücre yetmezli­ immünite oluşturmak üzere nasıl ortadan kalktığını so­
ğiyle birlikte olan bir sistemik otoimmün hastalıktan rabiliriz. Maalesef, bu soruya verilebilecek basit yanıtlar
sorumludur. Düzenleyici T hücrelerin immün cevap­ yoktur ve çoğu insan otoimmün hastalıklarının temelin­
ları nasıl kontrol ettiğini açıklamada birçok mekaniz­ deki neden tesbit edilmeyi beklemektedir. Daha önce
ma ileri sürülmüştür. Bunlar arasında çeşitli T-hücre bahsedildiği gibi, belli mutasyonlar self-tolerans yolu­
cevaplarını bozabilen, immünsupressif sitokinlerin nun biri veya diğerini bozar ve patolojik otoimmüniteye
(IL-10 ve transforming growth factor-|3 [TGF-|3], gibi) neden olur. Bu tek-gen mutasyonları çalışmaları ileri de­
sekresyonu ve APC'lerdeki B7 moleküllerin kompeti- recede bilgi vericidir ve bu çeşit araştırmalar self-tole-
tif blokajı söz konusudur. ransm çeşitli yollarının biolojik önemini tesbite yardım
9 Aktivasyonun oluşturduğu hücre ölümü: Periferik tole­ eder. Bu çeşit mutasyonlarm neden olduğu hastalıklar
ransın diğer bir mekanizması self-antijen tanınması­ nadirdir, ancak çoğu otoimmün hastalık tek gen defekt-
nın sonucu rnatür lenfositlerin apoptozunu içerir. leriyle açıklanamaz.
Otoimmün Hastalıklar 123

Self-toleransın çökmesi ve otoinımünite gelişmesinin; en­ Genetik İnfeksiyon, doku harabiyeti


feksiyonlar veya doku hasarı gibi self-antijenlerin sunumunu duyarlılık
değiştiren çevresel faktörler ile, lenfosit toleransım etkileyen
kalıtımsal duyarlılık genlerinin kombinasyonunun sonucu Enfeksiyonlar,
nflamasyon
olduğuna inanılır (Resim 4-16).

Otoimmünitede Genetik Faktörler


Duyarlılık genlerinin otoimmün hastalıkların gelişme­
sinde önemli bir rol oynadığına dair yoğun kanıt bulun­
maktadır.
® Otoimmün hastalıklar ailelerde sürme eğilimindedir
Doku A P C ’Ierin
ve aynı hastalığın insidensi tek yumurta ikizlerinde aktivasyonu
çift yumurta ikizlerine göre daha yüksektir.
• Çeşitli otoimmün hastalıklar, HLA lokusuyla, özellik­ jm
le de class II allelleriyle (HLA-DR, -DQ) ilişkilidir. Bir Self reaktif
hastalığın belli bir HLA alleli olan bir kişideki sıklığı, lenfositlerinin
dokulara girişi
bu alleli taşımayan kişilerle karşılaştırıldığında, odd ra­
tio veya rölatif risk olarak ifade edilir (Tablo 4-7). Rö-
latif risk, romatoid artrit (RA) ve HLA-DR4 için 3 ve­
ya 4, ankilozan spondilit ve HLA-B27 için 100 veya
daha fazla arasında değişir. Ancak, MHC molekülleri
self ve yabancı peptid antijenleri ayırt edemediğinden,
Self-reaktif
MHC genlerinin otoimmüniteyi nasıl etkilediği hala lenfositlerinin
belli değildir. Şunu da kaydetmek önemli ki, duyarlı- aktivasyonu
lık-ilişkili MHC allellere sahip çoğu kişi hiçbir hastalı­
ğı asla geçirmez, buna karşılık ilişkili MHC genine sa­
hip olmayan kişiler hastalık geliştirebilir. Bu nedenle,
belli bir MHC genini eksprese etmek otoimmüniteye
katkı sağlayabilecek değişkenlerden sadece biridir. Doku hasarı:
® Tüm-genom ilişkilendirme çalışmaları ve ailelerde otoimmün hastalıklar
bağlantı çalışmaları farklı otoimün hastalıklarla bera­ Resim 4 -1 6 Otoimmünite patogenezi. Otoimmünite, self antijenle­
berliği olan birçok genetik polimorfizm ortaya koy­ rin sergilenmesini değiştiren, dokulara lenfosit girişini kolaylaştıran
maktadır (Tablo 4-8). Bu polimorfizmlerin bazıları, il­ ve self-reaktif lenfositlerin aktivasyonunu arttıran çevresel tetikleyi-
gili genlerin self-tolerans ve immün regülasyonun ge­ ciler (enfeksiyon, doku hasarı, inflamasyon) ile ilişki halindeki, self-
nel mekanizmalarını etkilediğini düşündürür şekil­ toleransa engel olabilen hassasiyet genlerinin kalıtımı gelişir.
de, birçok hastalıkla üişkili görünmektedir. Diğerleri
hastalığa spesifiktir ve uç-organ sensitivitesini etkile­
yebilir veya özel self antijenler ortaya koyabilir. Bu
genlerin otoimmüniteye nasıl katkı yaptığını aydın­ Enfeksiyonların Rolü ve Doku Hasarı
latmaya büyük ilgi gösterilmektedir ve birçok hipotez Bakteriler, mikoplazmalar ve viruslar dahil çeşitli mik­
ileri sürülmüştür (Tablo 4-8), fakat bu genlerin belli roplar, otoimmünite tetikleyicisi olarak suçlanmışlardır.
otoimmün hastalıkların gelişmesinde gerçek rolleri Mikroplar otoimmün reaksiyonları birçok mekanizmay­
henüz aydmlanmamıştır. la oluşturabilir:

Tablo 4 -7 insan Lökosit Antijeni (HLA) Allellerinin Otoimmün Hastalıklarla Birlikteliği

Hastalık H LA Alleli Odds Ratio*


Romatoid artrit (anti-CCP Ab-pozitif)f DRB1 4-12
Tip 1 diabet DRB1 *0301-DQA1 *0501-DQB1 *0201 haplotip 4
DRB1*0401- DQA1 *0301-DQB1 *0302 haplotip 8
DRB1 *0301/0401 haplotip heterozigotlar 35
Multipl skleroz DRB1*1501 3
Sistemik lupus eritematozus DRB1*0301 2
DRB1*1501 1.3
Ankilozan spondilit B*27 (başlıca B*2705 ve B*2702) 1 0 0 -2 0 0

Çölyak hastalığı DQA1 *0501-DQB1 *0201 haplotip 7


*O dds ratio (rölatif risk d e d e n ile n ) b e lli H L A a lle lin in k a lıtım s a l b ir lik t e liğ in in a r tm ış r is k in in o r ta la m a b i r d e ğ e rid ir. V e r ile r A v r u p a p o p u la s y o n u n d a n g e liş m iş tir,
f A n ti- C C P A b , s ik lik s itr ü lin le n m iş p e p t id le r e k a rş ı g e liş m iş a n t ik o r la r . S e ru m la rın d a b u a n t ik o r la r iç in p o z itiflik s a p ta n m ış h a s ta la rın v e r ile r id ir .
T a b lo D r. M ich e lle F e rn a n d o ’ nu n lü tfü ile; Im p e ria l C o lle g e L o n d o n .
124 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

Tablo 4 -8 Otoimmün Hastalıklarla İlişkili Olan Seçilmiş İnsan Lökosit Antijen (HLA) Dışı Genler

Katılan
Muhtemel Gen* Hastalıklar Kodlanan Proteinin Kabul Edilen Fonksiyonu ve Mutasyon/Polimofizmin Hastalıktaki Rolü
İmmün Regülasyoına Katılan Genler

PTPN22 RA, T1D, IBD Protein tirozin fosfataz, lenfositlerde sinyali etkileyebilir ve negatif seleksiyonu veya self-reaktif
T hücrelerinin aktivasyonunu değiştirebilir
IL23R IBD, PS, AS TH17’yi indükleyen sitokin IL-23 için reseptör; CD4+ T hücrelerin diferansiyasyonunu patojen
Th 17 efektör hücrelere değiştirebilir
CTLA4 T1D, RA T hücre cevaplarını aktivasyonu sonlandırarak ve düzenleyici T hücrelerin aktivitesini kolaylaştırarak
inhibe eder; self-toleransa karışabilir
IL2RA MS, TID Aktive ve düzenleyici T hücrelerin bir büyüme ve sağkalım faktörü olan reseptör IL-2’nin a zinciri;
effektör hücrelerin gelişmesini ve/veya immün cevapların regülasyonunu etkileyebilir

Mikroplara immün Cevaplara Katılan Genler

NOD2 IBD Paneth ve diğer intestinal epitelyal hücrelerde ekspresse edilen bakterilerin sitoplazmik sensörü;
kommensal barsak bakterilerine rezistansı kontrol edebilir
ATG16 IBD Otofajiye katılır; mikroplara karşı savunmada ve epitelyal bariyer fonksiyonunun korunmasında/
idamesinde muhtemel rol
IRF5, IFIH1 SLE SLE (metne bakınız) patogenezine katılan tip I IFN yapımında rol (yazıya bakınız)
* B u g e n le r in ç e ş itli o t o im m ü n h a s ta lık la rla m u h t e m e l b a ğ la n tısı t ü m g e n o m iliş k ile n d ir m e ça lış m a la rı ( G W A S ) v e h a s ta lık -iliş k ili p o lim o r f ı z m le r ç a lış m a la rın d a k i
d iğ e r m e to d la r la ta n ım la n m ış tır.
A S , a n k ilo z a n s p o n d ilit; IB D , iltih a b i b a r s a k h a s ta lığ ı; IF N , in te r f e r o n ; M S , m u lt ip l s k le ro z ; PS, p s o ria z is ; R A , r o m a t o id a r t r i t ; SLE, s is te m ik lu p u s e r ite m a to z u s ;
T l D , t y p e 1 d ia b e t.
U y a rla m a : Z e n e w ic z L, A b r a h a m C , Fla ve ll R A , C h o J: U n ra v e lin g t h e g e n e tic s o f a u t o im m u n ity . C e ll 1 4 0 :7 9 1 , 2 0 1 0 .

• Viruslar ve diğer mikroplar self antijenlerle çapraz reaktif nedenle lokal doku hasarı, self antijenlerin salıverilmesi
epitoplar paylaşabilir, bu çeşit yanıtlar mikropla gelişe­ ve otoimmün cevaplara yol açar.
bilir fakat self-dokulara saldırır. Bu fenomene mole- Son olarak, otoimmünitede güçlü bir cinsiyet eğilimi
küler taklit denir. Bu bazı hastalıkların muhtemel se­ bulunmaktadır, bu hastalıkların çoğu erkekten çok ka­
bebidir. En iyi örneği streptokoklara karşı bir immün dındadır. Altta yatan mekanizmalar iyi anlaşılmamıştır
cevabın kalp antijenleriyle çapraz reaksiyon verdiği ve hormonlar ve diğer faktörlerin etkilerini içerebilir.
romatizmal kalp hastalığıdır. Daha gizli taklidin di­ Bir otoimmün cevabın kendisi sonraki otoimmün ata­
ğer otoimmün hastalıklarda rolü olup, olmadığı bilin­ ğı geliştirebilir. Bir otoimmün cevabın veya diğer herhan­
memektedir. gi bir nedenin yol açtığı doku hasarı, daha önce gizlen­
■ Doku nekrozu ve iltihapla sonlanan mikrobiyal infeksi- miş fakat şimdi otoimmün bir formda T hücrelere sunu­
yonlar dokudaki APC'lerde kositimulatör moleküllerin ar­ lan self antijen epitoplarınm açığa çıkmasına neden ola­
tışına sebep olabilir ve böylece T hücre anerjisinin bilir. Bu gibi otoreaktif T hücrelerin aktivasyonuna "epi-
kalkmasına ve takip eden T hücre aktivasyonuna yol top yayma" denir. Çünkü, immün cevap başta tanınma­
açabilir. mış olan epitoplara "yayılır". Bu, otoimmün hastalıkların
kronisitesine katkısı olan mekanizmalardan biridir.
Enfeksiyöz ajanların otoimmün patogeneze nasıl katıl­
mış olabileceğini açıklayan muhtemel mekanizmalarda
bir eksik bulunmamaktadır. Ancak şu an, insan otoim­ O Ö Z ET _______________________
mün hastalıklarının gelişmesinde herhangibi bir mikro­
bu net olarak sorumlu tutan bir kanıt bulunmamakta­ İmmün Tolerans ve Otoimmünite
dır. Karmaşıklığa son ilavelere göre (daha çok epidemi- • Self-antijenlere tolerans (cevapsızlık) immün sistemin te­
yolojik verilere dayanan) enfeksiyonlar, paradoksal ola­ mel özelliğidir ve toleransın kırılması otoimmün hastalık­
rak yakalanmış kişileri, özellikle tip 1 diabetes ve mul- ların temelidir.
tipl slderozis olmak üzere, otoimmün hastalıklardan ko­ • Santral tolerans: Santral (jeneratif) lenfoid organlarda self-
ruyabilir. Bu etkinin muhtemel mekanizması anlaşılma­ antijenleri tanıyan immatür lenfositler apoptoz ile öldü­
mıştır. rülür. B hücre dizisinde self-reaktif lenfositler, self-reaktif
Sunulan doku antijenleri, sadece enfeksiyonlarla değil, olmayan yeni antijen reseptörlerine çevrilir.
çeşitli çevresel saldırılarla değişebilir, Daha sonra bahsedi­ • Periferik tolerans: Periferik dokularda self-antijenleri tanı­
leceği üzere, ultraviole radyasyon (UV) hücre ölümü ya­ yan matür lenfositler, fonksiyonel olarak inaktif (anerjik)
pabilir ve nükleer antijenlerin ortaya çıkmasına yol aça­ hale gelir veya regülatuvar T lenfositlerle süprese edilir
bilir ki, bunlar lupusta patolojik immün reaksiyonlar veya apoptozla ölür.
oluşturur. Bu mekanizma lupus alevlenmelerinin güne­ • Selftoleransın bozulmasına ve otoimmünite gelişmesine yol
şe maruz kalmayla ilişkisini açıklamak için ileri sürül­ açan faktörler (1) farklı tolerans yollarını bozabilen duyar­
lılık genlerinin kalıtımı ve (2) self-antijenleri ortaya çıka­
müş mekanizmadır. Sigara alışkanlığı RA için bir risk
ran ve dokularda APC’Ier ve lenfositleri aktive eden en­
faktörüdür, bunun nedeni sigaranın self antijenlerin
feksiyon ve doku değişiklikleri.
kimyasal değişmelerine yol açması olabilir. Herhangi bir
Otoimmün Hastalıklar 125

Tolerans ve otoimmünitenin genel prensiplerini ko­ SLE'nin insidans ve prevalans tahminleri ırksal ve et­
nuştuktan sonra, en sık ve önemli bazı otoimmün hasta­ nik gruplarda değişiktir. Bazı çalışmalar prevalansı belli
lıkların tartışmasına geçmekteyiz. Her ne kadar her has­ gruplarda %2 kadar yüksek hesaplar. Çoğu otoimmün
talık ayrı tartışıldıysa da, bunların klinik, serolojik ve hastalık gibi, yüksek bir kadın predominansı (aşağı yu­
morfolojik özelliklerinde kayda değer çakışma belirgin­ karı 9:1) vardır ve hastalık doğurganlık çağında 700 de
dir. Bu bölüm sadece sistemik otoimmün hastalıkları 1 kadını etkiler. SLE siyah Amerikalılarda daha sık ve
kapsamaktadır. Tek organ sistemlerini etkileyen otoim­ şiddetlidir, bu grupta 245 kadında 1 görülür. Başlangıcı
mün hastalıklar daha uygun olarak ilişkili organlara ait tipik olarak hayatın ikinci veya üçüncü on yılındadır fa­
bölümlerde tartışılmıştır. kat erken çocukluk dahil, her yaşta ortaya çıkabilir.

Sistemik Lupus Eritematozus

Sistemik lupus eritematozus (SLE) değişken belirtileri PATO GENEZ


olan ve çeşitli klinik davranışa sahip bir multisistem oto­ SLE’de temel defekt, self-toleransı sürdürememektir ki, bu,
immün hastalıktır. Klinik olarak öngörülemez, remis- dokuları direkt veya immün kompleks depolanmaları şek­
yon ve nükslerle giden akut veya sinsi başlayışlıdır ve or­ linde hasarlandırabilen çok sayıda otoantikorun gelişmesine
ganizmadaki hemen her organı tutabilir. Ancak, başlıca yol açar. SLE patogenezi, diğer otoimmün hastalıklardaki
deri, böbrekler, serozal membranlar, eklemler ve kalbi gibi, genetik ve çevresel faktörler kombinasyonunu içerir.
tutar. Hastalık immünolojik olarak, klasik şekilde anti- Son çalışmalar, bu gizemli bozukluğun patogenezi hakkında
nükleer antikorlar (ANA'lar) dahil, pekçok otoantikorla enteresan ipuçları ortaya koymuştur (Resim 4-17).
birliktedir. SLE'nin klinik prezantasyonu çok değişken G en etik Fak tö rler. Çeşitli kanıtlar SLE’ye genetik yatkın­
ve diğer otoimmün hastalıklarla (RA, polimiyozit ve di­ lığı destekler.
ğerleri) çakışan özellikleri olduğundan, SLE için tanı
• A ilesel ilişkiler. Aile üyeleri SLE gelişimi için artmış ris­
kriteri geliştirmek gerekmiştir (Tablo 4-9). Herhangi bir
ke sahiptir ve klinik olarak etkilenmemiş birinci derece
gözlem esnasında dört veya daha fazla kriterin gösteril­ akrabalar %20’ye kadar otoantikorlara sahip olabilir.
mesiyle tanı konur.

Tablo 4-9 1997 Sistemik Lupus Eritematozusun Yenilenmiş Sınıflama Kriterleri*

K rite r Tanımlama
1. Malar döküntü Fikse eritem, düz veya kabarık, malar çıkıntılar üzerinde, nazolabial kıvrımları tutmama eğiliminde
2. Diskoid döküntü Eritematöz kabarık yamalar, yapışık keratotik pul pul dökülme ve folliküler tıkaçlar ile; yaşlı lezyonlarda
atrofik nedbeleşme olabilir
3. Fotosensitivite Güneş ışınlarına alışılmadık bir reaksiyon olarak gelişen döküntü, hasta hikayesinde olan veya doktor
gözlemi olarak
4. Oral ülserler Oral veya nazofaringeal ülserasyon, genellikle ağrısız, doktorun gözlediği
5. A rtrit İki veya fazla periferik eklemi tutan noneroziv artrit hassasiyet, şişme veya efüzyon ile karakterli
6. Serozit Plörit—plöritik ağrının inandırıcı hikayesi veya doktorun işittiği sürtünme veya plöral efüzyon kanıtı veya
Perikardit—elektrokardiyogram ile gösterilen veya sürtünme veya perikardiyal efüzyon kanıtı
7. Renal bozukluk Kalıcı proteinüri >0.5 g/dL veya >3+ kantitasyon yapılmadıysa veya
Hücresel silendirler—kırmızı küre, hemoglobin, granüler, tubuler veya mikst olabilir
8. Nörolojik bozukluk Nöbetler—neden olan ilaçlar veya bilinen metabolik bozuklukların yokluğunda, (üremi, ketoasidoz veya
elektrolit dengesizliği gibi) veya
Psikoz— neden olan ilaçlar veya bilinen metabolik bozukluklar yokluğunda, (üremi, ketoasidozis, veya
elektrolit dengesizliği, gibi)
9. Hematolojik bozukluk Hemolitik anemi—retikulositozis veya
Lökopeni—<4.0 x 109/ L (4000/mm3) toplam iki veya daha fazla defa veya
Lenfopeni—<1.5 x 109/ L (1500/mm3) iki veya daha fazla defa veya
Trombositopeni—<100 x 109/ L (100 x 103/m m 3) neden olan ilaçların yokluğunda
10. immünolojik bozukluk Anormal titredeki doğal DNA’ya anti-DNA antikor veya
Anti-Sm—Sm nükleer antijene antikor varlığı veya
Antifosfolipid antikorların şunlara dayanan pozitif bulgusu (1) IgG or IgM antikardiyolipin antikorlarının
anormal bir serum seviyesi, (2 ) standart bir test kullanarak lupus antikoagulan için pozitif bir test veya
(3) sifiliz için yanlış pozitif bir serolojik test; en azından 6 aydır pozitif olduğu bilinen ve
Treponema pallidum immobilizasyon veya treponemal antikor absorpsiyon testi negatifliği ile doğrulanan
11. Antinükleer antikor Anormal bir antinükleer antikor titresi; immünfloresan veya eşdeğer inceleme ile herhangi bir zamanda ve
ilaçla-indüklenen lupus sendromu yaptığı bilinen ilaçların yokluğunda
* Ö n e r i le n s ın ıfla m a 11 k r it e r e d a y a n ır, K lin ik ç a lış m a la rd a h a s ta la n s a p ta m a a m a cı iç in , 11 k r it e r i n 4 v e y a fa z la s ı s e r i o la r a k v e y a g ö z le m in h e rh a n g i b i r p e r i-
o d u n d a v a rs a , k iş id e s is t e m ik lu p u s e r it e m a t o z u s o ld u ğ u s ö y le n ir.
A ş a ğ ıd a k ile rd e n : T a n EM, C o h e n AS , Fries JF, e t al.: T h e re vise d c rite ria f o r t h e cla ssifica tio n o f syste m ic lu pus e ry th e m a to s u s . A r t h r it is R h e u m 2 5 :1 2 7 1 , 1 9 8 2 ; and
H o c h b e rg M C : U p d a tin g th e A m e ric a n C o lle g e o f R h e u m a to lo g y re vise d c r ite ria f o r th e cla ssifica tio n o f syste m ic lu pus e ry th e m a to s u s . A r t h r it is R h e u m 4 0 :1 7 2 5 , 1997.
126 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

DUYARLILIK DIŞ TETİKLEYİCİLER her birinin rolü ortaya konmamıştır ve hastalığın geliş­
GENLERİ (ör. UV radyasyon)
mesine katkıları tam olarak aydınlatılmamıştır.
Çevresel F a k tö rle r. SLE patogenezinde çevresel faktörle­
rin yer aldığını gösteren birçok bulgu vardır.
Apoptoz
• U ltravio le (U V ) radyasyon (güneşe maruz kalma)
SLE deri lezyonlarını şiddetlendirir. Bu etki için ileri sürü­
len bir mekanizma UV radyasyonun konak hücrelerin
Apoptotik cisimcik­

oo
t lerin defektif apoptozuna yol açmasıdır ki, nükleer fragmanların ve
X , temizlenmesi ölü hücre ürünlerine iltihabi cevapların yükü arttırması­
na yol açar.
• Sigara alışkanlığı SLE gelişimi ile ilişkili olduğu gösteril­
Self nükleer antijenler için Nükleer antijenlerin
spesifik B ve T hücreleri*• artan miktarı miştir. H er ne kadar mekanizma bilinmiyorsa da sigara
otoantikor gelişmesini kolaylaştırabilir.
• Seks hormonlarının hastalığın gelişmesine önemli etki
yaptığı düşünülmüştür çünkü hormon aktif yaştaki ka­
Antinükleer antikor,
dınlarda benzer yaştaki erkeklere göre 10 kez, fakat ço­
antijen-antikor
kompleksleri cukluk dönemindeki veya 65 yaş sonrası kadınlarda sa­
Antijen-antikor
dece 2-3 kez daha sıktır. Ancak kadınların yüksek doz
komplekslerinin
endositozu ve östrojen ve progesteron içeren oral kontraseptiflerle te­
B hücrelerinin Dendritik davileri; bu hastalığın kadınlarda artmış riskine yol açan
TLR ile birleşmesi hücre hormonlardan başka faktörleri telkin edecek şekilde,
hastalığın şiddet ve alevlenmelerini etkilemez.
B hücreleri ve • İlaçlar: Prokainamid ve hidralazin, her ne kadar tipik
dendritik hücrelerin
olarak glomerulonefrit geliştirmese de, SLE-benzeri has­
TLR ile uyarılması
talık oluşturabilirler. Bu ilaçlar, otoimmünite gelişmesi ile
ilişkili bir grup genin ekspresyonunu etkileyebilecek ya
B ve T hücrelerinin
da D N A ’ nın konak hücrelerini aktive etmesine yol aça­
IFN uyarılması
bilecek D N A demetilasyonuna neden olurlar.

SLE’de İm m ü no lo jik A n o m aliler. Çalışmalar, doğal ve


edinsel immünitenin birçok komponentini SLE patogenezi-
ne dahil etmiştir.

Israrlı, yüksek düzeyde • T i p i in te rle ro n la r. Kan hücreleri, özellikle plazmasi-


anti-nükleer IgG antikor üretimi toid DC’ Ierin meydana getirdiği tip I interferona, inter-
feron-a (IFN -a)’ya maruz kalmanın, çarpıcı moleküler
Resim 4-17 Sistemik lupus eritematozus (SLE) patogenezi modeli. kanıtını (signature) gösterir. Bazı çalışmalar, SLE hastala­
Genetik hassasiyet ve maruz kalma, self-tolerans yetmezliği ve nük­ rının bu çeşit hücrelerinin anormal yüksek miktarlarda
leer antijenlerin persistansı ile sonlanır. Otoantikorlar TLR’lere IFN-a meydana getirdiğini de göstermiştir.
bağlanan ve IFN gelişmesini uyaran içselleştirilmiş nükleer kompo-
• T L R sin y alleri. Hayvan modellerindeki çalışmalar gös­
nentlere hizmet eder. IFN, nükleer antijenlere cevaplar için B ve T
term iştir ki TLR’ ler, özellikle DNA-tanıyan TLR9 ve
hücreleri uyarır. IFN, interferon; IgG, immünglobulin G; MHC,
major histokompatibilite kompleksi; TLR’ler, Toll-benzeri reseptör­ RNA-tanıyan TLR7 olmak üzere, D N A ve RNA’yı tanır
ler; UV, ultraviole. ve self antijenlere spesifik B hücreleri aktive eden uyarı­
lar oluşturur.
• B hücre to leran sının kaybı. SLE hastalarının B hücre­
leri ile çalışmalar, tipik sağlıklı insanlarınkinden fazla oto-
reaktif B hücre fazlalığı ile sonlanan, hem santral, hem
periferik tolerans defektlerinin bulunduğunu gösterir.
Tek yum urta ikizine (%25) karşı çift yumurta ikizi (%1-
Bu ipuçlarına dayanmak üzere bir SLE patogenez mode­
3) arasında yüksek bir uyum vardır.
li ileri sürülmüştür (Resim 4-17). Bu modele göre, UV rad­
• H LA ilişk ile ri. HLA-DR2 veya HLA-DR3 içeren kişiler yasyon ve çevresel saldırılar hücrelerin apoptozuna yol
için odd ratio (relatif risk) 2-3’dür ve eğer her iki haplo- açar. Bu hücrelerin nukleuslarımn, kısmen kompleman pro­
tip de varsa risk 5 kadardır. teinleri ve reseptörleri gibi temizleme mekanizmalarındaki
• Diğer genler. Kompleman proteinlerinin klasik yolu; defektler nedeniyle, yetersiz temizlenmesi büyük miktarda
özellikle C1q, C2 veya C4, genetik yetersizlikleri SLE’ li nükleer antijen birikimiyle sonuçlanır. Lupus için duyarlılık
%10 kadar hastada görülür. Kompleman yetersizlikleri genleri olan çeşitli genlerin polimorfizmi, B ve T lenfositle­
immün komplekslerin ve apoptotik hücrelerin temizlen­ re self-toleransı sürdürmede yetersizliğe neden olur, bu ne­
me defektleri ve B hücre toleransı bozukluğu ile sonla­ denle self-reaktif lenfositler fonksiyonel kalır. Self-reaktif B
nabilir. Bazı hastalarda inhibitor Fc reseptörü, FcyRllb, hücreleri self nükleer antijenlerle uyarılır ve antijenlere kar­
ta rif edilmiştir. Bu, B hücre aktivasyonunun yetersiz şı antikorlar meydana getirilir. Antijen ve antikorların
kontrolüne katkıda bulunabilir. Tüm-genom ilişkilendir- kompleksleri B hücreleri ve DC’ Ierdeki Fc reseptörlerine
me çalışmalarında diğer birçok gen saptanmıştır fakat bağlanır ve belki içeri alınabilirler. Nukleik asit komponent-
Otoimmün Hastalıklar 127

leri TLR’ lere tutunur ve otoantikorlar yapmak üzere B hüc­ ve insidens yaşla artar. Son zamanlarda birçok klinik
relerini uyarır ve immün yanıtı daha da kuvvetlendiren ve laboratuvarda IFA'nm yerini, ayni anda multipl spesi­
daha da apoptoz oluşturan IFN-y meydana getiren, özellik­ fik otoantikorları test eden çok kanallı flow sitometri
le plazmasitoid D C ’ Ier olmak üzere, DC’ Ieri aktive ederler. immün testleri almıştır fakat, bu testler İFA sensitivi-
N et sonuç, yüksek afiniteli otoantikorların meydana gelişi tesine sahip olmayabilir. Ç ift sarm al D N A 'sın a
ile sonlanan antijen salınımı ve immün reaksiyon siklusudur. (dsDNA) ve Smith (Sm) antijeni denilen antijene karşı
antikorlar ELISA veya çoklu flo w (m ultiplex flo w ) yön­
tem leriyle saptanabilir ve SLE için spesifiktirler.
• D iğer otoantikorlar. Kırmızı küreler, trombositler ve
S L E ’de Otoantikor Spektrumu lenfositler dahil, kan hücrelerine karşı antikorlar bir­
Bir konağın nükleer ve sitoplazmik hücre komponentle- çok hastada bulunur. Lupuslu hastaların %40 -
rine, ne organ ne de doku spesifik olan, otoantikorlar %50'sinde antifosfolipid antikorları bulunur ve fosfo­
tesbit edilmiştir. Diğer bir antikor grubu, kan hücreleri­ lipidlerle kompleks oluşturan geniş bir proteinle re­
nin yüzey antijenlerine yöneliktir, diğeri fosfolipidlerle aksiyon verirler. Bazıları sifilizin serolojik testinde
kompleks halindeki proteinlerle reaktiftir (antifosfolipid kullanılan kardiolipin antijenine bağlanır, böylece lu­
antikorlar) (Bölüm 3). puslu hastalar yanlış-pozitif sifiliz testine sahip olabi­
lir. Antifosfolipid antikorlar aşağıda tarif edilen ko-
• A ntinükleer antikorlar. Birçok nükleer antijene karşı
agülasyon bozukluklarına katkıda bulunur.
yönelmiş ANA'lar dört sınıfa gruplandırılabilir: (1)
DNA'ya antikorlar, (2) histonlara antikorlar, (3)
Doku Hasarı Mekanizmaları
RNA'ya bağlı nonhiston proteinlerine antikorlar ve
(4) nükleoler antijenlere antikorlar. Tablo 4-10 ANA'­ Otoantikorların hangi kesin sırada geliştiğine bakmaksı­
lar dahil birçok antikoru sıralamakta ve onların SLE zın bunların, büyük olasılıkla multipl mekanizmalarla,
ile ve sonra tartışılacak diğer otoimmün hastalıklarla doku hasar medyatörleri olmaları muhtemeldir.
ilişkisini içermektedir. ANA'ları tesbit için en yaygın • Lupusta en çok organ hasarına immün kompleks depolan­
kullanılan yöntem, DNA, RNA ve proteinler dahil çe­ ması neden olur. SLE hastalarının deri ve böbrek biop-
şitli nükleer antijenlere bağlı oto antikorları tarayan sileri tipik olarak diffüz ve yoğun, kaba granüler
indirekt immünfluoresan (indirect immunofluores­ kompleman ve immünglobulin depolanmaları göste­
cence assay) (İFA) testidir. İFA ile: homojen veya dif- rir. RNA ile kompleks oluşturan otoantikorlar da tes­
füz, halka veya periferik, kumlu ve nükleoler olmak bit edilir. Bu immün kompleks depolanmalarının kla­
üzere dört boyanma tipi görülür. Her tip spesifik oto- sik kompleman yolunun aktivasyonuyla doku hasarı­
antikorlarm varlığını telkin ederse de bu ilişkinin gü­ na neden olduğu düşünülmüştür (tip III hipersensiti-
cü sınırlıdır ve güvenilmemelidir. İFA ile A N A testi ile­ vite). SLE alevlenmeleri sırasında muhtemelen komp-
r i derecede hassastır ve %95'den fazla SLE hastasında lemanm aktive olması ve meydana gelişinden daha
test p o z itif olacaktır fakat, testin spesifitesi oldukça sınır­ hızlı kullanıldığından, %75 hasta düşmüş serum C3
lıdır. Çünkü diğer otoimmün hastalıklı hastalar, kronik ve C4 seviyeleri içerecektir. Ancak, C lq'su yetersiz
enfeksiyonlar ve kanserde de pozitiftir. Bundan başka, insan veya kemirgen SLE'den korunmamıştır ve
ANA'lar aşağı yukarı %5 - %15 sağlıklı kişide görülür spontan olarak SLE geliştirebilirler ki, doku hasarına

Tablo 4-10 Muhtemel Otoimmün Hastalıklarla Birlikteki Seçilmiş Otoantikorlar

O toantikor (Spesifisite) Başlıca Hastalık(lar) Birlikteliği Hastalıkta Muhtemel Rol(ler)


Anti-dsDNA (çift-kıvrımlı DNA) SLE* immün komplekslerin oluşması
Anti-Sm (ribonükleer kor protein, Sm antijen) SLE* immün komplekslerin oluşması
Anti-RNP U1 (ribonükleer protein) SLE, mikst bağ dokusu hastalığı immün komplekslerin oluşması
Anti-SS-A (Ro), anti-SS-B (La) (ribonükleoproteinler) Sjögren sendromu, SLE Sjögren sendromunda rolü bilinmemekte
Anti-Scl-70 (DNA topoisomerase I) Sistemik skleroz* Bilinmiyor
Anti-histonlar (histon proteinleri) SLE immün komplekslerin oluşması
Anti-centromere (santromer proteinleri) Sınırlı skleroderma, sistemik sklerozis* Bilinmiyor
Antifosfolipid (kan koagulasyonuna katılan Antifosfolipid sendromu, SLE Tromboz epizotları
fosfolipid-protein kompleksleri)
Anti-Jo1 (histidyl tRNA ligase) İltihabi myopatiler* Bilinmiyor
Anti-mitokondriyal Primer biliyer siroz* Bilinmiyor
Anti-eTg (transglutaminase) Dermatitis herpetiformis Bilinmiyor
Anti-nötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) Çeşitli vaskülitler* immün komplekslerin oluşması?
(nötrofil sitoplazmasındaki proteinler) Nötrofil degranülasyonu?
Anti-düz kas Kronik otoimmün hepatit Bilinmiyor
H e r a n t ik o r s p e s ifite s i ilg ili h a s ta lığ ın g ö r ü ld ü ğ ü h a s ta la rın % 3 0 - 9 0 'ı n d a s a p ta n m ış tır, Y ı ld ız la r a n t ik o r s p e s ifite s i v e h a s ta lık a ra s ın d a k i y ü k s e k k o r e la s y o n u
g ö s t e r m e k t e d ir .
SLE, s is te m ik lu pus e rite m a to z u s .
128 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

komplemandan bağımsız mekanizmaların da katkısı SLE’de her tip glorm erulenefrit patogenezi, glomerül-
olduğu ihtimalini yaratır. lerde D N A-anti-D N A komplekslerinin depolanmasını içe­
• SLE'de fa rk lı spesifitelerdeki otoantikorlar SLE patoloji ve rir. Bunlar endotelyal, mezangial ve/veya epitelyal hücrele­
k lin ik belirtilerine (tip II hipersensitivite) katkıda bulu­ rin proliferasyonuna yol açan iltihap cevabına, şiddetli vaka­
nur. Kırm ızı ve beyaz hücrelere ve trombositlere karşı oto­ larda glomeruler nekroza yol açar. Her ne kadar %25-30
antikorlar bu hücreleri, fagositozlarına yol açacak şe­ vakada böbrek ışık mikroskobu ile normal görünürse de,
kilde opsonize eder, olay sitopenilerle sonlanır. Çeşit­ immünfloresan ve elektron mikroskobi ile incelendiğinde
li fosfolipidlere karşı otoantikorlar, hastalarda rekürren hemen tüm SLE vakalarında renal anormallikler saptanır.
spontan düşük ve tromboz epizodlarını içeren çeşitli Şu anki Uluslararası Nefroloji Derneği/Renal Patoloji Der­
klinik sonuçları olan, artmış trombozise yol açar. Bu neği m orfolojik sınıflamasına göre SLE’de, hiçbiri hastalığa
bozukluk antifosfolipid sendromunun bir parçasıdır. spesifik olmayan, altı glomeruler hastalık tipi bulunmakta­
Paradoks olarak, bu antikorlar pıhtılaşma testiyle ka­ dır: class I, minimal mezangial lupus nefriti; class II, me­
zangial proliferatif lupus nefriti; class II I, fokal lupus nefri­
rışır ve "lupus antikoagulanları" denir. Pıhtılaşma fak­
ti; class IV, diffüz lupus nefriti; class V , membranöz lupus
törlerine karşı da; trombin gibi otoantikorlar gelişir ve
nefriti ve class V I, ileri sklerozan lupus nefriti.
bunlar da pıhtılaşma bozukluklarına katkıda bulunur.
Santral s in ir sisteminin çeşitli nörotransnıitter reseptörle­ • Minimal m ezangial lupus nefriti (class I), renal bi-
rine karşı otoantikorlar, hastalığın psikonörotilc komp­ opsilerde nadiren tesbit edilir, immün kompleksler me-
likasyonlarıyla ilişkilendirilmiştir. zangiumda bulunmaktadır, fakat beraberinde ışık mik­
roskobi ile tesbit edilebilir strüktürel değişiklik yoktur.
• ANA'larm intakt hücrelere girebildiğinin kanıtı bu­
lunmamaktadır. Ancak, hücre nukleusu ortaya çıktı­ • Mezangial p ro liferatif lupus nefriti (class II), % 10-
ğında bunlara bağlanabilir. Dokuda hasarlı hücrelerin 25 vakada görülür ve hafif klinik semptomlarla birlikte­
nuldeusları ANATarla reaksiyon verir, kromatin özel­ dir. Mezangiumda, mezangial matriks ve sellülaritede ha-
liklerini kaybederler ve LE cisim cikleri veya hematoksi- fif-orta artışla birlikte, immün kompleksler depolanır.
len cisim cikleri denilen yapıları meydana getirmek • Fokal lupus nefriti (class III), %20-35 vakada görü­
üzere homojenleşirler. Bunun in vitro karşılığı, hasar­ lür. Lezyonlar glomerüllerin yarısından daha azında gö­
lı bir diğer hücrenin denatüre nukleusunu yutmuş bir rülür ve her glomerülde segmental veya global dağılmış­
nötrofil veya makrofaj olan LE hücresidir. Kan alınıp tır. A k tif lezyonlar endotelyal ve mezangial hücre şişme
çalkalandığmda bir miktar lökosit nukleusları ANA'- ve proliferasyonu, nötrofîllerle ve/veya kapiller trom -
lara açık hale gelecek ölçüde hasara uğrar, sekonder bozlu fibrinoid depolanmalarla karakterlidir (Resim 4-
kompleman aktivasyonu ile bu antikor-ve komple- 18, 4). Klinik prezantasyon hafif mikroskobik hematüri
m an-ile opsonize nukleuslar kolayca fagosite edilir. ve proteinüriden, kırmızı küre silindirleri içeren daha ak­
tif üriner sedimente ve şiddetli renal yetmezliğe kadar
Her ne kadar LE hücre testi SLE hastalarının %70 ka­
değişebilir.
darında pozitif ise de şimdi daha çok tarihi anlamda­
dır. • Diffüz lupus n efriti (class IV ), SLE’ de görülen en
ciddi ve ayrıca %35-60 hastada görülmesiyle SLE’ li has­
taların böbrek biopsilerinde en sık saptanan lezyon tipi­
dir. Fokal lupus nefritinden (class III) yarı veya daha faz­
la glomerülün tutulmasıyla ayırt edilir. Glomerüllerin ço­
ğu bu yapılarda diffüz hipersellülariteye neden olan en­
( M OR FO LO Jİ dotelyal ve mezangial proliferasyon gösterir (Resim 4-
18, B) ve bazı vakalarda Bowman kapsülünü işgal eden
SLE değişken belirtileri olan bir sistemik hastalıktır (Tablo
epitelyal kresentler geliştirir. Subendotelyal immün
4-9). Bu nedenle SLE’de m orfolojik değişiklikler ileri dere­
kompleksler yoğun olduğunda, rutin ışık mikroskobun­
cede çeşitlidir ve otoantikorların yapısına, immün komp­
da rijid “ tel-halka” Iarı (wire loop) andıran çepeçevre ka­
lekslerin depolandığı dokulara ve hastalığın seyir ve süresi­
lınlaşma meydana getirirler (Resim 4-18, C). Elektron
ne bağımlıdır. En karakteristik m orfolojik değişiklikler, çe­
mikroskobi elektron-yoğun subendotelyal immün komp­
şitli dokularda immün komplekslerin depolanmasının sonu­
leksler (endotel ve basal membran arasında) ortaya ko­
cudur.
yar (Resim 4-18, D) fakat immün kompleksler ekseri ka­
Kan D a m a rla rı. Küçük arter ve arteriolleri tutan akut piller duvarın diğer kısımlarında ve mezangiumda da var­
n ek ro tizan v a sk u lit her dokuda bulunabilir. A rte rit, an­ dır. İmmünglobulinler ve komplemana yönelik floresan
tikor, D N A , kompleman fragmanları ve fibrinojen içeren antikorlarla boyama ile granüler bir floresan boyanma
damar duvarlarında nekroz ve fibrinoid depolanma ile ka­ şeklinde ortaya çıkan immün kompleksler gösterilebilir
rakterlidir. Transmural ve perivasküler bir lökosit infiltras- (Resim 4-18, E). Normal seyrinde, glomerüler hasar
yonu da sıklıkla vardır. Kronik evrelerde damarlar, fibröz skarlaşma (glomerüloskleroz) yapabilir. Çoğu hastada
kalınlaşma ve lümen daralması gösterir. hematüri ile birlikte, orta-şiddetli proteinüri, hipertansi­
B ö b re kler. B ö b re k tu tu lu m u SLE’ nin en önem li k li­ yon ve renal yetmezlik mevcuttur.
n ik ö ze llik le rin d en b irid ir. Renal yetmezlik en sık ölüm • M em branöz lupus n efriti (class V ), vakaların % 10-
nedenidir. H er ne kadar SLE’de interstisyel ve tubuler lez- 15’inde görülür ve bu deyim kapiller duvarın, subepitel-
yonlar da görülse de, burada odaklanma glomeruler pato­ yal immün komplekslerin birikimine bağlı olarak yaygın
loji üzerinedir. biçimde kalınlaşması için kullanılır. SLE ile birlikte olan
Otoimmün Hastalıklar 129

Resim 4 -1 8 Lupus nefriti. A , Fokal lupus nefriti. Bir glomerülde (segmental dağılım) iki nekrotizan lezyon (H-E boyası). B, Diffüz lupus
nefriti. Glomerül boyunca belirgin artmış sellülarite artışına dikkat ediniz (H-E boyası). C, Yoğun subendotelyal immün kompleks depolan­
masını temsil eden birçok “ wire loop” (tel-halka) lezyonlu bir glomerül gösteren lupus nefriti (periodic acid- Schiff boyası). D, SLE nefritli
bir hastadan renal glomerüler kapiller halkayı gösteren elektron mikrograf. Işık mikroskobi ile görülen “ tel-halka” lara uyan subendotelyal
dens (kondanse) birleşik depolanmalar. E, immünofluoresan ile tesbit edilen granüler tarzda IgG antikoru depolanması. B, bazal membran;
End, endotel; Ep, ayaksı çıkıntılı epitelyal hücre; Mes, mezangium; RBC, kapiller lümende kırmızı küre; US, üriner mesafe; *, subendotelyal
lokalizasyonda elektron-yoğun depolanmalar.
( A - C , D r. Helmut Rennke izniyle, Department o f Pathology, Brigham and Women's Hospital, Boston, Massachusetts. D, Dr. Edwin Eigenbrodt izniyle, Departm ent o f
Pathology, University o f Texas, Southwestern Medical School, Dallas. E, Dr. Jean Olson lütfü ile, Departm ent o f Pathology, University o f California, San Francisco, California.)
130 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

membranöz glomerulonefrit idiopatik membranöz nef-


ropatidekine çok benzer (Bölüm 13). Kapiller duvarların
kalınlaşması bazal membran benzeri materyalin ve ayrı­
ca immün komplekslerin artmış depolanmasındadır. Bu
histolojik değişikliği olan hastalarda hemen daima şiddet­
li proteinüri ve aşikar nefrotik sendrom mevcuttur (Bö­
lüm 13).
• İle ri s k le ro z a n Suspus n e fr it i («Bass ¥ 1), %90’dan
fazla glomerülde k o m p le s k le ro z ile karakterlidir ve
klinik olarak “ son evre” hastalığa uyar.

D eri. Deri hastaların çoğunda tutulur; vakaların aşağı yuka­


rı yarısında malar çıkıntılar ve burun kemerinde karakteris­
a -‘ _■»- r ~ - v '
• • ’» « l-» * *■ -« > *
tik bir eritematöz veya makülopapüler (“ kelebek tarzı” )
erüpsiyon gözlenir. Güneş ışığına maruz kalmak eritemi şid­
detlendirir (fo to s e n s itiv ite denilen) ve sıklıkla güneşe-
maruz alanlar olmak üzere, ekstremiteler ve göğüste her­
hangi bir yerde benzer bir lezyon bulunabilir. Histopatolo-
jik bulgular bazal epidermal tabakada likefaksiyon dejene­
rasyonu, dermoepidermal sınırda ödem ve kan damarları
ve deri ekleri çevresinde mononükleer infiltrasyondur (Re­
sim 4-19, A). İmmünfloresan mikroskobi dermoepidermal
sınırda immünglobulin ve kompleman birikimini gösterir
(Resim 4-19, B). Benzer immünglobulin ve kompleman bi­
rikim leri tutulmamış deride de bulunabilir.

Ek le m ler. Eklem tutulumu sık, fakat ekseri çarpıcı anato­ Resim 4 -1 9 Deriyi tutan sistemik lupus eritematozus. A , H-E
mik değişikliklerle veya eklem deformitesi ile birlikte değil­ boyalı bir kesit, epidermisin bazal tabakasında likefaksiyon dejen­
dir. Bulunduğunda, sinovyal membranlarda şişme ve nons- erasyonu ve dermoepidermal sınırda ödem göstermektedir. B, IgG
pesifik bir mononükleer infiltrasyon içerir. RA’daki gibi, için boyanmış bir immünofloresan mikrograf dermoepidermal sınır
boyunca immünglobulin depolanmaları göstermektedir. H-E, hema-
membranlarda erozyon ve eklem kıkırdağında tahribat ile­
toksilen-eosin; IgG, immünglobulin G.
ri derecede nadirdir.
(A, Dr. Jag Bhawan'm izniyle, Boston University School o f Medicine, Boston,
Massachusetts. 8 , D r. Richard Sontheimer izniyle, Departm ent o f Dermatology,
SSS. Fokal nörolojik bozukluklar ve/veya nöropsikiatrik University o f Texas Southwestern M edical School, Dallas, Texas.)
semptomlar gibi s a n tra l s in ir s is te m i tu tu lu m u da ol­
dukça sıktır. SSS hastalığı, ekseri iskemi veya multifokal se-
rebral mikroinfarktlara neden olan vasküler lezyonlara
bağlanır. Noninflamatuar intimal proliferasyonlu küçük da­
mar anjiyopatisi en sık patolojik lezyondur, belirgin vaskulit
seyrektir. Anjiyopati antifosfolipid antikorların yol açtığı
trombozun sonu olabilir. Erken aterosklerozis olabilir ve
SSS iskemisine katkısı olur. SSS hastalığı için ileri sürülen bir
diğer mekanizma, nörolojik disfonksiyonla sonlanan antinö-
ronal antikorlardır ki, bu hipotez ispatlanmamıştır. zeyinde ve alt kısmında) görülebilen belirgin lezyonlar ha­
linde 1-3 mm siğil tarzı irregüler depolanmalar şeklindedir
Diğer Organlar. B a la k o rta derecede büyümüş olabilir. (Bölüm 10). Artan sayıda hasta da klinik ve anatomik koro­
Kırmızı pulpada bol plazma hücreli folliküler hiperplazi, ner arter hastalığı belirtilerini gösterir. Hızlanmış ateroskle-
kapsüler fibröz kalınlaşma sıktır. Santral penisillier arterler rozisin temeli tam anlaşılmamıştır, fakat olay multifaktöriyel
karakterisitik olarak soğan-kabuğu (on io n -skin ) lo s­ görünmektedir. Tabii ki, immün kompleksler koroner da­
yo n ları oluşturan kalınlaşma ve fibrozis gösterir. marlarda endotelyal hasara yol açacak şekilde depolanabi­
Özellikle perikard ve plevra olmak üzere se re za l lir. Bundan başka, glukokortikoid tedavisi lipid metaboliz­
m em branlar, SLE’de (akut fazda) seröz effüzyondan kro­ masında değişikliklere yol açar ve renal hastalık (SLE’de
nik fazda fibröz opaklaşmaya ilerleyen fibrinöz eksudaya sık) hipertansiyona neden olur Tüm bunlar aterosklerozun
kadar değişen çeşitli iltihabi değişiklikler gösterirler. risk faktörleridir (Bölüm 9).
Kalp tu tu lu m u başlıca perikardit olarak ortaya çıkar. Diğer birçok d o ku ve organ tutulabilir. Değişiklikler
Nonspesifik mononükleer hücre infiltrasyonu şeklinde temel olarak küçük damarların akut vaskuliti, fokal mono­
myokardit ve Libm an-Sacks end o kard iti denilen lezyon- nükleer infiltrasyon ve fibrinoid depolanmalarıdır. Ek ola­
lar da meydana gelebilir fakat, yoğun kortikosteroid tedavi­ rak akciğ erlerd e plevral iltihapla birlikte interstisyel fibro­
sinin uygulandığı zamanımızda bunlar daha azdır. Bu non- zis ortaya çıkabilir, k a raciğ er portal mesafelerde nonspe­
b ak te riyel v e rrü k ö z e n d o k a rd it, kapakçıkların her iki sifik iltihap gösterir.
yüzünde (yani, kapakçıkların kan akımına maruz kalan yü-
Otoimmün Hastalıklar 131

K linik B e lirtiler • Hastalık belirtileri nefrit, deri lezyonları, a rtrit (immün


SLE, çok değişken klinik prezantasyonlu bir multisis- kompleks depolanmasının yol açtığı), hematolojik ve nö­
tem hastalığıdır. Hasta tipik olarak aşağıdaki bazı, an­ rolojik anomalileri içerir.
cak nadiren tüm özellikleri, gösteren genç bir kadındır: • SLE’de self-tolerans bozukluğunun temelindeki neden bi­
yüzde kelebek döküntüsü, ateş, bir veya daha fazla peri- linmemektedir. Bu, nükleer antijenlerin artmasını veya
ferik eklemde (el ve bilek, ayaklar, dizler, dirsekler, kalıcılığını, multipl kalıtımsal duyarlılık genlerini ve çevre­
omuzlar) ağrı ve şişme, plöritik göğüs ağrısı ve fotosen- sel tetikleyicileri (sellüler apoptoz ve nükleer proteinle­
sitivite. Ancak hastaların çoğunda SLE prezantasyonu, rin salıverilmesiyle sonlanan UV radyasyonu gibi) içerebi­
lir.
bilinmeyen orijinli ateşli bir hastalıktan, anormal üriner
bulgulara veya RA'i veya romatizmal ateşi taklit eden
eklem hastalığı görüntüleri alır şekilde sinsi ve problem­
lidir. ANA'lar hemen %100 hastada bulunur fakat önem­
li nokta, ANA'lar spesifik değildir (Tablo 4-10). Hematü- Romatoid A r trit
ri, kırmızı küre silendirleri, proteinüri ve bazı vakalarda
klasik nefrotik sendrom dahil birçok klinik bulgu renal Romatoid artrit (RA), birçok dokuyu etkileyen sistemik
tutulumu işaret edebilir (Bölüm 13). Bazı hematolojik bir kronik inflamatuar hastalıktır. Ancak, özellikle ek­
bozuklularm laboratuvar kanıtı sıktır ve bazı hastalarda lemlere saldırarak, eklem kıkırdağının ve altındaki ke­
anemi veya trombositopeni çıkış belirtisi olduğu kadar, miğin hasarına kadar ilerleyen ve sakatlayıcı bir artrit ile
başlıca klinik problem olabilir. Diğerlerinde psikoz ve sonuçlanan nonsupüratif proliferatif bir sinovite yol
konvülziyonlar dahil, nöropsikiatrik belirtiler veya koro­ açar. Başlıca lezyon eklemleri ve kemiği etkilediğinden,
ner arter hastalığı belirgin klinik problem olabilir. SLETi bu hastalık ve bu hastalığın juvenil tipi diğer iltihabi ek­
hastalar başlıca alttaki immün bozukluğa ve immünsüp- lem hastalıkları ile birlikte Bölüm 20'de anlatılmıştır.
resif ilaçlarla tedaviye bağlı olmak üzere enfeksiyonlara
da yatkındır. Son stratejiler anti-CD20 antikorla B hücre
azaltılması (Rituximab) ve büyüme faktörlerinin blokajı­ Sjögren Sendromu
dır. Hastalığın seyri değişken ve kestirilemezdir. Nadir
akut vakalar haftalar, aylar içinde ölüme ilerler. Daha sık Sjögren sendromu, lakrimal bezler ve tükrük bezlerinin
olarak uygun tedavi ile hastalık, yıllar hatta dekadlar immün aracılı tahribinden gelişen kuru gözler (kerato­
alan alevlenmeler ve remisyonlarla karakterlidir. Akut conjunctivitis sicca) ve kuru ağızla (xerostomia) karakterli
alevlenmelerde, artmış immün kompleks depolanmaları bir klinikopatolojik antitedir. Sicca sendromu olarak da
ve eşlik eden kompleman aktivasyonunun hipokomple- bilinen izole bir bozukluk (primer tip) veya daha sıklık­
mantemiye yol açtığı düşünülür. Hastalığın şiddetlen­ la diğer bir otoimmün hastalıkla birlikte olur (sekonder
meleri ekseri kortikosteroidler ve immünsupressif ilaç­ tip). İlişkili olduğu hastalıklar arasında en sık olanı
larla tedavi edilir. Bazı hastalarda hastalık, hatta tedavi- RA'dır, fakat bazı hastalarda SLE, polimiyozit, sistemik
siz, sadece deri belirtileriyle ve hafif hematüri ile yıllar­ skleroz, vaskülit veya tiroidit mevcuttur.
ca benign seyir gösterebilir. Seyir anlamlı olarak iyileş­
miştir ve 5 yıl yaşam, hastaların aşağı yukarı %95 kada­
rında beklenebilir. En sık ölüm nedenleri renal yetmezlik,
araya giren enfeksiyonlar ve kardiyovaskiiler hastalıklardır.
Özellikle B hücre hiperstimülasyonunun sık olduğu has­
talıklarla (aşağıda tartışılan Sjögren sendromu gibi) bir­
o PATO G EN EZ
Bir dizi kanıt Sjögren sendromunun, ekzokrin glandların
likteliğin sık olduğu B hücreli lenfomalar olmak üzere, duktal epitel hücrelerindeki bilinmeyen antijenlere karşı
kanser insidensi de yükselmiştir. Steroidler ve immün- CD4+ T hücrelerin reaksiyonundan gelişen, bir otoimmün
süpresif ilaçlarla tedavi olan hastalar bu tedavilerin bek­ hastalık olduğunu düşündürmektedir. A N A ’ lar ve romato­
lenen risklerine sahiptir. id faktör (RF) (beraberinde RA yokken bile) varlığıyla des­
teklenen sistemik bir B hücre hiperaktivitesi de vardır. Pri­
mer Sjögren sendromlu hastaların çoğu, ribonükleoprote-
in (RNP) antijenleri olan SS-A (Ro) ve SS-B (La)’ya karşı
otoantikorlara sahiptir. Dikkat edilirse, bu antikorlar bazı
SLE hastalarında da vardır, bu nedenle Sjögren sendromu
O Ö ZET için tanı koydurucu değildirler (Tablo 4 -1 0 ). Her ne kadar
Sistemik Lupus Eritematozus yüksek SS-A antikor titrasyonlu hastaların sistemik (ekst-
raglandüler) belirtilere sahip olması daha muhtemel ise de,
• SLE birçok self-antijene karşı gelişen otoantikorların ve otoantikorların primer doku hasarına yol açtığına ait kanıt
immün kompleks gelişmesinin yo! açtığı sistemik bir o to ­ yoktur. Bir viral tetikleyici de ileri sürülmüştür, fakat neden
immün hastalıktır. olabilecek virus kesin olarak tesbit edilmemiştir. Sjögren
• Başlıca otoantikorlar ve dolaşan immün komplekslerin sendromu patogenezinde genetik değişiklikler de rol oy­
oluşumundan sorumlu olanlar nükleer antijenlere yöne­ nar. SLE’de olduğu gibi, belli class II MHC allellerin kalıtımı
liktir. Diğer otoantikorlar eritrositler, trom bositler ve spesifik RNP otoantikorlarının gelişmesine yatkınlık oluştu­
çeşitli proteinli fosfolipid komplekslerle reaktiftir. rur.
132 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

Resim 4 -2 0 Sjögren sendromu. A , Tükrük bezinde büyüme. B, Histolojik bulgular, yoğun lenfosit ve plazma hücre infiltrasyonu ile bir­
likte duktal epitelyal hiperplazi içermekte.
(A, Dr. Richard Sontheimer izniyle, Department o f Dermatology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas. B, Dr. Dennis Burns izniyle, Department
o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)

M ORFOLOJİ ÖZET
Lakrimal bezler ve tü krü k bezleri prim er hedeftirler, fakat Sjörgen Sendromu
nazofarinkste, üst solunum yolunda ve vajinada olanlar da
• Sjögren sendromu primer olarak tükrük bezleri ve göz­
dahil, diğer sekretuar glandlar da tutulabilir. Histolojik ince­
yaşı bezlerini etkileyen, ağız ve gözlerin kuruluğuna yol
leme, bazen germinal merkezli lenfoid folliküller yapan yo­
açan iltihabi bir hastalıktır.
ğun lenfosit (başlıca aktive CD4+ T hücreler) ve plazma
• Hastalığa, bu glandlarda salgılanan self antijenler veya do­
hücresi infiltrasyonu gösterir. Beraberinde normal yapıda
kuları enfekte eden bir virüsün antijenleri gibi bilinmeyen
hasar vardır (Resim 4-20).
bir veya daha fazla antijene karşı otoimmün bir T hücre
Lakrimal gland hasarı, kornea epiteli kuruması ve takip
reaksiyonunun sebep olduğuna inanılır.
eden iltihap, erozyon ve ülserasyona (k erato k o n jo n k ti-
v it) yol açan, göz yaşı yokluğu ile sonlanır. Tükrük bezi
üretiminin kaybı sonucu benzer değişiklikler, fissür ve ülser
oluşturan iltihaplı mukozal atrofi (xero sto m ia) geliştire­
cek şekilde, oral mukozada da olur. Burnun kuruması ve
kabuklanması nazal septumun ülserasyonu ve hatta perfo-
Sistemik Skleroz (Skleroderma)
rasyonuna yol açabilir. Solunum yolları katıldığında, sekon-
der larinjit, bronşit, pnömonit ortaya çıkabilir. Hastaların Sistemik skleroz (SS), multipl otoantikor oluşumunun başlı­
%25 kadarı (özellikle anti-SS-A antikorlular) SSS, deri, böb­ ca otoimmüınite kanıtı olduğu, multipl dokuda obliteran vas-
rekler ve kası tutan ekstraglanduler hastalığa yakalanır. Re­
küler hastalık ve yoğun fibrozis ile karakterli bir immünolo­
nal lezyonlar, tubuler transport defektleriyle birlikte olan
jik bozukluktur. Deri major hedef olduğundan sıklıkla
hafif interstisyel nefrit tipindedir. SLE’den farklı olarak glo-
skleroderma denir, fakat lezyonlar vücut boyunca bu­
merulonefrit nadirdir.
lunduğundan, bu bozukluğu "sistemik" deyimi daha iyi
tanımlar. Kutanöz tutulum olağan başlangıç belirtisidir
ve vakaların %95 kadarında görülür, fakat gastrointesti­
nal sistem, akciğerler, böbrekler ve iskelet kaslarından
K linik Seyir
oluşan viseral tutulum morbidite ve mortalitenin çoğun­
Sjögren sendromu yaklaşık % 90 oranında 35-45 yaşlar dan sorumludur.
arasındaki kadınlarda gelişir. Hastalar ağız kuruluğu, SS, klinik seyri temelinde iki grupta sınıflanabilir:
gözyaşı kaybı ve yukarıda tarif edilen komplikasyonlar­
la ortaya çıkar. Tükürük bezleri lenfositik infiltrasyon • Diffüz skleroderma, başlangıçta yaygın deri tutulumu,
sonucu genellikle büyümüştür (Resim 4-20). Ekstrag­ hızlı ilerleme ve seyrek organ tutulumu ile karakterli­
landuler belirtiler sinovit, pulmoner fibrozis ve periferik dir.
nöropatiyi içerir. Sjögren hastalarının %60 kadarı, bera­ • Sınırlı skleroderma, sıklıkla el parmaklan ve yüzde sı­
berinde RA gibi bir diğer otoimmün hastalığı içerir. Dik­ nırlı, nispeten hafif deri tutulumludur. Organ tutulu­
kat çeker şekilde, başlangıçtaki şiddetli poliklonal B hüc­ mu geç olur böylece, hastalık bu hastalarda oldukça
re proliferasyonu zemininde gelişen 40 kez artmış bir benign seyididir. Bu klinik tablo, sık bulguları kalsi-
non-Hodgkin B hücre lenfoması geliştirme riski vardır. nozis, Raynaud fenomeni, özofagial motilite bozuklu­
Marginal zon lenfomaları denilen bu lenfomalar Bölüm ğu, sklerodaktili ve telanjiektazi olduğundan CREST
1 1 'de anlatılmaktadır. sendromu olarak isimlendirilir.
.............. I l l |H . _ _ V _ : _______ _______ ...

Otoimmün Hastalıklar 133

DIŞ UYARANLAR? GENETİK DUYARLILIK DIŞ UYARANLAR?

i
Endotelyal hasar

i
Proliferatif ve
obliteratif Pro-fibrotik sitokinlerin Otoantikorlar
vaskülopati yapımı
___________|_ (ör. TGF-p, IL-13, PDGF

iskemi, onarım

V
Pulmoner Ekstraselüler matriks proteinleri
arteriyel sentezinde ♦: deri ve parenkimal
hipertansiyon organları tutan fibrozis

Resim 4-21 Sistemik skleroz patogenezi için bir model. Bilinmeyen dış uyarılar genetik olarak hassas kişilerde vasküler anomalilere ve
immün aktivasyona neden olur ve her ikisi de yoğun fibrozise katkı sağlar.

o PATO G EN EZ
Hastalığın sebebi bilinmemektedir fakat muhtemelen gene­
tik ve çevresel faktörler katkı sağlar, ileri sürülen olaylar sı­
rası aşağıdakilerdir (Resim 4-12). ( ' MORFOLOJİ
• Bilinmeyen mekanizmalarla küçük arterlerin endotel SS’de hemen her organ tutulabilir fakat en belirgin değişik­
hücre h asarı, endotelyal aktivasyona, artmış adhezyon likler deri, kas-iskelet sistemi, gastrointestinal traktus, akci­
molekülleri ekspresyonuna ve aktive T hücrelerin peri- ğerler, böbrekler ve kalpte bulunur.
vasküler dokulara göçüne yol açar. Lokal T hücre reak­
siyonu endotel hücrelerinin te kra r aktivasyonu ve hasa­ D eri. Hastaların çok büyük kısmı el parmaklarından ve üst
rına neden olur. ekstremite distal bölgesinden başlayan ve üst kolları, omuz­
• T hü creleri bazı self antijenlere cevap verir ve sitokin lar ve yüzü tutmak üzere proksimale uzanan diffüz sklero-
oluştururlar. Dominant T hücrelerinin T H2 hücreler ol­ tik deri atrofîsine sahiptir. Erken evrelerde tutulmuş deri
duğu belirtilm iştir ve bunların sitokinleri alternatif mak- bölgeleri biraz ödemli ve hamur kıvamlıdır. Histopatolojik
rofaj aktivasyonu ve kollajen depolanması meydana geti­ bulgular ödem ve CD4+ T hücreleri içeren perivasküler in-
rir. Aktive T hücreleri ve makrofajlar; fibroblastları filtrasyonu içerir. Kapillerler ve küçük arterler (500 pm çap
ak tive eden ve kollajen m eydana gelişini uyaran, kadar büyüklükte) bazal lamina kalınlaşması, endotelyal
fibrozis ile sonlanan sitokinler meydana getirir. Bu sito- hücre hasarı ve parsiyel oklüzyon gösterebilir,
kinler TGF-p, IL-13, trombosit- kökenli büyüme faktörü ilerleme ile ödem fazı, dermişin subkutan yapılara sıkıca
(platelet-derived growth factor-PDGF) ve diğerleridir. bağlı hale geldiği, progresif fibrozis ile yer değiştirir. Der-
• Tekrarlayan endotelyal hasar ve bunu izleyen trombosit misde epidermis incelmesi ile birlikte belirgin artmış kom­
agregasyonu, endotelyal proliferasyona ve intim al pakt kollajen, dermal eklerde atrofi ve dermal arteriol ve
fibrozise yol açar. Bu da periadventisyal fibrozis ile bir­ kapillerlerde hyalin kalınlaşma vardır (Resim 4-22, A, B).
likte küçük damarları daraltır, sonucunda iske m ik ha­ Özellikle CREST sendromlu hastalarda olmak üzere, fokal
sa r meydana gelir. Bunu izleyen onarım reaksiyonu da­ veya bazen diffüz subkutan kalsifikasyonlar olur, ileri evre­
ha fazla fibrozise neden olabilir ve böylelikle kendi ken­ lerde parmaklar, eklemlerde hareket sınırlılığı ile birlikte,
dini sürekli kılan bir döngü meydana getirir. ince sivri pençe gibi görünüm alır (Resim 4-22, C) ve yüz
• Hipergammaglobulinemi ve A N A ’ lar bulunmasının gös­ maske haline gelir. Kan gelişinin kaybı teminal falankslarda
terdiği gibi, B hücre aktivasyonu da olur. Her ne ka­ kutanöz ülserasyonlara, amputasyon dahil atrofik değişik­
dar SS patogenezinde humoral immünitenin anlamlı rol liklere yol açabilir.
oynadığına dair kanıt yoksa da, iki A N A hemen hemen
bu hastalığa özgüdür, bu nedenle tanıda yararlıdırlar G astrointestinal T ra k t. Gastrointestinal tra k t %90 ka­
(Tablo 4-10). Bunlardan biri olan D N A to p o izo m eraz dar hastada etkilenmiştir. Kas tabakasının progresif atrofisi
I (anti-Scl-70)’e yönelik A N A oldukça spesifiktir. Diffüz ve kollajenöz fibröz dokuya yer değiştirmesi barsağın her­
sklerodermalı hastaların %70 kadarında (ve diğer bağ hangi bir seviyesinde gelişebilir fakat, özofagusta en şiddet­
dokusu hastalıklı hastalarda %1’ den az) bulunur ve pul­ lidir. Özofagusun alt üçte-ikisi ekseri tipik lastik hortumdan
moner fibrozis ve periferik vasküler değişiklikli daha ag- farklı olmayan bir fleksibilite kaybı gösterir. Beraberindeki
ressif hastalığın gelişmesinin b ir belirleyicisidir. Sınırlı alt özofagial sfinkter fonksiyon kaybı gastroözofagial reflü
sklerodermalı (CREST sendromu, gibi) hastalarda %90 ve bunun komplikasyonları Barret metaplazisi (Bölüm 14)
kadar bulunan diğer A N A , bir an tisentro m er anti­ ve striktürler geliştirir. Mukoza incelmiştir ve ülsere olabilir,
k o rd u r, nispeten benign seyri belirtir. lamina propria ve submukozanın yoğun kollajenizasyonu
134 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

(malign hipertansiyon) gösterir. H iperta nsif hastalarda vas­


küler değişiklikler daha be lirgindir ve ekseri tutulan arteri-
ollerin, tro m b o zu ve infarktla b irlikte olm ak üzere fib rin o ­
id nekrozu ile b irlikte d ir. Bu hastalar sıklıkla renal yetm ez­
lik ile ö lü r ki, SS’e bağlanabilir ölüm lerin yarısı kadarını
oluşturur. Spesifik glom e ru le r değişiklikler yoktu r.

Kalp. İntram yokardiyal arte rio lle rd e kalınlaşma ile birlikte


yamalı fibrozis hastaların üçte-birinde olur. Buna m uhtem e­
len m ikrovasküler hasar ve bunun sonucu iskemi (kardiyak
Raynaud denilen) yol açar. A kciğerdeki değişiklikler nede­
niyle sağ ve n trikü le r h ip e rtro fi ve yetm ezlik (k o r pulmona­
le) sıktır.

K lin ik Seyir
SS, kadınları 50-60 yaş grubunda pik yapacak şekilde er­
keklerden üç kat fazla tutar. SS prezantasyonu ile RA,
SLE ve dematomiyozit (sonra görülecek) prezantasyonu
arasında kayda değer bir çakışma vardır. SS'in ayırt etti­
rici özelliği çarpıcı deri tutulmasıdır. Hastaların hemen ta­
mamı arterlerde geri dönebilir vazospazmla karakterli
vasküler bir bozukluk, Raynaud fenomeni, gösterir. Eller
soğuğa maruz kaldığında tipik olarak vazospazmı yansı­
tan beyaza döner, iskemi ve siyanoz eklendiğinde bunu
Resim 4 -2 2 Sistemik skleroz. A , Normal deri. B, Dermisde yaygın mavi bir renk takip eder. Sonunda vazodilatasyon oldu­
kondanse kollajen depolanması. C, Yaygın subkutan fibrozis pençe ğunda renk değişikliği kırmızıya döner. Deride ilerleyen
benzeri bir fleksiyon deformitesi yaratarak, parmakları hemen kollajen depolanması, ellerin sertliğinin artışıyla birlikte
tümüyle hareketsizleştirmiş. Kan temininin kaybı kutanöz ülserasy-
atrofisine ve sonunda eklemlerin tam hareketsizliğine
onlara yol açmış.
(Richard Sontheimer izniyle, Department o f Dermatology, University o f Texas
yol açar. Ozofagusta fibrozis ve bunun sonucu olan hipo-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) motilite nedeniyle yutma güçlüğü gelişir. Sonuçta, özo-
fagus duvarındaki hasar atoni ve dilatasyona yol açar.
Submukozal ve müsküler atrofi ve fibrozis ince barsağı
tutarsa malabsorpsiyon görülebilir. Dispne ve kronik ök­
vardır, ince barsakta villusların ve m ikrovillusların kaybı ata- sürük pulmoner değişiklikleri yansıtır, ilerleyen akciğer
ke hastalarda bazen görülen malabsorpsiyon sendrom unun tutulumu ile sağ kalp yetmezliğine yol açan sekonder pul­
anatom ik tem elidir. moner hipertansiyon gelişebilir. Hem ileri SS, hem birlik­
teki malign hipertansiyona sekonder, renal fonksiyon
K as-iskelet Sistem i. Sinovyal hiperplazi ve iltihap erken
bozukluğu sıklıkla göze çarpar.
evrelerde sıktır, sonra fibrozis gelişir. H e r ne kadar bu de­
Diffüz SS seyrini tahmin güçtür. Her ne kadar renal
ğişiklikler R A’ İ hatırlatırsa da, eklem hasarı SS’ de beklen­
mez. Hastaların küçük b ir kısmında (% 10 kadar) polim yo-
tutulum yokluğunda yaşam normal olabilirse de, hasta­
zitten ayırt edilemeyen iltihabi m yozit gelişebilir. ların çoğunda hastalık birçok yıl içinde yavaş, sabit iniş­
li bir seyir gösterir. 10 yıl yaşama oranı %35-%70 arasın­
A k ciğ e rle r. A kciğ e rle r % 5 0 ’den fazla hastada etkilenm iş­ da değişir. Lokalize sklerodermalı hastalarda yaşam şan­
tir. Tutulum pu lm o ner hipertansiyon ve /ve ya interstisyel sı olağan diffüz progressif hastalıklılardan anlamlı ola­
fibrozis olarak ortaya çıkar. Pulm oner vasküler endotelyal rak daha iyidir. Sınırlı skleroderma veya CREST sendro-
disfonksiyon nedeniyle oluşan pu lm o ner vazospazm pul­
munda, başlangıçta sıklıkla Raynaud fenomeni mevcut­
m on er hipertansiyon patogenezinde önem li kabul edilir.
tur. Parmaklar ve yüzde sınırlı deri tutulumuyla ilişkili­
Pulm oner fibrozis, bulunduğunda id iop atik pulm oner fîb ro-
dir ve bu iki özellik viseral lezyonlarm görünmesinden
zisde görülenden ayırt edilem ez (Bölüm 12).
yıllar önce bulunabilir.
B ö b re k ler. Renal anomaliler, en tip ik olarak in te rlo buler
a rte rle rd e (1 5 0-5 00 pm çapta) kalınlaşma ile b irlikte olm ak
üzere, SS hastalarının üçte-ikisinde olur. Bunlar, çeşitli gli-
ko p ro te in le r ve asit m ukopolisakkaritlerin depolanması ile ö Ö ZE T
b irlikte , intim al-hücre proliferasyonu gösterir. H e r ne ka­
dar benzer değişiklikler malign hipertansiyonda görülürse
Sistemik Skleroz
de, değişiklikler 150-500 pm çaplı dam arlar ile sınırlıdır ve • SS (sıklıkla skleroderma denilen) deri, gastrointestinal
daima hipertansiyonla b irlikte değildir. H ipertansiyon %30 tra k t ve diğer dokuların progressif fibrozisi ile karakter­
hastada olur, bu hastaların % 2 0 ’sinde şiddetle malign seyir lidir.
Transplantların Reddi 135

• Fibrozis T hücrelerin meydana getirdiği sitokinlerle fib- larda ekstra-pankreatik belirtiler tesbit edildiğinde ta­
roblastların aktivasyonu sonucu olabilir, fakat T hücrele­ nındı ise de IgG4-RD; safra yolları tükrük bezleri, peri­
ri neyin tetiklediği bilinmemektedir. orbital dokular, böbrekler, akciğerler, lenf nodülleri, me-
• SS lezyonlarında kronik iskemiye neden olan endotelyal ninksler, aorta, meme, prostat, tiroid, perikard ve deri
hasar ve mikrovasküler hastalık sıklıkla vardır, fakat vas- dahil, hemen tüm organ sisteminde tarif edilmiştir. His-
küler hasarın patogenezi bilinmemektedir. topatolojik özellikler organlarda, hastalığın yerine bak­
maksızın, çarpıcı benzerlikler taşır. Bunlar, mikst bir
lenfoid hücre infiltrasyonu (T hücreleri, B hücreleri ve
plazma hücreleri), storiform fibrozis, obliteratif filebit ve
hafiften orta şiddete doku eozinofiliyi içerir. B hücreleri
İltihabi Miyopatiler tipik olarak germinal merkezlerde organize olur fakat, T
İltihabi miyopatiler immün-aracılı kas hasarı ve iltihapla hücreleri-baskm hücre tipi-lezyon boyunca diffüz şekil­
karakterli nadir bozuklukların heterojen bir grubunu de dağılmıştır. IgG4'ün IgG-taşıyan plazma hücrelerine
oluşturur. Klinik, morfolojik ve immünolojik özelliklerin oranı (semikantitatif immünhistokimyaya dayanan) ti­
temelinde üç bozukluk—polimiyozit, dermatomiyozit ve pik olarak %50 veya daha fazladır.
inklüzyon cisimciği miyoziti—tanımlanmıştır. Bunlar Bö­ Uzun zaman tek organa özgü görülen çoğu medikal
lüm 2 1 'de tartışılmıştır. durum IgG4-RD spektrumunun parçasıdır. Bunlar, Mi­
kulicz sendromu (tükrük ve lakrimal bezlerin büyüme
ve fibrozisi), Riedel tiroiditi, idiopatik retroperitoneal
Mikst Bağ Dokusu Hastalığı fibrozis, otoimmün pankreatit ve göz, akciğerler ve böb­
reklerin iltihabi psödotümörleridir.
Mikst bağ dokusu hastalığı hastalarda SLE, polimyozit ve Bu durumun patogenezinde IgG4'iin rolü tümüyle
SS düşündüren klinik özelliklerle ortaya çıkan bir pato­ anlaşılmamıştır. Ancak, B hücrelerin azalması ve Rituxi-
lojik olaylar spektrumunu ifade eder. Bunlar U1RNP de­ mab gibi anti-B hücre ajanlarının klinik yarar sağlamış
nilen bir RNP antijenine yüksek türelerde antikorlara olduğu ilk çalışmalar, B hücrelerin kilit rolünü desteklen­
sahiptir. Mikst bağ dokusu hastalığının diğer iki özelliği, miştir. Hastalığın gerçekten otoimmün tabiatta mı oldu­
renal hastalığın azlığı ve kortikosteroidlere ileri derece­ ğu net değildir ve hedef otoantijenler tesbit edilmemiştir.
de iyi bir cevaptır ki, her ikisi de uzun süreli iyi bir prog-
nozu belirtir.
Mikst bağ dokusu hastalığı artrit, ellerin şişmesi, Ray­
naud fenomeni, özofajial dismotilite, myozit, lökopeni TRANSPLANTLARIN REDDİ
ve anemi, ateş, lenfadenopati ve/veya hipergammaglo-
bulinemi ile ortaya çıkabilir. Bu çakışan özellikler nede­ Organların aynı türün bir ferdinden diğerine (allogreft
niyle, mikst bağ dokusu hastalığının farklı bir klinik an- denilen) nakli için temel engel, nakledilen dokunun im­
tite mi, yoksa heterojen bir SLE, sistemik skleroz ve po­ münolojik reddidir. Red, hem hücre-aracılı hem antilcor-
limyozit alt tipi mi olduğu tamamen aydınlık değildir, aracılı, grefti tahrip eden reaksiyonları kapsayan komp­
otoritelerin çoğu spesifik bir antite olarak kabul etmez. leks bir fenomendir. Başarılı transplantasyonun anahta­
rı, reddi önleyen veya minimalize eden tedavilerin geliş­
tirilmesi olmuştur. Aşağıda, greftler nasıl yabancı olarak
Poliarteritis Nodosa ve Diğer Vaskulitler tanınır ve nasıl red edilirler konusu tartışılmıştır.
Poliarteritis nodosa en muhtemel olarak, kan damarla­
rında immün komplekslerin depolanmasının yol açtığı Allogreftlerin İmmün Tanınması
nekrotizan iltihapla karakterli bir hastalık grubuna da­
hildir. Genel terimiyle nonerıfeksiyöz nekrotizan vaskulit Allogreftlerin reddi temelde MHC moleküllerine bir yanıttır
terimi bu durumları, direkt damar infeksiyonundan (bir ve MHC molekülleri öyle polimorfiktir ki, saf olmayan
abse gibi) ayırır ve her tip damarın—arterler, arteriyoller, topluluktaki kişilerin çoğu, eksprese ettikleri MHC mo­
venler veya kapillerler—tutulabileceğini vurgular. Vaskü- leküllerinin en azından bir kısmında farklıdırlar (tabii
litlerin ayrıntılı bir sınıflaması ve tarifi Bölüm 9'da veril­ ki, tek yumurta ikizleri dışında). Konak immün sistemi­
miştir. nin greftteki MHC moleküllerini tanıyıp, cevap verdiği
iki ana mekanizma vardır (Resim 4-23).

lgG4-İlişkili Hastalık • Direkt tanıma. Konak T hücreleri greft hücrelerinde


eksprese edilen allojenik (yabancı) MHC molekülleri­
IgG4-ilişkili hastalık (IgG4-RD), birçok organda tümör- ni doğrudan tanır. Yabancı MHC'nin direkt tanınma­
benzeri lezyonlar geliştirme yeteneği ile karakterli, yeni sı, MHC kısıtlaması (restriction) kuralını bozuyor gi­
tanınan bir fibroinflamatuvar durumdur. Hastalık sıktır, bi görünmektedir. Bu öyle bir durumdur ki, her kişi­
fakat daima yüksek IgG4 konsantrasyonuyla birlikte de­ de bütün T hücreler sadece o kişinin MHC molekül­
ğildir. Ancak dokuda, yüksek sayıda IgG4-oluşturan leri ile sunulan yabancı antijenleri tanımak için eğitil­
plazma hücreleri, bu hastalığın olmazsa olmazıdır. Her mişlerdir. Allojenik MHC moleküllerinin (bağlı her
ne kadar sadece yakında, otoimmün pankreatitli hasta­ peptidle) yapısal olarak self-MHC ve yabancı peptid-
136 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

DİREKT YOLAK İNDİREKT YOLAK

Greftteki antijen Greft Alıcının antijen


sunan hücre hücreleri sunan hücreleri
Class I Class II
MHC MHC
molekülü molekülü

BÖBREK KAN
DAMARLARI
O. i
CD4+ helper T hücreleri B lenfosit

Endoteliitis
IFN-y

Plazma hücreleri
Aktive
makrofajlar

Antikorlar

Hasar Endotel hasarı

BÖBREK TUBULUSU BÖBREK KAN DAMARLARI _____ )

Resim 4 -2 3 Allogreftlerin tanınması ve reddi. D irekt yolda, greftteki (gösterilmeyen kostimülatörlerle beraber) verici antijen sunan
hücrelerindeki (APC’ ler) class I ve class II antijenleri sırasıyla konak CD 8 + sitotoksik T hücreler ve CD4+ yardımcı T hücreleri tarafından
tanınır. CD4+ hücreler prolifere olur ve lokal geç-tip hipersensitivite reaksiyonuyla doku hasarı yapan sitokinler (IFN-y, gibi) meydana
getirirler. Greft antijenlerine cevap veren CD 8 + T hücreler, greft hücrelerini öldüren CTL’lere farklılaşır, indirekt yolda greft antijenleri
konak APC’ Ieri tarafından sergilenir ve grefti lokal geç-tip hipersensitivite reaksiyonuyla hasarlandıran ve B hücreleri antikor oluşturmak
için uyaran CD4+ hücreleri aktive eder. IFN-y, interferon-y; MHC, majör histokompatibiiite kompleksi.

leri taklid ettiği ileri sürülmüştür. MHC ve yabancı tihabi cevaba yönelir.
peptid ve böylece allojenik MHC'nin direkt tanınma­ İndirekt tanıma. Bu yolla, konak CD4+ T hücreleri ve­
sı temelde bir çapraz-immün reaksiyondur. Greftteki rici MHC moleküllerini bu moleküller yakalanıp, işle­
DC'ler yüksek seviyelerde MHC, ayrıca kostimulatör nip, konağın kendi APC'leri tarafından sunulduktan
moleküller eksprese ederler. Bunların, direkt tanın­ sonra tanır. Bu sıra diğer yabancı (mikrobiyal, gibi)
maya katkı sağlayan majör suçlu olduklarına inanılır. antijenlerin fizyolojik işlenmesine ve sunulmasına
Direkt tanımanın en büyük sonucu, greftteki class I benzer. Aktive CD4+ T hücreler sonra, greft antijenle­
MHC moleküllerini (HLA-A, B) tanıyan konak CD 8 + rini sunan APC'leri tanır, iltihap oluşturan ve grefti
T hücrelerin aktivasyonudur. Bu T hücreler, greftteki hasarlandıran sitokinleri salgılar. Greft alloantij enlere
hücreleri öldüren CTLTere diferansiye olur. Konak karşı antikor gelişmesinde indirekt yol da yer alır.
CD4+ yardımcı T hücreler, verici (donor) class II Eğer bu antijenler proteinlerse, konak B hücreleri ta­
MHC (HLA-D) moleküllerinin tanınması ile prolife- rafından alınır ve peptidler yardımcı T hücrelere su­
rasyon ve sitokin oluşturmaya tetiklenebilir ve bir il- nulur, sonra antikor cevabını stimule eder.
Transplantların Reddi 137

Greft Reddinin Efektör Mekanizmaları ler içinde) sonlanır, çünkü dolaşan antikorlar, sonucun­
da kompleman aktivasyonu ve tombozis geliştirmek
T hücreleri ve antikorlar, her ikisi de, çoğu solid organın üzere, hızla nakledilmiş organın endoteline bağlanır.
allogreftlerinin reddine katılır (Resim 4-23). Zamanımızdaki uygulama olan; muhtemel alıcıların ön­
ceden oluşmuş anti-HLA antikorlar için taranması ve
T Hücre-Aracılı Red çapraz karşılaştırma (verici lenfositlerine karşı antikor­
CTL'ler greft dokularındaki hücreleri, parenkimal ve en- ların varlığı için alıcıların test edilmesi) ile hiperakut
dotelyal hücre ölümüne yol açarak (endotelyal olan red, transplant alıcılarının %0.4'ünden azında gelişmek­
tromboz ve greft iskemisiyle sonlanır) öldürür. Sitokin tedir.
salgılayan CD4+ T hücreleri dokularda ve kan damarla­
rında DTH reaksiyonlarına benzeyen, lokal mononükle-
er hücre (lenfositler ve makrofajlar) birikimi ile birlikte
olan iltihabi reaksiyonları tetikler. Aktive makrofajlar © M ORFOLOJİ
greft hücre ve vasküler yapılarını hasarlandırabilir. Mik- Red reaksiyonları zamanı ve morfolojilerinin temelinde hi­
rovasküler hasar da greft tahribine katkı sağlayan doku perakut, akut ve kronik olarak sınıflandırılırlar (Resim 4-
iskemisiyle sonlanır. 24). Bu sınıflama red mekanizmalarının anlaşılmasına yar­
dımcıdır, çünkü her tipe farklı bir dominant immün reaksi­
Antikor-Aracılı Red yon neden olur. Bu tiplerin morfolojisi renal transplantlar-
lar bağlamında ta rif edilmiştir. Ancak, benzer değişiklikler
Her ne kadar T hücreleri, allogreft reddinde hayati öne­
diğer vaskülarize organ transplantlarında da tesbit edilir.
me sahipse de, antikorlar da bazı red formlarında aracı­
dırlar. Greft MHC molekülleri ve diğer alloantijenlere H iperakut Red
yönelik alloantikorlar greft endoteline bağlanır ve
Hiperakut red, önceden hassaslaşmış bir konakta transp­
kompleman aktivasyonu, lökosit toplanması vasıtasıyla lantasyondan sonra dakikalar ve birkaç saat içinde olur ve
vasküler hasara neden olur. Endotelyal hasar ve fonsi- tipik olarak cerrah tarafından vasküler anastomoz tamam­
yon bozukluğu üzerine eklenen, hasara tekrar iskemik landıktan hemen sonra fark edilir. Reddedilmeyen bir böb­
saldırı oluşturan, trombozisdir. reğin normal pembe rengi ve doku turgorunu kazanan ve
Hipemkut red, konak dolaşımında transplant öncesin­ uygun şekilde idrar ekskrete eden greftine karşılık, hipera­
de daha önceden gelişmiş anti-donör antikorlar bulundu­ kut redli bir böbrek süratle siyanotik, benekli ve gevşek ha­
ğunda gelişen özel bir tip reddir. Bu, babadan geçen an­ le gelir ve sadece birkaç damla kanlı sıvı ekskrete eder. His­
tijenlere karşı gebelik sırasında kazanılan anti-HLA an­ tolojik görünüm, tümü ile önceden oluşmuş antikorların
tikorlar taşıyan multipar kadınlarda veya önceki kan greft endoteline bağlanmasının sonucu gelişen, yaygın akut
transfüzyonlarmdan yabancı HLA'ya (trombosit veya lö- a rterit ve arteriyolit, damar trombozu ve iskemik nekrozla
karakterlidir. Aslında bütün arteriyoller ve arterlerin du­
kositler üzerinde) maruz kalmış kişilerde gelişebilir.
varlarında karakteristik akut fibrinoid nekroz, çöken fibrin
Açıktır ki, bu çeşit antikorlar önceden bir organ transp-
ve hücre döküntüleriyle lümenlerinde daralma veya tam tı­
lantını reddeden bir konakta da bulunabilir. Bu hastalar­
kanma gösterir (Resim 4 -2 4 , A).
da sonraki transplantasyon erken red ile (dakikalar-saat-

Resim 4 -2 4 Greft reddinin m orfolojik tipleri. A , Bir böbrek allogreftinde endotelyal hasar ve bir glomerülde trombüs gösteren hiperakut
red. B, Bir böbrek allogreftinde interstisyumda ve tubulusların epitelyal hücreleri arasında iltihap hücrelerine sahip akut sellüler red. C,
Bir böbrek allogreftinde intimada iltihabi hücreler ve prolifere düz kas hücreleri görülen akut humoral red (red vaskuliti). D, Bir renal allo-
greftte greft arteriosklerozisli kronik red. Arteryel lümen düz kas hücrelerinin birikimi ve intimada bağ dokusuyla işgal edilmiş durumda.
(Dr. Helm ut Rennke izni ile, Department o f Pathology, Brigham and Women's Hospital and Harvard Medical School, Boston, Massachusetts.)
138 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

Akut Red
A kut red, immünsüpresyonu olmayan bir konakta transp­
lantasyon sonrası günler, haftalar içinde oluşabilir veya hat­
Organ Transplantlarının (Allogreftler)
ta yeterli immünsüpresyon olduğunda bile aylar hatta yıllar Tanınması ve Reddi
sonrasında görünebilir. A kut red’de, hem sellüler, hem de • G reft red cevabı başlıca greftteki yabancı HLA antijenle­
humoral mekanizmalar neden olabilir ve herhangi bir has­ ri direkt (greftteki APC’Ier) veya indirekt (konak APC’Ie-
tada biri diğerinden baskın olabilir veya her ikisi bulunabi­ riyle alınma ve sunulmasından sonra) tanıyan konak T
lir. Histolojik incelemede hücresel red, beraberinde ödem hücreleriyle başlatılır.
ve parenkimal hasarla bir interstisyel mononükleer hücre • Reddin tipleri ve mekanizmaları aşağıdakileri içerir:
infîltrasyonu olarak belirirken, humoral red vaskülit ile bir­ ° Hiperakut red. Önceden oluşmuş antidonör antikorla­
liktedir. rı, tromboz, iskemik hasar ve süratli greft başarısızlı­
A k u t hücresel red en sık transplantasyondan sonraki ğına yol açmak üzere, transplantasyondan hemen
ilk aylarda görülür ve tipik olarak klinik renal yetmezlik bul­ sonra greft endoteline bağlanır.
guları ile birliktedir. Histolojik incelemede genellikle şiddet­
° Akut hücresel red. T hücreleri greft parenkimini sito-
li interstisyel CD4+ ve CD8+ T hücre infiltrasyonu, ödem
toksisite ve iltihabi reaksiyonlarla tahrip eder.
ve hafif interstisyel kanama görülür (Resim 4 -2 4 , B). Glo-
° Akut vasküler red. A ntikorlar greft damarlarına hasar
merüler ve peritubuler kapillerler, tubulusları da invaze
verir.
eden ve fokal tubuler nekroza sebep olan, bol mononükle­
er hücre içerir. Tubuler hasara ilave olarak, CD8+ T hücre­ o Kronik red. A rteriyoskleroz hakimiyeti söz konusu­
dur. Bu tipe muhtemelen T hücre reaksiyonu ve pa­
ler de endoteli hasarlandırabilir, bir endotelite yol açar. Sik-
renkimal fibrozis ile birlikte vasküler düz kas hücrele­
losporin (yaygın kullanılan bir immünosupressif ajan) de
nefrotoksiktir ve arteriyoler hyalin denilen depolanmalara rinin prolifasyonuna yol açan sitokinlerin sekresyonu
neden olur.
neden olur. Reddi, ilaç toksisitesinden ayırt etmek için renal
biyopsi kullanılır. Hücresel reddin doğru tanınması önemli­
dir çünkü hastalar artan immünsupressif tedaviye tipik ola­
rak hemen cevap verir. Greftin Sağkalımını Sağlama Yöntemleri
A ntidonör antikorların neden olduğu a k u t hum oral
red (red vasküliti) de akut greft reddine katılabilir. Histolo­ Transplant reddinde HLA molekülleri major hedef oldu­
jik lezyonlar, endotelyal hücre nekrozu, nötrofil infiltrasyo­ ğundan, alıcı ve vericinin daha iyi eşleşmesi greft yaşam
nu, antikor, kompleman, fibrin depolanması ve trombozlu, süresini iyileştirir. HLA karşılaştırması yapmanın yarar­
nekrotizan vaskülit şeklini alabilir. Bu çeşit lezyonlar renal ları canlı akraba donör böbrek transplantlarmda en dra­
parenkimin iskemik nekrozuyla birlikte olabilir. Daha eski matiktir ve uyan loküs sayısı arttıkça yaşam iyileşir. An­
subakut lezyonlar, intimanın prolifere fibroblastlar, miyosit- cak, immünsüpresyon için ilaçlar geliştiğinden, kalp,
ler ve köpüksü makrofajlarla belirgin kalınlaşması ile karak­
akciğer, karaciğer ve adacık transplantasyonu gibi alıcı­
terlidir (Resim 4-24, C). Sonuçta arteriyollerin daralması
nın transplanta acilen ihtiyacı olduğu bazı durumlarda
enfarktüse ve renal kortikal atrofîye neden olabilir. Prolife-
HLA eşleştirmesine başvurulmaz bile. Anatomik uyum
ratif vasküler lezyonlar arteriyosklerotik kalınlaşmayı taklit
(boyut) gibi diğer konuların daha büyük pratik önemle­
edebilir ve vasküler düz kas hücrelerinin proliferasyonunu
stimule eden sitokinlerden kaynaklandığına inanılır. Komp­ ri vardır.
leman parçalanma ürünlerinin (spesifik olarak C4d) lokal Alıcının immünsüpresyonu, tek yumurta ikizleri du­
depolanması antikor-aracılı böbrek allogreft reddini tesbit rumu hariç, bütün organ transplantasyonlarında pratik
etmekte kullanılır. bir gerekliliktir. Halen, siklosporin, bununla ilişkili
FK506, mofetil mikofenolat (MMF), rapamisin, azatiop-
rin, kortikosteroidler, antilenfosit globulin ve monoklo-
Kronik Red
nal antikorlar (monoklonal anti-CD3 gibi) kullanılmak­
Kronik redli hastalar transplantasyondan sonra geç olarak tadır. Siklosporin ve FK506, özellikle IL-2 geni gibi, sito-
(aylar-yıllar), 4-6 ay içinde, serum kreatinin seviyelerinde
kin genlerinin transkripsiyonunu inhibe ederek T-hücre
(renal fonksiyonun bir indeksi) artan bir yükselmeyle birlik­
aracılı immüniteyi baskılar. Her ne kadar immünsüpres­
tedir. Kronik redde vasküler değişiklikler, interstisyel fibro-
yon birçok organın transplantasyonunu uygulanabilir
zis ve renal parenkim kaybı baskındır. Tipik olarak hücresel
infîltrasyon hafiftir veya yoktur. Vasküler değişiklikler, inti-
hale getirdi ise de, hala ödenecek bir bedel bulunmakta­
mal düz kas proliferasyonu ve ekstrasellüler matriks sente­ dır. Geniş çaplı immünsüpresyon fırsatçı mantar, virus
zi gösteren, arter ve arteriyollerdedir (Resim 4-24, D). Bu ve diğer enfeksiyonlara artmış hassasiyetle sonlanır. Bu
lezyonlar, sonunda vasküler perfüzyonu bozar ve glome- hastalar, Epstein-Barr virusuna (EBV) bağlı lenfomalar,
rüllerin kaybı veya hyalinizasyonu, interstisyel fibrozis ve insan papilloma virüsüne bağlı skuamöz hücreli karsi-
tubuler atrofiyle ortaya çıkan renal iskemiyle sonlanır. Vas­ nomlar ve Kaposi sarkomu (KS) geliştirmede de yüksek
küler lezyona, aktive T hücrelerinden salıverilen vasküler risklidirler. İmmünsüpresyonun istenmeyen etkilerini
duvar hücreleri üzerine etkili sitokinlerin salıverilmesi ne­ sınırlamak için konak T hücrelerinde donör-spesifik to­
den olabilir ve önceden ta rif edilmiş olan proliferatif arteri­ lerans geliştirmek için çok çaba harcanmıştır. Takip edi­
tin son fazı olabilir. len bir strateji, sensitizasyonun başlangıç fazında T hüc­
relerinin konak DCTerden kostimulatör sinyaller alma­
sının önlenmesidir. Bu, greft DC'leri üzerindeki B7 mo­
lekülleri ile konak T hücrelerindeki CD28 reseptörleri
arasındaki etkileşimi durduran ajanların uygulanmasıy­
İmmün Yetmezlik Hastalıkları 139

la sağlanabilir. Bu, ya apoptoz oluşturarak veya T hücre­ protokolün mikst yararları olduğu ispatlanmıştır: GVHD
lerini cevap veremez hale getirerek, T hücre aktivasyo- riski azalmıştır fakat greft başarısızlığı insidensi ve löse­
nunun ikinci uyarısını durduracaktır. İmmünsüpresif te­ mi insidensi (hastalığı olanlarda) yükselir. Öyle görün­
davide iyileşme greft yaşamının iyileşmesine, özellikle mektedir ki, multifonksiyonel T hücreler sadece GVHD
böbrek ve kalp greftlerinde akut reddin daha az endişe aracılığı yapmaz, fakat transplante edilen HSC'lerin ye­
konusu olmasına yol açmıştır. Ancak başlıca, mevcut terli greftlenmesi ve lösemik hücrelerin eliminasyonu
immünsüpressif ajanlara akut redde olduğundan daha için (graft-versus-lösemi etkisi denen) de gerekir.
az efektif cevap vermesi nedeni ile, kronik red ciddi bir im m ün Yetmezlikler. Bunlar, HSC transplantları alıcıla­
problem olarak kalmaktadır. rında genellikle uzun sürelidir. Bu bozukluğun birçok
sebebi arasında, transplant alıcılarında greftin kabulünü
Hematopoetik Kök Hücrelerin Transplantasyonu sağlamak için tahrip edilen ve baskılanan kazanılmış
immün sistemde düzelmenin yavaş olması vardır. Bu
Hematopoetik kök (stem) hücre (HSC) transplantasyo­ hassas dönemde alıcılar çoğunlukla sitomegalovirus
nu hematopoetik ve bazı nonhematopoetik malignitele- (CMV) gibi çeşitli viral enfeksiyonlara ve EBV enfeksiyo­
rin, aplastik anemilerin ve özellikle immün yetmezlik nuna hassastır.
durumlarının ve şiddetli talassemi tiplerinin tedavisi
için kullanılır. HSC'ler tarihi olarak sadece verici kemik
iliğinden temin edilmiştir, fakat günümüzde daha çok İM M Ü N YETMEZLİK HASTALIKLARI
hematopoetik büyüme faktörleri uygulanmasından son­
ra alman periferik kandan veya hali hazırda HSC'lerin İmmün yetmezlik hastalıkları, immün sistem gelişmesi­
zengin kaynağı olan yenidoğanlarm umblikal kordon ni etkileyen kalıtımsal defektlerden olabilir veya diğer
kanından temin edilir. Alıcı, malign hücreleri (lösemide­ hastalıkların (enfeksiyon, malnutrisyon, yaşlanma, im-
ki gibi) tahrip etmek ve greft yatağı yaratmak için kemo- münsüpresyon, otoimmünite veya kemoterapi gibi) se-
terapi ve/veya radyasyon alır ve sonra HSC'ler periferik konder etkilerinin sonucudur, immün yetmezlikti hastalar
kana infüze edilir, buradan kemik iliği mesafelerine yer­ klinik olarak enfeksiyonlara, bazı kanser tiplerine artmış
leşirler. Allojenik HSC transplantlarınm reddi radyas­ hassasiyetle ortaya çıkar. Bir hastada enfeksiyonların tipi
yon ve kemoterapiye resistan konak T hücreleri ve NK ön planda etkilenen immün sistem komponentine bağlı­
hücrelerinin bir oranda kombinasyonuna bağlı gibi gö­ dır. İmmiinglobulin, kompleman veya fagositik hücreler­
zükmektedir. Bu transplantasyon tipini güçleştiren iki de defektleri olan hastalar tipik olarak piyojenik bakte­
major problem: graft-versus-host hastalığı (GVHD) ve rilerle rekürran enfeksiyonlardan zarar görür, buna kar­
immün yetmezliktir. şılık hücresel immünite defektlileri olanlar virus, man­
Graft-Versus-H ost H astalığı (GVHD). Bu, immünkom- tar ve intrasellüler bakterilerin yol açtığı enfeksiyonlara
petan T hücreler (veya onların prekürsörleri) immünolo­ yatkındır. Aşağıda daha önemli örneklerin bazıları; pri­
jik olarak sorunlu alıcılara nakledildiğinde gelişir. Her mer (konjenital) immün yetmezlikler, sekonder (edin-
ne kadar GVHD en sık allojenik HSC transplantasyo­ sel) immün yetmezliklerin en yıkıcı örneği olan edinsel
nunda (ekseri verici ve alıcı arasında minor histokompa- immün yetmezlik sendromu (AIDS) tartışılmaktadır.
tibilite uyumsuzluğunu içine alan) olursa da, lenfoid
hücrelerden zengin solid organ (karaciğer gibi) transp­ Primer (Konjenital) İmmün Yetmezlikler
lantasyonundan veya irradiye edilmemiş kan transfüz-
yonundan sonra da olabilir. Primer immün yetmezlik durumları neyse ki, nadirdir.
Allojenik HSC'ler aldığında, bir immün bozukluğu Fakat bunların çalışmaları zamanımızdaki immün siste­
olan konak grefti reddedemez fakat verici iliğindeki T min gelişme ve fonksiyonları anlayışına büyük katkı sağ­
hücreler alıcının dokusunu "yabancı" olarak tanır ve ona lamıştır. Primer immün yetmezlik hastalıklarının çoğu
karşı reaksiyon verir. Bu, sonunda iltihap ve konak hüc­ genetik olarak tayin edilir ve kazanılmış (edinsel) immü-
relerinin ölümüne neden olan, CD4+ ve CD 8 + T hücre­ niteyi (humoral veya sellüler) veya kompleman protein­
lerin her ikisinin de aktivasyonuyla sonlanır. leri, fagositler ve NK hücreleri dahil, konağın doğal sa­
vunma mekanizmalarını etkiler. Edinsel immünite de­
• Akut GVHD (transplantasyondan günler-haftalar son­
fektleri genellikle etkilenen primer komponente (B hüc­
ra oluşur) başlıca üç hedef organda epitel hücre nek­
reler veya T hücreler veya her ikisi, gibi) göre sınıflandı­
rozuna neden olur: karaciğer, deri ve gastrointestinal
rılır. Ancak, T ve B lenfositler arasındaki etkileşimler ne­
kanal. Küçük safra kanallarının tahribi sarılık, barsa-
deniyle bu ayırımlar keskin değildir. Mesela, T hücre de­
ğın mukozal ülserasyonu kanlı diareye neden olur.
fektleri sıklıkla bozulmuş antikor sentezine yol açar ve
Deri tutulumu jeneralize döküntüyle kendini gösterir.
böylece izole erken T hücre yetmezlikleri kombine T ve
• Kronik GVHD akut sendromu takip edebilir veya ses­
B hücre yetmezliklerinden ayırt edilemeyebilir. Primer
siz olabilir. Bu hastalar SS'dakine benzer (önce anla­
immün yetmezliklerin çoğu, erken hayatta ( 6 ay 2 yaşlar
tılan) deri lezyonları ve diğer otoimmün hastalıkları
arasında) dikkat çeker; ekseri yakalanmış bebeklerin
taklit eden belirtiler geliştirir.
tekrarlayan enfeksiyonlara hassas olmalarındandır. Mo­
GVHD, HLA eşleşmesiyle elimine edilemeyen, fakat mi- dern moleküler biyolojinin en etkileyici başarılarından
nimalize edilebilen, öldürücü olma potansiyelinde bir biri, gelecekteki gen replasman tedavisinin temelini
komplikasyondur. Diğer potansiyel bir çözüme göre, ve­ oluşturmak üzere, birçok primer immün yetmezliğin ge­
rici T hücreleri ilik transplantmdan önce azaltılabilir. Bu netik temelinin tesbit edilmiş olmasıdır (Resim 4-25).
140 BÖLÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları

KEMİK ILIĞI TIMUS


Plüripotent kök hücre

Myeloid ^
hücreler

Pre-B hücresi

Pre-B hücresi

X-linked SCID
gammaglobulinemia —
(BTK)

Matür T hücreleri
igD— Ja J
r
immatür B hücresi

Matür B hücreleri

Resim 4-25 Primer immün yetmezlik hastalıkları. Gösterilenler lenfosit gelişmesinin başlıca yollan ve seçilmiş primer immün yetmezlik
hastalıklarında bu yolların blokajıdır. Bazı bozukluklarlar için etkilenen genler parantezlerde belirtilmiştir. A D A, adenozin deaminaz;
CD40L, CD40 ligandı (CD154 olarak da bilinir); CVID, “ common variable” immün yetmezlik; SCID, şiddetli kombine immün yetmezlik.

X-Linked (bağlantılı) Agammaglobulinemi: oluşturulamaz ve hücre membranma geçirilemez. BTK


Bruton Hastalığı geni X kromozomunda olduğundan, bozukluk erkekler­
de görülür.
X-bağlantılı agammaglobulinemi (XLA) veya Bruton hastalı­
Bu hastalık klasik olarak aşağıdakilerle karakterlidir:
ğı, pre-B hücrelerin B hücrelere differansiye olma bozukluğu
ile karakterlidir ve ismin gösterdiği gibi, sonuç olarak kanda
• Bütün immünglobulin sınıflarının serum seviyeleri­
antikorların (gamma globulin) yokluğu söz konusudur. Er­
nin azalmasıyla birlikte, dolaşımda belirgin B hücre
kek yenidoğanlarda 100.000 de 1 sıklıkta olur. Normal B
sayısında azalma veya yokluğu. Kemik iliğinde pre-B
hücre maturasyonu sırasında immünglobulin ağır-zincir
hücrelerinin sayısı normal veya azalmış olabilir.
genleri önce yeniden düzenlenir (rearrange), bunu hafif-
zincir yeniden düzenlenmesi takip eder. Her evrede, • Lenf nodülleri, Peyer plakları, appendiks ve tonsiller
eksprese olan antijen reseptör komponentlerinden ma­ dahil, periferik lenfoid dokularda az gelişmiş ya da
turasyonu sonraki evreye geçiren uyarılar alınır. Bu uya­ rudimenter germinal merkezler.
rılar doğru reseptör proteinlerinin yapımından emin ol­ • Bütün vücutta plazma hücreleri yokluğu.
mak için kalite kontrolü olarak işlev yapar. XLA'de B • Normal T hücre-aracılı cevaplar.
hücre maturasyonu pre-B hücre reseptörü ile birlikte
olan ve pre-B uyarı geçişi ile ilgili tirozin kinaz mutas- XLA, etkilenen anne antikorlarının plasenta yolu ile sağ­
yonları nedeni ile, ilk ağır-zincir gen düzenlenmesinden lanmasının azaldığı, yenidoğanm aşağı yukarı 6 aya
sonra durur. Bu kinaza Bruton kinaz (BTK) denir. Non- ulaşmasına kadar; belirgin hale gelmez. Vakaların ço­
fonksiyonel olduğunda pre-B hücre reseptörü, hücreleri ğunda akut ve kronik farinjit, sinüzit, otitis media, bron­
maturasyon yolunda ilerlemeleri için uyaramaz. Sonuç şit ve pnömoni gibi rekürren bakteryel enfeksiyonlar,
olarak, sitoplazmada hafif zincirler oluşturulamaz ve si- altta immün bir defekti düşündürür. Olağan organizma­
toplazmada serbest ağır zincirler bulunabilse de, ağır ve lar tipik olarak antikor-aracılı opsonizasyon ve fagositoz­
hafif zincirleri içeren komple immünglobulin molekülü la temizlenen (Haemophilus influenzae, Streptococcus pne-
İmmün Yetmezlik Hastalıkları 141

unıoniae veya Staphylococcus aureus gibi) bakteriyel pato­ antikorlarının oluşumu izler. Bu bölümde daha önce tar­
jenlerdir. Antikorlar virusları nötralize etmede önemli tışıldığı gibi, farklı antikor tiplerinin düzenli ortaya çıkı­
olduğundan, XLA'li hastalar özellikle enteroviruslarm şma ağır-zincir sınıfı (izotip) değişimi denir ve komple-
neden oldukları olmak üzere belli viral infeksiyonlara da manı etkili olarak aktive eden ve/veya bakteryel patojen­
hassastırlar. Benzer şekilde, çoğu kez sekretuvar IgA ile leri opsonize eden antikor sınıflarının gelişmesi için
nötralize edilen bir intestinal protozoa, Giardia lamblia, önemlidir. IgM-oluşturan B hücrelerinin, diğer immüng­
etkili bir şekilde temizlenemez ve kalıcı enfeksiyonlara lobulin izotiplerini kodlayan genlerin transkripsiyonunu
neden olur. Neyse ki, toplanmış insan serumundan int- başlatma yeteneğine, bazı sitokinlere ayrıca CD4+ yar­
ravenöz immünglobulin (IVIG) replasman tedavisi has­ dımcı T hücrelerden temas-aracılı uyarılara, bağlıdır. Te-
taların çoğunun bakteryel enfeksiyonlarla yeterli savaş­ mas-aracılı (contact-mediated) uyarılar B hücrelerindeki
masına olanak verir. XLA'li hastalar T hücre aracılı im- CD40 molekülleri ile aktive yardımcı T hücrelerinde
müniteleri korunmuş olduğundan, viral, fungal ve pro­ eksprese edilen CD40L (CD154 olarak da bilinen) ara­
tozoal infeksiyonların çoğunu temizler. Açık olmayan sındaki etkileşimle sağlanır. Hiper-lgM sendromlu hasta­
nedenlerle, bu hastaların % 2 0 kadarında otoimmün has­ lar antijenlere karşı normal (veya hatta normal üstü) seviye­
talıklar (RA ve dermatomyozit gibi) olur. lerde IgM antikorları meydana getirir fakat IgG, IgA veya
IgE izotiplerini meydana getirme yeteneği yoktur. Alttaki
"Common Variable" İmmün Yetmezlik defekt, T hücrelerinin B hücre izotip çevrilmesini yapa­
Hipogamaglobulinemi, enfeksiyona (veya aşıya) bozuk mamasıdır. En sık genetik anomali CD40L'yi kodlayan
antikor yanıtları ve enfeksiyonlara artmış duyarlılık ile genin mutasyonudur. Bu gen X kromozomunda lokalize-
karakterli heterojen bir grup bozukluk için şemsiye bir dir, sonuç olarak vakaların aşağı yukarı %70 kadarında hi-
terimdir. Klinik belirtileri yüzeyel olarak XLA'ya benzer, per-IgM sendromu X-bağlantılıdır. Kalan hastalarda mu-
fakat "common variable" immün yetmezlikte kadınlar ve tasyonlar CD40T veya başlıca aktivasyonla oluşan de-
erkekler eşit etkilenir ve semptomların çıkışı çok daha aminaz denilen bir enzim olmak üzere, sınıf çevrilme­
sonra; hayatın ikinci veya üçüncü onyılmda görülür. Ta­ sinde yer alan diğer molekülleri etkiler. CD40 veya
nı genellikle dışlama yöntemidir (immün yetmezliğin di­ CD40L ile olan hatalı sınıf çevirmeye ek olarak ekseri
ğer sebepleri ekarte edildikten sonra). Hastalığın hesap­ yüksek-affinite antikorların meydana getirilmesinde de
lanan prevalansı 50.000 de 1 dir. Her ne kadar çoğu has­ bir defekt vardır. Çünkü antikor cevabının afinite matu-
ta normal sayıda matür B hücrelere sahipse de, antijenle rasyonundan ayni mekanizma sorumludur.
uyarılan B hücre diferansiyasyonunda bir blok olduğunu Her ne kadar, hastalık antikor anomalisi nedeni ile
telkin eden plazma hücreleri yoktur. Bozuk antikor geliş­ isimlendirilir ve tanı alsa da, CD40 veya CD40L mutas-
tirme değişik olarak intrensek B hücre defektlerine, ye­ yonlu hastalarda hücresel immünitenin temel reaksiyonu
tersiz T hücre yardımına veya artmış T hücre aktivitesi- olan yardımcı T hücre-aracılı makrofaj aktivasyonu için
ne bağlanmıştır. Paradoks olarak, bu hastalar çeşitli oto­ CD40-CD40L etkileşimi kritik olduğundan, hücresel im-
immün bozukluklar (hemolitik anemi, pernisiyöz ane­ münitede de bozukluk vardır. X-bağlantılı hiper-IgM
mi), lenfoid tümörler geliştirmeye yatkındır. Antikor ek­ sendromu olan erkek hastalar, düşük seviyede opsoni-
sikliğinin altındaki mekanizma çeşitlidir (isim bunun zasyon yapıcı IgG antikorlara sahip olduğundan, tekrar­
için). Bazı hastalar, B hücrelerindeki bazı büyüme faktö­ layan pyojenik enfeksiyonlarla ortaya çıkar. Bu hastalar
rü reseptörlerinde veya T hücre-B hücre etkileşimlerine Pneumocystitis jiroveci (önceleri Pneomocystitis carimi de­
katılan moleküllerde mutasyonlara sahiptir. Ancak, çoğu nilen) dahil, normalde hücre-aracılı immünite ile savaşı­
vakada hastalığın genetik temeli bilinmemektedir. lan çeşitli intrasellüler enfeksiyonlara da hassastırlar.

İzole IgA Yetmezliği Timik Hipoplazi: DiGeorge Sendromu


Primer immün yetmezlik hastalıklarının hepsinin en sık DiGeorge sendromu, timus gelişimindeki konjenital bir
olanı, beyazların 700 de 1 kadarını etkileyen, IgA yet­ hata ile T hücre matürasyonunun bozukluğunun sonucu­
mezliğidir. Daha önce kaydedildiği gibi, IgA mukozal dur. Lenf nodiilleri, dalak ve periferik kanda T hücreler
sekresyonlarm major immünglobulinidir ve böylece ha­ yoktur ve bu defekte sahip bebekler viral, fungal ve pro­
va yollarının ve gastrointestinal traktm savunulması ile tozoal enfeksiyonlara ileri derecede korumasızdır. Hasta­
ilişkilidir. Her ne kadar bu duruma sahip kişilerin çoğu lar bozuk T hücre-aracılı immünite nedeni ile intrasellü­
asemptomatikse de, zayıflamış mukozal savunmalar, ler bakterilerle enfeksiyona da hassastırlar. B hücreleri ve
hastaları rekürren sinopulmoner infeksiyonlara ve di- serum immünglobulinleri genellikle etkilenmemiştir.
areye yatkın yapar. Otoimmün hastalıklarla da anlamlı Bozukluk timus, paratiroid glandları ve yüzün kısım­
(fakat açıklanmamış) bir birliktelik vardır. IgA yetmezli­ ları ve aort kavsini geliştiren yapılar olan üçüncü ve dör­
ğinin patogenezi IgA-salgılayan B hücrelerin plazma düncü farengeal yarıkları etkileyen bir gelişimsel malfor-
hücrelerine terminal farklılaşmasında bir blokajı içerir masyonun bir sonucudur. Böylece timus ve T hücre de­
görünmektedir. IgM ve IgG tipi antikor sınıfları normal fektlerine ek olarak hipokalsemik tetani yapan paratiro­
veya hatta artmış seviyelerde bulunur. Bu defektin mo- id gland hipoplazisi ve orta hat gelişim bozuklukları bu­
leküler temeli anlaşılmamıştır. lunabilir. Bölüm 6 'da tartışıldığı gibi, DiGeorge sendro­
mu vakalarının %90'mda 2 2 q ll kromozom bölgesini et­
Hiper-lgM Sendromu kileyen bir delesyon vardır. Timus dokusu transplantas­
Protein antijene normal bir immün cevapta ilk IgM anti­ yonu bazı yenidoğanları başarıyla tedavi etmiştir. Kısmi
korları meydana getirilir, bunu sırasıyla IgG, IgA ve IgE defektli hastalarda immünite yaşla spontan düzelebilir.
142 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

Ağır Kombine İmmün Yetmezlik teriyel) deri enfeksiyonları ve kronik mukokutanöz can-
Ağır kombine immün yetmezlik (severe combined im­ didiasis'dir. Bunun aksine, TH1 cevapları üe ilgili genler­
munodeficiency) (SCID) ortak özelliği olarak hem hü- de mutasyonlar atipik mikobakteri ile enfeksiyonlara
duyarlılık ile sonlanır. Bu gözlemler, fungal enfeksiyon­
moral, hem hücresel immün cevaplarda bozukluğu olan
lara karşı korumada TH17 hücrelerin ve intrasellüler
genetik olarak farklı sendromlarm bir grubunu temsil
eder. Etkilenen bebekler bakteri, virus, mantar ve proto- bakteriyel enfeksiyonlarla savaşta TH1 hücrelerin öne­
mini vurgular. Kalsiyum kanal bloke edicilerini ve T
zoalar dahil, geniş bir patojen grubunun tekrarlayan şid­
hücre uyaran diğer komponentleri kodlayan genlerde de
detli enfeksiyonlarına ve Candida, Pneumocystisis, CMV
mutasyonlar tanımlanmıştır.
ve Pseudomonas ile olan fırsatçı enfeksiyonalara hassas­
tırlar. Bu hastalıklar, ciddi (ve nadiren öldürücü) hastalı­
Trombositopeni ve Ekzemalı İmmün Yetmezlik:
ğa neden olur. Hastalığın prevalansı aşağı yukarı 65.000 Wiskott-Aldrich Sendromu
de 1 ile 100.000 de 1 arasındadır, sıklığı bazı yerli Ame­
Wiskott-Aldrich sendromu trombositopeni, ekzema ve er­
rikalı toplumunda 20-30 kat fazladır.
ken ölümle sonlanan rekürran enfeksiyonlara aşın yatkınlık­
Ortak klinik özelliklere rağmen, hasta bazında altta
la karakterli X'e bağlı resesif bir hastalıktır, tek tedavi ke­
yatan bozukluklar oldukça farklıdır. Bazı SCID tipleri T
mik iliği transplantasyonudur. Bu, klinik çıkış ve immün
ve B hücrelerini etkileyen tek bir defektten kaynaklanır
eksikliklerin alttaki bilinen genetik defekt ile açıklan­
ve diğerleri humoral immünite bozukluğunun sekonder
ması güç, tuhaf bir sendromdur. Timus başlangıçta nor­
olduğu, primer bir T hücre yetersizliği sonucudur. Vaka­
maldir, fakat hücresel immünite kaybı ile periferik kan­
ların yaklaşık yansı X'e bağlı geçişlidir. Bunlara IL-2, IL-4,
da ve lenf nodülerinde T lenfositlerde yaş-ilişkili prog-
IL-7, IL-9 ve IL-15 sitokinlerinin reseptörlerinin paylaştı­
ressif bir kayıp vardır. Ek olarak, hastalar polisakkarit
ğı ortak y zincirini kodlayan gende mutasyonlar neden olur.
antijenlere etkili antikor cevabı vermezler ve bu neden­
Bu sitokinlerden en önemlisi IL-7'dir. Çünkü bu, üretici
le özellikle, kapsüllü, piyojen bakterilerle enfeksiyonlara
lenfoid organlarda immatür B ve T hücre öncüllerinin
hassastırlar. Etkilenen hastalar malign lenfomalar geliş­
yaşamını ve çoğalmasını uyarmaktan sorumlu büyüme
tirmeye de yatkındırlar. Sorumlu gen, birçok membran
faktörüdür. SCID vakalarının diğer %40 - %50'si otozo-
reseptörünü hücre iskeletine bağlayan bir proteini (Wis­
mal resesif tarzda kalıtılır, bunların aşağı yukarı yarısına
kott-Aldrich sendromu proteini) kodlar. Her ne kadar
pürin metabolizmasına katılan bir enzimin; adenosine
mekanizma bilinmiyorsa da, bu proteindeki bir defekt,
deaminase (ADA), mutasyonları neden olur. ADA eksik­
anormal hücresel morfoloji (trombosit şekil değişiklikle­
liği, DNA sentezini inhibe eden ve lenfositlere toksik
ri de dahil olmak üzere) veya lenfositler ve diğer lökosit-
olan adenozin ve deoksiadenozin trifosfat metabolitleri-
lerde hücre iskeletine bağımlı bozuk aktivasyon uyarıla­
nin birikimi ile sonlanır. Diğer otozomal resesif SCID
rı, anormal hücre-hücre adhezyonları ve lökosit migras-
vakaları, primer class IIM HC ekspresyon bozukluğu ve­
yonu ile sonuçlanabilir.
ya lenfosit antijen-reseptör genlerinin yeniden düzen­
lenmesinden sorumlu rekombinazı kodlayan genlerde Doğal İmmünite Komponentlerinin Genetik Eksiklikleri
mutasyonlar gibi, diğer purin metabolik yolak defektle-
Birçok genetik defektin mikroplara karşı erken doğal
rine bağlanmaktadır.
immün cevaplarda öneme sahip hücreleri veya molekül­
En sık iki SCID tipinde (sitokin reseptör ortak y zin­
leri etkilediği gösterilmiştir.
cir mutasyonu ve ADA yetmezliği) timus hipoplaziktir.
Lenf nodülleri ve lenfoid dokular (tonsiller, barsak ve Kom plem an P roteinleri
appendiks gibi) atrofiktir ve germinal merkezleri, para-
Daha önce bu bölüm ve Bölüm 2 de tartışıldığı gibi,
kortikal T hücreleri içermezler. Etkilenen hastalar T ve B
kompleman komponentleri iltihabi ve immünolojik ce­
hücre yetersizliği ile birlikte belirgin lenfopeniye sahip
vaplarda önemli roller oynar. Bu nedenle, herediter C3
olabilir. Diğerlerinde artmış sayıda immatür T hücreleri­
(hem klasik, hem alternatif yollar için kritik) eksikliği pi­
ne ve/veya T hücre yardımı olmaması sonucu nonfonk-
yojen bakterilerle enfeksiyona artmış bir hassasiyet ile
siyonel olan bol miktarda B hücresine sahip olabilir.
sonlanır. Kalıtımsal C lq, C2 ve C4 yetmezlikleri enfek­
SCID hastaları zamanımızda kemik iliği transplantasyo­
siyonlara hassas kılmaz, fakat bunlar muhtemelen apop-
nuyla tedavi edilir. X-SCID, mutasyonlu genin başarı ile
totik hücrelerin veya antijen-antikor komplekslerinin
yerine konmasında gen tedavisinin kullanıldığı ilk has­
dolaşımdan temizlenmesini bozarak, immün kompleks-
talıktır, fakat, gen muhtemelen bir hücresel onkogenin aracılı immün hastalık (SLE gibi) riskini arttırırlar. Kla­
yakınma eklendiği için, tedavi edilmiş hastaların bazıla­ sik kompleman yolağının geç komponentleri (C5 - C9)
rında T hücre lösemileri geliştiğinden, bu yaklaşım yeni­ yetersizliği diğer mikroplarla değil fakat rekürren Neis­
den değerlendirümektedir. seria (gonokoklar, meningokoklar) enfeksiyonlarıyla
sonlanır. Çünkü, Neisseria ince hücre duvarına sahiptir
Lenfosit Aktivasyonunda Bozukluklar ve kompleman aktivasyonunun geç basamak ürünü olan
T hücre aktivasyonu için gerekli genlerin mutasyonuna membran atak kompleksi ile lizise özellikle hassastır.
sahip nadir hastaların bozuk hücre-aracılı immünite ile Regülatuar protein C1 inhibitörünün yokluğu, "down­
veya SCID benzeri fenotip ile ortaya çıktıkları tesbit stream" vazoaktif kompleman medyatörleri gelişmesi ile
edilmiştir. Enteresan olanlardan biri, TH17 cevabı için kısıtlanmayan C1 aktivasyonuna olanak verir. Sonuç de­
gerekli bir transkripsiyon faktöründe bir mutasyondur. ri ve/veya müköz membranları etkileyen rekürren lokal
Ortaya çıkan hastalık belirtileri, fungal (ve nadiren bak- ödem nöbetleri ile karakterli herediter anjiyoödemdir.
Immün Yetmezlik Hastalıkları 143

Fagositler Sonra tartışılacak olan muhtemelen en önemli sekon­


Fagositlerde birçok konjenital bozukluk bilinmektedir. der immün yetmezlik hastalığı (AIDS), insanlığın büyük
Bunlar, granülomatöz hastalıkların nedeni fagosit oksi- belasından biri haline gelmiştir.
daz (NADPH oksidaz) enziminde defektleri ve lökosit
adhezyon yetmezliklerine sebep olan integrin ve selek­ Edinsel İmmün Yetmezlik Sendromu (AIDS)
tin ligandlarmda defektleri içerir. Bu bozukluklar Bölüm
AIDS, insan immün yetmezlik virüsü (HlV)'nun neden
2 'de anlatılmıştı
olduğu bir retroviral hastalıktır. Enfeksiyon, CD4+ T
lenfositlerin azalması ve fırsatçı hastalıklara, sekonder
Doğal İm m ünitenin D iğer G enetik B ozuklukları
neoplazmlara, nörolojik belirtilere yol açan derin im-
TLR'lerde ve bunların uyarı yollarında mutasyonlar ol­ münsüpresyon ile karakterlidir. Her ne kadar AIDS ilk
dukça nadirdir, fakat beraberindeki bozukluklarla ilgili olarak Birleşik Devletler'de tarif edildiyse de, günümüz­
çalışmalar bilgi verici olmuştur. Bu hastalıklardan ortaya de dünyanın hemen her ülkesinde bildirilmiştir.
çıkan sürprizlerden biri, immün yetmezliğin tipik ola­ 2009'un sonunda HIV enfeksiyonlu ve AIDS'li, %70'i
rak oldukça sınırlı oluşudur. Mesela, viral RNA'yı tanı­ Afrika'da ve %20'si Asya'da olmak üzere, 33 milyondan
yan TLR3'ü etkileyen mutasyonlu hastalar, rekürran fazla kişi yaşamaktaydı. O yıl hemen hemen 2 milyon ta­
herpes simplex ensefaliti ve çoğu TLR'lerin "downstre­ nı konmuş vaka ve hemen hemen 2 milyon ölüm vardı.
am" uyarı proteini MyD8 8 'i etkileyen mutasyonlular Epideminin tanındığı 1981'den itibaren toplam ölüm sa­
özellikle şiddetli pnömokoksik akciğer hastalığı olmak yısı 22 milyonu geçmiştir. Her ne kadar en büyük enfek­
üzere bakteriyel enfeksiyonlara hassastır. Fakat hiçbiri siyon sayısı Afrika'da ise de, geçen onyılda HIV enfek­
multipl dissemine enfeksiyonlardan zarar görmez. siyonunda en hızlı artış Tayland, Hindistan ve Endonez­
ya dahil Güneydoğu Asya ülkelerinde olmuştur. İstatis­
tikler Batı dünyasında sadece biraz daha iyidir; örneğin,
O Ö ZET ________ _____ aşağı yukarı 1 milyon Amerikalı enfektedir (kabaca 300
Primer (Konjenital) İmmün Yetmezlik Hastalıkları de 1). Ayrıca, her iki Dünya savaşında ölenlerin topla­
mından fazla (500.000'den fazla) Amerikalı ölmüştür.
• Lenfosit matürasyonu, fonksiyonu veya doğal immünite AIDS ile ilişkili ölüm oranı 1995'deki en yüksek seviye­
ile ilişkili genlerde mutasyonlarla olur. sinden düşmeye devam etmektedir.
• Sık bozukluklardan bazıları: Birçok bilim adamı ve klinisyenin birlikte çalışmasıy­
° X LA : pre-B hücresinden ve B hücre reseptörlerinden la bu modern veba konusunda yeni bir bilgi patlaması
maturasyon uyarıları için gereken tirozin kinazı kodla­ olmuştur. HIV biyolojisi konusunda araştırmaların iler­
yan BTK geninde mutasyonların neden olduğu B hüc­ lemesi o kadar hızlıdır ki, konuyu içeren herhangi bir
re maturasyon bozukluğu, antikorların yokluğu. yazı baskıya gittiğinde muhtemelen eskimiş olacaktır.
° “Common variable” immün yetm ezlik : antikor yapımın­ Yine de aşağıda verilenler, HIV epidemyolojisi, etiyoloji-
da defektler, çoğu vakada neden bilinmemektedir. si, patogenezi ve klinik özelliklerine ait şu an mevcut
° Seçici IgA yetmezliği: IgA gelişmesinde bozukluk, nede­ bilginin bir özetidir.
ni bilinmemektedir.
° X- SC/D: T hücre ve B hücre matürasyonunda bozuk­ Epidemiyoloji
luk. IL-7 uyarı bozukluğuna ve bozuk lenfopoeze yol Birleşik Devletlerde epidemiyolojik çalışmalar AIDS geli­
açan bir sitokin reseptörü ortak y zincirinde mutas-
şimi açısından risk altında beş grup tesbit etmiştir ve aşa­
yon.
ğıdaki listede kaydedilen dışında diğer ülkelerde benzer­
0 Otozomal SC/D: T hücre gelişmesinde bozukluk, anti­
dir. H IV geçişi, virus veya virus ile enfekte hücreler içeren
kor cevaplarında sekonder defektler. Aşağı yukarı
vücut sıvılarının veya kanın karşılıklı geçişi olan durumlarda
%50 vakada, lenfosit matürasyonu ve proliferasyonu
olur. Böylece, major HIV enfeksiyonu yolları cinsel te­
sırasında toksik m etabolit birikmesine yol açan
A D A ’yı kodlayan gende mutasyondan olur.
mas, parenteral inokulasyon ve enfekte annelerden onla­
rın yenidoğanlarma geçiştir. % 1 0 kadar vakada risk fak­
° X ’e bağlı hiper-lgM sendromu: yüksek afinite antikorla­
rın izotiplerinin (IgG, IgA, IgE) üretiminde bozukluk;
törleri bilinmemektedir veya bildirilmemiştir. Aşağıda
CD40L’yi kodlayan gende mutasyon. belirtilen vaka dağılım verileri Birleşik Devletler'e aittir.
• Klinik prezantasyon: Yaşamın erken döneminde enfek­ • Erkek ile seks yapan erkek 2001-2004 döneminde bil­
siyonlara duyarlılık. dirilen vakaların %48'ini ve enfekte erkeklerin %56'sı-
nı (aşağı yukarı %4'ü ilaç da enjekte etmektedir) oluş­
turmak üzere enfekte kişilerin en büyük grubunu
meydana getirir. Ancak bu sınıfta AIDS geçişi düş­
Sekonder(Edinsel) İmmün Yetmezlikler
mektedir, yeni vakaların %50'den azı homoseksüel er­
Diğer hastalıklara veya tedavilere sekonder immün yet­ kek ilişkisine bağlanabilir.
mezlikler, primer (kalıtsal) bozukluklardan çok daha • Diğer yüksek risk grubu üyelerinin heteroseksüel
sıktır. Sekonder immün yetmezlikler malnütrisyon, en­ kontaktları 2001-2004'deki enfeksiyonların %34 kada­
feksiyon, kanser, renal hastalık veya sarkoidozlu hasta­ rım oluşturmuştur. Bu Afrika ve Asya'da yeni enfek­
larda tesbit edilebilir. Ancak, en sık immün yetmezlik siyonların en büyük grubudur ve yeni vakaların ço­
nedeni tedavi sonucu kemik iliğinin veya lenfosit fonk­ ğunluğu erkek partnerleri tarafından enfekte edilen
siyonun süpresyonudur. kadınlardır.
144 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

• Homoseksüellik hikayesi olmayan intravenöz ilaç ba­ tan 20 HIV-pozitif kan komponenti geliştiği hesaplan­
ğımlıları, bütün hastaların %17 kadarını oluşturan mıştır. Nükleik asit testinin gelişmesiyle halen küçük
ikinci en büyük grubu meydana getirir. olan bu riskin daha da düşeceği beklenmektedir.
« HIV ile enfekte tam kan veya komponentleri (trom- Anneden Y enidoğana Geçiş. Daha önce kaydedildiği gi­
bosit, plazma gibi) transfüzyonu yapılan kan ve kan bi, anneden yenidoğana vertikal geçiş pediatrik AIDS'in
komponentleri alıcıları (hemofilikler dışında) %1 'den major nedenidir. Üç yol bulunur: in utero, transplasen-
az hastayı oluşturur. tal yayılımla; intrapartum, doğum sırasında ve HIV-bu-
laşmış anne sütü ile beslenme. Bunlardan transplasental
• Özellikle 1985'den önce büyük miktarlarda faktör VI-
ve intrapartum yollar vakaların çoğuna neden olur. Ver­
II veya IX konsantreleri alan hemofilikler tüm hasta­
tikal geçiş oranları değişken olup, %25-35 arasmda deği­
ların %1 'den azını oluşturur.
şir. Birleşik Devletler'de %15-25 oran bildirilmiştir. Yük­
• HIV enfeksiyonu ve AIDS epidemiyolojisi çocuklarda sek maternal virus yükü ve/veya muhtemelen plasenta­
(13 yaştan küçükken tanı konan) oldukça farklıdır. da daha fazla iltihabi hücre birikimine neden olan kor-
%1'den az AIDS, bu grupta olur ve çok büyük kısmı yoamnioitin varlığı ile daha yüksek oranlarda enfeksi­
(%90 kadar) virüsün fetus ve yenidoğana enfekte an­ yon olur.
neden vertikal geçişi iledir. AIDS'in sonuçlarının kötü olması nedeniyle, toplu­
mun HIV enfeksiyonunun bilinen risk grupları dışına
Cinsel Geçiş. Cinsel geçiş dünyada tüm HIV geçiş vaka­ yayılmasından kaygı duyması anlaşılabilir bir durum­
larının %75'den fazlasını oluşturan major enfeksiyon yo­ dur. Bu endişelerin çoğu toprağa gömülebilir, çünkü yo­
ludur. Her ne kadar Birleşik Devletler'de cinsel geçişli ğun çalışmalar göstermektedir ki, HIV enfeksiyonu ev,
vakaların çoğu hala erkeğin erkek ile cinsel temasından iş yeri ve okuldaki olağan kişisel temasla geçmez ve bö­
ise de, cinsel geçen küresel HIV enfeksiyonlarının bü­ cek ısırmalarıyla yayıldığını gösteren ikna edici delil tes­
yük çoğunluğu heteroseksüel aktivitedendir. Hatta Bir­ bit edilmemiştir. Sağlık çalışanları için ileri derecede kü­
leşik Devletler'de heteroseksüel geçiş, diğer geçiş yolla­ çük, fakat doğrulanmış bir HIV geçiş riski vardır. Kazay­
rım geçmiştir. Bu gibi yayılma, intravenöz ilaç bağımlılı­ la iğne batma yaralanmalarında veya laboratuvar kazala­
ğı olan erkeklerin kadın cinsel partnerlerinde HIV en­ rında intakt olmayan derinin enfekte kana maruz kal­
feksiyonunun dramatik artışını oluşturur. masında, her kaza ile maruz kalmada %0.3 kadar bir
Virus semende hem ekstrasellüler, hem mononükleer oranda serokonversiyon gösterilmiştir. Karşılaştırma
iltihap hücrelerinde bulunur ve mukozadaki laserasyon olarak, hepatit B içeren kana kazayla maruz kalmadan
ve abrazyonlardan alıcının vücuduna geçer. Yenidoğan- sonra serokonversiyon %6-30'dur.
lara virus geçişi, ya virüsün direkt geçişi veya kandaki
enfekte hücrelerin damarları travmatik hasarla yarıp geç­
Etiyoloji ve Patogenez
mesi ile veya mukozal DC'lere alınmasıyla olabilir. Şüp­
hesiz ki, sifiliz, şankroid ve herpes simpleks virus enfek­ AIDS'e lentivirus ailesine (Feline [kedigil] immün yet­
siyonları dahil, genital ülserasyonlara neden olan cinsel mezlik virüsü, simian [maymun] immün yetmezlik virü­
yolla geçen diğer hastalıkların birlikte bulunması cinsel sü, visna [koyun] virüsü ve equine [at] enfeksiyöz anemi
geçişin tüm tiplerine yardımcı ve destektir. Gonore ve virüsünü da içerir) mensup bir insan retrovirüsü, HIV,
Klamidya enfeksiyonları da, başlıca semen sıvısının ilti- neden olur. AIDS'li hastalardan HIV-1 ve HIV-2 denilen,
habi hücre (muhtemelen HIV taşıyan) içeriğini arttırarak genetik olarak farklı fakat antijenik olarak ilişkili iki HIV
HIV geçişi için yardımcı faktörlerdir. Erkekten erkeğe ve tipi izole edilmiştir. HIV-1 Birleşik Devletler, Avrupa ve
erkekten kadına geçişe ek olarak, enfekte kadınların va­ Orta Afrika'daki AIDS ile daha sık birlikte olan tiptir, bu­
ginal ve servikal hücrelerinde bulunan HIV, sekiz kat da­ na karşılık HIV-2 başlıca Batı Afrika'da benzer bir hasta­
ha az etkinlikte olsa da, kadından erkeğe yayılabilir. lığa neden olur. HIV-2 için spesifik testler şimdi mevcut­
P aren teral Geçiş. HIV'in parenteral geçişi üç farklı tur ve transfüzyon için toplanan kanda HIV-2 seropoziti-
grupta çok iyi gösterilmiştir: intravenöz ilaç bağımlıları vitesi de rutin olarak taranmaktadır. Aşağıdaki tartışma
(en büyük grup), faktör VIII veya IX konsantreleri alan primer olarak HIV-1 ile ve onun sebep olduğu hastalıkla
hemofilikler ve rastgele kan transfüzyonu alanlar. İntra­ ilgilidir fakat genellikle HIV-2'ye de uygulanabilir.
venöz ilaç bağımlıları arasında geçiş, paylaşılan iğneler,
enjektörler veya HIV içeren kanla bulaşmış diğer kişisel H lV ’ ın Yapısı
eşyalarla olur. Çoğu retroviruslar gibi HIV-1 virionu da küreseldir ve
Kan veya faktör VIII konsantreleri gibi kan ürünleri­ konak hücre membranından gelişen lipid zarfla çevrili
nin transfüzyonuyla HIV geçişi 1985'den beri hemen tü­ koni şekilli elektron-yoğun bir nüve içerir (Resim 4-26).
müyle ortadan kaldırılmıştır. Bundan dört halk sağlığı Virus nüvesi şunları içerir: (1) major kapsid protein p24,
tedbiri sorumludur: bağışlanan kan ve plazmanın bağışı­ (2) nukleokapsid protein p7/p9, (3) iki genomik RNA
nın HIV antikoru için taranması, HlV-ilişkili p24 antije­ kopyası ve (4) üç viral enzim-proteaz, ters translcriptaz
ninin (antikorların gelişmesinden önce tesbit edilebilir) ve integraz. p24 protein en kolay tesbit edilen viral anti­
taranması, pıhtılaşma faktör konsantrelerinin ısıdan ge­ jendir ve bu nedenle kan taramasında HIV enfeksiyonu
çirilmesi ve vericilerin öyküleri temelinde taranması. Bü­ tanısında kullanılan antikorlar için hedeftir. Viral çekir­
tün bu tedbirler ile halen hesaplandığına göre her yıl alı­ dek virion zarfı altında yatan p l7 denilen bir matriks
cıları enfekte etme potansiyelinde; 1.5 milyon kan bağı­ proteiniyle çevrelenmiştir. Viral zarfın kendisi hücrele­
şından l'in in HIV-enfekte olduğu, 11 enfeksiyöz bağış­ rin HIV enfeksiyonu için kritik iki viral glikoproteinle
Immün Yetmezlik Hastalıkları 145

gp41 p17 matriks HIV-1, genomik analizler temelinde M (major) ve O


(outlier) olarak tanımlanan iki gruba bölünebilir. Dün­
gp 1 2 0 yada daha sık tip olan grup M viruslar tekrar A'dan J'ye
kadar tanımlanan alt tiplere (clades) ayrılır. Bunlar coğ­
rafi dağılımlarında farklıdırlar. B, Batı Avrupa ve Birleşik
p24 kapsid
Lipid çift Devletler'de sık tipken, E en sık Tayland'dadır. Bunlar
tabaka moleküler homolojilerinin ötesinde, geçiş tarzlarında da
integraz farklılık gösterir. Böylece, E tipi muhtemelen, vajinal su-
Proteaz
bepitelyal DC'leri enfekte etme yeteneğinden dolayı
başlıca heteroseksüel temasla (erkekten kadına) yayılır.
RNA Buna karşın B tipi virüsün DC'lerde büyümesi kötüdür
Ters ve monositler ve lenfositlerle taşınabilir.
transkriptaz

H lV ’ in Yaşam Siklusu
HIV enfeksiyonunun iki ana hedefi immün sistem ve
SSS'idir. Virüsün yaşam siklusu en iyi onun immün sis­
temle etkileşimlerinden anlaşılır.
Hücrelere HIV girişi için, yüksek affinite reseptörü olarak
Resim 4 -2 6 insan immün yetmezlik virüsü (HIV) yapısı. HIV-1 viri- hareket eden CD4 molekülü gerekir (Resim 4-27). Bu gerek­
onu. Viral partikül konak hücresinden gelişen, viral glikoproteinler lilik, virüsün CD4+ T hücrelerine tropizmini (tercihini)
gp41 ve gp120 ile sabitlenmiş bir çift lipid tabakasıyla örtülüdür. ve başlıca makrofajlar ve CD'ler olmak üzere diğer CD4+
hücreleri enfekte etmesini açıklar. Ancak CD4'e bağlan­
ma enfeksiyon için yeterli değildir. Hücreye girişi kolaylaş­
(gpl20 ve gp41) sabitlenmiştir. HIV-1 proviral genomu tırmak için HIV kılıfı gpl20 de diğer hücre yüzey molekülle­
çeşitli viral proteinleri kodlayan gag, pol ve env genleri rine (koreseptöıieıj bağlanmalıdır. İki yüzey kemokin re­
içerir. Gag ve pol genlerinin ürünleri başlangıçta, matür septörü, CCR5 ve CXCR4, bu rolü üstlenir. HIV zarf pro­
proteinleri sağlamak için viral proteazla parçalanması teini gpl20, (transmembran gp41'e nonkovalan tutunan)
gereken büyük prekursör proteinleri kodlar. Çok etkin başta CD4 moleküllere bağlanır (Resim 4-27). Bu bağ­
anti-HIV-1 proteaz inhibitörü ilaçlar matür viral protein­ lanma gpl20 de CXCR4 (başlıca T hücrelerde) veya
lerin oluşumunu inhibe ederek viral komponentlerin bir CCR5 (başlıca makrofajlarda) koreseptörleri için yeni bir
araya gelmesini engeller. tanınma yeri oluşturan yapısal bir değişikliğe yol açar.
HIV bu üç standart retroviral gene ek olarak enfeksi- gp41 sonra hedef membrana girmesine olanak veren bir
yöz viral patiküllerin sentez ve bir araya gelmesini regü- yapısal değişikliğe gider ve bu olay virüsün hücreyle bir­
le eden diğer birçok gen (tat, rev, vif, nef, vpr ve vpu gi­ leşmesini kolaylaştırır. Birleşmeden sonra HIV genomu­
bi üç harfli isimler verilen) içerir. Mesela tat (transakti- nu içeren iç bölüm hücrenin sitoplazmasma girer.
vatör) geni ürünü, viral genlerin translasyonunda 1 0 0 0 Koreseptörler HIV enfeksiyon sürecinin kritik kompo-
misli artışa sebep olduğundan, viral genlerin replikasyo- nentleridir ve bunların keşfi HIV tropizmi ile ilgili önce­
nu için kritiktir, nef protein intrasellüler kinaz aktivite- den açıklanamayan gözlemleri açıklamıştır. Bilinmekte­
sini (T-hücre aktivasyonunu, viral replikasyonu ve viral dir ki, HIV suşları onların makrofajları ve/veya CD4+ T
enfektiviteyi etkileyen) aktive eder ve enfekte hücreler­ hücreleri enfekte etme relatif yeteneklerine göre sınıfla­
de CD4 ve MHC moleküllerinin yüzey ekspresyonlarını nabilirler. Makrofaj-tropik (R5 virus) suşlar hem mono-
azaltır. In vivo HIV enfeksiyonu ilerlemesi n e f e bağım­ sit/makrofajları, hem yeni izole edilmiş periferik kan T
lıdır. Mutasyonlu nef genlerine sahip simian immün yet­ hücrelerini enfekte ederler. Buna karşılık, T hücre-tropik
mezlik virüsü soyları maymunlarda belirgin şekilde dü­ (X4 virus) suşlar sadece T hücre serilerini enfekte eder.
şük oranda AIDS'e neden olur ve nef-defektli HIV-1 so­ Bu seçicilik şimdi seçici koreseptör kullanmayla açıklan-
yu ile enfekte olan insanlar mutant olmayan soylara gö­ maktadır. R5 suşları koreseptör olarak CCR5'i kullanır ve
re daha yavaş tempoda bir AIDS çıkışı ile nisbeten dü­ CCR5 hem makrofaj, hem T hücrelerinde eksprese edildi­
şük viral yük sergiler. Çeşitli regülatuar genler HIV pa- ğinden, bu hücreler R5 suşuyla enfeksiyona hassastırlar.
togenezinde önemlidir ve bunların etkilerini bloke et­ Buna karşılık X4 suşları T hücre serilerinde (monosit/
mek için çeşitli yaklaşımlar geliştirilmiştir. makrofajlarda değil) eksprese edilen CXCR4'e bağlanır,
Farklı viral izolatlarm nükleik asit sekanslaması (dizi- böylece sadece aktive T hücreler hassastır. Enteresan ola­
lemesi), HIV genomunun birçok kısmında kayda değer rak, aşağı yukarı %90 HIV enfeksiyonu başlangıçta R5
değişkenlik ortaya koyar. Bu yüksek değişkenlik nisbe­ suşlarıyla geçirilir. Ancak enfeksiyon sırasında X4 virus­
ten, her 1 0 5 replike nükleotid için bir hata olarak hesap­ lar giderek birikir, bunlar özellikle virulandır ve hastalık
lanan, viral polimerazm düşük doğruluğundandır. Çoğu progresyonunun hızla ilerleyen son fazında T hücre azal­
sekans farkları zarf glikoproteinlerini kodlayan genom masından sorumludur. HIV enfeksiyonu seyri sırasında
bölgesinde kümelenir. HIV-1'e karşı immün yanıt onun R5 suşunun gpl20'yi kodlayan genlerde mutasyonlarm
zarfına hedeflenmiş olduğundan, antijen yapısında bu sonucu olarak X4'e döndüğü düşünülmüştür. Defektli
gibi ileri değişkenlik aşı geliştirmek için ürkütücü bir CCR5 reseptörlü kişiler (Amerikalı beyazlar mutant
engeldk. CCR5 için %20 heterozigot, %1 homozigottur) HlV'e tek-
146 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

gp120 gp120^ gp41


VİRÜS
CD4'e Yapısal kemokin membran Membrana
bağlanır değişiklik reseptörüne penetrasyonu füzyon
bağlanır

CD4

SİTOPLAZMA

Resim 4 -2 7 Konak hücresine insan immün yetmezlik virüsü (HIV) girişinin moleküler temeli. CD4 ile bir kemokin reseptörünün ("kore-
septör” ) etkileşimleri.
(Macmillan Publishers Ltd izniyle adapte, from Wain-Hobson S: HIV. One on one meets two. Nature 384:117, copyright 1996.)

rarlanan in vivo maruz kalmalara rağmen AIDS gelişimi­ ganglionlarma girdiklerinde, DC'ler doğrudan hücre-
ne nisbeten dirençlidir. AIDS patogenezinde HIV-kore- hücre temasıyla HIV'i CD4+ T hücrelere geçirebilirler.
septör etkileşiminin anlamlılığı nedeniyle, bu etkileşimin HlV'e ilk maruz kalmadan günler sonrasında, lenf no-
önlenmesinin anlamlı tedavi edici değeri olabilir. düllerinde viral replikasyon tesbit edilebilir. Bu replikas-
Bir kere hücreye girdiğinde, viral genom tamamlayıcı yon viremiye yol açar ki, bu durumda hastanın kanında
(komplementer) DNA (cDNA) gelişmesine yol açan ters yüksek miktarda HIV partikülleri vardır. Bu durum bir­
transkripsiyona gider. Durağan T hücrelerinde proviral çok viral hastalık için tipik olan çeşitli nonspesifik bulgu­
cDNA sitoplazmada lineer epizomal tarzda kalabilir. lara ve semptomlara sahip akut bir HIV sendromu ile be­
Ancak, bölünen T hücrelerinde cDNA nükleusa girer ve raberdir. Virus tüm vücuda dağılır ve periferik lenfoid
konak genomu ile birleşir. Birleşmeden sonra provirus dokulardaki T yardımcı hücreleri, makrofajları ve DC'le-
transkripsiyonsuz aylar veya yıllarca kalabilir ve enfek­ ri enfekte eder. Enfeksiyon yayılırken immün sistem vi­
siyon latent hale gelir. Alternatif olarak, proviral DNA ral antijenlere yönelik hem humoral, hem sellüler immün
hücre membranmdan tomurcuklanan tam viral parti- cevaplar oluşturur. Bu immün cevaplar enfeksiyonu ve
küller oluşturmak üzere tercüme edilebilir (translate). virus gelişmesini kısmen kontrol eder ve bu kontrol, pri­
Bu tip prodüktif enfeksiyonlar hücre ölümüne yol açan mer maruz kalmadan 12 hafta kadar sonra vireminin dü­
şiddetli viral tomurcuklanmayla birliktedir. Şunu belirt­ şük, fakat tesbit edilebilir düzeye düşmesiyle yansır.
mek önemlidir, HIV-1 istirahatteki T hücrelerini enfekte Sonraki, kronik faz hastalıkta lenf nodülleri ve dalak, de­
edebilirse de, proviral DNA transkripsiyonunun başlatıl­ vamlı HIV replikasyonu ve hücre tahribi bölgeleridir (Resim
ması (ve böylece prodüktif enfeksiyon) sadece enfekte 4-28). Hastalığın bu periodunda immün sistem, fırsatçı
hücreler antijenlere veya sitokinlere maruz kalarak akti- mikroplarla olan enfeksiyonların çoğuyla başa çıkma ye­
ve edildiklerinde olur. Böylece, vahşi dönüş halinde en­ teneğinde kalır ve HIV enfeksiyonunun klinik belirtileri­
feksiyonlara fizyolojik cevaplar ve diğer uyarılar HIV ile nin çok azı vardır veya hiç yoktur. Bu nedenle HIV has­
enfekte T hücrelerin ölümünü kolaylaştırır. talığının bu fazı klinik sessiz (latent) period olarak isim­
lendirilir. Periferik kandaki T hücrelerinin çoğunluğu vi­
H IV Enfeksiyonunun İlerlemesi rus taşımasa da, latent period süresince lenfoid dokular­
HIV hastalığı konak immün cevabıyla sadece kısmen kontrol da CD4+ T hücrelerin harabiyeti devam ve kanda dola­
edilebilen akut enfeksiyonla başlar ve periferik lenfoid doku­ şan CD4+ T hücrelerin seviyesi sürekli düşer. Vücutta
ların kronik progresif enfeksiyonuna ilerler (Resim 4-28). bulunan 1012 T hücresinin %90'dan fazlası normalde len­
Enfekte olan ilk hücre tipi mukozal lenfoid dokularda foid dokularda bulunur ve HIV'in her gün yaklaşık 1-
CD4+ T bellek hücreleri (CCR5 eksprese eden) olabilir. 2x l09 adet CD4+ T hücresini tahrip ettiği hesaplanmıştır.
Mukozal dokular organizmada en büyük T hücre rezer­ Hastalığın başlarında organizma yeni CD4+ T hücre yap­
vuarı ve bellek hücrelerinin major yerleşim yeri oldu­ maya devam edebilir ve bu nedenle CD4+ T hücreler he­
ğundan, bu hücrelerin ölümü lenfositlerde kayda değer men hemen tahrip edildikleri hızda yerine konabilirler.
azalma ile sonlanır. Bu fazda lenfoid organlardaki %10'a kadar CD4+ T hüc­
Enfeksiyonun akut fazından kronik faza geçişi virüsün ya­ resi enfekte olmuş olabilir, fakat bir kişide herhangibir
yılması, viremi ve konak immün cevaplarının gelişmesiyle zamanda dolaşan enfekte CD4+ T hücre sayısı total
karakterlidir. Virus giriş yerindeki epitelde DC'ler virüsü CD4+ T hücrenin %0.1'inden az olabilir. Sonunda, yıllar
yakalar ve sonra lenf nodüllerine göçerler. Bir kere lenf içinde devam eden virus enfeksiyonu ve T hücrelerinin
Immün Yetmezlik Hastalıkları 147

ölümü siklusu, lenfoid dokularda ve dolaşımda CD4+ T


hücre sayısında sürekli bir azalmaya yol açar.
Kanda ve mukozada Dendritik T hücre azalmasına ek olarak, immün sistemin birçok
hücreler
hücrelerin komponentinde Tablo 4-11'de özetlenen anomaliler ta­
primer enfeksiyonu
nımlanmıştır. Aşağıda tartışılanlar, HIV enfeksiyonu sı­
rasındaki major bozukluklardır.
Lenf nodları ve
^ t dalağa drenaj
H IV Enfeksiyonunda T H ücre A zalm a M ekanizm aları
CD4+ T hücreleri kaybının major mekanizması, hücrelerin
Lenfoid dokuda litik HIV enfeksiyonu, viral replikasyon ve virionlann geliş­
(ör. lenf nodu) mesi sıralarında hücre ölümüdür (Resim 4-29). Diğer sito-
yerleşen enfeksiyon
patik viruslar gibi HIV, sellüler fonksiyonları enfekte
hücrelerin ölümüne yetecek kadar bozar. Direkt hücre
lizisine ek olarak diğer mekanizmalar T hücre kaybına
Akut HIV sendromu, neden olabilir:
enfeksiyonun Viremi
vücutta yayılımı • Timik progenitor hücrelerin ya direkt enfeksiyonu ve­
ya CD4+ T hücre maturasyonu için temel olan sitokin-
leri salgılayan yardımcı hücrelerin enfeksiyonu ile im-
immün matür CD4+ T hücre prekürsörlerinin kaybı. Sonuç,
yanıt matür CD4+ T hücrelerin oluşumunun azalmasıdır.
CTLs
Viral replikasyonun ■ Enfekte olmayan hücrelerin, HIV antijenleri ya da di­
kısmen kontrolü ğer eş zamanlı diğer enfeksiyöz ajanlar tarafından
kronik aktivasyonu T hücrelerinin apoptozuna yol
Provirus açar. Enfekte olmayan hücrelerin bu "aktivasyon ne­
denli ölüm"ü nedeniyle ölen T hücrelerinin sayısı
HIV enfekte hücre sayısından çok daha fazla olabilir.
Klinik
sessizlik > Lenfoid dokulardaki çeşitli hücrelerin enfeksiyonu
v normal yapıya zarar veriri ve immun cevabın bozul­
Latent enfeksiyon Düşük düzeyde enfeksiyon masına yol açar.
1 1 > Enfekte olan ve enfekte olmayan hücrelerin birleşme­
Diğer si sinsitya (dev hücreler) gelişimine yol açar. Doku
mikrobial
enfeksiyonlar; kültüründe prodüktif şekilde enfekte hücrelerde
sitokinler
(ör. TNF)
BİL Tablo 4-11 AIDS’de Major immün Fonksiyon Anomalileri
Yaygın viral
replikasyon ve Lenfopeni
CD4+ hücresi
On planda CD4+ yardımcı T hücre subtipinde seçici kayıp
lizisi
nedeniyle; CD4+/CD8+ oranında azalma
Azalmış in vivo T Hücre Fonksiyonu
Aktive ve bellek T hücrelerinin öncelikli kaybı
AIDS Lenfoid dokunun harabiyeti: Azalmış geç-tip hipersensitivite
CD4+ T hücrelerinin azalması
Fırsatçı enfeksiyonlara hassasiyet
Neoplazmlara hassasiyet
Resim 4 -2 8 İnsan immün yetmezlik virüsü enfeksiyonunun pato-
Değişmiş in vitro T Hücre Fonksiyonu
genezi. HIV başlangıçta T hücreleri ve makrofajları direkt enfekte
eder veya bu hücrelere Langerhans hücreleriyle taşınır. Bölgesel Mitojenler, alloantijenler ve solubl antijenlere azalmış
lenf nodlarında viral replikasyon, viremiye ve lenfoid dokulara proliferasyon cevabı
yaygın yerleşmeye yol açar. Viremi konak immün cevabıyla kontrol Azalmış sitotoksisite
edilir (gösterilmemiştir) ve sonra hasta klinik latent faza girer. Bu B hücre antikor oluşumu için azalmış yardım fonksiyonu
faz esnasında hem T hücrelerinde, hem makrofajlarda viral rep­ Azalmış interlökin-2 ve interferon-y yapımı
likasyon durmaksızın devam eder, fakat biraz viral immün korunma
vardır (gösterilmemiştir). Prodüktif enfeksiyonla CD4+ hücrelerin
aşamalı bir erozyonu vardır (veya gösterilmeyen diğer mekaniz­ Hipergammaglobulinemi ve dolaşan immün kompleksler
malarla). Sonuçta, CD4+ hücre sayısı düşer ve hasta tam gelişmiş Yeni bir antijene de novo antikor cevabı oluşturamama
klinik AIDS semptomları geliştirir. Makrofajlar da virus ile erken İn vitro B hücre aktivasyonu için normal sinyallere yetersiz cevap
parazitlenmiştir, HIV ile lizise uğratılmazlar ve virüsü dokulara Değişmiş Monosit ve Makrofaj Fonksiyonları
taşırlar, özellikle beyine.
Azalmış kemotaksi ve fagositozis
Azalmış HLA class II antijen ekspresyonu
T hücrelerine antijen sunma kapasitesinde azalma
İnterlökin-1 , tümör nekroz faktörü, interlökin -6 spontan
salgılanmasında artma
H L A , in sa n lö k o s it a n tije n i.
148 BÖLÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları

Enfekte CD4+ T hücrelerinde Enfekte olmamış Enfekte CD4+ T hücrelerinde


viral replikasyon CD4+ hücrelerin aktivasyonu HIV peptidlerinin ekspresyonu

Enfekte hücrelerin ölümü Aktivasyon nedenli hücre Virus spesifik CTL’lerce


(virüsün sitopatik etkisi) ölümü (apoptoz) enfekte hücrelerin öldürülmesi
Resim 4 -2 9 insan immün yetmezlik virüsü (HIV) enfeksiyonunda CD4+ T hücre kaybı mekanizmaları. HIV enfeksiyonu sonrasında T
hücre azalmasının bilinen ve ileri sürülen başlıca mekanizmalarının bazıları, gösterilmektedir.

eksprese edilen gpl20 enfekte olmayan T hücreleri­ provirüsün hücrelerde virus geliştirmeden (latent infecti­
nin CD4 moleküllerine bağlanır, birkaç saat içinde on) aylar veya yıllarca kalabileceğine yaygın şekilde ina­
füzyon, balonlaşma ve ölüm ile sonlanır. Bu sinsitya nılır. Oldukça aktif antiretroviral tedaviyle (kandaki virü­
geliştirme özelliği X4 HIV suşu ile sınırlıdır. sün çoğunu yok edebilen) bile latent virus, lenf nodülün-
• Enfekte olmamış CD4+ T hücreler aberan sinyal ve de CD4+ hücrelerde saklanır (istirahatteki, uzun yaşayan
apoptoza yol açmak üzere solubl gpl20'yi CD4 mole­ CD4+ T hücrelerin %0.05 kadarı enfektedir). Latent en­
külüne bağlayabilir. fekte hücrelerde viral yaşam siklusunun tamamlanması
« Enfekte CD4+ T hücreler HIV-spesifik CD8 CTL'ler hücre aktivasyonu gerektirir. Böylece, eğer latent enfek­
ile öldürülebilir. te CD4+ hücreler çevresel antijenlerle aktive edilirse, so­
nucu ne yazık ki artmış HIV proviral DNA transkripsiyo­
CD4+ hücrelerin kaybı, periferik kanda CD4+/CD8+ nudur. Bu, artan transkripsiyon virion gelişmesine yol
oranında ters dönmeye yol açar. Böylece, normal CD4+/ açar ve T hücreler için de hücre lizisiyle sonlanır. Ek ola­
CD 8 + oranı l'e 2 iken, AIDS'li hastalar 0.5 veya daha rak, normal immün cevaplar sırasında aktive makrofajla-
düşük orana sahiptir. Bu şekilde ters dönüş AIDS'de sık rm meydana getirdiği TNF, IL-1 ve IL- 6 da, HIV geninin
rastlanan bir bulgudur, fakat diğer viral enfeksiyonlarda artmış transkripsiyonuna yol açabilir (Resim 4-28). Böy­
da görülebildiği için tanı koydurucu değildir. lece, öyle görünmektedir ki, konak makrofajları ve T
Her ne kadar aşırı CD4+ T hücre azalması AIDS'in hücreleri fizyolojik olarak aktive olduğunda (araya giren
bir işareti ve geç HIV seyrinde immün yetmezliğin ço­ diğer mikrobik ajanlarla enfeksiyonlar gibi) HIV hızla
ğundan sorumluysa da, T hücre fonksiyonunda asemp- çoğalır. Birleşik Devletler'de HIV ile enfekte hastaların
tomatik HlV'le enfekte kişilerde bile tesbit edilebilen ka- çoğunun hayat tarzı onları cinsel yolla geçen diğer hasta­
litatif defektler için ikna edici kanıt da vardır. Bu çeşit lıklara rekürren maruz kalma konusunda artan bir riske
defektler, antjenle uyarılan T hücre proliferasyonunun sokar. Afrika'da, sosyoekonomik durumlar muhtemelen
azalmasını, bozulmuş TH1 sitokin oluşumunu ve anor­ daha yüksek kronik enfeksiyon tehlikesi oluşturur.
mal intrasellüler sinyal uyarımını içerir. Hastalığın sey­ AIDS hastalarının nasıl korkunç bir T hücre tahribi sik-
rinde erken dönemde CD4+ T bellek hücrelerinde seçici lusuna girdiklerini anlamak kolaydır: bu hastaların azal­
bir kayıp vardır ki, muhtemelen bu hücrelerin mukozal mış yardımcı T hücre fonksiyonu nedeniyle yatkın oldu­
dokularda yoğunluğuna ve bu T hücre subtipinde daha ğu enfeksiyonlar proinflamatuar sitokinlerin üretimini
yüksek seviyede CCR5 ekspresyonuna bağlıdır. arttırır, bu da enfeksiyonu ve ilave CD4+ T hücrelerin
Düşük seviyeli kronik veya T hücrelerinin (ve makro- kaybının izlediği HIV üretimini uyarır.
fajlarm) latent enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun önemli
bir özelliğidir. Her ne kadar erken enfeksiyonun seyrin­ HIV Enfeksiyonunda Monositler/Makrofajlar
de sadece nadir CD4+ T hücreleri enfeksiyöz virus eksp­ HIV hastalığı patogenezinde CD4+ T hücrelerinin en­
rese ederse de, aslında %10 kadar lenf nodülii T hücrele­ feksiyonuna ek olarak monositlerin ve makrofajlarm en­
rinin HIV genomuna sahip olduğu gösterilebilir. Integre feksiyonu da ileri derecede önemlidir. T hücrelerine
immün Yetmezlik Hastalıkları 149

benzer şekilde, HIV ile enfekte makrofajlar periferik sahiptir. Bu, her ikisi de poliklonal B hücre aktivatörü
kanda değil, dokularda bulunur. Beyin ve akciğerler gi­ olan CMV veya EBV enfeksiyonu dahil, multipl faktörle­
bi belli dokularda makrofajların %10-50 kadarı enfekte rin sonucu olabilir. HIV gp41, kendisi B hücre büyüme
olabilir. Makrofajların HIV enfeksiyonunun ek birçok ve diferansiyasyonunu uyarabilir ve HIV ile enfekte
yönü vurgulanmaya değer: makrofajlar bol miktarda, B hücre proliferasyonu sağla­
® Her ne kadar retroviruslarm çoğunda integrasyon ve yan IL- 6 meydana getirirler. Spontan aktive olan B hüc­
sonraki replikasyon için hücre bölünmesi gerekli ise relerin varlığına rağmen, AIDS hastaları yeni karşılaşı­
de HIV-1, HIV-1 vpr geninin sağladığı bir özellik ola­ lan antijenlere antikor cevabı oluşturamaz. Sadece bu, T
rak, terminal diferansiyasyondaki bölünmeyen mak- hücre yardımındaki azalmaya bağlanabilecek bozulma
rofajları enfekte edebilir ve çoğalabilir. dışında, T hücrelerinden bağımsız antijenlere karşı anti­
• Makrofajlar hücre yüzeyinden nisbeten az miktarda vi­ kor yapımı da, ilave B hücre bozukluklarını düşündüre­
rus tomurcuklandırır fakat, intrasellüler veziküllerinde cek şekilde baskılanmıştır. Bozulmuş humoral immüni-
te, bu hastaları, etkili opsonizasyon ve temizleme için
lokalize büyük miktarlarda virus partikülii içerir.
antikorlar gerektiren kapsüllii bakterilere (S. pneumoni­
a Makrofajlar, CD4+ T hücrelere zıt olarak HlV'in sito-
ae ve H. influenzae gibi) hassas kılar.
patik etkilerine oldukça resistandırlar ve bu nedenle
CD4+ T hücreler immün cevapların regülasyonunda
virüsü uzun dönemler barmdırabilirler.
merkezi rol oynar: bunlar bol sitokin, kemotaktik fak­
• %90'dan fazla vakada HIV enfeksiyonu R5 suşuyla törler ve hematopoetik büyüme faktörleri (granülosit-
taşınır. HIV enfeksiyonunun seyrinde daha sonra ge­ makrofaj koloni-uyaran faktör gibi) meydana getirirler.
lişen daha virulan X4 suşu monositlere HIV geçirme­ Bu nedenle, bu "üstad hücre"nin kaybı Tablo 4-11'de
de yetersizdir. Bu, HIV taşınması için makrofajların özetlendiği gibi, immün sistemin diğer hemen her hüc­
(veya DC'ler) başlangıç enfeksiyonunun kritik oldu­ resi üzerinde yayılan bir dalgalanma etkisine sahiptir.
ğunu düşündürür.
Böylece her koşulda, makrofajlar HIV enfeksiyonunun SSS Tutulum unun Patogenezi
bekçisidir. Monositler ve makrofajlar ilk bulaşma için AIDS'de nörolojik bulguların patogenezi özel olarak söz
kapı oluşturmaları dışında, viral rezervuar ve ürünü ko­ edilmeyi hak eder, çünkü HIV enfeksiyonunda sinir sis­
nak savunmalarından büyük oranda korunmuş olarak temi lenfoid sisteme ilave olarak major hedeftir. Makro­
kalan fabrikalardır. Dolaşan monositler de özellikle fajlar ve monosit-makrofaj dizisine ait hücreler (mikrogli-
SSS'ne olmak üzere, organizmanın çeşitli kısımlarına, al hücreler) beyinde HIV ile enfekte olan baskın hücre
HIV taşınmasında bir taşıyıcı oluşturur. HIV enfeksiyo­ tipleridir. Virus büyük olasılıkla beyine enfekte monosit-
nunun geç fazlarında CD4+ T hücre sayısı yoğun şekilde lerle taşınmaktadır (böylece, beyin HIV izolatları hemen
azaldığında, makrofajlar viral replikasyonun devam etti­ tümüyle R5 tiptir). Beyinde HlV'e bağlı hasarın mekaniz­
ği major bölge olarak kalırlar. Her ne kadar dolaşımda ması meçhuldür. Çünkü nöronlar HIV ile enfekte değildir
HIV ile enfekte monositlerin sayısı düşük ise de, bunla­ ve nöropatolojik değişikliklerin yaygınlığı çoğu kez nöro­
rın fonksiyonel eksikleri (bozulmuş mikrobisidal aktivi- lojik semptomların şiddetinden beklenebileceğinden da­
te, azalmış kemotaksi, anormal sitokin teşekkülü ve ha azdır. Çoğu uzman nörolojik bozukluğa indirekt ola­
düşmüş antijen sunum kapasitesi gibi) konak savunma­ rak viral ürünlerin, makrofajlar ve mikroglial hücrelerin
sında önemli etkiye sahiptir. oluşturduğu eriyik faktörlerin (örneğin, TNF gibi sitokin-
ler) neden olduğuna inanılır. Ek olarak, nöronal hücreler­
H IV Enfeksiyonunda D C ’ ler de gp41 ile oluşturulan nitrik oksit hasarı ve solubl HIV
Makrofajlara ek olarak iki tip DC de HIV enfeksiyonu­ gpl 2 0 ile nöronların direkt hasarı da ileri sürülmüştür.
nun başlaması ve sürdürülmesi için önemli hedeftirler:
mukozal ve folliküler DC'ler. Önceden tartışıldığı gibi,
mukozal DC'ler virüsü yakalar ve CD4+ T hücrelerinin © ÖZET ............................... ................. _
enfekte edildiği bölgesel lenf nodüllerine taşırlar. Lenf
İnsan İmmün Yetmezlik Hayat Siklusu ve
nodüllerinin germinal merkezindeki folliküler DC'ler
AIDS Patogenezi
önemli HIV rezervuarlarıdırlar. Her ne kadar bazı folli­
küler DC'ler HIV ile enfekte olursa da, virus partikülle- • Hücrelere virüsün girişi: kemokin reseptörleri olan CD4
rinin çoğu HIV-anti-HIV antikor kompleksi yoluyla Fc ve koreseptörleri gerektirir; viral gp120’nın bağlanması
reseptörlerine bağlılar dahil, dendritik çıkıntılarının yü­ ve viral gp41 proteininin aracı olduğu hücre füzyonu ger­
zeyinde bulunurlar. Folliküler DC'lerde lokalize olan an­ çekleşir. Başlıca hücresel hedefler, CD4+ yardımcı T hüc­
tikorla kaplı virionlar CD4+ T hücreleri enfekte etme ye­ reler, makrofajlar, DC’Ierdir.
teneğini korurlar. Makrofajların ve DC'lerin HIV enfek­ • Viral replikasyon: provirus genomu konak hücre D N A ’sı-
siyonu da, T hücre cevap verirliğine sekonder etkiyle, bu na integre olur; enfekte hücreleri aktive eden uyarılarla
hücre populasyonlarmm fonksiyonlarını da bozar. (enfeksiyöz mikroplar, normal immün cevaplar sırasında
meydana getirilen sitokinler gibi) viral gen ekspresyonu
H IV Enfeksiyonunda B H ü cre le r ve D iğer Lenfositler tetiklenir.
• Enfeksiyonun progresyonu: mukozal T hücrelerin ve
Her ne kadar, dikkatin çoğu T hücreler ve makrofajların
D C ’lerin akut enfeksiyonu; virus disseminasyonuyla vire-
üzerinde yoğunlaştıysa da, AIDS'li hastalar derin B hüc­
mi; lenfoid dokulardaki hücrelerin latent enfeksiyonu; sü­
re işlev bozuklukları da ortaya koyarlar. Bu hastalar çe­
regelen viral replikasyon ve CD4+ T hücrelerin progres-
lişkili biçimde poliklonal B hücre aktivasyonu sonucu hi-
sif kaybı.
pergammaglobulinemi ve dolaşan immün komplekslere
150 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları

• İmmün yetmezliğin mekanizmaları:


lenfoid organlarda) CD4+ T hücreler ve makrofajlar-
da virus çoğalmaya devam eder.
° CD4+ T hücrelerin kaybı: Viral replikasyon ve tom ur­
cuklanma sırasında T hücre ölümü (diğer sitopatik en- • Orta, kronik faz virüsün görece bir duraklama evresi­
feksiyonlardakine benzer); kronik uyarı sonucu olan ni temsil eder. Bu noktada immün sistem büyük ölçü­
apoptozis; azalmış tim ik ürün; fonksiyonel defektler. de intakttır fakat yıllarca sürebilen devamlı bir HIV
0 Defektli makrofaj ve DC fonksiyonları. replikasyonu vardır. Hastalar ya asemptomatiktir ve­
0 Lenfoid dokuların yapısının tahribi (geç). ya persistan lenfadenopati, pamukçuk (Candida) veya
herpes zoster gibi "minor" fırsatçı enfeksiyonlar geliş­
tirirler. Bu faz sırasında, lenfoid dokularda viral repli­
kasyon azalmadan sürer. Böylece HIV enfeksiyonun­
da gerçek mikrobiyolojik latentlik yoktur. Yoğun viral
Doğal Hikaye ve Klinik Seyir
döngü CD4+ hücrelerin devamlı kaybıyla birliktedir,
HIV Enfeksiyonunun klinik seyri HIV ve immün sistem fakat CD4+ hücrelerin büyük kısmı yenilenir ve peri­
arasındaki etkileşimle en iyi anlaşılır. Virus-konak etkile­ ferik kanda CD4+ hücre azalması orta derecededir.
şimini yansıtan üç faz tanınabilir: (1 ) erken akut bir faz, Uzamış ve değişken olabilen bir dönemden sonra
(2) orta kronik bir faz ve (3) son kriz fazı (Resim 4-30). CD4+ hücrelerin sayısı düşmeye başlar, HIV virusuy-
• Akut faz, immünkompetan bir erişkinin HIV enfeksi­ la enfekte yaşayan CD4+ hücre oranı artar ve konak
yonuna başlangıç cevabını temsil eder. Klinik olarak, savunmaları azalmağa başlar. Anlamlı yapısal semp­
bu faz tipik olarak enfeksiyondan 3-6 hafta sonra ya­ tomlarla (ateş, döküntü, yorgunluk) birlikte persistan
kalanan erişkinlerin % 50-70 kadarında gelişen kendi lenfadenopati, immün sistem dekompansasyonunu,
kendini sınırlayan bir hastalıktır. Soğuk algınlığı, mi- viral replikasyonun tırmanışını ve "kriz" fazının çıkı­
yalji, ateş, döküntü ve bazen aseptik meninjiti içeren şını yansıtır.
nonspesifik semptomlarla karakterlidir. Bu faz yük­ • Son, kriz fazı, konak savunmalarının yıkıcı bozulması,
sek seviyelerde virus meydana getirilmesi, viremi ve ileri derecede artmış bir viremi ve klinik hastalıkla ka­
periferik lenfoid dokulara yaygın yerleşmeyle, tipik rakterlidir. Tipik olarak hastalar 1 aydan uzun süreli
olarak, orta derecede CD4+ T hücre kaybı ile de ka­ ateş, halsizlik, kilo kaybı ve diyare gösterirler. CD4+
rakterlidir. Ancak hemen, serokonversiyonla (ekseri hücre sayısı 500 hücre/pL altına inmiştir. Değişebilen
maruz kalmanın 3-17. haftalarında) ve virusa spesifik bir aradan sonra ciddi fırsatçı hastalıklar, sekonder
CD 8 + CTL'lerin gelişmesi ile kanıtlanan bir virus neoplazmlar ve/veya nörolojik belirtiler (AIDS-tanım-
spesifik immün cevap gelişir. Viremi azalırken, CD4+ layan durumlar denilen) gelişir ve hastaların tam ge­
T hücreler hemen hemen normal sayılara döner. An­ lişmiş (full-blown) AIDS olduğu ifade edilir. Hatta
cak, plazmada virüsün düşmesi, viral replikasyonu- AIDS-tammlayan durumlar gelişmese bile, Kanser
nun sonlandığım göstermez, dokulardaki (özellikle Kontrol Merkezi (Centers for Disease Control and

AKUT KRONİK KRİZ


Primer enfeksiyon

Resim 4 -3 0 insan immün yetmezlik virüsü (HIV) enfeksiyonuna klinik ve immün cevap. A , Klinik seyir. Primer enfeksiyondan sonra erken
dönem virüsün yayılımı, H lV ’e bir immün cevap gelişmesi ve sıklıkla akut bir viral sendrom ile karakterlidir. Klinik latentlik dönemi sırasında
viral replikasyon devam eder ve CD4+ T hücre sayısı, AIDS ile birlikteki hastalıklara belirgin bir risk oluşturacak kritik bir seviyenin altına
ulaşıncaya kadar giderek azalır. B, HIV enfeksiyonuna immün cevap. H lV’e karşı sitotoksik bir T lenfosit (CTL) cevabı ilk enfeksiyondan
2 - 3 hafta sonra tesbit edilebilir ve 9 - 12 haftada en yüksek olur. Bu esnada virus-spesifîk C D 8 + T hücrelerde belirgin artış olur ve 12
haftada bir hastanın CTL’lerinin %10’a kadarı HlV-spesifik olabilir. H lV ’e hümoral immün cevap 12 haftada en yüksektir.
(A , Fauci AS, Lane H C : Human immunodeficiency virus disease: A ID S a n d related conditions. In Fauci AS, Braunwald E, Isselbacher KJ, e t al (eds): Harrison's Principles o f
Internal Medicine, 14th ed. New York, McGraw-Hill, 1997, p 1791.
İmmün Yetmezlik Hastalıkları 151

Prevention) (CDC) kılavuz ilkeleri (guideline) mikro- Tablo 4-12 insan İmmıın Yetmezlik Virus (HIV) Enfeksiyonlu
litrede 200 veya daha az CD4+ hücre sayısı olan HIV- Hastalarda Bulunan AIDS-Tammlayan Fırsatçı Enfeksiyonlar ve
Neoplazmlar
enfekte kişilerin AIDS olduğunu tanımlar.
Enfeksiyonlar
Tedavi edilmediklerinde HIV enfeksiyonlu hastaların ço­
ğunda 7-10 yıl süren kronik fazdan sonra AIDS gelişir. Bu Protozoa ve Helm int Enfeksi/onları
çerçevenin istisnaları, süratli ilerleyenler ve uzun süre
Cryptosporidiosis veya isosporidiosis (enterit)
ilerlemeyenler denilenlerde görülür. Süratli ilerleyenlerde Pneumocystosis (pnömoni veya yaygın enfeksiyon)
primer enfeksiyondan sonra orta, kronik faz 2-3 yılda iç Toxoplasmosis (pnömoni veya SSS enfeksiyonu)
içe geçmiştir, ilerlemeyenler (enfekte şahısların %5'den
Mantar Enfeksiyonları
azı) on veya daha fazla süredir asemptomatik kalan, sta-
bil CD4+ sayılı ve düşük plazma viremili HIV enfekte ki­ Candidiasis (özofagial, trakeal veya pulmoner)
şiler olarak tanımlanır. Kayda değer olarak, nihayetinde Cryptococcosis (SSS enfeksiyonu)
Coccidioidomycosis (yaygın)
bu hastaların çoğunluğunda, çok uzamış bir klinik sessiz­
Histoplasmosis (yaygın)
likten sonra olsa da, AIDS gelişir. Çok sayıda çalışmaya
karşın, ilerleme olmamasının nedeni bilinmemektedir. Bakteriyel Enfeksiyonlar
İmmün kapsam kaybı CD4+ T hücrelerin sayısının Mycobacteriosis (“atipik,” Mycobacterium avium-intracellulare,
azalmasıyla birlikte olduğundan, CDC HIV enfeksiyonu yaygın veya ekstapulmoner; Mycobacterium tuberculosis, pulmoner
sınıflaması hastaları CD4+ T hücre sayısı temelinde üç sı­ veya ekstrapulmoner, gibi)
nıfa ayırır: 500 hücre/pL'den fazla, 200 ve 500 hücre/pL Nocardiosis (pnömoni, meninjit, yaygın)
Salmonella enfeksiyonları, yaygın
arasında ve 200 hücre/pL'den az. İlk gruptaki hastalar
genellikle asemptomatiktir. 500 hücre/pL'den az sayıda Viral Enfeksiyonlar
hücresi olanlarda erken semptomlar bulunur ve CD4+ T Cytomegalovirus (pulmoner, intestinal, retinit veya
hücre seviyelerinin 200 hücre/pL altına bir düşme şiddet­ SSS enfeksiyonları)
li immünsüpresyonla birliktedir. Klinik yönetim için Herpes simplex virus (lokalize veya yaygın enfeksiyon)
CD4+ hücre sayıları HIV viral yük hesaplamalarında Varicella-zoster virus (lokalize veya yaygın enfeksiyon)
önemli bir ölçüdür. Ancak, bu iki ölçümün anlamı hafifçe Progresif multifokal lökoensefalopati
farklıdır. CD4+ hücre sayısı, hastanın hastalığının ölçü­ Neoplazmlar
münün yapıldığı sıradaki durumunu belirtirken, viral yük Kaposi sarkomu
hastalığın hangi yönde ilerlediği hakkında bilgi sağlar. Primer beyin lenfoması
Her ne kadar klinik seyrin bu özeti tedavisiz veya di­ Uterin serviksin invaziv kanseri
rençli vakalar için gerçekse de, yeni geliştirilen anti-ret- SSS, s a n tr a l s in ir sis te m i.
roviral tedavi hastalığın seyrini değiştirmiş ve şiddetli fır­
satçı enfeksiyonların (Pneumocystitis pnömonisi gibi) ve
tümörlerin (Kaposi sarkomu gibi) insidansını çok düşür­ az kişilerde ileri derecede yüksektir. Birçok hastada P. ji-
müştür. Mevcut tedavi virüsün tamamını elimine etmez roved pnömonisinden başka fırsatçı hastalıkla ortaya çı­
ancak eğer tedavi durdurulursa hastalık nüks eder. Ayrı­ kar (Tablo 4-12). En sık olanlar arasında mukozal kandi-
ca, ilaç-resistan viral suşlar yaygın hale gelecek mi, bilin­ diazis, dissemine CMV enfeksiyonu (özellikle enterit ve
memektedir. retinit), şiddetli ülserleşen oral ve perianal herpes simp-
leks, M. tuberculosis ve atipik mikobakteri (Mycobacteri­
K linik Ö ze llikle r um avium-intracellulare) ile yaygın enfeksiyondur. AIDS
HIV enfeksiyonunun akut, erken ve kronik, orta fazları­ epidemisi Birleşik Devletler'de aktif tüberkülozun yeni­
nın klinik belirtileri önce tarif edilmişti, sadece terminal den canlanmasına sebep olmuştur. Her ne kadar vakala­
faz, tam gelişmiş AIDS'in klinik belirtileri burada özet­ rın çoğunda bu reaktivasyonu temsil etse de, yeni enfek­
lenmiştir. siyonların sıklığı da yükselmektedir. M. tuberculosis' in
Birleşik Devletler'de AIDS'li erişkin hasta tipik ola­ kendisi AIDS seyrinde erken dönemde ortaya çıkarsa
rak ateş, kilo kaybı, jeneralize lenfadenopati, multipl fır­ da, HIV hastalığı seyrinde atipik mikobakteriyle enfek­
satçı enfeksiyonlar, nörolojik hastalık ve (birçok vakada) siyonlar, ekseri 100 hücre/pL'en az CD4+ hücreli hasta­
sekonder neoplazmlar gösterir. Tablo 4-12'de listelenen larda olmak üzere, geç görülür. Toxoplasmosis SSS'nin
enfeksiyonlar ve neoplazmlar AIDS'in izlem tanımlama­ en sık sekonder enfeksiyonudur. Criptococcal menenjit
larında yer alır. de oldukça sıktır. AIDS hastalarında sık olan kalıcı di-
Fırsatçı Enfeksiyonlar. Fırsatçı enfeksiyonlar AIDS'li areye ekseri Cryptosporidium veya Isospora belli enfeksi­
hastalarda ölümlerin aşağı yukarı %80'inden sorumlu­ yonları yol açar fakat, Salmonella ve Shigella türleri gibi
dur. Bunların spektrumu durmadan değişir ve insidans- bakteryel patojenler de yer alabilir. AIDS hastaları zayıf­
ları çok daha etkili, oldukça aktif antiretroviral tedaviyle lamış humoral immünite nedeniyle S. pneumoniae ve H.
belirgin şekilde düşmektedir. Burada seçilmiş fırsatçı en­ influenzae ile enfeksiyonlara hassastır.
feksiyonların kısa bir özeti verilmiştir. N eoplaziler. AIDS'li hastalar özellikle Kaposi sarkomu
Fırsatçı mantar P. proved'nin (önceki latent enfeksiyo­ (KS), non-Hodgkin lenfomalara ve kadınlarda servikal
nun reaktivasyonunu temsil eden) sebep olduğu pnömo- kanser olmak üzere bazı tümörlerin yüksek insidansma
ni insidansı, her ne kadar etkili profilaktik önlemlerle sahiptir. Bu farklı neoplazmlarm ortak karakteri her bi­
düşüyorsa da, birçok vakanın ilk bulgusudur. Bu enfek­ rinde tümör hücreleri tipik olarak onkojen virusla en-
siyonun gelişme riski CD4+ T hücresi 200 hücre/pL'den fektedir. Virus ile ilişkili malignite riskinin artma nede­
152 BÖL ÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları

ni multifaktöryeldir, ancak hasarlı T hücre immünitesi- viral tedavi kullanımı ile anlamlı olarak düşmüştür fa­
nin en etkin faktör olduğu düşünülmektedir. kat, "non-AIDS-tammlayan kanserler" kabul edilen di­
Kaposi sarkomu; nadir bir vasküler tümör olan Kaposi ğer kanserler aslında yükselmektedir. Bu son grup kara­
sarkomu Birleşik Devletler'de nadirdir (Bölüm 9). Bir za­ ciğer kanseri, anal kanser ve Hodgkin lenfomayı kapsar
manlar AIDS hastalarında en sık neoplazmdı, fakat in- ki, tümü viral enfeksiyonlarla birlikte olan tümör tipleri­
sidansı antiretroviral tedavi ile anlamlı şekilde düşmüş­ dir.
tür. Tümör homoseksüel veya biseksüel erkeklerde int- SSS Tutulumu. SSS'nin tutulumu AIDS'de sık ve önem­
ravenöz ilaç bağımlıları veya diğer risk gruplarındaki li bir belirtidir. Otopside %90 hasta bir tip nörolojik tu­
hastalardan çok daha fazladır. Lezyonlar, immün siste­ tuluma sahip bulunur ve %40-60'ı khnik olarak belirgin
min bozulmasından önce, erken dönemde veya HIV en­ nörolojik disfonksiyonludur. Anlamlı şekilde, bazı has­
feksiyonunun ileri evrelerinde gelişebilir. AIDSTi hasta­ talarda nörolojik belirtiler HIV enfeksiyonunun tek veya
larda gelişen Kaposi sarkomu, sporadik vakalardaki lez- en erken çıkış özelliğidir. Fırsatçı enfeksiyonlar ve neop-
yonlardan farklı olarak multisentriktir ve daha agressif lazmlara ek olarak viral etkiye bağlı pekçok nöropatolo-
olma eğilimindedir. Deriyi, müköz membranları, gastro­ jik değişiklikler olur. Bunlar serokonversiyon sırasında
intestinal traktı, lenf nodüllerini ve akciğerleri etkileye­ gelişen bir aseptik menenjit, vakuoler miyelopati, peri-
bilir. Lezyonlar endotelyal ve düz kas hücrelerinin özel­ ferik nöropatiler ve (en sık) klinik olarak AIDS-demans
liklerini paylaşan iğsi hücreler içerir ve lenfatik endotel­ kompleksi olarak tarif edilen progresif bir ensefalopatiyi
yal hücreler veya vasküler kanallar oluşturan mezanki- kapsar (Bölüm 22).
mal hücreler olduklarına inanılır. Farklı hastalarda lez­
yonlar, belirli EBV-ilişkili B hücre proliferasyonları gibi
onkojen viruslarla olan diğer proliferasyonlarm paylaştı­
ğı alışılmadık bir özellik olarak, monoklonal veya oligok-
lonal veya hatta, poliklonaldir. M ORFOLOJİ
Kaposi sarkomuna, Kaposi sarkomu herpesvirus D okulardaki anatom ik değişika c likler (beyindeki lezyonlar
(KSHV) veya insan herpes virus- 8 (HHV-8 ) denilen bir dışında) ne spesifik ne de diagnostiktir. A ID S ’ in patolojik
herpesvirüs sebep olur. Virüsün vasküler proliferasyona özellikleri, genellikle yaygın fırsatçı enfeksiyonlar, Kaposi
yol açmasının mekanizması belli değildir. Bir hipoteze sarkom u ve lenfomadır. Bunların çoğu, H IV enfeksiyonu ol­
göre, KSHV lenfatik endotelyal hücreleri veya diğer hüc­ mayan hastalarda da geliştiğinden, ilgili yerlerde tartışılmış­
releri enfekte eder ve HIV ile enfekte hücrelerin meyda­ tır. SSS’ ndeki lezyonların ayırt edici tabiatının ta kd ir edile­
na getirdiği sitokinlerin etkisiyle endotelyal hücrelerin bilmesi için beyni ilgilendiren diğer bo zuklukla r bütünlüğün­
proliferasyonunu uyarır. KSHV genomu, prolifere da­ de tartışılm ıştır (Bölüm 22). Burada odaklanm a lenfoid o r­
marların yaşam ve büyümesine katılabilen birçok insan ganlardaki değişiklikleredir.
onkogeni ve sitokinlerinin homologlarını içerir. Erken evre H IV enfeksiyonunda büyümüş lenf nodülle-
B hücreli non-Hodgkin lenfomalar AIDS ile birlikteki tü­ rinden biyopsi m ateryelleri belirgin b ir fo llikü ler hi-
mörlerin ikinci en sık tipini meydana getirir. Bu tümör­ perpSasi ortaya koyar (Bölüm 11). Medulla yoğun plaz­
ler oldukça agresiftiıier, en sık olarak şiddetle immün- m a hü creleri içerir. N odulün ön planda B hücre alanlarını
siiprese hastalarda görülürler ve birçok ekstranodal böl­ etkileyen bu değişiklikler, AIDS hastalarında görülen polik-
lonal B hücre aktivasyonu ve hipergammaglobulineminin
geyi tutarlar. Beyin geç evre HIV enfeksiyonunda en sık
m o rfo lo jik karşılığıdırlar. Folliküllerdeki değişikliklere ek
ekstranodal bölgedir ve bu nedenle primer beyin lenfo-
olarak, ön planda artm ış makrofaj sayısından, fakat B hüc­
ması AIDS-tammlayan bir durum kabul edilir. Bu beyin
re lenfoblastları ve plazma hücrelerinin de katkılarından do­
lenfomalarmm %100'e yakını EBV-ilişkilidir. Karşılaştı­
layı, sinüsler de artmış sellülarite gösterir. H IV partikülleri
rılacak olursa, HIV enfeksiyonunun daha erken fazında
germinal m erkezlerde, fo llikü le r DCTerin villöz çıkıntıların­
gelişen sadece %30 - %40 lenfoma EBV-ilişkilidir ki, HIV da artm ış şekilde gösterilebilir. M akrofajlar ve C D 4+ T hüc­
ile enfekte kişilerde lenfoma riski taşıyan B hücre hi- relerinde viral D N A da tesbit edilebilir.
perstimülasyonu gibi diğer faktörlerin katkısını vurgu­ Hastalığın ilerlemesiyle, B hücre proliferasyonunun aşırı
lar. Bir diğer daha seyrek AIDS ile ilişkili lenfoma, ken­ düzeyi şiddetli fo llikü le r involüsyon ve jeneralize lenfosit
dini plöral, peritoneal veya perikardial effüzyonlarla kaybına yol açar. Folliküler DCTerin organize ağı parçalanır
gösteren, baskın olarak vücut kavitelerinde gelişen pri­ ve hatta fo llikü lle r hyalinize hale gelebilir. Bu, “ yok olmuş;
mer effüzyon lenfomasıdır. Bu nadir tümör daima b u rn t-o u t” lenf nodülleri a tro fik ve kü çü ktü r ve pekçok fır­
KSHV ile birliktedir ve çoğu vakada tümör hücreleri satçı patojen barındırabilir. Derin immün süpresyon nede­
hem KSHV, hem EBV ile birlikte enfektedir. niyle hem lenf nodüllerinde hem ekstranodal bölgelerde
Servikal karsinom da AIDSTi hastalarda artmıştır. Bu enfeksiyonlara iltihap cevabı, seyrek veya atipik olabilir. Me­
ilişki immün sistemleri bozulmuş olan AIDSTi hastalarda sela, şiddetli immünosüpresyonla C D 4 + T hücreler olmadı­
insan papilomavirus prevalansı yüksekliğine bağlanabi­ ğından, m ikobakteri granülom gelişimini sağlayamaz. Boş
lir. Bu virüsün serviks skuamöz hücreli karsinomu ile ve görünüm lü lenf nodülleri ve diğer organlarda enfeksiyöz
onun öncül lezyonları olan, servikal displazi ve karsino- ajanların varlığı özel boyalar uygulamaksızın hemen kolay­
ma in situ (Bölüm 18) ile çok yakın ilişkili olduğuna ina­ ca belirgin olmayabilir. Bekleneceği gibi, lenfoid baskılanma
nodüllere özgü değildir, geç AIDS evrelerinde dalak ve ti-
nılır. Bu nedenle, jinekolojik muayene HIV-enfekte ka­
mus da “ çorak bölgeler” olarak görünür.
dınların rutin değerlendirilmesinin bir parçası olmalıdır.
Beyin gibi sıklıkla ekstranodal bölgeleri tutan non-Hodg-
Genellikle, "AIDS'i tanımlayan kanserler"-Kaposi
kin lenfom alar agressif B hücre lenfom alarıdır (Bölüm 11).
sarkomu, EBV-ilişkili tümörler ve servikal kanser-retro-
Amiloidoz 153

AIDS'in ortaya çıktığı 1981'den beri epidemiyologlar,


immünologlar ve moleküler biyologların birlikte gayretle­
ri bu hastalığı anlamamızda muhteşem ilerlemeler sağla­
mıştır. Ancak, bütün bu ilerlemelere rağmen AIDS'li has­
taların prognozu tedbir gerektirmektedir. Her ne kadar
Birleşik Devletler'de kombine antiretroviral ilaçların et­
kili kombinasyonlarının kullanılması ile ölüm oranı düş­
müş olsa da, tedavi edilen tüm hastalar lenfoid dokula­
rında viral DNA taşırlar. Persistan virusa bir kür olabilir
mi? Bir aşı geliştirilmesi için kayda değer gayretlere rağ­
men aşılamaya dayanan profilaksi veya tedavi gerçekle-
şene kadar aşılacak pek çok engel mevcuttur. Moleküler
analizler farklı hastalardan viral izolatlarda aşı geliştir­
meyi daha da güçleştiren, alarme edici derecede varyas­
yonlar ortaya koymuştur. Bu görevde diğer bir kompli­
kasyon, koruyucu immün cevap doğasının tam olarak
anlaşılmamasıdır. Sonuç olarak, şu anda antiretroviral
tedaviyle kombine etkili halk sağlığı önlemleri AIDS'e
karşı savaşta ana dayanaklardır.

A M İL O İD O Z
Amiloidoz, ekstrasellüler fibriler proteinlerin depolanma­
larının doku hasarı ve fonksiyonel bozukluklardan so­
rumlu olduğu, birçok kalıtımsal ve iltihabi bozukluklarla
birlikte olan bir durumdur. Bu anormal fibriller hatalı Resim 4-31 Amiloidin yapısı. A , Birbirinin etrafında dönen düzen­
kıvrımlı protein topluluklarıyla (normal kıvrımlı şekille­ li aralıklı biçimde Kongo kırmızısı boyası bağlayan amiloid fibrilinin
rinde solubl olan) veya protein fragmanları ile oluşturu­ (burada 4 olarak gösterilmektedir, 6 kadar olabilir) şematik dia-
lur. Bu fibriler depolanmalar, heparan sülfat, dermatan gramı. B, Congo red boyaması, polarize ışık altında amiloidin
sülfat, başlıca serum amiloid P komponent (SAP) olmak tanısal bir özelliği olan elma yeşili bir çift-kırma göstermektedir. C,
7.4-10 nm boyutundaki amiloid fibrillerinin elektron mikrografı.
üzere plazma proteinleri gibi geniş bir seri proteoglikan-
(Merlini, G. and Belletti, V: Molecular mechanisms o f a m ylo id o sis. New Engl J M ed
lara ve glikozaminoglikanlara bağlanırlar. Bu adsorbe 3 4 9 :5 8 3 -5 9 6 , 2003. Copyright 2003 Massachusetts Medical Society. All rights
proteinlerde yoğun yüklü şeker gruplarının varlığı bu bi­ reserved. Yeniden oluşturuldu.).
rikimlere, nişastaya benzediği (amiloz) düşünülmüş olan
boyanma karakteristiklerini verir. Bu nedenle depolan­
malara, depolanmaların "nişasta" ile ilişkisiz olduğu an­ inin hücre dışında birikmesine yol açar. Hatalı katlanmış
laşılmış olmasına rağmen artık iyice yerleşmiş olan "ami­ pro te in le r stabil değildir, self-assosiyedir ve sonuçta doku­
loid" denir. larda biriken oligom erlerin ve fib rille rin gelişmesine yol
açarlar. A m iloid oz ile ilgili durum ların hepsi hatalı katlanma­
ya yatkın proteinlerin aşırı üretim inin sonucu gibi görün­
A M İL O İD D E P O L A N M A S IN IN m e kte d ir (Resim 4-32). A m iloid meydana getiren protein­
PATO G EN EZİ ler iki genel sınıfa ayrılır: ( 1 ) hatalı katlanmaya eğilimli olan
norm al proteinler. Bunlar fazla m iktarlarda üretildiklerinde,
A m ilo ido z tem eld e bir protein katlan m a bozuklu­ fib rille r meydana getirm ek üzere b ir araya gelirler. (2 ) Ha­
ğudur. A m ilo id her ne kadar daima ayni m o rfo lo jik görü­ talı katlanmaya ve takiben agregasyona eğilimli m utant p ro ­
nüme sahipse de, strü k tü re l olarak hom ojen b ir protein teinler. Şimdiye kadar tanımlanmış, biokimyasal olarak fa rk ­
değildir. Aslında 2 0 ’den fazla (son sayımda 23) farklı pro­ lı, b irço k amiloid proteini fo rm u içerisinde üçü en sıktır:
tein, amiloid görünüm ünde fib rille ri oluşturm ak üzere to p ­ * A L (am yloid hafif z in c ir) protein plazma hücreleri
lanabilir. Tüm am iloid depolanmaları kökenlerine bakılmak­ tarafından meydana g e tirilir ve kom ple im m ünglobulin
sızın, her biri birarada kıvrılan (3-kıvrımlı polipeptid zincir­ hafif zincirlerinden, hafif zincirlerin amino term inal frag­
leri oluşturan, dallanmayan 7.5-10 nm çapta fibrillerden manlarından veya her ikisinden yapılmıştır. Bilinmeyen
meydana gelir (Resim 4 -3 1 ). Kongo kırmızısı boyası bu fib- nedenlerle, sadece birkaç im m ünglobulin hafif zinciri
rillere bağlanır ve ekseri dokularda amiloid depolarını tes- to p lu lu kla r yapmaya eğilimlidir. Bekleneceği gibi, A L tip
b it etm ek için kullanılan kırmızı-yeşil iki renklilik (çift kırm a) am iloid fib ril proteini depolanması bazı m onoklonal B
oluşturur. hücre proliferasyonlarıyla birlikted ir. Fibril gelişmesinin
A m iloidoz, ekstrasellüler dokularda fib rille r şeklinde de­ tem elinde de fektif parçalanma da düşünülmüştür, belki
polanan anorm al katlanmış proteinlerden meydana gelir. bazı hafif zincirler tam proteolizise dirençlidir. Ancak,
N o rm ald e hatalı katlanmış pro te in ler pro te ozo m lar tarafın­ amiloid birikim lerinde bulunan im m ünglobulin hafif zin­
dan hücre içinde veya m akrofajlar tarafından hücre dışında cirlerine özel sekans m otifle ri yoktu r.
parçalanır. A m iloid ozd a öyle görünm ektedir ki, bu kalite * A A (am iloid-ilişkili [asosiye]) fib ril, 5A A (serum
kon tro l mekanizmasının başarısızlığı, hatalı katlanmış prote­ amiloid-asosiye) protein denilen, karaciğerde sentezle-
154 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

ANORMAL MİKTARDA NORMAL MİKTARDA


PROTEİN ÜRETİMİ MUTANT PROTEİN
ÜRETİMİ (ör. transtiretin)

nen, daha büyük (12-kD a) b ir serum prekürsöründen yol açar. Sonucundaki hastalıklar, ailesel amiloid polinö-
gelişen özgün b ir nonim m ünglobulin proteindir. SAA ilti­ rop atileri olarak isim lendirilir. TTR de yaşlı kişilerin kalp­
hap sırasında meydana gelen IL- 6 ve IL-1 gibi sitokinlerin lerinde depolanır (senil sistem ik am iloidoz), bu vakalar­
etkisi altında karaciğer hücrelerinde sentezlenir. Böylece da protein strü ktü re l olarak norm aldir, fakat yüksek
uzun süren iltihap SAA seviyelerinin yükselmesine ve so­ konsantrasyonlarda birikir. Ailesel am iloidoz vakalarının
nucunda A A tip amiloid depolanmalarına neden olur. bazıları m utant lizozim b irikim i ile birlikted ir.
Ancak, yükselmiş SAA seviyeleri te k başına am iloid de­ • |>2-m ikroglobulin, M H C class I m oleküllerinin b ir
polanması için yeterli değildir. Yüksek serum SAA sevi­ kom ponenti ve b ir norm al serum proteini olup, uzun sü­
yeleri iltihabi durum larda sıktır, fakat çoğu durum da reli hem odiyalizdeki hastaların seyrinde görülen bir ami­
am iloidoza yol açmaz. Bunun m uhtem el iki açıklaması loid fib ril subünitesi (A|32m ) olara k tesb it edilmiştir.
vardır. Bir görüşe göre, SAA norm alde m onositten geli­ A|32m fib rille ri yapı olarak norm al |32m proteini ile ayni­
şen enzim lerin etkisi ile solubl son ürünlere parçalanır. dir. Bu protein b ö b re k hastalarının serumunda yüksek
Buna uygun olarak, am iloidoz gelişen kişiler, S AA’ nın konsantrasyonlarda bulunur ve diyaliz m embranlarda
yetersiz parçalanması ile sonlanan ve böylece solubl ol­ e fe ktif şekilde filtre edilmediğinden dolaşımda kalır. Bazı
mayan A A m olekülleri geliştiren bir enzim defektine sa­ serilerde uzun süreli diyalizde % 60-80 kadar hastada si-
hiptir. Bir diğer şık, SAA molekülünün kendisindeki ge­ novya, eklem ler ve tendon kılıflarında amiloid depolan­
netik b ir yapısal anomalinin onu m akrofajlarla parçalan­ maları gelişmiştir.
maya resistan kılmasıdır. • H o rm o n la r (prokalsitonin) ve keratin gibi farklı pre kür-
• A|3 am iloid, A lzh e im e r hastalığının serebral lezyonla- sörlerden gelişen amiloid depolanmaları da bildirilm iştir.
rında bulunur. A|3 bu hastalıkta serebral plakların m er­
kezlerini ve serebral kan dam arlarındaki am iloid depo­
zitle rini oluşturan 4-kD a b ir peptiddir. A? protein, ami­
loid p re ku rsö r protein (APP) denilen, ço k daha büyük
Amiloidoz Sınıflaması
b ir transm em bran glikoproteinden gelişir (Bölüm 22).
Çeşitli klinik tabloda amiloid depolanm alarında birçok Farklı klinik tablolarda amiloidin farklı biyokimyasal
diğer pro te in le r bulunm uştur: formlarından biri (örneğin, AA) biriktiğinden, bu konu­
• T ra n stire tin (T T R ), tiroksin ve retinole bağlanan ve da kombine bir biyokimyasal ve klinik sınıflama anlatıl­
bunları nakleden, ismini de bu özelliğinden alan norm al maktadır (Tablo 4-13). Amiloid birçok organı tutacak bi­
b ir serum proteinidir. TTR proteini kendi yapısında, p ro ­ çimde sistemik generalize) veya birikim kalp gibi tek bir
teini hatalı katlanma, agregasyon ve proteolizise direnç
organa sınırlı, yani lokalize olabilir. Klinik temelde, sis­
gösterm eye yatkın hale getiren b ir değişiklik yapabilir.
temik veya jeneralize tip bir monoklonal plazma hücre
Bu, amiloid olarak depolanan agregatların oluşumuna
proliferasyonu ile birlikte olursa primer amiloidoz, alttaki
Amiloidoz 155

Tablo 4-13 Amiloidoz Sınıflaması


Majör Kimyasal İlişkili
K linikopatolojik Kategori İlişkili Hastalık(lar) Fibril Proteini Prekürsör Protein

Sistemik (Generalize) Amyloidoz


Amiloidoz ile birlikte immünosit diskrazileri Multipl myelom ve diğer AL immünglobulin hafif
(primer amiloidoz) monoklonal plazma hücre zincirleri, başlıca
proliferasyonları A. tip
Reaktif sistemik amiloidoz (sekonder amiloidoz) Kronik iltihabi durumlar AA SAA
Hemodiyaliz-ilişkili amiloidoz Kronik renal yetmezlik Ap2m |32-Mikroglobulin

Herediter Amiloidoz
Ailesel Akdeniz Ateşi AA SAA
Familyal Amiloidotik Nöropatiler (birçok tip) ATTR Transtiretin
Sistemik senil amiloidoz ATTR Transtiretin

Lokalize Amiloidoz
Senil serebral Alzheimer hastalığı A|’> APP
Endokrin
Medüller tiroid karsinomu A Cal Kalsitonin
Langerhans adacıkları Tip 2 diabet AIAPP Adacık amiloid peptidi
İzole atrial amiloidoz AANF Atrial natriüretik faktör

kronik bir iltihabi hastalık veya dokuya hasar veren bir olarak sınıflandırılır, çünkü klinik bulgular başka her­
olayın komplikasyonu olarak meydana gelirse sekonder hangi bir hastalığa değil, amiloid birikimine bağlıdır. Bu
amiloidoz olarak sınıflandırılır. Herediter veya ailesel tür vakaların hemen tümünde hastaların kemik iliğinde
amiloidoz birçok farklı organ tutulum tarzları ile hetero­ hafif derecede plazma hücre artışı vardır ve serum veya
jen, ayrı bir gruptur. idrarda monoklonal immünoglubulinler veya serbest ha­
fif zincirler bulunabilir. Açıkçası, bu hastalar tümör kit­
Primer Amiloidoz: Amiloidozlu İmmünosit Diskrazisi lesi meydana getirmek yerine anormal bir protein mey­
dana getirmenin başlıca belirti olduğu bir monoklonal
Bu sınıftaki amiloid, genellikle sistemik dağılımdadır ve
plazma hücre proliferasyonu zeminine sahiptirler.
AL tipindedir. Birleşik Devletler'de her yıl aşağı yukarı
3000 yeni vaka ile bu en sık amiloid tipidir. Bu vakaların
Reaktif Sistemik Amiloidoz
bazılarında kolayca saptanabilir bir monoklonal plazma
hücre proliferasyonu vardır. Gerçekten de, iskelet siste­ Bu tipte amiloid depolanmaları sistemik dağılımdadır ve
minde yaygın olarak multipl osteolitik lezyonlarla karak- AA proteinden meydana gelir. Bu kategori, önceleri bir­
terize bir plazma hücre tümörü olan multipl myelomlu likteki bir iltihabi duruma sekonder olduğundan, sekon­
hastalarda %5-15 oranında sistemik amiloidoz mevcut­ der amiloidoz olarak isimlendirilmiştir. Aslında, reaktif
tur (Bölüm 11). Malign plazma hücreleri karakteristik sistemik amiloidoz vakalarının çoğunda ortak özellik
olarak, serum elektroforezinde bir M (myeloma) protein kronik iltihaptır. Klasik olarak, tüberküloz, bronşiektazi
spike'ı oluşturan, anormal miktarlarda tek bir spesifik ve kronik osteomiyelit en sık sebeplerdir. Etkili antimik-
immünglobulin (monoklonal gammopati) sentez eder. robiyal tedavilerin ilerlemesiyle, reaktif sistemik amilo­
Plazma hücreleri tam immünglobulin molekülleri sente­ idoz otoimmün durumların (RA, ankilozan spondilit ve
zine ek olarak, Bence Jones proteinleri olarak da bilinen iltihabi barsak hastalığı gibi) neden olduğu kronik ilti­
, k veya k hafif zincirleri de sentezler ve sekrete edebilir­ hap durumunda en sık görülür. RA hastaları amiloidoz
ler. Küçük moleküler boyutları nedeniyle bu moleküller gelişimine özellikle yatkındır, bu hastaların %3 kadarın­
sıklıkla idrarda da ekskrete edilirler. Amiloidozu olan da amiloid depolanması görülür. Narkotiklerin "deriye
hemen hemen bütün hastalar serum veya idrarda veya enjeksiyonu"ndan kaynaklanan kronik deri enfeksiyon­
her ikisinde Bence Jones proteinlerine sahiptir. Ancak ları da amiloid depolanmasıyla birliktedir. Nihayet, re­
serbest hafif zincirlere sahip myelomlu hastaların sade­ aktif sistemik amiloidoz en sık renal hücreli karsinom ve
ce % 6 - %15'inde amiloidoz gelişir. Açıkça, Bence Jones Hodgkin lenfoma olmak üzere, immün hücrelerden ge­
proteinleri varlığı gerekliyse de, kendi başına amiloidoz lişmeyen tümörlerle birlikte de olabilir.
geliştirmeğe yeterli değildir. Oluşturulan hafif zincir tipi
ve onun katabolizması gibi diğer değişkenler "amiloido- Ailesel (Herediter) Amiloidoz
jenik potansiyel" e katkı sağlar ve Bence Jones proteinle­ Çeşitli ailesel amiloidoz tipleri tarif edilmiştir. Çoğu na­
rinin depolanmasını etkiler. dirdir ve sınırlı coğrafi alanlarda gelişir. En iyi karakteri-
AL amiloidli hastaların büyük kısmında klasik mul­ ze edilmiş bir otozomal resesif durum ailesel Akdeniz
tipl myelom veya diğer herhangi bir belirgin B hücre ne- ateşi demlendir. Bu, periton, plevra ve sinovyal memb-
oplazisi görülmez. Bu tür hastalar da primer amiloidoz ranlar dahil serozal yüzeylerin iltihabıyla birlikte olan
156 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları

ateş nöbetleriyle karakterli febril bir hastalıktır. Özellik­ ğer bir tip, TTR'nin mutant bir formunun depolanması­
le Ermeniler, Sefardik Yahudiler ve Arap kökenlilerde nın sonucudur. Birleşik Devletler'deki zenci nüfusun
görülür. Reaktif sistemik amiloidozdan ayırt edilemeyen aşağı yukarı %4'ii bir mutant allel taşıyıcısıdır ve kardi­
yaygm doku tutulumuyla birliktedir. Amiloid fibril pro­ yomiyopati hem homozigot, hem heterozigotlarda tesbit
teinlerinin AA proteinlerinden yapılmış olması, bu tip edilmiştir.
amiloidozun bu hastalığı karakterize eden, yineleyen il­
tihap nöbetlerinden kaynaklandığını düşündürmekte­
dir. Ailesel Akdeniz ateşinin genine pyrin adı verilir ve
hastalıktan sorumlu multiprotein kompleksinin (inflam-
masome) bir komponenti olan bir proteini kodlar (Bö­ MORFOLOJİ
lüm 2). Hastalarda pyrin geninde "fonksiyon kazanımı"
Belirtilen hiçbir kategoride amiloid depolanmalarının organ
("gain-of-function") mutasyonları mevcuttur, bu da pro-
veya doku dağılımının sabit veya ayırt ettirici tarzı yoktur.
inflamatuar sitokin IL -l'in konstitütif aşırı yapımı ve ka­ Yine de, birkaç genelleme yapılabilir. Kronik iltihabi bozuk­
lıcı iltihap ile sonlanır. luklara sekonder amiloidozda, tipik olarak böbrekler, kara­
Ailesel Akdeniz ateşinin aksine, bir grup otozomal do­ ciğer, dalak, lenf nodları, surrenaller, tiroid ve diğer birçok
minant ailesel bozukluklar ağırlıklı olarak periferik ve doku da etkilenmiştir. Her ne kadar primer (AL) amiloidoz
otonom sinirlerde amiloid depolanmasıyla karakterize- sekonder tipten organ dağılımı ile gerçekçi şekilde ayrıla-
dir. Bu ailesel amiloidotik polinöropatiler dünyanın fark­ masa da, kalp, gastrointestinal sistem, solunum sistemi, pe­
lı yerlerindeki soylarda-örneğin, Portekiz, Japonya, İsveç riferik sinirler, deri ve dili daha sık tutar. Ancak, reaktif sis­
ve Birleşik Devletler'de tarif edilmiştir. Daha önce bahse­ temik amiloidozla (sekonder amiloidoz) etkilenen aynı or­
dildiği gibi, bu ailesel polinöropatilerdeki fibrüler, trans- ganlar, böbrekler, karaciğer ve dalak dahil, immünosit-ilişki-
tiretinin (ATTRTer) mutant tiplerinden meydana gelir. li hastalık tipinde de birikimler içerebilir. Herediter send-
romlarda amiloid depolanmalarının lokalizasyonu değişken­
dir. Ailesel Akdeniz ateşinde amiloidoz böbrekleri, kan da­
Lokalize Amiloidoz marlarını, dalağı, solunum sistemini ve (nadiren) karaciğeri
Bazen amiloid depolanması organizmada diğer başka tutmak üzere yaygın olabilir. Kalan herediter sendromlarda
bir yerde tutulma olmaksızın, tek bir organ veya doku amiloid lokalizasyonu bu antitelerin isimlerinden çıkartılabi-
ile sınırlıdır. Depolanmalar makroskobik olarak tesbit lir.
edilebilir, nodüler kitleler yapabilir veya sadece mikros­ Klinik bozukluk ne olursa olsun amiloidoz, makroskobik
kobik incelemede ortaya çıkar. Nodüler (tümör oluştu­ olarak belirgin olabilir veya olmayabilir. Küçük miktarlarda­
ran) amiloid birikimleri en sık akciğer, larinks, deri, me­ ki birikim, organın kesit yüzeyi iyot veya sülfirik asidle bo­
sane, dil ve göz bölgesinde tesbit edilir. Bu amiloid depo­ yanmadan çoğu kez fark edilmez. Bu, amiloid depolarının
kızıl-kahverengi boyanmasına yol açar. Amiloid daha fazla
lanmaları çevresinde sıklıkla lenfosit ve plazma hücre
miktarlarda birikirse, organ sıklıkla büyümüştür ve tipik
infiltrasyonu olması, mononükleer infiltrasyonun amilo­
olarak doku, balmumu gibi, sert kıvamlı, gri görünür. H is­
id depolanmasına bir cevap mı, yoksa bunun sebebi mi
to lo jik incelem ede am iloid b irikim i daim a ekstra-
olduğu sorusunu uyandırır. En azından bazı vakalarda se lliile rd ir ve h ü creler arasınd a başlar. Sıklıkla bazal
amüoid, AL protein içerir ve bu nedenle plazma hücre­ membranların yakın komşuluğunda görülür. Amiloid birik­
sinden gelişen lokalize amiloid tipini temsil edebilir. tikçe hücrelere sokulur, zamanla onları sarıp, tahrip eder.
AL tipinde perivasküler ve vasküler lokalizasyonlar sıktır.
Endokrin Amiloid Amiloidin histolojik tanısı hemen tamamen boyanma
özelliklerine dayanır. En sık kullanılan boyama tekniği, nor­
Tiroid glandmm medüller karsinomu, pankreas adacık mal ışıkta amiloid depolarına pembe veya kırmızı renk ve­
tümörleri, feolcromositomalar ve midenin indifferansiye ren Kongo kırmızısı boyası kullanılır. Polarize ışık altında
karsinomları gibi bazı endokrin tümörlerde, ayrıca tip 2 Kongo kırmızısı ile boyanmış amiloid, elma-yeşili çift kırma
diabetes mellituslu hastalarda Langerhans adacıkların­ denilen boyanmayı gösterir (Resim 4-33). Bu reaksiyon
da, lokalize mikroskobik amiloid depolanmaları buluna­ bütün amiloid tipleri tarafından paylaşılır ve amiloid fibrille-
bilir. Bu durumlarda amiloidojenik proteinler ya poli- rinin çapraz (3-kıvrımlı yapısındandır. Doğrulanması, elekt­
peptid hormonlardan (medüller karsinom) veya özgün ron mikroskopisinde amorf, oryantasyonsuz, ince fibrille-
proteinlerden (adacık amiloid polipeptidi gibi) gelişir gi­ rin ortaya konmasıyla sağlanır. AA, AL ve ATTR amiloid
bi gözükmektedir. tipleri de birbirlerinden spesifik immünhistokimyasal bo­
yanmalarla ayırt edilebilir.
Amiloidozun farklı klinik tiplerinde organ tutulum şekli
Yaşlanma Amiloidi farklı olduğundan, her major organ tutulumu ayrı tarif edil­
Yaşlanma ile oluşan, iyi dökümante edilmiş birçok ami­ miştir.
loid birikim tipi vardır. Senil sistemik amiloidoz yaşlı
kimselerde (genellikle 70 ve 80'lerinde) sistemik amilo­ B ö b rek. Böbrek amiloidozu hastalığın en sık ve en ciddi
özelliğidir. Makroskobik olarak böbrek değişmemiş görü­
id depolanmasını ifade eder. Tutulumun ağırlıklı olarak
nebilir veya anormal büyük, soluk, gri ve serttir, uzun süre­
kalpte olması ve bu organdaki fonksiyon bozukluğun­
li vakalarda böbrek küçülmüş olabilir. Mikroskobik olarak
dan (tipik olarak restriktif kardiyomiyopati ve aritmiler­
am iloid depolanm aları ön planda glom erüllerde bu­
le ortaya çıkan) dolayı, bu tip senil kardiyak amiloidoz ola- lunur, fakat interstisyel peritubuler dokuda, kan damarı du­
rakHsimlendirilir—BuYipte amiloid, normal transtiretin- varlarında da bulunur. Glomerülde önce mezangial mat-
den meydana gelir. Ek olarak, sadece kalbi etkileyen di­
Amiloidoz 157

Resim 4 -3 3 Amiloidoz: karaciğer tutulumu. A , Kongo kırmızısı ile boyanmış bir karaciğer kesiti, kan damarı duvarlarında ve sinusoidler
boyunca pembe-kırmızı amiloid birikimleri ortaya koymakta. B, Polarize mikroskopta incelendiğinde birikimlerin sarı-yeşil, çift kırma özel­
liğine dikkat ediniz.
(D r. Trace W o rrell and Sandy H inton izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, Dallas, T e xa s.)

rikste fokal depolanmalar ve kapiller yumağın bazal memb- hem dış, hem kesit yüzünde ileri derecede soluk, grimsi ve
ranlarında diffüz veya nodüler kalınlaşmalar gelişir. Prog- balmumsudur. Histolojik inceleme am iloid birikimlerinin
resyon ile depolanma kapiller lümene ilerler ve sonunda ilk Disse aralığında ortaya çıktığını gösterir ve sonra prog-
vasküler yumağın total obliterasyonuna neden olur (Resim ressif olarak komşu hepatik parenkime ve sinüzoidlere iler­
4-34, /4). interstisyel peritubuler depolanmalar sıklıkla tu- ler (Resim 4-33). Sıkışan karaciğer hücreleri kompresyon
buler lümenlerde muhtemelen proteinöz yapıda, amorf atrofisine gider ve sonunda hücrelerin yerini amiloid tabaka­
pembe, silendirlerle birliktedir. Amiloid birikimleri her boy­ ları alır. Dikkate değer şekilde, şiddetli bir tutulma durumun­
daki kan damarlarının duvarlarında, çoğu kez belirgin vas­ da bile normal karaciğer fonksiyonu korunmuş olabilir.
küler daralmaya neden olmak üzere, gelişebilir.
K alp . Kalp amiloidozu ya izole organ tutulumu veya siste-
© a ia k . Dalak amiloidozu çoğu kez orta derecede, hatta mik dağılımın bir parçası olarak gelişebilir. Sistemik tutu­
şiddetli dalak büyümesine neden olur (200 - 800 gr). Bi­ lumla birlikte olduğunda, çoğu kez AL tipindedir. İzole tip
linmeyen nedenlerle iki tipten biri gelişebilir. Depolanmalar (senil amiloidoz) genellikle yaşlılara özgüdür. Birikimler
makroskobik incelemede tapyoka (bir yumru bitki)-benze- makroskobik incelemede belirgin olmayabilir veya minimal-
ri granüller oluşturan, hemen hemen dalak follikülleriyle sı­ orta düzeyde kardiyak büyümeye neden olabilir. En karak­
nırlı olabilir (“ sago dalağı” ) veya amiloidoz başlıca dalak si­ teristik makroskobik bulgu, özellikle atrial mesafelerde, gri-
nüslerini etkiler ve sonunda büyük tabaka benzeri depolan­ pembe, çiy-benzeri subendokardiyal kabartılardır. Histolo­
malar oluşturarak dalak pulpasına uzanır (“ lardaceous da­ jik incelemede depolanmalar tipik olarak, m iyokardiyal
lak” ). Her iki tipte de dalak sert kıvamlıdır. Dalakta sinüs­ fib rille r arasınd a başlayarak sonunda basınç atrofisine
ler içerinde kan varlığı balmumu benzeri kırılgan birikimle­ sebep olmak üzere, miyokard boyunca bulunur ve (Resim
re kırmızımsı renk kazandırır. 4-34, B).

Karaciğer. Karaciğer amiloidozu masif büyümeye neden Diğer Organlar. Diğer organların amiloidozu genellikle
olabilir (9000 gr’a kadar). Bu tip ileri vakalarda karaciğer sistemik hastalıkta görülür. Sürrenaller, tiroid ve hipofiz sık

Resim 4 -3 4 Amiloidoz: Renal ve kardiyak tutulum. A , Böbrek amiloidozi. Glomerül yapısı yoğun amiloid birikimiyle hemen tamamen
tıkanmış. B, Kardiyak amiloidoz. A trofîk miyokardiyal fibriller şekilsiz, pembe boyanan amiloidle ayrılmış.
158 BÖLÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları

tutulum yerleridir. Bu vakalarda da amiloid birikimi stroma re, kötüdür. AA amiloidozda prognoz belli bir oranda
ve endotelyal hücrelerle ilişkili olarak başlar ve progresif alttaki durumun kontrolüne bağlıdır. Myelom ilişkili
olarak parenkimal hücrelere saldırır. Sürpriz şekilde bu en­ amiloidozlu hastalar her ne kadar alttaki bozukluk için
dokrin organların herhangi birinde belirgin fonksiyon bo­ kullanılan sitotoksik ilaçlara cevap verebilirlerse de, kö­
zukluğu yapmaksızın büyük miktarlarda amiloid bulunabi­ tü bir prognoza sahiptir. Beraberindeki durumun tedavi­
lir. Nisbeten tercih bölgesi olan gastrointestinal traktusta sinden sonra amiloid rezorpsiyonu bildirilmiştir fakat
her seviyede bulunabilen amiloid bazen neoplazmlardan bu nadir bir durumdur.
ayırt edilmesi gereken tümöral kitleler oluşturabilir. Dilde
nodüler birikimler m akroglossi meydana getirebilir. Siste-
mik vakalarda gastrointestinal sistemin sık tutulmasının te­
melinde, şüphelenilen vakalarda gingival, intestinal ve rek- O ÖZET
tal biopsiler tanıya yardımcıdır. Uzun süreli diyaliz alan has­ Amilioidoz
talarda |32-mikroglobülin amiloid depolanması en sık, medi­
an sinirin kompresyonu ile sonlanan el bileğinin karpal • Amiloidoz, erimeyen fibril şeklinde toplanan hatalı katlan­
ligam entlerind e olur (karpal tünel sendromuna yol mış proteinlerin ekstrasellüler depolanmalarıyla karakter­
açan). li bir bozukluktur.
• Amiloidoz, erimeyen fibril şeklinde toplanan hatalı katlan­
mış proteinlerin ekstrasellüler depolanmalarıyla karakter­
li bir bozukluktur.
• Bu proteinlerin depolanması şunların sonucudur: hatalı
Klinik Seyir
katlanma ve kümelenmeye yatkın proteinlerin aşırı yapı­
Amiloidoz, kendisiyle ilişkili belirgin klinik belirtisi ol­ mı; uygun şekilde katlanamayan ve kümelenme eğiliminde­
mayan bir hastanın otopsisinde şüphelenilmeyen bir ki proteinleri üreten mutasyonlar; veya ekstrasellüler pro­
bulgu olabilir veya ciddi klinik fonksiyon bozuklukların­ teinlerin bozuk veya yetersiz proteolitik parçalanması.
dan ve hatta ölümden sorumlu olabilir. • Amilodoz lokalize veya sistemik olabilir. Monoklonal plaz­
Hepsi özellikle tutulan yer veya organa ve tutulmanın ma hücre proliferasyonları (amiloid depolanmalarının im-
şiddetine bağlıdır. Zayıflık, halsizlik ve kilo kaybı gibi münglobulin hafif zincirleri içerdiği); RA gibi kronik iltiha-
nonspesiflk şikayetler en sık çıkış belirtileridir. Daha bi hastalıklar (iltihapta üretilen bir akut-faz proteini amilo­
sonraki seyirde, amiloidoz birçok yoldan biriyle ortaya id A depolanmaları); Alzheimer hastalığı (amiloid B prote­
çıkar: renal hastalıkla, hepatomegali, splenomegali veya in); amiloid depolarının mutant normal proteinlerin mu-
kardiyak anomalilerle. Şiddetli proteinüri yapan (nefro- tantlarından meydana geldiği ailesel durumlar; (ailesel ami­
tik sendrom) renal tutulum (Bölüm 13) reaktif sistemik loid polinöropatilerindeki transtiretin) meydana geldiği fa-
amiloidozda sıklıkla semptomların major nedenidir. Re­ milyal durumlar; dializle ilişkili amiloidoz (klirensi bozuk
nal hastalığın progresyonu renal yetmezliğe sebep olabi­ olan |32-mikroglobulin birikimleri) dahil, çeşitli primer bo­
lir ki, amiloidozda önemli bir ölüm nedenidir. Hepato­ zuklukla birlikte görülebilir.
megali nadiren anlamlı klinik fonksiyon bozukluğuna • Amiloid depolanmaları doku hasarına neden olur, hücrele­
sebep olur, fakat başlangıç bulgusu olabilir. Kardiyak re ve dokulara baskı yaparak normal fonksiyonu bozar.
İnflamatuar yanıt uyandırmazlar.
amiloidoz iletim bozuklukları veya restriktif kardiyomi-
yopatiyle kendini gösterebilir (Bölüm 10). Kardiyak arit­
miler kardiyak amiloidozda önemli bir ölüm nedenidir.
Büyük bir seride AL amiloidli hastaların %40'ı kardiyak KA YN A KLA R
hastalıktan ölmüştür.
Amiloid tanısından, klinik bulgu ve semptomlardan Banchereau J, Pascual V: Type I interferon in systemic lupus erythema­
tosus and other autoimmune diseases. Immunity 25:383, 2006. [In-
ve bahsettiğimiz bazı bulgulardan şüphelenilebilir. An­ terferon lan n SEE ve diğer otoim m ün h astalıklardaki rolü ve bu sitokin ai­
cak, kesin tanı için daha sık spesifik testler yapılmalıdır. lesinin tedaviye yön elen dirilm e potan siyeli konulu bir derlem e]
Biyopsi ve sonra Kongo kırmızısı boyası amiloidoz tanı­ Campbell DJ, Koch MA: Phenotypic and functional specialization of
sı için en önemli araçtır. Biyopsi genellikle tutulduğun­ FoxP3+ regulatory T cells. Nat Rev Immunol 11:119, 2011. [Regüla­
tör T hücrelerinin özellikleri ve işlevleri ile ilgili güncel bir derlem e]
dan şüphelenilen organdan alınır. Örneğin, renal biyop­ Chervonsky A: Influence of microbial environment on autoimmunity.
si iiriner anormallik bulunduğunda yararlıdır. Rektal ve Nat Immunol 11:28, 2010. [O toim m ünite gelişim inde m ikroplar ve di­
gingival biyopsi örnekleri jeneralize amiloidozlu vakala­ ğ er çevresel fa k tö rlerin rolünün özeti]
rın %75 kadarında amiloid içerir. Kongo kırmızısı ile bo­ Cunningham-Rundles C, Ponda PP: Molecular defects in T-ad B-cell
primary immünodeficiency diseases. Nat Rev Immünol 5:880, 2006.
yanan abdominal yağ aspiratlarımn incelenmesi düşük [Prim er immün yetm ezliklerin m ü kem m el bir güncel derlem esi]
riskli basit bir metoddur. AL amiloidozdan şüphelenilen Dalakas MC, Hohlfeld R: Polymyositis and dermatomyositis. Lancet
vakalarda serum ve üriner protein elektroforezi ve im- 362:971, 2003. [iki m ajör in flam atu ar m yopati konusunda, kapsam lı,
münelektroforez yapılmalıdır. Bu tip vakalarda kemik m ü kem m el bir derlem e.]
Davidson A, Diamond B: Autoimmune diseases. N Engl J Med
iliği incelemesi multipl myelomun iskelet lezyonları bu­ 345:340, 2001. [O toim m ün hastalıkların etiyoloji, patogenez v e tedavisi
lunmasa bile genellikle plazmasitozis gösterir. Etkilenen konusunda oku n m aya değer bir gen el özet.]
dokunun proteomik analizi, şimdi küçük miktarlarda Douek DC, Roederer M, Koup RA: Emerging concepts in the immu-
amiloidi (yağ aspiratlarmdan) ve amiloid tipinin kesin nopathogenesis of AIDS. Annu Rev Med 60:471, 2009. [AIDS'in pa-
togenezi ve h ala çözüm lenem em iş konuların dengeli bir tartışm ası.]
tespiti için yaygın şekilde kullanılmaktadır. Fairhurst AM, Wandstrat AE, Wakeland EK: Systemic lupus erythema­
Jeneralize amiloidoz hastalarının geleceği, tanıdan tosus: multiple immunological phenotypes in a complex genetic di­
sonra ortalama yaşam 1 ile 3 yıl arasında değişmek üze­ sease. Adv Immunol 92:1, 2006. [İnsanlarda ve hayvan m odellerinde
Amiloidoz 159

SLE'nin kapsam lı bir d erlem esi ve duyarlılık genlerinin saptan m asıyla ve reddin tedavisi ile ilgili y en i stratejiler geliştirilm esi ile ilgili güzel bir
ortaya çıkan patogenik m ekan izm alarkon u sun da kapsam lı bir derlem e.] derlem e.]
Fischer A: Human primary immunodeficiency diseases. Immunity Notarangelo LD: Primary immunodeficiencies. J Allergy Clin Immu­
28:835, 2008. [Doğal ve a a d a p tif imnıün sistem leri etkileyen, p rim er nol 125:S182, 2010. [Konjenital immün y etm ezlikler ve m olekü ler te­
im m ün yetm ezliklerin m ükem m el bir özeti.] m elleri ile ilgili bir güncellem e.]
Galli SJ: The development of allergic inflammation. Nature 454:445, O'Shea JJ, Paul WE: Mechanisms underlying lineage commitment and
2008. [A llerjik hastalıklarda in flam asy on m ekanizm asının m ükem m el plasticity of helper CD4+ T cells. Science 327:1098, 2010. [Yardımcı
bir derlem esi.] T hücre subgruplanm n gelişim v e işlevleri ve bu alan daki belirsizlikler
Gonzalez-Scarano F, M artin-Garcia J: The neuropathogenesis of konusunda m ü kem m el bir derlem e.]
AIDS. Nat Rev Immünol 5:69, 2005. [H IV ile ilişkili dem ansın patoge- Palmer MT, Weaver CT: Autoimmunity: increasing suspects in the
nezi kon u su n da bir irdelem e.] CD4+ T cell lineage. Nat Immunol 11:36, 2010. [O toim m ün hastalik-
Goodnow CC: Multistep pathogenesis of autoimmune disease. Cell lan n patogenezinde CD4+ T hücrelerinin santral rolü üzerine dikkatli bir
130:25, 2007. [O toim m üniteyi engelleyen kon trol n oktalan v e bunlann irdelem e.]
neden başa n sız olabileceği konusunda m ü kem m el bir irdelem e.] Pepys MB: Amyloidosis. Annu Rev Med 57:223, 2006. [A m iloidozun p a­
Jancar S, Sanchez Crespo M: Immune complex-mediated tissue in­ togenezi, klinik özellikleri v e tedavi yaklaşım ları ü zerin e m ü kem m el bir
jury: a multistep paradigm. Trends Immunol 26:48, 2005. [immün derlem e.]
kom p leks aracılı doku h a ş a n m ekan izm alan n ın özeti.] Rahman A, Isenberg DA: Systemic lupus erythematosus. New Engl J
Katsumoto TR, Whitfield ML, Connolly MK: The pathogenesis of Med 358:929, 2008. [SLE'nin patogen ez ve g en etik özellikleri konusun­
systemic sclerosis. Annu Rev Pathol 6:509, 2011. [Sistem ik sklerozun da m ükem m el bir derlem e.]
patogen ezi ve yanıtlanm am ış soru lar konusunda m ükem m el bir derle­ Sakaguchi S, Miyara M, Costantino CM, Hafler DA: FOXP3+ regula­
m e.] tory T cells in the human immune system. Nat Rev Immunol 10:490,
Kay AB: Allergy and allergic diseases. First of two parts. N Engl J Med 2010. [İnsanda, regülatör T hücrelerinin özellikleri ve rolleri üzerine m ü­
344:30, 2001. [Erken h ipersen sitivitenin m ekan izm a v e belirtileri kon u ­ kem m el bir irdelem e.]
sunda iki bölüm den oluşan, m ü kem m el bir d erlem e.] Sakaguchi S, Yamaguchi T, Nomura T, Ono M: Regulatory T cells and
Kyewski B, Klein L: A central role for central tolerance. Annu Rev Im­ immune tolerance. Cell 133:775, 2008. [Regülatör T hücrelerinin özel­
munol 24:571, 2006. [Santral toleran s m ekan izm alan konusunda, T likleri v e işlevleri üzerine m ü kem m el bir derlem e.]
hü crelerine odaklan an , bir irdelem e.] Stone J, Zen Y, Deshpande V : IgG4-related disease. New Engl J Med,
Merlini G, Bellotti V: Molecular mechanisms of amyloidosis. N Engl J in press, 2011. [Y eni tanınan bu antitenin özellikleri ve m uhtem el pato­
Med 349:583, 2003. [Sistem ik am iloidozun çeşitlifo rm la n n in patogenik gen ezi üzerine kapsam lı bir irdelem e.]
m ekan izm alann ın iyi bir g en el derlem esi.] Vercelli D: Discovering susceptibility genes for asthma and allergy.
Mitchell RN: Graft vascular disease: immune response meets the ves­ Nat Rev Immunol 8:169, 2008. [A stm a ve diğer alerjik hastalıklarda bi­
sel wall. Annu Rev Pathol 4:19, 2009. [Kronik greft reddinde v askü ler linen duyarlılık genlerinin özeti.]
hastalığa yol açan m ekan izm alar kon u su n d a bir derlem e.] Voulgarelis M, Tzioufas AG: Pathogenetic mechanisms in the initiati­
Moir S, Chun TW, Fauci AS: Pathogenic mechanisms of HIV disease. on and perpetuation of Sjogren's syndrome. Nat Rev Rheumatol
Annu Rev Pathol 6:223, 2011. [HIV'in immün yetm ezliğe y ol açan m e­ 6:529, 2010. [Sjogren sendrom unun patogenezinde bilinenler v e bilinm e­
kan izm alan kon u su n daki güncel g örü şlerin irdelenm esi.] y en ler konusunda iyi bir irdelem e.]
Mueller DL: Mechanisms maintaining peripheral tolerance. Nat Im­ Zenewicz L, Abraham C, Flavell RA, Cho J: Unraveling the genetics of
munol 11:21, 2010. [P eriferik tolerans m ekanizm alannın, T hücrelerine autoimmunity. Cell 140:791, 2010. [O toim m ün hastalıklarda duyar­
vurgu yapıla, bir irdelem esi.] lılık gen leri kon u su n da bir güncellem e, nasıl tanımlanm ışlardır, ön em leri
Nankivell BJ, Alexander SI: Rejection of the kidney allograft. N Engl J nedir.]
Med 363:1451, 2010. [A llogreft reddinin m ekan izm alann ın tanınm ası
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
B Ö L Ü M

Neoplazi

BÖLÜM İÇERİĞİ

Adlandırma 162 M ikroRNAlar ve Kanser 175 Çok Aşamalı Karsinogenez ve Kanserin


Benign Tüm örler 162 Epigenetik Modifikasyonlar ve Kanser 175 Progresyonu 198
Malign Tüm örler 162 Karsinojenez: Ç ok Aşamalı Bir Kanser Etiyolojisi: Karsinojen
Benign ve Malign Neoplazilerin Süreç 177 Etkenler 198
Ö zellikleri 164 Kanserin Başlıca Ö zellikleri 178 Kimyasal Karsinojenler 199
Diferansiasyon (Farklılaşma) ve Büyüme Sinyallerinde Kendi-Kendine Radyasyon Karsinojenezi 200
Anaplazi 164 Yeterlilik 178 Viral ve Mikroorganizma
Büyüme Hızı 166 Büyümeyi inhibe Eden Sinyallere Onkogenezi 201
Lokal invazyon 167 Duyarsızlık 182 T üm örler Karşısındaki Konak
Metastaz 168 Hücre Ölümünden Kaçış 189
Savunması: T ü m ö r Bağışıklığı 204
Sınırsız Replikasyon Potansiyeli 190
Epidemiyoloji 169 Tümör Antijenleri 204
Anjiyojenez Devamlılığının Sağlanması 191
Kanser insidansı 170 A ntitüm ör Efektör Mekanizmalar 206
invazyon ve Metastaz Yeteneği 192
Coğrafi ve Çevre Değişkenleri 170 immun Gözetim ve Tümörlerin
Enerji Metabolizmasının Tekrar
Yaş 171 Bağışıklıktan Kurtulması 207
Programlanması 195
Heredite 171 Neoplazilerin Klinik Yönleri 207
Bağışıklık Sisteminden Kaçış 196
Edinsel Preneoplastik Lezyonlar 172 Tümörün Konak Üzerindeki Etkileri 207
Maligniteye Olanak Veren Faktör Olarak
Karsinogenez: Kanserin Moleküler Genom instabilitesi 196 Kanserin Derecelendirilme ve
Temeli 173 Maligniteye Olanak Veren Faktör Olarak Evrelendirilmesi 208
Kanserdeki G enetik Lezyonlar 173 Tüm ör Gelişmesini Teşvik Eden Kanserde Laboratuar Tanısı 210
Tümörlerdeki Karyotip Değişiklikleri 173 inflamasyon 197

ABD'de kanser, kardiyovasküler hastalıkların ardından, yonları düzenleyen genlerdeki mutasyonlar sonucu ge­
önde gelen ikinci ölüm nedenidir. Bu hastaların çektiği lişen epigenetik değişiklikler vardır. Bu genetik ve epi­
duygusal ve fiziksel ızdırap, neoplazilere eşlik eden morta- genetik değişiklikler hücrelerdeki; büyüme, hayatta kal­
liteden daha fazla acı verir. Hastalar ve kamuoyu sık sık ma ve yaşlanma gibi temel süreçleri düzenleyen, kilit
"Kanserin tedavisi ne zaman bulunacak?" sorusunu dile genlerin ekpresyonunda veya fonksiyonunda değişik­
getirir. Bu basit sorunun yanıtı zordur, çünkü kanser tek liklere neden olur.
bir hastalık değil, ortak özellikleri hücre büyümesindeki Bu genetik değişiklikler kalıtsal olup hücre bölündüğünde,
düzensizlik olan çok sayıda hastalıktır. Hodgkin lenfoma- yavru hücrelere geçer. Sonuç olarak, bu gibi değişiklikleri ta­
sı gibi bazı kanserlerin iyileşebilme oranı çok yüksekken, şıyan hücreler Danuin'in doğal seleksiyon olarak adlandır­
pankreas kanseri gibi diğerleri, gerçekten de her zaman dığı teoriye (çevre koşullarına en iyi uyum sağlayanların
ölümle sonuçlanır. Kanseri denetim altına alma yolundaki hayatta kalması; bugüne kadar öne sürülmüş olan en
tek ümit, patogenezi hakkında daha fazla bilgi sahibi ol­ önemli bilimsel kavramdır) göre hareket eder. Bu teori­
maktır ve kanserin moleküler temelinin anlaşılması yolun­ ye göre; komşularıyla karşılaştırıldığında büyüme veya
da büyük adımlar atılmıştır. Bu bölümde neoplazüerin te­ hayatta kalma avantajları sağlayan mutasyonlarm ger­
mel biyolojisi—malign ve benign neoplazilerin tabiatıyla çekleştiği hücreler, popülasyona hakim olmaktadır.
neoplastik transformasyonun moleküler temeli; ayrıca tü­ Darwin'in öne sürdüğü doğal seleksiyon, ileride daha
mörler karşısındaki konak yanıtı ve neoplazilerin klinik ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi kanserlerin ilerlemesinde
özellikleri anlatılmaktadır. Kanser hücrelerinin özellikleri­ ve nüksetmesinde de rol oynamaktadır. Tek bir hücrede
ne ve karsinogenez mekanizmalarına geçmeden önce; gerçekleşen selektif avantajlar, sonunda tümör oluşu­
kanserlerin temel ve ortak özelliklerinin özetlenmesinde muna neden olduğundan bütün tümörler klon kimliği­
fayda vardır: ni taşır (yani tek bir hücrenin soyundan gelir).
• Kanser, büyük bölümü edinsel olarak kendiliğinden ve­ Mutasyonlarm birikmesi, kanserin ayıncı (karakteristik)
ya çevreden kaynaklanan travmalara bağlı olarak ger­ özellikleri olarak adlandınlan, bir dizi özelliğin kazanılması­
çekleşen DNA mutasyonlarımn neden olduğu, genetik na yol açar. (1 ) büyüme sinyallerinin kendi kendilerine
bir hastalıktır. Ayrıca kanserlerde; DNA metilasyonun- yetmesi sonucunda kanserlerin, otonom bir şekilde ve
daki fokal artışlar ve histon modifikasyonlarındaki de­ fizyolojik kurallara uymaksızın büyümesi; (2 ) hiperpla-
ğişiklikler gibi, bizzat kendileri de bu gibi modifikas­ ziler gibi, neoplastik olmayan hücre büyümelerini dene-
162 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

tim altında tutan büyüme inhibitörü sinyallere yanıt ve­ neoplastik olmayan bağ dokusundan, kan damarlarından
rilmemesi; (3) hücre ölümünden sakınılması nedeniyle ve inflamatuar hücrelerden oluşan konak kökenli stroma.
kanser hücrelerinin, normal hücrelerde apoptoz başla­ Neoplazinin biyolojik davranışını öncelikle belirleyen bi­
tan koşullar altında yaşamaya devam etmesi; (4) sınırsız leşen, parenkimdir ve tümör adını, bu bileşenden alır.
replikatif potansiyeli sayesinde kanser hücrelerinin Stroma, kan damarlarını içerdiğinden ve parenkim hücre­
ölümsüz olması; (5) kanser hücrelerinin büyümelerini lerinin büyümesi için gereken desteği sağladığından, bir
devam ettirmek üzere anjiyogenez gelişmesi; (6 ) lokal neoplazinin büyümesi açısından son derece önemlidir.
dokuları invaze etme ve uzak yerlere yayılma yeteneği; Tümörlerin biyolojik davranışları büyük ölçüde, parenki-
(7) metabolik yolların tekrar programlanması—özellikle min davranışım yansıtmakla birlikte; stroma hücreleriyle
de, bol miktarda oksijen mevcut olsa bile aerob glikoli- neoplastik hücreler arasında tümörün büyümesini etkile­
ze geçilmesi ve (8 ) bağışıklık sisteminden kurtulma ye­ yen, iki-yönlü bir iletişim mevcut olduğu şeklindeki ger­
teneği; kanserin ayırıcı (karakteristik) özelliklerinden- çek, gittikçe daha çok fark edilmektedir.
dir. Genom instabilitesi sayesinde bu ayırıcı özelliklerin
süreklilik kazanmasın sağlayan genetik değişikliklerin Benign Tümörler
gerçekleşmesi, "ateşin üzerine benzin dökülmesi" etki­
sine yol açar. Bu ayırıcı özellikleri destekleyen molekü- Benign tümörler genellikle, geliştiği hücre tipinin adına
ler temel, daha sonraki bir bölümde anlatılmaktadır. -om son eki takılarak adlandırılır. Bu kural uyarınca fib-
Kanser hücrelerindeki hücre ve molekül anormalliklerinin röz dokuda gelişen, benign tümöre fibrom, benign kıkır­
öğrenilmesi ve anlaşılması kanser tedavisinde, temel araş­ dak tümörüne ise kondrom denir. Benign epitel tümörleri­
tırmalara dayanan bir devrime yol açmaktadır ve biyome- nin adlandırılması, biraz daha karmaşıktır. Bu tümörlere
dikal bilimlerin kazanmakta olduğu zaferlerden biridir. bazen mikroskopik, bazen makroskopik, bazen de kay­
naklandıkları hücre tipine göre ad verilir.
Örneğin adenom deyimi genellikle; salgı bezi yapısında­
ADLANDIRMA ki, benign epitel neoplazilerine veya salgı bezlerinden ge­
lişen, ancak salgı bezi yapısında olması gerekmeyen, be­
Neoplazinin kelime anlamı, "yeni büyüme"dir. Normal nign neoplazilere verilen addır. Böbreklerde tubulus hüc­
hücre büyümesini denetleyen düzenleyici etkilerin altında relerinden gelişen ve salgı bezi yapısında olan benign epi­
kalmaksızın replikasyona devam etmeleri nedeniyle ne- tel neoplazileri; ayrıca yine salgı bezi yapısında olmayan,
oplastik hücrelerin değişime uğradığı söylenir. Neoplaziler ancak adrenal korteksten kaynaklanan kitleler, birer ade-
bu nedenle, belirli bir derecede otonomiye sahiptir ve lo­ nomdır. Papillomlav herhangi bir yüzeyde gelişen ve mik­
kal çevrelerine bakmaksızın boyutlarını artırma eğilimi roskopik ya da makroskopik olarak parmak-benzeri uzan­
taşır. Neoplazilerdeki otonomi, hiçbir şekilde tam değil­ tıları olan, benign epitel tümörleridir. Polip, barsak gibi
dir. Bazı neoplaziler bu yetenekleri için endokrin desteğe herhangi bir mukoza yüzeyinde gelişen ve bu yüzeyden
ihtiyaç gösterir ve bu gibi bağımlılıklardan, tedavide fay­ yukarıya doğru uzanan makroskopik bir kitle şeklindeki
dalanmak mümkündür. Ayrıca tüm neoplazilerin, beslen­ oluşumdur (Resim 5-1). Bu deyim genellikle benign tü­
meleri ve kanlanmaları için konağa ihtiyacı vardır. mörler için kullanılırsa da, bazı malign tümörler polip şek­
Neoplaziler yaygın tıbbi kullanımda genellikle tümör; linde olabilir. Diğer bazı polipler (burun polipleri gibi) de
tümörlerin incelemesi ise onkoloji (oncos, "tümör" ve logos, neoplastik olmayıp inflamatuar kökenlidir. Kistadenomleec,
"incelenmesi") olarak adlandırılır. Neoplazilerin benign tipik olarak överlerde görülen ve içleri oyuk olan, kistik
ve malign olarak ayrılması, lezyonun potansiyel klinik kitlelerdir.
davranışını temel alır.
• Mikroskopik ve makroskopik özelliklerinin nispeten Malign Tümörler
masum olduğu kabul edilen neoplaziler lokalize olarak
kalacaklarını, lokal ameliyatla alınmaya elverişli olduk­ Malign tümörler adlandırılması, belirli ek ve istisnalarla
larını ima eden iyi huylu (benign) (selim) sıfatıyla tanım­ birlikte, temelde benign tümörlerdeki yolu izler.
lanır. Benign tümörleri olan hastalar, genellikle bu tü­ • "Solid" mezenkimal doku veya türevlerinden gelişen
mörler nedeniyle ölmez. Ancak benign tümörlerin loka­ malign neoplazilere sarkom, kandaki mezenkim köken­
lize kitleden daha fazlası olabildiğini ve bazen, ciddi has­ li hücrelerden gelişen malign neoplazilere lösemi veya
talıkların sorumlusu olduklarını unutmamak gerekir. lenfoma adı verilir. Sarkomlar, içerdikleri ve olasılıkla
• Kötü huylu (malign) (habis) tümörler hep birlikte kan­ türedikleri hücre tipine göre adlandırılır. Örneğin fib-
serler olarak adlandırılır: kanser kelimesi Latince yen­ röz doku kökenli bir kanser /z&rosarkom, kondrositler-
geç anlamındadır ve bu tümörler aynen bir yengecin den oluşan, malign bir neoplazi ise fcondrosarkomdur.
sergilediği davranışlar gibi, geliştikleri herhangi bir bö­ • Vücuttaki epitel dokularının kökeni, üç germinal hüc­
lüme yapışırlar. Malign tümör deyimi, lezyonun komşu re tabakasından herhangi biri olabilir ama epitel hücre­
oluşumları invaze ve tahrip edebileceğini, ölüme neden lerinin malign neoplazilerine verilen ad, kökeni hangi
olmak üzere uzak yerlere yayılabildiğini (metastaz yap­ germinal tabaka olursa olsun karsinomadır. Böylece;
tığını) anlatır. Kanserlerin hepsi böyle bir ölümcül kli­ böbreklerdeki mezoderm kökenli tubuler epitelde, ek­
nik seyir sergilemez. En saldırgan malign tümörlerin toderm kökenli deride veya endoderm kökenli barsak
bazısı, tedavisi en olanaklı olanlardır ama ne olursa ol­ epitelinde gelişen malign tümörler, karsinom adını alır.
sun malign deyimi, kırmızı bir işaret flaması olarak yo­ Dahası; mezodermden karsinom (epitelyal), sarkom
rumlanır. (mezenkimal) ve hematolenfoid tümör (lösemi ve lenfo­
İster benign, isterse malign olsun bütün tümörlerde iki te­ ma) gibi tümörler de kaynaklanabilir.
mel bileşen vardır; (1 ) değişikliğe uğramış veya neoplastik • Karsinomlar kendi aralarında da sınıflandırılmıştır.
hücrelerden oluşan parenkim ve (2 ) tümörü destekleyen, Salgı bezi yapısında olan karsinomlara adenokarsinom,
Adlandırma 163

mış hücreler veya dokular içeren, özel bir mikst tümör ti­
pidir. Teratomlar normal olarak överlerde ve testislerde,
bazen de anormal olarak, orta çizgideki izole embriyonel
kalıntılarda bulunan, totipotansiyel germ hücrelerinden
kaynaklanır. Germ hücrelerinde, erişkin vücudundaki
herhangi bir hücre tipi yönünde diferansiasyon kapasitesi
mevcuttur ve bu nedenle karmaşık bir resimde kemik,
epitel, kas, yağ, sinir ve diğer dokuları taklit etmesi şaşır­
tıcı olmamalıdır.
Daha sık görülen neoplazi çeşitlerine verilen spesifik
adlar, Tablo 5 -1 'de gösterilmektedir. Burada öne çıkan ba­
zı tutarsızlıklar dikkati çekebilir. Örneğin lenfoma, mezo-
telyom, melanom ve seminom terimleri, malign tümörler
için kullanılır. Bu istisnalar ne yazık ki öğrencilerin aley­
hine olarak, tıbbi terminolojide kendilerine sağlam birer
yer bulmuşlardır.
Terminolojide karmaşıklığa yol açabilen başka örnekler
de vardır:
• Hamartom belirli bir bölgede lokalize durumdaki, kötü
organize olmuş bir doku kitlesidir. Karaciğerdeki ha-
martomlarm histopatolojik incelemesinde olgunlaşmış,
ancak disorganize durumda karaciğer hücreleri, kan
damarları ve olasılıkla safra kanalları; ya da akciğer ha-
martomunda kıkırdak, bronş ve kan damarları içeren
bir nodül görülebilir. Hamartomlar geleneksel olarak,
gelişimsel malformasyon kabul edilmiştir ama bazı ge­
netik çalışmalar bunların, neoplastik kökenli olabile­
ceklerini düşündüren, edinsel translokasyonlar göster­
miştir.
« Koristom, heterotopik hücre kalıntılarından oluşan,
konjenital bir anormalliktir. Örneğin; mide, duodenum
Resim 5-1 Kolon polipi. Glandular yapıdaki bu tümörün (adenom) veya ince barsaktaki mukoza altında, iyi gelişmiş ve or­
kolon lümenine doğru uzandığı görülmektedir. Polip, açıkça ganizasyonu normal bir pankreas dokusu şeklinde kü­
görülen bir sap aracılığıyla mukozaya tutunmuştur. çük bir nodül görülebilir. Bu heterotopik kalıntı, Lan-
gerhans adacıkları ve ekzokrin salgı bezleriyle dolu ola­
bilir. Lezyonun adının, neoplaziyi akla getirecek şekil­
yassı epitel (skuamöz) hücreleri üreten karsinomlara
de - om takısını taşıması, genellikle, klinikteki son de­
skuamöz hücreli karsinom denir. Bazen, karsinomlarm
rece az olan önem derecesinden daha ciddi bir anlam
geliştiği doku veya organ, neoplazinin adında vardır
ifade eder.
(örneğin böbrek hücreli adenokarsinom). Bazen tümör
hücreleri pek az farklılaşmış ya da hiç farklılaşmamış­ Neoplazilerin terminolojisi ne yazık ki basit değildir ama
tır; bunlara kötü farklılaşmış (az diferansiye) veya farklı­ tümörlerin tabiatını ve önemini kategorize ettiğinden
laşmamış (indiferansiye) karsinom adı verilir. önemlidir.
Benign ya da malign, bir neoplazideki değişime uğramış
hücreler; tümü de tek bir hücreden gelişmiş (monoklonal)
olmaları nedeniyle, çoğu zaman birbirine benzer. Ancak, - .•;■^ a
. . . . . . .. .... „ ..
alışılmadık bazı durumlarda tümör hücreleri ayrı yönlerde
farklılaşarak mikst tümörler meydana getirir. Tükrük bezle­
rindeki mikst tümör, bunun en iyi örneğidir. Bu tümörler­ A ■' "
"■ '■ V -is"'- V: Ç:r.
de, bazen kıkırdak veya kemik adalarının yer aldığı, fibro-
miksoid bir stromanm her tarafına dağılmış, açıkça seçi­
len epitel komponenti vardır (Resim 5-2). Tüm bu farklı
elemanların epitel hücrelerinden, miyoepitel hücrelerin­
den veya her ikisinden kaynaklandığı düşünülmektedir
ve bu neoplaziler için pleomorfik adenom adlandırması ter­
cih edilir. Kadınlardaki meme fibroadenomu, sıklıkla kar­
şılaştığımız diğer bir mikst tümördür. Benign olan bu tü­
mör; gevşek fibröz doku (fibroma) içerisine gömülmüş du­
rumda, proliferasyon sergileyen duktal elementler (ade­
nom) içerir. Bunlardan yalnızca fibröz komponent neop- Resim 5 -2 Parotisin mikst tümörü; duktuslar oluşturan epitel hüc­
lastik olmasına rağmen fibroadenonı deyimi, genellikle releri ve kıkırdağı andıran miksoid stromadan meydana gelmiş bir
kullanılmaya devam edilmektedir. neoplazi.
Teratom, en az iki, bazen de üç germ tabakasını temsil (Dr. Trace W orrell’m izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas South­
eden tanınabilir nitelikteki olgunlaşmış veya olgunlaşma­ western Medical School, Dallas, Texas, ABD)
164 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Tablo 5-1 Tümörlerde Adlandırma

Kaynak Doku Benign Malign

Tek Bir Tip Parenkim Hücresi


Bağ dokusu ve türevleri Fibrom Fibrosarkom
Lipom Liposarkom
Kondrom Kondrosarkom
Osteom Osteojenik sarkom
Endotel ve bağlantılı dokular
Kan damarları Hemanjiyom Anjiyosarkom
Lenf damarları Lenfanjiyom Lenfanjiyosarkom
Mezotel Mezotelyom
Beyin zarları Meningiom İnvaziv meningiom
Kan hücreleri ve bağlantılı hücreler
Hematopoetik hücreler Lösemi
Lenfoid doku Lenfoma
Kas
Düz Leiomiyom Leiomiyosarkom
Çizgili Rabdomiyom Rabdomiyosarkom
Epitel kökenli tümörler
Skuamöz epitel Skuamöz hücreli papillom Skuamöz hücreli veya epidermoid karsinom
Deri veya eklerinin bazal hücreli Bazal hücreli karsinom
Salgı bezlerinin veya kanalların epitel örtüsü Adenom Adenokarsinom
Papillom Papiller karsinom
Kistadenom Kistadenokarsinom
Solunum yolları Bronş adenomu Bronş karsinomu
Böbrek epiteli Renal tubuler adenom Böbrek hücreli karsinom
Karaciğer hücreleri Karaciğer hücreli adenom Hepatosellüler karsinom
idrar yolu (tranzisyonel) epiteli Ürotelyal papillom Ürotelyal karsinom
Plasenta epiteli Mol hidatiform Koryokarsinom
Testis epiteli (germ hücreleri) Seminom
Embriyoner karsinom
Melanositlerin tümörleri Nevüs Malign melanom
En Az İki Neoplastik Hücre Tipi—Mikst Tümörler, Genellikle Tek bir Germ Hücresi Tabakasından Kaynaklanan
Tükrük bezi Pleomorfik adenom (tükrük Tükrük bezinin malign mikst tümörü
bezinin mikst tümörü)
Böbrek kalıntısı Wilms tümörü
En az İki Germ Hücresi Tabakasından Kaynaklanan En Az İki Neoplastik Hücre Tipi—Teratojen
Gonadlardaki veya embriyonel kalıntılardaki Matür teratom, dermoid kist İmmatür teratom, teratokarsinom
totipotansiyel hücreler

BENİGN VE M ALİG N Diferansiasyon ve Anaplazi


N E O P LA ZIIE R ÎN ÖZELLİKLERİ Diferansiasyon ve anaplazi tümörlerin yalnızca, değişikli­
Tümörü olan bir hastaya bunun "iyi huylu olduğunu" söy­ ğe uğramış bileşenleri olarak kabul edilen parenkim hüc­
lemekten daha önemli hiçbir şey yoktur. Benign tümörler relerinin özelliğidir. Parenkim hücrelerinin diferansiasyo-
genelde genetik olarak "basit" gözükür, kanserlere oranla nu, morfoloji ve fonksiyon bakımından, türedikleri nor­
daha az sayıda mutasyon içerir ve genetik bakımdan sta- mal hücrelere ne derece benzemekte olduğunu yansıtır.
bil olup zaman içerisinde pek az genotip değişikliği göste­ • Benign neoplaziler, türedikleri normal hücrelere yakın­
rir. Bu son özellik, lipom ve leiomiyom gibi benign tümör­
dan benzeyen, iyi diferansiye hücrelerden meydana ge­
lerin malign tümörlere dönüşseler bile, böyle bir transfor­
lir. Böylece bir lipom sitoplazması lipid vakuolleriyle
masyona çok seyrek sahne olmalarını açıklar. Uygulama­
dolu, olgun yağ hücrelerinden; bir kondrom ise her za­
da bir tümörün benign ya da malign olduğunun, uzun sü­
manki kıkırdak matriksi sentezlemeye devam eden, ol­
redir yerleşmiş olan anatomik ve klinik kriterler kullanıla­
gunlaşmış kıkırdak hücrelerinden oluşur— bu benzer­
rak belirlenmesi, oldukça hatasız bir şekilde gerçekleştiril-
mektedir. Ancak bu belirleme, bazı neoplazilerde kolay likler, morfolojik ve fonksiyonel diferansiyonun kanıtı­
değildir. Belirli özellikler benign, diğer özellikler malign dır. İyi diferansiye benign tümörlerde mitoz seyrek ve
tümörü işaret edebilir. Ancak bu gibi sorunlar kural değil­ normal konfigürasyondadır.
dir; benign ve malign tümörlerin ayırt edilmesine olanak ve­ • Malign neoplazilerdeki parenkim hücrelerinin diferan-
ren, temel dört özellik vardır: farklılaşma (diferansiasyon) ve siyonu; şaşırtıcı derecede çok iyi diferansiye ile (Resim
anaplazi, büyüme hızı, lokal invazyon ve metastaz. 5-3) tamamen indiferansiye arasında değişen çok çeşit-
Benign ve Malign Neoplazilerin Özellikleri 165

' * T* 'V,
t e v -
% ’ * l' | scl
■i»v> - *sg‘r r-.--
. >* „v y• .«* . * »•»«*.
- . - /%‘V
,v --. . « - ; : î^
i.> î.
i V /,
v :.v ;

Resim 5 -4 iskelet kasının anaplastik tümörü (rabdomiyosarkom).


Resim 5 -3 iyi diferansiye skuamöz hücreli deri karsinomu. Tümör Hücrelerdeki ve hücre çekirdeklerindeki belirgin pleomorfizme, hi-
hücreleri, hücrelerarası köprüler ve keratin incileri (ok) ile normal perkrom atik hücre çekirdeklerine ve tüm ör dev hücrelerine dikkat
skuamöz epitel hücrelerine ileri derecede benzer. edin.
(Dr. Trace WorrelTm izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas South­ (Dr. Trace WorrelTm izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas South­
western Medical School, Dallas, Texas, A BD). western Medical School, Dallas, Texas, ABD).

li derecelerde gerçekleşmiş olabilir. Örneğin tiroidin iyi tel yapısı gibi ortak özelliklerini tamamen kaybetmiş
diferansiye adenokarsinomları, normal gözüken foli- olarak, tabakalar halinde çoğalabilir.
küller içerebilir; bu gibi adenokarsinomları, benign Tümör hücresi ne kadar çok diferansiasyon göstermişse,
adenomlardan ayırmak kolay olmayabilir. Bu iki uç ara­ normal karşıtının fonksiyonel yeteneklerine, o kadar ek­
sında; orta derecede diferansiye olarak tanımlanan ma­ siksiz sahiptir. Endokrin salgı bezlerinin benign neoplazi-
lign tümörler yer alır. Kan damarlarını taşıyan stroma, leri, hatta iyi diferansiye kanserler sıklıkla kaynaklandık­
tümörlerin büyümesi için son derece önemlidir ama ları hücrelerin özelliği olan hormonları üretirler. İyi dife­
benign ve malign olanların birbirinden ayırt edilmesine ransiye, skuamöz hücreli karsinomlar keratin üretir (Re­
yardımcı olmaz. Buna karşılık stromadaki bağ dokusu­ sim 5-3), iyi diferansiye hepatosellüler karsinomlar safra
nun miktarı, neoplazinin kıvamını belirler. Bazı kan­ salgılar. Diğer durumlarda, beklenmedik fonksiyonlarla
serlerde yoğun, bol miktarda fibroz stroma (desmopla- karşılaşmak mümkündür. Bazı kanserler, erişkinlerdeki
zi) mevcut olması bunların sert, skiröz tümörler olma­ benzer hücreler tarafından üretilmeyen fetal proteinler
larına yol açar. üretir. Endokrin kökenli olmayan kanserler, ektopik sıfatı
İndiferansiye hücrelerden meydana gelen malign neop- verilen hormonlar salgılayabilir. Örneğin bazı akciğer kar-
laziler anaplastik neoplazilerdir. Diferansiasyon olma­ sinomları adrenokortikotrop hormon (ACTH), paratiroid
masının ya 'da anaplazinin, malignitenin ayırıcı özelliği hormonu-benzeri hormon, insülin, glukagon gibi hor­
olduğu kabul edilmektedir. Anaplazi deyiminin kelime monlar üretebüir. Bazı istisnaların varlığına rağmen bir tü­
anlamı, "geriye doğru oluşum", normal hücrelerdeki mör ne derece anaplastikse ve ne kadar hızlı büyürse, özelleş­
yapısal ve fonksiyonel diferansiyonun kaybolduğuna miş fonksiyonel aktiviteye sahip olma olasılığı o kadar azalır.
(dediferansiyasyon) işaret eder. Ancak en azından bazı Diferansiasyon ve anaplazi anlatılırken, hücrelerin dü­
kanserlerin, dokulardaki kök hücrelerinden kaynak­ zensiz, ancak neoplastik olmayan çoğalması olarak tanım-
landığı, günümüzde bilinmektedir; bu tümörlerde özel
hücrelerin indiferansiye görünümü, dediferansiyasyon-
dan çok, diferansiye olamamalarına bağlıdır. Son çalış­
malar kimi vakalarda belirgin şekilde olgunlaşmış hüc­
relerde dediferansiasyon görüldüğünü ortaya koymak­
tadır. Anaplastik hücrelerde belirgin pleomorfizm (şekil
ve boyut çeşitliliği) vardır (Resim 5-4). Bu hücrelerdeki
çekirdekler çoğu zaman aşırı hiperkromatiktir (koyu renge
boyanır) ve normalde 1:4 ya da 1:6 olan çekirdek: si-
toplazma oranı, l :l 'e ulaşabilir. Komşularından önem­
li ölçüde daha büyük olan dev hücreler oluşabilir ve çok
büyük bir tane ya da çok sayıda çekirdek içerebilir.
Anaplastik hücre çekirdeklerinin boyutları ve biçimleri de­
ğişken ve tuhaftır. Kromatin kaba ve kümelenmiş du­
rumdadır; çekirdekçikler (nukleolus) şaşırtıcı boyutlar­
da olabilir. Daha önemlisi, mitoz çoğu zaman çok sayıda
ve açıkça atipiktir; kural tanımayan mitotik iplikçikler,
üç- ya da dört-kutuplu mitotik figürler üretebilir (Resim Resim 5 -5 Anaplastik tümör hücrelerinin büyük büyütmeyle çeki­
5-5). Ayrıca anaplastik hücrelerin biri diğerine genel­ len ayrıntılı mikro fotoğrafında; hücrelerin ve hücre çekirdeklerinin
likle uyum sağlamaz (yani normal polaritelerini kay­ boyut ve biçim bakımından değişken oldukları dikkati çekmektedir.
betmişlerdir) . Bu hücreler salgı bezi veya skuamöz epi­ Ortadaki belirgin hücrede, anormal bir tripolar m itotik iğ vardır.
166 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Resim 5 -6 Karsinoma in situ. A , Küçük büyütmede, epitelin yerini tüm kalınlığıyla, atipik displastik hücrelerin aldığı görülmektedir.
Skuamöz hücrelerin düzenli diferansiasyonu söz konusu değildir. Bazal membran bozulmamıştır ve epitel altındaki stromada hiç tüm ör
yoktur. B, Büyük büyütmede başka bir bölgede normal diferansiasyonun gerçekleşmediği, hücrelerde ve çekirdeklerinde belirgin pleo-
m orfizm ve yüzeye doğru uzanan sayısız m itotik figür olduğu görülmektedir. Bozulmamış durumdaki bazal membran (aşağıda), bu kesitte
gözükmemektedir.

lanan dizplaziden de söz etmek gerekir. Displazi öncelik­ bir nekroz dalgasıyla sonuçlanmaktadır. Benign tümörle­
le, epitel lezyonlarmda görülür. Displazide hücreler, birbirle­ rin büyüme hızlarında gözlemlenen bu değişiklik ve çeşit­
rine benzer olmaktan çıkar ve yapısal oryantasyon kaybı var­ liliklere rağmen bu tümörlerin büyük bölümünün, yıllarla
dır. Displastik hücreler, önemli derecede pleomorfiktir ve veya onyıllarla ifade edilen bir süre boyunca yavaş yavaş
çoğu zaman, hücrenin boyutlarına göre anormal büyük, büyüdükleri, genellikle doğrudur.
hiperkromatik çekirdeklere sahiptir. Mitotik figür sayısı, Malign tümörlerin büyüme hızı genellikle diferansiasyon
her zamankinden daha fazladır ve sıklıkla, epitel içerisin­ dereceleri ile ters orantılıdır. Diğer bir deyişle iyi diferansiye
de anormal yerlerde görülür. Displazik skuamöz epitel olmayanlar, iyi diferansiye olanlardan daha çabuk büyür.
hücrelerinde mitoz, normalde bulunmaları gereken yer Ancak bu büyüme hızında da çeşitlilikler vardır. Bazıları
olan bazal tabakalarda sınırlı değildir ve her düzeyde, hat­ yıllarca yavaş yavaş büyüdükten sonra hızlı büyüme döne­
ta yüzeydeki hücrelerde bile görülebilir. Hatırı sayılır yapı­ mine girer; bu değişiklik, değişime uğramış, saldırgan bir
sal karmaşa vardır. Örneğin bazal tabakadaki uzun hücre­ hücre alt-klonunun ortaya çıktığını işaret eder. Diğerleri
lerin yüzeye doğru yükseldikçe skuamöz hücrelere doğru yine yavaş yavaş ve değişmeyen bir hızla büyür; istisna sa­
ilerleyici olgunlaşması kaybolmuş ve yerini koyu renk, ba­ yılabilecek bazı durumlarda tümör hiç büyümeden kalabi­
zal görünümlü, düzensiz hücrelere bırakmış olabilir (Re­ lir. Daha da istisna olarak özellikle koryokarsinomlar ol­
sim 5-6). Displastik değişiklikler belirgin ve epitelin tüm mak üzere bazı primer tümörler tamamen nekroze olabi­
kalınlığını tuttuğunda, kanser-öncesi evre olan karsinoma lir ve geriye yalnızca sekonder metastazlarını bırakır. Sey­
in situ adını alır (Bölüm 18). Displastik değişiklikler sıklık­ rek karşılaşılan bu örneklere rağmen kanserlerin büyük
la malign transformasyon odaklarına komşu olarak bulu­ bölümü; bir kısmı yavaş, diğerleri hızlı olarak büyür ama
nursa da sigara içenlerde yapılan, uzun süreli çalışmalar kanserin "birdenbire ortaya çıktığı" görüşü, doğru değil­
epitel displazinin neredeyse kesinlikle, kanser ortaya çık­ dir. Birçok deneysel ve klinik kanıtlar kanserlerin tümü­
madan önce görüldüğünü ortaya koymuştur. Displazi deyi­ nün olmasa bile büyük bölümünün klinikte belirgin lez-
mi kanserle eş anlamlı değildir; epitelin tüm kalınlığı boyunca yon olana kadar yıllar, bazen dekadlar boyunca büyüdü­
mevcut olmayan hafif-orta şiddette displazi, özellikle buna yol ğünü belgelemektedir. Bu söylediğimiz, çoğu zaman fetal
açan nedenler uzaklaştırıldığında tamamen normale döner. gelişme sırasında başlayan ama tam kanser olarak yıllarca
sonra kendini gösteren çocukluk dönemindeki "akut" lö­
Büyüme Hızı semiler için bile doğrudur. Hızla büyüyen malign tümör­
lerde çoğu zaman; tümörün konaktan kaynaklanan kan­
Benign tümörlerin çoğu yavaş büyürken, kanserlerin çoğu lanması, gittikçe büyüyen hücre kitlesinin oksijen ihtiya­
daha hızlı büyür ve sonunda lokal olarak ya da uzaklara cını karşılayamadığından bu tümörler merkezlerinde nek­
yayılarak (metastaz yaparak) hastanın ölümüne yol açar. roz bölgeleri içerir.
Ancak bu genellemenin istisnaları da yok değildir; örne­
ğin benign bazı tümörler, bazı kanserlerden daha hızlı bü­ Kanser Kök Hücreleri ve Hücre Serileri
yür. Örneğin uterustaki benign düz kas tümörleri olan le- Kanın şekilli elementleri, gastrointestinal kanaldaki ve de­
iomiyomlarm büyüme hızı, dolaşımdaki östrojen düzeyle­ rideki epitel hücreleri gibi kısa ömürlü hücreler içeren çok
rinden etkilenir. Bu tümörler gebelik sırasında hızla bü­ sayıda dokunun, devamlı büyüyebilmek ve bu durumu de­
yür, gebelikten sonra durur ve tümör kitlesi menopozdan vam ettirmek için, uzun ömürlü, kendi kendini yenileme
sonra, büyük ölçüde fibrokalsifik hal alır. Benign tümörle­ kapasitesine sahip kök hücrelerden oluşan bir popülasyo-
rin büyüme hızı, kanlanmamn yeterlilik derecesi veya ba­ na ihtiyacı vardır. Dokularda kök hücreler seyrektir ve
sınç kısıtlamaları gibi başka faktörlerden de etkilenebilir. bunlar için gereken parakrin faktörleri üreten destek hüc­
Sella turcica'da lokalize hipofiz adenomlarmm, birdenbi­ relerinin oluşturduğu bir yuva içerisindedir. Bölüm 2'de
re büzüldüğü gözlemlenmiştir. Olasılıkla, bu tümörlerin anlatıldığı gibi dokudaki kök hücreler; proliferasyon potan­
gittikçe büyümesi, kan basıncının kısıtlanması nedeniyle siyeli sınırlı olan ve belirli dokuları oluşturmak üzere ter-
Benign ve Malign Neoplazilerin Özellikleri 167

minal diferansiasyon geçirenlerle; kök hücre potansiyelini


taşıyanlar olmak üzere iki çeşit yavru hücre meydana geti­
recek şekilde, asimetrik olarak bölünür. Kanserlerin ölüm­
süz ve sınırsız proliferasyon kapasitesine sahip olması, nor­
mal dokulardaki gibi bunların da "kök hücre-benzeri" özel­
liklere sahip hücreler içermesi gerektiğini göstermektedir.
Kanser kök hücresi hipotezine göre normal dokularda
olduğu gibi tümörlerde de yalnızca özel bir hücre alt-gru-
bu, kendi kendini yenileme kapasitesine sahiptir. Bu hi­
potez, önemli sonuçları da beraberinde getirmektedir.
Bunlardan en önemlisi, tümörün varlığını devam ettirme­
si için bu kök hücrelere ihtiyacı varsa, hastanın iyileşmesi
için bunların ortadan kaldırılması gerektiğidir. Normal
kök hücreleri gibi kanser kök hücrelerinin de geleneksel
tedavilere dirençli olduğu ve bunun nedeninin, hücre bö­
lünme hızının düşük olması ve bu hücrelerde, kemotera- Resim 5 -8 Resim 5 - 7 ’deki meme fibroadenomunun mikroskopik
pötik ilaçların etkisine karşı koyan, "multipl ilaca direnç görünümü. Fibröz kapsül (sağda), tümörle çevresindeki doku ara­
faktörü-1" (multidrug resistance factor-1) (MDR-1) gibi sında keskin bir sınır çizmektedir.
faktörlerin bulunması olduğu öne sürülmüştür. Günü­ (Dr. Trace Worrel/'m izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas South­
müzdeki tedavilere eşlik eden başarı olasılığının sınırlı ol­ western Medical School, Dallas, Texas, ABD).
ması bu tedavilerin, kanserin ortaya çıkma nedeni olan
malign kök hücreleri öldürememeleriyle açıklanabilir. benign neoplazilerde kapsülün mevcut olmadığını vurgula­
Kanser kök hücreleri, dokulardaki normal kök hücrelerin­ mak gerekir. Örneğin uterus leiomiyomları çevrelerindeki
den ya da, transformasyon sürecinin bir bölümü olarak normal kas dokusundan, sıkışmış ve zayıflamış normal
daha fazla diferansiye olan ve kendi kendini yenileme po­ miyometrium hücrelerinden meydana gelen bir bölgeyle
tansiyeli kazanan hücrelerden kaynaklanıyor olabilir. Be­ ayrılır ama iyi gelişmiş, gerçek bir kapsüle sahip değildir.
lirli lösemilerde yapılan çalışmalar (Bölüm 11), bu düşün­ Yine de bu lezyonların çevresinde, açıkça belirli bir ayırıcı
celerden her ikisinin de doğru olabileceği ve kronik miye- düzlem vardır. Az sayıdaki bazı benign tümörlerin çevre­
lojenik lösemilerin, normal hematopoetik sistem hücrele­ lerinde ne kapsül, ne de böyle bir ayırıcı düzlem vardır;
rinin malign kopyalarından; belirli akut miyeloid (myelo- bunların yokluğuna özellikle, dermişin bazı benign vaskü-
jenik) lösemilerin ise, beklenenden daha fazla diferansiye ler neoplazilerinde rastlanır. Bu istisnaları belirtme nede­
olarak kendi kendilerini yenileme kapasitesi kazanan ön­ nimiz; çevrelerinde bir kapsül bulunmasının benign tü­
cü miyeloid hücrelerden geldiği izlenimini vermektedir. mörlere ait bir özellik olmasına rağmen, böyle bir kapsül
"Lösemi kök hücreleri" tanımı, solid tümörlerdeki kanser mevcut olmamasının, tümörün malign olduğu anlamına
kök hücresi araştırmalarının bir uzantısıdır. gelmediğini vurgulamaktır.
Kanserler çevrelerindeki dokuyu ilerleyici bir şekilde infilt-
Lokal İmvazyon re, invaze ve tahrip ederek ve penetre olarak ilerler (Resim
5-9 ve 5-10). Bu neoplazilerin kesinlikle belirlenmiş bir
Benign bir neoplazi, ilk ortaya çıktığı yerde kalır. Malign kapsülü yoktur. Ancak bazı durumlarda, özellikle de ya­
neoplazilerdekinin aksine infiltrasyon, invazyon veya vaş büyüyen kanserler aldatıcı bir şekilde, çevredeki stro­
uzak yerlerde metastaz yapma kapasitesine sahip değildir. ma dokusu tarafından kapsülle kuşatılmış gibi gözükebilir
Örneğin, benign tümörler olan adenomlarm büyük bölü­ ama mikroskopik muayene genellikle, bu yalancı kapsülü
mü yavaş yavaş büyüyen kitleler olduklarından, bunların delen ve komşu oluşumları infiltre eden, yengeç benzeri
çevrelerinde, kendilerini normal dokulardan ayıran, fib- küçük ayaklar mevcut olduğunu gösterir. İnfiltre olarak
röz bir kapsül gelişir. Bu kapsül olasılıkla konak dokusun­ büyümesi nedeniyle tümörün ameliyatı sırasında, çevre­
dan kaynaklanmakta ve parenkim hücrelerinin, genişle­ deki normal gözüken dokudan da geniş bir güvenlik şeri-
yen tümörün baskısıyla atrofiye uğramasıyla gelişmekte­
dir. Tümörün bizzat kendi stroması da, kapsül meydana
gelmesine katkı yapabilir (Resim 5-7 ve 5-8). Ancak, tüm

Resim 5 -7 Meme fibroadenomu. Esmer renkteki, kapsüllü, küçük Resim 5 -9 Memenin invaziv duktal karsinomunun kesiti. Lezyon
tümör, daha beyaz renkte olan meme dokusundan keskin sınırlar­ büzülmüştür, çevredeki meme dokusuna infiltre olmuştur ve pal-
la ayrılmıştır. pasyonda sert bir kitle olarak ele gelmektedir.
168 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

ne bu tümörlerin ayrıca %2 0 'sinde ise tanı sırasında gizli


metastazlar mevcuttur.
Genelde primer neoplazi ne kadar anaplastik ve bü­
yükse, bu neoplazinin metastaz yaparak yayılma olasılığı
o kadar güçlüdür. Ancak kuralların çoğunda olduğu gibi,
bu kuralın da istisnaları vardır. Örneğin son derece küçük
kanserlerin metastaz yapabildikleri, bazı büyük ve kaygı
verici gözüken lezyonlarm ise metastaz yapmamış olabile­
cekleri bilinmektedir. Neoplazinin yayılmış olması, hasta­
lığın iyileşme olasılığının neredeyse ya da tamamen ola­
naksız olduğunu gösterdiğinden; metastazların önlenme­
si, kanserin önlenmesinin ardından hastaya en fazla fay­
da sağlayan girişimdir.
Malign neoplaziler (1) vücut boşluklarına "ekilerek", (2)
lenf yoluyla veya (3) kan yoluyla (hematojen) olmak üzere
Resim 5 -1 0 Resim 5-9’daki meme karsinomunın mikroskopik gö­ üç şekilden biri ile yayılabilir. Ekilerek yayılım, neoplazinin
rünümünde, meme stromasının ve yağ dokusunun tüm ör hücresi vücuttaki doğal bir boşluğu invaze etmesiyle meydana ge­
kordonları ve yuvaları tarafından invaze edildiği görülmektedir. (Re­ lir ve özellikle çoğu zaman periton yüzeylerini kaplayan
sim 5 -8 ile karşılaştırın). Belirgin bir kapsülün mevcut olmadığına over kanserleri için karakteristiktir. Bu şekilde yayılabilen
dikkat edin. implantlar tüm periton yüzeylerini invaze etmiş olsalar bi­
(Dr. Trace Worrell'm izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas South­ le, alttaki dokuları invaze etmemiş olabilir. Burada tümö­
western Medical School, Dallas, Texas, A BD).
rün, invazyon kapasitesinden farklı gözüken bir tekrar
implante olma yeteneği söz konusudur. Medulloblastom
dinin çıkarılması girişiminde bulunulur. Cerrahi patolog­ veya ependimom gibi merkezi sinir sistemi neoplazileri,
lar, rezeksiyonla çıkarılan tümör piyesinin kenarlarını dik­ beyin ventrilcüllerine penetre olabilir ve beyin-omurilik sı­
katle inceleyerek buralarda kanser hücrelerinin bulunma­ vısı tarafından taşınarak, beyindeki ya da omurilikteki di­
dığına (temiz kenarlar) emin olur. Metastaz gelişimi, tümö­ ğer meningeal yüzeylerde tekrar implante olabilir.
rün lokal invazyon gerçekleştirmesinden sonra, malign neopla- Lenfatik (lenf yoluyla) yayılım karsinomlar, hematojen
(kan yoluyla) yayılım ise sarkomlar tarafından tercih edi­
zileri benign olanlardan ayıran en güvenilir ikinci bulgudur.
len, tipik yayılma yoludur. Ancak lenf sistemiyle damar
sistemi arasında sayısız ara bağlantılar mevcut olduğun­
Metastaz dan tüm kanser çeşitleri her iki yolla da yayılabilir. Lenf
nodüllerinin tutulma tipi öncelikle primer neoplazinin bu­
Metastazlar malign bir tümörün, uzak dokularda lokalize, lunduğu yere ve lokal lenf drenajının doğal yollarına bağ­
primer tümörden ayrı, sekonder implantlarıdır. (Resim lıdır. Solunum yollarında ortaya çıkan akciğer kanserleri
5-11). Metastazların varlığı, tümörün malign olduğunu, diğer ilk önce bölgesel bronş, daha sonra da trakeobronşiyal ve
bütün özelliklerden daha güçlü bir şekilde kanıtlar. Ancak hiler lenf nodüllerinde metastaz yapar. Meme kanseri ge­
tüm kanserlerde metastaz yapma yeteneği, aynı değildir. nellikle üst-dış kadranda meydana çıkar ve ilk olarak kol­
Bir uçta; lokal olarak ileri derecede invaziv, ancak seyrek tukaltı lenf nodüllerine yayılır. Ancak orta çizgideki meme
olarak metastaz yapan deri tümörleriyle merkezi sinir is­ lezyonları, göğüs duvarı üzerinden arteria mammaria in­
temi tümörlerinin büyük bölümü vardır. Diğer uçta ise ilk terna boyunca sıralanan lenf nodüllerinde metastaz yapa­
bulunduğunda genellikle akciğere metastaz yapmış olan bilir. Her iki lokalizasyondaki meme kanserleri de daha
osteojenik (kemik) sarkomlar yer alır. sonra supra- ve infraklaviküler lenf bezlerine yayılır. Bazı
Yeni tanı konulan solid tümörleri olan hastaların yak­ vakalarda kanser hücreleri, hemen yakındaki lenf kanalla­
laşık %30'unda, (melanom dışındaki deri kanserleri ha­ rını aşarak daha sonraki lenf nodüllerinde yakalanabilir
riç), klinik olarak kendini gösteren metastazlar vardır. Yi- (ıatlayan metastaz) (skip metastasis). Bütün lenf nodüllerin-
deki metastazlar eninde sonunda, torasik duktus yoluyla
damar kompartmanına ulaşır.
Primer tümörden gelen lenf akışının ilk ulaştığı lenf
nodülü, "sentinel lenf nodülü" olarak adlandırılır. Primer
tümörün yakınma enjekte edilen mavi boya veya radyoak­
tif olarak işaretlenmiş maddeler, sentinel lenf nodülünü
ortayla çıkarabilir. Bu lenf nodülünden yapılacak biyopsi,
tümörün ne derece yayıldığının belirlenmesine olanak ve­
rir ve tedavinin plânlanmasmda kullanılabilir.
Primer bir tümörün yakınındaki lenf nodüllerinin bü­
yümesi metastatik yayılma kaygısı doğurursa da kanser
yayılmasını yansıtan bir bulgu olmayabilir. Neoplazinin
nekrotik parçaları ve tümör antijenleri çoğu zaman lenf
nodüllerinde lenf foliküllerinin hiperplazisine (lenfadenit)
ve subkapsüler sinüslerdeki makrofajlarm çoğalmasına (si­
nus histiyositozu) neden olabilir. Büyümüş bir lenf nodü-
lünde tümör varlığı, histopatolojik olarak doğrulanmalıdır.
Hematojen yayılım, sarkomların tercih ettiği yayılma yo­
Resim 5-11 Kanser metastazlarıyla dolu bir karaciğer. ludur, fakat karsinomlar da kullanır. Beklendiği gibi, ar­
Epidemiyoloji 169

terlere penetrasyon, venlere penetrasyondan daha zordur.


Venöz invazyonu gerçekleştirerek kan yoluyla yayılan tü­ f i Ö Z E T
mör hücreleri, neoplazinin venöz dolaşımı boyunca ilerler Benign ve Malign Tümörlerin Özellikleri
ve çoğu zaman, ilk karşılaştıkları venöz yatakta bu ilerle­
meyi durdurur. Portal bölgedeki bütün venöz kan karaci­ • Benign ve malign tüm örler birbirlerinden; diferansiasyon
ğere, vena kavalardaki bütün kan akciğerlere ulaştığın­ dereceleriyle, büyüme hızlarıyla, ayrıca lokal invazyon ve
dan; karaciğer ve akciğerler, kan yoluyla yayılan tümör hücre­ uzaklara yayılma kapasiteleriyle ayırt edilebilir.
lerinin en sık yerleştikleri organlardır. Omurga yakınında • Benign tümörler, kaynaklandıkları dokuyu andıran, iyi di-
ortaya çıkan kanserler çoğu zaman, paravertebral pleksus feransiye neoplazilerdir. Malign tüm örler ise kötü dife-
yoluyla embolizasyona neden olur; bu yol olasılıkla, tiroid ransiye ya da tamamen indiferansiye (anaplastik) neopla­
ve prostat kanserlerinin sık vertebral metastazını ilgilen­ zilerdir.
diren yoldur. • Benign tüm örler yavaş; malign tüm örler ise genellikle
Belirli karsinomlar, venlerin içerisinde büyüme eğilimi çok daha hızlı büyür.
taşır. Örneğin böbrek hücreli karsinom çoğu zaman vena • Benign tüm örler iyi sınırlıdır ve kapsüle sahiptir; malign
renalisi invaze edip yılan gibi yayılarak vena kava inferi- tüm örler ise kötü sınırlıdır ve çevrelerindeki normal do­
ora ve buradan da bazen sağ kalbe ulaşır. Hepatosellüler kuları invaze ederler.
karsinomlar çoğu zaman portal ve hepatik veriler üzerin­ • Benign tüm örler başladıkları yerde lokalize olarak kalır;
de ana venöz kanallara doğru yayılır. Bu şekilde intrave- malign tüm örler ile lokal olarak invazivdir ve uzak yerler­
nöz büyümeye yaygın dağılımın eşlik etmemesi, dikkat de metastaz yapar.
çeken bir özelliktir.
Birçok gözlem bir neoplazinin anatomik lokalizasyonu
ve venöz drenajının, metastazların sistemik dağılımını tam
olarak açıklayamadığını akla getirmektedir. Örneğin pros­ EPİDEMİYOLOJİ
tat kanseri tercihen kemiklere, bronkojenik karsinom ad­
renallere ve beyne, nöroblastomlar ise karaciğere ve ke­ Kanser, hücre çoğalmasında ve davranışındaki bir sorun
miklere yayılma eğilimindedir. Bunun aksine iskelet kası, olduğundan, asıl nedeni hücresel ve molektiler düzeyde
kapiller damar bakımından zengin bir doku olmasına rağ­ tanımlanmalıdır. Kanser epidemiyolojisi, kanserin kayna­
men metastazlara nadiren sahne olur. Tümörlerin uzak ğı hakkmdaki bilgilerimize önemli ölçüde katkı yapabilir.
yerlere bu şekilde, dokulara-özgü yerleşmesi, daha sonra Sigarayla akciğer kanseri arasındaki, kesin şekilde belir­
anlatılmaktadır. lenmiş nedensellik ilişkisi öncelikle, epidemiyolojik çalış­
maların sonuçlarına bakılarak ortaya konulmuştur. Batı
Böylece, tümörlerin birçok özelliği (Resim 5-12), be­ dünyasındaki ve Afrika'daki kolon kanseri insidansıyla
nign ve malign neoplazilerin ayırt edilmesine genellikle diyet profillerinin karşılaştırılması, diyetteki lif ve yağ içe­
izin vermektedir. riklerinin, bu hastalığın nedeni olarak önem taşıdıklarını

Endometrium

Tuba uterina

Küçük Noninvaziv Lokal invaziv


Sınırları net olarak belirli Nonmetastatik Metastatik
Yavaş büyüyen iyi diferansiye Az diferansiye

Resim 5 -1 2 Miyometriumdaki benign (leiomiyom) ve malign (leiomiyosarkom) tümörlerin karşılaştırılması.


170 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

göstermiştir. Özel çevre, ırk (olasılıkla kalıtım) ve kültür tamamen ortadan kalkmasmı sağlayabilir. Mide kanserle­
faktörlerinin spesifik neoplazilerle olan bağlantılarının in­ rindeki mortalitenin niçin azaldığı kesin olarak bilinme­
celenmesiyle, kanserin nedenleri konusunda daha fazla mektedir ama burada, diyetteki karsinoj enlere gittikçe
bilgi elde edilebilir. Kanser gelişiminde risk artışı ile ilişki­ daha az maruz kalınmasının rol oynadığından söz edil­
li olan bazı hastalıklar (preneoplastik bozukluklar) da, mektedir.
kanser patogenezi konusunda ipuçları verebilir.
Sonraki bölümde önce; kanser sorununun boyutları Coğrafi ve Çevresel Faktörler
konusunda bilgi sahibi olmanızı sağlayacak, genel kanser
insidansı; ardından da, kansere yatkınlığı etkileyen hasta Kalıtsal kanserlerde yapılan analizler, kanser patogenezi-
ve çevre faktörleri anlatılmaktadır. nin molekül düzeyinde anlaşılmasında etkileyici ilerleme­
ler sağlamış olsa da; en sık görülen sporadik kanserlerin
Kanser İnsidansı önde gelen nedeninin çevre faktörleri olduğunu söyle­
mek, mantıklıdır. Spesifik kanser çeşitlerindeki mortalite­
Ulusal insidans ve mortalite verileri, spesifik bir kanser nin coğrafîk farklılıklar göstermesi, bu görüşü destekle­
çeşidinin gelişme olasılığı hakkında fikir verebilir. Genel mektedir. Örneğin meme kanserinin ABD'deki ve Avru-
olarak 2011 yılında ABD'de, yaklaşık 1.5 milyon yeni kan­ padaki mortalitesi, Japonyadakinin 4-5 katıdır. Aksine Ja­
ser tanısı konulmuş ve aynı yıl içerisinde 569 bin hasta ponya'daki mide kanserinin erkeklerde ve kadınlarda bil­
kanser nedeniyle ölmüştür. En sık görülen kanser çeşitle­ dirilen mortalitesi, ABD'dekinin yaklaşık 7 katıdır. ABD'­
ri ve bu kanserlerin mortaliteleri, Resim 5-13'te gösteril­ de nispeten seyrek görülen hepatosellüler karsinom, Afri­
mektedir. ka'daki birçok popülasyonda ölümlere en fazla yol açan
Dekadlar içerisinde, birçok kanser tipinde ölüm oran­ karsinomdur. Elimizdeki kanıtların neredeyse tümü bu
ları değişmiştir. Erkeklerde genel olarak, büyük ölçüde ak­ farkların, kalıtsal faktörlerden değil, çevre faktörlerinden
ciğer kanserine bağlı olmak üzere, ölümlerdeki artış an­ kaynaklandığını göstermektedir. ABD'de yaşayan ikinci
lamlı şekilde yüksek olması dikkat çekicidir, ama bu mor­ kuşak Japonlarda (Nisei) belirli kanserlerin mortalitesi, Ja­
talite, artık azalmaya başlamıştır. Aksine, kadınlardaki ge­ ponya'da doğup büyüyenlerdeki mortaliteyle, kuşaklar
nel kanser mortalitesi, hafifçe azalmıştır ve bunun nede­ boyunca ABD'de yaşadıkları bilinen Japonlardaki mortali­
ni, serviks uteri, mide ve kaim barsak kanserlerine bağlı tenin arasındadır. İki oran, her kuşakta birbirine daha çok
ölümlerin azalmasıdır. Bu olumlu eğilim, kadınlardaki ak­ yaklaşmaktadır.
ciğer kanseri oranının etkileyici bir şekilde yükselmesiyle Çevredeki karsinojenlerde hiçbir azalma yoktur. Bun­
neredeyse tamamen gözden silinmiş durumdadır. Akci­ lar içinde yaşadığımız çeşitli ortamlarda, işyerlerinde; be­
ğer kanseri yakın zamana dek kadınlardaki seyrek bir ne­ sinlerde ve bireysel uygulamalarda gizlidir. Çevre faktör­
oplazi şekli idi. Servikal kanserlerdeki mortalitenin azal­ leri güneş ışığı gibi her yerde veya asbestoz gibi özellikle
ması, bu tümörün ve öncü lezyonlarmm erken tanısına kent ortamlarında bulunabilir veya belirli mesleklere sı­
olanak veren sitolojik yayma tetkiklerinin yaygın olarak nırlı olabilir (Tablo 5-2). Belirli diyet özelliklerinin, kan­
kullanılmasıyla bağlantılıdır. HPV (insan papillomavirüs) serlere zemin hazırlayabilen faktörler olduğu öne sürül­
aşısının geliştirilmesi bu kanserin önümüzdeki yıllarda, müştür. Çevreden kaynaklanarak kanserojen etki yaratan

A. ABD’DE 2010 YILI İÇİN HESAPLANAN, VÜCUTTAKİ B ABD’DE 2010 YILI İÇİN HESAPLANAN, VÜCUTTAKİ
YERLERİNE VE CİNSİYETE GÖRE KANSER İNSİDANSLARI* YERLERİNE VE CİNSİYETE GÖRE KANSER MORTALİTESİ

Prostat %28 Meme Akciğer Akciğer ve


ve bronş bronş
Akciğer %14 Akciğer ve
ve bronş bronş Prostat Meme
Kolon ve %10 Kolon ve Kolon ve Kolon ve
rektum rektum rektum rektum
Mesane %6 Korpus uteri Pankreas Pankreas
Deri %5 Tiroid Karaciğer Over
melanomu Hodgkin-dışı
Lösemi
%4 Hodgkin-dışı
Hodgkin-dışı lenfoma
lenfoma Özofagus
lenfoma Lösemi
%4 Melanom Hodgkin-dışı
Böbrek
lenfoma Corpus uteri
%3 Böbrek
Ağız boşluğu Karaciğer
%3 Over Mesane
Lösemi
Beyin
%3 Pankreas Böbrek
Pankreas Diğer bütün
Diğer bütün
Diğer bütün %20 Diğer bütün yerler
yerler
yerler bölgeler
'B a z a l v e s k u a m ö z h ü c re li d e ri k a n s e rle ri v e k a rs in o m a in
situ d ış ın d a ( m e s a n e h a riç )

Resim 5-13 Vücuttaki yerlerine ve cinsiyete göre kanser insidansları ve mortalitesi


(Jemal A , Siegel R, X u J, W ard E : Cancer statistics, 2010. C, A BD ; Cancer J Clin 6 0 :27 7 -30 0 , 2010'dan uyarlama).
Epidemiyoloji 171

Tablo 5-2 Mesleğe Bağlı Kanserler


Güvenilir Kanıtları Kanıtları
Bulunan İnsan Kanserlerinin
Etken/Etken Grubu Yeri ve Tipi Tipik Kullanım Yeri/Kaynağı
Arsenik ve bileşikleri Akciğer, deri, hemanjiyosarkom Metal eritme/döküm yan ürünleri
Alaşımların bileşeni, elektrikli ve yarı-iletken cihazlar, ilaçlar ve herbisidler,
fungisidler, hayvan ilaçları
Asbestoz Akciğer, mezotelyoma; Daha önceleri: Yangına, ısıya ve sürtünmeye karşı Günümüzde: eski
gastrointestinal kanal binalarda mevcuttur, ayrıca ateşe dirençli tekstil ürünlerinde, sürtünen
(özofagus, mide, kalın barsak) materyallerde (örneğin fren balataları), döşeme altı ve çatı örtülerinde,
yer karolarında kullanılmaktadır
Benzen Lösemi Hafif yağların başlıca bileşeni
Günümüzde: Matbaacılıkta ve taşbaskılarda, boyalarda, kuru temizlemede,
yapıştırıcılarda ve kaplamalarda, deterjanlarda
Daha önceleri: Çözücü ve gaz dezenfektan olarak
Berilyum ve Akciğer Füzelerde ve uzay araçlarında yakıt olarak
bileşikleri Özellikle uzay araçlarında ve nükleer reaktörlerde kullanılan ve hafif
bileşenlerden oluşan metal alaşımlarda, sertleştirici olarak
Kadmiyum ve Prostat Sarı pigmentlerde ve fosforlarda
bileşikleri Lehimlerde bulunur
Pillerde, alaşım olarak metal levhalarda ve kaplamalarda
Krom bileşikleri Akciğer Metal alaşımlarının, boyaların, pigmentlerin ve koruyucu maddelerin bileşeni
Etilen oksit Lösemi Meyvelerin ve sert kabuklu yemişlerin olgunlaştırılması
Roket yakıtlarında ve kimyasal sentezlerde, besinlerin ve kumaşların
dezenfeksiyonunda, hastane ekipmanlarının sterilizasyonunda
Nikel bileşikleri Burun, akciğer Nikel kaplama
Demir alaşımlarının, seramiklerin ve bataryaların bileşeni
Paslanmaz çelik kaynaklarının yan ürünü
Radon ve parçalanma Akciğer Uranyum içeren minerallerin parçalanmasından
ürünleri Madenlerde ve taş ocaklarında ciddi tehlike oluşturabilir
Vinil klorür Anjiyosarkom, Karaciğer Soğutucu
Vinil polimerlerin monomeri
Plastikler için yapıştırıcı
Daha önceleri: basınçlı tüplerde inert aerosol itici olarak
S te llm a n JM, S te llm a n S D : C a n c e r a n d w o r k p la c e , C A C a n c e r J C lin 4 6 : 7 0 - 9 2 , 1 9 9 6 'd a n d e ğ iş t ir ile r e k ; L ip p in c o tt W illia m s & W ilk in s 'in iz n iy le .

olası faktörler arasında korunma açısından en fazla sıkın­ mik sarkomlarıdır. Daha sonra da anlatıldığı gibi çocuk­
tı verenler, sigara ve kronik alkol tüketimi gibi, bireysel lardaki çeşitli tümörlerin, örneğin retinoblastomun ince­
uygulamalardır. Servikal kanser riski bireyin, ilk cinsel lenmesi, malign transformasyon konusunda temel görüş­
ilişki sırasındaki yaşıyla ve cinsel ilişki kurduğu kişilerin lere sahip olmamızı sağlamıştır.
sayısıyla bağlantılıdır; bunlardan İkincisi, onkojen bir vi­
rüs olan insan papilloma virüsünün (HPV) cinsel ilişkiyle
bulaşmasıyla ilişkilidir. Kaçış yoktur: Bireyin hayatını ka­ He red ite
zanmak, varlığını sürdürmek veya hayattan zevk almak
Elimizdeki kanıtlar en sık rastlananlar da dahil olmak
için yapacağı her şey yasa dışı, ahlak dışı veya şişmanlatı-
üzere birçok kanser çeşidinin gelişmesinde yalnızca çevre
cı ya da en kötüsü, belki de karsinojendir.
faktörlerinin değil, kalıtsal yatkınlığın da söz konusu ol­
duğunu göstermektedir. Herediter kanserler, soya geçiş ti­
Yaş pine göre üç kategoriye ayrılabilir (Tablo 5-3).
Genel olarak kanser sıklığı yaşla artar. Kanser ölümleri­
nin büyük bölümü 55-75 yaş arasında gerçekleşir ve bu Otozomal Dominant Kanser Sendromları
ölümler 75 yaşından sonra, popülasyonla birlikte azalır. Otozomal dominant kanser sendromları, tek mutant gen­
Kanser insidansmın ilerleyen yaşla birlikte artması, ma­ le nakledilen ve tümör gelişme riskini büyük ölçüde artı­
lign neoplazilerin ortaya çıkmasının eşlik ettiği, somatik ran, iyi belirlenmiş bazı kanserlerdir. Bu tümörlere yatkın­
mutasyonlarm (ileride anlatılmaktadır) birikmesiyle açık­ lık, otozomal dominant olarak geçer. Çocukluk retinoblas-
lanabilir. Bağışıklık direncinin yaş ilerledikçe azalması da, tomu, bu kategorideki en etkileyici örnektir. Retinoblas-
bir faktör olabilir. tomlarm %40 kadarı aileseldir. Daha ileride anlatıldığı gibi
Kanser, 15 yaşından küçük çocuklardaki tüm ölümle­ bu tümörün belirli ailelerde gelişmesinden, tümör baskılayı­
rin %10'undan biraz daha fazlasının nedenidir (Bölüm cı genlerden birini etkileyen mutasyonlar sorumludur. Bu
5).Çocuklardaki en ölümcül kanserler lösemiler, merkezi geni taşıyan bireylerdeki retinoblastom riski, 1 0 bin kat
sinir sistemi tümörleri, lenfomalar, yumuşak doku ve ke­ artmıştır. Ailesel retinoblastom hastalarında tümör, spora-
172 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Tablo 5-3 Kansere Kalıtsal Yatkınlık geçtiğini ortaya koyar ama tam olmayan penetrans ya da
çok-faktörlü kalıtım olasılıkları kolaylıkla dışlanamaz.
Otozomal Dominant Kanser Sendromları
Özetle, insanlarda görülen kanserlerin en fazla %5-
Uen(ler) ıvaiıtsaı Yatkınlığa Bagıı u ıa ra k %10'u, anlattığımız üç kategoriden birine girer. Malign tü­
G örülenler
mörlerin daha fazla görülmesi üzerinde kalıtımın acaba
RB Retinoblastom ne gibi etkisi vardır? Ortaya çıkan kanıtlara göre heredi-
TP53 Li-Fraumeni sendromu (çeşitli tümörler) ter faktörlerin bu etkisi gizli, bazen de dolaylı bir etkidir.
p16INK4A Melanom
Bireyin genotipi, çevre faktörleri nedeniyle gelişen kan­
serlerin ortaya çıkma olasılığı üzerinde etkili olabilir. Ör­
APC Ailesel adenomatöz polipozis/kolon
neğin ilaç metabolize eden enzimlerdeki polimorfizm, si­
kanseri
gara içen insanların akciğer kanseri gelişmesine yaktın ol­
NF1, NF2 Nörofibromatozis 1 ve 2 masına yol açabilir. Daha da etkileyicisi; akciğer kanseri­
BRCA1, BRCA2 Meme ve over tümörleri nin gelişme riskini artıran ve sık görülen genetik çeşitli­
MEN1, RET Multipl endokrin neoplazi 1 ve 2 liklerin araştırıldığı, tüm genom ilişkilendirme çalışmala­
MSH2, MLH1, MSH6 Herediter nonpolipöz kolon kanseri rında (genom-wide association studies - GWAS) söz konu­
su kanserin, nikotinik asit reseptöründeki variantlara eş­
PATCH Nevoid bazal hücreli karsinom sendromu
lik ettiğini göstermiştir. Bu variantlarla içilen sigara sayısı
Otozomal Dominant Kusurlu D N A Onarımı Sendromları arasındaki ilginç ilişki akciğer kanseri riskinin, sigara ba­
Kseroderma pigmentozum ğımlılığının kolaylaştırılması yoluyla, dolaylı olarak arttığı
Ataksi-telanjiyektazi izlenimini vermektedir.
Bloom sendromu
Fanconi anemisi
Edinsel Preneoplastik Lezyonlar
Geçiş Şekli Kesin Olarak Bilinmeyen Ailevî Kanserler
Meme kanseri (BRCA1 veya BRCA2 ile bağlantısı olmayan) Kalıtsal bazı faktörlerin kanser riskini artırması gibi belir­
Over kanseri li edinsel faktörler de aynı yönde etkilidir. Bunlar preneop-
Pankreas kanseri lastik lezyonlar ya da daha basit bir şekilde “prekanserler"
olarak adlandırılmıştır. Ancak bu tanımlamalar, söz konu­
su lezyonlarm malign neoplazi olasılığını a rtırm a la rın a
dik retinoblastom hastalarının aksine her iki gözde de
rağmen, çoğunun kanser yönünde ilerlememesi nedeniy­
mevcuttur; bu hastalarda ayrıca, özellikle osteosarkom ol­
le uygun değildir. Öncü lezyonlar birçok durumda, kronik
mak üzere ikinci bir kanser gelişme riski de büyük ölçüde
doku hasarı veya inflamasyon ortamında ortaya çıkarak,
artmıştır. rejenerasyon amaçlı hücre proliferasyonunu uyararak ya
Bu gruptaki tümörler çoğu zaman, spesifik bir belirle­
da hücreleri, inflamasyonun yan ürünlerine maruz bıra­
yici (marker) fenotipi ile içerir. Etkilenen dokuda; aüesel karak malign tümör olasılığını artırabilir; bu etkilerin her
kolon polipozisinde ve multipl endokrin neoplazide oldu­
ikisi de, ileride anlatılan somatik mutasyonlara neden ola­
ğu gibi çok sayıda, benign tümör mevcut olabilir (bkz. bilir. Gerçekten de moleküler analizler, birçok öncü lezyo-
Tablo 5-3). Bazen, transformasyonun hedefi olmayan do­
nun, bunlara daha sonra eşlik edebilen kanserlerdeki ba­
kularda da anormallikler (örneğin nörofibromatozis tip zı genetik lezyonları içerdiğini göstermiştir. Bu öncü lez­
l'deki Lisch nodülleri ve sütlü kahve rengi benekler) bu­
yonlarm klinik olarak farkına varılması, çıkarılmalarının
lunabilir (Bölüm 22). veya ortadan kaldırılmalarının kanser gelişmesini önleye­
bilmesi nedeniyle önemlidir. Başlıca öncü lezyonlarm kısa
Otozomal Resesif Geçen Kusurlu DNA Onarımı
bir listesi, aşağıdadır:
Sendromları
• Bronş mukozasındaki, skuamöz epitel metaplazisi ve
Ender görülen otozomal resesif olarak bir grup hastalıkta
displazisi, sigara tiryakilerinde görülür-akciğer kanse­
karakteristik olarak kromozom veya DNA instabilitesi ve
ri için risk faktörüdür
yüksek oranda belirli kanserler vardır. DNA onarımınm
kusurlu olduğu kseroderma pigmentozum, en iyi incelen­ • Endometrium hiperplazisi ve displazisi, karşılanmamış
miş hastalıklardan biridir. Bu ve DNA instabilitesinin mev­ östrojen uyarıları olan kadınlarda görülür-endometri-
um kanseri için risk faktörüdür
cut olduğu diğer ailesel hastalıklar, ileride anlatılmaktadır.
• Ağız mukozası, vulva veya peniste lökoplaki skuamöz
Kalıtım Şekli Bilinmeyen Ailesel Kanserler hücreli karsinoma ilerleyebilir
Sporadik olarak görülen tüm kanserlerin (örneğin kolon, • Kaim barsaktaki villöz adenomlarda, kolorektal karsi­
meme, over ve beyin kanserlerinin), geçiş şekli büinme- noma transformasyon riski yüksektir.
yen ailesel şekillerinin mevcut olduğu bildirilmiştir. Genç Bu bağlamda; "Benign bir neoplazide malign transformas­
yaşta ortaya çıkması, indeks vakanın en az iki yakın akrabada yon riski nedir?" ya da "Benign tümörler prekanseröz lez­
da görülmesi ve bazen tümörün çok sayıda veya iki taraflı ol­ yonlar mıdır? soruları sorulabilir. Bu soruya genel olarak
ması; ailesel kanserlerin özelliklerindendir. Ailesel kanserler, "hayır" yanıtı verilir ama istisnalar burada da kaçınılmaz
spesifik belirleyici fenotiplerine eşlik etmez. Örneğin aile­ olduğundan; her benign tümör tipine, çok yüksek ile hiç
sel kolon kanserleri, yine ailesel adenomatöz polip send- yok arasında değişen özel bir risk düzeyinin eşlik ettiğini
romunun aksine, daha önce mevcut olan benign polipler­ söylemek belki daha doğrudur. Örneğin kolon adenomla-
den gelişmez. Hastanın kardeşlerindeki rölatif risk, 2 ile 3 rı büyüdükçe, hastaların %50'sinde malign transformas­
arasında değişir. Büyük ailelerdeki segregasyon (ayırım) yona uğrar; oysa böyle bir transformasyon, uterus leiomi-
analizleri bu tümöre olan yatkınlığın dominant olarak yomlarmda son derece seyrektir.
Kanserdeki Genetik Lezyonlar 173

nak tanıyan genlerdir. Transformasyonun gerçekleşebil­


A Ö ZET mesi için genellikle, tümör baskılayıcı genlerin her iki al-
Kanser Epidemiyolojisi lelinin de hasar görmüş olması gerekir. Ancak yakınlar­
da yapılan çalışmalar bazen, tümör baskılayıcı genin yal­
• Kanser insidansı yaş, ırk, coğrafîk fa ktö rle r ve bireyin ge­
nızca bir tek allelinin kaybının bile, transformasyonu teş­
netik geçmişine bağlı olarak değişir. Kanserler en fazla, uç
vik edebileceğini (haplo-yetmezlilc) açıkça göstermiştir.
yaşlarda görülür. Coğrafi değişiklikler çoğu zaman, çevre
• Tümör baskılayıcı genler genellikle “yöneticiler" ve "mu­
faktörlerindeki farklılıklara bağlıdır.
hafızlar" şeklinde ikiye ayrılır. "Yönetici" grubundaki­
• Kanserlerin büyük bölümü sporadiktir, bazıları ise ailesel­
ler, mutasyona uğradıklarında hücre büyümesindeki
dir. Ailesel kanserlere yatkınlık, otozom al dom inant veya
önemli bir frenleme mekanizmasının ortadan kalkma­
otozom al resesif olarak geçer. Bu geçişlerden birincisi ge­
nellikle, kanser supresör genlerindeki bir mutasyona bağ­
sı sonucu transformasyona yol açan, RB gibi klasik tü­
lıdır; İkincisi ise tip ik olarak, D N A onarımındaki kalıtsal
mör baskılayıcı genlerdir. "Muhafız" grubundakiler ise,
kusurlara eşlik eder. genom hasarının algılanmasından sorumludur. Bu
• Ailesel kanserler iki taraflı olma ve sporadik olanlara kı­
gruptaki genlerin bazıları karmaşık bir "hasar denetim
yasla daha erken yaşlarda görülme eğilimine sahiptir.
yanıtını başlatır ve bu yanıtın koreografisini düzenler.
• Preneoplastik hastalıklar olarak bilinen bazı edinsel hasta­
Bu yanıt, hücre büyümesini durdurur ya da hasar ona-
lıkların, kanser gelişme riskinde artışa eşlik ettiği bilinmek­ rılamayacak kadar büyükse, apoptozu başlatır. "Ge­
tedir. nom muhafızı" olarak adlandırılan TP53, bu grup tü­
mör baskılayıcı genlerin prototipidir. Diğer muhafız
genler, spesifik DNA hasarının fark edilip onarılmasın­
KARSİNO G ENEZ: KANSERİN da doğrudan rol oynar; otozomal resesif olarak geçen
MOLEKÜLER TEMELİ kusurlu DNA onarımı sendromlarmda mutasyona uğ­
ramış olan genlerdir. TP53 veya genom hasarını algıla­
Kanserin moleküler temeli konulu yayınların sayısındaki yan diğer genlerdeki mutasyonlar, muhafız fonksiyo­
artışın, en malign tümörlerin büyüme hızını aştığı bile nundaki kaybın hücre büyümesi ya da apoptoz üzerin­
söylenebilir. Araştırmacıların ve öğrencilerin gittikçe bü­ de herhangi bir doğrudan etkiye sahip olmamaları ne­
yüyen bir bilgi ormanında kaybolmaları, işten bile değil­ deniyle, hücrelerin transformasyonuna neden olmaz­
dir. Kanserin genetik temeli konusunda ayrıntıya girme­ lar. Muhafız genlerin kaybı bunun yerine, onkojenler-
den önce, temel bazı ilkeleri belirteceğiz. deki ve tümör baskılayıcı genlerdeki, kanser gelişmesi­
• Daha önce de anlatıldığı gibi karsinogenezin kalbinde, ne yol açabilen mutasyonlara izin verir ve bunları hız­
ölümcül olmayan genetik hasar yatar. Bu tür genetik ha­ landırır. Mutasyon hızının bu şekilde artması çoğu za­
sarlar (ya da mutasyonlar); kimyasallar, radyasyon veya man, mutator fenotip olarak adlandırılır.
virüsler gibi çevre faktörlerinin etkisiyle edinsel olarak • Apoptozu ve DNA onarımmı düzenleyen genler, proto-
ortaya çıkabilirler ya da germline nakledilirler. Genetik onkojenler (iki allelden yalnızca birinin kaybı yeterli-
kanser hipotezinde bir tümör kitlesinin, genetik hasa­ dir) veya tümör baskılayıcı genler (her iki allelin bera­
ra uğrayan tek bir hücrenin, klon oluşturacak şekilde berce kaybı sonucunda) gibi etki edebilir.
çoğalmasıyla meydana geldiğinden (yani tümör mo- Kansere neden olan genlerde çeşitli tiplerde değişiklikler
noklonaldir) söz edilir. Bu beklenti, genomik sıralamay­ meydana gelebilir ve daha sonraki bir bölümde anlatıldığı
la sistematik olarak analiz edilen bütün tümörlerde gibi, hücre transformasyonuna yol açabilir. Buradan son­
doğrulanmıştır. ra, kanserdeki gen mutasyonlarmm arka planındaki çeşit­
• Genetik hasarın başlıca hedefleri normal düzenleyici li genetik lezyonlar anlatılmaktadır.
genlerin; hücre büyümesini teşvik eden proto-onkojenler,
hücre büyümesini inlıibe eden tümör baskılayıcı genler,
programlanmış hücre ölümünü (apoptozu) düzenleyen gen­ KANSERDEKİ GENETİK LEZYO NLAR
ler ve DNA onarımında rol oynayan genler şeklindeki dört
Kanserin eşlik ettiği mutasyonları karakterize eden gene­
sınıfıdır. Tümör hücrelerindeki genetik değişiklikler bu
tik değişiklikler nokta mutasyonları, eklenmeler ya da si­
hücrelere aşağıda anlatılanların da kanıtladığı gibi,
linmeler gibi gizli veya karyotip değişikliklerine neden
normal hücrelerden daha fazla büyüme ve hayatta kal­
olacak kadar büyük değişiklikler olabilir. Nokta mutas-
ma avantajı sağlar.
yonları, genin kodladığı protein ürünlerini aktive veya
® Onkogenler, hücrelerde mevcut olduklarında transforme
inaktive edebilir. Örneğin RAS veya EGF gibi proto-onko-
bir fenotip başlatan genlerdir. Onkogenlerin neredeyse
jenlerdeki nokta mutasyonları çoğu zaman proteinin aşırı
tümünün, hücredeki normal genlerin mutasyon geçiren
aktivitesine neden olur ve bunu genellikle, proteindeki
veya aşırı ekspresyonunun söz konusu olduğu, proto-
düzenleyici bir amino asidi değiştirip herhangi bir uyara­
oııkogenler olarak adlandırılan versiyonları kimliğini ta­
na ihtiyaç kalmaksızın aktif olan bir protein üreterek ger­
şıdıklarının anlaşılması, kanser alanındaki önde gelen
çekleştirilir. Ancak, RB veya TP53 gibi tümör baskılayıcı
keşiflerden biridir. Bilinen onkogenlerin büyük bölü­
genlerdeki nokta mutasyonlar, kodlanan proteinin fonksi­
mü; transkripsiyon faktörlerini, büyümeyi düzenleyen yonunu azaltabilir veya yok edebilir.
proteinleri veya hücrenin yaşamasında ve hücrelerle-di-
ğer hücreler veya hücrelerle-matriks arasındaki etkile­ Tümörlerdeki Karyotip Değişiklikleri
şimlerde rol oynayan proteinleri kodlamaktadır. Tek bir
alleldeki mutasyonun hücrede transformasyona yol aça­ Onkojenleri aktive veya tümör baskılayıcı genleri inaktive
bilmesi nedeniyle bunlar, dominant olarak kabul edilir. eden genetik lezyon, daha önce de söylediğimiz gibi gizli
• Tümör baskılayıcı genler normalde, denetimsiz hücre bü­ ya da karyotipte farkına varılabilecek kadar büyük olabi­
yümesini önleyen ve mutasyona uğradıkları veya kaybol­ lir. Bazı kanserler tamamen normal bir karyotipe sahip­
dukları zaman transforme bir fenotipin gelişmesine ola­ ken diğerlerinde anöploidi (tüm kromozomun veya kro-
174 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

mozom kollarının kaybı veya eklenmesi) vardır. Karyotip kromozomu-negatif hastaların pek azında vardır. Bu gibi de­
anormallikleri belirli kanserlerde rastgele değildir ve sık­ ğişiklikler ileride de anlatıldığı gibi, güçlü tirozin kinaz akti-
tır, bazen bir tümörün karakteristik özelliği bile olabüir. vitesine sahip olan BCR-ABL füzyon genini oluşturur.
Lösemilerin ve lenfomalarm çok büyük bölümüyle, hema- Antikor veya T hücresi reseptör geni kombinasyon süre­
topoetik olmayan ve sayıları gittikçe artan tümörlerde cinde, amaçlı bir şekilde DNA kırılmalarına sahne olmala­
spesifik anormallikler tanımlanmıştır. Tümör hücrelerin­ rı nedeniyle, lenfoid hücreler genlerdeki; translokasyon,
deki rasgele olmayan yapısal anormalliklerin başlıca tiple­ inversiyon veya interstisyel delesyon gibi yeniden düzen­
ri (1) dengeli translokasyonlar, (2) delesyonlar ve (3) gen lemelerin en çok gerçekleştiği hücrelerdir. Diğer iki me-
amplifikasyonunun sitogenetik belirtileridir. zankimal tümör tipi olan miyeloid neoplaziler (akut miye­
loid lösemiler ve miyeloproliferatif hastalıklar) ve sarkom­
Dengeli Translokasyonlar
lar da sıklıkla, tekrarlayan translokasyonlara sahne ol­
Özellikle spesifik mezenkimal veya hemotopoetik malign maktadır. Örneğin Ewing sarkomundaki t(ll;22)(q24;12)
neoplazilerde olmak üzere belirli malignitelere ileri dere­ translokasyonu, EWS transkripsiyon faktörüyle Fli-l'in
cede eşlik eden translokasyonlardır. Translokasyonlar füzyonuyla sonuçlanır. Miyeloid neoplazilerdeki ve sar­
proto-onkojenleri, iki yoldan aktive edebilir: komlardaki kromozom translokasyonlarma yol açan DNA
• Bazı translokasyonlar proto-onkoj enleri, normal düzen­ kırılmalarının nedeni bilinmemektedir.
leyici elementlerin denetiminden uzaklaştırıp uygun ol­ Karsinomlarda kromozomların tekrar yeniden düzenle­
mayan, ileri derecede aktif bir promoterin denetimi altı­ melere sahne olduğu, bu tümörlerdeki karyotiplerin
na sokarak bu proto-onkoj enlerin aşırı ekspresyonuna kompleks olması nedeniyle biraz geç anlaşılmıştır. Ancak
neden olabilir. B hücreli lenfomanm farklı iki çeşidi, bu yeni moleküler teknikler, bu arapsaçım çözmeye başlamış­
mekanizmanın en önemli örnekleridir. Burkitt lenfoması tır. Solid tümörlerdeki genlerin, hematolojik maligniteler-
olan hastaların %90'ından fazlasında, genellikle kromozom de ve sarkomlarda olduğu gibi yeniden düzenlenmeleri de
8 ve 14 arasında gerçekleşerek, kromozom 8'deki MYC geni­ kanser oluşumuna, bir onkojenin aşırı ekspresyonuna yol
ni, kromozom 14'teki immünoglobülin ağır zincir geni düzen­ açarak veya yeni füzyon genleri oluşturarak katkı yapabi­
leyici elementlerinin yakınına getirip bu genin kromozom lir. Örneğin prostat karsinomlarındaki çeşitli TMPRSS-
8'de aşırı ekspresyonuna yol açan bir translokasyon vardır. ETS füzyon genleri; ETS transkripsiyon faktörü ailesini,
Foliküler B hücreli lenfomada ise kromozom 14 ve 18 arasın­ androjenlerin aktive ettiği TMPRSS promoterin denetimi
daki karşılıklı translokasyon, antiapoptoz geni BCLTnin altına sokmaktadır. Bu yeniden düzenlenmelerin net etki­
kromozom 18'de aşın ekspresyonuna neden olur. Bu trans- si, ETS transkripsiyon faktörü ailesinin uygun olmayan,
lokasyonda yine immünoglobülin geni elementleri rol oynar. androjenlere bağımlı ekspresyonudur. HMGA2 geninin
• Diğer onkojenik translokasyonlar, şimerik proteinleri pleomorfik adenomlardaki ve diğer tümörlerdeki yeniden
kodlayan füzyon genleri oluşturabilir. Bunlardan en faz­ düzenlenmesi, HMGA2 transkripsiyon faktörünün alışıl­
la bilinen; kronik miyeloid lösemideki, kromozom 2 2 ve madık bir mekanizma üzerinden aşırı ekspresyonuna ne­
9 arasındaki karşılıklı ve dengeli bir translokasyonla den olur; bunlar, HMGA2'deki translasyona uğramamış 3'
oluşan Philadelphia (Ph) kromozomudur (Resim 5-14). bölgesini başka bir genle değiştirerek, anahtar konumun­
Translokasyon sonucunda meydana gelen kromozom daki başlıca negatif düzenleyici mikroRNA bağlanma yer­
22 türevi (Philadelphia kromozomu), gerçek kromozom lerini uzaklaştırır. Hangi mekanizmalar üzerinden gerçek­
22'ye kıyasla kısalmış gözükmektedir. Kronik miyeloid leştiğinin henüz net olarak bilinmemesine rağmen aşırı
lösemi hastalarının %90'mdan fazlasında görülen bu si­ HGMA2 veya ETS ekspresyonunun karsinojenezi, bu
togenetik değişiklik, bu hastalığın güvenilir bir belirte­ transkripsiyon faktörlerinin hedefleri olan çok sayıda ge­
cidir ve Ph translokasyonunun en önemli sonucu olan BCR- nin ekspresyonunda değişiklik yaparak teşvik ediyor ol­
ABL yeniden düzenlenmesi şeklindeki moleküler kanıt, Ph ması mümkündür. Genlerdeki seyrek görülen, ancak kli­
nikte önemli olan diğer bir tip yeniden düzenlenme, akci­
NORMAL KRONİK ğer kanserlerinin yaklaşık %4'ünde bulunan EML4-ALK
KROMOZOMLAR MİYELOİD LÖSEMİ füzyon genini yaratır. EML4-ALK kinaz enzimi, hiçbir
9 22 9 22 uyarıya ihtiyaç duymaksızın aktiftir ve sinyalizasyonu, çe­
şitli büyüme-öncesi yollar aracılığıyla düzenler. İleride de
anlatıldığı gibi bu füzyon proteinini içeren akciğer kanser­
leri, ALK kinaz inhibitörlerine yanıt vermektedir.

Delesyonlar
Kromozom delesyonları, tümör hücrelerinde en sık karşı­
laştığımız en yaygın ikinci karyotip anormalliğidir. Trans-
lokasyonlarla kıyaslandığında, karyotipik olarak görülebi­
lecek kadar büyük delesyonlar, hematopoetik olmayan so­
lid tümörlerde daha sıktır. Ancak molekül düzeyinde de­
lesyonlar, hematopoetik tümörlerde de çoğu zaman mev­
cuttur. Kromozomlardaki spesifik bölgelerin delesyonu,
özel tümör baskılayıcı genlerin kaybıyla sonuçlanabilir.
Tümör baskılayıcı genler genellikle, karsinogeneze katkı­
da bulunabilmeleri için her iki allelin de inaktive olması­
na ihtiyaç duyar. Bir alleldeki inaktivasyona yol açan nok­
Resim 5 -1 4 Kronik miyeloid lösemideki kromozom translokasyo- ta mutasyonu gerçekleşmesi, ardından da mutasyona uğ­
nu ve buna eşlik eden onkogen. ramamış olan diğer allelin delesyonu, burada en sık kulla­
Kanserdeki Genetik Lezyonlar 1?5

nılan mekanizmadır. Bu gibi, önceden heterozigot olan Anöploidi


genetik çeşitliliklerin yalnızca bir tek allele sahip olması­
Hücrenin, haploid sayının katlarından daha az veya daha
na yol açtığından, heterozigosite kaybıyla sonuçlanır; de-
fazla sayıda kromozoma sahip olması anöploidi olarak bili­
lesyona uğrayan bölgedeki tüm genetik çeşitlilikler artık
nir, insanda 23'ün katı olmayan kromozom sayısıdır. Kan­
homozigot olarak saptanır. İleride de anlatıldığı gibi, RB
serlerde, özellikle karsinomlarda oldukça sık görülen
geninin bulunduğu yer olan 13ql4 delesyonlarma retinob-
anöploidinin kanser oluşum nedeni olabileceği, bundan
lastom; 17p delesyonuna ise p53 kaybı eşlik eder.
100 yıl önce öne sürülmüştür. Anöploidi çoğu zaman, hüc­
re siklusunda kromozomların hatalı bölünmesini denetle­
Gen Amplifıkasyonları
yen başlıca mekanizma olan mitotik bölünme sırasındaki
Proto-onkojenler, diğer bakımlardan normal proteinlerin denetim basamağında mevcut hatalardan kaynaklanır. Bu
çoğaltılmasıyla (amplifikasyon) ve bunun sonucu olarak denetim basamağı anöploidiyi; anafaz yönündeki geri dö­
aşırı ekspresyonuyla, onkojenlere dönüşebilir. Amplifikas­ nüşsüz geçişi, çoğalan kromozomların tümü, iğ mikrotüp-
yon işlemi, tümör hücresindeki proto-onkogenlerin yüzler­ lerine işlevsel bağlantılar kuruncaya kadar inhibe ederek
ce kopyasını oluşturabilir. Amplifiye genler, uygun DNA önler. Mitotik bölünmedeki denetim basamağının hiç
problarmm kullanıldığı moleküler hibridizasyonla kolayca mevcut olmaması, kromozomlardaki yoğun hatalı segre-
belirlenebilmektedir. Amplifiye genler bazen, mikroskopik gasyon sonucu hücrenin hızla kendi kendini öldürmesine
olarak fark edilebilecek kromozom değişikliklerine neden yol açar. Ancak, anöploidinin karsinogenezdeki bir sonuç
olur. Bu değişiklikler; eşleştirilmiş küçük kromatin parça­ değil de bunun bir nedeni olduğunu gösteren mekanik ve­
ları olan ve "double minutes" adı verilen, multipl, küçük rilerin oluşturulması, kolay olmamıştır.
ekstrakromozomal yapılar ve homojen olarak boyanan böl­
geler olmak üzere iki tiptir. Bu tiplerden İkincisi, amplifiye
genlerin kromozomdaki yeni lokasyonlara entegrasyonuy­ MikroRNAlar ve Kanser
la gerçekleşir, yeni lokasyon normal bölgenin uzağında
olabilir. Amplifiye genleri içeren bölgeler normal bir bant- MikrorRNAlar (miRNAl) Bölüm 6 'da da anlatıldığı gibi;
lama profiline sahip olmadıklarından, G-bantlı karyotipte yaklaşık 2 2 nükleotid uzunluğunda, tek şeritli, kodlama
homojen olarak gözükür. En ilginç gen amplifikasyon ör­ yapmayan ve genlerin negatif düzenleyicisi olarak fonksi­
nekleri, nöroblastomdaki NMYC ve meme kanserindeki yon gören RNA'lardır. Bunlar gen ekspresyonunu; transk­
HER2/NEU'dur (ERBB2 olarak da bilinir). NMYC nöroblas- ripsiyon sonrasında baskı altına alarak ya da bazen, ha­
tomlarm % 25-30'unda amplifiyedir ve bu durum kötü berci RNA (mRNA) klivajı yoluyla inhibe eder. Hücre ço­
prognoz ile ilişkilidir (Resim 5-15). ERBB2 amplifikasyo- ğalmasındaki, diferansiasyonundaki ve hücre yaşamının
nu, meme kanserlerinin yaklaşık %2 0 'sinde vardır ve bu sürdürülmesindeki önemli fonksiyonları nedeniyle, miR-
reseptöre yönelik antikor tedavisinin, söz konusu tümör NAlarm karsinogenezde rol oynadığını destekleyen kanıt­
alt-tiplerinde etkili olduğu gösterilmiştir. ların birikmekte olması sürpriz değildir.
Resim 5-16'da da görüldüğü gibi miRNAlar neoplastik
transformasyona, onkogenlerin ekspresyonunu artırarak
veya tümör baskılayıcı genlerin ekspresyonunu azaltarak
katkıda bulunabilir. Eğer bir miRNA bir onkogenin trans-
lasyonunu inhibe ederse, miRNA miktarındaki veya fonk­
siyonundaki azalma, onkogen ürünün aşırı üretimine yol
açacaktır. Aksine bir miRNA'mn hedefi tümör baskılayıcı
bir gense, bu miRNA'mn aşırı aktivitesi, tümör baskılayı­
cı proteini azaltabilir. Bu gibi ilişkiler, insanlardaki çeşitli
tümörlerde miRNA profilleri çıkarılarak belirlenmiştir.
Örneğin bazı lösemilerde belirli miRNA'larm azalması ve­
ya silinmesi, antiapoptotik bir gen olan BCL2 geninin aşı­
rı ekspresyonuyla sonuçlanır. Bu gibi miRNAlar BCL2 dü­
zenlenmesini olumsuz etkileyip tümör baskılayıcı gen ola­
rak davranabilir. RAS ve MYC onkoj enlerinin miRNA ara­
cılığıyla arttığı, sırasıyla akciğer tümörlerinde ve belirli B
hücreli lösemilerde ortaya konulmuştur.

Epigenetik Modifikasyonlar ve Kanser

Gen ekspresyonunda mutasyon olmaksızın gerçekleşen,


kalıtsal ve geri dönüşlü (reversibl) değişiklikler epigenetik
olarak bilinir. Epigenetikte; bastonlarda ve DNA metilas-
Resim 5-15 NMYC geninin insan nöroblastomunda çoğalması. yonunda meydana gelerek her ikisi de gen ekspresyonun­
Normal olarak kromozom 2p’de bulunan bu gen, ya kromozom- da değişikliklere neden olan, translasyon-sonrası modifi­
dışı eşleştirilmiş küçük kromatin parçaları ya da homojen olarak
kasyonlar rol oynar. Diferansiye olmayan normal hücreler­
boyanan ve kromozoma entegre olan bölgeler (HSR) şeklinde
de genomun büyük bölümü eksprese edilmez. DNA meti-
çoğalır. Söz konusu entegrasyon 4, 9 veya 13 numaralı diğer oto-
zomları da ilgilendirir. lasyonu ve histon modifikasyonları, bu genom bölgeleri­
(Brodeur GM, Seeger RC, Sather H, et al: Clinical implications o f oncogene activa­
nin susturulmasına yol açar. Öte yandan kanser hücrele­
tion in human neuroblastoms. Cancer 58:541, 1986'dan; John W iley & Sons, Inc'm rinde karakteristik olarak genel bir DNA hipometilasyonu
bir alt kuruluşu olan Wiley-Liss, Inc'm izniyle, değiştirilerek). ve selektif, promotor yerleşimli histon modifikasyonları
176 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

miRNA geni miRNA geni

Onkogen
Tümör
baskılayıcı gen
i
m
pre-miRNA pre-miRNA

5%
>
Tümör
I
f Onkogendeki
hedef miRNA
I miRNA
baskılayıcı
gendeki hedef
miRNA miRNA

UJ
azalması artması

Translasyon üzerindeki baskının azalması Translasyon üzerindeki baskının artması

o p b aû
0 0 0 °
ö

Aşırı onkoprotein ekspresyonu g Tüm ör baskılayıcı proteinin azalması

Proliferasyonda artış
Apoptozda azalma
İnvazyon kapasitesinde artma
Anjiyogenez
__________________________
Resim 5 -1 6 MikroRNAların (miRNA) tüm ör oluşumundaki rolü A , Bir onkogenin translasyonunu inhibe eden bir m iRNA’daki aktivas-
yon azalması, aşırı miktarda onkoprotein üretilmesine yol açar. B, Tümör baskılayıcı bir geni denetleyen m iRNA’nın aşırı aktivasyonu,
tüm ör baskılayıcı protein üretimini azaltır. A ve B’deki soru (?) işaretleri, miRNA düzeyindeki veya aktivitesindeki değişikliklere yol açan
mekanizmaların, tam olarak bilinmediği anlamındadır.

vardır. Aslında tümör baskılayıcı genlerin bazen, mutas- Belli bir hücre tipinin epigenetik durumu-epigenetik
yon değil de promoterlerdeki amino asit dizilerinin hiper- konusu içerisinde tanımlanan durum-aynı zamanda büyü­
metilasyon sonucu susturulmuş olduğu, geçtiğimiz yıllar me ve diferansiasyonu kontrol eden sinyallere cevabını da
içerisinde kanıtlanmıştır. Daha sonra da anlatıldığı gibi belirler. Daha önce de sözü edildiği gibi epigenetik modifi­
CDKN2A, farklı iki okuma çerçevesinden (reading frame) kasyonlar, gen ekspresyonunu düzenleyerek, genetik yapı­
üretilen pl4/ARF ve pl6/INK4a adlı tümör baskılayıcı sı aynı olan hücrelerin (örneğin bir nöron ve bir keratino-
genleri kodlayan, kompleks bir lokustur. Bunlardan birin­ sit), tamamen farklı görünümlere ve fonksiyonlara sahip ol­
cisi kolon ve mide kanserlerinde, İkincisi ise çok çeşitli di­ masına olanak verir. Bazı durumlarda, bir hücrenin epige­
ğer kanserlerde epigenetik yoldan susturulmuş olarak kal­ netik durumu, aynı sinyallere verdiği yanıtı büyük ölçüde
maktadır. Bu lokus p53 ve Rb yolaklarını etkileyen tümör etkiler. Örneğin N0TCH1 geni T hücreli lösemide onkojen
baskılayıcı iki gen oluşturduğundan; söz konusu lokusun rol oynar ama skuamöz hücreli karsinomlarda tümör bas­
susturulmuş olması, iki denetim noktasının tek bir deği­ kılayıcı gen fonksiyonuna sahiptir. Aktive NOTCH] geni T
şiklikle etkisiz bırakılması nedeniyle kanser açısından hücre progenitörleri (örneğin MYC) epigenetik bağlamında
olumlu bir etkidir. Farelerdeki, tüm genomda etkin olan pro-büyüme geni, keratinositlerin epigenetik bağlamında
hipometilasyonun, kromozomlarda instabiliteye neden ol­ tümör baskılayıcı gen (örneğin p21) olarak etki eder.
duğu ve tümör gelişmesini başlatabildiği gösterilmiştir.
Görüldüğü gibi, söz konusu epigenetik değişiklikler karsi-
nogenezi, birçok yoldan etkilemektedir. Ek olarak; kanser
genomlarındaki derin dizileme incelemelerinde, çok sayı­
da kanserde epigenetik değişiklikleri düzenleyen genlerde Kanserdeki Genetik Lezyonlar
mutasyonlar saptanmıştır. Böylece kanserlerdeki belirli ge­ • Tümör hücreleri, nokta mutasyonları ve rastgele olmayan
netik değişiklikler, bu kanserin büyümesi ve canlılığını de­ kromozom anormallikleri dahil, çeşitli şekillerde mutasyo-
vam ettirmesi için etkili olan "epigenom" değişikliklerine na uğrayarak maligniteye katkıda bulunur. Bu mutasyon-
yol açtığından, seçilmiş değişiklikler kimliğini taşıyabilir.
Karsinogenez: Çok Aşamalı Bir Süreç 177

lar; dengeli translokasyonlar, delesyonlar ve gen amplifı- duğu bilinmektedir. Tümör progresyonu olarak adlandırılan
kasyonunun sitogenetik be lirtilerin i içerir. bu fenomen yalnızca, tümör boyutlarının artmasıyla tem­
• Dengeli translokasyonlar karsinogeneze, onkogenlerin sil edilmez. Dikkatli titiz klinik ve deneysel çalışmalar ma­
aşırı ekspresyonu veya sinyalizasyon kapasiteleri değişikli­ lignite artışının çoğu zaman, aşama aşama gerçekleştiğini
ğe uğramış olan, yeni füzyon proteinlerinin oluşturulması göstermiştir. Tümör progresyonu ve buna eşlik eden hete-
üzerinden katkıda bulunur. Delesyonlar sıklıkla tü m ö r rojenitenin moleküler düzeyde; farklı hücrelerdeki mul-
baskılayıcı genleri etkilerken, gen amplifikasyonu onko­ tipl, diğerlerindekinden bağımsız mutasyonlarla oluşması
genlerin ekspresyonunu artırır. ve invazyon yeteneği, büyüme hızı, metastaz yapma yete­
• m iR N A ’ların aşırı ekspresyonu karsinogeneze, tü m ö r bas­ neği, karyotip, hormonlara yanıt verme ve antineoplastik
kılayıcı genlerin ekspresyonunu azaltarak katkı yapar; ilaçlara duyarlılık dereceleri bakımından farklı özelliklere
miRNAarın delesyonu veya kaybı ise proto-onkojenlerin sahip alt-klonlar oluşturması şeklinde gerçekleşiyor olma­
aşırı ekspresyonuna yol açabilir. sı, en güçlü olasılıktır (Resim 5-17). Mutasyonlardan bazı­
• T üm ör baskılayıcı genler ve D N A ta m ir genleri epigenetik ları hücrelerin ölümüyle sonuçlanabilir, diğerleri ise proto-
değişiklikler tarafından da susturulabilir. Bu epigenetik de­ onkojenleri veya kanser baskılayan genleri etkileyerek
ğişiklikler, gen ekspresyonunda mutasyon tarafından de­ hücre büyümesini teşvik edebilir. En malign tümörler bile
ğil, p ro m o te r metilasyonu tarafından yapılan kalıtsal ve ge­ neredeyse başlangıçta monoklonal karakter taşır ama, klinik
ri dönüşlü değişikliklerdir. olarak fark edilebilecek boyutlara ulaştıklarında, aşırı derecede
heterojen hücrelerden oluşabilmektedir.
Tümör hücreleri progresyon sırasında, immlin olan ve
KARSİNOGENEZ: ÇOK AŞAMALI olmayan seleksiyon baskılarıyla karşılaşır. Örneğin ileri
BİR SÜREÇ derecede antijenik olan tümör hücreleri konak savunması
tarafından imha edilirken; büyüme faktörüne duyduğu
Karsinogenez, beraberce fenotip transformasyonuna yol ihtiyaç azalmış olan tümör hücreleri pozitif seleksiyona
açan, çok sayıdaki genetik değişikliklerin birikmesiyle maruz kalır. Büyümekte olan bir tümör böylece, "zoru ba­
gerçekleşen, çok aşamalı bir süreçtir. Kanserlerin çoğu, şaran" ve yaşama, büyüme, invazyon ve metastaz yete­
neoplastik olmayan öncü lezyonlardan gelişir; moleküler nekleri olan alt-klonlar bakımından zenginleşme eğilimi
analizler, kanserin tam olarak gelişmesi için ihtiyaç duyu­ taşır. Son olarak da deneyimlerimiz, kemoterapiden son­
lan mutasyonlardan bazılarının, bu gibi lezyonlarda zaten ra tekrarlayan bir tümörün, kemoterapi rejimi yeniden
mevcut olduğunu göstermiştir. Söz konusu mutasyonlar kullanıldığında buna hemen her zaman direnç gösterme­
olasılıkla, öncü lezyonlarm hücrelerine selektif bir avantaj sidir. Bu edinsel direnç de bir seleksiyon belirtisidir ve
sağlamaktadır. Kanser gelişmesi başladığında, Darwin'in şans eseri, ilaca direnç sağlayan mutasyonlar (belki de epi­
doğal seçim teorisine uygun şekilde devam eder. genetik değişiklikler) geçiren alt-klonlar, tümörün canlılı­
Daha önce de anlatıldığı gibi malign neoplaziler; aşırı ğını korumasını sağlamakta ve tekrar büyümeye başlama­
büyüme, lokal invazyon yeteneği ve uzak metastazlar sından sorumlu olmaktadır. Böylece, genetik evrim ve se­
oluşturma gibi çeşitli fenotipik özelliklere sahiptir. Daha­ leksiyon kanserlerin; zaman geçtikçe daha (1) agresif karakter
sı; birçok tümörün zamanla daha saldırgan bir karaktere, kazanmak ve (2) tedaviye daha az yanıt vermek şeklindeki en
dolayısıyla daha yüksek malignite potansiyeline sahip ol­ tehlikeli iki özelliğini açıklayabilmektedir.

Büyüme faktörlerine
daha az ihtiyaç
Tümör hücresi duyulması
varyantları Antijenik
olmayan

invaziv

Normal
Metastatik
hücre
Karsinojen
o etkisiyle insan solid
gerçekleşen malignitesi
Canlı kalan
değişiklik
hücrelerin
klonal
artışı

GENETİK STABİLİTESİ TÜMÖR HÜCRESİ


TRANSFORMASYON PROGRESYON OLMAYAN HÜCRELERİN-------- — ► VARYANTLARI:
PROLİFERASYONU HETEROJENİTE

Resim 5 -1 7 Tümör progresyonu ve heterojenite oluşması. Orijinal, transforme hücreden, çok sayıda mutasyonla yeni alt-klonlar mey­
dana gelir. Progresyonla birlikte tüm ör kitlesi; konak savunmalarına karşı koymak açısından daha becerikli olan ve daha agresif olma
olasılığı taşıyabilen varyantlar bakımından zenginleşir.
178 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

dır; bu nedenle de söz konusu eğilimler, az sonra anlatılan,


KANSERİN BAŞLICA ÖZELLİKLERİ kanserin moleküler kökenini oluşturur. Bu arada gen sim­
Burada anlatılan özet bilgiler, kanserin moleküler patoge- gelerinin italikle, ürettikleri proteinlerin ise düz harflerle
nezinin ve genetik hasarda rol oynayan karsinojen mad­ yazılmasının adet olduğunu belirtmekte fayda vardır (ör.
delerin daha ayrıntılı bir şekilde ele alınması için temel RB geni ve Rb proteini, TP53 ve p53, MYC ve MYC).
bilgi niteliğindedir. Son 30 yıl içerisinde, kanserlerin eşlik Büyüme Sinyalleri Bakımından Kendi
ettiği, yüzlerce gen keşfedilmiştir. Bunlardan TP53 gibile­
Kendine Yeterli Olmak
ri, sıklıkla mutanttır; ABL gibileri ise yalnızca belirli löse­
milerde etkilenir. Her kanser geni spesifik bir fonksiyona Kanser hücreleri, proliferasyonlarını yönlendirmek ve bü­
sahiptir, bu fonksiyondaki regülasyon bozukluğu maligni- yüme sürecinin normal inhibitörlerine karşı duyarsız kal­
tenin kökenine veya progresyonuna katkıda bulunur. Bu mak amacıyla çok sayıda strateji kullanır. Bu fenomeni da­
nedenle en iyisi kanser-ilişkili genlerin, kanserin ayırıcı ha iyi anlamak için, normal hücre proliferasyonunu karak-
özellikleri olarak adlandırılan ve hücre fizyolojisinde mey­ terize eden (ve Bölüm 2'de anlatılan) olaylar dizisini kısa­
dana gelerek hep birlikte malignite fenotipini yönlendi­ ca gözden geçirmek faydalıdır. Fizyolojik koşullar altında
ren, temel birçok değişiklikler bağlamında ele alınmasıdır. hücre proliferasyonu, aşağıdaki aşamalarda gerçekleşir:
Bu özelliklerden altısı, Resim 5-18'de gösterilmektedir: 1. Bir büyüme faktörünün, hücre membranmdaki spesi­
• Proliferasyon sinyalleri bakımından kendi kendine ye­ fik bir reseptörüne bağlanması
terli olmak 2. Büyüme faktörü reseptörünün geçici ve sınırlı olarak
• Hücre büyümesini inhibe eden sinyaller karşısında du­ aktive olması sonucunda, plazma membranının iç yap­
yarsızlık rağındaki, sinyal ileten çeşitli proteinlerin aktivasyonu
• Apoptozdan kaçış 3. İletilen sinyallerin, ikinci habercilerle veya sinyal ileten
• Sınırsız replikasyon potansiyeli bir dizi molekül aracılığıyla sitozol boyunca iletilerek
Sürekli anjiyogenez hücre çekirdeğine ulaşması
• Dokuları invaze etme ve dokularda metastaz yapma 4. Hücre çekirdeğindeki, DNA transkripsiyonunu başla­
yeteneği tan ve düzenleyen nükleer düzenleyici faktörlerin in-
Bu listeye; kanserin "yeni yeni ortaya çıkan" ayırıcı iki özel­ düksiyonu ve aktivasyonu
liği (enerji metabolizmasının yeniden programlanması ve 5. Hücrenin hücre siklusuna girip ilerlemesi sonucu, hüc­
bağışıklık sisteminden kaçabilme yeteneği) ile olanak sağ­ re bölünmesinin gerçekleşmesi
layan iki özelliği (genomik instabilite ve tümör uyaran ilti­ Kanser hücrelerinin proliferasyon yeteneğine sahip olma­
hap) daha eklenebilir. sını sağlayan mekanizmalar, büyüme faktörünün etkisiy­
Tümör hücrelerindeki bu eğilimlerin bazılarım veya tü­ le başlayan sinyal iletimindeki ve hüre siklusunun düzen­
münü düzenleyen mutasyonlar, her kanser hücresinde var- lenmesindeki rollerine göre gruplandırılabilir. Aslında lis­
telenen her aşama kanser hücrelerinde bozulmadan so­
Büyüme sinyalleri rumludur.
bakımından kendi
kendine yeterlilik Büyüme Faktörleri
Tüm normal hücreler, çoğalabilmek için büyüme faktörle­
ri tarafından uyarılmaya ihtiyaç duyar. Çözünür büyüme
faktörlerinin büyük bölümü, tek bir hücre tipinde üretüir
ve proliferasyonunu uyarmak üzere komşu hücreyi etkiler
(parakrin etki). Büyüme faktörlerini üreten hücreler nor­
malde, ürettikleri faktöre ait reseptörü taşımaz. Bu spesi-
fite, aynı hücre içerisinde pozitif feedback devrelerinin
oluşmasını engeller.
• Birçok kanser hücresi, yanıt verecekleri büyüme fak­
törlerini bizzat kendileri sentezleme yeteneğini kaza­
narak büyüme sürecinde kendi kendilerine yeterli du­
ruma geçer. Örneğin glioblastomlarm çoğu, trombosit
kökenli büyüme faktörü (PDGF) üretir ve aynı zaman­
da PDGF reseptörüne sahiptir. Bunun gibi birçok sar­
kom hem transforme büyüme faktörü alfa (TGF-a)
hem de TGF-a reseptörü üretir. Benzer otokrin devre­
ler, çok sayıda kanser tipinde oldukça sıktır.
• Stromayla etkileşime girmek, kanser hücrelerinin kendi
kendine büyüme yeterliliğini kazanmak için başvurduk­
ları bir diğer mekanizmadır. Tümör hücreleri bazı vaka­
larda. stromayı destekleyen normal hücreleri aktive eden
sinyaller göndererek bunların, tümörün büyümesini teş­
vik eden büyüme faktörleri yapmalarını sağlamaktadır.
Sınırsız replikasyon
potansiyeli Büyüme Faktörü Reseptörleri ve Reseptör Olmayan
Tirozin Kinazlar
Resim 5 -1 8 Kanserin altı ayırıcı özelliği. Kanser hücrelerinin çok
büyük bölümü gelişmeleri sırasında, ilgili genlerin mutasyonları so­ Sinyal iletiminde yer alan bir sonraki grup büyüme faktö­
nucu bu özellikleri kazanmaktadır. rü reseptörleridir ve büyüme faktörlerinin aşırı ekspresyo-
(Hanahan D, Weinberg RA: The hallmarks o f cancer. Cell 100:57, 2000'den). nuna ya da mutasyonuna yol açan, çok sayıda onkogen ta-
Kanserin Başlıca Özellikleri 179

mmlanmıştır. Mutant reseptör proteinleri, ortamda büyü­ Büyüme faktörü


me faktörü olmasa bile hücrelere sürekli mitojenik sinyal­ faktörü reseptörü
ler gönderir. Büyüme faktörü reseptörlerinin aşırı ekspres- Farnesıl membran
yonuna, mutasyonlardan daha fazla rastlanır ve bu yoğun­ tutunma bölgesi
luktaki reseptörler kanser hücrelerinin, normalde büyü­
meyi tetiklemeyecek büyüme hormonu düzeylerine yanıt
vermesine neden olur. Aşırı reseptör ekspresyonunun en
iyi belgelenmiş örneklerine, EGF (epidermal büyüme fak­
törü) reseptör ailesinde rastlanır. Bu ailenin bir üyesi olan
ERBB1 reseptörünün aşırı ekspresyonu; akciğerlerdeki Köprüleşme
skuamöz hücreli kanserlerin %80'inde, glioblastomlarm proteini Aktivasyon
ÜUP ü IP
%50'sinde veya daha fazlasında, baş ve boyundaki epitel- V
GDP’nin h id ro lizi
yal tümörlerin %80-100'ünde mevcuttur. Yine aynı aileden üzerinden inaktivasyon
olan bir reseptörü kodlayan HER2/NEU (ERBB2) adlı gen;
meme kanserlerinin, ayrıca akciğer, over ve tükürük bezi ı
Aktif RAS
adenokarsinomlarmın %25-30'unda amplifiye olmuştur. _____ I_____
Söz konusu tümörler, büyüme faktörlerinin küçük miktar­ r
larına bile aşırı derecede duyarlıdır ve meme kanserlerin­
deki HER2/NEU proteini düzeyinin yüksek olması, kötü
prognozun habercisidir. HER2/NEU geninin meme kan­
PI3K
Y~
craT )

serleri patogenezindeki önemi, bu reseptörün hücre-dışm-


daki bölgesinin anti-HER2/NEU antikorlarıyla blokajına
eşlik eden klinik faydayla açıkça görülmektedir. Meme
kanserinin anti-HER2/NEU antikoruyla tedavisi, bir mole­
külün araştırma aşamasından ilaç aşamasına geçmesinin
Transkrip­
mükemmel bir örneğidir. siyonun
aktivasyonu
İlerleme Yönünde Sinyal İleten Proteinler
Büyüme faktörü reseptörlerinden sonra gelen sinyalizas­
yon yollarının çeşitli bileşenlerini kodlayan genlerde mu- MYC proteini
tasyonlar meydana gelmesi, kanser hücrelerinin büyüme
otonomisi kazanmalarına yol açan ve nispeten sık görülen Hücre siklusunun progresyonu
bir mekanizmadır. Bu sinyalizasyon proteinleri, büyüme
faktörü reseptörleriyle bunların hücre çekirdeğindeki he­ Resim 5 -1 9 RAS genlerinin etki modeli. Normal bir hücre, taşıdı­
defleri arasında bağlantı sağlar; diğer bir deyişle, aktive ğı bir büyüme faktörü reseptörü aracılığıyla uyarıldığında; inaktif
olan büyüme faktörü reseptörlerden gelen sinyalleri, ya (GDP’ye-bağlı) RAS, aktive olarak GTP’ye bağlı duruma geçer. A k­
ikinci habercilerle ya da sinyal iletim moleküllerinin bir di­ tive RAS proliferasyon sinyallerini hücre çekirdeğine, RAF/ERK/
zi fosforilasyon ve aktivasyon geçirmesiyle hücre çekirde­ MAP kinaz yolu ve the PI3 kinaz/A K T yolu olmak üzere iki yoldan
ğine iletir. Bu kategorinin önemli iki üyesi olan RAS ve ulaştırır. GDP, guanozin difosfat; GTP, guanozin trifosfat; MAP, Mi-
to tik bölünmeyi aktive eden protein; PI3, fosfatidilinozitol-3.
ABL proteinleri, aşağıda kısaca anlatılmaktadır.
RAS Proteini. RAS, insanlardaki tümörlerde en sık karşı­
laştığımız, mutasyon geçirmiş proto-onkojendir. Aslında, rafından artırılır. Bu da GTP'nin GDP'ye hidrolizini ko­
insanlardaki bütün tümörlerin yaklaşık %30'u, RAS geni laylaştırıp, denetimsiz RAS aktivasyonunu önleyerek
mutasyonlarını içerir; bu oran, kolon ve pankreas adeno- moleküler bir fren görevi görür.
karsinomları gibi bazı spesifik kanser tiplerinde daha da • Aktive edilen RAS, proliferasyonun aşağı yöndeki dü­
yüksektir. zenleyicilerini; birbirlerine hücre çekirdeğinde yaklaşa­
• RAS; guanozin nükleotidlerine (guanozin trifosfat rak çekirdeği adeta, büyüme sinyali yağmuruna maruz
[GTP] ve guanozin difosfat [GDP]), daha büyük, üç-mo- bırakan iki yolak ile uyarır. RAS'm aşağı yöndeki sinya­
leküllü G proteinleri gibi bağlanan küçük G proteini ai­ lizasyon fonksiyonu sırasında cereyan edenlerin tümü;
lesinin bir üyesidir. bazılarının Resim 5-19'da gösterilmiş olmasına rağmen
9 Normal RAS proteinleri; susturulmuş bir durumla uya­ burada anlatılmayacaktır; bu "habercilerin" mutasyon
rılmış, sinyal ileten bir durum arasında gidip gelen mo­ yoluyla aktivasyonunun, aktive RAS'm büyümeyi teş­
leküllerdir; guanozin difosfata bağlandıklarında, aktivi- vik eden etkilerini taklit ettiğini söylemeden geçemeye­
telerini kaybeder. Hücrelerin EGF ve PDGF gibi büyü­ ceğiz. Örneğin, RAF/ERK/MAP kinaz yolunda yer alan
me faktörleri tarafından uyarılması guanozin difosfatm, BRAF, melanomların >%60'mda mutasyona uğramış
guanozin trifosfata dönüşmesine ve ardından da aktif durumdadır. Bazı tümör tiplerinde PI3K/AKT yolunda­
RAS proteininin oluşmasına neden olan üç-boyutlu ya­ ki PI3 kinazm mutasyonları da çok sık görülmektedir.
pı değişikliklerine (konformasyonel değişikliklere) yol Aslında RAST aktive eden mutasyonlar kadar bu prote­
açar (Resim 5-19). Ancak bu uyarılmış, sinyal yayan inin aşağı yöndeki sinyalizasyon moleküllerinin mutas-
durum; RAS proteinindeki intrensek guanozin trifosfa- yonları da, çok çeşitli tümörlerde çok sık karşılaşılan bir
taz (GTPaz) aktivitesinin GTP'yi, bir fosfat grubunu değişiklik olarak gözükmektedir.
uzaklaştırarak GDP yönünde hidrolize etmesi nedeniy­ RAS proteini en çok, GTP-bağlayan cebinde ya da GTP hid­
le kısa ömürlüdür ve protein, susturulmuş olarak kaldı­ rolizi açısından temel nitelik taşıyan enzim bölgesinin ami­
ğı GDP'ye bağlı duruma geri döner. Aktive olan RAS no asit dizilerindeki nokta mutasyonlar ile aktif duruma
proteinindeki intrensek GTPaz aktivitesi, büyük ölçü­ geçer. Bu mutasyonlarm her ikisi de, RAS inaktivasyonu
de, bir protein ailesi (GTPaz aktive eden proteinler) ta- için olmazsa olmaz konumundaki GTP hidrolizini olumsuz
180 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

etkiler. Böylece RAS, aktif (GTP'ye-bağlı) durumda kısılıp rotein; siklinler gibi, büyümeyi teşvik eden genlerin eksp-
kaldığından hücre, ara vermeksizin proliferasyon duru­ resyonunu düzenleyen transkripsiyon faktörleri olarak
munda kalmaya zorlanır. Bu senaryoya göre, RAS prote­ fonksiyon görebilir. İnsanlardaki tümörlerde bu onkogen-
inindeki mutasyonlarm sonuçları, GAP'lardaki fonksiyon lerden en çok karşımıza çıkanı, MYC genidir.
kaybı mutasyonları tarafından, GTP hidrolizini uyarmada MYC onkogeninin ürünü olan MYC proteini, diğer gen­
yetersizlik ve böylelikle normal RAS proteinlerini dizginle­ lerin transkripsiyonunu aktive edebilir ya da baskılayabi­
mek yoluyla, taklit edilebilir Bir GAP proteini olan Nörofib- lir. Hücre siklusunu yönlendiren ve daha sonra anlatılacak
romin-l'deki (NF-1) fonksiyon bozucu bir mutasyon ailesel olan sikline-bağımlı kinazlar (CDK), MYC onkoproteini ta­
nörofibromatözis tip-1 ile sonuçlanır (Bölüm 22). rafından aktive edilen; CDK inhibitörleri ise söz konusu
A B L . RAS'a ek olarak, reseptörle ilişkili olmayan birçok ti- proteinin baskıladığı genlere örnek gösterilebilir. MYC dü­
rozin kinaz da sinyal ileti molekülü olarak fonksiyon gö­ zensizlikleri böylece tümör oluşumunu, hücrenin hücre
rür. ABL proto-onkogeni bu grubun, karsinogenez bakı­ siklusunda ilerlemesini teşvik eden genlerin ekspresyonu-
mından en iyi tanımlanmış üyesidir. na yol açarak ve bu ilerlemeyi yavaşlatan ya da engelleyen
genleri baskılayarak destekleyebilir. MYC ayrıca ara meta­
• ABL proto-onkogeni, internal negatif düzenleyici bölge­ bolizmanın önemli bir düzenleyicisidir ve aerob glikolizi
ler tarafından zayıflatılan tirozin kinaz aktivitesine sa­ teşvik eden genleri artırmak (Warburg etkisi, ileriki sayfa­
hiptir. Bu proto-onkogenin bir bölümü, kronik miyelo- larda anlatılmaktadır) ve glutaminin daha fazlalaşmasına
id lösemide ve belirli akut lösemilerde; kromozom 9 neden olmak gibi, kanser hücrelerindeki metabolik iki de­
üzerindeki normal yerinden, BCR (breakpoint cluster ğişikliğe yol açar. MYC genindeki düzensizlikler, B hücreli
region-kırılma noktası kümelenme bölgesi) geninin bir bir tümör olan Burkitt lenfomasmdaki t(8;14) translokas-
bölümüyle birleştiği kromozom 22'ye geçer. Tirozin ki­ yonuyla sonuçlanır. MYC geni ayrıca meme, kolon, akciğer
naz bölgesi varlığını, bu birleşme sonucunda oluşan kanserlerinde ve diğer birçok kanser çeşidinde çoğalmış­
BCR-ABL melez proteininde devam ettirir. Bu melez tır; bununla bağlantılı NMYC ve LMYC genleri, nöroblas-
proteindeki BCR geni böylece, hiçbir uyarıya ihtiyaç tomlarda ve küçük hücreli akciğer kanserinde artmıştır.
duymaksızın tirozin kinaz aktivitesine sahip olur. BCR-
ABL ve RAS yolları arasındaki karşılıklı iletişim, BCR- Siklinler ve Sikline-Bağımlı Kinazlar
ABL proteininin RAS'tan aşağı yönde bulunan tüm sin­ Hücre büyümesini teşvik eden bütün uyaranların kesin
yalleri aktif duruma getirmesi nedeniyle ilginçtir. sonucu, büyüme aşamasında olmayan hücrelerin hücre
• BCR-ABL'nin karsinojen değişimde önemli bir rol üst­ siklusuna girmesine yol açmaktır. Kanserler; hücre siklu­
lendiği, kronik miyeloid lösemi hastalarının BCR-ABL sunu yöneten genlerde, mutasyonlar veya gen amplifikas-
kinaz inhibitörlerine etkileyici klinik yanıt vermesiyle yonu sonucu düzensizlikler meydana gelirse, otonom ka­
doğrulanmıştır. Bu ilaçların prototipi olan imatinib me- rakter kazanabilir. Karsinogenezin bu yönüne daha fazla
silat (Gleevec), çeşitli kanserlerdeki spesifik moleküler girmeden önce normal hücre siklusunu kısaca gözden ge­
lezyonları hedef alan ilaçların (hedefe yönelik tedavinin) çirmekte fayda vardır (Resim 5-20).
tasarlanmasına ilgi duyulmasını sağlamıştır. BCR-ABL
N o rm a l H ücre Siklusu
ayrıca, onkogen bağımlılığı adı verilen ve tümörün tek
bir sinyalizasyon molekülüne aşırı bağımlı olduğu kav­ Hücre çoğalması, çok sayıda molekül ve karşılıklı bağlan­
rama da örnektir. BCR-ABL füzyon geni oluşumu löse­ tıları olan moleküler yollar tarafından sıkıca denetlenen
milerin meydana gelmesinde erkenden görülen, belki bir süreçtir. Hücre replikasyonu, büyüme faktörleri veya
de bunu yönlendiren bir olaydır. Lösemi gelişmesinde integrinler aracılığıyla hücre-dışı matriks bileşenlerince
olasılıkla, BCR-ABL füzyon geni ile ortaklaşa fonksiyon uyarılır. Hücre, DNA'sım çoğaltabilmek ve bölünebilmek
gören diğer mutasyonlara da ihtiyaç vardır. Ancak kar- için, hücre siklusu adı verilen ve sıkı denetim altında ger­
sinojenik değişime uğrayan hücrenin, prolifere olma­ çekleşen bir dizi olaya sahne olur. Hücre siklusunda Ga
sında ve canlı kalabilmesinde aracılık yapan sinyaller (presentetik), S (DNA sentezi), G2 (premitotik) ve M (mi­
için BCR-ABL'ye mutlaka ihtiyacı vardır. Bu bakımdan totik) fazlar yer alır. Hücre siklusuna girmemiş olan, din­
BCR-ABL sinyalizasyonu, üzerinde kanserin inşa edile­ lenme fazındaki hücreler, G0 durumundadır. Hücre siklu-
ceği asıl temel gözüyle görülebilir. Eğer bu temel BCRL- sundaki her faz, kendisinden önceki fazların gereken şe­
ABC kinaz inhibisyonu nedeniyle bozulursa, inşa edi­ kilde aktive olmasını ve tamamlanmasını gerektirir; sik-
len bina tamamen çöker. Bu derece bağımlılık göz lus, temel bir gen fonksiyonu eksikse ilerlemez ve durur.
önünde tutulduğunda, BCR-ABL inhibitörlerine e din­ Doku homeostazmm korunmasındaki, ayrıca rejeneras-
sel direnç kazanan tümörlerde bu direncin çoğu za­ yon ve onarım gibi fizyolojik büyüme süreçlerinin düzen­
man, ilacın BCR-ABL proteinine bağlanmasını önleyen lenmesindeki merkezi rolü nedeniyle hücre siklusu; özel­
bir mutasyona sahne olmuş bir alt/klonun ortaya çık­ likle G0 fazından Gj fazına ve Gj fazından S fazına geçiş
masıyla bağlantılı olması, sürpriz değildir. sırasında yer alan, çok sayıda denetim noktasından geçer.
Hücreler Ga fazına G0 (dinlenme) fazından sonra veya
Nükleer Transkripsiyon Faktörleri sürekli olarak çoğalan hücrelerde mitotik bölünme ta­
Bütün sinyal iletim yolları, eninde sonunda hücre çekirde­ mamlandıktan sonra girebilir. Dinlenme durumundaki
ğine ulaşarak, burada yer alan ve hücrenin mitotik siklusa hücreler önce; hücre siklusunun "giriş kapısı" kabul edi­
düzenli bir şekilde girmesini sağlayan büyük bir gen ban­ len ve ilk karar verme basamağı olan G0 fazından G2 fazı­
kasını etkiler. Gerçekten de RAS veya ABL gibi onkopro- na geçmek durumundadır. Gj fazındaki hücreler siklusta
teinlerle gerçekleşen sinyalizasyonların kesin sonucu, hüc­ ilerleyerek, sınırlanma noktası olarak bilinen ve replikas-
re çekirdeğinde yer alan ve hücre büyümesini teşvik eden yon hızını sınırlayan, Gx fazından S fazına geçiş şeklinde­
genleri yönlendiren transkripsiyon faktörlerinin uygun ol­ ki kritik evreye ulaşır. Bu sınırlama noktasından da geçen
mayan bir şekilde, sürekli uyarılmasıdır. Kanser hücresin­ normal hücreler DNA proliferasyonuna, geri dönüşsüz bir
deki büyüme otonomisi bu nedenle, DNA transkripsiyo­ şekilde hazır durumdadır. Hücre siklusu; aktivatörler ve
nunu düzenleyen genler üzerinde etkili mutasyonlarm bir inhibitörler tarafından sıkı bir şekilde denetlenir.
sonucu olabilir. Aralarında MYC, MYB, JUN, FOS ve REL • Hücre siklusundaki derleme, özellikle de G:-S geçişi,
onkogenleri ürünlerinin de bulunduğu çok sayıda onkop- üretimlerinin ve parçalanmalarının siklik tabiatı nede-
Kanserin Başlıca Özellikleri 181

CDK inhibitörleri

Resim 5-20 Siklinlerin, sikline-bağımlı kinazların (CDKs) ve sikline-bağımlı kinaz inhibitörlerinin (CDKI) hücre siklus düzenlenmesindeki
rolleri. Gölgeli oklar spesifik siklin-CDK kompleksinin aktif olduğu hücre siklusu fazlarını göstermektedir. Görüldüğü gibi, siklin D-CDK4,
siklin D-CDK 6 ve siklin E-CDK2; RB protein (pRB) fosforilasyonu ile G-|-S geçişini düzenlemektedir. Siklin A-CDK2 ve siklin A-CDK1 S fa­
zında aktiftir. Siklin B-CDK1 G2-M geçişinde temel nitelik taşır. CDK inhibitörlerinin iki ailesi CDK aktivitesini ve hücre siklusunun ilerle­
mesini bloke edebilir. p16, p15, p18 ve p19’dan oluşan INK4 inhibitörü siklin D-CDK4 ve D-CDK 6 üzerinde etkilidir. Diğer üç inhibitor
ailesi, p21, p27 ve p57 sikline-bağımlı tüm kinazları inhibe eder.

niyle siklinler adı verilen proteinler ve bunlara eşlik kromozom hasarını algılamak üzere ayarlanmış göze­
eden enzimler (sikline-bağımlı kinazlar) tarafından dü­ tim mekanizmaları yer alır. Kalite denetimi yapılan bu
zenlenir. Söz konusu enzimler siklinlere bağlanıp bun­ noktalara denetim noktası adı verilir. Söz konusu dene­
larla kompleksler oluşturarak katalitik aktivite kazanır. tim noktaları DNA bütünlüğünü, replikasyon öncesi
Hücre siklusunun çeşitli fazlardan gereken snayla geç­ denetleyerek DNA veya kromozom hasarı olan hücre­
mesi, siklinlere bağlanarak aktive olan CDK enzimleri lerin replikasyon sürecini tamamlanmamasını garanti­
tarafından yönetilir. ler. G l-S denetim noktası DNA bütünlüğünü, replikas­
s CDK-siklin kompleksleri hücreyi, hücre siklusu bo­ yon öncesinde denetlerken G2-M denetim noktası
yunca yönlendiren, son derece önemli hedef-proteinle- DNA'yı, replikasyon sonrası denetler ve hücrenin mi-
ri fosforilleştirir. Bu fosforilasyonun tamamlanmasının toza güvenli bir şekilde ğrip giremeyeceğini izler. Hüc­
ardından siklin düzeyleri, hızla azalır. Tanımlanan sik­ reler DNA hasarını hissettiğinde denetim noktası akti-
lin sayısı 15'ten fazladır; bunlardan siklin D, E, A ve B; vasyonu hücre siklusunu geciktirir ve DNA onarım me­
hücre siklusu snasmda ardı ardına ortaya çıkarak bir kanizmalarını tetikler. DNA hasarı onarılamayacak de­
veya daha fazla sayıda sikline-bağımlı kinaza bağlanır. rece şiddetli olan hücreler ya apoptoz yoluyla yok edi­
Hücre siklusu bu nedenle, her bölümüne farklı bir sik­ lir, ya da öncelikle, daha sonra anlatılan p53'e-bağmlı
lin takımının katıldığı bir bayrak yarışı gözüyle görüle­ mekanizmalarla, yaşlanma adı verilen, replikasyonun
bilir: Bir siklin takımı yarış parkurunu terk edince, ye­ söz konusu olmadığ bir konuma girer. Söz konusu de­
rini bir sonraki siklin grubu alır (Resim 5-20). Bu ta­ netim noktalarını düzenleyen genlerdeki mutasyonlar,
kımlarda yer alan, sikline-bağımlı aktive kinazlar hüc­ DNA hasarı olan hücrelerin bölünüp bu mutasyonları
re siklusunu, siklustaki faz geçişlerini düzenleyen pro­ taşıyan yavru hücreler üretmesine izin verir.
teinleri fosforilleştirerek yönlendirir. İleride anlatılan • Çok sayıda CDKI (sikline-bağmlı kinaz inhibitörü) aile­
retinoblastom proteini (Rb), böyle bir proteindir. si vardır. p21 (CDKNİA), p27 (CDKN1B) ve p57
• CDK-siklin komplekslerinin aktivitesi, hücre siklusun- (CDKN1C) adı verilen üç proteinden oluşan bir aile
daki denetim noktalarını güçlendiren CDK inhibitörle­ CDK enzimlerinin büyük bölümünü inhibe ederken di­
ri tarafından düzenlenir. Hücre siklusunda, DNA ve ğer CDK inhibitörü aileleri selektif olarak, siklin CDK4
182 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

ve siklin CDK6 üzerinde etkilidir. Bu ailenin dört üye- ° Belirli lösemilerde ABL tirozin kinazın BCR proteiniyle
si—pl5 (CDKN2B), plö (CDKN2A), pl8 (CDKN2C) ve füzyonu, sürekli kinaz aktivitesine sahip olan, melez bir
pl9 (CDKN2D)—bazen INK4 (A. B, C, D) proteinleri protein oluşturur.
adıyla bilinmektedir. • Sinyalizasyon moleküllerini kodlayan genlerdeki mutas­
Hücre Siklusunu Denetleyen Proteinlerin Kanser yonlar
Hücrelerindeki Değişiklikleri o Normalde; istirahat durumundaki GDP’ye bağlı durum
Bu temel bilgileri edindikten sonra, siklinlerin ve CDK ki- ve aktif durumdaki GTP'ye bağlı durum arasında gidip
naz enzimlerinin aktivitelerinde düzensizliklere yol açan gelen RAS, insanlardaki kanserlerde genellikle mutas-
yona uğramıştır; mutasyon GTP’nin GDP yönünde hid­
mutasyonlarm, hücre replikasyonu lehine etkili olacağı, ko­
rolizini engelleyerek, denetimsiz sinyalizasyona neden
layca anlaşılabilir. Aslında bütün kanserler, Gr S denetim
olur.
noktasını etkisiz kılarak hücrelerin sürekli bir şekilde, tek­
rar tekrar S fazına girmesine yol açan genetik lezyonlara sa­ • Transkripsiyon faktörlerinin aşırı veya düzensiz ekspres­
hip gözükmektedir. Belirli lezyonlarm tümör tiplerindeki yonu
sıklığı, bilinmeyen nedenlerle büyük ölçüde değişmektedir. 0 Bazı lenfomalarda MYC translokasyonu, hücre siklusu­
nu ve sağkalımını denetleyen hedef-genlerinin aşırı ve
® Siklin D veya CDK4 ekspresyonunu artıran aksilikler,
düzensiz ekspresyonuna yol açar.
neoplastik transformasyonda sık karşılaşılan bir olay
olarak gözükmektedir. Siklin D genlerinin aşırı eksp- • Siklin genlerini aktive veya siklin düzenleyicilerini ve sikli­
ne bağımlı kinazları inaktive eden mutasyonlar
resyonu, meme, özofagus, karaciğer kanserleriyle bir
lenfoma alt-grubunda ve plazma hücreli tümörlerde 0 Siklin ve sikline bağımlı kinaz kompleksleri (CDK) hüc­
mevcuttur. CDK4 geni melanom, sarkom ve glioblas- re siklusunu, çeşitli substratlarının fosforilasyonu üze­
tomlarda çoğalmıştır. Siklin S ve E ile diğer CDK enzim­ rinden yönlendirir. C D K ’ler, inhibitörlerinin denetimi
lerini etkileyen mutasyonlar da görülebilir ama bunlar, altındadır; siklinleri, CDK’ları ve CD inhibitörlerini
kodlayan genlerdeki mutasyonlar, hücre siklusunun de­
siklin CDK4 mutasyonlarından çok daha seyrektir.
netim altında olmaksızın progresyonuyla sonuçlanır. Bu
® CDK enzim inhibitörleri, insanlardaki birçok kanserde, gibi mutasyonlar; melanomlarla beyin, akciğer ve pank­
mutasyon veya gen susturulması yoluyla etkisiz kılın­ reas kanserleri dahil çok çeşitli kanserlerde mevcuttur.
mıştır. Melanom eğilimi olan soyların üyelerinde %25
oranında CDKN2A mutasyonları vardır. CDKN2A'nm
somatik olarak silinmesi veya inaktivasyonu; pankreas Büyüme İnhibitörü Sinyaller Karşısında Duyarsızlık
karsinomlarmm %75'inde, glioblastomların %40-%70'-
inde. Özofagus kanserlerinin %50'sinde ve küçük hüc- Isaac Newton; her eylemin zıt yöndeki eşdeğer bir eyleme
reli-dışı akciğer kanserleriyle yumuşak doku sarkomları sahip olduğu teorisini öne sürmüştür. Newton'm bir kan­
ve mesane kanserlerinin %20'sinde görülmektedir. ser biyoloğu olmamasına rağmen bu formülasyon, hücre
Onkoprotein üretimi artışının, kanser hücrelerinin sürek­ büyümesinde de geçerlidir. Onkojenler hücre büyümesini
li proliferasyonuna tek başına yol açmayacağını bilmek, uyaran proteinleri kodlarken, tümör baskılayıcı (süpres-
büyümeyi uyaran sinyallerin önemi anlatılırken değinil­ sör) genlerin ürünleri ise hücre çoğalmasını frenler. Baskı­
mesi gereken diğer bir önemli konudur. Hücrelerin onko- layıcı genlerdeki bozukluk hücrelerin, büyüme inhibisyo-
genler aracılığıyla büyümesine karşı koyan, doğal iki me­ nuna yanıt vermemesi üzerinden, onkogenlerin hücre bü­
kanizma vardır: hücrelerin yaşlanması ve apoptoz. Daha yümesini uyaran etkileri taklit eder. Aşağıda; tümör baskı­
ileride de anlatıldığı gibi; onkogenlerin hiçbir karşılığa layıcı genler, bu genlerin ürünleri ve söz konusu genlerde­
maruz kalmada etki edebilmesi için, söz konusu iki fren ki fonksiyon kaybının, hangi mekanizmalar ile düzensiz
mekanizmasını düzenleyen genlerin bu fonksiyonlarını hücre çoğalmasına katkıda bulunduğu anlatılmaktadır.
yerine getirememeleri gerekir.
Retinoblastom (RB) Geni: Hücre Siklusununun Yöneticisi
O Ö Z E T ______________ İlk keşfedilen tümör baskılayıcı gen, dolayısıyla bu genle­
Düzensiz Proliferasyonu Teşvik Eden Onkogenler rin prototipi olması nedeniyle konuya RB (retinoblastom)
(Büyüme Sinyallerinde Kendi Kendine Yeterlilik) geniyle başlamakta yarar vardır. Tıp alanında kaydedilen
birçok ilerleme gibi tümör baskılayıcı genlerin keşfedilme­
Proto-onkogenler: ürünleri hücre proliferasyonunu uyaran si de, ender görülen bir hastalığın—yani, çocukluk dönemi­
normal hücresel genler nin seyrek karşılaşılan bir tümörü olan retinoblastomun
Onkogenler: proto-onkogenlerin normal, büyümeyi teşvik incelenmesiyle mümkün olmuştur. Retinoblastomlarm
eden sinyallere ihtiyaç duymaksızın otonom olarak fonksi­ %60 kadarı sporadik, geriye kalanı aileseldir; bu tümörün
yon gören mutant ya da aşırı ekspresyonlu versiyonları gelişmesi konusundaki yatkınlık, otozomal dominant ola­
Onkoproteinler denetimsiz hücre proliferasyonuna, çeşit­ rak geçer. Knudson'un 1974'te, aynı tümörün sporadik ve
li mekanizmalarla neden olur: ailesel olarak gelişmesini açıklamak için günümüzdeki ta­
• Büyüme faktörlerinin ve reseptörlerinin, otokrin bir hüc­ nınmış çift-darbe hipotezini öne sürmüştür. Bu hipotez,
re proliferasyon devresi oluşturmak üzere, uyarılardan ba­ moleküler deyimlerle şu şekilde anlatılabilir:
ğımsız ekspresyonu ® Retinoblastomun oluşabilmesi için iki mutasyon (darbe)
° beyin tümörlerindeki PDGF-PDGF reseptörü gerekir. Bu vuruşlar, kromozomal 13ql4 lokusundaki RB
• Büyüme faktörlerinin reseptörlerini veya tirozin kinaz en­ geni tarafından gerçekleştirüir. Retinoblastomun mey­
zimlerini kodlayan genlerdeki, sürekli sinyalizasyonla so­ dana gelebilmesi için, RB lokusundaki normal allellerin
nuçlanan mutasyonlar her ikisi de (çift darbe) inaktive olmalıdır (Resim 5-21).
° EGF reseptör ailesinin üyeleri, HER2/NEU (meme, ak­ • Ailesel vakalarda, çocuklar, germ hücrelerinde RB ge­
ciğer ve diğer tüm örler) dahil
ninin yalnızca bir tek kusurlu kopyasını taşır; diğer
Kanserin Başlıca Özellikleri 183

RETİNOBLASTOM PATOGENEZİ

Retinoblastom

Resim 5-21 Retinoblastom patogenezi. Kromozom 13q14 lokusunda yer alan RB geninin her iki allelinde de gerçekleşen (çift) mutasyon,
retina hücrelerinin neoplastik proliferasyonuna neden olur. Ailesel retinoblastomda somatik tüm hücreler, taşıyıcı bir ebeveynden gelen
yalnızca bir mutant RB geni içerir, ikinci mutasyon doğumdan sonra, çocuğun retina hücrelerinin birindeki RB lokusunu etkiler. Sporadik
retinoblastomun gelişebilmesi için retina hücrelerindeki RB lokusunda doğumdan sonra her iki mutasyonun da gerçekleşmesi gerekir.

kopya normaldir. Retinoblastom, retinoblastlardalci Hücre, normal RB geni kopyasını kaybedip, mutant alleli
normal genin de somatik mutasyon sonucunda kaybol­ homozigot hale geldiği zaman tümör gelişir.
ması sonucu gelişir. Retinoblastomlu ailelerde hastalı­ Proliferasyon karşıtı sinyaller ilke olarak hücre prolife-
ğın ortaya çıkması için yalnızca tek bir somatik mutas- rasyonunu, çeşitli tamamlayıcı mekanizmalarla engelleye­
yona ihtiyaç vardır ve hastalık otozomal dominant ola­ bilir. Söz konusu sinyaller, bölünmekte olan hücrelerin G0
rak geçer. fazına (sessiz faza) geçmesine neden olabilir ve hücreler,
• Sporadik retinoblastomlarda, retinoblastlarm birindeki dış etkiler bunları tekrar proliferasyon havuzuna sokunca-
her iki normal RB alleli de somatik mutasyon sonucu ya kadar bu durumda kalır. Bunun yerine hücreler post-
kaybolmuştur. Sonuç, yine aynıdır: RB geninin normal mitotik bir diferansiye hücre havuzuna girebilir ve repli-
her iki kopyasını da kaybeden retina hücresi, kanserli katif potansiyelini kaybedebilir. Daha önce söz ettiğimiz,
hücre halini alır. non-replikatif hücre yaşlanması da, sürekli hücre çoğal­
masından bir diğer kaçış yoludur. Ve son bir kurtulma ça­
Normal RB genlerinin kaybı ilk olarak retinoblastomlarda bası olarak hücreler, apoptoza programlanabilir. Daha
keşfedilmiştir ama söz konusu genin homozigot olarak sonra da göreceğimiz gibi tümör baskılayıcı genler, yoldan
kaybının; meme kanseri, küçük hücreli akciğer kanseri ve çıkan bu hücrelerin malign karakter kazanma sürecini
mesane kanseri dahil çeşitli tümörlerde gerçekleştiği, ar­ durdurmak için tasarlanmış tüm bu "hileleri" çantaların­
tık bilinmektedir. Ailesel retinoblastom hastalarında oste- da taşımaktadır.
osarkom ve bazı yumuşak doku sarkomlarının gelişme Hücre büyümesini önleme mekanizmalarından ve bu
riski de büyük ölçüde artmıştır. mekanizmalardan kurtuluş yollarından bundan sonra söz
Burada, terminolojiye açıklık getirmek gerekir: RB lo­ ederken önce, tümör baskılayıcı genlerin prototipi olan
kusunda heterozigot olan bir hücre, neoplastik değildir. RB geni üzerinde durulacaktır.
184 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

transkripsiyon faktörlerine duyarsız duruma gelecek


f f ) ÖZET şekilde değişikliğe uğratır.
Büyüme İnhibitörü Sinyalleri Karşısında Duyarsızlık Bu durum, mitojenik sinyaller geldiğinde değişir. Prolife-
rasyon faktörlerinin sinyalleri, siklin D ekspresyonuna
* Tüm ör baskılayıcı genier hücre proliferasyonunu inhibe ve siklin D-CDK4/6 komplekslerinin aktivasyonuna ne­
eden proteinleri kodlayarak hücre siklusunu düzenle­ den olur. Söz konusu kompleksler Rb'yi fosforilleştire-
mektedir. Onkogenlerin aksine, tüm ör gelişebilmesi için rek inaktive eder ve siklin E gibi hedef genlerin indüksi-
tü m ö r baskılayıcı genlerin, her iki kopyasının da fonksi­ yonuna neden olmak üzere serbest bırakır. Siklin E
yon kaybı göstermesi gerekir. ekspresyonu, DNA replikasyonunu ve hücre siklusunun
• Tümörlerin gelişmesi konusunda ailesel yatkınlığın ger­ progresyonunu uyarır. Hücreler S fazına girdiklerinde,
çekleşmesi için hastanın, tü m ö r baskılayıcı genin bir tek büyüme faktörlerinin ek uyarılarına ihtiyaç duymaksızın
kusurlu (fonksiyonel olmayan) kopyasını taşıması ve di­ bölünmelerini sürdürür. Sonraki M fazında fosfat grup­
ğer kopyayı da somatik mutasyonla kaybetmesi gerekir. larının hücrelerdeki fosfatazlar tarafından uzaklaştırıl­
Sporadik tüm örlerde ise her iki kopya da somatik mutas- ması, Rb'nin tekrar hipofosforile olmasıyla sonuçlanır.
yon sonucu kaybolmaktadır.*•
Rb proteininin tek hedefi E2F değildir. Çok yönlü bir
protein olan Rb, hücre diferansiasyonunu düzenleyen,
diğer transkripsiyon faktörlerine bağlanır. Örneğin mi-
yosit-, adiposit-, melanosit- ve makrofaj-spesifik transk­
RB gen ürünü, incelenen her hücre tipinde ekspresyo- ripsiyon faktörlerini uyarma özelliğine sahiptir. Böyle­
nu olan ve aktif, hipofosforile durumda ve inaktif hiperfosfo- ce, Rb yolağı Go-G/deki hücre siklusu progresyonu
rile durumda bulunan, DNA-bağlayan bir proteindir. kontrolü ile diferansiasyonu bir araya getirir. Bu da, di-
Rb'nin önemi; Fj/S denetim noktasını, yani her hücrenin feransiasyonun nasıl hücre siklusundan çıkış ile ilişkili
DNA replikasyonu başlamadan önce geçmek zorunda ol­ olduğunu göstermektedir.
duğu portali düzenliyor olmasıdır. Rb proteininin hücre siklusunun denetimindeki merkezî
Tümör baskılayan genlerin nasıl fonksiyon gördüğünü rolü düşünüldüğünde, RB geninin niçin tüm kanserlerde
anlayabilmek için temel bilgi olarak, hücre siklusuna yeni­ mutasyona uğramadığı sorusu akla gelmektedir. Aslında,
den bir göz atmakta fayda vardır: Embriyolarda hücre bö­ Rb fosforilasyonunu denetleyen diğer genlerdeki mutas-
lünmesi, hayret verecek bir şekilde gerçekleşir ve DNA yonlar, RB geni kaybının etkilerini taklit edebilir. Örneğin
replikasyonu, mitotik bölünme sona erer ermez başlar. CDK4'ün mutasyon nedeniyle aktivasyonu veya aşırı sik­
Ancak gelişme ilerledikçe, hücre siklusunda iki gedik yer lin D ekspresyonu; Rb fosforilasyonunu ve inaktivasyonu-
alır: Bunlardan gedik 1 (Gx) mitozla (M) DNA replikasyo­ nu kolaylaştırarak hücre proliferasyonu lehine etki eder.
nu (S), gedik 2 (G2) DNA replikasyonuyla (S) mitoz (M) CDK innibitörlerinin mutasyon sonucu inaktive olması da
arasındadır (Resim 5-20). Hücre siklusunun her fazı dik­ hücre siklusunda; siklinlerin ve CDK enzimlerinin düzen­
katle izlenir ama; G1'den S'e (mitoz sonundan DNA rep- siz aktivasyonu üzerinden söz sahibidir. Daha önce de an­
likasyonuna) geçişin, hücre siklusu "saatindeki" son dere­ latıldığı gibi CDKN2A geni insan tümörlerinde delesyonun
ce önemli bir denetim noktası olduğuna inanılmaktadır. veya mutasyona bağlı inaktivasyonun son derece sık kar­
Hücreler bu denetim noktasından geçtikten sonra biraz şımıza çıkan bir hedefidir.
duraklayabilirse de, mitotik bölünmeyi tamamlamak zo­ Normal hücre siklusu denetimi kaybının malign transfor­
rundadırlar. Ancak G/deki hücreler, hücre siklusundan masyondaki merkezi olay kimliğini taşıdığı ve hücre siklusun­
geçici (G0, sessizlik) veya kalıcı (yaşlanma) olarak çekile­ daki, önde gelen dört düzenleyiciden (CDKN2A, siklin D,
bilir. Aslında gelişme sırasında diferansiasyonları tamam­ CDK4, Rb) en az birinin, insanlardaki hemen hemen tüm kan­
lanınca hücreler, hücre siklusundan çekilerek G0 fazına serlerde mutasyona uğramış olduğu; gittikçe şekillenen ve ken­
girer ve mitojen sinyaller gibi dış uyaranlar gelerek kendi­ disine giderek daha fazla yandaş bulan bir görüştür. Dahası,
lerinde tekrar G2 fazını başlatmcaya kadar G0 fazında ka­ insanlardaki bir çok onkojen DNA virüsündeki transfor-
lır. Böylece G/de hücreye ulaşan farklı sinyaller, hücrenin me edici proteinler en azından kısmen, Rb proteininin
siklusta yoluna devam mı edeceğini, yoksa hücre siklu­ büyüme inhibitörü etkisini nötralize etmektedir. Örneğin
sundan çıkarak diferansiasyona mı gireceğini belirler. Rb, HPV (insan papilloma virüsü) E7 proteini, Rb proteininin
dışarıdan gelen mitojenik ve diferansiasyon sinyallerini hipofosforile şekline bağlanarak bu proteinin E2F transk­
bir araya getirerek hücrenin izleyeceği yolun kararlaştırıl­ ripsiyon faktörlerini inhibe etmesini önlemektedir. Rb
masında son derece önemli bir bağlantıdır. proteininin fonksiyonel açıdan bu şekilde 'silinmesi', de­
Rb'nin hücre siklusundaki son derece önemli rolünü kavra­ netimsiz hücre çoğalmasına yol açmaktadır.
mak için, G^/S geçişini güçlendiren mekanizmaların gözden
geçirilmesi faydalıdır. ÖZET _______________________
• DNA replikasyonu (S fazı) siklin/CDK2 kompleksleri­ RB Geni: Hücre Siklusunun Yöneticisi
nin aktivitesini gerektirir ve siklin E ekspresyonu, E2F
transkripsiyon faktörleri ailesine ihtiyaç gösterir. G l'in • Rb proteini Gr S geçişini denetleyerek, antiproliferatif et­
başlarında Rb aktif olan hipofosforile durumdadır ve ki gösterir. A k tif şeklinde hipofosforile durumda olan bu
E2F transkripsiyon faktörleri ailesine bağlanarak bu protein, E2F transkripsiyon faktörüne bağlanır. Bu etkile­
faktörleri inhibe ettiğinden, siklik E transkripsiyonuna şim, D N A replikasyonu için ihtiyaç duyulan siklin E gibi
engel olur. Hipofosforile Rb, E2F-aracılığıyla gerçekle­ genlerin transkripsiyonunu önlediğinden hücreler, G-, fa­
şen transkripsiyonu en azından iki yoldan bloke eder zında kalır.
(Resim 5-22). Bu yollardan birincisinde E2F'i, diğer • Büyüme faktörü sinyalleri siklin D ekspresyonuna, siklin
transkripsiyon aktivatörleriyle etkileşime girmesini ön­ D- CDK 4 /6 komplekslerinin aktivasyonuna, Rb’nin fos-
lemek üzere izole eder; İkincisinde ise histon deaseti- forilasyon ile inaktivasyonuna ve böylece E2F salınımına
lazlar ve histon metiltransferazlar gibi, siklin E gibi neden olur.
E2F'e yanıt veren genlerin promoterlerine bağlanır. Bu • Malign transformasyonun temelinde, hücre siklusu dene­
enzimlerin etkisi promoterlerdeki kromatini, DNA'nın timinin ortadan kalkmış olması vardır. Kanserlerin nere-
A s M E S SSSSSHBSBSHH^^B z

Kanserin Başlıca Özellikleri 185

BÜYÜME İNHİBİTÖRLERİ PROLİFERASYON


(TGF-|3-p53, diğerleri) FAKTÖRLERİ (EGF, PDGF)

Uyarır

CDK inhibitörleri
p16 (INK4a)
_______________
Aktive eder
Siklin D/CDK4 ve 6
Siklin E/CDK2

Hiperfosforile Hiporfosforile
RB RB

Histon
deasetilaz

E2F bölgesi S fazı genleri E2F bölgesi S fazı genleri


/ / ---------►
Transkripsiyonel Transkripsiyon
aktivasyon bloku
Resim 5 -2 2 Hücre siklusunda Rb’nin, G-|-S denetim noktasının düzenlenmesindeki rolü. E2F transkripsiyon faktörüyle kompleks
oluşturan, hipofosforile Rb, D N A ’ya bağlanarak kromatin faktörlerini (histon deasetilazlar ve histon metiltransferazlar) toplar ve ürünleri,
hücre siklusunun S fazı için gereken transkripsiyon genlerini inhibe eder. Rb; siklin D-CDK4, siklin D-CDK 6 ve siklin E-CDK2 tarafından
fosforile edildiğinde, E2F’İ serbest bırakır. Serbest kalan E2F, S-fazı genlerinin transkripsiyonunu aktive eder. Siklin-CDK komplekslerini
inaktive etmeleri nedeniyle CDK inhibitörleri, RB fosforilasyonunu inhibe eder. G t -S denetim noktası tüm kanserlerde, Rb fosforilas-
yonunu düzenleyen d ö rt genden (RB, CDK4, siklin D ve CDKN2A [p16]) birindeki mutasyon nedeniyle G-j-S denetim noktası, tüm kanser­
lerde bozulmuştur. EGF, epidermal büyüme faktörü; PDGF, trombosit-kökenli büyüme faktörü

deyse tümünde G1 denetim noktası, RB genindeki veya raz sonra anlatılacağı gibi korunmasında, merkezi bir rol
Rb proteininin fonksiyonunu denetleyen siklin D, CDK4 üstlenir.
ve CDKI genlerindeki mutasyon nedeniyle etkisizdir. Yıkımın hedefi olan MDM2 proteiniyle birlikte bulun­
• HPV gibi birçok onkogenik D N A virüsü, Rb proteinine ması nedeniyle p53'ün stres altında olmayan, sağlıklı hüc­
bağlanarak bu proteinin fonksiyonunu yitirmesine yol relerdeki yarı-ömrü kısadır (20 dakika). Hücre, DNA'nın
açan proteinleri (örneğin E7) kodlar. saldırıya uğraması gibi bir stres altında kaldığında; ATM
(ataxia telangiectasia mutated) protein kinaz dahil "sen-
sörler" aktive edilir. Aktif duruma geçen bu kompleksler
p53'te gerçekleşen ve beraberindeki MDM2 proteininden
kurtulmasını sağlayarak yarı-ömrünü uzatan ve hedef
TP53 Geni: Genomun Muhafızı genlerin transkripsiyonunu sağlama yeteneğini artıran
p53 proteinini kodlayan tümör baskılayıcı gen, TP53, in­ translasyon-sonrası modifikasyonları katalize eder.
san kanserlerinde mutasyona en fazla uğrayan genlerden Transkripsiyonları p53 tarafından tetiklenen, yüzlerce
biridir. p53 proteini neoplastik transformasyonu, araların­ gen bulunmuştur. Söz konusu genler neoplastik transfor­
da kilitlenen üç mekanizmayla engeller: hücre siklusunun masyonu, üç mekanizmayla baskılamaktadır:
geçici olarak durmasının (sessizlik durumunun) aktivas- • Hücre siklusunun p53 aracılığıyla durdurulması, DNA ha­
yonu, hücre siklusunun kalıcı olarak durmasının (hücre sarı karşısındaki ilk yanıt olarak kabul edilebilir (Resim
yaşlanması) başlatılması veya programlanmış hücre ölü­ 5-23). Bu yanıt, Gx fazının geç dönemlerinde ve önce­
münün (apoptoz) tetiklenmesi. Rb proteini dışarıdan ge­ likle, bir CDKI geni olan CDKNİA (p21) geninin p53'e
len sinyalleri algılarsa; p53 stres altında kalan hücreleri bu bağımlı olarak transkripsiyonu sonucunda gerçekleşir.
üç mekanizmadan birine yönlendiren internal stres moni­ Daha önce de anlatıldığı gibi p21 proteini, siklin-CDK
törü olarak görülebilir. komplekslerini inhibe ederek hücre siklusunu, Rb fos-
Anoksi, uygunsuz onkoprotein (örneğin MYC veya forilasyonunun önlenmesi üzerinden durdurur. Hücre
RAS) aktivitesi ve DNA bütünlüğünün hasarı gibi çeşitli siklusundaki böyle bir duraklama hücreye, DNA hasa­
stresler, p53 yanıt yollarını tetikleyebilir. p53 proteini rını tamir edebilmesi için "soluklanma" fırsatı tanıdı­
DNA hasarı yanıtını yöneterek genom bütünlüğünün, bi­ ğından olumludur. DNA hasarı bu duraklama sırasın-
186 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

iyonize radyasyon

Normal hücre
(p53 normal)

I 1
Hipoksi DNA hasarı DNAA h<
hasarı
İ
p53 aktive olarak
i
p53’gerektiren
DNA’ya bağlanır. genler aktive olmaz

i
Hedef üzerindeki
Hücre siklusunda
duraklama olmaz
DNA onarımı
gerçekleşmez,
hücre yaşlanması
transkripsiyon gerektiren veya
başlatılmaz
gerektirmeyen etkiler
T Mutasyona
i uğramış hücreler
Hücre p21 GADD45 Artış ve ek
yaşlanması (CDK inhibitörü) (DNA onarımı) BA X mutasyonlar
(apoptoz geni)
G 1’de duraklama

I 1
Başarılı onarım Başarısız onarım
I
1 /

Normal hücreler Apoptoz Malign tümör


Resim 5 -2 3 p53 proteininin genom bütünlüğünün devam ettirilmesindeki rolü. Normal P53’ ün D N A ’ya hasar veren etkenler veya hi­
poksi nedeniyle aktivasyonu, hücre siklusunun G-| fazında duraklamasına ve D N A onarımının, sikline-bağımlı kinaz inhibitörünün (CDKNA-
1A (p21) transkripsiyonel artışı ve GADD45 genleri tarafından başlatılmasına yol açar. D N A onarımının başarılması hücreye, siklus süre­
cine devam etme izni verir. D N A onarımının başarılı olmaması durumunda ise p53, apoptozu veya hücre yaşlanmasını tetikler. TP53 geni
kaybolmuş veya mutasyona uğramış olan hücrelerde D N A hasarı, hücre siklusunu durduramaz veya D N A onarımını başlatamaz; genetik
hasar görmüş hücreler böylece çoğalarak sonunda malign neoplazilerin ortaya çıkmasına neden olur.

da başarıyla onarılabilirse p53 kendisinin, MDM2 pro­ cu mekanizmadır. Bu etki, daha sonra anlatılacak olan
teininin transkripsiyonu üzerinden tahrip olarak hücre BAX ve PUMA gibi çeşitli pro-apoptotik genler aracılığıyla
siklusundaki blokun ortadan kalkmasını sağlar. Eğer gerçekleşir.
DNA hasarı onarılamazsa hücre siklusu, p-53 tarafın­ Yakın zamanlara kadar; daha sonra da anlatılacağı gibi
dan başlatılan sessizlik durumuna ya da yine p-53 tara­ p53'iin bu fonksiyonlarının yalnızca, antiproliferatif,
fında yönlendirilen apoptoza girebilir. apoptotik ve hücre yaşlanmasını başlatan fonksiyonlara
p53 'e bağlı hücre yaşlanması, hücre siklusunun kalıcı olarak sahip genlerin transkripsiyonel aktivitesi medyatörlüğüyle
durmasıdır ve hücre morfolojisindeki ve gen ekspresyo- gerçekleştiği düşünülmekteydi. Ancak p53'ün, pro-proli-
nundaki, yaşlanmaya başlayan bu hücreyi sessizlik du­
feratif ve anti-apoptotik gen alt-takımmın baskılanmasma
rumundaki veya hücre siklusunun geri dönüşlü olarak
yol açtığının keşfedilmesi, "suları bulandırdı": Transkripsi­
durduğu hücrelerden ayıran, spesifik değişikliklerle ka-
yon aktivatörü olan p53'ün gen fonksiyonunun baskılan-
rakterizedir. Hücre yaşlanması, p53'ün ve/veya Rb pro­
teinlerinin aktivasyonunu ve bunların, CDK inhibitörle- masma yol açması, nasıl mümkün olabiliyordu? Bu soru­
ri gibi medyatörlerinin ekspresyonunu gerektirir. Hücre nun yanıtı, p53'ün belirli mikro-RNATarı ("ellerinde bü­
yaşlanmasına yol açan mekanizmalar açıkça bilinme­ yük sopalar bulunan küçük adamları") transkripsiyon yo­
mesine rağmen bunlar, bir bütün olarak gerçekleşip gen luyla aktif duruma getirdiğinin keşfedilmesiyle öğrenildi.
ekspresyonunu şiddetle ve kalıcı olarak değiştiren kro­ Bölüm 6 'da anlatıldığı gibi bu miRNATar hedef genlerin
matin değişiklikleriyle bağlantılı gözükmektedir. translasyonunu engelleyebilmektedir. p53'ün aktive ettiği
DNA onarımı geri dönüşsüz olduğunda p53 'e bağlı apop­ miRNATar siklinler gibi pro-proliferatif ve BCL2 gibi anti-
toz, neoplastik transformasyon karşısındaki en son koruyu­ apoptotik genlerin translasyonunu inhibe edebilmektedir.

Kanserin Başlıca Özellikleri 187

Özetle p53; DNA hasarı gibi stresler tarafından aktive edilir; • Rb gibi p53 de, onkogen virüslerin; örneğin insan papil­
hücre siklusunun Gl'de duraklamasını ve DNA onaran genle­ loma virüslerinin (HPV) kodladığı proteinlere bağlanarak
rin indüksiyonunu sağlayarak DNA onanmına yardım eder. tüm bu özelliklerini kaybedebilir.
DNA'sı onarılamayan bir hücre, p53 tarafından yaşlanmak
ya da apoptoza girmek üzere yönlendirilir (Resim 5-25). Tüm
bu aktiviteleri nedeniyle p53'ün, “genomun bekçisi" olarak ad­ Transforme Edici Büyüme Faktörü-fi Sinyalizasyon Yolağı
landırılması doğrudur. TP53 geninin homozigot olarak kay­ Hücre siklusunun fren yapmasını sağlayan olaylar dizisi
bıyla birlikte DNA hasarı onarılmaksızm kalır ve mutas- hakkında epey bilgi sahibi olmamıza rağmen antiprolife-
yonlar her hücrede görülür ve hücre, malign transformas­ ratif sinyalleri hücrelere ileten moleküller konusunda bil­
yona doğru giden tek-yönlü bir yola girer. diklerimiz bu kadar fazla değildir. Aralarında kemik mor-
TP53 geninin insan kanserlerinin %70'inden fazlasında fogenetik proteinleri ve aktivinleri de bulunan, dimerik
kusurlu olması, bu genin karsinogenez denetimindeki öne­ bir büyüme faktörleri ailesinin üyesi olan TGF-|3, bu mole­
mini doğrulamaktadır. Malign neoplazilerin yaklaşık küllerin en fazla bilinenidir. TGF-p hücrelerdeki süreçleri,
%30'unda ise TP3 öncesinde ve sonrasındaki genlerde ku­ TGF-P reseptörü I ve ILden oluşan bir komplekse bağlana­
surlar vardır. TP53'ün her iki allelde birden kaybolması; rak düzenler. Reseptörün liganda bağlanması sonucu di-
kanser ölümlerinin önde gelen üç nedeni olan akciğer, ko­ merizasyonu; büyümeyi baskılayan bir aktiviteye sahip
lon ve meme kanserleri dahil, istisnasız bütün kanserlerde olan ve ayrıca MYC, CDK2, CDK4 adlı, proliferasyonu teş­
mevcuttur. Çoğu olguda, bazı somatik hücrelerde, her iki vik eden genlerle, siklin A ve E'yi kodlayan genlerin bas-
TP53 allelini de etkileyen, inaktive edici mutasyonlar son­ kılanmasma yol açan CDKI'nün transkripsiyonel aktivite-
radan kazanılmıştır. Daha seyrek olarak bazı hastalarda siyle sonuçlanan bir olaylar dizisini başlatır.
mutant bir TP53 alleli, soya geçerek Li-Praumeni sendronıu TGF-P'nm büyümeyi engelleyen etkisi birçok kanser­
olarak adlandırılan hastalığa neden olur. RB geninde oldu­ de, TGF-P sinyalizasyonunu etkileyen mutasyonlarm etki­
ğu gibi, mutant bir allelin kalıtım ile soya geçmesi, kişiyi siyle bozulmuştur. Söz konusu mutasyonlar tip II TGF-P
malign tümörler geliştirmeye eğilimli kılar. Çünkü, normal reseptörlerinde veya reseptörden aldıkları antiproliferatif
olan ikinci alleli inaktive etmek için sadece bir ek darbe ye- sinyalleri hücre çekirdeğine ileten SMAD moleküllerinde
terlidir. Li-Fraumeni sendromu olan hastalarda 50'li yaşlara değişikliklere neden olabilir. Tip II TGF-P reseptörlerini
gelindiğinde malign bir tümörün gelişme olasılığı, toplum etkileyen mutasyonlar kolon, mide ve endometrium kan­
genelindekinin 25 katıdır. Mutant bir RB allelinin soya geç­ serlerinde görülmektedir. TGF-P sinyalizasyonunda rol
mesinin aksine, Li-Fraumeni sendromunda çok çeşitli kan­ oynadığı bilinen 10 proteinden biri olan SMAD4'ün mu-
serler gelişebilmektedir. Sarkomlar, meme kanseri, lösemi, tasyon sonucu inaktive olmasına, pankreas kanserlerinde
beyin tümörleri ve adrenal korteks kanseri, bunlardan en sık rastlanır. Pankreas kanserlerinin %100'ünde ve kolon
sık görülenleridir. Sporadik tümör tanısı konulanların aksi­ kanserlerinin %83'üııde TGF-p sinyalizasyon yolunda, bile­
ne Li-Fraumeni sendromu olan hastaların tümörleri daha şenlerin en az birinde mutasyon mevcuttur. Ancak çoğu kan­
genç yaşta gelişir ve çok sayıda primer tümör olabilir. serde, TGF-P aracılığıyla gerçekleşen büyüme denetimi,
Rb proteini gibi p53 proteinin fonksiyonları da belirli merkezdeki sinyalizasyon yolundan daha sonraki düzey­
DNA virüsleri tarafından etkisiz kılmabilir. HPVTer, he- lerde; örneğin p21 kaybı veya persistan MYC ekspresyo-
patit B virüsü (HBV) ve olasılıkla Epstein-Barr virüsü nu şeklinde kaybolmaktadır. Bu durumda tümör hücrele­
(EBV) gibi onkogen virüslerin kodladığı proteinler, nor­ ri, TGF-P tarafından başlatılan ve tümörün progresyonu-
mal p53 proteinine bağlanarak bu proteinin koruyucu nu kolaylaştıran programın, bağışıklık sisteminin baskı-
fonksiyonlarını ortadan kaldırabilir. Böylece DNA virüsle­ lanması, bu sistemden sakınılması veya anjiyogenezin teş­
ri, Rb ve p53 gibi, en iyi bilinen tümör baskılayıcı protein­ vik edilmesi dahil, diğer bileşenlerini kullanabilir. TGF-P
lerden ikisini etkisiz kılabilmektedir. böylece hücredeki diğer genlere bağlı olarak tümörün bü­
yümesini önleyebilir veya teşvik edebilir. Aslında TGF-P
sinyalizasyonu, ileri evredeki birçok tümörde; daha sonra
O Ö Z E T ____________________________________ anlatılacağı gibi göç, invazyon ve metastaz oluşturma ak-
TP53 Geni: Genomun Koruyucusu tivitelerini teşvik eden bir süreç olan EMT (epitelden-me-
zenkime geçiş) sürecini aktive eder.
• p53 proteini, hücredeki stresin santral m onitörüdür ve
anoksi, uygunsuz onkojen sinyalleri veya D N A hasarı ta­ Temas İnhibisyonu, NF2 ve APC
rafından aktive edilebilir. A k tif duruma geçen p53, hücre Transformasyona uğramamış hücreler kültürde üretüdik-
siklusununn duraklamasını, D N A onarımını, hücre yaş­ lerinde, birbirlerinin devamı olan tek-hücreli bir tabaka
lanmasını ve apoptozunda rol oynayan genlerin ekspres- oluşuncaya kadar çoğalır; bu tabakadaki hücrelerin birbir-
yonunu ve aktivitesini denetler. leriyle temas etmesi, proliferasyonun devam etmesini bas­
• D N A hasarı p53 proteininin, fosforilasyon yoluyla aktive kılar. "Temas (kontakt) inhibisyonu" adı verilen bu fren
olmasına yol açar. Aktive p53, retinoblastom (Rb) prote­ mekanizmasının kanser hücrelerinde ortadan kalkmış ol­
ininin fosforilasyonunu önleyecek olan p2J’in (CDKN1A) ması önemlidir ve kanserli hücreler tek bir tabaka değil
transkripsiyonunu yönlendirerek hücre siklusunda G^S de, üst üste tabakalar oluşturarak çoğalabilir. Temas inhi-
blokuna neden olur. Bu duraklama hücrelere, D N A ha­ bisyonunu engelleyen mekanizmalar, yeni yeni keşfedil­
sarını onarma fırsatı verir. mektedir. Hücre membranmın iki tarafında da uzanan
• D N A hasarı onarılamazsa p53, hücre yaşlanmasını veya (transmembran) proteinlerden E-kaderin (E harfi, epitel
apoptozu başlatır. anlamındadır), epitel hücrelerindeki hiicre-hücre etkileşi­
• İnsanlardaki tüm örlerin %70’inde, TP53 geninin her iki al­ minde aracılık yapar. Ancak bu proteinin normal temas
leli de kaybolmuştur. Ender görülen Li-Fraumeni sendro­ inhibisyonunu nasıl devam ettirdiği, tam olarak anlaşıl­
mu hastaları, bu genin kusurlu kopyalarından birini kalı­ mış değildir. Temas inhibisyonunu devam ettiren meka­
tım yoluyla alır, İkincisini ise somatik dokularda kaybeder nizmaların birindeki medyatör, tümör baskılayıcı bir gen
ve çeşitli tüm örlerin gelişmesine sahne olur. olan NF2 genidir. Bu genin ürünü olan ve daha çok merin
188 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

adıyla bilinen nörofibromin-2, E-kaderin aracılığıyla ger­ kaybıyla, (3-katenin parçalanması önlenir ve WNT sinyal­
çekleşen temas inhibisyonunu kolaylaştırır. Homozigot lerine alman yanıt, ortamda WNT bulunmamasına rağ­
NF2 kaybının, nörofibromatözis adı verilen hastalığa eşlik men gerçekleşir (Resim 5-24, C). Bu yanıt; büyümeyi teş­
eden nöral tümörlere neden olduğu bilinmektedir. vik eden siklin Dİ ve MYC genlerinin, ayrıca TWIST ve
E-kaderinin düzenleyici etkilerinde, diğer mekanizma­ SLUG adlı transkripsiyon düzenleyicilerinin transkripsi­
lar da rol oynamaktadır. Bu mekanizmalardan biri, seyrek yonuna yol açarak E-kaderin ekspresyonunun represyo-
görülen, herediter bir hastalık olan adenomatöz polyposis nuna ve temas inhibisyonunun azalmasına yol açar.
coli'de (APC) işlerlik kazanmaktadır. APC hastalarının ka­ APC, tipik bir tümör baskılayıcı gen olarak davranır. Bu
lın barsağmda, kolon kanserlerine dönüşme sıklığı ileri genin tek bir allelinin mutasyonuyla doğan bireyler deli­
derecede yüksek olan, sayısız adenomatöz polip vardır. kanlı çağma veya 2 0 'li yaşlara girdiklerinde tipik olarak,
Söz konusu hastalık nedeniyle APC adını alan, tümör bas­ kolonda yüzlerce adenomatöz polip vardır ve bu polipler­
kılayıcı bir gen; poliplerin hiçbirinde yoktur. APC geni an- de, diğer APC alleli de kaybolmuştur. Bu poliplerden biri­
tiproliferatif etkisini, alışılmadık bir yoldan gösterir: En nin veya birkaçının, daha sonra anlatıldığı gibi malign
önemli fonksiyonu, sitoplazmadaki [3-katenin (çok sayıda transformasyon geçirmesi, kaçınılmazdır. APC mutasyon-
fonksiyona sahip bir protein) düzeylerini kodlamaktır. (3- ları, sporadik kolon kanserlerinin %70-%80'inde mevcut­
katenin; bir yandan E-kaderinin sitoplazmik bölümüne tur. APC genleri normal olan kolon kanserlerinde |3-kate-
bağlanırken, öte yandan hücre çekirdeğine geçebilir ve nini aktive eden mutasyonlar vardır ve bu mutasyonlar bi­
hücre proliferasyonunu aktive edebilir. Burada biz |3-kate- reylerin, yıkım kompleksinin etkilerine yanıt vermemesi­
ninin ikinci fonksiyonu üzerinde duracağız. (3-katenin, ne yol açar.
hücre proliferasyonunu düzenleyen WNT sinyalizasyon
yolunun önemli bir bileşenidir (bkz Resim 5-24). WNT,
hücre proliferasyonunu başlatabilen, çözünebilir bir fak­ Q Ö Z E T ____________ __________________
tördür ve bu etkisini, reseptörüne bağlanıp (3-katenin yı­
kımını önleyerek ve |3-kateninin, TcF adlı diğer bir mole­ Transforme Edici Büyüme Faktörü-(3 ve
külle birlikte transkripsiyon aktivatörü olarak etkili olmak APC-f3-Katenin Sinyalizasyon Yollan
üzerine çekirdek içerisine geçmesine olanak vererek ger­ • TGF-|3, birçok hücre tipinin proliferasyonunu, büyümeyi
çekleştirir. (Resim 5-24, B). Sitoplazmadaki (3-katenin, inhibe eden CDK inhibitörlerinin aktivasyonu ve büyüme­
WNT'ye maruz kalmamış, sessiz hücrelerde; APC'nin bü­ yi teşvik eden MVC gibi genlerle siklinleri kodlayan genle­
tünleyici bir parçası olduğu bir yıkım kompleksi tarafından rin baskılanması üzerinden engeller.
parçalanır (Resim 5-24, A). APC'nin malign hücrelerdeki

WNT reseptörü WNT -

m ar Ekada,in Tyfutjf VUfU


APC

A PC
Yıkım
kompleksi /3-katenin APC
0

/t-katenın l /3-katenin

A Proliferasyon OLMAZ B Proliferasyon C Proliferasyon


Resim 5 -2 4 A -C , APC’in, (3-katenin stabilitesinin ve fonksiyonunun düzenlenmesindeki rolü. APC ve |3-katenin, W N T sinyalizasyon
rolünün bileşenleridir. İstirahat durumundaki (sessiz) hücrelerde (3-katenin; APC proteinini içeren, makromoleküler bir kompleks
oluşturur. Bu kompleksin [3-katenin yıkımına yol açması nedeniyle hücre içerisindeki (3-katenin düzeyleri düşüktür. Oysa hücreler salgılanan
W N T molekülleri tarafından uyarıldıklarında, yıkım kompleksi deaktive olur, (3-katenin yıkımı gerçekleşmez ve sitoplazmadaki (3-katenin
düzeyleri yükselir. (3-katenin hücre çekirdeğine girer ve buradaki; hücre siklusunda görev yapan birçok geni aktive eden bir transkripsi­
yon faktörüne (TCF) bağlanır. APC yoksa ya da mutasyona uğramışsa, (3-katenin yıkımı gerçekleşmez, |3-katenin çekirdeğe girer ve hücre
siklusunu teşvik eden genleri ko-aktive eder; böylece hücreler, sanki sürekli olarak W N T sinyalizasyon yolunun etkisindeymiş gibi davranır.
Kanserin Başlıca Özellikleri 189

FasL Stres
• TGF-(3 fonksiyonu birçok tümörde, reseptörlerindeki mu-
tasyonlar (kolon, mide, endometrium tümörleri) veya Radyasyon
Kimyasallar
TGF-P sinyalizasyonunu ileten SMAD genlerinin mutas-
yonlar yoluyla inaktivasyonu (pankreas tüm örleri) nede­
niyle yerine getirilemez.
• E-kaderin, malign hücrelerde kaybolmuş olan temas inhi-
bisyonunu devam ettirir.
• APC geni antiproliferatif etkilerini, sitoplazmadaki |3-kate-
nin proteininin yıkımını düzenleyerek gösterir. APC kaybı,
P-kateninin yıkımını engeller ve bu protein hücre çekirde­
ğine geçerek büyümeyi teşvik eden bir transkripsiyon fak­
törü olarak fonksiyon görür.
• Ailesel adenomatöz polipoz (APC) sendromunda, mutas- Ölümün başlattığ
yona uğrayan APC geni allelinin soya geçmesi ve geriye sinyalizasyon
kompleksi
alan tek normal allelinin sporadik olarak kaybolması genç
yaşta, yüzlerce kolon polipine neden olur. Söz konusu po­
liplerden birinin ve birkaçının kolon kanserine dönüşme­ Kaspaz-8 ( jj
si, kaçınılmazdır. APC geninin her iki allelinin de somatik
kaybı, sporadik kolon kanserlerinin yaklaşık %70’inde gö­
rülmektedir. ®
Mitokondri

Hücre Ölümünden Kaçış


Sitokrom c • APAF-1
Bölüm l'd e de anlatıldığı gibi apoptoz ya da programlan­
mış hücre ölümü hücrelerin düzenli bir şekilde, daha son­ t
ra tüketilecek ve ortadan kaldırılacak bileşen parçalarına Kaspaz-9
ayrılmasıdır. Neoplastik hücrelerin birikmesinin yalnızca bü­ ' ^ n
yümeyi teşvik eden oııkogenlerin aktivasyonu veya proliferas- Kaspaz-3 ' IAP ©
yonu baskılayan genlerin inaktivasyonu sonucunda değil,
apoptozu düzenleyen genlerdeki mutasyonlar sonucunda da l
gerçekleşebileceği, artık bilinmektedir.
Apoptoz yolağı, yukarı yöndeki (upstream) düzenleyici­
ler ve aşağı yöndeki (downstream) efektörler şeklinde ayrı­
labilir. Düzenleyiciler, biri hücre içindeki, diğeri hücre dı­
şından gelen sinyalleri yorumlayanlar olarak başlıca iki yo­ Resim 5 -2 5 CD95 reseptörü tarafından başlatılan ve D N A hasa­
la ayrılır. Bu yollardan herhangi birinin uyarılması, normal­ rıyla tetiklenen apoptoz yollarını ve tüm ör hücrelerinin hücre ölü­
de inaktif olan bir proteazm (sırasıyla kaspaz- 8 veya kas- münden kaçış amacıyla kullandıkları mekanizmaları gösteren, basit­
paz-9), hücreyi düzenli olarak parçalayan ve "cellat" kas- leştirilmiş şema: 1, CD95 düzeyinin azalması. 2, Ölümün başlattığı
pazların rol aldığı, proteolitik bir olaylar dizisini başlatmak sinyalizasyon kompleksinin FLICE proteini tarafından inaktive edil­
üzere aktivasyonuna neden olur. Hücre kalıntıları komşu mesi. 3, Mitokondriden sitokrom c çıkışının, yukarı yönde gerekle-
şen BCL2 düzenlenmesi sonucunda azalması. 4, Pro-apoptotik
hücreler veya profesyonel fagositler tarafından, inflamas-
BAX düzeylerinin, p53 kaybı sonucunda azalması 5, APAF-1 kaybı.
yon uyarılmaksızm, etkili bir şekilde tüketilir. Hücre ölü­ 6, Apoptoz inhibitörlerinin yukarı yönde düzenlenmesi.
müyle sonuçlanan ve biri TNF reseptör ailesinin üyeleri
olan ölüm reseptörleri üzerinden gerçekleşen sinyalizasyon
yoluyla, diğeri DNA hasarı ve diğer stresler üzerinden ger­ Mitokondri dış membranmm bütünlüğü, BCL2 pro­
çekleşen olaylar dizisi (sırasıyla ekstrinsik yol ve intrinsik tein ailesinin pro-apoptotik ve anti-apoptotik üyeleri ta­
yol), Resim 5-25'te basitleştirilmiş olarak gösterilmektedir. rafından düzenlenir. Apoptozun gerçekleşmesi için ih­
® Apoptozdaki ekstrinsk yol (ölüm reseptörü yolu), tiyaç duyulan, pro-apoptotik BAX ve BAK proteinleri
CD95 (Fas) gibi bir TNF reseptörünün ligandma (C95L) doğrudan doğruya, mitokondri membranmm geçirgen­
bağlanarak reseptörün ve hücre içerisindeki FADD adlı lik kazanmasını teşvik eder. Söz konusu proteinlerin
adaptör proteini ile birleşen ölüm bölgesinin trimerizas- bu etkileri, aynı ailenin BCL2 ve BCL-Xl gibi anti-apop­
yonuna yol açmasıyla başlar. Bu adaptör protein pro- totik üyeleri tarafından inhibe edilir. BAD, BID ve PU­
kaspaz-8 'ile birleşerek apoptozu başlatan sinyalizasyon MA gibi proteinlerin yer aldığı BH3 proteinleri olarak
kompleksini oluşturur. Prokaspaz-8 , daha küçük birim­ adlandırılan üçüncü bir protein grubu, BCL2 ailesinin
lere bölünerek kaspaz-8 'i oluşturur. Kaspaz 8 , bir cellat pro- ve anti-apoptotik üyeleri arasındaki dengeyi dü­
kaspaz olan ve DNA ile diğer substratları hücre ölümü­ zenler. BH3 ailesi proteinleri apoptozu, BCL2 ailesinin
ne yol açmak üzere parçalayan, aşağı yöndeki kaspaz-3 BCL2 ve BCL~Xl gibi anti-apoptotik proteinleri nötrleş­
gibi kaspazları aktif duruma getirir. tirerek teşvik eder. Ekspresyonu gerçekleşen tüm BH3
• Apoptozdaki intrinsik yol (mitokondri yolu), sağkalım proteinlerin toplamı, BCL2/BCLXl protein engelinin
faktörlerinin eksilmesi, stres ve zedelenmesi gibi çeşit­ üstesinden geldiğinde, BAK ve BAK aktif duruma gele­
li uyaranlarla tetiklenir. Bu apoptoz yolunun aktivasyo­ rek mitokondri membranmda delikler oluşturur. Sito-
nu, mitokondri dış zarının geçirgenlik kazanmasına ve zol c, bu deliklerden geçerek sitozole sızar ve burada
apoptozu başlatacak olan sitokrom c gibi molekülleri APAF-l'e bağlanarak kaspaz-9'u aktive eder. Ekstren-
serbest bırakmasına neden olur. sek apoptoz yolundaki kaspaz- 8 gibi kaspaz-9 da, cellat
190 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

kaspazlarm klivajma ve aktivasyonuna neden olabilir. nen apoptoz gibi, tümör hücrelerinin çoğalmasını önleye­
Kaspaz enzimleri, IAP (apoptoz proteinlerin inhibitö- bilir. Ancak tümör büyümesinin sonraki aşamalarında oto­
rü) ailesi tarafından inhibe edilebilmektedir. BH3 ailesi faji, tümörlere yardımcı olabilir. Otofaji sırasında üretilen
proteinlerinin pro-apoptotik etkisi göz önünde tutula­ metabolitler, tümör hücrelerinin içerisinde yaşadığı, besle­
rak, tümör hücrelerinin ölümünü teşvik etmek amacıy­ yici madde bakımından fakir ortamda, bu malign hücrele­
la BH3-mimetik ilaçların geliştirilmesi amacıyla çaba rin çoğalması ve varlığını sürdürebilmesi için yaşamsal
harcanmaktadır. önem taşıyan yapı blokları sağlayabilir. Gerçekten de oto­
Kanser hücrelerinin apoptozu olumsuz etkiledikleri çok faji tümörlerin, düşman ortamlarda veya tedavi sırasında
sayıda yeri, bu çerçeve içerisinde belirlemek mümkündür ölmelerine engel olabilmektedir. Böylece otofaji, diğer iç
(Resim 5-25). Bu adaylar arasında belki de en iyi bilineni ve dış faktörlere bağlı olarak konağın "dostuymuş" ya da
BCL2 ailesinin, tümör hücrelerini apoptozdan korumasıdır. bir "düşmanıymış" gibi davranabilmektedir.
Foliküler tipteki B hücreli lenfomaların (Bölüm 11) yakla­
şık %85'inde, karakteristik bir t(14;18) (q32;q21) translo-
kasyonu mevcuttur Daha önce de belirtildiği gibi immü-
S) Ö Z E T
noglobülin ağır-zincir genlerinin kromozomlardaki loku- Apoptozdan Kaçış
su olan 14q32, Burkitt lenfomasınm patogenezinde de rol • Apoptoz, intrinsik veya ekstrinsik yollardan başlatılabil-
oynamaktadır. Transkripsiyonel olarak aktif bu lokusun mektedir.
18q21'de yer alan BCL2 ile yan yana pozisyon alması, • Her iki yolak da, hücreyi tahrip eden kaspaz adlı prote-
BCL2 proteininin aşırı ekspresyonuna neden olur. Aşırı o litik enzimlerin rol aldığı olaylar dizisiyle sonuçlanır.
miktardaki BCL2 proteini, BCL2/BCL-Xl tamponunu artı­ • M itokondrilerin dış membran geçirgenliği, pro-apoptotik
rarak lenfositleri apoptozdan korur ve ömürlerini uzatır. (örneğin BAX ve BAK) ve anti-apoptotik (örneğin BCL2,
Bu nedenle B lenfositleri, gittikçe birikerek lenfadenopa- BCL-XJ moleküller arasındaki denge tarafından düzenle­
tiyle ve kemik iliği infiltrasyonuyla sonuçlanır. BCL2 eksp­ nir. BH-3 molekülleri bu dengeyi pro-apoptotik molekül­
resyonuna sahip lenfositler aşırı sayılara ulaşması, bu hüc­ ler lehine bozarak apoptozu aktive eder.
relerin daha fazla çoğalmasından değil de, uzayan ömür­ • Anti-apoptotik bir gen olan BCL2, foliküler tipteki B hüc­
leri nedeniyle yeterince azalmamalarından kaynaklan­ reli lenfomaların %85’inde, t(14;18) translokasyonu ile
maktadır; söz konusu lenfomalar diğer lenfomalarla karşı­ aktif duruma getirilmektedir.
laştırıldığında daha yavaş büyüme eğilimine sahiptir. Bazı • Stres hücrelerin kendi bileşenlerini beslenme amacıyla,
durumlarda, CD95 düzeylerinin azalması, bu hücrelerin otofaji adı verilen bir süreçle tüketmesine neden olabilir.
Fas ligand (FasL) üzerinden gerçekleşen apoptoza karşı Kanser hücreleri, otofajiyi engellemek amacıyla mutas-
duyarlılıklarını azaltabilir. Kimi tümörler yüksek düzeyde yonlar biriktirebilir veya bu sürecin, büyümeye devam et­
FLIP içerebilir, bu protein ölümü indükleyen sinyal komp­ mek amacıyla kullanmasına neden olabilir.
leksine bağlanarak kaspaz 8 aktivasyonunu engeller.
Daha önce de anlatıldığı gibi TP53, DNA hasarını onara-
mayan hücrelerde apoptozu başlatan, önemli bir pro-apoptotik Sınırsız Kopyalama Gücü
gendir. Bunun gibi, büyümeyi teşvik eden genlerin (örneğin
Hücre yaşlanmasından söz ederken de anlatıldığı gibi (Bö­
MYC) frenlenmeyen etkisi de apoptoza yol açabilir. Böyle-
lüm 1 ), normal insan hücrelerinin çok büyük bölümü, 60-
ce, önde gelen iki onkogenik yolak-DNA hasarının onarı-
70 defa bölünerek çoğalma kapasitesine sahiptir. Bu hüc­
lamaması ve onkogenlerin uygunsuz aktivasyonu-apoptoz
reler daha sonra bölünme kapasitelerini kaybederek yaş­
makinelerini çalıştırır ve hücre ölümüne yol açarak karsi-
lılık dönemine girer. Söz konusu fenomen, kromozomla­
nogenez karşısında önde gelen bir engel oluşturur.
rın uçlarında yer alan telomeıierin gittikçe kısalmasına
Otofaji bağlanmaktadır. Bu kısalma belirgin olduğunda, ağır so­
Bölüm l'd e de anlatılan otofaji; sentez, yıkım ve hücre nuçlara yol açar:
ürünlerinin geri çevirimi arasında denge sağlayan bir kata- ® Kısa telomerler, DNA onarım mekanizmaları tarafın­
bolizma sürecidir. Ribozomlar ve mitokondriler gibi hücre dan çift-sarmal DNA kırılmaları sanılabilmekte ve hüc­
organelleri otofaji sırasında, hücrenin geri kalanından bir re siklusunun, TP3 ve RB genleri aracılığıyla durakla­
membran (otofagozom) ile ayrılır ve daha sonra, hücrenin masına ve hücre yaşlanmasına yol açmaktadır. Dene­
enerji metabolizmasında kullanılacakları bir lizozomla bir­ tim noktalarının bu iki gendeki mutasyonlar tarafından
leşir. Organellerin tekrar kullanılması hücrenin kurtarıl­ etkisiz kılındığı hücrelerde, homolog olmayan termi-
masında yetersiz kalırsa aynı süreç hücreye ölüm sinyalle­ nal-birleştirme yolu, hücreyi kurtarmak amacıyla son
ri gönderebilir. Otofaji, sıkı bir şekilde denetlenen, düzen­ bir çaba olarak, iki kromozomun kısalmış uçlarını bir-
li bir süreçtir ve kullanılamayacak durumda olan hücreler­ leştirebilmektedir.
den yaşamsal önemi olan hücrelere besleyici madde sağla­ • Böylesine uygunsuz bir şekilde aktif duruma geçen
yarak, aç kalmış hücrelere yardım edebilir. Otofaji de onarım sistemi, anafazda birbirlerinden ayrılarak yeni,
apoptoz gibi, düzenleyici ve efektör bir mekanizmadır; bu çift-sarmal DNA kırümalara yol açan, disentrik (iki
mekanizmadaki efektör bileşen, otofagozomlarm oluşma­ sentromerli) kromozomlarla sonuçlanır. Tekrarlanan
sına yol açarak bunların içeriklerini lisozoma boşaltmaları­ köprüleşme-birleşme-kırılma sikluslarma bağlı genom
nı yönetir. Otofajideki düzenleyici bileşenin, apoptozu dü­ instabilitesi sonuçta, masif aptozla karakterize mitotik
zenleyen sinyalizasyon bileşenlerinin çoğuyla örtüşüyor felakete gider.
olması, sürpriz değildir. Örneğin Beklin-1 adı verilen ve Tümörlerin, çoğu zaman yaptıkları gibi süresiz büyüyebilmele­
otofaji için gerekli olan bir protein, apoptozu düzenleyen ri için, büyüme konusundaki kısıtlamaların ortadan kalkmış ol­
proteinlerin BH3 bölgesine mensuptur. Hücreler DNA ha­ ması, yeterli değildir. Tümör hücreleri bunun yanı sıra, hem
sarı gibi bir iç stresi algıladıklarında, apoptoza veya Beklin- hücre yaşlanmasını, hem de mitoz sırasında gerçekleşecek
l'in başlattığı otofajiye sahne olabilir. Böylece otofaji, ay­ apoptozu önlemenin yollarını da geliştirmek durumundadır
Kanserin Başlıca Özellikleri 191

(Resim 5-26). Eğer kriz sırasında hücre telomerazı tekrar


aktive etmeyi başarırsa, köprüleşme-birleşme-kırılma sik- O-ÖZET
lusları durur ve hücre, ölmekten kurtulur. Ancak, telome- Sınırsız Kopyalama Gücü
raz inaktivasyonu öncesindeki bu genom instabilitesi dö­
• Telomeraz ekspresyonu mevcut olmayan normal hücre­
neminde sayısız mutasyonlar birikerek hücreyi malignite-
lerde telomerlerin tekrarlanan hücre bölünmeleri sonucu
ye doğru götürür. Normal kök hücrelerindeki aktif telome-
kısalması eninde sonunda, hücre siklusu denetim noktala­
raz, somatik hücrelerin hemen hiç birinde yoktur ya da
rını harekete geçirerek hücre yaşlanmasına yol açar ve bir
çok düşük düzeydedir. Oysa telomer, her çeşit kanser hüc­
hücrenin geçirebileceği bölünme sayısının sınırlanmasına
resinde korunur. Bu korunma, kanserli hücrelerin %85-
neden olur.
%95'inde telomeraz enziminin artması sayesindedir. Az sa­
• Denetim noktaları bozuk olan hücrelerde D N A onarımı
yıda bazı diğer tümörler, 'telomerlerin alternatif uzaması'
yollarının, kısalmış telomerler tarafından uygunsuz bir şe­
olarak adlandırılan, olasılıkla DNA rekombinasyonuna kilde aktive edilmesi, yoğun kromozom instabilitesine ve
bağlı, farklı mekanizmalar kullanmaktadır. m itotik krize yol açar.
Kolon adenomunun, kolon adenokarsinomu yönünde • Tümör hücreleri m itotik bölünme sırasındaki apoptoz-
ilerlemesinin incelendiği bir çalışmada; henüz erken dö­ dan, telomerazı tekrar aktifleştirerek kurtulur ve ölüm­
nemdeki malign lezyonların yüksek derecede genom ins- süzlüğe ulaşır.
tabilitesinin ve düşük telomeraz ekspresyonunun, oluş­
muş durumdaki malign lezyonlarda ise; insanlardaki tü­
mör oluşumunun telomerler tarafından yönlendirildiği Anjiyogenez Devamlılığının Gelişmesi
görüşüyle bağdaşan, yüksek telomeraz aktivitesine sahip
karmaşık karyotiplerin bulunmuş olması, ilginçtir. Böyle- Büyüme konusundaki, daha önce anlatılan tüm avantajla­
ce, yeni başlamış tümörlerdeki düzensiz hücre çoğalması, rına rağmen tümörlerin çapları, vaskülarize olmadıkları
telomer kısalmasına yol açmakta ve bunu, kromozom ins­ sürece 1-2 milimetreyi aşamaz. Normal dokular gibi tümör
tabilitesi ve mutasyonlarm birikmesi izlemektedir. Bu dokularının da oksijen ve besleyici maddelerin sağlanma­
hücrelerdeki telomeraz tekrar aktif duruma geçecek olur­ sına ve atık ürünlerin uzaklaştırılmasına ihtiyacı vardır. Bu
sa, telomerler uzar ve meydana gelmiş olan mutasyonlar çap, yani 1 - 2 mm olasılıkla, oksijenin ve besleyici madde­
sabitlenerek tümörün büyümesine katkıda bulunur. Ge­ lerin dokuda difüzyon yoluyla ilerleyebilmesi ve atım
nom instabilitesiyle sonuçlanan diğer mekanizmalar, da­ ürünlerin de yine difüzyon yoluyla uzaklaştırılacakları kan
ha sonra anlatılmaktadır. damarlarına ulaşabilmesi için alabilecekleri en uzun mesa-

inaktif telomeraz Kısalmış telomerler

Yaşlanmış hücre KANSER


Resim 5 -2 6 Sınırsız çoğalma gücünün gelişmesi sırasında cereyan eden olaylar dizisi. Telomerazları olmayan somatik hücrelerin çoğalma­
sı, telomerlerin kısalmasına yol açar. Gerektiği gibi fonksiyon gören denetim noktalarının varlığında bu kısalma sonunda, hücre siklusunun
durmasıyla ve hücrenin, replikasyonun söz konusu olmadığı bir dönem olan yaşlanma dönemine girmesiyle sonuçlanır. Denetim noktası
yoksa ya da fonksiyonel değilse, D N A onarımı yolları uygunsuz bir resimde aktive olarak disentrik (iki sentromerli) kromozomlar oluştu­
rur. Mitoz bölünme sırasında disantrik kromozomlar birbirlerinden ayrılır ve rastgele, çift-sarmal kromozom kırıkları meydana getirir. Bu
kırıklar D N A onarımı yollarını aktive ederek, çift-sarmal uçların rasgele bir araya gelip tekrar disentrik kromozomlar oluşturmasına neden
olur. Bu köprüleme-füzyon-kırılma sikluslarının çok sayıda tekrarlaması, yoğun bir kromozom instabilitesiyle ve sayısız mutasyonlarla so­
nuçlanır. Hücreler tekrar telomeraz ekspresyonuna sahip olamazlarsa, m itotik katastrof (mitoz sırasında gerçekleşen apoptoz) ve ölüm
kaçınılmazdır. Telomerazın tekrar ekspresyonu hücrenin, söz konusu köprüleme-füzyon-kırılma sikluslarından kurtulmasına ve dolayısıyla
ölmeyerek tüm ör oluşturmalarına yol açar.
192 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

fedir. Kanser hücreleri (ve benign, büyük tümörler), önce­ ® VEGF ayrıca, yeni damarların dallanmasını ve yoğunlu­
den mevcut lcapillerlerden yeni damarların oluşması (ne- ğunu düzenleyen Notch sinyalizasyon yolağını aktive
oanjiyogenez) veya bazen de yeni damarların, ihtiyaç du­ eden ligandlarm ekspresyonunu da artırır. Anti-anjiyo-
yulan endotel hücrelerinin kemik iliğinden sağlanarak genez tedavisi, anjiyogenezin tümör büyümesindeki
oluşturulmasını (vaskülogenez) uyarabilmektedir. Ancak son derece önemli rolü nedeniyle, hayli ilgi odağı ol­
tümörlerdeki damarlar normal olmayıp geniştir, sızdırır ve muştur. Gerçekten de anti-VEGF antikoru günümüzde,
bağlantıları gelişigüzeldir. Neovaskülarizasyon, tümörle­ çeşitli kanser tiplerinin tedavisinde kullanılmak üzere
rin büyümesinde ikili etkiye sahiptir: Oluşan yeni damar­ ruhsat almıştır.
lar, tümör hücrelerinin ihtiyacı olan oksijeni ve besleyici
maddeleri sağlar; yeni oluşan endotel hücreleri insülin-
benzeri büyüme faktörü, PDGF ve granülosit-makrofaj ko­ Q Ö ZET ___________
loni stimülan faktör gibi büyüme faktörlerini salgılayarak
Anjiyogenez Devamlılığın Gelişmesi
komşu tümör hücrelerinin proliferasyonunu sağlar. Anji-
yogenez, yalnızca tümörün sürekli olarak büyümesi için • Tümörlerin büyüyebilmesi için gerekli olan vaskülarizas-
değil, aynı zamanda kan dolaşımına ulaşarak metastaz ya- yon, tüm ör ve stroma hücreleri tarafından üretilen anji­
pabümesi için de gereklidir. Anjiyogenez böylece, benign ve yogenik ve anti-anjiyogenik faktörler arasındaki dengenin
malign neoplaziler için gerekli bir biyolojik süreçtir. denetimi altındadır.
Büyümekte olan tümörler, kan dolaşımlarım nasıl geliş­ • Hipoksi, HIF-1a’nın, pro-anjiyogenetik faktör VEGF’nin
tirir? Şekillenmekte olan görüş anjiyogenezin, pro-anjiyo- transkripsiyonu üzerinden gerçekleşen etkileriyle anjiyo­
genik ve inhibitor faktörler tarafından denetlendiğidir. genezi tetikler. VHL, HIF-1a’yı parçalayabilmesi ve anji­
• Vasküler endotel büyüme faktörü (VEGF) ve trombos- yogenezi önleyebilmesi nedeniyle, tü m ö r baskılayıcı gen
pondin-1 (TSP-1) sırasıyla, anjiyogenezi başlatan ve in- etkisine sahiptir. Germline VHL mutasyonları, çeşitli tü­
hibe eden faktörlerin prototipidir. İnsan tümörlerinin mörlerin gelişmesiyle karakterize olan VHL sendromuna
neredeyse tümü, büyümelerinin erken döneminde anji­ neden olur.
yogenezi başlatmaz ve bu vasküler sessizlik, anjiyoge- • Anjiyogenezi düzenleyen daha başka faktörler de vardır;
nik uyarıyla (switch) sona erinceye kadar küçük veya in örneğin p53, anjiyogenez inhibitörü olan TSP-1’in sente­
situ olarak kalır. Normal p53, TSP-1 sentezini başlatır. zini başlatır.
• Anjiyogenik uyarının moleküler temelinde, anjiyogenik
faktör üretiminin artması ve/veya anjiyogenez inhibi-
törlerinin kaybı yer alır. Söz konusu faktörler doğrudan İnvazyon ve Metastaz Yeteneği
doğruya tümör hücrelerinin bizzat kendileri tarafından
üretilebildiği gibi, inflamatuar hücreler (örneğin makro- Tümörlerin yayılması, invazyon-metastaz olaylar dizisi
fajlar) veya tümörlere eşlik eden diğer stroma hücreleri olarak adlandırabileceğimiz, birbirini izleyen bir dizi aşa­
tarafından da üretilebilmektedir. mada gerçekleşen, karmaşık bir süreçtir (Resim 5-27). Bu
® Anjiyogenik ve anti-anjiyogenik faktörler arasındaki aşamalar; lokal invazyon, kan ve lenf damarlarına giriş
dengenin düzenlenmesinde doğrudan tümör hücreleri, (intravazasyon), damarlar yoluyla gerçekleşen yolculuk,
veya tümöre yanıt olarak stroma hücrelerinden salgıla­ damarlardan çıkış (ekstavazasyon), mikrometastazlarm
nan proteazlar da rol oynar. Birçok proteaz, ekstrasel- meydana gelmesi ve en son olarak da mikrometastazlarm,
lüler matrikste (ESM) depolanmış olan anjiyogenik ba­ makroskopik tümörler yönünde büyümesi şeklindedir.
zik FGF'nin serbest kalmasını sağlayabilir; aksine güç­ Tahmin edilebileceği gibi bu aşamalardan herhangi biri,
lü üç anjiyogenez inhibitörü—anjiyostatin, endostatin tümörle ya da konakla-ilişkili faktörler tarafından kesinti­
ve vaskülostatin—sırasıyla plazminojen, kollajen ve ye uğratılabilir. Metastatik olaylar dizisi, anlatım kolaylığı
transtiretin klivajıyla üretilmektedir. Öte yandan TSP- amacıyla (1) ESM invazyonu ve (2) tümör hücrelerinin da­
1 (trombospondin-1 ), stromadaki fibroblastlarm bizzat marlar yoluyla yayılarak uzak dokulara/organlara yerleş­
kendileri tarafından, tümör hücrelerinden gelen sinyal­ mesi şeklinde iki faza bölünebilir.
lere yanıt olarak üretilir.
® Anjiyogeneze geçiş (switch), hipoksi gibi birçok fizyolo­ Ekstrasellüler Matriks (ESM) İnvazyonu
jik uyaranın kontrolü altındadır. Rölatif oksijen eksikli­ Bilindiği gibi, insanlardaki dokular, birbirlerinden bazal
ği, oksijene duyarlı bir transkripsiyon faktörü olan HIF- membranlar ve interstisyel bağ dokusu olmak üzere iki tip
l a (hypoxia-inducible factor-la) (hipoksiyle indüklene- ESM ile ayrılan bir dizi bölmelerden (kompartmanlar)
bilen faktör-la) aktivasyonu üzerinden VEGF gibi çeşit­ meydana gelmiştir (Bölüm 2). Farklı şekillerde organize
li pro-anjiyogenik sitokinlerin üretilmesini uyarır. HIF- olmalarına rağmen her ESM tipi, kollajenlerden, glikopro-
l a , sürekli olarak üretilir ama normotoksik ortamlarda teinlerden ve proteoglikanlardan oluşmuştur. Metastatik
bu faktöre bağlanan VEIL (von Hippel-Lindau) prote­ olaylar dizisi sırasında tümör hücreleri ESM ile çeşitli aşa­
ini, H IF-la'm n ubikuitinleşmesini ve yıkımını sağlar. malarda etkileşime girer (Resim 5-27). Bir karsinomun
• Kritik boyuta ulaşan bir tümördeki gibi hipoksi koşulla­ önce, altındaki bazal membrandan, daha sonra interstis­
rında oksijen eksikliği, H IF-la'm n VHL tarafından ta­ yel dokudan geçmesi ve daha sonra da damarlardaki ba­
nınıp imha edilmesini önler. Bu durumda H IF-la, hüc­ zal membranı delerek dolaşıma ulaşması gerekir. Söz ko­
re çekirdeğine geçer ve VEGF gibi hedef genlerinin, nusu siklus, tümör hücresi embolileri uzak bir yerde da­
transkripsiyonunu aktive eder. Bu aktiviteler nedeniyle mar dışına çıkarken de tekrarlanır. Bu nedenlerden dola­
VHL, tümör baskılayıcı bir gen olarak etki eder ve bu yı bir tümör hücresinin metastaz yapabilmesi ancak, fark­
genin germline mutasyonlarma herediter böbrek kan­ lı, çok sayıda bazal membranlardan ve en azından iki in­
serleri, feokromositomlar, merkez sinir sistemi heman- terstisyel matriksten geçmesiyle mümkündür. ECM invaz­
jiomları ve böbrek kistleri (VHL sendromu) eşlik eder. yonu, dört basamakta gerçekleşir (Resim 5-28):
Kanserin Başlıca Özellikleri 193

Transforme A. HÜCRELERARASI BAĞLANTILARIN GEVŞEMESİ


hücre Klonal genişleme,
PRİMER büyüme,
TÜMÖR diferansiasyon ve
anjiyogenez

Bazal Metastatik alt-klon


membran 1
Bazal membrana
tutunma ve bu
membranı invaze etme
Laminin
I
Hücre-dışı Kaderinler Bazal membran
matriksten geçme

i
intravazasyon

Konağın lenfoid
hücreleriyle etkileşim

Konak
lenfositi

Trombositler Tümör hücre


embolisi
Ekstraselüler
matriks

Bazal
membrana
tutunma

I
Ekstravazasyon

1
Metastatik
birikim

I
Anjiyogenez

I
Büyüme

D. GÖÇ ETME
Resim 5 -2 7 Metastazla sonuçlanan olaylar dizisi: Bir tümörün kan
yoluyla yayılması sırasındaki birbirini izleyen aşamalar.

Otokrin motilite
faktörü
Resim 5 -2 8 Â -D , Epitel bazal membranının tüm ör hücreleri Fibronektin
tarafından invazyonu sırasında cereyan eden olaylar dizisi. Tümör
hücreleri adezyon yeteneklerinin azalması nedeniyle birbirlerinden
ayrılarak, bazal membranı parçalayan proteolitik enzimler salgılar.
Bunu, yine pro te olitik olarak oluşturulan bağlama yerlerine
bağlanma ve tüm ör hücresi göçü izler.
194 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Metastatik olaylar dizisinin birinci basamağı, tümör Stroma hücreleri ayrıca hücre motilitesinin, tümör hüc­
hücrelerinin gevşemesidir. Daha önce de anlatıldığı gibi relerinin üzerindeki reseptörlere bağlanan, HGF/SCF
E-kaderinler, hücreler-arası yapıştırıcı olarak etki eder (hepatosit büyüme faktörü/yayılma faktörü) gibi, pa-
ve bunların sitoplazma içerisindeki bölümleri, |3-kateni- rakrin efektör faktörler de üretir. Bu faktörlerin kon­
ne bağlanır (Resim 5-24). Komşu E-kaderin molekülle­ santrasyonlarının, invazyon yeteneği ileri derecede
ri hücreleri bir arada tuttuğu gibi E-kaderin yine daha güçlü bir beyin tümörü olan glioblastoma multiforme-
önce anlatıldığı gibi, (3-kateninin sekestrasyonu üzerin­ nin çevre kısımlarında yüksek bulunması, motilitede
den anti-proliferatif sinyaller gönderebilir. Neredeyse rol oynadıkları görüşünü desteklemektedir.
epitel kökenli tüm kanserlerde E-kaderin fonksiyonu; E-ka- Tümör hücrelerini kuşatan stroma hücrelerinin, tümör hüc­
derin genlerinin fi-katenin gen aktivasyonu üzerinden ger­ relerinin motilitesini engelleyen statik bir engel olarak de­
çekleşen mutasyonlar veya E-kaderin ekspresyonunu baskı­ ğil de, tümör ve stroma hücreleri arasındaki karşılıklı sinya­
layan SNAIL ve TWIST transkripsiyon faktörlerinin uy­ lizasyonların tümör oluşumunu teşvik ettiği veya önlediği,
gunsuz ekspresyonu nedeniyle kaybolmuş durumdadır. değişken bir ortam olduğu, yakınlarda açıklık kazanmıştır.
Invazyondaki ikinci basamak, bazal membranın ve inters- İleride anlatılan doğuştan ve adaptif bağışıklık hücreleri,
tisyel bağ dokusunun lokal olarak parçalanmasıdır. Tü­ ayrıca fibroblastlar, tümörlerle etkileşime giren stroma hüc-
mör hücrelerinin kendileri proteolitik enzimler salgılar, relerindendir. Tümöre eşlik eden fibroblastlarm ESM mole­
veya fibroblastlar ve inflamatuvar hücreler gibi stroma küllerini, proteazları, proteaz inhibitörlerini ve çeşitli büyü­
hücrelerini proteazlar salgılaması için uyarır. Tümör me faktörlerini kodlayan genleri değişikliğe uğramış şekil­
hücresindeki invazyon özelliğinin gerçekleştirilmesinde de içerdiği, çeşitli çalışmalarda ortaya konulmuştur. Böyle-
matriks metalloproteinazları (MMP), katepsin D ve üro- ce tümör hücreleri varlıklarını, karmaşık ve sürekli değiş­
kinaz plazminojen aktivatörü gibi farklı birçok proteaz­ mekte olan; ESM, fibroblastlar ve bağışıklık sistemi hücre­
lar ailesinin rol aldığı, dolaylı olarak ifade edilmiştir. lerinin karşılıklı haberleşmekte olduğu bir ortam içerisinde
Matriks metalloproteinazları tümör invazyonu yalnızca devam ettirmektedir. Kötü emellerine ulaşmak için söz ko­
bazal membranın ve interstisyel matriksin çözünmez nusu ortamla işbirliği yapan ve bu ortama uyum sağlayabi­
bileşenlerini yeniden biçimlendirerek değil; aynı za­ len hücreler, en başarılı tümör hücreleri olabilir.
manda ESM'teki büyüme faktörlerini serbest bırakarak
da düzenler. Aslında kollajen ve proteoglikanlarm kli- Tümör Hücrelerinin Vasküler Yayılımı ve Yerleşmesi
vajı, aynı zamanda kemotaktik, anjiyogenik ve büyüme­ Tümör hücreleri dolaşım sistemine ulaştıklarında, daha
yi teşvik eden etkilere de sahiptir. Örneğin MMP-9, epi- sonra anlatılacağı gibi, konağın bağışıklık hücreleri tara­
teldeki ve damarların bazal membranmdaki tip IV kol- fından tahrip edilmeye yatkındır. Kan dolaşımındaki tü­
lajeni serbest bırakabilen bir jelatinazdır; ayrıca ESM'in mör hücrelerinin bazıları, kümelenerek ve dolaşımdaki lö-
sekestre havuzlarından VEGF salıverilmesini de uyarır. kositlere, özellikle de trombositlere yapışarak emboli oluş­
Memenin, kalın barsağm ve midenin benign tümörle­ turur; böylelikle de dolaşımdaki tümör hücrelerinin bir
rinde çok az olan tip IV kollajenaz aktivitesi, aynı or­ bölümü, konağın efektör hücrelerinin antitümör etkileri­
ganlardaki malign tümörlerde bol miktarda mevcuttur. ne karşı bir dereceye kadar korunur. Ancak tümör hücre­
Bu sırada metalloproteinaz inhibitörlerinin de azalmış lerinin çok büyük bir bölümü dolaşımda, tek başlarına do­
olması dengeyi, doku yıkımı lehine değiştirir. Gerçek­ laşır. Serbest tümör hücrelerinin damar dışına çıkmasın­
ten de birçok tümörde, matriks metalloproteazlarm ve da veya tümör embolisi oluşmasmda söz konusu hücreler
diğer proteazlarm aşırı ekspresyonu bildirilmiştir. önce damar endoteline yapışır, ardından da, invazyon sü-
Tümör invazyonunun üçüncü adımında; tümör hücrele­ recindekine benzer mekanizmalarla bazal membrandan
rinin ESM proteinlerine tutunmasında değişiklikler meyda­ geçerek organ parenkimine girer.
na gelir. Normal epitel hücrelerinde, bazal yüzeylerinde Tümör hücrelerinin damar dışına çıkacakları yeri ve
polarize olan bazal membran lamininine ve kollajenle- metastazların organlardaki dağılımını; primer tümörün
re ait, integrin gibi reseptörler vardır ve hücrenin istira- bulunduğu yere ve vasküler ya da lenfatik drenajına baka­
hatteki, farklılaşmamış durumunda kalmasına yardım rak tahmin etmek mümkündür. Tümörlerin çoğu, dolaşı­
eder. Normal hücrelerde adezyon kaybı apoptoz başla­ ma girdikten sonra kapiller yatakla ilk karşılaştıkları or­
tırken; tümör hücreleri, bu yoldan gerçekleşecek hücre ganda metastaz yapar. Ancak doğal drenaj yollan, metastaz-
ölümüne dirençlidir. Ayrıca matriksin kendisi de, invaz­ lann dağılımını birçok vakada kolayca açıklayanlamaktadır.
yon ve metastaz oluşmasını teşvik edecek şekilde deği­ Daha önce de işaret edildiği gibi bazı tümörler, örneğin ak­
şikliğe uğramıştır. Örneğin bazal membran proteinleri­ ciğer kanserleri adrenallerde oldukça sık metastaz yapar­
nin (kollajen IV ve laminin) MMP-2 veya MMP-9 tara­ ken, iskelet kasma hemen hiç yayılmaz. Bu organ tropiz­
fından klivajı, tümör hücrelerindeki reseptörlerin bağla­ mi, aşağıda anlatılan mekanizmalarla bağlantılı olabilir:
nabilecekleri yeni yerler yaratarak göç olayını uyarır. • Tümör hücrelerinde ligandları tercihen hedef organla­
Tümör invazyonunun son basamağı, malign hücrelerin rın endotelinde mevcut olan adezyon moleküllerinin
hareketlilik kazanmasıdır (locomotion). Hareketlenme sü­ ekspresyonu
recinde tümör hücreleri, parçalanmış bazal membran- • Kemokinlerin ve reseptörlerinin ekspresyonu. Bölüm
lardan ve proteolize uğramış matriks bölgelerinden ge­ 2 'de de anlatıldığı gibi kemokinler, lökositlerin yönlen­

çerek yer değiştirir. Kanserli hücrelerin göç etmesi, so­ dirilmiş hareketlerine (kemotaksi) katkıda bulunur ve
nunda aktin yapısındaki hücre iskeletini etkileyen, bir­ kanser hücreleri, özel dokularda yerleşmek için benzer
çok reseptör ailesiyle sinyalizasyon proteini ailesinin rol hileleri kullanan hücreler olarak gözükmektedir.
aldığı, çok aşamalı bir süreçtir. Bu son basamak, otok- CXCR4 ve CCR7 adlı kemokin reseptörlerinin insan
rin motilite faktörü gibi, tümör hücresinden kaynakla­ meme kanserindeki ekspresyonları yüksektir. Bu re­
nan sitokinler tarafından teşvik edilip yönlendirilen bir septörlerin ligandları (CXCL1 2 ve CCL2 1 ) yüksek mik­
süreç olarak gözükmektedir. Ayrıca matriks proteinleri­ tarda yalnızca, meme kanseri hücrelerinin metastaz
nin kırılma ürünleri (kollagen,laminin gibi) ve bazı bü­ yaptığı organlarda mevcuttur. Bu gözleme dayanılarak,
yüme faktörleri (insülin-benzeri büyüme faktörü I ve II kemokin reseptörleri blokajının metastazları sınırlaya­
gibi), bu hücreler üzerinde kemotaksi etkisine sahiptir. bileceği öne sürülmüştür.
Kanserin Başlıca Özellikleri 195

• Tümör hücreleri hedeflerine ulaştıkları zaman, bu he­ dığı, yanıtı henüz verilmemiş bir sorudur. Bu sorunun ya­
defte kolonize olabilmelidir. Söz konusu kolonizasyo- nıtı yalnız akademik açıdan değil, prognoz ve tedavi açısın­
nu düzenleyen faktörler, tam olarak henüz anlaşılma­ dan da önemli gözükmektedir: Eğer metastatik fenotipi
mıştır. Ancak tümör hücrelerinin damar dışına çıktık­ teşvik edecek ya da baskılayacak belirli gen formları ("me­
tan sonra çoğalabilmeleri için, kendilerini kabul ede­ tastaz onkogenleri") varsa, bunların primer tümörde orta­
cek bir stromaya ihtiyacı vardır. Bazı durumlarda hedef ya konulması, hem prognoz hem tedavi bakımından değer
doku, metastaz için elverişli bir ortam kimliği taşıma­ taşıyacaktır. Başlıca fonksiyonu epitelin-mezenkime dö­
yabilir ve deyim yerindeyse tümör tohumlarının gelişi­ nüşmesini (epithelial-to-mesenchymal transition) (EMT)
mi için uygun toprak değildir. Örneğin, iskelet kası da­ teşvik etmek olan SNAIL ve TWIST adlı transkripsiyon
mar bakımından zengin olmasına rağmen, metastazla­ faktörlerini kodlayan genler, metastatik onkogen adayı ola­
ra nadiren sahne olmaktadır. bilir. Bu dönüşüm sırasında karsinom hücrelerindeki bazı
Tümör hücreleri, ilk oluştukları yerden uzaklaşmakta gös­ epitel belirteçleri (ör. E-kaderin) azalmakta, bazı mezen-
terdikleri "beceriye" karşılık, uzak organlarda koloniler kim belirteçleri (ör. vimentin, düz kas aktini) artmaktadır.
oluşturmak bakımından oldukça etkisizdir. Küçük tümör­ Bu moleküler değişikliklere hücrelerin, poligonal epitelim-
lerden bile her gün milyonlarca hücre ayrılmaktadır; mak- si biçimden iğ biçimli mezenkimal tipe değişmesi gibi feno-
roskopik metastazlar gelişmemiş bile olsa bu hücreleri, tipik değişiklikler eşlik etmektedir ve bu değişikliklerle bir­
kan dolaşımında ve kemik iliğindeki küçük odaklarda likte, göç olayını ve invazyonu teşvik eden proteolitik en­
saptamak mümkündür. Mikrometastazlarm varlıklarını, zimlerin üretimi artmaktadır. Söz konusu değişikliklerin,
ilerleme kaydetmeksizin uzun süre koruyabilmeleri ola­ metastaz oluşması için mutlaka ihtiyaç duyulan pro-migra-
rak tanımlanabilecek uyku hali, meme ve prostat kanse­ tör fenotipin gelişmesi lehine olduğuna inanılmaktadır. E-
rinde tanımlanmıştır. kaderin ekspresyonunun kaybolması, EMT'deki en önemli
Kolonizasyonun moleküler mekanizmaları gerçi fare olay olarak gözükmekte; SNAIL ve TWIST faktörleri, E-ka-
modellerinde henüz yeni aydınlatılmaya başlanmıştır ama derin ekspresyonunu azaltarak EMT'yi teşvik eden transk­
tümör hücrelerinin, normal stroma hücrelerini etkileye­ ripsiyon faktörleri olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak bu
rek metastaz yerini kanser hücrelerinin yaşayabileceği bir önde gelen transkripsiyon faktörlerinin tümörlerde nasıl
ortama dönüştüren sitokinler, büyüme faktörleri ve prote- uyarıldığı bilinmemektedir; deneysel modeller yine de, tü­
azlar salgıladıkları görüşü, uygun gözükmektedir. Metas­ mör hücreleriyle stroma hücreleri arasındaki etkileşimle­
taz mekanizmalarının molekül düzeyinde daha iyi anlaşıl­ rin, bu değişiklikte rol oynayan en önemli uyarı olduğu iz­
masıyla doktorların, bu mekanizmaları tedavi hedefi ola­ lenimini vermektedir. Böylece metastatik fenotipin kaza­
rak kullanması büyük ölçüde kolaylaşacaktır. Buraya ka­ nılması, bir dizi mutasyona değil de, söz konusu etkileşim
dar anlatılanlara rağmen, herhangi bir kanser çeşidinin sırasında şekillenen bir özelliğe bağlı olabilmektedir.
nerede metastaz yapacağı kesin olarak tahmin edilemeye-
bilir. Birçok tümörün, patoloji kitaplarının ilgili bölümleri­ ( ^ ) Ö Z E T____________________________________
ni okumadıkları ortadadır!
İnvazyon ve Metastaz Yeteneği
Metastazların Moleküler Genetiği • Kanserlerin ayırıcı özelliği olan dokuları invaze etme ye­
Tümörler büyüdükçe, her hücrenin rasgele mutasyonlar teneği; hücreler arasındaki temasın gevşemesi, ECM par­
geçirerek farklı mutasyon kombinasyonlarına sahip alt- çalanması, yeni ECM komponentlere bağlanma ve tüm ör
klonlar oluşturduğu şeklindeki görüş, tümör progresyo- hücrelerinin göç etmesi şeklindeki d ö rt basamakta ger­
nuyla ilgili olarak konuşulan bir varsayımdır. Bu görüşe çekleşir.
göre, metastaz için gereken tüm mutasyonlar, tümör hüc­ • Hücreler arasındaki temas, E-kaderinin çeşitli yollardan
relerinin yalnızca küçük bir alt-popülasyonunda gerçek­ inaktivasyonuyla kaybolur.
leşmektedir. Ancak primer tümörlerle metastazlarının • Bazal membranın ve interstisyel matriksin parçalanması,
gen profillerinin çıkarıldığı güncel deneysel çalışmaların tüm ör hücreleriyle stroma hücrelerinin salgıladıkları,
bulguları, bu varsayımı zorlamaktadır. Örneğin meme MMP ve katepsinler gibi proteolitik enzimler aracılığıyla
kanseri alt-gruplarmdan birindeki gen ekspresyonunun, gerçekleşir
• Proteolitik enzimler ayrıca, ESM'te serbest kalarak, EsM
metastazlardakine benzediği bulunmuşsa da, bu alt-grup-
glikoproteinlerinin klivajıyla, kemotaksi faktörleri ve an-
taki tümörlerin metastaz yapmış olduğunu gösteren hiç­
jiyojenik faktörler üretir.
bir klinik kanıt elde edilmemiştir. Söz konusu tümörlerde­
• Birçok tüm örün nereye metastaz yapacağı, primer tü ­
ki hücrelerin tümü olmasa bile neredeyse tümü, primer mörün bulunduğu yere bakılarak tahmin edilebilir. Bir­
karsinogenez sırasında metastatik yayılma yönünde bir çok tümör, karşılaştıkları ilk kapiller yatakta (en çok ak­
eğilim kazanmış gözükmektedir. Bu görüşe göre metastaz ciğerde ve karaciğerde) yerleşir.
gelişmesi, tümör progresyonu sırasında metastaz yapabi­ • Bazı tüm örler; olasılıkla ligandları metastaz yerindeki en-
lecek alt-klonlarm rastgele gelişmesi şeklindeki olasılığa dotel hücrelerinde mevcut olan adezyon veya kemokin
değil de, tümörün karsinogenez sırasında geliştirdiği kit­ reseptörlerinin aktivasyonu üzerinden, organ tropizm i
rensek bir özelliğine bağlıdır. Ancak sözü edilen gen gösterir.
ekspresyon analizlerinin, büyük bir tümörün içindeki me­
tastatik alt-klonlarım ortaya koyamadığını belirtmek gere­ Enerji Metabolizmasının Tekrar Programlanması
kir. Olasılıkla, her iki mekanizma da işliyor ve tümör olu­
şumu sırasında metastaza izin veren gen ekspresyon tip­ Enerji metabolizmasının yeniden programlanması tümör­
lerini erkenden kazanan agresif tümörler belki de, metas­ lerde, kanserin ayırıcı özelliklerinden biri olarak kabul
tatik fenotipi tamamlayacak bazı ek, rastgele mutasyonla- edilmesine neden olacak kadar sık görülmektedir. Kanser
ra ihtiyaç duyuyor olabilir. hücreleri bulundukları ortamda bol miktarda oksijen mev­
Tümör gelişmesi sırasında metastazları denetleyen baş­ cut olsa bile glikoz metabolizmalarını, oksijene aç, ancak
lıca ya da tek katkıda bulunan genlerin mevcut olup olma­ etkili mitokondrilerden, glikolize kaydırmaktadır. Aynı za­
196 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

manda aerob glikoliz olarak da bilinen ve Warburg etkisi ni ortada kaldırmaları gerekir. Kanserin bu ayırıcı özelliği,
olarak adlandırılan bu fenomen, yıllardan beli bilinmekte­ tümör antijenlerinin tabiatı ve nasıl tanımlanabilecekleri­
dir (Otto Warburg, kendi adım taşıyan bu etkiyi keşfetme­ nin bilinmesiyle daha iyi anlaşılacağından, daha ilerdeki
si nedeniyle 1931 yılında, Nobel ödülü almıştır) ama son sayfalarda anlatılmaktadır.
zamanlara kadar, büyük ölçüde ihmal edilmiştir.
Maligniteye Olanak Veren Faktör O larak
Aerob glikolizin mitokondrilerdeki oksidatif fosforilas-
yon kadar etkili olmadığı (bir molekül glikozdan 36 mole­ Genom İnstabilitesi
kül değil, 2 molekül ATP elde edilmesini sağladığı) bilin­ Önceki bölümde, kanser hücrelerinin fenotipik özellikleri­
mektedir. Oysa aerob glikolizi tercih eden, Burkitt lenfo- ne sahip olmalarından sorumlu, malignitenin altı özelliği
ması gibi kanserler; insanlardaki en hızlı büyüyen kanser­ ve genetik değişiklikler anlatıldı. Bu mutasyonlar acaba na­
lerdir. Aslında malign bu tümörlerdeki "glikoz açlığı", PET sıl meydana gelmektedir? Gerçi insanlar mutasyonlara yol
(pozitron emisyon tomografisi) kullanılarak görüntülen­ açabilen etkenlerle (kimyasallar, radyasyon, güneş ışığı)
melerinde kullanılmaktadır: Bu taramada hastalara damar dolu bir çevrede yaşamaktadır ama kanserler, böyle bir or­
yoluyla, metabolize edilmeyen bir glikoz türevi olan F18 tamdan beklenebilecek olandan çok daha seyrek görülür.
(fluor-18) ile işaretlenmiş fluorodeoksiglikoz verilir. Malign Bu olumlu sonuç, normal hücrelerin DNA hasarım onara-
tümörlerin neredeyse tümü, en belirgin olarak da hızla bü­ bilmeleri sayesinde elde edilmektedir. DNA onarımmda
yüyenleri, PET-pozitiftir. kullanılan proteinleri kodladıkları bilinen genlerin kusurlu
Embriyo hücreleri gibi hızla bölünen normal hücrelerin olmasına bağlı, çeşitli kalıtsal hastalıklar; DNA onarımmm
de Warburg (aerob glikoliz) metabolizmasını kullandığı bu­ genom bütünlüğünün devam ettirümesinde taşıdığı önemi
gün bilinmekte ve bu metabolizma şeklinin, hızla büyüme­ açıkça göstermektedir. DNA onarım proteinlerinde bu gibi
ye ihtiyaç duyulduğunda tercih edildiğini işaret etmektedir. kalıtsal kusurlarla doğanlardaki kanser gelişim riski, büyük öl­
Aerob glikolizin her glikoz molekülünden, mitokondriler­ çüde artmıştır. Genom instabilitesi tipik olarak, bir genin
deki oksidatif fosforilasyondakinden çok daha az sayıda her iki kopyası da kaybolduğunda gerçekleşir; ancak yakın
ATP ürettiğinin bilinmesine rağmen acaba nasıl mümkün zamanlardaki çalışmaların sonuçları, bu genlerin en az bir
olabilmektedir? Aktif olarak bölünmekte olan bir hücre, alt-takımımn kanser gelişmesini, tek bir kopyayla da teşvik
bölünme öncesinde DNA miktarını iki katma çıkarmak du­ edebildiği izlenimini vermektedir. DNA onarım sistemin­
rumunda olmasına rağmen; ister normal, isterse transfor- deki üç tip kusurun onarımı—mismatch onarımı, nükleotid
me hücre olsun; membranlar, proteinler ve organeller dahil eksizyon onarımı ve rekombinasyon onarımı—aşağıda an­
diğer tüm bileşenlerinin miktarını ikiye katlamak zorunda­ latılmaktadır. Bu anlatılanların odak noktası gerçi kalıtsal
dır. Bunun için hücrenin, aldığı besleyici madde, özellikle sendromlardır ama sporadik kanserlerin de bu genlerde
de glikoz ve amino asit miktarlarını artırması gerekir. Ara- meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak gelişebildiğim
metabolizma çalışmalarının sonuçları, membranlarm oluş­ belirtmekte fayda vardır; bu mutasyonlar, disfonksiyonları
turulması için ihtiyaç duyulan lipidlerin sentezinde kulla­ kanserin ayırıcı özelliklerine katkıda bulunan diğer genler­
nılan karbon kaynağının glikoz olduğu izlenimini vermek­ de de mutasyonlarm birikmesine neden olmaktadır.
tedir. Glikozdaki karbonun bu amaçla kullanılması, piru-
vat yolunun, oksidatif fosforilasyon ve ATP üretilmesi aley­ Herediter Nonpolipöz Kolon Kanseri Sendromu
hine biyosentez yoluna değiştirilmesiyle gerçekleşir. Böyle- Herediter nonpolipöz kolon kanseri (HNPCC) sendromu,
ce kanser metabolizması, Darwin ilkelerine göre de yorum­ DNA onarım genlerinin kansere yatkınlıkta oynadığı rolün
lanabilir: bu metabolizma değişikliğine kendilerini uydura­ etkileyici bir örneğidir. Öncelikle çekumdaki ve kolon
bilen tümör hücreleri, uyduramayan rakipleriyle karşılaştı­ proksimalindeki ailesel kolon kanserleriyle karakterize
rıldığında çok daha hızla bölünebilmektedir. olan bu sendrom (Bölüm 14), DNA onarımmı ilgilendiren
Tümörlerde aerob glikoliz, yeterli oksijen varlığında de­ genlerdeki uygunsuz onanma bağlı olarak gelişir. Bu gen­
vam ettiğinden; metabolizma değişikliğini teşvik eden ler, bir DNA şeridi onarılırken "okuma denetçisi" olarak
ayarlamaların yapılmış olması gerekmektedir. Onkogenle- hareket eder. Örneğin, normalde olduğu gibi A ile T'nin eş­
rin ve TP53, PTEN ve Akt (RAS sinyalizasyonundaki bir leşmesi değil de, G ile T'nin eşleşmesi gerçekleşirse, mis­
ara-molekiil) gibi tümör baskılayıcılarının, hücrenin daha match tamir genleri bu hatayı düzeltir. Bu "düzelticiler"
fazla glikoz almasını, glikoz transporter proteinlerini ae­ yoksa hatalar, mutasyona eğilimli fenotip olarak adlandır­
rob glikoliz lehine etkileyerek uyardığı, günümüzde gittik­ mak üzere, gittikçe hızlanarak birikir. HNPCC sendromun-
çe daha iyi anlaşılmaktadır. Warburg etkisi kanser fenoti- da arka planında, en az 4 tane uygunsuz onarım genindeki
pi için yeterince merkezi karakter taşıdığından, bu meta­ mutasyonlarm yer aldığı bulunmuştur (Bölüm 14). Hastala­
bolizmayı hedef alan ilaçlar, tedavide kullanılmak üzere rın her birinde çok sayıdaki DNA onarım geninden birine
geliştirilmektedir. ait kusurlu bir kopya, kalıtsal olarak mevcuttur; diğer kop­
yanın da kusurlu olmasıyla sonuçlanan "ikinci vuruş", ko­
Bağışıklık Sisteminden Kaçış londaki epitel hücrelerinde gerçekleşir. DNA onarım genle­
ri böylece hücre çoğalmasını yalnızca dolaylı şekilde—nor­
Az önce de belirtildiği gibi tümörlerin bağışıklık sistemi ta­ mal hücre bölünmesi sürecinde diğer genlerde mutasyonla­
rafından imha edilmekten kaçıp kurtulma yeteneği günü­ ra izin vererek etkiler. MSI (mikro-satellit instabilitesi), uy­
müzde; aynen enerji metabolizmasının tekrar programlan­ gunsuz onarım genlerinde kusur bulunan hastalardaki ka­
ması gibi, kanserin ayırıcı özelliklerinden biri olarak kabul rakteristik bir bulgudur. Mikro-satellitler, sayıları 1-6 ara­
edilmektedir. Tümörlerin çok büyük bölümü, herhangi bir sında değişebilen nükleotiderin genom boyunca birbiri ar­
bağışıklık sorunu olmayan bireylerde ortaya çıktığından dından tekrarlamasıdır. Bu mikro- satellitlerin uzunluğu,
bunların başarılı bir strateji uygulayarak bağışıklık sistemi­ sağlıklı kişilerde sabit kalır. Ama HNPCC sendromu olan
ni, tümör hücrelerini tanıyamayacak şekilde aldatmaları hastalarda stabü olmayıp kısalır ya da uzar. Gerçi tüm ko­
veya konağın, bir mikrop infeksiyonunun ya da nakledilen lon kanserlerinin yalnızca %2-4'ü kadarı HNPCC sendrom-
allojeneik organların reddinin üstesinden gelebilecek hüc­ ludur ama mikro- satellit instabilitesi, sporadik kolon kan­
re ordusuna sahip olmalarına rağmen bu sistemin etkileri­ serlerinin yaklaşık %15'inde mevcut olabilmektedir. TGF-|3
5İSB S SM L .. 1W6SS2 - -:awiMt^Hw^aaar ig ^

Kanserin Başlıca Özellikleri 197

reseptörü tip II, BAX ve diğer onkogenlerle tümör baskıla­ Regüle Genomik Instabilite Tarafından Mutasyonlarla
yıcı genleri kodlayan genler, HNPCC sendromunda mutas- Gelişen Kanserler: Lenfoid Neoplaziler
yona uğramış bulunan büyüme-düzenleyici genlerdendir.
Özel bir tip DNA hasarı, B ve T lenfositlerinin tümörlerin­
de, merkezi patogenetik role sahiptir. Daha önce de anlatıl­
Kseroderma Pigmentozum
dığı gibi adaptif bağışıklık, bu iki tip lenfositin antijen re­
Kalıtsal bir hastalık olan kseroderma pigmentozum'lu bi­ septör genlerini çeşitlendirme yeteneklerine bağlıdır. B ve
reylerin, güneşe maruz kalan deri bölgelerinde kanser ge­ T hücreleri, RAG1 ve RAG2 olmak üzere birer çift gen ürü­
lişme riski artmıştır. Bu hastalığın temelinde, kusurlu DNA nü içerir. Bu gen çiftlerinin ürünleri, V(D)J segmenti re-
onarımı yatar. Güneş ışığındaki ultraviyole (UV) ışınları, kombinasyonunu gerçekleştirerek fonksiyonel antijen re­
primidin kalıntılarında çapraz-bağlanmalara neden olarak septör genlerinin bir araya gelmesini sağlar. B hücrelerinde
normal DNA replikasyonunu engeller. Bu gibi DNA hasar­ ayrıca antijenle karşılaştıktan sonra; aktivasyonla-indükle-
ları, nüldeotid eksizyonu onarım sistemiyle onarılır. Söz nen sitozin deaminaz (activation-induced cytosine deami­
konusu onarımda çeşitli proteinler yer alır ve bunlardan nase) (AID) adı verilen ve her iki immünoglobülin gen sı­
herhangi birinin kalıtsal kaybı, kseroderma pigmentozum nıfının rekombinasyonunu ve somatik hipermutasyonunu
gelişmesine neden olabilir. katalize eden, özel bir enzim ekspresyonu vardır. Bölüm
ll'd e ayrıntılı olarak anlatılan lenfoid neoplazilere neden
Homolog Rekombinasyon ile DNA Onarımı Kusurlarının olan mutasyonlardan, antijen reseptörü genlerinin bir ara­
Mevcut Olduğu Hastalıklar ya gelmesi ve çeşitlenmesi sırasındaki hatalar sorumludur
Otozomal resesif olarak geçen Bloom sendromu, ataksi-te­
lanjiektazi ve Fanconi anemisi gibi bir grup hastalıkta; O Ö ZET ________________
DNA hasarına yol açan İyonlaştırıcı radyasyona (Bloom
sendromun ve ataksi-telanjiektazide) veya DNA'nm çap­ Maligniteye Olanak Veren Faktör Olarak
raz bağlanmasına neden olan, azot hardalı gibi etkenlere Genomik İnstabilite
(Fanconi anemisinde) karşı aşırı duyarlılık söz konusudur. • D N A onarım sistemlerindeki genlerin kalıtsal mutasyon-
Bu hastalıkların karmaşık olan fenotipi, kansere olan yat­ larını taşıyan bireylerdeki kanser gelişme riski, büyük öl­
kınlığın yanı sıra nöral semptomlar (ataksi-telanjiektazi), çüde artmıştır.
anemi (Fanconi anemisi) ve gelişme kusurları da (Bloom • HNPCC sendromu olan hastalarda, kolon karsinomları-
sendromu) içerir. Ataksi-telanjiektazideki mutasyona uğ­ nın gelişmesine yol açan uyumsuz onarımı şeklinde ku­
ramış gen olan ATM geni, İyonlaştırıcı ışınların neden ol­ surlar mevcuttur. Bu hastalarda genom boyunca, ardışık
duğu DNA hasarının algılanmasında ve p53 aktivasyo- olarak tekrarlayan kısa nüldeotid dizilerinin uzunlukların­
nunda önem taşıyan bir protein kinaz enzimini kodla- daki değişikliklerde karakterize olan, mikro-satellit insta-
maktadır. bilitesi (MSI) vardır
DNA onarım genlerinin kanser başlangıcındaki rolüne • Kseroderma pigmentozum hastalarında, nükleotid eksiz-
dair kanıtlar, kalıtsal meme kanseri çalışmalarında da el­ yon onarım sisteminde bir kusur vardır ve bu hastalarda­
de edilmiştir. Ailesel meme kanseri vakalarının %50'sin- ki, ultraviyole ışınlara maruz kalan deri bölgelerinde kan­
de, BRCA1 ve BRCA2 adlı genlerin mutasyonları sorumlu­ ser gelişme riski, pirimidin dimerlerinin onarılamaması
dur. BRCA1 mutasyonları olan kadınlarda meme kanseri nedeniyle artmıştır.
riskinin yanı sıra, epitel kökenli over kanserlerinin geliş­ • Homolog D N A rekombinasyon onarım sisteminde ku­
me riski önemli ölçüde, erkeklerde ise prostat kanseri ris­ surlar olan hastalarda; D N A hasarı yapan İyonlaştırıcı
ki bir miktar yükselmiştir. Bunun gibi, BRCA2 genindeki radyasyon gibi etkenlere aşırı duyarlılıkla karakterize bir
mutasyonlar hem erkeklerdeki hem kadınlardaki meme grup hastalık—Bloom sendromu, ataksi-telanjiektazi ve
Fanconi anemisi—vardır. Ailesel meme kanserlerinde mu­
kanseri; ayrıca over, prostat, pankreas, safra yolları, mide,
tasyona uğramış genler olan BRCA1 ve BRCA2, D N A
melanosit ve B lenfosit kanserlerinin gelişme riski artmış­
onanırımda rol oynar.
tır. Söz konusu genlerin fonksiyonu gerçi henüz tam ola­
• Genomik instabiliteye yol açan gen ürünlerinin (RAG1,
rak bilinmemektedir ama BRCA1 ve BRCA2 genleri taşı­
RAG2, AID) bulunduğu lenfoid hücreler, lenfoid neopla-
mayan hücrelerde kromozom kırılmaları ve ciddi anöplo-
zilerin önemli nedenleridir.
idi gelişir. Aslında bu iki gen de en azından kısmen, ho­
molog rekombinasyon DNA onarmamda fonksiyon sahibi
gözükmektedir. Örneğin BRCA1 proteini, homolog DNA Maligniteye Olanak Veren Faktör olarak Tümör
rekombinasyonu şeklindeki onarımda diğer proteinlerle Gelişmesini Teşvik Eden İnflamasyon
kompleks oluşturur ve ayrıca, ATM kinaz yoluna da bağ­
lıdır. BRCA2 geni, Fanconi anemisinde mutasyona uğra­ Birikmekte olan kanıtlar, çoğu zaman tümörlere karşı ve­
mış olan çok sayıda genden biridir ve bu genin ürünü olan rilen koruyucu bir yanıt olduğu düşünülen inflamasyonun,
BRCA2 proteininin, homolog rekombinasyon için gereken çelişkili olarak kanserlere de yol açabildiği izlenimini ver­
RAD51 proteinine bağlandığı gösterilmiştir. Tümör baskı­ mektedir. Bu çelişkili etki, iki çeşit inflamasyonda görülür:
layıcı diğer genlerde olduğu gibi kanser gelişebilmesi için, ® Mikrobik infeksiyonlara yanıt veya otoimmıın bir reaksiyo­
BRCA1 ve BRCA2 genlerinin her iki kopyasının da inakti- nun bir bölümü olarak gelişen, kronik, inatçı inflamasyon.
ve olması gerekir. Bu iki genin ailesel meme kanseriyle Buna örnek olarak, gastrointestinal kanaldaki çeşitli
bağlantılı olduğu kesinleşmişse de söz konusu genler, spo- kronik inflamatuar hastalıkların (Barrett özofagusu, ül-
radik meme kanseri vakalarında nadiren inaktive olmuş seratif kolit, Helicobacter pylori gastriti, hepatit B ve C,
durumdadır. BRCA1 ve BRCA2 bu bakımdan, hem ailesel, kronik pankreatit) mevcut olduğu bireylerdeki kanser
hem sporadik kanserlerde inaktive oldukları bilinen, APC riskinin artmış olması gösterilebilir. Herhangi bir kro­
ve TP53 gibi tümör baskılayıcı diğer genlerden farklıdır. nik doku zedelenmesinde olduğu gibi bu inflamasyon-
198 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

da da, kompansasyon amacıyla gerçekleşen bir hücre Çok Aşamalı Karsinogenez ve Kanserin
proliferasyonu vardır. Büyüme faktörleri, sitokinler, ke- Progresyonu
mokinler ve inflamasyon yerinde biriken, aktive bağı­
şıklık hücrelerinin ürettiği diğer biyoaktif maddeler, Daha önce de anlatıldığı gibi; çok sayıda temel anormalli­
hücrelerin canlı kalmasını, dokunun yeniden biçimlen­ ğin önceden gerçekleşmesi, malignite gelişimi için gere­
mesini ve anjiyogenezi teşvik ederek bu rejenerasyon ken bir ön koşuldur. Bu durumda her kanser, çok sayıda
sürecine yardım eder ve bu süreci kısaltır. Bu koşullar mutasyonun bir araya gelmesiyle gelişiyor olmalıdır. Malign
altındaki inatçı hücre replikasyonu ve apoptoz azalma­ fenotipin giderek artan bir şekilde birikmesine verilebile­
sı hücreleri karsinogenezde rolü olan bir veya birkaç cek en iyi örneklerden biri, kolon karsinomunun incelen­
genin mutasyona uğrama riskiyle karşı karşıya bırakır. mesiyle belgelenmektedir. Kolon kanseri lezyonlarınm,
Ayrıca, nötrofiller gibi inflamatuar hücreler karsinoge- morfolojik olarak tanımlanabilen, bir dizi evreden geçe­
neze; hızla bölünen hücrelerde ilave DNA hasarına yol rek geliştiğine inanılmaktadır: Kolonda önce epitel hi-
açabilen-aktif oksijen türevleri salgılayarak katkıda bu­ perplazisi gelişmekte, ardından gittikçe büyüyen ve so­
lunabilir. nunda malign transformasyona sahne olan adenomlar or­
• Tümörlere yanıt olarak gelişen inflamasyon. Patologlar, taya çıkmaktadır (Bölüm 14). Söz konusu adenom-karsi-
birçok tümörde lökosit infiltrasyonunun meydana gel­ nom şeklindeki progresyonun öne sürülen moleküler bağ­
diğini, oldukça uzunca bir süreden beri bilmektedir. Bu lantıları, Resim 5-30'da gösterilmektedir. Bu şemaya göre
inflamasyon derecesi değişik olabilirse de bağışıklık do­ önce APC adlı tümör baskılayıcı gen inaktive olmakta, bu­
ğal ve adaptif bileşenlerinin hücreleri, her tümörde nu RAS geninin aktivasyonu ve en son olarak da 18q'daki
mutlaka mevcuttur. Geleneksel düşünceye göre bu inf­ tümör baskılayıcı genin ve TP53 geninin kaybolması izle­
lamatuar reaksiyon, konağın tümörü tahrip etme girişi­ mektedir. Mutasyonların zaman içerisindeki gelişme sıra­
mini temsil etmesi nedeniyle, koruyucu niteliktedir. sı, farklı tümörlerde başka başka olabilir.
Aslında, inflamatuar yanıtın amacı bu olabilir ama söz
konusu hücreler, büyüme faktörleri üreterek ve yukarı­
da anlatıldığı gibi, ek DNA hasarına yol açarak tümör
gelişmesini teşvik edici aktivite gösteriyor da olabilir. KANSER ETİYOLOJİSİ:
İnflamasyonla kanser arasındaki bağlantı, gerçek meka­ KARSİNOJEN ETKENLER
nizması ne olursa olsun uygulamada bu sonuçları doğur­
maktadır. Örneğin araşidonik asidi prostaglandinlere dö­ Kanser oluşumunun yüreğinde, genetik hasar yatar. Aca­
nüştüren siklooksijenaz-2 (COX-2) enzimi, inflamatuar ba bu hasara hangi dış etkenler neden olabilir? (1 ) kimya­
uyaranla üretilir ve bu enzimin kolon kanserleriyle diğer sallar, (2) radyasyon enerjisi ve (3) mikrobik ajanlar olarak
kanserlerdeki düzeyi yüksektir. Kanserden korunma ve üç karsinojen etken sınıfı tanımlanmıştır. Kimyasallar ve
kanser tedavisi amacıyla COX-2 inhibitörlerinin kullanıl­ radyasyon enerjisi insanlardaki, belgelenmiş kanser ne­
ması, aktif bir araştırma konusudur. denleridir; hayvanlardaki çok sayıda kanser modelinin ve
Kanserin ayırıcı özellikleri anlatılırken söz edilen ilke­ bazı insan tümörlerinin patogenezinde, onlcojen virüsler
lerden, önemli klinik sonuçlar çıkarılabilir: Bu ayırıcı özel­ rol oynamaktadır. Bu üç etken sınıfı aşağıda ayrı ayrı an­
likler bize, kanser tedavisinde kullanılacak yeni ilaçların latılmaktadır ama neoplastik hücrelerin özelliği olan çok
geliştirilmesinde kullanılabilecek bir yol haritası sunmak­ sayıda genetik anormalliğin ortaya çıkmasında bunların
tadır (Resim 5-29). çoğu beraberce veya sırayla etkili olabilmektedir.

Büyüme Sikline-bağımlı
İmmün aktivatör immün yıkımdan
baskılayıcılarından - kinaz inhibitörleri
anti-CTLA4 sakınma
kaçış

Proliferatif Replikatif
EGFR Telomeraz
► sinyallerin ölümsüzlüğün-
inhibitörleri inhibitörleri
sürdürülmesi sağlanması

Hücredeki enerji Tümör teşvik


Aerob glikoliz Selektif
—► düzeninin eden <5=
inhibitörleri antiinflamatuar ilaçlar
bozulması inflamasyon

Hücre invazyon ve
Pro-apoptotik HGF/c-Met
ölümüne metastaz -<
BH3 mimetikler inhibitörleri
direnme aktivasyonu

VEGF sinyalizasyo­ Genom PARP


. Anjiyogenezin
nunun inhibitörleri instabilitesi^ inhibitörleri
başlatılması
ve mutasyon

Resim 5 -2 9 Kanserin, tedavide hedef alınan başlıca özellikleri.


(Hanahan D, W eiberg RA: The hallmarks o f cancer: the next generation. Cell 144:646, 2011'den).
Kanser Etiyolojisi: Karsinojen Etkiler 199

Tablo 5-4 Başlıca Kimyasal Karsinojenler


M ORFOLOJİK MOLEKÜLER
GÖRÜNÜM DEĞİŞİKLİK Doğrudan Etki Gösteren Karsinojenler

Alkilleştirici Maddeler
Normal epitel Kromozom 5q üzerindeki
(3-Propiyolakton
A P C lokusunun mutasyonu
veya kaybı Dimetil sülfat
Epitel hiperproiiferasyonu Diepoksibutan
DNA metilasyonunun kaybı Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar (siklofosfamid, klorambusil,
Erken dönem adenom nitrozoüreler ve diğerleri)
Kromozom 12p üzerindeki Asilleştirici Maddeler
R A S geninin mutasyonu
Ara dönem adenom 1-Asetil-imidazol
Kromozom 18q üzerindeki Dimetilkarbamil klorür
tümör baskılayıcının kaybı
Geç dönem adenom Metabolik Aktivasyona İhtiyaç Duyan Pro-karsinojenler
Kromozom 17p üzerindeki
Poli- ve Heterosiklik A ro m a tik H idrokarbonlar
Karsinom p53 geninin kaybı
Benz(o)antrasen
Resim 5 -3 0 Adenom-karsinom sekansı ile kolorektal kanser geli­ Benzo(o)piren
şim modeli. Dibenz(o,h)antrasen
(Fe a ro n E R , Vogelstein B'nin çalışm a verilerinden: A g en etic m odeI o f co lo re cta l car­ 3-Metilkloroantren
cin ogen esis. Cell 6 1 :7 5 9 , 1990). 7, 12-Dim‘etilbenz(a)antrasen

A ro m a tik Am inler, Am idler, A zo Boyalan


Kimyasal Karsinojenler 2-Naftilamin (p-naftilamin)
Benzidin
Londralı cerrah Sir Percival Pott bundan 200 yıl önce, ba­ 2-Asetilaminofluoren
ca temizleyicilerindeki skrotum kanserlerinin, baca kuru- Dimetilaminoazobenzen (tereyağı sarısı)
muna kronik olarak maruz kalınmasından kaynaklandığı­
Doğal Bitki ve Mikroorganizma Ürünleri
nı, hatasız bir şekilde bildirmiştir. Danimarka'daki Baca
Temizleyicileri Kılavuzu bu gözleme dayanarak üyelerine, Aflatoksin B1
her gün banyo yapma kuralını getirmiştir. Bir kanser çeşi­ Griseofulvin
dinin denetim altına alınmasını bu derece etkili bir şekil­ Sikazin
de sağlayan herhangi bir halk sağlığı önlemi, o zamandan Safrol
Hurma
bu yana alınabilmiş değildir. Sonraları, yüzlerce kimyasa­
lın hayvanlarda karsinojen olduğu gösterümiştir. Diğerleri
Başlıca kimyasal karsinojenlerin bazıları, Tablo 5-4'te Nitrozamin ve amidler
gösterilmektedir. Aşağıda, bu çok sayıdaki kimyasallara Vinil klorür, nikel, krom
ait bazı yorumlar yer almaktadır. İnsektisidler, fungisidler
Poliklorine bifeniller
Doğrudan Etki Gösteren Kimyasal Karsinojenler
Doğrudan etki gösteren kimyasal karsinojenlerin, bunun
için metabolize edilmeleri gerekmemektedir. Genelde za­ çok hidrokarbondaki başlıca aktif ürünler; hücredeki
yıf birer karsinojen olan bu kimyasallar; Hodgkin lenfo- özellikle DNA, bunun yanı sıra RNA ve proteinler gibi
ması gibi belirli kanser tiplerini iyileştirebilen kemoterapi moleküllerle iki-değerlikli bağlar (katılma ürünleri) oluş­
ilaçlarının (örneğin alkilleştirici maddelerin) daha sonra, turan epoksitlerdir.
genellikle lösemi olmak üzere bazı sekonder kanserlere Aromatik aminler ve azo boyaları, bir diğer dolaylı etki
yol açabilmesi nedeniyle önemlidir. Bu gibi kimyasalların gösteren karsinojen sınıfıdır. |3-naftilaminin karsinojen ol­
önceleri, romatoid artrit veya Wegener granülomatozu gi­ duğu fark edilinceye kadar anilin boya ve kauçuk sanayi­
bi neoplastik olmayan hastalıkların tedavisinde kullanıl­ inde çalışan işçilerdeki mesane kanseri insidansı, toplum
mış olması, daha da acıdır. Söz konusu ilaçlara eşlik eden genelindekinden 50 kat daha yüksek olmuştur. Meslekler
kanser riski yüksek değildir ama yine de, bunların mutla­ nedeniyle maruz kalman diğer birçok karsinojenlerin lis­
ka yerinde kullanılmasını zorunlu kılar. tesi, Tablo 5-2'de gösterilmektedir. Dolaylı etki gösteren
karsinojenlerin DNA hasarına yol açan etkenler olabilme­
Dolaylı Etki Gösteren Kimyasal Karsinojenler leri için metabolizma sonucu aktif duruma geçmeleri ge­
Dolaylı etki gösteren tanımı, bu kimyasalların kesin karsi­ rektiğinden; bu metabolizmada rol oynayan enzimatik
nojenler olabilmelerinin ancak metabolize edilmeleriyle yollar, örneğin sitokrom P-450'ye bağımlı monooksijenaz-
mümkün olduğunu işaret etmektedir. Fosil yakıtlardaki lar aracılığıyla gerçekleşenler, büyük ilgi odağı olmuştur.
polisiklik hidrokarbonlar, dolaylı etki gösteren kimyasal Söz konusu enzimleri kodlayan genler polimorfik oldu­
karsinojenlerin en giiçliileri arasındadır. Örneğin ben- ğundan enzim aktivitesi, farklı kişilerde değişiktir. Kimya­
zo[fl]piren ve diğer karsinojenler, sigaradaki tütünün yük­ sal karsinojenlere karşı duyarlılığın en azından, enzimde
sek ısılarda yanmasıyla oluşmaktadır. Söz konusu ürünler, en az bir spesifik allele bağlı olarak geliştiğine, yaygın bir
sigara içenlerdeki akciğer kanserinin nedeni olarak gösteril­ şekilde inanılmaktadır. Bu durumda belirli bir kişideki
mektedir. Polisiklik hidrokarbonlar ayrıca; etlerin kaynatıl­ kanser riskinin değerlendirilmesi amacıyla gelecekte, bu
ması sırasında hayvansal yağlardan da üretilebilmekte; gibi enzim polimorfizmlerinin analiz sonuçlarından fay­
tütsülenmiş etlerde ve balıklarda da bulunmaktadır. Bir- dalanılması da mümkün olabilir.
200 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Az sayıda başka kimyasal karsinoj enler de vardır. Afla-


toksin Bj, uygunsuz koşullarda saklanan tahıllarda ve sert ( Ş ) Ö Z ET
kabuklu yemişlerde üreyen bir küf mantarı olan bazı As- Kimyasal Karsinojenez
pergillus türlerinin ürettiği doğal bir üründür. Afrika'nın
• Kimyasal karsinojenlerde, doğrudan doğruya D N A ’ya
ve Uzak Doğu'nun bazı bölgelerinde, besinlere bulaşan bu
hasar vererek mutasyonlara, daha sonra da kansere yol
ürünün diyetteki düzeyiyle hepatosellüler karsinom ara­
açan, ileri derecede reaktif elektrofil gruplar vardır.
sında güçlü bir beraberlik bulunmuştur. Ayrıca vinil klo-
• Doğrudan etki gösteren etkenlerin karsinojen olması
rür, arsenik, nikel, krom, insektisidler, fungisidler ve po-
için herhangi bir şekilde metabolize edilmeleri gerek­
liklorine bifeniller de işyerinde ve evlerde bulunabilen,
mezken, dolaylı etki gösterenler, endojen metabolik yol­
potansiyel karsinojenlerdir. Son olarak da besin koruyucu
larla bir karsinojene dönüştürülünceye kadar inaktiftir.
olarak kullanılan nitritler, besinlerdeki aminlerin nitrozi-
Sitokrom P-450 gibi endojen enzimlerdeki polimorfizm
lasyonuna neden olduğundan, kaygı yaratmıştır. Bu şekil­ karsinogenezi, bu nedenle etkiliyor olabilir.
de oluşan nitrozaminlerin karsinojen olduğundan kuşku-
• Bir hücrenin bir mutajenle veya başlatıcıyla temasını izle­
lanılmaktadır.
yen tüm ör oluşumu, mutasyonun gerçekleştiği hücrele­
rin proliferasyonunu uyaran prom oterler verildiğinde ar­
tabilir.
Kimyasal Karsinojenlerin Etki Mekanizmaları • Kemoterapide kullanılan alkilleyici ilaçlar gibi doğrudan;
Malign transformasyonun nedeni mutasyonlar olduğun­ benzopiren, azo boyaları, aflatoksin gibi dolaylı etki gös­
dan, kimyasal karsinoj enlerin neredeyse tümünün mutas- terenler ve endometrium hiperplazisine ya da karaciğer­
yonlara yol açması, sürpriz değildir. Nitekim, doğrudan de rejeneratif aktiviteye neden olan prom oterler ya da
ve dolaylı karsinojenlerin hepsinde, DNA, ayrıca RNA gi­ etkenler, insan karsinojenlerine örnektir.
bi diğer proteinlerle kimyasal katılma ürünleri oluşturan,
ileri derecede reaktif elektrofil gruplar vardır. Kimyasal
karsinojenler herhangi bir geni hedef alabilirlerse de; on- Radyasyon Karsinojenezi
kogenler ve tümör baskılayıcı genler, bu ürünlerin etkisiy­
Kaynağı ne olursa olsun (güneş ultraviyole ışınları, x-ışmla-
le mutasyona en çok fazla uğrayan genlerdir. Aflatoksin
rı, nükleer füzyon, radyoaktif izotoplar) radyasyon, bilinen
B-l gibi spesifik kimyasal karsinojenler, TP53 geninde ka­
bir karsinojendir. Radyoaktif elementlerin çıkarıldığı ma­
rakteristik mutasyonlara (mutasyon imzası) neden olur;
denlerde korunmasız olarak çalışan madencilerdeki akci­
TP53 geninde böyle bir mutasyonun saptanması, etkenin
ğer kanserinin insidansı, 10 kat artmıştır. Hiroşima ve Na-
aflatoksin olduğunu gösterir. Bu beraberliklerin, kimyasal
gazaki kentlerine atılan atom bombalarından sonra hayat­
karsinoj enlere ait epidemiyolojik çalışmalarda faydalı ol­
ta kalabilenlerin izlenmesi; yaklaşık ortalama 7 yıllık bir
dukları kanıtlanmıştır. sessiz dönemin ardında bu kişilerdeki lösemi, özellikle de
Bazı kimyasalların karsinojenik etkisi daha sonra, ken­ miyeloid lösemi insidansmm önemli ölçüde yükseldiğini;
di başlarına tümör oluşumuna neden olmayan promoterle- ayrıca tiroid, meme, kolon ve akciğer karsinomlarma eşlik
rin (forbol esterleri, hormonlar, fenoller, belirli ilaçlar) ve­ eden mortalitenin arttığını ortaya koymuştur. Eski Sovyet-
rilmesiyle artar. Bu artışın sağlanabilmesi için promoter, ler Birliği'nin Çernobil kentindeki nükleer santral kazası,
mutajen etkiye sahip kimyasaldan (başlatıcı) sonra tekrar çevredeki bölgelerde kanser insidansmm daha yüksek ol­
tekrar ya da uzun süreli olarak verilmedir. Kimyasal kar- masına yol açmaya devam etmektedir. Daha yakınlarda,
sinojenezdeki başlatıcı-promoter sırası, önemli bir soruyu güçlü bir depremden ve bunu izleyen tsunamiden zarar gö­
akla getirmektedir: Promoterler mutajen olmadıklarına ren, Japonya'daki Fukişima atom santralından çıkan rad­
göre, tümör oluşumuna acaba nasıl katkı yapmaktadır? yasyonun, çevresinde yer alan coğrafî bölgelerdeki kanser
Tümör promoterlerinin etkileri gerçi pleiotropiktir ama insidansım önemli ölçüde artırmasından korkulmaktadır.
hücre prolifemsy onunun başlatılması, tümör promosyonunun Baş ve boyun bölgelerine uygulanan radyoterapi yıllar
olmazsa olmazı değildir. Bir başlatıcı verilmesinin RAS gibi sonra papiller tiroid kanserine neden olmuştur. İyonlaştı­
bir onkojende mutasyonel aktiviteye neden olması, pro- rıcı ışınların onkogen özellikleri, mutajen etkileriyle bağ­
moterin tekrar tekrar veya uzun süreli verilmesinin mu­ lantılıdır; radyasyon kromozom kırılmalarına, translokas-
tasyona uğrayan hücrenin klon şeklinde genişlemesine yol yonlara ve daha az olarak da nokta mutasyonlarma neden
açması; burada akla gelen en yakın olasılıktır. Başlangıçta­ olur. Çift-sarmal DNA kırıkları biyolojik bakımdan, rad­
ki klonun hücreleri proliferasyona zorlandıklarında, ek yasyonun neden olduğu DNA hasarının en önemli şekli
mutasyonlara sahne olabilir ve sonunda malign bir tümör olarak gözükmektedir.
oluşturabilir. Uzun süreli hücre proliferasyonunun muta­ DNA onarımmın karsinogenezde taşıdığı öneme ışık
jen etki riskini artırması ve promoterlerin neoplastik tutması nedeniyle ultraviyole ışınların onkogenik etkisin­
transformasyonu teşvik etmesi, insanlardaki karsinojene- den, özellikle söz etmekte fayda vardır. Güneşten kaynak­
ze de uygulanabilir. Örneğin endometrium hiperplazisine lanan doğal radyasyon melanom, skuamöz hücreli karsi­
(Bölüm 18) ve kronik karaciğer zedelenmesine rejeneratif nom ve bazal hücreli karsinom gibi deri kanserlerine ne­
aktivite artışının eşlik etmesine, bu organların kanserleri den olabilir. Avustralya ve Yeni Zelanda gibi yerlerde ya­
eşlik etmektedir. Daha önce anlatılan DNA onarım meka­ şayan ve ten rengi açık olan insanlarda bu risk, daha da
nizmaları olmasaydı, kimyasalların etkisiyle başlayan fazladır. Melanom-dışı deri kanserleri ultraviyole ışınlara
kanserlerin insidansı çok daha yüksek olacaktı. Yine daha total kümülatif maruziyete eşlik ederken melanomlar, gü­
önce anlatıldığı gibi DNA onarımmın nadir görülen kalıt­ neş banyosu gibi aralıklı, ancak yoğun maruziyete eşlik
sal bozukluklarına ve bu bağlamda kseroderma pigmento- eder. Ultraviyole ışınlarının hücrelerde çeşitli biyolojik et­
zuma; ultraviyole ışınlara ve belirli kimyasallara bağlı kan­ kileri vardır. Bu etkilerden karsinogenez bakımından
ser risklerinde büyük artışlar eşlik etmektedir. özellikle önemli olanı, pirimidin dimerleri oluşturarak
Kanser Etiyolojisi: Karsinojen Etkiler 201

DNA hasarına yol açılmasıdır. Bu tip DNA hasarı, nükle- nusu protein, NF-k B gibi çeşitli transkripsiyon faktörleriy­
otid eksizyon onarımı yoluyla onarılır. Ultraviyole ışınları­ le etkileşime girerek sitokinleri, sitokin reseptörlerini ve
na aşırı maruz kalınması, söz konusu onarım sisteminin ko-stimülatör molekülleri kodlayan genlerin ekspresyonu-
aşırı yüklenmesine ve dolayısıyla deri kanserine neden nu transaktive edebilir. Bu uygunsuz gen ekspresyonu,
olabilir. Daha önce anlatıldığı gibi, kalıtsal bir hastalık otokrin sinyalizasyon devrelerine ve promitojen sinyali­
olan kseroderma pignıentozum hastalarında bu onarım yo­ zasyondaki olaylar dizisi aktivasyonunun artmasına ne­
lunda kusur olduğundan deri kanserlerine olan yatkınlık, den olur. TAX proteini ayrıca, siklinlere doğrudan bağla­
büyük oranda artmıştır. narak ve bunları aktive ederek hücre siklusunun progres-
yonunu da sağlayabilir. Dahası bu protein; CDKN2A/pl6
ve TP53 dahil tümör baskılayıcı çeşitli genlerin represyo-
nuna neden olabilir. Bunlara ve diğer gözlemlere bakıldı­
© Ö Z E T ğında, şöyle bir senaryo şekillenmektedir (Resim 5-31):
TAX geni; T hücresi proliferasyonunu yönlendiren bir
Radyasyon Karsinogenezi
otokrin sistemi oluşturan, çeşitli sitokin genlerini ve re­
• İyonlaştırıcı radyasyon kromozom kırılmasına, translo- septörlerini (örneğin interlökin IL-2 ve IL-2R ve IL-15 ve
kasyonlara ve daha seyrek olarak mutasyonlara neden IL-15R) etkinleştirir. Bu sitokinlerden biri olan IL-5, daha
olarak genetik hasara ve kanser oluşumuna yol açar. önemli gözükmektedir ama bu konuda henüz birçok bi­
• Ultraviyole ışınları D N A içerisinde pirimidin dimerleri linmeyen vardır. Ek olarak, komşu makrofajları diğer T
oluşturarak mutasyonlara neden olur. Bu ışınlar deride hücresi mitojenlerini üretmek üzere uyaran bir granülosit-
skuamöz hücreli karsinom ve melanom meydana gelme­ makrofaj koloni stimülan faktörü üretiminin artmasıyla,
sine yol açabilir. paralel bir parakrin yol aktive olur. T hücresi proliferasyo-
nu başlangıçta, virüsün çok sayıda hücreyi enfekte etmesi
nedeniyle poliklonaldir ama; çoğalan T hücrelerinde,
TP53 gibi tümör baskılayıcı genlerin TAX ağırlıklı inakti-
Viral ve Mikrobiyal Onkogenez vasyonu nedeniyle, sonunda monoklonal bir neoplastik T
hücre popiilasyonun oluşmasına yol açan sekonder trans­
Çok sayıda DNA ve RNA virüsünün, kurbağalardan pri­ formasyon olaylarının (mutasyonlarm) görülme riski yük­
matlara kadar birçok hayvanda onkogenik olduğu kanıt­ sektir.
lamıştır. Yoğun incelemelere rağmen az sayıda virüsün,
insanlardaki kanserlerle bağlantılı oldukları bulunmuştur.
Aşağıda, insanlardaki onkogenik virüsler anlatılacak; bu­
nun yanı sıra H. pylori'nin mide kanserindeki, yeni ortaya
çıkan rolüne değinilecektir.
HTLV-1 (®)-
Onkogenik RNA Virüsleri T hücresi

Onkogenik virüslerin hayvanlarda incelenmesi, kanser


genetiği konusunda şaşırtıcı bilgilere ulaşılmasına yol aç­
mıştır. Ancak insanlarda yalnızca bir tek retrovirüsün, ya­ Sitokin reseptörü
IIU I\II I ✓ J \ /
ni insan T hücresi lenfotrop virüsü-l'in (HTLV-1) kansere
yol açtığı ortaya konulmuştur. Bu virüse, Japonya'nın ve
Karayip havzasının belirli bölgelerinde endemik, ancak
ABD dahil dünyanın diğer yerlerinde de sporadik olarak
görülebilen bir çeşit T hücreli lösemi/lenfoma eşlik etmek­
M
tedir. HTLV-1, HIV virüsü gibi CD4+ T hücrelerine tro­
pizm gösterir ve T hücrelerinin bu alt grubu, neoplastik ov o “ T
transformasyonun başlıca hedefidir. Lösemi, enfekte bi­ ^ ^ T hücresi 1
mitojenleri «
reylerin yaklaşık %3-%5'inde, 20-30 yıl arasında değişebi­
len uzun bir latent dönemden sonra gelişmektedir.
Lösemi gelişmesi için lenfositlerin HTLV-1 ile enfekte Poliklonal T hücresi proliferasyonu
olması gerektiği konusunda pek az şüphe vardır ama bu
transformasyonun moleküler mekanizmaları bilinme­
mektedir. HTLV-1 genomu viral bir onkogen içermemek­ Yeni mutasyonlar
te ve hayvanlardaki belirli retrovirüslerin aksine hücresel
onkojene bitişik, değişmez bir entegrasyon yeri keşfedil­ Makrofaj
Monoklonal T-hücreli lösemi
memiştir. Aslında başlangıçtaki enfeksiyonla hastalığın
ortaya çıkması arasındaki uzun latent dönem, onkogenik Resim 5-31 HTLV-1 ’ in (insan T hücresi lenfotrop virüsün) neden
mutasyonlarm biriktiği, çok aşamalı bir süreç izlenimini olduğu T hücreli löseminin/lenfomanın patogenezi. HTLV-1 çok sa­
vermektedir. yıda T hücresini infekte ederek başlangıçta TAX geninin tetiklediği
otokrin ve parakrin yollar üzerinden poliklonal proliferasyonuna
HTLV-1 genomunda, alışılan retroviral genlere ek ola­
neden olur. TAX geni eşzamanlı olarak TP53 ve CDKN2A/p16 gen­
rak, pX adı verilen, özel bir bölge vardır. Bu bölge, TAX da­ lerini etkiler ve büyüme inhibitörü sinyalleri nötralize eder. Sonun­
hil birçok gen içerir. TAX proteininin, hücre transformas­ da, çoğalan T hücrelerinin birinde ek mutasyonlar gelişir ve monk-
yonu için gerekli ve yeterli olduğu gösterilmiştir. Söz ko­ lonal bir T hücreli lösemi/lenfoma gelişir.
202 5 Neoplazi

de ölümsüzlük kazanır ama deney hayvanlarında tümörler


Ö ZET oluşturmaz. Bu karşılık ko-transfeksiyonun mutasyona uğ­
Onkojenik RNA Virüsleri ramış RAS geni eşliğinde gerçekleştirilmesi, eksiksiz ma­
lign transformayona yol açar. Elimizdeki veriler insan pa­
• HTLV-1 Japonya ve Karayiplerde endemik olan T hücreli pilloma virüsünün güçlü bir olasılıkla, diğer çevre faktörle­
lösemiye neden olur. riyle uyum içerisinde hareket ettiği izlenimini vermektedir
• HTLV-1 genomu, enfekte T hücrelerindeki sitokin genle­ (Bölüm 18). Ancak HPV infeksiyonunun serviks kanserine
rini ve reseptörlerini aktive eden viral TAX proteinini yol açmak bakımından öncelik taşıması, bu kanserin anti-
kodlar. Bu protein. T hücresi proliferasyonunu uyaran HPV aşıları kullanılarak önlenmesiyle doğrulanmaktadır.
otokrin ve parakrin sinyalizasyon devrelerini harekete
geçiririn T hücresi proliferasyonu başlangıçta poliklonal- Epstein-Barr Virüsü
dir ama çoğalan T hücreleri, sonunda monoklonal bir lö­ Epstein-Barr virüsü (EBV) ilk önce, insanlardaki Burkitt
semi gelişmesine yol açan sekonder mutasyonlara sahne lenfoması adlı tümörle ilişkilendirilmiştir. Ancak son 40
olma riskini taşır. yılda bu virüs sürpriz bir şekilde; T hücre bağışıklığı ku­
surlu (HIV ile enfekte) hastalardaki B hücreli lenfoma,
Hodgkin lenfomasının bir alt-tipi, nazofarinks karsino-
Onkogenik DNA Virüsleri mu, T hücreli lenfomalarm bir alt-tipi, mide karsinomları,
RNA virüsleri gibi çeşitli onkogenik DNA virüslerinin de NK hücreli lenfomalar, hatta ender de olsa, öncelikle im-
hayvanlarda tümör oluşumuna yol açtığı bilinmektedir. münosupresyonlu hastalardaki sarkomlar gibi birbirlerin­
İnsan kanserleriyle olan beraberlikleri nedeniyle dört den farklı, çok sayıda tümörde de bulunmuştur.
DNA virüsü—HPV, Epstein-Barr virüsü (EBV), Kaposi sar­ Burkitt lenfoması, Afrika'nın belirli bölgelerinde ende­
kom herpesvirüs (KSHV, aynı zamanda insan herpesvi- mik, dünyanın diğer yerlerinde ise sporadik olarak görü­
rüs- 8 [HHV-8 ] adını da alır) ve hepatit B virüsü (HBV)— lür. Endemik bölgelerde görülen, enfekte tüm hastalarda
özellikle ilgi çekmektedir. KSVH ve Kaposi sarkomu Bö­ EBV genomu mevcuttur. B hücrelerinde EBV etkisiyle
lüm 4'te, diğerleri aşağıda anlatılmaktadır. meydana gelen proliferasyonun moleküler temeli karma­
şıktır. Bu virüs, B hücrelerine tutunup enfekte etmek için
insan Papillom avirüsü
kompleman reseptörü CD21'i kullanır. Bu enfeksiyon in
Genetik olarak farklı HPV (insan papilloma virüsü) tipi ta­ vitro, poliklonal B hücresi proliferasyonuna ve B lenfoblas-
nımlanmıştır. Bunlardan bazıları (örneğin tip 1, 2, 4 ve 7) toid hücre serisinin oluşmasına neden olur. Bu virüs tara­
insanlarda, benign skuamöz hücreli papillomlara (siğil) ne­ fından kodlanan genlerden biri olan LMP1 (latent memb-
den olur (Bölüm 18 ve 21). Genital siğillerin malignite po­ ran proteini-1 ) geni, onkogen olarak etki eder ve bu genin
tansiyeli düşüktür ve bu lezyonlar, öncelikle HPV- 6 ve transgenik farelerdeki ekspresyonu, B hücreli lenfomaya
HPV-11 olmak üzere düşük riskli HPV tiplerine eşlik eder. yol açar. LMP1, B hücresi proliferasyonuna, NF-k B ve
Oysa tip 16 ve 18 gibi yüksek riskli HPV tipleri, özellikle JAK/STAT gibi, B hücresi yüzey molekülü CD40 aktivas-
uterus kollumundaki ve anogenital bölgedeki skuamöz yonu üzerinden B hücresi aktivasyonunu taklit eden sin­
hücreli kanserler olmak üzere çeşitli kanserlere neden yalizasyon yollarını aktif duruma getirerek neden olur.
olur. Ayrıca, orofarinks kanserlerinin ve özellikle de tonsil- LMP1 aynı zamanda BCL2 aktivasyonuna neden olarak
lerde gelişenlerin en az %20'sine, HPV eşlik etmektedir. apoptozu önler. Böylece virüs, kendi replikasyonunu, en­
HPV'nin onkogenik potansiyeli, E 6 ve E7 adı verilen, er­ feksiyona yatkın hücre havuzunu genişleterek teşvik et­
ken iki gen ürünleriyle bağlantılı olabilir. Bu iki gen bera­ mek üzere normal bir B hücresi aktivasyon yolunu "ödünç
berce, proto-onkogenler ve tümör baskılayıcı genler tarafın­ alır". EBV tarafından kodlanan bir diğer protein olan EB-
dan kodlanan, büyümeyi-düzenleyici çeşitli proteinlerle et­ NA2; siklin D ve src proto-onkogen ailesinin üyeleri dahil
kileşime girer. E7 proteini retinoblastom proteinine bağla­ çok sayıda konak genini transaktive eder. Ayrıca EBV ge­
narak, normalde Rb tarafından sekestre edilen E2F transk­ nomu, vIL-10 adı verilen ve konak genomundan sağladığı,
ripsiyon faktörlerinin salıverilmesi üzerinden, hücre siklu- viral bir sitokin de içerir. Bu viral sitokin, makrofajlarm ve
sunun progresyonunu teşvik eder. Yüksek riskli HPV tiple­ monositlerin T hücrelerini aktive ederek virüsle enfekte
rindeki E7 proteinin Rb afinitesinin, düşük riskli HPV tip- hücreleri öldürmesini engellemektedir.
lerindekinden daha fazla olması ilginçtir. E7 ayrıca EBV tarafından yönlendirilen poliklonal B hücresi proli­
CDKNlA/p21 ve CDNKlB/p27 adlı CDK inhibitörlerini ferasyonu, immünolojik bakımdan normal bireylerde ko­
inaktive eder. E6 proteini, tamamlayıcı etkilere sahiptir. layca denetim altına alınır ve enfekte hasta ya asemptoma-
p53'e bağlanır ve bunun yıkımında medyatör olarak etki tik olarak kalır, ya da kendi kendine iyileşen bir enfeksi-
eder. E7 geni gibi E6 geninin yüksek riskli HPV tiplerine afi- yöz mononükleoz atağı geçirir (Bölüm 11). Bağışıklık siste­
nitesi, düşük riski HPV tiplerindekinden daha fazladır. Be­ minden kaçış, EBV ile bağlantılı onkogenezdeki, anahtar
nign siğillerde entegre olmamış epizomal bir formda korun­ kimliğini taşıyan bir aşama olarak gözükmektedir. Burkitt
masına karşılık HPV genomu, kanserlerde konak genomu­ lenfomasının endemik olduğu bölgelerde EBV enfeksiyo­
na rastgele entegre olur. Bu entegrasyon, viral DNA'yı ke­ nuyla aynı zamanda gelişen (endemik) sıtma (veya diğer
sintiye uğratarak E6 ve E7 onkoproteinlerinin aşırı ekspres- infeksiyonlar), bağışıklık sistemine zarar vererek B hücre­
yonuna yol açar. Dahası, viral genomun entegre olduğu hüc­ si proliferasyonunun sürmesine olanak sağlar. EBV geno­
relerdeki genom instabilitesi, anlamlı şekilde daha fazladır. munun başlıca transforme edici geni olmasına rağmen
Özetle; yüksek riskli HPV tiplerinin yol açtığı enfeksi­ LMP1 geni ekspresyonunun EBV virüsüne eşlik eden Bur­
yon; tümör baskılayıcı genlerin kaybına, siklinlerin aktivas- kitt lenfomasmda görülmemesi ilginçtir ve olasılıkla, söz
yonuna ve apoptoz inhibisyonuna neden olarak hücrenin konusu genin aynı zamanda, bağışıklık sistemi tarafından
yaşlanmasına karşı mücadele eder. Böylece, kanserin ayırı­ tanınan başlıca viral antijenlerden biri olması nedeniyle­
cı özellikleri olarak daha önce sözü edilen özelliklerden ço­ dir. LMP-1 gibi viral antijenleri içeren hücreler, bağışıklık
ğu, HPV proteinleri tarafından yönlendirilmektedir. Ancak sistemi tarafından denetim altında tutulur. Lenfoma hüc­
HPV enfeksiyonu, karsinogeneze yol açmak açısından tek releri yalnızca translokasyonlarm, bu tümörün değişmez
başına yeterli değildir. Örneğin insan keratinositleri HPV- bir özelliği olan MYC onkojenini aktive etmesiyle ortaya
16, -18 veya -31 DNA'sıyla in vitro transfekte edildiklerin­ çıkabilir. MYC sinyalizasyonda, LMP1 yerine fonksiyon
Kanser Etiyolojisi: Karsinojen Etkiler 203

görerek tümör hücrelerindeki LMP1 düzeyinin azalması­ insan genomuna entegre olmakla birlikte karaciğer hücre­
na ve bu hücrelerin bağışıklık sisteminden kaçmasına ola­ lerinde tutarlı bir entegrasyon profiline rastlanmaz. Aslın­
nak verir. Endemik olmayan bölgelerdeki tümörlerin da bu iki virüsün onkogenik etkileri çok sayıda faktöre
%80'inin EBV-negatif olması, ancak tümünün MYC trans- bağlıdır ama; bağışıklık sistemi aracılığıyla gerçekleşerek
lokasyonu içermesi, dikkate değer bir özelliktir. Bu gözlem rejenerasyona ve genom hasarına yol açan kronik infla-
Afrika-dışmdaki Burkitt lenfomalarmm, EBV-dışı meka­ masyon, bu faktörlerden en önemlisi olarak gözükmekte­
nizmalarla tetiklendiği izlenimini vermekte ve bu kanser­ dir. Bağışıklık sistemi genellikle koruyucu fonksiyona sa­
ler, benzer yolları izleyerek gelişmektedir. hip bilinir, ama yakınlarda yapılan çalışmalar bağışıklık
HIV ile enfekte ve organ nakledilmiş hastalar dahil, T yanıtının, viral hepatitte ya da H pylori' ye bağlı kronik
hücresi fonksiyonu kusurlu olan bireylerde EBV ile enfek­ gastritte (ileriye bakınız) olduğu gibi, uyumsuz karakter
te B hücreleri poliklonal olarak artar ve lenfoblastoid-ben- kazanabildiğini ve tümör oluşumunu teşvik edebildiğini
zeri hücreler üretir. İmmünosüpresyon altındaki hastalar­ ortaya koymuştur.
da B lenfoblastları, Burkitt lenfomasmdakinin aksine; T Karaciğer hücrelerinde zedelenmeye yol açan tüm et­
hücrelerinin tanıyacağı, LMP-1 gibi viral antijenler içer­ kenler gibi kronik viral infeksiyon da hepatositlerin, kom-
mez. Ölümcül olma potansiyeli taşıyan bu proliferasyon- pansasyon amacıyla proliferasyonuna neden olur. Büyü­
lar; organ nakledilmiş hastalarda immünosüpresif ilaçların me faktörleri, sitokinler, kemokinler ve inflamasyon ye­
kesilmesiyle T hücresi bağışıklığı yeniden sağlandığında rinde biriken, aktive bağışıklık hücrelerinin ürettiği diğer
baskılanabilir. biyoaktif maddeler, hücrelerin canlı kalmasını, dokunun
Nazofarinks kanseri, güney Çin'de ve diğer bazı yerler­ yeniden biçimlenmesini ve anjiyogenezi teşvik ederek bu
de endemiktir ve bu tümörlerin hepsinde EBV genomu rejenerasyon sürecine yardım eder ve bu süreci kısaltır.
mevcuttur. Bu karsinom hücrelerinde LMP-1 ekspresyonu Aktive bağışıklık hücreleri, genotoksik ve mutajen olan
vardır ve B hücrelerindeki gibi, NF-kB yolunu aktive eder. reaktif oksijen türevleri gibi diğer medyatörler de üretebil­
Dahası LMP1, onkogeneze katkı yapabilen VEGF, FGF-2, mektedir. Aktive bağışıklık hücrelerinden kaynaklanan
MMP-9 ve COX-2 gibi, pro-anjiyogenik faktörlerin ekspres- medyatörlerin hepatositlerdeki nükleer faktör-ıcB (NF-k B)
yonuna neden olur. EBV'nin, B hücrelerinde bu virüsün re­ yolunu aktive etmesi, bu bakımdan en önemli basamak
septörü olarak fonksiyon gören CD21 proteinini eksprese olarak gözükmektedir. Hepatositlerdeki NF-k B yolunun
etmeyen epitel hücrelerine nasıl girdiği bilinmemektedir. aktive edilmesi apoptozu bloke ederek, bölünmekte olan
hepatositlerin genotoksik strese maruz kalmalarına ve
mutasyonlar biriktirmelerine olanak tanır. Virüslere bağlı
O Ö Z E T ___________________________ _________ hepatosellüler karsinomda bu gelişmeler, baskın meka­
Onkogenik DNA Virüsleri nizma olarak gözükmektedir ama hem HBV hem HCV
genomlarında, kanser gelişmesini daha doğrudan teşvik
• İnsan papilloma virüsüne (HPV) benign siğiller kadar, ser- eden proteinler de vardır. HBV genomu, HBx adı verilen
vikal kanser de eşlik eder. bir gen içerir ve söz konusu genin yokluğu, transgenik fa­
• HPV’nin onkogenitesi, E6 ve E7 adlı iki viral proteininin rede hepatosellüler karsinom meydana gelmesine yol
ekspresyonuyla bağlantılıdır; bunlar sırasıyla Rb’ye ve açar. HBx geni, çeşitli transkripsiyon faktörlerini ve çok
p53’e bağlanarak bunların fonksiyonlarını nötralize eder. sayıda sinyal iletim yolunu, doğrudan veya dolaylı yoldan
• Kanserlere yol açan, yüksek riskli HPV türlerinde bulu­ aktive eder. Ayrıca viral entegrasyon, kromozomlarda bi­
nan E6 ve E7’nin hedeflerine olan afiniteleri, benign siğil­ linmeyen tümör baskılayıcı genlerin delesyonunu da içe­
lere yol açan, düşük riskli HPV türlerindekinden daha ren, sekonder yeniden düzenlenmelere neden olabilir.
fazladır. Bir DNA virüsü olmamasına rağmen hepatit C virüsüy­
• Epstein-Barr virüsü (EBV); B u rkitt lenfoması, immüno- le (HCV) hepatosellüler kanser patogenezi arasında güçlü
supresyonlu (HIV ile infekte veya organ nakledilmiş) bi­ bir bağlantı vardır. HCV tarafından bu sırada kullanılan
reylerdeki lenfomalar, Hodgkin lenfomasının bazı çeşitle­ moleküler mekanizmalar, HBV tarafından kullanılanlar
ri, seyrek karşılaşılan T hücreli ve N K hücreli tümörler, kadar iyi tanımlanmış değildir. HCV genomunun HCV
nazofarinks karsinomu, mide karsinomu ve ender olarak çekirdek proteini gibi bileşenleri tümör oluşumu üzerin­
da sarkomlar gibi tüm örlerin patogenezinde rol oyna­ de, olasılıkla büyümeyi teşvik eden çeşitli sinyal iletim
makla suçlanmıştır. yollarını aktive ederek, doğrudan etki gösteriyor olabilir.
• EBV geninin belirli ürünleri onkogeneze, normal bir B
hücresi proliferasyonunu uyararak katkıda bulunur. Bağı­
© Ö Z E T _________ ___________
şıklık yeterliliğinin de olmaması, B hücresi proliferasyo-
nuna süreklilik kazandırarak sonunda, t(8;14) gibi ek mu- Hepatik B ve Hepatit C Virüsleri
tasyonlarla, lenfoma gelişmesine yol açar.
• Yeryüzündeki hepatosellüler karsinomların %70-%85’i,
HBV veya HBV infeksiyonuna bağlıdır.
• HBV ve HCV’nin onkogenik etkileri multifaktöriyeldir,
Hepatit B ve Hepatit C Virüsleri
ama bunlardan baskın olanı; hepatosellüler zedelenmey­
Kronik HBV ve hepatit C virüsü (HCV) enfeksiyonlarıyla le, hepatosit proliferasyonunun uyarılmasıyla ve D N A ’da
hepatosellüler karsinom arasında bağlantı kuran güçlü hasar meydana getirebilen aktif oksijen türevlerinin üre­
kanıtlar vardır (Bölüm 15). Dünyadaki hepatosellüler kar- tilmesiyle birlikte, bağışıklık sisteminin aracılık ettiği kro­
sinomlarm %70-%95'inin HBV veya HCV enfeksiyonuna nik inflamasyon olarak gözükmektedir.
bağlı olduğu düşünülmektedir. Ancak, bu virüslerin tü­
• HBV’nin HBx proteini ve HCV’nin çekirdek proteini,
mör oluşumundaki etki mekanizması, tam olarak bilin­
karsinogeneze katkıda bulunabilen, çeşitli sinyal iletim
memektedir. Herhangi bir viral onkoprotein, ne HBV, ne
yollarını aktive edebilir.
HCV genomu tarafından kodlanmaktadır. HBV DNA'sı
204 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Helicobacter pylori
Önce peptik ülser nedeni olarak suçlanan Helicobacter
TÜMÖRLERE KARŞI KONAK
pylori şimdilerde, karsinojen olmasından şüphe edilen ilk SAVUNMASI: TÜMÖR BAĞIŞIKLIĞI
bakteri olarak sınıflandırılmaktadır. H. pylori infeksiyonu,
Ehrlich; tümörlerin bütünüyle "vücuda ait" lezyonlar ol­
mide adenokarsinomları ile mide lenfomalarmın oluşma­
madıklarını ve bağışıklık sisteminin otolog tümör hücrele­
sında suçlanmaktadır.
rinin farkına varmasının, transforme hücrelerin ortadan
Mide adenokarsinomunun gelişmesi konusundaki se­
kaldırılmasını sağlama yeteneğine sahip, "olumlu bir me­
naryo, HBV ve HCV etkisiyle meydana gelen karaciğer
kanizma" olabileceğini öne sürmüştür. Daha sonra Lewis
kanserlerindekine benzemektedir. Burada da epitel hücre­
Thomas ve McFarlane Burnet, yeni ortaya çıkan ve bağı­
lerinin, kronik inflamasyon zeminindeki artan proliferas-
şıklık sisteminin "yabancı" olarak değerlendirdiği hücrele­
yonu söz konusudur. İnflamasyon ortamı, viral hepatitte de
rin, bu sistem tarafından tanınıp ortadan kaldırılmasını
olduğu gibi genler üzerinde toksik etkisi olan (genotoksik)
kastederek immün gözetim deyimini ortaya atarak bu kav­
sayısız etken (örneğin reaktif oksijen türevleri) içerir. Ade-
rama kesin şeklini vermişlerdir. Kanserlerin oluşması, im­
nokarsinomla sonuçlanan histopatolojik değişiklikler; kro­
mün gözetimin kusurlu olduğu izlenimini vermektedir
nik inflamasyon/gastrit gelişmesi-gastrik atrofi-örtücü
ama bazı tümörlerin bu gözetimden kaçabilmesi, diğerle­
hücrelerdeki metaplazi-displazi-kanser şeklinde sıralan­
rinin gözetime yakalanarak yok edilmesini olanak dışı bı­
maktadır. Sıralanan bu gelişmelerin tamamlanması, onlar­
rakmamaktadır. Bu bölümde tümör bağışıklığıyla ilgili şu
ca yıl sürmekte ve enfekte hastaların yalnızca %3'ünde ol­
soruların yanıtları üzerinde durulmaktadır: Tümör anti­
maktadır. HBV ve HCV genomları gibi H. pylori genomu
jenlerinin tabiatı nedir? Tümör hücrelerini, konağın han­
da, onkogenezde doğrudan etkili genler içermektedir. Mi­
gi efektör sistemleri tanıyabilir? Tümör bağışıklığı, spon-
de adenokarsinomunun eşlik ettiği H. pylori türlerinin; si-
tan neoplaziler karşısında etkili midir?
totoksik A geni (CagA) içeren bir "patojenisite adası" içer­
diği gösterilmiştir. Bu anaerob bakteri gerçi invaziv değildir Tüm ör Antijenleri
ama mide epiteli hücrelerine CagA enjekte edilmesi, dü­
zensiz büyüme faktörlerinin büyüme uyarılmasını taklit Bağışıklık yanıtına neden olan antijenler, deneysel olarak
eden bir sinyalizasyon dizisi dahil çeşitli etkilere sahiptir. oluşturulan birçok tümörde ve insanlardaki bazı kanser­
Daha önce de söz edildiği gibi H. pylori, mide lenfoma- lerde gösterilmiştir. Bu tümör antijenleri önceleri, ekspres-
sı riskinde de artış ile birliktedir. Mide lenfomaları B hüc­ yon tipi yalnızca tümör hücrelerinde bulunan, normal hiç­
resi kökenlidir ve transforme B hücreleri normal MALT'ta- bir hücrede bulunmayan tümör-spesifik antijenler ve tümör
kini (mucosa-associated lymphoid tissue-(mukoza ilişkili hücrelerinde, ayrıca bazı normal hücrelerde bulunan tü-
lenfoid doku) andırır bir şekilde çoğaldıklarından, MALT mör-ilişkili antijenler olarak iki kategoriye ayrılmıştır. An­
lenfoması olarak da adlandırılmıştır (Bölüm 11). Bu lenfo- cak bu sınıflandırma, tümör-spesifik olduğu düşünülen
maların molekiiler patogenezi tam olarak anlaşılmamış ol­ birçok antijenin bazı normal hücrelerde de bulunabilmesi
masına rağmen burada, türe-özel H. pylori faktörleriyle; nedeniyle hatalıdır. Tümör antijenlerinin günümüzdeki sı­
inflamatuar sitokin promoterlarmdaki (örneğin IL-1|3 ve nıflandırılmasında, bunların molekül yapıları ve kaynak­
TNF) polimorfizmler gibi konak faktörleri, önemli rollere ları temel alınmaktadır.
sahip gözükmektedir. H. Pylori enfeksiyonunun, bu bakte­ Sitotoksik T lenfositlerin tanıdığı tümör antijenlerinin
riye karşı tepki veren T hücrelerinin aktivasyonuna neden saptandığı tekniklerin geliştirilmesi, tümör immünolojisi
olduğu ve bunların da poliklonal B hücresi proliferasyonu- alanında kaydedilmiş önemli bir gelişmedir, zira söz konu­
na yol açtığı düşünülmektedir. Çoğalan B hücreleri za­ su hücreler tümörler karşısındaki önde gelen bağışıklık
manla, olasılıkla çoğalmayı düzenleyen genlerde mutas- mekanizmasından sorumlu lenfositlerdir. Sitotoksik T len­
yonların birikmesi sonucu, monoklonal bir B hücreli tü­ fositleri Bölüm 4'te de anlatıldığı gibi, klas I MHC (majör
mör oluşturmaktadır. Hastalığın erken dönemlerinde sağ­ histokompatibilite kompleksi) moleküllerine bağlı sitop-
lanan H pylori eradikasyonunun lenfomayı, T hücrelerini lazma proteinlerinin türevi olan peptidleri tanımaktadır.
etkileyen antijen kimliğindeki uyaranları ortadan kaldıra­ Tümör antijenlerinin dört ana sınıfı, aşağıda anlatıl­
rak "iyileştirmesi", bu modele uymaktadır. maktadır (Resim 5-32).
Mutant Onkogenlerin ve Tümör Baskılayıcı
ÖZ E T ______ ____________ _________ Genlerin Ürünleri
Daha önce de anlatıldığı gibi neoplastik transformasyon;
Helicobacter Pylori
bazıları bağışıklık sisteminin "yabancı" olarak yorumlaya­
• H. pylori enfeksiyonu; hem mide adenokarsinomu, hem cağı hücre yüzey antijenlerinin ekspresyonuna yol açabilen
de mide lenfoması (MALT) patogenezinde dolaylı olarak genetik değişikliklerin sonucudur. Bu kategoride yer alan
rol oynamakla suçlanmıştır. antijenler, mutant onkoproteinlerden ve tümör baskılayıcı
• H. Pylori etkisiyle gelişen mide kanserlerinin bu yöndeki proteinlerden kaynaklanır. Benzersiz tümör antijenleri, |3-
etki mekanizmasında; bağışıklık sistemi aracılığıyla geli­ katenin, RAS, p53 ve CDK4'den kaynaklanır, bunları kod­
şen kronik inflamasyon, mide hücrelerinde proliferasyo- layan genler tümörlerde sıklıkla mutasyona uğramıştır.
nun uyarılması ve D N A ’da hasara yol açan reaktif oksijen Mutant genler yalnızca tümörlerde bulunduğundan, bun­
türevlerinin üretilmesi dahil çok sayıda faktör yer almak­ ların peptidlerinin ekspresyonu da yalnızca tümör hücrele­
tadır. H. pylori’deki CagA gibi patojenisite genleri bu kan­ rinde mevcuttur. Birçok tümör aynı mutasyonu taşıyor ola­
serlerin gelişmesine, büyüme faktörü yollarını uyararak bildiğinden, söz konusu antijenler farklı tümörler tarafın­
katkı yapıyor olabilir.
dan paylaşılır. Bu antijenlere karşı etkili sitotoksik lenfosit­
• H pylori infeksiyonunun poliklonal B hücresi proliferasyo-
ler üretilebilirse de bunlar, etkili bir koruyucu yanıtı in vi­
nuna neden olduğu ve sonunda, mutasyonların birikme­
vo sağlayan savunma hücreleri olarak gözükmemektedir.
siyle monoklonal B hücreli tüm örün (MALT) ortaya çık­
Bazı tümörlerde, mutasyona uğramamış onkogenlerin aşı­
tığı düşünülmektedir.
rı ekspresyonu da söz konusu olabilmektedir. Bunların en
Tümörlere Karşı Konak Savunması: Tümör Bağışıklığı 205

Majör Qy u m .n fc T hücresi L ÖRNEKLER


histokompatibilite . İy i yanıtı yok
(MHC) antijenine Norma '''' " q £
eşlik eden çok otoproteinler '^ 1 ^ - , ' ^
sayıda otoantijen
içeren, normal
konak hücreleri
• *
MHC Klas 1
v
Q ■ ,— 1|^ . . L,
Onkojen ı ps r \ * Onkojen ürünleri: Mutant RAS,
BCR/ABL füzyon proteinleri
veya"SS-Jf
tumor
baskılayıcı >■■
-W| 'T TjTF ±
CD8tCTL
Tümör baskılayıcı gen ürünleri:
gen ürünü • — — p Mutant p53 proteini

Çeşitli hayvan tümörlerindeki


karsinojenlere veya
Mutant ) :;1 \
radyasyona bağlı mutant
otoprotein----- (~cj / *# “ ' f
Farklı tiplerde proteinler; melanomlardaki
tümör antijenlerine çeşitli mutant proteinler
sahip tümör
hücreleri
O' L Aşırı ekspresyonlu:
Aşırı veya atipik > p. v melanomlardaki tirozinaz,
ekspresyonu ) ' [7

otoproteinler >
JJ
r ı ^
^ ü ü l j CD8+CTL
gp 100, MART

Atipik ekpresyonlu: kanser-


• Y testis antijenleri (MAGE, BAGE)

Servikal kanserde HPV E6, E7


^ '{ Virüs
Onkojen ) £ | M \m antijen- proteinleri; Epstein-Barr
virüs ... - IÎTÎBH t spesifik virüsüne bağlı lenfomada
Sl W A CD8+CDL EBNA proteinleri
• r

Resim 5 -3 2 CD 8 + T hücreleri tarafından tanınan tüm ör antijenleri


(Abbas A K , Lichtman A H : Cellular ve Molecular Immunology, 5th ed. Philadelphia, W B Saunders, 2003'ten, değiştirilerek).

iyi örneği, ürününün ileri derecede ekspresyonuna, meme ca normal melanositlerde ve melanomlarda söz konusu
kanserlerinin bir alt grubunda karşılaşılan HER2/NEU on- olan tirozinaz, bu antijenlerden biridir. Melanom hastala­
kogenidir. Her2/Neu proteini bu nedenle, meme kanserle­ rının T hücrelerinin tirozinaz kaynaklı proteinleri tanıma­
rinin tedavisinde klinik olarak kullanılmaktadır. sı, tirozinaz aşılarının melanomlara karşı verilen bu yanı­
tı uyarma olasılığını ortaya koymaktadır. Bu aşıların kul­
Diğer Mutant Genlerin Ürünleri lanıldığı klinik çalışmalar devam etmektedir. Söz konusu
Tümör hücrelerinin genetik bakımdan stabil olmaması hastaların normal bir otoantijene yanıt verebilmeleri bir
nedeniyle bu hücrelerde, ürünleri transforme fenotiple bakıma şaşırtıcıdır. Bunun olası açıklaması, tirozinazm az
ilişkisi olmayanlar ve bilinen herhangi bir fonksiyonu bu­ sayıda hücrede, çok az miktarda üretilmesi nedeniyle ba­
lunmayanlar da dahil olmak üzere birçok gen, mutasyona ğışıklık sistemi tarafından tanınmaması ve toleransa ne­
uğrar. Bu mutant genlerin ürünleri, potansiyel birer tü­ den olmamasıdır.
mör antijenidir. Tümörlere yol açan karsinojenler rastgele, Kanser-testis antijenleri adı verilen bir diğer grup anti­
konaktaki herhangi bir genin mutasyonuna yol açabildi- jen, testis dışındaki tüm erişkin dokularında sessiz, ancak
ğinden, son derece çeşitlidir. Mutant hücre proteinleri, kanser hücrelerinde deregülasyona uğramış olan genler
spontan insan kanserlerinden çok, hayvanlardaki kimya­ tarafından kodlanmaktadır; söz konusu antijenlere kan­
sal karsinojenlere veya radyasyona bağlı tümörlerde görü­ ser-testis antijeni adının verilmesi, bu nedenledir. Bu pro­
lür. Konakta bunlara karşı tolerans söz konusu olmadığın­ tein testislerde mevcut olmasına rağmen bu proteinin
dan söz konusu proteinler, bağışıklık sisteminin hedefi hücre yüzeyinde antijen olarak ekspresyonu, spermde
olabilir. MHC klas I moleküllerinin bulunmaması nedeniyle söz
konusu değildir. Böylece bu antijenler, her yönüyle tümör-
Aşırı veya Aberran Ekspresyonlu Hücre Proteinleri spesifiktir. MAGE (melanom «ntijen geni) gen ailesi, bu
Tümör antijenleri, tümör hücrelerinde anormal ekspres- grubun prototipidir. Tümör-spesifik olmalarına rağmen
yonu olan ve bağışıklık yanıtına yol açan, normal hücre MAGE antijenlerinin %37'si melanomlarda, değişebilen
proteinleri olabilir. İnsan melanomlarınm bir alt-grubun- miktarları akciğer, karaciğer, mide ve özofagus karsinom-
daki tümör antijenlerinin bazıları, normal hücrelerde dü­ larmda mevcuttur. Diğer tümörlerde, buna benzeyen GA­
şük düzeyde üretilen, ancak tümör hücrelerinde aşırı GE, BAGE ve RAGE antijenleri gösterilmiştir. Bu katego­
ekspresyonu söz konusu olan normal hücre proteinleridir. rideki çok sayıda antijen şimdilerde, tümör aşısı çalışma­
Melanin biyosentezinde kullanılan ve ekspresyonu yalnız­ larında kullanılmaktadır.
206 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Onkogen Virüslerin Ürettiği Tümör Antijenleri antijenleri tipik normal otoantijenler olduklarından, tü­
mörlü konaklarda bağışıklık yanıtlarına neden olmaz.
Daha önce de anlatıldığı gibi bazı kanserler virüslere eşlik
eder. Bu proteinlerin, bağışıklık sistemi tarafından yaban­
cı protein olarak tanınması, sürpriz değildir. Latent DNA A ntitüm ör Efektör Mekanizmalar
virüsleri (örneğin insanlarda HPV ve EBV) tarafından üre­
tilenler, bu antijenlerin en güçlü olanlarıdır. Bu virüslerin Hücresel bağışıklık, in vivo başlıca antitümör mekanizma­
antijenleri tanıyan bol miktarda sitotoksik T hücresi var­ dır. Tümörlere karşı antikorlar üretebilirse de bunların fiz­
yolojik koşullarda, koruyucu rol oynadıklarını gösteren
dır ve hatasız bir bağışıklık sistemi virüsle enfekte hücre­
hiçbir kanıt yoktur. Bağışıklık-medyatörü olan hücresel
leri tanıyıp öldürdüğünden, immün gözetimde önemli rol
efektörlerden, Bölüm 4'te eksiksiz olarak anlatılmış olma­
oynar. Nitekim HPV antijenlerine karşı etkili aşıların,
ları nedeniyle, burada kısaca söz edilecektir.
genç kızlardaki ve kadınlardaki serviks kanserinden ko­
runmakta etkili olduğu bulunmuştur.
Sitotoksik T Lenfositleri
Onkofetal Antijenler Özel olarak sensitize edilen sitotoksik T hücrelerinin de­
neysel olarak meydana getirilen tümörlerdeki rolü bilin­
Karsinoembriyonik antijen (CEA) veya alfa fetoprotein gi­
mektedir. Söz konusu T lenfositleri, daha çok virüslere eş­
bi onkofetal (embriyonik) antijenler; embriyogenez sıra­ lik eden EBV nedeniyle gelişen Burkitt lenfoması, HPV
sında eksprese edilir ama erişkin dokularında bulunmaz. nedeniyle gelişen tümörler gibi neoplazilere karşı koruyu­
Bu antijenleri kodlayan genler üzerindeki baskı kalktığın­ cu role sahip gözükmektedir. İnsan tümörlerinde MHC ile
da, antijenler kolon ve karaciğer kanserlerinde tekrar sınırlı CD 8 + hücrelerin bulunmasının otolog tümör hücre­
eksprese edilirler. Bu antijenlere karşı antikorlar oluşturu­ lerini öldürebilmesi, T hücrelerinin insan tümörleri karşı­
labilir ve onkofetal antijenlerin ortaya konulmasında fay­ sındaki bağışıklıkta oynadıkları rolün, önceleri şüphe edi­
dalıdır. Ancak daha sonra da anlatılacağı gibi bu antijen­ lenden daha fazla olabileceği izlenimini vermektedir. Bazı
ler, tamamen tümör-spesifik değildir ve kanserin serum­ tümörlerde CD8 + T hücreleri in vivo kendiliğinden geliş­
daki belirteçleri olarak işe yarayabilir. mez ama tümör antijeniyle uyarılan dendritik hücrelerin
immünizasyonuyla oluşturulabilir.
Değişen Hücre Yüzey Glikolipidleri ve Glikoproteinleri
İnsanlardaki ve deneysel tümörlerin neredeyse tümünde, Doğal Katil Hücreler
hücre yüzey glikoprotein ve glikolipid düzeyleri normal­ Doğal katil (Natural Killer-NK) hücreler tümör hücrelerini,
den daha yüksektir ve/veya söz konusu glikoprotein ve bu hücrelere karşı önceden duyarlı duruma geçmeksizin
glikolipidlerin anormal formları mevcuttur. Bunlar, tanıda imha edebilen lenfositlerdir; bu hücreler, tümör hücreleri­
belirteç olarak kullanılabilir ve tedavide hedef alınabilir. ne karşı ilk savunma hattını oluşturur. Interlökin- 2 tarafın­
Gangliosidler, kan grubu antijenleri ve müsinler, değişen dan aktive edilen NK hücreleri, çoğu T hücreleri için im-
yüzey moleküllerindendir. Bu gibi antijenlere karşı gelişti­ münojenik olmayan insanlar tümörlerinin çoğunu yok ede­
rilen antikorların tanıdığı epitoplarm büyük bölümü, tü­ bilir. T hücreleriyle NK hücreleri birbirini tamamlayan an­
mörlerde spesifik olarak bulunmamasına rağmen bunla­ titümör mekanizmalara sahip gözükmektedir. MHC klas I
rın kanser hücrelerindeki düzeyleri, normal hücrelerde- antijen ekspresyonu mevcut olmayan tümörler, T hücreleri
kinden daha yüksektir. Bu antijen sınıfı, spesifik antikor­ tarafından tanınmayabilir ama bu tümörler NK hücreleri­
ların kullanılacağı kanser tedavisinin hedefidir. ni, sonraki normal otolog klas I moleküllerin tanınmasıyla
Çeşitli müsinlerle özellikle ilgilenilmiş ve bunlar, tanı inhibe olduğundan, yine de tetikleyebilmektedir (Bölüm
ve tedavi çalışmalarının odağında yer almıştır. Over karsi- 4). Böylece tümörler, T hücreleri tarafından tanınmamak
nomlarmdaki CA-125 ve CA-19-9 ile meme karsinomla- için MHC klas I moleküllerini azalttıklarından NK hücrele­
rındaki MUC-1 bu müsinlerdendir. Diğer birçok müsin ti­ rinin başlıca hedefi konumuna geçebilir. NK hücreleri üze­
pinin aksine MUC-1 yalnızca memedeki duktal epitelin, rindeki reseptörlerin tetiklenmesi, ileri derecede değişiktir
bağışıklık sisteminden nispeten izole bir bölge olan apikal ve çok sayıda gen ailesine aittir. NK hücreleri üzerindeki
yüzeyinde yer alan, bütünleyici bir membran proteinidir. NKG2D proteinleri ve bazı T hücreleri, önemli aktivasyon
Ancak bu molekül duktal meme karsinomlarmda, polari­ reseptörleridir. Bu reseptörler tümör hücrelerindeki ve
ze olmayan bir şekilde mevcuttur ve yeni, tümör-spesifik DNA hasarı nedeniyle neoplastik transformasyon riski bu­
karbonhidrat ve peptid epitoplar içerir. Bu yeni epitoplar, lunan hücrelerdeki strese bağlı antijenleri tanır.
kanser hastalarında hem antikor hem T hücre yanıtına ne­
den olduklarından, birer anti-tümör aşı adayıdır. Makrofajlar
Klasik olarak aktive Mİ tipi makrofajlar (Bölüm 2), tümör
Hücre Tipine-Spesifik Diferansiasyon Antijenleri hücreleri üzerinde in vitro aktiftir. T hücresi ve NK hücre­
Tümörlerde, normal olarak köken aldıkları hücrelerde bu­ si tarafından salgılanan bir sitokin olan interferon-y mak-
lunan moleküller mevcuttur. Çeşitli hücre tiplerine ait se­ rofajlarm güçlü bir aktivatörü olduğundan T hücreleri,
rilere ya da diferansiasyon evrelerine spesifik olmaları ne­ NK hücreleri ve makrofajlar, antitümör reaktivitede işbir­
deniyle, bu antijenlere diferansiasyon antijenleri adı verilir. liği yapıyor olabilir. Aktive makrofajlar tümör hücrelerini,
Bunlar, immünoterapinin potansiyel hedefleri olmaları ve mikroplardakine benzer mekanizmalarla (ör. reaktif oksi­
tümörlerin kaynaklandıkları dokunun kimliğini göster­ jen metabolitleri üreterek) (Bölüm 2) ya da TNF (tümör
meleri nedeniyle önemlidir. Örneğin lenfomalarda, bu tü­ nekroz faktörü) salgılayarak öldürebilir.
mörlere ait CD20 gibi yüzey belirteçleri gösterüdiğinde B
hücrelerinden kaynaklanan tümör tanısı konulabilir. Hümoral Mekanizmalar
CD20'ye karşı geliştirilen antikorlar, belirli B hücreli len- Antitümör antikorların spontan tümörlere karşı koruyucu
fomalarm immünoterapisinde kullanılır. Diferansiasyon etkiye sahip olduklarını gösteren hiçbir kanıt bulunmama­
Neoplazilerin Klinik Yönleri 207

sına rağmen tümör hücrelerine karşı oluşturulan monoklo- kopolisakaridler gibi glikokaliks moleküllerinden olu­
nal antikorların verilmesi, terapötik etki gösterebilir. B hüc­ şan bir dış kılıf üretir. Bu kalın kılıf, bağışıklık hücrele­
relerinin yüzeyindeki bir antijen olan CD20'ye karşı oluş­ rinin antijen sunan hücrelere erişimini engelleyerek
turulan, monoklonal bir antikor, belirli Hodgkin-dışı lenfo- antijenin tanınmasını ve hücrenin öldürülmesini önler.
malarm tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. • Kostimiilatör molekül ekspresyonunda azalma. Güçlü T
hücresi yanıtlarının verilebilmesi için, kostimülatör
İmmün Gözetim ve Tümörlerin Bağışıklıktan moleküllere ihtiyaç vardır: Birçok tümör bu molekülle­
Kurtulması rin ekspresyonunu azaltır.
Olası ve potansiyel çok sayıda antitümör mekanizmanın
varlığı göz önünde tutulduğunda; acaba bu mekanizmala­ O Ö ZET
rın neoplazi gelişimini önlemek üzere in vivo etkili olduğu
gösteren herhangi bir kanıt var mıdır? Kanserlerin; bağı­ İmmün Gözetim
şıklık sorunları olan hastalarda daha sık görülüyor olma­ • Tüm ör hücreleri, bağışıklık sistemi tarafından yabancı
sı, immün gözetimin varlığını işaret eden en güçlü kanıt­ olarak tanınıp imha edilebilir.
tır. Konjenital bağışıklık eksikliği olan hastaların yaklaşık • A ntitüm ör aktivite daha çok, hücresel mekanizmalar
%50'sinde kanserler gelişmektedir ve bu oran, böyle bir aracılığıyla fonksiyon görür. Tümör antijenleri hücre yü­
bağışıklık sorunu olmayan bireylerdekinin yaklaşık 2 0 0 zeyine MHC klas I moleküller tarafından sunulur ve
katıdır. İmmmünosupresyon altındaki, organ nakledilmiş CD8+ sitotoksik T lenfositler tarafından tanınır.
hastalarda, ayrıca AIDS hastalarında malign tümör sıklı­ • Mutant onkogenler, tü m ö r baskılayıcı genler, ekspres-
ğının artmış olması da, buna benzer. Bu neoplazilerin tü­ yonları aşırı veya atipik olan proteinler, onkogen virüsle­
münün olmasa bile neredeyse tümünün lenfoma, özellik­ rin ürünü tü m ö r antijenleri, onkofetal antijenler, değişik­
le de aktif B hücreli lenfoma olmasının altını çizmek gere­ liğe uğramış glikolipidler ve glikoproteinler, ayrıca hücre
kir. X-kromozomuna bağlı olarak geçen lenfoproliferatif tipine-spesifik diferansiasyon antijenleri, farklı tü m ö r an­
hastalık, buna iyi bir örnektir. Bu hastalığı olan erkek ço­ tijeni sınıflarındandır.
cuklarda EBV enfeksiyonu gelişirse, kendi kendine iyile­ • İmmünsüpresyonlu hastalarda kanser gelişme riski art­
şen enfeksiyöz mononükleoz yerine, ölümle sonuçlanan mıştır.
enfeksiyöz mononükleoz veya daha da kötüsü, malign • Bağışıklık sorunu olmayan hastalarda, tüm örler bağışıklık
lenfoma olmaktadır. sisteminden çeşitli mekanizmalar yardımı ile kaçar. A nti­
Kanserlerin çok büyük bölümü, açıkça bilinen hiçbir jen-negatif varyantların selektif bir şekilde artması, doku
bağışıklık eksikliği olmayan bireylerde görülür. Eğer im­ uyuşmazlık (histokompatibilite) antijenlerinin kaybı veya
mün gözetim mevcutsa kanserler, bağışıklık sorunu olma­ ekspresyonunun azalması ve tümörden salgılanan bazı
yan konağın bağışıklık sisteminden acaba nasıl kurtul­ faktörlerin (TGF-|3 gibi) aracılığıyla gerçekleşen immün­
maktadır? Çeşitli kaçış mekanizmaları öne sürülmüştür: süpresyon bu mekanizmalar arasındadır.
• Antijen-negatif türlerin seçici olarak aşırı çoğalması. Tümö­
rün progresyonu sırasında, güçlü immünolojik yanıta
yol açan klonlar ortadan kalkıyor olabilir. Bağışıklık so­
runları olan farelerde gelişen ve bağışıklık sisteminin NEOPLAZİLERİN K LİN İK YÖNLERİ
tanıdığı antijenler içeren tümörlerin daha sonra, nor­
Neoplazilerin önemi eninde sonunda, hastalar üzerindeki
mal farelerde bağışıklık sistemi tarafından ortadan kal­
etkilerinden kaynaklanır. Malign tümörler doğal olarak
dırıldığını; bağışıklık sorunları olmayan farelerde geli­
yaşamı, benign tümörlerden daha fazla tehlikeye sokar
şen aynı tümörlerin ise bağışıklık yanıtına yol açmadığı­
ama benign olsa bile herhangi bir tümöre, morbidite ve
nı gösteren deneyler; bu düşünceyi desteklemektedir.
mortalite eşlik edebilir. Aslında gerek iyi gerekse malign
» Doku uyuşmazlık moleküllerinin kaybı veya ekpresyoııun- tümörler (1 ) bulundukları yer ve komşu oluşumlar üzerin­
da azalma. Tümör hücrelerinde, HLA klas I antijen nor­ deki etkileri, (2 ) hormon sentezi veya paraneoplastik
mal düzeylerde değilse, bu tümörler sitotoksik T hücre­ sendromlarm gelişmesi gibi fonksiyonel aktiviteleri, (3)
lerinden kurtulabilir. Ancak söz konusu hücreler bu komşu yüzeylere ülserleşen tümörlerin, kanama ve enfek­
defa, NK hücrelerini uyarmaktadır. siyona yol açabilmesi, (4) rüptüre veya infarktüse bağlı
® İmmünsüpresyon. Birçok onkogen (örneğin kimyasallar, semptomlar ve (5) kanser kaşeksisi nedeniyle sorunlara
İyonlaştırıcı radyasyon) konağın bağışıklık yanıtlarını yol açabilir. Aşağıda tümörün konak, kanserin derecelen­
baskı altına alır. Tümörler veya ürünleri de, immünsüp- dirilmesi ve evrelendirilmesi ve neoplazilerin laboratuar
resif olabilir. Örneğin çok sayıda tümörden bol miktar­ tanısı üzerindeki etkileri anlatılmaktadır.
da salgılanan TGF-|3, güçlü bir immunosüpresandır. Ba­
zen de tümörün neden olduğu bağışıklık yanıtı, tümör Tümörün Konak Üzerindeki Etkileri
bağışıklığını inlıibe edebilir. Bu inhibisyona yol açan
çeşitli mekanizmalar bildirilmiştir. Örneğin tümör hüc­ Bulundukları yer, hem benign hem malign tümörlerde
relerinin tanınması, T hücresi inhibitor reseptör CTLA- son derece önemlidir. Küçük (1 cm çapındaki) bir hipofiz
4'iin ya da bağışıklık yanıtlarını baskı altına alan dü­ adenomu, çevresindeki normal hipofizi sıkıştırıp tahrip
zenleyici T hücrelerinin aktivasyonuna neden olabilir. edebilir ve hipopituitarizme neden olabilir. Böbrek arteri
Bazı tümörlerin eksprese ettiği FasL, bağışıklık hücre­ duvarında yer alan 0.5 santimetrelik bir leiomiyom, kan
lerinin yüzeyindeki Fas'a bağlanır ve bağışıklık hücre­ dolaşımını engelleyerek böbrek iskemisine ve hipertansi­
sinin apoptoza girmesine yol açar. yona yol açabilir. Koledok kanalındaki yine aynı büyük­
• Antijen maskeleme. Birçok tümör hücresi, normal hücre- lükte bir karsinom safra yolunun ölümle sonuçlanan tıka­
lerdekinden daha kaim olan ve siyalik asit-içeren mu- nıklığına neden olabilir.
208 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

Endokrin salgı bezlerinden kaynaklanan benign veya ve bakterilere bağlı olmayan trombotik endokardit; en fazla gö­
malign tümörler, hormon üretebilmektedir. Pankreastaki rülen paraneoplastik sendromlardır; bunların ve diğer para­
Langerhans adacıklarında ortaya çıkan adenom ve karsi- neoplastik sendromlarm en sık eşlik ettiği kanserler, akci­
nomlar, bazen ölümle sonuçlanabilen hiperinsülinizm ne­ ğer ve meme kanserleri ile hematolojik malignitelerdir.
deni olabilir. Bunun gibi, adrenal korteksteki bazı adenom Kanser hastalarında hiperkalsemi çok sayıda faktöre bağlı
ve karsinomlar, hastada önemli etkilere yol açan kortikos- olarak gelişebilirse de buna yol açan en önemli mekaniz­
teroidler (örneğin sodyum tutulması, hipertansiyon ve hi- ma, tümör hücrelerinin paratiroid hormonuyla ilişkili bir
pokalemiye neden olan aldosteron) üretir. Bu gibi hormo­ protein (parathyroid hormone-related protein) (PTHrP)
nal aktivitelerin iyi diferansiye benign tümörlerde karşı­ sentez etmesidir. Tümörlerden kaynaklanan TGF-a, oste-
mıza çıkma olasılığı, aynı yerdeki malign tümörlerdekin- oklastları aktive eden polipeptid yapısındaki bir faktör ve
den daha fazladır. D vitamininin aktif formu, hiperkalsemiye yol açabilen di­
Bir tümör yakınındaki bir yüzeye ülserleşerek kanama ğer nedenlerdendir. Kemik kanserinin yaygın osteolitik
veya sekonder enfeksiyon nedeni olabilir. Barsak lümeni- metastazları da bir diğer olası hiperkalsemi mekanizması­
ne doğru büyüyen benign veya malign neoplaziler, peris- dır ama iskelet metastazlarının yol açtığı hiperkalsemi, para­
taltik hareketlere kapılarak intususepsiyona (Bölüm 14), neoplastik bir seııdrom değildir. Paraneoplastik sendrom ola­
barsak tıkanmasına veya enfarktüse yol açabilir. rak Cushing sendromu genellikle; küçük hücreli akciğer
kanseri gibi bazı kanser hücrelerinde ektopik olarak
Kanser Kaşeksisi ACTH veya ACTH-benzeri polipeptidler üretilmesiyle
Birçok kanser hastasında vücuttaki yağ ve yağsız vücut bağlantılıdır. Bazen bir tümör, eşzamanlı olarak birkaç pa­
kütlesi, şiddetli dermansızlık, iştahsızlık ve anemi eşliğin­ raneoplastik sendroma neden olabilir. Örneğin bronkoje-
de giderek azalır ve kaşeksi adı verilen duruma yol açabi­ nik karsinomlar ACTH, antidiüretik hormon, paratiroid
lir. Kaşeksinin şiddeti, kanserin büyüklüğü ve yayılmasıy­ hormonu, serotonin, insan koriyonilc gonadotropini gibi
la bir bakıma bağlantılıdır. Ancak kaşeksinin nedeni, tü­ hormonlar ya da bu hormonların etkilerine sahip olan di­
mörün besin maddelerine ihtiyaç duyması değildir. Ka- ğer biyoaktif maddeler salgılayabilir.
şeksili hastalarda çoğu zaman iştahsızlık varsa da elimiz­ Paraneoplastik sendromlar bazen kendilerini, venöz
deki güncel kanıtlar kaşeksinin, hastanın yetersiz beslen­ tromboza ve non-bakteriyel trombotik endokardite neden
mesinden çok, tümör ve konak tarafından üretilen, sito- olan hiperkoagülabiliteyle de gösterebilir (Bölüm 10). Ak­
kinler gibi çözünür faktörlerin sonucu olduğunu işaret et­ ciğer karsinomu olan hastaların parmaklarındaki çomak-
mektedir. Yetersiz beslenmeye rağmen kanser hastaları­ laşma ve hipertrofik osteoartropati, diğer belirtiler arasın­
nın kalori tüketimi ve bazal metabolizması yüksektir. Bu dadır (Bölüm 12). Bunların dışında kalan paraneoplastik
durum, açlık sırasında gelişen uyum yanıtında görülenin sendromlardan ve belirtilerinden, vücuttaki çeşitli organ­
tam tersidir. Söz konusu metabolik anormalliklerin teme­ ların kanserleri anlatılırken söz edilmektedir.
li, tam olarak anlaşılmış değildir. Makrofajlar tarafından
Kanserin Derecelendirilme ve Evrelendirilmesi
tümör yanıtı olarak ya da bizzat tümör hücreleri tarafın­
dan üretilen tümör nekroz faktör'ün (TNF), kaşekside Belirli bir neoplazinin klinikte ne kadar agresif davrandığı­
medyatör rolü oynadığından şüphelenilmektedir. TNF, iş­ nı ve herhangi bir hastada, görünürdeki kapsamının ve ya­
tahı bastırır ve lipoprotein lipazm etkisini, dolayısıyla yağ yıldığı alanın ne olduğunu belirlemek amacıyla kullanıla­
asitlerinin lipoproteinlerden serbest kalmasını inhibe cak yöntemler, prognozun hatasız olarak öngörülmesinde
eder. Ayrıca kanser hastalarının serumunda, iskelet ka­ ve çeşitli tedavi protokolleriyle elde edilen kesin sonuçla­
sındaki proteinleri ubikuitin-proteozom yoluyla parçala­ rın karşılaştırılmasında gereklidir. Örneğin, yalnızca tiro-
yan ve proteoliz-başlatan faktör adlı, protein mobilizasyo- idde lokalize olan son derece küçük, ileri derecede diferan­
nuna yol açan bir faktör bulunmuştur. Lipolitik etkiye sa­ siye tiroid adenokarsinomlarındaki tedavi sonuçları ile bo­
hip daha başka moleküller de bulunmuştur. Kaşeksinin, yundaki organları invaze etmiş, ileri derecede anaplastik
altta yatan nedeninin uzaklaştırılması, yani tümörün çı­ tiroid kanserlerinde elde edilecek; tedavi sonuçları büyük
karılması dışında, tatmin edici bir tedavisi yoktur. olasılıkla farklı olacaktır.
Kanserlerin derecelendirilme sindeki (grading) amaç, sal­
Paraneoplastik Sendromlar dırganlığının veya malignite düzeyinin, tümör hücreleri­
Kanserli hastalarda görülen ve tümörün lokal ya da uzak­ nin sitolojik diferansiasyonunu ve tümördeki mitotik bö­
lara yayılmasıyla veya tümörün kaynaklandığı dokuda nor­ lünme sayısını temel alarak belirlemektir. Böylece kanser­
mal olarak bulunmayan hormonlarla açıklanamayan semp­ ler, anaplazinin gittikçe arttığını göstermek üzere T, IT, III.
tom kompleksleri, paraneoplastik sendromlar olarak adlan­ veya IV. derece olarak sınıflandırılabilir. Derecelendirme
dırılmaktadır. Kanser hastalarının %10-%15'inde karşılaşı­ kriterleri, her çeşit neoplazide farklıdır ve burada ayrıntılı
lan bu sendromlarm klinik olarak tanınması, çeşitli neden­ olarak belirtilmeyecektir. Kanserin derecesini belirlemek
lerden dolayı önemlidir: amacıyla kullanılabilecek kriterlerin kesin olmaması ba­
• Bu gibi sendromlar gizli bir neoplazinin en erken belir­ zen; "vasküler veya lenfatik invazyon bulgusu olmayan, iyi
diferansiye adenokarsinom" veya "yaygın vasküler invaz­
tisini temsil edebilir.
yon eşliğindeki ileri derecede anaplastik sarkom" gibi,
• Bu sendromlarm görüldüğü hastalardaki patolojik deği­
açıklayıcı tanımlamalar kullanılmasını gerektirmiştir.
şikliklere önemli klinik hastalıklar, hatta ölüm eşlik
Kanserlerin evrelendirilmesinde primer lezyonun bü­
edebilir.
yüklüğü, bölgesel lenf nodlarma yayılma derecesi ve me­
• Sendromdaki semptom kompleksi, metastatik hastalığı tastaz yapmış olup olmaması temel alınır. Bu değerlendir­
taklit ederek tedavide karışıklığa neden olabilir. mede genellikle, klinik ve radyolojik (bilgisayarlı tomogra­
Paraneoplastik sendromlar çeşitlidir ve farklı birçok tümö­ fi ve manyetik rezonans [MR]) değerlendirme, bazen de
re eşlik eder (Tablo 5-5). Hiperkalsemi, Cushing sendromu cerrahi eksplorasyon sonuçları kullanılır. Günümüzde;
Neoplazilerin Klinik Yönleri 209

Tablo 5-5 Paraneoplastik Sendromlar

Klinik Sendrom Başlıca Neoplazi Çeşitleri Etken Mekanizma(lar)/Madde(ler)

Endokrinopatiier
Cuhsing sendromu Küçük hücreli akciğer karsinomu ACTH veya ACTH-benzeri maddeler
Pankreas karsinomu
Nöral tümörler
Uygunsuz ADH salgılanması Küçük hücreli akciğer kanseri; ADH veya atrial natriüretik hormonlar
sendromu kafa-içi tümörler
Hiperkalsemi Skuamöz hücreli akciğer kanseri Paratiroid hormonu-ilişkili protein, TGF-a, TNF, IL-1
Meme karsinomu
Böbrek karsinomu
Erişkin T hücreli lösemi/lenfoma
Over karsinomu
Hipoglisemi Fibrosarkom İnsülin veya insülin-benzeri madde
Diğer mezenkimal sarkomlar
Hepatosellüler karsinom
Karsinoid sendrom Bronş adenomu (karsinoid) Serotonin, bradikinin
Pankreas karsinomu
Mide karsinomu
Polisitemi Böbrek karsinomu Eritropoietin
Serebellum hemanjiyomu
Hepatosellüler karsinom
Sinir ve Kas Sendromu
Miyasteni Bronkojenik karsinom, timoma İmmünolojik
Merkez ve periferik sinir sistemi Meme karsinomu, teratom
bozuklukları
Dermatolojik Hastalıklar
Acanthosis nigricans Mide karsinomu İmmünolojik; epidermal büyüme faktörü salgılanması
Akciğer karsinomu
Uterus karsinomu
Dermatomiyozit Bronkojenik ve meme karsinomu immünolojik
Kemik, Kıkırdak ve Yumuşak Doku Değişiklikleri
Hipertrofik osteoartropati ve Bronkojenik karsinom Bilinmiyor
parmaklarda çomaklaşma
Vasküler ve Hematolojik Değişiklikler
Venöz tromboz (Trousseau Pankreas karsinomu Tümör ürünleri (pıhtılaşmayı aktive eden müsinler)
fenomeni) Bronkojenik karsinom
Diğer kanserler
Nonbakteriyel trombotik endokardit ilerlemiş kanserler Hiperkoagülabilite
Anemi Timoma İmmünolojik
Diğer Sendromlar
Nefrotik sendrom Çeşitli kanserler Tümör antijenleri, immün kompleksler
ACTH, adrenokortikotrop hormon; ADH, antidiüretik hormon; IL-1, interlökin-1; TGF-a, transforme edici büyüme faktörü-a; TNF, tümör nekroz faktörü.

TNM (T, primer tümör; N, bölgesel lenf nodu tutulumu;


M, metastazları) sistemi ve AJC (American Joint Commit­
tee) sistemi olmak üzere 2 evreleme yöntemi kullanılmak­ I Neoplazilerin Klinik Yönleri
tadır. TNM sisteminde, Tl, T2, T3 ve T4 primer lezyonun
• Kaşeksi, vücuttaki yağın ve yağsız vücut kitlesinin, şiddet­
gittikçe artan büyüklüğünü; NO, N l, N2 ve N3 gittikçe
li dermansızlık, iştahsızlık ve anemi eşliğinde giderek
ilerleyen lenf nodu tutulumunu gösterir; M0 ve M İ ise sı­
azalması olarak tanımlanır; nedeni, tümörden veya ko­
rasıyla, uzak metastazların mevcut olup olmadığını yansı­
naktan salgılanan sitokinlerdir.
tır. AJC yönteminde kanserler; primer lezyonun büyüklü­
• Paraneoplastik sendromlar, tüm örün yayılmasıyla veya
ğüne, lenf nodlarma yayılmanın ve uzak metastazların
kaynaklandığı dokuda normal olarak bulunmayan hor­
mevcut olup olmamasına göre 0 ve IV arasında evrelendi-
monlarla açıklanamayan semptom kompleksleri olarak
rilmektedir. Bu iki evreleme sisteminin örnekleri, daha
tanımlanır; nedeni, ACTH, PTHrP veya TGF-a gibi biyo-
sonraki bölümlerde verilmektedir. Evrelemenin klinik değe­
aktif ürünlerin ektopik olarak üretilmesi ve salgılanması-
rinin, derecelendirmeden daha fazla olduğunun kanıtlandığını dır.
vurgulamak gerekir.
210 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

• Tümörlerin derecelendirmesinde, sitolojik görünümden


rak kullanılmıştır, ancak şimdilerde endometrium karsi-
faydalanılır; bu değerlendirmedeki hareket noktası, tü ­
nomu, bronkojenik karsinom, mesane ve prostat tümörle­
m ör davranışı ve diferansiasyonu arasında bağlantı bulun­ ri ve mide karsinomları gibi kuşkulu durumların incelen­
duğu ve az diferansiye tüm örlerin daha agresif davranış­ mesi; batın, plevra ve eklemdeki sıvılarda ve beyin-omuri-
lar sergilediği şeklindeki görüştür. lik sıvısında tümör hücreleri aranması amacıyla ve daha
• Cerrahi eksplorasyonla veya görüntüleme yöntemleriyle seyrek olarak da diğer neoplazilerin değerlendirilmesinde
belirlenen evrelendirmenin temeli; tümörün boyutları, lo­ de kullanılmaktadır. Diğer hücrelere göre daha az kohesiv
kal ve bölgesel lenf nodlarının tutulup tutulmaması, ayrıca olmaları (hücrelerarası bağlantıların daha zayıf olması)
uzak metastazlar yapıp yapmamış olmasıdır. Evrelendir- nedeniyle neoplastik hücreler, sıvılara ve salgılara döküle-
me klinik bakımdan, derecelendirmeden daha önemlidir. bilir (Resim 5-33). Bu hücreler, bir tümörün kaynağını or­
taya çıkaracak anaplastik özellikleri bakımından incele­
nir. Servikal kanser kontrolünün tatmin edici düzeyde
Kanserde Laboratuvar Tanısı sağlanmış olması, sitolojik yöntemin değerinin kanıtıdır.
Morfolojik Yöntemler İmmünhistokimya, rutin histolojik incelemenin güçlü bir
yardımcısıdır. Sitokeratinin, peroksidazla işaretlenmiş
Çoğu durumda, kanserde laboratuvar tanısı zor değildir.
spesifik monoklonal antikorlar kullanılarak gösterilmesi,
Benign-malign spektrumunun iki ucu, bu bakımdan so­
büyük hücreli lenfoma tanısından çok, indiferansiye kar­
run yaratmaz; ancak bu iki uç arasında, kesin tanı koya­
sinom tanısı lehinedir. Bunun gibi, metastazlarda immü-
bilmek için ihtiyatlı davranılması gereken, belirsiz bir du­
nohistokimyasal boyamayla PSA (prostat-spesifik antijen)
rum vardır. Doktorlar, kanser tanısına yaptıkları katkıyı
gösterilmesi, kesin olarak prostat tümörünü işaret eder.
küçümseme eğilimindedir. Oysa klinik ve radyolojik veri­
Ostrojen reseptörlerinin immünohistokimyasal olarak or­
ler patolojik tanı açısından son derece değerlidir. Deride
taya konulması, meme kanserindeki tedavi girişiminin
veya mukozada radyasyon etkisiyle meydana gelen deği­
şiklikler, kanserin neden olduğu değişikliklere benzeyebi­ yönünü belirler.
lir. İyileşmekte olan bir kırıktan alman histolojik kesitlerin Akım sitometrisi (flow cytometry) rutin olarak, lösemile­
görünümü, osteosarkomu taklit edebilir. İncelenmesi için rin ve lenfomalarm sınıflandırılmasında başvurulan bir
teslim alman örnek ne kadar iyiyse, laboratuar tanısı da o yöntemdir. Bu yöntemde, hücredeki yüzey moleküllerine
kadar iyidir. Bu nedenle alman örnek yeterli olmalı, lezyo-
nu temsil etmeli ve gereken şekilde korunmuş olmalıdır.
Örnek alma amacıyla eksizyon veya biyopsi, ince iğne
aspirasyonu ve sitolojik yayma preparat (smear) gibi çeşit­ # *
li yaklaşımlar kullanılabilir. Eksizyonu mümkün olmayan
büyük bir kitleden doku örneği alınırken, kenar kısımla­
rın lezyonu temsil etmeme olasılığının, lezyon merkezin­
de de nekroz gelişmiş olabileceğinin bilincinde olmak ge­
rekir. Kitle oluşturan bir lezyonun tabiatının anlaşılabil­
mesi için ya da kanser hastasındaki bölgesel lenf nodları-
mn metastaz yönünden değerlendirilmesi için örnek doku
dondurularak incelenebilir (frozen section). Dokunun hız­
la dondurulduktan sonra kesitin yapıldığı bu yöntem, his­
tolojik değerlendirmenin birkaç dakika içerisinde yapıl­
masına olanak verir. Söz konusu yöntem deneyimli, bece­
rili eller tarafından uygulandığında konulan tanı doğru­
dur ama bazen, daha fazla zaman alan rutin yöntemler
kullanılarak histolojik ayrıntıların daha iyi görülmesi ge­
rekebilir. Bu gibi durumlarda yetersiz ya da gereksiz bir
cerrahi girişime başvurmak yerine, sakıncalı olmasına
rağmen birkaç gün beklemek daha iyi olabilir.
Tümörlerde ince iğne aspirasyonu, yaygın olarak kullanı­
lan diğer bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda kitle şeklindeki
lezyondan iğne aspirasyonuyla elde edilen hücrelerden ha­
zırlanan yayma preparat (smear), sitolojik olarak incelenir.
Bu yaklaşım en çok meme, tiroid, lenf bezleri ve tükrük
bezlerinde kolayca ele gelen lezyonlarda kullanılmaktadır.
Günümüzdeki görüntüleme teknikleri yöntemin; karaci­
ğer, pankreas ve pelvisteki lenf nodları gibi daha derinler­
deki oluşumlarda da uygulanmasına olanak vermektedir.
Yöntem, cerrahi girişime ihtiyaç bırakmaz ve dolayısıyla
da böyle bir girişime eşlik edebilecek riskleri ortadan kal­
Resim 5 -3 3 A , Servikse ait normal Papanicolaou yayma prepara-
dırır. Alman örneğin küçük boyutlu olması ve örnek alın­
tı (smear). Küçük çekirdeklere sahip, büyük, skuamöz epitel hücre­
ma sırasında yapılabilecek hatalar gibi bazı zorluklarının leri tipiktir. B, Hiperkromatik, büyük çekirdekli bir malign hücre ta­
olmasına rağmen ince iğneyle aspirasyon deneyimli eller­ bakası içeren anormal yayma preparatı. Çekirdek polimorfizmi ve
de çabuk uygulanan, güvenilir ve faydalı bir yaklaşımdır. m itotik bölünmedeki bir hücre mevcuttur. Aralara serpiştirilmiş,
Sitolojik (Papanicolaou) yayma preparat (smear), kanser boyları daha küçük, çekirdekleri kompakt ve lobüllü olan nötrofil-
tanısında kullanılabilen diğer bir yöntemdir. İlk yıllarda ler göze çarpmaktadır.
bu yöntem, serviks uteri karsinomunun çoğu zaman in si­ (Dr. Richard M . DeMay, Department o f Pathology, University o f Chicago, Chicago,
tu aşamadayken tanısının konulması amacıyla yaygın ola­ Illinois. U SA’in izniyle).
Neoplazilerin Klinik Yönleri

ve diferansiasyon antijenlerine karşı oluşturulan floresan ® Prognoz ve davranış: Belirli genetik değişikliklere karan­
antikorlar, malign hücrelerin fenotipini belirlemek ama­ lık bir prognoz eşlik ettiğinden bunların varlığı, hastada
cıyla kullanılır. daha sonra uygulanacak tedaviyi belirler. HER2/NEU ve
NMYC genleri gibi meme kanserlerinde ve nöroblas-
Tümör Belirteçleri tomlarda, prognoz ve tedavi bilgileri sağlayan onkojen-
Tümörlere eşlik eden enzim, hormon veya diğer tümör be­ lerde artış meydana gelmesi, FISH ve PCR yöntemleriy­
lirteçlerinin kan düzeylerini gösteren biyokimyasal analiz­ le gösterilebilir.
ler, kanserin kesin tanısında kullanılamaz ama faydalı ta­ • Minimal rezidüel hastalığın ortaya konulması: Tedaviden
rama testleri olarak ve bazen de tedaviye alman yanıt mik­ sonra geriye kalmış olabilecek minimal rezidüel hastalı­
tarının veya hastalığın nüks ettiğinin belirlenmesinde kul­ ğın ortaya konulması, moleküler tekniklerin kullanıl­
lanılabilir. Bu analizlerin kullanılmasına, diğer bölümlerde maya başlandığı yeni bir uygulamadır. Örneğin BCR-
ele alman birçok spesifik neoplazi çeşidinin anlatılması sı­ ABL transkripsiyon ürünlerinin PCR analiziyle gösteril­
rasında değinildiğinden, burada yalnızca birkaç örnek ver­ mesi, kronik miyeloid lösemi tedavisi gören hastalarda
mekle yetinilmektedir. Prostat kanseri taramalarında kul­ mevcut olabilecek minimal rezidüel hastalığı gösterebi­
lanılan PSA, klinik uygulamada en sık ve en başarılı şekil­ lir. İlerlemiş bütün tümörlere hem dolaşımdaki sağlam
de kullanılan tümör belirteçlerinden biri olabilir. Kandaki tümör hücrelerinin, hem tümör ürünlerinin (örneğin
PSA düzeyi yüksek bulunduğunda, prostat karsinomun- tümör DNA'smm) eşlik ettiğinin anlaşılması; tümör yü­
dan şüphe edilebilir. Ancak diğer bütün tümör belirteçleri­ künün duyarlı kan testleri aracılığıyla izlenmesinin ilgi
nin uygulanmasına eşlik eden sorunlar, PSA taramaların­ çekmesiyle sonuçlanmıştır.
da da söz konusu olmaktadır. PSA düzeyleri prostat karsi- • Kansere olan herediter yatkınlığın tanısı: BRCA1 gibi, tü­
nomunda yükselmiş olabilir ama benign prostat hiperpla- mör baskılayıcı genlerin germline mutasyonu, bir hasta­
zisinde de aynı bulguyla karşılaşılabilir (Bölüm 17). Daha­ daki belirli kanser tiplerinin gelişme riskini artırır. Böy­
sı, hastada prostat kanseri olmadığını kesin olarak söyle­ lece söz konusu mutant allellerin ortaya konulması has­
memizi sağlayacak herhangi bir PSA düzeyi yoktur. Böyle- taya ve doktora, agresif bir tarama protokolünü planla­
ce, PSA testinin hem spesifitesi, hem duyarlılığı düşüktür. An­ ma olanağı ve ayrıca, profilaktik cerrahi girişim fırsatı
cak PSA düzeyi, prostat kanserinden sonra geriye kalmış verebilir. Ayrıca, hastanın risk altındaki akrabalarına
olabilecek hastalığın veya prostat kanserinin tekrarladığı­ genetik danışmanlık hizmeti verilmesine olanak sağlar.
nın gösterilmesinde son derece önemlidir. Kolon, pankre­ ® Terapötik karar verme süreci: Spesifik mutasyonları doğ­
as, mide ve meme kanserleri tarafından yolk sac kalıntıla­ rudan hedef alan tedaviler gittikçe daha çok geliştiril­
rında ve bazen de teratokarsinomlarda ve embryonal hüc­ mektedir. Bu mutasyonlarm bir tümörde saptanması,
reli karsinomlarda üretilen alfa fetoprotein, klinik uygula­ hedefe yönelik tedaviyi yönlendirebilir. Hedef alınabile­
mada zaman zaman kullanılan diğer tümör belirteçlerin- cek mutasyonlarm, morfolojik kategori sınırlarının dışı­
dendir. Ne yazık ki PSA gibi bu iki belirteç de, neoplastik na taştığını gösteren kanıtlar ele geçmektedir. Örneğin;
olmayan çeşitli durumlarda da üretilebilmektedir. Böylece önceleri bir T hücreli lenfoma alt-takımında tanımlan­
CEA ve alfa fetoprotein analizlerinin de erken kanser tanı­ mış olan ALK kinaz; küçük hücreli dışı akciğer kanseri
sındaki hem spesifitesi, hem duyarlılığı düşüktür. PSA ta­ ve nöroblastom hastalarının küçük bir yüzdesinde de
ramaları gibi bunlarda, eksizyon sonrası gelişebilecek bulunmuştur. ALK mutasyonlarmm mevcut olduğu ak­
nükslerin ortaya çıkarılmasında özellikle faydalıdır. Tümö­ ciğer kanserlerinin ALK inhibitörlerine yanıt verdiğini;
rün başarılı rezeksiyonu, bu belirteçlerin serumdan kay­ diğer akciğer kanserlerinin ise bu inhibitörlere yanıt
bolmasıyla sonuçlanır; belirteçlerin serumda tekrar ortaya vermediğini gösteren klinik çalışmalar FDA'nm bu in-
çıkmaları ise, hemen her zaman için sonun başlangıcını hibitörlerin "ALK-mutant" akciğer kanseri olan hasta­
belirtir. CEA ve alfa fetoprotein, sırasıyla Bölüm 14 ve Bö­ larda kullanılmasını onaylamasıyla sonuçlanmıştır. Mo­
lüm 15'te daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. leküler düzeyde ısmarlanmış tedavilere yalcın zaman­
larda eklenen etkileyici bir diğer örnek, melanomda söz
Moleküler Tanı konusudur: BRAF'teki serin/treonin lcinazda yer alan
Tümör tanısında ve davranışlarının tahmin edilmesinde amino asit 600'deki glutamatm yerine valin geçmesi
kullanılmakta olan moleküler tekniklerin sayısı, gittikçe (V600E mutasyonu), tümörün BRAF inhibitörlerine iyi
artmaktadır. yanıt vermesini sağlamakta; bu mutasyonu taşımayan
melanomlar ise söz konusu inhibitörlere hiç yanıt ver­
• Malignite tanısı: Gerek T, gerekse B hücrelerindeki anti­
memektedir. V600E mutasyonunun kolon kanserleri­
jen reseptörü genlerinin düzenlenmeleri benzersiz ol­
nin bir alt-takımında, belirli tiroid kanserlerinde, tüylü
duğundan; T hücresi reseptörlerinin veya immünoglo-
hücreli lösemilerin tümünde ve Langerhans hücresi his-
biilin genlerinin polimeraz zincir reaksiyonu (polyme­
tiyositozunda bulunması, ilginçtir (Resim 5-34). Morfo­
rase chain reaction-PCR) kullanılarak ortaya konulma­
lojileri ve kökenleri birbirlerinden farklı olmalarına rağ­
sı, monoklonal (neoplastik) ve poliklonal (reaktif) pro-
men bu tümörler; ortak bir biiyüme-öncesi (pro-growth)
liferasyonlar arasında ayırım yapılmasına izin vermek­
yolundaki aynı onlcogen lezyonları paylaşmaktadır.
tedir. Çok sayıda hematopoetik neoplazi, ayrıca birkaç
solid tümör belirli translokasyonlara sahip oldukların­ Tümörlerin Moleküler Profillerinin Çıkarılması
dan bunların ortaya konulması, tanı konulmasını da Tümörlerin moleküler profilinin incelenmesi, hem mRNA
sağlayabilir. Örneğin Ewing sarkomunda ve çeşitli löse­ düzeyinde, hem de nükleotid dizilemesi ile yapılabilir:
milerle lenfomalardaki karakteristik translokasyonla-
rın ortaya konulmasında FISH (floresan in situ hibridi- Ekspresyon Profilinin Çıkarılması
zasyon) veya PCR analizi kullanılabilir (Bölüm 6 ). BCR- Bu teknik binlerce genin ekspresyon düzeylerinin eşza­
ABL transkripsiyon ürünlerinin PCR kullanılarak orta­ manlı olarak ölçülmesine olanak vermektedir. Gen yonga
ya konulması, kronik miyeloid lösemide moleküler ta­ teknolojisi olarak adlandırılan bu teknolojinin ilkeleri, Re­
nıya olanak vermektedir. sim 5-35'te gösterilmekte ve burada kısaca anlatılmaktadır.
212 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

PLX4032

Melanom B R A F (V 6 0 0 E ) Kolon adenokorsinomu


m utasyonu

Papiller tiroid karsinomu Langerhans hücreli histiyositoz

Hairy cell lösemi


Resim 5 -3 4 O rtak bir mutasyonu (BRAF [V600E]) paylaşan farklı tüm ör tipleri, PLX4032 adlı aynı ilaçla tedavi olmaya adaydır.

Resim 5-35'te görülebileceği gibi süreç, herhangi iki mutasyonla (özellikle çocukluk dönemindeki lösemiler)
kaynaktan (normal ve malign, normal ve preneoplastik on binlerce mutasyon arasında değişebüen sayılarda mu-
veya aynı histolojik tipteki farklı iki tümör) mRNA elde tasyonlar içerdiğini ve mutasyon yükünün en fazla, muta-
edilmesiyle başlar. mRNA'larm komplementer DNA jenlere maruz kalınmasına eşlik eden, akciğer kanseri ve
(cDNA) kopyaları, floresan olarak işaretlenmiş nükleotid- deri kanseri gibi tümörlerde bulunduğunu ortaya çıkar­
lerle in vitro sentez edilir. Floresansla işaretli cDNA şerit­ mıştır. Bunların arasında iki tip mutasyon vardır: (1) hüc­
leri, silikon bir yonga (çip) gibi katı bir destek üzerindeki relerin proliferasyon, diferansiasyon ve homeostazının
nükleotid sırasma-spesifik DNA problarıyla hibridleştiri- normal kontrolünü altüst edenler ve (2 ) hücre fenotipini
lir. Bir santimetrekarelik böyle bir yonga, sıralar ve sütun­ etkilemeyenler. Birinci tip mutasyonlar, neoplastik süreci
lar şeklinde dizili binlerce gen içerebilir. Hibridleştirme yönlendirebilen ve bu nedenle de tedavi hedefi olabilecek
sonrası her lekeden gelen floresan sinyaller, yüksek çözü­ mutasyonlar olmaları nedeniyle yönlendirici (driver) mu­
nürlüklü bir lazer taramasıyla belirlenir. Her lekenin flore­ tasyonlar olarak adlandırılır. İkinci tipte yer alan ve sayıla­
san yoğunluğu, o lekeyle hibridleştirilen cDNA'nm sente­ rı yönlendirici mutasyonlardan çoğu zaman daha fazla
zinde kullanılan orijinal mRNA'nm elcspresyon düzeyiyle olan mutasyonlar genellikle, genomun kodlama yapma­
orantılıdır. Böylece her lekede, binlerce genin ekspresyon yan bir bölümünde yer alan veya büyüme üzerinde etkisiz
düzeyi elde edilir ve biyoinformatik araçlarla, farklı örnek­ kalmaları nedeniyle ne avantaj, ne de dezavantaj sağlayan
lerdeki gen ekspresyon düzeyleri karşılaştırılabilir. Özü mutasyonlardır; bunlar yolcu (passenger) mutasyonlar ola­
itibarıyla, analiz edilen her dokunun moleküler profili çı­ rak adlandırılır. Yolcu mutasyonlar, kanser hücrelerindeki
karılır. genomların stabil olmamasından kaynaklanır ve yalnızca
Bu çeşit analiz; farklı hastalara ait, fenotipik bakımdan "lâf olsun diye" mevcuttur.
aynı olan, büyük B hücreli lenfomalarm (Bölüm 11), gen Yönlendirici mutasyonlar genelde tekrarlar ve belirli
ekspresyonu ve sağkalım oranları bakımından birbirlerin­ bir kanseri olan hastaların önemli bir bölümünde vardır.
den farklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Şimdilerde benzer Böylece, örneğin BCR-ABL füzyon genleri kronik miyeloid
yaklaşımlar, meme kanserleri ve melanomlar gibi diğer lösemi hastalarının hepsinde vardır ve füzyon proteini,
kanserlerde de araştırılmaktadır. ilaçlar için mükemmel bir hedeftir. Ancak yönlendirici
mutasyonlar, belirli bir tümör tipinin yalnızca bir alt-takı-
Tüm Genom Dizilemesi mında mevcut olabilir. Örneğin, küçük hücreli-dışı akci­
Yeni nesil nükleotid dizileme teknolojilerinde kaydedilen iler­ ğer kanserlerinin %4 kadarında bir EML4-ALK tirozin ki-
leme ve gelişmeler, tümörlerin daha derinlemesine analiz edi­ naz füzyon geni vardır; daha önce de anlatıldığı gibi bu
lebileceğini vaad etmektedir. Şimdilerde söz konusu tekno­ hastalar, ALK inhibitörlerine iyi yanıt verir. Bazı yolcu
lojilerde kaydedilmiş olan ilerleme, mikro-işlemcüere ait, mutasyonlarm ilaç direncinde yine de önemli rol oynaya­
tanınmış Moore yasasını geride bırakmaktadır. Bir tümör­ bilmesi, bir diğer sorundur. Örneğin kronik miyeloid löse­
de tüm genomun nükleotid sıralanmasının belirlenmesi, mi tedavisinde imatinibe direnç sağlayan mutasyonlar, te­
birkaç yıl önce aylarca zamana ve milyonlarca dolara mal davi başlangıcından önce seyrek klonlar halinde bulunan
olmaktaydı; günümüzde ise birkaç gün içerisinde, birkaç yolcu mutasyonlar şeklindedir. Güçlü bir selektif avantaj
bin dolar harcanarak gerçekleştirilebilmektedir. Tüm tü­ sağlamaları nedeniyle bu mutasyonlar, ilaç tedavisine baş­
mör genomundaki nükleotid sıralanmaları aynı hastaya landığında yolcu mutasyondan yönetici mutasyona dönü­
ait normal genomdakilerle karşılaştırıldığı zaman, tümör­ şür; kanser hücrelerindeki genom instabilitesinin birçok
de mevcut bütün somatik değişiklikleri ortaya çıkarabilir. tümör çeşidinde, benzer senaryolarla direnç tohumlarını
Tümörlerin genetik analiziyle yakın zamanlarda elde attığından şüphelenilmektedir. Dahası bazen, çok sayıda
edilen sonuçlar, her bir tümörün bir avuç dolusu somatik farklı ve nispeten seyrek görülen mutasyonlar, aynı yolu
Neoplazilerin Klinik Yönleri 213

mRNA Anatomiden... ..moleküler hedefe


TUMOR DOKUSU NORMAL DOKU

Akciğer ALK
(Krizotinib)
cDNA’ya dönüştürülür ve floresan
moleküllerle işaretlenir

İşaretli İşaretli - tfp y t S Meme EGFR


DNA cDNA (Erlotinib)
(kırmızı) (yeşil) I | f§| « Genetik analiz

Prostat HER2/NEU
(Trastuzumab)

BRAF
Kolon (PLX4032)
Gen yongasıyla hibridizasyon
i
•i# o © o o o © • • o o o o o
Oo • o o o o 0 o o • 0 o
Oo o • • o o o o © o o €>0
o • o o ©o o • 0 o o 0 o 0 Gen
o o • • o o ©o o • o o o • çipindeki
• ©o o o • o • • o o • o • PIK3CA
dizilme Beyin
(BEZ235)

Kırmızı ve yeşil dalga Resim 5 -3 6 Değişen görüş: Kanserin, hücre kökenine ve m orfo­
boylarında taranır lojisine göre değil tedavi hedeflerine göre sınıflandırılması.
Bulgular
Floresan yoğunluğu
Sonuç mektedir. Belki de gelecekte, BRAF gibi ortak bir mutas-
Kırmızı Yeşil
yon içeren farklı tümör gruplarının, morfolojilerine veya
A geni +++ + Neoplastik dokuda daha fazla
kaynaklandıkları hücrelere göre değil de, BRAF-omalar
B geni ++ ++ Neoplastik dokuda, normal dokudaki kadar
olarak sınıflandırılmalarına tanık olunması mümkündür!
C geni + +++ Neoplastik dokuda daha az (Resim 5-34).
D geni - - Ne normal dokuda, ne tümör dokusunda var

Resim 5 -3 5 Komplementer D N A (cDN A) mikro dizi analizi.


Örneklerden elde edilen haberci RNA (mRNA), ters transkripsi­ f f ) Ö ZET
yonla cD N A ’ya dönüştürülüp floresan moleküllerle işaretlenir.
Yukarıda kırmızı floresan moleküller normal cD N A ’nın, yeşil flore­ Kanserde Laboratuvar Tanısı
san moleküller tüm ör cD N A ’sının işaretlenmesinde kullanılmıştır,
• Tümörlerin tanısında kullanılmak üzere gereken örnek­
işaretlenen cDNAlar karıştırılarak, bilinen genleri temsil eden bin­
ler eksizyon, biyopsi, ince iğne aspirasyonu ve sitolojik
lerce D N A probu bir gen yongasına (gene chip) uygulanır, işaretli
cDN Alar hibridizasyonla, komplementer nükleotid dizilerini içeren yayma preparat hazırlanması dahil çeşitli yaklaşımlarla el­
lekeleri oluşturur. Hibridizasyon, yonganın lazerle taranması yoluy­ de edilebilir.
la ortaya konarak sonuçlar, kırmızı veya yeşil floresan yoğunluk bi­ • İmmünohistokimya ve akım sitometrisi çalışmaları, farklı
rimleri olarak okunur. Gösterilen örnekteki A lekesi’ nin yoğun kır­ protein ekspresyon tiplerinin farklı lezyonları tanımla­
mızı floresan göstermesi; gen A ile hibridleştirilen cD N A sayısının, makta olması nedeniyle, tüm örlerin tanısına ve sınıflandı­
neoplastik hücrelerde daha fazla olduğunu işaret eder. Bu durum­ rılmasına yardım eder.
da gen A, tüm ör hücrelerinde artmıştır.
• PSA gibi seruma tümörce salınan protein antijenler, po-
(Dr. Robert Anders, Departm ent o f Pathology, University o f Chicago, Chicago, Illi­
nois, USA'in izniyle).
pülasyondaki kanser taramalarında ve tedavi sonrası
nükslerin izlenmesinde kullanılabilir.
• Moleküler analizler; minimal rezidüel hastalığın tanısı,
izleyebilir (örneğin apoptoza direnç kazanabilir) ve kan­ prognozunun belirlenmesi ve ortaya konulması; ayrıca
ser fenotipine katkı yapabilir. Mutasyonları, kanserin ayı­ kansere olan kalıtsal yatkınlığın tanısı amacıyla kullanılır.
rıcı özellikleri yollarını izleme yeteneklerine göre katego-
• cD N A dizileri ve nükleotid sıralanmalarıyla tüm ör profil­
rize etmek, bu nedenle faydalıdır.
lerinin çıkarılması; tedavi ve prognoz belirlenmesi ama­
Hedef alınacak spesifik mutasyonlar geliştikçe, her bir
cıyla büyük genom segmentlerinin ekspresyonlarının be­
tümördeki hedef olma potansiyeline sahip tüm mutasyon-
lirlenmesini ve tüm ör genomundaki tüm mutasyonların
larm ortaya konulmasının, tümörlerin kaynaklandığı do­
kataloglanmasını sağlayarak, diğer bakımlardan aynı olan
ku üzerinde odaklanan tedavinin, moleküler lezyonlarm
tüm örlerin veya aynı mutasyonları paylaşan, histogenezi
tedavisinde odaklanmasını sağlayacağı umulmaktadır
farklı olanların moleküler kademelendirilmesinde kullanı­
(Resim 5-36). Bu yaklaşım, tümörlerin sınıflandırılmasın­
labilir.
daki ve tedavilerindeki bir görüş değişikliğini temsil et-
214 B Ö L Ü M 5 Neoplazi

KAYN AKLAR 92:329-333, 2009. [K an serdeki enerji m etabolizm asın ın yen iden prog­
ram lanm asının tekrar ortaya çıkışı ve moleküller y olaktan konusunda bir
Ahmed Z, Bicknell R: Angiogenic signalling pathways. Methods Mol açıklam a.]
Biol 467:3-24, 2009. [A njiyogenezdeki çeşitli sin yal yolaklarının irde­ Grivennikov SI, Greten FR, Karin M: Immunity, inflammation, and
lenm esi.] cancer. Cell 140:883-899, 2010. [İn flam asyon ve ka n ser gelişim i ara­
Artandi SE, DePinho RA: Telomeres and telomerase in cancer. Carci­ sın daki ilişkilerin bir özeti.]
nogenesis 31:9-18, 2010. [Telom erler v e telom erazın önem ini irdeleyen Hanahan D, Weinberg RA: The hallmarks of cancer (2011): the next
bir derlem e.] generation. Cell 144:646-
Barrallo-Gimeno A, Nieto MA: The Snail genes as inducers of cell mo­ Junttila MR, Evan GI: p53—a jack of all trades but master of none. Nat
vement and survival: implications in development and cancer. De­ Rev Cancer 9:821-829, 2009. [p53'ün işlevini özetleyen bir güncelle­
velopment 132:3151-3161, 2005. [K an serdeki epitelyal-m ezen kim al dö­ m e.]
nüşüm ile ilgili g en ler konusunda bir irdelem e.] Kalluri R, Zeisberg M: Fibroblasts in cancer. Nat Rev Cancer
Berx G, van Roy F: Involvement of members of the cadherin superfa­ 6:392-401, 2006. [K anserde strom anın rolünü irdeleyen bir derlem e.]
mily in cancer. Cold Spring Harb Perspect Biol l:a003129, 2009. Mathew R, Karantza-Wadsworth V, White E: Role of autophagy in can­
[K anserde k a d erin ler v e tem as in h ibisy onunun rolünü irdeleyen bir der­ cer. Nat Rev Cancer 7:961-967, 2007. [O tofajinin m ekanizm alarının ir-
lem e.] delen em si.]
Bierie B, Moses HL: Tumour microenvironment: TGFbeta: the molecu­ Negrini S, Gorgoulis VG, Halazonetis TD: Genomic instability—an
lar Jekyll and Hyde of cancer. Nat Rev Cancer 6:506-520, 2006. evolving hallmark of cancer. Nat Rev Mol Cell Biol 11:220-228,
[TGF-/3‘m nTiim ör baskılay ıcı ve tüm örü teşvik edici etkilerin i irdeleyen 2010. [M aliginteye olan ak tanıyan bir fa k t ö r olarak, g en om ik instabilite-
bir derlem e.] nin m ekan izm aları üzerine bir derlem e.]
Burkhart DL, Sage J: Cellular mechanisms of tumour suppression by Perona R: Cell signalling: growth factors and tyrosine kinase recep­
the retinoblastoma gene. Nat Rev Cancer 8:671-682, 2008. [Rh'u.n tors. Clin Transl Oncol 8 :77-82, 2006. [K an serdeki sinyal yolakları
işlev i konusunda bir derlem e.] ü zerin e bir güncellem e.]
Ciccia A, Elledge SJ: The DNA damage response: making it safe to Stratton MR, Campbell PJ, Futreal PA: The cancer genome. Nature
play with knives. Mol Cell 40:179-204, 2010. [DNA h a sa r yanıtını ir­ 458:719-724, 2009. [ Yeni nesil dizilem e tekn olojileri ve bunların kan­
deley en bir derlem e.] serd eki uygulam alarının m ükem m el özeti.]
Coghlin C, Murray GI: Current and emerging concepts in tumour me­ Willis SN, Adams JM: Life in the balance: how BH 3-only proteins in­
tastasis. J Pathol 222:1-15, 2010. [M etastazdaki güncel kavram ların ir­ duce apoptosis. Curr Opin Cell Biol 17:617-625, 2005. [A potoz m e­
delen m esi.] kan izm aları üzerine bir derlem e.]
Collado M, Serrano M: Senescence in tumours: evidence from mice Witsch E, Sela M, Yarden Y: Roles for growth factors in cancer prog­
and humans. Nat Rev Cancer 10:51-57, 2010. [Y aşlanm anın m ekaniz­ ression. Physiology (Bethesda) 25:85-101, 2010. [K anserde büyüm e
m aları kon u su n da g ü ncellem e.] fa ktörlerin in rolü üzerine bir güncellem e.]
Feron O: Pyruvate into lactate and back: from the Warburg effect to
symbiotic energy fuel exchange in cancer cells. Radiother Oncol
r-rm m rrm i i. . . - S g r;

ti Hedefe yönelik tedavi için


studentconsult.com adresine bakınız.
.

Genetik ve Pediatrik
Hastalıklar

BÖL ÜM İ ÇERİ Ğİ
GENETİK HASTALIKLAR 215 Kompleks M ultigenik Hastalıklar 234 Prem atürite ve Fetal Büyüme
İnsanlarda Hastalıkların O rtaya Sitogenetik Hastalıklar 234 Kısıtlılığı 249
Çıkmasına Katkıda Bulunan G enetik Sayısal Anorm allikler 235 Yenidoğanın Respiratuar Distres
A norm alliklerin Yapısı 216 Yapısal Anorm allikler 235 Sendromu 250
Protein Kodlayan Genlerde Kromozomal Hastalıkların Genel N ekrotizan E n te ro ko lit 252
Mutasyonlar 216 Özellikleri 236
Ani Bebek Ö lüm ü Sendromu 252
Protein Kodlayan Genlerde Mutasyon Dışı Otozom Kromozomları İlgilendiren
Fetal Hidrops 254
Değişiklikler 216 Sitogenetik Hastalıklar 237
immün Hidrops 254
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Seks Kromozomlarını İlgilendiren
Non-immün Hidrops 255
Sitogenetik Hastalıklar 239
D efektlerinin Neden Olduğu Bebeklik ve Ç ocukluk Döneminin
A tip ik Kalıtım Paterni Olan Tek-Gen
Hastalıklar 218 T üm örleri ve T ü m ö r Benzeri
Tek Gen Hastalıklarının Kalıtım Hastalıkları 241
Lezyonları 257
Şekilleri 219 Triplet Tekrar Mutasyonları: Frajil X
Benign Tüm örler 257
Yapısal Proteinleri Kodlayan Genlerdeki Sendromu 241
Malign Tüm örler 258
Mutasyonların Neden Olduğu Mitokondriyal Genlerdeki Mutasyonların
Neden Olduğu Hastalıklar 243 Mendelian ve Kompleks Hastalıkların
Hastalıklar 220
Damgalanmış (im printing) Bölgelerdeki M oleküler Tanısı 263
Reseptör Proteinleri veya Kanalları
Değişikliklerin Neden Olduğu Kopya Sayısı Anormalliklerinin
Kodlayan Genlerdeki Mutasyonların
Neden Olduğu Hastalıklar 222 Hastalıklar: Prader-W illi ve Angelman Moleküler Tanısı 263
Enzim Proteinlerini Kodlayan Genlerdeki Sendromları 243 D N A Mutasyonlarının Polimeraz Zincir
Reaksiyonu (PCR) Analizi ile D irekt
Mutasyonların Neden Olduğu PEDİATRİK HASTALIKLAR 245
Hastalıklar 227 Saptanması 264
Konjenital A nom aliler 245
Hücre Büyümesini Düzenleyen Proteinleri “ Linkage” (Bağlantı) Analizi ve Genom
Etiyoloji 247
Kodlayan Genlerdeki Mutasyonların Çapında ilişkilendirme Çalışmaları 266
Perinatal Enfeksiyonlar 249 Genetik Analiz Endikasyonları 267
Neden Olduğu Hastalıklar 233

GENETİK HASTALIKLAR
İnsan genom projesinin tamamlanması, insanlarda gö­ larının, kanser ve diğer genetik yönü olan hastalıkların
rülen hastalıkların araştırmalarında önemli bir dönüm tedavisinde artan oranda uygulanmasını kolaylaştırmak­
noktası olmuştur. Daha önceleri 100.000 kadar olduğu tadır.
tahmin edilirken, bugün artık insanda yaklaşık olarak Pekçok pediatrik hastalıklar genetik kökenli olduğu
25.000 protein kodlayan gen olduğu ortaya çıkmıştır ve için, bu bölümde gelişimsel ve pediatrik hastalıklar gene­
bu sayı bildiğimiz pirinç bitkisinin (Oryza sativa) tam ta­ tik hastalıklarla birlikte tartışılmaktadır. Ancak tüm gene­
mıyla yarısı kadardır! Hemen hemen tüm hastalıklar tik hastalıkların bebeklik ve çocukluk döneminde bulgu verme­
gen yapısı veya ekspresyonundaki değişiklikleri ilgilen­ diği, birçok pediatrik hastalığın da genetik kökenli olmadığı
dirdiği için, bu "genetik yapının" tanımlanması; kalıtsal unutulmamalıdır. Genetik kökenli olmayan pediatrik has­
olanlar gibi, edinsel olan hastalıkların da bugüne kadar talıklar grubuna organ sistemlerinin immatür olması so­
gizli kalan yönlerinin açığa çıkmasını sağlayacaktır. Bu­ nucu ortaya çıkan hastalıklar girmektedir. Bu kapsamda,
günün ileri teknolojileri, insan gen sekanslarının hasta­ sık kullanılan üç terimi açıklamak yararlı olacaktır: here-
lıkların analizi için kullanılmasına olanak sağlamakta­ diter (kalıtsal), familyal (ailesel) ve konjenital (doğumsal).
dır. Örneğin insan genom projesinin tamamlanması, Kalıtsal hastalıklar tanım olarak ebeveynlerden geçer, ga­
yaklaşık 3 milyar dolara ve uzun yıllara mal olmuş olsa metler ile kuşaktan kuşağa iletilir ve bu nedenle aileseldir.
da, günümüzdeki detaylı sonuç veren sekanslama tek­ Konjenital ise basitçe "doğumda ortaya çıkan" demektir.
nolojileri aynı işi birkaç haftada, 1 0 . 0 0 0 dolardan daha Ancak burada bazı konjenital hastalıkların genetik olma­
ucuza yapmaktadır. DNA sekanslama tekniğinin hızı ve dığını da hatırlamakta yarar vardır (konjenital sifiliz gibi).
azalmış maliyeti nedeniyle; "kişiye özgü tıp" uygulama­ Diğer taraftan, tüm genetik hastalıklar da konjenital değil­
216 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

dir. Örneğin Huntington hastalığı ancak 30-40 yaşlarında Protein Kodlayan Genlerde Mutasyon
bulgu vermeye başlar. Dışı Değişiklikler
DNA dizilerindeki değişikliklere ek olarak, kodlama ya­
İN S A N LA R D A HASTALIKLARIN pan genlerde ayrıca anormal protein fonksiyon kazanımı
ORTAYA Ç IK M A S IN A K A T K ID A ya da kaybı ile sonuçlanan, kopya sayısında değişiklik
(amplifikasyon ya da delesyon) ya da translokasyon şek­
B U L U N A N GENETİK linde yapısal farklılıklar da görülebilir. Yapısal değişiklik­
A N O R M A LLİK LER İN YAPISI ler, mutasyonlar gibi, germ hücrelerinde olabilir ya da so­
matik hücrelerde de sonradan ortaya çıkabilir. Pek çok
Proteinlerin yapı ve fonksiyonlarını etkileyerek, hücresel durumda, germ hücresinde ortaya çıkacak patolojik de­
homeostazı bozan ve hastalıklara yol açan pek çok gene­ ğişiklikler, tek bir genden ziyade, daha sonra tartışılacak
tik bozukluk vardır. olan 2 2 q mikrodelesyon sendromunda olduğu gibi, bir
kromozomun devamlılık gösteren geniş bir parçasını il­
Protein Kodlayan Genlerde Mutasyonlar gilendirir. Genom içerisinde geniş DNA kopya sayısı de­
ğişikliklerini yüksek çözünürlükte saptayan "array" (di­
Bilindiği üzere, DNA'daki kalıcı değişikliklere mutasyon zilim) teknolojilerinin yaygın kullanımı sayesinde, otizm
denilmektedir. Germ hücrelerini etkileyen mutasyonlar gibi pekçok hastalıkta patolojik yapısal değişikliklerin
sonraki kuşaklara aktarılır ve kalıtsal hastalıklara neden varlığı bulunmuştur. Kanserlerde sıklıkla, somatik hücre­
olabilir. Somatik hücrelerdeki mutasyonlar ise; sonraki lerde sonradan ortaya çıkan (edinsel) amplifikasyon, de­
kuşaklara aktarılmaz, ancak kanser ve bazı konjenital lesyon ve translokasyon gibi değişiklikler mevcuttur.
malformasyonlara neden olduklarından önemlidirler. Kronik myeloid lösemide görülen, Philadelphia kromo­
Spesifik mutasyonlarm etkileri, bu kitap içerisinde il­ zomu olarak bilinen, BCR ve ABL genleri arasında olan
gili hastalıklarla birlikte detaylı olarak anlatılmaktadır. t(9;22) translokasyonu (Bölüm 11) tipik bir örnektir.
Burada ise, sadece bazı sık görülen gen mutasyonlarma Sekans ve Kopya Sayısı Değişiklikleri (Polimorfizmler)
ve bunların etkilerine örnekler verilecektir: Genomik alanındaki son gelişmelere bağlı ortaya çıkan
® Nokta nıutasyonlan tek bir nükleotid bazının farklı bir şaşırtıcı bir durum da, herhangi iki bireydeki DNA se­
bazla yer değiştirmesiyle oluşur. Bunun sonucunda kansının ortalama %99,5'tan fazla kısmının ortak olması­
protein ürününde bir amino asit yerine, farklı bir ami­ dır. Bu nedenle insanları belirgin olarak farklı kılan özel­
no asit geçer. Orak hücreli anemiye neden olan he­ likler, DNA'mızm sadece %0,5'inden daha azı tarafından
moglobinin [3-globin zincirindeki mutasyon, genetik kodlanmaktadır. Total nükleotid sekansının genişliği ile
kodun anlamını değiştiren bir nokta mutasyonu için kıyaslandığında küçük olmasına karşın, bu %5'lik kısım
iyi bir örnektir. Böyle mutasyonlar bazen "missem mu- 15 milyarlık baz çiftini temsil etmektedir. İnsan geno­
tasyonlan" olarak da adlandırılır. munda DNA varyasyonu (polimorfizm) formlarından en
sık görülen ikisi, tek nükleotid polimorfizmi (single- nuc­
• Buna karşılık, bazı nokta mutasyonları bir amino asit
leotide polymorphisms) (SNPler) ve kopya sayısı varyas­
kodonunu, terminasyon (sonlandırma) kodon zinciri­
yonlarıdır (copy number variations (CNVler).
ne ya da "stop" kodonuna dönüştürebilir. Bu "nonsen­ ® SNPler tek izole nükleotid pozisyon farklılıklarını tem­
se" (anlamsız) mutasyonlar translasyonu durdurur ve sil ederler ve hemen her zaman bialleliktirler, yani ge­
çoğu olguda RNA'lar hızla yıkılır. Bu fenomen, prote­ nom içerisinde belli yerlerde, örneğin A ya da T nükle-
in sentezinin çok az olduğu ya da hiç olmadığı "non­ otidlerinin birer allelde yer alması şeklindedir. İnsan
sense" aracılı yıkılma olarak adlandırılır. genomunun SNP haritalarını yapmak için büyük çaba
• "Frameshift" (çerçeve kayması) mutasyonları bir veya iki harcanmaktadır. Bu çabalar, insan genomunda, çoğu
baz çiftinin insersiyon (yerleşme) ya da delesyonu ile farklı popülasyonlarda geniş frekans varyasyonları
ortaya çıkar ve DNA dizisinin okuma çerçevesini de­ gösteren 6 milyondan fazla SNPleri ortaya koymuştur.
ğiştirmesine neden olur. SNPler genomda herhangi bir yerde olabilir: ekzonla-
• Triniikleotid tekrar mutasyonları ise üç nükleotid dizisi­ rm, intronların ya da intergenik bölgelerin içerisinde.
nin amplifiye olmasıyla karakterize olduğundan, özel Sadece %1'den azı kodlayıcı bölgelerde bulunur. Bu
bir kategoriye girer. Amplifikasyona uğrayan spesifik kodlayıcı sekans farklılıkları önemlidir, çünkü gen ürü­
nü değişebilir ve fenotipik farklılığa ya da bir hastalığa
nükleotid dizileri hastalıktan hastalığa farklı olsa da, et­
yatkınlığa neden olabilir. Ancak daha sıklıkla SNP,
kilenen dizilerin tümünde guanin (G) ve sitozin (C)
hastalık ilişkili gene yakın bir bölgede yeraldığmda
niikleotidleri yer alır. Örneğin, bu grup hastalıkların
onunla birlikte genetik geçişi olduğundan bir belirleyi­
prototipi olan frajil X sendromunda, FMR-1 olarak isim­ ci olarak kullanılır. Bir başka deyişle, SNP ve hastalığa
lendirilen gende CGG dizisinin 200-4000 arasında biti­ neden olan genetik faktör genetik dengesizlik oluştu­
şik tekrarı vardır. Normal populasyondaki tekrar sayısı rur. SNP gruplarının; tip II diyabet ve hipertansiyon gi­
ise, daha azdır ve ortalama olarak 29’dur. Trinükleotid bi multigenik kompleks hastalıklarda güvenilir risk be­
dizisindeki genişleme FMR-1 geninin normal ekspres- lirteçleri olarak kullanılacağına ve bu varyantların sap­
yonunu önleyerek mental retardasyona neden olmak­ tanması ile, hastalıkları önleyici stratejilerin geliştirile­
tadır. Trinükleotid tekrar mutasyonlarmın ayırdedici ceğine dair (ileride tartışılacaktır) iyimser görüş vardır.
bir diğer özelliği de dinamik olmalarıdır, yani gameto- ® CNVler yakın zamanda bulunmuş, 1000 baz çiftin­
genez sırasında amplifikasyon oranı artar. Bu bölüm den milyonlarca baz çiftine kadar büyüklükte DNA
boyunca daha detaylı olarak tartışılacak olan bu özel­ parçacıklarından oluşan genetik varyasyon şeklidir.
likler, bu tip mutasyonlarla oluşan hastalıkların kalıtım Kimi zaman bu odaklar, SNPler gibi biallelik olup, po~
paternini ve fenotipik bulgularını etkilemektedir. pülasyonun bir grubunda kopya sayısı artmış (dupli-
insanlarda Hastalıkların Ortaya Çıkmasına Katkıda Bulunan Genetik Anormalliklerin Yapısı 217

ke) ya da silinmiş (deleted) durumdadır. Diğer du­ malarından biridir. Gen düzenlenmesi üzerine önemli et­
rumlarda, insan popülasyonunda çok sayıda alleli ilgi­ kilerinden dolayı miRNA'lar, hem normal gelişimsel yo­
lendiren, kompleks genomik materyal yeniden düzen­ lakların, hem de kanser gibi patolojik durumların aydm-
lenmeleri şeklinde görülür. Güncel tahminler CNV'le- latümasmda çok önemli bir yere sahiptir. Andrew Fire ve
rin herhangi iki insan arasında, 5 ile 24 milyon baz çif­ Craig Mello, miRNA'lar üzerindeki çalışmaları ile,
ti sekans farklılığından sorumlu olduklarını ortaya 2006'da Nobel Tıp/Fizyoloji ödülünü almışlardır.
koymaktadır. CNVlerin yaklaşık %50'si gen kodlayan Son tahminlere göre insanlarda miRNA'ları kodlayan
bölgelerde yer alır. Böylelikle CNV'ler insan fenotipik yaklaşık 1000 gen bulunmaktadır. miRNA genlerinin
farklılığının büyük bir kısmını ilgilendirir. CNV'ler ta­ transkripsiyonu ile primer miRNA transkriptleri (pri-miR-
rafından etki altında tutulan, immun sistem ve sinir NA) ortaya çıkar. Bunlar hücre çekirdeğinde pre-miRNA
sisteminde görev yapan belli gen aileleri bölgelerinde adı verilen başka bir yapıya dönüştürülür (Resim 6-1).
belirgin artmış işlev vardır. Bu genlerdeki kopya sayı­
sındaki artışların evrimsel seçilim üzerine önemli kat­
kısı olmaktadır, çünkü değişen çevre koşullarına in­
san adaptasyonunu sağlarlar.

Epigenetik Değişiklikler
Epigenetik değişiklikler, gen ya da protein ekspresyonu
modülasyonunu, DNA sekansında değişim (mutasyonlar
gibi) ya da kodlayıcı gen yapısında farklılaşma olmadan
etkilerler. Epigenetik regülasyon, gelişimini tamamlamış
dokulardaki homeostazda olduğu gibi, gelişim sırasında
kritik önemi olan bir durumdur. Epigenetik regülasyo-
nun temelini oluşturan mekanizmalardan biri, genin
promoter bölgelerindeki sitozin rezidülerinin metilasyo-
nunda değişiklik yapılmasıdır. Bu promoterlar yoğun bir
şeküde metillendiklerinde, RNA polimerazlar etki ede­
mez ve transkripsiyonel süreç durur. Promoter metilas-
yonu ve tümör supresör genlerin bu şeküde susturulma­
sı (Bölüm 5) sonucu ortaya çıkan kontrolsüz hücre büyü­
mesi ve proliferasyonu, insanlardaki pekçok kanserde
gözlemlenmektedir. Transkripsiyonun epigenetik regü-
lasyonunda rol oynayan bir diğer önemli aktör, histon
proteinleri aüesidir. Bunlar DNA tarafından bir sarmal
şeklinde çevrelenen, nükleozomlar olarak adlandırılan
yapıların bir büeşenidir. Histon proteinlerinde, DNA'nm
sekonder ve tersiyer yapısını etkileyerek, dolayısıyla gen
transkripsiyonunu değiştiren çeşitli geri dönüşümlü mo­
difikasyonlar (metilasyon, asetilasyon gibi) görülebilir.
Tahmin edildiği üzere, anormal histon proteini modifi­
kasyonlarının transkripsiyonel regülasyonu bozma du­
rumu, kanser gibi pekçok edinsel hastalıkta görülür. Ge­
lişim sırasında görülen fizyolojik epigenetik susturma ise
damgalama (imprintig) olarak adlandırılır ve damgalama
bozuklukları daha sonra tartışılacaktır.

Kodlama Yapmayan RNA’larda Değişiklikler


Yakın zamana kadar gen araştırmalarının ana hedefinin
proteinleri kodlayan genlerin bulunması olduğunu söyle­
mek mümkündür. Oysa son çalışmalarda pek çok genin,
ki "kodlama yapmayan (non-coding) RNAlar (ncRNA-
lar)" olarak isimlendirilirler, protein kodlamadıkları, bu­
nun yerine önemli düzenleyici fonksiyonlarda bulunduk­
ları gösterilmiştir. ncRNA'larm pek çok farklı aileleri bu­
lunmasına karşın, sadece iki örnek burada tartışılacaktır:
mikroRNA'lar (miRNA'lar) denen küçük RNA molekülleri
ile 200 nükleotidden fazla uzunluktaki ncRNATarı içeren
uzun kodlama yapmayan RNA'lar (long non-coding RNAs)
(IncRNA'lar). miRNA'lar, "messenger" RNATardan farklı
olarak, protein kodlamazlar, ancak bunun yerine hedef GENİN SUSTURULMASI
RNA'ların, karşılıkları olan proteinlere translasyonunu __________________
inhibe ederler. miRNA tarafından yapılan gen ekspresyo- Resim 6-1 MikroRNAların oluşumu ve gen fonksiyonunu düzen­
nunun postranskripsiyonel önlenmesi, bitkilerden insan­ lemedeki mekanizmaları. pri-miRNA, primer m ikroR N A tran-
lara kadar tüm canlı organizmalarda korunan bir özellik­ skripti; pre-miRNA, prekürsör m ikroRNA, RISC, RN A’ nın indük-
tir ve nedenle de gen düzenlenmesinin temel mekaniz­ lediği susturucu kompleks.
218 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Özel taşıyıcı proteinlerin yardımıyla pre-miRNA sitoplaz- ise kromozomlardaki sayısal veya yapısal anormallikler
maya taşınır. Burada "dicer" (doğrayıcı) adı verilen bir en­ sonucu ortaya çıkan hastalıkları içerir.
zimle kesilerek, 21-30 nükleotid uzunluğundaki (bu ne­ Bu iyi bilinen üç kategoriye, mendelian hastalıklar gi­
denle mikro ekini alır) matür miRNAlar ortaya çıkar. Bu bi tek bir geni ilgilendiren, ancak basit mendelian kalı­
aşamada miRNA hala çift zincirlidir. Daha sonra miRNA tım kurallarına uymayan heterojen bir grup genetik has­
çözülür ve her bir zincir "RNA tarafından indüklenen talığı da eklemek gerekir. Klasik kalıtım paterni olmayan
susturucu kompleks (RNA-induced silencing complex) bu tek gen hastalıkları arasında; triplet tekrar mutasyon-
(RISC)" adı verilen bir multiprotein kompleksine katılır. ları sonucu oluşanlar, mitokondriyal DNA'daki mutas-
miRNA dizisi ve onun hedefi mRNA arasındaki baz çift­ yonlar sonucu gelişenler ve kalıtımı genomik damgalama
leşmesi sonucu, RISC ya miRNAlarm ayrılmasına yol (imprinting) denilen epigenetik bir olaydan belirlenen
açar ya da translasyonunu baskılar. Böylece hedef hastalıklar yer almaktadır. Burada bu dört kategori ayrı
mRNAların sentezlendiği gen post-transkripsiyonel ola­ olarak tartışılacaktır.
rak baskılanmış olur. miRNA genlerinin sayısının prote­
in kodlayan genlerin sayısından çok daha az olmasına M ENDELİAN HASTALIKLAR:
bağlı olarak, bir miRNA pek çok hedef geni susturmakta­
dır. Tüm mRNA'-lar, translasyonu yapılmamış 3' bölgele­ TEK GEN DEFEKTLERİNİN NEDEN
rinde (untranslated region-UTR) tohum sekans olarak ad­ O LD U Ğ U HASTALIKLAR
landırılan ve miRNA bağlanmasının ve gen susturulma­
sının spesifikliğini düzenleyen sekanslar içerir. Tek-gen defektleri (mutasyonları) iyi bilinen mendelian
Gen susturulması ile ilgili bir diğer RNA türü olan siR- kalıtım şekillerini izler (Tablo 6-1 ve 6-2). Tek tek bakıl­
NA ("small interfering" RNA) da, miRNA'ya benzer şe­ dığında her biri nadir olsa da, hepsi birlikte değerlendi­
kilde davranmaktadır. Ancak miRNA'nm aksine, siR- rildiğinde, erişkinlerin hastane başvurularının yaklaşık
NA'mn öncülleri hücreye dışarıdan, araştırmacılar tara­ %l'-ini, pediatrik hastane başvurularının ise yaklaşık
fından konmaktadır. Bunun "dicer" enzimi ile kesilmele­ %6 - 8 'ini mendelian hastalıklar oluşturur. Aşağıda, men­
ri ve RISC yoluyla çalışmaları ise aynı miRNA'da olduğu delian hastalıklar ile ilgili birkaç önemli kural ve hatırlat­
gibidir. Günümüzde sentetik siRNA, laboratuarlarda gen ma yer almaktadır:
fonksiyonları üzerine olan çalışmalarda değerli bir araç ® Tek bir geni ilgilendiren mutasyonlar otozomal domi­
haline gelmiştir ve ürünleri neoplastik transformasyona nant, otozomal resesif veya X'e bağlı olmak üzere üç
neden olan onkogenler gibi spesifik genleri susturmak kalıtım şeklinden birini izler.
için, olası terapötik ajan olarak geliştirilmektedir. ® Bir tek-gen mutasyonu birçok fenotipik etkiye (pleiotro-
Son çalışmalarda IncRNAlarm karmaşık özellikleri pi) neden olabileceği gibi, tam tersine, birkaç farklı ge­
(bazı hesaplamalarla IncRNA sayısının, mRNAların 10-20 netik lolcustaki mutasyonlar da aynı özelliği ortaya çı­
katını aşabileceği farz edilmektedir.) gösterilmiştir. Bunla­ karabilir (genetik heterojende). Örneğin, bağ dokusun­
rın insan genomu için varsayılan işlevleri; insanların, da­ daki bir defelct sonucu oluşan Marfan sendromu iskelet
ha az sayıda gen taşımalarına rağmen, neden evrimsel ba­
samağın en üstünde olduklarını açıklamamıza yardımcı Tablo 6-1 Canlı Doğan Bebeklerde Seçilmiş Bazı Mendeliyan
olabilir. IncRNAlar gen ekspresyonunu çeşitli şekilde dü­ Hastalıkların Tahmini Prevalansı
zenleyebilirler. Örneğin kromatine bağlanarak, RNA po-
Hastalık Tahmini Prevalans
limerazm kodlayıcı gene ulaşmasını engelleyebilirler.
IncRNA'ların en iyi bilinen örneği XIST olup, X kromozo­ Otozomal Dominant Kalıtım
mundan transkripte olur ve fizyolojik X kromozomu inak- Ailesel hiperkolesterolemi 500’de 1
tivasyonunda önemli rol oynar (ileriye bakınız). XIST Polikistik böbrek hastalığı 1 0 0 0 ’de 1
kendi başına X inaktivasyonundan etkilenmez, transkrip­
Herediter sferositoz 5000’de 1 (Kuzey Avrupa)
te olduğu X kromozomu üzerinde "pelerin" biçimini ala­
Marfan Sendromu 5000’de 1
rak, gen susturulması işlevini gerçekleştirir. Gelecek va-
adeden çalışmalarda, aterosklerozdan kansere pekçok Huntington hastalığı 1 0 ,0 0 0 ’de 1

hastalıkta, IncRNA'ların rolleri ortaya konmaktadır. Otozomal Resessif Kalıtım


insanlarda görülen hastalıkların patogenezine katkı Orak hücreli anemi 500’de 1 (ABD’deki Afriko-
sağlayan anormalliklerin doğası hakkında yapılan bu kı­ Ameri kanlar)*
sa gözden geçirmeden sonra, dikkatimizi genetik hasta­
Kistik fibrozis 3200'de 1 (ABD’deki beyazlar)
lıkların üç büyük kategorisine çevirebiliriz: (1 ) genlerde­
ki mutasyonlarm büyük etkilerine bağlı olan hastalıklar, Tay-Sachs hastalığı 3500’de 1 (ABD’deki Aşkenaz
Yahudileri; Fransız KanadalIlar)
(2 ) kompleks multigenik kalıtındı hastalıklar (bazen mul-
Fenilketonüri 1 0 ,0 0 0 ’de 1
tifaktöriyel hastalıklar da denmektedir) ve (3) kromozo-
mal aberasyonlardan oluşan hastalıklar. Mendelian hasta­ Mukopolisakkaridozlar 25,000’de 1
lıklar olarak da adlandırılan ilk gruptaki hastalıklar depo (tüm tipleri)
hastalıkları ve doğuştan metabolizma hastalıkları gibi Glikojen depo hastalıkları 50,000'de 1
nadir görülen pek çok hastalığı içerir; bunların hepsi, et­ (tüm tipleri)
kisi büyük olan tek gen mutasyonları sonucu ortaya çı­ Galaktozemi 60,000'de 1
kar. Çoğu kalıtsal ve aileseldir, ikinci grupta hipertansi­ X ’e Bağlı Kalıtım
yon ve diyabetes mellitus gibi insanlarda en sık görülen
Duchenne musküler distrofisi 3500’de 1 (ABD erkekleri)
hastalıklardan bazıları yer alır. Multifalctöriyel veya
kompleks kalıtım, bir fenotipik karakterin ekspresyonu Hemofili 5000’de 1 (ABD erkekleri)
veya bir hastalık durumunu hem genetik, hem de çevre­ * H e te r o z ig o t o r a k h ü c re li ö z e llik ("trait”) p re v a la n s ı A B D 'd e k i A fr ik o - A m e -
r ik a n la r d a 1 2 'd e T d ir.
sel etkilerin belirlediğini ifade etmektedir. Üçüncü grup
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 219

Tablo 6-2 Seçilmiş Bazı Mendeliyan Hastalıklar için Biyokimyasal Temel ve Kalıtım Paternleri

Hastalık Anorm al Protein Protein Tipi/Fonksiyonu


Otozomal Dominant Kalıtım
Ailesel hiperkolesterolomi Düşük dansiteli lipoprotein reseptörü Reseptör transportu
Marfan sendromu Fibrillin Yapısal destek: ekstraselüler matriks
Ehler-Danlos sendromu* Kollajen Yapısal destek: ekstraselüler matriks
Herediter sferositoz Spektrin, ankirin ya da protein 4.1 Yapısal destek: ekstraselüler matriks
Nörofibromatosis tip 1 Nörofibromin-I (NF-I) Büyüme regülasyonu
Erişkin polikistik böbrek hastalığı Polisistin-I (PKD-I) Hücre-hücre ve hücre-matriks etkileşimleri

Otozomal Resessif Kalıtım


Kistik Fibrozis Kistik fibrozis transmembran regülatörü iyon kanalı
Fenilketonüri Fenilalanin hidroksilaz Enzim
Tay-Sachs hastalığı Heksozaminidaz Enzim
Ağır kombine immünyetmezlik Adenozin deaminaz Enzim
a- ve |3- Talasemilerf Hemoglobilin Oksijen transportu
Orak hücreli anemif Hemoglobilin Oksijen transportu

X ’e Bağlı Resessif Kalıtım


Hemofili A Faktör VIII Koagülasyon
Duchenne-Becker musküler distrofi Distrofin Yapısal destek: hücre membranı
Frajil X sendromu FMRP RNA translasyonu
* E h le r - D a n lo s s e n d ro m u n u n b a z ı v a r y a n t la r ı o t o z o m a l r e s e s s if k a lıtım p a te r n i g ö s te r ir .
■ (T a m a m ıyla o t u r m u ş s e m p t o m la r ın o r t a y a ç ık m a s ı için b ia lle lik m u ta s y o n ia r g e r e k m e s in e k a rş ın , t a ie s e m i v e o r a k h ü c re li a n e m in in h e t e r o z ig o t f o r m la r ı h a f if
k lin ik h a s ta lık ile s e y re d e b ilir. B ö y le lik le b u h a s ta lık la r, b a z e n “ o t o z o m a l k o d o m in a n t " a n t it e le r o la r a k k a t e g o r iz e e d ilir.

sistemi, göz ve kardiyovasküler sistemi etkiler. Bu sis­ ® Herhangi bir otozomal dominant hastalıkta bazı has­
temlerin hepsi bağ dokusunun bir elemanı olan fibrilin taların anne babası etkilenmemiş olabilir. Bu bireyler­
proteinini kodlayan gendeki bir mutasyondan kaynak­ de hastalık kendilerinin geliştiği yumurta veya sperm­
lanmaktadır. Diğer taraftan, anormal retinal pigmen- deki yeni mutasyonlarla ortaya çıkar. Bunların kardeş­
tasyon ve buna bağlı görme bozukluğunun eşlik ettiği, leri hastalıktan etkilenmez ve hastalığın gelişimi için
kalıtsal bir hastalık olan retinitis pigmentoza, birkaç artmış risk taşımaz.
farklı tip mutasyon sonucunda ortaya çıkabilir. Genetik • Klinik bulgular düşük penetrans (geçiş) ve değişken
heterojenitenin bilinmesi sadece genetik danışmada ekspresyon nedeniyle farklılıklar gösterebilir. Bazı ki­
önemli olmakla kalmaz, aynı zamanda diyabetes melli- şiler mutant geni taşımalarına rağmen, fenotipik ola­
tus gibi sık görülen bazı hastalıkların patogenezinin rak normaldir. Bu ekspresyon şekline düşük penetrans
anlaşılmasını da kolaylaştırmaktadır (Bölüm 19). denilmektedir. Penetransı etkileyen faktörler hala tam
® Zamanımızda "tek gen" hastalıkları olarak bilinen olarak anlaşılamamıştır. Penetrans olayının aksine,
hastalıkların, modifiye edici genler olarak isimlendiri­ bir özellik mutant geni taşıyan tüm bireylerde görülü­
len başka genetik lokuslardan etkilendikleri, artan yor, ancak bireyler arasındaki ekspresyonu farklıysa,
oranda bilinmektedir. Daha sonra kistik fibrosis bölü­ bu duruma değişken ekspresyon denilmektedir. Örne­
münde anlatılacağı gibi, bu modifiye edici lokuslar ğin nörofibromatozis tip 1 hastalığının bulguları ciltte
hastalığın şiddetini ve yaygınlığını etkilemektedirler. kahverengi lekelerden, çok sayıda tümörlere ve iskelet
• Proaktif prenatal genetik taramaların kullanılması ile, deformitelerine kadar değişiklik gösterebilir.
yüksek riskli popülasyonlarda (örneğin Aşkenaz Ya- » Birçok durumda hastalık ileri yaşlarda başlar, semp­
hudileri) Tay-Sachs hastalığı gibi belli bazı hastalıkla­ tom ve bulgular erişkin yaşlara kadar ortaya çıkmaz
rın insidansı düşmüştür (Tablo 6-1). (Huntington hastalığında olduğu gibi).
• Otozomal dominant hastalıklarda normal gen ürünün­
Tek-Gen Hastalıklarının Kalıtım Şekilleri de %50'lik bir azalma olması durumunda, klinik bulgu
ve semptomlar eşlik eder. Bir enzim aktivitesindeki
Otozomal Dominant Kalıtımlı Hastalıklar %50'lik kayıp genellikle kompanse edilebildiğinden,
Otozomal dominant kalıtımlı hastalıklar heterozigot ola­ etkilenen genler genellikle enzim proteinlerini kodla­
rak görülürler. Bu nedenle söz konusu hastanın anne ve yan genler değildir. Aksine otozomal dominant hasta­
babasından en az biri genellikle etkilenmiştir. Hastalık­ lıklarda sıklıkla proteinlerin iki büyük grubu etkilenir:
tan hem kızlar hem de erkekler etkilenir ve her iki cinsi­ o Kompleks metabolik yolların düzenlenmesi ile ilgi­
yet de hastalığı çocuklarına geçirebilir. Etkilenmiş bir bi­ li, genellikle "feedback" kontrolü olan proteinler
rey etkilenmemiş birisiyle evlendiğinde, doğacak her ço­ (örn. membran reseptörleri, transport proteinleri).
cuğun hastalığa yakalanma riski %50'dir. Aşağıda verilen Bu kalıtım mekanizmasının bir örneği, düşük dan-
özellikler otozomal dominant hastalıklara özgüdür: siteli lipoprotein (LDL) reseptör genindeki mutas-
220 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

yonlar sonucu oluşan ailesel hiperkolesterolemidir ® Heterozigot kadınlar nadiren tüm fenotipik bulguları
(daha sonra bahsedilecektir). gösterirler. Çünkü bunların iki allelinden biri normal­
0 Kollajen ve eritrosit membranımn sitoskeletal bile­ dir. Kadınlarda X kromozomlarından birinin inaktive
şenleri (örn. anormallikleri herediter sferositoza yol olmasına karşın (ileride anlatılacaktır), bu inaktivas-
açan spektrin) gibi başlıca yapısal proteinler. yon süreci gelişigüzel olup, tipik olarak normal ekspre­
se edilen alleli olan yeterli sayıda hücrenin ortaya çık­
Bu proteinlerin miktarındaki %50'lik azalmanın hangi
biyolojik mekanizmalar ile anormal fenotipe neden oldu­ masına imkan sağlar.
ğu tam olarak anlaşılamamıştır. Bazı durumlarda, özel­ • Etkilenen bir erkek, hastalığı erkek çocuklarına geçir­
likle gen multimerik bir proteinin bir kısmını kopyalıyor­ mez, ancak bütün kız çocukları taşıyıcı olur. Heterozi­
sa, mutant allelin ürünü fonksiyonel olarak normal bir got kadınlardan doğan oğulların mutant geni alma ris­
multimerin bir araya gelmesine engel olabilir. Örneğin, ki %50'dir.
kollajen molekülü üç kollajen zincirinin bir araya gelerek
heliks yapısı oluşturduğu bir trimerdir. Tek bir mutant
kollajen zinciri olduğunda bile, normal kollajen trimeri
oluşamaz. Böylelikle belirgin kollajen eksikliği ortaya çı­ ( ^ ) Ö Z E T
kar. Bu durumda mutant allele dominant negatif denir. | Tek-Gen Hastalıklarının Kalıtım Şekilleri
Çünkü normal allelin fonksiyonunu bozmaktadır. Bu et­
ki osteogenezis imperfektanm bazı formlarında gösteril­ s Otozomal dominant hastalıklar heterozigot olarak görü­
miştir (Bölüm 20). lürler, kız ve erkekleri eşit olarak etkiler, her iki cinsiyet
de hastalığı aktarabilir.
Otozomal Resessif Kalıtımlı Hastalıklar • Otozomal dominant hastalıklarda reseptörler ve yapısal
proteinler etkilenir, enzim proteinleri etkilenmez.
Otozomal resessif kalıtımlı hastalıklar mendelian hasta­
• Otozomal resesif hastalıklar bir genin her iki allelinde de
lıkların en geniş grubunu oluşturmaktadır. Bunlar bir
mutasyon olduğunda görülür. Genellikle enzim proteinle­
gen lokusundaki her iki allel de mutant olduğunda orta­
rini ilgilendirir. Kız ve erkekler eşit olarak etkilenir.
ya çıkar. Bu hastalıkların karakteristik özellikleri şunlar­
dır: (1 ) anne baba genellikle etkilenmez, ancak kardeşler • X ’e bağlı hastalıklar heterozigot kadınlar tarafından has­
hasta olabilir; (2 ) kardeşlerde etkilenme şansı dörtte bir­ talığın görüleceği erkek çocuklarına aktarılır. Kadın taşıyı­
dir (yani her doğumda tekrarlama riski %25'tir); (3) eğer cılar, X kromozomlarından birinin gelişigüzel inaktivasyo-
mutant gen toplumda düşük sıklıkta görülüyorsa, etkile­ nu nedeniyle genellikle hastalıktan korunur.
nen hastanın (indeks olgunun) akraba evliliğinden olma­
sı büyük olasılıktır.
Otozomal dominant hastalıkların aksine, aşağıda veri­
len özellikler genellikle otozomal resesif hastalıkların ço­
Yapısal Proteinleri Kodlayan Genlerdeki
ğu için geçerlidir: Mutasyonların Neden Olduğu Hastalıklar
® Defektin ekspresyonu otozomal dominant hastalıklar­
da olduğundan daha tekdüzedir. Marfan Sendromu
• Komplet penetrans sıktır. Bağ dokusunun otozomal dominant kalıtılan hastalığı
• Başlangıç genellikle hayatın erken yaşlarındadır. olan Marfan sendromunda, temel biyokimyasal anormal­
lik, fibrilin proteinini etkileyen bir mutasyondur. Fibrob-
® Resesif hastalıklarda yeni mutasyonlar olsa da, bunlar
lastlar tarafından salgılanan bu glikoprotein, ekstraselü-
klinik olarak çok nadiren saptanabilir. Etkilenen kişi
ler matrikste bulunan mikrofibrillerin başlıca öğelerin-
asemptomatik bir heterozigot olduğundan, onun so­
dendir. Bu mikrofibriller, elastik fibrillerin integral kom-
yundan doğanların diğer heterozigotlarla evlenip etki­
ponenti olan tropoelastin birikimi için bir iskele görevi
lenmiş çocuklar doğurması için birkaç nesil geçmeli­
görür. Mikrofibrillerin vücutta yaygın olarak bulunması­
dir.
na karşın, özellikle aortada, ligamentlerde ve oküler len­
® Birçok vakada mutasyonlar sonucunda enzim protein­
si destekleyen silier zonüllerde yoğun olarak bulunur. Bu
leri etkilenir. Heterozigotlarda eşit miktarda normal
dokular Marfan sendromunun sıklıkla tuttuğu yerlerdir.
ve defektif enzim sentezlenir. Genellikle doğal "emni­
Fibrilin 15q21 kromozom lokusunda haritalanmış
yet payı" nedeniyle enzim aktivitesinin yarısına sahip
olan FBN1 geni tarafından kodlanır. Marfan sendromu
hücreler, normal fonksiyon görür.
hastalarının tümünde FBN1 geninde mutasyon bulun­
muştur. Ancak çok büyük bir gen olan FBN1 geninde,
X 'e Bağlı Kalıtımlı Hastalıklar 600'den fazla farklı hastalığa yol açan mutasyon bulun­
Bütün seks kromozomlarına bağlı kalıtılan hastalıklar duğundan dolayı, Marfan sendromunun molelcüler tanı­
X'e bağlıdır. Bugün için Y'ye bağlı kalıtılan bir hastalık sının uygulanabilirliği henüz mümkün değildir. Hetero­
bilinmemektedir. Erkek cinsiyet yönündeki diferansias- zigot hastaların da klinik semptom göstermesi, mutant
yon özellikleri dışında, Y kromozomu üzerinde yer alan fibrilin proteininin, normal mikrofibrillerin bir araya gel­
tek özellik kulak üzerinde kıl varlığı olabilir, bu da pek mesini önleyerek dominant negatif etki gösterdiği düşü­
yıkıcı bir özellik değildir. X'e bağlı hastalıkların çoğu X'e nülmektedir. Marfan sendromunun prevalansmm
bağlı resesiftir ve şu özelliklerle karakterizedir: 1/5000 olduğu tahmin edilmektedir. Olguların yaklaşık
® Bu hastalıklar heterozigot kadın taşıyıcılar tarafından %70-85'i aileseldir. Kalan olgular, ebeveynlerin germ
sadece erkek çocuklarına kalıtılır. Elbette ki, bu kişiler hücrelerinde gerçekleşen de novo FBN1 mutasyonların-
X kromozomu için hemizigottur. dan kaynaklanan sporadik olgulardır.
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar

Marfan sendromunda görülen pek çok anormallik, bağ teristik doku dağılımları vardır ve farklı genlerin ürünle­
dokusunun yapısal bozukluğu ile açıklanabilse de, kemik­ ridir. EDS'nin klinik heterojenitesi, kollajen genlerinde­
te aşırı büyüme gibi değişiklikleri sadece fibrilin kaybıyla ki farklı mutasyonlar ile bir ölçüde açıklanabilir.
açıklamak zordur. Son çalışmalar mikrofibril kayıpları­ EDS'nin klinik ve genetik olarak en az 6 varyantının
nın, anormal ve aşırı "transforming growth factor" (3 olduğu bilinmektedir. Defektif kollajenin, bu hastalıkla­
(TGF-P) aktivasyonuna neden olduğunu işaret etmekte­ rın temelini oluşturmasından dolayı, bazı klinik bulgular
dir. Çünkü mikrofibriller TGF-|3'yı ayırarak, bu sitokinin tüm varyantlarda ortak olarak görülmektedir.
biyoyararlılığmı kontrol etmektedirler. Aşm TGF-p salimi­ Tahmin edilebileceği üzere; kollaj enden zengin deri,
nin, vaskiiler düz kas hücresi gelişimi ve ekstraselüler ligamentler ve eklemler gibi dokular EDS'nin birçok ti­
matriks bütünlüğü üzerine önemli etkileri vardır. Bu hi­ pinde sıklıkla tutulur. Anormal kollajen lifleri yeterli ge­
potezi destekleyen bir diğer bulgu da, TGF-P tip II resep­ rilme gücüne sahip olmadığından, deri hiperekstansibilite
törü mutasyonlarmm, ilişkili bir sendrom olan Marfan gösterir ve eklemler hipermobildir. Bütün bunlar başpar­
sendromu tip 2'ye (MFS2) neden olmasıdır. TGF-P aktivi- mağı kola değdirecek kadar geriye bükmek veya dizi ne­
tesini inhibe eden anjiotensin reseptör blokerlerinin, Mar­ redeyse bir dik açı oluşturacak şekilde öne doğru bük­
fan sendromu fare modellerinde aortik ve kardiyak fonk­ mek gibi tuhaf hareketlerin yapılmasına olanak sağlar.
siyonları iyileştirmesi de dikkate değer bir bulgu olup, Gerçekten de akrobatların çoğunun EDSlerden birine
güncel olarak klinik çalışmalarda değerlendirilmektedir. sahip olduğu düşünülmektedir. Ancak bu kişilerin ek­
lem çıkıklarına olan yatkınlıkları ödedikleri bir bedeldir.
Deri olağanüstü ölçüde elastik, aşın derecede hassas ve trav­
M ORFOLOJİ maya yatkındır. Küçük yaralanmalar bile deride kapanma
İsk elet an o rm allik le ri Marfan sendromunun en belirgin
defekti yapar. Derinin normal gerilme gücü olmadığın­
özelliğidir. Hastalar ince, uzun ve narin yapılıdır, kolları, ba­ dan, cerrahi onarmalar veya herhangi bir cerrahi girişim
cakları ve parmakları ileri derecede uzundur (araknodakti- de oldukça güçtür. Bağ dokusundaki bu temel bozukluk,
li). Yüksek damak ve eklemlerde hiperekstansibilite vardır. iç organlarda da pek çok ciddi komplikasyonlara neden
Ağır kifoskolyoz gibi değişik spinal deformiteler görülebilir. olabilir. Bunlar arasında kolon ve büyük arterlerin rüptü­
Göğüs kafesinde pektus ekskavatum (sternumun ileri dere­ rü (vasküler EDS); gözde frajilite, kornea rüptürü ve re­
cede içe çökük olması) veya güvercin göğsü şeklinde defor­ tina dekolmanı (kifoskolyotik EDS) ve diyafragma herni-
miteler görülür. Bu hastalığın en karakteristik göz bulgu­ si (klasik EDS) sayılabilir.
su taşıyıcı lensin ligamentlerinin zayıflığına sekonder gelişen EDS'nin en sık görülen üç varyantının moleküler te­
bilateral dislokasyonu veya subluksasyonudur (ekto p ia meli şu şekildedir:
le n tis). Bu anormallik bu genetik hastalığı olmayan kişiler­ • Lizil lıidroksilaz enzimi eksikliği. Tip I ve III kollajende-
de o kadar nadirdir ki, bilateral ektopia lentis görülmesi, ki lizil dizilerinin (rezidü) azalmış hidroksilasyonu,
Marfan sendromu tanı olasılığını zorunlu olarak yükselt­ kollajen molekülleri arasındaki çapraz bağlanma olu­
mektedir. En ciddi tutulum ise, kard iyo vaskü ler sistem ­ şumunu bozar. Tahmin edileceği gibi, bir enzim eksik­
de olmaktadır. Aortun tunika medyasındaki elastik liflerin liği sonucu ortaya çıkan EDS'nin bu tipi (kifoskolyotik
parçalanması, hasta kişilerde anevrizmal dilatasyon ve aort EDS) otozomal resesif olarak kalıtılır.
diseksiyonu gelişmesine zemin hazırlar (Bölüm 9). Ancak
• COL3A1 genindeki mutasyonlara bağlı olarak tip III kol­
k istlk rrtedionekrozis olarak isimlendirilen bu değişiklik­
lajen sentezinde azalma. Vasküler tip EDS olan bu var­
ler, Marfan sendromu için spesifik değildir. Benzer bulgular
yant otozomal dominant olarak kalıtılır ve tip III kol-
hipertansiyon ve yaşlanma ile de ortaya çıkar. Medya taba­
lajenden zengin dokuların (ör. kan damarları ve bar­
kasının yaptığı desteğin kalkmasıyla, aort kapak halkasında
genişleme olur ve bu da aort yetmezliğiyle sonuçlanır.
sak duvarı) zayıflığı ile karakterizedir.
Özellikle mitral kapak olmak üzere, kalp kapakları ileri de­ • Tip V kollajenin eksik sentezi COL 5A1 ve COL1A2 gen­
recede gerginleşebilir ve regürjitasyon gelişebilir ( “ floppy lerindeki mutasyonlarla ortaya çıkar ve otozomal do­
valve” sen d ro m u ). Sonuçta mitral kapak prolapsusu ve minant kalıtılan bir hastalık olan klasik EDS ile so­
konjestif kalp yetmezliği ortaya çıkabilir (Bölüm 10). Aort nuçlanır.
rüptürü sonucu ölüm her yaşta görülebilir ki, bu durum en
sık ölüm nedenidir. Daha nadir olarak kalp yetmezliği ölü­
me götüren son dönem bulgusudur. Q _ ö zet
Buraya kadar tanımlanan bulgular Marfan sendromu için
tipik olmakla birlikte, bütün hastalarda görülmemektedir.
Marfan Sendromu
Klinik bulgularda çok farklılıklar vardır. Bazı hastalar mini­ • Marfan sendromu bağ dokusunun yapısal bütünlüğü için
mal iskelet ve göz bulgularına sahip iken, bazıları belirgin gerekli olan fibrilin proteinini kodlayan F B N 1 genindeki
kardiyovasküler bulgularla gelebilir. Bu farklı tabloların, mutasyon sonucu ortaya çıkar.
F B N 1 geninin farklı allelik mutasyonlarıyla ilgili olduğuna 8 Etkilenen başlıca organlar iskelet, göz ve kardiyovasküler
inanılmaktadır. sistemdir.
• Klinik özellikler arasında uzun boy, uzun parmaklar, lens­
te bilateral subluksasyon, mitral kapak prolapsusu, aort
Ehlers-Danlos Sendromları
anevrizması ve aort diseksiyonu sayılabilir.
Ehlers-Danlos sendromları (EDS) kollajen sentezi veya
• TGF-P ekspresyonunu inhibe eden, fare modellerinde
yapısındaki bozukluklarla karakterize bir grup hastalık­
aortik ve kardiyak fonksiyonları iyileştirdiği gösterilen an­
tır. Bunların tümü tek-gen hastalıklarıdır. Ancak kalıtım
jiotensin reseptör blokerleri gibi ilaçların kullanımı ile ilgi­
şekilleri hem otozomal dominant, hem de resessif olabi­ li klinik çalışmalar devam etmektedir.
lir. Yaklaşık 30 farklı kollajen tipi vardır. Hepsinin karak­
222 B O L U M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Ehlers-Danlos Sendromları
• Ehlers-Danlos sendromlarının altı varyant tipi vardır Hep­
si de kollajen sentezi veya kollajen fibrillerinin bir araya
gelmesindeki bozukluklarla ilgilidir. Her biri farklı bir mu-
tasyon ie oluşur.
• Klinik bulgular arasında frajil, hiperekstansibilitesi olan ve
travmaya yatkın deri, hipermobil eklemler ve kolon, kor­
nea veya büyük arterler gibi organlarda görülen rüptür
yer alabilir. Yara iyileşmesi zayıftır.

Reseptör Proteinleri veya Kanalları


Kodlayan Genlerdeki Mutasyonların Neden
Olduğu Hastalıklar

Ailesel Hiperkolesterolemi
Ailesel hiperkolesterolemi en sık görülen mendelian has­
talıklar arasındadır. Genel popülasyonda heterozigot du­
rumun görülme sıklığı 500'de l'dir. Hastalığa düşük dan-
siteli lipoprotein (LDL) reseptörünü kodlayan LDLR ge­
nindeki mutasyon neden olur. LDL, toplam plazma ko­
lesterolünün %70'inin taşındığı yapıdır. Aşağıda koleste­
rol sentez ve transportu kısaca gözden geçirilmektedir.
N orm al K olesterol M etabolizm ası. Kolesterol ya diyetten
alınır ya da endojen olarak sentezlenir. Diyetle alman
trigliseridler ve kolesterol, barsak mukozasında şilomik-
ronlarm içine alınarak, barsak lenfatikleri yoluyla kana Resim 6-2 Düşük dansiteli lipoprotein (LDL) metabolizması ve ka­
karışır. Kas ve yağ dokusunun kapillerlerinde bulunan raciğerin LDL sentezinde ve klirensindeki rolü. Çok düşük dansite­
endotelyal lipoprotein lipaz, bu şilomikronları hidrolize li lipoproteinin, kapillerde lipoprotein lipaz tarafından lipolizi, sonra
eder. Kolesterolden zengin olan şilomikron artıkları daha yağ hücrelerinde depolanacak olan ve iskelet kasında enerji kayna­
sonra karaciğere gelir. Kolesterolün bir kısmı daha sonra ğı olarak kullanılan trigliseriderin salınımına yol açar. IDL, (orta dan­
anlatılacağı gibi metabolik havuza katılır. Bir kısmı da siteli lipoprotein) ise kanda kalır ve karaciğer tarafından alınır.
serbest kolesterol veya safra asiti şeklinde safra kanalları­
na atılır. Kolesterol ve LDL'nin endojen sentezi karaciğer­ enzimatik olarak parçalanır. Bunun sonucunda sitoplaz-
de başlar (Resim 6-2). LDL sentezindeki ilk basamak, maya serbest kolesterol salınır. Kolesterol hücre tarafından
trigliseridden zengin olan çok düşük dansiteli lipoprote- sadece membran sentezi için kullanılmakla kalmaz, ayrıca so­
inin (VLDL) karaciğerden kana verilmesidir. Yağ ve kas fistike bir ‘feedback" kontrol sistemiyle hücre içi kolesterol
dokusunun kapillerlerinde VLDL partikülü lipolize uğra­ dengesinde de görev alır:
yarak, intermediyer dansiteli lipoproteine (IDL) dönüşür. ® Sentetik yolaktaki hız sınırlayıcı enzim olan, 3 hidrok-
VLDL ile karşılaştırıldığında, IDL'de trigliserid miktarı si-3-metilglutaril koenzim A rediiktaz (HMG-CoA re-
azalmış, kolesterü esterleri artmıştır. Ancak IDL'nin yü­ düktaz) enziminin aktivitesini inhibe eder, kolesterol
zeyinde VLDL ilişkili üç apoproteinden ikisi (B-100 ve E) sentezini baskılar.
hala mevcuttur. IDL metabolizması daha sonra üci yoldan ® Fazla kolesterolün depolanması için, kolesterol ester­
ilerleyebilir: IDL partiküllerinin çoğu aşağıda anlatılacağı lerinin oluşmasını uyarır.
gibi LDL reseptörleri aracılığıyla karaciğere alınır; kalan
® Hücre yüzeyindeki LDL reseptörü sentezini azaltarak,
kısmı da daha fazla trigliserid ve apoprotein E kaybede­
hücreleri aşırı kolesterol birikiminden korur.
rek kolesterolden zengin LDL 1 ye dönüşür. Karaciğer hüc­
relerinde IDL yeniden VLDL yapımında kullanılır. Daha önce de bahsedilen, çöpçü reseptörler tarafından
Ortaya çıkan LDL partiküllerinin üçte ikisi, LDL re­ yapüan LDL transportunun, mononükleer fagositer sis­
septörü yolağı ile metabolize olurken, kalan kısım, daha tem hücrelerinde ve büyük olasüıkla diğer hücrelerde de
sonra anlatılacağı gibi okside LDL için uygun olan bir re­ gerçekleştiği sanılmaktadır. Monosit ve makrofajlarm
septör taşıyan "scavenger" (çöpçü) reseptör yolağı üe me­ kimyasal olarak değişime uğramış (örneğin asetülenmiş
tabolize olur. LDL reseptörü apolipoprotein B-100 ve veya okside olmuş) LDL için reseptörleri vardır. "Çöpçü
E'ye bağlandığından dolayı, hem LDL hem de IDL'nin reseptör yolağı" ile katabolizmaya uğrayan kolesterol
transportunda rol oynamaktadır. LDL reseptörleri vücutta miktarı, doğrudan plazma kolesterol düzeyi üe ilişkilidir.
geniş bir dağılım gösterse de, yaklaşık %75'i hepatositlerde-
dir. Bu nedenle, karaciğer LDL metabolizmasında çok önemli
bir rol oynar. LDL'nin reseptör aracılığıyla transportunda-
A İLESEL HİPERKO LESTERO LEM İN İN
ki ük basamak hücre yüzeyindeki reseptöre bağlanması PATOGENEZİ
ve ardından endositoz üe "klatrin kaplı oyuklar" tarafın­ Ailesel hiperkolesterolemide, LDL reseptör proteinindeki
dan hücre içine alınmasıdır (Resim 6-3). Hücre içinde en- mutasyonlar, LDL'nin hücre içine transportu ve kataboliz-
dositik veziküller lizozomlarla birleşir ve LDL molekülü
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 223

masını bozar. Bunun sonucunda plazmada LDL kolesterolü Kistik Fibrozis


birikir. Ayrıca karaciğer hücrelerinde LDL reseptörü olma­ Kistik fibrozis (KF) Amerika Birleşik Devletlerindeki
ması da, IDL'nin de karaciğere transportunu bozar ve plaz­ 3200 canlı doğumda 1 görülme sıklığı ile, beyaz ırkta gö­
madaki IDL'nin daha büyük bir kısmı LDL'ye dönüşür. Böy- rülen en sık ölümcül genetik hastalıktır. AsyalIlarda ve Af­
lece ailesel hiperkolesterolemisi olan hastalarda serum ko­ rika kökenli Amerikalılarda nadirdir (Asyalılarda 31,000
lesterol düzeyi hem katabolizmanın azalması, hem de aşırı ve Afrika kökenli Amerikalılarda 15,000 canlı doğumda
biyosenteze bağlı olarak artar (resim 6-2). Bu şekildeki bir 1). KF basit olarak otozomal resesif olarak kalıtılır, hetero-
hiperkolesterolemi varlığında, monosit makrofajlara ve da­ zigot taşıyıcılar hastalıktan etkilenmez. Ancak KF-ilişkili
mar duvarlarına kolesterol alımında belirgin artma olur. Bu gendeki farklı mutasyonların, bu gen fonksiyonu kayıp­
da derideki ksantomların-görülmesinden ve prematür ate- larının doku spesifik etkilerinin ve yeni tanımlanan has­
rosklerozdan sorumludur.
talık modifiye edicilerinin neden olduğu şaşırtıcı derece­
Ailesel hiperkolesterolemi otozomal dominant bir hasta­
de çeşitli fenotipik özellikler bulunmaktadır. KF, temel
lıktır. Heterozigotlarda plazma kolesterol düzeyi iki-üç kat
olarak ekzokrin bezler ile respiratuar, gastrointestinal ve üre­
artmış iken, homozigotlarda ise normalin beş katından faz­
me kanallarının epitelinde sıvı salgılanmasını etkileyen bir
la bir artış olabilir. Kolesterol düzeyleri doğumdan itibaren
epitelyal transport bozukluğudur. Gerçekten de hava yolla­
yüksek olsa da, heterozigotlar erişkin yaşlarda tendon kılıf­
larında kolesterol birikimi (ksantomlar) ve koroner arter rı ve pankreas kanallarında tıkanmaya neden olan anor­
hastalığına neden olan prematür ateroskleroz gelişene ka­ mal koyulaşmış mukus sekresyonları, hastalığın en
dar asemptomatik kalır. Homozigotlar ise çok daha ağır şe­ önemli iki klinik bulgusu olan tekrarlayan kronik akci­
kilde etkilenir. Çocukluk döneminde kutanöz ksantomlar ğer enfeksiyonları ile pankreas yetmezliğinden sorumlu­
gelişir ve sıklıkla 20 yaşlarından önce miyokard enfarktü­ dur. Ayrıca ekzokrin ter bezleri yapısal olarak normal ol­
sünden kaybedilir. malarına karşın (hastalığın seyri boyunca böyle kalır),
Klonlanmış olan LDL reseptör geninin analizi 900’ ün terde yüksek sodyum klorür düzeyi, KF için sabit ve karakte­
üzerinde farklı mutasyonun ailesel hiperkolesterolemiye ristik biyokimyasal anormalliktir.
neden olduğunu göstermiştir. Bu mutasyonlar başlıca beş
kategoriye ayrılabilir: Sınıf I mutasyonlar seyrektir ve re­
septör sentezinin tamamıyla kaybı sözkonusudur. Sınıf II
mutasyonlar en sık görülen formdur. Reseptör proteini
sentezlenir, ancak protein katlanmalarında sorun nedeniy­ PATOGENEZ
le, endoplazmik retikulumdan golgi aygıtına taşınmasında
bozukluk vardır. Sınıf III mutasyonlarda reseptörler sentez­ KF’teki primer bozukluk, 7q31.2 kromozomal lokusunda
lenir ve hücre yüzeyine transport edilir, ancak LDL'ye nor­ yer alan, KF transmembran iletim regülatörü ( C F T R ) geni
mal olarak bağlanamaz. Sınıf IV mutasyonlarda sentezlenen tarafından kodlanan epitelyal klor kanalı proteininin anor­
reseptör LDL'ye bağlanır, ancak klatrin oyukları içerisinden mal fonksiyonudur. Mukustaki değişikliklerin klor iyonları­
hücre içine alınamaz. Sınıf V mutasyonlar LDL’ye bağlana­ nın taşınmasındaki bozukluğa ikincil olduğu kabul edilmek­
bilen reseptörleri kodlar, sentezlenen reseptör ve bağlanan tedir. Normal epitelde klor iyonlarının hücre membranın-
LDL hücre içine alınır, ancak reseptörün ve bağlanan dan taşınması, klor kanallarını oluşturan CFTR gibi trans­
LDL’den ayrılması gerçekleşmediğinden, reseptör ve LDL membran proteinler aracılığıyla olur. C F T R genindeki mu­
endozomda hapis kalır. tasyonlar, epitelyal membranlarının klor iyonları geçirgenli­
ği göreceli olarak olanaksız kılar (Resim 6-4). Ancak bu bo­
zukluğun transport fonksiyonu üzerine etkisi dokuya özgü­
Kolesterol homeostazında LDL reseptörlerinin önemli dür. CFTR proteininin ter bezi kanallarındaki başlıca göre­
rolünün gösterilmesi, bugün plazma kolesterolünü dü­ vi, lümendeki klor iyonlarının emilimi yanı sıra, epitelyal
şürmek için yaygın olarak kullanılan statin grubu ilaçla­ sodyum kanalı (epithelial Na channel) (ENaC) vasıtasıyla
rın geliştirilmesine neden olmuştur. Bu ilaçlar HMG- sodyum emiliminin arttırılmasıdır. Bu nedenle ter kanalla­
CoA redüktaz enzimini inhibe eder ve daha fazla LDL rında CFTR fonksiyonu bozulduğunda, sodyum klorür emi­
reseptörü sentezlenmesini sağlarlar (Bkz. Resim 6-3). limi azalır ve ter hipertonik (“ tuzlu” ) olur (Resim 6-4, üst).
Ter bezierindekinden farklı olarak, CFTR, respiratuar ve
intestinal epitelde, klorun aktif luminal sekresyonuna yol
açar. Bu bölgelerdeki C F T R mutasyonları lümene klor sek-
Q Ö Z ET _____ ___ resyonunun kaybı veya azalmasına neden olur (Resim 6-4,
a lt). ENaC ile gerçekleşen aktif luminal sodyum emilimi de
Ailesel Hiperkolesterolemi
artar. Her iki iyon değişimi, mukozal hücreleri kaplayan yü-
• Ailesel hiperkolesterolemi, LDL reseptörünü kodlayan zeyel sıvı tabakasının su içeriği azaltarak, lümenden pasif su
gendeki mutasyonların neden olduğu otozomal domi­ emilimini arttırır. Böylelikle ter bezlerinin aksine, respiratu­
nant bir hastalıktır ar ve intestinal mukoza hücrelerinde yüzeydeki sıvı tabaka­
• Hücre içine LDL’nin taşınmasının bozulması sonucunda sının tuz konsantrasyonu bakımından, normal kişilerle KF’li
hastalarda hiperkolesterolemi gelişir. kişiler arasında fark yoktur. Aksine KF’teki respiratuar ve
• Heterozigotlarda serum kolesterol düzeyinin yüksekliği intestinal komplikasyonların patogenezinde, yüzeydeki sıvı
ateroskleroz ve buna bağlı gelişen koroner arter hastalı­ tabakasının izotonik, fakat miktarının az olması önem taşır.
ğı riskini çok arttırır. Homozigotlarda ise serum koleste­ Bu dehidratasyon, akciğerde mukosilier aktivitenin bozul­
rolü ve iskemik kalp hastalığı sıklığı daha da artmıştır. Ko­ masına, yoğunlaşmış ve yapışkan sekresyonlarm birikerek
lesterol tendon kılıflarında birikerek ksantom oluşmasına hava yollarını tıkamasına ve tekrarlayan akciğer enfeksiyon­
da neden olur. larına neden olur.
224 B O L U M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Protein
LDL reseptörü Kolesterol esterleri
ApoB-100

İ ----f
Plazma
membranı Geri
dönüşümlü '
Kaplı vezikül/ \
vezikül

X
LDL reseptörlerinin Kolesterol
sentezi sentezi

'W ' DNA


I \
HMG CoA redüktaz

inhibisyon (—) inhibisyon (“ )


Amino
asitler
Kolesterol Kolesterol
fazlalığı

Uyarı X Hücre membranı,


steroid hormonlar
ve safra asitleri
Kolesterol
esterlerinin
depolanması

Resim 6 -3 LDL reseptör yolağı ve kolesterol metabolizmasının regülasyonu. Sarı oklar serbest hücre içi kolesterolü düzenleyen üç fonksi­
yonu göstermektedir. (1) HMG-CoA redüktazın inhibisyonu sonucunda kolesterol sentezinin baskılanması, (2) Fazla kolesterolün, ester
halinde depolanmasının stimülasyonu (3) LDL reseptörlerinin sentezinin inhibisyonu. HMG-CoA redüktaz, 3-hidroksi-3-metilglutaril koen-
zim A redüktaz; LDL, düşük dansiteli lipoprotein

C F T R geninin 1989’da klonlanmasından beri, hastalığa


neden olan 1300’ten fazla mutasyon tanımlanmıştır. Bunlar
kinik fenotipe göre ağır veya hafif mutasyonlar olarak sınıf­
MORFOLOJİ
landırılabilir. A ğ ır mutasyonlar CFTR proteininin tam fonk­ Kistik fibrozisteki anatomik değişiklikler çok çeşitlidir ve
siyon kaybıyla ilişkili iken, hafif mutasyonlarda protein bir hangi bezlerin etkilendiğine ve bunların tutulumunun şidde­
ölçüde fonksiyon görebilir. C F T R genindeki en sık görülen tine bağlıdır. Pan kreas a n o rm allik leri hastaların %85-
ağır mutasyon, 508. amino asit pozisyonunda (A F 5 0 8 ) feni- 90’ında mevcuttur. Hafif vakalarda, sadece küçük kanallar­
lalanini kodlayan üç nükleotidin delesyonudur. Bu mutas­ da mukus birikimi ve ekzokrin bezlerde hafif genişleme ola­
yon CFTR’nin hatalı katlanmasına ve total kaybına yol açar. bilir. Hastalığın daha ilerlemiş durumları, genellikle daha bü­
Tüm dünyada A F 5 0 8 mutasyonu KF hastalarının yaklaşık yük yaştaki çocuklar ve adolesanlarda görülür. Ekzokrin
%70’inde bulunmaktadır. KF otozomal resesif bir hastalık bezlerde atrofi ve progresif fibrozis gelişmesine yola açan,
olduğundan, etkilenen bireylerde her iki allelde de mutas­ tıkaçlar ile tamamen tıkalı kanallar mevcuttur. (Resim 6-5).
yon vardır. Daha sonra anlatılacağı gibi, iki alleldeki mutas- Pankreasın ekzokrin sekresyonlarının kaybı yağ absorpsi-
yonların kombinasyonu sonucunda, hem fenotip, hem de yonunu bozar. Bunun sonucunda gelişen A vitamini eksikli­
organa özgü bulgular etkilenmektedir. KF “ tek gen-tek ği, biriken mukus sekresyonlarına bağlı hasar görmüş olan
hastalık” olarak tanımlanan hastalıklar içinde en iyi bilinen pankreas kanallarını döşeyen epitelin skuamöz metaplaziye
örneklerden biri olmakla birlikte, CFTR dışındaki bazı gen­
katkıda bulunur. Kalın, yapışkan mukus tıkaçları bebeklerin
lerin de, KF’te organlara özgü bulguların sıklığını ve ağırlığı­
ince bağırsaklarında da görülebilir. Bazen bu, m ekonyum
nı modifiye ettiklerine dair kanıtlar giderek artmaktadır.
ileusu adı verilen ince barsak obstrüksiyonuna neden ola­
Mikroorganizmaların fagositozunda rol alarak, doğal bağı­
bilir.
şıklıkta anahtar rol oynayan mannoz-bağlayıcı lektin, bura­
da bahsedilen genetik modifiye edicilere bir örnek olarak A k ciğ e r d eğ işiklikleri bu hastalığın en ciddi kompli­
verilebilir. KF durumunda, m annoz-bağlayıcı le ktin alici­ kasyonlarıdır (Resim 6-6). Bu değişiklikler; respiratuar ağa­
lerinden bir veya iki tanesinde ortaya çıkan polimorfîzm so­ cın submukozal bezlerinin viskoz mukus sekresyonlarına
nucunda ortaya çıkan düşük protein düzeyleri, gelişen kro­ sekonder gelişen, hava yollarının obstrüksiyonu ve enfeksi­
nik bakteriyel enfeksiyonlar nedeniyle son-dönem akciğer yonundan kaynaklanır. Mukus-salgılayan hücrelerin belirgin
hastalığı riskini üç kat arttırmaktadır. hiperplazi ve hipertrofisi eşliğinde, bronşiyollerin kalın mu-
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 225

NORMAL KİSTİK FİBROZİS


TER BEZİ

NORMAL KİSTİK FİBROZİS


HAVAYOLU

Normal Dehidrate

Resim 6 -4 Üst, Kistik fibroziste (KF), ter duktuslarındaki klor kanal defekti, terde artmış klor ve sodyum konsantrasyonuna neden olur.
A lt, KF’li hastaların havayollarında klo r sekresyonu azalır, sodyum ve su emilimi artar. Sonuçta epitel hücrelerini örten mukus tabakasında
dehidratasyona, mukosiliyer fonksiyonda bozulmaya ve mukus plaklarının oluşmasına neden olur. CFTR, kistik fîbrozis transmembran ile­
tim regülatörü; ENaC, intraselüler sodyum iletiminden sorumlu epitelyal sodyum kanalı.

kus ile dolu olması sıktır. Eklenen enfeksiyonlar ağır kronik


bronşit ve bronşiyektaziye neden olur. Akciğer apsesi geli­
şimi sıktır Akciğer enfeksiyonlarından en sık sorumlu olan
mikroorganizmalar Staphylococcus aureus, Haemophilus inf­
luenza ve Pseudomonas aeruginosa’dır. Bir başka can sıkıcı
durum da, diğer bir psödomonas olan Burkholderia cepa-
cia’ nın görülme sıklığının giderek artmasıdır. Bu fırsatçı bak­
teri oldukça dirençlidir ve çoğunlukla fulminan hastalıkla
(“ cepacia sendromu” ) ilişkilidir. K araciğ er tu tulum u da

Resim 6 - 6 Kistik fibrozisten ölen bir hastanın akciğerleri. Trakeo-


bronşial kanalda dilatasyon ve aşırı mukus tıkaçları belirgindir. Ak­
ciğer parankiminde hem sekresyonlara, hem de pnömoniye bağlı
konsolidasyon mevcuttur. Yeşil renk Pseudomonas enfeksiyonuna
bağlıdır.
(Dr. Eduardo Yunis, Children's Hospital o f Pittsburgh, Pittsburgh, Pennsylvania
tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)
Resim 6 -5 Pankreasta kistik fibrozise bağlı hafif orta şiddette de­
ğişiklikler. Duktuslar dilate ve eozinofllik müsin ile tıkalıdır, paranki-
mal bezler atrofik ve fibröz doku ile kaplıdır.
226 B Ö LÜ M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

aynı temel paterni yansıtır. Safra kanalikülleri müsinöz ma­ KF'lu çocukların %10 kadarında rektal prolapsusa neden
teryalle tıkalıdır. Buna düktüler proliferasyon ve portal inf- olur. Pankreas-yeterli fenotipi olan hastalarda genellikle
lamasyon eşlik eder. Karaciğer biyopsilerinde hepatik ste- diğer gastrointestinal komplikasyonlar da görülmez, ge­
a to z sık rastlanan bir bulgudur. Zaman içinde yaygın hepa­ nellikle bu hastalarda büyüme ve gelişme normaldir.
tik nodülariteye neden olan siro z gelişir, Bu şekilde ağır ka­ Pankreas yetmezliği olan hastaların bir kısmında tekrar­
raciğer tutulumu vakaların %10’undan azında gelişir. Eriş­ layan karın ağrısı atakları ve yaşamı tehdit eden kompli­
kin yaşa ulaşan erkek hastaların %95’ inde azosperm i ve kasyonlarla giden "idiopatik” kronik pankreatit görülür.
in fertilite görülür. B ilatera l vas deferens yokluğu bu Kronik öksürük, persistan akciğer enfeksiyonları,
hastalarda sık görülen bir bulgudur. Bazı hastalarda CFTR obstrüktif akciğer hastalığı ve kor pulmonale gibi kardiyo-
mutasyonunu düşündüren tek bulgu bu olabilir. respiratuar komplikasyonlar, Amerika Birleşik Devletle-
ri'ndeki KF merkezlerinde takip edilen hastalardaki en
sık ölüm nedenini (ölümlerin yaklaşık %80'i) oluşturur.
18 yaşma gelen klasik KF hastalarının %80'inde P. aerugi­
K linik Gidiş nosa, %3,5'inde B. cepacia mevcuttur. Staphylococcus için
Çok az sayıda çocukluk çağı hastalığı vardır ki, KF'te ol­ gelişigüzel biçimde kullanılan profilaktik antibiyotik teda­
duğu kadar klinik belirtileri son derece değişken olsun visi, ne yazık ki, birçok hastada dirençli Pseudomonas suş-
(Tablo 6-3). Belirti ve semptomlar oldukça çeşitli olup, ha­ larınm görülmesine neden olmuştur. KF hastalarının
fiften ağıra kadar değişik şiddettedir. Hastalık başlangıcı %10-25'inde tekrarlayan sinonazal polipler görüldüğünden,
doğumda olabilir veya yıllar sonra ortaya çıkabilir. Tek bir bu bulgunun saptandığı çocuklarda terde klor testinin ya­
organ veya birçok organ etkilenebilir. Vakaların yaklaşık pılması gereklidir. Belirgin karaciğer hastalığı KF'in seyrin­
%5-10 kadarı doğumda veya doğumdan kısa bir süre son­ de geç dönemde ortaya çıkar. Daha önceleri pulmoner ve
ra mekonyum ileusu atağı ile başvurmaktadır. Hastaların pankreatik tutulumun gölgesinde kalmış olan bu kompli­
büyük çoğunluğunda (%85-90) ekzokrin pankreas yetmezli­ kasyon, hastalarda yaşam sürelerinin uzaması ile birlikte
ği olmaktadır. Bu durum her iki allelde (AF508 / AF508 gi­ artık daha çok dikkati çekmektedir. Karaciğer hastalığı,
bi) de olan ağır CFTR mutasyonları ile ilişkilidir. Hastala­ kardiyopulmoner ve transplantasyona bağlı komplikas­
rın %10-15'inde ise, bir "ağır" ve bir "hafif" veya iki "hafif" yonlardan sonra, KF'in üçüncü sıklıktaki ölüm nedenidir.
CFTR mutasyonu vardır. Bu olgular pankreas enzim teda­ KF tanısı, vakaların çoğunda terdeki yüksek elektrolit
visi gerektirmeyecek ölçüde ekzokrin pankreas fonksiyo­ konsantrasyonu (anneler sıklıkla çocuklarının terinin
nuna sahip hastalardır (pankreas-yeterli fenotip). Pankreas "tadının tuzlu olmasını" fark etmeleri ile tam konulmak­
yetmezliği protein ve yağ malabsorpsiyonu ve artmış fe- tadır) yanı sıra, sinopulmoner hastalık ve gastrointestinal
lcal kayıp ile ilişkilidir. Bu hastalarda hayatın ilk yılında sonuçlar gibi karakteristik klinik bulgular veya aile öykü­
bol miktarda ve pis kokulu gaita, abdominal distansiyon, sü ile konmaktadır. KF tanısı için altın standart, elbette
kilo alma güçlüğü gibi malabsorpsiyon bulguları ortaya çı­ ki CFTR gen dizilemesidir. Klinik bulguları ve/veya aile
kar. Yağ absorpsiyonundaki bozukluk yağda eriyen vita­ öyküsü ile KF düşünülen bir hastada, genetik inceleme
minlerin eksikliğine neden olacağından, A, D veya K vi­ gerekli olabilir. Tedavi yaklaşımlarındaki gelişmeler so­
tamini eksikliği bulguları görülür. Hipoproteinemi yaygın nucunda, günümüzde daha fazla hasta erişkin yaşlara
ödeme neden olacak kadar şiddetli olabilir. Persistan ishal kadar hayatta kalmaktadır. Beklenen yaşam süresi med-

Tablo 6-3 Kistik Fibrozis için Klinik Özellikler ve Tanısal Kriterler


Kistik Fibrozisin Klinik Özellikleri
1. Kronik sinopulmoner hastalık bulguları şunlardır:
a. İnatçı kolonizasyon/enfeksiyon. Stafilokokküs aereus, tiplendirilemeyen Hemofilus influenza, mukoid ve nonmukoid Psödomonas
aeroginoza, Burkholderia cepacia gibi tip ik kistik fibrozis patojenleri rol alır.
b. Kronik öksürük ve balgam çıkarma
c. İnatçı akciğer filmi anormallikleri (bronşiyektazi, atelektazi, infiltratlar, hiperinflasyon gibi)
d. Havayolu obstrüksiyonu, hırıltı ve hava hapsi ile kendini gösterir.
e. Nazal polipler; radyolojik ve bilgisayarlı tomografide paranazal sinus anomalileri
f. Parmaklarda çomaklaşma
2. Gastrointestinal ve beslenme anormallikleri şunları içerir:
a. intestinal: mekonyum ileusu, distal, intestinal obstrüksiyon sendromu, rektal prolapsus
b. Pankreatik: pankreatik yetmezlik, tekrarlayıcı akut pankreatit, kronik pankreatit
c. Hepatik: kronik karaciğer hastalığı (klinik ve histolojik olarak fokal biliyer siroz ya da multilobular siroz ile kendini gösterir), uzamış
neonatal sarılık
d. Beslenme: gelişme geriliği (protein-kalori malnütrüsyonu), hipoproteinemi, ödem, yağda çözünen vitamin eksikliğine sekonder
komplikasyonlar
3. Tuz kaybı sendromu: akut tuz tükenmesi, kronik metabolik alkaloz
4. Erkek ürogenital anormallikleri (vas deferensin konjenital bilateral yokluğu) obstrüktif azospermiye yol açar
Kistik Fibrozis için Tanı Kriterleri
Bir ya da birden fazla karakteristik fenotipik özellik VEYA bir kardeşte kistik fibrozis öyküsü VEYA pozitif yenidoğan tarama testi sonucu
VE
İki ya da fazla kez saptanan artmış te r klor düzeyi, VEYA iki kistik fibrozis mutasyonunun gösterilmesi VEYA anormal epitelyal nazal iyon
transportunun gösterilmesi
Rosenstein BJ, Cutting GR: The diagnosis o f cystic fibrosis: a consensus statement. J Pediatr 132:589,1998 tarafından verilen izin ile uyarlanmıştır.
L-l-:i£a£i__ . i î&mAj

Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 227

yan olarak 36 yıla ulaşmıştır ve daha da uzamaya devam yon kendini gösterir. Tedavi edilmemiş FKÜ'li çocukların
etmektedir. İnsanlarda gen tedavisi ile ilgili klinik çalış­ sadece %4'ten azmin zeka katsayısı (IQ) 50-60'tan daha
malar henüz başlangıç aşamasında olmakla birlikte, mil­ yüksektir. Bu çocukların yaklaşık üçte biri hiç yürüye­
yonlarca KF hastası için cesaret verici bir gelişmedir. mez, üçte ikisi ise konuşamaz. Tedavi edilmeyen çocuk­
larda mental retardasyona, nöbet geçirme, diğer nörolojik
anormallikler, saç ve deride azalmış pigmentasyon ve ekze-
Ö zZeET
© _ ö t ma sıklıkla eşlik eder. Hayatın çok erken döneminde fe­
nilalanin aliminin kısıtlanmasıyla, hiperfenilalaninemi
Kistik Fibrozis ve bunun sonucu ortaya çıkan mental retardasyon önle­
• KF transmembran regülatör proteinini kodlayan CFTR nebilir. Bu nedenle, hemen doğum sonrası dönemde
genindeki mutasyonların neden olduğu, otozomal resesif FKÜ tanısını koyabilmek için, bazı tarama programları
geçişli bir hastalıktır. rutin olarak uygulanmaktadır.
• Başlıca bozukluk klor iyonu transportundadır. Sonuçta Hayatın erken döneminde diyetle tedavi edilen FKÜ
terde yüksek tuz konsantrasyonu ile respiratuar ve gast­ hastası birçok kız çocuk doğurgan yaşa ulaşmaktadır ve
rointestinal sistemlerde yapışkan sekresyonlar ortaya çı­ klinik olarak normaldir. Ancak diyet tedavisi erişkin ya­
kar. şa gelince kesildiğinden, bunların çoğunda belirgin hi­
• CFTR mutasyonları multisistem hastalığa neden olan perfenilalaninemi vardır. Böyle hastalardan doğan ço­
A F508 gibi ağır mutasyonlar veya organ tutulumu sınırlı cukların, heterozigot olmalarına rağmen, %75 ile %90'm-
ve daha hafif olan hafif mutasyonlar şeklindedir. da belirgin mental retardasyon ve mikrosefali, %15'inde
• En sık ölüm nedeni kardiyorespiratuar komplikasyonlar­ çok sayıda lconjenital kalp hastalığı görülmektedir. Ma­
dır. Pulmoner enfeksiyonlar (özellikle dirençli pseudo- ternal FKU adı verilen bu sendromda, fenüalaninin ve
monaslar ile) sıktır. Bronşiyektazi ve sağ kalp yetmezliği metabolitlerinin plasentaya geçmesi ve gelişmekte olan
uzun dönemde ortaya çıkan sekellerdir. spesifik organları etkilemesi söz konusudur. Maternal fe­
• Pankreas yetmezliği çok sıktır. Erişkin hastalarda konje- nilalanin düzeyi direkt olarak fetal anomalilerin varlığı
nital bilateral vas deferens yokluğuna bağlı kısırlık karak­ ve şiddeti ile korele olduğundan, fenilalanini kısıtlanmış
teristik bulgudur. maternal diyete hamilelikten önce başlanılması ve hamilelik
• Sağkalımın uzaması nedeniyle, sirozu da kapsayan karaci­ boyunca devam edilmesi zorunludur.
ğer hastalığının sıklığı artmaktadır. FKÜ'deki biyokimyasal anormallik fenilalaninin tiro-
zine dönüştürülememesidir. Normal çocuklarda diyetle
alman fenüalaninin %50'sinden daha azı protein sentezi
için gereklidir. Kalanı fenilalanin hidroksilaz sistemi ile
Enzim Proteinlerini Kodlayan Genlerdeki tirozine dönüştürülür (Resim 6-7). FAH enzimi eksikliği
Mutasyonların Neden Olduğu Hastalıklar nedeniyle fenilalanin metabolizması bloke olduğunda,
küçük ara yollar devreye girer, sonuçta idrar ve terde bol
Fenilketonüri miktarda atılan çeşitli ara ürünler ortaya çıkar. Bu ara
Fenilketonüri (FKÜ), çok sayıda varyantı olan, beyaz ırk­ ürünler etkilenen hastalara kuvvetli bir küf veya fare koku­
ta 1 0 . 0 0 0 canlı doğumda 1 görülen bir doğumsal metabo­ su verir. FKÜ'de fazla fenilalaninin veya bunun metabo­
lizma hastalığıdır. En sık görülen ve klasik fenilketonüri litlerinin beyin hasarına neden olduğuna inanılmaktadır.
olarak adlandırılan form İskandinav asıllılarda oldukça Aynı zamanda bir melanin prekürsörü olan tirozinin de
sık, Afriko Amerikanlar ve Yahudilerde ise çok nadirdir. eksik olması (Resim 6-7), hastalardaki açık cilt ve saç
Otozomal resesif geçişli olan bu hastalıkta, homozi- renginden sorumludur.
gotlarda fenilalanin hidroksilaz (FAH) enziminde ağır bir Moleküler düzeyde FAH geninin yaklaşık 500 mutant
eksiklik vardır. Bu eksiklik hiperfenilalaninemi ve FKU alleli tanımlanmıştır. Ancak bunların sadece bazıları ağır
gelişimine yol açar. Etkilenen bebekler doğumda nor­ bir enzim eksikliği yapar. FAH aktivitesinin yokluğuna
maldir. Ancak birkaç hafta içinde beyin gelişimini bozan yol açan mutasyonlara sahip bebeklerde klasik FKÜ bul­
plazma fenilalanin düzeyinin artması dikkati çeker. Ge­ guları görülür iken, yaklaşık % 6 rezidüel aktivite göste­
nellikle hayatın ilk 6 ayı ile birlikte, ağır mental retardas- renlerde hafif bulgular vardır. Ayrıca bazı mutasyonlar

Fenilalanin Tetrahidrobiopterin NAD


+0 2 (BH4)

Fenilalanin Dihidropteridin
hidroksilaz (PAH) redüktaz (DHPR)

Tirozin Dihidropteridin NADH


+ H20 (BH2)

Resim 6 -7 Fenilalanin hidroksilaz sistemi. NADH, Nikotinamid adenin dinükleotid, redükte formu.
228 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

sonucunda, sadece kan fenilalanin düzeyinde hafif art­ dan itibaren galaktozun diyetten çıkarılmasıyla önlenebilir ya
ma olur, bu hastalarda nörolojik hasar gelişmez. Benign da düzeltilebilir. Doğumdan hemen sonra sağlanan hasta­
hiperfenilalaninemi olarak adlandırılan bu durumun ta­ lık kontrolü katarakt ve karaciğer hasarı gelişmesini ön­
nınması önemlidir, çünkü etkilenen kişiler tarama testle­ ler ve tamamen normal gelişime olanak sağlar. Sadece
rinde pozitif bulunurlar. Ancak FKÜ için geçerli hastalık diyet sınırlaması olsa bile, daha ileri yaştaki hastalarda
bulgularını göstermezler. Fenilalanin hidroksilaz genin­ konuşma bozukluğu ve gonadal yetmezlik (özellikle pre-
de çok sayıda hastalık yapan allel olduğu için, moleküler matür over yetmezliği) yanı sıra, daha ender olarak atak-
tanı kolay değildir. Benign hiperfenilalaninemiyi sik durumun ortaya çıktığı gösterilmiştir.
FKÜ'den ayırmak için serum fenilalanin düzeyinin ölçü­
mü gereklidir. FKÜ'deki düzeyler tipik olarak normal­
den beş kat (ya da daha fazla) yüksektir. Biyokimyasal ta­ Q ÖZET ___ _______________ _
nı konduktan sonra, hastalığa neden olan spesifik mu-
tasyon belirlenebilir. Bundan sonra da risk altındaki aile Fenilketonüri
bireylerinde taşıyıcılık testi yapılabilir. • FKÜ, fenilalanin hidroksilaz enzim eksikliğinin neden ol­
FKÜ olgularının %98'inde FAH mutasyonları görülür­ duğu otozomal resesif kalıtılan ve sonuçta fenilalaninin
ken, yaklaşık % 2 olgu, kofaktör tetralıidrobiopterin sente­ metabolize edilemediği bir hastalıktır.
zi ya da geri dönüşümündeki anormalliklerden kaynak­ • Tedavi edilmemiş FKÜ hastalığının klinik bulguları arasın­
lanır (Resim 6-7). FKU'nin bu varyant formlarının klinik da ağır mental retardasyon, nöbetler, ciltte azalmış pig-
olarak tanınması önemlidir, çünkü hastalar diyette fenilala­ mentasyon sayılabilir. Bu bulgular diyetle fenilalanin alimi­
nin kısıtlaması ile tedavi edilemezler. nin kısıtlanmasıyla önlenebilir.
• Diyet tedavisine devam etmeyen FKÜ’li kadın hastalar;
Galaktozemi fenilalanin metabolitlerinin transplasental geçmesi sonu­
Galaktozemi galaktoz metabolizmasının otozomal resesif cunda, malformasyonlu ve nörolojik geriliği olan çocuklar
bir hastalığıdır ve 60,000 canlı doğumda 1 yenidoğan be­ doğurabilir.
beği etkiler. Memelilerin sütündeki başlıca karbonhidrat
olan laktoz, normal olarak barsak mikrovilluslarmda lak- Galaktozemi
taz tarafından glukoz ve galaktoza parçalanır. Galaktoz da­
• Galaktozemi, dokularda galaktoz 1-fosfat ve metabolitle­
ha sonra birkaç basamakta glukoza çevrilir. Bu basamak­
rinin birikimine yol açan kalıtımsal GALT enzimi eksikliği
lardan birinde galaktoz-l-fosfat üridil transferaz (GALT) sonucu ortaya çıkar.
enzimi gereklidir. Bu enzimi kodlayan GALT genindeki ho-
• Klinik bulgular arasında sarılık, karaciğer hasarı, katarakt,
mozigot mutasyon nedeniyle ortaya çıkan enzim kaybı ga-
sinir sistemi hasarı, kusma, ishal ve E. coli sepsisi sayılabi­
laktozemiden sorumludur. Bu transferaz enziminin eksik­
lir. Diyette galaktoz kısıtlaması en azından ağır komplikas­
liği sonucunda galaktoz-l-fosfat ve galaktilol gibi diğer me- yonlardan bazılarını önleyebilir.
tabolitler karaciğer, dalak, gözün lensi, böbrek ve serebral
korteks gibi vücuttaki pek çok dokuda birikir.
Karaciğer, gözler ve beyin başlıca hasar gören organ­
lardır. Erken başlayan hepatomegali büyük oranda yağ­ Lizozomal Depo Hastalıkları
lanmaya bağlıdır, ancak zamanla alkolik sirozdakine ben­
zer yaygın skar oluşumu buna eklenebilir (Bölüm 15). Lizozomlar, hücrelerin sindirim sistemi olarak, sfingoli-
pidler ve mukopolisakkaridler gibi kompleks substratla-
Lenste opaklaşma (katarakt) meydana gelir. Bunun muh­
temel nedeni, alternatif metabolik yollarla oluşan galakti- rm çözünebilir son ürünlere parçalanmasında kullanılan
değişik hidrolitik enzimleri içerirler. Bu büyük molekül­
tolün birikip, lensin tonisitesini arttırması ve lensin sıvı
ler, hücre içi organellerin döngüleri sonucunda ortaya
absorbe ederek şişmesidir. Santral sinir sisteminde sinir
çıktıklarında otofaji ile lizozomlarm içine girebilir ya da
hücrelerinin kaybı, gliyozis ve ödem gibi spesifik olmayan
dışarıda iseler, hücreler tarafından fagositozla içeriye alı­
değişiklikler ortaya çıkar. Karaciğer ve beyin hasarının
mekanizması bugün hala tam olarak anlaşılamamıştır. nabilir. Lizozomal bir enzimde kalıtsal bir eksiklik oldu­
ğunda, onun substratımn katabolizması tamamlanamaz.
Etkilenen bebekler hemen doğar doğmaz büyüme ge­
riliği gösterirler. Süt alımıyla birlikte birkaç gün içinde Bu da kısmen parçalanmış, çözünmeyen metabolitlerin
kusma ve ishal başlar. Sanlık ve hepatomegali genellikle ha­ lizozomlarm içinde birikmesine neden olur (Resim 6 - 8 ).
Bugüne kadar yaklaşık 40 lizozomal depo hastalığı ta­
yatın ilk haftasında ortaya çıkar. Böbrekte galaktoz ve ga­
nımlanmıştır. Bunların her biri spesifik bir lizozomal en­
laktoz-l-fosfat birikimi aminoasit transportunu bozar ve
zimin ya da proteinin fonksiyonel eksikliğiyle ortaya çık­
aminoasidüriye neden olur. Fulminan Escherichia coli
maktadır. Klasik olarak, lizozomal depo hastalıkları
septisemisi sıklığı artan oranda görülmektedir. Galakto­
substratlarm ve biriken metabolitlerin biyokimyasal
zemi tanısından, idrarda glukozdan başka indirgen şeker
özelliklerine göre sınıflandırılmaktadır. Ancak altta ya­
görülmesi durumunda kuşkulanılabilinir. Ancak direkt
tan moleküler bozukluğa bağlı bir sınıflama da yapılabi­
olarak lökositlerde ve eritrositlerde transferaz enzim ek­
lir (Tablo 6-4). Her grupta her biri spesifik bir enzim ek­
sikliğini ortaya koyan testler daha güvenilirdir. Antenatal
sikliği sonucu ortaya çıkan birkaç hastalık vardır. Aslın­
tanı amniyotik sıvı hücre kültürlerinde GALT aktivitesini
değerlendirmek ya da amniyotik sıvı amniotik sıvının yü­ da karmaşık görünmesine rağmen, bu gruptaki birçok
hastalıkta ortak bulgular görülür:
zey birikintisinde (supernatant) galaktitol seviyesini ölç­
mek ile mümkün olmaktadır. • Otozomal resesif kalıtım
Galaktozemide görülen klinik ve morfolojik değişikliklerin • Hasta popülasyonunu bebek ve küçük çocukların
çoğunluğu, erken dönemde, en azından hayatın ilk iki yılın­ oluşturması
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 229

Kompleks
substrat

Resim 6 - 8 Lizozomal depo hastalıklarının patogenezi. Bu örnekte; lizozomal enzimler (A, B ve C) normal olarak kompleks bir substratı,
seri bir şekilde çözünebilir son ürünlere parçalanmaktadır. Bu enzimlerden birindeki (örneğin B) eksiklik ya da fonksiyon bozukluğu
olduğunda, katabolizma tamamlanamaz ve lizozomlarda çözünmeyen ara ürünler birikir.

• Çözünmeyen ara ürünlerin mononüldeer fagositer den bahsedilecektir. Aynı zamanda bir lizozomal depo
sistemde depolanarak, hepatosplenomegaliye neden hastalığı olan tip II glikojen depo hastalığı (Pompe hasta­
olması lığı) bu bölümde daha sonra anlatılacaktır.
• Nöronal hasarla birlikte sık santral sinir sistemi tutu­
lumu Tay-Sachs Hastalığı (G M2 Gangliosidoz:
• Hem sindirilemeyen materyalin birikimi, hem de Heksozam inidaz |3-Subünite Eksikliği)
makrofaj aktivasyonu ve sitokin salınımı gibi ikincil Gangliosidozlar katabolik bir lizozomal enzim eksikli­
gelişen olaylar nedeni ile ortaya çıkan hücresel dis- ğinde ortaya çıkan ve özellikle beyinde gangliosidlerin
fonksiyonlar birikimiyle karakterize hastalıklardır. Biriken gangliosi-
Şans eseri hastalığın olası kurbanları açısından, bu bul­ de bağlı olarak bu hastalıklar G M 1 ve G M 2 olmak üzere
guların çoğu oldukça nadirdir ve detaylı tanımlamaları­ iki alt gruba ayrılır. Tay-Sachs hastalığı tüm gangliosidoz-
na çeşitli spesifik kitaplar ve derlemelerde yer verilmiştir. larm en sık görüleni olup, GM2'nin parçalanmasından
Burada sadece daha sık olan hastalıkların birkaç tanesin­ sorumlu olan heksozaminidaz A enziminin |3-subünitesi-

Tablo 6-4 Lizozomal Depo Hastalıkları

Hastalık Kategorisi Hastalık Eksiklik


Primer lizozomal hidrolaz defekti Gaucher hastalığı Glukozilserobsidaz
GM1 gangliosidoz GMı-|l-galaktosidaz
Tay-Sachs hastalığı Heksozaminidaz, a subunitesi
Sandhoff hastalığı Heksozaminidaz, (S subunitesi
Fabry hastalığı a-Galaktosidaz A
Krabbe hastalığı Galaktozilseramidaz
Niemann-Pick tip A ve tip B Sfingomyelinaz
Lizozomal enzimlerin posttranslasyonal Mukosulfatidoz (jüvenil sülftidoz) Multipl sulfatazlar
işleminde defekt
Sentezlenen hidrolazların lizozomlara Mukolipidoz tip II ve İHA alfa/beta N-asetil glukozamin-1- fosfotransferaz
yetersiz yönlendirilmesi
Lizozomal enzimlerin korunmasındaki Galaktosialidoz Koruyucu protein katepsin A
bozukluk ((3-galaktosidaz ve nöraminidaz)
Enzimatik olmayan çözünebilir lizozomal GM2 aktivatör protein eksikliği, varyant AB GM2 aktivatör protein
proteinlerdeki bozukluk Sfingolipid aktivatör protein eksikliği Sfingolipid aktivatör protein
Transmembran (enzimatik olmayan) Niemann-Pick hastalığı tip C (NPC) NPC1 ve NPC2
protein Salla hastalığı (serbest sialik asit depolanması) Sialin
J e y a k u m a r M, D w e k R A , B u tte rs T D , Plad FM: S to ra g e s o lu tio n s : tre a tin g lyso som a l d is o rd e rs o f th e b ra in . N a t Rev N e u ro s c i 6 :1 ,2 0 0 5 ya yın ın d a n alınm ış v e rile rd ir.
230 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Resim 6 -9 Tay-Sachs hastalığında ganglion hücreleri. A , Işık mikroskobunda büyük bir nöronda izlenen belirgin lipid vakuolizasyonu. B,
Tay-Sachs hastalığı. Elektron mikroskobunda nöronun bir bölümünde girdapsı konfigürasyonu belirgin lizozomlar. Yukarıda nükleusun bir
kısmı görülmektedir.
(A , Dr. A rth u r W einberg , D e p a rtm e n t o f Pathology, U niversity o f Texas Southw estern M e d ica l Center, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılm ıştır; B, Dr. Jo e
Rutledge, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)

nin eksikliğiyle karakterizedir. Bugüne kadar 100'den bunun sonucunda gelişen sfingomyelin birikimi ile ka­
fazla mutasyon tanımlanmıştır ve bunların çoğu protein­ rakterizedir. Tip A'da, ağır düzeyde sfingomyelinaz ek­
lerin hücre içi taşınması veya katlanmasını etkilemekte­ sikliği görülmekte olup, sfingomyelinin, seramid ve fosfo-
dir. Bu hastalıkta başlıca etkilenen organ, gangliosid me­ rilkoline parçalanmasında bozukluk vardır. Bütün fagosi-
tabolizmasının en sık görüldüğü beyindir. GM2 depolan­ tik hücrelerde ve nöronlarda aşırı sfingomyelin birikimi
ması santral sinir sistemi boyunca yerleşen nöronlar, si­ olur. Makrofajlar bu kompleks lipid damlacıkları ya da
nirlerin akson silindirleri ve glial hücrelerde ortaya çıkar. partikülleri ile dopdolu hale gelir. Bu da sitoplazmalarma
Etkilenen hücreler ödemli ve bazen de köpüksü görünür­ ince vakuoler ya da köpüksü bir görünüm verir (Resim 6 -
ler (Resim 6-9, A). Elektron mikroskopisinde lizozomla- 10). Elektron mikroskopi, bu vakuollerin tıka basa dolu
rın içinde girdap yapıları saptanır (Resim 6-9, B). Bu pa­ sekonder lizozomlar olduğunu, kimi zaman "zebra" ci­
tolojik değişiklikler medulla spinalis de dahil olmak üze­ simleri de denen konsantre lameller myelin figürleri
re, tüm santral sinir sistemi boyunca, ayrıca periferik si­ anımsatan membranöz sitoplazmik cisimleri sıklıkla içer­
nirlerde ve otonom sinir sisteminde görülür. Retina da diğini göstermektedir. Çok sayıda fagositik hücre içerdik­
genellikle etkilenmiştir. Periferik retinadaki ganglion leri için; dalak, karaciğer, kemik iliği, lenfnodları ve akciğer­
hücrelerinde şişme sonucu oluşan solukluk, kontrast ola­ ler en ağır etkilenen organlardır. Dalak büyümesi çok belir­
rak göreceli olarak etkilenmemiş santral makulada "çilek gin olabilir. Ayrıca medulla spinalis ve gangliyonlar da
kırmızısı" lekelere yol açar. dahil olmak üzere, tüm santral sinir sistemi de durdurul­
Nöronal hasarın moleküler temeli tam olarak bilinme­ ması mümkün olmayan bu trajik süreçten etkilenir. Etki­
mektedir. Birçok vakada mutant protein katlanmasında lenmiş nöronlar, lipid depolanmasına bağlı olarak geniş­
bozukluk olduğundan dolayı, "katlanmamış protein" ya­ lemiş ve vakuollüdür. Hastalığın bu tipi bebeklik döne­
nıtı indüklenmiştir (Bölüm 1). Eğer katlanmamış bu pro­ minde masif organonıegali ve ağır nörolojik bozulma ile ken-
teinler şaperonlar tarafından stabilize edilemezse, apop-
tozu tetiklerler. Bu bulgular, moleküler şaperon tedavisini
bu ve benzer lizozomal depo hastalıkları için bir seçenek fite v g .» .-i. - j v v ■ • - }■ £ } s ,\r
olarak ortaya koymaktadır. Bu şekildeki tedaviler, şape­
ron sentezini arttıran ve proteozomlar tarafından katlan­
ması bozuk proteinlerin yıkımını azaltan küçük mole­
küllerin kullanımını içerir.
Tay-Sachs hastalığının en sık görülen akut infantil for­ 5% ;- - ‘
munda bebekler doğumda normaldir. Ancak 3-6 ay için­ £*$ . * &
* ■. ■ -■ _ --"'a
de motor güçsüzlük başlar, ardından nörolojik bozukluk,
körlüğün başlaması ve ilerleyici daha ağır nörolojik fonk­
siyon bozuklukları eklenir. Hastalar iki üç yıl içinde kay­ € i c - sf ? a . C *
bedilirler. Diğer lipidozlar gibi, Tay-Sachs hastalığı da en ı _ ..
'*■ fi i
sık Aşkenaz Yahudilerinde görülür. Bunlarda heterozi-
j - * Şjfe A*° . * O
got taşıyıcıların sıklığı 30’da 1 olarak tahmin edilmekte­ ¥. oO - •/
A « + S & Şv & T ii
; Ş
dir. Heterozigot taşıyıcılar, serum heksozaminidaz düze­ V v': ■
yi ölçülerek veya DNA analizi ile belirlenebilir. Resim 6 -1 0 Karaciğerde Niemann-Pick hastalığı. Hepatositler ve
Kupffer hücrelerinde lipid birikimine bağlı köpüksü, vakuoler görü­
N iem ann-Pick Hastalığı T ip A ve B nüm.
Tip A ve tip B Niemann-Pick hastalığı birbiri ile ilişkili (D r. A rth u r W ein b erg , D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern
hastalıklar olup, primer asit sfingomyelinaz eksikliği ve M e d ica l C enter, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 231

dini gösterir. Hastalar genellikle hayatın ilk üç yılı içinde zomlarm birikimi nedeniyle bazen 1 0 0 pm’ye kadar çapa
kaybedilir. Tip B'de ise, karşılaştıracak olursak, organo- ulaşırlar ve "buruşmuş kağıt mendil" olarak karakterize
megali vardır, ancak nörolojik bulgular görülmez. Hasta­ edilen patognomonik sitoplazmik görünüm kazanırlar
lıktan şüphelenilen vakalarda ve taşıyıcıların saptanma­ (Resim 6-11). Bu hücrelerde belirgin vakuolizasyon yok­
sında, lökositlerde veya fibroblast kültüründe sfingomye- tur. Bugün artık Gaucher hastalığının oluşmasında, sa­
linaz aktivitesine bakılır. Antenatal tam, enzim çalışması dece biriken materyalin değil, aynı zamanda makrofaj
veya DNA prob analizi ile mümkündür. aktivasyonunun da önemli olduğu bilinmektedir. Etkile­
nen dokularda makrofajlardan salman interlökinler (IL-
Niemann-Pick Hastalığı Tip C 1, IL-6 ) ve tümör nekroz faktörü (TNF) gibi sitokinler
Önceleri tip A ve tip B Niemann-Pick hastalığı île ilişkili yüksek oranda bulunmaktadır.
olduğu düşünülen tip C (NPC), aslında biyokimyasal ve Kronik non-nöropatik (nöronopatik olmayan) form olarak
moleküler düzeyde oldukça farklıdır ve tip A ve B'den da adlandırılan tip I, olguların %99'unu oluşturmaktadır.
daha sık görülmektedir. Hastalık NPC1 ve NPC2 genle­ Hastaların %70 ile 100'ünde gözlenen, klinik veya radyo­
rindeki mutasyonlar sonucunda ortaya çıkar. Olguların lojik kemik tutulumu (osteopeni, fokal litik lezyonlar, os-
çoğunda NPC1 geni sorumludur. NPC, diğer birçok lizo- teonekroz) ile karakterizedir. Diğer bulgusu hepatosple-
zomal depo hastalığının aksine, lipid transportundaki nomegalidir. Santral sinir sistemi tutulumu olmaz. Dalak
primer bir bozukluğa bağlı ortaya çıkmaktadır. Etkilenen genellikle tüm karnı dolduracak kadar masif boyutlarda­
hücrelerde kolesterolün yanı sıra, G M 1 ve GM2. gibi gang- dır. Gaucher hücreleri; karaciğer, dalak, lenf nodları ve
liosidler de birikir. Her iki NPC1 ve NPC2 genleri, ser­ kemik iliğinde mevcuttur. Kemik iliği tutulumu ve korti-
best kolesterolün lizozomlardan sitoplazmaya transpor- kal erozyon, radyolojik olarak da saptanabilen kemik lez-
tunda görev alır. Hastalık klinik olarak heterojendir. En yonlarma ve de kan hücresel elemanlarında azalmaya
sık görülen formu çocukluk çağında bulgu verir. Ataksi, neden olabilir. Kemik değişikliklerinden, daha önceden
vertikal yukarı bakış kısıtlılığı, distoni, disartri ve psiko- bahsedilen makrofajlardan salman sitokinlerin sorumlu
motor gerileme ile kendini gösterir. olduğu düşünülmektedir. Tip I sıklıkla Aşkenaz Yahudi-
lerinde görülür ve diğer tiplerden farklı olarak bu hasta­
Gaucher Hastalığı ların yaşam süresi uzundur. Tip II ve tip III ise, nörolojik
Gaucher hastalığı, glukoserebrozidazı kodlayan gendeki belirti ve bulgularla karakterizedir. Tip Il'de bu bulgular
mutasyonlar sonucu ortaya çıkar. Gaucher hastalığının bebeklik döneminde ortaya çıkar (akut infantil nöronopa­
farklı allelik mutasyonlar sonucu ortaya çıkan üç otozo- tik form) ve daha ağır iken, tip IIP te daha geç ve hafif bul­
mal resesif formu vardır. Hepsinin ortak özelliği, sera- gular (kronik nöronopatik form) vardır. Karaciğer ve dalak
midden glukoz rezidülerini ayıran glukoserebrozidaz en­ da tutulmuş olmasına rağmen, tip II ve IlI'teki klinik bul­
ziminde değişik derecelerde eksiklik olmasıdır. Bu eksik­ gular arasında konvülziyonlar ve ilerleyici mental bozul­
lik, mononükleer fagositik hücrelerde, glikolipid metabo­ mayı içeren nörolojik rahatsızlıklar baskındır. Hastalığın
lizmasının bir ara ürünü olan glukoserebrozid birikimi­ tanısında ve heterozigot taşıyıcıların saptanmasında, lö­
ne yola açar, bu da hücrelerin Gaucher hücresi olarak ad­ kositlerde veya fibroblast kültüründe glukoserebrozid
landırılan hücrelere dönüşmesine neden olur. Normalde düzeyinin ölçümü yardımcıdır.
glikolipidler, yaşlanmış kan hücrelerinin yıkımıyla orta­ Güncel tedavisinde, rekombinant glukoserebrozid in-
ya çıkar ve özellikle karaciğer, dalak ve kemik iliği olmak füzyonu ile ömür boyu enzim replasmanı yapmak amaç­
üzere vücudun fagositik hücreleri tarafından bir dizi iş­ lanmaktadır. Yeni bir tedavi seçeneği ise, glukoserebro­
lemle parçalanır. Gaucher hastalığında, bu yıkım işlemi, zid sentazı baskılayan ilaçların verilmesiyle, substratmm
fagositler içinde biriken glukoserebrozidler seviyesinde (glukoserebrozid) birikimini önlemektir. Böylece gluko­
durur. Bu fagositler-Gaucher hücreleri-, genişlemiş lizo- serebrozid yapımı azalacağından, birikimi de azalacaktır.

Resim 6-11 Kemik iliğini tutan Gaucher hastalığı. A , Belirgin lipid yüklü, granüler sitoplazmalı Gaucher hücreleri. B, Uzamış, şiş lizo-
zomlar içeren Gaucher hücrelerinin elektron mikroskopik fotoğrafı.
(Dr. M atthew Fries, Departm ent o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical Center, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.).
232 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

İnsanlardaki son klinik çalışmalar, bu tedavi modeli açı­


sından, dikkate değer olumlu sonuçlar ortaya koymakta­ D Ö ZET
dır. Ufukta görünen ise, otolog hematopoetik kök hücre 1 Lizozomal Depo Heıstalıkları ]
ile transfekte edilmiş normal gen infüzyonunu içeren,
• Tay-Sachs hastalığında, lizozomal heksozaminidazın |3 su-
glukoserebrozidaz gen tedavisidir.
bünite eksikliğine bağlı olarak, GM2 gangliosidlerin meta­
bolizmasında bozukluk vardır. GM2 gangliosidler santral
M uko p olisakkaridozlar sinir sisteminde birikerek, ağır mental retardasyon, kör­
Mukopolisakkaridozlar (MPS) mukopolisakkaridlerin lük, m otor güçsüzlük ve 2-3 yaşlarında ölüme neden olur.
parçalanmasında bozukluk ve dolayısıyla değişik doku­ • Niemann-Pick hastalığı, tip A ve B sfingomyelinaz eksikli­
larda mukopolisakkarid birikimi ile karakterize hastalık­ ğinde görülür. Daha ağır olan tip A ’da, sfingomyelin sinir
lardır. Mukopolisakkaridler, bağ dokusu ara maddesinin sisteminde birikerek, nöronal hasara neden olur. Ayrıca
bir kısmını oluşturmakta ve bağ dokusundaki fibroblast- karaciğer, dalak, kemik iliği ve lenf nodlarındaki fagositler­
de görülen lipid birikimi, bu organların büyümesiyle so­
lar tarafından sentezlenmektedir. Bunların çoğu hücreler
nuçlanır. Tip B’de nöronal hasar yoktur.
arası matrikse salgılanırken, bir kısmı da lizozomların
içinde yıkılır. Bu katabolik yolda çok sayıda enzim yer • Niemann-Pick hastalığı tip C, kolesterol taşınmasındaki bir
alır. Bu enzimlerin eksikliği lizozomlarda mukopolisak­ bozukluk sonucu, sinir sisteminde kolesterol ve gangli­
karid birikimine neden olur. Her biri spesifik bir enzim osidlerin birikmesiyle görülür. Etkilenen çocuklar; ataksi,
disartri ve psikomotor gerileme gösterir.
eksikliği sonucu ortaya çıkan mukopolisakkaridozlarm,
MPS I'den MPS VlI'ye kadar numaralandırılarak sınıf­ • Gaucher hastalığı, lizozomal glukoserebrozidaz enzim ek­
lanmış klinik formları vardır. Dokularda biriken muko­ sikliği sonucunda ortaya çıkar. Mononükleer fagositik
polisakkaridler; dermatan sülfat, heparan sülfat, keratan hücrelerde glukoserebrozid birikir. En sık görülen tip l'de
etkilenen fagositler genişler (Gaucher hücreleri) ve kara­
sülfat ve (bazı olgularda) kondroitin sülfattır.
ciğer, dalak ve kemik iliğinde depolanır, hepatosplenome­
Hepatosplenomegali, iskelet deformiteleri, kalp kapağı lez- gali ve kemik erozyonuna neden olur. Tip II ve III değişik
yorılan, özellikle koroner arterlerde subendotelyal arteriyel şekillerde nöronal tutulum ile karakterizedir.
depozitler ve beyin lezyonları tüm MPS'de ortak olan altı çi­
• Mukopolisakkaridozlar karaciğer, dalak, kalp, kan damarla­
zilecek bulgulardır. Koroner subendotelyal lezyonlar, daha
rı, beyin, kornea ve eklemler gibi birçok dokuda, muko­
uzun sürmüş klinik tabloların çoğunda, miyokard islce-
polisakkaridlerin birikimi sonucu ortaya çıkar. Bütün
misine yol açar. Böylelikle miyokard infarktüsü ve kardiyak formlarda, etkilenen hastalarda kaba yüz görünümü var­
yetmezlik önemli ölüm nedenleri olarak karşımıza çıkar. dır. Hurler sendromunun belirtileri; korneada bulanıklaş­
Çoğu olguda kaba yüz görünümü, korneada bulanıklaşma, ma, koroner arterler ve kalp kapakçıklarında birikim
eklem katılığı ve mental retardasyon vardır. Genellikle, bi­ olup, hastalar çocukluk çağında kaybedilir. Hunter send­
riken mukopolisakkaridlerin idrarla atılımı artmıştır. romunda klinik gidiş daha hafiftir.
Tüm tipler, sadece biri hariç, otozomal resessif kalıtım
gösterirler. İstisna olan, X'e bağlı resesif geçişli olan Hun­
ter sendromudur. Burada hastalığın tanımlanmış olan
yedi varyantından, sadece iyi tanınan iki sendroma kısa­
ca yer verilecektir.
MPS tip I, ya da büinen adıyla Hurler sendromu, a-L- Glikojen Depo Hastalıkları (Glikojenozlar)
iduronidaz eksikliğiyle ortaya çıkar. Hurler sendromlu Glikojen sentezi veya yıkımında yer alan enzimlerden
çocukların beklenen yaşam süresi 6 - 1 0 yıldır ve ölüm ge­ herhangi birinin kalıtımsal eksikliği, aşırı glikojen ya da
nellikle kardiyak komplikasyonlarla olur. Dermatan sül­ glikojenin anormal formlarının çeşitli dokularda biriki­
fat ve heparan sülfat, mononükleer fagositer sistem hüc­ mine neden olur. Depolanan glikojenin tipi, hücre için­
releri, fibroblastlar, damar duvarındaki düz kas hücrele­ deki yerleşimi ve etkilenen hücrelerin doku dağılımı, ek­
ri ve damar endotelinde birikir. Etkilenen hücreler; şiş­ sik olan spesifik enzime bağlı olarak değişir. Etkilenen
miş görünümde ve vakuollü lizozomlarında periodik doku ya da hücre ne olursa olsun, glikojen en sık sitop-
asit-Schiff (PAS) pozitif materyal birikimi nedeniyle ber­ lazmada, bazen de nükleus içinde depolanır. Glikojen
rak sitoplazmalıdır. Lizozomal inklüzyonlar nöronlarda depo hastalıklarının bir tipi olan Pompe hastalığında ek­
da bulunur ve bunlar mental retardasyonu açıklar. sik olan enzim lizozomlarda olduğundan, bu hastalık li­
Diğer iyi karakterize edilen MPS varyantı olan, Tip II zozomal depo hastalıklarının bir formudur. Tüm "kayıp
veya Hunter sendromu; kalıtım şekli (X'e bağlı), korneada enzim" sendromlarmda sık olduğu gibi, glikojenozlarm
bulanıklaşma olmaması ve genellikle daha hafif klinik çoğu otozomal resesif geçişli olan hastalıklardır.
seyri ile Hurler sendromundan ayrılır. Hunter sendro- Spesifik enzim eksikliği ile ilişkili olarak, yaklaşık bir
munda da, Hurler sendromunda olduğu gibi, biriken düzine kadar glikojenoz formu tanımlanmıştır. Bunlar
mukopolisakkaridler heparan sülfat ve dermatan sülfat­ patofizyolojik bulgularına göre üç grupta toplanabilir
tır. Ancak burada L-idüronat sülfataz eksikliği sonucu bu (Tablo 6-5):
birikim olur. Enzim eksikliklerinin farklı olmasına rağ­ • Hepatik tip. Karaciğerde kullanılan çeşitli enzimler, gli­
men aynı maddelerin birikmesinin nedeni, dermatan kojenin depolanması için sentezinde ve glikojeni ser­
sülfat ve heparan sülfatın yıkımında, hem a-L-idüroni- best glukoza dönüştürme kullanılır. Bu nedenle, gliko­
daz hem de sülfatazm gereldi olmasıdır. Eğer bu enzim­ jen metabolizmasıyla ilgili hepatik enzimlerin eksikli­
lerden biri eksikse, daha ileri yıkım olamaz. ği, başlıca iki klinik bulguyla ilişkilidir: glikojen depo-
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 233

Tablo 6-5 Glikojenozların Başlıca Altgrupları

Klinikopatolojik Enzim Morfolojik


Kategori Spesifik Tip Eksikliği Değişiklikler Klinik Özellikler
Hepatik tip Hepatorenal (von Glukoz-6 - Hepatomegali: glikojen ve az Tedavi edilmeyen hastalarda büyüme
Gierke hastalığı, fosfataz miktarda lipidin birikimi; geriliği, kısa boy, hepatomegali ve
tip 1) intranükleer glikojen renomegali
Renomegali: kortikal tübüllerin Çoğu zaman konvülsiyonlara neden
epitel hücrelerinde olan, glukoz mobilizasyonundaki
intrasitoplazmik glikojen bozukluğa bağlı hipoglisemi
birikimi Dengesi bozulmuş glukoz metabolizması
nedeniyle gelişen hiperlipidemi ve
hiperürisemi; birçok hastada gut ve
ciltte ksantomlar gelişir
Trombosit disfonksiyonuna bağlı kanama
diyatezi
Tedavi ile (sürekli glukoz kaynağı
verilerek) birçok hasta hayatta kalır ve
uzun dönemde hepatik adenomlar gibi
geç komplikasyonlar gelişir
Miyopatik form Mc Ardle sendromu Kas Sadece iskelet kasında; Ağır egzersizle ortaya çıkan ağrılı
(tip V) fosforilazı subsarkolemmal lokalizasyonda kramplar
belirgin olan glikojen birikimi Hastaların %50’sinde myoglobinüri
görülür
Başlangıç erişkin yaştadır (>20 yıl).
Kas egzersizi ile venöz kanda laktat
düzeyi artmaz
Normal yaşam süresini etkilemez
Çeşitli formlar Jeneralize Lizozomal Hafif hepatomegali: lizozomlarda Hayatın ilk 2 yılı içinde masif
glikojenoz glukozidaz glikojen birikimine bağlı kardiyomegali, kas hipotonisi ve
(Pompe hastalığı, (asit maltaz) balonlaşma sonucunda kardiyorespiratuar yetmezlik
tip II) dantelimsi sitoplazmik görünüm Sadece iskelet kası tutulumuyla
Kardiyomegali: sarkoplazma içinde giden, daha hafif erişkin formunda
ve de membrana bağlı glikojen kronik miyopati.
İskelet kası: kalptekine benzer
bulgular (yukarıdaki
kardiyomegali bahsine bakınız)

lanması sonucu karaciğerde büyüme ve glukoz yapımında­


Ö ZET
ki bozukluğa bağlı olarak hipoglisemi (Resim 6-12). Glu-
koz-6 -fosfataz eksikliği sonucu oluşan Von Gierke has­ Glikojen Depo Hastalıkları
talığı (tip I glikojenoz), glikojenozların hepatik formu­
• Glikojen metabolizmasında yer alan enzimlerin eksikliği
nun en önemli örneğidir (Tablo 6-5'e bakınız). karaciğer, kas veya tüm dokularda, normal ya da anormal
Miyopatik tip. Glikojen çizgili kasta önemli bir enerji glikojen formlarının birikmesine neden olur.
kaynağıdır. Dolayısıyla, glikojen depo hastalıklarının • Hepatik form da (von Gierke hastalığı), hepatik glukoz-6-
çoğu formunun, çizgili kası etkilemesi şaşırtıcı değil­ fosfataz eksikliği sonucu, karaciğer hücrelerinde glikojen
dir. Glikolizde yer alan enzimlerin eksik olduğu du­ depolanır. Birkaç miyopatik form mevcuttur. Bunlardan bi­
rumlarda, kaslarda glikojen depolanması olur ve ye­ ri olan McArdle hastalığında, kas fosforilazı eksikliği, iske­
tersiz enerji üretimine bağlı olarak kas güçsüzlüğü or­ let kaslarında depolanmaya ve egzersiz sonrası krampla­
taya çıkar. Tipik olarak, glikojen depo hastalıklarının mi­ ra neden olur. Pompe hastalığında lizozomal asit maltaz
yopatik formlarında egzersiz sonrası kas krampları ve mi- eksikliği vardır, bütün organlar etkilenir, ancak en belirgin
yoglobinüri görülür. Bunun yanı sıra glikolizdeki blok ne­ tutulum kalptedir.
deniyle, egzersiz kan laktat düzeyinde artışı indükleye-
mez. Kas fosforilazı eksikliği sonucu ortaya çıkan Mc
Ardle hastalığı (tip V glikojenoz), miyopatik glikoje-
nozlarm prototipidir.
Tip II glikojenoz (Pompe hastalığı) lizozomal asit mal- Hücre Büyümesini Düzenleyen Proteinleri
taz eksikliği sonucunda ortaya çıkar. Bu nedenle he­ Kodlayan Genlerdeki Mutasyonların Neden
men hemen her organda glikojen depolanması olur, Olduğu Hastalıklar
ancak kardiyomegali en belirgin olanıdır. En fazla et­
kilenen hastalar, kardiyorespiratuar yetmezliğin baş­ Bölüm 5'te detaylı olarak anlatıldığı gibi, protoonkogen-
lamasından sonraki 2 yıl içinde kaybedilir. Kayıp en­ ler ve tümör supresör genler olmak üzere iki grup gen,
zim (glukozidaz) tedavisi, kardiyak kas hasarını geri normal hücre büyümesi ve diferansiasyonu düzenler. Bu
döndürebilir ve ömrü bir miktar uzatabilir. genleri etkileyen mutasyonlar, tümörlerin patogenezinde
234 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

• Kompleks hastalıklar, pek çok polimorfizmin kolektif


Karaciğer NORMAL
kalıtımı sonucu ortaya çıkarken, polimorfizmler ara­
sında önemleri bakımından farklar vardır. Örneğin, tip
1 diyabette 20-30 kadar gen işe karışırken, bunlar ara­
sında 6-7 tanesi çok önemlidir ve az sayıda HLA alleli
riskin %50'sinden fazlasından sorumludur (Bölüm 19).
• Aym tipteki birden fazla hastalıkta bazı polimorfizm­
ler ortak iken, bazıları hastalığa özgüdür. Bu gözlem
immun aracılı inflamatuar hastalıklarda net olarak
gösterilmiştir (Bölüm 4).
Çok sayıda normal fenotipik özellik, örneğin saç rengi,
göz rengi, deri rengi, boy ve zeka multigenik kalıtım ile
belirlenir. Bu özellikler (kantitatif kişisel özellik lokusları-
cjuantitative trait loci [QTL]-olarak da bilinir) tüm popü-
GLİKOJEN DEPO HASTALIĞI— HEPATIK TİP lasyon grupları içerisinde ve de aynı zamanda çapraz ola­
rak, sürekli varyasyon gösterir. Oysa çevresel etkiler de,
“ ar
r P ° OOOOOp, kompleks kişisel özelliklerin fenotipik ekspresyonuna
^O O O ooO ^1 anlamlı etki yapar. Örneğin tip 2 diabetes mellitus komp­
.. Glikojen leks multigenik hastalıkların birçok özelliğine sahiptir.
Klinik olarak iyi bilinen bir durum, etkilenen kişilerde,
Glukoz - <
hastalığın ilk ortaya çıkışının sıklıkla kilo alımı sonrası ol­
OO ' | Düşü
Düşük kan glukozu
masıdır. Bu nedenle obesite ve diğer çevresel etkiler, di­
yabetin genetik özelliklerini etkiler ve gerçek yüzünü or­
taya çıkarır. Bir hastalığı bu kalıtım şeklinde kabul etmek
dikkatli olunması gereken bir konudur. Bu tür çıkarım­
GLİKOJEN DEPO HASTALIĞI— MYOPATİK TİP lar, başta ailesel gruplaşma olmak üzere pek çok faktöre
bağlıdır, ve mendelian ve kromozomal geçiş şekillerinin
dışlanması gereklidir. Bir hastalığın farklı şiddet düzeyle­
ri gösteren grupları olması, kompleks multigenik hastalık
enerji
olduğunu düşündürür. Ancak daha önce de belirtildiği
çıkışı üzere, tek mutant genlerin değişik eksprese edilmesi ve
penetrasyonunun az görülmesi de, bu fenomen için göz
önünde tutulmalıdır. Bu sorunlar nedeniyle, bazen men­
Resim 6 -1 2 Ü st, Karaciğer ve iskelet kasında normal glikojen delian ve multifaktöriyel hastalıkları ayırmak zordur.
metabolizmasının basit şeması. O rta , glikojen metabolizmasında
yer alan karaciğerdeki enzimlerin, kalıtsal eksikliğinin etkileri. A lt,
iskelet kasında glikojeni metabolize eden enzimlerin, genetik eksik­ SİTOGENETİK HASTALIKLAR
liğinin sonuçları.
Kromozom anormallikleri, aslında düşünüldüğünden çok
daha sık ortaya çıkar. Yaklaşık olarak her 200 yenidoğan
rol oynamaktadır ve sıklıkla somatik hücrelerde ortaya çı­
bebekten l'inin, kromozomal anormalliğin bazı şekilleri­
kar. Ancak tüm kanserlerin yaklaşık %5-10'unda, bazı tü­
ne sahip olduğu tahmin edilmektedir. Gebelik süresini ta­
mör supresör genleri etkileyen mutasyonlar, germ hücre­
mamlayamayan fetüslerde, bu oran çok daha yüksektir.
leri de dahil olmak üzere, vücuttaki tüm hücrelerde bulu­
Gebeliğin ilk üç ayında ortaya çıkan spontan düşüklerin
nur. Böylelikle bu mutasyonlar nesiller boyunca aktarıla­
%50'sinde, fetüste kromozomal anormallik olduğu tahmin
bilir ve sonraki nesillerin kalıtsal tümörlere olan yatkınlı­
edilmektedir. Sitogenetik hastalıklar kromozomların sayı
ğına zemin hazırlar. Bu konu Bölüm 5'te daha detaylı ola­
ya da yapısındaki değişiklikler sonucunda ortaya çıkabilir,
rak tartışılmıştır.
otozomları ya da seks kromozomlarını etkileyebilir.
Kromozomal bozuklukların tartışmasına girişmeden
KOMPLEKS MULTİGENİK önce; sitogenetikçinin temel tanısal yöntemi olan lcaryo-
HASTALIKLAR tiplemeyi gözden geçirmek uygun olur. Karyotip, meta-
faz aşamasmdaki kromozomların boyanarak, boylarına
Multifaktöriyel ya da poligenik bozukluklar olarak da göre uzundan kısaya doğru dizildiği bir fotografik göste­
isimlendirilen kompleks multigenik hastalıklar, genlerin rimdir. Kromozomları boyamak için çeşitli teknikler ge­
varyant formları ile çevresel faktörler arasındaki etkile­ liştirilmiştir. Yaygın olarak kullanılan Giemsa boyama
şimlere bağlı olarak ortaya çıkar. En az iki alleli olan ve (G-bantlama) tekniği; her kromozomun, farklı genişlik­
popülasyonun en az %1 'inde ortaya çıkan ortaya çıkan ge­ lerde ve dizilimde, koyu ve açık boyanan bantlardan
netik varyanta polimorfizm denir. Yaygın hastalık-yaygm oluşmuş değişik bir görünüme sahip olduğunu göster­
varyant hipotezine göre, kompleks multigenik hastalıkla­ mektedir (Resim 6-13). Bantlama tekniklerinin kullanıl­
rın oluşumunda, her biri hafif etki ve düşük penetrans ması; her kromozomun tanımlanmasını ve bant pater-
gösteren pek çok polimorfizmin, birlikte kalıtılması rol ninde değişiklik yapacak ölçüde büyük yapısal anormal­
oynar. Tip 1 diyabet gibi yaygın kompleks hastalıklara ait liklerin saptanmasına ve yerinin belirlenmesine olanak
çalışmalardan, iki önemli gerçek daha ortaya çıkmıştır: sağlar (ileride anlatılmaktadır).
Sitogenetik Hastalıklar 235

Kol Bölge Bant Sub-Bant

i
i
ı / ir
1 2 3 4 5
4*-- j--------- — •S.
M
** M
M M
trjrs î* V S* $ •f ,1 1
* £ m * : y, \ !
§ $ h m - r> <r i i S

6 7 8 9 10 11 12

-m
İ
t *»
M ^ M $ r £
fi £ R *5 - 4- o % İh tp.
•-« *- v• U M
^ t» *. 5
13 14 15 16 17 18
c

*' * n• •• . v>
• t
* * *• N
19 20 21 22 X Y

Resim 6-13 Normal bir erkeğin (46, XY) G bantlama tekniği ile yapılmış karyotipi. Ayrıca X kromozomunun bantlama paterni; krom o­
zom kolları, bölgeleri, bantları ve subbantları ile birlikte gösterilmektedir.
(D r. Stuart Schwartz, Departm ent o f Pathology, University o f Chicago, Illinois, İL tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)

Sayısal Anormallikler sonra anlatılacağı üzere, seks kromozomlarını ilgilendi­


ren mozaizm sık iken, otozomal mozaizm sık değildir.
İnsanlarda normal kromozom sayısı 46'dır (2n=46). Hap­
loid sayının (n) tam katları öploid olarak isimlendirilir. Yapısal Anormallikler
Kromozom sayılarının 3n veya 4n gibi olmasına poliploid
denir. Poliploidi genellikle spontan abortusla sonuçlanır. Kromozomlardaki yapısal değişiklikler, genellikle kromo­
Anöploid ise, n'nin tam katı olmayan sayılara denir. Anöp- zomda kırık olması ve sonrasında materyalin kaybı ya da
loidinin ana nedeni; ilk mayotik bölünmede homolog bir yeniden düzenlenmesi sonucu oluşur. Bu değişiklikleri
kromozom çiftinin ayrılmaması ya da ikinci mayotik bö­ belirtirken, genellikle kullanılan sitogenetik simgeler ola­
lünme sırasında kardeş kromatidlerin ayrılmasında bir rak, p (Fransızca "petit") bir kromozomun kısa kolunu, q
hata olmasıdır. Bunlardan İkincisi, somatik hücrelerde ise uzun kolunu ifade eder. Her bir kol, sentromerden uca
mitoz sırasında da olabilir ve iki anöploid hücrenin orta­ doğru numaralanmış (1, 2, 3 vb) bölgelere bölünmüştür.
ya çıkmasıyla sonuçlanır. Homolog kromozomların bir Her bir bölgede ise bantlar sayısal olarak dizilmiştir (Re­
çift oluşturmasındaki hata ve bunu takip eden rastgele sim 6-13). Buna göre, 2q34 ikinci kromozomun uzun ko­
ayrılma (anafaz duraklaması) da anöploidiye neden olabi­ lunun üçüncü bölgesinin dördüncü bandını göstermekte­
lir. Mayoz sırasında ayrılmama olur ise, oluşan gametler dir. Kırıklardan sonra gerçekleştirilen kromozomal yeni­
ekstra bir kromozoma (n + 1 ) ya da eksik bir kromozoma den düzenlenmeler şu şekilde oluşur (Resim 6-14):
(n - 1) sahip olur. Böyle gametlerin normal gametlerle ® Translokasyon bir kromozomun bir kısmının, diğer bir
döllenmesi sonucunda iki tip zigot oluşur: ekstra kromo­ kromozoma transferi anlamına gelir. Bu genellikle kar­
zomu (2 n + 1 ) olan trizomik zigot ve monozomik (2 n - 1 ) şılıklıdır (resiprokal). Yani fragmanlar iki kromozom
zigot. Bir otozom kromozomu ilgilendiren monozomi ya­ arasında karşılıklı olarak yer değiştirir. Genetik simge
şamla bağdaşmaz iken, sadece bazı otozom kromozomla­ olarak translokasyonlar, t harfi ile gösterilir. Bu harften
rın trizomileri ve seks kromozomlarının monozomileri sonra etkilenen kromozomlar nümerik sıra ile verilir -
yaşamla bağdaşır. Bu durumlar, ileride anlatılacağımız gi­ örneğin 46, XX, t (2;5) (q31;pl4). Bu ifade; 2. kromozo­
bi, genellikle değişik derecelerde fenotipik anormallikler­ mun uzun kolunun (q) 3. bölgesi 1 . bandı ile 5. kromo­
le birlikte görülür. Mozaisizm; tek bir bireyde, farklı kro­ zomun kısa kolunun (p) 1 . bölgesi 4. bandı arasında
mozom materyalini taşıyan iki ya da daha fazla hücre po- karşılıklı bir translokasyonu gösterir. Kırılan fragman­
pülasyonunun varlığını anlatmak için kullanılan bir te­ ların tümü yer değiştirdiğinde ise, bu duruma dengeli
rimdir. Kromozom sayıları açısından bakıldığında, post- karşılıklı translokasyon denilmektedir (Resim 6-14). Bu
zigotik mitotik ayrılmama, bir trizomik ve bir monozo­ durumda taşıyıcıda normal kromozom sayısı ve gene­
mik yavru hücrenin oluşmasıyla sonuçlanır. Bu hücrele­ tik materyalin tümü mevcut olduğundan, translokas­
rin sonraki nesilleri, mozaik hücreler oluşturur. Daha yon taşıyıcıya zarar vermez. Ancak gametogenez sıra-
236 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

TRANSLOKASYONLAR
¥ Dengeli karşılıklı
C D C D c B tn b CDOZD CDCZD

▼ Sentrik füzyon
o il M l) CTO M M ) C l T'TlTOl M l . ) (TOD_
Robertsonyan
Kayıp

İNVERSİYONLAR HALKA KROMOZOMLAR

e c ?ü h Parasentrik >m c T ) C T O T C O — *

c b « D — — - o * c d
Resim 6 -1 4 Kromozomal rearanjmanlarının (yeniden düzenleme) tipleri.

smda anormal (dengesiz) gametler ortaya çıkar, bu da ® İnversiyon bir kromozomda iki kırık olup, bunların ara­
anormal zigotların oluşmasına neden olur. İki akro- sındaki bölgeden çıkan segmentin, tam (180 derece)
sentrik kromozomu ilgilendiren özel bir translokas- bir dönüş yaptıktan sonra, tekrar birleşmesiyle oluşur.
yon şekli, sentrik füzyon tipi translokasyon ya da ro- ® Halka (ring) kromozom delesyonun bir çeşididir. Kromo­
bertsonian translokasyondur. Burada tipik olarak her zomun her iki ucundaki segmentlerin kaybından sonra,
iki kromozomun da kısa kolunu etkileyen, sentrome- kollar halka oluşturacak şekilde birbirine birleşir.
re yakın kırıklar oluşur. Segmentlerin transferi, biri
çok büyük, diğeri ise oldukça küçük iki kromozom
oluşmasına neden olur (Resim 6-14). Kısa fragmanlar Kromozomal Hastalıkların Gene! Özellikleri
kaybolduğundan, taşıyıcı 45 kromozoma sahip olur.
® Kromozomal hastalıklar kromozomların yokluğu (de­
Bütün akrosentrik kromozomların kısa kolları, ribo-
lesyon, monozomi), fazlalığı (trizomi) veya anormal
zomal RNA genleri gibi artık genleri taşıdığından, bu
şekilde yeniden düzenlenmesi (translokasyon) şeklin­
kayıp yaşamla bağdaşır. Ancak gametogenez sırasın­
de olabilir.
da dengesiz gametlerin oluşumuna ve sonraki nesilde
anormalliklere neden olabilir. ® Genellikle kromozomal materyalin kaybı, kazancın­
dan daha fazla ciddi eksiklere neden olur.
® Izokromozomlar sentromerin dik yerine yatay olarak
bölünmesiyle ortaya çıkar. Kromozomun iki kolundan ® Fazla kromozomal materyal, tam bir kromozom (tri-
biri kaybolur, kalan kol ise kopyalanır. Sonuçta sade­ zomilerde olduğu gibi) ya da kromozomun bir kısmı
ce iki kısa kolu ya da iki uzun kolu olan bir kromozom (robertsonian translokasyonda olduğu gibi) şeklinde
oluşur. Canlı doğumlarda en sık görülen izokromo- olabilir.
zom, X kromozomunun uzun kolunu içerir ve i(Xq) ® Seks kromozomlarındaki dengesizlikler (fazlalık ya
olarak gösterilir. Bu izokromozom normal X kromozo­ da kayıp), otozomal kromozomlardakilerden daha iyi
mu taşıyan bir gametle döllendiğinde, sonuçta Xp üze­ tolere edilir.
rindeki genler için monozomi, Xq üzerindeki genler • Seks kromozomu hastalıkları genellikle hafif anomali­
için ise trizomi ortaya çıkar. ye neden olur, bazen doğumda farkedilmeyebilir. In-
« Delesyon kromozomun bir kısmının kaybı demektir. fertilite sık görülen bir durumdur, adolesan yaşa ka­
Tek bir kırık olması, bunun ucunda kalan terminal dar tanı alamaz.
segmentin yitirilmesine yol açar. İki yerde kırık olup, ® Çoğu olguda kromozomal hastalık, de novo değişik­
proksimal ve distal segmentlerin yeniden birleşmesi, likler sonucu oluşur (yani ebeveynler normaldir ve
bir ara segmentin kaybıyla sonuçlanabilir. Sentromeri kardeşlerde tekrarlama riski düşüktür). Ancak bu ku­
olmayan bu izole segment, hemen hemen hiçbir za­ ralın seyrek görülen, fakat önemli bir istisnası, Down
man varlığını sürdüremez ve böylece pek çok gen kay­ sendromunun translokasyon formunda ortaya çıkar
bedilir. (daha sonra açıklanacaktır).
Sitogenetik Hastalıklar 237

Karyotip değişiklikleri ile giden bazı spesifik hastalık ör­ ® Hastaların yaklaşık %40'mda konjenital kalp hastalığı
nekleri sırada sunulmaktadır. vardır. Bunlar arasında en sık olanı atriyal septal de-
fekt, atrioventriküler kapak malformasyonu ve ventri-
Otozom Kromozomları İlgilendiren küler septal defekti kapsayan endolcardiyal yastık de-
Sitogenetik Hastalıklar fektleridir (Bölüm 10). Bebeklik ve erken çocuklukta
görülen ölümlerin çoğundan kardiyak sorunlar so­
Uç otozomal trizomi (21, 18 ve 13) ile beşinci kromozo­ rumludur. Ozofagus ve ince bağırsak atrezilerini içe­
mun kısa kolundaki kısmi delesyonla oluşan bir deles- ren pek çok diğer konjenital malformasyon da sıktır.
yon sendromu ("eri du cat" sendromu) ilk tanımlanan • Trizomi 21'li çocuklar 10-20 kat daha fazla akut lösemi
kromozomal anormalliklerdir. Yakın zamana kadar pek gelişme riskine sahiptir. Hem akut lenfoblastik lösemi,
çok ilave trizomiler ve delesyon sendromları (2 2 q'yu et­ hem de akut myeloid lösemi ortaya çıkar (Bölüm 11).
kileyen gibi) tanımlanmıştır. Bu hastalıkların çoğu nadir­
• Aslında trizomi 21'li tüm hastalar, 40 yaşın üstünde,
dir, ancak klinik bulguları kolay tanınmalarına yardımcı
beynin dejeneratif bir bozukluğu olan Alzheimer has­
olur (Resim 6-15).
talığının karakteristik nöropatolojik değişikliklerini
Sadece trizomi 21 ve 2 2 q ll.2 delesyonu, daha detaylı
gösterirler (Bölüm 22).
bilgi vermeye değecek sıklıkta görülmektedir.
® Down sendromlu hastalarda özellikle akciğeri tutan
Trizomi 21 (Down Sendromu) ciddi enfeksiyonlara ve tiroid otoimmunitesine karşı
Down Sendromu kromozom hastalıklarının en sık görü­ onları yatkın kılan anormal immun yanıtlar ortaya çı­
lenidir. Etkilenmiş kişilerin yaklaşık %95’inde trizomi 21 kar (Bölüm 19). Başta T hücre fonksiyonlarının etki­
vardır. Böylelikle bu kişilerin kromozom sayısı 47'dir. lenmesi olmak üzere, pekçok anormallik bildirilmesi­
Daha önce de bahsedildiği gibi, trizomilerin, dolayısıyla ne rağmen, immünolojik bozukluğun temeli açık de­
Down sendromunun en sık nedeni mnyotik ayrılmama ğildir.
olayıdır. Bu çocukların anne babaları, normal karyotipe Bütün bu sorunlara rağmen, gelişmiş tıbbi bakım trizomi
sahiptir ve tamamen normal bireylerdir. Down sendro­ 21'li hastaların yaşam sürelerini arttırmıştır. Günümüzde
mu insidansı üzerine, anne yaşının önemli bir etkisi vardır. medyan ölüm yaşı 47 yıl olup, 1983 yılında sadece 25 idi.
Hastalık 20 yaşından genç kadınların çocuklarında 1550 Down sendromunun karyotipinin yıllardan beri bilinme­
canlı doğumda 1 görülürken, 45 yaşından büyük kadın­ sine rağmen, bu hastalığın moleküler temeli belirsizdir.
larda bu oran, aksine 25 canlı doğumda l'dir. Hastalığın İnsan genom projesinden elde edilen bilgiler 2 1 . kromo­
anne yaşıyla olan ilişkisi, olguların çoğunda 2 1 . kromo­ zomun yaklaşık 500 gen taşıdığım göstermektedir. Bun­
zomdaki mayotik ayrılmama olayının ovumda gerçekleş­ ların içerisinde yaklaşık 170'i korunmuş protein kodla­
tiğini düşündürmektedir. Gerçekten de, vakaların %95- yan genler ve 5'i miRNAlardır. Down sendromu fenotipi-
inde fazla kromozom, maternal kaynaklıdır. Mayotik ay­ nin, kendi başına 2 1 . kromozom üzerindeki protein kod­
rılmama olayının, ovumda daha yüksek oranda görülme­ layan genlerin dozundaki artıştan mı, yoksa miRNA'nm
sinin nedeni henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Fazla kontrolsüz ekspresyonunun, diğer kromozomlar üzerin­
kromozomun babadan geldiği olgularda ise, baba yaşının deki hedef genlere olan etkisinden (daha önce açıklandı­
bir etkisi bulunmamıştır. ğı gibi, miRNAlar, hedef geni inhibe ederek etki yapmak­
Tüm trizomi 21 hastalarının yaklaşık %4'ünde, ekstra tadır) mi kaynaklandığı bilinmemektedir. Down sendro­
kromozomal materyal, ekstra bir kromozom olarak değil munun patogenezinde, "baş sanık" olarak, 2 1 . kromo­
de, 21. kromozomun uzun kolunun, 22. ya da 14. kromo­ zom üzerinde iki tane aday gen söz konusudur. DYRK1A
zoma translokasyonu şeklindedir. Böyle olgular her za­ serin-treonin kinaz enzimini kodlar iken, RCAN1 (kalsi-
man olmasa da, sıklıkla aileseldir. Translokasyon göste­ nörin 1 regülatörü) lcalsinörin isimli, kritik bir enzim
ren kromozom, tipik olarak robertsonian translokasyon olan hücresel fosfatazı kodlar.
taşıyıcısı olan anne ya da babadan geçer. Trizomi 21 gös­
teren olgularının yaklaşık %1'i mozaiktir, yani hem 46, 22q11.2 Delesyon Sendromu
hem de 47 kromozomu olan hücrelere sahiptir. Bu olgu­ 2 2 q ll. 2 delesyon sendromu, 2 2 . kromozomun uzun ko­
lar, embriyogenezin erken bir evresinde 2 1 . kromozo­ lunda 1 1 . banttaki küçük bir interstisyel delesyon sonu­
mun mitotik ayrılmaması sonucu ortaya çıkar. Bu olgu­ cunda ortaya çıkan bir hastalık spektrumudur. Bu deles­
larda klinik bulgular anormal hücrelerin oranına bağlı yon sendromunun klinik bulguları arasında, kanın çıkış
olarak değişken ve daha hafiftir. yollarını ilgilendiren konjenital kalp hastalıkları, damak
Bu hastalığın tanısal klinik özellikleri olan, düz yüz anomalileri, fasiyal dismorfizm, gelişme geriliği, timik hi-
profili, oblik palpebral fissürler ve epikantik kıvrım (Re­ poplazi, T-hiicre aracılı bağışıklıkta bozukluk (Bölüm 4)
sim 6-15) genellikle, hatta doğumda bile, kolayca farkedi- ve hipokalsemiye neden olan paratiroid hipoplazisi (Bö­
lir. Down sendromu şiddetli mental geriliğin başta gelen lüm 19) sayılabilir. Önceden bu klinik bulguların, DiGeor-
nedenidir. Etkilenen kişilerin yaklaşık %80'inde IQ sevi­ ge sendromu ve velokardiyofasiyal sendrom olmak üzere iki
yesi 25-50 arasındadır. İronik olarak, şiddetli derecede farklı hastalığa ait olduğu düşünülüyordu. Ancak şimdi
dezavantajlı durumda olan bu çocuklar; kibar, utangaç her iki hastalığın da, 2 2 q l l . 2 delesyonu ile ortaya çıktığı
mizaçlı olup, daha şanslı olan normal kardeşlerine göre bilinmektedir. Değişik klinik bulgulardan, delesyonun ye­
daha kolay yönlendirilir. İlgi çekici olarak, mozaik Down ri ve büyüklüğündeki farklılıklar sorumludur. Hastalarda
sendromlu olanlar, hafif fenotipik özellik gösterirler ve T-hücre immün yetmezliği ve hipokalsemi baskın oldu­
sıklıkla normale yakın, hatta normal zekaya sahiptirler. ğunda DiGeorge sendromu düşünülür iken, hafif immün
Fenotipik anormallikler ve mental geriliğe ek olarak, söy­ yetmezlik, fakat belirgin dismorfik bulgular ve kardiyak
lemeye değer klinik bulgular şunlardır: patolojiler olduğunda ise velokardiyofasiyal sendrom söz
238 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Mental Epikantik
retardasyon kıvrımlar ve
Belirgin düz yüz profili TRİSOMİ 21: DOWN SENDROMU
boyun cildi
Simian İnsidans: 700 doğumda 1
çizgisi Karyotipler:
Trisomi 21 tipi: 47,XX, +21
Translokasyon tipi 46,XX,der(14;21)(q10;q10),+21
Mozoaik tipi: 46,XX/47,XX, +21
Konjenital

defektleri
Bağırsak Umblikal herni
tıkanması

Lösemiye
eğilim
Belirgin kafa arkası
Mental retardasyon
Hipotoni

Mıkrognatı

Birinci ve ikinci ayak parmaklan Düşük kulaklar


arasında boşluk Kısa boyun
Üstüste
binen parmaklar

Doğumsal
TRİSOMİ 18: EDWARDS SENDROWIU kalp defektleri

İnsidans: 8000 doğumda 1


Karyotipler: Renal malformasyonlar
Trisomi 18 tipi: 47,XX, +18
Mozaik tipi: 46,XX/47,XX,+18
Kalçada abdüksiyon
kısıtlılığı

Mikroftalmi Mikrosefali ve
mental retardasyon

Yarık dudak ve Ayakta “rocker bottom”


damak deformitesi

defektleri

Umblikal
herni Renal defektler
TRİSOMİ 13: PATAU SENDROMU
insidans: 15,000 doğumda 1
Karyotipler:
Trisomi 13 tipi: 47,XX, +13
Translokasyon tipi: 46,XX,+13,der(13;14)(q10;q10)
Mozaik tipi: 46,XX/47,XX,+13

Ayakta “rocker bottom”


deformitesi

Resim 6 -1 5 En sık görülen üç otozomal trizominin klinik özellikleri ve karyotipleri.


Sitogenetik Hastalıklar 239

konusudur. Bu malformasyonlara ek olarak, 2 2 q ll.2 de- iki ayrı hücre popülasyonu taşımak suretiyle, neden ger­
lesyonu olan hastalar, özellikle şizofreni ve bipolar bozulduk çekte mozaik olduğunu da açıklar.
gibi psikozlar için de yüksek risk taşımaktadır. Bu sendro- Lyon hipotezi temelde geçerliliğini korumakla birlik­
mun moleküler temeli tam olarak anlaşılamamıştır. Kro­ te, zaman içerisinde bazı değişiklikler de olmuştur. Daha
mozom 1 1 üzerindeki etkilenen bölge birçok gen içer­ önemlisi, inaktif X üzerindeki tüm genlerin kapatıldığı­
mektedir. Bunlar arasında, TBX1 adı verilen bir transkrip­ na ("switched off") dair ilk öngörüler revize edilmiş ve
siyon faktör geninin, sorumlu gen olabileceği düşünül­ son zamanlardaki çalışmalarda; Xp üzerindeki genlerin
mektedir. Çünkü bu genin kaybının DiGeorge sendromu- %21'-nin ve Xq üzerindekilerin ise daha az oranda (%3)
nun ortaya çıkışı ile birlikte görüldüğü anlaşılmıştır. inaktivasyondan kaçtığı gösterilmiştir. Bu olasılık, daha
Klinik bulgularla bu hastalıktan şüphelenildiğinde, ke­ sonra tartışılacak olan monozomik X kromozom hasta­
sin tanı floresan in situ hibridizasyon (FISH) ile delesyo- lıkları ya da Turner sendromunu ilgilendirmektedir.
nun gösterilmesi sonucunda konabilir (Resim 6-37, B). Fazla Y kromozomları kolaylıkla tolere edilmektedir,
çünkü Y kromozomu üzerinde taşındığı bilinen tek ge­
netik bilgi erkek farklılaşması ile ilgilidir. X kromozomu
Q Ö ZET sayısı ne olursa olsun, erkek fenotipini, mutlaka Y kro­
Otozomal Kromozomları İlgilendiren mozomu varlığının yarattığının bilinmesi önemlidir. Er­
Sitogenetik Hastalıklar kek farklılaşma geni (SRY, Y kromozomunun seks belir­
leyici bölgesi) Y kromozomunun kısa kolunda yer alır.
• Down sendromuna 21. kromozomdaki genlerin ekstra bir
Seks kromozomlarının aberasyonları sonucu gelişen,
kopyasının varlığı eşlik eder. En sık trizom i 21'e bağlı gö­
kısaca anlatılacak sıradaki iki hastalık, Klinefelter send­
rülür. Daha nadir olarak ise, 21. kromozomdan diğer kro­
romu ve Turner sendromudur.
mozomlara fazladan kromozomal materyalin translokas-
yonuna ya da mozaisizme bağlı olarak ortaya çıkar. Klinefelter Sendromu
• Down sendromu olan hastalarda ağır mental retardas-
Klinefelter sendromunu en iyi şekilde tanımlamak gerekirse,
yon, düz yüz profili, epikantal kıvrımlar, kardiyak malfor-
en az iki X kromozomu ve bir veya daha fazla Y kromozomu
masyonlar, artmış lösemi ve enfeksiyon riski ve erken yaş­
varlığında ortaya çıkan, erkek hipogonadizmidir. Etkilenen
larda Alzheimer hastalığı gelişimi görülür.
hastaların çoğu 47,XXY karyotipine sahiptir. Bu karyotip,
• 22q11.2 kromozomal lokusundaki genlerin delesyonu
mayoz sırasında seks kromozomlarının ayrılmaması so­
yüz, kalp, timus ve paratiroidleri etkileyen malformas­
nucu ortaya çıkar. Fazla X kromozomu maternal ya da pa­
yonlara neden olur. Bunun sonucunda ortaya çıkan hasta­
ternal kaynaklı olabilir. İleri anne yaşı yanı sıra, anne ya
lıklar (1) DiGeorge sendromu (tim ik hipoplazi, azalmış T-
da babadan birinin radyasyona maruz kalması, bu duru­
hücre aracılı bağışıklık, paratiroid hipoplazisi ve hipokal-
ma yol açan mayotik hataya katkıda bulunabilir. Hastala­
semi) ya da (2) velokardiyofasiyal sendrom (kanın çıkış yol­
larını tutan konjenital kalp hastalıkları, fasiyal dismorfizm
rın yaklaşık %15’i; 46,XY/47,XXY, 47,XXY/48,XXXY ve
ve gelişme geriliği) olarak bilinmektedir. buna benzer varyasyonlar içeren mozaik paternler göste­
rir. Mozaiklerde 46,XY bulunması genellikle daha hafif
bir klinikle ilişkilidir.
Seks Kromozomlarını İlgilendiren Klinefelter sendromunun klinik bulgularının geniş bir
Sitogenetik Hastalıklar spektrumu vardır. Hastalık kendini bazı kişilerde sadece
hipogonadizmle gösterir. Ancak hastaların çoğunda,
Seks kromozomlarını ilgilendiren, 45,X ile 49,XXXXY ayak tabanı ile pubis kemiği arasındaki mesafenin artması
arasında değişen bazı anormal karyotipler yaşamla bağ­ sonucu ortaya çıkan uzun vücut görünümünden kaynak­
daşmaktadır. Gerçekten de fenotip olarak normal olan, lanan farklı vücut yapısı vardır. Önükoid ("eunuchoid")
ancak iki, hatta üç tane Y kromozomu taşıyan erkekler vücut yapısı da karakteristiktir. Yüz, vücut ve pubis kıllan-
saptanmıştır. Otozomal kromozomlarda ise böyle aşırı masıııda azalma ve jinekomasti de sıklıkla gözlenir. Testis-
karyotipik sapmalar görülmemektedir. Bu durum büyük ler belirgin olarak küçüktür, bazen en büyük çapı sadece
oranda iki faktöre bağlanabilir: (1) X kromozomlarının li- 2 cm olabilir. Testiküler atrofi ile ilişkili olarak, serum tes­
yonizasyonu, (2) Y kromozomunun taşıdığı çok az mik­ tosteron düzeyleri normalden düşüktür ve idrar gona­
tardaki genetik bilgi. Liyonizasyon fikri; ilk kez, Mary dotropin düzeyleri artmıştır.
Lyon tarafından 1962'de, kadınlarda sadece bir X kromo­ Klinefelter sendromu erkeklerde hipogonadizmin en sık ne­
zomunun genetik olarak aktif olduğunu ileri sürdüğünde denidir. Hastalar sadece nadiren fertü olabilir. Muhteme­
başlamıştır. X kromozomu inaktivasyonu erken fetal dö­ len bu kişiler, büyük oranda 46,XY hücrelerine sahip mo­
nemde, gebe kalındıktan yaklaşık 16 gün sonra gerçekle­ zaiklerdir. Kısırlık spermatogenez bozukluğuna bağlıdır
şir. X kromozomu, gelişmekte olan embriyoyu temsil ve bazen total azospermi durumuna kadar ilerleyebilir.
eden primitif hücrelerden her birinde, ister babadan, is­ Histolojik incelemede, mikroskopik kesitlerde hayalet
ter anneden gelsin, rastgele inaktive olur. Bu X kromozo­ benzeri yapılar olarak görülen hiyalinize tübüller vardır.
mu, bir kez inaktive olduktan sonra, hücrelerin tüm döl­ Buna karşın Leydig hücreleri ise, hiperplazi ya da tubulle-
lerinde genetik olarak nötralize olmuş şekilde kalır. Ay­ rin kaybına bağlı olarak sayıca artmış görünümde olduk­
rıca tüm X kromozomları içinde sadece biri aktif kalır, larından daha belirgindir. Klinefelter sendromunda men­
örneğin 48,XXXX olan bir kadında sadece bir aktif X kro­ tal retardasyon olmasına karşın, zeka geriliğinin derecesi
mozomu vardır. Bu durum, normal kadınların, erkekler­ tipik olarak hafiftir, hatta bazı vakalarda herhangi bir ka­
le karşılaştırıldığında, neden X kromozomu tarafından yıp yoktur. Zekadaki azalma, fazla X kromozomu sayısı ile
kodlanan fenotipik özellikleri iki kat fazla dozda taşıma­ ilişkilidir. Klinefelter sendromu hastalarında, diğer bazı
dıklarını açıklar. Lyon hipotezi ayrıca, normal kadınla­ hastalıklar yüksek sıklıkta birlikte bulunabilir. Bunlar ara­
rın; biri aktif maternal X, diğeri aktif paternal X taşıyan sında meme kanseri (normal erkeklerden 2 0 kat daha sık
240 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

görülür), ekstragonadal germ hücreli tümörler ve sistemik


lupus eritematozis gibi otoimmün hastalıklar sayılabilir.

Turner Sendromu
Turner sendromu, fenotipik özellikleri taşıyan) kadınlar­
da primer hipogonadizm ile karakterize olup, X kromo­
zomu kısa kolunun parsiyel ya da komplet monozomisi
sonucu ortaya çıkar. Rutin sitogenetik yöntemlerle, has­
taların yaklaşık %57'sinde, 45,X karyotip özelliğine ne­
den olan, X kromozomunun tümünün kaybı bulunmuş­
tur. Bunlar en ağır olarak etkilenen hastalardır ve genel­
likle doğumda ya da erken çocukluk döneminde tanı ala­
bilirler. 45,X Turner sendromunun tipik klinik bulguları;
ileri derecede (üçüncü persentilin altında) boy kısalığına
neden olan belirgin büyüme geriliği, dilate olmuş lenfa­
tik damarlanmaya bağlı boyun arka kısmında şişlik (be­
beklerde), daha büyük çocuklarda ise yelelenme ("web­
bing"), düşük arka saç çizgisi, kubitus valgus (kollarda
taşıma açısının artması), birbirinden uzak mesafeli me­
me başları ile birlikte kalkan şeklinde göğüs, yüksek da­
mak, el ve ayaklarda lenfödem, ayrıca atnalı böbrek, bi-
küspid aort kapağı ve aort koarktasyonu gibi değişik
konjenital malformasyonlardır (Resim 6-16). Çocukluk
çağındaki başlıca ölüm nedeni kardiyovasküler anomali­
lerdir. Etkilenen kızlarda adolesan dönemde normal se-
konder cinsiyet karakterleri gelişmez, yani genital organ­
lar infantil özellikte kalır, meme gelişimi minimaldir ve
pubik kıllanma azdır. Hastaların çoğunda primer ame-
nore vardır. Morfolojik incelemede; överlerin, folliküller-
den yoksun fibröz stroma içeren "streak" gonada dönüş­
insidans: 3000 kız doğumda 1
tüğü görülür. Bu hastaların mental durumu genellikle Karyotipler:
normaldir, ancak verbal olmayan, görsel yetilere daya­ Klasik: 45,X
nan bilgi işlemesinde hafif bozukluk olabilir. İlginç ola­ Detektif
rak, otoantikorlara bağlı gelişen hipotiroidizm, özelilikle ikinci X
izokromozom Xp olan kadın hastalarda ortaya çıkar. Bu kromozomu: 46,X,i(Xq)
46,XXq-
hastalarda, %50 gibi yüksek oranda klinik hipotiroidizm 46,XXp-
gelişmektedir. Erişkin bir hastada, kısa boy ile primer 46,X, r(X)
amenorenin birlikte görülmesi durumunda, Turner sendro­ Mozaik tipi: 45,X/46,XX
munun varlığından kuvvetle şüphelenilmelidir. Tanı karyo-
Resim 6 -1 6 Turner sendromunun klinik özellikleri ve karyotipleri.
tipleme ile konur.
Turner sendromlu hastalarının yaklaşık %43'ü ya mo­
zaiktir (hücre dizilerinden biri 45,X'tir) ya da X kromo­
zomunda yapısal anormallikler vardır. En sık görülen da, fetal överler embriyogenezin başında normaldir. An­
anormallik kısa kolun delesyonu ve bunun sonucunda cak ikinci X kromozomunun yokluğu ile, oosit kaybı hız­
uzun kolun izokromozomunun, 46,X,i(X)(qlO) oluşması­ lanır ve 2 yaş civarında tamamlanır. Bu nedenle, bir ba­
dır. Birlikte görülen yapısal bu anormalliklerin net etki­ kıma "menarşdan önce menapoz" durumu olur ve över­
si, X kromozomunun parsiyel monozomisine yol açar. ler, ovum ve follikül içermeyen atrofik fibröz artıklara
Delesyon ve mozaisizmin birlikte görüldüğü durumlar ("streak" over) geriler. Turner sendromlu hastalarda aynı
da bildirilmiştir. Turner sendromunun eşliğinde görülen zamanda gonad dışı diğer anormallikler görüldüğünden
karyotipik heterojenite iyi bilinmelidir, çünkü bu durum, dolayı, somatik dokuların normal büyüme ve gelişimi
fenotipteki önemli farklılıklardan sorumludur. Monozo- için gerekli bazı genlerin de X kromozomunda bulunma­
mi X hastalarının aksine, mozaik ya da delesyonu olanlar sı gerekir. Turner fenotipini etkileyen genlerden biri de,
hastalar, neredeyse normal bir görünüme sahip olabilir ve sa­ Xp22.33'te bulunan "short stature homeobox" (SHOX)
dece primer amenore ile başvurabilir. genidir. Bu gen, her iki X kromozomunda da aktif kalan gen­
Turner sendromunun patogenezi, henüz tam anlamıy­ lerden biridir ve Y kromozomunun kısa kolunda da aktif
la anlaşılmamıştır. Ancak yapılan çalışmalar bu konuya homoloğu olması nedeniyle benzeri yoktur. Bu nedenle
bir miktar ışık tutmaya başlamıştır. Önceden belirtildiği hem normal erkekler, hem de kadınlarda bu genin iki
gibi, her iki X kromozomu oogenez sırasında aktiftir ve kopyası vardır. SHOX geninin bir kopyası kısa boya ne­
överlerin normal gelişimi için gereklidir. Normal fetal ge­ den olur. Gerçekten de, SHOX gen delesyonları, kısa boy
lişim boyunca, överler 7 milyon kadar çok sayıda oosit dışında normal olan çocuklarda %2 ile %5 arasında bir
içerir. Oositler zaman içerisinde yok olarak, menarşda oranda gözlenir. Turner sendromunda SHOX geninin bir
sayıları sadece 400.000 kadara iner ve menapoz ile birlik­ kopyası büyüme kaybını açıklar iken, kardiyak malfor-
te bu sayı 10000'den daha aza düşer. Turner sendromun- masyon ve endokrin anormallikler gibi önemli klinik
Atipik Kalıtım Paterni Olan Tek-Gen Hastalıkları 241

bulguları açıklayamaz. Açıkça söylemek gerekirse, X yanma devamlılığının kaybı ya da X kromozomunun uzun
kromozomu üzerinde yer alan diğer pekçok gen de işin kolunda büzülme gösterir. Bu yöntem günümüzde yerini,
içine girmektedir. daha sonra açıklanacağı üzere, DNA tabanlı yöntemlerle
triplet tekrarlarının boyutunun analizine bırakmıştır.
Görülme sıklığı erkeklerde 1550'de 1, kadınlarda 8000'-
Q Ö ZET _______ de 1 olan frajil X sendromu; Down sendromundan sonra,
mental retardasyonun en sık görülen genetik nedenidir. Kli­
Seks Kromozomlarını ilgilendiren nik olarak etkilenen erkeklerde ortadan ağıra değişen
Sitogenetik Hastalıklar derecede mental retardasyon vardır. Uzun yüz, büyük
• Kadınlarda normal gelişim sırasında, maternal ya da pa­ çene, büyük kepçe kulaklar ve büyük testisler (makroor-
ternal kaynaklı X kromozomlarından biri rastgele olarak şidizm) karakteristik fiziksel fenotipik özelliklerdir. Bun­
inaktive edilir (Lyon hipotezi). lar frajil X sendromu için karakteristik olmasına rağmen,
• Klinefelter sendromunda, seks kromozomlarının ayrılma­ her hastada olmayabilir ya da bazen çok hafif olabilir.
masına bağlı olarak, iki ya da daha fazla sayıda X krom o­ Frajil X sendromlu erkeklerin, puberte sonrası en az
zomu ve bir Y kromozomu vardır. Hastalarda testiküler %90'mda görülmesi ile farklılık taşıyan tek fiziksel anor­
atrofi, kısırlık, vücut kıllanmasında azalma, jinekomasti ve mallik makroorşidizmdir.
önükoid vücut görünümü olur. Erkeklerde kısırlığın en Tüm X geçişli hastalıklarda olduğu gibi, Frajil X sendro­
sık nedenidir. mu baskın olarak erkekleri etkiler. Ancak pekçok pedigri
• Turner sendromunda, X kromozomunun kısa kolundaki analizi, hastalığın bazı geçiş paternlerinin, diğer X geçişli
genlerde parsiyel ya da komplet monozomi vardır. En sık hastalıkların tipik özelliklerini taşımadığını ortaya koy­
bir X kromozomunun yokluğu (45, X), daha nadir olarak maktadır (Resim 6-17). Bunlar aşağıda anlatılmaktadır:
da mozaisizm ya da X kromozomunun kısa kolundaki de-
lesyonlar sonucunda ortaya çıkar. Kısa boy, boyunda ye-
• Taşıyıcı erkekler: Pedigri analizi ve moleküler testlerle
lelenme, kubitus valgus, kardiyovasküler malformasyon- frajil X mutasyonunu taşıdığı bilinen erkeklerin yakla­
lar, amenore, sekonder seks karakterlerinin olmaması ve şık %20'si klinik ve sitogenetik olarak normaldir. Taşı­
fibrotik överler tipik klinik bulgulardır. yıcı erkekler, bu özelliği kız çocukları (fenotipik ola­
rak normal) üzerinden hasta torunlarına geçirdikleri
için, normal iletici erkekler olarak isimlendirilir.
• Etkilenen kadınlar: Taşıyıcı kadınların %30 ile %50 ka­
darı, diğer X geçişli hastalıklarda görülen oranların
ATİPİK KALITIM PATERNİ OLAN çok üstünde bir oranda etkilenmiştir (yani mental re-
TEK-GEN HASTALIKLARI tardedir).
• Beklenti: Bu terim, klinik bulguların her yeni nesil olu­
Tek bir geni etkileyen mutasyonlar sonucu ortaya çıkan şumu ile birlikte kötüleştiği olayları ifade etmektedir.
üç hastalık grubu, mendelian kalıtım kurallarına uymaz: Bu durum frajil X sendromunda, mutasyonun bir er­
• Triplet tekrar mutasyonlarmm neden olduğu hastalık­ kekten torunlarına ve torunların torununa geçerken,
lar artan oranda zararlı olması şeklindedir.
• Mitokondriyal genlerdeki mutasyonların neden oldu­
Bu sıradışı bulgular mutasyonun dinamik yapısıyla ilişki­
ğu hastalıklar
lidir. Normal popülasyonda, FMRİ genindeki CGG se­
• Genomun imprinte edilmiş bölgelerindeki değişiklik­
kansının tekrar sayısı düşük ve ortalama olarak 29 civa­
ler ile ilişkili hastalıklar.
rında iken, etkilenen kişilerde 200-4000 arasında tekrar
vardır. Tam mutasyon adı verilen bu durumun, 52-200
Triplet Tekrar Mutasyonları: Frajil X Sendromu arası CGG tekrarı içeren ve premutasyon olarak adlandı­
rılan bir ara evre aracılığı ile ortaya çıktığına inanılmak­
Frajil X sendromu, üç nükleotidin uzun tekrarlayan se­ tadır. Taşıyıcı erkek ve kadınlarda premutasyonlar var­
kanslarından oluşan mutasyonun neden olduğu hasta­ dır. Oogenez sırasında (spermatogenezde değil) CGG
lıkların prototipidir. Huntington hastalığı ve myotonik tekrarları daha da artar, premutasyonlar tam mutasyon-
distrofi de, trinükleotid tekrar mutasyonlarıyla giden lara dönüşür ve taşıyıcı kadın tarafından hem kızlarına
hastalıkların diğer örnekleri arasında sayılabilir. Yakla­ hem de oğullarına iletilebilir. Bu gözlemler, neden bazı
şık 40 hastalığa, bu tip mutasyonların neden olduğu bi­ taşıyıcı erkeklerin etkilenmediğini (premutasyona sahip
linmektedir ve bugüne kadar tanımlanan bütün bu has­ olduklarından) ve neden bazı taşıyıcı kadınların etküen-
talıklarda nörodejeneratif değişiklikler bulunmaktadır. diğini (bunlara tam mutasyon geçmiştir) açıklamaktadır.
Bu hastalıkların her birinde, gen içinde bulunan spesifik üç Son çalışmalar premutasyonlarm da çok benign olmadı­
nükleotid grubunun amplifikasyonu genin fonksiyonunu boz­ ğını göstermektedir. Premutasyon taşıyan kadınların yak­
maktadır. Daha sonra anlatılacak olan trinükleotid tekrar laşık %30'unda prematür over yetmezliği (40 yaşından ön­
mutasyonlarmm bazı özellikleri, ilişkili hastalıkların ati­ ce), premutasyon taşıyan erkeklerin ise yaklaşık üçte birinde
pik kalıtım şeklinden sorumludur. altıncı dekadda başlayan progresif nörodejeneratif seııdrom
Frajil X sendromu, Xq27.3'te haritalanmış olan FMRİ görülmektedir. Frajil X-ilişkili tremor-ataksi olarak adlan­
genindeki bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar. Send- dırılan bu sendrom istemli tremor ve serebellar ataksi ile
rom ismini, X kromozomunun orijinal tanı yönteminde­ karakterizedir ve parkinsonizme ilerleyebilir. Ancak yi­
ki karyotipik görünümünden alır: Kültürü yapılan hasta­ ne de premutasyon taşıyıcılarındaki bulgular daha hafif­
nın hücreleri folat içermeyen ortamda, tipik olarak bo­ tir ve daha geç ortaya çıkmaktadır.
242 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

TAŞIYICI ERKEK NORMAL KADIN

X Kromozomları----------------------------------------- Tam mutasyon Normal/tam mutasyon Normal Normal


Kadınların %50’si genellikle
Fenotıp------------------------------------------------------ Etkilenmiş hafif 0|arak etki|enir Normal Normal

Resim 6 -1 7 Frajil X pedigrisi. X ve Y kromozomları gösterilmektedir, ilk nesilde bütün erkek çocukların normal, kız çocukların ise taşıyıcı
olduğu dikkati çeker. Taşıyıcı kadında oogenez sırasında premutasyon, tam mutasyona genişlediğinden, gelecek nesilde tam mutasyonu
taşıyan X kromozomuna sahip tüm erkekler hastalıktan etkilenir. Tam mutasyonu kalıtmış kadınların ise, sadece %50’si etkilenir ve bun­
ların da çoğunda etkilenme hafiftir.
(Orjinal çizim Dr. Nancy Schneider, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)

PATO G EN EZ
Frajil X sendrom unun m oleküler tem eli anlaşılmaya başlan­
mıştır ve FAIR 1 gen ürünü olan familyal mental retardasyon
proteininin (FMRP) susturulması ile ilişkilidir. N orm al FM R 1
geni, 5 ’ transle olmayan bölgesinde CGG tekrarları içerir.
FM R 1 genindeki trinü kle otid tekrarlarının sayısı, yaklaşık
2 3 0 ’u geçtiği zaman, genin 5 ' bölgesindeki tüm D N A anor­
mal derecede metillenir. Metilasyon yukarıya doğru, genin
p ro m o te r bölgesine de uzanır ve FAIR 7 geninin transkrip-
siyonel supresyonuna yol açar. Sonuçta ortaya çıkan FMRP
yokluğunun fen otipik değişikliklere neden olduğuna inanıl­
maktadır. FMRP normal dokularda yaygın olarak eksprese
olur, ancak beyin ve testiste daha yüksek oranda saptanmış­
tır. Son bilgiler FMRP’nin sitoplazmadan çekirdeğe taşınan
b ir RNA-bağlayıcı protein olduğunu düşündürm ektedir. Bu­
rada spesifik m R N A ’ya bağlanmakta ve bunları akson ve
d e n d ritle re taşım aktad ır (Resim 6-18). FM RP-m RN A
kom pleksi, sinapslardaki spesifik m R N A ’ ların translasyonu-
nun düzenlenmesinde k ritik rol oynar. Hassas olarak koo r­
dine edilen bu “ taşıyıcı” fonksiyonun yokluğunun, frajil X Resim 6 -1 8 Nöronlardaki familyal mental retardasyon proteini
sendromuna neden olan sürecin tem elini oluşturduğu düşü­ (FMRP) etkisinin bir modeli. FMRP, bağlı RN A’dan aksonal protein
nülm ektedir. translasyonunu düzenlemede kritik rol oynar. Lokal olarak üretilen
Belirtildiği gibi, Frajil X sendrom una ek olarak, trin ü kle ­ bu proteinlerin, sinapsın mikroçevresinde değişik rolleri vardır.
otid te k ra r ekspansiyonları ile ilişkili çok sayıda başka nöro- (Hin P, Warren ST: New insights into fragile X syndrome: from molecules to neu­
dejeneratif hastalığın bulunduğu bilinm ektedir. Bununla ilgi­ robehavior, Trends Biochem Sci 28:152, 2 0 0 3 ' makalesinden uyarlanmıştır).

li bazı genel ilkeler aşağıdadır:


• Tüm vakalarda trin ü kle o tid tekrarlarının genişlemesine
bağlı olara k gen fonksiyonları bozulm aktadır, ancak pre-
Atipik Kalıtım Paterni Olan Tek-Gen Hastalıkları 243

mutasyonların tam m utasyonlara dönüştüğü eşik değer, Mitokondriyal Genlerdeki Mutasyonların


her hastalık için değişmektedir. Neden Olduğu Hastalıklar
• Frajil X sendrom unda trin ü kle o tid tekrarı, oogenez sıra­
sında artarke n, H u ntington hastalığı gibi diğer hastalık­ Mitokondri, oksidatif fosforilasyonda yer alan enzimleri
larda, prem utasyonların tam mutasyonlara dönüşümü kodlayan çok sayıdaki gene sahiptir. Mitokondriyal DNA
spermatogenez sırasında olm aktadır. kalıtımı, maternal kalıtımlı olması nedeniyle, nükleer
• Genişleme genin her bölgesinde olabilir. Genişleme ara­ DNA'dan farklıdır. Bu ilginçliğin nedeni, ovumun geniş
lığı ile ilgili olasılıklar, başlıca iki geniş kategoriye ayrılabi­ sitoplazması içerisinde mitokondri içermesine karşılık,
lir: Frajil X sendrom unda olduğu gibi, genin translasyon spermatozoanm eğer varsa bile, az mitokondriye sahip
olmayan kısmını etkileyenler ya da H untington hastalı­ olmasıdır. Zigotun mitokondriyal DNA'sınm tümü, bu
ğında olduğu gibi, kodlayan bölgeleri etkileyenler (Resim nedenle tamamen ovumdan gelir. Böylece sadece annele­
6-19). M utasyonlar kodlam a olmayan bölgeleri etkiledi­ ri mitokondriyal genlerini, kız ya da erkek, bütün çocuk­
ğinde, protein sentezi baskılandığından (FMRP’de oldu­ larına aktarırlar. Ancak onların erkek değil, kız çocukla­
ğu gibi), “ fonksiyon kaybı” vardır. Bunun aksine, genin rı, bu DNA'yı kendi kuşaklarına aktarır.
translasyon yapan kısmını etkileyen mutasyonlarda ise, Mitokondriyal genlerdeki mutasyonların neden oldu­
normal proteinlerin fonksiyonunu bozan yanlış katlan­ ğu hastalıklar nadirdir. Mitokondriyal DNA, oksidatif
mış pro te in le r yapılacaktır (H untington hastalığında ol­ fosforilasyonda yer alan enzimleri kodladığından, bu
duğu gibi). T oksik fonksiyon kazanma mutasyonları ola­ genlerdeki mutasyonlarla ortaya çıkan hastalıklar, oksi­
ra k isimlendirilen bu genişlemelerin çoğu, poliglutam in datif fosforilasyona en bağımlı organları (iskelet kası,
sistemini kodlayan CAG tekrarlarıyla ilişkilidir ve sonuç­ kalp, beyin) etkiler. Leber'in herediter optik nöropatisi
ta ortaya çıkan hastalıklar, bazen birincil olarak sinir sis­ bu hastalık grubunun prototipidir. Bu nörodejeneratif
tem ini etkileyen “ poliglutam in hastalıkları” olarak adlan­ hastalık, zaman içerisinde körlüğe yol açacak şekilde iler­
dırılmaktadır. Sitoplazmada katlanması bozuk proteinle­ leyen, bilateral santral görme kaybı ile kendini gösterir.
rin birikim i bu hastalıkların o rta k özelliğidir.

İmprinte Edilmiş Bölgelerdeki Değişikliklerin


Neden Olduğu Hastalıklar: Prader-Willi ve
Angelman Sendromları
Q Ö ZET
Frajil X Sendromu Tüm insanlarda, homolog maternal ve paternal kromo­
zomlarda taşman her genin (elbetteki erkeklerde seks
• Trinükleotid tekrarlarının patolojik amplifikasyonu, frajil
kromozomu genlerinin dışında) iki kopyası kalıtılır.
X sendromunda olduğu gibi, fonksiyon kaybı ile ya da
Uzun zaman, anneden veya babadan kalıtılan normal
Huntington hastalığında olduğu gibi, fonksiyon kazanma
homolog genler arasında bir fark olmadığı kabul edil­
ile sonuçlanan mutasyonlara neden olur. Bu mutasyonla-
mekteydi. Gerçekten de bu fikir, birçok gen için doğru­
rın çoğunda nö rodejeneratif hastalıklar oluşur.
dur. Ancak günümüzde bazı genlerin paternal ve mater­
• Frajil X sendromu FM R1 gen fonksiyonunun kaybı ile o r­
nal kopyaları arasında fonksiyonel farklılıklar olduğu
taya çıkar ve mental retardasyon, makroorşidizm ve anor­
gösterilmiştir. Bu farklılıklar genomik damgalama (imprin­
mal yüz bulguları ile karakterizedir.
ting) adı verilen, paternal ve maternal gametogenez sıra­
• N orm al popülasyonda FM R1 geninde yaklaşık 29 CGG
sında belli genlerin, farklı biçimde "inaktive" oldukları
tekrarı vardır. Taşıyıcı erkek ve kadınların genomları, 52
epigenetik bir olay ile olmaktadır. Maternal damgalama
ile 200 arasında CGG tekrarından oluşan premutasyonla-
maternal allelin transkripsiyonel sessizleştirilmesi iken,
ra sahiptir. Bu oogenez sırasında 4000 tekrara (tam mu-
paternal damgalama paternal allelin inaktivasyonu anla­
tasyon) kadar genişleyebilir. Tam mutasyon, kuşaklara ak­
mına gelir. Moleküler seviyede damgalama gen promotö-
tarıldığı zaman frajil X sendromu ortaya çıkar.
rünün metilasyonu yanısıra, DNA bağlayıcı histon prote-

Promoter UTR intron Ekson UTR

Ekspansiyonlar

Diziler CCCCGCCCCGCG CGG GAA CAG CTG


12 mer triplet triplet triplet triplet
Hastalık Myoklonus* Frajil X Friedreich Huntington Myotonik
epilepsi sendromu ataksisi hastalığı distrofi

Resim 6 -1 9 Nükleotid tekrar mutasyonları nedeniyle oluşan seçilmiş hastalıklarda, genişleme bölgesi ve etkilenen sekans. UTR, translas-
yone olmamış bölge.
*Tam anlamıyla bir trinükleotid tekrar hastalığı olmasa da, buradaki diğer hastalıklar gibi, progresif myoklonus epilepsisi de kalıtılabilen
D N A genişlemeleri sonucu ortaya çıkar. Genişlemiş segment genin prom oter bölgesindedir.
B Ö L Ü M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

inlerinin modifikasyonu gibi ilişkili olayların eşliğinde imprintlenmektedir (böylelikle sessizleştirilmektedir) ve


görülür. Imprintleme ovum ya da spermde olur ve daha bu nedenle fonksiyon gören alleller sadece paternal kro­
sonra zigottan gelişen tüm somatik hücrelere kalıcı bir mozomdan gelmektedir. Bunlar bir delesyon sonucu (pa­
şekilde aktarılır. ternal kromozomda) kaybedildiğinde, hastada Prader-
Genomik damgalama, sık görülmeyen iki genetik has­ Willi sendromu ortaya çıkar. Tam aksine, 15. kromozo­
talıkta en iyi tanımlanır: Prader-Willi sendromu ve An- mun aynı bölgesinde yer alan bir başka gen de paternal
gelman sendromu. kromozomda imprintlenmiştir. Normalde, bu genin sa­
Prader-Willi sendromu mental retardasyon, kısa boy, dece anneden gelen alleli aktiftir. Maternal 15. kromo­
hipotoni, obesite, küçük el ve ayaklar ve hipogonadizm zomdaki bu genin delesyonu Angelman sendromuna yol
ile karakterizedir. Olguların %60 ile %75'i kadarında, 15. açar. Sitogenetik olarak normal olan Prader-Willi send­
kromozomun uzun kolundaki q l 2 bandında interstisyel romlu hastalarda yapılan moleküler çalışmalar; bazı ol­
bir delesyon -[d el(15)(q ll;q l3)]- saptanabilir. FISH ana­ gularda, yapısal olarak normal olan her iki 15. kromo­
lizi, sitogenetik bir anormallik saptanamayan birçok has­ zom kopyalarının da anneden geldiğini göstermiştir. Bir
tada, aynı bölge içinde daha küçük delesyonları gösterir. kromozom çiftinin her ikisinin de aynı ebeveynden kalıtılma-
Bütün hastalarda delesyonun, paternal kaynaklı 15. kromo­ sına "uniparental dizomi" adı verilmektedir. Burada net so­
zomda olması dikkat çekicidir. Prader-Willi sendromunun nuç yine aynıdır (yani hasta, [imprintlenmemiş] paternal
aksine, fenotip olarak farklı bir hastalık olan Angelman 15. kromozoma ait fonksiyonel gen setine sahip değil­
sendromlu hastalar ise, annelerinden gelen kromozo­ dir).
mun aynı bölgesinde bir delesyona sahiptir. Angelman Angelman sendromu tahmin edileceği gibi, parental 15.
sendromlu hastalar da mental retardedir, ancak bunlar­ kromozomun uniparental dizomisi sonucu da ortaya çı­
da ek olarak ataksik yürüyüş, nöbetler ve anlamsız gül­ kabilir. Günümüzde Angelman sendromu geninin (pa­
meler vardır. Hastalardaki gülme ve ataksik yürüyüş ne­ ternal kromozomda imprintlenmiş), ubikuitin-prote-
deniyle, bu sendroma aynı zamanda mutlu kukla sendro­ azom proteolitik yolağında rol alan bir ligazı kodladığı
mu da denmektedir. Bu iki sendromun karşılaştırılması, bilinmektedir (Bölüm 1). UBE3A adı verilen bu gen, pri­
gen fonksiyonu üzerindeki "ebeveyn kökeni" etkisini mer olarak maternal allel tarafından, normal beyinin ba­
açıkça göstermektedir. Eğer 15. kromozom üzerindeki zı spesifik bölgelerinde eksprese olmaktadır. Angelman
bütün maternal ve paternal genler aynı şekilde eksprese sendromunda, UBE3A beynin bu bölgelerinde eksprese
olsaydı, bu delesyonlarm neden olduğu klinik bulgula­ olamaz, bu nedenle nörolojik bulgular ortaya çıkar.
rın, kromozomun hangi ebeveynden geldiğinden bağım­ Prader-Willi sendromu, Angelman sendromunun ak­
sız olarak, tamamen aynı olması beklenirdi. sine, olasılıkla 15. kromozom üzerindeki q ll ile ql3 ara­
Bu iki sendromun moleküler temeli, imprintleme ola­ sında bulunan, birçok genin fonksiyon kaybı ile ortaya
yı kapsamında anlaşılabilir (Resim 6-20). Maternal kro­ çıkmaktadır. Bu genler hala tam olarak karakterize edil­
mozom üzerinde bulunan 15ql2'deki bazı gen setleri meye çalışılmaktadır.

MATERNAL PATERNAL
(M) (P)

Imprinted Prader-Willi Aktif Prader-Willi


genleri l 1 genleri
Aktif Angelman ^ Imprinted Angelman
geni geni

Maternal Paternal kromozomda


kromozomda delesyon

Aktif Prader-Willi
1 genleri
Delesyon bölgesi Delesyon bölgesi
?Imprinted Angelman
geni

ANGELMAN SENDROMU PRADER-WILLI SENDROMU


Resim 6 -2 0 Angelman ve Prader-Willi sendromlarının genetiği.
Konjenital Anomaliler 245

Ö ZET • Prader-Willi sendromu, paternal 15q12 krom o zom bölge­


sinin delesyonu ile ortaya çıkar. Mental retardasyon, kısa
Genomik Damgalama (Imprinting) boy, hipotoni, obesite ve hipogonadizm ile karakterize-
dir.
• Damgalama (im printing), belli genlerin maternal ya da
paternal kopyalarının gametogenez sırasında transkripsi- • Angelman sendromu maternal 15q12 krom o zom bölgesi­
yonel olarak susturulması içerir. Bu genler için, bireyde nin delesyonu ile ortaya çıkar. Mental retardasyon, atak-
sadece te k b ir fonksiyonel kopya kalır. Bu fonksiyonel si, nöbet, anlamsız gülm eler ile karakterizedir.
(damgalanmamış) allelin delesyon ile kaybı, hastalıklara
neden olur.

PEDİATRİK HASTALIKLAR
Daha önce de bahsedildiği ve değişik örneklerde gösteril­
diği gibi, birçok bebeklik ve çocukluk çağı hastalığı gene­ KONJENİTAL AN O M ALİLER
tik kökenlidir. Diğerleri ise genetik olmamalarına rağ­ Konjenital anomaliler doğumda mevcut olan yapısal bo­
men ya çocuklara özgüdür ya da bu hasta popülasyonun- zukluklardır. Buna rağmen bunların bir kısmı, kardiyak
da ayırdedici şekilde karşımıza çıkar, böylelikle pediatrik ve renal anomaliler gibi, belli bir yaşa kadar klinik belir­
hastalıklar olarak adlandırılırlar. Bebek ve çocuklar, geli­ ti vermeyebilir. Sonraki tartışmalarda da yer aldığı üze­
şimlerinin her evresinde farklı hastalıklardan etkilenirler re, konjenital terimi doğumsal defektler için genetik bir
(Tablo 6 -6 ). Açıkçası bebeklik dönemi (yaşamın ilk yılı) temeli göstermez ya da ekarte etmez. Her yıl Amerika
hastalıklarında, ölüm riski en yüksektir. Bu süre içerisin­ Birleşik Devletleri'nde, 120.000 canlı bebeğin bir doğum­
de yenidoğan dönemi (neonatal dönem) (yaşamın ilk 4 sal defekt ile doğduğu tahmin edilmektedir. Bu, 33'te 1
haftası), şüphesiz en tehlikeli bölümdür. insidansa eşdeğerdir. Tablo 6 - 6 'de görüldüğü gibi, konje­
Çocuk bir yaşım geçtikten sonra, tablo daha olumlu­ nital anomaliler bebeklik dönemindeki mortalitenin en
dur. Ancak ne yazık ki, kazalardan kaynaklanan yara­ önemli nedenini oluşturmaktadır. Ayrıca yaşamın ilk yıl­
lanmalar, 1-14 yaş arasındaki ölümlerin başlıca nedeni­ ları boyunca da hastalık, sakatlık ve ölümlerin önemli bir
dir. Bu bölümde, Tablo 6 -6 'da listesi verilen hastalıklar­ nedeni olmaya devam eder.
dan, sadece sık görülen birkaç tanesi yer almaktadır. Her Konjenital malformasyonlarm etiyoloji ve patogenezine
ne kadar neoplastik hastalıklar ve spesifik tümörlerin ge­ değinmeden önce, morfogenezdeki hataların tanımlanma­
nel özelliklerine diğer bölümlerde yer verildiyse de, ço­ sında kullanılan bazı terimlerin açıklanması gereklidir.
cuk ve erişkin neoplazileri arasındaki farklılıkları vurgu­ • Malformasyonlar morfogenezdeki primer hataları tem­
lamak amacıyla, birkaç çocukluk çağı tümörü de anlatı­ sil eder. Diğer bir deyişle, iç (intrinsik) faktörlere bağlı
lacaktır. anormal gelişimsel süreç vardır. Malformasyonlar, tek

Tablo 6 -6 Yaşa Göre Ölüm Nedenleri

Neden* O ran ( Neden* O ra n f


1 Yaş Altında 677.3 1-4 Yaş—devam 28.2
Konjenital malformasyonlar, deformasyonlar ve Malign neoplaziler
kromozom anomalileri Kalp hastalı kİ arı $
Kısa gestasyon ve düşük doğum ağırlığına bağlı hastalıklar
5-9 Yaş: 13.6
Ani bebek ölümü sendromu
Hamilelikteki maternal komplikasyonlardan etkilenen Kazalar (kasıt olmayan yaralanmalar)
yenidoğanlar Malign neoplaziler
Plasenta, göbek kordonu ve membran Konjenital malformasyonlar, deformasyonlar ve
komplikasyonlarından etkilenen yenidoğanlar kromozom anomalileri
Yenidoğanın respiratuar distres sendromu Saldırı (cinayet)
Kazalar (kasıt olmayan yaralanmalar) Kalp hastalıkları
Yenidoğanın bakteriyel sepsisi
10-14 Yaş 16.7
Neonatal hemoraji
Dolaşım sistemi hastalıkları Kazalar (kasıt olmayan yaralanmalar)
Malign neoplaziler
1-4 Yaş 28.2 Saldırı (cinayet)
Kazalar (kasıt olmayan yaralanmalar) Kasıtlı kendine zarar verme (intihar)
Konjenital malformasyonlar, deformasyonlar ve Konjenital malformasyonlar, deformasyonlar ve kromozom
kromozom anomalileri anomalileri
Saldırı (cinayet)
H e r o n M P , S u tt o n P D , X u J v e a r k . A n n u a l S u m m a r y o f V ita l S ta tis tic s : 2 0 0 7 , P e d ia tric s 1 2 5 :4 , 2 0 1 0 ’ d a n v e r ile r a lın m ış tır.
* N e d e n le r s ık g ö r ü le n d e n b a ş la y a ra k , n a d ir g ö r ü le n e d o ğ r u s ıra la n m ış tır. T ü m n e d e n le r v e o r a n la r 2 0 0 7 y ılın a a it s o n is ta t is t ik le r d ir .
( O r a n l a r ; t ü m n e d e n le r için , h e r ya ş g r u b u n d a k i 1 0 0 .0 0 0 k işi b a şın a v e r ilm iş tir.
( K o n je n ita l k a lp h a s ta lık la rı d ış la n m ış tır,
246 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Resim 6-21 insanlarda görülen malformasyonlar; tesadüfen fark edilenlerden ölümcül olanlara kadar farklı şiddette olabilir. A , Polidaktili
(bir ya da daha çok fazla parmak olması) ve sindaktili (parmaklarda yapışıklık olması) izoie görüldüğü zaman, çok az fonksiyonel etki yapar.
B, Benzer şekilde, yarık dudak, yarık damak ile birlikte görülsün ya da görülmesin yaşamı etkilemez. Ancak fotoğrafta görülen olguda altta
yatan bir malformasyon sendromu (trizom i 13) mevcuttu ve ağır kardiyak defektler nedeniyle hasta kaybedildi. C, Ağır ve özellikle letal bir
malformasyon nedeniyle ölüdoğan bebekte, yüzde orta hat yapıları birleşmiş ya da iyi gelişmemiştir. Bu gibi olguların hemen hepsinde
eksternal dismorfogenez, beyinde gelişim bozuklukları ya da kardiyak anomaliler gibi ağır iç organ anomalileri ile birliktedir.
(A ve C, Dr. R ea d e Quinton; B, Dr. B everly Rogers'in izniyle. D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas S outhw estern M e d ica l Center, Dallas, Texas tarafından verilen
kişisel izin ile kullanılm ıştır.).

bir gen ya da kromozom defektine bağlı olmaktan zi­ fetal prezantasyon gibi fetüse ait nedenler de söz ko­
yade, genellikle multifaktöriyeldir. Bunlar pek çok pa- nusu olabilir.
ternin herhangi biri şeklinde bulgu verebilir. Bu bul­ • Sekans, organogenezdeki tek bir lokalize aberasyonun ikin­
guların bazıları konjenital kalp hastalıkları gibi tek bir cil etkileri sonucu ortaya çıkan, birden çok konjenital
sistemi etkilerken, diğerlerinde birçok organ ve doku­ anomaliye verilen isimdir. Tetikleyen olay; bir malfor­
yu etkileyen birden fazla malformasyon bir arada ola­ masyon, deformasyon ya da disrüpsiyon olabilir. Buna
bilir (Resim 6-21). en iyi örnek oligohidramniyos (veya Potter) sekansıdır
® Disriipsiy onlar önceden normal olarak gelişmiş bir or­ (Resim 6-23A). Amniyotik sıvının azalması şeklinde
gan ya da vücut bölgesinin sekonder olarak bozulma­ tanımlanan oligohidramniyos, birbirinden bağımsız
sıdır. Disrtipsiyonda, malformasyonlarda olduğunun çeşitli maternal, plasental ya da fetal anormallikler so­
aksine, dış (ekstrensik) faktörlere bağlı morfogenezde bo­ nucu gelişebilir. Amniyon rüptürüne bağlı gelişen am­
zukluk söz konusudur. Amniyotik bantlar, amniyonun niyotik sıvının kronik sızıntısı, maternal hipertansi­
yırtılması sonucu meydana gelen; gelişmekte olan fe- yon ya da ağır toksemi sonucu gelişen uteroplasental
tüsü saran, sıkıştıran ya da bazı kısımlarına yapışan yetmezlik ve fetüste renal agenezi (amniyon sıvısının
"bantları" ifade eder ve disrüpsiyonun klasik örneğini
oluşturur (Resim 6-22). Çeşitli çevresel ajanlar disrüp-
siyona neden olabilir (aşağıda anlatılmaktadır). Dis-
rüpsiyonlar, elbette ki kalıtsal değildir, bu nedenle
sonraki gebeliklerde tekrarlama riski yoktur.
• Deformasyonlarda da disrtipsiyon gibi, iç faktörlere
bağlı morfogenezde bir hatadan ziyade, dış faktörlere
bağlı gelişimin bozulması söz konusudur. Oldukça sık
rastlanan problemlerdir. Yenidoğan bebeklerin yakla­
şık %2 'sinde değişik derecelerde deformasyon mev­
cuttur. Deformasyonun patogenezindeki temel olay,
büyümekte olan fetüsün anormal biyomekanik güç­
lerle lokal ya da genel olarak baskıya maruz kalması
ve bunun sonucunda çeşitli yapısal anormalliklerin
ortaya çıkmasıdır. Bu deformasyonlarm en sık nedeni
uterus basısıdır. Gebeliğin 35. üe 38. haftaları arasın­
da, fetüs büyük bir hızla büyürken, uterus buna uyum
sağlayamaz. Normalde bir tampon görevi gören amni-
yon sıvısının miktarı da göreceli olarak azalır. Böylece Resim 6 -2 2 Disrüpsiyonlar, gelişmekte olan bir organda, normal
normal fetüs bile, bazı derecelerde uterus basısıyla morfogenezi bozan dış kaynaklı bir anormallik sonucu ortaya çıkar.
Amniyotik bantlar disrüpsiyonun sık rastlanan bir nedenidir.
karşılaşır. İlk hamilelik olması, küçük uterus, uterus
Gösterilen spesimende, plasenta diyagramın sağındadır ve amniyon
malformasyonu (bikornu uterus) ve leiomiyomlar gibi kesesinin üst kısmından uzanan bir amniyotik bant, fetüsün bacağını
anneye bağlı faktörleri içeren çok sayıda parametre, sarmaktadır.
fetüsün aşırı basıya maruz kalma riskini arttırır. Ço­ (D r. Theonia B o yd Children’s H o sp ita l o f B oston , B oston , M a ssa ch u se tts tarafından
ğul gebelik bulunuşu, oligohidramniyoz ve anormal verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.) .
Konjenital Anomaliler 247

Renal Amniyon bir neden (viral enfeksiyon ya da spesifik bir kromo-


agenezi sızıntısı Diğerleri zomal anormallik) sonucu ortaya çıkar.
i i i • Bu genel kullanımı olan tanımlara ek olarak, organa
Amnion ^ __ özgü' malformasyonlar için kullanılan bazı terimler de
nodozum OLIGOHIDRAMNIOS vardır: Agenezis bir organ ya da onun kalıntısının tam
olarak yokluğu iken, aplazi ve hipoplazi sırasıyla organ
'' gelişiminin tam olmaması ya da eksik olmasıdır. Atre-
zi bağırsaklar ve safra kanalları gibi boru şeklindeki iç
____ FETAL SIKIŞMA organ ya da duktuslarm açıklığının olmamasıdır.

r r T 1 - 1 Etiyoloji
Pulmoner Yüz El ve Makat
hipoplazi deformiteleri ayaklarda gelişi
pozisyona bağlı insanlarda malformasyonlarm bilinen nedenleri; genetik,
deformiteler çevresel ve multifaktöriyel olarak üç ana grupta toplanabi­
A lir (Tablo 6-7). Bildirilen olguların hemen hemen yansında
bir neden saptanmamıştır.
Malformasyonlarm genetik nedenleri, genetik hastalık­
ların daha önce anlatılan tüm mekanizmalarını kapsa­
maktadır. Aslında bütün kromozomal sendromlar konje­
nital malformasyonlarla üişkilidir. Örnek olarak Down
sendromu ve diğer trizomiler, Turner sendromu ve Kli­
nefelter sendromu verilebilir. Kromozomal hastalıkların
çoğu gametogenez sırasında ortaya çıktığından, ailesel
değildir. Mendelian kalıtımla karakterize olan tek-gen
mutasyonları da önemli malformasyonlarm nedeni olabi­
lir. Örneğin holoprosensefali, insanlarda ön beyin ve yü­
zün orta hattının en sık görülen gelişimsel anomalisidir
(Bölüm 22). Hedgehog sinyalizasyon yolağı bu yapıların

Tablo 6 -7 insanlarda Konjenital Malformasyonlarm Nedenleri

Malformasyonlarm
Neden Sıklığı* (%)
Genetik
Kromozomal hatalar 10-15
Mendelian kalıtım 2-10

Çevresel
Maternal/plasental enfeksiyonlar 2-3
Rubella
Toksoplazma
Sifiliz
Resim 6-23 A . Oligohidramniyos (Potter) sekansının patogenezi. Sitomegalovirüs enfeksiyonu
B. Oligohidramniyos (Potter) sekansı olan bir infant. Yüzün ön ta­ İnsan immünyetmezlik virüsü (HİV) enfeksiyonu
rafında basıklaşma ve ayak deformitesi (talipes ekinovarus) dikkat Anneye ait hastalıklar 6 -8
çekicidir. Diyabet
Fenilketonüri
Endokrinopatiler
ilaç ve kimyasal maddeler ~1
başlıca kaynağı fetal idrar olduğundan) hepsi potansi­
Alkol
yel oligohidramniyos nedenlerindendir. Belirgin oligo­ Folik asit antagonistleri
hidramniyos eşliğinde gelişen fetüsün sıkışması yeni- Androjenler
doğan bebekte, yüzde düzleşme ve el ve ayaklarda po­ Fenitoin
zisyon anormalliklerini içeren klasik bir fenotipe ne­ Talidomid
den olur (Resim 6-23 B). Kalça çıkığı olabilir, göğüs ka­ Varfarin
13-C/s-retinoik asit
fesi ve akciğer gelişimi bazen yaşamla bağdaşmayacak
Diğerleri
kadar ağır etkilenebilir. Eğer tetikleyici olay ile ortaya
Radyasyon -1
çıkan defektler arasında embriyolojik bir bağlantı ku­
rulamazsa, sekans yanlışlıkla malformasyon sendro- Multifaktöriyel 20-25
mu ile karıştırılabilir. Bilinmeyen Nedenler 40-60
• Malformasyon sendromu için birkaç defektin birlikte S te v e n s o n RE, H a l JG , G o o d m a n R M (e d s ): H u m a n M a lf o r m a t io n s a n d
olması söz konusudur ve morfogenezdeki hatayı baş­ R e la te d A n o m a lie s . N e w Y o rk , O x f o r d U n iv e r s it y P re ss, 1 9 9 3 , s 1 1 5 'd e n
latan tek bir lokalize olay ile açıklanamaz. Sendrom- v e r ile r a lın m ış tır.
* C a n lı d o ğ u m la r.
lar, çoğunlukla aynı anda birkaç dokuyu etkileyen tek
248 B Ö L Ü M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

morfogenezinde kritik rol oynamaktadır ve bu yolaktaki


herhangi bir komponentte fonksiyon kaybı yapan mutas- PATOGENEZ
yonlar, tekrarlayan holoprosensefali öyküsü olan aileler­ Konjenital anomalilerin patogenezi karmaşık olup, hala tam
de bildirilmektedir. olarak anlaşılamamıştır. A ncak e tiyo lo jik ajan ne olursa ol­
Annenin hamilelikte maruz kaldığı viral enfeksiyon­ sun, gelişimsel patolojinin iki genel ilkesi konu ile ilgilidir:
lar, ilaçlar ve radyasyon gibi çevresel etkenler fetal malfor- 1. P renatal te ra to je n ik olayın zamanlaması, ano­
masyonlara neden olur (burada "malformasyon" ifadesi m alinin o rta y a çıkışı ve tipi ü zerin d e e tkilid ir, in­
geniş kapsamlı olarak kullanılmıştır, aslında teknik ola­ sanda intrauterin gelişim iki evrede gerçekleşir: ( 1 ) ge­
rak bakıldığında bu anomaliler disrüpsiyonlan temsil et­ beliğin ilk dokuz haftasını kapsayan em briyonik dönem,
ve ( 2 ) doğuma kadar süren fetal dönem.
mektedir). Tablo 6-7'de verilen viral enfeksiyonlardan ru­
° Erken em briyonik dönem de (döllenm eden sonra­
bella, 19. yüzyıl ve 2 0 . yüzyılın ilk dönemlerinde felaket­
ki ilk üç hafta), hasar yapıcı etken ya ölüm ve düşüğe
lerin başında geliyordu. Şanslıyız ki, artık maternal ru­
neden olacak kadar ço k hücreye zara r ve rir ya da
bella ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan rubella emb- çok az sayıda hücreye za ra r v e rir ve em briyo herhan­
riyopatisi, gelişmiş ülkelerde aşılama ile ortadan kalk­ gi b ir gelişimsel de fekt olmaksızın iyileşir. Em briyo,
mıştır. Çeşitli ilaçlar ve kimyasalların da teratojenik oldu­ üçüncü ve d o ku zu ncu h aftalar arasın d a, tera-
ğu düşünülmektedir, ancak konjenital malformasyonla- togeneze aşırı derecede y a tk ın d ır ve bu dönem ­
rın sadece %1 'den azı bu etkenlerle ortaya çıkmaktadır. de duyarlılığın zirve yapması, dördüncü ve beşinci
Bunlar arasında talidomid, alkol, antikonvülzanlar, war­ haftalarda ortaya çıkar. Bu dönem boyunca organlar,
farin (oral antikoagulan) ve ağır aknenin tedavisinde kul­ germ hücre tabakalarından oluşmaya başlar.
lanılan 13-cis-retinoik asit sayılabilir. Örneğin talidomid, « Fetal dönem organogenezi takip eden dönemdir.
eskiden Avrupa'da trankilizan ilaç olarak kullanılmakta O rganlarda belirgin büyüm e ve olgunlaşma yanısıra,
teratojenlere olan duyarlılıkta büyük ölçüde azalma
iken, günümüzde belli kanserlerin tedavisinde ön plana
ile kendini belli eder. Aslında bu dönem de fetüs, bü­
çıkmakta, ancak oldukça yüksek oranlarda (%50-80)
yüm e geriliğine ve gelişmiş olan organlarında olabile­
ekstremite malformasyonlarma neden olmaktadır. Alkol,
cek hasarlara duyarlıdır. Bu nedenle verilen b ir aja­
günümüzde belki de en yaygın kullanılan madde olmak­ nın, gebeliğin farklı dö nem lerinde farklı anomaliler
la birlikte, önemli bir çevresel teratojendir. Etkilenen in- yaratabilmesi m üm kündür.
fantlarda prenatal ve postnatal büyüme geriliği, yüz ano­ 2. Çevresel te rato jen ler ile in trinsik genetik defektler ara­
malileri (mikrosefali, kısa palpebral fissür, maksiller hi- sındaki kompleks etkileşimi temsil eden b ir durum , çev­
poplazi) ve psikomotor bozukluklar görülmektedir. Bu resel etkilere bağlı gelişen dism orfogenez özelliklerinin,
özelliklerin tümü birden fetal alkol sendromu olarak ad­ bu teratojenlerin hedef aldığı yolaklardaki genetik de­
landırılmaktadır. Sigara içimiyle alman nikotinin terato- fe k tle r tarafından sıklıkla tekrarlanm asıdır. Bazı temsili
jen olduğu, henüz kesin olarak gösterilememiş olmakla ö rn e kle r şunlardır:
birlikte, hamilelikte sigara içen anneler arasında spontan ° Silclopamsn bir bitki terato jen idir. Siklopamin içeren
bitkilerle beslenen koyundan doğan kuzularda, ho­
düşükler, prematür doğum ve plasental anomaliler yük­
loprosensefali ve siklo ps (birleşik te k göz, bu neden­
sek oranda görülmektedir. Bu annelerden doğan bebek­
le siklopin denm ektedir) gibi ağır kranyofasiyal ano­
lerde, sıklıkla düşük doğum ağırlığı ve ani bebek ölümü m aliler ortaya çıkar. Bu bileşik, em briyodaki Hedge­
sendromuna (sudden infant death syndrome) (SIDS) yat­ hog sinyalizasyon yolağının güçlü bir in h ib itö rü d ü r ve
kınlık olmaktadır. Bu bilgiler ışığında, hamilelikte nikotine daha önce belirtildiği gibi, Hedgehog genlerinin mu-
maruz kalmaktan, toptan kaçınmak en iyisidir. Tablo 6-7'de tasyonları, holoprosensefalisi olan bebeklerin b ir kıs­
verilen maternal nedenler arasında, diabetes mellitus sık mında mevcuttur.
olarak görülmektedir. Antenatal obstetrik izlem ve kan ° ValpreiBc asit bir antiepileptik ve bilinen bir te ra to ­
şekeri kontrolündeki ilerlemelere rağmen, diyabetik an­ jendir. V alproik asit hom eoboks (H Q X ) proteinleri
nelerin bebeklerindeki majör malformasyon sıklığı, ra- olarak bilinen, gelişimsel olarak oldukça korunm uş,
porlanan serilerin birçoğunda %6-10 arasındadır. Anne­ k ritik b ir transkripsiyon fa k tö r ailesinin ekspresyonu-
nu bozar. V ertebralılarda H O X prote in leri ekstrem i-
deki hipergliseminin tetiklediği fetüsteki hiperinsüli-
telerin, vertebranın ve kranyofasiyal yapıların oluş­
nizm, fetal makrozomiye (organomegali ve artmış vücut
masında rol oynar. H O X ailesi genlerindeki mutas-
yağ ve kas kitlesi) neden olur. Kardiyak anomaliler, nöral
yonlarının, valp ro ik a sit em briyopatisinde gözle­
tüp defektleri ve diğer santral sinir sistemi malformas- nen özellikleri ta k lit eden konjenital anomalilerden
yonları diyabetik embriyopatide görülen bazı majör ano­ sorum lu olmaları şaşırtıcı değildir.
malilerdendir. ° Vitam in A (re tin o l) tü re vi olan ali-trans-retim@ik
Multifaktöriyel kalıtım, çevresel etkenlerin, hafif etkili a sit, norm al gelişim ve diferansiyasyon için gerekli­
iki ya da daha fazla genle etkileşimi anlamına gelmekte dir. Embriyogenez sırasındaki yokluğunda göz, ge-
olup, konjenital malformasyonlarm en sık genetik nede­ n ito ü rin e r sistem, diyafram ve akciğerleri içeren çok
nidir. Yarık dudak ve damak ve nöral tüp defektleri, bu organlı sistemleri etkileyen çeşitli m alform asyonlar
grupta yer alan, göreceli olarak sık görülen malformas- ortaya çıkar (Postnatal dönem deki vitam in A eksikli­
yonlardır. Multifaktöriyel kalıtıma, çevresel katkının ği için Bölüm 7 ’ye bakınız). Bunun tersine retin o ik
aside aşırı m a ru z kalm a da te ra to je n ik tir. Şid­
önemini vurgulayan bir durum, perikonsepsiyonel dö­
detli akne nedeniyle re tin o ik asit tedavisi gören anne­
nemde folik asit alımıyla nöral tüp defekti insidansımn
lerden doğan bebeklerde; SSS, kardiyak ve y a rık
dramatik olarak azalmasıdır, multifaktöriyel hastalıkla­ d udak-dam ak gibi kranyofasiyal defektleri içeren,
rın tekrarlama riski ve kalıtım şekli, bu bölümde daha beklenen fenotip (re tin o ik a sit em briyopatisi)
önce anlatılmıştır.
Prematürite ve Fetal Büyüme Kısıtlılığı 249

gözlenir. Y arık dudak-dam ak antitesi, damak oluşu­


(R), sitomegalovirüs (C), herpes virüsü (H) ve Trepone­
munda (palatogenez) rol oynayan transform e edici ma pallidum gibi bazı diğer mikroorganizmalar (O) yer
büyüm e fa ktö rü [3 (TGF-|3) sinyalizasyon yolağında alır. Bu ajanların aynı başlık altında toplanmalarının
görev alan kom ponentlerin re tin o ik asit aracılı dere- nedeni, benzer klinik ve patolojik bulgular ortaya ko­
gülasyonundan kaynaklanır. Tgfb3 geni nakavt edilmiş yabilmeleridir. Gebeliğin erken dönemlerinde bulaşan
farelerde tekdüze olarak yarık damak gelişmesi; tera- TORCH enfeksiyonları, büyüme kısıtlılığı, mental re-
toje nik ajanlar ile konjenital anomaliye yol açan sinya­ tardasyon, katarakt ve konjenital kalp anomalileri gi­
lizasyon yolakları arasındaki fonksiyonel ilişkinin öne­ bi çocukta kronik sekeller bırakabilir. Buna karşılık,
mini ortaya koym aktadır. gebeliğin daha geç dönemlerinde bulaşan enfeksiyon­
lar primer olarak, inflamasyonun eşlik ettiği doku ha­
sarına (ensefalit, koryoretinit, hepatosplenomegali,
pnömoni ve miyokardit) yol açar.
0 Ö ZET
Konjenital Anomaliler PREMATÜRİTE VE FETAL BÜYÜME
• Konjenital anomaliler, intrinsik anormallikler (malformas- KISITLILIĞI
yonlar) ya ekstrensik bozukluklara (deformasyon ve dis-
Prematürite neonatal mortalitenin, konjenital anomalilerden
rüpsiyon) bağlı olarak gelişir.
sonra gelen, en sık ikinci nedenidir ve gebelik yaşının 37 haf­
• Konjenital anomaliler, genetik (kromozomal anomaliler,
tadan küçük olması şeklinde tanımlanır. Tahmin edileceği
gen mutasyonları), çevresel (enfeksiyonlar, ilaçlar, alkol)
gibi, normal gebelik süresini tamamlamadan doğan be­
ve multifaktöriyel nedenlerle ortaya çıkar.
beklerin ağırlığı da, normalden daha azdır (2500 gramın
• İntrauterin olumsuz etkilenmenin zamanlaması, konjeni­
altında). Prematüritenin başlıca risk faktörleri; erken
tal anomalilerin yaygınlığı üzerinde önemli bir etkiye sa­
membran rüptürü, plasental membranlarda inflamasyo-
hiptir. Daha erken gelişen olayların, etkisi daha büyüktür.
na (koryoamniyonit) neden olan intrauterin enfeksiyon­
• Anomalilerin genetik ve çevresel nedenleri arasındaki et­ lar, uterus, serviks ve plasentanın yapısal anomalileri ile
kileşimi gösteren bir durum, teratojenlerin, benzer ano­
çoğul gebeliktir (ikiz gebelik gibi). Gebelik süresini ta­
malilerin nedeni olduğu bildirilen mutasyonların yer aldı­
mamlamadan doğan bebeklerin, zamanında doğan be­
ğı yolakları hedef alması gerçeğidir.
beklere göre, daha yüksek mortalite ve morbiditeye sahip
oldukları gösterilmiştir. Preterm bebeklerde, organ sis­
temlerinin immatür olması, onları özellikle pek çok
PERINATAL ENFEKSİYONLAR önemli komplikasyona karşı duyarlı kılmaktadır.
• Respiratuar distres sendromu (RDS), aynı zamanda
Fetüs ve yenidoğanda enfeksiyonlar transservikal (asan­ hyalen membran hastalığı olarak bilinir.
dan enfeksiyonlar) veya transplasental (hematojen en­ • Nekrotizan enterokolit (NEK)
feksiyonlar) yoldan alınabilir.
• Sepsis
• Transservikal ya da asandan enfeksiyonlar, servikovaji-
• Intraventriküler ve germinal matriks kanaması (Bö­
nal kanaldan yayılım gösteren enfeksiyonları kapsar
lüm 2 2 )
ve intrauterin dönemde ya da doğum sırasında ortaya
• Gelişme geriliğini de içeren uzun dönem sekeller
çıkabilir. Birçok bakteriyel enfeksiyon (a-hemolitik
streptokok enfeksiyonu gibi) ve birkaç viral enfeksiyon Preterm infantlarda doğum ağırlığı düşük olmakla birlik­
(herpes simpleks gibi) bu yolla geçer. Genellikle fetüs, te, bu durum gebelik yaşı göz önüne alındığında genel­
enfekte amniyotik sıvıyı akciğerlerine "inhale" ederek likle normaldir. Bunun aksine, term bebeklerin yaklaşık
ya da doğum sırasında enfekte doğum kanalından ge­ üçte birinde doğum ağırlığı 2500 gramdan düşüktür, bu
çerken enfeksiyona yakalanır. Fetal enfeksiyon genel­ nedenle bebekler immatür olmaktan ziyade, büyümeleri
likle, plasental membranlarm inflamasyonu (koryoam- geri bebeklerdir. Gebelik yaşma göre küçük (small-for-
niyonit) ve göbek kordonunun inflamasyonu (funisitis) gestational-age) (SGA) olan bu bebeklerde fetal büyüme
ile beraber görülür. Bu tip yayılım pnömoni ve ağır va­ kısıtlılığı vardır. Fetal büyüme kısıtlılığı, olguların çoğun­
kalarda, sepsis ve menenjit için tipiktir. da spesifik neden bilinmemesine karşın; fetal, maternal
• Transplasental enfeksiyonlar, plasentadan fetal kan do­ ya da plasental anormalliklerden kaynaklanabilir.
laşımına, koryonik villuslar yoluyla geçer. Bu gebeli­ • Fetal faktörler: Bu kategori anneden yeterli beslenme
ğin herhangi bir döneminde ya da nadiren, hepatit B olmasına karşın, fetüsün kendisine ait (intrinsik) ne­
ve HIV virüslerinde olduğu gibi, doğum sırasında ma- denlerle, büyüme potansiyelini azalttığı durumları
ternal-fetal transfüzyona bağlı ortaya çıkabilir. Birçok içerir. Bu fetal durumlar içerisinde belirgin olanlar
parazitik (toksoplazma, malarya gibi) ve viral enfeksi­ kromozomal hastalıklar, konjenital anomaliler ve konjeni­
yonlar, birkaç bakteriyel enfeksiyon (Listeria, Trepone­ tal enfeksiyonlardır. Fetal büyüme kısıtlılığı nedeniyle
ma gibi) hematojen yayılımın bu şeklini gösterir. Bu araştırılan fetüslerin %17 kadarında ve ultrasonogra-
enfeksiyonların ldinik bulguları oldukça değişkendir, fik olarak malformasyon saptanan olguların ise, % 6 6
büyük ölçüde gebeliğin hangi döneminde alındığına kadarında kromozom anomalileri saptanabilir. Fetal
ve mikroorganizmanın cinsine bağlıdır. Transplasen­ enfeksiyon, TORCH grubu enfeksiyonlar (geriye bakı­
tal enfeksiyonların en önemlilerinin hangileri olduğu, nız) en sık neden olmak üzere, büyüme kısıtlılığı olan
kısaca "TORCH" kısaltmasıyla akılda kalabilir. tüm yenidoğanlarda mutlaka düşünülmelidir. Fetüsün
TORCH kompleksi içerisinde Toksoplazma (T), rubella kendisine ait nedenlerden kaynaklanan büyüme geri­
250 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

liği simetriktir (yani bütün organ sistemlerini aynı öl­ kar. E rk e k cin siyet, m atern al d iyab et, sezaryen do­
çüde etkiler). ğum ile arasında, kuvvetli olduğu kadar değişmez ilişkiler
• Plasental faktörler: Plasental nedenler, uteroplasental vardır.
akımı bozan herhangi bir faktörü kapsar. Plasenta RDS’deki başlıca bozukluk, immatür akciğerin yeterli
previa (plasentanın aşağıda yerleşimi), ablasyo plasen­ sürfaktan sentezi yapamamasıdır. Sürfaktan, yüzey-aktif
ta (plasentanın retroplasental hematom oluşturarak fosfolipidlerden oluşan bir komplekstir. Temelde dipalmito-
desiduadan ayrılması) ya da plasental infarkt sonucu iIfosfati d iIko Iin (lesitin) ve en az iki sü rfak tan ilişkili pro­
gelişebilir. Plasental (ve maternal) nedenlerden kay­ tein grubundan oluşur. Sürfaktan ilişkili proteinlerin nor­
naklanan büyüme kısıtlılığında, büyüme geriliği asi­ mal akciğer fonksiyonundaki önemi, ilgili genlerdeki mutas-
metriktir (yani beyin, karaciğer gibi iç organlara göre yon sonucu ortaya çıkan konjenital sürfaktan eksikliği gös­
teren yenidoğanlarda ağır solumun yetmezliği ortaya çık­
korunmuştur).
ması ile anlaşılabilir. Sürfaktan, tip II pnömositler tarafından
• Maternal faktörler: Bu kategori, SGA'lı bebeklerdeki sentezlenir ve sağlıklı yenidoğanın ilk nefesiyle birlikte, he­
büyüme geriliğinin bugüne kadar saptanan en sık ne­ men alveol duvarını çevreler. Böylece yüzey gerilimi düşer,
denini oluşturur. Önemli örnekleri arasında, preek- alveolü açık tutabilmek için gerekli olan basınç azalır. Sür­
lampsi ("gebelik toksemisi") (Bölüm 18) ve kronik hi­ faktan eksikliği olan akciğerde ise, alveollerde kollabe olma­
pertansiyon gibi vasküler hastalıklar sayılabilir. Fetal ya eğilim vardır ve alveolü açabilmek için, her nefeste röla-
büyüme kısıtlılığına neden olan maternal faktörlerin tif olarak daha fazla inspiratuar çaba gerekir. Bebek bu du­
uzun bir listesi vardır. Ancak bunlar arasında bazıları rum karşısında nefes alıp vermekten kısa sürede yorulur ve
kaçmılabilir etkiler olup, maternal narkotik kullanımı, yaygın atelektazi ortaya çıkar. Bunun sonucu olarak ortaya
alkol alımı ve yoğun sigara içimini kapsar. Daha önce çıkan hipoksi; epitel ve endotel hasarı gelişimine, en sonun­
dikkat çekildiği gibi, bunların çoğu aynı zamanda kon- da hyalen membran oluşumuna yol açacak bir dizi olayı ha­
jenital anomalilerin patogenezinde yer almaktadır. Fe­ rekete geçirir. (Resim 6-24). Daha sonra da anlatılacağı gi­
tal büyüme kısıtlılığına benzer şekilde neden olan ilaç­ bi, sürfaktan eksikliğinin bu klasik tablosu, sürfaktan teda­
lar arasında, sık kullanılan bir antikonvülzan olan feni- visi uygulaması ile büyük ölçüde değişmiştir.
S ürfaktan sen tezi ho rm o nlar tarafından düzen­
toin (Dilantin) gibi teratojenler yanısıra, teratojen ol­
lenir. Kortikosteroidler sürfaktan lipidlerinin ve ilişkili ol-
mayan ajanlar da yer alır. Maternal malnütrisyon (özel­
likle uzun süreli hipoglisemi) de fetal büyümeyi etkiler.
Ancak bebeklerdeki büyüme kısıtlılığı ile annenin bes­ PREMATÜRİTE
lenme durumu arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır.
Büyüme kısıtlılığı olan bebekler sadece perinatal dönem­ I
Azalmış sürfaktan sentezi, depolanması ve salımmı
de dezavantajlı olmazlar, aynı zamanda kayıplar, çocuk­
luk dönemi ve erişkin hayatlarında da devam eder. Etkile­
nen kişilerde, bu nedenle, beyin fonksiyonlarında bozuk­
luk, öğrenme güçlüğü ve duysal (görme ve duyma gibi)
gerilik şeklinde sorunlar gelişmesi yüksek olasılıktadır.

YENİDOĞAN1N RESPİRATUAR
DİSTRES SENDROMU
Yenidoğanda respiratuar distresinin pek çok nedeni var­
dır. Bunlar arasında anneye aşırı sedasyon uygulanması,
doğum sırasında fetüsün kafa travması, kan ya da amni-
yotik sıvı aspirasyonu ve göbek kordonunun boyuna do­
lanması sonucu oluşan kompresyona sekonder intraute-
rin hipoksi sayılır. Ancak en sık neden, hyalen membran
hastalığı olarak da bilinen respiratuar distres sendromu (RDS)
olup, bu durumdan ölen bebeklerde gözlenen, periferik
hava boşluklarında "membran" oluşumu nedeniyle bu
isim ile bilinmektedir. Birleşik Devletlerde yılda yaklaşık
olarak 24,000 bebekte RDS görüldüğü tahmin edilmekte­
dir. Bu hastalığın tedavisinde sağlanan ilerleme, bir dekad
önce yılda 5000 olan respiratuar yetmezliğe bağlı ölüm
oranım, dramatik olarak 900'ün altına düşürmüştür.

PA TO G EN EZ
Alveollere plazma — ^ Fibrin + nekrotik
RDS tem eld e p rem a tü r b ebeklerin b ir hastalığıdır. sızması hücreler (hyalen
Gebeliğin 28. haftasından önce doğanların %60’ında görü­ membran)
lürken, 28 ile 34. haftalar arasında doğanların %30’ unda ve
Resim 6 -2 4 Respiratuar distres sendromunun patofizyolojisi (met­
34. haftadan sonra doğanların ise %5’ten azında ortaya çı­
ne bakınız).
Yenidoğanın Respiratuar Distres Sendromu 251

duğu proteinlerin oluşumunu uyarır. Dolayısıyla intrauterin doğumun geciktirilmesi ya da riskli fetüslerde akciğer
stres ve fetal büyüme kısıtlılığı yaparak kortikosteroid salı- matürasyonunun uyarılması hedeflenir. Burada kritik
nımını arttıran durumlarda, RDS gelişme riski azalır. Diya- olan, fetal akciğerin matürasyonunun doğru olarak de­
betik anne bebeklerindeki yüksek insülin düzeyi, steroidle- ğerlendirilmesidir. Pulmoner sekresyonlar amniyon sıvı­
rin etkisinin aksine, sürfaktan sentezini baskılayabilir. Bu sına atıldığından, amniyon sıvısındaki fosfolipidlerin
durum kısmen de olsa, diyabetik annelerden doğan bebek­ analizi alveoler yüzeydeki sürfaktan seviyesi hakkında
lerdeki yüksek RDS riskini açıklayabilir. Doğum eyleminin iyi bir tahmin bilgisi vermektedir. Ağır prematür bebek­
sürfaktan sentezini arttırdığı bilinmektedir. Bu yüzden do­ lere (gebelik yaşı 28 haftanın altında doğanlar), doğum­
ğum eylemi başlamadan yapılan sezaryan ameliyatı ile art­ da profilaktik olarak ekzojen sürfaktan verilmesinin çok
mış RDS riski arasında birliktelik vardır. faydalı olduğu gösterilmiş olup, artık bebekler, nadir ola­
rak akut RDS'-den ölmektedir.
Komplike olmayan olgularda 3-4 gün içinde iyileşme
başlar. Etkilenen bebeklerde oksijen tedavisi gereklidir.
MORFOLOJİ
Ancak ventilatörle yüksek konsantrasyonda oksijen ve­
RDS’li olan bebeklerin, akciğerleri normal boyutlardadır, rilmesinin, gözlerde retrolentalfibroplazi (diğer adıyla pre-
ancak ağırdır ve göreceli olarak az havalanmaktadır. Alaca­ matürite retinopatisi) ve bronkopülmoner displazi (BPD) gi­
lı mor renkli olup, mikroskopik incelemede doku solid gö­ bi iki iyi bilinen komplikasyonu vardır.
rünümdedir ve iyi gelişmemiş, genel olarak kollabe olmuş • Prematürite retinopatisinin patogenezinde iki faz var­
(atelektatik) alveoller görülür. Eğer bebek hayatın ilk bir­ dır. RDS tedavisinin hiperoksik fazında (faz I) pro-an-
kaç saati içerisinde ölürse, terminal bronşiyollerde ve alve-
jiogenik vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF)
oler duktusiarda sadece nekrotik hücresel debris izlene­
ekspresyonu belirgin olarak azalmıştır ve endotelyal
cektir. Olayın daha ileri döneminde ise, karakteristik eozi-
nofilik hyalen m em b ran lar respiratuar bronşiyolleri, al-
hücre apoptozisi görülür. Göreceli olarak hipoksik
veoler duktusları ve gelişigüzel alveolleri döşer (Resim 6- olan oda havasıyla ventilasyona geçilince (faz II),
25). Bu “ membranlar” , damar dışına çıkmış plazma prote­ VEGF düzeyi tekrar artar ve retinadaki lezyonlarm
inleri ile karışmış nekrotik epitel hücrelerinden oluşur. Bu karakteristik bulgusu olan retinal damarlarda prolife-
membranlarla ilişkili nötrofilik inflamatuar reaksiyon dikkat rasyonu (neovaskülarizasyon) başlatır.
çekici derecede azdır. Hyalen membran hastalığının lezyon- • Bronkopülmoner displazideki başlıca bulgu, alveoler
ları, ölü doğanlarda ya da doğumdan sonra hemen ilk saat­ septasyonda belirgin azalma (büyük, basitleşmiş alve­
lerinde ölen bebeklerde asla görülmez. Eğer bebek birkaç oler yapıları şeklinde kendini gösterir) ve dismorfik ko­
gün sonra kaybedilecek olursa, tip II pnömositlerde prolife- piller yapılanmadır. Bu nedenle güncel yaklaşımda,
rasyon ve interstisyel fibrozis gibi reparatif (onarım) deği­ BPD'ye akciğerin sakküler evresindeki alveolar sep-
şikliklerin kanıtları görülür. tasyon gelişiminde ortaya çıkan, olasılıkla geri dönü­
şümlü bir bozulmanın neden olduğu düşünülmekte­
dir. Hiperoksemi, hiperventilasyon, prematürite, inf­
Klinik Özellikler lamatuar sitokinler ve vasküler gelişim bozukluğu gi­
Eksojen sürfaktan tedavisi verilmeye başlanmadan önce­ bi faktörler, BPD gelişimine katkı sağlamakta ve olası­
ki döneme ait klasik klinik bulgulardan, daha önce bah­ lıkla hasarı artıracak yapıcı ve sinerjik rolü üstlenmek­
sedilmişti. Günümüzde ise RDS için güncel klinik gidiş tedirler. BPD'nin zaman içinde gelişeceği bebeklerin
ve prognoz, bebeğin matüritesine ve doğum ağırlığına ve alveollerinde, çeşitli proinflamatuar sitokinlerin (TNF
de klinikte tedaviye başlanma hızına bağlı olarak deği­ ve interlökinler IL-1 j3, IL- 6 ve IL-8 ) düzeylerinin art­
şiklik göstermektedir. RDS'nin kontrolündeki başlıca mış olması, bu sitokinlerin pulmoner gelişimin durak-
strateji hastalığın önlenmesine yöneliktir ve bunun için latılmasmda rolünün olduğunu işaret etmektedir.
ya fetal akciğerin matürasyonunu tamamlayana kadar
Daha uygun ventilasyon teknikleri, antenatal glukokorti-
koid tedavisi ve profilaktik sürfaktan verilmesi sonucun­
da, bu iki komplikasyonun görülme sıklığında belirgin
azalmamn olması sevindiricidir.
RDS'den iyileşen bebekler, preterm doğumla ilişkili
diğer bazı komplikasyonlar açısından da risk altındadır.
Bunlar arasında en önemlileri olarak; patent duktus arte-
riozus, intraventriküler kanama ve nekrotizan enterokolit
(NEK) sayılabilir. Teknolojideki ilerlemeler RDS'li birçok
hastanın yaşamını kurtarmaya yardımcı olurken, bu im-
matür yenidoğanlarm ne kadar hassas ve kırılgan olduk­
larını da ortaya çıkarmaktadır.

O ÖZET
Neonatal Respiratuar Distres Sendromu
Resim 6 -2 5 Hyalen membran hastalığı (hematoksilen-eozin • Neonatal RDS (hyalen membran hastalığı) bir prematüre
boyası). Alveollerde hem atelektazi ve hem de dilatasyon alanları hastalığıdır, olguların çoğu gebelik haftası olarak 28 haf­
mevcuttur. Dilate alveolleri döşeyen kalın, eozinofîlik hyalen mem­ tanın altında doğan bebeklerdir.
branlar dikkati çekmektedir.
252 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

• RDS’deki temel anormallik, akciğerdeki sürfaktan yeter­


gangrenöz olabilir, bu nedenle intestinal perforasyon ve
sizliğidir. Sonuçta doğumdan sonra akciğerlerin havalan­ peritonit görülebilir. Mikroskopik incelemede NEK ile
masında yetersizliğe neden olur. birlikte görülen tüm bulgular arasında, mukozal ya da
transmural koagülasyon nekrozu, ülserasyon, bakteriyel
• RDS’deki karakteristik m orfolojik patern, havayollarını
döşeyen hyalen membranların (nekrotik epitel hücreleri kolonizasyon ve submukozada hava kabarcıkları sayılır.
ve plazma proteinlerinden oluşur) varlığıdır. Akut dönemin ortadan kalkmasından kısa bir süre son­
• RDS’ye karşı başarı profilaktik steroid verilmesi, sürfak­
ra, granülasyon dokusu ve fibrozis gibi iyileşme dönemi­
tan tedavisi ve gelişmiş ventilasyon teknikleriyle sağlana­
ne ait doku değişiklikleri saptanabilir.
bilmektedir. Klinik gidiş genellikle oldukça tipiktir. Kanlı gaita, ab­
dominal distansiyon ve dolaşım yetmezliğinin gelişimi ile
• RDS tedavisinin uzun dönemdeki sekelleri, prematürite
başlangıç gösterir. Karın grafilerinde sıklıkla barsak du­
retinopatisi ve BPD’dir. Ancak her iki komplikasyonun
insidansı, RDS tedavisindeki gelişmelerle azalmıştır. varında gaz (pnömatozis intestinalis) görülür. NEK'te er­
ken tanı konduğu zaman, sıklıkla konservatif olarak te­
davi edilebilir. Ancak çoğu olguda (%20 ile %60 arası)
nekrotik barsak segmentinin rezeksiyonunu içeren cerra­
NEKROTİZAN ENTEROKOLİT hi girişim gerekir. NEK'li hastalarda perinatal mortalite
oldukça yüksektir. Sağ kalan bebeklerde, iyileşme aşama­
Nekrotizan enterokolit (NEK) en sık olarak prematüre sındaki fibrozise bağlı NEK sonrası striktürler ortaya çıkar.
bebeklerde görülür. İnsidansı gebelik haftasıyla ters
orantılıdır. Her 10 çok düşük doğum ağırlıklı bebeğin ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMU
(1500 gramın altında) yaklaşık l'inde görülmektedir. Pre-
matüriteye ek olarak, olguların çoğunda enteral beslenme Ani bebek ölümü sendromu (SIDS, "sudden infant death
ile birliktelik vardır. Bu nedenle bazı postnatal faktörle­ syndrome") nedeni bilinmeyen bir hastalıktır. ABD'de
rin (bakterilerin ortaya çıkması gibi), doku hasarı yapan bulunan Ulusal Çocuk Hastalıkları ve İnsan Gelişimi
bir takım olaylar zincirini harekete geçirdiği düşünül­ Enstitüsü'ne göre SİDS, "1 yaşından küçük bir bebeğin;
mektedir. Enfeksiyon ajanları, olasılıkla NEK patogene- tam otopsi incelemesi, ölüm yerinin araştırması ve klinik öy­
zinde rol oynamakla birlikte, tek bir bakteriyel patojeni künün gözden geçirilmesi şeklinde yapılan olgu değerlen­
hastalıktan sorumlu tutmak mümkün değildir. Çok sayı­ dirmesi sonucunda nedeni açıklanamayan ani ölümü­
da inflamatuar mediyatör, NEK ile ilişkili görülmektedir. dür". Bu tanımda vurgulanmayan bir özellik de, bu be­
Bunlar içerisinde dikkat çekici olanı, trombosit aktive beklerin genellikle uykuda ölmesidir. Bu nedenle beşik
edici faktör (PAF) olup, enterosit apoptozisini teşvik ede­ ölümü ve bebek karyolası ölümü terimleri de kullanılmak­
rek ve "ateşe benzin döker" tarzda hücreler arası sıkı bi­ tadır. SİDS, Birleşik Devletlerde 1 ay ile 1 yaş arasındaki
leşkeleri tehlikeye atarak mukozal geçirgenliği etkiler. bebeklerde önde gelen ölüm nedenlerinden biridir. Bu
NEK'te ince ya da kaim barsağm herhangi bir kısmı­ yaş grubundaki tüm ölüm nedenleri arasında, sıklık ba­
nın tutulumu mümkün olabilmekle birlikte, tipik olarak kımından, konjenital anomaliler ile prematürite ve dü­
terminal ileum, çekum ve çıkan kolon tutulur. Tutulan şük doğum ağırlığına bağlı hastalıklardan sonra üçüncü
barsak segmenti tipik olarak genişlemiş, parçalanabilir sırada yer alır. Olguların %90'mda yaş, 6 aydan küçük­
ve konjesyonedir (Resim 6-26) ya da belirgin derecede tür, çoğunluğu 2 ile 4 ay arasındadır.

Resim 6 -2 6 Nekrotizan enterokolit. A , Ağır bir vakanın postmortem incelemesinde, ince bağırsağın tümü ileri derecede dilate ve duvarı
korkulacak derecede incelmiş idi (genellikle bu görünüm, perforasyon olacağının bir işaretidir). B, İleumun konjesyonlu kısmının
mikroskopik karşılığı, hemorajik infarkt ve transmural nekroz alanlarıdır. Pekçok alanda submukozal hava kabarcıkları (pnömatozis intesti­
nalis) mevcuttur (oklar).
Ani Bebek Ölümü Sendromu 253

Tablo 6 - 8 Ani Bebek Ölümü Sendromları (SİDS) ile İlişkili


PATOGENEZ Faktörler

SİDS ile ilgili koşullar hakkında çok sayıda detaylı araştırma­ Parental (Ebeveyn kökenli)
lar yapılmıştır. Genel kanı bunun m u ltifaktö riyel b ir du­ Genç anne yaşı (20 yaşından daha genç)
rum olduğu yönündedir ve her olgu için değişik faktörlerin Hamilelik sırasında sigara içimi
katkıda bulunması söz konusudur. SİDS için “ tripl model” Ebeveynlerden birinde ilaç bağımlılığı, özellikle babada marihuana
önerilmiştir. Bu model üç değişkenin birbiriyle kesişen etki­ ve annede opiad/kokain kullanımı
Kısa aralıklarla doğum yapma
lerine dayanmaktadır: 1) hassas b ir bebek, 2) homeos-
Prenatal bakım için geç kalınması ya da hiç yapılmaması
ta t ik ko n tro l açısından k r it ik b ir gelişim dönem i ve Düşük sosyoekonomik grup
3) bir y a da birden fa zla dış k a y n a klı stre s. Bu mode­ Afriko-Amerikalılar ve Amerikan yerlisi kökenli olmak
le göre, kritik gelişimsel dönemde (1 ay-1 yaş arasında) or­ (? sosyoekonomik faktörler)
taya çıkan pekçok faktör, bir bebeği ani ölüme duyarlı kıla­
Bebek
bilir. Bu faktörler, ebeveynlere ya da bebeğe özgü olurken,
dış stres verici faktörler ise çevreye aittir (Tablo 6-8). Du­ Beyin sapı anormallikleri (uyarılma ve kardiyorespiratuar
kontroldeki bozukluklarla ilişkili)
yarlı bir bebek için pekçok özellik ileri sürülmüş olmakla
Prematürite ve/veya düşük doğum ağırlığı
birlikte, bunlar arasın d a en kabul göreni, SİDS’te Erkek cinsiyet
uyanm a refleksi ve ka rd iyo re sp iratu a r ko n tro l geli­ Çoğul gebeliklerden olan bebekler
şim i ile ilgili b ir g e rilik olduğudur. Beyin sapı, özellikle Kardeşinde önceden var olan SİDS öyküsü
de ventral medüller yüzeydeki a rk u a t n ü kleu s, vücudun Geçirilmiş respiratuar enfeksiyon öyküsü
uyku sırasında hiperkarbi, hipoksi ve termal strese karşı Otonomik sinir sistemi genlerinde “germline” polimorfizmi
uyanma refleksinde kritik bir rol oynar. Bu alanlar aynı za­ Çevresel
manda solunum, kalp hızı ve vücut ısısını düzenler. Belli be­
Yüzüstü yatarak uyma
beklerde bu bölgenin gelişiminde, henüz tam olarak anlaşı­ Yumuşak bir yüzey üzerinde uyuma
lamayan nedenlerle bir bozukluk ya da matürasyonunda Hipertermi
gecikme olabilir. Böylece tehlikeli uyaranlara karşı uyanma Yaşamın ilk üç ayında ebeveyn ile birlikte uyuma
yanıtı da bozuktur. SİDS bebeklerinde, se ro to n e rjik sin­
Ani Beklenmeyen Bebek Ölüm Olgularında Saptanan
yalizasyon ve o tonom ik inervasyon ile ilgili genlerdeki Postmortem Anormallikler*
belli polimorfîk değişikliklerin, genel popülasyona göre
Enfeksiyonlar
yüksek oranda bulundukları gösterilmiştir. Bu bulgu da, ge­ Viral miyokardit
netik faktörlerin bebeklerde, uyanma refleksi eksikliğine Bronkopnömoni
yatkınlık sağlayıcı bir rol oynayabileceğini ortaya koymakta­ Şüphelenilmeyen konjenital anomali
dır. SİDS için olası çevresel nedenler arasında, muhtemelen Konjenital aort stenozu
en önemli kontrol edilebilir risk faktörleri, yüzüstü uyuma, Sol koroner arterin pulmoner arterden çıkış yerinin anomalili
yumuşak yüzeyde uyuma ve termal strestir. Yüzüstü yat­ oluşu
Travmatik çocuk istismarı
ma, uyku sırasındaki bir ya da birden fazla tehlikeli uyarana
Kasıtlı boğma (fîlisid)
(hipoksi, hiperkarbi, termal stres) karşı bebeğin duyarlılığı­
Genetik ve metabolik defektler
nı arttırır. Ayrıca yüzüstü yatma, sırtüstü yatma ile kıyaslan­ Uzun QT sendromu (SCNSA ve KCNQ1 mutasyonları)
dığında, azalmış uyanma refleksi ile ilişkilidir. Avrupa, Yağ asidi oksidasyon bozuklukları (MCAD, LCHAD, SCHAD
Avustralya, Yeni Zelanda ve Birleşik Devletlerde yapılan ça­ mutasyonları)
lışmalar, yüzüstü uyuyan bebeklerde SİDS riskinin belirgin Histiyositoid kardiyomyopati (MTCYB mutasyonu)
olarak arttığını gösterdiğinden, Amerikan Pediatri Akade­ Anormal inflamatuar cevapsızlık (C4a ve C4b’de parsiyel
misi, bebeklerin uyumaya bırakılırken, sırtü stü y a tırıl­ delesyonlar)
m asını önermektedir. Bu “ Uykuya Dönüş” kampanyası, *S İD S , a n i b e k le n m e y e n b e b e k ö lü m le r in in t e k n e d e n i d e ğ ild ir. A s lın d a bu
ta n ı b ir dışlama tanısıdır. Bu n e d e n le o t o p s i y a p ılm a s ı, a n i b e k le n m e y e n
uygulanmaya başlanıldığı 1994 yılından bu yana, SİDS ile
ö lü m n e d e n in i a ç ık la y a c a k b u lg u la r o r t a y a k o y a b ilir. A ç ık ç a s ı b u o lg u la r
ilişkili ölümlerin zaman içerisinde azalmasına yol açmıştır. SİD S o la r a k ifa d e e d ilm e m e lid ir.
C 4 , k o m p le m a n k o m p o n e n ti 4 ; K C N Q 1 , v o lta j-g e ç itli p o ta s y u m kana lı;
L C H A , u z u n z in c ir 3 - h id ro k s ia ç il k o e n z im A d e h id r o g e n a z ; M C A D , o r t a
z in c ir a ç il k o e n z im A d e h id r o g e n a z ; M T C Y B , m it o k o n d r iy a l s it o k r o m b;

MORFOLOJİ S C H A D , kısa z in c ir 3 - h id ro k s ia ç il k o e n z im A d e h id r o g e n a z ; S C N 5 A , v o lta j-


g e ç itli s o d y u m ka n a lı.

SİDS olguları ile ilgili anatomik incelemeler, birbirleri ile


uyumlu olmayan histolojik bulgular ortaya koymuştur.
M ultipl p eteşiler, tipik SİDS otopsilerinde en sık (yakla­ SİDS'in, bebeklik dönemindeki ani beklenmeyen ölü­
şık olguların %80’inde) saptanan bulgudur. Bunlar genellik­ mün tek nedeni olmadığı unutulmamalıdır. Aslında SİDS,
le timus, viseral ve parietal plevra ve epikardda bulunur. ölüm yerinin detaylı araştırılması ve tam postmortem in­
Makroskopik incelemede akciğerler genellikle konjesyone- celeme gerektiren bir dışlama tanısıdır. Postmortem ince­
dir. Mikroskopik incelemede olguların çoğunda, pulm o- leme, SİDS'ten kaybedildiği öngörülen bebeklerin %20 ya
n er ödem eşlik etsin ya da etmesin, vask ü ler dolgunluk da daha fazlasında, ani ölümün önceden kuşkulanılma­
gösterilmektedir. Gelişmiş morfometrik çalışmalarla pek­ yan nedenlerini ortaya koyabilir (Tablo 6 -8 ). Enfeksiyonlar
çok olguda, beyin sapındaki a rk u a t n ü kleu sta hipopla- (örneğin viral miyokardit ya da bronkopnömoni) ani "bek­
z i ya da nöronların sayısında hafif düzeyde azalma gibi kan- lenmedik" ölümlerin en sık nedenidir. Bunu önceden şüp­
titatif beyin sapı anormallikleri ortaya konmuştur. Ancak helenilmeyen konjenital anomaliler izlemektedir. Molekü-
bu bulgular uniform değildir ve çoğu “ rutin” otopsi prose­ ler tanı yöntemlerindeki ilerlemelerle birlikte, ani "beklen­
düründe bu yöntemlerin kullanılması uygulanabilir görün­ medik" ölümlerin de bazı genetik temelleri olduğu ortaya
memektedir.
konmuştur. Örneğin mitokondriyal yağ asidi oksidasyon
254 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

enzimlerindeki eksikliklerle karakterize yağ asidi oksidas- Tablo 6-9 Fetal Hidropsun Ana Nedenleri**
yon bozuldukları, ani bebek ölümlerinin %5 kadarından
Kardiyovasküler
sorumlu olabilir. Bunlar arasında en sık olanı orta-zincir
Malformasyonlar
açil-koenzim A dehidrogenaz eksikliğidir. Önceleri SİDS
Taşiaritmi
olarak tanımlanan ani bebek ölüm olgularında yapılan
Yüksek debili kalp yetmezliği
retrospektif çalışmalarda, QT aralığında uzama ile karak­
terize kardiyak aritmilere yol açan, sodyum ve potasyum Kromozomal
kanallarında mutasyonlar saptanmıştır. Bu olgular SİDS Turner sendromu
ölümlerin yaklaşık %1'lik kısmını oluşturur. Bir kardeşte Trizomi 21, trizomi 18
SİDS öyküsünün olması, tekrarlama riskini 5 kat arttır­ Torasik
maktadır. Travmatik çocuk istismarı da, bu durumlarda
Kistik adenomatoid malformasyon
mutlaka dikkatlice ekarte edilmesi gereken bir durumdur.
Diyafragmatik herni
Fetal anemi
Ö ZET Homozigot a-talasemi
Parvovirüs B19
Ani Bebek Ölümü Sendromu (SİDS, “Sudden Infant immün hidrops (Rh ve ABO)
Death Syndrome”)
İkiz Gebelik
• SİDS nedeni bilinmeyen bir hastalıktır. Tanım olarak, 1 ya­
ikizden ikize transfüzyon
şından küçük bir bebeğin, otopsi dahil, eksiksiz inceleme­
lere rağmen nedeni açıklanamayan ani ölümüdür. SİDS Enfeksiyon (parvovirus dışındakiler)
ölümlerinin çoğunda yaş 2 ile 4 ay arasında ortaya çıkar. Sitomegalovirüs
• SİDS’in en olası temeli, uyanma refleksi ve kardiyorespira- Sitiliz
tuar kontrolde gelişimsel gecikmedir. Toksoplazmozis
• Birçok risk faktörü ortaya konmuştur. Bunlar arasında en Genitoüriner sistem enfeksiyonları
iyi bilinen yüzüstü uyuma pozisyonudur. Bu nedenle “ Uy­
kuya Dönüş” programının başarısı ile, SİDS sıklığında be­ Tümörler
' f:.................
lirgin azalma sağlanmıştır. Genetik/Metabolik Hastalıklar
* F e ta l h id r o p s o lg u la rın % 2 0 k a d a rın d a " id io p a tik " o la b ilir.
M a c h in G A : H y d r o p s , c y s tic h y g r o m a , h y d r o t h o r a x , p e r ic a rd ia l e ffu s io n s ,
a n d f e ta l a s c ite s . In: G ilb e r t - B a r n e s E ( e d ) : P o tt e r 's p a t h o lo g y o f fe tu s a n d

FETAL HİDROPS in fa n t. S t. L o u is , M o s b y , 1 9 9 7 'd e n m o d if iy e e d ilm iş tir .

Fetal hidrops intrauterin büyüme sırasında, fetüste ödem


sıvısının birikimidir. Fetal hidropsun nedenleri çok çeşit­
lidir, bunların en önemlileri Tablo 6-9'da verilmiştir. Geç­ tal eritrositler maternal dolaşıma, sitotrofoblastların artık
mişte anne ile fetüs arasındaki Rh uyumsuzluğuna bağlı bir bariyer olarak bulunmadığı gebeliğin son üç ayında ya
gelişen hemolitik anemi (immün hidrops), hidrops fetali- da doğum sırasında (fetomaternal kanama) geçebilir. Bu­
sin en sık nedeniydi. Ancak hamilelikte bu soruna karşı nun sonunda anne, yabancı antijene karşı sensitize olur
yürütülen başarılı profilaksi sayesinde, immün kökenli ve antikorlar oluşturur. Bu antikorlar kolaylıkla plasenta­
olmayan hidrops nedenleri daha ön plana çıkmıştır. Int- dan fetüse geçebilir ve eritrositlerde hemolize neden olur.
rauterin sıvı birikiminin çok farklı derecelerde ve şekil­ İmmün hemolizin başlaması ile fetüste gelişen progresif
lerde karşımıza çıkması dikkat çekicidir. Örneğin, fetü- anemi doku iskemisi, intrauterin kalp yetmezliği ve peri-
sün yaygın ödemi (hidrops fetalis) şeklinde ilerleyici ve ferde sıvı göllenmesine (ödem) yol açar. Daha sonra anla­
genellikle ölümcül bir tablo yapabileceği gibi; izole plev- tılacağı gibi, kalp yetmezliği birçok non-immün hidrops
ral ve peritoneal efüzyonlar ya da ensede sıvı birikimi olgusunda da, ödeme yol açan son olay olabilir.
(kistik higroma) gibi, sıklıkla yaşamla bağdaşan, daha lo­ Maternal dolaşıma geçen Rh pozitif fetal eritrositlere
kal ve daha hafif ödemli süreçler olarak görülebilir (Re­ karşı gelişen immün yanıtı etkileyen pekçok faktör var­
sim 6-27). Burada öncelikle immün hidropsun mekaniz­ dır:
ması, ardından da hidrops fetalisin diğer önemli neden­ • Annedeki eşzamanlı ABO uyumsuzluğu, onu Rh im-
lerine yer verilmektedir. münizasyonuna karşı korur, çünkü fetal eritrositler
izohemaglütininler (önceden oluşmuş anti-A ve anti-B
İmmün Hidrops antikorlar) ile kaplanır ve maternal dolaşımdan temiz­
lenir.
İmmün hidrops, anne ile fetüs arasındaki kan grubu • Antikor yanıtı, bağışıklığa yol açacak antijenin mikta­
uyuşmazlığının neden olduğu, antikorla indüklenmiş ye- rına bağlıdır. Böylelikle hemolitik hastalık, sadece an­
nidoğanın hemolitik hastalığı sonucu ortaya çıkar. Böyle bir neye önemli ölçüde transplasental kanama (1 mL'den
uyumsuzluk sadece, babadan gelen ve anneye yabancı fazla Rh pozitif eritrosit) olduğunda ortaya çıkar.
olan eritrositlerin antijenik belirleyicilerinin fetüse geç­ • Antikorun izotipi önemlidir, çünkü immünglobülin G
mesi ile ortaya çıkar. Rh ve ABO kan grubu antijenleri, (IgG) antikorları plasentadan geçebilir, ancak IgM an­
klinik olarak belirgin hemolize en sık neden olan antijen­ tikorları geçemez. Rh antijenleriyle ille defa karşılaşıl­
lerdir. Rh sistemi içinde yer alan birçok antijen içinde, sa­ dığı zaman, IgM antikorları yapılacağından, ilk gebelik­
dece D antijeni Rh uyuşmazlığının başlıca nedenidir. Fe- te Rh hastalığı çok nadirdir, ikinci ve üçüncü gebelikler-
Fetal Hidrops 255

Resim 6 -2 7 Hidrops fetalis. A , Fetüste yaygın olarak sıvı toplanması. B, Sıvı birikimi özellikle boyundaki yumuşak dokularda belirgindir.
Bu duruma kistik higroma denilmektedir. Kistik higromalar karakteristik olarak 45,X karyotipliler gibi yapısal kromozom anomalileri ile
birlikte görülse de, bunlarla sınırlı değildir.
(Dr. Beverly Rogers, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical Center, Dallas, Texas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.).

de antijene tekrar maruz kalınması, genellikle belir­ Non-immün Hidrops


gin bir IgG antikor yanıtına neden olur.
Yenidoğanın Rh-hemolitik hastalığının patogenezinde, daha Nonimmün hidropsun başlıca nedenleri arasında; kardi-
önce oluşturulan sensitizasyonun rolü olduğunun kavranma­ yovasküler defektler, kromozom anomalileri ve fetal anemile­
sı, bu durumun terapötik kontrolünü sağlamıştır. Günümüz­ rin eşlik ettiği hastalıklar yer alır. Hem yapısal kardiyo-
de Rh pozitif bebek doğuran Rh negatif annelere, doğu­ vasküler defektler, hem de fonksiyonel bozukluklar (arit­
mun hemen sonrasında anti-D globulini verilmektedir. miler gibi) intrauterin kalp yetmezliği ve hidrops ile so­
Verilen anti-D antikorları, doğum sırasında maternal do­ nuçlanabilir. Kromozom anomalileri arasında 45,X lcar-
laşıma sızan fetal eritrositlerdeki antijenik bölgeleri ka­ yotipi (Turner sendromu) ve trizomi 21 ile 18 fetal hid­
patarak, Rh antijenlerine karşı uzun süreli sensitizasyo- rops üe ilişkilidir. Bu hastalıklarda hidropsun temel nede­
nu engeller. ni, genellikle altta yatan yapısal kalp anomalileridir. Bu­
Rh uyumsuzluğuna bağlı hemolitik hastalığının önlen­ na karşın Turner sendromunda, ensede sıvı birikimine
mesindeki dikkate değer haşarılar sonucunda, günümüz­ (kistik higromaya neden olur) yol açan, boyundaki lenfa­
de yenidoğanlarm en sık immün hemolitik hastalığı ola­ tik drenajda bir anormallik bulunabilir. Rh ya da ABO
rak, fetomaternal ABO uyuşmazlığı ön plana çıkmıştır. uyuşmazlığı dışındaki diğer nedenlerle gelişen fetal ane­
ABO uyuşmazlığı gebeliklerin yaklaşık %20-25'inde gö­ miler de hidrops fetalis ile sonuçlanabilir. Aslında dünya­
rülse bile, daha sonra doğan bebeklerin sadece az bir kıs­ nın bazı bölgelerinde (güneydoğu Asya gibi), homozigot
mında hemoliz gelişir ve genellikle Rh uyumsuzluğuna a-talasemiye bağlı ağır fetal anemi, belki de fetal hidrop­
göre daha hafif seyreder. ABO hemolitik hastalığı hemen sun en sık nedenidir. Transplasental geçen parvovirüs
her zaman, O kan grubu annelerden doğan, kan grubu A B19 enfeksiyonu da fetal hidropsun önemli bir nedeni
ya da B olan bebeklerde ortaya çıkar. O grubu annelerde­ olarak artan oranda tanınmaktadır. Burada virüs, çoğal­
ki normal anti-A ve anti-B izohemaglütininleri, genellik­ mak için eritroid öncüllerinin (normoblastlara) içine gir­
le IgM tipinde olduğundan plasentayı geçmez. Ancak iyi me özelliğini kazanır. Ortaya çıkan hücresel hasar, nor-
anlaşılmayan nedenlerden dolayı, bazı O grubu anneler, moblastlarm ölümüne ve aplastik anemiye neden olur.
geçmişte sensitize olmasalar bile, grup A ya da B antijen­ Parvoviral intranükleer inklüzyonlar, dolaşımda ve ke­
lerine karşı (ya da ikisine birden) IgG antikorlarına sa­ mik iliğinde bulunan eritroid öncüllerinde görülür (Re­
hiptirler. Dolayısıyla, bu durumda ilk doğan bebek de et­ sim 6-28). Fetal hidropsun, immün ya da nonimmün tüm
kilenebilir. Ancak transplasental olarak geçen antikorlar­ fetal anemilerde temel nedeni, sekonder miyokardiyal
la bile, bebeklerin eritrositlerindeki lizisin minimal olma­ disfonksiyon ve dolaşım yetmezliği ile birlikte olan doku
sı bir şanstır. ABO uyumsuzluğu sonucu gelişen hemoli­ iskemisidir. Ayrıca hipoalbuminemi, azalmış onkotik ba­
tik hastalığı önlemede etkili bir yöntem yoktur. sınç ve ödeme yol açan karaciğerin sentez fonksiyonun-
256 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

■* ' • #
i

j £ W a a
i
l ö l l t • « • >
» -a ‘ ® • «
r# #
4r r j r » ^ , « _

A » - 2 fi
- * # ?
3 ’ ............î V - v , m Jf
Resim 6 -2 8 Parvovirus B19 enfeksiyonu olan bir bebeğin kemik Resim 6-29 Non-immün hidrops fetalisi olan bir bebeğe ait bu his­
iliği. Oklar iri homojen intranükleer inkülüzyonları olan iki eritroid tolojik kesitlerde, matür hepatositlerin arasında dağınık halde
prekürsör hücreyi göstermektedir, inkülüzyonların çevresinde ekstramedüller hematopoez adaları (küçük mavi hücreler) görül­
artık periferal kromatinden oluşan çerçeve vardır. mektedir.

K linik Gidiş
İntrauterin sıvı birikiminin erken tanınması çok önemli­
dir. Çünkü ağır vakalar bile, bazen günümüzde mümkün
da bozulma ile birlikte sekonder karaciğer yetmezliği de olan tedavi ile kurtarılabilir. Rh uyuşmazlığına bağlı or­
ortaya çıkabilir. taya çıkan fetal hidropsun derecesi, aşağı yukarı doğru
olarak tahmin edilebilir. Çünkü hastalığın ağırlığı, gebe­
lik sırasında annedeki Rh antikor düzeyinde ortaya çı­
M ORFOLOJİ kan ani yükselme ile paralellik gösterir. Amniyosentez
ile alman amniyotik sıvı, yüksek bilirubin seviyesi göste­
intrauterin sıvı birikimi olan fetüslerdeki anatomik bulgular, rilebilir. Eğer fetal eritrositler maternal antikorlarla kap­
hastalığın ağırlık derecesi ve altta yatan etyolojik bozukluğa lanmışsa, fetal lcord kanında yapılan, insan anti-globulin
göre çeşitlilik gösterir. Daha önce de belirtildiği gibi, hid- testi (Coombs testi) (Bölüm 11) pozitif sonuç verir. Ante­
rops fetalis en ağır ve jeneralize bulguları gösterir (Resim natal kan değişimi ("exchange transfusion") etkili bir te­
6-27). Ancak izole olarak plevral, peritoneal ya da ensede davi yöntemidir. Postnatal dönemde fototerapi yararlıdır,
sıvı birikimi şeklinde daha hafif derecede ödem olabilir. Bu­ çünkü gün ışığı, bilirubini kolayca atılabilen dipirrollere
na göre bebekler ölü doğabilir, birkaç gün içinde kaybedile-
bilir ya da tamamen iyileşebilir. Dismorfik bulguların varlığı,
altta yatan yapısal kromozom anomalilerini düşündürebilir.
Postmortem inceleme herhangi bir kardiyak anomaliyi o r­
taya çıkarabilir. Fetal anemi ile birlikte olan hidropsta, ka­
rakteristik olarak hem fetüs hem de plasenta çok soluktur.
Olguların çoğunda karaciğer ve dalak kalp yetm ezliği so­
nucu büyümüştür ve konjesyonedir. Ayrıca kemik iliğindeki
eritroid öncüllerde kompansatuar hiperplazi görülür (par-
vovirüs ilişkili aplastik anemi istisna oluşturur) ve karaciğer,
dalak yanısıra, büyük olasılıkla böbrek, akciğer, lenf nodla-
rı, hatta kalp gibi diğer organlarda da e k stra m e d ü lle r he-
m atopoez mevcuttur. Artm ış hematopoetik aktivite, peri-
ferik dolaşımda görülen çok sayıdaki normoblast, hatta da­
ha immatür eritrositlerin varlığını (e ritro b la sto zis feta­
lis) açıklar (Resim 6-29).
Rh veya ABO uygunsuzluğundaki hemolizin varlığı, erit­
rositlerin yıkımı sonucunda dolaşımda artan bilirubinin, tab­
loya eklenmiş komplikasyonları ile ilişkilidir. Hiperbilirubi-
neminin belirgin olduğu durumlarda (genellikle term be­
beklerde 20 m g /d L ’nin üzerinde, prematürelerde sıklıkla
daha düşük değerlerde) SSS hasarı görülebilir. Dolaşımdaki
konjüge olmayan bilirubin, beyin hücreleri tarafından alının­
ca, hücreler üzerinde aşikar toksik etki yaratır. Bilirubin Resim 6 -3 0 Kernikterus. Örneğin immün hidrolize sekonder geli­
pigmenti birikimine, özellikle bazal gangliyonlar ve beyin sa­ şen, yenidoğan dönemindeki ağır hiperbilirubinemi, beyin paranki-
pı duyarlıdır. Bilirubin birikimi, bu bölgelerdeki parankimde minde bilirubin pigmenti birikimine (oklar) neden olur. Bu durumun
karakteristik sarı renk değişikliği (k e rn ik te ru s) (Resim 6- oluşmasının nedeni, kan-beyin bariyerinin, yenidoğan döneminde
30) oluşturur. erişkinlikte olduğu kadar iyi gelişmemesidir. Hayatta kalan bebek­
lerde, uzun dönemde nörolojik sekeller ortaya çıkar.
Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Tümörleri ve Tümör Benzeri Lezyonları 257

çevirir. Daha önceden tartışıldığı üzere, olguların büyük neoplazi arasında sıklıkla ince bir sınır vardır ve çeşit­
çoğunluğunda, anneye anti-D globülin verilmesi, sonra­ li şekillerde yorumlanır. Bazı araştırmacılara göre he-
ki gebeliklerde immiin hidrops gelişmesini önler. ABO manjiyomlar, lenfanjiyomlar, kalpteki rabdomyomlar
grup uygunsuzluğuna bağlı gelişen hemolitik hastalığı ve karaciğer adenomları hamartom iken, diğerleri tara­
öngörmek daha zordur. Ancak anne ile baba arasındaki fından gerçek neoplaziler olarak kabul edilmektedir.
kan grubu uyuşmazlığının farkında olunması durumun­
da ve olasılığı olan yenidoğan bebekte hemoglobin ve bi­ Benign Tümörler
lirubin ölçümleri ile kolayca düşünülebilir. Ölümcül sey­
reden hidrops olgularında detaylı postmortem inceleme, Aslında çocukluk yaş grubunda her tümör görülebilirse
hem hidropsun nedenini ortaya koymak, hem de kromo­ de, üç tanesi; hemanjiyomlar, lenfanjiyomlar ve sakro-
zom anomalisi gibi tekrar edebilecek durumları ekarte koksigeal teratomlar çocukluk çağında sık görüldüğün­
etmek açısından çok önemlidir. den, burada bahsedilmeyi haketmektediıier.
Hemanjiyomlar bebeklik döneminin en sık görülen tü­
mörleridir. Hem kavernöz hem de kapiller hemanjiyom­
Ö ZET lar görülebilir (Bölüm 9). Ancak kapiller olanlar, sıklıkla
erişkinlerdekine göre hücreden daha zengindir ve bu ne­
Fetal Hidrops
denle aldatıcı olarak görünümü endişe verici olabilir. Ço­
• Fetal hidrops, intrauterin büyüme sırasında fetüste cuklarda hemanjiyomların çoğu, özellikle yüz ve saçlı de­
ödem sıvısının birikimi demektir. ride yerleşim gösterir. Yüzeyi düz ya da yüzeyden kaba­
• Sıvı birikiminin derecesi değişkendir, jeneralize hidrops rık, düzensiz, kırmızı-mavi renkli kitleler yapar. Yüzeyi
fetalisten, lokalize kistik higromaya kadar çeşitlilik göste­ düz ve daha büyük lezyonlar "Porto şarabı lekesi (port wi­
rebilir. ne stains)” adıyla da anılır. Hemanjiyomlar çocuğun bü­
• Fetal hidropsun en sık nedenleri nonimmün olaylardır yümesiyle birlikte büyüyebilir, ancak çoğu zaman kendi­
(kromozom anomalileri, kardiyovasküler defektler ve fe­ liğinden geriler (Resim 6-31). Yüzeysel hemanjiyomların
tal anemi). İmmün hidrops, Rh antikor profilaksisi saye­ çoğu sadece kozmetik açıdan önemlidir, nadiren bunlar
sinde daha seyrek görülmektedir. von Hippel-Lindau ve Sturge-Weber sendromları gibi iç
• Eritroblastozis fetalis (dolaşımdaki immatür eritroid ön­ organlarda da bulguları olan kalıtsal hastalıklarla ilişkili
cülleri nedeniyle) fetal anemi ilişkili hidropsun karakteris­
tik bulgusudur.
• Özellikle prematür bebeklerde, hemolizin indüklediği hi-
perbilirubinemi bazal gangliyonlar ve beyin sapında ker-
nikterusa neden olabilir.

BEBEKLİK VE Ç O C U K L U K
D Ö N E M İN İN TÜMÖRLERİ VE TÜ M Ö R
BENZERİ LEZYONLARI
Malign neoplaziler, 4 ile 14 yaşları arasındaki çocuklarda
en sık ikinci ölüm nedeni olup, sadece kazalar daha yük­
sek sıklığa ulaşabilir. Benign tümörler ise kanserlerden
bile daha sıktır.
Bebek ve çocuklarda gerçek tümörleri, morfolojik
özellikleri ile tümör benzeri lezyonlardan ayırmak zor­
dur. Burada tümör benzeri lezyonlarm iki özel tipinden
bahsetmek uygundur:
• Heterotopi ya da koristom mikroskopik olarak normal
olan hücre ya da dokuların anormal lokalizasyonlarda
bulunması demektir. Örnek olarak; pankreatik doku
artığının ("rest") mide ya da ince barsak duvarında
bulunması ile küçük kitleler halindeki adrenal hücre­
lerinin böbrek, akciğer, over ya da başka bölgelerde
bulunması verilebilir. Heterotopik artıkların klinik
önemi genellikle azdır, ancak görünümlerine bağlı
olarak, neoplazilerle karıştırılabilinir.
• Hamartom, hücre ve dokuların doğal olarak geliştiği or­
gan içerisinde, aşırı, fakat fokal olarak büyümesidir.
Her ne kadar hücresel elemanlar matür ve bulunduğu
Resim 6-31 Konjenital kapiller hemanjiyomun; doğumdaki (A ) ve
organın diğer kısmı ile aynı özellikte olsa da, çevresin­ lezyon spontan iyileşme gösterdikten sonra iki yaşındaki (B) görü­
deki dokunun normal yapısını meydana getirmezler. nümü.
Hamartomlar, malformasyonlarla neoplaziler arasında (Dr. Eduardo Yunis, Children's Hospital o f Pittsburgh, Pittsburgh, Pennsylvania tara­
bir bağlantı gibi düşünülebilir. Hamartom ile benign fından verilen kişisel izin ile kullanılmışbr.).
258 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

olabilir (Bölüm 9). SSS kavernöz hemanjiyomlarımn bir Tablo 6-10 Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Sık Görülen Malign
alt grubu ailesel olarak görülür. Etkilenen ailelerde, sereb- Neoplazileri
ral kavernöz malformasyon (cerebral cavernous malformati­ 0-4 Yas 5-9 Yaş 10-14 Yaş
on) (CCM) genlerinde mutasyon vardır.
Lösemi Lösemi Hepatoselüler
Lenfanjiyomlar hemanjiyomların lenfatik karşılığını
Retinoblastom Retinoblastom karsinom
temsil eder. Mikroskopik olarak, endotel hücreleriyle dö­ Nöroblastom Nöroblastom Yumuşak doku
şeli, çevresinde lenfoid hücre kümeleri içeren, kistik ve Wilms tümörü Hepatoselüler sarkomu
kavernöz boşluklardır. Bu boşlukların tümeninde genel­ Hepatoblastom karsinom Osteojenik sarkom
likle soluk renkli bir sıvı mevcuttur. Bunlar deride görü­ Yumuşak doku Yumuşak doku Tiroid karsinomu
lebileceği gibi, daha önemli olarak boyun, aksilla, medi- sarkomu (özellikle sarkomu Hodgkin hastalığı
asten ve retroperitoneal dokuların derin bölgelerinde de rabdomyosarkom) Ewing tümörü
yerleşim gösterebilir. Histolojik olarak benign olmalarına Teratomlar SSS tümörleri
rağmen, doğumdan sonra büyümeye eğilimli oldukları, SSS tümörleri Lenfoma
için mediastinal yapıları veya aksilladaki sinir dallarını SSS, s a n tr a l s in ir s is te m i

sıkıştırabilirler.
Sakrokoksigeal teratomlar çocukluk çağının en sık görü­
len germ hücreli tümörleridir ve olguların yaklaşık %40 lik ve çocukluk döneminin malign tümörleri biyolojik ve
ve fazlasını oluşturur (Resim 6-32). Teratogenez ve onko- histolojik olarak da erişkinlerdekinden farklıdır. Başlıca
genezdeki mekanizmaların ortak noktalarını yansıtacak farklılıklar şunlardır:
şekilde, sakrokoksigeal teratomlarm yaklaşık %1 0 'unun • Anormal gelişim (teratogenez) ile tümör indüksiyonu
konjenital anomalilerle ilişkili olması ilginçtir. Bu konje- (onkogenez) arasında yakın bir ilişkinin nisbeten sık
nital anomaliler arasında; primitif barsağm arka kısmı olarak gösterilmesi
("hindgut") ve kloakal bölgenin primer defektleri yanısı- • Kansere yatkınlık yapan yapısal genetik anormallikle­
ra, meningosel ve spina bifida gibi diğer orta hat defekt­ rin ya da sendromların prevalansı
leri sayılabilir. Bunların tümörün lokal etkisi sonucu oluş­ • Fetal ve neonatal malignitelerde spontan gerileme ya
tuğuna inanılmamaktadır. Bu tümörlerin yaklaşık %75'i da matür elemanlara "diferansiye olma" eğilimi
histolojik olarak matürdür ve benign bir gidiş sergiler. • Birçok çocukluk çağı tümörünün sağkalım ve iyileşme
Yaklaşık %12'si ise kesinlikle malign ve ölümcüldür (Bö­ şansının yüksek olması nedeniyle, daha fazla dikkat,
lüm 17). Geriye kalanlara immatür teratom denmektedir kurtulanlarda kemoterapi ve radyoterapinin istenme­
ve bunların malignite potansiyeli, içerdikleri immatür do­ yen geç etkilerini en aza indirmek ve ikinci malignite-
kuların miktarına bağlıdır. Benign teratomlarm çoğuna lerin gelişmesini önlemek üzerine toplanmıştır.
küçük bebeklerde (4 aylık ya da daha genç) rastlanırken,
Birçok malign pediatrik neoplazi histolojik olarak kendi­
malign lezyonu olan çocuklar, genellikle daha büyüktür.
sine özgüdür. Genellikle mikroskopik olarak, pleomorfik-
anaplastik değil de, primitif (embriyonaî) görünüme sa­
Malign Tüm örler hiptirler ve sıklıkla tümörün köken aldığı bölgeye spesi­
fik organogenez özelliklerini gösterirler. Çok sayıda ço­
Bebeklik ve çocukluk döneminde malign neoplazilerin
en sık görüldüğü organ sistemleri hematopoetik sistem, cukluk çağı tümörü, primitif histolojik görünümleri nede­
sinir dokusu ve yumuşak dokulardır (Tablo 6-10). Bu da­ niyle küçük, yuvarlak, mavi hücreli tümörler adı altında top­
lanır. Bunlar küçük, yuvarlak çekirdekli hücrelerin taba­
ğılım erişkinlerde belirgin derecede farklıdır; akciğer,
kalp, prostat ve kolon tümörleri en sık olanlardır. Bebek- kalar oluşturması ile karakterizedir. Bu gruptaki tümörler
içinde nöroblastom, lenfoma, rabdomyosarkom, Ewing
sarkomu (periferik nöroektodermal tümör) ve bazı Wilms
tümörü olguları yer alır. Kesin tanıyı koymak için yeterli
düzeyde belirleyici özellik genellikle sadece histolojik in­
celeme ile saptanabilir. Ancak gerektiğinde, klinik ve rad­
yolojik bulgular ile birlikte, ileri tetkikler (kromozom ana­
lizi, immünperoksidaz boyama ve elektron mikroskopik
inceleme gibi) de kullanılır. Bu bölümde, pediatrik tümör­
ler ile erişkindekiler arasındaki farklılıkları vurgulamak
amacıyla, sık görülen üç tümör olan nöroblastom, reti-
noblastom ve Wilms tümörü anlatılacaktır.

Nöroblastom
"Nöroblastik" terimi, primordial nöral krest hücrelerin­
den köken alan ve bu hücrelerin yerleştikleri organlar
olan sempatik gangliyonlar ile adrenal medullaya ait tü­
mörleri kapsar. Nöroblastom, bu gruptaki tümörlerin en
önemlisidir. Beyin tümörlerinden sonra, çocukluk çağın­
da en sık görülen ikinci sıradaki solid tümördür. Bütün
pediatrik neoplazilerin %7-10'unu ve bebeklik dönemin­
Resim 6 -3 2 Sakrokoksigeal teratom. Bebek ile karşılaştırıldığında, deki malignitelerin yaklaşık %50'sini oluşturur. Nörob-
lezyonun büyüklüğü dikkat çekicidir. lastomlar kendine özgü pekçok biyolojik özellikleri olan
- -g g r: 5 S g ^ > -.

Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Tüm örleri ve Tüm ör Benzeri Lezyonları 259

tümörlerdir. Bunlar arasında spontan regresyon ve spon­ T"


tan ya da tedaviyle oluşan matürasyon sayılabilir. Olguların
çoğu sporadik olarak gelişir, ancak % l - 2 olgu otozomal
dominant geçiş gösteren ailesel olgulardır ve bunlarda
tümör her iki adrenali ya da birden fazla primer otono- •©
<8K s
« #
mik bölgeyi tutabilir. Son zamanlarda anaplastik lenfoma
:g>
kinaz genindeki (ALK) germline mutasyonlarm, nörob-
lastoma karşı ailesel yatkınlığın başlıca nedeni olduğu
@'e
■■ „ % A' -T.' s**
ortaya çıkmıştır. Somatik fonksiyon kazandırıcı ("gain of ■*?i m m » ..' gSÖjfc
function") ALK mutasyonları da sporadik nöroblastomun
bir alt grubunda görülmektedir. ALK mutasyonu barındı­
ran tümörlerin, germline ya da somatik özellikte olsun,
bu kinaz aktivitesini hedefleyen tedavilere yanıt verdiği
düşünülmektedir.

M OR FO LO Jİ
©Çocukluk çağındaki nöroblastomların yaklaşık %40’ ı, ad­
renal m edulla kökenlidir. Diğerleri sempatik zincirin her­
hangi bir yerinde gelişebilir, bunlar arasında en sık olanlar, 'A f '■ ' <t, ,g\ " • - <•
abdomenin (%25) ve arka mediastenin (%15) paraverteb­ ---- - • - J ')■ « â t • ;
ral bölgeleridir. Makroskopik olarak nöroblastomlar küçük
V « V ' - * , \ - . n ^ ‘ , > 't* i
nodüllerden (in situ lezyonlar), 1 kg’dan daha fazla ağırlık­
ta büyük kitlelere kadar değişik boyut gösterebilir. İn situ , - V* r V^.
nöroblastomlar, kitle yapan tümörlerden yaklaşık 40 kat v ; v • vr
daha sıktır. Bu sessiz lezyonların büyük çoğunluğu spontan * te < »t f .. ’ J »* ,
regresyon gösterir ve erişkinlik döneminde geriye, sadece
l\‘ v> \ -..-'o
bir fibrozis ya da kalsifikasyon odağı kalır. Bazı nöroblas­
tomlar, fibröz bir psödokapsül ile keskin sınırlı olabilir, an­ Resim 6 -3 3 A , Nöroblastom. Bu tüm ör ince fibriiler matriks
cak diğerleri oldukça fazla infiltratiftir; böbrek, renal ven, (nöropil) içinde bulunan küçük hücrelerden oluşur. Sağ üst köşede
vena kava gibi komşu dokulara invazyon gösterir ve aortu görülen Homer W right psödorozeti, ortadaki nöropil ve bunun
çevreler. Tümörün kesit yüzü gri-bej renkte, yumuşak, be­ çevresinde konsentrik olarak dizilmiş tü m ö r hücrelerinden
yin dokusu gibidir. Büyük tümörlerde nekroz, kistik deje­ oluşmaktadır. B, Ganglionöromlar; nöroblastomların spontan ya da
nerasyon ve kanama alanları vardır. tedaviye bağlı matürasyonu sonucu oluşur, neoplastik ganglion
Histolojik olarak, klasik nöroblastom yuvarlak, koyu çe­ hücrelerini temsil eden, veziküler nükleuslu ve geniş eozinofilik sito-
plazmalı iri hücre kümeleri (ok) ile karakterizedir. Zemindeki stro-
kirdekli, dar sitoplazmalı ve hücre sınırları iyi seçilemeyen
mada iğsi şekilli Schwann hücreleri vardır.
prim itif görünümlü hücrelerin oluşturduğu solid tabakalar­
dan meydana gelir (Resim 6-33, A). Mitoz, karyoreksis ve
pleomorfizm belirgin olabilir. Genellikle zeminde prim itif
nöroblastların nöritik uzantılarından oluşan, soluk eozinofî- roblastlardan oluşan “ schwannian stroma” varlığı, gangli­
lik fibriler bir materyal (nöropil) mevcuttur. H om er- onöroblastom ve ganglionörom tanısı için mutlaka gerekli­
W rig h t p sö d o ro ze tleri, tipik olarak tüm ör hücrelerinin dir, çünkü ganglion hücreleri, tek başına matürasyon krite r­
nöropil ile kaplı bir odağı çevreleyecek şekilde dizilmesiyle lerini sağlamaz.
oluşur (“ psödo” önekinin kullanılmasının nedeni, gerçek
bir santral lümenin bulunmamasıdır). Tanı için yardımcı di­
ğer bulgular ise immünhistokimyasal olarak nöron-spesi-
fik eno laz aktivitesinin saptanması ve ultrastrüktürel ince­ K linik Gidiş ve Prognoz
lemede küçük, membrana bağlı, katekolamin içeren sitop- Prognozu etkileyen pek çok faktör vardır, ancak bunlardan en
lazmik sekretuar grandilerin gösterilmesidir. önemlileri tümörün evresi ve hastanın yaşıdır.
Bazı tüm örler spontan ya da tedaviye bağlı m atü ras­ • Nöroblastomun evrelendirmesi (Tablo 6-11) progno-
yon bulguları gösterir. Değişik matürasyon aşamalarındaki zun belirlenmesi için büyük önem taşır. Evre 4S'e (bu­
ganglion h ü crelerin i temsil eden, geniş sitoplazmalı, iri radaki S "özel" (special) anlamındadır) özellikle dik­
veziküler çekirdekli, belirgin nükleolusu olan daha iri hüc­ kat edilmelidir, çünkü bu evrede hastalık yayılmış ol­
reler, tüm ör içinde prim itif nöroblastlarla birlikte karışık
masına rağmen, hastaların durumu çok iyidir. Tablo 6 -
halde bulunabilir (ganglionöroblastom ). Daha iyi dife-
1 1 'de görüldüğü gibi primer tümör evre 1 veya 2 ola­
ransiyasyon gösteren lezyonlarda nöroblastlar görülmez­
rak sınıflandırılacak iken, karaciğer, cilt ve kemik ili­
ken, çok sayıda m atür ganglion hücresine benzeyen daha iri
ğinde metastazları vardır, ancak kemik tutulumu yok­
hücreler mevcuttur. Bu tüm örler ganglionörom olarak
tur. Bu 4S tümörü olan bebeklerde minimal bir tedavi
adlandırılmaktadır (Resim 6-33, B). Nöroblastların gangli­
ile çok iyi bir prognoz elde edilir. Ayrıca primer veya
on hücrelerine matürasyonu sırasında, sıklıkla Schwann
hücreleri ortaya çıkar. Aslında nöritik uzantılardan oluştur­
metastatik tümörlerde spontan regresyon da sık görü­
duğu organize fasiküller, matür Schwann hü creleri ve fib- lür. Ancak hastalığın bu iyi davranışının biyolojik te­
meli belli değildir.
260 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Tablo 6-11 Nöroblastomların Evrelendirilmesi sı ortaya çıkıncaya kadar fark edilmeyebilir. Nöroblastom
hematojen ve lenfatik sistem yoluyla, özellikle karaciğer,
Evre 1 Lokalize tümör, cerrahi olarak komplet eksizyon,
mikroskopik rezidü var veya yok; tümörle aynı tarafta akciğer, kemikler ve kemik iliğine yaygın metastaz yapar.
(ipsilateral) örneklenen ve tümöre yapışık olmayan lenf Yenidoğanlarda yaygın nöroblastomlar, deride koyu ma­
nodlarında tümör negatif (primer tümöre yapışık olan vi renk değişikliği yapan ("yaban mersini çöreği bebeği"
lenf nodlarında tümör pozitif olabilir) olarak talihsiz bir lakabı vardır) çok sayıda kutanöz me­
Evre 2A Lokalize tümör, gros olarak cerrahi eksizyon komplet tastazlarla kendini gösterebilir. Önceden de belirtildiği
değil; ipsilateral örneklenen ve tümöre yapışık olmayan gibi, nöroblastomlarda prognozu etkileyen birçok faktör
lenf nodlarında tümör mikroskopik olarak negatif vardır. Ancak pratikte, tümörün evresi ve hastanın yaşı
Evre 2B Lokalize tümör, gros olarak cerrahi rezeksiyon komplet en değerli belirleyicilerdir. Bebeklerde bütün evrelerdeki
veya değil, ipsilateral yapışık olmayan lenf nodlarında ve çocuklarda düşük evrelerdeki tümörler genellikle iyi
tümör pozitif; karşı taraftaki (konturlateral) lenf prognoza sahiptir. Evre ne olursa olsun, yaşamın 18. ayın­
nodlarında büyüme var, ancak mikroskopik olarak
dan önce tanı alan tümörler ile büyük çocuklarda düşük
tümör negatif
evreli olanlar iyi prognoz gösterir. Buna karşın 18 aylık­
Evre 3 O rta hattı geçen, cerrahi olarak çıkarılamayan
tan küçük çocuklardaki yüksek evreli tümörler en kötü
unilateral tümör, bölgesel lenf nodu tutulumu var veya
yok; veya konturlateral lenf nodunu tutmuş lokalize prognoza sahiptir. Yerleşimi nerede olursa olsun, nörob-
unilateral tümör lastomlarm yaklaşık %90'ı katekolamin salgılar (feokro-
Evre 4 Uzak lenf nodları, kemik, kemik iliği, karaciğer, deri mositomalardaki katekolaminlere benzer olarak). Bu du­
ve/veya diğer organlara yayılımı olan herhangi bir rum da, önemli tanısal bir özelliğini oluşturur (artmış
primer tümör (4S olarak tanımlananların dışında) kan katekolamin düzeyleri ve idrarda artmış vanil man-
Evre 4-S** Lokalize primer tüm ör (evre 1, 2A ya da 2B’de delik asit [VMA] ve homovanilik asit [HVA] gibi kateko­
tanımlananlar gibi), ayrıca deri, karaciğer ve/veya kemik lamin metabolitlerinin düzeyleri). Bu tümörlerde hiper­
iliği yayılımı (neoplastik hücreler çekirdekli hücrelerin tansiyon gelişimi, katekolaminlerin artmasına rağmen,
%1 0 ’dan azını oluşturur; %1 0 ’dan fazla kemik iliği feokromositomalara göre çok daha nadirdir (Bölüm 19).
tutulumu evre 4 olarak kabul edilir) var; evre 4S 1
yaşından küçük bebeklerle sınırlıdır.
*S: ö z e l, special. Q ÖZET _ _ _ _ _ ____ ____
B r o d e u r G M , P r itc h a r d J, B e r t h o ld F v e a rk .: R e visio n o f t h e in te r n a tio n a l n e u ­
r o b la s to m a sta g in g a n d re s p o n s e t o t r e a t m e n t . ) C lin O n c o l 1 1 :1 4 6 6 ,1 9 9 3 'te n Nöroblastom
u y a rla n m ış tır.__________________________________________________________________________
• Nöroblastom ve ilişkili tüm örler, sempatik ganglionlar
ile adrenal medulladaki nöral krestten köken alan hücre­
lerden gelişir.
• Yaş, bir diğer önemli prognoz belirleyicisidir ve 18 aydan
• Nöroblastomlar indiferansiye iken, ganglionöroblastom-
küçük çocukların prognozu, aynı evredeki daha bü­
lar ve ganglionöromlar diferansiyasyon bulguları (schwan­
yük çocuklar ile karşılaştırıldığında çok daha iyidir.
nian stroma ve ganglion hücreleri) gösterirler. Homer-
Yaşamın ilk 18 ayındaki çocuklarda tanı alan çoğu tü­
W rig h t psödo-rozetleri nöroblastomlar için karakteris­
mör evre 1 veya 2 veya 4S (Tablo 6-11'deki "düşük"
tiktir.
risk kategorisi) iken, daha büyük çocuklardaki tümör­
• Yaş, evre ve NMYC amplifikasyonu en önemli prognostik
ler "orta” ya da "yüksek" risk grubunda yer alır.
özelliklerdir. Prognoz 18 aylıktan küçük çocuklarda, da­
• Morfoloji nöroblastik tümörlerde bağımsız prognostik ha büyük çocuklara göre daha iyidir. Buna karşın yüksek
faktördür. Schwannian stroma ve gangliositik diferan- evreli tüm örleri ve NMYC amplifikasyonu olan çocuklar­
siasyon olması, iyi histoloji paterninin göstergesidir.. da ise prognoz daha kötüdür.
• NMYCN onkogeni amplifikasyonu, nöroblastomlarda • Nöroblastomlar katekolamin sentezler ve bunların me-
prognoz üzerine önemli etkisi olan moleküler bir olay­ tabolitleri (V M A /H V A) hastalarda tarama amaçlı kullanı­
dır. NMYC amplifikasyonu, çoğunluğu ileri evrelerde­ labilir.
ki tümörlerde olmak üzere, primer tümörlerin %25-
30'unda mevcuttur. Kopya sayısı arttıkça, prognoz da­
ha kötüleşir. Günümüzde NMYC amplifikasyonu, nörob­ Retinoblastom
lastik tümörlerde risk gruplandırmasında kullanılan en Retinoblastom çocuklardaki en sık primer intraoküler
önemli genetik anormalliktir ve bir tümörü, evre ya da malignitedir. Retinoblastomun moleküler genetiği daha
yaştan bağımsız olarak, otomatikman "yüksek" risk grubu­ önce tartışılmıştır (Bölüm 5). Tümörlerin yaklaşık %40T
na sokar. RB1 geninde germline mutasyon gösterir ve bu nedenle
• Diğer kötü prognostik faktörler; 1. kromozomun dis­ kalıtsaldır. Tümörlerin kalan %60'ında sporadik olarak
tal kısa kolunda delesyon, 17. kromozomun distal gelişebilir ve bunlarda somatik RB1 gen mutasyonları
uzun kolunda kazanç ve telomerazm aşırı ekspresyo- vardır. Retinoblastom ismi tümörün hem glial, hem de
nudur. Buna karşın yüksek afiniteli sinir büyüme fak­ nöronal hücreye diferansiyasyon yeteneğinde olan pri­
törü reseptörü olan TrkA ekspresyonu, sempatik mitif retinal hücrelerden köken aldığını düşündürse bile,
ganglionlara diferansiyasyonun göstergesidir ve iyi günümüzde retinoblastomun hücre kökeninin nöronal
prognoz ile ilişkilidir. olduğu anlaşılmıştır. Daha önceden dikkat çekildiği üze­
İki yaşından küçük nöroblastomlu çocuklar genellikle, re, olguların yaklaşık %40'mda, tek RB1 allelinin germli­
abdominal kitleye bağlı karın şişliği, ateş ve kilo kaybı gi­ ne mutasyonunu kalıtan insanlarda retinoblastom ortaya
bi bulgularla başvurur. Daha büyük çocuklarda ise, hasta­ çıkar. Ailesel vakalarda tipik olarak bilateral multipl tümör
lık metastazlara ikincil hepatomegali, asit ve kemik ağrı­ ortaya çıkar, ancak unifokal ve unilateral de olabilir. Ka­
Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Tümörleri ve Tümör Benzeri Lezyonları 261

lıtsal olmayan sporadik tümörlerin hepsi unilateral ve tır. Daha önce dikkat çekildiği gibi, bazı tümörler spon-
unifokaldir. Ailesel retinoblastomu olan hastalar, oste- tan regresyon gösterebilir ve retinoblastomlu hastalar os-
osarkom ve diğer yumuşak doku tümör gelişimi açısın­ teosarkom ve diğer yumuşak doku tümörlerinin gelişimi
dan da artmış risk altındadır. açısından artmış risk taşırlar.

Wilm s Tümörü
Wilms tümörü ya da nefroblastom, çocuklarda böbreğin
M ORFOLOJİ
en sık primer tümörüdür. Olguların çoğu 2-5 yaş arasın­
Retinoblastomlar genellikle posterior retinada, sıklıkla çev­ daki çocuklarda görülür. Bu tümör çocukluk çağı tümör­
rede yayılım odakları ( “ satellite seedings” ) birlikte olan no- lerinin pekçok önemli özelliklerini göstermektedir: kon-
düler kitleler yapmaya eğilimlidir (Resim 6-34, A). Işık mik- jenital malformasyonlar ile artmış tümör riski arasındaki
roskopik incelemede, bu tüm örlerin indiferansiye alanları­ ilişki, tümör ile gelişmekte olan organ arasındaki histolo­
nın, indiferansiye retinoblastları anımsatan, iri hiperkroma- jik benzerlikler ve son olarak da çocukluk çağı tümörleri­
tik nükleuslu ve dar sitoplazmalı küçük, yuvarlak hücreler­ nin tedavisindeki dikkat çekici başarı. Bu özelliklerin
den oluştuğu görülür. herbirine aşağıda yer verilmiştir.
Birçok retinoblastomda ise diferansiasyon gösteren ya­ Wilms tümörü gelişim riskinin arttığı üç grup konjeni-
pılar mevcuttur. Bunların en karakteristik olanı Flexner- tal malformasyon vardır. TVAGR sendromu (Wilms tümö­
W in te rste in e r ro z e tle rid ir (Resim 6-34, B). Bu yapılar, rü, aniridi, genital anomaliler ve mental retardasyon)
ortadaki bir lümen çevresinde dizilen küboidal ya da kısa
hastalarının, yaklaşık her üçünden birinde bu tümörün
kolumnar hücre gruplarından oluşur (nöroblastomdaki
gelişme riski vardır. Denys-Dmsh sendromu (DDS) olan
psödo-rozetlerde ise aksine ortada lümen yoktur). Nük-
diğer grup hastalarda, Wilms tümörü gelişme riski ol­
leuslar lümenden uzağa doğru itilmiştir ve retinanın dış sı­
dukça yüksektir (yaklaşık %90). Bu sendrom gonadal dis-
nırlayıcı membranına benzer şekilde, ışık mikroskobunda
sınırlayıcı bir membranı varmış gibi görünür.
genezis ve renal anormalliklerle karakterizedir. Her iki
Tüm ör hücreleri optik sinir ya da subaraknoid mesafe sendrom da llp l3 'te lokalize olan Wilms tümör 1 (WT1)
boyunca gözün dışına yayılabilir. Uzak metastazların en sık genindeki anormallikler ile ilişkilidir. Ancak genetik abe­
görüldüğü yerler santral sinir sistemi, kafatası kemikleri, rasyonlar farklılık göstermektedir. WAGR sendromunda
distal kemikler ve lenf nodlarıdır. WT1 geninde genetik materyal kaybı (delesyon) görülür­
ken, DDS'li kişilerde genin kritik bir bölgesinde, domi­
nant negatif inaktive edici bir mutasyon mevcuttur. Do­
minant negatif bir mutasyon, diğer doğal allelin fonksiyo­
K linik Bulgular nuna karışır. WT1 geni normal böbrek ve gonad gelişimi
Tümör doğumda ortaya çıkabilse de, medyan görülme için önemlidir. Dolayısıyla bu genin bir kopyasının yapı­
yaşı 2 yıldır. Başvuru bulguları; görmede azalma, şaşılık, sal inaktivasyonu sucunda genitoüriner anomalilerin ge­
pupilde beyazımsı renk ("kedi gözü refleksi") ve gözde lişmesi şaşırtıcı değildir. Wilms tümörü gelişme riskinin
ağrı yanısıra hassasiyettir. Tedavi edilmeyen tümörler ge­ yüksek olduğu üçüncü bir grup ise, Beckwith-Wiedemann
nellikle ölümcüldür, ancak enülcleasyon, kemoterapi ve sendromu (BWS) hastalarıdır. Bu hastaların çeşitli organ­
radyoterapi ile erken tedaviden sonra, sağ kalım mutlak­ larında (örneğin dil, böbrek ve karaciğer) ya da tüm vü-

Resim 6 -3 4 Retinoblastom. A , Retinada, optik sinir komşuluğunda doku bütünlüğü i/i olmayan tüm ör izlenmektedir. B, Büyük büyüt­
mede Flexner-Wintersteiner rozetleri (ok) ve çok sayıda m itotik figürler görülmektedir (H&E x 40)
262 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

cudun segmentlerinde büyüme (hemihipertrofi) görülür. olabilir. Tümörün kesit yüzü yumuşak, homojen, kahveren­
Adrenal kortikal hücrelerde büyüme (adrenal sitomegali) giden griye değişen görünümde olup, nadiren kanama
karakteristik bir mikroskopi bulgusudur. Beckzvith-Wi- odakları, kistik dejenerasyon ve nekroz görülebilir (Resim
edemann sendromu genomik imprintleme hastalıklarına bir 6-35).
örnektir (daha geriye bakınız). Bu hastalarda tutulan ge­ Mikroskopik incelemede Wilms tüm örü, nefrogenezin
netik lokus, WT1 lokusunun distalinde bulunan 11. kro­ farklı evrelerinin izlenebildiği morfoloji ile karakterizedir.
mozomdaki pl5.5 banttmdadır. Bu lokus, ikinci Wilms Lezyonlarm çoğunda blastemal, stromal ve epitelyal hücre
tümörü lokusu olduğundan, "WT2" olarak isimlendiril­ tiplerinin klasik trifa z ik kom binasyonu görülür, ancak
mişse de, henüz sorumlu gen bulunamamıştır. Bu bölge­ her bir komponentin yüzdesi çeşitlidir (Resim 6-36, A). Ta­
de, iki parental allelden sadece birinin normal olarak bakalar halinde bulunan, birbirinden ayırt edici özelliği az,
eksprese olduğu, en az 10 gen bulunmaktadır. Diğer pa­ küçük mavi hücreler, blastemal komponenti karakterize
rental homolog allel, transkripsiyon başlama yerinin yu­ eder. Epitelyal “ diferansiyasyon” genellikle abortif tubul-
karısında yer alan promoter bölgesinin metilasyonu ile le r ya da giom erüller şeklindedir. Stromal hücreler genel­
transkripsiyonel olarak sessizleştirilmiştir. Aday tüm likle fibrositik ya da miksoid yapıda olmasına karşın, iskelet
“WT2" genleri arasından, insülin-benzeri büyüme faktö- kası “ diferansiyasyonu” ender değildir. Nadiren skuamöz ya
rü-2'nin (1GFZ) genetik imprintleme anormalliği, BWS'li da müsinöz epitel, düz kas, yağ dokusu, kıkırdak ile osteoid
doku ve nörojenik doku gibi diğer heterolog elamanlar da
kişilerde tümör yatkınlığı ile en kuvvetli ilişkiye sahiptir.
görülebilir. Tümörlerin yaklaşık %5’ inde anaplazi odakları
IGF2 normalde sadece paternal allelden eksprese olur, ma­
(iri, hiperkromatik, pleom orfik nükleusu olan ve anormal
ternal allel metilasyonla imprintlenmiştir (sessizleştiril­
mitoz içeren hücreler) mevcuttur (Resim 6-36, B). Anapla-
miştir). Bazı Wilms tümörlerinde bu imprintlemnenin kay­
zinin varlığı, edinsel TP53 mutasyonlarının varlığı ve kemote-
bı (IGF2 'nin maternal allel tarafından tekrar eksprese ol­ rapiye direnç gelişimi tehlikesi ile doğru orantılıdır. Primer
ması) gösterilebilir. Bu şekilde IGF2 proteininde artmış tümörde anaplastik hücrelerin dağılım paterni (fokal ya da
ekspresyon ortaya çıkar ve bunun sonucunda da hem or­ diffüz olması) prognoz için önemlidir (ileriye bakınız).
ganlarda büyüme hem de tümörogenezin geliştiği savu­ [Nefrojenik a rtık la r (“ rests” ), W ilms tümörünün ön­
nulmaktadır. Böylelikle bu tür birliktelikler; konjenital cü lezyonu olarak kabul edilir ve bazen tüm ör komşuluğun­
malformasyonlar ve tümörlerin, bazı olgularda tek bir daki böbrek parankiminde görülür. Nefrojenik artıklar
gen ya da birbiriyle yakın bağıntısı olan genleri etkileyen W ilms tümörüne benzeyen ekspansil lezyonlardan (hiperp-
genetik lezyonlarm ilişkili bulgularını temsil ettiklerini lastik artıklar) bağ dokusunun hakim olduğu, aralarda nadi­
ortaya koymaktadır. Beckwith-Wiedemann sendromu ren immatür tubul ya da glomerüllerin seçildiği sklerotik ar­
hastaları, Wilms tümörü yanısıra hepatoblastom, adrenal tıklara kadar farklı spektrumda histolojik özellikler göstere­
kortikal tümör, rabdomiyosarkom ve pankreas tümörleri bilir. Rezeksiyon materyalinde nefrojenik artıkların varlığını
gelişimi açısından da artmış risk altındadırlar. Son za­ göstermek önemlidir, çünkü bu hastalarda k a rşı böbrek­
manlarda p-katenini kodlayıcı gendeki fonksiyon kazan­ te de W ilm s tüm örü gelişme riski artmıştır.
dırıcı ("gain-of-function") mutasyon (Bölüm 5), sporadik
Wilms tümörlerinin yaklaşık %10'unda gösterilmiştir.
K linik Gidiş
Hastaların şikayetleri genellikle tümörün çok büyük olan
M ORFOLOJİ boyutuna bağlı ortaya çıkar. Sık olarak, kolayca palpe edi­
Makroskopik incelemede görüldüğü üzere, W ilms tüm örü
lebilen, bazen bu orta hattı geçip, pelvise kadar uzanım
tipik olarak iri, tek (soliter), iyi sınırlı bir kitledir. Ancak ta­ gösteren abdominal kitle vardır. Daha az sıklıkla hastalar,
nı anında vakaların %10’ unda bilateral ya da muitisentrik ateş ve karın ağrısı, hematüri ya da daha az sıklıkla tümör
basısına bağlı gelişen intestinal obstrüksiyon şikayetleri
ile başvurur. Wilms tümörünün prognozu genellikle çok
iyidir, nefrektomi ve kemoterapi kombinasyonu ile çok
iyi sonuçlar elde edilmektedir. Anaplazi kötü prognoz işa­
retidir. Ancak Birleşik Devletlerdeki Ulusal Wilms Tümö­
rü Çalışma Grubu'nun titiz analizleri sonucunda; anapla­
zi, fokal ve rezeksiyon materyaline (nefrektomi) sınırlı
kaldığı sürece, prognozun anaplazi olmayan tümörlerde
olduğundan farklı olmadığını göstermiştir. Buna karşın
diffüz anaplazi içeren, özellikle ekstrarenal yayılım göste­
ren Wilms tümörleri, prognozu en az iyi olan gruptur. Bu
saptama bu histolojik paternin (anaplazi) doğru belirlen­
mesine olan gereksinimin altını çizmektedir.

Ö Z E T __________________________
Wilms Tümörü
• Wilms tüm örü çocukluk çağındaki en sık renal neoplazi-
dir.
Resim 6-3S W ilms tümörü. Böbreğin alt kutbunda yerleşmiş, • Üç sendrom bakımından, hastalarda Wilms tümörü riski
karakteristik olarak rengi sarımtıraktan, kahverengi-griye değişen,
artmıştır: Denys-Drash, Beckwith-Wiedemann ve Wilms
iyi sınırlı tüm ör izlenmiştir.
Mendelian ve Kompleks Hastalıkların Moleküler Tanısı 263

v ~y tj " fv \
* • a _ v^ w f • T .^ t . (
g m* ®^ TJM*i*’çr** A*
ly ^ T *
* •** *
*’ . - -V 'V y - - A A yjfc £ & r£ - t *, ^ w» '.
» A * » y. ’ «
►+* .# 3T *. • V-r%* ’V t
•^ ^ v' > j j i t- m 5
v ~ ^ A y f ‘. t * v«» v '-
* ^ \ ■

A B
Resim 6 -3 6 A , W ilm s tüm örü içerisinde; sıkışık biçimde yer almış mavi hücrelerden oluşan blastemal komponent ve arada serpişmiş
prim itif tübüllerden oluşan epitelyal komponent. Çok sayıda m itotik figürler görülmesine rağmen, bu alandakilerin hiçbiri atipik değildir.
B, W ilms tümörü içerisindeki diğer alanlarda; hiperkromatik, pleomorfik nükleuslu ve anormal mitoz gösteren hücreler ile karakterize
fokal anaplazi vardı.

tüm örü, aniridi, genital anomaliler ve mental retardas- riktirilmesi; (2 ) spesifik genetik hastalıkların tanısı için
yon sendromu çok sayıda ısmarlama polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)
• Wilms tüm örü, aniridi, genital anomaliler ve mental re-
hazır kitlerinin mevcut olması; (3) tek bir platform kulla­
tardasyon sendromu ve Denys-Drash sendromu VVTf ge­ narak, tüm genomu temsil eden bir skala üzerinde, hem
ninin inaktivasyonu ile ilişkili iken, Beckwith-Wiedemann DNA ve hem de RNA'yı inceleyebilen yüksek çözünür­
sendromu WT2 lokusunda, özellikle IGF2 genini tutan lüklü mikrodizilimlerin ("microarray", "gen çipleri")
imprintleme anomalileri sonucu ortaya çıkar. mevcut olması; son olarak, (4) otomatize ve oldukça yük­
• Wilms tümörünün m orfolojik komponentleri blastemal sek veri çıktılı, gelecek nesil ("NextGen") sekanslama
(küçük yuvarlak mavi hücreler), epitelyal ve stromal ele­ teknolojilerinin ortaya çıkışı. Son iki gelişme, özellikle
manlardır. hem mendelian hem de kompleks hastalıkların genetik
• Nefrojenik artıklar Wilms tümörünün öncü lezyonudur. temelini aydınlatan yeni çalışmalar konusunda yarar
sağlamıştır. Moleküler tanılamanın detaylı bir şekilde
tartışılması, bu kitabın konusu dışında olmasından dola­
yı, sadece bazı iyi bilinen yaklaşımlara ilerdeki paragraf­
larda deyinilecektir. Bu aşamada önemli olan konu, kul­
MENDELİAN VE KOMPLEKS lanılan teknik ne olursa olsun, sorgulanan genetik abe­
rasyonun germime (yani KF'li hastalardaki CFTR mutas-
HASTALIKLARIN MOLEKÜLER TANISI
yonlarmda olduğu gibi, etkilenen insanların her hücre­
Patoloji içindeki çok az bilim alanı, geçen 10 yılda hem sinde mevcuttur) mı, yoksa somatik (yani nöroblastoma
"arz" hem de talep açısından, moleküler tanıdaki kadar hücrelerindeki NMYC amplifikasyonunda olduğu gibi,
bir dalgalanma yaşamıştır. Moleküler tanısal yöntemle­ spesifik doku tipine ya da lezyona sınırlıdır) mi olduğu­
rin hazır kullanımı açısından tarihin erkenden yazıldığı dur. Bu düşünce, incelemede kullanılacak örneğin ne ol­
bir çağda, genetik hastalıkların tanısını mümkün kıl­ ması gerektiğini (örn. periferik kan lenfositleri, tükürük,
mak, anormal gen ürünlerinin (örneğin mutant hemog- tümör dokusu) belirleyecektir.
lobulin ya da anormal metabolitleri) ya da bunların men­
tal retardasyon gibi klinik etkilerinin (örneğin FKÜ'de) Kopya Sayı Anormalliklerinin Moleküler Tanısı
saptanmasına bağlı idi. Moleküler tanılamanın oluştur­
duğu uygulama alanı; 2 0 . yüzyılın son yarısında, sitoge- Bu bölümde daha önce tartışıldığı gibi çeşitli hastalıklar,
netik hastalıkların (Down sendromu gibi) tanınmasında ya tüm kromozom (trizomi 2 1 ), kromozom segmentleri
kullanılan konvansiyonel karyotipleme ve Huntington (2 2 q l l delesyon sendromu) ya da submikroskopik irıtre-
hastalığının tanısında yararlanılan "Southern blotting" gerıik delesyonlar (WAGR sendromu) düzeyindeki kopya
tekniğini içeren DNA-tabanlı testler gibi düşük veri çık- sayısı anormalliklerinin sonucunda ortaya çıkar. G-bant-
tılı yaklaşımların uygulanışı ile birlikte ortaya çıktı. Mo­ lama yöntemi ile kromozomların karyotip analizi, kromo-
leküler tanılama, pekçok faktörün etkisi ile, dar bir ala­ zomal düzeydeki değişiklikleri saptayan klasik bir yön­
na kısıtlı iken, hızlı bir genişleme sonucu hem akademik tem olarak yerini korumaktadır, ancak tahmin edilebile­
hem de ticari patoloji laboratuarlarının nerede ise tama­ ceği gibi, bu tekniğin rezolüsyonu oldukça düşüktür. Bu
mında var olan bir konuma geldi (güncel tahminle "dün­ nedenle subkromozomal değişiklikleri saptamak için,
ya çapındaki pazar" on milyar dolar ile işletilmektedir). kromozomal bölgelerin FISH ile odaksal analizi ya da
Bu faktörlerin arasında (1) insan genomunun sekanslan- karşılaştırmalı genomik hibridizasyon (CGH) gibi bütün­
ması ve bu verilerin kamuya açık bir veri tabanında bi­ cül genomik yaklaşımlar daha popüler hale gelmektedir.
264 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Floresans in Situ Hibridizasyon (FISH) Farklı şekilde işaretlenmiş bu örnekler daha sonra, geno­
FISH'te kromozom bölgelerine spesifik sekansları tanı­ mik DNA segmentlerine ait dizilimlere ("array") hibridize
yan 100 kilobazdan daha büyük boyutta olan DNA prob- edilerek, cam slayt gibi solid bir matriks üzerinde benek­
ları kullanılır. Bu boyut, kromozomal değişiklikleri sapta­ ler halinde ("spotted") görünür hale gelir (Resim 6-38, A).
yabilmek için bu tekniğin rezolüsyon sınırını tanımalar. Aralarında düzenli boşluk bırakılan bu DNA segmentleri,
Bu problar, floresan boyalarla işaretlenmiştir ve metafaz- insan genomunun temsili şeklidir ve tüm 2 2 otozomal
daki kromozom yaymalarına ya da interfazdaki nükleus- kromozomları ve cinsiyet kromozomunu kapsar (Resim 6 -
lara uygulanır. Prob, kromozom üzerindeki kendi sekan­ 38, A). Test edilen örnekteki amplifikasyonlar ve delesyon-
sına komplementer gelen sekansa hibridlenir. Böylece da­ lar, normal DNA'ya göre, sinyalde artış ya da azalmaya yol
ha sonra floresan mikroskobunda görüntülenebilecek açacağından, 1 0 kilobaz (kb) rezolüsyona kadar düşüklük­
olan spesifik kromozom bölgesi işaretlemiş olur. Özellik­ teki değişiklikleri saptayabilir (Resim 6-38, B). Tek nükle-
le hızlı tanısı gereken durumlarda (örn. genetik bir hasta­ otid polimorfizmlerini (single-nucleotide polymorphisms)
lıktan şüphelenilen ağır hasta bir bebekte), FISH tekniği­ (SNP) (daha ileriye bakınız) kullanan yeni nesil mikrodi-
nin hücre bölünmesi gerektirmemesinden dolayı zaman zilimler ("microarray"), daha da yüksek rezolüsyon sağlar­
kaybının olmaması, çok önemli bir avantajdır. Bu incele­ lar (insan genomuna ait 1 milyondan fazla SNP içeren tek
me prenatal örneklerde (örn. amniyosentez, koryon villus bir "microarray") ve bunlar günümüzde kanserden otizme
biyopsisi ya da umblikal kord kanı ile toplanan hücreler­ kadar, birçok farklı hastalıkta kopya sayısındaki anormal­
de), periferik kan lenfositlerinde, hatta arşivlenmiş doku likleri ortaya çıkarmak için kullanılmaktadır.
kesitlerinde bile yapılabilir. FISH tekniği kromozomlar­
daki sayısal anormalliklerin (anöploidi) (Resim 6-37, A) D N A Mutasyonlarımm Polimeraz Zincir
saptanmasında, küçük mikrodelesyonlarm (Resim 6-37, Reaksiyonu (PCR) Analizi ile D irekt Saptanması
B) ya da rutin karyotipleme ile saptanamayan kompleks
translokasyonların gösterilmesinde, gen amplifikasyonu- DNA'nın eksponensiyal amplifikasyonunu içeren PCR
nun analizinde (örn. nöroblastomda NMYC amplifikasyo- analizi, günümüzde moleküler tanıda yaygın olarak kul­
nu) ve yeni izole edilen genlerin ilgili oldukları kromozo­ lanılmaktadır. Eğer substrat olarak RNA kullanılıyorsa,
mal lokuslarma haritalanmasmda kullanılmaktadır. öncelikle cDNA elde etmek için, tersine ("reverse")
transkripsiyon yapılır, daha sonra da PCR ile amplifiye
“Array” Tabanlı Genomik Hibridizasyon edilir. "Reverse" transkripsiyon (RT) gerektiren bu yön­
Buraya kadar anlatılanlar ışığında; FISH tekniği için, test tem, sıklıkla RT-PCR olarak kısaltılmaktadır. Direkt sap­
örneğinde değişiklik gösterdiği öngörülen bir ya da birkaç tama için önceden gerekli olan, normal genin sekansının
spesifik kromozom bölgesinin önceden bilinmesi gerekti­ (dizisinin) bilinmesidir. Mutant geni saptayabilmek için,
ği açıktır. Ancak kromozomal aberasyonları önceden bi­ normal sekansın 3' ve 5' uçlarına bağlanan iki primer di­
linmese de, dizilim ("array") bazlı CGH olarak bilinen bü­ zayn edilir. Uygun DNA polimerazları ve termal
tüncül bir strateji kullanarak bunların saptanması müm­ "cycling" (devir yaptıran) kullanılarak, hedef DNA amp­
kündür. Bu yöntemde test DNA'sı ve referans (normal) lifiye edilir ve iki primer arasındaki DNA sekansının mil­
DNA, farklı iki floresan boya (en sık olarak, kırmızı refle yonlarca kopyası elde edilmiş olur. Bundan sonra anor­
veren Cy5 ve yeşil refle veren Cy3) ile işaretlenmektedir. mal sekansın saptanması pekçok şekilde yapılabilir:

Resim 6 -3 7 Floresan in situ hibridizas­


yon (FISH). A , Trizomi 18 yönünden
araştırılan bir erkek hastada interfaz
nükleusu. “ FISH kokteyli” içinde üç
farklı floresan prob kullanılmıştır. Yeşil
prob X kromozomunun sentromerine
hibridlenmiş (1 kopya), kırmızı prob Y
kromozomunun sentromerine hibrid­
lenmiş (1 kopya) ve mavi prob ise kro­
mozom 18’in sentromerine hibridlen-
miştir (3 kopya). B, iki floresan probun
kullanıldığı metafaz nükleusu. Yeşil olan,
22q13 kromozom bölgesine ve diğeri
(kırmızı), 2 2 q 1 1 .2 kromozom bölgesine
hibridlenmiştir. Burada iki adet 22q13
sinyali görülmektedir, iki kromozom­
dan biri, 2 2 q 1 1 .2 probu ile boyanma­
mıştır, dolayısıyla bu bölgede bir mikro-
delesyon olduğunu gösterir. Bu anor­
mallik, 2 2 q 1 1 .2 delesyon sendromuna
(Di George Sendromu) yol açar.
(Nancy R. Schneider ve J e f f Doolittle'ın izniyle,
Cytogenetics Laboratory, University o f Texas So­
u th w e s te rn Medical Center, Dallas, Texas tarafın­
dan verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.).
: ' m -W>

Mendelian ve Kompleks Hastalıkların M oleküler Tanısı 265

2.5
i
2.0
1
1.5

1 .0 1 IL ^
0.5

0 20 40 60 80 100 120 140


B Megabazlarda lokalizasyon

Resim 6 -3 8 A , Dizilim (“ A rray” komperatif genomik hibridizasyonu (CGH); floresanla işaretlenmiş test D N A ’sı ve kontrol D N A ’sının,
insan genomunda tanımlanmış tüm kromozomal bölgelere karşı gelen binlerce probu içeren bir slayt üzerinde hibridlenmesiyle gerçekleş­
tirilir. Günümüzde mevcut olan dizilim CGH teknolojilerinin rezolüsyonu, sipariş üzerine yaklaşık 10 kb kadardır. A , Dizilimin büyük
büyütmeli görüntüsünde, Cy5 işaretli (kırmızı) test örneğindeki kopya sayısı aberasyonları gösterilmektedir. Amplifikasyon bölgeleri aşırı
kırmızı spot ve delesyon bölgeleri aşırı yeşil spot şeklinde sinyal vermektedir. Sarı spotlar ise normal (diploid) kopya sayısını gösterir. B,
Hibridizasyon sinyalleri, “ test” örneği genomunun karyotipinin görsel halini ortaya koyacak şekilde dijitalize edilmiştir. Burada resimlenen
örnekte, dizilim CGH yöntemi, bir kanser hücresinin 8. kromozomun uzun kolunun distal kısmında amplifikasyon olduğunu göstermek­
tedir, ki bu da AdVC onkogeninin artmış kopya sayısına karşılık gelir.
(A, Snijders A M , Nowak N, Segraves R ve ark: Assembly o f microarrays for genome-wide measurement o f DNA copy number. Nat Genet 2 9:2b3, 2001; Web Figure A,
Copyright 2001. Macmillan Publishers Ltd. tarafından verilen izin ile tekrar basılmıştır.)

• DNA, içerdiği niikleotid sırasının belirlenmesi ama­ menter olan floresan işaretli C ve T nükleotidlerini
cıyla sekanslanabilir ve normal ("wild-type") sekansla PCR karışımına eklemektir. Bu iki nükleotid farklı flo-
karşılaştırılarak mutasyonlar saptanabilir. DNA se- roforlarla işaretlendiğinden, ortaya çıkan PCR ürü­
kanslama cihazlarının çoğu otomatizedir ve icat eden nünden yayılan floresan, primer uzatma aşaması sıra­
kişi olan Frederick Sanger'den sonra orijinal ismini sında C ya da T nükleotidlerinden hangisinin birleşti­
alan bir sekanslama teknolojisinin floresan boya ta­ ğine göre renklerden biri ya da diğerinde olabilir (Re­
banlı versiyonunu kullanır. Son zamanlarda genleri sim 6-40). Bu allel spesifik uzatma stratejisinin avanta­
ya da genlerin bir parçasını sekanslamak için kullanı­ jı, normal ve anormal hücrelerden oluşan heterojen
lan gen çipleri (“microarrays") de ortaya çıkmıştır. karışımlarda bile (örneğin malignite olduğundan şüp­
Normal gen sekansına ve bilinen mutasyonları taşı­ helenilen olgulardan alman klinik örneklerde), mu­
yan sekanslara komplementer olan (karşılık gelen) kı­ tant DNA'nı varlığını göstermesidir. Bu tema üzerin­
sa DNA sekansları (oligonükleotidler), gen çipi üze­ den geliştirilen çeşitli yöntemler, günümüzde labora­
rinde "tuğla döşemesi gibi yan yana dizilir" ve test edi­ tuar ve klinik düzeyde mutasyonlarm saptanması için
lecek DNA örneği, floresan ile işaretlendikten sonra kullanılmaktadır.
bu çipe hibridlenir (Resim 6-39). Hibridizasyon (dola- • Daha önce sözü edilen Sanger sekanslaması artık "ilk
yısıyla da ortaya çıkan floresan sinyal), eğer mutasyon nesil" olarak kabul edildiğinden dolayı, yeni nesil
yoksa, normal sekansa karşılık gelen oligonükleotidde (NextGen) sekanslama teknolojilerinden bahsetme­
en kuvvetli düzeydedir. Buna karşın mutasyon varsa, mek hata olur. NextGen sekanslama teknolojisinin
komplementer mutant oligonükleotidde hibridizas­ kullanılabilir olması, moleküler tanılamada radikal bir
yon vardır. Daha sonra olası mutasyonları saptamak şekilde değişiklik yapma potansiyeli taşımaktadır.
için, bilgisayar programları çip üzerindeki floresan Çünkü göreceli olarak ucuz maliyetler karşılığında,
hibridizasyon paterninden, hızla yüz binlerce baz çif­ hacimlerce sekanslanmış veriye (her gün 1 giga baz
tinden oluşan DNA sekansının kodunu çözer. çiftinden ya da 1,000,000,000 DNA baz çiftinden daha
• Spesifik bir nükleotid pozisyonundaki mutasyonları fazla!) ulaşmak mümkündür. Tüm insan genomu 3 gi­
(örneğin KRAS onkogenindeki glisini [GGT], aspartik ga bazdan biraz fazlasına sahiptir, böylelikle gerçek bir
asite [GAT] dönüştüren kodon 12 mutasyonu) ortaya "genom çapında sekanslama" günler içerisinde pek-
koymak için kullanılabilecek bir diğer yöntem, sıra­ çok defa yapılabilir. Sanger sekanslamasmdan farklı
sıyla ya normal (G) ya da mutant (A) sekansa komple­ olarak, NextGen sekanslama teknolojileri, insan geno-
266 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

Resim 6-39 Mikrodizilim-tabanlı D N A dizileme (sekanslama). Soldaki panel, 25 kuruşluk madeni paradan daha büyük olmadığı halde, bin­
lerce baz çiftini dizileme kapasitesine sahip bir “ gen çipinin” , küçük büyütme dijital taranmış görüntüsü. Yüksek çıktılı mikrodizilimler orga­
nizmaların tamamını (virüsler gibi), organelleri (m itokondri gibi) ve insan kromozomlarının tümünü sekanslamak için kullanılmaktadır.
Sağdaki panel, gen çipinin yüksek rezolüsyonlu görüntüsü, yayılmış bir D N A dizisine karşılık gelen hibridizasyon paternlerini göstermek­
tedir. Çipin tümü üzerindeki bireysel hibridizasyon paternlerini, birkaç dakikalık bir iş ile (konvansiyonel sekanslama teknikleri ile böyle bir
analiz ancak günler haftalar içinde yapılabilir), gerçek dizi datasına çevirebilen bilgisayar algoritmaları mevcuttur. Burada, üst satırda
görülen, referans dizi (yaban tip, “ wild-type” ) iken, alttaki test örneğinin dizisine karşılık gelmektedir. Görüldüğü gibi, kompüterize algo­
ritma, test örneğinde C-+G mutasyonu saptamıştır.
(Maitra A, Cohen T, Gillespie S E ve ark: The Human MitoChip: a high-throughput sequencing microarray for mitochondrial mutation detection. Genome Res 14:812, 2004
makalesinden uyarlanmıştır.)

muna ait çoğul sayıda fragmanın (DNA ya da cDNA) lıkların, bugüne kadar bilinmeyen genetik temelini
paralel bir şekilde sekanslamasımn ("masif paralel se­ saptamak için kullanılmaya başlanmıştır.
kanslama") gerçekleştiği platformlara sahiptir ve böy­
lelikle hızı anlamlı bir şekilde arttırılır (Resim 6-41). “ Linkage” (Bağlantı) Analizi ve Tüm Genom
Floresanla işaretli nükleotidler, siklus başına her kalıp İlişkilendirme Çalışmaları
için bir tane eklendiğinde, katı fazda immobilize olan
Mutasyonlarm doğrudan tanısı; sadece genetik hastalık­
kalıp DNA ipliklerine karşılık gelerek birleşirler. Sik-
tan sorumlu olan genin bilindiği ve sekansının tanımlan­
luslar, yeterli uzunlukta "okuma" oluşturulana kadar
dığı durumlarda mümkündür. Sık rastlanan bazı hasta­
tekrarlanır ve daha sonra sofistike biyoinformatik yön­
lıkların içeren bir grup genetik hastalıkta ise, doğrudan
temlerle "okuma" verileri, insan genomu üzerinde ha-
tanı mümkün değildir. Çünkü ya hastalığa neden olan
ritalandırılır. Derin sekanslama günümüzde en sık,
gen bilinmemektedir ya da hastalık multifaktöryeldir
bazı tümör tiplerinde görülen somatik mutasyonları
(poligeniktir) ve sadece tek bir geni ilgilendirmez. Bu ol­
sekanslamak için kullanılmaktadır. Buna karşın germ
gularda iki tip analiz, hastalık ilişkili genin(lerin) tarafsız
hattı sekanslaması, nadir görülen mendeliyan hasta-
saptanması için uygulanabilir: bağlantı analizi ve tüm
genom ilişkilendirme çalışmaları (GWASs). Her iki ana­
Nokta mutasyonu
lizde de ilgili kromozomal alanların yerinin belirlenmesi
için, genomdaki belirteç lokuslar olarak da bilinen vekil
DNA ("surrogate") belirteçlerin, bir ya da daha fazla sayıda
hastalığa neden olan aday gene bağlantıları temel alına­
rak kullanılması gerekmektedir. Kullanılan belirteç lo­
kuslar, polimorfizm olarak bilinen, DNA sekanslarında
doğal olarak bulunan varyasyonlardır. En sık görülen
DNA polimorfizmleri olan SNPler, yaklaşık her 1000 baz
çiftinde bir nükleotid frekansında ortaya çıkar ve tüm
genom boyunca görülür (ekzonlar ve intronlarda ve re-
gülatuar sekanslar). SNPler hem genom içinde fiziksel
bir nirengi noktası, hem de ebeveynden çocuğa kalıtımı
izlenebilen bir genetik belirleyicidir.
İki teknolojik yenilik sayesinde, SNPlerin, yüksek veri
çıktılı "gen avı" için kullanılması mümkün olmuştur. Bi­
rincisi HapMap projesinin tamamlanmasıdır. Bu proje,
genom çapında SNP haritalandırılması temelli olup, üç
etnik ırk grubunda "linkage" dengesizliği paternlerini orta­
ya çıkarmıştır. Tüm insan genomu artık; aynı kromozom
Normal ve mutant üzerinde, birbirlerine bitişik olan, değişik sayılardaki
DNA karışık SNPlerden oluşmuş "haplotip" olarak bilinen bloklara bö­
Resim 6 -4 0 Normal ve mutant D N A ’ların karışımını içeren hetero­ lünmüştür. Bu bloklardaki SNPler, "linkage" dengesizliği
jen bir örnekte mutasyon saptanması için, allele özgü polimeraz zin­
göstermekte ve bu nedenle kümeler halinde birlikte kalı-
cir reaksiyonu (PCR) analizi. Araştırılan baz pozisyonundaki, mutant
ve yaban tip nükleotidlere karşılık gelen komplementer nükleotidler,
tılmalctadır. Sonuç olarak, insan genomunda her tek bir
farklı floroforlarla işaretlenir. Böylelikle ortaya çıkan PCR ürünleri SNP'yi araştırmak yerine, paylaşılan DNA ile ilgili karşı­
ile birleşme sonucunda, mevcut mutant ve normal D N A oranlarına laştırmalı bilgi; spesifik bir haplotipi "etiketleyen" ya da
uygun olarak, çeşitli yoğunlukta floresans sinyaller ortaya çıkar. saptayan tek ya da küçük sayılarda SNPleri kullanarak
Mendelian ve Kompleks Hastalıkların Moleküler Tanısı 267

CH9 Od
OH Od Od Od
-v rsı O d O®
o® CKB

od od od od od od c G ç G T
O d Od 04 od od od

Farklı boyalar ile


I C Yıkama, dört renk Boya kırılır ve gruplar Tekrar
k e
A işaretlenmiş dört nükleotid görüntüleme sonlanır, yıkama
eklenir

cQ
AO
TO
B g Q

Resim 6-41 Gelecek nesil sekanslama (dizileme) tekniğinin prensipleri. “ NextGen” sekanslama için, günümüzde çok sayıda alternatif yak­
laşım mevcuttur. En sık kullanılan platformlardan biri burada gösterilmektedir. A , 100 ile 500 baz çifti arasında değişen uzunlukta,
genomik D N A kalıbının (“ template” ) kısa fragmanları; kalıp fragmanların ucuna daha önceden eklenen adaptörlere komplementer olan
yakalayıcı üniversal primerleri kullanarak, cam slayt gibi, katı fazdaki bir platformda immobilize olurlar. Floresans ile işaretli komplemen­
ter nükleotidlerin, her siklus için, D N A kalıbı başına bir tane eklenmesi sonucunda, binlerce kalıbın katı faz üzerinde aynı zamanda im­
mobilize olarak oluşturduğu “ masif paralel çizgiler” görünümü oluşur. D ö rt renk görüntüleme kamerası, her kalıbın yerinden (bağlanan
spesifik nükleotide bağlı olarak) saçılan floresans ışımayı yakalar. Daha sonra floresans boya ayrıtılır ve yıkanır, ve siklus tekrarlanır. B,
Güçlü hesaplamalı programlar, her bir “ etap” sonunda, kalıp D N A ’ya komplemeter sekansları oluşturmak için, görüntüleri deşifre
edebilirler ve bu sekanslar daha sonra, değişiklikleri saptamak için, referans genomik sekansa geri haritalanırlar.
(M etzker M : Sequencing technologies-the n e x t generation. Nat Rev Genet 11:31-46, 2010, © Nature Publishing Group tarafından verilen izinle çoğaltılmıştır.)

basit olarak elde edilebilir. İkincisi, yüksek yoğunluklu nom bölgeleri saptanır. Gen içindeki neden olan var­
SNP çip teknolojisi kullanarak, yüzbinlerceden milyona yant, daha sonra "aday gen" yaklaşımı kullanarak ge­
kadar sayıda SNPleri, maliyeti ucuz bir şekilde, tek sefer­ çici olarak saptanır. Burada gen seçimi; genlerin has­
de, simültane olarak genotiplemek artık mümkündür. talık ile olan ilişkisinin ne ölçüde sıkı olduğu ve biyo­
• Bağlantı analizi, aile üyelerinde paylaşılan, ilgili hasta­ lojik fonksiyonunun çalışılan hastalık ile ilişkili olup
lığı ya da genotipik özelliği gösteren belirteç lokusları olmadığı temelinde yapılır. Poligenik hastalıklara ek
ortaya çıkarmak için yapılır. Burada bağlantı denge­ olarak, GWAS analizi; boy, vücut ağırlığı, saç ve göz
sizliği olan SNPlerin, hastalık alleli ile birlikte, pedig- rengi ve kemik dansitesi gibi insanlardaki yaygın kan-
riler boyunca aktarıldığı varsayılmaktadır. SNPlerden titatif genotipik özellikleri düzenleyen genetik lokus-
oluşan bir panel temelinde, "hastalık haplotipi" ta­ larm saptanmasına da yardımcı olmaktadır.
nımlamasını yapmak mümkün olduğu zaman, bunla­
rın tümünün aday hastalık alleline yakın yerleştikleri­ Genetik Analiz Endikasyonları
ni söylemek mümkün olmuştur. Zaman içerisinde,
bağlantı analizi ile hastalık allellerinin yerinin bulun­ Önceki anlatılanlarda, bugün genetik hastalıkların tanı­
ması ve klonlanması kolaylaşmıştır. Bağlantı analizi; sında kullanılan birçok tetkikten bazılarından bahsedil­
belirgin etkileri ve yüksek oranda geçiş (penetrans) mektedir. Bu tetkiklerin akılcı olarak uygulanması için,
gösteren, tek gen ile ilişkili mendelian hastalıklarda, kimlerin genetik testlere ihtiyacı olduğunun belirlenme­
en fazla yarar sağlar. si çok önemlidir. Genel olarak genetik testler, prenatal ve
postnatal incelemeler olarak ikiye ayrılabilir. Konvansi­
• Hipertansiyon diyabet, mental hastalıklar ve astım gi­
yonel sitogenetik, FISH, moleküler tanılama ya da bun­
bi bazı sık görülen hastalıkların; hastalığın fenotipine
ların çeşitli kombinasyonları kullanılabilir.
neden olacak küçük bağımsız etkilere katkı sağlayan
Prenatal genetik analiz sitogenetik olarak anormal ço­
çoğul sayıda genetik lokuslar eşliğinde poligenik bir
cukları olma riski taşıyan tüm hastalara önerilmelidir. Bu
temeli olduğu artık ortaya çıkmıştır. Konvansiyonel
analiz; amniyosentez ile elde edilen hücrelerde, koryon
bağıntı analizlerinin eksiği, bu genetik varyantları
villus biyopsisi materyalinde ya da umblikal kord kanında
saptayacak istatistiksel gücünün olmayışıdır. GPVAS
yapılabilir. Önemli endikasyonlardan bazıları şunlardır:
analizinde, hastalıklı ya da hastalıksız büyük hasta
kohortları (aileler değil), hastalığı olan kişilerde aşırı • İleri anne yaşı (34 yaş üstü) yüksek oranda trizomi ris­
temsil edilen SNP varyantları açısından, genomun tü­ ki ile ilişkilidir.
mü genelinde incelenir. Bu şekilde, hastalığa yatkınlı­ • Dengeli resiprokal translokasyon, Robertsonian trans-
ğı ortaya koyan varyant gen ya da genleri içeren ge­ lokasyon ya da inversiyon taşıyıcısı olduğu belirlenen­
268 B Ö L Ü M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar

ler (bu olgularda gametler dengesiz olabilir, bu durum­ Feinberg AP: Epigenetics at the epicenter of modern medicine. JAMA
da doğacak çocuklar kromozom hastalıkları yönünden 299: 1345, 2008. [K an serler ve diğer insan hastalıklarının patogenezin-
delci epigen etik an orm alliklerin rolünü vurgulayan, im priııtlem e kon u ­
risk altında olacaktır) sunda dünyaca ön em li bir uzm an tarafın dan yazılm ış stradışı bir derle­
• Önceki çocuğu etkileyen bir kromozomal anomali m e.]
• Hasta ya da partnerin X'e bağlı genetik hastalık taşıyı­ Hartl FU, Bracher A, Hayer-Hartl M: Molecular chaperones in protein
cısı olduğu belirlendiği zaman, fetal cinsiyetin tayini folding and proteo stasis. Nature 475: 324, 2011. [Proteinlerin hatalı
katlanm ası v e şaperon tedavisi ile ilgili m ü kem m el bir derlem e.]
Postnatal genetik analiz genellikle periferik kan lenfositle­ Janoueix-Lerosey I, Schleiermacher G, Delattre O: Molecular pathoge­
rinden yapılır. Endikasyonları şunlardır: nesis of peripheral neuroblastic tumors. Oncogene 29: 1566, 2010
• Çoğul sayıda konjenital anomali Judge DP, Dietz HC: Therapy of Marfan syndrome. Annu Rev Med 59:
43, 2008. [K linik değ erlen dirm eleri devam eden, başta kardiyak ve aor-
• Açıklanamayan mental retardasyon ve/veya gelişme tik kom plikasyon ların ön len m esi ile ilgili “ilaç bulma" h edefin e odaklan ­
geriliği mış, M arfan sendrom u patogen ezi ü zerin e dü n yaca önem li ön de gelen
• Kuşkulu anöploidi (örn. Down sendromu bulguları) uzm anlardan birinin yazarlığını yaptığı stradışı bir derlem e.]
Kinney HC, Thach BT: The sudden infant death syndrome. N Engl J
• Kuşkulu dengesiz otozomal kromozom (örn. Prader-
Med 361: 795, 2009. [Ani bebek ölümü sen drom u n daki bazı anahtar nö-
Wüli sendromu) ropatolojik bulgular ve n örotransm iter an orm allikleri tanımlayan, bu f e ­
• Kuşkulu seks kromozomu anomalisi (örn. Turner nom en hakkın d a yazarlığını bir grubun yaptığı, kısa ve öz bir d erlem e.]
sendromu) Kobrynski LJ, Sullivan KE: Velocardiofacial syndrome, DiGeorge
• Kuşkulu Frajil X sendromu syndrome: the chromosome 2 2 q ll.2 deletion syndromes. Lancet
370:1443, 2007. [ 2 2 q ll.2 m ikrodelesyon sen drom lan n m klinik bulgula­
• İnfertilite (seks kromozomu anomalisini ekarte etmek rı, tanısı ve tedavisini içeren iyi yazılm ış bir derlem e.]
için) Ku CS, Loy EY, Pawitan Y, Chia KS: The pursuit of genome-wide as­
• Multipl spontan abortuslar (ebeveynlerin dengeli sociation studies: where are we now? J Hum Genet 55: 195, 2010.
translokasyon taşıyıcısı olma durumunu ekarte etmek [G enom un tümünü in celeyen çalışm aların durumunu ve bunların kom p ­
leks hastalıkları anlam am ızı nasıl etkilendiği ü zerin e beş yıllık bir göz­
için her iki partnerin incelenmesi gerekir)
lem .]
Bunlar ve diğer klinik uygulamalar ile ilgili olarak söylen­ Lin PW, Nasr TR, Stoll BJ: Necrotizing enterocolitis: recent scientific
mesi gereken önemli bir nokta, günümüzde genomik tıb­ advances in pathophysiology and prevention. Semin Perinatol 32:
70, 2008. [NEK'in m olekü ler patogenezin anlaşılm ası üzerine ve hasta­
bın nefes aldığı bir çağda yaşıyor olmamızdır. Gelecekte­
lığın önlenm esine y o l g österen iyi yazılm ış güncel bir derlem e.]
ki yıllar; insan hastalıklarının genetik temelini aydınlata­
Loscalzo ML: Turner syndrome. Pediatr Rev 29: 219, 2008. [Turner
cak ilerlemelerin, hastalıkların tanısı, önlenmesi ve teda­ sendrom unun g en etik tem elini, ayn ı zam an da klin ik tarafını kapsayan
visini nasıl etkileyeceği konusunda kehanette buluna­ iyi toparlanm ış bir derlem e.]
caktır. Metzker M: Sequencing technologies — the next generation. Nat Rev
Genet 11: 31, 2010. [G ünüm üzde elim izde bulunan gelecek nesil sekans-
lam a platform ları ve d olayısı ile uygulam aları h akkın da güncel bir m aka­
KAYNAKLAR
le.]
Bassell GJ, Waren ST: Fragile X syndrome: loss of local mRNA regula­ Patterson D: Molecular genetic analysis of Down syndrome. Hum Ge­
tion alters synaptic development and function. Neuron 60: 201, net 126: 195, 2009. [D ow n sendrom unun m olek ü ler patogenezi ile ilgili
2008. [Frajil X sendrom unun m olekiiler patogenezi, özellKkle FM RP derin lem esin e bir derlem e.]
fo n k siy o n u kay bı ile ilişkili o la y la r üzerine güncel bir m akale.] Staretz-Chacham O, Lang TC, LaMarca ME, et al: Lysosomal storage
Bojesen A, Gravholt CH: Klinefelter syndrome in clinical practice. Nat disorders in the newborn. Pediatrics 123:1191, 2009. [Yenidoğan dö­
Clin Prac Urol 4: 192, 2007. [Bu hastalığa klin ik açıdan y aklaşan bir n em inde ortaya çıkan, bu n ad ir görülen h astalık sınıfına özellikle vurgu
derlem e.] yapan m ükem m el bir tartışm a.]
Butler MG: Genomic imprinting disorders in humans: a mini-review. J Sweetser DA, Grabowski EF: Pediatric malignancies: retinoblastoma
Assist Reprod Genet 26: 477, 2009. [ikisi bu bölüm de tartışılan, imp- and Wilms tumor. In Chung DC, Haber DA (eds): Principles of Cli­
rintlem e hastalıklarının g en etik tem eli üzerine kısa, öz ve m ü kem m el bir
nical Cancer Genetics: A Handbook from the Massachusetts Gene­
gözd en geçirm e.]
ral Hospital. Springer, New York, 2010, pp 163 - 180. [Bu iki çocuk­
Collaco JM, Cutting GR: Update on gene modifiers in cystic fibrosis.
luk çağı solid tüm örünün; klin ik bulgularını, m oleküler patogenezini ve
Curr Opin Pulm Med 14: 559, 2008. [K istik fib ro z isd ek i; CFTR geni
tedavisini özetleyen iyi yazılm ış bir kitap bölüm ü.]
dışında, fen o tip i etkiley en g en etik düzenleyicilerin rolü üzerine, dünyaca
Wheeler DA, Srinivasan M, Egholm M, et al: The complete genome of
ön em li bir uzman tarafından y azılm ış bir derlem e.]
Croce CM: Causes and consequences of microRNA dysregulation in an individual by massively parallel DNA sequencing. Nature 452:
cancer. Nat Rev Genet 10: 704, 2009. [İnsan kan serlerin deki m ikroR- 872, 2008. [G elecek nesil sekan slam ayı kullanarak, ilk kez insan gen o­
NA regülasyon bozukluğunun ilk örneğini keşfeden , öncü bir kişi tarafın­ munun kom ple sekan slanm asın ı tanım layan; D N A ’nın çift sarm allı y a­
dan yazılm ış kap sam lı bir derlem e.] pısının kaşiflerin d en biri olan, N obel ödüllü Ja m es D W atson'a ait olan
Farrell PM, Rosenstein BJ, White TB, et al: Guidelines for diagnosis of literatür gibi çığır açacak bir m akale.]
cystic fibrosis in newborns through older adults: Cystic Fibrosis Fo­ Winter J, Jung S, Keller S, et al: Many roads to maturity: microRNA
undation consensus report. J Pediatr 153: S4 - S14, 2008. [K istik fib - biogenesis pathways and their regulation. Nat Cell Biol 11: 228,
rozisin çeşitli belirtilerini v e gen otip -fen otip korelasyon larım ortay a k o ­ 2009 [miRNA'nın n asıl sen tez edildiği ve işlendiği ve bu karm aşık işle­
yan, bir uzman grubu tarafından hazırlanm ış m ükem m el bir kon sen sü s min nasıl düzenlendiği h akkın d a kısa sürede ortaya çıkan bilgi hakkın da
m akalesi.] stradışı bir d erlem e - yüreği dayan am ay aca klar için uygun değildir!]
Kimyasal ve Fiziksel Ajanların Toksisitesi 271

rak yapılması gereken şey, sera gazlarının üretimini dur­


durmak, yeni yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştir­
mektir. Acil tedbirler alınmadığında, iklim değişikliği,
2 1 . yüzyılda ve ötesinde çevresel hastalığın önde gelen

küresel nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır.

KİMYASAL VE FİZİKSEL AJANLARIN


TOKSİSİTESİ*•
Toksikoloji, zehir bilimi olarak tanımlanır. Bu bilim, tok- —
İNSAN ETKİLENİMİ
sik ajanların yayılımı, etkileri ve etki mekanizmaları in­
celer. Daha geniş anlamda ise, radyasyon ve ısı gibi fizik­
sel ajanların etkilerinin araştırılmasını da içermektedir.
Her yıl, Birleşik Devletler'de 32.000 tonu bilinen karsino-
jenlerden oluşan yaklaşık 1 , 8 milyon ton zehirli kimyasal
üretilmektedir. Ancak genel olarak, kimyasalların sağlık
üzerindeki potansiyel etkileri hakkında çok az şey bilin­
mektedir. ABD'de kullanımda olan yaklaşık 100.000
kimyasalın, % 1 'inden azı sağlık üzerine olan etkileri için
deneysel olarak test edilmiştir. Avrupa'da mevcut kimya­
sal sayısı Amerika Birleşik Devletleri'ndekinin yarısın­
dan daha azdır, ancak bu kimyasalların çoğu, endüstri­
yel ürünler olarak çevreye salınır veya insan ve hayvan
atığı olarak tahliye edilir.
Biz şimdi eksojen kimyasalların ve maddelerin toksisi-
tesini ele alan bazı temel prensipleri gözden geçirelim.
• Zehir tanımlaması doğru değildir. Bu temelde nicel bir
kavramdır ve doza bağlıdır. 16. yüzyılda Paracelsus'tan
bir alıntı olan "tüm maddeler zehirdir, uygun doz zehi-
ri ilaçtan ayırt eder" sözü, özellikle potansiyel olarak
zararlı etkileri olabilen ilaçların arttığı günümüzde,
belki da daha da geçerlidir.
• Ksenohiotikler çevrede bulunan ve solunum, sindirim
veya deri teması ile vücuda alman eksojen kimyasal­
lardır (Resim 7-2).
• Kimyasallar, idrar ve gaita ile atılabilir veya solunan
hava ile denebilir, atılamayanlar ise kemik, yağ doku­
su, beyin veya diğer dokularda birikebilir.
• Kimyasallar, vücuda giriş yerlerinde etkili olabilir veya Resim 7 -2 Kirleticilere insan maruziyeti. Havada, suda ve toprak­
diğer bölgelere taşınabilir. Ajanların bazıları vücutta taki kirleticiler, akciğerler, gastrointestinal sistem ve deriden vücu­
değişikliğe uğramazlar ancak çoğu çözücüler ve drog- da alınırlar. Vücutta, emilim yerinde etkili olabilirler, ancak genellik­
lar suda çözünen maddelere metabolize olurlar (detok- le kan yoluyla diğer organlara taşınırlar, burada depolanabilir ve
metabolize edilebilir. Ksenobiotiklerin metabolizması, suda çözü­
sifikasyon) veya toksik metabolitlere aktive edilirler.
nen bileşiklerin oluşmasıyla sonuçlanabilir, bunlar atılabilir ya da
• Çözücülerin ve ilaçların çoğu lipofililctir, kanda lipop- ajanlar toksik metabolitler yaratarak aktive olabilirler.
roteinlerle taşınırlar ve hücre membranmdaki lipid bi­
leşiklerine penetre olurlar.
• Ksenobiotikleri, toksik olmayan ürünlere metabolize otikleri hücre zedelenmesine neden olan aktif bileşiklere dö­
eden veya toksik ürünlere dönüştüren reaksiyonlar nüştüren reaksiyonlan katalize eder. Her iki tip reaksiyon
(Resim 7 - 3 ve ayrıca 7-2), iki fazda meydana gelir. Faz da bir ara ürün olarak, hücre zedelenmesine neden ola­
I reaksiyonlarında, kimyasallar, genellikle hidroliz, bilen (Bölüm l'd e bahsedildi) reaktif oksijen türevlerini
oksidasyon veya redüksiyona uğrar. Faz I reaksiyonla­ (ROT) üretebilir. Karaciğerde karbon tetraklorürden
rının ürünleri, daha çok glukuronizasyon, sülfasyon, toksik triklorometil serbest radikalinin üretimi, sigara
metilasyon ve glutatyon ile konjugasyon (GSH) gibi dumanında bulunan bir karsinojen olan benzojajpiren
fa z II reaksiyonları ile suda çözünen bileşiklere meta­ (BaP) DNA bağlayan metabolitin oluşturulması, P-450
bolize olurlar. Suda çözünen bileşikler organizmadan sistemi ile kimyasalların metabolik aktivasyonunun ör­
kolayca dışarı atılırlar. nekleridir. Sitokrom P-450 sistemi, ayrıca asetamino-
• Faz I reaksiyonlarında yer alan hücresel enzim sistem­ fen, barbitüratlar ve antikonvülzanlar gibi bazı sık kul­
lerinin en önemlisi, sitokrom P-450 sistemidir ve başta lanılan çok sayıdaki tedavi edici maddelerin metaboliz­
karaciğerin endoplazmik retikulumunda (ER) olmak malarında da yer alır (daha sonra anlatılmaktadır).
üzere, deri, akciğerler, gastrointestinal (GI) mukoza ve • Bireyler arasında, P-450 enziminlerinin aktivitesinde
pratik olarak her organda bulunur. Bu sistem, hem kse­ büyük değişkenlik bulunur. Bu değişkenlik, bu en­
nobiotikleri detoksifiye eden reaksiyonlan hem de ksenobi- zimleri kodlayan genlerdeki polimorfizm sonucu oluşa-
ve Mexico ve Sâo Paolo gibi büyük şehirleri kaplayan du­
manı oluştururlar. Hava kirliliğinin modern bir fenomen
olduğu düşünülebilir. Ancak, durum böyle değildir. Se­
neca, M.Ö. 61'de "Roma'nm yapışkan buharlı, isli ve ağır
havasT'nı terk eder etmez karakterinde bir değişim his­
settiğini yazmıştır. İlk çevre kontrol kanunu 1306'da I.
Edward tarafından ilan edildi ve oldukça basit ve açıktı:
"Kömür yakma suçu işleyenin başı kesilecek." Modern
çağda değişen şey, havayı kirleten maddelerin doğası ve
kaynakları ve bunların salınmamı kontrol eden düzenle­
melerin çeşitleridir. Modern insanın kirlilik konusunda
kendi başını yediği söylenebilir!
Hava kirliliğinin olumsuz sonuçlarının yükünü akci­
ğerler çeker, ancak hava kirleticiler birçok organ sistem­
lerini (kurşun ve CO zehirlenmesinde olduğu gibi, daha
sonra anlatılmaktadır) etkiler. Bu bölümde kısaca bahse­
dilen sigara içimi dışında, kirleticilerin neden olduğu ak­
ciğer hastalıkları Bölüm 12'de anlatılmıştır. Burada ozon,
Moleküler ve
>• hücresel onarım sülfür dioksit, partiküller ve karbon monoksitin sağlıkla
ilgili en önemli etkileri ele alınmıştır (Tablo 7-1).
____ '______
V- Ozon en yaygın hava kirleticilerinden biridir. Birçok
şehirdeki düzeyleri EPA standartlarını aşmaktadır. Ço­
Toksisite ğunlukla otomobil egzoslarından salman azot oksitleri il­
(kısa- ve uzun dönem etkiler
gilendiren ve güneş ışığının etkisiyle meydana gelen re­
Resim 7 -3 Ksenobiotiklerin metabolizması. Ksenobiotikler toksik
aksiyonlarla ortaya çıkan bir gazdır. Oksitler ve ince par­
olmayan metabolitlere metabolize olabilir ve vücuttan atılabilirler tiküller ile birlikte, ozon, bildiğimiz "smog"u (dumanlı
(detoksifikasyon). Ancak metabolizmaları, bazen hücresel eleman­ sis) (smoke ve fog'dan gelir) oluşturur. Toksisitesi, ser-
lar için toksik olan bir reaktif metabolitin oluşmasıyla da sonuçlana­
bilir. Eğer onarım yeterli olmazsa, kısa ve uzun vadeli etkiler gelişir.
(Hodgson E : A Textbook o f ModernToxicology, 3rd ed.Fig 1-1, Hobokey, NJ, John
Wiley & Sons, 2004, den değiştirilmiştir) Tablo 7-1 Dış Ortam Kirleticilerinin Sağlığa Etkileri

Risk Altındaki
K irletici Popülasyon Etki(leri)

bilir veya sistemde metabolize olan diğer maddelerin Ozon Sağlıklı erişkinler Akciğer fonksiyonunda azalma
ve çocuklar Hava yolu reaktivitesinde artma
etkisiyle meydana gelebilir. Ayrıca enzimlerin aktivi-
Akciğer infiamasyonu
tesi oruç tutma veya açlık ile azalır, alkol tüketimi ve
Atletler,
sigara içmekle artabilir.
dış ortam
çalışanları Egzersiz kapasitesinde azalma
Astımlılar Hastaneye yatışta artış
ÇEVRE KİRLİLİĞİ Azot Sağlıklı erişkinler Hava yolu reaktivitesinde artma
dioksit Astımlılar Akciğer fonksiyonunda azalma
Çocuklar Solunum enfeksiyonlarında artış
Hava Kirliliği
Sülfür Sağlıklı erişkinler Solunum semptomlarında artış
Yaşam veren, soluduğumuz hava, çoğu kez potansiyel dioksit Kronik akciğer Ölüm oranında artış
hastalık etkenleriyle yüklüdür. Havada uçuşan mikroor­ hastalığı
ganizmalar, morbidite ve ölüm olaylarının önemli neden- olanlar
lerindendir. Hem "gelişmiş" hem de "gelişmekte" olan ül­ Astımlılar Hastaneye yatışta artış
kelerde, hava kirliliğinin daha yaygın nedenleri havada Akciğer fonksiyonunda azalma
bulunan kimyasal ve tanecikli kirleticilerdir. Dış ortam ve Asit Sağlıklı erişkinler Mukosilier temizlemede azalma
iç ortama özgü bilinen tehlikeler söz konusudur. aerosoller
Çocuklar Solunum enfeksiyonlarında artış
Astımlılar Akciğer fonksiyonunda azalma
Dış Ortamda Hava Kirliliği Hastaneye yatışta artış
Sanayileşmiş ülkelerdeki çevre havası kötü gazlar ve ta­ Partiküller Çocuklar Solunum enfeksiyonlarında artış
necikli kirleticilerle kirletilmektedir. Bu kirlenme, daha Akciğer fonksiyonunda azalma
çok şehirlerde ve ağır sanayi bölgelerinin yakınlarında Kronik akciğer Ölüm oranında artış
oluşur. Amerika Birleşik Devletleri'nde, Çevre Koruma ve kalp hastalığı
Kurumu (Environmental Protection Agency-EPA), altı olanlar
kirleticinin kabul edilebilir üst sınırlarını belirlemekte ve Astımlılar Ataklarda artış
bunları kontrol etmektedir: sülfür dioksit, CO, ozon, V e rile r , B a s c o m R v e a rk .; D ış o r t a m k ir liliğ in in sa ğ lık e t k ile r i. B ö lü m 2.
azot dioksit, kurşun ve partikül halindeki madde. Genel A m e r ik a n T o r a k s D e r n e ğ i’n in Ç e v re s e l v e M e s le k i S a ğ lık K o m ite s i. A m J
Respir Crit Care M ed 1 5 3 (3 ) :4 7 7 , 1 9 9 6 'd a n a lın m ış tır.
olarak bu ajanlar, bazen Londra, Los Angeles, Houston
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.

Çevresel ve Beslenme ©

ile İlgili Hastalıklar

BÖLÜM İÇERİĞİ
İklim Değişikliğinin Sağlığa T erapötik İlaçlar ve Bağımlılık Elektrik Hasarı 289
Etkileri 269 Yapan Maddeler ile Oluşan ionizan Radyasyona Bağlı Hasar 289
Kimyasal ve Fiziksel Ajanların Hasarlar 282 Beslenmeyle İlgili Hastalıklar 293
Toksisitesi 271 Terapötik Ajanlar ile Oluşan Hasarlar: Malnütrisyon 293
Çevre Kirliliği 272 istenmeyen ilaç Reaksiyonları 282 Protein- Enerji Malnütrisyonu 294
Hava Kirliliği 272 Nonterapötik Ajanlar ile Oluşan Hasarlar Anoreksia Nervosa ve Bulimia 295
Çevresel Kirletici Olarak Metaller 273 (Madde Bağımlılığı) 284 Vitamin Eksiklikleri 296
Endüstriyel ve Tarımsal Ajanlara Fiziksel Ajanlar ile Oluşan Obezite 302
Maruziyet 276 Hasar 287 Diyet ve Sistemik Hastalıklar 306
Mekanik Travma 287 Diyet ve Kanser 306
Tütünün Etkileri 277
A lkolün Etkileri 280 Termal Hasar 288

Hastalıkların çoğu, çevresel faktörlerin etkisiyle meyda­ kazası ve 1995'te Tokyo metrosunun kasıtlı olarak orga­
na gelir veya çevresel faktörlerden etkilenir. Geniş bir ta­ nik fosfat böcek zehiri sarin ile kirlenmesi gibi. Neyse ki,
nımlama ile çevre terimi, yaşadığımız çeşitli ev içi ve dışı bunlar çok sık görülmemektedir. Daha az dramatik an­
ile mesleki ortamları kapsar. Bu ortamların her birinde, cak daha yaygın olan şey, hastalıkların düşük dozda kir­
insanların soluduğu hava, tükettiği yiyecek ve su ile tok- leticilere uzun süre maruz kalma ile oluşan zedelenme ile
sik ajanlar, halk sağlığını belirleyen ve halkın maruz kal­ karakterli oluşudur. Çok sayıda Birleşik Devletler kurulu­
dığı en önemli faktörlerdir. Bireylerle ilgili diğer çevresel şu çevresel kökenli tehlikeleri takip etme ve onları dü­
faktörler (kişisel çevre) ve tütün kullanımı, alkol alımı, zeltmekle sorumludur (örneğin; havadaki karbonmonok-
tedavi amaçlı veya "eğlence amaçlı" madde kullanımı, di­ sitin [CO] hasara yol açmayan maksimum seviyesi veya
yet ve benzerleridir. Kişisel çevredeki faktörler, halk sağ­ zararsız ya da "güvenli" kabul edilen radyasyon gibi). An­
lığını klasik anlamdaki çevreden daha fazla etkiler, fakat cak, yaş, genetik yatkınlık, maruz kalan kişinin farklı do­
küresel ısınma (sonraki bölümde anlatıldı) ile ilgili yeni ku duyarlılığı, kirleticilerin birbirlerinin etkilerini arttıra-
tehditler dengeyi değiştirebilir. bilen etkileşimleri bireysel duyarlılıkta geniş varyasyon­
Çevresel hastalık terimi, beslenme kökenli hastalıkları lar yaratmaktadır. Bununla birlikte, gruplar arasında, za­
ifade ettiği gibi, çalışma ortamında karşılaşılanları da rarlı ajanların etkileri ile ilgili kıyaslamak çalışmalar ve
kapsayan kimyasal veya fiziksel zedelenmeler sonucun­ bu ajanlara yoğun bir şekilde maruz kalımda, bireylerde­
da oluşan bozuklukları ifade eder. Çevresel hastalıklar ki riskin belirlenmesi için yararlı olan bazı "emniyetli"
umulmadık bir şekilde sık görülür. Uluslararası Çalışma düzeyler saptanmıştır. İnsanlarla ilgili olan problemin
Organizasyonu'nun tahminine göre işle ilgili zedelenme­ büyüklüğü ve doğası üzerine bu kısa bakıştan sonra, tok-
ler ve hastalıklar, tüm dünyada her yıl 1 . 1 milyon kişinin sisitenin mekanizmalarını ve sonra en önemli bazı çevre­
ölümüne yol açmaktadır. Bu rakam araba kazaları ve sa­ sel tehlikeleri gözden geçirmeye başlayabiliriz.
vaşlara bağlı ölümlerden daha fazladır. İş ile ilgili prob­
lemlerin çoğu, kazalardan daha çok hastalıklara bağlı
olarak meydana gelir. Toplumda meslek dışı toksik ajan­ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN
lara maruz kalmanın yarattığı hastalıkların yoğunluğunu SAĞLIĞA ETKİLERİ
kestirmek, ajanların çeşitliliği ve maruz kalmanın süresi
ve dozunu ölçmedeki zorluklar nedeniyle, çok daha zor­ Sıcaklık ölçümleri, yeryüzünün, önceki 1000 yıl boyunca
dur. Gerçek sayılar ne olursa olsun, çevresel hastalıklar, herhangi bir dönemdekinden daha yüksek bir oranda ol­
özellikle gelişen ülkelerde, sakatlık, acı çekme ve ağır fi- mak üzere, son 50 yılda hızlanan tempoda ısınmış oldu­
nansal yük gibi sonuçlar getirmektedir. ğunu göstermektedir. 1960 yılından bu yana küresel or­
Çevresel hastalıkların, bazen büyük felaketlerin sonu­ talama sıcaklık, 40°N ve 70°N arasındaki kara alanları
cudur. Örneğin; 1960'larda Japonya'daki Minamata'nm üzerinde görülen büyük artışlar ile 0.6°C artmıştır. Bu
metil civa ile kirlenmesi, 1984'te Hindistan Bhopal'de değişiklikler hızlı bir buzul ve deniz buzu kaybına eşlik
metil izosiyanat gazı sızıntısı, 1986'da Çernobil nükleer etmiştir, Montana'daki Glacier National Park buzulu ile
270 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

Kenya'daki Kilimanjaro dağı buzulunun 2025 yılma ka­ ler tarafından karbonun tutulmasındaki azalmadan kay­
dar kaybolacağı Arktik Okyanusu'nun en geç 2040 yılı­ naklanmaktadır. Kullanılan bilgisayarın modeline bağlı
na kadar yaz aylarında tamamen buzsuz olacağı tahmin­ olarak değişmekle birlikte, sera gazlarının düzeylerinin
lerine yol açmıştır. yükselmesinin 2100 yılı itibariyle, küresel sıcaklığı 2°C ile
Siyasilerin kelime oyunlarına rağmen, bilim adamları 5°C daha yükseltmesi (Resim 7-1, B) beklenmektedir. Sı­
arasında iklim değişikliğinde en azından kısmen insan et­ caklık artışının boyutları hakkmdaki belirsizlik kısmen
kisi olduğuna dair bir genel kabul mevcuttur. Suçlu, ozon sürecin gelişimini sağlayan faktörlerin neden olduğu po­
(daha sonra bahsedilecek önemli bir hava kirleticisi), me­ zitif geri bildirim döngülerinin etki derecesi hakkmdaki
tan ve özellikle fosil yakıtların (Resim 7-1, A) yakılması sorulardan kaynaklanıyor. Isıyı yansıtan buz ve kar kaybı
yoluyla ortaya çıkan karbon dioksit (C 02) gibi sera gazla­ nedeniyle ısı absorbsiyonu artışları; nehirler, göller ve ok­
rının atmosfer düzeylerinin yükselmesidir. Bu gazlar, su yanuslardan daha fazla buharlaşma olması nedeniyle su
buharı ile birlikte, normalde yeryüzüne yayılıp, uzayda buharındaki artışlar; Arktik donmuş toprağın erimesi ve
kaybolacak enerjiyi emerek bir tür sera etkisi üretmekte­ denizaltmdaki metan hidratların çözülmesinden dolayı
dir. 2009 yılındaki yıllık ortalama atmosferik C 0 2 düzeyi büyük miktarda C 0 2 ve metanın salmışı, diatomlar gibi
(yaklaşık 387 ppm), yaklaşık 650.000 yıl içindeki herhan­ karbon çöplüğü olarak hizmet gören organizmaların azal­
gi bir noktadakinden daha yüksek olmuştur ve bu yüzyıl ması nedeniyle okyanuslarda C 0 2'in tecridinin azalması,
sonunda, insan davranışlarında değişiklikler olmadan, bazı ivme kazandırıcı döngü örnekleridir.
500-1200 ppm'e çıkması beklenen düzeyler ise, on mil­ İklim değişikliğinin sağlığa etkileri, onun boyutu, ge­
yonlarca yıl hiç yaşanmamıştır. Bu artış sadece artan C 0 2 lişme hızı, takip eden sonuçlarm şiddeti ve yıkıcı etkile­
üretiminden değil, aynı zamanda ormansızlaşma ve bitki- rini insanoğlunun altetmesindeki yeteneğine bağlı ola­
caktır. En iyi senaryoda bile iklim değişikliğinin çok sa­
1959-2009 korelasyon katsayısı: 0.76903 yıdaki hastalığın sıklığım artırarak insan sağlığı üzerinde
ciddi bir olumsuz etkisi olması beklenmektedir:
• Kardiovasküler, serebrovasküler ve solunum hastalık­
ları ısı dalgaları ve hava kirliliği tarafından şiddetlene­
bilir.
• Şiddetli yağmurlar ve diğer çevresel afetler sonrasında
temiz su temininin aksaması, kanalizasyon arıtması­
nın bozulması ve sel felaketi sonrası gibi bulaşmaya
neden olan durumlar sonucu gastroenterit, kolera ve
diğer gıda ve su kaynaklı bulaşıcı hastalıklar,
• Sıcaklık artışı, kıtlıklar ve çok aşırı hava değişiklikleri
(örneğin, daha sık ve şiddetli El Nino olayları) ile ilgi­
li olarak vektör sayısında ve coğrafi dağılımındaki de­
ğişiklikler nedeniyle ortaya çıkan sıtma ve dang hum­
ması gibi vektör kaynaklı bulaşıcı hastalıklar,
• Bitkisel üretimin bozulmasına yol açan yerel iklim de­
ğişiklikleri nedeniyle oluşan malnütrisyon. Bu tür de­
Küresel ısı değişimi fC ) ğişikliklerin ortalama sıcaklıkların tahıl tolerans sevi­
yeleri yakınında veya üzerinde olduğu tropik bölgeler­
de daha şiddetli olması beklendiğinden, 2080 yılların­
da, bazı gelişmekte olan ülkelerde iklim değişikliğinin
bir sonucu olarak, tarımsal verimliliğin % 10 ila % 25
oranında düşüş gösterebileceği tahmin edilmektedir.
Bu hastalığa özgü etkilerin ötesinde, özellikle Grönland
ve Kuzey Yarımküre'nin diğer bölgelerinde, ısınan okya­
nusların termal genleşmesi ile birlikte, 2 1 0 0 yılında bu­
zul buzunun erimesinin, deniz seviyelerini 2 ila 6 feet
yükselteceği tahmin edilmektedir. Okyanusların en dü­
şük tahmin düzeyinde yükselmesinde bile, dünya nüfu­
sunun yaklaşık % 1 0 'u-kabaca 600 milyon insan-sel ris­
ki altında olan alçak bölgelerde yaşıyor demektir. İnsan­
ların yer değiştirmeleri, politik huzursuzluklar, savaş ve
yoksulluk, yetersiz beslenme, hastalık ve ölüme yol açan
Resim 7-1 iklim değişikliği, geçmiş ve gelecek. A , Son 50 yılda kü­ faktörler için yeterli koşullar oluşturarak, yaşamları ve
resel sıcaklık eğilimleri ortalaması ile Hawaii'de Mauna Loa gözlem­ toplumsal ilişkileri bozacaktır.
evinde ölçülen COz düzeylerinin korelasyonu. Herhangi bir yıl için­ Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler iklim
deki "küresel sıcaklık" dünyada bulunan 3000'den fazla meteorolo­ değişikliğinin sonuçlarını yaşayacaktır, ancak; ağırlık,
ji istasyonlarında yapılan ölçümlerden Hadley Merkezi (Birleşik güncel sera gazlarının artışında en az suçlu durumdaki
Krallıkj’ne gelen sonuçlarla ortaya çıkarıldı. B, 21. yüzyıl boyunca
gelişmekte olan ülkelerde olacaktır. Son zamanlarda
öngörülen sıcaklık artışları. 2100 yılına göre, Farklı bilgisayar mo­
delleri küresel sıcaklıklarda 2°C ile 5°C artışları göstermektedir. dünyadaki en büyük C 0 2 üreticisi haline gelen Birleşik
(A, Dr. Richard Aster'in izniyle, Dünya ve Çevre Bilimleri Bölümü, N ew Mexico Devletleri aşan Hindistan ve Çin ekonomilerinin büyü­
Madencilik ve Teknoloji Enstitüsü, Socorro, New Mexico). mesi nedeniyle, bu resim hızla değişmektedir. Acil ola-
Çevre Kirliliği 273

best radikallerin oluşumundaki kimyasal reaksiyonlarda kan karakteristik, d eri ve m uko zalard a yaygın çilek
yer alması ile ilgilidir. Serbest radikaller, solunum yolun­ k ırm ızısı re n k ile kendini gösterir. Eğer kısa sürede
daki ve alveollerdeki döşeyici hücrelerde hasara yol aç­ ölüm olursa, daha uzun süreli zehirlenmelerde görülen be­
maktadır. Düşük düzeylerdeki ozon, sağlıklı bireylerde yin ödemi, noktasal kanamalar ve hipoksiye bağlı nöronal
tolere edilebilir, ancak astımlı veya amfizemli bireylerde değişiklikler gibi m orfolojik bulgular görülmeyebilir. Bu de­
ve partikül içeren kirlilik ile birlikte olduğunda akciğer ğişiklikler spesifik değildir ve en basit anlatımla sistemik hi-
fonksiyonlarına zarar verir. Maalesef, kirleticiler ender poksiyi gösteren bulgulardır. Zehirlenen kişi yaşarsa, tam
olarak tek başına bulunurlar, daha çok gerçek bir "cadı iyileşme mümkündür; ancak, bazen hafıza, görme, işitme
karışımı" yaratacak şekilde birarada bulunurlar. ve konuşma bozuklukları sekel olarak kalabilir.
Sülfür dioksit, partiküller ve asit aerosoller, kömür veya
sıvı yakıt kullanılan enerji santrallerinde ve bu yakıtların
endüstriyel kullanımında havaya salınırlar. Partiküllerin İç Ortamda Hava Kirliliği
bir bölümü, kimyasal ve fiziksel olarak çok iyi ortaya Modern evler de giderek çevreyi dışlayıp evlere kapanıl­
konmamış olsa da, hastalık ve ölümün ana nedeni olarak dıkça, iç hava kirliliği potansiyeli de artmaktadır. En yay­
görülürler. 1 0 pm'den daha küçük olan partiküller, hava gın kirletici tütün içimidir (daha sonra bahsedilmekte­
akımı ile alveollere dek ulaşabildikleri için daha zararlı­ dir), diğer suçlular ise, CO, azot dioksit (dış ortam kirle­
dır. Burada makrofajlar ile nötrofiller tarafından fagosite ticileri olarak anlatılmıştı) ve asbestozdur (Bölüm 12'de
edilir, mediatörlerin sahnımma neden olup inflamatuar anlatıldı). Burada, diğer ajanların bazıları hakkında kısa
reaksiyon başlatırlar. Daha büyük partiküller burundan yorumlar sunulmuştur.
ya da mukosiliyer dalgalanma ile dışarı atılırlar ve sonuç Odun dumanı çeşitli azot oksitler ve karbon partikülle-
olarak daha az tehlikelidirler. ri içeren ve maruz kalan insanları akciğer enfeksiyonla­
Karbon monoksit (CO), irritan olmayan, renksiz, tatsız rına yatkın hale getiren bir irritandır. Karsinojenik poli-
ve kokusuz bir gazdır. Karbon içeren materyallerin tam siklik hidrokarbonlar içerebilir. Radon, uranyumdan tü­
olmayan oksidasyonu ile meydana gelir. Kaynakları ara­ reyen radyoaktif bir gazdır, evlerde ve toprakta yaygın
sında otomotiv makineleri, fosil yakıtı kullanan endüstri­ olarak mevcuttur. Uranyum madencilerinde (özellikle si­
ler, ev tipi yakıtlı cihazlar ve sigara içimi bulunur. Çevre­ gara içenlerde) akciğer kanserine neden olmaktadır. An­
mizdeki havada düşük düzeylerde bulunduğunda solu­ cak, ev ortamında, düşük dozlarda, kronik maruziyet ak­
num fonksiyonlarının bozulmasına katkıda bulunabilir, ciğer kanseri riskinde, en azından sigara içmeyenlerde
ancak genellikle yaşamı tehdit etmez. Bununla birlikte, artışa neden olmamaktadır. Bioaerosoller, lejyoner hasta­
tünel ve yer altı garajı çalışanları gibi, yoğun dumanlı lığı, viral pnömoni ve soğuk algınlığı gibi enfeksiyon has­
çevrelerde çalışan bireylerde kronik zehirlenme gelişebi­ talıklarına yol açan patojenik mikrobiyolojik ajanları ya
lir. Bu bölümde CO bir hava kirletici olarak yer almakta­ da evcil hayvan tüyü, toz akarları, mantarlar ve küften
dır, ancak aynı zamanda intihar amaçlı veya kaza sonu­ kaynaklanan ve rinit, göz irritasyonu ve hatta astıma ne­
cu meydana gelen ölümlerin en önemli nedenlerinden den olabilen allerjenleri içerebilir.
biridir. Küçük, kapalı bir garajda çalışan bir arabanın eg-
zos dumanı 5 dakika içerisinde ölümcül koma yaratabi­
lir. CO, sistemilc asfiksi oluşturur, hemoglobine bağlan­ O Ö ZET _____ __________ ____________
mak suretiyle oksijen taşınmasını engelleyerek ölüme yol
açar. Hemoglobinin CO'e bağlanma yeteneği oksijene
Çevresel Hastalıklar ve Çevresel Kirlenme
bağlanma afinitesi 200 kat daha fazladır. Sonuçta ortaya • Çevresel hastalıklar, çevre havasında, çalışma alanında ve
çıkan karboksihemoglobin, oksijen taşıma yeteneğinde kişisel çevrede, kimyasal ve fiziksel ajanlara maruz kalma
değildir. Hipoksi, santral sinir sistemi (SSS) depresyonu sonucu oluşan durumlardır.
yaratır. Zehirlenme öyle sinsi olur ki, kurbanlar ciddi du­ • Ksenobiotikler olarak bilinen eksojen kimyasallar, vücu­
rumlarının farkına varmaz ve kendilerini kurtaramazlar. da solunum, sindirim yolu ve deri teması ile girer, ya atı­
Sistemik hipoksi, hemoglobinin %20-30'u CO ile doymuş lır ya da yağ, kemik, beyin ve diğer dokularda birikirler.
olduğunda ortaya çıkar. Bilinç kaybı ve ölüm ise %60-70 • Ksenobiotikler, toksik olmayan ürünlere dönüştürülür­
oranında doygunluk olduğunda mümkündür. ler ya da sitokrom P-450 sistemiyle ilgili iki fazlı bir reak­
siyon işlemi ile toksik bileşenlere dönüşmek üzere akti-
ve olurlar.
M ORFOLOJİ
• En yaygın hava kirleticileri ozon (oksitler ve partikül ha­
Bir kere oluştuğunda sürekli kalabilen karboksihemoglobin lindeki maddelerle kombinasyon halinde smog oluştu­
nedeni ile karbonmonoksit, k ro n ik zeh irlen m e meyda­ rur), sülfür dioksit, asit aerosoller ve çapı 10 pım.’den da­
na getirir. Sonuç olarak, düşük dozda, sürekli CO maruzi- ha küçük partiküllerdir.
yeti ile karboksihemoglobin birikebilir ve kanda yaşamı teh­ • Karbon monoksit, bir hava kirleticisidir, kazara veya inti­
dit edici yoğunluklara ulaşabilir. Yavaşça gelişen hipoksi, sin­ hara bağlı ölümlerin en önemli nedenidir, hemoglobine
si bir şekilde beyinde yaygın iskemik değişiklikler oluştura­ çok yüksek bir çekim ile bağlanır, SSS depresyonuna eş­
bilir. Bu değişiklikler, özellikle bazal ganglionlar ve lentikü- lik eden sitemik asfiksiye neden olur.
ler nükleuslarda belirgindir. CO maruziyetinin kesilmesiyle
hasta genellikle iyileşir, ancak kalıcı nörolojik zedelenme
oluşabilir. CO zehirlenmesinin tanısı, kanda yüksek oranda
Çevresel Kirleticiler Olarak Metaller
karboksihemoglobin düzeylerinin belirlenmesine dayanır.
A k u t ze h irle n m e , genellikle kazara ya da intihar ama­
Bu bölümde, insan toplumlarmda zararlı etkileri en sık
cıyla C O ’e maruz kalmanın sonucudur. Açık tenli kişilerde,
görülen ağır metallerden kurşun, civa, arsenik ve kadmi­
akut zehirlenme, karboksihemoglobin nedeniyle ortaya çı­
yum ele alınmıştır.
274 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

Kurşun
Kurşuna maruz kalma, kontamine hava ve yiyecekler yo­
luyla olur. Yirminci yüzyılda, çevre tehlikesi olarak kur­
şunun en önemli kaynağı, ev boyaları ve benzindir. Kur­
şun içeren boyaların ve benzinin kullanımında büyük bir
azalma olmasına karşın, madenler, dökümhaneler, piller
ve sprey boyalar gibi, birçok kurşun kaynağı bulunmak­
tadır. Bu kaynaklar, mesleki tehlike oluştururlar. Eski ev­
lerde, kurşunlu boya döküntüleri, toprak kirliliği gençler
için en önemli tehlikelerdir. Gerçekten, 1 cm 2 eski (1977
den önce) kurşunlu boya tabakası, yaklaşık 175 pg kur­
şun içerir. Bu miktar, eğer hergün vücuda alınırsa, za­
manla yüksek toksik düzeyler oluşturmak için yeterlidir.
Çevre Kontrol Merkezinin (EPA) 2008 raporuna göre,
Amerikalı çocukların % 0.9'unun kanında 10 pg/dL (en
yüksek kabul edilebilir düzey) nin üzerinde kurşun bu­
lunmaktadır. Bu oran, 1990'larm başındaki %4.4'lük ora­
na göre azalma göstermiştir. Ancak, kurşun bazlı boyalar
ve kurşunla kirlenmiş toz içeren evlerde yaşayan çocuk­
lardaki kan kurşun düzeyleri, genellikle kabul edilebilir
en yüksek düzeyin üzerindedir. Erişkinler, yiyeceklerde­
ki kurşunun yaklaşık %15'ini alabilirken, çocuklarda bu
oran %50'ye çıkmaktadır. Çocuklarda daha geçirgen bir
kan-beyin bariyerinin bulunması, onları beyin zedelen­
mesine daha eğilimli hale getirir. Kurşun zedelenmesinin
temel klinik bulguları, Resim 7-4'te gösterilmiştir.
Vücuda alman kurşunun çoğu (%80-85) kemik ve ge­
lişmekte olan dişler tarafından tutulur. Kurşun, kalsiyum
ile yarışmaya girerek fosfatlara bağlanır ve kemikte 2 0 -
30 yıllık bir yarı ömre sahiptir. Kurşunun % 5 ila % 10'u
kanda kalır, diğer kısmı ise tüm yumuşak dokulara yayı­
lır. Kurşun fazlası, erişkinlerde ve çocuklarda nörolojik etki­
lere yol açar. Santral etkiler daha çok çocuklarda bulunur­
ken, erişkinlerde periferik nöropatiler ön plandadır. Ço­
cuklarda kronik kurşun zehirlenmesinin etkileri, düşük
IQ düzeyleri ile kendini gösteren düşük entellektüel ka­ KAYNAKLAR
pasite ile hiperaktivite ve organize etme becerisinde ye­ MESLEKSEL MESLEKSEL OLMAYAN
tersizlik gibi davranış problemlerini kapsar. Erişkinlerde, Sprey boyama Su kullanımı
kurşunun yol açtığı periferik nöropatiler, genellikle kur­ Dökümhane çalışması Boya tozları ve pulları
Madencilik ve kurşun çıkarım Otomativ eksozu
şun aliminin ortadan kalkmasıyla geri döner, ancak ço­ Batarya yakma Şehir toprağı
cuklardaki hem periferik hem de SSS anormallikleri ge­
Resim 7 -4 Kurşun zehirlenmesinin patolojik özellikleri.
nellikle kalıcıdır. Çocuklarda kalsifiye olmuş kıkırdağın
normal remodelizasyonu ve epifizdeki primer kemik tra-
bekülleri kurşun birikiminden etkilenir. Bu birikim, kemik açıklanamayan anemi varlığında bundan şüphelenilebilir.
dansitesindeki artış nedeniyle, radyodens "kurşun çizgi­ Yüksek kan kurşun ve eritrositlerden serbest protoporfi-
leri" olarak görülür (Resim 7-5). Dişetlerinde de, kurşun rin düzeyleri (50 pg/dLden daha yüksek) veya alternatif
birikiminin hiperpigmentasyonu uyarması sonucu, daha olarak çinko-protoporfirin düzeyleri, kesin tanı için ge­
farklı türde bir kurşun çizgilenmesi oluşur. Kurşun, reklidir. Hafif düzeyde kurşun maruziyeti olgularında,
kondrogenezisi arttırarak ve kıkırdak mineralizasyonu- anemi, saptanan yegane anormallik olabilir.
nu geciktirerek kırık iyileşmesini engeller. Kurşunun
böbrek yoluyla atüır ve akut maruziyet proksimal tubu-
luslarm zedelenmesine neden olur.
Kurşun, sülfidril gruplarına yüksek düzeyde bağlanma M ORFOLOJİ
eğilimi gösterir ve hem sentezinde rol alan iki enzim,
Kurşun toksisitesinin asıl anatom ik hedefi kan, kem ik iliği,
aminolevulinik asit dehidrataz ve delta ferrochetalaz ile
sinir sistemi, gastrointestinal sistem ve b ö b re kle rd ir (Resim
etkileşime girer. Demirin hem'e bağlanması bozulur, bu
7-4).
anemiye yol açar. Ayrıca, kurşun hücrelerin membranm-
K an d e ğ işiklik le ri, kurşun birikim inin en erken belir­
da, sodyum ve potasyum-bağımlı ATPazlarm aktivitesini
tilerinden b irid ir ve kara kte ristiktir. Bunlar, erirositlerde
inhibe eder, kırmızı kan hücrelerinin parçalanmaya daya­ bazo filik b e n ek le r ile karakterli m ikro sitik, hipo krom
nıklılığını azaltarak, lıemolize neden olur. Kurşun zehir­ anemidir. Kandaki bu değişiklikler, kem ik iliği e ritro id pre-
lenmesinin tanısı, sürekli bir dikkat ile mümkün olur. kürsö rlerind e hem sentezinin inhibisyonu ile oluşur. Bu in-
Çocuklardaki temel nörolojik değişiklikler veya kırmızı hibisyonun diğer b ir sonucu da hem ’ in yerine çinko-proto-
kan hücrelerinde bazofilik benekler ile karakterli, nedeni
Çevre Kirliliği 275

Civa
İnsanlar tarih boyunca civayı birçok amaçla kullanmış­
lardır. Örneğin; mağara resimlerinde bir renk olarak,
kozmetik amaçla, sifiliz tedavisinde ilaç olarak ve diüre-
tiklerin bir komponenti olarak. Civa buharının solunma­
sı yoluyla oluşan zehirlenme uzun zamandır iyi bilin­
mektedir ve Lewis Carrol'un Alis Harikalar Diyarındaki
"Çılgın Şapkacı" gibi tremor, jinjivit ve anormal davranış­
lar ile karakterlidir (civa eskiden şapka yapımında kulla­
nılırdı) .
Günümüzde, civa maruziyetinin ana kaynakları, civa
ile kontamine balıklar ve civa buharları yayan amalgam
diş dolgularıdır. Dünyada bazı bölgelerde, altın madenle­
rinde kullanılan civa, nehirleri ve akarsuları kirletmiştir.
Yerkabuğunun doğal gazından veya endüstriyel konta-
minasyondan kaynaklanan inorganik civa, bakteriler ta­
rafından metil civa gibi organik bileşiklere çevrilir. Metil
civa yiyecek zincirine girer, kılıç balığı, köpek balığı ve
lüfer gibi etobur balıklarda, civa düzeyleri yaşadıkları su-
dakinden bir milyon kere daha yüksek düzeylerde olabi­
lir. Japonya'da Agano Nehri ve Minamata Körfezinde
metil civa yayılımı ile kontamine balıkların tüketimi ile
Resim 7 -5 Kurşun zehirlenmesi. El bileği epifizlerindeki (oklar) Irak'ta metil civa bazlı fungusit ile ilaçlanmış tahıldan ya­
kalsifîye kıkırdakların remodelizasyonunun bozulması, radyodan pılan ekmeğin tüketilmesi sonucu, toplumsal morbidite
sitelerini belirgin olarak artırarak bunların kortikal kemik kadar ve çok sayıda ölüm meydana gelmiştir.
radyoopak görünmelerine neden olmuştur.
Minamata olayı ile ilişkili hastalıklar, "Minamata hasta­
(Dietz, G .W ., M .D izniyle, Department o f Radiology, University o f Texas Southwes­
tern M edical Scholl, Dallas, Texas)
lığı" olarak bilinmeye başladı. Bunlar, serebral felç, sağır­
lık, körlük ve civaya in utero dönemde maruz kalan ço­
cuklarda meydana gelen büyük SSS defektleridir. Geliş­
mekte olan heyin, metil civaya aşırı duyarlıdır, bu nedenle
porfirin oluşmasıdır. Böylece, kanda kurşun zehirlenmesi­ Birleşik Devletler'deki Hastalık Kontrol ve Önleme Mer­
nin en önemli göstergesi olarak çinko-protoporfîrin veya kezi (Centers for Disease Control and Prevention) (CDC),
onun ürünü olan serbest eritrosit protoporfirin düzeyleri hamile kadınların civa içerdiği bilinen balık tüketiminden
yükselir. sakınmasını önermektedirler. Thimerosal (yakın zamana
Beyin hasarı çocuklarda oluşma eğilimindedir. Bu olay dek bazı aşılar için koruyucu olarak kullanılmış olan ve
hafif olabilir ve hafif disfonksiyon yaratabilir veya şiddetli ve etil civa içeren bir bileşik) ile otizm gelişimi arasında
öldürücü olabilir. Küçük çocuklarda, duyusal, motor, entel- muhtemel bir ilişki olduğuna dair bir propaganda yapıl­
lektüel ve psikolojik bozukluklar bildirilmiştir. Bunlardan mıştır, ancak birçok büyük çalışma böyle bir ilişkiyi doğ-
bazıları; IQ düşüklüğü, öğrenme bozukluğu, psikomotor rulamamıştır.
gelişim geriliği, daha ciddi olgularda psikozlar, körlük, nö­
betler ve komadır. Annedeki kurşun toksisitesi, prenatal
beyin gelişimini bozabilir. Daha hafif fonksiyonel bozukluk­ Arsenik
ların altında yatan anatomik değişiklikler zor saptanır, an­
Arsenik, Rönesans İtalya'sında en popüler zehirdi ve
cak bu defektlerin bazıları kalıcı olabilir. Spektrumun daha
Borgia'lar ile Medici'ler arasında bazı becerikli uygulayı­
ciddi olan bölümünde beyin ödemi, serebral ve serebellar
cıları vardı. Arsenikle kasten zehirleme günümüzde ol­
beyaz cevherde demyelinizasyon ve diffüz astrositik proli-
ferasyonun eşlik ettiği kortikal nöron nekrozu vardır. Eriş­ dukça enderdir, ancak arseniğe maruz kalma dünyanın
kinlerde santral sinir sistemi daha az etkilenir, ancak sıklık­ birçok bölgesinde önemli bir sağlık problemidir. Arsenik,
la p e rife rik dem yelin izan nöropati görülür, bu da tipik doğal olarak toprakta ve suda bulunur, ahşap koruyucu­
olarak en sık kullanılan kasları innerve eden motor nöron­ lar, herbisidler ve diğer zirai mücadele ürünlerinde kulla­
ları etkiler. Böylece el bileği ve parmakların ekstansör kas­ nılır. Çevreye yayılım madenlerden ve maden eritme en­
ları ilk önce etkilenir. Bunu peroneal kasların paralizisi takip düstrisinden olur. Bangladeş, Şili ve Çin gibi ülkelerde,
eder (d ü şü k e l, d ü şü k a y a k ). yeraltı sularında büyük konsantrasyonlarda arsenik mev­
G astro in testin al sistem , klinik belirtilerin önemli bir cuttur. Bangladeş'te 20 milyon kadar kişi arsenikle kir­
yeridir. Kurşun “ koliği” çok şiddetli, ancak iyi lokalize edi­ lenmiş su içmektedir. Bu durum, çevreyle ilgili bilinen en
lemeyen karın ağrısı ile karakterizedir. yüksek kanser riskini oluşturur.
B öb reklerde intranükleer kurşun inklüzyonları ile ka­ Arseniğin en toksik formları, arsenik trioksit, sodyum
rakterli proksimal tubulus hasarı gelişebilir. Kronik renal arsenid ve arsenik triklorid gibi üçlü bileşiklerdir. Eğer
hasar, interstisyel fibrozis ve muhtemelen renal yetmezliğe büyük miktarlarda alınırsa, arsenik ciddi gastrointesti­
ve gut’u düşündürür nitelikte bulgulara (“ saturnine gout” )
nal, kardiyovasküler ve santral sinir sistemi bozuklukla­
neden olur. Kurşun zehirlenmesinin diğer bulguları, Resim
rını içeren akut toksisiteye neden olur. Sıklıkla ölüm ge­
7 -4 ’te gösterilmiştir.
lişir. Bu etkiler, mitokondrial oksidatif fosforilasyonun
276 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

bozulmasına bağlanabilir. Kronik arsenik maruziyeti hi- Endüstriyel ve Tarımsal Ajanlara Maruziyet
perkeratozis ve hiperpigmentasyon gibi deri değişiklikle­
rine ve bunları takiben, bazal ve skuamöz karsinoma Amerika Birleşik Devletleri'nde, her yıl 10 milyondan faz­
(melanom değil) yol açabilir. Arsenik ile ilişkili deri tü­ la mesleki yaralanma meydana gelmekte, yaklaşık olarak
mörler, güneş ışığı ile ilişkili olarak gelişenlerden, avuç 65.000 kişi mesleki yaralanma veya hastalık nedeniyle öl­
mektedir. Endüstriyel toksik ajanlara maruziyet, endüstri­
içi ve ayak tabanında ve multipl lezyonlar halinde görül­
nin kendisi kadar çeşitlidir. Formaldehit veya amonyak ile
meleri ile ayrılır. Arseniğe maruz kalma, ayrıca akciğer
oluşan solunum yollarının hafif irritasyonundan, asbestoz,
kanseri gelişme riskini arttırmıştır. Ancak deride ve ak­
arsenik veya uranyuma bağlı ölümcül akciğer kanserine
ciğerde arsenik karsinogenezinin mekanizaları aydınla­
kadar uzanan yelpaze içerisinde yer alırlar. Mesleki maru­
tılmamıştır.
ziyet ile ilgili hastalıklar Tablo 7-2'de yer almaktadır. Bura­
da toksik metallere (anlatıldı) ek olarak, çevresel hastalık­
Kadmiyum
lara katkıda bulunan önemli ajanların bazıları aşağıdadır:
Bu bölümde tartışılan diğer metallerin aksine, kadmiyum • Organik çözücüler, yeryüzünde yaygın olarak ve büyük
nispeten modern bir toksik ajandır. Esas olarak nikel- miktarlarda kullanılır. Bazıları, örneğin kloroform ve
kadmiyum pillerde kullanılır ve genellikle ev atığı şeklin­ karbontetraklorür yağ çözücülerde, kuru temizleme
de elden çıkarılır. Toprağı veya bitkileri doğrudan ya da ajanlarında ve boya sökücülerde bulunur. Bu bileşikle­
gübreler ve sulama suyu ile kirletebilir. Toplumsal maruz rin yoğun buharlarına akut olarak maruz kalmak, baş
kalma için en önemli kaynak yiyeceklerdir. Aşırı kadmi­ dönmesi, sersemlik, merkezi sinir sistemi depresyonu,
yum alımı, obstrüktif akciğer hastalığı ile başlangıçta tu- hatta komaya yol açabilir. Daha düşük düzeyler ise,
bulus hasarı ile başlayan ve son dönem böbrek hastalığı­ karaciğer ve böbrekte toksik etkiye sahiptir. Lastik sa­
na ilerleyebilen böbrek toksisitesine yol açabilir. Kadmi­ nayi çalışanlarının benzen ve 1,3-bütadiene maruz kal­
yum maruziyeti, ayrıca kalsiyum kaybı ile ilişkili iskelet maları lösemi riskini artırır. Benzen, daha önce bahse­
anormalliklerine neden olabilir. Japonya'da, pirinç tarla­ dilen P-450 enzim sisteminin bir bileşeni olan, hepatik
larını sulamak amacıyla kullanılan ve kadmiyum bulaş­ CYP2E1 yoluyla, epoksite oksidize olur. Epoksit ve di­
mış su, postmenoposal kadınlarda, "itai-itai" (ah-ah) ğer metabolitler, kemik iliğinde progenitor hücre dife-
adıyla bilinen, renal hastalıkla ilişkili osteoporoz ve oste- ransiyasyonunu aksatır, kemik iliği aplazisi ve akut
omalazi kombinasyonu ile karakterize bir hastalığa ne­ myeloid lösemiye neden olur.
den olmuştur. Son zamanlarda yapılan bir incelemede, • Polisiklik hidrokarbonlar, kömür ve gazın, özellikle de
20 yaş ve üstü Amerikan nüfusunun %5'inin idrarların­ çelik dökümhanelerinde yüksek ısıda yanması sıra­
da, böbrekte hafif düzeyde hasar oluşturacak ve kalsiyum sında ortaya çıkabilir ve ayrıca; katran ve kurumda da
kaybını artıracak düzeyde kadmiyum bulunmuştur. mevcuttur (Bölüm 5'de değinildiği gibi, Pott 1775'de
baca temizleyicilerinde, baca kurumunun skrotal kan­
serlere neden olduğunu ortaya çıkardı). Polisiklik hid­
rokarbonlar en güçlü karsinoj enler arasındadır ve ak­
O ö Z E T ciğer ile mesane kanserinin gelişmesinde rolü olan en­
düstriyel ajanlardandır.
Ağır Metallerin Toksik Etkileri • Organoklorinler (ve genelde halojenize olmuş organik bi­
• Kurşun, civa, arsenik ve kadmiyum, insanlarda toksik et­ leşikler), parçalanmaya dirençli sentetik ürünlerdir ve
kileri en sık görülen ağır metallerdir. lipofiliktirler. Böcek ilacı olarak kullanılan önemli orga­
• Çocuklar, kurşunu erişkine göre daha fazla absorbe noklorinler, DDT (diklorodifeniltrikloroetan) ve metabolit-
ederler, çocuk etkileniminin ana kaynağı, kurşun içeren leri ile lindan, aldrin ve dieldrin gibi ajanlardır. Böcek
boyadır. ilacı olmayan organoklorinler ise poliklorlu bifeniller
• Kurşun birikimi, çocuklarda SSS defektlerine, erişkinler­ (PCBs) ve dioksin (TCDD [2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-
de periferik nöropatiye neden olur. Fazla kurşun kemik­ ciioksin j)'dir. DDT 1973'te Amerika Birleşik Devletle­
lerde kalsiyumla rekabete girer, kıkırdağın remodelizas- ri'nde yasaklanmıştır, ancak nüfusun yarıdan fazlasının
yonunu bozar, ayrıca; anemiye de neden olur. serumunda, uzun süreli bir DDT metaboliti olan p,p'~
• Civa maruziyetinin ana kaynağı kontamine balıktır. Geliş­
DDE saptanabilir düzeylerde bulunmuştur. Bu madde,
mekte olan beyin, metil civaya çok duyarlıdır. Metil civa,
DDT yasağı uygulamaya geçirildikten sonra doğan kişi­
beyinde birikir ve iyon kanallarını bloke eder. lerde de saptanmıştır. PCB ve TCDD de, Birleşik Devlet­
ler toplumunun çoğunluğunun kanında mevcuttur. İn­
• Serebral felç, sağırlık ve körlük gibi bulguları olan Mina­
sanlarda akut DDT zehirlenmesi, nörolojik toksisiteye
mata hastalığı, in utero dönemde fetusun yüksek dozda
civaya maruz kalması ile oluşur.
neden olur. Organoklorinlerin çoğu endokrin sistemi olum­
suz etkiler ve laboratuar hayvanlarında antiöstrojenik ve­
• Arsenik, doğal olarak toprakta ve suda bulunur, bazı ah­
ya antiandrojenik aktiviteye sahiptir. Ancak insan sağlı­
şap koruyucu maddelerin ve herbisidlerin bir bileşeni
ğı üzerindeki uzun vadeli etkileri iyi bilinmemektedir.
olarak yer alır. Arsenik birikimi, mitokondrial oksidatif
• Dioksinler, PCB ler. Bu maddeler, follikülit ve akneiform
fosforilizasyonu bozar ve Gl sistem, SSS ve kardiovaskü-
dermatoz gibi gibi deri hastalıklarına neden olabilir.
ler sistemde toksik etkiler yaratır. Uzun süre maruz kal­
Klorakne olarak bilinen bu hastalıklar, genellikle yüz
ma, deri lezyonları ve karsinomlara neden olur.
çevresinde ve kulak arkası bölgesinde akne, kist oluşu­
• Nikel kadmiyum pillerden ve kimyasal gübrelerden o rta ­
mu, hiperpigmentasyon ve hiperkeratozis ile karakter­
ya çıkan kadmiyum, toprağı kirletir. Kadmiyum birikimi,
lidir. Karaciğer ve SSS anormallikleri ile birlikte olabilir.
o b strüktif akciğer hastalığı ve böbrek hasarına neden
PCB'lerin P-450 enzim sitemini uyarmaları nedeniyle,
olur.
bu maddelere maruz kalan işçilerde ilaç metabolizması
Tütünün Etkileri 277

Tablo 7 -2 Mesleki Maruziyet Nedeniyle Oluşan Hastalıklar

O rgan/Sistem Etki(ler) Toksik Madde(ler)

Kardiovasküler sistem Kalp hastalığı Karbonmonoksit, kurşun, çözücüler, kobalt, kadmiyum


Solunum sistemi Nazal kanser İzopropil alkol, odun tozu
Akciğer kanseri Radon, asbestoz, silika, bis (klorometil) eter, nikel, arsenik, krom, hardal gazı
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı Tahıl tozu, kömür tozu, kadmium
Aşırı duyarlılık Berilyum, izosiyanatlar
Irritasyon Amonyak, sülfür oksit, formaldehit
Fibrozis Silika, asbestoz, kobalt
Sinir sistemi Periferik nöropatiler Çözücüler, akrilamid, metil klorür, civa, kurşun, arsenik, DDT
Ataksik yürüyüş Klordan, toluen, akrilamid, civa
Merkezi sinir sistemi depresyonu Alkoller, ketonlar, aldehitler, çözücüler
Katarakt Ultraviole radyasyon
Üriner sistem Toksisite Civa, kurşun, glikol eterleri, çözücüler
Mesane kanseri Naftilaminler, 4-aminobifenil, benzidin, kauçuk ürünleri
Üreme sistemi Erkek infertilitesi Kurşun, pitalat plastikleştiriciler
Kadın infertilitesi Kadmium, kurşun
Teratogenez Civa, poliklorinatlı bifeniller
Hemopoetik sitem Lösemi Benzen, radon, uranyum
Deri Follikülit ve akneiform dermatoz Poliklorinatlı bifeniller, dioksinler, herbisidler
Kanser Ultraviole radyasyon
Gastrointestinal traktus Karaciğer anjiosarkomu Vinil klorür
D D T , d i k lo r o d if e n ilt r ik lo r o e t a n .
V e rile r , L eigh JP, e t al: o c c u p a tio n a l in ju r y a n d iln e ss in t h e U n it e d S ta te s . E s tim a te s o f c o ts , m o r b id it y , a n d m o r t a lit y . A rch Intern M e d 1 5 7 :1 5 5 7 , 1 9 9 7 ; M itc h e ll
FL: H a z a rd o u s w a s te . In R o m W N ( e d ) : Environm ental and O ccupational M edicine, 2 n d e d . B o s to n , L ittile , B ro w n , 1 9 9 2 , p 1 2 7 5 ; a n d L e v i PE: C la se s o f t o x ic
c h e m ic a ls . In H o d g s o n E, L e vi PE (e d s ): A T e xtb o o k o f M o d e rn Toxicology. Stanford, C T , A p p le t o n & L a n g e , 1 9 9 7 . p 2 2 9 ’d e n a lın m ış tır.

değişebilir. 1960'larm sonlarında Japonya ve Çin'de ya­ Bununla birlikte, asbest maruziyetine bağlı kanser ris­
şanan çevresel felaketlerde, üretimi sırasında PCB'ler ki artışı, asbest işçilerinin aile bireylerini ve işyeri dı­
ile kontamine olan pirinç yağının tüketilmesiyle, her şında maruz kalan diğer bireyleri de etkiler. Pnömo­
dönem yaklaşık 2000 kişi zehirlenmiştir. Hastalığın te­ konyozlar ve patogenezleri Bölüm 12'de anlatılmıştır.
mel bulguları (Japonya'da yusho Çin'de yu-cheng), klo-
rakne ile deri ve tırnaklarda hiperpigmentasyondur.
Bisfenol A (BPA) polikarbonat yiyecek ve su kontey- TÜTÜNÜN ETKİLERİ
nerlerinin kimyasal bileşiminde ve hemen hemen tüm
gıda şişeleri ve kutularının epoksi reçinesinde kullanı­ Tütün, insan kanserlerinin en yaygın eksojen nedenidir,
lır, sonuç olarak, BPA'ya insanlar hemen her yerde akciğer kanserlerinin %90'mdan sorumludur. Asıl suçlu
maruz kalırlar. BPA nm potansiyel bir endokrin sis­ sigara içimidir, ancak çeşitli şekillerdeki dumansız tütün
tem bozucu ajan olduğu uzun süredir bilinmektedir. (enfiye, tütün çiğneme) de sağlık için tehlikeli ve ağız
Birkaç büyük retrospektif çalışmada, erişkin insanla­ kanserlerinin önemli bir nedenidir. Tütün ürünlerinin
rın idrarındaki yüksek BPA seviyeleri ile kalp hastalı­ kullanımı sadece kişisel bir risk yaratmaz, çevredeki in­
ğı arasında ilişki bulunmuştur. Buna ek olarak, BPA sanların pasif tütün solumaları ("ikinci el duman") siga­
içeren kaplardan içen bebekler endokrin sistem üzeri­ ra içmeyenlerde de akciğer kanserine neden olabilir. Si­
ne olan etkilerine özellikle duyarlı olabilir. 2 0 1 0 yılın­ gara içimi, yeryüzünde çoğu kardiyovaskiiler hastalık,
da, Kanada BPA'yı toksik bir madde listesine alan ilk çeşitli tip kanserler ve kronik solunum problemlerinden
ülke oldu, ve BPA kullanarak biberon ve suluk yapan olmak üzere, yılda 4 milyondan fazla masanın ölümüne
büyük bardak üreticileri üretim sürecini durdurdu. neden olur. 2 0 2 0 yılında tütünle ilgili yıllık ölüm sayısı­
Virdi klorür, polivinil reçinesinin sentezinde kullanılır, nın 8 milyon olacağı tahmin edilmektedir. En büyük ar­
az görülen bir karaciğer tümörü olan anjiosarkom ge­ tış da gelişmekte olan ülkelerde meydana gelecektir. Gü­
lişimine yol açtığı bilinmektedir. nümüzde yaşayan insanların tahminen 500 milyonunun
Mineral tozlarının solunması ile oluşan kronik, non-ne- tütünle ilgili hastalıklardan öleceği öngörülmektedir. Sa­
oplastik akciğer hastalıkları pnömokonyozlar olarak ad­ dece Amerika Birleşik Devletlerinde tütün her yıl
landırılır. Bu grup hastalık, hem organik ve inorganik 400.000'den fazla insanın ölümüne yol açmaktadır, bun­
partiküllerin yol açtığı, hem de kimyasal duman ve bu­ ların üçte biri akciğer kanseri nedeniyledir.
harın oluşturduğu non-neoplastik akciğer hastalıkları Sigara içimi en önlenebilir insan ölüm nedenidir. Yaşam
gibi kapsar. En sık görülen pnömokonyozlar, mineral süresini doza bağlı olarak kısaltır. Örneğin; sigara içme­
tozları ile oluşanlardır: kömür tozu (taş kömürü made­ yenlerin %80'i 70 yaşında canlı kalırken, sigara içenlerin
ninde), silika (kum ocaklarında, taş kesmede), asbestoz sadece %50'si bu yaşa ulaşır (Resim 7-6). Sigaranın bırakıl­
(madencilik, imalathane, izolasyon çalışmasında) ve ması, akciğer kanserinden ölüm riskini büyük ölçüde azaltır,
berilyum (madencilik, imalathanede). Bu ajanlara ma­ hatta nispeten azalsa da, 60 yaşında bile bırakılması
ruz kalma hemen daima çalışma ortamlarında olur. olumlu etkiler yaratır. Amerika Birleşik Devletleri'nde
278 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

Halen sigara kullananlar


Hiç sigara kullanmayanlar

Resim 7 -6 Sigaranın sağ kalıma etkileri. 75 yaşındaki hiç sigara


içme-yen bireylerle sigara içenlerin yaşa bağımlı ölüm eğrilerinin
kıyaslanmasını gösteren çalışma (İngiliz Doktorlar Çalışması). 75
yaşında sağ kalım süreleri arasındaki fark 7,5 yıldır.
(S te w a rt B W , K k ih u e s P [ e d s ] : W orld C an cer R e p o rt, Lyon, İA R C Pres, 2 0 0 3 'd e n
değiştirilm iştir).

1998'den 2007 yılma kadar olan dönemde, sigara içimi


hafif düzeyde azaldı, ancak yetişkinlerin yaklaşık % 2 0 si
halen içmektedir. Daha kötüsü, dünyanın en kalabalık
ülkesi Çin'de sigara içimi istisna değil kural haline gel­
mektedir. Her yıl, Çin'de 1 milyondan fazla insanın siga­ • Sigara dumanının bileşenleri, özellikle polisiklik hidrokar­
ra ile ilişkili hastalıklardan öldüğü tahmin edilmektedir. bonlar ve nitrozaminler (Tablo 7-4), hayvanlarda potansi­
Takip eden bölümde, tütünün içerdiği bazı ajanlar ve yel karsinojenlerdir ve insanlarda muhtemelen akciğer
tütün tüketimi ile ilgili hastalıklara değineceğiz. Çeşitli karsinomlarının oluşmasından sorumludur (bakınız Bö­
organ sistemlerinde, sigara içiminin olumsuz etkileri Re­ lüm 12). Akciğer kanseri gelişim riski, maruziyet yo­
sim 7-7'de gösterilmiştir. ğunluğu ile ilgilidir, genellikle "paket yılı" terimi ile
Tütün dumanındaki potansiyel zararlı kimyasalların (ör; yıllık bir paketten 2 0 yıl, 2 0 paket yılma eşittir) ve­
sayısı çok fazladır. Tablo 7-3'te bu ajanların yol açtığı ha­ ya günlük sigara miktarı ile ifade edilir (Resim 7-8).
sar tiplerini içeren sadece kısmi bir liste bulunmaktadır. Dahası, sigara diğer karsinoj enlerle ilgili hastalık ris-
Nikotin, tütün yaprağında bulunan bir alkaloiddir; tütün­
le ilgili hastalıklara direkt neden olmaz, ancak yüksek
düzeyde bağımlılık oluşturur. Nikotin beyindeki resep­ Tablo 7-3 Tütün Dumanında Bulunan Bazı Maddelerin Etkileri
törlere bağlanır, oluşturduğu katekolamin deşarjı ile si­
gara içiminin akut etkilerini yaratır. Bu etkiler, kalp hızı Madde Etki(ler)
ve kan basıncının artması ile kalp kasılma gücünün ve Katran Karsinogenez
atım miktarının artmasıdır. Polisiklik aromatik Karsinogenez
Sigara içiminin yol açtığı hastalıkların en sık görülenleri hidrokarbonlar
akciğerleri tutar ve amfızem, kronik bronşit ve akciğer kanse­ Nikotin Ganglionik uyarı ve depresyon, tümör
rini içerir. Bunlar Bölüm 12'de anlatılmıştır. Burada siga­ oluşturma ve progresyonu
ra ile ilişkili bazı hastalıkların oluşmasından sorumlu bir­ Fenol Tümör progresyonu ve mukozal irritasyon
kaç mekanizma özetlenmiştir.
Benzopiren Karsinogenez
® Dumandaki ajanlar trakeobronşiyal mukoza üzerinde Karbon monoksit Oksijenin taşınma ve kullanılmasının
doğrudan irritan etkiye sahip olup, inflamasyon ve art­ bozulması
mış mukus üretimine (bronşit) neden olur. Sigara duma­ Formaldehit Sikalara toksisite ve mukozal irritasyon
nı ayrıca lökositlerin akciğerde birikimine, lokal elas-
Azot oksitleri Sikalara toksisite ve mukozal irritasyon
taz üretiminin artmasına ve akciğer dokusunda zede­
Nitrozamin Karsinogenez
lenmeye, sonuçta amfizeme yol açar.
Tütünün Etkileri 279

Tablo 7-4 Tütün Dumanındaki Organa Spesifik Karsinojenler • Tütün (çiğnenen veya içilen) ve alkolle kombinasyonu
oral, larengeal ve özofageal kanserlerin gelişme riski­
Organ Karsinojen(ler)
ni katlayarak artırır. Bu çok yaygın kötü alışkanlıkla­
Akciğer, larinks Polisiktik aromatik hidrokarbonlar rın kanserojenik etkileşimine bir örnek olarak gırtlak
4-(metilnitrozamino)-1-(3-piridil)-
kanseri aşağıda gösterilmiştir (Resim 7-9).
1-butanone (NNK)
• Annenin sigara içmesi, erken doğum ve spontan düşük ris­
210Polonyum
kini artırır ve intrauterin büyüme geriliği gelişir (Bö­
Özofagus N ’-Nitrozonornikotin (NNN)
lüm 6 ), bununla birlikte, gebelik öncesi sigarayı bıra­
Pankreas NNK (?) kan annelerin çocukları normal doğum ağırlığına sa­
—Mesane— 4-Aminobifenil, 2-naftilamin- hiptir.
Oral kavite Polisiklik aromatik hidrokarbonlar, ® Sigara dumanına maruz kalanlarda (pasif içiciler) da bazı
(sigara içenler) NNK, NNN zararlı etkiler oluşmaktadır. Bu kişilerde akciğer kan­
Oral kavite (enfiye) NNK, NNN, 210pol°nyum seri insidansmın sigara dumanına maruz kalmayanla­
V e r ile r S z c z e s n y LB , H o lb r o o k J H : C ig a r e t te s m o k in g . In R o m W H (e d ):
ra oranla 1.3 kat arttığı saptanmıştır. Amerika Birleşik
Environm ental a n d O ccupational M ed icin e, 2 n d e d . B o s to n , L ittle , B r o w n , Devletleri'nde her yıl 35 yaşının üzerinde akciğer
1 9 9 2 , p 1211 'd e n d ir . kanserinden ölen yaklaşık 3000 kişi, pasif içici konu­
mundadır. Daha çarpıcı olanı, koroner aterosklerozis
ve ölümcül myokard enfarktüsü riskinin artışıdır. Ça­
kini katlayarak arttırır. Örneğin, sigara içen asbestoz lışmalar, Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl
çalışanlarında ve uranyum madencilerinde akciğer 30.000 ile 60.000 kardiyak ölümün pasif maruziyet ile
kanseri görülme insidansı içmeyenlere göre 1 0 kat da­ ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Sigara içilen or­
ha yüksektir. Ayrıca, aşağıda bahsedileceği gibi, oral tamda yaşayan çocuklarda respiratuar hastalıklar ve
kanserlerin gelişiminde de tütün tüketimi ile alkolün astım sıklığının arttığı görülür. Sigara içmeyenlerdeki
etkileşimi söz konusudur. pasif içicilik, nikotinin bir metaboliti olan kotinin'm
® Ateroskleroz ve onun en önemli komplikasyonu olan myo- kan düzeylerinin ölçümü ile belirlenebilir. Birleşik
kard infarktüsünün sigara kullanımı ile sıkı bir ilişkisi var­ Devletler'deki sigara içmeyenlerin ortalama kotinin
dır. Bu hastalıklara neden olan mekanizmalar birçok düzeyleri, geçen 15 yıl süresince halka açık yerlerdeki
faktörle ilişkilidir, bunlar arasında trombosit agregas- yasaklar nedeniyle, %60'dan daha fazla azalmıştır.
yonunun artması ve myokardm oksijenlenmesinin Ancak, tütün dumanına maruz kalma, özellikle ço­
azalmasına (sigara dumanındaki CO ile gelişen hipok- cuklar için, hala evlerdeki büyük halk sağlığı problemi
si ile bağlantılı akciğer hastalığı nedeniyle) eşlik eden olarak durmaktadır. Açıkçası geçici bir "puf" zevki,
oksijen ihtiyacında artma ve ventriküler fibrilasyon ağır ve uzun süreli bir fatura getirmektedir.
eşiğinin düşmesi bulunmaktadır. Tüm kalp atakları­
nın yaklaşık üçte biri sigara içimi ile ilgilidir. Sigara
içimi, hipertansiyon ve hiperkolesterolemi ile birlikte
Tütün içimi (sigara/gün)
olduğunda bu yöndeki risk üzerindeki etkileri katla­
yarak artırır.
• Akciğer kanserlerine ek olarak, tütün dumanı, oral ka-
vite, özofagus, pankreas ve mesane kanserlerinin gelişimi­
ne de katkıda bulunur. Tablo 7-4 tütün dumanında mev­
cut olan organ spesifik karsinojenleri göstermektedir.

İçilen sigara/gün
Resim 7-8 Akciğer kanseri riskini, içilen sigara sayısı belirlemekte­ Resim 7 -9 Sigara içimi ve alkol tüketimi arasındaki etkileşim sonu­
dir. cu, larenks kanseri risinin katlanarak artışı.
(V eriler S te w a rt BVV, K leih u e s P [ e d s ] : W o rld C a n cer R e p o rt,. Lyon, İA R C Press, (V eriler Ste w a rt B W , K leih u es P [ e d s ] : W orld C an cer R e p o rt,. Lyon, İA R C P ress,
2 0 0 3 ’dendir.) 2 0 0 3 ’dendir.)
280 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

Uyuşukluk 200 mg /dL, bilinç bulanıklığı 300 mg/dL ve


olası solunum durmasıyla koma daha yüksek konsantras­
yonlarda meydana gelir. Metabolizmanın hızı kan alkol
düzeyini etkiler. Kronik alkolik kişiler 700 mg/dl'ye ka­
• Sigara içimi, insan ölümünün en önlenebilir nedenidir.
dar yüksek konsantrasyonları tolere edebilir. Bu tolerans,
• Tütün dumanı, 2000’den fazla bileşik içerir. Bunların ara­
kısmen hepatik sitokrom P-450'nin 5-10 kat artmış in-
sında tütün bağımlılığını oluşturan nikotin ve polisiklik
düksiyonunun neden olduğu hızlandırılmış etanol meta­
aromatik hidrokarbonlar, nitrozaminler ve aromatik
bolizması nedeniyle (ileride bahsedilmektedir).
aminler gibi güçlü karsinojenler bulunur.
Kandaki alkolün çoğu karaciğerdeki alkol dehidroge-
• Akciğer kanserlerinin yaklaşık %90’ı sigara içenlerde olu­
naz, sitokrom P-450 izoenzim ve katalazdan oluşan üç
şur. Sigara içimi bundan başka; oral kavite, larinks, özo-
enzim sistemi tarafından asetaldehide metobolize olur
fagus, mide, mesane ve böbrek karsinomları ile bazı löse­
(Resim 7-10). Alkol metabolizmasında rol oynayan ana enzim
milerin gelişim riskinde artış ile ilşkilidir. Sigaranın bırakıl­
hepatositlerin sitozolüııde yerleşmiş olan alkol dehidrogenaz-
ması, akciğer kanseri riskini azaltır.
dır. Ancak, yüksek kan alkol düzeylerinde mikrozomal
• Dumansız tütün kullanımı, oral kanserlerin önemli bir
etanol oksitleyen sistemin de önemli bir rolü vardır. Bu
nedenidir. Tütün tüketim inin alkol ile etkileşimi oral, la-
sistem özellikle düz ER'de lokalize, sitokrom P-450 en­
ringeal ve özefagus kanseri riskini katlayarak artırır, as-
zimlerini, özellikle de CYP2E1 izoformunu içermektedir.
bestoz, uranyum ve diğer ajanlara mesleki maruziyet so­
nucu oluşan akciğer kanseri riskini arttırır.
Alkolle P-450 enzimlerinin indüksiyonu, aynı enzim siste­
miyle metobolize edilen ilaçlar (asetaminofen, kokain),
• Tütün tüketimi, ateroskleroz, myokard enfarktüsü, peri-
anestezikler, karsinojenler ve endüstriyel solventler gibi
ferik vasküler hastalık ve serebrovasküler hastalık gelişi­
mi için önemli bir risk faktörüdür. Akciğerlerde, kanser
bileşiklere alkoliklerin artmış duyarlılığını açıklar. Ancak
yanısıra amfizem, kronik bronşit ve kronik obstrüktif
şunu da akılda tutmakta yarar vardır: Alkol kanda yüksek
hastalığa eğilim yaratır. konsantrasyonlarda bulunduğunda diğer CYP2E1 subst-
ratlarıyla yarışır ve diğer ilaçların katabolizmasmı gecikti­
• Annenin sigara içimi, düşük, erken doğum ve intrauterin
gelişme geriliği riskini artırır.
rerek ilaçların etkilerini arttırabilir. Katalaz yalnızca alkol
metobolizmasmın yaklaşık %5 kadarından sorumlu oldu­
ğu düşük öneme sahiptir. Bu sistemler tarafından üretilen
asetaldehit, asetaldehitdehidrogenaz ile mitokondriyal so­
ALKOLÜN ETKİLER! lunum zincirinde kullanılacak olan asetata dönüştürülür.
Etanolün metabolizmasından kaynaklanan birkaç
Etanol, kısmen duygu durumunu değiştirebilme özelliği toksik etki vardır. Bunların yalnızca en önemli olanların­
nedeniyle kullanılmaktadır. Ancak etanol ölçülü bir şe­ dan söz edeceğiz:
kilde kullanıldığında sosyal olarak kabul edilebilir ve ha­
• Alkol dehidrogenaz ile alkolün oksidasyonu nikotinamid
sar oluşturucu özelliği olmayan bir içecektir. Alkolün aşı­
adenin diııükleotidde (NAD+) bir azalmaya ve NADH
rı miktarlarda kullanımı belirgin fiziksel ve psikolojik
(NAD+'nin indirgenmiş formu) de artışa neden olur.
bozukluklara neden olabilir. Burada doğrudan alkol ba­
NAD+ karaciğerdeki yağ asitlerinin oksidasyonu için
ğımlılığı ile ilişkili lezyonları tanımladık.
gereklidir. Eksikliği alkoliklerde karaciğerde yağ biriki­
Kanun dışı ilaçların kullanımına daha çok önem veril­
minin ana nedenidir. Alkoliklerde NADH/NAD+ ora­
mesine karşın, alkolün suistimali daha yaygın tehlike
nındaki artış laktik asidoza neden olur.
oluşturmakta ve çok daha fazla yaşamı tehdit etmekte­
• Asetaldehid pek çok toksik etkiye sahiptir ve alkolün
dir. Batı toplumundaki yetişkinlerin %50'si alkol içer ve
bazı akut etkilerininin sorumlusu olabilir. Asetaldehid
yaklaşık olarak %5-10 kadarı kronik alkoliktir. Amerika
metobolizması genetik farklılıklara bağlı olarak top­
Birleşik Devletlerinde 10 milyondan fazla kronik alkolik ol­
lumlar arasında değişkenlik gösterir. Asyalı bireylerin
duğu ve alkol tüketiminin yıllık olarak 100 binden fazla ölüm­
yaklaşık olarak %50'si asetaldehid dehidrogenazm de­
den sorumlu olduğu sanılmaktadır. Bu ölümlerin yaklaşık
tektif bir formunu eksprese ederler. Bu bireyler alkol
olarak %50 kadarı sarhoş sürücülerden, alkolle ilişkili in­
alımmdan sonra asetaldehitin birikimine bağlı olarak
san ölümleri ve intihar girişimlerinin neden olduğu ka­
kızarma, taşikardi ve hiperventilasyon yaşarlar.
zalardan ve yaklaşık olarak %25 kadarı da karaciğer siro­
zundan kaynaklanmaktadır. ® Karaciğerde CYP2E1 tarafından alkolün metabolizması re-
Etanol alındıktan sonra herhangi bir değişiklikliğe uğ­ aktif oksijen türevlerini ortaya çıkarır ve hücre membran-
ramadan mide ve ince bağırsaktan emilmektedir. Sonra­ larının lipid peroksidasyonuna neden olurlar. Yine de al­
sında kandaki oranı ile doğru orantılı olarak bütün vücut kolün uyardığı hücresel zedelenmeyi gösteren tam bir
sıvılarına ve dokularına dağılmaktadır. Etanolün %10'un- mekanizma henüz tanımlanmamıştır.
dan azı değişmeden idrar, ter ve solunum havası ile atılır. • Alkol intestinal floradaki gram-negatif bakterilerin bir
Dışarı verilen havadaki etanol miktarı ile kan düzeyleri ürünü olan endotoksin (lipopolisakkarit) salınımma
orantılıdır ve bu özellik kanun uygulayıcıları tarafından neden olabilir. Endotoksin dolaşımdaki makrofajlar-
kullanılan solunum testi için temel oluşturur. Etanolün dan ve karaciğerdeki Kupffer hücrelerinden hücre ze­
kanda 80 mg/dL konsantrasyonu çoğu yerde kanunen delenmesine neden olan tümör nekrozis faktör (TNF)
sarhoş sürücüyü tanımlayan bir orandır. Ortalama bir bi­ ve diğer sitokinlerin salınımını uyarır.
rey bu alkol konsantrasyonuna yaklaşık olarak 8 şişe bira Etanolün aşırı tüketiminin zararlı etkileri akut ve kronik
(her şişede 6-16 g alkol), 12 ons (360 ml; 1 ons=30 mİ) şa­ olarak sınıflandırılabilir. Akut alkolizm etkilerini temel
rap (her şişede 9-18 g alkol) ya da 6 ons (180 mİ) viski (her olarak merkezi sinir sistemi (MSS) üzerinde gösterir. An­
ons için yaklaşık olarak 1 1 g alkol) tüketmekle ulaşabilir. cak, geri dönüşlü hepatik ve gastrik zedelenmeye de ne-
Alkolün Etkileri 281

Resim 7-10 Etanol metabolizması: Etanolun üç farklı yolla asetaldehide oksidasyonu ve asetik asit oluşumu. Alkol dehidrojenaz (ADH)
ile oksidasyonu sitozolde gerçekleşir: sitokrom P-450 sistemi ve onun CYP2E1 izoformu ER (mikrozomlarda)’de ve katalaz peroksizom-
larda lokalizedir. Asetaldehidin aldehit dehidrogenaz (ALD H) ile oksidasyonu mitokodride meydana gelir.
(Parkins on A : Biotransformation o f xenobiotics. In Klassen CD [e d ]: Casarett and Doull's Toxicology: The Basic Science o f Poisons, 6th ed. New York, McGraw-Hill, 2001, p 133.)

den olabilir. Hatta ölçülü alkol alımı ile de hepatositlerin riferik nöropatiler ve Wernicke-Korsakoff sendromudur
sitoplazmasmda çok sayıda yağ damlacıkları birikir (yağ­ (bakınız Tablo 7-9 ve Bölüm 22). Serebral atrofi, sere-
lı değişiklik ya da hepatik steatoz). Gastrik zedelenme akut bellar dejenerasyon ve optik nöropati de görülebilir.
gastrit ve iilserasyon şeklindedir. Alkol, MSS'de ilk olarak • Alkolün kardiyovasküler sistem üzerine çeşitli etkile­
serebral kortikal aktiviteyi ayarlayan subkortikal yapıları ri vardır. Dilate konjestif lcardiyomiyopatiye (alkolik
etkileyen bir depresandır. Sonuç olarak, stimulasyon, bo­ kardiyomiyopati) neden olabilen miyokardial hasar Bö­
zulmuş kortikal, motor ve entelektüel davranış vardır. lüm 1 0 'da anlatıldı. Ölçülü miktarlarda alkolün (gün­
Giderek artan yüksek kan düzeylerinde kortikal nöron­ lük bir içki) yüksek dansiteli lipoproteinlerin (HDLs)
lar ve daha sonrasında solunumu düzenleyen alanları da serum düzeylerini arttırdığı, trombosit kümelenmesi­
içeren alt medüller merkezler baskılanır. Bunu da solu­ ni baskıladığı ve böylece korener kalp hastalığına kar­
num durması izleyebilir. şı koruduğu bildirilmektedir. Ancak, alkolün yoğun
Kronik alkolizm yalnızca karaciğer ve mideyi etkile­ tüketimi ve buna eşlik eden karaciğer zedelenmesi
mez, aynı zamanda diğer bütün organ ve dokuları da et­ HDL'nin azalmasına ve dolayısıyla da koroner kalp
kiler. Kronik alkoliklerde temel olarak karaciğer, gastro­ hastalığı olasılığının artmasına neden olur. Kronik al­
intestinal sistem (GIS), MSS, kardiovasküler sistem ve kolizm, hipertansiyon sıklığında artış ile de ilişkilidir.
pankreas hasarıyla ilişkili olarak ciddi morbidite ve kısal­ • Aşırı alkol alımı akut ve kronik pankreatit riskini arttı­
mış yaşam süresi söz konusudur. rır (Bölüm 16).
» Karaciğer kronik hasarın ana etki alanıdır. Kronik al­ • Gebelikte etanol kullanımı-düşük miktarlarda bi-
kolizm, daha önce söz edilen yağlı değişikliğe ek ola­ 1e-fetal alkol sendromuna neden olabilir. Bu sendrom,
rak alkolik hepatit ve siroza da neden olur (Bölüm yenidoğanda mikrosefali, gelişme geriliği ve yüz anor­
15'de tanımlandı). Siroz, portal hipertansiyon ve art­ malliklerinden; daha büyük çocuklarda ise mental
mış hepatosellüler karsinom riski ile ilişkilidir. fonksiyonlarda azalmadan oluşur. Fetal alkol sendro­
• Kronik alkolizm GİS'de gastrit, gastrik ülser ve fatal muna neden olabilecek alkol tüketiminin miktarını
seyredebilen özofagus varislerinden (sirozla ilişkili) belirlemek zordur, ancak özellikle gebeliğin ilk döne­
kaynaklanan yoğun kanamalara neden olabilir. mi sırasında alkolün tüketimi zararlıdır.
• Tiamin eksikliği kronik alkolik hastalarda yaygındır. • Kronik alkol tüketimi oral kavite, özofagus, karaciğer
Tiamin eksikliğinden kaynaklanan temel lezyonlar pe- ve muhtemelen meme (kadınlarda) kanser riskinde ar­
282 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

tış ile ilişkilidir. Karsinojenik etki mekanizması belir­


sizdir.
• Etanol temel enerji kaynağıdır, ancak gıdalar yerine
alkol tüketilir (atıl kaloriler). Bu nedenle, kronik alko­
lizm kötü beslenme ve vitamin eksiklikleri (özellikle B
vitamini) ile ilişkilidir.

O özei
Alkol-Metabolizması ve Sağlık Üzerine Etkileri
• A ku t alkol suistimali yaklaşık olarak 200mg/dL kan dü­
zeylerinde uyuşukluğa neden olur. Bilinç bulanıklığı ve
koma daha yüksek düzeylerde gelişir.
• Alkol, karaciğerde alkol dehidrogenaz, sitokrom P-450
sistemi ve daha düşük önemde olmak üzere katalaz ile
asetaldehide oksidize olur. Asetaldehid mitokondride
asetata dönüştürülür ve solunum zincirinde kullanılır.
• Alkolün alkol dehidrogenaz ile oksidasyonu N A D ’yi tü­
ketir, bu da karaciğerde yağların birikimine ve metabolik
asidoza yol açar.
• Kronik alkolizmin ana etkisi yağlı karaciğer, alkolik hepa-
t it ve sirozdur. Siroz portal hipertansiyona neden olur ve
hepatosellüler karsinom gelişme riskini arttırır.
• Kronik alkolizm, gastrit ve gastrik ülser kaynaklı kanama­
ya, tiamin eksikliği ile ilişkili periferik nöropatiye ve alko­
lik kardiyomiyopatiye neden olur. A ku t ve kronik pank-
reatit gelişme riskini arttırır.
• Kronik alkolizm, oral kavite, larinks ve özofagus kanser­
Resim 7-11 Uzun etkili tetrasiklin türevi olan minosiklinin isten­
leri için major risk faktörüdür. Bu risk eş zamanlı olarak meyen reaksiyonu. A , Minosiklin uygulamasına sekonder olarak
sigara ve dumansız tütün kullanımı ile büyük ölçüde ar­ önkolun diffüz mavi-gri pigmentasyonu. B, Dermisde ilaç metaboli-
tar. ti/dem ir/m elanin pigment partiküllerinin birikimi.
(A ve B Dr. Z s o lt Argenyi'nin arşivinden; W ashington Ü niversitesi Patoloji Bölüm ü,
Seatle, W ashington )

TERAPÖTİK İLAÇLAR VE
önemli sonuçlara yol açabilen aspirin ve asetoaminofen-
UYUŞTURUCU MADDELERLE den özel olarak söz edilecektir.
OLUŞAN HASAR
Eksojen Östrojenler ve Oral Kontraseptifler
Terapötik İlaçlarla Oluşan Hasar: Eksojen Östrojenler. Eskiden menopozal belirtilerinin
İstenmeyen İlaç Reaksiyonları (örneğin; sıcak basması gibi) ortadan kaldırılması için
kullanılan östrojen, şimdi postmenopozal kadınlarda os-
İstenmeyen ilaç reaksiyonları (İİR), bilinen tedavi uygu­ teoporozun gidişini yavaşlatmak veya durdurmak (Bö­
lamalarındaki beklenmedik etkilerdir. Bu reaksiyonlar lüm 2 0 ) ve miyokardiyal enfarktüs riskini azaltmak için
tıpta çok yaygındır ve hastaneye kabul edilen hastaların progesteronla birlikte veya tek başına yaygın olarak kul­
%7-8'inde görülür. Bu gibi reaksiyonların yaklaşık %10'u lanılmaktadır. Bu şekildeki bir tedavi hormon replasmaıı
ölümcül seyreder. Tablo 7-5 istenmeyen ilaç reaksiyonla­ tedavisi (HRT) olarak adlandırılmaktadır. Endojen hipe-
rındaki en sık patolojik bulguları ve en sık karşılaşılan röstrojenizmin endometrial karsinom ve muhtemelen
ilaçları listelemektedir. Görülebildiği kadarıyla, İİR'na meme karsinomu gelişme riskini arttırdığı gerçeği,
neden olan ilaçların çoğu antineoplastik ajanlarda oldu­ HRT'nin kullanılması ile ilgili endişeyi anlaşılabilir kıl­
ğu gibi oldukça etkilidir ve İİR, en yüksek terapötik etki­ maktadır. Tartışmanın ana odağı iskemik miyokardiyal
ye ulaşmak için tahmin edilen doz için hesaplanmış bir hastalığa karşı koruyucu olarak HRT'nin potansiyel yara­
risktir. Akne tedavisini de içeren çeşitli durumları tedavi rıdır. Son veriler HRT'nin endometrium ve meme kanserleri
etmek için kullanılan uzun etkili tetrasiklinler gibi yay­ üzerine istenmeyen etkilerinin olduğunu desteklemiştir. An­
gın olarak kullanılan ilaçlar yerel ya da sistemik reaksi­ cak, HRT'nin iskemik kalp hastalığına karşı koruduğunu ileri
yonlara neden olabilirler (Resim 7-11). Yaygın olarak kul­ süren görüşü desteklememektedir. Burada HRT'nin belli
lanılan östrojenler ve oral kontraseptifler (OK) daha ay­ başlı istenmeyen etkilerinin bir özeti bulunmaktadır:
rıntılı olarak tartışılacaklardır. Ayrıca, reçetesiz olarak • Rastgele seçilmiş kontrol çalışmalarının sonuçları, tek
ahnanbilen, ancak kazayla ya da bilerek aşırı dozları başına östrojen içeren HRT'nin endometrial kanser riski-
Terapotik İlaçlar ve Uyuşturucu Maddelerle Oluşan Hasar 283

Tablo 7 -5 Bazı Yaygın istenmeyen ilaç Reaksiyonları ve Ajanları

Reaksiyon Ana Sorumlular


Kan diskrazileri*
Granülositopeni, aplastik anemi, pansitopeni Antineoplastik ajanlar, immünosüpressifler ve kloramfenikol
Hemolitik anemi, trombositopeni Penisilin, metildopa, kinin
Kutanöz

Ürtiker, makül, papül, vezikül, peteşi, eksfolyatif dermatitler, Antineoplastik ajanlar, sülfonamidler, hidantoinler, bazı antibiyotikler

Kardiyak
Aritmiler Teofilin, hidantoinler
Kardi/omiyopati Doksorubisin, daunorubisin
Renal
Glomerülonefritler Penisilamin
Akut tubuler nekroz Aminoglikozid antibiyotikler, siklosporin, amfoterisin B
Papiller nekrozlu tubulointerstisiyel hastalık Fenasetin, salisilatlar
Pulmoner
Astım Salisilatlar
Akut pnömoni Nitrofurantoin
İnterstisyel fıbrozis Busulfan, nitrofurantoin, bleomisin
Hepatik
Yağlı değişiklik Tetrasiklin
Diffüz hepatosellüler hasar Halotan, izoniazid, asetaminofen
Kolestaz Klorpromazin, östrojenler, kontraseptif ajanlar
Sistemik
Anaflaksi Penisilin
Lupus eritematozus sendromu (ilaca bağlı lupus) Hidralazin, prokainamid
Merkezi Sinir Sistemi
Kulak çınlaması ve sersemlik Salisilatlar
Akut distonik reaksiyonlar ve parkinsonyan sendrom Fenotiazin, antipsikotikler
Respiratuar depresyon Sedatifler
* B ü tü n ila ç iliş k ili ö lü m le r in h e m e n h e m e n y a rıs ın ın ö z e lliğ i.

11i arttırdığım göstermiştir. Tek başına östrojen tedavisi teinin düzeylerini düşürür. Retrospektif epidemiyolo-
endometrial karsinom riskini 5 yıldan sonra 3-6 kat ve 10 jik veriler ışığında, HRT'nin atheroskleroz ve iskemik
yıldan sonra da 1 0 kat arttırmaktadır; ancak progeste- kalp hastalıklarına karşı korumada yararlı olabileceği
ronların tedaviye eklenmesi bu riski güçlü biçimde düşünülmüştür. Ancak, geniş ve iyi kontrollü prospek-
azaltmakta ya da ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca, östro­ tif çalışmalar, HRT'nin miyokardiyal infarktüse karşı
jen ve progesteron içeren uzun süreli HRT artmış meme koruyucu bir etkisinin olduğunu göstermemiştir.
kanseri riski ile ilişkilidir. Bu yüzden, bu bulgular HRT O ral Kontraseptifler. OK'ler 35 yılı aşkın bir süredir kul­
reçetelerinin 2 0 0 1 'de 16 milyonken, 2006'da 6 milyona lanılmalarına karşın, güvenilirlikleri ve istenmeyen etki­
düşmesine yol açmıştır. Bu düşüş yeni tanı konulmuş leri konusundaki anlaşmazlıklar devam etmektedir. Bu
meme kanserlerinin sayısındaki belirgin azalmayla bir­ ilaçlar büyük çoğunlukla sentetik östrodiol ve değişen
liktedir. Östrojen-progesteron içeren HRT'nin kesilme­ miktarlarda progesterondan (kombine OK'ler) oluşurlar.
sinden sonraki 3 yıllık izlemlerinde bu hormonları alan Çok azı ise sadece progesteron içerir. Güncel OK'ler da­
kadınlarda artmış oranda meme kanseri gelişmeye de­ ha az miktarda östrojen (günde 50 pg'dan az) içermekte
vam ettiği gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. ve önceki OK formüllerinden açıkça daha az yan etkiye
Progesteronlu ya da progesteronsuz östrojenli HDT, sahiptirler. Epidemiyolojik çalışmaların sonuçları dozaj­
derin ven trombozu, pulmoner embolizm ve inme lar dikkate alınarak yorumlanmalıdır. Bununla birlikte,
(stroke) gibi tromb o embolizm riskini yaklaşık olarak aşağıdaki sonuçları desteklemek için yeterli kanıt bulun­
birkaç kat kadar arttırmaktadır. Bu artış tedavinin ilk maktadır:
iki yılında ve faktör V ya da protrombin mutasyonu ya
da immobilizasyon (hareketsizlüc) gibi diğer risk fak­ ® Meme karsinomu: Daha çok kabul gören düşünce OK'
törlerine sahip olanlarda daha belirgindir. ler meme kanser riskinde artışa neden olmadığıdır.
Östrojen ve progesteronlar yüksek dansiteli lipoprote- • Endometrial ve ovaryen kanserler: OK'lerin bu tümörle­
inin kan düzeylerini arttırır ve düşük dansiteli lipopro- re karşı koruyucu bir etkisi vardır.
284 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

• Servikal kanser: Human papiloma virus (HPV) ile en- masından kaynaklanmaktadır. Yüksek dozlarla oluşan
fekte kadınlarda OK'ler servikal kanser riskini arttıra­ aspirin zehirlenmesinin sonuçlarının çoğunluğu metabo-
bilirler. Ancak bu artışın seksüel aktiviteden kaynak­ liktir, morfolojik değişiklikler seyrektir. Başlangıçta respi-
lanıp kaynaklanmadığı açık değildir. ratuar alkaloz gelişir ve sonrasında bunu ölümcül seyreden
• Tromboembolizm: Çok sayıda çalışma, düşük doz en metabolik asidoz izler. Ölümcül dozlar çocuklarda 2- 4
yeni formüller (50 pg'dan az östrojen) de dahil olmak gram gibi küçük miktarlarda, erişkinlerde ise 10-30 gram
üzere, OK'lerin, pıhtılaşma faktörlerinin artmış hepa- arasındaki miktarlarda olabilirse de bunların beş katı da­
tik sentezinden kaynaklanan venöz tromboz ve pul- ha fazla doza karşın yaşayanlar da bildirilmiştir.
moner tromboembolizm riskinde 3 ile 6 kat artışa ne­ Kronik aspirin zehirlenmesi (salisilizm) günlük 3 gram
den olduğunu göstermiştir. Bu risk, özellikle de faktör ya da daha fazla dozu alan kişilerde ortaya çıkabilir (bu
V Leiden mutasyonu taşıyıcısı olan kadınlarda, sente­ doz, kronik inflamatuar olayları tedavi etmek için kulla­
tik progesteron içeren ve daha yeni olan üçüncü ku­ nılmaktadır). Kronik salisilizm; baş ağrısı, baş dönmesi, ku­
şak OK'lerde daha da yüksektir. Ancak, OK ile ilişkili lak çınlaması (tinnitus), işitme zorluğu, mental konfüzyon,
tromboembolizm riski gebelikle ilişkili tromboembo­ uyuklama, bulantı, kusma ve diyare gibi bulgularla ortaya
lizm riskinden iki ila altı kat daha düşüktür. çıkar. Merkezi sinir sistemi değişiklikleri konvülziyonlar
• Kardiyovasküler hastalık: OK kullananlarda atheroskle- ve komaya kadar ilerleyebilir. Kronik salisilizmin morfo­
roz ve miyokardiyal enfarktüs riski konusunda belir­ lojik sonuçları çeşitlidir. Sıklıkla, aşırı gastrointestinal ka­
gin ölçülerde bir belirsizlik vardır. OK'ler 30 yaşından nama oluşturan ve gastrik ülserlere yol açabilen akut ero-
daha genç ya da sigara içmeyen daha yaşlı kadınlarda ziv gastrit vardır (Bölüm 14). Aspirin trombosit siklooksi-
koroner arter hastalığı riskini arttırmıyor, ama bu risk jenazmı geridönüşsüz olarak baskıladığı ve tromboksan
sigara içen 35 yaşından büyük kadınlarda yaklaşık A2 yapımını engellediği için, kronik toksisiteyle eş za­
olarak iki kattır. manlı olarak kanamaya yatkınlık gözükebilir. Deride ve
• Hepatik adenom: OK kullanımı ile seyrek görülen bu iç organlarda peteşiyal kanamalar oluşabilir. Gastrik ül­
benign karaciğer tümörü arasında, özellikle de yaşlı serlerden kaynaklanan kanamalar abartılı olabilir.
ve uzun süreli OK kullanan kadınlarda, iyi tanımlan­ Aspirin ve asetaminofen karışımı olan tescilli analjezik
mış bir ilişki bulunmaktadır. Tümör geniş, soliter ve ilaçlar, uzun yıllar kullanıldıklarında renal papiller nek-
iyi sınırlı bir kitle olarak gözükür. rozlu tubülointerstisyel nefrite neden olur. Bu klinik anti-
te analjezik nefropatisi olarak adlandırılır (Bölüm 13).
Açık olarak görülen o ki, OK'lerin yararları ve zararları, is­
tenmeyen gebeliklere karşı koruyan bir kontrasepsiyon
yöntemi olarak kabul görmeleri ve geniş uygulama alanı Nonterapötik Toksik Ajanlarla Hasar
bulmaları gibi gerçekler çerçevesinde değerlendirilmelidir.
(Madde Bağımlılığı)

Asetaminofen İlaç suistimali genellikle sosyal ve terapötik özellikleri­


Yaygın olarak analjezik ve antipiretik amaçla reçetesiz nin ötesinde zihinsel süreçleri değiştiren ürünlerin kulla­
kullanılan asetaminofen çoğunlukla terapötik dozlarda nımını kapsar. İlaç bağımlılığı ve aşırı doz ciddi sağlık so­
karaciğerde glukuronoid ya da sülfat ile konjuge edilmek­ runlarıdır. Yaygın olarak suistimal edilen ilaçlar Tablo 7-
6 'da listelenmiştir. Burada dikkate alınacaklar kokain,
tedir. Yaklaşık olarak % 5 ya da daha azı hepatik P-450
enzim sistemiyle NAPQI (N-acetyl-p-benzoquinoneimi- eroin ve marihuanaya ek olarak kısaca değinilecek olan
ne)'e metabolize edilmektedir. Ancak, yüksek dozlarda diğer birkaç ilaçtır.
NAPQI birikir ve sentrilobüler hepatik nekroza yol açar.
NAPQI'nin oluşturduğu hasarın mekanizmaları (l) hepa­ Kokain
tik proteinlere kovalent bağlama ve (2 ) azalmış glutatyo-
2008 yılında ilaç kullanımı ve sağlık üzerine yapılan ulu­
nun (GSH) tükenmesini içermektedir. GSH'nin tüken­
mesi hepatositleri reaktif oksijen türevlerinin yol açtığı sal bir araştırma Amerika Birleşik Devletleri'nde 1,9 mil­
yon kokain kullanıcısı olduğu tahmin edilmektedir. Bu­
hücre ölümüne karşı duyarlı hale getirmektedir. Olağan
terapötik (0,5 g) ve toksik (15-25 g) doz arasındaki açıklık nun yaklaşık %15-20 kadarı "crack" kokain kullanıcısı­
geniş ve ilaç genellikle oldukça güvenilirdir. Bununla bir­ dır. Bunun kullanımı 18-25 yaşlardaki gençlerde daha
likte, çocuklarda kazayla alman aşırı dozlara rastalanır ve yüksek oranlardadır ve buların %1,5'unun son bir ay içe­
risinde kokain aldığı bildirilmektedir. Kokain, koka bit­
asetaminofen kullanarak intihar girişimleri özellikle İn­
giltere'de sıktır. Toksisite bulantı, kusma, diyare ve bazen kisinin yapraklarından elde edilen bir alkaloiddir. Genel­
likle toz şeklindeki, suda eriyebilen kokain hidroklorür
şok tablosu ile başlar ve birkaç gün içinde bu belirtileri
şeklinde elde edilir. Ancak, sokaklarda satılırken genel­
sarılık izler. Asetaminofenin aşırı dozları erken dönem­
lerde GSH'yı onaran N-asetilsistein uygulanmasıyla teda­ likle talk pudrası, laktoz ve benzeri maddelerle karıştırı­
vi edilebilir. Aşırı dozlarla karaciğer yetmezliği gelişir ve lırlar. "Crack", saf alkaloidin kokain hidroklorürden kris-
talizasyonu ile elde edilir (ısıtıldığında patlama sesi ver­
sentrilobüler nekroz tüm lobüllere yayılım gösterir, hasta­
lar yaşam için karaciğer nakline gereksinim duyarlar. Ba­ diği için bu ad verilmiştir). Kokain ve "crack"ın farmako­
lojik etkileri birbirine eşdeğerdir. Ancak "crack'Tn etkile­
zı hastalar eş zamanlı renal hasar belirtisi de gösterir.
ri daha güçlüdür. Her ikisi de koklanarak, tütün ile ka­
rıştırılıp içilerek ve subkutan veya intravenöz yollardan
Aspirin (Asetilsalisilik Asit) enjekte edilerek kullanılabilirler.
Aşırı doz aspirin sıklıkla küçük çocuklarda kazayla alın­ Kokain, belirgin bir öfori ve mental uyanıklık hissi
masından ya da erişkinlerde intihar amacı ile kullanıl­ meydana getirir: Bu nedenle en fazla alışkanlık yapma
Terapotik İlaçlar ve Uyuşturucu Maddelerle Oluşan Hasar 285

Tablo 7-6 Yaygın Olarak Suistimal Edilen ilaçlar

Sınıf M oleküler Hedef Ö rnekler


Opioid narkotikler Mu opioid reseptörü (agonist) Eroin, hidromorfon (Dilaudid)
Oksikodon
Metadon (Dolophine)
Sedatif- hipnotikler GABAa reseptörü (agonist) Barbituratlar
Etanol
Metakualon (Quaalude)
Glutetimid (Doriden)
Etiklorvinol (Placidyl)
Psikomotor uyaranlar Dopamin taşıyıcı (antagonist) Kokain
Serotonin reseptörleri (toksisite) Amfetamin
3,4-methylenedioxymethamphetamine (MDMA) (“ekstazi”)
Fensiklidin benzeri ilaçlar NMDA glutamat reseptör kanalı (antagonist) Fensiklidin (PCP, “melek tozu”)
Ketamin
Kannabinoidler CBI kannabinoid reseptörleri (agonist) Marihuana
Haşhaş
Nikotin Nikotin asetilkolin reseptörü (agonist) Tütün ürünleri
Hallüsinojenler Serotonin 5-HT2 reseptörleri (agonist) Liserjik asit dietilamid (LSD)
Meskalin
Psilokibin
C B 1 , ca n n a b in o id r e c e p to r t y p e 1; G A B A , y -a rn in o b u ty ric acid; 5 -H T 2 , 5 - h y d r o x y try p ta m in e ; N M D A , N -m e th y l-D -a s p a rta te ; PCP, 1 -(1 -p h e n y lc y c lo h e x y l) p ip e rid in e .
V e rile r H y m a n SE d e n sa ğ la n m ıştır: K o ka in bağım lısı 2 8 yaşında e rk e k . J A M A 2 8 6 :2 5 8 6 , 2 0 0 1 . alınm ıştır.

özelliğine sahip ilaçların başında gelir. Deney hayvanla­ ® MSS etkileri. En yaygın MSS bulguları hiperpirelcsi
rının kokaini alabilmek için yeme ve içmeden kesilip (vücut ısısını kontrol eden dopaminerjik yolaklarının
manivelaya binlerce kez bastıkları saptanmıştır. Kokain sapmasının neden olabileceği düşünülmektedir) ve
kullanıcılarında fiziksel bağımlılık görülmemesine kar­ nöbetlerdir.
şın, psikolojik bağımlılık bulguları son derece ağırdır. • Fetus üzerine etkileri. Kokain, gebe kadında plasental
Kokain kullanımını bıraktıktan sonraki ilk birkaç aylık kan akımının azalmasına neden olarak fetal hipoksi ve
sürede, kullanıldığında hissedilen iyi olma haline duyu­ spontan abortusa yol açar. Kronik ilaç kullanan gebe
lan istek çok şiddetlidir ve bu istek, yıllar sonra bile tek­ kadınların fetuslarmda nörolojik gelişim bozulabilir.
rarlayabilir. Akut aşırı doz koma, kardiyak aritmiler ve • Kronik kokain kullanımı. Kronik kullanımı (1) kokaini
solunumda durmaya yol açabilir. Kokain toksisitesinin buruna çekenlerde nazal septum perforasyonuna, (2 )
önemli belirtileri aşağıdadır: kokainin dumanını içine çeken kullanıcılarda ise ak­
• Kardiyovasküler etkiler. Kokainin en ciddi fiziksel etki­ ciğerin diffüzyon kapasitesinde azalmaya ve (3) dilate
leri, kardiyovasküler sistemdeki akut toksik etkileri kardiyomiyopatiye neden olabilir.
ile ilişkilidir. Kokain sempatomimetik bir ajan olup
(Resim 7-12), santral sinir sisteminde dopaminin geri
emilimini bloke eder, adrenerjik sinir uçlarında da
Eroin
presinaptik nörepinefrin salmımım uyarmasına karşı­ Eroin haşhaş bitkisinden elde edilen bağımlılık yapıcı bir
lık, epinefrin ile norepinefrinin reuptake'ini bloke opioid olup morfinle yalcından ilişkilidir. Etkileri kokain­
eder. Bu nörotransmitterlerin adrenerjik sinir uçların­ den çok daha tehlikelidir. Bununla birlikte, Amerika Bir­
da birikiminin net etkisi ve aşırı uyarı taşikardi, hiper­ leşik Devletleri'nde yaklaşık 4 milyon insan en az bir
tansiyon ve periferik vazokonstriksiyon ile kendini gös­ kez, 2008 yılında 400 binden fazla insanın ise yılın her­
terir. Kokain aynı zamanda multifaktöryal temelli nıi- hangi bir zamanında kokain kullandığı tahmin edilmek­
yokardiyal iskemiye neden olur. Kokain koroner arter tedir. Sokaklarda satılan şekli, pudra ya da kinin gibi ba­
spazmına ve tromhosit kümelenmesini kolaylaştıra­ zı maddelerle dilüe edilmiş (kesilmiş) halidir. Bu nedenle
rak, trombüs oluşumuna neden olur. Sigara içimi ko­ içerdiği doz hem değişkendir, hem de kullanıcı tarafın­
kain kökenli koroner vazospazmmı şiddetlendirir. dan tam olarak bilinemez. Eroini, katıldığı maddelerle
Böylece kokain, sempatomimetik etkisiyle miyokar- birlikte, kişi sıklıkla intravenöz veya subkutan olarak
dm oksijen ihtiyacını arttırarak ve aynı zamanda ko­ kendine uygular. Etkileri başta öfori, halüsinasyon, som-
roner kan akımını azaltarak miyokardiyal infarktüse nolans ve sedasyon olmak üzere çok çeşitlidir. Eroinin
yol açabilecek olan miyokardiyal iskemiyi tetildeyebi- zararlı fiziksel etkileri etiyolojik olarak (1 ) farmakolojik
lir. Ayrıca, hem miyokarddaki iyon (K+, Ca2+, Na+) etkisine, (2 ) seyreltici ajanlara ya da içerdiği kontamine
transportunu bozarak, hem de sempatomimetik akti- edici maddelere karşı oluşan reaksiyonlara, (3) eroin ya
viteyi artırarak ölümcül aritmilere yol açar. Bu toksik et­ da seyrelticilerine karşı gelişen hipersensitivite reaksi­
kilerin doza bağımlı olması gerekmez ve ölümcül bir yonlarına ve (4) enjektörlerin paylaşılmasına bağlı ortaya
olay ilk kullanıcıda, duygu durumunu değiştiren en çıkan hastalıklara göre geniş çeşitlilik gösterir. Eroinin
düşük doz ile meydana gelebilir. en önemli istenmeyen etkilerinin bir kısmı aşağıdadır:
286 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ SİNAPSI ® Pulmoner Hastalık. Pulmoner komplikasyonlar ödem,


septik embolizm, akciğer apsesi, fırsatçı enfeksiyon­
9 Dopamin lar, pudra ve benzeri seyreltici maddelere bağlı yaban­
cı cisim granülomlarıdır. Granülomlar genellikle akci­
ğerde olmakla birlikte, bazen dalak, karaciğer ve üst
ekstremitelere drene olan lenf nodlarmda da buluna­
bilmektedir. Polarize ışık altında incelendiğinde talk
kristalleri daha kolay saptanır ve bazen yabancı cisim
dev hücrelerinin içinde görülür.
• Enfeksiyonlar. Enfelcsiyöz komplikasyonlar sıktır. En
sık etkilenen alanlar deri ile subkutan dokular, kalp
kapakları, karaciğer ve akciğerlerdir. Bir çalışmada,
hastaneye yatırılan uyuşturucu bağımlılarının %1 0 'un-
dan fazlasında, özgün biçimde sağ kalp kapaklarmı ve
özellikle de triküspit kapağı tutan endokardit saptan­
mıştır. Olguların çoğunda Staphylococcus aureus etken­
dir. Ancak, bazı mantarlar ve birçok başka mikroorga­
nizma da etken olabilir. Viral hepatit, uyuşturucu ba­
ğımlılarında sık karşılaşılan bir enfeksiyondur ve ge­
nellikle kirli iğnelerin paylaşılması ile bulaşır. İlaç ba­
Öfori, paranoya, hipertermi ğımlılarında da bu tür kullanım nedeniyle Amerika
Birleşik Devletlerinde human immunodeficiency virus
(HIV) enfeksiyonunda ciddi bir artış görülmektedir.
SEMPATİK NÖRON-HEDEF HÜCRE ARALIĞI ® Deri lezyonları. Kutane lezyonlar, eroin bağımlılığının
göstergesidir. Subkutan enjeksiyonlar sonucu apse,
sellülit ve ülserasyon gibi akut değişiklikler gelişir. En­
jeksiyon alanında nedbeleşme, sık kullanılan venlerin
üzerinde hiperpigmentasyon ve tromboze venler tek­
rarlayan enjeksiyonlar sonucu ortaya çıkar.
® Renal sorunlar. Böbrek hastalığı göreceli olarak yaygın
bir tehlikedir. Amiloidoz (genellikle kronik deri enfek­
siyonlarına sekonder olarak) ile fokal glomerüloskle-
roz en sık karşılaşılan iki formudur. Her ikisi de ağır
proteinüri ve nefrotik sendroma neden olur.

Marihuana
Marihuana veya esrar en yaygın olarak kullanılan yasa
dışı ilaçtır. Amerika Birleşik Devletlerinde 2008 yılı iti­
barıyla 1 0 0 milyondan daha fazla insanın yaşamları bo­
yunca en az bir kez marihuana kullandığı ve 15 milyon­
dan fazla insanın da (nüfusun % 6 ,1 ) bir önceki ay içinde
aldığı tahmin edilmektedir. Marihuana,"Cannabis sativa"
İ l bitkisinin yapraklarından elde edilir. Bu bitkide psikoak-
Hipertansiyon, kardiyak aritmi, miyokardiyal tif bir madde olan A9-tetrahydrocannabinol (THC) bulu­
infarkt, serebrai kanama ve infarkt nur. Marihuana içildiğinde; THC'nin yaklaşık % 5-10'u
emilir. Yapılan çok sayıda çalışmaya rağmen, marihuana­
Resim 7 -1 2 Kokainin sinir ileti sistemi üzerine etkisi. Kokain,
merkezi ve periferik sinir sistemindeki dopamin ve norepinefrin
nın vücutta fonksiyonel ya da kalıcı bir fiziksel yan etki
nörotransmiterlerinin geri emilimini engeller.• yapıp yapmadığı tam olarak çözülememiştir. İlacın bah­
sedilen bazı istenmeyen etkileri allerjik ya da idiyosenk-
razik reaksiyonlardır. Bunlar marihuananın farmakolojik
etkisinden çok ilacın hazırlanmasında kullanılan zararlı
maddeler nedeniyle oluşmaktadır. THC'nin glokomda
• Ani ölüm. Ani ölüm, genellikle yüksek doza bağlıdır ve intraoküler basıncı düşürmek ve kanser tedavisinde geli­
kullanılan ilacın saflık derecesi tam olarak bilinmedi­ şen inatçı bulantıyı önlemek gibi yararlı etkileri de vardır.
ği için, her zaman var olan bir risktir. Ani ölüm oranı Marihuananın fonksiyonel ve organik merkezi sinir
%2-90 arasında değişebilir. Amerika Birleşik Devletle- sistemi etkileri en çok araştırılan konulardır. Marihuana­
ri'-nde kronik kullanıcılar arasında yıllık ani ölüm nın kullanımı duyusal algılamayı ve motor koordinasyo­
oranının %1 ile 3 arasında olduğu sanılmaktadır. Ani nu bozar. Ancak bu etkiler genellikle 4-5 saat içinde ge­
ölüm, bazen hapsedilme süreci sonrasında olduğu gi­ çer. Devamlı kullanımla, bu değişiklikler zaman, hız ve
bi ilaca karşı toleransın kaybolmasına bağlıdır. Ağır uzaklık muhakemesinde yetersizlik gibi bilişsel ve psiko-
solunum depresyonu, aritmi, kardiyak arrest ve pul- motor bozukluklara neden olur. Adolesanlar arasında bu
moner ödem ölümün nedenlerini oluşturur. gibi bozukluklar sıklıkla otomobil kazalarına yol açar.
Fiziksel Ajanlarla Hasar 287

Marihuana kalp atım sayısını ve bazen kan basıncını art­ şı da koruyor gibi görünmemektedir. O K ’lerin endomet­
tırır ve koroner arter hastalığı olan kişilerde anjinaya ne­ rium ve over kanserlerine karşı koruyucu etkisi vardır. An­
den olabilir. cak, tromboembolizm ve hepatik adenoma riski artar.
Marihuananın sigara gibi kronik içimi sonucu akci­ • Asetaminofenin aşırı dozu karaciğer yetmezliğine yol açan
ğerler etkilenir; hafif ama ciddi solunum yolu obstrüksi- sentrilobüler karaciğer nekrozuna neden olabilir. GSH dü­
yonları yanında, larenjit, farenjit, bronşit, boğuk ses, as­ zeylerini düzelten ajanlarla erken tedavi toksik etkileri sı­
tım benzeri semptomlar tanımlanmaktadır. Marihuana­ nırlayabilir. Aspirin tromboksan A 2’nin üretimini bloke
nın sigara gibi içilmesi halinde normal bir sigarayla kar­ eder ve bu da gastrik ülserasyon ile kanamaya neden ola­
şılaştırıldığında akciğerlere alman ve kalan katranın bilir.
miktarı 3 kat daha fazladır. Bunun nedeni, derin soluk • Yaygın olarak suistimal edilen ilaçlar; sedatif-hipnotikler
alma ve uzun süre dumanın tutulmasıdır. (barbitüratlar, etanol), psikomotor uyaranlar (kokain, am-
fetamin, ekstazi), opioid narkotikler (eroin, metadon, ok-
Diğer Yasadışı İlaçlar sikodon), halüsinojenler (LSD, meskalin) ve kannabinoid-
İlaçların çeşitliliği, inançları yıkan "yeni deneyim" (yük- ler (marihuana, haşhaş) şeklinde sıralanabilir.
! selme, alçalma, "vücudun alıştıklarının dışında") arayış­
ları sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu ilaçlar, çeşitli uyarıcı­
ları, depresanları, analjezikleri ve halüsinojenleri kapsa­
FİZİKSEL AJANLARLA HASAR
maktadır. Bu ilaçlar arasında PCP (l-(l-phenylcyclo-
hexyl) piperidine) veya fenilsiklidin ve ketamin (aneste- Fiziksel ajanların meydana getirmiş olduğu hasar meka­
zik ajanlarla akraba), liserjik asit dietilamid (LSD), bili­ nik, termal, elektriksel ve iyonize radyasyona bağlı ha­
nen en güçlü hallüsinojen, "ekstazi" ("ecstacy") (3,4- sarlar şeklinde sınıflandırılabilir. Her bir tip ayrı olarak
methylenedioxymethamphetamine [MDMA]), oksiko- değerlendirilecektir.
don (bir opiat) yer almaktadır. Bu ajanların herhangi bi­
rinin kullanımının uzun süreli zararlı etkileri hakkmda-
Mekanik Travma
ki fazla bilgi yoktur. LSD akut olarak ruh hali, düşünce
ve arzular üzerine beklenmeyen etkileri olup bazen de Mekanik kuvvetler birçok şekilde hasara neden olurlar.
garip ve tehlikeli davranışlara yol açabilmektedir. Eksta- Yaralanmanın tipi çarpan cismin şekline, çarpma sıra­
zinin kronik kullanımı MSS'de serotonin tükenmesine, sında ortaya çıkan enerjinin miktarına ve etkilenen do­
bu da potansiyel olarak uyku bozulduklarına, depresyo­ ku veya organa göre değişir. Kemik ve baş gibi kendine
na, ankisiyeteye ve saldırgan davranışa yol açar. özgü zedelenmeler ilgili bölümde anlatılmıştır (Bölüm
22). Bütün yumuşak dokuların, mekanik kuvvetlere kar­
şı gösterdiği reaksiyon, birbirine benzer. Abrazyon, kon-
tüzyon, laserasyon, kesici ve delici yaralanmalar şeklinde
• ö zet
sınıflandırılabilir (Resim 7-13).
İlaçlarla Oluşan Hasar
• İlaçlarla hasar terapötik ilaçlar (ilaç yan etkileri) ya da non-
terapötik ajanlar (ilaç suistimali) neden olabilir. M O R F O L O Jİ
• Antineoplastik ajanlar, uzun etkili terasiklinler ile diğer A b ra z y o n , deri yüzeyinin kazıma veya ovalama sonucu
antibiyotikler, HRT preparatları ve O K ’ler, asetaminofen yüzey epiteli hücrelerinin zedelenmesiyle meydana gelen
ve aspirin en sık görülen ilaçlardır. yaraya denir. Tipik deri abrazyonunda sadece epidermal ta­
• HRT endometrium ve meme kanserleri ile tromboembo- baka soyulur. K o n tü z y o n ya da berelenme, genellikle
lizm risklerini arttırır. Ancak, iskemik kalp hastalığına kar­ künt travma ile oluşan bir zedelenme şeklidir. Damarlarda

Resim 7 -1 3 A , Saçlı derinin laserasyonu. Fibröz dokuların köprüleşen bantları dikkati çekmektedir. B, Künt travmadan kaynaklanan kon­
tüzyon. Deri sağlam; ancak, yaygın renk değişikliğine yol açan subkutanöz damarlarda kanama vardır.
(A, B, Teksas Üniversitesi Southwestern Tıp Fakültesi’nin Patoloji Bölümü'nün eğitim setinden; Dallas, Teksas, USA.)
288 B O L U M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

zedelenme ve kanın dokulara çıkması (ekstravazas/onu) ile • Özellikle sıvı ve elektrolit desteği ile yara enfeksiyon­
karakterlidir. Laserasyo n , bir dokunun keskin olmayan bir larının önlenmesi ya da kontrolü gibi konularda teda­
cisim ile kuvvet uygulanarak aşırı gerilmesi sonucu yırtılma­ vinin etkinliği ve çabukluğu.
sıdır. İnsizyonun tersine, çoğu iaserasyoniarda yara alanın­ Tam kat yanık, epitelyal yenilenme için gerekli olan hüc­
da kan damarları ağı gözükür ve yaranın kenarları genellik­ releri içeren deri eklerinin de kaybı ile karakterli epider­
le düzensizdir. Kesici y arala n m a, keskin aletlerle oluşur misin ve derinin total kaybına yol açar. Üçüncü ve dör­
ve yara alanındaki kan damarları ağı ciddi şekilde yaralan­ düncü derece yanıklar bu gruba girer. Parsiyel (kısmi) ya­
mıştır. Delici y arala n m a, tipik olarak uzun, dar bir aletle nıklarda ise, deri eklerinin derin kısımları korunmuştur.
oluşur, bu alet dokunun derinlerine ulaşırsa p en etran , Bu tür yanıklar; birinci derece yanıklar (sadece epitelin
kendisine bir çıkış yeri oluşturacak şekilde dokuyu tama­
etkilenmesi) ve ikinci derece yanıklardır (epidermis ile
men geçerse perforan olarak adlandırılır. Ateşli silahla olu­
yüzeyel dermişi etkileyen).
şan hasarlar, adli patologlar için hasar tipine özgü bazı ayı-
redici özellikleri olan özel bir formdur. Örneğin, yakın atış
sonucu meydana gelen yaralarda barut yanığına ait izler bu­
lunurken, 1-1,5 metre (4 ya da 5 feet) uzaktan atışlarla olu­
( ) M O R F O L O Jİ
şanlarda bu tü r bulgular görülmez.
Mekanik zedelenmelerin en sık nedenlerinden biri, araç Makroskopik incelemede tam k a t y a n ık la r be/az renkli
kaza la rıd ır. Bu zedelenmeler, (1) aracın içinde bir yere veya kömürleşmiş, kuru ve ağrısızdır (sinir uçlarının dest-
çarpma veya kaza sırasında yolcu kısmına m otor gibi bir rüksiyonun sonucu olarak). Buna karşılık, kısm i y an ık lar
başka cismin girmesi, (2) araçtan dışarı fırlama veya (3) ya­ ise, derinliğine göre pembe veya benekli, büllü ve ağrılıdır.
nan bir aracın içinde mahsur kalmadır. Hasarın paterni, bu Ölü dokuların histolojik incelemesinde, canlı dokunun kom­
mekanizmaların birine veya hepsine bağlıdır. Örneğin, taşıt­ şuluğunda hızla inflamatuar hücrelerin toplandığı ve belirgin
ların kafa-kafaya çarpışmasında sürücünün sık karşılaştığı eksüdasyonun bulunduğu koagülasyon nekrozu görülür.
hasar şekli, eğer emniyet kemeri de takmıyorsa, kafa (ön Tedavideki sürekli gelişmelere karşın, ister yüzeyel ister
cama çarpma), göğüs (direksiyona çarpma) ve diz (araba­ derin olsun vücut yüzeyinin %50'sinden fazlasını aşan ya­
nın kontrol paneline çarpma) yaralanmaları gibi durumlar­ nıklar ağır ve ölümcüldür. Vücut yüzeyinin % 20'sinden faz­
dır. Bu gibi kazalardan kaynaklanan göğüs yaralanmaları, lası yandığında, hem yanık bölgesine hem de sistemik ola­
sternum ve kosta kırıkları, kalbin ezilmesi, aort yırtılması ve rak interstisyel alanlara hızlı bir resimde vücut sıvılarının
daha az sıklıkta karaciğer ile dalak laserasyonlarını kapsa­ kayması olur ve sonuçta hipovolem ik şo k gelişebilir (Bö­
maktadır. Bu nedenle, trafik kazasına uğrayan yaralılara lüm 3). Proteinler, kandan interstisyel dokuya geçtikleri
yardım ederken, yüzeyel abrazyon, ezilme ve laserasyonla- için, pulm oner ödem i de kapsayan şiddetli yaygın ödem
ra sıklıkla iç zedelenmelerin de eşlik edebileceği mutlaka olabilir.
düşünülmelidir. Aslında, olguların çoğunda ciddi iç organ Diğer önemli nokta ise solunum yollarının ve akciğerle­
zedelenmelerinin dış yüzeydeki belirtileri belli değildir. rin zedelenme derecesidir. İnhalasyon hasarı, genellikle
yanan binalarda mahsur kalanlarda görülür. Bu zedelenme;
ağız, burun ve üst solunum yollarında ısının doğrudan etki­
siyle veya ısınmış havanın ve dumandaki gazların solunması
(inhalasyonu) ile meydana gelir. Klor, amonyak ve kükür-
Termal Hasar toksitler gibi suda eriyen gazlar, su ile reaksiyona girerek
üst solunum yollarında asit veya alkali maddelere dönüşür­
Aşırı sıcak ve soğuk, önemli zedelenme nedenleridir. Ya­ ler. Böylece, inflamasyon ve şişme ile solunum yollarının kıs­
nıklar en sık karşılaşılan durum olup, burada öncelikle mi ya da tam olarak tıkanmasına yol açarlar. A zot oksit ve
anlatılacaktır. Bunu sırasıyla hipertermi ve hipotermi plastik maddelerin yanmasıyla oluşan ürünler gibi yağda çö­
hakkında kısa bir bölüm izleyecektir. zünen gazlar, alt solunum yollarına kadar inerek pnömoni-
ye daha sık neden olurlar. Birkaç saat içinde pulmoner et­
kilerin ortaya çıktığı şoktakinin aksine, akciğerdeki etkiler
Termal Yanıklar 24-48 saate kadar görülmeyebilir.
Yanıklar, Birleşik Devletler'de yılda 5000 insanın ölümü­ Sepsisden kaynaklanan organ y e tm e z lik le ri, yanıklı
ne ve bunun 1 0 katı insanın da hastanede tedavi görme­ hastalardaki ölümün başta gelen nedeni olmaya devam et­
sine neden olmaktadır. Bunların çoğu çocuklar olup, ge­ mektedir. Yanık bölgesi, mikroorganizmaların çoğalması
için ideal bir ortamdır. Serum ve hücre artıkları mikroorga­
nellikle yaralanmanın nedeni sıcak sıvılarla haşlanmadır.
nizmaların beslenmesi için gerekli maddeleri sağlar. Yanığa
1970'lerden beri, hastanede kalma süresinde ve mortali-
bağlı zedelenmede kan akımının bozulması etkili inflamatu­
te oranlarında belirgin bir azalma görülmesi sevindirici­
ar yanıtı da engeller. En sık karşılaşılan fırsatçı etken, Psödo-
dir. Bu gelişmeler, geniş yanıkların sistemik etkilerinin m o n a s a e ro g in o sa ' dır. Ancak, S ta p h ilo c o c c u s a u re u s gibi has­
daha iyi anlaşılması ile yara enfeksiyonlarını önlemenin tane ortamı bakterilerinin antibiyotiğe dirençli suşları ile
ve deri yüzeylerinin iyileşmesini kolaylaştırmanın yolla­ özellikle C a n d id a gibi bazı mantarlar da bu etkenler arasın­
rının bulunuşu sayesinde başarılmıştır. da yer alabilir. Dahası, enfeksiyonlara karşı hem hücresel
Klinik olarak yanıkların derecesi aşağıdaki faktörlere hem hümoral korunma mekanizmaları baskılanır. Lenfosit­
bağlıdır: lerin ve fagositik hücrelerin fonksiyonları bozulur. Doğru­
® Derinlik dan bakteriyel yayılım ve zedelenme alanından endotoksin-
ler gibi toksik maddelerin açığa çıkması korkunç sonuçlar
• Tutulan vücut alanının yüzdesi
doğurur. Renal y e tm e z lik ve/veya akut solunum bozuk­
• Sıcak ve toksik buharların solunmasıyla oluşabilecek
luğu sendromu (Acute Respiratory Distress Syndrome
iç zedelenmelerin olup olmaması
Fiziksel Ajanlarla Hasar 289

“ ARDS” ) ile birlikte olan pnömoni veya se p tik şo k (Bö­ ha düşük ısı derecelerinde bradikardi ve atriyal fibrilas-
lüm 12) en yaygın görülen ciddi sekellerdir. yon izler.
Fazla ısı kaybı ve beslenme gereksiniminin artması ile o r­ Hücre ve dokuların donması iki yoldan hasara neden
taya çıkan hipermetabolik durum, yanığın diğer bir önemli olur:
patofizyolojik etkisidir. Vücut yüzeyinin %40'ından fazlası ® Doğrudan etkiler olasılıkla hücre içi ve dışı sıvının kris-
yandığında, dinlenme anındaki metabolizma hızı, normalin talizasyonu ile beliren yüksek tuz yoğunluğuna ve
iki katına çıkar. hücre içi fiziksel parçalanmalara bağlı olarak ortaya
çıkar.
• Dolaylı etkiler dolaşım değişikliklerinin sonucudur.
Hipertermi Bu, ısının düşme derecesine ve düşük kaldığı süreye
bağlıdır. Yavaş gelişen, uzamış donma vazokonstriksi-
Uzun süre yüksek çevre sıcaklığına maruz kalma sonu­ yona neden olur ve geçirgenlikteki artış ödeme yol
cunda sıcak krampları, yorgunluk hali veya sıcak çarp­ açar. Bu tür değişiklikler "siper ayağı"nm tipik bulgu­
ması gibi olaylar görülür. larıdır. Bunları atrofi veya fibrozis izleyebilir. Diğer
• Sıcak krampları, aşırı terlemeyle elektrolitlerin kaybı­ yandan, ısıdaki ani keskin düşmelerle vazokonstriksi-
na bağlı olarak ortaya çıkar. Genellikle aşırı egzersiz yon ve bölgesel kandaki viskozite artışı, iskemik hasa­
ile birlikte istemli kasların krampları en belirgin bul­ ra ve periferik sinirlerde dejeneratif değişikliklere ne­
gudur. Isı-kaybettirici mekanizmalar normal vücut ısı­ den olabilir. Bu durumlarda damarsal hasar oluşur ve
sını koruyabilmeyi sağlar. yeniden ısınmayla yalnızca eksüdasyonla karakterli
• Sıcağa bağlı bitkinlik, en sık karşılaşılan hipertermik geçirgenlik artışı belirginleşir. Eğer iskemi süresi
sendromdur. Başlangıcı ani olur. Su kaybına sekonder uzarsa, hipoksik değişiklikler ve etkilenen dokuların
olarak gelişen hipovolemiyi lcompanse etmeye çalışan infarktüsü (ayak ve parmak gangreni gibi) ile sonuçla­
kardiyovasküler sistemin yetersiz kalışı sonucu bitkin­ nabilir.
lik ve bayılma ortaya çıkar. Genellikle çok kısa süren
bayılmadan sonra denge yeniden spontan olarak sağ­
lanır. Elektriksel Hasar
® Sıcak çarpması, yüksek ortam ısısı ve neme bağlı olarak
ortaya çıkar. Termoregülatör mekanizma bozulur, ter­ Elektriksel hasar ölümcül olabilir. Düşük voltaj akımına
leme kesilir ve vücut ısısı yükselir. Klinik olarak rektal (işyerinde veya evde), yıldırım çarpması veya yüksek ge­
ısının 41°C (106°F) derece veya daha yüksek olması rilim hattından yüksek voltaj akımına bağlı olarak mey­
tehlikeli bir prognostik işarettir. Bu durumda mortali- dana gelebilir. Hasar (1) yanıklar ve (2) ventriküler fibri-
te oranı %50'yi geçer. Bu olayın altında yatan mekaniz­ lasyon veya normal elektriksel uyarıların engellenmesi
ma periferde kanın göllenmesi ile karakterli yaygın pe- nedeniyle kalp ve solunum merkezinin yetersizliği ol­
riferik vazodilatasyon ve dolaşımdaki kan hacminin mak üzere iki tiptir. Hasarın tipi, şiddeti ve yanığın yay­
azalmasıdır. Kaslarda ve miyokardda nekroz oluşabi­ gınlık derecesi vücut içindeki elektrik akımının geçtiği
lir. Aritmi, yaygın damariçi pıhtılaşma ve diğer siste- yola ve amperine bağlıdır.
mik etkiler de sıklıkla ortaya çıkabilir. Yaşlı insanlar, İşyerlerindeki ve evlerdeki voltaj (120 veya 220V) ye­
kardiyovasküler hastalıkları olan kişiler, fiziksel stres terince yüksektir; düşük dirençli temas bölgelerinde (ıs­
altındaki sağlıklı insanlar (genç atletler ve acemi asker­ lak deride olduğu gibi) ventriküler fibrilasyonu da içeren
ler gibi) sıcak çarpması için en iyi adaylardır. ciddi hasara neden olabilecek yeterli akım vücuda iletile­
bilir. Eğer akımın geçişi yeterince uzun süreli olursa, gi­
® Malign hipertermi, benzer anlamı çağrıştırmasına kar­
riş ve çıkış bölgelerinde olduğu gibi iç organlarda da ya­
şın yüksek ısıya maruz kalma sonucu oluşmaz. Bu, is­
nık oluşturabilir. Çoğu evde kullanılan alternatif akımın
kelet kasındaki kalsiyum düzeylerini kontrol eden
karakteristik bir özelliği, çarpan nesne (çıplak tel ya da
RYR1 gibi genlerdeki mutasyonlardan kaynaklanan
elektrik düğmesi) tutulduğunda, tetanik kasılmalara ne­
genetik bir durumdur. Ekilenmiş bireylerde cerrahi
den olur. Bu yüzden cismin bırakılması çok güçleşebilir
bir girişim sırasında belli anesteziklerin kullanımı, is­
ve akıma maruz kalma süresi de uzar. Bu, elektrik yanık­
kelet kasındaki kalsiyum düzeylerinin hızlı bir yükse­
larının yaygınlığının artmasına neden olabilir ve bazı ol­
lişini tetikleyebilir ve bu da kaslarda katılaşma ile art­
gularda göğüs kaslarının kasılması ile asfiksiden ölüm
mış ısı üretimine neden olur. Oluşan hipertermi teda­
görülebilir. Yüksek gerilim hatlarından kaynaklanan
vi edilmediği takdirde yaklaşık %80 oranında ölüme
akımlarda da benzer zedelenme görülür. Ancak, akım
yol açar, ancak bu durum fark edilir ve derhal kas gev-
fazla olduğu için bunlarda medüller merkezlerin paralizi-
şeticiler verilirse ölüm % 5'den daha az bir oranda ger­
si ve yaygın yanıklar oluşur. Yıldırım çarpması da yüksek
çekleşir.
voltajlı elektrik zedelenmesinin klasik bir nedenidir.
Hipotermi
Uzun süre düşük ısı derecelerine maruz kalındığında or­ İyonizan Radyasyon Hasarı
taya çıkan bir durumdur. Bu durum sıklıkla evsizlerde ve
alkoliklerde görülür. Bu kişilerde ıslak ve yetersiz giysile­ Radyasyon yüksek hızlı partiküller ya da dalgalar şeklinde
rin kullanımı ile alkol aliminin bir sonucu olarak gözü­ dolaşan enerjidir. Radyasyon, elektromanyetik dalgaları
ken yüzeyel kan damarlarındaki dilatasyon, vücut ısısı­ yayan enerjilerin geniş bir aralığına sahiptir: iyonize ve no-
nın azalmasını hızlandırır. Yaklaşık 32°C (90°F) derece­ niyonize radyasyon şeklinde ayrılır. Ultraviyole (UV), kızıl
de önce bilinç kaybı gelişir ve sonrasında bu durumu da­ ötesi ışık, mikrodalga ve ses dalgası gibi noniyonize rad­
290 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

yasyon enerjisi bir moleküldeki atomları hareket ettirebilir • Alan boyutu. Radyasyon alanının boyutu, etkilerinin
ya da onların titreşmesine neden olabilir. Ancak bu enerji sonuçlarım büyük oranda etkiler. Büyük alanlara veri­
elektronların atomlardan ayrılması için yeterli değildir. len küçük dozlar öldürücü olabilirken, küçük ve çev­
Buna karşılık iyonize radyasyon sıkıca bağlı olan elektronları resi korunmuş bir alana verilen yüksek doza karşı vü­
yerinde sökecek kadar yeterli enerjiye sahiptir. Bir reaksiyon cut kendini koruyabilir.
zincirinde bu serbest elektronların diğer atomlarla çarpış­ • Hücre proliferasyonu. iyonizan radyasyon DNA'yı ze­
ması yeni elektronların salmımına neden olur. Bu olay iyo- delediği için, hızlı bölünen hücreler dinlenme evresin­
nizasyon olarak adlandırılır. İyonize radyasyonun ana kay­ deki hücrelere göre daha duyarlıdır. DNA transkripsi­
nakları: (1) Çok yüksek frekanslı elektromanyetik dalgalar yonunu bozan çok yüksek doz dışında, DNA hasarı
olan x-ışınlan ile gama ışınlan ve (2 ) yüksek enerjili nötron­ nöronlar ve kas hücreleri gibi bölünmeyen hücrelerde
lar, alfa partikülleri (iki proton ve iki nötrondan oluşur) ve yaşamla bağdaşır. Ancak, bölünen hücrelerde kromo­
beta partikülleridir (bunlar temel olarak elektronlardır). Bir­ zom anormallikleri ve mutasyonun diğer tipleri hücre
leşik Devletler nüfusunun aldığı iyonize radyasyonun total siklusunun kontrol mekanizmaları tarafından farke-
dozunun yaklaşık %18 kadarı sağlık hizmetleri ile ilgilidir dilir. Bu da hücre çoğalmasının durmasına ve apopto-
ve bunların büyük çoğunluğu medikal aletlerin ve radyo­ za yol açar. Bu nedenle, anlaşılacağı üzere, yüksek hüc­
izotopların kullanımından kaynaklanmaktadır. re döngüsü (turnover) olan gonadlar, kemik iliği, lenfoid
İyonizan radyasyon medikal uygulamada zorunludur, doku ve gastrointestinal sistemin mukozası gibi dokular
ancak bu uygulama iki yanı keskin kılıç gibidir. Bu form­ radyasyona çok duyarlıdır. Etkilenme sonrası oluşan
daki radyasyon, kanser tedavisinde, tanısal görüntüleme­ hasar kendini erken dönemde gösterir.
de ve terapötik ya da tanısal radyoizotoplar olarak kulla­ • Hipoksi. İyonize radyasyonun oluşturduğu DNA hasa­
nılmaktadır. Ancak, iyonizan radyasyon aynı zamanda rının en önemli mekanizması suyun radyolizisinden
mutajenik, karsinojenik ve teratojeniktir. iyonize radyasyo­ kaynaklanan serbest oksijen türevlerinin üretimidir.
nun dozunu, emilimini ve maruziyetini ifade etmede aşa­ Hızlı büyüyen kötü damarlanmış tümörlerin orta kıs­
ğıdaki terimler kullanılırlar: mında meydana gelebilen doku hipoksisi tümöre yö­
• Curie (Ci) spontan bozunan bir radyonüklidin (radyo­ neltilen radyasyon tedavisinin etkinliğini ve zedelen­
izotopun) her saniyedeki parçalanmalarını ifade eder. menin yaygınlığını azaltabilir.
Bir Ci her saniyedeki 3.7x l0 1 0 parçalanmaya eşittir. • Vasküler hasar. Radyasyona orta derecede duyarlı olan
• Gray (Gy) hedef doku tarafından absorbe edilen ener­ endotel hücrelerinin hasarı, kan damarlarının daral­
jiyi ifade eden bir birimdir. Dokunun bir gramı başına masına veya tıkanmasına neden olabilir. Bu da iyileş­
me sürecinin aksamasına, kronik iskemik atrofiye yol
1 0 4 erg enerjiyi absorbe etmesine karşılık gelmekte­
açabilir. Bu değişiklikler aylar hatta yıllar sonra ortaya
dir. Bir santigray (cGy) dokunun her bir gramının 100
erg enerjiyi absorbe etmesidir ve bu da dokunun ma­ çıkabilir. Beyin hücrelerinin radyasyona duyarlılığının
düşük olmasına karşın, radyasyondan sonraki vaskü­
ruz kaldığı 100 rad (R)'a eşdeğerdir. Şimdilerde medi­
ler hasar, dokularda radyasyon hasarının geç etkileri­
kal alandaki konuşma dilinde bir cGy rad ile yer de­
nin ortaya çıkmasına neden olabilir.
ğiştirmiştir.
• Sievert (Sv) radyasyonun fiziksel etkilerinden çok biyo­ DNA Hasarı ve Karsinogenez
lojik etkilerine bağlı olan eşdeğer dozun birimini ifade
İyonize radyasyonun en önemli hücresel hedefi DNA'dır.
eder (rem adı verilen birimin yerini aldı). Radyasyonun
İyonize radyasyonun neden olduğu ve kesin olarak ona­
çeşitli tiplerinin meydana getirdiği hasarın boyutu ay­
rılamayan DNA hasarı mutasyonlara yol açar. Bu da yıl­
nı absorbe edilmiş doz için farklıdır. Eşdeğer doz bu çe­
lar ya da dekadlar sonra kanser olarak ortaya çıkabilir.
şitliliği kontrol eder ve tek tip bir ölçü birimi sağlar. Eş­
İyonize radyasyon, DNA da tek ve çift sarmal kırıklar,
değer doz (sievert birimi olarak ifade edilen) absorbe edilen
DNA ve proteinler arasında çapraz bağlar, baz dizilerin­
dozun (gray olarak ifade edilen) radyasyonun göreceli biyo­
de hasarlanma gibi pek çok tip zedelenmeye neden ola­
lojik etkinliği ile çarpımına karşılık gelir. Göreceli biyolo­
bilir (Resim 7-14). Hayatta kalan hücrelerde basit defekt-
jik etkinlik radyasyonun tipine, radyasyona maruz ka­
ler memeli hücrelerinde bulunan çeşitli enzim onarım
lan dokunun tipine ve hacmine, maruz kalma süresine
sistemleri tarafından onarılabilir (bakınız Bölüm 5). Bu
ve bazı diğer biyolojik faktörlere (ileride bahsedilecek)
onarım sistemleri, hasardan sonra sinyal iletimini başla­
bağlıdır. X ışınlarının etkili dozu bilgisayarlı tomografi
tan ATM (Ataxia-Telangiectasia Mutated) ve hücre siklu-
(BT), diğer görüntüleme ve nükleer tıp işlemleri genel­
sunu DNA' mn onarımı için geçici olarak yavaşlatan ya
likle milisievert (mSv) olarak ifade etmektedirler.
da onarılamayan hücrelerin apoptozisini tetikleyen p53
Radyasyonun fiziksel özelliklerine ek olarak, onun biyo­ gibi proteinlerin aktivasyonu aracılığıyla hücre siklusu­
lojik etkileri yoğun olarak aşağıdaki faktörlere bağlıdır: nun düzenlenmesiyle bağlantılıdır. Ancak, çift sarmal kı­
• Alınma hızı. Radyasyonun alınma hızı biyolojik etkiyi rıkları onarılamadan kalıcı olabilir ya da lezyonlarm ona-
önemli şekilde değiştirir. Işınsal enerjinin etkisi biriki­ rımı mutasyonlara yol açacak şekilde kusurlu olabilir.
ri (kümülatif) olmakla birlikte, bölünmüş dozlarda Eğer hücre siklusu kontrol noktası işlev görmezse (örne­
alınması, hücrelere, aralarda bazı hasarların onarımı ğin, P53'deki mutasyondan dolayı) anormal hücreler ile
için izin verir. Bu yüzden bölünmüş dozlarda alınan kararsız genomlar hayatta kalır ve sonunda tümör oluştu­
ışınsal enerji, ancak aralardaki onarım süresi yetersiz­ racak olan anormal kopyalar (klonlar) olarak büyüyebilir.
se birikici (kümülatif) etki gösterir. Tümörlerde ışın te­
davisi, normal hücrelerin kendilerini onarma ve iyileş­ Fibrozis
me yeteneğinin tümör hücrelerinkinden daha hızlı ol­ Kanser radyasyon tedavisinin en yaygın görülen sonucu,
ması prensibinden yararlanır. radyasyon alanında fibrozisin gelişmesidir (Resim 7-15).
Fiziksel Ajanlarla Hasar 291

last aktivasyonuna neden olan kemokinler ile sitokinle-


IYONIZE rin salınımı, radyasyon aracılı fibrozisin gelişmesine kat­
RADYASYON kı sağlayan belli başlı faktörlerdir.

iyonizasyon
M O R F O L O Jİ
i
Serbest radikal
oluşumu Işınsal enerji hasarından hayatta kalan hücreler, delesyon,
Yüksek oksijen. kırıklar, translokasyonlar ve kopmalar (fragmantasyonlar)
basıncında artar *\ gibi çok çeşitli krom ozom al yapısal d eğ işikler gösterir.
M itotik iplikçikler sıklıkla düzensiz hale gelir; poliploidi ve
DNA hasarı anoploidi saptanabilir. N ü k le er şişm e, kromatinin yoğun­
laşması ve kümelenmesi oluşabilir, aynı zamanda nükleer

f
Başarısız ya da kusurlu onarım DNA onarımı ve
membranda kırıklar izlenebilir. A p o p to z görülebilir. Ple-
om orfik nükleuslu ya da birden fazla nükleuslu dev hücre­
dokunun yenilenmesi leri de içeren anormal nükleer şekilli hücreler oluşabilir ve
t------- - T -------- 1
yıllarca kalabilir. Işınsal enerjinin son derece yüksek doz dü­
zeylerinde nükleer piknoz gibi hücrenin ölmekte olduğunu
Hücre bölünmesinin Başarısız ya da Ek
dönüştürücü
haber veren görünümler hızlı bir şekilde gözükebilir.
baskılanması kusurlu onarım
olaylar Işınsal enerji, D N A ve nükleusu etkilemesine ek olarak,

I f
Fetus veya germ
Karsinogenez
sitoplazmik şişme, mitokondriyal distorsiyon ve endoplaz-
mik retikulumun dejenerasyonunu içeren çeşitli sito p laz­
m ik değişiklikleri başlatabilir. Sitoplazma membranı bo­
hücreleri: teratogenezis zulur ve fokal defektler görülebilir. Hücresel pleomorfizm,
dev hücre oluşumu, nükleustaki değişiklikler ve m itotik şe­
Resim 7 -1 4 iyonize radyasyonun D N A ’ya etkileri ve sonuçları. killer, radyasyondan zedelenen hücreler ile kanser hücrele­
D N A ’ya etkiler, doğrudan ya da en önemlisi serbest radikal rinin benzer m orfolojik özellikleridir. Bu benzerlik, radyas­
oluşumu ile dolaylı yoldan gerçekleşebilir.
yondan etkilenen dokularda, tüm ör hücresi bulunup bulun­
madığını saptamaya çalışan patologlar için can sıkıcı bir so­
rundur.
Fibrozis, radyasyondan haftalar ya da aylar sonra ölü pa- Radyasyona uğrayan dokularda ışık mikroskopik düzey­
rankimal hücrelerin yerinin bağ dokusu ile yer değiştir­ de vasküler değişiklikler ve interstisyel fibrozis belirgindir
mesi şeklinde gerçekleşir ve skar ile yapışıkların (adhez- (Resim 7-15). Hemen radyasyon sonrası dönemde, damar­
yonlarm) oluşumuna neden olabilir (bakınız Bölüm 2). larda sadece dilatasyon görülebilir. Daha sonra ya da daha
yüksek dozlarda, endotelyal hücre şişmesi, vakuolizasyon,
Zaten söz edildiği gibi, iyonize radyasyon vasküler hasa­
hatta kapiller ve venüller gibi küçük damarların duvarlarının
ra ve bunun sonucu olarak da doku iskemisine neden
total nekrozu ile parçalanmalarını da içeren çeşitli dejenera-
olur. Vasküler hasar, iyonize radyasyonla doku kök hüc­
tif değişiklikler görülebilir. Etkilenen damarlar rüptüre ola-
relerinin öldürülmesi, inflamatuar reaksiyona ve fibrob-

Resim 7 -1 5 Boyun bölgesinin radyasyon tedavisiyle oluşan tükürük bezlerinin fibrozisi ve vasküler değişiklikler. A , Normal tükürük bezi;
B, radyasyonun yol açtığı fibrozis; C, fibrozis ile arterioler skleroz ve fibrointimal kalınlaşmadan oluşan vasküler değişiklikler. V, Damar
lümeni; I, kalınlaşmış intima.
(A-C, Dr. M elissa Upton'un Arşivinden; Washington Üniversitesi Patoloji Bölümü, Seattle, Washington.)
292 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

BEYİN
bilir ve/a tromboza uğrayabilir. Daha sonra, radyasyona • Erişkin - dirençli
uğrayan dokulardaki damarlarda belirgin daralma, vasküler • Embriyonik - nöronların
lümenin tıkanması ve medial tabakanın kalınlaşması ile ka­ ve gliyal hücrelerin
destrüksiyonu
rakterli kollajenöz hyalinizasyon ve endotel hücresi prolife- (haftalar - aylar)
rasyonu görülebilir. Bu sırada genellikle radyasyon alanında DERİ
skarlaşmaya ve büzülmeye yol açan interstisyel kollajen ar­ Eritema, ödem (erken)
tışı belirginleşebilir. Pigmentasyon bozuklukları
(haftalar - aylar)
Atrofi, kanser
(aylar - yıllar)
Organ Sistemlerine Etkiler ■AKCİĞERLER
Ödem
Resim 7-16 radyasyon zedelenmesinin ana sonuçlarını ARDS
göstermektedir. Evvelce söz edildiği gibi, en duyarlı or­ interstisyel fibrozis
(aylar - yıllar)
ganlar ve dokular gonadlar, hematopoetik ve lenfoid dokular
ile gastrointestinal sistem mukozasıdır. Çeşitli organlarda, LENF NODLARI
• Akut doku kaybı
radyasyona akut maruz kalmanın etkileri için tahmin • Atrofi ve fibrozis
edilen eşik değerler Tablo 7-7'de gösterilmiştir. Burada (geç)
hematopoetik ve lenfoid sistemlerdeki değişikliklerin ya-
nısıra, iyonize radyasyona çevresel ve mesleki maruz kal­ GASTROİNTESTİNAL
manın neden olduğu kanserler de aşağıda özetlenmiştir: TRAKT
• Mukozal hasar
• Hematopoetik ve lenfoid sistemler. Hematopoetik ve len­ (erken)
foid sistemler ışınsal hasara aşırı duyarlıdır ve burada • Ülserasyon (erken)
• Duvarın fibrozisi
özellikle değinilecektir. Yüksek dozlarda ve geniş alan­ (geç)
lara radyasyonun uygulanmasından sonraki saatler
içinde dalak ve lenf nodlarmda büzülme ve şiddetli
lenfopeni oluşturur. Radyasyon, dolaşan kandaki ve
dokulardaki (lenf nodları, dalak, timus, bağırsaklar) GONADLAR
lenfositleri doğrudan parçalar. Ölümcül olmayan doz­ • Testis (destrüksiyon)-
Spermatogonya
larda radyasyona dayanabilen kök hücrelerden (köken Spermatidler
aldığı hücrelerden) rejenerasyon hemen başlar ve haf­

Erken
Sperm
talar ile aylar içinde, kandaki lenfosit sayısının norma­ • Överler (destrüksiyon)
Germ hücreleri
le dönmesini sağlarlar. İlk başta dolaşan granülosit sa­ Granüloza
yısı yükselebilir; ancak ilk haftanın sonuna doğru düş­ hücreleri
meye başlar ve ikinci haftanın sonunda sıfıra yakın dü­ • Gonadların atrofisi
ve fibrozisi (geç)
zeylere düşebilir. Hasta yaşarsa, normal granülosit sa­
yısının oluşması iki-üç aylık bir süreyi gerektirebilir. KAN VE KEMİK
İLİĞİ
Trombositler de etkilenir; ancak sayılarında aşağı dü­ • Trombositopeni
zeylere kadar inme granülositlerinkinden daha geç gö­

Erken
• Granülositopeni
zükür ve düzelmesi de benzer şekilde gecikir. Kemik • Anemi
iliğindeki eritrositlerin öncüllerini de içeren hematopo­ • Lenfopeni
etik hücreler de ışınsal enerjiye çok duyarlıdır. Eritro­
sitler radyasyona dirençlidir; ancak, eritrositlerin kö­
ken aldığı hücreler değildir. Bunun sonucu olarak iki-
üç hafta sonra anemi ortaya çıkar ve aylarca sürebilir.
• Çevresel maruz kalma ve kanser gelişimi. Mutasyonlara Resim 7-16 Radyasyon zedelenmesinin ana m orfolojik sonuçları­
uğramış, bölünme kapasitesine sahip bir hücre kanser­ nın gözden geçirilmesi. Erken değişiklikler saatler-haftalar, geç deği­
şiklikler ise aylar-yıllar içinde gözükür. ARDS, akut respiratuar dist-
leşme potansiyeline sahiptir. Bu yüzden herhangi bir
res sendromu.
organın radyasyona maruz kalması sonucunda tümör

Tablo 7-7 Organlar Üzerine Akut Radyasyon Etkilerinin Tahmin


sıklığı artar. Kanser gelişme riskini artıran radyasyon
Edilen Eşik Dozları
düzeyini belirlemek çok zordur. Ancak, lOOmSv doz­
Sağlık Üzerine Etkiler Organ D oz (Sv) larda gerçekleşen akut ya da uzun süreli maruz kalma­
nın, kanseri de içeren ciddi sonuçlara neden olabilece­
Geçici sterilite Testisler 0.15
ği konusunda çok az kuşku vardır. Hiroşima ve Naga-
Hematopoezin baskılanması Kemik iliği 0.50 zaki'deki bombalamadan hayatta kalanlarda çeşitli or­
Geçici deri etkileri (ör. eritem) Deri 1 .0 - 2 .0 ganlardaki tümörlerin (tiroid, meme ve akciğer gibi) ve
Kalıcı sterilite Överler 2 .5-6.0 löseminin sıklığında, Çernobil kazasından sağ kalan­
Geçici saç kaybı Deri 3.0-5.0 larda tiroid kanserlerinde artış olduğu ve neoplastik
hastalıklar için radyasyon tedavisi alan hastalarda -
Kalıcı sterilite Testisler 3.5
özellikle çocuklarda- "ikincil kanser'Yerin sık görülme­
Katarakt Gözün lensi 5.0
si bunu kanıtlamaktadır. Fukushima santralinde 2010
-:.-a
ıgg
& \ • i sS
E S
ig l

Beslenme Hastalıkları 293

Tablo 7 -8 Tüm Vücut Iyonize Radyasyonunun Etkileri

0-1 Sv 1-2 Sv 2-10 Sv 1 0 -2 0 Sv >50 Sv


Hasarın ana alanı Hiç Lenfositler Kemik iliği ince bağırsak Beyin
Ana belirti ve bulgular - Orta derecede lökopeni Lökopeni, kanama, Diyare, ateş, elektrolit Atalcsi, koma,
epilasyon, kusma dengesizliği, kusma konvülziyonlar, kusma
Zamanlama - 1 gün-1 hafta 4-6 hafta 5-14 gün 1-4 saat
Öldürücülük - Hiç Değişken (% 0-80) % 100 % 100

yılındaki tsunamiden sonra oluşan radyasyon sızıntısı­ Malnütrisyon


nın bu bölgedeki kanser insidansını arttıracağından
endişe duyulmaktadır. Sağlıklı bir diyet, (1) vücudun günlük metabolik ihtiyacı
® Mesleki maruz kalma ve kanser gelişimi. Radon, uranyu­ için karbonhidrat, yağ ve protein formunda yeterli ener­
mun kendiliğinden bozulmasından oluşan ve her yer­ jiyi, (2 ) yapısal ve fonksiyonel proteinler ile yağların sen­
de bulunabilen bir ürünüdür. Karsinojenik ajanlar alfa tezinde yapı taşları olarak kullanılan esansiyel (hatta
partikülü yayan iki radon bozulma ürünüdür (polon- esansiyel olmayan) aminoasitleri ve yağ asitlerini, (3) ya­
yum-214 ve -218 ya da "radon kızları") ve yarılanma şamsal metabolik reaksiyonlarda koenzim veya hormon
ömürleri kısadır. Bu partiküller akciğerde birikirler ve olarak görev yapan vitaminler ile, kalsiyum ve fosfat gibi
uranyum madencilerinde kronik maruziyet akciğer yapısal komponentler için önemli mineralleri sağlar. Pri­
karsinomalarma neden olabilir. Radon düzeyleri, ma­ mer malnütrisyonda bu komponentlerin biri veya tümü
denlerde bulunan miktarlarla kıyaslanacak kadar çok diyette eksiktir. Aksine, sekonder veya koşullu malnütris­
yüksek olan evler de risklidir. Ancak, ortalama ev or­ yonda diyette besinlerin alımı yeterlidir, malnütrisyon,
tamlarında radonun akciğer kanseri riskine bir katkısı­ besin malabsorpsiyonu, besin kullanımı veya depo bo­
nın olabileceğini gösteren kanıt yok ya da çok azdır. zukluğu, aşırı kayıp veya artmış gereksinimlerden kay­
naklanır. Sekonder malnütrisyonun nedenleri üç genel,
Total Vücut Radyasyonu ancak örtüşen, kategoride gruplanabilir: Gastrointestinal
Vücudun büyük bir kısmı radyasyona maruz kaldığında, (GI) hastalıklar, kronik tüketici hastalıkları ve akut kritik
küçük dozlarda bile çok zararlı etkiler görülebilir. Bir Sv'- hastalık.
nin altındaki dozlar belirti oluşturmaz ya da minimaldir. Malnütrisyon yaygın bir durumdur, dikkat çekici ola­
Ancak yüksek dozlara maruz kalma akut radyasyon bileceği gibi gözden de kaçabilir. Diyet yetersizliğinin sık
sendromları olarak bilinen etkilere neden olabilir. Bu du­ nedenlerinden bazıları aşağıda sıralanmaktadır:
rum gittikçe artan yüksek dozlarda hematopoetik doku­ • Yoksulluk. Evsiz insanlar, yaşlı kişiler ve yoksulların
ları, GİS'i ve MSS'ni etkileyebilir. İyonize radyasyona çocukları, eser besin eksikliklerine ek olarak, sıklıkla
tüm vücudun maruz kalması ile ilişkili sendromlar Tablo protein enerji malnütrisyonuna (PEM) maruz kalır.
7-8'de özetlenmiştir. Fakir ülkelerdeki kuraklık, tahıl azlığı ve kümes hay­
vanı ölümleri ile birlikteki yoksulluk, çocuklar ve eriş­
kinlerin kötü beslenmesine zemin hazırlar.
(Ş Ö ZET_______________________________________ • Bilgisizlik. Varlıklı kişiler dahi süt çocukları, gençler ve
Radyasyon Hasarı gebelerdeki artmış besin ihtiyacının farkında olmaya­
bilir. Çeşitli yiyeceklerin besin içeriği konusundaki
• İyonize radyasyon, hücreleri doğrudan veya su ya da mo-
bilgisizlik de malnütrisyon gelişiminde rol oynar. Ör­
leküler oksijenden serbest radikaller oluşturarak dolaylı
neğin; (1 ) demir eksikliği sıklıkla, sadece yapay sütle
yoldan zedeleyebilir.
beslenen infantlarda gelişir, (2 ) bazı diyetlerin ana
• iyonize radyasyon, D N A ’yı zedeler. Bu nedenle germ hüc­
maddesi olan rafine pirinç yeterli miktarda tiamin
releri, kemik iliği ve gastrointestinal sistem gibi hızlı bölü­
içermez ve (3) eğer ek olarak verilmezse, okyanuslar­
nen hücreler radyasyon zedelenmesine çok duyarlıdır.
dan uzak bölgelerdeki su ve gıdalar sıklıkla iyottan
• Tam olarak onarılamayan D N A hasarı, etkilenen hücrele­
yoksundur.
rin neoplastik dönüşümüne (transformasyonuna) zemin
• Kronik alkolizm. Alkolikler, bazen PEM gösterse de da­
hazırlayan mutasyonlara yol açabilir.
ha sıklıkla diyet eksikliği, gastrointestinal emilim bo­
• İyonize radyasyon, parankimal hücrelerinin iskemik nek­
zukluğu, anormal besin tüketimi ve depolanması, art­
rozuna ve fibröz doku ile yer değiştirmesine yol açan vas-
mış metabolik gereksinim ve kayıp hızındaki artışının
küler hasara ve skleroza neden olabilir.
sonucu olarak, özellikle tiamin, pridoksin, folat ve A
vitamini gibi çeşitli vitaminlerin eksikliğine maruz ka­
lır. Kronik alkoliklerde tiamin eksikliğinin anlaşılama­
BESLENME HASTALIKLARI ması, geri dönüşü olmayan beyin zedelenmesine yol
Gelişmiş ülkelerdeki insanlar kalorilerden ve mevcut şiş­ açabilir (örn. Korsakoff psikozu, Bölüm 22'de tartışıl­
manlıktan kurtulmak için uğraşıp, yediklerinin aterosk- maktadır) .
leroz ve hipertansiyona katkısından endişe ederken, ge­ ® Akut ve kronik hastalıklar. Bazal metabolizma hızı
lişmekte olan ülkelerde milyonlarca insan açlıktan öl­ (BMH) çoğu hastalıkta artar (geniş yanıklı hastalarda
mekte veya hemen açlık sınırında yaşamaktadır. Bu yüz­ iki katı olabilir). Sonuçta, tüm besinlerin günlük ge­
den, beslenememe ve aşırı beslenmenin her biri sağlığın reksiniminde artış olur. Bu beslenme ihtiyaçlarının
başlıca kaygısıdır. anlaşılamaması iyileşmeyi geciktirebilir. PEM, sıklıkla
294 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

metastatik kanserli hastalarda görülür (daha sonra Marasmus


anlatılacak).
Yaş, boy ve cins olarak normal kilosunun %60'ı düzeyine
* Kişisel diyet kısıtlaması. Anoreksia nervoza, bulimia ve inen bir çocuk marasmus olarak kabul edilir (Resim 7-17,
bu kadar aşikar olmayan yeme bozuklukları, vücut
A). Marasmik bir çocuk, somatik protein kompartmanı-
görünümünden kaygı duyan veya makul olamayan
nm azalması ve yıkımı sonucunda kas kitlesinin kaybı ve
kardiyovasküler hastalıklara yakalanmaktan çok kor­
gelişme geriliği gösterir. Bu, vücudun enerji kaynağı için
kan kişilerin büyük bir kısmında görülür (anoreksia
aminoasitleri kullandığı bir uyumun sonucu olarak göz­
ve bulimia bu bölümde ayrıca anlatılmaktadır).
lenir. İlginç olan, yaşam için daha öncelikli ve kritik olan
• Diğer nedenler. GI hastalıklar, edinsel ve herediter ma- viseral protein kompartmanmm, sadece çok az bir kayba
labsorbsiyon sendromları, spesifik ilaç tedavileri (bazı
uğramasıdır. Bu yüzden, serum albumin düzeyleri normal
özel besinlerin alınım veya kullanımını bloke edenler)
ya da sadece hafif düşüktür. Kas proteinlerine ek olarak,
ve total parenteral beslenme (TPB) diğer malnutrisyon
deri altı yağ dokusu da serbestleşip, yakıt olarak kullanı­
nedenleridir.
lır. Leptin (daha sonra "Obezite" altında tartışılıyor) üre­
Bu bölümün devamı beslenme hastalıklarının genel bir timinin düşük olması, hipotalamik-hipofizer-adrenal ak­
gözden geçirilmesi tarzındadır. Protein enerji malnütris- sı daha fazla kortizol üretimi için uyarır ve bu şekilde li-
yonu (PEM), anoreksia ve bulimia, vitamin ve eser mine­ poliz desteklenir. Kas ve deri altı yağ dokusunun kayıp­
rallerin eksiklikleri, obezite ve ateroskleroz ve kanserin larıyla ekstremdeler aşın incelir. Kıyaslandığında, baş vü­
diyetle olan ilişkisinin kısa bir değerlendirmesine özel cuda göre aşırı büyük görünür. Anemi ve multivitamin
önem verilmiştir. Diğer besinler ve beslenme konuları ise eksikliği tabloları ile özellikle, T-hücre aracılı immün ye­
kitabın spesifik hastalıklar kısmında tartışılmıştır. tersizliğin kanıtları vardır. Bu yüzden, zaten zayıflamış
vücuda ek bir stress yükleyecek olan eşlik eden enfeksi­
yonlar genellikle bulunur.
Protein-Enerjji Malnutrisyomu
Şiddetli PEM ciddi, sıklıkla ölümcül bir hastalıktır. Yok­
sul ülkelerde yaygın olup, çocukların %25'inden fazlasını Kwashiorkor
etkiler. Bu ülkelerde, çok küçük çocuklar arasmda yük­ Kwashiorkor protein kaybı, göreceli olarak total kalori
sek ölüm oranına başlıca katkısı olan hastalıktır. Örnek kaybından daha fazla olduğunda oluşur (Resim 7-17, B).
olarak, Birleşmiş Milletler 2009'da, kurak Batı Afrika ül­ Bu, çok erken sütten kesilen ve daha sonra hemen sade­
kesi olan Nijerde 5 yaş altındaki 800.000 çocuğun kötü ce karbonhidrat diyeti ile beslenen Afrikalı çocuklar ara­
beslendiğini ve malnütrisyonun bu populasyonun bebek sında görülen en yaygın malnütrisyon formudur (Gha­
ve çocuklarındaki başlıca ölüm nedeni olduğunu bildir­ na' daki Ga dilinden gelen Kwashiorkor adı, çocukta, di­
miştir. ğer bir kardeşin doğumu ile ortaya çıkan hastalığı tanım­
PEM, diyetle alman tüm kalori ve proteinin vücudun lar). Ayrıca, kwashiorkor prevalansı yoksul Güneydoğu
gereksinimini karşılayamamasmdan kaynaklanan bir Asya ülkelerinde de yüksektir. Daha az şiddetli formları,
klinik sendrom yelpazesi olarak ortaya çıkar. Marasmus kronik diyareli kişilerde protein emilemediğinden veya
ve kwashiorkor, bu yelpazenin iki ucu olarak bilinir. kronik protein kaybı olan durumlarda (örn. protein kay­
Fonksiyonel açıdan önemli bir nokta, vücutta iki protein bettirici enteropatiler, nefrotik sendrom ve geniş yanık­
kompartmanı olduğudur: somatik protein kompartmanı, lar sonrası) tüm dünyada ortaya çıkabilmektedir.
iskelet kaslarındaki proteinlerce temsil edilir; viseral ABD'de bazı geçici diyetler veya süt yerine pirinç kay­
protein kompartmanı ise, başta karaciğer olmak üzere, naklı içeceklerin konulması sonucu oluşan nadir kwashi­
viseral organlardaki protein depoları tarafından temsil orkor olguları bildirilmektedir.
edilir. Bu iki kompartman farklı biçimde düzenlenir. So­
Kwashiorkorda, (marasmusun aksine) belirgin prote­
matik kompartman marasmusta daha ciddi olarak etkile­
in yoksunluğu, visseral protein kompartmanmm şiddetli
nirken, viseral kompartman kwashiorkorda daha belir­
kaybı ile ilişkilidir. Ortaya çıkan hipoalbuminemi, yaygın
gin olarak azalır. Normalden az beslenmenin klinik de­
veya lokalize ödeme yol açar (Resim 7-17). Şiddetli kwashi-
ğerlendirilmesi birazdan tartışılıp, devamında marasmus
orkorlu çocukların ağırlığı tipik olarak normalin %60 ile
ve kwashiorkorun klinik tabloları tanımlanacaktır.
%80'idir. Bununla birlikte, artmış su retansiyonu (ödem)
PEM'in, bütün dünyada yaygın olarak kurbanları ço­
nedeniyle gerçek ağırlık kaybı maskelenir. Yine maras­
cuklardır. Normal ağırlığının %80'inden fazla kilo kaybe­
musun aksine, deri altı yağ dokusu ve kas kitlesi nispe­
den bir çocuk kötü beslenmiş olarak kabul edilir. PEM
tanısı, çok ağır formlarında kolaydır. Hafif ile orta form­ ten korunur. Bu kompartmanlardaki hafif kayıplar da
larında genel yaklaşım standart tablolarla verilen boy ile ödem tarafından maskelenebilmektedir.
vücut ağırlığını karşılaştırmaktır. Yağ depoları, kas kitle­ Kwashiorkorlu çocuklarda birbirini izleyen hiperpig-
si ve serum proteinleri diğer yardımcı parametrelerdir. mentasyon, deskuamasyon ve hipopigmentasyon tarzın­
Yağın kaybı ile ölçülen deri (deri ve subkutan dokuyu da, kar tanelerini andıran karakteristik deri lezyotılan gö­
içeren) kalınlığı azalır. Malnütrisyon durumunda doku rülür. Saç değişiklikleri, renk kaybı veya ardarda soluk ve
proteini de yıkılır. Somatik protein kompartmanı yıkıma koyu renk bantlaşma, düzleşme, incelme ve saç kökleri­
uğradığında, ortaya çıkan kas kitlesindeki azalma, kol nin saçlı deriye sıkı yapışmaması tarzındadır. Kwashior-
çevresinin incelmesi ile anlaşılır. Serum protein (albu­ koru marasmustan ayıran diğer özellikler arasında, bü­
min, transferrin, vd.) düzeyleri, viseral protein kompart- yümüş (lipoproteinlerin taşıyıcı protein komponentinin
manınm yeterliliğinin ölçümünü sağlar. sentezinin azalması sonucu) yağlı karaciğer ve uyuşukluk,
Fiziksel Ajanlarla Hasar 295

Resim 7-17 Çocukluk malnütrisyonu. A , Marasmus. Kas kitlesi ve subkutan yağın kaybı dikkat çekiyor. Baş, aşırı zayıf vücuda göre çok
büyük görülüyor. B, Kwashiorkor. Bebekte asit ve yüz, kollar ve bacaklarda şişme şeklinde izlenen yaygın ödem.
(A, Clinic Barak’dan Reisebericht, Kenya)

isteksizlik ve iştah kaybı gibi bulgular vardır. Marasmus- K w ashiorkorda (seyrek olarak marasmusta) ince ba­
taki gibi, vitamin eksiklikleri ile sekonder enfeksiyonlar ve ğırsak villus ve m ikrovillusların kaybı ve mukozal atrofi ile
immünitede defektler bulunması olasıdır. Kwashiorkorda b irlikte gland krip tlerin de m ito tik indekste azalma gözlenir.
enfeksiyonların yol açtığı inflamasyon, malnütrisyonu Böyle olgularda, daha sık olarak disakkaridaz eksikliği ta r­
alevlendiren katabolik fazı doğurur. Marasmus ve kwas- zında görülen, eş zamanlı ince bağırsak enzim lerinin kaybı
hiorkorun herbiri spektrumun iki ucunu temsil eder ve ortaya çıkar. Bu yüzden kw ashiorkorlu süt çocukları baş­
aralarında önemli ölçüde örtüşme söz konusudur. langıçta laktata toleranssızdır ve tüm üyle süte dayalı diyete
iyi yanıt verm eyebilir. Tedavi ile mukozal değişiklikler geri
Sekonder Protein-Enerji Malnütrisyonu döner.
Sekonder PEM'in görülme sıklığı kronik hastalar ve has­ K em ik iliği, kw a shio rkor ve marasmusun her ikisinde,
e ritro s it öncüllerinin sayısında belirgin azalmaya bağlı ola­
tanede yatanlarda yaygındır. Sekonder PEM'in özel ağır
rak hipoplastik olabilir. Bu bozukluğun ne kadarının p ro te­
bir formu olan kaşeksi sıklıkla ilerlemiş kanserli hastalar­
in ve folat eksikliğine, ne kadarının transfe rrin ve serulop-
da gelişir (Bölüm 5). Kayıp çok fazla belirgindir ve sıklık­
lazmin sentezindeki azalmaya bağlı olduğu belli değildir. So­
la ölümün habercisidir. İştah azalması bunu kısmen açık­ nuçta, anemi genellikle vardır ve sıklıkla h ip o kro m ik-m ikro -
layabilmekle birlikte, kaşeksi iştah azalmadan önce görü­ sitiktir. Ancak, eş zamanlı folat eksikliği m ikst m ikro sitik-
lebilir. Altta yatan mekanizmalar karmaşıktır, ama tü­ m akrositik anemiye yol açabilir.
mör hücrelerince sekrete edilen proteolizis-indükleyici fa k ­ Kötü beslenen annelerden doğan ve yaşamının ilk bir iki
tör gibi "kaşektinleri" ve ileri evre tümörlere vücudun ya­ yılında PEM geçiren süt çocuklarında beyinde, serebral at­
nıtının bir parçası olarak salman sitokinleri, özellikle rofi, nöron sayısında azalma, beyaz maddede miyelinasyon
TNF'i, içermektedir. Her iki tip faktör direkt olarak iske­ bozukluğu ortaya çıktığını bazı araştırıcılar bildirm ektedir.
let kası proteinlerinin yıkımını uyarır. TNF gibi sitokinler Farklı b irço k değişiklik arasında (1 ) tim ik ve lenfoid at­
lipid depolarından yağın serbestleşmesini de uyarır. rofi (kw ashiorkorda, marasmustan daha belirgindir), ( 2 )
araya giren enfeksiyonlar, özellikle de endem ik helm intler
ve diğer parazitlerin neden olduğu anatom ik değişiklikler,
(3) iyot ve vitam in gibi gerekli diğer m addelerin eksiklikle­
ri bulunabilir.
M OR FO LO Jİ
PEM'de anatom ik değişikliklerin başlıcaları; (1 ) büyüme ge­
riliği, (2 ) kw a shio rkord a p e rife rik ödem ve (3) marasmus-
ta daha belirgin olm ak üzere kas atrofisi ve vücutta yağ Anoreksia Nervoza ve Bulimia
kaybı vardır.
Anoreksia nervoza, belirgin kilo kaybı ile sonuçlanan, ki­
K w ashiorkorda karaciğ er marasmusun aksine, büyük
ve yağlıdır. Siroz gelişimi ise seyrektir.
şinin kendini isteyerek aç bırakması durumudur. Buli­
mia, hastanın aşırı yemek yemesi ve ardından kendini
296 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

kusmaya zorlama durumudur. Bulimia, anoreksia ner- • Tek bir vitaminin eksikliği seyrektir. Tek veya multipl
vozadan daha yaygındır ve daha iyi prognoz gösterir. vitamin eksikliği eşzamanlı PEM içinde bulunabilir.
Kadınlarda %l-2, erkeklerde ise %0,1 sıklıkta ortaya çı- İlerleyen bölümlerde, A, D ve C vitaminlerinin geniş yel­
kabilebilmektedir. Ortalama başlangıçı 20'li yaşların ba­ pazeli fonksiyonları ve eksikliklerindeki morfolojik de­
şıdır. Anorelcsiya nervoza da esas olarak zayıflamayı ve ğişiklikleri nedeniyle daha detaylı olarak sunulmuştur.
zayıflığını sürdürmeyi bir takıntı yapan, evvelce sağlıklı Bunu, geri kalan -E, K, ve B kompleks- vitaminlerin ve
genç kadınlarda ortaya çıkar. bazı minerallerin eksikliklerinde ana sonuçların listelen­
Anoreksia nervozada klinik bulgular genellikle şid­ diği bir özet izlemektedir.
detli PEM'e benzer. Ek olarak, endokrin sistem üzerin­
deki etkileri belirgindir. Düşük GnRH sekresyonu (so­ A Vitamini
nuçta luteinizan hormon ve folikül stimülan hormon
A vitamini, benzer biyolojik aktivite gösteren retinol, re­
sekresyonu azalır) ile ortaya çıkan amenorenin görülme­
tinal ve retinoik asitin bulunduğu bir grup ilişkili yağda
si, hemen hemen bir tanısal özellik olacak kadar yaygın­
eriyen maddelerin genel adıdır. Retinol, A vitamininin
dır. Diğer yaygın bulgular; tiroid hormon salgısında
kimyasal adı ve transport formudur. Retinol esteri ise
azalma sonucu soğuk intoleransı, hipotermi, bradikardi,
depo şeklidir. Yaygın kullanılan terim olan retinoidler,
konstipasyon, deri ve saç değişiklikleridir. Ayrıca, de-
yapısal olarak A vitamini ile ilişkili olan, ancak mutlaka
hidratasyon ve elektrolit bozuklukları sık bulgulardır.
A vitamininin aktivitesine sahip olmayan doğal veya
Deri kurur ve pullanır, kanda karotenlerin fazlalığı ne­
sentetik kimyasal maddelerdir. Karaciğer, balık, yumur­
deniyle sarı benekli olabilir. Vücut kılları artabilir, fakat
ta, süt ve tereyağı gibi hayvansal gıdalar, diyetteki öncül
genellikle ince ve soluktur (lanugo). Kemik dansitesi,
A vitamininin önemli kaynağıdır. Havuç, kabak ve ıspa­
muhtemelen düşük östrojen düzeyine bağlı olarak, post-
nak gibi sarı ve yeşil yapraklı sebzeler büyük miktarda
menopozal dönemdeki osteoporoz hızlanmasını taklit
karotenoid sağlar. Bunlar vücutta aktif A vitaminine me­
edecek şekilde azalır. Şiddetli PEM'de beklenildiği gibi,
tabolize edilen provitaminlerdir. Karotenoidler diyetteki
anemi, lenfopeni ve hipoalbuminemi bulunabilir. Ano­
A vitamininin yaklaşık %30'unu karşılar. Bunların en
reksia nervozanm en büyük komplikasyonu kardiak
önemlisi olan p-karoten, büyük oranda A vitaminine
aritmiye yatkınlık ve ani ölümdür. Her ikisi de hipoka-
çevrilir. A vitamininin diyette önerilen miktarı, A vita­
lemiye bağlı gelişir.
mini ve p-karotenin her ikisinin öncülünü kapsayacağı
Bulimiada devamlı yemek yeme kuraldır. Özellikle
için retinol miktarı ile ifade edilir.
karbonhidratlar olmak üzere aşırı miktarda yiyecek alı­
Tüm yağlarda olduğu gibi, karotenler ve retinoidlerin
nır ve hemen kusulur. Menstrüel düzensizlikleri yaygın
sindirimi ve emilimi için, safra ve pankreas enzimleri
olmakla birlikte, gonadotropin düzeyleri ve kiloları nor­
gereklidir. Retinol (genellikle retinol ester olarak alınır)
male yakın olduğu için bulimialı hastaların %50'sinden
ve p-karoten bağırsak duvarından emilir; burada p-karo-
daha azında amenore oluşur. Başlıca tıbbi komplikas­
ten retinole çevrilir (Resim 7-18). Retinol daha sonra ka­
yonları sürekli zorlamalı kusma ile kronik laksatif ve di-
raciğer hücrelerine alındığı yerde apoplipoprotein E re­
üretik kullanımı ile ilişkilidir. Bunlar; (1) hastayı kardiak
septörü vasıtasıyla şilomikronlarla taşınır. Vücudun A
aritmilere yatkın hale getiren elektrolit dengesizliği (hi-
vitamini rezervlerinin %90'mdan fazlası karaciğerde ve
pokalemi), (2) mide içeriğinin akciğere aspirasyonu, (3)
çoğunlukla sinüzoidler etrafındaki yıldızımsı (Stellate
özofagus ve midede yırtılmalar olarak sıralanabilir. Yine
hücre: Ito hücresi) hücrelerde depolanır. Yeterli bir di­
de bu sendromun spesifik bulgu ve belirtisi yoktur. Tanı
yetle beslenen sağlıklı bir kişide bu rezervler en az 6 ay­
hastanın kapsamlı psikolojik değerlendirmesine dayan­
lık vücudun gereksinimini karşılamak için yeterlidir.
malıdır.
Karaciğerde depolanan retinol esterleri serbestleştirile­
bilir. Retinol salınmadan önce karaciğerde sentezlenen
Vitamin Eksiklikleri retinol-bağlayan spesifik bir protein (RBP)'e bağlanır.
Retinol ve RBP'in periferik dokulara alınması, hücre yü­
Vitaminlerin tek tek fonksiyonlarını ve bunların yeter­ zey RBP reseptörlerine bağlıdır. Hücrelere alındıktan
sizlik sonuçlarını özetlemeden önce, bazı genel yorum­ sonra retinol serbestleşir ve RBP kana geri döner. Reti­
lar aşağıda sıralanmıştır. nol periferik dokularda retinil ester olarak depolanabilir
veya retinoik asit formuna oksitlenebilir.
• Sağlıklı olmak için 13 vitamin gereklidir; dördü-A,
Fonksiyonu, insanda A vitamininin en iyi bilinen fonk­
D, E ve K-yağda, geri kalanı suda erir. Yağda ve suda
siyonları şunlardır:
eriyen vitaminler arasındaki ayırım önemlidir. Yağda
eriyen vitaminler vücutta daha kolaylıkla depo edil­ • Az ışıkta normal görüşün sürdürülmesi
melerine karşın, yağ malabsorbsiyonu durumunda • Özelleşmiş epitel hücrelerinin, özellikle de mukus sal­
sindirim fonksiyonlarının bozukluğu nedeniyle, emi- gılayan hücrelerin, diferansiasyonunun desteklenmesi
limleri azalmaktadır (Bölüm 14). • Enfeksiyonlara bağışıklığı arttırılması (özellikle kıza­
• Bazı vitaminler-öncül steroidlerden D vitamini, intes­ mıklı çocuklarda)
tinal mikrofloradan biotin ve K vitamini, bir esansiyel Ayrıca, retinoidler, p-karoten ve bazı ilgili karotenoidler
aminoasit olan triptofandan ise niasin- endojen ola­ antioksidan ve fotoprotektif ajanlar olarak fonksiyon ya­
rak sentezlenebilir. Bu endojen senteze bakmaksızın, pabilir. Retinoidler embriyonik gelişmede, hücre farklı­
bir diyette tüm vitaminlerin sağlanması sağlıklı ol­ laşma ve çoğalmasında, lipid metabolizmasında etkileri
mak için zorunludur. olan geniş biyolojik etkilere sahiptir.
Beslenme Hastalıkları 297

• A vitamini ve retinoidler, mukus salgılayan epitelin dü­


zenli farklılaşmasında önemli rol oynar. Bir eksiklik du­
rumunda, epitel, yassı epitel metaplazisine uğrar ve
KAYNAKLAR

keratinize epitele diferansiye olur. A vitamini kaynak­


lı etkin bir asit olan all-frans-retinoik asit (ATRA) etki­
lerini, myeloid hücrelerin farklılaşmasını düzenleyen
retinoik asit reseptörlerine (RAR) bağlanarak gösterir.
Et ürünleri Sebzeler Bu birleşme, ATRA'nm akut promiyelositik lösemi
(A Vitamini öncülü) (Karotenler, provitamin A) (APML)'de düzelmeyi indükleyici önemli bir yeteneği
için temel oluşturur. Bu lösemide, t(15:17) translokas-
yonu (Bölüm 11), kromozom 17'deki truncated RARA
geninin kromozom 15'deki PML geniyle füzyonu ile
n sonuçlanır. Füzyon geni miyeloid hücre olgunlaşması
için gerekli genlerin ekspresyonunu bloke eden anor­
mal bir RAR'ı kodlar. ATRA'nm farmakolojik dozları
blokajı kırar, malign promiyelositlerin nötrofillere di-
İNTESTİNAL feransaisyonunu ve ölümünü sağlar. Diğer konvansi-
HÜCRE yonel kemoterapötik ajanlar veya arsenik tuzlan ile
kombine edildiğinde, ATRA terapisi APML için sık­
lıkla küratiftir. Retinoik asit görmede etkili değildir.
• A vitamini vücudun enfeksiyonlara direncinde rol oy­
KARACİĞERE nar. A vitamini takviyesi, diyarenin bazı formlarına
TAŞINMA Şilomikronlardaki retinol bağlı ölüm ve morbidite oranlarını azaltabilir. Aynı
Apolipoprotein E şekilde, kızamıklı okul öncesi çocuklarda bu destek
reseptörü
özellikle kötü beslenenlerde, hastalığın göz hasarı ve
KARACİĞERDE körlüğe varan komplikasyonlarını ve mortaliteyi azal­
DEPOLANMA tabilir.
A vitamininin enfeksiyonlar üzerindeki etkisi, me­
kanizmaları belli olmamakla birlikte, muhtemelen
immün sistemi bir ölçüde uyarabilmesinden kaynak­
DOKULARA
Retinol/retinol bağlayıcı protein (RBP) lanır. Enfeksiyonlar A vitamininin bioyararlanımmı
TAŞINMA*•
4# azaltabilir. Olası mekanizma, karaciğerde RBP sente­
zini engelleyen akut-faz cevabını uyarmasıdır. Hepa-
PERİFERİK tik RBP' de düşme, dolaşan retinolde azalmaya yol
DOKULAR Retinol ◄ — ► Retinil esterleri açar, A vitamininin dokudaki miktarı azalır. Diyareli
A
hastalıklarda A vitamininin yararlı etkisi, bağırsak
Oksidasyon epitelinin tamiri ve bütünlüğünün korunması ile iliş­
kilidir.
Retinoik asit
E ksiklik Durumları. A vitamini eksikliği, tüm dünyada
Resim 7 -1 8 A Vitamini metabolizması kötü beslenme ya da yağ malabsorbsiyonu sonucu orta­
ya çıkar. Çocuklarda A vitamini depoları enfeksiyonlar­
la boşalır. Yenidoğanlarda vitamin emilimi de yetersiz­
dir. Çölyak hastalığı, Crohn hastalığı ve kolit gibi malab-
• Görme süreci, A vitamini içeren 4 çeşit pigmenti kap­ sorbsiyon sendromlu erişkin hastalarda, diğer yağda eri­
sar: rod hücrelerinde bulunan rodopsin, ışığa en faz­ yen vitaminlerin azlığı ile eş zamanlı A vitamini eksikli­
la duyarlı pigment olup, bu nedenle azalmış ışıkta ği gelişebilir. Bariatrik cerrahi ve yaşlılarda laksatif ola­
önemlidir. Koni hücrelerinde bulunan üç ayrı iodop- rak sürekli mineral yağı kullanımı da eksikliğe yol aça­
sinin herbiri parlak ışıkta özel renklere yanıt verir. bilir. A vitamini eksikliğinin etkileri aşağıda anlatılmak­
Retinolden rodopsin sentezi üç yolla olur: (1) all- tadır:
frans-retinale oksidasyon, (2 ) 1 1 -cz's-retinale izomeri-
zasyon, (3) rodopsine dönüşmek için opsin ile etkile­ • Daha önce anlatıldığı üzere, A vitamini rodopsin ve
şim. Bir ışık fotonu 11-cz's-retinalin all-trans-retinale diğer görme pigmentlerinin bir komponentidir. A vi­
izomerizasyonuna ve görme sinyali oluşmasıyla so­ tamini eksikliğinin en erken belirtilerinden birinin,
nuçlanan rodopsinin bir dizi konfigürasyon değişik­ özellikle az ışıkta belirginleşen görme yetersizliği (ge­
liklerine neden olur. Bu süreçte, (membran potansi­ ce körlüğü) olması sürpriz değildir.
yelindeki değişiklikler yoluyla) sinirsel bir uyarı üreti­ • A vitamini eksikliğinin diğer etkileri, A vitamininin
lir ve retinadaki sinirler vasıtasıyle beyne iletilir. Ka­ epitelyal hücre diferansiasyonun sürdürülmesindeki
ranlık adaptasyonu sırasında, all-irans-retinallerin bir rolü ile ilgilidir (Resim 7-19). Kalıcı eksikliği, yassı epi­
kısmı yeniden 1 1 -ds-retinale dönüştürülürse de çoğu tel metaplazisi ve keratinizasyonla sonuçlanan bir seri
retinole indirgenerek retinada kaybolur. Bu da retino- değişikliğe yol açar. En yıkıcı değişiklikler gözlerde
lün devamlı diyetle alımınmm gerekli kılar. oluşur ve kseroftalmi (kuru göz) olarak adlandırılan kli-
298 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

VİTAMİN A EKSİKLİĞİ

Resim 7 -1 9 Vitamin A eksikliği. Gözde ve özelleşmiş epitel/al yüzeylerde keratinize metaplazi oluşumunun başlıca sonuçları ve epitelyal
neoplazı gelişimindeki rolü. Gece körlüğü ve immün yetmezlik burada gösterilmiyor.

nik durum ile sonlanır. Normal lakrimal ve mukus sal­ site kilo kaybı, anoreksia, bulantı, kusma, kemik ve ek­
gılayan epitel, keratinize epitele dönüştüğünden önce lem ağrısı ile birliktedir. Retinoik asit, osteoklast üretimi
konjunktiva kuruluğu (kserozis konjunktivae) olur. ve aktivitesini uyararak, kemik rezorbsiyonunda artışa
Bunu küçük, opak plaklar şeklinde bir keratin debris ve bunun sonucunda kırık oluşumu için yüksek riske yol
oluşumu (Bitot lekeleri), son olarak, korneanın yumu­ açar. Akne tedavisi için kullanılan sentetik retinoidler bu
şaması ve yıkımı (keratomalazi) ile seyreden pürüzlü komplikasyonlarla ilişkili olmamakla birlikte, iyi bilinen
korneal yüzeyin erozyonu ve tam körlük izler. teratojenik etkisi nedeniyle retinoidleri gebelikte kullan­
• A vitamini eksikliği, üst solunum yolu ve üriner siste­ maktan kaçınmalıdır.
mi döşeyen epitelin keratinize çok katlı yassı epitelle
yer değiştirmesine (yassı epitel metaplazisi) de yol aça­ D Vitamini
bilir. Solunum yollarının mukosiliyer epitelinin kaybı, Yağda eriyen D vitamininin başlıca fonksiyonu kalsiyum
bu hastaları akciğer enfeksiyonlarına yatkın hale geti­ ve fosforun normal kan düzeylerini devam ettirmektir.
rebilir. Üriner sistem boşluklarına dökülen keratin Bu yeteneği ile raşitizm (epifizleri henüz kapanmamış
debrisleri de böbrek ve mesane taşlarına zemin hazır­ olan çocuklarda), osteomalazi (yetişkinlerde) ve hipokal-
lar. Hiperplazi ve epidermisin hiperkeratinizasyonu, de­ semik tetani gibi kemik hastalıklarının önlenmesi için
ri eklerinin kanallarındaki tıkaçlanma ile, folliküler gereklidir. Tetani yönüyle D vitamini, iyonize kalsiyu­
veya papüler dermatoza neden olabilir. mun hücre dışı sıvı kompartmanmdaki uygun konsant­
• A vitamini eksikliğinin bir diğer çok ciddi sonucu im­ rasyonunu devam ettirir. Yetersizlik geliştiğinde hücre
mün yetersizliktir. İmmünitedeki bu bozukluk, kıza­ dışı kompartmanda iyonize kalsiyumda düşme, sürekli
mık, pnömoni ve infeksiyöz diyare gibi yaygın görü­ kas uyarımına (tetani) neden olur. Burada dikkatimizi D
len enfeksiyonlarda çok daha yüksek mortaliteye yol vitamininin kan kalsiyumunu düzenlemedeki fonksiyo­
açar. A vitamini eksikliğinin srk olduğu dünyanın ba­ nuna odaklıyoruz.
zı bölgelerinde diyete A vitamini takviyesi infeksiyöz M etabolizm ası. İnsanların başlıca D vitamini kaynağı,
hastalıklara bağlı mortalite oranını %20-30 düşürür. solar (güneş ışığı ile) veya yapay ultraviole (UV) ışınları­
A Vitamini Toksisitesi. Kısa ve uzun süreli aşırı A vita­ nın katkısıyla, bir öncül olan 7-dehidrokolesterolün en-
mini her iki tarzda alımı toksik belirtileri ortaya çıkara­ dojen olarak fotokimyasal dönüşümü ile deride üretimi­
bilir. Bazı vitamin üreticilerinin tavsiye ettiği megadozlar dir. Bu maddenin ışınlanması ile vitamin D 3 olarak bili­
bu nedenle sorunludur. Akut A hipervitaminozun belir­ nen kolekalsiferol oluşur, basitleştirmek adına bu bölüm­
tileri ilk olarak 1597'de Kuzey kutbunda karaya oturan de bu madde için D vitamini terimi kullanılmıştır.
bir gemide marangoz olan Gerrit de Veer tarafından ta­ Normal şartlarda gerekli D vitamininin yaklaşık %90’ı
rif edildi. Tayfalarla birlikte kutup ayısının karaciğerini güneşe maruz kalan deride 7-dehidrokolesterolden endo-
yedikten sonra gelişen ciddi belirtileri günlüğünde yaz­ jen olarak elde edilir. Bununla birlikte, siyahlar melanin
dı. Bu uyarıcı öyküyü akılda tutarak, akut A vitamini pigmentasyonu yüzünden deride daha düşük düzeyde D
toksisitesinin balina, köpek balığı ve hatta ton balığının vitamini üretimine sahip olabilirler (belki UV-kaynaklı
karaciğerini yiyen kişilerde de tanımlandığı, yeme mace­ kanserlere karşı korunmada küçük bir değeri var). Kalan
rası arayanlar tarafından dikkate alınmalıdır! az bir kısmı ise, derin deniz balıkları, bitkiler ve tahıl gi­
Akut A vitamini toksisitesi; başağrısı, baş dönmesi, bi besin kaynaklarından elde edilir. Bitki kaynaklarında
kusma, stupor ve bulanık görme gibi tümü beyin tümö­ D vitamini, bir öncül formu olan ergosterol bulunur; da­
rüyle karışabilen belirti ve bulgulan içerir. Kronik toksi- ha sonra vücutta D vitaminine dönüştürülür.
n ^ T r a w n r n " ' ........... z ztm m m mmsm\

Beslenme Hastalıkları 299

D vitamininin metabolizması aşağıdaki başlıklar ha­ Renal l,25-(OH)2-D üretimi üç mekanizma ile düzen­
linde gösterilebilir (Resim 7-20): lenir:
1. D vitamininin bağırsaktaki diğer yağlarla birlikte emi- • Hipokalsemi parathormonun (PTH) sekresyonunu uyarır.
limi veya derideki öncüllerinden sentezi, PTH'da, a 1-hidroksilazı aktive ederek 25-OH-D'nin
2. Kanda a 1-globüline (D vitamini-bağlayıcı protein) l,25-(OH)2-D'e dönüşmesini arttırır.
bağlanması ve karaciğere taşınması, • Hipofosfatemi, a r lıidroksilazı direkt olarak aktive eder;
3. Karaciğerde 25-hidroksilaz ile 25-hidroksi vitamin D böylece l,25-(OH)2-D oluşumunu arttırır.
(25-OH-D)'ye dönüşmesi, s Bir geri bildirim döngüsü ile, artmış l,25~(OH)2-D dü­
4. Böbrekte a-phidroksilaz ile 25-OH-D’nin 1,25 dihid- zeyleri a-phidroksilazm etkisini inhibe ederek bu me-
roksivitamin D [l,25-(OH)2-D]'ye dönüşmesi (biyolo­ tabolitin sentezini azaltır (l,25-(OH)2-D düşmesi zıt
jik olarak D vitamininin en aktif şekli). etki yapar).
Fonksiyonları. Retinoidler ve steroid hormonlara benzer
tarzda, l,25-(OH)2-D yüksek afiniteli bir nükleer resep­
töre bağlanarak etki eder. Sonra düzenleyici DNA zincir­
A . NORMAL D VİTAMİNİ METABOLİZMASI
lerine bağlanır ve spesifik hedef genlerin transkripsiyo­
nunu uyarır. l,25-(OH)2-D reseptörleri vücuttaki tüm
nükleuslu hücrelerde bulunur. Kalsiyum ve fosfor home-
ostazı dışında çeşitli biyolojik aktivitelere neden olan sin­
yalleri de iletirler. Yine de, D vitamininin en iyi bilinen
fonksiyonu ince bağırsaklar, kemikler ve böbreklerdeki
etkisi yoluyla, kalsiyum ve fosforun normal kan düzeyi­
nin sürdürülmesi ile ilgilidir (Resim 7-20).
D vitamininin aktif formu:
• Kalsiyumun intestinal emilimini enterositlerdeki kalsi­
yum transportunu düzenleyerek uyarır.
® Distal renal tutuluşlarda kalsiyum geri emilimini uyarır.
• Kan kalsiyumunu düzenlemek için PTH ile birlikte etki
eder. Bunu, kısmen osteoblastlardaki RANK ligandı-
nm düzeyini, osteoblast öncüllerindeki RANK resep­
törlerini aktive ederek sağlar. RANK aktivasyonu, os-
teoklast diferansiasyonu ve kemik rezorpsiyon faali­
yetlerini arttıran sinyaller üretir (Bölüm 20)
• Kemik mineralizasyonunu sağlar. D vitamini, yassı ve
uzun kemiklerin gelişimi sırasında epifiz kıkırdağı ve
osteoid matriksin mineralizasyonu için gereklidir.
Kalsiyumun depo edilmesini sağlayan, kalsiyum-bağ-
layıcı protein osteokalsini sentezlemek için osteoblast-
ları uyarır.
Dikkat edilirse, kemikteki D vitamininin etkileri kalsiyu­
mun kan düzeyine bağlıdır: Bir yandan, hipokalsemik
durumlarda PTH ile birlikte l,25-(OH)2-D, kan düzeyle­
rini desteklemek için kemikten kalsiyum ve fosforun re-
zorpsiyonunu arttırır. Diğer yandan, normokalsemik du­
rumlarda D vitamini, osteoid matriks ve epifiz kıkırda­
ğında kalsiyum depolanması için de gereklidir.

Eksiklik D urum ları


Büyümekte olan çocuklardaki raşitizm ve yetişkinlerde
osteomalazi, tüm dünyadaki yaygın iskelet sistemi hasta­
lıklarıdır. Bunlar D vitamini ve kalsiyumun eksik olduğu
diyetlere bağlı gelişebilir, ancak güneş ışığından az yarar­
Resim 7 -2 0 A , Normal D vitamini metabolizması. B, D vitamini lanma (örn. aşırı örtülü kadınlar, sık gebelik ve bunları
eksikliği. Renal hidroksilaz (1) için gerekli madde eksikliği vardır, izleyen laktasyon nedeniyle D vitamini eksikliği olan an­
1,25 (O H )2-D eksikliğine (2) yol açar; bu bağırsaktan kalsiyum ve neden doğmuş çocuklar ve güneşi az olan kuzey ülkele­
fosforun eksik emilimine (3), sonuçta her ikisinin serum düzeyinin
azalmasına (4) neden olur. Hipokalsemi paratiroid bezini (5) uyarır
rinin insanları) muhtemelen daha önemlidir. Raşitizm ve
ve kemikten kalsiyum ve fosforun serbestleşmesine ( 6 a) yol açar. osteomalazinin daha az rastalanan nedenleri 1,25 (OH)2-
Aynı anda, parathormon (PTH) idrarla fosforun atılımını ( 6 b), kal­ D'nin düşük sentezine ve fosfat kaybına neden olan re­
siyumun ise tutulmasını sağlar. Sonuçta, serum kalsiyum düzeyleri nal hastalıklar ve malabsorbsiyon bozukluklarıdır. Raşi­
normal veya normale yakın iken, fosfat düşüktür, bu yüzden kemik tizm ve osteomalazi yüksek risk grupları dışında nadiren
mineralizasyonu bozuktur (7). oluşmakla birlikte, yaşlılarda kemik kaybı ve kalça kırık-
300 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

larma yolaçan D vitamini eksikliğinin daha hafif formla­


gelen değişikliklere epifiz kıkırdağındaki geçici kalsifikasyo-
rı (Vitamin D yetersizliği de denir) yaygındır. Çalışmalar,
nun yetersizliği eklenir ve enkondral kem ik büyümesi bozu­
D vitamininin demineralizasyonu önlemede de önemli
lur. Raşitiklerde sırayla şu olaylar meydana gelir:
olabileceğini gösteriyor. D vitamini reseptörlerinin bazı
• Geçici kalsifikasyonun yetersizliği ile kıkırdak hücreleri­
genetik varyantlarının, osteoporozun bazı ailesel formla­
nin olgunlaşamaması ve bü tünlüklerinde bozulmaya bağ­
rı ve yaşlanmadaki kemik minerallerinin hızlanmış kay­
lı epifizer kıkırdakta aşırı büyüme
bı ile ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır (Bölüm 20).
Neden ne olursa olsun, D vitamini eksikliği hipokalse- • Çoğu kem ik iliğine doğru ilerleyen, bozuk şekilli, kalıcı,
miye yol açmaya eğilimlidir. Bu da PTH üretimini uyarı­ düzensiz kıkırdak kitleleri
rın PTH (1) Renal ctj-hidroksilazi aktive ederek, aktif D • Yetersiz mineralize olmuş kartilaginöz artıklarda oste­
vitamini miktarı ve kalsiyum emilimini arttırır, (2 ) kemik­ oid m atriksin birikim i
lerden kalsiyumu serbestleştirir, (3) renal kalsiyum atılı- • Kıkırdağın yerini osteoid m atriksin düzenli biçimde alma­
mmı azaltır, (4) fosfatın böbreklerden atılmamı arttırır. sının aksamasıyla osteokondral birleşimin genişlemesi ve
Böylece, serum kalsiyumu normale yakın düzeye getirile­ dışa doğru büyüm e göstermesi (Resim 7-21, B)
bilir, ancak hipofosfatemi devam eder. Bu nedenle kemik • Yetersiz mineralizasyon gösteren, zayıf ve bozuk şekilli
mineralizasyonu bozuktur ya da kemik döngüsü hızlıdır. kem ikte stresler ve m ik ro fra k tü rle r sonucu oluşan di­
Normal kemik gelişimi ve sürekliliğinin kısa bir şekil­ sorganize zonda, fib ro b la st ve kapillerlerin anorm al artı­
de özetlenmesi raşitizm ve osteomalazidekı morfolojik de­ şı
ğişiklikleri anlamayı kolaylaştırır. İskelet sistemindeki • Gelişen kem iklerin yapısal sertliğinin kaybolmasına bağlı
uzun tubuler kemiklerin oluşumu endokondral kemik­ iskelette deformasyon
leşme ile sürdürülürken, düz kemiklerin gelişiminde int- İskeletteki büyük değişiklikler raşitik proçesin şiddetine, sü­
ramembranöz kemikleşme söz konusudur. İntramemb- resine ve kısmen de tutulan kem ik üzerindeki yüke bağlıdır.
ranöz kemik oluşumu sırasında mezenkimal hücreler Süt çocuklarında, em ekleme esnasında baş ve göğüs daha
doğrudan osteoblastlara farklılaşıp kalsiyumun birikece­ büyük basınca uğrar. Yumuşak oksipital kem ikler düzleşe­
ği osteoid matriksi sentez eder. Aksine, endokondral ke­ b ilir ve paryetal kem ikler basmakla içeriye çökebilir. Baskı­
mikleşmede epifiz plaklarında büyüyen kıkırdak geçici nın kalkmasıyla kem ikler esnek bağlantıları nedeniyle tek­
olarak mineralize olur. Daha sonra, sürekli olarak rezorb- ra r önceki pozisyona dö n e r (k ra n io ta b e s). O steoid faz­
siyona uğrayarak, kemiği oluşturmak için mineralize lalığı fro n tal çık ın tı yapar ve kafatasında köşeli görünüm
olan osteoid matriks ile yer değiştirir (Resim 7-21, A). oluşturur. Göğüs kafesinde şekil bozukluğu kostokondral
birleşim de osteoid doku veya kıkırdağın aşırı büyümesiyle
"raşitik tespihler" oluşturur. M etafizer bölgelerinin zayıf­
laması nedeniyle solunum kasları tarafından çekilen kosta-
M ORFOLOJİ
lar içeri çöker ve bunun sonucu sternum öne doğru çıkıntı
R aşitizm ve osteom alazinin her ik isin d e ki tem el bo­ yapar (güvercin göğsü d e fo rm itesi). Diafragmanın ke­
z u k lu k m in eralize olm am ış k e m ik m a trik si fazlalı­ narındaki içe çekilme, kosta kafesinin en alt sınırında tora-
ğıdır. Raşitik çocukların büyüyen kem iklerinde meydana sik kaviteyi kuşatarak H arriso n çentiğini oluşturur. Pelvis

Resim 7-21 Raşitizm. A , Küçük bir çocuğun normal kostokondral bileşkesi. Kıkırdağın çit tarzında gelişimi ve kıkırdaktan yeni kemiğe
düzenli geçiş dikkati çekiyor. B, Raşitik kostokondral bileşkede kıkırdağın çit tarzında gelişimi kayboluyor. Daha koyu trabeküller iyi
gelişmiş kemik yapısı; daha soluk trabeküller kalsifiye olmamış osteoid içerir. C, Raşitik bir çocukta kötü mineralize kemik oluşumu
nedeniyle bacakların yay gibi eğrilmesi dikkati çekiyor.
(B, Dr. Andrew E. Rosenberg'un izniyle, Massachusetts General Hospital, Boston, M a s s a c h u s e tts .)
Beslenme Hastalıkları 301

deform e olabilir. Y ürüm eye başlayan bir çocukta raşitizm endojen yolla sentez edilmez ve alımı diyetteki besine
geliştiğinde, d e fo rm ite le r daha çok verteb ra, pelvis ve uzun bağlıdır. C vitamini, süt ve diğer hayvan ürünleri (kara­
kem ikleri (örn . tibia) etkileyerek dikkat çekecek derecede ciğer ve balık) ile bazı meyve ve sebzelerde bolca bulu­
lom ber lordoz ve bacaklarda eğrileşmeye neden o lu r nur. Çok kısıtlayıcı diyetler dışında tüm diyetler yeterli
(Resim 7-21, C). miktarda C vitamini sağlar.
Yetişkinlerde, D vitam ini eksikliği yaşam boyu devam Fonksiyonu. Askorbik asit çeşitli biyosentez aşamaların­
eden norm al kem ik rem odelizasyonunu bozar. O steoblast- da hidroksilasyonu ve ara reaksiyonları hızlandırmada
larcayeni üretilen osteoid m atriksin mineralizasyonu yete r­ etki eder. C vitamininin bu konuda saptanabilen en açık
sizdir. Bu da osteom alazi için kara kte ristik olan, kalıcı oste- fonksiyonu, inaktif öncüllerinden prolil ve lizil hidroksi-
oidin aşırı m iktard a üretilm esine yol açar. Kem ik konturları laz aktivasyonudur. Böylece prokollajenin hidroksilasyo­
etkilenm em ekle b irlikte , kem ik zayıf olup, daha sıklıkla fe­ nu sağlanır. Yeterli hidroksile olmayan prolcollajen sabit
m u r boynu ve v e rte b ra gövdesini tutan, küçük veya büyük bir sarmal yapı oluşturamaz veya çapraz bağlar yeterli ol­
fra ktü rle re yatkındır. H isto lojik incelemede, mineralize o l­
maz. Bu yüzden, fibroblastlardan salmımı bozulur. Salı­
mayan osteoid, daha bazofilik olan norm al m ineralize tra-
nan bu moleküller gerümeye dirençsiz olduğundan daha
beküller üzerinde (hematoksilen-eozin ile pembe boyanan)
fazla çözünebilir ve daha kolay enzimatik parçalanmaya
kalın b ir m atriks tabakası halinde görülebilir.
uğrar. Hidroksiprolini en yüksek oranda içeren kollajen,
en çok etkilenen moleküldür. Skorbütte kan damarların­
daki kollajenin etkilenmesi ile kanamaya eğilim olur. Ay­
Toksisite. Uzun süre güneşte kalmak, aşırı D vitamini rıca, C vitamini eksikliğinde, prolin hidroksilasyondaki
oluşumuna neden olmaz. Fakat oral olarak alman mega- etkilerinden bağımsız olarak, kollajen polipeptidlerinin
doz vitamin hipervitaminoza yol açabilir. Çocuklarda, D sentezi baskılanır.
hipervitaminozu böbrek gibi organların yumuşak dokula­ C vitamini antioksidan özelliklere de sahiptir. Bunlar
rında metastatik kalsifikasyona neden olabilir. Yetişkin­ arasında, serbest radikalleri direkt olarak temizleme ve E
lerde, kemik ağrısı ve hiperkalsemi yapar. İlginç bir nok­ vitamininin antioksidan formunu yenileyen metabolik
ta ise, bu vitaminin yeterince yüksek dozlarının güçlü bir reaksiyonlara katılma bulunur.
potansiyel rodentisid (kemirgen öldürücü) olmasıdır! E ksiklik Durumları. C vitamini eksikliğinin sonuçları
Resim 7-22'de gösterilmektedir. Gıdalarda bolca askor­
C Vitamini (Askorbik Asit) bik asit bulunduğundan skorbüt, küresel bir sorun ol­
Suda eriyen C vitamininin eksikliği, büyüme çağındaki maktan çıkmıştır. Bazen varlıklılarda bile, hatalı ve yeter­
çocuklarda esas olarak kemik hastalığına, çocuk ve erişkinler­ siz beslenme tarzları ile karakterli gruplarda-özellikle
de ise kanama ve yara iyileşme defektleri ile karekterize yaşlı kişilerde, yalnız yaşayan insanlarda ve alkolilder-
"skorbüt" gelişimine neden olur. İngiliz Kraliyet Donan- de-sekonder nedenlerle eksiklik durumu oluşabilmekte-
ması'nm, 18. yüzyıl sonunda denizde kaldıkları uzun sü­ dir. Nadiren, skorbüt peritoneal dializ ve hemodializ ya­
re boyunca skorbüt hastalığını önlemek amacıyla, limon pılan hastalar ile anormal maddeleri yemeyi alışkanlık
ve limon suyu vermeye başladığı denizcilere 'limeys' la­ edinenlerde görülebilir.
kabı takılmıştır. Askorbik asit 1932'lerde saptandı ve Toksisite. C vitamini megadozlarınm gribi engelleyeceği,
sentezlendi. D vitamininin aksine, insanda askorbik asit en azından belirtilerini azaltacağı yönündeki yaygın ina-

C VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ

\
BOZUK KOLLAJEN YAPIMI

Zayıf damar desteği sonucu kanamaya yatkınlık Diğer etkiler

Osteoblastlar

Yetersiz osteoid Bozuk yara iyileşmesi


Periost ve sentezi
eklemler

Resim 7 -2 2 C vitamini eksikliğinin bozuk kollajen yapımına bağlı başlıca sonuçları. Bunlar damar desteğinin zayıflığına bağlı kanamaya
yatkınlık, osteoid matriksin yetersiz olması ve bozuk yara iyileşmesidir.
302 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile ilgili Hastalıklar

niş kontrollü klinik çalışmalara dayanmamaktadır. Bazı • Marasmus kas kitlesi ve yağ kaybının yol açtığı, serum al-
hafif iyileşme etkileri, muhtemelen askorbik asitin hafif bümininin kısmen korunduğu, b ir deri bir kem ik kalma ile
antihistaminik etkisi sonucudur. Çok fazla C vitamini karakterize hastalıktır. D iyetleri protein ve protein dışı
hızla idrarla atılır. Ancak, ürilcozüriye ve aşırı demir yük­ alınan kaloriden ciddi olarak yoksundur.
lenmesine potansiyel oluşturacak demir emiliminde artı­ • Anoreksia nervoza kişinin kendini aç bırakması durumu
şa neden olabilir. olup, amenore ve düşük tiro id horm onlarına ait m ultipl
b e lirtileri vardır. Bulimia, aşırı yeme alışkanlığı sonrası
Diğer vitaminler ve bazı esansiyel mineraller kısaca Tab­ kendini kusmaya zorlama durumudur.
lo 7-9 ve Tablo 7-10'da tanımlanmıştır. Folik asit ve B 1 2 • A ve D vitam ini yağda eriyen vitam inle rdir ve aktiviteleri
vitamini Bölüm ll'd e tartışılmıştır. çok çeşitlidir. C vitam ini ve B vitam ini ailesi üyeleri suda
eriyebilir (Vitam inlerin fonksiyonları ve eksiklik sendrom-
larının listesi için Tablo 7-9’a bakınız).

C) ÖZET
Beslenme Hastalıkları
• Prim er (PEM) yoksul ülkelerde çocuk ölüm lerinin en yay­ Obezite (Şişmanlık)
gın nedenidir. İki ana p rim er PEM sendromu, marasmus
ABD'de obezite epidemik oranlara ulaşmıştır. Obezite-
ve kwashiorkordur. Sekonder PEM kro n ik hastalıklarda
nin prevalansı, 1960 ve 2008 yılları arasında %13'ten
ve son dönem kanser hastalarında (kaşeksinin sonucu
%34'e çıkmıştır. 2009'larda 20-75 yaş arası Amerikalıla­
olarak) ortaya çıkar.
rın %6 8 'i fazla kiloluydu. Aynı ölçüde korkutucu olan,
• Kw ashiorkor hipoalbuminemi, yaygın ödem, yağlı karaci­
erişkinlerdeki obezitenin de güçlü bir göstergesi olan ço­
ğer, deri değişiklikleri ve im m ünitede defektlerle karakte-
cukluk obezitesinin de, bu dönemde 2 ile 3 kat artmış ol­
rizedir. N orm al kalorili, ancak protein m iktarı düşük di­
masıdır. Son çalışmalar, epidemik obezitenin Hindistan
yet nedeniyle olur.
gibi gelişmekte olan ülkelerde de hızla yayıldığını göste-

Tablo 7 -9 Vitaminler: Başlıca Fonksiyonları ve Eksiklik Sendromları

Vitam in Fonksiyonları Eksiklik Sendromları


Yağda Eriyenler
A Vitamini Görme pigmentinin komponenti Gece körlüğü, kseroftalmi, körlük
Özelleşmiş epitellerin devamlılığı Yassı epitel metaplazisi
Enfeksiyonlara direncin sağlanması Enfeksiyonlara yatkınlık (özellikle kızamık)
D Vitamini Kalsiyum ve fosforun bağırsaktan emilimini ve Çocuklarda raşitizm
kemik mineralizasyonunu hızlandırır. Erişkinlerde osteomalazi
E Vitamini Başlıca antioksidan; serbest radikalleri temizler Spinoserebellar dejenerasyon
K Vitamini Prokoagülanların—faktör II (protrombin), VII, Kanama diyatezi
IX ve X; Protein C ve Protein S’in hepatik
karboksilasyonunda kofaktördür.

Suda Eriyenler

B-, Vitamini (tiamin) Pirofosfat olarak, dekarboksilasyon Kuru ve yaş beriberi, Wernicke sendromu, Korsakoff
reaksiyonlarında koenzimdir. sendromu
B2 Vitamini (riboflavin) Çoğu enzimlerin ara metabolizmalarında Çeliozis, stomatit, glossit, dermatit, korneal damarlanma
kofaktörler olan flavin mononükleotid ve flavin
adenin dinükleotid koenzimlerine dönüşür.
Niasin Nikotinamid adenin dinükleotid (NAD) ve NAD Pellegra—(3 D): demans, dermatit, diare
fosfat (NADP) ile birleşir; çeşitli oksidasyon-
redüksiyon (redoks) reaksiyonlarına katılır.
B6 Vitamini (piridoksin) Türevleri çok sayıda ara reaksiyonda Çeliozis, glossit, dermatit, periferik nöropati
koenzim olarak işlev görür.
B12 Vitamini Normal folat metabolizması ve DNA sentezi Kombine sistem hastalığı (megaloblastik anemi ve
için gereklidir. posterolateral spinal kord trakt dejenerasyonu)
Spinal kord traktı miyelinasyonunun sürekliliği
C Vitamini Çoğu redoks reaksiyonunda ve kollajenin Skorbüt
hidroksilasyonunda işlev görür.
Folat DNA sentezinde tek-karbon ünitelerinin Megaloblastik anemi, nöral tüp defektleri
kullanımı ve transferinde esansiyeldir.
Pantotenik asit Koenzim A ’nın yapısına girer Deneysel olmayan bir sendrom bilinmemektedir
Biotin Karboksilasyon reaksiyonlarında kofaktördür Açıkça tanımlanmış bir klinik sendrom yoktur
Beslenme Hastalıkları 303

Tablo 7-10 Seçilmiş Eser Elementler ve Eksiklik Sendromları

Element Fonksiyon Eksikliğin Temeli Klinik Ö zellikler


Çinko Başta oksidazlar olmak üzere enzimlerin Artifisyel diyetlerdeki yetersiz Gözler, ağız, burun ve anüs etrafında
komponenti takviye döküntü (akrodermatitis enteropatika)
Diğer diyet bileşenleri tarafından Anoreksia ve diyare
emilimin engellenmesi Çocuklarda büyüme geriliği
Doğumsal metabolizma kusurları Azalmış mental fonksiyon
Yara iyileşmesi ve immün yanıtta
zayıflama _________________________
Gece görüşünde bozulma
İnfertilite
Demir Çeşitli demir içeren metalloenzimlerde olduğu Yetersiz diyet Hipokrom, mikrositik anemi
gibi hemoglobinin esansiyel komponenti Kronik kan kaybı
iyot Tiroid hormonunun komponenti Yiyecek ve sudan yetersiz alımı Guatr ve hipotiroidizm
Bakır Sitokrom C oksidaz, dopamin (3-hidroksilaz, Artifisyel diyetlerde yetersiz alımı Kas zayıflığı
tirozinaz, lizil oksidaz ve çapraz-bağlı Emiliminin engellenmesi Nörolojik defektler
kollajende bilinmeyen bir enzimin Anormal kollajen çapraz bağlanması
komponenti
Flor Mekanizması bilinmiyor Toprak ve sudaki yetersizliği Diş çürükleri
Yetersiz takviyesi
Selenyum Glutatyon peroksidazın komponenti Toprak ve suda yetersiz miktarı Myopati
E vitamini ile birlikte antioksidan Kardiyomiyopati (Keshan hastalığı)

riyor. Küresel olarak, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Obezitenin etyolojisi karmaşıktır ve tam olarak anla­
2015'lerde 700 milyon erişkinin obez olacağını tahmin şılamamıştır. Genetik, çevresel ve psikolojik faktörler rol
etmektedir. Bu epideminin nedenleri karmaşık olabilir oynar. Bununla birlikte, basit bir ifadeyle, obezite bir
ama diyetteki toplumsal değişikliklere ve fiziksel aktivi- enerji denge bozukluğudur. Enerji dengesinin iki ucu
te düzeylerine bağlı olduğu şüphesizdir. Obezite çeşitli olan yeme ve harcama, nöral ve hormonal mekanizmalar
önemli hastalıklarda (diyabet, hipertansiyon vb.) artmış risk tarafından ince bir denge ile düzenlenir. Böylelikle vücut
ile ilişkili olduğundan başlıca halk sağlığı sorunu haline ağırlığı yıllarca dar bir aralıkta korunur. Bu ince denge,
gelmiştir. Gerçek şu ki, 2009'da ABD'de ülkenin topluca vücutta enerji depoları (yağ dokusu) miktarına duyarlı
bel çevresinin artan genişlemesine ait bir etiket maliyeti olan, besin alımı ile enerji harcamalarını uygun tarzda
olan, yıllık obezite için halk sağlığına harcanan tutarın, düzenleyen bir iç mekanizma veya "lipostat" tarafından
147 milyar dolar düzeyine ulaştığı hesaplanmıştır. kontrol edilmektedir. Son yıllarda, çok sayıda "obezite
Obezite, sağlıkta zararlı etkiler yapacak ölçüde, fazla geni" saptanmıştır. Bu genler enerji dengesini düzenle­
yağ dokusu birikimine bağlı vücut ağırlığının artışı ola­ yen fizyolojik sistemin moleküler komponentlerini kod­
rak tanımlanır. Yağ birikiminin ölçümü nasıl olmalıdır? lar. Enerji homeostazındaki anahtar oyuncu, LEP geni ve
Çeşitli yüksek teknoloji metodları geliştirilmiştir. Ancak onun ürünü leptin'dir. Sitokin ailesinin bu özel üyesi,
pratikte yaygın olarak aşağıdaki ölçümler kullanılır: adipositlerden salgılanır. Enerji dengesinin her iki ucunu
• Boya göre ağırlığın bazı ifadeleri, özellikle vücut kitle -besin alımmı ve enerji tüketimini-düzenler. Daha son­
indeksi (body mass index özellikle vücut kitle indeksi ra bahsedileceği üzere, leptin'in net etkisi besin alimim
(body mass index = BMI) = (ağırlık, kg)/(Boy, m) 2 veya azaltmak ve enerji tüketimini arttırmaktır.
kg/m2 'dir. Basitçe, enerji dengesini ve vücut ağırlığını düzenle­
• Deri kıvrımı ölçümleri yen nörohümoral mekanizmalar üç komponente bölüne­
• Değişik vücut çevreleri, özellikle bel-kalça çevresinin bilir (Resim 7-23):
oranı
• Periferik veya afferent sistem, farklı yerlerden sinyaller
BMI vücuttaki yağ miktarı ile yakından bağlantılıdır.
BMI'leri 18,5 ile 25 kg/m2 arasında ise normal, BMI'leri üretir. Ana komponentleri yağ hücrelerinde üretilen
25 ile 30 kg/m2 arası fazla kilolu, BMI'leri 30 kg/m2'den leptin ve adiponektin, pankreasta insulin, midede güre­
fazla ise obez olarak kabul edilir. BMI 30 kg/m2'den faz­ lin, ileum ve kolonda üretilen peptit YY'dir. Leptin be­
la ise sağlık riski taşıdığı genel olarak kabul görür. Anla­ sin alımmı azaltır (ileride ayrıntılı anlatılıyor). Ghrelin
tımın devamında, basitleştirmek için obezite terimi hem salmımı iştahı arttırır ve "yemeyi başlatıcı sinyal" ola­
fazla kilolu hem de gerçek obezite için kullanılacaktır. rak işlev yapar. Peptit YY, yemek sonrasında ileum ve
Obezitenin istenmeyen etkileri, sadece total vücut kolondaki endokrin hücrelerce salınır, tokluk işareti­
ağırlığıyla değil, depolanmış yağın vücuttaki dağılımı ile dir.
de ilgilidir. Yağın gövde ve karın bölgesinde (mezenter • Hipotalamustaki arkuat nükleus, periferik sinyalleri bir­
ve organlar etrafında) biriktiği santral (ya da visseral) obe­ leştirir, işler ve yeni sinyaller üretir. Bu sinyaller (1)
zite, derialtı dokusunda diffüz bir dağılımda fazla yağ bi­ POMC (pro-piomelanokortin) ve CART (kokain- ve
rikmesine göre çoğu hastalık açısından aşırı risk taşır. amfetamin ile regüle transkript) nöronları ve (2) NPY
304 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar

SANTRAL İŞLEM

Yağlanma sinyalleri
Pankreas p hücreleri= insulin Leptin
Enerji tüketimi Gıda alımı
Mide t
.
Ghrelin
İnce
PYY Düzenler
bağırsaklar= Enerji dengesi
Adipositler « !« ’
(enerji depoları) 1

AFFERENT SİSTEM EFFERENT SİSTEM

Resim 7 -2 3 Enerji dengesini düzenleyen döngü. Kişi iyi beslendiğinde ve yağ dokusunda yeterli enerji depolandığında, afferent yağlanma
sinyalleri (insulin, leptin, ghrelin, peptit YY) hipotalamustaki santral nöronal işlem ünitelerine ulaşır. Burada bu sinyaller anabolik döngüyü
engelleyip, katabolik döngüyü uyarır. Daha sonra, bu santral döngünün efektör kollan, gıda alimim durdurup enerji tüketimini arttırarak
enerji dengesini etkiler. Sonuçta bu, enerji depolarını azaltır, yağlanma yönündeki sinyaller kesilir. Aksine, enerji depoları düşük olduğun­
da, mevcut anabolik döngü etkinleşir, katabolik döngü yavaşlar ve adipöz doku şeklinde enerji depoları üretilir.

(nöropeptit Y) ve AgRP (agouti (kemirgenlikle)-ilişkili lir. Yağ hücreleri (33-adrenerjik reseptörlere sahiptir. Nö-
peptit) nöronları tarafından iletilir. repinefrinle uyarıldıklarında yağ asidi hidrolizine ve de­
• Efferent sistem, arkuat nükleus tarafından düzenlenen polardan enerji serbestleşmesine neden olurlar.
hipotalamik nöronlardan oluşur. NPY/AgRP nöronla­ Rodentlerde ve insanlarda, leptin yolunun kompo-
rı yiyecek alımı ve kilo almayı teşvik eden efferent nö­ nentlerini etkileyen fonksiyon kayıplı mutasyonlar masif
ronları aktive ederken, POMC/CART nöronları enerji obeziteye yol açar. Leptin geni veya reseptörünü bozan
tüketimini arttıran ve kilo kaybettiren efferent nöron­ mutasyonları olan fareler yağ depolarının yeterli olduğu­
ları aktive eder. Efferent nöronlar tarafından üretilen nu algılayamaz ve bu yüzden aç kurtlar gibi davranırlar.
sinyaller de otonom sinir sistemini kontrol eden bey­ Farelerdeki gibi, insanlarda leptin geni veya reseptörün­
nin ön ve orta kısım merkezleri ile irtibatlıdır. deki mutasyonlar, nadir olmakla birlikte, aşırı şişmanlığa
neden olabilir. Daha yaygın olan, massif obez hastaların %4-
Sonraki konu, afferent sistemin iştah ve yemeyi düzenle­ 5'inde bulunan, melanokortin reseptör-4 geni (MC4R)'ndeki
yen üç ana maddesini içermektedir: Leptin, adipöz doku mutasyonlardır. Bu monojenik geçişler vücut ağırlığının
ve gastrointestinal kanal hormonları. kontrolünde leptin sürecinin önemini vurguluyor. Bu sü­
reçteki defektlerin daha yaygın tiplerinin obezlerde keş­
Leptin fedilmesi mümkündür. Örneğin, çoğu şişman kişinin
Leptin üretim, karmaşık ve tam anlaşılamayan mekaniz­ yüksek kan leptin düzeylerine sahip olması, insanlar ara­
malarla, yağ depolarının yeterliliği ile düzenlenir. Yağ doku­ sında leptin direncinin sık olduğunu düşündürüyor.
su bol olduğunda leptin salımmını uyarır. Hormon hipo-
talamusa giderek orada POMC/CART nöronlarım uyarıp A dipöz doku
NPY/AgRP nöronlarını engelleyerek besin alimim azaltır. Leptine ek olarak, adipöz (yağ) doku adiponelctin, sito-
Bunun zıddı durum, vücut yağ deposu yetersiz olduğun­ kin, kemokin ve steroid hormon gibi adipöz dokunun li­
da ortaya çıkar: Leptin salınımı azalır ve besin alımı ar­ pid metabolizması, beslenme ve inflamatuar yanıtlar ara­
tar. Sabit kilolu kişilerde, bu yolaklardaki aktiviteler ara­ sında bir bağ işlevi yapmasına imkan veren birtakım me-
sında bir denge vardır. Leptin fiziksel aktiviteyi uyararak diatörler üretir. Yağ hücrelerinin toplam sayısı adolesan çağ­
enerji tüketimini de artırır. Enerji tüketimi ve termoge- da sabitlenir. Çocukluğunda obez olanlarda yağ hücreleri­
nez, hipotalamusta leptin tarafından gerçekleştirilen en nin sayısı daha fazladır. Bu, çocukluk obezitesi konusun­
önemli katabolik etkilerdir. Termogenez, kısmen yağ do­ da kaygının bir başka nedenidir. Yağ hücrelerinin yakla­
kusundaki sempatik sinir uçlarından nörepinefrin salını- şık %1 0 'u erişkinlerde yıllık olarak değişmekle birlikte,
mını arttıran efferent hipotalamik sinyallerle kontrol edi­ kişinin vücut kitlesinden bağımsız olarak yağ hücreleri­
Beslenme Hastalıkları 305

nin sayısı sabit kalır. Diyetler kısmen başarısızdır, zira ® Nonalkolik steatohepatit sıklıkla obezite ve tip 2 diyabet
adipositlerden yağın kaybı, leptin düzeylerinin düşmesi­ ile ilişkilidir. Bu durum, fibrozis ve siroza ilerleyebi-
ne ve düşük leptin düzeyleri de iştahı uyarıp, enerji tüke­ len, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olarak adlan­
timini azaltır. dırılır (Bölüm 15).
• Kolelitiazis (safra taşlan) obezlerde zayıf kişilere göre 6
Gastrointestinal Kanal Hormonları kat daha fazladır. Başlıca mekanizma, total vücut ko­
lesterolünün artması, kolesterol yapım-yıkımmda ar­
Gastrointestinal kanal hormonları hızlı bir şekilde etki
eden, iradeli yemeyi başlatıcı ve sonlandırıcılardır. Ghre- tış ve safrada atılan kolesterolün artışı ile sonuçta et­
lin ve peptid YY (PYY) protipik örneklerdir. Ginelin mide­ kilenen kişilerde kolesterolden zengin taşların oluş­
de üretilir ve gıda alımmı arttırdığı bilinen tek bağırsak masına yatkınlıktır (Bölüm 15).
peptididir. Muhtemelen, hipotalamustaki NPY/AgRP nö­ • Hipoventilasyon sendromu; çok obez kişilerde, çeşitli
ronlarını uyarması ile etki eder. Ghrelin düzeyleri normal solunum anormalliklerinin görülmesidir. İlk kez
olarak öğünlerden önce artar ve 1 ile 2 saat sonra düşer, Charles Dickens'in Mr. Pickwick'in Serüvenleri (The
fakat bu düşme obez kişilerde zayıftır. PYY gıda tüketimi­ Pickwick Papers) adlı romanındaki şişman ve devamlı
ne yanıt olarak, ileum ve kolondaki endokrin hücrelerden uykuya daİan şişman kadından sonra, Pickwickian
salınır. Büyük olasılıkla, POMC/CART nöronlarını uyarı­ (Pickwick) sendromu adını aldı. Sendromda, gece ve
cı, dolayısı ile gıda alımmı azaltıcı etki eder. gün boyu devam eden hipersomnolans hali karakte­
ristiktir ve sıklıkla uykuda apne nöbetleri, polisitemi
ve sonuçta ortaya çıkan sağ kalp yetmezliği eşlik eder.
Obezitenin Klinik Sonuçları
• Belirgin yağlılık, dejeneratif eklem hastalıklarının (os-
Obezite, özellikle santral obezite, aralarında diyabet, hi­ teoartrit) gelişimine öncülük eden bir faktördür. Tipik
pertansiyon ve kanserin bulunduğu birçok durumda bilinen olarak yaşlı kişilerde görülen artritin bu formu; ek­
bir risk faktörüdür. Santral obezite metabolik sendrom lemlerde aşınma ve yıpranmanın kümülatif etkileri­
olarak bilinen değişiklikler kümesinin merkezinde dur­
nin çoğundan sorumludur. Vücudun yağ yükü ne ka­
maktadır. Bu sendrom, hipertansiyon ve sistemik pro-
dar fazla ise, zamanla eklemlerdeki travma o kadar ar­
inflamatuar bir durumun kanıtları ile ilişkili glukoz ve li­
tar.
pid metabolizması anormallikleri ile karakterizedir. Bu
birlikteliklerin temelindeki mekanizmalar karmaşık ve • C-reaktif protein (CRP) ve TNF benzeri pro-inflama-
muhtemelen birbirleriyle ilişkilidir. Aşağıdaki ilişkiler tuar sitokinler gibi inflamasyon belirteçleri obezlerde
dikkate değerdir:• sıklıkla yüksektir. İnflamasyonun temeli belirsizdir,
hem dolaşan fazla lipidlerin direkt pro-inflamatuar et­
• Obezite, Tip 2 (önceki adıyla insuline bağımlı olma­ kisi ve hem de yağ-yüklü adipositlerden sitokinlerin
yan) diyabetin önemli özellikleri olan insulin direnci ve salınması öne sürülmüştür. Neden ne olursa olsun, in­
hiperinsülinemi ile ilişkilidir. Aşırı insülinin hipertan­ sulin direnci, metabolik anormallikler, tromboz, kar-
siyonun işaretleri olan, sırasıyla, sodyum tutma, kan diovasküler hastalık ve kanseri gibi obezitenin çok sa­
hacmi artışına, aşırı nörepinefrin üretimine ve düz yıda komplikasyonuna kronik inflamasyonun katkı
kas proliferasyonuna yol açabileceği düşünülmekte­ sağladığı düşünülmektedir.
dir. Mekanizma ne olursa olsun, hipertansiyon gelişme
riski önceden normotansif olan kişiler arasında kilo ile
orantılı olarak artar.
• Obez kişiler genellikle hipertrigliseridemiye ve düşük
Q Ö ZET
HDL kolesterol düzeyleri gibi koroner arter hastalığı ris­
kini arttıran faktörlere sahiptir. Obezite ile kalp hasta­ Obezite (Şişmanlık)
lığı arasındaki ilişki basit değildir. Bununla birlikte, • Obezite enerji regülasyon bozukluğudur, insulin direnci,
böyle bir bağ varsa bile, bu aslında aşırı kilodan daha tip 2 diyabet, hipertansiyon ve hipertrigliseridemi gibi
çok, diyabet ve hipertansiyon birlikteliğine bağlıdır. koroner arter hastalığı gelişimi ile ilişkili çok sayıda
® Fazla kilolu olma durumunda, erkekte özofagus, tiroid, önemli durum için riski arttırır.
kolon ve böbrek kanserlerini, kadında özofagus, en­ • Enerji dengesinin regülasyonu çok karmaşıktır. Üç ana bi­
dometrium, safra kesesi ve böbrek kanserlerini içeren leşeni vardır: (1) insulin, leptin, ghrelin ve peptit YY tara­
bazı kanserlerinin sıklığında artış vardır. Toplamda, obe­ fından çoğunlukla elde edilen afferent sinyaller, (2) affe­
zite erkekte kanser ölümlerinin yaklaşık %14'ü ile, ka­ rent sinyalleri birleştiren ve efferent sinyalleri tetikleyen
dında ise %20'si ile ilişkilidir. Temel mekanizmalar bi­ santral hipotalamik sistem; (3) enerji dengesini kontrol
linmemektedir ve muhtemelen birden fazladır. Bir eden efferent sinyaller.
şüpheli hiperinsulinemidir. Insulin, çoğu kanserde
• Leptin enerji dengesinde anahtar rol oynar. Adipoz doku­
kanser hücrelerinin çoğalma ve yaşamasını uyaran in- lardan salınımı yağ depolarının fazlalığı ile düzenlenir. Hi­
sulin-benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-l)'in düzeyini, potalamustaki reseptörlerine leptin bağlanması P O M C /
onu tanıyan reseptörünü (IGF1R) aktive ederek arttı­ CART nöronlarını uyarıp, NPY/AgRP nöronlarını engel­
rır. Obezite ve endometrial kanser ilişkisi dolaylı ola­ leyerek besin alimini azaltır.
bilir: Yüksek östrojen düzeyleri endometrial kanserin
• Obezite diyabet ve kardiyovasküler hastalığa ek olarak,
riskinde artış ile ilişkilidir (Bölüm 18) ve obezitenin
bazı kanserler, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı ve saf­
östrojen düzeylerini arttırdığı bilinmektedir. Meme
ra taşları için artmış bir risk ile de ilişkilidir
kanseri konusundaki veriler tartışmalıdır.
306 B O L U M 7 Çevresel ve Beslenme ile ilgili Hastalıklar

Diyet ve Sistemik Hastalıklar sakkarin) mesane kanserinin patogenezi ile ilişkilen-


dirilmiştir, ancak inandırıcı kanıt yoktur.
Az- ve aşırı beslenme, spesifik besin eksiklikleri gibi so­ • Diyet komponentlerinden karsinojen veya promotör-
runlardan bahsedildi, ancak diyet içeriğini oluşturanlar, lerinin endojen sentezi konusundaki kaygı; esas olarak
bu sorunların hiçbiri olmasa bile, bir çok hastalığın orta­ mide kanserleri ile ilgilidir. Nitrosaminler ve nitrosa-
ya çıkışı ve progresyonuna neden olabilir. Burada birkaç midler hayvanlarda mide kanserine yol açtığı için, in­
örnek yeterli olabilir. sanlarda bu tümörlerin oluşumunda olası şüphelidir.
Günümüzün en tartışmalı konularından biri, ateroge- Bu bileşikler vücutta proteinlerin sindirimiyle nitrit-
neze diyetin katkısıdır. Ana soru diyetin modifikasyonu- ler, aminler veya amidlerden elde edilirler. Nitrat kay­
nun-özellikle kolesterol ve doymuş hayvansal yağların nağı olan sodyum nitrit yiyeceklere koruyucu olarak
yüksek olduğu (yumurta, tereyağ, sığır eti vb.) gıdaların eklenir. Nitratlar ise bitkilerde yaygın olarak bulunur
tüketiminin azaltılması-serum kolesterol düzeyinin düş­ ve gastrointestinal sistem florasının indirgemesiyle or­
mesini ve ateroskleroz (en önemlisi, koroner kalp hastalı­ taya çıkar. Ayrıca, midede iyi bir etkisi olan diyet içe­
ğı) gelişiminin engellenmesini veya ilerlemesinin gecik­ riklerinden karsinojenik ajanların endojen olarak üre­
mesini sağlayıp sağlamadığıdır. ABD'de normal bir eriş­
tilmesi de olasıdır.
kin günlük aşırı miktarda kolesterol ve yağ tüketir, tüke­
• Düşük lifli beslenme ile birlikte aşırı hayvansal yağ alı­
tilen doymuş yağ asitlerinin poliansatüre yağ asitlerine
mı kolon kanserinin nedenleriyle ilişkilendirilmiştir.
oram yaklaşık 3:l'dir. Bu oranın tersine çevrilmesiyle, se­
Bu ilişki için en inandırıcı açıklama şu şekilde özetle­
rum kolesterol düzeyi bir kaç hafta içinde %10-15 azalır.
nebilir: Fazla yağ alımı bağırsaklarda safra asitlerinin
Mısır, ayçiçek gibi bitkisel yağlar ve balık yağları; polian­
düzeyini arttırır; bu intestinal florayı değiştirerek,
satüre yağ asitlerini içerir ve kolesterolü düşürücü rol oy­
mikroaerofilik bakterilerin üremesini kolaylaştırır. Bu
nar. Omega-3 veya n-3 ailesine ait balık yağının yağ asit­
bakteriler tarafından üretilen safra asitleri veya safra
leri, bitkisel yağlarda bulunan omega-6 veya n-6 gibi yağ
asitlerine göre daha çok çift bağa sahiptir. Günlük diyeti asidi ara ürünleri karsinojen veya promotör olarak iş­
30 gram balık içeren HollandalI erkeklerdeki bir çalışma, lev görebilir. Lifli yiyeceklerden zengin diyetin koru­
kontrol gruplarına kıyasla, koroner kalp hastalığına bağlı yucu etkisi: (1) Dışkı hacmindeki artış ile geçiş süresi­
ölüm sıklığında belirgin azalma olduğunu ortaya çıkar­ nin azalması; böylece mukozanın suçlanan ajanlarla
mıştır. Bu, gıdaların omega-3 yağ asitleri ile uzun süreli temasının azaltılması; (2) Bazı liflerin karsinojenleri
takviyesinin, koroner arter hastalığı riskini azalttığına da­ bağlayabilme kapasitesi ve böylece mukozayı koruma­
ir bir umut yaratmaktadır (fakat kesin bir kanıt yoktur). sı ile ilgili olabilir. Bu teorileri klinik ve deneysel çalış­
Hastalıklar üzerinde diyetin bilinen diğer spesifik etki­ malarla destekleme gayretleri, bütünüyle zıt sonuçlar
leri: ortaya çıkarmıştır.
• C ve E vitaminleri, (3-karotenler ve selenyum, antiok-
® Hipertansiyon sodyum aliminin kısıtlanması ile azalır.
sidan özellikleri yüzünden kanserden koruyucu etkili
• Kimi araştırmacılar lifli veya selülozlu beslenme sonu­ olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte, bugüne
cunda dışkı hacmi artışının kolon divertikülozisine kadar bu antioksidanlarm kemoprotektif ajanlar ol­
karşı koruyucu etkisi olduğunu düşünmektedir. duklarını gösterecek inandırıcı kanıt toplanamamış­
• Kalori kısıtlamasının, aralarında maymunların da bu­ tır. Daha önce sözü edildiği gibi, retinoik asit epitelyal
lunduğu deney hayvanlarının yaşam süresini önemli farklılaşmayı sağlar ve yassı epitel metaplazisini geri
ölçüde uzattığı gösterilmiştir. Bu çarpıcı gözlemin da­ döndürdüğüne inanılır.
yanağı açık değildir (Bölüm 1).
Sonuçta, "diyet guruları"mn çoğu hayal kırıklığına uğra­
• Araştırmalar bu etkiyi açık bir şekilde henüz kanıtla­ tan moda diyet menüleri ve açıklamalarına karşın, bugün
mamış olmakla birlikte, basit sarmısak bile kalp has­ için, genel olarak diyetin kanserden koruyucu olduğuna
talığına karşı (şeytana ve ne yazık ki öpücüklere de veya kansere yol açtığına dair kesin bir kanıt bulunmadı­
karşı!) koruyucu olarak tanıtılmıştır. ğını söyleyebiliriz. Herşeye rağmen, sulu bir biftek veya
içeriği zengin dondurma gibi lezzetli yiyeceklerde karsi-
Diyet ve Kanser nojenlerin gizlenebileceği kaygısı devam etmektedir.

Karsinogenez bakımından, diyet üç açıdan önemlidir: KA YN A KLA R


(1) eksojen karsinojen içeriği, (2) diyetteki maddelerden Bellinger DC: Lead. Pediatrics 113:1016, 2004. [Konunun m ükem m el bir
karsinojenlerin endojen olarak sentezi, (3) koruyucu fak­ gen el özeti.]
törlerin yokluğu. Boffetta P, Hecht S, Gray N, et al: Smokeless tobacco and cancer. Lan­
cet Oncol 9:667, 2009. [D ünyada dum ansız tütün ile ilişkili k an ser risk­
• Bir eksojen karsinojen örneği olan aflcıtoksin, Asya ve leri kon u su n da bir derlem e.]
Afrika'nın bazı bölgelerinde karaciğer kanseri gelişi­ Centers for Disease Control and Prevention: Third National Report on
Human Exposure to Environmental Chemicals, 2005. [Ç evresel kim ­
minde önemli bir faktördür. Aflatoksine maruz kalma
y asallarla ilgili çok ön em li bir çalışm a, m aruziyet ve sağlık risk eğilim le­
tümör hücrelerindeki P53 geninde spesifik bir mutas- ri ile ilgili yorum lar da içerm ektedir.]
yona (codon 249) yol açar. Mutasyon, epidemiyolojik Casals-Casas C, Desvergne B: Endocrine disrupters: from endocrine
çalışmalarda aflatoksine maruziyetin molekiiler bir to metabolic disruption. Annu Rev Phys 73:135, 2011. [Bu sınıftaki
kim yasallara m aruziyetin kapsam ı ve m u htem el sonuçlarını anlatan bir
imzası olarak kullanılır. Gıdalardaki katkı maddeleri,
güncellem e.]
yapay tadlandırıcılar ve böcek zehirleriyle kontami- Clarkson TW, Magos L, Myers GJ: The toxicology of mercury—current
nasyonun kansere yol açtığına dair tartışmalar sür­ exposures and clinical manifestations. N Engl J Med 349:1731,
mektedir. Bazı yapay tatlandırıcılar (siklamadlar ve 2003. [Konunun m ükem m el bir gen el özeti.]
Beslenme Hastalıkları 307

Gregor MF, Hotamisligil G S: Inflammatory mechanisms in obesity. [M ajör US kentlerin de ince partiküllü h a v a kirliliğ n in azalm ası ile y a­
Annu Rev Immunol 29:445, 2011. [O bezite ile ilişkili p ro-inflam atuar şam süresi beklen tisindeki artışı ilişkilendiren ilğ n ç bir çalışm a.]
durum konusundaki g üncel g örüşlerin kısa bir irdelem esi.] Ravdin PM, Cronin KA, Howlader N, et al: The decrease in breast-
Heiss G, Wallace R, Anderson GL, et al: Health risks and benefits 3 cancer incidence in 2003 in the United States. N Engl J Med
years after stopping randomized treatment with estrogen and pro­ 356:1670, 2007. [H RT ile ilişkilendirilm esinin ardından m em e kan serin ­
gestin. JAMA 299:1036, 2008. [HRT'nin kesilm esinden 3 yıl sonra m e­ deki azalm ayı dökü m an te eden ön em li bir yayın.]
m e ka n seri risk artışının d evam ettiği kadınlarla ilğ li bir yayın.] Roberts DL, Dive C, Renehan AG: Biological mechanisms linking obe­
Hollick MF: Vitamin D deficiency. N Engl J Med 357:266, 2007. [D vi­ sity and cancer risk: new perspectives. Annu Rev Med 61:301, 2010.
tam in y etersiz liğ kon u su n da ayrıntılı bir derlem e.] [O bezite ve k an ser riski arasındaki m uhtem el ilişkilerin irdelen m esi.]
Jornayvaz FR, Samuel VT, Shulman GI: The role of muscle insulin re­ Suzuki K, Simpson KA, Minnion JS, et al: The role of gut hormones
sistance in the pathogenesis of atherogenic dyslipidemia and nonal­ and the hypothalamus in appetite regulation. Endocr J 57:359, 2010.
coholic fatty liver disease associated with the metabolic syndrome. [Y iyecek tüketim inin düzenlenm esinde gastrointestinal kan al horm on la­
Annu Rev Nutr 30:273, 2010. [Ç iz ğ li kasta insulin direncinin rolüne rı ile hipotalam us etkileşim i kon u su n da m ükem m el bir derlem e.]
odaklan m ış m etabolic sen drom konusunda ilğ n ç bir perspektif.] Tang X-H, Gudas LJ: Retinoids, retinoic acid receptors, and cancer.
Manşon JE, Hsia J, Johnson KC, et al: Estrogen plus progestin and the Annu Rev Pathol 6:345, 2011. [R etinoidlerin k an serd eki rolü konulu
risk of coronary heart disease. N Engl J Med 349:523, 2003. [W o­ bir derlem e, solid tüm örlere odaklanm ıştır.]
m en's H ealth Initiative'den dönüm n oktası n iteliğ n d e bir çalışm a.]
Pope CA, Ezzati M, Dockery DW: Fine-particulate air pollution and li­
fe expectancy in the United States. N Engl J Med 360:376, 2009.
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.

Enfeksiyon Hastalıklarının
Genel Patolojisi

BÖLÜM İÇERİĞİ
Mikrobial Patogenezin Genel M ikropların Bulaşması ve Viral Hasar Mekanizmaları 319
İlkeleri 309 Yayılması 315 Bakteriyel Hasar Mekanizmaları 320
Enfeksiyon Etkenlerinin Mikropların Konağa Giriş Konaktaki Bağışıklık Yanıtlarının Zararlı
Kategorileri 309 Yolları 315 Etkileri 321
Enfeksiyon Etkenlerinin Tanınmasında Mikropların Vücutta Yayılması 317 M ikropların Bağışıklıktan
Kullanılan Özel Teknikler 314 Mikropların Vücuttan Çıkışı ve Kurtulması 322
Yeni O rtaya Çıkan Enfeksiyöz Bulaşması 318 Enfeksiyona Karşı İnflamatuar
Hastalıklar 314 M ikroorganizm alar Nasıl Hastalık Yanıt T ipleri 323
B iyoterörizm Etkenleri 315 Yapar 319

Bu bölümde enfeksiyon hastalıkları patogenezinin genel P rionlar


ilkeleri gözden geçirilmekte ve farklı hastalık kategorile­ Prionlar, konak proteinlerinin prion proteini (PrP) olarak
rindeki karakteristik histopatolojik değişiklikler anlatıl­ adlandırılan anormal çeşitlerinden oluşur. Kuru (yam­
maktadır. Spesifik organlardaki enfeksiyonlar, kitabın yamlık ile ilişkili hastalık), Creutzfeldt Jacob hastalığı,
diğer bölümlerinde anlatılmıştır. spongiform sığır ensefalopatisi ("deli dana hastalığı") ve
Creutzfeldt-Jacob hastalığının olasılıkla, deli dana hastalı­
ğı olan sığır etinin tüketilmesiyle bulaşan bir çeşidi dahil;
bulaşıcı spongioform ensefalopatilerin etkeni, prionlar-
MİKROBİAL PATOGENEZİN dır. Prion proteini, nöronlarda normal olarak vardır. Bu
GENEL İLKELERİ proteinlerin proteaz enzimlerine karşı direnç kazanması­
nı sağlayan konformasyonel değişiklikler (üç boyutlu ya­
Enfeksiyon hastalıkları, etkili aşıların ve antibiyotiklerin pı değişiklikleri), örnekleri yukarıda verilen hastalıklara
mevcut olmasına ve kullanılmasına rağmen Birleşik yol açar. Proteazlara dirençli prion proteinleri, proteazla-
Devletler'de ve bütün dünyada önemli bir sağlık sorunu ra duyarlı olan, normal prion proteinlerini de anormal
olmaya devam etmektedir. Örneğin bu hastalıkların iki­ şekle dönüştürür bu hastalıklara enfeksiyöz sıfatını ka­
si (pnömoni ve septisemi), ABD'deki önde gelen ilk 10 zandırır. Anormal prion proteinlerinin birikmesi, nöron
ölüm nedeni arasındadır. Enfeksiyon hastalıkları yaşlı­ hasarına ve beyinde spongioform patolojik değişikliklere
larla AIDS sendromu veya kronik hastalıkları olan ya da neden olur. Creutzfeldt-Jacob hastalığının sporadik ve ai­
immünsüpresif ilaç kullananlarda özellikle önemlidir. levî çeşitlerinde, söz konusu proteinlere proteazlar karşı­
Sağlıksız yaşam koşulları ve malnütrisyon, gelişmekte sında direnç sağlayan, sırasıyla, spontan ve kalıtsal mu-
olan ülkelerdeki yoğun ve her yıl > 1 0 milyon insanı öl­ tasyonlar gözlemlenmiştir. Creutzfeldt-Jacob hastalığı ki­
düren enfeksiyon yüküne katkıda bulunmaktadır. Daha şiden kişiye iyatrojenik olarak veya cerrahi girişimler, or­
da kötüsü, enfeksiyon hastalıklarından zarar görenlerin gan nakilleri ya da kan nakli sırasında bulaşabilir. Bu has­
büyük bölümü, solunum ve ishal yapan enfeksiyonları talıklar Bölüm 22'de ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
olan çocuklardır.
V irü sle r
Virüsler, çoğalabilmek için konak hücresinin metabolik
Enfeksiyon Etkenlerinin Kategorileri mekanizmalarına ihtiyacı olan, zorunlu hücre-içi parazit­
lerdir. Virüs; kapsid adı verilen ve bazen lipid bir memb-
Enfeksiyon etkenleri çok çeşitli olup, büyüklükleri 20 ran içerisinde bulunan bir protein kılıfla kuşatılmış bir
nanometre olan prion protein kümeleriyle 1 0 metre olan nükleik asit genomundan oluşur. Virüsler, nükleik asit
bağırsak şeritleri arasında değişebilen sınıflara ayrılır genomuna (ya DNA, ya da RNA virüsleri), kapsidin biçi­
(Tablo 8-1). mine (ikozohedral [yirmi tane üçgen biçimi yüzü olan]
310 B Ö L Ü M 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

Tablo 8-1 İnsanlarda Hastalık Yapan Patojen Sınıfları

Sınıflandırma Kategorisi Boyut Üreme Yer(ler)i Örnek(ler) Neden Olduğu Hastalık(lar)


Prionlar <20 nm Hucre-ıçı Prıon proteini Creutzfeldt-jacob hastalığı
Virüsler 20-300 nm Zorunlu hücre-içi Poliovirüs Poliyomyelit
Bakteriler 0.2-15 jim Zorunlu hücre-içi Chlamydia trachomatis Trahom, üretrit
Hücre-dışı Streptococcus pneumoniae Pnömoni
Fakültatif hücre-içi Mycobacterium tuberculosis Tüberküloz
Mantarlar 2 -2 0 0 jim Hücre-dışı Candida albicans Pamukçuk
Fakültatif hücre-içi Histoplasma capsulatum Histoplazmoz
Protozoonlar 1-50 |im Hücre-dışı Trypanosoma gambiense Uyku hastalığı
Fakültatif hücre-içi Trypanosoma cruzi Chagas hastalığı
Zorunlu hücre-içi Leishmania donovani Kala-azar
Helmintler 3 mm-10 m Hücre-dışı Wuchereria bancrofti Filaryazis
Hücre-içi Trichinella spiralis Trişinoz

veya sarmal), lipid zarfın mevcut olup olmamasına, üre­ virüs soğuk algınlığı, influenza gibi geçici enfeksiyonla­
me şekillerine ve üremek için tercih ettikleri hücre tipine ra neden olur. Diğer virüsler vücuttan uzaklaştıramaz ve
(tropizm) ya da neden oldukları hastalık tipine göre sınıf­ konağın hücrelerinde, ya kronik hepatit B (HBV) enfek­
landırılır (Tablo 8-2). Bazı virüs bileşenleri ve partikülle- siyonundaki gibi çoğalmayı sürdürerek, ya da varlığını
ri enfekte hücre içerisinde kümelenerek, ışık milcrosko- çoğalmaksızm sürdüren (latent enfeksiyon) ve daha son­
puyla görülebilen ve tanıda işe yarayan inklüzyon cisim­ ra tekrar aktive olma potansiyeli taşıyan virüsler olarak
ciklerini meydana getirir (Resim 8-1). Örneğin, sitome- yıllarca kalır. Örneğin suçiçeği etkeni olan herpes zoster
galovirüs (CMV) ile enfekte hücreler genişlemiştir ve hüc­ virüsü, omurilikteki dorsal kök ganglionlarma yerleşe­
relerin çekirdeklerinde büyük, eozinofilik; sitoplazmala- rek daha sonra zona denilen, ağrılı bir hastalığı meyda­
rmda ise küçük bazofilik inklüzyon cisimcikleri vardır; na getirmek üzere aktive olur. İnsan papillomavirüsü
herpesvirüsler hücre çekirdeğinde, çevresi net bir hâle ile [HPV] gibi bazı virüsler konak hücrelerinde, iyi huylu si­
kuşatılmış olan, bir inklüzyon cismi oluşturur; hem suçi­ ğillerle veya serviks kanseriyle sonuçlanan transformas­
çeği, hem kuduz virüslerinin sitoplazmalarmda karakte­ yonlara neden olur. Farklı virüsler, aynı klinik tabloya
ristik inklüzyon cisimleri mevcuttur. Ancak birçok virüs (örneğin üst solunum yolu enfeksiyonuna) neden olabi­
(örneğin poliovirüs) inklüzyon cisimcikleri oluşturmaz. lirler ya da sitomegalovirüs gibi tek bir virüs, konak or­
İnsanlardaki enfeksiyonlarda büyük bir paya sahip ganizmanın yaşma veya bağışıklık durumuna bağlı ola­
olan virüsler, çeşitli yollardan hastalık yapabilir. Birçok rak farklı klinik belirtilere yol açabilir.

Tablo 8 -2 Insanlardaki Seçili Virüs Hastalıkları ve Bunlara Neden Olan Patojenler

Organ Sistemi Patojen Neden Olduğu Hastalık(lar)


Solunum Adenovirüs Üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları, konjunktivit
Rinovirüs Üst solunum yolu enfeksiyonu
influenza virusları A, B influenza
Respiratuar sinsisyal virüs Bronşiyolit, pnömoni
Sindirim Kabakulak virüsü Kabakulak, pankreatit, orşit
Rotavirüs Pediatrik gastroenterit
Norovirüs Gastroenterit
Hepatit A virüsü Akut viral hepatit
Hepatitis B virüsü Akut veya kronik hepatit
Hepatitis D virüsü Hepatit B virüs enfeksiyonuyla birlikte: akut veya kronik hepatit
Hepatitis C virüsü Akut veya kronik hepatit
Hepatitis E virüsü Akut viral hepatit
Sistemik
Deri döküntülerinin eşlik ettiği Kızamık virüsü Kızamık (rubeola)
Kızamıkçık virüsü Kızamıkçık (rubella)
Varisella-zoster virüsü Su çiçeği, zona
Herpes simpleks virüsü tip 1 Oral herpes (“ uçuk”)
Herpes simpleks virüsü tip 2 Genital herpes
Hematopoetik hastalıkların eşlik ettiği Sitomegalovirüs Sitomegalik inklüzyon hastalığı
Epstein-Barr virüsü Enfeksiyöz mononükleoz
HIV-1 ve HIV-2 AIDS
Deri ve genital bölge siğilleri Papillomavirüs Kondilom; serviks kanseri
Santral Sinir Sistemi Poliovirüs Poliomiyelit (Çocuk felci)
JC virüsü İlerleyici multifokal lökoensefalopati (fırsatçı enfeksiyon)
AIDS, edinsel bağışıklık eksikliği virüsü; HIV, insan bağışıklık eksikliği virüsü
Mikrop Patogenezinin Genel İlkeleri 311

Resim 8-1 Viral inklüzyon cisimciği örnekleri. A , Akciğerdeki sitomegalovirüs enfeksiyonu. Enfekte hücrelerin çekirdeklerindeki belirgin
(uzun ok) ve sitoplazmasındaki fazla belirgin olmayan (kısa oklar) inklüzyon cisimcikleri. B, Deride varicella-zoster enfeksiyonu. Epitel hüc­
relerinin birleşmesi ve bir çekirdeğin bir diğerine yaslanmasıyla oluşan çok çekirdekli hücreler (uzun ok) ve çekirdek çevresinde hâle (ha­
lo) oluşturan, eozinofilik inklüzyon cisimcikleri (kısa oklar). C, Karaciğerde hepatit B enfeksiyonu. Enfekte hepatositlerde, hücrede biriken
hepatit B yüzey antijeninin (HBsAg) neden olduğu, yaygın granüler (“ buzlu cam” görümünde) sitoplazma.

B a kteriler bir bölümü yalnızca konak hücre içerisinde çoğalabilir


(.zorunlu hücre-içi bakteriler).
Bakteri enfeksiyonları, sık karşılaşılan hastalık nedenidir
Normal, sağlıklı bir insanın derisinde 1012, ağzında
(Tablo 8-3). Bakteriler hücre membranı olan, ancak
1 0 1 0 ve bağırsaklarında 1 0 1 4 bakteri, koloni oluşturmuş
membranla çevrili bir hücre çekirdeği ve yine membran-
(kolonize) olarak bulunabilir. Staphylococcus epidermidis
la çevrili diğer hücre-içi organelleri olmayan (prokaryo-
ve akne nedeni olan Propionibacterium acnes, deride kolo­
tik) hücrelerdir. Bu mikroorganizmaların büyük bir bölü­
nize olan bakterilerdendir. Ağızdaki aerob ve anaerob
mü, hücre membranım kuşatan ve peptidoglikan olarak
bakteriler, özellikle Streptococcus mutans, diş çürümesi­
adlandırılan, birbirlerine peptid bağlarıyla bağlı şeker nin önde gelen bir nedeni olan diş plağı oluşumuna kat­
zincirlerinden oluşan bir polimer kimliğindeki bir hücre kıda bulunabilir. Bir insanın normal bağırsak florasında­
duvarına sahiptir. Hücre duvarının yapısı; kristal-viyole ki taksonomik bakteri gruplarının sayısı 3000'in üzerin­
boyasını tutan, kaim bir duvar (gram-pozitif bakteriler) dedir, ama bunların çok büyük bölümünü, başlıca ana­
veya bir dış membranla çevrili, ince bir duvar şeklinde erob bakteriler olmak üzere, küçük bir alt grup oluşturur.
(gram-negatif bakteriler) olmak üzere genellikle iki çeşit­ Chlamydia ve Rickettsia, sırasıyla epitel ve endotel hüc­
tir. (Resim 8-2). Bakteriler, Gram boyasıyla boyanma relerinde membrana bağlı vakuollerin içerisinde çoğa­
özelliklerine (pozitif veya negatif), biçimlerine (küre biçi­ lan, zorunlu hücre-içi bakterilerdir. Bunlar enerji kayna­
mi olanlar kok, çomak şeklinde olanlar basil) (Resim 8-3) ğının (ATP) çok büyük bölümünü veya tümünü konak
ve oksijene ihtiyaç duyup duymamalarına (aerob veya hücreden sağlar. Chlamydia trachomatis, tubaları nedbe-
anaerob) göre sınıflandırılır. Hareketli bakterilerde, hüc­ leştirip daraltarak, kadınlardaki kısırlığın; bunun dışın­
re yüzeyinden dışarıya doğru uzanan ve sarmal biçimin­ da kronik konjunktiva inflamasyonu üzerinden korne­
de olan, dönerek bakteriyi hareket ettiren kamçıları (fla­ anın nedbeleşmesine ve opaklaşmasma yol açarak körlü­
gella) vardır. Bazı bakteriler, konak hücrelerine veya hüc- ğün en sık görülen enfeksiyöz etkenidir. Rickettsiae (Ri-
re-dışı matrikse tutunmalarını sağlayan, farklı tipte uzan­ ketsiyalar), içinde çoğaldıkları endotel hücrelerine zarar
tılar (pili) taşır. Bakteriler kendi DNA, RNA ve proteinle­ vererek, çoğu zaman bir deri döküntüsü şeklinde gözü­
rini sentez edebilir ama çoğalabilecekleri olumlu koşulla­ ken hemorajik vaskülite neden olur, ama santral sinir
rın sağlanması açısından, konak hücreye bağımlıdır. Ko­ sisteminde (SSS) de hasara yol açarak Kayalık Dağlar le­
nakta çoğalan birçok bakteri hücre dışında kalırken, di­ keli humması ve epidemik tifüs gibi, ölümle sonuçlanma
ğer bazı bakteriler (fakültatif hücre-içi bakteriler) konak olasılığı çok yüksek enfeksiyonlara da yol açabilir. Riket-
hücre dışında veya içinde yaşayıp çoğalabilir; bakterilerin siyalar, bit (epidemik tifüste), keneler (Kayalık Dağlar le-

Adherans proteini — *
immün kaçış proteini
Pilus----- -Vİ Adherans proteini (orn- M
(örn.

Lipopolisakaridler

Kapsül

Dış membran— Peptidoglikan—


Peptidoglikan -09000000000000000000000000000
000000000000000000000000000004000000000
İç membran Hücre membranı -
ooooooooooooooooooooooooooooooooooooooo
GRAM-NEGATİF GRAM-POZİTİF
Resim 8 -2 Enfeksiyon patogenezinde rol oynayan gram-negatif ve gram-pozitif bakterilerin yüzeylerindeki moleküller.
312 BÖL Ü M 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

Tablo 8-3 insanlardaki Seçili Bakteri Hastalıkları ve Bunlara Neden Olan Patojenler

Klinik/M ikrobiyolojik
Bakteri Türü Sıklıkla Neden Olduğu Hastalık(lar)
Piyojen kok enfeksiyonları Staphylococcus aureus, Staphylococcus epidermidis Apse, sellülit, pnömoni, sepsis
Streptococcus pyogenes Farenjit, erizipel, kızıl
Streptococcus pneumoniae (pnömokok) Lober pnömoni, menenjit
Neisseria meningitidis (meningokok) Menenjit
Neisseria gonorrhoeae (gonokok) Gonore
Gram-negatif enfeksiyonlar Escherichia coli,* Klebsiella pneumoniae* İdrar yolu enfeksiyonu, yara enfeksiyonu, apse,
Enterobacter (Aerobacter) aerogenes* pnömoni, şok, endokardit
Proteus türleri (Proteus mirabilis, Proteus morgagni)*
Serratia marcescens, * Pseudomonas türleri
(Pseudomonas aeruginosa),* Bacteroides türleri
(Bacteroides fragilis)
Legionella türleri (Legionella pneumophila) Lejyoner hastalığı
Çocuklardaki bulaşıcı Haemophilus influenzae Menenjit, üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları
bakteri enfeksiyonlar Bordetella pertussis Boğmaca
Corynebacterium diphtheriae Difteri
Enterik enfeksiyonlar Enteropatojen E. coli, Shigella türleri, Vibrio cholerae Invazif veya invazif olmayan gastroenterokolit
Campylobacter jejuni, Campylobacter coli
Yersinia enterocolitica
Salmonella spp türleri
Salmonella typhi Tifo
Clostridium enfeksiyonları Clostridium tetani Tetanos (kazıklı humma)
Clostridium botulinum Botulizm (paralitik gıda zehirlenmesi)
Clostridium perfringens, Clostridium septicum Gazlı gangren, nekrotizan sellülit
Clostridium difficile* Psödomembranöz kolit
Zoonotik bakteri Bacillus anthracis Antraks (şarbon)
enfeksiyonları Yersinia pestis Hıyarcık vebası
Francisella tularensis Tularemi
Brucella melitensis, Brucella suis, Brucella abortus Bruselloz (malta humması)
Borrelia recurrentis Nükseden (raci) humma
Borrelia burgdorferi Lyme hastalığı
Treponema enfeksiyonları Treponema pallidum Sifiliz
Mycobacterium enfeksiyonları Mycobacterium tuberculosis, M. bovis Tüberküloz
Mycobacterium leprae Lepra
Mycobacterium kansasii, * Mycobacterium avium Atipik mycobacterium enfeksiyonları
complex*
Aktinomiset enfeksiyonları Nocardia asteroides* Nokardiyoz
Actinomyces israelii Aktinomikoz
*Önemli fırsatçı enfeksiyonlar.

Resim 8 -3 Bakterilerin m orfolojik çeşitleri. Bakteriler oklarla gösterilmektedir. A , Pnömoni hastasının Gram boyasıyla boyanmış balgam
preparatı. Çifter çifter ve kısa zincirler halinde duran, uzun Gram-pozitif koklar (Streptococcus pneumoniae) ve bir nötrofil görülmektedir
B, Bronkoalveoler lavaj sıvısının Gram boyasıyla boyanmış preparatında; Enterobacteriaceae ailesinin Klebsiella pneumoniae veya Escheric­
hia coli gibi tipik üyeleri olan, gram-negatif, hücre-içi çomaklar C, Lyme hastalığı meningoensefaliti olan bir hastanın beyin dokusundan ha­
zırlanan gümüşle boyanmış preparat. Sarmal biçimindeki iki spiroket (Borrelia burgdorferi), oklarla gösterilmiştir. A , B, ve C, farklı büyüt­
melerle çekilmiş mikrofotoğraflardır.
(B, Dr. Karen Krisher’nin izniyle, Clinical Microbiology Institute, Wilsonville, Oregon; A v e C Dr. Kenneth Van Horn, Focus Diagnostics, Cypress, California, ABD).
Mikrop Patogenezinin Genel İlkeleri 313

keli hummasında ve ehrlichiosisde) ve akarlar (çalılık ti­


füsünde) gibi artropodlar tarafından bulaştırılmaktadır.
Mycoplasma ve bununla bağlantılı Ureaplasma genusu,
hücre duvarına sahip olmamaları nedeniyle, hücre-dışı di­
ğer patojen bakterilerden farklıdır ve serbest yaşayan en
küçük (125-300 nanometrelik) mikroorganizmalardır.
N orm al M ikrobiyom . Bağırsak kanalında ve deride nor­
mal olarak çok sayıda ve çok çeşitli bakteri türleri koloni-
ze olmuştur. Normal flora üyelerinin çoğu kültürde üreti-
lemediğinden, bu türler hakkmdaki bilgilerimiz yakın za­
manlara kadar ileri derecede sınırlıydı. Mikropların ta­
nımlanmasında ve türlerinin belirlenmesinde ribozomlar-
daki RNA sıralanmasını temel alan yeni teknikler, normal
mikrop florasının ileri derecede karmaşık olduğunu gös­
termiştir. İnsanların birlikte yaşadığı mikropların ekosiste-
mi, genleri ve ürünleri hep birlikte mikrobiyom olarak ad­ Resim 8 -4 Beyin zarlarındaki damarlarda yerleşen, anjiyoinvazif
landırılır. Bağırsak kanalındaki flora yalnızca sindirilen Mucor türleri. Hiflerin düzensiz genişliklerine ve neredeyse dik açı
besinlerin emilmesinden değil, aynı zamanda epitel bü­ yapacak şekilde dallanmasına dikkat ediniz.
tünlüğünün korunmasından, bağırsaklardaki bağışıklık (Dr. Dan Milner'nin izniyle, Department o f Pathology, Brigham and W omen's Hos­
sisteminin normal fonksiyon görmesinden ve zararlı olabi­ pital, B o sto n , Massachusetts, ABD).

lecek patojen mikroorganizmaların invazyon ve koloni-


zasyonunun kompetitif olarak inhibisyonundan da sorum­
pek az yol açan veya hiç yol açmayan, yaşamı tehlike­
ludur. Mikrobiyomun eksilmesi veya bileşiminin değişme­
ye sokan invazif enfeksiyonlara neden olur (Resim
si; inflamatuar bağırsak hastalığından, allerjilerin gelişme­
8-4). AIDS hastaları sıklıkla, Pneumocystis jiroveci (ön­
sinden ve çeşitli sistemik otoimmun hastalıkların insi-
ceki adıyla Pneumocystis carinii) adlı fırsatçı mantarlar­
danslarmm artmasından sorumlu tutulmuştur.
la enfekte olur.
M antarlar
P ro to zo o n la r
Mantarlar kalın, kitin-içeren hücre duvarlarına ve ergos-
terol içeren hücre membranlarma sahip olan ökaryot or­ Protozoonlar, gelişmekte olan ülkelerde önde gelen has­
ganizmalardır. Mantarlar, yuvarlak maya hücreleri veya talık ve ölüm nedeni olan, tek hücreli, ökaryot organiz­
ince, ipliksi lifler (hifler) şeklinde çoğalabilir. Hifler, sep- malardır. Çeşitli hücrelerin içinde (örneğin eritrositlerde
tumlu (hücreleri birbirinden ayıran hücre duvarları) ya da Plasmodium, makrofajlarda Leishmania) veya dışında (üro-
septumsuz olabilir; bu özellikleri, klinik materyalde ayırı­ genital sistemde, bağırsaklarda veya kanda) çoğalabilir­
cı bir karakteristiktir. En önemli patojen mantarların ba­ ler. Trichomonas vaginalis organizmaları cinsel üşiki ile ge­
zıları termal dimorfizm gösterir; yani oda sıcaklığında hif, çen, sıklıkla vagina ve erkek üretrasmda kolonize olan,
vücut sıcaklığında maya mantarı şeklinde çoğalır. Man­ kamçılı protozoal parazitlerdir. En yaygın bağırsak proto-
tarlar eşeyli veya daha sık olarak konidya adı verilen eşey­ zoonları olan Entamoeba histolytica ve Giardia lamblia,
siz sporlar üretebilir. Eşeysiz sporlar hif ipliği boyunca yer kontamine yiyeceklerdeki veya sudaki hareketsiz kistler
alan özelleşmiş oluşumlar veya sporo/carplarda üretilir. olarak vücuda girer ve bağırsak epiteli hücrelerine tutu­
Mantarlar, yüzeysel veya derin enfeksiyonlara neden nan, hareketli trofozoitlere dönüşür. Kanda bulunan Plas­
olabilir. modium, Trypanosoma, Leishmania gibi protozoonlar, yeni
insan konaklara geçmeden önce içinde çoğaldıkları bö­
• Yüzeysel mantar enfeksiyonları deride, saçlarda ve tır­
cek vektörler tarafından bulaştırılır. Toxoplasma gondii,
naklarda gelişir. Bu enfeksiyonları meydana getiren
ookist döken kedilerle temas veya kistlerle dolu çiğ et
mantar türleri, dermatofitler adıyla bilinir. Derideki der-
yenmesi yoluyla bulaşır.
matofit enfeksiyonlarına tinea adı verilir; böylece tinea
pedis, ayaktaki dermatofit enfeksiyonu, tinea capitis ise H e lm in tle r
kafa derisindeki dermatofit enfeksiyonudur. Belirli
Solucan şeklindeki bu parazitler, ileri derecede farklılaş­
mantarlar deri-altı dokusunu istilâ ederek, apselere veya
mış, çok-hücreli organizmalardır. Yaşam siklusları kar­
bazen miçetoma adı verilen granülomlara neden olur.
maşık olup daha çok, kesin konakta eşeyli, ara konakta
® Derin mantar enfeksiyonları sistemik olarak yayılabilir
veya vektörde eşeysiz çoğalma arasında değişir. Böylece
ve dokuları istilâ ederek; bağışıklık sorunları olan bi­
insanlarda, helmint türüne bağlı olarak erişkin solucanlar
reylerde yaşamsal önem taşıyan (vital) organları tahrip
(örneğin Ascaris lumbricoides), olgunlaşmamış evreler (ör­
eder, diğer bakımlardan normal konakta ise genellikle
neğin Toxocara canis) veya eşeysiz larvalar (örneğin Echi­
iyileşir veya latent olarak kalır.
nococcus türleri) şeklinde bulunabilirler. Erişkin solucan­
Mantarlar, endemik ve fırsatçı türler olarak ikiye ayrılır. lar insanda yerleştiği zaman genellikle çoğalmaz ama da­
• Endemik mantarlar, belirli coğrafi bölgelerde (örneğin ha sonra dışkıyla dışarı atılacak olan yumurtalar veya lar­
ABD'nin güneybatısında Coccidioides, Ohio River Val- valar üretir. Hastalığın şiddeti çoğu zaman, enfeksiyonu
ley'de Histoplasnıa) enfeksiyona yol açan, invaziv tür­ meydana getiren organizma sayısıyla orantılıdır. Örneğin
lerdir. vücutta 1 0 tane kancalı solucan bulunmasına klinik ola­
• Oysa Candida, Aspergillus, Mucor, Cryptococcus gibi fır­ rak hafif bir hastalık eşlik eder veya hiç hastalık eşlik et­
satçı mantarlar, dünyanın her yerinde vardır ve ya bi­ mezken; bu sayı 1 0 0 0 'e yükseldiğinde parazitler, şiddetli
reyleri kolonize eder, ya da çevredeki kaynaklarda anemiye yol açacak derecede kan tüketir. Schistosomiasis
mevcuttur. Fırsatçı mantarlar bağışıklık sorunları olan gibi bazı helmint hastalıklarında, hastalığın nedeni eriş­
hastalarda doku nekrozuyla, kanamalarla ve damar tı­ kin parazitlerden çok, bunların yumurtalarına ve larvala­
kanmasıyla karakterize olan, inflamatuar reaksiyona rına karşı verilen inflamatuar yanıttır.
314 B Ö L Ü M 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

Tablo 8-4 Enfeksiyon Etkenlerinin Tanınmasında Kullanılan Özel


Teknikler
X1eknık
1 1 Enfeksiyon Etkeni(leri)
Gram boyası Bakterilerin çok büyük bölümü
Aside dirençli boyama Mycobacteriumlar, nokardiyalar (modifiye)
Gümüş boyaları Mantarlar, legionellalar, Pneumocystis
Periyodik asit—Schiff Mantarlar, amipler
Musikarmin Kriptokoklar
Giemsa Leishmanialar, Plasmodium
Antikorlar Tüm enfeksiyon etkeni sınıfları
Kültür Tüm enfeksiyon etkeni sınıfları
DNA sondaları Tüm enfeksiyon etkeni sınıfları

Resim 8 -5 iskelet kası hücresindeki sarmal Trichinella spiralis larvası.


özel boyalarla veya özel antikorlarla işaretlendikten sonra
mümkündür (Tablo 8-4). Organizmaların en iyi görülebil­
Helmintler üç gruptur:
dikleri yer, özellikle nekroz söz konusuysa; lezyonun orta­
« Yuvarlak kurtlar (nematodlar), enine kesitleri daire şek­
ları değil ilerlemekte olan kenarlarıdır.
linde olan, segmentsiz organizmalardır. Ascaris lumbri- Akut enfeksiyonlarda tanı, serumdaki patojenler için
coides, Strongyloides stercoralis ve kancalı solucanlar in­ spesifik antikorların belirlenmesi yoluyla, serolojik olarak
testinal nematodlardır. Filarialar ve Trichinella spiralis
konulabilir. Semptomların başlangıcından kısa süre sonra
(Resim 8-5) ise dokulara invaze olan nematodlardandır. spesifik immünoglobülin M (IgM) antikorlarının varlığı
• Şerit kurtlar (sesfodlar), bir başı (skoleks) ve çok sayıda çoğu zaman, tanı için yeterlidir. Bunun gibi spesifik anti­
yassı segmentleri (proglottidler) olan şeritlerdir. Sindi­ kor titreleri, erken ("akut") dönemde ve ardından da 4-6
rim sistemleri yoktur ve besleyici maddeleri dış örtüleri hafta sonra ("nekahat döneminde") ölçülerek karşılaştırı­
aracılığıyla emerler. Balık, sığır ve domuz şerit kurtları, labilir; ikinci ölçümün, ilkinin dört katı olarak bulunması
insanlarda bulunabilir. Belirli şerit kurtların yumurtala­ diagnostik/tanı koydurucu olarak kabul edilir. Serum an­
rı vücuda girdikten sonra gelişen larvalar dokularda kis- tikor analizleri viral hepatitlerin tanısında ileri derecede
tik hastalıklara (Echinoccus granulosus larvaları kist hida- faydalıdır.
tik, domuz şerit kurtları birçok organda sistiserkozis Topluca molekiiler diagnostik olarak adlandırılan ve nük-
[sistiserkus adlı kistler] oluşturur) neden olur. leik asit temeline dayanan testler, patojenlerin belirlenme­
• Yassı kurtlar (trematodlar) konağa tutunmak için kullan­ si için rutin olarak kullanılmaktadır. Polimeraz zincir reak­
dıkları belirgin vantuzları olan, karaciğer ve akciğer siyonu (PCR) ve transkripsiyon-aracılığıyla gerçekleştirilen
trematodları ve şistozomlar gibi; yaprak biçimi yassı amplifikasyon gibi nükleik asit amplifikasyon teknikleri
kurtlardır. gonore, klamidya enfeksiyonu, tüberküloz ve herpes ense-
faliti tanısında kullanılmaktadır. Moleküler testler bazı pa­
E ktop a ra zitle r tojenlerde, geleneksel testlerden çok daha duyarlıdır. Ör­
Böcekler (bit, tahtakurusu, pire gibi) veya deriye tutunarak nek verecek olursak HSV ensefalitinin tanısında kullanı­
derinin üzerinde veya içinde yaşayan örümceğimsiler lan beyin-omurilik sıvısı (BOS) PCR testlerinin duyarlılığı
(araknidler) (akarlar, keneler, örümcekler gibi) ektoparazit- yaklaşık %80, beyin-omurilik sıvısı kültürüyle gerçekleşti­
lerdir. Doğrudan doğruya eklembacaklılar (artropodlar) ta­ rilen testlerin duyarlılığı <%10'dur. Bunun gibi genital
rafından meydana getirilen hastalıklar, örneğin bitlerin kıl- Chlamydia tanısında nükleik asit testlerinde tanı oranı,
lara/saçlara tutunması nedeniyle gelişen pediculosis (bit­ Clamydia kültürlerine dayanan testlerden %10-%30 daha
lenme) veya akarların stratum corneumda tünel açmaları yüksektir. Nükleik asit testlerinin gonore gibi diğer enfek­
nedeniyle gelişen uyuz; kaşıntıya ve deri soyulmasına yol siyonların tanısındaki duyarlılığı, kültür testlerinin duyar­
açar. Isırık/sokma yerinde parazitin ağız parçaları, mikst lılığına yakındır. Eldeki mevcut nükleik asit miktarını ar­
bir lenfosit, makrofaj ve eozinofil infiltrasyonuyla birlikte tırmak amacıyla kullanılan kantitatif nükleik asit amplifi­
bulunabilir. Eklembacaklılar ayrıca; Lyme hastalığının et­ kasyon testleri; HIV, HBV ve HCV enfeksiyonlarının tıbbî
keni olan ve geyik kenesinin bulaştırdığı Borrelia burgdorfe­ tedavisinde yol gösterici olarak kullanılmaktadır.
ri gibi diğer patojenler için vektör rolünü üstlenebilir.

ENFEKSİYON ETKENLERİNİN YENİ ORTAYA ÇIKAN ENFEKSİYÖZ


TANINMASINDA KULLANILAN HASTALIKLAR
ÖZEL TEKNİKLER Yeni keşfedilen enfeksiyon etkenlerinin sayısı, şaşırtıcı şe­
kilde artmaya devam etmektedir. Önemli bazı hastalıkla­
Bazı enfeksiyon etkenleri, hematoksilen-eozinle boyanan ra neden olan enfeksiyon etkenleri; bu hastalıklarda kül­
kesitlerde görülebilir (sitomegalovirüsün (CMV) ve herpes tür çalışmalarının zorluğu nedeniyle, daha önce bilinme­
simpleks virüsünün (HSV) oluşturduğu inklüzyon cisim­ mekteydi. Helicobacter pylori ve peptik ülser hastalığı;
leri gibi). Bakteri kümeleri genellikle mavi renge boyanır; HBV, HBC ve Lejyoner hastalığı (pnömoni), bunlara ör­
Mantarlar içerisinde Candida ve Mucor, protozoonlarm nek gösterilebilir. AIDS nedeni olan HIV ve Lyme hastalı­
çok büyük bölümü ve tüm helmintler bu grupta yer alır. ğının nedeni olan Borrelia burgdorferi gibi enfeksiyon et­
Ancak birçok enfeksiyon etkenini en iyi şekilde görmek, kenleri, insanlar için yenidir. Diğer bazı enfeksiyonlar,
organizmaları hücre duvarlarının veya kılıflarının belirli AIDS tedavisinde veya nakledilmiş organ greftlerinin red­
özelliklerini temel alarak tanımamızı sağlayan; Gram, asi­ dinin önlenmesinde ve bazı kanserlerin tedavisinde im-
de dirençli boyama, gümüş, musikarmin ve Giemsa gibi münsüpresyonun daha sık kullanılmaya başlanmasıyla,
Mikropların Bulaşması ve Yayılması 315

artık daha sık görülmektedir. Son olarak da coğrafî bir Tablo 8-5 Potansiyel Biyoterörizm Etkenleri
bölgede sık görülen enfeksiyon hastalıkları, yeni bir coğ­
A Kategorisindeki Hastalıklar ve Etkenler
rafî bölgede de görülmeye başlayabilir. Örneğin Avrupa,
Asya ve Afrika'da yıllardır bilinmekte olan Batı Nil virü­ Şarbon: Bacillus anthracis
sü, ABD'de ilk olarak 1999'da bildirilmiştir. Botulizm: Clostridium botulinum toksin
Enfeksiyon hastalıklarının ortaya çıkmasında katkısı Veba: Yersinia pestis
olan çeşitli faktörler: Su çiçeği: Variola major virus
• İnsanların davranışları, enfeksiyonların yayılması ve Tularemi: Francisella tularensis
demografisi üzerinde etkilidir. AIDS ABD'de ilk ola­
Kanamalı viral hummalar: filovirüsler (örneğin Ebola, Marburg) ve
rak, daha çok eşcinsellerde ve ilaç bağımlılarında bildi­ arenavirüsler (örneğin Lassa, Machupo)
rilmiştir ama günümüzde daha çok heteroseksüellerde
görülen bir hastalıktır. Dünyada AIDS vakalarının en B Kategorisindeki Hastalıklar ve Etkenler
yüksek sayıda olduğu, Afrika'nın Güney Sahra bölge­ Malta humması: Brucella türleri
sinde AIDS, özellikle heteroseksüel hastalığıdır.
Clostridium perfringens’m epsilon toksini
• Çevre değişiklikleri bazen, enfeksiyon hastalıklarının
oranı üzerinde söz sahibi olmaktadır. ABD'nin doğu­ Besin güvenliliğine yönelik tehditler: Salmonella türleri, Escherichia
coli 0157:H7, Shigella, diğerleri
sundaki ormanların azalması; Lyme hastalığı, babesi­
osis ve ehrlichiosis gibi hastalıkları bulaştıran keneleri A t nezlesi: Burkholderia mallei
taşıyan farelerin ve geyiklerin sayısını çok fazla artır­ Melioidoz: Burkholderia pseudomallei
mıştır. Enfeksiyonların yayılmasında küresel ısınma da Psittakoz: Chlamydia psittaci
etkilidir. Örneği deng hummasını taşıyan ve önceleri Q humması: Coxiella burnetii
yalnızca ABD-Meksika sınırında görülen sivrisinekler, Ricinus communis’teki risin toksini
bugün ABD'nin 28 eyaletinde mevcuttur.
Stafilokok B enterotoksini
• Patojenler antibiyotiklerin yaygın olarak (ve aşırı) kul­
lanılmasına hızla uyum sağlamaktadır. Mycobacterium Tifüs: Rickettsia prowazekii
tuberculosis, Neisseria gonorrhoeae ve Staphylococcus au­ Viral ensefalit: alfavirüsler (örneğin Venezuela at ensefaliti, Doğu at
reus’ta antibiyotiklere direnç gelişmiştir ve günümüzde ensefaliti, Batı at ensefaliti)
yaygındır. Benzer şekilde, ilaçlara dirençli parazitlerin Su güvenliği tehditleri: Vibrio cholerae, Cryptosporidium parvum,
gelişmesi, Asya, Afrika ve Latin Amerika'da Plasmodi­ diğerleri
um falciparum enfeksiyonuna eşlik eden mortaliteyi bü­ C Kategorisindeki Hastalıklar ve Etkenler
yük ölçüde artırmıştır.
Önceleri bilinmeyen enfeksiyon hastalıkları tehdidi: Nipah virüs,
hantavirüs, olasılıkla diğerleri
BİYOTERÖRİZM ETKENLERİ C e n te r s f o r D is e a s e C o n t r o l a n d P r e v e n tio n I n f o r m a t io n ’d a n (w w w . b t .
c d c . g o v / b io t e r r o r i s m / 2 0 1 1 ) u y a rla m a .
2001 yılında ABD'de görülen şarbon saldırıları, bir za­
manlar teorik bir tehlike olan biyoterörizm tehdidini ne
yazık ki gerçeğe taşımıştır. ABD'deki CDC (Centers for karakter kazanır. Enfekte kişiler bu virüsü inkübasyon
Disease Control and Prevention) (Hastalık Kontrol ve Ön­ dönemi sırasında kolayca bulaştırdıklarından çiçek virü­
leme Merkezleri) silah olarak en tehlikeli mikroorganiz­ sü, kendisine karşı herhangi bir şekilde korunmamış bir
maları; yol açtıkları hastalıkların ne derece etkili bir şekil­ popülasyonda hızla yayılabilir. Çiçek aşısının rutin olarak
de bulaşabildiklerini, bu mikroorganizmalarının üretilme­ uygulanmasına 1972'de son verilmiş olduğundan, popü-
sinin ve dağıtılmasının ne derece zor olduğunu, bunlara lasyonun bu virüs karşısındaki bağışıklığı azalmış ve in­
karşı savunma amacıyla ne yapılabileceğini ve bunların sanları, çiçek hastalığına yakalanmaya ileri derecede elve­
kamuoyunu ne derece alarma geçirip, yaygın korku yay­ rişli duruma getirmiştir. Çiçek virüsünün biyoterörizmde
dıklarını temel alarak değerlendirilmiştir. Bu kriterlere da­ kullanılabileceği kaygısı aşılanmanın, bazı tıbbî ve askerî
yanan CDC biyolojik silahları; A, B ve C olarak üç katego­ personelde tekrar başlatılmasına neden olmuştur.
riye ayırmıştır (Tablo 8-5). B kategorisindeki biyoterörizm etkenleri orta derecede
Riskin en yüksek olduğu A kategorisindeki etkenler; kolaylıkla yayılarak, orta derecede morbiditenin, ancak
kişiden kişiye kolayca yayılabilir veya bulaşabilir; tipik düşük bir mortalitenin eşlik ettiği; spesifik tanı ve hasta­
olarak, halk sağlığı üzerinde önemli sonuçlara yol açma lık gözetimi gerektiren hastalıklara neden olur. Bu katego­
potansiyeli taşıyan ve mortalitesi yüksek hastalıklara ne­ rideki biyoterörizm etkenlerinin birçoğu besinlerle veya
den olur, kamuoyunda panik yaratan, sosyal bozulmalara suyla yayılabilir. C kategorisinde ise, temin edilebilirlik,
yol açan, kamuoyunun hazırlıklı olması için özel eylemle­ üretim ve yayılım, yüksek morbidite ve mortalite potansi­
re ihtiyaç doğuran pandemiler meydana getirebilir. Örne­ yeli ve sağlık üzerine etkileri açısından kitlesel yayılıma
ğin, çiçek hastalığı (smallpox) virüsü, ileri derecede bula­ uygun hale getirilebilecek yeni patojenler yer alır.
şıcı olması, %30 ve daha yüksek mortalite oranını ve etki­
li bir antiviral tedavisinin mevcut olmaması nedeniyle, A
kategorisine giren bir biyoterörizm etkenidir. Çiçek hasta­ MİKROPLARIN BULAŞMASI VE
lığı, öncelikle solunum yolu salgılarıyla veya deri lezyonla- YAYILMASI
rmdaki virüsle doğrudan temasla, kolayca yayılabilir. 7-17
gün arasında değişen inkübasyon döneminin ardından Mikropların Konağa Giriş Yolları
genellikle yüksek ateş, baş ağrısı ve sırt ağrısı şeklindeki
belirtilere yol açar; bunları, önce ağız ve farinks mukoza­ Mikroplar konağa derideki çatlaklar, inhalasyon veya cin­
sında, hastanın yüzünde ve kollarında belirerek, gövdeye sel ilişki yoluyla girebilir. Fiziksel engel oluşturan ve anti-
ve bacaklara yayılan bir deri döküntüsü izler. Başlangıçta mikrobik maddeler üreten, bütünlüğü bozulmamış deri ve
veziküller olan bu deri döküntüsü, daha sonra püstüler mukozalar, enfeksiyon karşısındaki ilk savunma hattıdır.
316 BÖLÜM 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

Solunum enfeksiyonlarıyla gastrointestinal ve ürogenital bakayla örtülüdür. Poliovirüs, enteropatik Escherichia coli,
enfeksiyonlar genel olarak; diğer bakımlardan sağlıklı ki­ Vibrio cholerae, Salmonella typhi ve Shigella flexneri gibi, çok
şilerde, bütünlüğü bozulmamış epitel engellerine zarar ve­ sayıda bağırsak patojeni, bağırsak lümeninden geçerek ko­
rebilme veya bu engelleri delebilme yeteneği taşıyan, nis­ nak dokularına girebilmek için M hücrelerim kullanır.
peten virülan mikroorganizmalar tarafından meydana ge­ Gastrointestinal kanal yoluyla bulaşan enfeksiyonlar, lokal
tirilir. Oysa sağlıklı kişilerdeki deri enfeksiyonlarının ne­ savunma mekanizmaları zayıfladığında veya mikroorganizma­
redeyse tümüne, derideki hasarlı yerlerden (kesitlerden ve lar, bu savunma mekanizmalarını etkisiz kılan stratejiler geliş­
yanıklardan) geçerek vücuda giren, virülansı daha az or­ tirdiğinde ortaya çıkar. Mide asiditesinin azalması, normal
ganizmalar neden olur. bakteri florasını değiştiren antibiyotikler kullanılması
(psödomembranöz kolitte olduğu gibi) veya peristaltik ha­
Deri reketlerin yavaşlaması ya da mekanik tıkanma, konak sa­
Derinin yoğun, keratinize dış tabakası enfeksiyon karşısın­ vunmasını zayıflatır. Zarflı virüsler safra ve sindirim en­
da doğal bir engeldir; deri pH değerinin düşük (5.5'dan az) zimleri tarafından inaktive edildiğinden gastrointestinal
olması ve deride bulunan yağ asitleri, normal flora dışında kanaldan vücuda, yalnızca zarfsız virüsler (örneğin hepa­
kalan organizmaların çoğalmasını inhibe eder. Deri flora­ tit A, rotavirus) girebilir.
sında normal olarak; Staphylococcus aureus ve Candida albi­ Enteropatojen bakteriler gastrointestinal hastalıklara çe­
cans gibi fırsatçı patojenler dahil bakteri ve mantarlar vardır. şitli yollardan neden olabilir:
Mikroorganizmaların büyük bir bölümü derideki yüzeysel • Staphylococcus aureus besinlere bulaşıp burada çoğala­
çatlaklardan (mantar enfeksiyonları), yaralardan (stafilo- rak; yendiği zaman, bağırsaklarda herhangi bir bakteri
koklar), yanıklardan (Pseudomonas aeruginosa) ve ayaklar­ üremesi olmaksızın besin zehirlenmesine yol açan,
daki diyabete veya basınca bağlı yaralardan (çoklu bakteri güçlü enterotoksinler üretir.
enfeksiyonları) geçerek vücuda girer. Hastanede tedavi gö­ • Vibrio cholerae ve enterotoksijenik Escherichia coli ba­
ren hastalardaki intravenöz kateterler, lokal ve sistemik ğırsak epiteline bağlanır ve epiteli örten mukus tabaka­
enfeksiyonlar için giriş kapısı olabilir. İğne batmaları kişi­ sında çoğalarak, epitel hücrelerinin fazla miktarda sıvı
nin enfekte kana maruz kalması yoluyla HBV, hepatit C salgılayıp sulu ishal yapmasına neden olan ekzotoksin-
virüsü (HCV) veya HIV bulaşmasına neden olabilir. Bazı ler salıverir.
patojenler deriden, böcek sokmaları/ısırıkları veya hayvan • Shigella, Salmonella ve Campylobacter bağırsak mukoza­
ısırıkları yoluyla geçer. Pire, kene, sivrisinek, akar ve bit sını ve lamina propriayı lokal olarak invaze edip zede­
sokmaları/ısırıkları derinin bütünlüğünü bozarak arbovi- leyerek klinikte dizanteri olarak bilinen ülserasyona,
rüslerin (sarı humma ve ansefalitin nedenleri); bakterile­ inflamasyona ve kanamaya yol açar.
rin (veba, Lyme hastalığı, Kayalık Dağlar lekeli humması); • Salmonella typhi hasarlı bağırsak mukozasını Peyer
protozoonlarm (sıtma ve leishmaniasis) ve helmintlerin (fi- plâklarından geçerek mezenterdeki lenf nodları üze­
lariasis) konak vücuduna girmesini sağlar. Hayvan ısırıkla­ rinden kan dolaşımına ulaşır ve olay sistemik enfeksi­
rı, bakteriler veya kuduz gibi belirli virüs enfeksiyonları yonla sonuçlanır.
için giriş kapısı olabilir. Bütünlüğü bozulmamış deriden Gastrointestinal kanalın mantar enfeksiyonları öncelikle,
geçebilme yeteneği, yalmzca birkaç organizmada var­ bağışıklık sorunları olan kişilerde görülür. Normal bağır­
dır. Örneğin tatlı su salyangozlarının suya bıraktığı Schis­ sak florasının bir üyesi olan Candida, çok katlı yassı epite­
tosoma larvaları; salgıladıkları, hücre-dışı matriksin çözül­ li tercih ederek ağızda pamukçuğa veya membranöz özo-
mesine neden olan enzimlerle yüzücülerin derisinden içe­ fajite neden olur ama mideye, alt gastrointestinal kanala
riye girer. Belirli mantarlar (dermatofitler), bütünlüğü bo­ ve diğer organlara da yayılabilir.
zulmamış boynuzsu tabakayı (stratum corneum), tırnak­ Bağırsak protozoonlan mide asidine dirençli kistler içeri­
ları ve saçları enfekte edebilir. sinde bulaşır. Bağırsaklara ulaşan kistler burada, hareketli
trofozoidlere dönüşerek, yüzeydeki lektinler aracılığıyla,
Gastrointestinal Kanal bağırsak epitelindeki şekerlere tutunur. Bundan sonra ola­
Gastrointestinal patojenler, dışkı materyaliyle kontamine caklar, protozoondan prozotoona değişir. Giardia lamblia
olmuş besinlerle veya suyla bulaşır. Deprem ve sel gibi do­ epiteldeki fırçamsı kenara tutunurken, kriptosporidyumlar
ğal afetler sırasında hijyen koşulları ortadan kalktığında, enterositler tarafından alınarak bu hücrelerde gametlerini
ishalli hastalıklar hızla yayılır. ve ookistlerini oluşturur. Entamoeba histolytica konak hücre­
Asidik mide salgıları, birçok gastrointestinal patojen lerini, kanal-oluşturan bir por proteinini üzerinden temas
karşısında önemli bir savunma sağlar ve bunların çoğu aracılığıyla gerçekleştirdiği sitolizle öldürür ve daha sonra
için ölümcül olan bir engel oluşturur. Sağlıklı gönüllülerin kolon mukozasını invaze ederek ülserasyonlara yol açar.
Vibrio cholerae tarafından enfekte edilebilmesi için bu Bağırsak helmintleri hastalığa, çok sayıda olduklarında veya
mikroorganizmadan 1 0 1 1 tane gerekir ama mide asidinin ektopik yerlere ulaştıklarında; örneğin bağırsak lumenini
nötralize edilmesi, enfeksiyon yapan dozun on binde bir tıkayarak ya da safra kanallarını invaze edip bu kanallara
azalmasına yol açar. Oysa Shigella ve Giardia kistleri gibi hasar vererek neden olur (Ascaris lumbricoides). Kancalı ba­
vücuda gastrointestinal yoldan giren bazı enfeksiyon et­ ğırsak solucanları bağırsaktaki villuslardan kan emerek de­
kenleri aside nispeten dirençli olduklarından, bunlardan mir eksikliği anemisine neden olur; balıklarda yaşayan bir
< 1 0 0 tanesi bile hastalığa yol açmak için yeterli olabilir.
parazit olan Diphyllobothrium, konakta B1 2 vitamini açığı
Gastrointestinal kanaldaki diğer normal savunma me­ yaratarak anemi yapar. Son olarak da çeşitli helmintlerin
kanizmaları arasında: (1) Bağırsak epitelini örten viskoz larvaları bağırsaklardan, başka bir organa ulaşmak amacıy­
mukus, (2 ) litik etkiye sahip pankreas enzimleri ve safra la geçer. Örneğin Trichinella spiralis larvaları tercihen kas­
deterjanları, (3) mukozalardaki defensinler adı verilen an- larda kist oluşturur, Echinococcus larvaları ise karaciğerde
timikrobik peptidler, (4) normal flora ve (5) salgılanan IgA veya akciğerlerde çoğalır.
antikorları, yer alır. IgA antikorları, mukoza ilişkili lenfoid
dokudaki (mucosa-associated lymphoid tissue) (MALT) Solunum Yolları
plazma hücreleri tarafından üretilir. Bu lenfoid kümelerin Herkes her gün, aralarında virüslerin, bakterilerin ve
üzeri, antijenlerin MALT'a taşınmasında önemli olan ve M mantarların yer aldığı çok sayıda mikroorganizmayı inha-
hücreleri denen özel epitel hücrelerinden yapılı, tek bir ta­ lasyon yoluyla ortamdan alır. Bunların birçoğu, toz veya
Mikropların Bulaşması ve Yayılması 317

aerosol partikülleri olarak inhale edilir. Bu partiküllerin Mikropların Vücutta Yayılması


solunum sisteminde aldıkları yolun uzunluğu, boyutlarıy­
la ters orantılıdır. Bu nedenle, büyük partiküller burnun Bazı mikroorganizmalar lokal olarak, enfeksiyonun başlangıç
ve üst solunum yollarının iç yüzeylerini döşeyen mukosi- yerinde çoğalırken diğerleri, epitel engelini geçerek lenfatiklerle,
liyer örtü tarafından tutulur. Goblet hücreleri tarafından kanla veya sinirlerle uzak yerlere yayılır (Resim 8 —6 ) .Yüzey­
salgılanan mukusta tutulan mikroorganizmalar, silyalarm sel enfeksiyon oluşturan patojenler, ya Vibrio cholerae gibi
hareketleriyle yukarıya, gırtlağa geri taşınır, yutulur ve te­ içi boş organların lumeninde yerleşir, ya epitel hücrelerine
mizlenir. Büyüklüğü 5 pm'dan küçük olan partiküller yapışır ya da yalnızca epitel hücrelerinin üzerinde veya
doğrudan doğruya alveollere gider ve burada alveoler içinde çoğalır (örneğin papillomavirüsler, dermatofitler).
makrofajlar veya sitokinlerin etkisiyle akciğerlerde topla­ Mikroorganizmalar vücutta çeşitli yollarla yayılabilir:
nan nötrofiller tarafından fagosite edilir.
Normal, sağlıklı solunum yollarını istilâ eden mikroorga­ • Bazı hücre-dışı bakteriler, mantarlar ve helmintler do­
nizmalar; mukosiliyer savunma mekanizmasının üstesinden kuları tahrip ederek doğrudan invazyona olanak veren,
gelebilen veya alveol makrofajlan tarafından yok edilmekten litik enzimler salgılar. Örneğin Staphylococcus aureus
kurtulmalarını sağlayan, spesifik mekanizmalar geliştirmiştir. konak hücrelerinin arasındaki hücre-dışı matriksi par­
Başarılı bazı solunum virüsleri bu savunma mekanizmala­ çalayan hiyaluronidaz salgılar. Invazif mikroorganiz­
rından, alt solunum yollarındaki ve farinksteki epitel hüc­ malar başlangıçta, direnci en az olan doku plânlarını
relerine tutunup bu hücrelerin içine girerek kurtulur. Ör­ izleyerek bölgesel lenfatiklere ulaşır. Staphylococcus au­
neğin influenza virusları, virus yüzeyinde, epitel hücrele­ reus lokalize apselerden, drenajın olduğu lenf nodülle-
rinin sialik asit proteinlerine bağlanan çıkıntılar hemaglü- rine gidebilir. Bu yolculuk bazen bakteriyemiye ve et­
tinin proteinleri içerirler. Bu tutunma konak hücreyi, virü­ ken organizmanın kalp, kemik gibi derindeki organla­
sü içine almak üzere uyarır ve hücreye giren virus, bu ra yayılmasına yol açar.
hücrelerde çoğalır. • Mikroorganizmalar kanda veya lenfte; ya hücre dışı sı­
Solunum hastalıklarına yol açan Haemophilus influen­ vı içinde serbest şekilde ya da konak hücreleri içinde
zae, Mycoplasma pneumoniae ve Bordetella pertussis gibi ba­ bulunur. Poliovirüs, HBV gibi bazı virüsler, bakterilerin
zı patojen bakteriler, mukosiliyer aktiviteyi bozan toksin­
ler salgılar. Sağlıklı akciğerlerdeki savunma mekanizmala­
rının üstesinden gelme yeteneğine sahip olmayan bazı Giriş kapısı Enfeksiyon
bakteriler, solunum enfeksiyonlarına yalnızca risk altın­
daki konaklarda neden olabilir. İnfluenzayı izleyen Strep­
tococcus pneumoniae ve Staphylococcus aureus; viral enfek­
siyonun koruyucu, silyalı epitel kaybına yol açması nede­
niyle, pnömoniye neden olabilir. Mukosiliyer savunma
mekanizması, sigara içenlerde ve kistik fibroz hastaların­
da kronik; entübe edilen veya mide asidini aspire eden
hastalarda akut olarak hasar görür.
Bazı solunum patojenleri fagositozdan veya fagosite edildik­
ten sonra tahrip olmaktan kurtulur. Örneğin Mycobacterium
tuberculosis, makrofajlardaki fagolizozomlardan kurtulabil-
diği için alveollerde yerleşir. Fırsatçı mantarlar akciğerleri,
hücresel bağışıklık çökmüşse veya lökosit sayısı azalmışsa
(örneğin P. jiroveci AIDS hastalarında, Aspergillus türleri
kemoterapi sonrası) enfekte eder.

Ürogenital Kanal
Üriner kanal hemen her zaman için, üretra yoluyla dışarıdan
gelen bakteriler tarafından invaze edilir. İdrar kanalının mik-
siyon sırasında düzenli olarak "yıkanması", istilâcı mikro­
organizmalara karşı bir savunma mekanizması olarak
fonksiyon görür. Mesanedeki idrar genellikle sterildir ve
Neisseria gonorrhoeae, Escherichia coli gibi başarılı patojen­
ler, üriner epitele yapışır. Enfeksiyonda anatomi önemli
bir rol oynar. Mesaneyle deri arasındaki uzaklık (yani
iiretramn uzunluğu) erkeklerde 2 0 , kadınlarda ise yalnız­
ca 5 cm olduğundan, kadınlardaki üriner kanal enfeksi­
yonlarının sıklığı erkeklerdekinin 1 0 katıdır. Üriner kana­
lın tıkanması veya idrar reflüsü, normal savunma meka­
nizmalarını zora sokarak, üriner kanal enfeksiyonlarına
Resim 8 - 6 Virüslerin vücuda girme ve vücutta yayılma yolları.
olan duyarlılığı artırır. Üriner kanal enfeksiyonları çoğu
Mikroplar vücuda girebilmek için epitel veya mukoza engellerini
zaman, mesaneden böbreklere doğru retrograd yayılarak delip geçerler. Enfeksiyon, giriş yerinde lokalize olabilir veya vücu­
akut ve kronik piyelonefrite neden olur. dun diğer yerlerine yayılır. En sık karşılaşılan ve seçili örnekleri
Vajina, puberteden menopoza kadar, normal epitelde- burada verilen mikroplar, lenfatiklerle veya kan dolaşımıyla
ki laktobasillerin glikojeni katabolize etmesinden kaynak­ (serbest şekilde veya inflamatuar hücrelerin içerisinde yer alarak)
lanan düşük pH değeri sayesinde patojenlerden korunur. yayılır. Ancak bazı virüsler ve bakteri toksinleri, sinirler boyunca da
Antibiyotikler bu basilleri öldürebilir ve maya mantarları­ yolculuk yapabilir.
nın aşırı çoğalmasına izin vererek vaginal candidiasis ile (Mims C A : The Pathogenesis o f Infectio us D isease, 4th ed. San Diego, A ca d em ic
sonuçlanır. P ress, A B D , 1996'dan uyarlam a).
318 B Ö L Ü M 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

büyük bölümü ve mantarlar, Afrika tripanozomu gibi sekresyonlarıyla vücut dışına atılır. Solunum patojenle­
bazı protozoonlar ve tüm helmintler kanda, plazma rinin, aralarında influenza virüslerinin de yer aldığı
içinde serbest olarak taşınır. Lökositler; herpesvirüsler, çok büyük bir bölümü, solunum yollarından gelen bü­
HIV, mycobacteriumlar, Leishmania ve Toxoplasma gibi yük damlacıklar içerisinde, 90 santimetreyi aşan uzak­
enfeksiyon etkenlerini taşıyabilir. Plasmodium ve Babe­ lıklara yayılır. Mycobacterium tuberculosis ve varicella-
sia, eritrositlerin içinde taşınır. zoster virüsü gibi az sayıda organizma solunum yolla­
• Virüslerin çok büyük bölümü lokal olarak, replikasyon- rından, uzun mesafelere gidebilen damlacıklar veya toz
la ve enfeksiyöz virionlarm serbest kalmasıyla hücre­ partikülleri üzerinden hava yoluyla bulaşır.
den hücreye yayılır, ama diğerleri hücreden hücreye, • Shigella, Giardia lamblia ve rotavirüs gibi bağırsak lüme-
konak hücrelerin füzyonuyla veya sinirler boyunca ta­ ninde veya epitelinde çoğalan organizmalar dışkıda
şınarak (kuduz virüsüyle varicella-zoster virüsü gibi) mevcuttur. Hepatit A virüsü gibi karaciğerde veya (Sal­
yayılabilir. monella serotip typhi) gibi safra kesesinde çoğalan or­
Patojenlerin kanla yayılmasının, önemsiz ya da çok ağır ganizmalar, safrayla bağırsağa taşınır ve vücuttan dış­
sonuçları olabilir. Kanla yayılan enfeksiyon odakları, bir kıyla atılır.
apsede veya tüberkiilomda olduğu gibi tek ve büyük ya da ® Vücuttan kan yoluyla çıkan patojenler; omurgasız vek­
milyer tüberkülozdaki veya Candida mikroapselerindeki törlerle, tıbbî uygulamalarla (kan nakli, kullanılan ci­
gibi çok sayıda ve küçük olabilir. Kan dolaşımının virülan- hazların tekrar kullanılması) veya intravenöz uyuşturu­
sı düşük olan veya virülan olmayan mikroplar tarafından, cu kullananların aynı iğneyi paylaşmalarıyla bulaşır.
invaze edilmesi (örneğin diş fırçalarken) sıktır ama kona­ Aralarında Plasmodium türlerinin ve arbovirüslerin de
ğın normal savunma mekanizmaları tarafından çabucak yer aldığı, kan yoluyla bulaşan parazitler, böcek sok­
denetim altına alınır. Oysa virülan patojenler tarafından malarıyla yayılır.
meydana getirilen dissemine viremi, bakteriyemi, funge- • İdrar, insan konaktan çıkış yolu olarak az sayıda orga­
mi veya parazitemi ciddi bir tehlikedir ve kendisini ateş nizmanın kullandığı bir yoldur. Bunlardan biri olan
yükselmesiyle, kan basıncının düşmesiyle ve sepsisin çok Schistosoma haematobium, mesane venlerinde çoğalır ve
sayıdaki diğer sistemik bulgu ve belirtileriyle gösterir. Kan idrara ulaşan yumurtalar bırakır.
dolaşımının bakteriler tarafından yoğun bir şekilde inva­
• Cinsel yoldan bulaşan enfeksiyonlar üretrayı, vajinayı,
ze edilmesi, önceden sağlıklı olan bireylerde bile hızla ölü­
serviksi, rektumu veya farinksi enfekte ederek buralar­
me neden olan sepsise yol açabilir.
dan yayılır. Söz konusu enfeksiyonlara neden olan orga­
Enfeksiyon hastalıklarının önde gelen belirtileri, mikropla­
nizmalar, çevrede canlı kalamamaları nedeniyle, kişiler
rın giriş kapısından uzak yerlerde ortaya çıkabilir. Örneğin
varicella-zoster ve kızamık virüsleri vücuda hava yolların­ arasındaki doğrudan temasla bulaşmak durumundadır.
dan girer, ama deri döküntülerine neden olur; poliovirüs Cinsel yoldan bulaşan enfeksiyonlar, enfekte oldukları­
vücuda bağırsaklardan girer, ama motor nöronları öldüre­ nın farkında olmayan insanlarda sıklıkla semptom ver­
rek felç yapar. Schistosoma mansoni adlı parazit deriyi de­ meyebilir. Bu enfeksiyon etkenlerinden biriyle enfekte
lerek vücuda girer ama sonunda, portal sistem ve mezen- olunması, söz konusu etkenlerin tümünün ortak risk
ter damarlarına yerleşip karaciğer ve bağırsak hasarına faktörlerini paylaşması nedeniyle, bu gibi diğer enfeksi­
neden olur. Schistosoma henıatobium, mesanede yerleşerek yonların da bulaşma riskini artırır. Cinsel yoldan bula­
sistite yol açar. Kuduz virüsü, kuduz hayvanın ısırdığı yer­ şan enfeksiyonlar, Bölüm 17 ve 18'de anlatılmaktadır.
den duyu nöronlarında ters yönde yol alarak ensefalite ve • Anneden fetusa veya yenidoğana geçiş şeklindeki verti-
ölüme neden olacağı beyne ulaşır. kal bulaşma; başlıca üç anatomik yoldan gerçekleşir.
Plasental-fetal bulaşma olasılığı en fazla, gebelik sırasın­
M ikropların Vücuttan Çıkışı ve Bulaşması*• da bir patojenle primer enfeksiyon geçirmiş olan anne­
lerde söz konusudur. Oluşacak zarar, fetusun hangi ge­
Mikropların bulaşma yeteneği, dayanıklılıklarına bağlıdır. lişme evresinde olduğuna bağlıdır. Örneğin gebeliğin
Bazı mikroplar tozda, besinlerde veya suda uzun süre ya­ ilk üç ayı içerisindeki kızamıkçık enfeksiyonu bebekler­
şayabilir. Bakteri sporları, protozoon kistleri ve helmintle- de konjenital kalp malformasyonlarına, zeka geriliğine,
rin kalın kabuklu yumurtaları, kuru ve soğuk ortamlarda kataraktlara veya sağırlığa neden olabilirken, gebeliğin
canlı kalabilir. Daha az dayanıklı olan mikroorganizmala­ son üç ayında gelişen aynı enfeksiyon, bebeğe pek az
rın ise kişiden kişiye, çoğu zaman doğrudan temas yoluy­ zarar verir. Vertikal bulaşma, yenidoğanırı doğum kana­
la hızla geçmesi, bulaşması gerekir. lından geçişi sırasında (örneğin gonokokların veya kla-
Mikroorganizmanın vücuttan çıkış yolu, bulaşma için midyaların neden olduğu konjunktivit) veya anne sütü
giriş yolu kadar önemlidir. Mikroorganizmalar konağı yoluyla da (örneğin CMV ve HBV) gerçekleşebilir. Ge­
terk edip yeni kurbanlara bulaşabilmek için normalde sal­ be kadınlarda cinsel yoldan bulaşan enfeksiyon tanısı­
gılanan, vücuttan uzaklaştırılan veya dökülen tüm sıvıları nın konulması, bu vertikal geçiş, annenin veya yenido-
ve dokuları kullanır. ğanm tedavi edilmesiyle önlenebildiği için önemlidir.
• Deri florasının Staphylococcus aureus gibi üyeleri ve de­ Örneğin anneden bulaşan HIV, çocuklardaki AIDS
ride enfeksiyon yapan, dermatofitler dahil patojenler, hastalığının başlıca nedenidir; bu bulaşma hemen her
dökülen deride bulunabilir. Cinsel yoldan bulaşan bazı zaman, doğum sırasında gerçekleşir. HIV ile enfekte
patojenler, genital deri lezyonlarmdan bulaşabilir. gebe kadınlarda antiretroviral tedavi kullanılması ve ye-
• Kabakulak virüsü, sitomegalovirüs ve kuduz virüsü, nidoğanm tedavi edilmesi, vertikal geçişte %25 olan bu­
tükürük bezlerinde çoğalan ve tükürükle yayılan en­ laşma oranının, <%2 'ye düşmesini sağlayabilmektedir.
feksiyon etkenleridir. Mikroplar ayrıca hayvanlardan insana (zoonotik enfeksi­
• Normal solunum florasının üyeleri olan veya solunum yonlar) temasla veya hayvansal ürünlerin tüketilmesiyle
yolu enfeksiyonlarına neden olan virüsler ve bakteriler; doğrudan ya da omurgasız vektörler tarafından dolaylı
konuşma, öksürme ve hapşırma sırasında solunum yoldan bulaşabilir.
Mikroorganizmalar Nasıl Hastalık Yapar 319

ihtiyaç vardır; örneğin influenza virüsünün hemaglüti-


O ÖZET nini, bir konak proteazmı parçalar ve aktive eder.
Mikropların Bulaşması • Bir virüsün sadece belli hücrelerin içerisinde çoğalabil-
me yeteneğine sahip olması, viral enhancer and pro­
• Enfeksiyonlar doğrudan veya dolaylı temasla, solunum yo­ moter elemanlarını tanıyan, hücre tipi için spesifik
lundan çıkan damlacıklarla, fekal-oral yoldan, cinsel yol­ transkripsiyon faktörlerinin varlığına bağlıdır. Örneğin
dan, anneden fetusa ya da yenidoğana vertikal geçiş şek­ lökoensefalopatiye neden olan JC virüsü (Bölüm 22),
linde ya da böceklerle/eklembacaklı vektörlerle bulaşabi­ özellikle, merkez sinir sistemindeki oligodendroglial
lir. hücrelerde çoğalır; bunun nedeni, viral gen ekspresyo-
• Bir patojen normal konak yanıtlarının üstesinden gelebile­ nunu düzenleyen, enhancer and promoter DNA dizile­
cek virülansa sahip ise ya da konak savunması sorunlu ise, rinin glial hücrelerde aktif olması, nöronlarda veya en-
o patojen enfeksiyon oluşturabilir. dotel hücrelerinde aktif olmamasıdır.
• Enfeksiyona karşı konağın savunmaları şunlardır: ® Kimyasallar ve ısı gibi fiziksel faktörler, doku tropizmi­
° Deri: sert, keratin engeli; düşük pH, yağ asitleri ne katkıda bulunur. Örneğin enterovirüslerin bağırsak­
° Solunum sistemi: alveoler makrofajlar ve solunum epi- ta çoğalabilmesi kısmen, asit, safra ve sindirim enzim­
telinin mukosiliyer tem izlik mekanizması, IgA lerinin inaktive edici etkilerine karşı dirençli olmaları
ö Gastrointestinal sistem: asit mide pH’ı, akışkan olmayan
nedeniyledir. Rinovirüsler üst solunum yollarındaki
mukus, pankreas enzimleri ve safra, defensinler, IgA ve
hücreleri enfekte eder; bunun nedeni söz konusu vi­
rüslerin en iyi, bu yerdeki düşük ısı derecelerinde ço-
normal flora
ğalabilmesidir.
o Ürogenital kanal: kanalın her miksiyon sırasında tekrar­
lanan yıkanması, komensal vagina florasının yarattığı
Virüsler konak hücrelerine girdikten sonra bu hücrelerde,
birçok farklı mekanizma üzerinden hasara veya hücre
asit ortam
ölümüne neden olabilir (Resim 8-7):
• Direkt sitopatik etkiler. Virüsler hücreleri; konak için
önemli makromoleküllerin sentezini önleyerek, parça­
lanmaya yol açan enzimler ve toksinler üreterek ya da
M İK R O O R G A N İZM A LA R NASIL apoptoz başlatarak öldürür. Örneğin poliovirüs konak
HASTALIK YAPAR proteinlerinin sentezini, konak hücre haberci RNA'sı-
mn (mRNA) translasyonu için kesinlikle gerekli olan
Enfeksiyon etkenleri aşağıdaki üç mekanizmadan her­ "cap-binding" proteinini inaktive ederek engeller ama
hangi birini kullanarak enfeksiyona ve doku hasarına ne­ poliovirüs mRNA'sim etkilemez. HSV, hücredeki DNA,
den olur: mRNA ve konak DNA'sım parçalayan diğer proteinleri
® Konak hücreleriyle doğrudan temas ederek veya bu
hücrelere girerek, doğrudan hücre ölümüne yol açabi­
lirler.
• Belirli bir uzaklıktaki hücreleri öldüren toksinler veya
doku bileşenlerini parçalayan ya da kan damarlarına
zarar verip iskemik nekroza neden olan enzimler sala­
bilirler.
® Konakta kendilerine karşı oluşan, ancak ek doku hasa­
rına neden olan bağışıklık yanıtlarına yol açabilirler.
Konağın savunma yanıtları, Bölüm 2 ve 4'te de anlatıl­
dığı gibi, hem iyi hem kötüdür. Enfeksiyonun üstesin­
den gelinmesi için gereken bu yanıtlar aynı zamanda,
doku hasarına doğrudan katkıda da bulunabilir.
Virüslerin ve bakterilerin konak dokularına zarar verme­
sine yol açan bazı mekanizmalar, aşağıda anlatılmaktadır.

Viral Hasarın Mekanizmaları

Virüsler konak hücrelerine, hücre içerisine girerek ve burada


konak aleyhine çoğalarak hasar verebilir. Viral enfeksiyonun
belirtileri virüsün, spesifik doku ve hücre tiplerine yönel­
me özelliğine (tropizm) bağlıdır.
® Doku tropizminin başta gelen faktörlerinden biri konak
hücrelerinde viral reseptörlerin varlığıdır. Virüslerde, ko­
nak hücrenin yüzeyindeki proteinlere bağlanan, özel
yüzey proteinleri vardır. Birçok virüs konak hücresine
girmek için hücredeki normal reseptörleri kullanır. Ör­
neğin HIV glikoproteini gp!20, T hücrelerinin üzerin­
deki CD4'e ve kemokin reseptörleri CWCR4 (özellikle
T hücrelerinin üzerinde yer alır) ile CCR5 (öncelikle
makrofajlarda bulunur) (Bölüm 4). Bazen, virüsün ko­
nak hücrelerine bağlanabilmesi için doku proteazlarma Resim 8 -7 Virüslerin hücrelerine hasar verme mekanizmaları.
320 BÖLÜM 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

inhibe eden proteinler üretir. Bazı virüsler, proapoptotik ® Bakteri popülasyonları, hücre-dışı polisakkaridlerden
proteinler (örneğin HIV vpr proteini) üreterek apoptozu oluşan ve konak dokularına ya da intravasküler kateter-
uyarabilir. Viral replikasyon da konak hücrelerde apop­ lere, yapay eklemlere yapışan koyu bir örtü olarak görü­
tozu tetikleyebilir. Bunu, viral komponenetlerin bir ara­ len ve organizmaların içinde yaşadıkları biyofilmler
ya gelmesi sırasındaki endoplazmik retikulum düzensiz­ oluşturabilir. Biyofilm, bağışıklık efektör mekanizmala­
likleri gibi hücre içi mekanizmalar üzerinden yapar. Bu rının bakterilere ulaşmasını engelleyerek antimikrobik
düzensizlikler apoptoza aracılık eden proteazları (kas- ilaçlara karşı olan dirençlerini artırır. Biyofilm oluşumu;
pazlar) aktive ederler. bakteriyel endokardit, yapay eklemlerdeki enfeksiyon­
• Antiviral immün yanıtlar. Konak hücrelerinin üzerinde­ lar ve kistik fibroz hastalarındaki solunum enfeksiyon­
ki virüs proteinleri, bağışıklık sistemi tarafından tanı­ larının varlıklarını devam ettirmelerinde ve nüksetmele­
nabilir ve lenfositler, virüsle enfekte hücrelere saldıra- rinde önemli gözükmektedir.
bilir. Sitotoksik T lenfositleri, (CTL'ler) viral enfeksi­
yonlara karşı savunmada önemlidir, ama doku hasarın­ Bakterilerin Konak Hücrelere Yapışması
dan sorumlu da olabilir. Hepatit B sırasındaki akut ka­ Bakterilerin yüzeyinde yer alarak konak hücrelere veya
raciğer yetmezliği, enfekte hepatositlerin sitotoksik T hücre dışı matrikse bağlanan moleküller, adhesinler olarak
lenfositleri aracılığıyla tahrip olması sonucu hızlanabi­ adlandırılır. Çeşitli bakterilerin yapışmasında, farklı olu­
lir. Aslında söz konusu T lenfositlerin bu etkisi, enfek­ şumlar rol oynar (Resim 8-2). Streptococcus pyogenes'te
siyonun temizlenmesine yönelik, normal bir yanıttır. hücre duvarından dışarıya doğru uzanarak hücre-dışı
• Enfekte hücrelerin benign ya da malign tümör hücreleri­ matrikste ve konak hücrelerin yüzeyinde bulunan fibro-
ne transformasyonu. Farklı onkojen virüsler hücrelerin nektine bağlanan, protein F ve teikhoik asit vardır. Diğer
çoğalmasını ve yaşamasını, çeşitli yollardan uyarabilir. bakterilerin yüzeylerinde pili (piluslar) adı verilen fila-
Virüsün kodladığı onkojenlerin ekspresyonu, anti- mentöz proteinler yer alır. Pili sapları yapısal olarak koru­
apoptotik stratejüer ve viral genomun konak DNA'sma
nurken, pili uçlarındaki amino asitler değişiktir ve bakte­
girmesinin, yakındaki konak genlerinin ekspresyonu-
rilerin bağlanma spesifitesini belirler. İdrar yolu enfeksi­
nu değiştirmesi (insertional mutagenesis) bu mekaniz­
yonlarına neden olan Escherichia coli'de, üroepitelyal hüc­
malardandır. Viral transformasyon mekanizmaları çok
relerin yüzeylerindeki gal(al-4)gal'e bağlanan, benzer­
sayıdadır ve Bölüm 5'te anlatılmaktadır.
siz, spesifik bir P pilusu yer alır. Neisseria goııorrhoeae bak­
Bakteriyel Hasar Mekanizmaları terilerinin üzerindeki piluslar (pili), bakterilerin konak
hücrelere yapışmasında aracılık eder, aynı zamanda ko­
Bakteri Virülansı naktaki antikor yanıtının hedefidir. Bakteri piluslarmdaki
Bakterilerin konak dokularında hasara neden olması; konak değişiklikler, bu bakterinin bağışıklık yanıtından kurtul­
hücrelerine bağlanma, hücrelerle dokuları invaze edebilme ve­ masında önemli bir mekanizmadır.
ya toksin salgılayabilme yeteneklerine bağlıdır. Patojen bakte­
rilerde, bu özellikleri sağlayan proteinleri kodlayan, viru- İntrasellüler Bakterilerin Virülansı
lans genleri vardır. Viriilans genleri sıklıkla, patojenisite
Fakültatif intrasellüler bakteriler genellikle epitel hücrele­
adaları adı verilen kümeler şeklinde gruplanmışlardır. Az
rini (Shigella ve enteroinvazif Escherichia colî), makrofajları
sayıda virülans geni, bakterinin zararlı olup olmadığını be­
lirleyebilir. insanlarda enfeksiyon yapan Salmonella suşları, (.Mycobacterium tuberculosis, Mycobacterium leprae) veya
tek bir tür oluşturacak derecede birbirine yakındır, ama her ikisini (Salmonella typhi) enfekte eder. Bakterilerin
izole edilen bir Salmonellamn yaşamı tehlikeye sokan tifo­ hücre içinde çoğalması; antikorlar ve kompleman gibi be­
ya ya da kendiliğinden iyileşen gastroenterite neden olaca­ lirli bağışıklık efektör mekanizmalarından kurtulmasına
ğını, az sayıda virülans geni belirler. olanak verir ya da vücutta yayılmalarını kolaylaştırabilir.
Plazmidler ve bakteriyofajlar (virüsler), bakteriden bak­ Örneğin makrofajlar, içlerindeki Mycobacterium tuberculo-
teriye yayılan, toksinler ve veya antibiyotikler karşısında sisi akciğerlerden, vücudun diğer yerlerine taşır.
direnç sağlayan enzimler gibi virülans faktörlerini kodla- Bakteriler, konak hücrelerine girebilmek için çok sayıda
yabilen genetik öğelerdir. Bunların her ikisi de patojen ol­ mekanizma geliştirmişlerdir. Bazıları makrofajlara girmek
mayan bir bakteriyi, virülan bir bakteriye dönüştürebilir. için, konağın bağışıklık yanıtını kullanır. Bakterilerin anti­
Bakteriler arasında gerçekleşen plazmid ve bakteriyofaj korlarla veya kompleman proteini C3b ile kaplanması (op-
alışverişi; bunları alan bakterilere sağkalım avantajı ve/ve- sonizasyon), makrofajlar tarafından fagosite edilmelerini
ya hastalıklara neden olabilme kapasitesi sağlayabilir. An­ sağlar. Mycobacterium tuberculosis, diğer birçok bakteri gi­
tibiyotik direnci kodlayan transpozonlar veya plazmidler, bi alternatif kompleman yolağım harekete geçirir ve ken­
antibiyotiğe duyarlı bir bakteriyi dirençli bir bakteriye dö­ disinin, C3b ile opsonize ve böylelikle yaşamlarını devam
nüştürerek etkili tedaviyi zorlaştırabilir. ettirdikleri makrofajlar tarafından fagosite edilmesine yol
Bakteri popülasyonları ayrıca, çeşitli şekillerde birlikte açar. Bazı gram-negatif bakteriler epitel hücrelerine gir­
hareket ederek virülanslarında değişiklik yapabilirler. mek içtin tip III salgı sistemini kullanır. Bu sistemde, bakte­
• Birçok bakteri türü büyük bir popülasyon içerisinde gen ri yüzeyinden dışa doğru uzanan ve hücre duvarına bağla­
ekspresyonunu koordine bir şekilde, yeter sayısı algıla­ nıp bu membranda porlar açmasını sağlayan, iğne-benzeri
masıyla (quorum sensing) düzenleyebilir ve bu sayede, vi­ oluşumlar vardır. Daha sonra bu porlardan bakterinin içe­
rülans genleri gibi spesifik genlerin ekspresyonu, bakte­ risine enjekte edilen bakteri proteinleri, hücre iskeletinin
ri konsantrasyonu yüksek değerlere ulaştığında gerçek­ yeniden düzenlenmesine aracılık ederek bakterinin içeri­
leşir. Böylece bakteriler konak savunmasının üstesinden ye girmesini kolaylaştırır. Son olarak, Listeria monocytoge­
gelebilmek için, bir apse veya konsolide pnömoni gibi nes gibi bakteriler hücre iskeletinde, doğrudan doğruya
farklı odaklarda çoğalabilir. Staphylococcus aureus virü­ hücreden hücreye yayılmalarına yol açan manipülasyonlar
lans faktörlerini, autoinducer peptidler salgılayarak, koor- gerçekleştirir ve bu sayede olasılıkla bakterilerin, bağışık­
dineli bir şekilde düzenleyebilir. Bakteriler gittikçe artan lık savunmalarından kurtulmasını sağlar.
konsantrasyonlarda çoğaldıkça, otoinducer peptid dü­ İntrasellüler bakteriler, konak hücresiyle etkileşime gir­
zeyleri de yükselerek ekzotoksin üretimini uyarır. mek amacıyla farklı stratejiler izler. Shigella ve Escherichia
Mikroorganizmalar Nasıl Hastalık Yapar 321

coli konaktaki protein sentezini inhibe eder, hızla çoğalır


ve hücreyi birkaç saat içerisinde parçalar. Makrofajlar ta­
rafından fagosite edilen bakterilerin büyük bölümü gerçi
makrofaj, fagolizozoma oluşturmak üzere asidik lisozom-
la bütünleştiğinde öldürülür ama belirli bakteriler, bu sa­
vunma mekanizmasından da kurtulur. Örneğin Mycobac­
terium tuberculosis, lizozomun, fagolizozomla oluşturmak
üzere, fagozomla bütünleşmesini engelleyerek bakterile­
rin, makrofaj denetiminden kurtulup çoğalmasına olanak
verir. Diğer bakteriler makrofajlarda, fagozomdan kaça­
rak ölmekten kurtulur. Listeria monocytogenes, listeriolizin
O adı verilen ve porlar oluşturan bir protein ve fagozom
membranmı parçalayan iki fosfolipaz üreterek bakterile­
rin sitoplazmaya kaçmasını sağlar.

Bakteri Toksinleri
Bakteriler tarafından üretilerek hastalığa katkıda bulunan
herhangi bir madde, toksin kabul edilebilir. Toksinler bak­
teri duvarının bileşenleri olan endotoksinler ve bakteri ta­
rafından salgılanan proteinler olan ekzotoksinler olarak sı­
nıflandırılır.
Bakteri endotoksini, gram-negatif bakterilerdeki dış zarın
l
Hücreden su çıkması
bir bileşeni olan bir lipopolisakariddir (LPS) (Resim 8-2). 1
Lipopolisakkarid, merkezdeki bir şeker zincirine bağlı, ÖDEM HÜCRE ÖLÜMÜ
uzun bir yağ asidi zincirinden (lipid A) oluşmaktadır. Lipo-
polisakaridlerdeki bu yapı taşlarının her ikisi de, tüm Resim 8 - 8 Antraks (şarbon) ekzotoksininin etki mekanizması.
“ Koruyucu antijen” olarak da adlandırılan B bileşeni; bir hücre yü-
gram-negatif bakterilerde birbirlerine çok benzer. Merkez­ zey-proteinine bağlanır, bir konak proteazının etkisiyle parçalanır
deki şeker, değişken bir karbonhidrat zinciridir (O antije­ ve bir heptamer oluşturur. A bileşeninin alt-birimleri (ödem faktö­
ni); bakteri serotiplerinin belirlenmesinde, tanı amacıyla rü [EF] ve öldürücü faktör [LF]) B heptamerine bağlanarak hücreye
kullanılır. Lipid A, konak hücrelerin yüzeyindeki CD14'e, girer ve sitoplazmada serbest kalır. Ödem faktörü kalmoduiine ve
bu şekilde oluşan kompleks ise; doğal bağışıklık sistemin­ kalsiyuma bağlanarak, hücre içindeki siklik adenozin monofosfat
deki bir pattern belirleme reseptörü olan ve hücre aktivas- miktarının (cAMP) artmasına yol açan adenilat siklazı meydana ge­
yonuyla inflamatuar yanıtları teşvik eden sinyalleri nakle­ tirir. cAMP, hücre dışına su çıkmasına ve interstisyel ödeme neden
den Toll-benzeri reseptör 4'e (TLR4) bağlanır. Lipopolisak- olur. Öldürücü faktör (LF), mitojenle aktive olan protein kinazları
(MAPKK) tahrip ederek hücrenin ölümüne yol açar.
karide verilen konak yanıtı, konak açısından hem yararlı
hem de zararlı olabilir. LPS koruyucu bağışıklığı birçok
yolla aktive eder. Bunlar içerisinde bulunan; önemli sito- etki mekanizması anlaşılmıştır (Resim 8 - 8 ). Bu toksin­
kinlerin ve kemoatraktanlarm indüksiyonuna yol açması, de; ödem faktörü (edema factor) (EF) ve öldürücü faktör
ayrıca T lenfositi aktivasyonunu artıran kostimülatör mole­ (lethal factor) (LF) olmak üzere, sıralı iki bileşen vardır;
kül ekspresyonunu artırması, konak açısından faydalıdır. EF ve LF, B bileşenine bağlandıktan sonra hücreye gire­
Buna karşılık lipopolisakkarid düzeylerinin yüksek olma­ rek farklı patolojik etküerde aracı rolünü üstlenir.
sı, septik şokta, dissemine intravasküler koagülasyonda • Sup erantijenler T hücresi reseptörünün korunmuş bö­
(DIC) ve akut solunum zorluğu sendromunda (şok akciğe­ lümlerine bağlanarak çok yüksek sayıda T lenfositini
ri); öncelikle TNF 4 gibi sitokinlerin aşırı düzeylerde in- uyarır; bu bağlanma T lenfositlerinin yoğun bir şekilde
düksiyonu nedeniyle, önemli rol oynar (Bölüm 4). çoğalmasına ve sitokin salıvermesine yol açar. Yüksek
Ekzotoksinler bakteri tarafından salgılanarak hücre ha­ düzeydeki sitokinler kapiller sızıntı ve bunu izleyen,
sarına ve hastalığa neden olan proteinlerdir. Bu protein­ şok tablosuna neden olur. Staphylococcus aureus ve
ler, etki mekanizmalarına ve yerlerine göre geniş katego­ Streptococcus pyogenes tarafından üretilen superantijen-
rilere ayrılabilir. ler, toksik şok sendromundan sorumludur.
• Enzimler. Bakteriler proteazlar, hiyaluronidazlar, koagü- • Clostridium botulinum ve Clostridium tetani tarafından
lazlar, fibrinolizinler gibi, kendi substratlarma in vitro üretilen nörotoksinler, nörotransmiterlerin serbest kal­
etki eden enzimler salgılar; ancak bunların yalnızca bir­ masını inhibe ederek felce yol açar. Bu toksinler hücre­
kaçının hastalıktaki rolleri bilinir. Örneğin eksfolyatif yi öldürmez; bunun yerine, toksindeki A bileşenleri si-
toksinler Staphylococcus aureus tarafından üretilen pro- naps kavşağında nörotransmiterlerin salgılanmasını
teazlardır; bu enzimlerin keratinleri bir arada tutan pro­ sağlayan proteinleri parçalar. Tetanoz ve botulizm; gö­
teinleri parçalayarak epidermisin, derinin derinliklerin­ ğüs kaslarıyla diafragma felcine bağlı solunum yetmez­
den ayrılmasına yol açtıkları bilinmektedir. liği nedeniyle ölümle sonuçlanabilir.
• Hiicre-için sinyalizasyonları ve düzenleyici yoluklan değişti­ • Enterotoksinler gastrointestinal kanalı farklı yollardan
ren toksinler. Bu toksinlerin büyük bir bölümü; enzima- etkileyerek bulantı ve kusma (Staphylococcus aureus),
tik aktiviteye sahip, aktif bir bileşenle (A), hücre resep­ yüksek hacimde sulu ishal (Vibrio cholerae) veya kanlı is­
törlerine bağlanarak A proteinini hücrenin sitoplazması- hal (Clostridium difficile) gibi çeşitli etkilere neden olur.
na ulaştıran bir bağlanma bileşenine (B) sahiptir. Söz ko­ Konak İmmün Yanıtlarının/Konağa A it İmmün
nusu toksinlerin etkileri, B bileşeninin bağlanma spesi- Yanıtların Zararlı Etkileri
fitesine ve hücrenin, A bölümünden etkilenen hücresel
yolağına bağlıdır. A-B toksinleri; Bacillus anthracis, Vibrio Konağın mikroplara karşı verdiği bağışıklık yanıtı, daha
cholerae ve Corynebaderium diphtheriae gibi birçok bak­ önce de anlatıldığı gibi, doku hasarına neden olabilir.
teri tarafından üretilir. A-B şarbon (antraks) toksininin Mycobacterium tuberculosis'e karşı granülomatöz inflama-
322 BÖLÜM 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

tuar yanıt, basilleri kuşatarak yayılmalarını önleyen, ge­


cikmiş bir aşırı duyarlılık reaksiyonudur ama aynı zaman­
da, doku hasarına (kazeifilcasyon nekrozu) ve fibrozise de
neden olur. Bunun gibi, karaciğer hücrelerinin HBV ve
Yüzey yapısının, tanınmamak Fagositozun inhibisyonu
HCV enfeksiyonlarında hasar görmesi, virüslerin sitopa-
amacıyla değiştirilmesi (örneğin
tik etkilerine değil, enfekte karaciğer hücrelerine karşı ge­ antijen değişikliği)
lişen bağışıklık yanıtına bağlıdır. Mikroplar karşısındaki
hümoral bağışıklık yanıtının da patolojik sonuçları olabilir.
Örneğin Streptococcus pyogenes enfeksiyonunu izleyebilen
Fagozom-lizozom
poststreptokoksik glomerülonefritin nedeni; streptokokla­
birleşmesinin
ra karşı gelişen antikorların, streptokok antijenlerine bağ­ inhibisyonu
lanmasıyla meydana gelen ve böbrek glomerüllerinde biri­ Fagozomdan
kerek nefrite yol açan antijen-antikor kompleksleridir. kaçış
Mikroplara karşı verilen bağışıklık yanıtlarının bu neden­ Modülasyon:
Sinyal iletimi
le, hem yararlı hem de patolojik sonuçları olabilmektedir.
Gen ekspresyonu
Yakın zamanda yapılan klinik, epidemiyolojik ve de­ Hücre ölümü
neysel çalışmalar enfeksiyonların, kansere ve çeşitli kro­
nik inflamatuar reaksiyonlara eşlik edebildiğini göster­
mektedir. İnflamatuar bağırsak hastalığı gibi bazı kronik,
inflamatuar enfeksiyonlarda (Bölüm 14) bağırsaklardaki
epitel engelinin zayıflayarak hem patojen, hem kommen-
sal mikropların girişine izin vermesi ve bunların lokal im-
mün hücreleriyle etkileşimi sonucu inflamasyon gelişme­ immün
si; önemli bir erken olay olabilir. İnflamasyon siklusu ve izlenmeden
epitel hasarı hastalığın, mikropların merkezî rol oynadığı, Viral sitokinler veya Antijen kaçış:
temeli olabilir. Onkojen taşıdıkları veya onkojenleri akti- çözünür reseptör sunumunun viral latens
ve ettikleri bilinmeyen belirli virüsler (HBV, HCV) ve bak­ analogları inhibisyonu
teriler (Helicobacter pylori) kanserlere eşlik etmektedir: bu­ Resim 8 -9 Patojen virüslerin ve bakterilerin, doğumsal ve adaptif
nun olası nedeni mikropların, kronik inflamasyona ve ar­ bağışıklıktan kurtulmak amacıyla kullandıkları mekanizmaların ge­
dından da onarıma yol açarak kanser gelişmesi için verim­ nel özeti.
li bir ortam hazırlaması olabilir (Bölüm 5) (Finlay B, M cF a d d e n G : Anti-im m unology: evasion o f the h o st im m une system by
b a cterial and viral p a to g en s. C ell 1 2 4 :7 6 7 -7 8 2 , 2 0 0 6 'd a n , izin alınıp değiştirilerek).

f i ÖZET ____ ____ ____


Bazı mikroplar bağışıklık yanıtlarından, antijenlerini değiş­
Mikroorganizmalar Nasıl Hastalık Yapar
tirmek yoluyla kurtulabilir. Nötralizan antikorlar mikropla­
• Mikropların neden olduğu hastalıklarda, mikropların virü- rın hücreleri enfekte etmesini engeller ve efektör mekaniz­
lansıyla konağın yanıtları arasında etkileşim söz konusu­ maların, patojenleri öldürmek üzere toplanmasım sağlar.
dur. Mikroplar, bağışıklık sistemi tarafından tanınmamak için,
° Enfeksiyon etkenleri hücreyle doğrudan etkileşime gi­ antijen değişikliği sağlayan genetik mekanizmaların kulla­
rerek ölüme veya disfonksiyona neden olabilir, nıldığı birçok stratejiden faydalanır. Viral RNA polimera-
o Meydana gelen zedelenme; endotoksinlerin (lipopoli- zm, nükleik asit kalıbını hatasız kopyalama özelliğinin, in­
sakkarid), ekzotoksinlerin veya superantijenlerin lokal san bağışıklık eksikliği virüsünde ve influenza virüsleri da­
veya sistemik etkilerine bağlı olabilir. hil birçok solunum virüsünde görüldüğü gibi azalması ve
° Patojenler, doku hasarına yol açan bağışıklık yanıtları
aynı hücreyi enfekte eden farklı virüslere ait genetik ma­
başlatabilir. Bağışıklık yanıtının olmaması, bazı enfeksi­
teryalin karışması (influenza virüsleri), viral antijenlerde
yonların neden olduğu hasarı azaltabilir ya da mevcut
değişikliğe neden olur (Tablo 8 - 6 ). Borrelia recurrentis adlı
bağışıklık sorunları, fırsatçı organizmaların veya doğru­
spiroket, yüzey antijenlerini tekrar tekrar değiştirir; Lyme
dan hasara yol açan mikroorganizmaların denetimsiz
bir şekilde çoğalmasına neden olabilir. Tablo 8 -6 Antijen Değişikliğinin Mekanizmaları

Mekanizma Ö rnek

MİKROPLARIN BAĞIŞIKLIKTAN Etken(ler) Hastalık


KURTULMASI Yüksek mutasyon HIV AIDS
oranı Influenza virüsü Influenza
Konağı enfeksiyonların büyük bölümünden koruyan hu­
Genetik materyalin influenza virüsü influenza
moral ve hücresel bağışıklık yanıtları, Bölüm 4'te anlatıl­ karışması Rotavirüs ishal
maktadır. Mikroorganizmaların, bağışıklık sistemine di­
Genetik tekrar Borrelia burgdorferi Lyme hastalığı
renç göstermek ve bu sistemden kurtulabilmek için çeşit­
düzenlenme (örneğin Neisseria gonorrhoeae Gonore
li yollar geliştirmiş olması, sürpriz değildir (Resim 8-9).
gen rekombinasyonu, Trypanosoma türleri Afrika uyku
Mikrop virülansmın ve patojenisitesinin önemli belirleyi­ gen dönüşümü hastalığı
cileri olan bu mekanizmalar: (1) Antijen değişikliği, (2) yere-özgü inversiyon) Plasmodium türleri Sıtma
doğuştan bağışıklığın kullandığı savunma mekanizmala­
Serotipler arasındaki Rinovirüsler Soğuk algınlığı
rına direnç ve (3) T hücrelerinin etkili antimikrobik yanıt­ büyük farklılık Streptococcus Pnömoni
larının spesifik veya nonspesifik immünsupresyon etki­ pneumoniae Menenjit
siyle bozulmasıdır.
Enfeksiyona Karşı İnflamatuar Yanıt Tipleri 323

hastalığına yol açan Borrelia burgdorferi de dış membran


proteinlerini değiştirmek için benzer mekanizmalardan ® Ö ZET
faydalanır. Trypanosoma türlerinde majör yüzey antijeni Mikropların Bağışıklıktan Kurtulması
olan VSG'yi kodlayan birçok gen vardır ve bu yüzey prote­
ininin ekspresyonu değişebilir. Her birinin kapsül polisak- Enfeksiyon yapan mikroorganizmalar konaktaki engelleri
karidleri diğerlerindekinden farklı olan en az 80 tane fark­ devre dışı bıraktıktan sonra, başarılı bir şekilde çoğalabil­
lı Streptococcus pneumoniae serotipi tanımlanmıştır. mek ve diğer konağa bulaşabilmek için, konaktaki doğuştan
Bazı mikroplar, immün savunmaya aktif olarak direnç gös­ ve adaptif bağışıklık mekanizmalarından da kurtulmak zo­
termelerini sağlayan yöntemler geliştirmiştir. rundadır. Mikropların bu amaçla izledikleri bazı stratejiler:
• Defensin, katelisidin ve trombosidin gibi katyonik an- • Antijen değişikliği
timikrobik peptidler; invaziv mikroplara karşı önemli • Antikorları veya kompleman sistemini inaktive etmek
olan, ilk savunma hattı oluşturur. Bu peptidler bakteri • Fagositoza (örneğin kapsül üreterek) direnmek
membranma bağlanarak porlar oluşturur ve bakteri­
• Konaktaki adaptif bağışıklık yanıtını baskılamak (örneğin
nin, hipoozmotik erime (lizis) yoluyla ölmesini sağlar.
MHC ekspresyonunu ve antijen sunumunu inhibe ede­
Shigella türleri ve Staphylococcus aureus gibi patojen
rek)
bakteriler yüzey moleküllerini, antimikrobik peptidle-
rin bağlanmasına direnç gösterecek şekilde değiştire­
rek veya söz konusu peptidleri inaktive ederek ya da
azaltarak, öldürülmekten kurtulur. ENFEKSİYONA KARŞI İNFLAM ATUAR
® Bakterilerin polimorf nüveli lökositler veya nötrofiller Y A N IT TİPLERİ
ve monositler tarafından fagosite edilerek öldürülmesi,
hücre-dışı bakterilere karşı son derece önemli bir konak Mikropların çok çeşitli olmalarının aksine, bunlara karşı
savunması sağlar. Streptoccocus pneumoniae, Neisseria verilen doku yanıtlarının tipleri ve bu yanıtları yöneten
meningitidis, Haemophilus influenzae gibi, pnömoniye ve­ mekanizmalar, sınırlı sayıdadır. Bu nedenle birçok pato­
ya menenjite yol açan bakterilerin yüzeylerinde bulu­ jen, birbirine benzer reaksiyon profillerine neden olur ve
nan, karbonhidrat yapısındaki kapsül, bu organizmala­ belirli bir mikroorganizma için patognomonik sayılabile­
rın nötrofiller tarafından fagosite edilmelerini önleyerek cek doku yanıtı tipleri, az sayıdadır. İnflamatuar yanıtın
virülanslarım artırır. Staphylococcus aureus'taki protein
histolojik özelliklerini belirleyen, mikropla konak arasın­
A ve Streptococcus pyogenes'teki protein M gibi yüzey
daki etkileşimdir.
proteinleri, fagositozu inhibe eder. Birçok bakteri fago­
Enfeksiyonlardaki doku reaksiyonları; süpüratif, mo-
sitleri öldüren, göç etmelerini önleyen veya bu hücreler­
deki oksidatif patlamayı azaltan proteinler üretir. nonükleer/granülomatöz, sitopatik-sitoproliferatif, nekroz
ve kronik inflamasyon/nedbeleşme olmak üzere başlıca 5
• Virüsler, doğal bağışıklığı inhibe eden moleküller üretebilir.
tiptir.
Virüsler, kendilerine karşı koyan erken konak savun­
masındaki aracılar olan interferonlarla (IFN) mücadele S üpüratif (irin li) (P ürülan) İnflamasyon
etmek amacıyla çok sayıda strateji geliştirmiştir. Bazı
virüsler IFN-a/|3 veya IFN-y reseptörlerinin, salgılanan Akut doku hasarında gelişen bu reaksiyonda damar geçir­
interferonlara bağlanarak onları etkisiz kılan ya da genliğinin artması ve öncelikle nötrofillerin yer aldığı löko-
hücre içerisindeki interferon reseptörlerinin oluşma­ sit infiltrasyonu vardır (Resim 8-10). Nötrofiller enfeksiyon
sındaki JAK/STAT sinyalizasyonunu inhibe eder, çözü­ yerinde, "piyojen" bakterilerden ve konak hücrelerinden
nür homologlarını üretir. Yine virüsler, interferonlarm serbest kalan kemoattraktanlarm etkisiyle toplanır. Nötro-
antiviral etkisindeki kilit mediyatör olan, çift sarmal fil enzimleri, likefaksiyon nekrozuna neden olur (Bölüm 1).
RNA'ya bağımlı protein kinazı (PKR) inaktive veya in­
hibe edebilir. Bazı virüsler genomlarındaki sitokinlerin, MORFOLOJİ
kemokinlerin veya reseptörlerinin homologlarını kod­
layarak bağışıklık yanıtlarını çeşitli yollardan inhibe Enfeksiyon yerinde nötrofillerin birikmesi, lokalize likefaksi­
edebilmektedir. Son olarak virüsler, konak hücredeki yon nekrozu üzerinden apse oluşumuna neden olur. Nek-
apoptozu durdurarak kendilerine çoğalmak, varlıkları­
nı devam ettirmek veya diğer konak hücrelerine yayıl­
mak için zaman kazandıran stratejiler geliştirmiştir.
® Bazı mikroplar, enfekte hücrelerin CD4+ yardımcı ve CD8+
sitotoksik T hücreleri tarafından tanınmasını azaltan faktör­
ler üretir. Çeşitli DNA virüsleri (örneğin HSV, CMV ve
EBV dahil olmak üzere, herpesvirüsler gibi) majör doku
uyuşma kompleksi (MHC) sınıf I proteinlerine bağlana­
bilir veya bunların lokalizasyonlarmı değiştirebilir ve
CD8 + hücrelerine peptid sunumunu bozabilir. MHC sı­
nıf I moleküllerinin azalması, virüsle enfekte hücrelerin
doğal katil (NK) hücrelerin hedefi olmasına yol açabilir.
Ancak herpesvirüsler de aynı zamanda, inhibitor resep­
törleri doldurarak NK hücrelerini etkili bir şekilde inhi­
be eden MHZ sınıf I homologlarına sahip olabilir (Bö­
lüm 4). Herpesvirüsler MHC sınıf II molekülleri hedef
alarak bunların parçalanmasına, CD4+ T yardımcı hüc­
relere antijen sunumunun bozulmasına neden olabilir Resim 8 -1 0 Pnömokok pnömonisi. Alveollerdeki polim orf nüveli
(örneğin HIV hücreleri CD4+ T hücrelerini, makrofajla- eksudaya ve alveol bölmelerinin (septumlarının) sağlam olduğuna
rı ve dendritik hücreleri enfekte edebilmektedir). dikkat edin.
324 B Ö L Ü M 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

ro tik doku ve inflam atuar hücreler beraberce, irin dediği­ Sitopatik-Sitoproliferatif Reaksiyon
m iz koyu sıvıyı o lu ştu ru r; irin meydana getiren bakteriler Genellikle virüsler tarafından meydana getirilen bu lez-
“ piyojen” sıfatıyla anılır. Bunlar tip ik olarak, hücre-dışı bak­ yonlarda karakteristik bulgu olarak, genellikle arada infla­
terilerdir. Bu lezyonların boyutları değişkendir; enfekte bir matuar hücrelerin dağınık şekilde yer aldığı, hücre nekro­
kalp kapağından gelen bakterilerin oluşturduğu m ikroapse zu veya proliferasyonu vardır.
ile Neisseria gonorrhoeae etkisiyle dolarak gerilmiş tubalar,
Haemophilus influenzae enfeksiyonu sırasında yaygın olarak
irin içeren beyin zarları veya pnöm oni sırasında akciğerin
tüm lobları gibi değişik boyutlarda olabilir. Apse lezyonu- M ORFOLOJİ
nun ne derece ta h rib a t yapacağı, apsenin yerine ve etken
organizm aya bağlıdır. Böylece, Streptococcus pneumoniae Bazı virü sler hücre içinde çoğalır ve inklüzyon cisimcikleri
genellikle alveol duvarlarını tutm az ve lober stre p to ko k olarak bilinen virüs küm eleri o luştura bilir (örneğin herpes-
pnöm onisi bile, geride hasar bırakmadan, tam olarak iyile­ virü sler veya adenovirüs) ya da hücrelerin birleşerek poli-
şebilir (Resim 8 -1 0 ). Ö te yandan, Staphylococcus aureus ve karyon adı verilen dev hücreler meydana getirmesine ne­
Klebsiella pneumoniae alveol duvarlarını ta h rip ederek, ned- den o lab ilir (örneğin kızamık virüsü veya herpesvirüs)
be oluşumuyla iyileşen apse oluşturur. Bakterilerin neden (Resim 8 -1 ). D erideki fokal hücre hasarı, epitel hücreleri­
olduğu farenjit sekel bırakmaksızın iyileşirken, tedavi edil­ nin ayrılarak kabarcık oluşturmasına neden olabilir. Bazı vi­
memiş akut bakteri enfeksiyonu, b ir eklemi birkaç gün içe­ rüsler epitel hücrelerinin proliferasyonuna neden olabilir
risinde ta h rip edebilir. (örneğin HPV tarafından meydana getirilen genital bölge si­
ğilleri veya poksvirüslerin neden olduğu molluscum conta-
giosumun göbekli papülleri). Son olara k da virüsler, malign
M o n o n ü k le e r ve G ra n ü lo m a tö z İnflam asyon
neoplazilerin gelişmesine katkı yapabilir (Bölüm 5).
Öncelikle mononükleer hücrelerin meydana getirdiği,
yaygın interstisyel infiltrasyonlar tüm kronik inflamatuar
süreçlerin ortak bir özelliğidir ama bu değişikliklerin akut
bir süreç olarak gelişmesi çoğu zaman virüslere, hiicre-içi Doku Nekrozu
bakterilere veya hücre-içi parazitlere yanıt olarak gerçek­
Clostridium perfringens ve güçlü toksinler salgılayan diğer
leşir. Ayrıca, spiroketler ve bazı helmintler, kronik mono­
organizmalar, doku hasarının başlıca özellik olduğu, hızla
nükleer inflamatuar yanıta neden olur.
gelişen, şiddetli nekroza (gangrenöz nekroz) neden olabi­
lir.
M ORFOLOJİ
inflam atuar lezyonda hangi m ononükleer hücrenin daha
fazla sayıda bulunacağı, konağın m ikroorganizm aya verdiği
bağışıklık yanıtına bağladır. Böylece lenfositler HBV enfeksi­ M ORFOLOJİ
yonunda (Resim 8 -1 1 , A), plazma hücreleri ise p rim e r ve
A z sayıda inflam atuar hücre m evcut olması nedeniyle nek-
sekonder sifiliz lezyonlarında (Resim 8 -1 1 , B) daha fazla
ro tik lezyonlar, hücre sınırlarının korunduğu, bazofllik çe­
sayıdadır. Bu lenfoid hücrelerin varlığı, patojene ya da pato­
kird e k boyanmasının bozulmasıyla veya gerçekleşmemesiy-
jenle enfekte hücreye karşı verilen hücresel bağışıklık yanı­
le b irlikte , infarktüsleri andırır. C lostridium sınıfı ba kteriler
tını yansıtır. G ranülom atöz inflamasyon m on on ükle er infla-
çoğu zaman, kas dokusuna genellikle penetran travmayla
masyonun, genellikle eradikasyona direnen, ancak eninde
sonunda T hücrelerinin aracılık ettiği güçlü b ir bağışıklık ya­ bulaşan veya n ö tro p e n ik b ir konakta bağırsak enfeksiyonu
nıtına neden olan enfeksiyon etkenlerine (örneğin M ycobac­ yapan, fırsatçı organizm alardır. Bunun gibi, Entamoeba his­
terium tuberculosis, Histoplasma capsulatum, şistozoma yu­ tolytica adındaki parazit de; yaygın doku tahribiyle ve like-
m urtaları) bağlı, farklı b ir m ononükleer inflamasyon çeşidi­ faksiyon nekrozuyla birlikte, belirgin inflam atuar infîltras-
dir. G ranülom atöz inflamasyonda (Bölüm 2) kara kte ristik yon olmaksızın, kolon ülserlerine ve karaciğer apselerine
olarak, “ epitelioid” hücre olarak adandırılan aktive m akro- neden olur. V irüsler ise konak hücrelerinde, tamamen fa rk ­
faj b irikim i g ö rü lü r; bu hücreler birleşerek dev hücreler lı m ekanizmalarla, inflamasyon eşliğinde yaygın nekroza ne­
oluşturabilir. Bazen ortad a, b ir kazefikasyon nekrozu alanı den olabilir. HSV enfeksiyonunda tem poral lobların, HBV
bulunur (Resim 8 -1 1 , C). enfeksiyonunda karaciğerin ta h rip olması, bunlara ö rn ektir.

Resim 8-11 Mononükleer ve granülomatöz inflamasyon. A , A kut viral hepatitteki histolojik tabloya, öncelikle lenfosit infiltrasyonu
hakimdir. B, Perivasküler lenfoplazmosit infiltrasyonuyla ve endotel proliferasyonuyla birlikte sekonder deri sifilizi. C, Tüberküloza yanıt
olarak gelişen granülomatöz inflamasyon. Normalde granülomun ortasında yer alan ve çevresi, bazıları dev hücreler oluşturmak birleşmiş
(oklar), aktive epitelioid makrofajlarla kuşatılmış olan kazefikasyon bölgesi (yıldız)', bunların çevresinde ise, aktive T lenfositlerinden oluşan
bir bölge vardır. Büyük büyütmeyle çekilen bu mikrofotoğrafta, histolojik özellikler net olarak gözükmektedir; granülomatöz yanıt tipik
olarak, etken organizmaların ortasında yer aldığı, üç-boyutlu bir küre biçimindedir.
Enfeksiyon Karşısındaki İnflamatuar Yanıt Tipleri

şenlerindeki eksikliklere ise Neisseria enfeksiyonları eşlik


eder. Nötrofillerdeki fonksiyon kusurları Staphylococcus
aureus, bazı gram-negatif bakteri ve mantar enfeksiyonla­
rının artmasına yol açar. Doğal ve adaptif bağışıklık medi-
yatörlerinde kalıtsal eksiklikler olan insanlar bazen, spesi­
fik enfeksiyon tiplerine karşı, belirgin bir selektif duyarlı­
ğa sahiptir. Bu tipler, özel moleküllerin spesifik mikroor­
ganizmalara karşı, koruyucu bağışıklıktaki temel rollerini
ortaya koyar. Örneğin, TLR (Toll-benzeri reseptör) ile bağ­
lantılı sinyalizasyon moleküllerinde mutasyonlar mevcut
olan hastalar piyojen bakteri, özellikle de Streptococcus
pneumoniae enfeksiyonlarının gelişmesine yatkındır.
TLR3 yanıtlarının bozulmasına, çocukluk dönemindeki
Resim 8 -1 2 Mesanedeki Schistosoma haematobium enfeksiyonun­ HSV ensefaliti eşlik eder. IL-7 bağışıklığındaki kalıtsal ku­
da; çok sayıdaki, kalsifiye yumurtalar ve yaygın nedbeleşme. surlara (Th17 hücrelerinin ortaya çıkabilmesi için gerek
duyulan STAT3 adlı transkripsiyon faktöründeki mutas-
yonlara), kronik mukokutanöz candidiasis eşlik eder.
K ro n ik in fla m a syo n ve N e d b e le şm e Edinsel bağışıklık eksikliklerinin çeşitli nedenleri ara­
Birçok enfeksiyon, tam iyileşmeyle birlikte kendiliğinden sında en önemlisi, AIDS nedeni olan HIV enfeksiyonudur
düzelen veya yaygın nedbeleşmeyle sonuçlanan kronik (Bölüm 4). HIV, CD4+ yardımcı T lenfositlerini enfekte
inflamasyona neden olur. edip öldürerek, derin bir immünsüpresyona ve çok sayıda
enfeksiyona yol açar. Kemik iliğini baskılayan lösemi gibi
infiltratif süreçler, belirli otoimmun hastalıkların tedavi­
sinde kullanılan immünsüpresif ilaçlar ve hemopoetik
M O R F O L O Jİ kök hücre transplantasyonu, edinsel bağışıklığın diğer ne-
denlerindendir. Bağışıklık sistemi dışındaki diğer organ
Başlıca disfonksiyon nedeni bazen, bol m iktarda nedbeleş­ sistemlerinin hastalıkları da hastaların, spesifik mikroor­
me yanıtı gelişmesidir. Ö rneğin şistozoma yum urtaları ka­ ganizmaların neden olduğu enfeksiyonlara karşı duyarlı
raciğerde “ pipo sapı” fibrozise veya mesane duvarında fib- olmasına yol açabilir. Kistik fibroz hastalarında sıklıkla,
rozis gelişmesine neden o lu r (Resim 8 -1 2 ). Mycobacterium Pseudomonas aeruginosa tarafından meydana getirilen so­
tuberculosis, k o n s trik tif p e rika rd it yapar. K ron ik HBV en­ lunum enfeksiyonları görülür. Orak hücre hastalığında
feksiyonu; yoğun fîb rö z septumların rejenerasyon geçiren dalak fonksiyonunun mevcut olmaması, Streptococcus pne­
hepatositlerle kuşatıldığı karaciğer sirozuna neden olabilir. umoniae gibi kapsüllü bakterilerin yaptığı enfeksiyonlara
yatkınlık nedenidir. Yanıklar deriyi tahrip ederek mikrop­
lar karşısındaki bu engeli ortadan kaldırdığı için, Pseudo­
Anlatılan bu doku reaksiyonu tipleri, enfeksiyon sürecin­ monas aeruginosa gibi patojenlerin enfeksiyon meydana
deki mikroskopik özelliklerin analizinde yararlı birer yol getirmesine olanak verir. Son olarak da malnutrisyon, ba­
göstericidir, ancak uygulamada farklı tiplerdeki konak re­ ğışıklık savunmalarını olumsuz etkiler.
aksiyonlarının aynı zamanda görülebildiğini unutmamak
gerekir. Örneğin bir AIDS hastasının akciğerlerinde, sito-
litik değişikliklere yol açan sitomegalovirüs enfeksiyonu M O R F O LO Jİ
ve aynı zamanda, interstisyel inflamasyona neden olan
Pneumocystis proved enfeksiyonu görülebilir. Benzer infla­ A n tiko r, kompleman veya n ö tro fil eksiklikleri olan hastalar­
masyon tipleri fiziksel veya kimyasal etkenlere karşı veri­ da, önem li herhangi b ir n ö tro fil infîltrasyonunun eşlik etm e­
len doku yanıtlarında ve nedeni bilinmeyen inflamatuar diği, şiddetli lokal enfeksiyonlar gelişebilir. Bu hastalardaki
sağlık sorunlarında da görülebilir (Bölüm 2). Son olarak enfeksiyon etkenlerinin kimliği yalnızca kültürle veya özel
da, bağışıklık sorunları olan kişilerde konağın inflamatu­ boyalarla elde edilen görünüm leriyle anlaşılabilir. Bağışıklık
ar yanıt vermemesi çoğu zaman, enfeksiyona yol açan sorunları olan konakta virüslerin, hücrelerin birleşmesi ve­
mikroorganizmanm/mikroorganizmalarm tabiat(lar)ı ko­ ya inklüzyon cisimcileri gibi sitopatik etkilerinin (Resim 8-1)
nusundaki bazı histolojik ipuçlarını ortadan kaldırabilir. m evcut olmasına rağmen, beklenen m on on ükle er inflama­
tu a r yanıt görülmez. Yardımcı T hücreleri hiç mevcut olma­
im m ü n Y e tm e z liğ i O la n in sa n la rd a ki E n fe ksiyo n la r yan ve norm al hücre yanıtlarını veremeyen AIDS hastala­
Kalıtsal veya edinsel bağışıklık kusurları (Bölüm 4) çoğu rında, diğer hastalarda granülom atöz inflamasyona neden
olan organizm alar (örneğin Mycobacterium avium kom plek­
zaman, bağışıklık sisteminin yalnızca bir bölümünü etki­
si), bu inflamasyona yol açmaz (Resim 8 -1 3 ).
leyerek kişilerin spesifik tipteki enfeksiyonlara duyarlı ol­
masına yol açar. Antikor eksikliği bulunan, X-kromozo-
muna bağlı agammaglobülinemi gibi birçok hastalıkta
hücre-dışı bakterilerin ve neden olduğu şiddetli bakteri O ÖZET
enfeksiyonlarıyla birkaç viral enfeksiyon (rotavirüs ve en-
terovirüs enfeksiyonları) görülebilir. T hücresi kusurları Mikroplar Karşısında Gelişen Konak Yanıtı Tipleri
olan hastalar, öncelikle virüslere ve bazı parazitlere bağlı • Normal (bağışıklık sorunu olmayan) kişilerde farklı mik­
olarak gelişen enfeksiyonlara yatkındır. Erken komple- rop sınıflarına karşı gelişen konak yanıtı tipleri oldukça
man bileşenlerinde eksiklikler mevcut olan hastalar, stereotipiktir. Bu yanıt tipleri, olası etken organizmaların
Streptococcus pneumoniae gibi kapsüllü bakterilerin neden bilinmesinde yararlı olabilir.
olduğu enfeksiyonlara duyarlıdır. Geç kompleman bile­
326 B Ö L Ü M 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi

KAYMAKLAR
Aguzzi A: Prions: protein aggregation and infectious diseases. Physiol
Rev 89:1105, 2009.
Coburn B, Sekirov I, Finlay BB: Type III secretion systems and disease.
Clin Microbiol Rev 20:535, 2007.
Diacovich L, Gorvel JP: Bacterial manipulation of innate immunity to
promote infection. Nat Rev Microbiol 8:117, 2010.
Haidar K, Murphy SC, Milner DA, Taylor TE: Malaria: mechanisms of
erythrocytic infection and pathological correlates of severe disease.
Annu Rev Pathol 2:217, 2007.
Irie RL: Diagnostic Pathology of Infectious Disease. Philadelphia, Sa­
unders Elsevier, 2010.
Irie Y, Parsek MR: Quorum sensing and microbial biofilms. Curr Top
Microbiol Immunol 322:67, 2008.
Lemichez E, Lecuit M, Nassif X, Bourdoulous S: Breaking the wall: tar­
geting of the endothelium by pathogenic bacteria. Nat Rev Microbi­
ol 8:93, 2010.
Lin PL, Flynn JL: Understanding latent tuberculosis: a moving target.
Resim 8-13 Granülomatöz konak yanıtı, gerekli T-hücrelerinin
J Immunol 185:15, 2010.
aracılık ettiği bağışıklık yoksa; görülmez. AIDS hastasındaki
Mims CA: The Pathogenesis of Infectious Disease, 5th ed. San Diego,
Mycobacterium avium enfeksiyonunda, aside-dirençli organizmaların
Academic Press, 2001.
yol açtığı, masif, hücre-içi makrofaj infiltrasyonu (aside-dirençli
O'Connor DH, Chandler FW, Schwartz DA, et al.: Pathology of Infec­
mikroorganizmalara yönelik boyanan bu preparatta aside dirençli, tious Diseases. Stamford, CT, Appleton & Lange, 1997
pembe renkli, ipliğimsi organizmalar). Makrofajlara giren intrasel- Palmer GH, Brayton KA: Gene conversion is a convergent strategy for
lüler bakteriler, burada kalmaya devam eder ve hattâ, granülo­ pathogen antigenic variation. Trends Parasitol 23:408,2007.
matöz yanıt oluşturacak miktarda T hücresi mevcut olmadığından Peleg AY, Hooper DC: Hospital-acquired infections due to gram-nega­
çoğalır. AIDS, edinsel immün yetmezlik sendromu. tive bacteria. N Engl J Med 362:1804, 2010.
Schmidt AC: Response to Dengue fever—the good, the bad and the
ugly? N Engl J Med 363:484, 2010.
° N ötrofillerden zengin, akut irinli inflamasyon, birçok Segal BH: Aspergillosis. N Engl J Med 360:1870, 2009.
Speck SH, Ganem D: Viral latency and its regulation: lessons from the
(“ piyojen” ) bakteriler ve bazı mantarlar için tipik bir
gamma-herpesviruses. Cell Host Microbe 8:100, 2010.
konak yanıtıdır. Writing Committee of the WHO Consultation on Clinical Aspects of
° Mononükleer hücre infıltrasyonları, birçok kronik en­ Pandemic (H İN İ) 2009 Influenza: Clinical aspects of pandemic
feksiyonda ve bazı akut viral enfeksiyonlarda sık görü­ 2009 influenza A(H1N1) virus infection. N Engl J Med 362:1708,
lür. 2010 .
Young JA, Collier RJ: Anthrax toxin: receptor binding, internalization,
o Granülomatöz inflamasyon, Mycobacterium tuberculo­ pore formation, and translocation. Annu Rev Biochem 76:243, 2007.
sis ve belirli mantar enfeksiyonlarını işaret eder.
0 Bazı virüsler, sitopatik ve proliferatif lezyonlara neden
olur.
° Kronik inflamasyon ve nedbeleşme, birçok enfeksiyo­
nun paylaştığı ortak sonuçlardır.
Hedefe yönelik tedavi için
B Ö L Ü M
studen tco n su lt.co m adresine bakınız.

Kan Damarları 9
BÖLÜM İÇERİĞİ

Kan Damarlarının Yapısı ve A terosklerotik Hastalığın Klinik Trom boflebit ve


İşlevi 327 Sonuçlan 342 Flebotromboz 356
Damar Organizasyonu 328 Anevrizm alar ve Diseksiyonlar 344 Superior ve inferior Vena Cava
Endotel Hücreleri 329 Abdominal A o rt Anevrizması 345 Sendromları 356
Damar Düz Kas hücreleri 330 Torasik A o rt Anevrizması 346 Lenfanjit ve Lenfödem 356
Doğumsal B ozukluklar 330 A o rt Diseksiyonu 346 T ü m ö rle r 357
Kan Basıncı Düzenlenmesi 330 Vaskülit 348 Benign Tüm örler ve Tüm ör Benzeri
Enfeksiyöz olmayan Vaskülit 348 Durumlar 357
H ipertansif Damar Hastalığı 332
Enfeksiyöz Vaskülit 355 intermediyer Grade (O rta Dereceli)
Hipertansiyon Epidemiyolojisi 332
Kan Damarının H iperreaktivite (Borderline) Tüm örler 360
Damar Duvarının Hasara Yanıtı 334
Malign Tüm örler 361
intimal kalınlaşma: Vasküler Hasara Hastalıkları 355
Raynaud Fenomeni 355 Vasküler Girişim Patolojisi 362
Karşı Kalıplanmış Bir Yanıt 334
Myokard Damarı Vazospazmı 355 Damar içi Stent 362
A rte rio skle ro z 335
Damar Değişimi 363
A teroskleroz 335 Venler ve Lenfatikler 356
Aterosklerozun Epidemiyolojisi 335 Ekstremitelerin Varikoz Venleri 356

Damar rahatsızlıkları insanoğlunu etkileyen en sık ve için düz kas tabakaları ile sarmalanmıştır. Arterler arte-
ölümcül hastalıklardan sorumlu olduklarından tıpta te­ riollere doğru inceldikçe, damar içi basınçların daha
mel öneme sahiptir. Klinik olarak önemli damar hasta­ doğru düzenlenmesini sağlamak için duvar kalınlığının,
lıkları arter lezyonlarmdan kaynaklansa da ven bozuk­ lümen çapma oranı artar. Öte yandan venler genişleye-
lukları da çok ağır sonuçlanabilir. Damar hastalıkları iki bilme becerisi daha yüksek olacak şekilde ince duvarlı
ana mekanizma ile gelişir: damarlardır. Bu farklılıklara uyacak şekilde, belli patolo­
jik lezyonlar karakteristik olarak belli damar tiplerinde
• Damar lümeninin daralması veya tümüyle tıkanması;
bu ilerleyici vasıfta olabilir (ör. ateroskleroz) ya da görülür. Örneğin ateroskleroz başlıca büyük müsküler
akut olarak gelişebilir (ör. tromboz veya embolizm ile) arterlerde görülürken, hipertansiyon küçük aiteriolleri
etkiler; bu arada vaskülitlerin farklı tipleri de sadece bel­
« Damar duvarının zayıflaması ile dilatasyon ve/veya
li çaptaki damarlarda tutulum gösterir.
rüptür oluşması
Damar duvarları üç konsantrik tabaka şeklinde orga­
Sırada, bölümün devamında tartışılacak olan kan dama­ nize olmuştur: intima, medya ve adventisya (Resim 9-1).
rı hastalıklarına bir zemin olarak damar yapısı ve işlevi Bunlar tüm damarlarda mevcuttur ama büyük damarlar­
sunulmaktadır. da, özellikle arterlerde, daha belirgindirler. İntima, altın­
da minimal miktarda ESM bulunduran bir bazal memb-
ran ve bunun üzerine yerleşmiş tek katlı bir endotel ta­
K A N D A M A R LA R IN IN YAPISI bakasından oluşur; mediadan internal elastik lamina deni­
VE İŞLEVİ len yoğun bir elastik membran ile ayrılır. Medya, ağırlık­
lı olarak düz kas hücreleri ve ESM'ten oluşur, etrafı ad-
Temelde tüm kan damarları, değişen miktarlardaki düz ventisyanm görece gevşek bağ dokusu, sinir lifleri ve kü­
kas hücreleri ve ekstraselüler matriksin (ESM) çevreledi­ çük damarları ile çevrelenir; eksternal elastik lamina bazı
ği ve endotel hücreleri ile döşeli bir tüp yapısına sahiptir. arterlerde mevcut olup medya ile adventisya arasındaki
Ancak bu bileşenlerin yapısı damar ağacının farklı yerle­ geçişi belirler. Oksijen ve besin ürünlerinin lümenden
rinde, işlevsel gereksinimlere göre değişiklik gösterir difüzyonu, ince duvarlı damarlar için ve tüm damarların
(Resim 9-1). Pulsatil akıma uygun olabilmek için ve daha lümene en yakın düz kas hücrelerinin desteklenebilmesi
yüksek kan basınçları nedeniyle arter duvarları venler- için yeterlidir. Ancak, büyük ve orta boydaki damarlar­
dekinden daha kalındır ve daha fazla kuvvet sağlamak da adventisyadaki küçük arterioller (yasa vasorunı, "da-
328 BÖLÜM 9 Kan Damarları

Adventisya

Adventisya

Endotel hücresi jn(jma Medya Adventisya

Resim 9-1 Bölgesel vasküler özellikler. Tüm damarlar aynı genel yapıyı paylaşsalar da, çeşitli tabakaların kalınlığı ve içeriği hemodinamik
güçlere ve doku gereksinimlerine göre değişir.

marlarm damarları" anlamında) medyanın dış yarısı ila • Küçük arterler (2 mm veya daha küçük çaptakiler) ve
üçte ikisinin gereksinimini karşılarlar. arterioller ( 2 0 ila 1 0 0 pm çaptakiler) organların bağ do­
kusu içindeki damarlardır. Bu damarlardaki medya
başlıca düz kas hücrelerinden oluşur. Arterioller kan
Damar Organizasyonu akımı direncinin düzenlendiği yapılardır. Arterioller-
den geçiş esnasında basınç düştüğünden, kan akım hı­
Boyut ve yapılarına göre arterler üç temel tipe ayrılır: zı keskince düşer ve akım pulsatillikten çıkarak sabit bir
hal alır. Sıvı akımına karşı direnç, çapın dördüncü
• Büyük elastik arterler (ör. arkus aorta damarları, iliak
ve pulmoner arterler). Bu damarlarda medya boyunca kuvvetiyle ters orantılı olduğundan (yani, çapın yarıya
elastik lifler ile düz kas hücreleri alternatif tabakalar düşürülmesi direnci 16 kat artırır) arteriol lümen bo­
şeklindedirler; medya sistol sırasında (her bir kalp yutundaki küçük değişikliklerin kan basıncına büyük
kontraksiyonunun enerjisinin bir kısmını depolaya­ etkileri vardır.
rak) genişler ve kanı daha aşağı yöne göndermek için Kapillerlerin lümen çapı eritrositlerin çapma yakındır (7-
diastolde geri çekilime uğrar. Yaş ilerledikçe elastiklik 8 pm). Bu damarlar endotel ile döşelidir ve düz kas hüc­
kaybedilir ve damarlar distal organlara yüksek arter resi benzeri olan perisitler ile kısmen çevrilidir. Toplu hal­
basınçları aktaran "sert borulara" ya da dilate veya de kapiller yatak çok büyük bir toplam kesit alanına ve
riiptüre olmaya müsait, genişlemiş (ektatik) kanallara düşük kan akım hızına sahiptir. înce duvarları ve yavaş
dönüşür. akımları ile kapillerler kan ve dokular arasında difüzyo-
® Orta boy müsküler arterler (ör. koroner ve renal arter­ na uğrayabilen maddelerin hızlı değişimi için çok uygun­
ler) . Bu damarlarda medya esas olarak düz kas hücre­ durlar. Pek çok dokunun kapiller ağı zorunlu olarak çok
lerinden oluşur, elastin sadece internal ve eksternal zengindir, çünkü oksijen ve besin maddelerinin difüzyo-
elastik laminada bulunur. Mediadaki düz kas hücresi- nu 1 0 0 pm'nin ötesinde etkili değildir; metabolik olarak
leri lümen etrafında dairesel veya spiral tarzda yerleş­ aktif olan dokular ise (örn. kalp) en yüksek kapiller yo­
miştir ve bölgesel kan akımı, otonom sinir sistemi ve ğunluğa sahiptirler.
yerel metabolik etmenlerin (örn. asidoz) denetimi ile Venler kapiller yataklardan kanı post-kapiller venüller
sağlanan düz kas kontraksiyonu (vazokonstriksiyon) olarak alır; bunlar da toplayıcı venülleri oluşturmak için
ve gevşemesi (vazodilatasyon) ile düzenlenir. anastomozlaşır ve giderek daha büyük venleri oluşturur­
Kan Damarlarının Yapısı ve İşlevi 329

lar. İnflamasyon için karakteristik olan damar dışına sıvı [NO]) hem de kasılma sağlayan (örn endotelin) faktörler
(ödem) ve madde çıkışı ile lökosit göçü öncelikle postka- üreterek etkiler. Pek çok bölgede endotel hücreleri ara­
piller venüllerde oluşur (Bölüm 2). sındaki bağlantılar normalde geçirgen değildir. Ancak bu
Dallanmalarında aynı düzeyde olan arterler ile kıyas­ bağlantılar hemodinamik stresin (örn yüksek kan basın­
landığında venler, daha geniş çaplara, lümenlere ve taba­ cı) ve/veya vazoaktif ajanların (örn inflamasyondaki his-
kaları daha az belirgin olan ince duvarlara sahiptir; bunla­ tamin) etkisi ile açılarak, komşu dokuların elektrolitler
rın tümü de dolaşımın venöz kısmındaki düşük basınçlara ve proteine ulaşmasını sağlar. Vakuoler transitoz da bü­
uyumludur (Resim 9-1). Bu yüzden veriler genişlemeye (di- yük miktardaki çözünen maddenin endotel üzerinden
latasyon), dışarıdan sıkışmaya, tümörler ve inflamatuar süreç­ hareketini gerçekleştirir. Endotel hücreleri ek olarak inf­
lerde kolaylıkla delinmeye (penetrasyon) daha yatkındırlar. lamatuar hücrelerin ulaşımı esnasında lökositlerin da­
Yerçekimine karşı kan akımının olduğu venlerde (ör. alt mar dışına çıkışında aktif rol oynar (Bölüm 2).
ekstremite venlerinde olduğu gibi) geri akım valvler ile en­ Vasküler ağaç boyunca endotel hücreleri pek çok or­
gellenir. Bütünüyle venöz sistem devasa bir kapasiteye sa­ tak özelliğe sahipse de, anatomik bölge ve yerel çevrenin
hiptir, ve normalde kanın yaklaşık üçte ikisini barındırır. gereksinimlerine uyuma bağlı olarak fenotipik değişken­
Lenfatikler, dokuların interstisyumlarmdan sıvıyı (lenf) lik de gösterirler. Vasküler ağacın farklı yerlerindeki (örn
drene eden ve bu sıvıyı sonunda duktus torasikus aracılı­ büyük damarların kapillerlere kıyasla, veya arterlerin
ğıyla kana döndüren ince duvarlı, endotel ile döşeli kanal­ venlere kıyasla) endotel hücreleri farklı transkripsiyon
lardır. Lenf aynı zamanda mononükleer iltihabi hücreleri programlarına ve davranışlara sahiptirler. Hepatosit kor­
içerir ve proteinlerin ev sahibidir. Lenfatikler, interstisyel donlarını veya renal glomerülleri döşeyen endotel hücre­
sıvıyı lenf nodlarma aktararak periferik dokuların enfek­ lerindeki fenestrasyonlar (delikler) filtrasyonu sağlayan
siyonlar açısından sürekli denetlenmesini sağlarlar. Ayrı­ özelleşmelerdir. Tersine, merkezi sinir sisteminde endo­
ca bu kanallar, mikroplan ve tümör hücrelerini uzak bölgelere tel hücreleri -astrositler ile beraber- geçirgen olmayan
taşıyarak hastalıklan yayabilirler. kan-beyin bariyerini oluşturur.
" Normal", trombojenik olmayan endotel hücrelerinin
Endotel Hücreleri idamesi, laminar akım, belli büyüme faktörleri (örn vas­
küler endotelyal büyüme faktörü [VEGF]) ve alttaki bazal
Endotelyum, kanın ve kan damarı işlevinin pek çok yö­ membrana sıkı bir tutunmayı gerektirir (Resim 9-2). En­
nünü düzenleyen, vasküler ağacın tamamını döşeyen, dotel hücrelerinin ayrışmasına neden olan travma veya
devamlılık gösteren bir hücreler tabakasıdır (Tablo 9-1). diğer zedelenmeler anlaşılabileceği gibi dengeyi tromboz
Istirahatteki endotel hücreleri, kan-doku arayüzünde ve vazokonstriksiyon lehine bozar. Ancak endotel hücre­
trombüs oluşmamasını sağlar (Bölüm 3), inflamasyonda leri çeşitli fizyolojik ve patolojik uyaranlara, olağan (asıl)
önemli rol oynar (Bölüm 2) ve özellikle düz kas hücrele­ işlevlerini değiştirerek ve yeni özellikler ortaya çıkararak
ri olmak üzere diğer hücre tiplerinin büyümesinde yer yanıt verirler-bu sürece endotel aktivasyonu adı verilir.
alır. Endotel hücreleri altlarında bulunan düz kas hücre­ Endotel aktivasyonunu tetikleyenler arasında bakteri
lerinin vazoreaktivitesini hem gevşetici (örn nitrik oksit ürünleri, inflamatuar sitokinler, hemodinamik stres ve li-

Tablo 9-1 Endotel Hücre Özellikleri ve Fonksiyonları


Bazal durum
Özellik/Fonksiyon Medyatörler/Ürünler Normotansiyon _____________
Laminer akım Non-adhesiv, non-
Geçirgenlik bariyerinin Büyüme faktörleri (ör. VEGF) trombojenik yüzey
korunması
Antikoagülan, antitrombotik, Prostasiklin
fibrinolitik düzenleyicilerin Trombomodülin
salınımı Heparin benzeri moleküller
Plazminojen aktivatörü
Protrombotik moleküllerin Von Willebrand faktör
salınımı Doku faktörü
Plazminojen aktivatör inhibitörü
Ekstrasellüler matriks üretimi Kollajen, proteoglikanlar Bakteri ürünleri molekülleri ve
Kan akımı ve vasküler Vazokonstriktörler: Endotelin, ACE Lipid ürünleri proinflamatuar faktörlerin
reaktivitenin düzenlenmesi Vazodilatörler: NO, prostasiklin ileri glikasyon ekspresyonunda artış
son ürünleri Kemokinler, sitokinler ve
İnflamasyon ve immünitenin IL-1, IL-6 , kemokinler Hipoksi, asidoz büyüme faktörlerinin
düzenlenmesi Adezyon molekülleri: VCAM-1, Virüsler ekspresyonunda değişim
ICAM, E-selektin, P-selektin Sigara
Histokompatibilite (doku uygunluk) “Aktivasyon” durumu
antijenleri (HLA)
Hücre büyümesinin Büyüme uyaranları: PDGF, CSF, FGF Resim 9 -2 Bazal ve aktive olmuş endotel hücreleri. Normal kan
düzenlenmesi Büyüme inhibitörleri: heparin, TGF-|3 basıncı, laminer akım ve sabit büyüme faktör seviyeleri endotel
hüclerinin anti-trombotik yüzeylerini ve uygun vasküler düz kas
LDL oksidasyonu tonüsünü korumalarını sağlayarak bazal endotel hücre durumunda
A C E , a n g io te n s in -d ö n ü ş tü rü c ü e n z im ; CSF, k o lo n i-u y a rıc ı f a k t ö r ; FGF, f ib r o b ­ kalmalarını sağlarlar. Zedelenme ya da belli medyatörlere maruz
la s t b ü y ü m e f a k t ö r ü ; I C A M , in te r s e llü le r a d h e z y o n m o le k ü lü ; İL, in te r lö k in ; kalma endotel aktivasyonuna yol açar. Endotel aktive olduğunda,
LD L, d ü ş ü k -y o ğ u n lu k lu lip o p r o t e in ; NO, n i t r ik o k s it; PDGF, t r o m b o s it endotel hücreleri yapışkan ve pro-koagülan bir yüzey kazanır ve
k ö k e n li b ü y ü m e f a k t ö r ü ; T G F -p , tr a n s fo r m in g b ü y ü m e f a k tö r ü - p ; V C A M ,
düz kas kontraksiyonu ve/veya proliferasyon ve matriks sentezine
v a s k ü le r h ü c r e a d e z y o n m o le k ü lü .
neden olan bir takım faktör salınımı yaparlar.
330 BÖLÜM 9 Kan Damarları

pid ürünleri (ateroskleroz ile ilişkili olarak - daha sonra


açıklanacak), ileri glikasyon son ürünleri (diabetteki da­ KONJENİTAL AN O M ALİLER
mar hasarında önemlidir), virüsler, kompleman ve çeşitli Nadiren bulgu vermekle birlikte damarların olağandışı
metabolik durumlar (ör. hipoksi) vardır (Resim 9-2'ye ba­ varyantları, cerrahi sırasında beklenmedik lokalizasyon-
kınız). Aktive olmuş endotel hücreleri şekil değişimleri ge­ daki bir damar zedelendiğinde olduğu gibi, komplikas­
çirir, adhezyon molekülü eksprese eder ve sitokinler, ke- yonlara neden olabilirler. Kalp cerrahları ve girişimsel
mokinler, büyüme faktörleri, pro- ve anti-koagülan faktör­ kardiyologlar koroner arter varyasyonları ile aşina olma­
ler ile biyolojik olarak aktif başka ürünleri üretirler-tümü lıdır. Diğer konjenital damar anomalileri arasından üçü,
olasılıkla sürecin kökenindeki uyarana yanıt vermeye daha fazla değinilmeyi hak etmektedir:
amaçlanmıştır. Bu yanıtların bazıları hızlı (dakikalar için­
® Berry anevrizmaları beyin damarlarında görülen ince
de oluşacak şekilde), geri dönüşlü olup yeni protein sente­
duvarlı, arteryel dışa keseleşmeler olup klasik olarak
zine bağlı değildir; diğerleri ise gen ve protein ekspresyo-
Willis poligonu etrafındaki dallanma noktalarında gö­
nunda değişiklikler ile gerçekleşir ve ortaya çıkmaları ve­
rülürler; ortaya çıktıkları yer arter medyasının konje­
ya etkilerinin ortadan kalkması günler alabilir. Endotel
nital olarak incelmiş olduğu yerler olup kendiliğinden
hücrelerinin, aktivasyonu tetikleyen uyaranlara yüksek
rüptüre olabilerek ölümcül beyin kanamasına neden
miktardaki veya uzun süreli maruziyetleri endotel disfonk-
olurlar (bakınız Bölüm 22).
siyonuna neden olabilir; bu durum endotele bağlı vazodi-
latasyonun aksaması, hiperkoagülabilite hali ve oksijen ® Arteriovenöz (AV) fistiiller arterler ile venler arasında
serbest radikallerinin artışı ile karakterizedir. Disfonksi- oluşmuş, arada kapiller yatak olmayan anormal bağ­
yonel endotelyum tromboz başlatabilir, ateroskleroz olu­ lantılardır. En sık gelişimsel bozukluklar olarak mey­
şumunu kolaylaştırabilir veya hipertansiyon ve diabetteki dana gelirler ancak arter anevrizmalarının komşu
damar lezyonlarınm oluşumuna katkıda bulunabilir. venlere rüptüre olmasından, arter ve venleri parçala­
yan delici yaralanmalardan veya komşu damarların il-
tihabi nekrozundan da kaynaklanabilirler; AV fistüller
Damar Düz Kas Hücreleri
ek olarak hemodiyaliz için damar yolu erişimini sağla­
Düz kas hücreleri hem normal damar onarımında hem mada cerrahi yöntem ile oluşturularak kullanılır. Bü­
de ateroskleroz gibi patolojik süreçlerde yer alır. Çeşitli yük AV fistüller yüksek hacimdeki kanı arteriyelden
uyarılara yanıt olarak düz kas hücreleri prolifere olabilir; venöz dolaşıma şant yaparak yüksek debili kalp yet­
ESM kollajeni, elastin ve proteoglikan üretimini artırabi­ mezliğine neden olabilirler.
lir ve büyüme faktörleri ile sitokinleri salgılayabilir. Düz • Fibromüsküler displazi, medyal ve intimal hiperplazi ve
kas hücreleri ayrıca fizyolojik veya farmakolojik uyaran­ fibrozisin beraberliğinden kaynaklanan, orta boydaki
lara yanıt olarak vazokonstriksiyon veya vazodilatasyonu ve büyük müsküler arterlerin duvarlarında oluşan fo-
gerçekleştirebilir. kal düzensiz kalınlaşmadır. Her yaşta semptom vere­
Düz kas hücrelerinin yer değiştirme ve çoğalma faali­ bilir ama sıklıkla genç kadınlarda görülür. Fokal du­
yetleri çok sayıda faktör ile düzenlenir. Büyümeyi tetik­ var kalınlaşması lümen daralmasına neden olur veya
leyen faktörler arasındaki en önemliler trombosit kay­ kan akımını azaltan anormal damar spazmı oluştura­
naklı büyüme faktörü (platelet-derived growth factor- bilir; renal arterlerde olduğunda renal hipertansiyona yol
PDGF), endotelin, trombin, fibroblast büyüme faktörleri açabilir. Kalınlaşmış arterin fokal segmentleri arasmda
ve interferon-Y (IFN-y) ile interlökin-1 (IL-1) gibi inflama- sıklıkla media zayıflaması oluşur; damarın böyle kı­
tuar medyatörlerdir. Düz kas hücrelerinin pasif duruma sımlarında dışarıya çıkıntı oluşturan kese yapısı orta­
geçmesini tetikleyenler arasında ise heparan sülfat, NO ya çıkabilir ve bunlar rüptüre olabilir.
ve transforming büyüme faktörü-a (TGF-a) sayılabilir.

K A N B A S IN C IN IN DÜZENLENMESİ
O Ö ZET ___ ___ ____ ___
Sistemik ve yerel kan basıncı, olumsuz sonuçların engel­
Vasküler Yapı ve Fonksiyon lenebilmesi için, dar bir aralıkta tutulmalıdır. Düşük kan
• Tüm damarlar endotel ile döşelidir; tüm endotel hücre­ basıncı (hipotansiyon) organ perfüzyon yetersizliği, organ
leri belli homeostatik özellikleri paylaşmasına karşın, do­ işlev bozukluğu ve bazen de doku ölümü ile sonuçlanabi­
kuya özgün işlevlerin gerçekleşebilmesi için belli vasküler lir. Diğer uçta, yüksek kan basıncı (hipertansiyon) damar
yataklardaki endotel hücrelerinin kendilerine özgü yön­ ve son-organ hasarına neden olur ve ateroskleroz için ana
leri vardır (ör. Böbrek glomerüllerindeki fenestre endo­ risk faktörlerinden biridir (ilerideki kısma bakınız).
tel hücreleri) Kan basıncı, kardiyak output (debi) ve periferik damar di­
• Damar duvarlarındaki (ör. arterleri, venler ve kapillerler- rencinin bir fonksiyonudur; bunların her ikisi de çok sayı­
deki) düz kas ve matriks oranları hemodinamik talepler da genetik ve çevresel faktörden etkilenir (Resim 9-3). Çe­
(ör. basınç, pulsatillik) ve işlevsel gereksinimlere göre şitli etkenlerin bir aradaki etkisi ile bölgesel talep farklılık­
farklılık gösterir. ları olmasına karşın, yeterli sistemik perfüzyon sağlanır.
• Endotel hücresi işlevleri hem bazal durumda hem de ak- • Kardiyak output (debi) atım hacmi ve kalp hızının bir
tivasyonda sıkı denetim altındadır. Çeşitli fizyolojik ve pa- fonksiyonudur. Atım hacminin en önemli belirleyeni
tofizyolojik uyaranlar endotel aktivasyonunu ve endotel dolum hacmidir; bu, sodyum homeostazı ve bunun kan
fenotipini değiştiren disfonksiyonu tetikler (ör. koagülas- hacmine etkisi ile düzenlenir. Kalp hızı ve myokard
yonu sağlayıcı veya engelleyici, inflamasyonu sağlayıcı ve­ kontraktilitesi (atım hacmini etkileyen ikinci bir faktör)
ya engelleyici, adezyonu sağlayıcı veya engelleyici gibi et­
a-ve |3-adrenerjik sistemler tarafından düzenlenir (bu
kisi olan uyaranlar).
sistemlerin damar tonusuna olan etkilerine ek olarak).
Kan Basıncının Düzenlenmesi 331

KAN HACMİ HÜMORAL FAKTÖRLER


Sodyum
Konstriktörler Dilatatörler
Mineralaokortikoidler
Anjiyotensin II Prostaglandinler
Atrial natriüretik peptid
Katekolaminler Kininler
Tromboksan NO
Lökotrienler

1 1
Endotelin

LOKAL FAKTÖRLER
KAN PERİFERİK
Otoregülasyon
BASINCI DİRENÇ
pH, hipoksi

t t
KARDİ YAK Konstriktörler Dilatatörler
FAKTÖRLER a-adrenerjik p-adrenerjik
Kalp hızı
Kontraktilite NÖRAL FAKTÖRLER

Resim 9 -3 Kan basıncının düzenlenmesi.

• Periferik direnç başlıca arteriol seviyesinde ve nöral ve • Renin plazma anjiotensinojenini yıkarak anjiotensin F i
hormonal etkiler ile düzenlenir. Damar tonusu vazo- oluşturur; bu molekül de periferde, anjiotensin-dö-
konstriktörler (bunların arasında anjiotensin II, kateko­ nüştürücü enzim (angiotensin-converting enzyme)
laminler ve endotelin sayılabilir) ile vazodilatörlerin (ACE) ile anjiotensin IF ye çevirilir. Anjiotensin II kan
(bunlara örnekler kininler, prostaglandinler ve NO'dur) basıncını şu yollarla artırır: (1 ) damar düz kas hücre­
arasındaki dengeyi yansıtır. Rezistans damarları ayrıca lerinde kasılmayı uyararak, (2 ) adrenal bezden aldos-
otoregülasyona sahiptir; bu yolla artmış kan akımının teron salmımmı uyararak ve (3) tubuler sodyum geri
vazokonstriksiyonu uyarmasıyla dokuların hiperper- emilimini artırarak.
füzyona karşı korunması sağlanmış olur. Son olarak, • Böbrek ek olarak, olasılıkla anjiotensinin vazopresör
kan basıncına ince ayar, yerel metabolik taleplere göre etkisini dengelemek için damarı gevşetici bazı madde­
uygun doku pH'sı ve hipoksi aracılığıyla sağlanır. ler de üretir (bunların arasında prostaglandinler ve
Böbrekler, adrenaller ve myokarddan salgılanan faktör­ NO vardır).
ler aralarında etkileşerek damar tonüsüne etki ederler ve • Adrenal bez kaynaklı aldosteroıı kan basıncını, kan
sodyum dengesini ayarlayarak kan hacmini düzenlerler hacmi üzerindeki etkisi ile artırır; aldosteron, distal
(Resim 9-4). Böbrekler günde 23 mol tuz içeren 170 litre kıvrmtılı tubulde sodyum (ve bu nedenle aynı anda
plazmayı süzer. Bu nedenle, 100 mEq sodyum içeren ti­ su) geri emilimini artırır, bu arada idrara potasyum
pik bir diyet alınması durumunda, total vücut sodyum atılımmı da artırır.
düzeylerinin idame ettirilebilmesi için süzülen tuzun % • Myokardial natriüretik peptitler atrial ve ventriküler
99.5'i geri emilmelidir. Süzülen sodyumun % 98'i, sürek­ myokarddan, hacim artışına yanıt olarak salınırlar;
li aktif olan çeşitli taşıyıcılar vasıtası ile geri emilir. Kalan bunlar distal renal tubullerde sodyum geri emilimini
% 2 'lik sodyumun kurtarılması ise epitelyal sodyum ka­ azaltırlar, bu sayede sodyum atılımma ve diüreze ne­
nalı (ENaC) aracılığıyla gerçekleştirilir; bu mekanizma den olurlar. Bu peptidler sistemik vazodilatasyona ne­
renin-anjiotensin sistemi ile sıkıca denetlenmektedir. den olurlar.
Asıl net sodyum dengesini belirleyen bu mekanizmadır.
Periferik direnç ve sodyum atılımı/tutulumunu böb­
rekler başlıca renin-anjiotensin sistemi ile etkiler. Böb­
rekler ve kalp, kan basıncı veya kan hacmindeki deği­
O özet__
Kan Basıncı Düzenlenmesi
__
şimleri algılayan hücreler bulundururlar. Bu hücreler ya­
nıt olarak, aşağıda anlatıldığı gibi, normal kan basıncını • Kan basıncı damar direnci ve kardiyak debi ile belirlenir.
korumak için beraberce etki gösteren bazı önemli dü­ • Damar direnci arteriol düzeyinde düzenlenir, buna nöral
zenleyicileri salarlar: ve hormonal etkenler etki eder.
• Renin, glomerüler afferent arteriolleri çevreleyen myo- • Kardiyak debi, kalp hızı ve atım hacmi ile belirlenir, atım
epitelyal hücreler olan renal jukstaglomerüler hücrele­ hacmi de kan hacminin kuvvetli etkisi altındadır. Kan hac­
rin ürettiği proteolitik bir enzimdir. Renin salmımı şu mi de başlıca renal sodyum atılımı veya geri emilimi ile
durumlara yanıt olarak gerçekleşir: afferent arteriol- düzenlenir.
lerde düşük kan basıncı olması, dolaşımdaki kateko- • Renin, kan basıncının majör bir düzenleyicisi olarak, affe­
laminlerin yüksek seviyelerde olması veya distal kıv- rent arteriollerdeki düşük kan basıncına yanıt olarak
rmtılı renal tubullerde düşük sodyum seviyesinin ol­ böbreklerden salgılanır. Sonrasında renin anjotensinojeni
ması. Bu son söz edilen durum, glomerüler filtrasyon anjiotensin l’e dönüştürür; akabinde periferdeki katabo-
hızının düşmesi ile oluşur (örn. kardiyak debinin dü­ lizma ile anjiotensin II üretilir, bu da, damar düz kas to-
nüsünü artırarak ve adrenal aldosteron salınımını uyarıp
şük olması durumundaki gibi) ve sonuç olarak proksi-
renal sodyum geri emilimini artırarak kan basıncını dü­
mal tubullerden sodyum geri emilimi artırılır ve dis-
zenler.
taldeki sodyum oranı düşürülür.
332 B O L U M 9 Kan Damarları

r r
i
Atrial natriüretik peptid

Kardiak hacim sensörleri

Na+ ve
1 su atar

Vazodilatasyon

*
Kan
hacmi
1 1

t
| K A N BASINCI Normotansiyon f KAN BASINCI

Kan Vazo-
hacmi konstriksiyon
(Düşük hacim veya düşük direnç;
renal arter stenozu da olabilir)
Na+ ve suyu

t
geri emer

f Böbrek basınç Aldosteron


ve Na+ sensörleri

Adrenal
Karaciğer

dpP Anjio-
tensinojen
Renin

- ► Anjiotensin I •
Anjiotensin II

J
Anjiotensin-converting
enzim
Bir çok dokudaki endotel

Resim 9 -4 Kan basıncının düzenlenmesinde renin, anjiotensin, aldosteron ve atrial natriüretik peptidin ilişkisi (metne bakınız).

HİPERTANSİF D A M A R HASTALIĞI Hipertansiyonun Epidemiyolojisi

Hipertansiyon gelişmiş dünyada majör bir sağlık soru­ Boy uzunluğu ve vücut ağırlığı gibi, kan basıncı da süre­
nudur. Nadiren akut ve ağır bir şekilde kendini gösterse ğen dağılmış bir değişkendir ve olumsuz etkiler kan ba­
de, yüksek kan basıncı daha sık olarak yıllarca asempto- sıncı arttıkça süreğen olarak artar; hastalık oluşumunun
matik kalır. Bu sinsi durum bazen benign hipertansiyon kimde ortaya çıkacağının öngörülmesini güvenle ortaya
olarak adlandırılmaktadır ama gerçekte hiç de zararsız koyabilecek ve katı olarak belirlenmiş bir eşik yoktur. Yi­
değildir. İnme ve aterosklerotik koroner arter hastalığı ne de, devamlı olarak 90 mm Hg üzeri diyastolik veya 140
riskini artırmasının yanında hipertansiyon, kardiyak hi- mm Hg üzeri sistolik basınç, artmış ateroskleroz riski ile
pertrofi ve kalp yetmezliğine (hipertansif kalp hastalığı), ilişkilidir ve klinik uygulamada bu değerler bir eşik ola­
aort diseksiyonu, multi-infarktüs demansı ve böbrek yet­ rak kullanılır. Bu kriterler ile genel nüfusun yaklaşık %
mezliğine yol açabilir. Kan basıncı düzenlenmesinin mo- 25'i hipertansiftir. Ama belirtildiği gibi bu değerler biraz
leküler yolakları kabul edilebilir düzeyde anlaşılmış olsa keyfidir ve kardiyovasküler hastalık risk faktörleri olan
da, bu hastalıktan etkilenen kişilerin ezici çoğunluğunda hastalarda (ör. diabet) daha düşük eşik değerler uygula­
hipertansiyona yol açan mekanizmalar hala bilinmemek­ nabilir. Yüksek kan basıncının patolojik etkilerinin pre-
tedir. Kabul gören inanış, bu tür "esansiyel hipertansi­ valansı yaş ile artar ve Afrika kökenli Amerikalılarda da­
yon" gelişiminin genetik polimorfizmler (bunlar herhan­ ha yüksektir. Uygun tedavi yokluğunda hipertansiyon
gi bir klinik sonuç yaratmayabilir de) ile çevresel faktör­ hastalarının aşağı yukarı % 50'si iskemik kalp hastalığın­
lerin, ki bunlar kan basıncım ve/veya periferik direnci dan veya konjestif kalp yetmezliğinden ölür; diğer bir üç­
artırıcı yönde etki gösterir, arasındaki bir etkileşim ile te birlik grup da inmeden kaybedilir. Kan basıncının dü­
meydana geldiği yönündedir. şürülmesi, hipertansiyon ile ilişkili tüm hastalık tipleri­
Hipertansif Damar Hastalığı 333

nin insidansım ve klinik sonuçlarını (ölüm dahil) belirgin bozukluklarına bağlıdır. Pek çok ve nadir te k gen bozuklu­
olarak azaltır. Gerçekten de, asemptomatik hipertansiyo­ ğu, renal sodyum geri em ilim ine etki ederek hipertansiyo­
nun saptanıp tedavi edilmesi, "koruyucu tıbbın" sağlığa na (veya hipotansiyona) neden olur. Bu bozukluklar arasın­
yararının gösterilmiş olduğu az sayıdaki örneklerinden da aşağıdakiler sayılabilir:
birini oluşturur. • A ld o stero n m etab o lizm asınd aki enzim lerin (ör.
Hipertansif hastaların küçük bir yüzdesi ( yaklaşık ola­ aldosteron sentaz, 11 (3-hidroksilaz, 17 a-hidroksilaz)
rak % 5'i) hızla yükselen kan basıncı ile fark edilir ve eğer gen bo zuklu ksan artm ış aldosteron sentezi, artmış
tedavi edilmezlerse bu hastalar çoğunlukla 1 ila 2 yılda tu z ve su geri em ilim i ile plazma hacminde artışa neden
kaybedilir. Bu tür malign hipertansiyon genelde ağırdır (ör. olur.
200 mm Hg'nın üzerindeki sistolik basınçlar ya da 120 • Sodyum geri em ilim ini etkileyen p ro teinlerin m u-
tasyo n lan (Liddle sendrom unda olduğu gibi; bu send-
mm Hg'nin üzerindeki diastolik basınçlar) ve beraberin­
rom da ENaC mutasyonları ile distal tubuluslarda sod­
de böbrek yetmezliği ile papilla ödeminin eşlik ettiği ya
yum geri emilimi, aldosteron etkisi sonucu artm ıştır)
da etmediği retinal hemorajiler de mevcuttur. De novo
olarak da ortaya çıkabilir ama en sık olarak benign hiper­ Esansiyel H ipertansiyonun Mekanizmaları
tansiyon sonrasında gelişir.
Özgün tetikleyiciler bilinm em ekle birlikte, öyle görünm ek­
te d ir ki, hem böbreğin sodyum u işleme tarzındaki değişik­
PATOGENEZ liklerin, hem de dam ar direnci artışının esansiyel hipertan­
siyon gelişiminde ro l oynadığı düşünülm ektedir.
Tablo 9 -2 ’de hipertansiyonun m ajör nedenleri listelenmiş- • N orm al a rte r basıncı varlığına rağmen renal sodyum
tir, ancak çoğu olgu (% 9 1 ) id iyo patikd ir (esansiyel atılım ının azalm ası, olasılıkla k ilit bir patojenik du­
h ip ertan siyo n ). Bu fo rm , m yokard enfarktüsü, inme ve­ ru m d u r; gerçekten de bu, hipertansiyonun pek çok fo r­
ya başka b ir kom plikasyon eklenm edikçe uzun süreli ya­ munda görülen o rta k bir e tyo lo jik faktörd ür. Azalmış
şam ile bağdaşmaktadır. G eri kalan olguların çoğu (sekon- sodyum atılımı, sıvı hacminde ve kardiyak debide zoru n­
d e r hip ertan siyo n ) p rim e r b ö b re k hastalığı, renal a rte r lu b ir artışa neden olur, bu şekilde kan basıncı yükselir
daralması (ren o v ask ü ler h ipertansiyo n ) veya adrenal (Resim 9-3). Bu daha yüksek olan bu yeni kan basıncın­
da bö bre kler ek sodyumu atar. Böylece, sodyum atı11-
mında yeni b ir denge durum una erişilmiş olunur; ama
Tablo 9 - 2 Hipertansiyon Tipleri ve Nedenleri
bu, yükselmiş b ir kan basıncı pahasınadır.
(Sistolik ve Diastolik)
• A rtm ış d am ar d iren ci, vazo ko nstriksiy on ya da
Esansiyel Hipertansiyon d am ar d u v a rla rın d a ki yap ısal d eğ işiklik lerd en
Olguların % 90-95’ini oluşturur
kaynaklanab ilir. Bunlar birbirind en bağımsız olm ak
zorunda da değildir; çünkü k ro n ik vazokonstriksiyon et­
Sekonder Hipertansiyon kilenen damarların duvarlarında kalıcı bir kalınlaşmaya
Renal neden olabilir.
• G e n e tik e tk e n le r kan basıncının belirlenm esinde
A k u t glomerülonefrit önemli b ir role sahip olabilir; bu, hipertansiyonun ailesel
Kronik böbrek hastalığı yığılımı aracılığıyla ve m onozigotik ve dizigotik ikizler
Polikistik hastalık
üzerindeki çalışmalarla gösterilmiştir. H ipertansiyon ile
Renal a rte r stenozu
belli anjiotensinojen po lim o rfizm le ri ve anjiotensin II re­
Renal vaskülit
Renin üreten tüm örler septörü varyantları arasında ilişki kurulm aktadır; ayrıca
renin-anjiotensin sisteminin p o lim o rfizm le ri kan basıncı
Endokrin düzenlenmesindeki ırksal farklılıklarda rol oyn u yo r olabi­
Adrenokortikal hiperfonksiyon (Cushing sendromu, primer lir. Geniş popülasyonlarda esansiyel hipertansiyon ile iliş­
aldosteronizm, konjenital adrenal hiperplazi, licorice) kili duyarlılık genleri bilinmese de, bunların muhtemelen
Ekzojen hormonlar (glukokortikoidler, östrojen [hamilelikle ya da böbreklerin sodyumu işleme şeklini, basınç artırıcıları ve
oral kontraseptif kullanımı ile], sempatomimetikler ve tiramin düz kas hücre büyümesini ilgilendirdiği düşünülebilir.
içeren yiyecekler, monoamin oksidaz inhibitörleri) • Çevresel fa k tö rle r -örneğin stres, obezite, sigara iç­
Feokromositoma m ek, fiziksel hareketsizlik ve yüksek tuz tüke tim i- gene­
Akromegali tik belirleyicilerin etkisini değiştirir. Farklı toplum larda
H ipotiroidi (miksödem)
dietteki tu z alımı ile hipertansiyon prevalansını ilişkilendi-
H ipertiroidi (tirotoksikoz)
ren kanıtlar oldukça kuvvetlidir.
Hamilelikte başlayan (pre-eklampsi)

Kardiyovasküler

A o rta koarktasyonu
Poliarteritis nodoza
O MORFOLOJİ
intravasküler hacim artışı Hipertansiyon sadece aterogenezi hızlandırmakla kalmaz,
Kardiyak debi artışı
aynı zamanda büyük ve o rta bo yuttaki a rterlerin duvarla­
A ortada sertleşme
rında, a o rt diseksiyonu ve serebrovasküler hem orajiye yol
Nörolojik açabilecek dejeneratif değişikliklere sebep olur, iki küçük
dam ar hastalığı fo rm u hipertansiyon ile ilişkilidir: hyalen ar-
Psikolojik
Artm ış intrakraniyal basınç terio lo sklero z ve hiperplastik a rte rio lo skle ro z (Resim 9-5).
Uyku apnesi Hyalen a rte rio lo sk le ro z benign hipertansiyonda gö­
A k u t stres, cerrahi dahil rülür. A rte rio l duvarlarında hom ojen, pembe hyalen b ir ka-
334 BÖLÜM 9 Kan Damarları

%>

/ »
>

Resim 9 -5 Hipertansif vasküler hastalık. A , Hyalen arterioloskleroz. A rterio l duvarı am orf proteinöz materyal birikimi (hyalinize) ile
kalınlaşmıştır ve lümen belirgin olarak daralmıştır. B, Luminal kapanmaya neden olan hiperplastik arterioloskleroz ( “ soğan kabuğu
görünümü” ) (ok) (PAS boyası).
Helmut Rennke, M D , Brigman and Women's Hospital, Boston, Massachusetts, izni ile.

Iınlaşma, norm al yapının kaybolması ve lümende daralma


D A M A R D U V A R IN IN HASARA Y AN ITI
ile k a ra k te rlid ir (Resim 9-5, A ). Bu lezyon, plazma içeriği­
nin zedelenmiş endotel hücrelerinden dışarıya, dam ar du­ Çok sayıdaki vasküler hastalığın temelinde özellikle en-
varlarına sızması ve düz kas hücrelerinin kro n ik hemodina- dotelyal hücrelerde olmak üzere damar duvarı zedelen­
m ik strese yanıt olarak oluşturduğu artm ış ESM üretim in­ mesi vardır. Bu zedeleyici uyaranlar biyokimyasal, immü­
den kaynaklanır. B öbreklerde, hyalen a rte rio lo skle ro z ne­
nolojik veya hemodinamik olabilir. Kan damarları duvar­
deni ile oluşan a rte rio l daralması yaygın vasküler kayba ve
larının ana hücresel elemanları olarak endotelyal hücre­
n efro skle ro za (glom erü le r skarlaşma) neden olur. Yaşlı­
ler ve düz kas hücreleri damar patolojisinde merkezi rol
larda (no rm al veya yüksek kan basıncına sahip olsalar da)
oynarlar. Bu hücrelerin entegre fonksiyonları, damar ya­
dam arlarda aynı bulgular g ö rü lü r ama hyalen arteriolo skle­
tağının çeşitli uyaranlara yanıtında önemlidir ve bu ya­
roz hipertansiyon olan hastalarda daha yaygın ve daha ağır
olarak saptanır. Aynı lezyonlar diabetik m ikroanjiopatide
nıtlar adaptif olabileceği gibi patolojik lezyonlara da yol
de sıktır; bu hastalıkta altta yatan etken hiperglisemiye bağ­ açabilir. Bu nedenle, endotel zedelenmesi veya disfonksi-
lı endotel hücresi disfonksiyonudur. yonu (metinin önceki kısımlarına bakınız) tromboz, ate­
H ip e rp la stik a rte rio lo sk le ro z şiddetli hipertansiyon roskleroz ve hipertansif vasküler lezyonların aralarında
için tip iktir. Dam arlarda “ soğan zarı” tarzında, konsantrik, bulunduğu bir grup patolojik süreçte rol oynar. Düz kas
laminalar oluşturan a rte rio l duvar kalınlaşması ve lümen da­ hücresi proliferasyonu ve makriks sentezi, hasara uğra­
ralması g ö rü lü r (Resim 9-5, B). Bu laminalar düz kas hüc­ mış damar duvarı tamirini sağlar, ancak aynı zamanda
releri ve kalınlaşmış, sayısı artm ış bazal mem branlardan lumende tıkanmaya yol açabilir.
oluşur. Malign hipertansiyonda bu değişikliklere fib rin o id
ne kroz ve dam ar duvar nekrozu (n e k ro tiza n a rte rio iit)
eşlik eder; bu lezyonlar da özellikle bö bre kte ön plandadır.•
İntimal Kalınlaşma: Damar Zedelenmesine Karşı
Kalıplaşmış Bir Yanıt

Endotel hücresi kaybına ve disfonksiyonuna neden olan da­


mar zedelenmesi, düz kas hücresi çoğalmasını ve eşlik eden
matriks sentezini uyarır. Zedelenmiş damarlardaki iyileş­
mede düz kas hücrelerinin veya düz kas hücresi öncülle­
Ö ZET rinin intimaya göçü yer alır. Burada bu hücreler çoğalır ve
ESM sentezi yaparak, fibroblastların yarayı doldurmasına
(Resim 9-6) çok benzer şekilde, intakt bir endotel tabaka­
• Hipertansiyon toplumun % 25’inde görülen yaygın bir sı içeren bir neointima oluştururlar. Bu neointimal yanıt,
hastalıktır; ateroskleroz, konjestif kalp yetmezliği ve böb­
enfeksiyon, inflamasyon, immün zedelenme, fiziksel trav­
rek yetmezliği için majör bir risk faktörüdür.
ma (ör. balon kateter ile veya hipertansiyonda) veya tok-
• Esansiyel hipertansiyon, olguların % 95’ini oluşturur ve
sik ajana maruziyet (örn. okside lipidler veya sigara du­
karmaşık, multifaktöryel bir hastalıktır; hem çevresel et­
manı) dahil her türde damar zedelenmesi veya disfonksi-
kenler hem de sodyum geri emilimi, aldosteron yolakları
yonunda oluşur. Nitekim, intimal kalınlaşma damar duvarı­
ve renin-anjiotensin sistemini ilgilendiren genetik poli-
nın herhangi bir zedeleyici etkene verdiği kalıplaşmış bir ya­
morfizm ler olaya dahildir.
nıttır.
• Hipertansiyon nadiren, tek gen bozukluklarına ve böb­
Önemli olarak, neointimal düz kas hücrelerinin feno-
rek, adrenal veya diğer endokrin organların hastalıklarına
tipi medyal düz kas hücrelerinden farklıdır; neointimal
sekonder olarak ortaya çıkar.
düz kas hücreleri medyal düz kas hücreleri kadar kont-
Ateroskleroz 335

1. Düz kas hücreleri veya düz 2. Düz kas 3. Ekstrasellüler


kas hücresi öncüllerinin hücresinde mitoz matriksin oluşturulm ası
Endotel intimada toplanması

İntima

internal
elastik
lamina
Düz
kas
hücreleri

Resim 9 - 6 Vasküler zedelenm eye stereotipik yanıt. Ekstrasellüler m atriks sentezi ile ilişkili intimal düz kas göçü ve proliferasyonunu
özetleyen intim al kalınlaşmanın şematik görünüm ü, intimal düz kas hücreleri alttaki medyadan kaynaklanabilir ya da dolaşımdaki öncüller­
den oluşabilir. Bunlar kendilerine özgü fenotipi vurgulam ak için medyanın düz kas liflerinden farklı renkte resmedilmiştir.

rakte olamazlar, ancak bölünme kapasiteleri vardır ve • Ateroskleroz lapa ve sertleşme kelimelerinin Yunanca
medyal düz kas hücrelerinden daha fazla sentez kapasi­ köklerinden gelmekte olup en sık görülen ve klinik
tesine sahiptirler. Neointimal hücrelerin daha önce, dedi- olarak en önemli olan tiptir ve sıradaki bölümün ko­
feransiye medyal düz kas hücrelerinden köken aldığı dü­ nusu olacaktır.
şünülmesine karşın, artan kanıtlar bunların en azından
bir kısmının dolaşımdaki öncül hücrelerden kaynaklan­
dığını göstermektedir. İntimal düz kas hücrelerinin mig- ATEROSKLEROZ
ratuar, proliferatif ve sentetik aktiviteleri trombositler, Ateroskleroz, ateromlar (ya da ateromatöz veya ateroskle-
endotel hücreleri ve makrofajlarm ürettiği büyüme fak­ rotik plaklar) olarak adlandırılan intimal lezyonlar ile ka­
törleri ve sitokinler, aynı zamanda da aktive koagülasyon rakterlidir. Ateromatöz plaklar, yumuşak, sarı, pıhtı gibi
ve kompleman faktörleri ile düzenlenmektedir (daha ön­ bir yağ yumağından (esas olarak kolesterol ve kolesterol
ce tarif edildiği gibi).
esterleri ile nekrotik debristen oluşan) çekirdekler ve
Endotel hücresi tabakasının restorasyonu ve/veya bunları saran fibröz şapkalardan oluşan, lümene doğru
normalleşmesi ile intimal düz kas hücreleri nonprolifera- yükselti yapan lezyonlardır (Resim 9-7). Aterosklerotik
tif durumlarına dönebilirler; ancak bu, iyileşme yanıtı plaklar damar lümenini mekanik olarak tıkayabilir ve
geri dönüşsüz intimal kalınlaşma ortaya çıkmadan önce rüptüre olabilirler ve bu şekilde ölümcül damar trombo-
olmaz. Israrcı veya tekrarlayan saldırılarla, küçük ve orta zuna neden olabilirler. Plaklar ayrıca, bazen anevrizma
boydaki damarların stenozuna neden olan, daha ileri dü­ oluşumuna neden olan, alttaki medyanın zayıflamasına
zeydeki kalınlaşma ortaya çıkabilir (ör. daha sonra tartı­ yol açabilir. Batı dünyasında ateroskleroza bağlı morbidi-
şılacak olan aterosklerozdaki gibi). Son bir söz olarak, in­ te ve mortalite oranları herhangi bir başka hastalıktan
timal kalınlaşmanın normal yaşlanmanın bir unsuru ol­ daha yüksektir; kabaca tüm ölümlerin yarısı bu hastalığa
duğunun bilinmesi önemlidir. Böylesi yaş-ilişkili intimal bağlıdır. Koroner arter hastalığı aterosklerozun önemli
değişiklik herhangi bir sonuç doğurmaz; bu da kısmen, bir göstergesi olduğu için ateroskleroz mortalitesine ait
damarın dışa doğru kompansatuar yeniden yapılanması­ epidemiyolojik veriler tipik olarak iskemik kalp hastalığı­
nın (re-modeling) lümen çapında küçük bir değişikliğe na (İKH) (Bölüm 10) bağlı ölümleri yansıtır; gerçekten de
yol açmasmdandır. myokard infarktüsü Birleşik Devletler'deki tüm ölümle­
rin neredeyse dörtte birinden sorumludur.
ARTERİOSKLEROZ
Arterioskleroz tam olarak "arterlerin sertleşmesi" anla­
Aterosklerozun Epidemiyolojisi
mına gelir; arter duvar kalınlaşmasını ve elastisite kaybı­ Ateroskleroz gelişmiş ülkelerin çoğunda yaygın olmakla
nı içeren genel bir terimdir. Farklı klinik ve patolojik so­ birlikte Orta ve Güney Amerika, Afrika ve Asya'nın çe­
nuçları olan üç tipi bilinmektedir. şitli kısımlarında daha nadirdir. İKH'nm Birleşik Devlet­
• Arterioloskleroz küçük arterleri ve arteriolleri etkiler ler'deki mortalite oranı dünyadaki en yükseklerden biri­
ve distaldeki kan akımı yolunda iskemik zedelenme dir ve Japonya'dakinden yaklaşık beş kat daha fazladır.
oluşturabilir. Bunun varyantları olan hyalen ve hi- Buna rağmen İKH Japonya'da da artmakta olup şu anda
perplastik arterioloskleroz hipertansiyon konusunda ikinci en sık ölüm sebebidir. Dahası, Birleşik Devletler'e
üstte tanımlanmıştı. göç eden ve Amerikan yaşam tarzı ve yeme alışkanlıkla­
® Mönckeberg'in medyal sklerozu tipik olarak 50 yaş üze­ rına uyum sağlayan Japonlar, ABD doğumlu kişiler ka­
rindeki insanlarda müsküler arterlerde kalsifik biri­ dar ateroskleroz riski kazanırlar; bu da çevresel faktörle­
kimlerin görülmesi ile karakterlidir. Lezyonlar damar rin etyolojideki önemini vurgulamaktadır.
lümenine ilerlemezler ve çoğunlukla klinik olarak Pek çok prospektif analizlerde (örn Framingham Kalp
önemsizdirler. Çalışması) ateroskleroz ve İKH' mn yaygınlığı ve şiddeti-
336 BÖLÜM 9 Kan Damarları

FİBRÖZ ŞAPKA
(düz kas hücreleri, makrofajlar,
köpüksü hücreler, lenfositler, kollajen,
elastin, proteoglikanlar,
neovaskülarizasyon
NEKROTİK MERKEZ
(hücre artıkları, kolesterol kristalleri,
köpüksü hücreler, kalsiyum)

MEDYA

Resim 9 -7 Aterom plağının temel yapısı.

nin, birçok risk faktörüyle korele olduğu ortaya konmuş­ Ancak menopoz sonrası ateroskleroz ilişkili hastalık­
tur; bu risk faktörlerinin bazıları yapısaldır (bu yüzden ların insidansı artar ve yaşlılıkta erkekleri bile geçer.
daha az denetlenebilirdir), ama diğerleri edinseldir ya da Bu cinsiyet farkını açıklamada uzun süre östrojenin
değiştirilebilir davranışlar ile ilişkilidir (Tablo 9-3). Bu koruyucu etkisi ileri sürülmüşse de, birçok klinik ça­
risk faktörlerinin kabaca çarpımsal etkileri vardır. Bu neden­ lışma her iki cinste de damar hastalığı için hormon te­
le, iki faktör myokard infarktüsü riskini yaklaşık dört kat davisinin faydasının olduğunu gösterememiştir. As­
artırır ve üç tanesi (örn. hiperlipidemi, hipertansiyon ve lında, postmenopozal östrojen replasman tedavisi,
sigara kullanımı), riski yedi kat artırır (Resim 9-8). artmış kardiyovasküler risk ile ilişkili gibi görünmek­
tedir. Cinsiyet, ateroskleroza ek olarak IKH olan has­
Yapısal Risk Faktörleri talarda hemostaz, infarktüs iyileşmesi ve myokardm
• Genetik. Aile öyküsü ateroskleroz için en önemli ba­ yeniden yapılanması gibi sonuçları etkileyebilecek di­
ğımsız risk faktörüdür. Belli Mendelyen hastalıklar ğer faktörleri de etkiler.
ateroskleroz ile kuvvetli olarak ilişkilidir (ör. familyal
hiperkolesterolemi) (Bölüm 6 ); ama bunlar olguların Düzeltilebilir Majör Risk Faktörleri
sadece küçük bir yüzdesinden sorumludur. Ailesel ris­ • H iperlipidem i-daha özgün olarak, hiperkolesterole-
kin büyük bölümü, hipertansiyon ve diyabet yanı sıra m i-ateroskleroz gelişimi için majör bir risk faktörüdür
diğer genetik polimorfizmler gibi, ateroskleroz ile be­ ve diğer risk faktörlerinin yokluğunda lezyon gelişimi­
raber anılan poligenik özellikler ile ilişkilidir. ni başlatmak için yeterlidir. Artmış risk ile ilişkili olan
• Yaş. Ateroskleroz, orta yaş ve sonrasında lezyonlar ana kolesterol bileşeni düşük dansiteli lipoproteindir
kritik bir eşiğe ulaşmadıkça klinik olarak genellikle (low density lipoprotein; LDL; "kötü kolesterol"); LDL
sessiz kalır. Bu yüzden myokard infarktüsünün insi- kolesterolü periferik dokulara iletir. Buna karşılık,
dansı 40 ve 60 yaşlar arasında beş kat artar. İKH'na yüksek dansiteli lipoprotein (high density lipoprotein;
bağlı ölüm oranları her dekadla birlikte artar. HDL; "iyi kolesterol") kolesterolü mevcut ve gelişmek­
• Cinsiyet. Diğer tüm faktörler eşitken, aynı yaştaki er­ te olan vasküler plaklardan uzaklaştırır ve biliyer ola­
keklere kıyasla premenopozal kadınlar ateroskleroz rak atılmak üzere karaciğere taşır. Dolayısıyla yüksek
ve sonuçlarına karşı nispeten korunmuş durumdadır­ HDL düzeyleri azalmış risk ile ilişkilidir.
lar. Bu yüzden eğer diyabet, hiperlipidemi veya ciddi Bu ilişkilerin tanınması, total serum kolesterolü ve­
hipertansiyon gibi durumlar nedeniyle bir yatkınlıkla­ ya LDL'yi düşüren ve/veya serum HDL'sini yükselten
rı yoksa premenopozal kadınlarda myokard infarktü­ diyetsel ve farmakolojik girişimlerin geliştirilmesine
sü ve aterosklerozun diğer komplikasyonları nadirdir. ivme kazandırmıştır. Bunlar aşağıda belirtilmiştir:
o Kolesterol ve doymuş yağ asitlerinden (örneğin yu­
murta sarısı, hayvansal yağları ve tereyağında bulu­
Tablo 9-3 Ateroskleroz için Majör Risk Faktörleri nurlar) zengin beslenme plazma kolesterol düzeyle­
rini yükseltir. Tersine, düşük kolesterol ve/veya
Değiştirilemez (Yapısal)
yüksek oranda çoklu doymamış yağlar içeren di­
Genetik anomaliler yetler plazma kolesterolünü düşürür,
Aile hikayesi o Omega-3 yağ asitleri (balık yağında boldur) yarar­
İlerleyen yaş
lıyken, çoîdu doymamış sıvı yağların yapay hidroje-
Erkek cinsiyet
nizasyonu ile üretilen (trans) doymamış yağlar (fı­
Değiştirilebilir rında pişirilen gıdalar ve margarinlerde kullanılır)
Hiperlipidemi kolesterol profilini olumsuz etkiler,
Hipertansiyon o Egzersiz ve orta derecede etanol tüketimi HDL'yi
Sigara içimi artırırken, obezite ve sigara HDL'yi azaltır,
Diabet o Statinler karaciğer kolesterol sentezindeki hız-belir-
inflamasyon
leyici enzim olan hidrolcsimetilglutaril koenzim A
0 -L

KB sistolik 120 160 160 160 160 160 160


Kolesterol 220 220 260 260 260 260 260
HDL-K 50 50 50 35 35 35 35
Diabet - - - - + + +
Sigara - - - - - + +
EKG’de SVH - - - - - - +

Resim 9 -8 Bilinen risk faktörlerinin -hiperlipidemi, hipertansiyon, sigara içimi ve diyabet- fonksiyonu olarak 55 yaşındaki erkek ve kadın­
larda koroner arter hastalığının 10 yıllık tahmini riskleri. KB, kan basıncı; EKG, elektrokardiyogram; HDL-K, yüksek yoğunluklu lipopro­
tein kolesterolü; SVH, sol ventrikül hipertrofisi.
O'Donnell CJ, Kannel WB'in verileri: Cardiovascular risks o f hypertension: lessons from observational studies. J Hypertension 16 (Suppl 6 ): 3, 1998.

(HMG-CoA) redüktazı inhibe ederek dolaşımdaki • İnflamasyon. İnflamatuar hücreler, ateromatöz plak
kolesterol düzeylerini azaltan ve yaygın olarak kul­ oluşumunun tüm evrelerinde mevcuttur ve plak ilerle­
lanılan bir ilaç grubudur. mesi ve rüptürü ile yakından ilişkilidir (aşağıya bakı­
• Hipertansiyon, (üste bakınız) ateroskleroz gelişimi için nız). İnflamasyonun rolünün giderek artan kabulüyle
diğer bir majör risk faktörüdür. Hipertansiyon kendi sistemik inflamasyonun ölçülmesi risk sınıflamasında
başına, İKH riskini yaklaşık % 60 oranında arttırabilir önemli hale gelmiştir. Sistemik inflamasyon belirteçle­
(Resim 9-8). Hipertansiyon ayrıca sol ventriküler hi- rinin birçoğu İKH riski ile ilişkili olmalarına karşın C-
pertrofinin (SVH) majör bir nedenidir; bu da myo- reaktif proteinin (CRP) tayini en basit ve duyarlılarm-
kard infarktüsü gelişimine katkıda bulunabilir (Resim dan biri olarak ortaya çıkmaktadır.
9-8). • CRP düzeyleri. Pentraxin ailesinin bir üyesi olan CRP
• Sigara kullanımı erkeklerde iyi tanımlanmış bir risk esas olarak karaciğer tarafından çeşitli inflamatuar si-
faktörüdür ve olasılıkla aterosklerozun kadınlarda ar­ tokinlere yanıt olarak sentezlenen bir akut faz reakta-
tan insidens ve şiddetini açıklamaktadır. Uzun bir sü­ nıdır. Aterosklerotik plaklar içinde yerel olarak hücre­
re (yıllar) günde bir paket veya daha fazla sigara içil­ ler tarafından salgılandığında CRP, endotel hücrelerini
mesi İKH' na bağlı mortaliteyi iki kat artırırken, siga­ aktive ederek adeziv özellikleri artırır ve tromboza el­
ranın bırakılması bu riski azaltır. verişli bir durum yaratır. Klinik önemi dolaşımdaki bir
biyobelirteç olmasında yatar: CRP düzeyleri myokard
• Diabetes mellitus dolaşımdaki kolesterolün artması ile
infarktüsü, inme, periferik arter hastalığı ve ani kardiyak
bağlantılıdır ve ateroskleroz riskini belirgin olarak ar­
ölüm riskini, görünüşte sağlıklı insanlarda bile, kuvvetli ve
tırır. Diğer faktörler eşitlendiğinde, myokard infarktü­
bağımsız bir şekilde öngörür (Resim 9-9). CRP'nin azal­
sü insidensi diabetlilerde diabeti olmayanlara göre iki
masının kardiyovasküler riski azalttığına dair direkt
kat daha fazladır. Ayrıca, inme riskinde artış ve alt
bir kanıt olmamakla birlikte, sigara bırakma, kilo ver­
ekstremitelerin ateroskleroz ilişkili gangreninde 1 0 0
me ve egzersizin CRP'yi azaltması ilgi çekicidir. Daha­
kat artmış risk vardır.
sı statinler, LDL kolesterolü üzerindeki azaltıcı etkile­
rinden bağımsız olarak CRP düzeylerini azaltırlar; bu
Ek Risk Faktörleri da bu ilaçların olası bir anti-inflamatuar etkisi olduğu­
Kardiyovasküler olayların % 20 kadarı tanımlanabilen nu göstermektedir.
risk faktörlerinin yokluğunda görülür. Örneğin, daha ön­ • Hiperhomosistinemi. Serum homosistein düzeyleri ile
ceden sağlıklı olan kadınlardaki kardiyovasküler olayla­ koroner arter aterosklerozu, periferik damar hastalığı,
rın % 75'inden fazlası, 160 mg/dL'den (genellikle düşük inme ve venöz trombüs koreledir. Nadir doğumsal me­
riski gösterdiği kabul edilen eşik değer) düşük LDL ko­ tabolizma bozukluklarına bağlı oluşan homosistinüri,
lesterol seviyelerinde oluşur. Diğer faktörler riske katkı­ dolaşımda yüksek homosistein düzeyleri (100 pmol/L'-
da bulunmaktadırlar; bunlar arasında aşağıdakiler mev­ den yüksek) ve erken ortaya çıkan vasküler hastalık ile
cuttur: ilişkilidir. Düşük folat ve vitamin B1 2 düzeyleri homo-
338 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları

leşenlerini b ir araya getirm ekte ve ek olarak, daha önce


tartışılan risk fa ktö rle rin i de olaya dahil etm ektedir. Zede­
lenm eye yan ıt hipotezi denen bu m odel, ateroskle-
ro zu a rte r duvarının endotelyal zedelenm eye kro ­
n ik bir in flam atu ar yan ıtı o la ra k görür. Lezyonun
ilerlem esi m odifiye lipo p ro tein ler, m onosit kaynak­
lı m akro fajlar, T len fo sitler ve a r te r duvarının hüc­
resel elem anları a rasın d aki e tk ile şim le r ile o lu şu r
(Resim 9-10). Bu m odele göre ateroskleroz aşağıdaki pato-
jenik olaylardan kaynaklanır:
• Endotel hasarı ve bunun sonucunda oluşan endotel
disfonksiyonunun, artm ış geçirgenlik, lö kosit adezyonu
ve trom bozise yol açması
• Dam ar duvarında lipoproteinlerin b irikim i (başlıca
0-*-ı-------------------------------- 1--------------------------------- 1--------------------------------- 1------------------------
0 -1 2 -4 5 -9 1 0 -2 0 LD L’ nin okside fo rm la rı ve kolesterol kristalleri)
10 yıllık riskin Framingham hesaplaması (%) • Trom bosit adezyonu
Resim 9 -9 Koroner arter hastalığında C-reaktif proteinin prognos- • Endotele m onosit ad ezyo n u , bunların intimaya göç­
tik değeri. Görece risk (y ekseni) kardiyovasküler olay (ör. myo- leri, m akro fajlar ve kö p ü ksü hü crelere diferansiyas-
kard infarktüsü) riskini yansıtmaktadır. x ekseni, Framingham çalış­ yonları
masında tariflenen geleneksel risk faktörlerinden hesaplanan kardi­ • M akrofajlarda lipid b irikim i ve m akrofajların inflama­
yovasküler olayın 10 yıllık riskini göstermektedir. Herbir risk gru­
tu a r sitokinler salgılaması
bunda CRP seviyeleri hastaları daha ileri gruplamaktadır.
Ridker PM, ve ark.nın verileri: Comparison o f C-reactive protein and low-density
• A ktive trom bo sitle rden , m akrofajlardan ve dam ar duva­
lipoprotein cholesterol levels in the prediction o f first cardiovascular events. N Engl rı hücrelerinden salınan fa k tö rle re bağlı o larak düz
j M e d 347:1557,2002. kas hü crelerinin toplanm ası
• D üz kas hücresi çoğalm ası ve ESM yapım ı
Bu olayların bazı ayrıntıları aşağıda sunulmuştur.
sistein seviyelerini artırabilse de, destek vitamin alımı
kardiyovasküler hastalık insidansmı etkilememektedir. Endotel H asarı. Endotel hücresi hasarı zedelenmeye-ya-
• Metabolik sendrom. Santral obezite ile (Bölüm 7) ilişkili nıt hipotezinin tem el taşıdır. Herhangi b ir nedenden dolayı
olan bu klinik tablonun belirleyici özellikleri insülin di­ oluşan- bunlar deneysel olarak m ekanik dökülm e, hem odi-
renci, hipertansiyon, dislipidemi (yüksek LDL ve dü­ nam ik kuvvetler, im m ün kom pleks birikim i, radyasyon ve­
şük HDL), hiperkoagülabilite ve adipositlerden salgıla­ ya kimyasallar o la b ilir-e n d o te l kaybı intimal kalınlaşma ile
nan sitokinlerin tetiklediği inflamasyona yatkın (pro- sonuçlanır; yüksek lipid içeren diyet varlığında tip ik aterom -
inflamatuar) bir durumdur. Dislipidemi, hiperglisemi lar meydana gelir. A ncak insandaki e rk en atero sklero -
ve hipertansiyon hep kardiyak risk faktörleriyken, sis- t ik lezyo nlar sağlam am a disfonksiyonel endotel
temik hiperkoagülabilite ve inflamasyona yatkın du­ alanlarında başlar. Bu disfonksiyonel endotelyal hücreler
rum, endotel disfonksiyonuna ve/veya tromboza katkı­ geçirgenlikte artış, lökosit adezyonunda çoğalma ve gen
da bulunabilir. ekspresyonunda değişiklikler gö sterir ve bu olayların tümü
ateroskleroz gelişimine katkıda bulunabilir.
• Lipoprotein (a) düzeyleri. Lipoprotein (a), apolipoprote-
Erken aterom atöz lezyon gelişimini tetikleyen olası et­
in A'ya bağlanan apolipoprotein B-100 içeren, LDL-
kenler arasında hipertansiyon, hiperlipidem i, sigarada bulu­
benzeri bir partiküldür. Lipoprotein (a) düzeyleri total
nan toksinler, homosistein ve hatta enfeksiyöz ajanlar var­
kolesterol veya LDL seviyelerinden bağımsız olarak
dır. inflam atuar sito kin le r (ö rn . tü m ö r nekrozis fa k tö r
koroner ve serebrovasküler hastalık riski ile koreledir. [TN F]) endotel hücresindeki pro-aterojenik tü rd e ki genle­
• Artmış prokoagülan düzeyleri majör kardiyovasküler rin ekspresyonunu uyarabilir. Yine de endotel disfonksiyo­
olayların kuvvetli öngörücüleridir. Trombinin aşırı ak- nunun en önemli iki nedeni hem odinam ik bo zuklukla r ve
tivasyonu özellikle aterojenik olabilir; hatırlanacağı hiperkolesterolem idir.
üzere bu olay, lökositler, endotel ve diğer hücrelerdeki
proteaz tarafından aktive olan reseptörleri (PAR-prote- H em odinam ik B o z u k lu k la r. H em odinam ik fa ktö rle rin
ase-activated receptor) bölerek inflamasyonu başlatır. aterogenezdeki önem i, plakların, damarlarının çıkış ostium -
ları, dallanma noktaları ve abdominal aortun p o ste rio r du­
• Risklerinin nicelendirilmesinin zor olduğu diğer faktör­
varı gibi türbülan kan akımının olduğu yerlerde oluşma eği­
ler arasında egzersiz yokluğu, hırslı ve stresli bir yaşam
limi gösterdikleri gözlem i ile açıklanmıştır. Daha ötesinde,
tarzı ("tip A kişilik") mevcuttur.
in v itro çalışmalar türbülan olmayan laminar akımın ate-
roskleroza karşı koruyucu ürünleri olan endotelyal genleri
uyardığını gösterm iştir. Böyle “ ate ro ko ru yu cu ” genler er­
PATOGENEZ ken ate ro skle rotik lezyonların rastgele olmayan yerleşimini
açıklayabilir.
Tarihsel olara k aterogenez ile ilgili iki baskın te o ri ortaya
atılmıştır. Birisi endotelyal hasara yanıt olarak intimal hücre Lipidler. Lipidler kanda tip ik olarak özgün apoproteinlere
proliferasyonunu vurgularken, diğeri trom büslerin te k ra r­ bağlı olarak taşınırlar (lipop rotein kom pleksleri oluştura­
layan oluşumu ve organizasyonu üzerinde odaklanmıştır. rak). D islipoproteinem iler, apoproteinleri kodlayan ya
A terogenez konusundaki çağdaş görüş, her iki teo rinin bi­ da lipoprotein reseptörlerini değişikliğe uğratan gen mutas-
Ateroskleroz

yonlarına veya örneğin n e fro tik sendrom , alkolizm , hipot-


Endotel roidizm veya diabetes mellitus gibi iipid metabolizmasını
intima -
bozan hastalıklara bağlı olarak gelişebilirler. Genel popülas-
Medya-
yonda sık karşılaşılan lipop rotein anorm allikleri arasında
(m iyokard infarktüsünden kurtulanların birçoğunda görü­
lü rle r) (1 ) artmış LDL kolesterol düzeyleri, (2 ) azalmış
1. Kronik endotel
“hasarı”: H D L kolesterol düzeyleri ve (3 ) artm ış lipoprotein (a) dü­
• Hiperlipidemi zeyleri ye r alır.
• Hipertansiyon Aterogenezde hiperkolesterolem inin yeri olduğunu gös­
• Sigara
teren pek çok kanıt şunlardır:
• Homosistein
• Hemodinamik etkenler • A te ro m a tö z plaklardaki baskın lipidler kolesterol ve ko­
• Toksinler lesterol esterleridir.
• Virüsler Hasara yanıt
• H iperlipoproteinem iye neden olan, lipoprotein alımı ve
• immün reaksiyonlar
metabolizmasındaki genetik d e fektler hızlanmış aterosk­
leroz ile ilişkilidir. Bu nedenle, d e te ktif LDL reseptörleri
ve karaciğerin yetersiz LD L alımı sonucu oluşan hom o-
zig ot ailesel hiperkolesterolem i 2 0 yaşında m iyokard in-
farktüsüne sebep olabilir.
• H iperkolesterolem iye neden olan diğer genetik veya ka­
zanılmış hastalıklar (ö rn . diabetes mellitus, h ip o tro -
id izm ) erken ateroskleroza neden olurlar.
2. Endotel disfonksiyonu • Framingham çalışması gibi ep idem iyolojik analizler ate­
(örn. geçirgenlik artışı, Trombosit roskleroz şiddeti ile total plazma kolesterol veya LDL
lökosit adezyonu) düzeyleri arasında belirgin ilişki gösterm iştir.
monosit adezyonu Monosit
ve göçü • Serum kolesterolünün diyet veya ilaçlar ile düşürülmesi,
aterosklerozun ilerlem e hızını yavaşlatır, bazı plakların
gerilemesine neden o lu r ve kardiyovasküler olayların ris­
kini azaltır.
Dislipidem inin aterogeneze katkısındaki m ekanizmalar aşa­
ğıdakileri içerir:
• K ro n ik hiperlipidem i, özellikle de hiperkolesterolem i, lo­
kal serbest oksijen radikalleri üretim ini a rtırarak endotel
hücresi fonksiyonunu d ire k t bozabilir; diğer etkilerin ya­
3. Makrofaj aktivasyonu nında, oluşan serbest oksijen radikalleri, N O ’nun yo k ol­
düz kas hücrelerinin Düz kas masını hızlandırarak vazodilatatör etkisini azaltır.
toplanması hücresi • K ro n ik hiperlipidem i du rum unda lip op roteinle r intimada
b irik ir ve bunların burada iki patojenik ürünü oluştur­
Yağlı çizgilenme dukları düşünülm ektedir: o ksid e LDL ve kolesterol
k rista lle ri. LD L bu alandaki m akrofajlar veya endotel
hücrelerinin oluşturduğu serbest oksijen radikalleri ile
okside e d ilir ve çöpçü (scavenger) reseptörleri aracı­
lığıyla m akrofajlara alınarak kö p ü ksü hücre oluşumuna
yol açar. O kside LDL, büyüm e fa ktö rle ri, sitokinler ve
kem okinlerin yerel oluşum unu uyararak m onositlerin
bölgede toplanmasını a rtırır ve ek olarak kendisi de en­
4. Makrofajlar ve
düz kas hücrelerinin dotel hücreleri ve düz kas hücrelerine to ksik etki göste­
lipidi içlerine alması rir. Yakın zamanda gö sterilm iştir ki, erken aterosklero-
tik lezyonlarda çok az m iktard aki ekstrasellüler koleste­
Lenfosit ro l kristalleri, m onosit ve m akrofajlar gibi doğal bağışık­
lık hücrelerinin aktive edilmesine neden olan “ tehlike”
Fibro-yağlı aterom sinyalleri olarak etki gösterm ektedir.

İnflam asyon. İnflamasyon a te ro skle ro tik lezyonların baş­


langıcı, ilerlemesi ve kom plikasyonlarına katkıda bulunur.
N o rm al dam arlara inflam atuar hücreler bağlanmaz. Ancak
aterogenezin erken dönem inde disfonksiyonel endotel hüc-

5. Düz kas hücrelerinin


Resim 9 -1 0 Aterogenezde hasara cevap: 1, Normal. 2, Monosit ve
çoğalması, kollajen ve
trom bosit adezyonu ile endotel hasarı. 3, Makrofaj aktivasyonu ile
diğer ESM’nin birikimi, Lipid
hücre dışı lipid intimaya monosit ve düz kas hücresi göçü. 4, Modifiye lipidlerin
kalıntıları
makrofajlar ve düz kas hücreleri tarafından alınması ve daha ileri
aktivasyon. 5, Plak oluşturan, ESM salınımı ile birlikte intimal düz
Lenfosit Kollajen
kas hücre proliferasyonu.
340 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları

releri, lökosit adezyonunu artıran adezyon m oleküllerini D üz K as Çoğalm ası ve M atriks Sen tezi. İntimal düz kas
eksprese eder; özellikle vasküler hücre adezyon m olekülü- hücresi çoğalması ve ESM birikim i, en erken lezyonu, bir
1 (V C A M -1) m onositleri ve T hücrelerini bağlar. Bu hücre­ yağlı çizgiyi, olgun b ir aterom a d ö n ü ştü rü r ve ateroskle-
le r endotele yapıştıktan sonra lokal olarak üretilm iş kem o- ro tik lezyonların ilerleyici büyümesine katkıda bulunur (Re­
kinlerin etkisi altında intim aya göç ederler. sim 9-10). İntimal düz kas hücreleri medyadan veya dola­
• M onositler m akrofajlara dönüşürler ve büyük b ir gay­ şımdaki öncül hücrelerden köken alabilir; kökenleri ne o lu r­
retle okside LD L de dahil olm ak üzere, lipop roteinle ri sa olsun, medyada bulunan düz kas hücrelerinden, prolife-
ve küçük kolesterol kristallerini içlerine alırlar. Koleste­ ra tif ve sentez yapıcı etkileri nedeniyle farklıdırlar. T rom bo-
rol kristalleri, inflamasyonun aktivasyonu ve devamında­ sit kaynaklı büyüm e fa ktö rü (platelet-derived gro w th fac­
ki IL-1 salınımını uyarm aları nedeniyle inflamasyonun to r ) (lokal olarak yapışmış tro m b o s itle r kadar makrofajlar,
önem li tetikleyicilerinden biri olarak düşünülm ektedir endotel hücreleri ve düz kas hücrelerinden salgılanır), fib­
(Bölüm 2). A k tiv e m akrofajlar, aynı zamanda LD L oksi- roblast büyüm e fa ktö rü ve TGF-a gibi b ir çok büyüme fak­
dasyonunu arttıra n ve düz kas hücresi çoğalmasını tetik- tö rü , düz kas hücresi çoğalması ve m atriks sentezinde gö­
leyen büyüme fa k tö rle rin i uyaran toksik oksijen türevle­ revlidirler. Toplanan düz kas hücreleri ate ro skle rotik plak­
rini de üretirler. ları sabitleyen (stabil) ESM’ İ (özellikle kollajen) sentezlerler.
• intimaya getirilen T hücreleri m akrofajlar ile etkileşir ve Ancak aterom lardaki aktive inflam atuar hücreler intimal
kro n ik b ir im m ün inflam atuar durum oluşturabilirler. T düz kas hücrelerinde apoptoza ve m atriks yıkımına neden
hücrelerinin spesifik antijenlere mi yanıt verd ikle ri (ör. o lab ilirler ve bu sayede anstabil p lakların gelişimine ne­
bakteriyel ya da viral antijenler, heat-shock proteinleri den ola b ilirle r (aşağıya bakınız).
[aşağıya bakınız] veya m odifiye a rte r duvarı elemanları
ve lip op roteinle r), yoksa lokal inflam atuar o rta m tarafın­
dan nonspesifik olara k mı aktive oldukları açık değildir.
Bununla birlikte, büyüm ekte olan intimal lezyonlardaki
( ) M ORFOLOJİ
aktive T hücreleri, sırasıyla m akrofajlar kadar endotel
hücrelerini ve düz kas hücrelerini de uyaran inflam atuar Yağlı Çizg iler. Yağlı çizgiler küçük sarı, düz m akûller ola­
sitokinleri (örn . IFN-y) salgılarlar. rak başlayıp 1 cm veya daha büyük uzunlamasına lezyonla-
• K ron ik inflam atuar durum un b ir sonucu olarak aktive lö- ra dönüşürler (Resim 9-11). Bunlar lipid yüklü köpüksü
kositler ve dam ar duvarı hücreleri, düz kas hücresi ço­ m akrofajlardan oluşurlar ancak sadece hafif düzeyde bir
ğalmasını ve m atriks sentezini teşvik eden büyüm e fak­ yükselti olu ştu ru rla r ve kan akımında belirgin bir bozulma­
tö rle rin i salgılarlar. ya yol açmazlar. Yağlı çizgiler 1 yaştan küçük süt çocukları­
nın aortlarında g ö rülebilirler ve neredeyse 1 0 yaştan büyük
Enfeksiyon. Enfeksiyonların, ateroskleroz ile ilişkisi yö­ tüm çocuklarda genetik, klinik veya diet-ilişkili faktörlerden
nünde ikinci derece kanıtlar m evcuttur. Herpesvirüs, sito- bağımsız olarak mevcutlardır. Yağlı çizgilerin aterosklerotik
megalovirüs ve Chylamidae pneumoniae’ nın tüm ü ateroskle- plaklar ile ilişkisi belirsizdir; plaklara dönüşebilm elerine kar­
ro tik plaklarda saptanmış ve seroepidem iyolojik çalışmalar şın tüm ü de daha ileri lezyonlara dönüşm ek zorunda değil­
daha ciddi aterosklerozu olan hastalarda Chylamidae pne- dir.
umoniae’ye karşı artm ış a n tik o r titre le ri bulmuştur. Ancak
bu ajanların enfeksiyonları (ateroskleroz gibi) çok yaygın A te ro sk le ro tik P lak. Bu lezyonların anahtar özellikleri
olduğundan nedensellik ilişkisi kurm a k güçtür. Bir de, m ik­ intim al kalınlaşma ve lipid b irik im id ir (Resim 9-7). A te ro -
ro b ik ajan içermeyen farelerde aterosklerozun oluşabilece­ m atöz plaklar beyazdan sarıya değişen renklerde, yükselti
ğinin ve bu süreçte enfeksiyonun zorunlu bir rolü olmadığı­ oluşturan lezyonlardır; 0 .3 - 1.5 cm arasında değişen çapa
nın akılda tutulması önem lidir. sahiptirler fakat birleşerek daha büyük kitle ler oluşturabi-

Resim 9-11 Yağlı çizgilenmeler. A , Yağlı çizgilenmeler içeren aorta (oklar), özellikle dal arterlerin ostiumları yakınında. B, Deneyesel
hiperkolesterolemik tavşanda, intimal, makrofaj kökenli köpüksü hücrelerini (ok) gösteren yağlı çizgilenme.
(B, Myron I. Cybulsky, M D , University o f Toronto, Toronto, Ontario, Canada, izni ile.)
Ateroskleroz 341

Resim 9 -1 2 Aterosklerotik lez/onlar. A , Fibröz plaklardan oluşan (biri ok ile gösterilmiştir) hafif ateroskleroz içeren aorta. B, Ülsere
plak (açık ok) ve üzerinde trombüs içeren lezyon (kapalı ok) gibi şiddetli, diffüz komplikasyonlar içeren aorta.

lirler. Ülsere plaklara eklenen trom bü s kırmızı-kahverengi dir. Dahası, herhangi b ir damardaki farklı evrelerdeki lez-
b ir görünüm e neden o lu r (Resim 9-12). yonlar sıklıkla beraber bulunur.
Genelde b ir a rte r duvarının sadece b ir kısmını tutan ate­ A te ro sk le ro tik plakların üç ana bileşeni vard ır:
ro skle ro tik plaklar yama tarzındadıriar; bu yüzden lezyon- ( 1 ) hü creler; bunlar d ü z kas hü creleri, m akro fajlar
lar enine kesitte “ eksantrik” g ö rü n ü rle r (Resim 9- 13A ). ve T len fo sitlerd ir; ( 2 ) e k stra se lü le r m a trik s; kolla-
A te ro s k le ro tik lezyonların fokal tabiatı damar hem odina- je n , elastik lifler ve proteoglikanları iç e rir; ( 3 ) hüc­
m iklerinin aşırılıklarına bağlı olabilir. Dallanma noktaların­ re içi ve dışı lipid (Resim 9-13 A ve 8 ). H e r b ir bileşenin
daki türbülans gibi lokal akım bozuklukları b ir dam ar duva­ oranı ve yapılanması lezyondan lezyonda değişir. Sıklıkla
rının belli kısımlarını plak oluşumuna özellikle yatkın hale plaklar düz kas hücreleri ve görece yoğun kollajenden olu­
getirm ektedir. şan yüzeyel fib rö z şapkaya sahiptir. Şapkanın dam ar duvarı
Azalan sıraya göre, en yaygın olarak etkilenen dam arlar ile birleştiği yerde (“ o m u z” ) m akrofajlar, T hücreleri ve
infrarenal abdominal a o rt, k o ro n e r arterler, popliteal ar­ düz kas hücrelerinden oluşan, hücreden daha zengin b ir
terle r, karotis internalar ve W illis poligonu damarlarıdır. alan vardır. Fibröz şapkanın derininde lipid (başlıca koleste­
Aynı hastada bile ateroskleroz abdominal a o rtta , torasik rol ve kolesterol esterleri), n e kro tik atıklar, köpüksü hücre­
a o rtta n daha şiddetlidir. Üst ekstrem itelerin damarları ge­ ler, lipid yüklü m akrofajlar ve düz kas hücreleri (k ö p ü k sü
nelde tutulm az, m ezenterik ve renal a rte rle r de, ostium la- h ü creler), fib rin , değişen düzeylerde organize trom büs
rı hariç, böyledir. Yine de kişinin b ir arterind eki ateroskle- ve diğer plazma proteinlerini içeren b ir n e k ro tik çekirdek
rozun şiddeti başka b ir a rte rd e ki şiddetin göstergesi değil­ vardır. Ekstraselüler kolesterol sıklıkla rutin doku takibi sı-

Resim 9 -1 3 Koroner arterde ateromatöz plak. A , Fibröz şapka (F) ve merkezi nekrotik (büyük oranda lipid) bölümü (C) gösteren ge­
nel yapı. Lümen (L) orta derecede daralmış görünümdedir. Duvarın bir kısmının plak içermediğine dikkat edin (ok), böylece eksantrik bir
lezyon görülmektedir. Bu kesitte kollajen mavi renkte boyanmıştır (Masson trikrom boyası). B, A ’da gösterilen lezyonun daha büyük bü­
yütmede görünümü; elastin boyanmıştır (siyah), burada internal ve eksternal elastik membranların inceldiği ve en ileri düzeydeki plak (ok)
tarafından arter medyasının inceldiği gösterilmektedir. C, Dağınık iltihabi hücreler, kalsifikasyon (ok başı) ve yeni damar oluşumunu (küçük
oklar) gösteren, fibröz şapka ve merkezin kesişme noktasının daha büyük büyütme fotoğrafı.
342 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları

rasında kaybolan ve geride yalnızca boş “ ya rıkla r” bırakan


• Plak rüptürü aterosklerotik debrisi açığa çıkararak
kristalize to p lu lu kla r şeklindedir. Lezyonların periferinde akut (sıklıkla ölümcül) damar trombiisü veya (debrisin
çoğunlukla n eovaskülarizasyon (çoğalan küçük kan da­ parçalanmasıyla) distal embolizasyona neden olabilir.
m arları) va rd ır (Resim 9-13 C). Plağın derinindeki medya » Damar duvarının harap olması anevrizma oluşumuna
incelmiş o lab ilir ve düz kas hücresi atrofisi ve kaybına bağlı ve buna selconder rüptür ve/veya tromboza neden ola­
fibrozis içerebilir. T ip ik ate ro m la r görece daha fazla lipid bilir.
içerirler, ancak “ fib rö z plaklar” da denen bazı plaklar he­
men tamamen düz kas hücreleri ve fib rö z dokudan oluşur­ Aterosklerotik Sterıoz
lar. Erken evrelerde medyanın yeniden yapılanması (remo­
Plaklar genellikle, hücre ölüm ü ve dejenerasyonu, ESM deling) damar çevresini büyüterek lümen çapını koru­
sentez ve yıkımı (yeniden şekillenme; “ rem odeling” ) ve maya çalışır. Yeniden yapılanmanın bir sınırı olması ne­
trom bü s organizasyonu ile değişmeye ve sürekli büyümeye
deni ile yine de sonunda genişleyen aterom kan akımına
devam ederler. Ayrıca ate ro m la r sıklıkla kalsifikasyona uğ­
engel olabilir. Kritik stenoz, kronik tıkanmanın doku ta­
rarla r (Resim 9-10 C).
lebinin gelen akımı aşacağı şiddette, kan akımının sınır­
lı kalmasına neden olan eşik noktasıdır. Koroner arter
(ve diğer arter) dolaşımlarında, bu tipik olarak %70Tik
kalıcı tıkanmada gerçekleşir. İstirahat halindeyken has­
Aterosklerotik Hastalığın Klinik talarda yeterli kardiyak perfüzyon vardır ama hafif bir fi­
Sonuçlan ziksel aktivite de bile, talep gelen akımı aşar ve kardiyak
iskemiye bağlı göğüs ağrısı ortaya çıkar (stabil anjina)
Büyük elastik arterler (örneğin aort, karotis ve iliak arter­ (Bölüm 10'a bakınız). Çeşitli damar yataklarındaki ate-
ler) ve büyük ve orta boydaki müsküler arterler (örneğin roskleroza bağlı kronik arteryel hipoperfüzyonun bedel­
koroner, renal ve popliteal arterler) ateroslderoz tarafın­ leri arasında barsak iskemisi, ani kardiyak ölüm, kronik
dan en sık tutulan damarlardır. Buna uygun olarak atere- IKH, iskemik eıısefalopati ve aralıklı kladukasyon (topalla­
oskleroz en çok kalp, beyin, böbrekler ve alt ekstremite- ma) (iskemik bacak ağrısı) vardır.
lerin iskemisi ile ilişkili bulgu ve şikayetler ile ortaya çık­
ma eğilimindedir. Aterosklerozun başlıca klinik sonuçlan
Akut Plak Değişikliği
myokard infarktüsü (kalp krizi), serebral irıfarkt (inme), aort
anevrizması ve periferik damar hastalığıdır (ekstremitelerde Plak erozyonu veya rüptürü tipik olarak trombüs oluşumunu
gangren). tetikler ve bu da kısmi ya da tam damar tıkanıklığına ve sık­
Doğal gidiş, ana morfolojik özellikler ve başlıca pato- lıkla doku infarktüısüıne neden olur (Resim 9-14'e bakınız).
jenik olaylar Resim 9-14'te gösterilmiştir. Ana patofizyo- Plak değişiklikleri üç genel kategoriye ayrılır:
lojik sonuçlar etkilenen damarın boyutuna, plakların bü­ • Rüptür/fissiir oluşumu; yüksek derecede trombojenik
yüklüğü ve stabiletisine ve plakların damar duvarında ne plak içeriğini açığa çıkarır
derece hasar oluşturduğuna bağlıdır: • Erozyon/ülserasyon; trombojenik subendotelyal bazal
» Daha küçük damarların tıkanması doku perfüzyonu- membranın kan ile temas etmesine neden olur
nu zora sokabilir. ® Aterom içine kanama; lezyonun hacmini artırır

Klinik Öncesi Evre Klinik Evre


Genelde genç yaşta Genelde orta yaşta ve yaşlılarda
ŞZ. M

Mural trombozis
YAĞLI ÇÎZGİLENM E Embolizasyon
Duvarda zayıflama
1 ANEVRİZMA
VE
RÜPTÜR
Plak yırtılması
Plak erozyonu
Plakta kanama
İLERLEMİŞ// Mural trombozis
HASSAS Embolizasyon
PLAK i TROMBÜS
.............- İLE
Lezyon gelişimine yatkın Hücre ölümü/dejenerasyonu TIKANMA
alanlarda ve risk faktörleri ile inflamasyon
hızlanmış olarak: Plak büyümesi
Endotel disfonksiyonu Plağın ve duvar <' 1 Plakta progresif
Monosit adhezyonu/göçü HDM’sinin yeniden büyüme
intimaya DKH göçü yapılanması
İ KRİTİK
DKH çoğalması Trombüs organizasyonu
STENOZ
ESM yapımı Kalsifikasyon
Lipid birikimi

Resim 9 -1 4 Aterosklerozun doğal hikayesi, m orfolojik özellikleri, temel patogenetik olayları ve klinik komplikasyonlarının özeti.
Ateroskleroz 343

Daha öncesinde belirgin lümen tıkanmasına yol açma­ duğu gibi) sistemik kan basıncını artırarak veya yerel va-
mış bir lezyon üzerinde trombüs gelişimine neden olan zokonstriksiyona neden olarak herhangi bir plak üzerin­
akut olaydan önce, myokard infarktüsü ve diğer akut ko­ deki mekanik stresi arttırabilir. Gerçekten de, kalp kriz­
roner sendromlarmdan sorumlu olan plakların çoğun­ lerinin başlamasındaki sirkadyen periyodikliğin (en yük­
lukla asemptomatik olduğu bilinmektedir. Bundan çıka­ sek sıklık sabah 6 ile öğlen 1 2 arasındadır) öne çıkması­
rılan endişe verici sonuç, yüksek sayıdaki asemptomatik nın bir açıklaması da, kan basmcı fırlamalarına ve trom-
kişinin ölümcül bir koroner olay yönünden risk taşıdığı­ bosit realctivitesinde yükselmelere neden olan, uyanma
dır. Akut plak değişikliğinin nedenleri karmaşıktır ve ve yataktan kalkmada ortaya çıkan adrenerjik yükselme­
bunlar arasında hem intrensek (ör. plak yapısı ve içeriği) dedir.
hem de ekstrensek (ör. kan basıncı) faktörler vardır. Bu Neyse ki, tüm plak rüptürleri ölümcül sonuçlara ne­
faktörler plak bütünlüğünü zayıflatacak yolda birleşirler den olan tıkayıcı trombüslere neden olmaz. Aslında, ate-
ve plağın damar gerilim kuvvetlerine dayanmasını ola­ rosklerozu olanlarda, sessiz plak hasarlanmalan ve taki­
naksız kılarlar. ben ortaya çıkan trombosit yığılması ve trombüsler, olası­
Belli plak tiplerinin rüptür yönünden özellikle yüksek lıkla sıklıkla ve tekrarlayıcı tarzda meydana gelmektedir.
risk taşıdıklarına inanılmaktadır. Bunlar arasında yüksek Klinik bulgu vermeyen bu plak hasarlarındaki iyileşmeler
miktarda köpüksü hücre ve bol ekstraselüler lipid içeren -ve üzerlerinde oluşan trombüsler- aterom büyümesi
plaklar, az sayıda düz kas hücresi bulunduran ince fibröz için önemli bir mekanizmadır.
şapkaları olan plaklar ve inflamatuar hücre toplulukları
içeren plaklar vardır. Rüptür yönünden yüksek riskte
olan plaklara "hassas plaklar" denmektedir (Resim 9-15).
Fibröz şapka da sürekli bir yeniden yapılanmaya maruz
) M ORFOLOJİ
kalır; mekanik gücü ve dayanıklılığı, içeriğinde bulunan
kollajen miktarına bağlıdır; bu yüzden kollajen sentezi ve A te ro s k le ro tik plaklar, klinik olarak önem li olan pek çok
yıkımı arasındaki denge plak bütünlüğünü etkiler. Ate- değişikliklere yatkındırlar:
rosklerotik plaklardaki kollajen başlıca düz kas hücreleri • A te ro s k le ro tik plakların lüminal yüzlerinin rü p tü r, ül-
tarafından yapılmaktadır ve düz kas hücrelerinin kaybı serasyon veya erozyonu ileri derecede tro m b o je n ik
tahmin edilebileceği üzere şapkanın zayıflamasına neden olan maddeleri çıkarır ve trom büs oluşum unu uyarır.
olur. Kollajeni yıkan, ateromatöz plak içindeki makrofaj- Trom büsler lümeni kısmen ya da tamamen tık a r ve do ­
lardan salgılanan enzimler olan matriks metalloprote- ku iskemisine sebep olabilir (ör. kalpte) (Bölüm 10) (Re­
inazlarıdır (MMPler); tersine, endotel hücreleri, düz kas sim 9-16). Eğer hasta sağ kalırsa, trom bü sle r organize
hücreleri ve makrofajlarca üretüen metalloproteinazlarm o lu r ve büyüyen plağa katılır.
doku inhibitörleri (TIMPler - tissue inhibitors of metal- • IPlak. iç in e ©Ban k a n a m a . Üstteki fib rö z şapkanın veya
loproteinases) MMP etkilerini azaltıcı faaliyet gösterirler. neovaskülarizasyon alanındaki ince duvarlı damarların
Genel olarak, plaktaki inflamasyon kollajen yıkımını artı­ yırtılması plak-içi kanamaya neden olabilir; orta ya çıkan
rır ve kollajen sentezini azaltır, bu şekilde şapkanın meka­ hem atom plağın hızla genişlemesine veya plak rü p tü rü -
nik bütünlüğünü dengesizleştirir. İlgi çekici olarak, sta- ne yol açabilir.
tinler sadece dolaşımdaki kolesterolü azaltmakla kalmaz, • Ateroem boBizm . Plak rü p tü rü kana plak içeriğinden
plak inflamasyonunu da azaltıp, plakları dengeli bir hale oluşan m ikro em bo liler şeklinde atıklar salabilir.
getirerek yarar sağlayabilirler. • A n e v rizm a oluşum u. A ltta yatan medyanın ateroskle-
Plakların dışındaki ekstrensek faktörler de önemlidir. roza bağlı basınç veya iskemik atrofîsi ile elastik doku
Bu yüzden, adrenerjik uyarı (yoğun duygulanımlarda ol­ kaybı, anevrizmal genişmeye yol açabilen yapısal zayıfla­
maya ve rüptüre neden olur.

Hassas plak Stabil plak

• Ateroskleroz intima yerleşimli, fibröz bir şapka ile atero­


matöz (kelime anlamı olarak, “yulaf benzeri” ) çekirdek­
ten ibaret bir lezyondur ve lezyonun içeriğinde düz kas
hücreleri, ESMIer, inflamatuar hücreler, lipidler ve nekro-
tik artıklar vardır.
• Aterogenez damar duvarı zedelenmesi ve inflamasyonun
etkileşimi ile ilerler. Aterosklerozda yeri olduğu bilinen
pek çok risk faktörünün tümü endotel hücresi disfonksi-
Resim 9 -1 5 Stabil ve hassas aterosklerotik plak. Stabil plakların yonuna ve düz kas hücrelerinin toplanması ve uyarılması­
yoğun kollajenizasyon içeren kalın fibröz şapkaları vardır. Minimal na etki eder
inflamasyon içerirler ve plak merkezi ihmal edilebilir ateromatöz • Aterosklerotik plaklar on yıllar boyunca yavaşça gelişir ve
elemanlar içerir. Buna karşın hassas plakların fibröz şapkaları in­
büyür. Stabil plaklar damarları daraltarak kronik iskemi
cedir, büyük lipid kor içerirler ve artmış inflamasyon içerirler.
ile ilişkili semptomlara neden olurken, stabil olmayan
(Libby P: Circulation 91:2844, 1995’den adapte edilmiştir.)
344 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları

■j

Resim 9 -1 6 Aterosklerotik plak yırtılması.


A , Ani ölüm gelişen bir hastada üzerine bi­
nen trombüs olmadan plak yırtılması. B, Fib-
röz şapka bütülüğünün fokal olarak bozul­
duğu aterosklerotik plakta gelişen ve akut
myokard infarktüsünü tetikleyen akut koro­
ner tromboz. Hem A hem B de, ok uçları
plağın yırtıldığı noktalara işaret etmektedir.
(B, alıntı: Schoen FJ: Interventional and Surgical Cardi­
ovascular Pathology: Clinical Correlations and Basic
Principles. Philadelphia, W B Saunders, 1989, p 6 1.)

plaklar, akut plak rüptürü, trom boz veya embolizasyon


basınçlı kan arter duvarına yüzeydeki bir defektten girer
ile ilişkili dramatik ve ölüm tehlikesi taşıyan iskemik ve daha alttaki tabakaları birbirinden ayırır. Anevrizma­
komplikasyonlara yol açar. lar ve diseksiyonlar staz ve trombüsün önemli nedenleri­
dir; ek olarak, sıklıkla ölümcül sonuçlara neden olacak
• Stabil plaklar, yoğun bir fıbröz şapka, minimal lipid biriki­
mi ve düşük düzeyde inflamasyon içermeye eğilimlidirler. şekilde rüptüre olmaya yatkınlıkları vardır.
Ancak, “ hassas” anstabil plakların ise ince şapkaları, geniş
Anevrizmalar şekle göre sınıflandırılabilirler (bkz. Re­
lipid toplulukları ve nispeten daha yoğun inflamatuar in- sim 9-17). Sakküler anevrizmalar 5-20 cm arası değişen
filtrasyonları vardır. çapta, münferit ve sıklıkla trombüs içeren cepleşmelerdir.
Fuziform anevrizmalar boyları 20 cm'ye kadar varabilen,
çepeçevre dilatasyonlardır; en sık arkus aorta, abdominal
aort veya iliak arterleri tutarlar.
ANEVRİZMALAR VE DİSEKSİYONLAR
Anevrizmlar kan damarları veya kalbin konjenital ya da edin-
sel dilatasyomlarıdır (Resim 9-17). "Gerçek" anevrizmalar PATOGENEZ
arterin her üç tabakasını da (intima, medya ve adventis-
A rte rle r, bü tünlükle rin i ekstraselüler m atrikslerinin devam­
ya) veya kalbin incelmiş duvarını tutarlar. Bunlar arasın­
lı olarak gerçekleşen sentez, yıkım ve onarımı ile sağlayan
da aterosklerotik ve konjenital anevrizmalar ile transmu-
dinam ik dokulardır. Anevrizm alar, bağ dokusunun yapısı
ral myokard infarktüsü sonrası gelişen ventriküler anev­
veya işlevi aşağıdakilerden herhangi biri tarafından bozul­
rizmalar vardır. Buna kıyasla, yalancı anevrizma (psödo-
duğunda oluşurlar:
anevrizma), duvardaki bir defektin intravasküler boşluk
• Y e te rs iz veya anorm al bağ d o ku se n te zi. Pek çok
ile serbestçe bağlantıda olan bir ekstravasküler hematom
nadir görülen kalıtımsal hastalık anevrizma oluşumuna
("pulsatil hematom") oluşumu ile sonuçlanmasıyla ger­
yol açan m olekü ler anorm allikler için bilgi vericidir. Da­
çekleşir. Bunun örnekleri perikardial adezyonlarla sınır­
ha önce ta rif edildiği gibi, TGF-(3 düz kas hücresi çoğal­
lanan ventrikül rüptürleri ve doğal bir arterle vasküler
ması ve m atriks sentezini düzenlem ektedir. Bu şekilde,
greft bileşkesindeki sızıntılardır. Arteriyel diseksiyonlarda

intimada
yırtık
Kanın damar
dışına çıkması

Hematom

A. Normal damar B. Gerçek anevrizma C. Gerçek anevrizma D. Yalancı anevrizma E. Diseksiyon


(sakküler) (fuziform)
Resim 9 -1 7 Anevrizmalar. A , normal damar. B, sakküler tipte gerçek anevrizma. Duvar bir odakta dışarıya çıkıntı göstermektedir ve
incelmiş olabilir ama sağlamdır. C, Gerçek anevrizma, fusiform tipte. Damar çevresi boyunca genişleme mevcuttur. D, Yalancı anevrizma.
Duvarda rüptür vardır ve dış taraftan tutunan damar dışı bağ doku ile çevrelenmiş kan toplanması (hematom) mevcuttur. E, Diseksiyon.
Kan damar duvarına girmiş ve tabakaları birbirinden ayırmıştır (diselce etmiştir).
.......

Anevrizmalar ve Diseksiyonlar 345

TGF-|3 reseptörleri veya daha alttaki sinyal iletim yolla­ travm a, vaskülit (yazının devamına bakınız), konjenital de-
rındaki m utasyonlar kusurlu elastin ve kollajen sentezi fe k tle r ve m iko tik an evrizm alar da denen enfeksiyon­
ile sonuçlanır; bunların görüldüğü kişilerde anevrizmalar lardır. M iko tik anevrizmalar şunlara bağlı gelişir: (1 ) sıklıkla
küçük olsalar bile sıklıkla rü p tü re olur. Marfan sendro- e n fe ktif endokarditin bir komplikasyonu olarak bir septik
m unda (Bölüm 6 ) ana çatı proteini olan fibrininin bo­ embolusun embolizasyonu, ( 2 ) komşu b ir süp üra tif sürecin
z u k sentezi a rte r duvarında TGF-|3’ nın anormal b irikim i­ yayılımı; veya (3 ) dolaşımdaki organizmaların a rte r duvarı­
ne neden o lu r ve bu da düzenlenmesi bozulmuş sinyal nı doğrudan enfekte etmesi. Tersiyer sifiliz a o rt anevrizma­
iletim i ve ilerleyici elastik doku kaybına neden olarak di- sının nadir bir nedenidir. S piroketlerin asandan to ra sik aor­
latasyon ile sonuçlanır. A ne vrizm a oluşumu ve eksik tip tun vasa vasorumlarına olan eğilimi - ve buna sekonder on­
III kollajen sentezi tip IV Ehlers-D anlos sendrom u- lara verilen im m ün yanıt - o bliteratif e n d a rte rite neden
nun ana bulgusudur (Bölüm 6 ). o lu r ve bu da medyaya olan kan akımını bozar; oluşan iske­
• A şırı bağ d o ku yıkım ı. A rtm ış MMP ekspresyonu, mi, nadiren a o rt kapağı annulusunu da tutan anevrizmal di-
a te ro skle ro tik plaktaki m akrofajların yaptığı gibi, a rte r latasyona neden olur.
duvarındaki arte rye l ESM’ İ yıkarak anevrizma gelişimine
katıkıda bulunabilir; benzer olarak, azalmış TIMP eksp­
resyonu da dengeyi net ESM yıkımı lehine değiştirebilir,
inflamasyon varlığında anevrizma gelişimine neden olan
genetik bir b irikim MMP ve /ve ya TIMP p o lim o rfizm le ri- Abdominal A o rt Anevrizması
ne ya da MMP veya TIMP üretim ine etki eden yerel b ir
inflam atuar yanıtın özelliğine bağlı olabilir. Aterosklerotik anevrizmalar en sık abdominal aortta oluşur,
* D ü z kas hü crelerin in kaybı veya d ü z ka s hücresi ancak arteria iliaka komimmişler, aort arkusu ve inen to­
se n te tik fenotipinde değ işiklik, intimanın ateroskle­ rasik aort da tutulabilir. Abdominal aort anevrizması
ro tik kalınlaşması, lümene olan difüzyon mesafesini a rtı­ (AAA) erkeklerde ve sigara içenlerde daha sık görülür ve
ra ra k iç medyanın iskemisine neden olabilir. Tersine, sis- 50 yaşından önce nadir gelişir. Ateroskleroz AAA'-mn
te m ik hipertansiyon dış medyanın iskemisine neden ola­ majör bir nedenidir, ancak açıkça başka etkenler de var­
cak şekilde a o rtik vasa vasorum ’ unda lüminal daralma­ dır, çünkü 60 yaşından büyük erkeklerde insidans, bu
ya neden olabilir. Böylesi b ir iskemi, düz kas hücresi kay­ popülasyonda abdominal aort aterosklerozu neredeyse
bı ve aynı zamanda a o rtta “ dejeneratif değişiklikler” ile evrensel olmasına rağmen % 5'ten azdır.
sonuçlanır; bu değişiklikler fibrozis (esneyebilen elastik
Olguların çoğunda AAA, aterosklerotik arterlerdeki
dokunun yerini alarak), yetersiz ESM sentezi ve a m o rf
inflamatuar infiltratlarm ve bu alanlarda üretilen yıkıcı
proteoglikanların artan birikim idir. H isto lojik olarak, bu
proteolitik enzimler aracılığıyla olan aşırı ESM yıkımın­
değişiklikler - gerçek bir kist oluşumu olmasa da - to p ­
dan kaynaklanır. Aterosklerotik plaklar besin maddeleri­
lu olarak k is tik m edyal dejenerasyon olarak adlandı­
rılır (Resim 9-18). Bu değişiklikler özgün değildir; ESM
nin ve atıkların damar lümeni ile arter duvarı arasındaki
sentezi yetersiz olduğunda meydana gelebilirler, bu du­ difüzyonunu bozar ve ek olarak alttaki medyayı sıkıştırır.
ru m la r arasında Marfan sendrom u gibi genetik bozuk­ Sonuç olarak medya dejenerasyona ve nekroza gider ve
lu klar ve sko rb ü t gibi m etabolik sendrom lar vardır. arter duvarı incelir. Ateroskleroz veya hipertansiyona ge­
netik yatkınlıktan bağımsız olarak AAA'ya ailesel yatkın­
A o r t an evrizm aların ın en önem li ik i nedeni ate-
lık bazı kişilerde etken olabilir ve bu nedenle aortun ya­
ro sk le ro z ve hip ertansiyo n d u r. A tero sklero z abdom i­
pısal elemanlarındaki kalıtsal defektler anevrizma oluş­
nal a o rt anevrizmasındaki baskın faktörke n, hipertansiyon
asandan a o rt anevrizmaları ile ilişkilidir. Dam ar duvarlarını
turabilir (ör. Marfan sendromu). Ek bir not olarak, AAA
zayıflatan ve anevrizm a oluşumuna yol açan diğer etkenler
ve sigara içimi ilişkili amfizem riskleri arasında bir bağ­
lantı vardır ve bu da bazı etkilenen hastalarda ESM yıkı-

Resim 9 -1 8 Kistik medyal dejenerasyon. A , Marfan sendromlu bir hastadan aort mediasının enine kesiti; burada belirgin elastin parçalan­
ması ve elastinin olmadığı kistik boşluklara benzeyen alanların oluşumu (yıldızlar). B, düzenli ve tabakalanmış elastik doku yapısı ile normal
media, karşılaştırma için verilmiştir. A ve B elastin siyah boyanmıştır.
346 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları

mı ile ilgili sistemik bir düzenleme bozukluğu olduğunu ® Ateromdan veya mural trombüsden emboli
göstermektedir. • Genişleyen anevrizmanın komşu yapılara basısı, ör.
üreterin sıkışması veya vertebra erozyonu
• Batında tümörü taklit eden bir kitle (sıklıkla palpas-
M ORFOLOJİ yonda pulsatil)
• Periton boşluğuna veya retroperitoneal dokulara rüp-
A A A ’lar tip ik olarak renal arte rle rin ve a o rt bifurkasyonu-
nun arasında yerleşir; sakküler ya da fu zifo rm olabilir, 15
türden kaynaklanan masif, sıklıkla ölümcül olan he-
cm kadar geniş çapta ve 25 cm kadar uzunlukta olab ilirler moraji
(Resim 9-19). O lguların büyük çoğunluğunda, altta yatan Rüptür riski boyut tarafından belirlenir. 4 cm veya daha
medyanın incelmesi ve fokal zedelenmesinin bulunduğu küçük AAA'lar neredeyse hiçbir zaman patlamazken, 4
ateroskleroz m evcuttur. A ne vrizm a kesesi çoğunlukla ge­ ve 5 cm arasmdakilerde her yıl için %1 oranında görülür.
nişlemiş segmentin büyük kısmını doldurabilen basit, taba- Risk 5 ve 6 cm arasmdakilerde yılda % ll 'e , 6 cm'den bü­
kalanma gösteren, organizasyonu zayıf b ir mural trom büs yük olanlar için ise % 25'e yükselir. Bu yüzden 5 cm ve­
içerir. Ç o k seyrek olm ayarak A A A ’ lara, iliak a rte rle rin da­ ya daha büyük anevrizmalar cerrahi olarak tedavi edilir,
ha küçük anevrizmaları eşlik edebilir. bu tubuler protez greftlerin açık yöntem ile yerleştirilme­
• İn flam atu ar A A A ’la r çok sayıda m akrofaj ve dev hüc­ si ya da stentli greftlerin endoluminal olarak sokulması
relerin bulunduğu belirgin lenfoplazm ositik inflamasyon ile olabilir (bunlar genişleyebilen tel çerçeveler olup ku­
içeren yoğun p e ria o rtik fibrozis ile kara kte rli farklı bir maş bir yen ile kaplıdırlar). Zamanında müdahale önem­
alt tiptir. lidir, zira elektif işlemler için mortalite oranı yaklaşık ola­
• M ikotik A A A ’la r dolaşımdaki m ikroorganizm aların rak % 5 iken rüptür sonrası acil cerrahideki oran kabaca
(Salmonella gastroenteritinden kaynaklanan bakteriye- % 50'dir.
m ide olduğu gibi) anevrizma duvarı veya eşlik eden Vurgulanması gereken bir nokta, ateroskleroz siste­
trom büse yerleşmesi ile oluşur; sonuçta oluşan süpüras- mik bir hastalık olduğundan AAA'sı olan bir hastanın
yon medyal zedelenmeyi hızlandırır ve ani dilatasyon ve başka damar yataklarında da aterosklerozu olmasının
rü p tü re yol açabilir. çok olası olduğu ve İKH ile inme riskinin belirgin yüksek
olduğudur.

K linik Sonuçlar Torasik A o rt Anevrizması


/ AAA'nm klinik Sonuçları şunlar olabilir: Torasik aort anevrizmaları en sık hipertansiyon ve Mar­
• Aorttan dallanan bir damarın tıkanması (ör. renal, ili­ fan sendromu ile ilişkilidir, ayrıca TGF-|3 sinyal yolağı bi­
ak, vertebral veya mezenterik arterler) ve sırasıyla böb­ leşenlerinin mutasyonlarma bağlı diğer hastalıklar da eti-
reklerin, bacakların, medulla spinalisin veya gastroin­ yolojiler arasında artarak yer almaktadır. Bu anevrizmala­
testinal sistemin distal iskemisinin ortaya çıkması rın verdikleri belirti ve bulgularının nedenleri: (1 ) medi­
astinal yapıların üzerine bası yapmasına, (ör. hava yolu
veya özofagusa basıyla oluşan, sırasıyla solunum veya
beslenme zorluklarına); (2 ) laringeal sinirlerin rekürran
iritasyonu sonucu ısrarcı öksürük olmasına; (3) kemik
erozyonuna bağlı ağrı (kaburgalar ve vertebra gövdeleri)
olmasına; (4) kapak yetmezliğine ya da koroner ostiumla-
rın daralmasına bağlı kalp hastalığına ve (5) aort rüptürü-
ne bağlanabilir. Sifilitik anevrizması olan nadir hastalar
sıklıkla aort kapağı yetmezliğine bağlı kalp yetmezliğin­
den kaybedilirler.

A o rt Diseksiyonu
Aort diseksiyonu, kanın yayılarak medyanın laminer tabaka­
larını birbirinden ayırması ve aort duvarı içinde kan dolu bir
kanal oluşturmasıyla oluşur (Resim 9-20); bu gelişme eğer
diseke eden kan adventisyadan rüptüre olup dışarıya,
komşu boşluklara kaçarsa ölümcül olabilir. Aort diseksi-
yonuna aort dilatasyonu eşlik etmek zorunda değildir ve
eski terim olan "dissekan anevrizma'dan" kaçınılmalıdır.
Aort diseksiyonu başlıca iki yaş grubunda görülür: (1)
önceden hipertansiyonu olan 40-60 yaş arası erkekler (ol­
guların % 90'ı) ve (2) aortu etkileyen bağ doku anormallik­
leri olan daha genç hastalar (ör. Marfan sendromu). Di-
seksiyonlar iyatrojenik de olabilirler (ör. tanısal kateteri-
Resim 9 -1 9 Abdominal aort anevrizması. A , Okla gösterilmiş böl­
zasyon veya kardiyopulmoner bypass sırasındaki arteriyel
gede yırtılan (rüptür) büyük aort anevrizmasının dış görünüşü. B,
Açılmış görünüş, rüptürün yeri bir gösterge ile işaretlenmiştir. Anev­ kanülasyonlarm komplikasyonu olarak). Nadiren, bilin­
rizmanın duvarı ileri derecede incedir ve lümen tabakalanmış, meyen sebeplerle, gebe kadınlarda, aortun veya koroner
büyük trombüs içermektedir. arterler de dahil olmak üzere, aortun dallarının diseksiyo-
A n e vrizm a la r ve D iseksiyonlar 347

Resim 9 -2 0 A o rt diseksiyonu. A , Kanın medyaya girmesine ve duvar içi hematom (ince oklar) oluşumuna yol açan, küçük, obiik bir inti-
mal yırtıktan (gösterge ile belirtilmiştir) kaynaklanan proksimal diseksiyonu olan açılmış bir aortun makroskopik fotoğrafı, intimal yırtığın
aterosklerotik plağın bulunmadığı bir alanda olduğuna ve duvar içi hematomun ilerleyişinin aterosklerozun başladığı (geniş ok) daha distal
bir alanda durduğuna dikkat edin. B, Bir aort duvar içi hematomunu (yıldız) gösteren diseksiyonun histolojik görünümü. Movat boyası ile
boyanmış bu kesitte aort elastik tabakaları siyah ve kan kırmızı renktedir.

nu görülür. Ağır ateroskleroz veya medyal skarlaşmanın


nır. Bazı (şanslı) olgularda diseke eden hematom a o rt lüme-
diğer nedenlerinin varlığında diseksiyon enderdir, çünkü nine ikinci distal b ir yırtıktan te k ra r g irerek medya içinde
büyük olasılıkla medyal fibrozis, diseksiyona yol açan he­ ikinci bir vasküler kanal yara tır (iki lümenli a o rt da denen
matomun ilerlemesini önler (bakınız Resim 9-20). du rum ). Zamanla, böyle yalancı kanallar endotelize olarak
k ro n ik d iseksiyo n lan oluştururlar.
Çoğu durum da, a o rt duvarında altta yatan ve olaya ne­
PATO G EN EZ den olmuş spesifik b ir patoloji saptanmaz. H isto lojik olarak
tanınabilen en sık öncül lezyon daha üstte tanımlanmış olan
H ipertansiyon a o rt diseksiyonu için m ajör risk faktörüdür. k istik m edyal dejenerasyondur; bu lezyon düz kas ta­
H ipertansif hastaların aortlarının vasa vasorum ları, ESM’ in bakası kaybı ve nekrozu, elastik doku parçalanması ve
dejeneratif değişikliklerinin ve değişen oranlarda medyal a m o rf proteoglikanlardan zengin ESM b irikim le ri ile karak­
düz kas hücresi kaybının eşlik ettiği medyal h ipe rtro fî gös­ te rlid ir (Resim 9-18). inflamasyon ka ra kte ristik olarak y o k­
te rirle r, bu da vasa vasorum lar aracılığıyla olan akımın bo­ tur. Saptanabilen b ir medya hasarı varlığı, ne diseksiyon için
zulmasının katkıda bulunduğunu düşündürm ektedir. Diğer bir ön koşuldur, ne de diseksiyonun yakında olacağının b ir
diseksiyonların çoğu anorm al a o rtik ESM’ sine neden olan garantisidir. Nadiren diseksiyonlar daha önemsiz medyal
kalıtsal veya edinsel bağ doku hastalıkları ile ilişkilidir, bun­ dejenerasyon varlığında oluşurken, hayattayken herhangi
lar arasında Marfan sendrom u, tip IV Ehlers-Danlos send- bir klin ik bulgu vermeyen kişilerin otopsilerinde ağır deje­
rom u ve bakır metabolizması bozuklukları vardır. n e ra tif değişiklikler sıklıkla görülm ektedir. *•
intim adaki yırtılm ayı ve devamında gelişen duvar içi (int­
ram ural) hem orajiyi tetikleyenin ne olduğu çoğu olguda bi­
linm em ektedir. Yine de b ir kez y ırtık oluştu mu, sistemik
basıncın etkisindeki kan medyayı lam iner tabakalar boyun­ K linik Sonuçlar
ca diseke eder. Bu durum da, gelişmekte olan b ir diseksiyo­ Diseksiyonun klinik bulguları, etkilenen aort kısmına
nun sınırlanmasında basınç azaltıcı agresif b ir tedavi etkili birincil olarak bağlıdır; en ciddi komplikasyonlar prok­
olabilir. N a dir olgularda vasa vasorum un zedelenmesi inti­ simal aort ve arkusu tutan diseksiyonlarda görülür. Bu
mal b ir y ırtık o lm aksızın duvar içi hem atom a neden ola­
yüzden aort diseksiyonlan genel olarak iki tipte sınıfla­
bilir.
nır (Resim 9-21):
• Proksimal lezyonlar (tip A diseksiyonlar) çıkan aortu tu­
tarlar ve inen aort da ya etkilenir ya da etkilenmez (sı­
\ ) M ORFOLOJİ rasıyla DeBakey tip I ve II).
Diseksiyonların çoğunda, diseksiyonun köken aldığı nokta­ ® Distal lezyonlar, genellikle subklavian arterin ötesin­
yı gösteren intimal y ırtık çıkan a o rtta , a o rt kapağından iti­ den başlayanlar; tip B diseksiyonlar (DeBakey tip III) .
baren 10 cm ’lik alan içinde bulunur (Resim 9-20, A). Böyle Aort diseksiyonunun klasik klinik bulgusu sıklıkla gö­
yırtıkla r genelde oryantasyon olara k transvers veya ob iik ğüs ön duvarında başlayan, skapulalar arasına, geriye
olup, uzunlukları 1-5 cm ’d ir ve keskin, tırtıklı kenarları var­ doğru yayılan ve diseksiyon ilerledikçe aşağı doğru ha­
dır. Diseksiyon planı ters yönde (re tro g ra d ) kalbe doğru reket eden, dayanılmaz derecede acı veren, yırtılma ve­
veya distale doğru, nadiren iliak ve fem oral arterlere dek
ya bıçaklanma benzeri bir ağrının aniden başlamasıdır.
yayılabilir ve genellikle o rta ve dış üçte b irlik kısımlar ara­
En sık ölüm nedeni diseksiyonun perikardial, plevral veya
sındadır (Resim 9-20, B).
peritoneal kaviteye rüptüre olmasıdır. Geriye aort köküne
Eksternal rü p tü r masif hem orajiye neden o lu r veya pe-
doğru retrograd diseksiyon da aort kapak yapılarında
rikardiyal kesede oluşursa kardiyak tam ponad ile sonuçla­
ölümcül zedelenmeye veya koroner arterlerde sıkışmaya
348 BÖLÜM 9 Kan Damarları

DeBakey I DeBakey II DeBakey III


• Anevrizmalar ve diseksiyonlar, düz kas hücresi kaybı ve­
ya yetersiz ekstraselüler matriksten kaynaklanan damar
duvarı zayıflamasına bağlı olarak oluşurlar, bu düz kas
hücresi kaybı ve ekstraseiüier matriks yetersizliği iskemi,
genetik bozukluklar veya bozulmuş matriksin yeniden ya­
pılanmasının sonucu ortaya çıkabilir.

VASKÜLİT
Vaskillit damar duvarı inflamasyonu için kullanılan genel
bir terimdir. Olası klinik bulgular çeşitlidir ama büyük
oranda hangi vasküler yatağın tutulduğuna dayanırlar.
Etkilenen dokulara bağlı bulgulara ek olarak sıklıkla
ateş, kas ağrısı, eklem ağrısı ve bitkinlik gibi sistemik inf-
lamasyon bulgu ve belirtileri vardır.
Belli vaskülit formlarının görece daha büyük damarla­
rı etkilemeye yatkınlıkları olsa da (ör. büyük veya orta
boydaki müsküler arterler) çoğu küçük damarları tutar
(arterioller, kapillerler ve venüller). Yaklaşık olarak, 20
primer vaskülit formu tanımlanmıştır ve etkilenen dama­
rın çapma, immün komplekslerin rolüne, spesifik otoan-
Tip A Tip B tikorlarm varlığına, granülom oluşumuna, doku tropiz­
mine ve diğer yetersiz olarak tanımlanmış kriterlere gö­
Resim 9-21 Diseksiyonların sınıflandırılması. Tip A (proksimal)
çıkan aortu tutar, bu ya daha yaygın bir hastalığın komponenti re, vaskülitler sınıflama şemaları ile (değişen başarı oran­
(DeBakey tip I) ya da izole (DeBakey tip II) resimdedir. Tip B (dis­ ları ile) gruplandırılmaya çalışılmıştır (Resim 9-22). İleri­
tal veya DeBakey III) diseksiyonlar büyük damarların ayrılma yer­ de göreceğimiz gibi, bu hastalıkların çoğunun arasında
lerinden sonra ortaya çıkar. oldukça fazla klinik ve patolojik örtüşmeler vardır.
Vaskülitlerin en sık görülen patogenetik mekanizma­
larından ikisi, immün aracılı inflamasyon ve damar duvar­
neden olabilir. Kardiyak tutulumda sık klinik bulgular larının enfeksiyöz patojenler tarafından direkt invazyonudur.
kardiyak tamponad, aort yetmezliği ve myokard infark- Enfeksiyonlar indirekt olarak da immün aracılı vaskülit
tüsüdür. Diğer komplikasyonlar diseksiyonun boynun oluşumuna yol açabilirler (ör. immün kompleks oluştura­
büyük arterlerine ve renal, mezenterik ya da iliak arter­ rak ya da çapraz reaksiyonu tetikleyerek). Elastalarda,
lere yayılmasına bağlıdır; bunların herhangi biri tıkana­ enfeksiyöz ve immünolojik mekanizmaları ayırmak
bilir. Benzer olarak spinal arterlerin sıkışması transvers önemlidir, çünkü immünbaskılayıcı tedavi immün-aracı-
myelite neden olabilir. lı vaskülitler için uygundur, ancak enfeksiyöz vaskülitler
Tip A diseksiyonlarda hızlı tanı ve yoğun antihiper- için pekâla zararlı olabilir. Radyasyon, mekanik travma
tansif tedavinin uygulanması ile beraber aorttaki intima ve toksinler gibi fiziksel ve kimyasal zedelenmeler de
yırtığının cerrahi plikasyonu hastaların % 65 ila % 85'- vaskülite neden olabilirler.
nin sağ kalmasını sağlayabilir. Ancak, kanama veya dis­
tal iskemi bulguları ile başvuran hastalarda mortalite Non-İnfeksiyöz (İnfeksiyöz Olmayan) Vaskülitler•
oranı % 70'e yaklaşır ve 10 yıllık toplu sağkalım oranı % Non-infeksiyöz vaskülitlerin altında yatan en önemli im­
40 ile % 60 arasındadır. Çoğu tip B diseksiyonlar daha az münolojik mekanizmalar şunlardır:
girişimsel ve koruyucu yöntemler ile çözülebilir; cerrahi
• İmmün kompleks birikimi
veya sadece anti-hipertansif ilaç tedavisi ile hastaların
• Anti-nötrofil sitoplazmik antikorlar
sağkalımı % 75 oranındadır.
• Anti-endotelyal antikorlar
• Otoreaktif T Hücreleri
İm m ün K om p leks İlişkili Vaskülit. Bu vaskülit formu
sistemik lupus eritematozus (Bölüm 4) gibi immünlojik
O Ö ZET hastalıklarda görülmektedir ve otoantikor üretimi ile
Anevrizmalar ve Diseksiyonlar bağlantılıdır. Vasküler lezyonlar Arthus fenomeni ve se­
rum hastalığı gibi deneysel immün kompleks-aracılı has­
• Anevrizmalar kalp veya kan damarlarının tüm duvar ka­ talıklara benzer ve çoğu olguda lezyonîar kolaylıkla ta­
lınlığı boyunca tutulduğu doğumsal veya kazanılmış dila-
nımlanan antikor ve kompleman bulundurur. Ancak
tasyonlarıdır. Komplikasyonlar rüptür, trombüs ve em-
sıklıkla bu tip vaskülit tanısal zorluklar yaratır. Sadece
bolizasyondan kaynaklanır.
nadir olgularda immün kompleks oluşumuna neden
• Diseksiyonlar, kan bir kan damarı duvarına girip, çeşitli olan spesifik antijen bilinebilmektedir. İmmün komp­
tabakaları birbirinden ayırdığında oluşur. Komplikasyon­ leksler seyrek olarak dolaşımda saptanabilmekte olup
lar rüptür veya aortun dallarının tıkanmasından köken
çoğu durumda patojenik antijen-antikor kompleksleri­
alır.
nin dolaşımdan mı geldiği ya da in situ mu oluştuğu be-
Vaskülit 349

Kapillerler

Arterioller Venüller
Arterler Veriler

Astma veya Granülomlar, Eozinofili, astma ve


granulomsuz vaskülit astma yok granülomlar
immün kompleks Anti-endotelyal (mikroskopik (Wegener (Churg-Strauss
aracılı hücre antikorları polianjiitis) granülomatosis’i) sendromıı)
(ör. poliarteritis (ör. Kawasaki
nodosa) hastalığı) immün kompleksler çok az (sıklıkla ANCA ile)

Büyük damar vasküliti Küçük damar vasküliti


__________________
Granülomatöz hastalık
immün kompleks aracılı
(ör. dev hücreli arterit, _L
Takayasu arteriti) I
SLE IgA Kriyoglobulin Diğer (ör,
(ör. SLE (ör. Henoch- (ör, kriyoglobulin Goodpasture
vaskülit) Schönlein purpurası) vaskülit) hastalığı)
Resim 9 -2 2 Daha sık görülen vaskülitlerdeki tutulan vasküler bölgeler ve öngörülen nedenleri. Tutulum alanlarındaki belirgin çakışmaya
dikkat ediniz. ANC A, anti-nötrofil sitoplazmik antikor; SLE, sistemik lupus eritematozus.
(V eriler; Je n n e tte JC , Falk RJ: N osology o f p rim a ry vasculitis. C u rr Opin R heum atol 19:17,2007.)

lirsizdir. Gerçekte, şüphelenilen olguların çoğunda anti- ® Arıti-preoteinaz-3 (PR3-ANCA), buna daha önceden c-
jen-antikor birikimleri bile az miktardadır, bunun nede­ ANCA denilmekteydi. PR3 bir nötrofilik azurofilik gra-
ni biyopsi yapıldığı anda immün komplekslerin olasılık­ nül bileşenidir ve çok sayıda mikrobik peptid ile homo-
la çoktan yıkılmış olmasıdır. loji göstermektedir; bu da PR3-ANCA'larm gelişimine
Aşağıdaki vaskülitlerde immün kompleks birikimi so­ bir açıklama getirmektedir. PR3-ANCATar Wegener
rumlu tutulmaktadır: granulomatozisinde görülmektedir (aşağıya bakınız).
® Anti-myeloperoksidaz (MPO-ANCA), buna daha önce­
® İlaç hipersensitivitesi vasküliti. Bazı olgularda ilaçlar (ör.
den p-ANCA denilmekteydi. MPO oksijen serbest ra­
penisilin), konak proteinlerine bağlanan haptenler gibi
dikallerinin oluşturulmasında yeri olan bir lizozomal
davranırlar; diğer bazı ajanlar ise zaten yabancı prote­
graniil bileşenidir (Bölüm 2). MPO-ANCAlar bazı ilaç­
inlerdir (ör streptokinaz). Etkene bakmaksızın sonuç­
lar tarafından oluşturulmaktadır; özellikle propiltiou-
ta, ilaç tarafından değiştirilmiş preoteinler veya yaban­
rasil tarafından. MPO-ANCA'lar mikroskopik polianji­
cı moleküllere yönteltilen antikorlar immün kompleks
itis ve Churg-Strauss sendromunda görülmektedir (ya­
oluşumuna neden olur. Klinik bulgular hafif ve kendi­
zının devamına bakınız).
ni sınırlayıcı olabilir, ya da şiddetli ve hatta ölümcül de
olabilir; deri lezyonları en sık olanlardır. İlaç hipersen- ANCA titreleri ile hastalık aktivitesi arasındaki yakın
sitivitesinin vaskülitin bir nedeni olabileceğini göz ilişki bu antikorlar için patojenik bir rolü düşündürmek­
önüne almak her zaman önemlidir, çünkü ilgili ilacın tedir. Önemli olarak, ANCA'lar nötrofilleri doğrudan ak-
aliminin kesilmesi genelde iyileşme ile sonuçlanır. tive edebilirler ve bu sayede reaktif oksijen türevleri ve
proteolitik enzim salınmamı uyarabilirler; vasküler ya­
• Enfeksiyonlara sekonder vaskülitler. Mikrop bileşenlerine
taklarda bu, endotel hücresi hasarına neden olabilir. AN-
karşı oluşan antikorlar dolaşıma katılan immün komp­
CA'nm antijenik hedefleri başlıca hücre içinde olmakla
leksler oluşturabilir ve bunlar vasküler lezyonlarda bi­
beraber (bu yüzden bu antijenler dolaşımdaki antikorlar­
rikebilir. Poliarteritis nodosa hastalarının % 30'a varan
la genelde temasa geçemezler), şimdi açıkça anlaşılmıştır
kısmında (aşağıya bakınız) vaskülite, hepatit B yüzey
ki ANCA antijenleri (özellikle PR3) aktive olmuş veya
(surface) antijeni (HbsAg) ile anti-HbsAg antikorundan
apoptotik nötrofillerin ya plazma membranmda kalıcı
oluşan immün kompleksler neden olabilmektedir.
olarak düşük düzeylerde bulunmaktadırlar, ya da hücre
A nti-N ötrofil S itoplazm ik A ntikorlar. Vasküliti olan pek yüzeylerine taşınmaktadırlar.
çok hastanın kanında, anti-nötrofil sitoplazmik antikorlar ANCA vasküliti için akla yatkın gelebilecek bir meka­
(ANCA'lar) denilen ve nötrofillerin sitoplazmik antijenle­ nizma aşağıdaki sırada oluşmaktadır:
ri ile reaksiyona giren antikorlar bulunur. ANCA'lar, • İlaçlar veya çapraz-reaktif olan mikrobik antijenler
nötrofillerin birincil grandileri, monositlerin lizozomları ANCA oluşumunu uyarmaktadır; ya da diğer bir seçe­
ve endotel hücrelerinin içeriklerine (başlıca enzimler) nek olarak, lökositlerin yüzeylerinde PR3 ve MPO bu­
karşı gelişmiş heterojen bir grup otoantikordurlar. AN­ lundurmaları veya bunları salgılamaları (enfeksiyon
CA'lar çok kullanışlı tanısal belirteçlerdir; titreleri genel varlığında), yatkın bir bireyde ANCA gelişimini uyarır.
olarak klinik durumun şiddetini yansıtır ve hastalığın • Daha sonra ortaya çıkan enfeksiyon, endotoksin maru-
sessiz olduğu dönemlerden sonra, artmış titreleri hasta­ ziyeti veya inflamatuar uyarılar TNF gibi sitokinleri te­
lık nüksünü öngören bir veridir. Bir takım ANCA'lar ta­ tikler ve bu da nötrofiller ve diğer hücrelerin yüzeyle­
nımlanmış olsa da ikisi en önemlidir: rinde PR3 ve MPO eksprese etmelerine neden olur.
350 BÖLÜM 9 Kan Damarları

• ANCA'lar sitokinlerce aktive edilmiş bu hücrelere arterleri- etkiler. Vertebral ve oftalmik arterler kadar aor-
bağlanır ve nötrofillerin daha da aktive olmalarına ne­ tuda (dev hücreli aortit) tutabilir. Oftalmik arter tutulu­
den olur. mu ani ve kalıcı körlüğe yol açabileceğinden etkilenen
• ANCA'larca aktive edilmiş nötrofiller endotel zedelen­ kişiler uygun şekilde tanı almalı ve tedavi edilmelidir.
mesine neden olur; bunu grandilerinin içeriğini boşal­
tarak ve reaktif oksijen türleri oluşturarak yaparlar.
ANCA otoantikorları hücresel bileşenlere yönelen anti­ PATO G EN EZ
korlardır ve dolaşımda immün kompleksler oluşturmaz­ Kanıtlar büyük olasılıkla damar duvarında şimdiye kadar ta-
lar. Vasküler lezyonlar tipik olarak gösterilebilen antikor nımlanamayan bir damar duvarı antijenine karşı oluşan T
ve kompleman içermezler; bu nedenle ANCA-ilişkili vas- hücre aracılı immün cevabın merkezde olduğunu göster­
külitlere çoğunlukla "pauci-immune" ("az immun") den­ mektedir. Pro-inflamatuar sitokinler ve anti-endotelyal hüc­
mektedir. İlginç olarak, PR3 ve MPO dışındaki protein­ re antikorları da sürece katkıda bulunmaktadır. Karakteris­
lere karşı yöneltilmiş olan antikorlar bazen vaskülitik ol­ tik granülomatöz inflamasyon, MHC tip II halotiplerinin bel­
mayan inflamatuar hastalıklarda görülmektedir (ör. ilti- li tipleri ile olan ilişki ve steroidlere verilen mükemmel teda­
habi barsak hastalığı, sklerozan kolanjit ve romatoid art- vi yanıtı, immün bir etyolojiyi desteklemektedir. Temporal
rit gibi). arterin tutulmasına neden olan olağan dışı eğilim hala açık-
A nti-Endotelyal Hücre A ntikorları. Endotel hücrelerine lanamamaktadır; ama bir hipoteze göre bedenin farklı yer­
karşı oluşmuş antikorlar, Kawasaki hastalığı gibi belli lerindeki damarlar farklı kökenlerden gelmekte olup bu
vaskülit tiplerine neden olabilir (ileride bahsedilecek). yüzden farklı antijenler eksprese ediyor olabilirler.

Yazının devamında en iyi tanımlanmış vaskülitlerin


bazılarının kısaca gözden geçirilmeleri yer alacak ve bu­
M ORFOLOJİ
rada farklı hastalıklar arasındaki önemli örtüşmeler vur­
gulanacaktır. Önemli bir not olarak, çoğu olguda bulgu­ Dev hücreli arteritte patolojik değişiklikler etkilenen da­
ların klasik birlikteliği yoktur ve bu olguların özgün tanı marlar boyunca, herkesçe bilindiği üzere, yamasaldır. Etki­
kategorilerine yerleştirilmeleri zorlayıcıdır. lenen arter segmentleri nodüler intimal kalınlaşma (ve sey­
rek olarak trombüsler) gösterir; bu kalınlaşmalar lümen ça­
Dev Hücreli (Temporal) Arterit pını daraltır ve distal iskemiye neden olur. Klasik lezyonlar,
iç medyada internal elastik membran üzerinde yoğunlaşan
Dev hücreli (temporal) arterit gelişmiş ülkelerde yaşlı insan­
g ra nü lom atö z inflam asyon gösterir; dev hücrelerin de
larda vaskülitlerin en sık görülenidir. Büyükten küçüğe kadar
bulunduğu makrofaj ve lenfosit infiltrasyonu ve in te rn a l
tüm arterlerin, tipik olarak kronik granülomatöz inflamasyo- e la s tik SammaiîBrs parçalanması görülür (Resim 9-23).
nudur; başlıca baş bölgesinin arterlerini - özellikle temporal

Resim 9 -2 3 Temporal (dev hücreli) arterit. A , Fragmantasyon gösteren internal elastik membrana yakın dev hücreler (ok), medial ve
adventisyal inflamasyon içeren temporal arterin H+E boyalı kesiti. ES, internal elastik membrandaki fokal yıkımı gösteren elastik doku
boyası (ok) ve eşlik eden medial atenüasyon ve skarlaşma. H+E, hematoksilen-eosin.
Vaskülit

% 25’e varan olguda granülomlar ve dev hücreler /o ktu r


ve lezyonlar sadece akut ve kronik inflamasyon ile mikst bir
infîltratın olduğu ve özgün olmayan bir panarterit gösterir.
İyilişmenin temel bulguları medyal ve adventisyal fibrozis ve
intimal kalınlaşmadır. Karakteristik olarak, aynı arterde
farklı gelişim evrelerinde olan lezyonlar görülür.

Dev Hücreli Arteritin Klinik Özellikleri


Temporal arterit 50 yaşından genç kişilerde nadiren gö­
rülür. Bulgu ve belirtiler belirsiz ve sadece ateş, yorgun­
luk, kilo kaybı gibi genel semptomlardan ibaret olabilir
veya yüzde ağrı ya da özellikle yüzeyel temporal arter
boyunca çok şiddetli olan palpasyonla ağrılı baş ağrısı
görülebilir. Oküler semptomlar (oftalmik arter tutulumu
ile ilişkili) % 50 hastada aniden ortaya çıkar ve diplopi-
den tam görme kaybına kadar değişebilir. Tanı biyopsi ve
histoloji ile konur; ancak, temporal arterit yamasal tutu­
lum gösterdiğinden, negatif biyopsi sonucu tanıyı dışla­
maz. Kortikosteroid veya anti-TNF tedavileri etkin yön­
temlerdir.

Takayasu Arteriti
Takayasu arteriti orta ve büyük çaplı arterlerin, başlıca
oküler bozukluklar ve üst ekstremite nabızlarında belirgin
zayıflama (bu nedenle alternatif ismi “nabızsızlık hastalı­
ğı" dır) ile karakterli granülomatöz vaskülititir. Bu bozul­
ma kendini, aortada-özellikle arkus aorta ve büyük damar-
larda-transmural skarlaşma ve kalınlaşma ile ana dallarda
ağır luminal daralma şeklinde gösterir (Resim 9-24). Aortik
lezyonlar, dev hücreli aortitin pek çok klinik ve histolojik
özelliğini paylaşır. Aslında, bu iki hastalık arasındaki ayı­
rım, büyük oranda hastanın yaşı temel alınarak yapılır;
50 yaşından daha yaşlı olanlar dev hücreli aortit, 50 ya­
şından daha genç olanlar Takayasu aortiti olarak olarak
tanımlanırlar. Tarihsel olarak Japon toplumu ve belli Resim 9-24 A , Büyük damarlar içerisindeki kontrast materyal
HLA haplotipleri ile ilişkilendirilmiş olmasına rağmen, akımının yavaşladığını ve brakiosefalik, karotis ve subklavian arter­
Takayasu aortiti global bir dağılıma sahiptir. Otoimmün lerdeki daralmayı (oklar") gösteren aort anjiyogramı. B, Resim
bir etyoloji olasıdır. A ’daki hastanın sağ karotis arterinin kesitlerinde belirgin intimal
kalınlaşma ve lümende daralma görülmekte. Beyaz halkalar orijinal
damar duvarı; iç kısımdaki daha koyu renkli bölge ise intimal hiper-
plaziyi temsil etmektedir. C, A k tif Takayasu arteritinin histolojik
görünümünde arterin media tabakasında mononükleer hücre infil-
M ORFOLOJİ trasyonu ve inflamatuar dev hücreler (oklar) içeren hasar ve
fibrozis izlenmekte.
T akayasu a r te riti k la sik o lara k a rk u s ao rtayı ve ar­
ku s d am arların ı tu ta r; hastaların üçte birinde aortanın
geri kalan kısmı ve dalları da etkilenir. Nadiren, aort kökü
tutulumu dilatasyona ve aortik kapakta yetmezliğe neden
olur. Pu lm o n er a rte rle r % S O hastada tu tu lu r, renal Takayasu Aortitinin Klinik Özellikleri
ve k o ro n er a r te rle r de e tkile n eb ilir. Büyük damarla­ Başlangıç belirti ve bulguları yorgunluk, kilo kaybı ve
rın çıkış noktaları, üst ekstremite güçsüzlüğünü ve zayıf ka- ateş gibi olup genellikle spesifik değildir. İlerleme ile bir­
rotis nabızlarını açıklayacak şekilde, belirgin olarak daral­ likte, vasküler belirti ve bulgular görülür ve klinik tablo­
mış hatta tamamen tıkanmış olabilir (Resim 9-24, A ve B). ya hakim olur. Bunlar düşük üst ekstremite kan basıcı ve
Histolojik görünüm (Resim 9-24. C) adventisyada mono- atım kuvvetini', nörolojik eksiklikleri ve görme alanı de-
nükleer infiltrasyon ve vasa vasorumu saran perivasküler fektleri, retinal kanamalar ve tam körlük gibi oküler bo­
inflamasyondan, yoğun transmural mononükleer inflamas- zuklukları içerir. Distal aorta hastalığı, bacaklarda kladi-
yona, dev hücrelerle dolu, yama şeklinde medyal nekroz kasyo şeklinde ortaya çıkabilir ve pulmoner arter tutulu­
içeren granülomatöz inflamasyona kadar değişen bir spekt- mu pulmoner hipertansiyona yol açabilir. Koroner osti-
rum gösterir, inflamasyona, damar duvarında düzensiz ka­
umlarm daralması myokard infarktüslerine yol açabilir
lınlaşma, intimal hiperplazi ve adventisyada fibrozis eşlik
ve renal arterlerin tutulumu kabaca hastaların yarısında
eder.
sistemik hipertansiyona neden olur. Hastalığın gelişimi
352 BÖLÜM 9 Kan Damarları

değişkendir. Bazı kişilerde hızlı ilerlerken, diğerlerinde yorgunluk, ateş ve kilo kaybı- spesifik değildir ve vaskü-
1 - 2 yıl sonra sakinleşir. İkinci senaryoda, görme defekt- ler tutulum geniş dağılım gösterir. Bu nedenle klinik
leri ya da nörolojik bozukluklara rağmen, uzun süreli semptomlar da değişken ve şaşırtıcı olabilir. "Klasik" ola­
sağkalım mümkündür. rak tanımlanabilecek başlangıç semptomları, renal arter
tutulumu nedeni ile hızla ilerleyen hipertansiyon; vaskü-
Poliarteritis Nodoza ler gastrointestinal lezyonlar nedeni ile karın ağrısı ve
Poliarteritis nodoza (PAN), tipik olarak renal ve visseral kanlı gaita; kaslarda yaygın sızı ve ağrı ve özellikle mo­
damarları tutan ve pulmoner dolaşımı etkilemeyen, kü­ tor sinirleri etkileyen periferik nöritin kısmi birliktelikle­
çük veya orta çaplı müsküler arterlerin sistemik vasküliti- rini içerebilir. Renal tutulum sıklıkla belirgindir ve bu
dir. ANCA'lar ile ilişki yoktur, ancak hastaların üçte bi­ hastalarda en önemli ölüm nedenini oluşturur. Tedavi
rinde, tutulan damarlarda biriken hepatit B antijenlerini edilmez ise, PAN ölümcüldür; ancak immünsupresyon %
içeren immün kompleks oluşumuna yol açan kronik he­ 90 hastada remisyon ya da tam iyileşmeyi sağlayabilir.
patit B enfeksiyonu vardır. Geri kalan hastalarda ise ne­
den bilinmemektedir. Kawasaki Hastalığı
Kawasaki hastalığı, bebeklik ve çocukluk döneminin (%
80 hasta 4 yaşından daha küçüktür) genellikle kendi
M O RFOLOJİ kendini sınırlayan, büyük ve orta çaplı damarları tutan
Klasik PAN, sıklıkla trombüs oluşumunun üzerine eklendi­ arteritle ilişkili akut febril hastalığıdır. Klinik önemi, koro­
ği, k ü çü k ve o rta çaplı a rte rle rin segm ental, tran s- ner arter tutulumundan kaynaklanmaktadır, koroner arterit
m ural n ek ro tizan inflam asyonudur. Böbrek, kalp, ka­ yırtılma ve tromboz riski olan anevrizmalar aracılığı ile
raciğer ve gastrointestinal sistem damarları giderek azalan myokard infarktüsü ile sonuçlanabilir. Esas olarak Japon­
sıklık sırası ile etkilenirler. Lezyonlar genellikle damar çev­ ya'da tanımlanmış olmasına karşın, günümüzde hastalık
resinin sadece bir kısmını etkiler ve dallanma noktalarını ABD ve diğer ülkelerde de bildirilmektedir.
öncelikle tutma eğilimindedir. Perfüzyon bozukluğu etkile­ Genetik olarak duyarlı kişilerde, çeşitli enfeksiyöz et­
nen damarların dağılım bölgelerinde ülserasyonlar, infark- kenler (çoğunluğu viral) hastalığı tetikleyebilir. Vaskülit,
tüsler, iskemik atrofi ya da kanamalara neden olabilir, infla- çapraz reaktif ya da yeni bir vasküler antijen(ler)e karşı
matuar süreç ayrıca arter duvarını zayıflatarak anevrizma gelişmiş, gecikmiş aşırı duyarlılık reaksiyonu nedeni ile
ve yırtılmaya yol açar. ortaya çıkabilir. Reaksiyonun devamında oluşan sitokin
Akut faz sırasında, nötrofîller ve mononükleer hücreler­ üretimi ve poliklonal B hücre aktivasyonu endotel hücre­
den oluşan, transmural mikst inflamatuar infiltrata sıklıkla eş­ leri ve düz kas hücrelerine karşı otoantikor gelişimi ile so­
lik eden fibrinoid n ek ro z ve luminal tromboz vardır (Re­ nuçlanarak, bunların vaskülit oluşturmasına neden olur.
sim 9-25). Eskimiş lezyonlar, damar duvarında adventisyaya
uzanan fibröz kalınlaşma gösterir. Karakteristik olarak akti-
vitenin tüm dönem leri (erkenden geçe) farklı damarlar­ MORFOLOJİ
da ya da aynı damarda bile b irlik te bulunur, ki bu durum
süreğen ve tekrarlayan patojenik atakları düşündürür. Vaskülit poliarteritis nodozada görülene benzer. Fibrinoid
nekroz poliarteritis nodozaya göre daha az belirgin olsa da,
yoğun bir transmural inflamatuar infiltrat vardır. Akut vas­
PANın Klinik Özellikleri külit tipik olarak kendi kendine ya da tedaviye cevaben ge­
PAN asıl olarak genç erişkinlerin hastalığıdır, ancak her rilemekle birlikte, duvar zedelenmesi nedeni ile anevrizma
yaşta görülebilir. Klinik gidiş, akuttan kroniğe kadar de­ oluşumu hastalığa eklenebilir. Diğer arteritlerde olduğu gi­
ğişebilir, ancak tipik olarak aralarında uzun semptomsuz bi, iyileşmiş lezyonlar da tıkayıcı intimal kalınlaşmalar göste­
dönemler olan epizodlar şeklindedir. Sistemik bulgular- rebilir. Kardiyovasküler sistem dışındaki patolojik değişiklik­
ler nadiren önemlidirler.

Kawasaki Hastalığının Klinik Özellikleri


Kawasaki hastalığı, tipik olarak konjunktival ve oral eri-
tem ve bül oluşumu, el ve ayaklarda ödem, el ayaları ve
ayak tabanlarında eritem, deskuamatif döküntü ve servi-
kal lenf bezi büyümesi ile ortaya çıkar (bu nedenle muko-
kutanöz lenf bezi sendromu olarak da adlandırılır). Tedavi
edilmeyen hastaların yaklaşık olarak % 2 0 'sinde, asemp-
tomatik koroner arterit, koroner arter ektazisi oluşu­
mundan, yırtılma ya da tromboz gösteren büyük (7-8
mm) koroner arter anevrizmalarına, myokard infarktü-
süne ve ani ölüme kadar değişen spektrumda kardiyo­
vasküler sekeller gelişir. İntravenöz immünoglobulin te­
davisi ve aspirin ile semptomatik koroner arter hastalık
oranı yaklaşık olarak % 4'e kadar düşmüştür.
Resim 9 -2 5 Poliarteritis nodosa. Küçük arter duvarında segmental Mikroskopik Polianjitis
fibrinoid nekroz ve lümeninde trom botik tıkanma mevcuttur. Damar
duvarının bir kısmının (sağ üst köşe, ok) tutulmadığına dikkat ediniz. Mikroskopik polianjitis, küçük arteriol ve venüller ile bir­
(Dr. Sidney Murphee'nin izni ile kullanılmıştır, Patoloji Bölümü, Teksas Üniversitesi, likte genel olarak kapillerleri etkileyen nekrotizan vaskülittir.
Southwestern Tıp Fakültesi, Dallas, Teksas.) Aşın duyarlılık vasküliti ya da lökositoklastik vaskülit olarak
da adlandınlır. Poliarteritis nodozadakinin aksine, mik­ M ikroskopik Polianjitin Klinik Özellikleri
roskobik polianjitisin tüm lezyonlan aynı yaşta olma eğili­ Tutulan vasküler yatağa göre, majör klinik özellikler he-
mindedirler. Deri, müköz membranlar, akciğerler, beyin, moptizi, hematüri, proteinüri, karın ağrısı ya da kana­
kalp, gastrointestinal sistem, böbrekler ve kaslar tutula­ ma, kas ağrıları ya da zayıflık ve palpe edilebilir kütanöz
bilirler. Nekrotizan glomerülonefrit (hastaların %90'nında purpurayı içerir. Yaygın böbrek ya da santral sinir siste­
görülür) ve pulmoner kapillarit özellikle sıktır. Mikroskopik mi tutulumunun olduğu hastalar hariç, immünsüpres-
anjitis çeşitli immün bozuklukların bir özelliği olabilir yon ve neden olan etkenin uzaklaştırılması ile uzun sü­
(ör. Henoch Schönlein purpurası, esansiyel mikst kri- reli remisyon sağlanabilir.
yoglobulinemi ya da bağ doku hastalıkları ile ilişkili vas-
külitler). Wegener Granülomatozu
Olguların bir kısmında, ilaçlar (ör. penisilin), mikro­ Wegener granulomatozu, spesifik 3 bulgudan (triad) olu­
organizmalar (ör. streptokoklar), heterolog proteinler ya şan bir nekrotizan vaskülittir;
da tümör proteinleri gibi antijenlere karşı gelişen anti­ • Akciğer ve/veya üst solunum yolu (kulak, burun, sinüs­
kor cevaplan varsayılan nedendir. Bu reaksiyonlar im­ ler, boğaz) granülomları
mün kompleks birikimine neden olur ya da ikincil im­
• Küçük ve orta çaplı damarların vasküliti (örn. kapil-
mün cevapların oluşumunu tetikleyebilir (ör. ANCA'la-
lerler, venüller, arterioller ve arterler), akciğerler ve üst
rın gelişimi). Aslında olguların çoğu MPO-ANCA ilişki­ solunum yollarında en belirgindir.
lidir. Olasılıkla hastalık belirtilerinden, etkilenen vaskii-
• Glomerülonefrit
ler yataklardaki nötrofil birikimi ve aktivasyonu sorum­
ludur. Hastalığın "sınırlı" formları solunum yollarında sınırlı
olabilir. Aksine, çok yaygın hastalık formları gözler, deri
ve diğer organları özellikle kalbi etkileyebilir; klinik ola­
rak PAN'a benzer ancak bunda ek olarak solunum yolla­
rı tutulumu vardır.
Wegener granulomatozu olasılıkla solunum yolu ile
MORFOLOJİ alman bir enfeksiyöz ya da çevresel antijenlere karşı ge­
lişen bir tür hücre aracılı hipersensitivite reaksiyonu ile
Mikroskopik polianjitis, m edyanın segm ental fibrinoid
n e k ro zu ve fokal tran sm u ra l n ek ro tizan lezyo nlar
başlamaktadır. Hastaların yaklaşık % 95'inde PR3-AN-
ile karakterlidir, granülomatöz inflamasyon yoktur. Bu lez­ CAlar bulunmakta ve muhtemelen daha sonraki doku
yonlar poliarteritis nodozanınkilere benzer, ancak orta zedelenmesini başlatmaktadır; aynı zamanda hastalık
çaplı ve daha büyük arterleri tutmaz ve bu nedenle mak- aktivitesini göstermede yararlı belirteçlerdir. İmmünsup-
roskopik infarktüsler seyrektir. Bazı alanlarda sadece (tipik resif tedavi sonrası, ANCA seviyeleri belirgin şekilde dü­
olarak postkapiller venüller), fragmantasyon gösteren nöt- şerken, titrelerindeki yükselme nüks habercisidir.
rofiller görülür ve bu görünüm nedeni ile lö k o sito k la stik
v a sk ü lit terimi de kullanılır (Resim 9-26 A ) . İmmünglobu- MORFOLOJİ
linler ve kompleman komponentleri erken deri lezyonların-
da gösterilebilmekle birlikte, lezyonların çoğu “ pauci-im- Üst solunum yolları lezyonları, granülomatöz sinüzitten,
mün” dür (çok az antikor vardır ya da hiç yoktur). burun, damak ya da farenksin ülseratif lezyonlarına kadar

Resim 9 -2 6 A N C A ilişkili küçük damar vaskülitinin tipik formları. A , Damar içinde ve çevresinde nötrofil artıkları içeren mikroskopik
polianjit (lökositoklastik vaskülit). B ve C, Wegener granülomatozu. B, A rte r çevresinde, epiteloid hücreler ve dev hücreler ile karakter­
li granülomatöz inflamasyon gösteren küçük arter vasküliti (oklar). C, Ölümcül Wegener granülomatozu olan hastanın, büyük, nodüler
kavitasyon lezyonları gösteren akciğerinden bir makroskopik fotoğraf.
(A, Dr. S c o tt Granter'in izni ile, Brigman and W omen’s Hospital, B o sto n , Massachusetts. C, Dr. Sidney M urphee’nin izni ile kullanılmıştır, Patoloji Bölümü, Teksas Üniver­
sitesi, Southwestern Tıp Fakültesi, Dallas, Teksas.)
354 BÖLÜM 9 Kan Damarları

değişir; akciğer bulguları da diffüz parenkimal infiltratlardan ler olmak üzere, orta çaplı ve küçük arterlerin, tromboz
granülomatöz nodüllere kadar değişir. Fibrob lastik proli- ile ilişkili fokal, akut ve kronik inflamasyonu ile karak­
ferasyon ile çevrelenm iş m ultifokal n ek ro tizan gra­ terlidir; nadiren lezyon yakınındaki venlere ve sinirlere
nülom atöz v ask ü lit vardır (Resim 9-26, B). Çok sayıda ikincil yayılım görülebilir. Buerger hastalığı, hemen da­
granülom birleşerek radyolojik olarak görülebilen, kavitas- ima ağır sigara içicilerde görülür ve genellikle 35 yaşın­
yon içeren nodüller yapabilirler (Resim 9-26, B). Damarla­ dan önce ortaya çıkar.
rın yıkımı kanama ve hemoptiziye neden olabilir. Sonuçta Etyoloji bilinmemektedir. Sigaranın içindeki bazı
lezyonlar ilerleyen fibrozis ve organizasyona gidebilirler. maddeler ile oluşan direkt endotel hücre toksisitesinden
Renal lezyo n lar, izole glomerüler kapilier kıvrımlarda şüphelenilmektedir; alternatif olarak, sigara içindeki re-
trombozun eşlik ettiği, hafif, fokal glomerüler nekrozdan aktif bir madde damar duvarı komponentlerini değişti­
(fo kal ve segm ental n ek ro tiza n g lom erü lo n efrit), rebilir ve immün cevap gelişimine yol açabilir. Aslında,
daha şiddetli diffüz nekroz ve epitelyal kresent oluşturan Buerger hastalığı olan hastaların çoğu sigara ekstreleri-
pariyetal hücre proliferasyonuna yol açacak (k re se n tik ne karşı aşırı duyarlıdır. Bazı etnik gruplarda (İsrailli, Ja­
glom erü lo n efrit) (Bölüm 13) kadar kadar değişken ola­ pon, Hintli) görülme sıklığının yüksek olması ve bazı
bilir.
MHC haplotipleri ile olan ilişkisi nedeni ile genetik eği­
lim akla gelmektedir.

o
Wegener Granülomatozunun Klinik Özellikleri
Kadınlar ve diğer yaşlardaki kişiler de etkilenebilirse de, MORFOLOJİ
tipik hasta 40 yaşındaki erkektir. Klasik başvuru bulgu­
ları, nodüllerin eşlik ettiği bilateral pnömonitis ve kaviter Tromboanjitis obliterans, ö ze llik le ek stre m ite le rin or­
lezyonlar (% 95), kronik sinüzit (% 90), nazofarenksin t a çaplı ve k ü çü k a rte rle rin in kesk in o larak segmen­
mukozal ülserasyonları (% 75) ve böbrek hastalığı (% 80) ta l, a k u t ve k ro n ik tra n sm u ral vasküliti ile karakterli­
dır. Böbrek tutulum şiddeti düşük olan hastalarda sadece dir. Erken dönemlerinde, mikst inflamatuar infiltratlara eş­
tedaviye cevap veren hematüri ve proteinüri görülebilir. lik eden luminal tromboz vardır: nadiren granülomatöz inf-
Ancak hastalık daha şiddetli ise, hızla ilerleyici böbrek lamasyon ile çevrelenmiş küçük m ikro ab seler de görüle­
bilir (Resim 9-27). inflamasyon sıklıkla, eşlik eden venlere
yetmezliği gelişebilir. Döküntü, kas ağrıları, eklem tutu­
ve sinirlere de yayılır (diğer vaskülit formlarında nadir gö­
lumu, nöritis ve ateş de izlenebilir. Tedavi edilmez ise, bi­
rülen bir özellik). Zaman içerisinde, trombüs organizasyon
rinci yılda ölüm oranı % 80 dir. Steroidler, siklofosfamid,
ve re-kanalizasyon gösterebilir ve sonuçta arter ve çevre­
TNF inhibitörleri ve anti-B hücre antikorları (rituximab) sindeki yapılar fibröz doku içerisinde sıkışmış hale gelir.
ile tedavi bu klinik tabloyu önemli ölçüde düzeltir. Wege­
ner granülomatozlu pek çok hasta artık yaşamaktadır,
ancak en sonunda böbrek yetmezliğine yol açabilecek
Buerger Hastalığının Klinik Özellikleri
nüksler için her zaman yüksek risk altındadırlar.
Erken bulguları soğuk ile indüklenen Raynaud fenome­
Churg-Strauss Sendromu nini, egzersiz ile başlayan ayağın üst kısmındaki ağrıyı
(instep klaudikasyon) ve yüzeyel nodüler flebiti (venöz inf­
Churg-Strauss Sendromu (allerjik granülomatozis ve anji-
lamasyonu) içerir. Buerger hastalığındaki vasküler yet­
tis olarak da adlandırılır) klasik olarak astım, alerjik rinit,
mezliğe, şüphesiz ki nöral tutuluma bağlı, dinlenme sıra­
akciğerde infiltratlar, periferik eozinofili, ekstravasküder nek­
sında bile şiddetli ağrı eşlik etme eğilimindedir. Kronik
rotizan granülomlar ve damarlar ile perivasküler dokuların
ekstremite ülserasyonları gelişebilir ve zamanla aşikar
çarpıcı eozinofilik infiltrasyonu ile ilişkili olan küçük da­
gangrene ilerleme gösterir. Hastalığın erken dönemlerin-
marların nekrotizan vaskülitidir. Nadir bir hastalıktır, 1
milyon kişide bir görülür. Deri tutulumu (palpe edilebi­
len purpura ile), gastrointestinal kanama ve böbrek has­
talığı (primer olarak fokal segmental glomerüloskleroz
şeklinde) majör bulgularıdır. Myokardial eozinofilik in-
filtrasyonun oluşturduğu sitotoksisite sıklıkla kardiyom-
yopatiye yol açar; kardiyak tutulum % 60 hastada görü­
lür ve en önemli morbidite ve ölüm nedenidir.
Churg-Strauss sendromu normalde önemi olmayan
allerjik uyaranlara karşı gelişmiş bir "aşırı cevaplılık" ne­
deni ile oluşabilir. MPO-ANCA'lar az sayıda olguda var­
dır. Bu durum bozukluğun patogenetik olarak heterojen
olduğunu düşündürür. Vasküler lezyonlar, granülomlar
ve eozinofillerin varlığı ile poliarteritis nodoza ya da mik-
roskopik polianjitisden farklılık gösterir.

Tromboanjitis Obliterans (Buerger Hastalığı)


Tromboanjitis obliterans (Buerger hastalığı) sıklıkla şiddet­ Resim 9 -2 7 Tromboanjitis obliterans (Buerger hastalığı). Damar
li vasküler yetmezliğe ve ekstremitelerde gangrene yol lümeni abse içeren trombüs ile tıkalıdır (ok) ve damar duvarı löko-
açan farklı bir hastalıktır. Özellikle tibial ve radyal arter­ sitler ile infiltredir.
Kan Damarlarının Aşırı Reaktivite Bozuklukları 355

de sigaranın bırakılması sıklıkla sonraki ataklardan kur­ Raynaud Fenomeni


tuluş sağlayabilir; ancak, bir kez başladığında, vasküler
lezyonlar sigaranın bırakılmasına cevap vermez. Raynaud fenomeni, özellikle el ve ayak parmakları olmak
üzere ekstremitelerdeki arter ve arteriollerin abartılı va­
Diğer Nonenfeksiyöz Bozukluklar ile İlişkili Vaskülit zokonstriksiyonu ile oluşur, ancak burun, kulak meme­
leri ya da dudaklar da tutulabilir. Azalmış kan akımı pa-
Aşırı duyarlılık anjitisi ya da klasik PAN'a benzeyen vas-
külitler, romatoid artrit, sistemik lupus eritematozus, an- roksismal solukluk veya siyanoza yol açar; karakteristik
tifosfolipid antikor sendromu ve Henoch-Schönlein pur- olarak, tutulan parmaklar en proksimalden en distale
purası gibi immünolojik bozukluklar ve maligniteleri doğru, sırasıyla proksimal vazodilatasyon, santral vazo-
konstriksiyon ve daha distal siyanozu gösteren kırmızı,
içeren diğer pekçok hastalık ile ilişkili olabilir. Romatoid
beyaz ve mavi renk değişiklikleri gösterir. Raynaud feno­
vaskiilit, şiddetli, uzun süren romatoid artriti olan hasta­
larda gelişebilir; klinik olarak önemli aortite neden ola­ meni primer hastalık olabileceği gibi çeşitli durumlara
bilir ancak tipik olarak küçük ve orta çaplı arterleri tuta­ sekonder de olabilir.
Primer Raynaud fenomeni (eskiden Raynaud hastalığı
rak viseral infarktüslere yol açar. Vaskülit nedeni olan
denirdi) soğuk ya da heyecana karşı gelişen abartılı sant­
spesifik hastalığı belirlemek tedaviyi önemli şekilde yön­
lendirebilir. Örneğin, klasik immün kompleks lupus vas- ral ve lokal vazomotor cevaplar ile oluşur. Genel popülas-
küliti ve antifosfolipid antikor sendromunun morfolojik yondaki sıklığı % 3-5'dir ve genç kadınları tutma eğili­
özellikleri ortak olabilir, ancak ilki anti-inflamatuar teda­ mindedir. Arter duvarlarında intimal kalınlaşmanın gö­
rülebildiği geç dönemleri dışında yapısal değişiklik yok­
vi gerektirirken, İkincisinde antikoagülasyon endikasyo-
tur. Klinik gidişi genellikle benigndir, ancak kronik olgu­
nu mevcuttur.
larda deride, derialtı yağ dokuda ve kaslarda atrofi görü­
lebilir. Ülserasyon ve iskemik gangren nadirdir.
Enfeksiyöz Vaskülit Sekonder Raynaud fenomeni SLE, skleroderma, Buer­
ger hastalığı ve hatta ateroskleroz gibi arterleri etkileyen
Lokalize arterit genellikle bakteri ya da mantarlar, özel­
diğer hastalıklara sekonder olarak gelişen vasküler yet­
likle Aspergillus ve Mukor türleri, gibi enfeksiyöz ajanla­
mezliği tanımlar (sonrasına bakınız). Gerçekten de, Ray­
rın direkt arter invazyonu ile oluşabilir. Vasküler invaz-
naud fenomeni bu tip durumların ilk belirtisi olabilece­
yon daha genel bir doku enfeksiyonunun parçası olabilir
ğinden, Raynaud fenomeni semptomu olan her hasta her
(ör. bakteriyel pnömoni ya da abse komşuluğu) ya da da­
hasta bu sekonder nedenler açısından incelenmelidir.
ha nadiren septisemi sırasında ya da enfektif endokardit-
ten embolizasyon ile hematojen yayılım sonucu gelişir.
Vasküler enfeksiyonlar arter duvarlarını zayıflatabilir Myokardial Damar Vazospazmı
ve mikotik anevrizma (öncesine bakınız) gelişimine ya da
Arter ve arteriollerin fazla daralması iskemiye neden ola­
tromboz ve infarktüs oluşumuna yol açabilirler. Nitekim
bilir ve kalıcı vazospazm doku infarktüsüne bile yol aça­
bakteriyel menenjitte damarların inflamasyonu tromboz
bilir. Medial düz kas hücrelerinin intrensek aşırı reakti-
ve infarktüse, en sonunda da subaraknoid enfeksiyonun
vitesine ek olarak, primer Raynaud hastalığında daha
beyin parankimine yayılmasına neden olabilir.
önceden tanımlandığı gibi, yüksek düzeydeki vazoaktif
medyatörler uzamış vasküler kontraksiyonu daha da art­
tırabilirler. Bu maddeler endojen (ör. feokromasitoma-
Q ö zet dan salgılanan epinefrin) ya da eksojen (kokain ya da fe-
nilefrin) olabilir. Artmış tiroid hormon seviyeleri damar­
Vaskülit ların dolaşımdaki katekolaminlere karşı duyarlılığını art­
• Vaskülit damar duvarlarının inflamasyonu olarak tanımla­ tırarak benzer bir etkiye yol açarken, sklerodermada oto-
nır; sıklıkla sistemik bulgular (ateş, yorgunluk, kas ağrıla­ antikorlar ve T hücreleri (Bölüm 4) vasküler instabilite ve
rı ve artraljiler) ve vasküler tutulum paternine göre deği­ vazospazma neden olabilirler. Bazı duyarlı kişilerde, aşı­
şen organ disfonksiyonu ile ilişkilidir rı psikolojik strese bağlı katekolamin salınımı patolojik
• Vaskülit enfeksiyonlar nedeni ile oluşabilir, ancak daha vazospazma yol açabilir.
cok, immun kompleks depolanması, antinötrofîl antikor­ Kardiyak arteriyel veya arterioler yatakların vazospaz-
lar (A N C A ’lar) ya da anti-endotel hücresi antikorları gibi mı (kardiyak Raynaud olarak adlandırılan) yeterli süre
immünolojik temeli vardır. (20-30 dakika) devam ederse, myokard infarktüsü geli­
• Farklı vaskülit tipleri spesifik olarak belirli çap ve lokali- şir. Artmış katekolamin seviyeleri ayrıca kalp hızını ve
zasyondaki damarları etkileme eğilimindedirler (bakınız myokardial kontraktiliteyi arttırarak vazosp azmin oluş­
Resim 9-22). turduğu iskemiyi şiddetlendirebilir. Sonuçta ani kalp
ölümü (muhtemelen ölümcül aritmiler ile oluşur) ya da
iskemik dilate kardiyomyopati - Takotsubo kardiyomyopa-
tisi olarak da bilinir (duygusal zorlanmalar ile ilişkili ol­
duğundan "kırık kalp sendromu" olarak ta adlandırılır)
K A N D A M A R LA R IN IN AŞIRI gelişebilir. Akut olgulardaki histolojik bulgular myositle-
REAKTİVİTE BO ZU KLU KLAR I rin aşırı kontraksiyonu ile karakterli mikroskobik nekroz
alanlarını içerebilir, (kontraksiyon bant nekrozu) (Bölüm
Çeşitli hastalıklar kan damarlarının uygunsuz ya da aşı­ 1 0 ); subakut ve kronik olgularda da mikroskobik granü-

rı vazokonstriksiyonu ile karakterizedir. lasyon dokusu alanları ve/veya skar bulunabilir.


356 B O L U M 9 Kan Damarları

agülabilite üişkili belli bazı durumlar (ör. polisitemia ve-


VENLER VE LENFATİKLER ra) (Bölüm 11) portal ven trombozuna neden olabilir.
Bacakların derin ven trombozlarında (DVT), venöz
Variköz veriler ve flebotromboz/tromboflebit klinik ola­ staza neden olan uzamış hareketsizlik en önemli risk faktö­
rak önemli venöz hastalıkların en az % 90'ını oluştururlar. rüdür. Bu durum uzamış yatak istirahati veya uzun oto­
mobil ya da uçak yolculukları sırasında oturmayla bile
Ekstremite Varisleri gelişebilir. Postoperatif dönem, konjestif kalp yetmezli-
Varisler kronik intraluminal basınç artışı ve damar du­ ğ , hamilelik, oral kontraseptif kullanımı ve şişmanlık ile
var desteğinin kaybıyla ortaya çıkan anormal şekilde di­ birlikte DVT için bir başka bağımsız risk faktörüdür.
late, kıvrmtılı venlerdir. Üst ve alt bacakların yüzeyel Pıhtılaşma faktörlerindeki kalıtımsal defektler (Bölüm 3)
verileri tipik olarak tutulur. Kadınların üçte biri ve er­ sıklıkla etkilenen kişilerde tromboflebit gelişimine eği­
keklerin % 2 0 ye kadarında alt ekstremite varisleri geli­ lim oluşturur. Venöz trombüsler malign tümörlerden
şir. Şişmanlık riski arttırır ve kadınlardaki yüksek insi- prokoagülan faktör salınmama bağlı olarak da gelişebilir
dens muhtemelen, gebelik sırasında, inferior vena kava- (Bölüm 5). Sonuçta ortaya çıkan hiperkoagülabilite du­
nm gebe uterus ile sıkıştırılması nedeniyle uzamış venöz rumu farklı zamanlarda farklı vasküler yataklarda geçici
basınç artışının bir yansımasıdır. Prematür (erken) va­ tromboz gelişimi olarak belirebilir, ki bu durum geçici
rislerin gelişimi için ailesel yatkınlık bulunmaktadır. tromboflebit ya da Trousseau sendromu olarak adlandırılır.
Bacaklardaki trombüsler, genellikle az fakat güvenilir
bulgu veya semptom oluşturma eğilimindedirler. Varlı-
Varislerin K linik Ö ze llikle ri
ğnda, distal ödem, siyanoz, yüzeyel ven dilatasyonu, ısı
Varise bağlı dilatasyon venöz kapakları yetersiz hale geti­ artışı, duyarlılık, kızarıklık, şişkinlik ve ağrı gibi lokal be­
rir ve staz, konjesyon, ödem, ağrı ve tromboza yol açar. lirtiler görülür. Bazı olgularda, ağrı etkilenen venlerin
En önemli sekel, ekstremitelerdeki kalıcı ödem ve staz üzerine uygulanan basınçla, alt bacak kaslarının sıkılma­
dermatiti ve ülserasyonları içeren iskemik deri değişiklik­ sıyla ya da ayağn zorlanmış dorsifleksiyonuyla (Homan
leridir. İkinci değişiklik bozulmuş yara iyileşmesi ve tab­ belirtisi) açığa çıkarılabilir. Ancak belirtiler özellikle yata­
loya eklenen enfeksiyonlar sonucu kronik varis ülserleri lak hastalarda görülmez ve bu bulguların yokluğu DVT
haline gelebilir. Tromboze derin verilerden köken alan ve nis­ tanısını dışlamaz.
peten daha sık görülen embolilerin tersine, yüzeyel nenlerden Pulmoner emboli, DVT'nun sık görülen ve ciddi bir komp­
embolizasyonun çok nadir olduğu belirtilmelidir (Bölüm 3). likasyonudur (Bölüm 3), venöz trombüsün parçalanması
ya da damar duvarından ayrılması ile oluşur. Çoğu olgu­
Diğer Bölgelerin Varisleri da, tromboflebitin ilk belirtisi pulmoner embolidir. Emboli-
Venöz dilatasyonlar dikkate değer iki yerde daha görü­ nin boyutu ve sayısına göre sonuç hiç semptom oluştur­
lürler: mayanı trombüsün tamamen ortadan kalkmasından (re-
• Özofagus varisleri. Karaciğer sirozu (daha seyrek por­ zolüsyon) ölüme kadar değişebilir.
tal ven tıkanması ya da hepatik ven trombozu) portal
ven hipertansiyonuna yol açar (Bölüm 15). Portal hi­ Superior ve inferior Vena Kava Sendromları
pertansiyon porto-sistemik şantlarm açılmasına ve Superior vena kava sendromu genellikle, superior vena
gastroözofageal bileşkedeki venlere (özofageal varisle­
kavaya dışarıdan bası oluşturan ya da invaze eden tü­
ri oluşturarak), rektumdaki (hemoroidleri oluşturarak) mörler nedeni ile oluşur (ör. bronkojenik karsinom ya
venlere ve karın ön duvarındaki periumbilikal venle­ da mediastinal lenfoma). Sonuçta, oluşan obstrüksiyon
re (kaput medusa oluşturarak) kan akımında artışa ne­ baş, boyun ve kol venlerinin siyanoz ilişküi belirgin di-
den olur. Özofagus varisleri en önemli olanıdır, çün­ latasyonundan oluşan karakteristik bir klinik kompleks
kü yırtılmaları masif (hatta ölümcül) üst gastrointesti­ meydana getirir. Pulmoner damarlara da, respiratuar
nal sistem kanamalarına yol açar. distrese yol açan bası olabilir.
• Hemoroidler anorektal bileşkedeki venöz pleksusun, Inferior vena cava sendromu inferior vena kavaya (IVC)
hamilelik ya da defekasyon için ıkınma ile ilişkili uza­ dışarıdan bası yapan ya da invaze eden tümörlerle ya da
mış pelvik vasküler konjesyon nedeni ile ortaya çıkan hepatik, renal ya da alt ekstremite venlerinin yukarı doğ­
variköz dilatasyonlarıdır. Hemoroidler kanama nede­ ru ilerleyen trombüsüyle oluşabilir. Bazı tümörler-özel-
ni olabilirler ve tromboz ile ağrılı ülserasyon gelişimi­ likle hepatosellüler karsinom ve renal hücreli karsinom-
ne eğlimlidirler. venler içinde büyümeye belirğn bir eğlim gösterirler ve
bunlar sonunda inferior vena kavayı tıkarlar. Inferior ve­
Tromboflebit ve Flebotromboz na kava obstrüksiyonu, alt ekstremitede belirğn ödeme,
alt karın bölgesindeki yüzeyel kollateral venlerde distan-
Flebotromboz ve tromboflebitin % 90 dan fazlası derin bacak siyona ve renal ven tutulumu ile şiddetli proteinüriye ne­
venlerinin trombozundan kaynaklanır, bu ikisi çoğunlukla den olur.
venöz tromboz ve inflamasyon için birbirleriyle değştiri-
lebilir terimlerdir. Erkeklerde periprostatik venöz plek- Lenfanjit ve Lenfödem
sus, kadınlarda pelvik venöz pleksus ile kafa ve dural si­
nüslerdeki büyük venler (özellikle enfeksiyon ya da inf­ Lenfatik damarların birincil hastalıkları ileri derecede
lamasyon varlığında) venöz trombüslerin oluşabileceğ nadirdir. Lenfatik damarların inflamatuar, infeksiyöz ya
diğer bölgelerdir. Peritonit, apandisit, salpenjit ve pelvik da malign süreçler ile sekonder tutulumu çok daha sık
abseler ğ b i peritoneal enfeksiyonlar ile birlikte hiperko- görülür.
Tümörler 357

Lenfanjit, lenfatik damarların, bakteriyel enfeksiyon­ Tablo 9-4 Vasküler Tümörlerin ve Tümör-Benzeri Durumların
ların yayılımı ile ortaya çıkan akut inflamasyonudur ve Sınıflaması
2.Bölümde tartışılmıştır. Klinik olarak, inflame lenfatik­ Benign Tümörler, Gelişimsel ve Edinsel Durumlar
ler kırmızı, ağrılı subkütan çizgilenmeler şeklinde görünür
Hemanjiom
ve genellikle drene eden lenf bezlerindeki duyarlı büyü­ Kapiller hemanjiom
me (ıakut lenfanjit) ile ilişkilidir. Eğer bakteriler lenf bez­ Kavernöz hemanjiom
lerinde tutulamazsa, venöz dolaşıma girebilir ve bakteri- Pyojenik granülom
yemi veya sepsise neden olur. Lenfanjiom
Primer lenfödem, ya izole bir konjenital defekt (basit Basit (kapiller) lenfanjiom
Kavernöz lenfanjioma (kistik higroma)
konjenital lenfödem) ya da lenfatiklerin agenezisi veya
Glomus tümörü
hipoplazisi sonucu oluşan ailesel Milroy hastalığı (heredo­ Vasküler ektaziler
familial komjenital lenfödem) şeklinde oluşabilir. Sekonder Nevüs flammeus
ya da obstriiktif lenfödem evvelce normal olan lenfatikle­ Spider telenjiektazi (arteriyel örümcek)
rin tıkanması sonucunda, tıkanmanın gerisinde biriken Herediter hemorajik telenjiektazi (Osler-Weber-Rendu hastalığı)
interstisyel sıvı ile oluşur; böyle bir tıkanma çeşitli bo­ Reaktif vasküler proliferasyonlar
Basiller anjiomatozis
zukluklar veya durumlar nedeni ile gelişebilir:
• Lenfatik kanalları ya da bölgesel lenf bezlerini tutan O rta Dereceli Tümörler
tümörler Kaposi sarkomu
• Lenfatik bağlantıları bozan cerrahi prosedürler (ör. Hemanjioendotelyoma
radikal mastektomide aksiller lenf bezleri) Malign Tüm örler
® Radyasyon fibrozisi
Anjiosarkom
e Filariazis
• Postinflamatuar tromboz ve skarlaşma
hücresine spesifik belirleyicilerin immunhistokimya-
Nedeni ne olursa olsun, lenfödem tıkanmanın distalin-
sal olarak gösterilmesini gerektirebilir.
deki lenfatiklerin hidrostatik basıncını arttırır ve ödem­
le sonuçlanır. Kronik ödem, ekstrasellüler matriks depo­ Bunlar kontrolü bozulmuş endotel hücrelerinin tümörü
lanmasına ve fibrozise yol açarak, üstteki deride sert in- olduğundan, kan damarı oluşumunu baskılayan faktör­
dürasyona ya da portakal kabuğu görünümüne eden ola­ lerle büyümelerinin kontrol edilebilme olasılığı (antianji-
bilir. Sonuçta, yetersiz doku perfüzyonu deride ülseras- ogenik faktörler) keşfedilmiştir.
yona yol açabilir. Tipik olarak invaziv tümör kitlesi ile
oluşan lenfatik tıkanmayı takiben oluşan dilate lenfatik­ Benign Tümörler ve Tümör Benzeri Durumlar
lerdeki yırtılma, şilöz asit (karında), şilotoraks ve şiloperi-
Vasküler Ektaziler
kardium olarak isimlendirilen çeşitli boşluklarda sütsü
Ektazi herhangi bir yapının lokal dilatasyonu için kullanı­
lenf birikimlerine neden olabilir.
lan genel bir terimdir. Buna karşın telenjiyektazi, kırmızı
belirgin bir lezyon oluşturan, varolan küçük damarların
TÜMÖRLER (genellikle deri veya müköz membranlardaki kapillerler,
venüller ve arterioller) kalıcı dilatasyonunu tanımlamak
Kan damarları ve lenfatiklerin tümörleri benign heman- için kullanılır. Bu lezyonlar konjenital ya da edinsel ola­
jiomları, seyrek metastaz yapan lokal agresif tümörleri bilir ve gerçek neoplazi değildirler.
ve nadir, oldukça malign anjiosarkomları kapsar (Tablo • Nevüs flammeus ("doğum lekesi"), vasküler ektazinin
9-4). Büyük damarların primer tümörleri (aort, pulmoner en sık formudur. Baş ve boyundaki, rengi açık pembe­
arter ve vena kava) ileri derecede nadirdir ve sıklıkla sar­ den koyu mora değişen yassı lezyondur ve dilate da­
komlardır. Konjenital ya da gelişimsel malformasyonlar marlardan oluşur. Sonunda kendiliğinden geriler.
ve nonneoplastik reaktif vasküler proliferasyonlar da • Kırmızı şarap lekesi olarak bilinen lezyon, nevus flam-
(örn. basiller anjiomatozis) tümör-benzeri lezyonlar olarak meusun özel bir formudur. Bu lezyonlar çocukluk dö­
ortaya çıkabilirler. neminde büyüme eğilimindedir, deri yüzeyini kalın­
Vasküler neoplazmlar endotelden (örn. hemanjiom, laştırır ve zamanla solmazlar. Trigeminal sinir dağılı­
lenfanjiom, anjiosarkom) ya da kan damarlarını destek­ mında yerleşen bu tip lezyonlar Sturge-Weber sendro-
leyen veya çevreleyen hücrelerden (örn. glomus tümörü, mu (ensefalotrigeminal anjiomatozis olarak da adlandırı­
hemanjioperistoma) köken alabilirler. Genellikle benign lır) ile ilişkilidir. Bu nadir görülen konjenital bozukluk,
bir hemanjiom, anaplastik, yüksek dereceli bir anjiosar- yüzdeki kırmızı şarap lekesi nevüsleri, kortikal lepto-
komdan kolaylıkla ayırılabilirse de, nadiren benign ve meninkslerdeki ipsilateral venöz anjiomlar, mental re-
malign ayrımı zor olabilir. Genel kurallar aşağıdaki şekil­ tardasyon, konvülziyonlar, hemipleji ve kafa kemikle­
de sıralanabilir: rindeki radyoopasiteler ile ilişkilidir. Bu nedenle, men­
• Benign tümörler genellikle, kan hücreleri ya da lenf ile tal yetersizliği olan bir çocuğun yüzündeki büyük bir vas­
dolu, tek sıralı, normal görünümlü endotel hücreleri küler malformasyon ek vasküler malformasyonların varlı­
ile döşeli bariz vasküler kanallar içerirler. ğına işaret ediyor olabilir.
• Malign tümörler daha sellüler olup, sitolojik atipi gös­ • Örümcek (spider) telenjiektaziler genel şekli örümceğin-
terirler, proliferatifdirler ve genellikle organize damar­ kine benzeyen non-neoplastik vasküler lezyonlardır.
lar oluşturmazlar. Bu tip proliferasyonlarm endotel Basınç uygulandığında rengi solan bir merkezin
kökeni, CD31 veya von Willebrand faktör gibi endotel (örümceğin gövdesine benzeyen) çevresinde ışınsal
358 B ÖL Ü M 9 Kan Damarları

(radyal) dizilen, dilate, sıklıkla pulsatil, subkutan arter­ karaciğerde yerleşir. Malign transformasyon nadirdir.
ler veya arterioller (örümceğin bacaklarına benzeyen) Çeşitli histolojik ve klinik tipleri tanımlanmıştır:
şeklinde görünür. Örümcek telenjiektaziler sıklıkla
yüz, boyun ya da üst göğüs bölgesinde görülür ve ge­ • Kapiller hemanjiomlar en sık görülen tiptir; deride, de­
nellikle hiperöstrojenik durumlar ile ilişkilidir (ör. ge­ rialtı dokularda, oral kavite ve dudakların müköz
be kadınlarda ya da sirozu olan hastalarda). membranlarmda olduğu kadar karaciğer, dalak ve
• Herediter Hemorajik Telenjiektazi (Osler-Weber-Rendu böbreklerde de görülürler (Resim 9-28, A). Histolojik
Hastalığı), endotel hücrelerinde TGF-(3 sinyal yolağı­ olarak, stromadan fakir ince duvarlı kapillerlerden
nın bileşenlerini kodlayan genlerdeki mutasyonlar ile oluşur (Resim 9-28, B).
oluşan otozomal dominant bir bozukluktur. Telenji­ • Yenidoğan derisinin jüvenil hemanjiomlan (çilek he-
ektaziler doğumda varolan dilate kapiller ve yenler­ manjiomları olarak da bilinir) oldukça sıktır ( 2 0 0 do­
den oluşan malformasyonlardır. Solunum yolu, gast­ ğumda bir) ve çok sayıda olabilir. Bu lezyonlar birkaç
rointestinal sistem ve idrar yolları ile birlikte deri yü­ ay hızla büyür, ancak sonra 1- 3 yaş arası solar ve so­
zeyinde ve mukozalarda yaygın olarak bulunurlar. nunda olguların çoğunda 7 yaşma kadar tamamen
Lezyonlar kendi kendilerine yırtılarak ciddi epistaksi- geriler.
se (burun kanamalarına), gastrointestinal kanamaya • Piyojenik granülomlar, deri, jinjiva ya da oral mukoza­
veya hematüriye neden olabilirler. nın hızlı büyüyen, kırmızı, saplı lezyonları olarak be­
liren kapiller hemanjiomlarıdır. Mikroskopik olarak,
Hemanjiomlar abartılı granülasyon dokusuna benzerler. Kolaylıkla
Hemanjiomlar, kan ile dolu damarlardan oluşan çok sık kanarlar ve sıklıkla ülseredirler (Resim 9-28, C). Ka­
görülen tümörlerdir (Resim 9-28). Bu tümörler yenido- baca lezyonlarm dörtte biri travma sonrası gelişir ve
ğan ve çocukluk döneminin tüm benign tümörlerinin % birkaç hafta içinde 1- 2 cm çapa ulaşır. Küretaj ve yak­
7 sini oluştururlar; çoğu doğumdan itibaren vardır ve ma (koter) genellikle tedavi edicidir. Hamilelik tümörü
başlangıçta çapları artar, ancak birçoğu sonunda spon- (granüloma gravidarum) hamile kadınların jinjivasm-
tan olarak geriler. Hemanjiomlar tipik olarak baş boyun da nadiren (hastaların % l'i) oluşan pyojenik granü-
bölgesine sınırlı, lokalize lezyonlar iken, nadiren daha lomdur. Bu lezyonlar kendiliğinden gerileyebilir
yaygın olabilir (anjiomatozis) ve iç organlarda gelişebilir­ (özellikle hamilelikten sonra) ya da fibrozis gösterebi­
ler. Iç organlarda yerleşenlerin yaklaşık olarak üçte biri lir, ancak nadiren cerrahi eksizyon gerektirirler.

Resim 9 -2 8 Hemanjiomlar. A , Dilde hemanjiom. B, Juvenil kapiller hemanjiom histolojisi. C, Dudakta pyojenik granülom. D, Kavernöz
hemanjiom histolojisi.
(A ve D , D r. John Sexton'mn izni ile, Beth Israel Hospital, Boston, Massachusetts. B, Dr. Christopher D .M . Fletcher'ın izni ile, S rigman and Women's Hospital, Boston,
Massachusetts. C, Dr. Thomas Rogers'ın izni ile, Teksas Üniversitesi, Southwestern Tıp Fakültesi, Dallas, Teksas.)
Tümörler 359

• Kavernöz hemanjiomlar geniş, dilate vasküler kanallar­ oluşur ve lenfoid topluluklar içeren bağ doku stroma
dan oluşur. Kapiller hemanjiomlar ile karşılaştırıldığın­ ile birbirlerinden ayrılmışlardır. Tümör sınırlarının
da, kavernöz hemanjiomlar daha invazivdir, sıklıkla de­ belirgin olmayışı ve lezyonlarm kapsülsüz olması re-
rin yapıları tutar ve kendiliğinden gerilemezler. His­ zeksiyonlarmı güçleştirir.
tolojik incelemede, kitle keskin sınırlı ancak kapsül-
süzdür ve bağ doku stroması ile birbirinden ayrılmış Glomus Tümörleri (Glomanjiomlar)
geniş, kavernöz yapıda kanla dolu vasküler boşluklardan
Glomus tümörleri, ısı düzenlemesinde görevli arteriove-
oluşur (bakınız Resim 9-28, D). Distrofik kalsifikas-
nöz yapılar olan glomus cisimlerinin modifiye düz kas hüc­
yon ilişkili intravasküler tromboz sıktır. Lokal olarak
relerinden gelişen ileri derecede ağrılı benign tümörler­
destrüktif olabilirler ve bu nedenle bazı olgularda cer­
dir. Yüzeyel olarak kavernöz hemanjiomlara benzemek­
rahi eksizyon gerekli olabilir. Daha sıklıkla bu tümör­
le birlikte, glomanjiomlar endotel hücrelerinden değil
lerin klinik bir önemi bulunmaz ancak kozmetik so­
düz kas hücrelerinden gelişirler. En sık parmak uçların­
runlar yaratabilirler ve travmatik ülserasyon ile kana­
da, özellikle de tırnak yataklarının altında yerleşirler.
maya yatkındırlar. Dahası, görüntüleme yöntemleri
Eksizyonları tedavi edicidir.
ile saptanan kavernöz hemanjiomları malign eşdeğer­
lerinden ayırt etmek zor olabilir. Beyin hemanjiomla-
rı da, yakın dokularda kompresyon ilişkili semptom­ Basiller Anjiomatozis
lar oluşturmaları ya da yırtılma (rüptür) nedeni ile Basiller anjiomatozis immün sistemi baskılanmış kişiler­
problem yaratabilirler. Kavernöz hemanjiomlar, vas­ de (ör. AIDS li hastalarda), Bartonella ailesinin gram (-)
küler lezyonlarm sıklıkla serebellum, beyin sapı, reti­ fırsatçı basilleri ile oluşan vasküler proliferasyondur.
na, pankreas ve karaciğerde izlendiği von Hippel-Lin- Lezyonlar, deriyi, kemiği, beyni ve diğer organları tuta­
daıı hastalığının bir komponentidir (Bölüm 22). bilir. İki türü özellikle önemlidir:
• Bartonella henselae, temel rezervuarı ev kedisidir; im­
Lenfanjiomlar mün sistemi sağlıklı kişilerde kedi tırmığı hastalığın­
Lenfanjiomlar, hemanjiomlarm benign lenfatik analog- dan (lenf bezlerinin nekrotizan graniilomatöz hastalı­
larıdırlar. ğı) sorumlu olan organizmadır.
• Basit kapiller lenfanjiomlar başlıca baş, boyun ve aksil- • Bartonella quintana, insan vücudu biti ile taşınır; Bi­
ler subkutan dokulardaki 1 - 2 cm çapa ulaşabilen ha­ rinci Dünya Savaşı'ndaki "siper ateşi"nin nedeni olan
fifçe kabarık ya da bazen saplı lezyonlardır. Histolojik mikrobik ajandır.
olarak, lenfanjiomlar endotel ile döşeli boşluklardan Deri lezyonları kırmızı papüller ve nodüller veya yuvar­
oluşan ağ şeklindedir ki, kapiller kanallardan sadece lak subkutan kitleler şeklindedir. Histolojik olarak, nük­
kan hücrelerinin bulunmaması ile ayırt edilirler. leer atipi ve mitoz içeren epiteloid endotel hücreleri ile
• Kavernöz lenfanjiomlar (kistik higromalar) tipik olarak, döşeli kapiller proliferasyon görülür (Resim 9-29). İnfilt-
çocukların aksiller ve boyun bölgelerinde ve daha na­ rasyon gösteren nötrofiller, nükleer atıklar ve morumsu
diren retroperitonda bulunurlar. Kavernöz lenfanji­ granüler bakteri toplulukları diğer özellikleridir.
omlar aksillayı dolduracak ya da boyunda belirgin de- Neden olan bakteri konak dokuları tarafından hipok-
formiteler oluşturacak kadar büyük (15 cm'e kadar) si inducible faktör-la (H IF-la) üretimini başlatır. HIF-1
olabilirler. Boyunun kavernöz lenfanjiomları Turner alfa da vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) üre­
sendromunda sıktır. Bu lezyonlar, endotel hücreleri timine ve vasküler proliferasyona yol açar. Enfeksiyon­
ile döşeli ileri derecede dilate lenfatik boşluklardan lar (ve lezyonlar) antibiyotik tedavisi ile iyileşir.

* * *}*. ••.’ • '


*; ' , * 'V ,. ■r.** . *•%* - v >
'-..V .V ■. •
: ‘V V - .> y v . Ü.y .,y
• İ ’ • D .Ç . V_- ■■ ■

.Ev
... ’ -.•» Y -.‘" . -* >,«
-« • • t - - - - •.*■ ■- . ,
/ ■ V \ V/v V - v .• \ y: . . ■
R ^ 'i' , -- T '-;' - .. ,
D ' -V. * V ‘ ,« -
Resim 9 -2 9 Basiller anjiomatozis. A , Islak, eroziv deri lezyonunun fotoğrafı. B, Akut nötrofilik inflamsyon ve vasküler (kapiller) proliferas-
yonun histolojik görünümü. Inset, modifiye gümüş (W arthin-Starry) boyası ile basil demeti topluluklarının gösterilmesi (siyah).
(A, Dr. Richard Johnson’m izni ile, Beth Israel Deaconess Tıp M erkezi, Boston, Massachusetts. B ve inset, Dr. Scott Granter’in izni ile, Brigham and W om en’s Hospital,
Boston, M assachusetts.)
360 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları

O rta Dereceli (Borderline-Sınırda) Tümörler sel somatik mutasyonların tüm ör gelişimi ve progresyonu-
na katkı sağlıyor olması da muhtemeldir.
Kaposi Sarkomu KSHV her ikisi de KS patogenezinde muhtemelen
Kaposi sarkomu (KS) kaposi sarkoma herpes virüs (KSHV, önemli olan, endotel hücrelerinde litik ve latent enfeksiyon­
insan herpesvirüs- 8, ya da HHV-8 olarak da bilinir) nedeni lara neden olur. Virüsün kodladığı G proteini endotelyal bü­
ile oluşan vasküler bir tümördür. Çeşitli durumlarda geliş­ yümeyi uyaran VEGF üretimini başlatır. Litik enfeksiyon
mesine karşın, özellikle AIDS’li hastalarda en sıktır; aslın­ alanlarına toplanan inflamatuar hücrelerin ürettiği sitokin-
da, varlığı tanı kriteri olarak kullanılır. Popülasyonun ler, aynı zamanda lokal proliferatif bir ortam yaratırlar. La­
demografik özellikleri ve risklerine göre KS'nun 4 for­ tent enfeksiyon içeren hücrelerde, KSHV’ ün kodladığı pro­
mu tanımlanmıştır: teinler normal hücresel proliferasyon kontrollerini (ör. sik­
lin D nin viral homoloğunun sentezi aracılığı ile) bozar ve
• Klasik KS, Doğu Avrupalı (özellikle Aşkenaz Yahudi- p53 inhibisyonu yaparak apoptozu önler. Dolayısıyla, lokal
leri) ya da Orta Doğu, Akdeniz kökenli yaşlı erkekle­ inflamatuar çevre, hücresel proliferasyondan yanadır ve la­
rin hastalığıdır; ABD'de nadirdir. Malignite ya da im- tent enfeksiyon içeren hücrelerin büyüme avantajı vardır.
mün bozuklukla ilişkili olabilirken, HIV enfeksiyonu Erken evrelerinde, sadece birkaç hücre KSHV ile enfekte-
ile ilişkili değildir. Klasik KS, genellikle distal alt ekst- dir. A n ca k zam an la prolifere olan hü crelerin hemen
remitelerde çok sayıda kırmızı-mor renkli deri plakla­ tam am ı virü sü ta ş ır hale gelir.
rı ya da nodülleri şeklinde kendini gösterir; bu lez-
yonlarm çapları ve sayıları giderek artar ve proksima-
le doğru yayılırlar. Kalıcı olmakla birlikte, bu tümör­ M ORFOLOJİ
ler tipik olarak asemptomatiktirler ve deri ve subku-
tan yağ dokusunda sınırlı kalırlar. K la sik Kaposi sarkom u n d a (ve bazen diğer tiplerinde),
deri lezyonları 3 evreden geçer: yama, plak ve nodül
• Endemik Afrika tipi KS tipik olarak HIV-seronegatif
genç (40 yaş altı) kişilerde görülür ve sinsi ya da agre- • Y am alar, alt ekstremitelerin distal bölümlerinde görü­
len, pembe, kırmızı ya da m or makûllerdir (Resim 9-30,
sif klinik gidiş gösterebilir; klasik tipine göre lenf
A). Mikroskopik incelemede, dilate, düzensiz ve köşe-
nodlarını çok daha sık tutar. AIDS ilişkili KS (aşağıya
lenmeler yapan endotel hücreleri ile döşeli kan damarla­
bakınız) ile birlikte, KS orta Afrika'da en sık görülen
rı ve arada bazen hemosiderin içeren kronik inflamatu­
tümördür. Belirgin lenf nodu ve organ tutulumu ile
ar hücrelerden oluşan bir infiltrasyon görülür. Bu lez-
giden şiddetli formu prepubertal çocuklarda görülür;
yonları granülasyon dokusundan ayırmak zordur.
prognozu kötüdür ve 3 yıl içerisinde ölüm oranı nere­ • Zamanla, lezyonlar proksimale doğru yayılırlar ve daha
deyse % 1 0 0 dür. büyük, yüzeyden kabarık morumsu görünümde, şişkin
• Transplantasyon-ilişkili KS, uzun süreli T hücre im- iğsi hücrelerle döşeli ve çevrelenmiş dilate, tırtıklı dermal
münsüpresyonu yapılan solid organ transplantasyo­ vasküler kanallardan oluşan k a lk ık p la k la r haline dö­
nu alıcılarında gelişir. Agresif klinik gidiş gösterdiği nüşürler (Resim 9-30, A). Ekstravaze eritrositler, hemo­
ve sıklıkla lenf bezleri, mukozal ve viseral tutuluma siderin yüklü makrofajlar ve diğer mononükleer hücre­
neden olduğu transplant alıcılarında KS riski 100 kat ler belirgin olan başka özelliklerdir.
artmıştır; deri lezyonları bulunmayabilir. Organ re- • Sonuçta, nodüler ve daha belirgin olarak neoplastik gö­
jeksiyonu riski göze alınıp immünsüpresyon bırakı­ rünümlü lezyonlar ortaya çıkar. Bunlar, aralarında yarık
lınca lezyonlar sıklıkla geriler. benzeri boşlukların izlendiği, çoğunlukla dermis ya da
• Antiretroviral tedavinin geliştirilmesi ile KS insidansı derialtı dokularındaki şişkin, prolifere olan iğsi hücreler­
den oluşurlar (Resim 9-30, B). İğsi hücreler hem endo­
%80 den fazla azalmıştır. Ancak, HIV enfeksiyonu
telyal hem düz kas hücre belirteçlerini eksprese ederler
olan hastalarda halen, genel popülasyona göre 1 0 0 0
ve sıklıkla fagolizozomlardaki dejenere olan eritrositleri
kat daha fazla oranda görülmeye devam etmektedir.
temsil eden yuvarlak, pembe sitoplazmik globüller içe­
KS tüm dünyada en sık görülen HIV ilişkili malignitedir.
rirler. Kanama ve hemosiderin birikimi çok daha belir­
AIDS ilişkili-KS sıklıkla lenf bezlerini tutar ve erken gindir ve m itotik figürler sıktır. Nodüler evre, özellikle
dönemlerinde iç organlara yayılır. Hastaların büyük Afrika ve AIDS ilişkili tiplerde, sıklıkla nodal ve viseral tu­
kısmı KS yerine araya giren fırsatçı enfeksiyonlar ne­ tulum ile birliktedir.
deni ile kaybedilirler.

KS’ nun K linik Ö ze llikle ri


Hastalığın seyri klinik duruma göre belirigin değişkenlik
PATO G EN EZ gösterir. Primer HHV- 8 enfeksiyonlarının çoğu asempto-
matiktir. Klasik KS en azından başlangıçta büyük oran­
N eredeyse KS lezyonlarm ın tü m ü K SH V ile infekte- da vücut yüzeyi ile sınırlıdır ve cerrahi rezeksiyon, mü­
d ir. KSHV Epstein-Barr virüs gibi bir gamma-herpesvirüs- kemmel prognoz için, genellikle yeterlidir. Sınırlı bir böl­
dür. Hem cinsel ilişki ile hem de oral sekresyonlar ve kuta- gedeki birden fazla sayıda lezyon için radyoterapi kulla­
nöz maruz kalımlar gibi (endemik Afrika tipi KS’nun ayak­
nılabilir ve kemoterapi lenf nodu tutulumunu da içeren
kabı kullanımı ile ters ilişkili olduğu belirtilmelidir) tam ola­
daha yaygın hastalık için tatminkar sonuçlar verir, im­
rak anlaşılamamış, cinsel ilişki dışı potansiyel yollar ile bula­
münsüpresyon- ilişkili KS'da, yapılan tedaviye son veril­
şır. KS gelişimi için muhtemelen KSHV ve T hücre immüni-
mesi (kemoterapi ve/veya radyoterapi) genellikle etkin­
tesinde değişme gereklidir; yaşlılarda azalan T hücre immü-
dir. AIDS- ilişkili KS için, HIV antiretroviral tedavisi, ek
nitesi ilişkili olabilir. Ayrıca kaynaklandığı hücrelerdeki edin-
tedavi yöntemleri kullanılsın ya da kullanılmasın, genel
Tümörler 361

Resim 9 -3 0 Kaposi sarkomu. A , Derideki birleşme eğiliminde olan kırmızı-mor makül ve papülleri gösteren makroskopik fotoğraf. B,
Vasküler boşluklar ve çoğalan tombul iğsi hücre tabakalarını gösteren nodüler formun histolojik görünümü.
(Dr. Christopher D .M . Fletcher'ın izni ile kullanılmıştır, Brigham and Women's Hospital, Boston, Massachusetts.)

olarak yararlıdır. İnterferon-gamma ve anjiogenez inhibi- kübiktir ve iyi gelişmiş vasküler kanal oluşturmazlar. Bu
törlerinin de etkin olduğu bir şekilde kanıtlanmıştır. nedenle melanomlar ya da metastatik epiteloid tümörler
ile karıştırılabilirler.
Hemanjioendoteliomalar
Hemanjioendotelyomalar, klinik davranışları benign, iyi di- Malign Tümörler
feransiye hemanjiomlar ile agresif malign anjiosarkomlar
arasında yer alan geniş spektrumlu bir grup sınırda Anjiosarkomlar
(borderline) vasküler neoplazilerdir. Anjiosarkomlar, hemanjiomlara benzeyen oldukça dife-
Örneğin epiteloid hemajioendotelyoma orta çaplı ve bü­ ransiye tümörlerden, karsinom ya da melanomlardan
yük venler ile ilişkili olarak yetişkinlerde ortaya çıkan ayırt edilmesi zor, ileri derecede anaplastik lezyonlara
vasküler bir tümördür. Klinik davranışı oldukça değiş­ kadar değişen malign endotel neoplazileridir (Resim 9-
kendir; olguların büyük kısmında eksizyon tedavi edici 31). Yaşlı hastalar daha çok etkilenirler. Cinsiyet ayrımı
olsa da, yaklaşık olarak % 40 tümör tekrarlar ve % 20- gözetmez ve lezyonlar sıklıkla deri, yumuşak doku, me­
30'u sonuçta metastaz yapar; belki de hastaların % 15'i me ve karaciğeri tutmakla birlikte herhangi bir yerde gö­
tümör nedeni ile kaybedilir. Tümör hücreleri şişkin ve rülebilirler.

Resim 9-31 Anjiosarkom. A, Kalpte anjiosarkomun makroskopik fotoğrafı (sağ ventrikül). B, Belirgin vasküler lümenler ve düzensiz, or­
ta derecede anaplazi gösteren anaplastik hücre toplulukları ile karakterli orta derecede diferansiye anjiosarkom fotoğrafı. C, Anjiosarkom-
daki tüm ör hücrelerinin endotel kökenini kanıtlayan, bir endotel hücre belirleyicisi olan CD31 ile immünhistokimyasal olarak pozitivitesi.
362 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları

Hepatik arıjiosarkomlar, arsenikti böcek ilaçları, thorot- • Benign tüm örler tip ik olarak normal görünümlü endotel
rast (eskiden radyolojik görüntülemede kullanılan bir hücreleri ile döşeli belirgin vasküler kanallar oluştururlar.
radyoaktif kontrast madde) ve polivinil klorid (PVC; yay­ Malign tüm örler daha sıklıkla solid ve sellülerdir, sitolojik
gın olarak kullanılan bir tür plastik) gibi belli bazı karsi- atipi gösterir ve iyi gelişmiş damarlar içermezler.
nojenlere maruziyet ile ilişkilidirler, insanlardaki kimya­
sal karsinogenezin en iyi bilinenlerinden biridir. Maruzi­
yet ile sonrasındaki tümör gelişimi arasında latent bir dö­
nemin olması tipiktir. VASKÜLER GİRİŞİM PATOLOJİSİ
Anjiosarkomlar lenfödem zemininde de gelişebilirler, Terapötik bir girişimi takiben (ör. balon anjioplasti, stent
klasik örneği, meme karsinomu nedeni ile yapılan radikal koyma ya da bypass cerrahisi) damarlarda oluşan morfo­
mastektomiden (lenf bezi diseksiyonu ile) yıllar sonra ay­ lojik değişiklikler vasküler zedelenmenin diğer formla­
nı taraf üst ekstremitede gelişenlerdir. Bu tümörler büyük rında izlenen değişikliklere çok benzerler. Lokal travma
olasılıkla lenfatik damarlardan köken almaktadır (lenfan- (stent nedeni ile), vasküler tromboz (anjioplasti sonrası)
jiosarkom). Anjiosarkomlar radyasyonla da ortaya çıkabi­ ve anormal mekanik kuvvetlerin (ör. arteriyel dolaşımda
lir ve nadiren uzun süreli (yıllar) yabancı cisimler (kate- safen venin koroner arter bypass grefti olarak kullanılma­
terler) ile de ilişkilidirler. sı) hepsi aynı stereotipik iyileşme cevaplarını oluşturur.
Dolayısıyla, ateroskleroz için birkaç risk faktöründe oldu­
ğu gibi endoteli zedeleyen girişimler düz kas hücrelerini
M ORFOLOJİ
toplayıp, ESM depolanmasını uyararak, intimal kalınlaş­
Deride anjiosarkom lar küçük, keskin sınırlı, asem ptom atik, maya yol açma eğilimindedirler. Aterosklerozda olduğu
kırmızı nodüller şeklinde başlarlar. Daha ilerlemiş lezyonlar, gibi, vasküler girişimlerin oluşturduğu travma da düz kas
sınırları çevre yapılar ile belli belirsiz sonlanan, rengi sarım­ hücreleri ve matriks depolanması ile karakterli konsant-
sı kırmızıdan, gri-beyaza değişen, etsi, büyük doku kitleleri rik intimal kalınlaşmayı uyarma eğilimindedir.
şeklindedirler. (Resim 9-31, /A). N e k ro z ve kanama sıktır.
M ikro sko p ik incelemede, diferan siasyo n derecesi Endovasküler Stent Koyma
ço k değişkendir. Vasküler kanallar oluşturan şişkin, ati-
pik endotel hücrelerinden (Resim 9-31, B) farked ilebilir kan Arteriyel stenozlar (özellikle koroner ve karotis arterle­
damarlarının izlenmediği indiferansiye iğsi hücreli tü m ö rle ­ rindeki), tıkanmaya yol açan plağı yeterince yırtacak ka­
re kadar değişen bir m o rfo lo jik çeşitlilik vardır. A z diferan- dar basınç uygulamak için, geçici olarak balon kateterin
siye tü m ö rle rd e endotel hücre belirteçleri olan CD31 ve şişirilmesi ile dilate edilebilirler (balon anjioplasti); bunu
von W ille b ra n d fa k tö r ile boyama yapılarak endotel hücre yaparken sınırlı (neyse ki) arteriyel diseksiyon da oluşabi­
kökeni gösterilebilir (Resim 9-31, C). lir. Hastaların büyük kısmı sadece anjioplasti sonrasında
bile klinik belirti ve bulgularında azalma olduğunu his­
setmelerine karşın, damar duvarında spazm, tromboz ya
Klinik olarak, anjiosarkomlar lokal invazyon yapan, da çepeçevre veya longitudinal yaygın diseksiyon ile lü-
agresif tümörlerdir ve metastaz yaparlar. Günümüzde 5 menin kompresyonu sonucu, aniden yeniden kapanma olu­
yıllık sağkalım oranları sadece % 30 civarındadır. şabilir. Dolayısıyla, endovasküler koroner girişimlerin %
90 dan fazlası günümüzde artık hem anjioplasti, hem de
Hemanjioperistomlar koroner stent koymayı içerir.
Bu tümörler isimlerini köken hücreleri olan perisitlerden Koroner stentler metalik ağdan oluşan genişleyebilir
alırlar. Perisitler kapiller ve venülleri çevreleyen miyofib- tüplerdir. Daha geniş ve daha düzgün bir lümen oluştu­
roblast benzeri hücrelerdir. Son dönemlerdeld çalışmalar rurlar, intimal kapaklan ve anjioplasti sırasında oluşan
perisit tümörlerinin ileri derecede nadir olduğunu ve ön­ diseksiyonları stabilize ederler ve mekanik olarak vaskü­
celeri bu gruba sokulan tümörlerin büyük kısmının fark­ ler spazmı sınırlarlar. Ancak, endotel zedelenmesinin bir
lı hücresel kökenleri (ör. fibroblastlar) olduğunu göster­ sonucu olarak, tromboz stent yerleştirme sonrası hemen
mektedir. Dolayısıyla, çoğunluğu sıklıkla plevra yüzeyin­ gelişen önemli bir komplikasyondur ve hastalar, akut ka-
de gelişen soliter fibröz tümör gibi, diğer tamsal katego­ tastrofik trombotik tıkanmaları önlemek için etkin antit-
riler içine alınmıştır. rombotik ajanlar (primer olarak trombosit antagonistleri)
almalıdır. Anjioplastinin uzun süreli başarısı, stent içi pro-
liferatif re-stenoz (yeniden stenoz gelişimi) nedeni ile sınır­
© Ö ZET lıdır. Bu intimal kalınlaşmanın nedeni, intimal vasküler
Vasküler Tümörler duvar zedelenmesinin başlattığı düz kas hücre büyümesi,
proliferasyon ve matriks sentezidir. Bu durum stent ko­
• Vasküler ektaziler neoplazi değil, varolan damarların dila- nulmasından sonraki 6 -12 ay içerisinde hastaların % 5-35
tasyonlarıdır. inde klinik olarak belirgin luminal kapanma ile sonuçla­
• Vasküler tüm örler kan damarlarından ya da lenfatikler­ nır (Resim 9-32).
den köken alabilir ve endotel hücrelerinden (hemanjiom, Düz kas hücre aktivasyonunu bloke etmek için hemen
lenfanjiom, anjiosarkom) veya vasküler duvarın diğer hüc­ yakındaki damar duvarlarına antiproliferatif ilaç (ör. pacli-
relerinden (ör. glomus tüm örü) köken alabilirler.
taxel, sirolimus) salımmı yapabilen, yeni jenerasyon “ilaç
• Vasküler tüm örlerin çoğu benigndir (ör. hemanjiom) an­ salınımı yapan stentler" bu komplikasyondan korunmak
cak bir kısmı orta dereceli ve lokal agresif (ör. Kaposi sar­ için geliştirilmişlerdir. İlaç salınım süresi kısa olmasına
komu) ve diğerleri oldukça malign (ör. anjiosarkom) ola­ karşın, bu stentlerin kullanımı her durumda birinci yılda­
bilir.
ki yeniden stenoz gelişim sıklığını %50-80 oranında azaltır.
Vasküler Girişim Patolojisi 363

Resim 9 -3 2 Anjioplasti ve stent sonrası tekrar


daralma (re-stenoz). A , Rezidü aterosklerotik
plak (oklar) ve yeni, parlak intimal proliferatif
iezyonun makroskopik fotoğrafı. B, Lümen içine
(yıldız ile gösterilmiş) yerleştirilen stent tellerini
(okla gösterilen siyah elmas) çevreleyen ve
ayıran kalınlaşmış neointimayı gösteren histolojik
görünüm.
(B, alıntı: Schoen FJ, Edwards VVD: Pathology o f cardiovascu­
lar interventions, including endovascular therapies, revascula­
rization, vascular replacement, cardiac assist/replacement,
arrhythmia control, and repaired congenital heart disease. In
Silver A ID , e t al [e d s]: Cardiovascular Pathology, 3rd ed. Phi­
ladelphia, Churchill Livingstone, 2001.)

Damar Replasmam Jennette J, Falk R: Nosology of primary vasculitis. Curr Opin Rheuma­
tol 19:10, 2007. [Patogenetik yollara dayalı vaskülit sınıflam ası v e tutu­
lan dam arlar; v askü ler patolojinin kom pleks ve k a fa k a n ştın cı y ön leri
Zedelenmiş damarları veya bypass sonrası tekrar tıkanan için iyi bir organizasyon sunar.]
arterleri değiştirmek için, sentetik ya da otolog vasküler Kallenberg C: Antineutrophil cytoplasmic autoantibody-associated
greftler sıklıkla kullanılmaktadır. Bu sentetik greftlerden, small vessel vasculitis. Curr Opin Rheumatol 19:17, 2007. [A N CA
geniş çaplı (1 2 - 18 mm çaplı) olanları aort gibi yüksek ilişkili vaskülitlerin patogenezi ile ilgili güncel bir gen el özet]
Libby P, Ridker PM, Hansson GK, ve ark: Inflammation in atheroscle­
akımlı bölgelerde yeterli fonksiyon görürken, daha küçük
rosis: from pathophysiology to practice. J Am Coll cardiol 54:2129,
çaptaki yapay greftler (< 8 mm ve daha küçük çapta) ge­ 2009. [A terosklerotik hastalıkta inflam asyonun rolünü anlatan m ü kem ­
nel olarak akut tromboz ya da özellikle greftin orijinal da­ m el bir gen el özet]
marla birleşme yerinde oluşan geç intimal hiperplazi ne­ Michel JB, Martin-Ventura JL, Egido J, ve ark: Novel aspects of the pat­
hogenesis of aneurysms of the abdominal aorta in humans. Cardi-
deni ile başarısız olurlar.
ovasc res 90:18, 2011. [insan daki abdom inal aort an evrizm ası oluşum u­
Sonuç olarak, küçük damar replasmanı gerekli oldu­ nun ınoleküler m ekanizm alarını anlatan güzel bir irdelem e]
ğunda (ör. yılda 400,000'den fazla olan koroner arter Packard RR, Lichtman AH, Libby P: Innate and adaptive immunity in
bypass cerrahilerinde), greftler genellikle ya otolog safen atherosclerosis. Semin Immunopathol 31:5, 2009. [D oğal ve a d a p tif
venden (hastanın kendi bacağından alman) ya da sol in­ immün cevapların ateroskleroz patogen ezin deki rollerini anlatan, iyi y a ­
zılm ış bir derlem e]
ternal meme arterinden (kalbe yakınlığı nedeni ile) olu­ Penel N, Marreaud S, Robin YM, Hohenberger P: Angiosarcoma: sta­
şur. Safen ven greftlerinin uzun dönem yeterliliği 10 yıl­ te of the art and perspectives. Crit Rev Oncol Hematol 2010 Nov 3.
da sadece % 50'dir. Bu greftler ya tromboz (tipik olarak (Epub ahead of print) [Bu ag resif malign v askü ler tüm ör için g en iş ka p ­
erken dönemde), ya intimal kalınlaşma (postoperatif ay­ sam lı klinik bir özet]
Pober JS, Min W, Bradley JR: Mechanisms of endothelial dysfunction,
lar ya da yıllar sonra) ya da ven greft aterosklerozu-bazen injury, and death. Annu Rev Pathol mech Dis 4:71, 2009. [Endotel
üzerine plak rüptürü, trombüs ya da anevrizma oluşumu zedelenm esinin neden leri ve sonuçlarım anlatan iyi yazılm ış a k ad em ik
da (genellikle 2- 3 yıldan sonra) eklenir- sonucu tıkanır­ bir derlem e]
lar. Aksine, internal meme arter greftlerinin % 90'dan Ramirez F, Dietz H: Marfan syndrome: from molecular pathogenesis to
clinical treatment. Curr Opin Genet Dev 17:252, 2007. [M arfan send-
fazlası 1 0 yıldan sonra da fonksiyoneldir.
rom undaki terapötik h edefler ve m ekanizm aları için m ükem m el bir özet]
Ridker P: C-reactive protein and the prediction of cardiovascular
events among those at intermediate risk: moving an inflammatory
hypothesis towrds consensus. J Am Coll Cardiol 49:2129, 2007. [Kar-
KAYNAKLAR diyovaslcüler olayların öngörülm esine yön elik ek bağım sız bilgi sağlanm a­
sında inflam atuar belirteçlerin kullanım ına ilişkin solid bir düşünce]
Duewell P, Kono H, Rayner KJ, ve ark: NLRP3 inflammasomes are re- Rocha VZ, Libby P: Obesity, inflammation, and atherosclerosis. Nat
guired for atherogenesis and activated by cholesterol crystals. Natu­ Rev cardiol 6:399, 2009. [A terosklerotik h astalıkta m etabolik sen dro-
re 464:1357, 2010 [K olesterol m ikrokristallerinin fag o sit aktivasyonu, si- mun potan siyel rolünü de içeren risk faktörlerin in ilişkisini anlatan gü­
tokin üretim i ve aterogen ez ile ilişkisini anlatan büyüleyici bir yazı] zel bir derlem e]
Finn AV, Nakano M, Namla J, ve ark: Concept of vulnerable/unstable Sakalihasan N, Limet R, Defawe OD: Abdominal aortic aneurysm.
plaque. Arterioscler Thromb Vase Biol 30:1282, 2010. [Plak stabilite- Lancet 365:1577, 2005. [Tanı, tedavi ve patogen ez için güzel bir derle­
si ile ilgili g elişm ekte olan kav ram lar için güzel bir gen el özet] m e]
Ganem D: KSH V infection and pathogenesis of Kaposi's sarcoma. An- Singh M, Mensah GA, Bakris G. Pathogenesis and clinical physiology
nu Rev Pathol 1:273, 2006. [K ap osi sarkom unun altında yatan patolo­ of hypertension. Cardiol Clin 28;545, 2010. [N orm al kan basıncı kon t­
jik m ekanizm aların m ükem m el a k ad em ik derlem esi] rolü v e hipertan siyon patogen ezin de gen etik ile çevre etkileşim in i anla­
Jaffe R, Strauss B: Late and very late thrombosis of drug-eluting stents: tan güncel m ükem m el bir gen el özet]
evolving concepts and perspectives. J Am Coll cardiol 50:119, 2007. Yasue H, Nakagawa H, Itoh T, et al: Coronary artery spasm — clinical
[K oroner a rter stent replasm am sonrası gelişen kom p likasy on lar için features, diagnosis, pathogenesis, and treatment. J Cardiol 51:2,
h em lehte h em aley h teki fik irle ri içeren dengeli bir tartışm a] 2008. [K oroner arter spazm ı ve sekelleri için güzel bir klin ik g en el özet.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.

Kalp

BÖLÜM İÇERİĞİ

Genel Özet: Kalp Hastalığı 365 A ritm ile r 385 Kalp Kapağı Protezleri 395
Kalp Yetmezliği 365 Ani Kardiyak Ölüm 386 K ardiyom iyopatiler 396
Sol Kalp Yetmezliği 367 H ipertansif Kalp Hastalığı 386 Dilate Kardiyomiyopati 397
Sağ Kalp Yetmezliği 368 Sistemik (Sol) Hipertansif Kalp H ipertrofik Kardiyomiyopati 400
Konjenital Kalp Hastalıkları 368 Hastalığı 387 Restriktif Kardiyomiyopati 401
Soldan-Sağa Şantlar 370 Pulmoner Hipertansif Kalp Hastalığı— Miyokardit 401
Sağdan-Sola Şantlar 372 C or Pulmonale 388 Perikard Hastalıkları 403
O bstrüktif Lezyonlar 373 Kalp Kapaklarının Hastalıkları 388 Perikardit 403
İskemik Kalp Hastalıkları 374 Dejeneratif Kapak Hastalıkları 389 Perikard Efüzyonları 404
Angina Pektoris 376 Romatizmal Kapak Hastalıkları 391 Kalp T ü m ö rle ri 404
Miyokard İnfarktüsü 377 Enfektif Endokardit 392 Metastatik Neoplaziler 404
Kronik iskemik Kalp Hastalığı 384 Enfekte Olmayan Vejetasyonlar 394 Kalp Transplantasyonu 405
Kardiyak Kök Hücreler 385 Karsinoid Kalp Hastalığı 395

Kalp, yıldan 40 milyon defadan fazla çarpan ve günde kalp kasının ventriküllerin tamamen dolmasına izin
>7500 litre, tipik bir insan ömrü boyunca ise kümülatif verecek kadar gevşeyememesi ise diastolik disfonksiyon-
olarak, "supertanker" olarak adlandırılan, üç gemiyi dol­ la sonuçlanır.
duracak hacimde kan pompalayan, gerçekten de olağa­ • Kan akımında tıkanıklık (obstrüksiyon). Kalp kapakları­
nüstü bir organdır. Kardiyovasküler sistem, in utero (gebe­ nın açılmasını engelleyen (örneğin aort kapağındaki,
liğin yaklaşık sekizinci haftasında) tam fonksiyonel ko­ kalsifikasyona bağlı darlık) veya ventrikül içindeki ba­
num kazanan ilk organ sistemidir. Fonksiyon gören bir sıncı artıran (örneğin sistemik hipertansiyon ya da aort
kalp ve damar sistemi olmazsa, fetal gelişimin daha fazla koarktasyonu) lezyonlar, miyokardm tıkanıklık karşı­
ilerlemesi olanaksız ve ölüm kaçınılmazdır. Kalbin do­ sında aşırı çalışmasına neden olabilir.
ğumdan sonraki yaşamda arızalanması da, bununla eşde­ • Kan akışının regürjitasyonu. Kanın diastol sırasında geri­
ğer felakete yol açar. Kardiyovasküler hastalıklar aslında, singeri akmasına izin veren lezyonlar, etkilenen kalp
tüm dünyadaki mortaliteye en çok katkıda bulunan neden odacığının her kasılmada, hacim bakımından artmış
olmayı sürdürmektedir; örneğin, ABD'deki ölümlerin ne­ bir iş yükünün altına girmesine neden olur.
redeyse %40'ı, bu hastalıklara bağlıdır—söz konusu ülkede • Şant oluşumu. Kanın normal akış yönünün, bir kalp
yaklaşık her 30 saniyede bir, kardiyovasküler hastalıklar odacığından diğer bir kalp odacığına veya bir damar­
nedeniyle bir kişi ölmekte ya da bu hastalıklar her yıl, yak­ dan başka bir damara değişmesiyle sonuçlanan konje­
laşık 750 bin kişinin ölmesine (tüm kanser ölümlerinin nital ya da edinsel defektler (şant), basınç ve hacim iş
toplamından %50 daha fazlasına) neden olmaktadır. En yükünün artmasına yol açar.
yaygın kalp hastalığı olan iskemik kalp hastalığının ABD'­
• Kalpteki iletim kusurları. Koordinasyonsuz kalp impuls-
deki yıllık ekonomik yükü, 100 milyar ABD dolarını aş­
ları veya impuls iletim yollarının bloke olması; kasılma
maktadır. Dahası, bu ölümlerin yaklaşık üçte birinin, 75
sıklığını veya etkili kalp dakika hacmini azaltan aritmi­
yaşından daha genç insanlarda karşılaşılan "erken" ölüm­
lere neden olabilir.
ler olması, kaybedilen üretkenlik yılları üzerinden ek bir
ekonomik yükle sonuçlanmaktadır. • Kalbin veya büyük damarların yırtılması. Dolaşım devam­
lılığının (örneğin göğüs aortuna isabet eden bir ateşli
silah yaralanması sonucu) bozulması, çok yüksek ha­
GENEL Ö ZET: KALP HASTALIKLARI cimde kanın damar dışına çıkmasına (exsanguination),
hipotansif şoka ve ölüme yol açar.
Kardiyovasküler sistem çok sayıda hastalıktan etkilenebil­
mesine rağmen, kalp hastalıklarına neden olan başlıca 6
patofizyolojik yol vardır: KALP YETMEZLİĞİ
• Pompa yetersizliği. Kalp kasının sistol sırasında yeterin­
ce güçlü kasılamaması ve kalp odacıklarını, sistol sıra­ Kalp yetmezliği genellikle konjestif kalp yetmezliği (KKY)
sında tam boşaltamaması (sistolik disfonksiyon), bu ko­ olarak adlandırılır. Çok sayıda kalp hastalığının ortak so­
nuda en sık karşımıza çıkan durumdur. Bazı vakalarda nucu olun bu yetmezlik, prognozu ileri derecede kötü,
366 BÖLÜM 10 Kalp

ilerleyici bir sağlık sorunudur. Yalnızca ABD'deki sayıları rağmen eninde sonunda her organ bundan, ileri ve geri­
yaklaşık 5 milyonu bulan hasta vardır; buna her yıl 1 mil­ ye doğru yetmezliğin kombinasyonuyla etkilenir.
yondan fazla sayıda hospitalizasyon ve 300 bin ölüm, Kardiyovasküler sistem, miyokard kontraktilitesindeki
bunların yanı sıra 18 milyar ABD dolarını aşan bir ekono­ azalmayı veya hemodinamik yük artışını, çeşitli hemodi-
mik yük eşlik etmektedir. Kalp yetmezliği olan hastaların namik mekanizmalarla dengelemeye çalışır:
çok büyük bir bölümünde bu, sistolik disfonksiyona-mxyo- • Frank-Starling mekanizması. Kalp odacıklarına diastol
lcard kontraktil fonksiyonunun tipik olarak iskemik kalp sonunda yüklenen hacim artışları, kalbi genişletir ve
hastalığı veya hipertansiyon sonucunda yetersiz kalması­ miyofibrillerin gerginliğini artırır; bu şekilde uzayan
na bağlıdır. KKY, diastolik disfonksiyon—kalbin, masif sol miyofibriller, daha güçlü bir şekilde kasılarak kalp da­
ventrikül hipertrofisinde, miyokardial fibrozisde, amiloid kika hacminin artmasını sağlar. Genişleyen ventrikül,
depolanmasında veya konstriktif perikarditte olduğu gi­ kalp dakika hacmindeki ihtiyaç duyulan artışı bu şe­
bi, diastol sırasında yeterince gevşeyip kanla dolmaması kilde dengeleyebilirse hastada kompanse kalp yetmezliği
nedeniyle de gelişebilir. Aslında yaşlılardaki, diyabet has­ bulunduğu söylenir. Ancak ventriküldeki genişleme,
talarındaki ve kadınlardaki kalp yetmezliği daha çok, di­ duvar gerginliğinin ve zaten zor durumda olan miyo-
astolik disfonksiyonarbağlanabilir. Çeşitli çalışmalar KKY kardm, ihtiyaç duyduğu oksijen miktarının artması
vakalarının %40-60'mm diastolik disfonksiyona bağlı ola­ pahasına gerçekleşir. Yetmezlik sorunu olan kalp kası
bileceğini göstermiştir. Son olarak kalp yetmezliği, kapak zamanla, vücudun ihtiyacını karşılayabilecek miktarda
disfonksiyonu (ör. endokardit) nedeniyle veya birdenbire kanı pompalayamamaya başlar ve hastada dekonıpanse
anormal yük altında kalan normal kalpte (ör. sıvı ya da kalp yetmezliği yerleşir.
basınç yüklenmesi sonucu) de gelişebilir.
• Nörohumoral sistemlerin aktivasyonu:
KKY kalp dokulara ihtiyaçlarını karşılayacak yeterlilik­
o Otonom sinir sisteminden epinefrin adlı nörotrans-
te kan gönderemediği ya da bu miktarda kanı yalnızca
miterin salınması; kalbi hızlandırır, miyokard kont-
normalden daha yüksek dolma basınçlarında gönderebil­
raktilitesini ve damar direncini artırır,
diği zaman meydana gelir; vakaların küçük bir bölümün­
o Renin-anjiyotensin-aldosteron sisteminin aktifleş­
de ise dokuların metabolik ihtiyaçlarının hipertiroidizm-
mesi, vücutta su ve tuz tutulmasını, dolayısıyla dola­
deki gibi artması ya da kanın oksijen taşıma kapasitesi­
şım hacmini artırır ve damar tonusunun artmasına
nin, anemideki gibi azalması söz konusudur (yüksek-çıkış-
neden olur.
lı (high-output) kalp yetmezliği). KKY, büyük bir miyokard
o Atrial natriüretik peptid salınması, renin-anjiyoten­
infarktüsüne veya akut kapak disfonksiyonuna bağlı oldu­
sin-aldosteron sisteminin etkilerini, diürez ve da­
ğu zamanki gibi birdenbire başlayabilir. Ancak birçok va­
marlardaki düz kaslarda gevşeme sağlayarak den­
kada; kronik iş yükünün etkileri veya ilerleyici miyokard
geler.
kaybı nedeniyle, yavaş yavaş ve sinsi bir şekilde gelişir.
KKY'ne giren kalp, kendisine venöz dolaşımla gelen ® Miyokarddaki kas kitlesinin artması dahil, yapı değişiklik­
kanı artık yeterli bir şekilde pompalayamaz. Sonuç, dias­ leri. Kalp kasındaki miyositler proliferasyon yeteneği­
tol sonu ventrikül hacminin artarak diastol-sonu basın­ ne sahip olmamakla birlikte artmış iş yüküne, sarlco-
cın, daha sonra da venöz basıncın yükselmesidir. Böylece, mer sayısını artırarak uyum sağlayabilir; bu değişikliğe
ileriye doğru yetmezlik olarak adlandırılan kalp dakika miyositlerin büyümesi (hipertrofi) eşlik eder (Resim
hacminin yetersiz olmasına hemen her zaman için, geriye 10- 1).
doğru yetmezlik olarak adlandırılan venöz konjesyon eşlik o Aşırı basınç yüklenmesi karşısında (ör. hipertansiyon­
eder. Sonuçta, konjestif kalp yetmezliğinin temelindeki da veya kapak darlığında), mevcut sarkomerlere
asıl sorunun kalp fonksiyonundaki yetersizlik olmasına komşu olarak, miyositlerin uzun eksenine paralel,

Resim 10-1 Dilatasyonun eşlik ettiği ve etmediği sol ventrikül hipertrofisi; enine kesitler. Normal kalple (ortada) karşılaştırıldıklarında aşırı
basınç yüklenmesi ile kalbin (solda) kitlesi artmış, duvarı kalınlaşmış, lümeni küçülmüştür. Aşırı hacim yüklenmesinde ise kalbin (sağda) kit­
lesi, boyutları ve lümen büyüklüğü artmış, ancak duvar kalınlığı normaldir
(Edwards W D : Cardiac anatomy and examination o f cardiac specimens. Emmanouilides GC, Alien HD, Riemenscbneider TA, Gutgesell H P [ed s]: M oss ve Adams' H eart
Disease in Infants, Children and Adolescents: Including the Fetus and Young Adults, 5th ed. Philadelphia, Williams & Wilkins, 1995, p 86 'dan, izniyle tıpkıbasım.)
Kalp Yetmezliği 367

yeni sarkomerlerin eklenme eğilimi vardır. Kas lifle­ m ezlikten ve sol atriyum daki genişlemeden kaynaklanır. Sol
ri çapının bu şekilde artması, konsantrik hipertrofi atrial genişleme varlığında atrial fîbrilasyon insidansı da ar­
ile sonuçlanır—ventrikül duvarı, odacık boyutların­ tar. Kalp yetm ezliğindeki m ik ro sk o p ik değişiklikler nons-
da artış olmaksızın kalınlaşır, pesifiktir, m iyosit hipertrofisi ve değişken şiddette interstis-
o Aşırı hacim yüklenmesi (ör. kapak yetersizliği veya yel fibrozis görülür. Bu zem inde, kalp yetm ezliğine neden
şantlar) karşısında mevcut sarkomerlere, seriler ha­ olan diğer lezyonlar (ör. yeni ya da eski m iyokard infarktü-
linde yeni sarkomerler ilâve edilir ve kas liflerinin sü) vardır.
uzunluğu, böylece artar. Bunun sonucu olarak vent-
A kciğ e rle r. Pulmoner venlerde artan basınç, akciğerler­
rikülde dilatasyon eğilimi ortaya çıkar ve duvar ka­
deki kapillerlere ve a rte rle re geri yansıyarak konjesyon,
lınlığı artmış, normal veya azalmış olabilir. Bu ne­
ödem veTviseral plevranın venüllerinde h idro sta tik basınç
denle aşırı hacim yüklenmesinde hipertrofinin en
artışı nedeniyle plevral efüzyon ile sonuçlanır. A kciğ erle r
iyi ölçüsü duvar kalınlığı değil, kalbin ağırlığıdır.
ağır ve çam ur gibidir. M ikro skopik olarak, perivasküler ve
Kompansasyon amaçlı hipertrofinin miyositlere maliyeti interstisyel transüda, alveoler septal ödem , alveoler boş­
vardır. Hipertrofik kalp, miyokard hücre kitlesindeki ar­ luklarda ödem sıvısının toplandığı saptanır. Buna ek olarak,
tışa bağlı olarak, daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Miyo- değişken m iktarda e ritro s it geçirgen kapillerlerden alveoler
karddaki kapiler yatak, artan bu oksijen ihtiyacına ayak boşluklara sızar ve burada m akrofajlar tarafından fagosite
uydurabilecek şekilde genişlemediğinden kalp kası iske- edilir. Sonuçta, e ritro sitlerin ve hem oglobinin yıkımı hem o­
mik hasara yatkın duruma geçer. Hipertrofiye aynı za­ siderin yüklü alveoler m akrofajların orta ya çıkmasına ne­
manda tipik olarak fetal miyositlerin gen ekspresyon pro­ den olur. Ö nceki pulm oner ödem dönem lerini yansıtan bu
fillerinde, örneğin miyozinin yapısındaki baskın formda hücrelere kalp yetm ezliği hü creleri de denir.
görüldüğü gibi değişiklikler eşlik eder. Değişen gen eksp-
resyonu miyosit fonksiyonunda meydana gelerek her iki­
si de kalp dakika hacmini artıran kalp hızı ve kasılma gü­
cü artışlarına katkıda bulunabilir ama aynı zamanda, K linik Ö ze llikle r
kalp kasındaki oksijen tüketimini de artırır. İskemi ve iş Efor dispnesi (eforla gelen nefes darlığı) genellikle, sol kalp
yükündeki kronik artış nedeniyle sonunda; miyosit apop- yetmezliğinin en erken ve en önemli semptomudur; hava
tozu, hücre iskeleti değişiklikleri ve ekstrasellüler matriks boşluklarındaki sıvı transudasyonunun sonucu ortaya çı­
depolanmasındaki artış gibi, istenmeyen diğer değişiklik­ kan öksürük de sıklıkla mevcuttur. Kalp yetmezliği ilerle­
ler meydana gelir. dikçe nefes darlığı, sırtüstü yatarken de görülür (ortopne);
Kalpteki, patolojik kompansatuar hipertrofiyle morta- bunun nedeni sırtüstü pozisyonunun, alt ekstremiteler-
lite artışı arasmda paralellik vardır; aslında kalp hipertro- den gerçekleşen venöz dönüşü artırması ve ayrıca diyaf­
fisi, ani kardiyak ölüm bakımından bağımsız bir risk fak­ ramı yükseltmesidir. Ortopne tipik olarak, hasta oturdu­
törüdür. Oysa düzenli aerobik egzersizlerle elde edilen, ğunda veya ayağa kalktığında düzeldiğinden hastalar ge­
hacim yüklenmesi karşısındaki hipertrofiye (fizyolojik hi­ nellikle yarı-oturur pozisyonda uyur. Paroksismal noktür-
pertrofi) tipik olarak, kapiller yoğunluğunun artmasıyla, nal dispne, nefes darlığının özellikle çarpıcı bir çeşididir
istirahat sırasındaki kalp hızının ve kan basıncının azal­ ve hastayı, boğulma hissinin sınırlarına dayanacak dere­
ması eşlik eder. Bu fizyolojik adaptasyonlar, genel kardi- cede aşırı bir dispneyle uykusundan uyandırır.
yovasküler morbidite ve mortaliteyi azaltır. Buna karşılık, Kalp büyümesi (kardiyomegali), taşikardi, üçüncü
basınç artışına bağlı hipertrofinin eşlik ettiği statik egzer­ kalp sesi (S3) ve akciğer kaidelerindeki, ödemli alveolle-
sizler (örneğin ağırlık kaldırma egzersizleri), aynı faydalı rin açılmasının neden olduğu ince railer; sol ventrikül
etkileri sağlamayabilir. yetmezliğinin diğer belirtileri arasındadır. Ventrikülün
gittikçe genişlemesiyle birlikte papiller kaslar dışa doğru
Sol Kalp Yetmezliği yer değiştirerek mitral kapak yetersizliğine ve sistolik
üfürüme neden olur. Ardından sol atriumdaki kronik ge­
Kalp yetmezliği daha çok, sol veya sağ kalbi ya da her iki nişleme, kendisini ileri derecede düzensiz kalp atışlarıyla
ikisini birden etkileyebilir. Iskemik kalp hastalığı (IKH), gösteren atrial fibrilasyona neden olabilir. Bu şekildeki,
sistemik hipertansiyon, mitral veya aort kapağı hastalığı karmakarışık, koordinasyonsuz atrium kasılmaları vent-
ve miyokardm primer hastalıkları (ör. amiloidoz) sol kalp riküllerin atım hacmini azaltabilir ve staza neden olabilir.
yetmezliğinin en sık karşılaşılan nedenleridir. Sol kalp Staza sahne olan kan, özellikle atrial apendikste olmak
yetmezliğinin morfolojik ve klinik etkileri, sistemik per- üzere trombus oluşmasına yatkındır; bu gibi trombuslar-
füzyonun azalmasından ve ileriye doğru akışın obstrüksi- dan kalkabilen emboliler, inmelere ve diğer organlarda
yonu nedeniyle akciğer dolaşımındaki basınçların artma­ infarktüs belirtilerine neden olabilir.
sından kaynaklanır. Kalp dakika hacminin azalması, böbrek perfüzyonu-
nun azalmasına neden olarak renin-anjiyotensin-aldoste-
ron sistemini tetikler ve damar-içi hacmi ve basıncı artırır
■M ORFOLOJİ (Bölüm 3). Kompansasyon amaçlı bu etkiler ne yazık ki,
K alp . Kalpteki m akro sko p ik bulgular altta yatan nedene,
akciğer ödemini şiddetlendirir. Böbrek perfüzyonunun
örneğin m iyokardial infarktüs ya da kapak de form iteleri
daha fazla azalmasıyla gelişebilecek prerenal azotemi,
olup olmamasına bağlı olarak değişir. M itral kapak stenozu azotlu atıkların vücuttan uzaklaştırılmasını aksatarak
ya da re s trik tif kardiyom iyopatiler (daha sonra anlatılacak) metabolik bozukluğu şiddetlendirir. Şiddetli KKY'nde
dışında sol ven trikül genellikle h ip e rtro fik tir, dilate hatta beyin perfüzyonun azalması; irritabilite, kognitif azalma
m asif dilate olabilir. Sol ve n trikü le r dilatasyon m itral yet­ ve stupora ve komaya kadar ilerleyebilen huzursuzluğun
eşliğinde hipoksik ensefalopatiye neden olabilir.
368 BÖLÜM 10 Kalp

Sağ Kalp Yetmezliği K linik Ö ze llikle r


Sol kalp yetmezliğinin aksine saf sağ kalp yetmezliğine
Sağ kalp yetmezliği; pulmoner dolaşımdaki herhangi bir tipik olarak, az sayıda solunum semptomu eşlik eder. Sağ
basmç yükselmesinin sağ kalp üzerindeki yükü de artır­ kalp yetmezliğinin belirtileri; karaciğer ve dalak büyüme­
ması kaçınılmaz olduğundan, genellikle sol kalp yetmez­ si, periferik ödem, plevra efüzyonları ve asit gibi, sistemik
liğinin sonucudur. Az sayıda hastalıkta, izole sağ kalp ve portal venöz konjesyonla bağlantılıdır. Böbreklerdeki
yetmezliği de gelişebilir. Bunlardan en sık karşılaşılanı, ve beyindeki, sağ kalp yetmezliğine bağlı venöz konjes­
cor pulmonale adı verilen sağ kalp patolojisiyle sonuçla­ yon ve hipoksi, sol kalp yetmezliğindeki hipoperfüzyona
nan, şiddetli pulmoner hipertansiyondur. Cor pulmonale bağlı olanlarla kıyaslanabilecek sorunlar yaratabilir.
hastalarında miyokard hipertrofisi ve dilatasyonu genel­ Kronik kardiyak dekompansasyon hastalarının çok
likle sağ ventrikülde ve sağ atriumda sınırlıysa da inter- büyük bir bölümünde; hem sağ, hem sol kalp yetmezliği kli­
ventriküler septumun sola doğru kabarıklık yapması, sol nik sendromlanntn birlikte görüldüğü, biventriküler KKY'nin
ventrikül disfonksiyonuna da neden olabilir. İzole sağ mevcut olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Konjestif
kalp yetmezliği, primer pulmoner ya da triküspid kapak kalp yetmezliği ilerledikçe hastalarda, doku perfüzyonu-
hastalığında veya soldan-sağa şantların kronik aşırı ha­ nun hem ileri yöndeki kan akışının azalması, hem retrog-
cim ve basınç yüklenmesine neden olduğu konjenital rad konjesyonun azalması sonucu açıkça siyanoz ve asit
kalp hastalığında da görülebilir. ortaya çıkabilmektedir.
Saf sağ kalp yetmezliğinin başlıca morfolojik ve klinik
etkileri, sol kalp yetmezliğindekilerden farklıdır. Burada,
sistemik ve portal venöz sistemlerdeki kan birikimi tipik
olarak belirgin, pulmoner konjesyon ise minimaldir. O Ö ZET _ _ _ _ _ _ _ _
Kalp Yetmezliği
• KKY, kalbin periferik dokuların metabolik ihtiyaçlarını
M OR FO LO Jİ karşılayacak, yeterli perfüzyonu sağlayamadığı zaman gö­
rülür; kalp dakika hacminin yetersizliğine genellikle ve­
K araciğ er ve Portal Sistem . Karaciğerin büyüklüğü ve
nöz dolaşımdaki konjesyon eşlik eder.
hacmi, genellikle artm ıştır (ko n jestif hepatom egali). Ke­
sit yüzeyinde, Hindistan cevizi karaciğ er olarak adlandırı­ • Sol kalp yetmezliği en çok; iskemik kalp hastalığına, sis­
lan, belirgin pasif konjesyon vardır (Bölüm 3); karaciğer lo- tem ik hipertansiyona, mitral veya aort kapağı hastalığına
büllerinin konjesyona sahne olan merkezi periferde, daha so­ bağlı olarak gelişir ya da kalp kasının prim er bir hastalığı­
luk renkte, konjesyon mevcut olmayan parenkimle kuşatıl­ dır; semptomlar daha çok, pulmoner konjesyon ve ödem
mıştır. Hastada sol kalp yetmezliği de varsa, lobül merkezin­ sonucunda ortaya çıkarsa da sistemik hipoperfüzyon, re­
deki şiddetli hipoksi, sinüsoidlerdeki konjesyona ilâve olarak nal ve serebral disfonksiyona neden olabilir.
sen trilob üler n ek ro z yapar. Uzun zamandır devam eden, • Sağ kalp yetmezliği en sık sol kalp yetmezliği, daha sey­
şiddetli sağ kalp yetmezliğinde, merkezdeki alanlarda fibrozis rek olarak da akciğerin primer hastalıkları nedeniyle ge­
gelişebilir ve ka rd iy ak siro z denen durum la sonuçlanabilir. lişir; bu yetmezliğin semptomları ve belirtileri, öncelikle
Sağ kalp yetmezliği, portal vendeki ve kollarındaki basın­ periferik ödem ve viseral konjesyonla bağlantılıdır.
cı da yükseltebilir (p o rta l hipertansiyo n). Dalak, konjes­
yon nedeniyle gergindir ve büyüm üştür (k o n jestif spleno-
m egali). Bağırsak duvarının ödemle birlikte meydana ge­
len, kro n ik pasif konjesyonu, besleyici maddelerin ve ilaçla­
rın emilmesini aksatacak derecede şiddetli olabilir.
KONJENİTAL KALP HASTALIKLARI
Plevra, P e rik a rd ve Periton B o şlu k la rı. Sağ kalp yet­ Konjenital kalp hastalıkları, kalbin veya büyük damarla­
mezliğine bağlı sistemik venöz konjesyon, plevra ve perikard rın doğumdan itibaren var olan anormallikleridir. Uterus-
boşluklarında tran su d a la ra (e fü zyo n lara) neden olabi­
içi veya perinatal yaşamla uyuşmayan şiddetli anormal­
lirse de, akciğer parenkiminde ödeme, genellikle yol açmaz.
liklerle, doğumda yalnızca minimal semptomların mev­
Plevra efüzyonları en çok, pulm oner ve sistemik venöz ba­
sınçların, kom bine sağ ve sol kalp yetmezliğindeki gibi bera­
cut olması arasında değişen ya da yaşam sırasında hiç far­
berce yükseldiği hastalarda belirgindir. Plevra efüzyonları kına varılamayan çok sayıda çeşidi olan konjenital kalp
fazla m iktarda (1 litre ya da daha fazla) olduğu zaman ate- hastalıkları, doğum kusurlarının %20-%30'unu oluştur­
lektaziye neden olu r ve çok daha seyrek olarak, önemli m ik­ maktadır. Canlı doğan her 1000 bebeğin 6 -8 'inde görülen
tarlardaki (5 0 0 m L’ nin üzeri) perikard efüzyonları, kalbin bu hastalıkların insidansı, prematüre bebeklerde ve ölü
dolmasını sınırlayarak p e rik ard tam ponadı nedeniyle doğanlarda daha yüksektir; örneğin ABD'de her yıl 40
kalp yetmezliğine yol açar. Albüm in sentezinde azalmayla bin kadar bebek, klinik bakımdan önemli kalp malfor-
birlikte veya bu azalma olmaksızın gelişen karaciğer konjes­ masyonlarıyla, diğer 40 bin bebek ise subklinik hastalık­
yonu + portal hipertansiyon, periton boşluğunda transudas- la doğmaktadır. Fetusun anne karnında olgunlaşmasına
yona (a s it) yol açar. Çeşitli vücut boşluklarındaki efüzyon- ve canlı doğuma izin veren kusurlar genellikle, kalp oda­
lar tip ik olarak, protein bakımından fa kir olan ve inflamatu- cıklarının veya bölgelerinin yalnızca birinde mevcut olan­
var hücre içermeyen seröz efüzyonlardır.
lardır. Konjenital kalp hastalıklarının %85'ini oluşturan
Subkutan D okular. Vücudun alt bölüm lerindeki, özellikle on iki hastalığın sıklıkları Tablo 10-1'de gösterilmektedir.
de ayak bileğinde (pedal) ve pretibial periferik ödem, sağ Konjenital kalp hastalığı olan ve hayatta kalan hastala­
kalp yetmezliğinin ayırıcı özelliklerinden biridir. Kronik yata­
rın sayısı, cerrahi alanındaki ilerlemeler sayesinde giderek
lak hastalardaki ödem, öncelikle presakral bölgede oluşabi­
artmakta ve bu sayı günümüz ABD'sinde, 1 milyonu aş­
lir. Ö zellikle ağır vakalarda, yaygın şiddetli ödem (a n a za r-
maktadır. Hemodinamik anormallikleri ameliyatla düzelt­
k a ) görülebilir.
mek mümkün olabilirse de; doğuştan kusurun neden oldu-
Konjenital Kalp Hastalıkları 369

Tablo 10-1 Konjenital Kalp Malformasyonlarının Sıklıkları*


miş olanlarıdır. Spesifik genetik lokusların katkısı, konjenital
1 M ilyon Canlı kalp hastalıklarının ailesel form larında ve belirli krom ozom
M alform asyon D o ğ u m d a ki İnsidans % anomalileriyle (trizom i 13, 15 ,1 8 ve 21, ayrıca T urner send-
rom u gibi) olan ilişkileriyle gösterilmiştir.
Ventriküler septal defekt 4482 42 Kardiyak morfogenezde sıkı b ir şekilde düzenlenen kar­
Atrial septal defekt 1043 10 maşık olaylar dizilerinin koreografileri, birlikte çalışan çok
Pulmoner stenoz 836 8 sayıda genin eseridir. Progenitor hücrelerin kalp kası hücre
serisine dönüşmek üzere hazırlanmaları, kalp tüpünün olu­
Patent ductus arteriosus 781 7
şumu ve şekillenmesi, kalp odacıklarının segmentasyonu ve
Fallot tetralojisi 577 5
büyümesi, kalp kapaklarının oluşumu ve büyük damarların
A o r t koarktasyonu 492 5 kalbe bağlanması; genlerin bu o rta k çalışmasındaki kilit aşa­
A trioventriküler septal defekt 396 4 malar arasındadır. Bu olağanüstü transformasyonların gere­
A o r t stenozu 388 4 ken şekilde yönetilebilmesi için, transkripsiyon faktörle ri ve
W n t, VEGF (vasküler endotelyal büyüme faktörü ), kemik
Büyük arterlerin transpozisyonu 388 4
m orfogenetik proteini (BMP), transform ing büyüme faktö-
Truncus arteriosus 136 1 rü-beta (TGF-|3), fibroblast büyüme faktörü ve Notch yolla­
Total anormal pulmoner 120 1 rı dahil, çeşitli sinyalizasyon m olekülleri ve yollarının ağına ih­
venöz bağlantı tiyaç vardır. Pulsatil kan akımından kaynaklanarak gelişmek­
Triküspid atrezisi 118 1 te olan kalbin hücreleri tarafından şu ya da bu şekilde algıla­
nan mekanik güç de, kardiyak m orfogenezin olmazsa olmaz
TOTAL 9757
faktörlerinden biridir.
‘ Y a y ın la n m ış 4 4 ç a lış m a n ın ö z e t v e r ile r i. Y ü z d e o r a n la rın ın to p la m ı , ra k a m ­
N orm al kalbin oluşturulması çok sayıda aşamadan geçtiği
la rın y u v a r la tılm ış o lm a s ı n e d e n iy le 1 0 0 ’e e ş it d e ğ ild ir,
H o ffm a n Jl, K a p la n S: T h e in cid e n ce o f c o n g e n ita l h e a rt disease. J A m C o ll C a r­
için, bu aşamalar sırasındaki, ince sapmalar bile, sonucu
d io l 3 9 :1 8 9 0 , 2 0 0 2 'd e n . olumsuz etkileyebilir. Bilinen genetik kusurların çoğu, belirli
bir faktörün fonksiyonunu kaybetmesine (veya kimi zaman
kazanmasına) neden olan ve otozom al dom inant mutasyon-
ğu miyokard hipertrofisi ve kalbin yeniden biçimlenmesi lardır (Tablo 1 0 -2 ). Çeşitli mutasyonlarda, transkripsiyon
geri dönüşsüz olabildiğinden kalp, tam olarak onarılama- fa ktö rle ri etkilenir. Örneğin atrial ve ventriküler septal de-
yabilmektedir; ayrıca tüm cerrahi girişimlere, kalp kasında fektlere (ASD ve VSD’ler) ve/veya ileti kusurlarına; H olt-
bir miktar nedbeleşme eşlik etmekte ve kimi zaman cerra­ O ram sendromundaki TBX5 mutasyonları ve sporadik, her­
hî girişim(ler)den yıllar sonra ortaya çıkabilen aritmilere, hangi b ir sendrom un bölüm ü olmayan d u rum la rda ki
iskemiye ve miyokard disfonksiyonuna yol açmaktadır. N KX2.5 veya mutasyonları gibi, transkripsiyon fa ktö rle rin ­
deki mutasyonlar neden olabilir. Noonan sendromu gibi di­
ğer hastalıklar, hücre-içi sinyalizasyon yollarındaki, konstitu-
PA TO G EN EZ t if aktivasyona neden olan mutasyonlara eşlik eder. M ikro-ri-
bonükleik asitlerin (m ikro -R N A ), ayrıca D N A metilasyonu
Konjenital kalp hastalığı hemen her zaman için, başlıca kar- gibi epigenetik değişikliklerin de burada önemli katkılarının
diyovasküler oluşumların geliştiği, gebeliğin üçüncü-sekizinci olduğu, her geçen gün daha çok fa rk edilmektedir. Gebeliğin
haftasındaki hatalı embriyogenez nedeniyle meydana gel­ erken dönemindeki önemli noktalarda etki eden, geçici çev­
m ekte ve bu hatanın ne olduğu, vakaların neredeyse % 90’ın- resel stresler bile; transkripsiyon fa ktö rü aktivitesinde, hüc­
da bilinmemektedir. Konjenital kızamıkçık infeksiyonu gibi re-içi sinyalizasyonda veya genetik mutasyonlara bağlı kusur­
çevresel nedenler, teratojenler, maternal diabet ve genetik ların tekrarlanmasına yol açabilen m orfogenetik gradyanlar-
faktörler, bilinen etiyolojik faktörle rin en iyi karakterize edil­ da, üstü ö rtü lü değişikliklere neden olabilir.

Tablo 10-2 Konjenital Kalp Hastalıklarının Eşlik Ettiği, Seçilmiş Gen Ö rnekleri *

H astalık G e n (le r) Gen Ü rü n ü n ü n Fonksiyonu

Herhangi Bir Sendrom un Bölüm ü Olmayan


ASD veya iletim kusurları N K X 2 .5 Transkripsiyon faktörü
ASD veya VSD G ATA4 Transkripsiyon faktörü
Fallot Tetralojisi Z F P M 2 v e y a N K X 2 .5 Transkripsiyon faktörü
Herhangi Bir Sendrom un Bölümü O la n )

Alagille sendromu—pulmoner arter stenozu veya Fallot tetralojisi JA G 1 or N O T C H 2 Sinyalizasyon proteinleri veya reseptörleri
Char sendromu—PDA TFAP2B Transkripsiyon faktörü
CHARGE sendromu—ASD, VSD, PDA veya sağ kalp hipoplazisi CHD 7 Helikaz-bağlayan protein
DİGeorge sendromu—ASD, VSD veya çıkış yolunda tıkanıklık T8X1 Transkripsiyon faktörü
Holt-Oram sendromu—ASD, VSD veya iletim kusuru T8XJ Transkripsiyon faktörü
Noonan sendromu—pulmoner kapak darlığı, VSD veya hipertrofik P T P N 1 1 , K F (A S , S O S 1 Sinyalizasyon proteinleri
kardiyomiyopati
‘ F a rk lı m u ta s y o n la r a yn ı f e n o t ip e v e b a z ı g e n le r d e k i m u ta s y o n la r m u lt ip l fe n o t ip e ( ö r n e ğ in N K X 2 .5 ) n e d e n o la b ilir. B u d o ğ u ş ta n k u s u r la rın b i r ç o ğ u , s p e s ifik
g e n e tik m u ta s y o n o lm a k s ız ın , s p o r a d ik o la r a k d a g ö r ü le b ilir ,
( L is t e d e , s e n d r o m u n y a ln ız c a k a r d iy a k b e lir t ile r i v e rilm iş ; is k e le tte k i, y ü z d e k i, n ö r o lo jik v e v is e ra l d e ğ iş ik lik le r v e rilm e m iş tir.
A S D , a tria l septal d e fe k t; C H A R G E , p o s te r io r c o lo b o m a , h e a rt d e fe c t, choa nal a tre s ia , re ta rd a tio n , g e n ita l and e a r ano m alies; P D A , p a te n t d u k tu s a rte rio z u s ; V S D v e n t­
r ik ü le r septal d e fe k t.
370 BÖLÜM 10 Kalp

K linik Ö z e llik le r
Konjenital kalp hastalarındaki çeşitli yapısal anormallik­
ler, hemodinamik ve klinik sonuçlan temel alınarak, baş­
lıca üç gruba ayrılabilir: (1) soldan-sağa şant nedeni olan
malformasyonlar; (2) sağdan-sola şant nedeni olan malfor-
masyonlar (siyanozlu konjenital kalp hastalıkları) ve (3)
obstrüksiyona neden olan malformasyonlar.
Şant, odacıklar veya kan damarları arasındaki anormal
bir bağlantıdır. Şantlar, basınç ilişkilerine bağlı olarak
kan akışının, kalbin sol tarafından sağ tarafına veya sağ
tarafından sol tarafına geçmesine izin verir.
• Sağdan-sola şantlarda hastanın derisi, akciğer dolaşımı­
nın devre dışı bırakılması yüzünden sistemik dolaşı­
ma, iyi oksij enlenmemiş kan girmesi nedeniyle; siya-
noz adı verilen, siyahımsı mavi bir renk alır.
• Oysa soldan-sağa şantlar, akciğere giden kan akımını ar­
tırdıklarından buna siyanoz, en azından başlangıçta eş­
lik etmez. Ancak düşük basınca göre ayarlanmış olan,
düşük dirençli pulmoner dolaşım, yüksek basınca ve
hacimlere maruz kaldığından, pulmoner damar yatağı­
nı koruyabilmek amacıyla pulmoner vasküler direncin
artmasını sağlayan uyum değişiklikleri (adaptasyon)
geçirerek sağ ventrikülün önceleri hipertrofisiyle—daha
sonra da—yetmezliğiyle sonuçlanır. Pulmoner dirençte­
ki artış zamanla, şantm sağdan-sola dönmesine ve ileri
dönemde başlayan siyanoza neden olabilir.
• Bazı konjenital anormallikler; kalbin odacıklarını, ka­
paklarını veya büyük damarları daralttıklarından vas­
küler akımın obstrüksiyonuna neden olur. Kan akımında
tam tıkanma ile karakterize olan malformasyonlara at- Resim 1 0 -2 Sık görülen, konjenital soldan-sağa şantlar (oklar, ka­
rezi adı verilir. Yine bazı malformasyonlarda (ör. Fallot nın akış yönünü göstermektedir). A , Atrial septal defekt (ASD). B,
tetralojisi) obstrüksiyona (pulmoner stenoz), şant Ventriküler septal defekt (VSD). C, Patent ductus arteriozus
(VSD aracılığıyla sağdan sola) eşlik edebilmektedir. (PDA). Ao, aort; LA, sol atrium; LV, sol ventrikül; PT, ana pulmo­
ner arter; RA, sağ atrium; RV, sağ ventrikül.
Konjenital kalp hastalıklarındaki hemodinamik değişik­
likler genellikle, odacık dilatasyonuna veya odacık duva­
rının hipertrofisine yol açar. Ancak bazı konjenital kusur­ ten sonra, konjenital kalp hastalıklarındaki yapısal kusurların
lar, kas kitlesinin azalmasıyla ve odacık boyutlarının kü­ artık geri dönüşsüz olduğu kabul edilir. Erken cerrahi (hatta
çülmesiyle sonuçlanır. Bu durum doğumdan önce gelişir­ cerrahi-dışı) girişimlerin mantığı budur.
se hipoplazi, doğumdan sonra gelişirse atrofi olarak adlan­
dırılır. Atrial Septal Defektler ve Patent Foramen Ovale
Kalbin normal gelişmesi sırasında sağ ve sol atriumlar ara­
Soldan-Sağa Şantlar sındaki açıklık, sonunda foramen ovale yi oluşturan bir di­
zi ostium (ostium primum ve ostium secundum) aracılı­
Soldan-sağa şantlar, konjenital kalp malformasyonlarmm ğıyla devam ettirilir; bu bağlantı anne dolaşımındaki oksi-
en sık görülen tipidir. Atrial septal defektler (ASD'ler), jenlenmiş kanın, sağ atriumdan sol atriuma geçmesine
ventriküler septal defektler (VSD'ler) ve patent ductus arte­ izin vererek fetus gelişmesinin devam etmesine olanak
riosus (PDA), bu çeşit malformasyonlardır (Resim 10-2). sağlar. İntrauterin gelişmenin daha geç dönemlerinde do­
ASD'lerde yalnızca sağ ventrikülden ve akciğerden çıkan ku hapları (septum primum ve septum secundum), foramen
kan hacimleri artmıştır; VSD ve PDA'larm her ikisinde ovaleyi vakaların %80'inde kapatacak şekilde büyür; do­
de pulmoner kan akımı ve basınçlar yükselmiştir. Bu ğum sırasında sol kalpteki basıncın sağ kalptekinden da­
şantlarm belirtileri, hiç semptom görülmemesiyle fulmi- ha yüksek olması septumları, foramen ovaleyi kalıcı ola­
nan kalp yetmezliği arasmda değişen şiddet derecelerin­ rak kapatılması için birleştirir. Vakaların diğer %20'sinde
de olabilir. ise flapm, foramen ovaleyi kapatacak kadar büyük olma­
Siyanoz, bu defektlerin erken görülen bir özelliği değildir. sına rağmen sabitlenmemiş septumlar, kan akışının geçi­
Ancak aşırı hacim ve basınç yüklenmesiyle birlikte uzun ci olarak sağdan-sola geçmesine izin verir, buna patent
süre devam eden soldan-sağa şant eninde sonunda pul­ foramen ovale denir. Paradoks emboli, sistemik arteriyel
moner hipertansiyona ve sekonder olarak sağ kalpte, sol dolaşıma geçen venöz emboli (ör. bacaklardaki derin ven-
kalptekini aşan basınç yükselmelerine neden olur; bu ler) olarak tanımlanır ve pulmoner hipertansiyonda veya
noktada, kanın akış yönü değişir ve sonuç olarak, sağ­ hapşırma ya da defekasyon sırasındaki bir Valsalva ma­
dan-sola şant ve siyanoz gelişir. Kanın akış yönünün bu nevrasında olduğu gibi sağ atrium basıncının artması du­
şekilde tersine dönmesi ve oksij enlenmemiş kanın siste­ rumunda gerçekleşebilir.
mik dolaşıma girmesi, Eisenmenger sendromu olarak ad­ ASD, foramen ovalenin aksine atriumları ayıran bölme­
landırılır. Önemli derecede pulmoner hipertansiyon geliştik- deki anormal, kanın atriumlar arasmda herhangi bir kısıt-
Konjenital Kalp Hastalıkları 371

lanma olmaksızın geçmesine izin veren, sabit bir açıklıktır.


ASD'lerin büyük bölümü (%90'ı), septum secundum'un
bu açıklığı kapatabilecek kadar büyüyememiş olması ne­
deniyle ostium secundum defektleri olarak adlandırılır.

( ^ ) M OR FO LO Jİ
Ostiısm secundum A SD ’le r (ASD’ lerin %90’ ı) tipik ola­
rak, foramen ovale yakınında yer alan, düz duvarlı, başka
bir kardiyak anormalliğin genellikle eşlik etmediği, küçük
defektlerdir. Hemodinamik önem taşıyan lezyonlara sağ at­
rium ve ventrikül dilatasyonu, sağ ventrikül hipertrofisi ve
pulmoner arter dilatasyonunun eşlik etmesi, kronik olarak
artmış hacim yükünün etkilerini yansıtır. ASD’ lerin %5’ini
oluşturan ostium prim um tipi A SD , septumun en aşağı
kısmındadır; buna mitral ve triküspid kapak anormallikleri­
nin eşlik etmesi, septum primumla endokard yastıklarının
gelişmesi arasındaki yakın ilişkiyi yansıtır. Daha ciddi vaka­
larda ek olarak VSD ve o rta k a trio v e n trik ü ler kanal Resim 10-3 Membranöz tip ventriküler septal defekt (ok).
şeklindeki defektler de mevcut olabilir. Sinüs venosus ti­ (William D. Edwards, M D , Mayo Clinic, Rochester, Minnesota, USA’in izniyle.)
pi A SD ’le r (vakaların % 5 ’inin oluşturur) septumun yuka­
rı bölümünde yer alır ve bunlara çoğu zaman pulmoner
venlerin anormal bir şekilde sağ atriuma veya vena cava su-
perior’ a boşalması eşlik eder.
M ORFOLOJİ
VSD’ lerin boyutları ve yeri, değişkendir (Resim 1 0 -3 ); bü­
Klinik Ö z e llikle r yüklükleri, membranöz septumdaki çok küçük defektler-
ASD'lerin büyük bölümü, erişkin yaşlardan önce asemp- den, ventriküller arasındaki duvarı bütünüyle kaplayan çok
büyük defektlere kadar değişebilir. Önemli soldan-sağa
tomatiktir. Doğum sırasında en fazla görülen konjenital
şantların eşlik ettiği defektlerde sağ ventrikül ise hipertro-
malformasyonlar olmalarına rağmen (Tablo 10-1) VSD'le-
fik tir ve çoğu zaman dilatedir. Pulmoner arterin çapı, sağ
rin çoğu, kendiliğinden kapanır. Sonuç olarak—kendilik­
ventrikülden çıkan hacmin daha büyük olması sonucu art­
lerinden kapanma olasılığının çok daha zayıf olması ne­
mıştır. Pulmoner hipertansiyondaki tipik vasküler değişik­
deniyle—VSD'ler, ilk tanısı erişkin çağda konulan defekt-
likler sıktır (Bölüm 12).
lerin en fazla görülenidir. ASD'ler başlangıçta, pulmoner
dolaşımdaki ve sağ kalpteki basıncın daha düşük olması
nedeniyle, soldan-sağa şant meydana gelmesine neden
olur. Bu defektler, özellikle çapları 1 cm.'den küçük oldu­
ğunda, genellikle iyi tolere edilir; daha büyük lezyonlar Klinik Ö ze llikle r
bile çocukluk çağında genellikle semptom vermez. Ancak Küçük VSD'ler semptom vermeyebilir; bunların kabaca
zamanla aşırı kronik basınç ve hacim yüklenmesi pulmo­ yarısında septumun kaslı bölümü, bebeklik veya çocuk­
ner hipertansiyona neden olabilir. ASD'ler, hemodina­ luk döneminde kendiliğinden kapanır. Oysa büyük de­
mik anormalliklerin düzeltilmesi, kalp yetmezliği geliş­ fektler, çoğu zaman pulmoner hipertansiyon ve konjestif
mesinin önlenmesi, paradoksal embolizasyonun ve geri kalp yetmezliği gibi komplikasyonların eşlik ettiği, kro­
dönüşsüz pulmoner vasküler hastalığın gelişmemesi için, nik soldan-sağa şant nedenidir. İlerleyici pulmoner hiper­
ameliyatla veya intravasküler yoldan kapatılır. Mortalite tansiyon ve buna bağlı şant yönünün değişmesi ve siya-
düşüktür ve girişim sonrası sağkalım süresi, normal po- noz, ASD'dekinden daha sık ve daha erken meydana ge­
pülasyondaki gibidir. lir. VSDTerin bu nedenle, ameliyatla düzeltilmesi gerekir.
Sağ ventrikülde, endotel hasarına neden olabilen jet lez-
Ventriküler Septal Defektler yonlarma yol açan, küçük veya orta boy defektler aynı za­
Doğum sırasında en sık görülen kardiyak anormallikler manda, enfeksiyöz endokardit riskini de artırır.
olan ventriküler septum defektleri, soldan-sağa şant ne­
denidir (Tablo 10-1 ve Resim 10-3). Ventriküler septum
Patent Ductus Arteriosus
normalde, kalbin apeksinden yukarıya doğru büyüyen
musküler kabarıklığın; endokard yastıklarından aşağı Ductus arteriosus, sol pulmoner arterden başlar ve sol a.
yönde büyüyen, daha ince ventriküler membranlarla bir­ subclavia'nm çıktığı yerin hemen distalinde olmak üzere
leşmesiyle meydana gelir. Bazal (membranöz) bölge sep­ aorta açılır. İntrauterin yaşam sırasında kanın pulmoner
tumun en son gelişen bölümüdür ve VSDTerin yaklaşık arterden aorta akmasını sağlayarak, henüz oksijenlenme-
%90T burada görülür. Doğum sırasında daha sık olmasına yen akciğerleri devre dışı bırakır. Miadında doğan, sağlık­
rağmen VSD'lerin çok büyük bölümü, çocukluk çağında ken­ lı bebeklerde bu kanal, doğumdan hemen sonra büzülür
diliklerinden kapandığından; bu defektin erişkinlerdeki insi- ve 1 - 2 gün sonra fonksiyonel açıdan kapanmış olur; bu
dansı, ASD'ninkinden daha düşüktür. VSD'lerin yalnızca değişiklikler; arteriyel oksijenlenmenin artmasına, pul­
%20-30'u izole bir malformasyon olarak, diğerleri ise kal­ moner damar direncinin azalmasına ve lokal prostaglan­
bin diğer malformasyonlarıyla birlikte mevcuttur. din E2 düzeylerinin düşmesine yanıt olarak gerçekleşir.
372 BÖLÜM 10 Kalp

Ekstrauterin yaşamın ilk birkaç ayı içerisinde tam oblite-


rasyon tamamlanır ve geriye ligamentum arteriosum adı ve­
rilen fibröz dokudan yapılı bir bant kalır. Kanalın kapan­
ması çoğu zaman, solunum sıkıntısı ya da kalp hastalığı­
na bağlı hipoksik bebeklerde gecikir veya hiç gerçekleş­
mez. Konjenital kalp lezyonlarının yaklaşık %7'si, patent
ductus arteriosus (PDA)'tur (Tablo 10-1 ve Resim 10-2)
ve bunların çok büyük bölümü (%90'ı) izole defektlerdir.

K linik Ö z e llik le r
PDA'lar, "makinelerin çalışması sırasında çıkan seslere"
benzeyen, şiddetli üfürümlere yol açan, yüksek basınçlı,
soldan-sağa şantlardır. Küçük bir PDA'lar genellikle hiç­
bir semptom vermezse de daha büyük olanlar sonunda,
siyanoz ve konjestif kalp yetmezliği eşliğinde Eisenmen-
ger sendromuna yol açabilir. Yüksek basmçlı şant ayrıca
enfeksiyöz endokardit için elverişli zemin hazırlar. İzole
PDATarm yaşamın mümkün olduğunca erken dönemle­
rinde kapatılması yönünde genel bir görüş birliği varsa da
bunun, sistemik veya pulmoner kan akışının devam et­
mesini sağlayan biricik kanal olduğu durumlarda (örne­
ğin aort veya pulmoner atrezisi olan bebeklerde) açık du­
rumda kalmasının (prostaglandin E verilerek) sağlanma­
sı, bebeğin yaşamını kurtarabilir.

Sağdan-Sola Şantlar

Sağdan-sola şantlarm eşlik ettiği kalp malformasyonları


diğerlerinden, erken siyanoz gelişmesi ile ayrılır. Bu erken VSD ile VSD’siz
siyanozun nedeni; sağ kalpteki, iyi oksijenlenmemiş ka­
nın doğrudan doğru arteriyel dolaşıma dolmasıdır. Fallot
B Tam transpozisyon

tetralojisi ve büyük damarların transpozisyonu, siyanotik Resim 1 0 -4 Sık karşılaşılan, konjenital sağdan-sola şantlar (siya­
konjenital kalp hastalığının eşlik ettiği en önemli iki sağ­ notik konjenital kalp hastalığı). A , Fallot tetralojisi (oklar, kanın akış
lık sorunudur (Resim 10-4). El ve ayak parmaklarının uç­ yönünü göstermektedir). B, VSD ile birlikte veya bu olmaksızın,
larındaki çomaklaşma (hipertrofik osteoartropati), polisite- büyük damarların transpozisyonu. Ao, aorta; LA, sol atrium; LV,
sol ventrikül; PT, ana pulmoner arter; RA, sağ atrium; RV, sağ vent­
mi ve paradoksal embolizasyon; şiddetli sistemik siyanozun
rikül.
klinik sonuçlarıdır.

Fallot Tetralojisi
dedir ( “ ata binm iş” a o rt) ve kanın her iki ventrikülden
Tüm doğuştan kalp malformasyonlarımn %5 kadarını de çıkış yeridir. Sağ ventrikül çıkışındaki tıkanma en sık in­
meydana getiren Fallot tetralojisi, siyanotik kalp hastalığı­ fundibulum daralması (su b p ulm on er sten o z) nedeniyle­
nın en sık karşılaştığımız nedenidir. (Tablo 10-1). Fallot tet- d ir ama pulmoner kapak stenozuna ya da pulmoner kapak­
ralojisinin başlıca dört özelliği şunlardır: (1) VSD; (2) sağ la proksimal pulmoner arterin tam atrezisine bağlı da olabi­
ventriküler çıkışında obstrüksiyon (subpulmoner stenoz); lir. Bu gibi bebeklerde kan akciğerlere ancak, kalıcı PDA ve­
(3) aortun, VSD üzerine âdeta 'ata biner gibi' oturmuş ol­ ya genişlemiş bronş arterleri yoluyla ulaşabilir.
ması ve (4) sağ ventriküler hipertrofisi (Resim 10-4, A).
Bu özelliklerin tümü, infundibular septumun, pulmoner
trunkus ile aort kökü arasında anormal septasyon oluş­
K linik Ö ze llikle r
masına yol açacak biçimde anterosuperior olarak yerleş­
miş olmasına bağlıdır. Sağdan-sola şant, pulmoner kan akımının azalması ve
aort hacimlerinin yükselmesi; Fallot tetralojisinin hemo-
dinamik sonuçlarıdır. Tetralojinin klinikteki şiddet derecesi
daha çok, pulmoner çıkıştaki tıkanıklığın derecesine bağlıdır;
M ORFOLOJİ bazı hastalar tedavi edilmeseler bile, erişkin yaşlara kadar
hayatta kalabilmektedir. Böylece, pulmoner obstrüksiyon
Kalp, sağ ventriküler hipertrofisi sonucunda “ bot biçimini”
hafifse durum; sol kalpteki yüksek basınç değerlerinin
almıştır; proksimal aorta genişlemiştir, pulmoner truncus
yalnızca soldan-sağa şant nedeni olması ve siyanoz bu­
hipoplastiktir. Sağ kalbin odacıkları normal boyutlarınday-
ken sağ ventrikül duvarında önemli ve bazen sol ventrikül
lunmaması nedeniyle, izole VSD'i andırır. Pulmoner ste-
duvarından daha kalın olmasına yol açan bir hipertrofi var­
nozun şiddetli olmasına daha çok rastlanır ve bu stenoz,
dır. VSD genellikle büyük olup septumun membranöz bö­ erkenden siyanoza yol açar. Dahası çocuk büyüyüp kal­
lümünün yakınındadır; aort kapağı, VSD’ nin hemen üzerin- bin boyutları arttıkça, pulmoner ağız bununla orantılı
olarak genişleyemediğinden, fonksiyonel stenozun gittik-
«s* .

Konjenital Kalp Hastalıkları 373

çe kötüleşmesine neden olur. Ancak pulmoner çıkıştaki


stenoz akciğer damarlarını aşırı basınç ve hacim yüklen­
mesine karşı koruduğundan, pulmoner hipertansiyon ge­
lişmez ve sağ ventrikül yetmezliği seyrek gelişir. Bununla
birlikte hastada, siyanotik kalp hastalığının; hipoksiye
bağlı polisitemi ve buna eşlik eden hiperviskozite (akış­
kanlık azalması) ve hipertrofik osteoartropati gibi tipik
sekelleri gelişir. Sağdan-sola şant ayrıca enfeksiyöz endo-
kardit ve sistemik embolizasyon riskini de artırır. Tam
cerrahi onarım, klasik Fallot tetralojisinde mümkündür
ama pulmoner atrezi varsa, daha zordur.

Büyük Arterlerin Transpozisyonu


Büyük arterlerin transpozisyonu, ventriküllerin damar çı­
kışlarına uymayacak şekilde bağlanmış olmasıdır. Buna Aorta koarktasyonu
yol açan embriyolojik kusur, trunkal ve aortopulmoner
Resim 10-5 Patent ductus arteriosusla birlikte olan ( “ infantil” ve­
septumların; aortun sağ ventrikülden, pulmoner arterin
ya preduktal form ) veya olmayan (“ erişkin” ya da postduktal aort
ise sol ventrikülden çıkmasıyla sonuçlanan, anormal olu­ koarktasyonu; ok, kanın akış yönünü göstermektedir. Ao, aort; LA,
şumudur (Resim 10-4, B). Buna karşılık her iki atriumun sol atrium; LV, sol ventrikül; PT, ana pulmoner arter; RA, sağ atri­
da ventrikülleriyle olan bağlantıları normaldir (uyumlu­ um; RV, sağ ventrikül.
dur) ve sağ atrium sağ ventriküle, sol atrium sol ventrikü-
le boşalır.
Bu kusurun fonksiyonel sonucu, sistemik ve pulmoner
dolaşımların birbirlerinden ayrılmasıdır; bu ayrılma do­ 10-1). Erkeklerdeki sıklığı, kadmlardakinin iki katıdır.
ğum sonrasında, kanın yeterince karışıp aorta oksijenlen- Ancak Turner sendromlu kadınlarda çoğu zaman koark-
miş kan ulaşmasını sağlayacak VSD gibi bir şant mevcut tasyon vardır. İki klasik şekli vardır (Resim 10-5): (1) aort
olmadığı sürece yaşamla bağdaşmaz. Aslında, vakaların kavsinin hipoplazisinin PDA proksimalinde olduğu "in­
üçte birinde mevcut olan VSD, stabil şant sağlar (Resim fantil form" ve (2 ) ligamentum arteriosum bitişiğinde aor-
10-4, B). Sağ ventrikülde, sistemik dolaşıma kan pompa­ tada bombe biçiminde içe doğru katlanma şeklinde görü­
layan ventrikül görevini üstlenmiş olması nedeniyle len "erişkin" form. Koarktasyon izole bir anormallik ol­
önemli ölçüde hipertrofi vardır; sol ventrikül ise kanı yal­ makla birlikte vakaların yarısından çoğunda buna biküs-
nızca düşük dirençli pulmoner dolaşıma pompaladığın­ pid aort kapağı eşlik eder. Hastada aort kapağı stenozu,
dan, atrofiktir. Büyük arterlerin transpozisyonu olan bazı ASD, VSD veya mitral kapak yetersizliği de mevcut ola­
hastalarda, açık bir foramen ovale veya PDA vardır ve ok- bilir.
sijenlenmiş kanı aorta ulaştırır ama söz konusu açıklık,
kapanma eğilimindedir: sonuç olarak bu gibi bebeklerde
yaşamın ilk birkaç günü içerisinde gerçekleştirilmesi zo­
runlu, acil cerrahi girişime ihtiyaç vardır. M ORFOLOJİ
“ İn fan til” (p re d u k ta l) koarktasyonda aort, a. subcla-
K linik Ö ze llikle r via ile ductus arteriosus arasında dairesel'alarak dardır;
Baskın belirti siyanozdur. Prognoz; şantm büyüklüğüne, duktus, tipik olarak açıktır ve (oksijenlemiş) kanın distal
doku hipoksisinin derecesine ve sağ ventrikülün sistemik aorta ulaştığı başlıca yoldur. Ana pulmoner arter, artan kan
basınçları devam ettirebilme yeteneğine bağlı olarak şe­ akışına uyabilmek için genişlemiştir; sağ ventrikülde daral­
killenir. Transpozisyonun düzeltilmediği hastaların bü­ mış segmentin ( “ koarkt” ) distaline kan pompalafhasynede-
yük bölümü, stabil şant mevcut olsa bile yaşamın ilk bir­ niyle, tipik olarak hipertrofi vardır. \
kaç ayı içerisinde ölür. Ancak gelişmiş cerrahi teknikler, Daha sık görülen “ e rişk in ” (p o std u k ta l) k o a rk ta s­
kesin onanma izin vermekte ve bu hastalar çoğu zaman, yonda aort, kapalı ligamentum arteriosuma bitişik bir do­
erişkin çağa kadar hayatta kalabilmektedir. ku sırtı tarafından birdenbire daraltılmıştır (Resim 10-6).
Daralmış olan segment, aortun medya tabakasıyla devam
eden elastik liflerden ve düz kastan yapılıdır. Koarktasyo-
O bstrüktif Lezyonlar nun proksimalinde aort kavsi ve dalları genişlemiştir, sol
—Ü
—İ————m—HM«ü——MIH— ——B
BBW——■B
— —■
— ——MW
ventrikül hipertrofiktir.
Kan akışındaki konjenital obstrüksiyon, kalp kapakları
düzeyinde ya da daha distalde, büyük bir damarın içeri­
sinde bulunabilir. Tıkanıklık ayrıca, Fallot tetralojisindeki
subpulmoner stenoz gibi, kapak proksimalinde de görü­ K linik Ö z e llik le r
lebilir. Pulmoner kapak stenozu, aort kapağı stenozu ve­ Klinik belirtiler neredeyse tamamen, darlık derecesine ve
ya atrezisi ve aort koarktasyonu; nispeten sık karşılaşılan ductus arteriosusun açıklığına bağlı olarak ortaya çıkar.
konjenital obstrüksiyonlardır. » PDA eşliğindeki preduktal koarktasyon; genellikle yaşa­
mın erken döneminde ve klasik olarak vücudun alt ya­
Aort Koarktasyonu rısında lokalize siyanoz olarak kendini gösterir; giri­
Aort koarktasyonu (daralması [konstriksiyonu]), obstrüktif şimde bulunulmazsa, bu bebeklerin çok büyük bir bö­
konjenital kalp hastalıklarının sık görülen bir şeklidir (Tablo lümü yenidoğan dönemini tamamlayamaz.
374 B Ö L Ü M 10 Kalp

neden olan bu lezyonlara polisitemi, hipertrofik oste-


oartropati ve paradoksal embolizasyon eşlik eder.
• A o rt koarktasyonu, o b strüktif lezyonlardandır; bu lez-
yonların klinikteki şiddeti, stenozun derecesine ve duc­
tus arteriosusun açık olup olmamasına bağlıdır.

İSKEMİK KALP HASTALIĞI


Kalp miyositleri kendilerine gereken enerjinin neredeyse
tamamım mitokondrilerdeki oksidatif fosforilasyonla el­
de ettiklerinden kalp fonksiyonu da, koroner arterlerden
kesintisiz olarak oksijenlenmiş kan gelmesine sıkı sıkıya
bağlıdır. İskemik kalp hastalığı (İKH), miyokard iskemi-
Resim 10-6 Postduktal tip aort koarktasyonu. Koarktasyon, aort­ si—kalbe gelen kan (perfüzyon) miktarıyla kalp kasının
taki segmanter bir daralmadır (ok). Bu lezyonlar tipik olarak, pre- oksijen ve besleyici madde ihtiyacı arasında denge mev­
duktal koarktasyona kıyasla yaşamın daha geç döneminde görülür. cut olmaması—nedeniyle meydana gelen, birbirleriyle ya­
Koarktasyonun solunda, dilate aorta ascendens ve büyük dallan gö­ kından ilişkili, çeşitli sendromları kapsayan bir deyimdir.
rülmektedir. A lt ekstremitelerin perfüzyonu daha çok; genişlemiş, Tedavi alanında, son çeyrek yüzyıl içerisinde büyük geliş­
kıvrımlı kolaterallerle sağlanır.
meler kaydedilmiş olmasına rağmen, çeşitli şekilleriyle
(Sid Murphree, M D , Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern
İKH ABD'deki ve gelişmiş diğer ülkelerdeki önde geİen
M edical School, Dallas, Texas, U SA’in izniyle.)
ölüm nedeni olmaya devam etmektedir ve her yıl dünya­
da 7 milyon insanın ölümünden sorumludur.
• PDA'nın eşlik etmediği postduktal koarktasyon; genellik­ Vakaların %90'ından fazlasında İKH, aterosklerotik damar
le semptom vermez ve erişkin çağa kadar fark edile- hastalığı nedeniyle koroner damarlarla kalp kasına ulaşan
meyebilir. Klasik olarak üst ekstremitelerde, zayıf pul- kan miktarının azalmasının sonucudur (Bölüm 9). Bu ne­
sasyonlarm eşlik ettiği hipertansiyon, alt ekstremite­ denle, aksi belirtilmediği sürece, İKH koroner arter has­
lerde ise kladikasyon ve ekstremitelerin soğuk olması talığı (KAH) deyimiyle eşanlamlıdır. İKH ailesinde yer
eşliğinde rölatif hipotansiyon vardır. Koarktasyonun alan sendromlar çoğu zaman; ergenlik, hattâ çocukluk
"etrafında", interkostal arterlere a. mammaria interna- döneminde başlayan ve onlarca yıldır devam eden koro­
mn önemli ölçüde genişlemesi üzerinden ortaya çıkan, ner aterosklerozun geç belirtileridir.
bol miktarda kolateral dolaşım vardır. Bu damarlardan İKH daha seyrek olarak; ihtiyacın (ör. kalp hızının art­
geçen kan kaburgalarda, radyolojik olarak görülebilen ması veya sistemik arteriyel kan basıncının) artması; kan
"çentiklenmeye" yol açabilir. hacminin azalması (ör. hipotansiyon veya şok); oksijenasyo-
Önemli koarktasyonlara vakaların büyük bölümünde, nun azalması (ör. pnömoniye veya KKY'ne bağlı olarak) ve­
sistolik üfürümler ve bazen ele gelen titreşimler (thrill) ya kanın oksijen taşıma kapasitesinin azalması (ör. anemi,
eşlik eder. Balonla dilatasyon veya termino-terminal karbon monoksit zehirlenmesi) nedeniyle de gelişebilir.
anostomozla tamamlanan cerrahi rezeksiyon (ya da has­ İKH'nın belirtileri doğrudan doğruya, kalbe yeterli
talıklı aort segmentinin bir protezle değiştirilmesi), mü­ kan gelmemesinin sonucudur. Hastalığın klinik tablosu,
kemmel sonuçlar verir. aşağıdaki kardiyak sendromlardan birini veya birkaçını içe­
rebilir:
• Angina pektoris (kelime anlamı, "göğüs ağrısı"): İskemi
O . Ö Z E T ........ ......................... .......... ................... ağrıya neden olur ama miyositlerin ölümüne yol aç­
Konjenital Kalp Hastalığı makta yetersizdir. Angina, stabil (belirli efor düzeyle­
rinde, önceden tahmin edilebilecek şekilde gelişebilir);
• Konjenital kalp hastalığı, kalp odacıklarının veya büyük da­
marların kusurlarını temsil eder; bu kusurlar ya kanın sağ
damar spazmına bağlı (Prinzmetal angina) ya da ansta-
ve sol sistemler arasında birinden diğerine geçmesiyle
bil (gittikçe, daha az eforla, hattâ istirahat sırasında ge­
(şant) ya da çıkış yolu obstrüksiyonlarıyla sonuçlanır. Kon­ lişir) olabilir.
jenital kalp hastalıklarındaki lezyonlar, nispeten semptom • Akut miyokard infarktiisü (MÎ): Iskeminin şiddeti veya
vermeyenlerle hastayı hızla ölüme götürenler arasında de­ süresi, kardiyomiyositlerin ölümüne yol açmaya yeter-
ğişebilmektedir. Çevre faktörleri (toksik veya enfeksiyöz) lidir.
ve genetik nedenler, bu hastalıklara katkı yapabilir. • KKY ile birlikte İKH: Akut Mİ'nü izleyen ya da biriken,
• Soldan sağa şantlar, en sık karşılaşılan anormalliklerdir; küçük iskemi ataklarına bağlı olarak gelişen ilerleyici
bunlara tipik olarak ASD, VSD ya da PDA eşlik eder. Bu dekompansasyon, sonunda mekanik pompa yetmezli­
lezyonlar, sağ kalpte aşırı hacim ve basınç yüklenmesiyle ğine zemin hazırlar.
sonuçlanır; ancak bu patolojik değişiklikler sonunda pul- • Ani kardiyak ölüm: Mİ'nden kaynaklanan doku hasarı­
moner hipertansiyona neden olarak şanttaki kanın akış nın sonucu olarak görülebilirse de daha çok, miyosit
yönünü tersine çevirir ve siyanozun eşlik ettiği sağdan-so- nekrozu olmaksızın, ölümcül aritmilerin sonucudur
la şantların (Eisenmenger sendromu) ortaya çıkmasına ne­ (bkz. daha sonra anlatılan "Aritmiler").
den olur. Akut koroner sendrom deyimi, İKH'nın son derece ağır üç
• Sağdan sola şantların nedeni en çok, Fallot tetralojisi ve­ belirtisinden (anstabil angina, akut Mİ ve ani kardiyak
ya büyük arterlerin transpozisyonudur. Erken siyanoza ölüm) herhangi birini tanımlamakta kullanılır.
Iskemik Kalp Hastalığı 375

Epidemiyoloji • İnflamasyon aterosklerozun, başlangıcından plak rüptürü-


ABD'de her yıl, yaklaşık yarım milyon insan IKH nede­ ne kadar olan tüm aşamalarında temel rol oynar (Bölüm 9).
Ateroskleroz, endotel hücreleriyle dolaşımdaki lökositier
niyle ölmektedir. İşin ilginç yanı bu rakamın, önceki yıl­
arasında, T hücreleriyle makrofajların inflamasyon yerinde
larla karşılaştırıldığında dikkate değer bir azalmayı temsil
toplanmasıyla ve aktivasyonuyla sonuçlanan etkileşimle baş­
ediyor olmasıdır; söz konusu ülkedeki İKH ile bağlantılı lar. Bu hücreler daha sonra düz kas hücrelerinin; değişebi­
ölümler, en yüksek yıllık sayıya ulaştıkları 1963'ten bu len miktarlardaki matriks üretimiyle birlikte inflamasyon
yana, %50 azalmıştır. Bu azalma büyük ölçüde; kardiyak yerinde birikmesini ve proliferasyonunu sağlar; tüm bu hüc­
risk faktörlerini (aterosklerozu teşvik eden davranışları ve reler lipid, kolesterol, kalsifikasyon ve debristen oluşan ate-
durumları) azaltan girişimlerle; özellikle de sigara bırak­ rom atöz bir çekirdeğin üzerini örter. Sonraki aşamalarda
ma programlarıyla, hipertansiyon ve diyabet tedavisiyle aterosklerotik plağın stabilizasyonu, makrofajlardan salgıla­
nan metalloproteinazlar etkisiyle bozulur (destabilizasyon).
ve kolesterol düzeylerini düşüren ilaçlar kullanılmasıyla
• Aterom plağının yırtılm asına eşlik eden tromboz,
açıklanabilir (Bölüm 9). Bumortalite azalmasında, tanı ve çoğu zaman akut koroner sendromiarı tetikler. Sta-
tedavi alanlarındaki ilerlemeler de, söz konusu girişimler bilitesi bozulan bir aterom plâğının üzerinde yeni oluşan bir
kadar olmasa bile önemli katkılarda bulunmuştur. Aspi­ trombusun neden olduğu tıkanıklık, zaman içerisinde aza­
rin profilaksisi, aritmilerin daha iyi denetim altına alına­ lıp çoğalarak anstabil anginaya ya da ani kardiyak ölüme yol
bilmesi, koroner bakım birimleri, Mİ'de trombolitiklerin açar: bunun yerine lümenin trombus tarafından kısmen tı­
kullanılması, anjiyoplasti, damar-içerişine stent yerleşti­ kanması bile kanlanmayı, kalp kasının en iç bölgesinde kü­
rilmesi ve koroner bypass ameliyatları; bu gibi ilerleme­ çük infarktüsler (subendokardiyal infarktüs) gelişmesi­
ne yetecek kadar azaltabilir. Organize olan trombüsler, ate­
lerdendir. Mortalitedeki bu azalma eğiliminin devam etti­
rosklerotik lezyonun büyümesine katkı yapabilen düz kas
rilebilmesi, "bebek patlaması" ile doğanların tahmin edi­ proliferasyonunun güçlü aktivatörlerini üretir. Koroner bir
len ömürlerinin uzun olması, ayrıca ABD'yi ve dünyanın arterdeki mural trombus, embolizasyona da yol açabilir; as­
diğer bölümlerini silip süpüren obezite epidemisi nede­ lında, anstabil angina hastalarının otopsilerinde, distal intra-
niyle, özellikle zor olacaktır. miyokardiyal dolaşımda, beraberlerindeki mikroinfarktüs-

o PATO G EN EZ
İskem ik kalp hastalığı öncelikle koroner perfüzyo-
lerle birlikte küçük embolilerle karşılaşmak mümkündür.
En kötü senaryoda, stabilitesini kaybetmiş bir aterom plağı­
nın üzerinde gelişerek lumeni tamamen tıkayan bir trom -
büs, şiddetli bir miyokard infarktüsüne neden olabilir.
• Vazokonstriksiyon lümen çapını doğrudan doğruya da­
nun, kalp kasımım ihtiyaçlarına göre yetersiz kalması» raltır; dahası damar spazmı, kan akımının yarattığı lokal
nın bir sonucudur. Bu denge bozukluğu, koroner ar­ mekanik gerilim gücünü artırarak plağın parçalanma riskini
terlerde daha önceden mevcut ( “ fikse” ) aterosklero- artırabilir. A terosklerotik plaklarda vazokonstriksiyon; (1)
tik tıkanıklığın, yeni gelişerek buna eklenen tromboz dolaşımdaki adrenerjik agonistler, ( 2 ) lokal olarak serbest
ve/veya vazospazmla birlikte etki etmesi sonucunda kalan trom bosit içeriği, (3) endotel disfonksiyonu nedeniy­
gerçekleşir. le ortaya çıkan, endotel hücrelerini gevşeten faktörlerle
Ateroskleroza bağlı daralma; sol ön inen (LAD ), sol sir- (ör. n itrik oksit) kasan faktörle r (ör. endotelin) arasındaki
kumfleks (LC X) arterler ve sağ koroner (RCA) a rter olmak dengesizlik ve (4) perivasküler inflamatuar hücrelerden
üzere koroner arterlerin herhangi birinde veya birkaçında serbest kalan medyatörler tarafından uyarılabilmektedir.
meydana gelebilir. Klinik önemi olan aterom plakları herhan­
gi bir yerde lokalize olabilirse de daha çok, sol ön inen ve sol A kut Plak Değişikliği. Miyokard iskemisinin başlaması yal­
sirkumfleks arterlerin ilk birkaç santimetrelik bölümünde ve nızca fikse aterosklerotik hastalığın varlığına ve şiddetine değil,
sağ koroner arterin tüm uzunluğu boyunca görülmektedir. aynı zamanda koronerlerdeki aterosklerotik plak m orfoloji­
Daralma bazen; sol ön inen koroner arterin diagonal dalları, sinde cereyan eden dinamik değişikliklere de bağlıdır. Hasta­
sol sirkumfleks arterin sol marginal (geniş açılı) dalları veya ların büyük bölümünde anstabil angina, infarktüs ve
sağ koro ne r arterin arka inen dalı gibi, sekonder dallarda da çoğu zaman ani kardiyak ölüm, aterosklerotik plakta
yer alabilir. birdenbire meydana gelen değişiklikler ve bunu izle­
Koroner damar lümeninin % 70’inden daha küçük bölümü­ yen tromboz nedeniyle gelişir—akut koroner sendrom
nü tıkayan fikse obstrüksiyonlar, tip ik olarak, eforla bile deyimi, buradan kaynaklanmaktadır (Resim 1 0 -7 ).
semptom vermezler. Oysa damar lümeninin % 70’inden fazla­ iskemiyi başlatan olay genellikle, kısmen tıkanma (oklüz-
sını tıkayan ve k ritik stenoz olarak adlandırılan lezyonlar yon) yapmış olan aterosklerotik plağın ani parçalanmasıdır.
genellikle, kalp kasının ihtiyaçları arttığında semptomlara ne­ Bu hasarda birden fazla mekanizma rol oynar: Rüptür, fis-
den olurlar. K ritik stenozlarda belirli efor düzeylerinin göğüs sür oluşumu veya ülserleştne. Bu olaylar, yüksek derece­
ağrısına neden olacağı tahmin edilebilir ve bu hastalarda sta- de trom bojenik plak içeriğinin serbest kalmasına veya altında­
bil angina mevcut olduğundan söz edilir. Damar lümeninin ki subendotelyal bazal membranın açığa çıkmasına neden ola­
9 0 ’ ını veya daha fazlasını tıkayan fikse bir stenoz koroner kan rak, hızla trom boza yol açar. Ayrıca plak çekirdeğindeki
akışının, istirahat sırasında bile semptomlara yol açacak şekil­ kanam a, plağın hacmini ve dolayısıyla lümendeki tıkanmanın
de yetersiz kalmasına, daha sonra anlatılan anstabil angina derecesini akut olarak artırır.
form larından birine neden olabilir. Ateroskleroz plağındaki akut değişiklikleri tetikleyen fak­
Aterosklerotik lezyonun koroner arter lümenini yavaş ya­ törlerin bu etkilerini, lezyonun parçalanmaya duyarlılığını me­
vaş, yıllarca devam edecek bir süreçle tıkaması önemlidir; bu kanik zorlanma (stres) nedeniyle artırarak gösterdiklerine
süreçte diğer koroner arterlerin yeniden yapılanması risk böl­ inanılmaktadır. Hem plak bileşiminin ve yapısının intrensek
gesinin kompansasyon amacıyla kanlanmasını sağlayabilir; bu yönleri (Bölüm 9) hem de kan basıncı ve trom bo sit reaktivas-
şekilde gelişen kollateral perfüzyon daha sonra, söz konusu yonu gibi ekstrensek fa ktö rle r buna, aşağıdaki katkılarda
damar tam olarak tıkansa bile miyokard infarktüsüne karşı ko­ bulunabilir:
ruma sağlayabilir. Koroner lümeni akut olarak tıkandığında ise • Büyük bir ateromatöz çekirdeği ya da üzerlerini örten fib-
kollateral perfüzyon gelişmesi için ne yazık ki zaman yok­ rö z kapsülü ince olan plakların, yırtılm a (rü p tü r) olasılığı
tu r ve böyle bir akut koroner tıkanma, infarktüsle sonuçlanır. daha fazla olduğundan, bunlar “ hassas” olarak adlandırılır.
Aşağıdakiler, koroner arter aterosklerozunun gelişmesine Çatlaklar (fissür) genellikle, fibrö z örtünün komşu, plak
ve sonuçlarına katkıda bulunabilir: olmayan normal a rter segmentleriyle birleştiği; mekanik
376 BÖLÜM 10 Kalp

stabilitesini a rtıra ra k ek fayda sağlıyor olmaları, ilginç


bir olasılıktır.
• Plak üzerindeki ekstrensek etkiler de önemlidir. Adre-
NORM AL nerjik uyarı, hipertansiyon veya lokal vazospazma yol aça­
rak plağı fiziksel açıdan zorlayabilir. Aslında, kişinin uyku­
dan uyanıp kalkmasına eşlik eden adrenerjik uyarı artışı,
en yüksek akut Mİ insidansının saat 06.00-12.00 arasında
olması şeklindeki gözlemin arka planında yer alıyor olabi­
Ateroskleroz lir. A drenerjik uyarının, yoğun duygusal stres nedeniyle de
Adventisya artması; duyarlı bireylerde deprem ya da sel baskını gibi
Medya doğal felâketlerle ilişkili sekonder Mi dalgasını açıklar.
İntima Mİ gelişen bireylerin büyük bölümündeki “ suçlu lezyonda” ,
FIKSE KORONER
rü p tü r öncesi k ritik bir stenoz, hatta hastada herhangi bir
OBSTRÜKSYON
(Tipik angina)
Lipidler semptom yoktur. Daha önce de anlatıldığı gibi angina semp­
tom ları tipik olarak, lümenin % 7 0 ’ inden fazlasını kronik ola­
Aterosklerotik plak
rak tıkayan fikse lezyonlara eşlik eder. Patolojik ve klinik çalış­
malar yırtılan (rüptüre) plakların üçte ikisinde lümenin en çok
%50 daralmış ve % 85’indeki kro n ik stenoz oranının başlan­
Trom bosit ^ gıçta en çok %70 olduğunu göstermiştir. Buna göre, hiçbir
kümesi semptomu olmayan çok sayıda erişkinin, felâket düzeyinde bir
koroner olay gelişme riskiyle karşı karşıya oldukları gibi üzü­
cü bir sonuca varılmaktadır. Herhangi bir hastadaki plak rüp-
türünü önceden tahmin edebilmek, bugün için olanaksızdır.
Plak yırtılması ve tıkayıcı olmayan trom bozlara neden ol­
ması da, ateromların sık görülen, tekrarlayan ve çoğu zaman
klinik bakımdan sessiz komplikasyonlarıdır. Bu şekilde, subk-
linik plak yırtılması ve bunların üzerine eklenen trom boz, ate­
PLAK YIRTILMASI ŞİDDETLİ FIKSE KORONER rosklerotik lezyonların gittikçe büyümesinde rolü olan önem­
L OBSTRÜKSİYON
(Kronik iskem ik kalp hastalığı)
li bir mekanizmadır (Resim 1 0 -7 ).

Trombüs Trombüs
Angina Pektoris
Angina pektoris, geçici, geri dönüşlü miyokard iskemisinin ne­
den olduğu, aralıklı göğüs ağrısıdır. Bu ağrı olasılıkla, oto­
nom aferent sinirleri uyaran adenozin, bradikinin ve di­
ğer moleküllerin, iskemi etkisiyle salıverilmelerinin sonu­
cudur. Angina pektorisin üç çeşidi vardır:
DEĞİŞEBİLEN DERECELERDE OKLÜZİF TROMBUS • Tipik veya stabil angina; ataklar şeklinde ortaya çıkan
O BTRUKSİYONLA/? EMBOLİYLE (Akut transmural miyokard
BİRLİKTE M URAL TROMBUS infarktüsü veya ani ve belirli efor düzeylerine ya da kalp kasının ihtiyaçla­
(Anstabil angina kardiyak ölüm) rını artıran diğer bir nedene bağlı (ör. taşikardi) olan,
veya akut subendokardiyal önceden tahmin edilebilir ağrıların görüldüğü, klinik
miyokard infarktüsü ya da bir tablodur. Hastaların klasik tanımıyla "göğüs kemi­
I ani kardiyak ölüm)
ğinin ardındaki bir ezilme veya sıkışma hissi" olan bu
AKUT KORONER SENDROMLAR ağrı, sol koldan aşağıya doğru veya çenenin sol tarafı­
Resim 1 0 -7 Koroner arterdeki aterosklerotik lezyonlarda, birbir­ na yayılabilir (yansıyan ağrı). Hasta istirahat ettiğinde
lerini izleyerek ilerleyip, çeşitli akut koroner sendromlarla sonuç­ (miyokardm artmış olan ihtiyacı azaldığında) veya ko­
lanan değişiklikler. roner perfüzyonu artıran bir vazodilatör olan nitrogli­
(Schoen FJ: Interventional and Surgical Cardiovascular Pathology: Klinik Correlations serin gibi ilaçlar kullanıldığında geçer.
and Basic Principles. Philadelphia, W B Saunders, 1989, p 6 3 . 'te n değiştirilerek ve
• Prinzmetal veya varyant anginada ağrı istirahat sırasın­
yeniden çizilerek.)
da ortaya çıkar ve koroner arter spazmına bağlıdır. Bu
spazmlar genellikle mevcut ateroskleroz plaklarında
zorlanmanın en yü kse k/fib rö z örtünün en ince olduğu veya bunların yakınında meydana gelirse de; tamamen
yerlerde meydana gelir. Fibröz kapsül ayrıca sürekli olarak normal damarlarda da görülebilir. Prinzmetal angina
yeniden biçimlendiğinden mekanik gücü ve plağın stabilite- tipik olarak, nitrogliserin ve kalsiyum kanal blokerleri
sini, kollajenin sentezi ile parçalanması arasındaki genel gibi vazodilatör ilaçlara hızla yanıt verir.
denge belirler. Kollajen, düz kas hücreleri tarafından üreti­
lip makrofajlardan bırakılan m etalloproteazlar tarafından
• Anstabil angina (kreşendo angina) gittikçe sıklaşan, git­
parçalandığından düz kas hücreleri bakımından fa kir ya da tikçe daha düşük efor düzeylerinde, hatta istirahat sı­
inflamatuar hücre sayısı bakımından zengin olan ateroskle­ rasında görülen bir ağrıya neden olur. Anstabil angina
ro tik lezyonlar, daha kolay yırtılabilir. Kolesterol sentezin­ plak yırtılmasına ve buna eklenen tromboza, trombu-
deki kilit enzim olan hidroksimetilglutaril koenzim A sun distal embolizasyonu ve/veya vazospazma eşlik
(HM G Co-A) redüktazı inhibe etmeleri nedeniyle statinle- eder; çoğu zaman, koroner lümenin tam olarak tıkan­
rin, kolesterol düzeyini düşüren etkilerinin yanı sıra, KAH
ması nedeniyle meydana gelecek olan MI'nün haberci­
ve İKH ’da plaktaki inflamasyonu azaltarak ve plâğın
sidir.
İskemik Kalp Hastalığı 377

Miyokard İnfarktüsü yüksek olduğunu ortaya koyan görüntülem e çalışmalarıyla


elde edilmiştir. Mİ başlangıcını izleyen 4 saat içerisinde kay­
Genellikle "kalp krizi" olarak da adlandırılan miyokard in­ dedilen anjiyografiler, vakaların neredeyse % 90’ ında tro m ­
farktüsü (Mİ), iskemi sonucunda gelişen kalp kası nekrozu­ büs mevcut olduğunu gösterir. Ancak semptomların başlan­
dur. ABD'de her yıl yaklaşık 1.5 milyon kişide Mİ görül­ gıcını izleyen 12-24 saat aralığına ait anjiyografilerin yalnızca
mekte ve bunların üçte biri-yarısı da hastaneye u laştırıl­ % 60’ ında, hiçbir girişim uygulanm am ış olsa bile tro m ­
madan ölmektedir. İKH'nm önde gelen nedeni, aterosk- büs vardır. Bu durum da en azından bazı tıkanmaların, tro m -
lerozdur; Mİ herhangi bir yaşta görülebilirse de bunun sık­ büsün erimesi veya spazmın çözülmesi nedeniyle tem izlen­
lığı, yaş ilerledikçe ve aterosklerotik risk faktörleri arttıkça diği açıktır. T ipik bir Mİ’deki, anlattığımız bu olaylar dizisi,
yükselir (Bölüm 9). Yine de, Mİ'lerinin yaklaşık %10'u 40, te ra p ö tik bakımdan da önemli sonuçlar doğurur: erkenden
%45'i 65 yaşından önce görülmektedir. Beyaz ve siyah uygulanan tro m b o litik tedavi ve/ve ya anjiyoplasti, nekroz
ırklardaki dağılımı eşit olan bu sağlık sorununun görül­ alanının sınırlanmasında ileri derecede başarılı olabilir.
me riski erkeklerde anlamlı şekilde daha yüksektir ama M iyokardın İskem i K arşısın d ak i Y a n ıtı. M iyokardın
aradaki risk farkı, yaş ilerledikçe azalır. Genel olarak ka­ yeterince kanlanamaması, önem li fonksiyonel, biyokim ya­
dınlar, üreme çağında Mİ'ne karşı hatırı sayılır bir korun­ sal ve m o rfo lo jik sonuçlara yol açar. Dam ar tıkanmasını iz­
ma eğilimine sahiptir. Ancak menopoza, östrojen üreti­ leyen birkaç saniye içerisinde; kalp m iyositlerindeki aerob
minin azalmasıyla birlikte koroner arter hastalığında ar­ glikoliz d u ru r ve adenozin trifo sfa t (ATP) düzeyinin düşme­
tış eşlik eder ve ileri yaştaki kadınlardaki en fazla karşıla­ sine, laktik asit gibi zararlı olabilecek m etabolitlerin b irik ­
şılan ölüm nedeni, IKH'dır. mesine neden olur. Bu değişikliklerin fonksiyonel sonucu
kon tra ktilite nin , iskemi başlangıcından b ir dakika içerisinde
kaybolmasıdır. M iyofibrillerin gevşemesi, glikojen açığı, hüc­
relerin ve m itoko nd rile rin şişmesi gibi u ltra strü ktü re l deği­
PATO G EN EZ şiklikler de hızla gerçekleşir. Bu erken değişiklikler potansi­
yel geri dönüşlüdür. Ancak, yalnızca 20 -40 dakika sürey­
Mİ’lerin in ço k b ü yü k b ir bölüm üne yol açan neden, le devam eden şiddetli iskemi, geri dönüşsüz hasara ve
a k u t ko ro n er tro m b o zd u r (Resim 1 0 -7 ). Çoğu vakada koagülasyon nekrozuna yol açarak m iyosit ölüm üne neden
önceden mevcut olan a te ro skle rotik plağın yırtılması; tro m - o lu r (Bölüm 1). İskemi süresi daha da uzadığında dam ar ze­
büs oluşumunun, dam ar tıkanmasının ve daha sonra da tı­ delenmesi de ortaya çıkarak m ikrovasküler trom bo za ne­
kanan damarların beslediği kalp kası bölgelerinde infarktüs den olur.
gelişmesinin çekirdeğini oluşturur. Ancak transm ural M İ’ le­ Böylece, m iyokardın kanlanması geri dönüşsüz hasar
rinin % 1 0 ’ unda, k o ro n e r tıkanmaya yol açan a te ro skle rotik gerçekleşmeden önce te k ra r sağlanabilirse, m iyositlerin ö l­
a rte r hastalığı y o k tu r; bu infarktüsler en çok, k o ro n e r va- mesi önlenebilir; M İ’de erken tanı ve ardından da, risk al­
zospazmla veya m ural trom büslerin (ör. atrial fibrilasyo- tındaki m iyokardı kurtara bilm ek için tro m b o litik tedavi ya
nda) ya da kapak vejetasyonlarının yol açtığı em bolilerle da anjiyoplasti uygulanmasının m antığı/m antıksal gerekçesi
açıklanır. Bazen, özellikle de miyokardın en iç kısmındaki budur. Ancak, daha sonra da anlatıldığı gibi reperfüzyona,
(subendokardiyal) infarktüslerde trom bus ya da emboli istenmeyen e tkile r de eşlik edebilir. Ayrıca, reperfüzyon
m evcut olm ayabilir; bu vakalarda şiddetli ve yaygın ko ro n e r zamanında sağlansa bile iskemi-sonrası m iyokard disfonksi-
ateroskleroz, sınır değerlerde kalp perfüzyonuna neden yonu, en azından günlerce devam eder. Bunun nedeni, hüc­
olur; böyle bir hastada kalp kasının oksijen ve besleyici re biyokimyasındaki, kon tra ktil olmayan b ir durum la so­
madde ihtiyaçlarının taşikardi veya hipertansiyon gibi ne­ nuçlanan persistan anorm a lliklerd ir (sersem lem iş m iyo­
denlerle uzun süre artması, epikard damarlarının en distal k a rd ). K ontraktil fonksiyonun kendini b ir süre toparlaya-
tarafından beslenen bölgede iskemik nekroza neden olabi­ maması, geçici ancak geri dönüşlü kalp yetmezliğine yol
lir. Son olarak da, aterosklerozun veya tro m b o e m b o lik açacak derecede ağır olabilir.
hastalığın ortaya konulamadığı hastalarda iskemi, m iyokard M iyokard iskemisi ayrıca; kalbin iskem ik bölgelerinde
içindeki küçük arte riyo lle rin vaskülit, amiloid depolanması olasılıkla e le k trik se l in stabiliteye (irrita b ilite y e ) yol
veya staz gibi sorunları (ör. o ra k hücreli hastalıkta) nede­ açarak aritm ilere katkıda bulunabilir. Geniş çaptaki m iyo­
niyle meydana gelir. kard hasarı ölüm le sonuçlanan m ekanik yetm ezliğe neden
olabilirse de, m iyokard iskemisi ortam ında ani kardiyak
K o ro n er A r t e r T ıkan m ası. T ip ik bir Mİ’ de, aşağıdaki
ölüm daha çok (vakaların % 8 0 -9 0 ’ ında) m iyokard irrita b i-
olaylar birb irin i izler;
litesine bağlı ventrikül fibrilasyonu nedeniyledir.
• A te ro m a tö z b ir plak, plak içi kanama veya m ekanik güç­
iskem ik m iyositlerdeki geri dönüşsüz zedelenme ilk ön­
ler etkisiyle birde nbire yırtılır ve endotel-altındaki kolla-
ce, endokard-altındaki (subendokardiyal) bölgede meyda­
jen ve plaktaki n e kro tik içerik kanla doğrudan temas
na gelir (Resim 1 0 -8 ). Bu bölge, epikardiyal damarların ge­
eder.
tirdiği kanın en son ulaştığı bölge olması, ayrıca kanın böl­
• Yapışan, kümelenen ve aktive olan trom bo sitle rden ser­
geye gelişini aksatabilecek yüksek intram ural basınçlara
best kalan trom bo ksan A 2, adenozin difosfat (A D P ) ve
m aruz kalması nedeniyle iskemiye özellikle duyarlıdır. İske­
serotonin, tro m b o s it kümelenmesinin daha da artması­
mi süresi uzarsa, hücre ölüm ü dalgası kalp kasının diğer
na ve vazospazma neden o lu r (Bölüm 3).
bölgelerine de ilerle r ve infarktüs alanı kesin boyutlarına, 3-
• Pıhtılaşmanın doku fa ktö rle rin in açığa çıkmasıyla ve di­
6 saat içerisinde ulaşır. G irişim de bulunulmazsa infarktüs,
ğer mekanizmalarla aktivasyonu, trom büsü daha fazla
m iyokard duvar kalınlığının tam am ında gerçekleşebilir
büyütür.
(tra n sm u ra l in fark tü s). Bu k ritik zaman aralığındaki kli­
• Trom büs dakikalar içerisinde, ko ro n e r a rte r lümenini
nik uygulama, “ risk bölgesindeki” infarktüs boyutlarının
tamamen tıkayacak kadar büyür.
küçük kalmasını sağlayabilir.
Bu senaryonun gerçeği yansıttığını gösteren kanıtlar: akut
Mİ nedeniyle ölen hastalardaki otopsi çalışmalarında, ayrıca İn fa rktü s T ip leri. A k u t M İ’ nin yeri, büyüklüğü ve m o rfo ­
M İ’ nden hemen sonra trom bo za bağlı tıkanm a sıklığının lo jik özellikleri, çok sayıda fa ktö re bağlıdır:
378 BOLUM 10 Kalp

Sol sirkumfleks
koroner arter
Sağ
Sol ön inen koroner
koroner
arter
arter
Koroner arterin akut
olarak tıkanması

Perfüzyon bölgesi
(riskli alan)

Miyokardın enine
kesiti

Tıkalı
koroner
arter

Endokard -

Perfüzyon b ö lg e si— —
(risk altındaki alan) / i

İskemi başlangıcı ikinci saat Yirmi dördüncü saat

Resim 10-8 Miyokard infarktüsünün, koroner arter tıkandıktan sonraki ilerlemesi. Risk bölgesi, perfüzyonu tıkanan damarla sağlanan
transmural miyokard segmentidir (belirtilmiş). Nekroz, iskemi alanının merkezindeki subendokardiyal bölgede başlayarak zamanla, duva­
rı tüm kalınlığıyla tutacak şekilde ilerler. Endokardın hemen altındaki, çok dar bir miyokard alanının, ventrikülden difüzyon yoluyla oksi-
jenlenmesi sayesinde nekroze olmadığına dikkat edin.

• Tıkanan damarın b o yu t ve dağılımı (Resim 1 0 -9 ) arterin çıktığı k o ro n e r dam ar (sağ k o ro n e r veya sirkum f­
• Tıkanmanın gelişme hızı ve süresi leks), septumun üçte b ir arka bölüm ünün perfüzyonunu
• M iyokardın m etab olik ihtiyaçları (örneğin kan basıncın­ sağlar ve geleneksel olarak dom inant dam ar olarak kabul
dan ve kalp hızından etkilenen) edilir. Böylece sağ dom inant ka lp te sağ ko ro n e r arterin
• Kollateral kanlamayla beslenen alanın büyüklüğü tıkanması sol ventrikülde hasara; sol dom inant kalpte ise
Proksimal sol ön inen (L A D ) arterd eki akut tıkanm a, tüm sol ana koro ne rin tıkanması genellikle tü m sol ventrikülde
M İ’ Ierinin % 40 - % 5 0 ’sinin nedenidir ve ne kroz tip ik ola­ ve septumda nekroza yol açar. K oro ne r tıkanm alar bazen
rak; sol ven trikül ön duvarında, ve n trikü le r septumun üçte sol ana k o ro n e r arterd e meydana gelir ve bu lezyon, bu ko­
iki ön bölüm ünde ve kalp apeksinin neredeyse tüm ünde ron erin çok sayıda m iyokard bölgesini besliyor olması ve ti­
meydana gelir; aynı damarın daha distalde tıkanmasında ise pik olarak ölüm le sonuçlanması nedeniyle “ dul bırakan”
ne kroz yalnızca apekste görülebilir. Proksimal sol sirkum f­ olarak adlandırılır. Tıkanmalar, sol ön inen koronerin diago­
leks (LC X ) a rterd eki akut tıkanm a (M İ’ lerinin % 15-20’ sin- nal veya sirkum fleks arterin marginal dalları gibi sekonder
de g ö rü lü r) lateral sol ventrikülün; proksim al sağ k o ro n e r dallarda da görülebilir. Buna karşılık, k o ro n e r arterlerin mi­
a rte rin (R C A ) tıkanması ise, Mİ’ lerinin %30-% 4 0 ’ ında gö­ yokard içerisine gönderdikleri penetran dallarda önemli
rü lü r ve sağ ventrikülün büyük bölüm ünde nekrozla sonuç­ ateroskleroz veya tro m b o z, seyrektir.
lanır. Septumun üçte b ir arka bölüm üyle p o ste rio r sol vent­ Üç ana k o ro n e r damarın uç a rte r (end-arter) olmaları­
rikülün perfü zyon u, p o ste rio r inen k o ro n e r a rte rle sağla­ na rağmen bu epikardiyal arterler, koronerler-arası sayısız
nır. Bu k o ro n e r dam ar ya sağ ko ro n e r arterden (insanların anastom ozlarla b irb irle rin e bağlıdır (k o lla te ra l dola­
% 9 0’ ında), ya da sol sirkum fleks arterden çıkar. A rk a inen şım ). Bu anastom ozlar norm alde kapalıdır ama ko ro n e r
Iskemik Kalp Hastalığı 379

TRANSM URAL İNFARKTÜSLER NON-TRANSM URAL İNFARKTÜSLER

Kanlanmanın tekrar sağlanması


(reperfüzyon) Geçici/kısmî
Sol ön inen tıkanma
bölgesel
dalda kalıcı
subendokardiyal
tıkanma
infarktüs

Posterior

Sol sirkumfleks Sistemik


dalda kalıcı hipotansiyon —►
tıkanma sirkumferansiyel
subendokardiyal
infarktüs

Sağ koroner Küçük,


arterin arka intramural
inen dalında damarlarda
kalıcı tıkanma tıkanma ~
mikroinfarktüsler

Resim 10-9 Miyokard infarktüsünün, perfüzyon azalmasının yeriyle ve tabiatıyla olan ilişkisi. Solda, majör koroner arter tıkanması sonu­
cu meydana gelen transmural infarktüs tipleri. Sağ ventrikül de, sağ ana koroner arterin (gösterilmemiş) tıkanmasına bağlı iskemiden et­
kilenebilir. Sağda, kısmi veya geçici tıkanma (üstte), fikse üç-damar hastalığına eklenen sistemik hipotansiyon (ortada) veya kalp kası için­
deki küçük damarların tıkanması (altta) nedeniyle gelişen infarktüs tipleri.

arterlerd en birinin yavaş yavaş tıkanması kanın, kollateral • M ikro sko pik in fark tü sler, küçük k o ro n e r dam arlar
kanalları kullanarak yüksek basınçlı bölgeden alçak basınçlı tıkandığı zaman gö rü lü r ve tanı koydurucu herhangi bir
bölgeye geçmesine olanak tanır. Kollaterallerin bu şekilde, EKG değişikliğine neden olmayabilir. Vaskülit, kapak ve­
yavaş yavaş genişlemesi, epikardiyal damarlardan birinin tı­ jetasyonlarından kaynaklanan em bolizasyon, m ural
kanmasına rağmen tıkanan damarın beslediği bölgelerde trom busların veya katekolamin düzeylerinin endojen
yeterli perfüzyon sağlayabilir. M İ’ leri tıkanan damara ve ko- (örneğin feokrom ositom da veya aşırı streste) ya da ek-
lateral dolaşımın derecesine göre, aşağıdaki üç tipten biri sojen (örneğin kokain kullanımında) nedenlerle yüksel­
olarak gelişebilir. mesine bağlı damar spazmları, m ikro sko p ik infarktüsle-
• T ran sm u ral in fark tü sler, ventrikül duvarının tüm ka­ rin nedenleri arasındadır.
lınlığıyla nekroze olduğu; epikardiyal damarların k ro n ik
ateroskleroz ve akut tro m b o z kombinasyonu nedeniyle
tıkanmasına bağlı infarktüsierdir. Transm ural M İ’ leri M ORFOLOJİ
EKG’de tip ik olara k ST segmentinin yükselmesine neden
olur; R dalgası am plitüdünün kaybıyla b irlikte negatif Q Transmural (ventrikül kalınlığının en az % 5 0’sini ilgilendi­
dalgaları da bulunabilir. Bu infarktüsler, ST segmentinin ren) infarktüslerin tamamına yakınında, sol ventrikülün
yükseldiği in fa rktü sle r “ ST elevated M I” (STEMI) olarak ve/veya inte rven triküle r septumun en az b ir bölümünde
da bilinir. nekroz gelişmiştir. Posterior veya posteroseptal duvardaki
• Subendokardiyal in farktü slerd e nekroz, m iyokar- M İ’ lerinin kabaca %15-%30’ u, sağ ventriküle de uzanır. İzo­
dın üçte b ir iç bölüm ünde sınırlıdır; bu infarktüslerdeki le ventrikül infarktüsleri, vakaların yalnızca % 1-% 3’ ünde
EKG’de tip ik olarak, ST segmenti yükselmesi veya Q dal­ m evcuttur. Transmural infarktüslerde bile subendokardiyal
gası yoktu r. Subendokardiyal bölge, daha önce de anla­ m iyokardın yaklaşık 0 .1 mm kalınlığındaki dar bir bölümü,
tıldığı gibi hipoperfüzyona ve hipoksiye en duyarlı kalp oksijeni ve besleyici maddeleri ventrikül lumeninden sağla­
kası bölüm üdür. Bu nedenle de şiddetli ko ro n e r a rte r yabilmesi nedeniyle nekrozdan kurtulur.
hastalığı olanlarda m iyokarda gelen oksijen m iktarının M İ’nün m akroskopik ve m ikroskopik görünüm ü, hasarın
azalması (hipotansiyon, anemi veya pnöm oni nedeniyle) yaşına bağlıdır. Hasarlı alanlar; koagülasyon nekrozundan,
ya da oksijen ihtiyacının artması (taşikardide ve hiper­ önce akut, sonra kro n ik inflamasyona ve sonunda fibrozise
tansiyonda görüldüğü gibi), subendokardiyal iskemik ha­ giden, ileri derecede karakteristik bir dizi değişiklik geçirir
sara neden olabilir. Bu tip infarktüs ayrıca, tıkanmaya yol (Tablo 10-3). Miyokard nekrozunun herhangi b ir önemli re-
açan trom büsün, ventrikül duvarı tüm kalınlığıyla n e kro ­ jenerasyon geçirmeksizin nedbeleşmesi, kaçınılmaz bir so­
ze olmadan önce erimesi durum unda da gelişebilmekte­ nuçtur; doku kö k hücrelerinin fonksiyonel m iyokard rejene-
dir. rasyonunda kullanılıp kullanılamayacağını araştıran çalışma-
380 B Ö L Ü M 10 Kalp

Tablo 1 0 -3 Miyokard İnfarktüsündeki M orfolojik Özelliklerin Zaman içerisinde Gösterdiği Değişiklikler

İnfarktüs Başlangıcından Elektron Mikroskopisi


Sonra Geçen Süre Makroskopik Ö zellikler Işık M ikroskopisi Bulguları Bulguları
Geri Dönüşlü Zedelenme
0 -1 1/ 2 saat Yok Yok Miyofibrillerin gevşemesi,
glikojen kaybı;
mitokondrilerin şişmesi

Geri Dönüşsüz Zedelenme


0.5-4 saat Yok Genellikle yok; infarktüs alanı kenarlarındaki Sarkolemma bozulması;
fibrillerde değişebilen dalgalanma mitokondrilerde amorf
yoğunluklar
4-12 saat Bazen koyu renk beneklenme Koagülasyon nekrozunun başlaması; ödem, kanama
12-24 saat Koyu renk beneklenme Devam eden koagülasyon nekrozu; hücre
çekirdeklerinde piknoz; miyositlerde hipereozinofilik
görünüm; sınırda kasılma bandı nekrozu; nötrofil
infiltrasyonunun başlaması
1-3 gün Sarı-açık kahverengi infarktüs Hücre çekirdeklerinin ve çizgilenme kaybıyla birlikte
merkeziyle birlikte beneklenme koagülasyon nekrozu; interstisyel nötrofil infiltrasyonu
3-7 gün Nekroz alanı kenarlarında Ölmekte olan nötrofillerle birlikte ölü fibrillerde
hiperemi; merkezde sarı-açık parçalanmanın başlaması; infarktüs alanı kenarlarında
kahve rengi yumuşama ölü hücrelerin makrofajlar tarafından fagositozu
7-10 gün Maksimum açık-sarı renk ve Ölü hücrelerin fagositozu; nekroz alanı kenarlarında
yumuşak, kırmızı-açık kahverengi erken fibrovasküler granülasyon
kenarlarda çökme
10-14 gün Kırmızı-gri renk alan nekroz Yeni kan damarları ve kollajen birikimiyle birlikte
alanı kenarlarında çökme granülasyonun tamamlanması
2 -8 hafta Nekroz alanı kenarlarından Sellülarite azalmasıyla birlikte kollajen birikiminin
çekirdeğine doğru ilerleyen, artması
gri-beyaz renkte nedbe
>2 ay Nedbeleşmenin tamamlanması Yoğun nedbe dokusu

lar yapılmaktadır, ancak şimdiye kadar bunların hiçbiri mey­ N e kro z alanının yerini gittikçe artan granülasyon dokusu
ve verm em iştir. (M İ’den 1-2 hafta sonra en belirgindir) alır. Bu granülasyon
Ç ok yeni M İ’ lerinde tanı, özellikle birkaç saat içerisinde dokusu, yoğun kollajen nedbenin oluşacağı ön-iskeleti hazır­
ölüm gerçekleştiğinde, zordur. Başlangıçtan sonra 12 sa­ lar. Nedbeleşme, vakaların büyük bölümünde altıncı hafta
atten daha kısa b ir süre geçmiş olan Mİ’ ler, m akros- sonunda iyice ilerlem iştir ama onarımın etkili olma derecesi,
ko p ik bulgu v erm ez. Ancak infarktüs başlangıcından son­ başlangıçtaki infarktüs lezyonunun boyutlarına bağlıdır. İyi­
ra 3 saat ve daha fazla süre geçmişse lezyon, kalp kası bir leşme, inflamatuar hücre göçünü ve nekroz alanı kenarların-
laktat dehidrojenaz substratı olan trifeniltetrazolyum k lo rü r
gibi vital boyalarla boyanarak, gö rün ür hale getirilebilir. Bu
enzim iskemik ne kroz alanlarında, zedelenen hücreden dı­
şarı sızdığı için azaldığından söz konusu boya kullanıldığında
infarktüs alanı boyanmaz (soluk re n kte d ir) ama eski nedbe-
ler, beyaz ve parlak gözükür (Resim 1 0 -1 0 ). Başlangıçtan
1 2-2 4 saat geçtikten sonra in fa rk tü s, n ek ro z alanın­
da sıkışıp ka lan , durgun kan nedeniyle, kırm ızım sı
mavi ren kte fa rk edilebilir. Daha sonra infarktüsler yu­
muşak, sarı-açık kahverengi alanlar olarak, gittikçe daha net
görülm eye başlar; 10-14 günde nekroz alanının kenarında,
ileri derecede vasküler olması nedeniyle hiperem ik granü-
lasyon dokusu görülür. N ekroze olan doku daha sonraki
haftalarda fîb rö z b ir nedbeye değişir.
Birbirini izleyen karakteristik değişiklikler, m ikroskopik
görünüm de de gerçekleşir (Tablo 1 0 -3 ve Resim 10 -11 ).
Koagülasyon nekrozunun tip ik özellikleri (Bölüm 1) infark-
tüsün 4-12 saatinde g ö rülebilir hale gelir. N e kroz alanının
kenarlarında “ dalgalı fîb rille r” de bulunabilir; bu görünüm ,
kasılamayan ölü fibrille rin gerilmesini ve buruşmasını yansı­ Resim 10-10 Posterolateral sol ventriküldeki, trifeniltetrazolyum
tır. Subletal iskemi, m iyositlerde vakuolleşm e de başlata­ klorür ile boyanmayan bölge olarak gözüken, akut miyokard infark-
bilir; bu m iyositler canlıdır ama çoğu zaman iyi kasılamaz. tüsü (ok); dokunun söz konusu boyayla boyanmama nedeni, hücre
N e k ro tik kalp kasında akut inflamasyon gelişir (tip ik ola­ ölümünü izleyen enzim sızıntısıdır. Önde, eski bir infarktüse ait ned­
rak M İ’den 1-3 gün sonra iyice belli olu r); bunu b ir m akro- benin (ok başı) görüldüğüne dikkat edin, infarktüs alanının sağ kena­
faj, dalgasının n e kro tik miyositleri ve n ö tro fil parçalarını o r­ rındaki miyokard kanaması (yıldız), bu hastadaki akut ölümün nede­
tadan kaldırması (5-10 gün sonra en üst düzeye ulaşır) izler. nini yansıtan ventrikül rüptürü sonucunda meydana gelmiştir (bu
piyeste posterior duvar, üst tarafta yer almaktadır).
İskemik Kalp Hastalığı 381

Resim 10-11 M i/okard infarktüsü ve onarımının mikroskopik özellikleri A , Bir-günlük-infarktüste, komşu normal liflerle (sağda) karşılaş­
tırıldığında dalgalı görünüm veren liflerle birlikte koagülasyon nekrozu. N ekrotik hücreler birbirinden, aralarındaki ödem sıvısıyla ayrılmış­
tır. B, 2-3 günlük infarktüste, nekroz alanındaki yoğun nötrofîl infiltrasyonu. C, N ekrotik miyositlerin neredeyse tamamı, fagositik mak-
rofajlar tarafından ortadan kaldırılmıştır (7.-10. gün). D, Gevşek bağ dokusuyla ve bol miktarda kılcal damarla karakterize granülasyon
dokusu. E, Yoğun bir kollajen nedbe şeklindeki, iyileşmiş miyokard infarktüsü. Geriye kalmış olan, az sayıda kardiyak miyosit vardır. D ve
E kollajeni maviye boyayan Masson trikrom boyasıyla boyanmış preparat.

dan içeriye doğru yeni damarların oluşmasını gerektirir. lamadır. Reperfüzyon hasarına katkısı olan faktörler: 1)
N e kro z alanı böylece, kenarlarından başlayıp merkezine mitokondri disfonksiyonu: iskemi, mitokondri membra-
doğru iyileşir ve büyük b ir infarktüs alanı, küçük olanlar ka­ nınm geçirgenliğini değiştirerek proteinlerin, mitokond-
dar tam ya da çabuk iyileşemeyebilir. Mİ tamamen iyileşti­ riye girmesine olanak sağlar. Proteinlerin mitokondri içe­
ğinde, infarktüs başlangıcından sonra geçen süreyi belirleye­ risine girmesi, bu organelin şişmesine ve dış membranı-
bilm ek olanaksızdır; ister 8 haftalık ister 1 0 yıllık olsun, fib- nın yırtılmasına yol açar; mitokondri içeriğinin bu şekil­
rö z skarların görünüm ü aynıdır. de organel dışına çıkması, apoptozu teşvik eden bir geliş­
medir; 2 ) miyositlerin hiperkontraktürü: iskemi sırasın­
da, kalsiyum döngüsünün bozulması ve sarkollemma ha­
sarı nedeniyle hücredeki kalsiyum düzeyi yükselir. Miyo­
sit içerisindeki yüksek düzeyde kalsiyum, bu hücrelerin
İnfarktüsün Reperfüzyon ile Değişimi denetimsiz ve aşırı kasılmalarına yol açarak hücre iskele­
Akut Mİ'deki tedavinin amacı, maksimum miktarda is­ tinin zarar görmesine ve hücre ölümüne neden olur; 3)
kemik kalp kası dokusunu kurtarabilmektir; bu amaca Superoksit anyonu (-02), hidrojen peroksit (H2 0 2), hi-
doku perfüzyonunun, mümkün olan çabuklukta tekrar pokloröz asit (HOCİ), nitrik oksit türevi peroksinitrit ve
sağlanması ile ulaşılır (bu nedenle "vakit, miyokarddır"). hidroksil radikalleri (’OH); reperfüzyonu izleyen dakika­
Bu reperfüzyon trombolizle (trombus, doku plazminojen lar içinde üretilerek membran proteinlerini ve fosfolipid-
aktivatörleriyle eritilerek), anjiyoplastiyle ya da koroner leri değiştirip miyositlere zarar verir; 4) Lökositlerin kü­
baypas grefti kullanılarak sağlanabilir. Henüz canlı, an­ melenmesi, mikro-damarları tıkayarak lokal kanlanma­
cak risk altındaki miyokard dokusunun korunması hem nın gerçekleşmemesine ("no-reflow" fenomeni), katkıda
kısa, hem uzun dönemdeki prognozu olumlu etkiler ama bulunabilir. Dahası lökositlerden, hücre ölümüne neden
reperfüzyon, ne yazık ki tamamen masum bir çare ol­ olan proteazlar ve elastazlar serbest kalır; 5) Trombosit ve
maktan uzaktır. Gerçekten de iskemik dokulara yeniden kompleman aktivasyonu da, mikro-damarlardaki hasara
kan gitmesinin sağlanması (reperfüzyon), reperfüzyon ha­ katkıda bulunur. Kompleman aktivasyonunun endotele
şan olarak adlandırılan ve gerçekleşmesi, gerçekleşme­ zarar vererek, no-reflow fenomeninde rol oynadığı düşü­
miş olmasından daha fazla lokal zarar verebilen bir uygu­ nülmektedir.
382 BÖLÜM 10 Kalp

Resim 10-12 Perfüzyonun yeniden sağlandığı (reperfüze) miyokard infarktüsü. Â , Trifenil tetrazolyum klorür ile boyanan, enine kalp
kesitinde; hasar gören damarlardan kaynaklanan kanama nedeniyle hemorajik gözüken, büyük bir ön duvar infarktüsü. Arka duvar, fotoğ­
rafın yukarısıdır. B, Mikroskopik olarak kanama ve miyofibrilleri çaprazlamasına geçen çizgiler şeklindeki, hipereozinofilik kasılma bantları
(ok).

Akut Mİ durumunda reperfüzyona uğramış miyokar- çok büyük bir bölümünden, ölümcül (letal) aritmiler so­
dın tipik görünümü, Resim 10-12'de gösterilmektedir. rumludur.
Bu tip infarktüsler, damar zedelenmesi ve sızdırması so­ Mİ'deki laboratuar değerlendirmeleri, zedelenen hasarlı
nucunda tipik olarak hemorajiktir. Reperfüzyona maruz miyokard hücrelerinin hasarlı hücre membranlarmdan
kalan, geri dönüşsüz şekilde zedelenmiş olan miyositler- sızarak dolaşıma katılan makromoleküllerin kan düzey­
de, kasılma bandı nekrozu görülür; bu patolojik süreçte, hi- lerinin ölçülmesine dayanır (Resim 10-13); miyoglobin,
perkonsantre sarkomerlerden oluşan, yoğun eozinofilik kardiyak troponinler T ve I (TnT, Tnl), kreatin kinaz (CK)
bantlar, plazma membranlarmdan içeriye giren kalsiyu­ (özellikle kalp kasındaki izoformu, CK-MB) ve laktat de-
mun aktin-miyozin etkileşimlerini artırmasıyla meydana hidrojenaz, bu moleküllerdendir. Troponinler ve CK-MB,
gelir. Sarkomerler, ATP mevcut olmadığından gevşeye- miyokard hasarını yansıtmak açısından yüksek spesifite-
mez ve ölüm öncesinde tetanik bir duruma girer. Böylece ye ve duyarlılığa sahiptir.
reperfüzyon geri dönüşlü olarak zedelenen hücreleri kurtara­ • CK-MB, yalnızca kalbe-özgü troponinlerin (aşağıya ba­
bilirken, geri dönüşsüz olarak zedelenmiş hücrelerin morfolo­ kınız) ardından gelmek üzere miyokard zedelenmesi­
jisini değiştirir. nin değerli bir göstergesi olmaya devam etmektedir.
Total CK aktivitesi, beyinde, kalp kasında ve iskelet
K linik Ö ze llikle r kasındaki farklı kreatin kinaz izoformları nedeniyle,
Şiddetli, sternum altında hissedilerek boyuna, çeneye, kalp kası zedelenmesini göstermek bakımından güve-
epigastriuma veya sol kola yayılabilen ezici bir ağrı (veya
basınç), klasik Mİ'nün habercisidir. Bu ağrı, angina pek-
toristekinin aksine tipik olarak dakikalarca/saatlerce de­
vam eder ve nitrogliserinle ya da istirahatle geçmez. An­
cak Mİ, hastaların hiç de küçüksenmeyecek bir bölümün­
de (%10-15'inde) atipik belirtiler ve semptomlar verir, hat­
ta hiç semptom vermeyebilir. Bu gibi "sessiz" infarktüsler
altta yatan diabetes mellitusu bulunan (ağrının, otonom
nöropati nedeniyle algılanamayabileceği) ve ileri yaştaki
hastalarda özellikle sık görülür.
Hastanın nabzı genellikle hızlı ve zayıftır; hastada ço­
ğu zaman, özellikle arka duvar infarktüslerinde olmak
üzere bulantı ve terleme görülebilir. Dispne sık görülür ve
miyokard kontraktilitesinin bozulması ve mitral kapak
apareyinin disfonksiyonu nedeniyle gelişen akut akciğer
konjesyonu ve ödemiyle açıklanabilir. Sol ventrikülün
%40'tan fazlasının nekroze olduğu şiddetli enfarktüsler­
de, kardiyojenik şok gelişir.
Q dalgalarının belirmesi, ayrıca miyokard repolarizas-
yonundaki anormallikleri temsil eden ST segmenti deği­
şiklikleri ve T dalgalarının ters dönmesi gibi elektrokardi-
yografik anormallikler, Mİ tanısında önemlidir. İskemik
kalp kasındaki ve iletim sistemindeki elektriksel anor­ Resfm 10-13 Miyokard infarktüsü yaşının ve büyüklüğünün hesap­
malliklerle sık karşılaşılır; aslında hastanın hastaneye lanmasında, farklı zamanlarda yapılan troponin I ve CK-MB (miyo­
ulaştırılamadan ölmesiyle sonuçlanan Mİ ölümlerinin kard kreatin kinazı) düzeyi ölçümlerinin sonuçları kullanılabilir.
Iskemik Kalp Hastalığı 383

nilir olmaktan uzaktır. Oysa CK-MB izoformu; iskelet dışındaki mortalite ise ne yazık ki, önemli ölçüde daha
kasında düşük düzeylerde olması ve öncelikle kalp ka­ yüksektir: ST elevasyonlu MİTerinde (STEMI) her üç has­
sından kaynaklanması nedeniyle, kalp kası hasarının tadan biri, semptomların başlamasını izleyen ilk saat içe­
daha spesifik bir göstergesidir. CK-MB aktivitesi risinde, tıbbî yardım alamadan önce ve genellikle aritmi
Mİ'nün ilk 2-4 saati içerisinde yükselmeye başlar, 24- nedeniyle ölmektedir. Bu istatistikler koroner arter hasta­
48 saatte en yüksek düzeylerine ulaşır ve yaklaşık 72 lığının, sınırlı hastane olanaklarına sahip, az gelişmiş
saat içerisinde normale döner. olan ülkelerdeki yükselmekte olan oranının, daha çok
• Tnl ve TnT normal olarak dolaşımda yoktur ama bun­ kaygı yaratmasına neden olmaktadır.
ların her ikisini de akut Mİ'nü izleyen 2-4 saat içerisin­ Akut Mİ'nden Mİ'nden sonra her 4 hastadan birinde,
de kanda ölçmek mümkündür. Troponin düzeyleri 48. aşağıdaki komplikasyonlardan biri veya daha fazlası ge­
saatte en yüksek değerlerine ulaşır ve 7-10 gün boyun­ lişmektedir (Resim 10-14):
ca yüksek değerlerde kalır. Kardiyak troponinler ve • Kontraktil disfonksiyon. Mİ'leri genel olarak sol ventri-
CK-MB Mİ'nün erken aşamalarında eşdeğer duyarlılı­ külün pompa fonksiyonunu, meydana gelen hasarın
ğa sahip göstergelerdir ama troponin düzeylerinin hacmiyle ters orantılı olarak azaltır. Mİ gelişen hastala­
yaklaşık 1 0 gün boyunca yüksek değerlerde kalması rın neredeyse tümünde; kendisini hipotansiyonla, pul-
akut Mİ tanısının, CK-MB düzeyleri normale döndük­ moner konjesyonla ve akciğer ödemiyle belli eden, şu
ten sonra da konulmasına olanak verir. Reperfüzyon ya da bu derecede sol ventrikül yetmezliği ortaya çı­
gerçekleşirse, her iki göstergenin en yüksek düzeyleri­ kar. Şiddetli "pompa yetmezliği" (kardiyojenik şok),
ne, nekrotik dokudan daha hızlı uzaklaştırılmaları ne­ transmural Mİ'nden sonra hastaİarm yaklaşık %10'un­
deniyle, daha erken ulaşıln. da görülür ve tipik olarak, sol ventrikülün en az
%40'mı ilgilendiren kalp kası hasarına eşlik eder.
Miyokard İnfarktüsünün Sonuçları ve ® Papiller kas disfonksiyonu. Mİ'den sonra seyrek olarak
Komplikasyonları yırtılmalarına rağmen papiller kaslarda çoğu zaman
Hastaların akut Mİ'nden sonraki prognozunun iyileştiril­ fonksiyon bozukluğu gelişir ve söz konusu kaslar, is-
mesinde, olağanüstü ilerlemeler kaydedilmiştir; Mİ'leri- kemi sonucu iyi kasdamayarak infarktüs sonrası mit­
nin hastanedeki genel ölüm oram, yaklaşık %7'dir. Hastane ral kapak yetersizliğine yol açar. Çok daha sonra, pa-

Resim 10-14 Miyokard infarktüsünün komplikasyonları. A -C , Kalp yırtılması (rüptürü). A , ön serbest duvar yırtılması (ok). B, Vent-
riküler septal yırtılma (ok). C , Papiller kas yırtılması. D, A kut bir infarktüs alanının üzerini örten kanamalı, pürtüklü bir yüzeyle birlikte fib-
rinli perikardit. E, Miyokard duvarının gerilmesi, incelmesi (ok) ve mural trombus ile birlikte yakın zamanlarda genişlemiş olan, anteroapikal
bir infarktüs. F, Büyük, apikal sol ventrikül anevrizması (ok).
(A - E , Reproduced by permission from Schoen FJ: Interventional and Surgical Cardiovascular Pathology: Clinical Correlations and Basic Principles, Philadelphia, W B Saun­
ders, 1989'un: F, Courtesy o f William D. Edwards, M D , M a y o Clinic, Rochester, Minnesota., USA'in izniyle tıpkıbasım).
384 B Ö L Ü M 10 Kalp

piller kas fibrozisi ve kısalması ya da ventrikülün bir trombus oluşmasına, kalp yetmezliğine ve aritmilere
bütün olarak genişlemesi de, mitral yapak yetersizliği­ neden olabilirse de, yırtılmayan lezyonlardır.
ne neden olabilir. • İlerleyici, geç dönem kalp yetmezliği. Daha ileride, "kro­
• Sağ ventrikül infarktüsü. İzole sağ ventrikül infarktüsü- nik İKH" olarak anlatılmaktadır.
nün, Mİ gelişen hastaların yalnızca %1-3'ünde gelişme­ Mİ'nden sonraki komplikasyonların gelişme riski ve prog-
sine rağmen bu ventrikül, septum veya sol ventrikül in- noz; infarktüsün boyutlarına, yerine ve tipine (subendo-
farktüslerinde sıklıkla zedelenir. Her iki durumda da kardiyal veya intramural) göre şekillenir. Büyük transmu­
sık karşımıza çıkan sağ kalp yetmezliği, venöz dolaşım­ ral infarktüslerdeki lcardiyojenik şok, aritmi ve geç dö­
da göllenmeye ve sistemik hipotansiyona yol açar. nemde KKY olasılığı, bu nedenle daha fazladır ve anteri­
• Miyokard rüptürü. Kalp kası, infarktüslerin yalnızca or transmural Mİ gelişen hastalardaki serbest duvar yırtıl­
%1-5'inde yırtılır ama gerçekleştiğinde, çoğu zaman ma, genişleme, mural trombus oluşma ve anevrizma mey­
ölümle sonuçlanır. Sol ventrikül serbest duvarındaki dana gelme riski, yine aynı nedenle en yüksektir. Oysa
yırtılma, en sık görülen rüptür tipidir ve genellikle, hız­ posterior transmural infarktüslerde komplikasyon olarak
la ölüme götüren hemoperikadla ve kalp tamponadıyla ciddi ileti blokları, sağ ventrikül tutulumu veya beraberce
sonuçlanır (Resim 10-14, A). Ventriküler septum yırtıl­ her ikisinin birden görülme olasılığı daha güçlüdür; bu
maları soldan-sağa şant nedeni olan ventriküler septal bölgede akut olarak gelişebilecek VSD'lerin tedavisi daha
defekte (Resim 10-14, B) ve papiller kas yırtılmaları zordur. Genel olarak; anterior infarktüslerin klinik seyri,
şiddetli mitral kapak yetersizliğine (Resim 10-14, C) posterior infarktüslerdekinden çok daha olumsuzdur. Su-
yol açar. Rüptür en çok, infarktüsü izleyen 3.-7. gün bendokardiyal infarktüslerde, endotel yüzeyinde trom-
aralığında—iyileşme sürecinin, kalp kasındaki bağ do­ buslar oluşabilirse de; perikardit, rüptür ve anevrizmalar
kusu erimesinin en üst düzeyde olduğu; nekroz alanı­ seyrektir.
nın büyük bölümünün yumuşak, gevrek granülasyon MI'nden sonra, daha önce sözü edilen nedbeleşmenin
dokusuna dönüştüğü zamanda gerçekleşir. Hasta yaşı­ yanı sıra, canlılığını korumuş olan kalp kası da, kontrak-
nın 60'dan büyük olması, anterior veya lateral duvar til kitle kaybını telafi etme girişimlerinde bulunur. İnfark-
infarktüsleri, hastanın kadın olması, sol ventrikül hi- tüsten etkilenmemiş bölgelerde hipertrofi ve dilatasyon
pertrofisinin mevcut olmaması ve ilk Mİ (daha önceki meydana gelir; nekroze bölgelerin nedbeleşmesiyle ve in­
Mİ'lerine eşlik eden nedbe dokusu, kalp kasının yırtıl­ celmesiyle birlikte tüm bu değişiklikler, ventrikülün yeni­
ma riskini azaltır): serbest duvar yırtılmalarının eşlik den biçimlenmesi yapılanması (remodeling) olarak adlandırı­
edebildiği risk faktörlerindendir. lır. Nekroze olmamış miyokardm başlangıçtaki, kompan-
® Aritmiler. Mİ'leri, ani ölümün eşlik edebildiği miyokard ir- sasyon amaçlı hipertrofisi, hemodinamik açıdan faydalı­
ritabilitesine ve iletim bozukluklarına yol açar. Hastaların dır. Ancak, yeniden biçimlenmenin uyum sağlayan etkisi,
%90 kadarında şu veya bu şekilde ritim bozukluğu or­ sorunları tamamen çözemeyebilir ve ventrikül fonksiyo­
taya çıkar; bu komplikasyonun, ST segmentinin yük­ nu, dilatasyon ve ventrikülde anevrizma oluşumu gerçek­
seldiği infarktüslerdeki (STEMI) insidansı, yükselmedi­ leştiğinde azalabilir.
ği infarktüslerdekinden (non-STEMI) daha yüksektir. Miyokard infarktüsünden sonra uzun dönemdeki
Asistol dahil değişik derecelerdeki aritmiler, bradikar- prognoz; en önemlileri sol ventrikül fonksiyonu, kalan
di, supraventriküler taşiaritmiler, ventriküler prematü­ canlı kalp kasının perfüzyonunu sağlayan damarlardaki
re kontraksiyonlar ve ventriküler fibrilasyon, MI'ne eş­ ateroskleroza bağlı daralmanın derecesi olmak üzere, bir­
lik edebilen aritmiler arasında sayılabilir. Ventriküler çok faktöre bağlıdır. İlk yıl içerisindeki genel mortalite
fibrilasyon gibi ciddi aritmi riski, en fazla ilk saat içeri­ oranı, hasta hastaneye ulaşamadan gerçekleşen ölümler
sindedir ve daha sonra azalır. dahil %30 dolayındadır. Bundan sonraki yıllık mortalite,
• Perikardit. Transmural Mİ'leri; miyokard inflamasyonu- %3-%4'tür.
nun epikardiyal belirtisi kimliğini taşıyan, fibrinohe-
morajik endokardite neden olabilir (Resim 10-14, D). Kronik İskemik Kalp Hastalığı
Ön taraftaki göğüs ağrısının ve perikarddaki sürtünme
sesinin habercileri oldukları perikardit tipik olarak, in- Iskemik kardiyomiyopati olarak da adlandırılan kronik is­
farktüsten 2-3 gün sonra gelişir ve sonraki birkaç gün kemik kalp hastalığı (İKH) temelde, iskemik myokard ha­
içerisinde kendiliğinden düzelir. Yaygın infarktüsler ve sarına sekonder gelişen, ilerleyici kalp yetmezliğidir. Has­
şiddetli perikard inflamasyonu bazen, yüksek hacimli taların tamamına yakınının anamnezinde, Mİ vardır. Bu
efüzyonlara yol açabilir ya da sonunda konstriktif lez- ortamda kronik İKH; kalan canlı kalp kasının kompan-
yonlara dönüşecek olan, yoğun yapışıklıklar oluştur­ sasyon mekanizmaları (örneğin hipertrofi) başarılı olma­
mak üzere organize olabilir. maya başladığında görülür. Diğer vakalarda obstrüktif
• Odacık genişlemesi. Nekrotik kas dokusunun zayıflama­ KAH, beraberinde açıkça infarktüs mevcut olmadan yay­
sı nedeniyle, infarktüs bölgesinde, özellikle de antero- gın miyokard disfonksiyonuna neden olabilir.
septal infarktüs bölgelerinde kalp kası orantısız olarak
gerilebilir, incelebilir ve nekroz bölgesinin genişlemesi­
ne neden olabilir. ( 2 ) M ORFOLOJİ
® Mural trombus. Hangisi olursa olsun, miyokard infark- K ro n ik İK H ’ nda tip ik olarak; çoğu zaman daha önceki, iyi­
tüslerinde kalp kası kontraktilitesinin staza yol açacak leşmiş infarktüslerin gri-beyaz renkte seçilen nedbe alanla­
şekilde zayıflamasıyla birlikte trombojen bir yüzey rıyla b irlik te sol v en trik ü l d ilatasyonu ve hipertrofisi
oluşturan endokard hasarı, mural trombus gelişmesine vardır. K oro ne r a rterlerd e değişmez b ir bulgu olarak, o rta -
yol açabilir (Resim 10-14, E) ve sonunda, sol tarafta ileri derecede ko ro n e r ateroskleroz vardır, bu damarların
tromboembolizm yapabilir.
bazıları tamamen tıkalı olabilir. Endokardda genellikle yer
• Ventrikül anevrizması. Geç dönemde ortaya çıkan bir ye r fib rö z kalınlaşma ve m ural trom bu sla r mevcut olabilir.
komplikasyon olarak ventrikül anevrizmaları en çok; M iyokard hipertrofisi, yaygın subendokardiyal m iyosit va-
nedbe dokusundan ince bir duvar oluşmasıyla iyileşen, kuolleşmesi ve önceki infarktüslerden kalan fibrozis; bu
büyük, transmural, anteroseptal infarktüs sonucudur hastalığın m ikro skopik bulgularındandır.
(Resim 10-14, F). Ventrikül anevrizmaları sıklıkla mural
Aritm iler 385

K lin ik Ö z e llik le r ° A n sta b il an gina, ateroskleroz plağında trom bosit agre-


Kimi zaman yeni angina ataklarının veya infarktüslerin gasyonunu tetikleyen küçük bir yırtılma ya da çatlağın,
eşlik ettiği, ilerleyici, şiddetli kalp yetmezliği, İKH'nm vazokonstriksiyonun ve her zaman tıkanma yapması
ayırt edici özelliğidir. Bu hastalıktaki morbidite ve morta- gerekmeyen mural bir trombusun sonucudur.
liteden hemen her zaman için aritmiler, KKY ve araya gi­ 0 A k u t m iy o k a rd in fa rk tü sü tipik olarak ateroskleroz pla­
ren Mİ'leri sorumludur. ğının destabilizasyonunu izleyen akut trombozun sonu­
cudur. Bu destabilizasyonun büyük bölümü, daha önce
Kardiyak Kök Hücreler kritik stenoza yol açmamış olan plaklarda görülür.
° A n i k a rd iy a k ölüm tipik olarak, önemli bir akut miyo­
İKH'ndaki ciddi morbidite nedeniyle, hasarlı kalp kasının kard hasarı meydana gelmeksizin gelişen, öldürücü bir
yerini almak üzere kardiyak kök hücrelerin kullanılma aritmiye bağlıdır.
olasılığının araştırılması, fazlasıyla ilgi çeken bir konudur. ° İs k e m ik k a rd iy o m iy o p a ti, ya daha önceki infarktüs (in­
Kalp rejenerasyonunun metazoonlarda (semender ve zeb­ farktüslerin) ya da kronik iskeminin neden olduğu iske­
ra balığı) mümkün olduğu bilinmekteyse de, evrim düzeyi mik hasara bağlıdır.
yüksek hayvanlardaki kalp kasının klasik olarak; replikas-
• Miyokard iskemisi miyosit fonksiyonu kaybına 1-2 dakika
yon potansiyeline sahip olmayan, postmitotik bir hücre
içerisinde, nekroza ise yalnızca 20-40 dakika sonra neden
popülasyonu olduğu kabul edilir. Ancak memeli, kalbini
olur. Mİ’nde tanı; semptomlar, EKG değişiklikleri, ayrıca
yeniden oluşturabilme yeteneğine sahip, kemik iliğinden
serumdaki CK-MB ve troponinlerin düzeyindeki değişik­
kaynaklanan prekürsörlerin-ve aynı zamanda miyokard
likler temel alınarak konur. İnfarktüsün makroskopik ve
içerisinde yerleşmiş küçük bir sessiz kök hücre popülasyo-
histolojik değişikliklerinin gelişmesi için, başlangıçtan itiba­
nunun-mevcut olduğunu işaret eden kanıtların sayısı, git­
ren saatler veya günler geçmesi gerekir.
tikçe artmaktadır. Bu hücrelerin ayırt edici özelliği yüzey­
• infarktüsün seyri, tromboliz veya stent takılması gibi, risk
lerindeki, izole edilerek saflaştırılmalarına olanak veren
altındaki kalp kası bölgelerini kurtaran, ancak reperfüz-
bir gösterge (marker) kümesi ekspresyonudur. Kalpteki bu
yonla bağlantılı hasara da yol açabilen terapötik girişimler­
kök hücreler kendi kendilerini yenilemelerinin yanı sıra,
le değiştirilebilir.
kalp kasındaki tüm hücre tiplerini oluşturabilmektedir.
• Ventrikül yırtılması (rüptür), papiller kas yırtılması, anev­
Diğer tüm doku kök hücreleri gibi, kardiyak kök hücreler
rizma oluşması, mural trombus, aritmi, perikardit ve
de son derece seyrektir. Bu hücrelerin intrensek proliferas-
KKY; Mİ’nü izleyebilen komplikasyonlardandır.
yon hızı, en fazla yenidoğanlarda olmak ve yaş ilerledikçe
daha da azalmak üzere yavaştır. MI'ne sahne olan kalpler­
de nekroz bölgesinin yeniden önemli bir fonksiyon kazan­
ması açıkça olanaksız olduğundan, kök hücre ve türevleri­ ARİTMİLER
nin sayısı, miyokard zedelenmesinden veya hipertrofisin-
den sonra, sınırlı da olsa artmaktadır. Yine de, bu hücrele­ Pek iyi bilindiği gibi kalpte, kalp kasılmalarının hızını ve
rin in vivo çoğalmasının uyarılabilme potansiyeli miyokar- ritmini düzenleyen uyarıcı ve kalbin normal fonksiyon
dm, akut Mİ'nde veya kronik İKH'nda yeniden kazanıl­ görebilmesi için kesinlikle gereken (eksitatör) miyositlerin
masını sağlayabilme olasılığı nedeniyle ilgilenilen bir araş­ yer aldığı, özelleşmiş bir iletim sistemi vardır. Bu sistem
tırma konusudur. Bu hücrelerin vücut dışında çoğaltılarak doğrudan sinirsel impluslardan (ör. vagal stimülasyon),
MI'nden sonra hastalara verilmesi, yoğun çabayla araştırı­ adrenerjik ilaçlardan (ör. epinefrin [adrenalin]), hipoksi-
lan diğer bir konudur. Ne yazık ki, bugüne kadar elde edi­ den ve potasyum konsantrasyonlarından (hiperkalemi
len sonuçlar, heyecan verici olmaktan uzaktır. İmplante sinyal iletimini tamamen durdurabilir) etkilenir. Kalpteki
edilen kök hücreler kardiyomiyosit yönünde bir miktar ileti sisteminin bileşenleri: (1) Sağ atrial apendiksle vena
farklılaşmaktaysa da bu faydanın süresi sınırlıdır ve söz cava superiorun buluştuğu kavşakta yer alan sinoatrial
konusu hücreler, kasılma gücünün tekrar elde edilmesine (SA) düğüm (uyarı merkezi [pacemaker]), (2) sağatriumda,
önemli bir katkı yapmamaktadır; dahası bunların, kona­ atrial septum boyunca yer alan atrioventriküler (AV) dü­
ğın kalbindeki iletim sistemiyle atipik olarak bütünleştiril­ ğüm, (3) sağ atriumu ventriküler septuma bağlayan His de­
mesi, kendi başına hareket eden (otonom) aritmi odakla­ meti ve (4) bunun, uzandıkları ventrikülleri uyaran sağ ve
rının oluşturulma riskini de beraberinde getirmektedir. sol dallarıdır.
Kalp kasındaki ileti anormallikleri uzun süreli veya
sporadik (paroksismal) olabilir. Atipik (aberant) ritimler
O Ö Z E T ___________ _________________________ iletim sisteminin, sinoatrial düğümden tek bir miyosite
kadar değişen, çeşitli düzeylerinden kaynaklanabilir;
İskemik Kalp Hastalığı bunlara tipik olarak, atriumdan (supraventrikiiler) ve vent­
• Kalpteki iskemi, vakaların çok büyük bölümünde koroner
rikül miyokardmdan başlayanlar (ventriküler) adı verilir.
arter aterosklerozu nedeniyledir; vazospazm, vaskülit ve
Aritmiler kendilerini taşikardiyle (kalp hızının artması),
embolizm, bu iskemiye daha seyrek olarak yol açar.
bradikardiyle (kalp hızının azalması), ventrikülün normal
• Kalpteki iskemi, koronerlerle sağlanan kanın taşıdıkları ih­
kasıldığı düzensiz bir ritimle, ventriküllerin fonksiyon gö­
tiyaç maddeleriyle, miyokardın bu maddelere duyduğu ih­
remeden kasıldığı, kaotik depolarizasyonla (ventriküler fib-
tiyaç arasındaki uyumsuzluğun sonucudur ve kendisini,
rilasyon) veya elektriksel aktivitenin hiç olmamasıyla
farklı, ancak birbirleriyle örtüşen sendromlar şeklinde
(asistoli) belli edebilir. Hastalar ritim bozukluğunun far­
gösterir:
kında olmayabilir ya da kalbin adeta koştururcasma attı­
° A n gin a p e k to r is eforla gelen ve perfüzyon yetersizliğine
ğını veya palpitasyonları hissedebilir; kalp dakika hacmi­
bağlı olan ağrıdır. Tipik nedeni, koroner lumenin
nin uzun süreli aritmi nedeniyle yetersiz kalması sersem­
>%70’ini tıkayan fikse (“ k ritik ” ) stenoza yol açan ate-
leme hissine (hastanın neredeyse bayılmasına), bilinç kay­
rosklerozdur.
bına (senkop) veya ani kardiyak ölüme (daha sonra anlatıl­
maktadır) neden olabilir.
386 BÖLÜM 10 Kalp

Oluşturduğu doğrudan hasar veya kalp odacıklarının


dilatasyonu ve bunu izleyen iletim sistemindeki değişik­
likler nedeniyle, iskemik hasar, ritim bozukluklarının en sık
karşılaşılan nedenidir.
Aritminin kalıtsal nedenlerine, çok daha az rastlanır.
Bunlar, kalp kası hücrelerinin depolarizasyon ve repolari-
zasyonunu düzenleyen çeşitli iyon kanallarını düzenle­
yen genlerdeki mutasyonlar nedeniyle meydana gelir. Bu
gibi kanalopatiler, ölümcül aritmilerin önemli (ama neyse
ki seyrektir) nedenleridir; yine de aşağıda anlatılan bazı
ani kardiyak ölümlerin de arka planında bunlar yer alır.

Ani Kardiyak Ölüm

Daha çok ani ölüm olarak da adlandırılan ani kardiyak


ölüm (AKÖ) tipik olarak; semptom veren veya vermeyen
yapısal kalp hastalığı olan bireylerdeki, uzun süreli vent-
riküler aritmilere bağlıdır. Yalnızca ABD'de her yıl 300
000-400 000 kişi AKÖ nedeniyle kaybedilmektedir. Ko­
roner arter hastalığı, bu ölümlerin önde gelen (%80-
%90'mdan sorumlu olan) nedenidir; AKÖ ne yazık ki ço­
ğu zaman, İKH'nm ilk belirtisi olmaktadır. Ötopside ti­
pik bulgu olarak yalnızca kronik, şiddetli aterosklerotik
hastalığın bulunması ilginçtir; ateroskleroz plaklarındaki
akut yırtılmaya, vakaların yalnızca %10-%20'sinde tanık
olunmaktadır. Vakaların %40 kadarında, iyileşmiş Mİ
Resim 10-15 iskemik kalp hastalığının ilerleme /olları, koroner ar­
mevcuttur.
ter hastalığıyla önde gelen sekelleri arasındaki ilişkiler.
Daha genç yaşlardaki AKÖ kurbanlarında, bazıları
aşağıda belirtilen, aterosklerozla ilgisiz, diğer nedenler
daha sık görülür:
® Kalpteki ileti sisteminin kalıtsal (kanalopatiler) veya
edinsel anormallikleri Q Ö ZET
• Konjenital koroner arter anormallikleri
Aritmiler
• Mitral kapak sarkması (prolapsus)
• Miyokardit veya sarkoidoz • A ritm iler, ileti sistemindeki iskemik veya yapısal değişiklik­
ler ya da m iyositlerdeki elektriksel instabilite nedeniyle
• Dilate veya hipertrofik kardiyomiyopati
meydana gelir. Yapısal bakımdan normal olan kalpte beli­
• Pulmoner hipertansiyon ren aritm iler daha çok, iyon kanallarında meydana gelerek
• Miyokard hipertrofisi. Kalp kitlesinin artması, AKÖ'- anormal repolarizasyon veya depolarizasyona yol açan
de bağımsız bir risk faktörüdür; sporcular dahil ani­ mutasyonlara bağlıdır.
den ölen bazı gençlerde bu nedenle hipertrofi veya • A K Ö en sık, iskemiyle sonuçlanan koroner a rte r hastalığı­
açıklanamayan kalp kitlesi, karşılaşılan tek patolojüc na bağlıdır. Miyokard instabilitesi tip ik olarak, ölümcül ol­
bulgudur. mayan iskemi veya daha önceki miyokard oluşmuş, önce­
den mevcut fîbrozis nedeniyle meydana gelir. A K Ö daha
AKÖ'e en sık yol açan kesin neden, asistol veya ventriküler
seyrek olarak, aterom plağının akut olarak yırtılması ve
fibrilasyon gibi ölümcül aritmilerdir. Bu ölümlerin gerçek­
buradan kaynaklanan trom bozun hızla ölüme götüren ar-
leşmesi için infarktüse ihtiyaç yoktur; AKÖ'ün gerçekleş­
titm ile re yol açmasına bağlıdır.
tiği, ancak başarılı reanimasyonla yaşama döndürülen
hastaların %80-%90'mda infarktüsü işaret eden herhangi
bir enzim ya da EKG kanıtı—orijinal neden IKH olsa bile
bulunamamıştır! İskemik hasar (ve diğer patolojik du­
rumlar) ileti sisteminin önde gelen bileşenlerini doğru­
dan etkileyebilmekteyse de ölümle sonuçlanan aritmile­ HÎPERTANSİF KALP HASTALIĞI
rin büyük bölümü, ileti sisteminin uzağındaki kalp kası­
nın elektriksel irritabilitesiyle tetiklenmektedir. Hipertansiyon, Bölüm 9'da anlatıldığı gibi hatırı sayılır
Koroner arter hastalığıyla, daha önce anlatılan çeşitli morbidetinin eşlik ettiği; kalp, beyin, ve böbrekler dahil
klinik sonuçları arasındaki ilişki, Resim 10-15'te gösteril­ birçok organı etkileyen bir hastalıktır. Burada özellikle hi­
mektedir. pertansiyonun, aşırı basınç yüklenmesine ve ventrikiil hi-
AKÖ'e yatkın hastaların prognozu, özellikle ventrikü­ pertrofisine bağlı olarak gelişen başlıca kardiyak kompli­
ler fibrilasyonu algılayıp elektriksel olarak karşı koyan kasyonları üzerinde durulacaktır. Miyosit hipertrofisi,
otomatik kardiyoverter-defibrilatörler sayesinde olmak aşırı basınç yüküne uyum sağlamak üzere verilen bir ya­
üzere, tıbbi girişimlerle önemli ölçüde düzelmiştir. nıttır; ancak kalp kasındaki bu uyum yeteneği sınırlıdır
Hipertansif Kalp Hastalığı 387

ve inatçı hipertansiyon eninde sonunda disfonksiyonla, neklik kaybına neden o lu r ve sol atrium da dilatasyon mey­
kalbin genişlemesiyle, konjestif kalp yetmezliğiyle ve dana gelmesine yol açabilir. Uzun süren ve hastayı konjestif
hattâ ölümle sonuçlanır. Hipertansif kalp hastalığı en kalp yetm ezliğine götüren sistemik hipertansif kalp hastalı­
çok, sistemik hipertansiyona bağlı olarak sol kalbi etkiler­ ğında ven trikül tip ik olarak dilate olur.
se de pulmoner hipertansiyon, sağ kalpte gelişen ve cor M ikro skopik olarak, m iyositlerin enine çapı uzar, hücre
pulmonale adı verilen değişikliklere neden olabilir. çekirdeğinde belirgin büyüme ve hipe rkro m azi ( “ yü k vago­
nu çekirde k” ), ayrıca hücreler arasında fibrozis vardır.

Sistemik (Sol Kalbi Tutan) Hipertansif


Kalp Hastalığı

Hipertansif kalp hastalığındaki tanı kriterleri: (1) Kapak


K lin ik Ö z e llik le r
stenozu gibi daha başka kardiyovasküler patoloji olmak­
Kompanse hipertansif kalp hastalığı, tipik olarak asemp-
sızın gelişen sol ventrikül hipertrofisi ve (2) hipertansi­
yon öyküsü veya patolojik kanıtlarının mevcut olması; tomatik olup, yalnızca rutin fizik muayene sırasında kan
Framingham Kalp Çalışması, hafif (>140/90 mmHg) hi­ basıncı yüksek bulunduğunda ya da EKG'de veya eko-
pertansiyonun bile yeterince uzun zaman devam ederse, kardiyografide sol ventrikül hipertrofisi bulgularıyla kar­
sol ventrikül hipertrofisine neden olduğunu göstermiştir. şılaşıldığında şüphe edilir. Bazı hastalarda bu hastalık, at­
rial fibrilasyon (sol atrium büyümesine bağlı) ve/veya
ABD popülasyonunun kabaca dörtte birinde, en az hafif
hipertansiyon vardır. KKY başladığında dikkati çeker. Hipertansiyonun kalp
yetmezliğine yol açma mekanizmaları, tam olarak anlaşıl­
mış değildir; muhtemelen de hipertrofik miyositlerin, ye­
ni sarkomerlerdeki yapısal anormalliklere ve gelen kan
M ORFOLOJİ miktarının artan kas kitlesinin ihtiyacını karşılamakta
yetersiz kalmasına bağlı olarak etkili bir şekilde kasıla-
Daha önce de anlatıldığı gibi, kalbi aşırı basınç yüküyle kar­ mamasmdandır. Durumun şiddetine ve süresine, altta ya­
şı karşıya bırakan b ir hastalık olan sistemik hipertansiyona, tan hipertansiyon nedenine ve terapötik kontrolün yeter­
aşırı hacim yüklenm esinde görülenlerden b ir bakıma farklı li olup olmamasına bağlı olarak (1) hastalar, normal öm­
olan, m ikro şkgpik ve m akroskopik değişiklikler eşlik eder. rünü tamamlar ve ilişkisiz, başka nedenlerle ölür; (2) hi­
T ip ik olarak, sürecin çok ileri aşamalarına kadar ventrikül
pertansiyonun koroner aterosklerozu artırması nedeniyle
dilatasyonunun eşlik etmediği sol ven trikü l hipertro fisi,
ilerleyici IKH gelişir; (3) ilerleyici böbrek hasarı veya se-
sistem ik hipertansif kalf> hastalığının temel özelliğidir (Re­
rebrovasküler inme gelişir ya da (4) ilerleyici kalp yetmez­
sim 1 0 -1 6 , A). Kalbin, ağırlığı 50 0 gramı (norm alde 320-
liği gelişir. Ani kardiyak ölüm riski de artar. Hipertansi­
360 gram ); sol ventrikül duvarının kalınlığı 2 .0 santim etre­
yonun etkili bir şeküde kontrol altına alınması, berabe­
yi (norm alde 1.2-1.4 cm) aşabilir. Sol ventrikülün kalınlaş­
ması zaman içerisinde, diastoldeki dolum u aksatan b ir es­
rindeki risklerle birlikte kalp hipertrofisini önler ya hi-
pertrofinin regresyonu sağlanır.

Resim 10-16 Hipertansif kalp hastalığı. A , Sistemik (sol kalbi tutan) hipertansif kalp hastalığı. Sol ventrikül duvarında, ventrikül lümeninin
küçülmesine neden olan, belirgin konsantrik kalınlaşma vardır. Kalbin d ö rt odacığını da gösteren bu fotoğraflarda sol ventrikül ve sol at­
rium, sağ taraftadır. Sağ ventrikülde rastlantı sonucu, bir uyaran kaynağı (pacemaker) mevcuttur (ok). Sol ventrikül esnekliğindeki kayba
ve diastol sırasındaki gevşemenin bozulmasına bağlı sol atriumdaki dilatasyona (yıldız) dikkat edin. B, Kronik cor pulmonale. Sağ ventrikül
(bu fotoğrafın sol tarafında yer almıştır) önemli ölçüde genişlemiş ve hipertrofiye uğramıştır; serbest duvarında kalınlaşma ve trabeküller-
de hipertrofi vardır. Sol ventrikülün biçimi ve hacmi, büyümüş olan sağ ventrikül tarafından itilerek çarpıtılmıştır.
388 B O L U M 10 Kalp

Pulmoner Hipertansif Kalp O ÖZET


Hastalığı—C or Pulmonale
Hipertansif Kalp Hastalığı
Cor pulmonalede akciğer parenkiminirı veya pulmoner da­ • Hipertansif kalp hastalığı sol ya da sağ ventrikülü etkileye­
marların primer bozukluklarıyla açıklanabilen pulmoner hi­ bilir ve sağ ventrikül etkilendiğinde adı cor pulmonale ola­
pertansiyonun neden olduğu—çoğ a zaman sağ kalp yet­ rak değişir. Basınç yükselmeleri, duvar kalınlığını ve duvar­
mezliğinin eşlik ettiği sağ ventrikül hipertrofisi ve dilatas- daki esneklik kaybını artıran m iyosit hipertrofisine ve in­
yonu vardır. (Tablo 10-4). Sol ventrikül yetmezliğinin (ve­ terstisyel fibrozise neden olur.
ya konjenital kalp hastalığının) neden olduğu, sağ ventri­ • Sistemik hipertansiyonun neden olduğu kronik, aşırı ba­
kül dilatasyonu ve hipertrofisi çok daha fazla görülür sınç yükü sol ventrikülde, çoğunlukla ventrikülün diastol-
deki dolumun bozulmasına bağlı olan sol atrium dilatasyo-
ama burada, yapılan tanımlamanın dışında tutulmuştur.
nuyla birlikte konsantrik hipertrofiye neden olur. İnatçı
Cor pulmonale, pulmoner embolizme eşlik ettiği has­
aşırı basınç yüklenmesi ventrikülde, dilatasyonla birlikte
talardaki gibi akut, ya da kronik akciğer ve pulmoner vas-
yetmezliğe yol açabilir.
küler hastalıklardaki uzun süreli aşırı basınç yüklenmesi­
• C o r pulmonale, akciğerdeki prim er parenkim veya damar
ne bağlı olduğu hastalardaki gibi yavaş ve sinsi bir şekil­ sorunlarına bağlıdır. Hem sağ ventrikülün hem sağ atri-
de başlayabilir (Tablo 10-4). umun hipertrofisi kara kte ristiktir; yetm ezlik yerleştiğin­
de, dilatasyon da görülebilir.

MORFOLOJİ
KALP K AP A K LA R IN IN HASTALIKLARI
A k u t eor pulmonalede sağ ventrikül genellikle, yalnızca
genişlemiştir; eğer b ir em bolizm ani kardiyak ölüm le so­ Kalp kapaklarının hastalıkları, stenoz, kapak yetmezliği
nuçlanırsa, kalp norm al büyüklükte bile olabilir. K ro n ik (regürjitasyon) ya da beraberce her ikisi ile sonlanır.
eor pulmonalede ise sağ ventrikülde (çoğunlukla sağ atri- • Stenoz (darlık) bir kapağın tam olarak açılamaması ve ileri
um da) h ip e rtro fi m evcuttur. Uç vakalarda sağ ventrikülün doğru geçen kan akışını kısmen ya da tamamen tıkamasıdır.
duvar kalınlığı, sol ven trikülinkine eşit, hatta daha fazla bile Hemen her zaman için, primer bir küspis anormalliği
o lab ilir (Resim 1 0 -1 6 , B). V entrikül yetm ezliği geliştiğinde, ve yine her zaman için gerçek anlamda kronik bir sü­
sağ ventrikül ve atrium çoğu zaman genişlemiştir K ron ik reçtir (ör. kapak kalsifikasyonu veya nedbeleşmesi).
co r pulm onale hipertansiyon ortam ında görüldüğünden • Kapak yetersizliği bir kapağın tamamen kapanamaması ve
pulm oner a rte rle rd e sıklıkla, basınç yükselm elerinin uzun kan akışının regürjitasyonuna (geri kaçmasına)izin verme­
süredir m evcut olduğunu yansıtan aterom plakları ve diğer sidir. Kapakçıkların intrensek hastalığı (ör. endokardit)
lezyonları içerir. veya kapakçıklarda primer bir hasar olmaksızın, kapa­
ğı destekleyen oluşumların (aort, mitral annulus, chor­
da tendinae, papiller kaslar veya ventrikül serbest du­
varı) gereken desteği sağlamaması nedeniyle meydana
Tablo 10-4 Cor Pulmonale’ye Zemin Hazırlayan Durumlar gelir. Korda yırtılmalarındaki gibi birdenbire ya da ka­
Akciğer Parenkiminin Hastalıkları pakçıkların nedbeleşmesi ve retraksiyonuyla yavaş ya­
vaş gelişebilir.
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı
Kalp kapağında stenoz veya yetersizlik, tek başlarına ve­
Yaygın pulmoner interstisyel fibrozis
ya beraberce gelişebilir. Kapak hastalıkları sadece tek bir
Pnömokonyoz
kapakta (en çok mitralde) ya da birden fazla kapakta gö­
Kistik fibroz rülebilir. Hastalıklı kapaktan geçen kan akışı tipik olarak,
Bronşiektazi üfürüm adı verilen, anormal kalp seslerine neden olur;
Akciğer Damarlarının Hastalıkları kapaktaki şiddetli lezyonlar, titreşimler şeklinde ele gele­
bilir. Üfürümlerin göğüs duvarında en iyi işitildiği yer,
Tekrarlayan akciğer embolisi
mevcut olduğu kapağa göre değişir; üfürümün işitilme
Primer pulmoner hipertansiyon zamanı ve kalitesi (ör. kaba sistolik veya yumuşak diasto-
Yaygın pulmoner arterit (örneğin Wegener granulomatozu) lik üfürüm), kapak hastalığının doğasıyla (yetersizlik ve­
İlaca, toksinlere veya radyasyona bağlı damar tıkanması ya stenoz) ve şiddetiyle bağlantılıdır.
Yaygın pulmoner tümör mikroembolizmi
Kapak hastalığının sonucu, hangi kapağın tutulduğu­
na, mevcut bozukluğun derecesine, gelişme temposuna ve
Göğüs Kafesinin Hareketlerini Engelleyen Durumlar kompansasyon mekanizmalarının etkili olma derecesine
Kifoskolyoz bağlı olarak şekillenir. Örneğin, aort kapağını oluşturan
Belirgin obezite (pickwick sendromu) kapakçıklardan birinin, enfeksiyon yüzünden birdenbire
Nöromusküler hastalıklar
tahrip olması, yoğun kapak yetersizliğine ve birdenbire
başlayan kalp yetmezliğine neden olabilir. Oysa romatiz-
Pulmoner A rte r Konstriksiyonuna Neden Olan Durumlar mal mitral stenoz, yıllarca ilerler ve stenozun klinik etki­
Metabolik asidoz leri, seyrinin geç dönemlerine kadar tolere edilebilir.
Hipoksemi Kalp kapağı anormallikleri konjenital ya da edinsel ola­
bilir. Aort kapağında fonksiyon gören üç kapakçık yerine
Ana hava yollarının tıkanması
yalnızca iki kapakçık mevcut olması (biküspid aort kapağı),
idiyopatik alveoler hipoventilasyon en çok görülen konjenital kapak lezyonudur; canlı do-
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 389

ğumlarm %1-%2'sinde karşılaşılan bu malformasyonun, Tablo 10-5 Edinsel Kapak Hastalıklarının Etiyolojisi
aralarında Notch sinyalizasyon yolunu etkileyen protein­ M itral Kapak Hastalığı A o r t Kapağı Hastalığı
ler de bulunmak üzere çok sayıda mutasyona eşlik ettiği
Mitral Stenozu A o rt Stenozu
bildirilmiştir. Mevcut iki kapakçığın büyüklükleri eşit de­
ğildir ve daha büyük olan kapakçık orta çizgide, kapak­ İnflamasyon sonrası nedbeleşme İnflamasyon sonrası nedbeleşme
çıkların birbirlerinden tam olarak ayrılamamasıyla sonuç­ (romatizmal kalp hastalığı) (romatizmal kalp hastalığı)
Senil kalsifiye aort stenozu
lanan, çizgi-benzeri bir kabartı (raphe) oluşturur (Resim Konjenital deformasyonlu
10-17, B). Biküspid aort kapakları yaşamın erken yılların­ kapakta kalsifikasyon
da ne stenoza yol açar, ne de yetersiz kalır ama erkenden Mitral Kapak Yetersizliği A o rt Kapağı Yetersizliği
ortaya çıkan, ilerleyici kalsifikasyona (daha sonra anlatıl­
maktadır) eğilimlidir. Kapakçık ve komisür İntrensek kapak hastalıkları
anormallikleri İnflamasyon sonrası nedbeleşme
Kalp kapaklarındaki edinsel hastalıkların en önemli İnflamasyon sonrası nedbeleşme (romatizmal kalp hastalığı)
nedenleri Tablo 10-5'te özetlenmektedir; tüm kapak has­ Enfeksiyöz endokardit Enfektif endokardit
talıklarından yaklaşık üçte ikisinin nedeni, aort ve mitral Mitral kapak sarkması Aort hastalığı
kapaklarının edinsel stenozlarıdır. “Fenf-phent” etkisiyle kapak Dejeneratif aort dilatasyonu
fibrozisi Sifilitik aortit
Dejeneratif Kapak Hastalıkları Tensör aparey anormallikleri Ankilozan spondilit
Papiller kas yırtılması Romatoid artrit
Papiller kas disfonksiyonu Marfan sendromu
Dejeneratif kapak hastalıkları, kalp kapaklarındaki ekstra-
(fibrozis)
selüler matriks (ESM) bütünlüğünü etkileyen değişiklik­ Korda yırtılması
leri tanımlamak amacıyla kullanılan bir deyimdir. Deje­ Sol ventrikül boşluğu ve/veya
neratif değişiklikler: annulus anormallikleri
Sol ventrikül genişlemesi
® Kalsifikasyonlar, kapakçıklarda (tipik olarak aort kapa­ (miyokardit, dilate
ğında) (Resim 10-17, A ve B) veya annüler (mitral ka­ kardiyomiyopati)
pakta) olabilir (Resim 10-17, C ve D). Mitral annüler Mitral annulus kalsifikasyonu
kalsifikasyon, komşu ileti sistemini etkilemediği süre­ F e n f-p h e n t, fe n flu ra m in -fe n te rm in . S ch o e n FJ: S u rg ica l p a th o lo g y o f r e m o v e d
ce, genellikle semptom vermez. n a tu ra l an d p r o s th e tic valves. H u m P a th o l 1 8 :5 5 8 , 1 9 8 7 ’d e n alına n v e rile r,

• Kapaktaki fibroblast ve miyofibroblast sayılarının azalma­


sı ® ESM değişiklikleri. Bu değişiklik bazı vakalarda prote-
oglikan artışı, fibriler kollajen ve elastin azalması (mik-
somatöz dejenerasyon) şeklindedir; diğerlerinde ise ka­
pak, fibrotik ve nedbeleşmiş bir oluşuma dönüşür.
* Matriks metaloproteinazlannın veya inhibitörlerinin üre­
tilmesindeki değişiklikler
Kalp kapaklarındaki dejeneratif değişiklikler, karşı karşı­
ya kaldıkları, tekrarlayan mekanik stres nedeniyle olası­
lıkla, yaşlanma sürecinin kaçınılmaz bir parçasıdır: Kal­
bin yıllık kasılma/gevşeme sayısı yaklaşık 40 milyondur
ve kalp kapakları, normal olarak her açılıp kapandıkla­
rında önemli ölçüde deforme olmaktadır.

Kalsifiye Aort Stenozu


Kalsifiye aort dejenerasyonu, aort stenozunun en sık kar­
şılaşılan nedenidir. Bu stenoza yol açan patolojik meka­
nizmanın, ilerleyen yaşa bağlı ve kapağın düzenli olarak,
çok sayıda kullanılmasından kaynaklanan "aşınma ve
yıpranma" olduğu öne sürülmüşse de kapakçık fibrozisi-
nin ve kalsifikasyonunun, yaşla bağlantılı arteriyosklero-
zun kapaktaki karşılığı olduğu görüşü gittikçe daha çok
yandaş bulmaktadır. Böylece; hiperlipidemiye, hipertan­
siyona, inflamasyona ve aterosklerozda rolü olan diğer
faktörlere bağlı kronik hasar, patogenezinde olasılıkla
Resim 10-17 Kalp kapağında kalsifikasyona bağlı dejenerasyon. A, önemli role sahiptir. Kalsifiye dejenerasyon hastaların bü­
Daha önceleri normal olan bir aort kapağında (kapağa yukarıdan yük bölümünde semptom vermez ve yalnızca, kalsifikas-
bakılmaktadır) gelişen, kalsifik aort stenozu. Nodul şeklindeki kal­ yonlarm rutin göğüs filmlerinde veya otopside rastlantı
siyum kitleleri, Valsalva sinüslerinde (ok) yığılmaktadır. Komissürle- sonucu görülmesiyle keşfedilir. Diğer hastalardaki kapak
rin, romatizmal aort stenozundakinin (Resim 10-19, C) aksine ya­ sklerozu ve/veya kalsifikasyonu, cerrahi girişim gerekti­
pışık olmadığına dikkat edin, B, Konjenital bisküspid aort kapağın­ ren stenoz yapacak kadar şiddetli olabilir.
daki kalsifiye aort darlığı, iki kapakçıktan biri, orta kısmında kısmen
Kalsifiye aort stenozunun insidansı, popülasyondaki
yapışmıştır (raphe) (ok). C ve D, Kalsifiye nodüllerin, mitral kapak­
çıkların tutundukları kenarlarda (annulus) yer aldığı (oklar) kalsifiye
yaş ortalamasının yükselmesiyle birlikte artmaktadır. Bu
aort stenozu. C, Sol atriumdan görünüm. D, Kalsifikasyonun altta­ stenoz anatomik açıdan normal kapaklarda kendisini,
ki miyokarda yayıldığını gösteren kesit. Ventriküier septum yakının­ hastalar 70'li ve 80'li yaşlara geldiğinde belli etmeye baş­
daki komşu oluşumların bu şekilde kalsifikasyonu, ileti sistemini et­ lar; biküspid aort kapağı olan hastalarda çok daha erken
kileyebilir. (sıklıkla 40Tı-50Ti) yaşlarda ortaya çıkar.
390 BÖLÜM 10 Kalp

MORFOLOJİ MORFOLOJİ
Kalsifiye a o rt stenozunun ayırıcı özelliği, kapakçıkların kan M itral kapakçıkların balonlaşması (bombeleşmesi), m itral
akımı tarafında çıkıntı oluşturan kalsifiye kitlelerin varlığıdır. kapaktaki m iksom atöz dejenerasyonun ayırt edici özelliği­
Bunlar Valsalva sinüslerine uzanarak, kapağın açılmasını d ir (Resim 1 0 -1 8 ). Hastalıklı kapakçıklar genişlemiştir, gev­
m ekanik olarak engeller (Resim 10-17, A ve B). Komissür- şektir, kalındır ve kauçuk gibidir; kordalarda uzama, incel­
lerin kaynaşması (genellikle daha önceki b ir inflamasyonun me ve bazen de yırtılm a eğilimine sahiptir. P rim er vakalar­
b e lirtisid ir), kapakçıkların sekonder olarak fib ro tik olabil­ da aynı dejenerasyon sıklıkla (hastaların % 20-% 40’ ında),
mesine veya kalınlaşmasına rağmen, dejeneratif a o rt steno­ triküspid kapakta, daha seyrek olarak a o rt kapağında ve
zunun tip ik b ir özelliği değildir. Daha erken gerçekleşen ve pulm oner kapakta da m evcuttur. H isto lojik muayenede
hem odinam ik önem i olmayan kalsifikasyon evresine, a o rt gözlemlenen tem el değişiklik, kapaktaki fibrosa tabakası
kapağı stenozu adı verilm ektedir. olarak bilinen ve kapak bütünlüğünün, yapısal bütünlüğüne
bağlı olduğu tabakanın incelmiş olmasıdır; buna, miksoma­
tö z (m uko id) materyal birikm esi nedeniyle ortadaki spors-
K lin ik Ö z e llik le r giosa tabakasının genişlemesi de eşlik eder. M iksom atöz
Stenoz şiddetliyse, kapak açıklıkları %70-%80 oranında dejenerasyonun ESM’deki intrensek b ir kusura bağlı (p ri­
(normaldeki yaklaşık 4 cm2'den 0.5-1 cm2'ye kadar) kü­ m er) olduğu vakalarla, başka bir etiyoloji (ör. iskemik dis­
fonksiyon) sonucu gelişen kapak yetersizliğine sekonder ol­
çülebilir. Kalp dakika hacmi yalnızca, sol ventrikülün
duğu vakalarda aynı değişiklikler görülür.
konsantrik hipertrofisiyle devam ettirilebilir; çıkıştaki
kronik tıkanıklık, sol ventrikül basıncını 200 mm Hg ve
daha fazlasına yükseltebilir. Hipertrofik kalp kası iskemi-
ye yatkın olduğundan, angina gelişebilir. Sistolik ve dias- K lin ik Ö z e llik le r
tolik disfonksiyon birleşerek KKY'ne neden olur ve so­ Hastaların büyük bölümünde herhangi bir semptom
nunda kardiyak dekompansasyon yerleşir. Aort stenozu mevcut olmadığından mitral kapaktaki anormallik yal­
olan bir hastada angina, KKY veya senkop gelişmesi, nızca, fizik muayene sırasında rastlantı sonucu fark edilir.
lcompansasyon amaçlı kardiyak hiperfonksiyonun artık Hastaların küçük bir bölümünde palpitasyon, dispne ve­
işe yaramadığını haber verir ve cerrahi girişim uygulan­ ya atipik göğüs ağrısı şikâyetleri vardır. Oskültasyon sıra­
madığı sürece karanlık bir prognozu işaret eder. Hastala­ sında, gevşek kapakçıkların ve kordalarm, kapak kapan­
rın %50-80'i KKY, angina ve senkop gibi semptomların maya çalışırken birdenbire gerilmesinden kaynaklanan,
başlangıcını izleyen 2-3 yıl içerisinde ölür. midsistolik bir klik işitilir; buna, kapak yetersizliğine bağ­
lı bir üfürüm eşlik edebilir veya etmeyebilir. Hastalığın
Mitral Kapakta Miksomatöz Dejenerasyon doğal ve klinik seyri hastaların büyük bölümünde iyi huy­
Mitral kapaktaki miksomatöz dejenerasyonda mitral kapak­ ludur ama yine de, hastaların %3 kadarında, özellikle de
çıklardan biri veya her ikisi "gevşektir" ve sistol sırasında
sol atrium içerisine doğru balonlaşır (prolapsus). Mitral
kapak sarkması (prolapsus); miksomatöz mitral kapak de­
jenerasyonunun en fazla karşılaştığımız tipidir ve erişkin
popülasyonun %0.5-%2.4'ünde görüldüğünden, Batı dün­
yasındaki, en yaygın valvüler kalp hastalığı tipi olarak bi­
linir. Bu patoloji, cinsiyet ayırımı yapmaz. Mitral kapakta
sekonder miksomatöz dejenerasyon; diğer herhangi bir
nedene (ör. İKH'na) bağlı mitral kapak yetersizliğinde gö­
rülebilmektedir.

PATOGENEZ
M itral kapaktaki p rim er m iksom atöz dejenerasyonun ne­
deni bilinm em ektedir. A ncak zem ininde bağ dokusu sente­
zinde veya yeniden biçimlenmesinde sistem ik bir intrensek
kusur bulunması m üm kündür. M itral kapakta m iksom atöz
dejenerasyon bu nedenle, fib rilin -1 mutasyonlarına bağlı bir
sendrom olan M arfan sendrom unda (Bölüm 6 ) sık görülen
b ir ö ze lliktir; bazen diğer bağ dokusu hastalıklarına da eşlik
edebilir. M itral kapakta p rim e r m iksom atöz dejenerasyon
m evcut olan bazı hastalarda, sistem ik bağ dokusunda ilâve
yapısal an orm a llikler (ör. skolyoz, damak kavsinin yüksek
olması) bulunabilir. Yapısal pro te in lerd eki (veya bunları
üreten hücrelerdeki) gizli kusurlar, hem odinam ik stres al­
tında bulunan, m ik ro fib rille r ve elastin bakımından zengin Resim 10-18 Mitral kapakta miksomatöz dejenerasyon. Arka mit­
bağ dokusunun (örneğin kalp kapaklarının) ESM kusurları­ ral kapakçığın (ok) sol atriuma sarkmasıyla birlikte belirgin bir bom-
na neden olmasını sağlayabilir. M itral kapaktaki s e k o n d e r beleşme vardır; sol atriumun genişlemiş olması, kapak yetersiz­
m iksom atöz değişiklik olasılıkla kapaktaki m iyofibroblastla- liğinin ve aşırı hacim yüklenmesinin uzun süredir devam ettiğini yan­
sıtır. Sol ventrikül, kalbin dö rt odacığını gösteren bu fotoğrafın sağ
rın, norm al olmayan hem odinam ik güçlere k ro n ik olarak
tarafında yer almaktadır.
m aruz kalmasına bağlıdır.
(William D . Edwards, M D , Mayo Clinic, Rochester, Minnesota, ABD'nin izniyle)
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 391

korda veya kapakçık yırtılmalarında hemodinamik ba­ to g n o m o n iktir (Resim 1 0 -1 9 , B); bu cisimcikler, aralarında
kımdan önemli mitral kapak yetersizliği ve konjestif kalp dağınık olarak plazma hücreleriyle aktive, şişkin makrofajla-
yetmezliği gibi komplikasyonlar gelişebilir. Primer mik- rın (Anitschkow hücreleri) yer aldığı lenfosit (öncelikle T
somatöz dejenerasyon hastalarında ayrıca, enfeksiyöz en- hücresi) birikim leridir. Ayrıca zaman zaman, noktasal fib ri­
dokardit (ileride anlatılmaktadır) ve ventrikül aritmileri­ noid nekroz alanlarına rastlanır. Anitschkow hücrelerinde
ne bağlı, ani kardiyak ölüm riskleri artmıştır. Sol atrium- bol m iktarda sitoplazma ve merkezde, ince, dalgalı, kurdele
da oluşan trombuslar seyrek olarak, inmeyle veya diğer şeklinde bir yapı oluşturm ak üzere kondanse olmuş krom a­
sistemik infarktüslere yol açabilir. tin içeren bir çekirdek vardır ( “ tırtıl hücreler” ). A k u t rom a­
tizmal ateş sırasında A schoff cisimcikleri, kapaklar da dahil
Romatizmal Kapak Hastalıkları olm ak üzere kalbin her üç tabakasında da (perikard, miyo-
kard, endokard) görülebilir. Bu nedenle rom atizm al ateşin,
Romatizmal ateş, akut, bağışıklık sisteminin aracılık etti­
aşağıdaki dikkat çekici özellikler taşıyan b ir pankardite ne­
ği, A grubu p-hemolitik streptokok enfeksiyonları (genel­
den olduğu söylenir:
likle farenjit, seyrek olarak ateş, deri enfeksiyonu gibi di­
• Perikardda, genellikle sekel bırakmaksızın iyileşen fibri-
ğer enfeksiyonlar) sonrası gelişen ve çok sayıda sistemi nöz b ir eksuda vardır.
tutan, inflamatuar bir hastalıktır. Romatizmal kalp hasta­ • Miyokarda, interstisyel bağ dokusunun içerisine dağılmış
lığı, bunun kalpteki belirtisidir. Kalbin bütün bölümlerinde A schoff cisimcikleri görülür.
inflamaşyön gelişir ama kapak inflamasyonu ve nedbeleşme- • Kalp kapaklarında, kapanma çizgileri boyunca fibrin b irik­
leri, en önemli klinik özellikleridir. mesiyle birlikte fibrinoid nekroz meydana gelir (Resim
Romatizmal kapak hastalığı öncelikle, şekil bozuklu­ 1 0 -19 , A); bu fibrinoid nekroz, kalp fonksiyonunda pek
ğuna yol açan mitral stenoz şeklindedir; romatizmal kalp az bozukluğa neden olan, verruca adlı, 1 - 2 m ilim etrelik
hastalığı temelde, edinsel mitral stenozunun tek nedeni­ vejetasyonlar oluşturur.
dir. Romatizmal ateşin (ve dolayısıyla romatizmal kalp K ro n ik rom atizm al kalp hastalığı, akut inflamasyonun
hastalığının), Batı dünyasının birçok bölgesindeki insi- organize olduğu ve ardından nedbeleştiği bir dönemi temsil
dansı, geçtiğimiz birkaç 10 yıl boyunca hatırı sayılır azal­ eder. A schoff cisimciklerinin yeri fib rö z nedbe dokusu aldı­
ma göstermiştir. Bu olumlu gelişme, sosyoekonomik ko­ ğından bu lezyonlar, kro n ik rom atizm al kalp hastalığında çok
şulların iyileşmesinin, streptokok farenjitinin hızla teşhis seyrek görülebilir. En karakteristik gelişme olarak kapakçık­
ve tedavi edilmesinin, ayrıca A grubu birçok streptokok larda kalıcı kalınlaşma ve rekraksiyon vardır. Mitral kapakta
suşunun virulansmm, şans eseri (ve açıklanamayan bir klasik olarak kapakçık kalınlaşması, komisürlerin bitişmesi,
şekilde) azalmış olmasının ortak sonucudur. Romatizmal kordaların kısalması ve kalınlaşması göze çarpar (Resim
ateş ve romatizmal kalp hastalığı yine de; gelişmekte olan 10-19, C-E). Kapak kom isürleri arasında uzanan fib rö z köp­
rüler ve kalsifikasyon, “ balık ağzı” veya “ düğme deliği” şek­
ülkelerde ve gelişmiş ülkelerin de, ekonomik durumu iyi
linde stenozlar oluşturur (Resim 1 0 -1 9 , C). M ikroskop mu­
olmayan kent alanlarında, önemli halk sağlığı sorunları
ayenesinde, normal kapakçık yapısını ortadan kaldıran ne-
yaratmaya devam etmektedir.
ovaskülarizasyon (Resim 1 0 -1 9 , D ’ de m akroskopik olarak

o PATOGENEZ
A k u t romatizmal ateş; klasik olarak A grubu streptokok mo­
da görülm ektedir) ve yaygın fibrozis mevcuttur.
Kapak stenozu ve yetersizliği; romatizmal kalp hasta­
lığının en önemli fonksiyonel sonuçlarıdır; bunlardan stenoz,
ortam a hâkim olma eğilimindedir. Romatizmal kalp hastalığı­
leküllerine karşı gelişen ve aynı zamanda konak antijenleriy­ nın bu fonksiyonel sonuçlarının % 75’ i m itral kapakta, % 25’i
le de çapraz reaksiyona giren antikorlarla açıklanan bir aşırı hem m itral kapakta hem a o rt kapağında görülür; triküspid
duyarlılık reaksiyonudur (Bölüm 4 ’e de bakınız). Özellikle kapakta daha seyrek ve daha hafiftir; pulm oner kapakta he­
de, belirli strepto kok suşlarının M proteinlerine karşı oluşan men hiç görülmez. Sıkı b ir m itral stenoz varlığında sol atri­
antikorlar, kalp kasındaki ve kapaklarındaki proteinlere bağ­ um, aşırı basınç yüklenmesi nedeniyle genişleyerek fîbrilas-
lanarak, komplemanın ve Fc reseptörünü taşıyan, hücrelerin yona zemin hazırlar. Dilatasyon ve fibrilasyon beraberce,
(m akrofajlar da dahil) aktivasyonu üzerinden gerçekleşen tro m b o z için elverişli bir ortam oluşturduğundan, büyük mu­
hasara yol açmaktadır. S treptokok peptidlerini tanıyan ral trom buslara sık rastlanır. Uzun süre devam eden venöz
C D 4+ T hücreleri de konak antijenleriyle çapraz reaksiyona konjesyon akciğerde, sol kalp yetmezliğine özgü damar ve
girerek, sitokinlerin aracı rolünü üstlendiği inflamatuar yanıt­ parankim değişikliklerine yol açar. Bu değişiklikler zamanla,
lara neden olur. Semptomların, infeksiyon başlangıcından ka­ sağ ventrikül hipertrofîsine ve yetmezliğine neden olur. Yal­
rakteristik olarak 2-3 hafta sonra ortaya çıkması, bağışıklık nızca m itral stenoz varsa, sol ventrikül genellikle normaldir.
reaksiyonunun oluşması için ihtiyaç duyulan süreyle açıklan-
maktadır. Kalpteki lezyonlarda, streptokoklar hiç mevcut
değildir. Romatizmal ateş, enfekte hastaların çok küçük bir K lin ik Ö z e llik le r
bölümünde (% 3’ ünde) geliştiğinden; çapraz-reaksiyon şek­ Akut romatizmal ateş en çok çocuklarda görülür; kardit,
lindeki bağışıklık yanıtının verilmesinde, genetik b ir yatkınlı­ bu yaşlardaki başlıca klinik belirtidir. Yine de ilk atakla­
ğın rol oynuyor olma olasılığı vardır. K ronik fîb ro tik lezyon- rın %20 kadarı erişkinlerde görülmekte ve öncelikle artri-
lar, akut inflamasyonunun rezolüsyonuna eşlik eden iyileş­ te neden olmaktadır. Semptomlar bütün yaş gruplarında
menin ve nedbeleşmenin, tahmin edilebilen sonuçlarıdır. tipik olarak, streptokok infeksiyonundan 2-3 hafta sonra
ortaya çıkar; ateş ve büyük bir eklemde günlerce devam
eden ağrı ve şişliğin, arkada herhangi bir engellilik bırak­
MORFOLOJİ madan, kendiliğinden iyileşerek daha sonra bu eklemi
terk edip başka bir büyük eklemde belirmesi ve aynı şe­
Çeşitli dokulardaki inflamasyon odaklan, akut rom atizm al
kilde seyretmesi şeklinde görülen göçmen poliartrit, söz
ateşin ayırt edici özelliğidir. Bu lezyonlar miyokardda, A sc­
hoff cisim cikleri olarak bilinir ve romatizmal ateş için pa-
konusu semptomların habercisidir. Semptomlar başladı­
ğında yapılan kültürlerin genellikle negatif sonuçlanma-
392 BÖLÜM 10 Kalp

Resim 10-19 A kut ve kronik romatizmal kalp hastalığı. A , Kronik romatizma kalp hastalığı zemininde gelişen romatizmal mitral valvülit.
Mitral kapakçığın kapanma çizgisi boyunca küçük vejetasyonlar (verruca) görülmektedir (oklar'). Daha önceki romatizmal valvülit atakları,
kordalarda fibröz kalınlaşmaya ve füzyona (kaynaşma) neden olmuştur. B, A kut romatizmal karditte bir Aschoff cisimciğinin mikroskopik
görünümü; merkezde, çevresi mononükleer inflamatuar hücrelerle, çekirdekleri belirgin olan bazı aktive makrofajlarla ve dalgalı (tırtıl)
kromatinle (oklar) kuşatılmış olan nekroz vardır. C, ve D, Kapakçıklardaki yaygın fibröz kalınlaşmayla ve distorsiyonla, komissürlerin
bitişmesiyle (oklar), ayrıca kordaların kısalması ve kalınlaşmasıyla birlikte yaygın mitral stenoz. Kapağın yukarıdan bakıldığı zamanki
görünümünde (C ) sol atriumun önemli ölçüde genişlediği görülmektedir. D, Açık durumdaki romatizmal bir mitral kapakta ön kapakçık;
inflamatuar neovaskülarizasyona dikkat edin (ok). E Ameliyatla çıkarılmış romatizmal aort stenozu piyesinde kapakçıkların, komissürlerin
bitişmesiyle birlikte kalınlaşması ve distorsiyonu
(£ , Schoen FJ, St John-Sutton M : Contemporary issues in the pathology o f valvular heart disease. Hum Pathol 18:568, 1967'den.)

sına rağmen, bir veya birkaç streptokok antijeninin (ör­ oluşan hasar kümülatiftir. Ancak kronik romatizmal kardit
neğin streptolizin O veya DNAz) serum titreleri, genellik­ kendisini, ilk romatizmal ateş atağından yıllar, hatta on­
le yüksek bulunur. Perikarddan kaynaklanan sürtünme larca yıl geçmeden klinik olarak belli etmez. Belli ettiğin­
sesi, ayrıca aritmiler, karditin klinik belirtilerdir. Miyo- de ise kapak hastalığının belirtileri ve semptomları; han­
kardit yeterince agresifse, kalp genişleyerek fonksiyonel gi kalp kapağının (kapaklarının) hasta olduğuna göre şe­
mitral yetmezliğe ve konjestif kalp yetmezliğine neden killenir. Çeşitli üfürümlere, kalp hipertrofisine, dilatasyo-
olur. Ne olursa olsun akut romatizmal ateş, hastaların % nuna ve konjestif kalp yetmezliğine ek olarak hastalarda
l'den azmin ölümüne yol açar. çoğu zaman; özellikle mitral stenoz bulunanlarda atrial
Akut romatizmal ateş tanısında, daha önceki strepto­ fibrilasyon olmak üzere aritmiler ve atrial mural trombüs-
kok infeksiyonuna ait serolojik kanıt ve Jones kriterlerin­ lere bağlı tromboemolik komplikasyonlar vardır. Uzun
den ikisi veya daha fazlasının mevcut olması temel alınır: dönemdeki prognoz, ileri derecede değişkendir. Bazı has­
(1) kardit; (2) büyük eklemlerdeki gezici artrit; (3) deri-al- talarda acımasız bir valvüler deformite döngüsü yerleşe­
tı nodülleri; (4) erythema marginatum şeklindeki deri dö­ rek, fibrozis gelişmesini daha da artıran hemodinamik
küntüleri ve (5) istem dışı, hızlı hareketlerle karakterize anormalliklere yol açar. Hastalıklı kapakların ameliyatla
nörolojik bir hastalık olan Sydenham koresi (St Vitus dan­ onarılması veya değiştirilmesi, romatizmal kalp hastalığı­
sı da denen). Ateş, eklem ağrıları, EKG değişiklikleri ve­ nın prognozunu büyük ölçüde düzeltmiştir.
ya akut faz proteinlerinin yükselmesi gibi minör kriterler,
tanının desteklenmesine yardım edebilir. Enfektif Endokardit
Başlangıçtaki bir ataktan ve immünolojik bellek oluş­
masından sonra hastalar hastalığın, daha sonraki strepto­ Enfektif endokardit, hızla tanı konulmasını ve girişim
kok infeksiyonları sırasında reaktivasyonuna daha açık­ gerçekleştirilmesini zorunlu kılan, ciddi bir enfeksiyon­
tır. Kardit, her atakta daha da şiddetlenme eğilimi taşır ve dur. Kalp kapaklarının veya mural endokardm mikroplar
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 393

tarafından—çoğu zaman alttaki kalp dokularının tahrip yonların derinliklerine gömülü organizmaların kana bırakıl­
olmasıyla birlikte—istilâ edilmesi karakteristik olarak; maması nedeniyle kandan hiçbir organizm a izole edilemez
nekrotik debristen, trombüsten ve organizmalardan olu­ ( “ kültür-negatif” endokardit).
şan, kitleli, kolayca zedelenebilen vejetasyonların gelişme­ M ikropların kan dolaşımında m evcut olması, endokardi­
siyle sonuçlanır. Aort, anevrizma keseleri, diğer kan da­ te zemin hazırlayan faktörle rde n en başta gelenidir. M ik ro ­
marları ve protezler de enfekte olabilir. Mantarların, ri- bun kan dolaşımına giriş mekanizması veya kapısı; başka bir
ketsiyalarm (Q humması etkeni) ve klamidyalarm da en- yerdeki, açıkça belili olan b ir infeksiyon, geçici bakteriyem i-
dokardite yol açabildiği vakaların çok büyük bölümünde ye yol açan dental ya da cerrahi b ir prosedür, kontam ine
etken, hücre-dışı bakterilerdir. materyalin kötü amaçla intravenöz ilaç kullanımı sırasında
Enfektif endokardit, klinik seyrin temposuna ve şidde­ doğrudan doğruya kana verilmesi veya bağırsaktaki, ağız
tine göre akut ve subakut olarak iki şekilde olabilmektedir. boşluğundaki veya önemsiz zedelenm elerdeki gizli bir kay­
Bu ayırım, sorumlu mikrobun virülansıyla ve zeminde nak olabilir. Elverişli zemin hazırlayan anatom ik odakların
herhangi bir kalp hastalığının mevcut olup olmamasıyla ve bakteriyem i nedeni olan klinik durum ların fa rk edilmesi
ve bilinmesi, uygun antibiyotik profilaksisine olanak verir.
açıklanabilir. Ancak, akut ve subakut endokardit arasın­
da kesin bir sınır çizilemeyeceğini ve birçok vakanın, bu
iki şeklin arasında bir yerde bulunduğunu belirtmek ge­
rekir. M ORFOLOJİ
• Akut endokardit hiç de sakin seyretmeyen, sıklıkla ileri G erek akut, gerekse subakut endokarditlerde kalp kapakla­
derecede virülan bir organizmanın önceden normal rının üzerinde; fibrin, inflam atuar hücreler ve m ikro orga­
bir kalp kapağına saldırmasıyla gelişen, uygun antibi­ nizm alar içeren büyük, kolayca parçalanan, d e strü k tif
yotik tedavisine ve/veya cerrahi tedaviye rağmen mor- vejetasyonlar vardır (Resim 1 0 -2 0 ve 1 0 -2 1 ). Enfeksiyo­
bidite ve mortalitesi yüksek, tahrip edici bir enfeksi­ nun en fazla geliştiği yerler, a o rt kapağı ve m itral kapaktır
yondur. ama triküspid kapak da, intravenöz madde bağımlılarında
• Subakut endokardit, önceden anormal olan kalplerde, endokardite sıklıkla sahne olur. Tek veya çok sayıda olabi­
özellikle de nedbeleşmiş veya şekil bozukluğu olan ka­ len vejetasyonlar, birkaç kalp kapağında birden ye r alıyor
paklarda gelişen, virülansı çok yüksek olmayan orga­ olabilir; bu vejetasyonlar bazen, alttaki kalp kasını aşındıra­
nizmaların yol açtığı bir enfeksiyondur. Subakut endo­ rak bir apse boşluğu (h alka apse) oluşturabilir (Resim 10-
kardit tipik olarak sinsidir, hattâ tedavi edilmese de 21, B). Kolayca zedelenebilen oluşum lar olmaları nedeniyle
haftalarca, aylarca devam eder; uygun antibiyotik te­ vejetasyonlar sıklıkla, emboli kaynağı olabilm ektedir. Par­
davisi, hastaların büyük bölümünü iyileştirir. çalanan vejetasyonlar çok sayıda organizm a içerdiğinden,
embolizasyon yerinde çoğu zaman gelişen apseler, septik
in fark tü s ve m iko tik anevrizm a gelişmesine yol açabilir.
PATO G EN EZ Subakut endokardit, akut endokarditle kıyaslandığında
kalp kapaklarını daha az tah rip eder. M ikro skopik incele­
Enfektif e n do kardit, daha önce norm al olan b ir kapakta ge­ mede, e n fe ktif endokarditin subakut vejetasyonlarının ta­
lişebilirse de rom atizm al kalp hastalığı, m itral prolapsus, bi- ban kısmında sıklıkla, zaman içinde kro n ik inflam atuar infilt-
küspid a o rt kapakları ve kalsiflye kapak stenozu gibi kalp rasyonları, flbrozisi ve kalsifikasyonu teşvik eden granülas-
an orm allikleri, bu enfeksiyona elverişli zemin hazırlayabilir. yon dokusu (kronikleşm eyi düşündüren) vardır.
G ünüm üzdeki bütün enfeksiyöz en do kardit vakalarının
% 10-% 20’si, kalp kapağı protezlerinde gelişmektedir. Kalp
pilinin bağlantılarındaki, kalıcı kate te rlerd eki ve daha önce­ K lin ik Ö z e llik le r
ki kalp hastalıklarına bağlı je t akışları nedeniyle hasar gör­ Ateş, enfektif endokarditin en değişmez belirtisidir ama
müş endokard üzerindeki steril fib rin b irikim le ri, bakterile­ subakut hastalıkta, özellikle de yaşlılarda mevcut olmaya­
rin yuvalanarak endokardite yol açabileceği uygun odaklar­
bilir ve belirtiler spesifik olmayan bitkinlik, kilo kaybı ve
dır. N ö tro p e n i, bağışıklık eksikliği, malignite, diabetes mel-
gribe-benzer bir sendrom şeklinde ortaya çıkabilir; suba­
litus veya alkol ya da intravenöz ilaç istismarı gibi konak fak­
kut vakalarda splenomegali de sık görülür. Oysa akut en­
tö rle ri, e n fe k tif en do kardit riskini a rtıra b ilir ve prognozu
olum suz etkileyebilir.
dokardit kendisini çoğu zaman hızla yükselen ateşin, tit­
Etken organizm alar, altta yatan risk fa ktö rle rin e bağlı remelerin, dermansızlığın ve yorgunluğun yer aldığı, fır­
olarak farklıdır. Hasarlı veya şekil bozukluğu olan kalp ka­ tınalı bir başlangıçla gösterir. Sol kalpte lezyonları olan
paklarında gelişen endokarditlerin % 50-% 60’ ı; ağız florası­ hastaların %90'mda üfürümler vardır; mikroemboliler
nın nispeten sıradan b ir üyesi olan Streptococcus viridans ta­ peteşilere, tırnak yatağında (splinter) kanamalara, retina
rafından meydana ge tirilir; daha virülan b ir bakteri olan ve kanamalarına (Roth benekleri), avuçlarda veya tabanlarda
deride sık rastlanan Staphylococcus aureus ise şekil bozuklu­ ağrısız, eritematöz lezyonlara (Janeıvay lezyonlan) veya
ğu olan kalp kapakları kadar, sağlıklı kalp k ap akların a parmak uçlarında ağrılı nodiillere (Osier nodüllerî) neden
da saldırabilir ve bütün endokarditlerin % 1 0 -% 2 0 ’ sinden olabilir; tanı, pozitif kan kültürleriyle ve ekografi bulgula­
sorum ludur; aynı bakteri, intravenöz madde bağımlıların­ rıyla doğrulanır.
daki enfeksiyonların da önde gelen nedenidir. Enterokoklar Prognoz, enfeksiyöz organizmaya ve komplikasyonla­
ve HAC EK (Haemophilus, Actinobacillus, Cardiobacterium, Ei- rın gelişip gelişmemesine bağlı olarak şekillenir. Kompli­
kenella ve Kingella) grubunun, tüm ü de ağız boşluğunda ko- kasyonlar genellikle, enfeksiyon sürecinin başlamasını
mensal olara k yaşayan üyeleri de, e n do kardit nedeni olabil­ izleyen ilk hafta içerisinde ortaya çıkar ve antijen-antikor
m ektedir. Etken organizm a seyrek olarak gram -negatif ba­
komplekslerin glomerüllerde sıkışıp kalmasına bağlı glo-
siller veya m antarlar olabilir. Tüm en do kardit vakalarının
merülonefrit ve bununla beraber hematüri, albüminüri
% 1 0 ’unda; önceki antibiyotik tedavisi, saldırgan bakterinin
veya böbrek yetmezliği şeklinde olabilir (Bölüm 13). Sep­
izolasyonundaki güçlükler veya kalp kapağındaki vejetas­
tik bir patofizyolojik tablo, alttaki kalp kasının invaze
RKH EE NBTE LSE
Resim 10 -2 0 Vejetatif endokarditin başlıca şekilleri. Romatizmal kalp hastalığının (RKH) akut romatizmal ateş döneminde; kapakların
kapanma çizgileri boyunca küçük, siğilimsi, inflamatuar vejetasyonlar belirir; inflamasyon düzeldikçe, önemli ölçüde nedbeleşme meydana
gelebilir. Enfektif endokarditin (EE) ayırıcı özelliği büyük, düzensiz, çoğu zaman tahrip edici özelliği olan kitlelerin kapaklardan komşu
dokulara (örneğin kordalar veya kalp kası) uzanabilmesidir. Nonbakteriyel (bakteriyel olmayan), trom botik endokardit (NBTE) kendisini
tipik olarak kalp kapağının kapanma çizgisindeki küçük-orta boy, tahrip edici özelliği olmayan vejetasyonlarla gösterir. Libman-Sacks en-
dokarditi (LSE), kapakçıkların her iki yüzüne de tutunabilen, küçük-orta boy, inflamatuar vejetasyonlarla karakterizedir; bunlar, ned-
beleşerek iyileşir.

edildiği izlenimini veren aritmiler ve sistemik embolizas- de görülebilir ama genel düşkünlük veya aşırı zayıflama
yon gelişmesi, özellikle ağır gelişmelerdir. Sol taraftaki, nedeni olan çok çeşitli hastalıklara, bakteriyel olmayan
tedavi edilmemiş infeksiyöz endokardit genellikle ölümle trombotik endokardit riskinde artış eşlik ettiğinden, bu
sonuçlanır. Ancak uygun antibiyotiklerin uzun süre (en endokardit aynı zamanda "marantik" sıfatıyla da anılır;
az 6 hafta) kullanılması ve/veya kapak replasmanı, mor- bu endokarditteki lezyonlar, enfektif endokardittekinin
taliteyi azaltır. Streptococcus viridans veya Streptococcus aksine sterildir ve destrüktif değildir (Resim 10-22).
bovis gibi virülansı düşük organizmaların neden olduğu Kapak hasarı, bakteriyel olmayan endokardit gelişme­
endokarditlerdeki iyileşme oranı, %60-%90 arasındadır. si için gereken bir ön koşul değildir: gerçekten de bu en­
Buna karşılık aerob gram-negatif basillerin veya mantar­ dokardit genellikler, daha önce normal olan kapaklarda bu­
ların neden olduğu enfeksiyonlarda hastaların yarısı, lunur. Bunun yerine kronik dissemine intravaskiiler ko-
eninde sonunda kaybedilir. Protez kapaklar üzerinde ge­ agülasyon, hiperöstrojenik durumlar ve özellikle müsi-
lişen endokarditteki iyileşme oranı, genel ortalamadan nöz adenokarsinom olmak üzere altta yatan bir maligni-
%10-%15 daha düşüktür. te gibi hiperkoagülasyon durumları, hu endokarditin olağan
prekürsörleridir. Malignitelerle birliktelik muhtemelen do­
Enfekte-OImayan Vejetasyonlar laşımdaki müsinin ve/veya söz konusu tümörlerden ser­
best kalan doku faktörünün prokoagülan etkisiyle bağ­
Nonbakteriyel (Bakteriyel Olmayan) lantılıdır. Kalıcı bir kateterin yol açtığı cinsten endokard
Trombotik Endokardit travması da, bu endokardite zemin hazırladığı bilinen du­
Nonbakteriyel trombotik endokarditte (NBTE) kalp ka­ rumlardandır.
paklarının üzerinde, daha çok fibrin ve trombositler içe­ Kalp kapağının lokal etkisi genellikle önemsizse de
ren, küçük (1-5 mm çapında) trombotik kitleler vardır. Bu NBTE lezyonları; beyinde, kalpte ve diğer organlarda in-
endokardit diğer bakımlardan sağlığı yerinde bireylerde farktüslere neden olabilen emboli kaynağı olarak, klinik

Resim 10-21 Enfektif endokardit. A , Daha önceki ımiksomatöz miksomatöz mitral kapak üzerinde gelişen, etkenin Streptococcus viridans
olduğu subakut endokardit. Büyük, kolayca zedelenebilen vejetasyonlar, oklarla işaret edilmiştir. B, Konjenital biküspid aort kapağında
Staphylococcus aureus tarafından meydana getirilen, yaygın kapakçık hasarının ve halka apsenin eşlik ettiği akut endokardit (ok).
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 395

liştiği hastaların yarısında görülür. Tipik olarak, karaciğer


yoğun bir metastaz yükü altında kalmadığı sürece kalp
lezyonları meydana gelmez, zira karaciğer, dolaşımdaki
medyatörleri, kalbi etkilemeden önce katabolize eder.
Klasik olarak sağ kalp endokardı ve kapakları öncelikle
etküenir, çünkü gastrointestinal karsinoid tümörlerden
dolaşıma bırakılan medyatörlerle ilk temas eden dokular
bunlardır. Kalbin sol tarafı, pulmoner damar yatağının
medyatörleri parçalaması nedeniyle, bir dereceye kadar
korunur. Ancak sol kalpteki karsinoid lezyonlar; atrial
veya ventriküler septal defektlerde ve kan akışının sağ-
dan-sola cereyan etmesi durumunda görülebilir ya da ak­
ciğerdeki primer karsinoid tümörlere eşlik edebilir.

PATO G EN EZ
Serotonin (5-h idro ksitrip ta m in), kallikrein, bradikinin, his-
tam in, prostaglandinler ve taşikininler; karsinoid tü m ö rle ­
rin dolaşıma bıraktıkları m ed yatörler arasında yer alır. Bun­
lardan hangisinin karsinoid sendrom a yol açtığı açıkça bilin­
mez ama plazmadaki serotonin ve idrardaki serotonin me-
taboliti olan 5-hidroksiindolasetik asit düzeyleriyle, sağ
kalpteki lezyonların şiddeti arasında, paralellik vardır. Kar­
sinoid sendrom hastalarının kalp kapaklarındaki plaklar;
fenfluram in (b ir iştah kesici) veya e rg o t alkaloidleri (migren
ağrısında kullanılır) verilmesine eşlik eden lezyonlara ben­
zer; bunların, sistemik serotonin metabolizmasını etkileyen
ya da kalp kapaklarındaki hidro ksitriptam in reseptörlerine
B bağlanan ilaçlardır.

Resim 10 -2 2 Nonbakteriyel trom botik endokardit. A , Mitral ka­


pakçıkların kapanma çizgileri boyunca yerleşmiş küçük, trom botik
vejetasyonlar (oklar). B, Bakteriyel olmayan trom botik endokardit M ORFOLOJİ
lezyonunun mikrofotoğrafında trombüs; kapakçıklarda (C) gerçek­
Karsinoid sendroma eşlik eden kardiyovasküler lezyonlar;
ten de hiç inflamasyon veya trom botik birikim (t) yoktur. Trombus
kapakçığa, yalnızca gevşek bir şekilde tutunmuştur (ok). kalp odacıklarının endokard yüzeyindeki ve kapakçıklarda­
ki, parlak beyaz renkte, kolayca ayırt edilebilen, plak-ben-
zeri intim a kalınlaşmalarıdır (Resim 1 0 -2 3 ). Bu lezyonlar,
önem taşıyor olabilir. NBTE lezyonu, bakteri kolonizasyo- asit m ukopolisakaridler bakımından zengin bir m atrikste
nu ve bunu izleyen enfeksiyöz endokardit gelişmesi için göm ülü, düz kas hücreleri ve dağınık kollajen lifleri içerir.
çekirdek oluşturabilir. Lezyonların altındaki oluşum lar norm aldir. Triküspid yet­
mezliği ve pulm oner stenoz, sağ kalp tutulum unun tip ik
Libman-Sacks Endokarditi bulgularıdır.
Libman-Sacks endokarditinin ayırıcı özelliği, sistemik lu­
pus eritematozus hastalarının kalp kapaklarındaki steril
vejetasyonlardır. Lezyonlar olasılıkla bağışıklık komplek­ Kalp Kapağı Protezleri
si depolanmasının sonucu olduklarından, eşlik eden ve
çoğu zaman vejetasyona komşu kapak maddesinin fibri­ Doğal dokular kadar mükemmel olmamalarına rağmen
noid nekrozuyla birlikte bulunan inflamasyon sergiler; kalp kapağı protezlerinin kullanılmaya başlanması, ka­
daha sonra gelişen fibrozis ve ciddi deformite, kronik ro- pak hastalıklarının prognozunda köklü değişiklikler yap­
matizmal kalp hastalığmdakileri andıran lezyonlarla so­ mıştır. Günümüzde, her birinin kendine göre avantajları
nuçlanabilir. Söz konusu lezyonlar kapak yüzeyindeki ve dezavantajları olan, iki tip kapak protezi kullanılmak­
herhangi bir yerde, kordalarda, hattâ atrium veya ventri- tadır:
kül endokardmda görülebilir (Resim 10-20). Benzer lez­ • Mekanik kapak protezleri olarak günümüzde en çok, pi-
yonlar, antifosfolipid antikor sendromımda da bulunabilir rolitik karbondan üretilen çift-eğimli diskler kullanıl­
(Bölüm 3). maktadır. Dayanıklılıkları mükemmel olan bu kapak­
lar, kronik antikoagülasyon gerektirdiklerinden, bu ön­
Karsinoid Kalp Hastalığı lem yetersiz olduğu takdirde kanama veya kapak trom-
bozu gibi risklerin de beraberinde getirirler. Mekanik
Karsinoid sendrom, karsinoid tümörlerden serbest kalan se­ aort kapağı protezleri ayrıca; mekanik gerilim kuvvet­
rotonin gibi biyoaktif bileşikler nedeniyle meydana gelir lerin etkisiyle önemli ölçüde eritrosit hemolizine de yol
(Bölüm 14); ateş basması, ishal, dermatit ve bronkokonst- açmaktadır (Waring blender etkisi) (Bölüm 11).
riksiyon gibi sistemik belirtilere neden olur. Karsinoid • Biyoprostetik kapaklar glutaraldehidle fikse domuz veya
kalp hastalığı, biyoaktif bileşiklerin neden olduğu kalp be­ sığır dokularından ya da dondurularak korunmuş olan
lirtilerini anlatan bir deyimdir ve sistemik sendromun ge­ insan kalp kapaklarından üretilir. Antikoagülan teda-
396 BÖLÜM 10 Kalp

Resim 10 -23 Karsinoid kalp hastalığı. A , Sağ ventrikülü ve trisküspid kapağı “ kaplayan” ve kordaların üzerine yayılan, karakteristik
endokardiyal fibrotik lezyon. B, Düz kas hücreleri ve bol miktarda asit mukopolisakkaridler içeren intima tabakasının mikroskopik
görünümü (Movat boyası asit mukopolisakaridleri mavi-yeşil, alttaki endokarda ait elastik dokuyu siyah renge boyamıştır.)

vi gerektirmezler ama mekanik protezler kadar daya­


nıklı olmamaları nedeniyle, matriks bozulması sonucu KARDİYOMİYOPATİLER
yetersiz kalabilirler. Biyolojik tüm kapakçıklar implan-
Kalp kası hastalıklarının büyük bölümü; koroner aterosk-
tasyon sonrasında bir dereceye kadar esneklik kaybe­
der ve bunun sonucu ortaya çıkan mobilite kaybı, leroz, hipertansiyon veya kalp kapağı hastalıkları gibi
başka bir duruma sekonderdir. Ancak, intrensek miyo-
önemli derecede stenoza yol açmak için yeterli olabilir.
Biyoprostetik kapakçıkların kalsifikasyonu da sık gö­ kard disfonksiyonuyla açıklanabilen kalp hastalıkları da
rülür ve stenoza katkı yapabilir. Yine biyoprostetik ka­ vardır. Kardiyomiyopatiler (kelime anlamıyla "kalp kası
paklar, delinerek veya yırtılarak kapak yetersizliğine hastalıkları") primer—yani, ilke olarak yalnızca miyokard-
neden olabilir. da sınırlı—veya sekonder—yani, sistemik bir hastalığın
® Kalp kapağı protezlerinin her çeşidi, enfeksiyon geliş­ kalpteki belirtisi—olabilir. Kardiyomiyopatiler böylece
mesine elverişlidir. Enfeksiyöz endokardit tipik olarak, inflamatuar hastalıkların (ör. miyokardit), immünolojik
sütür çizgisinde ve komşu perivalvüler dokuda yerle­ hastalıkların (ör. sarkoidoz), sistemik metabolizma hasta­
şir; bu enfeksiyona eşlik eden doku değişiklikleri, ka­ lıklarının (ör. hemokromatoz), kas distrofilerinin ve mi-
pağın yerinden ayrılmasına (paravalviiler sızıntıya) ne­ yokard liflerine ait genetik bozuklukların yer aldığı, fark­
den olabilir. Biyoprostetik kapakçıklar ve perivasküler lı bir hastalık grubudur. Çoğu vakada kardiyomyopatile-
dokular enfekte olabilir. rin etiyolojisi bilinmez ve idiyopatik kardiyomiyopati ola­
rak adlandırılır; ancak evvelce "idiyopatik" olarak bilinen
bir miktar kardiyomiyopatinin, kalpteki enerji metaboliz­
O Ö ZET ............................ .................... masının veya kontraktil proteinlerin spesifik genetik
Kalp Kapaklarının Hastalıkları anormalliklerin sonucu oldukları gösterilmiştir.
Kardiyomiyopatiler; disfonksiyonun genetik temeli de
• Kalp kapağı hastalıkları tıkanıklığa (stenoz) ve/veya regür- dahil olmak üzere, çeşitli kriterlere göre sınıflandırılabi­
jitasyona (kapak yetersizliğine) neden olabilir; tüm valvül lir; aslında, önceleri yapılan kardiyomiyopati sınıflandır­
hastalıkların yaklaşık üçte ikisi, aort kapağının ve mitral
malarının bazılarında, aritmiye yol açan çok sayıda kana-
kapağın edinsel stenozlarıdır.
lopatiye yer verilmiştir. Ancak genel tanı ve tedavi amaç­
• Kalp kapaklarının kalsifikasyonu tipik olarak stenozla so­
larına yönelik olarak, eskiden beri kullanılagelen klinik,
nuçlanır; anormal matriks sentezi ve döngüsü, miksoma-
töz dejenerasyona ve kapak yetersizliğine yol açar.
fonksiyonel ve patolojik üç tip tanımlanmaktadır (Resim
• Kalp kapaklarının inflamatuar hastalıkları, inflamasyon 10-24 ve Tablo 10-6):
sonrası neovaskülarizasyona ve nedbeleşmeye neden olur. • Dilate kardiyomiyopati (aritmojen sağ ventrikül kardi-
Romatizmal kalp hastalığı, streptokoklara karşı gelişen an­ yomiyopatisi dahil)
tikorların kalp dokularıyla çapraz reaksiyona girmesinin
• Hipertrofik kardiyomiyopati
sonucudur; en çok mitral kapağı etkiler ve edinsel mitral
stenozlarından %99’unun nedenidir.
• Restriktif kardiyomiyopati
• Enfektif endokardit, saldırgan bir seyir izleyerek normal Sol ventriküler non-comp action (spongiform) (süngerimsi) mi-
kalp kapaklarını hızla tahrip edebilir (akut enfektif endo­ yopati seyrek görülen, konjenital bir hastalıktır; konjestif
kardit) veya sessiz seyredebilir ve daha önce normal olan kalp yetmezliğinin ve aritmilerin eşlik ettiği bu kardiyo-
kapaklarda minimal hasara neden olabilir (subakut enfek­ miyopatide sol ventrikül, "süngerimsi" bir görünüme sa­
tif endokardit). Sistemik embolizasyon, septik infarktüsle- hiptir.
re neden olabilir.
Bu üç tipten en sık görüleni (vakaların %90T) dilate, en
• Nonbakteriyel trom botik endokardit, hiperkoagülasyo-
seyrek görüleni restriktif kardiyomiyopatidir. Her tip kli­
nun söz konusu olduğu sağlık sorunlarının sonucunda, da­
nik olarak değişik şiddet derecelerinde olabilmekte ve
ha önce normal olan kapaklarda gelişir; embolizasyon, bu
tip endokarditin önemli bir komplikasyonudur.
kardiyomiyopati tiplerinin özellikleri bazı vakalarda, ör-
tüşebilmektedir. Ayrıca, yine bu üç tip kardiyomiyopati-
Kardiyomiyopatiler 397

PATO G EN EZ
Dilate kardiyom iyopati tanı konulduğunda, sıklıkla term inal
döneme girm iştir; kalp, dilatedir ve çok zayıf olarak kasılır.
O topside veya kalp transplantasyonu yapılmış bireylerden
alınan piyeslerde, hiçbir spesifik patolojik özellik sergilemez.
Yine de genetik ve epidem iyolojik çalışmaların sonuçları,
kardiyomiyopatinin en az beş yolak üzerinden term inal dö­
neme ilerleyebildiğini gösterm iştir (Resim 1 0 -2 5 ):
• G enetik nedenler. Dilate kardiyom iyopatinin, vakaların
% 20-% 50’sinde herediter bir temeli vardır ve bu tip kar-
diyomiyopatide, kırktan fazla sayıda genin mutasyona uğ­
radığı bilinir; otozomal dom inant kalıtım baskın şekildir.
Mutasyonlar en çok, hücre iskeleti proteinlerini veya sar-
Normal
kom eri hücre iskeletine bağlayan proteinleri (ör. a-ka rdi-
Dilate
kardiyomiyopati yak aktin) kodlayan genlerdedir. X -krom ozom uyla bağ­
lantılı dilate kardiyom iyopati en sık; intrasellüler hücre is­
keletini ESM’ le fiziksel olarak eşleştiren distrofin gen
mutasyonlarına eşlik eder (Duchenne ve Becker kas dist-
rofilerinin temelinde farklı tiplerde distrofin mutasyonları
vardır, Bölüm 21). Seyrek görülen dilate kardiyom iyopa­
ti çeşitlerinin nedeni m itokondrilerdeki, oksidatif fosfori-
lasyonda veya yağ asitlerinin |3-oksidasyonunda rol oyna­
yan proteinleri kodlayan m itoko nd ri genlerinde görülen
ve olasılıkla, kusurlu ATP üretilmesine yol açan mutas-
yonlardır. Desmin (kalp m iyositlerindeki başlıca ara fila­
m ent proteini) ve hücre çekirdeğindeki lamin A ve C, di­
late kardiyomiyopatinin genetik çeşitlerinde etkilenen di­
ğer hücre iskeleti proteinleridir. Kontraktil m iyositler ve
iletim lifleri o rta k bir gelişim yolunu izleyerek oluştukla­
rından, kalıtsal dilate kardiyom iyopati çeşitlerinin bir
Hipertrofik Restriktif
özelliği, konjenital ileti anorm allikleri olabilir.
kardiyomiyopati kardiyomiyopati
• Enfeksiyon. Geç-dönem dilate kardiyom iyopati hastala­
Resim 10 -24 Kardiyomiyopatinin önde gelen üç formu. Bunlardan rından bazılarının kalp kaslarında, coxsackievirus B’ ye ve
dilate kardiyomiyopati öncelikle sistolik disfonksiyona, restriktif ve diğer enterovirüslere ait nükleik asit “ ayak izleri” göste­
hipertrofik kardiyomiyopatiler ise diastolik disfonksiyona yol açar. rilebilir. Dahası, ardı ardına yapılan endom iyokard biyop­
Atrium ve/veya ventrikül duvarındaki değişikliklere ve ventrikül sileri, infeksiyöz m iyokarditin dilate kardiyomiyopatiye
duvarının kalınlığına dikkat edin. Ao, aort; LA, sol atrium; LV, sol ilerlediği vakalar göstermiştir. Bu nedenle; term inal dö­
ventrikül. nemdeki kalpte inflamasyon mevcut olmamasına rağmen,
birçok dilate kardiyomiyopati vakası viral enfeksiyonlara
(daha sonra anlatılacaktır) bağlanmaktadır. Viral transk-
nin her biri ortaya konulabilen, spesifik bir nedenle mey­ riptlerin bulunması ya da yüksek antiviral an tikor titrele-
dana gelmiş ya da idiyopatik olabilir (Tablo 10-6). rinin saptanması, erken evrelerinde “ gözden kaçmış” ola­
bilecek bir m iyokarditin akla gelmesi açısından yeterlidir.
• A lkol ve diğer to k sik m addelere m aruz kalınm ası.
Dilate Kardiyomiyopati
Aşırı alkol alımı ile dilate kardiyomiyopati arasında güçlü
bir beraberlik vardır. A lkol ve m etabolitleri (özellikle ase-
Dilate kardiyomiyopati ilerleyici kardiyak dilatasyon ve
taldehid), kalp kası üzerinde doğrudan toksik etki göste­
kontraktil (sistolik) disfonksiyon ile karakterizedir. Bun­ rir. Dahası, tiamin eksikliğine kro n ik alkolizmin eşlik etme­
lara genellikle hipertrofi de eşlik eder; neden ne olursa ol­ si, beriberi kalp hastalığının bir bileşenini o luşturu r (Bö-
sun, klinikopatolojik profiller birbirine benzer.

Tablo 10-6 Kardiyomiyopatiler: Fonksiyonel Tipleri, Nedenleri

Sol Ventrikül Sekonder Miyokard


Fonksiyonel Ejeksiyon Kalp Yetmezliğinin Disfonksiyonu (Kardiyomiyopatiyi
Tip Fraksiyonu* Mekanizmaları Nedenleri Taklit Eden)
Dilate <%40 Kontraktilitenin bozulması Genetik; alkol; peripartum; miyokardit; iskemik kalp hastalığı; valvuler kalp
(sistolik disfonksiyon) hemokromatoz; kronik anemi; hastalıkları; hipertansif kalp hastalığı;
doksorubisin (Adriamycin); konjenital kalp hastalığı
sarkoidoz; idiyopatik
Hipertrofik %50-80 Kompliyans bozulması Genetik; Friedreich ataksisi; depo Hipertansif kalp hastalığı; aort
(diastolik disfonksiyon) hastalıkları; diyabetik annelerin bebekleri stenozu
Restriktif %45-90 Kompliyans bozulması Amiloidoz; radyasyon etkisine bağlı Perikard konstriksiyonu
(diastolik disfonksiyon) fibrozis; idiyopatik
* N o r m a l d e ğ e r le r % 5 0 - 6 5 a r a s ın d a d e ğ iş ir.
398 BÖLÜM 10 Kalp

DILATE KARDİYOMİYOPATİ HİPERTROFİK KARDİYOMİYOPATİ

Genetik-dışı nedenler
• Miyokardit
• Peripartum
• Toksik (ör. alkol)
• idiyopatik

Resim 10-25 Dilate ve hipertrofik kardiyomiyopatilerin nedenleri ve sonuçları. Dilate kardiyomiyopatilerin önemli bir bölümü—ve hiper-
trofik kardiyomiyopatilerin tümü—genetiktir. Dilate kardiyomiyopatilere hücre iskeletindeki, sarkomerdeki, çekirdek zarfındaki veya mito-
kondrilerdeki protein mutasyonları; hipertrofik kardiyomiyopatilerin tümüne ise tipik olarak, sarkomer proteinlerinin mutasyonu neden
olabilir. Nedenlerinin ve morfolojilerinin farklı olmasına rağmen bu iki kardiyomiyopati, ortak klinik sonuçları paylaşır. LV, sol ventrikül.

lüm 7). Dilate kardiyomiyopati ayrıca diğer toksik ilaçlara, olabilir. Çoğu zaman m evcut olan m u r a l tr® m b u $ ia r,
özellikle bir kem oterapötik olan doksorubisine (Adriam y- trom bo em b oli kaynağı olabilir. Sekonder olarak kalp dilatas-
cin) ve kobalta maruz kalınmasından sonra gelişebilir. yonuna yol açabilen aterosklerotik koro ne r hastalığı gibi da­
• P e r ip a r tu m k a r d iy o m iy o p a ti, gebeliğin geç dönem in­ mar ve kapak lezyonları, kardiyomiyopatinin doğası gereği
de veya doğumdan haftalar sonra ortaya çıkar. Gebeliğe mevcut değildir.
eşlik eden hipertansiyon, aşırı hacim yüklenmesi, beslen­ d ila t e k a r d iy o m iy o p a tid e k i S ıis to lo jik a n o r m a llik ­
me eksikliği, metabolizma bozuklukları (ör. gebelik diya­ le r n o n s p e s ifik o lu p , s p e s ifik b i r e t iy o lo jiy i iş a re t e t­
beti) ve/veya bağışıklık yanıtları; etiyolojisinde olasılıkla m e z . Miyokard içindeki belirgin hemosiderin birikmesinin
çok sayıda faktörün rol oynadığı bu kardiyomiyopatinin Prusya mavisi ile boyanan preparatlarda görülebildiği, aşırı
gelişmesine katkıda bulunuyor olabilir; yakın zamanlarda­ dem ir yüklenmesine sekonder dilate kardiyomiyopati, bu
ki deneyler ayrıca, prolaktinin (gebeliğin geç dönem lerin­ kuralın dışındadır.
de yükselir) bir parçalanma ürününün, kalp kasında dis- Dilate kardiyom iyopatideki m o rfo lo jik değişikliklerin şid­
fonksiyona yol açabildiği izlenimini verm ektedir. Neyse ki deti genelde, disfonksiyonun derecesini veya prognozu yan­
bu hastaların yaklaşık yarısında kalp fonksiyonu, kendili­ sıtmayabilir. Myositlerin büyük bölümünde çekirdeğin büyü­
ğinden norm ale dönm ektedir. mesiyle b irlikte S îip e rtro fi vardır ama sayıları azalan bu
• Kalpteki a ş ırı d e m ir y ü k le n m e s i, herediter hem okro- hücreler gergin ve düzensizdir. Ayrıca, dağınık replasman
matoz (Bölüm 15) veya çok sayıda transfüzyon sonucu fibrozu alanlarıyla b irlikte değişen interstisyel fibro z ve en-
olarak görülebilir. Dilate kardiyom iyopati, bu yüklenme­ dokard fibrozisi vardır; bunlardan İkincisi m iyositlerde daha
nin en sık görülen be lirtisidir ve metale ihtiyacı olan en­ önce, hipoperfüzyon nedeniyle iskemik nekroz gelişmiş ol­
zim sistemlerindeki aksaklıklara veya re a ktif oksijen tü­ duğunu gösterir.
revlerinin dem ir aracılığıyla üretilmesine bağlı olabilir.

K linik Ö ze llikle r
Dilate kardiyomiyopati herhangi bir yaşta görülebilirse de
M ORFOLOJİ tanı daha çok 20-50 yaş grubunda konur. Bu miyopati
kendisini, yavaş ilerleyen KKY'nin dispne, kolayca yorul­
Dilate kardiyom iyopatide kalp, norm al ağırlığının 2-3 katına
ma, efor kapasitesinin azalması gibi belirtileriyle gösterir
çıkabilecek kadar büyüm üştür ve t ü m o d a c ık la rın ın ge­
ama hastalardaki kompanse yetmezlik, birdenbire de-
n iş le m e s iy le b i r l i k t e g e v ş e k b i r y a p ıd a d ır (Resim
kompanse olabilir. Dilate kardiyomiyopatideki temel kusur,
1 0 -2 6 ). Dilatasyona duvar incelmesi eşlik ettiğinden ventri­
kül kalınlığı normalden az, normal ya da normalden fazla
etkisiz kasılmalardır. Böylece, normalde %50~%65 arasında
olması gereken ejeksiyon fraksiyonu terminal döneme
M INI I I ' llllli Hlllllli II I— i j W:

Kardiyomiyopatiler 399

Resim 10-26 Dilate kardiyomiyopati. A , Kalbin d ö rt odacığında da dilatasyon ve hipertrofi vardır. Sol ventrikül apeksinde, küçük bir mural
trombus (ok) mevcuttur. B, Dilate kardiyomiyopatinin nonspesifik histolojisi. Miyosit hipertrofisi ve interstisyel fibrozis vardır (Masson trik-
rom boyasıyla boyanmış olan bu preparatta kollajen, mavi renkli bantlar şeklinde görülmektedir).

gelindiğinde tipik olarak %25'in altına iner. Sekonder Aritmojen Sağ Ventrikül Kardiyomiyopatisi
mitral kapak yetersizliği ve anormal kalp ritimleri sıktır.
Aritmojen sağ ventriküler kardiyomiyopatisi kalp kasının
İntrakardiyak (mural) trombüslerden kaynaklanan embo-
lizasyon görülebilir. Hastaların yarısı 2 yıl içerisinde ölür değişken penetranslı otozomal dominant bir hastalığıdır;
ve yalnızca dörtte biri, 5 yıldan daha uzun süre yaşar; kendisini klasik olarak sağ kalp yetmezliğiyle ve ani kar-
ölüm nedeni genellikle, ilerleyici kalp yetmezliği veya diyak ölüme neden olabilen ritim bozukluklarıyla göste­
aritmidir. Kesin tedavi, yalnızca kalp transplantasyonuy­ rir. Morfolojik olarak, sağ ventrikül duvarı, miyositlerin
la mümkündür. Uzun süreli ventriküler yardım sağlayan yerini yoğun bir yağ infiltrasyonunun ve daha az miktar­
cihazların implantasyonuna gittikçe daha çok başvurul­ da da fibrozisin alması nedeniyle, önemli ölçüde incel­
maktadır ve bazı hastalarda bir mekanik yardım kürü­ miştir (Resim 10-27). Bu patolojiye neden olan mutas-
nün uygulanması, kalpteki disfonksiyonu uzun süre dü- yonlarm çoğu, desmozomlarm aralarındaki disklerde yer
zeltebilmektedir. alan kavşak proteinlerini (ör. plakoglobin), ayrıca desmo-

Resim 10-27 Aritm ojen sağ ventriküler kardiyomiyopatisi. A , Sağ ventrikül, serbest duvarındaki miyositlerin yerini, neredeyse tüm kalın­
lığıyla yağ dokusunun ve fibrozisin almasıyla birlikte önemli ölçüde genişlemiştir. Bu kalbin sağ ventrikülü, makroskopik olarak normal
gözükmektedir; bazı vakalarda miyopati, sağ ventriküldeki kadar olmasa bile sol ventrikülde de mevcut olabilir. B, Sağ ventrikülde
miyokardın (kırmızı) yerini, odaklar şeklinde olmak üzere fibröz bağ dokusu (mavi, ok) ve yağ almıştır (Masson trikrom boyası).
400 BÖLÜM 10 Kalp

zomlarla etkileşime giren proteinleri (ör. intermediyer fi­ le ve bununla b irlik te enerji tüketim inde artış ve net negatif
lament desmin) kodlayan genlerdedir. enerji dengesiyle sonuçlanır. H ip e rtro fik kardiyom iyopatide
mutasyona uğramış genlerin bazıları, (örneğin |B-miyozin),
Hipertrofik Kardiyomiyopati dilate kardiyom iyopatide mutasyona uğramıştır, ama dilate
kardiyom iyopatideki allelik m utasyonlar m o to r fonksiyonu,
Hipertrofik kardiyomiyopatide karakteristik olarak miyo­ h ip e rtro fik kardiyom iyopatideki fonksiyon kazancı mutas-
kard hipertrofisi, diastol dolum kusuru ve—vakaların üçte yonlarının aksine zayıflatır.
birinde—ventrikül çıkışında obstrüksiyon vardır. Bu hasta­
larda kalp; dilate kardiyomiyopatideki yumuşak, iyi kası-
lamayan kalbin tam aksine kalın duvarlıdır, ağırdır ve M ORFOLOJİ
aşırı kasılma yeteneğine sahiptir. Sistolik fonksiyon, hi­
pertrofik kardiyomiyopatide genellikle korunmuştur ama H ip e rtro fik kardiyom iyopatide ve n triküllerd e genişleme
görülm eksizin, yoğun b ir m iyokard h ipe rtro fisi vardır (Re­
miyokard gevşeyemediğinden, primer diastolik disfonk-
sim 1 0 -2 8 , A). Klasik olarak ve n trikü le r septum, sol ventri-
siyon mevcuttur. Hipertrofik kardiyomiyopati klinik ola­
külün serbest duvarına kıyasla orantısız b ir şekilde kalınlaş­
rak, ventrikül esnekliğinin azalmasına (ör. amiloid birik­
mıştır (a sim e trik septum hipertro fisi); yine de h ipe rt­
mesi) ve ventrikül hipertrofisine (ör. aort stenozu ve hi­
ro fik kardiyom iyopati vakalarının %10 kadarında konsant-
pertansiyon) yol açan durumlardan ayırt edilmelidir. rik h ip e rtro fi vardır. Kalbin uzunlamasına kesitlerinde vent­
rikül boşluğu, her zamanki yuvarlak-ovoid biçimini kaybet­
miş ve “ m uz benzeri” b ir konfîgürasyon kazanmıştır. Sol
PATO G EN EZ ventrikül çıkışındaki bir endokard plağı ve m itral ön kapak­
H ip e rtro fik kardiyom iyopatisi olan hastaların büyük bölü­ çığın kalınlaşması, bu kapakçığın ventrikül sistolü sırasında
münde buna, ko n tra ktil aparata ait prote in leri kodlayan septuma temas ettiğini gösterir; bu değişiklikler, sol ventri­
çok sayıdaki genin birinde missense m utasyonlar neden kül çıkışındaki fonksiyonel obstrüksiyonla bağdaşmaktadır.
olur. Soya geçiş, vakaların büyük bölüm ünde otozom al do­ Belirgin m iyosit hipertrofisi, m iy o s itle rin (ve m iyofibril-
m inant şekilde, değişebilen ekspresyonlarla gerçekleşir. lerin) rastgele d üzensizleşm esi ve interstisyel fibrozis, hi­
Farklı 9 gende bu m iyopatiye neden olan 4 0 0 ’den fazla mu- p e rtro fik kardiyom iyopatinin kara kte ristik histolojik özel­
tasyon tanım lanm ıştır ama h ip e rtro fik kardiyom iyopa­ lik le rid ir (Resim 1 0 -2 8 , B).
ti tem eld e, sa rk o m e r p ro tein lerin in b ir bozukluğu­
dur. B u pro tein lerd en m utasyonlara en ço k sahne K lin ik Ö z e llik le r
olan, |3-miyozin ağır z in c irid ir; bunu, miyozin-bağlayan Hipertrofik kardiyomiyopati herhangi bir yaşta mevcut
protein C ve T roponin T izler. Bu üç gendeki mutasyonlar,
olabilirse de kendisini tipik olarak, puberte sonrası büyü­
tüm h ip e rtro fik kardiyom iyopatilerin % 70-% 80’ inden so­
me hızlanması sırasında belli eder. Klinik semptomlar,
rum ludur.
fonksiyonel anormalliklerin sonucudur. Atım hacmini çe­
H ip e rtro fik kardiyom iyopatinin altında yatan farklı mu-
lişkili olarak azaltan, yoğun sol ventrikül hipertrofisi, bu tip
tasyonların, birleştirici b ir özelliği vardır: Bu mutasyonların
kardiyomiyopatinin ayırt edici özelliğidir. Hipertrofi, diasto­
hepsi, sarkom er pro te in lerini e tk ile r ve m iyofilam ent akti-
vasyonunu artırır. Bu etki, m iyositlerde h ipe rkontraktilitey-
lik dolum azalmasının ve genel odacık büyüklüğünün kü­
çük olmasının sonucudur. Ayrıca, hastaların yaklaşık

Resim 10 -28 Asimetrik septum hipertrofisiyle birlikte hipertrofik kardiyomiyopati. A , Ventriküler septuma ait kas dokusunun, sol vent­
rikül çıkış yoluna doğru oluşturduğu tümsekle sol ventrikül lümeninin “ muz biçimi” almasına neden olmuştur; sol atrium genişlemiştir. Sağ
ön mitral kapakçık, fibröz endokard plağının ortaya konulması amacıyla septumdan alınmıştır (ok) (metne bkz). B, Düzensiz, aşırı hiper-
trofîyi ve karakteristik, dallanan miyositleri, ayrıca interstisyel fibrozisi gösteren histolojik görünüm.
Kardiyomiyopatiler 401

%25'inde sol ventrikül çıkışı, mitral kapak ön kapakçığı görülür. Hastaların ventrikül endokardmda ve suben-
tarafından fonksiyonel olarak kapatılmıştır. Kalp dakika dokardmda, çoğu zaman triküspid ve mitral kapakları
hacminin azalması ve pulmoner venöz basıncın sekonder da tutan yoğun fibroz vardır. Fibröz dokunun hastalık­
artışı, sert bir sistolik ejeksiyon üfürümünürı işitilmesiyle lı odacıkların hacmini ve kompliyansını önemli ölçüde
birlikte efor dispnesine neden olur. Masif hipertrofi, sol azaltması, restriktif fizyolojiyle sonuçlanır. Endomiyo­
ventrikül basıncının yüksek olması ve intramural arterler kard fibrozuyla, beslenme eksiklikleri ve/veya helmint
üzerinde oluşan baskı bir araya geldiğinde çoğu zaman, infeksiyonlarıyla bağlantılı inflamasyon (örneğin hipe-
koroner arter hastalığı mevcut olmasa bile anginanın eş­ reozinofili) arasında bağlantı kurulmuştur; restriktif
lik ettiği miyokard iskemisine yol açar. Mural trombus kardiyomiyopati tüm dünyada en çok, endomiyokard
oluşumuyla birlikte atrial ve ventriküler fibrilasyonlar, fibrozisi nedeniyle gelişmektedir.
mitral kapakta gelişen enfeksiyöz endokardit, konjestif « Loeffler endomiyokarditinde endokard fibrozisi vardır;
kalp yetmezliği ve ani kardiyak ölüm; karşılaşılan başlıca bu miyokardit tipik olarak, büyük mural trombüslerin
klinik sorunlardır. Ventrikülleri gevşeten ilaçlarla hasta­ oluşmasına eşlik eder, ama coğrafî bölgelerdeki sıklığı
ların büyük bölümünde düzelme sağlanır; kısmi cerrahi değişiktir, Histolojik muayene tipik olarak periferde
eksizyon ya da septum kasında alkol verilerek kontrollü hipereozinofili ve eozinofilik doku infiltrasyonları gös­
şekilde gerçekleştirilen infarktüs de, çıkış yolundaki obst- terir; eozinofil granül içeriğinin, özellikle majör bazik
rüksiyonu ortadan kaldırır. Daha önce de söylendiği gibi proteinin serbest kalması olasılıkla, endokard ve miyo­
hipertrofik kardiyomiyopati, önemli bir ani kardiyak kard nekrozuna neden olur. Nekrozu nedbeleşme, en-
ölüm nedenidir. 35 yaşından daha genç sporcularda kar­ dolcardda trombüs oluşumu ve son olarak da trombü-
şılaşılan ani kardiyak ölümlerin neredeyse üçte birinde sün organizasyonu izler. Bazı hastalarda, zeminde sü­
altta yatan neden, hipertrofik kardiyomiyopatidir. rekli aktif durumdaki enzimler olan PDGFR (trombo-
sit kökenli büyüme faktörü reseptörü) tirozin kinazla-
Restriktif Kardiyomiyopati rm (Bölüm İ l) neden olduğu hipereozinofilik miyelop-
Ventrikül kompliyansının primer azalınası ve ventrikülün di- roliferatif hastalığın mevcut olması, ilginçtir. Bu hasta­
astol sırasındaki dolumunu sınırlaması (basit bir şekilde ifa­ ların tirozin kinaz inhibitörleriyle tedavi edilmesi, he­
de edersek, ventrikül duvarı serttir), restriktif kardiyomi- matolojik remisyonla ve endomiyokard lezyonlarmın
yopatinin başlıca özellikleridir. Sol ventrikülün kontraktil düzelmesiyle sonuçlanabilir.
(sistolik) fonksiyonu genellikle etkilenmediğinden, orta­ Miyokardit
ya çıkan durumu konstriktif perikarditle ya da hipertro­
fik kardiyomiyopatiyle karıştırmak mümkündür. Restrik­ Miyokardit, enfeksiyon etkenlerinin ve-veya inflamatuar sü­
tif kardiyomiyopati idiyopatik olabilir veya miyokardı da recin öncelikle kalp kasını hedef aldığı, farklı bir hastalık
etkileyen radyasyon fibrozisi, amiloidoz, sarkoidoz veya grubunu kapsayan bir deyimdir. Bu hastalıkların, infla­
konjenital metabolizma kusurları gibi sistemik hastalıkla­ matuar sürecin başka bir miyokard zedelenmesinin sonu­
ra eşlik edebilir. cu olarak geliştiği, iskemik kalp hastalığı gibi hastalıklar­
la karıştırılmaması önemlidir.
Q M OR FO LO Jİ
PATO G EN EZ
V entriküller yaklaşık normal boyutlardadır ya da hafifçe ge­
nişlemiştir, kalp odacıkları genişlememiştir ve m iyokard sert A B D ’de, m iyokarditin en sık karşılaşılan nedeni viral infek-
yapıdadır. Ventrikülün iyi dolmaması ve aşırı basınç yükleri siyonlardır; vakaların büyük bölümünden coxsackievirus A
nedeniyle her iki atrium da da dilatasyon mevcut olabilir. ve B ile diğer enterovirüsler sorumludur. Sitomegalovirüs,
M ikroskopik incelemede, değişebilen derecelerde interstis- insan bağışıklık yetmezliği virüsü, influenza virüsü ve diğer vi­
yel fibrozis görülür. M akroskopik m o rfo lo jik bulguların fark­ rüsler, bu bakımdan daha seyrek rastlanan patojenlerdir. Mi-
lı nedenlere bağlı re s trik tif kardiyom iyopatilerde benzer ol­ yokardite neden olan organizmaların kimliği bazen, enfekte
masına rağmen endom iyokard biyopsisi çoğu zaman, spesi­ dokulardaki nükleik asit ayak izlerinden veya antikor titrele-
fik etiyolojik bozukluğu ortaya koyabilir.*• rinin yükseldiğini gösteren serolojik tetkiklerden anlaşılabilir.
Bazı virüsler doğrudan doğruya sitolitik hasara neden olur­
larsa da vakaların büyük bölüm ündeki m iyokard zedelenme­
Restriktif kardiyomiyopatinin üç şekli, kısaca söz edil­
sinin nedeni, virüsle enfekte hücrelere karşı gelişen bir bağı­
meye değerdir:
şıklık yanıtıdır; bu durum , hepatit virüsüyle enfekte karaci­
• Amiloidoz, hücre-dışı proteinlerin daha çok; çözünme­
ğer hücrelerinde bu virüs için özel T hücrelerinin yol açtığı
yen, beta-kıvrımlı katlar oluşturacak şekilde depolan­ zedelenmenin benzeridir (Bölüm 15). Bazı vakalarda virüs­
ması nedeniyle gelişir (Bölüm 4). Amiloidoz kalpte, sis­ ler, miyozin ağır zincir gibi çapraz reaksiyona giren protein­
temik amiloidoza eşlik edebilir veya özellikle senil kar­ lere karşı verilecek bir yanıtı tetikleyebilir.
diyak amiloidozda olmak üzere yalnızca bu organda sı­ Viral olmayan (nonviral) m iyokardite, m ikroorga­
nırlı olabilir. Senil kardiyak amiloidozda; karaciğerde nizmalar dünyasının virüsler dışındaki tüm üyeleri yol açabi­
sentez edilerek dolaşıma bırakılan, tiroksini ve retinolü lir. Tek hücreli bir organizma (pro to zoo n) olan Trypanosoma
taşıyan bir protein olan transtiretinin normal veya mu­ cruzi, Chagas hastalığına yol açan etkendir. Kuzey yarım kü­
tant formlarının yaşlı insanların kalplerinde birikmesi, rede seyrek görülmesine rağmen bu hastalık, Güney A m eri­
restriktif kardiyomiyopatiyle sonuçlanır. Afro-Ameri- ka’nın endemik bölgelerinde yaşayanların % 50’sine kadar
kalılarm %4'ünde, bu popülasyondaki izole kardiyak varabilen b ir bölümünde vardır ve bu hastaların çok büyük
amiloidoz riskinin dört kat daha yüksek olmasından bir bölümünde miyokardı tutar. Chagas hastalarının %10 ka­
darı akut bir atak sırasında ölür; diğerleri ise bağışıklık siste­
sorumlu, spesifik bir transtiretin mutasyonu vardır.
minin aracı rolünü üstlendiği, kro n ik bir döneme g irer ve bu
• Endomiyokard fibrozisi öncelikle, Afrika'daki ve diğer
hastalarda konjestif kalp yetmezliğinin ilerleyen be lirtileri
tropik bölgelerdeki çocuklarda ve genç erişkinlerde
402 BÖLÜM 10 Kalp

vardır 10-20 /ıl sonra aritm i gelişir. En çok rastlanan vektö­ man, benekler şeklinde gözüken soluk renkli ve kanamalı
rü ev kedileri olan Toxoplasma gondii de, özellikle bağışıklık alanlar vardır. Mural trom bü sle r m evcut olabilir.
sorunları olanlarda m iyokardit yapabilir. Trişinoz, kalbi tutan A k tif m iyo kardit m ikro skopik olarak ödem , interstisyel
helm int hastalıkları arasında ön sıradadır. inflam atuar infiltrasyonlar ve m iyosit hasarıyla karakterize-
M iyokardit; bakteriyel b ir spiroket olan Borrelia burgdorfe- d ir (Resim 1 0 -2 9 ). En çok, yaygın b ir lenfosit infiltrasyonu
r/’nin yol açtığı sistemik b ir hastalık olan Lyme hastalığında vard ır (Resim 1 0 -2 9 , A), ama inflamasyon çoğu zaman ya-
da g ö rülür ve bu hastaların %5 kadarında gelişir (Bölüm 8). masal dağılımlıdır ve endom iyokard biyopsilerinde “ gözden
Lyme m iyokarditi öncelikle kendiliğinden iyileşen bir iletim kaçabilir” . Hasta m iyokarditin akut dönem inde ölmezse
sistemi hastalığı olarak ortaya çıkar; sıklıkla bu hastalara ge­ lezyonlar, geride önemli b ir sekel bırakmaksızın kaybolabi­
çici olarak kalp pili (pacemaker) takılması gerekebilir.
lir ya da ilerleyici fibrozisle iyileşebilir.
Sistemik lupus erythematosus ve polim iyozit gibi bağışık­
A şırı d u y arlılık miyokarditindeki interstisyel ve peri-
lık kökenli sistemik hastalıklara eşlik eden lezyonlar, infek-
vasküler infiltrasyonlar lenfositlerden, m akrofajlardan ve
siyöz olmayan (nonenfeksiyöz) m iyokardite yol açabi­
yüksek oranda eozinofîllerden oluşur (Resim 10-29, B).
lir. İlaçlar karşısında gelişen aşırı duyarlılık reaksiyonları da
Dev hücreli m iyo kard it m o rfo lo jik açıdan farklıdır ve
(aşırı d u yarlılık m iyokarditi), (hipersensitivite miyo­
m akrofajların birleşmesiyle meydana gelmiş, çok çekirdekli
ka rd iti) çok çeşitli ilaçlara maruz kalındığında görülebil­
dev hücreler içeren, inflam atuar b ir hücre infiltrasyonuyla
mektedir. Bu gibi reaksiyonlar tip ik olarak iyi huyludur ve
konjestif kalp yetmezliğine veya ani kardiyak ölüme, çok en­ karakterizedir. Dev hücreli m iyo kardit olasılıkla, lenfositik
der koşullarda yol açar. m iyo ka rd it spektrum unun, saldırgan sonunu temsil eder ve
en azından fokal—ve çoğu zaman yaygın—nekroz vardır
(Resim 10-29, C). Dev hücreli m iyokarditin prognozu ka­
ranlıktır.

o M ORFOLOJİ
A k u t m iyo karditte kalp, norm al ya da dilate gözükebilir; ile­
Chagas m iyo kard iti kas liflerinin tiripanazom lar tara­
fından istilâ edilmesiyle kara kte rize dir; buna nö tro fillerde ,
lenfositlerden, m akrofajlardan ve zaman zaman eozinofil-
lerden oluşan inflam atuar inflamasyon eşlik eder (Resim
ri evrelerde tip ik olarak yum uşaktır ve üzerinde çoğu za­ 10-29, D).

Resim 10 -29 Miyokardit. A , Ödemle ve eşlik eden miyosit hasarıyla birlikte lenfositik miyokardit. B, Eozinofil bakımından zengin inf­
lamatuar infiltrasyonlarla karakterize bir miyokardit tipi olan aşırı duyarlılık miyokarditi C, Lenfosit ve makrofaj infiltrasyonlarıyla, aşırı
miyosit hasarıyla ve çok çekirdekli dev hücrelerle birlikte dev hücreli miyokardit. D, Chagas miyokarditi. Mononükleer infiltrasyonla ve
miyofibril nekrozuyla birlikte; tripanozomlarla dolarak gerilmiş bir miyofibril (ok).
Perikard Hastalıkları 403

K lin ik Ö z e llik le r perikarditin en çok eşlik ettiği sistemik hastalıktır. Roma-


Miyokardit geniş spektrumlu bir hastalıktır; spektrumun tizmal ateş, sistemik lupus erythematosus ve kanser me­
bir ucunda semptom vermez ve hasta, sekel bırakmaksı­ tastazları da perikardite neden olabilir. Perikardit (1) bü­
zın iyileşir. Diğer ucunda ise bazen, birdenbire başlayan yük bir efüzyon toplanmışsa (kalp tamponadma yol açan),
ve ani kardiyak ölümle sonuçlanabilen başlayan kalp yet­ hemen hemodinamik komplikasyonlara yol açabilir (daha
mezliği ve aritmiler vardır. Bu iki uç arasında; bitkinlik, sonra anlatılmaktadır) (2 ) önemli sekel bırakmadan düze­
palpitasyonlar, dispne ve ateş gibi çeşitli belirti ve semp­ lebilir (3)kronik, fibrozan bir süreç yönünde ilerler.
tomların eşlik ettiği, değişik düzeylerdeki miyokarditler
yer alır. Myokarditin klinik özellikleri, akut miyokard in-
farktüsündekini taklit edebilir. Bazı hastalarda klinik, mi- M ORFOLOJİ
yokarditten dilate kardiyomiyopati yönünde ilerleyebilir. Perikard kesesindeki efüzyon, a k u t viral p e rik a rd it veya
ürem ide tip ik olarak; perikard yüzeylerinin pürüzlü, dü­
zensiz, “ tereyağ sürülmüş ekm ek dilim i” olarak adlandırı­
S Ö ZET
lan b ir görünüm almasına yol açan, fib rin ö z bir eksudadır.
I Kardiyomiyopati m m m m A k u t bakteriyel perikarditteki efüzyon, çoğu zaman
açıkça irinli alanların görüldüğü, fibrino pürü la n (süpüra-
• Kardiyomiyopati kalbin, intrensek bir kalp hastalığıdır; tit) b ir eksüdadır (Resim 1 0 -3 0 ); tüb erküloz pe rika rd itte
spesifik nedenler yüzünden gelişebilir veya idiyopatik ola­ kazeifikasyon alanları m evcut olabilir. Malignitelerde görü­
bilir. len perikardite çoğu zaman; çok m iktarda, pütürlü bir fib ­
• Dilate, hipertrofik ve restriktif olmak üzere genel üç pa- rin öz eksuda ve kanlı b ir efüzyon eşlik eder; metastazlar,
tofizyolojik kardiyomiyopati kategorisi vardır; bunlardan düzensiz çıkıntılar şeklinde m akroskopik olarak g ö rülebilir
en fazla (hastaların %90’ında) görüleni dilate kardiyomiyo­
ya da, özellikle lösemide olm ak üzere m akroskopik olarak
pati, en az görüleni ise restriktif kardiyomiyopatidir.
görülem ez. A k u t fib rin ö z veya fibrino pürü la n pe rika rd it
• Dilate kardiyomiyopati, sistolik (kontraktil) disfonksiyon- hastaların büyük bölüm ünde sekel bırakmaksızın düzelir.
la sonuçlanır. Miyokardit, toksik maddelere (ör. alkol) ma­ A ncak aşırı süpürasyon veya kazeifikasyon varsa iyileşme,
ruz kalınması ve gebelik, bu kardiyomiyopati kategorisine fibrozisle sonuçlanabilir (k ro n ik p e rik a rd it).
yol açan nedenler arasındadır. Vakaların %20-%50’sinden, K ro n ik p e rikard ite ince yapışıklıklar veya perikard
iskelet proteinlerini etkileyen mutasyonlar sorumludur. boşluğunu tıkayan, fib rö z nedbeler eşlik eder. Uç vakalar­
• Hipertrofik kardiyomiyopati diastolik (gevşeme) disfonk- da kalp, yoğun b ir fib rö z kutuda kapatılmış gibi olduğundan
siyonla sonuçlanır. Vakaların gerçek anlamda tümü, kont­ diastol sırasında genişleyemez ve bu durum k o n strik tif
raktil apareyi oluşturan proteinlerdeki ve özellikle |3-mi- perikarditle sonuçlanır.
yozin ağır zincirindeki, otozomal dominant geçen mutas-
yonlara bağlıdır.
• Restriktif kardiyomiyopati esnekliğini kaybetmiş, kompli- K lin ik Ö z e llik le r
yansı olmayan bir kalp kasıyla sonuçlanır ve birikimlere Perikardit kendisini klasik olarak, eforla ilişkisi olmayan
(ör. amiloid), interstisyel fıbrozis artışına (ör., radyasyona)
ve sırtüstü uzanıldığmda ağırlaşan, atipik bir göğüs ağrı­
veya endokardın nedbeleşmesine bağlı olabilir.
sıyla ve belirgin bir sürtünme sesiyle belli eder. Akut pe-
• Miyokardit enfeksiyonlara veya bağışıklık reaksiyonlarına
sekonder olarak gelişen inflamatuar infiltrasyonların ne­
den olduğu, kalp kası hasarıdır. Coxsackievirus A ve B,
ABD ’de miyokardite en çok neden olan patojenlerdir. Mi­
yokardit klinik bakımdan semptom vermeyebilir, akut
kalp yetmezliğine götürebilir veya dilate kardiyomiyopa-
tiyle sonuçlanabilir.

PERİKARD HASTALIKLARI
Bazen fibröz konstriksiyonla sonuçlanan efüzyonlar ve
inflamatuar durumlar, perikard hastalıklarmdandır. İzole
perikard hastalığı, alışılmadık bir patolojidir ve perikard
lezyonlarına tipik olarak, kalbin başka bir yerinde veya
kalbin çevresindeki oluşumlardaki patolojik bir süreç eş­
lik eder ya da perikard hastalığı, sistemik bir hastalığa se-
konderdir.

Perikardit
Primer perikardit seyrektir. En sık olarak viral infeksiyon-
lara bağlıdır (tipik olarak miyokarditle birliktedir) ama
bakteriler, mantarlar veya parazitler de primer perikardit
yapabilir. Perikardit hemen her zaman için akut MI'ne,
kalp ameliyatına, mediastenin radyasyona maruz kalma­
sına veya torakstaki diğer oluşumlarda gelişen patolojik Resim 10-30 Bir pnömoninin yaygınlaşmasına bağlı akut süpüratif
bir sürece (ör. pnömoni veya plörit) sekonderdir. Üremi, (irinli, eksudatif) perikardit.
404 BÖLÜM 10 Kalp

rikarditte önemli sıvı birikimi, kalp dakika hacmini azal­


tarak şoka yol açan kalp tamponadına neden olabilir. Kro­
nik konstriktif perikardit, dolaşımın sağ tarafında venöz
distansiyon + kalp atım hacminin azalması şeklindeki,
restriktif kardiyomiyopatidekine benzer bir klinik kombi­
nasyona neden olur.

Perikard Efüzyonları

Perikard kesesinde normal olarak 30-50 mL kadar ber­


rak, seröz bir sıvı vardır. Bu miktarın üzerindeki seröz
ve/veya fibrinöz efüzyonlar en çok, perikard inflamas-
yonlarında görülür. Perikarddaki diğer effüzyon tipleri ve
nedenleri:
Resim 10-31 Atrial miksom. A , Fossa ovalis bölgesinden çıkan ve
• Seröz: konjestif kalp yetmezliği, herhangi bir nedene mitral kapak ağzına doğru uzanan büyük, saplı bir lezyon B, Bol
bağlı hipoalbüminemi miktardaki, am orf hücre-dışı matriks, dağınık gruplar halindeki çok
• Serohemorajik: künt göğüs travması, malignite, rüptüre çekirdekli miksom hücreleri (ok başları') ve düzensiz damar oluşum­
Mİ veya aort disseksiyonu ları (ok).

• Şilöz: mediastendeki lenf kanallarında obstrüksiyon


Perikardda sıvı birikmesinin sonuçları, sıvının hacmine
ve parietal perikardm esneyebilme yeteneğine göre şekil­ niyle gelişen tüberöz skleroz hastalarında yüksektir. Bu
lenir; esneme yeteneği daha çok, sıvının birikme hızına genlerdeki aktivite kaybı, miyositlerin aşırı çoğalmasına
bağlıdır. Böylece yavaş yavaş biriken efüzyonlar, miktarı neden olur. Çoğu zaman kendiliklerinden gerilemeleri
1000 mL bile olsa iyi tolere edilebilir. Oysa, 250 mL gibi nedeniyle en iyisi, rabdomiyomlarm gerçek neoplazm
az miktarda sıvının kısa zamanda birikmesi (ör. rüptüre olarak değil de hamartom olarak kabul edilmesidir. Çok
Mİ veya aort disseksiyonu) kalbin diastolde dolmasını kı­ küçük çocuklarda görülen diğer belirli tümörler (örneğin
sıtlayarak ölüme yol açan kalp tamponadıyla sonuçlana­ nöroblastom) gibi rabdomiyomlar da, çoğu zaman, bilin­
bilir. meyen nedenle gerilemektedir.

KALP TÜMÖRLERİ
( ) M ORFOLOJİ
Metastatik Neoplazmlar
M iksom lar hemen her zaman için te k lezyonlardır ve klasik
olarak fossa ovalis bölgesinden (atrial septum ) kaynaklanır.
Kalpteki tümörler hemen her zaman için metastazlardır, kan­
Çapı 1 cm gibi küçük ya da 10 santim etreye varan büyük,
ser nedeniyle ölen hastaların yaklaşık %5'inde, metasta­
sapsız ya da saplı (Resim 1 0 -3 1 , A ) olabilen bu tü m ö rle r
tik kalp lezyonları vardır. Kalpteki metastazlar herhangi
çoğu zaman yumuşak, saydam, jelatinimsi görünüm deki vil-
bir kansere ait olabilirse de belirli tümörlerde bu olasılık
löz lezyonlardır. Saplı m iksom alar çoğu zaman, sistol sıra­
daha yüksektir. Bunlar, metastaz yapma olasılığı gittikçe
sında m itral veya triküspid kapağa kadar uzanarak aralıklı
azalmak üzere, akciğer kanseri, lenfoma, meme kanseri,
obstrüksiyona veya kapakçıklara zara r veren “ yıkım gülle­
lösemi, melanoma, hepatosellüler karsinoma ve kolon
si” etkisine neden olabilir.
kanseridir.
M iksom lar histolojik olarak yıldız biçim indeki, çoğu za­
man çok çekirdekli, tip ik olarak çekirdekleri h ipe rkro m atik
Primer Neoplazmlar olan; endotel, düz kas hücresi ve/ve ya fib ro b la stik farklılaş­
Primer kalp tümörleri seyrek görülür; ayrıca bunların çok ma gösteren tü m ö rle rd ir. Yapılarında, farklılaşmamış hüc­
büyük bölümü, neyse ki iyi huylu tümörlerdir. En sık gö­ re ler de vardır; tüm bu hücre tip le ri, m ultipo te nt mezen-
kim tü m ö r hücrelerinin farklılaşmasıyla meydana gelir. Hüc­
rülen beş tümör (sıklık sırasıyla miksom, fibrom, lipom,
reler, bol m iktardaki asit m ukopolisakarid zemin maddesi
papiler fibroelastoma ve rabdomiyom), tüm primer kalp
içerisine göm ülm üştür (Resim 1 0 -3 1 , B). Kanama, iyi orga­
tümörlerinin %80-90'ım oluşturur. Kalbin en sık karşıla­
nize olamamış trom bus ve m on on ükle er hücre infîltrasyo-
şılan primer malign tümörü, anjiyosarkomdur. Burada
nu genellikle vardır.
yalnızca, miksom ve rabdomiyomlardan söz edilecektir.
Rabdom iyom lar, çapları birkaç santim etreye varabilen
Miksomlar, erişkin yaşta en sık görülen primer kalp tü­
ve ven trikül odacıklarına doğru büyüyen, gri-beyaz kitle ler­
mörleridir (Resim 10-31). Bunların kabaca %90'ı atrium-
dir. H isto lo jik muayenede karm a b ir hücre popülasyonu
larda, bunların da %80'i sol atriumda gelişir.
g ö rülür; ancak bu hücrelerden en ka ra k te ristik olanları; bü­
Rabdomiyomlar bebeklerdeki ve çocuklardaki en sık
yük, yuvarlak veya poligonal, b irbirlerin de n plazma memb-
görülen primer kalp tümörleridir; bunlar sıklıkla, kalp ranıyla orta d a ki çekirdek arasında uzanan sitoplazma bant­
kapaklarındaki veya çıkışlarındaki obstrüksiyon nedeniy­ larıyla ayrılmış, glikojen yüklü, sayısız vakuol içeren hücre­
le keşfedilir. Kalpteki rabdomiyomlarm sıklığı, TSC1 ya le rd ir (ö rü m ce k hücreler).
da TSC2 tümör supresör genlerindeki mutasyonlar nede-
Kalp Nakli 405

Klinik Özellikler
Başlıca klinik belirtiler; kalp kapaklarındaki "bilye-kapak"
obstrüksiyonuna, embolizasyona veya ateş, kırıklık gibi
konstitüsyonal semptomların bulunduğu bir sendroma
bağlıdır. Bu sendrom tümörün, akut faz reaksiyonunun
önde gelen bir medyatörü olan interlökin- 6 adlı sitokin sal­
gılamasıyla açıklanabilir. Tercih edilen tanı yöntemi eko-
kardiyografidir: cerrahi rezeksiyon, hemen her zaman için
iyileşmeyle sonuçlanır.
Diğer Kalp Tümörleri
® Lipomlar lokalize, net bir kapsülü olmayan, yağ dokusu
kitleleridir; semptom vermeyebilir ya da miksomlarda-
ki gibi bilye-kapak obstrüksiyonlarına yol açabilir veya
aritmilere neden olabilir.
• Papiller fibroelcıstomalar embolizasyona yol açabilmeleri­
ne rağmen genellikle yalnızca rastlantı sonucu saptanan
lezyonlardır. Genellikle kalp kapaklarının üzerinde lo­
kalize olan bu tümörler; çapı 1 santimetreye varabilen,
saç-benzeri uzantıları olan, makroskopik olarak deniz
şakayığını andıran kümeler oluşturur. Histolojik incele­
me; bol miktarda mukopolisakarid matriks ve laminalar
şeklinde elastik lifler içeren ve tümü endotelle sarılı
olan miksoid bağ dokusu gösterir.
• Kalp anjiyosarkomları ve diğer sarkomları, vücudun di­
ğer yerlerindeki sarkomalardan klinik ya da morfolojik
farkı olmadığından burada daha fazla yorumlanmaya­
cak olan tümörlerdir.
Resim 10-32 Kalp allogreftlerinin reddi. A , Kalpteki miyosit hasarı
eşliğinde lenfosit infiltrasyonunun görüldüğü akut kalp allogrefti
KALP NAKLİ reddi. Red olayıyla viral miyokardit (Resim 10-29, A) arasındaki
benzerliğe dikkat edin. B, Allogreft arteriyopatisi; intima tabakasın­
Kalıcı ventriküler yardım (assist) cihazının yerleştirilmesi, da kritik darlığa yol açmış olan, şiddetli, konsantrik kalınlaşma.
terminal dönem kalp hastalığının tedavisinde gittikçe daha Lamina elastica interna (ok) ve media sağlamdır. (Movat pentakrom
çok başvurulan bir seçenek olmaktadır ama kalp nakli, te­ boyası.)
davisi olanaksız kalp yetmezliği olan hastalarda yine de ter­ (B, Salomon RN, Hughes CC, Schoen FJ, e t al: Human koroner transplantation-as­
cih edilen tedavi seçeneğidir. Terminal dönem kalp yetmez­ sociated arteriosclerosis. Evidence for kronik immune reaction to activated graft en­
dothelial cells. Am J Pathol 138:791, 1991'in, izin alınarak tıpkıbasım.)
liği hastalarının 1 -yıllık mortalitesi, bu nakil uygulanmazsa,
%50 dolayındadır ve bu hastalardan 5 yıl hayatta kalabilen­
lerin oranı, %10'un altındadır. Tüm dünyada her yıl, büyük fonksiyonunu zora sokar. Antikorlar aracılığıyla gerçek­
bölümü dilate kardiyomiyopati ve iskemik kalp hastalığı va­ leşen zedelenmenin de allogreft reddiyle sonuçlanan
kalarında olmak üzere 3 bin kadar kalp nakli yapılmakta­ önemli bir mekanizma olarak gittikçe daha fazla görül­
dır. Böyle olsa bile bu konuda ihtiyaç duyan hastaların sayı­ düğü, bir gerçektir. Miyokarddaki zedelenme yaygın
sı, nakledilebilecek organ sayısının çok daha üzerindedir ve değilse "red atağT'ndan, yoğun immünosupresif teda­
bu rakamdan çok daha yüksek sayıda birçok (yaklaşık yıl­ viyle geri dönüş sağlanabilir. İlerlemiş red süreci ise ge­
da 50 bin) hasta, başarılı bir nakil ameliyatı geçirmek yeri­ ri dönüşsüz ve ölümcül olabilir.
ne yaşamını, nakil listesinde beklerken yitirmektedir. • Allogreft arteriyopatisi kalp naklinin uzun dönemdeki
Nakil için sağlanabilecek kalp sayısıyla buna ihtiyaç du­ başarısını tek başına en fazla sınırlayan faktördür. Bu
yan hasta sayısı arasındaki büyük orantısızlığı bir yana bı­ arteriyopati, koroner arterlerdeki intima tabakasının
rakacak olsak bile akut kalp reddi ve allogreft arteriyopati- geç dönemde ortaya çıkan, ilerleyici, yaygın stenoz üze­
si, kalp nakli ameliyatlarını izleyen başlıca komplikasyon­ rinden iskemik hasara yol açan proliferasyonu şeklinde
lardır (Resim 10-32). Nakledilen allogreftin sağkalımı için gelişir (Resim 10-32, B). Önemli derecede arteriyopati,
ihtiyaç duyulan immünosupresyon da, fırsatçı infeksiyonla- transplantasyonu izleyen 5 yıl içerisinde hastaların
ra ve Epstein-Barr virüsüne eşlik eden lenfoma gibi belirli %50'sinde, 10 yıl içerisinde ise %100'ünde gelişen bir
kanserlere yakalanma riskini artırmaktadır. komplikasyondur. Bu komplikasyonun patogenezinde,
• Ateş, kalbin ejeksiyon fraksiyonunun azalması, nedeni lokal büyüme faktörü üretimine neden olarak intima ta­
açıklanamayan aritmi veya kalp ultrasonografisinde bakasına düz kas hücrelerinin toplanmasına ve hücre
ventrikül duvarının ödemli ve kalınlaşmış olduğunun dışı matriks senteziyle çoğalmasına yol açan bağışıklık
görülmesi klinik olarak, nakledilen kalbin reddedildiği yanıtları rol oynamaktadır. Nakledilen kalplerin dener-
şüphesini doğuran gelişmelerdir. Red tanısı, nakledilen ve olması nedeniyle angina ağrısının söz konusu olma­
kalpten yapılan endomiyokard biyopsisiyle konur. Bu ması sonucu gelişen sessiz infarktüslere, ilerleyici kon-
biyopside; miyosit hasarı ve interstisyel lenfositik infla- jestif kalp yetersizliğine veya ani kardiyak ölüme yol
masyon görülmesi (Resim 10-32, A) ve viral miyokar- açabilmesi yüzünden allogreft arteriyopatisi, özellikle
ditte görülene (Resim 10-29, A) benzeyen bir histolojik can sıkıcı bir sorundur.
profile tanık olunması, red olayının karakteristik bulgu­ Kalp nakledilen hastalarda prognoz, bu sorunlara rağmen
larıdır. Her iki durumda da T-hücreleri aracılığıyla ger­ genellikle iyidir ve 1 -yıllık sağkalım oranı %80'e ulaşmak­
çekleşen hücre ölümü ve lokal sitokin üretimi, kalp ta, 5-yıllık sağkalım oranı ise %60'ı aşmaktadır.
406 BÖLÜM 10 Kalp

KAYNAKLAR Mitchell RN: Graft vascular disease: immune response meets the ves­
sel wall. Annu Rev Pathol 4:19, 2009. [Allogreft arteriopatisinin, hay-
Azaouagh A, Churzidse S, Konorza T, Erbel R: Arrhythmogenic right van m odelleri, p atojen ik m ekanizm alar, klin ik tam v e tedaviyi de içeren,
ventricular cardiomyopathy/dysplasia: a review and update. Clin kapsam lı bir gen el özeti.]
Res Cardiol 100:383, 2011. [Bu a n titey eg en etik n eden lerin e m ükem m el New SE, Aikawa E: Molecular imaging insights into early inflamma­
bir güncel bakış.] tory stages of arterial and aortic valve calcification. Circ Res
Bhattacharyya S, Davar J, Dreyfus G, Caplin ME: Carcinoid heart di­ 108:1381, 2011. [Valvüller v e dam arlarda d ejen eratif kalsifika sy on a yol
sease. Circulation 116:2860, 2007. [Bu antitenin patofizyolojisi, tanısı açan m ekanizm aların iyi bir gen el özeti.]
v e tedavisinin iyi bir d erlem esi.] Ovize M, Baxter GF, Di Lisa F, et al: Postconditioning and protection
Brickner ME, Hillis LD, Lange RA: Congenital heart disease in adults. from reperfusion injury: where do we stand? Position paper from
N Engl J Med 342:256, 334, 2000. [K onjenital kalp m alform asy anları­ the Working Group of Cellular Biology of the Heart of the Europe­
nın iki bölüm den oluşan güzel bir d erlem e: Tarihine rağm en çeşitli du­ an Society of Cardiology. Cardiovasc Res 87:406, 2010. [İnfarktüs bo­
rumların h ala yararlı v e çok başvurulan özeti.] yutunu sınırlam ada iskem i-reperfü zyoıı hasarı ve isk em ik ön hazırlam a­
Cannon RO 3rd: Mechanisms, management and future directions for nın m ekanizm aları ve potan siy el terapötik girişim lerinin iyi bir genel
reperfusion injury after acute myocardial infarction. Nat Clin Pract özeti.]
Cardiovasc Med 2:88, 2005. [M İ sonrası rep erfâ z y o n hasarın ı sınırlan­ Rasmussen TL, Raveendran G, Zhang J, Garry D J: Getting to the he­
dırm aya y ön elik m ekan izm alar ve tadvi yaklaşım larının harika d erlem e­ art of myocardial stem cells and cell therapy. Circulation 123:1771,
si.] 2011. [Kalp hastalığında k ö k hücre tedavileri konusundaki tartışm alar ve
Cerrone M, Priori SG: Genetics of sudden death: focus on inherited en son gelişm elerin iyi yazılm ış bir gen el özeti.]
channelopathies. Eur Heart J 32:2109, 2011. [A ni kard iy ak ölüm e yol Seidman CE, Seidman JG : Identifying sarcomere gene mutations in
açan iy on kan al bozulduklarının güncel, iyi düzenlenm iş, güncel tanımı.] hypertrophic cardiomyopathy: a personal history. Circ Res 108:743,
Cooper LT Jr: Myocarditis. N Engl J Med 360:1526, 2009. [Etiyoloji, pa- 2011. [D ünyada başı çek en gruplardan birinin h ipertrofik kardiyom iyo-
togenez v e klin ik özelliklerin iyi bir derlem esi.] patinin genetiği v e p atofizyolojisi kon u su n daki iyi yazılm ış ve saygın bir
Guilherme L, Köhler KF, Kalil J: Rheumatic heart disease: mediation gen el özeti.]
by complex immune events. Adv Clin Chem 53:31, 2011. [R om atiz- Sliwa K, Hilfiker-Kleiner D, Petrie MC, et al: Current state of know­
m al kalp hastalığının p atog en ik m ekanizm alarının iyi yazılm ış ve bilim­ ledge on aetiology, diagnosis, management, and therapy of peripar-
sel irdelem esi.] tum cardiomyopathy: a position statement from the Heart Failure
Hill EE, Herijgers P, Herregods MC, Peetermans WE: Evolving trends Association of the European Society of Cardiology Working Group
in infective endocarditis. Clin Microbiol Infect 12:5, 2006. [E n fektif on peripartum cardiomyopathy. Eur J Heart Fail 12:767, 2010. [Ku­
en dokarditte m ikroorganizm alar, tanı ve tedavilerdeki gelişm eler konu­ sursuz bir tam am layıcı not.]
sunda kliniğe yön elik, iyi birgenel bakış.] Watkins H, Houman A , Redwood C: Inherited cardiomyopathies. N
Huang JB, Liu YL, Sun PW, et al: Molecular mechanisms of congeni­ Engl J Med 364:1643, 2011. [K ardiyom iyopatilerin m olekiiler tem elinin
tal heart disease. Cardiovasc Pathol 19:el83, 2010. [Konjenital kalp m ü kem m el bir derlem esi.]
hastalıklarının altında y atan g en ler ve yolakların geniş kapsam lı derle­ Wu JC, Child JS: Common congenital heart disorders in adults. Curr
m esi.] Probl Cardiol 29:641, 2004. [Erişkin popülasyonda görülen kon­
Li C, Xu S, Gotlieb Al: The response to valve injury. A paradigm to un­ jenital kalp hastalıklarının detaylı ve kapsamlı genel özeti.]
derstand the pathogenesis of heart valve disease. Cardiovasc Pathol Zipes DP, Libby P, Bonow RO, Braunwald E (eds): Braunwald's Heart
20:183, 2011. [Valimi hastalıkların daki kavram ların güzel bir derlem esi.] Disease: A Textbook of Cardiovascular Medicine, 9th ed. Philadelp­
Libby P, Theroux P: Pathophysiology of coronary artery disease. Cir­ hia, Saunders, 2011. [Kalp yetm ezliği ve aterosklerotik kardiyovasküler
culation 111:3481, 2005. [A terosklerotik k o ro n er h astalıktaki y olaklar h astalık bölüm lerinin m ü kem m el olduğu, h a rik a ve saygın bir metin.
ile, tanı v e tedavi y aklaşım la n ile ilgili iy i yazılm ış bir derlem e.]
MacGrogan D, Nus M, de la Pompa JL: Notch signaling in cardiac de­
velopment and disease. Curr Top Dev Biol 92:333, 2010. [Kalp geli­
şim de N oth'un rolü kon u su n da bilim sel bir derlem e.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.

Hematopoietik ve
Lenfoid Sistemler

BÖLÜM İÇERİĞİ

ER İT R O SİT H A S T A LIK LA R I 408 Aplastik Anemi 424 Trom bositopeni 452


Kan Kaybı Anemisi: Kanama 409 M yelofitizik Anemi 424 immün Trombositopenik Purpura 452
H e m o litik A nem iler 409 Polisitemi 425 Heparin Nedenli Trombositopeni 453
Herediter Sferositoz 410 B E Y A Z K A N H Ü CR ESİ Trom botik Mikroanjiopatiler: Trom botik
O rak Hücreli Anemi 411 H A S T A LIK LA R I 425 Trombositopenik Purpura ve Hem olitik
Talasemi 413 Urem ik Sendrom 453
Beyaz Kan Hücrelerinin N eoplastik
Glukoz- 6 -Fosfat Dehidrogenaz Koagülasyon Hastalıkları 454
Olmayan Hastalıkları 425
Eksikliği 416 Faktör Vlll-von W illebrand Faktör
Lökopeni 425
Paroksismal Noktürnal Kompleksi Eksikliği 454
Reaktif Lökositoz 426
Hemoglobinüri 417 Reaktif Lenfadenit 427 D A L A K V E Tİ M U SU
im m unhemolitik Anem iler 417 E T K İL E Y E N
Beyaz Kan Hücrelerinin N eoplastik
Eritrositlerin Mekanik Travması Nedeniyle
Proliferasyonları 428 H A S T A L IK L A R 456
Oluşan Hem olitik Anem iler 418
Lenfoid Neoplaziler 429 Splenomegali 456
Malarya (Sıtma) 418
Myeloid Neoplaziler 444 Timus Hastalıkları 456
Azalmış E ritropoiez Nedenli
Histiyositik Neoplaziler 449 Timus Hiperplazisi 457
A nem iler 419
K A N A M A H A S T A L IK L A R I 449 Timoma 457
Demir Eksikliği Anemisi 420
Dissemine Intravasküler
Kronik Hastalık Anemisi 421
Megaloblastik Anem iler 422 Koagülasyon 450

Hematopoietik ve lenfoid sistemlerin hastalıkları olduk­ tarafından tanınır ve yok edilirler. Eritrosit yıkımının
ça geniş bir çeşitlilik gösterirler. Bu hastalıklarda sınıfla­ artması anemiye, bunun sonucunda da kemik iliğinde
ma primer olarak eritrositleri, lökositleri ya da trombo- eritrosit öncülleri kompansatuar olarak hiperplaziye uğ­
sitleri ve pıhtılaşma faktörlerini içeren hemostatik sis­ rar.
temden, primer olarak hangisini etkilediğine göre yapı­ Hematolenfoid sistemin kompleksliği ve karışıklığı
lır. Eritrosit hastalıkları kendilerini genellikle anemi (erit­ tek bir anatomik bölgede sınırlı olmamasından ve hem
rosit eksikliği) ile gösterirler. Beyaz kan hücresi hastalıkla­ normal hem malign beyaz hücrelerin değişik bölgeler
rı, bunun tam tersine, malign dönüşüm sonucu aşırı arasında yoğun bir "trafik" kapasitesine sahip olduğu
hücre çoğalması ile ilişkilidir. Hemostatik bozukluklar unutulmamalıdır. Örneğin, bir lenf gangliyonu biyopsisi
hemorajik diatezlere (kanama bozuklukları) yol açabilir­ ile lenfoma tanısı alan bir hastada, aynı zamanda kemik
ler. Son olarak, çok sayıda hastalığın bir özelliği olan iliği ve kanda da neoplastik lenfositler olabilir. Kemik ili­
splenomegaliden ve timus tümörlerinden bu bölümün ğindeki malign lenfoid hücreler, hematopoezi baskılaya­
sonunda bahsedilecektir. rak, kan hücre sayılarında düşüşe (sitopeni) ve malign
Her ne kadar bu hastalık gruplamaları yararlı olsa da, hücrelerin karaciğer ve dalaktaki yayılımları ise, bu or­
gerçekte eritrositlerin, beyaz kan hücrelerinin ve he­ ganların büyümesine yol açabilir. Sonuç olarak, hem be­
mostatik sistem komponentlerinin üretimi, fonksiyonla­ nign hem malign hematolenfoid hastalıklarda altta ya­
rı ve yok edilmeleri birbirleri ile yakından ilişkilidir ve tan tek bir anormal durum çok yönlü sistemik sonuçlar
bir hücre tipini ya da sistemin bir komponentini etkile­ doğurabilir. Bu karmaşık durumları akılda tutmak kay-
yen patojenik durumlar diğerlerinin de aksamasına yol dıyla, hematolenfoid bozuklukların alyuvarlar, akyuvar­
açar. Örneğin, belli durumlarda B hücreleri eritrosit lar ya da hemostatik sistemden hangisinin tutulumunun
membran komponentlerine karşı otoantikor üretirler. baskın oluşuna göre yapılmış olan gelenekselleşmiş sı­
Opsonize eritrositler büyümüş olan dalaktaki fagositler nıflamayı kullanacağız.
BÖLÜM 11 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

ERİTROSİT HASTALIKLARI
Kırmızı kan hücrelerinin (eritrositler) hastalıkları, çeşit­ lik eden doku 0 2 basıncı düşüklüğü, böbreğin özelleş­
li tiplerde anemilere ve daha az oranda polisitemiye miş hücrelerindeki büyüme faktörü eritropoietin üreti­
(eritrositoz olarak da bilinen eritrositlerde artmaya) ne­ minin artışını tetikler. Bu da kemik iliğindeki eritroid se­
den olur. Anemi kanın oksijen taşıma kapasitesinde, do­ ri öncüllerinin kompansatuar hiperplazisine ve ağır ane­
laşımdaki eritrosit miktarının normal seviyenin altına milerde ise sekonder hematopoietik organlarda (karaci­
inmesinden kaynaklanan düşüştür. ğer, dalak, lenf bezleri) ekstramedüller hematopoiezin
Anemi, kanamadan, eritrositlerin hızlanmış yıkımından ortaya çıkmasına yol açar. Bu mekanizma sayesinde,
ya da yavaşlamış üretiminden kaynaklanır. Bu mekaniz­ akut kanama ya da artmış eritrosit yıkımı (hemoliz) ne­
malar anemileri sınıflamanın esaslarından birini oluştu­ deniyle aniden anemik hale gelmiş, iyi beslenen kişiler­
rur (Tablo 11-1). Bu antitelerden bazılarında örtüşme de eritrosit üretimi normalin 5 -8 katma kadar çıkabilir.
mevcuttur. Örneğin talasemide alyuvarların hem azal­ Bu durum kendini periferik kanda genç eritrositlerin
mış yapımı hem de erken yıkımı anemiyi doğurur. Kro­ (retikülositler) sayısının artması ile kendini gösterir. Bu­
nik böbrek yetmezliği ya da kronik inflamasyona (ileri­ nu tam tersi olan ve azalmış eritrosit üretimine bağlı
de bahsedilecektir) bağlı anemiler dışında, anemiye eş- anemiler (arejeneratif anemiler) normalden az retikülo-
sit sayısı ile (retikülositopeni) ile karakterizedirler.
Tablo 11-1 Aneminin, A ltta Yatan Mekanizmaya Göre Anemiler eritrosit morfolojisine göre da sınıflandırıla­
Sınıflandırılması bilir. Eritrosit morfolojisi genellikle bozukluğun nedenini
Kan Kaybı yansıtır. Etiyoloji hakkında ipuçları sağlayan karakteris­
tik özellikler arasında eritrositlerin boyut, renk ve şekille­
Akut: travma
Kronik: gastrointestinal kanal lezyonları, jinekolojik hastalıklar
ri gibi çeşitli özellikler mevcuttur. Bu özellikler periferik
yaymalardaki görsel inceleme ile sübjektif olarak sapta­
Artm ış Yıkım (Hem olitik Anemiler)
nabildiği gibi, bunların aşağıdaki göstergeler kullanılmak
intrinsik (Intrakorpüsküler) Bozukluklar suretiyle objektif ölçümlerini yapmak da mümkündür:
Herediter « Ortalama hücre hacmi (MCV): Bir eritrositin ortalama
Membran anormallikleri hacmi; femtolitre (mikronküp) olarak belirtilir.
Membran iskelet proteinleri: sferositoz, eliptositoz • Ortalama hücre hemoglobini (MCH): eritrosit başına
Membran lipidleri: abetalipoproteinemi
düşen ortalama Hb miktarı; pikogram olarak belirtilir.
Enzim yetmezlikleri
Heksoz monofosfat şant enzimleri: glikoz-6-fosfat dehidrogenaz, • Ortalama hücre hemoglobin konsantrasyonu (MCHC):
glutatyon sentetaz Belli bir hacimdeki eritrosit topluluğundaki ortalama
G likolitik enzimler: piruvat kinaz kinaz, heksokinaz Hb konsantrasyonu; desilitre başına düşen gram ile
Hemoglobin sentezi bozuklukları
belirtilir.
Yapısal olarak anormal globin sentezi (hemoglobinopatiler): orak
hücreli anemi, unstabil hemoglobinler » Eritrosit dağılım genişliği (RDW): Eritrosit hacmindeki
Yetersiz globin sentezi: talasemi sendromları varyasyonun katsayısı.
Edinsel
Klinik laboratuvarlarda, özelleşmiş aletler eritrosit de­
Membran defekti: paroksismal noktürnal hemoglobinüri
ğerlerini direkt ölçüm ile ya da otomatik olarak hesapla­
Ekstrinsik (Ekstrakorpüsküler) Bozukluklar yarak saptarlar. Ayni aletler ile hemolitik ve rejeneratif
Antikora bağımlı anemiler arasındaki ayırımın basit bir ölçüsü olan reti-
izohemagutininler: transfüzyon reaksiyonları, immün hidrops külosit sayısı da belirlenir. Yetişkinlerdeki normal de­
(yenidoğanın Rh hastalığı) ğerler Tablo 11-2'de gösterilmiştir. Ayırıcı tanılara göre,
Otoantikorlar: idiopatik (primer), ilaç-ilişkili, sistemik lupus anemilerin değerlendirilmesinde bazı başka testler de
eritematozus yapılabilir: (1 ) demir indeksleri (serum demiri, serum de­
Eritrositlere mekanik travma
mir bağlama kapasitesi, transferrin saturasyonu ve se­
Mikroanjiyopatik hemolitik anemiler: trom b o tik trom bositopenik
purpura, dissemine intravasküler koagulasyon
rum ferritin konsantrasyonları). Bunlar demir yetmezli­
Detektif kalp kapakçıkları ği, kronik hastalık ve talasemiye bağlı anemileri birbi­
Enfeksiyonlar: sıtma rinden ayırmaya yarar; (2 ) plazmadaki konjuge olmamış bi­
Eritrosit Yapımının Bozulması i
lirubin, haptoglobin, ve laktat dehidrogenaz düzeyleri, ki
bunlar hemolitik anemilerde anormaldir; (3) serum ve
Kök hücrelerin çoğalma ve diferansiasyonunun bozulması: aplastik
eritrosit folat ve vitamin Bn konsantrasyonları, ki bunlar
anemi, saf eritrosit aplazisi
Eritroblastların çoğalma ve matürasyonunun bozulması
megaloblastik anemilerde azalmıştır; (4) hemoglobin
Defektif D N A sentezi: vitamin B12 ve folik asit yetersizliğ ya da elektroforezi. Anormal hemoglobinleri saptamada kulla­
kullanımında bozulma (megaloblastik anemiler) nılır; ve (5) Coombs testi: İmünohemolitik anemi kuşku­
Renal yetmezlik anemisi (eritropoietin yetersizliği) su olan vakalarda eritrositlerdeki antikorları ya da
Kronik hastalık anemisi (demir sekestrasyonu, bağlı eritropoietin komplemanı saptamada kullanılır. İzole anemilerde, pe­
yetersizliği) riferik kan testleri, genellikle, nedeni saptamaya yeterli-
Endokrin hastalıklardaki anemi
Defektif hemoglobin sentezi
dir. Bunun aksine, anemi, trombositopeni ve/veya gra-
Yetersiz heme sentezi: demir yetmezliği, sideroblastik anemiler nülositopeni ile birlikte ise, kemik iliği aplazisi ya da in­
Yetersiz globin sentezi: talasemiler filtrasyonu olasılığı kuvvetle muhtemeldir; bu durumlar­
İlik resplasmanı: primer hematopoietik neoplaziler (akut lösemi, da kemik iliği incelemesi genellikle gerekli olur.
myelodisplastik sendromlar) İleriki sayfalarda bahsedildiği üzere, aneminin klinik
İlik infiltrasyonu (myelofitizik anemi): metastatic neoplazmlar,
sonuçları, aneminin şiddetine, gelişme hızına ve altta
granülomatöz hastalık
yatan patojenik mekanizmaya bağlıdır. Başlangıç yavaş
Hemolitik Anemiler 409

Tablo 1 1 -2 Eritrositler için Erişkin Referans Aralıkları*


KAN KAYBI ANEMİSİ: KANAMA
B irim Erkek Kadın
Kan hacminin % 20'sinin aşacak boyuttaki akut kan
Hemoglobin (Hb) &/dL 13.2-16.7 11.9-15.0
kaybı durumunda, hastanın karşı karşıya kaldığı tehdit,
H em atokrit (Hct) % 38-48 35-44
anemiden çok hipovolemik şoktur. Eğer hasta hayatta
Eritrosit sayısı x10 6 /p L 4.2-5.6 3.8-5.0 kalırsa, hemodilüsyon hemen başlar ve 2 -3 gün içinde
Retikülosit sayısı % 0.5-1.5 0.5-1.5 en yüksek seviyesine ulaşır, eritrosit kaybının derecesi
Ortalam a hücre hacmi (MCV) fL 81-97 81-97 ancak o zaman ortaya çıkar. Anemi normositik ve nor-
Ortalam a hücre Hb i (MCH) 28-34 28-34 mokromiktir. Kan kaybı anemisinin iyileşmesi sırasında
Pg
kompansatuar olarak eritropoietin seviyesi yükselir ve
Ortalam a hücre Hb g/dL 33-35 33-35
konsantrasyonu (MCHC)
5-7 gün içinde eritrosit üretiminin hızlanmasını ve reti-
külositozu uyarır.
Eritrosit dağılım 11.5-14.8
Kronik kan kaybında, demir depoları yavaş yavaş de­
genişliği (RDW)
receli olarak azalır. Demir, Hb sentezi ve eritropoiez için
‘ R e fe ra n s a ra lık la rı la b o r a t u a r la r a r a s ın d a d e ğ iş k e n lik g ö s te r ir . B ir la b o r a ­
mutlaka gereklidir. Eksikliği, üretimin az olduğu kronik
t u a r t e s t in i y o r u m la n ı r k e n , d a im a sonucu v e re n la b o r a tu a r ı n r e fe ra n s
a ra lığ ı k u lla n ılm a lıd ır.
bir anemiye yol açar. Demir eksikliği anemisi başka kli­
nik durumlarda da meydana geldiğinden, bu konudan,
azalmış eritrosit yapımı ile ilişkili diğer anemiler ile bir­
ise, 0 2 taşıma kapasitesindeki eksikliği, plazma hacmin­ likte, ileride söz edilecektir.
de, kardiyak outputta, solunum hızında ya da eritrosit
2,3-difosfogliserat (hemoglobinden 0 2 sahnımmı arttı­
ran bir glikolitik yolak türevi) düzeylerinde artış gibi HEMOLİTİK ANEMİLER
adaptasyon mekanizmaları kısmen dengeler. Bu deği­
Normal eritrositlerin ömrü 120 gündür. Eritrosit yıkımı­
şimler, sağlıklı bir kişide hafif ya da orta derecede bir
nın hızlanmasından kaynaklanan anemilere hemolitik
anemiyi dengeler, fakat solunum ve kardiyak yetmezliği
anemiler adı verilir. Eritrositlerin hayatta kalım süresinin
olan kişilerde daha az etkilidir. Solukluk, halsizlik, yor­
kısalmasına, sıklıkla kalıtsal olan eritrosit defektleri int-
gunluk bütün anemilerin ortak özelliğidir, belirtileridir.
rinsik (intrakorpüsküler hemolitik anemi) ya da genelde
Eritrositlerin erken yıkımı nedeniyle gelişen anemilerde
dış etkiler nedeniyle sonradan kazanılmış olan ekstrin-
(.hemolitik anemiler) hiperbilirubinemi, sarılık ve safra kese­
sik (ekstrakorpüsküler) faktörler sebep olur. Bunların
sinde pigment taşlan görülür. Bunların tümü artan Hb
çeşitli örnekleri Tablo 11-1'de listelenmiştir.
döngüsü ile ilişkilidir. Etkisiz hematopoezden (kemik ili­
Komplike hale gelmemiş hemolitik anemilerin ortak
ğindeki eritroid öncüllerin erken ölümü) kaynaklanan
özellikleri: (1 ) eritrosit ömrünün kısalması ve (2 ) kom­
anemilerde sindirim kanalında fazla emilen demir biri­
pansatuar eritropoiez hızlanması, (3) demir gibi eritrosit
kir (sekonder hemokromatozis) ve endokrin organlarda ve
yıkım ürünlerinin vücutta birikimi ile karakterizedir. De­
kalpte hasara yol açar. Eğer tedavi edilmezlerse, (3-tala-
mir vücutta korunup, yeniden kullanıldığından, eritrosit
semi gibi ağır konjenital anemiler, büyüme geriliği, iskelet
rejenerasyonu hemoliz hızına ayak uydurabilir. Sonuç
anomalileri ve kaşeksi ile sonuçlanır.
olarak; hemolitik anemiler kemik iliğinde eritroid hiperplazi
ve periferik kanda retikülosit artışı ile kendilerini gösterir­
ler. Eğer hemolitik anemi ağır ise, karaciğer, dalak, ve
® Ö ZET _____ __________ __________ __________ lenf bezlerinde ekstramedüller hematopoiez gelişebilir.
Anemilerin Patolojisi Eritrosit yıkımı, vasküler alanda (intravasküler hemo­
liz) ya da doku makrofajları içinde (ekstravasküler hemo­
N ed en leri liz) meydana gelebilir. İntravasküler hemoliz, eritrositler­
• Kan kaybı (kanama) de mekanik kuvvet (ör. defektif kalp kapağının yarattığı
• Artm ış eritrosit yıkımı (hemoliz) turbulans) ya da eritrosit membramna hasar veren çeşit­
• Azalmış eritrosit üretimi li biyokimyasal ve fiziksel ajanlar (kompleman fiksasyo-
nu, clostridium toksinine maruz kalma, yüksek ısı) ne­
M orfoloji
deniyle meydana gelir. Nedeni ne olursa olsun, intravas­
• Mikrositik (demir eksikliği, talasemi)
küler hemoliz hemoglobinemi, hemoglobinüri ve hemo-
• Makrositik (folat ya da B12 vitamini eksikliği)
siderinüriye yol açar. Heme pigmentinin bilirubine dö­
• N orm ositik fakat anormal şekilli (herediter sferositoz, nüşmesi konjüge olmamış hiperbilirubinemi ve sarılık
orak hücre hastalığı) ile sonuçlanabilir. Ağır intravasküler hemoliz bazen akut
K lin ik B e lirtile r tubuler nekroza da neden olur (Bölüm 13). Serbest he­
• Akut: nefes darlığı, organ yetmezliği, şok moglobine bağlanan bir protein olan haptoglobin plazma­
• Kronik: da tamamen tükenmiştir. Ayni zamanda hemolize uğra­
° Solukluk, halsizlik, yorgunluk mış eritrositlerden salman laktat dehidrogenaz (LDH) dü­
° Hemolizli: sarılık ve safra taşları zeyleri artmıştır.
Eritrosit yıkımının daha sık görülen bir şekli olan
° Etkisiz eritropoiez ile birlikte: demir yüklenmesi, kalp
ekstravasküler hemoliz dalak ve karaciğerde gerçekleşir.
ve endokrin organ yetmezlikleri
Bu organlar çok sayıda makrofaj içerirler, bu makrofaj-
° Ağır ve konjenital ise: büyüme geriliği, reaktif kemik ili­
lar hasar görmüş ya da immünolojik olarak hedeflenmiş
ği hiperplazisine bağlı kemik deformiteleri
eritrositleri dolaşımdan uzaklaştıran temel hücrelerdir.
410 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Eritrositlerin dalak sinuzoidlerinden başarılı bir şekilde kom ponentlerinde de m utasyonlar tanımlanmıştır. l^ u t a s -
geçebilmeleri için, şekil değiştirebilmeleri gereklidir. yo n lan n o rta k özelliği m em bran iskeleti ile in trin ­
Hücre deformasyon kapasitesindeki bir azalma bu geçişi sik m em bran p ro tein leri arasın d aki dikey ilişkiyi
zorlaştırır ve hücrelerin dalakta tutulmalarına ve fagosi­ zayıflatm asıd ır. Bu de fekt nedeniyle, yaşlandıkça bir şe­
toza uğramalarına yol açar. Bunun, çeşitli hemolitik ane­ kilde destabilize olan e ritro sitin lipid çift tabakasından dola­
milerde meydana gelen eritrosit yıkımında önemli bir şıma m em bran vezikülleri dökülür. Bu süreçte çok az m ik­
faktör olduğu bilinmektedir. Ekstravasküler hemoliz he- tarda sitoplazma kaybı o lu r ve sonuç olarak, yüzey ala-
moglobinemi ve hemoglobinüri ile ilişkili değildir, fakat nı/hacim oranı, hücre küre şeklini alana kadar progressif
sıklıkla sarılığa ve uzun süreli vakalarda bilirubinden olarak küçülür (Resim 1 1 -1 ).
zengin safra taşı (pigment taşları) oluşumuna yol açar. Dalak, sferositlerin yıkımında başlıca rolü oynayan o r­
Haptoglobin azalır, çünkü bir kısım hemoglobin makro- gandır. E ritrositlerin, splenik kordonlardan geçebilmeleri
fajlardan plazmaya kaçar. LDH düzeyleri de artmıştır. için ileri derecede deform asyon geçirm eleri gereklidir.
Çoğu kronik ekstravasküler hemoliz tipinde görülen re- N o rm a l kan hücrelerinin gevşek diskoid şekli, hücrelere şe­
aktif mononükleer fagositlerin hiperplazisi splenomegali kil değişimi için yeterli derecede esnekliği sağlar. Bunun ak­
ile sonuçlanır. sine, sferositler ise, azalmış m em bran esneklikleri nedeniy­
Şimdi sık görülen bazı hemolitik anemilere geçeceğiz. le, splenik kordonlarda ta kılırla r ve burada bulunan bol
J_
m iktardaki m akrofajlar tarafından yo k edilirler. Splenek-
tom inin ta rtışılm a z y a ra rlı e tk isi, daBağın bu olay­
Herediter Sferositoz d aki k r itik rolünü g ö ste rm e kted ir. Eritro sit defekti
k a lır fa k a t anem i d ü zelir.
Bu hastalık eritrosit membranmdaki kalıtsal (intrinsik)
defektlerden kaynaklanır. Bu defektler, şekil değiştirme
kapasiteleri azalmış, dalakta tutuluma ve yıkıma daha
eğilimli hücreler olan sferositlerin oluşumuna yol açar.
Herediter sferositoz genellikle otozomal dominant geçiş­
lidir. Hastaların küçük bir bölümünde ise daha ağır sey­ ( ...) M ORFOLOJİ
reden otozomal resesif şekli görülür. Yaymalarda, e ritro sitle r koyu k ırm ız ı ren kte olup
san tral bölgelerindeki so lu k görünüm lerini kaybet­
m işlerd ir (Resim 11-2). Hızlanmış e ritro s it yıkımı ve sonu­
cunda gelişen anemi, kem ik iliğindeki e ritro s it öncüllerinin
PATO G EN EZ kom pansatuar hiperplazisine ve retikülositoz ile kendini
gösteren hızlanmış e ritro s it üretim ine yol açar. Splenome­
H e re d ite r sferositoz e ritro sitin lipid çift tabakasının altında­ gali, herde iter sferositozda diğer he m olitik anemi tip le rin ­
ki protein ağının oluşturduğu m em bran iskeletind eki de olduğundan daha sık ve daha ileri derecededir. Dalağın
an@rmallik nedeniyle meydana gelir (Resim 1 1 -1 ). Bu ağırlığı genelde 500 ile 1000 gram arasındadır. Dalak büyü­
ağın yapısında y e r alan en önem li protein, b ir uçta kısa ak- mesi, splenik kordonlarındaki belirgin konjesyondan ve do­
tin fîlam entlerine bağlanan, uzun ve esnek b ir heterodim er ku m akrofajlarının sayısının artmasından kaynaklanır. Sinü-
oluşturan spektrindir. Spektrin ağı, üzerindeki membrana zoidleri döşeyen, özellikle de kordonlarda bulunan m akro­
iki noktada tu tu n u r: band 3 adı verilen intrinsik m embran fajlar içerisinde fagosite edilmiş e ritro s itle r görülürler.
proteinine ankyrin ve band 4.2 aracılığıyla ve band 4.1 ara­ Uzun süreli vakalarda belirgin bir sistemik hem osideroz
cılığıyla da glikoforine. m evcuttur. H e m o litik anem ilerin, daha önce sözü edilen di­
H e re d ite r sferositoz’daki m utasyonlar en sık ankyrin, ğer özellikleri bu hastalıkta da görülür. Ö zellikle koleliti-
band 3 ve spektrinle ilişkilidir, fakat hücre iskeletinin diğer azis bu hastaların % 40-50'inde mevcuttur.

Band 3

Normal
Spektrin

Resim 11-1 Herediter sferositozun patogenezi. Sol taraf, başlıca eritrosit membran iskelet proteinlerinin normal organizasyonu. Memb­
ran iskeleti ile üzerindeki plazma membranı arasındaki bağlantıyı bozan, |3-spektrin, P-spektrin, ankirin, band 4.2 ve band 3’teki mutas­
yonlar eritrositlerden membran veziküllerinin kopmasına ve eritrositin sferosite (sağ taraf) transforme olmasına neden olur. Şekil değişik­
liği yapamayan sferositler makrofajlar tarafından fagosite edilirler. GP, glikoprotein.
Hemolitik Anemiler 411

fetal Hb'den (HbF,a2y2) oluşur. HbS, fi-globin'in altıncı


amino asit sırasında glutamîk asidin yerini valin aldığında
oluşur. Homozigotlarda, bütün HbA, HbS ile yer değiş­
tirmiştir. Buna karşılık heterozigotlarda bunun sadece
yarısı HbS'dir.
İnsidans
Orak hücreli anemi dünyada en sık görülen family al hemoli­
tik anemi türüdür. Afrika'da sıtmanın endemik olduğu ba­
zı bölgelerde bu genin görülme sıklığı %30'lara ulaşmak­
tadır. Bu durum, HbS'nin Plasmodium falciparum sıtması­
na karşı olan hafif koruyucu etkisine bağlanmaktadır.
•» Orak hücreli anemi Birleşik Devletler'de zencilerin yak­
laşık %8 'i HbS için heterozigot olup, 1/600'ünde orak
hücreli anemi görülmektedir.
Resim 11-2 Herediter sferositoz—periferik kan yayması. Anizosi-
toza ve hiperkromatik sferositlere dikkat edin. Herediter sferosi-
tozlu bu hastanın eritrositlerinde Howell-Jolly cisimcikleri (küçük PATO G EN EZ
nükleer kalıntılar) de gözlenmekte.
(Dr. Robert VV. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas
HbS m olekülleri, deoksijenasyon sonucu 6 pozisyondaki
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) anorm al valin yerleşimini ilgilendiren moleküllerarası temas
sonucunda uzun polim erier oluşturur. HbS'nin fiziksel yapı­
sındaki değişim e ritro sitlerin şekil değiştirmesine yol açar
K lin ik Ö z e llik le r
ve e ritro sitle r uzamış hilal şeklini ya da diğer bir deyişle
Karakteristik klinik özellikler anemi, splenonıegali ve sarı­ o ra k şeklini alırlar (Şekil 11-3). Başlangıçta, oraklaşan e rit­
lıktır. Aneminin şiddeti oldukça değişkendir. Asempto- ro sitle r oksijenasyon ile eski hallerine dönebilirler. Ancak,
matik vakalar olabileceği gibi, belirgin anemi ile karak- her oraklaşma sürecinde oluşan m em bran hasarı hücre içi­
terize olan vakalar da görülebilir, fakat genelde anemi ne kalsiyum girişine neden olur. Bu da potasyum ve su kay­
orta şiddettedir. Eritrositler sferoid şekilli oldukların­ bına ve m embran iskeletinde hasara neden olur. Zamanla,
dan, hipotonik tuz solüsyonuna konduklarında artmış küm ü la tif hasar sonucu o ra kla şm a geri dönüşüm süz
ozmotik kırılganlık gösterirler. Bu, tanıda yardımcı olan hale gelir ve bu hücreler hızla hemolize uğrar.
karakteristik bir bulgudur. E ritrositlerin oraklaşmasını etkileyen birçok fa k tö r var­
Sıklıkla stabil seyreden klinik gidiş, bir aplastik kriz dır. Bunlardan en önemli üç tanesi aşağıda sıralanmıştır:
ile noktalanabilir. En ağır krizler kemik iliğindeki erit- • HbS dışındaki diğer hem oglobinlerin varlığı. Hete­
roblastları enfekte edip yıkan parvovirüs B19 tarafından rozigotlarda, Hb'in yaklaşık %40'ı HbS, geri kalanı ise
deoksijenize HbS ile zayıf b ir ilişkisi olan H bA'dır. H b A ’-
tetiklenir. Herediter sferositozda eritrositlerin ömrü kı­
nın varlığı HbS’ nin polim erizasyonunu büyük ölçüde ge­
sa olduğundan eritrosit yapımının birkaç günlüğüne bi­
ciktirir. Bu nedenle heterozigotlarda oraklaşma eğilimi
le durması aneminin hızla ağırlaşmasına yol açar. Çoğu
azdır ve bu kişiler o ra k hücre taşıyıcısı (sickle cell
vakada ataklar kendiliğinden geçer, fakat bazı hastalar tr a it) olarak adlandırılırlar. Diğer b ir m utant (3-globin
eritroid aplazi dönemi süresince destekleyici kan trans- olan HbC, 6 pozisyonunda norm alde bulunması gereken
füzyonuna ihtiyaç duyarlar. glutam ik asit yerine lizin içerir. A m erikalı zenciler arasın­
Herediter sferositoz'un spesifik bir tedavisi yoktur. da H b C ’ nin heterozigot taşıyıcı oranı yaklaşık % 2.3'tür.
Splenektomi semptomatik hastalarda yarar sağlar. Zira Sonuç olarak her 1250 yenidoğandan birinin hem HbS,
eritrosit yıkımının gerçekleştiği başlıca organ devre dışı hem de HbC için birleşik heterozigottur. HbC, HbS ile
kalmış olur. Bununla birlikte, splenektominin özellikle agregasyona H bA'dan daha m eyillidir ve H b S /H b C bir­
çocuklarda enfeksiyon riskini artırdığı göz önünde bu­ leşik heterozigot olanlar (HbSC hastalığı olarak adlan­
lundurulmalıdır. Günümüzde parsiyel splenektomi da­ dırılır) sem ptom atiktirler. HbF de, HbS ile zayıf ilişki ha­
ha sık uygulanmaktadır. Çünkü bu yaklaşım ile hem lindedir. Bu nedenle o ra k hücreli anemisi olan yenido-
sepsise karşı koruma, hem de hematolojik açıdan düzel­ ğanlar 5-6 aylık oluncaya, yani HbF seviyeleri yetişkin se­
me sağlanmaktadır. viyelerine ininceye kadar hastalık ortaya çıkmaz.
• HbS’nin intrasellü ler konsantrasyonu konsant­
Orak Hücreli Anemi rasyonu. Deoksijenize olm uş HbS'nin polimerizasyonu,
HbS konsantrasyonuna ileri derecede bağlıdır. E ritrosit
Hemoglobinopatiler, hemoglobinde yapısal anormallik­ dehidrasyonu, hemoglobin konsantrasyonunu artırarak
lere neden olan kalıtsal mutasyonlarm varlığı ile karak- oraklaşmayı hızlandırır. Bunun tam tersi olarak, berabe­
terize bir grup herediter hastalıktır. En sık görülen ve rinde ?-talaseminin de (daha sonra anlatılacak) varlığı, he­
prototip olarak kabul edilen hemoglobinopati, |3-globin moglobin konsantrasyonunu düşürür, dolayısıyla ora k­
zincirini kodlayan gende meydana gelen bir mutasyon- laşmanın şiddeti daha az olur. HbS konsantrasyonunun
dan kaynaklanır ve orak hemoglobin (HbS) oluşumuna nispeten daha düşük olması da heterozigotlarda sem pto­
sebep olur. Çok daha az rastlanan diğer hemoglobinopa­ m atik oraklaşmaynın olmamasına katkıda bulunur.
• E ritro sitle rin m ik ro d a m a rla rd a n geçiş sü re si.
tiler bu yazının kapsamı dışındadır.
E ritrositlerin kapillerler içerisinden geçiş süresi norm al­
Hemoglobin, birbirine benzer iki çift, yani dört adet
de deoksijenize HbS’de belirgin polim erizasyon oluşu­
globin zinciri içeren bir tetramerdir. Normal bir erişki­
mu için çok kısadır. Bundan dolayı, oraklaşma kan akımı­
nin alyuvarında bulunan hemoglobin, %96 oranında nın yavaşladığı m ikrovasküler yataklarda sınırlıdır. O ra k
HbA (a2|32), %3 oranında HbA2 (a252), %1 oranında da
412 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

0 *
© o °J?
9 o o

- r » e • o 0e ° o o
g -C Ş .

û / •* ^o ö<

€ -
iv> V.

&
o
° o
o
, 'c fp o V A c e
® ®. • ?*o
C L > İ « f& ° « P °
(
P C <5^0 c v
C ' -

'O .
fP
f t » f ? & *£ & ° o© o
^

? o O ° & Z \
Resim 11-3 O rak hücreli anemi—periferik kan yayması. Â , küçük büyütmede orak hücreler, anizositoz, poikilositoz ve hedef hücreler
görülmekte. B, Daha büyük büyütmede ortada geri dönüşsüz olarak oraklaşan hücre görülmekte.
(Dr. Robert W . McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)

hücreli aneminin ön planda görüldüğü iki doku olan da­ konder yeni kem ik oluşumuna yol açar. Bu durum belirgin
lak ve kem ik iliği de bu özelliktedir. D iğer m ikrovasküler elmacık kem ikleri ve radyolojik olara k “ asker traşı” görü­
yataklarda ise özellikle e ritro sitle rin pasajını geciktiren nümüne yol açan kafatası değişiklikleri ile sonuçlanır. Kara­
edinsel fa k tö rle r oraklaşmayı tetikleyebilir. Evvelce anla­ ciğerde ve dalakta ekstram edüller hem atopoiez görülebilir.
tıldığı üzere, inflamasyon, lökositlerin ve e ritro sitle rin Ç ocuklarda görülen o rta derecedeki splenomegali
endotele adhezyonunu ve geçirgenliği artmış dam arlar­ (5 0 0 grama kadar olan dalak ağırlığı), oraklaşan eritro sitle­
dan sıvı eksüdasyonunu a rttırm a k suretiyle kan akımını rin tutulmasıyla meydana gelen kırm ızı pulpa konjesyonun-
yavaşlatır. Ek olarak, oraklaşmış e ritro s itle r endotel hüc­ dan kaynaklanır. Ancak, kro n ik splenik e ritro sta z kro n ik hi-
relerine yapışmaya norm al eritro sitlerd en daha eğilimli­ poksik hasar ve infarktüse neden o lu r ve zamanla dalağın
dirler. Z ira , yineleyen oraklaşma süreçleri sonucunda fonksiyonel olarak yararsız fib ro tik b ir doku haline gelme-
oluşan m em bran hasarı onları daha yapışkan hale getirir.
Bu fa k tö rle rin b ir araya gelişi, oraklaşmış e ritro sitle rin
geçiş zamanını uzatır ve klinik olarak açık oraklaşma bul­
gularının olasılığını arttırır.
E r it r o s itle r in o ra k la şm a sın d a n k a y n a k la n a n ik i
önem li sonuç v a rd ır (Resim 11-4). Birincisi; yineleyen
oraklaşm a ataklarının neden olduğu e ritro s it m em bran ha­
sarı ve dehidrasyon sonucunda k ro n ik hem o litik anem i
meydana gelir. O ra k hücreli anemide e ritro sitle rin o rta la ­
ma yaşam süresi yaklaşık 2 0 güne (norm al sürenin altıda bi­
ri) inmiştir. İkinci olarak; e ritro sitle rin oraklaşması yaygın
m ik ro v a sk ü ler tık a n m a la ra ve bunun sonucu olarak is-
kem ik doku hasarına ve ağrı krizlerin e yol açar. Vazo-ok-
lüzyon, geri dönüşümsüz olarak oraklaşmış e ritro sitle rin
m iktarı ile orantılı değildir. Bu durum un enfeksiyon, infla­
masyon, dehidrasyon ve asidoz gibi geri dönüşümlü biçim ­ I
de oraklaşmış hücrlerde oraklaşmayı kolaylaştıran fa k tö rle ­ Deoksijenasyon
re bağlı olduğu kabul edilm ektedir.

( MORFOL OJ İ
A n a to m ik değişikliklerin kaynağı şunlardır; (1) ağır kro n ik
h e m olitik anemi; ( 2 ) hem pigmentinin artmış yıkımı ve bili-
rubine dönüşümü, (3 ) D oku iskemisi ve infarktına yol açan
m ikro vasküler tıkanm alar. P erife rik kan yaym alarında,
oraklaşmış e ritro s itle r uzamış, iğsi ya da kayık şeklinde göz­
le nirler (Resim 11-3). Hem ağır anemi, hem de vasküler
staz, kalpte, karaciğerde ve bö bre k tubullerinde hipoksiye
bağlı yağlı değişikliklere neden olur. Kemik iliğinde e ritro id
öncüllerde kom pansatuar hiperplazi vardır. Kemik iliğindeki
hücresel proliferasyon, sıklıkla kem ik rezorpsiyonuna ve se-
Resim 11-4 O rak hücreli aneminin patofîzyolojisi.
Hemolitik Anemiler 413

sine /o l açar. O tosp len ekto m i adı verilen bu durum eriş­ şullarda, hücreleri şiddetli hipoksiye maruz bırakarak,
kin yaşta tamamlanır. oraklaşma başlatılabilir. Kesin tanı, HbS'nin elektrofo-
V asküler ko n jesyon , tro m b oz ve in fa rk tü s, ke­ rez ile gösterilmesine bağlıdır. Orak hücreli aneminin
mikler, karaciğer, böbrek ve retina, beyin, akciğer ve cilt gi­ prenatal tanısı, amniosentez ya da koryon villus biyopsi­
bi çeşitli organlarda meydana gelebilir. Kemik iliği, kan akı­ si ile elde edilen fetal DNA analizi ile konulabilir.
mının yavaş olması ve hızlı metabolizması nedeniyle iskemi- Klinik gidiş çok çeşitlidir. Destek tedavilerindeki geliş­
ye duyarlıdır. Sık rastalanan diğer bir problem olan pri- meler sayesinde, hayatta kalarak yetişkin yaşlara erişen
apizm, fibrozise ve sonuçta erektil disfonksiyona neden ve çocuk sahibi olan hasta sayısı giderek artmaktadır.
olur. Diğer hemolitik anemilerde olduğu gibi, hemoside- Pnömokok enfeksiyonlarını engelleme amaçlı profilaktik
ro zis ve safra ta şla rı da sık görülür. penisilin tedavisi özellikle önemlidir. Hastaların yaklaşık
%50'si beş dekaddan fazla yaşamaktadır. Orak hücre taşı­
yıcılarında ise, semptomlar seyrek ve çok özel koşullarda,
K linik Gidiş örneğin yüksek irtifada zorlu egzersiz, ortaya çıkar.
Homozigotik orak hücre hastalığı genelde, doğumdan Temel tedavi aracı "hafif" bir DNA sentezi inhibitörü
sonra altıncı aya dek, yani H bFnin yerini HbS'ye bırak­ olan hidroksiure'dir. Ağrı krizlerini ve anemiyi azaltma­
ması tamamlanana dek, asemptomatiktir. Hematokrit da etkindir. Birçok intrakorpüsküler ve ekstrakorpüskü-
değerlerinin %18 ile %30 arasında seyrettiği (normalde ler yararları vardır: (1) eritrositlerde HbF seviyelerini
%36-48 arasındadır) orta-ağır bir anemi görülür. Kronik arttırır, (2 ) akyuvar üretiminin inhibisyonuna bağlı anti-
hemoliz hiperbilirubinemi ve kompansatuar retikülosi- niflamatuar etki; (3) eritrosit boyutunda artış; ki bu or­
toz ile kendini gösterir. Zaman zaman aniden ortaya çı­ talama hücre hemoglobin konsantrasyonunu azaltır; (4)
kan ve kriz adı verilen ataklar görülse de, hastalık baş­ güçlü bir vazodilatör ve trombosit agregasyon inhibitörü
langıçtan itibaren aralıksız bir şekilde devam eder. Bu olan NO metabolizması ile ilişkisi. Tedavi edici potansi­
krizlerin en ciddi olanı vazookluziv ya da ağrılı krizlerdir. yeli olan allojenik kemik iliği nakli ile de umut verici so­
Bu krizlerdeki vazooklüzyon birçok bölgede meydana nuçlar elde edilmiştir.
gelebilir. Fakat en sık kemik iliğini etkilerler. Krizler hiç­
Talasemi
bir belirti vermeden ortaya çıkabilirler ve sıklıkla kemik
iliği infarktma ilerler. Talasemiler, a - ya da (3-globin zincir sentezinin azalma­
Diğer bir korkulan komplikasyon akut solunum send- sına neden olan mutasyonlarm yol açtığı genetik hasta­
romudur. Bu sendrom, akciğer enfeksiyonları tarafından lıklardır. Sonuç olarak, Hb yetersizliği ve buna ek olarak
ya da nekrotik kemik iliğinden kaynaklanan yağ embo- etkilenmemiş globin zincirinin rölatif fazlalığına bağlı
lisi sonucu gelişir. İltihaplı ve iskemik akciğerlerdeki eritrosit değişiklikleri mevcuttur. Talasemi nedeni olan
kan akımı dalakta olduğu gibi yavaşlar ve hipoksemik mutasyonlar özellikle Akdeniz, Afrika ve Asya'da ma­
solunum yatağında oraklaşma başlar. Bu durum altta ya­ laryanın endemik olduğu bölgelerin populasyonlarmda
tan solunum yetmezliğini daha da arttırır. Böylece, art­ sıktır. HbS'de olduğu gibi, talasemi ile ilişkili globin mu-
mış pulmoner ve sistemik hipoksemi, oraklaşma ve va- tasyonlarmm falciparum sıtmasına karşı koruyucu oldu­
zo-oklüzyon kısır döngüsü ortaya çıkmış olur. Diğer ma­ ğu öne sürülmüştür.
jör komplikasyonlardan biri de felçtir. Bu bazen akut so­
lunum sendromu ile birlikte de görülebilir. Hastalığın
seyri sırasında birçok organ iskemik hasara uğrasa da, PATO G EN EZ
akut solunum sendromu ve felç iskemi ile ilişkili ölümün baş­
Çeşitli a-globin ve (3-globin mutasyonları taiasemilerin te­
ta gelen nedenleridir. melini oluşturur. Bunlar otozomal kodominant geçişlidir.
Diğer akut bir olay da, eritrosit yapımının ani olarak Evvelce söz edildiği üzere, erişkin hemoglobini, ya da HbA,
azalmasından kaynaklanan aplastik krizdir. Kanda retikü- iki a ve iki (3 zincirinden oluşan bir tetramerdir. a zincirle­
lositler kaybolurlar ve anemi ağırlaşır. Herediter sferosi- ri, 11 numaralı kromozomda a rt arda dizilmiş iki a-globin
tozda olduğu gibi, aplastik kriz genellikle eritroblastlarm geni tarafından kodlanırlar. |3 zincirleri ise 16 numaralı kro­
parvovirüs B19 ile infeksiyonu tarafından tetiklenir. Şid­ mozomda lokalize tek bir (3-globin geni tarafından kodlanır­
detli olmakla birlikte kendiliğinden iyileşen bir durumdur. lar. Klinik özellikler hastadaki mutant allellerin özgün kom­
Bu krizlere ek olarak, orak hücre hastaları enfeksiyon­ binasyonuna bağlı olarak çeşitlilik gösterir (Tablo 11-3).
lara eğilimlidirler. Orak hücre hastalığı olan çocuklar ve
yetişkinler fonksiyonel olarak dalaksızdırlar. Bu durum
(3-Talasemi
onları, pnömokoklar gibi kapsüllü bakterilerin neden ol­ (3-Talasemi ile ilişkili mutasyonlar iki kategoride incelenebi­
duğu enfeksiyonlara karşı duyarlı kılar. Yetişkinlerde lir: (1) |3-globin zincirlerinin hiç üretilmediği |3° ve (2) azal­
"hiposplenizm" nedeni otoinfarktüstür. Çocukluktaki mış fakat saptanabilir düzeylerde (3-globin sentezinin görül­
dalak büyümesinin erken döneminde, dalakta sıkışmış düğü |3+. (3-talasemi gen dizilemelerinde, bu hastalığa ne­
olan oraklaşmış eritrositlerin konjesyonu yüzünden den olan 100'den fazla mutasyon saptanmıştır. Bunların bü­
bakteriler dalakta tutulamaz ve öldürülemez. Büyümüş yük bir kısmı tek bir baz değişimi söz konusudur. Bir tek
dalaklı çocuklar bile ölümcül septisemi gelişim riski al­ anormal allele sahip olan kişiler |3-talasemi m inör (ta la ­
tındadırlar. Orak hücre hastaları, muhtemelen komple- sem i tr a it (taşıy ıcı) olarak da bilinir) asemptomatik ya
da oldukça hafif olarak semptomatiktir. (3° veya |3+ allelle-
man sistemindeki iyi bilinmeyen edinsel defektler nede­
rinden herhangi ikisi bulunan kişiler çoğunlukla |3-talasemi
niyle, özellikle Salmonella osteomyelitine duyarlıdırlar.
m ajörd ür. Nadiren iki |3+ alleli olan kişilerde ise (3-tala-
Homozigot bir orak hücre hastalığında, rutin bir peri-
sem i in term ed ia olarak adlandırılan daha hafif bir hasta­
ferik kan yaymasında irreversibl şekilde oraklaşmış erit­
lık görülür, a-talasemilerden (ileride anlatılacaktır) farklı
rositler görülür. Orak hücre taşıyıcılığında, in vitro ko­
414 BÖLÜM 11 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Tablo 11-3 Talasemilerin Klinik ve Genetik Sınıflaması

S endrom G e n o tip Klinik Özellikler Moleküler Genetik


P-Talasemiler

P-Talasemi major Homozigot P-talasemi Ağır anemi; düzenli kan transfüzyonları Çoğunlukla P-globin m RNA’nın
(P°/P°, P V PL p ° /p +) gereklidir transkripsiyon veya translasyonunda
defektlere yol açan nokta
mutasyonları
p-Talasemi intermedia Değişken Ağır anemi, ancak düzenli kan
(P°/P+> PVP+. P°/P, PVP) transfüzyonu gerekli değildir
P-Talasemi m inor Heterozigot P-talasemi Asem ptom atiktir (hafif anemi ya da anemi
(PVP, PVP) yok); e ritro sit anormallikleri görülür

a-Talasemiler
Sessiz taşıyıcı - /a , a /a Asemptomatik; e ritro sit anormalliği yok Çoğunlukla gen delesyonları
p-Talasemi tra it - / - , a / a (Asian) Asemptomatik, p-talasemi m inör gibi
- / a , - / a (siyah Afrikalı, Asyalı)
HbH hastalığı -/a Şiddetli; p-talasemi intermedia’ya benzer
Hidrops fetalis Transfüzyon olmadığı takdirde in utero
ölümcül
HgH, hem oglobin H; m R N A , messenger ribon ükleik asit.

olarak, p-talasemiSerde nadiren gen delesyesıBars yara tır ve P-globin m R N A translasyonunu durdu rup p-
m evcuttur (Tablo 11-3): globin sentezini tam am iyle engeller,
P-talasemi’ lerden sorum lu mutasyonlar p-globin sente­ p-talasem ilerde m eydana gelen anem ide ik i me­
zini değişik yollar ile d u rd u ru r (Resim 11-5): kanizm anın ©nemli rolü vard ır. Azalmış P-globin sente­
• NermaSden ffarBsflı RNA ekSemımeBerine yol açan zi yetersiz H b A üretim ine yol açar. Bunun sonucundaki ye­
m u tasyo n lar p-talasem ilerin en sık sebebidir. Bu tersiz hemoglobinize olmuş hücreler soluk (h ip o kro m ik)
m utasyonların bazıları R N A bağlantı noktalarının (splice ve küçük boyutlu (m ik ro sitik ) olarak gözlenirler. Bundan
ju n ctio n ) parçalanmasına neden o lu r ve bunun sonucun­ daha önemli olan diğer özellik p-gl@bin z in cirle ri ile a -
da m atür m R N A ve P-globin üretilem ez, p° oluşur. Di­ globin zin cirlerin in üretim i arasındaki dengesizlik­
ğer m utasyonlar anormal yerleşimli yeni bağlantı nokta­ tir. Bu dengesizlik çiftleşmemiş p-globin zincirlerine neden
ları yara tırla r; örneğin b ir in tro n içerisinde. N o rm al bağ­ olur. Bunlar da e ritro sitle r ve e ritro sit öncülerine bağlanıp
lantı bölgeleri etkilenm em iş olduklarından, hem norm al m em branlarında ağır hasar oluşturan, çözülemeyen agre-
hem de anormal bağlanmalar oluşur ve b ir m ik ta r n o r­ gatlar meydana getirirler. Hasarlı e ritro s it öncülerinin bü­
mal P-globin m R N A yapılır. Bu aileler p + olarak tanımla­ yük bir bölümü apoptoz ile ö lü r (Resim 11-6). Bu fenome­
nır. ne e tk isiz (in e le k tif) eritrop oiez adı verilir. Üretilen az
• Bazı m utasyonlar P-globin p ro m o te r bölgesinde ye r alır m iktardaki e ritro sitle r de ekstrav askü le r hem olize bağlı
ve P-globin gen transkripsiyon hızını düşürür. Bir m ikta r olarak kısa öm ürlüdürler. İnefektif e ritro pie zin başka bir is­
norm al p-globin sentezi yapıldığından, bunlar P+ alleller- tenmeyen etkisi daha vardır: diyetle alınan dem irin artmış
dir. emilimi ve bunun sonucunda, tıbbi girişimde bulunulmadığı
• D iğer m utasyonlar P-globin geninin kodlam a bölgelerini takdirde, kaçınılmaz olarak görülen d em ir birikim i. De­
tu ta r ve sıklıkla ağır sonuçları vardır. Ö rneğin, bazı tek m ir em ilim inin artmasının nedeni, bunun negatif regülatörü
nükleotid değişiklikleri term inasyon ( “ stop” ) kodonu olan hepsidin değerlerinin düşük oluşudur (aşağıya bakınız).

e
ı
i

Exon-3

T r a n s k r ip s iy o n k u s u r u
- R N A k ı r ı lm a k u s u r u
T r a n s la s y o n k u s u r u
P+Thal p°Thal p°Thal p+Thal

Resim 11-S P-talasemi ile ilişkili P-globin gen m utasyonlarının dağılımı. O k la r , P+ ya da p° talasemiye neden olduğu saptanan nokta mutas-
yonlarını gösteriyor.
Hemolitik Anemiler 415

p-TALASEMİ

Azalmış p-globin sentezi,


a-globinde rölatif fazlalık Çözünemeyen a-globin birikimi
H b A ----- gi'
(«2 ^2 ) HbA
\

Normal eritroblast
Çözünemeyen
a-globin
| Çok az miktarda birikimi
eritrosit kalır Normal HbA

Hipokromik eritrosit

Normal eritrositler I
Etkisiz (inefektif) eritropoez
Eritroblastların çoğu Ekstravasküler hemoliz
kemik iliğinde ölür Dalakta, birikimleri
içeren eritrositlerin
yıkılması
I. « g B

y
Kan
transfüzyonları

i
LDoku
/ u t \ u 1hipoksisi
< ııu u r \ c

Azaltır

Eritropoietin
artışı

I
ilikteki genişleme

Sistemik dem ir birikimi


(sekonder hemokromatoz)

Resim 11-6 fS-talaseırıi majörün patogenezi. Rutin kan yaymalarında görülen fazla a-globin agregatlarına dikkat edin. Kan transfüzyonları,
anemiyi düzeltirken bir taraftan da sistemik demir yüklenmesine neden olduğundan çift taraflı kılıç gibidir.

a-Talasemi
a-talasemi, (3-talaseminin aksine, çoğu a-globin genlerin­
o M O RFOLOJİ
Zem indeki spesifik m oleküler lezyona bağlı olarak farklı pa­
den b irinin ya da birkaçının delesyonu sonucu geli­
to lo jik özellikler ortaya çıkar. Spektrum un b ir ucunda P-ta-
şir. Hastalığın şiddeti eksik olan a-globin zincirlerinin sayı­
lasemi m in ö r ve a-talasemi taşıyıcılığı ye r alır; ki bunlarda
sı ile orantılıdır (Tablo 11-3). Ö rneğin te k b ir a-globin ge­
anomali sadece pe riferik kanda görülür. Periferik kan yay­
ninin kaybı sessiz taşıyıcılık durum una neden olurken, d ö rt
malarında e ritro sitle r anormal şekilde küçük (m ikro sitik)
a-globin geninin hepsinin birden kaybı in ute ro ölüm ile so­
ve so lu ktu r (h ip o kro m ik), fakat norm al şekillidir. Sık olarak
nuçlanır. Çünkü böyle b ir durum da kanın oksijen taşıma ka­
Ihedef hücre (targ et cell) denen hücreler görülür. Bunlar
pasitesi yoktu r. Üç a-globin geninin kaybı sonucu (3-globin-
yüzey alanı/hacim oranının arttığı ve bu nedenle de santral
lerin ve (yaşamın erken dönem inde) y-globinin rö la tif fazla­
bölgesindeki sitoplazmanın toplanarak koyu kırm ızı renkli
lığı söz konusu olur. Fazla p-globin ya da y-globin nispeten
bir “ b irik in ti” halini aldığı hücrelerdir. Spektrum un diğer
daha dengeli olan P4 ve y-4 tetram e rlerin i oluşturur. P4
ucunda ye r alan p-talasemide ise kan yaymalarında belirgin
te tra m e rle ri H b H , y4 te tra m e rle ri Hb Bart olarak adlandı­
m ik ro sito zis, hipokrom i, po ikilo sito z (hücre boyu­
rılırlar. Bunlar hücre m em branına P-talasemideki serbest
tunda değişkenlik), anizositoz (hücre şeklinde değişken­
a-globin zincirlerinden daha az zarar ve rirle r: Sonuç ola­
lik) vardır. A ltta yatan e ritro p o ie tik uyarıyı yansıtan nükle-
ra k a-talasem ide görülen etkisiz e ritro p o ie z p-talasemide-
uslu e ritro s itle r (norm oblastlar) de görülürler. P-talasemi
kinden daha hafiftir. N e yazık ki, H bH 'nin ve Hb Bart'ın
interm ediate ve H b H ’de ise p e rife rik yaymalarda bu iki uç
0 2'e karşı affinitesi yüksektir. Bu nedenle, dokulara 0 2
arasında y e r alan bulgular saptanır.
ulaştırma kapasiteleri düşüktür.
416 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

P-talasemi m ajördeki anatom ik değişiklikler tü r olarak de artma (o.2ö2) görülür. HbH hastalığı tanısı elektrofo-
diğer h e m olitik anem ilerde görülenlere benzer fakat daha rezde P4 tetramerlerinin saptanması ile konabilir.
şiddetli olurlar. Etkisiz e ritro p o ie z ve hem oliz, e ritro id ön­
cüllerin belirgin hiperplazisine / o l açar. Erken hücre fo rm ­
Glukoz 6-Fosfat Dehidrogenaz Eksikliği
ları artar. Genişlemiş olan e ritro p o ie tik kem ik iliği iskeletin Eritrositler sürekli olarak endojen ve eksojen oksidan
intram edüller boşluğunu tamamen doldurabilir, kem ik kor-
maddelere maruz kalırlar. Normalde hücre içi redükte
teksine ilerleyebilir, kem ik büyümesini engelleyebilir ve is­
glutatyon (GSH) bu oksidan maddeleri inaktive eder.
k e le t defo rm itelerin e neden olabilir. Ekstram edüller he-
GSH sentezinden sorumlu olan enzimleri etkileyen ano­
m atopoiez ve m on on ükle er fagositik sistemdeki hiperplazi
maliler eritrositlerin oksidatif hasara duyarlı hale gelme­
nedeniyle belirgin splenom egali, hepatomegali ve lenfa-
lerine ve sonucunda hemolitik anemilere yol açar. Bu tip
denopati meydana gelir. Etkisiz e ritro p o ie tik öncüller bü­
anemilerin en sık görüleni glukoz-6 -fosfat dehidrogenaz
tün besin m addelerini tü ke te re k büyüme geriliğine ve kan­
(G 6 PD) eksikliğinden kaynaklanır. G 6 PD geni X kromo­
ser hastalarında görülene benzer tü rd e bir k a şeksiye ne­
zomu üzerindedir. G 6 PD'nin 400'den fazla genetik var­
den olur. D e m ir b irikim ini engellemek amaçlı girişim ler ya­
pılmazsa yıllar ilerledikçe şiddetli hem osiderozis ortaya
yantı tanımlanmıştır, fakat bunların çok azı hastalık ile
çıkar (Resim 11-6). H bH hastalığı ve P-talasemi interm edi-
ilişkilidir. Bunların en önemlilerinden biri olan G 6 PD A"
ate’ de de splenomegali, e ritro id hiperplazi ve anemiye bağ­ varyantı Birleşik Devletler'de zenci erkeklerin yaklaşık
lı gelişme geriliği görülür, ancak bunlar P-talasemi m a jö r’e %10'unda görülür. G 6 PD A ' normal enzim aktivitesine
göre daha hafiftir. sahiptir fakat yarı ömrü kısadır. Eritrositler protein sen-
tezlemediğinden, eskimiş G 6 PD A' içeren eritrositlerde
enzim aktivitesi ve indirgenmiş glutation giderek azalır
Klinik Gidiş ve bu hücreler oksidan hasara daha duyarlı hale gelirler.
P-talasemi minor ve a-talasemi trait (iki a-globin geninin
delesyonu ile oluşur) sıklıkla asemptomatiktir. Sıklıkla, PATO G EN EZ
hafif bir mikrositik, hipokromik anemi vardır. Genellik­ G 6PD eksikliğ i, hasta oksidan oluşturan herhangi
le bu hastalarda yaşam beklentisi normal sınırlardadır. bir çevresel faktö re (en sık o la rak enfeksiyonlar ve
Demir yetmezliği anemisinde de benzer eritrosit görü­ ilaçlar) m aru z kalana k a d ar sem ptom suzdur. Sorum­
nümü vardır ve uygun laboratuar testleri ile ekarte edil­ lu tutulan ilaçlar arasında antimalaryal ilaçlar (ör. prim akin),
melidir (ileride anlatılmaktadır). sulfonamidler, n itro fu ran to in , fenasetin, aspirin (yüksek
P-talasemi major, doğumdan sonra HbF sentezi sona dozlarda) ve l< vitam ini türevleri sayılabilir. Daha sık olarak,
erdiğinde kendini gösterir. Etkilenen çocuklarda, bebek­ hemoliz atakları enfeksiyonlar tarafından tetiklenir. En­
lik döneminde başlayan gelişme geriliği olur. Yinelenen feksiyonlar, normal konak cevabnın parçası olarak fagositik
kan transfiizyonlan ile idame ettirilirler. Bu transfüzyonlar hücrelerin oksidanlar üretmesine neden olurlar. Bu oksidan-
anemiyi düzelttiği gibi, şiddetli eritropoiezin neden oldu­ lar, örneğin hidrojen peroksit, norm alde GSH tarafından
ğu iskelet deformitelerinin de azalmasını sağlar. Sadece yok edilir. GSH bu olay sırasında okside glutationa dönüşür.
G 6 PD eksikliği olan hücrelerde GSH'nın rejenerasyonu ak­
transfüzyonlar ile ikinci ya da üçüncü delcada kadar ya­
sadığından, oksidanlar, globin zincirleri gibi diğer e ritro sit
şam mümkündür, ancak zamanla, gerek barsalctan aşırı
kom ponentlerine saldırmak için “ serbest” kalır. Globin zin­
demir alımma bağlı, gerekse transfüze edilen eritrositler­ cirlerinin sülfhidril grupları oksidasyona duyarlıdır. Okside
deki demir yükü nedeniyle, demir birikimi meydana ge­ hemoglobin denatüre olarak çökelir ve H einz cisim cikle­
lir. Eğer hasta demir çeliciler ile tedavi edilmezse, sekon- ri adı verilen intrasellüler inklüzyonlar oluşturur. Bu inklüz-
der hemokromatozis sonucu kardiak disfonksiyon kaçınıl­ yonlar hücre membranına hasar ve re re k intravasküler he-
mazdır ve bu durum genelde ikinci ya da üçüncü dekad- molize yol açarlar. Daha az hasar gören diğer hücreler şekil
larda ölüm ile sonuçlanır. Tedavi, eğer şartlar uygun ise, değiştirebilme yeteneklerini kaybeder ve bu hücrelerdeki çı­
erken yaşta kemik iliği transplantasyonudur. HbH hasta­ kıntı yapan Heinz cisimcikleri dalaktaki fagositler tarafından
lığı (üç a-globin geninin delesyonu sonucu meydana ge­ “ koparılmaya” çalışılırken hücreler daha da zarar g ö rü r ve
lir) ve P-talasemi intermediate, p-talasemi majör kadar “ ısırılm ış hü creler” adı verilen hücrelere dönüşürler
ağır değildir. Zira a ve P-globin zincir sentezi dengesiz­ (Resim 11-7). Bu tü r hücreler dalakta tutularak fagositler ta­
rafından yo k edilirler (ekstravasküler hem oliz).
liği P-talasemi majördeki kadar fazla değildir ve hemato-
poiez daha etkindir. Anemi orta şiddettedir ve hastalar
genellikle transfüzyona ihtiyaç duymazlar. Böylece, p-ta- Klinik Özellikler
lasemi majörde sık görülen demir birikimi bu hastalıkta İlaç nedenli hemoliz, akut olarak görülür ve değişik şid­
nadiren ortaya çıkar. detlerde olabilir. Tipik olarak, hastalarda 2-3 günlük bir
Klinik olarak p-talasemi major'de Hb elektroforezinde durgunluk döneminden sonra hemoliz gelişir. G 6 PD ge­
HbA'nın belirgin azalması ya da yokluğu ve artmış HbF ni X kromozomunda bulunduğundan etkilenmiş olan er­
düzeyleri mevcuttur. HbA2 düzeyleri normal ya da art­ kek bireylerin bütün eritrositlerinde enzim aktivitesi ek­
mıştır. p-talasemi intermediate hastalarında benzer deği­ siktir ve bu hücreler oksidan hasarına duyarlıdır. Bunun
şiklikler daha hafif şiddette görülür, p-talasemi'nin prena­ yanında, heterozigot kadınlarda, bir X kromozomunun
tal tanısı, mutasyonlarm çeşitliliği nedeniyle zordur, fakat gelişigüzel inaktivasyonu (Bölüm 6 ) nedeniyle birbirin­
özelleşmiş merkezlerde DNA analizi ile mümkündür. As­ den farklı iki tip eritrosit populasyonu oluşur. Eritrositle­
lında talasemi, DNA bazlı testler ile tanısı konan ilk has­ rin bir kısmının normal olmasına karşılık, bir kısmında
talık olup, bu şekilde moleküler tanının yolu açılmış idi. G 6 PD enzimi eksiktir. Çok fazla miktarda eksik enzimli
P-talasemi minor tanısı Hb elektroforezi ile konur; tipik eritrosit taşıyanlar (istenmeyen lyonizatioıı adı verilen te­
olarak HbA (a2p2) düzeyinde azalma ve HbA2 düzeyin­ sadüfi durum) dışında, taşıyıcı kadınların çoğu asempto-
Hemolitik Anemiler 417

PIGA X krom ozom una bağlı olduğundan norm al hücre­


m ş p y
lerde sadece bir tane a k tif PIGA geni m evcuttur. Bunun mu-
tasyonu PIGA eksikliğine yol açmaya yete rlid ir. PN H 'ten
bütün m yeloid seriler etkilendiğinden, bu hastalıktan so­
rum lu m utasyonların kendini yenilem e kapasitesine
sahip erken m yeloid progenitor hücrede gerçekleş­
tiği düşünülebilir. N o rm al bireylerin çoğunda da, az
m iktarda kem ik iliği hücresinde klinik olara k PNH ortaya
çıkışına neden olanlar ile aynı PIGA mutasyonları m evcuttur.
PIGA eksikliği olan klonun daha fazla yaşam şansı olduğu
çok nadir durum larda, bu m utant hücrelerin kem ik iliğinde
baskın hale gelerek PN H 'ye yol açtığına inanılmaktadır. Bu­
nun doğru olabileceği b ir durum P N H sıklıkla kem ik iliği
yetm ezliğidir (aplastik anemi). P rim er kem ik iliği yetm ezli­
ği genelde kök hücrelerin bağışıklık nedenli hasarı ya da
baskılanması nedeniyle ortaya çıktığı düşünülm ektedir. H i­
potez o d u r ki; PIGA içermeyen kö k hücreleri b ir şekilde
Resim 11-7 Oksidan ilaca maruz kalındıktan sonra ortaya çıkan
glukoz- 6 -fosfat dehidrogenaz eksikliği—periferik kan yayması. bağışıklık sisteminin saldırısından k u rtu lu rla r ve norm al ke­
Küçük resim, Supravital boyanma ile gösterilen denature globin m ik iliği elemanlarının yerini alırlar. C 5b-C9 m em bran- atak
çökeltileri (Heinz cisimcikleri) içeren eritrositler. Dalak makrofajları kom pleksini inhibe eden bir a n tikor ile yapılan “ hedefe yö­
bu inklüzyonları kopardığında bu yaymada görülenler gibi “ ısırık nelik tedavi” hem hemolizi hem de tro m b o tik komplikas­
hücreleri” meydana gelir. yonları azaltmada etkili bulunm uştur. Ancak bu hastalarda,
(Dr. Robert W McKenna'nın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas m eningokokkal sepsis dahil olm ak üzere, Neisseria enfeksi­
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) yonu riskini arttırm aktadır.

matiktirler. G 6 PD A" durumunda ise, enzim eksikliği


yaşlı eritrositlerde daha belirgin olduğundan bu hücreler İmmünhemolitik Anemiler
parçalanmaya daha duyarlıdırlar. Kemik iliği yeni, di­
Bazı kişilerde normal ya da değişime uğramış eritrosit
rençli eritrositler üreterek anemiyi dengelerken, hemoli-
membranma reaktif olan antikor oluşumu nedeniyle he­
ze neden olan ilaca devam edilse bile hemoliz azalır. Da­
molitik anemi meydana gelir. Bu antikorlar kendiliklerin­
ha çok Orta Doğu'da görülen Akdeniz tipi G 6 PD gibi di­
den ortaya çıkarlar, ya da oluşumları ilaçlar ya da kimya­
ğer varyantlarda ise enzim eksildiği ve bunun sonucu ola­
sal maddeler gibi ekzojen ajanlar tarafından tetiklenir.
rak gelişen hemoliz daha ağırdır.
İmmünhemolitik anemiler seyrektir ve (1 ) neden olan an­
tikorun özelliğine ve (2 ) ilişkili olduğu predispozan hasta­
Paroksismal Nokturna! Hemoglobinüri
lıklara göre sınıflandırılırlar (Tablo 11-4'te özetlenmiştir).
Nadir bir hastalık olan paroksismal noktürnal hemoglo­ İmmünhemolitik aneminin tanısı eritrositler üzerin­
binüri (PNH), myeloid kök hücrelerde meydana gelen edin- de antikorların ve/veya komplemanın gösterilmesine
sel somatik bir mutasyon sonucu oluşan tek hemolitik bağlıdır. Bu direkt Coombs antiglobulin testi ile yapılır. Bu
anemi olmasıyla bahse değmektedir. testte, hastanın eritrositleri insan immunglobülinine ya
da komplemana karşı üretilen antikorlarlarla inkübe
edilir. Test pozitif olduğunda, bu antikorlar hastanın
PATO G EN EZ eritrositlerini çökeltir (aglutine eder). Indirekt Coombs
P IG A genindeki edinsel m utasyonlardan kaynaklanır.
testi ise hastanın serumunun, tanımlanmış yüzey belir­
PIGA fosfotidilinositol glikan (PIG) sentezi için gereklidir.
teçlerine sahip test eritrositlerini aglütine etme kapasite­
PIG ise birçok proteinin kom ponenti olan bir membran si araştırılır, böylece bu test antikorun hedefini saptama­
bağlantı bölgesidir. M em branda bu bağlantı yeri olmazsa, da kullanılır.
PIG'e bağlanan pro te in le r hücre yüzeyinde eksprese edile­
mezler. Etkilenen pro te in ler arasında komplemanın aktivas- Sıcak Antikorlu İmmünhemolitik Anemiler
yonunu sınırlayan birçok protein de vardır. Sonuç olarak, Bunlar, 37°C'de aktif olan immünglobülin G (IgG) ve na­
PIGA içermeyen prekürsörleden kom plem an aracılı lizi- diren de IgA antikorlarının yol açtığı anemilerdir. Vakala­
se aşırı duyarlı e ritro sitle r üretilir. Bu koruyucu proteinler rın %60'mdan fazlası idiopatiktir (primer). Diğer %25'lik
lökositlerde de yetersizdir, ancak çekirdekli hücreler genel
olara k komplemana, e ritro sitlere göre daha az duyarlıdır ve
Tablo 11-4 immünhemolitik Anemilerin Sınıflaması
bunun sonucunda saldırının esas yüküne e ritro sitle r maruz
kalır. Hastalığa adını veren paroksismal noktürnal hemoliz, Sıcak A ntikor Tipi
kompleman fiksasyonunun, uyku sırasında kan p H ’sının ha­ Primer (idiopatik)
fifçe düşmesi ( C 0 2 retansiyonuna bağlı) ile kolaylaşmasın- Sekonder: B hücreli neoplaziler (ör. kronik lenfositik lösemi),
dandır. Ancak çoğu hastada tablo bu denli dram atik olmaz; otoimmün bozukluklar (ör. sistemik lupus eritematozus), ilaçlar
zira kro n ik ve düşük düzeyde hem oliz söz konusudur. Sık­ (ör. a-metildopa, penisilin, kinidin)
lıkla ciddi ve bazen ölümcül olan b ir diğer komplikasyon da
Soğuk Antikor Tipi
venöz tro m b ozdu r. P ro tro m b o tik durum un etiyopatoge-
nezi kompleman m embran atak kompleksinin aktivitesine Akut: Mycoplasma enfeksiyonu, enfeksiyöz mononükleoz
bağlıdır, zira bu kompleksin in hib itörleri (aşağıda tanımlan­ Kronik: idiopatik, B hücreli lenfoid neoplaziler (ör. lenfoplazmasitik
mıştır) tro m b o z insidensini büyük ölçüde azaltır. lenfoma)
418 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

bölümünde ise altta yatan ve bağışıklık sistemini etkile­


yen bir hastalık (ör. sistemik lupus eritematozus) ya da
ilaçlar nedeniyle sekonder olarak ortaya çıkmıştır. Hemo­
liz genellikle eritrositlerin otoantikorlar tarafından opsonizas-
yonu sonucu ortaya çıkar, dalakta ve diğer bölgelerde erit-
rofagositoza neden olur. Buna ek olarak antikorla kaplı
eritrositlerin makrofajlar tarafından "kemirilmesi"
membranı ortadan kaldırır. Hücre membranmın kaybı
sonucunda eritrositler sferosite dönüşür. Sferositler, ev­
velce herediter sferositozda bahsedildiği gibi, dalakta hız­
la yok edilirler. İmmünhemolitik anemilerin klinikteki
ağırlık dereceleri çok çeşitlidir. Çoğu hastada orta derece­
de splenomegali ile seyreden hafif bir kronik anemi görü­
lür ve tedavi gerektirmez.
İlaçlar tarafından başlatılan hemolizin çeşitli mekaniz­
maları vardır. Bazı vakalarda mekanizma tam olarak açık­
lanamaz. a-metil dopa gibi ilaçların neden olduğu otoan­ Resim 11-8 Mikroanjiyopatik hemolitik anemi—periferik kan yay­
ması. H em olitik üremik sendromlu bu hastanın örneğinde
tikorlar, intrinsik eritrosit içeriklerine, özellikle de Rh
parçalanmış eritrositler izlenmekte.
kan grubu antijenlerine karşı gelişirler. İlacın, doğal epi-
(Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas
topların immünojenitesini bir şekilde değişime uğrattığı Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
ve T hücre toleransından kaçırdığı düşünülmektedir (Bö­
lüm 4). Diğer vakalarda ise, penisilin gibi bazı ilaçlar hap­ belirgin mekanik hemoliz ise bazen kusurlu yapay kalp
ten rolü oynarlar ve eritrosit membran proteinlerine ko- kapakları (blender etkisi) nedeniyle oluşabilir. Yapay ka­
valen bağla bağlanarak antikor cevabım tetiklerler. Bazen paklar, kan akımında eritrositleri parçalayabilecek mik­
antikorlar dolaşımdaki ilacı tanıyarak immün kompleks­ tarda turbülans yaratabilirler. Mikroanjiopatik hemolitik
ler oluştururlar. Bu kompleksler eritrosit membranı üze­ anemi, küçük damarların parsiyel olarak tıkandığı ya da
rinde birikirler. Burada kompleman fiksasyonuna yol aça­ daraldığı patolojik durumlarda görülür. Böyle durumlar­
rak ya da opsonin rolü oynayarak hemolize neden olurlar. da bu damarlardan geçen eritrositler mekanik hasara uğ­
rarlar. Bu durumlardan en sık görüleni dissemine intra­
Soğuk Antikorlu İmmünhemolitik Anemiler vasküler koagülasyondur (DİK) (daha sonraki kısımlara
Bu tip anemiler, eritrosit membranlarma sadece 30°C'nin bakınız). DİK'te damarlar intravasküler fibrin birikimi
altındaki sıcaklık derecelerinde bağlanan IgM tipindeki nedeniyle daralırlar. Diğer mikroanjiopatik hemolitik
antikorların varlığı ile karakterizedir. Soğuk havalarda anemi nedenleri arasında malign hipertansiyon, siste­
distal vücut bölgelerinde (ör. kulaklar, eller, ayak par­ mik lupus eritematozus, trombotik trombositopenik pur­
makları) rastlanır. Bağlı IgM kompleman fiksasyonunu pura, hemolitik üremik sendrom yaygın kanser sayılabi­
başlatsa da, kompleman fiksasyon zinciri 37°C'nin altın­ lir. Hasar görmüş eritrositlerdeki (şistositler) morfolojik
da etkin olarak yürüyemez. Sonuçta, IgM taşıyan hücre­ değişiklikler dikkat çekici ve oldukça karakteristiktir;
lerin çoğuna C3b bağlanır, fakat hücreler intravasküler "burr" hücreleri, "miğfer" hücreleri ve "üçgen" hücreleri
olarak parçalanamazlar. Bu hücreler, vücudun daha sı­ görülebilir (Resim 11-8). Mikroanjiopatik hemoliz genel­
cak bölgelerine gittiklerinde IgM antikoru hücreden ayrı­ likle majör bir klinik prblem olmamakla birlikte, sıklıkla
lır ve hücre sadece C3b ile kaplı olarak kalır. C3b bir op­ altta yatan ciddi bir duruma dikkat çeker.
sonin olduğundan (Bölüm 2), bu hücreler makrofajlar ta­
rafından, özellikle dalak ve karaciğerde fagosite edilirler. Malarya (Sıtma)
Oluşan hemoliz ekstravasküler hemolizdir. Pentavalan Sıtmanın bir yılda 500 milyondan fazla kişiyi etkilediği ve
IgM eritrositlerle çapraz bağlar da oluşturarak çökmele­ 1 milyondan fazla kişinin ölümüne sebep olduğu tahmin
rine (aglütinasyon) neden olur. Agliitinasyona bağlı olarak edilmektedir. Bu durum sıtmayı insanlığın en yaygın so­
kanın kapillerlerde adeta tortulu bir hal alması sıklıkla ekst- runlarından biri haline getirmektedir. Asya ve Afrika'da
remitelerde Raynaud fenomenine neden olur. Soğuk aglu- endemik olan sıtma, yaygın uçak yolculukları sayesinde
tininler, Mycoplazma pnömonisi ya da enfeksiyoz mono- artık tüm dünyada görülmektedir. Bu hastalığa dört tip
nükleozun iyileşme döneminde geçici olarak ortaya çı­ protozoadan biri neden olur. Bunlar arasında en önemli
karlar. Meydana gelen anemi hafiftir, klinik önem taşı­ olanı tersiyer malaryaya (falsiparum malarya) sebep olan
maz. Kronik soğuk aglutinine bağlı hemolitik aneminin Plasmodium falciparum'dur. Bu tip malarya yüksek ölüm
daha önemli formları ise kimi B hücre neoplazileri ile iliş­ oranına sahip ciddi bir hastalıktır, insanda enfeksiyon ya­
kili ya da idiopatik olarak meydana gelir. pan diğer üç Plasmodium tüıü-Plasmodiıım malariae, Plas­
modium vivax ve Plasmodium ovale-nispeten daha benign
Eritrositlerin Mekanik Travması Nedeniyle
bir hastalık yaratır. Tüm türler dişi Anopheles (Anofel) siv­
Oluşan Hem olitik Anemiler
risineğinin ısırığı ile geçer ve insan tek doğal rezervuardır.
Anormal mekanik güçler çeşitli durumlarda eritrosit he-
molizine neden olurlar. Travmatik hemoliz, tekrarlayan fi­
ziksel darbelerin ya da benzeri olayların (örn, maraton PATO G EN EZ
koşusu, karate darbeleri, bongo davulu çalma) katıldığı Plazm odium ların yaşam döngüsü kom plekstir. Sivrisinekler
herhangi bir aktivite sırasında insidental olarak meydana insan kanı ile beslenirken, s p o ro zo itle r tü kü rü kte n geçerler
gelebilir. Ancak bunun klinik önemi oldukça azdır. Daha
Azalmış Eritropoieze Bağlı Anemiler 419

ve birkaç dakika içerisinde karaciğer hücrelerini enfekte


önem taşır. En kesin çözüm, uzun zamandır aranan, an­
ederler. Parazitler burada hızla çoğalarak binlerce m erozo- cak hala bulunamayan etkin bir aşıdır.
it içeren şizont halini alırlar. Uzunluğu Plasmodium tipine
göre değişen birkaç günlük ya da haftalık b ir sürenin ardın­
Q Ö ZET
dan enfekte hepatositlerden m e ro zo itle r çıkarlar. Bunlar
hızla e ritro sitle ri enefekte ederle, in tra e ritro s itik parazitler, Hemolitik Anemiler
ya aseksüel ürem eye devam ederek daha çok m erozoit
meydana ge tirirler, ya da başka b ir sivrisineği enefekte et­ H e re d ite r Sferositoz
me kapasitesine sahip olan gam etositleri üretirler. E ritro­ • Otozomal dominant olan bu hastalık, eritrosit membran
sitlerdeki aseksüel ürem e sırasında d ö rt malarya tipinden iskeletini etkileyen mutasyonlar nedeniyle meydana gelir.
her biri, farklı görünüm e sahip tro fo z o itle r meydana geti­ Mutasyonlar membran kaybına ve sonuçta eritrositlerin
rir. Bu sayede, enfeksiyondan sorum lu m alarya tü rü sferositlere dönüşmesine yol açar. Sferositler dalakta fa­
uygun şekilde boyanm ış p e rife rik kan yaym alarında gosite edilerek dolaşımdan uzaklaştırılırlar.
tan ım lan abiiir. T ro fo zo itle r yeni m ero zoitle r meydana • Anemi ve splenomegali meydana gelir.
getirdiğinde aseksüel dönem tamamlanır. Yeni m erozoitler
O ra k H ücreli A nem i
e ritro sitle ri parçalayarak dışarı çıkarlar.
• Otozomal resesif geçişli olan bu hastalık, deoksijenize he­
moglobinin kendi kendine uzun polimerler oluşturarak
K lin ik Ö z e llik le r eritrositin şeklini bozmasına (orak) yol açan (3-globin mu-
Sıtmanın klinik ve anatomik özellikleri aşağıdaki faktör­ tasyonları nedeniyle meydana gelir.
ler ile ilişkilidir: • Oraklaşan hücreler damarları tıkayarak ağrı krizlerine ve
• Çok sayıda yeni merozoit eritrositlerden plasmodium özellikle kemik iliği ve dalakta doku infarktüsüne yol açar­
tipine göre değişen aralıklarla çıkarlar. Bu ara, P. vivax, lar.
P. ovale ve P. falciparum'da yaklaşık 48 saat, P. malari- • Tekrarlayan oraklaşma atakları nedeniyle meydana gelen
ae’âa 72 saattir. Üşüme, titreme ve ateş nöbetleri me- eritrosit membran hasarı orta derecede-şiddetli hemolitik
rozoitlerin salmdığı bu dönemlere denk gelir. anemiye neden olur.
• Parazitler, büyük miktarlardaki enfekte eritrositleri T alasem iler
hemolitik anemiye yol açarak yok ederler.
• Otozomal kodominant olan bu hastalıklar, hemoglobin
® Hemoglobinden köken alan ve hematin adı verilen sentezinin azalmasına yol açan ya da mutasyonları nede­
karakteristik kahverengi malaryal pigment, parçala­ niyle meydana gelirler. Sonuçta mikrositik, hipokromik
nan eritrositlerden kaynaklanır, ve dalakta, karaci­ anemi ortaya çıkar. (3-talasemide eşleşmemiş globin a-glo-
ğerde, lenf bezlerinde ve kemik iliğinde renk değişik­ bin zincirleri eritrosit öncüllerine zarar veren ve eritropo-
liğine yol açar. iezin daha da bozulmasına yol açan agregatlar oluştururlar.
• Konakta savunma mekanizmalarının aktivasyonu
G lu ko z-6-Fosfat D ehidrogenaz (G 6 P D ) E k sik liğ i:
mononükleer fagositlerde belirgin hiperplaziye yol
açarak masif splenomegaliye ve bazen hepatomegali- • X ’e bağlı geçişli olan bu hastalık, G6PD’yi destabilize eden
ye neden olur. mutasyonlar sonucu meydana gelir. Bu mutasyonlar erit­
rositlerin oksidasyon hasarına daha duyarlı hale gelmesine
Ölümcül falsiparum malarya sıklıkla beyni etkiler, bu komp­ yol açarlar.
likasyona serebral malarya adı verilir. Normalde, eritrosit­
ler yüzeylerindeki negatif yük sayesinde endotel hücre­ Bmmumhemolitik A n e m ile r
leri ile çok az etkileşimde bulunur. Eritrositlerin P. falci­ • Normal eritrosit bileşenlerine ya da haptenler (ilaçlar gi­
parum ile enfekte olması, parazit tarafından kodlanan bi) tarafından modifiye edilen antijenlerie karşı gelişen an­
proteinleri içeren pozitif yüklü yüzey çıkıntıları oluşma­ tikorlar nedeniyle meydana gelirler.
sına neden olur, bunlar aktive endotel tarafından eksp­ • A ntikor bağlanması ya eritrosit opsonizasyonuna ve ekst-
rese edilen adhezyon proteinlerine yapışırlar. Intersellü- ravasküler hemolize yol açar, ya da (nadiren) kompleman
ler adhezyon proteini 1 (ICAM-1) de dahil olmak üzere fiksasyonu ve intravasküler hemoliz meydana gelir.
çeşitli endotel hücre adhezyon molekülleri bu etkileşi­ M alarya (Sıtm a)
min meydana gelmesinden sorumlu tutulmuştur. Bu et­ • Çeşitli derecelerde kronik hemolize yol açan intrasellüler
kileşim nedeniyle eritrositler postkapiller venüllerde sı­ hemoliz
kışırlar. Hastaların şanssız bir azınlığında, özellikle de • Falsiparum malarya, enfekte eritrositlerin beyinde (sereb­
çocuklarda bu olay beyin damarlarında gelişir. Beyin da­ ral malarya) damar duvarlarına yapışması sonucu ölümcül
marları şişer ve tıkanırlar. Serebral malarya hızlı ilerler, seyredebilir.
konvülzyonlar, koma ve ölüm genellikle birkaç gün ya
da birkaç hafta içerisinde meydana gelir. Neyse ki, falsi-
parum malarya genellikle kronik bir seyir sergiler, bu se­
yir sırasında herhangi bir zamanda karasu humması geli­ AZA LM IŞ ERİTROPOİEZE BAĞLI
şebilir. Masif intravasküler hemoliz, hemoglobinemi, he- ANEMİLER
moglobinüri ve sarılık ile karakterize olan bu nadir
komplikasyonu neyin tetiklediği bilinmemektedir. Azalmış eritropoieze bağlı anemiler kategorisi, diyette
Uygun kemoterapi ile, sık görülen malarya türlerinde yetersiz besin alımı, özellikle de demir, folik asit ve B 1 2
prognoz iyidir. Ancak, ilaca dirençli suşlarm ortaya çık­ vitamininin eksikliği nedeniyle meydana gelen anemile­
ması nedeniyle falsiparum malaryanın tedavidi zaman ri kapsar. Bu tipteki diğer anemiler, kemik iliği yetmez­
geçtikçe daha da güçleşmektedir. Hastalığın potansiyel liğine bağlı olanlar (aplastik anemi), sistemik inflamas-
ciddi sonuçları nedeniyle erken tanı ve tedavi büyük yon nedenli olanlar (kronik hastalık anemisi) ve kemik
BÖLÜM 11 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

iliğinin tümör ya da inflamatuar hücreler ile infiltre ol­ giin'dür. Demir dengesi, diyetteki demirin emiliminin düzen­
masından kaynaklananlardır (myelofitizik anemi). Bu lenmesi ile sağlanır. Batı diyetinde normal günlük demir
bölümde, bu tip anemilerin sık rastlanan bazı örnekle­ miktarı 10-20 mg'dır. Bunun büyük bir kısmı, kırmızı et­
rinden ayrı ayrı bahsedilecektir. te ve tavuk etinde bulunan hemede, geri kalanı ise seb­
zelerde inorganik demir şeklindedir. Heme demirinin
Demir Eksikliği Anemisi yaklaşık %2 0 'sive heme dışı demirin %1 -2 'si emilebilir
haldedir. Sonuçta, ortalama Batı diyeti günlük sabit kay­
Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların yaklaşık %10'u, bı karşılayacak kadar demir içerir.
gelişmekte olan ülkelerde yaşayanların ise %25-50'si Demir duodenumdan emilir (Resim 11-9). Heme dışı
anemiktir. Her iki ortamda da, en sık görülen anemi demir demirin emilimi enterositlerin apikal ve bazolateral
eksikliği anemisidir. Demir eksikliği anemisinden sorum­ membranlarmdan belirli transport mekanizmaları ile
lu olan faktörler popülasyonlara göre çeşitlilik gösterir. olur, ferik redüktaz tarafından rediikte edildikten sonra,
Bunlar normal demir metabolizması konusundan başla­ ferröz demirin (Fe2+) apikal membrandan geçişi divalent
yarak daha iyi açıklanabilir. metal transporter-1 (DMTİ) tarafından sağlanır, ikinci
Normal total vücut demir kitlesi, kadınlarda yaklaşık transport proteini ferroportin, demiri bazolateral memb­
2,5 gr, erkeklerde 3,5 gr'dır. Vücuttaki fonksiyonel de­ randan geçirerek sitoplazmadan plazmaya aktarır. Yeni
mirin %80'i hemoglobin içerisindedir. Geri kalanıysa emilen demir, hefaestin ve seruloplazmin tarafından fe­
myoglobin ve demir içeren enzimlerde (örn, katalaz, si- rik demire (Fe3+) oksidize edilir. Demirin ferrik formu
tokromlar) bulunur. Karaciğer, dalak, kemik iliği ve is­ transferine bağlanan formudur. DMTİ ve ferroportin
kelet kasındaki hemoglobine ve ferritine bağlı demiri tüm vücutta yaygın olarak bulunur ve diğer dokulardaki
kapsayan vücut demir depoları total vücut demirinin or­ demir transportunda da rol oynar. Resim 11-9'da göste­
talama %15-20'sini oluşturur. Serum ferritini büyük öl­ rildiği gibi, enterositlere giren demirin sadece bir bölü­
çüde bu depolardan geldiği için, serum ferritin düzeyi de­ mü ferroportin tarafından transferrine devredilir. Geri
mir depolarının miktarı için iyi bir ölçüttür. Kemik iliği kalanı sitoplazmik ferritine katılır ve mukoza hücreleri­
demirinin ölçümü de demir deposunun tahmini için diğer nin dökülmesiyle kaybedilir.
bir güvenilir ancak invaziv yöntemdir. Demir, plazma Vücut demire doyduğunda, duodenal hücrelere giren
içerisinde transferin proteinine bağlı olarak taşınır. Nor­ demirin büyük bir bölümü ferritine "teslim edilir". De­
mal insanlarda transferin yaklaşık %33 oranında demire mir eksikliği ya da inefektif eritropoez durumlarında ise
doymuştur. Bu durumda serum demir seviyesi erkekler­ plazma transferrinine transfer edilir. Bu denge hepcidin
de ortalama 120 pg/dL, kadınlarda 100 pg/dL'dir. Böy- tarafından sağlanır. Hepcidin, demire bağımlı olarak sen-
lece, serumun normal demir bağlama kapasitesi 300- tezlenen ve salgılanan küçük bir hepatik peptiddir. Plaz­
350 pg/dL'dir. ma hepcidini ferroportine bağlanır ve onun internalizas-
Demir eksikliğinin yüksek prevalansım düşündüğü­ yonunu ve parçalanmasını sağlar, sonuçta, hepcidin kon-
müzde evolüsyonel etkiler, demiri tutma yönünde meta- santrasyou yüksekse ferroportin düzeyi düşer ve daha az
bolilc yolaklar ortaya çıkarmıştır. Demir atılımı için dü­ demir emilir. Hepcidin seviyesi düşükse (hemokromato-
zenli kontrol altında bir yol yoktur. Mukoza ve deri epi­ ziste olduğu gibi) (Bölüm 15) demirin bazolateral trans­
telyum hücrelerinden atılan demirin miktarı 1 - 2 mg/ p o r t artar ve sonuçta sistemik demir yüklenmesi olur.

Heme demiri r-,


BESİNLERDEKİ- /J
DEMİRE.
®

Fe3+
Heme dışı
demir

Fe2+

SsggaSSB^ Epitel hücrelerinin


dökülmesi ile Eritroid
kaybedilir ilik

Resim 11-9 Demir emiliminin düzenlenmesi. Metinde bahsedilen heme nonheme demirin duodenal epitel hücresinden emilimi göste­
rilmekte. Vücudun depo bölgelerinde demir varsa ve eritropoietik aktivite normal ise, plazma hepcidin seviyesi yüksektir. Bu durum fer-
roportinin azalmasına ve emilen demirin büyük bir bölümünün duodenal epitel hücreleri içinde kalarak hücre dökülürken atılmasına neden
olur. Vücut demir depoları azaldığında ya da eritropoiez uyarıldığında ise, bunun tam tersi olarak, hepsidin seviyesi düşer ve ferroportin
aktivitesi artar. Böylece emilen demirin daha büyük bir bölümü plazma transferrine transfer olur. DMT1, divalent metal transporter-1.
- -a îtti\nr-.~ ‘Ü * * ^ * ^ ---- _____ t -:m W- ,

Azalm ış E ritro p o ie ze Bağlı A n e m ile r 421

Periferik yaymada, eritrositler, mikrositik ve hipokro-


\ sû*tS
PATO G EN EZ : • -- miktir (Resim 11-10). Diagnostik kriterler, anemi, hipok-
D e m ir eksikliği çeşitli durum larda o rta ya çıkar: romik ve mikrositik eritrosit bulguları, düşük serum fer­
• Batı dünyasında d em ir eksikliğ i anem isinin en ritin ve demir düzeyleri, düşük kan transferin satüras-
önem li nedeni k ro n ik kan kaybıd ır. En sık kanama yonu, artmış total demir bağlama kapasitesi ve tabi ki
odakları gastrointestinal kanal (ö rn , peptik ülserler, ko­ demir tedavisine cevaptır. Tam olarak aydmlatılamamış
lon kanseri, he m o ro id le r) ve kadın genital sistemidir olan nedenlerle, trombosit sayısı sıklıkla yükselmiştir.
(ö rn , m enoraji, m etrora ji, kanserler). Eritropoietin seviyesi de yükselmiştir, ancak kemik iliği
• G elişm ekte olan ü lk elerd e, d em ir eksikliğinin en cevabı demir eksikliği nedeniyle yetersizdir. Sonuçta,
sık n eden leri, vejeteryan diyetin baskınlığı nede­ kemik iliği hücreselliği genellikle hafif derecede artar.
niyle d ü şü k d em ir alım ı ve y e te rsiz biyoyararla- Hastalar demir eksikliği anemisi ile ölebilirler ancak
nım dır. Birleşik D e vletle r’de, diyette düşük de m ir alımı hiçbirzaman demir eksikliği anemisi yüzünden ölmezler.
nadirdir, ancak bazen sadece sütle beslenen bebeklerde,
İyi beslenen kişilerde, mikrositik hipokromik anemi bir
fakirlerde, yaşlılarda ve büyük ölçüde abur cubur ile bes­
hastalık değil, altta yatan bir hastalığın semptomudur.
lenen gençlerde dem ir eksikliği nedeni olabilir.
• N orm al diyetle alınan m iktarın üzerinde ihtiyaç olması
gebelik ve bebeklik dönem lerinde tüm dünyada görülür. Kronik Hastalık Anemisi
• Çölyak hastalığında ya da gastrektom iden sonra malab-
sorpsiyon g ö rü le b ilir (Bölüm 14). Kronik hastalık ile ilişkili anemi, hastanede yatan hasta­
Nedeni ne olursa olsun, d e m ir eksikliği sinsice gelişir. Önce larda en sık görülen anemi tipidir. Demir eksikliği ane­
d e m ir depoları boşalır. Düşük serum fe rritin düzeyi ve ke­ misine bir miktar benzemekle birlikte, eritropoiezin sis-
m ik iliğinde boyanan dem ir yokluğu bu durum u yansıtan temik inflamasyon nedeniyle baskılanmasmdan kay­
bulgulardır. Bu değişiklikleri serum de m ir seviyesinin düşü­ naklanır. Uzun süreli inflamasyon ile ilişkili çeşitli has­
şü ve serum transferin seviyesinin yükselişi izler. Sonunda, talıklarda meydana gelir. Bunlar;
hem oglobin, m yoglobin ve diğer dem ir içeren proteinleri
• Osteomyelit, balcteriyel endokardit ve akciğer apsele­
sentezleme kapasitesi azalır. Bu durum , m ikro sitik anemi,
düşük iş görm e ve öğrenm e kapasitesi ve hatta azalmış ba­
ri gibi kronik mikrobiyal enfeksiyonlar
ğışıklık ile sonuçlanır. • Romatoid artrit ve bölgesel enterit gibi bağışıklık ile
ilgili kronik hastalıklar
• Hodgkin lenfoma, akciğer ve meme kanserleri gibi
neoplazilerdir.

K lin ik Ö z e llik le r
Demir eksikliği anemisi çoğu zaman hafif ve asempto-
matiktir. Halsizlik, yorgunluk, solukluk gibi nonspesifik PATO G ENEZ
belirtiler ağır olgularda görülebilir. Uzun süreli anemide,
K ro n ik h astalık anem isi, plazm a hecidin seviyeleri­
parmak uçlarında incelme, düzleşme, "kaşıklaşma" gibi
nin y ü k se k olm asından k a yn a kla n ır. Hepcidin m akro-
anomaliler de oluşabilir. Tuhaf, ancak karakteristik bir fajlardaki fe rro p o rtin i azaltarak, dem irin e ritro id seri ön­
nörodavranışsal komplikasyon olan pika, kum ya da top­ cüllerine transferini engeller. Yüksek hepcidin seviyelerinin
rak gibi yiyecek olmayan maddeleri yeme isteğidir. nedeni, hepcidin sentezini artıran IL- 6 gibi pro-inflam atuar
sitokinlerdir. Buna ek olarak, kro n ik inflamasyon bö bre kte
e ritro p o ie tin sentezini yavaşlatarak kem ik iliğinde e ritro sit
üretim ini azaltır. Sistemik inflamasyon durum unda meyda­
na gelen bu adaptasyonlarınfonksiyonel yararları tam ola­
rak bilinm em ektedir. D em ire bağımlı m ikroorganizm aların
ir - O l <§> 0 üremesini inhibe ediyor, ya da konak bağışıklığını belirli
yönlerden güçlendiriyor olabilir.
m «n o O q o p <
L
oc rlf\: A
A V
)L fv
C)( oW
tO Ç ,. O K lin ik Ö z e llik le r
Demir eksikliği anemisinde olduğu gibi, kronik hastalık

V, o

M anemisinde de serum demir seviyeleri düşüktür. Hatta,
eritrositler hafifçe hipokromik ve mikrositiktir. Ancak,
demir eksikliği anemisinden farklı olarak, kemik iliğinde­
Resim 11-10 Demir eksikliği anemisi—periferik kan yayması. Erit­ ki depo demiri artmıştır, serum ferritin konsantrasyonu yük­
rositlerin çoğunda santraldeki solukluğun artmış olduğuna dikkat
sektir ve total demir bağlama kapasitesi düşüktür. Eritropo­
edin. Yeni yapılmış kan transfüzyonu sonrası arada tam hemog-
lobinlenmiş eritrositler farkediliyor. ietin ve demir takviyesi anemiyi düzeltebilir, ancak sa­
(Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas dece altta yatan nedene yönelik müdahele ile tam tede-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) vi sağlanabilir.
422 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Megaloblastik Anemiler

Megaloblastik aneminin başlıca iki nedeni folat eksikli­


ği ve B 1 2 vitamini eksikliğidir. Her iki vitamin de DNA
sentezi için gereklidir ve eksikliklerinin hematopoiezde-
ki etkileri temel olarak aynıdır. Ancak, folat ve B 1 2 vita-
minieksikliklerinin nedenleri ve sonuçları önemli nokta­
larda farklılıklar gösterir.

O PATO G EN EZ
Megaloblastik aneminin başlıca m o rfo lo jik özelliği megalob-
lastların varlığıdır. Bunlar anorm al büyük e ritro sitlere (m ak-
rositler) kaynaklık eden büyük e ritro id seri öncülleridir.
Resim 11-11 Normoblastlar (solda) ile megaloblastların (sağda)
G ranülosit öncüllerinin de boyutları artm ıştır. Bu hücresel karşılaştırılması—kemik iliği aspiratı. Megaloblastlar, ince retiküler
gigantizmim nedeni, nükleer matürasyon ve hücre bölün­ kromatinli nispeten immatür nükleusa ve geniş bazofilik sitoplaz-
mesini engelleyen D N A sentez kusurudur. N o rm al hızında maya sahip daha büyük hücreler.
devam eden R N A ve sitoplazm ik elemanların sentezi nuk- (D r.Jose H crnandcz’ın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas South­
leus elemanlarının sentez hızını aşar. Bu nedenle, hem ato­ western Medical School, Dallas, Texas.)
po ie tik öncüller n ü kle e r/sito p la zm ik senkron b o zu k­
luğu (asem kroni) gösterirler. Bu matürasyon düzensizliği­
nin anemi üzerinde çeşitli yönlerden etkileri vardır. Birçok
megaloblastta D N A sentezi o kadar kusurludur ki, mega- Folat (Folik Asit) Eksikliği Anemisi
loblastlar kem ik iliğinde apoptoza giderler (etkisiz-in e- Folat eksikliğine bağlı gelişen megaloblastik anemi sık
fe k tif h e m a to p eiez). D iğerleri ise eritro site m atüre görülmez, ancak sınırda yeterlilikte olan folat depoları
olurlar, ancak az sayıda hücre bölünmesi geçirdiklerinden sağlıklı kişilerde bile şaşırtıcı derecede sık görülür. Kli­
daha z sayıda e ritro s it üretim i gerçekleşir. G ranülosit ve nik olarak belirgin folat eksikliği riski, yetersiz beslenen
tro m b o sit öncülleri de e tkile n irle r (ancak e ritro id seri ka­ kişilerde (ekonomik durumu kötü, yardıma muhtaç kişi­
dar şiddetli değil) ve çoğu hasta pansitopeni (anemi, tro m -
ler ve yaşlılar) ya da metabolik ihtiyacı artmış kişilerde
bositopeni ve granülositopeni) ile prezante olur.
(gebe kadınlar ve kronik hemolitik anemisi olan hasta­
lar) yüksektir.
Folat, hemen hemen tüm yiyeceklerde mevcuttur, an-
cal 10-15 dakikalık pişirmeyle tamamen yok olur, bu ne­
denle en iyi folat kaynakları pişmemiş taze sebze ve
! M ORFOLOJİ meyvelerdir. Yiyeceklerdeki folat büyük ölçüde poliglu-
tamat formundadır. Ancak, emilim için monoglutamat-
Bazı m o rfo lo jik ö ze llikle r bütün m egaloblastik anemi tiple­
lara ayrılmış olması gereklidir. Asidik yiyecekler ile fa-
rinde görülür. Kem ik iliği belirgin olarak hipersellüler olup,
sülye ve diğer baklagillerin birlikte tüketilmesi bu dönü­
çok sayıda m egaloblastik e ritro id seri öncülü içerir. Mega-
şümü aksatır. Fenitoin (Dilantin) ve az sayıda birkaç ilaç
iofelastlar norm al e ritro id seri hücrelerinden (n o rm o b -
lastlar) daha b ü y ü k tü r ve ince bir re tikü le r nükleer krom a­ da folat emilimini inhibe eder. Metotreksat gibi diğerle­
tin (n ü k le e r im m a tü rite n in göstergesi) iç e rir (Resim ri ise folat metabolizmasını bozar. Intestinal emilimin
11 -11 ). M egaloblastlar diferansiye olup, hem oglobin içer­ gerçekleştiği başlıca bölge ince bağırsağın proksimal üç­
meye başladıklarında, nükleus ince dağılımlı krom a tin yapı­ te birlik kısmıdır. Çölyak hastalığı ve tropikal şupru gibi
sını k o ru r ve norm oblastların tip ik özelliği olan krom a tin bağırsağın bu seviyesini etkileyen malabsorpsiyon has­
topaklaşması gösterm ez. G ranülositik seri öncülleri de talıkları folat emilimini aksatır.
n ü kle e r/sito p la zm ik asenkroni g ö ste rirle r ve dev me-
tam yel® sitler ü re tirle r. M egakaryositler de anorm al şe­
kilde büyük b o yu tta o la b ilirle r ve bizar m ultilobüle nükie-
uslar içerebilirler. PATO G EN EZ
Periferik kandaki en erken değişiklik hipersegmerste
nötrofillerin o rta ya çıkışıdır. N o rm al n ö tro fille r üç ya da Folatın metabolizması ve fonksiyonları kom plekstir. Emilim-
d ö rt adet nükleer loba sahiptir, ancak m egaloblastik anemi­ den sonra, fola t kanda m onoglutam at olarak taşınır. Hücre­
de sıklıka beş ya da daha fazla lob içerirler. Eritrositler, ti­ ler içerisinde birkaç türevine m etabolize olur, ancak, dihid-
pik olarak büyük y u m u rta şekilli m akro-ovalositler- ro fo la t redüktaz enzimi tarafından dihidrofolattan tetrahid-
den oluşurlar. O rta lam a hücre hacmi sıklıkla 110 fL ’ den rofolata dönüşümü özellikle önem lidir. Tetrahidrofolat,
(norm al, 82-92 fL ) fazladır. M akro sitler h ip e rkro m a tik gö­ D N A ’ nın yapıtaşları olan pürirılerin ve timidilatın sente­
rünse de, gerçekte ortalam a hücre hem oglobin konsant­ zi için gereken bazı reaksiyonlarda te k karbon ü n iteleri­
rasyonu norm aldir. Büyük şekilsiz tro m b o sitle r de görüle­ nin alıcısı ve vericisi o la ra k rol oynar. Eksikliği, mega­
bilir. Diğer sistem lerdeki, özellikle de gastrointestinal kanal­ loblastik anemi gelişiminin altında yatan D N A replikasyon
daki m o rfo lo jik değişikliklerin bazı klinik sonuçları vardır. kusuruna yol açar.
Azalmış Eritropoieze Bağlı Anemiler 423

K lin ik Ö z e llik le r Pernisyö z anem i, B 12 vitam ini eksikliğinin en sık


Folat eksikliği anemisi halsizlik ve kolay yorulma gibi nedenidir. Bu hastalığın, parietal hücrelere ve intrinsik
nonspesifik semptomlar ile sinsi başlangıçlıdır. Klinik fa ktö rü n kendisine karşı gelişen oto im m un reaksiyondan
tablo, alkoliklerde olduğu gibi, beraberinde başka vita­ kaynaklandığı düşünülm ektedir. Sonuçta gastrik mukozal
min eksiklikleri olduğunda biraz daha karışık hale gelir. atrofi gelişir (Bölüm 14). O to im m u n tem eli işaret eden çe­
Gastrointestinal kanalı döşeyen hücreler de, hematopo- şitli ilişkiler m evcuttur:
• Çoğu hastada serumda ve mide suyunda o to a n tiko rla r
ietik hücreler gibi, hızlı bir döngüye sahip olduğundan,
m evcuttur. Üç tip o to a n tiko r saptanmıştır: mukozal pa­
ağrılı dil gibi sindirim kanalı ile ilgili semptomlar sık gö­
rietal hücrelere bağlanan parietal k a n a lik u le r anti­
rülür. Bj 2 vitamini eksikliğinden farklı olarak folat eksikli­
k o rla r, B12 vitam ininin intrinsik fa ktö re bağlanmasını
ğinde nörolojik anomaliler görülmez.
engelleyen bloklayan a n tik o rla r ve kompleksin kubu­
Megaloblastik anemi tanısı, periferik kan yaymaları­
line bağlanmasını engelleyen in trin sik fa k tö r-B 12
nın ya da kemik iliği yaymalarının incelenmesi ile ko­ ko m pleksi a n tik o rla rı.
nur. Folat eksikliği anemisinin Bız vitamini eksikliğin­ • Pernisyöz anemi sıklıkla diğer otoim m un hastalıklarla
den ayrımı, serum ve eritrositlerde folat ve B1 2 vitamini b irlikte görülür. Ö rneğin, Hashim oto tiro id iti, Addison
düzeylerinin ölçülmesi ile yapılır. hastalığı, tip 1 diabetes mellitus gibi.
• D iğer otoim m un hastalıkları olan kişilerde in trinsik fak­
B12 Vitamini (Kobalamin) Eksikliği Anemisi tö re karşı gelişen serum antikorları sıklıkla m evcuttur.
(Pernisyöz Anemi) K ron ik B 12 vitam ini malabsorpsiyonu gastrektom iden
Yetersiz B1 2 vitamini (kobalamin olarak da bilinir) sevi­ sonra(intrinsik fa k tö r üreten hücrelerin yokluğu nedeniyle)
yeleri, folat eksikliğinde görülen anemiyle aynı özellikle­ ya da ileal rezeksiyondan sonra (in trin sik f a k tö r-B 12 kom p­
re sahip olan bir magaloblastik anemiye yol açar. Ancak, leksini abzorbe eden hücrelerin yokluğu nedeniyle) ve dis­
B1 2 vitamini eksikliği periferik sinirlerde ve omurilikte tal ileumun fonksiyonlarını bozan hastalıklarda (örneğin,
demiyelinizan bir hastalığa da neden olur. B1 2 vitamini C rohn hastalığı, tropikal şupru ve W h ip p le hastalığı) görü­
eksikliğinin birçok nedeni vardır. Pernisyöz anemi teri­ lür. Ö zellikle yaşlı hastalarda gastrik atrofi ve a klo rh id ri ne­
deniyle asit ve pepsin üretim i bozulm uştur. Bunlar, yiyecek­
mi, bu durumun nedeninin ve tedavisinin bilinmediği
lerdeki B 12 vitamininin bağlanmış form undan kurtulm ası
yıllardan kalma eski bir terimdir ve intrinsik faktör ile
için gereklidir.
ilişkili defektler ile sonuçlanan B 1 2 vitamini eksikliği an­
Anem iye yol açan m etabolik de fekt fola t m etabolizm a­
lamına gelir. İntrinsik faktör çok aşamalı bir süreç olan
sıyla o rta ktır. B 12 vitam ini, te tra h id ro fo la t döngüsünün ger­
B1 2 vitamini emiliminde kritik rol oynamaktadır.
çekleşmesi için gereklidir. Bu ilişkiyle bağlantılı olarak, B 12
1. Peptik sindirim gıdalardaki B 1 2 vitaminini açığa çıka­ vitam ini anemisi hastaya fo la t verildiğinde düzelebilir. Bu­
rarak B1 2 vitamininin tükürükte bulunan ve haptokor- nun tam tersi olarak, fola t tedavisi n ö ro lo jik semptomları
rin adı verilen bir proteine bağlanmasını sağlar. engellemez, hatta daha şiddetlenmesine yol açar. B 12 vita­
2. Duodenuma giren haptokorrin-B 1 2 vitamini komp­ mini eksikliği ile ilişkili başlıca n ö ro lo jik lezyonlar o m u rili­
leksleri pankreatik proteazlar ile işlem görürler. Bu, ğin p o sterio r ve lateral ko lonlarınd a dem iyelinizas-
B12'nin serbest kalmasını sağlar. Gastrik fundik mu­ y o n d u r. Bu bazen p e rife rik sinirlerde başlar ve üzerine za­
kozadaki hücreler tarafından salgılanan intrinsik fa k ­ manla aksonal dejenerasyon eklenir. N ö ro lo jik sonuçların
şiddeti anemi derecesi ile ilişkili değildir. Gerçekten de nö­
töre bağlanır.
ro lo jik hastalık belirgin m egaloblastik anemi olmadan da
3. İntrinsik faktör-B 1 2 kompleksleri distal ileuma gelir­
görülebilir.
ler ve intrinsik faktör reseptörü olan kubuline bağla­
nırlar. Böylece enterositler tarafından emilirler.
4. Emilimi yapılan B1 2 vitamini enterositlerin bazolate- K lin ik Ö z e llik le r
ral membranmdan plazma transkobalaminme geçer. B1 2 vitamini eksikliğinin sonuçları nonspesifiktir. Tüm
Transkobalamin B 1 2 vitaminini karaciğere ve vücutta­ anemilerde olduğu gibi, solukluk, kolay yorulma, ağır ol­
ki diğer hücrelere götürür. gularda dispne, hatta konjestif kalp yetmezliği görülebi­
lir. Eritroid seri öncüllerinin artan harabiyeti hafif bir sa­
rılığa da yol açabilir. Gastrointestinal belirti ve bulgular
folat eksikliğinde görülenlerle aynıdır. Omurilik hastalığı
PA TO G EN EZ
ayaklarda ya da ellerde uyuşma, karıncalanma ve yanma
B 12 vitam ini e ksik lik le rin in büyük bölüm ünde a ltta hissi ile başlar. Bunları yürürken dengesizlik ve özellikle
yatan neden u ru n süreli m alabsorpsiyondur. B12 vi­ ayak parmaklarında pozisyon hissinde kayıp izler. Fier
tam ini y u m u rta ve süt ürünleri dahil olm ak üzere hayvan­ ne kadar anemi parenteral B1 2 vitamini tedavisine dra­
sal kaynaklı besinlerde bol m iktarda m evcuttur. Ayrıca pi­ matic olarak cevap verse de, nörolojik bozukluklar düzel­
şirm e ve kaynatma işlemlerine dayanıklıdır. Suyun ve hay­ mez. Bölüm 14'te de anlatıldığı gibi, pernisyöz anemili
vansal olmayan besinlerin bakteriyel kontaminasyonu bile hastalarda gastrik karsinom gelişme riski daha yüksektir.
yete rli m iktard a B 12 vitam ini sağlar, sonuç olarak, diyette Pernisyöz aneminin diagnostik özellikleri şöyle sıra­
B 12 vitam ininin yetersiz alımı son derece nadirdir. Bu sade­ lanabilir: (1) düşük serum B1 2 vitamini seviyeleri, (2)
ce katı vejeteryanlarda görülen b ir durum dur. B 12 vitam ini­ normal ya da yüksek serum folat seviyeleri, (3) serumda
nin em ilim i b ir kere gerçakleşti m i, vücut bunu etkin b ir şe­
intrinsik faktöre karşı antikorlar, (4) orta derecede ya da
kilde işlemden geçirir. Karaciğerde depolanır. Karaciğer
ağır megaloblastik anemi, (5) hipersegmente granülosit-
norm alde vücudun B 12 vitam ini ihtiyacını 5-20 yıl sağlaya­
lerin gözlendiği lökopenive (6 ) parenteral B1 2 vitamini
cak kadar yüksek m iktarda B 12 vitam ini depolar.
tedavisine dramatik yanıt (2-3 gün içerisinde) alınması.
424 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Aplastik Anemi K linik Gidiş


Aplastik anemi her yaştan ve cinsiyetten insanları etki­
Aplastik anemi, multipotent myeloid kök hücrelerin baskı- ler. Yavaş gelişen anemi, halsizlik, solukluk ve dispneye
lanması nedeniyle kemik iliği yetmezliği ve pansitop eninin yol açar. Trombositopeni genellikle peteşiler ve ekimoza
meydana geldiği bir hastalıktır. Sadece eritroid seri ön­ neden olur. Granülositopeni nedeniyle sık ve sürekli mi­
cüllerinin etkilendiği ve sadece aneminin meydana gel­ nör enfeksiyonlar ya da ani gelişen üşüme, titreme, ateş
diği saf eritroid seri aplazisinden ayırıcı tanısının yapıl­ ve halsizlik meydana gelir. Aplastik anemiyi kemik iliği
ması gereklidir. infiltrasyonu olan diğer anemilerden (myelofitizik ane­
mi), "alösemik lösemi"den ve granülomatöz hastalıklar­
dan ayırt etmek önemlidir. Bu hastalıklarda benzer kli­
PATO G EN EZ nik prezantasyon olsa da, kemik iliği incelemesi ile ko­
O lguların yarısından fazlasında aplastik anemi idiyopatik- layca aplastik anemiden ayrılabilirler. Aplastik anemi
tir. Geri kalanında ise ilaç ya da kimyasal b ir madde gibi bi­ splenomegaliye yol açmaz. Eğer splenomegali varsa baş­
linen m y elo to ksik b ir ajana m aruz kalındığı saptanabi­ ka tanılar düşünülmelidir. Tipik olarak, eritrositler nor-
lir. Bazı ajanlarla meydana gelen kem ik iliği hasarı önceden mokromik, normositik ya da hafif mikrositiktir. Retikü-
tahm in edilebilir, doza bağımlı ve geridönüşlüdür.antineop- lositler sayıca azalmıştır (retikülositopeni).
lastik ilaçlar (örneğin, alkile edici ajanlar, antim etabolitler), Prognoz tahmin edilemez. Neden olan ilacın bazen
benzen ve kloram fenikol bu kategoride ye r alırlar. Diğer remisyon sağlar. Ancak bu, bir kuraldan çok bir istisna­
durum larda, kem ik iliği toksisitesi, bilinen m yelotoksik ilaç­ dır. İdiyopatik tip tedavisiz bırakılırsa prognoz kötüdür.
ların (örneğin klo ram fen ikol) küçük dozlarına karşı ya da Kemik iliği transplantasyonu genelde, özellikle de trans-
diğer insanlarda m yelotoksik olmayan sulfonam idler gibi
füzton almamıi 40 yaşından genç hastalarda küratiftir.
ilaçlara karşı “ id iyosinkra tik” ya da hipersensitivite reaksi­
Transfüzyonlar, hastaların alloantijenlere karşı sensiti-
yonu olarak gelişir. A plastik anemi, bazen belli viral enfek­
zasyonuna neden olur ve greft başarısızlığına yol açar.
siyonlardan sonra, özellikle de çevreden alınan (com m unity
acquired) viral hepatitten sonra gelişebilir. Sorumlu olan
Bu nedenle, transfüzyonlar sadece kemik iliği transplan­
spesifik b ir virüs bilinm em ektedir; hepatit virüsleri A , B ve tasyonu planlanmayan seçilmiş hastalara uygulanmak­
C sorum lu değildir. Kem ik iliği aplazisi, viral hepatitin iyileş­ tadır. Otoimmunitenin hastalıkta önemli rol oynadığını
mesinden birkaç ay sonra yavaş b ir şekilde ortaya çıkar ve gösteren bir kanıt olarak, başarılı bir transplantasyon,
hızlı b ir gidiş izler. mutlaka yüksek doz immunsupresif kemoterapi ya da
Kemik iliği yetmezliğine yol açan patojenik olaylar hala radyasyon gerektirir. Daha önce de belirtildiği gibi, iyi
belirsiz olsa da, o to reak tif T hücrelerinin önemli bir rol transplant adayı olamayan hastalar immunsupresif teda­
oynadığı düşünülmektedir. Bu te o ri, çeşitli deneysel veriler viden yarar görürler.
ve klinik tecrüb eler ile desteklenmiştir. Klinik tecrübelerde,
aplastik anemi vakalarının % 7 0 -8 0 ’inin, T hücrelerini hedef­
leyen im m unsupresif tedaviye cevap verdiği görülmüştür.
Myelofitizik Anemi
Kemik iliği kök hücrelerine karşı T hücre saldırısını tetikle-
yen olaylar daha da bilinmezdir. Viral antijenler, ilaç türevi Myelofitizik anemi, kemik iliğinde tümör ya da diğer lez-
haptenler ve/ve ya genetik hasar kök hücrelerde immun sis­ yonlann oluşturduğu yaygın infiltrasyonlardan kaynakla­
tem e hedef rolü oynayabilecek neoantijenler yaratabilir. nır. En sık olarak metastatik meme, akciğer ve prostat
N a d ir ancak ilginç genetik d u rum la r da kem ik iliği yet­ kanseri ile ilişkilidir. Diğer tümörler, ilerlemiş tüberkü­
mezliği ile ilişkili olabilir, “ edinsel” aplastik anemisi olan has­ loz, lipid depo hastalıkları ve osteoskleroz da benzeri bir
taların % 5-10’ unda te lo m e ra zd a k a lıtsal d e fe k tle r klinik tabloya yol açabilir. Başlıca klinik sonuçlar, anemi
m evcuttur. Telomerazın, daha önce de belirtildiği gibi, k ro ­ ve trombositopenidir. Beyaz hücre serisi genellikle daha
m ozom ların stabil kalmasında rolü vatdır. Telomerazdaki geri planda etkilenir. Karakteristik olarak, periferik kan­
b ir defektin hem atopoietik kö k hücrelerin vaktinden önce da bazısı gözyaşı damlasına benzeyen şekli bozuk eritro­
(p re m a tü r) yaşlanmasına neden olduğu düşünülm ektedir, il­ sitler görülür. Hafif lökositozun yanı sıra, immatür gra-
ginç olarak, sporadik olguların yaklaşık % 50’sinde, kem ik nülositik ve eritrositik öncüller de görülebilir (lökoerit-
iliği hücreleri beklenenden daha kısa telom eraza sahiptir.
roblastozis). Tedavi, altta yatan nedene yöneliktir.
Prem atür yaşlanma nedeninin, henüz bilinmeyen telom eraz
defektleri ya da hem atopoietik kök hücrelerin fazla repli-
kasyonu olduğu düşünülm ektedir. Kalıtsal b ir D N A ta m ir
hastalığı olan Fanconi anemili bazı çocuklarda da kem ik iliği
Ö ZET
aplazisi gelişir.
Azalmış Eritropoieze Bağlı Anemiler
D e m ir Ek sik liğ i A nem isi
Q M ORFOLOJİ
• Kronik kanama ya da yetersiz demir alımı nedeniyle mey­
A plastik anemide kem ik iliği belirgin şekilde hiposellülerdir. dana gelir. Yetersiz hemoglobin sentezi ve hipokromik,
in te rtra b e kü le r boşluğu % 9 0’dan fazla oranda yağ d o ld u r­ m ikrositik eritrositler ile sonuçlanır.
maktadır. Sınırlı hücresellik genellikle sadece lenfositleri ve
plazma hücrelerini içerir. A nem i, karaciğerde yağlanmaya K r o n ik H a sta lık A n e m isi
neden olabilir. T rom bositopeni ve granülositopeni sırasıyla • Hepcidin seviyelerinin yükselmesine, demirin makrofaj-
kanamalara ve bakteriyel enfeksiyonlara yol açar. Transfüz- lar tarafından tutulmasına ve eritropoietin üretiminin
yonlara ihtiyaç duyulması nedeniyle sonunda hem osidero- azalmasına yol açan inflamatuar sitokinler nedeniyle mey­
zis meydana gelir. dana gelir.
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 425

Tablo 11-5 Polisiteminin Patofizyolojik Sınıflaması


M eg alo blastik A n e m i
• Timidin sentezi yetersizliğine ve D N A sentezinin kusur­ Rölatif
lu olmasına yol açan folat ya da B12 vitamini eksiklikleri Azalmış plazma hacmi (hemokonsantrasyon)
nedeniyle meydana gelir.
M utlak
• Anormal büyük hematopoietik öncüllerin (megaloblast-
lar) oluşmasına, etkisiz hematopoieze, makrositik ane­ Primer
miye ve (çoğu olguda) pansitopeniye yol açar.
Myeloid kök hücrelerin anormal proliferasyonu, normal ya da
A p la s tik A n e m i düşük eritropoietin düzeyleri (polisitemia vera); eritropoietin
reseptöründe kalıtsal, aktive edici mutasyonlar (seyrek)
• Çeşitli nedenlerle meydana gelen kemik iliği yetmezliğin­
den (hiposellülarite) kaynaklanır. Bu nedenler arasında, Sekonder
toksinlere ve radyasyona maruz kalma, ilaçlar ve virüsle­
Artm ış eritropoietin düzeyleri
re karşı gelişen idiyosinkratik reaksiyonlar, telomeraz ve
A d a p t if : akciğer hastalığı, yüksek irtifada yaşamak, siyanotik kalp
D N A tamirindeki kalıtsal kusurlar sayılabilir.
hastalığı
P a r a n e o p la s t ik : eritropoietin salgılayan tüm örler (ör. böbrek
M y e lo fitizik A n e m i
hücreli karsinom, hepatosellüler karsinom, serebellar
• Kemik iliği boşluğunda metastatik karsinom ve granülo-
hemanjiyoblastom)
matöz hastalıklar gibi infiltratif olaylar nedeniyle meyda­
G iz li: Mukavemet sporcuları
na gelir.
• Periferik kanda erken eritroid ve granülositik öncüllerin
(lökoeritroblastozis) ve gözyaşı damlası şeklinde e ritro ­
sitlerin ortaya çıkmasına neden olur. suzluk, uzun süreli kusma, diyare ya da aşırı diuretik
kullanma durumlarında olduğu gibi, dehidrasyondan
kaynaklanır. Mutlak polisitemi, artmış eritrosit kitlesi­
nin nedeni eritroid seri öncüllerinin otonomik prolife­
POLİSİTEMİ rasyonu olduğunda primer, fazla proliferasyon yüksek
eritropoietin seviyelerinden kaynaklandığında sekonder
Polisitemi, ya da eritrositozis, periferik kanın birim hac­ olarak tanımlanır. Primer polisitemi (polisitemia vera)
mi başına düşen eritrosit sayısının yüksekliği anlamına klonal neoplastik myeloproliferatif bir hastalıktır ve bu
gelir. Bu genellikle hemoglobin konsantrasyonunda da bölümün ileriki kısımlarında anlatılmaktadır. Sekonder
bir artışla birliktedir. Polisitemi mutlak (total eritrosit kit­ mutlak polisitemiye neden olan eritropoietin yüksekliği­
lesinde artış) ya da rölatif olabilir. Rölatif polisitemi, su- nin çeşitli sebepleri vardır (Tablo 11-5).

BEYAZ KAN HÜCRESİ (LÖKOSİT) HASTALIKLARI


Beyaz kan hücresi hastalıkları, beyaz hücre eksiklikleri­ N ötropeni/A granülositoz
ni (lökopeniler) ve proliferasyonlarım kapsamaktadır. Kandaki granülosit sayısındaki azalma nötropeni, şiddet­
Bunlar reaktif ya da neoplastik olabilirler. Genellikle li olduğunda ise agranülositoz olarak adlandırılır. Nötro-
mikrobiyal olan primer bir hastalığa bağlı reaktif proli­ penik kişiler bakteriyel ve fungal enfeksiyonlara eğilim­
ferasyon sıktır. Neoplastik hastalıklar ise daha az görü­ lidirler. Bunların bir kısmı ölümcül seyreder. Nötrofil sa­
lür ve daha kötü gidişlidir. Bunlar, yetişkinlerdeki tüm yısı 500 hücre/pL'nin altına düştüğünde enfeksiyon ris­
kanser ölümlerinin yaklaşık %9'undan, 15 yaşından kü­ kinde keskin bir artış görülür.
çük çocuklardakilerin ise %40'm sorumludurlar.
İleriki kısımlarda, beyaz hücrelerin bazı neoplastik
hastalıkları konusunda kısa tanımlamalar ve ardından
malign proliferasyonları ile ilgili ayrıntılı irdelemeler bu­
lacaksınız. PATOGENEZ
N ö tro pe niye yol açan m ekanizmalar iki geniş kategoride in­
BEYAZ HÜCRELERİN celenebilir:
* A zalm ış granülosit üretim i. G ranülopoiezde klinik
N O N -N E O P LA STİK HASTALIKLARI olarak önem li düşüşler en sık kem ik iliği yetm ezliğinde
(apastik anemide olduğu gibi), kem ik iliğinde yaygın tü ­
Lökopeni m ö r infiltrasyonu varlığında (lösem ilerde olduğu gibi) ve
kanser kemoterapisinde görülür. Ayrıca, bazı granülosi-
Lökopeni, genellikle dolaşımdaki beyaz hücrelerin büyük
top eniler izoledir, bunlarda sadece bazı granülositik ön­
bir bölümünü oluşturan granülositlerin azalmasından
cüllerin diferansiasyonu etkilenm iştir. N ö tro p e n i tipleri,
kaynaklanır. Lenfopeni ise çok daha nadirdir; doğumsal
en sık olarak bazı ilaçlar nedeniyle ya da daha az sıklıkla
immunyetmezlik hastalıkları ile, ilerlemiş insan immun-
sitotoksik T hücrelerinin ve doğal katil (natural killer-
yetmezlik virüsü (HIV) enfeksiyonu ve yüksek doz korti- N K ) hücrelerin neoplastik proliferasyonları nedeniyle
kosteroid tedavisi ile ilişkilidir. Burada, sadece daha sık meydana gelir.
görülen granülosit lökopenilerinden bahsedilecektir.
426 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Tablo 11-6 Lökositoz Nedenleri


• A rtm ış granülosit h arabiyeti. im m ün aracılı hasarda
(bazı ilaçlar tarafından te tikle n ir) ya da ağır bakteriyel, N ö tro filik Lökositoz
fungal ya da riketsiyel enfeksiyonlarda artm ış p e rife rik A ku t bakteriyel enfeksiyonlar (özellikle piyojenik organizmaların
harcanma nedeniyle meydana gelir. Splenomegali de se- neden olduğu); steril inflamasyon, örneğin doku nekrozunun
kestrasyon ve hızlı n ö tro fil temizlenmesi ile sonuçlanır. neden olduğu (miyokard enfarktüsü, yanıklar)

Eozinofilik Lökositoz (Eozinofili)

Astma, saman nezlesi, alerjik deri hastalıkları (ör. pemfigus,


) M OR FO LO Jİ dermatitis herpetiformis )gibi alerjik hastalıklar; parazit
enfeksiyonları; ilaç reaksiyonları; kimi maligniteler (ör. Hodgkin
Kem ik iliği değişiklikleri altta yatan nötropeni nedenine bağ­ lenfoma ve bazı non-Hodgkin lenfomalar); kollajen-vasküler
lıdır. Yoğun n ö tro fil harabiyeti olduğunda ya da megaloblas- hastalıklar ve bazı vaskülitler; ateroembolik hastalık (geçici)
tik anemide görülen etkisiz granülopoiez durum unda ke­
Bazofilik Lökositoz Bazofili)
m ik iliği hip ersellü laritesi görülür. Bunun tam tersi,
ilaçlar gibi nötropeniye yol açan aja n la r granülosito- Seyrek, sıklıkla miyeloproliferatif hastalık göstergesi olarak
po iezi b a sk ıla ya rak granülosit öncüllerinin sayısını azal­ (ör. kronik miyeloid lösemi)
tırla r ve nö tropeniye neden olurlar. Sorum lu ajan spesifik M onositoz
olarak granülositleri etkilemişse e ritro p o ie z ve megakaryo-
Kronik enfeksiyonlar (ör. tüberküloz), bakteriyel endokardit,
poiez norm al olabilir. Ancak çoğu m yelotoksik ilaç tüm se-
riketsiyozis ve malarya; kollajen-vasküler hastalıklar (ör. sistemik
rielrden kem ik iliği elemanlarını azaltır.
lupus eritematozus) ve inflamatuar barsak hastalıkları (ör. ülseratif
kolit)

Lenfositoz
K lin ik Ö z e llik le r
Başlangıçtaki belirtiler sıklıkla halsizlik, üşüme, titreme Kronik immünolojik uyarı ile ilişkili birçok hastalıkta monositoza
ve ateştir. Beraberinde belirgin yorgunluk vardır. Enfek­ eşlik eder (ör. tüberküloz, brusellozis); viral enfeksiyonlar (ör.
hepatit A, sitomegalovirus, Epstein-Barr virus); Bordetella pertus­
siyonlar başlıca problemi oluştururlar. Genellikle jinjiva-
sis enfeksiyonu
da, ağız tabanında, bukkal mukozada, farenkste ve ağız
boşluğunun diğer bölgelerinde ülsere nekrotizan lezyon-
lar (agranülositik anjin) meydana gelir. Bu lezyonlar, lö- sedilecek), bu çocukların yarıdan fazlası virüs yaymaya
kosit eksikliğine bağlı olarak büyük miktarlarda mikro­ devam eder. Bunun tam tersi olarak, temizlik koşulları­
organizma içerirler. Neden olan ilacın kesilmesine ek nın daha iyi olduğu gelişmiş ülkelerde, genellikle enfek­
olarak yapılan tedavi seçenekleri arasında kemik iliğinde siyon adolesan ya da genç erişkin döneme kadar gecikir.
nötrofil üretimini uyaran granülosit koloni stimulan fak­ Tam olarak bilinmeyen nedenlerle, gelişmiş ülkelerdeki
tör olabilir. sağlıklı seropozitif kişilerin sadece %2 0 'si virüs yayar ve
virüse maruz kalanların yaklaşık %50'sinde enfeksiyon
Reaktif Lökositoz meydana gelir.

Kanda beyaz küre sayısında artış, mikrobial ya da non-


mikrobial uyarının olduğu çeşitli inflamatuar olaylarda
PATO G EN EZ
sık olarak görülür. Lökositoz nispeten nonspesifiktir ve
etkilenen beyaz hücre serisine göre sınıflanır (Tablo Seronegatif “ öpülen kuzen” e geçiş genellikle d ire k t oral te­
11-6). Daha sonra da bahsedileceği üzere, reaktif lökosi­ mas ile olur. Virüsün başlangıçta orofarengeal epitel hücre­
toz bazı durumlarda lösemiyi taklit eder. Bu tür "lökomo- lerini enfekte ettiği ve sonra da alttaki lenfoid dokuya (ton-
id" reaksiyonlar gerçek beyaz hücre malignitelerinden siller ve adenoidler) yayılarak m atür B hücrelerini enfekte
ayırdedilmelidir. Enfeksiyöz mononükleoz, lenfositoz ile ettiği düşünülm ektedir. Ancak bu hipotez kanıtlanmamıştır.
B hücrelerindeki enfeksiyon iki tip te olur. H ücrelerin az bir
ilişkili farklı bir sendroma yol açtığından bu konuda ay­
kısmında enfeksiyon litiktir. Viral replikasyon ve sonuçta
rıca dikkate alınmalıdır.
hücre lisizi (parçalanması) meydana gelir ve virionlar yayı­
lır. H ücrelerin büyük b ir kısmında ise enfeksiyon nonpro-
Enfeksiyöz Mononükleoz
d ü ktiftir. Virüs ekstrakrom ozom al epizom şeklinde latent
Enfeksiyöz mononükleoz, adolesanlarm ve genç erişkin­ kalır. EB V ile la ten t o la ra k en fekte B hü creleri, çeşit­
lerin, kendiliğinden iyileşen akut bir hastalığıdır. Bu has­ li EB V p ro teinlerinin e tkisiy le poliklonal aktivasyon
talığa, Herpesvirüs ailesinin bir üyesi olan Epstein-Barr ve proliferasyon g ö ste rirle r (Bölüm 5). Bu hücreler do­
virüsü (EBV) yol açar. Enfeksiyon, (1) ateş, boğaz ağrısı laşım yolu ile yayılırlar ve çeşitli spesifisitelere sahip antikor­
ve yaygın lenfadenit ve (2) aktive CD 8 + T hücrelerinin lar salgılarlar. Bunlar arasında iyi bilinen ve m ononükleoz
meydana getirdiği bir lenfositoz ile karakterizedir. Sito- için diagnostik test olarak kullanılan heterofil anti-koyun
megalovirüs enfeksiyonu da benzer bir sendroma neden e ritro s it antikorları da vardır. EBV, akut enfeksiyon sırasın­
olur ve serolojik yöntemlerle ayırıcı tanısı yapılmalıdır. da tü k ü rü k te bulunur. Bu virionların kaynağının orofaren­
geal epitel hücreleri mi, yoksa B hücreleri mi olduğu bilin­
EBV'a tüm insan popülasyonlarmda yaygın olarak
m em ektedir.
rastlanır. Gelişmekte olan ülkelerde, erken çocukluk dö­
EBV ile enfekte B hücrelerinin proliferasyonunu ve virüs
neminde EBV enfeksiyonu neredeyse evrenseldir. Bu
yayılımını önlemede norm al bağışıklık yanıtı son derece
yaşlarda, semptomatik hastalık nadirdir ve enfekte ko­ önem lidir. Enfeksiyonun erken dönem lerinde, viral kapsid
nakta bir immun cevap gerçekleşse de (daha sonra bah-
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 427

antijenlerine karşı IgM antikorları oluşur. Daha sonra sero- roz odakları da mevcut olabilir. Bu tabloyu viral hepatitin
lo jik cevap IgG antikorlarına doğru kayar. IgG antikorları diğer form larından ayırm ak zordur.
hayat boyu kalırlar. EBV p o z itif B hücrelerinin proliferasyo-
nunun kon tro lü nde C D 8 + sitoto ksik T hücreleri ve N K
K lin ik Ö z e llik le r
hücreleri çok daha önem lidir. Dolaşım da atip ik lenfosit­
le r o larak görülen virü se sp esifik CD8+ T h ü creleri,
Mononükleoz, her ne kadar, klasik olarak ateş, boğaz
m ononükleozun k a ra k te ris tik b ir bulgusudur. Sağ­ ağrısı, lenfadenit ve daha önce bahsedilen diğer özellik­
lıklı kişilerde, EBV’ye karşı tam gelişmiş hum oral ve hücre­ ler ile kendini gösterse de, atipik prezantasyon da nadir
sel immun cevaplar, viral yayılıma karşı bir fren görevi gö­ değildir. Bazen ateş yoktur ya da çok azdır, ve sadece
rürler. A ncak çoğu olguda, az sayıdaki latent enfekte EBV+ halsizlik ve lenfadenopati vardır. Bu durum lenfoma
B hücresi im m un cevaptan kaçarak hastada hayat boyu ka­ kuşkusu yaratır. Ayrıca, lenfadenopati ve diğer lokalize
lır. Daha sonra da bahsedileceği üzere, konakta T hücre ba­ edici bulgular olmadan sadece nedeni bilinmeyen ateş
ğışıklığının kusurlu olması feci sonuçlar doğurabilir. varlığı, hepatotrofik virüs sendromlarmdan ayrımı zor
olan hepatit (Bölüm 15), ya da rubellaya benzer ateşli bir
döküntü de olabilir. Tanı, aşağıda artan özgünlük sırası­
na göre listelenmiş olan bulgulara göre konur: (1 ) perife­
M ORFOLOJİ rik kanda atipik lenfositler ile karakterize lenfositoz, (2 )
pozitif heterofil reaksiyonu (Monospot testi), ve (3) EBV
Başlıca değişiklikler kanda, lenf nodlarında, dalakta, karaci­
antijenlerine (viral kapsid antijenleri, erken antijenler ya
ğerde, santral sinir sisteminde ve bazen de diğer organlar­
da Epstein-Barr nükleer antijen) karşı spesifik antikorla­
da olur. P eriferik kanda lö k o sito z vardır. Beyaz hücre sa­
yısı genellikle 12.000 ile 18 .000 h ü cre /p L arasındadır. T i­
rın artışı. Çoğu hastada, mononükleoz testi 4-6 hafta
pik olarak, bu hücrelerin yarısından fazlası, çapları 12-16
içinde negatifleşir, ancak bazen halsizlik daha uzun sü­
pm olan, oval, çökü k ya da kıvrık nükleuslu, geniş sitoplaz- rer. Bazen de, bir ya da daha fazla komplikasyon bir ara­
malarında az m iktard a a zu rofilik granüller içeren büyük da görülür. Bunlardan en sık görüleni, sarılık, artmış he-
atip ik lenfositlerdir (Resim 1 1 -1 2 ). Bu tanıyı akla getire­ patik enzim seviyeleri, iştahsızlık ve hatta nadiren kara­
cek kadar özgün olan bu lenfositler C D 8 + T hücreleridir. ciğer yetmezliği ile giden hepatik fonksiyon bozuklukla­
Lenfadenopati sık g ö rü lü r ve en belirgin olarak poste­ rıdır. Diğer komplikasyonlar, sinir sistemi, böbrekler,
rio r servikal, aksiller ve inguinal bölgelerdedir. H isto lojik in­ kemik iliği, akciğerler, gözler, kalp ve dalak (ölümcül da­
celemede, büyümüş lenf nodları parakortikal zonları (T lak ruptürü de dahil olmak üzere) ile ilişkilidir.
hücre zonları) kaplayan atipik lenfositler ile doludur. H odg­ EBV, çeşitli malignitelerin patogenezinde rol oynayan
kin lenfomamn tip ik özelliği olan Reed-Sternberg hücreleri­ güçlü bir transforme edici virüstür (Bölüm 5). Bu malig-
ne benzeyen az sayıda hücreye de sık olarak rastlanır. Bu niteler arasında, çeşitli B hücreli lenfomalar da vardır.T
atipik öze llikle r nedeniyle, bazen m ononükleozun re a ktif hücre bağışıklığı olmayan kişilerde (organ ve kemik iliği
değişikliklerini lenfomadan ayırm ak için özel testler gerekli transplant hastaları ve HIV ile enfekte kişiler gibi) geli­
olur. şen ciddi bir komplikasyon, kontrolsüz EBV uyarısının
Çoğu olguda d alak büyüm üştür, ağırlığı 300-500 gr neden olduğu B hücre proliferasyonudur. Akut enfeksi­
arasındadır ve yoğun olarak atip ik lenfositler ile infiltredir.
yon ya da latent B hücre enfeksiyonunun reaktivasyonu
Dalak boyutlarının hızla artması, ve trabe küller ve kapsülün
tarafından poliklonal bir proliferasyon şeklinde başlatı­
lenfositler ile in filtre olması nedeniyle dalak frajil ve küçük
lan bu olay, genellikle zaman içinde monoklonal B hüc­
b ir travm ayla bile ru p tü re olmaya eğilimlidir.
reli lenfomaya transforme olur. Bağışıklığın yeniden sağ­
A tip ik lenfositler genellikle karaciğerde portal bölgele­
lanması (örneğin immunsupresif ilaçların kesilmesi) ba­
ri ve sinuzoidleri de in filtre ederler. Dağınık halde apopto-
tik hücreler ve le nfosittik in filtra t ile ilişkili parenkimal nek-
zen B hücre proliferasyonunun tamamen regrese olması
için yeterlidir. Bu durum tedavisiz kaldığında kesinlikle
ölümcül seyreder.
T hücrelerinin ve NK hücrelerinin EBV enfeksiyonu­
nu kontrol altına almadaki önemi, EBV'ye karşı yetersiz
immun cevap ile karakterize nadir görülen kalıtsal bir
immuyetmezlik olan X'e bağlı lenfoproliferatif sendrom
sayesinde daha iyi anlaşılabilir. Etkilenen erkek çocukla­
rın çoğunda SH2D1A geninde mutasyonlar vardır. Bu
gen, T ve NK hücrelerinin antikor üretimindeki aktivas-
yonunda rol oynayan bir sinyal proteinini kodlar. Olgu­
ların %50'sinden fazlasında EBV, genellikle ölümcül sey­
reden akut ve şiddetli bir enfeksiyona neden olur. Has­
taların geri kalanında ise lenfoma ya da hipogammaglo-
bülinemi ile ilişkili enfeksiyonlar gelişir. Bunların geli­
şim mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır.

Reaktif Lenfadenit
Resim 11-12 Enfeksiyöz mononükleozda periferik kan yaymasın­
daki atipik lenfositler. Soldaki hücre kompakt nükleuslu ve dar Enfeksiyonlar ve mikrobik olmayan inflamatuar uyaran­
sitoplazmalı normal bir küçük inaktif lenfosit. Sağdaki atipik lenfosit lar, savunma bariyerleri olan lenf nodlarında bulunan
ise geniş sitoplazmaya ve dağınık kromatinli büyük nükleusa sahip. bağışıklık hücrelerini aktive eder. Yabancı antijenlere
428 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

karşı gelişen herhangi bir bağışıklık yanıtı lenf nodu bü­ dan sonra (örneğin çiçek aşısı) ve ilaçların neden olduğu
yümesine (lenfadenopati) neden olur. Lenfadenite yol immun reaksiyonlarda (özellikle fenitoin) meydana gelir.
açan enfeksiyonlar çok çeşitli ve sayıca fazladır. Bunlar
akut ya da kronik olabilirler. Lenf nodu reaksiyonunun Sinüs H istiyo sito zu . Bu re a k tif patern, lenfatik sinuzoid-
histolojik görünümü çoğu kez nonspesifiktir. Farklı bir lerin genişlemesi ve belirginleşmesi ile karakterizedir. Bu­
nun nedeni, sin ü sleri döşeyen endotel hücrelerinin
lenfadenit formu olan kedi tırmığı hastalığından daha
hipertrofisi ve m akro faj (h istiy o sit) infiltrasyonu-
sonra ayrıca bahsedilecek.
dur. Bu patern sıklıkla, kanser bölgesi drenajını yapan lenf
nodlarm da g ö rü lü r ve tü m ö re ya da ürünlerine karşı geli­
Akut Nonspesifık Lenfadenit şen immnu cevabı temsil eder.
Bu lenfadenit formu, lokal bir enfeksiyon bölgesinin dre­
najını yapan lenf nodlarmda sınırlıdır ya da sistemik en-
feksiyöz ve inflamatuar durumlarda görülür.
Kedi Tırmığı Hastalığı
Kedi tırmığı hastalığı, Bartonella henselae bakterisinin
neden olduğu, kendiliğinden iyileşen bir lenfadenittir.
O M ORFOLOJİ Aslında bir çocuk hastalığıdır; hastaların %90'ı 18 yaşın­
dan küçüktür. Bölgesel lenfadenopati, en sık olarak da
A k u t nonspesifık lenfadenitte, inflamasyonlu nodlar şişmiş,
aksiller ve servikal lenfadenopati ile, kendini gösterir.
gri-kırm ızı renkte ve dolgundur. H isto lojik olarak, çok sayı­
Lenf nodu büyümesi, kedi tırmalamasından ya da nadi­
da m ito tik fig ü r içeren b ü yü k germ inal m e rk e zle r var­
ren kıymık/diken batmasından yaklaşık 2 hafta sonra
dır. Nedeni pyojenik b ir organizm a ise, fo llikü lle r çevresin­
farkedilir. Bazen deride yaralanma bölgesinde inflama­
de ve lenfoid sinüsler içerisinde n ö tro filik in filtra t mevcut­
tuar bir nodül, vezikül ya da kabuklanma görülür. Has­
tur. A ğ ır enfeksiyonlarda, follikül m erkezleri nekroza gide­
b ilir ve apse oluşabilir.
taların çoğunda, büyüyen lenf nodu 2-4 ay içerisinde
Etkilene lenf nodları ağrılıdır ve geniş apse oluşumu mev­ regrese olur. Ensefalit, osteomyelit ya da trombositope-
cut ise fluktuasyon vardır. Yüzeydeki deri sıklıkla kızarıktır. ni nadiren meydana gelebilir.
Akıntılı sinüsler oluşabilir. Enfeksiyon kon tro l altına alındı­
ğında lenf nodları norm al in a ktif görünüm üne geri dö ne r ya
da hasar görmüşse skar (nedbe) oluşur. ( ) M ORFOLOJİ
Kedi tırmığı hastalığındaki le nf nodu değişiklikleri oldukça
karakteristiktir. Başlangıçta sarkoid benzeri granülom lar
Kronik Nonspesifık Lenfadenit oluşur, ancak bunlar daha sonra nö tro fille r içeren santral
Kronik nonspesifik lenfadenit, etken ajana bağlı olarak nekroza giderler. Bu düzensiz stellat nekrotizan gra­
üç farklı patterne olabilir: follikiiler hiperplazi, parakor- nülom lar görünüşte lenfogranuloma venereum gibi bazı
tikal hiperplazi, sinüs histiyositozu. enfeksiyonlarda görülenlere benzer. M ikroorganizm a ekst-
rasellülerdir ve gümüşlü boyalar ile gözlemlenebilir. Tanı, ke­
dilerle yakın olma hikayesi, karakteristik klinik bulgular, Bar­
tonella antikorlarına yönelik serolojik testlerin pozitifliği ve
lenf nodlarındaki özgün m o rfo lo jik değişiklikler ile konur.
Q M ORFOLOJİ
Fo llik ü le r h ip e rp la zi. Bu patern B hücrelerini aktive
eden enfeksiyonlarda ve inflam atuar olaylarda meydana ge­
lir. B hücreleri B hücre folliküllerine göçer ve fo llikü le r BEYAZ HÜCRELERİN NEOPLASTİK
(y a da germ inal m e rk e z) reaksiyonunu oluşturur. Re- PROLİFERASYONLARI
a k tif folliküller, çok sayıda aktive B hücresi, arada dağınık
halde T hücreleri, nükleer debri içeren fagositik m akrofaj- Beyaz hücrelerin en önemli hastalığı tümörlerdir. Bun­
lar ( “ tingible bo dy” m akrofajlar) ve antijen sunan fo llikü le r lar, tümör hücrelerini kökenine göre üç geniş kategoriye
d e n d ritik hücre ağı içerir. Folliküler hiperplazi nedenleri ayrılırlar:
arasında rom atoid a r tr it, to k so p la zm o zis ve erken
• Lenfoid neoplaziler, non-Hodgkin lenfomaları (NHL),
H IV enfeksiyonu ye r alır. Bu lenfadenit fo rm u m o rfo lo jik
Hodgkin lenfomaları, lenfosittik lösemileri ve plazma
olarak fo llikü le r lenfoma (daha sonra bahsedilecek) ile ka­
hücreli neoplazileri ve ilişkili hastalıkları içerir. Çoğu
rışabilir. Folliküler hiperplazi lehine olan bulgular şunlardır:
zaman, tümörler lenfosit diferansiasyonunun normal
(1 ) lenf nodu yapısının korunm ası, (2) germinal m erkezle­
bir evresine benzeyen hücrelerden oluşurlar. Bu özel­
rin şekil be boyutlarında çeşitlilik, (3 ) germinal m erkezler­
de lenfositlerin farklı şekil ve boyutlarda olması ve (4 ) ger­
lik, bu tümörlerin sınıflamasında yararlanılan özellik­
minal m erkezlerde belirgin fagositik ve m ito tik aktivite. lerden biridir.
• Myeloid neoplaziler kan elemanlarını, yani granülosit-
P a ra k o rtik a l H ip e rp la zi. Bu patern, lenf nodlarının T leri, eritrositleri ve trombositleri oluşturan öncül hüc­
hücre bölgelerindeki immun reaksiyon sonucu meydana
relerden köken alır. Myeloid neoplaziler üç altgrup-
gelir. Parafolliküler T hücreleri aktive olduklarında prolife-
tan oluşur: kemik iliğinde immatür öncül hücrelerin
rasyon halinde olan büyük im m unoblastlara dönüşürler ve
biriktiği akut myeloid lösemiler, matür kan elemanları­
bu hücreler B hücre follikülle rini silerler. Parakortikal hi­
nın üretiminde uygunsuz bir artışın meydana geldiği,
perplazi, viral enfeksiyonlarda (EBV gibi), bazı aşılar­
kan hücre sayımlarında artışın söz konusu olduğu
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 429

myeloproliferatif hastalıklar ve karakteristik olarak et­ • En sık görülen lenfomalar germinal merkez ya da
kisiz hematopoiez ve sitopeniler ile giden myelodisp- post-germinal merkez (germinal merkez sonrası) B
lastik sendromlar. hücrelerinden kaynaklanır. Moleküler incelemeler, ço­
• Histiyositik neoplaziler, makrofajlarm ve dendritik hüc­ ğu B hücreli lenfomada hücrelerin, germinal merkez B
relerin proliferatif lezyonlarmı içerir. Langerhans hüc­ hücrelerine özel bir olay olan somatik hipermutasyon
re proliferasyonlarmm (Langerhans hücre histiyositozla- geçirdiğini göstermiştir. Normal germinal merkez B
n ) çeşitliliği özel ilgi konusudur. hücreleri immunglobülin sınıf değişimine uğrarlar. Bu
olay sayesinde B hücreleri IgM dışındaki immunglobü­
Lenfoid Neoplaziler lin tiplerini eksprese edebilirler. Bu sınıf değişimi ve
somatik hipermutasyon kontrol altındaki genetik ins-
Çok sayıdaki lenfoid neoplazi, klinik prezantasyonları ve tabilitenin (dengesizliğin) hataya açık olan formlarıdır.
davranışları açısından geniş bir çeşitlilik gösterir. Bu ne­ Bu da, germinal merkez B hücrelerini transforme edi­
denle, öğrenciler ve klinisyenler için sorun oluşturur. Ba­ ci potansiyele sahip mutasyonlar için yüksek riskli ol­
zıları karakteristik olarak lösemi şeklinde prezante olur; masına yol açmaktadır. Aslında, matür B hücre malig-
kemik iliği ve periferik kan tutulumu vardır. Diğerleri ise nitelerinde görülen tekrarlayım kromozomal translo-
lenf nodlarmda ya da diğer dokularda kitleler oluştura­ kasyonlarm çoğu immunglobülin lokuslarmı etkile­
rak lenfoma şeklinde prezantasyona eğilimlidir. Plazma mekte ve bunlar immunglobülin genlerindeki değişik­
hücreli tümörler genellikle kemiklerden kaynaklanırlar, likler sırasındaki "kazalar"dan kaynaklanmaktadır. Bu
kitleler şeklinde prezante olurlar ve komple ya da parsi- açıdan bakıldığında, genomik olarak dengeli olan ma­
yel monoklonal immunglobülin üretimine bağlı sistemik tür T hücrelerinin, daha nadiren lenfomalara kaynak
semptomlarla kendini belli eden kitleler oluştururlar. Bu oluşturması ve son derece nadir olarak T hücre resep­
antitelere verilen isimler bu özellikleri yansıtırken, ger­ tör lokuslarmı ilgilendiren kromozomal translokas-
çekte tüm lenfoid neoplaziler tüm vücuttaki lenf nodları- yonlar içermesi oldukça ilginçtir.
na ve özellikle karaciğer, dalak, kemik iliği ve periferik ® Tüm lenfoid neoplaziler tek bir transforme hücreden
kan başta olmak üzere diğer dokulara yayılma potansi­ kaynaklanırlar ve bu nedenle klonaldırlar. Bölüm 4'te
yeli taşımaktadırlar. Klinik davranış özellikleri örtüştüğün- de anlatıldığı gibi, diferansiasyona giden B ve T hücre
den, farklı lenfoid neoplaziler sadece morfolojik ve moleküler öncülleri antijen reseptör genlerini yeniden düzenler­
karakteristikleri ile birbirlerinden ayırdedilebilirler. Başka ler. Böylece her bir lenfosit tek ve özgün bir antijen re­
bir deyişle, diagnostik ve prognostik amaçlarla, tümör septörü oluşturur. Antijen reseptörü genlerindeki ye­
hücrelerinin nerede olduklarına değil, ne tipte oldukları­ niden düzenlenmeler her zaman transformasyondan
na yoğunlaşmak önemlidir. önce geliştiğinden, malign bir öncül hücreden köken
Tanımlanan iki lenfoma grubu vardır: Hodgkin lenfoma alan hücreler aynı antijen reseptörü gen konfigürasyo-
ve non-Hodgkin lenfoma. Her ne kadar, iki tip de daha sık nuna sahiptirler ve aynı antijen reseptör proteinini
olarak lenfoid dokulardan kaynaklansa da, Hodgkin len­ (immunglobülin ya da T hücre reseptörü) sentezlerler.
foma neoplastik Reed-Sternberg dev hücrelerinin (ileride Bu sayede, antijen reseptör genlerinin ve bunların
anlatılmaktadır) ve sayıca bunlardan çok daha fazla mik­ proteinlerinin analizi, klonal neoplaziler ile poliklonal
tarda olan nonneoplastik inflamatuar hücrelerin varlığı reaktif olaylar arasındaki ayrımı sağlar.
ile diğer lenfomalardan ayrılır. Hodgkin lenfomanm bi­ ® Lenfoid neoplaziler genellikle normal immun fonksi­
yolojik davranışı ve klinik tedavisi NHL'lardan farklı ol­ yonlara sahiptirler. Hem immunyetmezlik (enfeksiyo­
duğundan, birbirlerinden ayırdedilmelerinin pratik öne­ na eğilimin artması ile kendini gösterir), hem de oto-
mi vardır. immunite görülebilir; hatta bazen bunlar aynı hastada
Tarihsel olarak, patolojinin çok az alanında lenfoid ne- olabilir. Şaşırtıcı şekilde, kalıtsal ya da edinsel immun-
oplazilerin sınıflamasında olduğu kadar tartışma ve kafa yetmezliği olan hastalar bazı lenfoid neoplazilerin,
karışıklığı ortaya çıkmıştır. Bu neoplazilerin kaynaklan­ özellikle de EBV enfeksiyonu ile ilişkili neoplazilerin
dığı immun sistemin kompleks yapısı göz önüne alındı­ gelişimine eğilimlidirler.
ğında bu durum şaşırtıcı değildir. Geçtiğimiz birkaç de- • NHLlar sıklıkla belirli bir doku bölgesinde ortaya çık­
kadda büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Dünya Sağlık salar da, hassas moleküler incelemeler, genellikle tü­
Örgütü (DSÖ-VVHO) adına patologlardan, moleküler bi­ mörün tanı sırasında yaygın olduğunu gösterir. Sonuç
yologlardan ve klinşsyenlerden oluşan uluslararası bir olarak sadece sistenilc tedaviler etkindir. Bunun tam
çalışma grubu, yaygın olarak kabul gören bir sınıflama tersi olarak, Hodgkin lenfoma ise sıklıkla tek bir bölge­
ortaya çıkarmıştır. Bu sınıflama, temelde morfolojik, fe- de ortaya çıkar ve tahmin edilebilen lenf nodu grupla­
notipik, genotipik ve klinik özelliklerin kombinasyonu rına ardışık yayılım yapar. Bu nedenle, erken dönemde
üzerine dayanmaktadır. Bu smflama konusuna zemin sadece lokal tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir.
hazırlamak amacıyla bazı önemli noktalardan önceden Lenfoid neoplazilerin WHO sınıflaması, morfoloji, kaynak
bahsedilmelidir: hücre (immunfenotipleme ile saptanır), klinik özellikler ve
® B ve T hücreli tümörler sıklıkla normal diferansiasyon genotip (örneğin karyotip, viral genomların olup olmama­
aşamalarından birinde kalmış ya da bir aşamadaki sı) temeline dayalıdır. Lösenüler ve multipl myelom da da­
hücrelerden kaynaklanmış hücrelerden oluşmaktadır hil olmak üzere tüm lenfoid neoplazileri kökene göre üç
(Resim 11-13). Bu tümörlerin tanısı ve sınıflaması büyük kategoride değerlendirir: (1) B hücre tümörleri, (2)
hücre serisine spesifik antijenleri (örneğin B hücre, T T hücre ve NK hücre tümörleri ve (3) Hodgkin lenfoma.
hücre ve NK hücre belirteçleri) ya da matürite belir­ Lenfoid neoplazilerin güncel sınıflamasının güncel
teçlerini saptayan testlere dayanmaktadır. Bu belirteç­ versiyonu Tablo 11-7'de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi
lerin birçoğu grup diferansiasyonu (cluster differenti- diagnostic antiteler sayıca çok fazladır. Burada aşağıdaki
ation-CD) numarasına göre tanımlanmaktadır. neoplazi grupları ele alınacaktır:
430 BÖLÜM 1 1 H e m a to p o ie tik ve Lenfoid Sistem ler

B hücreli neoplaziler T hücreli neoplaziler


:
KEMİK İLİĞİ TİMUS

Prekürsör T
Prekürsör B lenfoblastik
lenfoblastik lenfoma/
lenfoma/lenfoma lösemiler

Küçük lenfositik
lenfoma
Kronik
lenfositik
lösemi
Multipl myelom

Mantle hücreli lenfoma

Periferik
Folliküler lenfoma T hücreli
Burkitt lenfoma lenfomalar
Diffüz büyük B hücreli
lenfoma
Hodgkin lenfoma
Diffüz büyük B hücreli lenfoma
Marjinal zon lenfoma
Küçük lenfositik lenfoma
Kronik lenfositik lösemi LENF NODU

Resim 11-13 Lenfoid neoplazilerin orijini. Spesifik lenfoid tüm örlerin kaynaklandığı B ve T hücre diferansiasyon aşamaları gösterilmiştir.
BLB, pre-B lenfoblast; CLP, ortak lenfoid kök hücre; DN, C D 4-/C D 8- (çift-negatif) pro-T hücre; DP, C D 4+/C D 8+ (çift-pozitif) pre-T hüc­
re; GM, germinal merkez B hücresi; MC, mantle zon B hücresi; MZ, marjinal zon B hücresi; NBH, naif B hücre; PH, plasma hücresi; PTH,
periferik T hücre.

» Prekürsör (öncül) B ve T hücreli lenfoblastik lenfo- agresif tümörlerdir. Daha sık olarak çocuklarda ve genç
ma/lösemi-genelde akut lenfoblastik lösemi (ALL) erişkinlerde görülürler. Farklı tiplerdeki lenfoblastik tü­
olarak adlandırılır. mörler morfolojik olarak birbirlerinden ayırdedilemez-
• Kronik lenfosittik lösemi/kiiçük lenfositik lenfoma ler. Bunlar genellikle benzer belirti ve bulgulara sahiptir
• Folliküler lenfoma ve benzer şekilde tedavi edilirler. Bu nedenle, bu tümör­
• Mantle hücreli lenfoma ler burada birlikte ele alınmaktadır.
® Diffüz büyük B hücreli lenfomalar B hücre öncülleri normal gelişimlerini kemik iliğinde
• Burkitt lenfoma sürdürdüklerinden pre-B hücre tümörleri genellikle ke­
• Multipl myelom ve ilişkili plazma hücre tümörleri mik iliğinde ve periferik kanda lösemi şeklinde kendile­
• Hodgkin lenfoma rini gösterirler. Benzer şekilde, pre-T hücre tümörleri de
genellikle, erken T hücre diferansiasyonunun normal
Bu neoplazilerin hepsi birden Birleşik Devletler'de görü­ bölgesi olan timusta kitle oluştururlar. Ancak pre-T hüc­
len lenfoid tümörlerin %90'dan fazlasını oluşturur. reli "lenfomalar" sıklıkla hızlı bir şekilde ilerleyip löse-
Daha sık görülen lenfoid lösemilerin, Hodgkin lenfo- mik döneme girerler. Diğer pre-T hücreli tümörler pre-
manm ve plazma hücreli tümörlerin belirgin özellikleri zantasyon sırasında sadece kemik iliği tutulumu göste­
Tablo 11-8'de özetlenmiştir. Ayrıca, belirgin klinikopa- rirler. Sonuçta, hem pre-B, hem de pre-T hücreli tümörler,
tolojik özelliklere sahip olan ve daha az görülen antite- süreçleri boyunca hir dönemde mutlaka ALL klinik tablosu­
lerden de ileride bahsedilmektedir. nu sergilerler. ALL'ler bir grup olarak, çocukluk dönemi
lösemilerinin %80'ini oluştururlar. İnsidansm en yüksek
Akut Lenfoblastik Lösemi/Lenfoblastik Lenfoma olduğu yaş 4'tür, ve çoğu olgu pre-B hücre kökenlidir.
Akut lenfoblastik lösemi (ALL) ve lenfoblastik lenfoma Pre-T hücreli tümörler 15-20 yaşlar arası erkek hastalar­
immatür lenfositlerden (lenfoblastlar) meydana gelen da en sık olarak görülürler.
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 431

Tablo 11-7 Lenfoid Neoplazilerin W H O (Dünya Sağlık Örgütü)


A k u t lösemiler, tü m ö r hücrelerinin büyüme fa ktö rle rin e
Sınıflaması*
bağımlı olarak pro life re olmalarını sağlayan b ir takım ek
P r e k ü rs ö r B H ü c r e li N e o p la z ile r edinsel mutasyonlarla da ilişkilidir. B-ALL’ lerde bu tip mu-
Prekürsör B hücreli lösemi/lenfoma (B-ALL) tasyonların en sık görülenlerinden biri (9 :2 2 ) translokasyo-
nu ile oluşan BCR-ABL füzyon genidir (Keşfedildiği şehrin
Periferik B H ücreli Neoplaziler
adı nedeniyle Philadelphia krom o zom u olarak da anılır.).
B h ü c r e li k r o n ik le n fo id lö s e m i ( K L L ) / k ü ç ü k le n fo s it ik le n fo m a Daha sonra da bahsedileceği üzere, aynı translokasyon
B hücreli prolenfositik lösemi k ro n ik m yeloid lösemide (K M L) de görülm ektedir. BCR-
Lenfoplazmositik lenfoma A BL füzyon geninin kodladığı BCR-ABL tiro zin kinaz, n o r­
Mantle hücreli lenfoma malde büyüme fa k tö rle ri tarafından uyarılan yolakları akti-
F o lik ü le r le n fo m a
ve eder. Bazı T-ALL’ le r farklı b ir ABL füzyon geni olan
E k s t r a n o d a l m a rg ih a l zo n le n fo m a
NUP214-ABL ile ilişkilidir. Bu genin BCR-ABL ile benzer fon k­
Splenik ve nodal marginal zon lenfoma
siyonel sonuçları vardır.
Hairy cell lösemi
P la z m a s it o m / p la z m a h ü c r e li m iy e lo m
“ Lösem i” o la rak kendini gösteren tü m ö rlerd e,
D iffü z b ü y ü k B h ü c r e li le n fo m a (m u ltip l s u b t ip le r ) k e m ik iliğinde biriken b lastlar norm al hem atopoie-
B u r k it t le n fo m a t ik hücrelerin gelişimini b a skıla r. Bu etkiyi fiziksel ola­
ra k onların yerini alarak ve tam olarak bilinmeyen başka
P rekürsör T Hücreli Neoplaziler
m ekanizmalar ile gösterirler. Sonuçta, bu baskılanma başlı­
P r e k ü r s ö r T h ü c r e li lö s e m i/ le n fo m a (T - A L L ) ca klinik etki olan kem ik iliği yetm ezliğine yol açar. Tedavi­
Periferik T / N K Hücreli N eoplaziler de amaç, lösemik klonu azaltarak norm al hem atopoiezin
devamını sağlamaktır.
T hücreli prolenfositik lösemi
T hücreli granüler lenfositik lösemi
Mycosis fu n g o id e s / S e z a r y s e n d r o m u
A k u t L ö se m ile rin K lin ik Ö z e llik le ri.
P e r ife r ik T h ü c r e li le n fo m a , u n s p e c ifie d
Anjiyoimmünoblastik T hücreli lenfoma
Akut lösemilerin karakteristik özellikleri aşağıda sıra­
Anaplastik büyük hücreli lenfoma lanmaktadır:
Enteropati tipi T hücreli lenfoma • Ani ve şiddetli başlangıç. Çoğu hasta, belirtilerin başla­
Pannikülit benzeri T hücreli lenfoma masından sonra 3 ay içerisinde tıbbı yardım gereksi­
Hepatosplenik y5 T hücreli lenfoma nimi duyar.
Erişkin T hücreli lenfoma/lösemi
Ekstranodal N K /T hücreli lenfoma
• Kemik iliği fonksiyonlarının hastalanmasına bağlı klinik
Agresif N K hücreli lösemi bulgıı ve belirtiler. Halsizlik (anemiye bağlı), ateş (nöt-
ropeni nedeniyle meydana gelen enfeksiyonlara bağ­
Hodgkin Lenfoma
lı) ve trombositopeniye kanamalar (peteşüer, ekimoz-
Nodüler sklerozan lar, epistaksis, diş eti kanamaları)
/Vl/kst h ü c r e s e l
Lenfositten baskın
• Kemik ağrısı ve hassasiyeti. Kemik iliği alanının geniş­
Lenfositten yoksun leyerek subperiosteuma infiltrasyonu nedeniyle mey­
Lenfositten baskın, nodüler dana gelir.
NK, natural killer; W H O , W orld Health Organization (Dünya • Yaygın lenfadenopati, splenomegali ve hepatomegali löse­
Sağlık Örgütü). mik hücrelerin yayılımı sonucu meydana gelir. Bunlar
‘ İta lik ile y a z ıla n la r e n sık g ö r ü le n le n fo id t ü m ö r le r d e n d ir . ALL'de, AML'dekinden daha belirgindir.
• Santral sinir sistemi ile ilişkili sonuçlar. Meningial yayı­
ALL'nin patogenezi, laboratuvar bulguları ve klinik lım nedeniyle başağrısı, kusma ve sinir felçleri mey­
özellikleri, akut löseminin diğer tipi olan akut myeloid dana gelir.bunlar çocuklarda erişkinlerdekinden, ve
lösemiye (AML) benzer. Bu benzerlikler nedeniyle, önce ALL'de AML'dekinden daha sıktır.
akut lösemilerde görülen genel özelliklerden, daha son­
A k u t L ö se m ile rd e L a b o ra tu v a r B ulguları
ra da ALL'ye spesifik olan özelliklerden bahsedilecektir.
Akut lösemi tanısı, blastlarm saptanması ile konur. Ba­
zen, periferik kan hiç blast içeremez (alösemik lösemi).
Böyle olgularda tanı için kemik iliği incelemesi gereklidir.
PATO G EN EZ Beyaz hücre sayısı değişkendir; 100.000 hüc­
A k u t lösemideki ve lenfoblastik lenfom adaki başlıca defekt re/ pL'den fazla olabilir, ancak hastaların yaklaşık yarı­
diferansiasyondaki duraksamadır. Bu “ matürasyon durak­ sında 100.000 hücre/|_ıL'den azdır. Anemi, hemen he­
saması” im m atü r lenfoid ya da m yeloid öncüllerin di- men her zaman vardır, trombosit sayısı genellikle
feransiasyonunu düzenleyen sp esifik tra n sk rip si­ 100.000/pL seviyesinin altındadır. Nötropeni de bir di­
yon fa k tö rle rin d e k i edinsel m utasyonlardan kay­ ğer sık görülen özelliktir.
n aklan m ak tad ır. N o rm al B hücre, T hücre ve myeloid
diferansiasyon, farklı serilere spesifik transkripsiyon fa k tö r­
leri tarafından sağlanır. Buna bağlı olara k da, farklı hücre M ORFOLOJİ
serilerinden köken alan akut lösem ilerdeki mutasyona uğ­
ramış transkripsiyon fa ktö rü genleri de birbirlerinden fa rk ­
T ed aviye cevap ları fariğli o ld u ğ u n d an , A L L ’nin
lıdır. En sık mutasyona uğrayan transkripsiyon faktörü gen­ A M L’den ayrım ının p ra tik te bü yü k önem i vard ır.
leri, B hücre kökenli A L L ’ lerde (B -A LL’ ler) T E L İ, AM L1, A L L blastları kem ik iliği hücrelerinin % 2 5’inden fazlasını
E2A , PAX5 ve EBE, T hücre kökenli A L L ’ lerde (T -A LL’ ler) oluştururlar. W right-G iem sa boyalı preparatlarda, lenfob-
TAL1 ve N O TCH 1’ dir. lastlar topaklaşmış kaba krom atinli, b ir ya da iki nükleoliü,
432 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Tablo 11-8 Sık Görülen Lenfoid Lösemiler, Non-Hodgkin Lenfomalar ve Plazma Hücreli Tüm örlerin Özellikleri

K linik A n tite Sıklık Öne Çıkan M orfoloji İmmünfenotip Yorum


Prekürsör Çocukluk çağı akut Düzensiz çekirdek TdT+ immatür B hücreleri Genellikle akut lösemi bulguları
B hücreli lösemilerinin %85’i konturlarına sahip (CD19+, diğer B hücre ile ortaya çıkar; erişkinde
lenfoblastik lenfoblastlar, kromatin belirteçlerinin değişken daha seyrek; prognoz karyotip
löserni/lenfoma yoğunlaşmış, küçük ekspresyonu) ile öngörülür
nukleoluslar ve dar,
agranüler sitoplazma
Prekürsör Çocukluk çağı akut Prekürsör B hücreli TdT+ immatür T hücreleri Adolesan erkeklerde en sık;
T hücreli lösemilerinin %15’i; lenfoblastik lösemi/ (CD2+, CD7+, diğer sıklıkla, NOTCH1 mutasyonları
löserni/lenfoma çocukluk çağı lenfoma ile aynıdır T hücre belirteçlerinin ile ilişkili mediastinal kitle ile
lenfomalarının %40’ı değişken ekspresyonu) ortaya çıkar
Küçük lenfositik Erişkin lenfomalarının Değişken sayıda büyük, Yüzey immünoglobülin Yaşlı erişkinde görülür; sıklıkla
lenfom a/ kronik % 3-4’ü; tüm aktive hücreler ile içi içe eksprese eden lenf nodları, ilik ve dalağı tutar;
lenfoid lösemi lösemilerin %30’u küçük lenfositlers; lenf CD5+ B hücreleri çoğu hastada periferik
nodları diffüz tutulur kan tutulum u mevcut; yavaş
seyirlidir
Foliküler lenfoma Erişkin lenfomalarının Büyük hücreler ile karışık Yüzey immünoglobülin İleri yaşta görülür; sıklıkla lenf
%40’ı küçük “çentikli" hücreler; eksprese eden CD10+, nodları, ilik ve dalağı tutar:
gelişim paterni sıklıkla BCL2+ matür t(14;18) ile ilişkili; yavaş
nodüler (foliküler) B hücreleri seyreder
Mantle hücreli Erişkin lenfomaların Küçük-orta boy, düzensiz Cyclin D1 eksprese eden Başlıca yaşlı ekeklerde görülür;
lenfoma % 3-4’ü lenfositler diffüz ve yüzey Ig’i içeren sıklıkla lenf nodları, iliği, dalağı
patternde çoğalır matür B hücreleri ve Gl kanalı tutar; t(11;14)
karakteristiktir; orta derecede
agresiftir
Ekstranodal Erişkin lenfomalarının Malign B hücreleri Yüzey immünglobülini Sıklıkla, kronik inflamasyonun
marginal zon ~%5’i epitele göç eder ve içeren CD5-, CD10- oluştuğu ekstranodal
lenfoma “ lenfoepitelyal matür B hücreleri bölgelerde görülür; çok iyi
lezyonları” oluşturur seyirli; lokal eksizyonla
tedavi olabilir
Diffüz büyük Erişkin lenfomalarının Değişken; çoğu büyük Değişken CD 10 Tüm yaş gruplarında görülür,
B hücreli %40-50’si germinal merkez ekspresyonu ve yüzey ancak yaşlılarda en sıktır;
lenfoma B hücrelerini andırır; immünoglobülini içeren sıklıkla ekstranodal bölgelerde
diffüz gelişim patterni matür B hücreleri görülür; agresiftir
B u rkitt lenfoma A B D ’deki Multipl nukleoluslu, Yüzey immünoglobülini Afrika’da endemik, diğer
lenfomaların <%1’i o rta boy, yuvarlak eksprese eden matür bölgelerde sporadik;
hücreler; apoptoz ile CD10+ B hücreleri immünsüpresyon ve EBV
birlikte diffüz gelişim (alt grup) ile ilişkili; ön planda
patterni “yıldızlı çocuklarda; sıklıkla viseral
gökyüzü” görünümüne tutulum ile ortaya çıkar;
neden olur çok agresif
Plasmasitom/ Yaşlılarda en sık Tabakalar halinde plazma Sitoplazmik Miyelom dissemine kemik
plasma hücreli görülen lenfoid hücreleri, bazen immünoglobülin içeren hastalığı şeklinde ortaya çıkar,
miyelom neoplazi belirgin nukleolus veya diferansiye plazma sıklıkla destrüktif litik
immünoglobülin içeren hücreleri lezyonlarla birlikte;
inklüzyonlar hiperkalsemi, renal yetmezlik
ve bakteriyel enfeksiyonlar
sıktır
Mycosis fungoides En sık görülen Çoğu vakada, belirgin CD4+ m atür T hücreleri Lokalize ya da daha generalize
kutanöz lenfoid kıvrıntılı çekirdekleri cilt tutulum u ile ortaya çıkar;
malignite olan, küçük lenfoid Genellikle iyi seyirli
hücreler; hücreler sıklıkla S e z a r y s e n d r o m u : daha agresif
epidermesi infiltre eder varyant ise diffüz cilt eritemi
(Pautrier mikroapseleri) ve periferik kan tutulumu
Periferik T hücreli En sık görülen Değişken; genellikle küçük Matür T hücre fenotipi Muhtemelen seyrek görülen
lenfoma, özellik erişkin T hücreli ve büyük lenfoid hücreler (CD3+) farklı tü m ö r gruplarını kapsar;
göstermeyen lenfoması spektrumunda sıklıkla dissemine, genellikle
agresif

EBV, E p s te in - B a r r v ir ü s ü ; G l, g a s tr o in te s tin a l; lg,. im m u n o g lo b u lir iT d T , te r m in a l d e o x y n u d e o t id y l tra n s fe r a s e .


Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 433

Resim 11-14 Lenfoblastlar ile myeloblastların m orfolojik karşılaştırması. A , Lenfoblastik lösemi/lenfoma. Lenfoblastlar yoğun nükleer
kromatine küçük nükleole, dar agranüler sitoplazmaya sahipler. B, Akut myeloid lösemi. Myeloblastlar ince nükleer kromatine, belirgin
nükleole ve ince azurofilik sitoplazmik grandilere sahipler.
(D r. R o b e rt W . M cK e n n a 'n ın izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, Dallas, T e xa s.)

dar granüler sitoplazmalı hücrelerdir (Resim 1 1 -1 4 , A). hastalık varlığına dair moleküler bulgulardır. Çeşitli kar-
M yeloblastlar ise daha ince krom atinli nukleuslara ve genel­ yotipik anomalilerin sıklığı ile ilgili yaşa bağlı farklar, ya­
likle granüller içeren daha geniş sitoplazm alara sahiptirler şın prognozile ilişkisini büyük ölçüde açıklamaktadır.
(Resim 1 1 -14 , B). Lenfoblastlar sıklıkla periyo dik asit-Schiff "İyi prognozlu" kromozom anomalileri (t[1 2 ; 2 1 ] ve hiper-
p o z itif sitoplazm ik glikojen grandileri içerirler. M yeloblast­ diploidi) içeren tümörler 2-10 yaş grubunda sıktır. Bunun
lar ise genellikle peroksidaz pozitiftir. tam tersi olarak, MLL geni yeniden düzenlenmeleri ya da
BCR-ABL füzyon geni varlığı gibi B hücre tümörlerindeki
kötü prognoz işaretleri en sık olarak sırasıyla 2 yaşından
Akut lösemi ile ilgili bu "kısa kurs"u tamamladıktan küçük çocuklarda ve erişkinlerde görülür. Pre-T hücre
sonra, şimdi ALL'ye odaklanalım. AML'den daha sonra tümörlerinde görülen kromozom yeniden düzenlenmele­
bahsedeceğiz. rinin hiçbiri prognoz açısından anlamlı değildir.

G enetik Özellikler. ALL'lerin yaklaşık %90'I gelişigüzel Kronik Lenfositik Lösemi/Küçük lenfositik Lenfoma
olmayan karyatipik anomaliler gösterirler. Çocukluk ça­ Kronik lenfositik lösemi (KLL) ve küçük lenfositik lenfo­
ğı pre-B hücre tümörlerinde en sık görüleni hiperdiplo- ma (SLL), aslında aynı tümördür. Aralarındaki tek fark
idi (hücre başına 50'den fazla kromozom), TELİ ve periferik kan tutulumu varlığıdır. Periferik kandaki lenfo­
AML1 genlerinde kriptik translokasyon (12;21) varlığı­ sit sayısı 4000 hücre/|iL'yi geçerse hasta KLL olarak tanı
dır. Diğer taraftan, yetişkinlerdeki pre-B hücreli tümör­ alır; eğer geçmezse tanı SLL'dir. Lenfoid neoplazisi olan
lerin %25'inde ABL ve BCR genlerini ilgilendiren (9;22) çoğu hasta, Batı dünyasında yetişkinlerde en sık görülen
translokasyonu vardır. Pre-T hücre tümörleri, T hücre lösemi olan KLL kriterlerine uymaktadır. SLL ise NHL'la-
reseptör lokuslarmı ve TALİ gibi transkripsiyon faktör rm sadece %4'ünü oluşturmaktadır. Tan olarak açıklana­
genlerini etkileyen translokasyonlar gibi farklı kromo­ mayan nedenlerle KLL/SLL'ye Asya'da çok az rastlanır.
zom anomalileri içerirler.

İm m u n fen otipik Özellikler. İmmunfenotipleme, lenfob­ PATO G EN EZ


lastik tümörleirn alttiplemesinde ve bunların AML'den
K LL/S LL yavaş büyüyen ve yavaş ilerleyen b ir tüm örd ür.
ayrımında çok yararlıdır. Spesifik olarak pre-B ve pre-T
Bu durum , tü m ö r hücrelerinin hayatta kalma süresinde
hücrelerinde bulunan bir enzim olan terminal deoksi-
uzamanın, tü m ö r hücre proliferasyonundan daha önemli
nükleotidil transferaz (TdT) olguların %95'inden fazla­ olduğunu düşündürm ektedir. Bu düşünceyle uyumlu ola­
sında mevcuttur. ALL'nin pre-B ve pre-T hücreli tümör­ rak, tü m ö r hücrelerind e, apo ptozu engelleyen bir
ler olarak ileri alttiplemesi, CD19 (B hücre) ve CD3 (T protein olan BCL2 seviyeleri ço k y ü k s e k tir (Bölüm 1
hücre) gibi hücre serisine spesifik belirteçlere dayanır. ve 5). Folliküler lenfomadan (daha sonra bahsedilecek) ola­
rak, BCL2 geninde yeniden düzenlenme yoktur. Bazı bulgu­
Prognoz lar BCL2’nin, tü m ö r hücrelerinde krom o zom 13’te kodla­
Çocukluk dönem ALLTeri onkolojinin büyük başarı hi­ nan çeşitli düzenleyici m ik ro R N A ’ ların kaybı sonucu upre-
kayelerinden biridir. Bu hastalıkta 2-10 yaşlar arası ço­ güle olduğunu gösterm ektedir.
cuklar en iyi prognoza sahiptirler. Yoğun kemoterapi ile K LL/S LL’ nin b ir diğer patojenik yönü im m un disregü-
hastaların %80'den fazlasında tam tedavi sağlanır. Diğer lasyondur. Tam olarak bilinm eyen mekanizmalarla, KLL’S-
LL hücrelerinin birikm esi norm al B hücre fonksiyonunu
hasta gruplarında ise daha az başarılı olunmuştur. Kötü
baskılar ve bu durum sıklıkla hipogam aglobülinem i ile
prognoz işareti olan değişkenler, erkek cinsiyet, 2 'den
sonuçlanır. Hastaların yaklaşık % 15’ inde kendi e ritro sitle ri­
küçük, 1 0 'dan büyük yaş, tanı sırasında lökosit sayısının ne ve trom bositlerine karşı o to a n tiko rla r vardır. O toanti-
yüksek olması ve tedavinin 28. gününde devam eden
434 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

k o rla r malign olmayan eşlikçi B hücreleri tarafınfan üre tilir­ KLL/SLL, pan-B
İm m u n f e n o t ip ik v e G e n e t ik Ö z e llik le r .
ler. Bu, tü m ö r hücrelerinin b ir şekilde im m un toleransı ak­ belirteçleri olan CD19, CD20 ve CD23'ü ve yüzey im-
sattığını gösterm ektedir. Zaman geçtikçe, tü m ö r hücreleri munglobülinleri olan ağır ve hafif zincirleri eksprese
norm al kem ik iliği elemanlarının yerini alır ve anemi, nö tro - eden matür B hücrelerinden meydana gelen bir neopla-
peni ve sonunda trom bo sitop en i meydana gelir. zidir. Tümör hücreleri ayrıca CD5'de eksprese ederler.
Bu özellik, oldukça yardımcı bir diagnostik ipucudur,
çünkü B hücreli lenfomalar arasında sacede KLL/SLL ve
mantle hücreli lenfoma (daha sonra anlatılacak) CD5
M ORFOLOJİ
eksprese eder. Tümörlerin yaklaşık %50'sinde karyoti-
S LL/K LL’de, tutulan le n f nodlarını küçük lenfositlerden pik anomaliler vardır. Bunlardan en sık rastlanılanı tri-
oluşan tabakalar ve a k tif olarak bölünen daha büyük hücre­ somi 12 ve 11, 13 ve 17. Kromozomlardaki delesyonlar-
lerin meydana getirdiği seyrek, sınırları belirgin olmayan dır. KLL/SLL hücre genomunun "derin dizilemesi" ile
odaklar kaplar (Resim 1 1 -1 5 , A). Baskın olan hücreler, ko­ olguların bir kısmında kötü prognoz işareti olan Notchl
yu yuvarlak nukleuslu ve dar sitoplazmalı küçük in a ktif len­ reseptöründe active edici mutasyonlar saptanmıştır.
fositle rdir (Resim 1 1 -1 5 , B). M ito tik olarak a k tif hücrelerin Digger B hücreli neoplazilerden farklı olarak, kromozo-
oluşturduğu odaklar proliferasyen m e rk e zle ri olarak mal tranlokasyonlar nadirdir.
adlandırılırlar. Bunlar K LL/S LL için patognom oniktir. Lenf
nodlarına ek olarak, kem ik iliği, dalak ve karaciğer de he­ K lin ik Ö z e llik le r
men hemen bütün olgularda tutulm uştur. Çoğu hastada, KLL/SLL ilk saptandığında genellikle asemptomatiktir.
küçük m atür lenfositlerin oluşturduğu m utlak lenfositoz En sık klinik bulgu ve belirtiler olan kolay yorulma, kilo
vardır. Dolaşımdaki tü m ö r hücreleri fra jild ir ve yaymaların kaybı ve iştahsızlık nonspesifiktir. Yaygın lenfadenop ati
hazırlanması sırasında genellikle parçalanarak kara kte ristik ve hepatomegali hastaların %50-60'mda görülür. Lökosit
srmwdge hücrelerini meydana getirirler. Kan yaymaların­
sayısı hafif yükselebilir (SLL'de) ya da 200.000 hüc­
da genellikle daha bü yük aktive lenfositler de m evcuttur.
re/ pL'yi geçebilir. Hipogamaglobülinemi hastaların %50'-
sinden fazlasında, genellikle geç dönemde gelişir ve bak-
teriyel enfeksiyonlara eğilimi artırır. Daha az sıklıkla da
otoimmun lıemolitik anemi ve trombositopeni meydana ge­
lir. Klinik seyir ve prognoz son derece değişkendir. Ço­
ğu hasta tanının konulmasından sonra 1 0 yıldan daha
uzun süre yaşar ve ilişkisiz nedenlerden ölür. Medyan
sağ kalım süresi 4-6 yıldır, ancak zaman geçtikçe KLL/
SLL'nin daha agresif tümörlere (prolenfositik lösemi ya
da diffüz büyük B hücreli lenfoma) dönüşme eğilimi ar­
tar. Bu dönüşüm gerçekleştiğinde medyan sağ kalım sü­
resi 1 yıldan azdır.

Folliküler Lenfoma
Daha sıkça görülen bu tümör Birleşik Devletler'de tüm
erişkin NHL'larm %40'mı oluşturur. KLL/SLL gibi Asya
kökenli toplumlarda daha az sıklıkta görülür.

PATO G EN EZ
N eoplastik hücreler, KLL/SLL’deki gibi, karakteristik ola­
rak BCL2 eksprese ederler. Bu protein norm al germinal
m erkez B hücrelerinde bulunmaz. T üm örlerin % 8 5 ’ in-
den fazlasın d a, krom ozom 18 ’ deki BCL2 geni ile kro m o ­
zom 14’teki IgH lokusu arasında füzyon meydana getiren
k a ra k te ristik (1 4 ;1 8 ) translokasyonu vardır. Bu k ro ­
mozom yeniden düzenlenmesi tü m ö r hücrelerindeki BCL2
“ overekspresyon” unu açıklamaktadır. Ayrıca tü m ö r hücre­
si sağkalımı üzerinde de etkisi vardır. Folliküler lenfomaların
tüm genom dizilem elerinde, olguların üçte birinde histon
asetil transferazları kodlayan çeşitli genlerde fonksiyon kay­
bı mutasyonları saptanmıştır. Bu, bu tü m ö rle rin ortaya çıkı­
Resim 11-15 Küçük lenfositik lenfom a/kronik lenfositik lösemi— şında epigenetik değişimlerin varlığını düşündürm ektedir.
lenf nodu. A , Küçük büyütmede, lenf nodu yapısının diffüz olarak
silindiği görülmekte. R, Büyük büyütmede, tüm ör hücrelerinin
büyük bir kısmı küçük yuvarlak lenfosit görünümünde. Santral yer­
M O R FO LO Jİ
leşimli nükleolusa sahip büyük bir hücre olan bir “ prolenfosit” de
bu alanda görülmekte (ok). Lenf nodlarında genellikle nodüler proliferasyon vardır
(A, Dr. Jose Hernandez’in izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas (Resim 1 1 -1 6 , A). T ü m ö r hücreleri norm al germinal m er-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 435

Figure 11-16 Folliküler lenfoma—lenf nodu. A , Lenfoma hücrelerinden oluşan nodüler agregatlar tüm lenf nodunda izlenmekte. B, Büyük
büyütmede, yoğun kromatine ve düzensiz ya da çentikli nükleer kontürlere sahip küçük lenfoid hücreler (sentrositler), nükleollü daha
büyük hücreler (sentroblastlar) ile karışık halde izlenmekteler.
(A, Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)

kez B hücrelerine benzer. En sık olarak baskın neoplastik Mantle Hücreli Lenfoma
hücreler, inaktif lenfositlerden biraz daha büyük boyutlar­ Mantle hücreli lenfoma, normal lenfoid folliküllerin
da, belirgin girintiler ve lineer katlantılar içeren “ çentikli” mantle zonunda bulunan naif B hücrelerine benzeyen
nukleuslu hücrelerdir (Resim 11-16, B). Nükleer kromatin hücrelerden meydana gelir. Tüm NHLTarm yaklaşık
kaba ve yoğundur, nükleoller belirgin değildir. Bu küçük
%4'ünü oluşturur ve genellikle 50 yaş üstü erkeklerde
çentikli hücreler, veziküler kromatinli, birkaç nükleollü, dar
görülür.
sitoplazmalı biraz daha büyük hücreler ile karışık halde bu­
lunurlar. Bu tüm örlerin hücreselliği düşünüldüğünde büyük
hücreler minör bir komponenti oluştururlar. Mitoz azdır ve
tek başına nekrotik hücreler (apoptoza giden hücreler) ) M O RFOLOJİ
yoktur. Bu özellikler folliküler lenfomayı, mitozun ve apop-
Mantle hücreli lenfoma lenf nodlarını diffüz ya da belli be­
tozun belirgin olduğu folliküler hiperplaziden ayırmada ya­
lirsiz nodüler pattern şeklinde tutar. Tümör hücreleri ge­
rarlıdır. Nadiren, büyük hücreler baskın olabilir. Bu, daha
nellikle normal lenfositlerden hafifçe daha büyük boyutlar­
agresif klinik davranış gösteren histolojik bir patterndir.
dadır ve düzensiz nükleusa, belirgin olmayan nükleolusa ve
dar sitoplazmaya sahiptir. Daha nadiren, hücreler daha bü­
yüktür ve m orfolojik olarak lenfoblastlara benzerler. Olgu­
ların çoğunda kemik iliği tutulumu, yaklaşık % 20’sinde ise
periferik kan tutulumu vardır. Tümör bazen gastrointesti­
nal kanakdan kaynaklanır; makroskopik olarak polibe ben­
İm m ım fen otip ik Özellikler. Bazı tümörler pan-B hücre
zeyen submukozal nodüller (lenfomatoid polipozis) şeklin­
belirteçlerini (CD19 ve CD20), CD10 ve germinal mer­ de kendini gösterir.
kez B hücre oluşumu için gerekli bir transkripsiyon fak­
törü olan BCLö'yı eksprese ederler.

İm m unfenotipik ve G enetik Özellikler. Hemen hemen


K linik Ö z e llikle r tüm tümörlerde, siklin Dİ geni ile IgH lokıısu arasında füz­
Folliküler lenfoma genelde 50 yaş üstü yetişkinlerde gö­ yona neden olan (11;14) translokasyonu vardır. Bu translo-
rülür. Erkek ve kadın cinsiyet arasında fark yoktur. Ge­ kasyon nedeniyle, bir hücre siklusu düzenleyicisi olan
nellikle, ağrısız yaygın lenfadenopati ile kendini gösterir. siklin D İ'in (Bölüm 5) ekspresyonu bozulur. Bunun
Tanı konduğu sırada, kemik iliği hemen hemen her za­ kontrolsüz tümör hücresi artışında önemli bir aracı oldu­
man tutulmuştur, viseral hastalık ise nadirdir. Doğal se­ ğu düşünülmektedir. Tümör hücreleri genellikle yüzey
yir uzun olsa da (medyan sağ kalım 7-9 yıl), folliküler len­ IgM ve IgD'nin yanı sıra pan-B hücre antijenleri (CD19
fom a tam tedavi edilebilir bir hastalık değildir. Bu olumsuz ve CD20) ve CD5 eksprese ederler. Mantle hücreli lenfo­
özellik, diğer yavaş seyirli lenfoid maligniteler ile arasın­ ma, proliferasyon merkezlerinin olmaması ve siklin Dİ
daki ortak özelliktir. Sonuç olarak, sitotoksik ilaçlar ve proteininin varlığı ile KLL/SLL'den ayırd edilir.
rituksimab (anti-CD20 antikoru) belirgin semptomatik
hastalığı olanlara uygulanır. Hastaların yaklaşık %40'm- K linik Ö ze llikle r
da, folliküler lenfoma diffüz büyük B hücreli lenfomaya Hastaların çoğu halsizlik ve lenfadenopati ile prezante
ilerler. Bu tür dönüşümler ile ortaya çıkan tümörler, de olduklarında kemik iliği, dalak, karaciğer ve (sıklıkla)
novo diffüz büyük B hücreli lenfomalardan (daha sonra gastrointestinal kanal tutulumlu yaygın hastalık sapta­
bahsedilecek) daha az kürabl olduğundan, bu transfor­ nır. Bu tümörler orta derecede agresif ve tedavisi olma­
masyon istenmeyen bir olaydır. yan tümörlerdir. Medyan sağ kalım süresi 3-5 yıldır.
436 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Diffüz Büyük 6 Hücreli Lenfoma Diffüz Büyük B Hücreli Lenfom anın A lttipleri. Diffüz
büyük B hücreli lenfoma kategorisine çeşitli klinikopato-
Diffüz büyük B hücreli lenfoma, yetişkinlerde en sık gö­
lojik alttipler girmektedir. EBV ilişkili diffüz büyük B hüc­
rülen lenfoma tipidir; yetişkin NHL'larııı yaklaşık %50'-
reli lenfomalar edinsel immunyetmezlik sendromu
sini oluşturur. Hepsi de agresif bir doğal seyre sahip bir­
(AİDS) zemininde, iatrojenik immunyetmezliklerde (ör­
kaç alttipi vardır.
neğin transplant hastaları) ve yaşlılarda ortaya çıkar. Bu
tümörler, post-transplantasyon zemininde sıklıkla EBV
PATOGENEZ nedenli poliklonal B hücreli proliferasyonlar olarak baş­
larlar. Bu proliferasyonlar, immun fonksiyonlar düzeldi­
Bu tü m ö rlerin y a k la şık üçte birinde 3 q 2 7 ’de lokali­
ğinde regrese olur. Aksi halde, klonal büyük B hücreli
me olan BCL6 geninde yeniden d üzenlenm eler vard ır.
H atta , daha y ü k se k oranda da BCL6 prom oter böl­
lenfoma haftalar-aylar içerisinde ortaya çıkar. İnsan her­
gesinde aktive edici n o kta m utasyonları m evcuttur. pesvirus tip 8 (HHV-8 ) olarak da adlandırılan Kaposi sar­
Her iki değişiklik de, germinal merkez B hücrelerinde gen koma herpesvirüs (KSHV), nadiren görülen ve plevral ka-
ekspresyonunda önemli bir transkripsiyon düzenleyicisi olan vite, perikard ya da peritondan kaynaklanan primer efüz-
BCL6 proteininin yüksek miktarlarda olmasına yol açar. Tü­ yon lenfomaları ile ilişkilidir. Bu lenfomalar KSHV ile la­
mörlerin bir diğer %30’ unda ise BCL2 genini ilgilendiren ve tent olarak enfektedir. İmmunsuprese kişilerde bulunan
BCL2 proteininin overekspresyonuna yol açan (14;18) KSHV, siklin D l'in de aralarında bulunduğu bilinen çe­
translokasyonu vardır. Bu tümörlerin bazıları “ transforme” şitli onkoproteinler ile homolog olan proteinleri kodlar.
folliküler lenfoma olabilir. Gerçekten de, diffüz büyük B KSHV'nin AİDS'li hastalardaki Kaposi sarkomu ile de
hücreli lenfomaların yaklaşık üçte biri, folliküler lenfomalar ilişkili olduğu bilinmektedir (Bölüm 4 ve 9). Mediastinel
gibi, histon asetil transferazları kodlayan genlerde fonksiyon büyük B hücreli lenfoma en sık olarak genç kadınlarda gö­
kaybı mutasyonları içerir. Bu durum, bu tümörlerde epige- rülür ve abdominal viseral organlara ve santral sinir sis­
netik değişimlerin potansiyel rolünü işaret etmektedir. temine yayılım yapmaya eğilimlidir.

K linik Ö ze llikle r
i MORFOLOJİ
Medyan prezantasyon yaşı yaklaşık 60 olsa da, diffüz
Neoplastik B hücreleri büyük boyutlarda (inaktif lenfositle­ büyük B hücreli lenfomalar her yaşta görülebilir. Çocuk­
rin en az 3-4 katı büyüklüktedirler) olup, görünümleri tü­ luk çağı lenfomalarmm ise yaklaşık %15'ini oluşturur.
mörden tüm öre değişiklik gösterir. Çoğu tümörde, yuvar- Hastalar, bir ya da birkaç bölgede yerleşim gösteren, ti­
lak-oval nükleuslu, dağınık kromatinli, birkaç adet belirgin pik olarak hızla büyüyen, sıklıkla asemptomatik olan
nükleollü ve az miktarda soluk sitoplazmalı hücreler bas­ kitle ile prezante olurlar. Ekstranodal prezantasyonlar sık­
kındır. (Resim 11-17). Diğer bir kısım tümörde ise, hücre­ tır. Gastrointestinal kanal ve beyin daha sık tutulan
ler yuvarlak ve multilobüle veziküler nükleusa, bir ya da iki
ekstranodal bölgeler olsalar da, bu tümörler hemen he­
adet santral yerleşimli nükleole ve soluk ya da bazofîiik ge­
men her organda ya da dokuda görülebilir. Daha yavaş
niş sitoplazmaya sahiptir. Bazen de, tüm ör hücreleri ileri
seyirli lenfomalardan (örneğin folliküler lenfoma) farklı
derecede anaplastiktir; Hodgkin lenfomanın malign hücre­
leri olan Reed-Sternberg hücrelerine benzeyen dev tüm ör
olarak tam sırasında karaciğer, dalak ve kemik iliği tutu­
hücreleri görülür. lumu sık değildir.
Diffüz büyük B hücreli lenfoma tedavisiz bırakıldığında ag­
İm m u n fen otipik Özellikler. Bu matür B hücre tümörleri resif ve hızla ölümcül seyreder. Yoğun bir kombinasyon ke-
CD19 ve CD20 gibi pan-B antijenlerini eksprese ederler. moterapisi ve anti-CD20 immunoterapi ile hastaların
Ayrıca, çoğu tümörde yüzey IgM ve/veya IgG de ekspre­ %60-80'inde tam remisyon sağlanır. Bunların yaklaşık
se edilir. Digger antijenlerin (örneğin CD10, BCL2) eksp- %50'si hastalıksız kalır ve tam tedavi sağlanmış olur. Bu
resyonu ise değişkendir. kadar şanslı olmayan hastalar için diğer agresif tedaviler
(örneğin yüksek doz kemoterapi ve hematopoietik kök
hücre transplantasyonu) şans oluşturabilir. Bu tümörlerin
moleküler profilinin mikroarray temeli yöntemlerle sap­
tanması ile güncel tedavilere yanıtı tahmin edilebilir ve
yeni hedefe yönelik tedavi yaklaşımları belirlenebilir.

Burkitt Lenfoma
Burkitt lenfoma Afrika'nın bazı bölgelerinde endemik-
tir, Birleşik Devletler'in de dahil olduğu diğer coğrafi
bölgelerde ise sporadik olarak görülür. Afrika kökenli
hastalık ve nonendemik hastalık histolojik olarak aynı­
dır, ancak aralarında klinik ve virolojik farklar vardır.

PATOGENEZ
Figure 11-17 Diffüz büyük B hücreli lenfoma—lenf nodu. Tümör B u rk itt lenfom a, kro m ozo m 8 ’de localize MYC ge­
hücreleri açık kromatinli büyük nükleuslara ve belirgin nükleollere nini ilgilendiren tra n lo k a sy o n lar içerir. Çoğu translo-
sahipler. kasyon, MYC geninin, krom ozom 14’teki IgH geni ile füz­
(Dr. Robert VV. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas yonuna neden olur. Ancak kromozom 2 ve 2 2 ’deki k ve X,
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 437

hafif zincir lokusları ile ilişkili varyant translokasyonlar da Amerika'da daha sıktır. Lösemik prezantasyonlar nadir
görülür, her bir translokasyonun net sonucu aynıdır: MYC olmakla birlikte, tamamen farklı ilaç rejimenleri ile teda­
proteininin regülasyonunun bozulması ve overekspresyo- vi edilen ALL'den ayırd edilmelidir. Burkitt lenfoma en
nu. MYC’ nin transformasyondaki rolünden Bölüm 5’te hızlı büyüyen insan neoplazileri arasındadır. Bununla
bahsedilmektedir. Endemik olguların çoğu ve sporadik ol­ birlikte, son derece agresif kemoterapi rejimenleri ile
guların %20’sinde tü m ö r hücreleri latent olarak EBV ile en- hastaların çoğunda tam tedavi sağlanabilir.
fektedir, ancak EBV’ nin bu tüm örlerin gelişimindeki rolü
tam olarak aydınlatılamamıştır. Multipl Myelom ve İlişkili Plazma Hücreli Tümörler
Tüm multipl myelom ve ilişkili plazma hücreli tümörler
tek tip, tam ya da parsiyel immunglobülin salgılarlar. Bu
MORFOLOJİ immunglobülinler serumda saptanabildiği için, bu has­
talıklar monoklanal gamopatiler olarak, ilişkili immunglo­
Tümör hücreleri o rta büyüklükte, tipik olarak oval-yuvar- bülin ise sıklıkla M proteini olarak adlandırılır. M prote­
lak nükleuslu ve 2-5 adet belirgin nükleole sahip hücreler­ ini aşikar malignitenin bir işareti olsa da normalde yaşlı
dir (Resim 11-18). Ortalama miktardaki bazofilik ya da
kişilerde de şaşırtıcı sıklıkta saptanırlar. Önemi belirsiz
amfofilik sitoplazma sıklıkla küçük lipid dolu vakuoller (sa­
monoklonal gamopati (monoclonal gammopathy of un­
dece yaymalarda gözlemlenebilen bir özellik) içerir. Çok
determined significance-MGUS) adı verilen bu durum­
y ü k se k proliferasyon ve apoptoz o ra n la n k a ra k te ­
ris tik tir. Apoptoz varlığı, sindirilmiş nükleer debri içeren
dan daha sonra bahsedilecek. Bu hastalıkları tümü bir­
çok sayıda doku makrofajı varlığı ile kendini gösterir. Bu be­ den beyaz kan hücresi tümörlerinin yaklaşık %15'inden
nign makrofajlar berrak bir boşluk ile çevrelendiklerinden sorumludur. En sık olarak orta yaşlı ve yaşlı kişilerde gö­
“ yıld ızlı g ö k yü zü ” patterninin ortaya çıkmasına neden rülürler.
olurlar. Plazma hücre neoplazileri altı ana gruba ayrılabilir:
(1) multipl myelom, (2) soliter plazmasitom, (3) lenfop-
lazmasitik lenfoma, (4) ağır zincir hastalığı, (5) primer
imm unfenotipik Ö zellikler amiloidoz ve (6 ) MGUS. Burada, bu hastalıkların en
önemlileri olan multipl myelom ve lenfoplazmasitik len­
Bu B hücreleri yüzey IgM, pan-B hücre belirteçleri CD19
foma üzerinde özellikle durulacak, diğer hastalıklardan
ve CD20, ve germinal merkez B hücre belirteçleri CD10
kısaca bahsedilecektir.
ve BCL6 eksprese ederler.
Multipl Myelom
Klinik Özellikler
Multipl myelom en sık görülen lenfoid malignitelerden
Hem endemik, hem de endemik olmayan sporadik tü­
biridir; Birleşik Devletler'de her yıl 20.000 yeni olgunun
mörler, özellikle çocukları ve genç erişkinleri etkiler.
tanısı konmaktadır. Tanı sırasındaki medyan yaş 70'tir.
Burkitt lenfoma, Birleşik Devletler'de çocukluk çağı
Tümör erkeklerde ve Afrika kökenli kişilerde daha sıktır.
NHL'larmm yaklaşık %30'unu oluşturur. Her iki tipte
Asıl tuttuğu bölge kemik iliği olup, tutulum genellikle tiim is­
de hastalık genellikle ekstranodal bölgelerde ortaya çı­
kelet sistemi boyunca litik lezyonlar şeklindedir.
kar. Endemik tümörler sıklıkla maksiller ya da manbi-
Myelom hücrelerinin ürettiği en sık M proteini
buler kitle ile kendilerini gösterirler. Bağırsaklar, retro-
IgG'dir (%60), ardından IgA (%20-25) gelir. IgM, IgD ve
periton ve överleri tutan abdominal tümörler ise Kuzey
IgE M proteinleri nadiren görülür, geri kalan %15-20 ol­
guda ise plazma hücreleri sadece k ya da X, hafif zincir
üretirler. Düşük molekül ağırlıklı olduklarından, serbest
hafif zincirler idrarla atılırlar ve Bence-Jones proteinleri
adını alırlar. Hatta, daha sık olarak, malign plazma hüc­
releri hem tam immunglobülinleri hem de serbest hafif
zincirleri salgılarlar. Böylece hem M proteini hem de
Bence Jones proteinlerini üretirler. Daha sonra bahsedi­
leceği gibi, fazla miktarda hafif zincirlerin önemli pato-
jenik etkileri vardır.

Soliter Plazmasitom
Plazma hücreli tümörler, bazen iskeleti ya da yumuşak
dokuları tutan soliter plazmasitom olarak kendilerini gös­
terirler. Soliter iskelet plazmasitomu multipl myelom ile
aynı bölgeleri tutmaya eğilimlidir ve genellikle 5-10 yıl
Resim 11-18 Burkitt lenfoma—lenf nodu. Uniform tüm ör hüc­ içerisinde multipl myeloma progrese olur. Bu tümörle­
releri ve belirgin nükleolleri tümöre monoton bir görünüm veriyor­ rin, erken evrede multipl myelom oldukları düşünülebi­
lar. Yüksek mitotic aktivite (okbaşları) varlığına ve belirgin nükleol- lir. Bazı olgularda tanı sırasında fafif derecede artmış M
lere dikkat edin. Arada daha soluk boyanan normal makrofajların
proteini saptanır. Bunun tam tersi olarak, yumuşak do­
meydana getirdiği “ yıldızlı gökyüzü” patterni küçük büyütmede
daha iyi gözlenir. kuda gelişen plazmasitomlar (en sık üst solunum yolun­
(Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas da) ise. Nadiren yayılım gösterirler, ve sıklıkla lokal re-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) zeksiyon ile tam tedavi sağlanır.
438 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

li neoplazilere dahil edilmiştir. Bu tumor, küçük lenfosit­


M Y E LO M U N PATOGENEZİ ler, plazmasitik lenfositler ve plazma hücrelerinden
Çoğu B hücre malignitelerinde olduğu gibi, myelomlar da meydana gelen bir B hücre karışımından oluşur. Yavaş
kromozom 14’teki IgH iokusunu ve siklin D1, fibroblast bü­ gidişli bir B hücreli lenfoma gibi davranır ve prezantasyon
yüme faktörü reseptörü 3 ve siklin D3 genleri gibi çeşitli sırasında sıklıkla lenf nodlarım, dalağı ve kemik iliğini
genleri ilgilendiren kromozomal translokasyonlar gösterir­ tutmuştur. Yüksek miktarlardaki IgM kanın daha viskoz
ler. Tüm ör gelişiminin geç dönemlerinde ise bazen MYC’yi olmasına yol açarak daha sonar bahsedilecek olan ve
ilgilendiren translokasyonlar görülebilir. Bu genlerden de Waldenstrom makroglobülinemisi adı verilen sendroma
tahmin edileceği gibi, D s ik lin le r in d is re g ü la s y o n u m u l- neden olur. Diğer semptomlar, kemik iliği başta olmak
t ip i m y e lo m d a sak g ö rü le n b ir o la y d ır. üzere çeşitli dokuların tumor hücreleri tarafından infilt-
Myelom hücrelerinin proliferasyonu sitokin interlökin 6 rasyonu nedeniyle ortaya çıkar. Immunoglobulin ağır ve
(IL-6) tarafından desteklenir. IL-6, kemik iliği stromasındaki hafif zincirlerinin üretimi genellikle dengelidir. Bu ne­
fibroblastlar ve makrofajlar tarafından üretilir. Karakteristik
denle serbest hafif zincirler ve Bence Jones proteinürisi
kemik erimesi, myelom hücreleri tarafından salgılanan bazı
görülmez. Bu durum myelomdan farklı olarak, litik ke­
sitokinlerin (örneğin IL-1|3, tüm ör nekrozu faktörü, IL-6)
mik lezyonlarma yol açmaz ve nadiren amiloidoz nede­
etkisiyle olur. Bu sitokinler RANK ligandı adı verilen başka
nidir.
bir sitokinin üretimini uyarır. RANK ligandı da osteoklastla-
rın diferansiasyonunu ve abzorptif aktivitesini uyarır (Bö­
A ğ ır Z in c ir H a s ta lığ ı. Ağır zincir hastalığı spesifik bir
lüm 20).
antite değildir, sadece ağır zincirlerin, en sık olarak da
M y e lo m lu h a s ta la rd a im m u n s u p re s y o n v a rd ır.
IgA'nm sentezlendiği bir grup proliferasyondan ibaret­
Tam olarak bilinmeyen mekanizmalarla, m y e lo m h ü cre ­
le r i n o rm a l p la z m a h ü c re le rin in fo n k s iy o n la rım bo­
tir. IgA ağır zincir hastalığı, ince bağırsak ve solunum
z a r ve antikor üretiminde defektlere yol açar. Bu nedenle, yolları gibi normalde IgA üretimi yapan lenfoid dokular­
plazmada M proteini nedeniyle artmış M proteini seviyeleri da gelişmeye eğilimlidir ve ekstranodal marjinal zon
olsa da, fonksiyonel antikor seviyeleri genellikle düşüktür. lenfomanm (daha sonra bahsedilecek) bir varyantı ka­
Bu durum hastaları bakteriyel enfeksiyon riskinin yüksek bul edilmektedir. Daha az rastlanan IgG ağır zincir has­
olmasıyla sonuçlanır. talığı ise sıklıkla diffüz lenfadenopati ve hepatospleno-
M y e lo m d a re n a i fo n k s iy o n b o z u k lu ğ u s ık t ır ve megali ile kendini gösterir; histolojik olarak da lenfop­
c id d i b ir p ro b le m o lu ş tu ru r . Bu, tek başına ya da kom­ lazmasitik lenfomaya benzer.
binasyon halinde gerçekleşen çeşitli patolojik etkenlerden
kaynaklanır. En önemlisi, genellikle distal kıvrıntılı tubuller- P rim e r A m ilo id o z . Daha önce de belirtildiği gibi (Bölüm
de ve toplayıcı kanallarda oluşan tıkayıcı proteinöz kastlar­ 4), serbest hafif zincir salgılayan monoklonal bir plazma
dır. Bunlar çoğunlukla Bence Jones proteinleriyle birlikte hücre proliferasyonu primer amiloidoza neden olur.
çeşitli miktarlarda tam immunglobülinler, Tamm-Horsfall Amiloid birimleri (AL tipi) tam olarak parçalanmamış
proteini ve albümin içerirler. Glomerüllerde ve interstis- hafif zincirlerden oluşur.
yumda amiloid ya da lineer birikim ler şeklinde hafif zincir
birikiminin de renal fonksiyon bozukluğunda rolü vardır.
Böbrekte etkisi olan son faktör de hiperkalsemidir. Hiper-
kalsemi, dehidrasyon ile birlikte böbrek taşlarına ve sık bak­ MORFOLOJİ
teriyel enfeksiyon ataklarına yol açar. Bakteriyel enfeksiyon
ataklarında kısmen hipogamaglobülinemini de etkendir. M u ltip l m y e lo m , en s ık o la ra k o m u rg a , k a b u rg a la r,
k a fa ta s ı, p e lv is , fe m u r, k la v ik u la ve ska p u la yı e tk i­
le ye n m u ltifo k a l d e s tr ü k tif is k e le t le z y o n la rı ile
k e n d in i g ö s te rir. Lezyonlar genel olarak medüller kavite-
Ö nem i Belirsiz M onoklonal Gam opati
den başlar, süngerimsi kemiği erode eder ve ilerleyerek
Önemi belirsiz monoklonal gamopati (MGUS) asemptoma- kortikal kemiği hasara uğratır. Sonunda bu destrüktif süreç
tik monoklonal gamopatiye verilen isimdir. Elli yaşından p a to lo jik k e m ik kırıkların a yol açar. Kırıklar en sık
büyük sağlıklı kişilerin %1-3'tinde serumda M proteinle­ omurga ya da femurda meydana gelir. Kemik lezyonları ge­
ri mevcuttur. Bu durum en sık görülen plazma hücre nellikle zım b a d e liğ i g ö rü n ü m ü n d e ve 1-4 cm çapında­
proliferasyonudur. Verilen isme rağmen, MGUS'nin mul­ dır (Resim 11-19, A). Ancak bazı olgularda diffüz iskelet
tipl myeloma dönüşme eğilimi olan bir öncül lezyon olduğu demineralizasyonu vardır. Kemik iliğinin mikroskobik ince­
bilinmektedir. MGUS'li hastalarda her yıl %1 oranında lemesinde plazma hücrelerinde sayıca artış görülür. Bu hüc­
semptomatik bir plazma hücre tümörü, en sık olarak da reler kemik iliği hücrelerinin %30’ undan fazlasını oluşturur­
multipl myelom gelişir. Ayrıca, MGUS'deki klonal plaz­ lar. Myelom hücreleri normal kemik iliği hücrelerine benze­
ma hücrelerinde, multipl myelomda saptanan kromozo­ yebilir, ancak daha sıklıkla belirgin nükleol ya da anormal si-
mal translokasyonlar görülmektedir. MGUS tanısı, diğer toplazmik inklüzyonlar gibi anormal özellikler sergilerler
monoklonal gamopatiler, özellikle de multipl myelom (Resim 11-19, B). Hastalık ilerledikçe, plazma hücreleri da­
dikkatle dışlandıktan sonra konmalıdır. Genelde, lak, karaciğer, böbrekler, akciğerler, lenf nodları ve diğer
yumuşak doku bölgelerinde infiltrasyon oluşturabilirler.
MGUS'li hastalarda serumda monoklonal protein sevi­
Terminal dönemde ise lösemik tablo ortaya çıkabilir.
yesi 3 g/dL'nin altındadır ve Bence Jones proteinürisi
Böbrek tutulumunda (m yelom n efro zu ) distal kıvrın-
yoktur.
tılı tubulde ve toplayıcı kanallarda proteinöz kastların varlı­
ğı söz konusudur. Bunlar değişken miktarlarda tam im-
Lenfoplazm asitik Lenfom a
munglobülinleri, Tamm-Horsfall proteini ve albümin içerir­
Lenfoplazmasitik lenfoma, tümör hücreleri bir M prote­ ler. Makrofajlardan köken alan multinükleer dev hücreler
ini, en sile olarak da IgM salgıladığından, plazma hücre­
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 439

meydana gelir. Plazma hücre neoplazilerinin diğer formları­


nın bazılarından daha önce bahsedilmişti (örneğin primer
amiloidoz) (Bölüm 4), bir kısmı da burada daha ileri tanım­
lamalar yapmak için fazla nadir tüm örlerdir.

K linik Ö ze llikle r
Plazma hücreli tümörlerin klinik özellikleri çok çeşitli­
dir. Bu özellikler, tümör hücrelerinin çeşitli dokulardaki
hasar verici etkilerinden ve tümör hücreleri tarafından
salgılanan tam ya da parsiyel immunglobülinler nede­
niyle oluşan komplikasyonlardan kaynaklanırlar.
Multipl myelomda sık görülen klinikopatolojik özel­
likler aşağıda özetlenmektedir:
® Kemik ağrısı, patolojik kırıklar nedeniyle meydana ge­
lir. Vertebradaki patolojik kırıklar, bir onkolojik acil
durum kabul edilen spinal kord sıkışmasına neden
olur.
• Hiperkalsemi, kemik rezorpsiyonundan kaynaklanır.
Konfüzyon ve letarji nörolojik sonuçlar doğurur. Böb­
rek fonksiyonlarının bozulmasında rolü vardır.
• Anemi, tümör hücrelerinin kemik iliğini kaplaması ve
tam olarak bilinmeyen mekanizmalarla hematopoie-
zin baskılanması nedeniyle meydana gelir.
• Tekrarlayan enfeksiyonlara, S aureus, S. pneumoniae ve
E. coli gibi bakteriler etken olur. Bunlar, normal hu­
moral bağışıklığın belirgin şekilde baskılanması ne­
deniyle meydana gelir.
• Renal yetmezlik (hastaların yaklaşık %50'sinde) Bence
Jones proteinlerinin renal tubüler hücrelerdeki etkisi,
bakteriyel enfeksiyonlar, hiperkalsemi ve amiloidoz
nedeniyle meydana gelir.
• AL tipi amiloidoz (hastaların %5-10'unda).
• Hipervizkositeye bağlı semptomlar, M proteinlerinin
üretimi ve agregasyonu sonucu meydana gelir. Ancak
Resim 11-19 Multipl myelom. A , Kafatasının radyolojik görünü­ bu klinik prezantasyon daha çok lenfoplazmasitik
mü, lateral çekim. Keskin sınırlı zımba deliği kemik defektleri kal- lenfomanm karakteristik özelliğidir.
varyumda en belirgin. B, Kemik iliği aspiratı. Normal kemik iliği
hücrelerinin yerini, bir kısmı multipl nükleuslu, belirgin nükleollü ve Karakteristik fokal zımba deliği kemik defektleri özellik­
immunoglobulin içeren sitoplazmik damlacıklara sahip atipik plaz­ le vertebralarda ve kalvaryumda görüldüğünde multipl
ma hücreleri almış. myelomdan şüphelenilmelidir. Serum ve idrar elektrofo-
rezi önemli diagnostik testlerdir. Olguların %99'unda,
monoklonal tam immunglobülinler ya da monoklonal bir
immunglobülin hafif zinciri serumda, idrarda ya da iki­
genellikle kastları çevreler. K a stların komşuluğundaki; sinde birden mevcuttur. Geri kalan az sayıdaki olguda
epitel h ü creleri, Bence Jones proteinlerinin ta k sik ise, monoklonal serbest immunglobülinler plazma hücre­
e tk ile ri nedeniyle ço k sık o lara k n e k ro tik ya da at- lerinde saptanırlar. Bu olgularda, lezyon bazen nonsekre-
ro fik tir. Böbrekte sık görülen diğer patolojik olaylar, ke­ tuar myelom olarak adlandırılır. Plazma hücre proliferas-
mik rezorpsiyonundan ve hiperkalsemiden kaynaklanan yonunu kanıtlamak için kemik iliği incelemesi yapılır.
metastatik kalsifikasyon, böbrek glomerüllerini ve damar Lenfoplazmasitik lenfoma yaşlılarda görülür; en sık gö­
duvarlarını tutan hafif zin cir (A L ) am iloidozu ve bakte- rüldüğü yaşlar altıncı ve yedinci dekadlardır. Çoğu kli­
riyel enfeksiyonlara eğilimin artması nedeniyle ortaya çıkan nik bulgu be belirti tümör hücrelerinden IgM (makrog-
b a k te riy e l pyelo n efrittir. Nadiren, neoplastik plazma lobülin) salgılanmasından kaynaklanır. Makroglobülin-
hücrelerinin interstisyel infiltrasyonu görülür. ler, boyutları nedeniyle kanın daha viskoz hale gelmesi­
M ultipl m yelom dan fa rk lı o la rak , lenfoplazm asi- ne neden olurlar ve Waldenstrom makroglobülinemisi adı
t ik lenfom ada litik kem ik lezyonları görülm ez. Ne­ verilen sendroma yol açarlar. Waldenstrom makroglobü­
oplastik hücreler kemik iliğini, lenf nodlarını, dalağı ve ba­ linemisi aşağıdaki özellikler ile karakterizedir:
zen de karaciğeri diffüz olarak infiltre ederler. Hastalık iler­
ledikçe, diğer organlarda da infiltrasyonlar görülebilir. Hüc­
• Görme sorunları, retinal yenlerdeki belirgin tortüöz
resel infiltrasyon, lenfositler, plazma hücreleri ve intermedi- yapılanma ve distansiyondan kaynaklanır. Retinal ka­
yer diferansiasyon gösteren plazmasitik lenfositlerden namalar ve eksiida oluşumunun da görme sorunla­
rında rolü vardır.
440 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

• Nörolojik problemler, başağrısı, baş dönmesi, kulak


çınlaması, sağırlık ve stupor kan akımındaki yavaşla­
madan kaynaklanır.
• Kanama, makroglobülinler ile pıhtılaşma faktörleri
arasında kompleksler oluşmasından ve trombosit
fonksiyonlarının bozulmasından kaynaklanır.
• Kriyoglobülinemi, makroglobiilinlerin düşük sıcaklılar-
da presipitasyonu nedeniyle olur ve Raynaud fenome­
ni soğuk ürtikeri gibi semptomlar ortaya çıkar.
Multipl myelom progresif bir hastalıktır. Medyan sağ ka­
lım süresi 4-6 yıldır. Çeşitli yeni tedavilerin geliştirilme­
si ile tablo biraz daha iyileştirilmiştir. Bunlar arasında,
plazma hücre apoptozunu sağlayan proteozom inhibi-
törleri, kemik iliği mikroçevresini myelom hücrelerinin
Resim 11-20 Hodgkin lenfoma—lenf nodu. Lenfositler, makrofajlar
çoğalmasını ve hayatta kalmasını engelleyecek şekilde ve bir eozinofil ile çevrelenmiş, büyük, inklüzyon benzeri nükleole
değişime uğratan talidomid analogları (talidomidin gebe ve geniş sitoplazmaya sahip binükleer bir Reed-Sternberg hücresi.
kadınlardaki teratojenik etkileri nedeniyle piyasadan (Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas
toplandığını hatırlayın) sayılabilir. Lenfoblastik lenfoma, Southwestern M edical School, Dallas, Texas.)

hafif kemoterapi rejimenlerine ve makroglobülinleri te­


mizleyen plazmafereze bir süreliğine iyi yanıt verir.
nu gösterirler, ancak CD45 (genel lökosit antijeni), B hüc­
Medyan sağ kalım süresi 4-5 yıldır. Günümüzde myelom re antijenleri ve T hücre antijenleri içermezler. Göreceği­
da, lenfoplazmasitik lenfoma da tam tedavi edilebilir miz gibi, “ klasik” RS hücreleri mikst sellülarite alttipinde sık
hastalıklar değildir. görülürken, nodüler skleroz alttipinde sık değildir, lenfosit­
ten baskın alttipte ise nadirdir. Nodüler skleroz ve lenfosit­
Hodgkin Lenfoma ten baskın alttiplerde diğer karakteristik RS hücre varyant­
Hodgkin lenfoma, tümöral dev hücre Reed-Sternberg hüc­ ları gözlenir.
resinin varlığı ile karakterize bir neoplazi grubudur. Ço­ N oduler sk le ro z Hodgkin lenfom a en sık görülen
ğu NHL'dan farklı olarak, anatomik olarak birbirleri ile formdur. Erkekler ve kadınlarda eşit sıklıkta görülür ve alt
servikal, supraklavikuler ve mediastinal lenf nodlarını tutma
devamlı lenf nodlarma aşamalı bir şekilde yayılır. Bu len-
eğilimi dikkat çekicidir. Çoğu hasta adolesan ya da genç
fomalarm artık B hücrelerinden köken alan alışılmışın
erişkin yaş grubundadır. Prognoz çok iyidir. Aşağıdaki m or­
dışında tümörler olduğu bilinmektedir. NHL'lardan pa­
folojik özellikler ile karakterizedir:
tolojik ve klinik özellikleri ile ayrılırlar.
• Özel bir RS hücre varyantı olan laküner hücre (Resim
K lasifikasy on . Hodgkin lenfomanm beş alttipi bilin­
11-21). Bu büyük hücre tek multilobüler nükleusa, mul­
mektedir: (1) noduler skleroz, (2) mikst sellülarite, (3) tipl küçük nükleoluslara ve soluk boyanan geniş sitoplaz­
lenfsitten zengin, (4) lenfositten fakir ve (5) lenfositten maya sahiptir. Formalin fikse doku kesitlerinde, genellik­
baskın. İlk dört alttipte Reed-Sternberg hücreleri belli le sitoplazma parçalanmış olduğundan, geride bir boşluk
ortak morfolojik ve immunfenotipik özelliklere sahiptir­ (lakün) içerisinde nükleus kalır. Laküner varyantların im-
ler (daha sonra bahsedilecek). Bu nedenle bazı araştır­ munfenotipi klasik alttiplerde görülen diğer RS hücrele-
macılar bu antitelerin hepsini birden "klasik Hodgkin rininki ile aynıdır.
lenfoma" başlığı altında toplamayı tercih etmiştir. Lenfo­
sitten baskın tip, Reed-Sternberg hücrelerindeki germi­
nal merkez B hücresi belirteçlerinin ekspresyonu nede­
niyle diğer alttiplerden ayrılmaktadır. Bu alttip ve klasik
Hodgkin lenfomanm en sık rastlanan iki formu olan no-
düler skleroz ve mikst sellülarite burada anlatılmaktadır.

) MORFOLOJİ
Hodgkin lenfom anm o lm azsa o lm az özelliği Reed-
Sternberg (R S ) hü cresid ir (Resim 11-20). Çok büyük
boyutlarda (çapı 15-45 pm) olan bu hücre büyük multilo-
büle nükleusa, son derece belirgin nükleole ve genllikle ha­
fif eozinofllik geniş sitoplazmaya sahiptir. En k a ra k te ris­
t ik ö ze llik , b irb irin in ayna görüntüsü olan ve herbi-
ri b ü yü k (in k lü zyo n b e n ze ri) asidofilik nükleolus
içeren n ü kleu slara ya da n ü klee r loblara sahip hüc­ Resim 11-21 Hodgkin lenfoma, nodüler skleroz tipi—lenf nodu.
re le rd ir. Nükleolus berrak bir zon ile çevrelenmiş oldu­ Birçok küçük nükleol içeren multilobe nükleusa sahip bir “ laküner
ğundan baykuş gözü görünümündedir. Nükleer membran hücre” sitoplazmasının retraksiyonu nedeniyle berrak bir boşluk
belirgindir. Tipik RS hücrelerive varyantları karakteristik bir içerisinde izlenmekte. Lenfositler ile çevrelenmiş.
immunfenotipe sahiptir. Bunlar CD15 ve CD30 ekspresyo- (Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas
Southwestern M edical School, Dallas, Texas.)
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 441

Resim 11-22 Hodgkin lenfoma, nodüler skleroz tipi—lenf nodu. Resim 11-23 Hodgkin lenfoma, mikst sellülarite tipi—lenf nodu.
Küçük büyütmede, tüm ör hücrelerini nodüllere ayıran belirgin Eozinofiller, lenfositler ve histiyositler ile çevrelenmiş tanısal binük-
pembe bandlar, asellüler kollajen izlenmekte. leer Reed-Sternberg hücresi.
(Dr. Robert W. McKenna'nm izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas (Dr. Robert W. M cKenna’nm izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)

• Lenfoid dokuyu çevreleyerek nodüllere ayıran kollajen benzer şekilde RS hücreleri ve reaktif hücrelerden oluşan
bandlar (Resim 11-22). Fibrozis çok az olabileceği gibi, düzensiz nodüller şeklindedir.
çok belirgin de olabilir ve çeşitli oranlarda lenfositler, eo­
zinofiller, histiyositler ve laküner hücrelerden oluşan bir
hücresel infiltrasyon gösterebilir.
M ikst se llü larite Hodgkin lenfom a, 50 yaş üstü has­ PATOGENEZ
talarda en sık görülen Hodgkin lenfoma tipidir ve tüm olgu­ RS hücrelerinin kökeni 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın büyük bir
ların yaklaşık % 25’ ini oluşturur. Erkeklerde daha sıktır. Kü­ bölümü boyunca bir sır olarak kalmıştır. Sonunda tek bir
çük lenfositler, eozinofiller, plazma hücreleri ve makrofaj- RS hücresinde yapılan mikrodiseksiyon ve moleküler çelış-
lardan oluşan heterojen bir inflamatuar infiltrasyon içinde malar sayesinde bu sır çözülmüştür. Çalışmalar, tek olguda­
çok sayıda RS hücresi bulunur (Resim 11-23). Bu alttip, ya­ ki her bir RS hücresinin benzer immunglobülin gen düzen­
yılım yapmaya ve sistemik belirtiler göstermeye nodüler lenmesine sahip olduğunu göstermiştir. Buna ek olarak, ye­
sklerozdan daha eğilimlidir. niden düzenlenen immunglobülin genlerinin somatik hiper-
Lenfositten baskın Hodgkin lenfom a. Bu alttip mutasyon gösterdiği saptanmıştır. Sonuç olarak, artık
Hodgkin lenfomaların yaklaşık %5’ ini oluşturur. Patlamış Hodgkin lenfomanın germ inal m e rk e z B hü crelerin ­
mısıra benzeyen multilobe ve şişkin nükleusa sahip lenfo- den kaynaklanan bir neoplazi olduğu bilinm ekted ir.
histiyositik (L&H ) varyant RS hücrelerinin (patlamış mısır- Bu hücrelerin transforme olmasına yol açan, görünümle­
popcorn hücresi) varlığı ile karakterizedir. L&H varyantları rini ve gen ekspresyon programlarını değiştiren olaylar hala
genellikle inaktif B hücreleri ve değişken miktarlarda mak-
rofajlardan oluşan geniş nodüller içerisinde bulunurlar (Re­
sim 11-24). Eozinofiller, nötrofiller ve plazma hücreleri gi­
bi diğer reaktif hücre tipleri az görülür ya da yoktur. Tipik
RS hücreleri nadirdir. “ Klasik” Hodgkin lenfoma tiplerinde­
ki Reed-Sternberg varyantlarından farklı olarak, L&H var­
yantları B hücre belireçlerini (örneğin CD20) eksprese
ederler, ancak CD15 ve CD30 ekspresyonu genellikle gös­
termezler. Bu alttipin görüldüğü çoğu hastada izole servikal
ya da aksiller lenfadenopati vardır ve prognoz tipik olarak
çok iyidir.
H isto lo jik Tanıda Önem Taşıyan Diğer Fak tö rler.
Hodgkin lenfoma geniş bir histolojik çeşitlilik gösterir. Ka­
rakteristik fibrozis, eozinofiller, nötrofiller ve plazma hüc­
releri ile belli form lar inflamatuar reaktif süreçleri yanıltıcı
şekilde taklit eder. Hodgkin lenfom anın histo lo jik ta ­
nısı için, re a k tif hücrelerden oluşan zem inde RS
hücrelerinin y a da vary antların ın saptanm ası gerek­ Resim 11-24 Hodgkin lenfoma, lenfositten baskın tip—lenf nodu.
lidir. immunfenotipleme, Hodgkin lenfomayı reaktif olay­ Çok sayıda matür görünümlü lenfosit seyrek, büyük, soluk boy­
lardan ve diğer lenfoma tiplerinden ayırmada önemli rol anan lenfosittik ve histiyositik varyantları (“ patlamış mısır-popkorn
oynar. Tüm alttiplerde, dalak, karaciğer, kemik iliği ve diğer hücre” ) çevrelemekte.
organların tutulumu olabilir. Tutulum, lenf nodlarındakine (Dr. Robert W. M cKenna’nm izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
442 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Tablo 11-10 Hodgkin ve Non-Hodgkin Lenfomada Klinik


tam olarak bilinmemektedir. EBV ilişkisinin varlığı bir
Evreleme (Ann A rb o r Classification)*
upucu v e rm e k te d ir. M ikst selDülarite ©IgwSarsmBm
% 7 0 ’ inde ve diğer “ k la sik ” Hodgkin lenfoma a m ip ­ Evre Hastalığın Dağılımı
lerinin daha az bir kısm ında R5 hücrelerinde EBV
I Tek bir lenf nodu bölgesinin tutulum u (I) veya tek bir
m evcuttur. Daha önemlisi, tek bir olgudaki RS hücreleri­
ekstralenfatik organ ya da dokunun tutulum u (IE)
nin hepsinde EBV genomunun entegrasyonu aynıdır. Bu bul­
II Diafragmanın aynı tarafında iki ya da daha fazla lenf nodu
gu, enfeksiyonun transformasyondan ve klonal artıştan ön­
bölgesinin tutulum u(ll) veya ekstralenfatik organ ya da
ce gerçekleştiğini (dolayısıyla ilişkili olduğunu) göstermekte­
dokunun contiguous, sınırlı tutulum u (IIE)
dir. Sonuçta, EBV enfeksiyonunun Burkitt lenfomada ve im-
III Diafragmanın her iki tarafında lenf nodu bölgelerinin
munsuprese hastalardaki B hücreli lenfomalarda olduğu gibi,
tutulumu (III), dalağı da içerebilir (HİS), site ekstralenfatik
bu tümörün, özellikle de mikst sellülarite alttipinin gelişimin­
organ ya da bölgenin contiguous, sınırlı tutulum u (IIIE),
deki bazı aşamalardan sorumlu olduğu düşünülmektedir. veya her ikisi (IIIES)
Karakteristik nonneoplastik inflamatuar hücre infiltras-
IV Lenfatik tutulum olsun ya da olmasın, bir ya da daha fazla
yonu birkaç sitokin tarafından meydana getirilir. IL-5 (eozi-
ekstralenfatik organ ya da dokunun multipl veya dissemine
nofilleri çeker ve aktive eder), transforme edici büyüme tutulum odakları
faktörü |3 (fibrojenik bir faktördür) ve IL-3 (otokrin bir me­ *Tüm evreler aşağıdaki sem ptom ve belirtile rin varlığına (A ) ya da yokluğuna (B)
kanizmayla RS hücrelerini uyarır) da dahil olmak üzere bu göre daha ileri ayrım a tabii tu tu lu r: belirgin ateş, gece terlem eleri, norm al vücut
sitokinlerden bazıları, RS hücreleri tarafından üretilir. Diğer ağırlığının % 10’unu aşan, açıklanamayan kilo kaybı.
taraftan, cevap veren inflamatuar hücreler, masum eşlikçi­ C arbone PT, ve ark.’dan: Symposium (A nn A rb o r): staging in Hodgkin disease.
C ancer Res 31:1707, 1971
ler olarak kalmaktan çok, CD30 ligandıgibi ek bir takımfak-
tö rle r üretirler.CD30 ligandının RS hücrelerinin çoğalması
ve hayatta kalmasında ve doku reaksiyonunun gerçekleş­ olamadığı hastalarda mükemmel sonuçlar alınmıştır. Bu
mesinde etkisi vardır. ümit vaad eden bir "hedefe yönelik" tedavidir.

Diğer Lenfoid Neoplaziler


E vrelem e ve K lin ik Özellikler. Hodgkin lenfomalar,
WHO sınıflamasındaki diğer lenfoid neoplaziler arasın­
NHL'lar gibi genellikle ağrısız lenfadenopati ile kendileri­
da belirgin ve klinik olarak önemli özellikler sergileyen
ni gösterirler. Her nekadar NHL ile arasındaki kesin ay­ bazılarından burada kısaca bahsedilecektir.
rım sadece lenf nodu biyopsisinin incelenmesi ile yapıla­
bilse de, bazı klinik özellikler Hodgkin lenfoma yönünde­ Ekstranodal Marjinal Zon Lenfoma
dir (Tablo 11-9). Tanı konduktan sonra, tedaviyi planla­ Bu yavaş seyirli B hücreli lenfoma, mide, tükürük bezi,
mak ve prognozu belirlemek için evreleme yapılır (Tablo ince ve kaim bağırsaklar, akciğerler, göz ve meme gibi
11-10). Daha iyi prognozlu alttiplerden bitinin tanısı ko­ epitelyal dokulardan kaynaklanır. Bu lenfomalar, otoinı-
nan genç hastalar evre I ya da II ile prezante olmaya eği­ mun hastalık (Sjögren sendromu ve Hashimoto tiroiditi
limlidir. Bunlarda genellikle sistemik tutulum yoktur. İle­ gibi) ya da kronik enfeksiyon (H. pylori gastriti gibi) ze­
ri evredeki (evre III ve IV) hastalar ise ateş, kilo kaybı, mininde gelişmeye eğilimlidir. Bu, gelişiminde uzun sü­
pruritus ve anemi gibi sistemik şikayetler ile gelirler. Rad­ reli antijenik uyarının rolü olduğunu göstermektedir. H.
yoterapinin uzun dönem komplikasyonları nedeniyle ev­ pylori ilişkili gastrik ekstranodal marjinal zon lenfomada
re I'deki hastalar bile sistemik kemoterapi ile tedavi edil­ tümör hücreleri çoğalmaları ve hayatta kalmaları için H.
mektedir. Daha ileri evredeki hastalık da genellikle ke­ pylori spesifik T hücreleri tarafından salgılanan sitokinle-
moterapi ile tedavi edilir, bazen büyük kitle içeren bölge­ re ihtiyaç duyduğundan, organizmanın antibiyotik teda­
lere bölgesel radyoterapi uygulanır. Hodgkin lenfomalı visi ile eradikasyonu genellikle tümör hücrelerinin reg-
hastalarda, ileri evrede bile prognoz çok iyidir. Evre IA ya resyonunu sağlar (Bölüm 5). Diğer bölgelerden kaynak­
da IIA hastalığa sahip kişilerde 5 yıllık sağ kalım oranı landıklarında ise, bu lenfomalar genellikle lokal eksizyon
%100'e yakındır. İleri evrede (evre IVA ya da IVB) bile 5 ya da radyoterapi ile tedavi edilirler. Tanımlanan sitoge-
yıllık hastalıksız sağkalım oranı %50 civarındadır. Radyo­ netik anomalüerden en sık görüleni A4ALT1 ile IAP2 gen­
terapi uygulanan ve uzun süre hayatta kalan hastalar, ak­ lerini ilgilendiren (11; 18) translokasyonudur. Klinik öne­
ciğer kanseri, melanom ve meme kanseri gibi bazı malig- me sahip olan t(ll;18)'in gastrik tümördeki varlığı tümö­
niteler açısından daha yüksek risk altındadır. Bu akla ya­ rün antibiyotik tedavisine cevap vermeyeceğine dair
kın sonuçlar, radyoterapi uygulamasını azaltan ve daha güçlü bir veridir.
az toksik kemoterapi ajanlarının kullanımını gerektiren
yeni tedavi rejimenlerinin gelişimini hızlandırmıştır. An- Hairy Cell Lösemi
ti-CD30 antikorları ile konvansiyonel tedavilerin etkin Hairy cell lösemi, ince, saç benzeri sitoplazmik çıkıntılar
içeren lösemik hücrelerin varlığı ile karakterize, az görü­
len, yavaş seyirli bir B hücreli lenfomadır. Tumor hücre­
Tablo 11-9 Hodgkin ve Non-Hodgkin Lenfomaların Klinik Farkları
leri pan-B hücre belirteçleri (CD19 ve CD20), yüzey im-
Hodgkin Lenfoma Non-Hodgkin Lenfoma munglobülini ve C D llc ile CD103 ekspresyonu gösterir­
Tek bir aksiyal nod grubunda Multipl periferik lenf nodu
ler. C D llc ve CD103 çoğu B hücreli tümörde mevcut de­
lokalize olma daha sıktır tutulumu daha sıktır ğildir, bu nedenle tanıda oldukça yararlıdır. Tüm olgular­
(servikal, mediastinal, paraaortik) da serin/treonin kinaz BRAF'ta aktive edici mutasyonlar
Komşuluk yoluyla düzenli yayılım Bitişik olmayan biçimde yayılım vardır. Bu mutasyona başka kanser türlerinde de rastlan-
maktadır (Bölüm 5).
Mezenterik nodlar ve Waldeyer Mezenterik nodlar ve Waldeyer
halkası tutulumu seyrektir halkası tutulumu sıktır Hairy cell lösemi çoğunlukla yaşlı erkeklerde görülür
ve kemik iliğive dalak infiltrasyonu şeklinde kendini gös­
Ekstranodal tutulum seyrektir Ekstranodal tutulum sıktır
terir. Çoğunlukla masif olan splenomegali sık görülür, hat­
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 443

ta bazen tek fizik muayene bulgusudur. Kemik iliği infilt-


rasyonu ve dalakta sekestrasyonlar nedeniyle meydana O Ö ZE T
gelen pansitopeni olguların yarıdan fazlasında görülür. Lenfoid N eoplaziler
Hastaların %15-20'sinde görülen lökositoz ise sık değildir.
Ancak, çoğu olguda perifereik kan yaymalarında seyrek • Sınıflama, hücre kökenine ve diferansiasyon evresine gö­
"hairy cell" görülür. Hastalık yavaş gicüşlidir, ancak teda- re yapılır.
visiz kalırsa ilerler. Pansitopeni ve enfeksiyonlar başlıca • Çocuklarda en sık görülen tipler, öncül b ve T hücrele­
klinik problemlerin nedenidir. Bu tümör, diğer yavaş gi- rinden kaynaklanan akut lenfoblastik lösemiler/lenfoma-
dişli lenfoid neoplazilerden farklı olarak, kemoterapi ajan­ lardır.
larına, özellikle pürin nükleosidlerine son derece duyarlı- • Bu son derece agresif tüm örler, kemik iliği yetmezliği
dır. Tam cevap kesindir ve prognoz mükemmeldir. bulgu ve belirtileri ile ya da hızlı büyüyen kitle olarak
kendilerini gösterirler.
M ikozis Fungoides ve Sezary Sendromu ° Tüm ör hücreleri, diferansiasyonu durduran genetik
Neoplastik CD4+ T hücrelerinin tümörleri olan bu tümör­ lezyonlar içerirler.bu, immatür nonfonksiyonel blast-
ler deride yuvalanırlar. Sonuç olarak, genellikle kütaııöz T ların birikimine yol açar.
hücreli lenfoma olarak kabul edilirler. Mikozis fungoides, ° Erişkinlerde en sık görülen tipler, germinal merkez B
nonspesifik eritrodermik döküntü ile kendini gösterir. Bu hücrelerinden kaynaklanan non-Hodgkin lenfomalar-
döküntü zaman içerisinde ilerleyerek plak evresine ve ar­ dır.
dından tümör evresine girer. Histolojik olarak, neoplastik
K ü ç ü k L e n fo sitik Len fo m a /K ro n ik
T hücreleri sıklıkla serebriform görünüm sergilerler. Bu­
Len fo sitik Lösem i
nun nedeni, nükleer membranlardaki belirgin girintiler­
dir. Bu hücreler epidermisi ve üst dermişi infiltre ederler. • Matür B hücrelerinin tüm örü olan bu tü m ö r genellikle
kemik iliği ve lenf nodu tutulum u ile kendini gösterir.
Hastalıkmilerledikçe, nodal ve viseral yayılım ortaya çı­
kar. Sezary sendromu klinik bir varyant olup, şu özellik­ • Genellikle, enfeksiyona ve otoimmun hastalıklara eğilim
gibi immun sistem anormallikleri ile ilişkili yavaş seyir ti­
ler ile karakterizedir: (1 ) yaygın eksfoliatif eritroderma,
piktir.
(2) periferik kanda tümör hücreleri (Sezary hücreleri).
Plak ya da tümör evresindeki mikozis fungoides olguları­ F@ilikül@r Lenfom a
nın yaklaşık %25'inde dolaşımda tümör hücreleri vardır. • Tüm ör normal germinal merkez B hücrelerinin büyüme
Erken evre mikozis fungoides tanısı alan hastalar genel­ patternini ta klit eder. Çoğu olguda, BCL2 overekspres-
likle uzun yıllar hayatta kalırlar. Tümör evresinde hastalı­ yonuna yol açan (14;18) translokasyonu vardır.
ğı olanlar, viseral hastalığı olanlar ya da Sezary sendromu
olanlar ise ortalama 1-3 yıl hayatta kalırlar. M antle H ü creli Lenfom a
• Matür B hücrelerinin bu tüm örü genellikle lenf nodları,
Erişkin T H ücreli Lösem i/L e n fo m a kemik iliği ve gastrointestinal kanal gibi ekstranodal böl­
Bu, bir retrovirus olan insan T hücreli lösemi virüsü-tip 1 'in gelerin tutulumu ile giden ileri evre bir hastalık olarak
(human T-cell leukemia virus type 1 [HTLV-1]) neden oldu­ kendini gösterir.
ğu CD4+ T hücrelerinin bir neoplazisidir. HTLV-1 enfeksi­ • Hücre siklusunun ilerlemesinde düzenleyici rol oynayan
yonu güney Japonya, Karayip kıyıları ve Batı Afrika'da siklin D 1’in overekspresyonu ile sonuçlanan (11 ;14)
endemiktir. Birleşik Devletlerin güneydoğusu da dahil translokasyonu ile ilişkilidir.
olmak üzere görüldüğü diğer bölgelerde ise sporadiktir.
Bu tümörün patogenezi Bölüm 5'te anlatılmaktadır. D iffüz B ü y ü k B H ü creli Lenfom a
HTLV-1 enfeksiyonu, lenfoid malignitelere ek olarak sant­ • Matür B hücreli tüm örlerin bu heterojen grubu büyük
ral sinir sistemini ve omuriliği etkileyen progresif demiye- hücreli bir morfolojiye sahiptir ve agresif bir klinik davra­
linizan bir hastalık olan transvers miyelite de neden olur. nış gösterir. Bu grup en sık görülen lenfoma tipidir.
Erişkin T hücreli lösemi/lenfoma sıklıkla deri lezyonla- • BCL6 geninde yeniden düzenlenmeler ya da mutasyonlar
rı, lenfadenopati, hepatosplenomegali, hiperkalsemi ve belirlenmiştir. Bu tüm örlerin üçte biri folliküler lenfoma-
periferik kanda değişken miktarlarda malign lenfositlerin dan kaynaklanır ve BCL2 ile ilişkili (14;18) translokasyo­
nu mevcuttur.
varlığı ile karakterizedir. Lösemik hücreler CD4'e ek ola­
rak IL2 reseptörünün a zinciri olan CD25 ekpresyonu B u r k it t Lenfom a
gösterirler. Olguların çoğunda tümör oldukça agresiftir ve • Son derece agresif olan bu matür B hücreli tü m ö r genel­
tedaviye çok az cevap verir. Medyan sağ kalım süresi yak­ likle ekstranodal bölgelerden kaynaklanır.
laşık 8 aydır. Hastaların %15-25'inde hastalık mikozis
• MYC proto-onkogeni ilgilendiren translokasyonlar sap­
fungoidese benzer şekilde kronik bir seyir gösterir. tanmıştır.
P eriferik T H ücreli Lenfom alar • Tümör hücreleri sıklıkla Epstein-Barr virüsü (EBV) ile la­
tent olarak enfektedir.
Bu heterojen tümör grubu erişkin NHL'ların %10-15'ini
oluşturur. Her ne kadar bazı nadir görülen özel alttipler M ultipl M yelom
bu kategoriye girse de, bu gruptaki tümörlerin çoğu sı- • Bu plazma hücre tüm örü multipl litik kemik lezyonları
nıflandırılamayan alttiplerdir. Bunlar genelde agresif tü­ nedeniyle patolojik fraktürler ve hiperkalsemi ile kendini
mörlerdir ve tedaviye az cevap verirler. Ayrıca, bunlar gösterir.
fonksiyonel T hücrelerinin tümörleri olduklarından, tü­ • Neoplastik plazma hücreleri normal humoral bağışıklığı
mör yükü rölatif olarak düşük olsa bile, hastalar sıklıkla baskılar ve nefrotoksik olan parsiyel immunglobülinler
tümör kaynaklı inflamatuar ürünlere bağlı semptomlar­ salgılarlar.
dan şikayetçi olurlar.
444 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

H od g kin Lenfom a id seri hücrelerinin diferansiasyonunu aksatarak kem ik ili­


• Bu tü m ö r re a ktif lenfositler, m akrofajlar ve strom al hüc­ ğinde m yeloid öncüllerin (blastlar) birikim ine yol açar. A k u t
reler içerir. m yeloid lösemideki (15;17) translokasyonu özellikle dikkat
• Malign Reed-Sternberg hücreleri ise tü m ö r kitlesinin kü­ çekicidir. Bu translokasyon, krom o zom 17’deki re tin o ik
çük b ir kısmını oluşturur. asit reseptörü a (RA RA ) geni ile krom o zom 15 ’teki PM L
Tablo 1 1 - 8 ’de spesifik antitelerin özellikleri özetlenm ek­ geninin füzyonuna neden olur. K im e rik genin ürettiği
ted ir. P M L /R A R a füzyo n p ro te in i m yeloid diferansiasyonu
pro m yelo sitik evrede bloke eder. Bunu norm al re tin o ik asit
reseptörlerinin fonksiyonlarını inhibe ederek yaptığı tahmin
Myeloid Neoplaziler edilm ektedir. Bir A vitam ini analoğu (Bölüm 7) olan all-re-
tin o ik asit (A T R A ) farm ako lo jik dozlarda bu bloğun kalk­
Myeloid neoplaziler hematopoietik öncüllerden kaynaklanır­ masını sağlar ve neoplastik prom yelositlerin hızla nötro fille-
lar ve tipik olarak normal kemik iliği hücrelerinin yerini alan re diferansiasyonunu başlatır. Bu nötrofîller, ortalam a 6 sa­
klonal proliferasyonlar gösterirler. Bu tümörler üç ana ka­ atlik b ir yaşam süresinden sonra öldüklerinden, ATRA te­
tegoride toplanırlar. Akut myeloid lösemilerde (AML- davisi tü m ö rü hızla tem izlem iş olur. Etki son derece spesi­
ler), neoplastik hücreler myeloid hücre gelişiminin er­ fik tir; RARA translokasyonu gösterm eyen A M L ’ ler ATRA
tedavisine cevap verm ezler. Son yıllarda, A T R A ve b ir tu z
ken bir evresinde kalmıştır. İmmatür myeloid hücreler
olan a rse n ik trio k sit kom binasyonunun PM L/R A R A
(blastlar) kemik iliğinde birikerek normal elemanların
fü zyo n p ro te in in i p arçalad ığ ı fa rk e d ilm iştir. Bu
yerini alırlar. Ayrıca bu hücreler sıklıkla periferik kanda
kom binasyon te k başına A T R A ’dan ço k daha etkin
da dolaşırlar. M yeloproliferatif hastalıklarda, neoplastik
olup, hastaların % 8 0 ’inde tam tedavi sağlam akta­
klon terminal diferansiasyona kadar devam eder, ancak
d ır. Bu, tü m ö re spesifik m olekü ler kusuru hedefleyen et­
hızlı ya da yanlış düzenlenmiş bir artış sergiler. Genel­ kin tedavilere önem li b ir ö rn ektir.
likle periferik kanda matür elemanlardan birinin ya da Transgenik ya da “ knock-in farelerle yapılan diğer bir ça­
birkaçının (eritrositler, trombositler ve/veya granülosit- lışma da A M L ’deki transkripsiyon fa ktö rü mutasyonlarının
ler) artışı görülür. Myelodisplastik sendromlarâa, terminal hastalık yaratmaya yeterli olmadığını gösterm iştir. A M L ’ de­
diferansiasyon gerçekleşir, ancak bu hatalı ya da etkisiz ki bazı mutasyonların diferansiasyonda hiçbir etkisi yoktur,
bir şekildedir. Bu durum displastik kemik iliği öncülleri­ ancak hücresel proliferasyonda ve hayatta kalmada etkin­
nin görülmesine ve periferik kanda sitopenilere yol açar. dir. Bunun b ir örneği, akut pro m yelo sitik lösemi de dahil ol­
Bu üç kategori, her ne kadar yararlı bir başlangıç nok­ mak üzere bazı A M L alttiplerinde m utasyonlarla aktive olan
tası sağlasa da, myeloid neoplaziler arasındaki çizgiler o tiro zin kinaz reseptörü FLT3’tür. D iğer tiro zin kinaz genle­
kadar keskin değildir. Hem myeloid sendromlar, hem de rinde ve çeşitli kanser tiplerin de mutasyona uğradığı bilinen
myeloproliferatif hastalıklar sıklıkla AML'ye transforme b ir onkogen olan RAS’ta da m utasyonlar saptanmıştır.
olurlar. Bazı neoplaziler hem myelodisplazi, hem de
myeloproliferatif hastalıkların özelliklerini sergilerler.
Bütün myeloid neoplaziler erken multipotent öncüller­
den kaynaklandığından, bu hastalıklar arasında yakın Q M ORFOLOJİ
ilişkiler olması şaşırtıcı değildir. A M L ’de blastlar ya da prom yeloblastlar kem ik iliğinin hüc­
resel kom ponentlerinin % 2 0’den fazlasını oluşturur. Mye-
A ku t M yeloid Lösemi
lo b lastlar (granülosit öncülleri) ince nükleer krom atin, üç-
AML primer olarak yaşlı erişkinlerin hastalığıdır, med­ beş adet nükleol ve ince a zu rofilik sitoplazm ik granüller
yan yaş 50'dir. Daha sonra da bahsedileceği üzere, son içe rir (Resim 1 1 -14 , B). Kırmızı boyanan çubuk benzeri
derece heterojendir. Klinik belirti ve bulgular, ALL'nin belirgin yapılar olan A u e r cisim cikleri myeloblastlarda ve
neden olduklarına çok benzer ve bunlar genellikle nor­ daha diferansiye hücrelerde bulunur. Ö zellikle akut prom -
mal kemik iliği elemanlarının yerini lösemik blastlarm yeloblastik lösemide çok sayıda A u e r cisimciği görülür. (Re­
almasından kaynaklanırlar. Yeni tanısı konan hastalık­ sim 1 1 -2 5 ). A u e r cisim cikleri neoplastik myeloblastlara
larda halsizlik, solgunluk, anormal kanama ve enfeksi­ spesifiktir ve bu nedenle yardımcı b ir tanısal bulgudur.
yonlar sıktır. Bu hastalar semptomların başlangıcından A M L ’ nin diğer alttiplerinde m onoblastlar, eritro bla stlat ya
sonra birkaç hafta içinde kliniğe başvururlar. Splenome- da m egakaryositler baskındır.
gali ve hepatomegali genellikle ALL'deki kadar belirgin
değildir. AML nadiren belirgin bir doku kitlesi (granülo-
sitik sarkom olarak adlandırılır) oluşturarak lenfomayı AML’ler genetic, hücre serisi ve matürasyon de­
S ın ıf la m a .
taklit edebilir. AML'nin tanısı ve sınıflaması, morfolojik, recesi açılarından çeşitlilik gösterirler. Dünya Sağlık Örgü­
histokimyasal, immunfenotipik ve karyotipik bulgulara tü (DS0-WHO) sınıflaması, bu özelliklerin hepsini bir­
dayanır. Bunlar arasında, karyotip prognozu tahmn et­ den temel alarak AM Lleri dört kategoriye ayırır (Tablo
me açısından en önemli olanıdır. 11-11): (1) Prognozu belirlemede ve tedaviyi yönlendir­
mede önemli olan spesifik genetic değişiklikler içeren
AMLTer; (2) çoğu myelodisplastik sendromlardan kö­
PATO G EN EZ ken alan displastik AMLTer; (3) genotoksik kemoterapi
Çoğu A M L, norm al m yeloid diferansiasyon için ge­
sonrasında gelişen AMLTer ve (4) bu özelliklerin hiçbi­
rek li olan tran sk rip siyo n fa k tö rle rin i kodlayan gen­
rini içermeyen AMLTer. Son kategoride yer alan
lerde m utasyo n lar içe rir. Bu m utasyonlar erken myelo­ AMLTer, tümörün sergilediği baskın diferansiasyon tipi­
ne gore alt gruplara ayrılırlar.
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 445

tasında allojenik hematopoietik kök hücre nakli gibi da­


ha agresif tedavi yaklaşımları uygulanmaktadır.

Myelodisplastik Sendromlar
Myelodisplastik sendromlarda (MDS'ler), kemik iliğinin
bir kısmını ya da tamamını, transforme multipotent kök
hücreden üreyen klonal hücreler kaplamıştır. Bu hücre­
ler eritrositlere, granülositlere ve trombositlere diferan­
siasyon yeteneğini korumaktadır, ancak bu diferansias­
yon etkisiz ve düzensizdir. Sonuç olarak, kemik iliği ge­
nellikle hipersellüler ya da normosellülerdir, ancak peri-
ferik kanda bir tip ya da birden fazla tipte hücreyi etki­
leyen sitopeni vardır. Kemik iliğindeki genetik olarak
dengesiz olan anormal kök hücre klonu bir takım ek
Resim 11-25 A kut promyelositik lösemi—kemik iliği aspiratı. Neo- mutasyonlara ve sonuçta AML'ye transforme olmaya
plastik promyelositler çok sayıda azurofilik, kaba granüllere sahip. eğilimlidir. Çoğu olgu idiyopatik olmakla birlikte, bun­
Bilobe nükleollü hücreler ve alanın ortasındaki multipl iğne benzeri lardan bazıları alkilleyici ajanlarla yapılan kemoterapi ya
Auer çomakları içeren hücre diğer karakteristik özellikler. da iyonize radyasyon tedavisi sonrasında gelişmiştir.
(D r. R o b e rt W. M cK e n n a 'n ın izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U niversity o f Texas
Southw estern M e d ica l School, Dallas, T e xa s.)
PATOGENEZ
İm m unfenotip. AML'de immünolojik belirteçlerin eksp- MDS’ nin patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. Sitogene-
resyonları heterojendir. Tümörlerin çoğunda CD13, tik çalışmalar, olguların % 70 kadarında klonal anorm allikler
CD14, CD15, CD64 ya da CD117 (cKIT) gibi myeloid olduğunu gösterm iştir. G enellikle translokasyon yoktu r, an­
ilişkili antijenlerin kombine ekspresyonu görülür. CD33 cak tam krom ozom ların ya da krom o zom parçalarının kay­
pluripotent kök hücrelerde eksprese edilir, ancak mye­ bı ya da kazanımı sıktır. Sık görülen bazı ka ryo tip ik an o r­
loid projenitör hücrelerde de korunmuştur. Bu tür belir­ m a llik le r arasında 5 ya d a 7 m onozom isi; S q, 7q ve
teçler AML'yi ALL'den ayırmada (Resim 11-14'te göste­ 2 0 q delesyonları ve triz o m i 8 sayılabilir. Son çalışmalar­
rildiği gibi) ve sadece minimal bir diferansiasyon göste­ da, 5 q ’da delesyonu gerçekleşen k ritik bölgede ribozom al
b ir proteini ve çeşitli m ik ro R N A ’ ları kodlayan genler oldu­
ren AML'leri belirlemede yardımcıdır.
ğu saptanmıştır. Tüm bu gen kayıplarının, 5q sendrom u adı
Prognoz. AML hızlı ilerleyen bir hastalıktır. "Düşük
verilen b ir MDS alttipinin gelişiminde rolü olduğu düşünül­
riskli" karyotipik anomaliler (t[8 ; 2 1 ], inv[16]) gösteren
m ektedir. Daha çok kadınlarda görülen bu sendrom da ağır
tümörlerde uzun dönem hastalıksız sağ kalım şansı
anemi ve norm al ya da yüksek tro m b o s it sayıları söz konu­
%50'dir. Ancak tüm hastaların sağ kalım oranı gelenek­
sudur. Sıklıkla, talidom id analogları ile yapılan tedaviye ce­
sel kemoterati ile sadece %15-30'dur. ATRA ve arsenic vap verir. Talidomidin, he m atopoietik öncüller ile kem ik ili­
tuzları ile yapılan hedefe yönelik tedavinin akut prom­ ğinin strom a hücreleri arasındaki ilişkide etkisi olduğu düşü­
yelositik lösemilerde sağladığı prognostik gelişme bir nülm ektedir.
umut ışığı olmuştur. Her geçen gün daha fazla AML has-

Tablo 11-11 A k u t Myeloid Lösemi (AML)’de W H O Sınıflaması Q MORFOLOJİ


Sınıf Prognoz MDS’ lerde, kem ik iliği anorm al görünüm lü hem atopoietik
öncüller ile doludur. Daha sık görülen anormal öze llikle r
1. Rekürran K rom ozom al Translokasyon içeren A M L
arasında megaloblastik anem ilerde görülenlere benzeyen
t(8;21)(q22;q22); C B F A / E T O füzyon genii AML Uygun m egaloblastoid e ritro id öncüller, m itoko nd rile rind e
İnv(16)(p13;q22); C B F B / M Y H 1 1 füzyon genii AML Uygun d e m ir birikim i odaklan içeren e ritro id hücreler (ringed-
t(15;17)(q22;q21.1); P M L / R A R A füzyon genii AML Uygun h a lka sid ero b lastlar), anorm al granüller içeren ya da
t(11q23;variant); M L L füzyon genii AML Kötü anorm al nükleer m atürasyon gösteren granülosit öncülleri
Mutant N P M V l i AML Değişken ve te k küçük nükleoleya da m ultipl nükleollere sahip küçük
II. Multilineage Displazi’li AM L m egakaryositler sayılabilir.

Öncesinde miyelodisplastik sendrom Çok kötü


Öncesinde miyelodisplastik sendrom olmayan Kötü
Bu sendromlann genellikle nadir görüldüğü belirtike de,
III. AM L, Tedavi ile ilişkili artık MDS'ye AML kadar sık rastlandığı bilinmektedir. Bir­
Alkilleyici ajanlar ile ilişkili Çok kötü leşik Devletler'de yılda 15.000 MDS hastası görülmektedir.
Epipodophyllotoxin ile ilişkili Çok kötü MDSTi hastaların çoğu 50-70 yaşlar arasındaki kişiler­
IV. AM L, Ö ze llik G österm eyen ( N o t O th e rw ise Classified)
dir. Çoğu hastada, sitopeniler nedeniyle enfeksiyonlar,
anemi semptomları ve kanamalar vardır. Geleneksel ke-
Yaygınlık ve diferansiasyon tipine göre O rta derecede moterapiye cevap genellikle azdır. Bunun nedeninin,
tanımlanan subgruplar (ör. myelositik, monositik)
MDS'nin kök hücre hasarı zemininde gelişmesi olduğu
N P M 1 , n u c le o p h o s m in 1; W H O , D ü n y a S a ğ lık Ö r g ü t ü ( W o r l d H e a lth düşünülmektedir. AML'ye transformasyon olasılığı
O r g a n iz a t io n )
%10-40'tır. Prognoz ise değişkendir. Medyan sağ kalım
netik olarak
er nedeniyle
tik , e ritro id ,
zı durum lar-
jm tü m ö rü n
îynaklandığı-
n derece ka-
% 25’ inde ve

IR parçaları-
füzyon pro-
ıyatta kalma-
bu faktörle -
iiyüme fak-
»rünün ak-
■dan üreti-
azalm ıştır.
en hastalığın
■izedir. BCR-
bulunsa da,
ırak bilinme-
negakaryosit

.ökosit sayısı
:k derecede
olarak nöt-
rdir (Resim
e belirgindir;
itların küçük
kla p e rife rik
ıgakaryositik
lye lob la stlar
olan dalağın
ıpoiez nede-
ıroliferasyon
in ik in fa rtla r

riferik kan yay-


itik hücreler iz-

U niversity o f Texas
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 447

K lin ik Ö z e llik le r ve diğer büyüme faktörü resptörlerinin aktive ettiği sin­


KML genellikle sinsi başlangıçlıdır. Başlangıçtaki semp­ yal yolaklarında etkin olan bir tirozin kinazdır. En sık
tomlar genellikle nonspesifiktir (ör. kolay yorulma, hal­ görülen JAK2 mutasyonu 617. sıradaki fenilalaninin ye­
sizlik, kilo kaybı). Bazen ilk semptom splenomegalinin rine valinin geçmesidir. Bu mutasyon hematopoietik
neden olduğu batında dolgunluk hissidir. Bazen KML'yi hücrelerin çoğalma ve hayatta kalması için büyüme fak­
"lökomoid reaksiyon"dan ayırd etmek gerekebilir. Bu, törlerine bağımlılığının azalmasına yol açar. Bu duru­
enfeksiyon, stres, kronik inflamasyon ya da bazı neopla- mun, hastalığın patogenezinde önemli bir rolü vardır.
zilere cevap olarak granülosit sayısındaki aşırı artıştır.
KML ve lökomoid reaksiyon arasındaki ayrım, karyotip-
leme, floresan in situ hibridizasyon ya da PCR yöntemi MORFOLOJİ
ile BCR-ABL füzyon geni varlığını araştırarak kesin ola­
rak yapılabilir. Polisitemi verada görülen başlıca anatom ik değişiklikler, po­
KML'nin doğal seyri başlangıçta yavaştır. Medyan lisitemi nedeniyle kan hacminin ve vizkositesinin artmasın­
sağ kalım süresi tedavisiz bile 3 yıldır. Değişken (ve tah­ dan kaynaklanır. Birçok dokudaki p le to rik konjesyon ka­
min edilmesi mümkün olmayan) süre geçtikten sonra, ra kte ristiktir. Karaciğer büyüm üştür ve sıklıkla küçük ekst-
KML'lerin yaklaşık yarısı hızlanmış döneme (akselere ram edüller hem atopoiez odakları içerir. Dalak, vasküler
faz) girer. Bu dönem, aneminin artması, trombositopeni konjesyon nedeniyle genellikle hafif büyüm üştür (2 5 0 -3 0 0
gr). V izko site artışı ve vask ü ler sta zın sonucu ola­
gelişmesi, ek sitogenetik anomalilerin meydana gelmesi
r a k , ö zellikle ka lp te, d a lak ta ve bö breklerd e tro m -
ve son olarak akut lösemiye benzer bir tablonun ortaya
b ü sler ve in fa rk tü sler sık tır. Hastaların yaklaşık üçte bi­
çıkışı ile karakterizedir. Geri kalan %50 olguda, blast
rinde kanamalar görülür. Bunun nedeninin, kan dam arların­
krizi hızlanmış dönem olmadan aniden ortaya çıkar. Ol­
daki aşırı distansiyon ve anormal tro m b o s it fonksiyonları
guların %30'unda blast krizi prekürsör B hücreli ALL'ye olduğu düşünülm ektedir. Bu, en sık olarak gastrointestinal
benzer. Bu, KML'nin kökeninin hematopoietik kök hüc­ kanalda, orofarinkste ve beyinde meydana gelir. Kanama
re olduğunu bir kez daha göstermektedir. Geri kalan spontan olarak gerçekleşebilir; ya da daha sık olarak m in ö r
%70 olguda, blast krizi AML'ye benzer. Daha nadiren, travm a ya da cerrahi işlemlerden sonra görülür. N eoplastik
KML primer myelofibroza benzer şekilde yaygın kemik klon tarafından üretilen tro m b o sitle rd e fonksiyon bozuklu­
iliği fibrozisine progrese olur. ğu vardır. Bu durum un, tro m b o z ve kanama gelişimi riski­
Hedefe yönelik tedavilerin ortaya çıkışı ile KML'nin nin yüksek olmasında rolü vardır. KM L’de olduğu gibi, pe-
doğal gidişi dramatik şekilde değişmiştir. İmatinib ve ni- rife rik kanda sıklıkla bazofili görülür.
lotinib gibi BCR-ABL tirozin kinaz inhibitörleri, hastala­ Kemik iliği, eritro id , m yeloid ve m egakaryositik hücre­
rın büyük bir bölümünde çok az toksisite oranı ile tam lerdeki artış nedeniyle hipersellülerdir. Buna ek olarak, has­
remisyon sağlamaktadır. Tirozin kinaz inhibitörü teda­ taların % 1 0 ’ unda tanı sırasında bir m ikta r fibrozis de vardır.
visi, özellikle erken dönem hastalığı olanlarda kalıcı re­ Hastaların bir kısmında bu fibrozis, kem ik iliğinin yerini fib-
misyon sağlar ve ek mutasyonlarm kazanılmasına ze­ roblastların ve kollajenin aldığı “ spent faz” a ilerler.
min hazırlayan proliferatif aktiviteyi baskılayarak blast
krizinin ortaya çıkmasını engeller. Tirozin kinaz tedavi­
si alan hastalarda relaps meydana geldiğinde, sıklıkla tü­
mörde BCR-ABL'nin kinaz bölgesinde ilacın bağlanma­ K lin ik S eyir
sını engelleyen ek mutasyonlar meydana geldiği sapta­ Polisitemi vera genellikle geç orta yaş döneminde sinsi
nır. Retrospektif çalışmalarda, bu mutasyonlarm tanı başlar. Hastalar pletorik ve sıklıkla siyanotiktir. Neoplas­
konduğu sırada az sayıdaki hücrede var olduğu saptan­ tik bazofillerden salman histamin nedeniyle pruritus ve
mıştır. Bu hücrelerin seçici olarak çoğalması BCR-ABL peptik üılserasyon riskinde artış söz konusudur. Diğer şi­
inhibitörlerinin güçlü antitümör etkisine bağlanmıştır. kayetler tromboza ve kanamaya eğilim ve hipertansiyon
Bu durum, dolaylı olarak birçok rezistan tümörün BCR- nedeniyledir. Baş ağrısı, sersemlik, gastrointestinal semp­
ABL tarafından yaratılan büyüme sinyallerine "bağımlı" tomlar, hematemez ve melena sıktır. Hücre döngüsü hızlı
olduğunu göstermektedir. Rezistan hastalığı olanlarda, olduğundan, olguların %5-10'unda semptomatik gut, da­
hematopoietik kök hücre transplantasyonu hastaların ha çok hastada da asemptomatik hiperürisemi görülür.
%70'inde küratiftir, ancak bu tedavi özellikle yaşlılarda Tanı genellikle laboratuvar yöntemleri ile konur. Erit­
önemli riskler taşımaktadır. rosit sayısı 6-10 milyon/pL'nin, hematokrit ise %60'ın üze­
rindedir. Granülosit sayısı 50,000 hücre/pL'ye kadar
P o lycyth e m ia V e ra yükselebilir, trombosit sayısı ise sıklıkla 400,000/pL'nin
Polisitemi vera eritroid, granülositik ve magakaryositik üzerine çıkar. Bazofili sık görülür, çoğu olguda trombo-
elemanlarda yoğun proliferasyon ile karakterizedir sitler fonksiyonel olarak anormaldir. Kanda genellikle
(panmyelozis). Ancak çoğu klinik bulgu ve belirti eritrosit­ dev trombositler ve megakaryosit fragmanları görülür.
lerdeki mutlak artışa bağlı olarak ortaya çıkar. Polisitemi Hastaların yaklaşık %30'unda genellikle beyni ya da kal­
vera, hemokonsantrasyondan kaynaklanan rölatif polisi- bi etkileyen trombotik komplikasyonlar gelişir. Budd-Chi-
temiden ayırd edilmelidir. Mutlak polisiteminin reaktif ari sendromuna yol açan hepatik ven trombozu nadir
tiplerinden farklı olarak, polisitemi verada serum eritro- görülen ancak ölümcül olan bir komplikasyondur. Mi­
poietin seviyeleri düşüktür. Neoplastik klonun büyüme nör kanamalar (örneğin epistaksis ve dişeti kanaması)
faktörlerinden bağımsız olduğunun göstergesi olan bu sıktır. Hayatı tehdit eden kanamalar ise hastaların %5-
durum, JAK2'deki active edici mutasyonlarm varlığın­ 10'unda meydana gelebilir. Tedavi almayan hastalarda,
dan kaynaklanmaktadır. JAK2, eritropoietin reseptörü aylar içinde gelişen vasküler komplikasyonlar ölüm se-
448 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

bebidir. Bununla birlikte, flebotomiler ile eritrosit sayısı­


nın normale yakın bir seviyeye düşürülmesi sayesinde,
medyan sağ kalım süresi yaklaşık 1 0 yıla kadar uzatıla­
bilir.
Ne yazık ki, uzun sağ kalım polisitemi veranın pri­
mer myelofibroza benzeyen "spent faz"a girmeye eğili­
mini ortaya çıkarmıştır. Ortalama 10 yıl gibi bir süreden
sonra, olguların %15-20'sinde bu transformasyon görü­
lür. Yaygın kemik iliği fibrozisi nedeniyle, hematopoiez
dalağa kayar ve dalak belirgin şekilde büyür. AML ile
aynı olan "blast krizi"ne transformasyon da meydana
gelebilir. Ancak bu KML'de görüldüğünden çok daha
nadirdir. JAK2'yi hedefleyen inhibitörler ile klinik çalış­
malar yapılmaktadır.

Primer Myelofîbroz Resim 11-27 Primer myelofibroz—periferik kan yayması. Nükleus­


lu iki eritroid seri öncülü ve birkaç gözyaşı şekilli eritrosit (dakrosit-
Primer myelofibroz olarak bilinen myeloproliferatif has­ ler) izlenmekte. Diğer alanlarda immature myeloid hücreler mev­
talıkta, erken dönemde kemik iliği fibrozisinin geliştiği cut. Aynı histolojik görünüm kemik iliği düzensizliğine ve fîbrozisine
bir "spent phase" ortaya çıkar. Bu durum, sıklıkla kısa bir neden olan başka hastalıklarda da izlenebilir.
granülositoz ve trombositoz döneminden sonra meydana
gelir. Hematopoiez, fibrotik kemik iliğinden dalak, kara­
ciğer ve lenf nodlarma kaydığında ileri derecede spleno- geçebilir. G enellikle m ultipl olan su b k ap sü ler sp lenik in-
megali ve hepatomegali ortaya çıkar. Bu bölgelerdeki fa rk la r da sık görülür, ekstram edüller hem atopoiez alan­
larında genellikle çok sayıda m egakaryosit vard ır ve bunlar
ekstramedüller hematopoiez düzensiz ve yetersizdir. Bu
ileri derecede atipik m o rfo lo jik öze llikle r sergilerler. Ekst­
nedenle anemi ve trombositopeni görülür. Nötropeni de
ram edüller hem atopoieze bağlı o rta derecede hepatom e­
gelişebilir, ancak hafif dereceli olmaya eğilimlidir.
gali de görülebilir. Lenf nodlarında da ekstram edüller he­
m atopoiez vardır, ancak bu farkedilecek kadar büyümeye
yol açmaz, ileri evre olgularda k e m ik iliği hiposellüler ve
PATO G EN EZ diffü z olarak fib ro tik tir. Erken evrelerde ise hipersellüler
Kem ik iliğinde kollajeni üreten fibro blastlar neoplastik de­ olup, sadece fokal fibrozis görülür. Hastalığın seyri boyun­
ğildir. Kem ik iliği fibrozisi he m atopoietik hücrelerdeki dü­ ca, kem ik iliğindeki m egakaryositler genellikle sayıca a rt­
zen bozukluğuna sekonder olara k gelişir. Fibroblast pro- m ıştır ve displastiktir.
liferasyonunun, n eo plastik m egakaryositlerin salgı­
ladığı tro m b o sit ka yn aklı büyüm e fa k tö rü (plate-
let-derived growth fa cto r) ve tran sform e edici bü­ Klinik Seyir
yüm e fa k tö rü |3 (tran sform in g growth facto r |3) ta ­ Hastalık, klinik olarak dikkati çektiği sırada, kemik iliği
rafından uyarıldığı d ü şü n ü lm ekted ir. Hastalık klinik fibrozisi aşamasına kadar ilerlemiştir. Erken evre hasta­
olara k fa rk edildiğinde, genellikle kem ik iliği fibrozisi ve lık KML'yi düşündürecek özellikler gösterir, ancak Ph
ekstram edüller hem atopoiez gelişmiştir. Daha nadiren, ta­ kromozomu yoktur. Çoğu hastada tanı sırasında orta de-
nı sırasında kem ik iliği fibrozisi h a fiftir ve klinik tablo diğer receli-şiddetli anemi vardır. Beyaz kan hücresi sayısı
m ye lo p ro life ra tif hastalıklarınkine benzer. normal, azalmış ya da belirgin olarak artmış olabilir. Er­
Patojenik ve olasılıkla te ra p ö tü k öneme sahip noktalar­ ken evrede, trombosit sayısı normal ya da artmıştır, an­
dan biri de, polisitemi verada görülen aynı JAK2 mutasyo- cak sonunda trombositopeni ortaya çıkar. Hücre döngü­
nunun (617. sıradaki penilalaninin valine değişimi) p rim e r sü hızlı olduğundan, hiperürisemi ve gut klinik tabloda
m yelofibroz olgularının yaklaşık yarısında görülmesi (esan- kendini gösterir.
siyel trom bo sitem i olgularında da aynı oranda gö rü lü r), bu Bu hastalığın seyri değişkendir, ancak medyan sağ
antiteler arasındaki örtüşm eye de d ikka t çekm ektedir. A y­ kalım süresi 4-5 yıldır. Trombosit anomalilerinden kay­
nı mutasyonu gösteren tü m ö rle rin neden farklı klinik tablo­
naklanan trombotik ve hemorajik ataklar görülür, sple­
lar sergiledikleri bilinm em ektedir.
nik infarktlar sıktır. Hastaların %5-15'i AML'ye benze­
yen blast krizine girer.

M ORFOLOJİ
P eriferik kan yayması belirgin şekilde anorm aldir (Resim
1 1 -2 7 ). E ritro sitle r genellikle anorm al şe k ille r (po-
ik ilo sitle r, gözyaşı dam lası h ü cre le ri) serg ilerler.
M yeloid tü m ö rle r yetişkinlerde g ö rü lü r ve üç grupta incele­
N ükleuslu e ritro id seri öncüllerine sıklıkla im m atür beyaz
nir:
hücreler (m yelositler ve m etam yelositler) de eşlik ederler.
Bu kombinasyon bu kombinasyon “ lökoe ritro blastozis” • A k u t m yelo id lö se m ile r (A M L ’ le r)
olarak adlandırırlır. Ayrıca, anorm al büyüklükte tro m b o sit- ° İmmatür myeloid seri blastlarından meydana gelen bu
le r de bulunur. D alak, şiddetli ekstram edüller hem atopo­ agresif tüm örler kemik iliğini kaplar ve normal hema-
iez nedeniyle, belirgin b ü yü ktü r ve bazen ağırlığı 4 0 0 0 g r’ ı topoiezi baskılar.
g a S S B M B B IB B S B vr -ğ g ğ k il s

Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 449

0 Myeloid diferansiasyonu engelleyen anormal transk­ Bu görünümleri ile doku makrofajlarma (morfologlar ta­
ripsiyon faktörlerinin ekspresyonuna neden olan çe­ rafından histiyositler adı verilir) daha çok benzediklerin­
şitli edinsel mutasyonlar vardır. den Langerhans hücreli histiyositoz terimi kullanılır.
Langerhans hücreli histiyositozlar üç farklı klinikopa-
• M yelo p ro liferatif h a s ta lık la r
tolojik antite şeklinde kendilerini gösterebilirler. Multi-
0 Tam gelişmiş myeloid elemanların satıca arttığı myelo­ sistem Langerhans hücreli histiyositoz (Letterer-Siwe hasta­
id tüm örlerde, başlangıçta kanda hücre sayısı artar ve
lığı) genellikle 2 yaşından küçük çocuklarda görülür. Ti­
ekstramedüller hematopoiez görülür.
pik olarak, seboreik deri döküntülerine benzeyen ve
0 Normal büyüme faktörlerinin sinyallerini taklit eden ti- Langerhans hücrelerinden oluşan multifokal kütanöz
rozin kinazların aktivasyonuna yol açan edinsel mutas­
lezyonlar ile kendini belli eder. Çoğu hastada hepatosp-
yonlar vardır. Patojenik kinazlardan en sık görüleni
lenomegali, lenfadenopati, pulmoner lezyonlar ve (kli­
BCR-ABL (KML ile ilişkili) ve mutasyona uğramış
nik seyirde geç dönemde görülen) destrüktif osteolitik
JAK2’dir (polisitemi vera ve primer myelofibroz ilişkili).
kemik lezyonları vardır. Kemik iliğinin yaygın infiltras-
0 Bu hastalıkların hepsi akut lösemiye ve anemi, trom-
yonu genellikle pansitopeniye yol açar; otit media ve
bositopeni ve splenomegali ile ilişkili kemik iliği fibro-
mastoidit gibi reküran enfeksiyonlara eğilimi artırır.
zisine transforme olabilir.
Hastalı tedavisiz bırakılırsa hızlı ve ölümcül seyreder.
* M ye lo d isp lastik se n d ro m la r
Yoğun kemoterapi ile hastaların %50'si 5 yıl hayatta ka­
0 Bunlar düzensiz ve etkisiz hematopoiez ile karakteri- labilir.
ze, tam olarak anlaşılamamış olan myeloid tüm örler­ Ünisistem Langerhans hücreli histiyositoz (eozinofilik
dir. granülom) ünifokal ya da multifokal olabilir. Genellikle
0 Bir ya da birden fazla sitopeni ile kendilerini gösterir­ kemiklerin medüller kavitelerinde ya da daha sıklıkla
ler ve olguların %10-40’ı AM L’ye transforme olur. deride, akciğerlerde ya da midede Langerhans hücrele­
rinden oluşan ve genişleyen eroziv birikimler ile karak-
terizedir. Langerhans hücreleri değişken miktarlarda
Histiyositik Neoplaziler lenfositler, plazma hücreleri, nötrofiller ve eozinofiller
ile karışık halde bulunurlar. Eozinofiller her zaman ol­
Langerhans Hücreli Histiyositozlar masa da genellikle baskın hücre tipidir. İskelet sistemin­
Histiyositoz terimi, dendritik hücrelerin ya da makrofaj- deki herhangi bir kemik tutulabilir; kalvaryum, kabur­
larm çeşitli proliferatif hastalıkları için kullanılan bir tür galar ve femur en sık tutulan kemiklerdir. Asemptoma-
"şemsiye" tanımlamadır. Oldukça nadir görülen histiyo­ tik olabilir ya da ağrı, hassasiyet ya da patolojik kırıkla­
sitik lenfomalar gibi bazı histiyositik neoplaziler son de­ ra yol açabilir. Spontan olarak iyileşebilen ya da lokal ek-
rece malign tümörlerdir. Diğerleri ise, lenf nodlarmdaki sizyon veya radyasyon ile tedavi edilebilen yavaş seyirli
çoğu histiyositik proliferasyonlar gibi tamamen benign bir hastalıktır. Tek sistemi etkileyen, ancak multifokal
ve reaktiftir. Bu iki uç nokta arasında ise Langerhans olan bu hastalık daha çok çocuklarda görülür ve tipik
hücrelerinin oluşturduğu, Langerhans hücreli histiyositoz­ olarak, bazen yumuşak dokuya da uzanan multipl ero­
lar adı verilen ve nispeten nadir görülen tümör grubu ziv kemik kitleleri ile kendini gösterir. Olguların yakla­
yer alır. Bölüm 4'te de tanımlandığı üzere, Langerhans şık %50'sinde hipotalamusun posterior hipofiz sapının
hücreleri epidermiste bulunan immatür dendritik hücre­ tutulumu diabetes insipitusa neden olur. Kalvaryumda
lerdir. Diğer organlarda da benzer hücreler bulunur ve kemik defektleri, diabetes insipitus ve ekzoftalmus
bunlar antijenleri yakalama ve T hücrelerine gösterme Hand-Schüller-Christian triadı olarak adlandırılır. Çoğu
fonksiyonu görürler. hastada spontan regresyonlar görülür, diğerleri ise ke­
Langerhans hücre proliferasyonları çeşitli klinik tablo­ moterapi ile etkin şekilde tedavi edilebilirler.
lar sergilerler. Ancak bunların hepsinin temelde aynı Hastalığın farklı klinik formlarında seriıı/treonin kinaz
hastalığın varyasyonları olduğuna inanılmaktadır. Proli- BRAF'ta edinsel ıııutasyonların oldukça sık olarak görülme­
ferasyon halindeki Langerhans hücreleri MHC sınıf II si, Langerhans hücreli tümörlerin patogenezi konusunda f i ­
antijenleri, C D la ve langerin eksprese ederler. Langerin, kir veren önemli bir bulgudur. Bu mutasyonda 600. sırada
Birbeck granüllerinde bulunan bir transmembran protein­ valinin yerini glutamatm alması kinazm hiperaktivitesi-
dir. Sitoplazmadaki çomak benzeri yapılar olan Birbeck ne yol açar. Hairy cell lösemi, benign nevüsler, malign
grandilerinin elektron mikroskobik incelemede karakte­ melanom, papiller tiroid karsinomu ve bazı kolon kan­
ristik periyodik tekrarlamalar ve bazen dilate terminal serleri gibi çeşitli tümörlerde de aynı mutasyma rastlanır
uç ("tenis raketi" görünümü) içerdikleri saptanır. Işık (Bölüm 5). BRAF, hücresel hayatta kalımı ve proliferas-
mikroskobunda ise prolifasyon halindeki Langerhans yonu teşvik eden Ras sinyalizasyon yolağının bir kom-
hücreleri normal dendritik hücrelere benzemezler. Geniş ponentidir ve neoplastik Langerhans hücrelerinin çoğal­
vakuoler sitoplazmaya ve veziküler nükleole sahiptirler. masında rolü vardır.

KANAMA HASTALIKLARI
Kanama hastalıkları, klinik olarak spontan ya da mi­ laşmada damar duvarının, trombositlerin ve pıhtılaşma
nimal bir başlangıç olayının (örneğin travma ya da cer­ faktörlerinin rolü vardır. Bu komponentlerden herhangi
rahi) ardından gelişen anormal kanamalar ile karakteri- birindeki bir anormallik klinik olarak belirgin kanama­
zedir. Bölüm 3'te de tanımlandığı üzere, normal pıhtı­ lara yol açabilir. Olası bir kanama hastalığından kuşku-
450 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

lamları hastaların incelemelerinde başvurulan laboratu­ ğu zaman koagülasyon ile ilgili laboratuvar testleri nor­
ar testleri ve ana değerlendirme ilkeleri bir sonraki kı­ maldir. Ayrıca kanamalar, endotel hücrelerinde inflamasyon
sımda özetlenmektedir. Ardından lcoagülasyon ile ilgili ve hasara neden olan sistemik durumlar tarafından da tetik­
spesifik hastalıklardan bahsedilecektir. lenebilir. Bu etkenler yeterince şiddetli ise tüm dolaşım
Koagülopatiden kuşkulamldığmda yapılan en önemli sistemi boyunca vasküler yüzey koagülasyonu aktive
incelemeler: eden protrombotik bir yüzeye dönüşür. Bu durum, dis-
» Protrombin zamanı (PT). Bu test ekstrinsek ve genel ko- semine intravasküler koagülasyon (DÎK) (diğer kısımda
agülasyon yolaklarım değerlendirmek için yapılır. Do­ bahsedilecek) olarak adlandırılır. Paradoksal olarak,
ku tromboplastini (ör. beyin ekstresi) ve Ca2+ iyonları DİK'da trombositler ve koagülasyon faktörleri yenilen­
eklendiğinde plazmanın pıhtılaşması için geçen zama­ melerinden daha hızlı bir şekilde harcanırlar. Sonuçta,
nın (saniye olarak) ölçümüdür. Uzamış PT'nin olası ne­ bunların eksiklikleri şiddetli kanamalara yola açar (tüke­
denleri, faktör V, VII, X, protrombin ya da fibrojen ek­ tim koagiilopatisi olarak adlandırılan durum).
sikliği ya da ekstrinsek yolağın ilerlemesini durduran Trombosit eksiklikleri (trombositopeni) önemli kanama
edinsel bir inhibitor (tipik olarak bir antikor) varlığıdır. nedenlerindendir. Bunlar, daha sonra bahsedilecek olan
• Parsiyel tromboplastin zamanı (PTT). Bu test ile intrin- çeşitli klinik tablolarda görülürler. Diğer kanama hasta­
sek ve genel koagülasyon yolakları değerlendirilir. lıkları ise trombosit fonksiyon kusurlarından kaynaklanır­
Kaolin, sefalin ve Ca2+ eklendikten sonra plazmanın lar. Bu kusurlar, üremi, çeşitli myeloproliteratif hastalık­
pıhtılaşması için gereken zamanı (saniye olarak) öl­ lar ve aspirin alımı gibi edinsel nedenlerle olabileceği gi­
bi, von Willebrand hastalığı ve diğer nadir doğumsal
çer. Kaolin temasa bağlı faktör olan faktör XU'yi akti-
hastalıklar gibi kalıtsal nedenli de olabilir. Yetersiz
ve eder, sefalin ise trombosit fosfolipidlerinin yerine
trombosit fonksiyonunun klinik belirtileri, kolay morar­
geçer. PTT'nin uzaması, faktör V, VIII, IX, X, XI, XII,
ma, burun kanaması, minör travma sonrası şiddetli ka­
protrombin ya da fibrinojen eksikliğinden ya da int-
nama ve menorajidir.
rinsek yolağın ilerlemesini engelleyen edinsel bir in­
Bir ya da birden fazla koagülasyon faktöründeki kusurlar­
hibitor varlığından kaynaklanır.
dan kaynaklanan kanama hastalıklarında PT, PTT ya da her
• Trombosit sayısı. Koagülasyonu durdurulmuş kanda
ikisi birden uzamıştır. Trombosit kusurlarından farklı ola­
elektronik partikül sayıcı kullanılarak saptanır. Nor­
rak, genellikle peteşti ve mukozal kanamalar olmaz. Ka­
mal değerler 150,000-450,000/pL arasında olmalıdır.
namalar vücudun travmaya açık bölgelerinde, örneğin
Bu aralığın dışında kalan değerler, periferik kan yay­
alt ekstremite eklemlerinde meydana gelir. Cerrahi, den­
masında görsel inceleme yapılarak doğrulanmalıdır.
tal müdahaleler ya da ağır travma sonrası masif kanama­
® Trombosit fonksiyon testleri. Günümüzde, karışık trom­ lar görülür. Bu kategori içerisinde, önemli bir kalıtsal ko­
bosit fonksiyonlarının hepsini birden yeterli şekilde agülasyon hastalığı grubu olan hemofililer yer alır.
değerlendirecek tek bir test henüz yoktur. Trombosit- Kusurların kombinasyonu sonucu meydana gelen kana­
lerin belli agonistlere karşı cevabını ölçen trombosit malar da nadir değildir. Hem trombositopeni hem de ko­
agregasyon testleri ve von Willebrand faktörü (subvas- agülasyon faktörü eksikliklerinin kanamada rol oynadı­
küler kollajene trombosit adezyonu için gereklidir) ğı DİK'da ve hem trombosit fonksiyonlarının hem de
için kalitatif ve kantitatif testler klinik pratikte sık ola­ (daha az oranla) koagülasyon faktörü fonksiyonlarının
rak kullanılan testlerdir. Daha eski bir test olan kana­ bozuk olduğu von Willebrand hastalığında meydana ge­
ma zamanının da bir değeri vardır, ancak bu test hem len durum budur.
zaman alıcı olduğundan, hem de standardizasyonu Bu genel bilgilerden sonra, şimdi spesifik kanama
zor olduğundan artık nadiren kullanılmaktadır. Trom­ hastalıklarına geçebiliriz.
bosit fonksiyonlarını kantitatif olarak ölçen yeni ci­
hazlar gelecek vaad etmektedir, ancak klinikte rutin
kullanım için hala uygun değildirler. DİSSEMİNE İNTRAVASKÜLER
Ek olarak, spesifik pıhtılaşma faktörlerinin ve fibrin yı­ KO AG Ü LASYO N
kım ürünlerinin seviyelerini ölçen ya da dolaşımdaki
antikoagülan maddelerin varlığını değerlendiren daha Dissemine (yaygın) intravasküler koagülasyon (DİK) çok
özelleşmiş testler de vardır. çeşitli hastalıkların komplikasyonu olarak meydana gelebi­
Kanama hastalıkları, damarlardaki, trombositlerdeki lir. DİK, koagiilasyonun sistemik aktivasyonundan kaynak­
ya da koagülasyon faktörlerindeki anormalliklerden (tek lanır ve tüm mikrodolaşım boyunca trombüs oluşumlarına
başına ya da kombinasyon halinde) kaynaklanır. Vaskü- yol açar. Sonuç olarak, trombositler ve koagülasyon faktörle­
ler dayanıksızlık nedeniyle meydana gelen kanamalar C ri tüketilir ve fibrinoliz aktive olur. Böylece DİK, ya mik-
vitamini eksikliğinde (skorbüt) (Bölüm 7), sistemik ami- rotrombüsler nedeniyle doku hipoksisi ve mikroinfarkt-
loidoz (Bölüm 4), kronik glukokortikoid kullanımı, bağ lara, ya da fibrinolizin patolojik aktivasyonu ve hemos-
dokusunu etkileyen nadir kalıtsal hastalıklar ve birçok taz için gerekli elemanların eksikliği nedeniyle kanama
enfeksiyöz ve hipersensitivite vaskülitlerinde görülür, hastalığına (yani tüketim koagülopatisine) yol açar. Bu
bu vaskülitler arasında meningokoksemi, enfektif endo- antite tüm doğumsal koagülasyon bozukluklarından da­
kardit, riketsiyel hastalıklar, tifo ve Henoch-Schönlein ha sık bir kanama nedeni olarak karşımıza çıkar.
purpurası sayılabilir. Bu hastalıkların bazılarından diğer
bölümlerde bahsedilmektedir, bazıları da bu kitabın
kapsamının dışında kalmaktadır. Sadece vasküler daya­ PA TO G EN EZ
nıksızlıktan kaymaklanan kanamalar, deri ve müköz DİK ile ilişkili spesifik hastalıklardan bahsetmeden önce, int­
membranlarda peteşi ve ekimozlarm "spontan" ortaya ravasküler pıhtılaşmanın gelişimindeki patojenik mekaniz-
çıkması (minör travma nedeniyle) ile karakterizedir. Ço­
Dissemine İntravasküler Koagülasyon

maları kısaca özetleyelim . Bu noktada, norm al kan pıhtılaş­ lekslerinin b irikim i (ör. sistemik lupus eritem atozus), aşırı
ması konusuna (Bölüm 3) dönm ek yararlı olacaktır. Pıhtı­ sıcaklık dereceleri (ör. sıcak çarpması ya da yanıklardan
laşmanın, doku fa k tö rü (doku trom boplastini) salınımı ile sonra) ya da enfeksiyonlar (ör. m eningokoklar ya da riket-
tetiklenen ekstrinsek yolak ile, ya da fa k tö r X ll’ nin yüzey siya) yaygın endotel hasarına yol açabilir. Bölüm 3 ’te de an­
teması, kollajen ya da diğer negatif yüklü m addeler tarafın­ latıldığı gibi, endotel hasarı endotoksem inin önemli b ir so­
dan aktivasyonun söz konusu olduğu intrinsek yolak ile nucudur ve D İK ’ un, gram -negatif sepsisin sık görülen bir
başladığını hatırlayalım. H e r iki yolak da tro m b in oluşum u­ kom plikasyonu olması şaşırtıcı değildir.
na yol açar. Pıhtılaşma norm alde, aktive olmuş olan pıhtılaş­ DİK ile ilişkili hastalıklar Tablo 1 1 -1 2 ’ de listelenmiştir.
ma fa ktö rle rin in m akrofajlar ve karaciğer tarafından hızla Bunlar arasında, sepsis, o b ste trik kom plikasyonlar, maligni-
tem izlenmesi, endojen antikoagülanlar (ör. protein C) ve te ve ağır travm a (özellikle beyin travması) DİK ile en sık
fib rin o liz aktivasyonu sayesinde sınırlanır. ilişkili olanlardır. Bu klinik durum larda, süreci başlatan olay­
D İK genellikle, ya (1 ) doku fa ktö rü veya trom bo plastik lar m ultipl ve sıklıkla b irb irle ri ile ilişkilidir. Ö rneğin, obstet­
m addelerin dolaşıma salınması tarafından, ya da ( 2 ) yaygın rik durum larda, plasenta, fetus kalıntısı ya da am nionik sıvı
endotel hücre hasarı nedeniyle te tikle n ir (Resim 1 1 -2 8 ). kaynaklı olan doku faktörü dolaşıma girer. Bununla birlikte,
T rom boplastik m addeler dolaşıma çeşitli kaynaklardan salı- şok, hipoksi ve asidoz beraberinde genellikle vardır ve yay­
nabilirler. Ö rneğin, o b ste trik kom plikasyonlarda plasenta gın endotelyal hasara yol açabilir. Beyin travması, yağ ve
ya da özellikle akut prom yelositik lösemi ve adenokarsi- fosfolipidlerin salınmasına neden olur. Bunlar da temas fak­
n o m la rg ib i bazı kanser hücreleri kaynaklık edebilir. Kanser tö rle ri olarak ro l oynayarak koagülasyon kaskadının in trin­
hücreleri koagülasyonu, başka yollarla da başlatabilir; ö rn e­ sek kolunu aktive ederler.
ğin, p ro te o litik enzim ler salgılayarak ya da doku faktörü Patojenik mekanizma ne olursa olsun, D İK ’ un iki sonu­
eksprese ederek. G ram -negatif ve gra m -po zitif sepsislerde cu vardır. Birincisi, m ikrodolaşıs ı içerisinde yaygın fib­
(önem li DİK nedenleri), endotoksinler ya da ekzotoksinler rin b irikim i vardır. Bununla ilişkili olarak orta ya çıkan tı-
m onositlerden doku faktörü salmımını uyarır. A ktive olan kanıklıklardaha şiddetli durum larda ya da daha hassas o r­
m onositler, IL-2 ve tü m ö r nekrozu fa ktö rü de salgılarlar. ganlarda iskemiye ve e ritro s itle r fib rin tro m b ü sle r tarafın­
Bunların her ikisi de endotel hücreleri üzerinde doku fak­ dan daraltılmış damarlardan geçeklerken travm aya uğra­
tö rü ekspresyonunu sağlar ve aynı zamanda tro m b o m o d ü - dıklarından hem olize (m ikro an jiy@ p atik fîaemolitik
lin ekspresyonunu azaltır. T rom bo m od ülin, hatırlanacağı anem i) neden olur. İkincisi, tro m b o sitle r ve pıhtılaşma fak­
üzere, b ir antikoagülan olan protein C ’yi aktive eder (Bö­ tö rle ri azaldığından ve plazminojen aktiva törle ri salındığın-
lüm 3). Bütün bu olayların toplam sonucu tro m b in üre tim i­ dan kanam a d iyatezi meydana gelir. Plazmin sadece fib­
nin artışı ve koagülasyonu sınırlayan in h ib ito r yolakların et­ rini (fib rin o liz) değil, fa k tö r V ve V lll’ i de parçalar. Böylece,
kisini kaybetmesidir. bunların konsantrasyonlarını daha da azaltır. Buna ek ola­
A ğ ır endotel hücre hasarı, doku fa ktö rü salınımı ve su- rak, fib rin o liz fib rin yıkım ürünlerini ortaya çıkartır. Bunlar
bendotelyal kollajenin ve von W ille b ra n d fa ktö rü n ü n tro m b o s it agragasyonunu inhibe ederler, an tirom b in etkile­
(v W F ) açığa çıkması nedeniyle D İK ’ a yol açar. Ancak endo­ ri vard ır ve fibrin polim erizasyonunu bozarlar. Bütün bu et­
tel hasarının minimal form ları bile, endotel hücre yüzeyle­ kiler hem ostatik yetm ezlikte ro l oynayan fa k tö rle rd ir (Re­
rinde doku fa ktö rü ekspresyonunun artışını uyararak pro- sim 1 1 -2 8 ).
koagülan aktiviteyi serbest bırakır. A ntijen -antiko r kom p­

Resim 11-28 Dissemine intravasküler koagülasyonun patofizyolojisi.


BÖLÜM 11 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Tablo 11-12 Dissemine intravasküler Koagülasyon ile İlişkili laşma genellikle mikrodolaşımda sınırlıdır, ancak bazen
Başlıca Bozukluklar büyük damarla da tutulabilir. Belirtiler minimal olabile­
O b s te trik Kom plikasyonlar ceği gibi, şok, akut böbrek yetmezliği, dispne, siyanoz,
konvülsyonlar ve koma gelişebilir. Uzamış ve şiddetli
Abruptio placentae
postpartum kanamalarda ya da deride peteşi ve ekimoz-
In utero m o rt fetalis
Septik abortus
larm varlığı durumunda DİK olasılığı mutlaka akla geti­
Amnion sıvı embolisi rilmelidir. Sedece bu belirtiler ile kendini gösterebilece­
Toksemi ği gibi, üriner ya da gastrointestinal kanal içerisine şid­
detli kanama da olabilir. Laboratuvar incelemelerinde,
Enfeksiyonlar
trombositopeni ve PT, PTT uzaması saptanır (trombositle-
Sepsis (gram-negatif ve gram-pozitif) rin, pıhtılaşma faktörlerinin ve fibrinojenin tükenmesi
Meningokoksemi
nedeniyle). Plazmada fibrin yıkım ürünleri artar.
Kayalık Dağlar Benekli Humması
Prognoz, altta yatan hastalığın özelliklerine ve intra­
Histoplazmosis
Aspergillozis
vasküler pıhtılaşma ve fibrinolizin şiddetine göre deği­
Malarya şir. Akut DİK ölümcül olabilir ve heparin gibi antikoagü-
lanlar ile ya da taze donmuş plazma içeriğindeki koagü-
N eoplaziler
lanlar ile agresif bir şekilde tedavi edilmelidir. Kronik
Pankreas, prostat, akciğer ve mide karsinomları DİK ise, bazen beklenmedik bir şekilde laboratuvar in­
A ku t promiyelositik lösemi celemelerinde farkedilir. Her iki durumda da kesin teda­
Geniş D o ku Hasarı vi altta yatan nedene yönelik olmalıdır.
Travma
Yanıklar
Geniş cerrahi TROMBOSİTOPENİ
Çeşitli
izole trombositopenide kanamaya eğilim vardır, ancak ko­
A ku t intravasküler hemoliz, yılan sokması, dev hemanjiyom, şok, agülasyon testleri normaldir. Genelde, 150,000 trombo-
ısı çarpması, vaskülit, a o rt anevrizması, karaciğer hastalığı sit/pL'den daha düşük trombosit seviyeleri trombosito­
peni olarak kabul edilir. Trombosit sayısı sadece 20,000-
50,000 trombosit/pL seviyesine indiğinde posttravmatik
Q M ORFOLOJİ kanama riski artar. Spontan kanamalar ise trombosit se­
viyesi 20,000 trombosit/pL'nin altına indiğinde ortaya
D İK ’te m ikro tro m b ü sle r en sık olarak böbre klerin, ad­ çıkar. Çoğu kanama, küçük ve yüzeye] kan damarların­
renal bezlerin, beynin ve kalbin a rte rio lle rin d e ve kapiller- dan olur, ve bunlar deride, gastrointestinal ve üriner sis­
lerinde gözlenir; ancak bunlar her organda olabilirler. Sade­ temlerin muköz membranlarmda ve diğer bölgelerde
ce endotel hücrelerinde hafif b ir şişmeye neden olabilecek­ peteşi ya da geniş ekimozlara yol açarlar. Santral sinir
leri gibi, değişken şiddette fokal glom e rü lo ne frite de yol sistemine daha geniş kanamalar, trombosit seviyesi be­
açabilirler. M ikrovasküler tıkanm alar nedeniyle renal ko r- lirgin şekilde azaldığında büyük tehlike oluşturur.
tekste küçük in fa rktla r oluşur. A ğır olgularda, iskemi tüm Başlıca trombositopeni nedenleri Tablo 11-13'te liste-
korteksi harab eder ve bilateral renal ko rtika l nekroza yol
lenmiştir. Klinik olarak önem taşıyan trombositopeniler,
açar. Adrenal bezlerin tutulum u W a terh o u se-Frid erich ­
trombosit üretiminin azaldığı ya da trombosit harabiyeti-
sen sendrom u ile sonuçlanır (Bölüm 19). M ikro in fa rktla r
nin arttığı hastalıklarda görülür. Eğer neden trombosit
beyinde de sık görülür. Bunlar genellikle m ikro skopik ya da
harabiyetinin hızlanması ise kemik iliğinde genellikle me-
m akroskopik kanama odakları ile çevrelenmiştir. Ayrıca,
gakaryositlerde kompansatuar bir artış olur. Bu nedenle,
garip n ö ro lo jik belirtilere neden olabilirler. Kalpte ve ante­
rio r hipofizde de benzer değişiklikler görülür. DİK She­
kemik iliği incelemesi, iki ana trombositopeni kategorisi
ehan po stpartu m hipofiz n e k ro zu gelişiminde de rol arasında ayrımda yararlıdır. Trombositopeni, AIDS’te görü­
oynayabilir (Bölüm 19). Eklampsi (gebelik toksemisi), pla­ len hematolojik durumlar arasında en sık rastlanılanlardandır.
senta, karaciğer, böbrekler, beyin ve hipofizde trom bü sle r HIV enfeksiyonunu erken bir döneminde meydana gelir
ile ilişkili hiperkoagülasyon d u ru m u d u r (Bölüm 18). DİK ve temelde multifaktöryeldir. Nedenler arasında, immun
nedenli kanamaya eğilim infarktus odakları çevresinde bek­ kompleks aracılı trombosit yıkımı, antitrombosit otoanti-
lenenden daha geniş kanamalara neden olm akla kalmaz; korlar ve megakaryosit gelişimi ve hayatta kalımında HIV
deride, vücut kavitelerinin serozal yüzeylerinde, epikardda, aracılı baskılanma sayılabilir.
endokardda, akciğerlerde ve ü rin e r tra ktın mukozal yüze­
yinde diffüz peteşi ve ekim ozlara da yol açar.
İmmun Trombositopenik Purpura

İmmun trombositopenik purpuranm (İTP) iki klinik alt-


K lin ik S eyir tipi vardır. Nispeten daha sık rastlanan kronik İTP, genel­
Tahmin edilebileceği gibi, pıhtılaşma ve kanama eğilim­ likle 20-40 yaşlar arası kadınlarda görülür. Akut İTP ise,
leri arasındaki dengeye bağlı olarak olası klinik sonuçlar kendiliğinden iyileşen bir hastalıktır ve en sık. olarak vi­
çok çeşitlidir. Genelde, akut DİK'da (ör. obstetrik kompli­ ral enfeksiyonlardan sonra çocuklarda görülür.
kasyonlar ile ilişkili olan) kanama diyatezi daha baskınken, Kronik İTP olgularının kabaca %80'inde trombosit memb-
kronik DİK (ör. kanser ile ilişkili olan) daha çok tromboza ran glikoproteinleri Ilb/IIIa ya da Ib/IX komplekslerine kar­
bağlı bulgu ve belirtiler ile kendini gösterir. Anormal pıhtı­ şı antikorlar saptanabilir. Dalak, önemli bir antitrombosit
Trombositopeni 453

Tablo 11-13 Trombositopeni Nedenleri topeni gelişir. Buna, trombosit membramndaki trombo­
T ro m bo sit Yapımında Azalma
sit faktörü 4'e heparine bağımlı olarak bağlanan IgG an­
tikorları neden olur. Sonuçta meydana gelen trombosit
Genel Kemik iliği Disfonksiyonu aktivasyonu, trombosit agregasyonunu başlatır. Böylece
Aplastik anemi: kongenital ve edinsel heparin, tedavisi için kullanıldığı sorunu, yani trombozu
Kemik iliği infiltrasyonu: lösemi, dissemine kanser hızlandırır. Belirgin trombositopeni olmasına rağmen,
T rom bosit işlevinin Selektif Bozukluğu
hem venöz hem de arteriyel trombozlar meydana gelir ve
bu durum ciddi morbidite (ör. kol-bacak kaybı) ve morta-
İlaca bağlı: alkol, tiazidler, sitotoksik ilaçlar lite sebebidir. Heparin tedavisinin kesilmesi, trombosit
Enfeksiyonlar: kızamık, HIV enfeksiyonu aktivasyonu ve tüketimi döngüsünü kırar. Düşük mole-
inefektif Megakaryopoez küler ağırlıklı heparin tiplerinin kullanılması bu komp­
likasyonun gerçekleşme riskini düşürür.
Megaloblastik anemia
Paroksismal noktürnal hemoglobinüri
Trom botik Mikroanjiyopatiler: Trom botik
Azalmış T ro m bo sit Sağkalımı Trombositopenik Purpura ve Hemolitik
im m ünolojik Yıkım Üremik Sendrom
O toimm ün: immün trom bositopenik purpura, sistemic lupus
Trombotik mikroanjiyopati terimi, trombotik trombosito­
eritematozus
penik purpura (TTP) ve hemolitik üremik sendromun
Izooimmün: post-transfüzyon ve neonatal
(HUS) içinde bulunduğu klinik sendromları kapsar. Da­
ilaçlara bağlı: Kinidin, heparin, sulfa bileşikleri
Enfeksiyonlar: Enfeksiyöz mononükleoz, HIV enfeksiyonu, sito-
ha önce de tanımlandığı gibi, TTP, ateş, trombositopeni,
megalovirus enfeksiyonu mikroanjiyopatik hemolitik anemi, geçici nörolojik so­
runlar ve böbrek yetmezliği beşlisi ile karakterizedir.
N on-im m ünolojik Yıkım HUS'ta da mikroanjiyopatik hemolitik anemi ve trombo­
Dissemine intravasküler koagülasyon sitopeni vardır, ancak nörolojik semptomların yokluğu,
Trom botik trom bositopenik purpura akut böbrek yetmezliğinin baskın klinik özellik olması
Dev hemanjiyomlar ve daha çok çocuklarda görülmesi sayesinde TTP'den ay­
Mikroanjiyopatik hem olitik anemiler rılır (Bölüm 13). TPP'si olan çoğu yetişkin hastada beş
Sekestrasyon kriterin biri ya da birden fazlasının görülmemesi ve
Hipersplenizm
HUS'lu bazı hastalarda ateş ve nörolojik fonksiyon bo­
zukluklarının olması nedeniyle, klinikte iki hastalık ara­
Dilüsyona bağlı sındaki ayrım zordur. Her iki hastalıkta da temel özellik,
Multipl transfüzyon (ör. masik kan kaybı nedeniyle) mikro dolaşımda yaygın olarak trombositlerden zengin trom-
H IV , h u m a n im m u n o d e fic ie n c y v iru s . biisleriıı oluşumudur. Trombositlerin tüketilmesi trombo-
sitopeniye, trombositlerden zengin trombüslerin kan da­
marlarını daraltması da mikroanjiyopatik hemolitik ane­
antikoru üretim yeri ve IgG kaplı trombositlerin yok edil­ miye neden olur.
diği başlıca bölgedir. Splenomegali, komplikasyonsuz
kronik ITP'nin bir özelliği olmasa da, dalağın trombosit­
lerin zamanından önce yok edilmesindeki önemi sple- PATO G ENEZ
nektominin yararlılığı sayesinde anlaşılmıştır. Trombosit
T T P ’nin patogenezi yıllar boyunca b ir bilmece olarak kal­
sayısının mormale dönmesini sağlayan splenektomi,
mıştır. Hemen hemen her zaman ölümcül seyreden bu has­
hastaların üçte ikisinden fazlasında tam remisyon sağlar.
talık plazma değişimi tedavisi (erken 1970’ lerden itibaren
Kemik iliğinde megakaryosit sayısı genellikle artmıştır. itibaren) sayesinde, hastaların % 8 0’ inden fazlasında başa­
Bu bulgu, tüm hızlı trombosit harabiyeti nedenli trombo­ rıyla tedavi edilebilen bir hastalığa dönüşmüştür. Çoğu TTP
sitopeni tiplerinde görülen bir bulgudur. olgusunda altta yatan neden a rtık açıklanabilmektedir.
Kronik İTP sinsi başlangıçlıdır. Sık görülen bulgular Sem ptom atik h astalard a , m etallo pro teaz ADAMTS
arasında peteşiler, kolay morarma, epistaksis, diş eti ka­ 13 eksikliği vardır. Bu enzim , çok yüksek m oleküler
naması ve minör travmalar sonrası kanamalar sayılabilir. ağırlıklı von W illebra nd fa k tö rü (vW F ) m ultim erlerini par­
Neyse ki, daha ciddi intraserebral ve subaraknoidal ka­ çalar. AD AM TS 13 eksikliği anorm al derecede büyük bo­
namalar sık değildir. Tam, klinik özellikler, trombosito­ yutlu vW F m ultim erlerinin plazmada birikm esine yol açar.
peni varlığı, kemik iliği incelemesi ve sekonder İTP'nin Bazı durum larda, bu dev vW F m ultim erle ri dolaşım boyun­
dışlanması ile konur. Antitrombosit antikorlar için güve­ ca tro m b o sit m ikroagregatlarının oluşumuna neden olur.
nilir bir klinik test yoktur. Başka b ir nedenle meydana gelen endotel hücre hasarı m ik-
roagregat oluşumunu daha da hızlandırır ve klinik olarak
aşikar T T P ’yi başlatır ya da destekler.
Heparin Nedenli Trombositopeni A D AM TS 13 eksikliği kalıtsal ya da edinsel olabilir. Edin­
sel eksikliğe yol açan olay, oto antiko rların m etalloproteaza
Bu özel ilaç nedenli trombositopeni tipi (Bölüm 3'te da­
bağlanarak onu inhibe etmesidir. Açıklanamayan trom bo si-
ha ayrıntılı olarak anlatıldı), klinik öneme sahip oldu­
topenisi ve m ikroanjiyopatik h e m olitik anemisi olan her
ğundan burada da kısaca bahsedilmeyi hak ediyor. Fran-
hastada TTP mutlaka değerlendirilm elidir. Tanıda herhangi
siyone edilmemiş heparin tedavisinden bir iki hafta son­ b ir gecikme ölümcül olabilir.
ra hastaların %3-5'inde orta derecede-şiddetli trombosi-
454 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

T T P ’ye klinik olarak benzer olsa da, H U S’un patogene-


çeşitli koagülasyon faktörlerini sentezler ve aktive hal­
zi farklıdır. Çocuklardaki ve yaşlılardaki b irço k olgu £. co/i deki birçok koagülasyon faktörünü dolaşımdan temiz­
suşu 0 1 5 7 :H 7 ’ nin neden olduğu enfeksiyöz gastroenterit ler. Bu nedenle, hepatik parenkimal hastalıklar kompleks
tarafından tetiklenir. Bu organizm a, endotel hücrelerine ha­ kanama diyatezlerinin sık rastlanan nedenlerindendir. Da­
sar veren Shiga benzeri toksin salgılar. Bu toksin tro m b o sit ha önce de anlatıldığı gibi, DİK da birbirine eşlik eden
aktivasyonunu ve agregasyonunu başlatır. Etkilenen kişiler­ multipl faktör eksikliklerine neden olabilir. Nadiren,
de genellikle kanlı ishal ve bunu izleyen birkaç gün içerisin­ otoantikorlar da tek faktör ile sınırlı edinsel eksikliklere
de akut b ö b re k yetm ezliği ve m ikroanjiyopatik anemi g ö rü­ yol açabilir.
lür. Destek tedavi ve plazma değişimi ile iyileşme m üm kün­ Her bir koagülasyon faktörünün kalıtsal eksikliği ta­
dür, ancak geri dönüşsüz b ö b re k hasarı ve ölüm ağır olgu­ nımlanmıştır. Çoğu eksiklik otozomal resesif geçişli iken,
larda meydana gelebilir. HUS olgularının % 10’ unda neden, hemofili a (faktör VIII eksikliği) ve hemofili B (Christmas
fa k tö r H, fa k tö r I ya da C D 4 6 eksikliğine yol açan kalıtsal hastalığı, faktör IX eksikliği) X'e bağlı geçişlidir. Kalıtsal
m utasyonlar ya da oto antiko rlard ır. Faktör H, fa k tö r I ve eksiklikler arasında sadece von Willebrand hastalığı, he­
C D 46 a lte rna tif kom pleman kaskadının negatif düzenleyici­ mofili A ve hemofili B burada bahsedilecek kadar sık
leridir. Bu fa ktö rle rin eksikliği, m in ö r endotel hasarından rastlanan hastalıklardır.
sonra kontrolsüz kom pleman aktivasyonuna yol açar ve bu
du rum tro m b o z ile sonuçlanır. HUS, endotel hücrelerine Faktör Vlll-von Willebrand Faktörü
hasar veren başka m aruziyetlerde (ör, çeşitli ilaçlar ya da Kompleksi Eksiklikleri
radyasyon) de meydana gelebilir. Bu HUS tiplerin i tetikle-
yen nedenler daha çok k ro n ik ya da hayati tehlike oluştu­ Hemofili A ve von Willebrand hastalığı, faktör Vlll-von
ran d u rum la r olduğundan prognoz daha değişkendir. Willebrand kompleksinietkileyen kalitatif ya da kantita-
tif defektlerden kaynaklanan hastalıklardır. Bu hastalık­
ların anlaşılabilmesi için, bu İlci proteinin yapısından ve
DİK ve trombotik mikroanjiyopatiler, mikrovasküler fonksiyonlarından bahsetmek yararlı olacaktır (Resim
tıkanıklıklar ve mikroanjiyopatik hemolitik anemi gibi 11-29).
ortak özellikler gösterse de, bunlar patojenik olarak bir­ Daha önce de tanımlandığı gibi, faktör VIII, faktör IX
birlerinden farklıdır. DİK'ten farklı olarak, TTP ve için gerekli bir lcofaktördür. Faktör IX, intrinsek koagü­
HUS'da koagülasyon kaskadının aktivasyonu primer lasyon yolağında faktör X'u aktive eder. Dolaşımdaki fak­
öneme sahip değildir. Bu nedenle, koagülasyon ile ilgili tör VIII, 20 MDa ağırlığında multimerler şeklinde olan
laboratuvar testleri (PT ve PTT gibi) genellikle normal vWF'e kovalent olmayan bağlarla bağlanır. Bu iki protein
sonuç verirler. farklı genler tarafından kodlanır ve farklı hücreler tarafın­
dan sentezlenir. Endotel hücreleri plazma vWF'nün ana
KOAGÜLASYON HASTALIKLARI kaynağı iken, faktör VITin büyük bir bölümü karaciğerde
sentezlenir. vWF plazmada (faktör VIII ile bağlantı halin­
Koagülasyon hastalıkları pıhtılaşma faktörlerinin do­ de), trombosit granüllerinde, endotel hücrelerindeki We-
ğumsal ya da edinsel eksikliklerinden kaynaklanır. Da­ ibel-Palade cisimcikleri adı verilen sitoplazmik veziküller-
ha sık görülen edinsel eksikliklerde aynı anda birkaç faktör de ve subendotelde kollajene bağlı olarak bulunur.
birden etkilenmiştir. Bölüm 7'de de bahsedildiği üzere, Endotel hücreleri travma ya da başka hasarlar sonucu
K vitamini protrombinin ve pıhtılaşma faktörleri VII, IX, yerlerinden koptuğunda, subendotelyal vWF açıkta kalır
ve X'un sentzi için gereklidir. Bu nedenle K vitamini ek­ ve trombositlere bağlanır. Bu bağlanma, büyük ölçüde
sikliği ağır koagülasyon kusurlarına yola açar. Karaciğer glikoprotein Ib ve daha az oranda glikoprotein Ilb/IIIa

Faktör VIII
X Xa Pıhtılaşma
V. T zinciri Aktive, agrege
Dolaşımda trombositler
vWF - Faktör
VIII birlikteliği i Trombosit
Fibrinojen
Gplb
Gpllb/llla
Trombosit

Subendotelyal vWF Endotel kusuru


Resim 11-29 Faktör V lll-von W illebrand faktörü (vW F) kompleksinin yapısı ve fonksiyonu. vW F normal kan damarlarının subendotel­
yal matriksinde de bulunur. Faktör VIII koagülasyon kaskadında Faktör IX yoluyla (gösterilmemiştir) faktör X ’u aktive eder. vW F trom -
bositlerin, glikoprotein Ib (Gplb) trom bosit reseptörü yoluyla subendotelyal kollajene bağlanmasını sağlar.
Koagülasyon Hastalıkları 455

üzerinden gerçekleşir (Resim 11-29). vWF'iin en önemli de, büyük olasılıkla trombosit tüketimine sekonder hafif
fonksiyonu hasarlı kan daman duvarına trombosit adezyo- dereceli bir kronik trombositopeni görülür.
nunu sağlamaktır. Bu, hemostatik tıkaç oluşumunda çok
önemli bir erken aşamadır, von Willebrand hastalığında­ Hemofili A-Faktör VIII Eksikliği
ki kanama eğiliminin nedeninin yetersiz trombosit
adezyonu olduğu düşünülmektedir. Trombosit adezyo- Hemofili A, en sık görülen kalıtsal ciddi kanama nedenidir.
nundaki rolünün yanı sıra vWF faktör VIII stabilize eder. X'e bağlı resesif geçişli olan bu hastalıkta faktör VIII ak-
Bu nedenle, vWF eksikliğinde sekonder olarak faktör VI- tivitesi düşüktür. Primer olarak erkeklerde görülür. Na­
II eksikliği de görülür. diren, heterozigot kızlarda şiddetli kanamalar görülebi­
von Willebrand hastalığının çeşitli formlarının tanısı, lir. Bunun nedeninin normal faktör VIII geni taşıyan X
vWF'nün miktarının, boyutlarının ve fonksiyonlarının kromozomunun seçici inaktivasyonu olduğu (sakıncalı
ölçümü ile konur. vWF fonksiyonu ristosetin trombosit lyonizasyon) düşünülmektedir. Olguların yaklaşık %30'u
aktivasyon testi ile değerlendirilir. Ristosetin, bir şekilde yeni nıutasyonlar nedeniyle meydana gelir. Geri kalanında
vWF'nün trombosit membran glikoproteini Ib'ye biva­ ise aile hikayesi vardır. Şiddetli hemofili A, belirgin fak­
lent bağlanmasını "aktive" ederek trombositler arası tör VIII eksikliği (aktivite seviyesi normalin %1'inden
"köprüler"in oluşumunu sağlar. Böylece trombositlerin daha düşüktür) olan kişilerde görülür, daha hafif eksik­
topaklaşmasma (aglütinasyon) neden olur. Bu olay ko­ likler ise, travma gibi diğer predispozan koşullar ortaya
layca test edilebilir. Ristesetine bağımlı trombosit agliiti- çıktığında kendini belli eder. Faktör VIII eksikliğinin çe­
nasyonu yararlı bir biyolojik test olarak kullanılır. şitli derecelerde görülmesi, hastalığa neden olan birçok
Bu ön bilgilerden sonra şimdi faktör VIII-vWF komp­ farklı mutasyonun varlığı ile açıklanmaktadır. Talasemi-
leksinin eksikliğinden kaynaklanan hastalıklara geçebi­ lerde olduğu gibi, çeşitli genetik lezyon tipleri (ör. deles-
liriz. yonlar, inversiyonlar, splice junction mutasyonları) sap­
tanmıştır. Hastaların yaklaşık %10'unda, faktör VIII
von Willebrand Hastalığı konsantrasyonu normal bulunur, ancak koagülan aktivi­
te düşüktür. Bunun nedeni, faktör VIII'de fonksiyon
von Willebrand hastalığı otozomal dominant geçişli bir
kaybına yol açan mutasyondur.
hastalıktır. Miiköz membranlardan syontan kanamalar,
Semptomatik olgularda kolay morarma ve travma ya da
yaralardan aşın kanamalar ve menoraji ile kendini gösterir.
cerrahi prosedürler sonrası masif kanama dikkati çeker.
Tanısı ileri aşama testler gerektirdiğinden ve klinik so­
Bunlara ek olarak, normalde mekanik strese açık bölge­
nuçları genellikle oldukça hafif olduğundan, çoğu za­
lerde, özellikle de eklemlerde, "spontan" kanamalara da
man tanınamaz. Aslında bu hastalık şaşırtıcı şekilde,
sık olarak rastlanır. Eklemlerde tekrarlayan kanamalar
özellikle Avrupa kökenli kişiler arasında oldukça yay­
(lıemartrozlar) sakatlayıcı olabilen progresif deformitele-
gındır. Birleşik Devletler'de yaşayan kişilerin yaklaşık
re yol açabilir. Karakteristik olarak peteşilere rastlan­
%1'inde von Willebrand hastalığı olduğu tahmin edilmekte­
maz. Hemofili A tanısı faktör VlII'e spesifik incelemeler
dir. Bu durum, bu hastalığı en sık rastlanan kalıtsal kanama
ile konur. Hemofili A olan hastalarda, tipik olarak, uza­
hastalığı haline getirmektedir.
mış PTT hastanın plazması normal plazma ile karıştırıl­
von Willebrand hastalığı olan kişilerde trombosit
dığında normale döner. Spesifik faktör incelemesi ile
fonksiyonları ve koagülasyon kusurludur, ancak çoğu ol­
faktör VIII eksikliği doğrulanır. Ağır hemofili A'lı hasta­
guda klinik sonuçlar sadece trombosit kusurlarından
ların yaklaşık %15'ide replasman tedavisi sonucu, faktör
kaynaklanır. Nadir istisnalar olan homozigot von Wil­
VlII'e karşı nötralizan antikorlar gelişir. Bunun olası ne­
lebrand hastalıklı kişilerde ise eşlik eden faktör VIII ek­
deni, faktör VlII'in immun sistem tarafından "yabancı"
sikliği hemofiliye (daha sonra bahsedilecek) benzer
olarak kabul edilmesidir. Bu kişilerde plazma karıştırma
özellikler oluşturacak kadar şiddetlidir.
incelemelerinde PTT normale döndürülemez.
von Willebrand hastalığının klasik ve en sık görülen var­
Hemofili A faktör VIII infüzyonları ile tedavi edilir.
yantı (tip I), dolaşımdaki vWF miktarının düşük olduğu, oto­
Geçmişte, faktör VIII insan plazmasından elde ediliyor­
zomal dominant bir hastalıktır. Faktör VIII seviyesinde de
du ve viral hastalık bulaştırma riski taşıyordu. Bölüm
ölçülebilir ancak klinik olarak önemsiz bir düşüklük
4'te bahsedildiği üzere, 1985'ten önce faktör VIII alan
vardır. Bu hastalığın daha az görülen diğer varyantları
binlerce hemofili hastasına HIV bulaşmıştır. Bunların
hem kalitatif hem de kantitatif vWF defektleri içerirler.
büyük bir bölümü seropozitif olup, AİDS geliştirmiştir.
Tip II, yüksek moleküler ağırlıklı vWF multimerlerinde
Rekombinant faktör VlII'in ve son derece saf faktör VI-
selekti/ bir kayıp ile karakterize olan çeşitli alttipler ayrılır.
II konsantrelerinin yaygın olarak kullanılması sayesinde
Bu büyük multimerleren aktif formu olduğundan,
faktör VIII replasman tedavisinin enfeksiyon bulaştırma
vWF'nde fonksiyonel bir eksiklik vardır. Tip IIA'da,
riski ortadan kaldırılmıştır.
yüksek moleküler ağırlıklı multimerler hiç üretilmezler,
bu nedenle gerçek bir eksiklik ortaya çıkar. Tip IIB'de
ise anormal "hiperfonksiyonel" yüksek moleküler ağır­ Hemofli B-Faktör IX Eksikliği
lıklı multimerler üretilir, ancak dolaşımdan hızla temiz­ X'e bağlı geçişli bir hastalık olan ağır faktör IX eksikliği
lenirler. Bunlar spontan trombosit agregasyonuna klinik olarak hemofili A'dan ayırd edilemez, ancak on­
(TTP'da görülen çok yüksek moleküler ağırlıklı multi- dan çok daha az görülür. PTT uzamıştır. Tanı, faktör IX
mer agregatlarmı hatırlatan bir durum) neden olur. Ger­ için spesidik olan testler ile konur. Rekombinant faktör
çekten de, tip IIB von Willebrand hastalığı olan kişiler­ IX infüzyonu ile tedavi edilir.
456 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Q Ö ZET loproteazı olan A D AM TS 13’ün edinsel ya da kalıtsal ek­


sikliği sonucu meydana gelir. A D AM TS 13 eksikliği, tro m -
Kanama Hastalıkları bositleri aktive eden anormal şekilde büyük vW F m ulti-
m erlerine yol açar.
D issem in e İn tra v a s k ü le r K oagülasyon
• Hemolitik üremik sendrom: Kompleman düzenleyici p ro ­
• Koagülasyonun sistem ik olarak aktive olduğu bu send-
tein le rin eksikliği ya da E. coli suşu 0 1 5 7 :H 7 tarafından
rom da koagülasyon fa k tö rle ri ve tro m b o s itle r tüketilir.
üretilen Shigella benzeri toksin gibi endotel hücrelerine
• Kanama ya da vasküler tıkanıklıklar ve doku hipoksisi ya zarar veren ajanlar nedeniyle meydana gelir.
da her ikisi birden görülebilir.
• Sık rastlanan te tik ç ile r sepsis, m ajör travm a, bazı kanser­ von W ille b ra n d H astalığ ı
ler, o b s te trik kom plikasyonlardır.
• T rom bo sitle rin subendotelyal kollajene adezyonunu sağ­
layan büyük b ir p ro te in olan vVVF’deki mutasyonlar ne­
İm m un T ro m b o sito p e n ik P u rp u ra deniyle ortaya çıkan otozom al dom inant b ir hastalıktır.
• T ro m b o sit antijenlerine karşı o to a n tik o rla r nedeniyle o r­ • T ip ik olarak, tro m b o sito p e n i ile ilişkili olan kanama has­
taya çıkar. talıklarına benzeyen hafif ya da o rta dereceli bir kanama
• İlaçlar, enfeksiyonlar ya da lenfom alar ile te tik le n e b ilir ya hastalığına neden olur.
da idiyopatik olabilir.
H em ofili
T ro m b o tik T ro m b o sito p e n ik P u rp u ra ve • H em o fli A: F aktör VIII mutasyonları sonucu meydana ge­
H e m o litik Ü re m ik Sendrom len X ’e bağlı geçişli b ir hastalıktır. Etkilenen erkeklerde,
• H e r ikisi de, tro m b o sito p e n i, m ikroanjiyopatik h e m olitik tip ik olarak yumuşak dokular içerisine şiddetli kanamalar
anemi ve bö bre k yetm ezliği ile kendini gösterir. Ateş ve ile kendini g ö ste rir ve PTT uzamıştır.
SSS tu tu lu m u TTP için daha tip ik tir. • Hem ofili B: koagülasyon fa ktö rü IX ’daki m utasyonlar ne­
• TTP: Ç o k yüksek m olekü ler ağırlıklı von W illebrand fak­ deniyle ortaya çıkan X ’e bağlı geçişli bir hastalıktır. K linik
tö rü (vW F) m u ltim e rle rin i parçalayan b ir plazma metal- olarak hem ofili A ile aynı özellikleri taşır.

DALAK VE TİMUSU ETKİLEYEN HASTALIKLAR


• Amiloidoz
SPLENOMEGALİ • Niemann-Pick hastalığı
Çok çeşitli sistemik hastalıklarda sık olarak dalak tutu­ • Kronik splenitis (özellikle enfektif endokarditte)
lumu görülür, hemen hemen her zaman dalakta büyü­ • Tüberküloz, sarkoidoz, tifo
me (splenomegali) olur. Bu değişiklik nedeniyle benzer • Metastatik karsinom ya da sarkom
bulgu ve belirtiler ortaya çıkar. Dalak büyümesinin de­ C. H afif splenomegaly (ağırlık 500 gr'dan az)
ğerlendirilmesi, spesifik hastalıklar nedeniyle meydana
• Akut splenitis
gelen splenomegalilerin limitlerinin bilinmesi sayesinde
• Akut splenik lconjesyon
yarar sağlar. Pelvis kadar büyümüş bir dalağı B 1 2 vitami­
ni eksikliğine bağlamak ya da splenomegali olmadan • Enfeksiyöz mononükleoz
KML tanısı koymak hata olur. Aşağıdaki listede, hasta­ • Septisemi, sistemik lupus eritematozus ve intraab-
lıklar neden oldukları splenomegali derecesine göre dominal enfeksiyonlar gibi çeşitli hastalıklar
gruplanmıştır: Bu hastalıkların neden olduğu mikroskopik değişiklik­
A. M asif splenomegali (ağırlık 1000 gr'ın üzerinde) ler bu bölümün ve diğer bölümlerin ilgili kısımlarında
• Myeloproliferatif hastalıklar (kronik myeloid (mye- anlatılmaktadır.
Kronik olarak büyümüş olan dalak sıklıkla bir ya da
lojenik) lösemi, primer myelofibroz)
birden fazla kan elemanını dolaşımdan uzaklaştırır. Bu­
• Kronik lenfositik lösemi, hairy cell lösemi
nu sonucunda anemi, lökopeni ya da trombositopeni
• Lenfomalar meydana gelir. Buna hipersplenizm adı verilir. Bu du­
• Sıtma rum, daha önce listelenmiş olan birçok hastalıkta görü­
• Gaucher hastalığı lebilir. Buna ek olarak, özellikle trombositler kırmızı
• Primer dalak tümörleri (nadir) pulpada takılıp kalmaya eğilimlidir. Bu nedenle, spleno-
megalisi olan hastalarda trombositopeni, anemiden ya
B. Orta derecede splenomegaly (ağırlık 500-1000 gr
da nötropeniden daha sık görülür.
arasında)
• Kronik konjestif splenomegali (portal hipertansi­
yon ya da splenik ven tıkanması) TİMUS HASTALIKLARI
• Akut lösemiler (değişken)
Çok iyi bilindiği üzere, timüs T hücre diferansiasyonun-
• Herediter sferositoz da çok önemli bir rol oynar. Bu nedenle, timusta lenfo-
• Talasemi majör malarm, özellikle de T hücre serisine ait lenfomalarm
• Otoimmun hemolitik anemi (Bu bölümde daha önce anlatıldı) görülmesi şaşırtıcı de­
Timus Hastalıkları

ğildir. Burada timusun en sık görülen (yine de nadir % 5’ini oluştururlar. M akroskopik olarak etsi görünüm lü ve
olan) iki hastalığı üzerinde duracağız: timik hiperplazi belirgin şekilde invaziv kitlelerdir. Sıklıkla akciğerlere ve
ve timoma. benzer bölgelere metastaz yaparlar. M ikro skopik olarak,
çoğu sku am ö z hücreli karsinom a benzer. Bir sonraki
en sık tip lenfoepitelyom a ben zeri karsinomdur. Bu
Timus Hiperplazisi
tü m ö r anaplastik kortika l tip epitelyal hücreler ile ço k sayı­
da tim ositin karışımından meydana gelir. Bu tip tü m ö rle r
Timus büyümesi genellikle medullada lenfoid follikülle-
Asya toplum larında daha sıktır ve bazen EBV genomu içe­
rin ya da germinal merkezlerin varlığı ile karakterizedir.
rirler.
Bu germinal merkezler, normalde timusta çok az mik­
tarda bulunan reaktif B hücreleri içerirler. Myastenia
gravisli hastaların çoğunda ve bazen de sistemik lupus
eritematozus ve romatoid artrit gibi diğer otoimmun
hastalıklarda timik folliküler hiperplazi görülür. Timus K lin ik Ö z e llik le r
ile myasthenia gravis arasındaki ilişki Bölüm 21'de anla­
Nadir tümörler olan timomalar, herhangi bir yaşta görü­
tılmaktadır. Hastalığın erken döneminde hiperplastik ti­
lebilirler, ancak bu tümörlere en sık orta yaşlı erişkinler­
musun çıkarılması genellikle yarar sağlar.
de rastlanır. Geniş bir seride, yaklaşık %30 oranında
asemptomatik oldukları, %30-40 oranında da öksürük,
Timoma nefes darlığı ve superior vena kava sendromu gibi bölge­
sel belirtiler verdikleri, geri kalanında da myastenia gra­
Timomalar timik epitel hücrelerinin tümörleridir. Sitolo- vis gibi sistemik hastalık olduğu saptanmıştır. Myaste­
jik ve biyolojik kriterlere dayalı çeşitli timoma sınıflama nia gravisli kişilerin %15-20'sinde eşlik eden timoma
sistemleri oluşturulmuştur. Bunlardan basit ve klinik ola­ mevcuttur. Tümörün çıkarılması genellikle nöromüskü-
rak yararlı bir sınıflama aşağıdaki gibidir: ler hastalığın düzelmesini sağlar. Timoma ile bağlantılı
• Benign ya da enkapsüle timoma: sitolojik ve biyolojik olan digğer hastalıklar arasında hipogamaglobülinemi,
olarak benign sistemik lupus eritematozus, saf eritrosit aplazisi ve ti­
• Malign timoma mik kökenli olmayan kanserler sayılabilir.
o Tip T. sitolojik olarak benign ancak infiltratif ve
lokal agresif KAYNAKLAR
o Tip II (timik karsinom): sitolojik ve biyolojik olarak ERİTROSİT HASTALIKLARI
malign An X, Mohandas N: Disorders of the red cell membrane. Br J Haema­
tol 141:367, 2008. [K ahtsal eritrosit m em bran e defektleri konusunda
m ükem m el bir derlem e.]
Brodsky RA: Advances in the diagnosis and treatment of paroxysmal
nocturnal hemoglobinuria. Blood Rev 22:65, 2008. [P aroksism al nok-
türnal hem oglobinürinin tanısı ve tedavisindeki gelişm eler.]
Ç j M O R FO LO Jİ Ganz T, Nemeth E: Iron sequestration and the anemia of inflammati­
on. Semin Hematol 46:387, 2009. [İnflam asyonun hepsidin üretimi
Tim om alar, m a kro skop ik olarak 15-20 cm çaplı, lobüle ya­ üzerin deki etkileriyle dem ir m etabolizm asını nasıl değiştirdiği konusun­
pıda, se rt kıvamlı, gri-beyaz ren kte kitlelerdir. Çoğu enkap­ da bir güncellem e.]
Haidar K, Murphy SC, Milner DA, Taylor TE: Malaria: mechanisms of
süle görünüm dedir, ancak % 2 0 -2 5 ’inde kapsüle, p e ritim ik
erythrocytic infection and pathological correlates of severe disease.
duku ve yapılara invazyon görülür, m ikro sko p ik olarak tüm Annu Rev Pathol 2:217,2007. [Sıtma parazitinin yaptığı eritrosit en fek­
tim om alar, epitelyal tü m ö r hücreleri ve nonneoplastik ti- siyonunda altta yatan m ekanizm alar ve serebral sıtm aya n eden olan
m ositlerden (im m a tü rT hücreleri) meydana gelir. Benign olaylar konusunda bir derlem e.]
tim om alarda, epitelyal hücreler norm alde medülladaki Platt OS: Hydroxyurea for the treatment of sickle cell disease. N Engl
hücrelere benzeyen iğsi ve uzamış hücrelerdir. Sonuç ola­ J Med 358:1362, 2008. [H idroksiürenin orak hücreli an em ideki yararlı
etkileri üzerine odaklan an bir derlem e.]
rak, bu tü m ö rle r bazen m edüller tim o m a olarak adlan­
Young NS, Scheinberg P, Calado RT: Aplastic anemia. Curr Opin He­
dırılırlar. D iğer tü m ö rle rd e , daha şişman ve daha yuvarlak matol 15:162, 2008. [A plastik an em ide immun sistem in rolüne güncel
ko rtika l tipte epitelyal hücreler de m evcuttur. Bu pattern bir bakış.]
bazen m ikst tim o m a olarak adlandırılır. M edüller ve m ikst
p a tte rnle r tüm tim om aların % 6 0-7 0’ ini oluşturur.
BEYAZ HÜCRE HASTALIKLARI
Malign tim o m a tip I sitolojik olara k özelliksizdir, an­
Anderson KC, Carrasco RD: Pathogenesis of myeloma. Annu Rev Pat­
cak lokal invazivdir. Tüm tim om aların % 2 0 -2 5 ’ini oluştu­
hol 6:249, 2011. [M ultipl m yelom un m oleküler patogenezinin anlaşılm a­
rur. Bu tü m ö rle r bazen (ve tahm in edilem ez şekilde) me­ sın daki son gelişm eler ile ilgili bir derlem e.]
tastaz yapabilirler. Değişken oranlarda epitelyal hücreler­ Jaffe ES, Harris NL, Stein H, Isaacson PG: Classification of lymphoid
den ve re a k tif tim ositlerden meydana gelirler. Epitelyal hüc­ neoplasms: the microscope as a tool for disease discovery. Blood
reler genellikle geniş sitoplazmalı, yuvarlak veziküler nükle- 112:4384, 2008. [Len foid n eoplazilerin en son W H O sınıflam asının
uslu olup, norm al tim ik kortika l epitel hücrelerine benzer­ kayn ağı ve yararları konusunda bir derlem e.]
Lenz G, Staudt LM: Aggressive lymphomas. N Engl J Med 362:1417,
ler. Bazen iğsi epitelyal hücreler de bulunur. A y rım ı sağla­
2010. [A gresif B hücreli lenfom alaın m olekü ler tem eli kon u su n da mü­
yan en önem li ö ze llik tü m örü n ka p sü lü aşıp çevre kem m el bir kısa derlem e.]
d o k u lara invazyon gösterm esidir. Marcucci G, Haferlach T, Dohner H: Molecular genetics of adult acute
Malign tim o m a tip II, belki de tim ik karsinomun bir myeloid leukemia: prognostic and therapeutic implications. J Clin
fo rm u olara k kabul edilmelidir. Bu tü m ö rle r tim om aların Oncol 29:475, 2011. [AM L'nin m oleküler genetiğinin klin ikteki rolüne
güncel bir bakış.]
458 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler

Pui CH, Robison LL, Look AT: Acute lymphoblastic leukemia. Lancet Noris M, Remuzzi G: Atypical hemolytic uremic syndrome. N Engl J
371:1030, 2008. [ALL'nin m olek ü ler patogenezi, tanısı ve tedavisi kon u ­ Med 361:1676, 2009. [A ltern atif kotnplem an yolağının yoğun aktivas-
lu bir d erlem e.] yonunun H U S’un bazı tiplerin deki rolü ü zerin e odaklan an bir m akale.]
Schmitz R, Stanelle J, Hansmann ML, Kuppers R: Pathogenesis of Pawlinski R, Mackman N: Cellular sources of tissue factor in endoto-
classical and lymphocyte-predominant Hodgkin lymphoma. Annu xemia and sepsis. Thromb Res 125(S1):S70, 2010. [B akteriyel en fek­
Rev Pathol 4:151, 2009. [H odgkin len fom a patogen ezi kon u su n da kısa siyon ilişkili DİK'te hücresel prokoagülanların rolü ü zerin e bir derlem e.]
bir derlem e.] Zhou Z, Nguyen TC, Guchhait P, Dong JF: Von Willebrand factor,
Vardiman JW, Thiele J, Arber DA, et al: The 2008 revision of the World ADAMTS-13, and thrombotic thrombocytopenia purpura. Semin
Health Organization (WHO) classification of myeloid neoplasms Thromb Hemost 36:71, 2010. [vW F regülasyoıı bozukluğunun ve
and acute leukemia. Blood 114:937, 2008. [M yeloid neoplazilerin A D A M TS 13 eksikliğinin TTP'deki rolü ü zerin e bir derlem e.]
W H O sınıflam asının m antığını anlatan bir rapor.]

D A L A K V E T İ M U S Ö E T K İL E T E N
K A N A M A H A S T A L IK L A R I H A ST A L IK L A R .
Arepally GM, Ortel TL: Heparin-induced thrombocytopenia. Annu Choi SS, Kim KD, Chung KY: Prognostic and clinical relevance of the
R evM ed 61:77, 2010. [HİT'in patogenezi, klinik özellikleri, tam kriter­ World Health Organization schema for the classification of thymic
leri v e ted av i y aklaşım ları kon u su n d a bir m akale.] epithelial tumors: a clinicopathologic study of 108 patients and lit­
De Meyer SF, Deckmyn H, Vanhoorelbeke K: von Willebrand factor to erature review. Chest 127:755, 2005. [T im om ada klin ik sey ri tahm in
the rescue. Blood 113:5049, 2009. [vW H 'nin m oleküler patogen ezi ve etm ede en yararlı özelliğin evre olduğunu gösteren geniş bir klinikopa-
tedavisi kon u su n da bir güncellem e.] tolojik seri.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
B Ö L Ü M

Akciğer

BÖLÜM İ ÇERİ Ğİ
A te le k ta z i (Kollaps) 460 V asküler K öke nli P ulm on er immünyetmezlikli Konakta
A ku t Akciğer Hasarı 460 H a sta lıkla r 482 Pnömoni 500
A ku t Solunum Sıkıntısı Pulmoner Emboli, Hemoraji Fırsatçı Fungal Enfeksiyonlar 502
Sendromu 461 ve infarkt 482 insan immünyetmezlik Virüsü
O b s tr ü k tif ve R e s trik tif P u lm o n e r Enfeksiyonunda Pulmoner
Pulmoner Hipertansiyon 484
H a sta lıkla r 462 Diffüz Alveoler Hemoraji Hastalıklar 504
O b s tr ü k tif A k c iğ e r (Havayolu) Sendromları 485 A k c iğ e r T ü m ö rle ri 505
H astalıkları 463 Karsinomlar 505
P ulm on er Enfeksiyonlar 486
Amfizem 463 Karsinoid Tüm örler 510
Toplum Kökenli A kut
Kronik Bronşit 467 Pnömoniler 486 Plevral Lezyonlar 511
Astım 468 Toplum Kökenli A tipik Plevral Effüzyon ve Plöritis 511
Bronşektazi 470 Pnömoniler 490 Pnömotoraks, Hemotoraks ve
K ro n ik İn te rstisye l (R e s triktif, Hastane Kökenli Pnömoniler 491 Şilotoraks 511
Aspirasyon Pnömonisi 492 Malign Mezotelyoma 512
İn filtra tif) A k c iğ e r H astalıkları 472
Fibrozise Yol Açan Hastalıklar 472 Akciğer Apsesi 492 Ü s t Solunum Yolu Lezyonları 512
Granülomatöz Hastalıklar 478 Kronik Pnömoniler 492 A kut Enfeksiyonlar 512
Pulmoner Eozinofili 481 Histoplazmozis, Koksidioidomikozis ve Nazofarinks Karsinomu 513
Blastomikozis 499 Larinks Tümörleri 513
Sigara ilişkili interstisyel Hastalıklar 481

Akciğerin ana görevi kana oksijen vermek ve kandan • Kapiller endoteli ve bazal membran.
karbondioksiti uzaklaştırmaktır. Respiratuar sistem ön ® Akciğer interstisyumu ince elastik lifler, küçük kolla-
bağırsağın (foregut) ventral duvarından gelişir. Orta hat­ jen demetleri, az miktarda fibroblast benzeri hücre,
taki trakeadan akciğer tomurcukları adı verilen iki yan düz kas hücreleri, mast hücreleri ve nadir mononülde-
çıkıntı meydana gelir. Daha sonra sağ akciğer tomurcu­ er hücrelerden meydana gelir. Interstisyumun en belir­
ğu üç, sol akciğer tomurcuğu ise iki ana bronşa dallanır gin olduğu alanlar alveoler septumun kaim yerleridir.
ve sağda üç, solda iki lob gelişir. Ana bronşlar her sefe­ • Alveoler epitel kesintisiz bir tabaka oluşturan iki ana
rinde ikiye ayrılan daha küçük dallar verir; bu şekilde hücre tipi ile karakterizedir: alveol yüzeyinin %95'ini
gittikçe küçülen ve bronşiyol adı verilen hava yolları olu­ kaplayan yassı tip I pnömositler ve yuvarlak tip II
şur. Bronşiyollerin bronşlardan farkı duvarlarında kıkır­ pnömositler. Tip II pnömositler pulmoner sürfaktanı
dak ve submukozal bez içermemeleridir. Bronşiyollerin sentezler. Tip I pnömositler zedelendiğinde alveol
dallanmaları sonucunda terminal bronşiyoller oluşur. Ter­ epitelinin onarımmda rol alan esas hücreler tip II
minal bronşiyolün distalinde kalan akciğer kısmına asi- pnömositlerdir. Alveol duvarları solid olmayıp çok sa­
nüs denir. Pulmoner asinuslar terminal bronşiollerin de­ yıda Kohn gözenekleri içeririr. Bu gözenekler komşu
vamı olan respiratuar bronşiyollerden oluşur. Respiratuar alveoller arasında hava, bakteri ve eksuda geçişine
bronşiyoller alveoler duktuslara, bunlar da alveoler kesele­ olanak sağlar.
re açılır. Alveoler keseler solunum yollarının kör uçları • Alveoler boşlukta genellikle serbest halde az sayıda
olup, duvarları tamamen gaz değişiminin yapıldığı alve- alveoler makrofaj bulunur. Bunlar erişkinlerde genel­
ollerden oluşur. Alveol duvarlarının (septalarmm) mik- likle fagosite edilmiş karbon partikülleri içeririr.
roskopik yapısı kandan havaya doğru şu bileşenleri içe­ Akciğerin çok sayıda primer hastalığı vardır. Bu hasta­
rir (Resim 12-1): lıklar esas etkiledikleri kompartmanlara göre (1 ) hava-
460 BÖLÜM 12 Akciğer

kalp yetmezliği (KKY)'dir. Plevral boşluk içine hava


sızması (pnömotoraks) da kompresyon atelektazisine
yol açar. Diaframm daha yukarı bir pozisyona gelerek
meydana getirdiği bazal atelektazi sıklıkla yatağa ba­
ğımlı hastalarda, assiti olan hastalarda ve bazen de
ameliyat sırasında ya da sonrasında görülür.
• Kontraksiyon atelektazisi. Kontraksiyon (ya da skar)
atelektazisi akciğer ya da plevradaki lokal veya yay­
gın fibrotik değişiklikler ekspiryum sırasında akciğer
ekspansiyonunu engellediğinde ve elastik geri-çekil-
meyi (recoil) artırdığında meydana gelir.
Atelektaziler (kontraksiyon sonucu meydana gelenler
hariç) potansiyel olarak reversibldir. Kollabe olmuş akci­
ğerde hipoksiyi ve sürece eklenecek enfeksiyonları önle­
mek için atelektazilerin hızlı tedavileri gerekir.

Endotel A K U T AKCİĞER HASARI


Resim 12-1 Alveol duvarının mikroskopik yapısı. Bazal membranın
(san) bir tarafta ince, interstisyei mesafe ile devamlılığı olan tarafta Akut akciğer hasarı terimi çok çeşitli nedenlerin yol açtı­
ise genişlemiş olduğuna dikkat ediniz, interstisyei hücrelerin kısım­ ğı bilateral pulmoner (endotelyal ya da epitelyal) hasar
ları gösterilmiştir. spektrumunu ifade eder. Akut akciğer hasarı klinik bul­
guları şunlardır: klinik olarak primer sol kalp yetmezli­
ği bulguları olmadan (1 ) akut başlayan dispne, (2 ) azal­
yolları, (2) interstisyum ve (3) pulmoner vasküler sistem mış arteryel oksijen basıncı (hipoksemi) ve (3) göğüs
hastalıkları olarak sınıflandırılabilir. Ancak hastalıkları grafisinde bilateral infiltrasyonlar. Akut akciğer hasarın­
bu şekilde birbirinden ayrı kompartımanlarla sınırlamak daki pulmoner infiltrasyonlar sol kalp yetmezliğinden
pratikte çok gerçekçi değildir çünkü bu kompartmanlar- çok (Bölüm 10) alveoler kapiller membran hasarı sonucu
dan birinde meydana gelen hastalık diğer alanlarda meydana geldiğinden, alveollerdeki birikim bir nonkar-
ikincil morfolojik ve fonksiyonel bozukluklara yol açar.

ATELEKTAZİ (KOLLAPS)
Atelektazi, ya da kollaps, hava boşluklarının yetersiz ge­
nişlemesi sonucu meydana gelen akciğer hacim kaybıdır.
Pulmoner arterlerdeki kanın venlere yeterince oksijen-
lenmeden geçmesine yol açarak ventilasyon-perfüzyon
dengesinin bozulmasına ve hipoksemiye neden olur.
Atelektazi altta yatan mekanizmalara ve alveoler kollap-
sın dağılım şekline göre üçe ayrılır (Resim 12-2).
• Rezorpsiyon atelektazisi. Rezorpsiyon atelektazisi hava­
nın distal havayollarına geçişinin bir obstrliksiyon ne­
deniyle engellenmesi sonucu meydana gelir. Buradaki
mevcut hava giderek emilir ve ardından alveoler kol­
laps oluşur. Havayolundaki obstrüksiyonun seviyesi­
ne bağlı olarak akciğerin tümü, bir lobun tamamı ya
da bir veya daha fazla segment etkilenebilir. Rezorp­
siyon kollapsımn en sık nedeni bronşların mukus ya
da mukopürülan tıkaç ile obstrüksiyonudur. Bu du­
rum sıklıkla ameliyatlar sonrasında meydana gelir,
ancak bronşial astım, bronşektazi, kronik bronşit ve
tümör komplikasyonu olarak veya özellikle çocuklar­
da yabancı cisim aspirasyonu sonucu da gelişebilir.
• Kompresyon atelektazisi. Kompresyon atelektazisi (ba­
zen pasif ya da relaksasyon atelektazisi olarak da adlan­
dırılır) sıklıkla plevral boşluk içerisinde sıvı, kan ya
da hava birikmesi ve komşuluğundaki akciğeri meka­
nik olarak kollapsa uğratması sonucu meydana gelir.
Kompresyon atelektazisi plevral effüzyonda sık görü­
lür. Plevral effüzyonun en sık nedeni ise konjestif Resim 12-2 Çeşitli edinsel atelektazi tipleri.
- .

A k u t A k c iğ e r Hasarı 461

Tablo 12-1 Akut Akciğer Hasarı/Alcut Respiratuar Distres


sürede pulm oner m akrofajlar tarafından n ö tro fille r için
Sendromu Gelişimi ile Birlikte Olan Klinik Durumlar
güçlü bir kem otaktik ve aktive edici ajan olan inte rlö kin 8
D ire k t Akciğer Hasarı İndirekt Akciğer Hasarı (IL- 8 ) sentezlenir. Bu ve IL-1 ile tü m ö r nekroz fa k tö r (T N F )
gibi benzer m edyatörlerin salınımı endotel aktivasyonu ya-
Sık Nedenler nısıra pulm oner kapillerlerin içindeki nötrofîllerin b ir araya
Pnömoni Sepsis gelmesine ve aktive olmasına yol açar. ARDS patogene-
Mide içeriğinin aspirasyonu Şiddetli travma ve şok zin d e nötrofillerin önem li rol oynadığı d ü şü n ü lm ek­
ted ir. Hastalığın erken dö nem lerinde akciğerin histolojik
Nadir Nedenler incelemesinde damar boşlukları içerisinde, interstisyum da
Akciğer kontüzyonu Kardiyopulmoner bypass ve alveollerde artmış sayıda n ö tro fil görülür. A ktive n ö tro ­
Yağ embolisi Akut pankreatit fille r alveol epiteli ve endotelinde hasara yol açan çeşitli
m addeler (oksidan maddeler, proteazlar, tro m b o s it aktive
Suda boğulma Yüksek dozda ilaç
edici faktör, lö kotrie nle r gibi) salar. Endotel ve epiteldeki
inhalasyon hasarı Kan ürünlerinin transfüzyonu kom bine hasar vasküler sızıntıyı ve sürfaktan kaybının de­
Akciğer transplantasyonundan Üremi vam etmesine neden olara k alveoler üniteyi genişleyemez
sonra reperfüzyon hasarı hale getirir. N ö tro fille rin saldığı bu yıkıcı kuvvet ise pro-inf-
* O b s t r ü k t i f a k c iğ e r h a s ta lık la rın ın t ü m f o r m la r ı y la b ir lik t e y a d a t e k b a şın a lamatuar sitokinle r tarafından düzenlenen b ir dizi endojen
o la b ilir. antiprotez, antioksidan ve anti-inflam atuar sitokin (ör. IL-
10) tarafından etkisizleştirilebilir. Sonuçta doku hasarını ve
ARD S’ nin klinik şiddetini belirleyen, yıkıcı ve koruyucu fak­
tö rle r arasındaki dengedir.

diyojenik pulmoner ödem örneğidir. Akut akciğer hasarı


daha ağır bir tablo olan ve bir sonraki bölümde anlatılan
akut solunum sıkıntısı sendrommıa ilerleyebilir.
{ ) M ORFOLOJİ
A ku t Solunum Sıkıntısı Sendromu A R D S’ nin a k u t fazınd a akciğerler koyu kırm ızı, havasız
ve ağırdır. M ikroskopik incelemede kapiller konjesyon, al­
Akut solunum sıkıntısı sendromu (akut respiratuar dist­ veol epitel hücrelerinde nekroz, interstisyel ve interalve-
res sendromu, ARDS) diffüz alveoler kapiller ve epitelyal ole r ödem ve kanama yanısıra, özellikle sepsis ile b irlikte
hasar sonucu meydana gelen klinik bir sendromdur. olan durum larda kapillerlerin içinde n ö tro fil b irikim i g ö rü­
ARDS sıklıkla ani başlayan ve hayatı tehdit eden solu­ lür. En kara kte ristik bulgu, özellikle genişlemiş alveoler
num yetmezliği, siyanoz ve oksijen tedavisine dirençli duktusların iç yüzüne yapışık halde bulunan hyalen
yoğun arteryel hipoksemi ile karakterize olup, çoklu or­ m em branlarm varlığ ıd ır (Resim 1 2 -4 ). Hyalen memb-
gan yetmezliğine ilerleyebilir. ARDS'nin akciğerdeki his­ ranlar fibrinden zengin ödem sıvısı ve n e kro tik epitel hücre
tolojik bulgusu diffüz alveoler hasar olarak bilinir. ARDS artıklarından meydana gelir. Genel tablo yenidoğanm solu­
akciğeri doğrudan ya da dolaylı olarak (sistemik başka num sıkıntısı sendromu ile büyük benzerlik gö ste rir (Bölüm
6 ). Organizasyon evresinde alveoler döşeyici epitelin
bir süreç sırasında) zedeleyen pek çok klinik durumda
onarımı için belirgin tip II pnöm osit proliferasyonu görülür.
ortaya çıkabilir (Tablo 12-1). Yenidoğanm solunun sıkın­
Rezolüsyon (hyalen m em branların çözünmesi) nadirdir;
tısı (respiratuar distres) sendromunun ise patogenetik
sıklıkla fibrin eksüdasyonunun organizasyonu ve buna bağ­
olarak ayrı bir hastalık olduğu unutulmamalıdır; bu du­
lı intraalveoler fibrozis meydana gelir. Ardından interstisyel
rum primer sürfaktan eksikliği sonucu meydana gelir. hücrelerin çoğalması ve kollajen b irikim i sonucu alveol sep-
taları belirgin olarak kalınlaşır.

PA TO G EN EZ
A lveoler-kapiller m em bran iki ayrı bariyerden meydana ge­ K lin ik Ö z e llik le r
lir: m ikrovasküler endotel ve alveoler epitel. A R D S’de bu Süreci başlatan olaydan sonraki 72 saat içinde hastala­
b ariyerin bütünlüğü endotel ya da epitelden birisi­ rın yaklaşık %85'inde akut akciğer zedelenmesi ya da
n in, ya da sık lık la h e r ikisinin birden hasarı sonucu ARDS olarak bilinen klinik sendrom gelişir. Yıllık olgu
bozulur. A lve o le r kapiller m em bran hasarının akut sonuç­ sayısı 190.000 olan ARDS'nin ölüm oranı, destek teda­
ları damar geçirgenliğinde artış ve alveoler ödem , diffüzyon vilerindeki gelişmeler sayesinde son onyılda %60'tan
kapasitesinde kayıp ve tip II pnöm osit hasarı sonucu yaygın %40'a düşmüştür. İleri yaş, altta yatan bakteriyemi (sep­
sürfaktan anom a lilerid ir (Resim 1 2 -3 ). ARDS ve akut akci­ sis) ve multisistem (özellikle kardiyak, renal ve hepatik)
ğer zedelenmesinin hücresel ve m oleküler tem eli hala b ire r
yetmezlik gelişmesi kötü prognoza işaret eden özellik­
a k tif araştırma konusu olm akla bilrlikte , son çalışmalar
lerdir. Akut fazda sağ kalan hastalarda diffüz interstis­
A R D S’deki akciğer zedelenm esinin pro-inflam atuar
yel fibrozis gelişebilir ve bu durum solunum fonksiyon­
ve an ti-in flam atu ar m ed yatö rler arasın d aki denge­
larını bozmaya devam eder. Ancak bu fazda sağ kalan
nin bozulm asından kaynaklandığını dü şü n d ü rm ek­
te d ir. A k u t bir travm adan sonra 30 dakika kadar kısa b ir ve kronik sekel kalmayan hastaların çoğunda solunum
fonksiyonları 6 - 1 2 ay içinde normale döner.
462 BÖLÜM 12 Akciğer

NORMAL ALVEOL AKU T AKCİĞER HASARI

Bronş epiteii

Tip I hücre

Ödem sıvısı

Alveoler ------ j f f
makrofaj

Nötrofillerin
alveollere
sekestre
olması ve
migrasyonu

Resim 12-3 Normal alveol (solda) ile akut akciğer hasarının ve akut respiratuar distres sendromunun erken evresindeki zedelenmiş al-
veolün karşılaştırması. IL-8 , IL-1 ve tüm ör nekroz faktörü (TNF) gibi proinflamatuar sitokinlerin (makrofajlardan salınır) etkisiyle nötrofil-
ler önce pulmoner mikrodamarlarda birikir, marjinasyonun ardından alveoler boşluğa çıkar ve burada aktive olurlar. Aktive olmuş nöt-
rofiller lokal doku hasarında, hava boşluklarında ödem sıvısının birikiminde, sürfaktan inaktivasyonunda ve hyalen membran oluşumunda
rol oynayan lökotrienler, oksidanlar, proteazlar ve trom bosit aktive edici faktör (PAF) gibi çeştili faktörleri salar. Daha sonra, transforme
edici büyüme faktörü-|3 (TGF-|3) ve trombosit kökenli büyüme faktörü (PDGF) gibi makrofaj kökenli fibrojenik sitokinlerin salınması
zedelenmenin iyileşme fazındaki fibroblast büyümesini ve kollajen birikmesini uyarır.
(W a re L B : Pathophysiology o f acute lung injury and the a cu te resp ira to ry d istre ss syndrom e. Sem in R e sp ir C rit C are M e d 27:337, 2006 'dan m odifıye edilm iştir.)

pansiyonun ve sonuçta total akciğer kapasitesinin azal­


Ö ZET ması ile karakterize restriktif hastalıklar.
Akut Solunum Sıkıntısı Sendromu Obstriiktif hastalıklar başlıca amfizem, kronik bronşit,
broıışektazi ve astımdır. Bu hastalarda zorlu vital kapasite
• ARDS sepsis, şiddetli travm a ya da yaygın akciğer enfek­
(forced vital capacity) (FVC) normal ya da hafif azalmış
siyonları sonucu meydana gelen diffüz alveoler hasara
bağlı progresif solunum yetmezliği ile karakterize klinik
iken, 1 . saniyedeki zorlu ekspiratuar hacim (forced expi­
bir sendromdur. ratory volume) (FEV1) ile ölçülen ekspiratuar akım hızı
• Endotel ve epitel zedelenmesine yol açtıklarından nö tro -
belirgin azalmıştır. Bu nedenle karakteristik olarak FEV'in
fille r ve n ö tro fil ürünleri patogenezde k ritik rol oynar. FVC'ye oranı azalmıştır. Ekspiratuar tıkanıklık havayolu­
• K ara kteristik h isto lo jik tablo alveoler ödem, epitelyal
nun anatomik olarak daralması (klasik olarak astımda
nekroz, n ö tro fil birikim i ve alveoler duktusları döşeyen görülür) ya da elastik geri-çekilmenin (recoil) kaybı so­
hyalen membranların varlığı şeklindedir. nucu (amfizemin karakteristik özelliğidir) meydana ge­
lebilir.
Bunun tersine, diffüz restriktif hastalıklarda FVC azal­
mıştır, ekspiratuar akım hızı ise normaldir ya da aynı
OBSTRÜKTİF VE RESTRİKTİF oranda azalmıştır. Bu nedenle FEV'in FVC'ye oranı nor­
PULMONER HASTALIKLAR male yakındır. Restriktif bozukluk iki genel durumda
oluşur: (1 ) akciğerlerin normal olduğu göğüs duvarı hasta­
Diffüz akciğer hastalıkları iki kategoride sınıflandırılabi­ lıkları (ör. aşırı obesite, plevra hastalıkları ve solunum
lir: (1 ) havayollarının herhangi bir seviyesinde tam ya da kaslarını etkileyen Guillain-Barre sendromu [Bölüm 21]
kısmi tıkanıklık sonucu direncin artması ve hava akımı­ gibi nöromusküler hastalıklar) ve (2 ) akut ya da kronik in-
nın buna bağlı sınırlanması ile karakterize obstrülctif terstisyel akciğer hastalıkları. Klasik akut restriktif hasta­
(havayolu) hastalıkları ve (2 ) akciğer parankiminin eks- lık daha önce tartışılmış olan ARDS'dir. Kronik restriktif
iBBessı J iâ î f e s a s & a a a i M i

O b s trü k tif A k c iğ e r (Havayolu) Hastalığı 463

hastalıklar ise (ileride tartışılacaktır) pnömokonyozlar,


nedeni bilinmeyen interstisyel fibrozis ve pek çok infilt-
ratif hastalıktır (ör. sarkoidoz).

OBSTRÜKTİF AKCİĞER (HAVAYOLU)


HASTALIKLARI
Bu gruptaki dört hastalık—amfizem, kronik bronşit, as­
tım ve bronşektazi—klasik formlarında kendilerine özgü
klinik ve anatomik özelliklere sahip olmakla birlikte
(Tablo 12-2), amfizem, bronşit ve astım sıklıkla birbirle-
riyle örtüşen özellikler gösterir.
Öncelikle amfizemin morfolojik bir tanım olduğu, kronik
bronşitin ise klinik özellikler temelinde yapıldığı (aşırı mu-
kus salgısı ile birlikte kronik ve tekrarlayan öksürük) ha­
tırlanmalıdır. İkinci nokta ise bu hastalıkların anatomik
dağılımlarının kısmen farklı oluşudur; kronik bronşit
başlangıçta büyük havayollarını ilgilendirirken, amfi­
zem asinuslan etkiler. Ağır ya da ilerlemiş olgularda kü­
çük havayolu hastalığı (kronik bronşiyolit) karakteristik­
tir. Gösterilebilir bir amfizem olmadan kronik bronşit
olabilir. Amfizem de tek başına bir bulgu şeklinde görü­
lebilir (özellikle kalıtımsal a r antitripsin eksikliği olan
hastalarda) (ileride tartışılacaktır). Ancak bu iki hastalık
genellikle birarada görülür çünkü her iki hastalıkta da
en önemli etken özellikle uzun süreli ve yoğun sigara içi­
ciliğidir. Bu birliktelikleri nedeniyle amfizem ve kronik
bronşit klinik olarak sıklıkla kronik obstrüktif akciğer has­
talığı (KOAH) başlığı altında gruplanır. KOAH ABD nü­
fûsunun %1 0 'undan fazlasını etkilemektedir ve bu ülke­
deki ölüm nedenlerinin dördüncü sırasında yer alır. KO-
Resim 12-4 A , A ku t akciğer hasarında ve akut respiratuar distres AH'taki hava akımı obstrüksiyonunun irreversibl oluşu,
sendromunda diffüz alveoler hasar. Bazı alveoller kollabe olmuş;
daha sonra da tartışılacağı gibi, genel olarak reversibl ha­
bazıları ise genişlemiştir. Çoğu parlak pembe renkli hyalen mem-
branlar ile döşelidir (ok). B, iyileşme evresi hyalen membranların
va akımı tıkanıklığı ile karakterize astımdan ayırt ettiri­
rezorpsiyonu, alveoler septalarda kalınlaşma, inflamatuar hücreler, ci bir özelliktir; ancak KOAH'lı hastalarda bir miktar re­
fibroblastlar ve kollajen ile karakterizedir. Bu evrede ayrıca reje- versibl obstrüksiyon da sıklıkla görülebilmektedir (Re­
nerasyon ve tam ir ile ilişkili çok sayıda reaktif pnömosit II görülü­ sim 12-5).
yor (oklar).

Amfizem

Amfizem terminal bronşiyollerin distalindeki hava boş­


luklarının anormal ve kalıcı genişlemesi ve duvarlarının par­
çalanmasıdır, bu sürece belirgin bir fibrozis eşlik etmez.

Tablo 12-2 Havaakımı Obstrüksiyonu ile Birlikte Olan Durumlar: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Spektrumu

A na tom ik
Klinik A n tite O dak M ajör Patolojik Değişiklikler Etiyoloji B elirtile r/B u lg ula r
Kronik bronşit Bronş Müköz gland hipertrofisi ve Tütün içimi, hava kirliliği Öksürük, balgam
hiperplazisi, hipersekresyon
Bronşiektazi Bronş Havayolu dilatasyonu ve skar Kalıcı ya da şiddetli enfeksiyonlar Öksürük, pürülan balgam, ateş
Astım Bronş Düz kas hipertrofisi ve immünolojik ya da Nöbetler halinde hırlama,
hiperplazisi, aşırı mukus, tanımlanamamış nedenler öksürük, dispne
inflamasyon
Amfizem Asinüs Hava boşluğunda genişleme, Tütün içimi Dispne
duvar yıkımı
Küçük havayolu Bronşiyol İnflamatuar skar, bronşiyollerde Tütün içimi, hava kirliliği Öksürük, dispne
hastalığı, bronşiyolit* parsiyel obliterasyon
‘ O b s t r ü k t i f a k c iğ e r h a s ta lık la rın ın t ü m f o r m la r ı y la b ir lik t e y a d a t e k b a şın a o la b ilir.
464 BÖLÜM 1 2 Akciğer

Kronik hasar (ör. sigara) daha belirgindir. Fibrozis, skar ve atelektazi alanlarına
komşu bölgelerde oluşur ve genellikle akciğerlerin üst
Küçük havayolu hastalığı yarısında daha şiddetlidir. Karakteristik bulgusu birbir-
leriyle bitişik, çok sayıda genişlemiş hava boşluklarıdır.
AMFİZEM KRONİK BRONŞİT Bu boşlukların çapları 0,5 cm ve altından başlayıp 2
Alveol duvarı hasarı Prodüktif öksürük cm'yi aşar. Bazen kistik yapılar oluşturur; bu kistlerin
Aşırı havalanma Havayolunda inflamasyon progresif olarak büyümelerine bül adı verilir. Bu amfi-
zem tipinin nedeni bilinmemektedir; en sık genç eriş­
kinlerde spontan pnömotoralcs olgularında görülür.

İrre g ü le r A m fizem
ASTIM Asitıüsün düzensiz tutulurumdan dolayı bu adı alan irregü­
Geri dönüşlü obstrüksiyon
ler amfizem hemen her zaman skar alanları ile birliktedir
Bronşial aşırı yanıt hali (örneğin iyileşmekte olan inflamatuar hastalıklara bağlı
allerjenler, enfeksiyon vb. ile tetiklenir skar oluşumu). Klinik olarak asemptomatik olmalarına
karşın, en sık amfizem tipi olarak kabul edilebilirler.

Resim 12-5 Kronik obstrüktif akciğer hastalıklarının örtüşen özel­


liklerinin şematik gösterimi.
PATO G EN EZ
Tütün dumanı ve solunan çevresel ajanlar gibi to ksik mad­
delere m aruziyet akciğerlerde n ö tro fil, makrofaj ve lenfosit
A m fizem Tipleri b irikim i ile karakterize inflamasyonu uyarır. Elastazlar, sito-
Amfizem lobül içerisindeki anatomik dağılımına göre sı­ kin ler (IL-8 dahil) ve oksidan m addeler salınarak epitel ze­
nıflandırılır. Daha önce de belirtildiği gibi terminal delenmesine ve ekstrasellüler m atriks (ESM) proteolizine
bronşiyollerin distalindeki yapıya asinüs, üç ile beş asi- yol açar. Elastin yıkım ürünleri inflamasyonu daha da artırır.
nüs grubuna da lobül adı verilir (Resim 12-6, A). Amfi-
zemin dört ana tipi vardır: (1 ) sentriasiner, (2 ) panasi-
ner, (3) distal asiner ve (4) irregüler. Bunlardan sadece
ilk iki tipi klinik olarak anlamlı havayolu obstrüksiyonu-
na yol açar. Sentriasiner amfizem panasiner tipten yak­
laşık 2 0 kat daha sık görülür.

Sentriasiner (S e n trilo b ü le r) A m fizem


Sentriasiner (sentrilobüler) amfizemin ayırt ettirici özel­
liği lobüllerin tutulma özelliğidir: asinüslerin respiratuar
bronşiyoller tarafından oluşturulan santral ya da proksimal
kısımları etkilenir; distal alveoller korunmuştur. Bu neden­
le aynı asinüs ya da lobül içerisinde hem amfizematöz,
hem de normal hava boşlukları görülür (Resim 12-6, B).
Lezyonlar üst loblarda, özellikle apikal segmentlerde da­
ha sık ve şiddetlidir. Şiddetli sentriasiner amfizemde
distal asinüs de etkilenmeye başlar; bu durumda pana­
siner amfizemden ayırt etmek güçleşir. Bu amfizem tipi
en sık a r antitripsin eksikliği olmayan sigara içicilerinde
görülür.

Panasiner (P anlobüler) A m fizem


Panasiner (panlobüler) amfizemde asinüsler respiratuar
bronşiyolden terminal alveollere kadar uniform olarak ge­
nişlemiştir (Resim 12-6, C). Sentriasiner amfizemin ter­
sine, panasiner amfizem akciğerin alt bölgelerinde daha
sıktır ve a-j-antitripsin eksikliğinde görülür.

Distal A sin e r (Paraseptal) A m fizem Resim 12-6 Majör amfizem tipleri. A , Akciğerin temel birimi olan
asinüsün normal yapısı. B, Erken dönemde respiratuar bronşiyol­
Distal asiner (paraseptal) amfizemde asinüsün proksimal lerin genişlemesi ile karakterize olan sentriasiner amfizem. C, Er­
kısmı normal olup, esas olarak distal kısmı etkilenmiştir. ken dönemde periferik yapıların (alveol ve alveoler duktus)
Amfizem plevra komşuluğunda, lobüllerin bağ doku­ tümünün genişlemesi ile karakterize olan panasiner amfizem; has­
sundan oluşan septaları boyunca ve lobül kenarlarında talık daha sonra respiratuar bronşiyolleri de etkiler.
O bstrüktif Akciğer (Havayolu) Hastalığı 465

Çevresel etkenler Genetik faktörler zis olmadan doku yıkımı (am fizem ) ya da interstisyel fib ro -
Sigara kullanımı TG F-p1 polimorfizmleri zis gibi (daha ileride tartışılacaktır). Son bilgiler bu iki süreç­
Biyoyakıtlar, diğerleri ot1-antitiprisin yetmezliği ten hangisinin meydana geleceğinin belirlenmesinde me­
zenkimal yanıtın k ritik bir fa k tö r olabileceğini gösterm ekte­
dir. Am fizem de sadece epitelyal ve endotelyal hücrelerde
değil, mezenkimal hücrelerde de kayıp söz konusudur. Bu
da epitelyal hücrelerin iskeletinin ye r alacağı ekstrasellüler
m atriks eksikliğine yol açar. Bu nedenle, am fîzem in ye­
1
İltihap hücreleri Epitel hücreleri
i
Mezenkimal hücreler
te rsiz y a ra iyileşm esi sonucu m eydana geldiği düşü­
nülebilir. Tersine, fibrozise neden olan akciğer hastalıkla­
J® % K rında zedelenmeye karşı aşırı bir m yofibroblastik veya fib-
( f t ,* .) roblastik yanıt ve kontrolsüz skar oluşumu söz konusudur.

m İ
Apoptoz
Sitokinler Apoptoz Azalm ış proliferasyon
Proteazlar Nekroz Azalmış kasılma
Azalmış matriks M ORFOLOJİ
ESM parçalanması sentezi
I________ _________I A m fizem tanısı ve sınıflaması daha çok akciğerin m akrosko-
pik görünüm üne dayanır. Panasiner am fizem patolojik
süreç tam anlamıyla gelişmişse, soluk, büyük (hacim li) akci­
Alveol parenkim hasarı ğerlere yol açar. O topside göğüs ön duvarı açıldığında sık­
___________________________
lıkla kalbin görünm esini engeller. Sen triasin er am fize-
Resim 12-7 Amfîzemin patogenezinde hücresel homeostazın kay­ min m akroskopik özellikleri daha az dikkat çekicidir. Ç ok
bı. Solunan toksinler (örneğin sigara dumanı) epitel hücresinin ilerlemiş olgular dışında, akciğerler panasiner am fizeme gö­
ölümüne, inflamasyona ve ekstrasellüler matriksin proteolizine yol re daha koyu pembe ve daha küçüktür. Sentriasiner amfi­
açar. Duyarlı bireylerde mezenkimal hücrelerin canlılığı ve reparatif zemde genellikle akciğerlerin üst üçte ikisi alt bölgelerden
fonksiyonları solunan toksik maddelerin direkt etkileri ve inf-
daha fazla etkilenm iştir. H isto lojik incelemede alveol du­
lamatuar medyatörler ile perisellüler ve ekstrasellüler matriksin
kaybı sonucu bozulur. Sonuçta alveoler duvarın yapısal hücrelerinin
varların d a fibrozisin e şlik etmediği parçalanm a ve
ve matriks bileşenlerinin kaybı meydana gelir. buna bağlı genişlem iş hava b oşlukları g ö rü lü r (Resim
(H o ro w itz JC , M a rtin e z FJ, Thannickal VJ: M e sen ch ym a l cell fate and phen otypes in 1 2 -8 ). Alveol kaybına ek olarak alveoler kapillerlerin sayı­
the pathogen esis o f em physem a. COP D 6 :2 01 , 2 0 0 9 izni ile.) sı da azalmıştır. Terminal ve respiratuar bronşiyollerin yapı­
ları, bunların parankim e tutunm alarını sağlayan septaların
kaybı nedeniyle bozulabilir. Çevre alveoler septalardaki
e la stik doku k a y b ı nedeniyle küçük havayolları üzerinde­
ki radyal traksiyon azalır ve böylece ekspirasyon sırasında
küçük hava yollarının kollapsına yol açar; bu d u rum şiddet­
li am fizem deki k ro n ik hava akımı obstrüksiyonunun önem ­
A ntielastazlar (ör., a-pantitripsin) ve antioksidanlar ile fren­ li b ir sebebidir, ilerlemiş olgularda her zaman bronşiyoler-
lenmediği sürece, inflamasyon döngüsü ve ESM proteolizi de inflamasyon ve submukozal fibrozis görülür.
devam eder. Pratikte konjenital a-|-antitripsin eksikliği olan
hastaların % 8 0’ inden fazlasında sem ptom atik panasiner
amfizem gelişir; bu amfizem tipi daha erken yaşlarda o rta ­
ya çıkar ve sigara içenlerde daha şiddetlidir.
A m fiz e m /K O A H gelişiminde bireyle r arasındaki duyar­
lılık oldukça değişkendir. Sigaranın yol açtığı zedelenmeye
verilen yanıtı birden fazla genetik fa k tö r kon tro l etm ekte­
dir. Ö rneğin, TGFB genindeki p o lim o rfizm le r mezenkirpa!
hücrelerin zedelenmeye yanıtını düzenleyerek KO AH geli­
şimine karşı duyarlılığı etkiler. Mesela bazı polim orfîzm ler-
de TGF-P sinyallerine karşı mezenkimal hücre yanıtı azalır,
bunun sonucunda da solunan toksinlerin neden olduğu
elastin zedelenmesinin ta m iri yetersiz kalır. M atriks metal-
loproteinazların (M M P), özellikle MMP-9 ve MMP-12’nin
de amfizem patogenezinde ro l oynadığı gösterilmiştir. Bazı
amfizem hastalarında MMP-9 gen p o lim o rfizm le ri ve art­
mış MMP-9 ve MMP-12 düzeyleri bulunmuştur. Ayrıca,
MMP-12’den yoksun farelerin sigaraya bağlı amfizemden
korunduğu gösterilm iştir. Daha fazla çalışmalara gereksi­
nim duyulm akla birlikte, m evcut anlayışa göre amfizem pa-
togenezi Resim 12-7’de özetlenm iştir.
inflam atuar m edyatörler, hücre sinyalleşmesi ve tam ir
mekanizmalarının yanlış aktivasyonu arasındaki karmaşık Resim 12-8 Akciğer amfizemi. Hava boşluklarının belirgin geniş­
ilişkiler birb irin d e n çok farklı hastalıklara yol açabilir; fibro - lemesi ve alveoler septaların fibrozis olmadan parçalanması söz
konusudur. Siyah antrakotik pigmente dikkat ediniz.
466 BÖLÜM 12 Akciğer

K linik Ö ze llikle r Amfizem ile İlişkili Durumlar


Dispne genellikle ilk semptomdur; ani başlar ancak gide­ Bazı hastalıklar yüzeysel olarak amfizeme benzer ancak
rek ilerler. Altta yatan kronik bronşiti ya da kronik ast- aslında amfizem olarak adlandırılmaları doğru değildir:
matik bronşiti olan hastalarda öksürük ve hırıltılı solu­
num (wheezing) ilk şikayetler olabilir. Kilo kaybı sıktır ve • Kompansatuar amfizem terimi başka alanlardaki akci­
malign bir tümör kuşkusu uyandıracak kadar şiddetli ğer dokusunun kaybma bağlı olarak alveollerin kom-
olabilir. Pulmoner fonksiyon testlerinde azalmış FEV1 ve pansasyon amaçlı genişlemesini ifade etmek için kul­
normal ya da normale yakın FVC görülür. Bu nedenle lanılır. Bu durum örneğin hastalıklı akciğerin ya da
FEVfin FV C ye oranı azalmıştır. bir lobun cerrahi olarak çıkarılmasından sonra rezi-
"Bronşit" bileşeni olmayan amfizemin klasik görünü­ düel akciğer parankiminde meydana gelir.
münde hasta fıçı göğüslü ve dispneiktir, ekspirasyonu • Obstrüktif aşırı havalanma akciğerin içinde hava hap-
belirgin olarak uzamıştır, öne doğru eğilerek oturur ve solduğu için genişlemesi durumudur. Bunun sık ne­
her ekspiryumda akciğerlerindeki havayı dışarı atmak denlerinden birisi tümör ya da yabancı cisimlerin ne­
için zorlar. Bu hastalarda hava boşluklarındaki genişle­ den olduğu subtotal obstrüksiyondur. Eğer etkilenen
me şiddetli, diffüzyon kapasitesi düşüktür. Dispne ve hi- kısım normal kalan akciğere bası yapacak kadar bü­
perventilasyon belirgin olup hastalığın çok ileri evreleri­ yürse, obstrüktif aşırı havalanma hayatı tehdit eden
ne kadar gaz alışverişi yeterlidir ve kan gazı değerleri acil bir durum meydana getirebilir.
nispeten normaldir. Belirgin dispne ve hemoglobinin ye­ • Büllöz amfizem büyük subplevral kabarcık ya da bül
terli oksijenlenmesi nedeniyle bu hastalara bazen "pink (genişlediğinde 1 cm'den büyük boşluk) oluşturan
puffers-pem be üfleyenler" yakıştırması yapılır. herhangi bir amfizeme verilen addır (Resim 12-9). Bu
Amfizemin klinik görünümünün diğer ucunda ise ay­ kabarcıklar dört amfizem tipinin herhangi birisinin
nı zamanda şiddetli kronik bronşiti ve pürülan balgam­ bir alanda şiddetlenmesi ile oluşur; en sık subplevral
lı tekrarlayan enfeksiyon öyküsü olan hastalar yer alır. alanlarda görülür ve bazen yırtılarak pnömotoraksa
Dispne genellikle daha az belirgindir ve azalmış respira- neden olur.
tuar aktivite nedeniyle hastada karbondioksit retansiyo- • Mediastinal (interstisyel) amfizem havanın akciğer, me-
nu söz konusudur. Buna bağlı olarak hastalar hipoksik diasten ve subkutan bağ dokusu stromasma girmesi
ve sıklıkla siyanotiktir. Tam anlaşılamamış nedenlerle sonucu meydana gelir. Bu olay intra-alveoler basıncın
bu hastaların obez olma eğilimleri vardır ve bu nedenle ani artışına bağlı (kusma ve şiddetli öksürükte oldu­
"blue bloaters-mavi şişmanlar" olarak da adlandırılırlar. ğu gibi) meydana gelebilir. Bu durumda alveoller yır­
KKY (kor pulmonale) (Bölüm 10) ve beraberinde ödem tılır ve hava interstisyum içine doğru ilerler. Bazen de
gelişmesi durumunda sıklıkla medikal tedavi gereksini­ boğmacalı çocuklarda gelişir. Özellikle kısmi bronş
mi duyarlar. obstrüksiyonu olan respiratöre bağlı hastalar ile örne­
Öte yandan, çoğu amfizem ve KOAPI hastası bu iki ğin kaburga kırığı gibi delici yaralanması olan hasta­
uç örneğin arasında yer alır. Olguların hepsinde gerek larda sık görülür. İnterstisyel hava subkutan dokuya
hipoksi tarafından uyarılan pulmoner vasküler spazm, girdiğinde, hasta deyim yerindeyse balon gibi şişer
gerekse de alveol yıkımı nedeniyle pulmoner kapiller (baş-boyun bölgesinde şişme ve tüm göğüste krepi-
yüzey alanının kaybı sonucu giderek belirginleşen sekon- tasyon alınır). Giriş yeri kapatıldığında, çoğu durum­
der pulmoner hipertansiyon gelişir. Amfizemden ölüm ya da hava kendiliğinden rezorbe olur.
respiratuar asidoz, hipoksi ve koma ile seyreden akciğer
yetmezliği ya da sağ kalp yetmezliği (kor pulmonale) so­
nucu olur.

A Ö ZET

A m f iz e m
• Amfizem terminal bronşiyollerin distalindeki hava boş­
luklarının kalıcı genişlemesi ile karakterize kronik obst-
rü ktif havayolu hastalığıdır.
• Sentriasiner (en sık ve sigara ilişkili tip), panasiner (a^an-
titripsin eksikliğinde görülür), distal asiner ve irregüler
tiplerden oluşur.
• Sigara ve solunan çevresel ajanlar inflamatuar hücrelerin
birikimine, elastazların ve oksidan maddelerin salınımına
neden olarak yeterli mezenkimal tam ir yanıtına sahip ol­
mayan alveol duvarlarının parçalanmasına yol açar.
• Her iki hastalıkta da sigara altta yatan risk faktörü oldu­
ğundan, amfizemli hastaların çoğu aynı zamanda kronik
bronşit özellikleri de gösteririn Saf amfizemi olan hasta­ Resim 12-9 Büyük, apikal ve subplevral bül içeren büllöz amfizem.
lar “ pink puffers-pembe üfleyenler” olarak da tanımlanır. (D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, D al­
las, Texas. Eğitim Setinden.)
O b s trü k tif A kciğ e r (Havayolu) Hastalığı 467

Kronik Bronşit
Sigara içenlerde ve hava kirliliği olan şehirlerde yaşayan
bireylerde kronik bronşit sıktır; bazı çalışmalar 40-65
yaş grubundaki erkeklerin %20-25'inde kronik bronşit
olduğunu belirtmektedir. Kronik bronşit tanısı klinik
olarak konulur: kronik bronşit klinik olarak ardışık iki yıl
boyunca, yine ardışık en az 3 ay devam eden sürekli öksürük
ve balgam varlığı şeklinde tanımlanır. Hastalığın erken
dönemlerinde balgamlı öksürükteki mukus fazladır an­
cak havayolları tıkanmamıştır. Kronik bronşitli hastala­
rın bazılarının havayollarında aralıklı bronkospazm ve
hırılıtılı solunum ile karakterize aşırı reaksiyon görülebi­
lir. Bir grup kronik bronşit hastasında, özellikle yoğun
sigara içenlerde ise kronik havayolu obstrüksiyonu ve
Resim 12-10 Kronik bronşit. Bronş lümeni üstte. Müköz bez ta­
genellikle eşlik eden amfizem söz konusudur.
bakasındaki belirgin kalınlaşmaya (normalin yaklaşık iki katı) ve ak­
ciğer epitelinin skuamöz metaplazisine dikkat ediniz.
(D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southwestern M e d ica l School, Dal­
PATO G EN EZ las, Texas. Eğitim Setin den .)

K ro n ik bronşitin ayırt ettirici özelliği büyük havayollarında


başlayan m ukus hipersekresyonudur. Sigara te k başına
en önem li etken olm akla birlikte, sülfür dioksit ve azot di- yü m esid ir (Resim 1 2 -1 0 ). Boyut artışının derecesi sub-
o ksit gibi havayı kirleten diğer ajanlar da buna katkıda bu­ mukozal bez tabakasının kalınlığının, bronş duvarı kalınlığı­
lunabilir. Bu çevresel ajanlar trakea ve ana bronşlardaki mü- na oranı ile değe rlen dirilir (Reid indeksi—norm ali 0.4).
köz bezlerin hipertrofisini uyarır ve daha küçük bronşların Bronş mukozasında değişen yoğunlukta ve daha çok m ono-
ve bronşiyollerin yüzey epitelindeki müsin salgılayan goblet nükleer hücreler ile karakterize, ancak bazen nötro fillerin
hücrelerinin belirgin artışına neden olur. Ayrıca C D 8 + len­ de eşlik ettiği inflamatuar hücreler sık görülür. Ayrıca, gob­
fositlerin, m akrofajların ve n ö tro fille rin infiltrasyonu ile ka­ let hücre metaplazisi, mukus tıkacı, inflamasyon ve fibrozis
rakterize inflamasyona sebep olur. Astım ın tersine, kro n ik ile karakterize k ro n ik bronşiyolit (küçü k havayolu hasta­
bronşitte eozinofiller yoktu r. K ron ik bronşitin tanımlayıcı lığı) da dikkati çeker. En ağır olgularda fibrozis sonucu lü-
özelliği (m ukus hipersekresyonu) esas olarak büyük bronş­ menin tamamen obliterasyonu (bronşiyolitis obliterans)
ların tutulum una işaret etm ekle b irlikte , k ro n ik bronşit­ meydana gelebilir. Lümende daralmaya ve havayolunda
te hava akım ı o b strü ksiyon u n a ait m orfo lojik bul­ obstrüksiyona yol açan du rum submukozal fibrozistir. Sık­
gular daha periferd e görülür ve nedenleri şunlardır: ( 1 ) lıkla amfizeme ait değişiklikler de eşlik eder.
goblet hücre metaplazisi, bronşiyol lüm enlerinin mukusla
tıkanması, inflamasyon ve bronşiyol duvarlarında fibrozis
ile karakterize k ü ç ü k havayolu hastalığı ve ( 2 ) eşlik K linik Ö ze llikle r
eden am fizem . Genel olarak küçük havayolu hastalığı
Kronik bronşitli hastalarda şiddetli öksürük ve balgam
(k ro n ik bronşiyolit olarak da bilin ir) erken dönem ve nispe­
ten hafif şiddetteki hava akımı obstrüksiyonunun önem li bir
solunum fonksiyonlarında bozukluğa yol açmadan sü­
bileşeni iken, belirgin hava akımı obstrüksiyonu ile karakte­ rekli olarak bulunabilir. Ancak daha önce de belirtildiği
rize k ro n ik bronşitte bir kom plikasyon olara k hemen da­ gibi, bazı hastalarda havayolu obstrüksiyonu ve belirgin
ima amfizem gelişir. KOAH gelişir. Bu klinik sendroma hiperkapni, hipokse-
Çevresel ajanların solunum epiteli üzerindeki etkilerinin mi ve (şiddetli olgularda) siyanoz eşlik eder (bu nedenle
çoğunun (ör. mukus hipersekresyonu) IL-13 gibi lokal salı­ bu hastalar 'blue bloaters-mavi şişmanlar). Bu KOAH ti­
nan T hücre sitokinleri tarafından yönetildiği sanılmaktadır. pinin amfizeme bağlı KOAH'tan ayrımı ancak klasik
Tütün dumanına m aruziyet sonucu bronş epitelinde müsin özellikler gösteren olgularda yapılabilir, fakat çoğu has­
geni M U C 5A C transkripsiyonu ve n ö tro fil elastaz yapımı ar­ tada her iki durum birlikte görülür. Kronik bronşitin
tar. Sıklıkla m ikrobiyal enfeksiyon da eşlik eder, ancak ilerlemesiyle pulmoner hipertansiyon ve kalp yetmezliği
ikincil role sahiptir; daha çok inflamasyonun sürmesine ve (Bölüm 10) gelişir. Tekrarlayan enfeksiyonlar ve solu­
sem ptom ların şiddetlenmesine neden olur. num yetmezliği de ayrı birer tehdit oluştururlar.

) M ORFOLOJİ ( J ) Ö ZET
M akroskopik spesimenlerde de görüldüğü gibi, büyük ha­ Kronik Bronşit
vayollarının mukozası sıklıkla h ip erem ik ve ödem sıvısı
nedeniyle şiştir. Sıklıkla müsinöz ya da m ukopürülan sek- • K ro n ik bronşit ardışık en az 2 yıl boyunca ve ardışık en az
retin neden olduğu b ir tabaka ile kaplıdır. Küçük bronşlar 3 ay devam eden sürekli öksürük ve balgam şeklinde ta­
ve bronşiyoller de benzer sekresyonlar ile dolu olabilir. His­ nımlanır.
to lo jik incelemede trakea ve büyük bronşlardaki kro n ik • En önem li risk faktörü sigaradır; hava kirliliğine yol açan
bronşitin tanısal özelliği m ukus salgılayan bezlerin bü- ajanlar da katkıda bulunur.
468 BÖLÜM 12 Akciğer

• K ro n ik obstrüksiyon bileşeni esas olarak küçük havayolu ken faz reaksiyonlarında bro nko konstriksiyon , artmış mu­
hastalığı (kron ik bronşiyolit) ve eşlik eden amfizem sonu­ kus üretim i ve değişen oranlarda vazodilatasyon görülür.
cu meydana gelir. B ronkokonstriksiyon subepitelyal vagal reseptörlerin d ire kt
• H is to lo jik incelemede mukus salgılayan bezlerin büyüme­ uyarılması ile tetiklenir. Geç faz reaksiyonu eozinofillerin,
si, goblet hücre metaplazisi ve bronş duvarında fibrozis n ö tro fille rin ve lenfositlerin aktivasyonu ile karakterize inf-
görülür. lamasyondan oluşur. Buna ek olarak, epitel hücreleri de ak­
tive olup daha fazla T H2 ve eozinofil toplanmasına neden
olan kem okinleri ü re tir (örneğin eozinofiller için güçlü kim ­
yasal çekici ve a ktiva tör olan eotaksin gibi); ayrıca diğer lö-
kositlerin de toplanmasını uyararak inflam atuar reaksiyo­
Astım
nun şiddetlenmesine yol açar. Tekrarlayan inflamasyon
ataklan bronş duvarında havayolu rem odeling! adı veri­
Astım havayollarının özellikle geceleri ve/veya sabah er­
len yapısal değişimlere neden olur. Bu değişiklikler düz kas
ken saatlerde belirginleşen ve tekrarlayan hırıltılı solu­ ve m üköz bezlerde hip e rtro fi, artm ış vaskülarite ve subepi­
num (wheezing) atakları, nefes alamama, göğüste sıkış­ telyal kollajen birikim i ile ka ra kte rize d ir ve hastalığın semp­
ma ve öksürük ile karakterize kronik inflamatuar bir tom ları başlamadan yıllar önce bile oluşabilir.
hastalığıdır. Hastalığın en tipik özellikleri aralıklı ve re- Astım karmaşık b ir genetik hastalıktır; pa tolo jik reaksi­
versibl havayolu obstriiksiyonu, eozinofillerin bulunduğu yonun başlamasında çok sayıda duyarlı genin çevresel fak­
kronik bronşiyal inflamasyon, bronş düz kaslarında hiper- tö rle rle etkileşim i söz konusudur. Bu genlerin ekspresyo-
trofi ve artmış mukus sekresyonudur. Hastalarda atakları nunda ve im m ün yanıtı ya da doku rem odelingini etkileyen
tetikleyen uyaranlardan bazıları normal bireylerdeki ha­ po lim o rfîzm kom binasyonlarında çeşitlilikler söz konusu­
vayollarının üzerindeki etkisi minimaldir ya da yoktur, dur. Duyarlı krom o zom lokuslarından birisi 5. krom o zo­
inflamatuar yanıtta özellikle eozinofiller, mast hücreleri, mun uzun kolunda (5 q ) bulunur; bu lokusta IgE sentezinin
makrofajlar, lenfositler, nötrofiller ve epitelyal hücreler regülasyonu yanısıra, mast hücre ve eozinofil büyümesi ve
gibi pek çok hücre rol oynar. Son dört dekadda Batı farklılaşma haritası ile ilgili çeşitli genler ye r alır. Bu genler­
den bazıları şunlardır: IL13 (atop ik astım gelişimine duyarlı­
dünyasında astım insidansmda belirgin artış olması dik­
lık ile ilişkili genetik p o lim o rfizm le r), C D 14 (mesleksel as­
kat çekicidir. Bu epidemiyolojik gözlem 'hijyen hipote-
tım ile ilişkili te k nükleotid p o lim o rfizm le ri), H L A klas II al-
zi'ni doğurmuştur. Buna göre enfeksiyonların eradikas-
lelleri (IgE antikorları üretm e eğilim i), |32-ad ren erjik resep­
yonu immün homeostazı değiştirir ve allerjik ve diğer t ö r geni ve IL-4 reseptör geni (atopi, total serum IgE düze­
zararlı immün yanıtları uyarır. yi ve astım). Bir başka önemli lokus 20q üzerindedir. Bura­
Astım atopik (yani bir allerjen duyarlılığı olması; sık­ da bulunan A D A M -3 3 bronşiyal düz kasların ve fibroblast-
lıkla allerjik rinit, egzema hastalarında görülür) ve ato­ ların proliferasyonunu düzenler ve havayolu rem odelingini
pik olmayan (non-atopik) astım olmak üzere iki tipe ayrı­ k o n tro l eder. T H2 inflamasyonunda ve astımın derecesinde
labilir. Her iki tipte de respiratuar enfeksiyonlar (özellik­ çeşitli kitinaz enzim lerine karşı rese ptör düzeyindeki artışın
le viral), çevresel ajanlara maruziyet (ör. sigara dumanı, (upregulation) önem li olduğu gösterilm iştir; yüksek serum
diğer dumanlar), soğuk hava, stres ve egzersiz gibi çeşit­ YKL-40 düzeyleri (enzim atik aktivitesi olmayan b ir kitinaz
li mekanizmalarla bronkospazm atakları tetiklenebilir. ailesi üyesi) astımın şiddeti ile korelasyon gösterm ektedir.
İnflamasyon tipleri farklılıklar gösterir: eozinofilik, nöt-
rofilik, mikst inflamatuar ve az sayıda granülositten olu­
şan (pausi-granülositik) gibi. Bu alt grupların etiyolojile-
Astım Tipleri
ri, immünpatolojileri ve tedaviye yanıtları farklılıklar
gösterebilir. Astım ayrıca bronkokonstriksiyona yol açan A to p ik Astım
ajanlara ya da olaylara göre de sınıflandırılabilir. Astımın en sık görülen tipidir; genellikle çocukluk ça­
ğında başlar ve klasik örneği tip I IgE aracılı hipersensiti-
vite reaksiyonudur (Bölüm 4). Ailede pozitif atopi ve/ve­
ya astım öyküsü sıktır. Astım atakları öncesinde sıklıkla
PATO G EN EZ allerjik rinit, ürtiker ya da egzema görülür. Hastalık toz,
Astım ın ana etiyo lo jik fa k tö rle ri tip I hipersensitiviteye kar­
polen, hayvan derisi ve gıdalar gibi çevresel ajanlarla te­
şı genetik yatkınlık (atop i), akut ve k ro n ik havayolu infla- tiklenir. Enfeksiyonlar da atopik astımı etikleyebilir. So­
masyonu ve çeşitli uyaranlara karşı bronşların aşırı reaksi­ rumlu antijene yönelik yapılan deri testinde ani kızarık­
yonudur. İnflam asyonda p ek ço k hücre tipi ve infla­ lık ve kabarma meydana gelir. Atopik astım tanısı bir di­
m a tu a r m ed yatör rol o ynar, ancak astım ın patoge- zi IgE spesifik allerjeni belirleyen serum radyoallerjosor-
nezinde tip 2 yardım cı T (T H2 ) hü crelerin in rolü ban testleri (RAST) ile de konabilir.
k r it ik olabilir. Astım ın klasik ato pik form un da çevresel
ajanlara karşı aşırı T H2 reaksiyonu görülür. T H2 hücreleri N o n -A to p ik Astım
tarafından üretilen sitokinle r astıma ait özelliklerinin çoğun­ Nonatopik astımlı hastalarda allerjen duyarılılığı yoktur
dan soru m lud ur—IL-4 IgE yapımını uyarır, IL-5 eozinofilleri ve deri testleri sıklıkla negatiftir. Ailede astım öyküsü
aktive eder ve IL-13 mukus yapımını ve ayrıca B hücrelerin­
daha nadirdir. Virüslere (ör. rhinovirüs, parainfluenza
ce IgE üretim ini uyarır. IgE submukozal mast hücrelerinin
virüs) ve solunan çevresel ajanlara (ör. sülfür dioksit,
etrafını kaplar. Mast hücreleri allerjenlerle karşılaştıklarında
ozon, azot dioksit) bağlı respiratuar enfeksiyonlar sık te-
içlerindeki grandilerini salar. Bu da iki dalga halinde reaksi­
tikleyicilerdir. Solunum mukozasındaki viral inflamasyo-
yon başlatır: erken (ani) faz ve geç faz (Resim 12-11). Er­
nun subepitelyal vagal reseptörlerin irritanlara karşı eşiğini
A. N O R M A L HAVAYOLU C . AS TIM IN TETİKLENM ESİ

Mukus
Epithel T hücre Polen
Bazal
membran
I
I İÜ .^ re s e p tö rü

Lamina — «■ o
propria
Düz kas (allerjen)

G la n d la r------— Dendritik
hücre
Kıkırdak —C liv t if o T 7""

IgE
reseptörü , J|
Mukoza
Eozinofil toplanması örtüsü
Mast hücresi | Aktivasyon

Granüller ve
medyatörlerin salınır™

B. A STIM D A H A VAYO LU
Mukus
Eozinofil - [ —^
Goblet K
hücresi ■
Bazal - M 1 0

membran # % £ # •
\T *V •• «
Makrofaj -
ft l A ® *
* > * *
Düz kas -

Glandlar

Ç 6b

Mast Eozinofil Nötrofil


hücresi
Lenfosit (CD4+, T H2) Vagal efferent sinir

D. ER K EN FAZ (D A K İK A LA R ) E. G E Ç FAZ (S A A T LE R )

Resim 12-11 A ve B, Normal ve astımlı bir hastadaki bronşların karşılaştırılması. Mukus salgılayan goblet hücrelerinin sayıca artışı ve sub-
mukozal bez hipertrofîsine bağlı bronş lümeninde biriken mukusa dikkat ediniz. Ayrıca eozinofil, makrofaj ve diğer inflamatuar hücreler­
den meydana gelen yoğun bir kronik inflamasyon görülüyor. Mukozal epitel altındaki bazal membran kalınlaşmış ve düz kas hücreleri
hipertrofi ve hiperplazi sergiliyor. C, Solunan allerjenler (antijenler) TH2 baskın bir yanıta neden olarak IgE yapımına ve eozinofil toplan­
masına yol açar (sensitizasyon). D, Antijen (Ag) ile tekrar karşılaşıldığında IgE’ nin havayollarında bulunan mast hücrelerinin IgE reseptör­
lerine bağlanması ile ani reaksiyon tetiklenir. Bu hücrelerde önceden üretilmiş olan mediyatörler salınır. Sonuçta direkt ya da nöronal
refleksler yoluyla mediyatörler bronkospazm, vasküler permeabilite artışı ve mukus yapımına neden olur ve kandan daha fazla mediyatör-
salan hücre toplanmasına yol açar. E, Kandan toplanan lökositlerin (nötrofiller, eozinofiller, bazofiller, lenfositler ve makrofajlar) ulaşmasıyla
astımın geç fazını başlatacak sinyal verilir ve lökosit, endotel ve epitel hücrelerinden yeni mediyatör salınımı başlar. Özellikle eozinofiller-
den salınan faktörler (örneğin major basic protein, eozinofil katyonik protein) epitelde de hasara yol açar. IgE: immunoglobulin E.
470 BÖLÜM 12 Akciğer

düşürdüğü sanılmaktadır. Aralarındaki bağlantı tam ola­


rak anlaşılamamakla birlikte, havayolu obstrüksiyonu-
nun nihai hümoral ve hücresel medyatörleri (ör. eozino-
filler), hem atopik, hem de nonatopik astım tiplerinde
ortaktır ve bu nedenle her ikisi de benzer şekilde tedavi
edilirler.

ilaca Bağlı A s tım ** . ; , ‘ V J* ■*'*• M

Çeşitli farmakolojik ajanlar astımı uyarır. En çarpıcı ör­


h: {•/ 8
■:• <' '*
nek aspirindir. Aspirin duyarlılığı olan hastalarda tek­ ■*,» . . -M . ; . , ; ; ' \ -V -

rarlayan rinit ve nazal polipler, iirtiker ve bronkospazm ,{•-


S K ’,
görülür. Kesin mekanizması bilinmemekle birlikte, aspi­ v .
rinin araşidonik asit metabolizmasında lipooksijenaz * •« .
•• r»i., ı* Z > İi
yolağını etkilemeden siklooksijenaz yolağını inhibe ede­ W ,*>> - , . , .
rek iki yolak arasındaki dengeyi bozduğu ve bu şekilde i v # ' - , -• •
bronşiyal spazma yol açan lökotrienlerin daha fazla üre­ s 4 •. v a :;-:-',.,.;
tilmesine neden olduğu sanılmaktadır.
Resim 12-12 Astımlı b ir hastaya ait bronşiyal biyopsi örneğinde
bazal m em bran altında fibrozis, eozinofilik inflamasyon ve düz kas
M esleksel A s tım
hiperplazisi görülüyor.
Bu astım tipi dumanlar (epoksi reçineler, plastikler), or­
ganik ve kimyasal tozlar (kereste, pamuk, platin), gazlar
(toluen) ve diğer kimyasallar tarafından uyarılır. Astım
atakları genellikle etken antijen(ler) ile tekrarlayan kar­ aşırı havalanır. Klasik bir olguda ataklar birkaç saat sü­
şılaşmalardan sonra başlar. rer veya kendiliğinden ya da tedavi (genellikle bronko-
dilatatörler ve kortikosteroidler) ile diner. Ataklar ara­
sındaki dönemlerde karakteristik olarak belirgin solu­
num sıkıntısı görülmez, ancak spirometrik ölçümlerde
MORFOLOJİ
kalıcı ve hafif şiddette anormallik saptanabilir. Bazen te­
Astım daki m o rfo lo jik değişiklikler uzun süreli şiddetli atak­ daviye yanıt vermeyen ve günler, hatta haftalarca devam
lar (status astmatikus) nedeniyle ölen hastalarda ve aller- edebilen şiddetli krizler meydana gelebilir (status astma­
jenlere m aruz kalan bireylerin mukozal biyopsilerinde ta­ tikus) . Eşlik eden hiperkapni, asidoz ve şiddetli hipoksi
nımlanmıştır. Ö len olguların m akroskopik spesimenlerinde ölümcül olabilir; ancak olguların çoğu fatal seyretmez.
akciğerler fazla havalanmadan dolayı aşırı genişlemiştir; kü­
çük atelektazi alanları görülebilir. En çarpıcı m akroskopik
bulgu bronş ve bronşiyollerin kalın ve yapışıkan m iikö z tı­
k a ç la r ile tıkalı olmasıdır. H isto lojik olarak m üköz tıkaçlar Q ÖZET
dökülm üş epitel sarmalları (C u rs c k m a n n s p ir a lle r i) içe­
Astım
rir. Ayrıca çok sayıda eozinofil ve C harc@ t-Ley«len k r is ­
t a ll e r i (eozinofil proteinlerinden oluşan kristaloid birikim ­ • Astım havayollarının çeşitli uyaranlara karşı aşırı reaksi­
ler) görülür. Astım ın topluca “ havayolu rem odelingi” ola­ yonu sonucu meydana gelen reversibl bronkokonstriksi-
rak adlandırılan diğer ka ra kte ristik m o rfo lo jik bulguları yonu ile karakterize bir hastalıktır.
şunlardır (Resim 12-11, B): 8 A topik astım çevresel allerjenlere karşı T H2 ve IgE-aracı-
• Havayolu duvarlarında kalınlaşma lı immünolojik reaksiyon sonucu meydana gelir ve akut
15 Bazal m em bran altında fibrozis (Fig. 1 2 -1 2 ) (ani) faz ve geç faz reaksiyonlarından oluşur. T H2 sitokin-
8 Submukozada artm ış damarlanma leri olan IL-4, IL-5 ve IL-13 önemli medyatörlerdir.
* Submukozal bezlerin boyutunda artış ve havayolları epi- • N onatopik astımın tetikleyicileri daha az bilinmektedir;
telinde goblet hücre metaplazisi bununla birlikte bu ajanlar atopik astımı da uyaran viral
■» Bronş kasında h ip e rtro fi ve/ve ya hiperplazi (bu değişik­ enfeksiyonlar ve solunan hava kirleticilerdir.
lik le r bronşiyal term oplasti denen yeni tedavi yöntem i­ • Eozinofıller hemen bütün astım tiplerinde rol oynayan te­
nin tem elini oluşturur. Bu tedavi ile bronkoskopi sırasın­ mel inflamatuar hücrelerdir; major basic protein gibi eo­
da kon tro llü term al enerji salınarak düz kas kitlesi ve so­ zinofil ürünleri havayolu hasarından sorumludur.
nuçta neden olduğu havayolu aşırı reaksiyonu azaltılır). 8 Havayolu remodelingi (bazal membran altında kalınlaşma
ile bronşiyal bezlerin ve düz kaslarının hipertrofisi) obst-
rü ktif hastalık sürecine irreversibl bir bileşen daha ekler.

K lin ik Ö z e llik le r
Bir astım atağı hırıltılı solunum (wheezing) ve birlikte
şiddetli solunum sıkıntısı ile karakterizedir; esas zorlan­ Bronşektazi
ma ekspiryumdadır. Hastalar akciğerlerine hava doldur­
maya çalışır, ardından da bu havayı veremez. Bu şekilde Bronşelctazi bronş ve bronşiyollerin kas ve destek elas­
bronşların distalinde hava hapsolur, havayolları daralır, tik dokusunun kronik nekrotizan enfeksiyonlar sonucu
mukus ve debris ile dolar ve sonuçta akciğerler giderek parçalanmasıyla meydana gelen kalıcı dilatasyonudur.
Obstrüktif Akciğer (Havayolu) Hastalığı 471

Primer bir hastalık olmayıp, kalıcı enfeksiyonlara ya da


M ORFOLOJİ
çeşitli durumlara bağlı obstrüksiyonlara ikincil gelişir.
Bir kez gelişince, öksürük ve bol miktarda pürülan bal­ Bronşektazi genellikle bilateral alt lo b ları, özellikle en d ik
gamın belirgin olduğu karakteristik semptomlar komp­ hava pasajlarını etkiler. T üm ör ya da yabancı cisim aspiras-
leksi ortaya çıkar. Tanı uygun öykü ve radyolojik olarak yonu sonucu gelişenlerde tutulum akciğerin tek b ir seg­
bronşiyal dilatasyonun gösterilmesi ile konulur. Bron- m e n t ile sınırlı olabillir. En şiddetli tutulum genellikle daha
şektaziye yatkınlığı artıran en sık nedenler şunlardır: distaldeki bronş ve bronşiyollerde görülür. Havayolları n o r­
mal çaplarının d ö rt katına kadar genişleyebilir ve akciğe­
• Bronşiyal obstrüksiyon. Sık nedenleri tümörler, yaban­
rin m akroskopik incelemesinde neredeyse plevral yüzeyle­
cı cisimler ve bazen de sertleşmiş mukustur. Böyle re kadar uzandığı gözlenebilir (Resim 1 2 -1 3 ). Oysa ki, n o r­
durumlarda bronşektazi tıkanmış akciğer segmenti- mal akciğerlerde sıradan m akroskopik incelemede plevral
ne lokalizedir. Bronşektazi ayrıca atopik astımın ve yüzeye en fazla 2-3 cm mesafeye kadar bronşiyol gö rm ek
kronik bronşitin bir komplikasyonu olarak da meyda­ m üm kündür. H istolojik bulgular hastalığın aktivitesi ve sü­
na gelebilir. resine göre değişir. Tam gelişmiş a ktif hastalıkta bronş ve
• Konjenital veya herediter hastalıklar—örneğin: bronşiyollerin duvarındaki yoğun a k u t ve k ro n ik
inflam atuar eksuda ile solunum epitelinin dökülmesi ge­
o Kistik fibroziste anormal yoğun mukus salgısının
niş ülserlere neden olur. Klasik b ir olguda, etkilenen bronş­
neden olduğu obstrüksiyona bağlı yaygın ve şid­
larda stafil o koklar, streptokoklar, pnöm okoklar, e n terik o r­
detli bronşektazi meydana gelir ve bronş ağacını ganizmalar, anaerobik ve m ikro aero fîlik ba kteriler ve (özel­
enfeksiyonlara yatkın hale getirir. Bu oldukça likle çocuklarda) Haemophilus influenzae and Pseudomonas
önemli ve ciddi bir komplikasyondur (Bölüm 6 ). aeruginosa gibi k a rışık bir flo ra üreyebilir. İyileşme oldu­
o İmmünyetmezlik durumlarında, özellikle immünglo- ğunda döşeyici epitel tamamen rejenere olabilir; ancak ge­
bulin eksikliklerinde, tekrarlayan bakteriyel enfek­ nellikle anormal dilatasyonun ve kalıcı skarın olduğu şiddet­
siyonlara karşı artmış duyarlılık nedeniyle lokalize li b ir zedelenme söz konusudur. Daha kronikleşm iş olgular­
ya da diffüz bronşektazi gelişebilir, da bronş ve bronşiyol duvarlarında fibrozis yanısra bronşi­
o Kartagener sendromu sıklıkla bronşektazi ve erkek­ yol çevrelerinde de fibrozis (peribro nşiyal fib ro zis) geli­
lerde sterilite ile birliktelik gösteren nadir bir oto- şir. Bazen nekroz bronş ve bronşiyol duvarlarını parçalaya­
rak içinde m antar topunun da gelişebileceği abse kavitesine
zomal resesif hastalıktır. Bu hastalıkta silyalardaki
yol açabilir.
yapısal bozukluk havayollarında mukosilyer temiz­
leme (klerans) fonksiyonunu bozarak kalıcı enfek­
siyonlara neden olur; silyer bozukluk ayrıca sper­
matozoa hareketliliğini azaltır.
• Nekrotizan ya da süpüratif pnömoni özellikle Staphy­
lococcus aureus veya Klebsiella türleri gibi virülan orga­
nizmaların neden oldupu pnömoniler hastaları bron-
şektaziye yatkın hale getirirler. Tüberküloz sonrası
bronşektazi ise endemik bölgelerde önemli bir morbi-
dite nedeni olmaya devam etmektedir.

PA TO G EN EZ
Bronşektazi patogenezinde iç içe geçmiş iki k ritik süreç söz
konusudur: o b strü ksiyon ve k ro n ik kalıcı enfeksiyon.
Bunlardan herhangi birisi daha önce başlayabilir. O b s trü k ­
siyon nedeniyle norm al tem izlem e mekanizmaları bozulur
ve bunu kısa b ir süre sonra sekonder enfeksiyonlar izler;
diğer tü rlü ise k ro n ik enfeksiyon zamanla bronş duvarları­
nı zedeleyerek zayıflamasına ve dilatasyonuna neden olur.
Ö rneğin, p rim e r akciğer kanseri ya da yabancı cisim nede­
niyle meydana gelen obstrüksiyonlarda salgıların uzaklaştı­
rılması bo zulur ve o rta m süperempoze enfeksiyonlar için
uygun hale gelir. Bronş duvarında meydana gelen inflama-
tuar hasar ve biriken eksuda havayollarını daha fazla geniş­
le tir ve irreversibl dilatasyona yol açar. Ö te yandan, bronş
ya da bronşiyollerdeki kalıcı nekrotizan b ir inflamasyon
o b strü kte edici sekresyonlara, tüm duvar boyunca infla-
masyona (beraberinde peribronşiyal fibrozise ve duvarda Resim 12-13 Transplantasyon için akciğer rezeksiyonu yapılmış
traksiyona) ve en sonunda yukarıda ta rif edilen olaylar di­ kistik fibrozisli bir hastada bronşektazi. Akciğerin kesit yüzeyinde
zisine yol açabilir. içleri pürülan mukus ile dolu ve subplevral bölgelere kadar uzan­
mış, belirgin olarak dilate bronşlar görülüyor.
472 BÖLÜM 12 Akciğer

Klinik Özellikler Tablo 12-3 Kronik interstisyel Akciğer Hastalıklarının


Ana Kategorileri
Klinik bulgulan şiddetli ve kalıcı öksürük ve bazen pis
kokulu olabilen mukopürülan balgamdır. Balgam kan Fibrozis Yapan
bulaşı içerebilir ya da olgularda belirgin hemoptizi görü­ Usual (olağan) interstisyel pnömoni (idiyopatik pulmoner fibrozis)
lebilir . Semptomlar sıklıkla nöbetler halindedir ve üst Nonspesifik interstisyel pnömoni
solunum yolu enfeksiyonları ya da yeni patojen ajanla­ Kriptojenik organize pnömoni
rın girişi ile tetiklenir. Çomak parmak (clubbing) gelişe­ Kollajen vasküler hastalıklar ile birlikte olanlar
Pnömokonyozlar
bilir. Şiddetli ve yaygın bronşektazide klasik obstrüktif
Tedaviye bağlı olanlar (ilaçlar, radyasyon)
tip ventilatuar bozukluklar ile hipoksemi, hiperkapni,
pulmoner hipertansiyon ve (nadiren) kor pulmonale gö­ Granülomatöz
rülür. Bronşektazinin daha az karşılaşılan diğer kompli­ Sarkoidoz
kasyonları ise metastatik beyin abseleri ve reaktif amilo- Hipersensitivite pnömonitisi
idozistir (Bölüm 4). Eozinofilik

Löffler sendromu
KRONİK İNTERSTİSYEL ilaç allerjisi ilişkili
idiyopatik kronik eozinofilik pnömoni
(RESTRİKTİF, İNFİLTRATİF)
Sigara ilişkili
AKCİĞER HASTALIKLARI Deskuamatif interstisyel pnömoni
Respiratuar bronşiyolit
Kronik interstisyel hastalıklar esas olarak bilateral yerle­
şimli, pulmoner bağ dokusunu sıklıkla yama tarzında tu­
tan, genellikle kronik seyirli hastalıklardır. Esas olarak dınlardan daha sık görülür; olguların yaklaşık üçte ikisi
en periferde yerleşim gösteren ve en hassas olan alveol- hastalığın görülme anında 60 yaşından büyüktür. Fibro-
lerin duvarındaki interstisyum etkilenir. Akciğer inters- zisin radyolojik ve histolojik paternine olağan (‘'usual")
tisyumu endotel ve epitel hücrelerinin bazal membranla- interstisyel pnömoni (UIP) denir ve bu görünüm IPF tanı­
rı (bunlar en ince kısımlarında birbirleriyle birleşmişler­ sı için gereklidir. Ancak, benzer patolojik görünüm as-
dir), kollajen lifleri, elastik doku, fibroblastlar, birkaç bestozis, kollajen vasküler hastalıklar ve diğer bazı has­
mast hücresi ve nadir mononükleer hücrelerden oluşur talıklarda da olabilir. Bu nedenle idiyopatik tanısı veril­
(Resim 12-1). Bu hastalık grubundaki antitelerin çoğu­ meden önce bilinen tüm etkenler ekarte edilmelidir.
nun nedeni ve patogenezi bilinmemektedir; bazılarının
interstisyel komponenti yaraşıra intraalveoler kompo-
nenti de vardır. Öte yandan birbirlerinden farklı bu has­ PATO G EN EZ
talıkların histolojik özellikleri de sıklıkla örtüşmektedir. Güncel bilgilere göre İPF bazı tanımlanmamış ajanlar yü­
Ancak klinik bulgular, semptomlar, radyolojik görünüm zünden ‘tekrarlayan’ epitel aktivasyonu/zedelenm esi dön­
ve patofizyolojik değişiklikler bunların ayrı hastalıklar güsü sonucu meydana gelir (Resim 1 2 -1 4 ). H istopatolojik
olduğunu desteklemektedir. Bu hastalıkların karakteristik olarak lezyonlarda inflamasyon ve T H2 tipindeki T hücre
özelliği azalmış kompliyanstır (yani, sertleştiklerinden dola­ yanıtının eozinofiller, mast hücreleri, IL-4 ve IL-13 ile indük-
yı akciğerleri şişirmek için daha fazla basınç gerekir); bu ne­ siyonu görülür. Bir başka kabul gören düşünceye göre de
denle de soluk alıp verme daha fazla efor gerektirir (dispne). ‘alte rna tif yoldan aktive olmuş m akro fa jla r’ akciğer fibro zi-
Bunun yaraşıra, alveoler epitel ile interstisyel damar ha­ si olan hastalarda belirgin olup, patogenezde önemli rol oy­
sarı ventilasyon-perfüzyon oranında anormalliklere yol nuyor olab ilir (Bölüm 2). Flasar ve inflamasyon odakların­
daki anorm al epitelyal tam ir, aşırı fîbroblastik ya da m yofib-
açarak hipoksiye neden olur. Göğüs grafilerinde küçük
roblastik proliferasyona, böylece İPF için karakteristik olan
nodüller, düzensiz çizgiler ya da "buzlu cam alanları" ile
fibro blastik odakların oluşumuna neden olur. A norm al ta­
karakterize diffüz infiltrasyon görülür. Hastalık ilerle­
m irin mekanizması tam olarak anlaşılamamakla birlikte,
dikçe solunum yetmezliği gelişir ve buna sıklıkla pulmo­ son ve rile r sorum lu olarak TGF-(31 ’i gösterm ektedir. TGF-
ner hipertansiyon ile kor pulmonale (Bölüm 10) eşlik (31, zedelenmiş tip I pnöm ositlerden salınır ve fibroblastla-
eder, ilerlemiş hastalıkların birbirlerinden ayrımı zor rın m yofibroblastlara dönüşüm üne, sonuçta da aşırı ve sü­
olabilir çünkü hepsi akciğerin skarlaşması ve yıkımıyla rekli kollajen ile ESM depolanmasına yol açmaktadır. Fami-
sonuçlanır; bu duruma son dönem ya da "balpeteği" ak­ liyal İPF’ li bazı hastalarda te lo m e rle ri kısaltan mutasyonlar
ciğer adı verilir. Kronik interstisyel akciğer hastalıkları vardır (Bölüm 1). Bu m utasyonlar pnöm ositlerin hızlı yaş­
klinikopatolojik özelliklerine ve karakteristik histolojile­ lanmasına ve apoptozisine neden olur. TGF-(31 aynı zaman­
rine göre sınıflandırılır (Tablo 12-3). da b ir endojen pulm oner fibrozis in hib itörü olan fibroblast
caveolin -1 ’ i baskılar.
Fibrozise Yol Açan Hastalıklar
İdiyopatik Pulmoner Fibrozis M ORFOLOJİ
İdiyopatik pulmoner fibrozis (IPF), kriptojenikfibrozan al-
M akroskopik olarak akciğerlerin plevral yüzeyleri interlo-
veolit olarak da bilinir, etiyolojisi bilinmeyen bir akciğer
büler septalar boyunca gelişen skarın çekmesine bağlı ola­
hastalığıdır. Yama tarzında ancak progresif bilateral in­
rak kaldırım taşı görünüm ünü almıştır. Kesit yüzlerinde fib­
terstisyel fibrozis ile karakterizedir. İlerlemiş olgularda rozis (sert, lastik kıvamında beyaz alanlar) görülür. Fibrozis
şiddetli hipoksemi ve siyanoz görülür. Erkeklerde ka-
Kronik interstisyel (Restriktif, İnfiltratif) Akciğer Hastalıkları 473

F ib r o b la s t-
la r d a k i
k a v e o lin

S e y r e k fa m ily a l v a k a la r

Fibroblastlar ve miyofibroblast
m

K o lla je n v e e k s t r a s e lü le r Baskılar
m a tr ik s b ir ik im i

Pulmoner fibrozis
Resim 12-16 Olağan (usual) interstisyel pnömoni. Yüzeye paralel
lifler ve mavimsi miksoid ekstrasellüler matriks ile karakterize fib-
Resim 12-14 idiyopatik pulmoner fîbrozisin mevcut bilgiler ışığın­ roblastik odak. Solda balpeteği oluşumu görülüyor.
daki patogenezinin gösterimi.

alt loblarda ve özellikle subplevral alanlar ile in te rlo buler


Klinik Özellikler
septalar boyunca dağılım gösterir. İPF’deki fibrozisin pater- IPF genellikle sinsi başlar; nonprodüktif öksürük ve
nine olağan (u su a l) in terstisye l pnömoni (U IP) denir. progresif dispne giderek belirginleşir. Fizik muayenede
U lP ’ nin ka ra kte rsitik histo lo jik özelliği, şiddeti değişken çoğu İPF hastasında inspiryumda karakteristik "kuru"
olan (Resim 1 2 -1 5 ) ve zamanla giderek kötüleşen yam a ya da "Velcro" benzeri railer duyulur. Hastalığın ileri dö­
ta rz ın d a in terstisyel fib ro zistir. En erken lezyonlarda nemlerinde siyanoz, kor pulmonale ve periferik ödem
belirgin fib ro b la stik proliferasyon söz konusudur; bu proli- gelişebilir. Klinik ve radyolojik bulgular sıklıkla tanısal-
ferasyon fib ro b lastik o d a k la r şeklinde g ö rülür (Resim dır; bazı olgularda cerrahi akciğer biyopsisine gereksi­
1 2 -1 6 ). Bu alanlar zamanla kollajenden daha zenginleşip, nim duyulur. Ne yazık ki, medikal tedaviye rağmen has­
hücreden fakirleşirler. Ç o k tip ik bulgusu hem erken, hem
talık kötü gidişlidir ve ortalama yaşam süresi 3 yıl ya da
de geç lezyonların b ir arada bulunmasıdır (zam an sal ya
daha azdır. Mevcut tek kesin tedavi şekli akciğer tranps-
da tem p o ral h e te ro je n ite ). Yoğun fibrozis alveol duvar­
lantasyonudur.
larının kollapsına ve hiperplastik tip II pnöm ositler ya da
bro nşiyole r epitel ile döşeli kistik boşluklar oluşmasına
(balpeteği fib ro zis) yol açar, interstisyel inflamasyon ge­
Nonspesifık İnterstisyel Pnömoni
nellikle yama tarzındadır ve alveoler septalarda esas olarak Nonspesifik interstisyel pnömoni (NSIP) etiyolojisi bilin­
lenfosit, y e r yer de plazma hücreleri, mast hücreleri ve eo- meyen kronik bilateral akciğer hastalığıdır. Adı nonspe­
zin o fille r ile karakterizedir. Sıklıkla sekonder pulm o ner hi­ sifik olmakla birlikte, kendine has klinik, radyolojik ve
pertansiyona ait değişiklikler (p u lm on er arterlerd e intimal histolojik özelliklere sahiptir. Prognozu İPF'ye göre çok
fibro zis ve medyal kalınlaşma) görülür. daha iyi olduğundan bu hastalığı tanımak önemlidir.
Histolojik görünümüne göre NSIP selltiler ve fibrotik ol­
mak üzere iki paterne sahiptir. Sellüler paternm özelliği
üniform ya da yama tarzında dağılım gösteren hafif-orta
şiddette kronik interstisyel inflamasyondur (lenfositler
ve seyrek plazma hücresi). Fibrotik patern diffüz ya da ya­
ma tarzında interstisyel fibrozis ile karakterizedir ancak
UlP'nin karakteristik özelliği olan temporal heterojenite yok­
tur. Fibroblastik odaklar ve balpeteği görünümü NSIP
tiplerinin ikisinde de görülmez. Hastaların şikayeti ay­
lardır süren dispne ve öksürüktür. Sellüler paternin
prognozu, fibrotik patern ve UlP'den daha iyidir.

Kriptojenik Organize Pnömoni


Kriptojenik organize pnömoni, bronşiyolitis obliterans orga­
nize pnömoni ("BOOP") terimi ile sinonimdir. BOOP te­
rimi daha popüler olmasına karşın, bu antitenin etiyolo-
jisinin bilinmediğini ifade ettiği için artık kriptojenik or­
ganize pnömoni terimi tercih edilmektedir. Hastaların
Resim 12-15 Olağan (usual) interstisyel pnömoni. Yoğunluğu deği­ şikayeti öksürük ve dispnedir; göğüs grafilerinde subp­
şen fibrozis subplevral alanda daha belirgin. levral ya da peribronşiyal yama tarzında konsolidasyon
474 BÖLÜM 12 Akciğer

Kronik interstisyel Akciğer Hastalıkları


• Akciğerde dıffüz interstisyel fibrozis, azalmış akciğer
kompliyansı ve azalmış zorlu vital kapasite (FVC) ile ka-
rakterize re striktif akciğer hastalıklarına neden olur.
FEV’in FVC’ye oranı normaldir.
• Diffüz interstisyel fibrozise neden olan hastalıklar hete­
rojendir. Patogenezde orta k faktör alveol hasarı, makro-
fajların aktivasyonu ve TGF-(3 gibi fıbrojenik sitokinlerin
salınımıdır.
• Restriktif akciğer hastalıklarının klasik örneği idiyopatik
pulmoner fibrozistir. Yama tarzinda interstisyel fibrozis,
fibroblastik odaklar ve kistik boşluklar (balpeteği) oluşu­
muyla karakterizedir. Histolojik patern olağan (“ usual”)
interstisyel pnömoni (UIP) olarak bilinir.
Resim 12-17 Kriptojenik organize pnömoni. Bazı alveoler boşluk­
lar fibroblast topları ile dolu (Masson cisimleri). Basıklaşmış olmak­
la birlikte komşu alveoller nispeten normaldir. Pnömokonyozlar
Prıömokonyozis (pnömokonyoz) önceleri sadece mineral
tozlarının inhalasyonuna karşı akciğerdeki non-neoplas-
alanları görülür. Histolojik incelemede alveoler duktus- tik reaksiyonları tanımlamak için kullanılmış bir terimdir.
lar, alveoller ve sıklıkla bronşiyoller içinde organizasyon Daha sonra bu terimin kapsamı genişleyerek inorganik
evresinde gevşek polipoid bağ dokusu tıkaçları ile ka- partiküller yaraşıra, organik partikül kaynaklı hastalıkla­
rakterizedir (Resim 12-17). Bu bağ dokusunun yaşı her rı da içerir olmuştur; bazı uzmanlara göre kimyasal du-
alanda aynıdır ve akciğerin temel yapısı normaldir. Bazı man-ve buhar- kaynaklı non-neoplastik akciğer hastalık­
hastalar spontan iyileşirken, çoğu 6 ay veya daha uzun ları da bir pnömokonyozdur. Mineral toz pnömokonyozu
süreli oral steroid tedavisine gereksinim duyar. Şu nok­ -en sık rastlanan üç tanesi kömür tozu, silika ve asbest
ta unutulmamalıdır ki, akciğerlerde intraalveoler fibrozi- maruziyeti sonucu görülür-hemen her zaman, işyerinde
sin eşlik ettiği organize pnömoni enfeksiyonlara (ör. maruziyet sonucu ortaya çıkar. Ancak, asbest maruziyeti
pnömoni) ya da inflamatuar hasara (ör. kollajen vaskü- sonucu artmış kanser riski asbest işçilerinin aile bireyle­
ler hastalıklar, transplantasyon hasarı) bir yanıt olarak rinde ve işyeri dışındaki diğer kişilerde de söz konusudur.
da görülebilir; bu durumlarda etiyoloji elbette "kriptoje­ Tablo 12-4 her bir mineral tozu için, bunlarla hastalık ya­
nik" değildir ve prognozu altta yatan hastalık belirler. pacak düzeyde karşılaşılan esas sanayi alanlarını ve ne­
den oldukları patolojik durumları göstermektedir.

Kollajen Vasküler Hastalıklarda Akciğer Tutulumu


Pek çok kollajen vasküler hastalık (ör. sistemik lupus PATO G EN EZ
eritematozus, romatoid artrit, sistemik skleroz, derma-
tomyozit-polimyozit) pulmoner bulgular verebilir. Altta A kciğerin m ineral tozlara karşı yanıtı partiküllerin boyut,
yatan hastalığa göre çeşitli histolojik varyantlar görülebi­ şekil, solubilite ve reaktivitesi gibi pekçok değişkene bağlı­
lir. Bunlar içerisinde en sık NSIP, UIP paterni (İPF'de dır. Ö rneğin 5-10 pm ’den büyük p a rtikü lle r distal havayol­
görülene benzer şekilde), vasküler skleroz, organize larına pek ulaşamazken, 0.5 pm ’den küçük olanlar alveol-
lerin içine rahatlıkla girip çıkabilirler ve sıklıkla belirgin biri­
pnömoni ve bronşiyolittir (fibrozis ile seyreden ya da
kim ve dolayısıyla hasar meydana getirm ezler. Çapları 1
seyretmeyen küçük hava yolu hastalığı). Plevral tutulum
ile S pm arasınd a olan p a rtik ü lle r distal havayolları­
(plörit, plevral nodüller ve plevral effüzyon) da olabilir.
nın bifurkasyonuna y e rleştik le rin d e n en tehlikeli
Bu hastalıkların akciğer tutulumu genellikle kötü prog-
o lan lard ır. K öm ür tozunun reaktivitesi nispeten düşük
nozludur; buna rağmen prognozları IPF'ye göre daha olup, hastalık klinik olarak o rta ya çıkana kadar büyük m ik-
iyidir.

Tablo 12-4 Mineral Tozları ile Oluşan Akciğer Hastalıkları

Ajan Hastalık Maruziyet

Kömür Basit kömür işçisi pnömokonyozisi: makûller ve nodüller Kömür madenciliği


Komplike kömür işçisi pnömokonyozisi: PMF
Silika Silikozis Kot taşlama, taş ocağı, madencilik, taş
kesiciliği, dökümhane işçiliği, seramik işçiliği
Asbest Asbestozis, plevral effüzyonlar, plevral plaklar ya da diffüz fibrozis; Madencilik, frezeleme, cevher işçiliği; yalıtım
mezotelyoma, akciğer ve larinks karsinomu malzemelerinin kurulumu ve sökümü
PMF, p ro g r e s if m a s if fib ro z is .
Kronik İnterstisyel (Restriktif, İnfiltratif) Akciğer Hastalıkları 475

tariarda b irikim i gerekir. Silika, asbest ve berilyum köm ü r külü toz yüklü makrofajlardan oluşur; bunun yanısıra no-
tozuna göre daha re a k tiftir ve çok daha düşük konsantras­ dülde az m iktarda kollajen liflerinden meydana gelen ince
yonlarda bile fib ro tik reaksiyonlar meydana gelir. Solunan b ir kollajen ağı bulunur. Bu lezyonlar akciğerin her yerine
tozların çoğu mukus ö rtü içinde yakalanır ve siliyer hare­ dağılmış olm akla birlikte, üst loblar ile alt lobların üst zon-
ke tle r ile akciğerlerden hızla atılır. Ancak partiküllerden ba­ larında daha yoğundur. Süreç içerisinde sen trilo b u ler
zıları alveoler duktus bifurkasyonunda b irik ir; burada mak- am fisem meydana gelebilir. Muhtemelen kö m ü r derecesi­
rofaj top lan ır ve biriken partiküllerin fagositozu başlar. Pul- nin daha yüksek olması nedeniyle fonksiyonel olara k belir­
m on er alveoler m akro fajlar akciğ er hasarını ve fib- gin amfizem İngiltere ve A vru p a ’da A m erika Birleşik Dev-
ro zisi başlatan ve sü rd ü ren tem el hücresel elem an­ le tle ri’ ne göre daha sıktır.
la rd ır. Pek çok p a rtikül inflamazomu aktive eder ve IL-1 Kom plike K İP (PM F) basit KİP zemininde, k ö m ü r no-
yapımını uyarır. Daha re a k tif olan p a rtikü lle r makrofajların düllerinin birleşmesi sonucu gelişir. Bu süreç genellikle yıllar
inflam atuar yanıtı yöneten ve fibro blast proliferasyonu ile alır. Sıklıkla çok sayıda, 2 cm ’ den büyük (bazen 10 cm ’ye
kollajen birikim ini başlatan b ir dizi ürün salgılamasını te tik­ varan) yoğun siyah skarlar ile karakterizedir. M ikro skopik
ler. Solunan partiküllerin bazıları d ire k t drenaj yoluyla ya incelemede lezyonlar yoğun kollajen ve pigm ent içe ririr
da m akrofajlar içerisinde lenfatiklere ulaşabilir ve böylelikle (Resim 1 2 -1 8 ).
p a rtiküllerin bileşenlerine ve/ve ya p a rtikü lle r nedeniyle
m odifiye olm uş kendi (self) proteinlerine karşı b ir immün
yanıt başlatabilir. Bu da ardından lokal reaksiyonun şiddet­
K lin ik Ö z e llik le r
lenmesine ve yayılmasına neden olur. Tütün içm ek solu­
nan tüm m in eral to zla rın kö tü etkisini a r tırır; diğer KİP akciğer fonksiyonlarında hafif bozulmaya yol açan
partiküllerle karşılaştırıldığında bu durum en fazla asbest genellikle benign bir hastalıktır. PMF gelişenlerde pul-
için geçerlidir. moner disfonksiyon, pulmoner hipertansiyon ve kor
pulmonale sıklığı artar. KlP'ten PMF'ye progresyon kö­
mür tozu maruziyetinin derecesi ve total toz yükü dahil
K ö m ü r işçisi P n ö m o k o n y o z u çeşitli durumlar ile ilişkilendirilmiştir. Ne yazık ki, PMF
Dünya çapında kömür madenlerindeki toz miktarlarını daha fazla maruziyet olmasa bile progresyona devam et­
azaltma sayesinde kömür tozu ilişkili hastalıkların insi- me eğilimindedir. Kömür madencilerinde akciğer kan­
dansı büyük oranda düşmüştür. Kömür işçilerindeki ak­ seri sıklığında bir artış söz konusu değildir; bu durum
ciğer bulgularının spektrumu oldukça geniştir ve şu şe­ KIP'i silika ve asbest maruziyetlerinden ayırt ettiren bir
kildedir: sadece pigmentin biriktiği ve farkedilebilir bir özelliktir (bir sonraki bölümde tartışılacaktır).
reaksiyonun olmadığı asemptomatik antmkoz, makrofaj-
larm biriktiği ancak akciğerde fonksiyon bozukluğunun
olmadığı/çok az olduğu basit kömür işçisi pnömokonyozu
(KİP) ve yoğun fibrozis ve bozulmuş akciğer fonksiyon­
ları ile karakterize komplike KIP veya progresif m asif fibro­
zis (PMF) (Tablo 12-4). İstatistikler farklar gösterebil­
mekle birlikte, basit KİP olgularının %10'undan azı
PMF'ye ilerlemektedir. Şu nokta önemlidir: PMF genel
bir terimdir ve akciğerde bir araya gelerek birleşen ve bu
şekilde genişleyen fibrozis reaksiyonu için kullanıllır.
PMF bu bölümde tartışılan tüm pnömokonyozların bir
komplikasyonu olarak görülebilir.
Kömürün temeli karbon olmakla birlikte, kömür ma­
deni tozu çeşitli eser metaller, inorganik mineraller ve si­
lika kristalleri içerir. Karbonun kontamine kimyasallara
ve minerallere oranı (kömür derecesi) adi maden kömü­
ründen (bitümlü kömür) taşkömürüne (antrasit) doğru
gittikçe artar; genel olarak taşkömürü (antrasit) maden­
ciliği KIP açısından daha yüksek risk taşır.

( ) M ORFOLOJİ
Pwlmonei* a n trako zis kö m ü r m adencilerindeki köm ür-
ilişkili akciğer lezyonlarının içinde en zarasız olanıdır. Şehir­
lerde yaşayan insanlarda ve tütün içicilerinde de sıklıkla gö­
rülür. Solunan karbon pigmenti alveoler veya interstisyel
m akrofajlar tarafından fagosite edilir, daha sonra lenfatikler
boyunca bağ dokusunda birikir. Plevral lenfatiklerde ve lenf
nodlarında da görülür.
Resim 12-18 Kömür işçisinde progresif masif fibrozis. Bol miktar­
B asit K İP , kö m ü r m akû lleri ya da biraz daha büyük­
da siyah pigment ve beraberinde fibrozis.
leri olan kö m ü r nödülleri ile karakterizedir. K öm ür ma-
(K la tt E C : Robbins and Cotran atlas o f pathology, e d 2 , Elsevier, p. 121.)
476 BÖLÜM 12 Akciğer

Silikozis
Silikozis bugün itibariyle dünyada prevalansı en yüksek olan
meslek hastalığıdır. Kristalize silikanm sıklıkla mesleki
ortamlarda solunmasıyla meydana gelir. Çeşitli meslek­
lerdeki işçiler, ancak özellikle kot taşlayıcıları ve kaya
madencileri belirgin risk altındadır. Silika hem kristal,
hem de amorf formlarda meydana gelir ancak kristal
formları (kuartz, kristobalit ve tridimit) en toksik ve fib-
rojenik olanıdır. Bunlar içerisinde en sık kuartz silikozis
ile ilişkilidir. Inhalasyondan sonra partiküller epitelyal
hücreler ve makrofajlarla etkileşirler. Fagosite edilen silika
partikülleri pulmoner makrofajların aktivasyonuna ve med-
yatör salınımına neden olur. Bu medyatörlerin arasında
IL-1, TNF, fibronektin, lipid medyatörler, oksijen kay­
naklı serbest radikaller ve fibrojenik sitokinler yer alır.
TNF özellikle dikkat çekici bir medyatördür çünkü anti-
TNF monoklonal antikorlar farelerde intratekal verilen
silikanm yol açtığı fibrozisi bloke edebilmektedir. Kııart-
zın fibrojenik etkisinin diğer minerallerle karışık haldeyken
daha az olduğu gözlenmiştir. Bu fenomen pratikte özel bir
öneme sahiptir çünkü iş yerlerindeki kuartz nadiren saf
haldedir. Bu nedenle demir içeren hematit cevheri ma­
dencileri, akciğerlerinde kuartza maruz kalmış bazı işçi­
lerden daha fazla kuartz taşıyabilirler ancak buna rağ­
men, hematitin koruyucu etkisi sayesinde bu bireylerin
akciğerlerindeki hastalık nispeten daha hafif olabilir.
Resim 12-19 Akciğer kesitinde ilerlemiş silikozis görülüyor. Skar
oluşumu üst lobu kontraksiyona uğratarak küçük siyah bir kitleye
dönüştürmüş (ok). Yoğun plevral kalınlaşmaya dikkat ediniz.
MORFOLOJİ (D r. John G odleski, Brigham and W om en 's H ospital, Boston, M assach u setts, izni ile).

Siliko tik modüller erken dönem lerinde m akroskopik ola­


rak akciğerlerin üst bölgelerinde küçük, z o r palpe edilebi­ bozulmuş pulmoner fonksiyonlar hasta aktivitesini cid­
len, çevreden net ayırt edilebilen, soluk ya da (eğer köm ü r di şekilde kısıtlar. Silikoziste tüberküloza karşı duyarlılık
tozu da varsa) kararm ış nodüller ile ka ra kte rize dir (Resim artmıştır. Neden olarak, silikozisin hücre aracılı immüni-
1 2 -1 9 ). M ikro skopik olarak silikotik nodülde a m o rf bir teyi baskılaması ve silika kristallerinin pulmoner mak-
m erkez etrafında k o n sa n trik dağılım gösteren hyalini- rofajlarm fagosite ettiği mikobakterileri öldürme yetene­
ze kollajen lifler görülür. Kollajen liflerinin “ girdap” gö­ ğini inhibe etmesi sanılmaktadır. Silikotüberküloz no-
rünüm ü silikozis için oldukça tip ik tir (Resim 1 2 -2 0 ). N o-
düllerinin santrallerinde sıklıkla kazeifikasyon nekrozu
düllerde, özellikle santrallerinde p o larize ışık altında za­
bulunur. Silika ve akciğer kanserinin ilişkili olup olmadı­
yıf birefrin jan s veren silika p a rtikü lle ri görülür. Hastalık
ğı tartışma konusu olmuştur. 1997'de Uluslararası Kan­
ilerledikçe nodüller birşerek sert, kollajenöz skarlara dönü­
ser Araştırma Ajansı bazı epidemiyolojik çalışmaların
şebilir ve en sonunda PMF’ye ilerleyebilir. N odü lle rin ara­
sındaki akciğer parankim i basıya uğramış ya da aşırı geniş­
ışığında mesleksel kaynaklara ait kristalize silikanm in­
lemiş olabilir; balpeteği paterni meydana gelebilir. F ibrotik
sanda karsinojenik olduğu sonucuna varmıştır. Ancak
lezyonlar hiler lenf nodlarında ve plevrada da gelişebilir. Ba­ bu konu hala tartışmalıdır.
zen lenf nodlarında ince tabakalar halinde kalsifikasyon
meydana gelir ve bunlar rad yolojik olarak “ y u m u rta kabu­
ğu” kalsifikasyon (kalsifikasyonsuz b ir alan çevresindeki
kalsiyum) olarak adlandırılır.

K lin ik Ö z e llik le r
Silikozis genellikle asemptomatik işçilerin rutin göğüs
grafüerinde saptanır. Radyografiler tipik olarak üst akci­
ğer zonlarmda ince nodülariteler gösterir. Pulmoner
fonksiyonlar genellile normaldir, ya da orta derecede et­
kilenmiştir. Hastaların çoğunda geç dönemlere, PMF or­
taya çıkana kadar solunum sıkıntısı görülmez. Bu dö­
nemden sonra maruziyet olmasa bile hastalık progres-
yon gösterebilir. Çoğu hastada pulmoner hipertansiyon
ve kor pulmonale gelişir; bunun nedeni kronik hipoksi
ile meydana gelen vazokonstriksiyon ve parankimal yı­ Resim 12-20 Birleşmiş birkaç kollajenöz silikotik nodül.
kımdır. Hızlı ölümcül bir hastalık olmamasına karşın, (D r. John G odleski, Brigham and W om en 's H ospital, Boston, M assach u setts, izni ile).
Kronik İnterstisyel (Restriktif, İnfiltratif) Akciğer Hastalıkları 477

A sb e sto zis ve A s b e s t İlişkili H a sta lıkla r m


r ♦
Asbest hidrate silika kristallerinin fibröz geometriye sa­
hip olan ailesidir. Epidemiyolojik çalışmalara göre mes­
leksel asbest maruziyetine bağlı durumlar şunlardır: (1 ) V .
parenkimal interstisyel fibrozis (asbestoz ya da asbesto­ •h»
m k J Î
zis); (2 ) plevrada lokalize fibröz plak ya da nadiren dif-
-
füz fibrozis; (3) plevral effüzyon; (4) akciğer kanserleri;
(5) malign plevral ve peritoneal mezotelyoma ve (6 ) la- %
İ
rinks kanseri. Asbest işçilerinin aile bireylerindeki as-
best-ilişkili kanser insidansmm yüksek olması, genel %—
u VT > / -f t \
toplumda çevresel asbestin zararları konusunda farkın- f ra« 3 m '+ %
<00^
dalık yaratmıştır. * t w m . ü
4^1* 4 » * -.*■* dİ
Resim 12-21 Asbest cisminin büyük büyütmedeki görüntüsü.
PATO G EN EZ Tipik tespih tanesi dizilimi ve yuvarlak uçlar (ok).

Asbest inhalasyonunun hastalık yapıp yapmayacağı, değişik


form la rı bulunan asbestin konsantrasyonuna, boyutuna,
şekline ve çözünebilirliğine bağlıdır, iki ana asbest form u
vardır: asbest liflerinin kıvrıntılı ve esnek olduğu serpentin teryal ile kaplı asbest liflerinden oluşur (Resim 1 2 -2 1 ). As­
ve liflerin düz, se rt ve kırılgan olduğu am fibol. Kıvrıntılı ve best cisimleri m akrofajlar asbest liflerini fagosite ederken
düz asbest liflerinin de çeşitli alttipleri söz konusudur. Sana­ oluşurlar; dem irin kökeni fagositlerdeki fe rritin d ir. Asbest
yide en fazla kullanılan asbest tipi b ir serpentin olan krizo - cisimleri bazen norm al bireylerin akciğerlerinde de bulu­
tild ir . A m fibo lle r, daha az karşılaşılmakla birlikte, serpentin nur, ancak genellikle çok daha az konsantrasyonlarda ve in­
krizo tilde n daha patojeniktir. Ancak her iki asbest tipi de terstisyel fibrozis olmadan görülür.
asbestoz, akciğer kanseri ve m ezotelyom a yapabilir. A m fi­ KİP ve silikozisin tersine, asbestozis alt loblarda ve subp-
bollerin patojenitesinin yüksek olması, esas olarak düz ve levral alanlarda başlar; fibrozis ilerledikçe o rta ve üst loblar
se rt şekilleri ile ilişkilidir. Serpentin k riz o tille r daha esnek da etkilenir. Fibröz dokunun kontraksiyonu akciğerin no r­
ve kıvrıntılı yapıları nedeniyle üst solunum yollarında daha mal yapısını bozar ve kalın firö z duvarlı geniş hava boşluk­
kolay tu tu lu rla r ve m ukosiliyer aktivite ile atılabilirler. A kci­ ları meydana getirir. Böylece etkilenen bölgeler balpeteği
ğere ulaşanlar ise, am fibollere göre daha çözünebilir olduk­ görünüm ünü alır. Eş zamanlı olarak viseral plevrada da fib­
larından yavaş yavaş dokulardan uzaklaştırılırlar. Tersine, rozis gelişir ve akciğerler ile göğüs duvarı arasında yapışık­
düz ve se rt olan am fiboller hava ile akciğerlerin en derin lıklara neden olur. Skar pulm oner a rte r ve a rte rio lle ri sıkış­
bölgelerine kadar geçer ve epitel hücrelerini delerek inters- tırıp daraltabillir ve pulm oner hipertansiyon ile ko r pulm o-
tisyum a ulaşabilir. Bu farklara rağmen her iki asbest form u naleye yol açabilir.
da fib ro je n ik tir ve her ikisine olan m aruziyette de asbest Plevral p la k la r asbest m aruziyetinin en sık bulgusu
ilişkili hastalık insidansı yüksektir. D iğer pnöm okonyozlarda olup sıklıkla kalsiyum da içeren iyi sınırlı dens kollajenden
olduğu gibi asbestozda da partiküllerin akciğer makrofajla- oluşur (Resim 1 2 -2 2 ). En sık p ariyetal plevranın anteri­
rı ile etkileşim leri sonucu fibrozis gelişir. o r ve posterolateral yüzlerinde ve diafragmanın kubbesin­
Hücresel reaksiyonlar ve fibrozis yanısıra, asbest m uhte­ de gelişir. Asbest cisimleri içerm ez ve asbest m aruziyeti
melen tü m ö r başlatıcı (inisiyatör) ve ilerletici (p ro m o te r) bulgusu ya da öyküsü olmayan bireylerde ancak nadiren
ro l de oynam aktadır. Asbestin mezotel hücreleri üzerinde­ meydana gelir. Bazen de asbest m aruziyeti plevral effüzyo-
ki onkojenik etkilerin in bazılarından asbest lifleri tarafından na ya da diffüz plevral fibrozise yol açar.
üretilen re a k tif serbest radikaller sorum ludur. Bunlar daha
çok distal akciğerde mezotel tabakasına yakın yerleşim gös­
te rir. Ö te yandan, asbest lifleri üzerine yapışan potansiyel
toksik kimyasallar da liflerin patojenitesine katkı yapm akta­
dır. Ö rneğin, tü tü n dum anındaki karsin o jen lerin as­
b est liflerine yapışm ası, asbest işçilerin d eki sigara K lin ik Ö z e llik le r
ve akciğer ka n seri arasın d aki kuvvetli ilişkiden so­ Asbestozisin klinik bulguları diğer kronik interstisyel
rum lu olabilir. akciğer hastalıklarmkinden farklı değildir. Tipik olarak
maruziyetten 1 0 - 2 0 yıl sonra gittikçe kötüleşen dispne
ortaya çıkar. Dispne genellikle öksürük ve balgam ile
birliktedir. Hastalık durağan kalabilir ya da ilerleyerek
konjestif kalp yatmezliği, kor pulmonale ve ölümle so­
M ORFOLOJİ nuçlanabilir. Plevral plaklar genellikle asemptomatiktir
ve radyografilerde sınırları belirgin dansiteler olarak gö­
A sb esto zis diffüz pulm oner interstisyel fibrozis ile karak- rülür. Asbeste maruz kalan işçilerde akciğer kanseri ve ma­
terizedir. D eğişiklikler U lP ’den ayırt edilemez. Tek fa rk as­
lign mezotelyoma gelişebilir. Akciğer kanseri riski asbest
best cisim lerinin varlığıdır. A sb est cisim leri sarı kahve-
işçilerinde yaklaşık beş kat artmıştır; normalde çok en­
renkli, santrali translüsan, fü zifo rm ya da adeta boncuk di­
der bir tümör (1 milyon kişide 2-17) olan mezotelyoma
zili çubuklar şeklinde görülür. D e m ir içeren p ro te in öz ma-
için relatif risk 1000 kattan fazladır. Beraberinde sigara
478 BÖLÜM 12 Akciğer

• Asbest lifleri iki tip tir; sert olan amfibollerin fibrojenik ve


karsinojenik potansiyelleri serpentin krizotillerden daha
fazladır.
• Asbest maruziyeti altı tane hastalık süreci ile ilişkilidir:
(1) parenkimal interstisyel fibrozis (asbestozis ); (2) lokali-
ze fibröz plaklar, ya da nadiren diffüz plevral fibrozis; (3)
plevral effüzyon; (4) akciğer kanseri; (5) malign plevral ve
peritoneal mezotelyomalar ve (6) larinks kanseri.
• Asbest maruziyeti varlığında sigara içiciliği akciğer kanse­
ri riskini artırır; ayrıca, asbest işçilerinin aile bireyleri de
artmış kanser riski ile karşı karşıyadır

İlaç ve Radyasyon ile ilişkili Akciğer Hastalıkları


İlaçlar respiratuar sistemin yapısında ve fonksiyonların­
da hem akut, hem de kronik çeşitli bozukluklara yol aça­
bilirler. Örneğin bir antikanser ajan olan bleomisin di­
rekt toksisitesiyle ya da inflamatuar hücrelerin alveolle-
re saldırmasına neden olarak akciğerlerde pnömonitis
ve interstisyel fibrozis meydana getirebilir. Benzer şekil­
de, bir antiaritmik ajan olan amiodaron da pnömonitis ve
fibrozis riskini artırır. Radyasyon pnömonitisi akciğer ve
diğer toraks tümörlerinin terapötik ışınlanmasının iyi
bilinen bir komplikasyonudur. Akut radyasyon pnömoni­
Resim 12-22 Asbestozis. Belirgin kalınlaşmış viseral plevra ak­ tisi terapi alan hastaların yaklaşık %2 0 'sinde tipik olarak
ciğerin lateral ve diyafragmatik yüzlerini örtüyor. Ayrıca akciğerin 1 - 6 ay sonra ortaya çıkar ve ateş, ışınlanmış akciğer hac­

alt lobunu diffüz olarak etkileyen şiddetli interstisyel fibrozise dik­ minin oranından bağımsız dispne, plevral effüzyon ve
kat ediniz.
radyasyon alanı içindeki parankimde pulmoner infilt-
rasyonlar ile kendini gösterir. Belirti ve bulgular korti-
kosteroid tedavisi ile kaybolabilir ya da pulmoner fibro­
zis ile karakterize kronik radyasyon pnömonitisine ilerle­
içiciliği akciğer kanseri riskini oldukça artırır, ancak me- yebilir.
zotelyoma riskine etkisi yoktur. Asbest maruziyeti ile
ilişkili akciğer ya da plevra kanserleri çok daha kötü
prognoza sahiptir. Granülomatöz Hastalıklar
Sarkoidoz
Sarkoidoz bu bölümde restriktif akciğer hastalığına bir
örnek olarak tartışılmakla birlikte, sarkoidoz pek çok doku
ÖZET ve organda kazeifiye nekroz içermeyen graniilomler ile karak­
Pnömokonyozlar terize, nedeni bilinmeyen multisistem bir hastalıktır. Miko-
bakteriyal ve fungal enfeksiyonlar ile berilyozis diğer
• Pnömokonyozlar organik ve inorganik patiküllere, en sık
mineral tozlara maruziyet sonucu akciğerde meydana ge­
hastalıklar da bazen nonkazeifiye granülomlar içerir; bu
len bir grup kronik fib ro tik hastalıktır. nedenle sarkoidozun histolojik tanısı bir dışlama tanısıdır.
Sarkoidozun multisistem tutulumu pek çok klinik tablo­
• Pulmoner alveolar makrofajlar inflamasyonu başlatarak
ve reaktif oksijen türleri ile fibrojenik sitokinleri ürete­ yu taklit edebilir ancak göğüs grafisinde de görülebilen
rek akciğer zedelenmesinde temel rol oynarlar bilateral hiler lenfadenopati veya akciğer tutulumu (ya da
• Kömür tozu ilişkili hastalıklar asemptomatik antrakoz-
her ikisi birden) olguların çoğunda esas klinik bulgudur.
dan, basit kömür işçisi pnömokonyozu (kömür makûlleri Olguların %25'inde göz ve deri tutulumu görülür; bun­
ya da nodülleri ve sentrilobüler amfizem) ile belirgin pul­ lardan herhangi birisi hastalığın ilk bulgusu olabilir.
moner disfonksiyon, pulmoner hipertansiyon ve kor pul­
monale ile karakterize progresif m asif fibrozise (PMF) va­ Epidem iyoloji
ran bir spektrum gösterir. Sarkoidoz tüm dünyada görülebilen, her iki cinsi, tüm
• Silikozis dünyadaki en yaygın pnömokonyozdur. Sorumlu ırkları ve yaş gruplarını etkileyebilen bir hastalıktır. Bu­
etken sıklıkla kristalize silikadır (ör. kuartz). nunla birlikte bazı ilginç epitedemiyolojik özellikleri de
• Silikozis asemptomatik silikotik nodül ile PMF arasında söz konusudur:
değişebilen bulgulara sahiptir; silikozisli bireyler aynı za­
• 40 yaş altı erişkinleri tutma eğilimi vardır,
manda tüberküloza karşı daha duyarlıdır. Silika maruziye­
ti ile buna bağlı akciğer kanseri gelişimi tartışmalıdır. o Danimarka ve İsveç popülasyonunda insidans yük­
sektir. ABD'de ise Afrikalı Amerikalılar arasında da­
Kronik Interstisyel (Restriktif, Infiltratif) Akciğer Hastalıkları 479

ha fazla görülür (beyazlara göre 1 0 kat daha sık).


• Sarkoidoz sigara içmeyenler arasında daha sık görü­
len birkaç akciğer hastalığından biridir.

ETİYOLOJİ VE PATO G EN EZ
Sarkoidozun etiyolojisi bilinm em ekle birlikte, genetik ola­
rak yatkın kişilerde bazı çevresel ajanlara karşı bozulmuş
im m ün regülasyon sonucu meydana geldiğine dair bir dizi
kanıt m evcuttur. Hastalık gelişimine katkıda bulunan her
b ir fa ktö rü n rolü aşağıda özetlenm iştir.
Sarkoidozdaki çeşitli im m üno lo jik an o rm allikler bi­
linmeyen b ir antijene karşı hücre aracılı yanıt geliştiğini dü­
şündürm ektedir. Bu süreç C D 4+ yardımcı T hücreleri tara­
fından sürdürülür. Bu an orm a llikler şunlardır:
Resim 12-23 Sarkoidoz. Karakteristik kazeifikasyon nekrozu içer­
• intra-alveoler ve interstisyel C D 4 + T H1 birikim i
meyen peribronşiyal granülomlar ve çok sayıda dev hücre.
• T hücre alt gruplarının oligoklonal çoğalması (T hücre
reseptör rearanjman çalışmaları ile saptanır)
• IL-2 ve IFN-y gibi T hücre kaynaklı T H1 sitokinlerinin
artması ve bunun sonucunda sırasıyla T hücrelerinin ço­
lom larda bazen iki m ikro skopik özellik daha görülür: ( 1 )
ğalması ve m akrofajların aktivasyonu.
Schaumann eisimüeri, kalsiyum ve proteinlerden oluşan
• Daha fazla T hücresini ve m onositleri o rtam a çeken ve lam iner b irik im le r ve ( 2 ) asteroid cisim ler, dev hücreler
granülom oluşumuna katkıda bulunan bazı sitokinlerin içinde yıldız şeklinde (stellat) inklüzyonlar. Bunlar sarko­
(IL - 8 , TNF, m akrofaj inflam atuar p ro te in -1 a ) lokal çev­ idoz tanısı için gerekli öze llikle r değildir—başka nedenlerle
rede artması meydana gelen granülom larda da görülebilirler. Sarkoidoz
• Kandida ya da pürifiye protein derivesi (PPD) gibi sık granülom larında nadiren enfeksiyöz b ir süreci düşündüren
kullanılan deri testi antijenlerine karşı anerji. Bunun ne­ santral nekroz odaklan bulunabilir. T überküloz için tip ik
deni C D 4+ T hücrelerinin akciğerde toplanması sonucu olan kazeifikasyon nekrozu yoktur.
periferde sayıca azalması olabilir. Hastaların % 9 0’ ında akciğ erler hastalığın herhangi bir
• T|_| hücre regülasyon bozukluğunun bir başka bulgusu dönem inde etkilenirler. G ranülom lar esas olarak hava boş­
olan poliklonal hipergam m aglobulinem i luklarından çok, interstisyum u tu ta r ve daha çok bronşiyol-
• O lguların ailesel ve ırksal yığılım göstermesi ve bazı in­ lerin ve pulm oner venüllerin çevresindeki bağ doku ve
san lökosit antijen (H L A ) genotipleri (ör. klas 1 HLA-A1 plevrada yerleşme eğilimi gö sterir ( “ lenfanjitik” dağılım).
ve H L A -B 8 ) ile birlikteliği genetik fa ktö rle rin rolü oldu­ Bronkoalveoler lavaj sıvısı bol C D 4+ T hücresi içerir. Has­
ğunu düşündürm ektedir taların % 5-15’inde granülom lar sonunda diffüz in terstis­
yel fibrozise uğrar ve balpeteği akciğer denen durum
A kciğ e r transplantasyonundan sonra hastaların % 75’ in-
meydana gelir.
de sarkoidoz yeni akciğerlerde rekürrens gösterir. Son ola­
Hastaların % 75-90’ında in tra to rasik Busier ve paratra-
rak, sarkoidozdan sorum lu çeşitli “ antijenlerin” olduğu var­
keal lenf n sd la rı büyüm üştür; üçte birinde ise pe riferik
sayılmıştır (ör. virüsler, m ikobakteriler, Borrelia, polen), an­
lenfadenopati görülür. Lenf nodları kara kte ristik olarak ağ­
cak şu ana kadar sarkoid o zu n enfeksiyöz bir ajan ta ­
rısız, se rt ve elastik kıvamdadır. Tüberkülozdan farklı ola­
rafından m eydana getirildiğini d üşündürecek net
rak b irb irle rin e yapışık (konglom ere kitle halinde) değildir
bir k a n ıt y o k tu r.
ve ülserasyon göstermez.
D eri lezyo nları hastaların yaklaşık % 2 5 ’inde görülür.
A k u t sarkoidozun tip ik bulgusu olan e rite m a nodoxum
bacakların ön yüzünde ciltten kabarık, kırmızı, yumuşak
Q M OR FO LO Jİ nodüler ile karakterizedir. Bu lezyonlarda sarkoidoza ait
granülom lar pek görülem ez. Ancak sarkoidozda da keskin
Sarkoidozun tanısal h isto pa to lo jik özelliği, tutulan organ ne sınırlı ve ağrılı subkütanöz nodüller meydana gelebilir ve
olursa olsun, n o nkazeifiye epitelioid granülom dur bunlar sıklıkla nonkazeifiye granülom lar içerir.
(Resim 1 2 -2 3 ). G ranülom lar epitelioid hücrelerin sıkı to p ­ H astaların y a k la şık beşte biri ila yarısın d a gözler
luluklarıdır. Çevre dokudan net ayrılan yapılar halinde bulu­ ve la krim a l b e zler e tkile n ir. G öz tutulum u unilateral ya
n u rla r ve etraflarında daha çok C D 4+ T hücrelerinden olu­ da bilateral iritis veya iridosiklitis şeklindedir. Sonçta korne-
şan b ir dış alan içerirler. Epitelioid hücreler makrofaj kö­ al opaklaşmalar, glokom ve (daha nadir olarak) tam görm e
ken lid ir ve geniş eo zin ofilik sitoplazm a ile veziküler nukle- kaybı gelişebilir. Posterior üveal traktus da etkilenebilir ve
uslar ile karakterizedir. M akrofajların b irbirleriyle birleşe- buna bağlı koroiditis, retin itis ve o p tik sin ir tu tu lu ­
re k meydana ge tirdikleri m ultinü klee r dev hücreler sıklıkla mu görülebilir. Bu göz lezyonlarına sıklıkla lakrim al bez inf-
eşlik eder. G ranülom ların çevresinde ince b ir tabaka halin­ lamasyonu ve buna bağlı göz yaşında azalma (sik k a send-
de fib ro b la st dizilenmesi g ö rü lü r; zamanla fibroblastlar rom u) da eşlik eder. Sarkoidozlu hastaların % 10’undan
p ro life re olarak kollajen yaparlar ve bu kollajen de tüm gra- azında unilateral ya da b ilateral p aro titis ve parotis
nülom u kaplayarak hyalinize b ir skar meyda getirir. Granü- b ezlerinin ağrılı büyüm esi görülür. Bunların bazılarında
480 BÖLÜM 1 2 Akciğer

kserostom i (ağız kuruluğu) meydana gelir. G öz ve parotis görme bozukluğu gelişir. Geri kalan %10-15'in çoğu ise
tutulum unun b ir arada olmasına (kom bine üveoparotid tu ­ progresif pulmoner fibrozise ve kor pulmonaleye ilerler.
tu lu m ) M i k u l i c z s e n d r o ı m ı denir.
lî â la k m akro skop ik olara k etkilenm em iş gibi görünebi­
lir ancak olguların yaklaşık d ö rtte üçü granülom lar içerir.
ÖZET
Yaklaşık %10 hastada dalak klinik olarak büyümüştür. K a­
raciğerde de dalak ile aynı sıklıkta ve genellikle portal Sarkoidoz
alanlarda m ikro sko p ik granülom atöz lezyonlar gö rülür; an­
• Sarkoidoz etiyolojisi bilinmeyen multisistemik bir hasta­
cak hastaların yaklaşık üçte birinde hepatomegali veya
lıktır; tanısal histopatolojik özelliği çeşitli organlarda or­
anorm al karaciğer fonksiyonları söz konusudur. Sarkoidoz-
taya çıkabilen nonkazeifîye granülomlardır.
da k e m ik iliği tutulum u oranı % 4 0’ lara kadar varabilm ek­
le b irlikte , nadiren ciddi bulgulara neden olur. Sarkoidozda • Görülen immünolojik anomali akciğerde IFN-y ve IL-2 gi­
hiperkalsemi ve hiperürem i gibi başka bulgular da meyda­ bi T h 1 bağımlı sitokinleri salgılayan CD4+ T hücre düze­
na gelebilir. Bu değişikliklerin kem ik yıkımı ile ilgisi yo ktu r; yinin artmasıdır.
granülom lardaki m akrofajların ürettiği a k tif D vitam inine • Klinik bulguları lenf nodu büyümesi, göz tutulumu (sikka
ikincil olara k artan kalsiyum em ilim i sonucu meydana gelir. sendromu [kuru gözler], iritis, ya da iridosiklitis), deri
lezyonları (eritema nodozum, ağrısız subkutan nodüller)
ve visearal (karaciğer, deri, kemik iliği) tutulumu. Akciğer
tutulum u olguların %90’ında görülür; granülom oluşumu
K lin ik Ö z e llik le r ve interstisyel fibrozis ile karakterizedir.
Etkilenen bireylerin çoğunda hastalık tamamen asemp-
tomatiktir ve rutin akciğer filmlerinde bilateral hiler len-
fadenopati şeklinde ya da otopsilerde rastlantısal olarak
Hipersensitivite Pnömonitisi
saptanır. Bazı hastalarda ise periferik lenfadenopati, de­
ri lezyonları, göz tutulumu, splenomegali ya da hepato­ Hipersensitivite pnömonitisi esas olarak alveolleri etki­
megali ile ortaya çıkabilir. Semptomatik olguların yakla­ leyen ve bu nedenle sıklıkla allerjik alveolit olarak da ad­
şık üçte ikisinde gittikçe belirginleşen solunum şikayet­ landırılan immün aracılı bir inflamatuar akciğer hastalı­
leri (nefes darlığı, kuru öksürük veya hafif substernal ra­ ğıdır. Sıklıkla mesleksel bir hastalık olup, küflenmiş sa­
hatsızlık hissi) ya da yapısal belirti ve bulgular (ateş, yor­ man gibi çeşitli antijenlerin inhalasyonuna karşı artmış
gunluk, kilo kaybı, iştahsızlık, gece terlemeleri) görülür. duyarlılık sonucu meydana gelir (Tablo 12-5). Bronşiyal
Birbirinden farklı ve tanısal olmayan klinik özellikleri astımdam farklı olarak immün aracılı hasarın odağı bronş­
nedeniyle sıklıkla akciğer ya da lenf nodu biyopsilerine lar değil, alveoler düzeydir. Bu nedenle esas olarak azala-
başvurulur. Nonkazeifiye granülomlar sarkoidozu destekler, mış difüzyon kapasitesi, akciğer kompliyansı ve total ak­
ancak diğer granülomatöz iltihap nedenleri mutlaka ekarte ciğer hacmi ile karalcterize restriktif akciğer hastalığı
edilmelidir. tablosu ile kendini gösterir. Mesleksel maruziyetler çe­
Sarkoidozun klinik seyrini kestirmek mümkün değil­ şitlidir ancak sendromlar bazı ortak klinik ve patolojik
dir; progresif kronikleşenle ya da zaman zaman remis- bulgular taşır ve muhtemelen de çok benzer patofizyolo-
yonlarla giden aktif dönemler ile karakterizedir. Remis- jik temele sahiptir.
yonlar spontan olabilir ya da steroid tedavisiyle sağlanabi­ Hipersensitivite pnömonitisinin immün aracılı hasta­
lir ve sıklıkla kalıcıdır. Etkilenen bireylerin %65-70'i her- lık olduğunu düşündüren çeşitli bulgular şunlardır:
hangi bir bulgu bırakmadan ya da çok az rezidüel bulgu • Bronkoalveoler lavaj örneklerinde hem CD4+, hem
ile iyileşirler, %2 0 'sinde kalıcı akciğer disfonksiyonu ve de CD 8 + fenotipindeki lenfositlerin sayısı artmıştır.

Tablo 1 2 -5 Hipersensitivite Pnömonitisinin Bazı Nedenleri

S endrom M a ru ziye t A n tije n le r

Fungal ve Bakteriyel Ajanlar

Çiftçi akciğeri Küflü saman M ic r o p o ly s p o r a fa e n i

Bagassozis Preslenmiş küflü şeker pancarı (bagas) Termofilik aktinomiçetler


Akçaağaç kabuğu hastalığı Küflü akçaağaç kabuğu C r y p t o s t r o m a c o r t ic a le

Klima akciğeri Soğuk buhar klimaları Termofilik aktinomiçetler, A u r e o b a s id iu m p u llu la n s

Malt işçisi akciğeri Küflü arpa A s p e r g illu s d a v a t u s

Peynir yıkayıcısı akciğeri Küflü peynir P e n id lliu m c a s e i

Böcek Ü rü nleri
Değirmenci akciğeri Toz ile kontamine tahıl S ito p h ilu s g r a n a r iu s (buğday biti)

Hayvan Ürünleri.
Güvercin besleyicisi akciğeri Güvercin dışkısı Dışkıdaki güvercin serumu proteinleri

Kimyasallar !
Kimyasal işçi akciğeri Kimya endüstrisi Trim ellitik anhidrid, izosiyanatlar
Kronik İnterstisyel (Restriktif, infiltratif) Akciğer Hastalıkları 481

® Hipersensitivite pnömonitisi olan hastaların çoğunun den uzaklaştırılmaması irreversibl kronik interstisyel
serumunda spesifik presipitan antikorlar ve damar akciğer hastalığına yol açar.
duvarlarında immünfloresan yöntemle tip III hiper-
sensitivitesinin işareti olan kompleman ve immünglo-
Pulmoner Eozinofili
bulinlerin varlığı gösterilmiştir. Hastaların üçte ikisin­
de görülen nonkazeifiye granülomalar tip IV hiper-
Bazı klinik ve patolojik pulmoner antiteler eozinofil in-
sensitivitesinin de rolü olduğunu düşündürmektedir.
filtrasyonu ve aktivasyonu (artmış alveoler IL-5 düzeyi)
Özetle, hipersensitivite pnömonitisi ekstrinsik antijenle­ ile karakterizedir. Bu farklı hastalıklar genellikle immü­
re karşı hem immün kompleks hem de gecikmiş tip hi­ nolojik temele sahiptir ancak etiyolojileri tam anlaşıla­
persensitivite reaksiyonlarının rol aldığı bir immün ya­ mamıştır. Pulmoner eozinofili aşağıdaki kategorilere ay­
nıttır. rılır:
» Solunum yetmezliği ile birlikte giden akut eozinofilik
sendronı hızlı başlayan ateş, dispne, hipoksi ve göğüs
grafilerinde diffüz pulmoner infiltrasyonlar ile karak­
M ORFOLOJİ terizedir. Bronkoalveoler lavaj sıvısı tipik olarak
%25'ten fazla eozinofil içerir. Kortikosteroidlere yanıt
Hipersensitivite pnöm onitisinin hem akut, hem de kro n ik hızlıdır.
form larındaki histo lo jik tablo akciğer interstisyum unda pe-
• Basit pulmoner eozinofili (Löffler sendromu) geçici pul­
ribronşiyal alanlarda ka ra kte ristik olarak belirginleşen fokal
m ononükleer hücre infiltrasyonudur. Lenfositler baskındır
moner lezyonlar, kanda eozinofili ve benign klinik se­
ancak plazma hücreleri ve epitelioid hücreler de görülür. yir ile karakterizedir. Alveoler septalar eozinofiller ve
Hastalığın akut form la rın da değişen m iktarlarda n ö tro fîller seyrek dev hücrelerden oluşan infiltrasyon ile kalın­
de m evcuttur. İn terstisyel nonkazeifiye granülom lar laşmıştır.
olguların üçte ikisinden fazlasında ve genellikle peribronşi- • Tropikal eozinofili mikrofilarya ve helmintik parazitle­
yoler alanlarda g ö rü lü r (Resim 1 2 -2 4 ). ilerlem iş k ro n ik ol­ rin enfeksiyonu sonucu meydana gelir.
gularda ise diffü z interstisyel fibrozis meydana gelir.
• Sekoııder eozinofili örneğin astım, ilaç allerjileri ve ba­
zı vaskiilit tipleri ile birlikte görülür.
• İdiyopatik kronik eozinofilik pnömoni alveol septalarm-
da ve boşluklarında lenfosit ve eozinofil toplulukla­
K lin ik Ö z e llik le r rıyla karakterizedir. Akciğerin periferik alanlarında
Hipersensitivite pnömonitisi antijen ile karşılaştıktan 4- görülür. Yüksek ateş, gece terlemeleri ve dispne ile
8 saat sonra meydana gelen ateş, öksürük, dispne ve ya­ birliktedir. Bu hastalık bir ekartasyon hastalığıdır; ta­
pısal belirti ve bulgular ile karakterize akut reaksiyon ya nı diğer pulmoner eozinofili nedenlerinin ekarte edil­
da yavaş yavaş ortaya çıkan öksürük, dispne, halsizlik miş olması gerekir.
ve kilo kaybı ile karakterize kronik reaksiyon şeklinde
görülebilir. Hastalığın akut formunda antijen ile karşı­
laşma ile semptomların arasındaki süre ilişkisi nedeniy­ Sigara İlişkili İnterstisyel Hastalıklar
le tanı sıklıkla bellidir. Antijen maruziyeti hastalık atakla­
rının ardından sona ererse akciğer semptomları birkaç Sigaranın obstrüktif akciğer hastalığındaki (amfizem ve
gün içinde tamamen düzelir. Sorumlu antijenin çevre- kronik bronşit) rolü daha önce tartışılmıştı. Sigara aynı
zamanda restriktif ya da interstisyel akciğer hastalıkları
ile de ilişkilidir. Sigara ilişkili interstisyel akciğer hasta­
lıklarının iki örneği deskuamatif interstisyel pnömoni
(DİP) ve respiratuar bronşiyolittir. DİP'nin en dikkat çe­
kici histolojik özelliği hava boşluklarındaki geniş sitop-
lazmalı ve sitoplazmalarmda ince, kahverenkli pigment
(sigara içicisi makrofajı) bulunan çok sayıda makrofajdır
(Resim 12-25). Alveoler septumlar az sayıda inflamatu-
ar hücre infiltrasyonu (genellikle lenfositler) ile kalınlaş­
mıştır; hafif şiddette interstisyel fibrozis olabilir. Pulmo­
ner fonksiyonlar genellikle hafif düzeyde restriktif anor­
mallikler gösterir. DIP'li hastalar tipik olarak iyi prog-
noz gösterirler; steroid tedavisine ve sigara bırakılması­
na mükemmel yanıt verirler. Sigara içicilerindeki ortak
histolojik lezyon respiratuar bronşiyolittir ve DİP'dekini
benzer intraluminal pigmente makfrofajlar ile karakteri­
zedir, ancak dağılımı "bronkiyolosentriktir" (birinci ve
ikinci sıra respiratuar bronşiyoller). Ayrıca hafif perib-
Resim 12-24 Hipersensitivite pnömonitisi, histolojik görünümü. ronşiyoler fibrozis de görülür. DİP hastalarında olduğu
Gevşek interstisyel granülomlar ve kronik inflamasyon karakteris­ gibi yavaş gelişen dispne ve kuru öksürük görülür,
tiktir. semptomlar sigaranın bırakılmasıyla geriler.
482 B Ö L Ü M 12 Akciğer

ner parenkimde iskemi. Bu nedenle, büyük bir damarın


tıkanıklığı pulmoner arter basıncında ani artış, kardiyak
outputta azalma, sağ kalp yetmezliği ve hatta ölüme ne­
den olur. Çeşitli mekanizmalarca genellikle hipoksemi
de gelişir:
® Atelektatik akciğer bölgelerinin perfüzyomı. İskemik
alanlarda sürfaktan yapımının azalmasından ve em-
bolizmdeki ağrı nedeniyle göğüs duvarı hareketinin
kısıtlanmasından dolayı alveoler kollaps olur; ayrıca
pulmoner kan akımının bir kısmı normal ya da az ha­
valanan akciğer alanlarına yönlendirilir.
• Kardiyak outputta azalma arteryel-venöz oksijen satü-
rasyonundaki farkı genişletir.
• Normal bireylerin %30'unda görülen patent foramen
Resim 12-2S Deskuamatif interstisyel pnömoni. Alveoler boşluk­
larda çok sayıda makrofaj birikimi ve alveoler duvarlarda sadece
ovaleden kanın sağdan sola şantı meydana gelebilir.
hafif fibröz kalınlaşma görülüyor. • Küçük damarlar tıkanırsa sonuç daha az yıkıcıdır, hat­
ta klinik olarak sessiz bile olabilir.
Akciğerlerin sadece pulmoner arterler ile değil, aynı za­
manda bronşiyal arterler ve direkt olarak alveoller için­
VASKÜLER KÖKENLİ deki hava tarafından oksijenlendiğini hatırlayınız. Bu
PULM ONEK HASTALIKLAR nedenle iskemik nekroz (infarktüs) tromboembolili has­
taların %1 0 'undan azında görülen istisnai bir olaydır.
Pulmoner Embolizm, Hemoraji ve İnfarktüs Sadece kardiyak fonksiyonlarda veya bronşiyal dolaşım­
da bir bozukluk olduğunda, ya da risk altındaki akciğer
Büyük pulmoner arterleri tıkayan kan pıhtılarının köke­ alttaki pulmoner hastalık nedeniyle az havalanıyorsa
ni hemen her zaman embolidir. Pulmoner embolilerin meydana gelir.
%95'inden fazlası alt ekstremitelerin büyük derin yenle­
rinden, tipik olarak popliteal venden ve yukarısındaki
büyük yenlerden kaynaklanır. Tromboembolizm ABD'-
de her yıl yaklaşık 50.000 ölüme yol açmaktadır. Direkt M ORFOLOJİ
ölüme neden olmadığında da diğer hastalıkların seyrini Pulm oner em bolizm in m o rfo lo jik sonuçlan, belirtildiği gibi
komplike hale getirebilir. Ölümcül olmayan pulmoner em bolik kitlenin boyutuna ve dolaşımın genel durum una
embolizimin gerçek insidansı bilinmemektedir. Hastane bağlıdır. Büyük b ir em boli ana pulm oner arte re ya da onun
dışındaki bazı hastalarda da mutlaka embolizm meyda­ ana dallarına yerleşebilir veya bifurkasyona e y e r e m b e li
na gelmektedir; bu emboliler küçüktür ve klinik olarak şeklinde o tu ra b ilir (Resim 1 2 -2 6 ). Ö lüm genellikle bunu
sessizdir. Hastanede yatan hastaların üçte biri civarında takiben hipoksi ya da akut sağ kalp yetm ezliği (akut ko r
pulmoner emboli tanısı hasta kaybedilmeden önce ko- pulm onale) nedeniyle çok kısa sürede, akciğerde m o rfo lo ­
nulamamaktadır. Pulmoner embolizme ait otopsi verile­ jik değişiklikler meydana gelemeden gerçekleşir. Küçük
ri büyük değişkenlik göstermektedir. Genel hastane po- em b olile r o rta ve küçük çaplı pu lm o ner dam arlar içerisin­
pülasyonunda % 1 iken, ağır yanık, travma ya da kırık de birleşirler. Y eterli dolaşım ve bronşiyal arteryel akım ile
akciğer parankim inin canlılığı korunur, ancak endotelyal
sonrası hayatını kaybeden hastalarda %30'dur.
hücrelerdeki iskem ik zedelenme nedeniyle alveoler hem o­
Bacaklarda venöz tromboza yatkınlığı artıran neden­
raji meydana gelebilir.
ler Bölüm 3'te tartışılmıştır, bununla birlikte başlıca risk
Konjestif kalp yetm ezliğinde olduğu gibi kardiyovasküler
faktörleri şunlardır: (1 ) uzamış yatak istirahatı (özellikle durum bozulmuş ise in f a r k t ü s meydana gelir. Embolik tı­
bacakların immobilizasyonu); (2 ) cerrahi, özellikle orto­ kanma ne kadar p e rife rik ise, infarktüs riski o kadar yük­
pedik diz ve kalça cerrahisi; (3) ağır travma (yanık ya da sektir. infarktüslerin yaklaşık d ö rtte üçü alt lobları etkiler;
çoklu kırıklar); (4) konjestif kalp yetmezliği; (5) peripar- yarısından fazlası da çok sayıdadır. K ara kteristik olarak ka­
tum dönemdeki veya yüksek östrojen içerikli oral kont- ma şeklindedir; tabanları plevral yüze bakarken, apeksleri
raseptif kullanan kadınlar; (6 ) yaygın kanser ve (7) pri­ akciğer hilusuna doğrudur. A kciğ er infarktüsleri tip ik ola­
mer hiperkoagülabilite bozuklukları (ör. faktör V Le­ rak h e m o ra jiktir ve erken dönem lerinde kabarık kırmızı-
iden) (Bölüm 3). mavi alanlar şeklinde g ö rü lü r (Resim 1 2 -2 7 ). Komşu plev­
Akciğerdeki tromboembolizmin patofizyolojik sonuç­ ral yüzey sıklıkla fib rin ö z eksuda ile kaplıdır. Tıkanan da­
ları esas olarak embolinin büyüklüğüne (sonuçta tıkadı­ m ar belirlenebilirse, genellikle in fa rk t alanının apeksinin ya­
ğı pulmoner arterin büyüklüğüne) ve hastanın kardiyo- kınlarında bulunur. E ritrositler 48 saat içinde parçalanmaya
vasküler durumuna bağlıdır. Pulmoner arterin bir em­ başler ve infarktüs solar ve hem osiderinin o rta ya çıkmasıy­
la rengi kırmızı-kahverengi olur. Zam anla kenarlarda gri-
boli tarafından tıkanmasının iki önemli sonucu vardır:
beyaz b ir p e rife rik alan tarzında fib rö z doku gelişir ve en
(1 ) kan akımının engellenmesi ve muhtemelen vazos-
sonunda infarktüs alanı bir skara dönüşür. H isto lojik ince­
pazm sonucu (nörojenik mekanizmalarca ve/veya trom-
lemede taze infarktüslerin tip ik bulgusu akciğer parenkim i-
boksan A 2 ve seratonin gibi mediyatörlerin salınımıyla)
nin koagülasyon nekrozu ve hem orajidir.
pulmoner arter basıncında artış ve (2 ) distaldeki pulmo­
Vasküler Kökenli Pulmoner Hastalıklar 483

fazlası büyük bir emboli ya da aynı anda çok sayıda


küçük emboliler ile tıkandığında görülür. Masif pul­
moner emboli gerçek anlamda ani ölüm nedenlerin­
den birisidir; birey daha göğüs ağrısını ya da dispne-
yi hissetmeden hayatını kaybedebilir.
• Son arterler gibi davranan nispeten küçük ve orta
çaplı pulmoner dalların tıkanması (olguların %1 0 -
15'i), dolaşım yetmezliği varlığında akciğer infarktma
neden olur. Bu kişilerde tipik olarak dispne görülür.
• Hastaların küçük ancak önemli bir grubunda (olgula­
rın %3'inden azı) tekrarlayan çoklu emboliler pulmo­
ner hipertansiyon, kronik sağ kalp yetmezliği (kronik
kor pulmonale) ile zamanla pulmoner vasküler skle­
roza ve giderek kötüleşen dispneye neden olur.
Emboliler genellikle ilk akut olay sonrasında çözülür.
Kontrakte olurlar ve endojen fibrinolitik aktivite ile
trombuslar tamamen paraçalanabilirler. Ancak altta pre-
dispozan bir faktör varlığında küçük, masum bir embo­
li daha büyük bir embolinin habercisi olabilir; pulmoner
emboli geçiren bir hastada ikinci emboli gelişme şansı
%30'dur. Profilaktik tedaviler arasında antikoagülasyon,
postoperatif ve postpartum dönemde erken mobilizas-
Resim 12-26 Femoral venden gelen ve sol ve sağ ana pulmoner yon, elastik çoraplar, baldırlara aralıklı pnömatik bası ve
arterlerin bileşkesine yerleşen büyük bir eyer embolus.
yatağa bağlı hastalarda izometrik bacak egzersizleri yer
(D r. U nda M a rg ra f, D e p a rtm e n t o f Pathology, U niversity o f Texas Southw estern
M e d ica l School, Dallas, Texas, izni ile).
alır. Pulmoner emboli hastalarına aktikoagülan tedavi
verilir. Masif pulmoner embolizmli hastalar trombolitik
tedavi adayıdırlar.
Trombotik olmayan pulmoner emboliler hava, yağ ve
amniyotik sıvı embolisi gibi bazı nadir ancak potansiyel
K lin ik Ö z e llik le r
olarak ölümcül emboli tiplerini içerir (Bölüm 3). İntrave-
Pulmoner embolizmin klinik sonuçları şu şekilde özet­
nöz ilaç bağımlılığında akciğer mikrodolaşımmda sıklık­
lenmiştir:
la yabancı cisim embolizmi görülür; intravenöz karışım­
• Pulmoner embolilerin çoğu (%60-80) klinik olarak daki magnezyum trisilikat (talk) varlığı interstisyumda
sessizdir çünkü boyutları küçüktür; embolik kitle fib- ya da pulmoner arterlerde granülomatöz yanıt meydana
rinolitik aktivite ile hızla uzaklaştırılır ve bu süreç bo­ getirir. Interstisyumun tutulumu fibrozise, fibrozis de
yunca bronşiyal dolaşım etkilenen akciğer paranki- pulmoner hipertansiyona yol açabilir. Granülomlardaki
minin canlılığını korur. rezidü talk kristalleri polarize ışık ile gösterilebilir. Şid­
» Olguların %5'inde tipik olarak ani ölüm, akut sağ detli travma sonrasında ve orak hücreli anemiye bağlı
kalp yetmezliği (akut kor pulmonale) ya da kardiyo- kemik infarktı olan hastalarda kemik iliği embolisi (pul­
vasküler kollaps (şok) meydana gelir. Bu durum tipik moner dolaşımda hematopoetik dokular ve yağ dokula­
olarak total pulmoner damarlanmanm %60'mdan rı) görülebilir.

("*"*) Ö Z E T
Pulmoner Embolizm
• Büyük pulmoner arter trombuslarının hemen hepsinin
kökeni genellikle derin bacak yenlerinden kaynaklanan
embolilerdir.
• Risk faktörleri uzmış yatak istirahati, bacak cerrahisi, şid­
detli travma, KKY, oral kontraseptif kullanımı (özellikle
östrojen içeriği yüksek olanlar), yayılmış kanser ve gene­
tik hiperkoagülabilite bozukluklarıdır.
• Embolilerin çoğu (%60-80) klinik belirti vermez. Az bir
kısmında (%5) akut kor pulmonale, şok ya da ölüm (tipik
olarak büyük “ eyer” embolilerde) görülür, geri kalanı da
pulmoner infarkta yol açar.
Resim 12-27 Yeni ortaya çıkmış küçük, kabaca kama şeklinde • Rekürrens riski yüksektir.
hemorajik pulmoner infarktüs.
484 BÖLÜM 12 Akciğer

Pulmoner Hipertansiyon vasküler endotelyal ve pu lm o ner düz kas proliferasyonu


ile sonuçlanır. Böyle durum larda meydana gelen endo­
Pulmoner dolaşımın direnci düşüktür; pulmoner kan telyal proliferasyonlar genellikle m onoklonaldir; has­
basınçları sistemik basınçların yalnızca yaklaşık sekizde talığının genetik kökenine işaret eder. Ancak BM PR2
biridir. Pulmoner hipertansiyon (ortalama pulmoner ba­ germ line mutasyonları olan bireylerin hepsinde p rim e r
sınçların sistemik düzeylerin dörtte birine ya da daha pulm oner hipertansiyon gelişmemesi, bu özel fenotipin
üstüne çıkması) sıklıkla pulmoner vasküler yatağın ke­ geçişini etkileyen m odifiye edici genlerin var olabile­
sit alanında azalmaya ya da pulmoner vasküler kan akı­ ceğini düşündürm ektedir.
mının artışına sekonder gelişir. Sekonder pulmoner hi­ • Prim er pulm o ner hipertansiyonun sporadik form ları ile
pertansiyon nedenleri şunlardır: ilgili yapılan çalışmalar serotonin tra n sp o rte r geni­
nin (5 H T T ) olası rolüne işaret etm ektedir. Ö zellikle pri­
• Kronik obstrüktif ya da interstisyel akciğer hastalığı. Ak­
m er pulm oner hipertansiyonlu bazı hastalardaki pulm o­
ciğerde parankim yıkımı ve bu nedenle alveoler kapil- ner düz kas hücrelerinin seratonin ya da serum ile kar­
lerlerde azalma söz konusudur. Bu durum pulmoner şılaştıklarında proliferasyonlarının arttığı gösterilmiştir.
arter rezistansında ve sekonder olarak da arter basın­ Vasküler düz kasta artm ış tra n s p o rte r protein ekspres-
cında artışa yol açar. yonuna yol açan 5 H 7 T d e k i genetik polim o rfizm le rin
• Rekürren pulmoner emboliler. Bu emboliler pulmoner düz kas proliferasyonuna neden olduğu sanılmaktadır.
vasküler yatağın kesit alanında azalmaya ve vasküler
rezistansın artmasına yol açar.
• Var olan kalp hastalıkları, örneğin mitral stenoz, sol at-
riyal basınç artışına ve bu nedenle daha yüksek pul­
moner venöz basınç ile pulmoner arteryel hipertansi­
yona neden olur. Konjenital soldan sağa şaııtlar sekon­
der pulmoner hipertansiyonun bir başka nedenidir. ( ) M ORFOLOJİ
Bilinen tüm artmış pulmoner basınç nedenleri ekarte Pulm oner hipertansiyonun tüm form larındaki (p rim e r ve
edildiğinde de pulmoner hipertansiyon olabilir; bu du­ sekonder) vasküler değişiklikler arterye l ağacın tüm ünü il­
g ilen dirir (Resim 1 2 -2 8 ) ve şu şekildedir: (1 ) ana e lastik
ruma primer ya da idiyopatik pulmoner arteryel hipertansi­
a rte rle rd e sistemik aterosklerozdakine benzer aterom ;
yon adı verilir. Primer pulmoner hipertansiyonların ço­
( 2 ) o rta çaplı m u sku le r a rte rle rd e myointimal ve düz
ğu sporadik olup, sadece %6 'sı aileseldir ve otozomal do­
kas hücrelerinin proliferasyonu ve buna bağlı intim a ve
minant geçiş gösterir. medyanın kalınlaşarak lümenin daralması ve (3 ) k ü çü k ar­
te r ve a rte riy o llerd e kalınlaşma, medyal hipe rtro fî ve in­
ternal ve eksternal elastik m em branların reduplikasyonu.
Bu dam arlarda duvar kalınlığı lümen çapını geçebilir ve ba­
zen lümeni neredeyse obliterasyon noktasına kadar daral­
tabilir. İdiyopatik pulm oner arteryel hipertansiyonlu kişiler­
PATO G EN EZ de kara kte ristik pleksiform lezyo n lar görülür. Bu lez-
yonlarda endotelyal proliferasyon o rta çaplı damarların kü­
M evcut bilgilere göre çoğu pu lm o ner hipertansiyon tip le ri­ çük a rterlere dallandıkları yerlerde dam arların içerisinde
nin altında yatan m uhtem el neden p u lm o n sr endotelyal çok sayıda lümen oluşturur.
hücre ve/veya v a sk ü ler d ü z kas d isfonksiyonudur.
• Sekonder p ulm o ner hipertansiyon durum larında
endotelyal hücre disfonksiyonu alttaki b ir bozukluğun
sonucudur (ör. soldan sağa şantlarda artm ış kan akımı­
nın neden olduğu yü k binmesi ve m ekanik zedelenme ya
da re kü rre n tro m b o e m b o lizm d e fib rin in yol açtığı biyo­
K lin ik Ö z e llik le r
kimyasal zedelenme). Endotelyal hücre disfonksiyonu
vazodiiatatör ajanların (ör. n itrik oksit, prostasiklin) ya­ Sekonder pulmoner hipertansiyon herhangi bir yaşta
pımını azaltırken, endotelin gibi v a z o k o n s trik tö r medi- gelişebilir. Klinik özellikler altta yatan genellikle pulmo­
yatö rlerin sentezini artırır. Ayrıca vasküler düz kasların ner ya da kardiyak hastalık (solunum yetmezliği ve sağ
migrasyonu ile replikasyonunu uyaran ve ekstrasellüler kalp yetmezliği) ile ilgilidir. Öte yandan primer pulmo­
m atriksi şekillendiren büyüm e fa k tö rle ri ve sitokinlerin ner hipertansiyon hemen herzaman genç erişkinlerde
üretim i söz konusudur. görülür ve kadınlarda daha sık olup yorgunluk, senkop
• P rim e r pulm oner h ipertansiyo n d a, özellikle nadir (özellikle egzersiz sırasında), egzersiz sırasında dispne
olan ailesel fo rm u n d a TGF-(3 sinyal yolağı endotelyal ve ve bazen de göğüs ağrısı ile karakterizedir. Sonunda şid­
düz kas disfonksiyonunda rol oymayan k ritik bir mediya- detli solunum yetmezliği ve siyanoz gelişir ve ölüm sık­
tö r olarak önem kazanmıştır. Ö zellikle, ailesel olguların lıkla tanıdan sonraki 2-5 yıl içinde sağ kalp yetmezliği
% 5 0’sinde TGF-[3 yolağının çeşitli ligandlarını bağlayan (dekompanse kor pulmonale) nedeniyle olur. Solunum
bir hücre yüzey m olekülü olan bone m orphogenetic
sıkıntısı vazodilatatörler ve antitrombotik ajanlar ile bir
protein recep to r typ e 2 (BMPR-2) reseptörü genin­
miktar giderilebilir ve sürekli prostasiklin infüzyonları
de germ line m utasyonlar gösterilm iştir. BM PR2 gen ürü­
ile yaşamı uzatmak (aylar-yıllar) mümkün olabilir, ancak
nü proliferasyonu inhibe eder; bu nedenle, bu gendeki
akciğer transplantasyonu yapılmadığı sürece prognoz
fonksiyon kaybı ile karakterize m utasyonlar anormal
çok kötüdür.
Vasküler Kökenli Pulmoner Hastalıklar 485

Goodpasture Sendromu
Goodpasture sendromu bu grubun tipik örneğini oluş­
turur. Proliferatif genellikle hızlı ilerleyen glomerulonefrit
(Bölüm 13) ve hemorajik interstisyel pnömonitis ile karak-
terize nadir, ancak karakteristik bir hastalıktır. Hem
böbrek, hem de akciğerdeki lezyonlar kollajen IV'ün a 3
zincirinin nonkollajenöz kısmına karşı oluşan antikorlar
tarafından meydana gelir. Bu antikorlar Goodpasture
sendromu olan hastaların %90'mdan fazlasında serum­
da saptanabilir.

M ORFOLOJİ
A kciğ erle r ağırdır ve diffüz alveoler kanam a nedeniyle
kırmızı-kahverengi konsolidasyon alanları içerir. M ikrosko-
pik incelemede intraalveoler kanama yanısıra alveol duvar­
larında fokal nekroz, septalarda flb rö z kalınlaşma ve tip II
pnöm ositlerde h ip e rtro fi görülür. M akrofajlarda ve ekstra-
sellüler alanlarda hem osiderin varlığı ka ra k te ris tik tir ve
önceki kanama atağını ya da ataklarını gösterir (Resim
1 2 -2 9 ). Böbrek biyopsi ö rn eklerin de tanısal olan karakte­
ristik lin eer paternde im m ünglobulin depolanm ası
(genellikle IgG, bazen IgA ya da IgM) (Bölüm 13) alveoler
septalar boyunca da görülebilir.

Plazmaferez ve immünsüpresif tedavi bu hastalığın


önceleri çok kötü olan prognozunu oldukça düzeltmiş­
tir. Plazma değişimi saldıran antikorları uzaklaştırırken,
immünsüpresif ilaçlar antikor üretimini baskılar. Şid­
detli renal hastalıklarda en nihayetinde renal transplan­
tasyon gerekir.

İdiyopatik Pulmoner Hemosiderozis


İdiyopatik pulmoner hemosiderozis etiyolojisi bilinme­
yen nadir bir hastalık olup Goodpasture sendromuna
benzer akciğer bulguları ve histolojik özellikler taşır, an­
cak beraberinde böbrek hastalığı ya da dolaşımda anti-
bazal membran antikorları yoktur. Olguların çoğu ço­
cuktur; fakat erişkinlerde de bildirilmiştir. Erişkinlerde
prognoz daha iyidir.Önceleri 2.5 yıl olan sağkalım süre­
si steroid ve immünsüpresif tedavilerle önemli oranda
uzamıştır. Hastalığın etiyolojisinin immün aracılı olduğu
Resim 12-28 Pulmoner hipertansiyondaki vasküler değişiklikler. düşünülmektedir.
A , Ateromun makroskopik görüntüsü; sıklıkla büyük damarlar ile
sınırlı bir bulgudur. B, Belirgin medyal hipertrofi. C, ilerlemiş pul­
Pulmoner Anjiitis ve Granülomatozis
moner hipertansiyonun küçük damarlarda görülen karakteristik
pleksiform lezyonu. (Wegener Granülomatozisi)
Wegener granülomatozisli (WG) hastaların %80'inden
fazlasında hastalığın seyri sırasında herhangi bir zaman­
da üst solunum yolu ya da akciğer bulguları gelişir. Ay­
rıntılar Bölüm 9'da anlatılmıştır. Bu bölümde ise dikkat
çekici akciğer bulguları sıralanmıştır. Akciğer lezyonları
Diffüz Alveoler Hemoraji Sendromları nekrotizan vaskülit ("anjiitis") ve parankimal nekroti­
zan granülomatöz inflamasyonun birlikteliği ile karakte­
Pulmoner hemorajinin "sekonder" nedenleri çeşitlidir rizedir. Wegener granülomatozisine ait bulgular hem üst
(nekrotizan bakteriyel pnömoni, pasif venöz konjesyon, respiratuar semptomlardan (kronik sinüzit, epistaksis,
kanama diyatezi). Diffüz alveoler hemoraji sendromları nazal perforasyon), hem de pulmoner belirti ve bulgu­
ise bir grup "primer" immün aracılı hastalıktan oluşur lardan (öksürük, hemoptizi, göğüs ağrısı) meydana gele­
ve hemoptizi, anemi ve diffüz pulmoner infiltratlar triadı ile bilir. Olguların %95'ine yakın bir oranında PR3-AN-
karakterizedir. CA'lar bulunabilir (Bölüm 9).
486 BÖLÜM 12 Akciğer

Resim 12-29 Â , Diffüz alveolar hemoraji sendromlu bir kişiye ait akciğer biyopsi örneğinde zeminde kalın fibröz septumlar ve hemo­
siderin yüklü çok sayıda intraalveoler makrofaj görülüyor. B, Doku intrasellüler hemosiderini görünür hale getiren demir boyası (Prusya
mavisi) ile boyanmıştır.
(From th e Teaching Collection o f the D e p a rtm e n t o f Pathology, Children's M e d ica l Center, D allas, Texas. Eğitim Setinden.)

klinik hastalık ya da çok daha uzun seyirli kronik hasta­


PULMONER ENFEKSİYONLAR lık şeklinde ortaya çıkabilir. Pnömoninin histolojik
spektrumu akut bakteriyel pnömonilerdeki fibrinopürü-
Pnömoni şeklinde pulmoner enfeksiyonlar Amerika Bir­
lan alveoler eksudadan, viral ve diğer atipik pnömoniler­
leşik Devletlerindeki tüm ölümlerin altıda birinden so­ deki mononükleer interstisyel infiltrasyona ve pek çok
rumludur. Bu durum şaşırtıcı değildir çünkü (1) akciğe­
kronik pnömonideki granülom ve kavitasyonlara kadar
rin epitelyal yüzeyi çeşitli düzeyde mikrobiyal içerik bu­
değişkenlik gösterir. Akut bakteriyel pnömoniler bron-
lunduran litrelerce hava ile sürekli karşılaşmaktadır; (2 ) kopnönıoni ya da lober pnömoni olarak bilinen iki anato­
nazofarinks florası sağlıklı bireylerde bile uykuda dü­ mik ve radyolojik paternden birisi şeklinde bulgu verir.
zenli olarak aspire edilmektedir ve (3) diğer sık görülen
Bronkopnömoni yama tarzındadır ve akciğerin genellik­
akciğer hastalıkları akciğer parankimini virülan orga­
le bir lobdan fazlası tutulur (Resim 12-31). Bu patern
nizmalara karşı hassas hale getirir. Normal akciğer pa~ başlangıçta bronş ve bronşiyolleri tutan bir enfeksiyo­
rankimi nazofarinksten alveoler hava boşluklarına ka­
nun komşu alveollere yayılması sonucu meydana gelir.
dar bulunan bir dizi immün ve nonimmün savunma me­
Lober pnömonide bunun tersine, lobun bir kısmı ya da
kanizması sayesinde steril kalır (Resim 12-30). tümündeki komşu hava boşlukları homojen olarak eksu-
Savunma mekanizmalarının çok sayıda olmasına rağ­
da ile doludur ve radyografilerde lober. ya da segmental
men sağlıklı bireyleri bile enfeksiyonlara yatkın hale ge­
konsolidasyon şeklinde görünür (Resim 12-31). Lober
tirebilen bazı "açıklar" da mevcuttur. Doğal (doğuştan
pnömonilerin %90'mdan Streptococcus pneumoniae so­
gelen) bağışıklık sistemindeki defektler (nötrofil ve
rumludur. Lober pnömoni ve bronkopnömoni arasında­
kompleman defektleri) ve hümoral immün yetmezlik ti­ ki anatomik ayırımı sıklıkla net değildir çünkü: (1 ) pek
pik olarak pyojenik bakteriler ile meydana gelen enfek­
çok organizma her iki dağılım paternini de gösterebilen
siyonların insidansmda artışa neden olur. Örneğin pek enfeksiyona neden olur ve (2 ) konflüan (birbirleriyle bir­
çok Toll-like reseptörün (doğal bağışıklıktaki mikrobiyal leşen) bronkopnömoninin radyolojik olarak lober pnö-
sensörler) sinyal yolağındaki adaptör protein olan
moniden ayrımı zordur. Bu nedenle pnömoniler en iyi spe­
MyD 8 8 mutasyonları olan hastaların şiddetli nekrotizan
sifik etiyolojik ajana göre ya da eğer bir patojen izole edile­
pnömokok enfeksiyonlarına (ancak başka enfeksiyonla­
mezse enfeksiyonun meydana geldiği klinik şartlara göre sı­
rın çoğuna değil) son derece duyarlı oldukları gösteril­
nıflandırılır. Bu ikinci yaklaşım ampirik antibiyotik teda­
miştir. Öte yandan TH1 hücre aracılı bağışıklıktaki de-
visi için şüphelenilen patojenlerin listesini oldukça da­
fekler ise esas olarak atipik mikobakteriler gibi intrasel­
raltır. Pnömoni yedi ayrı klinik durumda meydana gele­
lüler mikroorganizma enfeksiyonlarının artışına neden bilir; sorumlu patojenler her bir kategori için oldukça
olur. Kalıtsal anomalilere ek olarak hayat tarzları da ko­
spesifiktir (Tablo 12-6).
nak immün defans mekanizmalarını etkiler ve enfeksi­
yonların gelişimini kolaylaştırır. Örneğin sigara dumanı
mukosiliyer temizleme işlemini ve pulmoner makrofaj Toplum Kökenli Akut Pnömoniler
aktivitesini etkiler. Alkol öksürük ve epiglot refleksleri­
ni zayıflatarak aspirasyon riskini artırdığı gibi, nötrofil Çoğu toplum kökenli akut pnömonilerin kökeni bakte-
hareketini ve kemotaksisini de etkiler. riyeldir. Enfeksiyonun bir viral üst solunum yolu enfek­
Pnömoni en geniş anlamıyla akciğerin herhangi bir enfek­ siyonu ardından gelişmesi nadir değildir. Başlangıcı sık­
siyonu olarak tanımlanabilir. Klinik tablo akut, fulminan lıkla anidir ve yüksek ateş, üşüme-titreme, plörotik gö-
Pulmoner Enfeksiyonlar 487

Silialı respiratuar— :
epitel hücresi

"U st"
solunum
yolu

Lenfatik

Makrofaj

"A lt
solunum
yolu

A. DOĞAL İMMÜN SAVUNMALAR B. ADAPTİF İMMÜN SAVUNMALAR

Resim 12-30 Akciğer savunma mekanizmaları. A , Enfeksiyona karşı doğal savunmalar: 1, Normal akciğerde mikrobiyal organizmaların
ortadan kaldırılması mukus tabakası tarafından tutulma ve mukosiliyer hareket ile atılmaya; 2, alveoler makrofajların fagositozu sonrasın­
da organizmaların öldürülüp parçalanması ve mukosiliyer sisteme göç ederek bu artıkların alveoler boşluklardan uzaklaştırılmasına bağlıdır.
3, makrofaj faktörleri tarafından aktive edilen nötrofiller tarafından fagositoz ve öldürülmeye bağlıdır. 4, Serum komplemanı alveole gire­
bilir ve fagositozu artıran opsonin C3b’yi oluşturmak üzere alternatif yol tarafından aktive edilebilir. 5, Fagositlerce sindirilen organizmalar
immün yanıtı başlatmak üzere lenf nodlarına erişebilir. B, Adaptif immünite geliştikten sonra başka ek mekanizmalar devreye girer. 1, Sal­
gılanan IgA mikroorganizmaların üst solunum yolu epiteline yapışmasını engelleyebilir. 2, A lt solunum yollarında alveoler sıvı içinde serum
antikorları (IgM, IgG) bulunur. Bunlar komplemanı klasik yoldan daha etkin bir şekilde aktive ederler ve C3b (gösterilmemiştir) oluşumunu
sağlarlar. IgG ayrıca bir opsonindir. 3, T hücrelerin birikmesi virüs ve diğer intrasellüler mikroorganizmalar tarafından oluşturulan enfek­
siyonların kontrolü için önemlidir. PMN, polimorfonükleer hücreler.

ğüs ağrısı ve prodüktif mukopürülan öksürük, bazen de


hemoptizi ile birliktedir. Toplumsal kökenli pnömonile-
rin en sık etkeni S. pneumoniae’dır (pnömokok); bu ne­
denle bu alt grubun prototipi olan pnömokoksik pnö­
moni tartışılmıştır.

Streptococcus pneumoniae Enfeksiyonları


Pnömokok enfeksiyonları üç hasta grubunda daha sık görü­
lür: (1) altta KKY, KOAH ya da diabet gibi kronik hasta­
lığı olanlar; (2 ) konjenital veya kazanılmış (ör. kazanıl­
mış immün yetmezlik sendromu [AIDS]) immünglobu-
lin defektleri ve (3) dalak fonksiyonu azalmış ya da ol­
mayan hastalar (ör. orak hücreli anemi ya da splenekto-
mi sonrası). Son grupta bu enfeksiyonlar daha sıktır
çünkü dalak en büyük makrofaj deposudur ve kandaki
pnömokoklarm uzaklaştırılmasından sorumlu temel or­
Bronkopnömoni Lober pnömoni gandır. Dalak aynı zamanda kapsüllü bakterilere karşı
Resim 12-31 Bronkopnömoni ve lober pnömoninin anatomik esas koruyucu antikorlar olan polisakkaridlere karşı an­
dağılımı. tikorların üretiminde de önemli bir organdır.
BÖLÜM 12 Akciğer

Tablo 1 2 -6 Pnömoni Sendromları ve Sorumlu Patojenler


zo lü syo n . Erken antibiyotik tedavisi bu tip ik progresyonu
Toplum Kökenli A k u t Pnömoni de ğiştirir ya da durdu rur.
ilk evre boyunca, yani konjesyon evresinde, etkilenen
S tr e p t o c o c c u s p n e u m o n ia e
lob(lar) ağır, kırmızı ve yum uşaktır; histolojik olarak vaskü-
H a e m o p h ilu s in f lu e n z a e
le r konjesyon ve alveollerde proteinöz sıvı, nö tro fıller ve
M o r a x e lla c a t a r r h a lis
pek çok basil görülebilir. Bir kaç gün içinde akciğer lobunun
S ta p h y lo c o c c u s a u r e u s
L e g io n e lla p n e u m o p h ila
karaciğer dokusu kıvamını aldığı k ırm ızı hepatizasyon
Enterobakterler (K le b s ie lla p n e u m o n ia e ) ve Psödomonas türleri evresi başlar: alveoler boşluklar nötrofîller, e ritro sitle r ve
fibrin ile do lu d u r (Resim 1 2 -3 2 , A ). Bir sonraki evre olan
Toplum Kökenli A tip ik Pnömoni
gri hepatizasyon evresinde ise alveollerin içindeki e ritro ­
M y c o p la s m a p n e u m o n ia e sitlerin parçalanmasına karşın fibrino süpp üra tif eksudanın
Klamidya tü rle ri—Chlamydia pneumoniae, Chlamydia psittaci, devam etmesi nedeniyle akciğerler kuru, gri renkli ve sert­
Chlamydia trachomatis tir. (Resim 1 2 -3 3 ; ayrıca bakınız Resim 1 2 -3 2 , B). Kompli­
Coxiella burnetii (Q ateşi) kasyon gelişmeyen olgular rezolüsyon ile devam eder. A l­
Virüsler: respiratuar sinsityal virüs, insan metapnömovirüs, veollerin içindeki eksuda enzim atik olarak sindirilir ve gra-
parainfluenza virüs (çocuklar); influenza A ve B (erişkinler);
nüler, yarı sıvı bir debris üretilir. Bu debris rezorbe olur,
adenovirüs (askeri birlikler)
m akrofajlar tarafından yutulur, öksürükle atılır ya da içinde
N ozokom iyal Pnöm oni fîbroblastların çoğalmasıyla organize o lu r (Resim 1 2 -3 2 , C).
Plevral reaksiyon (fib rin ö z ya da fîbrinopürülan plöritis)
Enterobakterlere ait gram negatif basiller (K le b s ie lla türleri,
Se r r a tia m a r c e s c e n s , E s c h e r ic h ia c o li) ve P s ö d o m o n a s türleri. benzer şekilde rezolüsyona uğrayabilir ya da organize ola­
S. a u r e u s (sıklıkla metisiline dirençli) ra k fib rö z kalınlaşma ya da kalıcı yapışıklıklara yol açabilir.
B ronkopnöm oni paterninde inflam atuar konsolidas-
Aspirasyon Pnömonisi
yon odakları b ir ya da birkaç lobda, sıklıkla bilateral ve ba­
Aneaerobik oral flora ( B a c t e r o id e s , P r e v o te lla , F u s o b a c te r iu m , zallerde yama tarzında dağılım gösterir. İyi gelişmiş, çapları
P e p to stre p to co c cu s) ve beraberinde aerobik bakteriler 3-4 cm ’ye varan lezyonlar hafif kabarık ve gri-kırmızı-sarı
(S. p n e u m o n ia e , S . a u r e u s , H . in f lu e n z a e ve P s e u d o m o n a s re n kte d ir: ağır olgularda bu odaklar birleşebilir ve lober
a e r u g in o s a ) konsolidasyon görüntüsü yaratabilir. Konsolidasyonun he­
K ro n ik Pnömoni men çevresindeki akciğer dokusu genellikle hiperem ik ve
ödem lidir, ancak diğer alanlar genellikle norm aldir. Plevral
N o c a r d ia
tutulum lo be r pnöm oniye göre daha nadirdir. H istolojik
A c t in o m y c e s
olara k reaksiyon bronş, bronşiyol ve komşu alveol boşluk­
Granulomatöz: M y c o b a c t e r iu m t u b e r c u lo s is ve atipik
larını dolduran fokal süpüratif eksudadan oluşur.
mikobakteriler, H is t o p la s m a c a p s u la t u m , C o c c id io id e s im m itis ,
Uygun tedavi ile her iki pn öm o koksik pnöm oni tipinde
B la s t o m y c e s d e r m a t it id is
de akciğerler tamamen eski haline döner. A ncak bazı olgu­
N e krotiza n Pnöm oni ve A kciğer Absesi larda kom plikasyonlar meydana gelebilir: ( 1 ) doku yıkımı
Anaerobik bakteriler (son derece sık), mikst aerobik enfeksiyon ve n e kroz abse oluşumuna neden olabilir; ( 2 ) süpüratif
eşlik edebilir materyal plevral boşlukta b irike b ilir ve am piyem meydana
S. a u r e u s , K . p n e u m o n ia e , S t r e p t o c o c c u s p y o g e n e s v e tip 3 getirebilir; (3 ) intraalveoler eksudanın organizasyonu akci­
pnömokoklar (nadir) ğerin etkilenen alanlarını solid fib rö z b ir dokuya dönüştüre­
Im m ünyetm ezlikli Konakta Pnömoni
bilir ve (4 ) bakteriyem ik yayılım m en en jit, a r t r it ya da
in fek tif end o kard ite yol açabilir. Kom plikasyonlar pnö-
Sitomegalovirüs m oko k serotip 3 enfeksiyonlarında çok daha fazla görülür.
P n e u m o c y s tis jir o v e c i
kompleksi (MAK)
M y c o b a c t e r iu m a v iu m
İnvazif aspergillozis
İnvazif kandidiyazis Balgamın gram boyası ile incelenmesi akut pnömoni
“ Olağan” bakteriyel, viral, fungal organizmalar (yukarıda tanısının önemli bir basamağıdır. Bistüri şeklindeki
iistelenmiştir) gram pozitif tipik diplokokları içeren çok sayıda nötrofil
varlığı pnömokoksik pnömoninin iyi bir kanıtıdır; ancak
unutulmamalıdır ki, S. pneumoniae endojen floranın bir
parçasıdır ve bu yöntem yalancı pozitif sonuç verebilir.
( ) M OR FO LO Jİ Kan kültürlerinde pnömokok izolasyonu daha spesifik­
Pnöm okoksik akciğer enfeksiyonu her iki pnöm oni pater-
tir. Hastalığın erken dönemlerinde pnömonüi bireylerin
ninde, lober ya da bro nko pnö m on i şeklinde görülebilir. %20-30'unda kan kültürleri pozitif olabilir. Mümkün ol­
B ronkopnöm oni uç yaşlarda çok daha sıktır. Pnömoninin duğu sürece antibiyotik duyarlılık testleri yapılmalıdır.
dağılımından bağımsız olarak alt loblar ya da sağ o rta lob Bakterilerin sık görülen serotiplerine ait kapsül polisak-
en sık tu tu lu r çünkü pn öm o koksik akciğer enfeksiyonları karidlerini içeren ticari pnömokok aşıları mevcuttur. Bu
genellikle farinks florasının aspirasyonu sonucu meydana aşıların etkinliği kanıtlanmıştır ve pnömokoksik enfek­
gelir (S. pneumoniae erişkinlerin % 2 0’sinde boğazda koloni- siyon riski olan kişiler için kullanımı onay almıştır (daha
zedir). önce tartışılmıştır).
A n tib iy o tik çağından önce pn öm o koksik pnöm oni b ir lo­
bun tamamını ya da çok büyük b ir kısmını tutm aktaydı ve Diğer Önemli Patojenlerin Neden Olduğu Pnömoniler
süreç birb irin i izleyen d ö r t evreden oluşmaktaydı: konjes-
Toplum kökenli akut pnömoniden sıklıkla sorumlu tutu­
yon, k ırm ız ı hepatizasyo n , gri hepatizasyon ve re-
lan diğer organizmalar şunlardır:
Pulmoner Enfeksiyonlar 489

ciğer hastalarıdır. KOAH'taki akut alevlenmenin en sık


bakteriyel nedeni H. influenzae'dır.
• Kapsüllü H. influenzae tip b daha önceleri çocuklarda
epiglottit ve süpüratif menenjitin önemli bir nedeni
idi, ancak bu organizmaya karşı aşılama bu riski artık
oldukça azaltmıştır.

M o r a x e lla c a ta r r h a lis

• M. catarrhalis özellikle yaşlılarda bakteriyel pnömoni­


nin gittikçe daha sık karşılaşılan bir etkenidir.
• KOAH'taki akut alevlenmenin ikinci en sık bakteri­
yel nedenidir.
® M. catarrhalis, S. pneumoniae ve H. influenzae ile birlik­
te çocuklarda otitis medyaya (orta kulak iltihabı) ne­
den olan en sık üç etkenden birisidir.

S t a p h y lo c o c c u s a u r e u s

• S. aureus çocuklarda ve sağlıklı erişkinlerde viral solu­


num yolu hastalıklarından (ör. çocuklarda kızamık,
çocuk ve erişkinlerde influenza) sonra meydana ge­
len sekonder bakteriyel pnömoninin önemli bir nede­
nidir.
• Stafilokoksik pnömonide akciğer absesi ve ampiyem
gibi komplikasyonlar sıktır.
• Sağ taraflı stafilokok endokarditi ve beraberinde Sta­
filokoksik pnömoni intraveııöz ilaç bağımlılarında gö­
rülen ciddi bir komplikasyondur..
• Aynı zamanda nozokomiyal pnömoninin önemli bir
nedenidir (daha ileride tartışılmıştır).

K le b s ie lla p n e u m o n ia e

• K. pneumoniae gram negatif bakteriyel pnömoninin


en sık nedenidir.

Resim 12 -32 A , A kut pnömoni. Konjesyone septal kapillerler ve


alveoller içine nötrofil eksudasyonu, erken kırmızı hepatizasyonu
temsil etmektedir. Fibrin ağları henüz oluşmamıştır. B, Kohn porları
arasında dolaşan intraalveoler eksudanın erken organizasyonu
görülüyor (ok). C, ilerlemiş organize pnömoni; eksudanın bol mak-
rofaj ve fibroblast ile infiltre fibromiksoid kitlelere dönüşümü gös­
teriliyor.

H a e m o p h il u s in flu e n z a e

• Hem kapsüllü hem de kapsülsüz formları toplum kö­


kenli pnömoninin önemli nedenleridir. Kapsüllü
formlar özellikle çocuklarda, sıklıkla viral respiratuar
enfeksiyonlardan sonra meydana gelen ve hayatı teh­
dit eden pnömonilere neden olabilir.
• Enfeksiyon gelişme riski bulunan erişkinler kronik Resim 12-33 Gri hepatizasyon dönemindeki lober pnömoninin
bronşit, kistik fibrozis ve bronşektazi gibi kronik ak­ makroskopik görünümü. A lt lob tamamıyla konsolidedir.
490 BOLUM 12 Akciğer

• Klebsiella ilişkili pnömoni sıklıkla zayıf düşmüş ve kö­ sudalarm görülmeyişini ifade eder. Çeşitli bakteriler ati­
tü beslenen kişilerde, özellikle kronik alkoliklerde gö­ pik pnömoniye neden olur ancak bunların içinde en sık
rülür. etken Mycoplasma pneumoniae'dir. Mikoplazma pnömo-
• Organizma bol, yoğun kapsüler polisakkarid üretti­ nileri özellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde sıktır.
ğinden kaim, jelatinöz ve hastaların öksürükle çıkar­ Sporadik olarak ya da kapalı topluluklarda (okullar, as­
makta zorlandığı karakteristik bir balgam görülür. keri kamplar, hapishaneler) lokal epidemiler şeklinde
görülür. Diğer etiyolojik ajanlar virüsler (influenza tip A
P s e u d o m o n a s a e r u g in o s a ve B, respiratuar sinsityal virüsler, insan metapnömovi-
rüs, adenovirüs, rhinovirüs, rubeola virüs ve varisella vi­
® Kistik fibrozisteki enfeksiyonlarla ilişkili olduğundan
rüs), Chlamydia pneumoniae ve Coxiella burnetii'dir (Q
burada toplumsal kökenli patojenlerle birlikte tartışü-
ateşi etkeni) (Tablo 12-6). Bu ajanların hemen hepsi ay­
makla birlikte, P. aeruginosa en sık nozokomiyal ola­
nı zamanda primer üst solunum yolu enfeksiyonuna da
rak görülür (daha ileride tartışılmıştır).
("soğuk algınlığı") neden olabilir.
« Pseudomonas pnömonisi ayrıca genellikle kemoterapi- Ortak patogenetik mekanizma organizmaların solu­
ye ikincil nötropeni gelişen kişilerde, ağır yanık has­
num epiteline yapışması, bunu takiben de hücre nekro­
talarında ve mekanik ventilasyon desteği alanlarda zu ve inflamatuar yanıt meydana gelmesidir. Süreç alve-
sık görülür. ollere ilerlediğinde genellikle interstisyel inflamasyon
• P. aeruginosa enfeksiyon odağındaki kan damarlarını oluşur fakat alveoller boşluklara da bir miktar ödem sı­
invaze etme eğilimindedir. Böyle bir durumda akci­ vısı geçebilir; bu nedenle göğüs filmlerindeki görünüm
ğer dışına yayılır; Pseudomonas bekteriyemisi oldukça bakteriyel pnömoniye benzer. Solunum epitelinin hasa­
şiddetli (fulminan) bir hastalık olup, sıklıkla günler rı ve dökülmesi mukosiliyer temizleme aktivitesini inhi-
içinde ölümle sonuçlanır. be eder ve sekonder bakteriyel enfeksiyonları kolaylaştı­
• Histolojik incelemede akciğer parankiminde koagü- rır. Solunum yollarının viral enfeksiyonlarında bu
lasyon nekrozu ve nekrotik damar duvarlarını infiltre komplikasyon iyi bilinmektedir. Daha ciddi alt solunum
eden organizmalar görülür (Pseudomonas vasküliti). yolu enfeksiyonları daha çok çocuklarda, yaşlılarda, kö­
tü beslenenlerde, alkoliklerde ve immünsüprese birey­
L e g io n e lla p n e u m o p h i l a lerde görülür. Virüsler ve mikoplazmalar sıklıkla hasta­
• L. pneumophila Lejyoner hastalığının etkenidir. Bu ne salgınlarında da görülürür.
hastalık epidemik ve sporadik formları olan bir pnö­
moni olup organizma adını hastalıktan alır. Pontiac
ateşi L. pneumophila tarafından meydana getirilen ve
kendi kendini sınırlayan bir üst solunum yolu enfek­ M ORFOLOJİ
siyonudur; pnömoni semptomları yoktur. Etken hangisi olursa olsun, atipik pnöm oninin m o rfo lo jik
® L. pneumophila suyla soğutma kuleleri ve içme suyu özellikleri benzerdir. Hastalık yama tarzında olabilir, ya da
şebekelerindeki borular gibi yapay su ortamlarında bilateral veya unilateral olarak tüm lobları tutabilir. Makros-
çoğalır. Havadaki organizmaların inhalasyonu ve kop ik olarak etkilenen alanlar kırmızı-mavi, konjesyone ve
kontamine içme sularının aspirasyonu ile geçtiği dü­ subkrepitandır. H isto lo jik incelemede in fla m a tu a r r e a k ­
şünülmektedir. s iy o n esas o la r a k a B ve o lle rin d w a r f a r s n a s iiia rlıd ır
(Resim 1 2 -3 4 ). Septalar genişlemiş ve öd em lidir; genellikle
• Legionella pnömonisi kardiyak, renal, immünolojik ya
lenfositler, histiyositler ve az sayıda plazma hücresinden
da hematolojik hastalıklar gibi predispozan durumla­
oluşan m on on ükle er inflam atuar hücre infiltrasyonu görü­
rı olan bireylerde sıktır. Organ transplantasyonu ya­
lür. Bakteriyel pnöm onilerin tersine, atipik pnöm onilerde
pılan kişiler özellikle duyarlıdır. alveoler boşluklar hücresel eksuda içermez. Ancak şiddetli
® Legionella pnömonisi sıklıkla hastanede yatmayı ge­ olgularda tam gelişmiş diffüz alveol hasarı ve hyalin memb-
rektiren oldukça ağır bir hastalık şeklinde seyredebi­ ranlar meydana gelebilir. Daha hafif, kom plike olmayan ol­
lir; immünsüprese bireylerde ölüm oranı %30-50'dir. gularda hastalık hafifledikten sonra akciğerin norm al yapısı
• Hızlı tanı en çabuk idrarda Legionella antijenlerinin te k ra r sağlanır. Tahmin edilebileceği gibi üste binen bakte­
gösterilmesi ya da balgamda floresan antikor testinin riyel enfeksiyonlar karışık histolojik görünüm e yol açar.
pozitifliği ile konulur; standart tanı yöntemi kültür­
dür. Atipik olgularda bronşiyal sekresyonlara PCR
bazlı tesler uygulanabilir. K lin ik Ö z e llik le r
Primer atipik pnömonin klinik seyri son derece değiş­
Toplum Kökenli Atipik Fnömoniler kendir. Tanı konulmamış bir şiddetli üst solunum yolu
enfeksiyonu gibi davranabilir ya da immünyetmezlikli
Primer atipik pnömoni terimi önceleri akciğerlere daha hastalarda fulminan, hayatı tehdit eden bir enfeksiyon
çok alveoler septalar ve pulmoner interstisyuma sınırlı, şeklinde ortaya çıkabilir. İlk klinik tablo ateş, baş ağrısı
yama tarzında inflamatuar değişiklikler ile karakterize ve halsizlik, ardından da öksürük ve az miktarda balgam
akut febril respiratuar bir hastalık için kullanılmıştır. ile karakterize akut, nonspesifik bir febril hastalık tablo­
Atipik terimi orta miktarda balgam varlığını, konsolidas- sudur. Hem ödem, hem de eksuda alveolokapiller blok
yona ait fizik muayene bulgularının olmayışını, beyaz gelişiminde rol oynadığından, fizik muayene ve radyolojik
küre sayısında sadece orta düzeyde artışı ve alveoler ek- bulguların şiddetiyle orantılı olmayan bir solunum sıkıntısı
Pulmoner Enfeksiyonlar 491

Influenza Virüs Tip A/H1N1 Enfeksiyonu


Mart 2009'da domuz kökenli yeni bir influenza A virü­
sü, suş H İN İ saptanmış ve ABD ve tüm dünyada yayı­
larak yarım milyondan fazla insanı etkileyip, Kasım
2009'a kadar 6200'ün üzerinde kişinin ölümüne yol aç­
mıştır.
Hastaların çoğunda sadece farinks ve trakeobronşiyal
ağaçta viral replikasyon ile karakterize, kendi kendim
sınırlayan hastalık görülür. Ağır hastalıkta pnömoni or­
taya çıkar. Fatal olgularda obesite, kalp hastalığı ve KO-
AH gibi ek hastalıklar söz konusudur. Yaşlı hastaların
daha fazla ölüm riski taşıdığı olağan mevsimsel influen-
zadan farklı olarak, H İN İ salgını 60 yaşımnın üzerinde
çok az ölüme neden olmuştur; bu da daha önceki karşı­
laşmalarda immünite kazanıldığını düşündürmektedir.
Otopsideki patolojik bulgular akut trakeobronşit, bron-
Resim 12-34 Viral pnömoni. Kalınlaşmış alveol duvarları lenfosit­ şiyolit, diffiiz alveoler hasar, pulmoner trombozis ve al­
ler ve az sayıda plazma hücreleri ile infiltre. İltîhabi hücreler al- veoler kanamadır. Ayrıca olguların yaklaşık yarısında
veoler boşluklara dökülüyor. Ortada fokal alveoler ödeme ve üst
bakteriyel süperenfeksiyon vardır.
sağda erken fibrozise dikkat ediniz.

görülebilir. Sorumlu etkeni belirlemek zor olabilir. Mi-


koıplazma antijen testleri ile Mikoplazma DNA'sma yöne­ f t Ö Z E T
lik polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) testi mevcuttur.
Akut Pnömoniler
Pratik olarak, etkeninin bakteriyel olmadığı düşünülen
toplumsal kökenli pnömonili hastalar Mikoplazma ve Kla- • S. pneumoniae (pnömokok) toplum kökenli akut pnömo-
midya pnömonilerinde etkili olan makrolid antibiyotikler ninin en sık nedenidir ve inflamasyonun dağılımı genellik­
ile tedavi edilirler çünkü bunlar tevavi edilebilir hastalı­ le loberdir.
ğın en sık etkenleridir. • M orfolojik olarak lober pnömoniler d ö rt evrede gelişir:
konjesyon, kırmızı hepatizasyon, gri hepatizasyon ve re-
influenza Enfeksiyonları zolüsyon.
Gelişmiş dünya ülkelerinde belki de başka hiçbir bulaşı­ • Toplumdaki akut pnömoninin diğer sık nedenleri H. inf­
luenzae ve M. catarrhalis (her ikisi de K O A H ’taki akut
cı hastalık influenza salgını kadar toplumsal rahatsızlığa
alevlenmeler ile birliktedir), S. aureus (genellikle viral so­
neden olmamaktadır, influenza virüsü tek sarmallı bir
lunum yolu enfeksiyonlarına ikincildir), K. pneumoniae
RNA virüsü olup, virüsün A, B ya da C tipini belirleyen (kronik alkoliklerde gözlenir), P. aeruginosa (kistik fibro-
nükleoproteinle bağlıdır. Virüsün küresel yüzeyi çift kat­ ziste, yanık hastalarında ve nötropeniklerde görülür) ve
manlı lipid tabakası şeklinde olup, alt tipi (ör. H İN İ, L. pneumophila’ dır (özellikle organ transplantı alıcılarında
H3N2) belirleyen viral hemaglutinin ve nöraminidazı görülür).
içerir. Hemaglutinine karşı konak antikorları daha son­ • A ku t pnömonilerin tersine, atipik pnömoniler klinik ve
raki influenza virüs enfeksiyonunu önlerken, nöramini- radyolojik bulguların derecesi ile orantısız solunum sıkın­
daza karşı antikorlar bir sonraki enfeksiyonun iyileşme­ tısı ve esas olarak alveoler septalarla sınırlı, alveollerin
sini kolaylaştırır. Tip A virüsler insanları, domuzları, at­ genellikle açık olduğu inflamasyon ile karakterizedir.
ları ve kuşları enfekte eder ve influenza pandemi ve epi­ • A tip ik pnömonilerin en sık nedeni M. pneumoniae, arala­
demilerinin esas sorumlusudur. Influenza epidemileri vi­ rında influenza virüs tip A ve tip B’nin de bulunduğu vi­
rüsün konak antikorlarının çoğundan kaçmasını sağla­ rüsler, insan metapnömovirüs, C. pneumoniae ve C. bur­
yan hemaglutinin ve nöroaminidaz antijenlerinin mutas- netii’ dir (Q ateşi etkeni).
yonları sonucu olur (antijende drift). Epidemilerden daha
uzun süren ve daha yaygın olan pandemiler ise her iki
hemaglutinin ve nöraminidaz RNA segmentlerinin hay­
van virüslerininkilerle rekombinasyon sonucu yer değiş­ Hastane Kökenli Pnömoniler
tirmesiyle meydana gelir. Bu durumda tüm hayvanlar ye­
ni influenza virüsüne duyarlı hale gelir (antijenik shift). Nozokomiyal ya da hastane kökenli pnömoniler hasta­
Ticari olarak ulaşılabilen influenza aşıları hastalığa karşı, nede kalış süresince edinilen akciğer enfeksiyonları şek­
özellikle daha duyarlı olan çocuklarda ye yaşlı bireylerde linde tanımlanır. Nozokomiyal pnömoni hastalıkların
oldukça iyi koruma sağlar. Kümes hayvanlarında görü­ seyrine olumsuz etki etmesi yanısıra, sağlık hizmetinin
len özel bir influenza alt tipi - H5N1 suşu tarafından maliyeti üzerine de muazzam bir yük getirmektedir.
meydana gelen "kuş gribi" - önceki yıllarda Güneydoğu Hastanede yatan ve altta ağır hastalığı olan kişilerde,
Asya'daki bazı bölgelerde evcil kümes hayvanlarında immünsüprese olanlarda ve uzamış antibiyotik tedavisi
yaygın bir salgına neden olmuştu; bu suş, insanlara da alanlarda nozokomiyal enfeksiyonlar sıktır. Mekanik
'sıçrama' ve dünya çapında bir pandemiye neden olma ventilasyona bağlı olanlar özellikle yüksek riskli grubu
potansiyeline sahip olduğundan özellikle tehlikelidir. meydana getirir ve bu ortamda edinilen enfeksiyonlara
492 BÖLÜM 12 Akciğer

ayrı bir ad verilir: ventilator ilişkili pnömoni. Gram nega­ koksik bakteriyemide ortaya çıkar ve sıklıkla çok sa­
tif basiller (Enterobakter ve Psödomonas türleri) ve S. au­ yıda akciğer absesine neden olur.
reus en sık izole edilen etkenlerdir; toplum kökenli pnö- Akciğer abselerinin hemen hepsinde anaerobik bakteri mev­
monilerden farklı olarak, S. pneumoniae nozokomiyal cuttur, bazen çok fazla sayıdadır ve olguların üçte biri ila
enfeksiyonların majör bir patojeni değildir. üçte ikisinde tek izole edilen etkendir. En sık rastlanan
anaeroblar normalde oral kavitede bulunan kommensal
Aspirasyon Pnömonisi bakterilerdir; özellikle Prevotella, Fusobacterium, Bactero-
ides, Peptostreptococcus türleri ve mikroaerofilik strepto­
Aspirasyon pnömonisi düşkün hastalarda ya da bayılma koklar.
(ör., inme sonrasında) veya tekrarlayan kusma sonucu
mide içeriğini aspire eden bireylerde meydana gelir. Bu
hastalar aspirasyonu kolaylaştıran anormal öğürme ve
yutma reflekslerine sahiptir. Sonuçta meydana gelen Q M ORFOLOJİ
pnömoni kısmen kimyasal (mide içeriğinin son derece Abselerin çapı birkaç m ilim etreden 5-6 cm ’ lik büyük kavi-
irritan olması nedeniyle), kısmen de bakteriyeldir. Sık­ te le r arasında değişir. Abselerin lokalizasyonu ve sayısı geli­
lıkla anaerobik bakterilerin baskın olduğu tahmin edil­ şim biçim lerine göre değişir, infekte materyal aspirasyonu
mekle birlikte, son çalışmalar aeroblarm anaeroblardan sonucu meydana gelen akciğer abseleri sola göre (havayol­
daha sık olduğunu göstermektedir (Tablo 12-6). Bu pnö­ ları daha d ik olan) sağ ta ra fta daha sık tır ve çoğunlukla
moni tipi sıklıkla nekrotizandır, fulminan klinik seyir iz­ te ktir. Sağ tarafta üst lobun p o ste rio r segmentinde ve alt
ler ve aspirasyona yatkın bireylerde sık bir ölüm nedeni­ lobun apikal segmentlerinde oluşma eğilimindedir, çünkü
dir. Hayatta kalan hastalarda abse oluşumu sık bir bu lokalizasyonlar hasta yata r pozisyondayken aspire edi­
komplikasyondur. Pek çok kişide, özellikle gastroesofa- len m ateryalin izleyeceği olası yollan temsil eder. Pnömoni
geal reflüsü olanlarda mikroaspirasyonlar görülebilir. seyri sırasında veya bronşektazide meydana gelen abseler
Mikroaspirasyon diğer akciğer hastalıklarım şiddetlen- sıklıkla çok sayıda, bazalde ve geniş alanlara yayılmış halde­
dir. Hem atojen ekilm e sonucu meydana gelen septik embo-
direbilir ancak pnömoniye yol açmaz.
liler ve abseler sıklıkla çok sayıdadır ve akciğerin herhangi
b ir bölgesini etkileyebilir.
Akciğer Absesi S üpüratif odak büyüdükçe havayollarına rü p tü r nere­
deyse kaçınılmazdır. Bu durum da içerdiği eksuda kısmen
Akciğer absesi akciğer parankimi içindeki lokalize süpü- drene olab ilir ve odak radyografik incelemede hava-sıvı se­
ratif nekroz odağıdır. Bir ya da daha fazla sayıda büyük viyesi şeklinde görülebilir. A bseler bazen plevral boşluğa
kaviteye yol açar. Çok sayıda küçük kavitasyonlara yol açılır bronkoplevral fistüller meydana gelebilir; bunun sonu­
açan benzer bir süreç için nekrotizan pnömoni terimi cu ise p nöm otoraks ya da am piyem dir. Septik materya­
kullanılmıştır; nekrotizan pnömoni sıklıkla akciğer abse- lin beyin embolisi sonucu m enenjit ve beyin absesi gibi di­
siyle birliktedir ya da akciğer absesine ilerler. Bu neden­ ğer kom plikasyonlar orta ya çıkar. H isto lo jik incelemede,
le iki durum arasındaki ayrım çok gerekli değildir. Et­ herhangi b ir absede olduğu gibi süp üra tif odak lezyonun
ken organizma akciğere aşağıdaki mekanizmalardan kronisitesine göre değişen m iktard a fib rö z skar ve m ono-
herhangi biriyle ulaşabilir: nükleer infiltrasyon (lenfositler, plazma hücreleri, m akrofaj-
lar) ile sarılıdır.
• Çürük dişler ya da enfekte sinüsler veya tonsillerden
kaynaklanan enfekte materyal aspirasyonu. Özellikle
ağız cerrahisi, anestezi, koma sırasında, alkol intoksi-
kasyonunda ve öksürük reflekleri azalmış düşkün
K lin ik Ö z e llik le r
hastalarda görülür.
Akciğer absesinin bulguları bronşektaziye çok benzer.
• Mide içeriğinin aspirasyonu, sıklıkla orofarinksten ge­
Bol miktarda kötü kokulu, pürülan ya da kanlı bir bal­
len enfeksiyöz organizmalar eşlik eder.
gamın eşlik ettiği belirgin öksürük, nadiren de hemopti-
• Özellikle S. aureus, Streptococcus pyogenes, K. pneumo­ zi görülür. Ani yükselen ateş ve halsizlik sıktır. Parmak­
niae, Pseudomonas türlerinin ve nadiren de tip 3 pnö-
larda çomaklaşma, kilo kaybı ve anemi olabilir. Bronko­
mokoklarm neden olduğu nekrotizan bakteriyel pnö-
jenik karsinomlarm %10-15'inde infektif abse meydana
monilerin bir komplikasyonu olarak. Mikotik enfek­
gelir; bu nedenle yaşlı bir hastada akciğer absesinden
siyonlar ve bronşektazi de akciğer abselerine yol aça­ şüphelenildiğinde altta yatan bir karsinom olasılığı da
bilir. düşünülmelidir. Kronik olgularda sekonder amiloidoz
• Bronşiyal obstriiksiyon, özellikle bir bronş ya da bron- (Bölüm 4) gelişebilir. Tedavisi antibiyotik ve gerekirse
şiyolü tıkayan bronkojenik karsinom sonucu. Bozuk cerrahi drenajdır. Mortalite oranı %10 düzeyindedir.
drenaj, distal atelektazi ve kan ile tümör parçalarının
aspirasyonu abse gelişimine yol açar. Tümörlerin nek-
rotik kısımlarında da abse meydana gelebilir.
Kronik Pnömoniler
® Tromboflebit ya da sağ kalpteki infektif endokardit Kronik pnömoni immünkompetan bireyde sıklıkla loka­
sonucu meydana gelen septik emboli. lize bir lezyon şeklindedir; bölgesel lenf nodu tutulumu
® Akciğer absesi ayrıca dissemine pyojenik enfeksiyon­ olabilir ya da olmayabilir. Tipik olarak bakteri (ör. M. tu­
larda bakterilerin hematojen yayılımı sonucu da mey­ berculosis) ya da mantarlara bağlı granülomatöz inflamas-
dana gelebilir. Bu durum karakteristik olarak stafilo- yon görülür. İmmünitesi bozuk hastalarda (debilizan
Pulmoner Enfeksiyonlar 493

hastalığı olanlarda, immünsüpresif tedavi altmdakilerde çük fibrokalsifik bir nodüldür. Organizmalar bu odak­
ya da HIV enfeksiyonlu kişilerde) görülen olağan klinik larda uyur (dormant) halde onyıllarca, muhtemelen de
tablo etken organizmanın sistemik yayılımı ve yaygın konağın yaşamı boyunca kalabilir. Bu bireyler enfekte-
hastalık oluşturmasıdır. Kronik pnömonilerin içerisinde dir ancak aktif hastalık yoktur ve bu nedenle organiz­
en sık görüleni tüberkülozdur; Dünya Sağlık Örgütü maları başkalarına bulaştıramazlar. İmmün savunmaları
(DSÖ) dünyadaki tüm ölümlerinin %6 'sınm tüberküloz­ azalınca enfeksiyon reaktive olabilir ve bulaşıcı, hatta
dan kaynaklandığım tahmin etmektedir. Bu da tek bir en- potansiyel olarak hayatı tehdit edici hastalık gelişebilir.
feksiyöz ajandan kaynaklanan ölümlerin en sık nedenidir. M. tuberculosis enfeksiyonu tipik olarak gecikmiş tip
hipersensitiviteye yol açar; bu reaksiyon tüberkülin
Tüberküloz (Mantoux) testi ile saptanabilir. 0.1 mL PPD injeksiyo-
Tüberküloz Mycobacterium tuberculosis tarafından mey­ nundan yaklaşık 2-4 hafta sonra, şiddeti 48-72 saat için­
dana gelen kronik granülomatöz bulaşıcı bir hastalıktır. de zirve yapan, gözle görülebilen ve palpe edilebilen (en
Sıklıkla akciğerleri tutmakla birlikte vücuttaki herhangi az 5 mm çapında) bir endürasyon meydana gelir. Bazen
bir organı ya da dokuyu etkilyebilir. Tüberküloz granu- reaksiyonun ortaya çıkması için daha fazla PPD gerekir;
lomlarının merkezinde tipik olarak kazeifikasyon nekrozu bazı bireylerde ise standart doz bile geniş, nekrotizan
görülür. lezyon meydana getirebilir. Pozitif tüberkülin deri testi tü-
berküler antijenlere karşı hücre aracılı hipersensitivite
E p id e m iyo lo ji varlığım gösterir. Enfeksiyon ile hastalığı ayırt ettirmez.
Tüberküloz tüm dünyada sağlık hizmetlerinden ve eko­ Bazı viral enfeksiyonlar, sarkoidoz, malnutrisyon, Hodgkin
nomik açıdan yoksun bireylerde en önemli ölüm nedeni lenfoma, immünsüpresyon ve (özellikle) aktif tüberküloz
olmaya devam etmektedir. Dünyada 1.7 milyar insanın hastalıkta yalancı negatif reaksiyonlar (ya da deri testinde
enfekte olduğu, her yıl 8 - 1 0 milyon yeni olgunun eklen­ anerji) meydana gelebilmesi bu testin değerini sınırlandı­
diği ve 3 milyon ölüm meydana geldiği tahmin edilmek­ ran bazı durumlardır. Atipik mikobakteri enfeksiyonla­
tedir. Batı dünyasında tüberkülozdan ölümler 1800 yılın­ rında yalancı pozitif reaksiyonlar ortaya çıkabilir.
da zirve yapmış, 1800'lü ve 1900'lü yıllar boyunca gide­ Bazı Asya ve Afrika ülkelerinde nüfusun yaklaşık
rek düşüş göstermiştir. Ancak 1984 yılında yeni olgu sa­ %80'i tüberkülin pozitiftir. Öte yandan, 1980 yılındaki
yısındaki düşüş birden durmuştur; bu değişikliğin nede­ ABD nüfusunun %5-10'unun pozitif olması, tüberküloz
ni HIV ile enfekte bireylerdeki artmış tüberküloz insi- basiliyle karşılaşma oranlarının ne kadar farklı olduğu­
dansıdır. Yoğun halk sağlığı taramaları ve immünsüpre- nu göstermektedir. Genel olarak, daha önce basil ile
se kişiler arasında tüberküloz profilaksisi sonucunda karşılaşmamış bireylerin %3-4'ü "tüberkülin dönüşü-
ABD'de doğmuş bireylerde tüberküloz insidansı mü"nden sonraki bir yıl içersinde aktif tüberküloz edin­
1992'den itibaren düşmektedir. Bugün itibariyle ABD'de mektedir. Bu oran daha ileriki yıllarda da %15'i geçme­
her yıl yaklaşık 25,000 yeni aktif tüberküloz olgusu mey­ mektedir. Bu da göstermektedir ki, enfeksiyon edinen bi­
dana geldiği ve bunların yaklaşık %40'ınm tüberküloz reylerin yalnızca küçük bir kısmında aktif hastalık meydana
pervalansımn yüksek olduğu ülkelerden gelen göçmen­ gelmektedir.
ler olduğu tahmin edilmektedir. E tiy o lo ji
Tüberküloz yoksul yaşam şartlarında, kalabalıkta ve
Mikobakteriler aside rezistan ince uzun basillerdir (Zi-
zayıf düşürücü kronik hastalıklarda sık görülür. Benzer
ehl-Neelsen [karbol fuksin] boyasına kolayca bağlanan
şekilde yaşlılar da zayıflamış savunma mekanizmaları
yüksek miktarda kompleks lipidler içerirler ve bu ne­
nedeniyle hastalığa karşı hassastır. ABD'de tüberküloz
denle renk soldurmaya oldukça dirençlidirler). Tüberkü­
yaşlıların, şehir yaşamından yoksun olanların, AIDS'li-
loz olgularının çoğundan M. tuberculosis hominis sorum­
lerin ve daha azınlıktaki grupların bir hastalığıdır. Afri­
ludur; enfeksiyonun kaynağı tipik olarak aktif pulmoner
kalı Amerikalılar, Yerli Amerikalılar, Eskimo'lar, Hispa-
hastalığı olan bireylerdir. Geçiş sıklıkla doğrudan, bal­
nikler ve Güneydoğu Asya'lı göçmenler nüfusun diğer
gam çıkarma sonucu havaya karışan organizmaların in-
dilimlerine göre daha yüksek tehdit altındadır. Bazı has­
halasyonu sonucu ya da enfekte kişilere ait salgılarla te­
talık durumları da riski artırır: diabetes mellitus, Hodgkin
mas ile olur. Orofaringeal ve intestinal tüberküloz Myco­
lenfoma, kronik akciğer hastalıkları (özellikle silikozis),
bacterium bovis enfeksiyonu ile kontamine içme sütleri
kronik böbrek yetmezliği, malnutrisyon, alkolizm ve im-
ile bulaşır ancak bu bu hastalık gelişmiş toplumlarda ar­
münsüpresyon. Dünyada HIV enfeksiyonunun yaygın
tık nadirdir. Bununla birlikte mandıra ineklerinde tüber­
olduğu bölgelerde HIV, tüberküloz gelişiminden tek başına
küloz varlığında ve pastörize edilmemiş süt satışı olan
sorumlu en önemli risk faktörü haline gelmiştir.
ülkelerde hala görülmektedir. Diğer mikobakteriler,
Enfeksiyon ile hastalık birbirinden farklıdır ve ayırt
özellikle Mycobacterium avium complex, M. tuberculo-
edilmesi önemlidir. Enfeksiyon bir odakta organizmala­
szs'ten daha az virülandır ve immünkompetan bireyler­
rın çoğalmasıdır; klinik olarak anlamlı doku hasarı (ya­
de nadiren hastalığa yol açar. Ancak AIDS hastalarının
ni hastalık) meydana getirebilir ya da getirmeyebilir. En­
%10-30'unda hastalık meydana getirir.
feksiyonların çoğu havada asılı damlacıklardaki organiz­
maların doğrudan insandan-insana (aktif bir olgudan
duyarlı konağa) geçişi ile alınır, öte yandan diğer yollar­ PATO G ENEZ
la da geçiş söz konusudur. Olguların çoğunda kendi
Daha önce basil ile karşılaşm am ış im m ünkom petan
kendini sınırlayan asemptomatik bir pulmoner enfeksi­
bireyde tü b e rkü lo z patogenezinin m erkezinde organizm a­
yon odağı görülür ancak primer tüberkülozda ateş ve
ya rezista n s kazandıran ve tü b e rk ü le r antijenlerine karşı
plevral effüzyon gelişmesi de nadir değildir. Enfeksiyo­
d o ku hipersensitivitesi gelişimi ile sonuçlanan hedefe
nun tek bulgusu genellikle enfeksiyon odağındaki kü­
494 BÖLÜM 12 Akciğer

yön elik hücre aracılı im m ünite meydana gelmesidir. Tüber­ to m a tik tir ya da grip benzeri hafif h astalık sem p­
külozun kazeifîye granülom lar ve kavitasyon gibi patolojik to m ları sergilerler*
bulguları konak im m ün yanıtının b ir parçası olan yıkıcı do­ • Hastanın genetik yapısı hastalığın seyrini etkileyebilir.
ku hipersensitivitesinin sonucudur. H e r iki süreçte rol alan (na tu ral resistance-associated m acrophage
hücreler aynı olduğundan, doku hipersensitivitesinin p ro te in 1 ) geninde p o lim o rfizm olan bazı kişilerde has­
meydana gelmesi aynı zamanda organizmaya im m ünite ka­ talık bu noktadan itibaren etkili bir immün yanıt gelişme­
zandıracak b ir sinyaldir. İnfeksiyöz ajanın inhalasyonundan den ilerleyebilir. NRAMP1 endozom ve lizozom larda
p rim e r odağın kon tro lü ne kadar olan olayların sırası Resim bulunan b ir transm em bran iyon tra n s p o rt p ro te in id ir ve
1 2 -3 5 , A ve B’ de gösterilmiş ve ana hatları aşağıda özetlen­ m ikrobiyal öldü rm e sürecine katkıda bulunduğuna ina­
m iştir: nılmaktadır.
• Virülan m ikobakteri suşu m akrofaj endozom larına gir­ • H ücre aracılı im m ünite karşılaşmadan yaklaşık 3 haf­
dikten sonra (m akrofaj mannoz reseptörü ve m ikobak- ta sonra oluşur. İşlenmiş m ikobakteriyel antijenler lenf
teriye l hücre duvarının bazı bileşenlerini tanıyan kom p- nodlarına ulaşır ve d e n d ritik hücreler ve m akrofajlar ara­
leman reseptörleri gibi çeşitli m akrofaj reseptörleri ara­ cılığıyla C D 4 T hücrelerine sunulur. M akrofajlarca salı­
cılığıyla yönetilen b ir süreçtir), organizm alar lizozomla- nan IL-12 etkisi altında T H1 alt kümesinden IFN-y salgıla­
rın fagositik vakuol ile birleşmesini engelleyerek normal ma yetenekleri olan C D 4+ T hücreleri oluşturulur.
m ikrobisidal yanıtları inhibe edebilir. Fagolizozom oluşu­ • Y h 1 alt küm esine a it CD4+ T hücrelerinden salgı­
m unun engellenmesi kontrolsüz b ir m ikobakteriyel ço­ lanan IFN-y m akrofaj aktivasyonu için k r itik öne­
ğalmaya neden olur. Bundan dolayı nonsensitize b ir has­ me sah ip tir. A ktive m akfrojalar çeşitli m ed iya tö rler sa­
tada p rim e r tüberkülozun en erken fazı (ilk 3 hafta), lar ve bazı önem li genlerin ekspresyonuna yol açar. Bun­
pu lm o ner m akrofajlar içerisinde ve alveoler boşluklarda lar: (1 ) TN F; m onositlerin toplanmasından ve sonuçta
basil proliferasyonu ve bunun sonucunda bakteriyem i ve histiyositlerin aktivasyon ve diferansiasyona uğrayarak
çok sayıda odakta ekilm e ile karakterizedir. B akteriye- granülom atöz yanıtın kara kte ristik bulgusu olan “ epite-
m iye rağm en bu evredeki b ireylerin çoğu aseıtıp- lioid histiyositlere” dönüşmesinden sorum ludur; ( 2 ) in-

A . PRİMER PULMONER TÜBERKÜLOZ (0-3 hafta)


«■ Pao P
Kontrolsüz basil çoğalması
Mannoz-kaplı glikolipid
Olası NRAMP1
Makrofaj mannoz reseptörü polimorfizmi
I

Endozomal manipülasyon"
• Matürasyon arresti
5 Ö~ O : • Asit pPI yokluğu
ö • Etkisiz fagolizozom
oluşumu Multipl bölgeye yayılım ı
Mikobakteri Alveoler makrofaj gösteren bakteremi

B. PRİMER PULMONER TÜBERKÜLOZ (>3 hafta)


Alveoler "Aktive"
makrofaj makrofaj Kazeöz
nekroz
TNF,
kemokinler
----------------- ------------ W , Monosit
toplanması

Nitrik oksit ve Sensitize


# #
Class II T-hücre serbest radikaller T hücresi
MPIC reseptörü Epitelioid
granülom
MTB antijeni
trirâ (“hipersensitivite”)

Tüberkülin pozitivitesi Bakterisidal aktivite


(“ hipersensitivite”) (“ imm ünite)

Resim 12-35 Primer pulmoner tüberkülozun doğal sürecini gösteren olaylar dizisi. Olaylar virülan Mycobacterium türlerinin inhalasyonu
ile başlar ve organizmaya karşı immünite ve gecikmiş hipersensitivite ile devam eder. A , Maruziyetten sonraki ilk 3 hafta içinde gelişen
olaylar. B, Daha sonraki olaylar. Organizmaya direnç gelişmesi ve tüberkülin testinin pozitifleşmesi. Hücreler ve bakteriler ölçeğe uygun
olarak çizilmemiştir. IFN-y, interferon y; İNOS, indüklenebilir nitrik oksid sentaz; MHC, majör histokompatibilite kompleksi; MTB,
Mycobacterium tuberculosis; NRAMP1, doğal direnç ilişkili makrofaj 1 proteinini kodlayan gen; TNF, tum or nekroz faktörü.
Pulmoner Enfeksiyonlar 495

düklereebilir n itrik oksid sen taz ([İNOS) gen eksp-


resyonu enfeksiyon odağında mükemmel b ir antibakte-
riyel olan n itrik o ksid düzeyinin artmasına yol açar; ve
(3) yine antibakteriyel etki gösterebilen re a k tif oksijen
türle ri. N itrik oksidin kuvvetli bir oksidleyici ajan oldu­
ğunu hatırlayınız. Oluşan re a ktif azot bileşikleri ve diğer
serbest radikaller m ikobakterilerin hücre duvarından
D N A ’sına kadar çeşitli bileşenlerini parçalayabilir.
• T h 1 yanıtının herhangi bir basamağındaki (IL-12, IFN-y,
TNF, yaTda n itrik oksid yapımı) zayıf (iyi gelişmemiş)
granülomlar, rezistans kaybı ve hastalığın progresyonu
ile sonuçlanır. T H1 yolağının herhangi bir bileşeni ile ilgi­
li mutasyonu olan bireyler m ikobakteri enfeksiyonlarına
son derece duyarlıdır.
Ö zetle, tü b e rk ü le r enfeksiyona ka rşı imsnünite
esas o larak m akro fajları b ak te rile ri ö ld ü rm ek ü ze­
re stim üle eden T h 1 hücrelerinin aracılığıyla ger­
çek le ştirilir. Büyük oranda etkili olan bu im m ün yanıtın
bedeli hipersensitivite ve eşlik eden doku yıkımıdır. Enfek­
siyonun reaktivasyonu ya da daha önce sensitize olmuş bi­
reyin basille te k ra r karşılaşması hızlı b ir savunma reaksiyo­
nu ile sonuçlanır ancak aynı zamanda doku nekrozunu da
artırır. Tıpkı hipersensitivite ve direncin paralel olarak a rt­
ması gibi, hipersensitivitenin kaybı da (tübe rkülin p o zitif
hastada tüb erkülin negativitesi ile anlaşılır) organizm a di­
rencinin azaldığının b ir göstergesi olabilir.

P rim e r T ü b e rk ü lo z
Primer tüberküloz daha önce ajan ile karşılaşmamış ve dola­
Resim 12 -36 Primer pulmoner tüberküloz, Ghon kompleksi. Üst
yısıyla sensitize olmamış bireylerde gelişen tüberküloz tipi­ lobun alt kısmında, plevra altındaki gri-beyaz parenkimal odak (ok).
dir. Yaşlılar ve ciddi immünsüpresyonu olan olan kişiler Solda kazeifiye hiler lenf nodları görülüyor.
de tüberküloz basiline karşı duyarlılıklarını kaybedebi­
lirler ve bu hastalarda da birden fazla kez primer tüber­
küloz gelişebilir.
H isto lojik incelemede a k tif tutulum odaklarında epiteli-
oid histiyositler ve m ultinükleer dev hücrelerden oluşan ka­
ra kte ristik granülom atöz inflm atuar reaksiyon görülür. Ka­
zeifikasyon nekrozu o lab ilir ya da olm ayabilir (Resim
M ORFOLOJİ 1 2 -37 , A, B ve C).

Bovin tüberkülozunun ve enfekte sütlerin büyük oranda


ortadan kalktığı ülkelerde p rim e r tüb erküloz hemen her
zaman akciğerlerde başlar. T ipik olarak inhale edilen basil­
le r üst lobların alt, alt lobların da üst kısımlarında distal ha­ Primer tüberkülozun en önemli sonuçları şunlardır:
va boşluklarına, sıklıkla plevraya yakın alanlara yerleşir. (1 ) hipersensitiviteyi ve rezistansın artmasını uyarır; (2 )
Sensitizasyon geliştiğinde 1-1,5 cm çapında gri-beyaz renk­ skar odakları yıllar boyunca canlı basil barmdırabilir ve
li inflam atuar konsolidasyon alanı ortaya çıkar; buna Ghon bu nedenle ileride konak savunması bozulduğunda bu
odağı denir. O lguların çoğunda bu odağın santralinde nek­ odaklarda reaktivasyon meydana gelebilir; (3) nadiren
roz gelişir. T übe rküloz basili, serbest ya da m akrofajların de progresif primer tüberküloza ilerleyebilir. Bu kompli­
içerisinde, lenfatik drenaj ile bölgesel lenf nodlarına geçer kasyon immünyetmezlikli ya da kötü beslenen çocuklar
ve sıklıkla lenf nodlarında da kazeifikasyon meydana gelir. veya yaşlılarda olduğu gibi konak savunmasının nons-
Parenkim al lezyon ve lenf nodu tutulum ueıun b irlik ­ pesifik bozulduğu hastalarda meydana gelir. Eskimolar
teliğine G hon kom pleksi adı verilir. (Resim 1 2 -3 6 ). ilk bir­ gibi bazı ırklar da progresif primer tüberküloz gelişimi­
kaç hafta boyunca vücudun diğer bölgelerine lenfatik ve he- ne eğilimlidir. Progresif primer tüberküloz insidansı im-
matojen yayılım da söz konusudur. O lguların % 9 5’inde miinsüpresyonun ileri (ör. CD4+ sayısı 200 hücre/pL'nin
hücre aracılı im m ünitenin gelişmesi ile enfeksiyon kon tro l
altında olan) HIV pozitif hastalarda özellikle yüksektir.
altına alınır. Bunun sonucunda Ghon kompleksi progresif
İmmünsüpresyon sonucunda primer odakta CD4+ T
fibrozise uğrar ve ardından radyolojik olarak belirlenebilen
hücre aracılı immünolojik reaksiyonlar gerçekleştirile­
kalsifikasyon (R a n k e k o m p lek si) oluşur. D iğer organlara
mez; hipersensitivite ve rezistans sıklıkla birlikte oldu­
yayılmaya rağmen herhangi bir lezyon meydana gelmez.
ğundan, doku hipersensitivitesinin olmayışı karakteris-
496 BÖLÜM 12 Akciğer

Resim 12-37 Tüberkülozun m orfolojik spektrumu. A ve B, Küçük büyütmede karakteristik bir tüberkül (A ) ve büyük büyütme olan
(B )' de epiteloid ve multinükleer dev hücreler ile çevrili santral granüler kazeifikasyon görülüyor. Küçük resim: Asit-fast boyasında pozitif
boyanan az sayıda organizma. C, Bazen immünkompetan bireylerde bile tüberküloz granülomlarında santral kazeifikasyon görülmeyebilir;
bu nedenle kazeifikasyon nekrozu olsun ya da olmasın, granülomlar görüldüğünde özel boyalar ile asit-fast mikroorganizmalar araştırıl­
malıdır. D, Immünsüprese bu hastadaki örnekte mikobakteriler ile dolu köpüksü makrofajlar görülüyor (asit-fast boyası).

tik kazeifiye granülomlarm da yokluğu ile sonuçlanır den olurlar. Bu lokalizasyonun bir sonucu olarak bölge­
{nonreaktif tüberküloz) (Resim 12-37, D). sel lenf nodları hastalığın erken dönemlerinde primer
tüberküloza göre daha az oranda tutulur. Öte yandan,
Sekonder Tüberküloz (Reaktivasyon Tüberkülozu) sekonder tüberkülozda çok kolay kavitasyon gelişir; bu du­
Sekonder tüberküloz daha önce sensitize olmuş konakta rum havayolunda erozyona ve buradan yayılmaya yol
meydana gelen hastalık tipidir. Primer tüberkülozdan he­ açar. Hastalar artık basil içeren balgam ürettiğinden, bu
men sonra ortaya çıkabileceği gibi, sıklıkla ilk enfeksi­ değişiklikler önemli bir enfeksiyon kaynağı oluşturur.
yondan onyıllar sonra, özellikle konak direnci zayıfladı­ HIV pozitif hastalarda meydana gelen akciğer hasta­
ğında dormant (uyuyan) primer lezyonlarm reaktivasyo- lıklarında sekonder tüberküloz her zaman akla gelmesi
nu sonucu meydana gelir. Ayrıca primer hastalığın oluş­ gereken önemli bir durumdur. HIV hastalığının her fazın­
turduğu korunma kaybolduğunda ya da virülan basiller da artmış tüberküloz riki olmasına rağmen, hastalığın bulgu­
tarafından geniş bir enfeksiyon odağı oluşturulduğuna ları immünsüpresyonun derecesine göre değişir. Örneğin,
eksojen reenfeksiyonlarla da ortaya çıkabilir. Organiz­ immünsüpresyonu daha hafif (CD4 sayıları >300 hücre/
manın kaynağı ne olursa olsun, primer hastalıklı birey­ mm3) olan hastalarda "olağan" sekonder tüberküloz (ka-
lerin sadece küçük bir kısmında (%5'den az) sekonder vitasyonla seyreden apikal hastalık) görülürken, daha ile­
tüberküloz gelişir. ri immünsüpresyon durumunda (CD4 sayıları <200 hüc-
Sekonder pulmoner tüberküloz klasik olarak tek ya da her re/mm3) progresif primer tüberküloza benzer klinik tab­
iki üst lobun apeksine lokalizedir. Bunun nedeni tam bilin­ lo (alt ve orta loblarda konsolidasyon, hiler lenfadenopa-
memektedir ancak apekslerdeki yüksek oksijen miktarı ti ve nonkaviter hastalık) ortaya çıkar, immünsüpresyo­
ile ilişkili olabilir. Önceden var olan hipersensitivite ne­ nun derecesi ekstrapulmoner tutulum sıklığını da belir­
deniyle basiller, inflamatuar odağın çevresini saran hız­ ler; bu oran hafif immünsüprese hastalarda %10-15 iken,
lı ve belirgin bir doku yanıtının meydana gelmesine ne­ ağır immünyetmezlikli hastalarda %50'nin üzerindedir.
Pulmoner Enfeksiyonlar 497

) M OR FO LO Jİ Enfekte materyal lenfatik kanallar aracılığıyla ya da eks-


pektorasyon sonucu yayıldığında endobronşiyal, endot-
Başlangıçtaki lezyon sıklıkla çapı 2 cm altında ve apikal rakeal ve laringeal tü b e rk ü lo z meydana gelebilir. Mu-
plevraya 1 - 2 cm mesafede olan küçük bir konsolidasyon kozal tabakada küçük granülom atöz lezyonlar nedeniyle
odağıdır. Bu odaklar değişen oranlarda santral kazeifikas- kabarıklıklar ortaya çıkabilir; bunlar bazen sadece m ikros­
yon ve p e rife rik fibrozis içeren keskin sınırlı, sert, gri-be- kop ik incelemede farkedilebilir.
yaz-sarı renkli alanlardan oluşur, iyi seyirli olgularda başlan­ O rganizm aların sistemik arteryel sistem ile vücudun he­
gıçtaki parenkimal odak fib rö z doku ile sarılarak geride sa­ men tüm organlarına yayılması sonucu sistem ik m iliyer
dece fibro kalsifik skar kalır. H isto lo jik olarak a k tif lezyon- tü b e rkü lo z meydana gelir. G ranülom lar akciğerdekilerin
larda ka ra kte ristik olara k birb irle riyle birleşen ve santralle­ aynısıdır. M iliyer tüberkülozun en belirgin olduğu organlar
ri n e k ro tik granülom lar görülür. Erken eksudatif ve kazeöz karaciğer, kem ik iliği, dalak, adrenaller, meningsler, böb­
fazlarda bazı yöntem lerle tü b e rkü lo z basilleri gösterilebil- rekler, tubalar ve ep id idim dir (Resim 1 2 -3 9 ).
m ekle b irlikte , sonraki fibro kalsifik fazlarda basilleri belirle­ Hematojen yayılımın olduğu herhangi b ir organ ya da
yebilm ek genellikle imkansızdır. Lokalize, apikal sekonder dokuda izole organ tü b e rk ü lo zu g ö rü le b ilir ve bu, tü ­
pulm o ner tü b erküloz kendiliğinden ya da tedavi ile fibrozis berkülozun klinik ortaya çıkışının bulgusu olabilir. Tutulan
ile iyileşebilir ya da progresyon göstererek farklı yollardan organlar tip ik olarak m eninksler (tü b e rkü lo z m enenjit),
yayılabilir. bö b re kle r (renal tü b e rkü lo z), adrenaller, kem ikler (oste-
Progresif pulm oner tü b e rk ü lo z gelişebilir. Apikal om yelit) ve tubalardır (salpenjit). Vertebraların etkilenm e­
lezyon kazeifikasyon alanının genişlemesi sonucu büyür. sine Pott hastalığı denir. Paraspinal “ soğuk” abseler doku
Bronş erozyonu sonucu santraldeki kazeöz m ateryla bronş planları arasında yayılabilir ve abdominal ya da pelvik b ir
içine boşalır ve zayıf b ir fib irö z doku ile sarılı k a ze ö z m a­ kitle şeklinde kendini gösterebilir.
te ry a l ile dolu d ü zen siz bir kavite meydana gelir. (Re­ Ekstrapulm oner tüberkülozun en sık fo rm u lenfade-
sim 1 2 -3 8 ). Kan damarlarının erozyonu sonucu hem optizi n ittir ve sıklıkla servikal bölgede meydana gelir ( “ skrofu-
oluşur. Uygun tedavi ile bu süreç d u rdu rula bilir ancak fîb- la” ). Lenfadenopati daha çok unifokal olm a eğilim indedir ve
rozisle iyileşme akciğerin yapısını sıklıkla bozar. Kazeifikas­ hastaların çoğunda başka ekstranodal hastalık yoktu r. Ö te
yon nekrozundan a rtık arınmış olan kaviteler öylece kalabi­ yandan, H IV p o z itif hastalarda her zaman m ultifokal hasta­
lir ya da çevredeki fibrozis içinde kollabe olur. Tedavi ye te r­ lık, sistemik sem ptom lar ve akciğer ya da başka b ir organ­
li değil ise ya da konak savunması bozuk ise enfeksiyon di­ da a k tif tü b erküloz vardır.
re k t uzanım şeklinde ya da havayolları, lenfatik kanallar ya Geçmiş yıllarda kontam ine sütler sonucu meydana gelen
da vasküler sistem aracılığıyla yayılabilir. O rganizm aların intestinal tü b e rk ü lo z oldukça sık b ir p rim e r tüb erküloz
lenfatikler aracılığyla sağ kalbin venöz dönüşüne, buradan odağıydı. Bugün gelişmiş ülkelerde intestinal tü b e rkü lo z da­
da p u lm o ner artelerle re geçmesiyle m iliyer akciğ er has­ ha çok uzamış ve ilerlemiş sekonder tüberkülozda, öksü­
talığı meydana gelir. Bu lezyonlar m ikro skopik olabileceği rü k ile yutulan enfekte m ateryale sekonder olara k gelişen
gibi, akciğer parankim ine saçılmış küçük, gözle g ö rülebilir bir kom plikasyonudur. T ip ik olarak organizm alar ince ve
( 2 m m ) sarı-beyaz konsolidasyon odakları şeklinde olab ilir kalın barsaklardaki mukozal lenfoid agregatların içinde hap-
(miliyer te rim i bu odakların darıya benzerliğinden kaynak­ solur ve ardından inflam atuar odak büyüyerek yüzeydeki
lanm aktadır). Progresif pulm o ner tüberkülozda plevral ka- mukozada, özellikle ileumda ülserasyona yol açar.
vitenin tutulum u değişmez bir bulgudur; buna bağlı plevral T überkülozun çeşitli şekilleri Resim 12-40’da gösteril­
effüzyo nlar, tü b e rk ü lo z am piyem i ya da o blitera tif miştir.
fib rö z p lö rit gelişebilir.

Resim 12 -38 Sekonder pulmoner tüberküloz. Her iki akciğerin


üst kısımları gri-beyaz kazeifikasyon, yaygın yumuşama ve kavitas- Resim 12-39 Dalakta miliyer tüberküloz. Kesit yüzeyinde çok
yonlarla delik deşik olmuş. sayıda gri-beyaz granülomlar görülüyor.
498 BÖLÜM 12 Akciğer

Skar
„ >,
i? cü
cOİtz Skar
>- 0
©NN CÖ LATENT
LEZYONLAR LOKALIZE KAZEIFIYE
©^ YIKICI LEZYONLAR
(organizmalar sessiz,
İYİLEŞMİŞ LEZYONLAR akciğer veya akciğer dışı) (pulmoner ya da ekstrapulmoner)

Kavite ÖJ Kazeifikasyon
Reaktivasyon Kazeifikasyon
<y>
Skar

<
SEKONDER
TÜBERKÜLOZ
rr
<

PROGRESIF SEKONDER TB

Yaygın hematojen disseminasyon


T
Yaygın hematojen
disseminasyon
Karaciğer Dalak
Primer enfeksiyon
MILIYER TB

Haftalar ZAMAN Yıllar

Resim 12 -40 Tüberkülozun doğal süreci ve spektrumu.


(D r. R .K . Kum ar, The U n iversity o f N e w South W ales, School o f Pathology, Sydney, Australia'nın sağladığı b ir resim den uyarlanm ıştır).

K lin ik Ö z e llik le r Tüberküloz tanısında en sık kullanılan yöntem balga-


Lokalize sekonder tüberküloz asemptomatilc olabilir. mada aside rezistan boyalarla ya da floresan auramin
Bulguların ortaya çıkışı genellikle sinsidir, gerek siste- rodamin ile aside rezistan basillerin gösterilmesidir.
mik, gerek lokalize semptom ve bulgular yavaş yavaş ge­ Konvansiyonel mikobakteri kültürleri 10 haftaya varan
lişir. Halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı ve ateş gibi sistemik süreler gerektirmektedir, ancak mikobakteriyel metabo­
bulgular muhtemelen aktive makrofajlar tarafından salı­ lizmayı saptayan sıvı besi yeri temelli radyometrik test­
nan sitokinlere (ör. TNF ve IL-1) bağlıdır ve sıklıkla has­ ler 2 hafta içinde bir yanıt sağlayabilmektedir. Pozitif sı­
talığın erken evrelerinde görülür. Sıklıkla ateş yüksek de­ vı besi yerinde ve doku kesitlerinde mikobakterilerin
ğildir, tekrarlayıcıdır (her akşam üstü ortaya çıkar ve ar­ saptanması için PCR amplifikasyonu da kullanılabil­
dından diner) ve gece terlemeleri olur. Progresif pulmoner mektedir. Ancak kültür hala standart tanı yöntemidir
fuŞluıtıÜâ artan^niktaylarda ve başlangıçta mukoid, da­ çünkü PCR negatif bazı olgularda basil varlığını tespit
ha sonra pürülan olan balgam meydana gelir. Kavitasyon edebilir, ayrıca ilaç duyarlılığını da test edebilir. Tüber­
oluşursa balgam tüberküloz basillerini içerir. Pulmoner küloz tedavisi için kullanılan primer ilaçların iki ya da
tüberküloz olgularının yaklaşık yarısında hemoptizi var­ daha fazlasına olan rezistans ile tanımlanan çoklu ilaç
dır. . Enfeksiyonun plevral yüzeylere yayılması sonucu direnci, günümüzde daha sık görülmektedir. Dünya
plöritik ağrı meydana gelir. Tüberkülozun ekstrapulmo­ Sağlık Örgütü tüm dünyada 50 milyon insanın çoklu
ner bulguları oldukça çoktur ve tutulan organ sistemine ilaç direnci gösteren tüberküloz ile enfekte olduğunu
göre değişir (örneğin, tüberküloz salpenjiti infertilite, tü­ tahmin etmektedir.
berküloz menenjiti baş ağrısı ve nörolojik defisitler, Pott Enfeksiyon akciğerlere lokalize olduğunda tüberkülo­
hastalığı sırt ağrısı ve parapleji şeklinde kendini göstere­ zun prognozu genellikle iyidir ancak miliyer tüberküloz
bilir). Akciğerdeki hastalığın tanısı öykü ile birlikte, akci­ gelişme riski yüksek olan yaşlılarda, düşkün hastalarda,
ğerlerin apeksindeki konsolidasyon ya da kavitasyona ait fi­ immünyetmezlikli bireylerde ve çoklu ilaca dirençli tü-
zik muayene ve radyolojik bulgular ile konulur. Ancak berkülozlu hastalarda kötü seyreder. Kalıcı olgularda
nihayetinde tüberküloz basillerinin varlığı gösterilmelidir. amiloidoz gelişebilir.
Pulmoner Enfeksiyonlar 499

© Ö ZET Histoplazmozis, Koksidioidomikozis ve


Blastomikozis
Tüberküloz
Dimorfik mantarların (Histoplasma capsulation, Coccidioi-
• Tüberküloz, M. tu b e rc u lo s is ’ in neden olduğu kronik gra-
nülomatöz bir hastalıktır. Genellikle akciğerleri etkiler
des immitis ve Blastomyces dermatitidis) meydana getirdi­
ancak izole enfeksiyonlarda ekstrapulmoner herhangi ği enfeksiyonlar sıklıkla immünkompetan kişilerde gö­
bir organ tutulabilir. rülen izole akciğer tutulumu şeklinde ya da immünyet-
• Mikobakteriler ile ilk karşılaşma sonucunda direnç gelişi­ mezlikli bireylerdeki gibi yaygın hastalık formunda ken­
mi ile sonuçlanan bir immün yanıt meydana gelir ancak dini gösterir. Enfeksiyonu sınırlamada T hücre aracılı
bu yanıt hipersensitiviteye de neden olur (tü b e rk ü lin d e ri immünite kritik rol oynar; bu nedenle HIV'li bireyler gi­
te s tin d e k i pozitiflik ile saptanır) bi hücre aracılı immünitesi bozulmuş kişiler sistemik
• T H1 alt kümesine ait CD4+ T hücreleri mikobakterilere hastalık ile karşı karşıyadır. Klinik özelliklerinin kısmen
karşı hücre aracılı immünitede k ritik rol oynar; inflamas- örtüşmesi nedeniyle bu üç dimorfik mantar bu bölümde
yonda ve bakterilerin sınırlanmasında rol oynayan med- birlikte tartışılmıştır.
yatörler IFN-y, TNF ve nitrik oksiddir.
• İmmünitesi korunmuş bireylerde tüberküloza karşı ko­
Epidem iyoloji
nak reaksiyonunun histopatolojik bulgusu g ra n ü lo m la rd ır.
Granülomlar sıklıkla santral kazeifikasyon nekrozu içerir. Dimorfik mantarların her biri şu şekilde kendine has ti­
pik coğrafik dağılım gösterir:
9 Sekonder (reaktivasyon) tüberkülozu daha önce organiz­
ma ile karşılaşmış bireylerde, konak immün defansı bo­ » H. capsulatum: Bu mantar Ohio'da, orta Mississipi
zulduğunda meydana gelir ve sıklıkla akciğer apekslerin- Nehri vadisinde ve ABD'nin güneydoğusundaki Apa-
de kaviter lezyonlar şeklinde kendini gösterir. laş dağlarında endemiktir. Ilık, nemli, yarasa ve kuş­
• Progresif prim er tüberkülozun ve sekonder tüberkülo­ ların dışkıları ile zenginleşmiş toprak, enfeksiyöz
zun her ikisinde de sistemik yayılım olabilir ve miliyer tü­ sporları üreten miçel formlarının çoğalması için ideal
berküloz ve tüberküloz menejit gibi hayatı tehdit eden ortamlardır.
hastalık formu meydana gelebilir. ® C. immitis: Bu organizma ABD'nin güneybatı ve uzak
• HIV seropozitivitesi hem aktif tüberküloz gelişimi, hem batı bölgelerinde, özellikle Kaliforniya'daki San Jo­
de tüberkülozun nüksü açısından önemli bir risk faktörü­ aquin Vadisinde endemiktir. Koksidial enfeksiyon bu
dür.
bölgelerde "vadi ateşi" olarak bilinir.
• B. dermatitidis: ABD'deki endemik alanı histoplazmo-
zisin bulunduğu alanlar ile örtüşür.

Nontüberküloz Mikobakteriyel Hastalık


Nontüberküloz mikobakteriler sıklıkla immünitesi ko­ M ORFOLOJİ
runmuş kişilerde kronik ancak klinik olarak lokalize
Maya formları oldukça karakteristiktir ve doku kesitlerinde
pulmoner hastalığa yol açarlar. ABD'de en sık görülen
mantarların birbirlerinden ayırt edilmesine olanak sağlar:
suşlar M ycobacterium avium-intracellulare (M. avium
• H . c a p su la tu m : çapları 2-5 pm arasında olan yuvarlak-
kompleksi olarak da adlandırılır), Mycobacterium kansa-
oval, küçük maya formları (Resim 12-41, A)
sii ve Mycobacterium abscessus'tur. Nontüberküloz miko­
• C. im m itis: kalın duvarlı, tomurcuklanmayan, içleri sıklık­
bakteriyel enfeksiyonlarda, özellikle uzun süreli sigara la küçük endosporlar ile dolu 20-60 pm çapında sferül-
ve alkol alışkanlığı olan hastalarda tüberküloz gibi üst ler (Resim 12-41, B)
lobda kaviter hastalık nadir değildir. Birlikte sıklıkla • B. d e rm a titid is: yuvarlak-ovaldir ve Histoplazma’dan da­
kronik akciğer hastalığı (KOAH, kistik fibrozis, pnömo- ha büyüktür (5-25 pm çap); karakteristik geniş tabanlı
konyoz) eşlik eder. tom urcuklar şeklinde çoğalırlar (Resim 12-41, C ve D)
Immünyetmezlikli bireylerde (esas olarak HIV seropozi-
tif hastalarda) M. avium kompleksi enfeksiyonu yaygın
hastalık şeklinde kendini gösterir. Birlikte sistemik be­
lirti ve bulgular da mevcuttur (ateş, gece terlemesi, kilo
kaybı). Mononükleer fagositer sistemin fırsatçı patojen
ile tutulduğunun bir göstergesi olan hepatosplenomega- K linik Ö ze llikle r
li ve lenfadenopati ile diare ve malabsorpsiyon gibi gast­ Klinik bulgular (1) akut (primer) pulmoner enfeksiyon, (2)
rointestinal semptomlar sıktır. AIDS'li hastalardaki ak­ kronik (granülomatöz) pulmoner enfeksiyon ya da (3)
ciğer tutulumu sıklıkla tüberkülozdan ayırt edilemez. yaygın miliyer hastalık şeklinde olabilir. Organizma üe
AIDS'li hastalarda yaygın M. avium kompleksi enfeksi­ dolu makrofaj topluluklarından oluşan primer pulmo­
yonu hastalığın geç evrelerinde, CD4+ sayıları 100 hüc- ner nodüller, benzer şekilde bölgesel lenf nodlarmda da
re/pıL'nin altına düştüğünde meydana gelme eğilimin­ görülür. Bu lezyonlar dev hücrelerin de eşlik ettiği kü­
dedir. Bu nedenle doku incelemesinde sıklıkla granü­ çük granülomlara dönüşür; santral nekroz ve daha son­
lomlar yerine, içleri atipik mikobakteriler ile 'dolu' kö- ra fibrozis ve kalsifikasyon gelişebilir. Primer pulmoner
püksü histiyositler görülür. tüberküloza benzerlik çarpıcıdır ve ayrımı için maya form-
500 BÖLÜM 12 Akciğer

V %

&
• #

<
A . * •
' M
*
**M Î İ® % &\V < *«j

t?v.
Resim 12-41 A , Dissemine histoplazmozisli bir hastanın lenf nodunda fagositlerin içi Histoplasma capsulatum maya formları ile dolu
(gümüş boyası). B. Multinükleer dev hücrelerin içinde intakt sferülleri ile koksidioidomikozis. C, Nötrofîlden daha büyük ve yuvarlak
tomurcuklanan mayaları ile blastomikozis (diğer mantarlarda görülmez). D, Gümüş boyası Blastomyces immitis organizmalarındaki geniş
tabanlı tomurcuklanmayı gösteriyor.

larının görülmesi (en iyi gümüş boyaları ile görülür) ge­ İmmünyetmezlikli Konakta Pnömoni
rekir. Klinik belirliti ve bulguları "grip benzeri"dir ve
sıklıkla kendiliğinden düzelir. Hassas bireylerde kronik İmmünitesi ve savunma sistemi çeşitli hastalıklar ve or­
kaviter pulmoner hastalık meydana gelir; daha çok üst gan transplantasyonu, antitümör tedavisi ve radyasyon
gibi nedenlerle baskılanmış bireylerde pulmoner infilt-
loblardadır ve sekonder tüberküloza benzer. Bu mantar­
rasyonlarm ve enfeksiyon bulgularının (ör. ateş) ortaya
ların radyolojik olarak bronkojenik karsinom gibi peri-
çıkması en sık ve en ciddi komplikasyonlar arasında yer
hiler kitle lezyonları oluşturmaları nadir değildir. Bu ev­
alır. Fırsatçı patojen adı verilen ve çoğu normal kişilerde
rede bulgular öksürük, hemoptizi, hatta dispne ve gö­
nadiren enfeksiyona yol açan çeşitli pek çok ajan bu bi­
ğüs ağrısıdır. reylerde pnömoniye sebep olabilir. Sık görülen pulmo­
Çocuklarda ve immünitesi bozuk erişkinlerde, özel­ ner ajanlardan bazıları şunlardır: (1 ) bakteriyel ajanlar;
likle HIV enfeksiyonlu kişilerde yaygın hastalık (miliyer P. aeruginosa, Mycobacterium türleri, L. pneumophila ve
tüberkülozun analoğu) gelişebilir. Söz konusu durum­ Listeria monocytogenes; (2) viral ajanlar; sitomegalovirüs
larda iyi gelişmiş granülomlar yoktur. Yerine, karaciğer, ve herpesvirüs ve (3) fungal ajanlar; P. jiroveci, Candida
dalak, lenf nodları, gastrointestinal sistemin lenfoid do­ türleri, Aspergillus türleri ve Cryptococcus neoformans.
kusu ve kemik iliğinden oluşan mononükleer fagositik
sistemde, içleri maya formları ile dolu fokal makrofaj bi­ Sitomegalovirüs Enfeksiyonları
rikimleri görülür. Adrenaller ve meninksler de etkilene­ Herpesvirüs ailesinin bir üyesi olan sitomegalovirüs
bilir; olguların küçük bir kısmında burunda, ağızda, dil­ (CMV) konağın yaşma ve daha da önemlisi konağın im-
de ve larinkste ülserler meydana gelir. Yaygın hastalık mün durumuna göre değişen çok çeşitli hastalık bulgu­
ateş ile karakterize olup, belirgin hepatosplenomegali, ları meydana getirebilir. Virüs ile infekte hücrelerde
anemi, lökopeni ve trombositopeni eşlik eder. Yaygın hem hücrenin bütününde, hem de nukleusunda irileşme
Blastomyces hastalığında deri enfeksiyonu sıklıkla belir­ (devleşme) görülür. Nukleus içinde, çevresinde geniş
gin epitel hiperplazisine neden olur ve bu görünüm yan­ şeffaf bir boşluk (halo) bulunan geniş bir inklüzyon
lışlıkla skuamöz hücreli karsinom zannedilebilir. ("baykuş gözü") meydana gelir ve bu bulgu, yenidoğan-
Pulmoner Enfeksiyonlar 501

lardaki klasik semptomatik hastalık formu olan sitome- Sitomegalovirüs M ononükleozisi


galik inklüzyon hastalığına da adını verir. Klasik sitome- Sağlıklı genç çocuklarda ve erişkinlerde hastalık hemen
galik inklüzyon hastalığı pek çok organı etkilemesine her zaman asemptomatiktir. Global araştırmalarda eriş­
karşın CMV enfeksiyonları burada tartışılmıştır, çünkü kinlerin %50'si ila %100'ünün serumunda, daha önce vi­
immünsüprese kişilerde, özellikle AIDS'li hastalar ve al- rüs ile maruziyet olduğunu gösteren anti-CMV antikor­
lojenik kemik iliği transplantı alıcılarında CMV pnömo- ları görülmüştür. Yenidoğan dönemi dışındaki immüni-
nitisi ciddi bir sorundur. tesi korunmuş bireylerde CMV enfeksiyonunun en sık kli­
CMV, etkilenen yaş grubuna göre farklılık gösteren nik bulgusu ateş, atipik lenfositoz, lenfadenopati, hepato-
birkaç mekanizma ile bulaşır: megali ve hafif şiddette bir hepatiti düşündüren anor­
® Fetüsler yeni enfekte olmuş ya da enfeksiyon reakti- mal karaciğer fonksiyon testleri ile karakterize enfeksi-
vasyonu gösteren anneden transplasental yolla enfek­ yöz mononükleoz benzeri hastalıktır. CMV mononükle-
te olabilir (korıjenital CMV enfeksiyonu). ozis hastalarının çoğu sekelsiz iyileşir, ancak vücut sıvı­
• Virüs bebeğe doğum sırasında servikal ya da vajinal ları ile virüs atılımı aylarca, hatta yıllarca devam edebilir.
sekresyonlarla veya daha sonra aktif enfeksiyonu Birey bir kez enfekte olduktan sonra, enfeksiyon semp­
olan anneden emzirme sırasında anne sütüyle geçebi­ tomatik olsun ya da olmasın, seropozitivite yaşam boyu
lir (perinatal CMV enfeksiyonu). devam eder. Virüs, başlıca konak olan lökositler içinde
• Okul öncesi çocuklar, özellikle kreşlerdekiler virüsü latent olarak kalır.
tükrük ile alabilirler. Bu şekilde enfekte küçük çocuk­
lar virüsü kolaylıkla ebeveynlerine geçirirler.
im m ünsüprese Kişilerde Sitomegalovirüs Enfeksiyonu
® 15 yaşın üzerindeki hastalarda esas geçiş genital yol­
İmmünsüpresyon ilişkili CMV enfeksiyonu en sık
larla olur, ancak respiratuar salgılara temas ile ya da
transplant alıcılarında (örneğin kalp, karaciğer, böbrek,
fekal-oral yolla da geçiş görülebilir.
akciğer ya da allojenik kök hücresi) ve AIDS'li hastalar­
® Organ trasplantasyonu ya da kan transfüzyonu yapı­ da meydana gelir. Primer enfeksiyon şeklinde olabilece­
lan her yaştaki bireyde iyatrojenik geçiş söz konusu­ ği gibi, latent enfeksiyonun reaktivasyonu olarak da gö­
dur. rülebilir. AIDS'teki en sık fırsatçı viral patojen CMV'dir.
Tüm bu durumlarda yaygın CMV enfeksiyonları esas
olarak akciğerleri (pnömonitis), gastrointestinal sistemi
M ORFOLOJİ
(kolit) ve retinayı (retinitis) etküer; santral sinir sistemi
Hücrelerdeki karakteristik büyüme histolojik olarak görü­ genellikle korunur. Pnömonitiste interstisyel mononükl-
lebilir. Glandüler organlarda parankimal epitelyal hücreler, ler infiltrasyon ve fokal nekroz alanları görülür; inklüz­
beyinde nöronlar, akciğerlerde alveoler makrofajlar ile epi­ yon içeren tipik iri hücreler eşlik eder. Hastalık ARDS'-
telyal ve endotelyal hücreler ve böbreklerde tübül epitel ye ilerleyebilir. Intestinal nekroz ve ülserasyon gelişebi­
hücreleri ile glomerüler endotelyal hücreler etkilenmiştir. lir ve çok şiddetli olabilir; "psödomembranlara" (Bölüm
Etk ilen en h ü creler belirgin o lara k b ü yü ktü r, çapla­ 14) ve kişiyi bitkin düşüren diareye neden olabilir. Fır­
rı s ık lık la 4 0 pm d ü zeyin d ed ir ve hücresel ve nükle­
satçı CMV enfeksiyonlarının en sık formu olan CMV re-
e r polim orfizm g ö sterir. İntranükleer bazofilik inklüz-
tinitisi tek başına ya da akciğer ve intestinal sistem tutu­
yonlar belirgindir, nukleus çapının yarısını kaplar ve nükle­
er membran ile arasında genellikle şeffaf bir halo mevcut­
lumu ile birlikte olabilir. CMV enfeksiyonunun tanısı
tu r (Resim 12-42). Bu hücrelerin sitoplazmalarında ayrıca doku kesitlerinde karakteristik viral inklüzyonlarm gös­
daha küçük bazofilik inklüzyonlar da görülebilir. terilmesiyle, viral kültür ile, yükselen viral antikor türe­
leri ile ve CMV DNA'smm kalitatif ve kantitatif PCR
testleri ile tespit edilmesiyle konulabilir. PCR testleri
özellikle transplantasyon sonrasında hastaların izlemin­
de devrim yaratmıştır.

Pneumocystis Pnömonisi
P. jiroveci (önceki adı P. cariniı), eskiden bir protozoa ola­
rak bilinen, artık bir mantar olarak sınıflandırılan fırsat­
çı enfeksiyöz bir ajandır. Serolojik çalışmalar insanların
aslında tümünün hayatın ilk birkaç yılında Pneumocystis
ile karşılaştığını, ancak çoğunda enfeksiyonun latent
kaldığına işaret etmektedir. Reaktivasyon ve klinik has­
talık hemen sadece immünyetmezlikli bireylerde görü­
lür. Gerçekten de P. jiroveci AIDS'li hastalarda son dere­
ce sık rastlanan bir enfeksiyon nedenidir. Ayırca ciddi
malnutrisyonlu çocukları ve immünsüprese bireyleri de
(özellikle organ transplanstasyonu sonrasında veya sito-
Resim 12-42 Akciğerin sitomegalovirus enfeksiyonu. Büyümüş bir
toksik kemoterapi ya da kortikosteroid alanları) etkile­
hücrede tip ik belirgin nükleer ve çok sayıda sitoplazm ik inklüzyon­ yebilir. AIDS'li hastalarda P. jiroveci enfeksiyonu riski
lar görülüyor. CD4+ sayıları ile ters orantılıdır; 200 hücre/pıL'nin altın-
502 B Ö L Ü M 12 Akciğer

Resim 1 2 -4 3 P n e u m o s i s t i s pnömonisi. A , A lve o lle r karakteristik köpüksü ve aselüler eksuda ile dolu. B, Gümüş boyası ile eksuda için­
deki kupa şeklinde ve yuvarlak kistler görülüyor.

daki değerlerde risk yüksektir. Pneumocystis enfeksiyo- (ve eşlik eden pnömoni) immünitesi bozuk hastalarla sı-
nu esas olarak akciğerlerde görülür ve burada interstis- mrlı olsa da, Candida türlerinin neden olduğu enfeksi-
yel pnömonitis meydana getirir. yonlarm çok yönlü bulguları bu bölümde tarif edilmiştir.

( ) M ORFOLOJİ M ORFOLOJİ
Mikroskopik olarak tutulan akciğer alanlarında hematoksi- Doku kesitlerinde C. albicans maya benzeri form lar (blasto-
len-eozin (H-E) boyası ile karakteristik intra-alveoler 8c@= konidya), yalancı hifler ve gerçek hifler şeklinde görülür
püksü» pembe renkli eksuda ( “ pamuk şekeri” eksuda) (Resim 12-44, A). Tomurcuklanan maya hücrelerinin her
görülür (Resim 12-43, A). Septalar ödem ve hafif bir mo- boğumda uç uca birleşmesiyle meydana gelen ve bu neden­
nonükleer infiltrasyon ile kalınlaşmıştır. Organizmaları gös­ le gerçek mantar hiflerini taklit eden yalancı hifler C. albi­
term ek için özel boyalar gerekir. Doku kesitlerinin gümüş cans için önemli bir tanısal ipucudur. Organizmalar rutin
ile boyamasında alveoler eksudaların içerisinde yu varlak H-E boyası ile görülebilir ancak patojenleri daha iyi göstere­
y a d a k u p a şeklimde k istle r görülür (4-10 pm çap), sık­ bilmek için çeşitli özel “ mantar” boyaları (Gomori methe-
lıkla da kistlerin içinde tomurcuklanmayan organizmalar namin-gümüş, periyodik asid-Schiff) kullanılır.
bulunur (Resim 12-43, B).

K linik Ö z e llik le r
Solunum semptomları ve göğüs filmlerinde anormal Kandidiyazis mukozal membranları, deriyi ve derin or­
bulguları olan immünitesi bozulmuş herkeste Pne­ ganları (invazif kandidiyazis) tutabilir.
umocystis pnömonisi akla gelmelidir. Ateş, kuru öksürü ® Kandidiyazisin en sık ortaya çıkış şekli oral kavitenin
ve dispne hastaların %90-95'inde meydana gelir; bu has­ mukozal yüzeylerinde süperfisyel enfeksiyondur (pa­
talarda radyolojik olarak bilateral perihiler ve baziler in- mukçuk). Mantar proliferasyonu organizmalar ve inf-
filtrasyonlar tipiktir. Hipoksi sıktır; pulmoner fonksiyon lamatuar debristen meydana gelen gri-beyaz renkli,
testlerinde restriktif akciğer hastalığı bulguları görülür. pis görünümlü psödomembranlar oluşturur. Yüzeyin
En duyarlı ve etkili tanı metodu indüklenmiş balgamda derininde mukozal hiperemi ve inflamasyon mevcut­
ya da bronkoalveolar lavajda immünfloresans yöntemiy­ tur. Kandidiyazisin bu formu yenidoğanlarda, düş­
le organizmaların gösterilmesidir. Tedaviye hastalık ya­ kün hastalarda, astım için oral kortikosteroid alan ço­
yılmadan başlanırsa iyileşme iyidir; ancak rezidii orga­ cuklarda ve normal bakteriyel florayı yok eden geniş
nizmaların, özellikle AIDS'li hastalarda kalıcı olma eği­ spektrumlu antibiyotik kullanımından sonra görülür.
limi nedeniyle, altta yatan immiinyetmezlik düzeltilene Diğer majör risk grubunu HIV pozitif hastalar oluştu­
ya da profilaktik tedavi verilene kadar sık relaps olur. rur; altta yatan belirgin bir neden olmadan ağızda pa­
mukçuğu olan hastalar HIV enfeksiyonu açışımdan
Fırsatçı Fungal Enfeksiyonlar değerlendirilmelidir.
o Kandida vajiniti kadınlarda, özellikle diabetiklerde,
Kandidiyazis gebelerde ve oral kontraseptif ilaç kullananlarda son
Candida albicans en sık hastalık yapan mantardır. Pek derece sık bir vajinal enfeksiyon formudur.
çok kişide oral kavitenin, gastrointestinal sistemin ve va- • Kandida esofajiti AIDS'li hastalarda ve hematolenfoid
jenin normal florasında yer alır. Sistemik kandidiyazis malignitesi olan kişilerde sıktır. Bu hastalar disfaji
Pulmoner Enfeksiyonlar 503

Resim 12-44 Fungal enfeksiyonların morfolojisi. A , Candida organizmaları psödohifler ve tomurcuklanan mayalar ile karakterizedir
(gümüş boyası). B, Kemik iliği transplantasyon yapılmış bir hastada akciğerin invaziv aspergillozisi (makroskopik görünüm) C, Gomori
methenamin-gümüş (GMS) boyası ile Aspergillus ile uyumlu dar açılarla dallanan septalı hifler. D, AİDS’li bir hastada akciğerde kriptokok-
kozis. Maya formlarının büyüklükleri bir miktar değişkenlik göstermektedir.
(B, D r. Dominick Cavuoti, Departm ent o f Pathology, University o f Texas Southwestern M edical School, Dallas, Texas, izni He).

(yutma sırasında ağrı) ve retrosternal ağrı ile kendini göstermeketedir. TH17 yanıtını etkileyen mutasyonla-
belli eder; endoskopide özofagus mukozasında ağız­ ra sahip hastalar şiddetli mukokütanöz kandidiyazise
daki pamukçuğa benzer beyaz plaklar ve psödo- karşı oldukça duyarlıdır (örneğin "Job sendromu").
membranlar görülür. • Invazif kandidiyazis organizmanın kan yoluyla çeşit­
® Kütanöz kandidiyazis tırnak gövdesi (onikomikozis), li doku ve organlara yayılmasıdır. En sık görülen şe­
tırnak katlantıları (paranişya), kıl follikülleri (follikü- killeri şunlardır: (1 ) renal abse, (2 ) myokard absesi ve
lit), koltukaltı, el ve ayak parmak araları gibi nemli in- endokardit, (3) beyin tutulumu (en sık menenjit, an­
tertrijinöz deri (intertrigo) ve penil deri (balanitis) en­ cak parankimal mikroabseler de meydana gelir), (4)
feksiyonları gibi pek çok şekilde bulgu verebilir. Be­ endoftalmit (göze ait herhangi bir yapı etkilenebilir),
beklerin perineumunda, ıslak bebek bezlerinin temas (5) karaciğer absesi ve (6 ) Kandida pnömonisi, genel­
ettiği bölgede görülen bebek bezi pişiği sıklıkla bir kü­ likle Pnömosistis pnömonisine benzer (yukarıya bakı­
tanöz kandida enfeksiyonudur. nız) bilateral nodüler infiltrasyonlar şeklinde. Kemo-
» Kronik miikokütanöz kandidiyazis mukozal memb- terapi sonrasında belirgin nötropeni gelişen akut lö­
ranları, deriyi, saçı ve tırnakları tutan kronik inatçı semili hastalar sistemik hastalık ile özellikle daha faz­
bir hastalıktır; allta yatan T hücre defektleri söz konu­ la karşı karşıyadır. Kandida endokarditi en sık fungal
sudur. Beraberinde endokrinopatiler (en sık hipopa- endokardittir ve sıklıkla protez kalp kapağı taşıyan­
ratiroidizm ve Addison hastalığı) ve otoantikorlar gö­ larda ya da intravenöz ilaç bağımlılarında görülür.
rülür. Yaygın kandidiyazis bu hastalıkta nadirdir. Son
yıllardaki bulgulara göre CD4+ T hücrelerinin Th 17 Kriptokokkozis
alt kümesinin Kandidaya ve bazı diğer mantarlara C. neoformans tarafından meydana gelen kriptokokkozis
karşı savunmada özellikle önemli bir rol oynadığını sağlıklı bireylerde nadiren görülür. Hemen sadece im-
504 BÖLÜM 1 2 Akciğer

münyetmezlikli kişilerde, özellikle AIDS'li ya da hema- pılarına yayılma eğilimindedir. Diyabetik ketoasidozlu
tolenfoid malignitesi olan hastalarda görülür. hastalarda rinoserebral mukormikozisin daha çok fulmi-
nan invazif formu meydana gelir. Pulmoner hastalık lo-
kalize olabilir (örneğin kaviter lezyonlar) ya da radyolo­
M OR FO LO Jİ jik olarak diffüz "miliyer" tutulum şeklinde görülebilir.
İnvazif aspergillozis hemen sadece immünsüprese has­
Fungus 5-10 pm boyutunda bir maya olup kalın jelatinöz bir talarda meydana gelir. Mantar tercihen akciğerlere yer­
kapsüle sahiptir ve tomurcuklanarak çoğalır (Resim 12-44,
leşir ve enfeksiyon en sık nekrotizan pnömoni şeklinde
D). Ancak Kandida enfeksiyonlarından farklı olarak psödo-
kendini gösterir (Resim 12-44, B). Sistemik yayılım,
hifli ya da gerçek hifli formları görülmez. Tanı için kapsül
özellikle beyine yayılım sıklıkla ölümcül bir komplikas­
ço k d eğ erlid ir: (1) Rutin H-E boyaları ile kapsül direkt
olarak görülmez ancak sıklıkla mantarların çevresinde, kap­
yondur.
sül alanını temsil eden şeffaf bir “ halo” gözlenebilir. Hint Allerjik bronkopülmoner aspergillozis astım hastaların­
mürekkebi ya da periyodik asit-Schiff boyaları mantarları da meydana gelir. Bu hastalarda bronşlarda çoğalan fun-
oldukça belirgin hale getirir. (2) Kapsüler polisakkarid anti­ gusa karşı tip I hipersensitiviteyle semptomlar alevlenir.
jen kriptokok lateks aglutinin testinin substratıdır. Bu test Hastaların dolaşımında sıklıkla Aspergillusa karşı IgE ti­
organizma ile enfekte bireylerin %95’inden fazlasında pozi­ pi antikorlar ve periferik eozinofili vardır.
tiftir. Aspergilloma ("fungus topu") daha önceden var olan
kavitelerde (ör. ektatik bronşlar ve akciğer kistleri) man­
tar kolonizasyonu sonucu meydana gelir. Bu kitleler ka-
Klinik Özellikler viteyi tıkayan ve bu şekilde hastada enfeksiyona ve he-
moptiziye yol açan top şeklinde bir valf gibi işlev görür.
insandaki kriptokokkozis sıklıkla pulmoner, santral sinir
sistemi ya da sistemik hastalık şeklinde kendini gösterir.
Kriptokok en çok topraktan ya da kuş dışkılarından in- İnsan İmmünyetmezlik Virüsü (HIV)
halasyon ile bulaşır. Mantar önce akciğerlere yerleşir, Enfeksiyonunda Pulmoner FJastalık
daha sonra diğer odaklara, özellikle meninkslere yayılır.
Tutulan odaklardaki doku yanıtları farklıdır. Inflamas- Pulmoner hastalıklar HIV ile enfekte bireylerdeki mor-
yonun olmadığı ya da çok hafif olduğu ancak jelatinöz bidite ve mortalitenin başta gelen nedeni olmaya devam
organizmaların belirgin proliferasyon gösterdiği bir sü­ etmektedir. Güçlü antiretroviral ajanların ve etkili ke-
reçten (immünyetmezlikli konakta), granülomatöz reak­ moproflaksinin kullanımı insidansmı oldukça düşür­
siyona kadar (daha reaktif konakta) değişkenlik göste­ müş ve sağkalımı düzeltmiştir ancak klinik hastalık du­
rir. İmmünsüprese hastalarda mantarlar meninkslerde rumlarının çok sayıda oluşu tanı ve tedaviyi güçleştir­
jelatinöz kitleler içerisinde ya da perivasküler Virchow- mektedir.
Robin mesafelerini genişleterek sabun köpüğü adı veri­ • HIV enfeksiyonunda "fırsatçı" enfeksiyonların önemi
len lezyonlar şeklinde çoğalırlar. vurgulanmaktadır, ancak en ciddi pulmoner hastalık
nedenlerinden biri de "olağan" patojenlerin sebep ol­
Fırsatçı Küfler duğu bakteriyel alt solunum yolu enfeksiyonudur. So­
Mükormikozis ve invazif aspergillozis nadir enfeksiyonlar rumlu mikroorganizmalar S. pneumoniae, S. aureus,
olup, hemen daima özellikle hematolenfoid malignitesi H. influenzae ve gram negatif basillerdir. HIV enfekte
ya da ağır nötropenisi olan, kortikosteroid tedavisi alan bireylerde bakteriyel pnömoni HIV enfeksiyonu ol­
ya da allojenik kök hücre transplantı alıcısı olan immün mayanlara göre daha sıktır, dağa ağırdır ve daha faz­
sistemi bozulmuş bireylerde görülür. la bakteriyemiye yol açar.
• HIV enfekte bireylerdeki pulmoner infiltratların hep­
si enfeksiyona bağlı değildir. Kaposi sarkomu (Bölüm
O M ORFOLOJİ 4 ve 9), pulmoner non-Hodgkin lenfoma (Bölüm 11)
ve primer akciğer karsinomu gibi bir dizi non-enfek-
Mükormikozis Zigomiçesler olarak bilinen mantarlar sınıfı
siyöz hastalık da giderek artan sıklıkta görülmektedir
tarafından meydana gelir. Hifleri sep ta sızd ır ve dik açılar­
ve hastalarda bu durumlar ekarte edilmelidir.
la dallanır; Aspergillus organizmalarının hifleri ise bunun ter­
sine sep talıd ır ve daha dar açılarla dallanır (Resim 12-44, • Ayırıcı tanının daraltılmasında CD4+ T hücre sayıları sık­
Q . Rhizopus ve Mukor Zygomiçesler sınıfından medikal lıkla yararlıdır. Kural olarak yüksek CD4+ sayılarında
önemi olan iki mantardır. Hem zigomiçesler hem de Asper­ ( 2 0 0 hücre/mm3'ün üzeri) bakteriyel ve tüberküler
gillus karakteristik olmayan, süppüratif, bazen de granülo­ enfeksiyonlar daha sıktır; Pnömosistis pnömonisi ge­
matöz reaksiyona yol açar. D am ar d u varların a invaz- nellikle CD4+ sayıları 200 hücre/mm3'ün altında ol­
yon ve buna bağlı d am ar n e k ro zu yapm a eğilimi gös­ duğunda meydana gelirken, CMV and M. avium
te rir. kompleksi enfeksiyonları immünsüpresyonun çok ile­
ri evrelerine kadar (CD4+ sayıları 50 hücre/mm3'ün
altı) nadirdir.
Klinik Özellikler Son olarak, önemli noktalardan biri de, HIV enfekte bi­
Rinoserebral ve pulmoner mukormikoziste zigomiçesler na­ reylerdeki pulmoner hastalık nedeninin birden fazla
zal kavite ya da sinüslerde kolonize olma ve buradan di­ olabileceği ve sık görülen patojenlerin bile atipik bulgu­
rekt uzanım ile beyine, orbitaya ve diğer baş-boyun ya­ larla seyreden bir hastalığa yol açabileceğidir.
Akciğer Tümörleri 505

Tablo 12-7 Malign Epitelyal Akciğer Tüm örlerinin Histolojik


AKCİĞER TÜMÖRLERİ Sınıflandırması
Adenokarsinom*
Akciğerler ekstratorasik organlarda gelişen kanserlerin
Asiner, papiller, mikropapiller, solid, lepidik baskın, müsinöz alttipler
sık metastaz yaptığı organdır; öte yandan primer akci­ Skuamöz hücreli karsinom
ğer kanseri de sık görülen bir hastalıktır. Primer akciğer Büyük hücreli karsinom
tümörlerinin kabaca %95'i karsinomlardır; kalan %5'i Büyük hücreli nöroendokrin karsinom
ise karsinoidler, mezenkimal maligniteler (ör. fibrosar- Küçük hücreli karsinom
komlar, leiomyomlar), lenfomalar ve bazı benign lezyon- Kombine küçük hücreli karsinom
Adenoskuamöz karsinom
lardan oluşur. En sık görülen benign tümör yuvarlak,
Pleomorfik, sarkomatoid ya da sarkomatöz hücreler içeren karsinomlar
küçük (3-4 cm) ve çevre dokudan net bir şekilde ayırt İğsi hücreli karsinom
edilebilen "hamartom"dur. Hamartom akciğer grafile- Dev hücreli karsinom
rinde sıklıkla metal para (coin) olarak adlandırılan lez- Karsinoid tümör
yonlar şeklinde görülür. Esas olarak matür kıkırdaktan Tipik, atipik
oluşur ancak sıklıkla değişen oranlarda yağ, fibröz doku Tükrük bezi tipinde karsinomlar
Sınıflandırılamayan karsinom
ve kan damarları da içerir. Hamartomlarda gösterilen
klonal sitogenetik anomaliler bunların birer benign ne- *Adenokarsinom ile skuamöz ve büyük hücreli karsinomlar bir arada küçük
hücreli dışı akciğer karsinomu (KHDAK) olarak adlandırılır.
oplazi olduğunu göstermektedir, buna karşın bu lezyon-
lar hala sıklıkla hamartom olarak adlandırılmaktadırlar.
da radyoterapisiz kemoterapidir. KHDAKTer bunun ter­
Karsinomlar sine, rezektabl olabilirler ve genellikle kemoterapiye
daha az yanıt verirler; ancak günümüzde artık başta
Akciğer karsinomu (ya da "akciğer kanseri") sanayileş­
adenokarsinomlar olmak üzere çeşitli KHDAK tiple­
miş ülkelerdeki kansere bağlı ölümlerin şüphesiz en sık
rindeki spesifik mutasyonlarla oluşan gen ürünlerini
nedenidir. ABD'de erkekler arasındaki kanser ölüm ne­
hedefleyen tedavi şekilleri mevcuttur. Bu nedenle
denlerinin yaklaşık üçte birini oluşturmakta iken, günü­
KHDAKTerin histolojik ve moleküler alttiplerine gö­
müz itibariyle kadınlardaki kanser ölümlerinin de en
re sınıflandırılmaları gerekmektedir.
sık nedeni haline gelmiştir. Amerikan Kanser Derne-
ği'nin 2 0 1 1 yılı tahmini 2 2 1 , 1 0 0 yeni akciğer kanseri ol­
gusu ve buna bağlı 156,900 ölümdür. Erkeklerde insi- ETİYOLOJİ VE PATO G EN EZ
dans giderek azalmakta iken, kadınlarda artmaya de­
vam etmektedir. Meme kanseri ile karşılaştırıldığında Sigara ilişkili akciğer karsinomları çok sayıda genetik ano­
1987 yılından beri her yıl daha fazla sayıda kadın akci­ malinin (küçük hücreli karsinom için binlerce olduğu tah­
ğer kanserinden ölmektedir. Bu istatistikler şüphesiz si­ min edilmektedir) adım adım birikerek benign progenitor
gara ve akciğer kanseri arasındaki etiyolojik ilişkiyi yan­ hücreleri neoplastik hücrelere dönüştürmesi sonucu mey­
sıtmaktadır. Akciğer kanseri insidansı 50'li ve 60'h yaş­ dana gelir.
larda zirve yapar. Tanı anında hastaların %50'sinden Moleküler değişikliklerin sırası rastgele olmayıp, kansere
doğru ilerleyen ve birbirini takip eden bazı histolojik deği­
fazlası uzak metastaz yapmış, dörtte biri ise bölgesel
şiklikler ile paralellik gösterir. Örneğin 3. kromozomun kı­
lenf nodlarma yayılmıştır. Akciğer kanserinin prognozu
sa kolunda (3p) yerleşik olan ve kanser gelişiminden so­
kötüdür: tüm evrelerdeki akciğer kanserleri bir arada
rumlu tutulan tüm ör süpressör genlerin inaktivasyonu çok
hesaplandığında 5 yıllık sağkalım yaklaşık %16'dır; bu
erken bir olay iken, TP53 mutasyonları ya da KRAS onkoge-
oran son 30 yıl içerisinde belirgin değişiklik gösterme­
ninin aktivasyonu daha geç meydana gelir. Daha da önemli­
miştir. Akciğere lokalize hastalıkta bile 5 yıllık sağkalım
si, 3p’de kromozomal parça kayıpları gibi bazı genetik de­
olarak sadece %45'tir. ğişikliklerin akciğer kanserli hastaların benign bronş epite-
Akciğer karsinomlarmm dört ana histolojik tipi şun­ linde ve akciğer kanseri olm ayan sigara içicilerinin solu­
lardır: adenokarsinom, skuamöz hücreli karsinom, kü­ num epitelinde bile bulunabileceğidir. Bu da karsinojen ma-
çük hücreli karsinom ve büyük hücreli karsinom (Tablo ruziyeti sonrasında solunum mukozasının geniş alanlarda
12-7). Bazı olgularda bu histolojik tiplerin kombinasyo­ mutasyona uğradığını (“ alan etkisi” ) düşündürmektedir. Bu
nu görülebilir (ör. küçük hücreli karsinom ve adenokar­ verimli topraklardaki bu hücreler yeni mutasyonları birikti­
sinom). Sigara ile ilişkisi en kuvvetli olan akciğer kanser­ rerek en sonunda kansere dönüşmektedir.
leri skuamöz hücreli karsinom ve küçük hücreli karsi- Bir grup adenokarsinom, özellikle Uzakdoğu kökenli si­
nomdur. Muhtelemen ABD'deki sigara içme alışkanlıkla­ gara içmeyen kadınlarda gelişenler epiderm al büyüm e
rındaki değişiklikler nedeniyle, adenokarsinom son yıl­ fa k tö r reseptöründe (EG FR ) aktive edici mutasyonlar
larda skuamöz hücreli karsinomu geçerek en sık görülen içerir. Bu tüm örler EGFR sinyalleşmesini inhibe eden bir di­
akciğer kanseri tipi olmuştur. Adenokarsinomlar kadın­ zi ajana duyarlıdır, ancak bu yanıt sıklıkla kısa ömürlüdür.
larda, sigara içmeyenlerde ve 45 yaş altındaki bireylerde EGFR ve K-RAS mutasyonları adenokarsinomların %30’ un-
de en sık görülen primer akciğer kanseri tipidir. da bulunur ancak iki mutasyon bir arada görülmez, yani bi­
• Son yıllara kadar akciğer karsinomları İlci ana grup ola­ rinin varlığında diğeri yoktur. Adenokarsinomların %4-
rak sınıflandırılmaktaydı: küçük hücreli akciğer kanse­ 6’ sında EML4-ALK tirozin kinaz füzyon genleri ve c-MET ti-
ri (KHAK) ve küçük hücreli dışı akciğer kanseri rozin kinaz gen amplifikasyonları görülür. Bu anomaliler
(KHDAK). KE1DAK adenokarsinomları, skuamöz hüc­ ender olmakla birlikte, tirozin kinaz inhibitörleri ile hedef-
reli karsinomları ve büyük hücreli karsinomları kapsar. lenebildiklerinden terapötik öneme sahiptirler. EGFR, ALK
ve MET üretimine neden olan genetik değişikliklerin bulun­
® Tarihsel olarak böyle bir ayrım yapılmasının esas nedeni
ması, tüm öre ait genetik özelliklerinin ilaç seçimini belirle­
bütün KHAK'lerin tanı anında metastaz yapmış olmaları
diği yeni bir dönemi, “ kişiye yönelik” akciğer kanseri teda­
ve hastaların cerrahi kür şanslarım kaybetmiş olmaları
visi dönemini başlatmıştır.
idi. Bu nedenle KHAK'lerin tedavi şekli radyoterapin ya
506 BÖLÜM 12 Akciğer

Karsinojenik etkileri itibariyle sigaranın ve daha az M ORFOLOJİ


oranda diğer çevresel ajanların akciğer kanserlerine yol
açan esas genetik değişikliklerden sorumlu olduğuna dair Akciğer karsinomları tipik olarak sert, gir-beyaz renkli kü­
güçlü kanıtlar mevcuttur. çük mukozal lezyonlar olarak başlar, intraluminal kitle ola­
Akciğer kanserinin yaklaşık %90’ ı aktif sigara içicilerinde rak ortaya çıkabilir, bronşiyal mukozayı infiltre edebilir ya
ve sigarayı yeni bırakmış olanlarda görülmektedir. Akciğer da komşu akciğer parankimini iter tarzda büyüyen büyük
kanseri sıklığı ile paket-yıl şeklinde hesaplanan sigara içicili­ kitle olarak gelişebilir. Büyük kitlelerin bazıları santral nek­
ği arasında neredeyse lineer bir korelasyon gösterilmiştir. roza ikincil olarak kavitasyon gösterebilir ya da fokal kana­
Yoğun sigara içicilerindeki (20 yıl boyunca günde iki paket) ma alanları içerebilir. En sonunda bu tüm örler plevraya uza­
artmış risk içmeyenlere göre 60 kat fazladır. Ancak, yoğun nabilir, plevral boşluğu ve göğüs duvarını infiltre ederek
içicilerin sadece %11’ inde akciğer kanseri gelişmesi, bu komşu intratorasik organalara yayılabilir. Lenfatik ya da he-
ölümcül hastalığın patogenezinde başka predispozan fak­ matojen yolla daha uzak yayılım meydana gelebilir.
törlerin de rol oynaması gerektiğini düşündürmektedir. Skuam öz hücreli karsinom Sar erkeklerde daha sıktır
Tam açıklığa kavuşmamış nedenlerden dolayı kadınların tü­ ve sigara öyküsü ile yakından ilişkilidir; ana bronşlarda
tündeki karsinojenlere karşı duyarlılığı erkeklerde göre da­ san tral o la rak gelişme eğilimi vardır ve nihayetinde lokal
ha fazladır. Sigaranın bırakılması zaman içinde akciğer kan­ hiler lenf nodlarına yayılım meydana gelir. Bununla birlikte,
seri gelişme riskini azaltmakla birlikte, bu risk hiçbir zaman diğer histolojik tiplerle karşılaştırıldığında toraks dışına da­
taban seviyelere inmeyebilir. Akciğer kanserin gelişimini ça­ ha geç çıkar. Büyük lezyonlarda santral nekroz sonucu ka­
buklaştıran genetik değişiklikler sigarayı bırakmış kişilerin vitasyon meydana gelebilir. İnvazif skuamöz hücreli karsi­
bronş epitelinde yıllarca devam edebilir. Pasif içicilik (sigara noma sıklıkla karakteristik olarak öncül preneoplastik lez­
içicilerinin akrabası) akciğer kanseri gelişme riskini içme­ yonlar eşlik eder. Skuamöz hücreli karsinomların öncesinde
yenlere göre yaklaşık iki kat artırır. Pipo ve puro içmek de sıklıkla yıllar içerisinde gelişen sku am ö z m etaplazi ya da
bu riski bir m iktar artırır. d isp lazi, daha sonra da yine yıllar sürebilecek bir karsi­
Diğer etkenler etkilerini ya sigara ile birlikte gösterirler nom a im situ dönemi vardır (Resim 12-45). Bu süre bo­
ya bazı akciğer kanserlerinden tek başına sorumludurlar; yunca, lezyon asemptomatik ya da radyografilerde sapta-
radyoaktif cevher madencilerinde, asbest işçilerinde ve ar­ namayacak durumda olsa bile, balgam ya da bronş yıkama
senik, krom , uranyum, nikel, vinil klo rü r ve hardal gazına sıvısına ait sitolojik yaymalarda atipik hücreler görülebilir.
maruz kalan işçilerde neoplazi insidansı bu şekilde artmış­ Nihayetinde küçük bir neoplazm ana bronş lümenini tıka­
tır. Asbest maruziyeti sigara içmeyenlerde akciğer kanseri maya başlayan iyi sınırlı bir kitle haline gelince semptomatik
riskini beş kat artırır. Tersine, akciğer ka nseri gelişme evreye ulaşır; sıklıkla distalde atelektazi ve enfeksiyon mey­
risk i asbeste m a ru z kalm ış yoğun içicilerde, asbest dana gelir. Aynı anda lezyon çevre akciğer parankimini de
m aru ziy e ti olm ayan ve sigara içm eyenlere göre 55 infiltre eder (Resim 12-46, A). Bu tüm örlerin histolojik gö­
k a t y ü k se k tir. rünümü keratin incileri (Resim 12-46, B) ve intersellüler
Sigara ve diğer çevresel etkenler akciğer kanserinin köprülerin görüldüğü iyi diferansiye skuamöz hücreli karsi-
önemli birer nedeni olmakla birlikte, tütün dumanına ma­ nomdam, sadece çok az skuamöz hücre özelliklerinin bu­
ruz kalan bireylerin hepsinde kanser gelişmediği bilinmek­ lunduğu az diferansiye neoplazm arasında değişkenlik gös­
tedir. Karsinojenlerin mutajenik etkilerinin herediter (gene­ terir.
tik) faktörlerle ilişkili olması kuvvetle muhtemeldir. Pek çok A d en o karsin o m la r skuamöz hücreli karsinomlar gibi
kimyasal maddenin (prokarsinojenler) bir kanserojene dö­ santral lezyon şeklinde görülebilir ancak genellikle daha
nüşmesi için P-450 monooksijenaz enzim sistemi yoluyla p e rife rik yerleşim lid ir ve çoğunda santral skar bulunur.
metabolik olarak aktive olması gerektiğini hatırlayınız (Bö­ Adenokarsinom kadınlarda ve sigara içmeyenlerde en sık
lüm 5). P-450 genleriyle ilgili spesifik genetik polimorfizmi görülen akciğer kanseri tipidir. Genel olarak adenokarsi­
olan bireylerin, sigara dumanında bulunan prokarsinojenle- nomlar diğer tüm ör alttiplerine göre daha yavaş büyür ve
ri metabolize etme kapasitelerinin artmış olduğunu dair ka­ daha küçük kitleler meydana getirir, ancak öte yandan da­
nıtlar mevcuttur. Bu bireyler muhtemelen akciğer kanseri ha erken yaygın metastaz yapma eğilimindedir. Histolojik
gelişimi açısından en yüksek riski taşırlar. Benzer şekilde, incelemede değişik tipleri vardır: asin er (b ez o luşturan)
tütün ilişkili karsinojen maruziyeti nedeniyle perferik kan (Resim 12-47, C), papiiler, müsimöz (eskiden müsinöz
lenfositlerinde kromozom kırıkları olan bireyler (mutajen bronkioloalveoler karsinom olarak bilinirdi. Bu tüm ör sık­
sensitivite genotipi), akciğer kanseri gelişimi açısından kont­ lıkla multifokal olup pnömoni benzeri konsolidasyona yol
rol grubuna göre 10 kat daha fazla risk taşırlar. açar) ve solid. Solid varyantın adenokarsinomatöz kökeni­
Kansere yol açan değişiklikler dizisi en iyi skuamöz hüc­ ni kanıtlamak için sıklıkla özel boyalarla intrasellüler müsin
reli karsinomlarda gösterilmiştir; ancak diğer histolojik alt- yapımının gösterilmesi gerekir.
tiplerde de benzer bir sıra mevcuttur. Sigara dumanına ma- Rezeke edilmiş adenokarsinomların proksimalindeki
ruziyetin yoğunluğu ile epitelyal histolojik görünüm arasın­ epitelde skuamöz metaplazi ve displazi görülebilmekle bir­
da doğrusal bir ilişki mevcuttur, invazif kanser gelişim süre­ likte, bunlar bu tümörün prekürsöz lezyonları değildir. Pe­
cinde önce zararsız bir bazal hücre hiperplazisi ve skuamöz riferik adenokarsinomların prekürsörünün atip ik adeno-
metaplazi, daha sonra skuamöz displazi ve karsinoma in si­ m atö z hiperplazi (A A H ) olduğu düşünülmektedir (Re­
tu ve ardından invazif karsinom meydana gelir. Epitelyal de- sim 12-47, A). AAH adenokarsinoma in situ’ya (eski adıy­
iğşiklikler bu süreçte gittikçe daha şiddetlenir. A kciğ er la bronkiyoloalveolar karsinom), minimal invazif adenokar­
kanserin in ana h isto lo jik a lttip leri arasın d a tütün sinoma (çapı 3 cm’den küçük ve invazif komponenti 5 mm
m aru ziy e ti ile en yakından ilişkili o lan lar skuam öz veya altında olan tüm ör) ve invazif adenokarsinoma (invaz-
ve k ü çü k hücreli ka rsin o m lard ır. yon derinliği 5 mm üzerinde olan herhangi çaptaki tüm ör)
ilerler. Mikroskopik incelemede A AH iyi sınırlı bir epitelyal
Akciğer Tümörleri

Resim 12-45 Skuamöz hücreli karsinomun öncü lezyonları invaziv tümörün görülmesinden yıllar önce ortaya çıkabilir. A -C , Sigaraya
bağlı hasarlanmada, respiratuar epiteldeki en erken (ve hafif) değişiklikler şunlardır: goblet hücre hiperplazisi (A), bazal hücre (veya rez­
erv hücre) hiperplazisi (B) ve skuamöz metaplazi (C). D, Skuamöz epitelin düzensiz dizilimi, nükleer polarite kaybı, nükleer hiperkro-
mazi, pleomorfizm ve mitotik figürler ile karakterize skuamöz displazi daha ciddi bir bulgudur. E ve F, Skuamöz displazi hafif, orta ve
şiddetli displazi evrelerini takip ederek progresyon gösterebilir. Karsinoma in situ (CIS) (E) çabucak invazif skuamöz karsinoma ilerler (F).
CİS’te bazal membran yıkımının olmaması dışında, sitolojik bulgular invazif karsinom ile benzerdir. CIS tedavi edilmediği sürece invazif
kansere ilerler.
(A - E Dr. Adi Gazdar, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern M edical School, Dallas. F, Travis WD, Colby TV, Corrin 8 , e t. al [e d s]: World Health Or­
ganization Histological Typing o f Lung and Pleural Tumours. Heidelberg, Springer, 1999 izni ile).

Resim 12-46 A, Skuamöz hücreli karsinom genellikle santral (hiler) kitle olarak başlar ve burada görüldüğü gibi komşuluğundaki peri-
ferik parenkime doğru büyür. B, Keratinizasyon ve keratin incileri içeren iyi diferansiye skuamöz hücreli karsinom.
508 BÖLÜM 1 2 Akciğer

Jl .

Resim 12-47 Akciğerin glandüler lezyonları A , küboidal epitel ve hafif interstisyel fibrozis ile karakterize atipik adenomatöz hiperplazi.
B, Alveoler çatı boyunca invazyon yapmadan gelişim gösteren adenokarsinoma in situ, müsinöz alttip. C, Bez yapıları oluşturan adenokar-
sinom; küçük resimde akciğer adenokarsinomlarının çoğunda görülen tiroid transkripsiyon faktörü 1 (TTF-1) pozitivitesi görülüyor.

proliferasyon odağı (kalınlığı 5 mm veya altında) olarak gö­ gili fare modelleri üzerinde yapılan çalışmalar, bronkiyoloal-
rülür. Küboidal ya da alçak kolumnar epitel ile karakterize veoler duktus bileşkesinde bronkiyoloalveoler kök hücre­
olup, epitel değişen oranlarda nükleer hiperkromazi, ple- ler (BAKH) adı verilen bir multipotent hücre popülasyonu
om orfîzm , nükleol belirginliği gibi atipi içerirr; atipi hiçbir varlığını göstermiştir. Periferik akciğer zedelenmesinden
zaman adenokarsinomlardaki kadar şiddetli değildir. Gene­ sonra multipotent BAKH’ ler çoğalır ve bu alandaki normal
tik çalışmalar A AH lezyonlarının monoklonal olduğunu ve hücre tiplerini (bronkiyoler Clara hücrelerini ve alveoler
adenokarsinomlardaki pek çok moleküler anomaliyi içerdi­ hücreleri) yeniden oluşturarak, epitel rejenerasyonunu ko­
ğini göstermiştir (ör. K-RAS mutasyonları). laylaştırır. BAKH’ lerin karsinogenezi başlatan onkojenik
A d en o karsin om a in situ (A IS ), eski ad ıyla bron- olaylara maruz kalarak (örneğin somatik K-RAS mutasyo-
kiyo lo alveo lar ka rsin o m , sıklıkla akciğerin periferik kı­ nu) normal “ kontrol” mekanizmalarından kaçtığı ve böyle-
sımlarında ve tek nodül şeklinde görülür. AIS’ in karakteris­ ce akciğer adenokarsinomlarının meydana geldiği varsayıl­
tik özellikleri çapının 3 cm ’nin altın d a olm ası ve alve­ maktadır.
o la r yapının ko runm uş o lm asıd ır (Resim 12-47, B). B ü yü k hücreli karsin o m lar küçük hücreli karsino-
Tüm ör hücreleri nonmüsinöz, müsinöz ya da mikst tipte mun sitolojik özelliklerini taşımayan ve glandüler ya da sku-
olabilir ve tüm öre bir çatı oluşturan alveoler septalar bo­ amöz diferansiasyon göstermeyen indiferansiye malign epi-
yunca tek sıra halinde büyür (bu görünüme çit üzerinde di­ telyal tümörlerdir. Hücreler tipik olarak büyük nukleuslara,
zilmiş kelebeklere benzediğinden “ lepidik” büyüme pater- belirgin nükleollere ve orta genişlikte sitoplazmalara sahip­
ni adır verilir). Tanım gereği, AIS’te alveoler yapının parça­ tir. Büyük hücreli karsinomlar muhtemelen diferansiasyonla-
lanması ya da stromal invazyon ve desmoplazi yoktur. Bu rını ışık mikroskopik incelemede tanınamayacak kadar kay­
özellikler varsa lezyona artık adenokarsinom denir. Kolon­ betmiş olan skuamöz hücreli karsinomlar ya da adenokarsi-
daki adenom-karsinom sekansına benzer olarak, bazı inva- nomlardır. Ultrastrüktürel incelemede çok az miktarda
zif akciğer adenokarsinomlarının atipik adenomatöz hi- glandüler ya da skuamöz diferansiasyon sıklıkla mevcuttur.
perplazi-adenokarsinoma in situ-invazif adenokarsinom sı­ K ü çü k hücreli akciğ er k a rsin o m ları (KHAK) genel­
rasını izlediği öne sürülmektedir. Akciğer zedelenmesi ile il­ likle soluk gri renkli san tral yerleşim li k itle şeklinde gö-
İK :<F .yflv5£££3i*C'-~ İ5 -'-'-
İ,__ i a s a K-;
m

Akciğer Tüm örleri 509

rülürler. Tüm ör akciğer parankimine ilerlemiş ve hiler ve


mediastinal lenf nodlarını erken dönemde tutmuştur. Sık
m itotik figür dikkati çeker (Resim 12-48). Tüm ör kü çü k
olarak adlandırılmakla birlikte, neoplastik hücreler genellik­
le lenfositlerin iki katı büyüklüğündedir. Nekroz varlığı de­
ğişmeyen bir bulgudur ve yoğun olabilir. Tümör hücreleri
oldukça frajildir ve küçük biyopsi örneklerinde sıklıkla par­
çalanarak “ ezilme artefaktı” içerir. Küçük hücreli karsino-
mum bir başka özelliği ise nükleer molding’dir. Nükleer
molding dar sitoplazmalı hücrelerin birbirlerine yakın ko­
nuşlanması sonucu meydana gelir ve en iyi sitolojik örnek­
lerde görülür. Bu tüm örler sıklıkla çeşitli nöroendokrin be­
lirteçleri eksprese ederler (Tablo 12-8); ayrıca paraneop-
lastik sendromlara yol açan bir dizi polipeptid hormon sal­
gılarlar (aşağıya bakınız).
Resim 1 2 -4 8 Küçük koyu bazofilik hücreler ve nekroz alanları ile
Kom bine tü m ö rle r için çok fazla söze gerek yoktur.
karakterize küçük hücreli karsinom ( s o l ü s t ) . Dam ar duvarlarının
Akciğer karsinomlarının bir kısmı birden fazla, bazen daha
n e kro tik tü m ö r hücrelerine ait ezilmiş D N A ile bazofilik boyan­
fazla hücre tipine ait diferansiasyon gösterir (Tablo 12-7). masına dikka t ediniz (Azzopardi etkisi).
Bu bulgu da tüm örün tek bir multipotansiyel progenitor
hücreden köken aldığını düşündürmektedir.
Bahsedilen tüm örlerin hepsinde er ya da geç karinada,
mediastende, boyun (skalen nodlar) ve klaviküler bölgeler­ nirin dağılım alanında şiddetli ağrıya ya da H orner sendro-
deki lenf nodlarında metastaz saptamak mümkündür. Sol muna (ipsilateral enoftalmi, ptoz, miyoz ve anhidrozis) yol
supraklavikuler nod (W irchow nodu) tutulumu özellikle açarbilirler. Bu şekildeki apikal tüm örler bazen Pancoast
karakteristiktir ve bazen gizli kalmış bir primer tüm ör için tü m ö rü olarak adlandırılır; beraberinde klinik bulguların
uyarıcı olabilir. Bu kanserler ilerlediğinde sıklıkla plevral ya da olmasına Pancoast sendromu adı verilmektedir. Panco­
da perikardiyal boşluğa yayılırlar ve inflamasyon ile effüzyo- ast tümörüyle birlikte sıklıkla birinci ve ikinci kostalar, ba­
na neden olurlar. Superior vena kava’ya bası yaparak ya da zen de torasik vertebralar parçalanır. Diğer kanserlerde
infîltre ederek venöz konjesyon ya da vena kava sendromu primer tüm örün büyüklüğünü ve yaygınlığını belirlemeye
meydana getirirler (Bölüm 9). Apikal tüm örler brakiyal ya yönelik tüm ör-lenf nodu-metastaz (TN M ) kategorileri ta­
da servikal sempatik pleksusu infiltre edebilirler ve ulnar si- nımlanmıştır.

Tablo 12-8 Küçük Hücreli Akciğer Karsinomu (KHAK) ile Küçük Hücreli Dışı Akciğer Karsinomunun (KHDAK) Karşılaştırması

Özellikler KHAK KHDAK


Histoloji Dar sitoplazma; küçük, hiperkrom atik nükleuslar Geniş sitoplazma; pleomorfik nükleuslar
ve ince kromatin paterni; nükleoller belirsiz; ve kaba kromatin paterni; nükleoller
diffüz hücre tabakaları sıklıkla belirgin; glandüler ya da
skuamöz yapı
Nöroendokrin belirteçler Genellikle var Genellikle yok
Örneğin, elektron mikroskopide dens kor
grandiler; kromogranin, nöron-spesifik
enolaz ve sinaptofizin ekspresyonu
Epitelyal belirteçler Var Var
Epitelyal membran antijen,
karsinoembriyonik antijen ve sitokeratin
intermediyer filamentler
Müsin Yok Adenokarsinomlarda var
Peptid hormon üretimi Adrenokortikotropik hormon, antidiüretik Skuamöz hücreli karsinomda paratiroid
hormon, gastrin salıcı peptid, kalsitonin hormon ilişkili peptid (PTH-rp)
Tüm ör süpressör gen anomalileri
3p delesyonları >%90 >%80
Rb mutasyonları ~%90 ~%20
p 1 6 / C D K N 2A mutasyonları ~%10 >%50
P 5 3 mutasyonları >%90 >%50
Baskın onkogen anomalileri
K R A S mutasyonları Nadir ~%30 (adenokarsinomlar)
EG F R mutasyonları Yok ~%20 (adenokarsinomlar, sigara
içmeyenler, kadınlar)
ALK yeniden düzenlenmeleri Yok %4-6 adenokarsinomlar, sigara
içmeyenler, sıklıkla taşlı yüzük
m orfolojili tip
Kemoterapi ve radyoterapi yanıtı Sıklıkla tam yanıt var ancak her zaman rekürrens Nadir ancak tam yanıt var
olur
510 BÖLÜM 1 2 Akciğer

K linik Seyir davisi ve ALK mutasyonları içerenlerde ALK inhibitörleri-


Akciğer lcarsinomları sessiz, sinsi lezyonlardır. Olguların nin eklendiği kombine kemoterapiler de mümkündür.
çoğu semptomlar meydana gelene kadar yayılmış olduk­ • Akciğer kanseri için en önemli risk faktörü sigaradır; ka­
larından cerrahi rezeksiyon yapılamaz. Lokalize ve reze- dınlardaki ve sigara içmeyenlerdeki en sık kanser adeno-
ke edilebilecek evredeki tümörlerde bazen kronik öksü­ karsinomlardır.
rük ve balgam uyarıcı birer işaret olabilir. Zamanla ses • Prekürsör lezyonlar skuamöz displazi (skuamöz hücreli
kısıldığı, göğüs ağrısı superior vena kava sendromu, pe- kanser için) ve bazı adenokarsinomlar için atipik adeno-
rikardiyal ya da plevral effüzyon, kalıcı segmental ate- matöz hiperplazi ve adenokarsinoma in situ’dur (eski adıy­
lektazi ya da pnömonitis şeklinde bulgu verebilir. Prog- la bronkiyoloalveoler karsinom).
nozu kötüdür. Sıklıkla tümör çeşitli organlara metastatik • Çapı 3 cm ve altında olan ve stromal invazyon yapmadan
yayılımın meydana getirdiği semptomlar ile ortaya çıkar; sadece mevcut alveoler çatı üzerinde büyüyen (lepidik pa-
beyin yayılımında mental ya da nörolojik değişiklikler, tern) tüm örler artık adenokarsinoma in situ olarak adlan­
karaciğer yayılımında hepatomegali ve kemik metastaz­ dırılmaktadır.
larında ağrı gibi. Adrenaller metastatik hastalık ile he­ • Akciğer kanserleri, özellikler KHAK’ler paraneoplastik
men tümüyle tutulsa bile, adrenal fonksiyonları devam sendromlara yol açabilirler.
ettirecek düzeyde kortikal hücre adaları genellikle kaldı­
ğı için adrenal yetmezlik (Addison hastalığı) nadirdir.
Karsinoid Tümörler
Genel olarak KHDAK'ler KHAK'lerden daha iyi prog-
noza sahiptir. KHDAK'ler (skuamöz hücreli karsinomlar Karsinoid tümörler malign tümörler olup neoplastik hüc­
ve adenokarsinomlar) metastaz ya da lokal yayılım yap­ reler sitoplazmalarmda dens kor nörosekretuar grandi­
madan önce saptanabilirse lobektomi ya da pnömonek- ler içerir ve nadiren de hormonal aktif polipeptidler sal­
tomi ile kür söz konusu olabilir. Öte yandan KHAK'ler, gılayabilir. Tipik (düşük dereceli) ve atipik (orta derece­
primer tümör küçük ve lokalize görünse dahi tanı anın­ li) karsinoid olarak ikiye ayrılır; her ikisi de sıklıkla cer­
da her zaman çoktan yayılmışlardır. Bu nedenle cerrahi rahi olarak rezeke edilebilir ve kür elde edilebilir. Bazen
rezeksiyon geçerli bir tedavi değildir. Kemoterapiye ol­ multipl endokrin neoplazi sendromunun bir parçası ola­
dukça duyarlıdırlar ancak daima rekiirrens gösterirler. rak ortaya çıkabilir (Bölüm 19). Bronşiyal karsinoidler
Tedaviye rağmen ortalama sağkalım 1 yıldır. erken yaşta (ortalama 40 yaş) meydana gelirler ve tüm
Akciğer kanserli hastaların %3 -10'unda klinik olarak pulmoner neoplazilerin %5'ini oluştururlar.
belirgin paraneoplastik sendromlann geliştiği tahmin edil­
mektedir. Paraneoplastik sendromlar şunlardır; (1) pa-
ratiroid hormon ilişkili peptid salmımma bağlı hiperkal- MORFOLOJİ
semi (osteolitik lezyonlar da hiperkalsemiye yol açabilir
Karsinoidlerin çoğu ana bronşlardan köken alır ve burada
ancak bu bir paraneoplastik sendrom değildir [Bölüm iki şekilde büyür; (1) lümeni tıkayan polipoid, yuvarlak, int­
5]); (2) Cushing sendromu (artmış adrenokortikotropik raluminal bir kitle (Resim 12-49, 4) ya da (2) bronş duvarı­
hormon yapımına bağlı olarak); (3) uygunsuz antidilire- nı penetre ederek peribronşiyal dokuya yayılan mukozal
tik hormon salımmı sendromu; (4) nöromuskuler send­ bir plak-buna yaka-düğme lezyonu denir. Bu penetran lez­
romlar; myastenik sendrom, periferik nöropati ve po- yonlar geniş bir yüzeyle akciğer parankimine ilerlerler ve
limyozit gibi; (5) çomak parmaklar (clubbing) ve hipert- bu nedenle oldukça iyi sınırlıdırlar. Periferik karsinoidler da­
rofik pulmoner osteoartropati; (6 ) koagülasyon bozuk­ ha nadirdir. Karsinoidlerin %5-15’ i klinik bulgu verdiğinde
lukları; migratuar tromboflebit, nonbakteriyel endokar- hiler lenf nodlarına metastaz yapmıştır; uzak metastazlar
dit ve dissemine intravasküler koagülasyon gibi. Deney­ nadirdir. Histolojik olarak tip ik ka rsin o id ler intestinal sis­
lerle kalsitonin ve diğer ektopik hormonların salımmı temdeki karsinoidler gibi yuvalar halinde dağılım gösteren
da gösterilmiştir ancak bu ürünler genellikle bir sendro- üniform hücrelerden meydana gelir. Tümör hücreleri düz­
ma yol açmamıştır. Hiperkalsemi en sık skuamöz hücre­ gün yuvarlak nukleuslu, “ tuz-biber” kromatinli olup mitoz
yoktur ya da nadirdir ve pleomorfîzm hafiftir (Resim
li neoplazilerle, hematolojik sendromlar ise adenokarsi-
12-49, B). ÂtipiSc Erareinoiid tüm örler daha yüksek mitoz
nomlarla birlikte görülür. Diğer sendromlar küçük hüc­
oranına sahiptir (ancak küçük hücreli ya da büyük hücreli
reli neoplazilerde çok daha sık ortaya çıkmakla birlikte karsinomlardakinden azdır) ve fokal nekroz içerirler. A tipik
istisnalar mevcuttur. tüm örlerin lenf nodu metastazı ve uzak metastaz yapma
insidansı tipik karsinoidlere göre daha fazladır. Tipik karsi-
noidlerden farklı olarak atipik tüm örlerin %20-40’ ında
( ) ÖZET TP53 mutasyonları görülür. Tipik. ka rsin o id , a tip i karsi»
ve Ecüfülc hücreli karsin o m pulm oner nöroen-
Akciğer Karsinomları dokrim tü m ö rle r sp ektrum u n un histo lo jik agresivi-
* D ö rt ana histolojik alttipi şunlardır: adenokarsinom (en tesi ve maligraite potansiyeli g iderek artan tü m ö rler
sık), skuamöz hücreli karsinom, büyük hücreli karsinom d izisi felçlinde düşünülebilir.
ve küçük hücreli karsinom.
• Bunların her biri klinik ve genetik olarak ayrı özellikler ta­
Çoğu karsinoid tümör intraluminal büyümeleriyle
şır. KHAK’ler en iyi kemoterapi ile tedavi edilirler çünkü
ilişkili belirti ve bulgu verir (ör. öksürük, hemoptizi ve
hemen hepsi tanı anında metastatiktir. Diğer karsinomlar
akciğere sınırlı iseler cerrahi ile tedavi edilebilirler. EGFR
relcürren bronşiyal ve pulmoner enfeksiyonlar). Perife­
mutasyonu gösteren adenokarsinomlarda anti-EGFR te­ rik tümörler sıklıkla asemptomatiktir ve göğüs grafile-
rinde rastlantısal olarak saptanırlar. Nadiren karsinoid
Plevral Lezyonlar 511

Resim 12-49 Bronşiyal karsinoid. Â , Sferik, soluk bir kitle şeklinde büyüyerek bronş lümenine sarkan bir karsinoid (ok) B, Küçük, yuvar­
lak, uniform hücreler ve orta genişlikte sitoplazma ile karakterize histolojik görünümü.
(D r. Thom as K ra u sz, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Chicago P ritz k er School o f M e d icin e , Chicago, Illinois, izni ile).

sendroma (aralıklı diare, kızarma (flushing) ve siyanoz) tadan kalktığında kalıcı etki bırakmadan düzelir. Tersi­
yol açarlar. Tipik karsinoidler için bildirilen 5 ve 10 yıl­ ne, fibrinöz, hemorajik ve süpüratif eksudalar fibröz or­
lık sağ kalım oranları %85'in üzerinde iken, atipik karsi­ ganizasyona yol açarak yapışıklıklara, fibröz plevral ka­
noidler için 5 ve 10 yıllık sağ kalım oranları sırasıyla %56 lınlaşmaya ve bazen hafif ya da yoğun kalsifikasyonlara
ve %35'tir. En agresif nöroendokrin akciğer tümörü olan neden olabilir.
KHAK hastalarının sadece %5'i 10 yıl sonra hayatta ka­
labilmektedir. Pnömotoraks, Hemotoraks ve Şilotoraks

Pnömotoraks plevral kesede hava ya da başka gazların


PLEVRAL LEZYONLAR varlığıdır. Genç, sağlıklı görünen, genellikle erkek ve bi­
linen akciğer hastalığı olmayan erişkinlerde oluşabilir
Plevranm patolojik tutulumu, nadir istinalar dışında, alt­ (basit ya da spontan pnömotoraks) ya da amfizem ve
ta yatan akciğer hastalığının sekonder bir komplikasyo­ kosta kırıkları gibi bazı torakal veya akciğer hastalıkları
nudur. Otopside sekonder enfeksiyon ve plevral yapışık­ sonucu meydana gelebilir (sekonder pnömotoraks). Se­
lık özellikle sık görülen bir bulgudur. Primer hastalıklar­ konder pnömotoraks plevral yüzeye yakın herhangi bir
dan önemli olanları (1 ) primer intraplevral bakteriyel akciğer lezyonunun rüptüre olmasıyla solunan havanın
enfeksiyonlar ve (2 ) plevranm malign mezotelyoma olarak plevral kaviteye geçişi sonucu oluşur. Bu akciğer lezyon-
adlandırılan primer neoplazmıdır. ları arasında amfizem, akciğer absesi, tüberküloz, karsi-
nom ve daha az görülen diğer çeşitli lezyonlar sayılabi­
Plevral Effüzyon ve Plöritis lir. Yüksek basınçlı mekanik ventilator desteği de sekon­
der pnömotoraksı tetikleyebilir.
Plevral effüzyonda (plevral boşlukta sıvı varlığı) sıvı Pnömotoraksm çeşitli komplikasyonları olabilir. Top-
transuda ya da eksuda niteliğinde olabilir. Biriken sıvı valf kaçağı tansiyon pnömotoraksa yol açarak mediasti­
transuda ise bu duruma hidrotoraks adı verilir. KKY ne­ nal şifte neden olabilir. Pulmoner dolaşım bozukluğu
deniyle gelişen hidrotoraks plevral boşlukta sıvı biriki­ meydana gelebilir ve durum ölümcül olabilir. Kaçak ka­
minin muhtemelen en sık nedenidir. Eksuda 2.9 gm/ panır ve akciğer birkaç hafta içerisinde tekrar ekspanse
dL'nin üzerinde protein içeriği ile karakterizedir ve sık­ olmaz ise (spontan ya da medikal veya cerrahi girişim
lıkla inflamatuar hücreler bulunur. Eksuda varlığı plöri- ile), bir daha tam olarak ekspanse olmasına engel olacak
tisi akla getirir. Plevral eksuda oluşturan dört ana neden kadar fazla skar oluşabilir. Bu olgularda plevral kavitede
şunlardır: (1 ) pulmoner enfeksiyonun direkt uzanımıyla seröz sıvı birikerek hidropnömotoraks meydana gelir.
ya da kan yoluyla mikrobiyal invazyon (süpüratif plöritis Uzamış kollapsta akciğerler enfeksiyona duyarlı hale ge­
ya da amply em)', (2 ) kanser (akciğer karsinomu, akciğer lir. Plevral kavite ile akciğerler arasındaki bağlantı kalıcı
ya da plevral yüzeye metastatik neoplazmlar, mezotelyo­ olduğunda plevral kavitede de enfeksiyonlar ortaya çı­
ma); (3) pulmoner infarktüs ve (4) viral plöritis. Eksuda- kabilir. Bu nedenle pnömotoraksm önemli bir kompli­
tif plevral effüzyonun diğer nedenleri ise sistemik lupus kasyonu da ampiyemdir (pyopnömotoraks).
eritematozus, romatoid artrit, üremi ve geçirilmiş toraks Hemotoraks, plevral boşlukta tam kan (kanlı effüzyo­
cerrahisidir. Malign effüzyonlar karakteristik olarak bol nun tersine) birikimi hemen daima ölümcül bir durum
hacimlidir ve sıklıkla kanlıdır (hemorajik plöritis). Sitolo- olan intratorasik aort anevrizması rüptrünün bir komp­
jik incelemede malign hücreler ve inflamatuar hücreler likasyonudur. Kanlı plevral effiizyonlarm tersine, hemo-
görülebilir. toraksta plevral boşluktaki kan pıhtılaşır.
Nedeni ne olursa olsun, transudalar ve seröz eksuda- Şilotoraks içerdiği lipid mikroglobülleri nedeniyle süt
lar genellikle etken kontrol altında alındığında ya da or­ görünümündeki lenfatik sıvının plevrada birikimidir. Sı-
512 BÖLÜM 12 Akciğer

viran total hacmi çok olmayabilir ancak şilotoraks her


zaman önemli bir bulgudur çünkü majör lenf damarla­
rındaki sıklıkla intratorasik kanserlerin (ör. lenfoma gibi
primer ya da sekoner medyastinal bir neoplazm) neden
olduğu bir obstrüksiyona işaret eder.

Malign Mezotelyoma
Malign mezotelyoma mezotel hücrelerinin nadir görülen
kanseridir. Genellikle pariyetal ya da viseral plevradan
köken almakla birlikte çok daha az sıklıkta periton ve
perikardda da meydana gelir. Havadaki asbeste mesleki
maruziyet ile ilişkili olduğundan oldukça önem taşımak­
tadır. Mezotelyomalı hastaların yaklaşık %50'sinde as­
best maruziyeti öyküsü vardır. Asbestle doğrudan temas
halinde olanlarda (tersane çalışanları, madenciler, yalı­
tım işçileri) bu risk en fazla olmakla birlikte, malign me­
zotelyoma asbest fabrikası yakınlarında yaşayanlarda ya
da asbest işçilerinin akrabalarında da görülmektedir.
Malign mezotelyoma gelişimi için latent period uzundur.
Sıklıkla ilk maruziyetten 25 ila 40 yıl sonra ortaya çıkar.
Bu durum mezotelyal hücrelerde neoplastik dönüşüm
için çok sayıda somatik genetik olayın gerektiğini düşün­
Resim 1 2 -5 0 Malign mezotelyom a. ikiye kesilmiş akciğeri saran
dürmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, sigara ve as­ kalın, sert, beyaz plevral tü m ö r görülüyor.
best maruziyetinin birlikteliği akciğer kanseri riskini büyük
ölçüde artırır ancak malign mezotelyoma riskini artırmaz.

ÜST SO LU N U M YOLU
M ORFOLOJİ
LEZYONLARI
Malign mezotelyomaların öncesinde bilgisayarlı tomografi
kesitlerinde kolaylıkla görülebilen sıklıkla dens plevral fib- Akut Enfeksiyonlar
rozis ve plak oluşum u mevcuttur. Bu tüm örler lokalize
bir alanda başlar ve zamanla çevreye doğru genişleyerek ya Üst solunum yollarının akut enfeksiyonları insanlardaki
da plevral yüzey üzerinde ilerleyerek geniş alana yayılır. en sık hastalıklardan birisi olup, en sık "soğuk algınlığı"
Otopside, etkilenmiş akciğerin tip ik o larak sarı-beyaz şeklinde kendini gösterir. Klinik özellikleri iyi bilinmek­
re n k li, se rt, bazen je la tin ö z bir ta b ak a oluşturan tü ­ tedir: nazal konjesyon ve beraberinde sulu akıntı; hapşı­
m ör ile sarılı olduğu g örülür. Tümör plevral boşluğu rık; boğazda kaşıntı, kuruluk ve ağrı; özellikle küçük ço­
doldurur (Resim 12-50). Uzak metastazlar nadirdir. Neop­
cuklarda belirgin olan hafif ateş. En sık etken rhinovi-
lazm toraks duvarını ya da subplevral akciğer dokusunu di­
rüslerdir ancak koronavirüsler, respiratuar sinsityal vi­
rekt invaze edebilir. Normal mezotelyal hücreler bifaziktir;
rüsler, parainfluenza ve influenza virüsleri, adenovirüs-
hem plevrayı döşeyen hücreleri, hem de alttaki fîbröz do­
kuyu meydana getirirler. Bu nedenle, histolojik olarak me-
ler, enterovirüsler ve bazen A grubu |3-hemolitik strepto­
zotelyomalar şu üç şekilden biri şeklinde kendini gösterir: koklar. Olguların önemli bir kısmında (yaklaşık %40) et­
(1) kübik hücrelerin tubuler ve m ikrokistik boşlukları döşe­ ken belirlenememektedir; muhtemelen henüz tanımlan­
diği ve küçük papiller yapılar oluşturduğu epitelyal tip; en mamış virüsler etkendir. Bu enfeksiyonların çoğu son­
sık görülen ve akciğer adenokarsinomu ile en fazla karışan bahar ve kış aylarında ortaya çıkar ve kendi kendini sı­
tiptir; (2) iğsi, bazen fîbroblastik görünümdeki hücre taba­ nırlar (genellikle bir hafta ya da daha az sürer). Soğuk
kalarından meydana gelen sark o m a tö z tip ve (3) hem sar- algınlığı olguların küçük bir kısmında bakteriyel otitis
komatöz, hem de epitelyal alanların görüldüğü bifazik tip. medya ya da sinüzit gelişimi ile karakterize komplike
olabilir.
Soğuk algınlığına ek olarak, üst solunum yolları en­
Asbest akciğerden atılamadığmdan ve metabolize edi­ feksiyonları farinks, epiglot ya da larinkste de belirti ve
lemediğinden lifler vücutta ömür boyu kalır. Bu nedenle bulgu verir. Boğazda ağrı şeklinde kendini gösteren akut
maruziyet sonrası meydana gelen risk zamanla azalmaz farenjitten bir dizi patojen sorumludur. Soğuk algınlığına
(sigarada durum farklıdır; sigara bırakıldıktan sonra risk sıklıkla hafif farenjit ile birlikte bir miktar fizik muaye­
azalır). Asbest liflerinin daha çok mezotelyal tabakaya ne bulguları da eşlik eder; farenjit en sık bu şekilde gö­
yakın alanlarda biriktiği ve burada potansiyel olarak on- rülür. |3-hemolitik streptokok ve adenovirüs enfeksiyon­
kojenik mutasyonlardan sorumlu DNA hasarına neden larında belirgin hiperemi ve eksuda ile karakterize daha
olan reaktif oksijen türleri meydana getiridiği var sayıl­ şiddetli tonsillitler meydana gelir. Streptokoksik tonsilli-
maktadır. Malign mezotelyomalarda iki tümör süpressör ti tanımak ve erken tedavi etmek önemlidir çünkü peri-
gene ait (kromozomal lokus 9p21'deki p26/CDKN2A ve tonsiller abse ("anjin") ya da poststreptokoksik glomerü-
kromozomal lokus 22ql2'deki NF2) gözlenmiştir. lonefrit ve akut romatizmal ateş riski ile birliktedir. Cox-
Ust Solunum Yolu Lezyonları 513

sackievirus A enfeksiyonu farinkste veziküller ve ülser­ karsinom ve indiferansiye karsinomdur. İndiferansiye


ler meydana getirebilir (herpanjina). Epstein-Barr virüsü karsinom en sık görülen ve EBV ile en yakından ilişkili
tarafından meydana gelen enfeksiyöz mononükleoz olan varyanttır. Hücre sınırları zor seçilen ("sinsityal"
önemli bir bir farenjit nedenidir ve etken ile daha önce büyüme bulgusu) ve belirgin eozinofilik nükleol içeren
karşılaşmamış bireyler arasındaki sık geçiş şekli nede­ geniş epitelyal hücreler ile karakterizedir. Bölüm ll'd e
niyle "öpüşme hastalığı" olarak bilinir. tanımlandığı gibi, enfeksiyöz mononükleozda EBV B
Akut bakteriyel epiglotit, esas olarak epiglotta H.influ- lenfositleri direkt enfekte eder ve ardından belirgin bir
enza enfeksiyonu olan küçük çocuklarda görülen bir reaktif T lenfosit proliferasyonu meydana gelir. Bunun
sendrom olup, ana bulguları ağrı ve havayolu obstrüksi- sonucunda periferik kanda atipik lenfositoz, lenf nodla-
yonudur. Başlangıcı anidir. Bu çocuklarda havayolunu rmda da büyüme ortaya çıkar. Benzer şekilde, nazofa­
açık tutamamak ölümcül sonuçlar doğurabilir. H. influ- rinks karsinomunda da sıklıkla belirgin bir matür lenfo­
enzaya karşı geliştirilen aşılar bu hastalığın insidansım sit akışı görülür. Bu tümörler bu nedenle "lenfoepitelyo-
önemli oranda azaltmıştır. ma" olarak adlandırılırlar. Ancak bu terim bir yanlış ad­
İrritan maddelerin inhalasyonu ya da allerjik reaksi­ landırmadır, çünkü ne lenfositler neoplastik sürecin bir
yonlar sonucu akut larenjit gelişebilir. Ayrıca soğuk algın­ parçasıdır, ne de bu tümörler benigndir. Reaktif lenfosit­
lığına neden olan ajanlar tarafından da meydana getiri­ lerin bulunduğu bir zeminde büyük neoplastik hücrele­
lebilir ve larinks yanısıra genellikle farinks ve nazal pa­ rin varlığı Non-Hodgkin lenfomalarm görünümüne ben­
sajları da tutabilir. Larenjitin nadir ancak önemli iki for­ zer ve malign hücrelerin epitelyal doğasını kanıtlamak
mundan da kısaca söz etmek gerekir: tüberküler ve difte- için immünhistokimyasal boyalar gerekebilir. Nazofa­
ritik. Tüberküloz larenjit hemen her zaman uzamış aktif rinks karsinomları lokal invazyon gösterir, servikal lenf
tüberkülozun bir sonucudur ve enfekte balgamın çıka­ nodlarma yayılır ve ardından uzak odaklara metastaz
rılması sırasında meydana gelir. Difterik larenjit ise ney­ yapar. Radyosensitiftirler ve ileri evre kanser hastaların­
se ki küçük çocukların difteri toksinine karşı yaygın aşı­ da bile %50 oranında 5 yıllık sağkalım bildirilmektedir.
lanması sayesinde nadir bir hastalık haline gelmiştir. In­
hale edildikten sonra üst solunum yolları mukozasında­ Larinks Tümörleri
ki Corynebacterium diphtheriae içeren odaklardan kuv­
vetli bir ekzotoksin salınarak mukozal epitelde nekroza Larinkste epitelyal ve mezenkimal kökenli çeşitli non-
ve yoğun fibrinopürülan eksudaya yol açarak difterinin neoplastik lezyonlar, benign ve malign neoplazmlar
klasik yüzeyel, kirli gri psödomembranım meydana ge­ meydana gelebilir. Bunlardan sadece vokal kord nodül-
tirir. Bu enfeksiyonun başlıca zararları psödomembra- leri, papillomlar ve skuamöz hücreli karsinomlar söz et­
nın yerinden ayrılıp aspirasyonu (ve bu şekilde ana ha­ meyi gerektirecek sıklıktadır. Bu lezyonlarm tümünde
vayollarının obstrüksiyonu) ve bakteriyel ekzotoksinle- en sık görülen bulgu ses kısıklığıdır.
rin emilmesidir (myokardit, periferik nöropati ya da di­
ğer organ hasarlarına yol açar). Nonmalign Lezyonlar
Çocuklarda parainfluenza virüsü laringotrakeobron-
Vokal kord modülleri ("polipleri") sıklıkla gerçek vokal
şitin, daha yaygın adıyla krup'un en sık nedenidir ancak
kordlarda lokalize olan düzgün, yarıküre şeklinde (ge­
respiratuar sinsityal virüs gibi diğer ajanlar da bu duru­
nellikle 0.5 cm çaptan küçük) uzantılardır. Nodüller fib-
ma neden olabilir. Krup kendi kendini sınırlar ancak ür­
röz dokudan meydana gelir ve yüzeyi çok katlı skuamöz
kütücü inspiratuar stridora ve kaba, persistan öksürüğe
mukoza ile kaplıdır. Epitel genellikle intakttır ancak di­
yol açabilir. Bazı olgularda laringeal inflamatuar reaksi­
ğer vokal kordun yarattığı kontakt travma nedeniyle ül­
yon havayolunu solunum yetmezliğine yol açacak kadar
sere olabilir. Bu lezyonlar esas olarak yoğun sigara içen­
daraltabilir. Üst solunum yolunun viral enfeksiyonları
lerde ve şarkıcılarda (şarkıcı nodülü) görülür ve bu ne­
hastaları sekonder bakteriyel enfeksiyonlara, özellikle
denle ses tellerinin kronik irritasyonu ya da kötü kulla­
stafilokoklara, streptokoklara ve H.influenza'ya karşı du­
nımı sonucu meydana geldiğini akla getirmektedir.
yarlı hale getirir.
Laringeal papillom ya da skuamöz papillom larinksin
genellikle gerçek vokal kordlarmda yerleşim gösteren,
Nazofarinks Karsinomu
yumuşak, böğürtlen benzeri ve nadiren 1 cm çaptan bü­
Nazofarinks karsinomu nadir ve birkaç yorum yapmayı yük kabartılar oluşturan benign bir neoplazmıdır. Histo­
gerektiren bir tümördür çünkü (1) EBV ile kuvvetli epi- lojik olarak merkezinde fibrovaskiiler kor bulunan ve
demiyolojik bağlantısı vardır ve (2) Çinliler arasında sık yüzeyleri tipik çok katlı skuamöz epitel ile örtülü çok sa­
görüldüğünden genetik duyarlılık zemininde viral onko- yıda, ince uzun, parmak şeklinde uzantılar şeklinde gö­
genez olasılığını akla getirmektedir. EBV enfeksiyonun­ rülür. Papillomlar vokal kordlarm serbest kenarına yer­
da virüsün önce konağın nazofarinks epitelinde replike leştiklerinde travma sonucu ülserasyon ve hemoptizi
olduğu, ardından da hemen komşuluğunda yer alan ton- meydana gelebilir.
sillerdeki B lenfositleri enfekte ettiği düşünülmektedir. Papillomlar erişkinlerde genellikle tek, ancak çocuk­
Bazı bireylerde bu süreç epitelyal hücrelerde transfor- larda sıklıkla çok sayıdadır. Çocuklarda tipik olarak ek-
^masyona neden olur. Bir başka EBV ilşkili tümör olan sizyon sonrasında rekürrens gösterdiklerinden rekürren
Burkitt lenfomalardan farklı olarak (Bölüm 11), Asya'nın respiratuar papillomatozis (RRP) olarak adlandırılır. Bu
endemik alanları dışında meydana gelenler dahil tüm lezyonlar insan papilloma virüs (HPV) tip 6 ve 11 tara­
nazofarinks karsinomlarmda EBV genomu bulunur. fından meydana getirilir, malignleşmez ve sıklıkla pu-
Üç histolojik varyantı vardır. Bunlar keratinize sku- bertede spontan regresyon gösteririr. Kanseröz dönü­
amöz hücreli karsinom, nonkeratinize skuamöz hücreli şüm nadirdir. Çocuklardaki en sık görülme nedeni en-
514 BÖLÜM 12 Akciğer

fekte anneden doğum sırasında vertikal geçiştir. Bu ne­ Subglottik tümörler klinik olarak sessiz olma eğilimin­
denle son yıllarda reprodüktif yaştaki kadınları HPV tip dedir ve genellikle ilerlemiş hastalık olarak kendini gös­
6 ve 1 1 enfeksiyonlarına karşı korumak için geliştirilen terir. Cerrahi, radyoterapi ya da kombine tedavi ile bir­
HPV aşıları çocukları RRP'den de koruma fırsatı sağla­ çok hastada kür sağlanabilir ancak olguların yaklaşık
maktadır. üçte biri hastalık nedeniyle hayatlarını kaybeder. Ölüm
nedeni genellikle distal solunum yollarının enfeksiyonu
Larinks Karsinomu ya da yaygın metastaz ve kaşeksidir.
Larinks karsinomu tüm kanserlerin %2'sini meydana
getirir. En sık 40 yaşından sonra görülür ve erkeklerde TEŞEKKÜR
kadınlara oranla daha sıktır (cinsiyet oranı 7:1). Gelişi­ Bu bölüme katkılarından dolayı Dr. Anirban Maitra'ya teşekkürlerimi­
zi sunarız.
minde çevresel etkenler oldukça önemlidir; olguların
neredeyse tümü sigara içenlerde görülür ancak alkol ve
KAYNAKLAR
asbest maruziyeti de rol oyanayabilir. Tümörlerin
American Thoracic Society/; European Respiratory Society: Internati­
%15'inde HPV DNA dizileri tespit edilmiştir; bu olgular
onal Multidisciplinary Consensus Classification of the Idiopathic In­
diğer karsinomlara göre daha iyi prognozlu olma eğili­ terstitial Pneumonias. This joint statement of the American Thora­
mindedir. cic Society (ATS) and the European Respiratory Society (ERS) was
Larinks karsinomlarınm %95'i tipik skuamöz hücreli adopted by the ATS board of directors, June 2001 and by the ERS
Executive Committee, June 2001. Am J Respir Crit Care Med
kanserlerdir. Nadiren, muhtemelen müköz bezlerden
165:277, 2002. [İki ana trans-Atlantic akciğ er derneğinin interstisyel
köken alan adenokarsinomlar da görülür. Olguların pn öm on iler kon u su n da sözü geçen sınıflam ası.]
%60-75'inde tümör direkt olarak vokal kordlar üzerinde Baughman RP, Lower EE, du Bois RM: Sarcoidosis. Lancet 361:1111,
gelişir (glottik tümör), ancak kordlarm üzerinde (sup­ 2003. [S arkoidoza duyarlılığı belirleyen g en etic polim orfizm lerin rolü ko­
nusundaki k an ıtlan ve tedavi seçen eklerin i kapsayan , konunun iyi bir
raglottik; %25-40) ve altında da (subglottik; %5'ten az)
özeti.]
meydana gelebilir. Larinksin skuamöz hücreli karsino­ Beasley MB: Smoking-related small airway disease—a review and up­
mu in situ lezyonlar olarak başlar ve daha sonra inci gri­ date. Adv Anat Pathol 17:270, 2010. [Sigara ile ilişkili hastalıklarda kü­
si renkte, mukozada kırışık plaklar şeklinde ve nihaye­ çük h a v a y o lla n hastalığının histolojik bulgulan ve patogen ezi konulu
tinde ülserleşen ve mantar şeklinde lezyonlar halinde derlem e.]
Collard HR, King TE Jr: Demystifying idiopathic interstitial pneumo­
görülür (Resim 12-51). Glottik tümörler genellikle kera­ nia. Arch Intern Med 163:17, 2003. [in terstisyel pn öm on ileri diğer pııl-
tinize, iyi-orta derecede diferansiye skuamöz hücreli m o n er fib r o z is n eden lerin den ayıran h istopatolojik ve klin ik özelliklerin
karsinomlardır ancak nonkeratinize, az diferansiye tü­ derlem esi, idiopatik pu lm oııer fib ro z is e ve bu türün tanınm asının önem i­
mörler de görülebilir. Çevresel karsinoj enlere tekrarla­ ne özel vurgu yapılm aktadır.]
Cosio MG, Saetta M, Agusti A: Immunologic aspects of chronic obst­
yan maruziyet sonucu gelişen lezyonlarda beklendiği gi­ ructive pulmonary disease. N Engl J Med 360:2445, 2009. [KOAH'na
bi, komşu mukozada skuamöz hücre hiperplazisi, disp- yol açan m ekan izm aların m ükem m el bir derlem esi.]
lazi odakları hatta karsinoma in situ bile görülebilir. Davies D, Wicks J, Powell RM, et al: Airway remodeling in asthma:
Larinks karsinomu kendini klinik olarak ses kısıldığı new insights. J Allergy Clin Immunol 111:215, 2003. [A stm a patoge-
n eziyle ilişkili y ap ısal değişiklikler ve h avayolu yen id en m odellennıesi ve
ile gösterir. Tümörün larinks içindeki yerleşiminin prog- astm aya p o tan siy el duyarlılık oluşturabilecek a d a y g en polim rfizm leri
noz üzerinde önemli etkisi vardır. Örneğin glottik tü­ kon u su n da bir derlem e.]
mörlerin yaklaşık %90T tanı anında larinks ile sınırlıdır. Eramo A, Haas TL, De Maria R: Lung cancer stem cells: tools and tar­
Birincisi, vokal kordun hareketlerini etkiledikleri için gets to fight lung cancer. Oncogene 29:4625, 2010. [A kciğer kan seri
k ö k hü creleri ve tanısal, prognostic v e terapötik etkileri konusunda günü­
hastalığın erken evrelerinde semptom verirler; İkincisi m üzde bilinenlerin derlem esi.]
de, glottik bölge lenfatik ağdan fakirdir ve larinks dışına Frieden TR, Sterling TR, Munsiff SS, et al: Tuberculosis. Lancet
yayılım nadirdir. Tersine, supraglottik larinks lenfatik 362:887, 2003. [Tüberkülozdaki global eğilimler, multi-ilaç direncinin or­
boşluklardan zengindir ve bu tümörlerin yaklaşık üçte taya çıkışı ve h a lk sağlığı yönünden p rim er koru nm a ön lem leri konusun­
da bir klinik derlem e.]
biri bölgesel (servikal) lenf nodlarma metastaz yapar. Hogg JC, Timens W: The pathology of chronic obstructive pulmonary
disease. Annu Rev Pathol 4:435, 2009. [K O A H patogen ezi konusunda,
inflam asyon, doku onarım ve yen iden m odellen m esi v e KOAH'da küçük
h av a y o lla n hastalığının rollerini vurgulayan ayrıntılı bir derlem e.]
Horowitz JC, Martinez FJ, Thannickal VJ: Mesenchymal cell fate and
phenotypes in the pathogenesis of emphysema. COPD 6:201, 2009.
[A m fizem patogen ezin e g en etik faktörler, in flam asyon ve sigara içiminin
ken disin i de ka p sa y a n çevresel fa k tö rlerin toplu halde katkıda bulundu­
ğunu d estekley en kanıtlar ü zerin e m ükem m el bir irdelem e.]
Jones KD: An update on lung cancer staging. Adv Anat Pathol 17:33,
2010. [Akciğer kanseri evrelemesinde tumor-nod-metastaz (TNM)
kriterleri konulu derleme.]
King PT: The pathophysiology of bronchiectasis. Int J Chron Obstruct
Pulmon Dis 4:411, 2009. [Broıışektazinin patolojisi, ilişkili durum lar ve
m ikrobiyolojisi konusunda bir derlem e.]
Meyers DA: Genetics of asthma and allergy: what have we learned? J
Allergy Clin Immunol 126:439, 2010. [A stım v e allerjiye duyarlılık ve
hastalığın şiddeti konusundaki anlayışa g en etik yaklaşım ların güncellen­
m esi.]
Noguchi M: Stepwise progression of pulmonary adenocarcinoma—cli­
nical and molecular implications. Cancer Metastasis Rev 29:15,
Resim 1 2 -5 1 Supraglottik yerleşim li (gerçek vokal kordun üstün­ 2010. [A den okarsin om u n progresyonunu m olek ü ler değişiklikler ile iliş-
de) laringeal skuamöz hücreli karsinom ( o k ) . kilendirm ektedir.]
Üst Solunum Yolu Lezyonları 515

Rabinovitch M: Pathobiology of pulmonary hypertension. Annu Rev Travis WD, Brambilla E, Noguchi M, et al: International Association
Pathol 2:369, 2007. [P ulm oner hip ertan siy on nedenlerinin güncel ka v ­ for the Study of Lung Cancer/American Thoracic Society/European
ranılan.] Respiratory Society international multidisciplinary classification of
Rimal B, Greenberg AK, Rom WN: Basic pathogenetic mechanisms in lung adenocarcinoma. J Thorac Oncol 6:244, 2011. [Klinik, radyolo­
silicosis: current understanding. Curr Opin Pulm Med 11:169; jik , histolojik, m olekü ler ve prognostik özellikleri k a p say an yen i adeno-
2005. [Silikaya m aruziyetin nasıl p u lm on er hastalığa y o l açtığı üzerine karsinonı sınıflam ası.]
bir derlem e; bu m ineral tozun potan siy el karsinojenilc rolünü çevreleyen Tsushima K, King LS, Aggarwal NR, et al: Acute lung injury review.
ihtilaflar da irdelenm ektedir.] Intern Med 48:621, 2009. [A kut akciğer h a ş a n /a k u t solunum sıkıntısı
Runo J, Loyd J: Primary pulmonary hypertension. Lancet 361:1533, sendrom unun tanım, insidens, sonuç, patogen ez ve tedavisini içerm ekte­
2003. [Bu antitenin genetiği, patofizyolojisi, klinik belirtileri ve tedavi dir.]
o p siy on la n ile ilgili ay n n tılı bir derlem e.] Varella-Garcia M: Chromosomal and genomic changes in lung cancer.
Sekido Y, Fong KM, M inna JD: Molecular genetics of lung cancer. An­ Cell Adh Migr 4:1, 2010. [A kciğer kan serin d e hücre çoğalm a ve diferan-
nu Rev Med 54:73, 2003. [A kciğer kan serlerin in tem elin de yatan m ole- siasyonunu ve apoptotik yolakları etkileyen rekürran g en om ik değişiklik­
kü ler m oleküller anorm allikler, özellikle de KH A K 'lannı KHDAK'larından lerin ve bunların h ed efe y ön elik tedavideki uygulam aları konusunda ay­
ayıranlar, ile ilgili kon u su n da olağanüstü bir derlem e.] rıntılı derlem e.]
Simonneau G, Robbins IM, Beghetti M, et al: Updated clinical classifi­ Walter MJ, Holtzmann MJ: A centennial history of research on asthma
cation of pulmonary hypertension. J Am Coll Cardiol 30:54, 2009. pathogenesis. Am J Respir Cell Mol Biol 32:483, 2005. [Astına pato-
[P atofizyolojik m ekanizm alar, klinik prezan tasyon ve tedavi yaklaşım la- gen ezi konusundaki 100 yıllık araştırm alardaki ön em li kilom etre taşları­
nnı tem el alan klinik bir sınıflam adır.] nı anlatan m ükem m el bir özet.]
Stewart S, Rassi D: Advances in the understanding and classification Ware LB: Pathophysiology of acute lung injury and the acute respira­
of pulmonary hypertension. Histopathology 54:104, 2009. [Pulm o­ tory distress syndrome. Semin Respir Crit Care Med 27:337, 2006.
ner hiperta n siy on d aki g en etik ve m oleküler m ekan izm alar ile histopato- [ARDS'nun patogenezinin m ü kem m el bir irdelem esi.]
lojik bulgular kon u su n daki güncel g elişm eleri tanım lam aktadır.]
\

I
^ ^ s^ A S S sssr ıg a g ^ t-^ ^ g a a g a a a vvrrw m N fm & im m M m sm z I ~ --3gfe>::. •:■:-; - ■ : - -;---- ~

Hedefe yönelik tedavi için


s » » » »

studentconsult.com adresine bakınız.

Böbrek ve Topla/ıcı Sistem

BÖLÜM İÇERİĞİ

Böbrek Hastalıklarının Klinik Akut Tubuler Hasar 537 Otozomal Resesif (Çocukluk Çağı)
G örünüm leri 517 Kan Damarlarını Etkileyen Polikistik Böbrek Hastalığı 544
G lom erül Hastalıkları 518 Hastalıklar 538 Kist içeren Medüller Hastalıklar 544
Glomerül Hasarının ve Glomerül Arteriyonefroskleroz 539 Ü riner A kım O bstrüksiyonu 545
Hastalıklarının Mekanizmaları 519 Malign Hipertansiyon 539 Böbrek Taşları 545
Nefrotik Sendrom 523 Trombotik Mikroanjiopatiler 540 Hidronefroz 545
Nefritik Sendrom 529 K ro n ik Böbrek Hastalığı 541 T ü m ö rle r 547
Hızlı ilerleyen Glomerülonefrit 531 Böbreğin K istik Hastalıkları 542 Böbreğin Tümörleri 547
Tubulleri ve İnterstisyum u Etkileyen Basit Kistler 542
Hastalıklar 533 Otozomal Dominant (Erişkin) Polikistik
Tubulointerstisyel Nefrit 533 Böbrek Hastalığı 542

Böbrek; metabolizma artıklarının atılması, vücut suyu


ve tuzunun düzenlenmesi, asit dengesinin sağlanması,
BÖBREK HASTALIKLARININ
çeşitli hormon ve prostaglandinlerin salgılanması gibi K LİN İK SONUÇLARI
birçok önemli fonksiyonları olan, karmaşık yapıda bir
Böbrek hastalıklarının klinik görünümleri oldukça iyi
organdır. Böbrek hastalıkları, yapısı kadar karmaşıktır. tanımlanmış sendromlara ayrılabilir. Bazıları glomerül
Fakat böbrek hastalıklarının incelenmesi etkilemiş oldu­ hastalıklarına özgüdür; diğerleri çeşitli böbrek bozuk­
ğu dört bileşene ayrılarak kolaylaştırılmıştır: bunlar; glo- lukları ile paylaşılır. Sendromlar anlatılmadan önce bir­
merüller, tubuluslar, interstisyum ve kan damarlarıdır. kaç terim tanımlanmalıdır.
Bu klasik yaklaşım yararlıdır. Çünkü bu doku bileşenle­ Azotemi, kan üre azotu (blood urea nitrogen) (BUN)
rinden herhangi birini etkileyen hastalığın erken belirti­ ve kreatinin seviyelerinin yükselmesidir ve genellikle
leri farklı olma eğilimindedir. Ayrıca, bazı yapılar böb­ azalmış glomerül filtrasyon hızını (GFH) yansıtır. GFH
rek hasarının spesifik tiplerine daha duyarlıdır. Örne­ intrinsik böbrek hastalığı ya da böbrek dışı sebepler so­
ğin; glomerül hastalıkları sıklıkla immünolojik yolla olu­ nucu azalabilir. Azotemi birçok böbrek hastalığında olu­
şur, buna karşılık tubuler ve interstisyel hastalıklar bü­ şur; ancak böbrek dışı bozukluklarla da ortaya çıkabilir.
yük olasılıkla toksik ve enfeksiyöz ajanların etkisiyle Prerenal azotemiye; parenkimal hasar olmaksızın böb­
oluşurlar. Bununla birlikte; bazı hastalıklar birden fazla reklerdeki perfüzyon azlığı (parenkimal hasar yokluğunda
yapıyı etkiler ve böbrek yapılarının birbirleri ile olan GFH'nı azaltır) sonucunda rastlanır. Postrenal azotemi
fonksiyonel bağımlılığı; birinde oluşan hasarın hemen böbrek seviyesinin altında idrar akışında engel bulunan
daima ikincil olarak diğerlerini de etkileyeceği anlamını durumlar sonucu ortaya çıkar. Engelin ortadan kaldırıl­
taşır. Böylece, şiddetli glomerül hasarı peritubuler vas- masını izleyerek azotemi hemen düzelir.
Azotemi, klinik bulgular ve sistemik biyokimyasal
küler sistemdeki akışı azaltır. Buna karşılık tubuler ha-
anormalliklere sebep olduğunda üremi olarak adlandırı­
rabiyet glomerül içi basıncı arttırarak, sitokin ve kemo-
lır. Üremi yalnızca böbreğin boşaltım fonksiyonunda yet­
kinleri indükleyerek glomerülde skleroza sebep olabilir.
mezlik ile karakterize olmayıp, böbreği zedeleyen meta-
Böylece, kaynağı ne olursa olsun, kronik böbrek hastalı­ bolik ve endokrin değişiklikler de olaya eşlik eder. İlave­
ğında sonuçta dört doku bileşeni de yıkıma gider ve son ten, sekonder gastrointestinal (ör; üremik gastroenterit),
evre böbrek hastalığı ile sonlanır. Bu nedenle böbrek has­ nöromiisküler (ör; periferik nöropati) ve kardiyovasküler
talığının erken belirti ve bulguları hastalığın başlatıcı se­ (ör; üremik fibrinli perikardit) tutulumlar vardır.
beplerini belirlemede özellikle önemlidir ve bu nedenle Şimdi başlıca renal sendromlarm kısa tanımlarına
her hastalığın tartışmasında belirtilecektir. Böbreğin dönelim:
fonksiyonel rezervi geniştir; böbrek fonksiyon bozuklu­ • Nefritik sendrom, sıklıkla makroskobik hematüri (id­
ğu ortaya çıkmadan önce önemli zedelenme oluşmuş rarda eritrositler ve eritrosit silendirleri), hafiften orta
olabilir. dereceye kadar proteinüri, azotemi, ödem ve hiper-
518 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

tansiyonun akut başlangıcının hakim olduğu glome- ® Podositler; bazal membranm lamina rara eksternasma
rüler hasar sonucu oluşur. Akut poststreptokokal glo- komşu ve içine gömülü anastomozlaşan uzantılara sa­
merülonefrit klasik ortaya çıkış şeklidir. hip yapısal olarak karmaşık hücrelerdir. Bitişik ay aksı
» Nefrotik sendrom; ağır proteinim (erişkinlerde günde uzantılar 20-30-nm genişliğinde filtrasyon yarıkları ile
3.5 gr.'dan fazla atılımı), hipoalbuminemi, şiddetli ayrılırlar. Filtrasyon yarıkları büyük bir kısmı nefrin-
ödem, hiperlipidemi ve lipidüri (idrarda lipid) ile ka- den oluşmuş (ileride anlatılacak) ince bir diyafram ile
rakterize bir glomerül sendromudur. köprüleşir.
• Asemptomatik hematüri veya nefrotik olmayan prote- ® Glomerül yumağı, kapillerler arasında yer alan rne-
inüri; ya da bu ikisinin birleşimi, sıklıkla gizli ya da zangiyal hücreler tarafından desteklenmiştir. Bazal
hafif glomerül anormalliklerinin bir bulgusudur. membran benzeri mezangiyal ara madde içerisinde
• Hızlı ilerleyen glomerülonefrit (rapidly progressive glome­ mezangiyal hücreler yaygın bir ağ oluştururlar. Me-
rulonephritis) ciddi glomerül hasarı ile ilişkilidir; bir­ zenkimal orijinli olan bu hücreler kasılabilir, prolife-
kaç gün ya da haftalar içinde renal fonksiyon kaybı ile rasyon yeteneğine sahiptir, kollajen ve diğer matriks
sonuçlanır. Mikroskobik hematüri, dismorfik eritro­ bileşenleri içerisinde yer alır ve biyolojik yönden aktif
sitler ve idrar sedimentinde eritrosit silendirleri ve ha­ mediyatörler salgılar.
fif ya da orta derecede proteinüri ile bulgu verir.
• Akut böbrek haşan; ani başlamış azotemi ile birlikte Normal olarak glomerül filtrasyon sistemi, sıradışı bir
oligüri ya da anüri (idrar akışı yoktur) hakimdir. Bu şekilde suya ve küçük çözünenlere karşı geçirgendir; al-
tablo, glomerüler hasar (hızlı ilerleyen glomerülonef­ bümin büyüklüğündeki ve molekül ağırlığındaki mole­
rit gibi), interstisyel hasar, vasküler hasar (trombotik küllere ise (70.000kDa protein) tamamen impermeabl-
mikroanjiopati gibi) ya da akut tubuler hasar ile ken­ dir. Bu seçici permeabilite, glomerül bariyer fonksiyonu
dini gösterir. olarak bilinir ve çeşitli protein molekülleri arasında bo­
• Kronik böbrek hastalığı, üreminin uzamış semptomları yutlarına göre (daha büyükse daha az geçirgen), yükle­
ile karakterizedir ve böbrekte herhangi bir sebeple rine göre (daha katyoniklere daha geçirgen) ve şekilleri­
ilerleyici bir skarlaşmanm sonucudur; diyaliz ya da ne göre ayrım gösterir. Normal bariyerin özellikleri; ka­
transplantasyon gerektiren son evre böbrek hastalığı piller duvarın karmaşık yapısına, GBM'm bütünlüğüne,
ile son bulabilir. duvarda bulunan birçok anyonik moleküllere (asidik
• İdrar yollan enfeksiyonu, bakteriüri ve piyüri (idrarda proteoglikanlar, epitelyal ve endotelyal hücre kılıfının si-
bakteri ve lökosit görülmesi) ile karakterizedir. En­ yaloglikoproteinleri) bağlıdır. Podositler de glomerül bari­
feksiyon semptomlu ya da semptomsuz olabilir, sade­ yer fonksiyonunun devamı için esas olan hücrelerdir. Podo-
ce böbreği (pyelonefrit) ya da mesaneyi (sistit) etkile­ sit yarık (slit) diyaframları plazma proteinleri için önem­
yebilir. li difüzyon bariyerleridir ve büyük oranda GBM bileşen­
• Nefrolitiyazis (böbrek taşları), renal kolik, hematüri lerinin sentezinden sorumludur.
(eritrosit silendirleri olmaksızın) ve tekrarlayan taş Son birkaç yıl içinde, glomerül filtrasyon bariyerinin
oluşumu ile bulgu verir. moleküler yapısı hakkında çok şey öğrenilmiştir. Nefriıı,
Bu renal sendromlara ilaveten, sıklıkla böbrek fonksiyon bir transmembran glikoproteini olup, komşu ayaksı çı­
bozukluğu ile ilişkili semptom ve bulgular ile karşımıza kıntılar arasındaki yarık diyaframların esas bileşenidir.
çıkan, idrar yolu obstruksiyonu ve böbrek tümörleri daha Komşu ayaksı çıkıntılardan nefrin molekülleri birbirleri­
sonra tartışılacaktır. ne yarık diyaframın merkezindeki disülfid köprüleri ile
bağlanır. Nefrinin intrasellüler kısmı çeşitli hücre iskele­
ti ve uyarı proteinleri ile etkileşime girer. (Resim 13-1'e
GLOMERÜL HASTALIKLARI bakınız). Nefrin ve podosin de dahil olmak üzere, nefrin
ile ilişkili proteinler, glomerül filtrasyon bariyerinin seçi­
Glomerülü etkileyen bozukluklar böbrek hastalıklarının ci geçirgenliğini devam ettirmesinde kritik bir role sahip­
klinik olarak önemli bir bölümünü kapsar. Glomerül, iki tir. Bu rol, nefrin ve onun ortak proteinlerinin mutasyon-
epitel yaprağı ile çevrelenmiş, anastamozlaşan kapiller larmın görüldüğü bazı nadir herediter hastalıklarda çar­
ağından oluşur. Visseral epitel (podositlerden oluşur) pıcı bir şekilde gösterilmiştir ve plazma proteinlerinin id­
kapiller duvarın intrinsik kısmıdır; oysa pariyetal epitel rara anormal kaçağı ile ilişkili olarak nefrotik sendroma
Bowman boşluğunu (üriner boşluk) döşer. Bowman sebep olmaktadır (daha sonra anlatılmışta). Bu gözlem,
boşluğu (üriner boşluk) plazma ultrafiltratınm ilk top­ yarık diyaframının yapı ve fonksiyonundaki edinsel de-
landığı kavitedir. Glomerül kapiller duvar süzücü bir fektlerin, nefrotik sendromun belirleyicisi olan proteinü-
membran olup aşağıdaki yapılardan oluşmuştur (Resim rinin önemli bir mekanizması olduğunu düşündürür.
13-1 ve 13-2): Glomerüller bir grup sistemik hastalığın seyri sırasın­
® Her fenestrasyonu yaklaşık 70-100 ran çapında olan da ve çeşitli mekanizmalar ile de zedelenebilir (Tablo 13-
ince bir katman halinde pencereli (fenestrasyonlu) en- 1). Sistemik lupus eritematozus gibi immünolojik hasta­
dotel hücreleri. lıklar; hipertansiyon ve hemolitik üremik sendrom gibi
• Kaim, elektron geçirmeyen merkezi kısım olan lamina vasküler bozukluklar; diabetes mellitus gibi metabolik
deıısa, elektron geçirgen periferik tabakalar olan lami­ hastalıklar, Alport sendromu gibi saf herediter durumlar
na rara interna ve lamina rara eksterna’dan oluşan glo­ sıklıkla glomerülleri etkiler. Bu hastalıklar ikincil (sekon-
merül bazal membranı (GBM). GBM; kollajen (çoğun­ der) glomerüler hastalıklar olarak isimlendirilirler ve böb­
lukla tip IV), laminin, polianyonik proteoglikanlar, reğin tek başına ya da ön planda tutulmuş olduğu du­
fibronektin ve diğer glikoproteinlerden oluşmuştur. rumlardan ayırtedilmelidir. Bu son durum çeşitli tipte
Glomerül Hastalıkları 519

GLOMERÜL

Kapiller Üriner boşluk


yumak
Mezangium

Mezangial hücre
Mezangial matriks
Eritrosit

Endoteldeki
Proksimal
tubulus

Üriner boşluk

Kapiller
lümeni

Pariyetal
epitel

Bazal
membran

Viseral
epitel
(psödositler)
Ayaksı
uzantılar

Endotel

Bazal membran Eritrosit Ayaksı uzantılar '—


Sinyal ve hücre iskelet
proteinleri

Podosit ayaksı uzantılar

Ayaksı çıkıntılar arasında yarık diyafram


oluşturan nefrin molekülleri

Resim 13-1 Normal glomerülün bir lobunun şematik görünümü.

primer glomerül hastalıklarından oluşmuştur ve daha son­ (GN) antikorlar ile kolayca oluşturulabilinir ve yine
ra bu bölümde anlatılacaktır. Sistemik hastalıklardaki GN'li hastalarda, glomerüllerde immünglobülin ve çeşit­
glomerül değişiklikleri başka kısımlarda tartışılacaktır. li kompleman bileşenlerinin birikimleri sıklıkla bulun­
maktadır. Hücre-aracılı immün mekanizmalar da bazı
Glomerül Hasarı ve Hastalıklarının Patogenezi glomerül hastalıklarında rol oynar.
İki şekilde antikor ilişkili zedelenme saptanmıştır: (1 )
Her ne kadar, etiyolojik etkenler ve tetikleyici mekaniz­ Çözünür (solübl) dolaşan antijen-antikor kompleksleri­
malar hakkında çok az şey bilinse de, primer glomerül nin glomerüllerde birikimi ile oluşan zedelenme ve (2 )
hastalıklarının birçok tipinin altında ve sekonder glome­ glomerülün doğrudan kendisi ile reaksiyon veren anti­
rül hastalıklarının çoğunda immün mekanizmaların bu­ korun (in situ) oluşturduğu zedelenme; bu antikor ya iç
lunduğu açıktır. Deneysel şartlarda glomerülonefritler yapıda (intrinsik) çözünür olmayan sabit glomerül anti-
520 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

sipcırum malaryası) veya spiroket (Treponema pallidum)


enfeksiyonlarını izleyen glomeriilonefritlerde olduğu gi­
bi eksojen kaynaklı olabilir. Membranoproliferatif GN
(MPGN) olgularının çoğunda olduğu gibi, sıklıkla olayı
başlatan antijen bilinmemektedir.
Antijen ne olursa olsun; antijen-antikor kompleksleri
dolaşımda ya da in situ oluşmakta, glomerüllerde tutul­
makta ve hasarı meydana getirmektedir. Bu hasar büyük
oranda kompleman aktivasyonu ve lökositlerin o bölge­
ye gelişleri ile ilişkilidir. Kompleman aktivasyonuna bağ­
lı olmadan lökosit üzerindeki Fc reseptörüne bağlanarak
da hasar ortaya çıkabilir, zira IgG antikorları ile Fc resep­
törlerinin çapraz bağlanması da lökosit aktivasyon ve
degranülasyonu ile sonuçlanır. Mekanizmasına bakıl­
maksızın glomerül lezyonları, sıklıkla glomerül yuma­
ğında lökosit infiltrasyonu (eksudasyon), endotelyal, me-
Resim 13-2 Sıçan glomerülünün küçük büyütme elektron mikro-
grafisi. B, bazal membran; CL, kapiller lümen; End, endotel; Ep,
zangiyal ve pariyetal epitelyal hücrelerin değişen derece­
ayaksı çıkıntıları ile visseral epitel hücreleri (podositler); Mes, de proliferasyonu ile karakterizedir. Elektron mikrosko-
mezangium; US = Üriner boşluk pi ile immün komplekslerin elektron yoğun birikimler
veya yumaklar şeklinde, mezangiyumda, endotelyal hüc­
reler ve GBM arasında (subendotelyal birikimler) veya
jenleri ile veya glomerüllere ekilmiş antijenlerle reaksi­
glomerül bazal membramn daha dış yüzeyi ve podositler
yona girmektedir (Resim 13-3). Buna ek olarak glome-
arasında (subepitelyal birikimler) olacak şekilde üç böl­
rül hücre yapılarına yönelen antikorlar glomerül hasarı
geden birinde birikimleri görülür. Birikimler birden faz­
oluşturabilirler. Bu yollar birbirini dışlamaz ve insanlar­
la alanda yerleşim gösterebilirler. İmmünofloresan mik­
da tamamı hasara katkıda bulunabilir.
roskopla bu birikimlerde immünglobulinler ve komple-
Dolaşımdaki İmmün Kompleksler Tarafından manm varlığı gösterilebilir (Resim 13-4 A), immün komp­
Oluşturulan Glomerülonefrit leks birikiminin patern ve lokalizasyonu, GN'lerin çeşitli tip­
leri arasında ayırım yapmaya yardımcıdır.
İmmün kompleks hastalıklarının patogenezi ayrıntılı bir
Böbreklerde biriken immün kompleksler sonuçta sık­
şekilde Bölüm 4'de tartışılmıştır. Burada özet olarak
lıkla parçalanırlar ya da infiltre eden lökositler ve me-
GN'de glomerül zedelenmesi ile ilgili çarpıcı özellikler
zangiyal hücreler tarafından fagosite edilirler. Daha son­
gözden geçirilecektir.
ra, iltihabi değişiklikler geriler. Böyle bir tablo birçok
Dolaşan immün kompleks hastalıklarında glomerül;
poststreptokoksik ya da akut enfeksiyon ilişkili GN'li
reaksiyonu başlatmadığı için "masum seyirci" olarak ka­
birçok olgudaki gibi, antijene kısa süreli ve sınırlı ölçüde
bul edilebilir. Antijen glomerül kaynaklı değildir. Siste-
maruz kalma durumunda ortaya çıkar. Eğer sürekli an­
mik lupus eritematozus ile ilişkili glomerülonefritte ol­
tijene maruz kalma uzun süre devam ederse, tekrarla­
duğu gibi endojen kaynaklı veya bazı tip bakteriyel
yan immün kompleks oluşum dönemleri sonunda glo­
(streptokok), viral (hepatit B), parazitik (plazrtıodium fal-
merüllerde birikim ve zedelenme gelişebilir. Sonuçta
kronik glomerülonefrit oluşabilir. Hepatit B virus ve ki­
Tablo 13-1 Glomerül Hastalıkları şinin kendi nükleer antijenlerinin olduğu sistemik lupus
eritematozus gibi bazı olgularda kronik antijene maruz
Prim er G lom erül Hastalıkları
kalmanın kaynağı belirlidir. Ancak diğer olgularda anti­
Minimal değişiklik hastalığı
jen bilinmemektedir. Bir hasar mekanizması olarak; do­
Fokal segmental glomerüloskleroz
Membranöz nefropati laşımdaki immün kompleks birikimi, hayvan modelle­
A k u t postenfeksiyöz GN rinde başarıyla çalışılmıştır, ancak insan hastalıklarında
M embranoproliferatif GN nadiren tanımlanmıştır.
IgA nefropatisi
İn Situ İmmün Kompleksler Tarafından Oluşturulan
Sistem ik Hastalıklara Sekonder G lo m e rü lo p a tiler
Glomerülonefrit
Lupus nefriti (sistemik lupus eritematozus)
Diyabetik nefropati
Glomerülde antikor birikimi, glomerül hasarının esas yolu­
Amiloidozis dur. Daha önce belirtildiği gibi, bu tipte oluşan hasarda
Multiple miyeloma sekonder GN antikorlar doğrudan glomerüllere bağlı veya ekilmiş an­
Goodpasture sendromu tijenlerle reaksiyon vermektedir. İn situ immün reaksi­
Mikroskobik polianjiitis yonlar, dolaşan komplekslerin tutulumu, bu iki olay ara­
Wegener granülomatozisi
sındaki etkileşimler, glomerüldeki lokal hemodinamik ve
Henoch-Schönlein purpurası
Bakteriyel endokardit-ilişkili GN
yapısal belirleyicilerin tamamı GN'de morfolojik ve fonk­
Trom botik mikroanjiyopati siyonel değişikliklere katkıda bulunur. Antikorlar aynı
zamanda önceden "ekilmiş" glomerül dışı antijenler ile
H e re d ite r Bozukluklar
in situ reaksiyon verebilir ki bu antijenler glomerülün çe­
A lp o rt sendromu şitli intrinsik bileşenleri ile etkileşime girerek böbrekte
Fabry hastalığı
yerleşebilir. "Ekilmiş" antijenler; nükleozomal kompleks­
Podosit/yarık-diyafram protein mutasyonları
leri (sistemik lupus eritematozuslu hastalarda); grup A
G N , g lo m e r ü lo n e f r it ; Ig A , im m ü n g lo b u lin A
streptokokların bir proteini olan endostreptosin gibi bak-
Glomerül Hastalıkları 521

DOLAŞIM DA IN S I T U -----------------------------1
İM M Ü N K O M P L E K S B İR İK İ M İ A N T İ - G B M A N T İK O R U G L O M E R Ü L E R A N T İJ E N E
K A R Ş I A N T İK O R
E p it e ly a l h ü c r e A y a k s ı u z a n t ı la r E n d o te l (M E M B R A N Ö Z N E F R O P A T İ)

S u b e p ite ly a l
b ir ik im

B azal
m e m b ra n

E n d o te l

D o la ş a n
k o m p le k s

S u b e n d o t e ly a l
b ir ik im

A n t ik o r A n tije n A n tik o r A n tije n

Resim 13-3 Antikor aracılı glomerül hasarı. Hasar ya dolaşan immün komplekslerin birikimine ya da komplekslerin in situ oluşumuna
bağlıdır. A , Granüler immünfloresan paterni oluşturan dolaşımdaki immün komplekslerin birikimi. B, Klasik anti-glomerüler bazal mem­
bran (anti-GBM) antikor glomerülonefriti çizgisel (lineer) immünfloresan boyanma ile karakterizedir. C, Bazı glomerül bileşenlerine karşı
antikorlar granüler paternde birikir.

teri ürünleri; mezangiyumda birikme eğiliminde olan na karşılık, glomerül kapillerlerinin subepitelyal bölgesi­
kümelenmiş, büyük proteinler (kümelenmiş immünglo- ne yönelen antikorlar çoğunlukla iltihabi reaksiyon oluş­
bülin G gibi); serbest antikor, serbest antijen veya komp- turmaz ve Heymann nefriti veya membranöz nefropati-
leman ile daha ileri etkileşimler için reaktif alanlar içeren dekine benzer lezyonlar meydana getirirler (daha sonra
immün komplekslerin kendilerini içerir. Bu ekilmiş anti­ bahsedilecektir).
jenlerin çoğu immünfloresan mikroskop ile görülen gra­
nüler paternde immünglobulin birikimini başlatır.
Anti-Glomerüler Bazal Membran Antikor-Aracılı
Aşağıdaki faktörler, antijen, antikor veya immün
Glomerülonefrit
komplekslerin glomerüldeki yerleşim yerini etkiler; re­
aktif maddelerin molekül yükü ve büyüklüğü, glomerü- Bu grubun en iyi bilinen modeli klasik anti-GBM anti-
lün hemodinamikleri, mezangiyal fonksiyon ve yük-se- kor-aracılı kresentik GN'dir (Resim 13-3 B). Bu tip ha­
çici glomerüler bariyerin bütünlüğü. Antijen, antikor ya sarda, antikorlar doğrudan GBM'na bağlı antijenlere
da immün komplekslerin lokalizasyonu sırasıyla glome­ karşıdır. Hastalık; kemiricilerde nefrotoksik serum nefriti
rül hasar yanıtını belirler. Deneysel modellerdeki çalış­ olarak isimlendirilen deneysel bir nefrit modeline sahip­
malarda, endotelde ya da subendotelyal alanda biriken tir. Bu hastalık tavşanlardan ya da diğer türlerden, sıçan
komplekslerin glomerülde, glomerülün kendi yerli hüc­ böbreği ile immünize edilerek elde edilen anti-GBM an­
relerinin abartılı proliferasyonu ve lökosit infiltrasyonu tikorunun sıçanlara enjekte edilmesiyle oluşturulmuş­
ile bir inflamatuar reaksiyon başlattığı gösterilmiştir. Bu­ tur. İnsanda antikor-aracılı GN, GBM'ye karşı gelişen oto-
522 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

Resim 13-4 immünfloresan mikroskopda immün komplekslerin iki şekilde birikimi görülmektedir. Â , Granüler birikim, dolaşan ve in situ
immün kompleks birikiminin karakteristik özelliğidir. B, Çizgisel (lineer) birikim, klasik anti-glomerüler bazal membran (anti-GBM) antikor
glomerülonefriti’nin karakteristik özelliğidir.
(D r. J. K o w a lew sk a ’nin izn i ile, Patoloji D ep a rtm a n ı, W ashington Ü niversitesi, Seattle, W ashington .)

antikorlar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu antikorların İmmün hasarın Mediyatörleri


birikimi, immünfloresan yöntemi ile GBM boyunca doğ­ Bir kez immün reaktanlar glomerülde yerleştikten sonra
rudan bağlanan çizgisel (lineer) bir boyanma paterni glomerül zedelenmesi nasıl oluşmaktadır? Antikor baş­
oluşturur; bu görünüm immün kompleks aracılı nefritin langıçtı hasarda esas yol, kompleman aktivasyonu ve lö-
diğer formlarında tanımlanan granüler birikim ile zıttır kositlerin toplanması ile ilişkilidir. (Resim 13-5). Klasik
(Resim 13-4 B). Bu ayırım, glomerül hastalıklarının tanı­ yolak ile komplemanm aktivasyonu, nötrofil ve monosit-
sında yararlıdır. GBM'm kollajen tip IV'ün a3 zincirinin ler için kemotaktik maddelerin (esas olarak C5a) oluşma­
uyumlu bir değişikliği otoimmüniteyi başlatan anahtar sına yol açar. Nötrofiller; GBM yıkımına neden olan pro-
olarak görünür. Bazen anti-GBM antikorları, akciğer al- teazlar, hücre hasarına neden olan oksijen kökenli ser­
veoler bazal membranları ile çapraz reaksiyon verir. So­ best radikaller ve GFH'nda azalmaya katkıda bulunan
nuçta eş zamanlı akciğer ve böbrek lezyonları oluşur araşidonik asit metabolitlerini salarlar. Birçok değişik tip­
(Goodpasture sendromu). Anti-GBM antikor-aracılı GN'i, te GN'de, hasarlı glomerüllerde az sayıda nötrofil görül­
insan GN olgularının %1'inden azını oluşturmakla bir­ düğünden, bu mekanizma ancak bazı tip GN'ler için ge­
likte sonuçta oluşan hastalık, çok şiddetli olabilir. Birçok çerli sayılabilir. Bu olgularda nötrofilden bağımsız, komp-
anti-GBM antikor-aracılı kresentik GN örneği, nekroz lemana bağımlı hasar görülebilir ve bu hasar muhteme­
ile ağır glomerül hasarı, kresentler ve hızlı ilerleyen GN len C5b-C9 membran atak kompleksine bağlı olarak ger­
klinik sendromu gelişimi ile karakterizedir (aşağıya ba­ çekleşmektedir. Membran atak kompleksi, GBM'da olu­
kınız) . şur; sublitik epitelyal hücre hasarını başlatabilir, mezan-

NORMAL PODOSİT AYAKSI ÇIKINTILARINDA

membran
Resim 13-5 Podosit hasarı. Öne sürülen olaylar serisi; podosit antijenlerine karşı antikorlar, toksinler, sitokinler veya diğer faktörler ile
başlatılabilir. Ortak özellikler; bazal membran yıkımına, değişen derecelerde podosit ayrılmasına ve ayaksı çıkıntılarda düzleşıtıeye yol açan
podosit zedelenmesidir. Bu defektler, üriner boşluğa plazma protein kaçışına izin verir. \
St İIMM MİMİ .

G lom erül Hastalıkları 523

giyal ve epitelyal hücrelerden inflamatuar aracıların salı- nucu oluşur. Bazı mutasyonlar nefrotik sendromun na­
nımını stimüle edebilir. Komplemamn alternatif ve man- dir herediter formlarına sebep olur.
noz-bağlayıcı lektin yolakları, glomerül hasarına da yol
açan hücre hasarı ya da apoptozis ile alctive edilebilir (Re­ N e fro n Kaybı
sim 13-5). Glomerüler ya da başka nedenli herhangi bir böbrek
Glomerül hücre antijenlerine karşı olan antikorlar ay­ hastalığı bir kez GFH'nı normalin %30 ile %50'sine dü­
nı zamanda direkt olarak glomerül hücrelerine ve yarık şürecek kadar nefronu zedelediğinde, değişen oranlarda
(slit) diyaframına hasar verebilir. Bazı antikorların, im- son evre böbrek hastalığına gidiş kaçınılmaz hale gel­
mün komplekslerin bulunmadığı kimi bozukluklarla mektedir. Etkilenen bireylerde proteinüri vardır ve böb­
ilişkili olabileceğinden şüphelenilmektedir. Glomerül rekler yaygın glomerüloskleroz gösterir. İlerleyici skleroz,
zedelenmesinin diğer aracıları aşağıda sıralanmıştır: en azından kısmen, başlangıçtaki hastalık ile harap ol­
• Monosit ve makrofajlar; antikor ve hücre-aracılı reaksi­ mamış nisbeten korunmuş glomerüllerin uyum değişik­
yonlarda glomerülü infiltre ederler ve aktive oldukla­ likleri ile başlayabilir. Sağlam kalan glomerüller böbrek
rında değişik moleküller salgılarlar; fonksiyonunu devam ettirmek için hipertrofiye gider. Bu
« Duyarlanmış (sensitize) T hücreleri; hücresel aracılı hipertrofi tek nefronda GFH'mda artış, kan akımı ve
immün reaksiyonların gidişi esnasında oluşurlar ve transkapiller basınç (kapiller hipertansiyon) gibi hemo-
deneysel olarak glomerül hasarı oluşturabilirler. De­ dinamik değişikliklerle birlikte görülmektedir. Bu deği­
neysel GN'in bazı formlarında hastalık, duyarlanmış şiklikler; ileride endotel ve podosit zedelenmesine, pro­
T hücrelerinin transferi ile başlatılabilir. T hiicre-ara- teinlere karşı artmış glomerül geçirgenliğine, mezangi­
cılı hasar; immün kompleks ya da antikor birikimi gö­ yal matrikste protein ve lipid birikimine yol açar ve so­
rülmeyen, ya da hasar şiddetinin birikimlerle orantılı nunda "maladaptif" olur. Bunu, mezangiyal hücre proli-
olmadığı GN örneklerine açıklama getirebilir. Ancak ferasyonu, mezangiyal ara madde ve plazma proteinle­
insan GN'lerinde T hücreleri ya da hücre aracılı im­ rinde birikiminde artış, kapiller obliterasyon ve sonunda
mün yanıta nedensel bir rol biçmek güçtür. glomerüllerde segmental (bir kısmını etkileyen) veya
global (tamamını etkileyen) skleroz izler. Bu olay ilerle­
• Trombositler, immün aracılı zedelenmede glomerülde
yici bir glomerüloskleroz kısır döngüsü ve nefron kitle­
birikir; prostaglandinler ve büyüme faktörleri salgı­
sinde daha çok azalma ile sonlanır.
lar;
• Glomerüliin yerli hücreleri (epitelyal, mezangiyal ve
endotelyal) uyarıldıkları zaman, sitokinler (interlö- Ş ö Z E T .......... .............................................
kin-1 ), araşidonik asit metabolitleri, büyüme faktörle­
ri, nitrik oksit ve endotelin gibi aracıları salgılarlar; Glomerül Hasarı
• Trombin, intraglomerüler tromboz sonucu üretilir, lö- • Antikor-aracılı immün hasar; esas olarak kompleman ve
kosit infiltrasyonuna ve proteaz ile aktive olan resep­ lökosit-aracılı yolaklar vasıtasıyla gerçekleşen glomerül ha­
törler tetikleyerek glomerül hücre proliferasyonuna sarında önemli bir mekanizmadır. Antikorlar glomerülde-
sebep olur. ki hücreler için doğrudan sitotoksik de olabilir.
Aslında Bölüm 2'de iltihap anlatılırken tanımlanan he­ • Antikor-aracılı G N ’in en yaygın formu, ister dolaşan im­
men hemen tüm aracılar glomerül zedelenmesine katkı­ mün komplekslerin birikimi, isterse de in situ görülen for­
da bulunur. mu olsun, immün komplekslerin oluşumu ile ortaya çıkar.
Bu immün kompleksler; dolaşımdaki eksojen (ör. mikrobi-
Glomerül Zedelenmesinin Diğer Mekanizmaları yal) antijenleri ya da endojen antijenleri (ör. membranöz
nefropati) içerebilir, immün kompleksler granüler birikim
Diğer mekanizmalar belli birincil böbrek hastalıkların­ paterni gösterir.
da glomerül zedelenmesine katkıda bulunur. Podosit ze­
• GBM bileşenlerine karşı otoantikorlar, anti-GBM-antikor-
delenmesi ve nefron kaybı, önemlerine bağlı olarak vur­ aracılı hastalığın sebebidir ve sıklıkla şiddetli hasar ile iliş­
gulanması gereken iki örnektir. kilidir. A ntikor birikim paterni lineerdir.
• İmmün kompleksler ve antikorlar; kompleman aktivasyo-
Podosit Hasarı
nu, lökosit toplanması, çeşitli mediatörlerin salınımı ve ba­
Podosit hasarı; podosit antijenlerine karşı antikorlarla, zen direkt podosit hasarı ile zedelenmeye yol açarlar.
toksinlerle (ribozom zehiri puromisin ile oluşturulan de­
neysel proteinüri modelinde olduğu gibi), muhtemelen
bazı sitokinlerle; hala iyi tanımlanamamış dolaşımsal Şimdi özel GN tiplerini ve bunların oluşturdukları
faktörlerle veya fokal segmental glomerülosklerozun ba­ glomerül sendromlarmı incelemeye dönelim.
zı olgularında (sonra değinilecek) olduğu gibi oluşturu­
labilir. Podosit hasarı, ayaksı çıkıntıların düzleşmesi, va- Nefrotik Sendrom
kuolizasyon, büzüşme ve hücrelerin GBM'ndan ayrılma­
sı gibi morfolojik değişiklikler ile klinik olarak proteinü­ Nefrotik sendrom; şu bulguları içeren bir klinik komp­
ri şeklinde kendini gösterir. Glomerül hasarının birçok leksi tanımlar:
formunda normal yarık diyaframın kaybı proteinüri ge­ ® M asif proteinüri; erişkinlerde idrarda günde 3.5 gr. ya
lişiminde anahtar rol oynar (Resim 13-5). Yarık diyafra­ da daha fazla protein yitirilmesi;
mın fonksiyonel anormallikleri de nefrin ve ilişkili po- • Hipoalbuminemi; plazma albumin düzeyinin 3 gr/dL'-
dosin gibi onun yapısal bileşenlerinin mutasyonları so­ nin altında bulunması;
524 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

• Yaygın ödem; en belirgin klinik bulgudur; Nefrotik sendromun çeşitli nedenlerinin göreceli sık­
• Hip erliye demi ve lipidüri. lıkları yaşa göre değişir (Tablo 13-2). Örneğin, 1-7 yaş
arasındaki çocuklarda nefrotik sendrom hemen her za­
Nefrotik sendromun ortak bir patofizyolojiyi paylaşan man birincil böbrek lezyonu ile oluşurken, erişkinlerde
değişik sebepleri vardır (Tablo 13-2). Hepsinde glomeriil bu tablo sıklıkla sistemik bir hastalığa bağlıdır. Erişkin­
kapiller duvarının bozukluğu vardır, bu plazma protein­
lerde nefrotik sendromun en sık sistemik nedenleri di-
lerine karşı geçirgenliğin artışı ile sonlanır. GBM'da her­
abet, amiloidoz ve sistemik lupus eritematozustur. Bu
hangi bir yapısal ya da fizikokimyasal değişikliğe bağlı
hastalıklar tarafından oluşturulan böbrek lezyonları Bö­
geçirgenlik artışı, plazma proteinlerinin glomeriiler filt-
lüm 4'te anlatılmıştır. Karakteristik olarak nefrotik send-
rata kaçmasına neden olur. Uzun süreli veya ağır prote-
roma yol açan birincil glomerül lezyonları içinde en
inüri ile serum albumini azalır, sonuçta hipoalbuminemi
önemlileri fokal ve segmental glomerüloskleroz ve mini­
ve plazma kolloid osmotik basıncında düşme ile görülür.
mal değişiklik hastalığı'dır. Sonuncusu çocuklarda, bi­
Bölüm 3'de anlatıldığı gibi renal kan akımındaki ve int-
rincisi ise erişkinlerde çok önemlidir. Diğer iki birincil
ravasküler hacimdeki azalma, renal jukstaglomerüler
lezyon, membranöz nefropati ve membranoproliferatif
hücrelerden renin salınımmda artışı tetikler. Renin anji-
GN olup, sıklıkla nefrotik sendrom oluştururlar. Bu dört
otensin-aldosteron aksını stimule eder ki, bunlar böbrek
lezyon bir sonraki bölümde tek tek anlatılacaktır.
tarafından su ve tuz tutulumunu sağlar. Bu eğilim natri-
üretik faktörlerin kardiyak sekresyonunda azalma ile de
şiddetlenir. Devam eden proteinüri durumunda, bu de­ Minimal Değişiklik Hastalığı
ğişiklikler ödemi daha da alevlendirir ve eğer kontrol Minimal değişiklik hastalığı, çocuklarda nefrotik send­
edilmezse jeneralize ödem (anazarka denen) gelişimine romun en sık nedeni olup, nispeten benign bir hastalık­
yol açabilir. Başlangıçta azotemi, hematüri ve hipertan­ tır. Karakteristik olarak glomerüller ışık mikroskobu ile
siyon ya çok hafiftir ya da yoktur. normal görünüme sahiptir, fakat elektron mikroskobu ile gö­
Hiperlipideminin oluşum nedeni tam olarak anlaşıla­ rülen, podositlerin ayaksı çıkıntılarında diffüz düzleşmedir.
mamıştır. Olasılıkla hipoalbuminemi lipoproteinlerin ka­ Herhangi bir yaşta görülürse de 1-7 yaş arası en sıktır.
raciğerde sentezini arttıran tetiği çeker ya da masif pro­ Minimal değişiklik hastalığında proteinürinin pato-
teinüri lipoprotein sentezi inhibitörlerinin kaybına yol genezi aydmlatılamamıştır. Bazı deneysel çalışmalara
açar. Aynı zamanda lipoproteinlerin periferik yıkımında dayanılarak proteinüri; podosit hasarına ve ayaksı çıkın­
bozukluk ve dolaşımdaki lipid partiküllerinin anormal tıların düzleşmesine yol açan dolaşımda muhtemelen T
transportu vardır. Böylece lipidüri basitçe lipoproteinlere hücre kaynaklı bir faktöre bağlanmaktadır. Ne bu varsa­
karşı artmış GBM geçirgenliğini yansıtmaktadır. yılan faktörün ne de T hücrelerinin nedensel rolü insan
hastalığında gösterilememiştir.

Tablo 1 3 -2 N e fro tik Sendrom Nedenleri

N eden Prevalans (%)*


( ) M ORFOLOJİ
Ç o c u k la r E rişkin le r Işık mikroskobu altında glomerüller normale yakın görülür­
ler, bu nedenle “ minimal değişiklik hastalığı” adı verilmiştir
Prim er G lom erül Hastalığı
(Resim 13-6, A). Proksimal kıvrımlı tubulus hücreleri sıklık­
Membranöz nefropati 5 30 la lipidle doludur, bu görünüm hasta glomerüllerden geçen
Minimal değişiklik hastalığı 65 10 lipoproteinlerin tubuluslarda ikincil geri emiliminin sonucu­
dur. Elektron mikroskopla dahi GBM normal görülür. Glo-
Fokal segmental glomerüloskleroz 10 35
merüllerin tek ve belirgin bozukluğu podositlerin ayaksı
Membranoproliferatif glom erülonefrit 10 10
ç ık ın tıla rın ın u nifo rm yaygın silinm esidir (Resim
IgA nefropatisi ve diğerleri 10 15 13-6, B). Podositlerin sitoplazmaları GBM’ nın dış yüzüne
yayılmış ve podositlerle GBM arasındaki boşluğu tıkamıştır.
Böbrek Bulguları O lan Sistemik Hastalıklar
Ayrıca podosit hasarının bazı formlarını düşündürecek şe­
Diabetes mellitus kilde, epitelyal hücre vakuolizasyonu, mikrovillus oluşumu
Am iloidoz ve bazen fokal ayrılmalar da vardır. Podositlerdeki değişik­
liklerin düzelmesi ile (ör: kortikosteroidlere yanıt ile) pro­
Sistemik lupus eritematozus
teinüri hafifler.
İlaç kullanımı (altın, penisilamin,
“ sokak eroini” )
Enfeksiyonlar (malarya, sifiliz, hepatit B,
HIV enfeksiyonu)
Malign hastalıklar (karsinom, melanom) K linik Gidiş
Diğerleri (arı sokması allerjisi, herediter nefrit) Hastalık diğer yönlerden sağlam bir çocukta ani gelişen
‘ P r im e r h a s ta lığ ın y a k la ş ık sıklığ ı ç o c u k la r d a % 9 5 v e e r iş k in le r d e % 6 0 'd ı r . nefrotik sendrom ile bulgu verir. Hipertansiyon yoktur
S is te m ik h a s ta lığ ın y a k la ş ık sıklığı ç o c u k la r d a % 5 v e e r iş k in le r d e % 4 0 ’d ır. ve birçok hastada böbrek fonksiyonları korunmuştur.
H IV , insan im m ü n y e tm e z lik v irü s ü , "h u m a n im m u n o d e fic ie n c y v iru s ".
Protein kaybı genellikle esas olarak albumin gibi daha
Glom erül Hastalıkları 525

Bu histolojik tablo sıklıkla nefrotik sendrom ile ilişkili­


dir. FSGS primer (idiyopatik) ya da aşağıdaki durumlar­
dan birine sekonder olabilir:
• HIV enfeksiyonu (HIV nefropatisi), eroin bağımlılığı
(eroin nefropatisi) gibi diğer durumlarla birliktelik
• GN'in diğer formlarında sekonder bir olay olarak (ör.
IgA nefropatisi)
® Nefron kaybından sonra bir maladaptasyon olarak
(daha önce tanımlanmıştı)
• Kalıtsal ya da konjenital formlar. Otozomal dominant
formlar, her ikisi de podositlerin bütünlüğü için ge­
rekli olan podosin ve hücre içi iskelet proteinlerinde
oluşan mutasyonlar ile ilişkilidir, ilaveten kromozom
22 üzerinde apolipoprotein L1 geninde (APOLİ) bir
dizi (sekans) değişikliği, Afrika kökenli bireylerin
böbrek yetmezliği ve FSGS'de artmış riski ile birlikte
güçlü bir ilişki ortaya koyar.
Primer FSGS; nefrotik sendromlu olguların yaklaşık
%20-30'unun nedenidir. Bu hastalık erişkinlerde nefro­
tik sendromun sıklığı artan bir sebebi olmaktadır, ço­
cuklarda ise sık bir neden olmayı sürdürmektedir.

PATOGENEZ
Primer FSGS’nin patogenezi bilinmemektedir. Bazı araştır­
macılar FSGS ve minimal-lezyon hastalığının biribirlerinin
bir parçası olduğu ve minimal-lezyon hastalığı’ nın FSGS’ye
transforme olabileceğini öne sürmektedir. Diğerleri başlan­
gıçtan itibaren farklı klinikopatolojik antiteler olduğuna
inanmaktadırlar. Tüm olgularda podosit hasarının p ri­
m er FSGS’deki başlatıcı olayı yansıttığı d üşünül­
Resim 1 3 -6 Minimal değişiklik hastalığı. A , Işık m ikroskobu altında m ekted ir. Minimal değişiklik hastalığındaki gibi lenfositler
gümüş-methanamin ile boyalı glom erül ince b ir bazal membrana tarafından üretilen permeabiliteyi arttıran faktörler suçlan­
sahip olarak norm al görülür. B, im mün birikim olmaksızın visseral maktadır. Glomerüllerde hyalen kitlelerin birikimi; sklero­
epitel hücre ayaksı çıkıntılarda yaygın kayıp gösteren şematik dia­ zun geliştiği zedelenme alanlarındaki plazma proteinlerinin
gram. ve lipidlerin tutulumunu yansıtır. Lezyonda yaygın olarak
görülen IgM ve kompleman protein birikiminin, hasar gör­
müş glomerülde nonspesifik bir tutulum olduğuna inanıl­
maktadır. FSGS’ li hastalarda bazen transplantasyonu takip
küçük plazma proteinlerine sınırlıdır (selektif proteinü- eden 24 saat içinde proteinürinin tekrarlaması ve takiben
ri). Bu bozukluğu olan çocuklarda prognoz iyidir. Çocuk­ renal transplantta FSGS gelişimi, bazı olgularda podosit ha­
ların %90'dan fazlası kortikosteroid tedavisine kısa sürede sarının etkeni olarak dolaşan bir mediyatör varlığını düşün­
iyi yanıt verir; ancak başlangıçta iyi yanıt verenlerin üç­ dürür.
te ikisinden fazlasında proteinüri tekrarlar ve bunların
bir bölümü steroide bağımlı hale gelir. Yirmibeş yıldan
sonra %5 hastadan azında kronik böbrek hastalığı geli­
şir. Bu alt gruptaki hastaların çoğunda nefrotik sendro- MORFOLOJİ
mun, biyopside saptanmayan fokal ve segmenter glome-
FSGS’de hastalık önce glomerüllerin yalnızca bazılarını tut­
rüloskleroz tarafından oluşturulması muhtemeldir. Ço­
makta (bundan dolayı fokal), prim er FSGS olgularında ise
cuklarda tedaviye çabuk yanıttan dolayı, yanıt alınama­
başlangıçta yalnız jukstamedüller glomerüller tutulmakta­
yanlarda minimal-lezyon hastalığı, nefrotik sendromun dır. Hastalık ilerledikçe korteksin tüm katları etkilenmekte­
diğer nedenlerinden ayırdedilmelidir. Bu hastalığı olan dir. Histolojik incelemede FSGS, glomerül içindeki bazı seg-
erişkinler de steroid tedavisine yanıt verir, ancak yanıt mentlerin lezyonu ile karakterize olup, (bundan dolayı seg­
daha yavaştır ve relapslar daha sıktır. mental) diğer glomerüller korunmaktadır. Böylece tutulum
hem fokal hem de segmental olmaktadır (Resim 1 3-7). Et­
Fokal Segmental Glomerüloskleroz kilenen glomerüller, a rtm ış m ezangial m a trik s, oblite-
re olm uş ka p iller lü m en ler, hyalen k itle b irikim i
Fokal segmental glomerüloskleroz (FSGS), glomerülle-
(hyalino zis) ve lipid d am lacıkla rı içerir. Etkilenen glo­
rin hepsinin değil de bazılarının sklerozu (fokal tutulum)
merüllerde immünfloresan mikroskopi sıklıkla hyalinozis
ve etkilenen glomerülde kapiller yumağın sadece bir kıs­
alanlarında, genellikle IgM olmak üzere immünglobulinlerin
mının tutulumu ile (segmental tutulum) karakterizedir.
526 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

Olguların yaklaşık %85'inde membranöz nefropatiye


podositler tarafından eksprese edilen antijenler ile çap­
raz reaksiyon veren otoantikorlar neden olur. Kalanlar
(sekonder membranöz nefropati) aşağıdakileri kapsa­
yan, diğer bozukluklara sekonder görülür;
• Enfeksiyonlar (kronik hepatit B, sifiliz, şistozomiya-
zis, malarya)
• Malign tümörler, özellikle akciğer, kolon karsinomla-
rı ve melanomlar
® Sistemik lupus eritematozus ve diğer otoimmün du­
rumlar
• inorganik tuzlara maruz kalma (altın, civa)
• İlaçlar (penisilamin, kaptopril, non-steroid anti-infla-
Resim 13-7 Fokal ve segmental glomerülosklerozun büyük büyüt­
matuar ajanlar)
me görüntüsünde (periodic acid-Schiff boyası), glomerülün bir bö­
lümünü kaplayan matriks materyal birikimi ile kapiller lümeni obli-
tere eden skarlaşmış bir kitle olarak görülür.
O PATO G EN EZ
(D r. H . R en nke'nin izniyle, Patoloji D ep a rtm a n ı, B righam and W o m e n ’s H ospital,
Boston , M a ssa ch u se tts.) M em branöz nefropati, endojen ya da ekilmiş glomerül
antijenlerine in situ reaksiyon veren antikorlar tarafından
oluşturulan, k ro n ik im m ün ko m pleks G N ’nin b ir for­
m ud ur. Fosfolipaz A 2 reseptörü bir endojen podosit anti­
ve komplemanın tutulumunu ortaya çıkarmaktadır. Elekt­ jeni olup, nedensel otoantikorların en sık tanıdığı antijendir.
ron mikroskobide podositler, minimal değişiklik hastalığın­ Membranöz nefropatinin deneysel modeli Heymann
da olduğu gibi ayaksı çık ın tılard a düzleşm e g ö sterir­ nefritidir. Bu modelde hayvanlarda; böbrek tubuler fırçam-
ler. sı kenar proteinleri (ki podositler üzerinde de bulunur) ile
Hastalığın zaman içinde ilerlemesi, glomerüllerde tam immünizasyon bu nefriti başlatır. Glomerül kapiller duva­
skleroz, belirgin tubuler atrofi ve intertisiyel fibrozise ne­ rında lokalize bir antijen ile reaksiyon oluşturulan antikor­
den olur. Bu ilerlemiş tablonun, daha sonra bahsedilecek lar, ciddi bir inflamasyon olmaksızın granüler birikim ler (in
olan diğer kronik GN tiplerinden ayrılması güçtür. situ im m ün ko m pleks o luşum u) ve proteinüri oluştu­
Kollabe olan glom erülopati “ Collapsing glomerulo­ rur. Hastalığın anlaşılmaz yanı, inflamatuar hücrelerin yok­
pathy” olarak adlandırılan m orfolojik tipi artan oranda bil­ luğunda antijen-antikor komplekslerinin nasıl kapiller hasar
dirilmektedir. Bu, glomerül yumağının kollapsı ve podosit oluşturduğudur. Muhtemel yanıt aktive olmuş kompleman
hiperplazisi ile karakterizedir. Bu tip, FSGS’ nin daha şiddet­ tarafından olduğudur ki membranöz nefropatinin lezyonla-
li bir form u olup; idiyopatik olabilir ya da HIV enfeksiyonu rında hemen daima bulunur. Kompleman aktivasyonunun,
ile ilişkili ya da ilaçla indüklenen toksisiteler ve bazı mikro- komplemanın membran atak kompleksi olan C5b-C9’ un
vasküler zedelenmeler ile ilişkili olabilir. Özellikle, kötü oluşumuna yol açtığı, bunun da mezangiyal hücreleri, podo-
prognozludur. sitleri direkt olarak hasarladığı ve yer değiştirme olayları
durumunda yarık filtre bütünlüğünde kayba ve proteinüri-
ye yol açtığına işaret etmektedirler.

K linik Gidiş
Çocuklarda nefrotik sendrom nedeni olarak FSGS'u minimal
M ORFOLOJİ
değişiklik hastalığından ayırmak çok önemlidir, çünkü kli­
nik seyir belirgin olarak farklıdır. Minimal değişiklik Histolojik olarak membranöz nefropatide temel değişiklik;
hastalığının tersine FSGS'li hastalarda hematüri ve hi­ k a p ille r d u v a rın ın d iffü z k a lın la şm a sıd ır (Resim
pertansiyon sıklığı daha fazladır, FSGS ilişkili proteinü- 13-8, A). Elektron mikroskobu, bu belirgin kalınlaşmanın
ri non-selektiftir ve genel olarak kortikosteroid tedavisi­ kısmen GBM ara maddesinin ufak dikensi çıkıntıları ile bir­
ne yanıt kötüdür. FSGS'li hastaların en az %50'sinde ta­ birlerinden ayrılmış, GBM’da yuvalanmış subepitelyal biri­
nı konduktan sonra 1 0 yıl içinde son evre böbrek hasta­ k im le r tarafından oluşturulduğunu ortaya koyar (diken
lığı gelişir. Erişkinlerde seyir tipik olarak çocuklardan ve kubbe g örünüm ü) (Resim 13-8, B). Hastalık ilerle­
dikçe bu dikenler immün birikimlerin üstüne doğru kapana­
daha kötü gidişlidir.
rak onları GBM ile kaynaştırırlar. Ayrıca nefrotik sendro-
mun diğer nedenlerindeki gibi podositlerin ayaksı çıkın tı­
Membranöz Nefropati ların d a silinm e (d ü zle şm e) olur. Hastalığın daha ileri
Membranöz nefropati en sık 30-50 yaşları arasında gö­ döneminde birleşen birikim ler yıkılır ve sonuçta kaybolarak
rülen, yavaş derleyen bir hastalıktır. Morfolojik olarak GBM içinde boşluklar oluştururlar. Devam eden bazal
epitel altında glomerül kapiller duvar boyunca immünglobu- membran matriks birikimi, bazal membranların ilerleyici
lin içeren birikimlerin varlığı ile karakterizedir. Hastalığın kalınlaşmasına yol açar. Hastalık ilerledikçe glomerüller
erken döneminde glomerüller ışık mikroskobu ile nor­ skleroz gösterebilir. immünFloresan mikroskop GBM bo­
yunca immünglobulinlerin ve komplemanın tipik granüler
mal görülebilir, fakat tam gelişmiş olgular kapiller duva­
birikim in i gösterir (Resim 13 -4 , A).
rında diffüz kalınlaşma gösterir.
usasasK'd H H B O ! ııııııı m mı ı

Glomerül Hastalıkları 527

Membranoproliferatif Glomerülonefrit ve Yoğun


(Dens) Birikim Hastalığı
Membranoproliferatif GN (MPGN); histolojik olarak glo­
merül hücrelerinde proliferasyon, mezangium ve bazal
membran değişiklikleri ile karakterizedir. Bu tablo, ço­
cuklarda ve erişkinlerde idiyopatik nefrotik sendrom ol­
gularının %5-10'unu oluşturmaktadır. Bazı hastalar nef­
rotik olmayan düzeyde proteinüri veya hematüri ile baş­
vurmakta, diğerleri ise kombine nefrotik-nefritik tablo
sergilemektedir. Farklı ultrastrüktürel, immünfloresan,
mikroskobik ve patojenik bulgulara dayanarak, gelenek­
sel olarak iki major tip MPGN (I ve II) tanımlanmıştır, fa­
kat bunlar artık MPGN tip I ve yoğun birikim hastalığı
olarak iki farklı antite olarak tanımlanmaktadır. Bu has­
talığın iki tipi arasında, tip I belirgin olarak daha yaygın­
dır (yaklaşık olguların %80'i).

PATO G ENEZ
MPGN ve yoğun birikim hastalığının gelişiminde farklı pato­
jenik mekanizmalar rol oynar.
• Tip I MPGN olgularının b a zıla rı, kronik serum has­
talığına benzer dolaşan im m ün ko m pleks reaksiyonu
sonucu ya da ekilmiş antijen ve bunu takip eden in situ
immün kompleks oluşumuna bağlı oluşuyor gibi görün­
mektedir. Fakat her iki durumda da olayı başlatan anti­
kor bilinmememektedir. Tip I MPGN, hepatit B ve C an-
tijenemisi, sistemik lupus eritematozus, enfekte atri-
oventriküler şantlar, inatçı veya episodik antijenemi ile
oluşan ekstrarenal enfeksiyonlar ile ilişkili olarak da o r­
taya çıkabilir.
• Yoğun birikim (dens deposit) hastalığının patoge-
nezi daha belirsizdir. Yoğun b irikim hastalığında te ­
mel an o rm a llik ; aşırı kom plem an aktivasyonu
o la rak görülür. Bazı hastalar C3 n efritik fa k tö r ola­
rak adlandırılan C3 konvertaza karşı bir otoantikora sa­
hiptir. C3 nefritik faktörün, bu enzimi stabilize ettiğine,
C3’ün kontrolsüz yıkımına ve alternatif kompleman yo­
lağının aktivasyonuna yol açtığına inanılmaktadır. Komp­
Resim 13-8 M em branöz N efropati. A, G lom erül bazal m em bran- leman düzenleyici protein olan F a k tö r H ’yi kodlayan
da diffüz kalınlaşma (periodic acid-Schiff boyası). B, Ayaksı çıkıntı­ gende mutasyonlar ya da Faktör H ’ye karşı otoantikor-
ların düzleşmesi, im m ün b irik im le r arasında bazal m em bran m ater­ lar bazı hastalarda tanımlanmıştır. Bu anormallikler aşırı
yalinin dikensi çıkıntılar şeklinde ( “ s p i k e " ) bulunuşunu gösteren kompleman aktivasyonu ile sonuçlanır. Yoğun birikim
şematik diagram. hastalığında daha belirgin olan hipokomplemantemi; kıs­
men C 3’ ün aşırı tüketimi, kısmen de karaciğer tarafın­
K linik Gidiş dan C 3’ ün azalmış sentezi ile oluşturulur. Kompleman
anormalliğinin glomerül değişikliklerini nasıl oluşturduğu
Membranöz nefropati olgularının çoğu genellikle daha
hala açık değildir.
önceden herhangi bir hastalık olmadan tam gelişmiş
nefrotik sendrom şeklinde bulgu verir. Diğer bireylerde
tam gelişmiş nefrotik sendrom olmadan proteinüri gö­
rülebilir. Minimal değişiklik hastalığının aksine prote­
M ORFOLOJİ
inüri seçici değildir, daha küçük albumin molekülleri Işık mikroskobunda tip I MPGN ile yoğun birikim hastalı­
kadar globulinin de idrarla kaybı vardır ve kortikostero- ğının birçok olgusu benzerdir. Glomerüller büyük ve belir­
id tedavisine genellikle yanıt vermez. Membranöz nef- gin lob üler b ir görünüm e sahiptir, lökosit infiltrasyonu,
ropatinin sekonder nedenleri ekarte edilmelidir. Memb­ m ezangial ve endotelyal hücre proliferasyonu göste­
ranöz nefropati oldukça değişken ancak genellikle be­ rir (Resim 13-9, A). GBM k a lın laşm ıştır ve özellikle gü­
nign bir gidiş gösterir. Genelde membranöz nefropatili müş ya da periyodik asit periyodik acid-Schiff (PAS) boya­
hastaların %60'dan fazlasında proteinüri sebat etse de, ları kullanımı ile glomerül kapiller duvarı sıklıkla çift kontur
sadece hastaların yaklaşık %40'ı 2-20 yıl sonra böbrek ya da “ tren rayı” (tram track) görünümü gösterir.
yetmezliği ile sonuçlanan ilerleyici hastalıktan yakınır­ GBM’d aki bu “ ayrılm a” , arasında mezangiyal ve infla-
matuar hücre proseslerinin uzanımı ve mezangiyal matriks
lar. Ayrıca %10-30 olguda proteinürinin kısmen ya da ta­
birikimine bağlıdır (Resim 13-9, B).
mamen düzeldiği benign bir seyir görülür.
528 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

B
Resim 13-9 A , Mezangiyal hücre proliferasyonu, bazal membran kalınlaşması, lökosit infiltrasyonu ve lobüler çatıda belirginleşme
gösteren membranoproliferatif glomerülonefrit (MPGN). B, MPGN’nin iki tipinde gelişim şekillerinin şematik olarak görünümü, Tip l’de
endotel altı (subendotelyal) birikimler vardır. Tip ll’de [yoğun birikim (dens deposit) hastalığı olarak adlandırılır] karakteristik membran içi
yoğun birikimler görülür. Her iki tipte, ışık mikroskopik incelemede; mezangiumun araya girişi (interpozisyon) bazal membranın ayrılması
şeklinde görünüm sağlar.

Tip I M PGN, ayrı ayrı duran subendotelyal elektro n zus, hepatit B ve C enfeksiyonu, kronik karaciğer hasta­
yoğun b irik im le r ile karakterizedir (Resim 13-9, B). İm- lığı, kronik bakteriyel enfeksiyonlar gibi diğer bilinen
münfloresan mikroskobu ile C3 düzensiz granüler patern- bozukluklar (sekonder MPGN) ile ilişkili ortaya çıkabilir.
de birikir, IgG ve erken kompleman komponentleri de Gerçekten birçok idiyopatik olgunun hepatit C ve ilişkili
(C1q ve C4) sıklıkla bulunur; ki bunlar immün kompleks kriyoglobulinemi ile birlikte olduğuna inanılır.
patogenezinin belirleyicileridir.
Bunun tersine yoğun b irikim hastalığında, adı ile uy­
gun olacak şekilde, GBM’ nın subendotelyal boşluğu ve la­
mina densası, düzensiz, kurdele şeklinde, yapısı tam olarak
bilinmeyen bir materyalin birikimi sonucunda ileri derece­ Ö ZET
de elektron yoğun yapıya dönüşür. C3, bazal membranda
ve mezangiumda kısa, segmental lineer odaklar halinde
Nefrotik Sendrom
mevcuttur. IgG ve klasik kompleman yolunun erken kom­ • N efrotik sendrom; hipoalbüminemi ve ödem ile sonuçla­
ponentleri (C1 q ve C4) genellikle yoktur. nan proteinüri ile karakterizedir.
• Proteinürinin altında yatan mekanizma podosit hasarıdır
ve bu durum immün olmayan sebepler (minimal değişiklik
hastalığı ve FSGS’deki gibi) ya da immün mekanizmaların
K linik Gidiş (membranöz nefropati) sonucu olabilir.
Temel ortaya çıkış biçimi nefrotik sendrom olmakla bir­ • Minimal değişiklik hastalığı, çocuklarda nefrotik sendro-
likte (olguların yaklaşık %50'si); MPGN ve yoğun biri­ mun en sık sebebidir; antikor birikimi olmaksızın glome-
kim hastalığı, akut nefrit ya da hafif proteinüri şeklinde rül ayaksı çıkıntılarda düzleşme ve proteinüri ile bulgu ve­
de başlayabilir. MPGN tip Tin prognozu genellikle kötü­ rir. Patogenezi bilinmez; hastalık steroid tedavisine iyi ya­
dür. Bir çalışmada 1-20 yıl arasında izlenen 60 hastadan nıt verir.
hiçbiri tam düzelme göstermemiştir. Yüzde kırk olgu son • FSGS; primer (bilinmeyen nedenlerle podosit hasarı) ya da
dönem böbrek yetmezliğine ilerlemiş, %30'unda değişik sekonder (ör. HIV gibi enfeksiyon, hipertansiyon ya da ön­
ceden var olan bir glomerülonefrit sonucu olarak) olabilir.
derecede böbrek yetmezlikleri ve geri kalan %30'unda
Glomerüller, kapiller lümenlerinde fokal ve segmental ob-
ise böbrek yetmezliği olmadan kalıcı nefrotik sendrom
literasyon ve ayaksı çıkıntılarda kayıp gösterir. Hastalık te­
gelişmiştir. Yoğun birikim hastalığı daha kötü prognoza
daviye sıklıkla dirençlidir ve son evre böbrek hastalığına
sahiptir, renal transplant alıcılarında tekrarlama eğilimi ilerleyebilir.
daha yüksektir. MPGN tip I; sistemik lupus eritemato-
Glomerül Hastalıkları 529

• Membranöz nefropati; sıklıkla podositler üzerindeki fosfo- PATO G EN EZ


lipaz A 2 reseptörüne karşı bir otoimmün yanıt ile oluştu­
rulur. GBM kalınlaşması ve ayaksı çıkıntıların kaybı ile an­ P o ststre p to ko k sik GN doku hasarının prim er olarak
tikorların granüler subepitelyal birikimi ile karakterizedir; klasik kompleman yolağının aktivasyonu ile oluştuğu bir
ya çok hafif inflamasyon vardır ya da hiç yoktur. Hastalık im m ün kom pleks hastalığıdır. Serumda kompleman
sıklıkla steroid tedavisine dirençlidir. azalması ve GBM’da granüler tarzda IgG ve kompleman bi­
• MPGN ve yoğun birikim hastalığı artık farklı antiteler ola­ rikim i gibi immün kompleks hastalığının tipik özellikleri var­
rak tanınmaktadır. MPGN immün kompleks birikimi ile dır. Uygun antijenler muhtemelen streptokoksik proteinler­
oluşur, yoğun birikim hastalığı kompleman düzenlenme­ dir. Patogenezde belirtilen spesifik antijenler streptokokkal
sindeki bir bozukluk sonucudur. Her ikisi de nefrotik ekzotoksin B (Spe B) ve streptokokal GAPDH’yi içerir.
ve/veya nefritik özellikler ile bulgu verir. Her ikisi de alternatif kompleman yolunu aktive eder ve
glomerül proteinler ile plazmine afiniteleri vardır. Dolaşan
ya da in situ oluşmuş (GBM’a “ ekilmiş” bakteriyel antijen­
lere karşı antikorların bağlanması) immün komplekslerin
N efritik Sendrom hangisinin etkin olduğu açık değildir.

Nefritik sendrom genellikle akut başlangıçlı bir klinik


kompleks olup aşağıdaki bulgular ile karakterizedir: (1 )
idrarda dismorfik alyuvar ve eritrosit silendirleri ile bir­ M ORFOLOJİ
likte hematüri, (2) bir miktar oligüri ve azotemi ve (3) hi­
pertansiyon. Işık mikroskobu ile en karakteristik değişiklik, glomerülle-
Her ne kadar proteinüri ve ödem olabilirse de bunlar rin tümüne yakınını etkileyen ve bundan dolayı diffüz ola­
rak adlandırılan glomerül yumağındaki hücre a rtışıd ır
genellikle nefrotik sendrom oluşturacak kadar belirgin
(Resim 13-10 A). Bu hücre artımı; endotelyal ve mezangi-
değildir. Bu sendroma neden olan lezyonlarda ortak ola­
yal hücre şişmesi ve proliferasyonu ile infiltrasyon oluşturan
rak glomerüllerde hücre proliferasyonu ile birlikte sık­ nötrofil ve monosit sonucu oluşmaktadır. Ara sıra kapiller
lıkla inflamatuar lökosit infiltrasyonu vardır. Bu iltihabi duvarlarında nekroz bulunabilir. Az sayıda olguda üriner
reaksiyon; kapiller duvarında belirgin hasar yaratarake- boşluk içinde şiddetli inflamatuar hasara yanıt olarak hilal
ritrositlerin idrara geçmesine yol açmakta ve glomerül (crescent) görülebilir (sonra tanımlanmıştır). Elektron mik­
filtrasyon hızında azalmaya yol açan hemodinamik deği­ roskobu, GBM’ da subendotelyal, intramembranöz veya
şiklikleri başlatmaktadır. Azalmış GFH klinik olarak oli­ daha sıklıkla bazal membrana karşı yuvalanmış subepitel­
güri, sıvı tutulumu ve azotemi ile kendini göstermekte­ yal “ hörgüçler” şeklinde dizilen immün kompleksleri
dir. Hipertansiyon olasılıkla hem sıvı tutulumu hem de gösterir (Resim 13-10 B). Mezangiyal birikim ler de ara sı­
iskemüc böbreklerden, uyarılmış renin salımmı sonucu ra bulunur, immünfloresan çalışmalar; elektron mikroskop
oluşmaktadır. ile gösterilenlerle uyumlu olacak şekilde kapiller duvar ve
Akut nefritik sendrom sistemik lupus eritematozus bazı mezangiyal alanlarda g ra n ü le r IgG ve k o m p le m a n
gibi sistemik hastalıklar veya birincil glomerül hastalık­ birikim in i ortaya koyar. Bu birikim ler sıklıkla yaklaşık 2
larına ikincil gelişebilmektedir. Akut postenfeksiyöz ay üzerindeki bir sürede temizlenir.
GN, İkinciye bir örnektir.

Akut Postenfeksiyöz (Poststreptokoksik) Glomerülonefrit K linik Gidiş


Akut postenfeksiyöz GN, glomerül hastalıklarının en sık gö­ Böbrek hastalığının başlangıcı hızlı olma eğilimindedir;
rülenlerinden biri olup, immün komplekslerin glomeriilde bi­ halsizlik, hafif ateş, bulantı ve nefritik sendrom ile ken­
rikimi sonucu oluşur: Bununla beraber glomerül hücrelerinin dini gösterir. Klasik olguda oligüri, azotemi, hafif ya da
diffiiz proliferasyonu ve hasarı ile özellikle nötrofil lökositle- orta derecede hipertansiyon vardır. Karakteristik olarak
rin infiltrasyonu ortaya çıkar. Olayı başlatan antijen ekso- idrarın parlak kırmızıdan çok, bulanık kahverengi gö­
jen ya da endojen olabilir. Prototipik eksojen patern rüldüğü makroskobik hematüri vardır. Bir miktar prote­
poststreptokoksik GN'de görülendir. Streptokoklar dı­ inüri hastalığın değişmez bir özelliği olup, daha önce
şında diğer organizmalarla gelişen enfeksiyonlar da pos­ bahsedildiği gibi nefrotik sendrom oluşturacak kadar
tenfeksiyöz GN ile ilişkili olabilir. Bunlar arasında bazı şiddetli de olabilir. Hastalığın aktif fazı sırasında serum
stafilokok enfeksiyonları ile kızamık, kabakulak, suçiçe­ kompleman düzeyleri düşüktür; poststreptokoksik ol­
ği ve hepatit B ve C gibi sık görülen viral enfeksiyonlar gularda serum anti-streptolizin O titreleri yükselmiştir.
sayılabilir. Sistemik lupus eritematozusda görüldüğü gi­ Epidemik olgularda çocukların çoğunda tam iyileşme
bi endojen antijenler; proliferatif bir GN'ye sebep olabi­ olur. Çok az çocukta; kresent oluşumuna bağlı şiddetli
lirler fakat daha sık olarak postenfeksiyöz nefropatinin zedelenme sonucu hızlı ilerleyen (rapidly progressive)
karakteristiği olan nötrofilden yoksun membranöz nef­ GN ya da sekonder skarlaşma sonucu kronik böbrek
ropati (daha önceki kısma bakınız) ile sonuçlanır. hastalığı gelişir. Sporadik olguların prognozu daha az bi­
Klasik bir poststreptokoksik GN olgusu grup A strep­ linmektedir. Erişkinlerde olayın klinik ve histolojik şid­
tokok enfeksiyonunun iyileşmesini takiben 1-4 hafta detine bağlı olarak olguların %15-50'sinde bir iki dekat
sonra gelişmektedir. |3-hemolitik streptokokların yalnız­ içinde ya da bir kaç yıl sonra son dönem böbrek hastalı­
ca bazı nefrit yapıcı (nefritojenik) türlerinin glomerül ğı gelişir. Buna karşılık çocuklarda akut postenfeksiyöz
hastalığı oluşturma yeteneği vardır. Çoğu olguda başlan­ GN'in sporadik olgularından sonra kronikleşme sıklığı
gıç enfeksiyonu bir farenjit ya da deri enfeksiyonudur. çok daha düşüktür.
530 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

<s«S.
Resim 13-10 Poststreptokoksik glomerülonefrit A , Kapiller içi lökositler ve glomerüle ait hücrelerin proliferasyonundan dolayı oluşan
glomerül hipersellüleritesi. Tubuluslar içindeki eritrosit silendirler dikkati çekmektedir. B, Tipik epitel altı “ hörgüç” (ok) ve intramem-
branöz elekron-yoğun birikimi. BM: bazal membran; KL, kapiller lümen; E: endotelyal hücre; Ep: visseral epitelyal hücre (podositler).

IgA Nefropatisi IgG antikorlarını ortaya çıkarabilir. IgA’nın belirgin mezan-


Bu durum genellikle çocukları ve genç erişkinleri etkile­ giyal birikimi, IgA immün komplekslerinin tutulumundan
mektedir. Özgül olmayan bir üst solunum yolu enfeksi­ kaynaklanmaktadır. Glomerüllerde C1q ve C 4’ün yokluğu
yonunu izleyen bir ya da ikinci günde ortaya çıkan mak- alternatif kompleman yolunun aktivasyonunu işaret eder.
roskobik hematüri atakları ile başlamaktadır. Tipik ola­ Birlikte ele alındığında, bu ipuçları genetik olarak hassas bi­
reylerde mikrobiyal ya da diğer antijenlere (ör. viruslar,
rak hematüri günlerce sürer, daha sonra bir kaç ayda bir
bakteriler ve gıda proteinleri) solunum yolu ya da gastroin­
yinelemek üzere durur. Lokal ağrı görülür. IgA nefropati­
testinal yol ile maruz kalma; bir bölümü anormal glikozillen-
si yineleyici mikroskobik ya da makroskopik hematürinin en
miş, artmış IgA sentezine, mezangiumda IgA ve IgA içeren
yaygın sebeplerinden biridir ve dünyadaki renal biyopsi ile immün komplekslerin birikimine yol açabilir ve burada al­
ortaya konan en sık glomerül hastalığıdır. ternatif kompleman yolunu aktive ederek glomerüler hasa­
Hastalığın işareti mezangiumda IgA birikimidir. Bazıları rı başlatırlar. Bu senaryoyu destekleyecek şekilde intestinal
IgA nefropatisini, sıklıkla mezangiumda IgA birikimi ile mukozal defektleri olan çölyak hastalığı olan bireyler ile IgA
karakterize bir Henoch Schönlein purpurasmm lokalize komplekslerinin hepatobilyer temizlenmesi bozuk karaci­
varyantı olarak kabul eder. Tamamen bir böbrek bozuk­ ğer hastalığı olan bireylerde IgA nefropatisi artmış sıklıkta
luğu olan IgA nefropatisinin aksine Henoch Schönlein görülür (se ko n d e r IgA nefropatisi).
purpurası; deriyi (purpurik döküntüler), gastrointestinal
kanalı (karın ağrısı), eklemleri (artrit) ve böbrekleri tu­
tan sistemik bir sendromdur.

( M ORFOLOJİ
PATO G EN EZ
Histolojik olarak IgA nefropatisinde lezyonlar oldukça de­
Bugüne dek birikmiş kanıtlar, IgA nefropatisinin anormal ğişkendir. Glomerüller normal olabilir, bazı glomerüllere sı­
glikozillenmiş IgA’ya karşı antikorlar kadar, IgA üretim ve nırlı mezangiyal genişleme ve segmental inflamasyon (fokal
temizlenmesindeki bir anormallik ile ilişkili olduğunu düşün­ proliferatif GN), diffüz mezangiyal proliferasyon (mezangi-
dürür. Mukozal sekresyonlarda esas immünglobulin olan yoproliferatif G N ); ya da (seyrek olarak) belirgin kresentik
IgA, IgA nefropatili hastaların %50’ sinde artmıştır ki bu (hilalli) GN görülebilir. Karakteristik immünfloresan bulgu­
hastalar kemik iliğinde plazma hücreleri tarafından lgA1 alt su m ezangiyal IgA b irikim id ir. Bu sıklıkla C3 ve proper-
tipinin artmış üretimine sahiptir. İlaveten bazı hastalarda dinle birliktedir ve daha az miktarlarda da IgG veya IgM
dolaşımda IgA içeren immün kompleksler bulunur. Genetik vardır (Resim 13-11). Klasik yolun erken kompleman bile­
yatkınlık bazı populasyonlarda belli HLA ve kompleman ge- şenleri genellikle yoktur. Elektron mikroskopu çoğu olguda
notipinin artmış sıklığı ile H LA ’sı eş kardeşlerde ve aile bi­ mezangiumda elektron yoğun birikimlerin varlığını kanıtlar.
reylerinde bu durumun görülmesi ile ortaya konmuştur. Birikimler olguların küçük bir kısmında fokal proliferasyon-
Çalışmalar; plazma klirensini azaltan ve mezangiumda biri­ lar ile komşu kapiller duvarlarının subendotelyal boşluğuna
kimini sağlayan olay olarak Ig A l’ in glikozilasyonunda bir doğru ilerleyebilir. Biyopsi bulguları tedaviye yanıtı ya da
anormalliği de düşündürür. Bu anormal lgA1 glikana özel hastalıkta ilerleme olup olmadığını göstermede yardımcıdır.
Glomerül Hastalıkları 531

olarak nötral yağlar ve mukopolisakkaritlerin birikimine


bağlı olarak köpüklü görünüm alırlar (k ö p ü k sü hücre­
le r). Zamanla artan glomerüloskleroz, vasküler skleroz,
tubuler atrofi ve interstisyel fibrozis, tipik değişikliklerdir.
Elektron mikroskop altında erken dönemde glom erül ba­
zal m em branı ince ve kesintili görünür. İleri dönemlerde
GBM’da düzensiz kalınlaşma veya incelme odakları ile bir­
likte lamina densada laminasyon ve belirgin ayrılma görülür
ve bir “ b asket filesi” görünümü gösterir.

K linik Gidiş
Kalıtım heterojendir; en yaygın olarak a5 tip IV kollaje-
ni kodlayan genin mutasyonu sonucu olarak X'e bağlı
Resim 13-11 IgA nefropatisi. IgA’nın karakteristik immünfloresan geçiş görülür. Bu nedenle, erkekler kadınlardan daha
birikimi özellikle mezangiyal bölgelerde belirgindir. IgA, immün- sık ve daha şiddetli etkilenme eğilimindedirler ve böb­
globulin A rek yetmezliği gelişimi daha muhtemeldir. Nadiren kalı­
tım; a3 ve a 4 tip IV kollajeni kodlayan genlerde defek-
te bağlı olarak otozomal dominant ya da resesif olabilir.
K inik Gidiş Herediter nefritli bireylerde, makroskopik ya da mikros­
Hastalık sıklıkla çocukları ve genç erişkinleri etkiler. IgA kobik hematüri ve proteinüri 5-20 yaşları arasında orta­
nefropatili hastaların yarısından çoğu solunum yolu en­ ya çıkar; belirgin böbrek yetmezliği ise 20-50 yaşları ara­
feksiyonundan sonra, daha seyrek olmak üzere de gast­ sında gelişir.
rointestinal trakt veya üriner trakt enfeksiyonundan son­ X'e bağlı geçişli Alport sendromunun İcadın taşıyıcıla­
ra makroskopik hematüri ile bulgu verir. Olguların %30- rı ya da otozomal formların her iki cinsten olan taşıyıcı­
40'mda, proteinüri eşlik etsin ya da etmesin, mikrosko- ları genellikle inatçı hematüri ile bulgu verir, sıklıkla
pik hematüri, %5-10'unda ise tipik akut nefritik sendrom asemptomatiktir, benign bir gidiş gösterir. Bu hastalarda
gelişir. Hematüri tipik olarak birkaç gün sürer, sonra dü­ biyopsi örnekleri sadece GBM'da incelme gösterirler.
zelir ve birkaç ay sonra yineler. Takip eden dönem olduk­
ça değişkendir. Hastaların çoğunda normal böbrek fonk­
siyonu dekatlarca sürer. 2 0 yıllık bir süre içinde olguların Ö ZET
%25-50'sinde kronik böbrek yetmezliğine yavaş bir iler­
leme görülür. Böbrek biyopsi bulguları; kötü prognozu Nefritik Sendrom
tespit etme de yardımcıdır; ki bu bulgular, diffüz mezan­ • N e fritik sendrom; azotemi, pro te in üri, hipertansiyon ile
giyal proliferasyon, segmental skleroz, endokapiller pro- b irlik te oligüri ve hematüri ile karakterizedir.
liferasyon ve tubulointerstisyel fibrozisdir. • En sık sebep, im m ünolojik olarak oluşan glom erül zede­
lenmesidir; ki burada lezyonlar p ro life ra tif değişiklik ve
Herediter Nefrit lö kosit infiltrasyonu ile karakterizedir.
Herediter nefrit, GBM proteinlerini kodlayan genlerdeki • A k u t p o s te n fe k s iy ö z g lo m e rü lo n e frit ; çocuk ve genç eriş­
mutasyonlann sebep olduğu bir grup herediter glomerül kinlerde strepto kok enfeksiyonundan sonra ortaya çıkar;
fakat birçok diğer organizma ile olan enfeksiyonu takiben
hastalığını tanımlar. En iyi incelenmiş antite Alport send-
de görülebilir. Immün kom plekslerin, esas olarak subepi-
romudur. Bu olgularda sinirsel tipte sağırlık ile lens dis-
telyal boşluklarda birikim i ile glom erül hücrelerinde pro­
lokasyonu, posterior katarakt ve korneal distrofiyi içe­
liferasyon ve bol n ö tro fil ile oluşur. Etkilenen çocukların
ren çeşitli göz bozuklukları nefrite eşlik eder.
çoğu iyileşir; prognoz erişkinlerde kötüdür.

o
• IgA n e fro p a tis i; IgA içeren immün kom plekslerin mezangi­
yal b irikim i ile karakterizedir ve dünyadaki ne fritik send-
PA TO G EN EZ rom un en yaygın sebebidir. Tekrarlayan hematürinin de
en sık sebebidir. Yaygın olarak çocukları ve genç erişkin­
GBM büyük oranda, cc3, a 4 ve a 5 heterotrimerlerinden leri e tk ile r ve değişken b ir seyir gösterir.
meydana gelen kollagen tip IV’den oluşur. Tip IV kollagenin
• H e r e d ite r n e frit (A lp o rt S e n d ro m u ); G BM ’ı kodlayan gen­
bu tipi lens, koklea ve glomerüllerin normal işlevleri için
lerde mutasyonlar sonucu oluşur. H em atüri, yavaş ilerle­
çok önemlidir, a zincirlerinden herhangi birinin mutasyonu
yen p ro te in üri ve böbrek fonksiyonunda bozulma ile bul­
detektif heterotrim er yapısı ile ve A lp o rt sendromunun
gu verir. G lom erüller hastalığın geç dönem lerine kadar
hastalık belirtileri ile sonuçlanır.
norm al görünür.

M O R FO LO Jİ
Hızlı İlerleyen Glomerülonefrit
Herediter nefritte histolojik incelemede glomerüller, se-
konder sklerozun görüldüğü hastalığın geç dönemine ka­
Hızlı ilerleyen glomerülonefrit (Rapidly Progressive Glo­
dar kayda değer bir özellik göstermezler. Bazı böbrekler­
merulonephritis: RPGN) glomerülonefritin özel bir eti-
de interstisyel hücreler, belirgin proteinüriye bir reaksiyon
yolojik formu değil bir klinik sendromdur. İlerleyici böb­
532 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

rek fonksiyon kaybı, şiddetli oligüri ve nefritik sendro-


mun tipik laboratuar bulguları ile karakterizedir. Eğer
tedavi edilmezse haftalar, aylar gibi bir süre içinde böb­
rek yetmezliğinden ölüm ile karakterizedir. RPGN ile
ilişkili karakteristik histolojik bulgu kresentlerin bulunuşu­
dur (kresentik GN).

PA TO G EN EZ
Kresentik G N , bazısı böbreğe sınırlı diğerleri sistemik, b ir
grup farklı hastalık tarafından oluşturulabilir. Tüm olguları
te k b ir mekanizma açıklayamamasına rağmen, glom erül ze­
delenmesinin, çoğu olguda im m ü nolojik aracılı olduğuna
dair kuşku yoktu r. Kresentik G N ’e sebep olan hastalıklar,
iyi bilinen b ir bo zukluk ile ilişkili olab ilir ya da idiyopatiktir.
Nedeni saptanabildiği zaman, hastaların yaklaşık % 12’ sinde
akciğer tutulum u olan ya da olmayan anti-GBM antikor-ara-
cılı kresentik G N (tip I C r G N ), % 44’ ünde kresentli immün Resim 13-12 Kresentik glomerülonefrit (G N) (Jones gümüş met-
kom pleks G N ’ İ, kalan % 4 4 ’ünde pauci-immün kresentik hanamin boyası). Normal glomerül yapılarının harabiyeti ve kapiller
G N vardır. Bunların tüm ünde şiddetli glom erül harabiyeti bölümlerin rüptürü ile nekroz alanlarına komşu üriner boşluğu dol­
görülür. duran lökosit ve prolifere hücrelerin hilal şeklindeki kitlesine dikkat
ediniz (oklar). Nekrotizan ve kresentik G N ’ in segmental dağılımı
A N C A (antineutrophil cytoplasmic antibody)-ilişkili kresentik GN
Anti-Glomerüler Bazal Membran Antikor-Aracılı için tipiktir.
Kresentik Glomerülonefrit
Anti-GBM antikor-aracılı kresentik glomerülonefrit, daha
önce tanımlandığı gibi GBM'da IgG'nin lineer birikimi İmmün Kompleks-Aracılı Kresentik Glomerülonefrit
ile çoğu olguda C3 birikimi ile karakterizedir. Bu hasta­ Kresentler, immün kompleks nefritlerinden herhangi bi­
ların bazılarında anti-GBM antikorları, pulmoner alve- rinin (poststreptokoksik GN, sistemik lupus eritemato-
oler bazal membranlarma da bağlanır ve böbrek yetmez­ zus, IgA nefropati, Henoch-Schönlein purpurası) komp­
liği ile birlikte pulmoner hemoraji klinik tabloya ilave likasyonu olabilir. Bazı olgularda immün kompleksler
olur. Bu hastalar; pulmoner hastalığın yokluğunda orta­ gösterilebilir ama altta yatan sebep saptanamaz. Im-
ya çıkan ve sadece renal tutulumu olan idiyopatik olgu­ mtinfloresan çalışmalarında; herhangi bir sebebe bağlı
lardan ayırdetmek için, Goodpasture sendromlu hastalar bu form GN'lerde değişmez bulgu immünglobulin
olarak isimlendirilir. Anti-GBM antikorları serumda bu­ ve/veya komplemanın mezangium ve/veya GBM'da gra-
lunur ve tanıda yararlıdır. Anti-glomerüler bazal memb­ nüler yumru, topak ("lumpy bumby") paternidir. Bu bo­
ran antikor-aracılı kresentik GN'e tanı koymak önemli­ zukluk genellikle plazmafereze yanıt vermez.
dir, çünkü bu hastalar dolaşımdan patojenik antikorların
alınmasını sağlayan plazmaferezden yararlanırlar.

( ) M ORFOLOJİ
M ORFOLOJİ Daha önce tanımlandığı gibi sonunda kresent oluşturacak
Böbrekler büyük ve soluk olup, sıklıkla kortika l yüzeyde pe- GBM kırılmaları ve segm ental n e k ro z şeklinde şiddetli
teşiyal kanam alar vardır. G lom erüller segmental nekroz hasar vardır. Bununla b irlikte anti-GBM antikorları ile ilişkili
ve G BM ’da kırılmalar gösterirler; böylece Bowman boşlu­ kresentik G N ’ in aksine nekroz içermeyen glom erül seg-
ğunda fibrin birikim i ve plazma proteinlerinin eksudasyonu m entleri altta yatan immün kom pleks hastalığının kanıtları­
görülür; buna yanıt olarak parietal epitel hücrelerinin proli- nı (ör. postenfeksiyöz G N ya da sistemik lupus eritem ato-
ferasyonu ortaya çıkar. Bu p ro life ra tif ayırdedici lezyonlar zus’taki lökosit eksudasyonu ve diffü z proliferasyon ve He­
şekillerine bağlı olarak k re se n t (h ilal) olarak isim lendirilir; noch Schönlein purpurası ya da IgA nefropatisindeki gibi
çünkü bu lezyonlar Bowman boşluğunu doldurur. Hilaller mezangiyal proliferasyon) gösterir, im m ünfloresan; immün
pariyetal hücrelerin proliferasyonu ve m on ositlerin /m a kro- kom pleks hastalığının kara kte ristik g ranüler paternini
fajların Bowman aralığına göçü sonucu oluşmaktadır (Resim orta ya koyar. Elektron m ikroskop, sınırlı b irikim le r göste­
13 -1 2 ). Diğer tip lökositler de az sayıda bulunabilir. Glome- rir.
rülün tutulmayan bölümü proliferasyon göstermez, im m ünf-
loresan çalışmalar karakteristik olarak GBM boyunca güçlü
C3 ve lineer IgG birikim i gösterir (Resim 1 3 -4 , B). Bu anti­
ko rla r tip ik olarak tip IV kollajeni tanır. G lom erülde tip IV “Pauci-İmmün” Kresentik Glomerülonefrit
kollajenin diffüz dağılımından dolayı, antikonantijen kom p­ “Pauci-immün" tip kresentik GN, immünfloresan ve elekt­
lekslerinin yoğunluğu, elektron m ikroskobuyla görm ek için ron mikroskop ile belirgin immün komplekslerin veya
yeterince yüksek değildir. Elektron m ikroskobu, G BM’da
anti-GBM antikorlarının bulunmaması ile tanımlanır.
belirgin rü p tü rle r gösterebilir. Kresentler sonunda Bowman
Antinötrofil sitoplazmik antikorlar (ANCA) serumda ti­
boşluğunu oblitere eder ve glom erülleri baskıya uğratır. Za­
manla kresentler skarlaşır ve glom erüloskleroz gelişir.
pik olarak bulunur, Bölüm 9'da tanımlandığı gibi bazı
vaskülitlerde etiyopatojenik rol oynarlar. Kresentik GN
Tubulusları ve İnterstisyumu Etkileyen Hastalıklar 533

böylece bazı örneklerde Wegener granülomatozisi ya da Tubulointerstisyel N efrit


mikroskobik polianjiitis gibi sistemik vaskülit olguları­
nın bir komponentidir. Olguların çoğunda "pauci-im- Tubulointerstisyel nefrit (TİN), primer olarak tubulusları
mün" kresentik GN böbrekte sınırlıdır ve idiopatik ola­ ve interstisyumu tutan böbreğin bir grup inflamatuar
rak isimlendirilir. hastalığını tanımlar. Glomerüllerin tümü tamamen ko­
runmuş olabilir veya sadece hastalığın geç döneminde
etkilenir. Bakteriyel enfeksiyona bağlı olarak gelişen TİN
olgularının çoğunda böbrek pelvisi belirgin olarak tutu­
MORFOLOJİ
lur, bundan dolayı daha açıklayıcı bir terim, pyelonefrit
G lom e rüller; kresent oluşumu ile sonuçlanan GBM kırılma­ (pyeIo=pelvis) kullanılmaktadır. İnterstisyel nefrit terimi
ları ve segm ental n e k ro z gö ste rir (daha önce bahsedil­ genellikle bakteriyel kökenli olmayan TİN olguları için
di). G lom erüllerin tutulm ayan segmentleri, belirgin inflama- kullanılmaktadır. İlaçlara, hipokalemi gibi metabolik bo­
tu a r hücre infiltrasyonu ya da proliferasyon olmaksızın, zukluklara, radyasyon gibi fiziksel zedelenmeye, viral
norm al görülür. Anti-G BM a n tiko r hastalığının aksine im- enfeksiyonlara ve immünolojik reaksiyonlara bağlı geli­
münglobulin ve kom pleman için immünfloresan çalışmaları şen tubuler zedelenme bunların kapsamına girer. Klinik
sonuçlan negatiftir ya da negatife yakındır ve elektron m ik­
özellikler ve eksüdanm karakteri temel alınarak, TİN eti-
roskop ile saptanabilir birikim yoktu r.
yolojik etkene bakılmaksızın akut ve kronik alt gruplara
ayrılabilir. Bundan sonra, önce sıklıkla bakteriyel köken­
li pyelonefriti ve bunu izleyerek diğer bakteriyel köken­
li olmayan interstisyel nefrit türlerini sunacağız.
Klinik Gidiş
RPGN'nin başlangıcı oligüri ve azoteminin daha belir­ Akut Pyelonefrit
gin olması dışında nefritik sendroma benzemektedir.
Akut pyelonefrit, böbrek ve böbrek pelvisinin bakteriyel en­
Bazen nefrotik düzeye ulaşan proteinüri görülebilir. Et­
feksiyonu ile oluşan yaygın pürülan inflamasyonudur. İdrar
kilenen bireylerin bazıları anürik olur; uzun süreli diya­
yolu enfeksiyonlarının (İYE) önemli bir yansıması olup,
liz ya da transplantasyon gerekir. Prognoz kabaca, tutu­
aşağı (sistit, prostatit, üretrit) veya yukarı (pyelonefrit)
lan glomeriil oranı ile ilişkilidir; glomerüllerin %80'in-
idrar yollarını ya da her ikisini de tutabilir. Daha sonra
den azında hilal (kresent) olan hastalar daha fazla kre­
göreceğimiz gibi, pyelonefrit olgularının büyük bir bölü­
sent yüzdesi olanlara göre daha iyi prognoza sahiptir.
mü aşağı idrar yollarının enfeksiyonu ile ilişkilidir. Bu
Plazma değişimi özellikle anti-GBM antikor GN'i ve Go­
tür enfeksiyonlar, böbreğe yayılım göstermeksizin yerel
odpasture hastalığı olan bazı hastalarda ve ANCA-ilişki-
olarak kalabilir. İYE'ları oldukça sık görülen bir klinik
li pauci-immün kresentik GN'li bazı hastalarda yararlı
problemi oluştururlar.
olmaktadır.

O Ö ZET ______
Hızla İlerleyen Glomerülnefrit
o PATOGENEZ
A k u t pyelonefritte hastalığa yol açan başlıca orga­
• RPGN, nefritik sendrom ve hızlı renal fonksiyon kaybı bul­ n izm a lar e n te rik gram negatif ço m aklard ır. E sh eric-
guları olan bir klinik antitedir. hia co li en sık görülen etkendir. D iğer önemli organizm alar;
• RPGN, nekroz, GBM kırılmaları içeren şiddetli glomerül P ro te u s, K le b sie lla , E n te r o b a k te r v e P se u d o m o n a s tü rle ri
hasarı ve bunu takip eden parietal epitel proliferasyonu olup; özellikle id ra r yollarına tıbbi girişim yapılan ya da kon-
(kresentler) ile birliktedir. jenital ya da edinsel id ra r yolu anomalisi olan bireylerde
• RPGN; anti-GBM antikor hastalığında GBM’a karşı otoan- tekrarlayan enfeksiyonlarla ilişkilidir. Stafilokoklar ve S tr e p ­
to c o c c u s fa e ca lis de pyelonefrit oluşturabilir, ancak bu çer­
tikorlar geliştiğinde ya da immün kompleks birikimi sonu­
çevede daha nadir patojenlerdir.
cu geliştiği zaman immün aracılı olabilir; antinötrofil sitop-
lazmik antikorlar ile ilişkili olduğunda da “ pauci-immün” Bakteri böbreklere, kan akımı yoluyla (hem atojen en­
olabilir. feksiyon) ya da alt idrar yollarından (asandan enfeksiyon)
ulaşabilir. (Resim 13-13). A lt id ra r yollarından gelen
asandan enfeksiyon, b a k te rin in böbreğe ulaştığı en
önem li ve en sık yoldur. Mukozal yüzeylere bakterilerin
yapışmasını, distal üretrada (ve kadınlarda introitusda) ko-
TUBULUSLARI VE İNTERSTİSYUMU lonizasyon takip eder. Hem ürotelyum un hem de bakteri­
ETKİLEYEN HASTALIKLAR yel patojenlerin genetik olarak tanımlanmış özellikleri, bak­
teriyel fim briyalar (ürotelyal hücrelerin yüzeyindeki resep­
Tubuler zedelenmenin birçok formu interstisyumu da tö rle re bağlanan pro te in ler) tarafından döşeyici epitele
tuttuğu için ikisi birlikte tartışılacaktır. Bu başlık altında adezyonu kolaylaştırabilir ve enfeksiyonlara hassasiyet geli­
sunulan hastalıklar (1 ) tubulus ve interstisyumun infla- şir. O rganizm alar idrar akım yönünün tersine hareket ede­
rek ve kolonilerin ekspansil büyüm eleri ile mesaneye ulaşır.
matuar tutulumu (interstisyel nefrit) ya da (2 ) akut tubu­
Bu olay kateterizasyon ve sistoskopi gibi üre tra l yolla alet
ler hasar! morfolojik görünümüne ve akut böbrek hasarı kli­
uygulamalarında meydana gelebilir. H em atojen yayılım ,
nik sendromıma yol açan iskemik ya da toksik tubuler ha­
bu iki yoldan daha az görüleni olm akla b irlikte , septisemi,
sar ile karakterizedir.
534 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

HEMATOJEN ENFEKSİYON li sebebidir. Reflü, bakterilerin üreterden peivise doğru çı­


En sık etken:
kışına izin verir. VÜR , İYE’ lu erken çocukluk çağındaki ço­
cukların % 2 0-4 0’ ında bulunur. Genellikle üreterovezikal
kapağın yetersizliği ile sonuçlanan konjenital b ir defekttir.
V U R ; spinal kord zedelenmesi sonucu flask mesanesi olan
veya diyabete sekonder nö rojenik mesane disfonksiyonu
olan kişilerde edinsel olarak da gelişebilir. V Ü R ile id rar
yaptıktan sonra id ra r yollarında residüel id ra r kalır ki bu id­
ra r bakterilerin çoğalmasını kolaylaştırır. Bundan başka
V Ü R ; enfekte mesane idrarının yukarı doğru b ö bre k pelvi-
sine ve papillaların ucundaki açık kanallar yoluyla böbrek
parankim inin içine doğru (intrarenaB reflü ) itilebileceği
hazır b ir mekanizma oluşturur.

M ORFOLOJİ
Tek ya da her iki b ö bre k tutulabilir. Tutulan bö bre k normal
büyüklükte veya büyümüş olabilir. K a ra k te ris tik o larak
belirgin, sarım sı re n k te , böbrek yü zeyind en kaba­
r ık abseler görülür (Resim 13-14). Bunlar geniş bir alana
yayılmış veya böbreğin bir bölgesine sınırlı o lab ilirler veya
tek, büyük b ir irinleşme alanı oluşturm ak üzere birleşirler.
A k u t pyelonefritin ka ra kte ristik histo lo jik özelliği renal
parenkim içinde abse oluşumu ile likefaktif nekrozdur. Er­
ken evrede pü oluşumu (süpürasyon) interstisyel dokuya
En sık etken: sınırlıdır, fakat daha sonra abseler tubulusların içine açılırlar.
E. coli Geniş n ö tro fil gruplan, sıklıkla tutulm uş nefronlardan topla­
Proteus
yıcı kanalların içine yayılarak, idrarda bulunan karakteristik
Enterobacter
lökosit silendirlerinin oluşumuna sebep olurlar. Tipik olarak
Resim 13-13 Böbrek enfeksiyonu yollan. Hematojen enfeksiyon, g lom e rü ller etkilenm ezler.
bakteriyemik yayılım sonucu oluşur. En fazla görülen asendan en­ Tıkanma öğesinin baskın olduğu durum da irinli eksuda
feksiyon olup, mesane enfeksiyonu, vezikoüreteral reflü ve intra-
boşalmaz ve bunu takiben pelvis renalis, kaliksler ve ürete-
renal reflünün bileşimi sonucu ortaya çıkar.
ri do ld urara k pyonefroz oluşturur.

e n fe ktif e n do kardit sırasında bakterilerin bö bre klere ekili­


mi ile akut p ye lo n e frit oluşabilir.
A le t uygulamalarının olmadığı durum larda İYE sıklıkla
kadınları etkilem ektedir. Kadın üretrasının rektum a yakınlı­
ğından dolayı, e n terik ba kteriler tarafından kolonizasyon
sıktır. Ayrıca kısa üre tra , cinsel ilişki sırasında üretral trav­
ma ba kterilerin mesaneye girişini kolaylaştırır. N o rm al ola­
rak mesane idrarı sterildir. Bu mesane mukozasının anti-
m ik ro b ik özelliklerine ve idrarın pe riyo dik boşalımı ile gö­
rülen fışkırtm a mekanizmasına bağlanmaktadır. Ancak çıkış
yolunun engellenmesi ya da mesane işlev bozukluğu ile bir­
likte mesanenin doğal savunma mekanizmaları yenik d u ru­
ma düşerek İYE için uygun b ir o rta m hazırlamış olur. Staz
varlığında b a kte rile r mesaneye gelerek (kateterizasyon so­
nucu olabileceği gibi) dışarı atılmadan ve mesane duvarı ta­
rafından yo k edilmeden sessiz b ir şekilde çoğalabilirler.
Bakteriler, kontam ine olmuş mesane idrarından böbrek
pelvisi ve parankim i enfekte etm ek üzere ü re te rle r boyun­
ca yukarı çıkarlar. Bununla ilişkili olarak İYE, benign prostat
h ipe rtro fisi ve uterus prolapsusu gibi özellikle id ra r akışı
engellenmiş hastalarda sık olm aktadır. İYE’ nun sıklığı, aynı
zamanda diyabetli hastalarda da artm ıştır. Bunun nedeni
enfeksiyonlara eğilimin artması ve staza zemin hazırlayan Resim 13-14 Akut pyelonefrit. Böbreğin ortası ve üst kutbunda
n ö rojenik mesane disfonksiyonudur. daha fazla sayıda olmak üzere korteks yüzeyine fokal soluk abseler
V ezik o ü re te ral reflü (V Ü R ) ile sonuçlanan veziko­ serpiştirilmiştir, alt kutbu göreceli olarak daha az tutulmuştur.
üreteral orifisin yetersizliği asandan enfeksiyonun en önem - Böbrek yüzeyinde abseler arasında koyu renkli konjesyon alanları
vardır.
Tubulusları ve İnterstisyumu Etkileyen Hastalıklar 535

ikinci (neyse ki sık olmayan) özel b ir pyelonefrit tipi, pa­ Kronik Pyelonefrit ve Reflü Nefropatisi
pilla n ek ro zu olara k bilinen b ö bre k papillalarının ne kro­ Kronik pyelonefrit; böbrek parankiminde interstisyel
zudur. Bu durum a zemin hazırlayan üç durum vardır: diya­ nedbeleşmenin ön planda olduğu, buna pelvikalisiyel
bet, id ra r yollarının obstrüksüyonu ve analjezik bağımlılığı. sistemin makroskobik olarak izlenebilen nedbeleşme ve
Bu lezyon bö bre k piram id (renal papilla) uçlarının iskemik deformitesinin eşlik ettiği morfolojik bir antite olarak ta­
ve süpüratif nekrozu kombinasyonundan oluşmaktadır. nımlanmaktadır. Kronik pyelonefrit önemli bir kronik
N e krotiza n papillitin m akroskobik olarak tip ik özelliği; pi- böbrek yetmezliği sebebidir. İki tipe ayrılabilir: kronik
ram idlerin apikal üçte iki kısmının gri-beyaz-sarı renkte obstrüktif pyelonefrit ve kronik reflü-ilişkili pyelonefrit.
nekrozudur. Tek ya da çok sayıda papilla veya tüm papilla-
lar tutulm uş olabilir. M ikro skobik olarak; papiller uçlar nöt- K ro n ik O b s tr ü k tif P y e lo n e frit
rofil infiltrasyonu ile çevrili kara kte ristik koagulasyon nek­ Belirtildiği gibi, tıkanma böbreği enfeksiyona hazırlar.
rozu gösterirler. Yaygın veya yerel tıkanma oluşturan lezyonlar üzerine
Bir İYE’ unda mesane tutulduğu zaman, sıklıkla a k u t ya eklenen tekrarlayan enfeksiyonlar, yineleyici böbrek ilti­
da k ro n ik sistit gelişir. Tıkanma ile ilişkili uzun süreli olgu­ habı ve nedbeleşme ataklarına yol açarak kronik pyelo-
larda m akro skob ik olara k mesane duvarı trabekülasyonla nefite neden olurlar. Hastalık üretranm doğumsal yapı­
beraber h ip e rtro fik olab ilir ya da biriken id ra r nedeni ile sal bozukluklarında (ör. posterior üretral valvler) görül­
belirgin olarak genişlemiş ve incelmiş olabilir.*• düğü gibi iki taraflı olabilir, anomali düzeltilmezse
ölümcül böbrek yetmezliği ile sonuçlanabilir. Yine, taş­
larla ya da üreterin tek taraflı tıkayıcı anomalileri ile
oluştuğunda tek taraflı gelişebilir.

K lin ik G idiş K ro n ik R e flü-ilişkili P y e lo n e frit (R e flü N e fro p a tis i)


Akut pyelonefrit sıklıkla zemin hazırlayan durumlarla Bu tablo, kronik pyelonefrite bağlı nedbeleşmenin daha
birliktedir. Bunlardan patogenetik mekanizmalar tartışı­ sık görülen bir şeklidir. Doğumsal vezikoüreteral reflü
lırken bahsedilmişti: ve intrarenal reflü üzerine idrar yolu enfeksiyonunun
eklenmesi sonucu gelişir. Reflü tek ya da iki taraflı ola­
• Üriner obstrüksiyon, konjenital ya da edinsel bilir; böylece sonuçta gelişen böbrek harabiyeti bir böb­
• İdrar yolunun enstrümantasyonu, en sık kateterizasyon reğin nedbeleşmesi ya da atrofisine neden olabilir veya
• Vezikoüreteral reflü her iki böbreği tutarak potansiyel olarak kronik böbrek
• Gebelik. Gebe kadınların %4-6'smda gebelik sırasında yetmezliğine yol açabilir.
herhangi bir zamanda bakteriüri gelişir ve tedavi edil­
mezlerse bunların %20-40'mda semptomatik üriner M ORFOLOJİ
enfeksiyon ortaya çıkar.
• Kadın cinsiyet ve hasta yaşı. Hayatın ilk yılından son­ Tek ya da he r iki böbrek diffüz ya da yama şeklinde tu tu l­
muş olabilir. İki taraflı tutulum olduğunda bile bö b re kle r
ra (erkeklerde konjenital anomalilerin genelde ortaya
eşit olarak zedelenmediğinden nedbeleşme de eşit ve ho­
çıktığı yaş) ve yaklaşık 40 yaşa kadar enfeksiyonlar
mojen değildir. Bu eşit olm ayan nedbeleşm e kro n ik
kadınlarda erkeklerden daha sıktır. Artan yaş ile er­ PN ’ in, daha sim etrik olarak büzülmüş böbreklere neden
keklerde insidans, idrar akım obstrüksüyonuna yol olan vasküler skleroz (sıklıkla “ benign nefroskleroz” olarak
açan prostat hiperplazisinin gelişmesine bağlı olarak isim lendirilir) ve kro n ik G N ’den ayırt edilmesinde yararlı­
yükselir. dır. K ro n ik pyelonefritin belirleyici bulgusu; papillalarda si­
• Evvelce var olan böbrek lezyonları; intrarenal nedbeleş- linme ve belirgin kaliks şekil b o zu k lu k la rın a yol açan
meye ve obstrüksiyona neden olur. pelvis ya da k a lik sleri veya h e r ikisin i de tu ta n ned-
beleşm edir (Resim 13-15).
• Diabetes mellitus, ki bu hastalıkta enfeksiyon ve mesa­
M ikro skobik değişiklikler büyük oranda özgün değildir
ne fonksiyon bozukluğu sık olarak zemin hazırlayıcı
ve benzer değişiklikler diğer k ro n ik tubulointerstisyel bo­
faktörlerdir. zukluklarda, örneğin analjezik nefropatisinde de gö rülebi­
• İmmün süpresyon ve immün yetmezlik lir. Parenkim şu bulgulan sergiler:
Komplikasyonsuz akut pyelonefritte başlangıç genellik­ • Lenfosit, plazma hücreleri ve az sayıda nö tro fillerde n
oluşan inflam atuar infiltrasyon ile düzensiz interstisyel
le ani olup; kostovertebral açıda ağrı ile ateş, titreme ve
fibrozis
kırgınlık gibi enfeksiyonun sistemik bulgularını, dizüri,
• Döşeyici epitelde atrofi ile tubullerin dilatasyonu ya da
sık ve acil idrar yapma gibi lokalize idrar yolu bulguları­
kontraksiyonu. Birçok genişlemiş tubul, pembe mavi
nı içerir. İdrar pü içermesine (pyüri) bağlı olarak hafif renkte, şeffaf görünüm de, PAS p o zitif “ kolloid silendir­
bulanık görünür. Antibiyotik tedavisi olmadan bile has­ le r” olarak bilinen silendirler içerir. Bu görünüm ü ile tiro -
talık iyi seyirli ve kendi kendine iyileşme eğilimindedir. id dokusunu anımsattığı için tanımlayıcı “ tiroidizasyon”
Bakteriürinin daha uzun sürmesine rağmen hastalığın te rim i kullanılır. Sıklıkla tub uller içinde nö tro fille r g ö rü lü r
semptomlu evresi bir haftadan daha uzun sürmez. Has­ • Kaliksiyel m ukoza ve duvarını tutan kro n ik inflam atuar
talık genellikle tek taraflıdır ve bu nedenle etkilenen ki­ infiltrasyon ve fibrozis vardır.
şilerde böbrek yetmezliği gelişmez, çünkü halen etkilen­ • Sıklıkla beraberindeki hipertansiyona bağlı arteriolo skle -
memiş bir böbrek vardır. Zemin hazırlayan faktörler bu­ roz
lunan olgularda, özellikle bilateral olduğu zaman hasta­ • G lom erüloskleroz genellikle sekonder b ir olay olarak
gelişir ve nefron kaybı sonucudur (önceden söz edilen
lık yineleyici ve kronik olabilir. Nekrotizan papillit geli­
b ir maladaptasyon).
şimi prognozu büyük ölçüde kötüleştirir.
536 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

Küntleşm iş kaliks
da yapı olarak benzer diğer ilaç ahırımdan sonra hipersen-
sitivitenin tekrarlaması olarak sıralanabilir. Bazı hastalarda
tip I hipersensitivite reaksiyonunu düşündürecek şekilde se­
rum IgE seviyeleri artm ıştır. D iğer olgularda inflam atuar in-
fîltrasyonun yapısı (aşağıda anlatılmıştır) ve ilaçlara karşı po­
z itif deri testleri; T hücre aracılı (tip IV) hipersensitivite re­
aksiyonunu düşündürür.
Patogenetik olayların en akla yatkın sıralaması şunları ta­
kip eder: ilaçların tubullerden sekresyonu sırasında hapten-
ler gibi davranmaları, ilaçların tu b u le r hücrelerin bazı sitop-
lazm ik ya da ekstrasellüler kom ponentlerine bağlanmaları
ve im m ünojenik hale gelm eleridir. Sonuçta oluşan zedelen­
me; tub ule r hücrelere ya da onların bazal m em branlarına
karşı IgE ve hücre aracılı im m ün reaksiyonlar tarafından
oluşturulur.

Resim 13-15 Vezikoüreteral reflü ile ilişkili kronik pyelonefritte M ORFOLOJİ


tipik kaba nedbeler. Bu nedbeler sıklıkla alttaki küntleşmiş kaliks-
lerle ilgilidir ve böbreğin üst ya da alt kutuplarında yerleşirler. A k u t ilaca bağlı gelişen ne fritte anorm allikler interstisyum-
dadır; ki burada özellikle lenfosit ve m akrofajlardan oluşan
m ononükleer hücrelerle infiltrasyon ve belirgin ödem gö­
K linik Gidiş
rü lü r (Resim 1 3 -1 6 ). Eozinofiller ve n ö tro fille r sıklıkla çok
Kronik pyelonefritli birçok hasta tıbbi olarak hastalıkla­ sayıda bulunabilir. Bazı ilaçlar (ör. metisilin, tiyazid, rifam ­
rının çok geç döneminde saptanabilmektedirler. Bunun pin) ile dev hücre içeren non-nekrotizan granülom lar görü­
nedenleri; böbrek yetmezliğinin yavaş yavaş başlaması lebilir. N on-steroid anti inflam atuar ajanlar tarafından oluş­
ve böbrek hastalığı bulgularının ancak rutin laboratuar turulan bazı olgular dışında g lom e rü ller norm aldir, bu du­
testleri ile fark edilmesidir. Diğer olgularda böbrek has­ rum da gelişen hipersensitivite reaksiyonu podositlerde
talığı sıklıkla hipertansiyonun gelişimi ile fark edilmek­ ayaksı çıkıntılarda düzleşmeye ve n e fro tik sendroma yol
tedir. Radyolojik görüntü karakteristiktir: etkilenen açar.
böbrek asimetrik olarak kontraktedir ve kaliks sistemin­
de bir dereceye kadar şekil bozuklukları ve küntleşme
bulunur (kaliektazi). Tanısal olarak, belirgin bakteriüri- K linik Gidiş
nin bulunuşu ya da yokluğu özellikle yardımcı değildir. Hastalık ilaç alındıktan yaklaşık 15 gün sonra (2-40 gün)
Bakteriürinin olmaması şüphesiz kronik pyelonefriti ta­ başlar ve ateş, eozinofili (geçici olabilir), deri döküntüleri
nı dışı bıraktırmamalıdır. Hastalık iki taraflı ve ilerleyici (hastaların yaklaşık %25'inde) ve böbrek bozuklukları ile
olduğu zaman poliüri ve noktüri ile bulgu veren, idrarı karakterizedir. İdrar bulguları; hematüri, hafif proteinü­
konsantre etme yeteneğinde kayıp ile tubuler fonksiyon ri ve lökositüri (bazen eozinofilleri içeren) şeklindedir.
bozukluğu ortaya çıkar. Yaklaşık hastaların %50'sinde, özellikle yaşlı hastalarda
Daha önce belirtildiği gibi, kronik pyelonefrit veya serum kreatininde yükselme ya da oligüri ile birlikte
reflü nefropatisi olan bazı hastalarda sonuçta sekonder akut böbrek zedelenmesi gelişir. İlaca bağlı böbrek zede­
glomerüloskleroz gelişir. Bunlar proteinüri ile birliktedir lenmesinin klinik tanınması zorunluluktur, çünkü se­
ve sonunda tüm bu zedelenmeler ilerleyici kronik böb­ bep olan ilacın kesilmesi ile birlikte iyileşme görülür.
rek hastalığına katkıda bulunurlar.

İlaca Bağlı Gelişen İnterstisyel Nefrit


Bu yaygın antibiyotik ve analjezik kullanım çağında,
ilaçlar böbrek hasarının önemli bir nedeni olarak ortaya
çıkmaktadırlar. Akut ilaca bağlı tubulointerstisyel nefrit
(TIN), giderek artan sayıda ilaca karşı oluşan ters reak­
siyondur. Akut ilaca bağlı TİN en sık olarak sentetik pe­
nisilinler (metisilin, ampisilin), diğer sentetik antibiyo­
tikler (rifampin), diyüretikler (tiyazid), nonsteroidal an-
ti-inflamatuar ajanlar ve diğer çok sayıda ilaçlar (fenin-
dion, simetidin) ile ilişkilidir.

PATO G EN EZ
Hastalığın birçok özelliği im m ün mekanizmayı düşündürür.
Hipersensitivitenin klin ik kanıtları; latent b ir periyodu olma­ Resim 13-16 Belirgin eozinofilik ve mononükleer infiltrasyonun
sı, eozinofili ve deri dökün tü le ri, ilaç reaksiyonunun kendi­ izlendiği ilaca bağlı intertisyel nefrit.
(D r. H . R ennke'nin izniyle, Patoloji D epartm an ı, Bringham and W o m en 's H ospital,
ne idiosinkratik doğası (ö r: doza bağımlı olmaması), aynı ya
Boston, M a ssa ch u se tts.)
Tubuluslan ve İnterstisyumu Etkileyen Hastalıklar 537

Ancak böbrek fonksiyonlarının normale dönmesi birkaç mayan akut ilaca bağlı allerjik interstisyel nefrit. Akut
ayı alabilir. böbrek hasarı oluşturan diğer sebepler bu bölümün de­
ğişik yerlerinde tartışılmıştır.
ATH, çeşitli klinik durumlarda oluşur, bu nedenle
O Ö ZET ___________________ ____________ nispeten sıktır. Şiddetli travmadan akut pankreatit ve
septisemiye kadar değişebilen bu klinik durumlarda ge­
Tubulointerstisyel Nefrit nellikle belirgin hipotansiyon ve şokla birlikte böbrek gi­
• T İN ’ler, primer olarak renal tubul ve interstisyumu tutan bi periferik organların tamamına ya da bir bölümüne
inflamatuar hastalıklardır. kan akımı yetersizdir. Kan akımının yaygın ya da lokal
• Akut pyelonefrit; ya reflü, obstrüksiyon, ya da idrar yolla­ olarak azalması ile ilişkili ATH iskemik ATH olarak ad­
rının diğer anormallikleri sonucu asandan enfeksiyon ile landırılmaktadır. Uygun olmayan kan transfüzyonları
ya da bakterilerin hematojen yayılımı sonucu oluşan bir ve myoglobulinüri gibi diğer hemolitik krizler de iske­
bakteriyel enfeksiyondur. Böbreklerde abse oluşumu ve mik ATH'ye benzer bir klinik tablo oluşturur. Nefrotok-
bazen papiller nekroz ile karakterizedir. sik ATH denilen diğer şekli, ağır metaller (ör. karbon tet-
• Kronik pyelonefrit; genellikle reflü ya da üriner obstrüksi­ ra klorid) ve gentamisin ile diğer antibiyotikler gibi kala­
yon ile ilişkili olup; tutulan böbreklerde nedbeleşme ve balık bir ilaç grubu ve radyografik kontrast maddeleri
belirgin böbrek yetmezliği ile sonuçlanır. içeren değişik toksinler tarafından oluşturulmaktadır.
• İlaca bağlı interstisyel nefrit; bir ilaca karşı IgE ve T hücre ATH sıklıkla geri dönüşlüdür, zamanında tanınması ve
aracılı immün reaksiyondur. Sıklıkla bol eozinofil içeren yönetilmesi tam iyileşme ile ölüm arasındaki fark anla­
interstisyel inflamasyon ve ödem ile karakterizedir. mına gelebilir.

A kut Tubuler Hasar


PATO G EN EZ
Akut tubuler hasar (ATH); morfolojik olarak hasarlan-
mış tubuler epitelyal hücreler ile klinik olarak idrarda Hem iskemik hem de ne fro toksik A T H ’de esas olayların
granüler ve tubuler hücrelerin görülmesi, renal fonksi­ şunlar olduğuna inanılmaktadır;
yonun akut azalması ile karakterize bir klinikopatolojik • T ubuler hasar. Tubulus epitel hücreleri, özellikle anoksi-
antitedir. Değişikliklerin bu birlikteliği akut böbrek haşan ye duyarlı ve toksinlere hassatır (Resim 13-17). Tubulus-
olarak adlandınlır ve klinik olarak azalmış GFH şeklinde ların to ksik zedelenmesine zemin hazırlayan çeşitli fak­
bulgu verir. Akut tubuler hasara akut böbrek hasarı se­ tö rle r vardır. Bunlar, glom erül filtra tta n suyun geri emi-
bep olduğunda, oligüri (idrar atılımı 400mL/ gün'den az limi ile konsantre edilen luminal çözünen maddelere
yüksek konsantrasyonlarda m aruz kalma kadar proksi-
olunca olarak tanımlanır) olabilir. Akut böbrek hasarı­
mal tubul boyunca sekrete edilen ve reabsorbe edilen
nın diğer sebepleri şunlardır: (1) Klinik olarak RPGN
çeşitli m oleküllerin yükselmiş intrasellüler konsantras­
şeklinde bulgu veren şiddetli glomerül hastalıkları; (2 )
yonlarını içerir.
mikroskobik polianjiitis ve trombotik mikroanjiopatiler
• Kan akımında sebat eden ve şiddetli dengesizlikler, tub u­
gibi diffüz renal vasküler hastalıkların sebep olduğu
ler hücrelere azalmış oksijen ve madde iletim i ile sonuç-
akut tubuler hasar; (3) sıklıkla tubuler hasar ile ilişkili ol­

Resim 13-17 A kut böbrek hasarında patofizyolojik mekanizmalar. Çeşitli olaylar, doğrudan tubullere hasar verir, böylece birçok mekaniz­
ma ile GFH’ nı azaltır ve vazkonstriksiyona da yol açar. Tubuler hasara neden olan bazı olaylar da doğrudan renal kan akımını azaltarak
GFH’nı azaltır. NO , nitrik oksit; PGI2, prostaglandin l 2 (prostasiklin).
(La m e ire N . ve a rk.'d a n m odifiye edilm iştir: J A S N 12:S20-S32, 2 0 0 1 .)
538 BÖLÜM 1 3 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

lanır. İskemi epitel hücrelerinde çok sayıda yapısal deği­ to lo jik tablosu, bazı fa rk la r ile b irlikte esas olarak benzer.
şiklikler oluşturur. H ü c re p o la r it e s in in k a y b ı erken Belirgin nekroz proksim al tubullerde çok belirgindir, tub u­
ve geriye dönüşü olan b ir olaydır. Bu tu b u le r hücrelerin, ler bazal m em branlar genellikle korunm uştur.
bazolateralden luminal yüzeylerine m em bran proteinle­ Eğer hasta bir hafta yaşar ise epitelyal rejenerasyon al­
rinin (Ö r. N a+, l<+, -ATPaz) yeniden düzenlenmesine yol çak küboidal epitelyal ö rtü şeklinde ve canlı kalabilen tubu­
açar. Böylece proksim al tub uller tarafından azalmış sod­ ler epitelyal hücrelerin m ito tik aktivitesi olarak gö rün ür
yum reabsorbsiyonu ve distal tubullere artmış sodyum hale gelir. A ltta yatan akut tu b u le r hasar ve onun sonucu
gelişine sebep olur. Böylece glom e rü le r feedback sistemi oluşan akut bö bre k hasarı, zedelenmenin ardından p ro k ­
ile pre glom erü ler a rte rio le r vazokonstrüksiyon oluşur. simal tu b u le r hücreler, hücre siklusunun G 2/ M evresinde
Tubulus hücrelerinin bazal m em brana tutunmasını sağla­ durdurulduğunda, tam irden çok, fibrozis ile sonuçlanabilir.
yan integrinlerin değişimi ve yeniden düzenlenmesi; tu ­ Z ira bu durm a (arre st) p ro fib ro tik aracıları arttırır.
buler hücrelerin bazal m em brandan ayrılmaları ve bun­
ların idrara dökülmesi ile sonuçlanır. Eğer yeterince tu ­
buler debri birikirse id ra r akımını bloke edebilir (silen­ Klinik Gidiş
d irle r ile obstrüksiyon) ve tubulus içi basıncı a rttıra ra k İskemik ATH'nin klinik seyrinde, başlangıçta, olayı baş­
G FH’ nı azaltır. Ayrıca zedelenmiş tubuluslardan inters- latan tıbbi, cerrahi veya obstetrik durum ön plandadır.
tisyum a sıvı sızabilir (geri akım), sonuçta interstisyel ba­
Etkilenen hastalar sıklıkla oligüri ve GFH'da azalmayı içe­
sınç artışı ve tubuluslarda kollaps gelişir, iskem ik tub ule r
ren akut böbrek zedelenme bulguları gösterirler. Tüm
hücreler; kem okinler, sitokinle r ve P-selektin gibi adez-
hastalarda oligüri yoktur; bazılarında anüri olacaktır, di­
yon m olekülleri eksprese e d erler ki bunlar doku hasarı­
ğerleri özellikle zedelenme daha hafif ise ATH nonoligü-
na iştirak eden lökositleri to p la r ve doku zedelenmesine
katkıda bulunur (interstisyel inflamasyon).
rik olabilir. Akut böbrek zedelenmesi sırasında klinik
tabloda elektrolit bozukluklukları, asidoz, üremi ve aşırı
iskem ik b ö b re k hasarı, aynı zamanda G FH ’da azalmaya
sıvı yüklenmesinin belirti ve bulguları ön plandadır. Alt­
neden olan şiddetli hem odinam ik değişiklikler ile karakteri-
taki zedelenmenin doğasına, şiddetine ve bu hastalıktan
zedir. Esas olanlardan biri intrarenal vaz© k@ n strü ksiy@ n -
dur. Bu, medullanın dış kısmında kalan tubullere (proksim al
bağımsız olarak aynı anda bulunan diğer durumlara
tubulusun kalın çıkan kolu ile düz segmenti) hem azalmış bağlı olarak prognoz değişir. Dikkatli destekleyici tedavi
glom erüler plazma akımına ve azalmış oksijen gelişine yol ve diyalizin olmadığı durumda hastalar ölebilir. Akut
açar (Resim 13-17). V a zo ko n strü ktö r yolların b ir kısmı bu böbrek harabiyetinin sebebi ATH olduğu zaman, tubu­
fenom enle açıklanabilmesine rağmen (ör. renin-anjiyoten- ler rejenerasyon ve tamir belirgin klinik düzelmeye yol
sin, trom boksan A 2, sem patik sinir aktivitesi) güncel görüş açar. Destekleyici bakım yöntemleriyle, akut hasar sıra­
vazokonstrüksiyona, endotelyal va zo ko n strü ktö r olan en- sında böbrek hastalığı bulunmayan ve zeminde bulunan
dotelin salınımında artım ve vazodilatatör n itrik ©ksit ve hızlandırıcı sorunlara yenilmeyen hastalarda renal fonk­
prostoglandin üretim inde azalmaya yol açan sublethal siyonların düzelme şansı oldukça yüksektir. Önceden
endotelyal zedelenm enin aracılık ettiğidir. Son olarak; böbrek hastalığı olanlarda tam iyileşme daha az müm­
glom erül üzerine iskemi ve toksin le rin d ire k t etkisine dair kün olup; zamanla son evre böbrek hastalığına ilerleme
bazı kanıtlar vard ır ve bu etki azalmış etkili glom erül filtras-
maalesef daha sıktır.
yon yüzeyine sebep olur.
Vazokonstrüksiyona ilaveten A T H patogenezi tub ule r
hücre nekrozu ve apoptozu ile ilişkilidir. Ö lü hücreler; inf-
lamatuar reaksiyona yol açabilir (Bölüm 2), ki bu da tub u­
O Ö Z E T ____________________ _______________
ler zedelenme ve fonksiyonel bozulmayı alevlendirir. Akut Tubuler Hasar
• ATH, akut böbrek zedelenmesinin en sık görülen sebebi­
dir; klinik belirtileri, sıklıkla oligüri ile birlikte elektrolit
anormallikleri, asidoz, üremi ve sıvı yüklenme bulguları­
M ORFOLOJİ
dır.
İsk em ik A T H , proksim al tubulusların düz kısmında ve çı­ • ATH, renal tubullerin iskemik ya da toksik zedelenmesi
kan kalın kolunda lezyonlar ile karakterizedir, fakat proksi­ sonucu oluşur ve tubuler epitelyal hücrelere besin ve ok­
mal ya da distal tubulusun hiçbir segmenti lezyonsuz değil­ sijen ulaşımında ve GFH’da azalmaya yol açan intrarenal
dir. Sıklıkla, çeşitli tu b u ler b asarlar görülür. Bunlar; p ro k ­ vazokonstrüksiyon ile de ilişkilidir.
simal tu b u le r fırçamsı kenarların incelmesi, fırçamsı kenar­ • ATH, m orfolojik olarak, tubul segmentlerinin nekrozu ya
larda kabarcıklar oluşması ve fırçamsı kenarın dökülmesi, da hasarı (tipik olarak proksimal tubuller), distal tubuller­
hücrelerin vakuolizasyonu, tu b u le r hücrelerin alttaki bazal de proteinöz silendirler ve interstisyel ödem ile karakte­
m em brandan ayrılması ve bu hücrelerin idrara dökülmesi rizedir.
olarak sıralanabilir. Göze çarpan ilave b ir bulgu, distal tubu­
lus ve toplayıcı duktuslarda p ro te in ö z silendirlerin bulun­
masıdır ki bunlar; hem oglobin ve diğer plazma proteinleri
ile b irlikte Tam m -Horsfall proteininden (norm al olarak tu ­ K A N D AM AR LAR IN I ETKİLEYEN
buler epitelden sekrete e d ilir) oluşurlar. Ezilme hasarı ATH
oluşturduğu zaman silendirler m yoglobulin de içerirler, in-
HASTALIKLARI
terstisyum da genellikle p o lim o rfo n ü kle e r lökosit, lenfosit
ve plazma hücrelerinden oluşan hafif inflam atuar infiltras-
Böbreğin hemen her hastalığı kan damarlarını sekonder
yon ile b irlik te yaygın ödem görülür. T o k sik A T H ’ nin his­
olarak tutar. Sistemik damar hastalıkları, örneğin çeşitli
tipte vaskülitler de böbrek kan damarlarında görülürler
Kan Damarlarını Etkileyen Hastalıkları 539

ve böbrekteki etkileri sıklıkla, klinik olarak önemlidir


(Bölüm 9). Böbrek, hem esansiyel hem de sekonder hi­
pertansiyon patogenezi ile yakından ilişkilidir. Bu bö­
lüm; benign ve malign hipertansiyonla ilişkili böbrek
lezyonlarmı kapsamaktadır.

Arterionefroskleroz
X#
Arterionefroskleroz, benign hipertansiyondaki böbrek deği­
>? \
şiklikleri ve arteriol duvarlarında skleroz ve kalınlaşma için M
kullanılan bir terimdir. Karakteristik morfolojik değişik­ v
likler küçük arteriollede görülür ve hyalin arterioloskle- y - ~ 7 i fi
roz olarak isimlendirilir. Arterionefroskleroz, 60 yaşın
üzerindeki birçok kişinin otopsisinde, hafif şiddette de
olsa bir dereceye kadar saptanır. Hipertansiyon bulun­ ^ ' f v N ' A \
duğu zaman, hasta herhangi bir yaşta da olsa lezyonla-
rın şiddeti ve sıklığı artar.
' %Vvür \
-

PATO G EN EZ Resim 13-18 Benign nefroskleroz. Hyalinize birikimli, belirgin du­


var kalınlığı ve daralmış lümene sahip iki arteriolün büyük büyütme­
B irçok b ö bre k hastalığının hipertansiyona sebep olduğu ve deki görünümü.
bunun sonucunda arterion efroskle rozla ilişkili olacağı bilin­ (Dr. M . A. Venkatachalam'ın izniyle, Patoloji Departmanı, University o f Texas
Health Sciences Center, San Antonia, Texas.)
melidir. Böylece, bu b ö b re k lezyonu, sıklıkla diğer p rim er
b ö b re k hastalıklarının üzerine eklenm iştir. A r te r ve a rte ri-
ollerde benzer değişiklikler, k ro n ik tro m b o tik m ikroanji- dışında, nadiren tek başına böbrekte ciddi hasar oluştu­
opatisi olan bireylerde de görülür. H ipertansiyonun mu ar-
rur. Bununla beraber, bu lezyona sahip tüm hastalar,
terio ne fro sklero za neden olduğu, yoksa gizli p rim e r bir
konsantrasyon yeteneğinde kayıp ya da değişen derece­
m ikrovasküler renal hasarın mı hipertansiyona sebep olup,
lerde GFH'da azalma gibi bir miktar fonksiyon bozuklu­
onun da sklerozu mu hızlandırdığı sorularının yanıtı bilin­
ğu gösterirler. Hafif derecede proteinim sık görülen bir
mez. Son çalışmalar, A frik a kökenli Am erikalılarda gözle­
nen arterion efroskle rozu n yüksek insidansı ile sıkı sıkıya
bulgudur.
bağlantılı olan ap olipoprotein L1 geninde mutasyonu işaret
eder (aynı gen FSGS’ nin artmış riskine de yol açar). Böbrek Malign Hipertansiyon
hastalığının artm ış riskinin mekanizması bilinm ez, fakat bu
mutasyon tripanazom al hastalığa karşı korum aya katkıda Kan basıncının genellikle 120/200mm Hg'dan yüksek
bulunur, bu yüzden prevalansı doğal seleksiyon ile etkilen­ olarak tanımlandığı malign hipertansiyon, Amerika'da
miş olabilir. "benign" olarak tanımlanan hipertansiyona göre daha az
görülür ve kan basıncı yüksek bireylerin ancak %5'inde
ortaya çıkar. Doğrudan gelişebilir (hastaların önceden hi­
pertansiyonu yoktur) ya da hafif bir hipertansiyonu olan
( i M ORFOLOJİ
bir bireyde aniden ortaya çıkabilir. Malign hipertansiyo­
M akroskopik o lara k b ö b re kle r sim e trik o la ra k atrofik- nun prevalansı az gelişmiş ülkelerde daha yüksektir.
tir, her birinin ağırlığı 110-130 g r’dır. T ip ik olarak böbrek
yüzeyi p ü rtü klü , d iffü z ince granüler, pürüzlü deri g ö rü­
nüm dedir. M ikro sko b ik olarak tem el anatom ik değişiklik
PATO G EN EZ
hyalin a rte rio lo sk le ro z olarak bilinen küçük a rte r ve ar-
te rio lle rin duvarlarının hyalini kalınlaşmasıdır. Bu homojen Şiddetli hipertansif olaya dönüşün nedeni belli değildir, fa­
pembe hyalini kalınlaşma nedeniyle dam ar lümenleri hasa­ kat aşağıdaki olaylar dizisi sorum lu olabilir. Başlangıçtaki
ra uğrar ve altta yatan hücresel detay kaybolur (Resim 13- olay, böbreklerde olan bir t ü r vasküler hasardır. Bu durum ,
18). Lümenin daralması sonunda, tutulan dam ar boyunca en sık olarak uzun süreli hipertansiyon sonucu o lu r ki bu­
kan akımı belirgin derecede azalır, sonuçta beslenen organ­ rada sonuçta oluşan hasar a rte rio l duyarlarındadır. Sonuç
da iskemi meydana gelir. Böbreğin tüm yapıları iskemik at- olarak; fîbrinojen ve diğer plazma proteinlerine karşı, kü­
rofî gösterir. A rte rio lo n e fro skle ro zu n ileri evre olgularında çük damarların permeabilitesinde artış, endotelyal hasar ve
glom erül yumağı skleroze olur. D iffüz tub ule r atrofi ve in- tro m b o s it birikim i görülür. Bu; küçük a rte r ve a rte rio lle r-
terstisyel fibrozis bulunur. Sıklıkla az m iktarda interstisyel de fibrinoid n ek ro za ve intravasküler tro m b o za neden
lenfositik infîltrasyon vardır. Daha büyük kan damarları (in- olur. Plateletlerden gelen m ito je n ik fa k tö rle r (ör. tro m b o s it
te rlo b e r ve arku a t a rte rle r) internal elastik laminada re- kaynaklı büyüme fa ktö rü ) ve plazma, dam arlarda intim a hi-
duplikasyon ile b irlik te media ve subintimada fib rö z kalın­ pertrofisine yol açar. Sonuçta malign hipertansiyonun orga­
laşma (fib ro elastik h ip erp lazi) gösterir. nize hasarı için tip ik olan h ip e rp la stik a rte rio lo sk le ro z
gelişir ki bu durum m o rfo lo jik olara k tro m b o tik m ikroanji-
yopatidekine benzer (daha sonra anlatılacak) ve lümen da­
K linik Gidiş
ha da daralır. B öbrekler belirgin olara k iskem iktir. Renal af­
Bu renal lezyon üremi ve ölüme neden olduğu Afrika
fe re n t arte rio lle rin şiddetli tu tulum u ile renin-anjiyotensin
kökenli Amerikalılar gibi genetik olarak hassas bireyler
540 BÖLÜM 1 3 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

sistemi güçlü b ir uyarı alır. Bu du rum daha sonra kendi ken­


dır. Hızla tırmanan kan basıncı başlangıcında belirgin
dine sürüp giden b ir kısır döngü o lu ştu ru r; anjiotensin II proteinüri, mikroskobik ve bazen makroskobik hematü-
b ö b re k içi vazokonstrüksiyon o lu ştu ru r ve b ö b re k iskemisi ri vardır, fakat böbrek fonksiyonlarmda önemli bozuk­
renin salınımını devam e ttirir. A ld ostero n düzeyi de yüksel­ luklar yoktur. Ancak kısa sürede akut böbrek hasarı geli­
m iştir ve sonuçta oluşan tu z tutulum u da kan basıncında ar­ şir. Bu sendrom geri dönüşümsüz böbrek lezyonları ge­
tışı alevlendirir. lişmeden önce yoğun antihipertansif tedavi gerektiren
gerçek bir tıbbi acili yansıtır. Hastaların yaklaşık %50'si
en az beş yıl yaşar; sağkalım oranında halen artış kayde­
dilmektedir. Ölümlerin %90'ı üremi, kalan %10'u ise se-
M ORFOLOJİ rebral hemoraji veya kalp yetmezliği ile olmaktadır.
B öbrek hipertansif hastalığın süresine ve şiddetine bağlı ola­
rak norm al büyüklükte veya büzülmüş olabilir. K ortikal yü­ Trom botik Mikroanjiyopatiler
zeyde a rte rio lle r ya da glom erül kapillerlerin yırtılması ile
orta ya çıkabilen, küçük, to p lu iğne başı şeklin d e pete-
Bölüm ll'd e tanımlandığı gibi, trombotik mikroanjiyopati
şiyal ka nam alar böbreğe tip ik pire ısırığı görünüm ünü
terimi, çeşitli klinik sendromlarda görülen lezyonları be­
verir.
lirtir. Bu lezyonlar; klinik olarak mikro anjiyop atik hemoli-
M ikro skobik değişiklikler daha önce tanımlanan patoge-
tik anemi, trombositopeni ve bazı örneklerde böbrek yet­
netik olayları yansıtır. Küçük damarların hasarı a rteriollerin
fibrinoid n e k ro zu olarak bulgu v e rir (Resim 13-19, A ). mezliği ile morfolojik olarak da mikrosirkiilasyonda yaygın
Dam ar duvarları alttaki detayları maskeleyecek şekilde ho­ tromboz ile karakterizedirler. Trombotik mikroanjiyopa-
m ojen, granüler, eozinofilik b ir görünüm gösterir. A k u t ze­ tinin ortak nedenleri şunları içerir;
delenmeden sonra in te rlo b ü le r a rte rle rd e ve daha büyük • Çocukluk çağı hemolitik üremik sendromu (HUS)
arte rio lle rd e intimal hücrelerin proliferasyonu soğan kabu­
• Erişkin HÜS'un çeşitli formları
ğu ( “ onion-skin” ) görünüm ü v e rir (Resim 13-19 B). Bu
• Trombotik trombositopenik purpura (TTP)
olay; tüm üyle yerleşmemiş olm akla b irlikte , kökeni intimal
düz kas olduğuna inanılan hücrelerin konsantrik dizilim in­ • Çeşitli ilaçlar
den kaynaklanmaktadır. H ip e rp la stik a rte rio lo sk le ro z • Malign hipertansiyon veya skleroderma
olarak tanımlanan bu lezyon a rte rio lle rin ve küçük a rterle­
rin tam tıkanm a noktasına kadar ileri derecede daralması­
na sebep olur. N e kro z glom e rü lleri de tutabilir, glom erül-
lerde, n e kro tik a rte rio lle rd e ki gibi m ikro tro m b ü sle r gelişe­ PA TO G EN EZ
bilir. Benzer lezyonlar aku t tro m b o tik m ikroanjiyopatili
(sonra tanımlanacak) bireylerde ve renal krizdeki sklero- T ro m b o tik m ikroanjiyopatilerde m ajor patogenetik fa k tö r­
dermalı hastalarda görülür. ler, endotel aktivasyonu (H Ü S ’daki baskın a n orm a lliktir) ile
tro m b o sit aktivasyon ve agregasyonudur (T T P ’de baskın­
dır). H e r iki hastalık da, bir grup dışarıdan gelen e tkile r ve
K linik Gidiş kalıtsal m utasyonlar sonucu olabilir. H e r iki neden birlikte
bu hastalığın belirleyicisi olan yaygın küçük damar tro m b o -
Malign hipertansiyonun tam gelişmiş sendromu papilla
zuna yol açabilir.
ödemi, ensefalopati, kardiyovasküler bozukluklar ve
• Ç o cu k lu k çağı H Ü S, en iyi tro m b o tik m ikroanjiyopati
böbrek yetmezliği ile karakterizedir. Sıklıkla erken
ile ilişkili renal sendrom larla karakterizedir. Olguların
semptomlar kafa içi basınç artışı ile ilişkili baş ağrısı, bu­
%75 kadar büyük çoğunluğu; Shiga toksini üreten £. co­
lantı, kusma ve özellikle gözlerde skotom veya "benek­ lt ile intestinal enfeksiyonu takip eder. Bu enfeksiyonlar,
lerin" gelişimi ile kendini gösteren görme bozuklukları­

Resim 13-19 Malign hipertansiyon. A , Afferent arteriolün fibrinoid nekrozu (periyodik asit-Schiff boyası) B, Hiperplastik arterioloskleroz
(soğan zarı lezyonu).
(Dr. Helmet Rennke'nin izniyle, Patoloji Departmanı, Brigham and Women's Hospital, Boston, M assachusetts.)
Kronik Böbrek Hastalığı 541

enfekte et (ör. ha m burgerler) yenmesi ve Shigella dysen- K lin ik G idiş


teriae tip I ile enfeksiyonlar sonucu oluşan epidem ilerde Tipik olarak çocukluk çağı HÜS, genellikle gastrointesti­
orta ya çıkar. Bu sendrom un patogenezi Shiga toksininin nal veya grip benzeri bir prodromal dönemi takiben ya
e tkile ri ile ilişkilidir. Bu toksin dolaşımda n ö tro fille r ile ta­ da kanama bulguları (özellikle hematemez ve melena),
şınır. Rönat glom e rü le r endotelyal hücreler hedeftir, çün­ şiddetli oligüri, hematüri, mikroanjiyopatik hemolitik
kü bu h ü cre le r toksin için m embran reseptörü eksprese anemi ve bazı olgularda şiddetli nörolojik değişikliklerle
ederler. Toksin endotel üzerinde çeşitli etkilere sahiptir. giden ani bir başlangıç ile karakterizedir. Bu hastalık ço­
Bunlar, lökositlerin adezyonunu arttırm a, endotelin üre­ cuklarda akut böbrek hasarının ana nedenlerinden birisidir.
tim in i arttırm a , endotelyal n itrik oksit kaybına yol açma Eğer böbrek hasarı diyaliz ile uygun bir şekilde yöneti­
(h e r ikisi de vazokonstriksiyonu sağlar) ve tü m ö r ne kro­ lirse, hastaların çoğu haftalar içinde iyileşir. Uzun süreli
zu faktörü gibi sitokinlerin varlığında endotelyal hasara prognoz (15'in üzeri-25 yıla kadar) her zaman iyi değil­
yol açma gibi etkilerdir. Toksin aynı zamanda hücre içine dir, çünkü bu çocukların yaklaşık %25'inde sekonder
g ire r ve doğrudan hücre ölüm üne sebep olur. Oluşan skarlaşmanm bir sonucu olarak sonunda renal yetmez­
endotel hasarı tro m b o za yol açar. T rom boz, vazokonst- lik gelişir. HÜS ve TTP; mikroanjiyopatik hemolitik ane­
riksiyon gibi glom erül kapillerlerinde, afferent a rte rio l- mi ve trombositopeni gibi bazı birbiri ile örtüşen klinik
lerde ve in te rlo b ü le r a rte rle rd e en belirgindir ve sonun­ özelliklere sahip olmalarına rağmen, TTP HÜS ile kıyas­
da kara kte ristik tro m b o tik m ikroanjiyopati ile sonuçla­ landığında santral sinir sisteminin baskın tutulumu sık­
nır. tır, böbreklerin tutulumu ise daha azdır.
Çocuklarda H Ü S’ lu olguların yaklaşık % 10’ una Shiga
toksini üreten bakterinin oluşturduğu diyare öncülük et­
mez. Bu hastaların b ir alt grubunda kom pleman düzen­
O Ö Z E T ___ ____ ______
leyici proteinlerin (ör. fa k tö r H ) mutasyonel inaktivasyo- Böbreğin Vasküler Hastalıkları
nu, küçük vasküler hasarlardan sonra kontrolsüz kom p­
leman aktivasyonuna izin verir. Bu durum , trom bü s olu­ • Arterionefroskleroz: Progresif, kronik renal hasar hipertan­
şumunu sağlar. siyon ile ilişkilidir. Karakteristik özellikler; hyalin arteri-
• Erişk in H Ü S. T ip ik (epidem ik, klasik, diyare po zitif) oloskleroz ile vasküler lümenlerin daralması sonunda kor­
H Ü S’ da endotelyal zedelenme ve aktivasyonun tetikçisi tikal atrofi gelişimidir.
Shiga-benzeri toksin dir; bunun yanı sıra atipik H Ü S ’un • Malign hipertansiyon: A ku t böbrek hasarı kan basıncının
kalıtsal form la rın da endotel zedelenme sebebi, kom ple- aşırı yükselmesi ile ilişkilidir. A rte r ve arteriollerde fibrino­
manın aşırı ve uygunsuz aktivasyonu olarak görülür. İlaç id nekroz, düz kas hücrelerinde hiperplazi, kortikal yüzey­
toksisitelerini içeren b irço k ilaca m aruz kalma ve diğer de peteşiyal hemorajiler görülür.
durum lar, muhtem elen endotel zedelenmesi ile ara sıra • Trombotik mikroanjiopatiler: Glomerüllerde ve küçük da­
H Ü S’ a benzer b ir tabloya zemin hazırlayabilir. marlarda, akut böbrek hasarı ile sonuçlanan fibrin trom ­
• T T P sıklıkla şim dilerde von W illebra nd fa k tö r (vW F ) büsleri ile karakterize bozukluklardır. Çocukluk çağı
m ultim erlerinin o to a n tiko rla ra bağlı p ro te o litik yıkımın­ HÜS, E. Coli toksini tarafından endotelyal hasar ile oluşur;
da kazanılmış b ir de fekt ya da daha nadir olara k familyal TTP sıklıkla trombosit tüketimi ile yaygın tromboza yol
T T P ’de görülen kalıtsal b ir de fekt tarafından oluşturula­ açan von Willebrand faktörde oluşan defektler ile ortaya
b ilir (Bölüm 11). Patojenik o to a n tiko rla r ya ilaçla indük- çıkar.
lenerek ya da otoim m üniteye bağlı oluşabilirse de tip ik
olarak d ire k t olarak A D A M T S 13’e (trom bo spo ndin
benzeri m otifle re sahip bir disintegrin ve m etaloprote- KRONİK BÖBREK HASTALIĞI
inaz) karşıdır. Bu bir plazma proteazı olup, dolaşımdaki
bü yü k v W F m u ltim e rle rin i küçük parçalara ayırır. Kronik böbrek hastalığı, herhangi bir böbrek hastalığı ti­
A D A M T S 13’e bağlanan otoantikor, fonksiyon kaybına pinin ilerleyici skarlaşması sonucu oluşur. Başlangıçta,
ve dolaşımda büyük v W F m ultim erlerinin artm ış seviye­ arta kalan intakt nefronlarm fonksiyonunda değişiklikler
lerine yol açar; böylece spontan olarak tro m b o s it agre- tamamen bozuk adaptasyondur ve daha ileri skarlaşma-
gasyon ve tro m b o zu n a sebep olacak şekilde tro m b o sit- ya yol açar. Bu durum nihayetinde; zedelenmenin primer
leri aktive edebilir. A D A M T S 13’de genetik d e fektler yerinden bağımsız olarak glomerüller, tubuller, interstis-
benzer paternde hastalığa yol açarlar. yum ve damarların sklerozu, son evre böbrek hastalığı ile
sonuçlanır. Bu bozukluk, diyaliz ya da transplantasyonla
tedavi edilmedikçe üremi nedeniyle ölümle sonuçlanır.

M ORFOLOJİ M ORFOLOJİ
Ç o cuklu k çağı H Ü S ’da, belirgin olarak glom erülleri tutan, A ltta yatan bo zukluk kan damarlarını ve glom erülleri etki-
şiddetli olgularda a rte rio l ve büyük a rte rle re ilerleyen fib­ lediyse, klasik olarak b ö bre kler ik i tara flı o la ra k b üzül­
rin trom bü sle ri ile klasik tro m b o tik m ikroanjiyopatinin m üş, yüzeyleri kırmızı kahverenkte ve diffüz granüler gö­
lezyonları vardır. K ortikal ne kroz bulunabilir. Endotel hasa­ rünüm dedir. K ro n ik pyelonefrit ile hasarlanmış bö b re kle r
rı ile oluşan glom erüllerdeki m o rfo lo jik değişiklikler; glo­ tip ik olarak düzensiz b ir biçimde tu tu lm u ştu r ve yoğun
m erül kapillerlerinde subendotelyal boşlukta genişleme, skarlar içerir. M ikroskobik olarak, tüm olgularda o rta k
G BM ’ da ayrılma ve duplikasyon, mezangiyal disintegrasyon özellik glom erüllerin ilerlemiş nedbeleşmesidir, bu bazen
ile mezangiyal hücrelerin lizisidir. Kronikleştikçe, glom erül- tamamen skleroz şeklindedir (13-20). G lom erüllerde
lerde skarlaşma gelişebilir. obliterasyona kadar giden hyalinizasyon tüm olguların
542 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

• Bunlar oldukça yaygın olup; klinisyen, radyolog ve


patolog için tanısal problemler içerirler.
® Erişkin polikistik böbrek hastalığı gibi bazı formlar
kronik böbrek yetmezliğinin ana sebeplerini oluştu­
rurlar.
• Basit kistler ara sıra malign tümörler ile karıştırılabi-
lirler.
Herediter kistik hastalığın patofizyolojisinde açığa çıkan te­
ma, tubııler epitelyal hücrelerin silya-sentrozom kompleksin­
de altta yatan defekttir. Bazı defektler kist oluşumu ile so­
nuçlanan sıvı absorbsiyonu ve hücresel matürasyon ile
ortaya çıkabilir. Önce, en sık görülen form olan basit
kistten kısace bahsedilecek, ardından polikistik böbrek
hastalığının daha detaylı bir açıklamaları bunu takip
Resim 13-20 Kronik glomerülonefrit. Masson trichrome boyası ile edecektir.
hemen tüm glomerülleri kaplayan mavi boyanan bağ dokusunun
gösterilmesi. Basit Kistler
(D r. M . A. Venkatachalam'ın izniyle, Patoloji Departmanı, University o f Texas
Health Sciences Center, San Antonio, Texas.) Basit kistler genellikle masum lezyonlar olup, çapları de­
ğişken tek ya da multipl kistik boşluklar olarak görülür­
ler. Yaygın olarak 1-5 cm çapındadır, yarı-saydam, gri,
son dönem ini tem sil e tm e kte d ir ve bu böbre klerd e başlan­ parlak, düz bir membran ile döşelidir ve berrak bir sıvı
gıç lezyonun niteliğini belirlem ek olanaksızdır. Peritubuler ile doludur. Mikroskobik incelemede, bu membranlar,
kapiller ağ bölüm lerinin azalması ve kaybı, kortekste ki bir­ tek sıralı, kübik ya da yassılaşmış kübik epitel ile döşeli
çok tubulusta düzensizlik ve atrofi ile b irlikte belirgin im» olarak görülür ki bu epitel birçok durumda tamamen at-
te rstisy e l fib re zis görülür. Küçük ve o rta çaplı a rte rle r rofilctir. Kistler genellikle kortekse sınırlıdır. Nadiren 10
genellikle hipertansiyona sekonder kalın duvarlıdır ve lü- cm. çapa ulaşan büyük kistlere rastlanabilir.
m enleri daralmıştır. F ibro tik interstisyel dokuda lenfositik
Basit kistler, klinik önemi olmayan yaygın bir postmor­
(ve nadiren plazma hücre) infiltrasyon bulunur. Tüm yapı­
tem bulguyu oluşturur. Kistler; hemoraji ya da ağrı nede­
larda zedelenme ilerledikçe birincil lezyonun glom erüler,
niyle araştırıldıklarında ya da insidental olarak saptandık­
vasküler ya da interstisyel olup olmadığını anlamak zorlaşır.
larında, böbrek tümörlerinden ayırdedilmeleri nedeni ile
Bundan dolayı, böyle belirgin zedelenmiş b ö b re kle r son
önemlidir. Radyolojik çalışmalar renal tümörlerin aksine
evr® b ö b rek le r olara k adlandırılır.
renal kistlerin düz kontürlü olduklarını, hemen daima
avasküler olduklarını ve ultrasonografide solid doku sin­
yallerinden ziyade sıvı sinyali oluşturduklarını gösterir.
K linik Gidiş Diyaliz ilişkili edinsel kistler uzun süreli diyalize giren
Kronik böbrek hastalığı bazen sinsi gelişir ve ancak geç son evre böbrek hastalığı olan hastaların böbreklerinde
dönemde böbrek yetmezliği geliştikten sonra hastalık ortaya çıkar. Hem korteks hem medullada bulunurlar ve
saptanır. Böbrek hastalığı, sıklıkla, ilk olarak rutin tıbbi hematüriye yol açacak şekilde kanayabilirler. Ara sıra bu
incelemelerde proteinüri, hipertansiyon ya da azotemi- kist duvarlarında renal adenom veya papiller adenokar-
sinom dahi gelişebilir.
nin bulunması ile saptanmaktadır. Hastalığa özgü bul­
gular kronik böbrek hastalığı gelişimine öncülük edebi­ Otozomal Dominant (Erişkin) Polikistik
lir. Nefrotik sendrom ile sonlanan glomerül hastalığı
Böbrek Hastalığı
olan hastalarda glomerüller sklerotik değişiklikler gös­
terdiğinde protein kaybı için yol ilerleyici olarak kapanır Erişkin polikistik böbrek hastalığı her iki böbreği etkile­
ve böylece daha ilerlemiş hastalığı olanlarda nefrotik yen multipl, genişleyen kistlerle karakterize olup, kistler
sendrom daha az şiddetli hale gelir. Yine de tüm olgular­ sonunda aradaki parankimi tamamen harab ederler.
da bir miktar proteinüri mevcuttur. Hipertansiyon ol­ Yaklaşık 500-1000 kişide 1 görülür ve kronik böbrek
dukça sıktır ve etkileri klinik tabloda ön plana geçebilir. hastalığı olgularının %10'unun nedenidir. Bu hastalık
Mikroskobik hematüri çoğunlukla mevcut olup, mak- genetik olarak heterojendir. Oldukça yüksek geçişli en
roskobik hematüri sık değildir. az iki otozomal dominant genden birinin kalıtımı ile
Tedavi edilmezse hastalığın prognozu kötüdür; kesin­ oluşabilir. Ailelerin % 85-90'mda 16. kromozomun kısa
tisiz iiremiye gidiş ve ölüm kuraldır. Bu ilerlemenin hızı kolunda bulunan PKDlgeni defektli gendir. Bu gen po-
oldukça değişkendir. lisistin- 1 olarak isimlendirilen, hücre membranı ile iliş­
kili büyük (460-kDa) ve kompleks bir proteini kodlar.

BÖBREĞİN KİSTİK HASTALIKLARI PATO G EN EZ


Böbreğin kistik hastalıkları herediter, gelişimsel ve edin-
Polisistin molekülü esas olarak ekstrasellülerdir ve hücre-
sel bozuklukları kapsayan heterojen bir gruptur. Bu has­ hücre ya da hücre-m atriks adezyonları (ör. kollajen, laminin
talıklar aşağıdaki çeşitli nedenlerden dolayı önemlidirler:
Böbreğin Kistik Hastalıkları 543

ve fibro ne ktine bağlanan bölgeler) ile ilişkili pro te in ler ile bö b rekler, abdominal olara k pelvise doğru inen kitle ler
hom oloji gösteren bölgelere sahiptir. Bu m olekül, aynı za­ şeklinde kolaylıkla palpe edilirler. M akroskopik incelemede,
manda reseptör tiro zin fosfatazları da bağlayabilen başka bö b re kle r arada hiç parenkim olmaksızın 3-4 cm ’ye ulaşan
farklı bölgelere de sahiptir. Polisistinler daha sonra anlatıla­ değişik çaplarda kistik kitlelerden oluşmuştur. Kistler, şef­
cak olan m edüller kistik hastalıkla bağlantılı nefrosistinlere faf, bulanık ya da hem orajik olabilen sıvı ile do lu d u r (Resim
benzer şekilde tu b u le r hücrelerin p rim er silyumunda yer­ 13-21).
leşmişlerdir. Bu durum , böbrek kistik hastalıklarının siliyo- Kistler, tubullerden toplayıcı duktuslara kadar nefronun
p a tin in bir tipi olduğu kavramını doğurm uştur. Silyalar saç herhangi b ir seviyesinden doğabilir. Bu yüzden döşeyici epi-
benzeri organeller olup, tub ule r hücrelerin apikal yüzeyle­ tel değişkendir ancak sıklıkla a tro fiktir. A ra sıra Bowman
rinden lümene doğru uzantılar o luşturu rlar ve sıvı akımının kapsülü kist oluşumuna katılır ve bu olgularda glom erül yu­
m ekanik sensörleri olarak görev yaparlar. Güncel kanıtlar, mağı kistik boşluklar içerisinde görülebilir. Genişleyen kis­
polisistin mutasyonlarının m ekanik uyarıya hassasiyette de- tin aradaki bö bre k dokusuna yaptığı basınç iskem ik atrofi-
fe k t oluşturduğunu ortaya koyar. Bu, sırasıyla hücre-hücre ye neden olur. Bir m ikta r norm al parenkim kistler arasında
ve hücre-m atriks adezyonuna, proliferasyonuna, hücre po- dağılmış olabilir. Bunun üzerinde gelişen hipertansiyon ve
laritesinin disregülasyonuna yol açan hücreye kalsiyum giri­ enfeksiyon bulgulan sıktır. A sem ptom atik karaciğer kistleri
şi ile ilişkili uyarı yolaklarını değiştirir. Etkilenen bireylerin hastaların üçte birinde o rta ya çıkar.
tüm renal tu b u le r hücrelerinde PKD1 geninin germline mu-
tasyonları bulunmasına rağmen kistlerin sadece bazı tubul-
lerde gelişmesi ilginçtir. Bu durum büyük olasılıkla PKD Vin K linik Gidiş
her iki allelinin kaybı ile ilişkilidir. Böylece tü m ö r süpressor Erişkinde polikistik böbrek hastalığı sıklıkla hayatın dör­
genlerde olduğu gibi bir ikinci “ somatik vuruş” hastalığın düncü dekadma kadar semptom oluşturmaz. Küçük kistler
o rta ya çıkması için gereklidir. Olguların % 10-15’ i ile ilişkili adolesan dönemde gelişmeye başlamakla birlikte bu za­
PKD2 geni krom o zom 4 ’te yerleşir ve daha küçük, 110- mana kadar böbrekler oldukça büyümüştür. Hastaların
k D ’ luk, b ir proteini kodlar. Polisistin 2 ’ nin b ir kalsiyum en önemli yakınması yan ağrısı veya ağır yorgunluk duy­
geçirgen m em bran kanalı olarak fonksiyon gördüğü ve silya- gusudur. Kist içerisine kanama ya da tıkanma ile kistin
da da eksprese edildiği bilinir. Yapısal olarak farklı olmaları­ akut genişlemesi şiddetli ağrı oluşturabilir. Kimi zaman
na rağmen, polisistin 1 ve 2 ’ nin heterodim erler oluşturarak
lezyonun palpasyonda abdominal bir kitle olarak sap­
b irlikte hareket ettiklerine inanılır. Böylece herhangi bir gen­
tanması ilk belirtidir. Aralıklı makroskobik hematiiri sık­
de mutasyon esas olarak aynı fenotipe sebep olur, ancak
lıkla görülür. Zaten sınırda olan böbrek fonksiyonlarım
PKD2 mutasyonlu hastalar P K D V li hastalarla kıyaslandığın­
azalttıkları için, en önemli komplikasyonlar hipertansi­
da hastalıklarının daha yavaş progresyon gösterirler.
yon ve üriner enfeksiyondur. Hastaların yaklaşık %75'in-
de çeşitli şiddette hipertansiyon gelişir. Willis poligo­
nunda sakküler anevrizma (Bölüm 22) hastaların %10-
( ) M O R FO LO Jİ 30'unda bulunur ve yüksek subaraknoid hemoraji insi-
dansı ile birliktedir.
O tozom al dom in ant erişkin po likistik b ö b re k hastalığında
Her ne kadar hastalık sonunda ölümle sonuçlansa da,
b ö b re k anorm al büyüklüklere ulaşabilir ve her b ir bö bre­
birçok kronik böbrek hastalığına göre prognozu iyidir.
ğin 4 kg’ a kadar ölçüldüğü kaydedilmiştir. Bu çok büyük
Oldukça stabil seyreder ve oldukça yavaş ilerler. Son ev-

Resim 13-21 O tom ozal dom inant erişkin tip p olikistik böbrek, dış yüzün görünüm ü ( A ) ve kesit yüzü (B ). B öbrek çok sayıda dilate
kistlerle genişlemiştir (santim etreli cetvelde gösterilm iştir).
544 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

re böbrek hastalığı 50 yaş civarında görülür; ancak has­ tinal anormallikler ve hatta çok şiddetli formlarda erken
talığın seyrinde büyük farklılıklar vardır ve normale ya­ başlayan körlük bile görülür. Bazı bireylerde görülen di­
kın hayat yaşayanlar bildirilmiştir. Böbrek yetmezliğine ğer anormallikler; okülomotor apraksi, mental retardas-
ilerleyen hastalara, böbrek transplantasyonu yapılabilir. yon, serebellar belirtiler ve karaciğer fibrozisidir. Toplu­
Ölüm genellikle üremi ya da hipertansif komplikasyon­ ca değerlendirilirse, nefronofitizisin çeşitli formları, ço­
lar sonucudur. cuklarda ve genç erişkinlerde son-evre böbrek hastalığı­
nın en sık genetik sebebi olarak bilinir.
Nefronofitizi kompleksinin otozomal resesif formları
Otozomal Resesif (Çocukluk Çağı) Polikistik
için en az dokuz gen lokusu (NPHP1-NPHP9) tanımlan­
Böbrek Hastalığı
mıştır. Bu genlerin çoğu, polikistik hastalığın diğer tip­
lerine sahip olgudaki gibi epitelyal silyanm bileşenleri­
Polikistik böbrek hastalığının bu çocukluk çağı formu
nin proteinlerini kodlar, iki otozomal form erişkinlerde
nadir, otozomal resesif bir bozukluk olup, erişkin poli­
hastalığa yol açar; bunlar çok nadirdir.
kistik böbrek hastalığından, genetik olarak farklıdır.
Yaklaşık 20.000 canlı doğumda bir görülür. Birlikte he-
patik lezyonlarm bulunuşuna ve ortaya çıkış yaşma gö­
re; perinatal, neonatal, infantil ve jüvenil alt gruplar ta­
nımlanmıştır. Tüm tipler 6 . Kromozomun kısa kolunda M ORFOLOJİ
lokalize, fibrosistin olarak adlandırılan bir membran re­ M edüller kistik hastalıkta patolojik olarak k ü çü k kont-
septör proteinini kodlayan PKHD-1 geninde mutasyon- ra k te b ö b rek le r vardır. T ip ik olarak k o rtiko m e d ü lle r bi­
lar sonucudur. Fibrosistin tubuler epitelyal hücrelerin leşkede, düzleşmiş ya da kübik epitel ile döşeli çok sayıda
silyasmda bulunur, fakat fonksiyonu bilinmez. küçük kistler bulunur. D iğer patolojik değişiklikler nonspe-
sifiktir fakat çoğu tu b u le r atrofi, kalınlaşmış tubulus bazal
m em branları ve progresif interstisyel fibro zis görülen k ro ­
nik tubulointerstisyel n e frit şeklindedir.
M O R FO LO Jİ
O tozom al resesif p o likistik b ö b re k hastalığında; korteks ve
medullada ço k sayıda k ü çü k k istle r böbreğe sünger gö­
rünüm ü verir. K ortikal yüzeye d ik açılarla gelen genişlemiş, K lin ik G idiş
kıvrımlı kanallar tüm üyle medulla ve korteksin yerini alır. Başlangıç bulguları, azalmış tubuler fonksiyon sonucu
Kistler toplayıcı duktuslardan köken aldığını yansıtır şekilde görülen poliüri ve polidipsidir. Son evre böbrek hastalı­
te k tip küboidal epitel ile döşelidir. Hastalık her zaman çift ğına ilerleme 5-10 yıllık periyodun üzerindedir. Hastalı­
taraflıdır. Hem en tüm olgularda bulgular; karaciğerde ğa tanı koymak güçtür. Çünkü serolojik belirleyiciler
ço k sayıda epitel ile döşeli k istle r ve po rta l safra duk- yoktur ve kistler radyolojik görüntülemede görülmeye­
tuslarında proliferasyonu içerir. cek kadar küçük olabilir. Bu güçlüklere ilaveten; eğer
kortikomedüller bileşke iyi örneklenmemişse böbrek bi­
yopsisinde de görülmeyebilir. Genç bir hastada açıkla­
K lin ik G idiş
namayan kronik böbrek yetmezliği ve pozitif aile hika­
yesi nefronofitizisden şüphelenmeye neden olmalıdır.
Perinatal ve neonatal formlar en sık görülenlerdir; ciddi
bulgular genellikle doğumda bulunur ve genç infantlar
hepatik ya da renal yetmezlikten ölürler. Yaşayan be­
beklerde de karaciğer sirozu gelişir (konjenital hepatik Q ÖZET
fibrozis).
Kistik Hastalıklar
Kist İçeren Medüller Hastalıklar • Erişkin polikistik böbrek hastalığı, polisistin 1 ya da 2’yi
kodlayan genlerde mutasyonlar sonucu oluşan otozomal
Medullayı tutan kistik hastalığın iki temel tipi vardır: dominant kalıtsal bir hastalıktır; kronik böbrek yetmezli­
nispeten daha sık ve genellikle masum bir durum olan, ği olgularının %10’una sebep olur; böbrekler büyük olabi­
bazen nefrolitiyazis ile birlikte görülen medüller sünger lir ve birçok kist içerebilir.
böbrekten daha ayrıntılı bahsedilmeyecektir. Nefronofiti- • Otozomal resesif (çocukluk çağı) polikistik böbrek hastalığı,
zis-medüller kistik hastalık kompleksi; hemen daima renal fibrosistini kodlayan gende mutasyonlar sonucu oluşur.
fonksiyon bozukluğu ile birliktedir. Erişkin formdan daha az görülür ve karaciğer anormallik­
Nefronofitizis-medüller kistik hastalık kompleksi; ge­ leri ile güçlü bir birlikteliği vardır; böbrekler çok sayıda
nellikle çocukluk çağında başlayan kronik böbrek hasta­ küçük kistler içerir.
lığının tanı konmadan kalan sebebidir. Bu hastalık • Nefronofitizis-medüller kistik hastalık kompleksi, çocuk ve
kompleksinin, başlangıç zamanı esas alındığında dört ti­ genç erişkin kronik böbrek hastalığının sebebi olarak gi­
pi tanımlanmıştır: infantil, juvenil, adolesan, erişkin ha­ derek daha fazla tanınmaktadır. Otozomal resesif bir ge­
çiş gösterir; siliyer fonksiyon ile ilişkili olabilen nefrosis-
yatta sonra gelişen nefronofitizis-medüller kistik hasta­
tinler olarak adlandırılan epitelyal hücre proteinlerini
lık kompleksi. Juvenil form en yaygın olanıdır. Juvenil
kodlayan çeşitli genlerde mutasyonlar ile ilişkilidir; böb­
nefronofitizisli çocukların yaklaşık %15-20'sinde sıklıkla
rekler kontraktedir ve multipl küçük kistler içerir.
ekstrarenal bulgular olarak retinitis pigmentoza gibi re­
Ü rin e r Akım Obstrüksiyonu 545

la n hemen her zaman id ra r yolları enfeksiyonu nedeniyle


ÜRİNER A KIM OBSTRÜKSİYONU sürekli alkali idrarı olan hastalarda oluşur. Ö zellikle üreyi
parçalayan bakterilerle oluşan enfeksiyonlar örneğin Prote­
Böbrek Taşlan us vulgaris ve stafilokoklar, bireylerde ürolitiyazise zemin
hazırlarlar. Ayrıca bakteriler herhangi bir tip te taş oluşumu
Ürolitiyazis, üriner toplayıcı sistem içerisinde herhangi için küçük çekirdekler oluştururlar. A avitaminozunda, to p ­
bir düzeyde taş oluşumudur. Ancak taş en fazla böbrek layıcı sistemin metaplastik epitelinden dökülen skuamöz
içinde gelişir. Taşlar sık görülür, Amerika Birleşik Devlet­ hücreler çekirdek görevi yapar.
lerinde 70 yaşma kadar, erkeklerin %11'inde, kadınların G ut ve hızlı hücre döngüsü bulunan lösemi gibi hastalık­
%5,6'smda semptomatik bir böbrek taşı deneyimi geçire­ lar, idrarda yüksek ü rik asit düzeyine yol açtıkları için ü rik
cekleri tahmin edilmektedir. Semptom veren ürolitiyazis a sit taşı gelişme olasılığı vardır. Ü rik asit taşı olan kişilerin
erkeklerde kadınlardan daha yaygındır. Uzun süreden yaklaşık yarısında ne hiperürisem i ne de idrarda üra t atılımı
beri taş oluşumunda ailesel yatkınlık bilinmektedir. görülür, ancak bu hastalarda taş oluşum unu kolaylaştıran
açıklanamayan sürekli asidik id rar (5 ,5 altında p H ’ lı) çıkar­

(3 PATO G EN EZ
ma eğilimi gösterilmiştir. Sistin ta şla rı, her zaman sistini
de içeren bazı aminoasitierin bö bre kte n taşınmasında ge­
netik olarak belirlenen b ir bo zukluk ile birliktedir. Ü rik asit
Böbrek taşlarının üç tip i vardır.
taşları gibi sistin taşları da id ra r göreceli asidik olduğu za­
• B öbrek taşlarının yaklaşık % 80’ i kalsiyum oksalat ya da man oluşurlar.
kalsiyum oksalat ile kalsiyum fosfat karışımından oluş­ Ü rolitiyazis ayrıca norm alde m ineral çökmesini inhibe
maktadır. eden etkenlerin yetersizliği sonucu da oluşabilir, idrarda
• Yüzde 10’ u magnezyum amonyum fosfat, kristal oluşmasını inhibe edenler arasında Tamm-Horsfall
• Yüzde 6-9’ u ya ü rik asit ya da sistin taşlarıdır. protein, osteopontin, pirofosfat, m ukopolisakkaridler, di-
• Tüm olgularda taş ağırlığının yaklaşık % 2,5’ ini organik fosfonatlar ve nefrokalsin adı verilen bir glikoprotein sayıla­
b ir m ukoprotein m atriks olu ştu ru r (Tablo 13-3). bilir. Fakat ürolitiyazisli bireylerde bu maddelerin herhangi
Taş oluşumunun nedeni, özellikle kalsiyum içeren taşlar­ birinin eksikliği gösterilememiştir.
da, bilinm em ektedir. Büyük olasılıkla çözünen maddelerin
konsantrasyonu, id ra r PH’ sındaki değişiklikler ve bakteri-
yel enfeksiyonlar gibi hazırlayıcı koşulların etkisi söz konu­
sudur. En önem li ve hem en hem en kesin olanı, taşı
olu ştu ran m addelerin id ra r yoğunluklarının, çö zü ­ ( ) M ORFOLOJİ
n ü rlü kle rin i aşacak biçim de a rtm asıd ır (sü persatü - Hastaların yaklaşık % 80’ inde taşlar te k taraflıdır. En sık gö­
rasyo n ). Tablo 13-3’ te gösterildiği gibi kalsiyum taşları rüldüğü yerler; böbrek pelvisi, kaliksler ve mesanedir. Sık­
oluşan hastaların % 5 0 ’sinde hiperkalsemi ile ilişkisiz hiper- lıkla b ir bö bre kte çok sayıda taş bulunur. Taşlar küçük (o r­
kalsiüri vardır. Bu gruptakilerden çoğunluğu barsaktan kal­ talama çap 2-3 m m), düz veya çentikli olabilirler. Bazen tu z­
siyumu fazla m iktard a absorbe eder (abso rbtif hiperkal- ların ilerleyici birikim i renal pelvis ve kalisiyel sistemde, bir
siü ri) ve hemen idrarla atar. Bazı hastalarda ise kalsiyum silendir şeklinde geyik boynuzu “ staghorn” ta şla rı ola­
reabsorbsiyonunda birincil b ö b re k bozukluğu (ren al hi- ra k bilinen dallanan yapıların gelişimine yol açar. Bu kitlesel
p e rk a lsiü ri) vardır. taşlar genellikle magnezyum am onyum fosfattan oluşur.
B öbrek taşlarının diğer tiplerin in nedenleri daha iyi anla­
şılmıştır. Magnezyum am onyum fosfat (stru v ite ) taş­

K lin ik G idiş
Tablo 13-3 Çeşitli Tipte Böbrek Taşlarının Görülme Sıklığı
Taşlar herhangi bir semptom veya belirgin bir böbrek
Taş Dağılımı zedelenmesi oluşturmadan bulunabilir. Bu özellikle böb­
(%) rek pelvisine yerleşmiş büyük taşlar için doğrudur. Kü­
Kalsiyum oksalat ve/veya Kalsiyum Fosfat 80 çük taşlar üretere geçebilir, nerede takılırsa böbrek ya da
İdiopatik hiperkalsiüri(%50) üreter koliği olarak bilinen ve karakteristik olarak kasığa
Hiperkalsemi ve hiperkalsüri (%10) doğru yayılan tipik, nöbet şeklinde şiddetli yan ağrısı
Hiperoksalüri (%5) oluştururlar. Sıklıkla aynı zamanda makroskobik hematii-
Enterik (%4.5) ri vardır. Taşların klinik önemi idrar akımında tıkanma
Primer (%0.5) veya iilserasyon ile kanamaya neden olacak kadar yeter­
Hiperürikosüri (%20) li travma oluşturma kapasitelerinden kaynaklanmakta­
Bilinen metabolik bozukluğu olmayan (%15-%20)
dır. Her durumda da bakteriyel enfeksiyona eğilim vardır.
Magnezyumamonyum fosfat (üçlü taş) 10 Neyse ki, olguların çoğunda radyolojik yöntemlerle ko­
Renal enfeksiyon layca tanı konmaktadır.
Ü rik asit 6-7
Hiperürisemi ile ilişkili
Hiperürikosüri ile ilişkili Hidronefroz
İdiopatik (ürik asit taşlarının %50’si)
Sistin 1-2
Hidronefroz, idrar akış yolunun tıkanması ile oluşan
böbrek parenkim atrofisi ile birlikte pelvis ve kalikslerin
Diğerleri ya dabilinmeyenler ±1-2
dilatasyonunu tanımlar. Tıkanıklık üretradan böbrek
546 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

pelvisine kadar üriner yolların herhangi bir düzeyinde,


ani ve sessiz olabilir. En sık nedenleri aşağıda sınıflandı­
rılmıştır:
• Konjenital: üretra atrezisi, üreter veya iiretrada valv
oluşumu, üreteri sıkıştıran aberan renal arter, torsi-
yon gösteren renal pitozis ve üreter kıvrılması
• Edinsel
o Yabancı cisimler: taşlar, dökülmüş nekrotik papilla
o Proliferatif lezyonlar: benign prostat hiperplazisi,
prostat karsinomu, mesane tümörleri (papillom
ve karsinom), malign hastalığa komşuluk (retrope­
ritoneal lenfoma, serviks veya uterus karsinomu)
o İrıflamasyon: prostatit, üreterit, üretrit, retroperito­
neal fibrozis
o Nörojenik: spinal kord zedelenmesi ile birlikte me­
sane paralizisi
o Normal gebelik: hafif ve geriye dönüşümlü fibrozis
İki taraflı hidronefroz, tıkanma yalnız üreterler düzeyi­
nin altında olduğu zaman ortaya çıkar. Eğer tıkanma Resim 1 3 -2 2 Renal parankim de incelme ile pelvis ve kalikslerde
üreterler düzeyinde ya da yukarda ise lezyon tek taraflı­ belirgin genişleme gösteren h id ro n e fro tik böbrek.
dır. Tıkanma bazen tamdır ve idrarın geçişine tümüyle
engel olur; ancak genellikle parsiyeldir.

da) ve bütünüyle genişlemiş pelvikalisiyel sistemden oluşa­


bilir. B öb rek parankim i basıya ve atrofiye uğramıştır. Papil-
PA TO G EN EZ lalarda silinme ve piram idlerde basıklaşma gözlenir (Resim
13-22). D iğer yandan, engellenme ani ve tam ise, glom erül
Tam tıkanm ada bile glom e rü le r filtrasyon b ir süre etkilen­ fîltrasyonu daha erken bozulur ve bunun sonucu genişleme
mez ve daha sonra filtra t böbreğin interstisyum una ve pe­ henüz hafif derecede iken b ö b re k fonksiyon kaybı gözlenir.
rirenal boşluklara geri difüzyon göstererek buradan lenfa­ Engellenmenin düzeyine bağlı olarak b ir veya her iki üreter-
tik ve venöz sistemlere geri döner. Sürüp giden filtrasyon de genişleme (h id ro ü re te r) görülebilir.
nedeniyle etkilenen k a lik sle r ve pelvis, sıklıkla belirgin M ikro skobik incelemede; erken lezyonlarda tubuluslar-
şekilde, genişler. B öb rek pelvisinde oluşan ve ve toplayıcı da genişleme ve bunu izleyen atrofi ile tu b u le r epitelin ye ri­
kanallara iletilen bu alışılmamış yüksek basınç, b ö b re k da­ ni fîb rö z dokunun aldığı görülür, g lom e rü ller göreceli ola­
marlarını basıya uğratır. Hem arteriyel yetm ezlik hem de rak korunm uştur. Sonuçta ağır olgularda glom erüller de at­
venöz staz oluşur, muhtem elen venöz staz daha önem lidir. rofiye uğrar ve kaybolurlar, böbreğin tüm ü ince fib rö z do­
Papillalar daha yüksek basınca m aruz kaldıklarından en ağır ku bandına dönüşür. Ani ve tam tıkanm ada papillalarda
şekilde za ra r gö rürle r. Buna bağlı olarak başlangıç fonk­ nekrotizan papillitteki değişikliklere benzer şekilde koagü-
siyon b o zu k lu k la rı b ü yü k ölçüde tu b u le r olup, bi­ lasyon nekrozu görülebilir. Komplikasyonsuz olgularda eş­
rincil o la ra k konsantrasyon yeteneğinde bozulm a lik eden sekonder iltihabi reaksiyon çok azdır. Ancak üzeri­
o rtay a çık a r. Daha sonraları glom e rü le r filtrasyon azal­ ne p ye lo nefrit gelişimi sık görülür.
maya başlar. Deneysel çalışmalar, geri dönüşümsüz zede­
lenmenin tam tıkanm ada 3 haftada, tam olmayan tıkanm a­
da ise 3 ayda ortaya çıktığını gösterm iştir. Fonksiyonel de­
ğişikliklere ilaveten obstrüksiyon aynı zamanda, sonunda
interstisyel fibrozise yol açan interstisyel inflam atuar reaksi­ K lin ik G idiş
yonu da tetikler. Bilateral tam tıkanıklık, kısa sürede göze çarpan anüriye
neden olur. Eğer tıkanma mesaneden aşağıda ise başlı­
ca semptomlar mesanenin gerilmesine bağlıdır. Para­
doks olarak, tam olmayan bilateral tıkanmada ise tubu­
ler konsantrasyon mekanizmasındaki bozukluğa bağlı
Q > M OR FO LO Jİ olarak oligüriden çok poliüri görülür, ki bu da rahatsız­
lığın gerçek görünümünü gizleyebilir. Ne yazık ki, Unila­
B ilateral h idro nefroz (ve te k böbreği daha önceden her­ teral hidronefroz, diğer böbrekte herhangi bir nedenle
hangi b ir nedenle za ra r görm üş veya bulunmayan kişilerde­ fonksiyon kaybı olmamış ise uzun süre sessiz kalabilir.
ki te k taraflı hid ro n e fro z) b ö b re k yetm ezliğine sebep o lu r Böbrekteki büyüme sıklıkla rutin fizik muayene sırasın­
ve o rta ya çıkan ürem i, lezyonun doğal gelişimini bozar. Bu­ da saptanır. Kimi zaman böbrek taşları ya da tıkanmaya
na karşılık, ü n ilateral tutulum lar, engellemenin derecesi
neden olan tümör gibi hidronefrozun temel nedenine
ve hızına göre değişecek şekilde tüm m o rfo lo jik değişiklik
bağlı semptomlar, dolaylı olarak hidronefrozun tanın­
dizisi ile bağlantılıdır. Tam olmayan veya aralıklı tıkanmada
masını sağlarlar. Tıkanmanın birkaç hafta içinde orta­
b ö b re k ileri derecede büyümüş ( 2 0 cm ’ye ulaşan boyutlar­
dan kaldırılması genellikle fonksiyonun tam olarak geri
Tümörler 547

dönmesine yol açar. Ancak zamanla değişiklikler geri rak berrak sitoplazmalı hücrelerden oluşmuştur. Büyük
dönüşümsüz bir hal alır. çoğunluğu sporadik olmasına rağmen, Von Hippel Lin-
dau (VHL) hastalığı ile birlikte ya da ailevi formlarda or­
taya çıkabilir. VHL hastalığı çalışmaları; berrak hücreli
TÜMÖRLER karsinomun oluşumuna ilişkin moleküler bir anlayış ge­
Üriner sistemde çok çeşitli benign ve malign tümörler tirmiştir. VHL hastalığı otozomal dominant bir kalıtsal
vardır. Genellikle erişkinlerin %40'mda bulunan küçük geçiş gösterir; özellikle retina ve serebellumun hemanji-
kortikal adenomlar (0.5cm'den daha küçük çapta) gibi yoblastomu gibi çeşitli neoplazilere eğilim ile karakteri­
benign tümörlerin klinik önemi yoktur. Böbreğin en sık zedir. Etkilenen bireylerin %40-60'mda, yüzlerce, bilate­
görülen malign tümörü renal hücreli karsinomdur. Bu­ ral renal kistler ve beraberinde bilateral, sıklıkla multipl,
nu, nefroblastom (Wilms tümörü) ile kaliks ve pelvisin berrak hücreli karsinom gelişir. VHL sendromlu hasta­
primer tümörleri izlemektedir. Diğer böbrek kanser tip­ larda kalıtım kromozomal band 3p25 üzerindeki VHL
leri nadirdir ve burada tartışmaya gerek yoktur. Aşağı geninin germline mutasyonunun geçişi ile olur ve soma­
üriner yolların tümörleri renal hücreli karsinomdan iki kat tik mutasyon ile ikinci alleli kaybedilir. Böylece bu tü­
daha sıktır. Bu bölümün sonunda tanımlanmışlardır. mör baskılayıcı genin her iki kopyasının kaybı berrak
hücreli karsinom gelişiminde anahtar basamaktır. VHL
Böbrek Tümörleri geni, sporadik berrak hücreli karsinomlarm büyük ço­
ğunluğu ile de ilişkilidir. 3pl4 ile 3p26 kromozomal seg-
Onkositoma mentin kaybına yol açan sitogenetik anormallikler spo­
Onkositoma, toplayıcı duktusların interkaler hücrelerin­ radik berrak hücreli karsinomlarda sıklıkla görülür. Bu
den köken alan, renal tümörlerin %1 0 'unu oluşturan be­ bölge VHL genini barındırır (3p25.3). Sporadik olguların
nign bir tümördür. Bu tümörler; onları diğer renal neop- %60'mda hipermetilasyon ya da somatik mutasyon ile
lazmlardan ayırt eden, kromozom 1,14 ve Y kromozom­ kaybolmamış olan ikinci allel inaktive edilir. Böylece
larında kayıp görülen genetik değişiklikler ile ilişkilidir. VHL geninin homozigot kaybı berrak hücreli karsinom-
Onkositomlar histolojik olarak, mitokondri bolluğu ile larm hem sporadik hem de ailevi formlarının altında ya­
karakterizedir, bu esmer renkli olmasını ve histolojik tan en sık moleküler anormallik olarak görülür. VHL
olarak ince granüler, eozinofilik sitoplazmalı hücresel protein, hipoksiyi indükleyen faktörlerin (HIF) yıkımına
görünümünü sağlar. Onkositomamn diğer bir özelliği sebep olur ve VHL'nin yokluğunda HİF'ler sabit kalırlar.
olan santral yıldızvari bir skar, görüntüleme çalışmala­ HIF'ler, önemli bir anjiogenik faktör olan VEGF'ün ve
rında bu tümöre karakteristik bir görünüm sağlar. Bü­ tümör hücre büyümesini yönlendiren diğer genlerin
yük ölçüleri, klinik ve radyolojik olarak bazı renal hücre­ ekspresyonunu uyararak karsinogeneze katkıda bulu­
li karsinoma benzerlikleri nedeniyle kesin tanı koymak nan transkripsiyon faktörleridir (Bölüm 5). VHL hastalı­
için ve spontan hemoraji gibi komplikasyonları önlemek ğı ile ilişkili olmayan berrak hücreli karsinomun nadir
için nefrektomi ile çıkarılabilirler. ailesel formu da kromozom 3'ün kısa kolunu (3p) tutan
sitogenetik anormalliklerle ilişkilidir. Ek olarak, berrak
Renal Hücreli Karsinom
hücreli karsinom genomunun son derin dizilemesi
Renal hücreli karsinomlar renal tubuler epitelden köken SETD2, JARIDIC ve UTX'de sık fonksiyon kaybı mutas-
alırlar ve böylece özellikle kortekste yerleşmişlerdir. Bu yonu ortaya koymuştur ki, bu genlerin tamamı histon
tümörler, böbreğin tüm primer malign tümörlerinin metilasyönunu düzenleyen proteinleri kodlar. Tüm bun­
%80-85'ini ve tüm erişkin kanserlerinin %2-3'ünü oluş­ lar böbrek karsinomunun bu alt tipinin oluşumunda
tururlar. Bu veriler; Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda "epigenom" değişikliklerini düşündürmektedir.
58.000 olgu ve hastaların %40'ınm bu hastalıktan ölümü
olarak anlaşılabilir. Böbrek karsinomları 6 . ve 7. dekat-
P ap iller T ip te Renal H ü c re li K arsino m
larda görülmektedir ve erkekler kadınlara göre iki kat
daha fazla etkilenmektedirler. Bu tümörlerin gelişim ris­ Papiller renal hücreli karsinomlar; tüm renal kanserlerin
ki; sigara içenler, obez ve hipertansiyonu olanlar ile kad­ %10-15'ini oluşturur. İsminden anlaşılacağı gibi papiller
miyuma mesleki olarak maruz kalanlarda daha yüksek­ bir büyüme paterni gösterir. Bu tümörler sıklıkla bilate­
tir. Kronik diyalizin bir komplikasyonu olarak edinsel ral ve multifokaldir; erken evre tümörler olarak ortaya
polikistik hastalığı olan bireylerde renal hücreli karsi­ çıkarlar. Berrak hücreli karsinomlara benzer şekilde, ai­
nom gelişim riski 30 kez artmıştır. Bu kanserlerin gelişi­ lesel ve sporadik formları vardır fakat onlardan farklı
minde genetik faktörlerin rolü daha sonra anlatılmıştır. olarak papiller tipte renal hücreli karsinomlar kromo­
Renal hücreli kanserler morfoloji ve büyüme şekilleri zom 3'teki anormalliklerle ilişkili değildir. Herediter pa­
esas alınarak sınıflandırılıyordu. Ancak, böbrek karsi- piller renal hücreli karsinom olgularının çoğunda suçlu
nomlarımn genetik esasını anlamamızı sağlayan son kromozomal sub-band 7q31'de yerleşmiş, MET protoon-
ilerlemeler, bu tümörlerin moleküler kökenleri dikkate kogenidir. MET geni, hepatosit büyüme faktörü olarak
alınarak yapılan yeni bir sınıflamaya yönlendirmiştir. En isimlendirilen büyüme faktörü için bir tirozin kinaz re­
sık görülen üç formu olan berrak hücreli karsinom, pa- septörüdür. Kromozom 7'deki duplikasyonlar nedeniyle
piller tip renal hücreli karsinom ve kromofob tip renal meydana gelen MET genindeki doz *p£ışjnın, papiller
karsinom, konunun devamında tartışılmıştır. karsinomdaki proksımal tubuler epitelyafhücre öncülle­
rindeki aşırı büyümeyi hızlandırdığı düşünülmektedir.
B e rra k (Ş e ffa f) H ü c re li K a rsin o m Ailesel olgularda, genetik incelemeler MET geninde ak-
Berrak hücreli karsinom, en yaygın görülen tiptir ve tive edici germline mutasyonlar ve kanserlerde artmış
böbrek kanserlerinin %65'ini oluşturur. Histolojik ola­ gen dozajı saptanmıştır. MET geninin aktive edici mu-
548 BÖLÜM 1 3 Böbrek ve Toplayıcı Sistem

tasyonları, sporadik papiller tipte renal hücreli karsi-


nomları bir kısmında da saptanmıştır.

K ro m o fo b Renal H ü c re li K a rsin o m
Kromofob renal hücreli karsinomlar, en az görülür ve
tüm böbrek karsinomlarmm %5'ini oluşturur. Bu tümör­
ler top] ayıcı duktuslarm interkalat hücrelerinden kay­
naklanır. İsimleri, berrak hücreli karsinom hücrelerin­
den daha koyu boyanan (yani daha az berrak olan) tü­
mör hücrelerinden kaynaklanır. Bu tümörler, kromozom
1, 2, 6 , 10, 13, 17 ve 21'i kapsayan ve kromozomun tü­
münü içeren, multipl kayıplar göstermesi nedeniyle
farklıdır. Sonuçta, bunlar alışılmamış bir hipodiploidi
gösterir. Multipl kayıplardan dolayı "kritik darbe" sapta­
namamıştır. Genelde kromofob hücreli karsinomlar iyi
Resim 1 3 -2 4 Renal hücreli karsinom un be rra k hücreli tipinin
prognoza sahiptir. büyük büyütm edeki görünüm ü.

M OR FO LO Jİ par; dam ar içinde solid b ir kitle şeklinde gelişir ve ara sıra


kıvrıntılı bir şekilde in fe rio r vena kavaya ve hatta sağ kalp
B e rra k hücreli k a n serle r (renal hücreli karsinomların içine kadar uzanabilir. Bazen p e rin e fritik yağ dokusu ve ad­
en yaygın fo rm ) genellikle soliter ve sem ptom atik oldukla­ renal gland içerisine doğrudan invazyon görülebilir.
rında b ü yü ktü r (3 -1 5cm çapında sferik kitle ler). Fakat ilişki­ Tü m ö r hü creleri içerdikleri lipid ve glikojen m iktarına
siz lezyonların araştırılması için kullanılan yüksek rezolüs- bağlı olarak tüm ü ile vaku o llü g örüleb ilir ya da solid
yonlu radyolojik teknikler, bazen çok küçük lezyonları insi- olabilir. Klasik vakuollü (lipidle yüklü) ya da şeffaf hücreler
dental olarak saptar. Korteksde herhangi b ir yerden doğa­ yalnızca hücre m em branları ile ayrılmışlardır. Nukleuslar
bilir. B errak hücreli karsinomların kesit yüzeyi ta z e ya da genellikle küçük ve yuvarlaktır (Resim 13-24). D iğer taraf­
eski hem o raji, belirgin k is tik yum uşam a alanları ile ta; tubulus epiteline benzer, küçük yuvarlak, düzenli çekir­
sarı tu ru ncu d an gri beyaz renge değişir (Resim 13-23). deklere sahip, granüler pembe sitoplazmalı granüler hücre­
T üm örün kenarları iyi sınırlıdır. Ancak zamanla küçük uzan­ le r vardır. Bazı tü m ö rle r; çok sayıda m ito tik figürler, belir­
tılar çevre parankim e doğru ile rle r ve küçük uydu nodüller gin, büyük, hip e rkro m a tik, p le o m o rfik nukleuslar ile belir­
bulunur. Bunlar bu tü m ö rü n saldırgan davranışının açık ka­ gin derecede anaplastiktirler. B errak hücreler ile solid gra­
nıtlarıdır. T ü m ö r büyüdükçe toplayıcı sistem duvarları bo­ nüler hücreler arasında her dereceden hücreler bulunabilir.
yunca hızla yayılarak kalikslere ve pelvis boyunca üretere Hücre dizilim i de oldukça değişkendir. H ücreler a b o rtif tu-
kadar uzanabilir. Daha sık olarak renal vene invazyon ya- buller yapabilir, ko rd o n la r şeklinde ya da dizorganize kitle­
ler şeklinde küm elenebilirler. T ü m ö r genellikle stromadan
fa kir olup, strom a oldukça vaskülarizedir.
P ap iller renal hücreli ka rsin o m lar, değişen derece­
lerde fibrovasküler b ir ekseni saran papilla form asyonu
gösterir. Bilateral ve m ultipl olmaya eğilimlidir. Bunlar ge­
nellikle nekroz, hem oraji ve kistik dejenerasyon gibi mak-
roskopik bulgular gösterir; fakat daha az lipid içeriğinden
dolayı daha az canlı turuncu sarı renklidir. Krom ofob re­
nal hücreli ka rsin o m la r m akroskopik olarak kahve (es­
m er) renktedir. Hücreler, belirgin hücre sınırları ile berrak,
topaklanmış sitoplazmaya sahiptir. Nukleuslar, b e rrak si-
toplazm a halosu ile çevrilidir. Elektron m ikro skopik incele­
mesinde, çok sayıda ka ra kte ristik m akroveziküller görülür.

K lin ik G idiş
Renal hücreli karsinomlar genellikle güç ve çelişkili tanı
problemleri yaratan çeşitli özel klinik bulgular gösterir.
Bu semptom ve bulgular çeşitlidir, fakat en sık ortaya çı­
kan belirti olguların %50'den fazlasında görülen hematüri-
dir. Makroskobik hematüri, aralıklı ve hızla kaybolma
eğiliminde olup, var olan bir mikroskobik hematüri üze­
rinde gelişir. Daha az olarak, tümör yeterince büyüdüğü
zaman ya ağrı oluşturarak ya da palpe edilebilir kitle
Resim 1 3 -2 3 Renal hücreli karsinom : böbreğin b ir kutbunda gö­ oluşturduğunda bulgu verebilir. İlişkisiz durumlar nede­
rülen sarımsı küresel neoplazinin tip ik kesit yüzeyi. Genişlemiş, ni ile görüntüleme yöntemlerinin yaygın kullanımından
trom b o ze renal vendeki tü m ö re dikka t ediniz. dolayı, küçük tümörler dahi saptanabilir. Böbrek dışı et-
Hemostaz ve Tromboz 87

Hiperkoagülabilite • Daha az görülen primer hiperkoagülabilite durumları


Hiperkoagülabilite arteryel veya intrakardiyak tromboz- antitrombin III, protein C veya protein S gibi antiko-
agulanlarm kalıtsal eksiklikleridir. Etkilenen hastalar­
da seyrek olarak rol oynar, ancak venöz tromboz için
da tipik olarak adolesan veya erken erişkinlik döne­
önemli bir risk faktörüdür. Koagülasyon yolağındaki ba­
minde venöz tromboz ve tekrarlayan tromboembo-
zı değişiklikler etkilenmiş kişilerde tromboza eğilim
lizm görülür. Homosisteinin konjenital olarak yüksek
oluşturur ve primer (genetik) ve sekonder (edinsel) bo­
olduğu durumlar arteriyel ve venöz tromboza (ve hat­
zukluklar olarak ikiye ayrılır (Tablo 3-2).
ta ateroskleroz gelişimine) katkıda bulunur (Bölüm 9).
Primer (kalıtsal) hiperkoagülabilite en sık faktör V ve
protrombin genlerindeki mutasyonlara bağlı olarak gö­ Faktör V Leiden ve protrombin gen varyantlarının hete­
rülür. rozigot taşıyıcılarında tromboz riski hafifçe artmış olma­
sına rağmen, bu genetik faktörler, ek olarak, iki neden­
• Beyazların %2-15'i spesifik faktör V mutasyonu (ilk ta­
le önemlidirler. Birincisi, her iki anormal allel homozi­
nımlandığı Hollanda kentinden dolayı Leiden mutas­
gotlarda oldukça sıktır ve kompound heterozigot kişiler
yonu olarak adlandırılır) taşıyıcısıdırİar. Bu mutasyon
de seyrek değildir ve bu kişiler tromboz için daha fazla
faktör V'te aminoasid rezidülerini değiştirir ve prote­
risk taşırlar. Daha da önemlisi, heterozigot kişilerde ba­
in C'ye rezistans oluşturur, böylece önemli bir antit-
zı risk faktörü durumlarında (gebelik, uzun süren yata­
rombotik zıt-düzenleyici mekanizma yitirilmiş olur.
laklık, uzun süren uçak yolculukları gibi) venöz tromboz
Heterozigot taşıyıcılar 5 kat artmış venöz tromboz ris­
riski daha yüksektir. Bundan dolayı, diğer edinsel risk fa k ­
ki taşırken, homozigotlarda risk 50 kat artmıştır.
törleri olduğu zaman bile/faktörlerinin varlığında bile, genç
• Protrombin geninin translasyona uğramamış 3 ' böl­
hastalarda (50 yaştan gençlerde) hiperkoagulabilitenin kalıt­
gesindeki tek nükleotid değişimi (G'den A'ya) olduk­
sal nedenleri göz önüne alınmalıdır.
ça sık izlenen bir alel oluşumuna yol açar (genel po-
Sekonder (edinsel) hiperkoagülabilite birçok durumda
plilasyonun %1-2'sinde bulunur). Bu varyantta prot­
görülür (Tablo 3-2). Bazı durumlarda (örneğin kalp yet­
rombin transkripsiyonu artışıyla birlikte venöz trom­
mezliği veya travma) staz veya vasküler hasar en önem­
boz riski yaklaşık 3 kat artar.
li faktör olabilir. Oral kontraseptif kullanımı ve gebeliğin
hiperöstrojenik durumu ile ilişkili hiperkoagülabilite,
Tablo 3 -2 Hiperkoagülabilite Durumları koagülasyon faktörlerinin hepatik sentezinde artma ve
antitrombin III sentezinde azalma ile ilişkili olabilir.
Prim er (Genetik)
Yaygın kanserlerde, prokoagülan tümör ürünlerinin (ör­
Sık ( > Toplumun %1) neğin adenokarsinomdan müsin salımmı) tromboza eği­
lim oluşturur. İleri yaşta görülen hiperkoagülabilite
Faktör V geninde mutasyon (G1691A mutasyonu; faktör V Leiden)
Protrombin geninde mutasyon (G20210A varyant)
trombosit agregasyonunda artış ve endotelden PGI2 şa­
5,10-Metilen tetrahidrofolat redüktaz (homozigot C677T hmında azalmaya bağlıdır. Sigara ve şişmanlık bilinme­
mutasyonu) yen mekanizmalarla hiperkoagülabiliteyi uyarır.
Faktör VIII, IX, veya XI veya fibrinojen düzeyinde artış Edinsel trombofilik durumlar arasında ikisi, özellikle
N adir
önemli klinik sorunlara yol açar ve özel olarak anlatıla­
caktır.
Antitrom bin III eksikliği
Protein C eksikliği
® Heparine bağlı trombositopenik (heparin-induced throm­
Protein S eksikliği bocytopenic) (HIT) sendrom. Bu sendrom, teröpatik an-
tikoagülasyon için anfraksiyone heparin kullanan has­
Ç ok N adir
taların % 5 kadarında görülür. Heparin kompleksi ve
Fibrinoliz defektleri trombosit membran proteinine (trombosit faktör 4)
Homozigot homosistinüri (sistatyonin (3-sentetaz eksikliği) karşı otoantikorlar ile karakter izedir (Bölüm 11). Me­
Sekonder (Edinsel) kanizma tam açık olmamakla birlikte, bu antikorlar
trombosit ve endotel yüzeylerinde görülen benzer
Trom boz İçin Yüksek Risk
komplekslere bağlanırlar ve trombosit aktivasyonu,
Uzamış yatak istirahati veya hareketsiz kalma agregasyonu ve tüketimi (sonucunda trombositopeni)
Myokard infarktüsü ve endotel hasarına yol açar. Sonunda, heparin teda­
A triyal fibrilasyon
visine ve düşük trombosit sayısına rağmen protrombo-
Doku hasarı (cerrahi, kırık, yanıklar)
Kanser tik durum oluşturur. Düşük moleküler ağırlıklı olan
Protez kalp kapakları daha yeni fraksiyone heparin preparatları otoantikor
Yaygın damar içi pıhtılaşma oluşumuna daha seyrek olarak neden olur, fakat oluş­
Heparine bağlı trom bositopeni muş antikorlar varsa tromboz riski devam eder.
Antifosfolipid antikor sendromu
® Antifosfolipid antikor sendromu. Bu sendrom tekrarla­
T rom boz için Daha Düşük Risk yan tromboz, tekrarlayan düşükler, kalp kapağı veje­
Kardiyomyopati tasyonları ve trombositopeni gibi değişken etkiler
N efrotik sendrom gösterir. Bu sendrom anyonik fosfolipidlere (örneğin
Hiperöstrojenik durumlar (gebelik ve postpartum) kardiyolipin) karşı veya-daha doğrusu-bu fosfolipid­
Oral kontraseptif kullanımı lere (örneğin protrombin) bağlanarak aktive olan
O rak hücreli anemi plazma protein antijenlerine karşı gelişmiş otoanti-
Sigara
korlarla ilişkilidir. İn vivo ortamda, bu antikorlar doğ­
88 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok

rudan trombosit veya komplemam aktive ederek ve­


ya bazı koagulasyon faktörlerinin katalitik kısımları
ile etkileşime girerek endotel hasarı oluşturur ve
muhtemelen bu yolla bir hiperkoagulabl durum meyda­
na getirir. Bununla birlikte, in vitro (trombosit veya
endotel yokluğunda), antikorlar fosfolipid kompleks
grubu ile ilişkidedir ve böylece koagülasyonu inhibe
eder (bundan dolayı lupus antikoagülanı olarak bili­
nir). Antikardiyolipin antikorlu hastalarda, standart
testlerde kullanılan antijenler kardiolipin içinde çök­
tüğü için sifiliz testlerinde yanlış pozitif serolojiye yol
açarlar.
Antifososfolipid antikor sendromlu hastalar iki ka­
tegoriye ayrılır. Hastaların çoğunda sistemik lupus eri-
tematosus gibi iyi tanımlanmış bir otoimmün hastalı­
ğa bağlı gelişen sekonder antifosfolipid sendromu vardır
(Bölüm 4). Kalan hastalarda, başka bir otoimmün bo­
zukluk bulgusu olmadan, sadece hiperkoagülabilite
belirtilerini gösterirler (primer antifosfolipid sendromu).
Antifosfolipid antikorları trombotik diyatezlerle birlik­
te olmalarına rağmen, normal bireylerin %5-15'inde
de saptanabilir, bu durum antifosfolipid antikorların
trombotik diyatez gelişimi için gerekli olduğunu an­
cak tam bir antifosfolipid antikor sendromu tablosu
geliştirmek için yeterli olmadığını gösterir.

M ORFOLOJİ Resim 3 -1 3 M ural trom büsler. A , Sağ ve sol ventriküllerin apek-


sinde beyaz, fib rö z skar üzerine oturm uş trom büs. B, Dilate abdo­
Trom büsler kardiyovasküler sistemde herhengi b ir yerde minal a o rt anevrizması içinde tabakalı trom büs. A o rtu n daha p ro k-
gelişebilir. A rte riy e l veya kardiyak trom bü sle r tip ik olarak simal kısmında ilerlemiş ate ro skle ro tik lezyonlar üzerinde yerleşmiş
endotelyal hasar veya türbülans yerlerinden kaynaklanır; çok sayıda frajil m ural trom b ü sle r ( f o t o ğ r a f ın s o l k ıs m ın d a ) .
venöz trom bü sle r ise tip ik olarak staz alanlarında gelişir.
Trom büsler alttaki vasküler yüzeye fokal olarak yapışıktır
ve kalbe doğru büyüm eye eğilimlidir. A rte ry e l trom bü sle r
yapıştıkları noktadan geriye doğru büyümeye eğilimli iken, ro skle ro tik plağın üzerinde oluşmasına rağmen, diğer vas­
venöz trom bü sle r kan akımı yönünde büyür. Trom büsün küler hasarlar (vaskülit, travm a) da neden olabilir. V enöz
büyüyen kısmı daha gevşek yapışmıştır bundan dolayı par­ tro m b o z (fleb otro m b o z) sıklıkla kalbe doğru b ir m ikta r
çalanmaya, kopmaya ve kan ile dolaşarak b ir em boli oluş­ bü yür ve em boliye eğilimli dam ar lüm eninde uzun b ir kitle
turm aya eğilimlidir. oluşturur. Koagulasyon fa ktö rle rin in aktivitesinde artış ço­
Trom büs m akro skop ik (ve m ikro skopik) olarak belirgin ğu venöz trom büsün oluşumunda bulunur, tro m b o sit akti-
olan Zahn çizgileri denen tabakalanmalar gösterebilir. So­ vasyonu sekonder b ir ro l oynar. Bu tro m b ü sle r hareketsiz
luk alanlar tro m b o s it ve fib rin tabakalarını, koyu renkli venöz dolaşımda oluştuğundan çok daha fazla sayıda e rit­
alanlar eritro sitte n zengin tabakaları yansıtır. Böyle çizgiler rosit içermeye eğilimlidir, bundan dolayı k ırm ızı trom büs
sadece kan akımının olduğu durum larda oluşan trom büsü veya sta z trom b üsüne yol açar. En sık alt ekstrem itelerin
gösterdiği için önem lidir, bunların varlığı antem ortem pıhtı­ venleri e tkile n ir (venöz trom büslerin % 90'ı), bununla b ir­
yı postm ortem dönem de oluşan, tabakalanma gösterm e­ likte venöz trom bü s üst ekstrem iteler, pe rip ro statik plek-
yen pıhtıdan ayırmada genellikle faydalıdır. Venöz sistemde­ sus veya over ve uterus venlerinde ve bazı özel d u rum la r­
ki “ yavaş akım ” nedeniyle oluşan trom büsler, yüzeyel ola­ da ise dural sinüsler, p o rta l ven veya hepatik vende de olu­
rak po stm o rtem pıhtıya benzemekle birlikte, dikkatli ince­ şabilir.
leme genellikle düzensiz tabakalanmaları açığa çıkarır. O topside postm ortem p ıh tıla r bazen venöz tro m -
Trom büs kalp odacıklarında veya a o rt lümeninde oluştu­ büsle karışabilir. Halbuki po stm o rtem “ tro m b ü s” ler jelati-
ğunda mural trom bü s olara k adlandırılır. A no rm al m yokar- nöz olup, b ir bölüm ü koyu kırmızı renkte olup, üstteki ta­
diyal kasılmalar (artim iler, dilate kardiyom yopati veya myo- baka ise sarı “ tavuk yağı” görünüm ündedir, genellikle altta­
kard infarktüsü) veya endom yokardiyal hasar (m yoka rdit, ki dam ar duvarına yapışmazlar. Tersine, kırmızı trom büs ti­
kateter travması) kardiyak m ural tro m b üs oluşumunu pik olarak serttir, fokal olarak dam ar duvarına yapışıktır ve
sağlarken (Resim 3-13 A ), ülsere a te ro skle rotik plaklar ve gri fib rin lifleri görülür.
anevrizmal genişleme a o rtik tro m b o za neden o lu r (Resim Kalp kapaklarındaki trom bü sle re vejetasyon denir.
3-13 6 ). Bakteriyel veya fungal hem atojen infeksiyonlar kapak hasa­
A rte ry e l tro m b ü sle r, altta yatan proçes (örneğin en­ rına neden olabilir, bunlar büyük tro m b o tik kitlelere yol
dotel hasarı) tro m b o s it aktivasyonuna neden olduğu için, ti­ açabilirler (e n fek tif e n d o k a rd it) (Bölüm 10). H iperko -
pik olarak trom bo sitten zengindirler. Sıklıkla rü p tü re ate- agulabilite durum larında, noninfekte kapaklarda steril veje-
Tümörler

kileri ateş ve polistemidir, ancak bunlar özgün olmayan N Engl J Med 361: 11, 2009 [İdiopatik m em bran öz n efropatide antije­
nin keşfin i tanım layan, dönüm noktası niteliğinde bir çalışm a.]
belirtiler oldukları için renal tümörle ilişkisi anlaşılma­
D'Agati VD: the spectrum of focal segmental glomerulosclerosis: new
dan önce bir süre yanlış değerlendirilebilirler. Polistemi insights. Curr Opin Nephrol Hypertens 17;271, 2008 [FSGS'un çeşit­
bu hastaların %5-10'unu etkiler. Kanser hücreleri tara­ li şekillerin e katkıda bulunan m ekanizm aların kapsam lı bir derlem esi]
fından eritropoetin salmımı sonucudur. Nadir olarak bu Genovese G, Freidman DJ, Ross MD, et al: Association of trypanolytic
ApoLİ variants with kidney disease in African Americans. Science
tümörler, diğer hormon benzeri maddeler oluşturarak,
329:841, 2010. [A frika k ö ken li A m erik a lıla rd a bulunan apoprotein
hipertansiyon, hiperkalsemi, Cushing sendromu, mas- A'nın g en etik varyantı ile uyku hastalığından koru nm a ve böbrek hasta­
külizan ya da feminizan tablolara yol açar. Bunlar, Bö­ lığı riski arasında bağlantı kuran dönüm noktası niteliğinde bir doğal se-
lüm 5'te isimlendirildiği gibi paraneoplastik sendromlar- leksiyon çalışm ası.]
dır. Birçok hastada birincil tümör sessiz kalabilir ve yal­ Guay-Woodford LM: Renal cystic diseases: diverse phenotypes con­
verge on the cilium/centrome complex. Pediatr Nephrol 21: 1369,
nızca metastazlara bağlı semptomlar oluştuktan sonra 2006. [R enal lâstik hastalığın p atofizyolojisi üzerine, tubuler epitelyal
saptanabilir. Metastazlar için öncelikli yerler akciğerler hücrelerde silyer disfon ksiyon u n rolünü vurgulayan m ükem m el bir der­
ve kemiklerdir. Renal hücreli karsinomun çeşitli şekil­ lem e.]
lerde belirti vereceği açıktır, bazısı oldukça değişken ol­ Gubler MC: Inherited diseases of the glomerular basement membrane.
Nat Clin Pract Nephrol 4: 24, 2008. [A lport sendrom u, ince bazal
makla birlikte ağrısız hematüri, palpabl bir abdominal kitle m em bran hastalığı ve diğer herediter n efrit türlerinin konusunda patofiz­
ve künt böğür ağrısından oluşan triad karakteristiktir. yolojisi, klinik prezan tasyon u v e tanısal test stratejileri konusunda m uh­
teşem bir derlem e.]
Harris PC: 2008 Homer W. Smith Award: Insights into the pathogene­

O ÖZET______
Renal Hücreli Karsinom
sis of poycystic kidney disease from gene discovery. J Am Soc
Nephrol 20:1188, 2009. [Polikistik böbrek hastalığına y ol açan ana gen­
lerin keşfi ve bunların fen otipilc belirtileri kon u su n da bir derlem e.]
Knowles MA: Molecular subtypes of bladder cancer: Jekyll and Hyde
Renal hücreli karsinom erişkinlerd e tüm kanserlerin %2- or chalk and cheese. Carcinogenesis 27: 371, 2006. [M esane kan seri­
nin fa rk lı tiplerindeki m oleküler değişikliklerin kapsam lı derlem esi.]
3 ’ üne sebep o lu r ve üç tip o lara k sınıflandırılır:
Lionaki S, Jennette JC, Falk RJ: Anti-neutrophil cytoplasmic (ANCA)
• Berrak hücreli karsinomlar en yaygın olandır ve VHL tü­ and anti-glomerular basement membrane (GBM) autoantibodies in
m ör supressor proteinin homozigos kaybı ile ilişkilidir; necrotizing and crescentic glomerulonephritis. Semin Immunopat-
tüm ör sıklıkla renal veni invaze eder. hol 29: 459, 2007. [AN CA ve anti-G BM antikor-aracılı hastalıkta hasar
m ekanizm aları ve klin ik belirtilerin iyi bir özeti.]
• Papiller renal hücreli karsinomlar MET onkogeninin aktive
Mathieson PW: Minimal change nephropathy and focal segmental glo­
edici mutasyonu ve artmış ekspresyonu ile ilişkilidir; bila­ merulosclerosis. Semin Immunopathol 29: 415, 2007. [M CD ile
teral ve multipl olmaya eğilimlidir, değişen derecede pa­ FSG S ayırım ının tanı ve patogen ezin deki yen i anlayışların m ükem m el
pilla oluşumu gösterirler. bir gen el özeti.]
• Kromofob renal hücreli karsinom sıklığı daha azdır; tüm ör Miller O, Hemphill RR: urinary tract infection and pyelonephritis.
Em ergM ed Clin North Am 19: 655, 2001. [Akut m in er traktus en fek­
hücreleri diğer renal hücreli karsinomlardaki gibi berrak
siyonlarının m ükem m el bir özeti.]
değildir. Murray PT, Devarajan P, Levey AS, et al: A framework and key rese­
arch questions in AKI diagnosis and staging in different environ­
ments. Clin J Am Soc Nephrol 3: 864, 2008. [A kut böbrek hasarının
erken tanı v e sonu çlan kon u su n daki güncel gelişm elerin m ükem m el bir
W ilm s Tümörü
özeti.]
Wilms tümörü erişkinlerde nadir görülmekle birlikte 10 Nsar SH, Markowitz GS, Stokes MB, et al: Acute postinfectious glo­
yaşın altındaki çocuklarda üçüncü sıklıktaki organ kan­ merulonephritis in modern era: experience with 86 adults and revi­
ew of the literature. Medicine 87: 21, 2008. [P osten feksiyöz glom erii-
seridir. Bu tümörler, tümü mezodermden köken alan çe­ lonefritin, klinikopatolojik korelasy on lan ve ep idem iyolojik ilişkilerinin
şitli hücre tipleri ve doku bileşenleri içerir. Wilms tümö­ vurgulandığı çağdaş bir derlem e.]
rü, retinoblastom gibi sporadik olarak gelişebilir ya da Ronco P, Debiec H: Membranous glomerulopathy: the evolving story.
otozomal dominant geçiş gösteren tümör gelişimine du­ Curr Opin Nephrol Hypertens 19: 254, 2010. [M em branöz nefropati-
nin etiyolojisindeki yeni an layış kon u su n da m ü kem m el bir derlem e.]
yarlılık ile birlikte ailevi olabilir. Bu tümör, çocukluk ça­ Schrier RW, Wang W, Poole B, et al: Acute renal failure: definitions,
ğının diğer tümörleri ile birlikte Bölüm 6 'da daha ayrın­ diagnosis, pathogenesis, and therapy. ] Clin Invest 114:5, 2004.
tılı anlatılmıştır. [A kut renal yetm ezliğin tüm yön lerin i içeren bir derlem e.]
Tryggvason K, Patrakka J, Wartiovaava ]: Hereditary proteinuria
syndromes and mechanisms of proteinuria. N Engl J Med 354:1387,
Alt idrar yollarının (üreterler, mesane ve üretra) tü­ 2006. [G lom erülgeçirgenliğindeki defektlerin patofizyolojisi üzerine mü­
mörleri ve diğer lezyonları Bölüm 17'de tanımlanmıştır. kem m el bir derlem e.]
Tsai HM: The molecular biology of thrombotic microangiopathy. Kid­
KAYN AKLAR ney Int 70: 16, 2006. [H US ve TTP'nin patogen ezi konusunda m ükem ­
m el bir derlem e.]
Barratt J, Feehally J: IgA nephropathy. J Am Soc Nephrol 16: 2088, Wilson PD, Goilav B: Cystic disease of the kidney. Annu Rev Pathol 2:
2005. [Bu hastalığın patogenzei, klin ik belirtileri v e tedavisi ile ilgili kap­ 341, 2007. [Böbreği en sık etkileyen bir durum un patobiyolojisi.]
sam lı bir güncelelm e] Worcester EM, Coe FL: Calcium kidney stones. N Engl J Med 363:954,
Beck LH Jr, Bonegio RG, Lambeau G, et al: M-type phospholipase A2 2010. [Böbrek taşlarının en sık görülen tiplerinin patofizyolojisi ve
receptor as target antigen in idiopathic membranous nephropathy. tedavisi üzerine kapsam lı bir derlem e.]
t

Hedefe yönelik tedavi için


■--------- "-TT—

studen tco n su lt.co m adresine bakınız.


------- -------------------------------•

Ağız Boşluğu ve
Gastrointestinal Kanal
------- ■------------ ”

BÖLÜM İÇERİĞİ
A Ğ I Z B O Ş L U Ğ U 551 Kimyasal ve Enfeksiyöz Ö zofajitler 560 Hirschsprung Hastalığı 573
--------- ~ n .. t-»-

Ağzın İnflamatuar Lezyonları 552 Reflü Özofajit 560 Abdominal Herni 574
A ftö z Ülserler 552 Eozinofilik Özofajit 561 Bağırsağın Damarsal Hastalıkları 574
Herpes Simpleks Virüsü Barrett Özofagusu 561 İskemik Bağırsak Hastalığı 574
Enfeksiyonları 552 Özofagus T ü m ö rle ri 562 Hem oroidler 576
--------------------

Oral Kandidiazis (Pamukçuk) 552 Adenokarsinom 562 İshalli Hastalıklar 576


Ağız Boşluğunun P roliferatif ve Skuamöz Hücreli Karsinom 563 Malabzorpsiyon ishali 576
N eoplastik Lezyonları 552 M İD E 5 6 4 Enfeksiyöz Enterokolit 580
Fibröz Proliferatif Lezyonlar 552 Midenin İnflamatuar Hastalıkları 564 Bağırsağın İnflamatuar
Lökoplaki ve Eritroplaki 553 A ku t Gastrit 564 Hastalıkları 586
Skuamöz Hücreli Karsinom 554 A ku t Peptik Ülserasyon 565 Sigmoid Divertikülit 586
T ükürük Bezi Hastalıkları 555 Kronik Gastrit 566 İnflamatuar Bağırsak Hastalığı 587
Kserostomi 555 Peptik Ülser Hastalığı 568 Kolon Polipleri and N eoplastik
Sialadenit 555 Midenin N eoplastik Hastalıkları 592
Neoplaziler 555 Hastalıkları 569 İnflamatuar Polipler 592
O don to je n ik K istle r ve T ü m ö rle r 557 Mide Polipleri 569 Hamartomatöz Polipler 592
Ö ZO FA G U S 558 Mide Adenokarsinomu 570 Hiperplastik Polipler 593
Lenfoma 571 Adenomlar 593
Tıkayıcı ve Vasküler Hastalıklar 558
Karsinoid Tüm ör 571 Ailesel Sendromlar 595
Mekanik Tıkanmalar 558
Gastrointestinal Stromal Tüm ör 572 Adenokarsinom 596
Fonksiyonel Tıkanmalar 558
Ektopi 558 İN C E V E SCALIN ÂPENOİKS 600
Özofagus Varisleri 559 B A Ğ IR S A K L A R 573 A k u t Apandisit 600
Ö zofajit 559 Bağırsak Tıkanmaları (intestinal Apendiksin T ü m ö rle ri 601
Laserasyonlar 559 O bstrüksiyon) 573

Gastrointestinal kanal özofagus, mide, ince bağırsak, feksiyöz ve inflamatuar olayların ince bağırsaklar ve ko­
kolon, rektum ve anüsü kapsayan boş bir tüp şeklinde­ londa sıkça meydana gelmesi pek şaşırtıcı değildir. Son
dir. Her bölge, bir araya geldiklerinde besinlerin alınma­ olarak, Batı toplumlarmda gastrointestinal neoplazilerin
sı, işlemden geçirilmesi, emilimi ve artık maddelerin dı­ geliştiği en sık bölge kolondur. Bu bölümde, gastrointes­
şarı atılmasını düzenleyen, birbirleri ile ileri derecede tinal kanalın herbir bölgesini etkileyen hastalıklar üze­
ilişkili ve birbirlerini tamamlayan özgün fonksiyonlara rinde durulacaktır. Crohn hastalığı gibi tipik olarak bir­
sahiptir. Ayrıca, bağışıklık sisteminin yiyeceklerde ve den fazla bölgeyi etkileyen hastalıklar en sık olarak etki­
bağırsak mikroplarında bulunan çeşitli antijenler ile ledikleri bölgeye göre değerlendirilecektir.
karşılaştığı başlıca bölge bağırsaklardır. Bu nedenle, en­

AĞIZ BOŞLUĞU
Ağız boşluğunu etkileyen patolojik durumlar genel ola­ söz edilmekte ve sık görülmekle birlikte, dişlere ve des­
rak, ağız mukozasını, tükürük bezlerini ve çene kemik­ tekleyici dokularına ait hastalıklardan bahsedilmemek-
lerini etkileyenler olarak gruplandırılırlar. Bu bölümde, tedir. Bu konular için daha özelleşmiş kaynaklara başvu­
bu bölgelerin daha sık olarak görülen hastalıklarından rulması önerilir. Diş gelişimi ile ilgili epitelyal ve/veya
552 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

mezenkimal dokulardan kaynaklanan odontojenik kist­ dedir. Dudaklar (herpes labialis), burun delikleri, bukkal
ler ve tümörler de (benign ve malign) burada kısaca ko­ mukoza, jinjiva ve sert damak en sık lezyon bölgeleridir.
nu edilmektedir. Lezyonlar 7-10 gün içerisinde iyileşmekle birlikte, bağı­
şıklığı baskılanmış kişilerde kalıcı olabilirler. Bu kişilerde
sistemik antiviral tedavi gereklidir. Morfolojik olarak,
A Ğ Z IN İNFLAM ATU AR LEZYONLARI lezyonlar özofagusta (Resim 14-8) ve genital bölgelerde
(Bölüm 17) görülen herpes lezyonları ile benzer yapıda­
Aftöz Ülserler dır. Enfekte hücreler balonlaşır ve geniş eozinofilik intra-
nükleer inklüzyonlar içerirler. Yanyana yerleşimli hücre­
Bu sık görülen yüzeyel mukozal ülserasyonlar popülasyo- ler birleşerek multinükleer polikaryonları oluştururlar.
nun %40'mda görülmektedir. Hayatın ilk iki dekadmda
daha sık olup, son derece ağrılı ve tekrarlayıcı lezyonlar-
dır. Aftöz ülserlerin nedeni bilinmemekle birlikte, bazı ai­ Oral Kandidiazis (Pamukçuk)
lelerde daha sık görülme eğilimi vardır ve çölyak hastalı­
ğı, inflamatuar bağırsak hastalıkları ve Behçet hastalığı ile Kandidiazis ağız boşluğunun en sık görülen fungal en­
ilişkili olduğu düşünülmektedir. Lezyonlar tek ya da bir­ feksiyonudur. Candida albicans normalde ağız florasında
den fazla olabüir. Bunlar sığ, hiperemik ülserlerdir ve in­ bulunur ve ancak normal dışı durumlarda hastalık ya­
ce bir eksüda tabakası ile örtülüdürler. Çevrelerinde ince par. Bu durumlar:
bir eritendi bölge vardır (Resim 14-1). Çoğu kez 7-10 gün • İmmünsüpresyon
içerisinde kendiliğinden iyileşirler, ancak yineleyebilirler. • C. albicans suşu
• Ağız içindeki mikrobik floranın (microbiota) yapısı
Herpes Simpleks Virüsü Enfeksiyonları Normal mikrobiata yapısını bozan geniş spektrumlu an­
tibiyotikler de oral kandidiazis için zemin hazırlar. Oral
Orofasyal herpes enfeksiyonlarının büyük bir kısmı Her­
kandidiazisin üç ana klinik şekli vardır: psödomembra-
pes simpleks virüsü tip Tin (HSV-1) neden olduğu enfek­ nöz, eritematöz ve hiperplastik. Psödomembranöz kandi­
siyonlardır. Geri kalanı ise HSV-2 enfeksiyonudur (geni­ diazis en sık görüleni olup, pamukçuk olarak bilinir. Bu
tal herpes). Cinsel ilişki çeşitlilikleri nedeniyle oral HSV- tip kandidiazis yüzeyel, kesilmiş süt benzeri gri-beyaz
2 enfeksiyonları da sıkça görülmeye başlanmıştır. Primer
inflamatuar bir membran ile karakterizedir. Fibrinosup-
enfeksiyonlar tipik olarak 2 ile 4 yaş arasındaki çocuklar­
puratif eksüda ile mikroorganizma kümelerinden oluşan
da görülür, bunlar genellikle asemptomatiktir. Bununla bu membran eritemli zeminden kolayca kaldırılabilir. Ba­
birlikte, primer enfeksiyon olgularının %1 0 -2 0 'si akut ğışıklık sistemi hafif derecede baskılanmış ya da diyabet­
herpetik jinjivostomatit şeklindedir. Bu tip enfeksiyonda
liler gibi direnci düşük kişilerde enfeksiyon genellikle yü­
ağız boşluğunda yaygın olarak ani gelişen vesiküller ve zeyel kalırken, organ ya da hematopoietik kök hücre na-
ülserasyonlar vardır. Yetişkinlerin büyük bir çoğunlu­
killilerinde, nötropeni ve kemoterapi ya da AİDS nedenli
ğunda HSV-1 latent olarak bulunur ve reaktive olabilir.
immusüpresyon durumlarında olduğu gibi daha ağır im-
Reaktive olması reküran herpetik stomatit ile sonuçlanır. münsüprese kişilerde derin dokulara yayılım gösterebilir.
HSV reaktivasyonu ile ilişkili faktörler travma, alerjiler,
ultraviyole ışınlara maruz kalma, üst solunum yolu en­
feksiyonları, gebelik mensturasyon, immunsupresyon ve
çok yüksek ve çok düşük sıcaklıklara maruz kalma ola­ © Ö Z E T _______________ ___________________
rak sıralanabilir. Primer enfeksiyonun meydana geldiği Ağzın inflamatuar Lezyonları
bölgede ya da bu bölge ile aynı sinir gangliyonunu payla­
şan çevre mukozada oluşan bu reküran lezyonlar tipik • Aftöz ülserler, nedeni tam olarak bilinmeyen yüzeyel ağrılı
ülserlerdir ve sistemik hastalıklar ile ilişkili olabilirler.
olarak küçük boyutlu (1-3 mm) vezikül grupları şeklin-
• Herpes simpleks virüsü vesiküller ile karakterize kendiliğin­
den geçen bir enfeksiyona neden olur. Vesiküller parçala­
nır ve iz bırakmadan iyileşir. Genellikle virüs sinir gangli-
yonlarında latent kalır. Reaktivasyon meydana gelebilir.
• Oral kandidiazis, oral mikrobiata dengesi bozulduğunda
(örn; antibiyotik tedavisinden sonra) meydana gelir. İm-
münsuprese kişilerde invaziv hastalık görülebilir.

A Ğ IZ B O Ş LU Ğ U N U N PROLİFERATİF
VE NEOPLASTİK LEZYONLARI
Fibröz Proliferatif Lezyonlar

Fibromlar (Resim 14-2, A), kronik iritasyon nedenli reak-


Resim 14-1 A ftöz ülser. Sarımsı fibrinopürülan bir membranı tif bağ dokusu gelişimi sonucu meydana gelen submuko-
çevreleyen eritemli bir halo içeren tek ülserasyon. zal nodüler fibröz doku kitleleridir. Genellikle, bukkal
Ağız Boşluğunun Proliferatif ve Neoplastik Lezyonları 553

Resim 1 4 -2 Fibröz proliferasyonlar. A , Fibrom. Bukkal mukozada düzgün yüzeyli pembe renkte ekzofitik nodul. B, Pyojenik granülom.
Jinjival mukozadan köken alan eritematöz hemorajik ekzofitik kitle.

mukozada ısırma çizgisi boyunca yerleşim gösterirler ve


kronik iritasyona karşı reaksiyon oldukları düşünülmek­
tedir. Tedavisi lezyonun cerrahi olarak çıkarılması ve iri-
tasyon kaynağının yok edilmesidir.
Pyojenik granulomlar (Resim 14-2, B), çocuklarda, genç
erişkinlerde ve gebelerde jinjivada görülen saplı kitleler­
dir. Bu lezyonlar ileri derecede vasküler yapıda olup, ül-
serasyon gösterirler. Bazı durumlarda daha hızlı büyürler
ve malignite kuşkusu doğururlar. Ancak, histolojik ince­
lemede, granülasyon dokusundakine benzer şekilde im-
matür damarların yoğun proliferasyonu saptanır. Pyoje­
nik granülomlar regrese olabilirler, yoğun fibröz dokuya
matürleşirler, ya da periferik kemikleşen (ossifying) fib­
roma dönüşürler. Cerrahi olarak tamamen çıkarılmaları
kesin tedavi sağlar.

Lökoplaki ve Eritroplaki

Lökoplaki, Dünya Sağlık Örgütü tarafından "yüzeyden


kazmamayan, klinik ve patolojik olarak başka bir hasta­
lık ile karakterize olmayan beyaz leke ya da plak" olarak
tanımlanmıştır. Bu klinik terim ağız boşluğunda bilinen
herhangi bir etiyolojik faktör olmadan ortaya çıkan lez­
yonlar için kullanılır (Resim 14-3, A). Buna göre, bilinen
kronik iritasyona bağlı olarak ya da liken planus, kandi-
diazis gibi nedenlerle oluşan beyaz lekeler lökoplaki ola­
rak adlandırılmazlar. Dünya nüfusunun yaklaşık %3'ün-
de lökoplaki bulunur. Bunların %5-25'i premaligndir ve
skuamöz hücreli karsinoma progrese olur. Sonuç olarak,
histolojik inceleme ile aksi kanıtlanmadıkça, tüm lökoplaki
lezyonları prekanseröz kabul edilmelidir. Bununla ilişkili,
ancak daha az görülen bir lezyon olan eritroplaki ise kır­
mızı renkte, kadifemsi görünümde düz ya da çevre mu­
kozadan hafif kabarık bir alan şeklindedir. Eritroplaki-
nin malign transformasyon riski lökoplakininkinden da­
ha yüksektir. Lökoplaki ve eritroplaki yetişkinlerde her­
hangi bir yaşta görülmekle birlikte, tipik olarak 40-70
Resim 14-3 Lökoplaki. A , Lökoplakinin klinik görünümü oldukça
yaş arası kişilerde daha sıktır ve 2 / 1 oranında erkekler­
çeşitlidir. Bu örnekte, lezyon belirgin düzgün sınırlara sahip ve
de daha fazla görülür. Etiyoloji multifaktöriyel olsa da, tü­ yüzeyden hafif kabarık. B, Displazi içeren lökoplakinin histolojik
tün kullanımı (sigara, pipo, sigar, tütün çiğneme) lökoplaki görünümü. Nükleer ve hücresel pleomorfizm ve normal matüras-
ve eritroplaki oluşumunda en sık risk faktörleridir. yonun kaybı.
554 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

M ORFOLOJİ ni geçeceği tahmin edilm ektedir. Bunun nedeni kısmen, tü ­


m örün kaynaklandığı anatom ik bölgelerin -to n s il kıvrımla­
Lökoplakide görülen h isto lo jik ö z e llik le r kalınlaşmış, rı, dil kökü ve orofarenks- (serviksten farklı olarak) sitolo-
akantotik, ancak düzenli m ukoza üzerinde h ip erk erato z- jik taramaya elverişli olmamasıdır. H PV pozitif tü m örle­
dan belirgin displaziye ve in situ karsinom a kadar çeşitli­ rin prognozu, H PV negatif tü m örlerin prognozun-
lik gö sterir (Resim 1 4 -3 , B). En ağır displazik değişiklikler dan daha iyidir. Serviks kanserine karşı korum a sağlayan
e ritro p la ki ile ilişkilidir. Bu olguların % 5 0’sinden fazlasında HPV aşısı, artm akta olan HPV ilişkili orofarengeal skuamöz
malign transform asyon görülür. Displazi ve anaplazi a rttık ­ hücreli karsinom sıklığını sınırlamada um ut vaad etm ekte­
ça, beraberinde sıklıkla lenfositler ve m akrofajlardan oluşan dir.
inflamatuar, in filtra t m evcuttur. Hindistan ve G üneydoğu A sya’da, “ cadı içkisi” olarak
bilinen ve araca cevizi, sönmüş kireç ve tütünü karabiber
ağacı yaprağına sararak yapılan betel önemli risk fa k tö rü ­
dür. Bu bölgedeki tü m ö rle rin Batı’da tütün kullanımı ile iliş­
Skuamöz Hücreli Karsinom kili olarak gelişen tü m ö rle r ile benzer bir yolak izleyerek
geliştiği düşünülm ektedir.
Ağız boşluğu kanserlerinin yaklaşık %95'i skuamöz hüc­
reli karsinomdur. Geri kalanını ise, daha sonra konu edi­
lecek olan, tükürük bezlerinin adenokarsinomları oluş­
turur. Bu agresif epitelyal malignite günümüzde dünya­
da en sık görülen kanserler arasında altıncı sırada yeral-
maktadır. Tedavide birçok ilerleme kaydedilmiş olmakla ) M ORFOLOJİ
birlikte, hayatta kalma oranı geçtiğimiz 50 yıl boyunca Skuamöz hücreli karsinom ağız boşluğunda herhangi b ir
%50'den daha düşük olmuştur. Bu olumsuz gidişte bir­ yerde gelişebilir. Yine de, en sık tü m ö r gelişim bölgele­
kaç faktörün rolü vardır. Bunlardan en önemlisi ağız ri dilin ventral y ü z ü , ağız tab an ı, alt d u d ak, yum u­
kanserlerinin ileri evrelerde tanısının konabilmesidir. şak d am ak ve jin jivad ır (Resim 1 4 -4 , A ). Bu kanserler
Multipl primer tümörler, ilk tanı sırasında saptanabi­ erken evrelerde yüzeyden kabarık, sert, parlak beyaz plak­
lir, fakat bunlar daha sıklıkla sonradan fark edilirler. Tah­ lar ya da düzensiz yüzeyli ya da v e rrü kö z mukozal kalınlaş­
mini rastlanma oranı yılda %3-7'dir. İlk tanı konduktan malar şeklinde izlenir. H e r iki lezyon tipi de lökoplaki ya da
sonra 5 yıl hayatta kalan hastalarda bu süre içerisinde e ritro p la ki zemininde olabilir. Bu lezyonlar genişlerken tip ik
yeni bir primer tümör gelişme riski %35'e kadar çıkmak­ olarak düzensiz, sert ya da kıvrımlı kenarlara sahip, ülsere
tadır. Bu tümörlerin gelişmesi, ilk lezyonları küçük olan ve yüzeyden çıkıntı oluşturan kitle ler meydana getirirler.
hastalarda özellikle yıkıcı sonuçlar doğurabilir. Küçük H isto pa to lojik inceleme, sku am ö z hücreli karsinom un
tümörü olan hastaların 5 yıllık sağ kalım oranı her ne ka­ d isp lastik öncül lezyondan kaynaklandığını göste­
dar %50'den yüksek olsa da, bu hastalar genellikle ikin­ rir . H isto lojik patternler, k e ra tin ize iyi diferansiye ne-
oplaziden (Resim 1 4 -4 , B) a n ap lastik bazen de sar-
ci primer tümör nedeniyle kaybedilirler. Sonuç olarak,
kom atoid tü m öre k a d a r değişen b ir çeşitliliğe sahip­
yeni premalign lezyonlarm izlemi ve erken saptanması,
tir. Ancak, keratinizasyon derecesine göre karar verilen
ağız skuamöz hücreli kanser hastalarının uzun süreli sağ
histolojik diferansiasyon derecesi, tü m ö rü n biyolojik davra­
kalımı için kritik öneme sahiptir.
nışı ile her zaman bağlantılı değildir. T ip ik olarak, oral sku­
Oral skuamöz hücreli karsinomlar klasik olarak tütün
am öz hücreli karsinom metastaz yapmadan önce lokal in-
ve alkol kullanımı ile ilişkilidir, ancak HPV ilişkili lez­ vasyon gösterir. Servikal le nf bezleri en sık bölgesel metas­
yonlarm insidansı artış göstermektedir. taz ye rid ir; uzak metastazların sık görüldüğü yerler ise me­
diastinal lenf bezleri, akciğerler ve karaciğerdir.

o PATO G EN EZ
O rofarenksin skuam öz hücreli kanserlerinin gelişiminde iki
farklı patojenik yolak m evcuttur. Ağız boşluğu tü m ö rle rin in • ö z e t
b ir kısmı k ro n ik alkol ve tü tü n (içimi ya da çiğnenmesi) kul­
lanan kişilerde daha yoğun olarak görülür. Bu kanserlerin Ağız Boşluğu Lezyonları
sekanslaması yapıldığında, tü tü n içindeki karsinojenlere ma­ • Fibromlar ve pyojenik garanülomlar ağız mukozasının sık
ruz kalındığında görülen m utasyonların aynıları görülm üş­ görülen reaktif lezyonlarıdır.
tür. Bu m utasyonlar sıklıkla, TP53’te ve p63 ve NOTCH1 gi­
• Lökoplaki malign transformasyon gösterme olasılığına sa­
bi skuamöz hücrelerin diferansiasyonunu regüle eden gen­
hip mukozal plaklardır.
lerdedir. İkinci tü m ö r grubu ise daha çok tonsil kıvrım ların­
da ve dil kökünde yeralır ve human papilloma viru s’ ün • Eritroplaki de malign transformasyon riski lökoplakidekin-
(H P V ) on kojenik varyantlarını, özellikle de HPV-16 içerir.
den daha yüksektir.
Bu tü m ö rle r tütün kullanımı ile ilişkili tü m ö rle rd e n çok da­ • Ağız boşluğu kanserlerinin büyük bir çoğunluğu skuamöz
ha az sayıda mutasyon içe rirle r ve sıklıkla b ir siklin bağımlı hücreli karsinom dur.
kinaz in hib itörü olan p16 fazla ekspresyonu (overekspres- • Oral skuamöz hücreli karsinomlar klasik olarak tütün ve
yon) gösterirler. Gelecek on yılda HPV ilişkili orofarengeal alkol kullanımı ile ilişkilidir, ancak HPV ilişkili lezyonlarm
skuamöz hücreli karsinom insidansının serviks kanserininki- insidansı artış göstermektedir.
Tükürük Bezi Hastalıkları 555

çatlakların ve ülserasyonları eşlik ettiği mukoza kurulu­


ğu ve/veya dilde papilla atrofisi, ya da Sjögren sendro-
munda olduğu gibi tükürük bezlerinde inflamatuar ne­
denli büyüme vardır. Kserostomi komplikasyonları ara­
sında diş çürüğü gelişimi ve kandidiazis insidansmda ar­
tış, yutma ve konuşma zorlukları sayılabilir.

Sialadenit

Sialadenit, ya da tükürük bezlerinin inflamasyonu trav­


ma, viral ya da bakteriyel enfeksiyon ya da otoimmun
nedenli olabilir. En sık görülen viral sialadenit kabakulak­
tır. Bu hastalık tüm tükürük bezlerinde büyümeye sebep
olmakla birlikte, özellikle parotisleri etkiler. Kabakulak
virüsü influenza ve parainfluenza virüsleri ile ilişkili bir
paramiksovirüstür. Kabakulakta, mononükleer inflama­
tuar infiltrat ile karakterize interstisyel bir inflamasyon
mevcuttur. Çocuklarda görülen kabakulak çoğunlukla
kendiliğinden iyileşen benign bir durum iken, yetişkin­
lerde pankreatite ya da kısırlık ile sonuçlanan orşite ne­
den olabilir.
Mukosel tükürük bezlerinin en sık görülen inflamatu­
ar lezyonudur. Tükürük bezi duktusunda parçalanma ya
da tıkanmaya bağlı olarak tükürüğün çevre bağ dokusu­
na yayılımı sonucu gelişir. Sıklıkla küçük çocuklarda,
genç erişkinlerde ve yaşlılarda gelişen kabakulakta tipik
bulgu, alt dudakta yiyecekler ile ilişkili olarak değişken­
lik gösteren şişmedir (Resim 14-5, A). Histolojik incele­
mede, inflamatuar granülasyon dokusu ya da fibröz bağ
dokusu ile çevrili, müsin ve başta makrofajlar olmak üze­
re inflamatuar hücreler ile dolu kist benzeri boşluk ola­
rak izlenir (Resim 14-5, B). Kistin ve minör tükürük be­
Resim 14-4 Oral skuamöz hücreli karsinom. A , Oral mukozada zi lobülünün tamamının çıkarılması tam tedavi sağlar.
ülseras/on ve indüras/on içeren klinik görünümü. B, Alttaki bağ Bakteriyel sialadenit, majör tükürük bezlerini, özellik­
dokusu stroma/a invazyon gösteren malign keratinosit adaları ve le de submandibuler bezleri tutan bir enfeksiyondur. En
yuvalanmaları izlenen histolojik görünüm.
sık olarak görülen patojenler Staphylococcus aureus ve
Streptococcus viridans'dır. Duktuslarm taş (sialolitiazis)
ile tıkanması enfeksiyonun en sık görülen öncülüdür.
Yiyecek artıkları ya da hasara sekonder ödem de duktus
tıkanması ve enfeksiyona zemin hazırlayabilir. Dehid-
T Ü K Ü R Ü K BEZİ HASTALIKLARI rasyon ve salgı fonksiyonlarının azalması da bakteri in-
vazyonuna neden olabilir. Bunlar bazen uzun süreli fe-
Üç adet majör tükürük bezi—parotis, submandibular ve notiazin tedavisi ile ilişkilidir. Bu tedavinin tükürük sal­
sublingual bezler—ve ağız mukozasında yaygın olarak gısını azaltıcı etkisi vardır. Sistemik dehidrasyonda tü­
sayısız minör tükürük bezi vardır. kürük salgısının azalması, özellikle büyük torasik ya da
abdominal cerrahi geçiren yaşlı kişilerde suppuratif bak-
teriyal parotidite zemin hazırlar. Bu tıkanma süreci ve
Kserostomi bakteri invazyonu etkilenen glandlarda nonspesifik bir
inflamasyona yol açar. Bu inflamasyon genelde interstis-
Kserostomi, tükürük salgısının azalmasından kaynakla­ yeldir, stafilokokal ya da diğer pyojenler nedeniyle mey­
nan kuru ağız olarak tanımlanır. İnsidansı toplumdan dana geldiğinde ise suppuratif nekroz ve abseleşme olur.
topluma değişmekle birlikte, 70 yaş üzeri kişilerin %20'- Otoimmün sialadenit, diğer adıyla Sjögren sendromu
sinde görüldüğü bildirilmektedir. Kuru ağız, otoimmun Bölüm 4'te konu edilmektedir.
bir hastalık olan ve genellikle kuru göz özelliğinin de eş­
lik ettiği Sjögren sendromunun başlıca özelliğidir (Bölüm
4). Tükürük salgısının eksikliği radyasyon tedavisinin de Neoplaziler
başlıca komplikasyonudur. Bununla birlikte, kserostomi,
genellikle antikolinerjikler, antidepresan/antipsikotilcler, Tükürük bezleri, her ne kadar basit bir histolojiye sahip
diüretikler, antihipertansifler, sedatifler kas gevşeticiler, olsalar da en az 30 çeşit histolojik olarak farklı tümöre
analjezikler ve antihistaminikler gibi sıkça reçete edilen kaynak olurlar. Tablo 14 -1 'de gösterildiği gibi, bu neop-
birçok ilacın kullanımı sonucu görülür. Ağız boşluğunda, lazilerden sadece bir kaçı tüm tümörlerin %90'mı oluş-
556 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

tutmaktadır. Aslında tükürük bezi tümörleri nadir görü­ Tablo 14-1 En Sık Görülen Benign ve Malign Tükürük Bezi
lürler, tüm insan tümörleinin %2 'sinden azını oluşturur­ Tümörlerinin Histopatolojik Sınıflaması ve Rastlanma Sıklıkları
lar. Yaklaşık %65-80'i parotisten, %10'u submandibuler
îenign Malign
bezden, geri kalam da minör tükürük bezlerinden ve
Pleomorfik adenom (%50) Mukoepidermoid karsinom (%15)
sublingual bezden kaynaklanır. Parotis tümörlerinin
W arthin tüm örü (%5) Asinik hücreli karsinom (%6)
yaklaşık %15-30'u maligndir. Buna karşın, submandibu-
Onkositom (%2) Adenokarsinom BŞT (%6)
lerdekilerin %40'ı, minör tükürük bezlerindekilerin
Kistadenom (%2) Adenoid kistik karsinom (%4)
%50'si, sublingual bezdekilerin de %70-90'ı lcanseröz- Bazal hücreli adenom (%2) Malign mikst tü m ö r (%3)
dür. Yani, bir tükürük bezindeki tümörün malign olma ola­
BŞT, B a şka ş e k ild e ta n ım la n m a m ış . Ellis G L , A u c la ir PL, G n e p p D R : S u rg ic a l
sılığı, kabaca bezin boyutu ile ters orantılıdır. P a th o lo g y o f t h e S a liv a ry G la n d s , V o l 2 5 : M a jo r P r o b le m s in P a th o lo g y , Phi­
Tükürük bezi tümörleri genellikle, kadınlarda biraz la d e lp h ia ,W B S a u n d e rs , 1 9 9 1 .

daha sık olmak üzere, yetişkinlerde görülür. Bu tümör­


lerin yaklaşık %5'i 16 yaşından küçük çocuklardadır.
Histolojik pattern ne olursa olsun, parotis bezi tümörle­ ayrım için kesin olarak güvenilir klinik kriterler yoktur
ri kulağın önünde ve altında şişliğe sebep olur. Genelde, ve histolojik inceleme zorunludur.
ilk tanı konduğunda benign lezyonlar da malignler de
genellikle 4-6 cm çaplı olup, ihmal edilmiş malign kitle­ Pleomorfik Adenom
ler dışındakiler palpasyonda hareketlidirler. Benign tü­ Pleomorfik adenomlar ağrısız, yavaş büyüyen hareketli
mörler, klinik olarak dikkati çekene kadar aylar hatta ve keskin sınırlı kitlelerdir. Parotis tümörlerinin %60'ını
yıllar boyunca kalabilirler. Kanserler ise hızlı büyüme oluştururlar. Submandibuler bezlerde ise daha az görü­
gösterdikleri için sıklıkla daha ani olarak farkedilirler. lürler. Minör tükürük bezlerinde ise oldukça nadirdirler.
Bununla birlikte, benign ile malign lezyonlar arasında Bu tümörler duktal (epitelyal) ve myoepitelyal hücrele­
rin karışımından oluşurlar, ve epitelyal ve mezenkimal
diferansiasyon gösterirler. Epitelyal elemanlar matriks
içerisinde dağınık halde bulunurlar. Matriks, miksoid,
hyalin, kondroid (kıkırdak) ve hatta kemik dokusu içe­
rebilir. Bazı pleomorfik adenomlarda epitelyal eleman
baskın iken diğerlerinde epitelyal kısım seyrek dağılım­
lı odaklar halindedir. Bu histolojik çeşitlilik nedeniyle bu
tümörlere mikst tümör adı da verilmiştir. Bu tümörler
transkripsiyon faktörü PLAĞI overekspresyonu göste­
rirler, çünkü PLAĞI geninde kromozom yeniden düzen­
lenmesi gerçekleşmiştir. Ancak PLAĞI'in tümör oluşu­
munda nasıl bir rol oynadığı bilinmemektedir.
Pleomorfik adenomlar tam olarak çıkarılmadıkların­
da nüks ederler. Tümörün basit enükleasyonu yapıldı­
ğında nüks oranı %251ere ulaşmaktadır. Geniş rezeksi-
yon yapıldığında ise sadece %4'tür. Her iki durumda da
nüks, çevre yumuşak dokudaki küçük tümör uzantıları­
nın fark edilmemesinden kaynaklanır.
Pleomorfik adenomdan kaynaklanan karsinoma karsi­
nom eks pleomorfik adenom ya da malign mikst tümör adı
verilir. Malign transformasyon olasılığı zaman geçtikçe
artar, 5 yıldan az duran tümörlerde %2 iken, 15 yıldan
uzun süreli tümörlerde yaklaşık %10'dur. Bu kanser ade­
nokarsinom ya da indiferansiye karsinom yapısındadır.
Ne yazık ki, bu tümörler tükürük bezinin en agresif ma­
lign tümörlerindendir ve 5 yıl içinde ölüm oranı %30-
50'dir.

(J ) M ORFOLOJİ
P le om o rfik adenom lar tip ik olarak yuvarlak, iyi sınırlı, çap­
ları 6 cm ’yi nadiren geçen tü m ö rle rd ir. H e r ne kadar kap-
süllü olsalar da, bazı bölgelerde (özellikle dam akta) kapsül
tam olarak gelişm em iştir ve çevre dokuyu ite re k ancak çı­
kıntılar oluştura rak büyür. Kesit yüzeyi gri-beyaz olup, tip ik
olarak m iksoid ve mavi renkte kon dro id (kıkırdak benzeri)
Resim 14-5 Mukosel. A , Travmaya açık bir bölge olan alt dudak­ alanlar içerir. En d ik k a t çekici histo lo jik özelliği hete-
ta sıvı dolu lezyon. B, Müsinöz materyal ile dolu, organize granülas- rojenliğidir. D uktal ya da m yoepitelyal hücrelere benze-
yon dokusu ile çevrelenmiş kist benzeri kavite (sağda).
...................... .. as . w ssasiK m m i^gsm m is.

O dontojenik K istler ve T üm örler 557

Klinik gidiş ve prognoz histolojik dereceye bağlıdır.


Düşük dereceli tümörler lokal invazyon yapabilirler ve
yaklaşık %15 oranında nüks ederler. Nadiren metastaz
yaparlar, 5 yıllık sağ kalım oranı %90'm üzerindedir. Bu­
nun tam tersi, yüksek dereceli neoplaziler, ve daha az
oranda orta dereceli tümörler invaziv olurlar ve cerrahi
çıkarılmaları zordur. Sonuç olarak, olguların %25-30'u
nüks eder ve yaklaşık %30'u uzak metastaz yapar. Beş
yıllık sağ kalım oranı sadece %50'dir.

Resim 14-6 Pleomorfik adenom. A , Küçük büyütmede, normal Q Ö ZET


tükürük bezi parenkimine komşu iyi sınırlı tüm ör izlenmekte. B,
Büyük büyütmede kondroid matriks materyali içerisinde epitelyal Tükürük Bezi Lezyonları
ve myoepitelyal hücreler.
• Sialadenit (tükürük bezlerinin inflamasyonu) travma, en­
feksiyon (kabakulak gibi) ya da otoimmun reaksiyon ne­
denli olabilir.
• Pleomorfik adenom epitelyal ve mezenkimal hücrelerin
yen epitelyal elemanlar d u k tu sla r, asinüsler, d ü zen siz
heterojen karışımından oluşan, yavaş büyüyen bir neop-
tu b u ller, d izilim le r ve h a tta tabakalanmalaa* oluştu­
lazidir.
rurlar. Bunlar, gevşek aniksoid dokudan oluşan ve
kondroid m adde içeren m ezenkim ben zeri alanlar • Mukoepidermoid karsinom skuamöz ve muköz hücrelerin
içerisinde dağılmışlardır (Resim 1 4 -6 ). Epitelyal hücreler karışımından oluşan ve biyolojik saldırganlığı değişken
bazen, küboidal-kolum nar hücreler ve altında küçük m yo­ olan malign bir neoplazidir.
epitelyal hücreler ile döşeli iyi gelişmiş duktuslar meydana
getirirler. Bazen de m yoepitelyal hücreler dizilim ler ve ta­
bakalar oluştururlar, iyi diferansiye skuamöz epitel adaları
da görülebilir. Çoğu olguda epitelde displazi ve m ito tik ak-
O D O N T O JE N İK KİSTLER VE
tivite izlenmez. Ağırlıklı olara k epitelyal elemanlardan olu­ TÜMÖRLER
şan tü m ö rle r ile m ezenkimal elemanlardan oluşan tü m ö r­
ler arasında biyolo jik davranış farkı yoktur. İskelet sisteminin diğer bölgelerinden farklı olarak, çene
kemiklerinde epitel ile döşeli kistler sık görülür. Bu kist­
lerin büyük bir çoğunluğu odontojenik epitel artıkların­
dan gelişir. Genelde bu kistler inflamatuar ve gelişimsel
M ukoepiderm oid Karsinom olarak ikiye ayrılırlar. Burada bu kistlerden sadece en sık
görülenleri konu edilmektedir.
Mukoepidermoid karsinomlar skuamöz hücreler, mu-
Dentijeröz kist henüz çıkmamış olan bir dişin taç kısmı
kus salgılayan hücreler ve intermedier hücrelerin karışı­
çevresinden gelişir. Bunun, dental follikülün (diş yüzeyin­
mından meydana gelir. Bu neoplaziler tüm tükürük be­
deki enamel tabakasını oluşturan ilkel doku) dejenerasyo­
zi tümörlerinin %15'ini oluştururlar. Çoğunlukla (%60-
nu sonucu geliştiği düşünülmektedir. Radyolojik incele­
70) parotis bezlerinde yeralırlar ve özellikle minör tükü­
mede, bu uniloküler lezyonlar sıklıkla, çıkmamış olan
rük bezleri olmak üzere diğer tükürük bezlerindeki ne-
üçüncü molar diş (yirmi yaş dişi) ile ilişkilidirler. Tipik ola­
oplazilerin de büyük bir kısmını oluştururlar. Mukoepi­
rak, altındaki bağ dokusunda yoğun bir kronik inflamatu­
dermoid karsinom tüm tükürük bezlerinin en sık görü­
ar infiltrasyon gösteren, ince, çok katlı skuamöz epitel ile
len malign tümörüdür. Bu tümörler genellikle, Notch yo­
döşelidirler. Tedavi, lezyonun tam olarak çıkarılmasıdır.
lağında bir sinyal proteinini kodlayan MAML2 geninde
Odontojenik keratokistler, 10 ile 40 yaş arasındaki ki­
kromozom yeniden düzenlenmesi ile ilişkilidir.
şilerde daha sık olmak üzere herhangi bir yaşta görüle­
bilirler. Erkeklerde daha sıktırlar ve tipik olarak posteri­
or mandibulada yeralırlar. Odontojenik keratokistin diğer
odontojenik kistlerden diferansiye olması önemlidir,
M ORFOLOJİ
çünkü lokal agresifdir ve nüks riski yüksektir. Odonto­
M ukoepiderm oid karsinom ların çapı 8 cm ’ye kadar artabi­ jenik keratokistler radyolojik incelemede, iyi sınırlı uni­
lir. Sınırlı olm akla b irlikte , kapsül içerm ezler ve sıklıkla infilt- loküler ya da multiloküler radyolusent alanlar şeklinde
ratiftirle r. Kesit yüzeyi soluk gri-beyazdır ve küçük müsinöz görülürler. Histolojik incelemede, kistin kenarında, be­
kistler izlenir. H isto lo jik incelemede, sk u am ö z, m uköz lirgin bazal tabakaya ve dalgalı luminal yüzeye sahip pa-
ve in term ed ier hü crelerin oluşturduğu d izilim ler rakeratinize ya da ortokeratinize çok katlı skuamöz epi­
tab akalar ve k istle r izlenir, in te rm ed ier hücre, hem sku­ tel izlenir. Tedavisi agresif ve tam bir cerrahi çıkarım ge­
am öz özellikler taşıyan, hem de mukus dolu vakuoller içe­
rektirir; nüks oranı tam olmayan çıkarım durumunda
ren hibrid b ir hücre tipi olup, en kolay musin boyaları ile
%60'lara kadar çıkar. Multipl odontojenik keratokistler,
saptanır. T ü m ö r hücreleri sitolojik olarak benign görün üm ­
özellikle nevoid bazal hücreli karsinom sendromunda
lü ya da ileri derecede anaplastik yapıda ve maligndir. Mu­
(Gorlin sendromu) görülebilir.
koepiderm oid karsinom lar düşük, interm edier ve yüksek
Yukarıda tanımlanan gelişimsel kistlerin tam tersine,
dereceli olara k alt tip len dirilirler.
periapikal kistin etiyolojisi inflamatuardır. Bu son derece
558 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

sık görülen lezyonlar diş apeksinde uzun süreli pulpit Ameloblastomlea odontojenik epitelden köken alırlar
(ileri diş çürükleri ya da travma nedenli) durumunda ve kondroid ve osseöz diferansiasyon göstermezler.
meydana gelir. Pulpa dokusundaki nekrozun tüm diş kö­ Bunlar tipik olarak yavaş büyüyen kistik lezyonlardır.
kü boyunca ilerleyip diş apeksinden çevre alveoler kemik Lokal invaziv olsalar da yavaş klinik gidişlidirler.
dokusuna çıkması periapikal abse ile sonuçlanır. Zaman Odontomlar en sık görülen odontojenik tümörlerdir.
içerisinde granülasyon dokusu (döşeyici epitelli ya da Bunlar epitelden kaynaklanırlar, fakat önemli ölçüde
epitelsiz) oluşur. Bunlara sıklıkla periapikal granülom adı enamel ve dentin depolanması gösterirler. Odontomlar
verilir. Her ne kadar lezyon gerçek bir granülomatöz re­ lokal eksizyon ile tedavi edilirler.
aksiyon göstermese de, eski terminolojiden, tıpkı kötü
alışkanlıklar gibi, vazgeçmek zordur. Bölgedeki bakteri­
ler ve diğer ajanlar nedeniyle periapikal inflamatuar lez­
yonlar devamlılık gösterirler. Bu nedenle, başarılı bir te­
Q Ö ZET^__________________________
davi için soruna yol açan materyalin tam olarak çıkarıl­ Odontojenik Kistler ve Tümörler
ması ve dişin kurtarılması ya da çekilmesini gerektirir.
• Çene kemikleri, odontojenik kalıntılardan köken alan
Odontojenik tümörler birbirlerinden çok farklı histolo­ epitel ile döşeli kistlerin sık görüldüğü bölgelerdir.
jik görünüme ve klinik davranışa sahip, oldukça karışık
• Odontojenik keratokist lokal agresiftir ve nüks riski olduk­
bir tümör grubudur. Bunlardan bazıları benign ya da
ça yüksektir.
malign gerçek neoplazidir. Bazılarının ise hamartoma-
• Periapikal kist, diş çürükleri ve diş travmaları ile İlişkili re-
töz olduğu düşünülmektedir. Odontojenik tümörler
aktif, inflamatuar bir lezyondur.
odontojenik epitelden, ektomezenkimden ya da ikisin­
• En sık görülen odontojenik tümörler, ameloblastom ve
den birden kaynaklanırlar. En sık görülen ve klinik öne­
odontomdur.
mi olan iki tümör ameloblastom ve odontomdur.

ÖZOFAGUS
Ozofagus, ön bağırsağın kranial kısmından köken alır. F o n k siy o n el T ık a n m a la r
Epiglottan gastroözofageal bileşkeye uzanan ve diyafrag-
ma üzerinde yerleşen, boş, ileri derecede genişleme ka­ Yiyeceklerin ve sıvı gıdaların mideye sorunsuz şekilde
pasitesine sahip musktiler bir tüptür. Ozofagusun edin- aktarılması için peristaltik kasılmaların koordinasyonu
sel hastalıkları, ölümcül kanserlerden sternumda yanma gereklidir. Ozofagus dismotilitesinde bu işlev bozulmuş­
hissine kadar, kronik güçten düşüren ağır hastalıklardan tur. Farklı tipleri olmakla birlikte, bunların hepsi muskü­
hafif rahatsızlıklara kadar değişen geniş bir çeşitliliğe sa­ ler tabakanın koordine olmayan kontraksiyonları ya da
hiptir. spazmı ile karakterizedir. Spazmlar, özofagus duvarın­
daki gerilmeyi artırdığından küçük divertiküllerin oluş­
masına neden olur.
Tl KAYIĞI VE VASKÜLER HASTALIKLAR Alt özofageal sfinkter (AOS) tonusunda artış düz kasın
gevşeyememesine ve sonuç olarak fonksiyonel özofagus
M ekan ik T ık an m a la r tıkanmasına yol açar. Akalazya, AOS'iin tam olarak gevşe-
yememesi, AOS tonusunda artış ve ozofagusta aperistalsis
Atreziler, fistüller ve duplikasyonlar gastrointestinal ka­ ile karakterizedir. Primer akalazya distal özofagustaki in­
nalın herhangi bir bölgesinde görülebilir. Ozofagusta ge­ hibitor nöronların etkisizliği nedeniyle ortaya çıkar ve
liştiklerinde, beslenme sırasında reflüye neden oldukla­ aslında idiopatiktir. Sinir uyarılarında, özofagustan ya
rından doğumdan sonra kısa süre içerisinde fark edilir­ da elcstraözofageal vagus sinirinden ya da vagusun dor­
ler ve hemen düzeltilmeleri gerekir. Ozofagusun olma­ sal motor nöronundan kaynaklanan dejeneratif değişik­
ması ya da agenezisi son derece nadirdir. Ozofagusun bir likler de olabilir. Sekonder akalazya Chaga hastalığın­
segmenti yerinde kanalize olmayan ince bir bağ bulun­ dan kaynaklanır. Bu hastalıkta Trypanosoma cruzi enfek­
ması ile karakterize olan atrezi ise daha sık görülür. En siyonu myenterik pleksusta harabiyet yaratır, AOS gev­
sık olarak tralcea bifurkasyonunda ya da hemen yanında şemesi gerçekleşemez ve özofagus dilate olur. Duode­
yer alır ve üst ya da alt özofagus poşlarmı bronşa ya da num, kolon ve üreterdeki myenterik pleksuslar da tutu­
trakeaya bağlayan bir fistiil ile ilişkilidir. Bu anormal labilirler. Diyabetik otonomik nöropati, malignite, ami-
bağlantı, aspirasyon, boğulma, pnömoni ya da ağır sıvı loidoz, sarkoidoz gibi infiltratif hastalıklar ve polio ya da
ve elektrolit dengesizliklerine yol açabilir. cerrahi çıkarım sebepli dorsal motor nukleuslarmdaki
Ozofagus stenozu varlığında gıdaların geçişi engelle­ lezyonlar da akalazya benzeri hastalığa sebep olabilir.
nebilir. Daralma genellikle, submukozanm fibröz kalın­
laşması, musküler tabakanın atrofisi ve sekonder epitel Ektopi
hasarı nedeniyle gerçekleşir. Sterıoz en sık olarak, kronik
gastroözofageal reflü, radyasyona maruz kalma ya da koro- Ektopik dokular (gelişimsel kalıntılar) gastrointestinal ka­
ziv hasar nedeniyle meydana gelen inflamasyon ve skar ge­ nalda sıktır. En sik görüleni, girinti parçası (inlet patch)
lişimi sonucu oluşur. Stenoz ilişkili disfaji genellikle prog- adı da verilen, ozofagusun üst l/31iik kısmındaki ektopik
resiftir. Katı gıdaları yutma güçlüğü, sıvı gıdalar ile olan gastrik mukozadır. Bu dokunun varlığı genellikle asemp-
yutma probleminden çok daha önce meydana gelir. tomatik olsa da, özofagus içerisinde gastrik mukozanın
Ozofajit 559

salgıladığı asit disfaji, özofajit, Barrett özofagusu ya da


nadiren adenokarsinom ile sonuçlanabilir. Gastrik hete-
rotopi, ince bağırsak ya da kolonda küçük gastrik muko­
za parçaları varlığıdır. Çevre mukozada peptik ülsere
neden olarak gizli kan kaybı sebebi olabilir.

Özofagus Varisleri
Gastrointestinal kanaldan gelen venöz kan direkt olarak
kalbe gitmek yerine, inferior vena kavadan önce portal
ven yoluyla karaciğere gelir. Bu dolaşım şekli, ilk geçiş et­
kisinden sorumludur. Bağısaklardan emilen ilaçlar ve di­
ğer materyal sistemik dolaşıma girmeden önce karaci­
ğerde işlem görürler. Bu dolaşımın aksaması portal hi­
pertansiyon ile sonuçlanır. Portal hipertansiyon da özo­
fagus kanamalarının önemli bir sebebi olan özofagus va­
rislerine yol açar.

o PATO G EN EZ
Splanknik ve sistemik venöz dolaşımların bağlantı halinde
olduğu az sayıdaki bölgeden biri özofagustur. Portal hiper­
tansiyon, kanın kaval sisteme akmasına yol açan kollateral
kanal gelişimine neden olur. Kollateral dam arlar distal özo-
fagustaki subepitelyal ve submukozal venöz pleksusları ge­
nişletirler. Bu dam arlar varis adını alırlar ve bunların % 9 0’ı
siro tik hastalarda, en sık da alkolik karaciğer hastalığı ile iliş­
kili olarak orta ya çıkar. Tüm dünyada, hepatik şistosomi-
azis (schistosomiasis) varis nedenleri arasında ikinci sırada­
dır. Portal hipertansiyon konusunda daha ayrıntılı bilgi Bö­ Resim 14-7 Özofagus varisleri. A , Anjiografide to rtü ö z yapıda bir­
lüm 15’te verilm ektedir. kaç özofagus varisi gözlenmekte. Ancak varisleri saptamak için en-
doskopi daha sık olarak kullanılır. B, A ’da gösterilen anjiografideki
varislerin postmortem görünümü. Varisler kollabe olmuş görünü­
yor. Polipoid alanlar band ligasyonu uygulanan varis kanaması böl­
geleri. C, intakt skuamöz mukozanın altında dilate varisler.
M O R FO LO Jİ
Varisler, anjiografide (Resim 14 -7, A ) distal özofagus ve
proksim al m idede submukozada to rtu ö z ve dilate venler
şeklinde g ö rülürle r. C errahi ve p o rtm o rte m spesimenlerde ÖZOFAJİT
m akroskopik incelemede belirgin olarak görülem eyebilir-
ler, çünkü kan akımı olmadığında bu dam arlar kollabe o lu r­ Laserasyonlar
lar (Resim 1 4 -7 , B). Ü zerlerindeki m ukoza özelliksiz olabi­
lir (Resim 1 4 -7 , C), fakat ru p tü r meydana gelmişse ülsere En sık görülen özofagus laserasyonları, Mallory-Weiss
ve n e kro tiktir. yırtıklarıdır. Bunlar genellikle, akut alkol zehirlenmesi
gibi sebeplerle meydaha gelen şiddetli öğürme ya da
kusma ile ilişkilidir. Normalde, kusma sırasında antipe-
ristaltik kasılma dalgasının hemen öncesinde gastroözo-
fageal kasta refleks gevşeme olur. Uzun süreli kusmalar­
K lin ik Ö z e llik le r da bu gevşeme meydana gelemez. Mide içeriği mide gi­
Varisler genellikle asemptomatiktir, ancak rupture ol­ rişini aşar ve özofagus duvarında gerilme ve yırtılma ile
maları masif hematemez ve ölüm ile sonuçlanabilir. Bu sonuçlanır. Hastalar çoğunlukla hemetemez ile başvu­
yüzden varis ruptürü bir tıbbi acil durumdur. Hastaların rurlar.
yaklaşık yarısı, müdaheleye rağmen ilk kanama seferin­ Mallory-Weiss sendromu'nun kabaca lineer olan lase-
de, kanamanın direkt bir sonucu olarak ya da intralumi­ rasyonları uzunlamasına yırtıklardır. Boyutları birkaç
nal kanama ve hipovolemik şok nedenli protein yüklen­ milimetreden birkaç santimetreye kadar değişebilir ve
mesi yüzünden gelişen hepatik koma sonucu kaybedilir. genellikle gastroözofageal bileşke bölgesini geçerler. Bu
Hayatta kalanların %50'sinden fazlasında ise potansiyel yırtıklar yüzeyeldir ve genellikle cerrahi miidahele ge­
olarak ölümcül giden yeni kanamalar meydana gelir. So­ rektirmezler. iyileşme hızlı ve tamdır. Bunun tam tersi,
nuç olarak, ileri siroz nedenli ölümlerin yarısından faz­ Boerhaave sendromu, transmural özofegııs yırtıkları ve
lasında ölüm sebebi varis kanamalarıdır. mediastenit ile karakterizedir. Bu katastrofik olay ender
560 B Ö L Ü M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

görülür. Bu sendroma neden olan faktörler Mallory-We-


iss yırtıklarınmki ile benzer, ancak daha şiddetlidir.

Kimyasal ve Enfeksiyöz Özofajit


Özofagusun skuamöz mukozası, alkol, koroziv asitler ve
alkaliler, çok sıcak sıvılar ve yoğun sigara içimi gibi çe­
şitli nedenlerle hasar görebilir, ilaçlar (haplar) direkt ola­
rak mideye geçmek yerine özofagusta takılıp, burada çö­
zünebilir. Bu durum hap nedenli özofajite neden olur.
Kimyasal hasara bağlı özofajit genellikle kendiliğinden
geçen ağrıya, özellikle de odinofajiye neden olur. Iatroje-
nik özofagus hasarı ise sitotoksik kemoterapi, radyasyon
tedavisi ya da graft-versus-host hastalığı nedenli olabilir.
Morfolojik değişiklikler ülserasyon ve nötrofil topluluk­
ları olup, bunlar nonspesifiktir. Radyasyona maruz kal­
ma kan damarı kalınlaşmalarına neden olduğundan bu
durumda iskemik hasar da mevcuttur.
Enfeksiyöz özofajit tamamen sağlıklı olan kişilerde gö­
rülebilir, ancak en sık olarak ağır hasta, güçten düşmüş
ya da immünsuprese kişilerde görülür. Bu hastalarda,
herpes simpleks virüsleri, sitomegalovirüs (CMV) ve mantar Resim 14-8 Viral özofajit. A , Distal özofagusta çok sayıda herpetik
(fungal) enfeksiyonları sıktır. Mantarlar arasında Candida ülser içeren postmortem piyes. B, Herpes virüs inklüzyonları
en sık görüleni olup, mukormikozis ve aspergillozise de içeren multinükleer skuamöz hücreler. C, Nükleer ve sitoplazmik
inklüzyonlar içeren sitomegalovirüs ile enfekte endotel hücreleri.
rastlanabilir. Büllöz pemfigoid ve epidermolizis bulloza gibi
bazı deskuamatif deri hastalıklarında ve nadiren Crohn
hastalığında da özofagus tutulumu olabilir.
nunla ilişkili klinik tablo gastroözofajeal reflü hastalığı
Mantar ve bakteri enfeksiyonları primer olabilecekleri
(GÖRH) olarak adlandırılır.
gibi daha önceden var olan bir ülserin üzerinde de gelişe­
bilir. Ülser tabanında patojenik olmayan ağız bakterileri
genellikle bulunur. Enfeksiyöz özofajit olgularının yakla­
şık %10'undan sorumlu olan patojenik organizmalar ise
lamina propriayı invaze ederek yüzeydeki mukozanın
o PATO G EN EZ
Mide sıvılarının reflüsü, G Ö R H ’deki m ukoza hasarının asıl
nekrozuna neden olurlar. Kandidiazis, en ileri olgularda, kaynağıdır. A ğır olgularda, duodenal safra reflüsü daha şid­
özofagus mukozasına yapışık, yoğun mantar hiflerinden detli hasara neden olur. AÖS tonusunu azaltarak ya da ab­
ve inflamatuar hücrelerden oluşan gri-beyaz psödo- dom inal basıncı a rtıra ra k G Ö R H ’e zemin hazırlayan du­
membranlar ile karakterizedir. ru m lar arasında alkol ve tü tü n kullanımı, obezite, santral si­
Viral özofajitte endoskopik inceleme, enfeksiyöz aja­ n ir sistemi depresanları, gebelik, hiatal herni (daha sonra
nın türü hakkında genellikle bir fikir verir. Herpes vi­ bahsedilecek), gecikmiş mide boşalımı ve artm ış mide hac­
rüsleri tipik olarak zımba-deliği benzeri ülserlere (Resim mi sayılabilir. Çoğu olguda tanımlanabilen kesin b ir neden
bulunamaz.
14-8, A) neden olur. Histolojik incelemede, ülser kena­
rındaki dejenerasyon halindeki epitel hücrelerinde nük­
leer viral inklüzyonlar (Resim 14-8, B) gözlenir. CMV
ise bunun tam tersi olarak daha sığ ülserasyonlara ne­ M ORFOLOJİ
den olur ve karakteristik nükleer ve sitoplazmik inklüz­
yonlar (Resim 14-8, C) kapiller endotelinde ve stroma Endoskopistin kırmızı bölge olarak gözlemlediği basit hipe-
hücrelerindedir. Viral antijenlere yönelik immuhisto- 1*61111 te k bulgu olabilir. H a fif G Ö R H ’de mukozal histoloji
genellikle özelliksizdir. Daha belirgin hastalıkta, eozinofil-
kimya destekleyici tanı yöntemi olarak kullanılabilir.
ler, daha ağır hasar olduğunda da n ö tro fille r skuamöz mu­
kozada toplanm ıştır (Resim 1 4 -9 , A ). Tüm epitel kalınlığı­
nın % 20’sini geçen bazal bölge h iperplazisi ve lamina
Reflü Özofajit
p ro p ria papillalarında epitelin üst üçte bir bölgesini geçecek
Özofagunun skuamöz epiteli yiyeceklerin neden olabile­ şekilde uzama saptanabilir.
ceği aşınmalara dirençlidir ancak, aside duyarlıdır.
Proksimal ve distal özofagustaki submukozal bezler mü-
sin ve bikarbonat salgılayarak mukozanın korunmasına K linik Bulgular
destek olur. Daha önemlisi, AOS (alt özofageal sfinkter) GÖRH, en sık 40 yaş üstü erişkinlerde olmakla birlikte,
tonusu, pozitif basınç altındaki asidik mide içeriğinin infant ve çocuklarda da görülebilir. En sık olarak bildiri­
reflüsünü engeller. Mide içeriğinin alt özofagusa reflüsü len semptomlar, sternumda yanma hissi (kalp yanması),
özofajitin en sık sebebidir ve Birleşik Devletler'de polik­ disfaji ve daha az sıklıkta ekşi mide içeriğinin ağza gel­
liniklerde en sık konulan gastrointestinal tanıdır. Bu- mesidir. Nadiren kronik GÖRH, kalp hastalığı ile karıştı-
Ozofajit 561

ile karakterizedir. Barrett özofagusunun rastlanma sıklı­


ğı giderek artmaktadır. Semptomatik GÖRH hastaları­
nın %10'unda var olduğu tahmin edilmektedir. En sık
olarak beyaz erkeklerde görülür ve tipik olarak başvuru
yaşı 40-60 yaşlar arasıdır. Barrett özofagusunun önemi
özofagus adenokarsinomu riskini artırmasından kaynaklan­
maktadır. Moleküler çalışmalarda Barrett epitelinin nor­
mal özofagus epitelinden çok adenokarsinoma benzediği
saptanmıştır. Bu bulgu Barrett özofagusunun premalign
bir durum olduğunu gösterir bir bulgudur. Buna göre,
preinvaziv bir lezyon kabul edilen epitelyal displazi her yıl
Barrett özofaguslu hastaların %0.2-1.0'mda gelişmekte­
dir. Bu insidans semptomların süresi ve hasta yaşı ile bir­
likte artmaktadır. Özofagus adenokarsinomlarmm bü­
Resim 14-9 Özofajit. A , Dağınık intraepitelyal eozinofiller içeren
yük bir bölümü Barrett özofagusu ile ilişkili olsa da, Bar­
reflü özofajit. B, Çok sayıda intraepitelyal eozinofiller içeren eozi- rett özofaguslu hastaların çoğunda özofagus kanseri ge­
nofilik özofajit. lişmediği unutulmamalıdır.

M ORFOLOJİ
rılabilecek kadar şiddetli göğüs ağrısı atakları ile dikkat
çekebilir. Proton pompa inhibitörleri ile tedavi gastrik B a rre tt ösofagusu endoskopide gastroözofajeal bileşke böl­
asiditeyi azaltır ve semptomatik rahatlama sağlar. Semp­ gesinden yukarı doğru dil şeklinde kırmızı kadifemsi uzan­
tomların şiddeti, histolojik hasarın şiddeti ile yakın ilişki­ tıla r ya da yamalar şeklinde gözlenir. Bu m etaplastik m uko­
li değildir. Histolojik hasar hastalığın süresi uzadıkça ar­ za proksim alde düzgün soluk skuam öz (özofajeal) mukoza
ile distaldeki açık kahverengi kolum nar (gastrik) mukoza
tar. Reflü özofajitin komplikasyonları arasında özofagus
arasında yeralır (Resim 1 4 -1 0 , A and B). Yüksek çözünür­
ülserasyonları, hematemez, melena, striktür gelişimi ve
lüklü endoskoplar endoskopinin B a rre tt özofagusu tanısın­
Barrett özofagusu sayılabilir.
daki sensitivitesini artırmıştır.
Hiatus hernisi, diyafram kruslarmm ayrılması ve orta­
ya çıkan aralıktan midenin toraks içine çıkıntı yapması
ile karakterizedir. Doğumsal hiatus hernileri infantlarda
ve çocuklarda görülür ancak çoğu herni hayatın daha
sonraki dönemlerinde ortaya çıkar. Olguların %90'dan
fazlasında hiatus hernisi asemptomatiktir. Bununla bir­
likte, GÖRH ile benzer olan semptomlar sıklıkla AÖS
yetersizliğinin diğer sebepleri ile ilişkilidir.

Eozinofilik Özofajit
Eozinofilik özofajitin rastlanma sıklığı giderek artmak­
tadır. Semptomları, yetişkinlerde yiyecek takılması ve
disfaji, çocuklarda yeme sorunları ve GÖRH benzeri
semptomlardır. Başlıca histolojik özellik gastroözofajeal
bileşke bölgesinden uzak bölgelerde, epitelde, özellikle
yüzeyel kısımlarda şiddetli eozinofil infiltrasyonudur
(Resim 14-9, B). Eozinofillerin çok olması, eozinofilik
özofajitin, GÖRH, Crohn hastalığı ve diğer özofajit ne­
denlerinden ayrımında yardımcı bir özelliktir. Özellikle
proton pompa inhibitörü tedavisine cevapsızlık ve asit
reflüsü olmaması gibi bazı klinik özellikler tipiktir. Eozi­
nofilik özofajit hastalarının büyük bir kısmı atopik olup,
bunların çoğunda atopik dermatit, alerjik rinit, astım ya
da hafif priferik eozinofili görülür. Tedavisi, inek sütü ve
soya ürünleri gibi alerjik yiyeceklerden sakınma ve topi-
kal ya da sistemik kortikosteroid kullanımıdır.
Resim 14-10 Barrett özofagusu. A , Normal gastroözofageal bileş­
ke. B, Barrett özofagusu. Barrett mukozası içerisinde daha açık
Barrett Özofagusu renkteki küçük skuamöz mukoza adalarına dikkat edin. C, Barrett
özofagusunda gastroözofageal bileşkenin histolojik görünümü.
Kronik GÖRH'mn bir komplikasyonu olan Barrett özofa­ Özofagusun skuamöz mukozası ile (solda) goblet hücreleri içeren
gusu, özofagusun skuamöz mukozasında intestinal metaplazi metaplastik mukoza (sağda) arasındaki geçişe dikkat edin.
562 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Çoğu uzman B a rre tt özofagusu tanısı için, hem gastro-


mu, günümüzde Birleşik Devletler'de tüm özofagus kan­
özofajeal bileşkenin proksim alinde anormal mukozanın en- serlerinin yarısını oluşturmaktadır.
doskopik bulgusunu, hem de bu bölgede gastrik / a da in­
testinal mukozanın histo lo jik doküm entasyonunu gerekli
Q PATO G EN EZ
görür. H&E boyasında soluk mavi boyanan belirgin m uköz
vakuollere sahip olan ve geri kalan sitoplazmanın şekli ne­ M oleküler çalışmalar, B a rre tt özofagusundan adenokarsi­
deniyle şarap kadehi şeklini alan Goblet hü creleri, intesti­ nom gelişiminin uzun zaman içerisinde aşamalı olarak mey­
nal metaplaziyi ve B a rre tt özofagusunu tanımlayan özellik­ dana gelen genetik ve epigenetik değişiklikler sonucu oldu­
t ir (Resim 1 4 -1 0 , C). Displazi, tem el m o rfo lo jik krite rle re ğunu gösterm iştir. Bu m odel, displastik olmayan B arre tt
göre düşük dereceli ve yüksek dereceli olarak sınıflandırılır. metaplazisindeki epitel hücre klonlarında, displaziden inva­
Intram ukozal karsinom ise neoplastik epitel hücrelerinin la­ ziv adenokarsinom a doğru progresyon sırasında mutas-
mina propriaya invazyonu ile karakterizedir. yonların biriktiğini savunmaktadır. K rom ozom anomalileri
ve TP53 mutasyonu özofagus adenokarsinom unun erken
evrelerinde sıklıkla m evcuttur. Ek olara k gerçekleşen gene­
Klinik Özellikler tik değişiklikler ve inflamasyon neoplazinin progresyonun-
da ro l oynarlar.
Barrett özofagusu tanısı için endoskopi ve biyopsi gerek­
lidir. Bunlar genellikle GÖRH semptomları nedeniyle
yapılır. En iyi tedavi şeklinin ne olduğu tartışma konu­
sudur. Birçok araştırmacı, displazinin belirlenebilmesi M ORFOLOJİ
için endoskopik inceleme ve biyopsinin gerekli olduğu Özofagus adenokarsinom u genellikle özofagusun distal üç­
konusunda hemfikir olmakla birlikte, displazinin hangi te b irlik kısmında meydana gelir ve hemen bitişiğindeki m i­
sıklıkta meydana geldiği ve spontan olarak regrese olup de kardiyasını invaze edebilir (Resim 14-11, A ). Erken lez-
olmadığı konusundaki belirsizlik klinik yaklaşımda ka­ yon la r düz ya da norm al yapıdaki çevre mukozadan hafif
rarsızlık yaratmaktadır. İntramukozal karsinom ise te­ kabarık yamalar şeklindedir. T ü m ö rle r büyük e kzo fitik k it­
davi amaçlı girişim gerektirir. Tedavi seçenekleri arasın­ leler oluşturabilir, diffüz infiltrasyon gösterebilir ya da ülse­
da cerrahi olarak çıkarılmasının (özofajektomi) yanı sıra re ve derin dokulara invaze olabilir. M ikro sko p ik inceleme­
fotodinamik terapi, lazer ablasyon tedavisi ve mukozek- de, tü m ö r çevresinde sıklıkla B a rre tt özofagusu mevcuttur.
tomi gibi yeni tedavi yaklaşımları yeralır. İntramukozal Bu tü m ö rle r tip ik olarak müsin ü re tirle r ve gland yapıları
ya da invaziv karsinoma ilerleme riski yüksek olan mul- o lu ştu ru rla r (Resim 14 -11 , B).
tifokal yüksek dereceli displazi intramukozal karsinom-
dakine benzer şekilde tedavi edilebilir.
Klinik Özellikler
Özofagus adenokarsinomları, bazen GÖRH değerlendir­
ÖZOFAGUS TÜMÖRLERİ mesi ya da Barrett özofagusu izlemi sırasında fark edilse-
ler de, hastalar genellikle yutma sırasında ağrı ve yutma
Özofagus kanserlerinin büyük bir çoğunluğunu iki morfo­
lojik varyant oluşturur: adenokarsinom ve skuamöz hüc­
reli karsinom. Tüm dünyada, skuamöz hücreli karsinom
daha sıktır, ancak Birleşik Devletler ve diğer Batı ülkele­
rinde adenokarsinom sıklığı artmaktadır. Oldukça nadir
görülen diğer tümörler burada konu edilmeyeceklerdir.

Adenokarsinom
Özofagus adenokarsinomu tipik olarak Barrett özofagusu
ve uzun süreli GÖRH zemininden kaynaklanır. Dokü-
mente edilmiş displazisi olan hastalarda adenokarsinom
riski daha yüksektir ve bu risk tütün kullanımı, obezite ve
daha önceden yapılmış olan radyasyon tedavisi durumla­
rında daha da yükselir. Diğer taraftan, taze meyve ve seb­
zeden zengin diyetler adenokarsinom riskini azaltır.
Özofagus adenokarsinomu en sık olarak beyaz ırkta
görülür ve belirgin cinsiyet farkı gözetir. Erkeklerde ka-
dmlardakinden sekiz kat daha sıktır. Bununla birlikte,
insidans tüm dünyada bölgeler arası 60 kat farklılık gös­
terir: Birleşik Devletler, Birleşik Krallık, Kanada, Avust­
ralya, Hollanda gibi gelişmiş Batı ülkelerinde en yüksek
insidans gözlenirken, Kore, Tayland, Japonya ve Ekva­
tor'da en düşük seviyededir. Özofagus adenokarsino-
munun daha sık görüldüğü ülkelerde insidans 1970'ten Resim 14-11 Özofagus adenokarsinomu. A , Bu olgudaki gibi, ade­
itibaren diğer kanser türlerinden çok daha fazla artış nokarsinom genellikle distal yerleşimlidir ve sıklıkla mide kardiya-
göstermiştir. Sonuç olarak, 1970'ten önce tüm özofagus sında tutulum vardır. B, Sırt sırta vermiş glandlar şeklinde büyüme
kanserlerinin %5'ini oluşturan özofagus adenokarsino­ gösteren özofagus adenokarsinomu.
Ö zofagus T ü m ö rle ri 563

güçlüğü, kilo kaybı, göğüs ağrısı ya da kusma ile başvu­


rurlar. Semptomlar ve bulgular ortaya çıktığında genel­
likle tümör çoktan submukozal lenfatiklere yayılmıştır.
Tanı sırasında evre ileri olduğundan 5 yıllık sağ kalım
oranı %25'ten azdır. Adenokarsinomun mukozada ya da
submukozada sınırlı olduğu az sayıdaki hastada ise 5 yıl­
lık sağ kalım %80'e ulaşmaktadır.

Skuamöz Hücreli Karsinom

Birleşik Devletler'de, özofagusun skuamöz hücreli karsi-


nomu tipik olarak 45 yaş üstü erişkinlerde görülür ve er­
keklerde kadmlardakinden dört kat daha sıktır. Alkol ve
sigara kullanımı, fakirlik, koroziv madde ile özofagus
yaralanmaları, akalazya, Plummer-Vinson sendromu,
çok sıcak içeceklere sık maruz kalma ve mediastene da­
ha önceden yapılan radyasyon tedavisi risk faktörleridir.
Afrika kökenli Amerikalılarda beyazlardakinden 6 kat
daha sık görülür, bu fark sadece alkol ve tütün kullanı­
mı farkı ile açıklanamayacak kadar büyüktür. Özofagu-
sun skuamöz hücreli karsinomunun rastlanma sıklığın­
da ülkelerarası ve ülke içi 1 0 0 kattan daha fazla değiş­
Resim 14-12 Özofagusun skuamöz hücreli karsinomu. A , Sku­
kenlik vardır; kırsal ve az gelişmiş bölgelerde daha sık amöz hücreli karsinom en sık olarak orta özofagusta yerleşim gös­
görülür. En yüksek rastlanma sıklığı olan ülkeler İran, te rir ve burada striktüre neden olur. B, Malign hücre yuvalanmala­
Çin'in orta kısımları, Hong Kong, Arjantin, Brezilya ve rından oluşan ve organizasyonu bozuk bir skuamöz epiteli kısmen
Güney Afrika'dır. taklit eden skuamöz hücreli karsinom

Çoğu skuamöz hücreli karsinom iyi ya da o rta derecede


PATO G EN EZ diferansiyedir Resim 1 4 -1 2 , B). Daha az görülen histolojik
varyantlar, ve rru kö z skuam öz hücreli karsinom, iğsi hücre­
A vru p a ve Birleşik D e vletle r’de görülen özofajeal skuamöz
li karsinom ve bazaloid skuamöz hücreli karsinom dur. His­
hücreli karsinomların çoğu kısmen de olsa alkol ve tütün
to lo jik tip ne olursa olsun, sem ptom atik tü m ö rle r tanı kon­
kullanımına bağlıdır. Bunların e tkile ri sinerjistik olarak riski
duğu sırada genellikle çok büyük boyutlardadır ve özofagus
artırırlar. D iğer taraftan, özofagus skuamöz hücreli karsi-
duvarını çoktan invaze etm işlerdir. Zengin submukozal len­
nom ları alkol ve tütün kullanımının fazla olmadığı bazı böl­
fa tik ağ hem çevresel hem de longitüdinal yayılımı sağlar.
gelerde de sık görülür. Beslenme yetersizlikleri, polisiklik
A n a kitlenin birkaç santim etre çevresinde intram ural tü ­
hidrokarbonlar, n itro zam in le r ve m antar üremiş yiyecekler
m ö r nodülleri izlenebilir. Lenf nodu metastazı bölgeleri tü ­
gibi diğer m utajenik m addeler de diğer olası risk fa k tö rle ri­
m örü n bulunduğu bölgeye göre değişir: Özofagusun üst üç­
dir. HPV enfeksiyonu da yüksek riskli bölgelerde (düşük
te birinde bulunan kanserler servikal lenf nodlarını tercih
riskli bölgelerde değil) özofagus skuamöz hücreli karsi-
eder; o rta üçte b ir tü m ö rle ri mediastinal, paratrakeal ve
nom larından sorum lu tutulm aktadır. M oleküler patogenez
trakeobronşiyal nodlara, alt üçte b ir tü m ö rle ri de gastrik
ise henüz tam olarak tanımlanamamıştır.
ve çölyak lenf nodlarına yayılır.

K lin ik Ö z e llik le r
M ORFOLOJİ
Özofagusun skuamöz hücreli karsinomunun klinik be­
Çoğu adenokarsinom lar distal bölgede yerleşim gösterir­ lirtileri sinsi başlar. Bunlar arasında disfaji, odinofaji
ken, skuamöz hücreli karsinom ların yarısı özofagusun o rta (ağrılı yutma) ve tıkanma yer almaktadır. Diğer özofa­
üçte b ir kısmında ye r alır (Resim 1 4 -1 2 , A). Skuamöz hüc­ gus tıkanması tiplerinde olduğu gibi, hastalar giderek
reli karsinom sk u am ö z d isplazi şeklinde in situ lezyon artan tıkanmaya diyetlerini katidan sıvıya doğru değiş­
olarak başlar. Erken lezyonlar küçük gri-beyaz plak benze­
tirerek farkında olmadan uyum sağlarlar. İleri derecede
ri kalınlaşmalar şeklinde gözlem lenirler. A ylar-yıllar içerisin­
kilo kaybı ve güçten düşme, hem beslenmenin bozulma­
de, polipoid yapıda lumene çıkıntı yapan ve lumeni tıkayan
sından hem de tümörün kendi etkilerinden kaynakla­
tü m ö r kitlesi halini alırlar. D iğer tü m ö rle r ise ülsere ya da
nır. Kanama ve sepsis tümör ülserasyonuna eşlik edebi­
özofagus duvarında yayılım gösteren diffüz in filtra tif yapı­
lir. Bazen, ilk semptomlar trakeoözofajeal fistül yoluyla
dadırlar. Bu kanserler, solunum yolları (pnöm oniye neden
o lu r), a o rt (ka ta stro fik kan kaybı ile sonuçlanır), mediasten
gelişen aspirasyon nedeniyle meydana gelir.
ve perikard gibi çevre yapılara invaze olurlar.
Endoskopik tarama yönteminin daha sık kullanılması
sayesinde özofagus skuamöz hücreli kanserlerinin daha
564 B Ö L Ü M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

erken tanınması mümkün olmuştur. Zamanlanın büyük • AÖS’in tam gevşeyememesi, AÖS tonusunun artmış ol­
önemi vardır, çünkü 5 yıllık sağ kalım oram yüzeyel özo- ması ve özofagusta aperistalsis ile karakterize olan aka-
fagus kanserlerinde %75 iken, daha ileri evrelerde bun­ lazya, fonksiyonel özofagus tıkanmalarının sık sebebidir.
dan çok daha düşüktür. Lenf nodu metastazı sıktır ve kö­ • Özofajit kimyasal ya da enfeksiyöz mukozal hasardan kay­
tü prognoz işaretidir. Beş yıllık sağ kalım oram %9'da naklanır. Enfeksiyonlar en sık olarak bağışıklığı baskılan­
kalmaktadır. mış kişilerde meydana gelir.
• Özofajitin en sık sebebi gastroözofajeal reflü hastalığıdır
(GÖR.H). Bunun eozinofilik özofajitten ayrımının yapılma­
sı gereklidir.
O özet
Özofagus Hastalıkları
• Barrett özofagusu, kronik GORH zemininde gelişir ve
artmış özofagus adenokarsinomu riski ile ilişkilidir.
• Özofagus skuamöz hücreli karsinomu alkol ve tütün kulla­
• Özofagus tıkanması mekanik ya da fonksiyonel anomali­ nımı, fakirlik, özofagustaki koroziv madde yaralanmaları,
ler sonucu gerçekleşir. Mekanik sebepler gelişimsel de- akalazya, tilozis ve Plummer-Vinson sendromu ile ilişkili­
fektler, fib ro tik striktü rle r ve tüm örlerdir. dir.

MİDE
Mide hastalıkları, başta inflamatuar ve neoplastik hasta­ rının epitele d ire k t olarak temas etmesini engeller. Bu mu-
lıkları olmak üzere klinikte görülen sık hastalıklardan­ kus tabakası ayrıca epitel üzerinde mukozayı koruyan b ir sı­
dır. Birleşik Devletler'de mide asidi nedenli semptomlar, vı tabaka varlığını sağlar. Bu tabaka yüzey epitel hücreleri
gastrointestinal hastalıklar için yapılan sağlık harcama­ tarafından salgılanan bikarbonat iyionları sayesinde nötral
larının üçte birini oluşturmaktadır. Buna ek olarak, Bir­ p H ’a sahiptir. Son olarak, mide mukozasının zengin vaskü-
leşik Devletler de dahil olmak üzere belli bölgelerde rast­ ler yatağı mukozaya oksijen, bikarbonat ve besin maddele­
lanma oranı düşse de, mide kanseri hala tüm dünyada rini taşırken lamina propriaya geri dönen asidi de tem izler.
kanser nedenli ölümlerin başta gelenidir. Bu korum a mekanizmalarının herhangi birinin bozulması
Mide dört ana anatomik bölgeye ayrılır: kardiya, fun­ akut ya da k ro n ik gastrit ile sonuçlanabilir. Ö rneğin yaşlı ki­
dus, korpus ve antrum. Kardiya müsin salgılayan ve sığ şilerin gastrite eğilimli olması bu kişilerdeki azalmış müsin
glandlar meydana getiren foveolar hücreler ile döşelidir. sentezi ile açıklanmaktadır. N onsteroidal anti-inflamatuar
ilaçlar (N S A İİ), norm alde prostaglandinler tarafından sağla­
Antral glandlar da kardiya glandlarma benzer fakat ek
nan hücresel korunm ayı bozar ya da bikarbonat salgısını
olarak G hücreleri gibi endokrin hücreler de içerirler. G
azaltır. H e r iki etki de mide mukozasının hasar eğilimini ar­
hücreleri, mide fundusu ve korpusundaki parietal hücre­
tırır. Hasar verici kimyasalların, özellikle asitlerin ve bazla­
leri lumene asit salgılamaları için uyaran gastrin madde­
rın, kazayla ya da intihar amaçlı içilmesi de şiddetli mide ha­
sini salgılarlar. Korpus ve fundusun iyi gelişmiş glandla-
sarına yol açar. Bu, özellikle mukozanın epitel ve strom al
rı pepsin gibi sindirim enzimleri üreten ve salgılayan hücrelerine d ire k t hasar sonucu meydana gelir. Yoğun alkol
esas hücreler de içerirler. kullanımı, NSAİİ, radyasyon tedavisi ve kem oterapi neden­
li meydana gelen gastritlerde de d ire k t hücresel hasarın ro ­
lü vardır.
MİDENİN İNFLAMATUAR
HASTALIKLARI
A kut Gastrit
M OR FO LO Jİ
Akut gastrit, mukozadaki geçici bir inflamatuar olaydır.
Asemptomatik olabilir ya da epidastrik ağrı, bulantı ve H isto lojik incelemede hafif dereceli akut gastriti tanımak
kusmaya yol açabilir. Daha şiddetli olgularda mukozada kolay olmayabilir. Çünkü lamina propriada sadece o rta de­
erozyon, ülserasyon, kanama, hematemez, melena ya da recede b ir ödem ve hafif vasküler konjesyon vardır. Seyrek
n ö tro fille r olsa da y ü zey epiteli sağlam dır. Lamina p ro p­
nadiren ciddi kan kaybı olabilir.
riada lenfositler ve plazma hücreleri belirgin değildir. Bazal
mem branın üzerinde n ö tro fille rin varlığı, özellikle de epitel
hücreleri ile d ire k t temas halindeyseler, gastrointestinal ka­
PA TO G EN EZ
nalın her yerinde anorm al b ir bulgudur ve a k tif inflam as-
M ide lumeni ileri derecede asidiktir. Lumende pH 1’e ya­ yon anlamına gelir. Daha şiddetli m ukoza hasarı olduğun­
kındır, yani kandan b ir m ilyon kez daha asidiktir. Bu o rta ­ da, erozyon ya da yüzeyel mukozanın kaybı söz konusu ola­
mın sindirim de büyük rolü vardır, ancak aynı zamanda mu­ bilir. Bu du rum m ukozada n ö tro fil infiltrasyonuna ve püru-
kozaya hasar verm e potansiyeline de sahiptir. Mide m uko­ lan eksüdaya yol açar. Kanama da meydana gelebilir. Kana­
zasını korum a amaçlı m ekanizm alar m evcu ttu r (Resim ma hiperem ik m ukoza üzereinde siyah noktacıklar şeklinde
1 4 -1 3 ). Yüzeydeki foveolar h ü creler tarafından salgıla­ gözlem lenir. Erozyon ve kanamanın b ir arada olması ak u t
nan mukusun oluşturduğu ince tabaka büyük besin parçala­ e ro ziv h e m o rajik g astrit olarak adlandırılır.
Midenin İnflmamatuar Hastalıkları 565

NORMAL HASAR ÜLSER


Harabiyet Yaratan H. pylori enfeksiyonu
Etkenler NSAİİ
Gastrik asidite Aspirin
Sigara
Alkol
Gastrik hiperasidite
Duodenal-gastrik

Mukus

Mukoza

Yüzeydeki mukus
ZARARLI ETKENLER
VEYA
BOZULMUŞ SAVUNMA m
i V Necrotik
debri (N)
Muskularis sekresyonu
mukoza Mukus içerisine
Akut
bikarbonat sekresyonu inflamasyon ( 1)
Mukozal kan akımı „ ® ■ ® ____ hücreleri
Apikal yüzey membran
transportu Granülasyon
Submukoza Iskemi
Epitelin rejenerasyon Şok dokusu (G)
kapasitesi Mide boşalmasının
Prostoglandinlerin gecikmesi Fibrozis (S)
salınımı Konak faktörleri
J 1 ------- — '

Resim 14-13 Gastrik hasar ve korunma mekanizmaları. Bu şema, akut ve kronik gastritte hafif hasar formlarının ülserasyona ilerlemesi­
ni göstermektedir. Ülserler, nekrotik debri (N), inflamasyon (I), ve granülasyon dokusu (G) tabakalarında oluşmaktadır. Zamanla gelişen
fibrotik skar (S) sadece kronik lezyonlarda görülür.

A kut Peptik Ülserasyon M ORFOLOJİ


Fokal, akut peptik hasar NSAİİ tedavisinin ve ağır fizyo­ A k u t gastrik ülser olarak tanımlanan lezyonlar yüzeyel epi-
lojik stresin iyi bilinen komplikasyonlarmdandır. Bu lez- tel hasarının söz konusu olduğu sığ erozyonlardan mukoza­
yonlar: yı delen daha derin lezyonlara kadar değişkenlik gösterir.
• Stres ülserleri, en sık olarak şok, sepsis ve ağır travma­ A k u t ülserler yuvarlak ve tip ik olarak 1 cm ’den küçük çap­
lar gibi kritik hastalarda meydana gelir. lıdır. Ü lser tabanı, asit ile sindirim e uğramış ekstravaze e rit­
rositler nedeniyle kahverengi-siyah renktedir. Bazı olgular­
• Curling ülserleri, proksimal duodenumda görülür ve
da transm ural inflamasyonve lokal serozit de vardır. H e r ne
ağır yanıklar ve travmalar ile ilişkilidir.
kadar bu lezyonlar te k te k görülseler de, daha sıklıkla mi­
• Cushing ülserleri, intrakanial hastalığı olan kişilerde, de ve duodenum da m ultipl ülserler şeklindedir. A k u t stres
mide, duodenum ya da özofagusta meydana gelir ve ülserleri keskin sınırlı olup, çevre m ukoza norm aldir. Ancak
perforasyon riski yüksektir. bazen, çevre mukoza ve submukozaya kan sızabilir, infla-
m atuar reaksiyon eşlik edebilir. Skar dokusu oluşumu ve
kan damarlarının kalınlaşması gibi kro n ik peptik ülseri ka-

o PA TO G EN EZ
A k u t ülserasyonun patogenezi kom p le kstir ve henüz tam
rakterize eden özellikler yoktur, iyileşme, hasara yol açan
fa ktö rle rin ortadan kaldırılmasından sonra günler ya da
haftalar içerisinde tam epitelizasyon ile gerçekleşir.

olarak anlaşılamamıştır. NSAİİ nedenli ülserler d ire k t kim ­


yasal hasar ve prostaglandin sentezinin engellenmesine yol
açan siklooksijenaz inhibisyonu sonucu meydana gelirler.
Bikarbonat salgılanmasını sağlayan ve vasküler perfüzyonu Klinik Özellikler
artıran prostaglandinlerin bu koruyucu etkileri y o k olur, Gastrik ülser semptomları bulantı, kusma ve kahve tel­
intrakranial yaralanm alar ile ilişkili olan lezyonların, gastrik vesi şeklinde hematemezdir. Yüzeyel mide erozyonların­
asit salgılanmasını artıran vagal nükleusun d ire k t uyarılması dan kaynaklanan kanama nedeniyle hastaların %1-4'ün-
sonucu meydana geldiği düşünülm ektedir. A ğır hasta kişi­ de transfüzyon gereği ortaya çıkar. Perforasyon gibi baş­
lerde sık bir bulgu olan sistemik asidoz da m ukoza hücrele­ ka komplikasyonlar da görülebilir. Proton pompa inhibi-
rinde intrasellüler pH derecesini düşürerek mukozal hasar­
törleri ya da daha az sıklıkla kullanılan histamin H 2 re­
da rol oynar. Stres nedenli splanknik vazokonstriksiyon so­
septör antagonistleri stres ülserasyonunun etkisini azal­
nucu gelişen hipoksi ve kan akımı azalmasının da akut ülser
tabilir, fakat altta yatan nedenin şiddeti gidişi etkileyen
patogenezinde rolü vardır.
en önemli faktördür.
566 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Kronik Gastrit • A d h ezin ler, bakterinin yüzey foveolar epitel hücreleri­


ne yapışmasını sağlar.
Kronik gastrit ile ilişkili semptomlar ve bulgular tipik
• T o ksin le r, örneğin, sitoksin ilişkili gen A ([CagA) tarafın­
olarak akut gastrittekilerden daha az şiddetli fakat daha
dan kodlanan toksin, tam olarak bilinmeyen mekaniz­
süreklidir. Bulantı ve üst abdominal hassasiyet olabilir,
malar yolu ile, ülser ya da kanser gelişiminde rol oynar.
bazen kusma da eşlik edebilir, fakat hematemez sık gö­
Bu fa ktö rle r, H. pylori’ nin, gastroduodenal mukozal savun­
rülmez. Kronik gastritin en sık sebebi Helicobacter pylori
ma ile bu savunmaya karşı olan hasar verici e tkile r arasın­
basili enfeksiyonudur. Atrofik gastritin en sık sebebi olan
daki dengeyi bozmasını sağlarlar. Zaman içinde kro n ik ant­
otoimmun gastrit ise kronik gastrit olgularının %1 0 'dan
ral gastrit ilerleyerek pangastHte dönüşür. Sonra da, azal­
azından sorumludur ve H. Pylori enfeksiyonu olmayan mış asit salgısı, intestinal metaplazi ve artm ış mide adeno-
kişilerde görülen en sık kronik gastrit formudur. Daha karsinomu riski ile karakterize m ultifokal atro fik gast­
az rastlanan sebepler radyasyon hasarı ve kronik safra rit gelişir. Bu progresyonun hangi m ekanizmalar ile gelişti­
reflüsüdür. ği tam olara k bilinm em ektedir, ancak konağın bağışıklık sis­
tem i ile bakteri arasındaki etkileşim lerin k ritik rolü olduğu
Helicobacter pylori Gastriti düşünülm ektedir.

Peptilc ülser hastalığı ile H. pylori arasındaki ilişkinin keş­


fi kronik gastrit anlayışında devrim yaratmıştır. Bu spiral
şekilli ya da kıvrık basiller duodenal ülserli hastaların he­
M ORFOLOJİ
men hemen hepsinde, gastrik ülserli ya da kronik gastrit-
li hastaların da büyük bir kısmında mide biyopsi spesi- Enfekte kişilerde, mide biyopsi örneklerin de genellikle H.
menlerinde mevcuttur. Akut H. pylori enfeksiyonu, olgu­ pylori g ö rü le b ilir (Resim 1 4 -1 4 , A ). M ikroorganizm a, yü­
ların büyük bir çoğunluğunda klinik açıdan dikkati çeke­ zey ve boyun bölgesindeki epitel hücrelerinin üzerini kapla-
cek kadar semptoma yol açmaz. Kronik gastritte ise etki­
lenen kişi tedavi ihtiyacı duyar. H. pylori organizmaları
antrumu etkileyen kronik gastriti olan hastaların %90'm-
da mevcuttur. Buna ek olarak, H. pylori gastritinde mey­
dana gelen artmış asit salgısı midede ya da duodenumda
peptik ülser ile sonuçlanabilir. Ayrıca, H. pylori enfeksi­
yonu mide kanseri riskinde artışa da sebep olur.

E p id e m iy o lo ji
Birleşik Devletler'de, H. pylori enfeksiyonu fakirlik, kala­
balık ev yaşamı, eğitim azlığı, Afrikalı-Amerikalı ya da
Meksikalı-Amerikalı köken, sağlık koşullarının iyi olma­
dığı bölgelerde yaşama ve Birleşik Devletler dışında doğ­
muş olma ile ilişkili bulunmuştur. Kolonizasyon oram ba­
zı toplumlarda %70'i geçer, tüm dünyada %10 ile %80
arasında değişir. Prevalansm yüksek olduğu bölgelerde
enfeksiyon genellikle çocukluk döneminde başlar ve on
yıllar boyunca devam eder. Sonuç olarak, H. pylori enfek­
siyonu insidansı kişinin çocukluğunu geçirdiği ortamda­
ki sağlık ve temizlik koşulları ile yakından ilişkilidir.

PA TO G EN EZ
H. pylori enfeksiyonunun en sık sonucu, faipogastrinemi-
ye rağmess fazla a sit ü retim i ile b irlik te giden ve ön
planda a n tral ©lan gastrittir. Duodenal ülser riski bu
hastalarda daha yü k s e k tir ve çoğu olguda gastrit antrum da
sınırlıdır.
H. pylori organizm aları gastrik mukusun oluşturduğu
eko lo jik o rta m a adapte olmuşlardır. H. pylori her ne kadar
gastrik mukozayı invaze etse de, bu invazyonun hastalığın
Resim 14-14 Kronik gastrit. Â , Spiral şekilli Helicobacter pylori
patogenezindeki rolü bilinm em ektedir. H. pylori’ rim virulan-
basili W arthin-Starry gümüş boyası ile gösterilmekte. Yüzey müsini
sı ile ilişkili olan d ö rt özellik vardır. içerisinde çok sayıda organizma mevcut. B, intraepiteiyal ve lamina
• HagelBa, bakterinin viskoz mukus içerisinde hareketli propria nötrofîlleri belirgin. C, Germinal merkezli lenfoid agregat-
olmasını sağlar. lar ve süperfisyel lamina propriada çok sayıda subepitelyal plazma
• Ü re a z , endojen üreden am onyak üre te rek m ikro o rg a ­ hücreleri H. pylori gastritinin karakteristik özellikleridir. D, intestinal
nizm a çevresinde lokal gastrik p H ’ ı yükseltir ve ba kteri­ metaplazi, gastrik foveolar epitel içerisinde goblet hücrelerinin
yi midenin asidik p H ’ ından korur. varlığı ile tanınır ve gastrik adenokarsinom gelişimi için risk fak­
törüdür.
Midenin inflmamatuar Hastalıkları 567

/a n yüzey mukusu içerisinde toplanmıştır. İnflamatuar re­


• Düşük serum pepsinojen I seviyeleri
aksiyon, lamina propriada değişken m iktardaki n ö tro fille r- • Antral endokrin hücre hiperplazisi
den oluşur. Bunların b ir kısmı bazal m embranı geçerek int- • Vitamin B1 2 eksikliği
raepitelyal lokalizasyonda bulunur (Resim 1 4 -1 4 , B) ve m i­ • Yetersiz gastrik asit salgısı (achlorhydria)
de m ukoza çukurlarında b irikere k abse oluşturur. Yüzeyel
lamina p ro p ria to p lu lu kla r halinde bol m iktarda plazma
hücresi, lenfosit ve m akrofaj içerir, inflam atuar in filtra t çok
yoğun olduğunda m ukoza kıvrımlarını kalınlaştırır ve infilt- PATO G ENEZ
ra tif lezyonları ta k lit eder. Çoğunlukla germinal m erkezler
içeren lenfoid agregatlar m evcu ttu r (Resim 1 4 -1 4 , C). Bun­ O to im m un gastrit, asit ve intrinsik fa k tö r salgılayan parietal
lar, lenfomaya dönüşm e potansiyeli taşıyan mukoza ilişki­ hücrelerin kaybı ile karakterizedir. Yetersiz asit üretim i
li lenfoid dokunun (M ALT) uyarılmış halidir. G oblet hüc­ gastrin salınımını uyarır, ve bu durum hipergastrinem i ve
relerinin ve kolum nar tip te em ilim (ab sorb tif) hücrelerinin antrum daki gastrin üreten G hücrelerinin hiperplazisi ile
varlığı ile karakterize olan in testin al m etap lazi (Resim sonuçlanır. İntrinsik fa k tö r eksikliği ileum daki vitam in B 12
1 4 -1 4 , D) de gelişebilir ve bu artmış gastrik adenokarsi- em ilim ini bozar ve B12 eksikliği ve m egaloblastik anemiye
nom riski ile ilişkilidir. H. pylori gastrik foveolar epitele tr o ­ (p ernisyö z anem i) neden olur. Düşük serum pepsinojen
pizm gö sterir ve genellikle intestinal metaplazi bölgelerin­ I konsantrasyonu esas hücre kaybını yansıtır. H. pylori hi-
de, asit üreten mukozanın bulunduğu midenin korpus kıs­ p o klo rh id riye yol açsa da, a klo rh id ri ve pernisyöz anemiye
mında ve duodenum epitelinde bulunmaz. Bu nedenle, H. neden olmaz. Çünkü parietal ve esas hücre hasarı oto im ­
pylori gastriti değerlendirmesi için antral bölgeden alınan bi­ mun gastritteki kadar ağır değildir.
yopsi tercih edilir.

Klinik Özellikler M ORFOLOJİ


Organizmanın histolojik olarak gözlemlenmesinin hari­ O to im m un gastrit, korpus ve fundustaki o k sin tik (asit
cinde çeşitli diagnostik testler geliştirilmiştir. Bunlar ara­ üreten) m ukozanm h aşan ile karakterizedir. T ip ik ola­
sında anti-H. pylori antikorlarının araştırıldığı noninva- rak, antrum ve kardiya hasarı y o k tu r ya da çok azdır. K ü ­
ziv serolojik test, fekal bakteri araştırılması ve bakteriyal fü z atrofide, korpus ve kardiyadaki oksintik m ukoza be­
üreazm ürettiği amonyağın değerlendirildiği üre nefes lirgin şekilde incedir ve mukoza kıvrım ları kaybolmuştur.
testi sayılabilir. Mide biyopsisi üzerinde de hızlı üre testi, N ö tro fille r bulunabilir, ancak inflam atuar in filtra t daha çok
bakteri kültürü ya da bakteriyal DNA'nm araştırıldığı po- lenfositler, m akrofajlar ve plazma hücrelerinden oluşmuş­
limeraz zincir reaksiyonu (PCR) testleri yapılabilir. Anti­ tur. H. p y lo r i gastritinden farklı olarak, inflam atuar reak­
siyon de rin d ir ve gastrik glandlar çevresindedir. Parietal
biyotik be proton pompa inhibitörü kombinasyonu etkin
ve esas hücre kaybı ileri derecede olab ilir ve intestinal
tedavi yöntemidir. H. pylori gastritli hastalar genellikle te­
metaplazi gelişebilir.
daviden yarar görürler. Ancak bakteri tamamen yok edi­
lemediğinde ya da reenfeksiyon durumunda nüks olur.

O t o im m u n G a s t r it Klinik Özellikler
Otoimmun gastrit kronik gastrit olgularının %10'dan azı­ Parietal hücrelere ve intrinsik faktöre karşı antikorlar
nı oluşturur. H. pylori, nedenli gastritin tam tersi, otoim­ hastalığın erken dönemlerinden itibaren mevcuttur. An­
mun gastrit tipik olarak antrumu sağlam bırakır ve hi- cak pernisyöz anemi hastaların küçük bir bölümünde
pergastrinemiye sebep olur (Tablo 14-2). Bu tip gastrit şu gelişir. Tanı sırasındaki medyan yaş 60'tır ve kadınlarda
özellikler ile karakterizedir: hafif derecede baskındır. Otoimmun gastrit sıklıkla diğer
• Parietal hücrelere ve intrinsik faktöre karşı serumda otoimmun hastalıklar ile ilişkilidir, ancak spesifik bir hu­
ve gastrik salgılarda bulunan antikorlar man lökosit antijeni (HLA) aleli ile bağlantılı değildir.

Table 14-2 Helicobacter pylori ilişkili Gastrit ve Otoimmun Gastritin Karakteristik Özellikleri

Ö zellik Bölge

H. pylori İlişkili: A ntrum O toim m ün: Korpus

inflamatuar infiltrasyon Nötrofiller, subepitelyal plazma hücreleri Lenfositler, makrofajlar


Asit üretimi Artmış ya da hafif azalmış Azalmış
Gastrin Normal ya da azalmış Artmış
Diğer lezyonlar Hiperplastik/inflamatuar polipler Nöroendokrin hiperplazi
Seroloji H. pylori’ye karşı antikorlar Parietal hücrelere karşı antikorlar (H+,K+-ATPaz, intrinsik faktör)
Sekel Peptik ülser, adenokarsinom, lenfoma Atrofi, pernisyöz anemi, adenokarsinom, karsinoid tümör
ilişkiler Düşük sosyoekonomik koşullar, fakirlik, Otoimmun hastalıklar; tiroidit, diabetes mellitus, Graves hastalığı
kırsal kesimde yerleşim
568 B O L U M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Peptik Ülser Hastalığı Peptik ülserler hastaların % 80’ inde tektir. Çapı 0.3 cm ’-
den küçük olan lezyonlar daha sığdır. Buna karşılık, çapı 0.6
Peptik ülser hastalığı (PÜH) en sık olarak H. pylori enfeksi­ cm ’ den büyük olanlar daha derindir. Klasik b ir peptik ülser
yonu ya da NSAİI kullanımı ile ilişkilidir. ABD'de NSAİİ oval-yuvarlak ©loop, CtesEsüra sın ırlı Esne* d e fe k ttir (Re­
kullanımı, mide ülserinin en sık sebebi haline gelmekte­ sim 1 4 -15 , A ). Peptik ülserlerin tabanı, eksüdanın peptik
dir. Bunu nedeni, H. pylori enfeksiyonu oranının düşme­ sindirim i sonucu düzgün ve tem izdir. H isto lojik incelemede
si ve yaşlanan popülasyonda düşük doz aspirin kullanı­ dam ardan zengin granülasyon dokusu izle n ir (Resim
mının artmış olması olarak gösterilmektedir. PÜH gastro­ 1 4 -1 5 , B). Ülser tabanında devam eden kanama ölümcül
intestinal kanalın asidik mide sıvılarına maruz kalan her­ olabilir. Perforasyon acil cerrahi müdahele gerektiren bir
hangi bir bölgesinde meydana gelebilir, ancak en sık etki­ komplikasyondur.
lenen bölgeler mide antrumu ve duodenumun birinci bö­
lümüdür. Bunun dışında PÜH, GÖRH'nm ya da ektopik
gastrik mukozanın ürettiği asit salgısının bir sonucu ola­
rak özofagusta ve Meckel divertikülü içindeki gastrik he- K linik Ö ze llikle r
terotopiye sekonder olarak ince bağırsakta da görülebilir. Peptik ülserler kronik ve tekrarlayıcı lezyonlar olup, sık­
lıkla orta yaş ya da daha yaşlı kişilerde görülür. Kronik
E p id e m iyo lo ji gastrit dışında belirgin bir tetikleyici durum yoktur. Pep-
rik ülserlerin büyük bir bölümünde hasta epigastrik yan­
PÜH sık görülür ve tüm dünyada oldukça sık bir dokto­
ma ya da ağrı olduğunda kliniğe başvurur. Diğer taraftan,
ra başvuru sebebidir. Birleşik Devletler'de her yıl PÜH
azımsanmayacak miktarda hastada demir eksildiği anemi­
nedenli 3 milyondan fazla tedavi, 190,000 hastane yatışı
si, kanama ya da perforasyon gelişir. Ağrı gün içerisinde
ve 5000 ölüm söz konusudur. Yaşam boyu ülser sahibi ol­
yemeklerden sonra 1-3 saat içinde ortaya çıkar, geceleri
ma riski erkeklerde yaklaşık %10, kadınlarda %4'tür.
şiddetlenir ve alkaliler ya da yiyecek ile düzelir. Bulantı,

PA TO G EN EZ y 'M M H H H H İ
H. pylori enfeksiyonu ve NSAİİ kullanımı P Ü H ’ nın başlıca ne­
denleridir. M ukoza savunm aları ile k ro n ik gastrite yol
açan hasar verici fa k tö rle r arasındaki dengesizlik
(R esim 14—1 3 ) PÜ H ile sonuçlanır. Yani, PÜH genellik­
le kro n ik gastrit zemininde oluşur. H er ne kadar PÜH olgu­
larının % 70’ i H. pylori enfeksiyonu ile ilişkili olsa da, H. Pylo­
ri ile enfekte kişilerin sadece % 5-10’ unda ülser gelişir. Klinik
gidişte, konak fa ktö rle ri kadar H. pylori suşları arasındaki çe­
şitlilik de etkindir.
G astrik hiperasidite PÜH patogenezinde en önemli fak­
tö rd ü r. P Ü H ’e eğilime neden olan asidite, H. pylori enfeksi­
yonu, parietal hücre hiperplazisi, gereğinden fazla salgı ce­
vabı ya da gastrin salınımı gibi uyarıcı mekanizmaların inhi-
bisyonunun aksaması sonucu gelişebilir. Ö rneğin, midede,
duodenum da, hatta jejunum da m ultipl peptik ülserasyonlar
ile karakterize olan Zollinger-Ellison sendrom u, bir tü ­
m ö r tarafından kontrolsüz şekilde gastrin salınımına bağlı
olarak çok aşırı m iktarda asit üretim i olmasından kaynakla­
nır. Peptik ülser oluşumundaki yardımcı fa k tö rle r kro n ik
NSAİİ kullanımı, mukozal kan akımını aksatarak iyileşmeyi
bozan sigara ve prostaglandin sentezini baskılayarak iyileş­
meyi aksatan yüksek doz kortiko ste roidle rdir. Peptik ülser­
le r alkolik siroz, kro n ik o b s trü k tif akciğer hastalığı, kro n ik
bö bre k yetmezliği ve hiperparatiroidizm i olan hastalarda
daha sık olarak görülür. Son iki durum da, hiperkalsemi gast­
rin üretim ini uyarır ve asit salgısı artar. Son olarak psikolo­
jik stres de gastrik asit salgısını a rtırarak P Ü H ’e yol açabilir.

M ORFOLOJİ
Peptik ülserler duodenum da m idedekinden d ö rt kat daha
sık görülür. D uodenum ülserleri genellikle p ilo rik çıkıştan
birkaç santim etre ileride yerleşim gö sterir ve ön duode­ Resim 14-15 Diyafram altında serbest hava varlığı ile prezante
num duvarını tutarlar. G astrik pe ptik ülserler ise ön planda olan bir hastada akut mide perforasyonu. A , Temiz kenarlan olan
mukozal defekt B, N ekrotik ülserin tabanı (ok) granülasyon doku­
korpus ile antrum bileşkesinde yerleşirler.
sundan oluşuyor.
Midenin Neoplastik Hastalıkları 569

kusma, şişkinlik ve geğirme görülebilir. İyileşme tedaviy­ gastrit, polip büyümesine yol açan hasarı ve reaktif hi-
le ya da tedavisiz gerçekleşebilir, ancak daha sonra yeni­ perplaziyi başlatır. H. pylori gastriti ile ilişkili ise, bakte­
den ülser oluşumuna eğilim mevcuttur. rinin temizlenmesi sonrası polip regrese olabilir.
Eskiden PUH için çeşitli cerrahi yaklaşımlar vardı, fa­
kat günümüzde tedavi, antibiyotikler ile H. Pylori'nin te­
mizlenmesi ve mide asidinin proton pompa inhibitörle- M ORFOLOJİ
ri ile nötralizasyonu şeklindedir. Bu yöntem sayesinde
cerrahi tedaviye ihtiyaç duyulan olgu sayısı önemli ölçü­ Midedeki inflam atuar ve hiperplastik polipler hemen he­
de azalmıştır. Cerrahi tedavi artık sadece kanama ya da men aynı antiteyi temsil ederler. A ralarındaki te k fa rk infla-
masyonun derecesidir. Polipler sıklıkla m ultipl olup, karak­
perfore ülser varlığında başvurulan bir yöntemdir. PUH
te ris tik olarak ovoid şekilli, 1 cm ’den küçük çaplı ve düzgün
mortaliteden çok morbidite sebebidir.
yüzeylidir. M ikroskopik incelemede, düzensiz, kistik geniş­
lemiş ve uzamış foveolar glandlar içerirler. Farklı dereceler­
de akut ve kro n ik inflamasyon içeren lamina p ro pria ödem -
D Ö ZET lid ir ve yüzey erozyonları m evcuttur.
Akut ve Kronik Gastrit Prekanseröz b ir in situ lezyon olan disp la zin in inflama­
tu a r ya da hiperplasplastik poliplerde görülm e sıklığı bo yut
• Akut gastrit, asemptomatik hastalıktan hafif epigastrik ile ilişkilidir. Çapı 1.5 cm ’den bü yük olan poliplerde belirgin
ağrı, bulantı ve kusmayla giden hastalığa kadar bir çeşitli­ risk artışı vardır.
liğe sahiptir. Neden olan faktörler, gastrik mukozal ko­
runmayı aksatan tüm ajanlar ve hastalıklar olarak özetle­
nebilir. Akut gastrit akut gastrit ülserasyona doğru ilerle­
yebilir.
Fundik Gland Polipleri
Fundik gland polipleri sporadik olarak ve ailesel adenoma-
• Kronik gastritlerin en sık sebebi H. pylori enfeksiyonu­
töz polipozisli (FAP) kişilerde görülür, ancak neoplastik
dur. Geri kalanının büyük bir bölümünde sebep otoim-
mun gastrittir.
potansiyeli yoktur. Bununla birlikte, proton pompa inhi-
• H. pylori gastriti tipik olarak antrumu tu ta r ve artmış
bitörlerinin kullanımı nedeniyle görülme sıklığı belirgin
gastrik asit salgısı ile ilişkilidir. Uyarılmış mukoza ilişkili şekilde artmıştır. Azalmış asiditeye cevap olarak gastrin
lenfoid doku (MALT) lenfomaya transforme olabilir. salgısının artması ve gastrin nedeniyle gelişen glandular
• Otoimmun gastrit mide korpusundaki oksintik glandlarda hiperplazi poliplerin olası nedenidir. Fundik gland po­
atrofiye neden olması, gastrik asit salgısının azalması, lipleri asemptomatik olabilir ya da bulantı, kusma ya da
antral G hücre hiperplazisi, aklorhidri ve vitamin B12 ek­ epigastrik ağrıya yol açabilir. Bu iyi sınırlı polipler mide
sikliği ile sonuçlanır. Tipik olarak, anti-parietal hücre ya korpusunda ve fundusunda görülürler ve sıklıkla mul-
da anti-intrinsik faktör antikorları mevcuttur. tipldirler. Basıklaşmış parietal ve esas hücreler ile döşeli
• Intestinal metaplazi kronik gastritin her iki tipinde de ge­ kistik dilate ve düzensiz glandlardan oluşurlar.
lişebilir ve gastrik adenokarsinom gelişiminde bir risk
faktörüdür. Mide Adenomu
• Peptik ülser hastalığı H. pylori nedenli kronik gastritin, Mide adenomları tüm mide poliplerinin %10'unu oluştu­
hiperklorhidrinin ya da NSAİİ kullanımının bir sonucu rur. Görülme sıklığı yaşla artar ve mide adenokarsinom-
olabilir. Ülserler midede ya da duodenumdadır ve genel­ larma paralel olarak toplumdan topluma çeşitlilik göste­
likle mide asit üretiminin baskılanmasından sonra ve
rir. Hastalar genellikle 50-60 yaş arası olup, erkekler ka­
eğer varsa H. Pylori’ nin temizlenmesinden sonra iyileşir.
dınlardan 3 kat daha sık etkilenirler. Diğer gastrik disp-
lazi tiplerine benzer olarak adenomlar hemen hemen
her zaman atrofi ve intestinal displazi gösteren kronik
M İD EN İN NEOPLASTİK gastrit zemininde meydana gelirler. Mide adenomlarm-
da adenokarsinom gelişme riski lezyonun boyutu ile iliş­
HASTALIKLARI kilidir ve özellikle çapı 2 cm'den büyük olan lezyonlar-
da bu risk önemli ölçüde artmıştır. Tüm mide adenom-
Mide Polipleri larınm yaklaşık %30'unda karsinom görülebilir.
Çevre mukoza yüzeyinden çıkıntı oluşturan nodüller ya
da kitleler olan poliplere, üst gastrointestinal kanal en-
doskopilerinin %5'inde rastlanır. Bunlar, epitelyal ya da MORFOLOJİ
stromal hücre hiperplazileri, inflamasyon, ektopi ya da M ide adenomları en sık olarak antrum da yerleşim gösterir
neoplazi sonucu meydana gelirler. Her ne kadar midede ve tip ik olarak intestinal tip kolum n ar epitel içerir. Aslında,
birçok polip türü görülse de, sadece hiperplastik ve inf- tü m gastrointestinal adenom larda epitel displazisi vardır.
lamatuar polipler, fundik gland polipleri ve adenomlar Displazi düşük dereceli ve yüksek dereceli olara k sınıflanır.
burada konu edilecektir. H e r iki displazi derecesinde de epitel hücre nukleuslarında
büyüm e, uzama ve hiperkrom azi, epitelde kalabalıklaşma
İnflamatuar ve Hiperplastik Polipler ve psödostratifîkasyon m evcuttur. Yüksek dereceli displazi
daha şiddetli sitolojik atipi ve glandlarda tom urcuklanm a ve
Tüm mide poliplerinin yaklaşık %75'i inflamatuar ya da
gland içi gland ya da k rib rifo rm yapılanma gibi düzensizlik­
hiperplastik poliplerdir. En sık olarak 50-60 yaşlar arası
le r içerir.
kişilerde, kronik gastrit zemininde gelişirler. Kronik
570 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Mide Adenokarsinomu C D H V den farklı olarak, a d e n o m a tö z p o lip o z is


k o li (A R C ) g e n le rin d e germ line m utasyon olan ailesel
Adenokarsinomlar midenin en sık görülen malignitesi
adenom atöz polipozisli (FAP) hastalarda intestinal tip
olup, tüm mide kanserlerinin %90'ını oluştururlar. Kro­ m ide kanseri riskinde artış m evcuttur. Sporadik intesti­
nik gastrit semptomlarına benzeyen erken semptomlar nal tip mide kanseri, edinsel |3-catenin mutasyonu, mik-
dispepsi, disfaji ve bulantıdır. Bunun sonucu olarak, Bir­ rosatellit instabilitesi, TGF/3RII, BA X, IG FRII vep16/IN K 4a
leşik Devletler gibi düşük insidans bölgelerinde, ancak genlerinde hipermetilasyon da dahil olm ak üzere çeşitli
kilo kaybı, anoreksi, bağırsak alışkanlıklarında değişiklik genetik anom aliler vardır. [3-catenin, hem E-cadherine-
ve kanama gibi klinik semptomlar nedeniyle diagnostik hem de APC proteinine bağlanan b ir proteindir. TP53
incelemelere başlandığında kanser ileri evrededir. mutasyonları her iki tip sporadik m ide kanserlerinin bü­
yü k b ir bölüm ünde mevcuttur.
E p id e m iy o lo ji • H , p y lo ri: Çoğunlukla H. pylori enfeksiyonuna bağlı olan
Mide kanseri oranları coğrafyaya göre belirgin değişken­ k ro n ik gastrit çeşitli genetik alterasyonlar yaratarak (Bö­
lik gösterir. Japonya, Şili, Kosta Rica ve Doğu Avrupa'da lüm 5) kanser gelişimine ve ilerlemesine neden olur.
K ro n ik inflamasyonun b irço k tipinde olduğu gibi H. pylo­
rastlanma oranları Kuzey Amerika, Kuzey Avrupa, Afrika
ri nedenli k ro n ik gastrit de interlökin-1 (3 (IL-1|3) ve tü ­
ve Güneydoğu Asya'dakinin 20 katıdır. Geniş endoslco-
m ö r nekrozu fa ktö rü (TN F) gibi proinflam atuar prote­
pik tarama programları, Japonya gibi yüksek insidans böl­
inlerin üretim ini arttırır. Buna bağlı olarak, bu smokinle­
gelerinde başarılı olmaktadır. Japonya'da yeni tanı konan rin hızlanmış üretim i ile ilişkili p o lim o rfizm le rin , H. pylo­
olguların %35'i erken mide kanseri, yani mukoza ve submu- ri enfeksiyonu olanlarda kro n ik ga strit ilişkili intestinal tip
kozada sınırlı tümörlerdir. Ne yazık ki, geniş tarama prog­ m ide kanseri riskini arttırm ası şaşırtıcı değildir.
ramları insidansm düşük olduğu bölgelerde maliyet etkin
• E B V : Mide kanseri ile en ilişkili enfeksiyon H. pylori olsa
değildir. Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa'da olguların
da adenokarsinom ların yaklaşık % 1 0’ u Epstein-Barr vi­
%2 0 'den daha azı erken evrede yakalanmaktadır.
rus (EBV) enfeksiyonu ile ilişkilidir. Mide kanseri gelişi­
Mide kanseri düşük sosyoekonomik düzeye sahip minde EBV’ nin rolü tam olarak açıklanamamış olmakla
topluluklarda ve nıultifokal mukozal atrofi ve intestinal me- b irlikte , bu tü m ö rle rd e ki EBV epizom larının sıklıkla klo-
taplazûi kişilerde daha sıktır. PÜH, mide kanseri riskin­ nal olması neoplastik transform asyondan önce enfeksi­
de artışa sebep olmaz. Ancak PÜH nedenli parsiyel gast- yonun varlığını gösterm ektedir. Dahası, TP53 mutasyon-
rektomi yapılmış olan hastalarda kalan mide dokusunda larının EBV p o z itif mide tü m ö rle rin d e nadiren görülm e­
hipoklorhidri, safra reflüsü ve kronik gastrit nedeniyle si de bu tü m ö rle rin m oleküler patogenezinin diğer ade-
kanser gelişme riski hafif yükselmiştir. nokarsinom larınkinden farklı olduğunu gösterm ektedir.
Birleşik Devletler'de 20. yüzyıl boyunca mide kanseri EBV p o z itif tü m ö rle r proksimal m idede yerleşim göster­
oranları %85'lik bir düşüş göstermiştir. Benzer düşüşlere meye eğilim lidir ve sıklıkla belirgin lenfoid in filtrat içeren
diğer Batı ülkelerinin çoğunda rastlanmıştır. Bu durum diffü z b ir m o rfo lo jiye sahiptir.
çevresel ve beslenmeyle ilgili faktörlerin önemini yansıt­
maktadır. Mide adenokarsinomu genelinde insidansta
görülen bu düşüşe rağmen mide kardiya kanserleri art­
maktadır. Kronik GÖRH ve obesite yaygınlığını da yan­
sıtan bu durumun Barrett özofagusu oranlarındaki artı­ M ORFOLOJİ
şa bağlı olduğu düşünülmektedir. G astrik adenokarsinom lar m idedeki lokalizasyonlarına,
m akroskopik görünüm lerine ve h isto lo jik m orfolojile rine
göre sınıflandırılırlar. Mide kanserlerini in te s t in a l ve d if ­
PATO G EN EZ f ü z olarak iki tipe ayıran L a u re n snrnsflaması, yukarıda
bahsedilen m oleküler değişim pa tte rnle ri ile korelasyon
Mide kanserleri genetik olarak heterojendir, ancak belli ba­ gösterm ektedir, intestinal tip kanserler büyük kitle (Resim
zı m olekü ler alterasyonlar o rta ktır. Ö nce bunlar üzerinde 14-16, A ) oluşturm aya eğilimli olup, özofagus ve kolon ade-
duracağız, daha sonra H. pylori nedenli k ro n ik inflamasyon nokarsinom ları gibi gland yapılarından meydana gelir, intes­
ve EBV enfeksiyonlu mide kanseri tü rle rind en bahsedece­ tinal tip adenokarsinom lar tip ik olarak geniş kunt çıkıntılar
ğiz- yaparak bü yür ve e kzo fltik kitle ya da ülsere tü m ö r oluştu­
8 M wta$y@ n!ars Mide kanserlerinin büyük b ir çoğunluğu rur. N eoplastik hücreler genelde apikal müsin vakuolleri
h e red iter değildir. Ailesel mide kanserlerinde saptanan içerirler. Bazen gland lum enlerinde de müsin görülebilir.
mutasyonlar, sporadik olgulardaki karsinogenez meka­ D iffüz mide kanserleri in filtra tif büyüm e patterni göste­
nizmalarının anlaşılmasında önemli rol oynamıştır. Epitel- rirle r (Resim 1 4 -1 6 , B) ve büyük müsin vakuolleri içeren
yal hücrelerde hücrelerarası adhezyonda rol oynayan diskohesif hücrelerden oluşurlar. Müsin vakuolleri sitoplaz-
bir protein olan E-cadherini kodlayan C D H P deki germ - mayı genişletip nukleusu perifere ite r ve ta ş i! y ü z ü k h ü c ­
line m utasyonlar ailesel m ide kanseri ile ilişkilidir. Bunlar re s i m orfolojisi (Resim 1 4 -1 6 , C) yaratır. Bu hücreler mu­
özellikle diffüz tip kanserlerdir. CDH1 mutasyonları dif- kozayı ve mide duvarını te k te k ya da küçük gruplar halin­
füz tip m ide kanserlerinin yaklaşık % 50’sinde m evcut­ de geçerler. D iffüz mide kanserinde kitle gözlenm eyebilir
tur, geri kalanında ise E-cadherin ekspresyonu düşük fakat bu in filtra tif tü m ö rle r sıklıkla d e z m o p ia s t ik reaksi­
olup, bunların çoğunda CDH1 p ro m o te r bölgesinde me- yon yaratarak mide duvarını s e rtle ştirirle r ve mukoza kıv­
tilasyon vardır. S on uç o la r a k , E -c a d h e rin fo n k s iy o ­ rım larında düzleşmeye neden olurlar. Kalınlaşmış ve sert
n u k a y b ı d if f ü z m id e k a n s e r i g e liş im in d e a n a h ta r olan duvarı nedeniyle “ m atara” ya benzetilen mide lin it is
r o l o y n a m a k ta d ır . p la s tik ® olarak adlandırılır.
Midenin Neoplastik Hastalıkları 571

Lenfoma
Ekstranodal lenfomalar herhangi bir dokuda görülebilir,
ancak en sık olarak gastrointestinal kanaldan, özellikle
de mideden kaynaklanırlar. Allojenik hematopoietik kök
hücre ya da organ transplant hastalarında, bağırsak Eps-
tein-Barr virus pozitif B hücreli lenfoproliferasyonlarm
en sık görüldüğü bölgedir. Mide malignitelerinin yakla­
şık %5'i primer lenfomalardır. Bunların en sık görüleni
ekstranodal marjinal zon B hücreli lenfomasıdır. Bu tü­
mörler gastrointestinal kanalda mukoza ilişkili lenfoid do­
ku (MALT) lenfoması ya da MALToma olarak adlandırılır­
lar. Bu antite ve gastrointestinal kanalın ikinci en sıklık­
la görülen primer lenfoması olan diffüz büyük B hücreli
lenfoma Bölüm 11'de konu edilmektedir.

Karsinoid Tümör

Karsinoid tümörler nöroendokrin organlardan (örn, nö-


roendokrin pankreas) ve nöroendokrin diferansiasyon
gösteren gastrointestinal epitelden (örn, G hücreleri) kö­
ken alır. Büyük bir bölümü gastrointestinal kanalda, bu­
nun %40'tan fazlası da ince bağırsakta görülür. Trakeo-
bronşiyal ağaç ve akciğerler ikinci en sık tutulan bölgeler­
dir. Mide karsinoidleri, endokrin hücre hiperplazisi, kro­
nik atrofik gastrit ve Zollinger-Ellison sendromu ile ilişki­
lidir. Bu tümörler "karsinoid" olarak adlandırılırlar, çün­
kü karsinomlardan daha yavaş büyürler. Son DSO sınıf­
Resim 14-16 G astrik adenokarsinom . A , Kabarık kenarlar ve sant­
ral ulserasyon içeren intestinal tip adenokarsinom. Resim 14-15, laması bu tümörleri düşük ya da orta dereceli nöroen­
A ’daki peptik ülser ile karşılaştırın. B, Linitis plastika. Mide duvarı dokrin tümörler olarak tanımlamaktadır. Derece (grad)
belirgin şekilde kalınlaşmış ve rugal kıvrım lar kısmen yo k olmuş. C, mitotik aktivite ve bir mitotik belirleyici olan Ki67 ile im-
Geniş sitoplazm ik müsin vakuolleri içeren ve perifere itilmiş yarım munreaksiyon gösteren hücrelerin oranına bağlıdır. Bu­
ay şekilli nukleuslara sahip taşlı yü zü k hücreleri.
nunla birlikte, tümörün gastrointestinal kanalda bulun­
duğu bölge ve lokal invazyon derecesi de önemli prog-
nostik belirleyicilerdir (daha sonra bahsedilecek). Nöro­
endokrin karsinom olarak adlandırılan yüksek dereceli nö­
K lin ik Ö z e llik le r
roendokrin tümörler sıklıkla nekroz içerirler ve gastroin­
Intestinal tip mide kanseri yüksek riskli bölgelerde, düz testinal kanalda en sık olarak jejunumda bulunurlar.
displazi ve adenom gibi öncül lezyonlardan gelişir. Orta­
lama rastlanma yaşı 55 olup, kadm/erkek oranı 2/1'dir.
Diffüz mide kanserinin insidansı ülkelerarası değişken­ M ORFOLOJİ
lik göstermez, tanımlanmış öncül lezyonu yoktur ve ka­
dınlar ve erkeklerde eşit sıklıkta görülür. Mide kanseri in- Karsinoid tü m ö rle r intram ural ya da submukozal kitle ler
sidansındaki belirgin düşüş, atrofik gastrit ve intestinal me- olup, küçük polipoid lezyonlar şeklinde g ö rü lü rle r (Resim
taplazi ile yakından ilişkili olan intestinal tip kanserlere bağ­ 14-17, A). Kahverengi-sarı renktedirler. yoğun dezmoplas-
lıdır. Sonuç olarak, intestinal ve diffüz tip mide kanserle­ tik reaksiyon gösterdiklerinden bağırsakta bükülm e ya da
rinin insidansları günümüzde bazı bölgelerde eşittir. tıkanm a sebebi olabilirler. H isto lojik incelemede, karsinoid
Tanı sırasındaki iııvazyon derinliği, lenf nodu ve uzak tü m ö rle r adalar, trabeküller, dizilim ler, glandlar ya da taba­
kalar meydana getiren, pembe granüler d a r sitoplazmalı ve
metastaz derecesi, mide kanserinde hala en önemli prognos-
benekli oval nükleuslu Uniform hücrelerden oluşur (Resim
tik belirleyicilerdir. Duodenuma, pankreasa ve retroperi-
14-17, B).
tona lokal invazyon karakteristik özelliklerdendir.
Mümkün olduğunda cerrahi rezeksiyon mide adenokar-
sinomları için tercih edilen tedavi yöntemidir. Erken mi­
de kanserinde cerrahi rezeksiyondan sonra 5 yıllık sağ K lin ik Ö z e llik le r
kalım oranı, lenf nodu metastazı olsa da, %90'm üzerin­ İnsidansm en yüksek olduğu yaşlar 6 . dekaddır, ancak
dedir. İleri evre mide kanserinde ise bu oran hala herhangi bir yaşta görülebilirler. Semptomlar üretilen
%20'nin altındadır. Bunun kısmen nedeni kemoterapi hormonlara bağlıdır. Örneğin, karsinoid sendrom, tümör
rejimenlerinin minimal etkin olmasıdır. Birleşik Devlet- tarafından salgılanan vazoaktif maddeler nedeniyle mey­
ler'de mide kanserlerinin çoğu tanı konduğu sırada ileri dana gelir ve ciltte allanma, terleme, bronkospazm, kolik
evrede olduğundan 5 yıllık sağ kalım oranı %30'un altın­ tarzda karın ağrısı, ishal ve sağ kalpte kapaklarda fibro-
dadır. zis nedeni olur. Tümör bağırsakta sınırlı ise salgılanan va-
572 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

sık görülen mezenkimal tümördür. Bu tümörlerin yarı­


dan fazlası mideden köken alır.

Epidemiyoloji
GİSTler erkeklerde kadınlardan biraz daha sık görülür.
Mide GİSTlerinin en sık rastlandığı yaşlar 60 civarı olup,
bu tümörlerin ancak %10 kadarı 40 yaş civarında görülür.

PATO G EN EZ J IIH H H H
Tüm GİSTlerln y a k la şık % 7 5 - 8 0 ’ inde b ir kö k hücre
fa k tö rü resep tö rü olan tiro zin k in az c-K IT proteini­
ni kodlayan gende o n ko jen ik fonksiyon kazanım
m utasyonları vard ır. GİSTlerin % 8 ’inde ise, benzeri bir
tiro zin kinaz olan platelet derived g ro w th fa cto r receptor
A ’yı (PDGFA) aktive eden m utasyonlar m evcuttur. H e r iki
Resim 14-17 Gastrointestinal karsinoid tü m ö r (n ö ro e n d o krin tü ­ mutasyon da tüm örügenezin gerçekleşmesi için yeterlidir.
m ör). A , Karsinoid tü m ö rle r sıklıkla yoğun fib rö z doku içerisinde c-KIT ve PDGFRA m utasyonyonları hemen hemen hiçbir za­
yerleşen tü m ö r hücrelerinden oluşan submukozal nodül o lu ştu ru r­ man aynı tü m ö rd e bulunmaz. GİSTler interstisyel Cajal
lar. B, Büyük büyütm ede, karsinoid tü m ö rle rin tip ik özelliği olan, hücrelerinden ya da bu hücre ile o rta k kö k hücreden kö­
belirgin atipi gösterm eyen hücreler izlenm ekte, ince ve kaba topak- ken alırlar, interstisyel Cajal hücreleri c-KIT eksprese eder­
laşmalar gösteren krom atin yapısı sıklıkla “ tu z-b ib e r g ö rü n ü m ü ” ler ve bağırsak peristalsizmi için pacemaker görevi g ö rd ü k­
olarak adlandırılır. Karsinoid tü m ö rle r benign g ö rünüm lerine rağ­ leri muskülaris propriada bulunurlar.
men agresif davranabilirler.

M ORFOLOJİ
zoalctif maddeler karaciğerde metabolize edilerek inakti-
P rim er mide GİSTleri genellikle tek, iyi sınırlı, etsi submu­
ve olurlar. Bu, oral yolla alman ilaçlardakine benzer bir
kozal kitle le r oluştururlar. Metastazlar ise m ultipl küçük
"ilk geçiş" etkisidir. Bu sayede karsinoid sendrom hasta­
seroza nodülleri ya da karaciğerde daha az sayıda nodüller
ların sadece %1 0 'dan azında meydana gelir ve metastatik meydana getirebilirler. Batın dışına yayılım nadirdir. GİSTler
hastalıkla yakından ilişkilidir. ince uzun iğsi hücrelerden ya da daha dolgun epitelioid
Gastrointestinal karsinoid tümörlerde en önemli prognos- hücrelerden meydana gelirler. En yararlı diagnostik belir­
tik faktör tümörün yerleşim gösterdiği bölgedir: leyici c-KIT’tir. GİSTler ile interstisyel Cajal hücreleri arasın­
• Ön bağırsak karsinoid tümörleri, mide, duodenumun daki ilişkiyi yansıtan c-KIT bu tü m ö rle rin % 95’ inde saptana­
bilir.
Treitz ligamanı proksimalinde kalan bölümü ve özo-
fagusta bulunurlar. Nadiren metastaz yaparlar ve cer­
rahi yöntemle çıkarılarak tedavi edilirler. Nadir görü­ Klinik Özellikler
len duodenal gastrin üreten karsinoid tümörler, yani GİST semptomları en başta kitle etkileri ya da mukozal
gastrinomalar, proton pompa inhibitörü tedavisi ile ülserasyon nedeniyle meydana gelir. Lokalize mide
ilişkili bulunmuştur. GİSTleri için primer tedavi kitlenin cerrahi olarak tam çı­
• Orta bağırsak karsinoid tümörleri jejunum ve ileum- karılmasıdır. Prognozu belirleyen faktörler, tümör boyut­
dam köken alırlar. Sıklıkla multipl olup, agresif bir gi­ ları, mitotik indeks ve tümörün yerleşim bölgesidir. Mide
diş sergilerler. Bu tümörlerde lokal invazyon derinliği­ GİSTleri ince bağırsak kaynaklı GİSTlerden daha az agresif-
nin fazla olması, boyutun büyük olması ve nekroz ve tir. Çapı 5 cm'den küçük olan mide GİSTlerinde nüks ya
mitoz varlığı kötü prognoz işaretleridir. da metastaz nadirdir. Ancak 10 cm'den büyük ve mitotik
• Arka bağırsak karsinoidleri, apendiks ve kolorektum kö­ olarak aktif GİSTlerde nüks ve metastaza sık rastlanır.
kenli olup, genelde insidental olarak tanı alırlar. Apen- Cerrahisi mümkün olmayan kitlesi, nüksü ya da metasta­
dikstekiler herhangi bir yaşta görülebilir ve hemen he­ tik hastalığı olan hastalar c-KIT'in ve PDGFRA'nm tiro­
men her zaman benigndir. Rektal karsinoid tümörler zin kinaz aktivitesinin inhibitörü olan imatinibe cevap ve­
polipeptid hormon üretmeye eğilimlidir. Karın ağrısı rir. Bu ajan aynı zamanda kronik myelojenik lösemilerde
ve kilo kaybı sebebi olup, nadiren metastaz yaparlar. BCR-ABL kinaz aktivitesini baskılamada etkindir (Bölüm
11). Ne yazık ki, GİSTler en sonunda imatinibe dirençli
Gastrointestinal Stromal Tümör hale gelir. Diğer kinaz inhibitörlerinin imatinibe dirençli
hastalıkta kullanımı hala değerlendirilmektedir.
Mideden çok çeşitli mezenkimal tümörler köken alabi­
lirler. Bunların çoğu en çok benzedikleri hücre tipine gö­
re isimlendirilir. Örneğin, düz kas tümörleri leiomyom f f ) Ö Z E T ________ _____________ __
ya da leiomyosarkom, sinir kılıfı tümörleri schwannom, Mide Polipleri ve Tümörleri
tırnak yatağındaki ve diğer bölgelerdeki glomus cisim­
• İnflamatuar ve hiperplastik mide polipleri kronik gastrit ile
ciklerine benzeyenler glomus tümörü adını alırlar. Ol­
ilişkili reaktif lezyonlardır. Displazi riski polip boyutları
dukça nadir görülen bu tümörler burada konu edilmeye­
ile artar.
cekler. Gastrointestinal stromal tümör (GIST) batında en
Bağırsak Tıkanmaları 573

Mide adenomları kro n ik ga strit zemininde gelişirler ve transformasyonda birden fazla yolak varlığını düşündür­
özellikle intestinal metaplazi ve mukoza (gland) atrofisi m ektedir.
ile ilişkilidriler. Adenokarsinom sıklıkla mide adenomla- • Primer mide lenfomaları en sık olarak kro n ik ga strit tara­
rından kaynaklanır. Bu nedenle adenomların tam olarak fından gelişimi uyarılmış olan mukoza ilişkili lenfoid doku­
çıkarılması ve nüks açısından izlem gereklidir. dan kaynaklanırlar.
Mide adenokarsinomu insidansı coğrafyaya göre belirgin • Karsinoid tümörler endokrin sistemin diffüz kom ponent-
çeşitlilik g ö s te rir ve düşük sosyoekonom ik gruplarda da­ lerinden kaynaklanırlar ve en sık bulundukları organ baş­
ha sıktır. ta ince bağırsak olm ak üzere gastrointestinal kanaldır. En
Mide adenokarsinomları bulundukları bölgeye, makros- önem li prognostik fa k tö r bulundukları bölgedir. İnce ba­
kopik ve h is to lo jik m o rfo lo jile rin e göre sınıflandırılırlar. ğırsak tü m ö rle ri daha agresif b ir gidiş sergilerken apen-
intestinal h is to lo jik patterne sahip olanlar büyük kitle diks tü m ö rle ri hemen hemen her zaman benigndir.
oluşturm aya eğilim lidirler ve ülsere olabilirler. Taşlı yüzük • Gastrointestinal stromal tümör (GİST) batında en sık gö­
hücrelerinden oluşanlar ise tip ik olarak diffüz in filtra tif rülen mezenkimal tüm örd ür. En sık midede bulunur ve
büyüme p a tte rni sergilerler, belirgin b ir kitle oluşturm a­ interstisyel Cajal hücresi adı verilen benign pacemaker
dan mide duvarını kalınlaştırabilirler (linitis plastika). hücrelerinden köken alır. Bu tü m ö rle rin büyük b ir bölü­
H. pylori enfeksiyonu, mide adenokarsinomlarının en sık münde c-KIT ya da PDGFRA tiro z in kinazlarında aktive
e tiyo lo jik ajanıdır. K ron ik a tro fik ga strit ve EBV enfeksi­ edici mutasyonlar vardır. Bu tü m ö rle r kinaz in h ib itö rle ri
yonu gibi başka fa ktö rle rin de ilişkili olması neoplastik ile yapılan tedaviye cevap verirler.

İNCE VE KALSN BAĞIRSAKLAR


İnce bağırsak ve kolon gastrointestinal kanal uzunluğu­ kardeşleri daha yüksek Hirschsprung hastalığı riski ta­
nun büyük bir bölümünü oluştururlar. Bu organlar, be­ şırlar.
sin ve sıvı transportunu etkileyen çok çeşitli hastalıkla­ Hastalarda tipik olarak erken postnatal dönemde me-
rın görüldüğü bölgelerdir. Bu hastalıkların yarattığı ak­ konyum çıkarmada aksaklık ve obstrüktif konstipasyon
saklıklar malabsorbsiyon ve diyareye neden olur. Bağır­ vardır. Hayatı tehdit eden başlıca sorunlar, enterokolit,
saklar ayrıca immün sistemin gıdalar ve bağırsak mik­
roplarında bulunan çok çeşitli antijenler ile karşılaştığı
başlıca bölgedir. Gerçekten de intestinal bakteriler insan
vücudunda bulunan ökaryotik hücrelerin 1 0 katı daha
fazladır. Bu nedenle ince bağırsağın ve kolonun sıklıkla
enfeksiyöz ve inflamatuar olaylarda etkilenmesi şaşırtıcı
değildir. Son olarak, kolon Batı toplumlarmdaki gastro­
intestinal neoplazilerin en sık görüldüğü bölgedir.

BAĞIRSAK T IK A N M A LA R I
Gastrointestinal kanal tıkanması herhangi bir seviyede
olabilir. Ancak en sık olarak etkilenen bölge lümeni nis­
peten daha dar olduğu için ince bağırsaktır. Herniler, ba­
ğırsak yapışıklıkları, intıısusepsiyon ve volvulus mekanik
tıkanmaların %80'ini oluşturur (Resim 14-18). Geri kala­
nı ise, tümörler ve enfarktüs nedeniyle meydana gelir.
Bağırsak tıkanmasının klinik sonuçları; karın ağrısı, ka­
rın şişkinliği, kusma ve konstipasyondur. Mekanik tı­
kanma ya da şiddetli enfarktüs durumlarında genellikle
cerrahi girişim gerekir.

Hirschsprung Hastalığı
Hirschsprung hastalığı yaklaşık 5000 canlı doğumda 1
görülür ve kolondaki sinir uyarı sistemindeki bir sorun­
Resim 14-18 intestinal obstrüksiyon. Bağırsak tıkanmasının d ö rt
dan kaynaklanır. İzole ya da başka gelişimsel anomaliler ana m ekanik nedeni (1 ) umblikal ya da inguinal bölgelerde b ir seg­
ile birlikte görülür. Erkeklerde daha sık rastlanırken, m e n ts herniasyonu, (2) bağırsak kıvrım ları arasında yapışıklık, (3)
kızlarda daha ağır seyretmeye eğilimlidir. Hastaların volvulus ve (4) intussussepsiyon.
574 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

sıvı ve elektrolit dengesizlikleri, perforasyon ve peritonit­ Abdominal Herni


tir. Agangliyonik segmentin cerrahi yöntemle çıkarılması
Periton boşluğunun duvarındaki herhangi bir zayıflık ya
ve normal kolon ile rektum arasında anastomoz yapılma­
da defekt seroza ile kaplı peritonun fıtıklaşmasına ne­
sı etkin tedavi yöntemi olmakla birlikte, hastaların nor­
den olur. Buna herni kesesi (fıtık kesesi) adı verilir. Edin-
mal bağırsak fonksiyonlarını ve kontinansı sağlaması yıl­
sel herniler en sık olarak anteriorda, inguinal ve femoral
lar alabilir. kanallarda, göbek deliğinde ya da iyileşmiş cerrahi yara
yerlerinde meydana gelir. Bu bölgeler visseral organların
fıtıklaşması (eksternal herniasyon) açısından önemlidir.
PATOGENEZ En sık olarak bağırsak kıvrımları fıtıklaşır ancak, omen­
Enterik nöronal pleksus, embriyogenez sırasında bağırsak tum bölümleri ya da kaim bağırsak da fıtıklaşabilir ve fı­
duvarına göç eden nöral krest hücrelerinden gelişirler. I€®m= tık kesesinin içinde sıkışabilir. Kesenin boynundaki ba­
jenital agasıgiiyoniîc m e g a k o lo n adı da verilen Hirschsp­ sınç venöz drenajı bozarak staza ve ödeme yol açar. Bu
rung hastalığı, nöral krest hücrelerinin çekumdan rektum a değişiklikler fıtıklaşan segmentin hacmini artırır ve sı­
doğru ilerleyişindeki bir sorundan kaynaklanır. Bu durum , kışmanın devamlılık kazanmasına, yani inkarserasyona
submukozal Meissner ve m yenterik Auerbach pleksuslarını neden olur. Zaman içinde arteryal ve venöz dolaşım bo­
içermeyen ( “ agangliyonozis” ) b ir distal intestinal segment ile zulduğu, başka deyişle strangülasyon meydana gelir ve
sonuçlanır. Koordine peristaltik kasılmalar yo k tu r ve bunun bu durum enfarktüs ile sonuçlanır.
sonucu olarak ortaya çıkan fonksiyonel tıkanma nedeniyle
etkilenen segmentin proksimali dilate olur. Hatalı nöral krest
hücre göçünün altında yatan mekanizma bilinmemekle bir­ Ö Z E T ............................. ...........................................
likte, aiBesel o lg u la rın b ü y ü k b i r ç o ğ u n lu ğ u n d a , s p o ra -
Bağırsak Tıkanmaları
csOöEs ©ilgpJarau da %1 Swindle t ir o z i n k in a z r e s e p tö r ü
RET'te h e t e r o z ig o t ik fo n k s iy o n k a y b ı m u ta s y o n la rı • Hirschsprung hastalığı nöral krest hücrelerinin çekumdan
»ardır. Bununla birlikte, sadece birkaçının tanımlanabildiği rektuma göçünde aksaklık olmasından kaynaklanır ve
başka genlerde de mutasyonlar olabilir. Modifiye edici gen­ fonksiyonel tıkanmaya sebep olur.
ler ve çevresel fa k tö rle r de rol oynayabilir. • Abdominal herniasyon periton boşluğu duvarından zayıflık
ya da defekt nedeniyle olur. Inguinal ve femoral kanallar
boyunca, göbek deliğinde ve eski cerrahi yara bölgelerin­
M O R F O L O Jİ de meydana gelebilir.

Hirschsprung hastalığı m utlaka rektum u etkiler. Bunun dı­


şında etkilenen segmentlerin uzunluğu değişkendir. Çoğu BAĞIRSAĞIN DAMARSAL
olguda hastalık rektum ve sigmoid kolonda sınırlıdır. Ancak, HASTALIKLARI
ağır olgularda tüm kolon tutulm uş olabilir. Agangliyonuk
bölge m akroskopik olarak norm al ya da kontraktedir. N o r­ Gastrointestinal kanalın büyük bir bölümünün kanlan­
mal sinir uyarılarını alan proksim al kolon ise distaldeki tıkan­ ması çölyak, superior mezenterik ve inferior mezenterik
ma nedeniyle progresif b ir şekilde dilatasyona gidebilir (Re­ arterler tarafından sağlanır. Bu damarlar bağırsak duvarı­
sim 14—19). Hirschsprung hastalığı tanısı için etkilenmiş na yaklaştıklarında superior ve inferior mezenterik arter­
olan segmentte gangliyon hücrelerinin yokluğu gösterilm eli­ ler mezenterik arkadları meydana getirirler. Arkadlar
dir. arasındaki bağlantılar ile birlikte proksimal çölyak, distal
pudental ve iliak dolaşımlar arasındaki kollateraller saye­
sinde ince bağırsak ve kolon bir arterden gelen beslenme­
nin yavaş ve progresif kaybını tolere edebilir. Herhangi
bir ana damarın ani yetmezliği ise birkaç metrelik bağır­
sak segmentinin enfarktüsü ile sonuçlanır.

İskemik Bağırsak Hastalığı


Bağırsak duvarındaki iskemik hasar, muskülaris muko­
zadan daha derine inmeyen mukozal enfarktüsten, muko­
za ve submukozanm mural enfarktüsüne ve bütün taba­
kaların etkilendiği transmural enfarktüse kadar dağişen
bir çeşitliliğe sahiptir. Mukozal ve mural enfarktüsler
sıklıkla akut ya da kronik hipöperfüzyona sekonder geli­
şirken, transmural enfarktüs genellikle akut vasküler tı­
kanma sonucu meydana gelir. Akut arteriyel tıkanmala­
rın başta gelen sebepleri ağır ateroskleroz (mezenterik
damarların kökünde daha sıktır), aort anevrizması, hiper-
koagülasyon durumları, oral kontraseptif kullanımı ve kardi-
Resim 14-19 Hirschsprung hastalığı. Â , Daralmış rektum u ( r e s m in
yak vejetasyonlardan ya da aortadaki ateromlardan kaynak­
a lt k ıs m ı )
ve dilate sigmoid kolonu gösteren p re o p e ra tif baryum
enema incelemesi. Gangliyon hücreleri rektum da yoktur, ancak sig­ lanan embolilerdir. intestinal hipoperfüzyon kalp yetmez­
m oid kolonda vardır. B, Dilate sigmoid kolonun in tra o p e ratif g ö rü ­ liği, şok, dehidrasyon ya da vazokonstriktif ilaçlardan kay­
nümü. naklanabilir. Poliarteritis nodoza, Henoch-Schönlein
(D r. Aliya Husain'in izniyle, Chicago Üniversitesi, Chicago, Illinois.) purpurası ya da Wegener granülomatozisi gibi sistemik
Bağırsağın Damarsal Hastalıkları 575

vaskülitler de intestinal arterlerde hasar oluşturabilir. M ezen terik venöz tro m b ozis durum unda arteryal
Mezenterik venöz tromboz da iskemik hastalığa yol aça­ kan b ir süre akmaya devam eder. Bu nedenle, etkilenen ba­
bilir, ancak sık değildir. Diğer nedenler arasında invaziv ğırsak segmenti ile norm al segment arasında daha az belir­
neoplaziler, siroz, portal hipertansiyon, travma ve portal gin bir geçiş m evcuttur. Bununla b irlikte , trom büsün yayıl­
drenajı bozan batın kitleleri sayılabilir. ması splanknik yatağın sekonder tutulum u ile sonuçlanır.
Sonuç, akut arteryal tıkanmada görülen ile aynıdır, çünkü
bozulmuş venöz drenaj oksijenli arteryal kanın o rtam a giri­
şini engeller.
PATO G EN EZ iskem ik bağırsağın m ikro sko p ik incelemesinde yü zey
epitelinin atrofiye uğradığı ya d a parçalamış dökül­
Bağırsağın iskemiye verdiği cevap iki dönem den oluşur.
düğü izle n ir (Resim 1 4 -2 0 , A). Bunun yanında, k rip tle r
Vasküler sorun çıktığında en başta hipoksik hasar meydana
ise h ip e rp ro life ra tif olabilir. A k u t iskemide en başlarda inf­
gelir. Bu dönem de b ir m ikta r hasar oluşsa da, bağırsak epi-
lamatuar infiltrasyon yo ktu r, ancak reperfüzyondan sonra
tel hücreleri geçici hipoksiye nispeten dirençlidir. İkinci dö­
saatler içerisinde n ö tro fille r toplanırlar. K ro n ik iskemide la­
nemde meydana gelen reperfüzyon hasarı kan akımı yeni­
mina propriada fibrozis (Resim 1 4 -2 0 , B) ve nadiren strik-
den sağlandığında başlar ve daha şiddetli hasar anlamına ge­
tü r oluşumu görülür. İskemik hasarın akut dönem lerinde,
lir. A ğ ır olgularda m ultiorgan yetm ezliği söz konusudur. Re­
bakteriyal superenfeksiyon ve enterotoksin salınımı sonucu
perfüzyon hasarının oluşma mekanizmaları henüz tam ola­
meydana gelen psödom em bran oluşumu, Clostridium diffici­
ra k anlaşılamamış olsa da, bunda serbest radikal üretim i,
le ilişkili psödom em branöz kolite (daha sonra bahsedile­
n ö tro fil infiltrasyonu ve kompleman prote in leri ve sitokin-
cek) benzer.
le r gibi inflam atuar m edyatörlerin rolü olduğu bilinm ekte­
d ir (Bölüm 10). V a sk ü ler sorunun şid d eti, geliştiği za­
man süreci, etkilen en d a m arla r iskem ik bağırsak
hastalığının şiddetini belirleyen başlıca fak tö rle rd ir, K lin ik Ö z e llik le r
intestinal vasküler anatominin iki özelliğinin de iskem ik ha­ İskemik bağırsak hastalığı, kalp ya da damarsal hastalığı
sarın dağılımında rolü vardır: olan yaşlı kişilerde meydana gelmeye eğilimlidir. Akut
• A rte ry a l besleyici sistemin sonunda bulunan bağırsak transmural enfarktüste tipik olarak ani ve şiddetli karın
segmentleri iskemiye daha duyarlıdır. Bu sın ır (w a te rs­ ağrısı ve hassasiyeti söz konusudur. Bazen bunlara bu­
hed) bölgeleri, superior ve in fe rio r m ezenterik a rte r­ lantı, kusma, kanlı ishal ve melena eşlik eder. Bu klinik
yal dolaşımın sonlandığı splenik fleksura ve daha az tablo, kan kaybı nedeniyle saatler içerisinde şoka ve vas­
oranda, in fe rio r m ezenterik, pudental ve iliak arteryal küler kollapsa kadar ilerleyebilir. Peristaltik sesler azal­
dolaşımların sonlandığı sigmoid kolon ve rektum dur. Je-
mış ya da tamaman yok olmuştur. Musküler spazm batın
neralize hipotansiyon ya da hipoksemi lokalize hasara
duvarının tahta sertliğinde olmasına yol açar. Bu fiziksel
yol açabilir. Bu nedenle, splenik fleksura ya da rektosig-
belirtiler, akut apandisit, perfore ülser, akut kolesistit gi­
m oid bölgenin fokal kolitinde ayırıcı tanıda iskemik has­
bi diğer abdominal acil durumlarmkiler ile ortak oldu­
ta lık da değerlendirilm elidir.
ğundan, bağırsak enfarktüsünün tanısı gecikebilir ya da
• intestinal kapillerler, krip tte n yüzeye doğru glandlar bo­
atlanabilir. Bu durumun çok ciddi sonuçları olabilir. Mu­
yunca seyrederler ve yüzeyde b ir U dönüşü yaparak
kozal bariyer zarar gördüğünde bakteriler dolaşıma gi­
postkapiller venüllere boşalırlar. Bu düzen oksijen içeren
rerler ve sepsis gelişebilir. Mortalite oranı %50'yi geçer.
kanın krip tle ri beslemesini sağlar, ancak yüzey epitelini
iskemik hasara duyarlı bırakır. Yüzeydeki epitelin yeni­ İskemik enteritin progresyonu altta yatan nedene ve
lenmesi için gerekli olan epitelyal kök hücreleri barındı­ hasarın şiddetine bağlıdır:
ran k rip tle r bu anatomi sayesinde korunur. Yüzey epite- ® Mukozal ve mural enfarktüsler kendi başlarına ölümcül
linin atrofisi ya da nekroz ve parçalanması yanında n o r­ olmayabilirler. Ancak, vasküler akım yeniden sağlan-
mal ya da h ip e rp ro life ra tif k rip tie rin varlığı iskem ik ba­
ğırsak hastalığının m o rfo lo jik özellikleridir.

M ORFOLOJİ
W atershed bölgelerinin daha duyarlı olmasına rağmen,
m ukozal ve m ural e n fa rk tü s gastrointestinal kanalda
mideden anüse kadar herhangi b ir segmentte meydana ge­
lebilir. Hastalığın dağılımı genelde segm enter ve yamasaldır.
M ukoza kanamalı ve sıklıkla ülseredir. Mukoza, submukoza
ve muskülaris proprianın ödem i nedeniyle bağırsak duvarı
kalınlaşmıştır. Şiddetli olduğunda, yaygın mukozal ve sub-
mukozal kanama ve nekroz görülür, ancak serozal kanama
ve serozit genelde yoktu r. A k u t arteryal trom bo zis ve
tran sm u ral e n fark tü s durum unda hasar çok daha ağır­ Resim 14-20 iskemi. A , A kut jejunal iskemide karakteristik azal­
dır. Lümende kanamalı mukus ya da kan birikir. Muskülaris mış ve kısmen ayrışmış villus epiteli. Proliferasyon gösteren kript
propriada 1-4 gün içinde koagülatif nekroz oluşur. Bunu epitel hücrelerinin hiperkromatik nükleuslarına dikkat edin. B, At-
pürülan serozit ve perforasyon izleyebilir. rofik yüzey epiteli ve fibrotik lamina propria gösteren kronik
kolonik iskemi.
576 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

mazsa ya da kronik hastalıkta olduğu gibi yeterli kol- de, he m o ro id le r anal ya da rektal mukozanın altından çıkın­
lateral damar gelişimi olmazsa, mukozal ve mural en­ tı yapan ince duvarlı dilate dam arlar olarak izlenir. Pozis­
farktüsler daha yaygın ve şiddetli olan transmural en­ yonları nedeniyle travm aya açıktırlar ve inflamasyona,
farktüse ilerleyebilir. tro m b o ze olmaya ve zamanla rekanalize olmaya eğilim lidir­
• Kronik iskemi aralarda iyileşme dönemleri gösteren ler. Yüzeysel ülserasyon da meydana gelebilir.
kanlı ishal ataklarına neden olarak inflamatuar bağır­
sak hastalıklarını taklit eder.
• CMV enfeksiyonunda endotel hücrelerine viral tro­ K lin ik Ö z e llik le r
pizm olduğundan virüsün endotel hücrelerini enfekte Hemoroidler ağrıya ve özellikle tuvalet kağıdında taze
etmesi nedeniyle iskemik gastrointestinal hastalık gö­ kan şeklinde görülen rektal kanamaya neden olurlar. Ge­
rülür. CMV enfeksiyonu immunsupresif tedavinin bir be kadınlar dışında 30 yaş öncesi nadiren görülürler. He­
komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir (Bölüm 8 ). moroidler portal hipertansiyon nedeniyle de ortaya çıka­
• Radyasyon enterokoliti gastrointestinal kanala radyas­ bilirler. Bu durumun çok ciddi sonuçları olabilir. Hemoro­
yon uygulandığında ortaya çıkar. Epitelyal hasarın ya­ id kanamaları genellikle bir tıbbi aciliyet oluşturmazlar.
nı sıra ortaya çıkan radyasyon nedenli vasküler hasar Tedavi seçenekleri arasında, skleroterapi, lastik bant bağ­
önemlidir ve bu nedenle iskemik hastalık benzeri de­ laması, kızılötesi koagülasyon yer alır. Ağır olgularda he­
ğişiklikler ortaya çıkar. Klinik hikayenin yanında, moroidler hemoroidektomi operasyonu ile cerrahi olarak
stromada garip şekilli "radyasyon fibroblastları"nm çıkarılırlar.
bulunması etiyolojiyi belirleme açısından önemli ipuç­
larıdır. Akut radyasyon enteritinde anoreksi, abdomi­
nal kramplar ve malabsorptif ishal görülürken, kronik O Ö ZET
radyasyon enteriti ya da koliti daha hafif belirtiler ve­
Bağırsağın Damarsal Hastalıkları
rir ve inflamatuar kolit şeklinde prezante olabilir.
• Nekrotizan enterokolit ince ve kaim bağırsağın akut bir • intestinal iskemi arteryal ya da venöz tıkanmalar sonucu
hastalığıdır ve transmural nekroz sebebi olabilir. Ne- meydana gelir.
onatallerin en sık rastlanan gastrointestinal acilidir. • Hipoperfüzyon sonucu oluşan iskemik bağırsak hastalığı
Özellikle prematüre ya da düşük doğum ağırlıklı be­ en sık splenik fleksurada, sigmoid kolonda ve rektumda
görülür. Bu bölgeler iki arteryal dolaşımın sonlandığı sınır
beklerde görülen bu durum sıklıkla oral beslenme
(watershed) bölgelerdir.
başladığında meydana gelir (Bölüm 6 ). Patogenezde
• Sistemik vaskülitler ve enfeksiyöz hastalıklar ın (örn: CMV)
iskemik hasarın da katkısı vardır.
neden olduğu vasküler hastalıklar sadece gastrointestinal
® Anjiodisplazi, malforme mukozal ve submukozal kan kanalda sınırlı değildir.
damarlarının varlığı ile karakterizedir. En sık olarak çe- • Anjiodisplazi yaşlılarda majör alt gastrointestinal kanama­
kum ve sağ kolonda görülür ve genellikle altıncı deka­ nın sık görülen sebeplerindendir.
dan sonra prezante olur. Yetişkin popülasyonda anji­ • Hemoroidler venöz hipertansiyonu düşürmek için meyda­
odisplazi prevalansı %1 'den az olmakla birlikte, şiddet­ na gelen kollateral damarlardır.
li alt intestinal kanama ataklannm%20'sini oluşturur. In­
testinal kanama kronik ve aralıklı ya da akut ve şiddetli
olur. Patogenezi bilinmemektedir.
İSHALLİ HASTALIKLAR
Hemoroidler Malabsorpsiyon İshali
Hemoroidler genel popülasyonun %5'inde görülür. En ba­
Diyare (ishal), enfeksiyon, inflamasyon, iskemi, malab-
sit tanımıyla, bunlar hemoroid pleksustaki yükselmiş ve-
zorpsiyon ve beslenme yetersizlikleri gibi birçok bağır­
nöz basıncı dengelemek için portal ve kaval sistemleri sak hastalığının ortak semptomudur. Bu bölümde, sıklık­
birbirine bağlayan dilate anal ve perianal kollateral da­ la kronik diyare ile prezante olan malabsorpsiyon üzerinde
marlardır. Her ne kadar özofagus varislerinden daha sık
durulmaktadır. Malabsorpsiyon, yağların, yağ ve suda
ve daha az ciddi olsalar da bu lezyonlarm patogenezleri eriyen vitaminlerin, proteinlerin, karbonhidratların,
benzerdir. Hemoroid oluşumuna zemin hazırlayan fak­
elektrolitlerin, minerallerin ve suyun emiliminin bozul­
törler konstipasyon ve intraabdominal ve venöz basıncı ması ile karakterizedir. Sekretuar (örn, kolera) ve eksüda-
artıran ıkınma, gebelikteki venöz staz ve portal hipertan­
tif (örn, inflamatuar bağırsak hastalığı) tip diyare ile gi­
siyondur. den diğer hastalıklar ayrı bölümlerde konu edilmektedir.
Kronik malabsorpsiyon kilo kaybı, iştahsızlık (anorek­
si), batında şişkinlik, karın gurultusu ve kas kaybına ne­
M OR FO LO Jİ den olur. Malabsorpsiyonun karakteristik özelliği steato-
redir. Dışkıda fazla miktarda yağ bulunması anlamına
in fe rio r hem oroidal pleksustaki kollateral dam arlar ano- gelen steatorede, dışkı büyük miktarda, köpüklü, yapış­
rektal çizginin altında ye r alırlar ve e k ste rn a l hem oroid­
kan, sarı ya da kil rengidir. Birleşik Devletler'de en sık ola­
le r olarak adlandırılırlar. Distal rektum d aki superior hem o­
rak karşılaşılan kronik malabsorpsiyon hastalıkları, pankreas
roidal pleksusun dilatasyonu sonucu oluşan hem oro idler
yetmezliği, çölyak hastalığı ve Crohn hastalığıdır, intestinal
ise in tern al hem oroidler adını alırlar. H isto lo jik inceleme­
graft versus host hastalığı, allojenik hematopoietik kök
İshalli Hastalıklar 577

hücre nakillerinden sonra karşılaşılan önemli bir malab- rak, malabsorpsiyon sendromları birbirlerine benzerler.
sorpsiyon ve diyare sebebidir. Çevresel enteropati (daha Belirtileri ve bulguları diyare (besin malabsorpsiyonu ve
önceden tropikal şupru olarak biliniyordu.) gelişmekte fazla intestinal sekresyon nedeniyle), gaz çıkarma, karın
olan ülkelerdeki bazı toplulukda yaygındır. ağrısı ve kilo kaybıdır. Vitaminlerin ve minerallerin yeter­
Diyare, dışkı miktarında, sıklığında ya da sıvısallığm- siz emilimi piridoksin, folat ya da B1 2 vitamini eksikliği
da artış olarak tanımlanır. Tipik olarak, günde 200 mL'- nedeniyle anemi ve mukozit, K vitamini eksikliği nede­
den daha büyük hacimlerdedir. Daha şiddetli olgularda niyle kanama, kalsiyum, magnezyum ya da D vitamini
dışkı hacmi günde 14 L'yi geçebilir. Sıvı desteği olmazsa eksikliği nedeniyle osteopeni, A ya da B1 2 vitamini ek­
bu durum ölümle sonuçlanır. Ağrılı, kanlı ve daha kü­ sikliği nedeniyle nöropati ile sonuçlanır. Çeşitli endokrin
çük miktarda diyare dizanteri olarak adlandırılır. Diyare ve deri hastalıkları da görülebilir.
başlıca dört kategoriye ayrılır:
Kistik Fibrozis
• Sekretuar diyare, izotonik dışkı ile karakterizedir. Aç­
lık sırasında da devam eder. Kistik fibrozisden ayrıntılı bir şekilde başka bir bölümde
bahsedilmektedir (Bölüm 6 ). Sadece kistik fibrozis ne­
» Ozmotik diyare, laktaz eksikliğinde görülür. Emilimi
denli malabsorpsiyon burada konu edilmektedir. Epitel-
yapılamamış olan lumen içi maddelerin neden oldu­
yal kistik fibrozis transmembran ileti düzenleyicinin
ğu ozmotik basınca bağlıdır. Diyare sıvısı plazmadan
(CFTR-cystic fibrosis transmembrane conductance regu­
50 mOsm daha konsantredir. Bu tip diyare açlık sıra­
lator) yokluğu nedeniyle, kistik fibrozisli hastalarda intes­
sında hafifler.
tinal ve pankreatik duktal klor iyonu salgılaması hatalı­
» Malabsorptif diyare, yetersiz besin emilimi nedeniyle dır. Bu hatadan dolayı, bikarbonat, sodyum ve su sekres-
meydana gelir ve steatore ile ilişkilidir. Açlık sırasın­ yonunda sorun vardır. Bu sorun lumen içi hidrasyon ek­
da diyare düzelir. sikliği ile sonuçlanır. Hidrasyon sorunu mekonyum ile-
• Eksiıdatif diyare, inflamatuar hastalıklar nedeniyle usa neden olur. Kistik fibrozisli yeni doğanların %10'un-
meydana gelir. Açlık sırasında da devam eden pürü- da mekonyum ileus görülür. İn utero dönemde pankreas­
lan kanlı dışkılama ile karakterizedir. ta intraduktal tıkaçlar oluşmaya başlar. Bu durum, tıkan­
Malabsorpsiyon, besin emiliminin dört döneminden en malar ve hafif dereceli pankreasın kendi kendini sindir­
az birinde meydana gelen aksaklıktan kaynaklanır: (1 ) mesi ile sonuçlanır. Sonuçta ortaya çıkan ekzokrin pankre­
protein, karbonhidrat ve yağların emilebilir formlarına as yetmezliği hastaların %80'inden fazlasında görülür. Bu
parçalandığı intraluminal sindirim, (2 ) ince bağırsak mu­ hastalarda besin emiliminin intraluminal dönemi yeter­
kozasının fırçamsı kenarında karbonhidratların disak- sizdir ve çoğu hasta oral enzim desteği ile etkin şekilde
karidazlar tarafından, peptidlerin de peptidazlar tarafın­ tedavi edilebilmektedir.
dan hidrolizinin gerçekleştiği terminal sindirim, (3) besin
maddelerinin, sıvı ve elektrolitlerin ince bağırsak epite- Çölyak Hastalığı
linden geçtiği ve işlem gördüğü transepitelyal sindirim ve Çölyak hastalığı, diğer adlarıyla çölyak şupru ya da glütene
(4) emilimi yapılmış olan lipidlerin lenfatik transportu. duyarlı enteropati, buğday, çavdar, arpa gibi gluten içeren
Birçok malabsorpsiyon hastalığında bu aşamalardan tahılların alınması ile tetiklenen immün aracılı bir ente-
herhangi birindeki aksaklık daha baskındır, ancak sorun ropatidir. Popülasyonları ağırlıklı olarak Avrupa kökenli
genelde birden fazla aşamadadır (Tablo 14-3). Sonuç ola­ beyazlardan oluşan ülkelerde çölyak hastalığı sık rastla-

Tablo 1 4 -3 Malabsorptif ve İshalli Hastalıklardaki Defektler

intraluminal Terminal Transepitelyal Lenfatik


Hastalık Sindirim Sindirim Transport Transport
Çölyak hastalığı + +
Tropikal şupru + +
Kronik pankreatit +
Kistik fibrozis +
Primer safra asidi malabsorpsiyonu + +
Karsinoid sendrom +
O toim m un enteropati + +
Disakkaridaz eksikliği +
Whipple hastalığı +
Abetalipoproteinemi +
Viral gastroenterit + +
Bakteriyel gastroenterit + +
Parazitik gastroenterit + +
İnflamatuar bağırsak hastalığı + + +
+ h a s ta lık ta p ro ç e s irı a n o rm a l o ld u ğ u n u g ö s t e r m e k te d ir . D iğ e r p r o ç e s le r e t k ile n m e m iş tir .
578 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

nan bir hastalıktır. Tahmini prevalansi %0.5-1'dir. Çölyak enterositleri ö ldü rürle r. Bu immun mekanizmayla meydana
hastalığının primer tedavisi, glutensiz diyettir. Çok zor bir gelen hasar giiadin peptidlerinin epitelde hareketini artırır.
diyet olmasına rağmen, çoğu hastada semptomatik iyileş­ Tüm insanlar tahıl yediklerinde gluten ve gliadine m aruz
me sağlar. kalırlar, ancak çoğunda çölyak hastalığı gelişmez. Yani has­
talığın gelişip gelişmemesi konak fa ktö rle rin e bağlıdır. Bun­
lar arasında, H L A proteinlerinin k ritik öneme sahip olduğu
düşünülm ektedir. Çünkü çölyak hastalığı olan .herkeste
PA TO G EN EZ H L A -D Q 2 o r H L A -D Q 8 alelleri m evcuttur. D iğer taraftan,
H LA lokusu çölyak hastalığının genetik kom ponentinin ya­
Ç ölyak hastalığı, buğday ve benzeri tahıllarda bulunan baş­ rısından azını oluşturm aktadır. D iğer genetik fa k tö rle r tam
lıca protein olan glütene karşı bağırsakta gelişen immün re­ olarak tanımlanmamıştır. Çölyak hastalığının tip I diyabet,
aksiyondur. G luten, lum endeki ve fırçamsı kenardaki en­ tiro id it, Sjögren hastalığı gibi diğer bağışıklık hastalıkları ile
zim ler sayesinde am inoasitlere ve peptidlere ayrışır. O rta ­ ilişkisi vardır.
ya çıkan 33 am inoasitlik giiadin peptidi; mide, pankreas ve
ince bağırsak proteazlarına dayanıklıdır (Resim 14-21). D o­
ku transglutaminazı tarafından deamide edilen giiadin, anti­
jen sunan hücrelerdeki H L A -D Q 2 ya da H L A -D Q 8 ile etki­ M ORFOLOJİ
leşime gire re k C D 4 + T hücrelerine sunulur. Bu T hücrele­
rinin ürettiği sitokinlerin doku hasarında ve kara kte ristik D iyetteki glütene en yüksek konsantrasyonlarda m aruz ka­
mukozal histolojinin ortaya çıkmasında rolü vardır. Bunu lan bölgeler olan duodenum un ikinci kısmından ya da p ro k-
ka ra kte ristik b ir B hücre cevabı izler. A nti-d oku transgluta- simal jejunum dan alınan biyosilerin çölyak hastalığı tanısı
minazı, anti-deamide giiadin ve belki de çapraz reaksiyon için diagnostik önem i vardır. H isto pa to lojik tablo, intraepi­
gösteren e p itop lar nedeniyle antiendomisyum antikorla­ telyal C D 8 + T hücrelerinin sayıca arttığı in tr a e p it e ly a l
rının üretim i. Bunlar diagnostik açıdan yararlıdır. Bununla le n fo s ito z , k r i p t a h ip e r p la z is i ve v illu s a t r o f is i ile ka-
b irlikte , bu antikorların çölyak hastalığının patogenezinde ra kte rize d ir (Resim 1 4 -2 2 ). Malabsorpsiyonun nedeni m u­
rolü olup olmadığı konusu tartışmalıdır. C D 4+ hücrelere ek kozal ve fırçamsı kenarda yüzey kaybı olmasıdır. Buna ek
olarak gliadine spesifik olmayan C D 8 + hücreler de o rta m ­ olarak, krip tle rd e m ito tik aktivite artışının yansıttığı epitel­
da toplanırlar. Bu C D 8 + hücreler doku hasarının meydana yal hücre döngüsünün hızlı olması nedeniyle a b sorp tif ente-
gelmesinde yardımcı b ir ro l üstlenirler. Deamide olan gii­ rositler tam olara k diferansiye olamazlar. Bu durum un te r­
adin peptidlerinin epitelyal hücreleri uyararak bu hücrele­ minal sindirim ve transepitelyal tra n sp o rtta ki aksaklıkta ro ­
rin sitokin IL-15 üretim i yapmaları sağladığı düşünülm ekte­ lü vardır. Tam olara k gelişmiş olan çölyak hastalığının diğer
dir. Sitokin IL-15, M IC-A reseptörü N K G 2D içeren C D 8 + özellikleri arasında, özellikle lamina proprianın üst kısımla­
intraepitelyal lenfositlerin aktivasyonunu ve proliferasyonu- rında plazma hücresi, mast hücresi ve eozinofillerin sayısın­
nu tetikler. Bu lenfositler sitotoksik hale gelip, yüzeylerinde da artış da sayılabilir. Günümüzde, sero lo jik taramaların
b ir H L A sınıf-l benzeri protein olan ve N K G 2D ve diğer epi­ yaygınlaşması ve hastalıkla ilişkili antikorların erkenden sap­
telyal p ro te in le r tarafından tanınan M IC-A eksprese eden tanmasıyla, özellikle villuslardaki intraepitelyal lenfositlerin

Resim 14-21 Sol taraf, Çölyak hastalığında görülen m orfolojik özellikler; villus atrofisi, intraepitelyal lenfosit (İEL) artışı ve kriptlerde uza­
ma ve epitel proliferasyonu. Sağ taraf, Çölyak hastalığı patogenezi modeli. Gliadine karşı doku cevabında hem doğal hem de adaptif im­
mun mekanizmaların etkin olduğuna dikkat edin.
İshalli Hastalıklar 579

niyle değerlidir, ancak sık rastlanan bu alellerin varlığı


tanıyı doğrulama açısından yararlı değildir.
Çölyak hastalığı olan kişilerde malignite oranı nor­
malden daha yüksektir. Çölyak hastalığı ile ilişkili en sık
kanser intraepitelyal T lenfositlerinin agresif bir tümörü
olan enteropati ilişkili T hücreli lenfomaâvc. İnce bağırsak
adenokarsinomu da daha sık görülür. Glutensiz diyete
rağmen karın ağrısı, ishal ve kilo kaybı gibi semptomlar
varsa, kanser ya da glutensiz diyete yanıtsızlık gelişimi
olan refrakter şuprıı olasılıkları değerlendirilmelidir. Di­
ğer taraftan, yineleyen semptomların en sık sebebi olan
glutensiz diyete uyumsuzluk da akılda bulundurulması
gereken bir konudur. Çölyak hastası olan birçok kişi di­
yet sınırlamalarına uyarak sağlıklı bir yaşam sürdürüyor
Resim 14 -22 Çölyak hastalığı. A , ilerlemiş çölyak hastalığında vil­ ve bu hastalıkla ilişkisiz nedenlerden ölüyor.
lus kaybı ya da total villus atrofisi görülür. Lamina propriadaki yo­
ğun plazma hücre infiltrasyonuna dikkat edin. B, Yüzey epitelinde Çevresel (Tropikal) Enteropati
T hücre infiltrasyonu. T hücreleri (T olarak işaretli) koyu boyanmış
nükleusları sayesinde tanınıyor. Soluk boyanan uzun epitel hücresi Çevresel enteropati terimi, büyüme gelişme geriliği ve ba­
nükleusları (£ olarak işaretli) ile karşılaştırın. ğırsak fonksiyonlarında aksaklıklar ile giden bir sendro-
mu tanımlamaktadır. Bu hastalık gelişmekte olan ülke­
lerde, örneğin Gambia gibi Sahra-altı Afrika ülkelerinde,
Kuzey Avustralya'daki aborjin nüfusta, Güney Amerika
artışı hafif dereceli çölyak hastalığının bir belirleyicisi kabul
edilm ektedir. İntraepitelyal lenfositoz ve villus atrofisi çöl­
ve Asya'da bazı toplumlarda, Brezilya , Guatemala, Hin­
yak hastalığına spesifik değildir. Viral e n te ritle r de dahil ol­ distan, Pakistan'daki bazı fakir bölgelerde sıktır. Eskiden
m ak üzere başka hastalıklarda da bu özelliklere rastlanabi­ tropikal enteropati ya da tropikal şupru adı verilen çevresel
lir. Ç ölyak hastalığı tanısı için en spesifik olan, histolojik ve enteropati tüm dünyada tahminen 150 milyondan fazla
serolojik bulguların kombinasyonudur. çocuğu etkileyen önemli bir hastalıktır. Her ne kadar
malnütrisyon hastalığın patogenezinde rol oynasa da,
tropikal enteropati de denilen bu hastalıkta destek gıdalar
ya da vitamin ve mineral destekleri tam olarak düzelme
K lin ik Ö z e llik le r sağlamak için yeterli değildir. Hayatın ilk 2-3 yılında
Çölyak hastalığı yetişkinlerde en sık olarak 30-60 yaşlar meydana gelen tekrarlayan ishal atakları önemli ölçüde
arasında görülür. Ancak birçok olguda atipik prezantas- çevresel enteropati ile ilişkilidir. Bu ülkelerde endemik
yon nedeniyle oldukça uzun süreler klinik olarak dikka­ olan birçok patojen ishal ataklarıyla ilişkili olsa da tek bir
ti çekmez. Bazı hastalarda sessiz çölyak hastalığı vardır. enfeksiyöz ajan belirlenememiştir. İnce bağırsak biyopsi
Bu hastalarda seroloji pozitif olup, villus atrofisi vardır, örnekleri olguların oldukça küçük bir bölümünde incele-
ancak semptomlar yoktur. Bazı hastalarda ise latent çöl­ nebilmektedir. Histolojik özellikler enfeksiyöz enteritten
yak hastalığı söz konusudur. Seroloji pozitiftir, ancak çok ağır çölyak hastalığının özellikleriyle benzerlik gös­
villus atrofisi yoktur. Semptomatik yetişkin çölyak has­ terir. Hipotezlerden bir tanesi tekrarlayan ishallerle, mu­
talığında anemi (demir eksikliği ya da daha nadiren B 1 2 koza hasarı, malnütrisyon, enfeksiyon ve inflamasyon
vitamini ve folik asit eksikliği nedeniyle), ishal, karın döngüsünün yerleştiğini öne sürmektedir. Çevresel ente­
şişkinliği ve halsizlik görülür. ropati için kabul gören diagnostik kriterler eksik oldu­
Pediatrik çölyak hastalığı kız ve erkek çocuklarda eşit ğundan, bu hipotez kabul görmemektedir. Bu antite pri­
sıklıkla görülür ve 6-24 aylık çocuklarda (glütenin diye­ mer olarak fiziksel ve zihinsel büyüme gelişme değerlen­
te girmesinden sonra) klasik semptomlarla prezante dirmesiyle epidemiyolojik olarak tanınmaktadır.
olur. Klasik semptomlar, huzursuzluk, karın şişkinliği, iş­
tahsızlık (anoreksi), ishal, büyüme geriliği, kilo kaybı ve Laktaz (Disakkaridaz) Eksiklikliği
kas kaybıdır. Klasik olmayan semptomlar, hastalık daha
Laktaz da dahil olmak üzere disakkaridazlar, villuslarda-
büyük çocuklarda prezante olduğunda görülür. Bunlar
ki absorptif epitel hücrelerinin fırçamsı kenar membra-
karın ağrısı, bulantı, kusma, karın şişliği ve kabızlıktır.
nmda yerleşim gösterirler. Defekt biyokimyasal olduğun­
Karakteristik kaşıntılı büllü deri lezyonu olan dermatitis
dan biyopsiler özelliksizdir. İki tip laktaz eksikliği vardır:
herpetiformis hastaların %1 0 'unda rastlanan bir lezyon-
dur. Lenfositik gastrit ve lenfositik kolit insidansı da daha ® Konjenital laktaz eksikliği otozomal resesif bir hastalık
yüksektir. olup, laktazı kodlayan gendeki bir mutasyondan kay­
Noninvaziv serolojik testler genellikle biyopsiden ön­ naklanır. Nadir görülen bu hastalıkta süt içildikten
ce yapılır. En duyarlı testler, doku transglutaminazma sonra patlayıcı ishal şeklinde sulu köpüklü dışkılama
karşı gelişen IgA antikorlarının ya da deamide gliadine ve karın şişkinliği olur. Süt ve süt ürünlerine maruz
karşı gelişen IgA ya da IgG antikorlarının varlığıdır. An- kalma sonlandırıldığmda semptomlar yok olur.
tiendomisyum antikorları ise özgündür, ancak diğer an­ • Edinsel laktaz eksikliği laktaz gen ekspresyonunun
tikorlardan daha az duyarlıdır. HLA-DQ2 ya da HLA- down regülasyonu sonucu ortaya çıkar ve özellikle
DQ 8 'in yokluğu yüksek negatif prediktif değeri nede­ Amerikan yerlilerinde, Afrikalı Amerikalılarda ve Çin­
BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

lilerde sıktır. Gastrointestinal kanalda laktaz down re- fazla, beş kolon epitel hücresine bir T lenfositi oranının
gülasyonu çocukluk çağı sonrası meydana gelir. Bu çok üstündedir. Lenfositik kolit, çölyak hastalığının yanı
durum bir bakıma, tarihte mandıra hayvancılığına baş­ sıra, tiroidit, artrit ve otoimmun ya da lenfositik gastrit gi­
lanmadan önceki çağlarda, çocuklar anne sütünü bı­ bi otoimmun hastalıklar ile ilişkilidir.
raktıktan sonra artık laktaza gereksinim duymayacak­
ları gerçeğinin bir yansıması olabilir. Edinsel laktaz ek­ Graft Versus Host Hastalığı
sikliği bazen viral ya da bakteriyal enterik enfeksiyon­ Graft versus host hastalığı allojenik hematopoietik kök
lar ile ilişkili olarak kendini gösterebilir. hücre naklinden sonra meydana gelir. Çoğu olguda ince
bağırsak ve kolon tutulumu olur. Her ne kadar graft ver­
Abetalipoproteinemi sus host hastalığı donör T hücrelerinin alıcını epitel hüc­
Abetalipoproteinemi trigliseridden zengin lipoproteinlerin relerindeki antijenleri hedef alması nedeniyle meydana
salgılanamaması ile karakterize otozomal resesif bir has­ gelse de, tipik özellik olarak lamina propriayı infiltre
talıktır. Nadir olmasına rağmen, malabsorpsiyona yol eden lenfositler seyrektir. Epitelyal, özellikle kript epitel
açan transepitelyal transport defekti örneği olarak bura­ hücrelerindeki apoptoz en sık görülen histolojik bulgu­
da konu edilmektedir. Mikrozomal trigliserid transfer pro­ dur. Intestinal graft versus host hastalığı sıklıkla sulu is­
teini mutasyonu nedeniyle enterositler lipoproteinleri ve hal şeklinde kendini gösterir.
serbest yağ asitlerini hücre dışına atamazlar. Sonuç ola­
rak, monogliseridler ve trigliseridler epitel hücresi içinde
birikir. Özellikle yağlı bir yemekten sonra, ince bağırsak O Ö Z E T ____________ _
hücrelerinde lipid vakuolleri görülür ve bunlar oil red O
Malabsorptif İshal
gibi özel boyalar ile boyanabilir. Abetalipoproteinemi
kendini infantil dönemde gösterir ve klinik tablo büyüme • ishal sekretuar, ozmotik, m alabsorptif ya da eksüdatif ola­
gelişme geriliği, ishal ve steatoreyi içerir. Esansiyel yağ bilir.
asitlerinin emiliminin de yapılamaması yağda eriyen vi­ • K istik fibrozis ile ilişkili olan malabsorpsiyon pankreas
taminlerin eksikliğine yol açar. Plazma membranlarmda- yetmezliğine (pankreas kaynaklı sindirim enzim lerinin ye­
ki lipid defektleri nedeniyle periferik kan yaymalarında tersizliği) ve besinlerin lumende yeterli miktarda parçala-
akantositik eritrositler (mahmuz hücreleri) görülür. namamasına bağlıdır.
• Çölyak hastalığı gluten içeren tahılların alınması ile te tik ­
İritabl Bağırsak Sendromu lenen immun-aracılı b ir enteropatidir. Çölyak hastalığın­
İritabl bağırsak sendromu (IBS) kronik ve tekrarlayan karın daki m alabsorptif ishal immun-aracılı epitel hasarı nede­
ağrısı, şişkinlik ve dışkılama alışkanlıklarında ishal ve ka­ niyle fırçamsı kenar yüzey alanı kaybı ve muhtemelen ye­
tersiz en terosit maturasyonundan kaynaklanmaktadır.
bızlık şeklinde değişkenlik ile karakterizedir. Patogenezi
tam olarak açıklanamamış olsa da, psikolojik stres, diyet • Laktaz eksikliği, laktozun parçalanamaması ve emiliminin
yapılamaması sonucu o z m o tik ishale neden olur.
ve anormal gastrointestinal motilite ile ilişkili olduğu bi­
linmektedir. Semptomlar gerçektir, ancak çoğu IBS has­ • irritabl bağırsak sendromu (İBS) tekrarlayan kro n ik karın
ağrısı, şişkinlik ve bağırsak alışkanlıklarında değişkenlik ile
tasında makroskopik ve mikroskopik hiçbir anomali yok­
karakterizedir. Patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır.
tur. Bu nedenle, tanı klinik semptomlara dayanılarak ko­
• M ikro skopik k o lit tip le ri olan kollajenöz kolit ve lenfositik
nulur. İBS tipik olarak 20-40 yaş arasında kendini göste­
kolit sulu ishale neden olur. Bağırsaklar m akroskopik ola­
rir ve kadınlarda belirgin şekilde daha sıktır. Tanısal kri­
rak norm al olduğundan bu hastalıklar kara kte ristik histo­
terlerdeki çeşitlilik nedeniyle insidansm belirlenmesi zor­
lo jik özellikleri ile tanınırlar.
dur, fakat gelişmiş ülkelerde bildirilen prevalans oranlan ti­
pik olarak %5-10 arasındadır. İshalli hastalarda mikrosko­
pik kolit, çölyak hastalığı, giardiazis, laktoz intoleransı, Enfeksiyöz Enterokolit
ince bağırsakta bakteriyel overgrowth, safra tuzu malab-
sorpsiyonu, kolon kanseri ve inflamatuar bağırsak hasta­ Enterokolit, ishal, karın ağrısı, acil dışkılama ihtiyacı, pe­
lığı dışlanmalıdır (Her ne kadar inflamatuar bağırsak has­ rianal rahatsızlık, inkontinans ve kanama gibi çok çeşitli
talığı olan hastalarda İBS sık görülse de). İBS'nin progno- belirtiler ve bulgular ile kendini gösterir. Bu küresel so­
zu semptomların süresi ile yakından ilişkilidir. Semptom run, gelişmekte olan ülkelerde günde 1 2 .0 0 0 'den fazla
süresi uzadıkça hastalığın düzelme olasılığı azalır. çocuk ölümünden, tüm dünyada ise 5 yaş altındaki ço­
cuk ölümlerinin yarısından sorumludur. Enterotoksije-
Mikroskopik Kolit nik Escherichia coli gibi bakteriyel enfeksiyonlar sık olsa
Mikroskopik kolit terimi iki antiteyi kapsamaktadır: Kolla- da en sık görülen patojenler yaşa, beslenmeye, konağın
jenöz kolit ve lenfositik kolit. Her iki idiyopatik hastalık da bağışıklık durumuna ve çevresel etkilere göre değişken­
kilo kaybına yol açmayan kronik, kanamasız, sulu ishal lik gösterir (Tablo 14-4). Örneğin, kolera salgınları, halk
ile kendini gösterir. Primer olarak, orta yaşlı ya da yaşlı sağlığı gereklerinin yetersiz olması sonucu ya da doğal
kadınlarda görülen kollajenöz kolit subepitelyal alanda afetler (örn, 2010 yılındaki Haiti depremi) ya da savaşlar
yoğun bir kollajen tabakası, intraepitelyal lenfosit artışı ve nedeniyle sağlık koşullarının kötü olduğu bölgelerde çı­
lamina propriada mikst inflamatuar hücre infiltrasyonu kar. Sıklıkla enterik virüslerin neden olduğu pediatrik
ile karakterizedir. Lenfositik kolit histolojik olarak benzer enfeksiyöz ishal, ağır dehidrasyon ve metabolik asidoza
özelliktedir, fakat subepitelyal kollajen tabakası normal neden olabilir. Bazı bakteriyel enterokolit etkenlerinin
kalınlıktadır ve intraepitelyal lenfosit miktarı çok daha epidemiyolojisi ve klinik özellikleri Tablo 14-4'te gösteril-
Tablo 1 4 -4 Bakteriyel Enterokolitin Özellikleri

Enfeksiyon Tipi Coğrafya Rezervuar Geçiş


Kolera Hindistan, Afrika Kabuklu deniz Fekal-oral, su
hayvanları
Campylobacter spp. Gelişmiş ülkeler Tavuk, koyun, Kümes hayvanları,
domuz, sığır süt, diğer gıdalar
Shigellozis Gelişmekte olan İnsanlar Fekal-oral,
ülkeler yiyecekler, su

Salmonellozis Tüm dünya Kümes hayvanlan, Kırmızı et,


çiftlik hayvanları, tavuk eti,
sürüngenler yumurta, süt
Enterik ateş (tifo) Hindistan, Meksika, İnsanlar Fekal-oral, su
Filipinler

Yersinia spp. Kuzey ve Domuz Domuz eti, süt, su


O rta Avrupa
Escherichia coli
Enterotoksijenik Gelişmekte olan Bilinmiyor Yiyecekler,
(ETEC) ülkeler fekal-oral
Enterohemorajik Tüm dünya Yaygın, sığırlar Kırmızı et, süt,
(EHEC) dahil
Enteroinvaziv Gelişmekte olan Bilinmiyor Peynir, diğer
(EIEC) ülkeler yiyecekler, su
Enteroagregatif Tüm dünya Bilinmiyor Bilinmiyor
(EAEC)
Psödomembranöz Tüm dünya İnsanlar, hastaneler Antibiyotikler ortaya
kolit (C. difficile) çıkmasına sebep olur

Whipple hastalığı Kırsal > şehir Bilinmiyor Bilinmiyor


Mikobakteriyal Tüm dünya Bilinmiyor Bilinmiyor
enfeksiyon
M SS, m e r k e z i s in ir s is te m i; G İ, g a s t r o in te s tin a l.
Epidemiyoloji Etkilenen Gİ Bölgeler Semptomlar Komplikasyonlar
Sporadik, endemik, İnce bağırsak Şiddetli sulu ishal Dehidrasyon, elektrolit
epidemik dengesizlikleri
Sporadik; çocuklar, Kolon Sulu ya da A rtrit, Guillain-Barre
turistler kanlı ishal sendromu
Çocuklar Sol kolon, ileum Kanlı ishal Reaktif artrit,
hemolitik-üremik
sendrom
Çocuklar, yaşlılar Kolon ve ince bağırsak Sulu ya da kanlı Sepsis
ishal

Çocuklar, adolesanlar, ince bağırsak Kanlı ishal, ateş Kronik enfeksiyon,


turistler taşıyıcılık, ensefalopati,
miyokardit
Küçük hasta gruplan ileum, apendiks, Karın ağrısı, ateş, Otoimmun, örn, reaktif
sağ kolon ishal artrit

İnfantlar, adolesanlar, ince bağırsak Şiddetli sulu ishal Dehidrasyon, elektrolit


turistler dengesizlikleri
Sporadik ve epidemik Kolon Kanlı ishal Hemolitik üremik
sendrom
Küçük çocuklar Kolon Kanlı ishal Bilinmiyor

Çocuklar, erişkinler, Kolon Kanamasız ishal, Tam tanımlanmamış


turistler afebril
Immunosuprese kişiler, Kolon Sulu İshal, ateş Nüks, toksik megakolon
antibiyotik tedavisi
alanlar
Nadir İnce bağırsak Malabsorpsiyon A rtrit, MSS hastalığı
İmmünosuprese kişiler İnce bağırsak Malabsorpsiyon, Pnömoni, diğer
ishal, ateş bölgelerde enfeksiyon
İshalli H astalıklar
581
582 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

mektedir. Bakteriyel, viral ve parazitik enterokolitlerden


PATO G EN EZ
örnekler aşağıda konu edilmektedir.
Campylobacter enfeksiyonunun patogenezi hala tam olarak
K o lera tanımlanamamış olsa da, başlıca d ö rt virulans özelliğinin et­
Koleraya neden olan Vibrio cholerae organizmaları, virgül kin olduğu bilinm ektedir. M otilite (hareketlilik), adherans
(tutunm a), toksin üretim i, invazyon. Flajella Campylobac-
şeklinde gram negatif bakterilerdir. Kolera, Hindistan ve
ter’ in hareketli olmasını sağlar. Bu, m ukoza invazyonu için
Bangladeş'te Ganj Vadisi'nde tarih boyunca endemiktir.
gerekli olan tutunm a ve kolonizasyonu kolaylaştırır. Epitel
V cholerae kirli içme suyu ile bulaşır. Ancak yiyecekler ile hasarına yol açan sitotoksinler ve b ir kolera benzeri toksin
de geçebilir. Hatta deniz ürünleri ile ilişkili nadir olgular olan enterotoksin de bazı C. jejuni izolatları tarafından salın­
da vardır. Vibrio bakterisi sıcak havada hızla ürediği için maktadır. D iz a n t e r i genel olarak invazyon ile ilişkilidir ve
hastalık çoğu iklimlerde belirgin mevsimsel bir varyas­ Campylobacter suşlarının çok küçük b ir bölüm ü ile görülür.
yon gösterir. Rezervuar olan hayvanlar sadece kabuklu E n t e r ik a te ş , bakteri lamina propriada ve m ezenterik lenf
deniz hayvanları ve planktondur. Nispeten, çok az V. nodlarında ürem eye başlayınca meydana gelir.
cholerae serotipi patojeniktir, fakat diğer Vibrio türleri de Campylobacter enfeksiyonu özellikle H LA-B27 olan has­
hastalık sebebi olabilir. talarda re a k tif a rtrite neden olur. Eritema nodozum ve pe-
rife rik sinirlerin otoim m un nedenli gevşek paralizisi olan
G uillain-Barre sendrom u H L A ile ilişkili değildir. Neyse ki
G uillain-Barre sendrom u Campylobacter ile enfekte kişilerin
PATO G EN EZ sadece % 0 .1 ’ inde ya da daha azında gerçekleşir.
Ç o k şiddetli ishale karşın, Vibrio organizm aları noninvaziv-
d ir ve intestinal lumen içinde kalırlar. M ikroorganizm anın
m otilitesi ve yapışmasında etkin olan flajella prote in leri bak- M ORFOLOJİ
teriyal kolonizasyon için gereklidir. Salgılanan b ir m etallop-
roteinaz hemaglutinin aktivitesine sahiptir ve bakterinin C a m pylobacter, Shigella, Salm onella ile b irlikte Yersinia
epitelden kopup dışkıyla atılmasında etkindir. Ancak, asıl ve E . co li de dahil olm ak üzere b irço k bakteriyel enfeksi­
hastalığa neden olan, ö n c e d e n ü r e t ilm iş ( p r e fo r m e d ) yon a k u t k e n d i k e n d in i ssngriayan ( s e lf- lim it e d ) k o l i t
b i r e n t e r o t o k s in olan kolera toksinidir. Endositozu sağla­ adı verilen b ir histopatoloji sergiler. Bu patojenler doku bi­
yan beş B alt ünitesi ve b ir a k tif A alt ünitesi içeren toksin, yopsisi ile birbirlerin de n ayırt edilemezler. Bu nedenle, spe­
endoplazm ik retikulum a r e t r o g r a d t r a n s p o r t ile girer. A sifik tanı dışkı kültü rü ile konur. A k u t kendi kendini sınırla­
alt ünitesinin b ir fragmanı endoplazm ik retikulum dan sitop- yan ko lit histolojisinde belirgin lamina p ro pria ve intraepi-
lazma içine aktarılır ve burada sitoplazm ik A D P ribozilas- telyal n ö tro fil infiltrasyonu (Resim 1 4 -2 3 , A) vardır; k r ip -
yon fa k tö rle ri ile etkileşime geçerek G proteinini ribozlayıp t i t (k rip tle r içerisinde n ö tro fil infiltrasyonu) ve k r i p t a b -
a k tif hale g e tirir (G sa). Bu adenilat siklazı uyarır. Sonuçta s e le r i (lum ende n ö tro fil b irikim i gösteren k rip tle r) de gö­
intrasellüler siklik adenozin m onofosfat (cAM P) kistik fib- rülebilir. A k u t kendi kendini sınırlayan kolitte k rip t yapısının
rozis transm em bran ileti düzenleyiciyi (cystic fibrosis trans­ korunması, bu enfeksiyonların inflam atuar bağırsak hastalı­
m em brane conductance regulator-CTFR) açar. K lo r iyonla­ ğı ile ayırıcı tanısının yapılmasında yara r sağlar (Resim
rı lumen içerisine bırakılır. Sodyum ve bikarbonat emilimi 1 4 -2 3 , B).
de bozulur. Bu iyonların birikim i suyu lumen içine çeken bir
o z m o tik fa rk yara tır ve s e k r e tu a r is h a l meydana gelir.
M ukoza biyopsisinde sadece minimal b ir m o rfo lo jik değişim
gözlenir.

K lin ik Ö z e llik le r
Çoğu enfekte kişi asemptomatiktir ya da hafif bir diyare
vardır. Ağır hastalığı olanlarda ise 1-5 günlük bir inkü-
basyon döneminden sonra ani başlayan sulu diyare ve
kusma söz konusudur. Dışkılama hızı saatte 1 L'ye ula­
şabilir. Bu durum dehidrasyon, hipotansiyon, elektrolit
dengesizlikleri, kas krampları, şok, bilinç kaybı ve ölüme
yol açabilir. Ölümlerin büyük bir çoğunluğu hastalığın
başlamasından sonra ilk 24 saat içerisinde gerçekleşir.
Ağır kolera olgularında ölüm oram tedavisiz %50-70 ol­
makla birlikte, sıvı replasmanı sayesinde hastaların
%99'undan daha fazlası kurtarılabilir.

Campylobacter Enterokoliti Resim 14-23 Bakteriyal enterokolit. A , Campylobacter jejuni en­


Campylobacter jejuni, gelişmiş ülkelerde en sık rastlanan feksiyonu, kendiliğinden iyileşen akut kolite neden olur. Yüzey ve
kript epiteli içerisinde nötrofiller ve sağ altta kript absesi görülüyor.
enterik patojen bakteridir ve seyahat ishalinin önemli bir
B, Enteroinvaziv Escherichia coli enfeksiyonu diğer kendiliğinden iyi­
etkenidir. Çoğu enfeksiyon yeterince pişirilmemiş tavuk leşen akut kolitlere benzer. Yoğun intraepitelyal nötrofil varlığına
yenmesi ile ilişkilidir. Ancak pastörize edilmemiş süt ve rağmen normal kript yapısının ve kript aralıklarının korunduğuna
kirli sular nedeniyle salgınlar çıkabilir. dikkat edin.
İshalli Hastalıklar 583

K lin ik Ö z e llik le r rülenlere benzer aftöz ülserler de olabilir. Ö zellikle k rip t


Sadece 500 adet C. jejuni organizmasının bile alınması yapısında distorsiyon varlığında, kro n ik inflam atuar bağır­
hastalığa yol açabilir. Sekiz günlük bir inkübasyon süre­ sak hastalığı ile karıştırılma potansiyeli önem taşır. Shigella
sinden sonra, akut ya da influenza benzeri bir prodro- enfeksiyonunun kesin tanısı için dışkı kültü rü gereklidir.
mun ardından gelişen sulu ishal başlıca özelliğidir. Di­
zanteri hastaların %15-50'sinde gelişir. Hastalar klinik
olarak iyileştikten sonra 1 ay ya da daha uzun süre bo­
K lin ik Ö z e llik le r
yunca bakteri yaymaya devam ederler. Hastalık kendili­
ğinden geçtiğinden genellikle tedavi gerekmez. Campylo­ inkübasyon süresi olan 1-7 günlük bir süreden sonra, Shi­
bacter kolitinin histolojik özellikleri spesifik olmadığın­ gella yaklaşık 6 günlük ateş, ishal ve karın ağrısı ile karak-
dan tanı gayta kültürü ile konur. terize kendiliğinden iyileşen bir hastalığa yol açar. En
baştaki sulu ishal hastaların yaklaşık %50'sinde ilerleyip
Shigellosis dizanterik döneme girer. Yapısal semptomlar 1 aya kadar
uzayabilir. Yetişkinlerin küçük bir bölümünde subakut
Shigella organizmaları, kapsül içermeyen, hareketli olma­
prezantasyon görülebilir. Antibiyotik tedavisi klinik seyri
yan, gram negatif fakültatif anaeroblardır. Bilinen tek re­
ve organizmanın dışkıyla atıldığı süreyi kısaltır. Ancak,
zervuarı insan olan Shigella en sık kanlı ishal nedenlerin­
antidiyare ilaçları kontraendikedir, çünkü bu ilaçlar
den biridir. Tüm dünyada her yıl 165 milyon olgu olduğu
semptom süresini uzatarak bakterinin temizlenmesini
tahmin edilmektedir. Bakteri fekal-oral yol ile ya da kon-
geciktirirler.
tamine su ve yiyeceklerin alınması ile kolaylıkla geçer.
Shigella enfeksiyonunun komplikasyonları ender görü­
Enfektif doz 100 mikroorganizmadan daha azdır ve hastalı­
lür. Bunlar arasında, steril artrit, üretrit ve konjunktivit-
ğın akut fazında gayta her gramında 1 0 9 organizma içer­
ten oluşan bir triad olan reaktif artrit sayılabilir. Bu daha
mektedir.
çok 20-40 yaş arası HLA-B27 pozitif erkekleri etkiler. Ti­
Birleşik Devletler ve Avrupa'da, kreşlerdeki çocuklar,
pik olarak enterohemorajik Escherichia coli (EHEC) ile iliş­
göçmen işçiler, gelişmekte olan ülkelere yolculuk edenler
kili olan hemolitik üremik sendrom, Shiga toksini salgıla­
ve bakımevlerinde yaşayanlar en sık etkilenen kişilerdir.
yan shigella enfeksiyonundan sonra da görülebilir.
Shigella ilişkili enfeksiyonların ve ölümlerin çoğu 5 yaş al­
tı çocuklarda olur. Shigella, endemik olduğu ülkelerde
E s c h e ric h ia co li
tüm pediatrik ishallerin yaklaşık %1 0 'undan, ishal ne­
denli ölümlerin ise %75'inden sorumludur. Sağlıklı gastrointestinal kanalda kolonize olan gram ne­
gatif basil Escherichia coli'nin çoğu patojenik değildir. Fa­
kat bir alt grup insanda hastalık yapar. Bu grup morfolo­
ji, patogenez mekanizması ve in vitro davranışına göre
PATO G EN EZ sınıflandırılır (Tablo 14-4). Burada patojenik mekaniz­
Shigella organizm aları midenin asidik ortam ına dayanıklıdır­ maları özetleyeceğiz:
lar. Bu, e n fe ktif dozun neden çok düşük olduğunu kısmen • Enterotoksijenik E. coli (ETEC) organizmaları seya-
açıklamaktadır. O rganizm alar bağırsağa gelince, luminal an­ hatçi ishalinin başlıca nedenidir ve fekal-oral yolla bu­
tijenlerin örneklenm esi ve alınmasında özelleşmiş M (m ik- laşır. Kolera toksinine benzer ısıya duyarlı bir toksin
rokıvrım ) tipi epitel hücreleri tarafından alınırlar. Bakteri,
(LT) ve ısıya dayanıklı bir toksin (ST) eksprese eder.
intrasellüler proliferasyondan sonra lamina propriaya ka­
LT'nin cAMP yükselmelerine yol açmasına benzer şe­
çar. Sonra da ince bağırsak ve kolonun epitel hücrelerini
kilde ST de intrasellüler cGMP'yi yükseltir.
bakteri reseptörleri içeren bazolateral m em branları yoluy­
la enfekte eder. Ya da lumendaki b a kteriler epitelin sıkı • Enterohemorajik E. coli (EHEC) organizmaları 0157:
bağlantılarını (tig h t ju nctio n) değişime uğratarak bazolate- H7 ve non-0157:H7 olarak iki serotipe ayrılır. Geliş­
raldeki bakteri rese ptörlerin i açığa çıkarır. Bu kısmen viru- miş ülkelerdeki E. coli 0157:H 7 salgınları yeterince
lans prote in leri tarafından sağlanır. Virulans proteinlerin­ pişirilmemiş sığır kıyması, süt ve sebzeler ile ilişkili­
den bazıları konak hücre sitoplazmasına b ir tip III sekres- dir. Her iki 0157:H 7 ve non-0157:H 7 serotipi de Shi­
yon sistemi tarafından d ire k t olarak enjekte edilir. Bazı Shi­ ga benzeri toksin üretir ve dizanteri sebebi olabilirler.
gella dysenteriae serotipleri Shiga toksini Stx salarlar. Bu Ayrıca hemolitik üremik sendroma da yol açabilirler.
toksin ö ka ryo tik hücre sentezini inhibe eder ve konak hüc­ (Bölüm 13).
renin ölüm üne yol açar.
• Enteroinvasiv E. coli (EIEC) organizmaları bakteriyo­
lojik olarak Shigella'ya benzerler ancak toksin üret­
mezler. Gastrointestinal kanal hücrelerini invaze
ederler ve kanlı ishale sebep olurlar.
M ORFOLOJİ
• Enteroagregatif E. coli (EAEC) organizmaları yapış­
Shigella enfeksiyonları sol kolonda daha belirgindir, ancak ma fimbriaları ile enterositlere yapışırlar. LT ve Shiga
ileum tutulum u da olabilir. Bu, Peyer plaklarının üzerindeki benzeri toksin salgılasalar da verdikleri histolojik ha­
epitelde bulunan M hücrelerinin yoğunluğunu yansıtır. Er­ sar minimaldir.
ken olgularda h isto lo jik görünüm diğer akut kendiliğinden
iyileşen ko litle r ile aynıdır. A ğ ır olgularda m ukozada hemo- Salmonellozis
raji ve ülserler vardır, psödom em branlar da görülebilir. M
hücrelerine olan tro p iz m nedeniyle, Crohn hastalığında gö­
Gram negatif basillerden Enterobacteriaceae ailesinin bir
üyesi olan Salmonella türü ikiye ayrılır. Tifonun (bir son-
584 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

raki kısımda bahsedilecek) etken ajanı olan Salmonella şumuna neden olur. Ancak, S. Enteritidis'ten farklı ola­
typhi ve gastroenterite yol açan non-tifoid Salmonella suş- rak, S. typhi ve S. paratyphi lenfatik ve kan damarları ile
ları. Tifo dışı Salmonella enfeksiyonu genellikle Salmonel­ yayılabilir. Bu, bölgeyi drene eden ve bakteri içeren fago­
la enteritidis nedenli olup, Birleşik Devletler'de her yıl 1 sitlerin toplandığı lenf nodlarınm reaktif hiperplazisine
milyondan fazla olgudan ve 2 0 0 0 ölümden sorumludur. yol açar. Buna ek olarak, dalak büyür ve yumuşar. Soluk
Prevalansı başka birçok ülkede daha yüksektir. Enfeksi­ kırmızı pulpa, oblitere folliküler bölgeler ve belirgin fa­
yon en sık olarak küçük çocuklarda ve yaşlılarda görülür. gosit hiperplazisi vardır. Karaciğerde, kemik iliğinde ve
İnsidansm en yüksek olduğu dönem yaz ve sonbahar ay­ lenf nodlarmda makrofaj agregatları içeren tifoid nodül
larıdır. Geçiş genellikle kontamine yiyecekler, özellikle adı verilen küçük parenkimal nekroz odakları vardır.
de çiğ ya da az pişmiş kırmızı et, beyaz et, yumurta ve
süt ile olur. Psödomembranöz Kolit
Genellikle Clostridium difficile'nin neden olduğu psödo­
membranöz kolit, antibiyotik ilişkili kolit ya da antibiyo­
PATO G EN EZ tik ilişkili ishal olarak da bilinir. Bu isimler, ishalin anti­
Enfeksiyon sebebi olabilmesi için çok az m iktard a canlı Sal­ biyotik tedavisi sonrası gelişmesi nedeniyle verilmiştir
monella organizması yeterlidir. A tro fîk gastrit ya da asit sek- ve ishal C. difficile nedeniyle değil, Salmonella, C. perfrin-
resyonu baskılayıcı tedavi gibi gastrik asit yokluğunda en­ gens type A, ya da S. aureus nedeniyle de meydana gele­
feksiyon için gerekli olan m ik ta r çok daha azdır. Salmonel­ bilir. Ancak, enterotoksin üreten son iki organizma gıda
la, bakteriyel proteinlerin M hücrelerine ya da enterositle- zehirlenmesine neden olan organizmalardır. Bunlar psö-
re transferini sağlayan tip III sekresyon sistem ini kod­ domembran yapmazlar. Normal kolonik mikrobial flora­
layan viru lan s genlerine sahiptir. Transfer olan protein­ nın antibiyotikler nedeniyle zarar görmesi C. difficile'nin
le r konak hücrede Rho GTPazları aktive ederek aktin yeni­ fazla üremesine fırsat tanır. C. difficile tarafından salınan
den yapılanmasını ve bakterilerin fagozomlara girişini te tik ­ toksin, Rho gibi küçük GTPazlarm ribozlanmasma ne­
ler. B akteriler fagozom lar içinde ürer. Salmonella ayrıca, den olarak, epitel hücre iskeletinin hasar görmesine, sı­
kem oatraktan eikosanoidin epitelden salınmasını sağlayan
kı bağlantı bariyerinin kaybına, sitokin salınımına ve
b ir m olekül salgılar. Bu madde n ö tro fille ri lumene çeker ve
apoptoza yol açar.
m ukoza hasarını artırır. Tanı için dışkı kültü rü şarttır.

( ) M ORFOLOJİ
Tifo
Bağırsak ateşi (enterik ateş) olarak da adlandırılan tifo, Tam gelişmiş C. difficile ilişkili kolitte psödom em bran olu­
Salmonella typhi ve Salmonella paratyphi'nin etken olduğu şumları g ö rü lü r (Resim 1 4 -2 4 , A ). Psödom em bran, m uko­
bir hastalıktır. Tüm dünyada her yıl 30 milyon kişiyi etki­ za hasarı bölgelerinde yapışık durum da inflam atuar hücre­
ler ve hücre artıklarından oluşan b ir tabakadır. Yüzey epi-
ler. Endemik bölgelerde S. typhi enfeksiyonu daha sıktır.
teli dö kü lm ü ştü r ve süperfîsyel lamina p ro p ria yoğun nöt-
Çocuklar ve adolesan yaştakiler daha sık olarak etkilenir­
rofil infiltrasyonu ve kapillerlerde ye r y e r fib rin trom büsle-
ler. S. paratyphi ise daha çok turistlerde ve gelişmiş ülke­
ri içerm ektedir. Hasar görm üş krip tle r, yüzeyde volkana
lerde yaşayanlarda görülür. Salmonella typhi ve Salmonel­
benzer yapıda “ püsküren” m ukopürülan eksüda ile genişle­
la paratyphi'nin tek rezervuarı insandır. Geçiş kontamine m iştir (Resim 1 4 -2 4 , B).
yiyecek ve sular ile ya da kişiden kişiye olur. Safra kesesi
kolonizasyonu, safra taşları ve kronik taşıyıcılık ile ilişki­
li olabilir. Akut enfeksiyonda, kısa bir asemptomatik dö­
nemden sonra bakteremi ve ateşli grip semptomlarının
ardından, iştahsızlık, karın ağrısı, karın şişkinliği, bulan­
tı, kusma ve kanlı ishal görülür. Organizmaların kan kül­
türünde saptandığı ve antibiyotik tedavisinin hastalığın
daha da ilerlemesine engel olabildiği dönem bu dönem­
dir. Bu tedavi yapılmazsa, 2 haftaya kadar uzayan yüksek
ateş ve apandisiti taklit eden batm hassasiyetinin görül­
düğü febril dönem başlar. Gül lekeleri olarak adlandırılan
eritemli makülopapüler lezyonlar göğüs ve karında görü­
lür. Sistemik yayılım, ensefalopati, meninjit, nöbetler, en-
dokardit, pnömoni ve kolesistit gibi ekstraintestinal komp­
likasyonlara yol açar. Özellikle orak hücreli anemi hasta­
ları Salmonella osteomyelitine duyarlıdır.
S. enteritidis gibi S. typhi ve S. paratyphi de M hücrele­
ri tarafından alınır ve sonra alttaki lenfoid dokuda bulu­
nan mononükleer hücreler tarafından fagosite edilirler.
Enfeksiyon, terminal ileumdaki Peyer plaklarının büyü­
Resim 14-24 Clostridium difficile koliti. A , Kolon, nötrofillerden, ölü
yüp 8 cm'ye kadar çapa sahip plato benzeri yükseltiler epitel hücrelerinden ve inflamatuar debriden oluşan psodomem-
haline gelmesine yol açar. Mukozanın dökülmesi ile- branlar ile kaplı (endoskopik görünüm). B, Kriptten dağılan nötro-
umun uzun ekseni boyunca uzanan oval ülserlerin olu­ fillerin oluşturduğu ve volkan patlamasına benzetilen tipik görünüm.
İshalli Hastalıklar

K lin ik Ö z e llik le r Parazitik Hastalık


C. difficile ilişkili kolitin antibiyotik kullanımı dışındaki Virüsler ve bakteriler, Birleşik Devletler'de en baskın
risk faktörleri, ileri yaş, hastane yatışı ve immunsupres- enterik patojenler olsa da, parazitik hastalıklar ve proto­
yondur. Organizma özellikle hastanelerde daha sık gö­ zoa enfeksiyonları dünya nüfusunun yarıdan fazlasını
rülür. Hastanede yatan erişkin hastaların %20'sinde C. kronik ya da reküran olarak etkilemektedir. İnce bağır­
difficile kolonizasyonu (genel popülasyondakinden 1 0 sak 2 0 'ye yakın sayıda parazit tipine ortam oluşturabilir.
kat fazla) vardır. Ancak kolonizasyon olan çoğu hastada Bunlar arasında, yuvarlak kurtlar Ascaris ve Strongylo-
hastalık görülmemektedir. C. difficile ilişkili koliti olan ides; kancalı kurtlar ve kılkurdu; yassı kurtlar ve şerit
kişiler, ateş, lökositoz, karın ağrısı, kramplar, hipoalbü- kurtlar dahil olmak üzere cestodlar, trematodlar ya da
minemi, sulu ishal ve dehidrasyon ile prezante olurlar. kan kurtları ve protozoa sayılabilir.
Dışkıda lökositoz ve gizli kan olabilir, ancak kanlı ishal • Ascaris lumbricoides. Bu nematod insandan insana fe-
nadir görülür. Tanı genellikle, kültürden çok C. difficile kal-oral kontaminasyon nedeniyle tüm dünyada 1 mil­
toksininin saptanması ile konur ve karakteristik histo- yardan fazla insanı enfekte etmektedir. Sindirilen yu­
patolojik bulgular ile desteklenir. Metronidazol ya da murtaları bağırsaklarda açılır ve larvalar intestinal mu­
vankomisin tedavileri genellikle etkindir. Ancak antibi­ kozayı geçer. Buradan splanknik dolaşım ile karaciğe­
yotiğe dirençli ve hipervirulan C. difficile suşları her ge­ re giderler ve karaciğer abseleri oluştururlar. Sonra sis-
çen gün daha sık görülmektedir. Enfeksiyon risk altın­ temik dolaşım yoluyla akciğere giderek Ascaris pnö-
monitine yolaçarlar. Bu durumda larvalar trakeadan
daki hastalarda nüks edebilir.
yukarıya ilerleyerek yutulurlar ve matüre olup yetişkin
kurt halini alacakları bağırsaklara yeniden gelirler.
Norovirus ® Strongyloides. Strongyloides larvaları fekal materyal ile
kontamine olmuş toprakta yaşarlar ve yaralanmamış
Eskiden Norwalk benzeri virus olarak bilinen Norovi­
sağlam deriyi penetre edebilirler. Akciğerler yoluyla
rus, nonbakteriyal gastroenteritin en sık nedenidir. No­ trakeaya giderler ve yutulup bağırsaklarda matüre ola­
rovirus tüm dünyadaki tüm gastroenterit salgınlarının rak yetişkin kurda dönüşürler. Yumurta ya da larva
yaklaşık yarısından sorumludur ve gelişmiş ülkelerdeki dönemlerini insan vücudu dışında geçiren diğer bağır­
sporadik gastroenteritlerin sık rastlanan bir nedenidir. sak kurtlarından farklı olarak, Strongyloides yumurta­
Bölgesel salgınlar genellikle kontamine su ve yiyecekler­ ları bağırsaklarda açılabilir ve larvaları açığa çıkarak
den kaynaklanır. Ancak çoğu sporadik olguda kişiden mukozayı penetre eder. Bu şekilde bir otoenfeksiyon
kişiye geçiş söz konusudur. Enfeksiyon, okullarda, has­ kısır döngüsü oluştururlar. Sonuçta Strongyloides en­
tanelerde, bakımevlerinde ve son zamanlarda yolcu ge­ feksiyonu, hayat boyu devam eder. İmmunsuprese ki­
milerinde kolayca yayılır. Kısa bir inkübasyon dönemin­ şilerde ağır enfeksiyonlar gelişebilir.
den sonra, bulantı, kusma, sulu ishal ve karın ağrısı baş­ • Necator americanus ve Ancylostoma duodenale. Bu kan­
lar. Biyopsideki morfoloji nonspesifiktir. Hastalık kendi­ calı kurtlar tüm dünyada 1 milyardan fazla kişiyi en­
liğinden iyileşir. fekte ederler ve ciddi morbidite nedenidirler. Enfeksi­
yon, larvanın deriyi penetre etmesiyle başlar. Akciğer­
lerde bir miktar gelişim gösterdikten sonra larvalar
Rotavirus trakea boyunca yukarı ilerleyip yutulurlar. Duodenu-
Enkapsüle rotavirüs, her jul 140 milyon insanı enfekte ma geldiklerinde larva matüre olur ve yetişkin kurt
eder ve 1 milyon ölümden sorumludur. Bu nedenle rota­ mukozaya tutunur, kan emip üremeye başlar. Kan
virüs, tüm dünyada ağır çocukluk dönemi ishalinin ve ishal kurtları, gelişmekte olan ülkelerde demir eksikliği
nedenli ölümlerin en sık nedenidir. 6-24 ay arası yaştaki ço­ anemisinin başta gelen nedenlerindendir.
cuklar en duyarlı gruptur. Hayatın ilk 6 ayında korun­ • Giardia lamblia. Giardia duodenalis ya da Giardia intesti-
ma, büyük olasılıkla anne sütünde rotavirüse karşı anti­ ııalis de denilen bu flagellalı protozoa, insanda en sık gö­
korların bulunması sayesinde sağlanır. İlk iki yıldan son­ rülen parazitik enfeksiyondan sorumludur. Fekal mater­
raki korunma ise, ilk enfeksiyondan sonra gelişen bağı­ yalle kontamine olmuş su ve yiyeceklerle yayılır. En­
feksiyon, 1 0 adet gibi oldukça az sayıda kistin yutulma­
şıklık sayesindedir. Hastanelerde ve kreşlerde salgınlar
sıyla meydana gelebilir. Kistler klora dayanıklı oldukla­
sıktır ve enfeksiyon kolayca yayılır. Enfeksiyonun mey­
rından Giardia organizmaları filtre edilmeyen su kay­
dana gelebilmesi için gereken en az enfektif inokulum,
naklarının kullanıldığı bölgelerde endemiktir. Midenin
sadece 10 viral partiküldür. Rotavirüs, seçici olarak matür
asidik ortamında kist açılır ve trofozoitler serbest kalır­
(absorptif) enterositleri enfekte eder ve hasarlar. Villus yüze­
lar. Sekretuar IgA ve mukozal IL- 6 cevabı Giardia en­
yi immatür sekretııar hücrelerle yenilenir. Fonksiyonel ka­ feksiyonlarının temizlenmesinde önemlidir, immun­
pasitedeki bu değişim, absorptif fonksiyonların kaybı ve suprese, agammaglobulinemik ya da beslenme bozuk­
su ve elektrolit sekresyonu ile sonuçlanır. Bu duruma, luğu olan kişiler sıklıkla etkilenirler. Giardia başlıca yü­
tam olarak absorbe edilememiş besinlerin neden olduğu zey antijeni olan değişken yüzey proteinini sürekli de­
ozmotik ishal de eşlik eder. Norovirüs gibi, rotavirüs de ğiştirerek immün sistem tarafından temizlenmekten
kısa bir inkübasyon döneminden sonra birkaç günlük kurtulur ve aralıklı olarak semptom vererek aylarca ya
kusma ve sulu ishal ile kendini gösteren enfeksiyona ne­ da yıllarca kalır. Giardia enfeksiyonu, laktaz gibi fır-
den olur. Artık aşısı olduğundan, rotavirüs enfeksiyo­ çamsı kenar enzimlerinin ekspresyonunu azaltır, mik-
nun epidemiyolojisi değişmeye başlamıştır. Bilinmeyen rovillus hasarına ve ince bağırsak epitel hücrelerinde
nedenlerle, oral rotavirüs aşıları, en çok ihtiyacın duyul­ apoptoza neden olur. Giardia trofozoidleri invaziv de­
duğu gelişmekte olan ülkelerde daha az etkindir. ğildir, duodenum biyopsilerinde karakteristik armut
586 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

şekilleri sayesinde tanınırlar. Giardiazis klinik olarak


akut ya da kronik ishal ile karakterize olup, malab-
M ORFOLOJİ
sorpsiyona yol açar. A n a to m ik olarak, kolon d ive rtikü lle ri şişe şeklinde küçük
çıkıntılardır. Çapları genellikle 0,5-1 cm olup, tenya koliler
arasında ye r alırlar (Resim 14-25, A ). En sık olarak sigmoid
O Ö ZET ___ kolonda bulunurlar, ancak ağır olgularda kolonun diğer böl­
Enfeksiyöz Enterokolit gelerinde de tutulum vardır. D ive rtikü lle r sıkıştırılabilir ol­
duklarından fekal içeriklerini kolaylıkla boşaltabilirler. Sık­
• Vibrio cholorae, yoğun k lo r sekresyonuna yol açan önce­ lıkla kolon yüzeyindeki yağ içeren epiplo ik apen diksler
den üretilm iş olan bir enzim salgılar. Sonuçta ortaya çıkan
tarafından çevrelendiklerinden gözden kaçabilirler. Kolon
o zm o tik fark nedeniyle suyu çeker ve sekretuar ishal mey­
divertikü lle ri, düzleşmiş ya da a tro fik mukoza, basıya uğra­
dana gelir.
mış submukoza ve incelmiş muskülaris propriadan oluşan
• Campylobacter jejuni gelişmiş ülkelerde en sık görülen bak- ince b ir duvara sahiptir. H atta sıklıkla muskülaris p ro p ria ta­
teriyel enterik patojendir ve tu ris t ishaline yol açar. İzole mamen yo k olabilir (Resim 14-30, B ve C). Etkilenmiş olan
edilen çoğu organizma invaziv değildir. Salmonella ve Shigel­
kolon segmentinde muskülaris proprianın sirküler kas taba­
la tü rle ri invaziv olup, eksüdatif kanlı ishale (dizanteri) ne­
kasında h ip e rtro fi sık görülen b ir özelliktir. D ivertikül obst-
den olurlar. Salmonella enfeksiyonu gıda zehirlenmesinin
rüksiyonu inflam atuar değişikliklere yol açarak, d ive rtik ü ­
en sık nedenidir. S.typhi sistemik hastalığa (tifo) yol açar.
lit ve pe rid ivertikü lite neden olur. D ivertikül duvarı muskü­
• Psödomembranöz kolit, çoğunlukla antibiyotik tedavisi ile
laris m ukoza ve ince b ir subserozal yağ dokusu tarafından
tetiklenir. A ntib iyo tik tedavisi, normal mikrobial floraya ha­
desteklendiğinden, inflamasyon ve ob strü kte divertikü l için­
sar vererek C. difficile’nin kolonize olup üremesine zemin
deki basınç artışı perforasyona yol açar. Perforasyon ol­
oluşturur. Organizma epitelyal fonksiyonları bozan bir to k ­
sun ya da olmasın, tekrarlayan d iv e rtik ü litle r segmental ko­
sin salgılar. O rtaya çıkan inflamatuar cevap, nötrofillerin ko-
lite, kolon duvarında ve çevresinde fib ro tik kalınlaşmalara
lonik kriptlerden volkan benzeri fışkırması ile karakterize
ya da s trik tü r oluşumuna neden olabilir. Perforasyon nede­
mukopürulan psödomembranların oluşumuna yol açar.
niyle abseleşmeler, sinüs tra ktı gelişimleri ve bazen p e rito ­
• Rotavirüs, ağır çocukluk çağı ishalinin ve ishal nedenli
nit meydana gelebilir.
ölüm lerin en sık nedenidir. İshal m atür enterositlerin kay­
bına sekonder olarak gelişir ve sonuçta sekresyona ek ola­
rak malabsorpsiyon da meydana gelir.
• Parazitik ve protozoal enfeksiyonlar, dünya nüfusunun yarı­
sından fazlasını kron ik ya da nükslü bir şekilde etkilem ek­ K lin ik Ö ze llikle r
tedir. Divertiküler hastalığı olan çoğu kişide hastalık hayat bo­
yu asemptomatik kalır. Bu kişilerin yaklaşık %20'sinde ise
tekrarlayan kramp şeklinde ağrılar, devamlı alt batın ra­
BAĞIRSAĞIN İNFLAMATUAR hatsızlığı, kabızlık ve ishal görülür. Uzun süreli çalışma-
HASTALIKLARI
Sigmoid Divertikülit
Genelde divertiküler hastalık, kolon mukoza ve submu-
kozasınm edinsel psödodivertiküler keseleşmeleri anla­
mına gelmektedir. Bu tür kolonik divertiküller, 30 yaşın­
dan genç kişilerde nadir olarak görülür. Ancak 60 yaşı
geçmiş yetişkin Batı popülasyonlarmda prevalansı
%50'ye ulaşmaktadır. Divertiküller genellikle multipldir
ve bu durum divertikiilozis olarak adlandırılır. Bu hastalık
Japonya'da ve endüstriyelleşmemiş ülkelerde muhteme­
len diyete bağlı faktörler nedeniyle çok daha az görülür.

PATO G EN EZ
Kolon d ive rtikü lle ri sigmoid kolondaki artmış intraluminal
basınç varlığında gelişme gösterm eye eğilimlidir. Bunda ko­
londaki muskularis proprianın kendine has yapısının da et­
kisi vardır. Kolon muskularis propriasında, sinirler, arteryal
vazarekta ve bunların bağ dokusundan oluşan kılıfları iç sir­
küler kas tabakasını delerek geçer ve kas dokusu duvarda
kesintiler oluşturur. Bağırsağın diğer bölgelerinde bu boş­
luklar muskularis proprianın eksternal longitüdinal kas ta­
bakası tarafından desteklenir. Ancak kolonda bu kas taba­
kası kesintilidir ve ten ya ko li adı verilen üç bandı oluştura­
cak şekilde b ir araya gelmiştir. A bartılı peristaltik kasılmalar Resim 14-25 Sigmoid divertiküler hastalık. A , Düzenli dağılım
ve gayta m iktarının azalmasına yol açan düşük lifli diyetler gösteren, gayta ile dolu divertiküller. B, Muskülaris propria altında
mukoza çıkıntısı izlenen kesiti. C, Sigmoid divertikülünün küçük
sonucu barsak segm entlerinin spazm odik sekestrasyonu
büyütmedeki mikroskopik görünümü. Muskülaris propria içerisin­
nedeniyle lümen içi basınç yükselebilir.
den mukoza ve submukozanın çıktığı izlenmekte.
Bağırsağın İnflamatuar Hastalıkları 587

lar, divertiküllerin erken dönemde regrese olabileceği gi­ Tablo 14-5 Crohn Hastalığı ile Ülseratif Kolit Arasındaki Farklar
bi, zaman içinde sayıca arttığım ve boyutlarının büyüdü­ Ö zellik Crohn Hastalığı Ülseratif K olit
ğünü göstermiştir. Yüksek lif içerikli diyetin bu progres-
yonu önleyip önlemediği ya da divertikülitten koruyup Makroskopik
korumadığı kesin olarak bilinmemektedir. Divertikülit Etkilenen bağırsak ileum ± kolon Sadece kolon
gelişse bile, sıklıkla spontan olarak ya da antibiyotik teda­ bölgesi
visinden sonra iyileşir ve az sayıdaki hastada cerrahi giri­ Rektal tutulum Bazen Her zaman
şim gerekir. Dağılım Atlayan lezyonlar Diffüz
Striktür Evet Nadir
Bağırsak duvarı Kalın ince
Q ÖZET
gorunumu
Sigmoid Divertikülit İnflamasyon Transmural Mukoza ve submukozada
sınırlı
• Sigmoid kolonun divertiküler hastalığı, Batı toplum larında
Psödopolipler Orta derecede Belirgin
60 yaş üzerinde oldukça sıktır. E tiyolojik fa k tö rle r arasın­
da düşük lif içerikli diyetler, kolon spazmı ve kolonun Ülserler Derin, bıçak Yüzeyel, geniş tabanlı
kendine has anatom ik yapısı sayılabilir. D ive rtikü l infla- benzeri
masyonu, divertikülit, divertikülozis hastalarının küçük bir Lenfoid reaksiyon Belirgin O rta derecede
bölüm ünde görülür, fakat en ağır form unda perforasyo- Fibrozis Belirgin Hafif ya da yok
na neden olabilir. Serozit Belirgin Yok
Granülomlar Evet (-35%) Hayır
İnflamatuar Bağırsak Hastalığı Fistüller/sinüsler Evet Hayır
Klinik
İnflamatuar bağırsak hastalığı (IBH) immün sistemin mu­
Perianal fistüller Evet(kolon Hayır
kozada uygunsuz aktivasyonundan kaynaklanan kronik
hastalığında)
bir durumdur. IBH başlıca iki antiteyi içerir: Crohn has­
Yağ/vitamin Evet Hayır
talığı ve iilseratif kolit. Ülseratif kolit ile Crohn hastalığı malabsorpsiyonu
arasındaki ayrım, büyük oranda etkilenen bölgelerin da­
Malignite Kolon Evet
ğılımına ve hastalığın bu bölgelerdeki morfolojik sonuç­ potansiyeli tutulumunda
larına bağlıdır (Resim 14-26; Tablo 14-5). Ülseratif kolit,
Cerrahiden Sık Yok
kolon ve rektumda sınırlıdır ve sadece mukoza ve submuko- sonra nüks
zayı etkiler. Diğer taraftan, bölgesel enterit olarak da adlan­ Toksik megakolon Hayır Evet
dırılan (ileum tutulumunun sık olması nedeniyle) Crohn
N O T : T e k b ir olg u d a bu ö z e llik le rin hepsi b ird e n olm ayabilir.
hastalığı gastrointestinal kanal boyunca herhangi bir bölgeyi
tutabilir ve sıklıkla transmuraldır.

CROHN HASTALIĞI ÜLSERATİF KOLİT E p id e m iyo lo ji


Hem Crohn hastalığı, hem de ülseratif kolit, kadınlarda
daha sık olup, genellikle adolesan ya da genç erişkin dö­
nemde prezante olur. Batının endüstriyelleşmiş toplumla-
rmda, IBH en sık beyazlarda görülür ve Birleşik Devlet-
ler'de Avrupa kökenli Yahudilerde (Aşkenazi) 3-5 katı da­
ha sıktır. Bu eğilim, en azından kısmen "Patogenez" baş­
lığı altında değinilecek olan genetik faktörlere bağlıdır.
Coğrafi dağılımı oldukça değişkendir, ancak en sık olarak
Kuzey Amerika, Kuzey Avrupa ve Avustralya'da görülür.
Tüm dünyada IBH insidansı artarken, tarihsel olarak dü­
şük insidanslı olduğu bilinen bölgelerde bile daha sık gö­
rülür hale gelmektedir. Hijyen hipotezi, bu insidans deği­
şikliklerinin gıda saklama yöntemlerinin gelişmesi ve yi­
yecek kontaminasyonunu azaltması ile ilişkili olduğunu
savunmaktadır. Bu teori, özellikle hijyenik koşulların dü­
zelmesine bağlı olarak enterik enfeksiyonların azalan sık­
lığının, mukozal immün cevabın sınırlanmasını sağlayan
düzenleyici mekanizmaların yaşantın erken dönemlerin­
Transm ural inflamasyon de yetersiz gelişmesine neden olduğunu savunmaktadır.
Ülserasyonlar Sonuç olarak, hayatın ilerleyen dönemlerinde, duyarlı ki­
Fissürler şilerin normalde zararsız olan mikroplara maruz kalması
Resim 14-26 inflamatuar bağırsak hastalığında lezyonların dağılı­ uygunsuz immün cevabı tetiklemekte, intestinal epitelyal
mı. Crohn hastalığı ile ülseratif kolit arasındaki ayrım başta m or­ bariyer fonksiyonu kaybına bağlı olarak da bu immün ce­
foloji temel alınarak yapılır. vap kalıcı olmaktadır. Bu konuda birçok ayrıntı eksik ol­
588 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

sa da, hayvan modellerinden ve insanlar üzerindeki göz­ po lim o rfizm in in Crohn hastalığı patogenezine katkıda
lemlerden elde edilen bazı veriler, akut enfeksiyöz gastro- bulunma mekanizması her ne olursa olsun, N 0 D 2 mu-
enteritin İBH gelişimi riskini artırmasının hijyen hipotezi tasyonu taşıyan kişilerin % 1 0 ’ undan azında hastalığın ge­
ile uyumlu olduğunu göstermektedir. liştiği bilinm elidir. Ayrıca C rohn hastalığı olan A frikalı ve
Asyalı hastalarda N 0 D 2 mutasyonu yoktu r.
Son yıllarda, te k nükleotid po lim o rfizm le rin i incele­
yen Tüm -G enom İlişkilendirme Çalışmaları (G enome-
O PATO G EN EZ
W id e Association Studies-G W A S ) çalışma alanını İBH
İB H ’ nin nedeni ya da nedenleri hala kesin olara k bilinme­ bağlantılı genleri de kapsayacak şekilde genişletmiştir.
m ektedir. Ancak, çoğu araştırm a cı İB H ’nin ko n a k ile G W AS tarafından tanımlanan genlerin sayısı hızla a rt­
intestinal flo ra arasın d aki hatalı e tkileşim in , intes­ m aktadır (şimdiden 3 0 ’dan fazla). N O D 2’ yle birlikte,
tinal epitelyel disfonksiyonun ve a b e rra n t m ukozal Crohn hastalığı ile ilişkili diğer iki önem li gen, otofago-
im m ün cevabın kom binasyonunun bir sonucu oldu­ zom yolağının b ir parçası olan ve intrasellüler bakterile­
ğuna inan m aktad ır. Bu görüş epidem iyolojik, genetik ve re karşı konak hücre yanıtında k ritik önem e sahip
klinik çalışmalar ve laboratuvar m odellerinde elde edilen ATG16L1 (otofaji ilişkili 16 benzeri-1) ile yine otofajide ve
ve rile r tarafından desteklenm ektedir (Resim 14-27). intrasellüler ba kterilerin yokedilm esinde etkin IRGM
• G en etik . Hastalığa yakalanmış bir aile ferdi varsa, has­ (im m ünite ilişkili GTPaz M) genidir. N 0 D 2 , ATG16L1 ve
talık riski artar. C rohn hastalığında m onozigotik ikizler­ IRG M birden fazla hücre tipinde eksprese edilir. Bu gen­
de uyum luluk oranı yaklaşık % 5 0’dir. Bunun tam tersi, lerin Crohn hastalığı patogenezindeki kesin rolü henüz
ülseratif kolitte m on ozigotik ikizler arasındaki uyum lu­ tam olarak tanımlanmamıştır. intrasellüler patojenlerin
luk ise sadece % 16’dır. Bu, İB H ’nin bu form un da gene­ tanınmasında ve bunlara verilen cevapta rolü olan
tik fa ktö rle rin etkinliğinin daha az olduğunu gösterm ek­ ATG16L1 ve IR G M , tıpkı N 0 D 2 gibi, luminal bakterilere
tedir. verilen uygunsuz immün cevabın İBH patogenezinde
Etkilenen ailelerde yapılan m oleküler bağlantı analiz­ önemli oiduğu teorisini desteklem ektedir. Bu genlerin
leri, C rohn hastalığında N 0 D 2 ’ nin (dom ain 2 ’yi bağla­ hiçbiri ülseratif ko lit ile ilişkili değildir.
yan nükleotid oligom erizasyonu) b ir duyarlılık geni oldu­ • M ukozal im m ün cevap. H e r ne kadar mukozal immü-
ğunu gösterm iştir. N 0 D 2 , intrasellüler bakteriyal b ir nitenin hangi mekanizmalarla ülseratif k o lit ve Crohn
peptidoglikana bağlanan ve NF-ıcB’yi aktive eden b ir hastalığı patogenezinde etkin olduğu tam olarak açıkla­
proteini kodlar. Hastalıkla ilişkili olan N 0 D 2 varyantları­ namamış olsa da, im m ünsupresif (bağışıklık baskılayıcı)
nın luminal m ikropları tanımada ve onlarla savaşmada ve im m ün regülatuar (bağışıklık düzenleyici) ajanlar İBH
daha az etkin olduğu savunulmaktadır. M ikro p la r bu şe­ tedavisinde başlıca yere sahiptir. T helper hücrelerinin
kilde lamina propriaya girm ekte ve inflam atuar reaksi­ T h 1 tipi yönünde polarizasyonu C rohn hastalığında iyi
yonları başlatmaktadırlar. D iğer ve rile r de N 0 D 2 ’ nin lu­ bilinen b ir özelliktir. Yeni ve rile r T H17 T hücrelerinin de
minal m ikropların fazla aktive olmasını önlem eyi amaçla­ hastalık patogenezinde yeri olduğunu gösterm iştir. Bu­
yan im m ün cevabı düzenlediğini gösterm ektedir. NOD2 nunla uyum lu b ir bilgi de, IL-23 reseptöründeki belli po-
lim orfîzm lerin Crohn hastalığından ve ülseratif kolitten
(IL-23 reseptörü T H17 hücrelerinin gelişiminden ve de­
vamından soru m lud ur) korunm a sağlamasıdır. IL-23 re­
septör p o lim o rfizm le rinin sağladığı koru m a ve anti-TNF
tedavisinin ülseratif kolitli bazı hastalardaki kabul gören
etkinliği, T H1 v e T H17 hücrelerinin rolünü desteklem ek­
tedir.
Bazı veriler, ülseratif ko litte ki patojenik immün ce­
vapta belirgin b ir T H2 kom ponenti olduğunu göster­
m ektedir. Ö rneğin, m ukozadaki IL-23 üre tim i ülseratif
kolitte ve daha az oranda C rohn hastalığında artar. Bu­
nunla birlikte, T H2 hücrelerinin İBH patogenezindeki pa­
toje nik rolü hala tartışmalıdır. IL-10 geni ve IL-10 resep­
tö r geni olan IL-10R genindeki p o lim o rfiz m le r ülseratif
kolitle (C ro hn hastalığı ile değil) bağlantılı bulunmuştur.
Bu bulgu İBH patogenezindeki im m ün düzenleyici sinyal­
lerin önem ini vurgulam aktadır.
Genel olarak, mukozal im m üniteyi aktive eden ve
im münregulasyonu baskılayan düzensizliklerin ülseratif
ko lit ve C ro hn hastalığı gelişiminde rolü vardır. Bağışıklı­
ğın doğal ve adaptif kollarının rö la tif rolü konusunda yo­
ğun çalışmalar devam etm ektedir.
• Epitelyal d e fe ktler. Ü lseratif ko litte ve C rohn hastalı­
ğında çeşitli epitelyel defektlerin varlığı tanımlanmıştır.
Ö rneğin, C rohn hastalığı olan kişilerde ve onların sağlık­
lı birinci derece akrabalarında intestinal epitelyal sıkı
bağlantı bariyer fonksiyonunda de fektler vardır. Bariyer
Resim 14-27 İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH) patogenezi mo­ fonksiyon bozukluğu, hastalık ilişkili spesifik N 0 D 2 poli-
deli. Hem Crohn hastalığı hem de ülseratif kolit açısından gösteril­ m o rfizm le rin e eşlik etm ektedir. Deneysel modeller, ba­
miştir.
Bağırsağın İnflamatuar Hastalıkları 589

riye r disfonksiyonunun doğal ve adaptif mukozal im m ü- Crohn Hastalığı


niteyi aktive ettiğini ve kişiyi hastalığa duyarlı kıldığını Bölgesel enterit olarak da bilinen Crohn hastalığı, gastro­
gösterm iştir, ilginç olarak, luminal m ikrobial flo ra içeriği­ intestinal kanalın herhangi bir bölgesini tutabilir.
nin yapısını etkileyen antim ikrobial peptidler içeren Pa-
neth hücre gra nü lle ri, ATG16L1 mutasyonu taşıyan
Crohn hastalarında anorm aldir. Sonuç olarak, bu bulgu,
epitel ile m ikrobial flo ra arasındaki kusurlu feedback
mekanizmasının hastalık patogenezisinde potansiyel bir MORFOLOJİ
rolü olduğunu gösterm ektedir. C rohn hastalığı, prezantasyon sırasında en sık olarak te r ­
• M ikrobial flo ra. Gastrointestinal lumendeki m ikrobial m inal ileum u, ileoçekal valv bölgesini ve çekumu tu­
organizm alarin m iktarı çok büyüktür; kolonda 1 0 12 o r- tar. Olguların yaklaşık % 4 0’ ında hastalık ince bağırsakta sı­
ganizm a/m L fekal materyal (fekal materyalin % 5 0 ’si) nırlıdır. İnce bağırsak ve kolonun ikisinin birden tutulum u
seviyesine kadar ulaşır. Bu büyük m iktarı hücre başına ise hastaların % 3 0 ’unda görülür. Olguların geri kalanı sa­
değerlendirecek olursak, vücudum uzun sadece % 10’ u dece kolon tutulum u gösterir. C rohn hastalığının karakteri-
insan hücresidir. Bu m ikrobial popülasyonun içeriği kişi­ ze özelliği olan atlayan (sk ip ) lezyo nlar, birbirlerin de n
den kişiye, ayrıca diyete ve hastalıklara göre fa rk la r gös­ ayrı, keskin sınırlı m ultipl tutulum bölgeleridir ve bunlar
terir. intestinal m ikrobial floranın İBH patogenezinde ye­ hastalığın ülseratif kolitten ayrımında yardımcı özellikler­
ri olduğuna dair ve rile r her geçen gün artsa da, bunların dendir. S triktü rle r sık g ö rü lü r (Resim 1 4 -2 8 , A).
kesin rolü hala tam olarak açıklanamamıştır. M etronida- En erken lezyon olan aftö z ülser, ilerleyebilir ve lez­
zol gibi bazı antibiyotikler, Crohn hastalığında rem isyo- yonlar birleşerek bağırsak ekseni yönünde uzanan yılansı
nun devamlılığını sağlamada yararlıdır. Devam eden ça­ ülserler oluşturur. Ödem ve norm al mukozal kıvrım ların
lışmalar, p ro b iy o tik ya da yararlı ba kteriler içeren karı­ kaybı sıktır. Arada kalan mukozanın korunması, hastalıklı
şımların da deneysel m odellerde ve bazı İBH hastaların­ bölgelerin norm al mukoza seviyesinden daha derin olması
da hastalığa karşı etkin olduğunu savunmaktadır. Ancak nedeniyle kaba yapılı kald ırım taşı görünüm ü meydana
bu durum dan sorum lu olan mekanizma henüz anlaşıla­ gelir (Resim 14-28, B). M ukoza kıvrım ları arasında fissür-
mamıştır. Ber sık g ö rü lü r ve derine doğru ilerleyip perforasyon ya da
intestinal m ikrobial floranın, epitelyal fonksiyonun ve mu­ fistül yolları oluştururlar. Transmural ödem , inflamasyon,
kozal im m unitenin oynadığı rolleri ortaya koyan b ir m odel, submukozal fibrozis ve muskülaris p ro p ria h ipe rtro fisi ne­
luminal bakteriyal kom ponentlerin transepitelyal geçişinin deniyle, bağırsak duvarı kalınlaşmıştır. Bunların hepsinin
doğal ve adaptif immun cevapları aktive ettiğini gösterm iş­ birden s trik tü r oluşumunda yeri vardır. Yaygın transm ural
tir. G enetik olara k duyarlı bir konakta, T N F ve diğer im­ hastalığı olan olgularda, m ezenterik yağ dokusu sıklıkla se-
mun aracılı sinyaller epiteli sıkı bağlantı geçirgenliğini a rtır­ rozal yüzeye doğru ilerle r (yayılan yağ-creeping fat)
ması için uyarır. Bu, luminal materyalin içeri geçişinin daha (Resim 1 4 -2 8 , C).
da artmasına neden olur. Bütün bu olaylar, herhangi bir A k tif Crohn hastalığının m ikro sko p ik özellikleri arasın­
bölgedeki b ir uyaranın İB H ’yi başlatması için kendi kendine da, k rip t epitelini infiltre eden ve hasarlayan yoğun n ö tro fil
işleyen bir döngü meydana getirir. H e r ne kadar bu m odel, varlığı sayılabilir. K rip t içinde n ö tro fil topluluklarının varlığı
İBH patogenezinin anlaşılmasında yararlı olsa da, bazı fak­ k rip t absesi olarak adlandırılır. Bu özellik sıklıkla k rip t ha-
tö rle rin neden hastalıkla ilişkili olduğu bilinm em ektedir. rabiyeti ile birliktedir. Crohn hastalığında ülserasyon da sık­
Ö rneğin, apandisit ülseratif ko lit gelişimi riskinin daha dü­ tır. Ülserli ve normal mukoza arasında keskin bir geçiş var­
şük olmasını sağlamaktadır. Tütün kullanımının da İBH riski dır. K rip t harabiyeti ve rejenerasyonu döngüsü m ukoza
üzerinde etkisi vardır. Şaşırtıcı şekilde, Crohn hastalığı riski yapısında düzensizliğe yol açar; norm alde düzgün ve
sigara içimiyle artm akta , ülseratif kolit riskiyse azalmakta­ birbirine paralel uzanan k rip tle r düzensiz dallanmalar gös­
dır. te rir ve b irbirlerin e göre farklı yönlerde uzanırlar (Resim

Resim 14-28 Crohn hastalığının makroskopik patolojisi. A , ince bağırsakta striktür. B, Lineer mukoza ülserleri ve kalınlaşmış bağırsak
duvarı. C, İlerleyen yağ (“ creeping fat” ).
590 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

da emosyonel stres, spesifik diyet ürünleri ve sigara gibi


çeşitli dış tetildeyiciler ile olur.
Kolon tutulumu olan hastalarda demir eksikliği ane­
misi gelişebilir. Yaygın ince bağırsak tutulumu ise serum
protein kaybı ve hipoalbüminemi, genel besin malab-
sorpsiyonu ya da B12 vitamini ve safra tuzları malab-
sorpsiyonu ile sonuçlanabilir. Özellikle terminal ileum-
da striktürler sık görülür ve cerrahi müdahele gerektirir­
ler. Hastalık sıklıkla anastomoz bölgesinde nüks eder;
bu hastaların %40 kadarında ise 10 yıl içinde ek rezeksi-
yonlara gerek duyulur. Bağırsak segmentleri arasında
fistüller gelişir. Ayrıca, mesane, vagina, abdominal ya da
perianal deriye de fistülleşme olabilir. Perforasyonlar ve
perianal abseleşmeler sık görülür.
Ekstraintestinal Crohn hastalığı tutulumu, üveyit, ge­
zici (migratuar) poliartrit, sakroileit, ankilozan spondilit,
eritema nodozum ve parmak uçlarında clubbing şeklinde
kendini gösterir. Bunlardan herhangi biri intestinal has­
talık tanınmadan önce de gelişebilir. Crohn hastalığında
perikolanjit ve primer sklerozan kolanjit de gelişebilir.
Ancak bunlar ülseratif kolitte daha sıktır. Daha sonra da
bahsedileceği gibi, uzun süreli kolonik Crohn hastalığı
olan hastalarda kolon adenokarsinomu riski artmıştır.

Ülseratif Kolit
Ülseratif kolit, Crohn hastalığı ile benzerlik gösterir. An­
cak ülseratif kolit kolon ve rektumda sınırlı bir hastalık­
Resim 14-29 Crohn hastalığının mikroskopik patolojisi. A , Tekrar­ tır. Ülseratif kolitin bazı ekstraintestinal sonuçları
layan hasar ve rejenerasyon nedeniyle oluşan gelişigüzel kript orga­
Crohn hastalığmmkiler ile örtüşebilir. Bunlar arasında
nizasyonu. B, Kazeifîkasyon göstermeyen granülom. C, Submukozal
ve serozal granülomlar (oklar) içeren transmural Crohn hastalığı.
migratuar poliartrit, sakroileit, ankilozan spondilit, üve­
yit, deri lezyonları, perikolanjit ve primer sklerozan ko­
lanjit sayılabilir.

1 4 -2 9 , A). K ro n ik tekrarlayan hasarın diğer b ir sonucu


olan epitel metaplazisi de genellikle gastrik antral benzeri
glandların varlığı (p sö d o p ilo rik m etaplazi) şeklindedir. N o r­ M ORFOLOJİ
malde Paneth hücresi içermeyen sol kolonda Paneth hüc­
Ü lseratif k o lit her zaman rektum u tu ta r ve kolonun bir bö­
re m etap lazisi görülebilir. Bu yapısal ve m etaplastik deği­
lümünü ya da tüm ünü tutacak şekilde proksim ale doğru
şiklikler, a k tif inflamasyon düzelse bile devam edebilir. Yıl­
devam eder. Atlayan lezyonlar y o k tu r (h e r ne kadar fokal
lar geçtikçe k rip t kaybı m ukoza atrofısi ile sonuçlanır.
apendiks ya da çekum inflamasyonu bazen görülse de).
Crohn hastalığının başlıca özelliklerinden olan kazeifika s-
Tüm kolon tutulum u pankolit olarak adlandırılır (Resim
yonsuz g ranülo m lar (Resim 1 4 -2 9 , B), olguların yakla­
1 4 -3 0 , A ). Rektum ya da rektosigm oidde sınırlı hastalık ül­
şık % 3 5’inde g ö rü lü r ve a k tif hastalık alanlarında ya da tu ­
se ra tif p ro k tit ya da ü lseratif proktosigm oidit adını
tulum olmayan bölgelerde bağırsak duvarında herhangi bir
alır, ince bağırsak norm aldir, ancak distal ileumda hafif bir
tabakada oluşabilir (Resim 1 4 -2 9 , C). Kütane granülom lar
mukozal inflamasyon, “ backwash ile it” , ağır pankolitli has­
nodüller oluşturabilir, bunlar yanlış b ir isim lendirm e olarak
talarda bazen görülebilir.
m e ta sta tik Crohn hastalığı olarak adlandırılırlar. Gra-
M akroskopik incelemede, tutulum lu kolon mukozası ha­
nülom ların yokluğu Crohn hastalığı tan ısın ı dışla­
fif kırmızımsı ve granüler gö rü n ü m lü d ü r ya da yaygın ola­
m a*.
rak geniş tabanlı ü lse rle r içerir. Hastalıklı ve sağlam ko­
lon bölgeleri arasında geçiş keskindir (Resim 1 4 -3 0 , B). Ül­
serler kolon eksenine paralel uzanırlar, ancak tip ik olarak
Crohn hastalığındaki gibi yılansı şekilli değildirler, izole reje-
K linik Ö z e llik le r ne ratif m ukoza adaları genellikle lumene doğru çıkıntı yapa­
Crohn hastalığının klinik sonuçları son derece değişken­ rak küçük yükseltiler oluştururlar. Bunlar psödopolip ola­
dir. Çoğu hastada, hastalık nispeten hafif ishal, ateş ve kamı rak adlandırılırlar. K ro n ik hastalık, m uko zal atrofi ve n o r­
ağrısı ile giden geçici ataklar şeklinde başlar. Hastaların yak­ mal kıvrım ları olmayan düz b ir mukozal yüzey ile sonuçla­
nır. C rohn hastalığından farklı olarak, m ural kalınlaşm a
laşık %20'sinde ise akut apandisit ya da bağırsak perfo-
y o k tu r, serozal yü zey n o rm ald ir ve s t rik t ü r gelişimi
rasyonunu taklit eden akut sağ alt kadran ağrısı, ateş ve
o lm az. Bununla b irlikte , inflamasyon ve inflam atuar med-
kanlı ishal ile prezante olur. Aktif hastalık dönemleri, ti­
y a tö rle r muskülaris propriaya zara r verebilir, nörom üskü-
pik olarak haftalar ya da aylar süren asemptomatik ara ler fonksiyonları bozabilir. Bu du rum , kolon dilatasyonuna
dönemler ile bölünür. Hastalık reaktivasyonu, fiziksel ya
Bağırsağın İnflamatuar Hastalıkları 591

ve ciddi perforasyon riski taşıyan to k sik megakolona yol İndetermine Kolit


açabilir. Ülseratif kolit ile Crohn hastalığı arasında histolojik ör-
Ü lseratif ko litte ki mukoza hastalığının histolojik özellik­ tüşme sık olarak görülür. İBH'li hastaların %10'unda ayı­
leri kolonik C ro hn hastalığınınkiler ile benzerdir. Bunlar, rıcı tanı mümkün değüdir. İndetermine kolit olarak ad­
inflam atuar infiltrasyon, k rip t abseleri, k rip t distorsiyonu ve landırılan böyle olgularda ince bağırsak tutulumu yok­
epitelyal m etaplazidir. Ayrıca, atlayan lezyonlaı* y o k tu r tur ve kolon tutulumunun devamlılık gösteren paterni
ve inflam asyon genel o lara k m uko za ve yü zeyel sub- ülseratif kolit düşündürür. Ancak, yama tarzı tutulum,
m uko zada sın ırlıd ır (Resim 1 4 -3 0 , C). A ğır olgularda
fissürler, Crohn hastalığı aile hikayesi, perianal lezyon-
m ukoza hasarına submukozadan daha derine uzanan ülser­
lar, hastalığın sigaraya başlanmasından sonra ortaya çık­
le r eşlik eder, ancak muskülaris p ro p ria tutulum u nadiren
ması ya da ülseratif kolite tipik olmayan diğer bulgular
görülür. Submukozal fibrozis, mukozal atrofî ve mukoza
bu tanıyı kuşkulu kılar. Ülseratif kolit ile Crohn hastalı­
yapısında düzensizlik iyileşmiş hastalığın bıraktığı kalıntı bul­
gulardır. A ncak histo lo jik patern, uzun remisyon dönem in­
ğı tedavileri arasındaki geniş örtüşme sayesinde indeter­
den sonra norm ale yakın b ir görünüm dedir. G ranü lom lar
mine kolit tamlı hastalar etkin şekilde tedavi edilebilir­
görülm ez. ler. Ancak, hastaları tam olarak kategorize etmek, müm­
kün olduğunda tercih edilen bir şeydir. Çünkü ülseratif
kolit ile Crohn hastalığının yeni medikal ve cerrahi teda­
vileri birbirlerinden farklıdır.
K linik Ö ze llikle r
Ülseratif kolit, ipliğimsi mukoid materyal içeren kanlı is­ Kolit İlişkili Neoplazi
hal atakları ve defekasyon ile geçici olarak iyileşen alt Ülseratif kolit ve kolonik Crohn hastalığının uzun dönem
abdominal ağrı ve kramplar ile giden nükslü bir hasta­ komplikasyonlarından en korkulanı neoplazi gelişimidir.
lıktır. Bu semptomlar düzelene kadar günler, haftalar ya Barrett özofagusu ve kronik gastritte olduğu gibi, bu
da aylar geçebilir ve bazen en baştaki atak medikal ya da proçesin başlangıç noktası olan displazi, tam olarak ge­
cerrahi acil müdaheleyi gerektirecek kadar ağır olabilir. lişmiş karsinoma gidişte bir aşamadır. Displazi riski çe­
Hastaların yarıdan fazlasında hastalık oldukça hafiftir, şitli faktörlere bağlıdır:
hemen hemen hepsinde de 10 yıllık dönem boyunca en • Risk, hastalığın başlamasından 8-10 yıl sonra aniden
az bir tekrarlama görülür, intestinal hastalık kolektomi artış gösterir.
ile tedavi edilebilir, ancak hastalığın ekstraintestinal so­ • Pankolitli hastalarda, sadece sol tarafta hastalığı olan­
nuçları devam eder. lardan daha yüksek bir risk sözkonusudur.
Ülseratif koliti tetikleyen faktörler tam olarak bilin­ • Aktif inflamasyonun (nötrofillerin varlığı ile karakteri-
memektedir. Ancak, daha önce de belirtildiği gibi, bazı zedir) sıklığı ve şiddeti ne kadar fazlaysa risk de o ka­
olgularda hastalık enfeksiyöz enteritin ardından gelişir. dar yüksektir. Bu, inflamasyonun karsinogeneze fırsat
Bazı hastalarda da semptomların başlangıcının sigarayı tanıyan etkisini gösteren diğer bir örnektir (Bölüm 5).
bıraktıktan hemen sonra geliştiği ve sigaranın semptom­ Neoplazinin erken tanısını sağlayabilemek için, hastalar
ları kısmen rahatlattığı bildirilmektedir. Ne yazık ki, ni­ İBH tanısından yaklaşık 8 yıl sonra izlem programına alı­
kotinin terapötik ajan olarak denendiği çalışmalar hayal nırlar. Bu yaklaşımın başlıca istisnası, primer sklerozan
kırıklığı ile sonuçlanmıştır. kolanjitli hastalardır. Bu hastalar displazi gelişimi açısm-

Resim 14-30 Ülseratif kolit patolojisi. A , Pankolitli bir total kolektomi piyesinde çekumda (sol) granüler mukoza ve distalde (sağ)
düzleşmiş atrofik mukoza. B, A k tif ülseratif kolitli (altta) ve normal (üstte) mukoza arasındaki keskin sınır. C, Bu tam kat histolojik kesit
hastalığın mukozada sınırlı olduğunu gösteriyor. Resim 14-28, C ile karşılaştırın.
592 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

dan daha yüksek riske sahiptirler ve genellikle tanı konar duvarda inflamatuar lezyondan oluşan klinik triad ile
konmaz izlem programına alınırlar. İzlem, düzenli ve faz­ prezante olurlar. Altta yatan neden anorektal sfinkterin
la sayıda mukoza biyosisi gerektirdiği için maliyetlidir. gevşeme sorunudur. Bu durum, anterior rektal çıkıntıda
Çoğu olguda, displazi mukozada makroskopik olarak keskin bir açı yaratarak, yüzeydeki rektal mukozada
anormal yapıda gözlenmeyen düzgün alanlarda gelişir. tekrarlayan abrasyona ve ülserasyona neden olur. Kro­
Bu nedenle, normal görünümlü dokudaki tanı sensitivite- nik hasar ve iyileşme döngüsü, inflamasyonlu ve reaktif
sini artırmak için ileri endoskopik görüntüleme teknikle­ mukozal dokudan meydana gelen polipoid kitle
ri deneysel olarak kullanılmaya başlamıştır. oluşumuna yol açar.
İBH ilişkili displazi, histolojik olarak düşük dereceli ve
yüksek dereceli displazi olarak sınıflanır. Yüksek derece­
li displazi varlığı aynı alanda ya da kolonda başka bir Hamartomatöz Polipler
alanda invaziv karsinom varlığı ile ilişkili olabüir. Bu ne­
Hamartomatöz polipler sporadik olarak ya da çeşitli ge­
denle, değişim multifokal ise kolektomiyi gerektirir. Dü­
netik ve edinsel sendromların bir komponenti olarak
şük dereceli displazi, çeşitli klinik faktörlere bağlı olarak,
meydana gelir. (Tablo 14-6). Daha önce de bahsedildiği
ya kolektomi ile tedavi edilir, ya da yakından izlemi yapı­
gibi, hamartomlar, polibin geliştiği bölgede normalde bu­
lır. İBH'li hastalarda kolon adenomları (daha sonra bah­
lunan matür hücre tiplerinden meydana gelen tümör
sedilecek) da görülebilir. Bazı olgularda bunları İBH ne­
benzeri disorganize büyümelerdir. Hamartomatöz poli-
denli polipoid displazi odaklarından ayırmak zor olabilir.
pozis sendromları nadir görülür, ancak intestinal ve ekst­
raintestinal sonuçları, ve aile bireylerini tarama gereği ne­
deniyle bunları tanımak önemlidir.
O ÖZET^ __ ___ _
İnflamatuar Bağırsak Hastalığı Jüvenil Polipler
Jüvenil polip, en sık görülen polip tipidir. Sporadik ya da
• İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH) terimi, Crohn hasta­ sendromik olarak gelişirler. Yetişkinlerde görülen spora­
lığı ve ülseratif koliti kapsayan bir şemsiyedir. dik formu bazen, özellikle de yoğun inflamatuar infilt-
• Crohn hastalığı en sık olarak terminal ileum ve çekumu rasyon varlığında, inflamatuar polip adım alır. Jüvenil po­
tutar, ancak gastrointestinal kanalda herhangi bir bölge liplerin büyük bir bölümü 5 yaşından küçük çocuklarda
tutulabilir. Atlayan lezyonlar ve kazeifikasyonsuz granü-
görülür. Jüvenil polipler karakteristik olarak rektumda loka-
lomlar sıktır.
lizedirler ve çoğu rektal kanamayla kendini gösterir. Ba­
• Kolonda sınırlı olan ülseratif kolit, rektumdan itibaren zı olgularda prolaps olur ve polip anal sfinkterden dışa­
devamlıdır ve sadece rektum tutulumundan pankolite ka­
rı doğru uzanır. Sporadik jüvenil polipler genellikle soli-
dar değişen farklı yaygınlıkta hastalık olabilir. Atlayan lez­
terdir, ancak otozomal dominant jüvenil polipozis send-
yonlar ve granülomlar y o k tu r
romu olan kişilerde, sayıları 3 ile 100 arasında değişir.
• Crohn hastalığının da, ülseratif kolitin de ekstraintestinal
Jüvenil polipoziste polip ülserasyonu nedeniyle meyda­
sonuçları vardır.
na gelen kanamayı kontrol altına alabilmek için kolekto­
• 8-10 yıldan uzun süreli İBH’si olan hastalarda kolonda mi gerekebilir. Bu poliplerin çok az bir kısmında (bunla­
epitelyal displazi ve adenokarsinom riski artmıştır.
rın çoğu sendrom ile ilişkilidir) displazi gelişir. Jüvenil
polipozis sendromunda kolon adenokarsinomu gelişimi
riski yüksektir.

KOLON POLİPLERİ VE NEOPLASTİK


HASTALIKLARI M OR FO LO Jİ
En sık olarak kolonda görülen polipler, özofagus, mide ve Tek sporadik p o lip le r ile sendrom ik jüvenil polipler benzer
ince bağırsakta da bulunabilirler. Sapı olmayanlar sesil yapıdadır. T ip ik olara k çapları 3 cm ’yi geçmeyen, pedünkül­
olarak adlandırılırlar. Sesil polipler büyürken, polipe lü, düzgün yüzeyli, kırmızımsı lezyonlardır ve kesit yüzeyle­
komşu hücrelerin proliferasyonu ve polibin yaptığı lumi­ rinde kara kte ristik kistik boşluklar içerirler. M ikroskopik
nal çıkıntının traksiyon etkisi nedeniyle sap oluşabilir. incelemede, boşluklar müsin ve inflam atuar debri ile dolu
Saplı polipler pedünküllü olarak adlandırılırlar, intestinal glandlar olarak gözlem lenirler (Resim 1 4 -3 1 , A). Bazı veri­
polipler genelde non-neoplastik ve neoplastik olarak iki­ ler, polip gelişimindeki başlangıç olayının mukozal hiperpla-
ye ayrılır. En sık görülen neoplastik polip, kansere dönüş­ zi olduğunu gösterm iştir. Transform e edici büyüm e fa ktö rü
me riski taşıyan adenomdur. Non-neoplastik kolon polip­ |3 (TGF-P) gibi, hücresel büyüm e sinyallerini düzenleyen yo­
leri, inflamatuar, hamartomatöz ve hiperplastik olarak sı­ laklardaki mutasyonların otozom al dom inant jüvenil polipo­
zis ile ilişkili olduğunun keşfi de bu mekanizma ile uyumlu
nıflandırılırlar.
bir bulgudur.

İnflamatuar Polipler

Soliter rektal ülser serıdromunun bir parçasını oluşturan Peutz-Jeghers Sendromu


polip, saf inflamatuar olan lezyonlara bir örnektir. Has­ Nadir görülen otozomal dominant bir hastalık olan Pe­
talar rektal kanama, mukus akıntısı ve anterior rektal utz-Jeghers sendromu, multipl gastrointestinal hamarto-
Kolon Polipleri ve Neoplastik Hastalıkları 593

Tablo 14-6 Gastrointestinal (Gl) Polipozis Sendromları

Prezantasyon Bazı
Sırasındaki Ekstragastrointestinal
Sendrom Ortalama Yaş (yıl) Mutant Gen(ler) Gİ Lezyonlar Sonuçları
Peutz-Jeghers sendromu 10-15 LKB1/STK11 Dallanan polipler—ince Mukokütane pigmentasyon;
bağırsak > kolon > mide; artmış tiroid, meme, akciğer,
kolon adenokarsinomu pankreas, gonad ve mesane
kanseri riski
Juvenil polipozis <5 SMAD4, BMPR1A Jüvenil polipler; artmış mide, Pulmoner arteriovenöz
ince bağırsak, kolon ve malformasyonlar, parmaklarda
pankreas adenokarsinomu clubbing
riski
Cowden sendromu, <15 PTEN Hamartomatöz polipler, Benign deri tümörleri, benign ve
Bannayan-Ruvalcaba- lipomlar, gangliyonöromlar, malign tiroid ve meme lezyonları
Riley sendromu inflamatuar polipler; artmış
kolon kanseri riski
Cronkhite-Canada >50 Nonherediter Hamartomatöz kolon polipleri, Tırnak atrofisi, saç dökülmesi,
sendromu nonpolipoid mukozada kript anormal deri pigmentasyonu,
dilatasyonu ve ödemi kaşeksi, anemi
Tüberoz skleroz Bebeklikten TSCÎ, TSC2 Hamartomatöz polipler Fasyal anjiofibrom, kortikal
yetişkinliğe (rektal) tuberler, renal angiomiyolipom
Ailesel adenomatöz
polipozis (FAP)
Klasik FAP 10-15 APC, MUTYH Multipl adenomlar Konjenital RPE hipertrofisi
Atenue FAP 40-50 APC, MUTYH Multipl adenomlar
Gardner sendromu 10-15 APC, MUTYH Multipl adenomlar Osteomlar, dezmoidler, deri kistleri
Turcot sendromu 10-15 APC, MUTYH Multipl adenomlar MSS tümörleri, medulloblastom
M SS, m e rk e z i s in ir s is te m i; R P E, r e tin a l p ig m e n t e p ite li.

matöz polipler ve mukokütanöz hiperpigmentasyon ile



( j M ORFOLOJİ
karakterizedir ve kolon, pankreas, meme, akciğer, over,
uterus ve testis gibi çeşitli organların neoplazileri ve az H yperplastik polipler en sık sol kolonda bulunur ve tip ik
görülen diğer neoplazileri geliştirme riski taşır. Ailesel olarak çapları 5 m m ’yi geçmez. Mukozal kıvrım ların tepe­
Peutz-Jeghers sendromlu hastaların yaklaşık yarısında lerinde düzgün nodüler mukoza çıkıntıları şeklindedirler.
ve bazı sporadik sendromlu hastalarda, LKB1/STK11 ge­ Tek olabilirler, ancak daha sık olarak, özellikle sigmoid ko­
ninde germline heterozigot fonksiyon kaybı mutasyon- lon ve rektum d a m ultipldirler. H isto lo jik olarak, m atür
ları mevcuttur. Intestinal polipler en sık ince bağırsakta goblet hücrelerinden ve ab sorp tif hücrelerden oluşurlar. Bu
görülürler, ancak mide ve kolonda, nadiren de mesane hücrelerin dökülm elerinin gecikmesi yüzeyde serrated ya­
pılanmaya neden olan b ir kalabalıklaşmaya yol açar. Bu, hi­
ve akciğerlerde de gelişebilirler. Makroskopik inceleme­
pe rplastik poliplerin başta gelen m o rfo lo jik özelliğidir
de, büyük boyutta, pedünküllü ve lobüle yapıda gözle­
(Resim 1 4 -3 2 ).
nirler. Histolojik incelemede ise karakteristik bağ doku­
su, düz kas, lamina propria ve normal intestinal epitel
ile döşeli glandlardan oluşan organizasyon izlenir (Re­
sim 14-31, B). Adenomlar
Gastrointestinal kanaldaki herhangi bir neoplastik kitle­
Hiperplastik Polipler sel lezyon mukozal çıkıntı ya da polip oluşturabilir. En
sık görülen ve klinik olarak en önemli neoplastik polip­
Kolonun hiperplastik polipleri, tipik olarak hayatın al­ ler, kolorektal adenokarsinonılann çoğuna kaynaklık eden be­
tıncı ve yedinci dekadlarmda sıkça görülen epitelyal nign polipler olan kolon adenomlandvc. Yine de çoğu ade-
proliferasyonlardır. Hiperplastik poliplerin patogenezi nom adenokarsinoma ilerlemez.
tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak bu lezyonlarm olu­ Kolorektal adenomlar epitelde displazi varlığı ile karakte-
şumunun, epitelyal hücre döngüsünün yavaşlamasın­ rizedirler. Bu lezyonlar, sıklıkla pedünküllü küçük polip­
dan ve yüzey epitel hücrelerinin dökülmesindeki gecik­ lerden büyük boyutlarda sesil lezyonlara kadar değişken­
meden, böylece goblet hücrelerinin "birikimi"nden kay­ lik gösterirler. Cinsiyetler arası fark yoktur. Batı dünya­
naklandığı düşünülmektedir. sında yaşayan, 50 yaş ve üstü yetişkinlerin yaklaşık
Her ne kadar bu lezyonlar malignite potansiyeli taşı- %50'sinde adenom mevcuttur. Bu polipler kolorektal
masa da, histolojik olarak benzer lezyonlar olan ve ma­ kanser öncülü olduklarından, Birleşik Devletler'de 50 ya­
lignite potansiyeli taşıyan sesil serrated adenomlardan şından itibaren tüm yetişkinlere tarama amaçlı kolonos-
ayırıcı tanısının yapılması gereklidir. kopi yapılması güncel yaklaşımdır. Aile hikayesi olan ki-
594 B Ö L Ü M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Resim 1 4 -3 2 H iperplastik polipler. A , Polip yüzeyinde epitel hüc­


relerinin düzensiz çıkıntıları. B, Çıkıntılar epitelyal kalabalıklaşma­
nın sonucudur. C, Glandların kesitinde epitelyal kalabalıklaşmanın
neden olduğu serrated yapılanma.
Resim 14-31 H a m arto m a tö z polipler. A , Jüvenil polip. Yüzeyde­
ki erozyona ve mukus, n ö tro fille r ve debri ile dolu kistik dilate krip -
lere dikka t edin. B , Peutz-Jeghers polibi. Kompleks glanduler yapı­
lanma ve düz kas dem etleri Peutz-Jeghers poliplerinin jüvenil polip­
lerden ayrımında yararlıdır.
uzanan, belirgin kan damarları içeren ince fibrovasküler bir
sapa (Resim 1 4 -3 3 , C) sahiptirler, sap genellikle nonneop-
lastik epitel ile kaplıdır, ancak displastik epitel de bulunabi­
lir.
şilerde daha erken yaşta kolon kanseri gelişme riski ne­
A denom lar, yapısal özelliklerine göre tu b u ler, tubulo-
deniyle, bu kişiler akrabalarının tanı aldığı yaştan 1 0 yıl
villö z ve villö z olarak sınıflandırılırlar. Ancak bu kategori­
daha erken yaşta tarama programına alınırlar. Adenom-
ler sınırlı klinik öneme sahiptir. Tubuler adenom lar genellik­
lar Asya ülkelerinde daha az sıklıkla görülürken, bu ül­
le küçük yuvarlak tu b u le r glandlardan meydana gelen kü­
kelerde Batı tipi beslenme ve hayat tarzı yaygınlaştıkça, çük saplı p o lip le rd ir (Resim 1 4 -3 4 , A). V illöz adenom lar ise
(kolorektal adenokarsinomun artan insidansma paralel sıklıkla büyük ve sesil p o lip le rd ir ve ince villüsler ile kaplıdır­
olarak) adenom sıklığı da artmaktadır. lar (Resim 1 4 -3 4 , B). T ubulovillöz adenom lar tub ule r ve
villöz elemanlardan oluşur, invazyon odağı, villöz adenom-
larda tu b u le r adenomlardan daha sık olarak görülm ekle
b irlikte , polip boyutu açısından düşünüldüğünde villöz yapı­
lanma te k başına kanser riskini artırm az.
M ORFOLOJİ
Sessil serrated adenom ların histolojik özellikleri hi­
T ip ik adenom lar 0.3-10 cm çapında ve pedünküllü (Re­ perplastik p o lip le rinkiler ile örtüşür. Displazinin tip ik sitolo­
sim 1 4 -3 3 , A) ya da sessil yapıdadırlar. H e r iki tipte de yü­ jik özellikleri y o k tu r (Resim 1 4 -3 4 , D). Ancak, en sık ola­
zey, epitelyal büyüm e paterni nedeniyle kadifeye (Resim rak sağ kolonda görülen bu lezyonlar, geleneksel adenom­
1 4 -3 3 , B) ya da fram buaza benzer. H isto lojik olarak, epi­ lar gibi malignite potansiyeli taşırlar. Sessil serrated ade-
te lyal displazinin (Resim 1 4 -3 4 , C) başlıca sitolojik özel­ nom ların hiperplastik poliplerden ayrımında en yararlanılan
likleri nükleer hiperkrom azi, nükleer uzama ve stratifikas- histo lo jik özellik, serrated adenom larda k rip t bazali de da­
yondur. Bu değişiklikler en iyi adenomun yüzey kısmında hil olm ak üzere tüm gland uzunluğu boyunca serrated ya­
gözlem lenirler. Çünkü hücrelerin krip tte n göçü sırasında pılanma, k rip t dilatasyonu ve laterale doğru büyüme olma­
m aturasyon olmaz. Pedünküllü adenomlar, submukozadan sıdır (Resim 1 4 -3 4 , D). Bunun tam tersi olarak, hiperplas-
Kolon Polipleri ve Neoplastik Hastalıkları 595

Resim 14-33 Kolon adenomları. A , Saplı adenom (endoskopik görünüm). B, Kadifemsi yüzeye sahip adenom. C, Saplı bir tubuler ade-
nomun küçük büyütmede mikroskopik fotoğrafı.

tik poliplerde serrated yapılanma polibin sadece yüzeyinde-


dir.
Kolorektal adenomların çoğu benign lezyonlardır. Sade­
ce küçük b ir bölüm ünde tanı sırasında invaziv kanser mev­
cuttur. B o yu t, m alignite ris k i ile korelasyon gösteren
en önem li ö ze llik tir. Ö rneğin, çapı 1 cm ’den daha küçük
olan adenom larda kanser son derece nadir görülür. Bazı
çalışmalarda, çapı 4 cm ’den büyük olan lezyonların yaklaşık
% 4 0 ’ ında kanser odağı olduğu bildirilm ektedir. Boyuta ek
olarak, yüksek dereceli displazi de belli b ir polipteki (aynı
hastadaki diğer poliplerdeki değil) kanser gelişimi açısından
risk faktörüdür.

Ailesel Sendromlar
Kolonda polipler ve yüksek kolon kanseri oranı ile ilişki­
li olan çeşitli sendromlar tanımlanmıştır. Bu hastalıkla­
rın genetik temelinin çözümlenmesi, sporadik kolon
kanserlerinin anlaşılmasında büyük yarar sağlamıştır
(Tablo 14-7).

Ailesel (Familya!) Adenomatöz Polipler


Ailesel (Familyal) adenomatöz polipozis (FAP) onlu yaş­
larda çok sayıda kolorektal adenomların varlığı ile karak-
terize otozomal dominant bir hastalıktır. Adenomatöz po­
Resim 14-34 Kolon adenomlarının histolojik görünümü. A , Yuvar­ lipozis koli (APC) genindeki mutasyonlar nedeniyle orta­
lak glandlar içeren, düzgün yüzeyli tubuler adenom. Bu olguda, ala­ ya çıkar. Klasik FAP tanısı için en az 100 adet polip olması
nın alt kısmında reaktif inflamasyon gösteren kript dilatasyonu ve gereklidir. Birkaç bin adet polip de olabilir (Resim 14-35).
ruptürü görülmekte. B, İnce bağırsak villüslerine benzer uzun ve
ince uzantılara sahip villöz adenom. C, Artmış nükleus/sitoplazma
Bu polipler çok sayıda olmalarının yanı sıra, morfolojik
oranına sahip, hiperkrpmatik ve uzamış nükleuslu, nükleer psö- olarak sporadik adenomlardan farksızdırlar. Tedavi görme­
dostratifikasyon gösteren displastik epitel hücreleri (üstte). Alttaki miş FAP'lı hastaların %100'ünde 30 yaşından önce kolo­
displastik olmayan epitel ile karşılaştırın. D, Goblet hücreleri ile dö­ rektal adenokarsinom gelişir. Sonuç olarak, APC mutas-
şeli, displazinin tipik sitoplazmik özelliklerini taşımayan sesil serra­ yonları taşıyan kişiler için standart tedavi profilaktik ko-
ted adenom. Lezyon, kript tutulumu olması ile hiperplastik polipten
lektomidir. Ancak, hastalarda diğer organların neoplazi-
ayrılır. Resim 1 4 -3 2 ’deki hiperplastik polip ile karşılaştırın.
leri de dahil olmak üzere ekstraintestinal problemlerin çık­
ma riski her zaman vardır. FAP'ta spesifik APC mutas-
yonlarınm varlığı diğer problemlerin gelişimi ile ilişkili­
dir. Bu durum, Gardner sendromu ve Turcot sendromu gi­
bi varyantları açıklamaktadır. Bir FAP varyantı olan
Gardner sendromunun özellikleri, intestinal poliplere ek
596 B Ö L Ü M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Tablo 14-7 Sporadik ve Ailesel Kolorektal Neoplazinin Sık Görülen Paternleri

Baskın
Etiyoloji M oleküler Defekt Hedef Gen(ler) Geçiş Bölge(ler) H istoloji
Ailesel adenomatöz APC/W NT yolağı APC Otozomal Yok Tubuler, villöz; tipik
polipozis (FAP’ın %70’i) dominant adenokarsinom
Ailesel adenomatöz DNA mismatch tamiri MUTYH Yok, resesif Yok Sessil serrated adenom;
polipozis (FAP’ın <%10’ı) müsinöz adenokarsinom
Herediter nonpolipöz DNA mismatch tamiri MSH2, MLH1 Otozomal Sağ taraf Sessil serrated adenom;
kolorektal kanser dominant müsinöz adenokarsinom
Sporadik kolon kanseri (%80) APC/W NT yolağı APC Yok Sol taraf Tubuler, villöz; tipik
adenokarsinom
Sporadik kolon kanseri DNA mismatch tamiri MSH2, MLH1 Yok Sağ taraf Sessil serrated adenom;
(%10-15%) müsinöz adenokarsinom

olarak, mandibula, kranium ve uzun kemiklerin oste- Herediter Nonpolipöz Kolorektal Kanser
omları, epidermel kistler, dezmoid tümör, tiroid tümör­ Lynch sendromu olarak da bilinen, herediter nonpolipöz
leri ve çıkmamış ya da fazla sayıda dişler gibi dental ano­ kolorektal kanser (HNPCC), ilk olarak, kolorektum, en­
malilerdir. Daha nadir görülen Turcot sendromu, intesti­ dom etrium , mide, over, üreterler, beyin, ince bağırsak,
nal adenomlar ve santral sinir sistemi tümörleri ile ka- hepatobiliyer kanal ve deri dahil olmak üzere çeşitli böl­
rakterizedir. APC geni mutasyonları Turcot sendromlu gelerdeki kanserlerin ailesel sıklığı olarak tanımlanmış­
kişilerin üçte ikisinde vardır ve bunlarda medulloblas- tır. HNPCC'li hastalardaki kolon kanseri, sporadik ko­
tom gelişir. Geri kalan üçte bir hastada ise DNA tamiri lon kanserinden daha genç yaşlarda ortaya çıkar ve sık­
ile ilişkili çeşitli genlerde mutasyonlar mevcuttur ve bun­ lıkla sağ kolonda lokalizedir (Tablo 14-7).
larda glioblastom gelişir. APC kaybı olmayan bazı FAP'lı Tıpkı FAP'taki APC mutasyonlarının tanımlanmasının
hastalarda baz eksizyon tamiri geni olan MUTYH genin­ sporadik kolon kanserlerinin büyük bir bölümünün pato-
de mutasyonlar vardır. Bu genlerin tümör gelişimindeki genezinin açıklanmasına moleküler bir yaklaşım sağla­
yeri aşağıda konu edilmektedir. ması gibi, HNPCC'deki defektlerin belirlenmesi de geri
kalan sporadik kanserlerin çoğundan sorumlu olan me­
kanizmayı aydınlatmıştır. DNA raplikasyonu sırasında
meydana gelen hataların tanınmasından, eksizyonundan
ve tamirinden sorumlu olan proteinleri kodlayan genler­
deki kalıtsal germline mutasyonlar HNPCC'ye yol açar.
Tanımlanan en az beş "mismatch" (uyuşmazlık, eşleş-
mezlik) tamir geni vardır. Ancak, HNPCC olgularının ço­
ğu ya MSH2 ya da MLHİ ile ilişkilidir. HNPCC hastala­
rında doğuştan bir adet mutant DNA tamir geni ve bir
adet normal alel vardır. Mutasyon yoluyla ve epigenetik
susturulmayla (silencing) normal olan kaybedildiğinde
ortaya çıkan mismatch tamir kusuru mutasyonlarm nor­
malden 1000 kat daha hızlı birikmesine yol açar. Biriken
mutasyonlarm çoğu, mikrosatellit DNA adı verilen tek­
rarlanan kısa DNA dizilerini içeren bölgelerdedir. İnsan
genomu yaklaşık 50,000-100,000 adet mikrosatellit içerir.
Bunlar DNA replikasyonu sırasında genişlemeye eğilim­
lidir ve HNPCC'deki en sık mutasyon bölgesini oluştu­
rurlar. Mismatch tamir kusurlarının sonuçları ve ortaya
çıkan mikrosatellit instabilitesi (dengesizliği) kolon adeno-
karsinomu konusu içerinde anlatılmaktadır.

Adenokarsinom
Gastrointestinal kanalın en sık görülen malignitesi olan
kolon adenokarsinomu, tüm dünyada başlıca morbidite
ve mortalite nedenlerinden birisidir. Gastrointestinal ka­
nalın toplam uzunluğunun %75'ini oluşturan ince bağır­
sak ise benign ve malign tümörlerin nadir lokalizasyonla-
Resim 14-35 Ailesel adenomatöz polipozis. A , Küçük boyutlu rmdandır. Malign ince bağırsak tümörleri arasında ade-
yüzlerce polip ve eşlik eden bir adet dominant polip (sağda). B, Bu nokarsinomlarm ve karsinoid tümörlerin sıklığı kabaca
mikroskopik alanda üç adet tubüler adenom mevcut. birbirine yakındır, bunları lenfomalar ve sarkomlar izler.
Kolon Polipleri ve Neoplastik Hastalıkları 597

Epidemiyoloji
PATO GENEZ
Birleşik Devletler'de her yıl 130,000 yeni kolorektal kar-
sinom olgusu tanı almakta, yılda 55,000 kolorektal kar- Kolorektal karsinogenez çalışmaları kanser gelişiminin ge­
sinom nedenli ölüm gerçekleşmektedir. Kanser nedenli nel mekanizmalarına temel bir yaklaşım sağlamıştır. Kolon
adenokarsinom larına yol açan m olekü ler olaylar kombinas­
ölümlerin %15'ini oluşturan kolorektal kanser, akciğer
yonu heterojendir ve hem genetik hem de epigenetik ano­
kanserinin arkasından ikinci sırada gelmektedir. İnsi-
m alileri kapsar. En az iki adet genetik yolak tanımlanmıştır:
dansı 60-70 yaşlar arasında zirve yapar ve olguların
A rtm ış W N T sinyaline yol açan sorunların olduğu A PC /|3-
%20'sinden biraz azı 50 yaş öncesi ortaya çıkar. Erkek­
katenin yolağı ve D N A mismatch tam irinde kusurlar ile iliş­
lerde kadınlardan biraz daha sık görülmektedir. Kolo­ kili olan m ikrosatellit instabilitesi yolağı (Tablo 1 4 - 7 ’ye ba­
rektal kanserin en yaygın görüldüğü ülkeler, Birleşik kınız). H e r iki yolakta da birden fazla mutasyonun aşamalı
Devletler, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Danimar­ olarak birikim i söz konusudur. A ncak etkilenen genler ve
ka, İsveç ve diğer gelişmiş ülkelerdir. Hindistan, Güney mutasyoniarın birikm e mekanizmaları farklıdır. En sık görü­
Amerika ve Afrika'da ise bu kanserin insidansı 30 kat leni metilasyon nedenli gen susturma olan epigenetik olay­
daha düşüktür. İnsidansm daha önceleri düşük olduğu lar her iki yolakta da progresyonu hızlandırır.
Japonya'da sıklık günümüzde ortalama seviyelere ulaş­ • APC/|3-katenin yolağı. Sporadik kolon tü m ö rle rin in
mıştır (Birleşik Krallık'ta da benzer bir durum söz konu­ yaklaşık % 8 0’inde söz konusu olan klasik adenoro-
sudur). Bunun nedeninin, değişen yaşam stili ve diyet karsinom sekansı (a rd ışık lığ ı), tip ik olarak neoplas­
olduğu düşünülmektedir. tik sürecin erken dönem lerinde APC tü m ö r supresörün-
Yüksek kolorektal kanser riski ile en yakından ilişki­ de gerçekleşen mutasyon ile ilişkilidir. (Resim 1 4 -3 6 ).
li diyet faktörleri, absorbe edilemeyen sebze liflerinden Adenom un gelişebilmesi için, APC geninin her iki kopya­
fakir, işlenmiş karbonhidrat ve yağdan zengin diyet içe­ sının da mutasyon ya da epigenetik olaylarla inaktive ol­
ması gereklidir. A P C , W N T sinyal yolağının b ir kom-
riğidir.
ponenti olan (3-kateninin negatif bir düzenleyici­
Diyet düzenlemesine ek olarak farmakolojik kemop-
sid ir (Bölüm 5). APC proteini norm alde |3-katenine
revensiyon son zamanlarda önemli bir ilgi alanı haline
bağlanarak onun yıkımını sağlar. A P C ’de fonksiyon kay­
gelmiştir. Çeşitli epidemiyolojik çalışmalar aspirinin ya
bı olduğunda (3-katenin b irikere k nükieusa geçer ve bu­
da diğer NSAİİ'larm önleyici bir etkisi olduğunu göster­ rada proliferasyondan sorum lu olan M Y C ve siklin D1 gi­
miştir. Kolektomi sonrası rektumun korunduğu FAP'lı bi transkripsiyon genlerini aktive eder. Bunu, b ir takım
hastalarda bazı NSAİİ'larm polip regresyonu sağladığını ek mutasyonlar izler. Bunlar arasında, büyümeyi hızlan­
gösteren çalışmalar da bunu desteklemektedir. Bu etki­ dıran ve apoptozu engelleyen aktive edici KRAS mutas-
nin, siklooksijenaz-2 (COX-2) enziminin aktivitesinin yonları da vardır. KRAS m utasyonunun geç dönem olay­
inhibisyonu ile sağlandığından kuşkulanılmaktadır. Ko­ lardan biri olduğu sonucu, çapı 1 cm ’den küçük ade-
lorektal karsinomlarm %90'mda ve adenomları %40- nom ların % 1 0 ’ undan azında, çapı 1 cm ’den büyük ade-
90'mda eksprese edilen COX-2 enziminin, özellikle ha­ nomların % 5 0’sinde ve invaziv adenokarsinom ların da
sara verilen cevapta epitel proliferasyonunu hızlandırdı­ % 5 0’ sinde KRAS mutasyonu olduğu bulgusu tarafından
ğı bilinmektedir. desteklenm ektedir. N eoplastik progresyonda, TGF-(3

NORMAL KOLON RİSKLİ MUKOZA ADENOMLAR KARSİNOM

Mukoza
Submukoza
Muskularis
propria

Kanser supresör Metilasyon Proto-onkojen Başka kanser Ek mutasyonlar


genlerde germline anomalileri mutasyonları supresör genlerde Büyük kromozom
(kalıtsal) ya da Normal alellerin homozigotik kayıp değişiklikleri
somatik (edinsel) inaktivasyonu COX-2
mutasyonlar (“ikinci darbe) overekspresyonu
(“ilk darbe)

17p13’te p 5 3
5q21 de A P C
12p12 de Telomeraz,
A P C K R A S 18q21'de LOH
p -k a te n in birçok gen
( S M A D 2 ve 4)

Resim 1 4 -3 6 A denom -karsinom sekansında m o rfo lo jik ve m oleküler değişiklikler. T ü m ö r supresör gen APC’ nin b ir norm al kopyasının
erken dönem de kaybedildiği öne sürülm ektedir. Kişi b ir m utant alel ile doğmuş olabilir ve bu şekilde kolon kanser gelişimine ileri dere­
cede eğilimli o lu r ya da A P C inaktivasyonu hayatın daha geç b ir dönem inde gerçekleşebilir. Knudson’ un teorisine gore bu olay “ ilk
darbe” dir. Ardından APC’ nin sağlam kopyası da kaybedilir ( “ ikinci darbe” ). K R A S , S M A D 2 v e S/VIAD4 ve tü m ö r supresör gen TP53’ ün de
dahil olduğu diğer mutasyonlar, ek mutasyonlara ve karsinom gelişimine yol açar. Bu değişiliklerin belli b ir sırası olm akla birlikte , önemli
olan mutasyoniarın gerçekleşme sırası değil, toplu etkisidir.
598 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

sinyalizasyonunda e fe k tö r olan SM AD2 ve S M A D 4 ’ ü M ORFOLOJİ


kodlayan tü m ö r supresör genlerde de mutasyon vardır.
TGF-P sinyali norm alde hücre siklusunu inhibe ettiğin­ Adenokarsinom lar, genel olarak, tüm kolon boyunca he­
den, bu genlerin kaybı kontrolsüz hücre artışına yol men hemen eşit dağılım gösterirler. Proksim al kolonda­
açar. T ü m ö r supresör TP53 kolon kanserlerinin % 70- ki tü m ö rler sık lık la polipoid e k z o fitik kitlelerd ir.
8 0 ’ inde mutasyona uğramıştır. Ancak bu gen adenom- Bunlar daha geniş çaplı olan çekumun ve çıkan kolonun du­
larda nadiren etkilenm iştir. Bu durum , TP53 m utasyonu- varı boyunca uzanırlar ve nadiren tıkanmaya neden olurlar.
nun tü m ö r gelişiminin geç aşamalarında gerçekleştiğini Distal kolon karsinom ları ise, anüler lezyonlar olm a­
gösterm ektedir. TP53 ve diğer tü m ö r supresör genler­ ya daha eğilimli olup, tıkan m aya k a d ar giden “ peçe­
deki “ fonksiyon kaybı” genellikle krom o zom delesyonla- te halkası” şeklinde lum inal d aralm alara yol açarlar
rı nedeniyle meydana gelir. Burada A P C /p -ka te n in yola­ (Resim 1 4 -3 8 ). H e r iki tip de zamanla bağırsak duvarı içi­
ğının başlıca özelliği olan krom o zom instabilitesi d ikka t ne bü yürler ve sert kitle ler şeklinde ele gelirler. Sağ ve sol
çekicidir. D iğer taraftan, tü m ö r supresör genleri, bazı kolon adenokarsinomları genel olarak benzer histolojik
genlerde p ro m o te r ya da transkripsiyon başlangıç nok­ özellikler sergilerler. Çoğu tüm ör, adenomlarda görülen
tasını içeren 5 ' bölgesi olan CpG adalarının metilasyonu displastik epitele benzer yapıda yüksek kolum nar hücreler­
ile de susturulabilir. Lezyonlar ilerledikçe telom eraz den meydana gelir (Resim 1 4 -3 9 , A ). Bu tü m ö rle rd e ki in-
ekspresyonu da artar. vaziv kom ponent şiddetli b ir strom al dezm oplastik reaksi­
• M ikro satellit in stabilitesi yolağı. D N A mismatch ta­ yona yol açar. Bu özellik tü m ö rü n kara kte ristik sert kıva­
m ir kusuru (daha önce bahsedilen mismatch ta m ir gen­ mından sorum ludur. Bazı az diferansiye tü m örlerd e çok az
lerindeki kayıp nedeniyle) olan hastalarda m ikrosatellit m iktarda gland oluşumu vardır (Resim 1 4 -3 9 , B). Bir kısmı
tekrarlarında m utasyonlar birikir. Bu durum a m ikro sa­ ise çok m iktarda müsin ü re tir ve bu müsin bağırsak duvarın­
te llit instabilitesi adı verilm ektedir. Bu m utasyonlar da birikir. Bu tü m ö rle rin prognozu daha kötüdür. Ayrıca,
genellikle sessizdir. Çünkü m ikrosatellitler tip ik olarak mide kanserindekilere benzer taşlı yüzü k hücrelerinden
kodlamaya katılmayan bölgelerde lokalizedir. A ncak, ba­ meydana gelen tü m ö rle r de vard ır (Resim 1 4 -3 9 , C).
zı m ikrosatellit dizile ri, tip II TGF-P reseptörü ya da pro-
a p o p to tik pro te in B A X gibi prote in leri kodlayan genler
gibi hücre büyümesinin regülasyonu ile ilgili genlerin K lin ik Ö z e llik le r
kodlam a ya da p ro m o te r bölgelerinde lo kalizedir (Resim Endoskopik tarama yöntemlerinin varlığı ve çoğu karsi-
1 4 -3 7 ). TGF-P kolon epitel hücre proliferasyonunu inhi­ nomun adenomdan kaynaklandığının bilinmesi sayesin­
be ettiğinden, m utant tip il TGF-P reseptörünün k o n tro l­ de kansere karsı önlem alınabilmesi mümkün olabilmiş­
süz hücre artışında rolü vardır. B A X kaybı ise genetik tir. Ne yazık ki, kolorektal kanserler sinsice gelişirler, bu
olarak anorm al klonların hayatta kalmasını sağlar. BRAF nedenle uzun süre farkedilmeyebilirler. Çekum ve diğer
onkogenindeki m utasyonlar ve CpG adalarındaki hiper- sağ kolon tümörleri sıklıkla demir eksildiği anemisine sekon-
metilasyon ile belirli gen gruplarının susturulması, D N A der halsizlik ve yorgunluk nedeniyle klinik dikkati çeker­
mismatch ta m ir kusuru yoluyla gelişen kanserlerde sık­ ler. Bu nedenle, yaşlı bir erkekte ya da postmenopozal
tır. Bunun tam tersi, KRA S ve TP53 tip ik olarak mutasyo­ bir kadındaki demir eksikliği anemisinin altında yatan
na uğramamıştır. Sonuçta, m ikro satellit instabilitesi,
neden olarak gastrointestinal kanserin mutlaka dışlan­
BRA F mutasyonu ve M LH 1 gibi belli hedeflerin metilas-
ması gereklidir. Sol taraf kolorektal adenokarsinomları giz­
yonunun kom binasyonu karsinogenez yolağının işaretle­
li kanama, bağırsak alışkanlıklarında değişiklik ya da kramp
ridir.
tipi sol alt kadran ağrısı nedeni olabilirler.

NORMAL KOLON SESSİL SERRATED ADENOIM KARSİNOM

MukozaİIIl!l® "k
Submukosa
M uskularis;
propria
Mismatch tamir
genlerinde germline
(kalıtsal) ya da somatik
(edinsel) mutasyonlar alelde değişiklik fenotipi" biriken mutasyonlar

M LH 1, M S H 2 T G F p R II, B A X , B R A F ,

(M S H 6 , P M S 1 , P M S 2 ) TCF-4, IG F 2 R , diğerleri

Resim 14-37 Kolon karsinogenezinin mismatch tam ir yolağındaki m orfolojik ve moleküler değişiklikler. Mismatch tamir genlerindeki de-
fektler mikrosatellit instabilitesine ve birçok gende mutasyonların birikimine yol açar. Eğer bu mutasyonlar hücrenin hayatta kalma ve pro-
liferasyon fonksiyonları ile ilgili olan genlerde olursa, kanser gelişir. LOH, heterozigosite kaybı.
Kolon Polipleri ve Neoplastik Hastalıkları 599

Resim 14-38 Kolorektal karsinom. A , Lümeni çevreleyen ülsere


rektum kanseri. Resmin alt kısmındaki anal mukozaya dikkat edin.
B, Muskülaris propriayı invaze etmiş, subserozal yağ dokusunda iz­
lenen (solda) sigmoid kolon kanseri. Kolon duvarında tebeşirimsi
nekroz alanları mevcut, (ok).

Her ne kadar az diferansiye ve müsinöz histolojik pa-


ternler kötü prognozu işaret etseler de, en önemli iki Resim 14-40 Metastatik kolorektal karsinom. A , Lenf nodu me­
prognostik faktör tümörün invazyon derinliği ve lenf nodu tastazı. Subkapsüler sinüsteki gland yapılarına dikkat edin. B, Akci­
metastazı olup olmadığıdır. Muskülaris propria invazyonu ğere metastaz yapmış kolorektal adenokarsinomun oluşturduğu
sağ kalım süresini belirgin şekilde kısaltan özellikler­ subplevral tek nodül. C, iki adet büyük ve çok sayıda küçük metas­
dendir. Sağ kalım süresi, lenf nodu metastazı varlığı du­ taz odağı içeren karaciğer. Metastazlardaki santral nekroza dikkat
edin.
rumunda daha da kısalır (Resim 14-40, A). Önemleri,
ilk başta Dukes ve Kirklin tarafından belirlenen bu fak­
törler AJCC (American Joint Committee on Cancer) ta­
rafından yapılan TNM (tümör, nod, metastaz) sınıflama­
sının (Tablo 14-8) ve evrelemesinin (Tablo 14-9) çekirde­
ğini oluşturmuştur. Diğer taraftan, az sayıda metastazı
olan bazı hastalar, uzak tümör nodüllerinin eksizyonu B), ve kemiklerde olabilir, ancak portal drenaj nedeniy­
sonrası evreden bağımsız olarak, yıllarca yaşamaktadır. le en sık metastaz bölgesi karaciğerdir (Resim 14-40, C).
Bu bulgu, kolorektal karsinomlarm klinik ve moleküler Rektum portal dolaşım tarafmdan drene edilmez ve
heterojenliğini bir kez daha vurgulamaktadır. Metastaz­ anal bölge karsinomlarmm sıklıkla karaciğeri atlayarak
lar, bölgesel lenf nodlarmda, akciğerlerde (Resim 14-40, metastaz yapar.

Resim 14-39 Kolorektal karsinomun histolojik görünümü. A , iyi diferansiye adenokarsinom. Uzamış, hiperkromatik nükleuslara dikkat
edin. Gland lumenlerindeki nekrotik debri tipiktir. B, Az diferansiye adenokarsinom çok az gland oluşturur ve infiltrasyon gösteren tü­
m ör hücre yuvalanmalarından meydana gelir. C, Taşlı yüzük hücreleri ve ekstrasellüler müsin içeren müsinöz adenokarsinom.
600 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Tablo 14-8 Kolorektal Karsinomun AJCC Tümör-Nod-Metastaz


(TNM) Sınıflaması ÖZET

Kısaltma Tanım
Kolon Polipleri, Adenomları ve Adenokarsinomları
Tümör intestinal polipler non-neoplastik ve neoplastik olarak sı­
nıflandırılır. Non-neoplastik polipler, inflamatuar, hamar-
Tis İn situ displazi ya da intramukozal karsinom
to m a tö z ve hiperplastik olarak üçe ayrılır.
T1 Tümör submukozaya invaze
inflamatuar polipler k ro n ik hasar ve iyileşme döngüsü so­
T2 Tümör muskülaris propriaya invaze ancak onu aşmamış
nucu meydana gelir.
T3 Tümör muskülaris propriayı aşmış
Hamartomatöz polipler sporadik olarak ya da genetik
T4 Tümör çevre organlara ya da viseral peritona invaze hastalıkların bir kom ponenti olarak oluşur. G enetik has­
Bölgesel Lef Nodları talık varlığında genellikle malignite riski artışı söz konu­
NX Lenf nodları değerlendirilemiyor sudur.

NO Bölgesel lenf nodu metastazı yok H iperplastik polipler daha çok sol kolon ve rektum da bu­
lunan benign epitelyal proliferasyonlardır. G astrik hi­
N1 1-3 adet bölgesel lenf nodu metastazı
perplastik poliplerden farklı olarak, rea ktif değillerdir.
N2 4 ya da daha fazla bölgesel lenf nodu metastazı Malignite potansiyelleri y o k tu r ve sesil serrated adenom-
Uzak Metastaz /ordan ayırt edilm eleri gereklidir.
MX Uzak metastaz değerlendirilemiyor Bağırsağın benign epitelyal neoplastik polipleri adenom
MO Uzak metastaz yok olarak adlandırılır. Kolon adenokarsinomlarının öncülü
olan bu lezyonların başlıca özelliği sito lo jik displazidir.
M1 Uzak metastaz ya da batın organlarında implant
Sesil serrated adenomlar, geleneksel adenomlardan farklı
A J C C , A m e r ic a n J o in t C o m m it t e e o n C a n c e r.
olarak sito lo jik displazi gö sterm ezler ve hiperplastik po­
lipler ile o rta k m o rfo lo jik ö ze llikle r gösterirler.
Tablo 14-9 AJCC Kolorektal Kanser Evrelemesi ve Sağ Kalım
Ailesel adenomatöz polipozis (FAP) ve hered iter nonpoli-
5 Yıllık pöz kolorektal kanser (H N P C C ) ailesel kolon kanserinin
Tüm ör-Nod-M etastaz (TNM ) Sağ Kalım
en sık görülen tipleridir. FAP, APC mutasyonları nedeniy­
Evre* K rite rle ri (%)
le meydana gelir. Hastalarda tip ik olarak 100’den fazla
T N M adenom vardır ve 30 yaş öncesinde kolon kanseri gelişir.
I T1,T2 NO MO 74 HN PC C , D N A mismatch ta m ir genlerindeki mutasyon-
lar nedeniyle meydana gelir. H N P C C ’İİ hastalarda çok az
II
HA T3 NO MO 67 sayıda polip vardır. Kolon kanseri, FAP hastalarından da­
IIB T4 NO MO 59 ha geç, ancak sporadik kolon kanserinden daha genç bir
yaşta gelişir.
III
e FAP ve H N P C C iki farklı neoplastik transform asyon yo­
IHA T1.T2 N1 MO 73
IIIB T3, T4 N1 MO 46 lağının örnekleridir. Bu yolaklardan her ikisininde spora­
IIIC Herhangi bir T N2 MO 28 dik kolon kanseri gelişiminde rolü vardır.
IV Herhangi bir T Herhangi bir N M1 6 Kolon kanserlerinin büyük b ir çoğunluğu adenokarsi-
* K o lo r e k t a l k a n s e r e v re le m e s i T N M sın ıfla m a sı t e m e l a lın a ra k y a p ılm a k ­
nomdur. En önem li iki p ro g n o stik faktör, tümörün invaz-
t a d ı r ( T a b lo 1 4 - 8 ) . Ö r n e ğ in , n o d v e u z a k m e ta s ta z ı o lm a y a n T 3 e v re s in ­ yon derinliği ve lenf nodu metastazı olup olmadığıdır.
d e k i b ir t ü m ö r e v r e HA o la r a k s ın ıfla n ır v e 5 y ıllık sağ k a lım o ra n ı % 6 7 'd ir.
A JC C , A m e ric a n J o in t C o m m itte e o n Cancer.

APENDİKS
Apendiks çekumun normal divertikülüdür. Herhangi tif olarak koymak zor olabilir. Bu olay, mezenterik lenfa-
bir divertikül gibi, apendiks de akut ve kronik inflamas- denit (sıklıkla Yersinia enfeksiyonuna ya da viral entero-
yona eğilimlidir ve akut apandisit nispeten sık görülen kolite sekonder), akut salpenjit, ektopik gebelik, mit-
bir antitedir. Apendikste görülen diğer lezyonlar, örne­ telschmerz (ovulasyona sekonder ağrı) ve Meckel diver-
ğin tümörler, çok daha nadirdir. tiküliti ile karıştırılabilir.

AKUT APANDİSİT
Akut apandisit en sık olarak adolesanlarda ve genç eriş­
o PATOGENEZ
A k u t apandisitin, pro gre sif intralum inal basınç artışı ve bu­
na sekonder venöz dolaşım bozukluğu ile başladığı düşünül­
kinlerde görülür, ancak herhangi bir yaşta da rastlanabi­
m ektedir. O lguların % 5 0 -8 0 ’ inde akut apandisit, genellikle
lir. Tüm hayat boyunca apandisit gerçekleşme riski
küçük taş benzeri dışkı kitlesine, yani fe k alite, daha az sık­
%7'dir. Erkeklerde kadınlardan biraz daha sık rastlanır.
lıkla da safra taşı, tü m ö r ya da bağırsak kurdu kitlesine se-
Akut apandisitin prevalansma rağmen tanıyı preopera-
L- m k '- s», , _ ı _ : ____ ’ -rs , . . • . .. rinı g a a flessa sg;-:- I - A- .3

Appendiks T üm örleri 601

konder olarak gelişen luminal obstrüksiyon ile ilişkili olarak 5 ÖZET


meydana gelir. Bakteriyal proliferasyona zemin hazırlayan
iskemik hasar ve luminal içeriğin stazı, ödem ve lumende, j Apendiks __________________
m uskuler duvarda ve periapendisyel yumuşak dokuda nöt-
• Akut apandisit en sık olarak çocuklarda ve adolesanlarda
rofîlik infiltrasyon ile karakterize olan inflam atuar cevabı te­
görülür. Apendiks lumeninde tıkanmaya sekonder intra­
tikler.
luminal basınç artışı ve bunun sonucu olarak venöz kan
akımının bozulması ile başladığı düşünülmektedir.
• Apendiksin en sık tüm örü karsinoiddir.
• Apendiks adenokarsinomlarının klinik prezantasyonu
M ORFOLOJİ
akut apandisitinkinden ayırt edilemeyebilir.
Erken akut apandisitte, subserozal damarlarda konjesyon
ve tüm duvar tabakalarında n ö tro filik infiltrasyon vardır.
N o rm ald e parlak olan seroza, inflam atuar reaksiyon nede­
niyle mat granüler görünüm lü b ir yüzeye dönüşür. Sıklıkla
mukozada n ö tro fîlle r ve fokal yüzeyel infiltrasyon olsa da,
bu bulgular spesifik değildir. A k u t apandisit tanısı, musküla-
K A Y N A K L A R
ris propriada n ö tro filik infiltrasyon varlığını ge rektirir. Daha
ağır seyreden olgularda, duvar içerisinde fokal abse olu­ A Ğ I Z B O Ş L U Ğ U
şumları (a k u t sü p ü ratif apandisit) vard ır ve bunlar ge­
Hennessey PT, Westra WH, Califano JA: Human papillomavirus and
nişleyip, büyük he m ora jik ülserasyon ve gangrenöz nekroz head and neck squamous cell carcinoma: recent evidence and clini­
alanlarına dönüşerek a k u t gangrenöz apandisit halini cal implications. J Dent Res 88: 300, 2009. [H PV ilişkili baş ve boyun
alır. Bunu sıklıkla ru p tü r ve süp üra tif p e rito n it izler. kan serleri konusunda bir tartışm a.]
Leemans CR, Braakhuis BJ, Brakenhoff RH: The molecular biology of
head and neck cancer. Nat Rev Cancer 11: 9, 2011. [Baş ve boyun kan ­
serleri konusunda güncel bir tartışm a.]
K lin ik Ö z e llik le r Leivo I: Insights into a complex group of neoplastic disease: advances
Erken akut apandisit tipik olarak periumblikal ağrıya se­ in histopathologic classification and molecular pathology of salivary
gland cancer. Acta Oncol 45:662, 2006. [Tükürük bezi tüm örlerinin
bep olur. Bu ağrı daha sonra sağ alt kadranda lokalize
histolojik çeşitliliği konusunda iyi bir derlem e.]
olur. Bunu bulantı, kusma, hafif derecede ateş ve perife-
rik kanda beyaz hücre sayısında artış izler. Klasik fizik
Ö Z O F A G U S
muayene bulgusu olan McBurney belirtisi, umblikus ile
sağ anterosuperior iliak çıkıntı (McBurney noktası) ara­ Liacouras CA, Furuta GT, Hirano I, et al: Eosinophilic esophagitis: up­
dated consensus recommendations for children and adults. J Allergy
sındaki uzaklığın üçte ikisi kadar uzaklıkta derin hassa­ Clin Immunol 128:3, 2011. [Eozinofilik özofajit için en güncel diagnos-
siyet olmasıdır. Bu belirtiler ve bulguların genellikle ol­ tik tanım lam a ve tedavi yaklaşım ı.]
maması nedeniyle klinik tanı zordur. Sharma P: Clinical practice. Barrett's esophagus. N Engl J Med
361:2548, 2009. [Barrett özofagusıı konusunda kapsam lı bir tartışm a.]

APPENDİKS TÜMÖRLERİ M İ D E N İN İ N F L A M A T U A R H A S T A L I K L A R I

Malfertheiner P, Chan FK, McColl KE: Peptic ulcer disease. Lancet


Apendiksin en sık görülen tümörü karsinoiddir. Genellik­ 374:1449, 2009. [Peptik ülser hastalığı ile ilgili güncel bir özet.]
le cerrahi sırasında ya da çıkarılmış olan apendiksin in­ Mills JC, Shivdasani RA: Gastric epithelial stem cells. Gastroenterology
140:412, 2011. [G astrik epitelin hücre dizileri ve diferan siasyon y olakla­
celenmesi sırasında insidental olarak saptanır. Bu neop- rı ile ilgili iyi bir tartışm a.]
lazi en sık olarak apendiksin distal ucunda bulunur. Bu­ Polk DB, Peek RM, Jr: Helicobacter pylori: gastric cancer and beyond.
rada çapı 2-3 cm olan solid bir şişkinliğe yol açar. Her ne Nat Rev Cancer 10:403, 2010. [H. pylori ve m ide kan seri ile bağlantısı
kadar intramural ve transmural invazyon yapsa da, nod ile ilgili m ekanizm alar konusunda iyi bir derlem e.]
metastazı sık değildir, uzak metastaz ise son derece na­
dirdir. Alışılagelmiş adenomlar ya da müsin üretmeyen ade- M İ D E N İN N E O P L A S T İ K H A S T A L I K L A R I
nokarsinomlar da apendikste görülebilir. Bunlar obstrük­ Murphy G, Pfeiffer R, Camargo MC, Rabkin CS: Meta-analysis shows
siyon ya da akut apandisitteki değişiklikleri taklit eden that prevalence of Epstein-Barr virus-positive gastric cancer differs
genişlemelere yol açabilirler. Müsin ile dolu dilate apen- based on sex and anatomic location. Gastroenterology 137:824,
2009. [EBV RNA incelem esi yapılan 15,000'den fa z la m ide kan seri olgu­
dilcs anlamına gelen mukosel, katılaşmış müsin içeren tı­ su ile ilgili bir m eta analiz.]
kanmış bir apendiksten kaynaklanır, ya da bir müsinöz Polk DB, Peek RM Jr: Helicobacter pylori: gastric cancer and beyond.
kistadenom ya da müsinöz kistadenokarsinomxm sonucu­ Nat Rev Cancer 10:403, 2010. [H. pylori ve m ide kan seri ile bağlantısı
dur. Müsinöz kistadenokarsinom durumunda, apendiks ile ilgili m ekanizm alar konusunda iyi bir derlem e.]
Sagaert X, Van Cutsem E, De Hertogh G, et al: Gastric MALT lympho­
duvarı içerisine invazyon tümör hücrelerinin intraperito-
ma: a model of chronic inflammation-induced tumor development.
neal alana ekilmesine ve yayılmasına yol açar. Kadınlar­ Nat Rev Gastroenterol Hepatol 7:336, 2010. [M idenin M A L T len fom a-
da ortaya çıkan peritoneal implantlar överin müsinöz tü­ sim n patogenezi ile ilgili bir tartışm a.]
mörleri ile karışabilir. İleri olgularda batın yarı katılaşmış
yapışkan müsin ile dolar. Bu duruma psödomiksoma peri­ B A Ğ I R S A K T I K A N M A S I
tonei adı verilir. Bu yaygın intraperitoneal hastalığın yıl­ Kapur RP: Practical pathology and genetics of Hirschsprung's disease.
larca izlenmesi ve tekrarlayan debulking operasyonları Semin Pediatr Surg 18:212, 2009. [H irschsprung hastalığının etiyoloji-
gerekebilir. Ancak çoğu kez fatal sonuçlanır. si ve tanısı ile ilgili bir derlem e.]
602 B Ö L Ü M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal

Muysoms FE, Miserez M, Berrevoet F, et al: Classification of primary İ N F L A M A T U A R B A Ğ I R S A K H A S T A L IK L A R »


and incisional abdominal wall hernias. Hernia 13:407, 2009. [A bdo­
Abraham C, Cho JH: Inflammatory bowel disease. N Engl J Med
m inal hern i sınıflam ası ile ilgili bir açıklam a.]
361:2066, 2009. [IB H m ekanizm aları ve genetiği konusunda kapsam lı bir
derlem e.]
D A M A R SA L H A STA L IK L A R Glocker EO, Kotlarz D, Boztug K, et al: Inflammatory bowel disease
and mutations affecting the interleukin-10 receptor. N Engl J Med
Barnert J, Messmann H: Diagnosis and management of lower gastroin­
361:2033, 2009. [Bir ü lseratif kolit serisin de IL-10 reseptör mutasyonla-
testinal bleeding. Nat Rev Gastroenterol Hepatol 6:637, 2009. [Alt
rının belirlenm esi.]
gastnrointestinal kan am ay a klin ik yaklaşım konusunda iyi bir tartışm a.]
Goel GA, Kandiel A, Achkar JP, Lashner B: Molecular pathways un­
Colgan SP, Taylor CT: Hypoxia: an alarm signal during intestinal inf­
derlying IBD-associated colorectal neoplasia: therapeutic implicati­
lammation. Nat Rev Gastroenterol Hepatol 7:281, 2010. [Intestinal hi-
ons. Am J Gastroenterol 106:719, 2011. [Kolit ilişkili kan ser konusun­
p oksi ile aktiv e olan sin yalizasyon olayları konusunda bir derlem e.]
da iti bit derlem e.]
Sneider EB, Maykel JA: Diagnosis and management of symptomatic he­
Kaser A, Zeissig S, Blumberg RS: Inflammatory bowel disease. Amur
morrhoids. Surg Clin North Am 90:17, 2010. [H em oroidler konusunu
Rev Immunol 28:573, 2010. [İBH’deki im m un m ekanizm alar konusun­
klin ik açıdan ele alan bir derlem e.]
da bir derlem e.]
Marchiando AM, Graham WV, Turner JR: Epithelial barriers in home­
M A L A B S O K P T İF İSH A L ostasis and disease. Annu Rev Pathol 5:119, 2010. [Intestinal epitelya
bariyer fo n k siy o n u ve IB H v e diğer hastalıklardaki önem i konusunda bir
Khan S, Chang L: Diagnosis and management of IBS. Nat Rev Gastro­
derlem e.]
enterol Hepatol 7:565, 2010. [IB H konusunda güncel bir derlem e.]
Molodecky NA, Panaccione R, Ghosh S, et al: Challenges associated
Moore SR, Lima NL, Soares AM, et al: Prolonged episodes of acute di­
with identifying the environmental determinants of the inflamma­
arrhea reduce growth and increase risk of persistent diarrhea in
tory bowel diseases. Inflamm Bowel Dis 17:1792, 2011. [IBH'nin çev­
children. Gastroenterology 139:1156, 2010. [Ç evresel en teropati konu­
resel tetikçileri konusunda iyi bir tartışm a.]
sunda ayrıntılı bir çalışm a.]
Turner JR: Intestinal mucosal barrier function in health and disease.
Pardi DS, Kelly CP: Microscopic colitis. Gastroenterology 140:1155,
Nat Rev Immunol 9:799, 2009. [G astrointestinal hastalıklarda epitel ile
2011. [Kollagenöz ve lenfositik kolit ile ilgili bir derleme.]
im m unite arasın daki ilişkilerin bir analizi.]
Schuppan D, Junker Y, Barisani D: Celiac disease: from pathogenesis
to novel therapies. Gastroenterology 137:1912, 2009. [Ç ölyak hastalı­
ğı konusunda güncel bir derlem e.]
K O L O N P O L İP LE R » V E N E O P L A S T İ K
Suchy FJ, Brannon PM, Carpenter TO, et al: National Institutes of He­
HASTALBĞD
alth Consensus Development Conference: lactose intolerance and
health. Ann Intern Med 152:792, 2010. [Laktoz intoleransı konusunda Beggs AD, Latchford AR, Vasen HF, et al: Peutz-Jeghers syndrome: a
bir konsensüs konferansı.] systematic review and recommendations for management. Gut
59:975, 2010. [Peutz-feghers hastalığının etiyolojisi ve tedavisi konusun­
da bir derlem e.]
E M FEK SİY Ö Z E N T E R O K O L İT Boland CR, Goel A: Microsatellite instability in colorectal cancer. Gast­
Barton Behravesh C, Mody RK, Jungk J, et al: 2008 outbreak of Salm o­ roenterology 138:2073, 2010. [Kolon kan serin de m ikrosatellit iııstabili-
nella Saintpaul infections associated with raw produce. N Engl J Med tesi yolağı konusunda bir tartışm a.]
364:918, 2011. [Bir Salm onella salgınının analizi.] Hardwick JC, Kodach LL, Offerhaus GJ, van den Brink GR: Bone
John TJ, Dandona L, Sharma VP, Kakkar M: Continuing challenge of morphogenetic protein signalling in colorectal cancer. Nat Rev Can­
infectious diseases in India. Lancet 377:252, 2011. [H indistan'daki en- cer 8:806, 2008. [K olon kan serin de sinyal yolakları konusunda iyi bir
terik en feksiy on lar konusunda bir derlem e.] derlem e.]
Kirkpatrick BD, Tribble DR: Update on human C am pylobacter jeju n i in­ Jasperson KW, Tuohy TM, Neklason DW, Burt RW: Hereditary and fa­
fections. Curr Opin Gastroenterol 27:1, 2011. [C am pylobacter gastro- milial colon cancer. Gastroenterology 138:2044, 2010. [Kolon kan seri
en teriti konusunda güncel bir derlem e.] sen drom lan konusunda kapsam lı bir derlem e.]
Kuehne SA, Cartman ST, Heap JT, et al: The role of toxin A and toxin Jass JR: Colorectal polyposes: from phenotype to diagnosis. Pathol Res
B in Clostridium difficile infection. Nature 467:711, 2010. [C. difficile Pract 204:431, 2008. [Polipozis sen drom lan konusunda m orfoloji ağırlık­
pathogen ezin de toksinlern fo n siy o n la n konusunda ayrıntılı bir analiz.] lı bir derlem e.]
Navaneethan U, Giannella RA: Infectious colitis. Curr Opin Gastroen­ Noffsinger AE: Serrated polyps and colorectal cancer: new pathway to
terol 27:66, 2011. [Enfeksiyöz kolit konusunda iyi bir derlem e.] malignancy. Annu Rev Pathol 4:343, 2009. [Sesil serrated adenom lar
Prince Christopher RH, David KV, John SM, Sankarapandian V: Anti­ ve gelişim leri konusunda aynntılı bir derlem e.]
biotic therapy for Shigella dysentery. Cochrane Database Syst Rev Pino MS, Chung DC: The chromosomal instability pathway in colon
1:CD006784, 2010. [D izanteride an tibiyotiklerin etkinliği konusunda bir cancer. Gastroenterology 138:2059, 2010. [Kolon kanserinin genetiği
m eta analiz.] konusunda bir derlem e.]
van Lieshout L, Verweij JJ: Newer diagnostic approaches to intestinal
protozoa. Curr Opin Infect Dis 23: 488, 2010. [Yeni çıkan tanısal yön ­
tem ler konusunda güncel bir derlem e.]
APENDDBCS
Cartwright SL, Knudson MP: Evaluation of acute abdominal pain in
SİG M O İD D İV E R TİK Ü L İTİ adults. Am Fam Physician 77:971, 2008. [A kut batın konusuna klinik
Eglinton T, Nguyen T, Raniga S, et al: Patterns of recurrence in patients yaklaşım .]
with acute diverticulitis. Br J Surg 97: 952, 2010. [A kut divertikülit Deschamps L, Couvelard A: Endocrine tumors of the appendix: a pat­
ataklarının sonuçlarının incelenm esi.] hologic review. Arch Pathol Lab Med 134:871, 2010. [A pendiksin kar-
Hall J, Hammerich K, Roberts P: New paradigms in the management sinoid tüm örleri konusunda patoloji ağırlıklı bir derlem e.]
of diverticular disease. Curr Probl Surg 47: 680, 2010. [D ivertikiilozis Tang LH: Epithelial neoplasms of the appendix. Arch Pathol Lab Med
ve divertilülit tedavi yaklaşım ları konusunda güncel bir derlem e.] 134:1612, 2010. [A pendiks kan serleri konusunda bir derlem e.]
I
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
B Ö L Ü M

Karaciğer» Safra Kesesi ve


Safra Yolları

KARACİĞER 603 İlaç/Toksin Aracılı Steatozlu Hasar 625 T üm örler ve Karaciğer


K lin ik S endrom lar 604 Kolestatik Karaciğer N odülleri 635
Karaciğer Yetmezliği 604 Hastalıkları 626 Benign Tümörler 635
Sarılık ve Kolestaz 605 Neonatal Kolestaz 626 Hepatosellüler Karsinomun Öncül
Hepatik Ensefalopati 606 Sepsis Kolestazı 626 (Prekürsör) Lezyonları 636
Siroz 607 Primer Biliyer Siroz 627 Hepatosellüler Karsinomlar 637
Portal Hipertansiyon 608 Primer Sklerozan Kolanjit 628 SAFRA KESESİ ve
Portosistemik Şant 609 İlaç/Toksin Nedenli Kolestaz 629 EKSTRAHEPATİK
İlaç ya da Toksin Nedenli Karaciğer Kalıtsal Metabolizma Hastalıkları 629 SAFRA YOLLARI
Hastalığı 610 Hemokromatoz 629 HASTALIKLARI 6 3 9
A k u t ve K ronik H epatit 611 W ilson Hastalığı 630
Safra Kesesi Hastalıkları 639
Viral Hepatit 614 a-|-Antitripsin Eksikliği 631
Kolelitiazis (Safra Taşları) 639
Karaciğerin Diğer Viral infeksiyonları 620 Dolaşım Bozuklukları 632 Kolesistit 641
O toim m ün Hepatit 620 Karaciğere Gelen Kan Akımının
Ekstrahepatik Safra Yollarının
İlaçlar/Toksinler Aracılığıyla Meydana Azalması 632
Hastalıkları 642
Gelen ve Hcpatiti Taklit Eden Karaciğerden Geçen Kan Akımının
Koledokolitiazis ve Kolanjit 642
Karaciğer Hasarı 621 Azalması 633
Sekonder Biliyer Siroz 642
A lko lik ve N onalkolik Karaciğer Hepatik Ven Çıkış Obstrüksiyonu 634
Biliyer Atrezi 642
Yağlanması 621 Diğer İnflamatuar ve Enfeksiyöz
T üm örler 643
Alkolik Karaciğer Hastalığı 623 Hastalıklar 635
Safra Kesesi Karsinomu 643
Nonalkolik Karaciğer Yağlanması Karaciğer Apseleri 635
Kolanjiyokarsinomlar 643
(NAFLD ) 625 Granülomatöz Hastalıklar 635

KARACİĞER
Karaciğer ve beraberindeki safra yolları ile safra kesesi, olumsuz etkilerin saldırılarına açık olması, bu nedenle
anatom ik yakınlıkları, birbirleriyle ilişkili fonksiyonları ve sürpriz değildir. Karaciğer hastalıkları bazı durumlarda,
bazı hastalıklarının birbirlerivle örtüşen özellikleri nede­ bu organda ortaya çıkmıştır, yani karaciğerin primer has­
niyle bir bütün olarak ele alınır. Bu bölümde, norm al fiz­ talıklarıdır. Diğerlerinde ise karaciğer; çoğu insanlarda en
yolojideki rolünün çok daha büyük ve çeşitli hastalıkların sık karşüaşılan kalp yetmezliği, diyabet ve karaciğer-dışı
geliştiği yer olması nedeniyle, karaciğer üzerinde durul­ enfeksiyonlar gibi bazı hastalıklara sekonder olarak gelişir.
m aktadır. Çok büyük bir fonksiyonel rezerve sahip olan karaci­
Sindirim kanalıyla vücudun diğer bölümleri arasındaki ğer, en fulminan olanların dışındaki tüm karaciğer hasta­
kesişme noktasında yer alan karaciğer, vücudun metabo- lıklarında rejenerasyon özelliğine sahiptir. Normal bir bi­
lik homeostazımn devam ettirümesinde çok büyük bir gö­ reydeki karaciğerin %60'ınm ameliyatla alınmasını, mini­
rev üstlenmiştir. Diyetteki amino asitlerin, karbonhidratla­ mal düzeyde ve geçici bir karaciğer bozukluğu izler ve alı­
rın, lipidlerin ve vitaminlerin işlenmesi; serum proteinleri- nan kitlenin çok büyük bölümü 4-6 hafta içerisinde reje-
nin sentez edilmesi ve endojen atık ürünlerin ve vücutta nerasyonla yerine konur. Yoğun karaciğer nekrozu geli­

I üretilmemiş, zararlı olabilecek ürünlerin (ksenobiyotikle-


rin) detoksifikasyonu ve safraya verilmesi; bu görevin kap­
samındadır. Karaciğerin çok çeşitli metabolik, toksik saldı­
rılara; ayrıca mikroplardan ve dolaşımdan kaynaklanan
şen hastalar karaciğer yetmezliğinin sonuçlarını atlatabi­
lirse, neredeyse tam bir karaciğer restorasyonu gerçekle­
şebilir. Karaciğerin sahip olduğu fonksiyonel yedek (re­
zerv) ve rejenerasyon kapasitesi, erken dönem karaciğer
hasarını bir dereceye kadar maskeleyebilir. Ancak hasta­
§j ____________________________________________________ lık yaygınsa ve organın dolaşımı ya da safra akışı bozul­
Dr. fim C raw ford v e Dr. N elso n Fau sto'n un bu b ölü m e d a h a ö n c ek i muşsa, karaciğer fonksiyon bozukluğu ağırlaşabilir ve
b a sk ıla rd a y a p tık la rı k a tk ıla ra teş ek k ü r ed eriz. hastanın yaşamını tehlikeye sokabilir.
604 B Ö L Ü M 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

Tablo 15-1 Karaciğer Hastalığının Klinik Sonuçlan Karaciğer Yetmezliği


Şiddetli Karaciğer Disfonksiyonunun K ara kteristik B e lirtileri
Karaciğer hastalığının en ağır sonucu, karaciğer yetmezli­
Sarılık ve kolestaz ğidir. Yetmezlik genellikle karaciğerdeki; hepatositlerin
Hipoalbüminemi sinsi bir şekilde, azar azar güve yeniği şeklinde hasara uğ­
Hiperamonyemi raması ya da semptom veren parenkim hasarının dalgalar
Hipoglisemi şeklinde tekrarlaması üzerinden gerçekleşen ilerleyici ha­
Palmar eritem sarın vardığı son noktadır. Yetmezlik daha seyrek olarak,
Spider angiomalar birdenbire gelişen masif tahribatın sonucudur. Ne şekilde
Hipogonadizm gelişirse gelişsin karaciğer yetmezliği ancak, karaciğer
Jinekomasti
fonksiyonunun %80-90T kaybolduktan sonra gerçekleşir.
Kilo kaybı
Birçok hastada araya giren sağlık sorunları veya olaylar
Kas erimesi
karaciğerin yükünü artırarak mevcut dengeyi dekompan-
Siroza Eşlik Eden Portal Hipertansiyon sasyon lehine değiştirir. Sistemik enfeksiyonlar, elektrolit
Spontan bakteri peritonitiyle birlikte veya yalnız başına asit dengesi bozuklukları, büyük ameliyatlar, kalp yetmezliği
Splenomegali ve gastrointestinal kanama, bu gibi olaylardandır.
Özofagus varisleri Karaciğer yetmezliğine neden olan zedelenme tipleri
Hemoroidler üç kategoriye ayrılır:
Caput medusae—karın derisi • Yoğun karaciğer nekrozuyla birlikte karaciğer yetmezliği.
Karaciğer Yetm ezliğinin Komplikasyonları Çoğu zaman ilaçlar veya viral hepatit nedeniyle meyda­
na gelen akut karaciğer yetmezliği; semptomların baş­
Koagülopati
langıcını izleyen 2-3 hafta içerisinde karaciğer ensefalo­
Karaciğer ensefalopatisi
patisi gelişecek kadar hızla ilerleyen klinik karaciğer
Hepatorenal sendrom
Portopulmoner hipertansiyon
yetersizliğidir. Bu süre 3 aya kadar uzarsa subakut yet­
Hepatopulmoner sendrom
mezlikten söz edilir. Nedeni ne olursa olsun, akut kara­
ciğer yetmezliğinin histolojik tablosu, masif karaciğer nekro­
zu şeklindedir. Ender görülen, ancak yaşamı tehdit eden
bu yetmezlik, çoğu zaman karaciğer nakli gerektirir.
K LİN İK SENDROMLAR • Kronik karaciğer hastalığı. Karaciğer yetmezliğinin en
sık görülen gelişim yolu olup, acımasız kronik karaci­
Karaciğer yetmezliği, siroz, portal hipertansiyon ve ko­
ğer hasarının vardığı son noktadır. Terminal dönem
lestaz; karaciğer hastalığının önde gelen klinik send-
kronik karaciğer hastalığında organın tüm yapısal
romlarıdır. Karakteristik klinik belirtileri olan bu send-
komponentleri zarar görmüşse de karaciğerdeki kronik
romlarm (Tablo 15-1) değerlendirilmesinde, çok çeşitli
hasarı başlatan ve yönlendiren süreçler genelde, önce­
laboratuar testleri kullanılabilir (Tablo 15-2). Karaciğer
likle hepatositik (veya parenkimaî), biliyer ve vasküler
biyopsisi, tanıdaki altın standarttır. olarak sınıflandırılabilir. Başlangıçta rol oynayan faktör
ne olursa olsun kronik karaciğer hasarı çoğu zaman,
Tablo 1 5 -2 Karaciğer Hastalığında Laboratuar Değerlendirilmesi ileride anlatılan sirozla sonuçlanır.
• Belirgin nekroz olmaksızın karaciğer disfonksiyonu. Yuka­
T est K a te g o risi S erum da Ö lç ü le n le r* rıda anlatılanlardan daha seyrek görülen bu tabloda
Hepatosit Sitozol kaynaklı hepatosellüler enzim leri hepatositler ölmemiş olabilir, ama normal fonksiyonla­
bütünlüğü S e r u m a s p a n a t a m in o tr a n s fe r a z (AST) rını yerine getiremez. Bu tip karaciğer disfonksiyonu­
S e r u m a la n ın a m in o tr a n s fe r a z (ALT) nun zemininde çoğu zaman Reye sendromundaki mi-
S e r u m la k t a t d e h id r o je n a z (LDH) tokondri hasarı, gebelik sırasındaki akut karaciğer yağ­
Safrayla Safrayla salgılanan maddeleri lanması ve ilaçlar ya da toksinler aracılığıyla meydana
eliminasyon S e r u m b ilir ü b in i gelen bazı hasarlar yer alır.
fonksiyonu T o ta l:konjuge olmayan+konjuge
yalnızca konjüge
D ir e k t :
K linik Ö ze llikle r
D e lt a : albümine kovalan olarak bağlı Kronik karaciğer hastalığındaki karaciğer yetmezliğinin
İdrarda bilirübin klinik belirtileri, hastalığın nedenine bakmaksızın birbir­
Serum safra asitleri lerinin ileri derecede aynısıdır. Sanlık hemen her zaman
Plazma membran enzim lerif (safra için karşılaşılan bir bulgudur. Karaciğerdeki albümin sen­
kanaliküllerinin hasar görmesinden) tezinin ve salgılanmasının bozulması, periferik ödeme ze­
S e r u m a lk a le n fo s fa t a z min hazırlayan hipoalbiiminemiye yol açar. Hiperamonyemi,
S e r u m y-g lu ta m il t r a n s p e p t id a z üre siklüsü fonksiyonundaki bir kusura bağlanabilir. Lo­
Serum 5-nükleotidaz kal vazodilatasyonu yansıtan palmar eritem (lokal vazodi-
Hepatosit Kana salgılanan proteinler latasyonun yansıması) ve derideki spider angiomlar, kronik
fonksiyonu S e r u m a lb ü m in f hastalığın belirtileri arasındadır. Her angiomun merkezin­
P r o tro m b in z a m a n ı t
(faktör V, VII, X, de, küçük damarların çıktığı, dilate, nabız gibi atan bir ar-
protrom bin, fibrinojen) teriol vardır. Ayrıca östrojen metabolizması da bozulabilir
Hepatosit metabolizması ve erkeklerde hipogonadizme ve jinekomastiye yol açan hi-
Serum amonyağıf peröstrojenemiye neden olabilir. Akut karaciğer yetmezli­
Am inopirin soluk testi (hepatik demetilasyon) ği kendisini sarılıkla veya ensefalopatiyle belli edebilir
Galaktoz eliminasyonu (intravenöz injeksiyon) ama fizik muayenede, kronik karaciğer hastalığına ait di­
*E n sık yapılan te s tle r ita lik h a rfle rle yazılm ıştır. ğer bulgu ve belirtilerin mevcut olmadığı dikkati çeker.
jY ü k s e lm e , ka ra c iğ e r hastalığını iş a re t eder. Karaciğer yetmezliği çeşitli nedenlerle, yaşamı tehdit
İA z a lm a , k a ra c iğ e r hastalığını iş a re t eder.
eder. Toksik metabolitlerin birikmesi, yaygın etkilere ne-
Klinik Sendromlar

den olabilir ve hastalar, çoklu organ sistemlerinin yetmez­ Mononükleer fagositik hücre
liği gelişmesine ileri derecede yatkındır. Böylece pnömoni Hem
ve sepsisle birlikte solunum yetmezliği, böbrek yetmezli­ oksijenaz
ğine yol açabilir ve karaciğer yetmezliği olan çok sayıda
HEM (T )
hastanın yaşamına mal olabilir. Karaciğerdeki pıhtılaşma
faktörü sentezlerinin bozulmasına bağlanabilen bir koagii- BİLİVERDİN
loıpati gelişir. Bunun sonucu ortaya çıkan kanama eğilimi, Biliverdin
masif gastrointestinal veya vücudun başka yerlerinde ka­ Yaşlı redüktaz
eritrositler
namalara yol açabilir. Kanın bağırsaklardan emilmesi, ka­ 0 oooo
raciğere metabolik yük yükleyerek karaciğer yetmezliği­
BİLİRÜBİN-
nin şiddetini artırabilir.
ALBÜMİN
Tam olarak gelişmiş karaciğer yetmezliğinin sonucu,
özellikle kronik karaciğer hastalığında ağırdır. Hastalığın Hepatosit
hızla kötüye gitmesi, alışıldık bir gelişmedir ve hastaların Bilirübin
glukuronidler
%80'i, birkaç hafta veya ay içerisinde ölür. Akut karaciğer
yetmezliği vakalarının %40 kadarı, kendiliğinden iyileşe­
bilir. Ancak karaciğer nakli, akut veya kronik karaciğer
yetmezliğin iyileşmesini sağlayabilir. Şiddetli karaciğer Karaciğer
hastalığındaki morbidite ve mortalitenin alışılmadık dere­
cede yüksek olmasına katkıda bulunan sağlık sorunları,
bundan sonra anlatılmaktadır.
Safra kanalları
Sarılık ve Kolestaz
Sarılık, safra retansiyonunun sonucudur. Karaciğerdeki
safra üretiminin, başlıca iki fonksiyonu vardır. Bunlardan Safra Duodenum
kanalikülü
birincisi safra; suda çözünmeyen ksenobiyotiklerin, aşırı
kolesterolün ve bilirübinin başlıca eliminasyon yoludur.
İkincisi, safra salgısıyla bağırsağa ulaşan safra tuzları ve
fosfolipid molekülleri, diyetteki yağların emülsifikasyonu-
nu teşvik eder. Böylece, erişkinlerde serum bilirübin dü­
zeyleri 2.0 mg/dL'yi aştığında (normal olarak 1.2 mg/dL'
den azdır) derinin ve skleranm sarı renk alması olarak ta­
nımlanan sanlık (icterus), görülür. Kolestaz, yalnızca bilirü­
binin değil, aynı zamanda safrada eriyik halinde bulunan Ürobilinojen
safra tuzları, kolesterol gibi diğer maddelerin de sistemik
retansiyonu olarak tanımlanır.

Bilirübin ve Safra Asitleri


Bilirübin, hem maddesinin en son parçalanma ürünüdür
(Resim 15-1). Her gün üretilen bilirübin miktarının (0.2-
0. 3 .gram) çok büyük bölümü, yaşlanan eritrositlerin mo-
nonükleer fagositler tarafından parçalanmasından; geriye Resim 15-1 Bilirübin metabolizması ve eliminasyonu 7, Normal
kalanı ise öncelikle, karaciğer hemoproteinlerinin döngü­ olarak her gün üretilen 0 .2 -0 .3 mg bilirübin öncelikle, dolaşımdaki,
sünden (turnover) kaynaklanır. Kemik iliğindeki eritroid yaşlı eritrositlerin; küçük bir bölüm ise dokulardaki hem-içeren pro­
seri öncülü hücrelerin intramedüller apoptoz (etkisiz erit- teinlerin parçalanmasından kaynaklanır. 2, Ekstrahepatik bilirübin,
ropoez) nedeniyle aşırı parçalanması, hematolojik hasta­ serum albüminine bağlanarak karaciğere taşınır. 3 ve 4, Bilirübinin
lıklarda görülen sarılığın önemli bir nedenidir (Bölüm 11). hepatositler tarafından alınması (3) ve glukuronosiltransferaz tara­
Hem maddesi nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, hem fından glukuronidasyonu (4), suda çözünen ve safraya kolayca veri­
oksijenaz tarafından oksitlenerek biliverdine, daha sonra len bilirübin mono- ve diglukuronidlerin, hepatositlerdeki glukuro­
nosiltransferaz etkisiyle meydana gelir. 5, Bağırsak bakterileri bili-
da biliverdin redüktaz enzimi tarafından indirgenerek bi-
rübini dekonjuge ederek renksiz ürobilinojenlere çevirir. Ürobilino-
lirübine dönüşür. Karaciğer dışında, dalak dahil mono- jenler ve bozulmadan kalmış az miktarda bilirübin dışkıyla vücuttan
nükleer fagositoz sisteminde oluşan bilirübin kana verile­ atılır; bunların bir bölümü tekrar emilip karaciğere döndükten son­
rek serum albüminine bağlanır. Bilirübinin karaciğer hüc­ ra tekrar safraya verilir.
relerindeki işlenmesi, aşağıdaki sırayla gerçekleşir:
1. Sinüzoidal membranda taşıyıcı aracılığıyla içeri alın­ yük bölümü, bağırsaktaki bakterilerin |3-glukuronidaz-
ması ları tarafından dekonjuge edilerek renksiz maddeler
2. Sitozol proteinlerine bağlanması ve endoplazmik reti- olan ürobilinojenlere parçalanır. Bu ürobilinojenler ve
kuluma ulaştırılması geride bozulmadan kalmış olan pigment büyük ölçüde,
3. Bilirübin üridin difosfat-glukuronosil transferaz tara­ dışkı yoluyla vücuttan atılır. Ürobilinojenlerin yaklaşık
fından bir veya iki glukuronik asit molekülüne bağlan­ %2 0 'si üeumda ve kaim bağırsakta geri emilerek kara­
ması ciğere döner ve hızla tekrar safraya salgılanır. Konjüge
4. Suda çözünen ve toksik olmayan bilirübin glukuronid- ve konjüge olmayan safra asitleri de ileumda geri emi­
lerin safraya verilmesi. Bilirübin glukuronidlerin bü- lerek enterohepatik dolaşımla karaciğere geri döner.
606 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

PA TO G EN EZ y o r olabilir. G ilb e rt sendrom undaki fs ip e rtiB iira fe in e -


m iye, h e rtıa n g i feir m o r b id it e e ş lik etm ez.
N o rm a l erişkinlerde sistem ik olarak üretilen bilirübin m ik­ * Dubin-JoSınson sendrom u bilirübin glukuronidlerin
tarı, bu bilirıibinin karaciğer tarafından alınma, konjıige kanalikül membranının b ir tarafından diğer tarafına geçi­
edilme ve safrayla duodenum a boşaltılma hızına eşittir. rilmesiyle yüküm lü tra n s p o rt proteinindeki, otozom al
Ü retim le klirens arasındaki bu denge bozulursa, sarılık ge­ resesif b ir kusurdur. Hastalarda, konjüge hiperbilirübi­
lişir; bu dengenin bozulmasına yol açan başlıca nedenlerin nemi vard ır ve bilirübinin değil de polim erize epinefrin
listesi, Tablo 1 5 - 3 ’te y e r almaktadır. Ö zellikle, hem konju- m etabolitlerinin neden olduğu koyu pigmente b ir karaci­
ge olan ve hem konjuge olmayan bilirübin üretim inin bera­ ğer ve hepatomegali dışında, daha başka herhangi bir
berce artması olm ak üzere sarılık, çok sayıda mekanizmay­ fonksiyonel sorun yoktur.
la meydana gelebilm ektedir. Kandaki bilirübin düzeyi şid­
detli hastalıklarda, 30-40 m g /d L ’ye yükselebilir.
Çeşitli sarılık nedenleri arasında en sık görülenleri, hepa- Safra alçısının hepatosellüler disfonksiyon veya ekstra-
tit, safra akışının tıkanıklıkla (ob trü ksiyo n) karşılaşması (bu hepatik y& da intrahepatik safra yollarındaki tıkanma ne­
bölüm de daha sonra anlatılm aktadır) ve hem olitik anem idir deniyle frıeydana gelen kolestaz da kendisini sarılık ola­
(Bölüm 11). Karaciğerin bilirübini konjuge edip safraya v e r­ rak belli eder. Ancak kolestazdaki başlıca semptom, pato-
me mekanizmasının yaşamın ikinci haftasına kadar olgunlaş­ genezi tam anlaşılmamış kaşıntı da olabilir. Bazen, hiper-
mamış olması nedeniyle, neredeyse her yenidoğanda, kon­ lipidemi ye kolesterol eliminasyonunun bozulması nede­
juge olmayan bilirübinin kandaki düzeylerinin yükseldiği ge­ niyle kolesterol birikim odakları olarak, deri ksaııtomlan
çici ve hafif b ir hiperbilirübinem i gelişir. Bu neonatal sa rı­ görülür. Safra kanalı epitelinde ve hepatositlerin kanali­
lı k ya da yenidoğanın fiz y o lo jik sarılığı olarak adlandırılır. küler membramnda bulunan bir enzim olan serum alkalen
Sarılık, aşağıda verilen örneklerde ki gibi, doğumsal me­ fosfataz düzeylerinin yükselmesi, karakteristik bir bulgudur.
tabolizm a kusurlarının sonucu da olabilir Normal olarak diğer birçok dokuda, örneğin kemik doku­
• G ilb e r t s e B id ra m u , nispeten sık (popülasyonun % 7’- sunda farklı bir alkalen fosfataz izozimi mevcut olduğun­
sinde) görülen, iyi huylu, kendini kandaki konjuge olm a­ dan, yükselen alkalen fosfataz düzeylerinin karaciğerden
mış bilirübin düzeylerinin dalgalanması şeklinde göste­
kaynaklandığı doğrulanmalıdır. Safra akışının azalması
ren hafif b ir hiperbilirübinem iye yol açan ve b ir bakıma
ayrıca, yağda eriyen A, D, E ve K vitaminlerinin bağırsak­
heterojen olarak soya geçen, kalıtsal b ir sendrom dur.
lardan yeterli miktarda emilmesi dahil malabsorpsiyona
Nedeni öncelikle, karaciğerdeki glukuronoziltransferaz
yol açar.
düzeylerinin, bu enzim i kodlayan gendeki b ir mutasyon-
Karaciğer dışındaki safra yollarının tıkanması sıklıkla,
la açıklanan azalmadır; söz konusu gendeki p o lim o rfizm
cerrahi olarak düzeltilebilir. Oysa karaciğer içerisindeki
de, sendrom un değişik ekspresyonlarına katkıda bulunu-
safra yollarının hastalıklarına veya hepatosellüler fonksi­
yon yetmezliğine bağlı olan ve beraberce intrahepatik ko­
Tablo 1 5 -3 Başlıca Sarılık Nedenleri
lestaz adı verilen kolestaz, cerrahi olarak tedavi edileme-
Ö ncelikle, Konjuge O lm am ış H iperilirübinem i yebilir (transplante edilecek karaciğer sayısının yetersiz
olması) ve cerrahi girişim, hastanın durumunu daha da
Aşırı M iktarda Bilirübin Üretilm esi
kötüleştirebilir. Sanlığın ve kolestazın nedenini ortaya çıkar­
Hem olitik anemiler mak bu nedenle, bir bakıma acilen gereklidir.
Vücuttaki iç kanamaların (örneğin beslenme kanalındaki kanamalar,
hamartoma) rezorpsiyonu
Etkisiz eritropoez sendromları (örneğin pernisiyöz anemi,
talasemi) O Ö Z E T _________ _______________________
Karaciğer Tarafından Alınan Bilirübin Miktarının Azalması Sarılık ve Kolestaz
İlaçların, membranlardaki taşıyıcı sistemleri olumsuz etkilemesi • Sarılık, serumdaki bilirübin düzeyleri, retansiyon nedeniy­
Yaygın hepatosellüler hastalık (örneğin viral ya da ilaçlara bağlı le 2.0 m g/dL’nin üzerinde olduğunda görülür.
hepatit, siroz) • Hepatit ve intra ya da ekstrahepatik safra akışının obtrük-
siyonu en sık görülen sarılık nedenleridir ve buradaki sa­
Bilirübin Konjügasyonunun Bozulması
rılık kanda, konjuge bilirübin birikmesi nedeniyledir.
Yenidoğanlardaki fizyolojik sarılık • Hem olitik anemiler, konjuge olmayan bilirübinin kanda bi­
Ö ncelikle Konjuge H iperbilirübinem i rikmesine bağlı sarılıkların en sık görülen nedenidir.
• Kolestaz, safra akışının aksaması nedeniyle bilirübin, safra
Karaciğer Hücrelerinden Safraya Bilirübin Verilmesinin
Azalması asitleri ve kolesterol retansiyonunun sonucudur.
• Serum alkalen fosfataz düzeyi, kolestaz gelişen durumlar­
Kanaliküllerdeki membran taşıyıcılarının eksikliği
da genellikle yükselir.
ilaca (örneğin oral kontraseptiflere, siklosporine) bağlı kanaliküler
membran disfonksiyonu
Hepatosellüler hasar veya toksisite (örneğin viral veya ilaçlara bağlı
hepatit. Total parenteral beslenme, sistemik enfeksiyon) Hepatik Ensefalopati
Karaciğer içindeki veya Dışındaki Safra Akışının Bozulması
Hepatik ensefalopati; akut karaciğer yetmezliğindeki gibi
Karaciğer içindeki safra kanallarının inflamatuvar tahribi (örneğin akut olarak veya siroz edeniyle yavaş yavaş gelişen kronik
primer biliyer siroz, prim er sklerozan kolanjit, graft-versus-host karaciğer yetemezliğindeki gibi sinsi bir şekilde gelişebi­
(konağa karşı greft hastalığı, karaciğer nakli); safra taşları,
lir. Her iki durumda da, hepatik ensefalopati gelişen has­
pankreas kanseri
talarda; hafif davranış anormalliklerinden belirgin kon-
Klinik Sendromlar 607

füzyona ve stupora, derin komaya ve ölüme kadar değişe­ şılaşır ve düktüler reaksiyona çoğalan endotel hücrele­
bilen şiddette beyin disfonksiyonu vardır. Bu değişiklik­ ri, miyofibroblastlar ve inflamatuar hücreler eşlik eder.
ler, fulminan karaciğer yetmezliğinde olduğu gibi birkaç Sirozun, altta yatan etiyolojinin belirlenmesi dışında tat­
saat veya gün içerisinde ya da karaciğer fonksiyonunun, min edici bir sınıflaması yoktur. Bilinen bütün olası ne­
kronik karaciğer hastalığı nedeniyle sınırda olduğu has­ denler dışlandıktan sonra geriye kalan % 1 0 kadar vaka,
talardaki gibi yavaş yavaş gelişebilir. Rijidite, hiperreflek- kriptojenik siroz olarak adlandırılır, fakat son yıllarda
si, nonspesifik elektroensefalografi değişiklikleri ve sey­ bunların çoğu "sönmüş" non-alkolik steatohepatit olarak
rek olarak konviilsiyonlar, hepatik ensefalopatideki dal­ kabul edilmektedir. Sirozun genel prensipleri burada an­
galanma gösteren nörolojik belirtilerdendir. Başın ve latılmaktadır, her siroz çeşidinin ayırıcı özelliklerinden
ekstremitelerin hızlı ekstansiyon-fleksiyon hareketleri ise ilgili hastalıklar gözden geçirilirken bahsedilecektir.
olarak tanımlanan ve en iyi kollar, bilekler dorsifleksiyon-
da olmak üzere ekstansiyona getirildiğinde görülen aste-
rixis (flapping tremor), özellikle karakteristiktir. ( PATO G ENEZ
Hastalardan çoğunun beyinlerinde yalnızca, ödem ve
bir astrosit reaksiyonu gibi, minör morfolojik değişiklik­ Siroz patogenezinde; hepatositlerin ölm esi, ekstra -
ler vardır. İki faktör, bu ensefalopatinin gelişmesinde sellü ler m a trik s depolanm ası ve v ask ü ler reorgani-
önemli gözükmektedir: zasyon o lm ak üzere tem el üç süreç y e r alır.
Bağ dokusu ve ekstrasellüler m atriks (ESM) değişiklikle­
® Ağır derecede hepatosit fonksiyon kaybı
ri, her siroz çeşidinde vardır. N o rm a l karaciğerde, interstis-
® Kanın portal dolaşımdan, kronik hastalığı olan karaci­ yel kollajenlerden (fibril oluşturan kolajen tipleri I, III, V ve
ğerin çevresindeki sistemik dolaşıma geçmesi X I) oluşan ESM yalnızca karaciğer kapsülünde, p o rta l yol­
Akut karaciğer ensefalopatisinde kandaki amonyak dü­ larda ve santral venlerin çevresinde m evcuttur. Hepatosit-
zeyinin yükselerek nöron fonksiyonlarını bozması ve ge­ lerde gerçek b ir bazal m em bran yerine, sinüsoidal endotel
neralize beyin ödemini teşvik etmesi, bu nörolojik komp­ hücreleriyle hepatositler arasındaki boşlukta (Disse aralığı)
likasyondaki kilit değişiklik olarak gözükmektedir. Kro­ m evcut olan ve tip IV kollajen ve diğer proteinlerden oluşan
nik karaciğer ensefalopatisindeki nöron disfonksiyonuna ince bir çatı vardır. Oysa sirozda Disse aralığında, tip I ve III
ise; özellikle monoaminerjik, opioiderjik, y-aminobutirik kollajenle diğer ESM bileşenleri depolanm ıştır (Resim
asit (GABA)-erjik ve endokannabinoid sistemler olmak 1 5 -2 ).
Sirozda aşırı m iktardaki kollajen öncelikle, Disse aralığın­
üzere nörotransmiter üretiminin aksaması yol açar.
daki perisinusoidal yıldızsı hücrelerde (önceki adıyla Ito
hücreleri) üretilir. N orm alde A vitam ini depolanan bu hüc­
Siroz re le r fibrozis gelişmesi sırasında aktive olarak m iyofibrob-
lastlara dönüşür. Reaktif oksijen türevlerinin, zedelenen he-
Siroz, Batı dünyasındaki önde gelen 10 ölüm nedeni ara­ patositlerde veya uyarılmış Kupffer hücreleri ve sinusoidal
sında yer alır. Viral enfeksiyonlar, alkolik ya da non-alko- endotel hücrelerinde üretildiği düşünülen T N F ’ nin (tü m ö r
lik steatohepatit (NASH), hepatositleri ve/veya safra ka­ nekroz fa k tö rü ), IL-1’in (in te rlö kin -1 ) ve lenfotoksinler gi­
nallarını etkileyen otoimmün hastalıklar ve aşırı demir bi sitokinlerin bu dönüşümde ro l oynadığına inanılmaktadır.
yüklenmesi; sirozun başlıca nedenleri arasındadır. Siroz, A ktive yıldızsı hücrelerin bizzat kendileri de daha fazla pro-
fibrozis ve normal karaciğer yapısının, yapısal bakımdan liferasyonlarına ve kollajen üretilm esine yol açan sitokinler
anormal nodüllere dönüşmesiyle karakterize, yaygın bir süreç ve kem okinler—özellikle, transfo rm e edici büyüme faktörü -
olarak tanımlanır. Hastalığın başlıca özellikleri, fokal de­ |3 (TGF-P) üretir. Portal fibro blastlar da bazı siroz çeşitle­
ğil, karaciğerin büyük bir bölümünde (tümünde olmasa rinde olasılıkla rol oynar. K ron ik karaciğer hastalığının sey­
bile) mevcuttur. ri sırasında fibrozis; ESM bileşenlerinin sentez edildiği, de­
polandığı ve rezorbe edildiği, dinam ik bir süreçtir. Bu süreç­
• Çok sayıda komşu lobülün çevresinde ince bantlar ve­ te, m etalloproteazlarla bunların in h ib itö rle ri arasındaki
ya geniş nedbeler şeklinde beliren fibröz septumhr. denge değişiklikleri rol oynar (Bölüm 2). Böylece hastalığın
Uzun süreden beri mevcut olan fibrozis, hastalık de­ geç dönem lerinde bile, hastalık süreci durdurulduğunda ya
vam ettiğinde veya hastalığa eşlik eden vasküler deği­ da ortadan kaldırıldığında belirgin yeniden biçimlenme ve
şiklikler yaygın olduğunda geri dönüşsüzdür; ancak hatta karaciğer fonksiyonun geri dönüşü (siro tik regres-
karaciğer yetmezliğinin altta yatan nedeni düzelirse, yo n) m üm kündür.
regresyon mümkündür. Karaciğerin siroz durum unda yeniden biçimlenmesi ola­
• Bu fibröz bantlar tarafından kuşatılan ve boyutları kü­ yında, dam ar zedelenmeleri ve değişiklikleri de önem li rol
çükten (çapı 3 mm'den küçük-mikronodüller) büyüğe üstlenir. Portal venlerin, karaciğer arterlerinin ve/veya
( 1 cm'den büyük-makronodüller) kadar değişen paren- santral venlerin inflamasyonu ve tro m b o zu , parenkim bö­
kim modülleri. Bu nodüllerdeki hepatositlerin iki kayna­ lüm lerinin yer y e r hipoperfüzyonuna ve sonuç olarak pa­
ğı vardır: (1 ) daha önceden var olan, uzun zamandır renkim atrofisi ve hiperperfüzyonu üzerinden fazlasıyla re-
yaşayan ve siroz yerleştiğinde, replikatif yaşlanma jenerasyona yol açabilir. Sinusoidlerin endotel hücrelerin­
özellikleri sergileyen hepatositler ve (2) Hering kanal­ deki fenestrasyonların kaybıyla p o rta l ven-karaciğer veni ve
karaciğer a rteri-po rta l ven arasında dam ar şantlarının oluş­
larına ve küçük safra duktullerine komşu hepatobiliyer
ması, karaciğer fonksiyon kusurlarına katkı yapan başlıca
kök hücresi alanında bulunan kök/progenitor hücreler­
dam ar değişiklikleridir (Resim 1 5 -2 ). N orm al sinusoidler-
den kaynaklanan, replikasyon yeteneğine sahip yeni
de plazmayla hepatositler arasında serbest madde alışveri­
hepatositler. Bu kök/progenitor hücreler ayrıca, çoğu
şine izin veren fenestrasyonlu endotel hücreleri varken; fe-
sirotik nodüliin periferindeki düktüler reaksiyonlara da
nestrasyonların kaybı ve bazal m em bran oluşumunun art-
neden olur. Bu bölgede parenkim stromal skar ile kar-
608 B Ö L Ü M 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan

S inuso id Aktive stellat


hücreler Fenestrasyon
Aktive Kupffer
Endotel Fenestrasyonlu İnce “m iyofibroblast"' kaybı
Kupffer hücresi
hücresi sinusoidier koiiajen
hücresi Yoğun Mikrovıllüs
lifler
Disse Inaktif stellat hücre-dışı lerin kaybı
aralığı hücre matriks

FHepatositler Safra kanalikülleri


NORMAL KARACİĞER KARACİĞER FİBROZİSİ
Resim 1 5 -2 Karaciğer fibrozisi. Normal karaciğerde perisinüzoidal aralık (Disse aralığı), ekstrasellüler matriks bileşenlerinden oluşan in­
ce bir çatı içerir. Karaciğer fibrozisinde ise stellat hücreler, perisinüsoidal aralıkta depolanacak yoğun bir matriks tabakası üretmek üzere
aktive olur. Koiiajen birikim ler endoteldeki fenestrasyonları tıkayarak bu hücrelerle kan arasındaki serbest madde alışverişini engeller.
Kuppfer hücreleri de aktive olarak fibroziste rol oynayan sitokinler üretir. Bu çizimdeki ölçüler normal olmayıp Disse aralığı, burada gös­
terilenden çok daha dardır.

ması, ince duvarlı sinusoidleri yüksek basınçlı, kanın içlerin­ Ö ZET


den daha hızlı aktığı, bu gibi erim iş madde alışverişinin ola­
naksız olduğu vasküler kanallara dönüştürür. Ö zellikle al-
büm in, pıhtılaşma fa k tö rle ri, lip o p ro te in le r gibi proteinle­
• (1) Karaciğerin tümünün veya çok büyük bölümünün tu­
rin, hepatositlerle plazma membranı arasındaki trafiği,
tulması, (2) köprüleşen fîbröz septumlar ve (3) yaşlı ve ço­
önem li ölçüde aksar. Hepatosit yüzeylerindeki m ikrovillüs-
ğalabilen (çoğu zaman kök/progenitor hücre kökenli) he-
lerin kaybı, bu hücrelerin tra n s p o rt kapasitesini daha fazla
patositlerin karışımından oluşan parenkim nodülleri; siro­
azaltarak, fonksiyonel değişiklikleri şiddetlendirir. A z önce
zun başlıca üç özelliğidir.
sözü edilen dam ar şantları da karaciğerdeki vasküler basın­
• Siroz genellikle çok sayıda nedene bağlı olabilen, terminal
cı anorm alleştirerek, karaciğer disfonksiyonuna ve daha
bir süreçtir. Kronik hepatit B ve C, ayrıca alkolik ve non-
sonra anlatılan p o rta l hipertansiyona katkıda bulunur.
alkolik steatohepatit, en sık görülen siroz nedenleridir.
Sirozla sonuçlanan hepatosit zedelenmesinin nedenleri,
Daha seyrek siroz nedenleri, otoimmün ve safra yolu has­
sirozun etiyolojisine (viral, alkole bağlı, ilaca bağlı) göre de­
talıklar ve ayrıca hemokromatoz gibi metabolizma bozuk­
ğişir. Daha önce de anlatıldığı gibi norm al karaciğer hücre­
luklarıdır.
lerinin yerini, uzun süredir m evcut hepatositlerden ve kök
hücrelerden oluşan yeni karaciğer hücrelerinden meydana • Başlıca siroz komplikasyonları; karaciğer fonksiyonunun
gelen parenkim nodülleri alır. Küre biçimli nodüllerdeki he­ azalmasıyla, portal hipertansiyonla ve hepatosellüler kar-
patosit rejenerasyonu, fîb rö z septum lar tarafından sınırlan­ sinom riskinin artmasıyla ilişkilidir.
dırılır.

Klinik Özellikler Portal Hipertansiyon


Tüm siroz tipleri klinik bakımdan sessiz seyredebilir.
Portal kan akımı karşısında direnç; prehepatik, intrahe-
Semptomlar ortaya çıktığında, tipik olarak nonspesifiktir
patik ve posthepatik nedenlere (ileride anlatılmaktadır)
ve iştah kaybı, kilo kaybı, dermansızlık ve ilerlemiş has­
bağlı olabilir. Dominant intrahepatik neden, portal hipertan­
talıkta şiddetle güçten düşme şeklindedir. Klinik tabloya,
siyon vakalarının çok büyük bir bölümünden sorumlu olan si­
yeni başlayan veya karaciğerin alkol, sistemik enfeksiyon
rozdur. Schistosomiasis, masif karaciğer yağlanması, yay­
veya gastrointestinal kanama yükü altında kalmasıyla te-
gın granülomatöz hastalıklar (ör. sarkoidoz, miliyer tü­
tiklenerek kendini açıkça gösteren karaciğer yetmezliği
berküloz) ve nodüler rejeneratif hiperplazi gibi, portal mik-
eklenebilir. Sonuçta ölüme yol açan çoğu sirozlarda aşağı­
rodolaşımı etkileyen hastalıklar şeklindeki nedenlere
daki mekanizmalardan biri etkilidir:
bağlı, nonsirotik portal hipertansiyon, daha seyrek görül­
• İlerleyici karaciğer yetmezliği mektedir.
• Portal hipertansiyonla ilişkili bir komplikasyon Sirozdaki portal hipertansiyon, portal kan akışının si­
• Hepatosellüler karsinom gelişmesi nusoidier düzeyinde dirençle karşılaşması ve santral ven-
Klinik Sendromlar 609

lerin, perivenüler fibrozis ve genişleyen parenkim nodül- gr/dL'ye varabilen, yüksek miktarda protein içeren seröz
leri tarafından sıkıştırılması sonucunda meydana gelir. bir sıvıdır. Serumla asit sıvısı arasındaki albümin farkının
Fibröz bantlarda yer alan arteriyo-portal anostomozlar 1.1 g/dL'den fazla olması daha da önemlidir. Bu sıvıda az
da, normalde düşük basınç altında bulunan portal venöz sayıda mezotel hücresi ve mononükleer lökosit bulunabi­
sistem üzerinde arteriyel basınç yaratarak portal hiper­ lir. Nötrofillerin sıvıdaki varlığı sekonder bir enfeksiyonu
tansiyona katkıda bulunur. Portal venöz sistemden akan akla getirirken aynı sıvıda eritrositlere rastlanması, disse-
kan miktarının hiperdinamik dolaşım nedeniyle artması mine bir intraabdominal kanser olasılığını işaret eder.
da, portal venöz kanlanmadaki artış nedeni olarak önem­ Asit uzun süredir mevcutsa periton sıvısının diyaframın
li bir faktördür. Bunun nedeni, splanknik dolaşımdaki ar­ bir tarafından öbür tarafına geçen lenfatikler yoluyla gö­
terlerin; öncelikle, damar yatağındaki nitrik oksit (NO) ğüs boşluğuna sızması, daha çok sağ tarafta olmak üzere
üretiminin artmasından kaynaklanan dilatasyonudur. Bu hidrotoraksa neden olabilir.
dilatasyon, bağırsaklardan kana geçen bakteri DNAları-
mn Kupffer hücrelerine uğramadan sistemik dolaşıma
girmesine verilen bir yanıttır. Bakterilerin DNAsı, nitrik
oksit üretimini artırır. Portal hipertansiyonun başlıca kli­
PATO GENEZ
nik sonuçları (Resim 15-3), aşağıda anlatılmaktadır.
A sit patogenezi, aşağıdaki mekanizmalardan birinin veya
Asit birkaçının rol aldığı, karmaşık b ir süreçtir:
• Dam ar içerisindeki sıvının, sinusoidlerdeki basıncın yük­
Asit, periton boşluğunda aşırı miktarda sıvı toplanması­
sek olması ve hipoalbüm inem i nedeniyle dam ar dışında­
dır. Bu birikmenin klinik olarak fark edilebilmesi için, en
ki Disse aralığına, artan m iktarlarda geçmesi.
az 500 mililitreye ulaşması gerekir ama bu miktar litreler-
• Karaciğerdeki interstisyel dokudan periton boşluğuna sı­
ce de olabilir ve masif bir abdominal distansiyona yol aça­
vı sızması. Duktus torasikusun günlük lenf akışı, günde
bilir. Asit genellikle, daha çok albümin olmak üzere 3
800-1 000 mİ dolayındadır ama karaciğer sirozunda, bu
kanalın taşıma kapasitesini aşarak günde 2 0 litreye ka­
dar yükselebilir. Karaciğerden gelen lenfin protein bakı­
mından zengin, trigliseridle r bakımından fa k ir olması,
yüksek m iktarda protein içeren asit sıvısını yansıtır.
• V ücuttaki total sodyum kitlesinin norm alden daha fazla
olmasına rağmen böbreklerde, hiperaldosteronizm (Bö­
lüm 3) nedeniyle sodyum ve su tutulması.

Portosistemik Şant

Portal venöz basıncın yükselmesiyle birlikte, sistemik ve


portal dolaşımlarının ortak kapiller yatakları paylaştıkla­
rı yerlerde şantlar gelişir. Rektumdaki ve çevresindeki
venler (hemoroidlerin belirmesine yol açar), kardiyoözo-
fageal bileşke (özofagus varislerini meydana getirir), ret-
roperitoneum, karaciğerdeki ligamentum falciformis (gö­
bek çevresindeki ve karın duvarındaki kollateraller) baş­
lıca yerlerdir. Hemoroidler kanayabilirse de bu kanama
nadiren şiddetlidir veya yaşamı nadiren tehlikeye sokar.
İlerlemiş karaciğer sirozu olan hastaların %65 kadarında
gelişen özofagogastrik varisler, şiddetli hematemeze ve ba­
zen ölüme neden olabilmeleri nedeniyle, hemoroidlerden
çok daha önemlidir. (Bölüm 14). Seyrek olarak, karın du­
varındaki kollateraller de göbekten dış tarafa doğru uza­
nan, genişlemiş subkutan venler (caput medusae) olarak
gözükür.

Splenomegali
Uzun süre devam eden konjesyon, konjestif splenomega-
liye neden olabilir. Dalağın büyüme derecesi çok değiş­
kendir (genellikle 1 0 0 0 gram veya daha azdır) ve portal
hipertansiyonun diğer özellikleriyle paralellik gösterme­
Resim 15—3 Siroz hastalarındaki portal hipertansiyonun bazı klinik yebilir. Şiddetli splenomegali sekonder olarak, hipesple-
sonuçları. Önemi daha fazla olan sonuçlar siyah karakterle yazıl­ nizmle açıklanan çeşitli hematolojik anormalliklere ne­
mıştır. den olabilir (Bölüm 11).
610 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

Hepatorenal Sendrom
İLAÇLAR VEYA TOKSİNLER
Hepatorenal sendrom genellikle yalnızca ağır karaciğer
hastalığında görülür; böbreklerin bizzat kendilerinde her­ NEDENİYLE MEYDANA GELEN
hangi bir primer anormallik olmaksızın gelişen böbrek KARACİĞER HASTALIĞI
yetmezliği, bu sendromun başlıca özelliğidir. Hem karaci­ İlaç metabolizmasının ve detoksifikasyonunun gerçekleş­
ğerin hem böbreğin birlikte hasar gördüğü karbon tetrak- tiği başlıca organ olması nedeniyle karaciğer, tedavi ama­
lorür ve mantar zehirlenmeleri, Wilson hastalığındaki ba­ cıyla kullanılan ve çevredeki çok sayıda kimyasalın yol
kır toksisitesi ve ileri evre karaciğer yetmezliğine bağlı do­ açabileceği zararların hedefidir. Bu zarar söz konusu kim­
laşım kollapsmm akut tubuler nekroza ve böbrek yetmez­ yasalların doğrudan toksik etkisiyle, karaciğerin bir kse-
liğine yol açması; bu tanımın dışındadır. Bunlardan so­ nobiyotiği aktif bir toksine dönüştürmesiyle veya bir ilacın
nuncusunun nedeni tam bilinmese de elimizdeki kanıtlar ya da bir metabolitin, bir hücre proteinini bir immünoje-
böbreğin, özellikle de böbrek korteksinin kanlanmasının, ne dönüştüren hapten etkisi göstermesiyle gerçekleşebilir.
splanknik vazodilatasyon ve sistemik vazokonstriksiyon İlaca veya toksine bağlı karaciğer hastalığında tanı, za­
nedeniyle büyük ölçüde azaldığını işaret etmektedir. man bakımından ilaca ya da toksine maruz kalınmasıyla
İdrar çıkışının azalması, kandaki üre azotu ve kreatinin karaciğerin zarar görmesi arasındaki beraberliği ve diğer
düzeylerinin yükselmesi, hepatorenal sendromun haberci­ potansiyel nedenlerin bulunma olasılıkları uzaklaştırıl­
sidir. Böbreğin idrar konsantre etme yeteneğinin devam dıktan sonra, bir bileşiğin veya bileşiklerin neden olduğu
etmesi, protein içermeyen hiperosmolar idrara ve sodyum hasarın iyimser bir düşünceyle, düzelmekte olmasını te­
içeriği, renal tubuler nekrozdakinin aksine düşük olan mel alabilir. Herhangi bir karaciğer hastalığının ayıncı tanı­
anormal bir idrar sedimentine yol açar. Renal diyaliz veya sında, hastanın bir toksine veya ilaca maruz kalmış olma ola­
diğer tedaviler hastayı, bu sendromun iyileşmesini sağla­ sılığı her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Alkol, toksik
yacak tek tedavi olan karaciğer nakline kadar idare edebi­ karaciğer hasarına yol açan en önemli nedendir; bu hasar
lir ama karaciğer nakledilen hepatorenal sendrom hastala­ karakteristik histolojik özelliklerini, alkole bağlı olmayan
rında ameliyatı izleyen aylardaki mortalite yüksektir. karaciğer yağlanmasıyla (NAFLD) paylaştığından, burada
anlatılacaktır; böyle bir benzerliğin, klinik özellikler bakı­
Portopulmoner Hipertansiyon ve
mından mevcut olmadığını vurgulamak gerekir.
Hepatopulmoner Sendrom
İlaç nedeniyle meydana gelen karaciğer hasarı, sık kar­
Pulmoner disfonksiyon, kronik karaciğer hastalığı sırasın­ şılaşılan ve kendisini hafif bir reaksiyon ya da akut kara­
da sık görülür ve hastanın ölümüne neden olabilir. Kara­ ciğer yetmezliği veya kronik karaciğer hastalığı gibi çok
ciğer hasarına yol açan nedenler, akciğerlere de zarar ve­ daha ciddi bir rahatsızlıkla gösterebilen bir sağlık sorunu­
rebilir ve örneğin a a-antitripsin eksikliği hem siroz, hem dur. Çok sayıda ilaç ya da kimyasal madde karaciğer ha­
amfizem nedeni olabilir. Diyaframı yukarı yönde bastıran sarına yol açabilir (Tablo 15-4). Normalde ilaç olarak ka­
asit ve portal hipertansiyona eşlik eden plevra efüzyonla- bul edilenlerin dışındaki diğer bileşiklerin de, bunlara yol
n, akciğer kapasitesini zorlayabilir. Son olarak; akciğer açabileceğini akıldan çıkarmamak önemlidir; dikkatle alı­
kanlanmasında karaciğer yetmezliğine bağlı olarak mey­ nan bir anamnez, bitkisel ilaçlar, diyet takviyeleri, topikal
dana gelen değişiklikler, portopulmoner hipertansiyona ve­ ürünler (örneğin merhemler, parfümler, şampuan) ve ma­
ya hepatopulmoner sendroma yol açabilir. ruz kalman, çevremizdeki diğer maddeler (örneğin temiz­
Portopulmoner hipertansiyon, pulmoner arter hiper­ leme çözücüleri, böcek ilaçları, gübreler) gibi diğer potan­
tansiyonu olarak tanımlanır. Bu basınç yükselmesinin alt­ siyel toksinleri çoğu zaman ortaya çıkarır.
ta yatan mekanizmaları günümüzde de tam olarak bilin­ İlaç hasarı ve toksik hasarın ilkeleri Bölüm 7'de anlatıl­
memesine rağmen; herhangi bir nedene bağlı portal hi­ maktadır. Burada; ilaç reaksiyonlarının tahmin edilebilenler
pertansiyonla (sirotik ya da nonsirotik), sonunda sağ kalp ve tahmin edilemeyenler (idiyosinkratik) olarak sımflandırı-
yetmezliğine yol açan aşırı pulmoner vazokonstriksiyon labileceğini belirtmek yeterlidir. Tahmin edilebilen ilaç ve­
ve vasküler yeniden biçimlenme, bu yönde etkili meka­ ya toksin reaksiyonları, doza bağlı olarak her insanda gö­
nizmalar olarak gözükmektedir; efor dispnesi ve el par­ rülebilir. Tahmin edilemeyen reaksiyonlar ise konağın bi­
maklarında çomaklaşma, portopulmoner hipertansiyo­ reysel çeşitliliklerine, özellikle ilaçla bağlantılı antijene
nun en sık görülen belirtileridir, bunları palpitasyonlar ve karşı bağışıklık yanıtı vermeye yatkın olup olmamasına
göğüs ağrısı izler. veya ilacın metabolize edilme hızına göre bağlı olarak ge­
Hepatopulmoner sendroma, pulmoner kanlanmada ar­ lişir. Her iki sınıf hasar da hemen gelişebilir ya da bunla­
tışla birlikte anormal intrapulmoner damar dilatasyonu rın gelişmesi haftalarca/aylarca sürebilir.
eşlik eder. Bu dilatasyonlar aracılığıyla gerçekleşen şant- Asetaminofen, önceden tahmin edilebilenler sınıfındaki
lar, ventilasyon-perflizyon uyumsuzluğu ve oksijen difüz- bir karaciğer toksinidir ve bugün ABD'de, karaciğer nakli
yonunun azalması üzerinden, dispne ve siyanozla birlikte gerektiren akut karaciğer yetmezliğinin en sık karşılaşılan
şiddetli arteriyel hipoksemiye neden olur. Oksijen takviyesi nedenidir. Bu hepatotoksisitede toksik madde asetamino-
bu sorunları başlangıçta gidebilir ama şiddetli intrapulmo­ fenin bizzat kendisi değil, asinus bölge 3 hepatositlerinde-
ner damar genişlemesi veya arteriyovenöz malformasyon- ki sitokrom P-450 sisteminin ürettiği toksik metabolitlerdir
larm oluşması çoğu zaman, yalnızca kısmen düzeltilebile­ (Resim 15-4). Bölge 3 hepatositleri öldükçe bu metabolik
cek sağdan sola şantlara neden olur. Platipne (solunumun fonksiyonu bölge 2 hepatositleri üstlenir ama bir süre son­
yatarken daha kolay, otururken veya ayakta dururken da­ ra bunlar da hasar görür. Şiddetli doz aşımında hasar böl­
ha zor olması) ve ortodeoksi (kanındaki oksijenin, beden gesinin periportal hepatositlere yayılması, fulminan kara­
dik durumdayken azalması), hepatopulmoner sendrom ciğer yetmezliğiyle sonuçlanır (Resim 15-5, A ve B). Doz
için patognomoniktir. aşımına hem intihar nedeniyle, hem da kaza sonucu sık
Portopulmoner hipertansiyonda akciğer fonksiyonu, rastlanmaktadır. Bunun nedeni sitotoksisitenin, sitokrom
seçili bazı hastalarda karaciğer naklinin ardından bir de­ P-450 sisteminin aktivitesine bağlı olmasıdır; bu alctivite,
receye kadar düzelmektedir. parasetamolle birlikte alman alkol gibi diğer maddelerin
St 'mm

A k u t ve K ro n ik H e p a tit

Tablo 15-4 İlaçlar veya Toksinler Nedeniyle Meydana Gelen Farklı Karaciğer Hasarı Çeşitleri

Hasarın Tipi M o rfo lo jik Bulgular İlişkili ilaç veya Toksin


Kolestatik Saf hepatosellüler kolestaz, inflamasyonsuz Kontraseptif ve anabolizan steroidler; östrojen
replasman tedavisi
Kolestatik hepatit Kolestaz; lobüler inflamasyonla ve nekrozla birlikte; Çeşitli antibiyotikler; fenotiyazinler
safra kanallarında hasar görülebilir
Hepatosellüler nekroz Odaksal hepatosit nekrozu Metildopa, fenitoin
Submasif nekroz, bölge 3 Asetaminofen, halotan
Masif nekroz İsoniazid, fenitoin
Steatoz Makroveziküler Etanol, metotreksat, kortikosteroidler, total
parenteral beslenme
Steatohepatit Mikroveziküler, Mallory cisimcikleri Amiodaron, etil alkol
Fibroz ve siroz Periportal ve sellüler fibroz Metotreksat, isoniazid, enalapril
Granülomalar Kazeifikasyon göstermeyen epitelioid granülomalar Sülfonamidler, çeşitli diğer ilaçlar
Damar lezyonları Sinusoidal obstrüksiyon sendromu (venooklüzif Yüksek dozda kemoterapi, çalı çayları
hastalık): santral venlerin obliterasyonu
Budd-Chiari sendromu Oral kontraseptifler
Sinusoidal dilatasyon Oral kontraseptifler, diğer çeşitli ilaçlar
Peliosis hepatis: endotelle döşeli olmayan, kanla dolu kaviteler Anabolizan steroidler, tamoksifen
Neoplaziier Karaciğer adenomu Oral kontraseptifler, anabolizan steroidler
Hepatosellüler karsinom Thorotrast
Kolanjiyokarsinom Thorotrast
Anjiyosarkom Thorotrast, vinil klorür
W a s h in g t o n K : M e t a b o lik v e t o x i c c o n d itio n s o f t h e liv e r. In la c o b u z io -D o n a h u e C A , M o n t g o m e r y E A (e d s ): G a s tr o in te s t in a l a n d L iv e r. P h ila d e lp h ia , C h u rc -
h ill L iv in g s to n e , 2 0 0 5 ’t e n .

('akşamdan kalma' olarak adlandırılan alkol sonrası duru­


mun önlenmesi için parasetamol kullanılmamalıdır) veya A K U T V E K R O N İK H E P A TİT
parasetamol + kodein kombinasyon tabletlerindeki kode­
Akut ve kronik hepatit terminolojisi, hepatit deyiminin
inin etkisiyle artabilir.
çok sayıda farklı hastalıkların ve farklı karaciğer hasarı çe­
Klorpromazin (bu ilacı yavaş metabolize eden bireyler­
şitlerinin tanımlanmasında kullanılmakta olması nede­
de kolestaza neden olur), halotan (bu anestetiği defalarca
niyle akıl karışıklığına neden olabilir. Örneğin hepatit, he­
kullanan bazı bireylerde, bağışıklık sistemi aracılığıyla ge­
patosit zedelenmesinin spesifik histolojik tiplerini tanım­
lişerek öldürücü olabilen bir hepatite yol açabilir) ve slilfo-
lamakta kullanılan bir deyimdir. Akut ve kronik hepatit-
namidler, alfa-metildopa ve allopurinol gibi diğer ilaçlar;
ler birbirinden, kısmen başlangıçtan sonra geçen süreleri­
idiyosenkratik reaksiyonlara neden olabilen ilaçlara örnek
ne, kısmen hücredeki zedelenmenin tipine ayırt edilebilir.
gösterilebilir. İdiyosinkratik ilaç veya toksin reaksiyonla­
Viral hepatitler, inflamasyona neden olan hepatotrop vi­
rında çoğu zaman; doğrudan sitotoksik etki ve bağışıklık
rüsün kimliğine (hepatit tip A. B. C, D ve) göre sınıflandı­
sistemi aracılığıyla gerçekleşen hepatosit veya safra kana­
rılır. Hepatit virüsleri veya otoimmün olarak, ilaçlar veya
lı hasarı şeklindeki, değişken bir kombinasyon söz konu­
toksinler nedeniyle meydana gelen tüm hepatitlerdeki ay­
sudur. Hepatotoksin örnekleri, daha sonra anlatılan her
nı tip zedelenme meydana geldiğinden, önce genel tanım­
hastalığa-özgü kategoride verilmektedir.
lama yapılır, ardından da her nedenin klinikopatolojik
bağlantıları belirtilir.
3 ö z e t _ ________

İlaçlar veya Toksinler Nedeniyle Meydana Gelen


Karaciğer Hastalığı M ORFOLOJİ
• İlaçlar veya to k s in le r nedeniyle meydana gelen karaciğer H a fif akut hepatit hastalarının karaciğeri m akroskopik m u­
hastalığı; önceden tahm in edilebilir (intrensek) ya da ön­ ayenede, norm al veya hafifçe lekeli görünüm e sahiptir.
ceden tahmin edilem ez (idiyosinkratik) b ir hastalıktır. S pektrum un diğer ucundaki m asif karaciğer nekrozunda
• intrensek hepa to to ksin ler doza bağlı olarak, neredeyse ise büzülebilen ve ağırlığı 5 0 0-7 00 grama kadar azalabilen
tüm bireyleri etkileyebilir. karaciğer; kırışık, gevşek bir kapsülle çevrili, yumuşak, kır­
• id iyosinkra tik hepatotoksinler, ender bireyleri ve çoğu mızı bir organa dönüşür. Karaciğerdeki yıkımın dağılımı son
zaman doğrudan toksisiteyle ve bağışıklık sisteminin ara­ derece değişkendir: B y y ık ım organım tüm ünde ger­
cılık ettiğ i hasarla kombinasyon şekilde etkiler. çek leşeb ilir ya da sadece bazı alanlar yam a ta rz ın d a
• Bu şekilde gelişen karaciğer hasarının bütün tip le ri, bir e tkile n eb ilir. Kesitlerde (Resim 1 5 -5 , A), n e k ro tik alanlar
toksin veya ilaç tarafından meydana getirilebildiğinden çam urlu-kırm ızı, peltemsi, safrayla boyanmış lekeler içeren
ayırıcı tanıda bu etkenlerle temas olasılığı m utlaka akılda b ir görünüm e sahiptir.
tutulmalıdır. Bir haftadan daha uzun süre yaşayan hastaların, canlı ka­
• H epatotoksisiteden, reçeteli ve reçetesiz ilaçların yanı sı­ labilen hepatositlerinde rejenerasyon başlar (Bölüm 2). Pa-
ra bitkisel ilaçlar, diyet takviyeleri, topikal uygulamalar ve ren kim çatısı korunmuşsa, rejenerasyon düzgün b ir şekilde
çevredeki etkenlere m aruz kalınması gibi başka nedenler gerçekleşir ve karaciğer yapısı yeniden norm ale döner. Ma­
de sorum lu olabilir. sif yıkım sonrası ise rejenerasyon düzgün b ir şekilde ger-
612 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

Karaciğer lobülü
B irb irle riyle bağlantılı olm alarına rağmen gerek hepato­
sit zedelenmesi, gerekse inflamasyon; etiyolojiye ve konak
fa ktö rle rin e bağlı olarak ileri derecede değişkenlik sergile­
yebilir. H epatosit zedelenmesi, iki şekilde olur. Bunlardan
birincisi şişmedir (balonlaşm a d ejenerasyo n u ); içi boş
gözüken, soluk renkli sitoplazması olan bu hücreler, daha
sonra y ırtılır ve n ek ro za (srto lize) uğrar. N e k ro tik hüc­
reler kaybolm uş g ö zü k ü r ve arkalarında, çöken b ir sinu­
soidal retikülin çatı bırakır; tem izlikçi m akrofajlar, buraları
işaret eder. Hücre ölüm ünün ikinci tipi, a p o p to z d u r; bura­
da hepatositler büzülür, yoğun eozinofil kara kte r kazanır
ve parçalı hücre çekirdeğine sahiptir; a p o p to tik hücrelerin
hemen yakınında, e fe ktö r T hücreleri bulunabilir. Bu özel­
likler p o rta l alanların uzağında, parenkim de görüldüklerin­
de lob üler hepatit olarak adlandırılır (Resim 1 5 -6 ).
A ğır vakalarda, santral venlerin çevresindeki hepatosit
nekrozu alanları birleşir (Resim 1 5 -5 , B). Bu alanlarda hüc­
re debrisi, kollabe retikülin lifler, konjesyon/kanam a ve de­
ğişken olabilen inflamasyon bulunabilir. H e pa tit şiddeti a rt­
tıkça, s a n tra l-p o ırta l köprüleşm e nekrozu gelişebilir ve
bunu da daha olum suz bir gelişme olarak parenkim kol-
lapsa izleyebilir. Zedelenm e çok fazlaysa, ardından masif
karaciğer nekrozu ve fulm inan karaciğer yetmezliği gerçek­
leşir. Bazı vakalardaki zedelenme hücre ölüm üne neden

Resim 1 5 -4 Karaciğer parenkiminin mikroskopik yapısı. Şekilde


hem bir lobül, hem de bir asinus temsil edilmiştir, idealleştirilmiş bu
çizimde klasik lobül ortasında, terminal karaciğer venülü olarak da
bilinen santral venin (CV) yer aldığı bir altıgen olarak gösterilmek­
tedir: altıgenin köşelerinden üçünde yer alan portal alanlar portal
ve (PV), karaciğer arteri (H A ) ve safra kanalı (BD) sistemlerinin
dallarını içermektedir. Lobülün bölgeleri, portal alanlara ve santral
vene olan uzaklıklarına göre genellikler periportal, midzonal ve sant-
rilobuler bölge olarak adlandırılır. Kan damarlarının referans olarak
kullanılması, karaciğer yapısını alt-bölümlere ayırmakta kul­
lanılabilen bir diğer yoldur. Bu yaklaşım kullanıldığında, üçgen
asinuslar tanımlanabilir. Asinusların kaidelerinde, portal damarların
parenkime giren dalları ( “ penetran damarlar” ) yer alır. Asinus, bu
damarlara olan uzaklıklarına göre 1 . bölge (en yakın), 2 . bölge (or­
ta uzaklıkta) ve 3. bölge (en uzak) olarak bölünmüştür.

çekleşmez ve birbirlerin de n granülasyon dokusuyla ayrılan,


nodüler karaciğer hücresi kitleleri ve sonunda, özellikle
uzun süre submasif ne kroz devam eden hastalarda olm ak
üzere nedbeleşme meydana gelir.
Karaciğerin kro n ik hepatitteki görünüm ü norm al olabi­
lir ya da m akroskopik olara k fa rk edilen odaklar şeklinde
nedbeleşme veya siroz gelişen hastalarda, çevresi aşırı ned-
beleşmeyle kuşatılan yaygın nodülarite görülebilir.
Tüm nedenlere bağlı akut ve k ro n ik hepatitlerin genel
m ikro sko p ik özellikleri, Tablo 15-5’te listelenmiştir. A k u t
ve k ro n ik inflamasyon arasındaki farkın, dom inant inflama-
tu a r hücre tipine göre belirlendiği—akut hasarda nötrofiller,
kro n ik dönem lerde m on on ükle er hücreler—neredeyse di­
ğer bütün organların aksine hepatitle seyreden tüm hasta­
lıklarda dom inant hücre tipi, tüm ü T-hücreleri aracılığıyla
gelişen bağışıklıkta rol oynamaları nedeniyle, m ononükleer Resim 15-5 A , Karaciğer kesitinde masif nekroz. Karaciğer küçük­
hücrelerdir. Böylece, a k u t ve k ro n ik hep atit arasınd a­ tü r (700 gram), safrayla boyanmıştır, yumuşaktır ve konjesyon-
k i ayırım d a, hücre hasarının tipi ve isıfSamasyonun ludur. B, Asetaminofen doz aşımına bağlı hepatosellüler nekroz.
şiddeti tem el a lın ır; a k u t h e p a titte , k ro n ik hepatite Perivenüler bölgede (zon 3), bitişmiş nekroz alanları görülmektedir
(ıbüyük ok). Az miktarda inflamasyon vardır. Geriye kalan normal
k ıyasla inflam asyon daha a z , hepatosit ölüm ü daha
doku, yıldız işaretiyle gösterilmiştir.
fazlad ır.
(D r. M a tth e w Yeh'in izniyle, U n iversity o f W ashington, Seattle, W ashington, A B D .)
A kut ve Kronik Hepatit 613

Tablo 15-5 Akut ve Kronik Viral Hepatitteki Başlıca Morfolojik


Özellikler
A kut Hepatit

M akroskopik Değişiklikler
Büyümüş, kırmızı (kolestaz varsa yeşilimsi) renk almış karaciğer

Parenkim Değişiklikleri (M ikro skopik Değişiklikler)

Hepatosit hasarı: şişme (balonlaşma dejenerasyonu)


Kolestaz: kanaliküllerde safra tıkaçları
HCV: hepatositlerde hafif yağlı değişiklikler
Hepatosit nekrozu: izole hücreler veya kümeler
Sitoliz (rüptür) veya apoptoz (büzülme)
Şiddetliyse', köprüleşme nekrozu (portal-portal, santral-santral,
portal-santral)
Lobüler düzensizlik: normal yapının kaybı
Rejeneratif değişiklikler: hepatosit proliferasyonu
Sinusoidal hücrelerdeki reaktif değişiklikler
Kuppfer hücrelerinde, fagosite edilmiş hücre debrisi birikmesi Resim 15-7 Kronik hepatitte portal alan, yoğun mononükleer hüc­
Sinusoidlere mononükleer hücrelerin gelmesi re infiltrasyonu (ok) nedeniyle genişlemiştir; inflamasyonun paren­
Portal bölgeler kime taşması sonucunda interface hepatiti gelişmiştir (ok başı). Bu
İnflamasyon: Baskın olarak mononükleer biyopsideki belirgin lenfoid infiltrasyon, mevcut hastalık (kronik
İnflamasyonun komşu parenkime taşması; hepatosit hepatit C) için tipiktir.
nekrozuyla birlikte
Kronik Hepatit
Akut hepatittekilerle ortak özellikler olacak (veya karaciğer nakli ge rektirecek) kadar şiddetli
Hepatosit hasarı, nekroz, apoptoz ve rejenerasyon değildir ve karaciğer ölm ez ama bitişik nekroz alanlarının
Sinusoidal hücrelerdeki reaktif değişiklikler
yerini, bol m iktarda nedbeleşme alır. Bu gibi bazı hastalar­
Portal alanlar
da hızla, p o sth ep atitik siro z gelişir.
İnflamasyon
A k u t hepatitte po rta l inflamasyon düşük düzeydedir ve­
Portal alanlarda sınırlı veya
ya hiç y o k tu r; değişebilen derecelerdeki yoğun m ononük­
Komşu parenkime taşan, hepatosit nekrozuyla birlikte
leer po rtal in filtrasyo n lar, k ro n ik hepatiti tanımlayan
(“ interface” hepatiti” ) veya
Köprüleşme inflamasyonu ve nekroz lezyonlardır (Resim 1 5 -7 ). Çoğu zaman; lo bü ler hepatit-
Fibrozis ten, hepatosellüler parenkim ile p o rta l strom a (veya varsa,
Portal birikim veya nedbe) arasındaki bileşkede görülmesi nedeniyle ayrılan
Portal ve periportal birikim veya interface (b ileşk e) hepatiti de vardır. Şiddetli kro n ik
Köprüler oluşturan fibröz bölmelerin oluşması karaciğer hasarının belirleyici özelliği, nedbeleşmedir. Fib­
HBV: buzlu cam görünümünde hepatositler (HBsAg birikmesi) rozis önceleri yalnızca po rta l alanlarda g ö rü lü r ama bazı
HCV: Safra kanalı epitelinde çoğalma, lenfoid kümelenme oluşumu hastalarda zamanla, p o rta l alanlar arasında fib rö z sep-
H B s A g , h e p a tit B y ü z e y a n tije n i; H B V , h e p a tit B v irü s ü ; H C V , h e p a tit C v irü s ü .
tu m la r —yoğun nedbe dokusu bantları—ortaya çıkar. Ç ok
daha ağır vakalarda nedbeleşmenin ve nodül oluşumunun
devam etmesi, siro z gelişmesine yol açar (Resim 1 5 -8 ).
K ron ik hepatitin klinik değerlendirmesinde, klin ik ve se-
ro lo jik verilere ek olarak karaciğer biyopsisine de ihtiyaç
vardır. Karaciğer biyopsisi; klinik tanının doğrulanmasında,
sıklıkla b irlikte görülen olası diğer durum ların (ör. karaci­
ğer yağlanması, he m okrom atoz) dışlanmasında, malignite

Resim 1 5 -6 A k u t viral hepatitte lobül yapısının bozulması, sinuzo- Resim 1 5 -8 Viral hepatit sonucunda gelişen siroz. Karaciğer yüze­
idlerdeki inflamatuar hücreler ve a p o p to tik hücreler (o/<). yinin düzensiz nodüller içerdiğine dikka t edin.
614 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

riskinde artışın eşlik ettiği histo lo jik özelliklerin (ör. daha


raması, rııtin olarak yapılmaz. İnsanların kalabalık, sağlıksız
sonra anlatılan küçük hücreli ve b ü /ü k hücreli değişiklikler)
koşullarda yaşadığı, gelişmekte olan ülkelerde su kaynaklı
değerlendirilm esinde, hepatosit hasarsnsm ve ânîBamas»
bulaşma sonucunda gerçekleşen epidemiler görülebilir.
yortun d erecelen d irilm esin d e, ayrıca nedbeleşmenin Gelişmiş ülkelerde; virüslü lağım sularının bulaştığı sular­
evrelendirilm esinde yardımcıdır. Bu gibi derece ve evre da yaşayan kabuklu deniz ürünlerinin (istiridye, midye,
belirlem eleri, prognozun ve tedavi seçeneklerinin değer­
deniz tarağı) çiğ veya buharda pişirilerek yenmesine bağlı
lendirilmesinde faydalıdır.
sporadik enfeksiyonlar görülebilir.
HAV küçük, zarfsız, tek-şeritli bir RNA pikoma virüsü­
dür. Yendikten sonra bağırsak kanalından karaciğer ulaşır,
hepatositlerde çoğalır, safrayla ve dışkıyla vücuttan atılır.
Viral Hepatit
Kendi başına hepatotoksik etkiye sahip gözükmemesi ne­
Viral hepatitin etkeni öncelikle, hepatit virüsleri A (HAV), deniyle karaciğerdeki zedelenme, enfekte hepatositlerde-
B (HBV), C (HCV), D (HDV) ve E (HEV)'dir. Bu virüslerin ki, T hücresi-aralığıyla gelişen hasar sonucu gerçekleşen
ve yaptıkları enfeksiyonların, Tablo 15-6'da özetlenen be­ bir gelişme olarak gözükmektedir. Resim 15-9'da gösteril­
lirgin özellikleri vardır. diği gibi hepatit A virüsüne karşı gelişen immünoglobulin
M (IgM) antikorları kanda, semptomlar başladığı zaman
Hepatit A Virüsü ortaya çıkar. Bu antikorların gösterilmesi, hepatit A tanı­
sında kullanılabilecek en iyi göstergedir; IgG antikorları
Hepatit A, inkübasyon dönemi 2-6 hafta arasında değişen
nekahat dönemi sonrasına kadar kanda mevcuttur ve en­
(ortalama 28 gün), genellikle iyi huylu, kendiliğinden iyi­ feksiyonun tekrarlamasına (reenfeksiyona) karşı başlıca
leşen bir hastalıktır. Hepatit A virüsü hepatite veya taşıyı­
savunmayı sağlar. ABD'deki HAV seropozitivitesi, ilerle­
cılığa neden olmaz, seyrek olarak fulminan hepatite yol
yen yaşla birlikte yükselerek 50 yaş dolayında %40'u ulaş­
açar ve ölüm oranı yalnızca %0.1'dir. Dünyanın her tara­
maktadır.
fında mevcut olan bu virüs, hijyen ve sanitasyon koşulla­
Hepatit A enfeksiyonunun önlenmesinde ve tedavisin­
rının kötü olduğu ülkelerde endemik olduğundan, söz ko­
de alman önlemler şunlardır: (1 ) İnsan kaynaklı atıkların
nusu ülkelerde doğan insanların neredeyse tümü, 1 0 yaşı­
imha edilmesi ve kişisel hijyene önem verilmesi; (2 ) en­
na geldiklerinde HAV antikoru-pozitiftir. HAV epidemile­
feksiyon riski yüksek kişilerde (çok küçük çocuklar, çok
ri, alışılmışın dışında değildir. Hastalık çocuklarda hafif
yaşlı insanlar veya bağışıklık sorunları olanlar) immün se­
ya da asemptomatik olma eğilimi taşır; şiddetli HAV en­
rum globulinle pasif bağışıklık sağlanması ve (3) virüsle
feksiyonları öncelikle erişkinlerde görülür. temas öncesi (örneğin endemik bölgelere yolculuk yapma­
HAV, kontamine suyun içilmesi ve besinlerin yenmesiy­
dan önce) veya virüse maruz kalınmasından hemen son­
le bulaşır; sarılık başlangıcından 2-3 hafta öncesiyle 1 haf­
ra inaktive virüs aşısının yapılması.
ta sonrası arasında kalan süre boyunca dışkıda mevcuttur.
Hepatit A virüsü tükürükte, idrarda ve menide önemli
Hepatit B Virüsü
miktarlarda bulunmaz. Enfekte bir kişiyle, virüsün dışkı­
sında bulunduğu süre içerisinde yakın temas, fekal-oral HBV çeşitli klinik sendromlara neden olabilir:
yoldan bulaşmayla sonuçlanır; vakaların büyük bölümün­ • Hastanın iyileşmesiyle ve virüsün vücuttan temizlen­
de bu şekilde gerçekleşen kontaminasyon, okullar, bakım mesiyle sonuçlanan akut hepatit
evleri gibi insanların toplu halde bir arada bulundukları • Masif karaciğer nekrozuyla birlikte fulminan hepatit
yerlerdeki lokalize salgınlardan sorumludur. HAV viremişi • İlerleyici olmayan (nonprogresif) kronik hepatit
geçici olduğundan bıı virüs kan yoluyla yalnızca seyrek olarak • Bazen sirozla sona eren, ilerleyici, kronik hastalık
bulaşır ve bu nedenle de donörlerden alınan kanlarda HAV ta­ • Asemptomatik taşıyıcılık

Tablo 15-6 Hepatit Virüsleri

Virüs H epatit A H epatit B H epatit C H epatit D H epatit E

Virüs tipi ssRNA Kısmen dsDNA ssRNA Sirküler kusurlu ssRNA ssRNA
Virüs ailesi Hepatovirüs; Hepadnavirüs Flaviridae Deltaviridae ailesinden Hepevirüs
pikornavirüsle akraba subviral partikül
Bulaşma yolu Fekal-oral (kontamine Parenteral, cinsel Parenteral; intranasal Parenteral Fekal-oral
besin veya su) temas, perinatal kokain kullanımı
risk faktörüdür
İnkübasyon 2 -6 hafta 4-26 hafta 2-26 hafta HBV’deki gibi 2 -8 hafta
dönemi
Kronik karaciğer Hiç bir zaman % 10 Yaklaşık % 80 %5 (koenfeksiyon); Hiç bir zaman
hastalığının sıklığı %S70 superenfeksiyon
Laboratuvar Serumda IgM HBsAg’nin veya PCR ile HCV RNA; IgM ve IgG antikorlarının PCR ile HEV RNA;
tanısı antikorlarının HBcAg antikorunun 3. kuşak ELISA ile gösterilmesi; serumda serumda IgM ve IgG
gösterilmesi gösterilmesi antikor gösterilmesi HDV RNA; antikorlarının
karaciğerde HDAg gösterilmesi
d s B M A f ç i f r ş e r it li D N A ; E L IS A , e n z im e -b a ğ lı im m ü n o s o r b a n a n a lizi; H B c A g , h e p a tit B ç e k ir d e k a n tije n i; H B s A g , h e p a tit B y ü z e y a n tije n i; H B V , h e p a tit B v irü s ü ;
H C V , h e p a tit C v irü s ü ; H D A g , h e p a tit D a n tije n i; H D V , h e p a tit D v irü s ü ; H E V , h e p a tit E v irü s ü ; Ig G , Ig M , im m ü n o g lo b u lin G v e M ; P C R , p o lim e r a z z in c ir re a k ­
s iy o n u ; s s R N A , te k -ş e ritii R N A .
W a s h in g to n K: In fla m m a to r y an d in fe c tio u s d iseases o f t h e liver, in la c o b u z io -D o n a h u e C A , M o n t g o m e r y E A (e d s ): G a s tr o in te s tin a l a n d L iv e r P a th o lo g y . P h ila d e lp ­
h ia , C h u rc h iil L iv in g s to n e , 2 0 0 5 ’te n .
İS.,. : - s t- i ?:•

A k u t ve K ro n ik H e p a tit 615

mının şu veya bu noktasında enfekte edeceği hesaplan­


maktadır. Kronik HBV taşıyıcılarının yaklaşık %80'i, kro­
nik hepatit B prevalansınm %10'dan fazla olduğu, As­
ya'da ve Batı Pasifik bölgesinde yaşamaktadır. ABD'de her
yıl yaklaşık 185 000 yeni enfeksiyon görülmektedir. HBV,
uzun süren (4-26 hafta arasında değişen) bir inkübasyon
döneminin son evrelerinde, ayrıca aktif akut ve kronik he­
patit ataklarında kanda mevcuttur. Virüs ayrıca, dışkı ha­
riç tüm fizyolojik ve patolojik vücut sıvılarında vardır.
HBV, aşırı uçlardaki sıcaklık ve nem derecelerine dayana­
bilen, dirençli bir virüstür. Kan ve vücut sıvıları, bulaşma­
da baş rolü oynar ama HBV ayrıca meni, tükürük, ter,
gözyaşı, anne sütü ve patolojik efiizyonlar gibi vücut salgı­
larıyla da bulaşabilmektedir. Endemik bölgelerdeki başlı­
ca bulaşma yolu, doğum sırasında anneden bebeğe verti-
kal geçiştir. Prevalansm düşük olduğu bölgelerde trans-
füzyon, kan ürünleri, diyaliz, sağlık çalışanlarındaki iğne
batması kazaları, intravenöz uyuşturucu kullananların ay­
nı iğneyi paylaşması ve homo- ya da heteroseksüel cinsel
ilişki gibi yatay geçiş yolları, HBV enfeksiyonunun bulaş­
masındaki başlıca mekanizmalardır. Hastaların üçte bi­
rindeki enfeksiyon kaynağı bilinmez. Erişkinlerdeki HBV
enfeksiyonlarının büyük bölümü iyileşir ama bebeklerde­
ki savunma mekanizmaları yeterince gelişmediğinden
Resim 15-9 Akut hepatit A enfeksiyonundaki serolojik belirteç vertikal geçiş, yüksek oranda kronik enfeksiyonla sonuç­
düzeylerinin zaman içerisinde sergiledikleri yükselme ve azalmalar. lanır. Hepatosellüler karsinom riskinin kronik hastalarda
HAV, hepatit A virüsü. IgG Anti-HAV için rutin olarak uygulanabi­ önemli ölçüde artması, malignite oranının Asya ve Pasifik
len hiçbir test mevcut olmadığından bu antikorun varlığı, total ve kıyılarında yüksek olmasını açıklar.
IgM-HAV arasındaki farktan yola çıkılarak yorumlanır. H epatit B virüsünün Yapısı ve Genomu. HBV birçok hay­
van türünde hepatite yol açan; DNA-içeren virüsler olan
Hepadnaviridae grubunun üyesidir. HBV replikasyonu vi­
Hepatit B virüsünün neden olduğu kronik karaciğer has­ rüsün, konak hücre DNA'sıyla entegre olmasını gerektir­
talığı, ileride hepatosellüler karsinomu gelişiminde önem­ mez ama enfekte hücrelerde bu şekilde entegre olmuş vi­
li bir öncüldür. Bu sonuçların yaklaşık sıklıkları, Resim rüse sık rastlanır. Konak DNA'sma entegre olan virüsler
15-10'da gösterilmektedir. çoğu zaman delesyonlar ve yeniden düzenlemeler içerdi­
Epidem iyoloji ve Bulaşma. HBV nedeniyle meydana ge­ ğinden genellikle aktivitelerini kaybetmişlerdir. HBV ge­
len karaciğer hastalığı, dev bir küresel sağlık sorunudur nomu kısmen çift-şeritli bir DNA molekülüdür ve aşağı­
ve tüm dünyada 400 milyon insanın, HBV taşıyıcısı oldu­ dakileri kodlayan 3200 nükleotid içerir
ğu hesaplanmıştır. Bu virüsün günümüz dünyasında yaşa­ • Nükleokapsid kor ("core") proteininin prekor/kor böl­
makta olan iki milyardan daha fazla sayıda insanı, yaşa­ gesi, hepatit B kor antijeni (HBcAg) ve hepatit Be antije-

iyileşme

Fulminan
hepatit Ölüm

iyileşme

Ölüm

Resim 15-10 Erişkinlerdeki hepatit B enfeksiyonunun olası sonuçları ve bunların ABD’deki yıllık sıklıkları. *l<ronik hepatitten iyileşme
oranının yılda %0.5-%1 arasında değiştiği hesaplanmaktadır. **Hepatosellüler karsinom riskinin yıllık oranları kronik hepatit B vakaların­
da %0.02, siroz gelişen vakalarda %2.5’tur .
616 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

ni (HBeAg) olarak adlandırılan bir prekor proteini. gösteren önemli bir göstergedir. Anti-HBe antikorları­
HBcAg enfekte hepatositte kalırken HBeAg kana salgı­ nın görülmesi, akut enfeksiyonun doruğa ulaştığına ve
lanır ve kronik enfeksiyonun yerleşmesi için mutlaka gerilemekte olduğuna işarettir.
gereklidir. » IgM anti-HBc semptomların başlangıcından kısa süre
• Zarf glikoproteini, hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), çok önce, serumdaki aminotransferaz düzeylerinin hepato-
büyük miktarda üretilerek kana salgılanabilir. Kandaki sit yıkımını gösterecek şekilde yükselmesiyle birlikte
HBsAg, immünojendir. ortaya çıkar. IgM anti-HBc antikoru yerini yaklaşık bir
• Hataya-elverişli bir revers (ters) transkriptaz aktivitesi ay içerisinde IgG anti-HBc'ye bırakır. Anti-HAV gibi,
olan ve çoğalmakta olan virüs genomlarında yüksek IgG anti-HBc ölçülmesinde kullanılan spesifik bir yön­
oranlarda mutasyona yol açan bir DNA polimeraz. tem yoktur ama, total anti-HBc düzeyleri yükselirken
• HBV-X proteini. Çeşitli transkripsiyon faktörleriyle et­ IgM anti-HBc düzeylerinin azalması, bu antikorun var­
kileşime girerek çok sayıda virüs ve konak geninde lığını gösterir.
transkripsiyonel aktivatör olarak etki eder. Virüs en- Bazen, HBeAg üretmeyen, ancak çoğalabilen ve HBcAg
fektivitesi için gerekli olan HBV-X, p53 yıkımını ve üreten mutant HBV suşları görülebilir (Akdeniz ülkelerin­
ekspresyonunu düzenleyerek hepatosellüler karsinom de %30'u aşan ve ABD'de %20'ye varan oranda). Bu gibi
gelişmesinde rol oynuyor olabilir (Bölüm 6 ). mutant virüslerle enfekte olan hastalarda mevcut HBV yü­
küne rağmen, HBeAg düşük ya da ölçülemeyecek düzey­
K lin ik G idiş lerde olabilir. İkinci bir olumsuz gelişme de, aşıyla sağla­
Virüsün bulaşmasını izleyen, uzun süreli, asemptomatik nan bağışıklığa dirençli virüslerin ortaya çıkmasıdır. Ör­
bir inkübasyon döneminden sonra ileride anlatılan ve haf- neğin, HBsAg'deki amino asit 145'te yer alan argininin
talarca-aylarca devam eden akut hastalık gelişebilir. Doğal glisinle değiştirilmesi, bu antijenin anti-HBsAg antikorlar
hastalığın akut seyri, serum göstergeleri kullanılarak izle­ tarafından tanınmasını önemli ölçüde engeller.
nebilir (Resim 15-11): Doğal bağışıklık konağı, enfeksiyonun başlangıç fazla­
• HBsAg kanda semptomlar başlamadan önce belirir; rında korur; bu virüs için spesifik oİan ve interferon-y üre­
klinik hastalık sırasında en yüksek düzeylere ulaşır ve ten CD4+ ve CD 8 + hücrelerin verdikleri güçlü yanıtta,
akut enfeksiyonun iyileşmesi eşlik eder. Günümüzdeki
3-6 ay içerisinde, ölçülemeyecek değerlere iner.
kanıtlar hepatit B virüsünün hepatositlerde doğrudan ze­
• Anti-HBs antikor düzeyi, akut hastalık iyileşinceye ka­ delenmeye yol açmadığı ve hepatosit hasarının, virüsle
dar yükselmez ve HBsAg'nin kanda kaybolmasından enfekte hücrelerin CD8 + sitotoksik hücreler tarafından öl­
sonra birkaç haftayla birkaç ay arasında değişebilen bir dürülmesi nedeniyle geliştiği izlenimini vermektedir.
süre boyunca gösterilemez. Anti-HBs hayat boyu kala­ Hepatit B aşılanmayla, ayrıca donör kanlarının, organ­
bilir ve bağışıklık sağlar; bu durum, enfeksiyöz olma­ larının ve dokularının taranmasıyla büyük ölçüde önlene­
yan HBsAg kullanılan günümüzdeki aşılama stratejile­ bilir. HBV aşısı, maya mantarları tarafından üretilen, saf­
rinin temelini oluşturur. laştırılmış HBsAg kullanılarak hazırlanır. Bu aşıyla ger­
• HBsAg'den hemen sonra serumda beliren HBeAg, çekleştirilen immünizasyon; bebeklerin, çocukların ve er­
HBV-DNA ve DNA polimerazm üçü de, aktif viral rep- genlerin %95'inde koruyucu anti-HBs antikor yanıtı sağ­
likasyonu işaret eder. HBeAg'nin varlığını sürdürmesi lar. Geniş kapsamlı aşı programları Tayvan ve Gambia gi­
virüs replikasyonunun, enfektivitesinin devam ettiğini, bi ülkelerde dikkate değer başarı sağlamıştır; ancak bu ba­
hastalığın olasılıkla kronik hepatit yönünde ilerlediğini şarı, dünyanın her tarafında elde edilebilmiş değildir.

Resim 15-11 A kut hepatit B enfeksiyonundaki serolojik belirleyici düzeylerinin zaman içerisinde sergiledikleri yükselme ve azalmalar. A ,
A k tif enfeksiyonun rezolüsyonu. B, Kronik enfeksiyon yönünde ilerleme. Kısaltmalar için metne bkz.
Akut ve Kronik Hepatit 617

H e p a tit C Virüsü
Epidem iyoloji ve Bulaşma. HCV de, karaciğer hastalığı­
nın önde gelen nedenlerinden biridir. Tüm dünyada 175
milyon kişinin HCV taşıyıcısı olduğu hesaplanmıştır (pre-
valans, ülkeye göre %0 . 1 ile % 1 2 arasında değişmek üzere
%3) olduğu hesaplanmıştır. ABD'deki 3-4 milyon kişide
kronik enfeksiyon vardır ve her yıl yeni bulaşan enfeksi­
yon sayısı 1980'li yılların ortalarındaki 180 binden,
2006'da 19 bine düşmüştür. Bu gelişmenin nedeni, trans-
füzyona eşlik eden hepatit C'nin tarama prosedürleri sa­
yesinde azalmış ve intravenöz ilaç bağımlılığındaki enfek­
siyonlarda, öncelikle HIV enfeksiyonu korkusu nedeniyle
azalma kaydedilmiş olmasıdır. Ancak, HCV'den ölüm
oranı 20-25 yıl daha tırmanmaya devam edecektir, bunun
nedeni akut enfeksiyonla karaciğer yetmezliği arasında
Resim 15-12 Kronik hepatit B’de buzlu cam görünümündeki onlarca yılla ifade edilen bir sürenin geçmesidir. Enfekte
hepatositler; bu görünüm HBsAg’nin iri, soluk, ince granüler, kan inokülasyonu, HCV bulaşmasının başlıca gerçekleşme yo­
hematoksilen-eozinle pembeye boyanan sitoplazmik inklüzyon- ludur ve ABD'deki vakaların en az %60'ından intravenöz ilaç
larına bağlıdır; immünohistokimyasal boyama, endoplazmik retiku-
kullanımı sorumludur. Neyse ki kan ürünleriyle bulaşma,
lumun yüzey antijeniyle tıka basa dolu olduğunu (kahverengi)
doğrulamaktadır (küçük kutu).
günümüzde seyrektir ve tüm akut HCV enfeksiyonlarının
yalnızca %4'ünden sorumludur. Vakaların diğer bir
%4'ylük bölümündeki neden, sağlık çalışanlarının meslek
nedeniyle bu virüsle temas etmesidir. Cinsel ilişkiyle ve
vertikal geçiş oranları düşüktür. Vakaların %9-%27'sinde­
ki enfeksiyonun kaynağı, bilinmemektedir. HCV enfeksi­
( ) MORFOLOJİ yonunun kronik hastalık ve daha sonra da siroz yönünde iler­
leme oranı, HBV enfeksiyonundakinden çok daha yüksektir
H e p a tit B m ikro sko p ik olarak, akut ve k ro n ik hepatitte da­ (Resim 15-13). Aslında hepatit C ABD'de, karaciğer nak­
ha önce anlatılmış olan tüm histolojik özelliklere neden ola­ line en sık ihtiyaç doğuran endikasyondur.
bilir, ama bazı karaciğer biyopsisi örneklerinde, hemen he­ Viral Yapı ve Genom. HCV, pozitif tek şeritli bir RNA vi­
men kesin tanı sağlayan belirli b ir m o rfo lo jik özellik olan rüsüdür. Flaviviridae ailesinin bir üyesidir; ileri derecede
b u z lu ca m görünüm ündeki h e p a to s it le r g ö rü lü r (Resim korunmuş durumda 5' ve 3' terminal bölgelere sahip, ya­
1 5 -1 2 ). K ro n ik HBV enfeksiyonunda bazı hepatositler, ko­
pısal olan ve olmayan proteinleri kodlayan yaklaşık 9500
nak genom una entegre viral genom lar içerebilir. Eğer yü­
nukleotidden oluşan tek bir RNA dizisine sahiptir.
zey antijeni geni, a k tif bir p ro m o to re komşu konak geno­
HCV'nin, genetik sekanslarına bağlı olarak altı genotipi
m una entegre olursa hücre, yüzey antijeni üreten bir fa b ri­
vardır. Ayrıca enfekte kişilerde RNA replikasyonunun
kaya dönüşür. Bu gibi hücrelerde genellikle tam viral repli-
dengeli olamaması nedeniyle, yuasispedes "çeyrek tür"
kasyon, gerçekleşmez. Yüzey antijeni hücreden yalnızca
olarak adlandırılan birçok HCV varyantı mevcut olabilir.
bozulmamış viral p a rtikü lle r olarak çıkabileceğinden bu an­
Bu HCV varyantlarıyla hastalığın ilerlemesi arasındaki
tijen, hücreden çıkamayarak hücre içinde b irik ir ve yüzey
bağlantı araştırılmaktadır ama varyantların çeşitliliğinin
antijeniyle iyice dolan; m ikroskopta buzlu camı andıran in­
ce, düzgün granüler b ir görünüm veren büyük bir sitoplaz­
artması, kötü prognoz ile ilişkili gözükmektedir. Yine bu
m ik inklüzyon oluşturur.
çeşitlüik, HCV aşısı geliştirme çabalarını önemli ölçüde
engellemektedir.

Resim 15-13 Erişkinlerdeki hepatit C enfeksiyonunun olası sonuçları ve bunların ABD’deki yıllık sıklıkları. Popülasyon rakamları, yeni tanı
konulan enfeksiyona aittir; akut enfeksiyondan siroz gelişmesine kadar aradan onlarca yıl geçtiğinden hepatit C’nin gerçek yıllık ölüm oranı
her yıl için yaklaşık 10 000’dir ve 2008’de, yılda 22 000’i aşmıştır. *Hepatosellüier karsinom sıklığı, yılda %1-%4 arasındadır.
618 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan

K lin ik G idiş lenfoid foliküllerle b irlikte le n fo id in filtra § y @ n la i” (Resim


2-26 hafta arasında değişen inkübasyon dönemi, ortalama 1 5 -7 ) ve (3 ) kolanjiyositlerin virüs tarafından doğrudan
6-12 haftadır. Akut hepatit C, hastaların dörtte-ûçünde doğruya enfekte olmasıyla bağlantılı olabilen s a fra k a n a lı
asemptomatiktir ve kolayca gözden kaçabilir. Hepatit C'nin hasarı»
akut dönemi konusunda bildiklerimiz, bu nedenle fazla
değildir. Kanda HCV RNA, inokülum büyüklüğüne bağlı
olarak birkaç gün ile 8 hafta arasında saptanabilir. Serum H e p a tit D Virüsü
aminotransferaz düzeyleri, 2.-12. haftada yükselir. Nötra- Delta lıepatiti virüsü adı da verilen HDV, replikasyonu ha­
lizan anti-HCV antikorlar birkaç hafta-birkaç ay içerisin­ talı olduğundan enfeksiyona yalnızca HBsAg kılıf içerisin­
de gelişir ama bıı antikorlar, etkili bir bağışıklık sağlamaz (Re­ de bulunduğu zaman yol açabilen, benzersiz bir RNA vi­
sim 15-14). CD4+ ve CD 8 + hücreleri aracılığıyla gelişen rüsüdür. Bu nedenle de, taksonomi bakımından HBV'den
güçlü bağışıklık yanıtlarına, HCV enfeksiyonunun kendi farklı olmasına rağmen çoğalabilmesi için mutlaka HBV ko-en-
kendini sınırlaması eşlik eder ama bu enfeksiyonun ne­ feksiyonuna ihtiyaç duyar. Delta hepatit; (1) hem HDV hem
den az sayıda hastada temizlendiği, bilinmemektedir. HBV içeren seruma maruz kalınmasından sonra ko-en-
Persistan enfeksiyonda, dolaşımdaki HCV-RNA göste­ feksiyon meydana geldiğinde ve (2) kronik bir HBV taşıyı­
rilebilir ve aminotransferazlar zaman zaman yükselir ya cısındaki HDV süperenfeksiyonu gerçekleştiğinde mey­
da, dalgalanmak biçimde, devamlı yüksektir. Az orandaki dana gelir. Ko-enfeksiyonlar için önce HBV enfeksiyonu­
hastadaki aminotransferaz düzeyleri, karaciğerdeki histo­ nun, HDV virionlarımn üretilmesi için yeterli miktarda
lojik anormallik devam etmesine rağmen normaldir. En­ HBsAg meydana getirebilecek şekilde yerleşmiş olması
zim aktivitesi, klinik semptomlar mevcut olmasa da yük­ gerekir. Ko-enfekte hastaların büyük bölümü, bu virüsleri
selebilir ve bu durum olasılıkla, tekrarlayan hepatosit nek­ temizler ve tam olarak iyileşir. Oysa süperenfelcsiyon geli­
rozu ataklarını yansıtır, iyileşmeyen enfeksiyon hepatit C şen hastaların çoğunda mevcut hepatit hız kazanarak, 4-7
enfeksiyonunun ayırıcı özelliğidir ve subklinik ya da asempto- hafta sonra daha şiddetli kronik hepatit meydana getir­
matik akut enfeksiyonu olan hastaların %80-%85'inde mev­ mek üzere ilerler.
cuttur (Resim 15-13). Enfeksiyonun iyileşmediği hastala­ HDV enfeksiyonu tüm dünyada yaygındır; bu enfeksi­
rın %2 0 'sinde siroz görülür; siroz, tanı sırasında mevcut yonun prevalansı, güney İtalya'daki HBsAg taşıyıcılarında
olabildiği gibi başlangıçtan 20 yıl sonra da gelişebilir. Bu­ % 8 ile, Afrika'daki ve Orta Doğu'daki HBsAg taşıyıcıların­

nun yanında onlarca yıl boyunca belgelenmiş kronik da %40 arasında değişir. HDV enfeksiyonunun Güneydo­
HCV enfeksiyonu olan hastalarda siroz gelişmeyebilir. ğu Asya ve Çin gibi, HBV enfeksiyonunun endemik oldu­
Fulminan hepatit, seyrektir. Hepatit C, hepatoselliiler karsi- ğu yerlerde seyrek görülmesi, şaşırtıcıdır. Peru, Kolombiya
nom riskini önemli ölçüde artırır. ve Venezuela'nm subtropikal bölgelerinde periyodik ola­
rak lokalize HDV salgınları görülmüştür. ABD'deki HDV
enfeksiyonları daha çok, bağımlılarda ve çok sayıda trans-
M ORFOLOJİ füzyon uygulananlarda (ör. hemofili hastalarında) sınırlı­
K ron ik hepatit C m ikroskopide, k ro n ik hepatitin yukarıda
dır; bu bireylerdeki prevalans, %1 - % 1 0 arasında değişir.
anlatılan özelliklerini taşır ama bunlara ayrıca, sık karşılaşı­
HDV RNA ve HDV antijeni (HDV Ag), akut semptoma-
lan bazı ayırıcı bulgular eşlik eder: ( 1 ) enfekte hepatositler-
tik hastalıktan hemen önce ve bu hastalığın ilk günlerinde
deki yağ metabolizmasının değişikliğe uğraması veya insülin
kanda ve karaciğerde gösterilebilir. IgM aııti-HDV antikoru,
direnci ve ileride anlatılan m etabolik sendrom nedeniyle ge­
yüksek fitrelerde yalnızca enfeksiyondan hemen somaki
lişen y a ğ la n m a ; ( 2 ) p o rta l alanlarda, bazen tam gelişmiş
dönemde görüldüğünden, yakın zamandaki HDV nıaruziye-
tinin en güvenilir göstergesidir. Hem HDV Ag, hem HBcAg

İNKÜBASYON AKUT İYİLEŞME İNKÜBASYON AKUT KRONİK


DÖNEMİ HASTALIK DÖNEMİ HASTALIK HASTALIK
SARILIK SARILIK
SEMPTOMLAR SEMPTOMLAR

Resim 15-14 A kut hepatit C enfeksiyonundaki serolojik belirleyici düzeylerinin zaman içerisinde sergiledikleri yükselme ve azalmalar. A ,
A k tif enfeksiyonun rezolüsyonu. B, Kronik enfeksiyon yönünde ilerleme. Kısaltmalar için metne bkz.
Akut ve Kronik Hepatit 619

antijenlerine (yeni bir HBV enfeksiyonunu belirtir) karşı Enfeksiyöz partiküllerin dolaşımda bulunmasına bağla­
IgM gelişmesi, HDV ve HBV ko-enfelcsiyonunun en iyi nan en yüksek enfektivite, inkübasyon döneminin asemp­
göstergesidir. HDV süperenfeksiyonu nedeniyle gelişen tomatik son gününde ve akut semptomların görüldüğü ilk
kronik delta hepatitinde serumda HBsAg mevcuttur; anti- günlerde mevcuttur. Preikterik dönemde, spesifik olma­
HDV antikorları (IgM ve IgG), aylarca veya daha uzun sü­ yan ve tüm vücudun hastalıktan etkilendiğini gösteren
reler boyunca düşük türelerde bulunmayı sürdürür. (konstitüsyonel) semptomlar vardır. Tüm vücutta hissedi­
len kırıklığı; birkaç gün içerisinde genel yorgunluk, bulan­
Hepatit E Virüsü tı ve iştah kaybı izler. Kilo kaybı, fazla yüksek olmayan
HEV hepatiti; suyla geçen ve enterik yoldan bulaşan, ön­ ateş, baş ağrıları, kas ve eklem ağrıları, kusma ve ishal, ba­
celikle bebeklik çağından sonraki yıllarda görülen bir en­ zen görülen semptomlardır. Akut hepatit B hastalarının
feksiyondur. İçme suyuna dışkı bulaşması nedeniyle geliş­ % 1 0 kadarında ateş, deri döküntüsü ve eklem ağrılarıyla
tiği Hindistan'da, endemiktir ve Hintli popülasyondaki kendini gösteren ve dolaşımdaki bağışıklık kompleksleri
anti-HEV IgG antikor prevalansı %40'a ulaşır. Epidemiler bulunmasına bağlanan, serum hastalığına benzer bir
Asya'da, Sahra-altı Afrika'da ve Meksika'da da bildiril­ sendrom gelişir. Serumdaki aminotransferaz düzeylerinin
miştir. Sporadik enfeksiyon seyrektir ve daha çok yolcu­ yüksek bulunması, tüm bu semptomların hepatit kaynak­
larda görülür; Hindistan'daki sporadik akut viral hepatit lı olabileceğini akla getirir. Fizik muayenede karaciğerin
vakalarının %50'sinden fazlasındaki etken, hepatit E virü­ hafifçe büyüdüğü ve hassas olduğu görülür. Bazı hastalar­
südür. Hastalık, vakaların büyük bölümünde kendiliğinden daki nonspesifik sendromlar daha şiddetli olup yüksek
iyileşir; hepatit E virüsüne kronik karaciğer hastalığı ya da ateş, şiddetli titremeler ve baş ağrısı, bazen de bunlara eş­
inatçı viremi eşlik etmez. Gebe kadınlardaki yüksek (%20'ye lik eden sağ üst kadran ağrısı ve hassas hepatomegali şek­
varan) mortalite oranı, bu enfeksiyonun karakteristik bir özel­ lindedir. Sarılık ortaya çıkıp hastalar ikterik döneme girdi­
liğidir. İnkübasyon dönemi, 2 - 8 hafta arasında değişmek ğinde diğer semptomların yok olması, şaşırtıcıdır. Sarılık
üzere ortalama 6 haftadır. öncelikle, koyu renk idrar çıkarılmasına yol açan konjüge
HEV zarfsız, tek-şeritli bir RNA hepesvirüsüdür. Bu vi­ hiperbiliriibinemi nedeniyledir. Hepatosellüler zedelenme
rüsün spesifik antijeni olan HEV Ag, aktif enfeksiyon sı­ ve bunun sonucu olarak bilirübin konjügasyonunda kusur
rasında hepatositlerin sitoplazmasmda görülebilir. Virüs, varsa, konjüge olmayan bilirübinemi de görülebilir. Dışkı­
dışkıda da gösterilebilir; serumdaki anti-HEV IgG ve IgM nın rengi açılır. Safra tuzlarının retansiyonu, kaşıntıya ne­
antikorlarının varlığı saptanabilir. den olabilir, ikterik dönem, HAV ile enfekte erişkinlerde
(çocuklarda görülmez), HBV ile enfekte hastaların yakla­
Viral Hepatitin Klinik Özellikleri ve Sonuçları şık yarısında vardır ama, HCV ile enfekte hastaların bü­
yük bölümünde görülmez. Birkaç hafta, belki de aylar geç­
Hepatit virüslerine maruz kalınmasının ardından, birkaç tikten sonra nekahat döneminin başlamasıyla birlikte sa­
klinik enfeksiyon gelişebilmektedir: rılık ve diğer sistemik semptomların çoğu kaybolur.
• Asemptomatik akut enfeksiyon: yalnızca serolojik kanıt­ Fulminan Hepatit. Akut hepatit A, B, D veya E vakaları­
lar vardır nın çok küçük bir bölümünde, masif karaciğer nekrozuna
• Akut hepatit: sarılık olmaksızın veya sarılıkla birlikte bağlı akut karaciğer yetmezliği gelişebilir; yalnızca im-
• Fulminan hepatit: submasif-masif karaciğer nekrozu, münsiipresyon altındaki hastalarda HCV, akut karaciğer
akut karaciğer yetmezliğiyle birlikte yetmezliğine neredeyse hiç yol açmaz. Hepatitin daha
• Kronik hepatit: siroz yönünde ilerler veya ilerlemez uzun süre, haftalarca veya aylarca devam ettiği hastalarda
bu durum genellikle "subakut karaciğer nekrozu" olarak
® Kronik taşıyıcılık: hastalık olmaksızın asemptomatik
adlandırılır; karaciğerde hem masif nekroz, hem de rejene-
Tüm hepatotrop virüsler, bu klinik sendromlardan her bi­ ratif hiperplazi vardır. İleride de anlatıldığı gibi ilaçlar ve
rine neden olmaz (Tablo 15-6). Daha önce de anlatıldığı kimyasallar da, masif karaciğer nekrozuna neden olabilir.
gibi virüslerin varlığını devam ettirmesi ve kronik hasta­ Kronik Hepatit. Altı aydan daha uzun bir süre semptoma­
lık gelişmesi HBV enfeksiyonundan çok, HCV enfeksiyo­ tik, biyokimyasal veya serolojik olarak devam eden veya
nundan sonra görülür. Enfeksiyöz ya da non-enfeksiyöz di­ tekrarlayan, histolojik olarak belgelenmiş inflamasyonun
ğer nedenler, özellikle de ilaçlar ve toksinler temelde buna ben­ ve nekrozun eşlik ettiği hepatit, kronik hepatit olarak ta­
zer sendromlara yol açabildiklerinden serolojik tetkikler, viral nımlanır. Bu vakaların büyük bölümünden hepatit virüs­
hepatit tanısının konulmasında ve virüs tiplerinin belirlenme­ leri sorumlu olsa bile, ileride anlatılan kronik hepatitin;
sinde ileri derecede önemlidir. otoimmünite, ilaçlar ve toksinler, Wilson hastalığı ve a r
Bundan sonra, viral hepatitlerin klinik sonuçları kısaca antitripsin (AAT) eksikliği gibi daha başka birçok nedeni
özetlenmektedir. olabilir.
Asemptomatik Enfeksiyon. Asemptomatik enfeksiyonu İlerleyici kronik hepatit gelişip gelişmeyeceğini belirle­
olan hastaların yalnızca rastlantı sonucu; serum aminot- yen faktör etiyolojiden çok, histolojik profildir. Özellikle
ransferazlarmdaki hafif yükselmeyle veya antiviral anti­ HCV, başlangıç değerlendirmesindeki histolojik özellikler
korların gösterilmesiyle anlaşılması, sürpriz değildir. ne olursa olsun, siroz yönünde ilerleyen kronik hepatit ne­
Akut Viral Hepatit. Hepatotrop virüslerin herhangi biri, deni olmak gibi, olumsuz bir şöhrete sahiptir (Resim 15-13).
akut viral hepatite neden olabilir. Tanı, akut HBV enfeksi­ Kronik hepatitin klinik özellikleri ileri derecede değiş­
yonlarında kolayca, akut HCV enfeksiyonlarında ise nadi­ ken olup sonucun tahmin edilmesinde yardımcı olmaz.
ren konur. Aşağıdaki tanımlamaların büyük bölümünde Bazı vakalarda kronik hastalığın tek belirtisi, serum ami­
HBV enfeksiyonları temel alınmışsa da, nedeni hangi virüs notransferaz düzeylerinin devamlı yüksek olmasıdır. Yor­
olursa olsun akut viral hepatit; (1) inkübasyon dönemi, (2) gunluk, daha seyrek olarak da kırıklık, iştah kaybı ve ha­
semptomatik, preikterik dönem, (3) semptomatik ikterik dö­ fif sarılık atakları, en sık karşılaşılan klinik semptomlar­
nem (sanlık ve skleralann san renk almasıyla birlikte) ve (4) dır. Fiziksel bulgular az sayıda olup spider anjiyoma, pal­
nekahat dönemi olarak dört döneme ayrılabilir. mar eritem, hafif hepatomegali ve karaciğerde hassasiyet
620 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

şeklindedir. Laboratuvar bulguları protrombin zamanının


uzadığını ve bazı durumlarda hipergammaglobulinemi, Q ÖZET
hiperbilirübinemi ve allcalen fosfataz düzeylerinde hafif Viral Hepatit
yükselme gösterebilir. HBV ve HCV enfeksiyonlarında ba­
zen, dolaşımdaki antijen-antikor kompleksleri; sııbkutan • Hepatotrop virusların alfabesinde, bazı kolay hatırlatıcı
veya viseral vaskülit (Bölüm 9) ve glomerülonefrit (Bölüm yöntem ler yararlı olabilir:
13) şeklinde bağışıklık kompleksi hastalıklarına neden ° Sesli harflerle (A ve E) simgelenen hepatitler. Hiçbir
olabilir. Hepatit C hastalarının %50'sinde kriyoglobuline- zaman kronik hepatite yol açmaz, yalnızca akut (acu­
mi vardır. te) hepatite neden olur.
Kronik hepatitin klinik seyri, ileri derecede değişken­ ° Sessiz harflerle (B, C, D) simgelenen hepatitlerde kro­
dir. Hepatit C hastaları kendiliğinden remisyona girebilir nik hepatite dönüşme potansiyeli vardır (c harfi con­
veya yıllarca, ilerleme kaydetmeksizin, yavaşça seyredebi­ sonant ve chronic için)
lir. Aksine bazı hastalardaki kronik hepatit hızla ilerler ve ° Hepatit B kan, doğum ve cinsel ilişki yoluyla bulaşabi­
birkaç yıl içerisinde sirozla sonuçlanır. Kronik hepatit has­ lir (İngiltere’de söylendiği üzere blood, birthing ve
talarındaki başlıca ölüm nedenleri, sirozla bağlantılı olan “ bonking” ).
karaciğer yetmezliği, karaciğer ensefalopatisi, özofagus ° Hepatit C akut hepatitten çok daha sık kronik hepa­
varislerinden kaynaklanan yoğun kanama ve hepatosellü- tite yol açan tek virüstür (akut hepatit C enfeksiyo­
ler karsinomdur. nunda neredeyse hiç görülmez, ama hepatit C ile en­
fekte hastaların en az %85’inde kronik hepatit, bunla­
Taşıyıcılık Durumu. Bir mikroorganizmayı taşımasına
rın da %20’sinde siroz (cirrhosis) gelişir.
rağmen hiçbir semptomu olmayan ve organizmayı başka­
larına bulaştırabilen kişiler taşıyıcı olarak tanımlanır. Aşa­ İ Hepatit D, delta virüsü, defektif (kusurlu) bir virüstür;
çoğalabilmek ve enfekte edebilmek için hepatit B ko-
ğıda sayılanlar, hepatotrop virüs taşıyıcısı olabilir:
enfeksiyonuna ihtiyaç duyar.
• Bir virüs taşımasına rağmen semptom vermeyen veya 0 Hepatit E, ekvator bölgelerinde endemik ve sıklıkla
karaciğer biyopsisinde histolojik olarak önemli hepatit epidemiktir.
bulunmayanlar • Gerek akut, gerekse kronik hepatitteki inflamatuar hüc­
• Biyopside karaciğer hasarım gösteren kanıtlar (ör. er­ reler öncelikle T hücresidir; farklı olan zedelenmenin ti­
ken dönemde, nonsirotik evrede, minimal nekroinfla- pi değil, hücre infiltrasyonunun tabiatıdır.
matuar aktivite ve nedbeleşme) bulunan; ancak temel • Kronik hepatitte biyopsiyle yapılan değerlendirme, has­
olarak hiçbir semptomu ya da engelliliği olmayanlar tada zorlu antiviral tedavilere girişilip girişilmeyeceği ka­
Her iki tip taşıyıcı da enfeksiyon kaynağıdır. Yaşamın er­ rarını vermek amacıyla hastalığın derecesinin ve evresi­
ken dönemlerindeki, özellikle de doğum sırasında verti- nin belirlenmesinde önemlidir.
kal olarak bulaşmış HBV enfeksiyonu, %90-%95 oranında • Uzun zamandan beri HBV veya HCV enfeksiyonu olan
taşıyıcı durumuyla sonuçlanır. Oysa bu oran, erişkin çağ­ hastalarda hepatosellüler karsinom riski, siroz gelişme­
daki HBV enfeksiyonlarında %1-%10 kadardır. Bağışıklık miş olsa bile yüksektir.
sorunları olanların, taşıyıcı durumuna geçme olasılığı faz­
ladır. HDV enfeksiyonlarındaki durum bu kadar açık de­
ğildir. Ancak transfüzyon sonrası hepatit D riskinin dü­ Otoimmün Hepatit
şük olması, HBV enfeksiyonuyla birlikte taşıyıcı durumu­
nu gösteriyor olabilir. ABD'deki popiilasyon genelinin Otoimmün hepatit, kronik viral hepatittekilerden ayırt
%0.2-%0.6'sınm HCV taşıyıcısı olduğu hesaplanmıştır. edilemeyecek histolojik özelliklerin eşlik ettiği, kronik bir
hastalıktır. Hafif ya da şiddetli seyredebilir ve tipik olarak,
immünsüpresif tedaviye çok iyi yanıt verir. Otoimmün he­
Karaciğerin Diğer Viral İnfeksiyonları patitin dikkat çeken özellikleri
• Kadınlarda daha fazla (%70) görülür
• Epstein-Barr virüs (EBV) enfeksiyonu, enfeksiyöz mono-
nükleozun akut döneminde hafif bir hepatite yol açabi­ ® Viral enfeksiyona ait serolojik kanıt yoktur
lir. • Serum IgG düzeyleri yükselmiştir (2.5/dL gram üzeri)
• Sitomegalovirüs enfeksiyonu, özellikle yenidoğanlarda • Hastaların %80'inde otoantikor titreleri yüksektir
veya bağışıklığı baskılanmış olan bireylerde; karaciğe­ ® Hastaların %60'ma varan bölümünde romatoid artrit,
rin hemen hemen her hücresinde, hepatositlerde, ko- tiroidit, Sjögren sendromu ve ülseratif kolit gibi başka
lanjiyositlerde ve endotel hücrelerinde virüse spesifik otoimmün hastalıklar mevcuttur.
tipik sitomegalik değişikliklere neden olabilir. Otoimmün hepatit, üretilen antikorlar temel alınarak
• Herpes simplex, yenidoğanlardaki veya bağışıklık so­ alt-tiplere ayrılabilirse de, böyle bir sınıflandırmanın kli­
runları olanlardaki hepatositleri enfekte edebilir ve ka­ nik yaklaşımda ne önem taşıdığı açıkça bilinmemektedir.
rakteristik sitopatik değişikliklere ve karaciğer nekro­ Hastaların çoğunda dolaşımda antinükleer antikorlar, an-
zuna neden olabilir. ti-düz kas antikorları, mikrozomal karaciğer/böbrek anti­
• Sarı humma, tropikal ülkelerde önde gelen ve ciddi bir korları ve/veya anti-çözünmez karaciğer-pankreas antije­
hepatit nedeni olmuştur; yaygın hepatosit nekrozuna ni antikorları vardır. Bu antikorlar immünfloresanla veya
neden olabilir. Apoptotik hücrelerde yoğun eozinofili ELISA yöntemiyle gösterilebilir. CD4+ yardımcı hücrele­
vardır. Bu hücreler, kendilerini ilk tanımlayan patolo­ rin, otoimmün hepatitteki hücre zedelenmesine yol açan
gun adıyla Councilman cisimcikleri olarak adlandırılır. asıl efektör hücreler olduklarına inanılmaktadır. Otoim­
Rubella virüsü, adenovirüs veya enterovirüs enfeksi­ mün hepatit kendisini hafif, orta şiddette veya şiddetli
yonları da çocuklarda ve bağışıklık sorunları olanlarda kronik hepatit olarak gösterebilir, immünsüpresif tedavi­
nadiren hepatite yol açabilir. ye genellikle etkileyici yanıt alınır ama hastalığın tam ola­
Alkolik ve Non-Alkolik Karaciğer Yağlanması 621

rak remisyonu, alışıldık bir yanıt değildir. Başlıca ölüm ne­ ğer yağlanmalarındaki morfolojik değişiklikler birbirlerin­
deni olan siroz riski genelde, %5'tir. den ayırt edilemediğinden burada beraberce anlatılmakta
ve daha sonra da bunlardan her birinin, ayırıcı klinik özel­
liklerine değinilmektedir.
M ORFOLOJİ
O toim m ün hepatit, hasar tipi bakımından akut veya kro n ik Q M ORFOLOJİ
hepatitle aynı ö ze llikle ri taşımaktaysa da, histolojik ilerle­
menin zaman içerisindeki seyri farklıdır. Viral hepatitte fîb- Karaciğer yağlanmasında görülen karaciğer değişiklikleri,
rozis tip ik olarak, yıllar veya dekadlar boyunca yavaş yavaş aralarında herhangi bir kombinasyon oluşturabilen üç kate­
biriken parenkim hasarını izlerken, otoim m ün hepatitte e r­ goride karşımıza çıkabilir: steatoz (yağlanma), hepatit (al­
ken dönem deki ağır hücre hasarını ve inflamasyonu izleyen kolik veya steatohepatit) ve fîbrozis.
hızlı bir nedbeleşme görülür. Erken dönem deki bu hepato- H epatosellüler Steato z. Karaciğer hücrelerinde yağ
sit hasarı dalgasının ve nekrozun genellikle subklinik olması birikm esi tip ik olarak, sentrilobuler hepatositlerde başlar.
ilginçtir ve bunun nedenleri net olarak bilinm em ektedir. Kli­ Yağ damlacıkları, küçüklü büyüklü (sırasıyla m ikro - ve mak-
nik seyir, sınırlı sayıdaki histo lo jik pa tte rnle r ile ilişkilidir: roveziküler) olabilir; bunların en büyük olanları, hücreyi ta­
• Yaygın, konfluen (b irle şe n ) n ek ro z alanlarımın gö­ mamen do ld urara k genişletir ve hücre çekirdeğini yerinden
rüldüğü, çok şiddetli hepatosit hasarı eder. Steatoz yaygınlaştıkça lipid birikim i, santral venlerden
• ilerlemiş nedbeleşmeyle eş zamanlı belirgin inflamasyon lobülün ortalarındaki (m idzondaki) hepatositlere ve daha
son rad a pe rip o rta l alanlara yayılır (Resim 15 -1 5 ). M akros-
• Devam eden hücre hasarının veya inflamasyonun çok az
kop ik olarak, yaygın steatoz gösteren yağlıkaraciğer büyük­
olduğu sönm üş (in a k tif) siro z. Bu son kategori, bir
tü r (ağırlığı 4-6 kg veya daha fazla), yumuşaktır, sarı renk­
zamanlar tanıda en sık karşılaşılan bulguydu, ancak o to ­
te d ir ve yağlı parlak b ir görünüm e sahiptir.
immün hepatit farkındalığının klinik olarak artması, tanı­
nın gittikçe daha erken dönem lerde konulmasına yol aç­
Steato hepatit. Bu değişiklikler alkol kullanımına eşlik
e ttikle ri zaman, non-alkolik karaciğer yağlanmasındakinden
tı. O to im m ün hepatitteki m ononükleer infiltrasyonda
daha belirgindir ama herhangi bir nedenle gelişen karaciğer
bol m ik ta rd a p lazm a hücresi bulunduğunu vurgula­
yağlanmalarında, değişebilen derecelerde görülebilir:
mak gerekir.
• H epatositlerin balonlaşm ası. Tek b ir odak veya da­
ğınık odaklar şeklindeki karaciğer hücreleri, şişer ve
Hepatiti Taklit Eden İlaç/Toksin Aracılı Hasar nekroze olur; bu özellikler steatozda olduğu gibi en çok,
sentrilobuler bölgelerde belirgindir.
Birçok ilaç, akut veya kronik ya da otoimmün hepatitin • M allory-Denls cisim cikleri. Yum ak şeklini alan inter-
özelliklerini taklit edebilen etkilere sahiptir. m ediyer filam entlerden (ubikuitinlenm iş keratin 8 ve 18
dahil) oluşan bu cisimcikler, dejenerasyona uğrayan he­
® Daha önce de anlatıldığı gibi asetaminofen toksisitesi,
patositlerin sitoplazmalarında eozinofilik inklüzyonlar
karaciğer nakline yol açan akut karaciğer yetmezliği­
olarak gö zükü r (Resim 15 -16 ).
nin önde gelen nedenlerindendir. Bu toksisitenin histo­
• N ö t r o f i l in filt r a s y o n u . Ö ncelikle nötrofillerden olu­
lojik özelliklerini, fulminan hepatit A veya hepatit
şan infiltrasyon, lobülü geçerek, özellikle M allory-D enk
B'dekiden ayırt etmek mümkün olmayabilir.
cisimcikleri içerenler olm ak üzere, dejenerasyona uğra­
• İsorıiazid, kronik viral hepatiti çok iyi taklit eden, kro­
yan hepatositlerin çevresinde birikebilir. Portal alanlarda
nik bir hepatite yol açan idiyosinkratik hepatotoksinle-
veya parenkim de lenfositleri ve m akrofajları da görm ek
re örnek olarak gösterilebilir. Buna neden olan ilaç kul­
m üm kündür (Resim 1 5 -1 6 , A ve B).
lanımının durdurulması, bu hepatitin iyileşmesini sağ­
layabilir veya sağlamayabilir.
• Diğer ilaçlar (ör. minosiklin ve nitrofurantoin), hastalı­
ğın tüm klinik ve histolojik özelliklerini (otoantikorlar,
IgG artışı ve plazma hücreleri bakımından zengin kara­
ciğer infiltrasyonu) taşıyan bir otoimmün hepatite ne­
den olabilir. Gerçek otoimmün hepatit gibi bu vakalar
da immünsüpresyona bazen yanıt verebilir, bazen de
yanıt vermeyerek, buna yol açan ilaç kullanımının dur­
durulmuş olmasına rağmen siroz yönünde ilerleyebilir.

A LK O LİK VE N O N -A LK O LİK
KARACİĞER YAĞ LAN M ASI
Erişkinlerdeki karaciğer yağlanmasının iyi bilinen bir ne­
deni olan alkol, histolojik olarak kendisini steatozla, ste-
atohepatitle ve sirozla gösterebilir. Son yıllarda, non-alko-
lik karaciğer yağlanması (nonalcoholic fatty liver disease- Resim 15—15 Karaciğer yağlanması. En çok santral ven çevresinde
görülen makroveziküler steatoz, şiddetini gittikçe artırarak dışa,
NAFLD) adı verilen diğer bir patolojinin, karaciğerdeki al­
portal alanlara doğru uzanmaktadır. Sitoplazma içerisindeki yağ,
kol bağımlılığına bağlı tipik değişiklikleri tümüyle taklit berrak vakuoller olarak gözükmektedir. Karakteristik “ kümes
edebildiği anlaşılmıştır. İleride daha ayrıntılı olarak anlatı­ telinden çit” görünümünde, bir miktar fibrozis (mavi renk) vardır.
lan bu patoloji insülin direncine, obeziteye, diabetes mel- (Masson trikrom boyası)
litusa, hipertansiyona ve dislipidemilere (kısacası, meta- (D r. E lizabeth Brunt'ın izniyle, W ashington U n iversity in S t Louis, St. Louis, M is ­
bolik sendroma) eşlik eder. Alkolik ve non-alkolik karaci­ souri, A B D ).
622 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

Resim 15-16 A , N ekrotik bir hepatositi işaret eden, kümelenmiş inflamatuar hücreler içeren alkole bağlı hepatit. Başka bir hepatositin
içerisinde bir Mallory-Denk cisimciği (ok) vardır. B, Belirgin Mallory-Denk cisimcikleri içeren çok sayıdaki, balonlaşmış hepatositler (ok baş­
ları) içeren steatohepatit; inflamatuar hücre kümeleri de görülmektedir. Küçük kutuda keratin 8 ve 18 ile immünohistokimyasal olarak
(kahverengi) boyanan hepatositlerin büyük bölümünün sitoplazmaları, yağ vakuolleri içerenler de dahil olmak üzere normal olarak boyan­
mıştır ama balonlaşmış hücrede (noktalı çizgi) keratinler, Mallory-Denk cisimciğinde toplanarak sitoplazmayı “ boşaltmıştır” .
(D r. Elizabeth b ru n t'm izniyle, W ashington U niversity in St. Louis, St. Louis, M issou ri, A B D ).

EFâbrozisli stea to h ep a tit. H e r karaciğer yağlanması çeşi­ leşmeyle alt-bölüm lere ayrılması devam ederek klasik m ik-
dinin ayırıcı b ir nedbeleşme tipi vardır. Diğer değişiklikler ron o d ü ler siroza veya Laennec sirozuna yol açar. Erken
gibi fibrozis de önce sentrilo buler bölgede, santra! ven dönem de sarı-esmer renkte, yağlı ve büyümüş olan karaci­
sk le ro zu şeklinde başlar. Bundan sonra, sentrilobuler böl­ ğer, hasar devam ettikçe kahverengi, büzülmüş, yağ içer­
genin Disse aralığında perisinüzoidal nedbeleşme gö zükü r meyen, çapları genellikle 0.3 m m ’den küçük (k ro n ik viral
ve çevreye doğru yayılarak hepatositleri te k te k veya kü­ hepatitlerde görm eye alışık olduğum uz nodüllerden daha
m eler halinde, küm es te li patternimd® kuşatır (Resim küçük) olan siro tik nodüllerden oluşan b ir organa dönüşür
1 5 -1 5 ). Bu ince fibrozis dalları sonunda p o rta l alanlara (Resim 1 5 -1 7 ). Sirotik karaciğer term inal dönemde, yağ­
bağlanarak s an tral-p o rtal fiferöz septu m ları oluştur­ lanmanın ve diğer tip ik özelliklerin kaybolduğu “ sönmüş fa­
m ak üzere yoğunlaşır. Bu değişiklikler belirginlik kazandık­ za” g ire b ilir (Resim 1 5 -1 8 ). Etiyolojileri bilinmeyen krip-
ça karaciğer nodüler, siro tik görünüm e bürünür. Karaciğer tojesîite $ir@z vakalarının büyük bölüm ü artık, “ sönmüş”
yağlanmasının altta yatan nedenleri çoğu zaman ortadan N ASH (non-alkolik steatohepatit) olarak bilinir.
kalmadığı için, oluşan nodüllerin yeni perisinüzoidal nedbe-

Resim 15-17 Alkolik siroz. Yüzeydeki karakteristik, yaygın nodü- Resim 15-18 Siroza yol açan steatohepatit. Küçük nodüller, mavi
laritenin nedeni, alttaki fibröz nedbeleşmedir. Bu yakınlaştırılmış renge boyanmış olan fibroz doku içerisinde hapsolmuştur; yağ
görüntüdeki nodüllerin ortalama büyüklüğü, 3 milimetredir. birikimi, bu “ sönmüş evrede” artık görülmemektedir (Masson trik-
Yeşilimsi ton, safra stazından kaynaklanmıştır. rom boyası.)
Alkolik ve Non-Alkolik Karaciğer Yağlanması

Alkolik Karaciğer Hastalığı PATO G EN EZ


Aşırı etanol tüketimi Batı ülkelerindeki kronik karaciğer Günde 80 gram gibi yüksek miktarda alkolün (5-6 bira veya
hastalıklarının %60'mdan fazlasının nedeni olup, siroza %40 derecelik içki) kısa sürede içilmesi karaciğerde genellik­
bağlı ölümlerin %40-50'sinden sorumludur. Aşağıdaki is­ le, yağlanma gibi hafif, geri dönüşümlü değişikliklere neden
tatistik bilgileri, sorunun Birleşik Devletler'deki boyutları­ olur. Her gün 40-80 gram arasında değişebilen miktarlarda al­
nı ortaya koymaktadır: kolün kronik olarak alınması, ağır karaciğer hasarının gelişme­
si için sınırda bir risk faktörü olarak kabul edilir. Kadınlar, mi­
• On milyondan fazla Amerikalı alkoliktir. dede etanol metabolizmasının daha az olması ve vücut bileşi­
• Alkol bağımlılığı, ölüm nedenleri arasında beşinci sıra­ mindeki farklılıklar nedeniyle, karaciğer hasarı gelişimine er­
dadır ve yılda 80 000-85 000 kişinin ölümüne yol aç­ keklerden daha yatkındır. Kişinin ne kadar sık ve ne çeşit içki
maktadır. Bu ölümlerden 20 000'i doğrudan doğruya içtiği, karaciğer hastalığı riskini etkileyebilen faktörle r olarak
terminal dönem siroz, 10 000-12 000'i araç kazaları ne­ görülmektedir. Örneğin, kısa zamanda aşırı miktarda alkol
içilmesine eşlik eden karaciğer hasarı, daha düşük m iktarlarda
deniyle gerçekleşmektedir.
alkolün devamlı olarak, uzunca bir süre boyunca içilmesine eş­
® Herhangi bir nedenle hastaneye yatan hastaların %25- lik edenden daha fazladır. Karaciğer hasarına olan yatkınlıkta
30'unda, alkol bağımlılığı ile ilişkili sorunlar vardır. bireysel, olasılıkla kalıtsal risk faktörlerinin etkili olması gere­
Kronik alkol tüketiminin olumsuz birçok etkisi vardır (Bö­ k ir ama böyle bir yatkınlığı işaret eden, güvenilir göstergeler
lüm 7). Bunlardan en önemlileri arasında yer alman, al­ bilinmemektedir. Alkol tüketimi için güvemBi bir üst sınır, ka­
raciğer hasarı üzerinde etkili faktörlerin net olarak bilinme­
kolle bağlantılı karaciğer yağlanmasının birbirleriyle örtü-
mesi nedeniyle belirlenemeyebilir.
şen çeşitlerinden daha önce söz edilmiştir: (1) karaciğerde
Etanolün alkol dehidrogenaz ve mikrozomlardaki etanolü
steatoz, (2) alkolik hepatit ve (3) fibrozis ve siroz, beraber­ oksitleyen sistem tarafından metabolize edilmesi, Bölüm 7 ’de
ce alkole bağlı karaciğer hastalığı olarak tanımlanmaktadır anlatılmaktadır. Buradan da anımsanacağı gibi kronik alkol kul­
(Resim 15-19). lanılması nedeniyle gerçekleşen sitokrom P-450 indüksiyonu,
Aşırı miktarda alkol alanların %90-%100'iinde karaci­ diğer ilaçların toksik metabolitlerine dönüşmesini artırabilir. Bu
ğer yağlanması (hepatik steatoz) gelişmekte; bunların etki özellikle parasetamolün (asetaminofen), ileri derecede tok­
%10-%35'inde alkole bağlı hepatit, kronik alkoliklerin ise sik metabolitlere dönüşmesini hızlandırabilir ve terapötik doz­
%8-%20'sinde siroz görülmektedir. Steatoz, alkolik hepatit larda parasetamol alınmış bile olsa, karaciğerde hasar gelişme
ve fibrozis; birbirlerinden bağımsız olarak gelişebildikle- riskini artırır. Bundan sonra alkolün ve yan ürünlerinin karaci­
ğer hücre fonksiyonu üzerindeki zararlı etkileri anlatılacaktır.
rinden, mutlaka birbirlerinin devamı olarak yorumlanma­
E-lepatosellüleı* steatoz, çeşitli mekanizmalar sonucu
malıdır. Alkolik siroz hastalarının %10-20'sinde hepatosel-
meydana gelir: (1) etanolün alkol dehidrogenaz ve asetalde-
lüler karsinom görülür.

Resim 15-19 Alkolik karaciğer hastalığı. Karaciğer sirozu, alkole bağlı hepatit ve alkole bağlı siroz arasındaki karşılıklı ilişkiler, mikros-
kopik düzeydeki başlıca m orfolojik özellikleriyle birlikte gösterilmiştir. Metinde belirtildiği gibi steaozun, alkole bağlı hepatitin ve sirozun
birbirinin devamı olmadığı ve birbirlerinden bağımsız olarak da gelişebileceği vurgulanmalıdır.
624 B Ö L Ü M 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

hid dehidrogenaz tarafından metabolize edilmesinden kay­


edilemez; her hepatit atağına eşlik eden ölüm riski oranı,
naklanan indirgenmiş nikotinamid-adenin dinükleotid fazlalığı yaklaşık %10-%20'dir. Tekrarlayan akut hepatit atakları
nedeniyle, substratların katabolizmadan kaçarak lipid biyo- hastaların üçte biri kadarında, birkaç yılda sirozla sonuçla­
sentezinde kullanılması; ( 2 ) lipoprotein sentezinin ve salgılan­ nır; alkole bağlı hepatit, mevcut siroza ilâve de olabilir.
masının aksaması ve (3 ) periferdeki yağ katabolizmasının art­ Alkole bağlı sirozun belirtileri, diğer siroz çeşitlerinin,
ması. daha önce anlatılan belirtilerine benzer. Sirozun ilk belir­
A lko lik hepatitin nedenleri kesin olarak bilinmemekte­ tileri sıklıkla, portal hipertansiyonun komplikasyonlarıyla
dir, ancak etanolun ve metabolitlerinin toksik yan ürünlerin­ ilişkilidir. Asit nedeniyle ileri derecede abdominal distan-
den birinin veya daha fazlasının etkisinden kaynaklanıyor ola­ siyon, ekstremitelerde aşırı zayıflama, caput medusae gibi
bileceği düşünülmektedir: siroz belirtileri, hastayı hekime getiren değişiklikler olabi­
• Asetaldehid, etanolün başlıca metabolitlerinden biridir; lir. Bunun yerine hasta hekime önce, özofagus varislerin­
hücre iskeletini ve membran fonksiyonlarını, lipid peroksi- den kaynaklanan yaşamı tehdit edebilecek derecede şid­
dasyonu ve asetaldehid-protein komplekslerinin oluşumu
detli kanamayla veya karaciğer ensefalopatisiyle de gelebi­
üzerinden olumsuz etkileyebilir.
• Alkol hücre iskeletinin düzenlenmesini olumuz etkileyebi­
lir. Diğer vakalarda sarılıktan, asitten ve periferik ödem­
lir (örneğin M allory-Denk cisimciklerinin oluşmasına yol
den önce sinsi bir şekilde başlayan kırıklık, dermansızlık,
açabilir; m itokondri fonksiyonunu ve membran akışkanlığı­ kilo kaybı ve iştah kaybı görülebilir. Serum aminotransfe­
nı aynı şekilde etkileyebilir. raz düzeylerinin yükselmesi, hiperbilirübinemi, alkalen
• Reaktif oksijen türevleri, etanolün mikrozomlardaki fosfataz düzeylerindeki değişik derecelerde olabilen yük­
etanol oksitleyici sistem tarafından oksitlenmesi sırasında selme, hipoproteinemi (globülinlerin, albiiminin ve pıhtı­
meydana gelerek membranlarla ve proteinlerle reaksiyona laşma faktörlerinin azalması) ve anemi şeklindeki, geliş­
girebilir ve bunlara zarar verebilir. Bu oksijen türevleri ay­ mekte olan karaciğer hastalığını yansıtan laboratuvar bul­
rıca, hepatosit nekrozu alanlarında toplanan nötrofiller ta­ guları vardır. Son olarak da siroz, klinik bakımdan sessiz
rafından da üretilebilir. kalabilir ve yalnızca otopside ya da mevcut dengenin, en­
• Sitokin—aracılı inflamasyon ve hücre zedelenmesi ge­ feksiyon veya travma gibi stresler sonucu karaciğer yet­
nel olarak, alkole bağlı hepatitin ve alkole bağlı karaciğer
mezliği yönünde değişmesiyle tanı konulabilen bir gelişme
hastalığının başlıca özelliklerinden biridir. Tüm ör nekroz
olabilir. Kronik alkoliklerde alkol, diyetteki diğer besleyici
faktörünün (TNF) başlıca efektör olduğunun kabul edildiği
hasarın meydana gelmesinde IL-1, IL-6 ve IL- 8 de katkıda
maddelerin yerini alarak başlıca kalori kaynağı konumuna
bulunabilir. Alkole bağlı karaciğer hastalığında sitokin üre­ geçebilir ve malnutrisyona, tiamin, B1 2 vitamini gibi vita­
tim i için başlıca uyarı, daha önce anlatılan serbest oksijen min eksikliklerine yol açabilir. Sindirim fonksiyonunun
türevleri ve m ikrobik ürünlerdir (ör. endotoksin). öncelikle mide ve bağırsak mukozasındaki hasar ve pank-
Asetaldehid ve serbest radikaller en çok sentrilobuler bölge­ reatit nedeniyle bozulması, işi daha da karıştırabilir.
de üretildiğinden, bu bölge karaciğerin toksik hasara en yat­ Alkolik karaciğer hastalığının uzun dönemdeki prog-
kın bölümüdür. Ayrıca viral hepatit, özellikle hepatit C mev­ nozu değişkendir. 5-yıllık sağkalım oranı; alkolü bırakan­
cut olması, alkoliklerdeki karaciğer hastalığını hızlandıran baş­ larda ve sarılığı, asiti veya hematemezi olmayanlarda
lıca faktörlerden biridir. A lko lik karaciğer hastalığı olan kişiler %90'a ulaşırsa da alkole devam edenlerde %50-%60'a dü­
arasındaki hepatit C prevalansı yaklaşık % 30’dur (ve tersi). şer. Alkole bağlı karaciğer hastalığının terminal dönemin­
Bilinmeyen nedenlerden dolayı siroz, kronik alkoliklerin de hasta, aşağıdaki nedenlerle hemen ölebilir.
yalnızca küçük bir bölümünde gelişir. Alkol tamamen bırakılır­
sa, tüm vakalardaki nedbeleşmenin bir m iktar azaldığı ve mik-
• Karaciğer yetmezliği
ronodüler karaciğerin rejenerasyon sonucu makronodüler • Masif gastrointestinal kanama
karaciğere dönüştüğü görülebilir; tüm örün tam regresyonu, • Araya giren ve alkolizmin uygun zemin hazırladığı en­
seyrek de olsa mümkün olabilir. feksiyonlar
• Hepatorenal sendrom
• Vakaların %3-%6'smda hepatosellüler karsinom.
Klinik Özellikler
Karaciğer steatozu zararsız olabilir ya da serum bilirübin ve
alkalen fosfataz düzeylerinin hafifçe yükselmesiyle birlik­
te hepatomegaliye yol açabilir. Karaciğer fonksiyonunun O Ö Z E T ..... _ _ _ _ _ _ _
ağır biçimde bozulması, alışılmadık bir gelişmedir. Alko­
lün bırakılması ve yeterli bir diyet uygulanması, steatoz
Alkolik Karaciğer Hastalığı
tedavisinde yeterlidir. • A lkolik karaciğer hastalığına; karaciğerde steatoz, alkole
Alkolik siroz gelişmesi için 15-20 yıl boyunca aşırı alkol bağlı hepatit ve siroz şeklindeki, tek başlarına veya kom­
alınmasının gerektiği hesaplanmıştır ama alkolik hepatitin binasyon oluşturabilen, başlıca üç belirti eşlik eder.
gelişebilmesi için, yalnızca birkaç hafta veya ay boyunca • Her gün alınan 50-60 gram alkol, alkole bağlı karaciğer
aşırı alkol alınması yeterli olabilmektedir. Başlangıç, çoğu hastalığının gelişmesi için aşılması gereken eşik değer ola­
zaman akuttur ve sıklıkla da özellikle aşırı miktarda alkol rak kabul edilir.
alınma atağını izler. Semptomlarla laboratuar anormallik­ • Siroz tipik olarak 10-15 yıl veya daha uzun süre alkol alın­
leri, minimal ile şiddetli arasmda değişebilir. Hastaların dıktan sonra, ancak kronik alkoliklerin yalnızca küçük bir
büyük bölümü kırıklıkla, iştahsızlıkla, kilo kaybıyla, kar­ bölümünde gelişir; alkole bağlı sirozun m orfolojik ve kli­
nın yukarı bölümünde hassasiyetle, hassas hepatomegaliy- nik özellikleri, viral hepatite bağlı sirozlardakinin aynısıdır.
le ve ateşle başvurur. Hiperbilirübinemi, alkalen fosfataz • Lipid metabolizması değişiklikleri, hücre dışına verilen li­
düzeylerinin yükselmesi ve nötrofü lökositoz, mevcut la­ poprotein miktarının azalması ve reaktif oksijen türevle­
boratuar bulgularmdandır. Serum alanin aminotransferaz rine ve sitokinlere bağlı hücre hasarı, alkole bağlı çok sa­
ve aspartat aminotransferaz düzeyleri yükselmiştir, ancak yıdaki patolojik etkilerdendir.
genellikle 500 U/mL'den az olarak ölçülür. Sonuç, tahmin
Alkolik ve Non-Alkolik Karaciğer Yağlanı

Non-alkolik Karaciğer Yağlanması cinin azaltılması hedef alınır. Diabetik olmayan, biyopsiy­
(Nonalcoholic Fatty Liver Disease-NAFLD) le kanıtlanmış steatohepatit hastalarında, insüline-duyarlı
genlerde modülasyona neden olan transkripsiyon faktörü
PPAR-yT uyaran bir ilaçla (pioglitazon) yapılan klinik ça­
NAFLD, karaciğer yağlanmasının alkol almayan bireyler­
lışmalar; NAFLD'deki histolojik özelliklerin geri dönü­
de geliştiği, sık görülen bir durumdur. Karaciğer burada
şüyle kanıtlanan, anlamlı fayda sağlanmasıyla sonuçlan­
da, daha önce anlatılan 3 tip değişikliği (steatoz, steatohe-
mıştır. Yaşam biçimi değişiklikleri (diyet ve egzersiz), en
patit ve siroz) gösterebilir. Alkole bağlı olmayan steatohe-
etkili NAFLD tedavisi olarak gözükmektedir.
patit (NASH) deyimi; karaciğer yetmezliğinin açıkça ken­
Metabolik sendrom ve NAFLD epidemik boyutlara ulaş­
dini gösteren klinik belirtilerini (örneğin transaminazla-
tıkça, pediatrik NAFLD de gittikçe artan bir sorun olmak­
rın yükselmesi, hepatite ait histolojik özellikler) tanımla­
tadır. Çocuklardaki histolojik hasarın görünümü bir bakıma
mak amacıyla kullanılır. NAFLD her zaman için, insülin
farklıdır: İnflamasyon ve nedbeleşme portal ve periportal bölge­
direncine ve aşağıda anlatılan metabolik sendroma eşlik
lerde daha yoğun olma eğilimine sahiptir ve nötrofil infiltrasyo-
eder. Karaciğer yağlanmasının genellikle eşlik ettiği diğer
nundan daha çok, mononükleer hücre infiltrasyonu vardır.
anormallikler:
• Tip 2 diabet (veya hastanın soy geçmişinde bu tip di-
abet anamnezi bulunması) © Ö ZET
• Obezite, öncelikle santral obezite (vücut kitle indeksi­
Non-alkolik Karaciğer Yağlanması
nin beyaz ırkta >30 kg/m2, Asyalı ırklarda >25 kg/m2
olması) • Non-alkolik karaciğer yağlanması (NAFLD) metabolik
• Dislipidemi (hipertrigliseridemi; HDL-kolesterol düze­ sendroma, obeziteye tip 2 diyabete ve/veya hipertansiyo­
yinin düşük, LDL-kolesterol düzeyinin yüksek olması) na eşlik eder.
• Hipertansiyon • NAFLD’de, alkole bağlı karaciğer hastalığındaki tüm deği­
şiklikler (karaciğerde steatoz, statohepatit ve siroz) görü­
lebilirse de steatohepatitteki hepatositlerin balonlaşması,
PATO G EN EZ
Mallory-Denk cisimcikleri ve nötrofil infiltrasyonu), alkolle
O bezite, insülin direnci, dislipidemi ve hipertansiyon şeklin­ bağlantılı hasardakinden çoğu zaman daha az belirgindir.
deki özelliklerden en az ikisinin mevcut olması, metabolik • Obezite epidemisi pediatrik yaş gruplarında da yayıldıkça,
sendrom olarak tanımlanmaktadır. M etabolik sendrom has­ pediatrik NAFLD giderek daha fazla görülmektedir; ancak
talarında tip 2 diyabet ve obezite mevcut olması, şiddetli fib- buradaki histolojik profil, erişkinlerdekinden bir bakıma
rözis ve hastalığın ilerlemesi konusundaki en iyi öngörü fak­ farklıdır.
törle ridir. İnsülin direnci trigliseridlerin hepatositlerde, en az
üç mekanizma üzerinden birikmesiyle sonuçlanır:
• Yağ asitleri oksidasyonunun bozulması
İlaç/Toksin Aracılı Karaciğer Hasarı
• Hepatositlerdeki yağ asitleri sentezinin ve bu hücreler ta­
Steatozun; kötü amaçla alkol kullanılması, total parenteral
rafından alınan yağ asitlerinin artması
beslenme, amiodaron ve metotreksat dahil çok çeşitli ne­
• Karaciğerde çok düşük dansiteli lipoprotein kolesterol
denleri vardır. Genellikle şiddetli ve olasılıkla öldürücü
(VLD L) salgılanmasının azalması
akut karaciğer disfonksiyonunun eşlik ettiği, hepatosellüler
Yağla yüklü hepatositler, oksidatif stres tarafından üretilen ve
mikroveziküler steatoza yol açan mitokondri zedelenmesi,
m itokondri membranıyla plazma membranına zarar vererek
özellikle sözü edilmesi gereken, özel bir kategoridir. Bu ka­
apoptoza yol açabilen lipid peroksidasyon ürünleri karşısında
tegorinin klasik bir örneği olan Reye sendromu, öncelikle vi­
ileri derecede duyarlıdır. TNF, IL-6 ve MCP-1 kemokin dü­
ral hastalığı olan ve 4 yaşından küçük çocuklarda görülen,
zeylerinin ya oksidatif stres sonucu, ya da viseral yağ doku­
ender bir hastalıktır. Sendromun başlayacağını haber veren
sundan serbest kalmaları nedeniyle yükselmesi, karaciğerde­
şiddetli kusmalara, irritabilite veya letarji ve hepatomegali
ki hasara ve inflamasyona katkıda bulunur. Bu sürecin düzen­
eşlik eder. Serum bilirübin, amonyak ve aminotransferaz
lenmesinde adiponektin ve leptinin önemli roller üstlendikle­
düzeyleri başlangıçta genellikle normaldir. Hastaların
ri, her geçen gün daha çok anlaşılmaktadır.
önemli bir bölümü iyileşirse de %25 kadarında; serum bili­
rübin, aminotransferazlar ve özellikle amonyak düzeylerin­
Non-alkolik karaciğer yağlanması, serum transaminaz deki yükselme eşliğinde koma gelişir. Hastalar, ilerleyici
düzeylerinin rastlantı sonucu yüksek bulunmasının en sık nörolojik bozulma veya karaciğer yetmezliği nedeniyle
karşılaşılan nedenidir. Steatozlu kişilerin hastalarının bü­ ölür. Hayatta kalan, ancak hastalığın daha şiddetli olduğu
yük bölümü asemptomatiktir; semptomlar aktif steatohe- hastalarda kalıcı nörolojik bozukluklar mevcut olabilir.
patit veya fibrozis hastalarında da mevcut olmayabilir Reye sendromu, viral hastalıklar sırasmda çocuklara
ama bu hastalardan bazılarında yorgunluk, kırıklık, sağ aspirin verilmesine eşlik etmiştir ama salisilatlarla bu
üst abdominal kadran hassasiyeti ya da kronik karaciğer sendrom arasında nedensellik ilişkisi bulunduğunu göste­
hastalığının daha şiddetli semptomları bulunabilir. Tanı ren kesin hiçbir kanıt yoktur ama önlem olarak aspirin,
için, karaciğer biyopsisi gerekir. Steatozun aktif steatohe- ateşli hastalıkları olan çocuklarda ve gençlerde kontrendi-
patit ve daha sonra da aktif steatohepatitin siroz yönünde kedir. Tetrasiklin ve valproat gibi ilaçlarla, özellikle Jama­
ilerlemesi neyse ki, seyrek karşılaşılan bir durum olarak ika'da çok tüketilen, olgunlaşmamış ake (ackee) meyvesi,
gözükmektedir. Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlan­ mitokondrilerde buna benzer disfonksiyona neden oldu­
masının yine de, "kriptojenik" siroz patogenezine önemli ğu bilinen diğer etkenlerdir. HIV hastalığında kullanılan
katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. HAART (highly active antiretroviral therapy-ileri derece­
Ortak özellikleri paylaşmaları nedeniyle koroner arter de aktif antiretroviral tedavi), aynı histolojik zedelenmele­
hastalığı insidansı, NAFLD hastalarında yüksektir. Günü­ re yol açar ama bu hastalarda önemli morbidite, bilinme­
müzdeki NAFLD tedavisinde, obezitenin ve insülin diren­ yen nedenlerle yoktur.
626 BOLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan

şamın on dördüncü gününden sonra da devam eden hi-


M ORFOLOJİ
© H epato sellü ler m ik ro v ezik ü le r ste a to z, başlıca pato­
perbilirübinemi, neonatal kolestaz olarak adlandırılır. Daha
sonra anlatılan, karaciğer-dışı safra yollarındaki atrezi ve
lo jik bulgudur. H epatositlerdeki m ito ko n d rile rin elektron diğer çeşitli sorunlar; bu kolestazm başlıca nedenleridir ve
m ikro skobik incelemesinde, m atrikslerde p le o m o rflk ge­ hep birlikte neonatal hepatit adıyla bilinir. Neonatal kolestaz
nişleme ve elektron -berra klık, kristalar parçalanma ve yo­ şeklindeki bulgu karşısında; ortaya konulabilecek toksik,
ğun cisim ciklerde kayıp saptanır. Ö zellikle Reye sendro- metabolik ve infeksiyöz karaciğer hastalıklarının mevcut
m unda olm ak üzere, hastalarda genellikle beyin ödemi olup olmadığı, titiz bir şekilde araştırılmalıdır. İdiyopatik
vardır. A stro sitle r şişmiştir ve karaciğerde görülenlere ben­ neonatal hepatit, etiyolojinin daha fazla bilinmesi ve eli­
zeyen m ito ko n d ri değişiklikleri gelişebilir, inflamasyon ve mizde daha iyi tanı araçlarının mevcut olması sayesinde
herhangi b ir viral enfeksiyon kanıtının m evcut olmaması, neonatal hepatit vakalarının yalnızca %10-%15'inde konu­
d ikka t çeker. M ikro vezikü le r yağlanma ve m ito ko n d ri deği­ lan bir tanıdır.
şiklikleri iske le t k a sın d a, bö breklerd e ve kalpte de Herhangi bir çeşit neonatal kolestazı olan bebeklerin
g ö rü le b ilir ama bu değişiklikler, karaciğerde görülenlerden kliniği tipik olup sarılık, koyu renk idrar, açık renk veya
daha hafiftir. renksiz dışkı ve hepatomegali şeklindedir. Karaciğerdeki
sentez fonksiyonuna ait, değişebilen derecelerde kusurlar,
örneğin hipoprotrombinemi görülebilir. En sık karşılaşı­
KOLESTATİK KARACİĞER lan iki neonatal kolestaz nedeni—karaciğer-dışı safra yol­
larında atrezi ve idiyopatik hepatit—arasında yapılacak
HASTALIKLARI ayırım; biliyer atrezinin kesin tedavisi cerrahi girişimle ya­
Kolestatik karaciğer hastalıkları; primer hepatosellüler pılabildiğinden, ancak böyle bir girişim, idiyopatik neona­
disfonksiyona (ör. neonatal kolestaz, ilaçlara bağlı koles- tal hepatiti olan bir çocuktaki klinik seyri olumsuz etkile­
yebileceğinden, önemlidir. Neyse ki bu ayırım, klinik ve­
taz, sepsis) veya bazıları mekanik (ör. geniş safra kanalla­
riler ve karaciğer biyopsisi sonuçları kullanılarak vakala­
rının taşlar veya tümör tarafından tıkanması), diğerleri
inflamasyona (ör. otoimmün hastalıklara) bağlı olarak rın yaklaşık %90'mda yapılabilmektedir.
meydana gelen safra kanalı hasarına yol açabilir. Ancak
safra kanallarındaki sorunlar, karaciğer-içindeki veya ka- Sepsis Kolestazı
raciğer-dışmdaki segmentlerde görülebildiklerinden; ayrı­
ca tamamen karaciğer-dışı safra kanallarındaki biliyer bo­ Sepsis, karaciğeri birçok yoldan etkileyebilir; bunlar arasın­
zukluklar, yine de karaciğer içinde sekonder değişiklikle­ da intrahepatik bir bakteri enfeksiyonunun doğrudan etki­
re neden olabildiklerinden; bu şekilde iki gruba ayrıla­ leri (örneğin apse oluşumu veya bakteri kolanjiti), septik
maz. Burada önce; ayırıcı özellik olarak kolestaza ait kli­ şok nedeniyle gelişen (özellikle karaciğerde siroz mevcut­
nik belirtilere ve semptomlara yol açan heterojen bir grup sa) iskemi veya dolaşımdaki mikrobik ürünlere yanıt veril­
hastalığı, yani kolestatik karaciğer hastalığı anlatılacak; mesi yer alır. Bunlardan sonuncusu, sepsis kolestazma en
biliyer obstrüksiyondan ise, karaciğer-dışı safra yollarının fazla yol açan nedendir ve özellikle gram-negatif organiz­
hastalıkları anlatılırken söz edeceğiz. maların neden olduğu sistemik enfeksiyonlarda görülür.
En sık görülen değişiklik, safra tıkaçlarının daha çok
Neonatal Kolestaz sentrilobüler kanalikülleri tıkadığı kanaliküler kolestazâır
(Resim 15-20, A). Burada belirgin şekilde aktive olmuş
Normal yenidoğanlarm serumlarındaki konjüge olmayan Kupffer hücreleri ve hafif portal inflamasyon vardır ama
bilirübin düzeylerinin geçici olarak, hafifçe yüksek bulun­ hepatosit nekrozu ya seyrektir ya da hiç yoktur. Düktüler
ması, daha önce de değinildiği gibi sık görülmektedir. Ya­ kolestaz, portal alanlarla parenkimin temas yüzeyindeki

Resim 15-20 A , Sepsis kolestazı. Sentrilobüler bölgedeki genişlemiş kanaliküllerde belirgin safra tıkaçları vardır. B, Düktüler kolestaz.
Portal-parenkimal bileşke bölgesinde, belirgin şekilde genişlemiş Hering kanalları ve duktuller içinde büyük, koyu renkte safra tıkaçları
görülmektedir. Mevcut ya da gelişmekte olan sepsisi gösteren bu özellik, endotoksemiyle bağlantılıdır
(B , Dr. J a y Lefkow itch'nin izniyle, Colum bia U niversity, N e w York, A B D ).
Kolestatik Karaciğer Hastalıkları

Tablo 15-7 Primer Biliyer Siroz ve Primer Sklerozan Kolanjitin Başlıca Özellikleri

Parametre Prim er Biliyer Siroz Prim er Sklerozan Kolanjit


Yaş Medyan yaş 50 (30-70) Medyan yaş 30
Cinsiyet %90’ı kadın %70’i erkek
Klinik seyri İlerleyici Tahmin edilemez ama ilerleyici
Eşlik eden sağlık sorunları Sjögren sendromu (%70) İnflamatuvar bağırsak hastalığı (%70)
Skleroderma (%5) Pankreatit (5%25)
Tiroid hastalığı (%20) idiyopatik fibrozan hastalıklar (retroperitoneal fıbrozis)

%20 ANA-pozitif %6 % ANA-pozitif '


%40 ANCA-pozitif 65% ANCA-pozitif
Radyoloji Normal Büyük safra yollarında darlıklar ve boncuklanma; dana küçük
safra yollarında budanma
Kanal lezyonları Florid duktus lezyonları ve yalnız küçük Ekstrahepatik ve büyük intrahepatik kanallarda inflamatuvar
kanalların kaybı yıkım; orta ve küçük intrahepatik kanallarda fibrozise bağlı obliterasyon
A M A , a n t im it o k o n d r i a n t ik o r u ; A N A , a n t in ü k le e r a n t ik o r ; A N C A , a n t in ö t r o f I s it o p ia z m ik a n tik o r.

Hering kanallarının ve safra kanalcıklarının genişlediği, patisiyle birlikte portal hipertansiyonun eşlik ettiği karaci­
belirgin safra tıkaçları içerdiği, daha da kaygı verici bir ğer dekompansasyonu yönünde ilerler. Ancak erkenden
bulgudur (Resim 15-20, B). Biliyer tıkanıklığın tipik bir başlanan ursodeoksikolik asit tedavisi, hastalığın seyrini hızla
özelliği olmayan bu değişiklik çoğu zaman, septik şokla olumlu yönde etkiler ve ilerlemesini büyük ölçüde yavaşlatır.
birlikte, hatta septik şoktan önce mevcuttur. Bu tedavinin etki mekanizmaları net olarak bilinmez ama saf­
ra epitelindeki apoptozun inhibisyonu ve bağışıklık yanıtları­
Primer Biliyer Siroz nın inhibe edilmesi; bu açıdan etkili mekanizmalar olarak gö­
rülmektedir. Hiperbilirübinemi geç dönemde ortaya çıkar
Primer biliyer siroz (PBS) kronik, ilerleyici ve bazen ölüm­ ve genellikle, gelişmekte olan karaciğer dekompansasyo-
le sonuçlanan kolestatik bir karaciğer hastalığıdır ve kara- nunu haber verir. Gözlerde ve deride kurumaya neden
ciğer-içi safra kanallarının tahrip olmasıyla, portal infla- olan Sjögren sendromu, skleroderma, tiroidit, romatoid
masyonla, nedbeleşmeyle ve birkaç yılla birkaç 1 0 yıl ara­ artrit, Raynaud fenomeni ve çölyak hastalığı, PBS'a eşlik
sında değişebilen bir süre geçtiğinde karaciğer sirozunun edebilen, ekstrahepatik sağlık sorunlarındandır.
ve yetmezliğinin gelişmesiyle karakterizedir (Tablo 15-7).
Karaciğerdeki küçük ve orta boy safra kanallarındaki nonsü-
püratif yıkım, PBS'ıın en önemli özelliğidir. Öncelikle, orta Ç J M ORFOLOJİ
yaşlı kadınların bir hastalığı olan primer biliyer siroz en
çok 40-50 yaş diliminde görülür. PBS terimi, bu hastalığın PBS’ un m orfolojisi en çok siroz öncesi dönem de karakte­
terminal döneminde her zaman siroz görülmemesi nede­ ristiktir. İn terlo bu ler safra kanalları, lenfositlerin veya plaz-
niyle, biraz hatalıdır. Nitekim bazı hastalar portal hiper­ m ositlerin y e r aldığı inflamasyon nedeniyle a k tif olarak tah­
tansiyon nedeniyle; tam olarak siroz gelişmeden önce öle­ rip edilir; bu yıkıma granülom alar eşlik edebilir veya etm e­
bilir ya da karaciğer nakli geçirebilirse de diğer hastalarda yeb ilir (florid d u ktu s lezyo nu ) (Resim 1 5 -2 1 ). Ancak
genellikle tedavisi olanaksız kolestaz ve tam olarak geliş­ bazı biyopsi örneklerinde bu yıkıcı etki görülm ez ve yalnız­
miş siroz vardır. ca safra kanallarının yer almadığı p o rta l alanlar dikkati çe­
ker. Hasarlı safra kanallarının yukarısındaki p o rta l alanlarda
duktus proliferasyonu, inflamasyonu ve komşu pe rip ortal
PATO G EN EZ parenkim de nekroz görülür. Bunlar, p o rto -p o rta l septal
PBS hastalarının % 9 0’ ından fazlasında, m itoko nd rile rdeki
çeşitli asit dehidrogenazlara karşı gelişmiş, yüksek titre d e
o to a n tiko rla r vardır. Bağışıklık yanıtının niçin bu enzim leri
hedef aldığı ve bağışıklık sisteminin niçin intrahepatik safra
yollarına saldırdığı, günüm üzde de açık olarak bilinm em ek­
tedir. Yakın zamanlarda ele geçen kanıtlar belirli ksenobi-
y o tikle rin , m ito ko n d ri prote in lerinin modifikasyonu üzerin­
den bağışıklık yanıtını uyaran olası bir te tik mekanizmasını
harekete geçirdiği izlenim ini verm ektedir.

K lin ik G idiş
PBS sinsi bir şekilde başlar ve hastalık çoğu zaman, her­
hangi bir semptom yokken, serum alkalen fosfataz düze­
yinin rutin laboratuar testleri sırasında yüksek bulunma­
sıyla farkedilir. Tanı genellikle antimitokondrial antikorla­
rın varlığı gösterilerek ve tipik biyopsi bulgularıyla konur.
Çoğu zaman mevcut olan kaşıntı, hastalığın ilerlemiş ol­ Resim 15-21 Primer biliyer siroz. Bir portal alan, lenfosit ve plaz­
duğunu gösterir. ma hücresi infîltrasyonları nedeniyle önemli ölçüde genişlemiştir.
Tedavi edilmeyen primer biliyer siroz, 2 veya daha 10 Yıkım halindeki bir safra kanalına karşı gelişen granülomatöz reak­
yıl içerisinde; varis kanamalarıyla ve karaciğer ensefalo- siyona dikkat edin (florid duktus lezyonu).
628 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

Resim 15 -2 2 Fibrotik septumda düktüler reaksiyon örneği Resim 15-23 Primer biliyer siroz, terminal dönem. Bu sagital kesit
(D r. M a tth e w Yeh'nin izniyle, U n iversity o f W ashington, Sea ttle, W ashington, A B D ). karaciğerin büyüdüğünü, sirozu işaret eden nodülariteyi ve koles-
taza bağlı yeşil renk değişikliğini göstermektedir.

fib ro z gelişmesine yol açar (Resim 1 5 -2 2 ). H a fif interface


lümlerinin ardarda yer alması nedeniyle boncuk dizisi şek­
(bileşke) hepatiti ve lo bu ler hepatit de m evcut olabilir. linde gözlenir. PSK çoğu zaman, özellikle ülseratif kolit ol­
PBS’ un bazı m o rfo lo jik özellikleri, oto im m ün hepatitin mak üzere inflamatuar bağırsak hastalığıyla (Bölüm 15)
m o rfo lo jik özellikleriyle ö rtü şü r; bu örtüşm e sendrom u- beraberdir; hastaların %70'inde ülseratif kolit vardır. Di­
nun tanısı yalnızca, hepatik kom ponent çok belirginse ve ğer taraftan, ülseratif kolit hastalarındaki PSK prevalansı
oto im m ün hepatite ait tip ik serolojik bulgular varsa konula­ yalnızca %4 kadardır. PSK, yaşamın üçüncü-beşinci deka-
bilir. dmda çoğu zaman, inflamatuar bağırsak hastalığı geliştik­
Terminal dönem karaciğer hastalığına çıkan ve her ikisi­ ten sonra görülme eğilimindedir. Erkeklerde 2:1 oranın­
nin de gelişmesi yıllar veya dekadlar gerektiren iki yol ta­ da, kadınlardan daha sık görülür.
nımlanmıştır. Bu yollardan birinde, bazı hastalarda belirgin PSK'in nedeni bilinmemektedir. Ülseratif kolitle olan
po rta l hipertansiyon gelişir; bu hastalardaki karaciğerin his­ beraberliği, belirli HLA-DR aletleriyle olan bağlantısı ve
to lo jik incelemesinde organ, yaygın nodülarite gösterebilir hastaların %80'inde, perinükleer bölgede olmak üzere si-
ama bu nodülleri saran, sirozda görm eye alışık olduğum uz toplazmada antinüldeer antikorlar bulunması (Bölüm 10)
nedbe dokusu y o k tu r (nodüler rejen e ra tif hiperplazi primer sklerozan kolanjitin, bağışıklık sistemi aracılığıyla
denen özellik). Bu gibi karaciğerler norm alden daha büyük­ gelişen bir hastalık olduğu izlenimini vermektedir.
tü r ve sirozdaki açıkça görülen nodüllerin aksine, belli be­
lirsiz b ir nodülarite sergileyebilir. Söz konusu hepatosit de­
ğişikliklerinin p rim e r olarak biliyer kökenli gözüken b ir has­
talıkta niçin geliştiği, anlaşılmış değildir.
M ORFOLOJİ
D iğer hastalar, giderek artan yaygın kanal kaybı ile siro­ PSK’ in ekstrahepatik ve büyük intrahepatik safra yolların­
za doğru giden klasik b ir yolu izler. Bu tü r k ro n ik koles- daki kara kte ristik özellikleri, küçük safra yollarındaki özel­
ta z d a k i safra birikim i, ilaç nedenli ya da sepsis ilişkili koles- liklerinden farklıdır. En büyük safra yollarında; ülseratif ko­
ta tik sendrom lardan olduğu gibi sentrilo büler değil, peri- litteki m ukoza lezyonlarına ileri derecede benzer şekilde,
p o rta l/p e rise p ta ld ir. Bu tü r b irikim , belirgin M allory-D enk k ro n ik inflamasyon üzerinde gelişmiş akut inflamasyon var­
cisim ciklerinin izlendiği balonlaşmış ve safra pigmenti içeren dır. inflamasyonlu bölgelerde lumen, ödem ve inflamasyon
(tü ysü d ejenerasyo n ) hepatositler ile karakterizedir. nedeniyle ya da inflamasyonu izleyen nedbeleşme nedeniy­
M o rfo lo jik bakımdan alkole bağlı hepatittekilere benzeyen le daralır. Daha küçük safra yollarında ise inflamasyon çoğu
bu hücreler; sentrilobüler değil de pe rip o rta l konum larıyla zaman fazla değildir ve gittikçe daha fazla atrofîye uğrayan
onlardan ayrılır. Term inal döneme giren böyle b ir karaci­ safra yolu lumeninin çevresinde, çoğu zaman soğan z a n
ğerde siroz ve hastadaki genel ik te rik durum la bağdaşan, o lara k adlandırılan, k o n sa n trik -çev releye n fib ro zis
canlı yeşil renk değişikliği vardır (Resim 1 5 -2 3 ). H epatosit m evcu ttu r (Resim 1 5 -2 4 ). Sonunda lümen tamamen yok
kaybı pek az olduğundan rejen eratif n odüler hiperplazi, er­ o lu r ve geride nedbe dokusundan yoğun yuvarlak b ir iz bı­
kenden hepatomegaliye neden o lu r ve böylece, kro n ik he- rakır. M ezar taşı nedbe adı verilen bu yapı tanıya götüren
patitteki ya da alkolizm deki büzülmüş karaciğerden ayrılır. b ir özelliktir. Rastgele alınan iğne biyopsisiyle, bu gibi küçük
lezyonları örneklem e olasılığının çok düşük olması nedeniy­
le tanı, biyopsi bulgularını değil, ekstrahepatik ve en geniş
intrahepatik safra yollarının rad yolojik görüntülem esini te­
Primer Sklerozan Kolanjit mel alır.
Safra duktuslarının kaybına yanıt olarak, PBS’da olduğu
Primer sklerozan kolanjit (PSK), intrahepatik ve ekstrahe-
gibi burada da safra duktus proliferasyonu, p o rta l-p ortal
patik her çapta safra kanalının ilerleyici fibrozisi ve hara-
septal fibrozis ve siroz gelişir. Son dönem karaciğeri bu
biyetiyle karakterize, kronik bir kolestatik hastalıktır
yüzden, genellikle sirozlu ve yeşil renktedir. B iliy e r intra-
(Tablo 15-7). Bu değişiklikler yer yer gerçekleştiğinden,
epiteliyal n eo p laziler ortaya çıkabilir ve bunlar, hastala­
endoskopik olarak ya da manyetik rezonans (MR) görün­
rın küçük b ir bölüm ünde görülen ve ölüm cül b ir komplikas­
tüleme yardımıyla yapılan kolanjiyografide, safra ağacı, yon olan ko lanjiyokarsino m gelişiminin habercisidir.
daralmış hastalıklı segmentleri ile normal genişlikteki bö­
Kalıtsal Metabolizme Hastalıkları Î629İ

Hemokromatoz
Herediter hemokromatoz, büyük bölümü karaciğerde, pank­
reasta ve kalpte olmak üzere vücutta aşırı miktarda demi­
rin biriktiği kalıtsal hastalıklara verilen addır. Herediter he-
mokromatozım en az dört ayn genetik çeşidi bilinmektedir.
Bunlardan en fazla görülen, HFE genindeki mutasyonlar nede­
niyle gelişen, otozomal dominant geçişli, erişkin çağda başla­
yan hemokromatozdıır. Bilinen demir kaynaklarına bağlı,
edinsel aşırı demir birikimi ise sekonder demir yüklenmesi
olarak adlandırılır. Çok sayıda kan transfüzyonu yapılma­
sı, etkisiz eritropoez (|3-talassemide ve miyelodisplastik
sendromlardaki gibi) ve dışarıdan alman demir miktarının
artması; bilinen demir kaynaklarının en önemlileridir.
Bölüm 11'de anlatıldığı gibi vücuttaki total demir havu­
zunun büyüklüğü, normal erişkinlerde 2 - 6 gram arasmda
Resim 15-24 Primer sklerozan kolanjit. Dejenerasyona uğrayan
değişir; bu miktarın 0.5 gramı, %98'i hepatositlerde olmak
bir safra kanalı; yoğun, “ soğan zarı” şeklindeki konsantrik bir ned-
be içerisinde hapsolmuştur. üzere karaciğerde depolanır. Herediter hemokromatozda
demir, bağırsaklardan aşırı miktarda emilimi nedeniyle
yaşam boyunca hastanın vücudunda birikir. Bu miktar,
üçte biri karaciğerde bulunmak üzere toplam 50 gramı
Klinik Gidiş aşabilir. Herediter hemokromatozun tam olarak geliştiği has­
Asemptomatik hastalar, serum alkalen fosfataz düzeyleri­ talarda (1) siroz (tüm hastalarda), (2) diabetes mellitus (hasta­
nin devamlı yüksek bulunmasıyla dikkat çekebilir. Diğer ların %75-%80'inde) ve (3) deri pigmentasyonu (hastaların
hastalar hekime, daha önce hiçbir semptom vermemiş %75-%80'inde) vardır.
olan safra yolu darlıklarında komplikasyon olarak gelişen
kolanjite bağlı ateş, sağ üst kadranda hassasiyet ve bazen PATO G EN EZ
de akut sarılık şeklindeki akut semptomlar nedeniyle ge­
lir. Hastalığın daha ileriki dönemlerinde klinik olarak git­ V ücuttaki total dem ir m iktarı; emilen aşırı m iktarda dem irin
tikçe ilerleyen yorgunluk, kaşıntı ve kronik sarılık mevcut vücuttan uzaklaştırılabileceği herhangi bir yol m evcut olma­
olabilir. PSK'in klinik seyri, genellikle uzun sürerek yıllar­ dığından, hergün kaybedilen sınırlı m iktarda dem ir gastroin­
ca devam eder. PSK hastalarının %10-15'inde kolanjiyo- testinal kanaldan aynı m iktarda dem ir emilmesini sağlamak
karsinom gelişir; tanıdan kolanjiyokarsinom gelişimine üzere, sıkı bir şekilde denetlenir. H ered ite r hem okro-
kadar geçen medyan süre 5 yıldır. m ato zd a , d iyetteki dem irin bağırsaklardan em il­
m esinin düzenlenm esinde b ir k u su r v a rd ır ve yıld a
net o la ra k 0 .S - 1 .0 gram dem irin vü cu tta b irikm esi­
İlaç/Toksin Nedenli Kolestaz ne neden olur. Bu hastalığın en sık görülen şeklinden so­
rum lu olan herediter hem okrom atoz geni, H FE olarak ad­
İlaç/toksin nedenli karaciğer hasarında sıklıkla görülen landırılır. Krom ozom 6 ’ nın kısa kolunda yer alan bu gen, ya­
kolestaz, yalnız başına veya hepatitik özelliklerle birlikte pı bakımından M HC sınıf I proteinlerine benzeyen b ir p ro ­
görülür. Hepatositlerdeki hasar çok az ise saf kolestaz ola­ teini kodlar. HFe’ nin diyetle alınan de m ir m iktarının düzen­
rak adlandırılır ve kanaliküllerdeki safra tıkaçlarıyla lenmesindeki rolü karmaşıktır ve tam olarak anlaşılmış de­
ve/veya midsentrilobüler hepatositlerin şişmesiyle ve si- ğildir. ince bağırsaklardaki enterositlerde mutasyona uğra­
toplazmalarmda safra pigmentinin birikmesiyle karakteri- mış HFE proteini ekspresyonu, de m ir emilimini ve emilen
zedir. Kolestaza ait özelliklerle (serumdaki bilirübin ve dem irin, kandaki başlıca taşıyıcı molekülü olan tr a n s fe r li­
asit fosfataz düzeylerinin yükselmesi, kanaliküler ve he- ne bağlanmasını uygunsuz bir şekilde artırır. Ancak herşey
HFE ile açıklanamamaktadır. HFE’ nin diğer proteinlerle,
patosellüler kolestaz) hepatite ait özelliklerin (serum tran-
özellikle de karaciğerde üretilen hepsidin ile etkileşimi, an­
saminazlarmda yükselme, lobüler hepatit ve interface he-
cak yakın zamanlarda anlaşılan de m ir metabolizması kont­
patiti) birlikte bulunduğu kolestatik hepatit, hasarın ilaç ve­
rol ağı oluşturmaktadır.
ya toksin nedeniyle meydana gelmiş olduğuna özellikle
HFE ve herediter hem okrom atozun daha az rastlanan
işaret eder. Bu tür hasarın sık karşılaşılan veya iyi bilinen şekillerindeki diğer genlerin tüm ü, karaciğerde üretilen de­
nedenleri arasında, 17 numaralı karbonu alkillenmiş ana- m ir horm onu (hepsidin) düzeyleri üzerinde söz sahibi gö­
bolizan veya kontraseptif steroidler, total parenteral bes­ zükm ektedir. Hepsidin norm alde bağırsaklardan ve m akro-
lenme ve antibiyotikler sayılabilir. Sadece kolestaz değil, fajlardan plazmaya dem ir geçişini azaltır ve dem ir emilimini
safra kanalı kaybının da görüldüğü PBC ve PSK taklitçile­ inhibe eder. Bu nedenle de hepsidin düzeyleri düştüğünde,
ri arasında ise klorpromazin, amitriptilin ve organik arse­ emilen de m ir m iktarı artar. Hepsidin geni çıkarılan fareler­
nik bileşiklerine bağlı karaciğer hasarları vardır. de, hem okrom atozu taklit edecek şekilde aşırı dem ir yük­
lenmesinin ve aşırı hepsidin ekspresyonu olan farelerde şid­
detli de m ir eksikliğinin görülmesi; bu horm onun dem ir eği­
KALITSAL METABOLİZMA liminin düzenlenmesindeki m erkezi rolünü gösterir. Hepsi­
din düzeyleri beklendiği gibi, hem okrom atozun bilinen tüm
HASTALIKLARI genetik çeşitlerinde ve bu arada HFE geni mutasyonunun
yol açtığı hem okrom atozda azalmıştır. Bu çeşitli genlerin
Karaciğerdeki kalıtsal metabolizma hastalıklarının sayısı
fonksiyonlarıyla hepsidin sentezi arasındaki bağlantılar, he­
nispeten fazladır ama burada yalnızca hemokromatoz,
nüz yeni yeni ortaya çıkarılmaktadır.
Wilson hastalığı ve a^^-antitripsin eksikliği anlatılmaktadır.
630 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

H ered iter hem okro m atoz kendisini tip ik olarak, vücutta dermisdeki melanin üretim inin artması nedeniyledir. Bu iki
depolanan de m ir m iktarı 20 grama ulaştığında gösterir. Kay­ pigmentin (hem osiderin ve melanin) beraberce birikmesi
nağı ne olursa olsun vücutta depolanan aşırı m iktarda dem ir derinin, kurşunî-gri ren k almasına yol açar. Hemosiderinin
dokularda, aşağıdaki m ekanizmalar üzerinden doğrudan e klem lerd eki sinoviyal z a r t a c a birikmesiyle, akut sino-
toksik etkiye sahip gözükm ektedir: v it meydana gelebilir. Eklemlerde ayrıca aşırı m iktarda kalsi­
• D em ir katalizörlüğünde gerçekleşen serbest radikal re­ yum pirofosfat da birikere k eklem kıkırdağına zarar v e rir ve
aksiyonlarıyla lipid peroksidasyonu bazen, psödogut olarak bilinen ve eklem fonksiyonlarını
• Kollajen oluşumunun uyarılması olumsuz etkileyen p o lia rtrite neden olur. T e s tis le r küçük
• Dem irle D N A arasındaki doğrudan etkileşim ler ve a tro fik tir ama genellikle norm al renklerini korur.

( ) M ORFOLOJİ Klinik Özellikler


Hemokromatoz erkeklerde kadınlardan 5-7:1 oranında
H ered iter hem okrom atozdaki m o rfo lo jik değişiklikler, git­ daha sık görülür ve hafifçe daha erken yaşlarda klinik be­
tikçe azalan şiddette olm ak üzere karaciğerdeki, pankreas­
lirti verir; bunun nedeni kısmen kadınlardaki fizyolojik
taki, kalp kasındaki, hipofîzdeki, adrenallerdeki, tiroidd eki
(menstruasyon veya gebelik sırasında gerçekleşen) demir
ve paratiroidlerdeki, eklem lerdeki ve derideki h e m o s id e ­
kaybının, demir birikimini geciktirmesidir. HFE geni mu-
r in b ir ik im in e verilen yanıtlardır. Karaciğerde de m ir ilk
tasyonlarmm yol açtığı, en sık görülen hemokromatoz çe­
önce pe rip ortal hepatositlerde, Prusya mavisiyle mavi renge
şidinde semptomlar genellikle; erkeklerde yaşamın beşin­
boyanan, altın sarısı renginde hemosiderin granülleri şeklin­
de be lirir (Resim 1 5 -2 5 ). D e m ir yükü arttıkça birikim , saf­
ci ve altıncı dekadmda, kadınlarda ise biraz daha geç baş­
ra yolu epiteli ve Kuppfer hücreleriyle b irlikte lobülün geri
lar. Popülasyon taramaları, en sık karşımıza çıkan HFE
kalan bölüm lerinde de gerçekleşir. Demir, etkisini doğrudan mutasyonu (C282Y) penetransmm değişken olduğunu
gösteren b ir karaciğer zeh irid ir ve dem ir birikim ine infla- gösterdiğinden, hastalığın ilerlemesi önceden tahmin edi­
masyon, kara kte ristik olarak eşlik etmez. Bu aşamada kara­ lemez.
ciğer, norm alden hafifçe daha ağırdır, yoğundur ve çikolata Hepatomegali, deri pigmentasyonu (özellikle güneşe
kahverengisi renktedir. Yavaş yavaş gelişen p o rto -p o rta l fib- maruz kalan yerlerde), pankreastaki adacıkların tahrip ol­
rö z bölm eler (septum lar) sonunda, yoğun pigmentli (çok ması nedeniyle glikoz homeostazmm bozulması veya kli­
koyu kahverengi-siyah) karaciğerde s iro z a yol açar. nik diabetes mellitus, kardiyak disfonksiyon (aritmiler,
N orm al insanlarda, fîkse edilmemiş karaciğer dokusun­ kardiyomiyopati) ve atipik artrit; hemokromatozun başlı­
daki dem ir m iktarı 1 0 0 0 p g /g r kuru ağırlık’tan daha azdır. ca belirtileridir. Bazı hastalar hekime, libido kaybı ve ikti­
H e red iter hem okrom atoz nedeniyle kinik olarak kendini darsızlık şikayetiyle başvurur. Hepatomegaliyle birlikte si­
belli eden erişkin hastalarda bu m ikta r 1 0 , 0 0 0 p g /g r kuru roz, deri pigmentasyonu ve diabetes mellitus şeklindeki klasik
ağırlığın üstündedir. H epatik dem ir konsantrasyonu 2 2 ,0 0 0 klinik üçlü (triad), hastalığın ileri aşamalarına kadar görül­
p g /g r kuru ağırlığı geçtiğinde fibrozis ve siroz gelişir. meyebilir. Hasta; siroz, hepatosellüler karsinom veya kalp
IPatıkreas yoğun biçim de boyanır, yaygın interstisyel fib- hastalığı nedeniyle ölür. Aşırı demir yüklenmesinin teda­
rozise sahne o lu r ve bu organın parenkim inde b ir m ik ta r at- vi edilmesi, bu metalin DNA'da yol açtığı geri dönüşsüz,
rofi görülebilir. A siner hücrelerde ve adacık hücrelerinde, oksidatif hasar nedeniyle, hepatosellüler karsinom riskini
bazen de interstisyel fib rö z strom ada hemosiderin mevcut­ gidermez. Hemokromatoz hastalarındaki hepatosellüler
tur. M iyokard lifleri içerisinde hemosiderin granülleri beliren karsinom riski, toplum genelinin 2 0 0 katıdır.
kalp, çoğu zaman büyür. Pigmentasyon, kalp kasının etkile­ Neyse ki herediter hemokromatoz tanısı, geri dönüşsüz
yici bir kahverengine bürünm esiyle sonuçlanabilir, interstis­ doku hasarı meydana getirmeden çok daha önce konula-
yel fibrozis görülebilir. D e ri pigmentasyonu kısmen, deride­ bilmektedir. Hemokromatoz taramasında serumdaki de­
ki m akrofajlarda ve fibroblastlarda hemosiderin birikm esiy­ mir ve ferritin düzeylerinin çok yüksek olduğu gösterilir,
le açıklanabilirse de derideki renk değişikliği daha çok, epi- aşırı demir yüklenmesine yol açan sekonder nedenler dış­
lanır ve gerektiğinde karaciğer biyopsisi yapılır. Bu meta­
bolizma hastalığı tanısının ilk konulduğu aile bireyinin
(proband) yakınlarının, hemokromatoza yol açmış olabile­
cek mutasyonlar açısından taranması da önemlidir. Hasta­
lığın doğal seyri, öncelikle flebotomi ve demir şelatörleri-
nin kullanılması olmak üzere çeşitli girişimlerle değiştiri­
lebilir. Subklinik, siroz-öncesi aşamada tanı konulan ve
düzenli olarak flebotomi uygulanan hastaların beklenen
ömrü, normaldir. Heterozigotlarda demir emilimi ve birik­
mesi hafifçe artmış olabilir.

W ilson Hastalığı

Otozomal resesif olarak soya geçen bu hastalıkta: öncelikle


karaciğerde, beyinde ve gözlerde olmak üzere birçok doku­
da ve organda toksik düzeylerde bakır birikir. Wilson has­
talığının nedeni, ATP7B genindeki, fonksiyon kaybı mutas-
Resim 15-25 Herediter hemokromatoz. Prusya mavisiyle boyanan yonlarıdır. Bunların 300'den fazlası tanımlanmıştır. Kromo­
bu histolojik kesitte karaciğer hücrelerinin içindeki demir, mavi zom 13'te yer alan bu gen, hepatositlerin Golgi bölgesinde
renkte gözükmektedir. Parenkimin yapısı normaldir. lokalize olan bir ATPaz metal iyon transporterini kodla-
Kalıtsal Metabolizme Hastalıkları 631

maktadır. Her 100 kişiden l 'i asemptomatik taşıyıcı olan bilen putamende gerçekleşir. N örolojik hasar gelişen nere­
Wilson hastalığının insidansı, herediter hemokromatoz in- deyse tüm hastalarda K ayser-Fleisch er halkaları (kor­
sidansmdan daha düşük olup, her 30,000 kişide l'dir. nea limbusundaki Descemet membranında ortaya çıkan ye-
şil-kahverengi bakır depolanması) adlı göz lezyonları gö­
PATOGENEZ rüldüğünden Wilson hastalığı, hepatolentiküler dejeneras­
yon adıyla da bilinir.
Normal bakır fizyolojisi aşağıdaki sırayla gerçekleşir:
1. Diyetle alınan bakırın emilmesi (günde 2-5 mg)
2. Albüminle kompleks oluşturarak plazmada taşınması K linik Ö ze llikle r
3. Karaciğer hücreleri tarafından alınarak, seruloplazmin Wilson hastalığın başlangıç yaşı ve kliniği ileri derecede
oluşturmak üzere bir a 2-globuline (aposeruloplazmin) değişkendir ama hastalık, 6 yaşından küçüklerde veya
bağlanması yaşlılarda seyrek görülür. Bu hastalık başlangıçta en çok,
4. Seruloplazmine bağlı bakırın, plazmadaki bakırın %90- akut veya kronik karaciğer hastalığı olarak karşımıza ge­
% 95’ ini oluşturacak şekilde plazmaya salgılanması lir. Diğer hastaların büyük bölümünde ise başlangıçtaki
5. Desialile, eskimiş seruloplazminin karaciğer tarafından bulgular olarak hafif davranış değişiklikleri, klinik psikoz
alınarak lizozomlarda parçalanması ve serbest bakırın veya Parkinson-benzeri bir sendrom vardır. Diğer tüm si­
safraya salgılanması roz çeşitlerinin aksine hepatosellüler karsinom, Wilson
W ilson hastalığında, bakırın emilimi ve karaciğere taşın­ hastalığında oldukça sık görülür. Serum seruloplazmin
ması şeklindeki başlangıç basamakları normaldir. Ancak, düzeyleri düşük bir kişide Kayser-Fleischer halkalarının
ATP7B aktivitesi olmazsa bakır, aposeruloplazmine bağla­ veya karaciğerdeki bakır düzeylerinin belirgin şekilde
namaz ve vü cu ttan başlıca u za k la ştırılm a yolu olan yükselmiş olduğunun gösterilmesi, bu hastalık lehinedir.
safraya salgılanamaz. Böylece bakır, hepatositlerde gittik­ Erken tanı ve bakır şelatörlerinin (örneğin D-penisilla-
çe artan miktarlarda birikir ve üç aşamalı bir mekanizmay­ min) ve bağırsaklardaki bakır emilimini azaltan maddeler
la, toksik hasara yol açar: (1) serbest radikallerin üretilme­ olan çinko tuzlarının kullanılması bu hastalığın; ilerleyici,
sini teşvik eder, (2) hücre proteinlerinin sülfidril gruplarına olumsuz seyrini büyük ölçüde değiştirmiştir.
bağlanır ve (3) karaciğerde bulunan diğer metalloenzimler-
deki diğer metallerin yerine geçer. ayAntitripsin Eksikliği
Hasta yaklaşık 5 yaşına geldiğinde bakır, aşırı yüklenip
zarar verdiği hepatositlerden dolaşıma kaçmaya başlar. Ser­ a^-antitripsin (AAT) eksikliği, soya otozomal dominant
best bakır, eritrosit hemolizine yol açabilen oksidanlar oluş­ olarak geçen ve bu proteaz inhibitörünün serumdaki dü­
turur; ayrıca beyin, kornea, böbrekler, kemikler, eklemler zeylerinin anormal derecede düşük olmasıyla karakterize
ve paratiroidler gibi diğer dokularda depolanarak, hepato- olan bir hastalıktır. Bu enzimin başlıca fonksiyonu, infla-
sitleri olumsuz etkilediği aynı mekanizmalarla buralarda da masyon yerinde serbest kalan proteazlarm, özellikle de
hasar yapar. Aynı zamanda, vücuttan idrarla uzaklaştırılan nötrofil elastazınm inhibisyonudur. AAT eksikliği, doku­
bakır miktarı da artar. ları tahrip eden proteazlarm başıboş aktivitesine izin ver­
diğinden, akciğer amfizemine neden olur (Bölüm 12). Ka­
raciğer hastalığı, mutant AAT enziminin karaciğerdeki re-
MORFOLOJİ tansiyonu sonucudur.

Karaciğer çoğu zaman, Wilson hastalığındaki hasarın bü­


yük bölümüne sahne olur ve bu organda, nispeten önem­ PATOGENEZ
sizden yoğun hasara kadar farklı derecelerde olabilen ve di­
ğer birçok hastalığı taklit eden değişiklikler meydana gelir. AAT, öncelikle hepatositlerde sentez edilen, küçük (394
W ilson hastalığı, hafîf-orta şiddette steatoz, steatohepatit amino asitten yapılı) bir plazma glikoproteinidir. İnsanlarda
ve hatta benzer nedbeleşme patternleri ile yağlı k a ra c i­ kromozom 14 üzerinde yer alan A A T geni, ileri derecede
ğer hastalığını taklit edebilir. A k u t hepatit ve k r o n ik polim orfik bir gendir ve bunun en az 75 çeşidi tanımlanmış­
fıep atit patternleri ise viral hepatitinkileri taklit eder. A kut tır. Alelik çeşitlerin büyük bölümü, serum düzeyi normal,
hepatit-benzeri hasar, en şiddetli şeklinde fulminan karaci­ ya da hafifçe düşük olan AAT üretir. Buna karşılık Z alelini
ğer yetmezliğine kadar gidebilir. Kronik hepatit-benzeri homozigot olarak taşıyan (P/ZZ genotipi) bireylerin dolaşı­
tablo, yağlı karaciğer hastalığının özellikleriyle birlikte bulu­ mındaki AAT düzeyleri, normaldekinin onda biri kadardır.
nabilir; ilkinin mononükleer infiltrasyonları ve lobuler-inter- A A T alelleri otozomal kodominant geçişli olduğundan PiMZ
face hepatiti, İkincisinin de steatozu, hepatosit balonlaşma­ heterozigotlarının plazmalarındaki AAT düzeyi ara değer­
sı ve Mallory-Denk cisimcikleri görülebilir. Kronik hepatitin lerdedir. PiZ polipeptidi, endoplazmik retikulumdaki yeni
ilerlemesiyle birlikte siro z gelişir. Aşırı protein depolanma­ oluşmakta olan polipeptidin hatalı katlanmasına yol açan
sı, özel boyalarla (ör. bakır için rodanin boyası, bakıra bağ­ tek bir amino asit substitüsyonuna sahiptir. Mutant protein
lı protein için orsein boyası) kullanılarak çoğu zaman göste­ hepatosit tarafından saklanamadığından, endoplazmik re-
rilebilir. Bakır ayrıca kronik obstrüktif kolestazda da birik­ tikulumda birikerek, apoptoz başlatabilen etkiye sahip, kat­
tiğinden ve histolojik analiz Wilson hastalığının diğer kara­ lanmamış protein yanıtını tetikler (Bölüm 1). P/ZZ genotipi
ciğer hastalığı nedenlerinden güvenilir bir şekilde ayırdedil- olan tüm bireylerin karaciğerlerinde AAT birikmesine rağ­
mesini sağlayamadığından, karaciğerdeki bakır içeriğinin men, önemli karaciğer hasarının bunların yalnızca %8-
250 pg /g r kuru ağırlıktan daha fazla olduğunun gösteril­ 2 0 ’sinde görülmesi ilginçtir. Bu belirti, yatkın kişilerin hepa­
mesi tanıda en yardımcı olan incelemedir. tositlerde biriken AAT proteinini parçalama yeteneğine da­
Bakırın beyindeki toksik hasarı öncelikle bazal gangli- ha az sahip olması şeklindeki kalıtsal bir eğilimle bağlantılı
onlarda, özellikle de atrofiye, hatta kavitasyona sahne ola­ olabilir.
632 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

DOLAŞIM BO ZU KLU KLAR I


Karaciğerden geçen muazzam kan akışı göz önünde tutul­
duğunda, dolaşım bozukluklarının karaciğer üzerinde ha­
tırı sayılır etkilere sahip olması sürpriz değildir. Bu bozuk­
luklar, karaciğere gelen, karaciğerdeki veya karaciğerden
çıkan kan akışında ortaya çıkmalarına göre gruplandırıla-
bilir (Resim 15-27).

Karaciğere Gelen Kan Akımının Azalması


H e p a tik A rte r ile Gelen Kanın Azalm ası
Karaciğer infarktüsleri, organın farklı iki kan dolaşımına sa­
hip olması sayesinde seyrektir. Organa, aksesuar damar­
Resim 1 5 -2 6 a r a n titrip sin eksikliği. Karaciğerin, p e riy o d ik lardan ve portal venöz sistemden gelen retrograd bir kan
asit-S chiff ile boyanan bu histolojik kesiti sitoplazmadaki, kızılımsı- akışının da mevcut olması nedeniyle, ana hepatik arter ile
m o r renge (magenta) boyanmış ka ra kte ristik granüller açıkça gö­
organa gelen kanın kesintiye uğraması her zaman iske-
rülm ektedir.
mik nekrozla sonuçlanmaz. Nakledilmiş bir karaciğerde
(Dr. I. Wanless'nin izniyle, Toronto General Hospital, Toronto, Ontario, Kanada).
meydana gelen bir hepatik arter tılanması buna istisna
oluşturur ve genellikle organ kaybına yol açar. Hepatik ar­
MORFOLOJİ terin intrahepatik dallarından birinin poliarteritis nodoza
(Bölüm 9), embolizm, neoplazi veya sepsis nedeniyle
AAT eksikliğinde hepatositlerin sitoplazmaları; hücre dışına trombozu veya bası altında kalması lokalize parenkim in-
salgılanamayan ve periyodik-asit Schiff boyasıyla güçlü pozi­ farktüsüyle sonuçlanabilir.
tif reaksiyon veren A AT’den oluşan sito p lsz m ik globül-
leı* içerir (Resim 15-26). Elektron mikroskobik inceleme­ Portal Ven Tıkanm ası ve Trom bozu
de, bu globüllerin düz endoplazmik retikulumda, bazen de
Portal venin karaciğer dışında tıkanması, yavaş yavaş ge­
kaba endoplazmik retikulumda bulunduğu görülür. PiZZ
lişip iyi tolere edilebilir ya da potansiyel ölümcül feci bir
homozigositesine eşlik eden karaciğer hasarı; yenidoğanlar-
olay olabilir. Vakaların büyük bölümü bu iki uç arasında­
daki hepatosit nekrozuyla birlikte belirgin kolestazdan,
ki bir yerde konumlanmıştır. Portal venin veya büyük dal­
ço cu k lu k çağı sirozuna ya da yavaş yavaş ilerleyip yalnız­
larının tıkanması tipik olarak karın ağrısına ve hemen her
ca yaşamın ilerideki yıllarında ortaya çıkan kronik hepatite
zaman için asite ve portal hipertansiyonun, yırtılmaya
veya siroza kadar değişik şekillerde olabilir.
yatkın anostomozlar olan özofagus varisleri gibi diğer be­
lirtilerine neden olur. Viseral kan akışının akut olarak bo­
K linik Gidiş zulması, şiddetli konjesyona ve bağırsak infarktüsüne yol
aj-Antitripsin eksikliği olan tüm yenidoğanlarm %10- açar. Portal ven karaciğer dışında, aşağıdaki nedenlerle tı­
%20'sinde kolestaz vardır. Daha büyük çocuklarda, ergen­ kanabilir:
lerde ve erişkinlerde ise mevcut semptomlar; kronik hepa-
title, sirozla veya akciğer hastalığıyla bağlantılı olabilir.
Eksiklik, yaşamın orta-ileri yıllarında siroz ortaya çıkınca­ KLİNİK BELİRTİLER
ya kadar sessiz kalabilir. PiZZ genotipi olan erişkinlerin
%2-%3'ünde hepatosellüler karsinom gelişir ama bunun
her zaman siroz zemininde gelişmesi şart değildir. Ağır
karaciğer hastalığının tedavisi ve iyileşmesi, ortotopik ka­
raciğer nakliyle mümkündür.

Ö ZET
Kalıtsal Metabolizma
• Hemokromatoz; karaciğerde, pankreasta, kalpte hipofiz-
de, eklemlerde ve diğer dokularda demir birikimiyle ka-
rakterizedir. Genellikle, bağırsaklardan demir emilimini
etkileyen bir proteini kodlayan HFE geninin mutasyonları
nedeniyle meydana gelir.
• Wilson hastalığı karaciğerde, beyinde ve gözlerde bakır bi­
rikiminin sonucunda meydana gelir; nedeni, metal iyon ta­
şıyıcısı ATP7B’deki bir mutasyondur,
• PİZZ genotipi olan kişilerde a rantitripsin (AAT) eksikliği,
akciğer amfîzemine (elastaz aktivitesinin artması nedeniy­
le) ve karaciğer hasarına (hatalı katlanmış AAT birikimi ne­
Resim 1 5 -2 7 Karaciğer dolaşım bozuklukları. Kan akışındaki bo­
deniyle) yol açar.
zu klu k çeşitleri ve klinik b elirtileri.
Dolaşım Bozuklukları 633

• Periton sepsisi (ör. splanknik dolaşımda flebite yol


açan akut divertikülit veya apandisit) MORFOLOJİ
• Daha sonra portal vene uzanan vena lienalis trombo- Karaciğer, sağ kalp yetmezliğinde hafifçe büyümüştür, geril­
zunu başlatan pankreatit miştir ve siyanotiktir ve yuvarlak kenarlara sahiptir. Mikros-
® Tromboza neden olan hastalıklar ve ameliyat sonrası kopik incelemede sentrilob uler sinuzoidlerde konjes­
trombozlar yon görülür. Sentrilobuler hepatositler zamanla atrofîye
olur ve karaciğer hücre kordonlarının belirgin resimde incel­
• Karaciğerdeki primer veya sekonder kanserin damar­ mesiyle sonuçlanır. K ard iya k sk le ro z, uzun süredir de­
ları invaze ederek karaciğere gelen portal kan akışını vam eden, kronik, şiddetli kalp yetmezliğinin seyrek görülen
yavaş yavaş tıkaması (hepatosellüler karsinom uzantı­ bir komplikasyonudur. Çoğunlukla sentrilobuler olan kara­
ları, ana portal veni bile tıkayabilir) ciğer fibrozisinin bu patterni ayırdettirici özelliğidir. Nadiren
® Portal vende neonatal omfalit veya vena umbilicalis ka- köprüleşen fibrotik septumlar ve siroz gelişimi görülür.
teterizasyonu nedeniyle gelişen subklinik trombozun; Sol kalp yetmezliği veya şok, karaciğer perfüzyonunun
tıkayıcı olaydan yıllar sonra kendisini splenomegaliyle azalmasına ve bu organda hipoksiye neden olabilir. Bu de­
veya özofagus varisleriyle gösteren fibrotik, kısmen fa, arterlerle gelen kana en fazla ihtiyaç duyan (portal ven
kanalize bir vasküler kanal oluşturduğu Banti sendro- ile gelen besleyici maddelerden çok düşük miktarda fayda­
mu lanan) iki bölgede—yani sentrilobuler hepatositlerde ve saf­
ra yollarında—iskemik nekroz gelişir. Sol kalp yetmezliğin­
• Ekstrahepatik damar tıkanıklığına neden olmamasına
den kaynaklanan hipoperfüzyon ve sağ kalp yetmezliğin­
rağmen portal venlerden geçen kan akışını azaltarak
den kaynaklanan konjesyon kombinasyonu, sentrilobuler
ekstrahepatik portal ven trombozuna zemin hazırla­ hemorajik nekroz adı verilen, değişik bir lezyonun oluşma­
yan siroz. sında sinerjik etki gösterir (Resim 15-28). Karaciğer, sent­
Bir portal ven dalının karaciğer içinde akut olarak tıkan­ rilobuler bölgelerdeki kanama ve nekroz ile soluk midzonal
ması iskemik infarktüse neden olmaz ama bunun yerine, alanlar nedeniyle alacalı bir görünüm alır. Bu görünüm, hin-
kenarları kesin olarak belirgin, kırmızı-mavi renk deği­ distan cevizinin kesit yüzeyine benzediğinden Hindistan
şikliğine (Zahn infarktüsü) yol açar. Zahn infarktüsünde cevizi karaciğ er olarak adlandırılır.
nekroz yoktur; yalnızca, hepatosellüler atrofi ve genişle­
miş sinuzoidlerde belirgin konjesyon vardır. Hepatoportal
skleroz kronik, genellikle idiyopatik (olasılıkla otoim-
mün), genel olarak portal venin kan taşımasmı aksatan,
ilerleyici bir portal alan sklerozudur. Hiperkoagülabilite-
nin eşlik ettiği miyeloproliferatif hastalıklar, peritonit ve
arsenik türevlerine maruz kalınması, bunun bilinen ne­
denleri arasındadır.

Karaciğerden Geçen Kan Akımının Azalması


Daha önce anlatıldığı gibi siroz, portal kan akışının obst-
rüksiyonuna en çok neden olan intrahepatik nedendir.
Ayrıca sinuzoidlerde, küçük ama önemli bir grup hasta­
lıkta fiziksel oklüzyon gelişir. Orak hücreli hastalıkta ka­
raciğer sinuzoidleri orak içimini almış eritrositler tarafın­
dan tıkanabilir ve panlobuler parenkim nekrozuna yol
açar. Dissemme irıtravasküler koagülasyon, sinuzoidlerde tı­
kanmaya yol açabilir. Bu blokaj periportal sinuzoid oklüz-
yonunun ve parenkim nekrozunun gelişebildiği eklampsi
dışında önemsizdir. Kanın daha sonra kapsül altına yayıl­
ması, ölümcül bir intraabdominal kanama başlatabilir.

P a sif Konjesyon ve Sentrilobuler N ekro z


Pasif konjesyon ve sentrilobuler nekroz, morfolojik bir
süreklilik gösteren sistemik dolaşım bozukluklarının ka­
raciğerdeki belirtileridir. Sağ kalp dekompansasyonu, ka­
raciğerde pasif konjesyona yol açar ve devam ederse,
sentrilobuler nekroza ve nekroz alanındaki perivenüler Resim 15-28 Sentrilobüler hem orajik nekroz (hindistan cevizi
fibroz alanlarına neden olabilir. Sentrilobuler nekrozun karaciğer). A , Büyük damarların görüldüğü bu karaciğer kesitinde;
parenkim in sentrilobüler bölgelerindeki kanamaları temsil eden,
tek klinik kanıtı hemen her zaman için, serum aminot-
alacalı kırmızı benekler şeklindeki görünüm dikkati çekm ektedir B,
ransferaz düzeylerindeki hafif yükselmedir ama bazı has­ M ikroskopjk incelemede, se ntrilobüler bölge eritro sitle rle dolu ol­
talarda hiperbilirübinemi ve alkalen fosfataz düzeylerin­ duğundan, hepatositler net o la ra k seçilem em ekteciir.'Pbrtal alanlar
de yükselme de görülebilir. ve periportal parenkim norm aldir.
634 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan

Hepatik Ven Çıkış Obstrüksiyonu


H e p a tik Ven Trom bozu (Budd-Chiari Sendrom u)
Büyük hepatik yenlerden birinde veya daha fazlasında oluşan
trornbozâan kaynaklanan Budd-Chiari sendromunda, ka­
rakteristik olarak hepatomegali, asit ve karın ağrısı vardır.
Bu tromboz; özellikle polisitemi vera olmak üzere miye-
loproliferatif hastalıklara, gebeliğe, doğum sonrası döne­
me, oral kontraseptif kullanımına, paroksismal noktürnal
hemoglobinüriye ve abdominal kanserlere, özellikle hepa-
tosellüler karsinoma eşlik eder. Saydığımız bütün bu du­
rumların tromboz eğilimine ya da karaciğer kanserinde
olduğu gibi, kan akışının yavaşlamasına neden oldukları
bilinir. Bazı vakaların nedeni venöz boşalmanın, masif bir
intrahepatik apse ya da parazit kisti nedeniyle veya vena
cava inferiorun karaciğer verileri düzeyinde trombüs ya
da tümör tarafından tıkanmasıdır. Vakaların %10 kadarı Resim 1 5 -3 0 Sinusoidal obstrüksiyon sendrom u (önceki adıyla
idiyopatiktir. ve n o oklüzif hastalık). Hücreler ve yeni oluşan kollajen tarafından
tıkanmış b ir santral ven ( o k ) . Sinusoidal aralıklarda fıbrozis de var­
dır. Fibröz doku, Masson trik ro m boyasıyla maviye boyanmıştır.
(Dr. Matthew Yeh'ın izniyle, University o f Washington, Seattle, Washington, ABD').
MORFOLOJİ
Büyük karaciğer verileri veya vena cava inferior trom bo-
zunda şişen ve kırmızı-mor bir renk alan karaciğerin kapsü­
lü gergindir (Resim 1 5 -29). Mikroskopik incelemede,
taliktir. Bu yeni adlandırma, bu durumun sinüzoidal endo-
trombozdan etkilenen parenkim bölgesinde şiddetli sentri-
telin toksik hasarı nedeniyle meydana geldiğini spesifik
lobuler konjesyon ve nekroz görülür. Büyük venlerin lüme-
olarak işaret etmektedir. Hasar gören endotel hücreleri
ninde tam ya da tam olmayan tıkanıklığa yol açan, taze
dökülerek sinuzoidal akışı engelleyen trombüsler oluştu­
trombüsler, veya kronik vakalarda, organize olmuş yapış­
rur. Endoteldeki hasar, eritrositlerin Disse aralığına gir­
kan trombüsler görülür.
mesine, ayrıca stellat hücre proliferasyonuna ve hepatik
venin terminal dallarında fibrozise neden olur (Resim
15-30). Bu sendrom günümüzde öncelikle, kemik iliği
Tedavi edilmeyen Budd-Chiari sendromunda mortalite nakli yapılan hastaların %20'sinde, nakli izleyen ilk 20-30
yüksektir. Hızla gerçekleştirilen bir ameliyatla portosiste- gün içerisinde görülmektedir. Sinuzoidlerdeki hasarın na­
mik bir venöz şant oluşturulması, portal venden ters yön­ kil öncesi ve sonrası kullanılan siklofosfamid, aktinomisin
de akışa izin vererek prognozu önemli ölçüde düzeltir; ve­ D ve mitramisin gibi kemoterapötiklere ya da total vücut
na kavadaki tıkanıklığın anjiyografi sırasında doğrudan radyasyonuna bağlı olduğuna inanılmaktadır. Sinuzoidal
dilatasyonu da mümkün olabilir. Kronik Budd-Chiari tıkanma sendromunun kliniği, Budd-Chiari sendromun-
sendromunda prognoz bu derece karanlık değildir ve ta­ dakini andırır ve hafif, orta şiddette veya şiddetli olabilir.
nıdan 5 yıl sonra hastaların üçte ikisinden fazlası hayatta­ Üç aylık tedavi sonrasında hala düzelmemiş olan şiddetli
dır. sinüzoidal obstrüksiyon sendromu ölümle sonuçlanabilir.

Sinuzoidal O bstrüksiyon Sendrom u


İlk olarak, pirolizidin adlı alkaloidi içeren bir içecek olan
"kırmızı çalı çayı" içen JamaikalIlarda görülen sinuzoidal
obstrüksiyon sendromunun daha önceki adı venooklüzif has-

• Karaciğer dolaşımındaki bozukluklar karaciğere gelen


kan miktarının azalması, intrahepatik kan akımındaki bo­
zukluklar veya venöz dönüş tıkanıklığı nedeniyle meyda­
na gelebilir.
• İntra ve ekstrahepatik trom boz nedeniyle gerçekleşen
portal ven tıkanması, portal hipertansiyona, özofagus va­
rislerine ve asite neden olabilir.
• Karaciğer içindeki kan akışındaki aksamanın en sık karşı­
laşılan nedeni sirozdur.
• Hepatik ven trombozu (Budd-Chiari sendromu) ve daha
önceki adı venooklüzif hastalık olan sinuzoidal obstrüksi­
Resim 15-29 Budd-Chiari sendrom u. Büyük hepatik venlerin yon sendromu, venöz dönüş tıkanıklığına neden olabilir.
tro m b o zu , karaciğerde ileri derecede konjesyona neden olm uştur.
Tümörler ve Karaciğer Nodülleri

• "Nedeninden şüphe edilenler", granülomların veya klini-


DİĞER İNFLAMATUAR VE kopatolojik ilişkilerin, arka plandaki olası bir hastalığı
ENFEKSİYÖZ HASTALIKLAR işaret ettiği kategori; örneğin kazeifikasyon güçlü bir şe­
kilde enfeksiyon akla getirir veya eozinofili, parazitleri ya
Karaciğer Apseleri da ilaç/toksin nedeniyle gelişen zedelenme düşündürür.
• "Nedeni bilinmeyenler" kategorisi: granülomlardan
Karaciğer apsesi, gelişmekte olan ülkelerde sık görülür;
%1 0 'un girdiği, rastlantı sonucu bulunanlar, klinik hiç­
bu apselerin büyük bölümü amip ve daha seyrek olarak
bir bilginin eşlik etmediği kategori
diğer protozoon (tek hücreli) ve helmint organizmalarının
Karaciğerin granülomatöz hastalıkları infiltratif karakter
yol açtığı parazit enfeksiyonları nedeniyle meydana gelir.
taşımaları nedeniyle, alkalen fosfataz ve y-glutamil trans-
Parazitler nedeniyle gelişen karaciğer apseleri, gelişmiş ül­
peptidaz yükselmeleriyle birlikte intrahepatik kolestaza
kelerde daha seyrektir. Batı dünyasında, bakterilere bağlı
neden olur.
karaciğer apseleri daha sık görülür ve başka bir yerdeki
enfeksiyonun bir komplikasyonu kimliğini taşır. Apse ne­
deni olan organizmalar karaciğere, aşağıdaki yollardan bi­ TÜMÖRLER VE KARACİĞER NODÜLLERİ
riyle ulaşır: Karaciğer ve akciğerler, kanser metastazlarının en sık gö­
• Safra yollarındaki asandan enfeksiyon (asandan kolan- rüldüğü organlar olmaları nedeniyle, diğer organlardan
jit) ayrılırlar. Aslında, karaciğerde en fazla görülen neoplazilar,
• Öncelikle gastrointestinal kanaldan gelmek üzere por­ diğer organlardaki primer karsinamlann metastazlarıdır; ko­
tal veya arteriyel yol ile vasküler ekilme lon, akciğer ve meme, bu diğer organlar listesinin en ba­
• Karaciğerin, yakındaki bir enfeksiyon kaynağından ge­ şında yer alır. Primer karaciğer maligniteleri hepatoselliiler
len organizmalarla doğrudan invaze edilmesi karsinomlardır. Bunların insidansı, daha sonra da anlatıldı­
• Delici (penetran) bir yaralanma ğı üzere, dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde farklıdır.
Primer karaciğer kanserlerinin diğer iki tipi olan hepatob-
Bağışıklık eksikliği eşliğindeki, kişinin yıpranmasına ne­ lastom (çocukluk çağı hepatosellüler tümörü) ve anjiyo-
den olan durumlar ve hastalıklar—örneğin çok ileri yaş, sarkom (vinil klorüre veya arseniğe maruz kalınmasına
immünsüpresyon ya da kanser kemoterapisinin neden ol­ bağlı olarak gelişen bir kan damarı tümörü); burada üze­
duğu kemik iliği yetmezliği, karaciğer apsesi gelişimini rinde durulmasını gerektirmeyecek kadar seyrek görülür.
kolaylaştıran bir ortamdır. Karaciğer kitleleri, çeşitli nedenlerle dikkat çeker. Bu
Piyojen (bakteriyel) karaciğer apsesi, çapları milimet­ kitleler genellikle epigastrik dolgunluk veya rahatsızlık
reyle birkaç santimetre arasmda değişen tek veya çok sa­ hissi yaratabilir ya da rutin fizik muayenede fark edilebi­
yıda lezyon şeklinde olabilir. Birçok patojen, piyojen kara­ lir. Rastlantı sonucu ortaya çıkan karaciğer kitleleri ise,
ciğer apsesine neden olabilir ve etiyolojide çoğu zaman radyografik tetkikler sırasında fark edilir.
birkaç bakteri birlikte mevcuttur. Escherichia coli, Klebsiel­
la pneumoniae, Proteus suşları, psödomonaslar ve Strepto­ Benign Tümörler
coccus milleri, bu apselere en çok yol açan bakteriler ara­
Karaciğerde en sık karşılaşılan benign tümörler, vücudun
sındadır. Karaciğer apselerinden Candida suşları da gittik­
diğerler bölgelerinde görülenlerden farksız olan kavernöz
çe daha sık izole edilmektedir. Etken organizmanın belir­
hemanjiyomlardır (Bölüm 9). Düzgün sınırlara sahip olan
lenmesi, apselerin polimikrobik tabiatı nedeniyle önemli­
bu lezyonlar, endotelle döşeli vasküler kanallar ve endotel
dir. Makroskopik ve mikroskopik özellikler, herhangi bir
hücrelerinin arasına giren stromadan oluşur. Çoğu zaman
piyojen apsedekiler gibidir (bol miktarda nötrofille birlik­
karaciğer kapsülünün hemen altında yer alan ve çapları
te likefaksiyon nekrozu).
genellikle 2 cm'den küçük olan bu lezyonlar kırmızı-mavi
Karaciğer apselerine ateş ve çoğu zaman batında sağ üst
renkte, belirli yumuşak nodüller şeklinde gözükür. Kaver­
kadran ağrısı ve hassas hepatomegali eşlik eder. Biliyer tı­
nöz hemanjiyomlarm yanlışlıkla tümör metastazlarıyla
kanıklık varsa sarılık görülebilir. Çoğu zaman, perkütan
karıştırılmaması, klinik bakımdan en önemli noktadır.
veya cerrahi drenajla birlikte antibiyotik tedavisine ihtiyaç
Herhangi bir görüntüleme yönteminden yardım almaksı­
duyulur. Tedavide geç kalınırsa, özellikle daha başka ciddi
zın yapılan perkütan iğne biyopsisi şiddetli intraabdomi-
hastalıkları da olanlardaki mortalite yüksek olup %30-%90
nal kanamalara neden olabilir.
arasında değişir. Erken tanı ve uygun tedavi, hastaların
Von Meyenburg kompleksleri karaciğerin, oldukça sık
%90 gibi büyük bir bölümünün yaşamını kurtarabilir.
karşımıza çıkan, bir diğer benign tümörüdür. Genellikle
Granülomatöz Hastalıklar tek başlarına veya az sayıda olmak üzere beraberce bulu­
nan bu lezyonlarm, konjenital safra yolu hamartomaları
Granülomlar, karaciğerde sık rastlanan lezyonlardır ve ka­ olduğu düşünülmektedir. Malign tümöre dönüşme potan­
raciğer biyopsisi örneklerinde % 1 0 gibi yüksek bir oranda siyelinin söz konusu olmamasına rağmen bu lezyonlar
mevcuttur. Granülomlar sistemik bir hastalığı yansıtıyor çok sayıda olduklarında, polikistik böbrek hastalığının be­
ya da karaciğer için spesifik olabilir. Granülomatöz hasta­ lirli çeşitleriyle (Bölüm 13) birlikte görülebilen karaciğerin
lıklar dört etiyolojik kategoride sınıflandırılabilir: fibropolikistik hastalığım işaret ediyor olabilir.
• "Nedeni görülenler", enfeksiyon etkenlerinin (örneğin Fokal M odüler H iperp la zi
mantarlar ve aside dirençli organizmalar) özel boyalar­ Fokal nodüler hiperplazi (FNH) hemen her zaman, diğer ba­
la gösterilebildiği kategori kımlardan normal olan karaciğerlerde görülür. Bu hiperp-
• "Nedeni bilinenler", organizmaların görülemediği, an­ lastik karaciğer nodülleri lokalize, sınırları kesin olarak
cak lezyonlarm, daha önce konulmuş olan bir tanıyla belirli, ancak iyi gelişmiş bir kapsülü olmayan, ortalarında
(ör. bilinen tüberküloz, sistemik sarkoidoz, ve bilinen stellat (yıldızsı) fibröz nedbe bulunan lezyonlardır. Gerçek
primer biliyer sirozun safra kanal harabiyeti) açıklana­ bir neoplazi olmayan ve daha çok, akış anormalliğine ne­
bildiği kategori den olan konjenital ya da edinsel damar anormalliğine ve­
636 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

rilen ve yer yer parenkim atrofisinin ve aralarında rejene- (3-katenin mutasyonu taşıyan adenomlarda hepatosellüler
rasyon bölgelerinin yer aldığı bir yanıt kimliğini taşır. karsinoma dönüşme riski vardır.
Çapları 1 cm ile çok santimetre arasında değişen fokal no- Moleküler çalışmalar karaciğer adenomlarmı, birbirle­
düler karaciğer hiperplazisi genellikle, üreme çağındaki rinden bir bakıma farklı üç tipe ayrılabileceğini göster­
kadınlarda, doğum kontrol haplarmdakiler de dahil ol­ mektedir:
mak üzere östroj enlere yanıt olarak büyüyebilen lezyonlar • Adenomlarm %35-40'mda HNF1A geninde (hepatosit
olarak, rastlantı sonucu bulunur. Malign tümöre dönüşme transkripsiyon faktörünün kodlar) ya da CYP1B1 ge­
potansiyeli taşımayan bu tümörler, karaciğer kapsülüne ninde (sitokrom P-450'yi kodlar) somatik (%90) ya da
bastırarak semptomlara neden olabilir. germline (%1 0 ) mutasyonlar nedeniyle bialelik inakti-
vasyon vardır. En sık olarak kadınlarda görülen bu ade­
K araciğer Adenom u nomlar, bazen oral kontraseptif kullanımı ile ilişkilidir­
Karaciğer adenomu, genellikle üreme çağındaki, doğum ler. Sıklıkla belirgin yağlanma gösterdiklerinden sarı
kontrol hapı kullanmış olan kadınlarda karşılaşılan, be­ renktedirler. Malign transformasyon riski düşüktür.
nign bir hepatosellüler neoplazidir ve hormon kullanımı • Adenomlarmm %10-15'inde aktivatör |3-katenin mutas-
durdurulduğunda, küçülebilir. Genellikle sınırları belirgin yonları vardır. Malign neoplazilere yol açma olasılığı
ancak kapsülsüz olan bu tümörler, soluk sarı-esmer renk­ yüksek olan bu mutasyonlar en çok erkeklerde görülür,
te veya safrayla boyalı, çapları 30 santimetreye varabilen anabolizan steroid kullanımıyla ve olasılıkla alkole bağ­
lezyonlardır (Resim 15-31). Histolojik muayene, karaciğer lı olmayan karaciğer yağlanmasıyla bağlantılı olabilir.
adenomlarmm normal hepatositleri andırabilen hücre • Adenomlarm %50'sinden fazlası inflamatuardıı. Bunla­
kordonları veya tabakaları şeklinde; hücre ve çekirdek bü­ ra, serumdaki serum amiloid A ve tümördeki ve bazen
yüklükleri pek çeşitlilik sergilemeyen hücrelerden oluştu­ serumdaki C-reaktif protein şeklindeki akut faz reak-
ğunu gösterir. Portal bölgeler yoktur; bunlarına yerine be­ tan proteinlerinin yükselmesi eşlik eder. En çok kadın­
lirgin arteriyel damarlar ve drenaj sağlayan venler, tümö­ larda görülen, çoğu zaman obezitenin ve karaciğer yağ­
rün her tarafına dağılmış durumdadır. Karaciğer adenom- lanmasının eşlik ettiği bu tip karaciğer adenomlarmm
ları üç nedenden dolayı önemlidir: (1 ) intrahepatilc kitle %10 kadarı da aktivatör (3-katenin mutasyonu taşıdıkla­
olarak kendilerini gösterdiklerinde, hepatosellüler karsi- rından, malign neoplaziye dönüşebilir. Bu grup morfo­
nom yanlış tanısı alabilirler; (2 ) subkapsüler adenomlar, lojik olarak, fokal nodüler hiperplaziden farksız olabile­
özellikle gebelik (östrojen stimülasyonu) sırasında rüptür ceğinden aralarındaki ayırım, inflamatuar fenotipin
riski taşırlar ve (3) malign transformasyon nadir olsa da, (örneğin serum amiloid A proteininin) ortaya çıkarıl­
masıyla yapılabilir.

Hepatosellüler Karsinomun Öncü Lezyonları


Hepatosellüler adenomlar bazen premalign olabilmeleri­
ne rağmen, hepatosellüler karsinoma nadiren ilerlerler.
Kronik karaciğer hastalığı, özellikle kronik viral hepatit,
alkole bağlı karaciğer hastalığı, AAT eksikliği ve herediter
hemokromatoz gibi metabolik hastalıklarda görülen hüc­
re değişiklikleri ve nodüler lezyonlar, hepatosellüler karsi­
noma daha sık dönüşebilmektedir. Bunlar daha çok, has­
talığın ileri evrelerinde, özellikle siroz geliştiğinde görü­
lür. Ancak sirozun bizzat kendisinin malignite öncüsü ol­
duğu söylenirse de bu doğru değildir: Sirozla ve bu çeşit
transformasyonla sonuçlanan süreç, onlarca yıl devam
edebilir ve birbirini izlemekten çok, birbirine paralel ola­
rak gelişir.

H ü cre se l D isplazi
Her ikisi de en çok viral hepatit zemininde gerçekleşen,
iki tip hepatosellüler displazi bilinmektedir. Büyük hücreli
değişiklik, genellikle periportal ve periseptal bölgelerde da­
ğınık olarak bulunan, normal boyutlarından daha büyük
ve pleomorfik, çoğu zaman çok sayıda çekirdekleri olan
hepatositler şeklindedir (Resim 15-32, A). Morfolojik ba­
* kımdan atipik olmalarına rağmen bu hücrelerin malign
transformasyona giden bir yolda olmadıklarına inanıl­
B makta ve bunların daha çok, morfolojik bakımdan normal
diğer hepatositleri malign transformasyona elverişli duru­
Resim 15-31 Karaciğer adenomu. A , Karaciğer kapsülünün altın­
daki, hemorajik nekrozla (koyu kırm ızı alanlar) birlikte adenom kit­
ma getiren kronik zedelenmeden kaynaklanmış molekü­
lesini gösteren ameliyat piyesi. B, Normal görünümlü hepatosit ler değişiklikler oldukları kabul edilmektedir. Küçük hücre­
kordonlarının görüldüğü, portal alanların bulunmadığı ve belirgin li değişiklik, normal hepatositlerden daha küçük boyutlar­
neovaskülarizasyonu ( yıldızlar ) gösteren adenom fotomikrografı. da, ancak normal boyda, çoğu zaman hiperkromatik, oval
Tümörde büyük bir infarktüs bölgesi vardır. veya köşeli çekirdeklere sahip hepatositlerle karakterize-
(Paulette Bioulac-Sage'in izniyle, University o f Bordeaux, Bordeaux, Fransa.) dir. Küçük hücreli değişiklik karaciğer lobülünün herhan-
Tümörler ve Karaciğer Nodülleri 637

%85'inden fazlası, kronik hepatit B enfeksiyonu riskinin


en yüksek olduğu ülkelerde (güneydoğu Çin, Kore, Tay­
van) görülür ve söz konusu virüsün vertikal olarak (do­
ğum sırasında anneden bebeğe) bulaştığı Büyük Sahra gü­
neyinde yer alan Afrika ülkelerindeki taşıyıcı durumu,
bebeklikte başlar. Dahası, bu popülasyonlarm bir çoğu,
HBV enfeksiyonuyla bir araya geldiğinde hepatosellüler
karsinom riskini, bu enfeksiyonun bulunmadığı, aflatok-
sinle temas etmemiş popülasyonlardakinden çok daha
fazla (çalışmalara göre 23-216 kat arasında değişen oran­
da) artıran aflatoksine maraz kalmaktadır. Bu bölgelerde­
ki en yüksek hepatosellüler karsinom insidensi 20-40 yaş
arasında görülür ve vakaların neredeyse % 50'sinde tü­
mör, siroz yokken ortaya çıkar. Hepatosellüler karsino­
mun Batı ülkelerindeki insidensi, daha çok hepatit C epi­
demisi nedeniyle, gittikçe yükselmektedir. ABD'deki insi-

Resim 15-32 A , Büyük hücreli değişiklik. Tipik yuvarlak nükleuslu,


normal boyutlu hepatositler arasında dağınık halde bulunan,
büyük, genellikle atipik nükleuslara sahip büyük hepatositler. B,
Küçük hücreli değişiklik. Sağ alt köşede görünümü normal hepa­
tositler. Kalınlaşmış karaciğer hücre dizilimleri ile birlikte çekirdek:
sitoplazma oranı daha yüksek, normalden küçük hepatositler.
(A ve 8, D r. Young Nyun Park'ın izniyle, Yonsei Medical College, Seoul, Güney Kore).

gi bir yerinde, çoğu zaman belli belirsiz nodüler kümeler


halinde görülebilir. Bu çeşit displazinin, doğrudan doğru­
ya premalign olduğu düşünülmektedir (Resim 15-32, B).

D isp la stik N odüller


Displastik karaciğer nodülleri olasılıkla, kronik karaciğer
hastalığının hepatosellüler karsinomla sonuçlanmasına
neden olan başlıca yoldur. Sirozlu karaciğerlerdeki disp­
lastik nodüller, iri boyutlu olmalarıyla ayırt edilebilir: siro-
tik nodüllerin büyük bölümünün büyüklüğü 0.3-0 . 8 cm
arasında değişirken, displastik nodüllerin büyüklüğü 1 - 2
cm arasında değişir (Resim 15-33, A). Displastik nodüller,
birbirine komşu çok sayıda karaciğer lobülünü, portal böl­
gelerin tümünü yerinden etmeksizin saran neoplastik kit­
lelerdir. malign transformasyon riski yüksek olan bu no­
düller aslında, açıkça malign alt nodüller içerebilir (Resim
15-33, B).

Resim 15-33 A , Büyük bir nodülle (oklar) birlikte, hepatit C


Hepatosellüler Karsinomlar nedenli siroz. Bu displastik nodülde, nodül-içerisinde-nodül gelişmiş
olması, yüksek dereceli bir lezyon izlenimini vermektedir B, A ’daki
Epidem iyoloji
kutu içerisinde bulunan bölgenin histolojik görünümünde iyi
Hepatosellüler karsinom (HCC) (hatalı olarak hepatoma diferansiye bir hepatosellüler karsinom (sağda) ve bunun içerisin­
olarak da bilinir) yeryüzündeki tüm kanserlerin %5.4'ünü deki, orta derecede diferansiye bir hepatosellüler karsinom alt-
oluşturur, ancak bu karsinomun insidansi, dünyanın de­ nodülü (ortada, solda)
ğişik bölgelerinde büyük değişkenlik gösterir. Vakaların (A ve 8 , D r. Masamichi Kojiro'nun izniyle, Kürüme University, Kürüme, Japonya).
638 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan

dens, geçtiğimiz birkaç on yıllık süre içerisinde üçe kat­ • Spesifik onkogenlerde (örneğin /3-katenin gibi) ve tüm ör
lanmıştır, ama yine de bazı Asya üllcelerindekinin sekizde süpresörlerinde (T P 5 3 gibi) gerçekleşen edinsel mutas-
- otuzda biri kadardır. Batı ülkelerindeki hepatosellüler yonlar; düzensiz hücre çoğalmasına katkı yaparak geno-
karsinom, 60 yaş öncesinde seyrek görülür ve vakaların mik instabiliteyi daha da artırır.
neredeyse %90'mda, siroz zemini üzerinde gelişir. Dünya­ • D N A onanırımdaki, özellikle çift-şeritli D N A kırılmaları­
nın her tarafındaki erkeklerde, kadınlardan daha fazla gö­ nı onaran sistemlerdeki edinsel kusurlar da D N A hasarı­
rülen bu kanserin erkek: kadın oranı, insidensin düşük ol­ nı devam e ttirir ve kromozom kusurlarına katkıda bulu­
duğu bölgelerde yaklaşık 3: l'dir ve insidensin yüksek ol­ nabilir.
duğu bölgelerde ise 8 : l'e kadar yükselebilir. HBV de, HCV de onkogen içermez. Daha önce sözü edilen
H B V -X geni, bir m iktar onkogenik potansiyel taşıyor olabi­
PATOGENEZ lir (Bölüm 5). Bu virüslerin tüm ör oluşturma kapasiteleri
olasılıkla daha çok, kronik inflamasyonu ve hücre döngüsü­
HCC patogenezinde rolü olan çeşitli faktörler, Bölüm 5’te nü (turnover) artırma kapasiteleriyle bağlantılıdır.
anlatılmakta ve burada yalnızca birkaç nokta üzerinde du­
rulmaktadır.
• Üç ana etiyolojik ilişki bilinmektedir: HBV veya HCV en­
feksiyonu, alkolik siroz ve aflatoksine maruz kalınması.
MORFOLOJİ
Non-alkolik karaciğer yağlanması (NAFLD) A BD ’de, Hepatosellüler karsinom makroskopik olarak üç şekilde
önemli bir hepatosellüler karsinom risk faktörü olma yo­ gözükebilir; as (1) umifokal, genellikle masif bir tümör;
lundadır. Hemokromatoz, a r antitripsin eksikliği ve tiro- (2) değişken olabilen boyutlardaki nodüllerden oluşan bir
zinemi, bu kanserin eşlik edebildiği diğer sağlık sorunla­ muStifelcaS tü m ö r veya (3) birçok tarafa yayılarak bazen
rı arasındadır. tüm karaciğeri tutan, sirozlu zeminle belli belirsiz şekilde
• Yaş, cinsiyet, kimyasallar, virüsler, hormonlar, alkol ve karışan diffüz in filtra tif kanser. Bunlardan son ikisinde,
beslenme gibi çok sayıda fa ktö r arasında, HCC gelişme­ rejeneratif siroz nodüllerini benzer boyutlardaki neoplazi-
si bakımından etkileşim vardır. Örneğin tirozinemi, bu lerden ayırmak zor olabilir. Belirgin tüm ör kitleleri genellik­
kanserin gelişmesinde en büyük paya sahiptir ve seyrek le sarı-beyaz renktedir, üzerinde safrayla boyanmış benek­
görülür olmasına rağmen tirozinemi hastalarının nere­ ler ve kanama ya da nekroz alanları mevcuttur. HCC güç­
deyse %40’ ında hepatosellüler karsinom gelişir.
lü M r d am ar invazyonu eğilim ine sah ip tir. Yaygın int-
• Kronik HCV enfeksiyonu, Japonya ve O rta Avrupa da­
rahepatik metastazlar karakteristiktir ve bazen yılan-ben-
hil, dünyanın birçok bölgesindeki, karaciğer kanseri ge­
zeri tüm ör kitleleri, portal veni invaze ederek portal dola­
lişmesinin eşlik ettiği en önemli risk faktörüdür.
şımı tıkayabilir ya da vena cava inferioru invaze ederek sağ
• Dünyanın, HBV enfeksiyonunun endemik olarak görül­
kalbe kadar uzanabilir.
düğü Çin ve güney A frika gibi belirli bölgelerinde, özel­
Histolojik incelemede, HCC kordonlar, trabeküller veya
likle de Mozambik’te, A sp e rg illu s fla v u s adlı mantar türe­
glanduler oluşumlar şekilde düzenlenen hepatositlerin oluş­
vi olan aflatoksine diyet yoluyla maruz kalına oranı yük­
turduğu, iyi diferansiye lezyonlardan (Resim 15-34), çoğu
sektir. Bu karsinojen toksin “ küflü” tahıl tanelerinde ve
zaman büyük, çok çekirdekli, anaplastik dev hücrelerden
yer fıstığında bulunur; hücredeki D N A ile kovalan olarak
oluşan, az diferansiye lezyonlara kadar değişebilen şekiller­
bağlanıp TP53 gibi genlerde mutasyona neden olur.
de görülür, ©aha iyi diferansiye alan şekillerind e,
HCC etiyolojisinde rolü olan etkenler hakkında ayrıntılı bil­ hücrelerin sito p lazm ala rın d a v© hücreler arasındaki
gi sahibi olmamıza rağmen bu tüm örün patogenezi, yine de kanalikü llerd e safra d am lacıkla rı bulunabilir. Si'cop-
kesin olarak bilinmemektedir. VakaSaram b ü yü k bölü­ lazmada, Mallory cisimciklerini andıran, asidofil hiyalen ci­
m ünde snrosBu ka raciğ erd eki, küçü k-hü creli, y ü k ­ simcikler mevcut olabilir. Hepatosellüler karsinomların bü­
se k dereceli d is p la s tik medüllerden gelişir. Söz konu­ yük bölümünde pek az stroma bulunması, bu tümörlerin
su nodüller bununla uyumlu olarak, monoklonal karakter­ yumuşak kıvamını açıklar.
de olabilir ve hepatosellüler karsinomda görülenlere ben­
zeyen kromozom aberasyonları gösterebilir. Hepatosellü­
ler karsinomun hangi hücreden kaynaklandığı, hatırı sayılır 13 I ■
r * ■* . * e. ümp
tartışma konusu olmuştur. Bu tü m ö rle r İtim olgunlaş­
m ış h e p a te s itle rd e n , kem de bunlarsan (d u k tu s hüc­ »V,
re le ri veya oval hü creler o la ra k bilinen) öncü hücre­ W■ * " c * A
le rin d e n gelişebilen lezyo nlar o la ra k g ö zü k m e kte ­ . : i* « . v * ;»
d ir. Yüksek evreli displastik nodülleri erken HCC’dan ayırt
etmek; bu evreler için spesifik hiçbir moleküler gösterge . c 0
* V ç ' • ’a # * ■* * , , . «
mevcut olmadığından, biyopsilerde bile zordur. Görüntüle­
/
me tekniklerinde nodülün vasküler gözükmesi, hemen her , X
zaman için malignite lehine olan bir işarettir. * • • *■ ... v" m s , * -
K ro m o zo m la rd a k i, genom in stabilitesin i göste­ m •/
« _* j J.ft t•> « r. «t • A
re n yapı ve says a n o rm allik le ri, h epato sellü ler ka rsi­ $*90
nom da hem en her zam an için görülen b ir ö ze llik tir. « Wo i
fi ™
Tümördeki genom instabilitesinin kesin kaynağı bilinme­ /
-
mekle birlikte çeşitli faktörler, bu bakımdan önemli gözük­ i. ■
mektedir:
• H er çeşit hepatitte görülen inflamasyonun ve rejeneras- Resim 1 5 -3 4 iyi diferansiye hepatosellüler karsinom da normal
yonun, genom D N A ’smdaki edinsel mutasyonlara katkı­ oluşumlarda bozulm alar vardır: Karaciğer hücre levhaları önemli öl­
çüde genişlemiştir ve “ psödoasiner” oluşum lar ( o k l a r )—anormal
da bulunan başlıca faktör olduğuna inanılmaktadır.
safra kanalları—çoğu zaman safra içerir.
Safra Kesesi Hastalıkları 639

Fibrolam eller ka rsin o m , genç erkeklerde ve kadın­ yapılmazsa medyan sağkalım süresi 7 aydır. Son yıllarda
larda (2 0 -4 0 yaş grubunda) eşit sıklıkta görülen ve siroza yapılan klinik çalışmalar, geniş spektrumlu bir tirozin ki-
ya da diğer risk fa k tö rle rin e eşlik etmeyen, ayrı bir kliniko- naz inhibitörü olan sorafenib tedavisinin, ilerlemiş vaka­
patolojik hepatosellüler karsinom tipidir. G enellikle, içeri­ larda bir miktar faydalı olabileceğini göstermiştir. Tayvan
sinden boydan boya fib rö z bantlar geçen, yüzeysel olarak gibi bazı ülkelerde hepatit B virüsü immünizasyon prog­
fokal nodüler hiperplaziyi andıran, te k b ir tü m ö rd ü r. Fibro­ ramlarının HCC insidansmı önemli ölçüde azaltmış olma­
lameller karsinom un prognozu, daha sık karşılaşılan diğer sı, bu hastalığın endemik bölgelerdeki korkunç sonucunun
hepatosellüler karsinom tiplerindekinden daha iyidir. koruyucu önlemlerle azaltılabileceğini kanıtlamıştır.

K lin ik Ö z e llik le r
A Ö ZET
HCC asemptomatik bir hepatomegali olarak görülebilirse
de, daha çok semptomatik siroz hastalarında karşılaşılan Karaciğer Tümörleri
bir neoplazidir. Bu hastalarda karaciğerin hızla büyümesi, • Karaciğerde en sık görülen malign tüm örler metastatik
asitin birdenbire ağırlaşması veya asit sıvısında kan belirmesi, karsinomlar olup, bunlar sıklıkla kolon, akciğer ve meme­
ateş ve ağn, tümör geliştiğini haber verir. HCC için iyi bir se- den kaynaklanır.
rolojik tarama testi yoktur. Serum alfa-fetoprotein düzeyi, • Karaciğerin başlıca primer malign tüm örü hepatosellüler
tanı için en sık başvurulan göstergedir ama yalnızca tü­ karsinomdur. Asya ve A frika’da sık görülen bu kanserin
mör çok ilerlediğinde ve yine yalnızca vakaların yarısında A BD ’deki insidensi artmaktadır.
yükselir. Dahası; yolk sak tümörlerinde ve neoplastik ol­ • Hepatit B ve C, alkolik siroz, hemokromatoz ve daha sey­
mayan siroz, kronik hepatit, normal gebelik ve masif ka­ rek olarak tirozinemi ve cy-antitripsin (AAT) eksikliği, he­
raciğer nekrozu gibi durumlarda yalancı-pozitif sonuçlar patosellüler karsinom etiyolojisinde rolü olan başlıca has­
alınabildiğinden alfa-fetoprotein düzeyleri ne spesifik, ne talıklardır.
de duyarlıdır. Siroz hastalanılın her 6 ayda bir radyolojik ola­ • Batı ülkelerindeki hepatosellüler karsinomların %90’ı si­
rak taranması ve bu sırada displastik nodüllerin veya erken roz zemininde, Asya’daki hepatosellüler karsinomların
hepatosellüler karsinomların mevcut olup olmadığına bakılma­ ise neredeyse yarısı sirozlu olmayan karaciğerlerde gelişir.
sı, günümüzdeki önemli klinik araştırma konülanndandır.
• Viral hepatite eşlik eden kronik inflamasyon ve hücre re-
ilerlemiş HCC'un prognozu karanlıktır. Tek bir tane ve
jenerasyonu, karsinomlara elverişli zemin hazırlayan fak­
küçük (çoğu zaman seyrek rastlanan fibrolameller tipteki) tö rle r olabilir.
tümörlerde rezeksiyon veya ablasyonla iyileşme sağlayabi­
• Hepatosellüler karsinomlar uni- veya multifokal olabilir,
lir, ama kronik olarak hasta bir karaciğerde yeni hepatosel­
kan damarlarını invaze etme eğilimi taşır ve normal kara­
lüler karsinomların ortaya çıkmasını önlemez. Buna karşı­
ciğer yapısını değişen derecelerde taklit edebilir.
lık karaciğer nakli ile tam tedavi sağlanabilir. Rezeksiyon

SAFRA KESESİNİN VE EKSTRAHEPATİK SAFRA


YOLLARININ HASTALIKLARI
Safra kesesinin ve safra yollarının hastalıkları, yerkürede bu hastalardan ameliyatla çıkarılan safra taşlarının top­
yaşayan insanların büyük bir bölümünü etkilemektedir. lam ağırlığı, 25-50 milyon tona ulaşmaktadır! Safra taşla­
Bu hastalıkların %95'inden fazlasından kolelitiazis (safra rı, kristal şeklindeki kolesterol monohidrat içeren koleste­
taşları) sorumludur. ABD'deki federal sağlık bütçesinin rol taşlan (Batı ülkelerinde taşların %80'i) ve bilirübinin
yaklaşım %2 'si, kolelitiazis ve komplikasyonları için har­ kalsiyum tuzlarından yapılı olan pigment taşlan olmak
canmaktadır. Bu bölümde önce safra kesesinin hastalıkla­ üzere iki tiptir.
rı (kolelitiazis ve kolesistit), ardından ekstrahepatik safra
yollarının bazı hastalıkları anlatılacaktır. Ekstrahepatik
safra yollarındaki lezyonların intrahepatik safra yollarına PATO G EN EZ
yayılabileceği ve safra yollarındaki tümörlerin (ileride an­
latılan kolanjiyokarsinomlar) karaciğer içinde veya dışın­ Safra oluşturulması, vücuttaki kolesterol fazlasının serbest
da yer alabilecekleri, akıldan çıkarılmamalıdır. kolesterol ya da safra tuzları şeklinde vücuttan atıldığı te k
önem li yoldur. Kolesterol, safra tuzlarıyla ve lesitinlerle b ir
araya ge tirilerek suda çözü nü rlük kazanır. Kolesterol kon­
SAFRA KESESİ HASTALIKLARI santrasyonları safranın eritebilm e kapasitesini aştığında (sü-
persatürasyon) kolesterol, safra içerisinde kalmaya devam
edemez ve safranın dışında kristalleşir. Ç ekirdekleşm eyi
Kolelitiazis (Safra Taşları)
teşvik eden safra kesesi hipom obilitesi (staz) ve daha
sonra kristalleri tu ta ra k taş şeklinde küm elenm elerini ko­
Safra taşları, Kuzey yarımküredeki Batı ülkelerinde yaşa­
laylaştıran m uku s hipersekresyo n u , kolesterol taşlarının
yan erişkinlerin %10-%20'sinde, Latin Amerika ülkelerin­
oluşmasını teşvik eder.
deki erişkinlerin %20-%40'mda ve Asya ülkelerinde yaşa­
H e m o litik anemilerde ve safra yolları enfeksiyonlarında
yan erişkinlerin yalnızca %3-%4'ünde vardır. ABD'de her görüldüğü gibi safra ağacında konjuge olmayan bilirübin
yıl, 1 milyon kadar yeni safra taşı vakasına tanı konul­ m evcut olduğunda pigm ent taşlarının oluşması, daha güçlü
makta ve bunların üçte ikisi ameliyatla tedavi edilmekte,
640 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

Tablo 1 5 -8 Safra Taşı Risk Faktörleri


K olesterol Taşları
Demografi: Kuzey AvrupalIlar, Kuzey ve Güney Amerikalılar,
Amerikan Yerlileri, Meksiko-Amerikalılar
ilerleyen yaş
Dişi cinsiyet hormonları
Dişi cinsiyet
Oral kontraseptifler
Gebelik
Obezite ve insülin direnci
Hızla kilo verme
Safra kesesinde staz
Safra asidi metabolizmasının doğuştan kusurları
Dislipidemi sendromları
Pigment Taşları
Demografi: Batıklardan çok Asyalılar, kentlerde yaşayanlardan çok
kırsalda yaşayanlar
Kronik hemoliz (örneğin orak hücreli anemi, herediter sferositoz)
Resim 15-35 Kolesterol taşları. Laparoskopik kolesistektomi sıra­
Biliyer enfeksiyon sındaki mekanik manipülasyon, çok sayıda taşın kırılmasına neden
Gastrointestinal hastalıklar: ileum hastalıkları (örneğin Crohn
olarak; hapsolmuş safra pigmentleri nedeniyle boyanmış olan iç kı­
hastalığı), ileal rezeksiyon veya baypas, pankreas yetmezliğiyle sımlarını ortaya çıkarmıştır. Safra kesesinin mukozası, mevcut akut
birlikte kistik fibroz
ve kronik kolesistit nedeniyle kırmızımsı renkte ve düzensizdir.

gri-beyazdan siyaha kadar olabilen ren k değişikliklerine yol


b ir olasılıktır. Bu taşların yapısında öncelikle, suda çözün­ açar (Resim 1 5 -3 5 ). Safra taşları ovoid şekilli ve s e rttir; tek
meyen kalsiyum bilirü binat tuzları ye r alır. başlarına görülebilirlerse de çoğu zaman çok sayıdadır; bir­
Safra taşı gelişiminin başlıca risk fa k tö rle ri Tablo 15-8’de birlerine karşı sahip oldukları pozisyona bağlı olarak, çok
verilm ektedir, ancak safra taşı olan insanların % 80’e varan sayıda yüzeye sahiptir. K olesterol ta şla rın ın büyük bö­
bölüm ünde, yaş ve cinsiyet dışında, tanımlanabilecek risk lüm ü ra d yo lu se n ttir; % ZO ’ye varan b ir bölüm ü ise
fa k tö rle ri yoktu r. Tanımlanabilen bazı risk fa ktö rle ri: radyoopak olmalarıma y e tece k m ik tard a kalsiyum
• Y aş ve cinsiyet. Safra taşlarının prevalansı, yaşam bo­ k a rb o n at içerir.
yunca yükselir. Ö rneğin A B D ’de safra taşları, 40 yaşın­ Pigm ent ta şla rı, safra ağacının herhangi bir yerinde
dan daha gençlerin % 5-6’sından azında, 80 yaşının üze­ oluşabilir: bunlar siyah ve kahverengi taşlar olarak iki grup­
rinde olanların ise % 25-30’ unda m evcuttur. Kadınlardaki tur. Siyah pigm ent taşları genelde, steril safra kesesinde;
prevalans her yaş grubunda, erkeklerdekinin iki katıdır. kahverengi olanlar ise enfekte intra ve ekstrahepatik safra
• Etn ik ve coğrafi fa k tö rle r. A B D ’de, kolesterol taşı yollarında bulunur. Renkli safra taşları konjuge olmamış biii-
prevalansı Pima, H opi ve Navajo gibi A m erikan yerlile­ rübinin kalsiyum tuzlarını ve daha az m iktarlarda olm ak
rinde % 5 0 -7 5 ’e ulaşır, ancak pigm ent taşları seyrektir. üzere diğer kalsiyum tuzlarını, müsin glikoproteinleri ve ko­
Bu prevalans, aşırı kolesterol salgılanmasıyla bağlantılı lesterol içerir. Siyah taşlar genellikle çok sayıdadır, küçüktür
gözükm ektedir. ve dokunulduğunda parçalanır (Resim 1 5 -3 6 ). Kahverengi
• K a k tım . Safra taşlarının görülm e riski etn ik kökenin ya­ taşlar te k b ir tane veya az sayıda bulunma, ayrıca bakteri
nı sıra, aile öyküsünün varlığıyla da bağlantılıdır. Bunun fosfolipazlarının safradaki lesitinler üzerindeki etkileri nede­
gibi, kolesterol sentezinin ve salgılanmasının kusurlu ol­ niyle serbest kalan yağ asitlerinin varlığı sonucunda yum u­
duğu doğumsal m etabolizm a kusurlarında da risk artar. şak, yağlı, sabunumsu b ir kıvama sahip olma eğilimini taşır.
• Çevre fa k tö rle ri. Ö strojen etkilerinin söz konusu ol­ Siyah safra taşların ın % S 9 - 7 S % içerdikleri kalsiyum
duğu ve aralarında doğum kon tro l haplarıyla gebeliğin karbonatlar ve fosfatlar nedeniyle, radyoopaktiPo Kalsi­
de ye r aldığı faktörle r, karaciğerin aldığı ve sentez ettiği yum sabunları içeren kahverengi taşlar ise radyolusendir.
kolesterol m iktarını a rtıra ra k safraya salgılanan koleste­
rol m iktarının da artmasına neden olur. O bezite, hızlı ki­
lo kaybı ve ayrıca kan kolesterolünü düşüren k lo fib ra t gi­
bi ilaçlarla, safraya fazla m iktarda kolesterol salgılanması
arasında güçlü be rab erlikler vardır.
• Edinsel h a sta lık lar. Safra kesesi m otilitesinin azaldığı
gebelik, hızlı kilo kaybı ve om u rilik hasarı gibi herhangi
b ir du rum , safra taşlarına elverişli zemin hazırlar. Ancak
safra kesesinde hipom obilite olan hastaların çok büyük
b ir bölüm ünde bunun açıkça gösterilebilen b ir nedeni
yoktu r.

M ORFOLOJİ
K o lesterol ta şla rı yalnızca safra kesesinde oluşur ve
% 50-% 100 oranında kolesterolden yapılıdır. Saf ko leste­ Resim 15 -36 Pigmente safra taşları. Kronik intravasküler hemo-
rol ta şları soluk sarı re n kte d ir; taşın bileşim indeki kalsi­ lize neden olan, mekanik mitral kapak protezi taşıyan bir hastadan
yum karbonat, fosfatlar ve bilirübin m iktarlarının artması, alınan, normal görünümlü bir safra kesesindeki, çok sayıda yüzeye
sahip, siyah renkli safra taşları.
Safra Kesesi Hastalıkları

K lin ik Ö z e llik le r çıkan büyük komplikasyonu ve acil kolesistektomilerin en sık


Safra taşı olan hastaların %70-%80'inde yaşam boyunca karşılaşılan nedenidir. Tıkanma belirtileri, hızla gelişerek
hiçbir semptom yoktur; semptomların görülme riski, iler­ acil cerrahi endikasyon oluşturabilir. Ancak vakaların bü­
leyen yaşla birlikte azalır. Ancak talihsiz bir azınlıkta, yük bölümünde semptomlar hafif olabilir ve ilaç tedavisi
semptomlar oldukça belirgindir. Bu hastalarda, tipik ola­ gerekmeden düzelebilir.
rak sağ üst kadranda ya da epigastrik bölgede sıklıkla çok Akut taşlı kolesistit başlangıçta kese duvarının, safra
şiddetli ağrı vardır. Bazen ağrı sabit kalır ya da daha az akışının tıkanması zemininde gelişen kimyasal tahriş ve
sıklıkla spazmodik olabilir. Bu gibi "biliyer" ağrının nede­ inflamasyonun sonucudur. Mukoza fosfolipazları safrada­
ni safra kesesinin veya safra ağacının tıkanması ya da saf­ ki lesitini, mukoza üzerinde toksik etkisi olan lizolesitine
ra kesesinin bizzat kendi inflamasyonu olabilir. Ampi- dönüştürür. Normalde mukozayı koruyan glikoprotein
yem, perforasyon, fistüller, safra ağacının inflamasyonu mukus tabakası bozularak mukoza epitelini doğrudan
ve tıkanma yapan kolestaz veya pankreatit; daha ciddi doğruya, safra tuzlarının deterjan etkisiyle karşı karşıya
komplikasyonlardır. Taşlar ne kadar büyükse, bunların bırakır. Gergin durumdaki kese duvarından serbest kalan
safra kesesi kanalına veya koledok kanalın girme olasılığı prostaglandinler, mukozadaki ve kese duvarındaki infla­
o kadar azdır; daha tehlikeli olanlar, çok küçük veya masyona katkıda bulunur. Kesenin gergin ve lümen içi ba­
"kum gibi olan" safra taşlarıdır. Bazen büyük bir taş ne­ sıncın yüksek olması, mukozanın kanlanmasını zora so­
den olduğu aşınmayla doğrudan doğruya komşu bir ince kabilir. Tüm bu değişiklikler bakteri enfeksiyonu yokken
bağırsak segmentine açılarak bağırsak tıkanmasına (safra gelişir ve bakteri kontaminasyonu, yalnızca daha sonra
taşı ileusu) neden olabilir. gerçekleşebilir.

Kolesistit Akut Taşsız Kolesistit


Akut kolesistit nedeniyle ameliyatla alman safra keseleri­
Safra kesesindeki inflamasyon akut veya kronik olabilir nin %5-%12'sinde taş yoktur. Bu hastaların büyük bölü­
ya da mevcut kronik inflamasyona akut olay eklenebilir ve mü, kritik hastalardır. Taşsız kolesistite en çok zemin ha­
hemen her zaman için safra taşlarına eşlik eder. ABD'de zırlayan bazı faktörler
kolesistit, karın ameliyatlarının en sık karşılaşılan endi-
• Safra sistemi dışındaki büyük ameliyatlar
kasyonlarmdan biridir. Kolesistitin epidemiyolojik dağılı­
mı, safra taşlarmmkine paraleldir. ® Şiddetli travma (ör. motorlu araç kazaları)
® Ağır yanıklar
® Sepsis
( M ORFOLOJİ Su kaybı, safra kesesinde staz ve safranın çamurlaşması,
damar sorunları ve son olarak da bakteri kontaminasyo­
A k u t S colesistitte safra kesesi genellikle genişlemiştir, ger­
nu, taşsız kolesistit gelişmesine elverişli zemin hazırlayan
gind ir ve kırmızı ya da seroza altındaki kanamalar nedeniy­
diğer faktörlerdendir.
le lekeli m orum su ren kte olabilir. Serozanın üzeri çoğu za­
man fib rin ö z veya ağır vakalarda fibrinopürülan eksudayla
kaplıdır. Vakaların % 9 0’ ında, çoğu zaman safra kesesi boy­
Kronik Kolesistit
nunu veya safra kesesi kanalını tıkayan taşlar vardır. Kese Kronik kolesistit, tekrarlayan akut kolesistit ataklarının
lümeni fib rin , kan ve çok m iktard a irin içerebilen, bulanık sonucunda gelişebilirse de hastaların çok büyük bir bölü­
b ir sıvıyla doludur. M evcut eksudanın büyük bölüm ü irin ol­ münün öyküsünde böyle ataklar yoktur. Akut kolesistit
duğunda bu durum safra kesesi am piyem i olarak adlan­ gibi kronik kolesistit de hemen her zaman safra taşlarına
dırılır. Safra kesesinin duvarı ha fif vakalarda kalınlaşmıştır, eşlik eder. Ancak kronik kolesistitteki semptomlar ve
h ip e re m iktir ve öd em lidir; daha ağır vakalarda ise kese ye- morfolojik değişiklikler taşlı kolesistittekilere benzediğin­
şil-siyah renkte, nekroze bir organa (gangrenöz kolesis­ den safra taşları, inflamasyonun başlamasında veya ağrı­
tit) dönüşür. H isto lo jik muayenede, ayırıcı özelliği olm a­ da doğrudan role sahip gözükmemektedir. Hem kronik
yan ve alışıldık akut inflamasyon profiline (ödem , lökosit in- inflamasyona hem de vakaların büyük bölümünde taş
filtrasyonu, vasküler konjesyon, apse oluşumu veya gangre­ oluşmasına zemin hazırlayan faktör daha çok, safradaki
nöz nekroz) uyan b ir tab lo görülür. supersatürasyondur. E. coli ve enterokoklar gibi mikroor­
K ro n ik kolesistitteki m o rfo lo jik değişiklikler ileri de­ ganizmalar, vakaların yalnızca üçte birinde safradan izole
recede değişken olup bazen gizlidir. Safra kesesinde yalnız­ edilebilir. Akut taşlı kolesistitin aksine kronik kolesistitin
ca taşların bulunması, beraberinde inflamasyon mevcut o l­ oluşabilmesi için safra kesesi çıkışının taşla tıkanmış ol­
masa bile çoğu zaman tanı için yete rli kabul edilir. Kese bü­ masına mutlaka ihtiyaç yoktur. Safra taşı nedeniyle acil ol­
zülmüş, norm al büyüklükte veya genişlemiş olabilir. M uko­ mayan ameliyatla alman safra keselerinin büyük bölü­
za ülserasyonları seyrektir; subm ukoza ve subseroza çoğu münde kronik kolesistite ait özelliklerin görülmesi biliyer
zaman, fibrozis nedeniyle kalınlaşmıştır. Kese duvarında semptomların, safra taşlarıyla hafif bir inflamasyonun
lenfositler görülmesi, k ro n ik kolesistitin üzerine akut kole­ uzun süre beraber olmalarından kaynaklanma olasılığını
sistit eklenmediği sürece inflamasyonun te k belirtisidir. akla getirmektedir.

K lin ik Ö z e llik le r
Akut Taşlı Kolesistit Akut taşlı kolesistitte hasta, 6 saatten daha uzun süre de­
Taşlar içeren safra kesesindeki akut inflamasyon, akut taş­ vam eden ağrıyla hekime gelir. Genellikle sabit şiddette
lı kolesistit olarak adlandırılır; safra kesesi boynunun veya olan bu ağrı şiddetlidir, karnın yukarı kısmında lokalize-
kanalının tıkanması, bu çeşit kolesistite elverişli zemin dir ve çoğu zaman sağ omuza yayılır. Ateş bulantı ve şid­
hazırlar. Akut taşlı kolesistit, safra taşlarının en sık karşımıza detli bitkinlik klasiktir; konjuge hiperbilirübineminin var­
BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan

lığı, koledok kanalının tıkandığı izlenimini verir. Sağ sub- jit, biliyer ağaca bir defa giren bakterilerin, intrahepatik
kostal bölge, karın kaslarındaki spazm nedeniyle önemli safra yollarını enfekte etmeye eğilimi nedeniyle gelişir.
ölçüde hassas ve serttir; palpasyonda bazen hassas, gergin Sık görülen patojenler, Eschericia coli, Klebsiella, Enterokok-
bir safra kesesi ele gelebilir. Hafif ataklar 1-10 gün içeri­ lar, Clostridium ve Bacteroides'dir. Vakaların yarısında, iki
sinde genellikle kendiliğinden iyileşir, ama bu atakların veya daha fazla etken bakteri bulunur. Parazitler nedeniy­
daha sonra tekrarlama olasılığı yüksektir. Semptomları le gelişen kolanjit, bazı popülasyonlarda önemli bir sorun­
olan hastaların yaklaşık dörtte biri, ameliyat gerektirecek dur; Latin Amerika ve Yakın Doğu ülkelerinde Fasciola he-
derecede hastadır. patica veya schistosomiasis, Uzak Doğuda Clonorchis si­
Akut taşsız kolesistitteki semptomlar genellikle hastadaki nensis veya Opisthorchis viverrini ve edinsel immün yet­
ağır klinik tablo tarafından maskelenebildiğinden tanı, bu ola­ mezlik sendromunda cryptosporidiosis, buna yol açan pa­
sılığın akılda tutulmasıyla konulabilir. razitlerdendir.
Kronik kolesistitte akut kolesistitlerdeki etkileyici belir­ Bakteriyel kolanjit genellikle ateş, titremeler, karın ağ­
tiler yoktur ve bu hastalık genellikle, aynı şiddetteki tek­ rısı ve sarılık nedenidir. Safra yollarının irinli safrayla dol­
rarlayan epigastrik ağrıyla veya sağ yukarı kadran ağrısıy­ duğu, karaciğerde apse oluşumu riskini de beraberinde
la karakterizedir. Bu ağrılara sıklıkla bulantı, kusma ve getiren süpüratif kolanjit, en ağır kolanjit tipidir. Kolanjit
yağlı besinlere intolerans eşlik eder. hastalarında kolestazdan çok sepsis önemli olduğundan,
Akut lcolesistit tanısı genellikle safra taşlarının ve buna acil tanı ve tedavi son derece önemlidir.
eşlik eden, kese duvarındaki kalınlaşma kanıtlarının ult-
rasonografiyle görüntülenmesine dayanır. Öte yandan
Sekonder Biliyer Siroz
kronik kolesistit, ameliyatla alman safra kesesinin muaye­
nesine dayanan bir patolojik tanıdır. Aşağıdaki ciddi Ekstrahepatik safra yollarının uzun süre tıkanması, kara­
komplikasyonlarının gelişme potansiyeli nedeniyle kronik ciğerin bizzat kendisine büyük zarar verir. Ekstrahepatik
kolesistit, dikkat edilmesi gereken bir tanıdır: kolelitiazis, bu çeşit tıkanmaya en çok yol açan nedendir.
• Bakteri superenfeksiyonuna bağlı kolanjit veya sepsis Diğer tıkayıcı durumlar arasında, biliyer atrezi (daha son­
® Safra kesesi perforasyonu ve lokal apse oluşumu ra anlatılmaktadır) biliyer ağacı ve pankreas başı maligni-
® Safra kesesi rüptürü sonucunda yaygın peritonit geliş­ teleri ve daha önceki cerrahi girişimler sonucunda meyda­
mesi na gelen darlıklar sayılabilir. Kolestazm daha önce anlatı­
• Biliyer-enterik fistül (kolesistenterik fistül) ile safranın lan başlangıçtaki morfolojik özellikleri, tıkanma düzeltil­
komşu organlara boşalması, biliyer ağaca hava ve bak­ diğinde tamamen geri dönüşlüdür. Ancak biliyer tıkanma
terilerin girmesi ve safra taşı nedenli intestinal tıkanma sonucu gelişen sekonder inflamasyon, periportal fibrozis
(ileus) potansiyeli oluşumunu başlatır. Söz konusu fibrozis, nedbeleşme ve
• Kronik kolesistitin, önceden mevcut kalp, akciğer, böb­ nodiil oluşumu üzerinden, sonunda sekonder biliyer siro­
rek veya karaciğer dekompansasyonu nedeniyle şiddet­ za yol açar.
lenmesi
Biliyer Atrezi

EKSTRAHEPATİK SAFRA Biliyer atrezi, neonatal kolestazm önde gelen bir nedeni­
dir; bebeklerdeki kolestaz vakalarının üçte birinden so­
Y O LLA R IN IN HASTALIKLAR!
rumludur ve yaklaşık her 1 0 bin canlı doğumda bir görü­
Koledokolitiazis ve Kolanjit lür. Biliyer atrezi safra akışının, ekstrahepatik safra kanalları­
nın tahrip veya kısmen ya da tamamen mevcut olmaması ne­
Koledokolitiazis ve kolanjit, birbirlerine çoğu zaman eşlik deniyle tam olarak tıkanmasıdır. Erken çocukluk dönemin­
etmeleri nedeniyle beraberce ele alınır. Koledokolitiazis, bi­ deki karaciğer hastalığına bağlı ölümlerin en sık karşılaşı­
liyer ağaçta safra taşlarının mevcut olmasıdır. Batı ulusla­ lan nedenidir ve karaciğer nakli için sevk edilen çocukla­
rındaki neredeyse tüm taşlar, safra kesesinde oluşur; As­ rın yarısından fazlasında bu sorun mevcuttur.
ya uluslarında ise primer duktal ve intrahepatik, genellik­ Safra atrezisinin dikkat çeken özelliklerinden bazıları:
le pigmente taş oluşumunun insidensi daha yüksektir. Ko­ ® Hepatik ya da ana safra kanalında inflamasyon ve fib-
ledokolitiazis büyük safra yollarını hemen tıkamayabilir; rozan darlık
cerrahi kolesistektomi sırasında hastaların % 1 0 kadarında
• Büyük intrahepatik safra kanallarının tıkanması ve int­
asemptomatik taşlar bulunur. Koledokolitiazis semptom­
rahepatik biliyer ağaçtaki ilerleyici tahrip
ları (1) safra yollarının tıkanması, (2) kolanjit, (3) karaci­
ğer apsesi, (4) sekonder biliyer sirozla birlikte kronik ka­ • Biliyer tıkanmanın karaciğer biyopsisinde neden oldu­
raciğer hastalığı veya (5) akut taşlı kolesistit nedeniyle ge­ ğu değişiklikler (ör. düktüler reaksiyon, portal alanda
lişir. ödem ve fibrozis, parenkimal kolestaz)
Kolanjit, safra kesesi duvarlarındaki inflamasyondur ve • Doğumu izleyen 3-6 ay içerisinde periportal fibrozis ve
hemen her zaman için, normalde steril olan kese lüme- siroz
nindeki bakteri enfeksiyonuna bağlıdır. En fazla koledok
taşları olmak üzere safra akışını tıkayan herhangi bir lez- K linik Gidiş
yon veya biliyer ağaca cerrahi girişimler nedeniyle gelişir. Biliyer atrezisi olan bebekler hekime, neonatal kolestazla
Tümörler, kalıcı stentler veya lcateterler, akut pankreatit getirilir; biliyer atrezi, kız bebeklerde erkeklerden hafifçe
ve iyi huylu darlıklar diğer kolanjit nedenleri arasında sa­ daha fazla görülür. Bebeklerin doğum ağırlığı ve doğum
yılabilir. Bakteriler safra yollarına çoğu zaman kan yoluy­ sonrasında kilo alması normaldir. Hastalık geliştikçe dış­
la değil, Oddi sfinkterinden geçerek girer. Asandan kolan­ kı akolik karakter kazanır. Laboratuar bulguları, biliyer
aSscv rr, i —
'Jlj» HE§£&

T ü m ö rle r 643

atreziyle intrahepatik lcolestazı birbirinden ayıramaz ama


karaciğer biyopsisi, biliyer atrezi vakalarının %90'mda saf­
ra kanalı tıkanmasının kanıtlarını ortaya koyar. Karaciğer
nakli, kesin tedavidir. Cerrahi girişim uygulanmazsa ço­
cuk ilk iki yıl içerisinde ölür.

O Ö ZET
Safra Kesesinin ve Ekstrahepatik Safra
Yollarının Hastalıkları
• Safra kesesi hastalıkları kolelitiazis ile akut ve kro n ik ko-
lesistiti kapsar.
Resim 15-37 Safra kesesi adenokarsinomu. Açık durumdaki kese­
• Safra taşı oluşum u Batı ülkelerinde sık görülür. Bunların
deki büyük, lümeni tamamen dolduran, egzofitik bir tümör.
büyük bölüm ü kolesterol taşlarıdır. Bilirübin ve kalsiyum
içeren pigm ente taşlar, en çok Asya ülkelerinde görülür.
• İlerleyen yaş, dişi cinsiyet, östrojen kullanımı, obezite ve
kalıtım, kolesterol taşlarının eşlik ettiği risk faktörle rid ir. yi ya da tüm safra kesesini kaplayan, diffüz kalınlaşma ve
• K olesistit hemen her zaman kolelitiazisle b irlik te d ir ama se rtlik alanı olarak gözlenir. Bu tü m ö rle r skiröz ve çok
vakaların % 1 0 kadarında safra taşı olmaksızın gelişir. serttir. E kzofitik olarak büyüyen safra kesesi kanserleri lü-
• A k u t taşlı kolesistit acil kolesistektom i gerektiren ne­ men içlerine doğru düzensiz, karnabahara-benzer b ir kitle
denlerin en sık karşımıza çıkanıdır. olarak uzanır ama aynı zamanda, alttaki kese duvarını da
• Erişkinlerde ekstrahepatik safra kanallarının tıkanması invaze eder (Resim 1 5 -3 7 ). Tü m ö rlerin bü yü k bölüm ü
asandan enfeksiyona (kolanjite) ve sekonder biliyer siro­ ad en okarsin o m lard ır, papiller karakterde veya az dife-
za neden olur. ransiye olabilirler. Yaklaşık % 5’ i skuamöz hücreli karsinom -
• Konjenital biliyer atrezisi olan bebekler hekime, neona­ d u r veya adenoskuamöz diferansiasyon gösterir; safra ke­
tal kolestazla g e tirilir ve iyileşme ancak karaciğer nakliy­ sesinde, ender n ö roe ndo krin tü m ö rle r de görülebilir. Safra
le müm kündür. kesesi kanseri tanı konulduğunda hemen her zaman için ka­
raciğeri invaze etmiş veya safra yollarına ya da po rta l kara­
ciğer lenf nodüllerine yayılmış durum dadır.

TÜMÖRLER
K lin ik Ö z e llik le r
Safra Kesesi Karsinomu Safra kesesi kanserinin ameliyattan önce tanısı, istisna sa­
yılır ve hastaların <%20'sinde mümkün olmaktadır. Karın
Seyrek görülmekle birlikte safra kesesi karsinomu, safra ağrısı, sarılık, iştahsızlık, bulantı ve kusma şeklinde olan
yollarında en sık gelişen malign tümördür. Kadınlarda, er- semptomlar sinsi bir şekilde başlar ve hastadaki belirtiler
keklerdekinden 2-6 kat daha fazladır ve en sık 7. dekadda tipik olarak, kolelitiazise eşlik edenlerden farksızdır. Has­
ortaya çıkar. Safra kesesi karsinomu dünyada en çok, ta şanslıysa erkenden tıkanma ve akut kolesistit gelişir ya
Meksika ve Şili'de görülür; bunun olası nedeni, safra ke­ da tümör diğer yerlere yayılmadan önce, eşlik eden,
sesi hastalıkları insidensinin bu bölgelerde yüksek olması­ semptomatik safra taşları nedeniyle kolesistektomi geçi­
dır. ABD'de İspanyol kökenliler ve Amerikan yerlileri, in­ rir.
sidensin en yüksek olduğu gruplardır. Rezeksiyonun
mümkün olduğu evrede nadiren tanı konulabilir ve 5-yıl-
lık sağ kalım oranı çok düşük olup %5'tir. Vakaların %60- Kolanjiyokarsinomlar
%90'mda safra taşları vardır. Biliyer ağacın paraziter ve pi-
Kolanjiyokarsinomlar, intra ve ekstrahepatik safra yolları­
yojenik hastalıklarının daha sık görüldüğü Asya ülkele­
nın içini döşeyen hücreler olan kolanjiyositlerden türeyen
rinde safra taşlarının bu karsinomun etiyolojisindeki öne­
adenokarsinomlardır. Bu tümörlerin üçte-ikisini ekstrahe­
mi daha azdır. Taş içeren veya enfeksiyon etkenlerinin
patik kolanjiyokarsinomlar oluşturur ve hilusta (Klatskin
yerleştiği safra keseleri olasılıkla, tekrarlayan travma ve
tümörü) ya da safra ağacının daha distalinde gelişebilir.
kronik inflamasyon üzerinden kansere yol açmaktadır.
Kolanjiyokarsinomlar en çok, 50-70 yaş arasında görülür;
Safra asitlerinin karsinojen türevlerinin bu yöndeki etki­
si, açıkça bilinmemektedir. gerek intrahepatik, gerekse ekstrahepatik kolanjiyokarsi­
nomlar, ileri aşamalara kadar genellüde semptom vermez;
prognoz kötüdür ve bu hastaların çoğunda, rezeksiyonu
olanaksız tümörler söz konusudur. Primer kolanjit, biliyer
ağacın fibropolikistik hastalıkları ve Clonorchis sinensis ya
M O R FO LO Jİ da Opisthorchis viverrini infestasyonu, risk faktörleri ola­
Safra kesesi kanserleri e k z o fitik veya in filtratif olarak
rak bilinir,
büyür. İn filtra tif tip daha sıktır ve genellikle safra kesesi du­ Kolanjiyokarsinom risk faktörlerinin çoğu kronik ko-
varında, sınırları belirgin olmayan ve birkaç santim etrekare- lestaza ve olasılıkla kolanjiyositlerde somatik mutasyonla-
rı teşvik eden inflamasyona neden olur. Bu tümörlerde;
644 B Ö L Ü M 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları

KRAS ve BRAF onkojenlerindeki aktivatör mutasyonlar ve K lin ik Ö z e llik le r


TP53 tümör supresör genindeki fonksiyon kaybı mutasyo- İntrahepatik kolanjiyokarsinom kendisini; karaciğerde
nu gibi çok sayıda genetik değişiklik dikkat çekmiştir. mevcut bir kitle şeklinde ve kilo kaybı, ağrı, iştahsızlık,
asit gibi nonpesifik bulgu ve belirtilerle belli edebilir. Ekst­
rahepatik kolanjiyokarsinomun belirti ve bulguları (sarılık,
akolik dışkı, bulantı ve kusma, kilo kaybı) biliyer tıkanık­
M ORFOLOJİ lık nedeniyledir. Serumdaki alkalen fosfataz ve aminot-
ransferaz düzeyleri yükselir. Cerrahi rezeksiyon, elimiz­
K o lan jiyo karsin o m lar, az ya da çok farklılaşmış gland-
deki tek tedavi seçeneğidir ama hastaların büyük bölü­
lardan oluşan, çoğu zaman tü m ö re sert ve p ü rtü klü b ir kı­
münde iyileşme sağlayamaz. Karaciğer nakli kontrendike-
vam veren bol m iktarda fib rö z strom a (desm opiazi) içeren
dir. Ortalama sağkalım süresi; ister agresif rezeksiyon, is­
tip ik adenokarsinom lardır. (Resim 1 5 -3 8 ). T ü m ö r hücrele­
ter palyatif cerrahi girişim uygulansın, 6-18 ay arasında
rinde safra pigmenti ve hiyalen inklüzyonlar y o k tu r; buna
değişir.
karşılık bol m iktarda müsin bulunabilir.
Safra yollarının kısmî veya tam tıkanması hızla sarılığa
neden olduğundan, ekstrahepatik biliyer tü m ö rle r tanı sıra­
KA YN A KLA R
sında nispeten küçü ktür; intrahepatik biliyer tü m ö rle r ise
yalnızca, karaciğerin büyük bölüm ünün yerini tü m ö r aldığı Beier JI, Arteel GE, McClain CJ: Advances in alcoholic liver disease.
zaman sem ptom lara yol açabilir. Kolanjiyokarsinom lar böl­ Curr Gastroenterol Rep 13:56, 2011.
Bernal W, Auzinger G, Dhawan A, et al: Acute liver failure. Lancet
gesel lenf nodülleri, akciğerler, kem ikler ve adrenaller gibi
376:190, 2010.
ekstrahepatik yerlere yayılabilir. Peribiliyer sinirler boyunca
Bioulac-Sage P, Balabaud C, Zucman-Rossi J: Focal nodular hyperpla­
gerçekleşen invazyon, tü m ö rü n abdom ene yayıldığı b ir di­ sia, hepatocellular adenomas: past, present, future. Gastroenterol
ğer yoldur. Kolanjiyokarsinom un karaciğer dışına yayılma Clin Biol 34:355, 2010. [Benign karaciğ er tüm örlerinin yeni, m oleküler
eğilimi, hepatosellüler karsinom dakinden daha fazladır. tanısının öncülerinden.]
Brunt EM: Pathology of nonalcoholic fatty liver disease. Nat Rev Gast­
roenterol Hepatol 7:195, 2010. [Bn kon u daki en yetkin kişi tarafından.]
Chun LJ, Tong MJ, Busuttil RW, et al: Acetaminophen hepatotoxicity
and acute liver failure. J Clin Gastroenterol 43:342, 2009. [Trans­
plan tasyon gerektiren aku t karaciğer yetm ezliğinin en sık nedeni h akkın ­
da.]
Czaja AJ, Manns MP: Advances in the diagnosis, pathogenesis, and
management of autoimmune hepatitis. Gastroenterology 139:58,
2010 .
Friedman SL: Mechanisms of hepatic fibrogenesis. Gastroenterology
134:1655, 2008. [Bu kon u daki en yetkin kişi tarafından.]
Gatto M, Alvaro D: New insights on cholangiocarcinoma. World J
Gastrointest Oncol 2:136, 2010.
Gouw ASW, Clouston AD, Theise ND: Ductular reactions in human li­
vers: diversity at the interface. Hepatology 54:1853, 2011. [Tüm kara­
ciğer hastalıkların da görülen, insan karaciğerinin k ö k hücre cevabı olan
düktüler reaksiyon ve onunla ilişkili rejenerasyon, fib ro g en ez v e neoplazi
m ekanizm aları h akkın da bir derlem e]
Hirschfield GM, Heathcote EJ, Gershwin ME: Pathogenesis of choles­
tatic liver disease and therapeutic approaches. Gastroenterology
139:1481, 2010.
International Consensus Group for Hepatocellular Neoplasia: Patholo­
gic diagnosis of early hepatocellular carcinoma. Hepatology 49:658,
2009. [Tıbbın geçirdiği değişim in güzel bir örneği, y en i bir kon sen sü s için
yıllar boyunca g österilen kişisel çabalar.]
Joyce MA, Tyrrell DL: The cell biology of hepatitis C virus. Microbes
Infect 12:263, 2010.
Lai M, Liaw YF: Chronic hepatitis B: past, present, and future. Clin Li­
ver Dis 14:531, 2010.
Lagana SM, Moreira RK, Lefkowitch JH: Hepatic granulomas: patho­
genesis and differential diagnosis. Clin Liver Dis 14:605, 2010.Pa-
umgartner G: Biliary physiology and disease: reflections of a physi­
cian-scientist. Hepatology 51:1095, 2010. [L aboratu ar çalışm alarının
klin ik tıp ü zerin deki etkisi, bazen dekad lar boyunca y avaşça.]
Perrault M, Pecheur El: The hepatitis C virus and its hepatic environ­
ment: a toxic but finely tuned partnership. Biochem J 423:303,
2009.
Pietrangelo A: Hereditary hemochromatosis: pathogenesis, diagnosis,
and treatment. Gastroenterology 139:393, 2010
Resim 15-38 Kolanjiyokarsinom. A , Sağ lobdaki masif tüm ör ve Poupon R: Primary biliary cirrhosis: a 2010 update. J Hepatol 52:745,
karaciğer içerisindeki yaygın metastazları. B, Çevreleri yoğun skle- 2010.
rotik stromayla kuşatılan glandüler oluşumlar oluşturmuş tüm ör Schilsky ML: Wilson disease: current status and the future. Biochimie
hücreleri. 91:1278, 2009.
Hedefe yönelik tedavi için
B Ö L Ü M
studentconsult.com adresine bakınız.

Pankreas

BÖL ÜM İ ÇERİ Ğİ
Konjenital A nom aliler 646 Ektopik Pankreas 646 Kronik Pankreatitler 649
Agenezi 646 Konjenital Kistler 646 Pankreas N eoplazileri 651
Pankreas Divizum 646 Pankreatitler 646 Kistik Neoplaziler 651
A nüler Pankreas 646 A ku t Pankreatitler 646 Pankreas Karsinomu 652

Pankreas kritik endokrin fonksiyonlara sahiptir ve ek- asiner lümene boşaltırlar. Bu salgılar, duodenuma bir­
zokrin kısmı, sindirim için gerekli olan güçlü enzimle­ birleri ile anastomozlaşan bir dizi duktus ile taşınırlar.
rin ana kaynağıdır. Bu nedenle, pankreası etkileyen has­ Duktusları döşeyen epitel hücre tabakası da pankre­
talıklar önemli morbidite ve mortalite kaynağı olabilir­ as salgısına aktif olarak katılır. Daha küçük duktulleri
ler. Ne yazık ki, fizyolojik önemine karşın, pankreasın döşeyen kübik hücreler bikarbonattan zengin sıvı salgı­
retroperitoneal lokalizasyonu ve hasarı ya da disfonksi- larken, daha geniş duktusları döşeyen kolumnar hücre­
yonu ile üişkili belirti ve bulgularının müphem oluşu, ler müsin üretirler. Daha geniş pankreas duktuslarmm
birçok pankreas hastalığının uzun süre tanı almadan epitel hücreleri kistik fibrozis transmembran ileti düzenle­
ilerlemesine neden olur; bu nedenle pankreas bozukluk­ yiciyi (CFTR) de eksprese ederler. Bu membran proteini­
larının farkına varılması ileri derecede şüphelenmeyi ge­ nin anormal işlevi pankreas sekresyonunun akışkanlığı­
rektirir. nı etkiler ve kistik fibrozisi olan kişilerde pankreas
Pankreas, duodenumun "C" halkası denen kısmın­ hastalığının patofizyolojisinde temel bir role sahiptir
dan, dalağın hilusuna doğru transvers olarak uzanan (Bölüm 6 ).
retroperitoneal bir organdır. Her ne kadar pankreasın İleride tanımlanacağı üzere, pankreasın kendini sin­
iyi tanımlanmış anatomik bölümleri olmasa da, komşu dirmesi (örn; pankreatitteki gibi) çok kötü sonuçları
damar ve ligamentler organı baş, gövde ve kuyruk ola­ olan bir olay olabilir. Bu nedenle, bu olayın oluşum ris­
rak ayırır. kini en aza indirmek için birkaç koruyucu mekanizma
Pankreas ismini Yunancadaki "tümü et" anlamına ge­ vardır:
len pankreas kelimesinden alır. Pankreas, farklı ekzokrin • Pankreas enzimlerinin büyük bir bölümü inaktif pro­
ve endokrin bölgeleri bulunan, karmaşık, lobüle bir or­ enzimler olarak salınırlar ve yukarıda anlatıldığı gibi
gandır. Endokrin kısmı pankreasın sadece %1-2'sini membrana bağlı zimogen grandilerde saklanırlar.
oluşturur ve 1 milyon hücre kümesinden oluşur: Lan- • Proenzimlerin aktivasyonu için duodenal endopepti-
gerhans adacıkları. Bu hücreler insülin, glukagon ve so­ daz (enterokinaz olarak da adlandırılır) ile tripsinoje-
matostatin salgılarlar. Endokrin pankreasın en önemli nin tripsine dönüştürülmesi gereklidir.
hastalıkları diabetes mellitus ve neoplazileridir. Bu has­
• Asiner ve duktal hücreler tarafından tripsin inhibitör-
talıklar 19. bölümde ayrıntılı olarak anlatılmıştır, bu bö­
leri (örn; SPINK1, pankreatik sekretuar tripsin inhi-
lümde daha fazla tartışılmayacaktır.
bitörü olarak da bilinir) de salınırlar.
Ekzokrin pankreas sindirim enzimlerini salgılayan asi-
® Tripsin parçalanır ve kendini inaktive eder, bu aktive
ner hücreler ve bu salgıları duodenuma ileten duktul ve
tripsinin lokal düzeylerine sınır koyan bir negatif fe­
duktuslardan oluşur. Asiner hücreler, çoğu zimogen
edback mekanizmasıdır.
granüller içerisinde inaktif proenzimler olarak depola­
nan sindirim enzimlerininin sentezinden sorumludur. • Asiner hücreler tripsin, kimotripsin ve fosfolipaz A 2
Asiner hücreler salgılama için uyarılınca, granülleri api- gibi aktive enzimlerin etkisine karşı belirgin olarak
kal plazma membranı ile kaynaşır ve içeriklerini santral dirençlidir.
Ekzokrin pankreasın hastalıkları kistik fibrozis, konje­
nital anomaliler, akut ve kronik pankreatit ile neoplazi-
lerdir. Kistik fibrozis ayrıntılı olarak Bölüm 6 'da tartışıl­
Bu k ita b ın d a h a ö n c ek i b a sk ıla r ın d a bu bölü m ün y a z ılm a s ın d a k a tk ısı mıştır; diğer patolojik süreçler bu bölümün geri kalanın­
b u lu n an lara t e ş e k k ü r ed eriz. da tartışılacaktır.
646 BOLUM 16 Pankreas

Konjenital K istler
KONJENİTAL A N O M A LİLER
Konjenital kistler, olasılıkla pankreas duktuslarımn anor­
Pankreas gelişimi dorsal ve ventral primordiumlarm füz­ mal gelişiminden kaynaklanırlar. Polikistik hastalıkta,
yonunu kapsayan karmaşık bir süreçtir; bu olaydaki ha­ böbrekler, karaciğer ve pankreasın tümü kistler içerir
fif bir sapma sıklıkla pankreas anatomisinde konjenital (Bölüm 13). Konjenital kistler genellikle uniloküler olup,
farklılıklara neden olur. Bunların çoğu kendi başına has­ boyutları, mikroskobik boyut ile 5 cm arasında değişebi­
talığa neden olmazken, farklılıklar (özellikle duktal ana­ lir. Kübik ya da yassılaşmış epitel ile döşeli olabilirler ve
tomideki farklılıklar) endoskopist ve cerrah için sorun ince fibröz bir kapsül ile çevrelenirler. Bu benign kistler
oluşturabüir. Örneğin, anatomik değişikliklerin farkına berrak, seröz sıvı içerirler. Bu genellikle müsinöz içeriğe
varılmaması, cerrahi sırasında pankreatik duktusun fark sahip pankreatik İçiştik neoplaziler ile ayrımda çok
edilmeden kesilmesi ile pankreatite neden olabilir. önemli bir özelliktir (aşağıya bakınız).

Agenezi PANKREATİT
Çok ender olarak, pankreas tamamen eksik olabilir. Ge­ Pankreasın iltihabi hastalıklarının şiddeti çok değişken
nellikle (ama daima değil) yaşamla bağdaşmayan diğer olup, hafif ve kendini sınırlayan bir hastalıktan, yaşamı
ciddi malformasyonlarla ilişkili bir durumdur. Pancreatic tehdit eden akut yıkıcı bir sürece kadar değişebilir. Bu
duodenal homeobox 1 normal pankreas gelişimi için kri­ nedenle hafif ve geçici ya da ağır ve kalıcı yetmezlik ile
tik bir homeodomain transkripsiyon faktörüdür ve ilişkilidir. Akut pankreatitte eğer inflamasyona yol açan
13ql2.1 kromozomundaki PDX1 gen mutasyonları neden ortadan kaldırılırsa organ fonksiyonları normale
pankreas agenezisi ile ilişkili bulunmuştur. dönebilir. Buna karşın, kronik pankreatit, ekzokrin pa-
renkimin geriye dönüşsüz hasarı ile tanımlanır.
Pankreas Divizum
A k u t Pankreatit
Pankreas divizum, otopsi serilerinde insidansı %3 ile %10 Akut pankreatit, şiddeti fokal ödem ve yağ nekrozun­
arasında olan, klinik açıdan en önemli konjenital pank­ dan, yaygın hemorajik parenkimal nekroza kadar deği­
reas anomalisidir. Pankreatik primordiumlarm fetal şen geri dönüşlü inflamatuar bir hastalıktır. Batı dünya­
duktus sistemlerinin birleşememesi durumunda ortaya sındaki yıllık insidansı 1 0 0 . 0 0 0 kişide 1 0 ile 2 0 olan akut
çıkar. Bunun bir sonucu olarak, ana pankreatik kanal pankreatit, göreceli olarak sıktır. Olguların yaklaşık ola­
sadece organın baş kısmının küçük bir bölümünün sek- rak %80'i biliyer kanal hastalığı veya alkolizme bağlıdır
resyonlarınm boşaltılmasını sağlarken, pankreasın (Tablo 16-1). Safra taşı olan olguların kabaca %5'inde
(dorsal pankreatik premordiumdan gelişen) büyük bir akut pankreatit gelişmektedir ve safra taşları tüm akut
kısmına ait sekresyonlar ağzı daha dar olan minör pankreatit olgularının %35 ile %60'mda olaya katılırlar.
sfinkter yoluyla boşaltılır. Bu boşalma defektinin sonu­ Pankreatit nedeni olarak aşırı alkol alımı konusunda ya-
cu olarak, pankreas divizumlu hastalarda pankreas ge­
nelinde intraduktal basınç artışı ve buna bağlı kronik
pankreatit riskinde artış söz konusudur. Tablo 16-1 A ku t Pankreatitte Etiyolojik Nedenler

M etabolik
A nûler Pankreas Alkolizm *
Hiperlipoproteinemi
Anüler pankreas, pankreatik füzyonun göreceli olarak Hiperkalsemi
seyrek bir varyantı olup, bu anomalide pankreas doku­ İlaçlar (örn. azatiopirin)
sundan oluşan bir halka duodenumu tamamen sarar. G enetik
Gastrik distansiyon ve kusma gibi duodenal obstrüksi-
Katyonik tripsinojen (PRSS1) v e tripsin inhibitor (S P IN K 1 ) genlerinde
yona ait belirti ve bulgular ile ortaya çıkabilir. mutasyonlar

Mekanik
Ektopik Pankreas
Safra taşları*
Travma
Anormal yerleşimli veya ektopik pankreas nüfusun yak­
lyatrojenik hasar
laşık %2 'sinde bulunur; en sık bulunduğu bölgeler mide Perioperatif yaralanma
ve duodenumdur. Bunları jejunum, Meckel divertikülü Boya enjeksiyonu yapılan endoskopik prosedürler
ve ileum izler. Bu embriyolojik kalıntılar tipik olarak kü­ Damarsal
çüktür (çapları milimetreler ile santimetreler arasında
Şok
değişir) ve submukozada yerleşirler. Bunlar bazen ada­
Ateroem bolizm
cıkların da bulunduğu normal pankreatik asinuslardan Poliarteritis nodosa
oluşurlar. Sıklıkla insidental ve asemptomatik olsalar
Enfeksiyöz
da, ektopik pankreas lokalize inflamasyondan dolayı ağ­
rıya veya -ender olarak- mukozal kanamaya neden olur. Kabakulak
Koksakivirus
Pankreas nöroendokrin tümörlerinin (Bölüm 19) yakla­
şık %2 'si ektopik pankreatik dokudan kaynaklanır. ‘ A m e r ik a B irle ş ik D e v le tle ri’ndeki en sık nedenler.
gglggs l - -w . *- a N e :, ■_-. -.- : wm m

Pankreatitler 647

yınlanan rakamlar değişkendir; Amerika Birleşik Dev­


letlerinde olguların %65'inde, İngiltere'deki olguların ise
%5'inde ya da daha azında olduğu bildirilmiştir.
Akut pankreatitin diğer nedenleri arasında şunlar
vardır:
® Pankreatik kanalın safra taşı ile ilişkili olmayan tıkan­
maları (örn. pankreas kanseri gibi periampuller ne-
oplazilere, pankreas divizuma, safra "çamuru"na ve­
ya parazite-özellikle Askaris lumbrikoid.es ve Clonorc-
his sinensis'e bağlı olarak)
» Antikonvülzanlar, kanser kemoterapisinde kullanılan
ilaçlar, tiazid diüretikleri, östroj enler ve klinik kulla­
nımdaki 85'i aşan diğer ilaçları içeren medikasyonlar
• Kabakulak virüsü, koksakivirüs infelcsiyonları
• Hipertrigliseridemi, hiperparatiroidi ve diğer hiper-
kalsemik durumlar gibi metabolik bozukluklar
• Vasküler trombozis, embolizm, vaskiilit ve şoka bağlı
iskemi.
® Hem künt (kesici olmayan) yaralanmalar, hem de cer­
rahi veya endoskopi sırasındaki travmalar.
® Pankreatik enzim veya inhibitörlerini kodlayan genler­
de kalıtsal mutasyonlar (örn; SPINKT). Örneğin, here-
diter pankreatit, genellikle çocuklukta başlayan tekrar­
layan ciddi pankreatit ataklarıyla karakterli, %80 pe-
netransı olan otozomal dominant bir hastalıktır. Pank­
reatik tripsinin proenzimi olan tripsinojeni kodlayan
PRSS1 genindeki mutasyonlar nedeniyle olur. Patoje- Resim 16-1 A kut pankreatit. A , Mikroskopik alan yağ nekrozu
nik mutasyonlar, tripsinin parçalanıp kendi kendini bölgesini (sağda) ve pankreas parenkimindeki fokal nekrozu (orta­
inaktive ettiği bölgeyi etkileyerek önemli bir feedback da) göstermektedir. B, Pankreas, dokudaki siyah renkli kanama
mekanizmasını ortadan kaldırır. Bu defekt sadece trip­ alanlarının ve peripankreatik dokuda soluk renkteki fokal yağ
sin hiperaktivasyonuna değil, aktivasyonları için trip­ nekrozu alanlarının (sol üstte) gözlenebilmesi için boydan boya kesil­
miştir.
sin parçalanmasına gereksinim duyan birçok enzimin
de hiperaktivasyonuna nende olur. Bu engelleneme-
yen proteaz aktivitesinin sonucunda pankreas kendi
kendini sindirmeye ve hasara yatkın hale gelir. ğırsak m ezenteri ve hatta abdominal boşluğun dışını da
(örn . derialtı yağ dokusu) içerecek biçimde pankreas dışın­
Tüm kanıtlar vakaların çoğunda genetik zeminin var
daki yağ dokusunda da oluşur. Pek çok olguda pe riton yağ
olabileceğini göstermekle birlikte, akut pankreatitli has­
damlacıkları da bulunduran (enzim atik olarak sindirilmiş
taların % 1 0 ile %2 0 'sinde saptanabilen bir neden olma­
adipöz doku kaynaklı) seröz, hafifçe bulanık, açık kahve­
ması (idiopatik pankreatit) dikkat çekicidir. rengi bir sıvı içerir. En ciddi form da, h em o rajik pankre-
a titte , yaygın parenkimal nekroza gland içerisinde diffüz
kanama da eşlik eder.
M ORFOLOJİ
A k u t pa nkre atitte ki tem el değişiklikler şunlardır: ( 1 ) öde­
m e neden olan m ik ro vask ü ler sızın tı, ( 2 ) yağ doku­
sunun lipaz ile n e k ro zu , ( 3 ) ak u t inflam atuar re a k ­ PATO GENEZ
siyon, ( 4 ) pan kreas parenkim inin p ro teo litik hara-
biyeti (d e strü k siy o n u ), ( 5 ) kan d am arların ın hara- A k u t pankreatitte izlenen histolojik değişiklikler, p an kre­
biyeti sonucu gelişen interstisyel kanam a. a tik dokunun uygunsuz o la rak a k tive olm uş pank­
Daha hafif form larında, histolojik değişiklikler pankreas reas enzim leri ile sindirildiğini güçlü b ir biçim de işaret
dokusunda ve peripankreatik yağda fokal yağ nekrozu ve etm ektedir. Evvelce anlatıldığı üzere pankreatik enzim lerin
intertisyel ö d e m d ir (Resim 16-1, A ). Yağ nekrozu yağ hüc­ zimogen form larının aktiflenmesi için enzim atik olara k par­
relerinin enzim atik hasarından kaynaklanır; salınan yağ asit­ çalanması gerekir; tripsin bu olayda en önem li ro lü oynar.
leri kalsiyum ile birleşerek dokuda biriken erim eyen tu zla r Dolayısıyla trip sin aktivasyonu ak u t pan k re a titte k r i­
oluşturur. t ik tetikleyici bir olaydır. Eğer tripsin proenzim form u
A k u t n ek ro tizan p an k re atit gibi daha ciddi fo rm la r­ olan tripsinojenden uygunsuz olarak üretilirse, hem kendi
da pankreatik doku nekrozu, asiner ve duktal do kular ka­ kendinin, hem de pankreas dokusunun sindirilmesi olayın­
dar Langerhans adacıklarını da etkiler; vasküler hasar pank­ da katkısı olan diğer proenzim leri aktive edebilir (ö rn . fos-
reas parenkim inde hem orajiye neden olur. M akroskobik folipaz, elastaz). Tripsin ayrıca prekallikreini a k tif fo rm a çe­
olarak pankreas kırmızı-siyah renkte kanama alanları ile sa- vire rek, kinin sistemini harekete geçirir ve fa k tö r X II (Ha-
rı-beyaz tebeşirim si görünüm ünde yağ nekrozunun karışı­ geman fa k tö r) aktivasyon yolu ile pıhtılaşma ve kompleman
mından oluşur (Resim 16-1 B). Yağ nekrozu, om entum , ba- sistemini hareketlendirir (Bölüm 2). A k u t pankreatite yol
648 BÖLÜM 16 Pankreas

açan, başlangıçtaki enzim aktivasyonuna neden olan üç yol sarın bazı hayvan m odellerinde, pankreatik proenzim ler
m evcu ttu r (Resim 16-2) ve lizozomal hidrolazlar b ir araya toplanmış haldedirler.
• Pan kreas kanalı o b strü k siyo n u . Bir safra taşının ve­ Bu durum , proenzim aktivasyonuna, lizozomal rüp tü re
ya safra çam urunun sıkışması veya duktal sistemin b ir (fosfolipazların etkisi) ve aktive enzim lerin lokal olarak
kitle ile dışarıdan basıya uğraması duktal akışı bloke salınışına neden olur. İnsan akut pankreatitinde böyle bir
eder, duktal basıncı a rttırır ve enzimden-zengin intersi- mekanizmanın rolü açık değildir.
tisyel sıvının birikim ine yol açar. Lipaz a k tif fo rm d a salın- A lko l kullansmiB p a n k re a tit’® birço k m ekanizm a ile
dığından, lokal yağ nekrozuna neden olabilir. Hasar gö r­ neden olab ilm ekted ir. A lko l e kzo krin pankreas salgısını
müş olan dokular, periasiner m yofibroblastlar ve lökosit- ve O ddi sfinkterinin (A m pulla V ate ri’ nin tonusunu düzenle­
le r pro-inflam atuar sitokinle r salarlar. Bunlar lokal infla- yen kas) kontraksiyonunu geçici olarak arttırır. A lkol asiner
masyonu başlatır ve sızıntı yapan b ir m ikro dam a r ağın­ hücrelere karşı d ire k t to ksik e tkilid ir ve asiner hücrelerde
dan sıvı çıkışı ile ödem e neden olurlar. Ö dem lokal kan oksidatif stresi a rttıra ra k m em bran hasarına yol açar (aşa­
akışını daha da bozarak, vasküler yetmezliğe ve asiner ğıya bakınız). Son olarak, k ro n ik alkol alımı proteinden
hücrelerin iskem ik hasarına neden olur. zengin pankreas sıvısının artm ış sekresyonuna neden olup,
• P rim e r a sin er hüere h a sa rı. Bu patojenik m ekanizma protein tıkaçların birikim ine ve bunun sonucunda küçük
iskemi, viral enfeksiyonlar (ö rn . kabakulak), ilaçlar ve pankreatik duktusların tıkanmasına yol açar.
pankreasa d ire k t travm a ile oluşan akut pankreatitte rol
oynar.
• A sin e r hü crelerd e proengim lerin defektif intra-
sellü ler tra n sp o rtu . N o rm a l asiner hücrelerde, sindi­ K lin ik Ö z e llik le r
rim enzim leri zim ogen granüller içerisindedir (ve ekstra- Abdominal ağn akut pankreatitin başlıca belirtisidir. Ağ­
sellüler olarak salınırlar) ve h id ro litik enzim ler endoplaz- rının şiddeti değişkendir; hafif ve rahatsız edici olabile­
m ik retikulum da sentezlendikten sonra değişik yollarla
ceği gibi kişiyi iş yapamaz duruma getirecek kadar şid­
, lizozom lara taşınırlar. Ancak, en azından m etabolik ha­
detli olabilir. Akut pankreatit şüphesi olan olgularda, ta-

NEDENLER: DUKTUS TIKANIKLIĞI ASİNER HÜCRE HASARI KUSURLU İNTRASELLÜLER


TRANSPORT

Kolelitazis İlaçlar
Ampuller tıkanma Travma Metabolik hasar (deneysel)
Kronik alkolizm iskemi Alkol
Duktal tıkaçlar Virüsler Duktus tıkanması

. i Protenzimlerin lizozomal
MEKANİZMALAR: İnterstisyel ödem intrasellüler proenzimlerin ve
lizozomal hidrolazların bölüme geçilmesi
I salınımı
Azalmış kan akımı
I I
Enzim aktivasyonu Enzimlerin intrasellüler
iskemi
(intra- ya da ekstrasellüler) aktivasyonu

1
Asiner hüce hasarı

--------- T---------
AKTİVE OLMUŞ ENZİMLER

İnterstisyel
nr
LEZYONLAR: Proteoliz Yağ nekrozu Kanama
inflamasyon + (proteazlar) (lipaz, fosfolipaz) (elastaz)
ve ödem
l__________ I

AKUT PANKREATİT
_______________ -_:_i
Resim 1 6 -2 A kut pankreatitin önerilen patogenezi.
Pankreatitler 649

m ön planda plazmada artmış amilaz ve lipaz düzeyleri gı verici komplikasyonlardır. Hayatta kalan hastalardaki
ve abdominal ağrının diğer nedenlerinin dışlanması ile sekeller, steril ya da enfekte pankreas "abseler"i ve pank­
konulur. Vakaların %80'inde akut pankreatit hafif ve reas psödokistlendiı.
kendi kendini sınırlayıcı nitelikte olup, kalan %2 0 'sinde
ağır seyreder. Pankreatik Psödokistler
Tam gelişmiş akut pankreatit en önemli tıbbi acillerden­ Pankreatik psödokist akut pankreatitin (özellikle de alko­
dir. Bu kişilerde ani ortaya çıkan, sert ağrılı karın ve lik pankreatitin) sık izlenen bir sekelidir. Nekrotik
bağırsak seslerinin kaygı verici yokluğu ile karakterize pankreas dokusunun likefiye alanları döşeyici epiteli ol­
"akut batın" vardır. Karakteristik olarak ağrı sürekli ve mayan (bu nedenle “psödo” deyimi vardır) fibröz doku­
şiddetlidir ve sıklıkla sırta vuran tarzdadır. Bu ağrı, per- dan bir duvarla çevrelenerek kistik bir boşluk oluşturur.
fore peptik ülser, rüptüre akut kolesistit, bağırsak en­ Kist içeriği pankreas enzimlerinden zengindir ve kist as-
farktüsüne neden olan mezenterik damar oklüzyonu gi­ pirasyonunun laboratuar incelemesi tanı koydurucu ola­
bi diğer nedenlere bağlı ağrıdan ayrılmalıdır. bilir. Pankreas kistlerinin yaklaşık %75'ini psödokistler
Ciddi akut pankreatitin belirtileri sindirim enzimleri­ oluşturur. Birçok psödokist kendiliğinden ortadan kal­
nin sistemik salmımı ve inflamatuar cevabın şiddetli ak- karken, bir kısmı sekonder olarak enfekte olabilir ve da­
tivasyonuna bağlıdır. Başlangıçtaki klinik incelemede lö- ha geniş kistler ise komşu yapıları basıya uğratabilir ve­
kositoz, yaygın damar içi pıhtılaşma (dissemine intra- ya bu yapılara perfore olabilir.
vasküler koagülasyon) (Bölüm 11), akut respiratuar dist-
res sendromu (alveoler kapiller hasarına bağlı olarak)
(Bölüm 12), ve yaygın yağ nekrozu bulunur. Endotokse- M ORFOLOJİ
minin (gastrointestinal flora ve kan akımı arasındaki ba­
riyerin bozulması ile) arttırdığı mikrovasküler geçirgen­ Psödokistler genellikle soliterdir; sıklıkla pankreas yüzeyine
lik ve bunun sonucu hipovolemi periferik vasküler kol- tu tu n u rla r ve küçük omental kese ya da m ide, transvers ko­
laps (şok), ve akut tubuler nekroza (Bölüm 13) bağlı böb­ lon veya karaciğer arasındaki re tro p e rito n gibi peripankre-
rek yetmezliği ortaya çıkabilir. atik dokuları etkileyebilirler (Resim 16-3, A). Çaplan 2 cm
ile 30 cm arasında değişir. Psödokistler hem orajik yağ nek­
Laboratuar bulgulan, ilk 24 saat boyunca belirgin ola­
rozu alanlarının duyarlaşmasından oluştuğundan, döşeyici
rak artmış amilaz ve bunu takip eden (72-96 saat içinde)
epitel tabakası içermeyen ve granülasyon dokusundan olu­
serum lipaz düzeyleri artışıdır. Hipokalsemi yaygın yağ
şan fib ro tik duvarlar ile çevrelenen n e k ro tik artıklardan
nekrozu alanlarına kalsiyum çökelmesinden kaynakla­ meydana gelirler (Resim 16-3, B).
nabilir ve eğer kalıcı ise kötü prognozu gösteren bir bul­
gudur. İnflamasyonlu ve büyümüş olan pankreas bilgi­
sayarlı tomografi (BT) ile veya manyetik rezonans (MR) Kronik Pankreatit
görüntüleme yöntemi ile görülebilir.
Akut pankreatitin kontrol altına alınmasındaki Kronik pankreatit ekzokrin pankreasın uzun süren inf-
önemli nokta, destek tedavisi (örn. kan basıncının ko­ lamasyonu ve fibrozisi ile karakterize hasarıdır. İleri ev­
runması ve ağrının azaltılması) ile yiyecek ve sıvı kısıtla­ relerinde endokrin parenkim de kaybedilir. Her ne ka­
ması yaparak pankreası "dinlendirmek"tir. Akut nekro- dar kronik pankreatit tekrarlayan akut pankreatitten
tizan pankreatiti olan olguların %40 ile %60'mda genel­ kaynaklansa da, akut ve kronik pankreatit arasındaki ana
likle nekrotik artıklar, sindirim sistemindeki gram-nega- farklılık kronik pankreatitte, pankreas fonksiyonunun geriye
tif organizmalar ile enfekte olarak, hastalığın seyrini çö­ dönüşsüz olarak bozulmasıdır. Kronik pankreatitin preva-
zülmesi daha karmaşık bir hale getirir. Her ne kadar lansının saptanması zordur, fakat olasılıkla ABD popü-
akut pankreatitli kişilerin pek çoğu sonunda iyileşse de, lasyonun %0.04'ü ile %5'i arasında değişmektedir. Kro­
%5'i hastalığın ilk haftasında şoktan ölebilir. Akut respi­ nik pankreatitin en sık nedeni uzun süreli alkol kullanımıdır
ratuar distres sendromu ve akut böbrek yetmezliği kay­ ve orta yaşlı erkekler bu etiyolojik grubun büyük çoğun-

Resim 16-3 Pankreatik psödokist. A , Nekrotik kahverengi duvarlı, sınırları belirsiz kisti gösteren kesit yüzeyi. B, Histolojik olarak kist,
gerçek bir döşeyici epitel içermemekte, bunun yerine kronik inflamasyonun tipik değişikliklerinin eşliğinde, fibrin ve granülasyon dokusu
ile çevrelenmektedir.
650 BOLUM 16 Pankreas

luğunu oluşturur. Kronik pankreatitin daha az görülen M akroskobik incelemede, pankreas serttir, bazen ileri dere­
nedenleri ise şunlardır: cede genişlemiş duktuslar ve kalsifiye tıkaçlar görülebilir.
• Uzun süreli pankreatik kanal tıkanıklığı (örn. psödo- O to im m ü n pankreatit, iki m o rfo lo jik paternden biri ile
kist, taşlar, neoplaziler veya pankreas divisum). kara kte rli, farklı bir kro n ik pa nkre atit şeklidir: (1) Pankre­
• Tropikal pankreatit, Afrika ve Asya'da görülen, bir alt asın çoğu lgG4 p o zitif olan lenfoplazm asitik hücrelerle be­
grubunda genetik zemin olan, tam olarak nitelendiri- lirgin infiltrasyonu ve buna eşlik eden girdapsı yapıda fib ro ­
zis ve venülitis (len fo p lazm asitik sk lero zan pankre­
lememiş heterojen bir hastalıktır.
a tit), ya da ( 2 ) duktus çevresinde yerleşen ve sıklıkla duk­
• Herediter pankreatit, pankreatik tripsinojen geni
tal epiteli tıkayan, nötrofîl, lenfosit ve plazma hücreli m ikst
(PRRS1), (Tablo 16-1'e bakınız) mutasyonlarma veya in filtrasyo n (id y o p a tik d u k to s e n tr ik p a n k re a tit).
bir tripsin inhibitörünü kodlayan SPINK1 geni mutas- lgG4 ile ilişkili otoim m ün pankreatit m ultisistem ik bir hasta­
yonlarma bağlıdır. lık olup, lgG4 ile ilişkili fibrozis yapan bozuklukların (Bölüm
• CFTR mutasyonları ile ilişkili kronik pankreatit. Bölüm 4 ) b ir bulgusu olabilir. O to im m ü n pankreatitin hangi form u
6 'da detaylı olarak tartışıldığı gibi, kistik fibrozis olursa olsun, pankreas kanserini ta k lit edebilmesi ve stero­
CFTR geninde mutasyonlar sebebiyle oluşur. CFTR id tedavisine yanıt vermesi nedeniyle ayırıcı tanısı önemlidir.
proteini de pankreatik duktus epitelinde eksprese
edilir, CFTR mutasyonları bikarbonat sekresyonunu
azaltıp sekresyonun vikozitesini arttırır ve protein tı­
kaçlarının oluşumuna katkıda bulunur. PATO G EN EZ
Kronik pankreatiti olan kişilerin %40'mdan fazlasında H e r ne kadar kro n ik pankreatitin patogenezi tam olarak
predispozan faktörler bilinmemektedir. Ancak, akut tanımlanamasa da, çeşitli varsayımlar önerilm iştir:
pankreatitte olduğu gibi, bu "idiopatik" olguların normal • T aşlar ile d u ktal o b strü k siy o n . K ron ik pankreatitte-
pankreatik ekzokrin fonksiyon için önemli olan genlerde ki hasara yol açan ajanların pek çoğu (örn . alkol) pank­
kalıtsal mutasyonlar ile ilişkili olanlarının sayısı giderek reas sekresyonlarının protein konsantrasyonunu a rttırır
artmaktadır. Örneğin, genetik testler "idiopatik" pankre­ ve bu p ro te in ler duktal tıkaçlar oluşturur.
atit vakalarının %25-30'unda CFTR geninde germline • Toksik-m eta b o lik. A lko l ve m etabolitleri de dahil o l­
mutasyonlarm varlığını ortaya koymuştur; ancak bunlar m ak üzere toksinler, asiner hücrelere d ire k t toksik etki
klasik multisistem kistik fibrözis hastalığına yol açanlar­ yaparak lipid birikim ine, asiner hücre kaybına ve sonun­
da parenkim fîbrozisine neden olurlar.
dan farklıdır (Bölüm 6 ).
• O ksid atif stre s. A lkolün neden olduğu oksidatif stres
asiner hücrelerde serbest radikallerin orta ya çıkmasına
neden o lu r ve m embran hasarına (Bölüm 1) ve m ono-
( ’) M ORFOLOJİ nükleer inflam atuar hücrelerin toplanmasını sağlayan in-
K ron ik pankreatit parenkim al fib ro zis, asinusların bo­ te rlö k in - 8 (IL- 8 ) gibi kem okinlerin ekspresyonuna yol
yu t ve sayısında azalm a ve pankreas duktuslarınd a açar. O ksida tif stres ayrıca lizozom ve zimogen grandile­
değişik derecelerde dilatasyon ile karakterlidir. Langer- rin b irb irin e kaynaşmasına neden olarak asiner hücre
hans adacıkları göreceli olarak azalır (Resim 16-4, A). Ge­ nekrozu, inflamasyon ve fîbrozise neden olur.
nellikle, geride kalan lobüller ve duktuslar çevresinde kro n ik A k u t pankreatitin aksine, transfo rm ing g ro w th faktör-|3
inflam atuar infiltrasyon ile birlikte, asin er kayıp değişmez (TGF-|3), bağ dokusu büyüm e fa ktö rü , tro m b o sit kökenli
b ir bulgudur. Duktal epitel atro fîk veya hiperplastik olabilir (platelet-derived) büyüme fa ktö rü gibi b irço k profîbrojenik
veya skuamöz metaplazi gösterebilir ve duktal tıkaçlar dik­ sitokin salgılanır. Bu sitokinler, kollagen depolayan ve fib ro -
kati çekebilir (Resim 16-4, B). G eride kalan Langerhans ada­ zisin patogenezinde etkili olan periasiner m yofibroblastla-
cıkları skle rotik doku içine gömülü hale gelir ve birbiriyle rın ( ‘ pankreatik yıldızsı hü creler’) aktivasyon ve proliferas-
kaynaşarak, genişlemiş görün ürle r; sonunda kaybolurlar. yonunu uyarır.

Resim 1 6 -4 Kronik pankreatit. A , Yaygın fibrozis ve atrofi, residüel adacık (solda) ve duktus (sağda) ile az miktarda kronik inflamatuar
hücre ve asiner doku bırakmıştır. B, Alkolik kronik pankreatiti olan bir hastada yoğunlaşmış eozinofilik birikim ler içeren dilate duktusu
gösteren büyük büyütme alanı.
Pankreas Neoplazileri 651

K lin ik Ö z e llik le r Kistik Neoplaziler


Kronik pankreatit kendini çok değişik şekillerde göste­
rir. Tekrarlayan sarılık atakları, belirsiz bir hazımsızlık Tüm pankreatik kistlerin sadece %5 ile %15'i neoplastik-
veya kalıcı ya da tekrarlayan karın ve sırt ağrısı şeklinde tir ve bunlar tüm pankreatik neoplazilerin %5'ini oluştu­
ortaya çıkabilir veya pankreas yetmezliği ve diabetes rur. Bu neoplazilerin bazısı tamamen benigndir (örn. se-
mellitus gelişene kadar (sonuncusu adacık hasarının so­ röz kistadenoma). Bir kısmı da, müsinöz kistik neoplazi­
nucudur) sessiz kalabilir. Alkol alışkanlığı, aşırı yeme ler gibi, benign ya da malign olabilirler.
(pankreas sekresyonlarma artan ihtiyaç), Oddi sfinkteri-
nin kas tonusunu artıran opiat ve diğer ilaçlar atakların
başlamasına yol açabilir. Seröz K istadenom lar
Kronik pankreatitin tanısı ileri derecede klinik şüpheyi ge­ Tüm pankreatik kistik neoplazilerin yaklaşık %25'ini
rektirir. Abdominal ağrı atağı sırasında hafif ateş ve se­ oluşturan seröz kistadenomlar berrak, saman rengi sıvı
rum amilazında ılımlı bir artış izlenir. Ancak hastalığın içeren küçük kistleri çevreleyen glikojenden zengin kü-
son döneminde ileri derecede asinüs harabiyeti nede­ boidal hücrelerden meydana gelirler (Resim 16-5). Tü­
niyle enzimlerde yükselme görülmez. Safra taşı nedenli mörler tipik olarak yaşamın 7. dekadmda, abdominal ağ­
tıkanıklık, sarılık veya serum alkalen fosfataz düzeyle­ rı gibi özgün olmayan bulgular ile ortaya çıkarlar. Ka-
rinde artışlar ile kendini gösterebilir. BT veya ultraso- dm/erkek oranı 2:l'dir. Bu tümörler çoğunlukla benign­
nografi ile pankreasta kalsifikasyonlarm görülmesi çok dir ve hastaların büyük bir bölümünde cerrahi rezeksi-
yardımcı bir bulgudur. Pankreatik ekzokrin yetmezlik yon tedavi edicidir. Çoğu seröz kistadenom Von-Hippel-
nedeniyle oluşan malabsorbsiyona bağlı kilo kaybı ve hi- Lindau (VHL) tümör baskılayıcı geninde somatik mutas-
poalbüminemik ödem de hastalığa işaret edebilir. yonlar içerir. Bu genin ürünü hipoksiyle uyarılabilir fak­
Her ne kadar kronik pankreatit akut bir biçimde ya­ tör 1 alfa (hypoxia-inducible factor 1 alpha, HIFlalfa)'ya
şamı tehdit etmese de, bu kişilerin uzun süreli yaşam bağlanır ve parçalanmasına neden olur (Bölüm 5).
şansı zayıftır ve 20-25 yıl üzerinde mortalite oranı
%50'dir. Ciddi pankreatik ekzokrin yetmezlik ve kronik
malabsorbsiyon ya da diabetes mellitus gelişebilir. Hasta­
ların bir kısmında klinik tabloya ciddi kronik ağrı hakim
olabilir. Pankreatik psödokistler (daha önce anlatılmıştı)
hastaların %10'unda gelişir. Herediter pankreatiti olan
kişilerde yaşam boyu pankreas kanseri gelişme riski
%40'dır. Kronik pankreatitin diğer formlarının kanser
gelişimine katkısının ne derece olduğu açık değildir.

• Akut pankreatit, fokal ödem ve yağ nekrozundan, yaygın


parenkimal nekroz ve hemorajiye dek değişen lezyonlar-
la giden, geriye dönüşlü parenkimal hasar ve inflamasyon
ile karakterlidir; klinik bulguları hafif abdominal ağrıdan
hızlı bir biçimde ölüme neden olan vasküler kollapsa ka­
dar değişir.
• Kronik pankreatit geriye dönüşü olmayan parenkimal ha­
sar ve skar formasyonu ile karakterlidir. Klinik bulgular
kronik malabsorbsiyon (pankreatik ekzokrin yetmezlik­
ten dolayı) ve diabetes mellitusu (adacık hücre kaybından
dolayı) kapsar.
• H er iki hastalık da benzer patojenik mekanizmalara sa­
hiptir ve gerçekten de tekrarlayan akut pankreatit, kro­
nik pankreatit ile sonuçlanabilir. Duktal obstrüksiyon ve
uzun süreli alkol kullanımı her iki formda da en sık neden­
lerdir. Pankreas enzimlerinin uygunsuz aktivasyonu (trip-
sinojen ve tripsin inhibitörlerini kodlayan genlerdeki mu-
tasyonlardan dolayı) ve prim er asiner hasar (toksinler,
enfeksiyonlar, iskemi veya travmadan dolayı) da pankre-
atite neden olur.

PANKREAS NEOPLAZİLERİ Resim 16-5 Seröz kistadenom. A , Seröz kistadenomun kesit yü­
zeyi. Normal pankreas parenkimi sadece ince bir çerçeve halinde­
Ekzokrin pankreas neoplazileri kistik veya solid olabilir. dir. Kistler göreceli olarak küçüktür ve berrak, saman rengi sıvı
Bazı tümörleri benign iken bir kısmı da tüm maligniteler içermektedir. B, Kistler atipi göstermeyen küboidal epitelle dö­
içerisinde en öldürücü olanlardır. şelidir.
652 BÖLÜM 16 Pankreas

Müsinöz Kistik Neoplaziler


Müsirıöz kistik neoplazilerin % 95'e yakını kadınlarda gö­
rülür ve genellikle pankreasın gövde veya kuyruğundan
kaynaklanır. Bunlar ağrısız, yavaş büyüyen kitleler şek­
linde ortaya çıkar. Kistik boşluklar kalın, yapışkan mü-
sin ile doludur ve kistler, overdekini andıran yoğun hüc­
resel bir stroma ile ilişkili kolumnar müsinöz epitelle dö­
şelidir (Resim 16- 6 ). Noninvaziv müsinöz kistik neopla­
ziler, döşeyici epiteldeki sitolojik ve yapısal atipinin de­
recesine göre düşük dereceli, orta veya ağır dereceli dis-
plazi olarak sınıflandırılır. Bu kistlerin üçte birine kada­
rı invaziv adenokarsinom ile ilişkili olabilir. Noninvaziv
kistler için distal pankreatektomi, ağır displazi olgula­
rında bile, tipik olarak tedavi edicidir.

İrıtraduktal Papiller Müsinöz Neoplaziler


İntraduktal papiller müsinöz neoplaziler (IPMN) müsin
üreten intraduktal neoplazilerdir. Müsinöz kistik neo­
plazilerin aksine, IPMN'ler kadınlardan daha çok olarak
erkeklerde izlenirler ve daha sık olarak pankreasın başı­
nı tutarlar. IPMN'ler ana pankreatik kanallar ya da
onun ana dallarından birinden kaynaklanır ve müsinöz
kistik neoplazilerin hücresel stromasma sahip değildir
(Resim 16-7). Tıpkı müsinöz kistik neoplazilerde olduğu

Resim 1 6 -7 intraduktal papiller müsinöz neoplazi A , Pankreas ba­


şının kesit yüzeyi ana pankreatik kanalı genişleten, belirgin papiller
neoplaziyi göstermektedir. B, Ana pankreatik kanalı tutan (solda)
ve daha küçük duktuslar ve duktuluslara doğru uzanan (sağda)
papiller müsinöz neoplazi.

gibi, IPMNlerin epitelinde de değişik derecelerde displa­


zi bulunur ve bu lezyonlarm bir bölümü invaziv adeno­
karsinom komponenti ile ilişkilidir. IPMNler, olguların
üçte ikisine dek sıklıkta kromozom 20ql3'de yer alan
GNAS geninde onkojenik mutasyonlar içerirler. Bu gen
uyarıcı G-proteini Gs'nin (Bölüm 19) alfa alt ünitesini
kodlar. Mutasyon nedeniyle meydana gelen G-proteini
aktivasyonunun hücre çoğalmasını arttıran hücre içi bir
kaskad ile sonlandığı tahmin edilmektedir.

Pankreas Karsinomu

Pankreasın infiltratif duktal adenokarsinomu (daha çok


'pankreas kanseri' denilir) Birleşik Devletler'de kanser
nedenli ölüm sıralamasında akciğer, kolon ve meme
kanserinden sonra dördüncü sırada gelir. Her ne kadar
diğer üç maligniteden daha az sıklıkta İzlense de, en
yüksek mortalite oranı ile ölümcüller listesinin neredey­
se başında yer alır. 2010 yılında yaklaşık 44.000 Ameri­
kalı pankreas kanseri olarak tanı almıştır ve bunların
neredeyse tamamı bu hastalıktan dolayı kaybedilecek­
tir; 5 yıllık sağ kalım oranı düşüktür - %5'in altındadır.
Resim 16-6 Müsinöz kistik neoplazi. A , Pankreas kuyruğundaki
müsinöz mültiloküler kistin kesit yüzeyi. Kistler geniştir ve yapışkan
Maalesef, 2011 Nobel fizyoloji ya da tıp ödülü sahiple­
müsin ile doludur. B, Kistler “ over tip i” yoğun hücresel stroma ile rinden Ralph Steinman, bu ödülü kazandığının açıklan­
çevrelenen kolumnar müsinöz epitel ile döşelidir. masına üç gün kala pankreas kanserinden ölmüştür.
Pankreas Neoplazileri 653

PATO G EN EZ inaktivasyonu seyrek olarak görülür. Bu gen transfo rm e


edici büyüm e faktörü-|3 reseptörünün sinyal iletim inde
Diğer tüm kanserler gibi pankreas kanseri de kanserle iliş­ önem li ro l oynayan b ir proteinini kodlar.
kili genlerde kalıtımsal veya edinsel m utasyonlar sonucunda • TP53 tü m ö r baskılayıcı genin inaktivasyonu pankreas
oluşur. Kolon kanserinin çok basamaklı ilerlem e şekline kanserlerinin % 5 0 -7 0 ’ inde görülür. Bu genin ürünü olan
benzer b ir biçim de (Bölüm 5), nonneoplastik, noninvaziv p53 hem hücre siklusu kon tro l noktalarını güçlendirir,
öncü lezyonlardan invaziv karsinoma doğru ilerledikçe, hem de apoptozu ya da yaşlanmayı indükler (Bölüm 5).
pankreatik epitelde genetik değişikliklerin de ilerleyici bir • Daha önce bahsedilen pankreas kistlerinde bulunan VHL
birikim i vardır (Resim 16—8). Hem intraduktal papiller mü- ya da GNAS mutasyonları, duktal adenokarsinom larda
sinöz neoplaziler, hem de müsinöz kistik neoplaziler inva­ tanım lanm am ıştır ve bu lezyonların belirgin olarak farklı
ziv adenokarsinom a ilerleyebilirler ve bu nedenle kanserin olan histopatolojileri ve doğal gelişimleri için uygun b ir
gerçek öncüleri olara k kabul ed ilirle r (daha önce be lirtildi­ tem el oluşturur.
ği üzere). Pankreas kanserinin en sık görülen öncü lezyon- M oleküler değişikliklere nelerin neden olduğu bilinm em ek­
ları küçük duktus ve duktuluslardan kaynaklanır ve pank­ tedir. Pankreas kanseri öncelikle yaşlı nüfusun hastalığı
reatik intraep itelyal neoplazi (P an IN ) olarak adlandı­ olup, olguların % 8 0’ i 60 ile 80 yaş arasındadır. En güçlü
rılır. PanIN’ lerin malignitenin öncü lezyonları oldukları ile çevresel etki, riski iki kat arttıra n sigara alışkanlığıdır. Hem
ilişkili kanıt, bu t ü r m ikroskopik lezyonların infiltrasyon ya­ k ro n ik pankreatit, hem de diabetes mellitus pankreas kan­
pan karsinomların komşuluğunda bulunmaları ve malignite seri riskinin artışı ile ilişkilidir. K ro n ik pankreatitin pankreas
ile aynı g e ne tik değişiklikleri paylaşmalarıdır. Dahası, kanserinin nedeni mi, yoksa küçük pankreas kanserlerinin
PanIN’ lerdeki epitelyal hücreler belirgin b ir te lo m e r kısal­ pankreas kanalını bloke ederek k ro n ik pankreatit oluştur­
ması gösterirler. T elom er kısalması, bu lezyonları invaziv ması nedeniyle pankreas kanserinin b ir sonucu mu olduğu
karsinoma doğru gelişimleri sırasında ek krom ozom al ano­ tam olarak anlaşılamamıştır. Ayrıca Bölüm 5 ’te tartışıldığı
malilerin b irikim ine potansiyel olarak yatkın hale getirir. üzere, k ro n ik inflamasyon, günümüzde, maligniteye olanak
Güncel pankreas kanseri genom dizilem e (sekanslama) veren b ir fa k tö r olarak kabul edilm ektedir. Aynı şekilde di­
çalışmaları, bu neoplazide som atik m utasyonların en sık abetes mellitusun pankreas kanseri ile ilişkisinin tem eli de
o la ra k d ö r t geni e tkile d iğ in i g ö s te rm e k te d ir: K-RAS, açık değildir. Z ira diabet, pankreas kanserinin sonucu ola­
CDKNA2A/p16, SM A D 4 ve TP53. rak oluşabilir. H atta yaşlı bir hastada yeni ortaya çıkan di­
• KRAS pankreas kanserinde en sık değişikliğe uğrayan abet, malignitenin ilk işareti olabilir. Ailesel pankreas kanse­
gendir; olguların % 8 0-9 0’ında b ir nokta mutasyonu ile ri bildirilm iştir. Sayıları gittikçe artan kalıtsal genetik defekt-
aktiflenir. Bu m utasyonlar Kras proteininin yapısal ola­ lerin pankreas kanseri riskini arttırdığı günümüzde anlaşıl­
rak a k tif olan GTPaz aktivitesini bozar. Bunun ardından, mıştır. Ö rneğin, Aşkenaz Y ahudileri’ ndeki olguların yakla­
Kras karsinogenezi uyaran b ir dizi hücre içi sinyal ileti şık % 10’ unda, ailesel m e m e /o v e r kanseri geni BRCA2’de
yolaklarını ( “ Kras e fe k tö rle ri” ) aktive e d er (Bölüm 5). germ line m utasyonlar görülm üştür.
• p16 (C D N K2A ) pankreas kanserinde en sık inaktive olan
tü m ö r baskılayıcı gendir ve olguların % 9 5’ inde işlevini yi­
tirir. p16 proteini hücre siklus kon tro lü nde k ritik bir ro ­ M ORFOLOJİ
le sahiptir ve bu proteinin inaktivasyonu hücre siklusun-
da önem li b ir k o n tro l noktasını ortadan kaldırır. Pankreas kanserlerinin yaklaşık % 6 0’ ı pankreasın baş kıs­
• SM AD 4 tü m ö r baskılayıcı geni pankreas kanserlerinin mından, % 15’i gövde, % 5’ i de k u yru k kısmından kaynakla­
% 55’ inde inaktivedir; diğer tü m ö rle rd e ise bu genin nır; kalan % 2 0’sinde ise neoplazi tüm organı diffü z olarak

NORMAL PanlN-1A PanlN-1 B PanlN-2 PanlN-3 İNVAZİV


KARSİNOM

m ı i

fni7rn'iT , (■> (i
-•
tJ tl™
jtu• ibit) \M\JV
*)lt

Telomer kısalması p16 inaktivasyonu p53, SMAD4,


BRC A 2
K -R A S mutasyonları inaktivasyonu

Resim 16-8 Pankreas kanseri gelişimi için progresyon modeli. Telomer kısalması ve K-RAS onkogen mutasyonlarının erken evrelerde, p16
tüm ör baskılayıcı geninin inaktivasyonunun ara evrelerde, TP53, SMAD4 ve BRCA2 tüm ör baskılayıcı genlerin inaktivasyonunun ise geç
evrelerde oluştuğu varsayılmaktadır. Değişiklikler zaman içerisinde birbirini izlese de, mültipl mutasyonların bir araya toplanmasının, özgün
bir sırada oluşmalarından daha önemli olduğuna dikkat edilmelidir. PanIN, pankreatik intraepitelyal neoplazi. Üstteki kısaltmaları izleyen
rakamlar PanIN gelişimindeki evreleri ifade etmektedir.
(Maitra A, Hruban R H : Pancreatic cancer. Annu Rev Pathol M ech Dis 3:157, 2008'den değiştirilmiştir.)
654 B Ö L Ü M 16 Pankreas

po rta he pa tik le nf nodları sıklıkla tu tu lu r ve metastazlardan


dolayı karaciğer büyür. Başta akciğerler ve kem iklere ol­
m ak üzere uzak metastazlar gelişebilir.
M ikro skobik incelemede pankreas karsinom u, genellikle
tam gelişmemiş tu b u le r yapılar veya hücre küm eleri oluştu­
ran, agresif ve derin in filtra tif büyüm e gösteren, o rta ya da
az diferansiye adenokarsinom şeklinde gözlenir (Resim 16-
9, B). Yoğun strom al fibrozis tü m ö r invazyonuna eşlik eder.
Organın içinde ve organ dışında perinöral invazyona eğilim
vardır. Lenfatik invazyon da sık olarak izlenir.
Pankreas kanserinin daha az izlenen şekilleri: glandüler
diferansiasyona ek olarak skuamöz difaransiasyon gösteren
adenoskuam öz ka rsin o m , ve neoplazi ile iç içe monosi-
tik seri kökenli o ste o klast ben zeri dev hü creler içeren
indiferansiye karsin o m . *•

K lin ik Ö z e llik le r
Pankreas karsinomları tipik olarak, yayılımları başka yapıla­
rı etkileyene kadar sessiz olarak kalırlar. Ağrı genellikle ilk
bulgudur. Fakat bu aşamadaki kanserlerin tedavi edilme
şansı genellikle yoktur. Tıkanma sanlığı pankreas başın­
daki karsinomlar nedeniyle gelişebilir, fakat erken girişi­
me meydan verecek şekilde kansere zamanında dikkat
çekebilmesi enderdir. Kilo kaybı, iştahsızlık,halsizlik ve
genel yorgunluk hali ilerlemiş hastalığın belirtileridir.
Hastaların yaklaşık %10'unda görülen gezici tromboflebit
CTrousseau sendromu), tümör ve tümörün nekrotik ürün­
lerinden salman trombosit aktive edici faktörler ve pro-
Resim 16-9 Pankreas karsinomu. Â , Hem pankreas içerisinde tam koagülanlarm salınmasına bağlanmaktadır (Bölüm 3).
olarak sınırları seçilemeyen kitleleri (ok başlan), hem de safra akışı­ Pankreas karsinomu hızlı ilerleyen ve üzücü kısalıkta
nın tamamen tıkanması sonucunda duktusun yeşile boyanmasını bir klinik seyre sahiptir. Tanı konduğu sırada tüm pank­
gösteren pankreas başı ve ana safra kanalının kesit yüzeyi. B, Pank­ reas karsinomlarmm %2 0 'sinden daha azı rezeksiyona
reas içinde yoğun fibrotik stromada (dezmoplastik) az gelişmiş
uygundur. Tedavi potansiyeli olan pankreas kanseri ol­
glandlar bulunmaktadır.
gularını erkenden saptayabilecek biyomarkerlara şiddet­
le gereksinim duyulmaktadır. Pek çok enzimin ve antije­
nin (örn. karsinoembriyojenik antijen ve CA19-9) serum
tutar. Pankreas karsinom ları genellikle sert, gri-beyaz, yıl- düzeyleri yükselmekle birlikte, bu antijenler tarama test­
dızsı ve sınırları iyi seçilemeyen kitle ler şeklindedir (Resim lerinde kullanılacak ölçüde duyarlı (sensitif) ve özgün
16-9, A). (spesifik) değildir. Endoskopik ultrasonografi ve yüksek
Karsinomların büyük b ir çoğunluğu, glandlar oluştura­ çözünürlüklü BT gibi çeşitli görüntüleme teknikleri,
rak ve müsin salgılayarak b ir dereceye kadar norm al d&ık- kanserden şüphelenilen olguların incelenmesinde yar­
tu s epitelins ta k lit eden duktal adenokarsinom lardır. dımcı olmaktadır, ancak bunlar tarama testi olarak ya­
Pankreas kanserinin iki bulgusu ka ra kte ristiktir: ileri dere­
rarlı değildir.
cede invazivdir (hatta “ erke n” invaziv pankreas kanserleri
yaygın olarak peripankreatik dokuya invazyon yaparlar),
ve fibroblastlar, lenfositler ve ekstrasellüler m atriksden olu­
şan nonneoplastik konak yanıtına neden o lu rla r (öezm op-
la stik ya n ıt).
A n a safra kanalınım distali pankreasın başı boyunca
seyrettiğinden, pankreas başı kanserlerinin büyük çoğunlu­
• Pankreas kanseri muhtemelen noninvaziv öncü lezyonlar-
ğu bu kanalı obstrüksiyona uğratırlar. Bu gibi olguların
dan (en sık PanIN) köken alır, onkogenlerdeki (örn. KRAS)
% 5 0’sinde biliyer ağacın belirgin distansiyonu vardır ve has­
ve tü m ö r baskılayıcı genlerdeki (örn. CD KN 2A/ p16, TP53
talar tip ik olarak sarılık gösterirler. Bunun tam tersi, pank­
ve SMAD4) kara kte ristik mutasyonların artarak birikm e­
reasın gövde ve k u y ru k karsin o m ları safra yolunu
siyle gelişim gösterir.
e tk ile m e z le r ve bu yü zd en b ir sü re sessiz k a lırla r.
• Bu neoplaziler, tip ik olarak, yoğun dezm oplastik yanıt
Ç o k bü yü k o la b ilirle r ve sap tan d ık ların d a b ü yü k öl­
oluşturan duktal adenokarsinomlardır.
çüde yayılm ış o lu rla r. Pankreas kanserleri sıklıkla re tro ­
peritoneal boşluğa yayılırlar ve komşu sinirleri çevrelerler • Pankreas kanserlerinin çoğunda tanı ileri evrede konur;
(bu şekilde ağrıya neden o lu rla r). Bazen dalak, adrenaller, bu nedenle m o rta lite oranı yüksektir.
kolum na vertebralis, transvers kolon ve mideyi invaze • Tıkanma sarılığı pankreas başı karsinomunun bir bulgusu­
ederler. Peripankreatik, gastrik, m ezenterik, om ental ve d u r ve b irço k hastada şiddetli ağrı görülür.
Pankreas Neoplazileri 655

KAYN AKLAR Sand J, Nordback I: Acute pancreatitis: risk of recurrence and late con­
sequences of the disease. Nat Rev Gastroenterol Hepatol 6:470,
Chen JM , Ferec C: Chronic pancreatitis: genetics and pathogenesis. 2009. [A kut pankreatitin, p sö d okistler gibi g eç kom plikasyon ları ve kro­
Annu Rev Genomics Hum Genet 10:63, 2009. [Kronik pankreatitin, n ik pan kreas yetm ezliğine ilerlem e konularında olağanüstü bir d e r le m e .]
g en etik neden leri de içeren, tem el bilim ler yönü üzerine ayrıntılı bir der­ Sugumar A, Chari ST: Autoimmune pancreatitis. J Gastroenterol He­
lem e.] patol 26:1368, 2011. [Yeni ortay a çıkan bu kronik pan kreatit şekli kon u ­
DiMagno MJ, DiMagno EP: Chronic pancreatitis. Curr Opin Gastro­ sunda, m ajör alt tiplerin irdelenm esini de içeren m ü kem m el bir güncelle­
enterol 25:454, 2009. [Kronik pankreatitin doğal gelişim i ve tedavisi k o ­ m e.]
nusunda kliniğe y ön elik bir derlem e.] Vincent A, Herman J, Schulick R, et al: Pancreatic cancer. Lancet
Hidalgo M: Pancreatic cancer. N Engl J Med 362:1605, 2010. [Pankreas 378:607, 2011. [Pankreas ka n seri konusunda en y en i gelişm eleri içeren
k a n seri konusunda, y en i ortaya çıkan moleküller tedavi h ed eflerin i d e içe­ klinik ve patolojik bir derlem e.]
ren, kliniğe yönelik, h arika bir derlem e.] Yadav D, Whitcomb DC: The role of alcohol and smoking in pancre­
Matthaei H, et al: Cystic precursors to invasive pancreatic cancer. Nat atitis. Nat Rev Gastroenterol Hepatol 7:131, 2010. [A lkol ve tütün
Rev Gastroenterol Hepatol 8:141, 2011. [Pankreas kistleri v e klinik m aruziyeti ile pankreatit patogen ezi konusunda, g en etik duyarlılığı da
ön em leri konusunda ayrıntılı bir d erlem e.] içeren, m ükem m el bir derlem e.]

\
IBBgrgjg _-: L - .Jv-:'V>>. .d-.-A_ ! ' .3

/
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
B Ö L Ü M

Erkek Genital Sistemi ve ®e

A lt Uriner Traktus

BÖLÜM İÇERİĞİ

Penis 657 P rostat 663 Sifiliz 671


Malformasyonlar 657 Prostatit 663 Gonore 674
inflamatuar Lezyonlar 657 Benign Prostat Hiperplazisi (N odüler Nongonokokkal Ü re tritv e Servisit 676
Lenfogranüloma Venerum 676
Neoplazmlar 657 Hiperplazi) 664
Şankroid (Yumuşak Şankr) 677
Skrotum , Testis ve Epididimis 658 Prostat Karsinomu 665
Granüloma inguinale 677
Kriptorşidizm ve Testiküler Atrofî 658 Ü reter, Mesane ve Ü re tra 668 Trikomoniazis 677
inflamatuar Lezyonlar 659 Üreter 6 6 8 Genital Herpes Simpleks 678
Vasküler Bozukluklar 659 Mesane 6 6 8 Human (insan) Papillomavirus
Testiküler Neoplazmlar 659 Cinsel Yolla Geçen Hastalıklar 671 İnfeksiyonu 678

Neoplaziler
PENİS
Penis neoplazilerinin %95'den fazlası skuamöz epitel-
Malformasyonlar
den kaynaklanır. Amerika Birleşik Devletlerinde peni­
Penisin en yaygın görülen malformasyonları, distal üret- sin skuamöz hücreli karsinomları nispeten azdır ve er­
ral orifisin anormal lokalizasyonlarım içine alan hipospa- keklerdeki tüm kanserlerin yaklaşık %0,4'den sorumlu­
dias ve epispadiastır. Bu iki durumdan daha çok görülen dur. Bununla beraber gelişmekte olan ülkelerde penis
hipospadiasta, üretranm anormal açıklığı penisin vent­ karsinomu daha yüksek oranlarda görülmektedir. Vaka­
ral yüzeyinde, şaft boyunca herhangi bir lokalizasyonda- ların çoğu 40 yaşın üstündeki sünnetsiz hastalarda orta­
dır. Bu anomalili üretral ağız bazen konstriktedir, üriner ya çıkmaktadır. Penisin skuamöz hücreli karsinomunun
trakt obstrüksiyonu ve artmış üriner trakt enfeksiyon patogenezinde kötü hijyen (potansiyel karsinojen olan
riskine neden olur. Bu anomali, erkek yenidoğanlarda smegmamn etkisi sonucu), sigara içme ve özellikle tip
1:300 oranında görülür ve inguinal herni ve inmemiş 16 ve 18 olmak üzere, human papilloma virus (HPV) en­
testis gibi diğer konjenital anomalilerle birlikte olabilir. feksiyonu gibi çeşitli faktörler sorumlu tutulmaktadır.
Epispadiasta anormal üretral orifis penisin dorsal kıs- Penisin in situ skuamöz hücreli karsinomu (Bowen Has­
mmdadır. talığı) yaşlı sünnetsiz erkeklerin penis şaftı üzerinde so-
liter plak lezyon olarak görülür. Histolojik inceleme, epi-
İnflamatuar Lezyonlar dermisi tam kat tutan, morfolojik olarak malign hücrele­
rin alttaki stromaya invazyon yapmadığını gösterir (Re­
Bolanit ve balanopostit sırayla glans penis ve onu örten sim 17-1). Yaklaşık hastaların %10'unda invaziv sku­
prepisyumun lokal inflamasyonu olarak tanımlanır. amöz hücreli karsinoma ilerler.
Kandida albikans, anaerob bakteriler, Gardnerella ve piyo- Penisin invaziv skuamöz hücreli karsinomu en çok
jenik bakteriler yaygın görülen ajanlar arasındadır. Ol­ glans penis ya da prepisyum üzerinde, gri renkte, pür-
guların çoğu smegma olarak isimlendirilen lokal irritan tüklü, papüler lezyon şeklinde görülür. Olguların çoğun­
etki gösteren dökülen epitel hücreleri, ter ve hücre artık­ da, alttaki bağ dokusuna infiltrasyonla, ortası ülsere, sı­
larının birikimi ile birlikte sünnetsiz erkeklerdeki kötü nırları düzensiz, endüre lezyon oluşur (Resim 17-2). His­
lokal hijyenin sonucu olarak ortaya çıkar. Fimozis pre­ tolojik olarak, tipik keratinize skuamöz hücreli karsi-
pisyumun glans penisin üzeride kolaylıkla geri çekile- nom görünümü vardır. Prognoz tümörün evresine bağ­
mediği durumu anlatır. Fimozis bir konjenital anomali lıdır. Lokalize lezyonlarda 5 yıllık yaşam oranı % 6 6 iken,
olarak görülebilirse de, çoğu vakada daha önceki bala­ inguinal lenf nodİarma metastaz varlığında oran % 27'ye
nopostit ataklarına karşı, prepisyumun sonradan ned- düşer. Verrüköz karsinom skuamöz hücreli karsinomun
beleşmesiyle sekonder de gelişebilir. papiller yapılanma gösteren, gerçekte sitolojik atipi içer-
658 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

SKROTUM, TESTİS VE EPİDİDİM


Skrotum derisi, lokal mantar enfeksiyonları ve sistemik
dermatozları da içine alan değişik iltihabi olaylardan et­
kilenebilir. Skrotal kesenin neoplazilerine az rastlanır.
Bunlardan en çok görülen skuamöz hücreli karsinom, Sir
Percival Pott tarafından baca temizleyicilerinde yüksek
bir oranda olduğu gözlenen ve kaydedilen, çevresel etki­
lerle ilgili, tarihi değeri olan ilk insan malignitesini tem­
sil eder. Sonradan Baca Temizleyiciler Derneği tarafın­
dan yapılan bildiride üyelerin kanserden korunmak için
en önemli sağlık ölçütlerinden birinin günlük yıkanma
zorunluluğu olduğu tebliğ edildi. Testisler ve epididimle
ilişkisiz bazı bozukluklar skrotal büyüme olarak ortaya
çıkabilir. Skrotal büyümenin en fazla sebebi olan hidro-
sel tunika vaginalis içinde seröz bir sıvının birikmesidir.
Resim 17-1 Penisin in situ karsinomu (Bowen hastalığı). Bazal Komşu enfeksiyonlar veya tümörlere karşı yanıt olarak
membranın üzerindeki epitel gecikmiş matürasyon ve disorganizas- çıkabilir ya da idiopatik olabilir. Işığı geçiren yapıları ne­
yon göstermektedir (sol). Büyük büyütmede (sağ) bazal membran
üstünde çok sayıda m itotik figürler, bir diskeratotik hücre ve nük­
deniyle (translüminens) püy, kan ve lenf sıvı birikimleri
leer pleomorfizm gözlenmektedir. kolaylıkla ayırt edilebilirler. Tunika vaginaliste biriken
kan veya lenfatik sıvı sırasıyla hematosel ve şilosel olarak
isimlendirüir ve bunlar da testiküler büyümeye neden
meyen, derin sınırları yuvarlak, itici tarzda olan bir var­ olabilirler. Örneğin filariazisteki gibi lenfatik obstruksi-
yantıdır. Verrüköz karsinomlar lokal invazivdir, ancak yonun ileri derecede olduğu vakalarda elefantiazis olarak
metastaz yapmazlar. isimlendirilen skrotum ve alt ekstremitelerin aşırı oran­
da büyüyebileceği bir durum oluşur.

Kriptorşidizm ve Testis Atrofisi

Kriptorşidizm testisin skrotuma inmesindeki yetersizliği


• Skuamöz hücreli karsinom ve prekürsör lezyonları en
tanımlar. Normalde, testisler gebeliğin üçüncü ayında
önemli penil lezyonlardır. Çoğu HPV enfeksiyonu ile iliş­
kilidir.
solom boşluğundan pelvise ve daha sonra intrauterin ya­
şamın son 2 ayında inguinal kanal boyunca ilerleyerek
• Skuamöz hücreli karsinom glans ya da penis şaftında ül­
sere infîltratif lezyon olarak oluşur, inguinal lenf nodları-
skrotuma iner. Kriptorşidizm tanısını 1 yaşından önce
na yayılabilir ve nadiren de uzak metastaz gösterir. Olgu­ özellikle de erken doğan bebeklerde sağlıklı şekilde koy­
ların çoğu sünnetsiz erkeklerdir. mak zordur. Çünkü testislerin skrotuma tamamen in­
• Diğer önemli penil hastalıklar üretranın pozisyonu ile il­ mesi doğumda her zaman (aynı şekilde) olmamaktadır.
gili konjenital anomaliler (hipospadias, epispadias) ve inf- Erkek nüfusunun %1'inde 1 yaş civarında kriptorşidizm
lamatuar hastalıklarıdır (balanit, fimozis). mevcuttur. Vakaların yaklaşık %10'u bilateraldir. Olgula­
rın çoğunda kriptorşidizmin nedeni bilinmemektedir.
İnmemiş testisin atrofik hale gelmesi nedeniyle bilateral
kriptorşidizm steriliteye neden olur. Bununla birlikte
tek taraflı kriptorşidizm de kontrlateral inmiş testiste at-
rofi ile birlikte olup steriliteye yol açabilir. İnfertiliteye
ek olarak, inişteki yetmezlik 3-5 kat artmış testiküler
kanser riski ile de birliktelik gösterir. Tek taraflı kriptor-
şidizmi olan kişilerde, normal olarak inmiş karşı taraf
testisinde de bazı intrensek anormalliklerin kanser riski
artışında inişteki önemsiz kusurdan daha fazla sorumlu
olabüeceğini akla getirmektedir. Puberteden önce inme­
miş testisin skrotuma cerrahi yolla yerleştirilmesi (orşi-
opeksi) testiküler atrofi ihtimalini azaltır, kanser ve in-
fertilite riskini ortadan kaldırmaz, düşürür.
Kriptorşid testiste çoğu kere, pubertede bir dereceye
kadar atrofi bulunsa da yaşamın erken döneminde nor­
mal büyüklükte olabilir. Mikroskobik tubuler atrofi bul­
guları 5 ile 6 yaşlarında ortaya çıkar. Pubertede hyalini-
Resim 1 7 -2 Penis karsinomu. Glans penis ülsere ve infiltratif tüm ör zasyon mevcuttur. İntratubuler germ hücre neoplazi odağı
ile deforme görünümdedir. (ileride tartışılacak) kriptorşid testislerde bulunabilir ve
Skrotum, Testis ve Epididim 659

belki de bu organlarda daha sonra gelişecek tümörlerin bir anatomik defekt yoktur. Yetişkin tip torsiyon tipik ola­
kaynağı olacaktır. Kriptorşid testislerde görülenlere ben­ rak adolesaruarda görülür ve ani başlangıçlı testiküler
zer atrofik değişiklikler, kronik iskemi, travma, radyas­ ağrı ile karakterizedir. Neonatal torsiyonun tersine, ye­
yon, antineoplastik kemoterapi ve sirozda olduğu gibi tişkin tip torsiyon, testiste mobilite artışına ve "çan tok­
östrojen seviyesinin sürekli yükselişi ile bir arada olan mağı anomalisi" olarak adlandırılan anomaliye neden
durumları da içine alan birtakım diğer nedenlerle olabi­ olan bilateral anatomik defekt ile birliktedir. Sıklıkla
lir. Bununla beraber intratubuler germ hücre neoplazisi tahrip edici bir hasar olmaksızın oluşur ve uykudan
bu sonraki durumların bir sonucu değildir. uyandıran ani bir ağrı ile kendini gösterir.
Torsiyon, az sayıdaki ürolojik acil problemlerden biri­
dir. Testis ilk 6 saat içinde cerrahi olarak çıkarılır ve kord
elle düzeltilirse, testisin yaşaması için bir şans olabilir.
# ö z e t __________ Karşı taraf testiste de benzer olayın oluşumunu önlemek
Kriptorşidizm için, etkilenmemiş testis de cerrahi olarak skrotum içine
sabitlenir (orşiopeksi).
• Kriptorşidizm testisin karın boşluğundan skrotuma tam
olarak inmemesidir ve 1 yaşındaki erkek bebeklerin yak­
laşık %1 inde mevcuttur. Testis Neoplazileri
• İki taraflı, hatta bazı vakalarda tek taraflı kriptorşidizm
tubuler atrofi ve sterilite ile bir aradadır. Testis neoplazileri, yaklaşık 100,000 erkekte 6 oranında
• Kriptorşid testisin atrofik tubullerindeki intratubuler görülür. 15-34 yaşları arasında en sıktır. Testisin tümör­
germ hücre neoplazi odağından testiküler kanser oluşma leri, germ hücreli tümörler ve seks-kord stromal tümör­
riski 3-5 kat daha fazladır. Orşiopeksi sterilite ve kanser leri içeren heterojen yapıda bir tümör grubudur. Postpu-
riskini azaltır. bertal erkeklerde testiküler tümörlerin %95'i germ hücrele­
rinden kaynaklanır ve hepsi maligndir. Tersine, Sertoli ya
da Leydig hücrelerinden kaynaklanan tümörler (seks
kord-stromal tümörler) az görülür ve genellikle benign-
İltihabı Lezyonlar dir. Bu bölümün geri kalan kısmında testisin germ hüc­
re tümörlerine daha fazla yer ayıracağız.
Testisin iltihabi lezyonları testisin kendisinden çok, epi-
Testis neoplazilerinin sebebi bilinmemektedir. Testis
didimde bulunur. Testisin daha önemli iltihabi hastalık­
tümörleri siyah ırka göre beyazlarda daha yaygındır ve
larından bir kısmı zührevi (venereal) hastalıklarla bir
beyaz popülasyonda son dekadlarda insidensi artmıştır.
aradadır ve bu bölümde ilerde tartışılacaktır. Testiküler
Daha önce de belirtildiği gibi, kriptorşidizm inmemiş tes­
iltihabın diğer sebepleri nonspesifik epididimit ve orşit,
tiste kanser riskini üç ile beş kat yükselttiği gibi karşı taraf­
kabakulak ve tüberkülozdur. Nonspesifik epididimit ve
taki inmiş testiste de kanser riskini arttırır. Testis kanserli
orşit çoğunlukla testisin spermatik kordonunun lenfa­
vakaların yaklaşık %1 0 'unda bir kriptorşidizm hikayesi
tikleri veya vas deferensle testise yayılan, bir primer id­
vardır. Androjen duyarsızlığı sendromu ve gonadal dis-
rar yolu enfeksiyonu olarak başlar. Tutulan testis tipik
geneziyi içine alan interseks sendromları da testis kan­
olarak şiş ve ağrılıdır. Başlıca nötrofillerden oluşan ilti­
serleriyle artan sıklıkla bir aradadır. Aile öyküsü önem­
habi infiltrat içerir. Orşitis kabakulak enfeksiyonu geçiren
lidir, kardeşlerinde germ hücreli tümör olan bireylerde
erişkin erkeklerin ortalama %20'sinde görülür. Fakat ço­
risk, normal popülasyona göre muhtemelen kalıtsal risk
cuklarda nadiren ortaya çıkar. Etkilenen testis ödemli ve
faktörleri nedeniyle 8-10 kat artar. Bir testiste kanser gö­
konjesyonedir. Başlıca lenfoplazmositik bir iltihabı in-
rüldüğünde karşı testiste de neoplazi görülme riski be­
filtrasyon içerir. Ağır vakalar yaygın nekroz, seminifer
lirgin olarak yükselir. 1 2 'inci kromozomun kısa kolun­
epitelin kaybı, tubuler atrofi, fibrozis ve steriliteye ne­
daki bir izokromozom, 1 2 , i(1 2 p), histolojik tip ayırdet-
den olabilir. Enfeksiyonlar ve otoimün hastalıkları da
meksizin bütün germ hücreli tümörlerde bulunmuştur.
içeren bazı durumlar, testiste granülomatöz iltihabi bir
Bu kromozom anomalisiyle ilişkili gen(ler) yanısıra,
reaksiyon ortaya çıkartabilir. Bunlardan tüberküloz en
germ hücreli tümörlerin patogenezinde katkıda bulunan
sık görülenidir. Testisin tüberkülozu genellikle epididi­
diğer mutasyonlar süregiden araştırma konusudur.
mit ile başlar. Testis sekonder tutulur. Histolojik olarak
Çoğu testis tümörü, postpubertal erkeklerde in situ
başka yerlerde görülen aktif tüberkülozdaki gibi, granü­
lezyon olan intratubuler germ hücre neoplazisinden gelişir.
lomatöz iltihap ve kazeöz nekroz mevcuttur.
Bu lezyon kriptorşidizm, disgenetik gonadlar gibi tümör
gelişimi açısından yüksek riskli durumlarla birliktedir.
Vasküler Bozukluklar Bu in situ lezyonlar germ hücreli tümörlerde, bütün ol­
gularda makroskopik olarak "normal" komşu testis do­
Torsiyon ya da spermatik kordun kıvrılması, kalın du­ kusunda bulunabilir.
varlı ve daha esnek yapılı arterleri açık bırakan, tipik Testisin germ hücreli tümörleri seminomlar ve nonse-
olarak venöz drenajın obstrüksiyonuyla sonuçlanır. Tor­ minomatöz germ hücreli tümörler olarak sınıflandırılır­
siyon düzelmezse şiddetli vasküler tıkanıklık ve venöz lar (Tablo 17-1). Seminomlar, testiküler germ hücreli ne-
infarkt meydana gelir. İki tip testiküler torsiyon vardır. oplazilerin yaklaşık %50'sini oluşturur ve bazen "klasik"
Neonatal torsiyon, doğumdan önce veya doğumdan kısa seminom diye adlandırılarak daha az görülen spermato-
süre sonra meydana gelir. Oluşumunda ilişkili herhangi sitik seminomdan (ileride anlatılacak) ayrılırlar. Bunlar
660 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

Tablo 17-1 Testiküler Tümörlerin Özeti


En Sık Görüldüğü
Yaşlar Morfoloji
Seminom 40-50 Berrak sitoplazmalı uniform, poligonal hücrelerin Hastaların %10’unda HCG yüksektir
tabakaları; stromada lenfositler
Embriyonal karsinom 20-30 Az diferansiye pleomorfîk hücrelerin oluşturduğu Negatif (saf embriyonal karsinom)
kordonlar, tabakalar veya papiller yapılanmalar;
çoğu yolk sac ve koryokarsinom hücreleri içerir
Yolk sak tum or 3 Az diferansiye endotel benzeri, kübik veya Hastaların %90’ında AFP yüksektir
kolumnar hücreler
Koryokarsinom 20-30 Villüs yapılanması olmadan sitotrofoblast ve Hastaların %100’ünde hCG yüksektir
sinsityotrofoblast
Teratom Tüm yaşlar Değişik derecelerde diferansiyasyonlu, üç germ Negatif (saf teratom)
yaprağından oluşan dokular
Mikst tum or 15-30 Değişken, karışıma bağlı; sıklıkla teratom ve Hastaların %90’ında hCG ve
embriyonel karsinoma AFP yüksektir
A F P , a lfa f e t o p r o t e in ; h C G , h u m a n k o r y o n ik g o n a d o t r o p in .

histolojik olarak over disgerminomları ve santral sinir rasyonundaki minimal yükselmeden sorumludurlar. Bunla­
sistemi ile ekstragonadal alanlarda görülen germinom- rın varlığı prognozu etkilemez.
larla aynıdır. İsmen seminom ile ilişkili olmasına rağmen, sperm ato-
sitik sem inom klinik ve histolojik olarak farklı bir antite-
dir. Bu nadir görülen bir tüm ördür. Diğer testis tüm örleri­
ne göre daha yaşlı kişilerde oluşur; hastalar genellikle 65
MORFOLOJİ yaş ve üstündedir. Klasik seminomların tersine lenfositik in­
filtrasyon, granülomlar ve sinsityotrofoblastlar görülmez;
Germ hücreli tüm örlerin histolojik görünümü saf (ör. tek diğer germ hücreli tüm örlerle birlikte görülmez, intratubu-
histolojik tip içeren) ya da m ikst (olguların % 40’ında görü­ ler germ hücre neoplazisi içermez ve metastaz yapmaz.
len) olabilir. Sem inom lar büyük, yumuşak, iyi sınırlı, ge­ Tüm ör genellikle nodüller ya da tabakalar yapan, değişik
nellikle homojen, etkilenen testisin kesit yüzeyinden dışa boyutlardaki poligonal hücrelerden meydana gelir.
doğru kabarık gri-beyaz tüm örlerdir (Resim 17-3). Büyük Em briyonal ka rsin o m la r kötü sınırlı, kanama ve nek­
tüm örlerde, çoğu kez kanamasız olan, koagülasyon nekroz roz odakları içeren, invaziv kitlelerdir (Resim 17-5). Siste-
odakları bulunabilir. Mikroskobik olarak seminomlar gli­ mik metastazları olan hastalarda bile primer lezyonlar kü­
kojenden zengin, b e rra k sito p lazm alı ve belirgin çük olabilir. B a zo filik sito p lazm alı, hücre sın ırları be­
n u kleo lu sları o lan , y u v a rla k ç e k ird e k li, hücre sın ır­ lirsiz ve belirgin n ü kleo lu sları olan, bü yü k nukleus-
ları belirgin b ü yü k üniform hücrelerden o lu şu r (Re­ lu p rim itif g örünüşlü, b ü yü k hücrelerden o lu şu rlar.
sim 17-4). Hücreler sıklıkla fîbröz septumlarla ayrılan kü­ Neoplastik hücreler farklılaşmamış, solid tabakalar veya
çük lobüller şeklinde dizilir. Lenfositik bir infiltrasyon çok prim itif glandüler yapılar ve düzensiz papillalar içerebilir
kere bulunur ve bazen neoplastik hücreleri gölgeleyebilir. (Resim 17-6). Vakaların çoğunda yolk sak tümör, teratom,
Seminomlar iyi sınırlı olmayan bir granülomatöz iltihabi re­ koryokarsinom gibi germ hücre neoplazileri için karakteris­
aksiyon da içerebilir. Olguların %15’ inde sinsityotrofoblast- tik diğer paternler embriyonal alanlarla bir aradadır. Saf
lara rastlanır. Bu hücreler saf seminomlu bazı erkeklerde embriyonal karsinomlar tüm testis germ hücre tüm örleri­
serum insan koryonik gonotropin (hCG) hormon konsant­ nin sadece %2 ile %3’ünü oluşturur.

f • * y i ı •

* *
*. «M ♦ V *
#
i * * •» * ■ { «
* M ™ • %

** * _ d * ^ &

Resim 17-4 Testis seminomu. Mikroskopik incelemede, sınırları


Resim 17-3 Testis seminomu, iyi sınırlı, soluk, etsi karakterli, ho­ belirgin, çekirdekleri soluk, nukleolleri belirgin büyük hücreler ve
mojen kitle şeklinde görülmektedir. dağınık lenfositik infiltrasyon.
Skrotum, Testis ve Epididim 661

Resim 17-7 Yolk sak tümörü gevşek, mikrokistik doku ve geliş­


mekte olan glomerüle benzeyen papiller yapılanmalar gösterir
(Schiller-Duval cisimleri)

Resim 17-5 Embriyonal karsinom. Resim 17-3’te gösterilen semi-


nomun aksine, embriyonal karsinom kanamalı bir kitledir. K o ryo k arsin o m lar tro fo h la stik yönde diferansiasyon
gösteren pluripotent neoplastik germ hücrelerinden oluşan
tüm örlerdir. Makroskobik olarak, primer tüm örler sıklıkla
yaygın sistemik metastazları olsa bile, küçük, ele gelmeyen
Y o lk sa k tü m ö rleri 3 yaşından daha küçük çocukların lezyonlardır. Mikroskobik olarak, koryokarsinomalar s i-
en çok görülen prim er testis neoplazisidir, bu yaş grubun­ to tro fo b lastik diferansiyasyonu temsil eden, küçük kübik
da prognozu çok iyidir. Yolk sak tüm örleri, erişkinlerde en hücre tabakalarıyla karışık bir şekilde ya da bunları örten,
sık embriyonel karsinom ile birlikte görülür. Makroskobik sinsityotrofoblastik diferansiyasyonu temsil eden, bü­
olarak bu tüm ö rle r sıklıkla büyüktür ve iyi sınırlı olabilirler. yük çok sayıda, koyu, pleomorfîk nukleus içeren eozinofi­
Histolojk incelemede, alçak kübikten kolumnar epitelyal lik sinsityal hücrelerden oluşur (Resim 17-8). HCG horm o­
hücrelere varan hücrelerden oluşan mikrokistler, dantel nu serumda yükselir ve özellikle sinsisyotrofoblastik hücre­
benzeri (retiküler) patern, tabakalar, glandlar ve papiller lerin sitoplazmasında uygun immünohistokimyasal boyalar­
yapılar izlenir (Resim 17-7). Schiller- D u v a l c is im le r i ola­ la gösterilebilir.
rak adlandırılan, prim itif glomerüllere benzeyen yapıların T erato m lar somatik yönde diferansiyasyon gösteren
varlığı ayırtedici bir özelliğidir. Tümörlerde sıklıkla immü- neoplastik germ hücrelerinden meydana gelir. Bu tüm örler
nohistokimyasal tekniklerle gösterilen alfa fetoprotein kesit yüzeyleri sıklıkla kistler ve ayıtedilebilir kıkırdak alan­
(AFP) ve alfa 1-antitripsin içeren eozinofilik hyalen globul- ları içeren sert kitleler oluşturur. Bunlar, infantil dönemden
ler bulunur. Daha sonra bahsedilecek olan AFP serumda yetişkin çağa, herhangi bir yaşta görülebilirler. Teratomla-
da saptanabilir. rın saf formları infant ve çocuklarda daha yaygındır ve yolk

Resim 17-8 Koryokarsinom. Santral nukleuslu (sağ üstte, ok başı)


Resim 17-6 Embriyonal karsinom. Primitif gland benzeri yapılan­ sitotrofoblastlar ve multipl koyu nukleuslar içeren, eozinofilik sito-
malar ve indiferansiye hücrele tabakaları. Çekirdekler iri ve plazmalı sinsisyotrofoblastik hücreler (ok, orta) mevcuttur. Nekroz
hiperkromatiktir. ve hemoraji belirgindir.
662 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Iraktus

sak tüm örü nd en sonra ikinci sıklıkta görülür. Erişkinlerde hücreli olmayan elemanlar testis dışına yayıldığında kem ote-
saf te ra to m la r nadirdir, germ hücreli tü m ö rle rin % 2-3’ünü rapiye yanıt vermemesi ve tedavi için te k um udun metasta­
o lu ş tu ru r ve çoğunlukla e m b ri/o n a l karsinom lar gibi diğer zın lokal rezektabl olmasıdır.
h isto lo jik tiplerle b irlikte görülürler.Teratom lar, fib rö z ya
da m iksoid strom a içine yerleşmiş nöral doku, kas dem et­
leri, kıkırdak ve skuamöz epitel adaları, tiro id bezi benzeri
yapılar, bronşial epitel, barsak duvarı parçaları veya beyin
dokusu gibi diferansiye hücre veya organoid yapıların hete­
rojen ve gelişigüzel biçimde toplanmasından oluşur (Resim
K linik Ö ze llikle r
17-9). D o ku la r m atür (erişkindeki çeşitli dokulara benzer
özellikte) ya da im m atür (fötal ya da em briyonel dokularla Testisin germ hücreli tümörlerinde hastalarda sıklıkla
o rta k histolojik özellikleri paylaşacak şekilde olabilir. Pre­ (hidroseldekine benzemeyen) translusens vermeyen ağ­
pubertal erkeklerde te ra to m la r tip ik olarak benign iken, rısız kitle vardır. Testis neoplazmmda biyopsi, tümör ya­
postpubertal erkeklerde m atür, im m a tü r elemanları içerip yılması riski taşır ve orşiektomiye skrotum derisi eksiz-
içerm ediğine bakılmaksızın, metastaz yapabilme kapasitesi­ yonunun eklenmesini gerektirir. Bu nedenle solid testis
ne sahip olup malign karakterdedir. kitlelerinde, malignite varsayımı nedeniyle, standart te­
Ö verde yaygın olarak görülen derm oid ve epiderm oid davi radikal orşiektomidir. Bazı tümörler, özellikle de
kistle r (Bölüm 18) testiste nadirdir. Bu tü m ö rle r yaşa bakıl­ nonseminomatöz olanlar ele gelen kitle yokken bile tanı
maksızın benign seyir gösterdikleri için terato m olarak dü­ anında yaygın metastaz yapmış olabilirler.
şünülm em elidirler. Seminomlar ve nonseminomatöz tümörler davranış
N adiren, te ra to m içinde germ hücreli olmayan tü m ö rle r
ve klinik seyir açısından farklıdır. Seminomlar sıklıkla
gelişebilir. Bu fenom ene “ terato m da malign transform as­
uzun bir süre testiste sınırlı kalır ve tanı konulmadan önce
yo n ” denir. Bu tü m ö rle r skuam öz hücreli karsinom odağı,
oldukça büyüyebilir. Metastazlar özellikle üst lomber
müsin salgılayan adenokarsinom ya da sarkom olabilir. Te­
bölgede, en çok iliak ve paraaortik lenf düğümlerinde ta­
ratom da gelişen germ hücre dışı malignitenin önemi, germ
nımlanır. Hematojen metastazlar geç evrede görülür.

Resim 1 7 -9 Teratom . Testis te ra to m u endoderm al, m ezoderm al ve ektoderm al kökenli m atü r hücreler içerir. A - D , Aynı tüm örden d ö rt
farklı alan, nöral (ekto d e rm a l) (A ) , glandüler (endoderm al) (B ), kıkırdak (m ezoderm al) (C ) ve skuamöz elemanları (D ) içermektedir.
Prostat 663

Bunun tersine, nonseminomatöz germ hücre neoplazileri minomatöz tüm örler hem lenfatikler hem de kan damar­
daha erken dönemde hem lenfatik hem de hematojen yol­ larıyla erken yayılıma eğilimlidir.
la metastaza eğilimlidirler. Hematojen metastazlar en çok • hCG sinsisyotrofoblastlarca oluşturulur. Koryokarsino-
karaciğer ve akciğerleredir. Metastatik lezyonlar histolo­ malarda ve sinsisyotrofoblastların bulunduğu seminom-
jik olarak primer testis tümörüyle aynı olabileceği gibi larda daima yükselmiştir. AFP yüksekliği yolk sak tüm ör
diğer germ hücreli tümörleri de içerebilir. komponentini gösterir.
Germ hücreli tümörler tarafından salgılanan tümör
belirteçlerinin değerlendirilmesi iki yönden önemlidir; bu
belirteçler (bazı belirgin klinik ve morfolojik özellikleri
ile birlikte Tablo 17-1 özetlenmiştir) tanısal açıdan yar­
P R O S TA T
dımcıdır, fakat esas önemli rolleri tanı sonrası tümörle­
rin tedaviye cevabını izlemektir. Human koryonik gona­ Prostat biyolojik olarak farklı bölümlere ayrılabilir, bun­
dotropin (hCG), koryokarsinomlu hastalarda serumda lardan en önemlileri periferik ve geçiş (transisyonel)
daima yüksektir. Sito ve sinsityotrofoblastik hücreler zonlarıdır (Şekil 17-10). Herbir alandaki proliferatif lez-
içeren diğer germ hücreli tümörlerde de minimal yük­ yonlarm tipleri de farklıdır. Örneğin, hiperplastik lez­
selme gösterebilir. Alfa fetoprotein (AFP) artışı, testikü- yonlar ençok iç transisyonel zondan kaynaklanırken,
ler neoplazmda yolk sak lcomponentinin olduğunu gös­ karsinomlar (%70-80 oranında) periferik zonlardan geli­
terir. Laktat dehidrojenaz (LDH) düzeyleri tümör yükü şir. Normal prostat, iki hücre tabakalı glandlar içerir. Ba­
ile ilişkilidir. sıklaşmış epitelden oluşan bazal tabakayı kolumnar sek-
Testis germ hücre neoplazilerinin tedavisi kemoterapi retuar epitel hücre tabakası örter. Çevre prostatik stro­
için olağanüstü bir başarı öyküsüdür. Birleşik Devlet- ma düz kas ve fibröz dokunun karışımından meydana
ler'de her yıl kabaca 8000 yeni testis kanseri görülse de, gelir. Prostat, enfeksiyöz, inflamatuar, hiperplastik ve
400 erkekten azının hastalıktan öleceği tahmin edilmek­ neoplastik hastalıklar tarafından tutulur. Klinik olarak
tedir. Şu da bir gerçek ki Lance Amstrong yaygın metas- bunların en önemlisi prostat kanseridir.
tazlı testis kanseri tedavisinden sonra Tour de France bi­
siklet yarışını yedi defa kazanarak rekor kırmıştır. Semi-
Prostatit
nom belirgin şekilde radyoterapiye duyarlıdır ve uzun
süre lokalize kalma eğiliminde olup, en iyi prognoza sa­ Prostatit dört kategoriye ayrılır: (1) akut bakteriyel prosta­
hiptir. Erken evredeki hastaların %95'den fazlasında kür tit (olguların %2-5'i), diğer akut üriner trakt enfeksiyon-
olabilir. Nonseminomatöz germ hücre tümörleri arasın­
da, histolojik alt tip prognozu önemli ölçüde etkilemez,
dolayısıyla bu tümörler bir grup olarak tedavi edilirler.
Yaklaşık %90'ı agresif kemoterapi ile komplet remisyona
girebilir ve çoğu tamamen iyileşir. Saf koryokarsinoma
çok kötü prognozludur. Ancak mikst germ hücreli tü­
mörlerin küçük bir parçası olduğunda prognozu o kadar
kötü etkilemez. Tüm testis tümörlerinde, nüksler, ki ti­
pik olarak uzak metastazlar şeklindedir, genellikle teda­
viden sonraki ilk 2 yıl içerisinde ortaya çıkar.

O ÖZET
Testis Tümörleri
• Testis tüm örleri ağrısız testis büyümelerinin en çok rast­
lanan sebebidir. İnmemiş testis ve gonadal disgenezide
artmış sıklıkta görülürler.
• Germ hücreleri testis tüm örlerinin %95’inin kaynağıdır.
Geri kalanları Sertoli ya da Leydig hücrelerinden kaynak­
lanır. Germ hücreli tüm örler tek bir histolojik yapıdan
oluşabilir (vakaların %60’ı) veya mikst yapıdadırlar (%40).
• Testis tüm örlerinin en çok rastlanan “ saf” histolojik pa-
ternleri seminom, embriyonal karsinom, yolk sak tüm ö­
rü, koryokarsinom ve teratomdur. Mikst tüm örler en sık
Resim 17-10 Erişkin prostatı. N o rm a l prostat birkaç farklı bölge
embriyonal karsinom, teratom ve yolk sak tüm örü baş­
içerir; bunlar santral zon (C Z ), p e rife rik zon (P Z ), geçiş zonu (T Z )
ta olmak üzere birden fazla eleman içerirler. ve p e riüretral zondur. Birçok karsinom , organın p e rife rik gland-
• Klinik olarak testis tüm örleri iki gruba ayrılabilir: semi- larmdan gelişir ve sıklıkla rektum un parm akla muayenesi sırasında
nomlar ve nonseminomatöz tümörler. Seminomlar uzun palpe edilebilir. Bunun aksine nodüler hiperplazi daha m erkezi
bir süre testise sınırlı kalırlar ve başlıca para-aortik lenf olarak yerleşmiş bezlerden kaynaklanm aktadır ve karsinom lara
düğümlerine yayılırlar-uzak metastaz enderdir. Nonse­ göre, erken dönem de idrar yolu obstrüksiyonu oluşturm a olasılığı
daha yüksektir.
664 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

larla ilişkili aynı organizmalar tarafından meydana gelir; Benign Prostat Hiperplazisi
(2) kronik bakteriyel prostatit (olguların %2-5'i) de sık (Nodüler Hiperplazi)
rastlanan üropatojenler tarafından meydana gelir; (3)
kronik nonbakteriyel prostatit ya da kronik pelvik ağrı send- Benign prostat hiperplazisi (BPH) is oldukça yaygın bir du­
romu (olguların %90-95'i), lokal semptomların varlığına rumdur. 40 yaşın üzerindeki çok sayıdaki erkekte görü­
rağmen üropatojen tespit edilmez; (4) asemptomatik inf- lür. Sıklığı yaşla artar sekizinci dekatta %90'lara ulaşır.
lamatııar prostatit (insidansı bilinmiyor), üropatojen ol­ BPH hem epitelyal, hem de stromal elemanların prolife-
maksızın prostat sekresyonunda insidental olarak sapta­ rasyonu ile karakterize olup, glandm büyümesi bazı olgu­
nan lökositlerin varlığı ile birliktedir. larda üriner obstrüksiyonla sonuçlanır. BPH'm sebebi ta­
Akut ya da kronik prostatit semptomları olan erkek­ mamıyla anlaşılamasa da gelişimlerinde, epitelyal ve stro­
lerde genellikle biyopsi yapılmadığı için bulgular nons- mal elemanların aşın androjen-bağımlı çoğalmasının önemli
pesifiktir ve tedavide yardımcı değildir. Granülomatöz bir rolünün olduğu açıktır. BPH puberteden önce kastre
prostatitli hastalar haricinde spesifik bir etyoloji saptan­ edilen erkeklerde ve androjen aktivitesi bloke olan gene­
mayabilir. Birleşik Devletlerde, en yaygın sebep yüzeyel tik hastalıklı erkeklerde ortaya çıkmaz. 5a-redüktaz tip
mesane kanseri tedavisi için mesane içine uygulanan 2 'nin etkisiyle, prostatta testesterondan sentezlenen di-

BCG aşısıdır (bacille Calmette-Guerin). BCG zayıflatıl­ hidrotestosteron (DHT) prostat büyümesinin ana medya-
mış tüberküloz suşudur ve prostatta sistemik tüberkü­ törüdür DHT, prostat epitel ve stroma hücrelerinin büyü­
lozdan farksız bir histoloik görünüme neden olur. Disse- me ve sağkalımmı destekleyen genlerin ekspresyonunu
mine prostat tüberkülozu batı dünyasında nadir görülür. düzenleyen nükleer androjen reseptörlerine bağlanır.
Fungal granülomatöz prostatit tipik olarak sadece im- Testesteron da androjen reseptörlerine bağlanıp büyüme­
miinbaskılanmış olgularda izlenir. Nonspesifik granülo­ yi stimule etmesine rağmen, DHT 10 kat daha güçlü etki
matöz prostatit nispeten daha sıktır ve parçalanan pros­ gösterir. Prostatik büyümenin neden olduğu alt idrar yo­
tat duktus ve asinüslerinden çıkan sekresyona karşı ge­ lu obstrüksiyon semptomları a a-adrenerjik reseptörler
lişen bir reaksiyondur. Cerrahi sonrası prostatik granü- aracılığı ile meydana gelen prostatik düz kas kontraksi-
lomlar da gözlenebilir. yonu ile şiddetlenebilir.

K lin ik Ö z e llik le r
Klinik olarak, akut bakteriyel prostatit ateş, titreme ve di-
züri (ağrılı idrar yapma) ile birliktedir ve komplikasyon
olarak sepsis gelişebilir. Rektal incelemede prostat has­ M ORFOLOJİ
sas ve yumuşaktır. Kronik bakteriyel prostatit genellikle
BPH daima prostatın iç transisyonel zonunda oluşur. Tutu­
arada aseptomatik dönemleri olan, tekrarlayan üriner
lan pro sta t büyümüş, tip ik olarak 60-100 gram arasında
enfeksiyonlarla birliktedir. Alt sırt ağrısı, dizüri ve peri­
ağırlıkta, kesit yüzeyinden kabaran, iyi sınırlı nodüller içerir.
neal ve suprapubik rahatsızlık ile kendini gösterir. Akut (Resim 17-11) N o d ü lle r solid g ö rün ebilir ya da dilate glan­
ve kronik bakteriyel prostatitin her ikisi de antibiyotik­ duler yapılar nedeniyle kistik boşluklar içerebilir. Ü re tra hi-
lerle tedavi edilir. Kronik nonbakteriyel prostatitin (kronik perplastik no dü lle r tarafından basıklaşır ve sıklıkla dar b ir
pelvik ağrı sendromu) tanısı zordur. Bu hastalarda Ulu­ yarık halini alır. Bazı olgularda proksim al pro sta tik üretra-
sal Sağlık Enstitüsü Kronik Prostatit Semptom İndeksi da, epitelin hemen altındaki hiperplastik strom al ve glandu-
(NIH-CPSI) çalışmasının tamamlanması, rektal tuşe ile le r yapılar lümene doğru sarkarak, üretrayı tıkayan, top gi­
muayene, idrar analizi ve prostat masajından önce, ma­ bi, saplı polipoid kitle meydana getirirler.
saj sırasında ve sonra idrar ve prostat sıvısının toplanma­ M ikro skopik olarak hiperplastik nodüller değişen oran­
sı gerekir. Bu tür örnek toplama tekniği mesane ve üret- larda glanduler yapılar ve fibro m üskü ler stromadan meyda­
radan kontaminasyonunu önler ve enfeksiyonun yoklu­ na gelir. H iperplastik glandular, periferinde basıklaşmış ba­
ğunda (lökositlerin varlığı ile) prostatik inflamasyonun zal hücrelerin izlendiği uzun kolum nar epitelle döşelidirler
dokümantasyonunda kullanılır. Kronik pelvik ağrı send­ (Resim 17-12). G landuler lümen sıklıkla k o r p o r a a m ila -
romu için kanıtlanmış bir tedavi yoktur. sea olarak adlandırılan yoğunlaşan p ro te in ö z sekretuar
materyal içerir.

Q ÖZET
Prostatit
K lin ik Ö z e llik le r
• Bakteriyel prostatit akut ya da kronik olabilir ve sebebi E. Patolojik olarak BPH'ı olan erkeklerin sadece % 10'unda
co li ve idrar yolu enfeksiyonlarına neden olan diğer gram
klinik bulgular görülür. BPH'm iç tabakada gelişmesi se­
negatif basillerdir.
bebiyle en yaygın bulgular alt idrar yolu tıkanıklığı ile iliş­
• Kronik nonbakteriyel prostatit (kronik pelvik ağrı send­ kilidir Bunlar idrar akışının başlamasındaki zorluk ve
romu olarak da bilinir), kronik bakteriyel prostatitle ben­
boşalma sırasında idrar akışındaki aralıklı kesilmeler
zer semptomlar göstermesine rağmen etyolojisi bilin­
şeklindedir. Bu semptomlar sıklıkla mesane irritasyonu
mez ve antibiyotiklere cevap vermez.
belirtisi, idrar sıkışıklığı, sık ve gece işemeleriyle birlik­
• Granülomatöz prostatit, hem enfeksiyöz hem de nonen-
tedir. Benzer semptomlar, hem kadın hem de erkekler­
feksiyöz multifaktöryel etyolojiye sahiptir.
de üretral darlıklar ya da bozulmuş mesane detrüsör kas
Prostat 665

Q ÖZET
Benign Prostat Hiperplazisi
• BPH stromal ve glandüler elemanların benign proliferas-
yonudur. Testosteron türevi bir androjen olan D H T pro-
liferasyonun en büyük hormonal uyarıcısıdır.
• BPH en çok prostatın iç periüretral bölgesini etkiler ve
nodüller prostatik üretrayı sıkıştırır. Mikroskobik olarak
nodüller değişen oranda stroma ve gland elemanları içe­
rir. Hiperplazik glandlar iki hücre tabakasıyla örtülüdür,
içte kolumnar ve dışta basıklaşmış bazal hücrelerden olu­
şan tabaka.
• İdrar tutukluğu, idrara çıkamama, gece idrara kalkma ve
idrar akımının bozulması şeklindeki klinik belirtiler etki­
lenen hastaların %10’unda görülür. Kronik obstrüksiyon
tekrarlayıcı idrar yolu enfeksiyonlarına öncülük eder.
A ku t üriner obstrüksiyon ortaya çıkabilir.

Prostat Karsinomu
Prostatın adenokarsinomu, esas olarak 50 yaş üstü er­
keklerde oluşur. Erkeklerde en sık görülen kanserdir,
2009'da Birleşmiş Devletler'deki erkek kanserleri ara­
Resim 17-11 Prostatın nodüler hiperplazisi. Yarık şeklinde lümen-
li ü re tra /ı komprese eden iyi sınırlı nodüller. sında sıklığı %25 olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte
ölüm oranı akciğer kanserinden daha az, kolorektal
kanserle eşit oranda olup tüm kanser ölümlerinin
%9'undan sorumlu tutulmuştur. Dahası son dekadlarda
kontraktilitesine bağlı olarak da görülür. Kronik tıkanık­ prostat kanserinden ölüm oranında belirgin düşüş ol­
lığa bağlı mesanede idrar kalması, idrar yolu enfeksiyon­ muştur.
larının riskini artırır. Bazı erkeklerde BPH'a bağlı tam tı­ Bu göreceli iyilik hali tarama nedeniyle (ileride anlatı­
kanıklık gelişmesi, ağrılı mesane distansiyonuna ve te­ lacak) hastalığa tanı konmasındaki artış ile ilişkilidir, fa­
davi edilmezse hidronefroza neden olur (Bölüm 13). kat etkili bir taramanın nasıl yapılacağı tartışmalıdır. Bu
Başlangıç tedavisi farmakolojiktir. Hedefe yönelik ajan­ paradoks prostat kanserinin doğal seyrinin belirgin
larla DHT inhibe edilir (Finestride) ya da alfa adrenerjik farklılıklar göstermesine bağlıdır, ki hemen ölümle so­
blokörlerle (Flomax) düz kas gevşemesi sağlanır. Değişik nuçlanan çok agresif olabileceği gibi, klinik olarak çok
cerrahi teknikler medical tedaviye dirençli şiddetli önemsiz, ılımlı bir seyir de gösterebilir. Gerçekte, pros­
semptomatik hastalarda uygulanır. tat kanseri başka nedenlerle ölen erkek otopsilerinde

Resim 17-12 Prostatın nodüler hiperplazisi. A , Küçük büyütm ede alanın s a ğ tarafında iyi sınırlı bir nodül ile s o l tara fta üretranın b ir kısmı
görülm ektedir. N o d ü le r hiperplazi vakalarının diğer b ir bölüm ünde nodülaritenin nedeni, glandlardan çok strom al proliferasyondur. B,
Büyük büyütm ede papiller çıkıntılar içeren, geniş, hiperplastik glandların m orfolojisi görülm ektedir.
666 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

yaygın olarak görülür ve çoğu erkek prostat kanserin­ tasyonlar genellikle onkojenik P İ3 K /A K T sinyal yolağı­
den değil prostat kanseri ile ölür. Şu an için "kötü aktör" nın aktivasyonuna yol açarlar; bunların en yaygını, PI3K
olacak tümörleri kesin olarak tespit etmek mümkün de­ aktivitesini frenleyen tu m o r sü presö r gen olan P T E N
ğildir. Bazı erkekler erken tanı ve tedavi sayesinde, hiç genini in aktive eden m utasyonlardsr.
kuşkusuz, prostat kanserinden ölmekten kurtulurken,
bazılarında da klinik olarak önemsiz olan tümörlerde
"kür" sağlanır.

) M ORFOLOJİ
PATO G EN EZ Klinik olarak saptanan karsinomların çoğu m akroskopik
olarak görülm ez, ilerlem iş lezyonlar komşu gland dokusu
Klinik ve deneysel gözlemler, prostat kanserinin patogene-
ile düzensiz sınır oluşturan, gri beyaz se rt lezyonlardır. (Re­
zinde androjenler, heredite, çevresel fa k tö rle r ve edinsel
sim 17-13)
som atik m utasyonların rolü olduğunu gösterm ektedir.
H isto lojik incelemede, lezyonların çoğu belirgin gland
• A n d ro je n le r m erkezi öneme sahiptir. Puberteden ön­ yapılarından oluşan o rta derecede diferansiye adenokarsi-
ce kastre edilen erkeklerde prostat kanserinin gelişme­
nomalardır. G landlar tip ik olarak benign glandlardan daha
mesi, androjenlerin kanserin geliştiği “ top ra ğı” sağladığı­
küçük olup, te k sıralı Uniform yapıda küboidal ya da alçak
nı gösterm ektedir. A nd rojenlerle olan bu bağ, tanı kon­
kolum nar epitel ile döşelidir, benign glandlarda gözlenen
muş kanserli hastalarda kimyasal veya cerrahi kastrasyo-
bazal tabaka izlenmez. Benign glandların tersine, malign
na cevap olarak tü m ö rü n gerilemesi ile de pekişmiştir.
glandlar bir arada kalabalık g ö rü n ü rle r ve kara kte ristik ola­
D ikka t çekici olan, anti androjen tedaviye cevapsız
rak dallanma ve papiller yapılanman yoktu r. T ü m ö r hücre­
olan tü m ö rlerd e, sık lık la horm onların yokluğun­ lerinin sitoplazmaları soluk-berrak (benign hücrelerdeki gi­
da bile androjen resep tö rlerin in , hedef genlerini bi) ile am fofilik (koyu m o r) arasında değişir. Nukleuslar bü­
aktive etm esine o lan ak tanıyan «dinsel m utas- yümüş, b ir ya da daha fazla belirgin nukleol içerir. (Resim
yonBarın varlığıdır. Dolayısıyla, antiandrojen tedaviye 17-14). Genellikle b ir m ikta r nükleer bo yut ve şekil farklılı­
rağmen tekrarlayan tü m ö rle rd e , tü m ö rle rin yaşamaları ğı görülür, ancak pleo m orfizm belirgin değildir. M itoz na­
ve büyümeye devam etm eleri androjen reseptörleri ta­ dirdir. Grade arttıkça, düzensiz ya da karmaşık glandüler
rafından düzenlenen gen ürünlerine bağlıdır. Bununla
yapılar, k rib rifo rm glandüler, hücre tabakaları ve te k hücre
b irlikte pro sta t kanseri, norm al prostat gibi ayakta kala­
infiltrasyonları görülür. O lguların yaklaşık % 8 0’ inde, karsi-
bilm ek için androjenlere bağlı iken, androjenlerin karsi-
nom için çıkarılan dokuda yüksek dereceli pro sta tik intra-
nogenezin başlamasındaki ro lle ri konusunda kanıt yo k­
epitelyal neoplazi (P İN ) olarak adlandırılan p re kü rsö r lez­
tur. yonlar bulunur.
• Hereditenin de katkısı vardır, zira prostat kanserli has­ Prostat kanseri 1967’de o rta ya konmuş, 2 0 0 5 ’te revize
taların birinci derece akrabaları arasında risk artışı söz
edilmiş olan Gleason Sistem ile derecelendirilir. Bu sisteme
konusudur. Prostat kanseri insidansı İskandinav ülkele­
göre, prostat kanserlerinin diferansiasyonu glandüler pa-
rinde yüksek, siyahlarda en yüksek, AsyalIlarda düşük­
te rn le r esas alınarak beş dereceye (grade) ayrılır. G rade 1
tür. Tüm G enom ilişkilendirm e Çalışmaları (G W A S ) risk
tü m ö rle r iyi diferansiye tü m ö rle rd ir, grade 5 tü m ö rle r
artışı ile ilişkili genetik varyantları ortaya çıkarm ıştır ki
glandüler diferansiyasyon gösterm ez. Çoğu tü m ö r birden
bunlardan biri de 8q24 krom ozom daki M Y C onkogeni-
fazla patern içerir, p rim e r grade’ i dom inant patern ve se-
nin yakınındaki b ir varyanttır. Bu varyant A frik a kökenli
konder grade’ i sonra en çok görülen patern belirler. İki nü-
erkeklerde prostat kanser insidansının artışı ile ilgili gö­
rünm ektedir. Benzer şekilde Am erikalı beyaz erke kle r­
de 1q24-q25 nolu krom o zom d a prostat kanseri gelişi­
minde ilişkili b ir duyarlılık loküsü vardır.
• Çevre de prostat kanseri gelişiminde rol almaktadır. Ja­
ponya’dan Birleşik D e vletle r’e göç edenlerde hastalık in-
sidansının A m e rik a ’da doğanlarda görülm e insidansın-
dan düşük olması b ir göstergedir. A sya’da da diyet batı-
lılaştıkça klinik pro sta t kanseri insidansının dünyanın bu
bölgesinde arttığı görülm ektedir. Bununla b irlikte pros­
ta t kanseri ile spesifik diyet kom ponentleri arasındaki
ilişki açık değildir.
• EdinseB so m atik m utasyo n lar, diğer kanserlerdeki
gibi hücre transform asyonlarının esas yöneticileridir. So­
m atik m utasyonların önem li b ir sınıfı genlerin yeniden
düzenlenm eleri ile oluşan, TM PRSS2 geninin androjenler
tarafından düzenlenen p ro m o te r’ ı ve ETS ailesi transk­
ripsiyon fa k tö rle rin in (en yaygın olanı ERG) kodlandığı
sekansları içeren füzyon genleridir. T M P R S S 2 -E T S fü z­
yon genleri prostat kanserlerinin yaklaşık % 4 0-5 0’sin-
de oluşur. ETS transkripsiyon fa k tö rle rin in kontrolsüz Resim 17-13 Prostat adenokarsinomu. Karsinomlu doku arka
şekilde artm ış ekspresyonunun, p ro sta tik epitelyal hüc­ tarafta görülmektedir (sol alt). Kontralateral kısımdaki süngerimsi
re diferansiasyonunu aksatması m üm kündür. D iğer m u­ görünümlü benign periferik alanın aksine kanserli dokunun solid ve
beyaz renkli olduğuna dikkat ediniz.
Prostat 667

de sıktır ve tipik olarak osteoblastik (kemik-üreten) lez­


yonlar şeklinde radyonüklid kemik taramalarında saptana­
bilir. Prostat görüntüleme çalışmaları, kötü spesifite ve
sensitiviteleri nedeniyle erken prostat kanserini sapta­
mada tanısal yaralılıklarını sınırlamaktadır.
PSA ölçümü, prostat kanserinin tanı ve tedavisinde
kullanılan en önemli testtir fakat ileride tartışılacağı gibi
bir dizi sınırlamalar göstermektedir. PSA prostatik epite-
lin bir ürünüdür ve normalde semenle birlikte sekrete
edilir. Ejakülasyondan sonra oluşan seminal koagulu-
mun parçalanıp eritilmesini sağlayan bir serin proteaz-
dır. Bazı rehberlerde 2,5 ng/ml değerin üstü anormal sayıl­
makla birlikte, çoğıı laboratuvarda 4 ng/ml serum PSA düze­
yi normal ile anormali ayıran eşik değer olarak kabul edilir.
PSA taraması prostat kanserlerinin erken tanısını sağla­
yabilir, ancak çoğu prostat kanseri yavaş büyür ve klinik
olarak önemsiz olup, tedavi gerektirmez. Ek olarak, pros­
tat kanser tedavileri sıklıkla erektil disfonksiyon ve in-
kontinans gibi önemli komplikasyonlara neden olabilir.
PSA'nın sınırlamalarından birinin nedeni de PSA'nın or­
gana spesifik olması, ancak kansere spesifik olmamasıdır.
BPH, prostatit, prostatik infarktlar, prostata uygulanan
işlemler ve ejakülasyon bile serum PSA düzeylerini artı­
rabilir. Aksine, prostata sınırlı prostat kanserli olguların
%20-40'ında PSA düzeyleri 4ng/ml ve altındadır. Bu prob­
lemlerin bilinmesi, PSA düzeylerini tahmin ve yorumla­
mada, testin spesifite ve sensitivitesini artırmayı amaçla­
yan çeşitli düzenlemeler getirmiştir. PSA'nın doğru de­
ğerlendirilmesi için bir yaklaşım, prostatı büyüten du­
rumlarda (örneğin BPH) yüksek PSA düzeyini, hesapla­
nan hacime göre düzeltmektir, ikinci olarak yaşa göre
değişen referans aralıkları belirlemektir. Üçüncüsü de
Resim 17-14 A , Büyük benign glandlar arasına sıkışmış küçük
zaman içinde seri ölçümlerle PSA düzeyindeki değişim­
glandlar şeklinde prostat adenokarsinomu görülmektedir B, Daha
büyük benign gland (yukarıda) ile karşılaştırılan koyu sitoplazmalı, leri değerlendirmektir. Prostat kanseri olan erkekte, ol­
belirgin nükleollü ve iri nüveli hücrelerle döşeli çok sayıda küçük mayana göre PSA artış oranı daha yüksektir. Serum
malign glandların büyük büyütmedeki görünümleri. PSA düzeylerinde belirgin bir artış, PSA "normal" sınır­
lar içerisinde olsa bile, araştırmayı gerektirir. Son ola­
rak, PSA sadece serumda plazma proteinlerine bağlı
m e rik grade toplanarak Gleason skoru oluşturulur. T ü m ö r­ olarak bulunmaz, ayrıca küçük bir kısmı da serbest ola­
ler sadece b ir patern içeriyorsa, p rim e r ve sekonder grade- rak bulunur. Serbest PSA'nın oranı (serbest PSA/total
ler aynıdır ve sayı iki ile çerpılır. En iyi diferansiye tü m ö rle r­ PSA) prostat kanserli erkeklerde benign prostat hastalığı
de Gleason’ a göre skor 2 (1 + 1 ) ve en kötü diferansiye tü­ olanlara göre daha düşüktür.
m örlerde skor 10 (5 + 5 )’dur. Kanser tanısından sonra PSA'nın seri ölçümleri tedavi­
ye cevabı değerlendirmede büyük önem taşır. Örneğin, lo-
kalize hastalık için yapılan radikal prostatektomi ya da
K linik Ö ze llikle r radyoterapiden sonra PSA düzeyinin yükselmesi tekrar­
Karsinomlarm küçük bir kısmı BPH için yapılan transü- layan ya da yayılmış hastalığı gösterir.
retral rezeksiyonla çıkarılan prostat dokularında sapta­ Klinik olarak lokalize prostat kanserinde kullanılan
nır. Prostat kanserlerinin %70-80'i dıştaki (periferik) en yaygın tedaviler, radikal prostatektomi ve radyoterapi­
glandlardan kaynaklanır ve rektal dijital muayenede sert dir. Radikal prostatektomi sonrası prognoz, patolojik ev­
düzensiz nodüller olarak palpe edilir. Bununla birlikte, re, cerrahi sınırların durumu ve Gleason grade'ine bağlı­
çoğu prostat kanseri küçük, nonpalpabl, asemptomatik dır. Gleason graded, klinik evre ve serum PSA düzeyleri
lezyonlar şeklinde olduğundan serum PSA (prostat spe­ radyoterapi sonrası klinik sonucun önemli belirleyicileri
sifik antijen) yüksekliğini (ileride anlatılacak) araştırmak haline gelir. Çoğu prostat kanseri ılımlı ve yavaş seyir
için yapılan iğne biyopsilerinde saptanır. Periferik loka- gösterdiği için, yaşlı erkeklerde aktif gözetim "uyanık
lizasyonu nedeniyle başlangıç evrelerinde prostat kanse­ bekleme" uygun bir yaklaşımdır. Belirgin komorbiditesi
ri BPH'dan daha az üretral obstrüksiyona neden olur. olan (eşlik eden başka hastalık) hastalar, hatta serum
Lokal ileri evre kanserler sıklıkla veziküla seminalis ve PSA düzeyi düşük, biyopside düşük dereceli tümörü olan
prostatın periüretral zonlarma infiltrasyon gösterir ve bazı genç erkeklerde bile aym şekilde davranılabilir. İler­
komşu yumuşak dokulara, mesane duvarına veya (daha lemiş metastatik karsinom, orşiektomi ya da farmakolo­
nadir olarak) rektuma yayılabilir. Kemik metastazları, jik orşiektomi etkisi oluşturan sentetik luteinizan hor­
özellikle aksiyal iskelet tutulumu hastalığın geç evresin­ mon releasing hormon (LHRH) agonistleri uygulanmak
668 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

suretiyle androjen yoksunluğu yaratılarak tedavi edilir. şur. Olguların en azından bir bölümü, IgG4 salgılayan
Antiandrojen tedavi remisyonu indüklemesine rağmen, plazma hücrelerinden zengin fibroinflamatuar lezyonlar
androjen-bağımsız klonlar er-geç ortaya çıkar ve hızlı ile ilişkili serum IgG4 yüksekliği ile karakterize, yeni ta­
progresyon ve ölüme yol açarlar. Daha önce belirtildiği nımlanmış antite ile ilişkilidir (Bölüm 4). Etkilenen alan­
gibi, bu mutant klonlar normal prostatta androjene ba­ lar pankreas, retroperiton ve tükürük bezleridir. Diğer
ğımlı olan çoğu geni eksprese etmeye devam ederler. vakalar ilaç maruziyeti (ergot türevleri, adrenerjik bloke
ediciler) ya da malign hastalıklar (lenfomalar, üriner ka­
nal karsinomları) dır. Bununla birlikte, olguların çoğun­
Ö ZET da aşikar bir sebep bulunmaz ve primer ya da idiopatik
olarak kabul edilir (Ormond Hastalığı).
Prostat Karsinomu
• Prostat karsinomu 65-75 yaşlan arasındaki yaşlı erkekle­ Mesane
rin yaygın bir kanseridir. Klinik olarak önem arzeden, ag-
resif hastalık Amerika’da siyahlarda beyazlardan daha Non-neoplastik Hastalıklar
çok görülürken, klinik olarak önemsiz, okkült (gizli) has­ Mesane divertikülü, mesane duvarının cep gibi çıkıntı
talığın oranı her iki ırkta eşittir. oluşturmasıdır. Divertikül konjenital olabileceği gibi,
• Prostat karsinomları, hastaya zararı olmayan, sessiz gi­ daha çok benign prostat hiperplazisi gibi ısrarlı üretral
dişten, agresif, ölümcül tüm örlere kadar farklılıklar gös­ obstrüksiyon yapan edinsel sebeplerle ortaya çıkar. Di-
terir.
vertiküllerin çoğu küçük ve asemptomatik olmasına rağ­
• Prostat karsinomlarında en yaygın edinsel mutasyonlar, men bazen üriner staz ve enfeksiyonlara yol açabilir.
TPRSS2-ETS füzyon genleridir ve PI3K /A K T sinyal yolağı­
Sistit bir çok formda görülür. Çoğu olgu mesanenin
nı aktive eden mutasyonlardır.
nonspesifik akut ya da kronik inflamasyonlarından kay­
• Prostat kanserlerinin çoğu, glandın dış, periferik kısmın­
naklanır. Bakteriyel sistitin en yaygın etyolojik ajanları
dan gelişir ve rektal muayenede palpabl olabilmelerine
koliform bakterilerdir. Siklofosfamid gibi sitotoksik anti-
rağmen, günümüzde çoğu nonplpabldır.
tümör ilaç tedavisi alan hastalarda bazen hemorajik sis­
• Mikroskopik olarak, değişen derecelerde diferansiasyon
tit gelişir. Adenovirüs enfeksiyonu da hemorajik sistit
gösteren adenokarsinomlardır. Neoplastik glandlar tek
nedenleri içindedir. Morfolojik görünümlerine ve sebep­
sıralı hücrelerle döşelidir.
lerine göre çeşitli sistit varyantları tanımlanmıştır.
• Prostat kanserinin gradelemesi Gleason sistemiyle yapıl­
maktadır ve hastalığın evresi ve prognozu ile koreledir. • İnterstisyel sistit (kronik pelvik ağrı sendromu), kadın­
• Lokal kanserlerlerin çoğu klinik olarak sessizdir ve yaşlı larda en sık rastlanan, persistan ağrılı kronik sistit formu­
erkeklerde rutin PSA konsantrasyonlarının ölçülmesiyle dur. İntermittan, sıklıkla şiddetli, suprapubik ağrı, sık
saptanır. Kemik metastazları sıklıkla osteoblastik tipte ve acil idrara çıkma isteği, bakteriyel enfeksiyon bul­
olup ileri evre prostat kanserinde görülür. gusu olmaksızın hematüri ve dizüri ile karakterizedir
• Serum PSA ölçümü taramada faydalıdır ancak yanlış ne­ ve sistoskopik olarak mesane mukozasında noktasal
gatif ve yanlış pozitif sonuçları nedeniyle kusursuz değil­ kanamalar (glomerülasyonlar) ve çatlaklar görülür.
dir. Tedavi sonrası ilerleyen ya da tekrarlayan hastalığı iz­ Histolojik bulgulan nonspesifiktir. Geç evrede kont-
lemek için PSA konsantrasyonlarının değerlendirilmesi rakte mesaneye yol açan transmural fibrozis görülebi­
büyük önem taşır. lir.
• Malakoplaki makrofajlarm fagositik ve degradasyon
fonksiyonlarındaki defektler sonucu ortaya çıkan en
çok da mesane mukozasında görülen bir hastalıktır.
ÜRETER, MESANE VE ÜRETRA Makrofajlardaki fagozomlar sindirilmemiş bakteri
Renal pelvisler, üreterler, mesane ve üretra ürotelyum ürünleri ile aşırı yüklenir. Makrofajlarm parçalı ve
ile döşelidir. Mukozanın hemen altında lamina propria membranöz bakteriyel artıklarla dolu fagozomlar içe­
ve daha derinde muskularis propria (detrüsör kas) var­ ren geniş granüler sitoplazmaları vardır. Ayrıca, mak-
dır ve bunlar mesane duvarını oluşturur. rofajlar içindeki genişlemiş lizozomlarda kalsiyum
depolanması ile oluşan tabakalanmış mineralize taş­
ların varlığı tipiktir. Bunlara Michaelis-Gutmann cisim­
Üreter leri denir.
Üreteropelvik bileşke (junction) (lİPJ) darlığı, konjenital bir • Polipoid sistit mesane mukozasının irritasyonu sonu­
bozukluktur ve hidronefroza neden olur. Genellikle in- cunda oluşan inflamatuar durumdur. Belirgin submu-
fantlarda ve çocukluk çağında erkeklerde yaygındır. In­ kozal ödem nedeniyle ürotelyum, lümene doğru bul-
fant ve çocuklardaki hidronefrozun en sık sebebidir (Bö­ böz polipoid uzantılar oluşturur. Polipoid sistit klinik
lüm 13). ve histolojik olarak papiller ürotelyal karsinom ile ka­
Ureterin primer malign tümörleri renal pelvis, kaliksler rışabilir.
ve mesanedekine benzer ve çoğu ürotelyal karsinomdur. Mesanede değişik metaplastik lezyonlar da oluşabilir.
Retroperitoneal fibrozis üreteral daralma veya tıkanık­ Ürotelyum lamina propria içine doğru büyümesi kesit­
lığın nadir bir nedenidir. Retroperitoneal yapıları tümüyle lerde ada şeklinde görülebilir (Brunn adaları). Bu adala­
kaplayıp hidronefroza neden olan fibröz proliferatif-inflama- rın santral kısmında epitel hücreleri küboidalden ko-
tuar bir proçestir. Bu hastalık orta ya da ileri yaşlarda olu­ lumnara farklılaşıp boşluklar oluşabilir (sistitis glandula-
Ureter, Mesane ve Uretra 669

ris), bu boşluklar kistik hal alabilir (sistitis sistika); ya da


intestinal mukozaya benzeyen goblet hücreleri içerebilir
(intestinal ya da kolonik metaplazi). Hasara yanıt olarak
ürotelyum skuamöz metaplaziye gidebilir, ancak bu görü­
nüm kadınlarda trigonda sıklıkla rastlanan normal gli-
kojenize skuamöz epitelden ayrılmalıdır.

Neoplaziler
Papillom- invaziv
Mesane kanseri Birleşik Devletler verilerine göre tüm papiller karsinom papiller karsinom
kanserlerin %7 ve kansere bağlı ölümlerin %3'ünden so­
rumludur. Mesane kanserlerinin büyük çoğunluğu
(%90) ürotelyal karsinomlardır. Mesane kanseri kadınla­
ra göre erkeklerde, gelişmekte olan ülkelere göre en­
düstriyel toplumlarda ve kırsal yerleşime göre şehirde
yaşayanlarda daha sık görülmektedir. Hastaların %80'i Fiat noninvaziv Fiat invaziv
50-80 yaş arasındadır. Squamoz hücreli kanser mesane karsinom karsinom
kanserlerinin %3-7'sini oluşturur ancak şistozomiazisin
Resim 17-15 invaziv ürotelyal karsinomun prekürsör lezyonları.
endemik olduğu ülkelerde daha sıktır. Tipik olarak aşırı
keratinizasyon gösterirler ve neredeyse tüm olgularda
kronik mesane irritasyonu ve enfeksiyon ile birliktedir.
Mesanenin adenokarsinomları nadirdir ve gastrointesti­
bulunmayabilir, bu tip olgularda öncü lezyonun yüksek de­
nal sistem adenokarsinomlarına benzerlik gösterir. Bir
receli invaziv kısım tarafından kaplandığı varsayılır.
kısmı mesanenin kubbesindeki urakal kalıntılardan kö­
Noninvaziv papiller ürotelyal neoplaziler değişken bir
ken alır veya yaygın intestinal metaplazi ile birlikte görü­
atipi gö sterirle r ve biyolojik davranışlarını yansıtacak şekil­
lür.
de derece len dirirle r (Tablo 17-2). Bu tü m ö rle r en yaygın
kullanılan derecelendirm e sistemine göre: ( 1 ) papillom ;

o PATO G EN EZ
Mesane kanseri bazı nadir d u ru m la r dışında ailesel özellik
( 2) d ü şü k m alignite potansiyelli pap iller ürotelyal
neoplazi (P U N LM N P ); (3) d ü şü k dereceli papiller
ü ro telyal karsinom ve (4 ) y ü k se k dereceli papiller
ü ro telyal karsinom olarak sınıflanır (Resim 17-17). Bu
gösterm ez. Ü rotelyal karsinom un meydana gelmesindeki e kzo fitik papiller neoplaziler tamamen benign olan ve kar­
en önem li sebepler sigara tü k e tim i, değişik çevresel sinom gelişme riski olmayan inverted ü ro telyal papil-
karsin o jen lere m aruz kalma ve Mısır gibi Schistosoma lom dan ayırt edilmelidir.
haem atobium enfeksiyonunun endem ik olduğu bölgelerde CIS, düz ürotelyum içinde sitolojik olarak malign hücre­
yaşam sürm ektir. Şistozomia enfeksiyonuna bağlı gelişen ler bulunması olara k tanımlanır (Resim 17-18). Yüksek de­
kanserlerin zem ininde diğer pe kçok farklı kanserde de gö­ receli papiller ürotelyal karsinom lardaki gibi, CIS tü m ö r
rüldüğü gibi k ro n ik inflamasyon vard ır (Bölüm 5). Mesane hücrelerinin b irb iriyle bağlantısı zayıftır. Bu, malign hücrele­
karsinogenesisi için oluşturulan b ir modelde tü m ö r baskı­ rin idrara dökülmesine yol açar, böylece sitoloji ile saptana-
layıcı genler olan 9p ve 9q delesyonu ile tü m ö rü n oluştu­
rulduğu, bunun yüzeyel papiller b ir tüm öre yol açtığı, az bir
kısmında da TP53 mutasyonu ve invazyon gelişebildiği öne
sürülm üştür. İkinci b ir yolak ise muhtemelen TP53 mutas-
yonları ile başlar ve önce in situ karsinoma, daha sonra da
kro m o zo m 9 kaybı ile invazyon gelişir. Yüzeyel tü m ö rle rin
genetik farklılaşmalarında, fib ro b la st büyüme fa ktö rü re­
sep tör 3 (FGFR 3) m utasyonları, Ras yolağının aktivasyonu
(mesane kanseri Ras onkogen mutasyonlarının aktive oldu­
ğu ilk insan neoplazisi olarak gösterilm iştir) ve daha nadir
olarak kasa invaze tü m ö rle rd e sıklıkla TP53 ve RB, retinob-
lastom tü m ö r baskılayıcı gende fonksiyon kaybı mutasyon-
ları rol oynamaktadır.

M ORFOLOJİ
invaziv ürotelyal karsinom lar için iki belirgin öncü lezyon
tanım lanm ıştır (Resim 17-15). En sık görüleni noninvaziv
papiller tü m ö rd ü r (Resim 17-16). D iğer öncü lezyon karsi­
nom a in situdur (CIS) ve aşağıda tanımlanmıştır, invaziv
mesane kanserli olguların yaklaşık yarısında öncü lezyon Resim 17-16 Mesanede papiller ürotelyal karsinomun, mercanı an­
dıran sistoskopik görünümü.
670 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

mU
I

î"v* <r 'S** * r ^

Resim 17-17 Non invaziv düşük dereceli papiller ürotelyal karsinom. Büyük büyütmede (sağ) dağınık m itotik figürlerle hafif düzensiz nük-
leuslar gösterilmektedir (ok).

bilirler. CIS genellikle çok odaklıdır ve bazen mesane yüze­ zer klonal anormallikleri içerir. Buna göre, bu yineleme­
yinin büyük bölüm ünü kaplayabilir veya ü re te rle re ve üret- ler orijinal tümörün aynı kökten yeni alanlara saçılması
raya yayılabilir. Tedavi edilm ediğinde CIS olgularının %50- ve implantasyonu ile oluşan gerçek yinelemelerdir. Yük­
7 5 ’ i kasa invaze kansere ilerler. sek dereceli papiller ürotelyal karsinomlar eşzamanlı ya
Papiller ürotelyal kanser (genellikle yüksek dereceli) ve­ da sonradan ortaya çıkan invaziv ürotelyal karsinom ile
ya CIS ile ilişkili iiwasiw ürotelyal kanserBer9 lamina sıklıkla ilişkili iken, daha düşük dereceli papiller ürotel­
propriayı yüzeyel olarak invaze edebilir veya daha derine, yal neopalzmlar sık olarak yineler, ancak invazyon sey­
altındaki kasa uzanırlar. Biyopsi örneklem elerinde invazyo- rektir (Tablo 17-2).
nun sınırlarının tam belirlenememesi önem li bir problem ­ Mesane kanseri tedavisi, tümörün derece ve evresine
dir. İıtvazyonun derinliği ve yayılıma (evrelem e) ilk ve lezyonun papiller ya da yassı (düz) oluşuna dayanır.
tam sırasın d ak i en önem li p ro g n ostik fak tö rd ü r. Yüksek dereceli olmayan, küçük, lokalize papiller tü­
Hemen hemen tüm infiltran tü m ö rle r yüksek derecelidir. mörlerde başlangıçta uygulanan transiiretral rezeksiyon
hem tanı koydurucu, hem de terapötik olarak yeterlidir.
Nüks ve progresyon açısından yüksek riskli tümörleri
olan hastalarda, tüberküloz basilinin bacille Calmette-
K lin ik Ö z e llik le r
Guerin (BCG) denen zayıflatılmış suşlarmm mesane içi
Mesane tümörleri genellikle ağrısız hematiiri ile ortaya aşılamasından oluşan immiinoterapi uygulanır. BCG ti­
çıkar. Ürotelyal tümörü olan, derecesi ne olursa olsun pik bir granülomatöz reaksiyon oluşturur ve böylelikle
eksizyon sonrasında yeni tümörler geliştirme eğilimin­ efektif lokal antitümör immün yanıtı da tetikler. Hasta-
dedir ve yinelemeler yüksek dereceli olabilir. Yineleme
riski, tümör boyutu, evre, derece, çok odaklılık, mitotik
indeks ve displazi birlikteliği ve/veya çevresindeki mu­
kozada CIS varlığı gibi farklı faktörlere bağlıdır. Yinele­
yen tümörlerin pek çoğu orijinal lezyondan farklı bir
yerden kaynaklanır, ancak başlangıçtaki tümör ile ben-

Tablo 1 7 -2 invazyon Göstermeyen Papiller Ürotelyal Tüm örler

Eş Zamanlı
T üm ör Tekrarlama İnvazyon İlerleme Ö lüm
Papillom Nadir Yok Nadir* Yok
PUNLMP % 30 Yok %2 Yok
LGUC % 45 <1 0 % % 8 -1 0 % 2-3
HGUC % 45 % 80’e varan % 30 % 20
H G U C , y ü k s e k d e r e c e li p a p ille r ü r o t e ly a l k a r s in o m ; L G U C , d ü ş ü k d e re c e li
p a p ille r ü r o t e ly a l k a r s in o m ; P U N L M P , m a lig n ite p o ta n s iy e li b e lir s iz p a p ille r
ü r o t e ly a l n e o p la z i Resım 17-18 Büyük hiperkromatik nükleusları olan karsinoma in
* im m ü n s is te m i b a s k ıla n m ış h a s ta la rd a n a d ir o la r a k ile r le m e g ö r ü le b ilir .
situ (CIS) ve bir m itotik figür (ok).
Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşan Hastalıklar 671

lar yaşamlarının geri kalan kısmında sistoskopi ve idrar yonu en çok görülen STD'lerdir, fakat bunların CDC'ye
sitolojilerinin incelenmesiyle takip edilir. Radikal sistek- ihbarı gerekmemektedir. HIV enfeksiyonu, HPV enfek­
tomi tipik olarak 1 ) muskülaris propriayı invaze eden tü­ siyonu, hepatit B ve E. histolitika ile oluşan enfeksiyonlar
mörlerde; 2) BCG'ye dirençli CIS ya da yüksek dereceli gibi, bu antitelerin bir kısmı diğer bölümlerde tartışıla­
papiller kanserlerde; 3) BCG'nin tumor hücreleri ile te­ caktır.
mas edemeyeceği, prostatik üretraya ve prostatik duk-
tuslara uzanan CIS vakalarında uygulanır. İlerlemiş me­ Sifiliz
sane kanseri ise, tedavi edici değil, ancal palyatif olan
Sifiliz ya da lues, sebebi Treponema pallidum spiroketi
kemoterapi ile tedavi edilir.
olan kronik veneryal bir enfeksiyondur. İlk defa 16. yüz­
yılda Avrupa'da Great Pox diye bilinen epidemi şeklinde
CİNSEL İLİŞKİ YO LU YLA BULAŞAN tanınmıştır, sifiliz dünyanın her yerinde endemik bir en­
HASTALIKLAR (SEXUALLY feksiyondur. Birleşik Devletler'de, her sene yaklaşık 6000
TRANSM ITTED DISEASES) (STD’ler) vaka rapor edilmektedir, ancak bu sayı 2 0 0 0 'den beri art­
maktadır. Örneğin, 1 0 yaş ve üzeri kadınlarda primer ve
Cinsel ilişki yoluyla bulaşan hastalıklar (STD'ler) yüzyıl­ sekonder sifiliz 2004 yılında 100.000'de 0.8 iken, 2009 yı­
lardır insanlığı tehdit etmektedir. Global olarak her sene lında 100.000'de 1.5'e yükselmiştir. Irklar arasında bü­
yaklaşık 15 milyon yeni STD vakası ortaya çıkar, bunla­ yük bir oransızlık vardır: Afrika kökenli Amerikalılar be­
rın 4 milyonu 15 ile 19 yaşlar arasını, 6 milyonu 20 ile 24 yazlardan 30 defa daha fazla etkilenmektedir.
yaşlar arasını etkilemektedir. Birleşik Devletler'de, Has­ T. pallidum doğal konakçısı yalnızca insanlar olan bir
talık Kontrol ve Koruma Merkezleri'ne (Centers for Dise­ organizmadır. Erken dönemdeki sifilizde (primer veya
ase Control and Prevention) (CDC) ihbarı zorunlu olan sekonder) genellikle enfeksiyonun kaynağı, seksüel
başlıca 10 enfeksiyöz hastalıktan 5'i klamidyal enfeksi­ partnerdeki bir kütanöz ya da mukozal lezyon ile temas­
yon, gonore, kazanılmış immün yetmezlik sendromu tır. Organizma bu lezyonlardan, seksüel ilişki sırasında,
(AIDS), sifiliz ve hepatit B gibi STD'dir (Tablo 17-3). Bir­ enfekte olmayan partnerin deri veya müköz membran-
leşik Devletler'de, genital herpes ve genital HPV enfeksi­ larmdaki küçük defektten geçer. T. pallidum, özellikle

Table 1 7 -3 Seksüel Geçişli Başlıca Hastalıkların Sınıflaması

Patojen İlişkili H astalıklar—C in siye t dağılımı

E rkek H e r ikisi Kadın


Virüsler

Herpes simplex virus Primer ve tekrarlayan herpes,


neonatal herpes
Hepatitis B virus Hepatitis
Human papillomavirus Penis kanseri (bazı Condyloma acuminatum Servikal displazi ve kanser, vulvar
olgular) kanser
insan immünyetmezlik virüsü Edinsel immün yetmezlik
sendromu

Klamidyalar
C h la m y d ia tr a c h o m a t is Ü re trit, epididimit, Lymphogranuloma venereum Üretral sendrom, servisit, bartolinit,
p ro k tit salpenjit ve sekeli

Mycoplasmalar
U r e a p la s m a u re a ly tic u m Ü re trit Servisit

B akteriler
N e is s e r ia g o n o r rh o e a e Epididimit, prostatit, Ü retrit, p ro ktit, farenjit, yaygın Servisit, endometrit, bartolinitis,
üretral darlık gonokokkal enfeksiyon salpenjit ve sekeli (infertilite, ektopik
gebelik, tekrarlayan salpenjit)
T r e p o n e m a p a llid u m Sifiliz
H a e m o p h ilu s d u c r e y i Şankroid
C a ly m m a t o b a c t e r iu m g r a n u lo m a tis Granuloma inguinale (donovanosis)
S h ig e lla spp. Enterokolitis*
C a m p y lo b a c t e r spp. Enterokolitis*
Protozoa
T ric h o m o n a s v a g in a lis Ü re trit, balanit Vaginitis
E n t a m o e b a h is to ly tic a Amebiasis*
G ia rd ia la m b lia Giardiasis*
* E r k e k le r ile s e k s y a p a n e r k e k p o p ü la s y o n u n d a ç o k ö n e m lid ir.
V e r ile r K r ie g e r J N : B io lo g y o f s e x u a lly t r a n s m it t e d dise a se s. U r o l C lin N o r t h A m 1 1 :1 5 , 1 9 8 4 ’d e n g ü n c e lle n m iş tir.
672 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

EV R E P A TO LO Jİ liz, kardiyovasküler sistemde, santral sinir sisteminde ya


Şankr da daha az sıklıkla diğer organlarda lezyonlarm gelişi­
miyle dikkat çeker. Hastalığın daha sonraki dönemle­
rinde spiroketlerin gösterilebilmesi daha zordur ve has­
Palmar döküntü
talar, hastalığın primer ya da sekonder evresine göre da­
Lenfadenopati
Condylom a latum ha az bulaştırıcıdırlar. HIV enfeksiyonlu hastalarda sifi­
liz sık görülür. Diğer tüm ülseratif genital hastalıklarda­
Nörosifiliz: Meningovasküler ki gibi sifiliz H lV'm geçişini hızlandırır ve HIV sifilizin
Tabes dorsalis
ilerlemesini uyarır.
Genel parezi
Aortit: Anevrizmalar
Aort kaçağı
Gomlar: Hepar lobatum
Deri, kemik, diğerleri M O R FO LO Jİ
Sifilizde başlıca m ikro sko b ik lezyon plazm a Sıücrelerin-
G eç dönem düşüğü veya erken doğum den zengin b ir iltihabi infiltrasyonun e şlik ettiği
proliferatif b ir e n d a rte ritisd ir. E nd arterit sifilizin etki­
Döküntü lediği tüm alanlarda doku hasarında esas rolü oynar, fakar
Osteokondrit
Konjenital Infantil: Periostit patogenezi tam anlaşılamamıştır; spiroketlerin d ire k t ola­
___:_:_______ Akciğer ve karaciğerde ra k konak dokularına zara r verdiğini gösteren hiçbir kanıt
fibrozis yoktu r. Bunun yerine perivasküler fibrozis ve lümen daral­
masına yol açan, e n da rte ritin başlıca özelliği olan endotelyal
interstisyel keratit
- ► Ç ocukluk Hutchinson dişleri hücre aktivasyonu ve proliferasyonundan konağın immün
Sekizinci sinir sağırlığı yanıtının sorum lu olduğu düşünülm ektedir. Spiroketler
standart gümüş boyaları (W a rth in -S ta rry boyası gibi) kulla­
Resim 1 7 -1 9 Sifilizin çok yönlü belirtileri.
nıldığında, erken lezyonlarm histolojik kesitlerinde iyi bir
şekilde gösterilebilir. Tersiyer sifilizde geniş parenkim al ha­
sar alanları b ir gom oluşumuyla sonuçlanır. G om elastik
bağ dokusu ile çevrelenen, düzensiz se rt b ir n e k ro tik doku­
maternal enfeksiyonun erken dönemlerinde plasenta
dur. M ikro sko b ik incelemede gom, santralinde koagülatif
yoluyla anneden fetüse de geçebilir.
ne kroz içerir, lenfositler, plazma hücreleri, aktive m akrofaj-
Organizma, vücuda girince, lezyonlar primer inokü-
lar (epiteloid hücreler), seyrek dev hücrelerinden oluşan
lasyon alanında görülmeden önce bile, hızla lenfatikler karışık b ir iltihabi hücre topluluğu ve en dışta ince fîb röz
ve kan yoluyla uzak alanlara yayılır. Bu geniş çaplı yayı­ doku ile çevrelenir.
lım hastalığın belirtilerinin nedeni olup (Resim 17-19),
yetişkinlerde primer, sekonder, tersiyer evrelere ayrılır.
Enfeksiyondan sonraki 9-90 gün (ortalama 21. günlerde)
arasında, spiroket giriş noktasında şankr olarak adlandı­
P r im e r S ifiliz
rılan bir primer lezyon, ortaya çıkar. Organizmaların
sistemik yayılımının olduğu bu dönemde konakta im- Sifiliz şankrı karakteristik olarak serttir ve Haemophilus
mün bir yanıt oluşmaya başlar. İki tip antikor oluşur: ko­ ducreyi’den kaynaklanan şankr olan "yumuşak şankr"-
nağa karşı reaksiyon veren antikorlar (nontreponemal dan ayırmak için "sert şankr "olarak isimlendirilmiştir
antikorlar) ve spesifik treponemal antijenlere karşı anti­ (ileride anlatılacak). Erkeklerdeki primer şankr genellik­
korlar. Bununla beraber, bu hümöral tepki organizmala­ le penistedir. Kadınlarda çoğunlukla vajinada ya da ser-
rın ortadan kaldırılmasında başarısız kalır. viks uteride birden çok şankr bulunabilir. Şankr küçük,
Primer sifilizin şankrı 4 ila 6 hafta süren bir dönem­ sert bir papül olarak başlar giderek büyür, sınırları sert
den sonra kendiliğinden iyileşir ve sekonder sifiliz gelişi­ ve düzgün, tabanı "temiz" ve ıslak, ağrısız bir ülsere dö­
miyle beraber tedavi edilmeyen hastaların %25'inde gö­ nüşür, (Resim 17-20). Bölgesel lenf nodları sıklıkla hafif­
rülmeye devam eder. Yaygın lenfadenopati ve değişik çe büyümüş ve sert, fakat ağrısızdır. Ülserin histolojik
mulcokütanöz lezyonları içeren sekonder sifilizin bulgu­ incelemesi daha önceden tanımlandığı gibi lenfositik ve
ları ileride detaylı anlatılacaktır. Primer ve sekonder sifili­ plazmasitik iltihabi infiltrasyon ile proliferatif vasküler
zin mukokütanöz lezyonları çok sayıda spiroket içerir ve ile­ değişiklikler gösterir. Primer şankr tedavi edilmese bile,
ri derecede bulaşıcıdır. Sekonder sifilizin lezyonları, belirsiz bir skar oluşturarak birkaç haftalık bir periyod
şankrda olduğu gibi, herhangi spesifik antimikrobiyal sonrasında iyileşir.
tedavi olmadan iyileşir, bu durumdaki hastalara erken
latent faz sifilizli denilir. Birleşik Devletler Halk Sağlığı S e k o n d e r S if iliz
Servisi, erken latent sifilizin tarifini enfeksiyondan sonra Şanlcrm rezolüsyonundan yaklaşık 2 ay sonra sekonder
1 yıllık dönem olarak sınırlandırmıştır. Hastalığın bu fa­ sifilizin lezyonları ortaya çıkar. Sekonder sifilizin belirti­
zında mukokutanöz lezyonlar tekrarlayabilir. leri değişkendir, fakat yaygın lenfnodu büyümesi ile deği­
Sifilizi tedavi edilmeyen hastalar sonra hastalığın şik mukokütanöz lezyonlarm bir araya gelmesi tipiktir. De­
asemptomatik, geç latent fazına girerler. Vakaların yakla­ ri lezyonları çoğunlukla simetrik olarak dağılır ve maku-
şık üçte birinde, 5 ila 20 yıl içinde, yeni semptomlar or­ lopapüler, pul pul ya da püstüler olabilir. El ayalarının ve
taya çıkabilir. Bu geç semptomatik faz ya da tersiyer sifi­ ayak tabanlarının tutulumu sıktır. Anogenital bölge, kasık-
Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşan Hastalıklar 673

Resim 17-20 A , Skrotumda sifiliz şankrı.


Tipik olarak bu lezyon, ülserasyon ol­
masına rağmen ağrısızdır ve kendiliğinden
iyileşir. B, Şankrın histolojik özellikleri
derinin skuamöz epiteli altında diffüz plaz­
ma hücre infiltrasyonu içerir.

lar ve aksilla gibi nemli deri bölgelerinde kondilomata la­ ancak HIV enfeksiyonu ile birlikte olduğunda görülme
ta olarak adlandırılan, geniş tabanlı, yüzeyden kabarık sıklığı artmaktadır. Bu konu bölüm 22'de detaylı olarak
lezyonlar görülebilir (HPV'nin neden olduğu kondiloma tartışılmıştır. "Benign" tersiyer sifiliz nadirdir, değişik
aküminatum ile karıştırılmamalıdır, Bölüm 18 ve 23). alanlarda gomlarm gelişimiyle karakterlidir. Bu lezyon-
Kondiloma lata'ya benzeyen yüzeyel mukozal lezyonlar larm aciliyeti, gecikmiş tip aşırı duyarlılık gelişimi ile
herhangi bir yerde oluşabilir, fakat özellikle ağız boşlu­ ilişkili olmasıdır. Gomlar en yaygın kemikte, deride, üst so­
ğunda, farinkste ve dış genital bölgede sıktır. lunum yollarının müköz membraıılannda ve ağızda oluşur,
Hastalığın sekonder dönemindeki mukokütanöz lez- ancak herhangi bir organı tutabilir. Gomlarda spiroketler
yonlarm histolojik incelemesinde bir lenfoplazmasitik ilti- nadiren gösterilebilir. Bir zamanlar yaygın olan gomlar
habi infiltrasyonun eşlik ettiği karakteristik proliferatif en­ neyse ki, penisilin gibi etkili antibiyotiklerin gelişimiyle
darteritis görülür. Mukokütanöz lezyonlarda spiroketler son derece ender olmaya başlamıştır. Bu lezyonlar günü­
sıklıkla bol miktarda bulunur, bu nedenle de mukoküta­ müzde çoğunlukla AIDS'li hastalarda bildirilmektedir.
nöz lezyonlar bulaşıcıdır. Lenf nodülü büyümesi en çok
boyun ve inguinal bölgelerde bulunur. Büyümüş nodül- Konjenital Sifiliz
lerin histolojik incelemesinde, plazma hücrelerinin sayı­ T. pallidum, gebeliğin herhangi bir döneminde enfeksi-
sında artışın eşlik ettiği germinal merkezlerin hiperpla- yonlu bir anneden plasenta yoluyla fetüse geçebilir. Bu­
zisi ya da daha az sıklıkla granülomalar veya nötrofiller laşma olasılığı, spiroketlerin en çok olduğu, hastalığn erken
görülür. (primer ve sekonder) dönemlerinde en fazladır. Maternal
Sekonder sifilizin daha az rastlanan bulguları hepatit, hastalığın belirtilerini değerlendirmek zor olabileceğin­
renal hastalık, göz hastalığı (iritis) ve gastrointestinal den, enfeksiyonlu gebeliklerin tümünde, sifiliz için rutin
anormallikler şeklindedir. Sekonder sifilizin mukoküta­ serolojik test yapılması zorunludur. Konjenital sifilizin ti­
nöz lezyonları birkaç hafta içinde iyileşir, bu noktada pik belirtileri gebeliğin dördüncü ayından sonrasına ka­
hastalık yaklaşık 1 yıl süren erken latent faza girer. Lez­ dar gelişmez. Tedavi uygulanmadığında, dördüncü ayın
yonlar bu latent dönemin herhangi bir zamanında tek­ sonrasında tipik olarak, enfekte bebeklerin %40 kadarı
rarlayabilir ve bu lezyonlar çok bulaşıcıdır. uterus içinde ölürler. 2003-2008 yılları arasında Birleşik
Devletler'de konjenital sifiliz insidansı %23 artmıştır.
Tersiyer Sifiliz Konjenital sifilizin ortaya çıkışı ölü doğum, infantil si­
Tersiyer sifiliz, genellikle 5 yıl ya da daha fazla süren la­ filiz ve geç (tardif) konjenital sifiliz şeklindedir. Ölü do­
tent bir dönemin ardından, tedavi edilmeyen hastaların ğan bebekler arasında en çok görülen bulgular hepato-
yaklaşık 1/3'ünde gelişir. Sifilizin bu döneminin komp­ megali, kemik anormallikleri, pankreasta fibrozis ve pnömo-
likasyonları kardiyovasküler sifiliz, nörosifiliz ve benign nitisdir. Karaciğerde sıklıkla ekstramedüller hematopoez
tersiyer sifiliz olarak isimlendirilen üç büyük kategoriye ve portal alan iltihabı görülür. Kemiklerdeki değişiklik­
ayrılır. Bunlar tek tek ya da değişik kombinasyonlar şek­ ler uzun kemiklerde iltihap ve osteokondral eklemde
linde görülebilir. Kardiyovasküler sifiliz, sifilitik aortit ve bozulmalar ve seyrek olarak kafatasının yassı kemikle­
tersiyer hastalık vakalarının %80'den daha fazlasından rinde kemik resorbsiyonu ve fibrozis şeklindedir. Akci­
sorumludur; erkeklerde kadınlardan çok daha fazla gö­ ğer, alveoler septumlarda iltihabi hücreler ve fibrozis ol­
rülür. Sifilitik aortitin morfolojik ve klinik özellikleri Bö­ ması nedeniyle sert ve soluk olabilir (pnömonia alba).
lüm 9'da daha ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. Nörosifiliz, Spiroketler doku kesitlerinde kolayca gösterilebilir. Kon­
tersiyer sifiliz vakalarının yaklaşık %1 0 'unu oluşturur, jenital sifilizli olgularda plasenta büyük, soluk ve ödem-
674 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

lidir. Mikroskopide fetal damarlarda proliferatif endarte­ Serolojik yanıt, sifilize eşlik eden HIV enfeksiyonu
ritis, mononükleer inflamatuar reaksiyon (villitis) ve vil- bulunan hastaların bir kısmında gecikebilir, abartılı ola­
löz immatürite mikroskopide görülür. bilir (yanlış pozitif sonuçlar), hatta görülmeyebilir. Bu­
İnfantil sifiliz canlı doğan bebeklerin, doğduğunda ya nunla beraber, vakaların çoğunda, bu testler AIDS'le
da yaşamının ilk birkaç ayında, klinik olarak görülen, birlikte sifilizi olan hastaların tanı ve yönetiminde fayda­
konjenital sifilizini tanımlar. Bu bebeklerde erişkinler­ lı olmaktadır.
deki sekonder sifilizde görülenlere benzer mukoküta-
nöz lezyonlar ve kronik rinit (burundan konuşma) var­
dır. Ölü doğan bebeklerde görülenlere benzer viseral ve
iskelet değişiklikleri de olabilir.
Sifiliz
Geç ya da tardif konjenital sifiliz 2 yıldan daha fazla sü­
redir tedavi edilmemiş konjenital sifilizi tanımlar. Klinik • Sifiliz sebebi T. pallidum’dur ve üç dönemi vardır. Primer
belirtileri Hutchinson üçlüsünden (triadmdan) oluşur: sifilizde dış genital bölgede bölgesel lenf düğümlerinde
ön kesici dişlerdeki çentik, körlükle bir arada olan in- büyümeyle birlikte, şankr olarak isimlendirilen ağrısız bir
terstisyel keratit ve sekizinci kraniyal sinir zedelenmesi­ lezyon gelişir. Sekonder sifiliz yaygın lenfadenopati ve
ne bağlı sağırlık. Diğer değişiklikler, tibia periosteumun- kondiloma lata olarak isimlendirilen makülopapüler veya
daki kronik iltihap sonucu oluşan bacakta süvari kılıcı hafif kabarık lezyonlar şeklinde bulgu verir. Tersiyer sifiliz
olarak tanımlanan bir şekil bozukluğu, şekilleri bozul­ proksimal aortitis ve aortik yetmezliğin nedeni olabiir,
muş azı dişleri (duta benzer azı dişleri), kronik meninjit, beyin, meninksler ile omuriliği tutabilir ya da birçok or­
ganda gom diye isimlendirilen fokal granülomatöz lezyon-
koryoretinit ve burunda semere benzer bir şekil bozuk­
lara sebep olabilir.
luğu ile sonuçlanan burun kemiği ve kıkırdağındaki
• Konjenital sifiliz çoğunlukla primer ve sekonder dönem­
gomlardır.
lerde spiroketlerin anneden geçişi ile oluşur. Bu olay ölü
doğuma ya da karaciğer, dalak, akciğer, kemikler ve pank­
Sifılizin Serolojik Testleri
reasta yaygın doku hasarına neden olabilir.
Sifilizde her ne kadar polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) • Histolojik incelemede sifilitik lezyonların çoğu proliferatif
temel test olarak kabul edilmeye başlansa da, serolojinin endarteritis ve plazma hücresinden zengin bir iltihabi in-
tanıdaki desteği devam etmektedir. Sifiliz için yapılan filtrasyon gösterir. Gomlarda merkezde nekroz alanını
serolojik testler nontreponemal antikor testleri ve antit- çevreleyen lenfoplazmositik infiltrasyon ve epiteloid hüc­
reponemal antikor testleridir. Nontreponemal testler reler vardır.
hem konak dokularında hem de treponemal hücre du­ • Tanı başlıca serolojik testlerle konur. Nontreponemal an­
varında bulunan bir antijen olan kardiolipine karşı olu­ tik o r testleri (VDRL ve RPR) genellikle erken dönemde
şan antikorları ölçer. Bu antikorlar rapid plazma reagin pozitiftir ancak ilerleyen dönemlerde negatifleşebilir. Tre-
(RPR) ve veneryal hastalıkları araştırma laboratuarı (Ve­ ponemaya özgü antikor test sonuçları daha sonra pozitif
nereal Disease Research Laboratory) (VDRL) testleriyle olur ve süresiz olarak pozitif kalır. Treponamalar mikros-
tespit edilir. Nontreponemal antikor testleri çoğunlukla kopik incelemede primer ve sekonder lezyonlarda göste­
enfeksiyonun 4 ile 6 haftalarında ve enfeksiyonun se­ rilebilir.
konder fazında kuvvetli pozitiftir. Bununla beraber nont­
reponemal antikor test sonuçlan tersiyer fazda negatifleşebi­
lir veya tam tersi bazı hastalarda başarılı tedaviye rağ­ Gonore
men pozitif olarak devam edebilir.
Nontreponemal antikor testleri için ilave iki noktaya Gonore, sebebi Neisseria gonorrhoeae olan, cinsel ilişki
dikkat çekmek gerekir: yoluyla bulaşan, aşağı genitoüriner sistemin bir enfeksi­
yonudur. Gonore, Birleşik Devletler'de raporlanan bula­
• Nontreponemal antikor testleri, primer bir şankr oldu­
şıcı hastalıklar arasında genitoüriner sistemin klamidyal
ğunda bile, hastalığın erken dönemlerinde sıklıkla nega­
enfeksiyonundan sonra ikinci sırayı alır (ileride
tiftir. Bu nedenle, bu dönemde tanıyı doğrulamanın
anlatılmıştır. Birleşik Devletler'de her sene tahminen
başlıca yolu karanlık alan ya da immünfloresanla spi-
650.000 vaka büyük bir halk sağlığı problemini oluştur­
roketlerin doğrudan görüntülenmesi olabilir.
maktadır. Çok sayıda antibiyotiğe dirençli N. gonorrho­
• Pozitif VDRL testlerinin %15 kadarı sifilizle ilişkisiz so­ eae türlerinin oluşmasıyla birlikte gonokoksik enfeksi­
nuçlardan oluşur. Sıklığı yaşla birlikte artan bu yanlış- yonların önemi artmıştır.
pozitif sonuçlar akut (geçici) ya da kronik (kalıcı) ola­ İnsanlar N. gonorrhoeae'ran tek doğal kaynağıdır. Or­
bilir ve antifosfolipid antikor sendromu gibi pekçok ganizma hayli seçicidir ve enfeksiyonun yayılımı için ço­
farklı durumla birlikte olabilir (Bölüm 3). ğunlukla cinsel ilişki sırasında, enfekte bir kişinin mu­
Treponemal antikor testleri enfeksiyondan sonraki 4 ile kozası ile doğrudan temas gerekir. Bakteri, başlangıçta
6 hafta içinde pozitifleşir, fakat nontreponemal antikor özellikle kolumnar ya da değişici tipteki mukozal epite-
testlerinden farklı olarak, başarılı tedaviden sonra bile, le, membranla ilişkili adhezyon molekülleri ve pili diye
sınırsız süreyle pozitif kalırlar. Bu testler sekonder sifilizin isimlendirilen yapıları kullanarak tutunur (Bölüm 8 ). Bu
tüm olgulannda kuvvetli pozitif sonuç verir. Tedaviden tutunma, organizmaları idrar ya da endoservikal mukus
sonra pozitifliği devam ettiği ve genel nüfusun yaklaşık gibi aniden salgılanan vücut sıvılarından korur. Orga­
% 2 kadarında yanlış pozitif test sonuçları vermesi nede­ nizma daha sonra epitel hücrelerinden geçer ve konağın
niyle, tarayıcı testler olarak tavsiye edilmezler. daha derin dokularına yayılır.
Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşan Hastalıklar 675

kal eksuda daha az d ikka t çekicidir olm aktadır. Bazen ute­


rus, tubalar ve överleri tutan asandan enfeksiyon a k u t sal-
penjitle sonlanır ve kim i zaman tubo-ovaryen abselerle bir
aradadır. Tutulan yapılarda kalıcı darlıklarla ve diğer kalıcı
deform itelerle sonlanan granülasyon dokusu ve nedbeleş-
menin takip ettiği akut iltihabi olay, pelvik iltihaba hasta­
lığa sebep o lu r (Bölüm 18).

K inik Ö ze llikle r
Gonore, enfekte olmuş erkeklerin çoğunda, enfeksiyo­
nun başlangıcından itibaren 2 ile 7. günlerde diziiri, sık
Resim 17-21 Neisseria gonorrhoeae. Üretra akıntısının Gram boya­ idrar ve mukopürülan bir üretral eksııda ile ortaya çıkar.
masında karakteristik intraselüler, gram-negatif diplokoklar (ok). Uygun antimikrobiyal tedavi organizmaların eradikas-
(D r. R ita G andel'in izn i ile, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw es­
yonuyla sonuçlanır ve semptomlar çabucak kaybolur. Te­
tern M e d ica l School, Dallas, T exa s.)
davi edilmeyen vakalar prostat, veziküla seminalis, epi­
didim ve testislere çıkabilir. İhmal edilen vakalarda kro­
nik üretral darlık ve daha da ilerleyen vakalarda kalıcı
sterilite ile gelişebilir. Tedavi edilmeyen erkekler N. gono-
renin kronik taşıyıcısı olabilirler.
[ ) M ORFOLOJİ Kadın hastalarda vajinal ilişki ile geçen akut enfeksi­
N . g o n ore yoğun, süp üra tif bir iltihabi reaksiyon oluşturur.
yonlar asemptomatik olabileceği gibi dizüri, alt pelvis ağ­
Erkeklerde çok sıklıkla ödem li, konjesyone b ir üre tra me- rısı ve vajinal akıntıya yol açabilir. Tedavi edilmeyen va­
atusuyla b irlikte olan pürülan ü re tral bir a k ın tı olarak kalar tubaların (salpenjit) ve överlerin akut iltihabı ile
bulgu verir. Çoğu n ö tro fille rin sitoplazmasında ye r alan, sonlanan, asandan enfeksiyonla komplike olabilir. İnfer-
gram negatif diplokoklar, pürülan eksudanın gram boyama­ tilite ve ektopik gebelik riskinde bir artma ile sonlanan
sıyla kolaylıkla tespit e d ilir (Resim 17-21). Asandan enfeksi­ tubaların nedbeleşmesi görülebilir. Üst genital sistemin
yon a k u t p ro sta tit, epid id im it (Resim 17- 22 ) veya or- gonokok enfeksiyonu peritoneal boşluğa yayılabilir, bu­
ş itle sonlanabilir. A ğ ır vakalarda abseler gelişebilir. Kadın­ rada eksüdanm sağ parakolik alandan karaciğer kubbe­
larda akut inflamasyon Bartholin bezleri gibi çevre yapılar­ sine yayılmasıyla gonokokal perihepatit ortaya çıkar.
da oldukça ço k bulunmasına rağmen, üretral ve endoservi- Seksüel uygulamalara bağlı olarak hem kadın hem de er­
keklerde akut farenjit ve proktitisle sonuçlanan, orofa-
rinks ve anorektal bölge diğer primer enfeksiyon alanla­
rıdır.
Gonore vakalarının %0.5 ile %3'ünü oluşturan disse­
mble (yaygın) enfeksiyon, lokal enfeksiyondan çok daha
az görülür. Kadınlarda erkeklerden daha sıktır. En sık
görülen bulgular tenosinovit, artrit ve püstüler ya da he-
morajik deri lezyonlarıdır. Endokardit ve menenjit nadir
prezantasyon şekilleridir. Yaygın enfeksiyona neden
olan suşlar çoğunlukla komplemanm litik etkisine di­
rençlidir, ancak ailesel kompleman yetmezliği olan nadir
hastalar enfektif suştan bağımsız olarak, sistemik yayılı­
ma yatkındır.
Gonokokkal enfeksiyon, bebeklere doğum kanalından
çıkış esnasında geçebilir. Etkilenen yenidoğanda, geçmiş­
te körlüğün önemli bir nedeni olan, gözlerde pürülan
enfeksiyon (ophthalmia neonatorum) gelişebilir. Yenido-
ğanlarm gözüne rutin olarak antibiyotikli merhemlerin
uygulanması, bu hastalığı belirgin derecede azaltmıştır.
Gonokokkal enfeksiyonların tanısı için kültür ve or­
ganizmaya spesifik nükleik asidleri saptayan çeşitli test­
ler kullanılabilir. Kültürün avantajı antibiyotik duyarlılı­
ğının saptanmasına izin vermesidir. Nükleik asit bazlı
Resim 17 -22 Gonokokal enfeksiyonun yol açtığı akut epididimit. testler kültürden daha hızlıdır, biraz daha fazla duyarlı-
Epididim apse içermektedir. Sağda, normal testis görülmektedir. dır ve giderek daha yaygın kullanılmaktadır.
676 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

duyarlıdır. Klamidyal enfeksiyonun diğer önemli bulgu­


Ö ZET su da, başlıca HLA-B27 pozitifliği olan hastalardaki reak-
Gonore tif artrittir (Evvelce Reiter Sendromu olarak bilinen). Bu
durum, tipik olarak üretrit, konjuktivit, artrit ve yaygın
• Gonore, genitoüriner sistemi etkileyen çok görülen bir
mukokutanöz lezyonlarm bir kombinasyonudur.
STD’dir. Yayılımının kontrolünde kompleman aracılı im-
mün yanıt gereklidir.
• Erkeklerde prostat, epididim ve testise yayılabilen şid­
detli bir semptomatik ü re trit vardır. Kadınlarda, serviks Ö ZET
ve üretradaki başlangıç lezyonları, erkeklerdeki karşılık­
larına göre daha az belirgindir, fakat tubalar ve överlere Nongonokokkal Üretrit ve Servisit
çıkan enfeksiyon sterilite ile sonlanan nedbeleşme ve de- NGU ve servisit STD’lerin formlarından en yaygın olanı­
form ite yapabilir. dır. Vakaların büyük bir bölümünün sebebi C. trochoma-
• Gebe kadınlar gonoreyi, doğum kanalından geçiş sürecin­ tis, geriye kalanların T. vaginalis, U. urealiticum ve M. ge-
de, yeni doğana nakledebilirler. nitaliumdur.
• Tanı nükleik asit amplifikasyon teknikleriyle olduğu ka­ C. trochomatis, klinik olarak kadın ve erkeklerdeki gono-
dar, eksüdalardan kültür yoluyla yapılabilir. reden ayırt edilemeyen bir hastalığa sebep olan, gram ne­
gatif, hücre içi bir bakteridir. Tanıda moleküler metodlar-
la bakterilerin bulunması gerekir. Genital sürüntülerden
kültür mümkündür, ancak özel metodlar gerekir.
Nongonokokal Ü re trit ve Servisit HLA-B27 pozitif hastalarda, C. trochomatis enfeksiyonu
reaktif artritle birlikte konjunktivit ve yaygın mukoküta-
Nongonokokkal üretrit (NGU) ve servisit STD'lerin in nöz lezyonlar oluşturabilir.
en yaygın şekilleridir. NGU ve servisitin patogenezine
farklı organizmalar katılır, bunlar C. trachomatis, Tricho­
monas vaginalis, U. urealyticum ve Mycoplasma genitali-
um'dur. Vakaların çoğunun nedeni belirgin şekilde C. tracho- Lenfogranüloma Venereum
matis'dir. Bu organizmanın Birleşik Devletlerdeki STD'nin
en çok görülen bakteriyel nedeni olduğuna inanılır. U. urealy­ Lenfogranüloma venereum (LGV) kronik ülseratif bir
ticum NGU'in bundan sonra gelen en yaygın nedenidir. hastalıktır. Daha önce anlatılan NGU ya da servisit ne­
Gonore enfeksiyonu sıklıkla klamidyal enfeksiyona eşlik deni olan ve yaygın görülen C. trochomatis'in farklı suş-
eder. larıyla oluşur. Lenfogranüloma venereum Birleşik Dev­
C. trachomatis zorunlu hücre içi patojen olan küçük, letler ve Batı Avrupa'da sporadik bir hastalıktır, fakat
gram negatif bir bakteridir. İki şekli vardır. Elementer ci­ Asya'nın bir bölümünde Afrika'da, Karayipler bölgesin­
sim denen enfeksiyöz form, hücre dışı ortamda en azın­ de ve Güney Amerika'da endemiktir. Granüloma ingu­
dan sınırlı sağkalım kapasitesine sahiptir. Elementer ci­ inale vakalarında olduğu gibi (ileride anlatılacak)
sim konak hücreleri tarafından, reseptör aracılı endosi- LGV'nin sporadik vakaları, en sık çok sayıda seksüel
toz işlemiyle içeri alınır. Hücre içine alındığında, ele­ partnerli kişiler arasında görülür.
menter cisim retiküler cisim olarak isimlendirilen, meta-
bolik olarak aktif bir şekle dönüşür. Retiküler cisim ko­
nak hücrenin enerji kaynaklarını kullanarak bölünür ve
sonunda diğer hücreleri de enfekte etme yeteneğinde, ( ) M ORFOLOJİ
yeni elementer cisimler oluşur. Bunlar öncelikle prizma-
LGV nonspesifîk ü re trit, alt genital organları tutan papüler
tik epitelyal hücreleri enfekte eder.
ya da ülseratif lezyonlar, p ro kto ko litis veya tip ik olarak tek
C. trachomatis enfeksiyonları, gerçekte N. gonorrhoeae taraflı ingüinal ve /ve ya fem oral lenfadenopati yapar. Lez­
nedeniyle oluşanlardan ayırt edilemeyen bir klinik tablo yon la r m ik st granülom atöz ve n ö tro filik iltihabı b ir
yelpazesiyle ilişkili olabilir. Bundan dolayı, hastalarda y a n ıt içerir, epitelyal hücrelerin veya iltihabi hücrelerin si-
epididimit, prostatit, pelvik inflamatuar hastalık, faren­ toplazm alarında özel boyama yön tem le ri ile değişen sayı­
jit, konjonktivit, perihepatik iltihap ve anal seks yapan larda klamidyal inklüzyonlar görülebilir. Ç oğunlukla enfek­
kişilerde proktit gelişebilir. C. trachomatis gelecek bö­ siyonun 30 günü içinde g ö rü n ü r hale gelen bölgesel lenfa­
lümde anlatılacak lenfogranüloma venereuma (LGV) da denopati m evcuttur. Lenf nodu tutulum u, düzensiz şekilli
neden olur. ne kroz odaklan ve n ö tro filik infiltrasyonla b ir arada olan
Lenfogranüloma venereuma dışında, klamidiyal en­ b ir granülom atöz iltihabi reaksiyonla ka ra kte rize dir (yıl-
feksiyonların morfolojik ve klinik özellikleri gonorede d ızsı a b se le r). Zamanla iltihabi reaksiyon yaygın fîbrozis
görülenlerle hemen aynıdır. Primer enfeksiyon nötrofille- oluşturur, bu da lenfödem e yol açan lokal lenfatik tıkan­
rin baskın olduğu bir mükopürülan akıntı ile karakterlidir. m alar ve yapışıklıklara neden olabilir. Ö zellikle kadınlarda,
Organizmalar Gram ile boyanmış kesitlerde görülmez. rektal darlıklar da oluşur. A k tif lezyonlarda, LGV tanısı bi­
Gonokoklarm tersine, C. trachomatis konvansiyonel kül­ yopsi kesitlerinde veya eksüda yaymalarında organizmanın
gösterilmesiyle konulabilir. Daha kro n ik vakalarda, tanı has­
tür mediası ile izole edilemezler. Tanı, en iyi idrarda
tanın serum unda uygun klamidyal serotiplere karşı an tikor­
nükleik asit amplifikasyon testleriyle konulur. Genital
ların gösterilmesine dayanır. N ü kle ik asit amplifikasyon
sürüntülerden kültür yapılabilirse de, idrarda bu müm­
testleri de geliştirilm iştir.
kün değildir. Ayrıca moleküler testler de kültürden daha
Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşan Hastalıklar 677

Şankroid (Yumuşak Şankr) zordur ve PCR temelli çalışmalar yaygın şekilde mevcut
değildir.
Bazen 'üçüncü' veneryal hastalık (sitiliz ve gonoreden
sonra) diye isimlendirilen şankroid küçük, gram negatif
bir kokobasil olan Haemophilus ducreyi tarafından oluş­ M ORFOLOJİ
turulan akut ülseratif bir enfeksiyondur. Hastalık tropi­
kal ve subtropikal bölgelerde çok bulunur ve sosyoeko­ G ranülom a inguinale genital bölgenin nemli, çok katlı yassı
nomik durumu düşük gruplarda, özellikle fahişelerle de­ epitelini tutan, yüzeyden kalkık bir papüler lezyon olarak
vamlı teması olan erkekler arasında mutaddır. Şankroid başlar. Sonuçta dışa doğru büyüyen, yumuşak, ağrısız b ir
Afrika ve Güneydoğu Asya'daki genital ülserlerin en yaygın kitle olarak gözlenen, aşırı granülasyon doku gelişimiyle
nedenlerinden biridir ve HIV enfeksiyonun geçişinde b irlik te olan lezyon ülserasyona uğrar. Lezyon genişledikçe
önemli bir kofaktör olarak işlev görür. Birleşik Devlet­ kenarları yükselmeye ve sertleşmeye başlar. Tedavi edilm e­
yen vakalarda düzensiz nedbeler gelişebilir ve bazen üret-
ler'de şankroid muhtemelen yeterince tanınmamaktadır
ral, vulvar ya da anal darlıklarla b ir aradadırlar. Bölgesel
çünkü çoğu STD kliniğinde H. ducreyi izolasyonu kolay­
lenf düğüm lerinde şankroidlerin aksine, tip ik olarak, önem ­
ca yapılamamaktadır ve PCR temelli testler yaygın ola­
li b ir şey görülm ez ya da yalnızca nonspesifik re a k tif deği­
rak kullanılmamaktadır. şiklikler gösterir.
A k tif lezyonların m ikro skopik incelemesi, bazen karsi-
nom a benzeyen (p sö d o e p itely eım tö z h ip e rp la zi), ül­
M O R FO LO Jİ ser kenarlarında belirgin epitelyal hiperplazi gösterir. Ülse­
rin tabanında ve çevreleyen epitelin altında n ö tro fille rin ve
inokülasyondan d ö r t ile yedi gün sonra, dış genital bölgede
m on on ükle er iltihabi hücrelerin b ir karışımı m evcuttur. O r­
e rite m a tö z b ir papül gelişir. Erkek hastalarda p rim e r
ganizmalar, eksüdanın Giemsa ile boyanmış yaymalarında
lezyon çoğunlukla penistedir, kadın hastalarda çoğu lezyon
m akrofajlardaki vakuollerin içinde küçük kokobasiller ola­
vagina ya da p e riü re tra l alanda ortaya çıkar. Birkaç günlük
rak gösterilebilir (Donovan cisim leri). W a rth in -S ta rry bo­
seyirden sonra p rim e r lezyonun yüzeyindeki aşınma erkek­
yası gibi gümüş boyalan da organizmayı gösterm ede kulla­
lerde kadınlardan daha ağrılı olabilen, d ü zen siz bir ülse­
nılabilir.
re dönüşür. Sifilizteki p rim er şankrın aksine, şankroid ülse­
ri sert değildir ve çok sayıda lezyon bulunabilir. Ülserin ta­
banı kaba, düzensiz, sarı gri renkte eksuda ile kaplıdır.
Ö zellikle inguinal bölgedeki, bölgesel lenf nodları p rim e r
• ö zet
inokülasyonun 1 ve 2. Haftalarında, vakaların yaklaşık %
50 sinde büyüm eye ve yumuşamaya başlar. Tedavi edilme­ Lenfogranüloma Venereum, Şankroid ve
yen vakalarda iltihaplı ve büyümüş nodüller (bubonlar) Granuloma inguinale
üzerlerini ö rte n deriyi aşındırıp kro n ik, akıntılı ülserler
• LGV, N G U ’un sebebi olanlardan farklı C. trachomatis se-
oluşturabilirler.
rotipleriyle oluşur. LGV üretrit, ülseratif genital lezyon-
M ikro sko p ik incelemede şankroid ülseri, altında nekroz
lar, lenfadenopati ve rektum tutulumu ile birliktedir. Lez-
alanları ve tro m b o ze damarların olduğu b ir granülasyon
yonlar lenfödem ve rektal darlıklarla sonuçlanan fibrozi-
dokusu ile n ö tro filik hücre artıkları ve fibrinden oluşan yü-
se ilerleyen, akut ve kronik iltihabın özelliklerini gösterir.
zeyel tabaka içerir. Granülasyon doku tabakasının altında,
• H. ducreyi enfeksiyonu şankroid diye isimlendirilen akut
yoğun b ir lenfoplazm asitik iltihabi infîltrasyon m evcuttur.
çok ağrılı ülseratif bir genital enfeksiyona neden olur. Va­
Kokobasiller bazen gram ya da gümüş boyalı preparatlarda
gösterilebilir, faka t sıklıkla ülser zem inindeki karışık bakte-
kaların çoğunda inguinal nod tutulumu ortaya çıkar ve
lenf düğümlerinde büyüme ile ülserasyon oluşur. Ülser­
riyel ürem e nedeniyle çok kere gözden kaçar. Şankroidin
ler, zeminde bir granülasyon dokusu ve mononükleer in-
kesin tanısı için H. ducreyi’ nin, ticari olarak çok da yaygın
filtrasyon tabakası ile yüzeyel bir akut iltihap ve nekroz
bulunmayan, özel k ü ltü r ortam ında belirlenmesi gerek­
alanı içerir. Tanı organizmaların kültürü ile mümkündür.
m ektedir. Bunların kullanımında bile sensitivite % 8 0 ’ in al­
tındadır. Bu nedenle tanı sıklıkla hastanın sadece kliniğine • Granuloma inguinale, C. granulomatis’ le oluşan kronik fib-
dayanır. rozan bir STD’dir. Genital bölgedeki başlangıçtaki papü­
ler lezyon büyür, ülserleşir ve üretra, vulva veya anal dar­
lıklara neden olabilir. Mikroskobik incelemede bir sku-
amöz hücreli karsinomun histolojik paternini ta klit ede­
Granüloma Inguinale bilen yoğun epitel hiperplazisi ve granülasyon dokusu
vardır. Organizmalar, vakuollü makrofajlar içinde küçük
Granüloma inguinale, Klebsiella türü ile ilişkili küçük en- hücre içi kokobasiller olarak görülebilir (Donovan cisim­
lcapsüle bir kokobasil olan Calymmatobacterium granulo- leri).
matis nedeniyle oluşan, kronik iltihabi bir hastalıktır. Bu
hastalık Birleşik Devletler ve Batı Avrupa'da nadirdir, fa­
kat bazı tropikal ve subtropikal bölgelerin kırsal alanla­
rında endemiktir. Şehirde yaşayanlarda ortaya çıktığın­ lırikomoniazis
da C. granulomatis'in geçişi tipik olarak çok sayıda sek­
süel partner hikayesi ile ilişkilidir. Tedavi edilmeyen va­ T. vaginalis, vajinitisin sık nedeni olan seksüel yolla ge­
kalar çok kere dış genital organlardaki lenfatik obstrük- çen bir protozoondır. Trofozoid şekli mukozaya tutunur
siyon ve lenfödem (elefantiyazis) ile bir arada olan, yay­ ve yüzeyel lezyonlara neden olur. Kadınlarda T. vaginalis
gın skarlarla karakterizedir. Organizmaların kültürü enfeksiyonu sıklıkla, asit oluşturan Döderlein basilleri­
678 ÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus

nin kaybıyla bir aradadır. Belirti vermeyebilir veya ka­ Bulgular ve semptomlar, hastalığın primer fazında bir­
şıntı ve bol köpüklü, sarı vajinal akıntıyla ilişkili olabilir. kaç hafta sürebilir. HSV-1'in rekürrensi HSV-2'den çok
Üretral yerleşimi sık idrar ve dizüriye sebep olabilir. T. daha fazladır ve tipik olarak primer olaydan daha hafif
vaginalis enfeksiyonu, erkeklerde çoğunlukla belirti ver­ ve kısa sürelidir. Primer enfeksiyonda olduğu gibi, aktif
mez, fakat vakaların bir kısmında NGU belirebilir. Or­ lezyonlar olduğu sürece HSV yayılır.
ganizma vaginal kazıntı yaymalarında çoğunlukla göste­ Bağışıklığı sağlam erişkinlerde, herpes genitalis genel
rilebilir. olarak yaşamı tehdit etmez. Ancak immünsüprese has­
talarda HSV büyük bir tehdit oluşturur, bunlarda öldü­
G e n ital H e r p e s S im p le x rücü, yaygın hastalık gelişebilir. Yaşamı tehdit eden ne­
onatal herpes enfeksiyonu, annelerinde primer ya da re­
Genital herpes enfeksiyonu ya da herpes genitalis Birle­ kürran genital HSV enfeksiyonu olan vajinal yolla do­
şik Devletler'de tahminen 50 milyon insanı etkileyen ğan bebeklerin yaklaşık yarısında ortaya çıkar. Viral en­
yaygın bir STD'dir. Her ne kadar herpes simplex virus 1 feksiyon doğum kanalından geçiş sırasında meydana
(HSV-1) ve HSV-2 anogenital ya da oral enfeksiyonlar gelir. Bunların sıklığının artması genital HSV enfeksiyo­
oluşturabilirse de, anogenital herpes vakalarının çoğu nunun artmasıyla parelellik gösterir. Tipik olarak yaşa­
HSV-2 ile meydana gelir. Bununla birlikte, günümüzde mın ikinci haftasında gelişen neonatal herpesin belirtileri dö­
HSV-1 nedeniyle oluşan genital enfeksiyonların sayısındaki küntüler, ensefalit, pnönıoni ve karaciğer nekrozundan olu­
artışın bir kısmında oral seksin artmasının rolü olduğu bilin­ şur. Hastalanan bebeklerin yaklaşık %60'ı hastalıktan
mektedir. Genital HSV enfeksiyonu cinsel olarak aktif ölür, sağ kalanların yaklaşık yarısında belirgin morbidi-
herhangi bir popülasyonda görülebilir. Diğer STD'lerde te oluşur. Genital herpesin laboratuar tanısı viral kültür­
olduğu gibi enfeksiyonun riski seksüel temasın sayısıyla le sağlanır. Bununla birlikte, kültürün duyarlılığı özellik­
doğrudan ilişkilidir. Erkeklerle seks yapan HIV pozitif le tekrarlayan lezyonlarda düşüktür ve iyileşmeye başla­
erkeklerin %95'inden fazlası HSV-1 ve/veya HSV-2 için yan lezyonlarda hızla azalır. Moleküler tanı testleri de
seropozitifitr. HSV virüsün, hassas bir konağın, muko- yapılabilir, fakat bunlar çoğunlukla ekstragenital herpe­
zal bir yüzeyi ya da hasarlı derisiyle temas etmesiyle bu­ sin tanısında, özellikle de merkezi sinir sistemi enfeksi­
laşır. Bu şekilde bulaşma enfekte bir kişiyle doğrudan te­ yonlarında kullanılır.
mas gerektirir, çünkü virus oda ısısında, özellikle de or­
tam kuruysa, kendiliğinden aktivitesini kaybeder. H u m a n (İ n s a n ) P a p i l l o m a v i r u s E n f e k s i y o n u

HPV, condyloma acuminatum ile sıklıkla serviksi tutan,


M O R F O L O Jİ ancak penis, vulva ve orofarenfeal tonsillerde de görülen
karsinomlara transformasyon gösteren prekanseröz lez-
Genital HSV enfeksiyonunun başlangıç lezyonları alt genital
yonları da kapsayan, genital bölgedeki bir takım sku-
organların m ukoza veya derisi ile ekstragenital komşu saha­
amöz proliferasyonlarm nedenidir (Bölüm 18). Veneryal
larda çok a ğ r ılı, e r it e m a t ö z v e z ik ü lle r d ir . A n o re kta l
bölge, erke kle r ile seks yapan e rke kle r arasında, p rim er
siğiller olarak da bilinen, condyloma acuminata HPV tip
6 ve 11 nedeniyle oluşur. Bu lezyonlar kadın genital or­
enfeksiyonun özellikle bulunduğu b ir yerdir. H isto lo jik de­
ğişiklikler n e k ro tik hücre kalıntıları, n ö tro fille r ve karakte­ ganlarında olduğu kadar peniste de görülür. Condyloma-
ris tik intranükleer viral inklüzyonları içeren hücrelerle b ir­ ta acuminata'laı, sekonder sifilizde görülen condylomata
likte olan irs tr a e p ite ly a l v e z ik ü lle rim bulunması şeklin­ lata ile karıştırılmamalıdır. Genital HPV enfeksiyonu ye-
dedir. Klasik C o w d ry t i p A İn8c8üzy®ms şeffaf b ir halo ile nidoğan bebeklere vaginal doğum esnasında geçebilir.
çevrelenen, açık m or, hom ojen intranükleer b ir yapı olarak Etkilenmiş infantlarda sonradan üst solunum yolunda
görülür. Enfekte hücreler çok kere m ultinükleer sinsitya tekrarlayan ve hayatı tehdit etme potansiyeli bulunan
oluşturacak şekilde birleşirler. İnklüzyonlar, histo lo jik kesit­ papillomlar gelişebilir.
ler veya yaymalarda, spesifik tanısının hızla konmasını sağ­
layan HSV’ nin antikorlarıyla her zaman boyanır, im m üno-
histokimyasal testle r genelde, HSV enfeksiyonunun saptan­ ( ^ ; M O R F O L O Jİ
masında daha az sensitif ve yanlış p o z itif sonuçlar veren si-
Erkeklerde küçük sesil lezyonlardan birkaç santimetreye
to lo jik incelemenin yerini almıştır.
varan papiller proliferasyonlar şeklinde ye r alan condylo­
mata acuminate genellikle prepisyum un koronal sulkusu ya
Klinik Özellikler da içerdeki yüzeyinde görülür. Kadınlarda genellikle vulva-
Daha önce de belirtildiği gibi, HSV-1 ve HSV-2 genital da görülür. Bu lezyonlarm m ikro skopik görünüm örnekleri
veya oral enfeksiyon, her ikisi de klinik olarak ayırdedi- Bölüm 18’de sunulmuştur.
lemeyen primer veya rekürran mukokiitanöz lezyonlar
oluşturabilirler. HSV enfeksiyonunun belirtileri enfeksi­
yonun primer ya da rekürran olmasına göre oldukça de­ O ÖZET
ğişir. HSV-2 ile oluşan primer enfeksiyon sıklıkla hafif H e r p e s S i m p l e x V irus v e H u m a n Pap illom av irus
belirtiler verir. İlk atağın gözlendiği kişilerde, lokal ağrı­ Enfeksiyonları_____________________________________
lı veziküler lezyonlar, sıklıkla dizüri, üretral akıntı, lokal
• HSV-2 ve daha az olarak HSV-1 genital enfeksiyonlara se­
lenf nodu büyümesi ve hassasiyeti ile ateş, kas ağrısı, ba-
bep olabilirler. Başlangıç (primer) enfeksiyonu bölgesel
şağrısı gibi sistemik belirtiler ile bir aradadır. HSV bu lenf nodu büyümeleriyle birlikte dış genital organların
dönemde aktif olarak yayılır ve mukozal lezyonlarm ta­ mukoza ve derisinde çok ağrılı, eritematöz, intraepitel-
mamıyla iyileşmesine kadar yayılımına devam edebilir.
Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşan Hastalıklar 679

Donovan B: Sexually transmitted infections other than HIV. Lancet


yal veziküllere neden olur. Rekürran lezyonlar HSV-1 ile
363: 545, 2004. [STD'lerin klinik derlem esi.]
HSV-2’den daha fazla meydana gelir ve genellikle daha az Epstein JI: An update of the Gleason grading system. J Urol 183: 433,
ağrılıdır ve p rim e r lezyonlardan daha az yaygındırlar. 2010 .
• H isto lo jik incelemede, HSV ile enfekte veziküller, virus Gori S, Porrozzi S, Roila F, et al: Germ cell tumours of the testis. Crit
Rev Oncol Hematol 53: 141, 2005. [Testiküler neoplazilerin predispo-
antikorları ile boyanan intranükleer inklüzyonlar (C ow dry
zan fa k tö rleri, klin ik özellikleri ve tedavisi konusunda bilgilendirici bir
tip A) içeren birbiriyle kaynaşmış m ultinükleer dev hücre­ derlem e.]
le r ve n e kro tik hücreler içerir. Hsing AW, Chokkalingam AP: Prostate cancer epidemiology. Front
• Neonatal herpes yaşamı te h d it edebilir ve genital her- Biosci 11: 1388, 2006.
pesli annelerin çocuklarında görülür. Etkilenen bebekler­ Loeb SA, Catalona WJ: Prostate-specific antigen in clinical practice.
Cancer Lett 249: 30, 2007. [PSA'mn klin ik kullanım ı ile ilgili m ü kem ­
de yaygın herpes ensefaliti ve bunu izleyen yüksek m o r­
m el bir özet.]
tal ite ile ilişkilidir.
Le BV, Schaeffer AJ: Genitourinary pain syndromes, prostatitis and lo­
• HPV, genital mukozada condylom a acuminata, prekanse- wer urinary tract symptoms. Urol Clin North Am 36: 527, 2009.
rö z lezyonlar ve invaziv kanserleri içeren birçok prolife- [Prostatit ve interstisyel sistit ile birlikte pelvik ağrı sen drom lan m n eti-
ra tif lezyona sebep olur. yoloji, tanı, sem ptom ları ve tedavisi konusunda güncel bir derlem e.]
Lee PK, Wilkins KB: Condyloma and other infections including hu­
man immunodeficiency virus. Surg Clin North Am 90: 99, 2010.
Makorov DV, Loeb S, Getzenberg RH, Partin AW: Biomarkers for
prostate cancer. Annu Rev Med 6 0 :1 3 9 , 2009. [PSA v e değerlendiril­
m ekte olan, m uhtem el y eni p rostat kan ser biyobelirteçlerin i kapsayan bir
derlem e.]
KAYN AKLAR
Mitra AP, Cole RJ: Molecular pathogenesis and diagnostics of bladder
Bahrami A, Ro JY, Ayala AG: An overview of testicular germ cell tu­ cancer. Annu Rev Pathol 4: 251, 2008.
mors. Arch Pathol Lab Med 131: 1267, 2007. Nelson WG, De Marzo AM, Yegnasubramanian S: Epigenetic alterati­
Bleeker MC, Heideman DA, Snijders PJ, et al: Penile cancer: epidemi­ ons in human prostate cancers. Endocrinology 150: 3991, 2009.
ology, pathogenesis, and prevention. World J Urol 27:141, 2009. [Pe­ Patel AK, Chappie CR: Medical management of lower urinary tract
r i l karsinogenez, risk fa k tö rle ri v e m olek ü ler m ekanizm alarının değerlen­ symptoms in men: current treatment and future approaches. Nat
dirildiği sistem atik bir derlem e.] Clin Pract Urol 5: 211, 2008. [Bu yazı alt m in er trakt sem ptom ları olan
Bushman W : Etiology, epidemiology, and natural history of benign erkeklerin değerlendirilm esindeki term inolojiyi de aydınlatm aktadır.]
prostatic hyperplasia. Urol Clin N Am 36: 403, 2009. Rapley EA, Nathanson KL: Predisposition alleles for testicular germ
Centers for Disease Control and Prevention, Workowski KA, Berman cell tumour. Curr Opin Genes Dev 20: 225, 2010. [G erm hücreli tü­
SM: Sexually transmitted diseases treatment guidelines, 2006. m örlerdeki kalıtsal risk fa k tö rleri konulu bir güncellem e.]
MMWR Recomm Rep 55: 1, 2006. [Tedavi ön erilerini de içeren mü­ Shand RL, Gelmann EP: Molecular biology of prostate-cancer patho­
kem m el bir güncel derlem e.] genesis. Curr Opin Urol 16: 123, 2006.
Clark PE: Bladder cancer. Curr Opin Oncol 19: 241, 2007. [Yüzeyel ve Sulak PJ: Sexually transmitted diseases. Semin Reprod Med 21: 399,
ilerlem iş m esan e kan serlerin in tam v e tedavilerinin derlem esi.] 2003. [STD'ler konusunda kapsam lı bir derlem e.]
Hedefe yönelik tedavi için
s tu d e n tc o n s u lt.c o m adresine bakınız.

Kadın Genital Sistemi


ve Meme

V U LV A 681 Endometriozis 689 E ktopik Gebelik 701


Vulvitis 681 Anorm al U terin Kanama 690 Gestasyonel (Gebelikle İlgili)
N eoplastik Olmayan Epitelyal Endometrium ve M yom etrium un T rofoblastik Hastalıklar 701
Hastalıklar 682 Proliferatif Lezyonları 691 Mol Hidatiform: Komplet ve Parsiyel 701
Liken Skleroz 682 Endometrial Hiperplazi 691 İnvaziv Mol 702
Liken Simpleks Kronikus 682 Endometrium Karsinomu 692 Gestasyonel Koryokarsinom 703
T üm örler 683 Endometrium Polipleri 693 Plasental Site Trofoblastik
Kondilomlar 683 Leiomyom 693 Tüm ör 703
Leiomyosarkom 694 Preeklampsi/Eklampsi (Gebelik
Vulva Karsinomu 683
Meme Dışı Paget Hastalığı 683 T U B A L A R (FA LLO P Toksemisi) 703
V A G İN A 684 T Ü P LE R İ) 695 M ENE 704
: Vaginit 684 Ö V ER LER 695 Fibrokistik D eğişiklikler 705
Malign N eoplaziler 684 Folliküler ve Luteal K istle r 695 N onproliferatif Değişiklikler 705
Skuamöz Hücreli Karsinom 684 Polikistik O ve r Hastalığı 695 Proliferatif Değişiklikler 705
Berrak Hücreli Adenokarsinom 685 O ver T üm örleri 696 Fibrokistik Değişikliklerin
Sarkoma Botryoides 685 Yüzey Epiteli Tümörleri 696 Meme Karsinomu ile ilişkisi 706
Seröz Tüm örler 697 İnflamatuar Proçesler 707
SERVİKS 685
Müsinöz Tüm örler 697 Meme T üm örleri 707
Servisit 685 Endometrioid Tüm örler 698 Fibroadenom 707
Serviks N eoplazileri 685 Brenner Tümörü 698 Filloides Tüm ör 707
Serviksin Invaziv Karsinomu 687 D iğer O ver Tüm örleri 698 intraduktal Papillom 708
Endoservikal Polip 689 Teratomlar 698 Karsinom 708
KO RPU S U T ER İ 689 G E B E L İK H A ST A LIK LA R I 700 Erkek Meme Lezyonları 714
E ndom etrit 689 Plasentanın İnflamasyon ve Jinekomasti 714
Adenomyozis 689 Enfeksiyonları 701 Karsinom 714

VULVA
Vulva, nemli kıllı deri ve mukozadan oluşan kadın dış biridir. Şiddetli kaşıntı (pruritus) sonucu oluşan sekon-
genital organıdır. Vulva hastalıklarının büyük bir ço­ der travmatik sıyrıklar primer lezyonu daha kötü duru­
ğunluğu iltihabi olup ciddi sorun yaratmaktan çok, kişi­ ma sokar.
de rahatsızlık hissi uyandırmaktadır. Vulvamn malign Kontakt irritan ekzematöz dermatit, sabun, deterjan,
tümörleri yaşamı tehdit etmelerine karşın çok ender gö­ antiseptik solüsyon, deodorant veya alkolün neden ol­
rülürler. duğu sızıntı ve kabuklanma ile seyreden iyi sınırlı erite-
matöz papül ve plaklardan oluşur (Bölüm 23). Alerjik
dermatit irritan dermatite benzer klinik görünüme sa­
VULVİTİS hip olup, oluşumunda parfüm, losyon ve sabunlarda bu­
lunan katkı maddeleri, giysilerdeki kimyasallar ve diğer
Eksojen bir tahriş edici maddeye (kontakt irritan derma- antijenler rol oynar.
tit) veya alerjene (kontakt alerjik dermatit) karşı oluşan Enfeksiyona bağlı gelişen vulvitlerin nedeni sıklıkla
reaktif inflamasyon vulvitisin en önemli nedenlerinden cinsel yolla bulaşan hastalıklardır (Bölüm 17). Kuzey
Amerika'da bu enfeksiyöz etkenlerden en önemlileri,
kondiloma akuminatum’a ve vulvar intraepitelyal neop-
K a tk ıla rın d a n d o la y ı Dr. S u san L e s te r (M em e H a sta lık la rı) v e
D r.A n th on y M on tag 'a (K ad ın G e n ita l S istem i H a sta lık la rı) laziye (VIN) neden olan insan papilloma virüsü (human
teş ek k ü r ed eriz. papillomavirus) (HPV) (ileride anlatılacak); veziküler
682 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme

erüpsiyonlar ile seyreden genital herpesin etkeni olan


herpes simpleks virus [HSV 1 ve 2]; vulvovaginal bezler­
de süpüratif enfeksiyona neden olan N. gonorrhoecıe; ino-
kulasyon yerinde şankr oluşturan Treponema pallidum; ve
potansiyel vulvit etkeni Candida'dıı.
Vulvitin önemli bir komplikasyonu Bartholin bezinin
sekretuar duktusunun tıkanmasıdır. Bu blokaj, bezin
ağrılı dilatasyonuna (Bartholin kisti) ve abse oluşumuna
neden olur. S k le r o tik s tro m a

ttm

D e r m a l in f la m a s y o n
NEOPIASTİK OLMAYAN EPİTELYAL
HASTALIKLAR
Vulva mukozasının epiteli, liken skleroz ve liken simp­
leks kronikus şeklinde atrofik incelme ve hiperplastik H ip e r k e r a t o z
kalınlaşma gösterebilir.

Liken Skleroz
E p id e r m is t e
k a lı n l a ş m a ( a k a n t o z )
Liken skleroz, epidermiste incelme, retelerde kaybolma,
bazal hücrelerde hidropik dejenerasyon, perivasküler
alanda hafif düzeyde mononükleer inflamatuar hücre
infiltrasyonu ve dermal fibrozisten oluşmaktadır (Resim
18-1). Zamanla yayılan ve birbiriyle birleşen düz, beyaz
plak (lökoplaki olarak isimlendirilen) veya papüller şek­
linde ortaya çıkar. Tüm vulva tutulduğunda, labiumlar
bir dereceye kadar atrofiye uğrar, sertleşir ve vagina ağ­
zı daralır. Liken skleroz tüm yaş gruplarında görülmek­
D e r m a l in f la m a s y o n
le birlikte, daha çok postmenopozal kadınlarda ortaya
çıkar. Lezyonun patogenezi belirsiz olsa da, diğer otoim-
mun hastalıklarla birlikte izlenmesi ve subepitelyal böl­
Resim 18-1 Üst resim, Liken skleroz. Alt resim, Liken simpleks kro­
gede aktive T hücrelerinin gösterilmesi, otoimmun etyo-
nikus. Lezyonlara ait ana bulgular işaretlenmiştir.
lojiyi düşündürmektedir. Liken skleroz benign bir lez-
yon olmakla birlikte semptomatik liken sklerozlu kadın­
ların küçük bir bölümünde (%l-5) skuamöz hücreli kar-
sinom gelişmektedir.

li karsinom ve invaziv skuamöz hücreli karsinom gibi


Liken Simpleks Kronikus vulvamn malign lezyonlarmda da görülebilir. Bu neden­
le klinik olarak birbirine benzeyen bu lezyonlarm ayrımı
Liken simpleks kronikus epitel kalınlaşması, (özellikle için biyopsi ve mikroskobik inceleme gereklidir.
stratum granulozum tabakası) ve hiperkeratoz ile karak-
terizedir. Artmış mitotik aktivite bazal ve suprabazal ta­
bakada, görülür, ancak epitelyal atipi izlenmez (Resim
18-1). Bazen dermişte belirgin lökositik infiltrasyon gö­
rülebilir. Bu spesifik olmayan değişiklikler kronik irri- f t Ö Z E T
tasyonun sonucu olup, sıklıkla altta yatan inflamatuar Non-neoplastik Epitel Bozuklukları
dermatoza bağlı pruritus nedeniyle gelişir. Liken simp­
leks kronikus lökoplaki gösteren bir alan olarak izlenir. • Liken skleroz, dermal fîbrozis ile birlikte atrofik epitel-
İzole lezyonlar olarak karsinom gelişimine yatkınlık ya­ den oluşmaktadır.
ratmamakta, ancak vulva karsinomlarmın yakınında li­ • Liken skleroz olgularında skuamöz hücreli karsinom geli­
ken simpleks kronikus izlenmesi neoplastik hastalık ile şim riski hafif düzeyde artmıştır.
bağlantı olasılığını doğurmaktadır. • Liken simpleks kronikus kalınlaşmış epitel (hiperplazi) ve
Liken skleroz ve liken simpleks kronikus aynı kişide sıklıkla buna eşlik eden iltihabi infiltrasyon ile karakteri-
zedir.
vücudun farklı bölgelerinde birlikte bulunabilir. Her iki
lezyon da lökoplazik görünümde olabilir. Benzer beyaz • Liken skleroz ve liken simpleks kronikus, vulvamn sku­
amöz hücreli karsinomu gibi lökoplaki nedenlerinden ke­
leke veya plaklar, psoriazis ve liken planus gibi diğer be­
sin ayrım için mutlaka biyopsi ile değerlendirilmelidir.
nign dermatozlarda (Bölüm 23), in situ skuamöz hücre-
...

T ü m ö rle r 683

HPV cinsel yolla (venereal) geçebilir ve benzer lezyonlar


TÜMÖRLER erkekte peniste ve anus çevresinde görülebilir. HPV 6 ve
1 1 enfeksiyonları düşük malign transformasyon riski ta­

Kondilonnlar şımaktadır. Bundan dolayı vulvar kondilomlar genellikle


kansere dönüşmez.
Kondilom terimi vulvadaki her siğil benzeri lezyon için
kullanılmaktadır. Bu lezyonlarm çoğu iki ayrı formda iz­
lenmektedir. Kondiloma lata, günümüzde seyrek görülen Vulva Karsinomu
ikincil sifilizde ortaya çıkan yassı, nemli, hafif kabarık
lezyonlardır (Bölüm 17). Daha sık görülen kondiloma aku- Vulva karsinomu tüm kadın genital sistem kanserleri­
minata, papiller ve belirgin kabarık ya da bir dereceye nin %3'ünü oluşturur ve çoğunlukla 60 yaş üstü kadın­
kadar yassı ve üstü pösteki gibi olabüir. Anogenital böl­ larda izlenir. Karsinomlann yaklaşık %90'ı skuamöz
genin herhangi bir yerinde tek ya da çoğu zaman multipl hücreli karsinom olup, diğer tümörler adenokarsinom-
olabilirler. Vulva yerleşimli olanlar birkaç mm.den bir­ lar ve bazal hücreli karsinomlardır. Vulvanm skuamöz
kaç cm.ye kadar ulaşan bir çap gösterebilirler ve kırmı- hücreli karsinomunun iki farklı şekli vardır. Daha az gö­
zı-pembeden, pembe-kahverengiye kadar uzanan bir rülen şekli, özellikle sigara içen orta yaş grubu kadınlar­
renk değişimi içerirler (Resim 18-2). Histolojik inceleme­ da yüksek riskli HPV tipleri (HPV alttip 16 ve 18) ile
de karakteristik hücresel özellik koilositozdur. Koilosi- bağlantılı olanıdır. Burada karsinom başlangıcından ön­
toz, HPV enfeksiyonunun ayırıcı özelliği olan perinükle- ce epitelde vulvar intraepitelyal neoplazi (VIN) olarak
er sitoplazmik vakuolizasyon ve düzensiz nükleer kon- isimlendirilen prekanseröz değişiklikler sıklıkla izlenir.
tur bulgularını içeren sitopatik bir değişikliktir (Resim Birçok hastada VIN daha ileri derecede atipi ve karsino-
18-2, Bölüm 17'ye de bakınız). Aslında kondiloma akku- ma in situ'ya ilerler. Ancak karsinoma geçiş kaçınılmaz
minata HPV tip 6 ve 11 ile güçlü bir birliktelik gösterir. değildir ve sıklıkla uzun yıllar sonra gerçekleşir. Sigara
içimi ve immun yetmezlik gibi çevresel faktörler bu ge­
çiş riskini artırır.
Vulvar karsinomlann ikinci şekli daha yaşlı kişilerde
izlenmektedir. HPV ile bağlantısı olmayıp, yıllar boyun­
ca varolan liken skleroz gibi reaktif epitel değişiklikleri
ile ilişkilidir. Sıklıkla epitelde VIN'de izlenen tipik sito-
lojik değişiklikler izlenmeyip, bazal tabakada hafif atipi
ve bazal lceratinizasyon görülür. Bu gruptaki invaziv tü­
mörler iyi diferansiye olup yüksek oranda keratinizas-
yon gösterirler.

Q ) M ORFOLOJİ
V IN ve erken vulva karsinomu, epitelyal kalınlaşmanın ne­
den olduğu, beyazımsı, yama tarzında lökoplaki alanları
şeklinde orta ya çıkar. Olguların d ö rtte biri, melanin varlığı
nedeniyle pigm entlidir. Zamanla bu alanlar e k z o fitik veya
ülseröz end o fitik tü m örlere dönüşürler. HPV p o z itif tü ­
m ö rle r sıklıkla m ultifokal olup, siğilimsi görünüm e sahip az
diferansiye skuamöz hücreli karsinom şeklindedir. HPV ne­
gatif tü m ö rle r ise genellikle unifokal iyi diferansiye keratini­
ze sku am ö z hücreli karsinom şeklindedirler.

Vulvar karsinomun her iki tipi birkaç yıl boyunca bu­


lundukları alanda sınırlı kalma eğiliminde olup, sonun­
da ilk olarak bölgesel lenf nodlarmı tutar ve yayılırlar.
Metastaz riski, tümörün boyutu ve invazyon derinliği ile
ilişkilidir. Çapı 2 cm'den küçük tümörleri olan kadınlar­
da radikal eksizyon sonrası 5 yıllık sağ kalım oranı %90,
ileri evre lezyonlarda 1 0 yıllık sağ kalım oranı %2 0 'dir.

B
Meme Dışı Paget Hastalığı
Resim 1 8 -2 A , Vulvada çok sayıda kondilom. B, Kondiloma aku-
minatumun histopatolojik özellikleri, akantoz, hiperkeratoz ve si­ Paget hastalığı vulva derisinde veya meme başında epi­
toplazmik vakuolizasyon (ortada koilositoz) içerir. dermis içinde malign hücre proliferasyonudur. Her za­
(D r.A le x F e re n czy ’nin izniyle, M cG ill ü n iv e rsitesi, M o n tre a l, Q uebec, K a n a d a ). man altta karsinomun eşlik ettiği memenin Paget hasta-
684 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme

re ederler (Resim 18-3). Periyodik asit-Schiff (PAS) boya­


sı ile saptanan müsin varlığı, Paget hastalığını müsin
içermeyen melanomdan ayırmada yararlıdır.
Epitelde sınırlı Paget hastalığı, invazyona neden ol­
madan uzun yıllar o bölgede kalabilir. Ancak deri ekle­
rini tutan bir tümör varlığında Paget hücreleri lokal in-
vazyon gösterip metastaz yaparlar. Metastaz geliştikten
sonra prognoz kötüleşir.

^ Ö Z ET
Vulvanın Skuamöz Hücreli Karsinomu
• Vulvanın HPV ile ilişkili olan skuamöz hücreli karsinom-
Resim 18-3 Vulvanın Paget hastalığı, geniş berrak sitoplazmalı bü­
ları sıklıkla az diferansiye lezyonlar olup, bazen multifo-
yük tüm ör hücreleri epidermis içine dağılmıştır.
kaldirler. Sıklıkla vulvar intraepitelyal neoplaziden (VIN)
gelişirler.
• Vulvanın HPV ile ilişkili olmayan skuamöz hücreli karsi­
lığından farklı olarak vulvadaki (meme dışı) Paget hasta­
nomu, ileri yaştaki kadınlarda gelişir ve genellikle iyi dife­
lığında olguların büyük bir çoğunluğunda altta yatan ransiye, unifokal olup, sıklıkla liken skleroz veya diğer inf­
gösterilebilir bir tümör yoktur. Aksine vulvaya ait Paget lamatuar lezyonlarla birliktelik gösterir.
hücreleri sıklıkla epidermal progenitor hücrelerden kö­
ken alırlar. Bu bölgedeki Paget hastalığında nadiren, Vulvanın Paget Hastalığı
özellikle ter bezi tümörü gibi deri eki kökenli subepitel-
• Vulvanın Paget Hastalığı epidermis içinde malign epitel
yal ya da submukozal tümörler eşlik edebilir.
hücrelerinin proliferasyonunun neden olduğu kırmızı, ka­
Vulvar Paget hastalığı, kırmızı kabuklu plak halinde
buklu plak ile karakterizedir. Genellikle meme başının Pa­
olup, inflamatuar dermatit görünümünü taklit edebilir. get hastalığından farklı olarak altta yatan karsinom yoktur.
Histolojik incelemede, tek tek veya gruplar halinde yo­
• PAS ile pozitif boyanma Paget hastalığını melanomdan
ğun, soluk, ince granüler sitoplazmalı, nadiren sitoplaz-
ayırır.
mik valcuollü büyük epitelioid hücreler epidermisi infilt-

YAĞINA
Yetişkin kadınlarda vagina, seyrek olarak birincil hasta­ Kandida vaginiti (monilia) peynirimsi beyaz akıntı ile ka­
lık alanıdır. Daha sıklıkla komşu organlardan (örn. ser- rakterizedir. Bu etken kadınların %5'inde normal vaginal
viks, vulva, mesane, rektum) köken alan kanser ya da floranın bir parçası olup yukarıda tanımlanan predizpo-
enfeksiyonların yayılımı ile ikincil olarak tutulur. zan faktörlerden birinin varlığında veya yeni daha agre-
Vaginanm doğumsal anomalileri, neyse ki çok seyrek sif bir suş ile süperenfeksiyonda semptomatik enfeksi­
olup vaginanm total yokluğu, septumlu ya da çift vagina yon görünümü ortaya çıkar. T. vaginalis parazitleri, ne­
(genellikle septumlu serviks ve nadiren septumlu uterus den olduğu sulu, kötü kokulu, gri-yeşil renkte akıntı için­
birlikteliğinde) ve gelişim sırasında kaybolmayan Wolffi­ de mikroskobik olarak tanınabilir.
an duktus kalıntılarından köken alan doğumsal lateral Asemptomatik kadınların %10'unda Trichomonas iz­
Gartner kanalı kistleri gibi olayları kapsar. lenmekte olup, aktif enfeksiyon yeni bir suşun cinsel yol­
la geçmesi sonucu oluşur.

VAG İN İT
M ALİG N N E O PLA ZİIE R
Vaginit, genellikle geçici, klinik önemi olmayan sık kar­
şılaşılan bir durumdur. Vaginal akıntıya neden olur (lö- Skuamöz Hücreli Karsinom
kore). Bakteriler, mantarlar, parazitler gibi birçok mikro­
organizmalar sorumlu tutulmuştur. Bu etkenlerden bir­ Vaginanm skuamöz hücreli karsinomu çok nadir izlenen
çoğu normal vagina florasında bulunmakla birlikte, sade­ bir kanser olup, daha çok 60 yaş üzeri kadınlarda görü­
ce diyabetiklerde, sistemik antibiyotik tedavisinde (nor­ lür ve serviks karsinomuna benzer risk faktörleri eşlik
mal mikrobiyal floranın bozulmasına neden olur), im- eder (daha sonra anlatılacak). Hemen hemen her zaman
mun sistem yetersizliğinde, gebelik ya da düşük sonra­ HPV enfeksiyonun eşlik ettiği vaginal intraepitelyal ne-
sında patojenik şekle dönüşmektedirler. Yetişkinlerde oplazi prekürsör lezyondur. Vaginanm skuamöz hücreli
vaginanm primer gonoreal enfeksiyonu sık değildir. Sık­ karsinom olgularının yarıdan fazlasında, muhtemelen
lıkla sorumlu olmaları nedeniyle kayda değer iki enfek­ HPV pozitif VIN'den köken aldığı için, HPV DNA varlı­
siyon etkeni Candida albicans ve Trichomonas vaginalis'tir. ğı söz konusudur.
Serviks Neopazileri 685

Berrak Hücreli Adenokarsinom kırmızı granüler odaklar şeklinde izlenir ve histolojik in­
celemede mukus salgılayan ya da silyalı kolumnar epitel
1970 yılında, anneleri gebeliği sırasında abortusu engel­ hücreleri ile döşelidir. Bu klinik durum vaginal adenozis
lemek için dietilstilbestrol kullanan, bir grup genç ka­ olarak isimlendirilir ve berrak hücreli adenokarsinom
dında, çok ender izlenen, berrak hücreli adenokarsinom bu prekürsör lezyonlardan gelişir.
tanımlanmıştır. Daha sonraki araştırmalarda, in utero
dönemde dietilstilbestrola maruz kalan kişilerde bu tü­ Sarkoma Botryoides
mörün insidansmın düşük olduğu saptanmıştır (1 0 0 0 'de
l'den az, maruz kalmayanlara göre 40 kat fazla olması­ Sarcoma botryoides (embryonal rabdomyosarkom), yu­
na rağmen). Ancak o dönemde ilaç yaygın olarak kulla­ muşak polipoid kitleler oluşturan, az görülen, birincil
nıldığından, maruz kalanlarda ısrarlı şekilde yüksek vaginal kanserdir. Çoğunlukla 5 yaşın altındaki çocuk­
kanser riskinin eşlik ettiği görülmektedir. Bu kadınların larda ve bebeklerde görülür. Mesane ve safra yolları gibi
üçte birinde vaginal mukozada küçük glandiiler veya diğer bölgelerde de izlenebilir. Bu lezyonlar Bölüm 20'de
mikrokistik inklüzyonlar görülür. Bu benign lezyonlar, daha ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.

SERVİKS
Serviks lezyonlarının çoğu nispeten sıradan inflamas- lar zaten ortamda bulunmaktadır (daha önce anlatıldı).
yonlar (servisit) olmakla birlikte, serviks tüm dünyada, Sadece bilinen patojenlerin saptanması yardımcı olur.
kadınlardaki en sık kanserlerden birinin izlendiği böl­
gedir.
SERVİKS NEOPLAZİLERİ

SERVİSİT Serviks tümörlerinin büyük bir bölümü epitelyal kökenli


olup, bunlara human papilloma virüsün (HPV) onkojenik
Servikste yangısal değişiklikler çok sık olup, pürülan bir suşlan neden olur. Gelişim sırasında endoserviksin mu­
vaginal akıntı ile ortaya çıkarlar. Normal vaginal florada kus salgılayan kolumnar epiteli serviks ağzındaki ekzo-
insidental vaginal aerob ve anaeroblar, streptokoklar, serviksi döşeyen skuamöz epitel ile birleşir. Pubertenin
stafilokoklar, enterokoklar ve Esherichia coli gibi mikro­ başlangıcı ile birlikte, ekzoservikste kolumnar epitelin
organizmaların varlığı nedeniyle ayrım çok güç olmakla gözükmesine neden olan skuamokolumnar bileşkenin
birlikte servisit, enfeksiyöz ve nonenfeksiyöz olarak alt dışa dönmesi (eversiyonu) gerçekleşir. Dışa açık olan ko­
gruplara ayrılır. lumnar hücreler, skuamöz metaplaziye uğrayarak trans­
Çok daha önemli olanlar, sıklıkla cinsel yol ile bula­ formasyon zonu olarak isimlendirilen bölgeyi oluşturur­
şan Chlamydia trachomatis, Ureaplasma urealyticum, T. va­ lar (Resim 18-4).
ginalis, Candida türleri, Neisseria gonorrhoeae, HSV-2 (ge­
nital herpes etkeni) ve HPV'nin belli tipleridir. C. tracho­
matis uzak ara en sık izlenen patojen olup, cinsel yolla
PATOGENEZ
bulaşan hastalık kliniklerinde saptanan servisitlerin
%40'mdan sorumludur. Az olmakla birlikte herpetik en­ Serviks neoplazilerinin e tiyo lo jik etkeni olan HPV'nin trans­
feksiyonlar, doğum sırasında anneden bebeğe geçişleri form asyon zonundaki im m a tü r skuamöz hücrelere yöneli­
ciddi, bazen ölümle sonuçlanabilen sistemik herpetik mi vardır. HPV enfeksiyonlarının çoğu geçici olup, akut ya
enfeksiyonlara yol açtığından dikkate değerdir. da kro n ik iltihabi yanıt ile birkaç ay içinde ortadan kaybo­
lurlar. Bir kısım enfeksiyon devam eder ve bunlardan bazı­
ları da invaziv servikal karsinom ların gelişiminde p re kürsö r

M ORFOLOJİ
N onspesifik servisit a k u t ya da k r o n i k olabilir. Nispeten
daha az rastlanan a k u t f o r m u yalnızca postpartum dö­
nem deki kadınlarda g ö rü lü r ve genellikle strepto kokla r ve
stafilokoklarla oluşur. K ro n ik servisit inflamasyon ve epitel-
yal rejenerasyondan oluşur ve re p ro d ü k tif dönem deki ka­ Kolumnar epitel
dınların tüm ünde bir m ikta r bulunur. Serviks epitelinde hi-
Skuamokolumnar
perplazi ve re a k tif değişiklikler izlenir. Serviks epiteli hem
bileşke
skuam öz hem de kolum nar mukozada hiperplazi ve rea ktif
Skuamöz epitel
değişiklikler gösterir. Sonuç olarak kolum nar epitelde sku­
am öz m etaplazi gerçekleşir. iki tip epitelin
birlikte bulunduğu
transformasyon
zonu
Servisit sıklıkla rutin muayenede ya da lökore nedeniy­ Vagina
le dikkat çeker. Akıntıdan elde edilen kültür dikkatle de­
ğerlendirilmelidir. Çünkü kommensal mikroorganizma­ Resim 18-4 Servikal transformasyon zonunun gelişimi.
686 B Ö L Ü M 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme

Seksüel aktivite
lezyon olan servikal intraepitelyal neoplaziye (cervical int­
raepithelial neoplasia) (C İN ) ilerler.
HPV
HPV, m oleküler yön tem le rle C İN ve servikal karsinom
oigularının tam a yakınında saptanır. C İN ve invaziv serviks
karsinom unun gelişiminde önem li risk fa k tö rle ri doğrudan
HPV'ye m aruz kalma ile bağlantılı olup, şunları içerirler:
• İlk cinsel ilişkinin erken yaşta olması
• Birden çok cinsel p a rtn e r bulunması
• Birden çok cinsel pa rtn e ri olan erkeğin eşi olm ak
• Yüksek risk grubuna ait inatçı papillomavirus enfeksiyo­
nu
HPV enfeksiyonu, bazal tabakadaki im m atür skuamöz hüc­
relerin çoğunu tutsa da, HPV D N A replikasyonu daha dife-
ransiye olan yüzeydeki skuam öz hücrelerde gerçekleşir.
N o rm al koşullarda, matürasyonun bu evresinde skuamöz
hücrelerde D N A replikasyonu gerçekleşmez. Ancak HPV
genomu tarafından kodlanan ve E6, E7 olarak tanımlanan
iki etkili on kop rotein in ekspresyonu sonucu HPV ile enfek-
te olan skuamöz hücrelerde replikasyon oluşur. E6 ve E7
p ro te in leri sırasıyla p53 ve Rb gibi iki önemli tü m ö r baskı­
layıcıyı bağlar ve inaktive e d er (Bölüm 5). Aynı zamanda
çoğalmayı ve ek mutasyonlara duyarlılığı a rtıra ra k sonuçta
karsinogeneze yol açarlar.
Tanımlanmış HPV serotipleri karsinogenez oluşturm a
eğilim lerine göre yüksek veya düşük riske sahip tip le r ola­
ra k sınıflandırılır. Yüksek riskli HPV enfeksiyonu, C İN ve
karsinom gelişiminde en önem li risk faktörü dür. Yüksek
riskli iki HPV suşu, tip 16 ve 18, C İN ve servikal karsinom Resim 18-5 Human papilloma virüs (HPV) enfeksiyonun olası so­
olgularının % 70'inden sorum ludur. Genelde, yüksek riskli nuçları. Metinde anlatıldığı gibi, progresyon, virüsün entegre olma­
HPV suşlarının neden olduğu enfeksiyonlar inatçı olup, sı ve ek mutasyonların oluşması ile ilişkilidir. CİN, servikal int­
raepitelyal neoplazi
bunlar karsinoma progresyon açısından risk fa ktö rü oluştu­
rur. Bu HPV alt tip le ri, progresyon ile bağlantılı bir durum
olan konak hücresindeki genoma entegre olma eğiliminde­
dir. D iğer taraftan düşük riskli HPV suşları (örn . tip 6 ve
11) konak genomuna entegre olmadan serbest epizomal vi­ görüşe uygun olarak C İN insidansı 30, invaziv karsinom in-
ral D N A şeklinde kalırlar ve alt genital traktusta kondilom sidansı ise 45 yaşlarında tepe noktasına ulaşır.
gelişimiyle ilişkilidirler (Resim 18-5). HPV enfeksiyonu ile C İN genellikle düşük dereceli displazi (C İN I) olarak
kanser arasındaki güçlü ilişkiye rağmen HPV neoplastik sü­ başlar, zaman içinde o rta (C İN II) ve ağır dereceli displazi-
rece yol açacak yeterliliğe sahip değildir. Aşağıda anlatıldığı ye (C İN III) dönüşür; ancak istisnalar b ild irilm iştir ve bazı
gibi, HPV ile enfekte olm uş bazı yüksek dereceli öncül lez- hastalarda ilk tanı sırasında C İN III m evcuttur. Genel anlam­
yonlar invaziv kansere dönüşmez. Servikal displazinin ser­ da, C İN derecesi ne kadar yüksek ise progresyon olasılığı
vikal kansere dönüşümü, bağışıklık ve horm onal durum ve­ da o kadar yüksektir. Ancak b irço k olguda yüksek derece­
ya cinsel yolla bulaşan diğer etkenlerin neden olduğu se- li lezyonların bile kansere dönüşmediği ve gerilediği bilin­
konder enfeksiyonlar gibi değişik fa ktö rle rin varlığına da­ m ektedir. Hasta yönetim i ile ilgili kara rlar iki seçenekli (iz­
yandırılm aktadır. Yakın zam anda serviks kanserlerinin lem veya cerrahi tedavi) olduğu için bu üç aşamalı derece­
%20'sinden fazlasında L K B 1 tü m ö r baskılayıcı geninde edin- lendirm e sistemi yakın zamanda iki seçenekli sistem olarak
sel som atik m utasyonlar tanımlanmıştır. LK B1, ilk kez gast­ basitleştirilm iştir. C İN I d ü şü k dereceli sku am ö z in tra­
rointestinal traktusta ha m artom atöz polipler (Bölüm 14) epitelyal lezyon (LSIL), C İN II ve C İN III ise te k b ir kate­
ve serviks de dahil olm ak değişik anatom ik bölgelerde epi- goride y ü k se k dereceli sk u a m ö z in traepitelyal lez­
telyal malignite gelişim riskinin belirgin olarak yüksek oldu­ yon (HSIL) olara k yeniden düzenlenmiştir. Tablo 18-1'de
ğu otozom al dom inant geçişli Peutz-Jeghers sendrom unda görüldüğü gibi HSIL olgularının tedavi edilmesi, LSIL'lerin
mutasyona uğrayan gen olara k tanımlanmıştır. LKB1 aynı ise takip edilmesi bu iki grup lezyonun doğal seyirlerindeki
zamanda akciğer kanserlerinde de inaktive olur. LKB1 p ro ­ farklılıklara dayanmaktadır.
teini, m etabolik algılayıcı olan AM PK'yı fosforile ederek ak-
tive olmasını sağlayan bir serin threo nin kinazdır. AM PK
m TO R kompleksi aracılığıyla hücre proliferasyonunu dü­
Tablo 18-1 Skuamöz intraepitelyal Lezyonların (SİL) Doğal Seyri
zenler.
Lezyon Geriler Devam eder ilerler
Servikal intraepitelyal N eoplazi (C İN ) LSIL (CİN I) %60 %30 %10 (HSIL’e)
HPV ilişkili karsinogenez, genellikle invaziv kanser gelişi­ HSIL (CİN II, III) %30 %60 %10 (karsinoma)**
minden yıllar hatta on yıllar önce ortaya çıkan CİN olarak
LS IL, d ü ş ü k -d e re c e li SİL, H S IL , y ü k s e k - d e r e c e li le z y o n
tanımlanan prekanseröz epitelyal değişiklik ile başlar. Bu * 1 0 y ıl iç in d e p r o g r e s y o n
Serviks Neopazileri 687

Serviksin prekanseröz lezyonlarma eşlik eden deği­ telin matürasyonunda tam a yakın kayıp, hücre ve çekirdek
şiklikler, gözle görülebilir anormalliğe ulaşmalarından boyutlarında daha belirgin farklılıklar, nükleer krom atinde
çok önce sitolojik inceleme (Pap smear) ile saptanabilir­ heterojenite, dizilim i bozulmuş hücreler, tip ik veya atipik
ler. Transformasyon zonundan kazman hücrelerin mik­ m itozlar izlenir. Bu değişiklikler epitelin hemen tüm kat­
roskobik olarak incelendiği Papanicolaou (Pap) testinin manlarında görülür. Koilositotik değişiklikler genellikle gö­
mantıksal temeli displastik değişikliklerin erken saptan­ rülm ez. Bu histolojik değişiklikler ile uyum lu sitolojik görü­
masıdır. Pap testi, bugün için kanser tarama amacı için nüm Resim 18-7'de görülm ektedir. Daha önce anlatıldığı gi­
geliştirilmiş en başarılı testtir. Birleşik Devletler'de Pap bi, klinik amaçlar doğrultusunda C İN , LSIL (C İN I) ve HSIL
tarama testi, yıllık invaziv servikal kanser görülme sık­ (C İN II ve C İN III) olm ak üzere ikiye ayrılmaktadır.
lığını 12.000'e, ölüm sayısını da 4000'e çarpıcı bir şekil­
de düşürmüştür. ABD'de yaşayan kadınlarda, kansere
bağlı ölüm nedenleri arasında serviks karsinomu artık Asemptomatik olan CİN, anormal Pap smear sonucu
ilk 10 arasında değildir. Diğer taraftan, CİN insidansı ar­ sayesinde kliniğin dikkatini çeker. Bu olgular, biyopsi
tarak bugünkü 50.000 olguluk seviyesine ulaşmıştır. yapılacak yerin belirlenmesinde asetik asit kullanılan
Kuşkusuz lezyonu saptamadaki artışın bunda etkisi ol­ kolposkopi ile takip edilirler. Biyopsi sonucu LSIL olan
muştur. kadınlara konservatif yaklaşım uygulanarak bunlar dik­
Yakın zamanda tanıtılan ve belli HPV serotiplerinin katli bir şekilde izlenir. HSIL olguları ise cerrahi eksiz-
eşlik ettiği genital siğil ve serviks kanseri sıklığını büyük yon (konizasyon) ile tedavi edilir. HSIL'li hastaların ya­
oranda düşüreceği beklentisi bulunan tip 6, 1 1 ,1 6 ,18'e şamında takip smearleri ve klinik muayene belirleyici
yönelik kuadrivalan HPV aşısı, HPV enfeksiyonlarını olur. Bu kadınlar HPV ile ilişkili serviks, vulva ve vagina
önlemede çok etkilidir. Tüm etkisine karşılık aşı, rutin kanserlerinin gelişimi için risk taşırlar.
serviks kanseri tarama gereksinimini ortadan kaldırma­
makta; birçok risk altındaki kadın halihazırda enfekte Serviksin İnvaziv Karsinomu
olup, aşı sadece belli HPV serotiplerine karşı koruma
sağlamaktadır. En sık izlenen servikal karsinomlar sırası ile skuamöz
hücreli karsinom (%75), adenokarsinom ve mikst ade-
noskuamöz karsinom (%20) ve küçük hücreli nöroen-
M OR FO LO Jİ dokrin karsinomdur (%5'den az). Tüm bu karsinom tip­
lerine HPV neden olmaktadır. İlginç olan konu, invaziv
Resim 18-6'da C IN 'in üç evresi gösterilm ektedir. CİN I sku- skuamöz karsinom insidansınm azalması ve Pap smear-
am öz epitelin alt üçte birindeki displastik değişiklikler ve de glandüler lezyonlarm saptanmasının suboptimal olu­
epitelin yüzeyel tabakalarında koilosito tik değişiklikler ile şu nedeniyle, son dekadlarda adenokarsinom oranları
karakterizedir. CİN ll'd e displazi epitelin o rta üçte birine göreceli olarak artmasıdır.
yayılır ve keratinosit maturasyonunda gecikme şeklinde iz­ Skuamöz hücreli karsinom insidansı, prekürsör CİN
lenir. Ayrıca epitelin o rta tabakasına kadar uzanan bölgede
lezyonunun saptanmasından 10-15 yıl sonra 45 yaş civa­
nükleus ve hücre boyutunda değişiklik, nükleer krom atin­
rında doruk noktasına ulaşmaktadır. Anlatıldığı gibi,
de heterojenite ve bazal tabakanın üzerinde m itoz varlığı
CIN'nin invaziv karsinoma ilerleyişi değişken ve öngö­
eşlik eder. Yüzeyel tabakadaki hücrelerde bir m ik ta r dife-
ransiasyon ve nadiren yukarıda tanımlanan ko ilo sito tik de­
rülemez nitelikte olup, HPV enfeksiyonunu ve LKB gibi
ğişiklikler görülür. Bundan sonraki evre olan CİN lll't e epi­ genlerde mutasyon varlığını gerektirmektedir. Progres-
yon için risk faktörleri arasında sigara ve immün yet-

Normal CİN I CİN II CİN III


Resim 1 8 -6 Servikal intraepitelyal neoplazi (CİN) spektrumu, karşılaştırma için normal skuamöz epitel: Koilositotik atipi gösteren CİN I;
Epitelin tüm tabakalarında progresif atipi gösteren CİN II; ve diffüz atipi ve maturasyon kaybı izlenen CİN III (karsinoma in situ)
688 B Ö L Ü M 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme

Resim 1 8 -7 Papanicolaou smear testinde servikal intraepitelyal neoplazi (CİN) sitolojisi. Süperfisiyel skuamöz hücreler mavi veya kırmızı
boyanabilir. A , Normal süperfisiyel skuamöz epitel hücreleri. B, CİN l-düşük-dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon (low grade squa­
mous intraepithelial lesion) (LSIL). C ve D, CİN II ve CIN III, her ikisi de yüksek-dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon (high grade squa­
mous intraepithelial lesion) (HSIL). Lezyonun derecesinin artması ile birlikte sitoplama miktarının azalması ve nukleusun sitoplazmaya
oranında artış dikkat çekicidir. Servikal lezyonların yüzeyinden dökülen bu hücreler, progresif hücresel diferansiyasyon kaybını yansıtmak­
tadırlar (Resim 18-6'ya bakınız).
(D r. Ed m u n d S. Cibas'ın izniyle, B righam and W om en H ospita l, Boston, M a ssa ch u setts).

mezlik virüs enfeksiyonu (HIV) bulunmaktadır. Bunlar­ vazyon derinliği 3 mm 'den az olan tü m ö rle rd e %1 'den az
dan İkincisi CIN'in kontrol altında tutulmasında immün olup, 3 m m 'yi geçmesi durum unda ise bu oran %10'un üze­
gözetimin rolü olduğunu düşündürür. Her ne kadar risk rine çıkmaktadır. Servikal karsinom lar, skuamöz diferansi-
faktörleri CIN'den karsinoma ilerlemesi muhtemel has­ asyon derecesi baz alınarak derecelendirilirler. N öroen-
taları ayırt etmede yardımcı olabilseler de, hastalığın d o krin diferansiasyon içeren ender tü m ö rle rin tümü agre-
seyrini izlemede tek güvenilir yöntem sık fizik muayene sif davranışa sahip oldukları için bu tü m ö rle rd e derecelen­
ve kuşkulu lezyonlardan biyopsi alınmasıdır. dirm e geçersizdir.

K lin ik S eyir
M O R F O L O Jİ
İnvaziv servikal kanser olguları çoğu kez ya hiç Pap
Serviksin invaziv karsinom ları transform asyon z o n u n d a
smear yaptırmamış ya da uzun yıllar tarama yapılmamış
gelişir ve boyutları strom al invazyon gösteren m ikro skopik
kadınlarda görülmektedir. Bu olgularda serviks kanseri
odaktan m akroskopik belirgin, e kzo fitik tü m ö rle re kadar
semptomatik olup hastalar beklenilmeyen vaginal kana­
değişir (Resim 18-8). Tüm serviksi çevreleyen ve stromaya
yayılan tü m ö rle r palpasyonla tanımlanabilen "fıçı serviksi"
ma, lökore, ağrılı cinsel ilişki (disparoni) ve dizüri gibi
oluştururlar. T üm örü n param etrium daki yumuşak dokula­ bulgularla tıbbi olarak dikkat çekerler. Tedavi, histerek-
ra penetre olması sonucu uterus kendini çevreleyen pelvik tomi ve lenf nodu diseksiyonunu kapsayan cerrahidir.
yapılara tikse olur. Pelvik lenf nodlarına yayılım olasılığı, tü ­ Küçük mikroinvaziv karsinomlar kon biyopsi ile tedavi
m ö r invazyon derinliği ve vasküler boşluklardaki tü m ö r edilebilirler. Mortalite, belirgin olarak tümörün evresi,
hücrelerinin varlığı ile doğru orantılıdır. Metastaz riski, in- nöroendokrin karsinom olgularında ise hücre tipi ile iliş­
kilidir. İleri evre hastalarda ölüm uzak organ metasta­
zından çok lokal invazyon sonucudur. Özellikle üreter
ve mesane obstrüksiyonuna bağlı gelişen böbrek yet­
mezliği sık bir ölüm nedenidir.

O Ö ZET ____ _________________


Servikal Neoplazi
• Servikal kanser oluşumunda rol alan risk faktörleri, ilk
cinsel ilişkinin erken yaşta oluşu, birden çok seksüel
partner gibi HPV'ye maruz kalınan durumlar ile sigara içi­
mi ve immun yetmezlik gibi diğer faktörlerdir.
• Servikal kanser olgularının hemen tümünde sebep HPV
enfeksiyonudur, özellikle yüksek riskli HPV tip 16,18, 31
ve 33. HPV aşısı HPV tip 16 ve 18'e bağlı enfeksiyonların
önlenmesinde etkilidir.
• HPV'nin eksprese ettiği E6 ve E7 proteinleri sırasıyla p53
Resim 1 8 -8 Serviks ağzını çevreleyen invaziv ekzofitik serviks kar- ve Rb tü m ö r süpresörleri inaktive ederek artmış hücre
sinomu.
Endometrit 689

proliferasyonuna ve D N A hasarının indüklediği apopto- Endoservikal Polip


zun baskılanmasına neden olurlar. LKB1 gen kaybı da iliş­
kilidir. Endoservikal polipler, endoservikal mukozadan dışarı
doğru çıkan (bazen ekzoserviksten dışarı sarkarlar) be­
• Yüksek dereceli servikal displazilerde (CİN II ve III) HPV
hücre genomuna katılmıştır. nign polipoid kitlelerdir. Boyutları birkaç cm olup, pal-
pasyonda yumuşak kitleler şeklindedir. Düz, parlak bir
• Tüm HPV enfeksiyonları CİN III ya da invaziv kanser aşa­
yüzeyin altında mukus sekresyonları ile dolu genişlemiş
masına ulaşmaz. Enfeksiyondan invaziv kanser aşamasına
kadar geçen süre 10 yıldan daha uzun olabilir. Genel ola­ kistik boşluklar izlenir. Yüzey epiteli ve kistler, endoser-
rak, progresyon riski displazi derecesi ile orantılıdır. viksin mukus sekrete eden kolumnar hücreleri ile döşe­
• Servikal displazi ve invaziv kanserlerin saptanmasında
lidir. Stroma ödemli olup, mononükleer hücreler içerir.
Pap smear çok yararlı bir yöntem olup, servikal karsi- Yüzey epitelinde, eklenen kronik inflamasyon sonucu
nom görülme sıklığını belirgin derecede azaltmıştır. skuamöz metaplazi ve ülserasyon gelişir. Bu lezyonlar,
kanamalı oldukları için endişe yaratmalarına karşın ma-
lignite potansiyelleri yoktur.

KORPUS UTERİ
Uterus korpusu, endometrial mukoza ile altındaki myo­
metrium düz kas tabakasından oluşmaktadır. Burada ADENOMYOZİS
sık ve önemli olan uterus patolojileri üzerinde durula­ Adenomyozis, endometriumun bazal tabakasının myo­
caktır. metrium içerisine doğru büyümesine verilen isimdir.
Myometriumun çok aşağılarında kas demetleri arasında
endometrial stroma veya glandlar ya da her ikisini içe­
ENDOMETRİT ren odaklar bulunur. Aberan endometrial doku myo-
metriumda reaktif hipertrofiye neden olur, bunun sonu­
Endometriumun iltihabı, nötrofil ya da lenfoplazmasitik cunda da geniş ve küre şeklinde ve sıklıkla kalınlaşmış
yanıtın baskın olmasına göre akut ve kronik olarak sı­ duvarlı bir uterus oluşur. Bu gland yapıları endometri­
nıflandırılır. Normal koşullarda endometriumda lenfo­ umun bazal tabakasından köken aldığından, bu alanlar­
sitler bulunduğundan, kronik endometrit tanısı için da menstrüel kanamalar izlenmez. İleri olgularda, me-
plazma hücrelerinin görülmesi gerekmektedir. noraji, dismenore ve menstrüasyon öncesi pelvik ağrıya
Endometrit sıklıkla pelvik inflamatuvar hastalığın so­ neden olabilir.
nucu olarak N. gonorrhoeae veya C. trachomatis'e bağlı
gelişir. Histolojik olarak yüzeyel endometriumda ve
gland yapılarında nötrofilik, stromada ise lenfoplazma­
sitik infiltrasyon izlenir. Belirgin lenfoid follikül yapıları
ENDOMETRİOZİS
klamidiyal enfeksiyonlarda daha çok gözlenir. Tüberkü­ Endometriozis, endometrial gland yapılarının ve stroma-
loz, sıklıkla tüberküloz salpenjit ve peritonitin eşlik etti­ nm endomyometrium dışındaki bir bölgede izlenmesi
ği granülomatöz endometrite neden olur. Birleşik Dev­ olarak tanımlanır. Reprodüktif dönemdeki kadınların
letlerde çoğunlukla immun sistemi baskılanmış kişiler­ yaklaşık %1 0 'unda ve infertilite yakınması olanların da
de görülse de, tüberküloz endometrit, tüberkülozun en- %50'sinde izlenmektedir. Sıklıkla multifokal olup, en sile
demik olduğu bölgelerde sıktır ve buradan yakın dö­ olarak pelvik yapıları (over, Douglas poşu, uterin liga-
nemde göç etmiş kadınlardaki pelvik inflamatuvar has­ manlar, tubalar, rektovaginal septum) tutar. Daha az sık­
talık ayırıcı tanısına dahil edilmelidir. lıkta peritoneal kavitenin uzak bölgeleri veya periumbli-
Endometrit, gebelik veya düşükten arta kalan parça­ kal dokular tutulur. Çok ender olarak lenf nodları, akci­
lar yanısıra rahim içi araç gibi yabancı cisimlere bağlı da ğerler, kalp, çizgili kaslar ve kemikler etkilenebilir.
gelişebilir. Artık dokular ve yabancı cisimler, vagina ve Bu dağınık lezyonlarm kökenini açıklamak için üç hi­
intestinal kanal florasına ait mikroorganizmalar için bir potez ileri sürülmüştür (Resim 18-9). Regürjitasyon teori­
enfeksiyon nüvesi oluşturmaktadırlar. Bu dokuların ve­ si, son dönemde en çok tercih edilen, menstrüasyonda
ya yabancı cismin çıkarılmasından sonra enfeksiyon da tubalardan geriye akış sonucu gerçekleşen implantasyo-
ortadan kalkmaktadır. nu savunur. Diğer taraftan metaplastik teori, endometri­
Klinik olarak tüm endometrit formları ateş, karın ağ­ umun kökeni olarak kabul edilen sölomik epitelin endo­
rısı ve menstrüel düzensizlikler şeklinde ortaya çıkabi­ metrium yönünde farklılaştığını ileri sürer. Bu iki kuram
lir. Ek olarak, tubalarda oluşan hasara bağlı infertilite ve da akciğer ve lenf nodlarındaki lezyonları açıklayamaz.
ektopik gebelik gelişim riski artmıştır. Vasküler ya da lenfatik yayılım teorisi, pelvis dışı ya da int-
690 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme

Solom epitelinin Lenfatik

Resim 18-10 Överin endometriozisi. Kesit yapılan over içinde


dejenere kan içeren büyük endometriotik kist ("çikolata kisti")

kadranlarda rahatsızlıklar oluşturur ve sonuçta sterilite-


ye neden olur. Rektum duvarı tutulması dışkılama sıra­
sında ağrıya, uterus veya mesane serozasınm tutulması
sırasıyla disparoni (ağrılı cinsel ilişki) ve dizüriye neden
olur. Olguların tama yakınında pelvis içi kanama ve ute­
rus çevresi yapışıklıklar nedeniyle şiddetli bir dismeno-
ranodal yerleşimleri açıklamaya yöneliktir. Bazı durum­
re ve pelvik ağrı vardır.
larda bunların üçü de geçerli olabilir.
Son dönemdeki çalışmalar endometrial dokunun sadece
yanlış yerde olmadığını, aynı zamanda anormal olduğunu ANORMAL UTERİN KANAMA
da öne sürmektedir. Normal endometrium ile karşılaştı­
Kadınlar, menoraji (adet kanamasının aşırı ve uzun sür­
rıldığında, endometriotik dokularda yüksek seviyede
mesi), metroraji (adet kanamaları arasındaki düzensiz
özellikle prostaglandin E2 başta olmak üzere inflamatu-
kanama), postmenopozal kanama gibi anormal uterin
ar medyatörler ve stromal hücrelerdeki yüksek aromataz
kanamalar nedeniyle tıbbi yaklaşım ararlar. Sık karşıla­
aktivitesine bağlı artmış östrojen üretimi izlenir. Bu deği­
şılan nedenler endometrial polipler, leiomyomlar, endo­
şiklikler yabancı bir bölgede endometriotik dokunun
metrium hiperplazileri, endometrium karsinomları ve
varlığını sürdürmesini ve devamlılığını kolaylaştırır (en-
endometritlerdir.
dometriozis patogenezinde anahtar bir role sahiptir), ay­
Herhangi bir olguda muhtemel uterin kanama nede­
nı zamanda endometriozis tedavisinde COX-2 inhibitörü
ni, kısmen hastanın yaşı ile bağlantılıdır (Tablo 18-2).
ve aromataz inhibitörünün yararlı etkilerini açıklar.
Uterusta ortaya konmuş organik bir lezyonun yokluğun­
da ortaya çıkan anormal kanamaya disfonksiyonel uterin
MORFOLOJİ kanama denir. Gerek disfonksiyonel ve gerekse organik
nedenlere bağlı anormal uterus kanamalarının nedenle­
Adenom yozisin aksine, end o m etrio ziste hemen her za­ ri 4 grup altında incelenebilir:
man siklik kanama gösteren fonksiyonel b ir end o m etri­
um vardır. Bu aberan odaklarda kan toplandığı için, ımak- Tablo 18-2 Yaş Gruplarına Göre Anormal Uterin Kanama
roskopik olarak, genellikle kırmızı-kahverengi nodül ya da Nedenleri
im plantlar şeklinde görünürler. M ikro skopik düzeyden 1-2
cm'ye değişen boyutlarda o lab ilirler ve olaya katılan serozal Yaş grubu Neden(ler)
yüzey üzerinde veya hemen altında izlenirler. Çoğu kez kü­ Prepuberte Erken puberte (hipotalamik, hipofizer veya
çük lezyonlar birleşerek daha büyük b ir kitle oluştururlar. over kökenli)
Ö v e rle r tutulduğunda, lezyonlar, kanın "eskimesi" ile b irlik­ Adolesan Anovulatuvar siklus
te (çik o la ta k istle ri) kahverengiye dönüşen, içi kan ile
dolu büyük kistle r o lu ştu ru rla r (Resim 18-10). Kanın sız­ Reprodüktif Gebelik komplikasyonları (düşük,
yaşlar trofoblastik hastalık, ektopik gebelik)
ması ve organizasyonu ile oluşan yaygın fibrozis pelvik ya­
Proliferasyonlar (leiomyom, adenomyozis,
pılarda yapışıklıklara, tubaların fim brial uçlarının tıkanması­
polipler, endometrial hiperplazi, karsinom)
na ve ovidu ktlarla överlerin distorsiyonuna yol açar. Tüm Anovulatuvar siklus
yerleşim yerlerin de histo lo jik tanı aşağıda be lirtilen üç özel­ Ovulasyona bağlı disfonksiyonel kanama
likten ikisinin gösterilmesine dayanır. Endom etrial glandlar, (luteal faz yetmezliği, vb.)
endom etrial strom a ve hem osiderin pigmenti.
Perimenopoz Anovulatuvar siklus
Düzensiz dökülme
K lin ik B u lg u la r Proliferasyonlar (karsinom, hiperplazi, polipler)

Endometriozisin klinik belirtileri, lezyonlarm dağılımı­ Postmenopoz Proliferasyonlar (karsinom, hiperplazi, polipler)
Endometrial atrofi
na bağlıdır. Ovidukt ve överlerin aşırı nedbeleşmesi alt
Endometrium ve Myometriumun Proliferatif Lezyonlan 691

• Ovulasyon yetmezliği. Reprodüktif yaşamın başında


ve sonunda anovulatuar sikluslar çok sık olarak izle­
nir. Bunlar (1) hipotalamik-hipofizer aksta, sürrenal
veya tiroid bezinde işlev bozukluğu, (2 ) aşırı östrojen
üreten fonksiyonel over lezyonlan, (3) malnütrisyon,
obezite, debilizan hastalıklar, (4) şiddetli fiziksel veya
duygusal streslere bağlı gelişir. Nedenden bağımsız
olarak, ovulasyon yetmezliği, progesterona oranla gö­
receli olarak östrojen düzeyinde artışa yol açar. Endo-
metriumda proliferasyon fazını normal bir sekresyon
fazı takip etmemektedir. Endometrial glandlarda ha­
fif derecede kistik değişiklikler veya düzensiz bir gö­
rünüm (Şekil 18-11, A) mevcuttur. Gelişimi için pro-
gesteron desteğine ihtiyaç duyan stroma ise nispeten
azdır. Bu anormallikler endometriumun parçalanma­
ya ve kanamaya eğilimli olmasına yol açar.
• Luteal faz yetmezliği. Korpus luteumun normal bir şe­
kilde olgunlaşmadığı veya erken regrese olduğu du­
rumda progesteron düzeyinde rölatif bir azalma mey­
dana gelir. Bu koşullar altında endometriumda bekle­
nilen sekretuar değişiklikler görülmez.
• Kontraseptif kullanımına bağlı kanama. Eskiden sente­
tik östrojen ve progesteron içeren oral kontraseptif-
ler, bol desidua benzeri stroma ve inaktif nonsekretu-
ar gland yapıları gibi endometrial değişikliklere ne­
den oluyordu. Günümüzde kullanılan ilaçlar bu dü­
zensizliklere neden olmazlar.
• Endomyometrial bozukluklar. Kronik endometrit, endo­
metrial polip ve submukozal leiomyomlar.

ö Ö Z E T ____________________________________
Non-neoplastik Endometrium Bozuklukları
• Endometriozis, endometrial gland ve stromanın uterus
dışında izlenmesi, pelvik veya abdominal peritonu da tu­
tabilmesidir. Nadiren lenf nodu ve akciğerler gibi uzak
bölgelerde tutulum görülebilir.
• Endometrioziste ektopik endometriumda siklik kanama­
lar olur. Bu durum sıklıkla dismenore ve pelvik ağrıya yol
açar.
• Adenomyozis, uterusta büyümeye yol açan, endometri­
umun myometriumun içine doğru gelişmesidir. Endo-
metriozisten farklı olarak siklik kanama izlenmez.
Resim 18-11 Endometrial hiperplazi. A , Gland yapılarında dilatas-
yon içeren anovulatuar veya "düzensiz" endometrium. B, Birbirine
yakın glandların oluşturduğu yuvalanmalar ile karakterize atipisiz
kompleks hiperplazi. C, Atipili kompleks hiperplazi, glandlarda
ENDOMETRİUM VE MYOMETRİUMUN sayıca artma ve hücresel atipi.
PROLİFERATİF LEZYONLARI
Uterusta en sık izlenen proliferatif lezyonlar endometri­ lazi) meydana gelebilir. Potansiyel östrojen fazlalığı ne­
um hiperplazisi, endometrium karsinomu, endometri­ denleri arasında ovulasyon yetmezliği (perimenopozda
um polipleri ve düz kas tümörleridir. Tümü erken bulgu görülen), progestin ile dengelenmeyen östrojenik stero-
olarak anormal uterus kanamasına yol açarlar. idlerin uzun süre kullanımı ve östrojen üreten over lez-
yonları (polikistik over hastalığı, överin granüloza-teka
Endometrial Hiperplazi hücreli tümörleri) bulunmaktadır. Yağ dokusunun, stero­
id prekürsörleri östrojene dönüştürmesine bağlı olarak,
Progesteron seviyesine göre göreceli östrojen fazlalığı, obezite östrojen fazlalığının sık nedenlerinden biridir.
uzun süreli olarak ya da şiddetle endometriumu etkiler­ Hiperplazinin şiddeti östrojen fazlalığının düzeyi ve
se endometrial karsinom gelişiminde önemli bir prekür- süresi ile bağlantılı olup, yapısal değişim (basit veya
sör olan, endometriumda abartılı proliferasyon (hiperp- kompleks) ve sitolojik atipinin varlığına göre sınıflandı-
692 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme

rılmaktadır (Resim 18-11, B ve C). Karsinom gelişim ris­


M ORFOLOJİ
ki sellüler atipinin varlığı ile bağlantılıdır. Sellüler atipi
içermeyen kompleks hiperplazide endometrium karsi- E n d o m e trio id k a rsin o m la r, norm al en do m etrium a
nomuna dönüşüm riski düşüktür (%5'ten az). Sellüler benzerler ve e kzo fîtik ya da in filtra tif o lab ilirler (Resim 12
atipi içeren kompleks hiperplazide ise risk çok daha yük­ A ve B). Farklı histolojik tiplerden oluşur ve bunlar müsi-
sektir (%20-50). Atipili hiperplazi saptanması durumun­ nöz, tubal (silyalı) ve skuamöz (bazen adenoskuamöz) di-
da, olgu kanser varlığı açısında dikkatle değerlendirilme­ feransiasyon gösterirler. Mukozadan köken alan tü m ö r
li ve yinelenen endometrial biopsiler ile izlenmelidir. m yom etrium u ve vasküler boşlukları infîltre eder ve bölge­
Hiperplazi, zaman içinde östrojene gereksinim duy­ sel lenf nodlarına metastaz yapar. Endom etrioid karsinom ­
lar diferansiasyon derecesi temel alınarak l'den lll'e kadar
madan otonom olarak prolifere olur ve sonuçta karsi­
derecelendirilirler. D iğer taraftan seröz karsinomlarda, en­
nom gelişimine neden olur. Olguların önemli bir kıs­
d o m e trio id karsinom da izlenen glandlardan farklı olarak
mında, PI-3-kinaz/AKT sinyal yolağında önemli bir fren
papiller yapılar ve küçük küm elenm eler izlenir, ayrıca sito-
görevi olan tümör baskılayıcı gen PTEN'de mutasyona lo jik atipi çok belirgindir. A gresif davranırlar ve yüksek de­
bağlı inaktivasyon eşlik etmektedir. Edinilen PTEN mu- receli olarak değerlendirilirler. Serö z karsino m lard a im-
tasyonlarmm, hiperplaziden endometrial karsinoma m unohistokim yasal yöntem ile TP53 mutasyon (m utant
transformasyon sırasındaki birkaç anahtar basamaktan p53 b iriktiği için boyanma ile daha kolay saptanır) varlığı ile
biri olduğuna inanılmaktadır. Endometrial karsinomlar uyumlu b ir bulgu olan yüksek m iktard a p53 saptanır (Şekil
sıklıkla PTEN mutasyonu gösterirler. 18-12 C ve D).

Endometrium Karsinomu
K lin ik S eyir
Birleşik Devletler ve birçok Batı ülkesinde, kadın genital
Endometrium karsinomları genellikle postmenopozal
sisteminin en sık izlenen tümörü endometrium karsino-
kadınlarda lökore ve düzensiz kanama bulguları ile or­
mudur. Genellikle 55-65 yaş arasında görülür ve 40 ya­
taya çıkar. Olayın ilerlemesi ile birlikte uterus palpas-
şın altında nadirdir. Endometrium karsinomu iki farklı
yonda büyümüştür ve kanser çevre dokulara yayılımı so­
tipten oluşmaktadır. Bunlar endometrioid ve endometri-
nucu komşu yapılara fikse olur. Bu tümörler genellikle
umun seröz karsinomudm. Bu iki tip histolojik ve patoge-
uzun dönemde metastaz yaparlar. Ancak tedavi edilme­
netik açıdan birbirinden farklıdır. Endometrioid kanser­
den bırakıldıklarında bölgesel lenf nodları ve uzak böl­
ler, perimenopozal dönemdeki kadınlarda östrojen faz­
gelere yaydırlar. 5 yıllık sağkalım oranı tedavi edilen er­
lalığı ve endometrial hiperplazi eşliğinde, seröz karsi­
ken evre olgularda %90 iken, ileri evre tümörlerde sağ-
nomlar ise postmenopozal dönemdeki kadınlarda endo­
kalım oranı hızlı bir şekilde düşer. Seröz karsinomlarda
metrial atrofi zemininde gelişirler.
prognoz cerrahi evreleme ve peritoneal yıkama sitolojisi
sonucu ile doğrudan bağlantılıdır. Bu durum çok küçük
ya da yüzeyel seröz tümörlerin tubalar aracılığı ile peri­
PATO G EN EZ tona ulaşabümeleri nedeniyle kaçınılmazdır.
E ndom etrium karsinomlarının % 80'i en do m etrioid tipten
oluşmaktadır. Bu tü m ö rle r histolojik olarak norm al endo­
m etrium gland yapılarına benzemelerinden dolayı endo­ O Ö Z E T _____________
m etrio id olarak tanım lanm aktadır. Bu karsinom tipi için
risk fa k tö rle ri arasında (1 ) obezite, (2 ) diabet, (3 ) hiper­ Endometrium Hiperplazisi ve Endometrium
tansiyon, (4 ) in fe rtilite ve (5 ) dengelenmemiş östrojen ma- Karsinomu
ruziyeti ye r almaktadır. Bu risk fa k tö rle rin in çoğu endo- • Endometriyal hiperplazi, endojen veya eksojen kaynaklı
m etrium un artm ış ö stro je n ik uyarılmasına neden o lu r ve aşırı östrojen sonucu gelişir.
endom etrial hiperplazi ile ilişkilidir. Aslında uzun süreli öst­
• Endometriyal hiperplazi gelişiminde, anovulatuar siklus,
rojen replasman tedavisi ve östrojen salgılayan over tü m ö r­
polikistik over sendromu, östrojen üreten over tüm örle­
leri en do m etrioid tip en do m etrium karsinomu gelişim riski­
ri, obezite ve progestin ile dengelenmeyen östrojen te­
ni artırır. Ek olarak, meme kanseri (o da östrojen-bağımlı-
davisi rol oynar.
dır) endom etrium kanserli (veya tam tersi) kadınlarda da­
ha sık gelişir. Endom etrioid karsinom un adım adım
• Hiperplazi şiddeti yapısal (basit ya da kompleks) ve sito-
lojik özelliklerine (normal ya da atipik) göre derecelendi­
gelişim inde, u yu şm azlık ta m ir (m ism atch rep a ir)
rilir. Karsinom gelişim riski ağırlıklı olarak sitolojik atipi
genleri ile tü m ö r baskılayıcı P TE N geninde izlenen
ile ilişkilidir.
m utasyo n lar e rk en dönem o laylarıd ır. PTEN geninde
germ line m utasyonlar (Covvden sendrom u) içeren kadın­ • Klinik ve moleküler bilgiler ışığında iki önemli karsinom
larda bu kanserin gelişim riski daha yüksektir. Bu tü m ö r ti­ tipi bilinmektedir:
pinin gelişiminde TP53 m utasyonları da olabilir ancak bun­ 0 Endometrioid karsinom aşırı östrojen ve endometrial hi­
lar nispeten nadirdir ve patogenezin geç dönem inde izlen­ perplazi ile bağlantılıdır. Erken moleküler değişiklikler
diği düşünülm ektedir. olarak D N A uyuşmazlık tam ir genlerinde ve PTEN ge­
Seröz tip en do m etrium karsinom u nadir olup, yaklaşık ninde inaktivasyon izlenir.
%15 oranında görülür. O lguların tama yakınında TP53 tü ­ o Endometriumun seröz karsinomu daha ileri yaş kadın­
m ö r baskılayıcı gen m utasyonları saptanır. D N A uyuşmaz­ larda gelişir ve genellikle endometriyal atrofi eşlik eder.
lık ta m ir genleri ve PTEN gen mutasyonları seyrektir. Erken dönemde TP53 geninde mutasyon görülür.
Endometrium ve Myometriumun Proliferatif Lezyonları 693

Resim 18-12 Endometrial karsinom, A J, Endometrioid tip, myometriumu infiltre etmekte ve kribriform paternde büyümekte. B, Büyük
büyütmede polarite kaybı ve nükleer atipi mevcut. C, Endometriumun seröz karsinomu, papiller oluşumlar ve belirgin sitolojik atipi. D,
immunhistokimyasal boyamada TP53 mutasyonu ile ilişkili p53 birikimi.

• H e r iki tip te de yaşam süresini belirleyen en önemli fak­ da tanımlanırlar. Leiomyomlar kadınlardaki en sık görü­
t ö r evredir. Seröz tü m ö rle r daha sıklıkla uterus dışı tu tu ­ len benign tümörlerdir, siyah ırkta daha fazla olmak
lum lar ile saptandıkları için endom etrioid karsinomlar

You might also like