Professional Documents
Culture Documents
femel
Vinay Kumar» MBBS» MD» FRCPath
Donald N. P ritzker Professor
Chair, D epartm ent o f Pathology
Biologic Sciences Division and
P ritzker School o f Medicine
U niversity o f Chicago
Chicago, Illinois
RESİMLEYEN
James A. Perkins, MS, MFA
ELSEVIER
Çeviri Editörleri:
Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu
Prof. Dr. Uğur Çevikbaş
© 2014 Elsevier Limited
Vinay Kumar, Abul Abbas, Jon Aster tarafından hazırlanan “Robbins Basic Pathology 9th Edition’ nin
bu Türkçe yayını Elsevier Inc., 1600 John F. Kennedy Blvd, Suite 1800, Philadelphia, PA 19103-2398 ile
anlaşmalı olarak yayınlanmıştır.
5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri yasası gereği herhangi bir bölümü, resmi veya yazısı,
yazarların ve yayınlayıcısınm yazılı izni alınmadan tekrarlanamaz, basılamaz, kopyası çıkarılamaz,
fotokopisi alınamaz veya kopya anlamı taşıyabilecek hiçbir işlem yapılamaz.
This Turkish edition of the “Robbins Basic Pathology 9th Edition” by Vinay Kumar, Abul Abbas,
Jon Aster, is published by arrangement with Elsevier Inc., 1600 John F. Kennedy Blvd, Suite 1800,
Philadelphia, PA 19103-2398 United States.
Çocuklarımız ve
özel torunu m uz
Kiera Chapman Kum ar’ a
Katkıda Bulunanlar
Charles E. Alpers, MD
Professor and Vice Chair Mark W. Lingen, DDS, PhD
D epartm ent o f Pathology Associate Professor
U niversity o f Washington D epartm ent o f Pathology
Seattle, Washington The U niversity o f Chicago, Chicago, Illinois
Böbrek ve Toplayıcı Sistemi Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Traktus
Neil D. Theise, MD
Professor
Departm ents o f Pathology and Medicine
(Digestive Diseases)
Beth Israel Medical C enter o f A lb e rt Einstein
College o f Medicine
N ew York, N ew Y ork
Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan
Edward C. Klatt, MD
Professor and Academic A dm inistrator
D epartm ent o f Pathology
Florida State U niversity College o f Medicine
Tallahassee, Florida
Fotoğraf Editörü
Kırk yıllık bir zaman diliminde sekiz baskı yapan ve referans oluşturdu. Ancak bunların sınırlılığı ve pa
dünya üzerinde hemen her Tıp Fakültesi öğrencisi tolojinin kapsamının çok geniş oluşu nedeniyle ca
nin yararlandığı bir kitap haline gelmiş bir kitap ko miamızın en sık kullandığı sözcükleri seçmeye özen
nusunda söylenecek fazla söz olmasa gerektir. Eli gösterdik. Bazı konularda alternatif sözcükleri ve
nizdeki bu baskısında da bu özelliğini koruyan hatta yabancı dildeki orijinal sözcükleri de ayrıca
"Robbins Temel Patoloji" temel bilimler ve klinik belirtmeyi uygun bulduk. Sonraki baskıları da dü
arasındaki bağlantı niteliğini geliştirerek sürdür şünerek geri bildirimlerinizin bizim için son derece
mektedir. Yazarları, hastalık mekanizmaları, hasta değerli olduğunu belirtmek isteriz.
lıkların makroskopik ve mikroskopik bulguları ko Kitabın hazırlanmasındaki özverili çalışmaları ve
nusunda hekimlik hayatında da başvuru kitabı ol gerçekleştirdikleri üst düzey baskı kalitesi nedeniy
ma özelliğine sahip bu kitabın yeni baskısını da hız le Yüce Reklam AŞ.'ne ve Nobel Tıp Kitabevi'ne ve
la gelişen tıp mesleğine kazandırmışlardır. Bizler de bölüm çevirilerini gerçekleştiren değerli meslektaş
bu temel eseri, değerli öğrencilerimiz ve meslektaş larımıza teşekkür ederiz.
larımız için kendi dilimize kazandırmaya çalıştık.
Bugünün öğrencilerine, yarının hekimlerine yararlı
Kitabın çevirisi toplam otuz bir meslektaşımız tara olması dileğiyle.
fından yapıldı. Bu geniş çevirmen yelpazesi termi
noloji birliği açısından ciddi güçlük yaratmaktadır.
Bu nedenle terminoloji birliğini sağlayabilmek ama
cıyla bölümler editörler tarafından satır satır okun ST
du. Latince ve İngilizce'den dilimize geçmiş kimi
sözcüklerin yazılım tarzı konusunda bir standardın MG
olmayışı bu noktadaki en temel zorluk olarak karşı UÇ
mıza çıktı. Bazı bilim dallarının kendi konularında
ki Türkçe sözlük çalışmalarının varlığı, bizler için
Önsöz
.
Teşekkür
İlk olarak ve öncelikle, çok eski arkadaşımız ve mes Elsevier'in birçok mensubu bu kitabın oluşu
lektaşımız Dr. Nelson Fausto'ya bu kitabın önceki mundaki katkıları nedeniyle tanınmayı hak etmek
baskılarına olan katkıları için teşekkür etmek iste tedir. Bu metin, birçok baskıdaki partnerimiz Re
riz. Kendisinin yazıları ve düzeltmelerinden yarar becca Gruliow'un (Yönetici, İçerik Geliştirici) elle
lanmaya devam ediyoruz. rinde olduğu için şanslıydı. Teşekkürü hak eden di
Bu tür ve boyuttaki hiçbir çaba, birçok kişinin ğerleri de Sarah Wunderly (Kıdemli Proje Yönetici
yardımı olmaksızın sonlandırılamaz. Birçok bölüme si) ve Lou Forgione (Kıdemli Kitap Tasarımcısı)'dır.
katkıda bulunanlara teşekkür ederiz. Bunların ço Bill Schmitt, İçerik Stratejisti, takım liderimiz ve ar
ğu, bu metnin "Büyük Robbins" olarak adlandırdığı kadaşımız olmaya devam etti. Kimi zaman "imkan
mız ağabeyinin kıdemli yazarları olup, adları içerik sıza" yakın taleplerimizi tolere ettikleri, bitmez tü
tablosunda sıralanmıştır. Her birine özel teşekkür kenmez gibi gözüken bir görevi kabullenen tüm ya
ler. Çizimleri ile soyut fikirleri yaşama geçiren ve zarları sarsan aşırı tükenmişlik dönemlerindeki has
güç kavramları açıklığa kavuşturan Jim Perkins ile sasiyetlerimize katlandıkları için tüm üretim ekibi
işbirliğimizi sürdürdüğümüz için şanslıyız. Birçok ne, özellikle minnettarız. Tüm Elsevier ekibine mü
bölümü doğruluk ve klinik içeriğin uygunluğu açı kemmeliyet konusundaki azmimizi için müteşekki
sından gözden geçiren Dr. Raminder Kumar'a da riz.
hoş geldin diyoruz. Bu tür girişimler ailelere de ağır bedeller ödetir.
Asistantlarımız, Chicago'dan Valerie Driscoll, Fiziksel ve ruhsal yokluğumuzu tolere ettikleri için
San Francisco'dan Ana Narvaez ve Boston'dan Mu onlara teşekkür ediyoruz. Onların koşulsuz destek
riel Goutas görevleri koordine ettikleri için teşekkü ve sevgisi ile, ve çabalarımızın zahmete değer ve ya
rü hak ettiler. rarlı olduğu inancını bizlerle paylaştıkları için kut
Birçok meslektaşımız, ilgi alanlarındaki değerli sandık ve güçlendik. Özellikle de eşlerimiz Ramin
eleştirileri ile metni zenginleştirdiler. Bunlar içeri der Kumar, Ann Abbas ve Erin Malone'a sarsılmaz
sinde yer alan Rick Aster iklim değişikliği bilim ala desteklerini sağlamayı sürdürdükleri için minnetta
nından "son dakika haberlerini" sağladı. Diğerleri rız.
de birçok bölümle ilgili eleştiride bulundular. Bun Ve son olarak, Vinay Kumar ve Abul Abbas Has
lar Şikago Üniversitesi'nden Dr. Tony Chang ve Dr. talığın Patolojik Temeli'nin sekizinci baskısı ile ilk de
Neeraj Jolly; San Francisco California Üniversite- neyimini yaşayan Jon Aster'e, yazar ve editör olarak
si'nden Dr. Ryan Gill, Dr. Andrew Horvai, Dr. Mar olarak aramıza hoş geldin derler. Görüşlerdeki ve
ta Margeta, Dr. Arie Perry ve Dr. Mike Rosenblum; bireysel tarzlardaki farklılıklara rağmen, öğretme
Harvard Tıp Fakültesi Massachusetts General Hos deki mükemmeliyet vizyonunun paylaşılması ortak
pital'dan Dr. John Stone; UT Southwestern Tıp Fa- lığımızı geliştirmektedir.
kültesi'nden Dr. Diego H. Castrillon ve Birming
ham Alabama Üniversitesi'nden Dr. Victor J. Than- VK
nickal'dir. Kişisel koleksiyonlarındaki mücevher ni AKA
teliğindeki fotoğrafları sağlayan diğerlerine katkıla JCA
rı için ilgili bölümlerdeki alt yazılarda tek tek teşek
kür edilmiştir. İstemeden oluşan ihmaller için özür
lerimizin kabulünü dileriz.
“ f ROBBINS 1 A I ••
Temel Patoloji
ÇEVİRİ EDİTÖRLERİ:
Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Uğur Çevikbaş: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi
BÖLÜM ÇEVİRMENLERİ:
Bölüm 1 Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 2 Doç. Dr. Ö m er Yalçın Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Yavuz Özoran Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 3 Prof. Dr. M urat A lp er Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Servisi
Bölüm 4 Prof. Dr. Özden Tulunay Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim üyesi
Prof. Dr. Işınsu Kuzu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 5 Prof. Dr. Tahir Ercan Patıroğlu Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 6 Prof. Dr. Erdener Ö zer Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 7 Prof. Dr. M urat Dem iriz Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Ayhan Özcan Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. M. Salih Deveci Gülhane Askeri Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 8 Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 9 Prof. Dr. Gülen A kyol Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Özgür Ekinci Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. İpek Işık Gönül Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 10 Prof. Dr. Nasuhi Engin Aydın İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. Reyhan Eğilmez Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 11 Prof. Dr. Mehmet Ağan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 12 Doç. Dr. Sevgen Ö nder Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 13 Prof. Dr. Gülfiliz Gönlüşen Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. İlhan Tuncer Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi
Bölüm 14 Doç. Dr. Mine Güllüoğlu İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 15 Prof. Dr. Uğur Çevikbaş İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi
Bölüm 16 Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 17 Doç. Dr. Şaduman Balaban Adım Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Yard. Doç. Dr. Berna Aytaç Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 18 Prof. Dr. Osman Zekioğlu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 19 Prof. Dr. Kürşat Yıldız Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 20 Prof. Dr. Sancar Barış Ondokuz Mayıs Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 21 Doç. Dr. İnanç Elif G ürer Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 22 Prof. Dr. Büğe Öz İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Doç. Dr. N il Çomunoğlu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
Bölüm 23 Prof. Dr. Nesimi Büyükbabani İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı
İndeks Uzm. Dr. Semen Yeşil Önder İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı
içindekiler
BÖLÜM İÇERİĞİ
Normal miyozit
Resim 1 -2 Normal, uyum sağlamış, geri dönüşlü olarak hasar görmüş ve ölü miyokard hücreleri arasındaki ilişki. Burada görülen hücre
adaptasyonu hipertrofi, geri dönüşlü hasar tipi iskemi ve geri dönüşsüz hasar tipi ise iskemik koagülasyon nekrozudur. Miyokard iskemisi
örneğinde (sol altta) sol ventrikülün normalde 1-1.5 cm olan kalınlığı, >2 cm'dir. Geri dönüşlü hasar gören miyokardda makroskopik veya
ışık mikroskopuyla görülebilecek hiçbir mikroskopik değişiklik olmaksızın fonksiyonel etkilerin görülmesi ya da hücre şişmesi, yağlı
değişiklik gibi (burada gösterilen) geri dönüşlü değişiklikler söz konusudur. Nekroz görülen piyeste (sağ altta), posterolateral sol vent-
riküldeki transmural soluk alan, akut miyokard infarktüsünü temsil etmektedir. Miyokardın her üç enine kesiti de, canlı miyokardı eflatun
rengine boyayan bir enzim substratı olan trifeniltetrazolyum klorür ile boyanmıştır. Hücre ölümünün ardından enzim kaybı gerçekleşen
bölgeler boyanmamıştır.
Hücrelerin Strese Adaptasyonları 3
rabilir. Özel bir stres çeşidinin Belli bir stres tipinin adap olan hücrelerde görülen adaptif yanıtdır. Hipertrofi ise,
tasyonu mu başlatacağı, yoksa geri dönüşlü veya geri dö hücrelerin bölünme kapasiteleri sınırlı olduğunda görü
nüşsüz hasara mı yol açacağı yalnızca stresin niteliğine lür. Hipertrofi ve hiperplazi birlikte de görülebilir ve do
değil, aynı zamanda hücre metabolizması, kanlanma ve ğal olarak, ikisi de irileşmiş (hipertrofik) bir organ ile so
beslenmesi gibi birçok değişkene de bağlıdır. nuçlanır.
Bu bölümde önce hücrelerin streslere nasıl uyum gös Hipertrofi fizyolojik veya patolojik olabilir ve fonksiyonel
terebildikleri; sonra da geri dönüşlü hücre hasarı, hücre gereksinimin artması, ya da büyüme faktörleri veya hor
içi değişiklikler ve hücre ölümü gibi değişik akut hücre monların uyarısı ile meydana gelir.
hasarı biçimlerinin sonuçları anlatılacaktır. Son olarak, • Uterusun gebelik sırasında fizyolojik olarak masif bi
hücreleri ve dokuları etkileyen diğer üç proçes olan hüc çimde büyümesi, östrojen uyarısı ile oluşan düz kas
re içi birikimler, patolojik kalsifikasyon ve hücre yaşlan hipertrofisinin ve hiperplazisinin sonucudur (Resim
ması ele alınacaktır. 1-3). Oysa gerek iskelet kası ve gerekse kalp kasının
çizgili kas hücreleri artan gereksinime yalnızca hi-
pertrofiyle yanıt verebilir, zira erişkinlerdeki kas do
kusu hücrelerinin bölünme kapasitesi sınırlıdır. Dola
HÜCRELERİN STRESE yısıyla, azimli bir haltercinin gösterişli fiziği, sadece iş
ADAPTASYONLARI yükü artan çizgili kasların her birinin hipertrofisi ile
oluşur.
Uyum (adaptasyon), hücrelerde çevrelerindeki değişik • Hipertansiyondaki veya aort kapağı hastalığındaki
liklere yanıt olarak oluşan; geri dönüşlü, sayı, boyut, fe- kalp büyümesi, patolojik hücre hipertrofisine örnektir
notip, metabolik aktivite ve işlev değişiklikleridir. Fizyo (Resim 1-2).
lojik adaptasyonlar, çoğu kez hücrelerin hormonlar veya
Kalp hipertrofisini yönlendiren mekanizmalarda en az
endojen kimyasal medyatörler ile olan normal uyarılara
iki sinyal vardır: gerilme gibi mekanik tetikleyiciler ve bü
verdikleri yanıtlardır (memelerin ve uterusun gebelik sı
yüme faktörleri ve adrenerjik hormonlar gibi hücre ço
rasında hormonlar nedeniyle büyümeleri gibi). Patolojik
ğalmasını uyaran çözünebilen mediyatör şeklindeki tro-
adaptasyonlar, hücrelerin hasardan kaçınmak amacıyla
fik tetikleyiciler. Bu uyarılar bazı genlerin indüklenmesi-
yapı ve fonksiyonlarını değiştirerek strese verdikleri ce
ne yol açan sinyal iletimi yolaklarını açarlar. Böylece, ara
vaplardır. Bu adaptasyonların birkaç farklı biçimi vardır.
larında büyüme faktörleri ve yapısal proteinler de bulu
nan birçok hücre proteininin üretimi uyarılmış olur. So
Hipertrofi nuçta, hücre başına daha çok protein ve miyofilament
üretilerek, her kasılma sırasında oluşan gücün artırılma
Hipertrofi; hücrelerin boyutlarında, organ boyutlarının da sı ve hücrenin artan iş yükünü karşılaması mümkün ha
artması ile sonuçlanan bir artıştır. Buna karşılık hiperplazi le gelir. Bu arada kontraktil proteinlerde erişkin formun
(daha sonra ele alınacaktır) hücre sayısının, farklılaşmış yerini fetal veya neonatal formlar alabilir. Örneğin kas
hücrelerin çoğalması ve yerlerini kök hücrelere bırakma hipertrofisi sırasında, a-miyozin ağır zincirinin yerini
sı sonucu artmasıyla karakterizedir. Başka bir deyişle, daha yavaş, enerji açısından daha ekonomik kasılma
katıksız bir hipertrofide yeni hücreler değil, yalnızca ya sağlayan (3-miyozin ağır zinciri alır.
pısal protein ve organel miktarları artmış daha büyük Hipertrofinin asıl mekanizması ne olursa olsun, kas
hücreler söz konusudur Hiperplazi, çoğalma yeteneği kitlesi artışının yük artışını artık karşılayamadığı bir sı-
Resim 1-3 Gebelik sırasındaki fizyolojik uterus hipertrofisi. A , Normal uterusun (sağda) ve doğum sonrası kanama nedeniyle çıkarılmış
gebe uterusun (solda) makroskopik görünümleri. B, Normal uterusun iğsi düz kas hücreleri. C, Gebe uterusun büyük, tombul, hipertro
fik hücreleri; B ile karşılaştırın (B ve C, aynı büyütme).
BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar
nıra erişilir. Bu durum kalpte gerçekleşirse kalp kası lif mal bir âdet döneminden sonra, normalde hipofiz
lerinde bazı 'dejeneratif' değişiklikler görülür. Bunların hormonları ve over kaynaklı östrojen ile uyarılan, pro-
en önemlileri miyofibrillerin kontraktil elemanlarının gesteron ile inhibe edilen yoğun bir endometriyum
parçalanması ve kaybıdır. Hipertrofinin sürmesini sınır epitel proliferasyonu görülür. Ancak, östrojen ile pro-
layan ve regresif değişikliklere neden olan değişkenler gesteron arasındaki dengenin bozulması, anormal
tam olarak anlaşılamamıştır. Damarların irileşmiş fibril- âdet kanamalarının sık görülen bir nedeni olan endo
leri yeterince beslemesinde, mitokondrilerin adenozin metriyum hiperplazisine yol açar. Hiperplazi, yara iyi
trifosfat (ATP) sağlamasında veya kontraktil proteinlerle leşmesindeki bağ dokusu hücrelerinin, yani tamire ço
hücre iskeleti elemanlarını sağlayacak biyosentetik üre ğalarak yardım eden fibroblastlarm ve kan damarları
tim sürecinde sınırlanma söz konusu olabilir. Bu değişik nın önemli bir yanıtıdır. (Bölüm 2). Bu olayda büyüme
liklerin net sonucu, ventrikül dilatasyonu ve en sonunda faktörleri, hasara yanıt veren akyuvarlar (lökositler)
kalp yetmezliğidir. Bu olaylar dizisi, strese karşı gelişen ve ekstrasellüler matriksteki hücreler tarafından üreti
adaptasyonun, stres ortadan kalkmadığında fonksiyonel ola lir. Bazı viral enfeksiyonlarda görülen hiperplazide de
rak belirgin bir hücre hasarına nasıl ilerleyebileceğini göster büyüme faktörlerinin uyarısı söz konusudur. Örneğin
mektedir. papillomavirüsler, siğillere ve hiperplastik epitel kitle
lerinden oluşan mukoza lezyonlarına neden olur. Bu
Hiperplazi örnekteki büyüme faktörleri virüs genleri veya enfek-
te konak hücrelerinin genleri tarafmdan kodlanıyor
Daha önce anlatıldığı gibi hiperplazi; eğer doku çoğalma olabilir.
kapasitesine sahip hücre popülasyonlarma sahipse görü Tüm bu örneklerde önemle vurgulanması gereken nok
lür; hipertrofi ile aynı zamanda olabilir ve çoğu kez aynı ta; hiperplastik proçesin kontrol altında olmasıdır, eğer bu
uyarana yanıttır. proçesi başlatan sinyaller durursa, hiperplazi ortadan kal
Hiperplazi, fizyolojik veya patolojik olabilir. Her iki du kar. Patolojik hiperplazileri kanserden ayıran özellik,
rumda da hücre çoğalması, çeşitli hücre tipleri tarafın normal düzenleyici kontrol mekanizmalarına olan bu ce
dan üretilen büyüme faktörleri tarafından uyarılır. vaplılıktır. Kanserlerde, büyüme kontrol mekanizmaları
• Fizyolojik hiperplazinin iki tipi şunlardır: (1) Kadın me bozuk veya etkisizdir (Bölüm 5). Yine de birçok durum
mesindeki glandüler epitelin pubertede ve gebelik sı da, patolojik hiperplazi kanser gelişimi için verimli bir
rasında çoğalmasında görülen hormonal hiperplazi ve toprak gibidir. Örneğin, endometriyum hiperplazisi olan
(2) organ çıkarıldığında veya organın bir bölümünün hastalarda endometriyum kanserinin gelişme riski art
kaybında görülen kompensatuar hiperplazi. Örnek ola mıştır (Bölüm 18).
rak, karaciğerin bir kısmı çıkarılırsa, kalan hücrelerde
mitotik aktivite 12 saat içinde artmaya başlar ve so Atrofi
nuçta karaciğeri normal ağırlığına getirir. Bu örnekte
ki hiperplaziyi uyaran, hasar görmemiş hepatositler Hücre içeriğinin kaybı ile hücrenin boyutlarında azalma ol
ve parenkim dışı hücreler tarafından üretilen polipep- masına atrofi denir. Yeterli sayıda hücre etkilenirse, tüm
tid büyüme faktörleridir (Bölüm 2). Karaciğer kitlesi doku veya organ küçülür, atrofik duruma gelir (Resim 1-
yerine konduğunda, hücre çoğalması değişik büyüme 4). Atrofik hücrelerin fonksiyonları azalmış olabilir, an
inhibitörleri tarafından "durdurulur". cak bunlar ölmüş değildir.
• Patolojik hiperplazi tiplerinin çoğuna aşırı hormon ve Atrofinin nedenleri arasında; iş yükünün azalması (ör
ya büyüme faktörü uyarımı neden olur. Örneğin, nor neğin ekstremitenin, kemik kırığının iyileşmesi için hare-
Resim 1 -4 Beyin atrofisi. A , Genç bir erişkinin normal beyni. B, Aterosklerotik hastalığı olan, 82 yaşındaki bir erkekte beyin atrofisi. Bu
hastadaki beyin atrofisinin nedeni, yaşlanma süreci ve arteriyel kanlanmanın azalmasıdır. Beyin cevheri kaybının, girusları daraltıp sulkus-
ları genişletmiş olduğuna dikkat edin. Beyin zarları, her iki piyesin de alt yarısında, beyin yüzeyini gösterebilmek amacıyla sıyrılarak
çıkarılmıştır.
'SSS£z
Kromatin
kondansasyonu
Membran
kabarcığı
Hücrenin
parçalanması
NEKROZ Apoptotik
Fagosit hücrenin ve
parçalarının
ı Mitokondrilerdeki fagosite edilmesi
amorf yoğunlaşmalar
enzime yol açan, tek bir gen kusuruna kadar uzanır. Ha dokularına karşı oluşan otoimmün reaksiyonlar ve gene
sara yol açan uyaranların çoğu, aşağıdaki kategorilere tik olarak duyarlı kişilerde çevresel etkenlere karşı görü
göre gruplandırılır. len allerjik reaksiyonlar sayılabilir (Bölüm 4).
( ) M ORFOLOJİ
H ücrelerdeki neredeyse her çeşit zedelenmenin ilk belirtisi
olan hücre şişm esi (Resim 1-8, B) ışık m ikroskobuyla z o r
lukla değerlendirilirken, tüm organ düzeyinde daha belirgin
olabilen, geri dönüşlü bir değişikliktir. Bir organdaki çok sa
yıda hücreyi etkilediğinde, organın renginin (kılcal (kapiller)
dam arların basıya uğraması nedeniyle) b ir m ik ta r solması
na, sert kıvamlı olmasına ve organ ağırlığının artmasına ne
den olur. M ikro skopik incelemede sitoplazmada küçük,
b e rra k vakuoller görülebilir; bunlar, endoplazm ik retikulu-
mun gerilen ve kopan segm entlerini temsil eder. Ölümcül
olmayan bu tip hasar kim i zaman, hid rop ik d eğişiklik ve
Resim 1 -7 Hücre hasarında hücre fonksiyonları, hücre ölümü ve
m orfolojik değişiklikler arasındaki ilişki. Hücrelerin hasar sonrası, ya vaku o ler dejenerasyon olarak adlandırılır. Yağlı de
henüz canlı olmalarına ve bunun geri dönüşlü bir zedelenme ğ işiklik kendisini, sitoplazmada lipid vakuollerinin belirm e
olasılığına rağmen fonksiyonlarını hızla kaybettiklerine dikkat edin; siyle gösterir. Yine geri dönüşüm lü olan bu yanıt öncelikle,
hasar ne kadar uzun sürerse, geri dönüşsüz hücre hasarıyla ve yağ metabolizmasında rolü olan hücrelerde (ö rn , hepato-
hücre ölümüyle sonuçlanabilir. Dikkat edilirse hücre ölümünün, sit, m iyokard hücresi) orta ya çıkar. Hasarlı hücrelerde ayrı
ultrastrüktürel, ışık mikroskopik ve makroskopik değişikliklerden ca eozinofilik boyanma artışı da g ö rü le b ilir ve nekroza doğ-
önce gerçekleştiği görülmektedir.
Hücre ve Doku Hasarının Morfolojisi 9
İM >
- :
_ 0 . , \A
\) |W
^ © w j ML.
1
r A* A. i *Af
‘ • # A
\ ~ <t»
V * ® * (* «
s
W
♦ w
L £ * > » « • * • 3m/ •. V U - V
♦ v v jr ■ rw 2 a
r «s ® , »t #V^ , v .’ ?
"f T'
A dv --iar * X. !
jf
* WLI
M
i . #•
\ 1 4V
» k. • „ se •
A *
■ lilaH I jjfl|
c
-« ■ . *u j " h i t u H H B oiı • A : E r i*
Resim 1 -8 Geri dönüşlü ve geri dönüşsüz hücre hasarındaki (nekroz) m orfolojik değişiklikler. Â , Canlı epitel hücrelerine sahip normal
böbrek tubulleri. B, Erken (geri dönüşlü) iskemik hasarda yüzey kabarcıkları, sitoplazmada eozinofili artışı ve bazı hücrelerde şişme
görülmektedir. C, Epitel hücrelerinde, hücre çekirdeklerinin kaybıyla, hücrelerin parçalanmasıyla ve hücre içeriğinin sızmasıyla karakter-
ize nekrotik (geri dönüşsüz) hasar
(Dr. Neal Pinckard ve Dr. M .A . Venkotachalam, University o f Texas Health Sciences Center, San Antonio, Tex, USA'in izinleriyle.)
ru ilerleme olduğunda (daha sonra bahsedilecek) bu bo kısaltmasında H harfiyle temsil edilen, hematoksilen bo
yanma daha da belirginleşir. yasıyla mavi renkte boyanma özelliği) azalması ile açıkla
Geri dönüşlü hücre hasarındaki hücre-içi değişiklikler nabilir. N ekroza uğrayan hücre canlı hücrelerle karşılaş
(Resim 1-6); (1 ) m ikrovillüslerin kabarcıklanması, küntleş- tırıldığında, özellikle glikojen partiküllerinin kaybolmuş
mesi veya distorsiyonu ve hücre bağlantılarında gevşeme gi olması sonucu daha camsı, hom ojen bir görünüm e sa
bi plazma m em bran değişiklikleri; (2) şişme ve fosfolipid hiptir. Miyelin figürleri nekroza uğrayan hücrelerde, geri
bakımından zengin, şekilsiz (a m o rf) dansitelerin ortaya çık dönüşlü hasara uğramış hücrelerde olduğundan daha
ması gibi m ito ko n d ri değişiklikleri; (3) endoplazm ik retiku- belirgindir. Organelleri enzim ler tarafından sindirilen si
lumun, ribozom ların ayrılması ve polizom ların parçalanma toplazm a vakuollü ve "güve yeniği" görünüm ündedir.
sıyla b irlikte genişlemesi ve (4 ) krom atin kümelenmesi şek N e k ro tik hücreler elektron m ikroskopisinde; plazma ve
linde çekirdek değişiklikleridir. Sitoplazma, miyelin figürleri organel m em branlarındaki kesintilerle, m ito ko n d rile rd e
adı verilen ve hasarlı hücre membranlarından kaynaklanan büyük, şekilsiz (am o rf) dansitelerin ortaya çıkmasıyla ve
fosfolipid kitle leri içerebilir. belirgin genişlemeyle, lizozom ların parçalanması ve int-
rasitoplazm ik miyelin figü rle riyle karakterizedir.
* H ücre çekirdeğindeki d eğ işiklikler. Tüm ü de D N A
Nekroz ve krom atin yıkımı nedeniyle gerçekleşen üç patternden
b iri şe klin d e d ir: M uhtem elen d e o ks irib o n ü k le a z
Nekroz hücre ölümünün; membran bütünlüğünün bozul (D N A z ) aktivitesi sonucu krom atin bazofilisi soluklaşabi
ması ve hücre içeriğinin dışarı sızması sonucu hücrelerin lir (k a ry o liz ); çekirdek, D N A 'nın büzülmüş, solid bir
parçalanması ile ilişkili tipi olup; büyük ölçüde enzimle kitle hâlini almasıyla büzülebilir ve artmış b ir bazofili ser
rin ölümcül derecede hasar görmüş hücre üzerindeki yı gileyebilir (p ik n o z); ya da p ikn o tik çekirdek, parçalanır
kıcı etkileri sonucu gerçekleşir. Dışarıya sızan hücre içe (k a ry o re k sis). Ölen hücrenin çekirdeği, 1-2 gün içeri
riği çoğu zaman, inflamasyon adı verilen, lokal konak re sinde tamamen ortadan kaybolabilir. Elektron m ikrosko-
aksiyonuna yol açar. Bu reaksiyonun amacı, ölü hücreleri punda, çekirdeğin parçalanmasıyla sonuçlanan, ağır çe
ortadan kaldırmak ve sonraki onarım sürecini başlatmak kird e k değişiklikleri görülür.
tır (Bölüm 2). Hücrenin sindirilmesinden sorumlu enzim • N ekro tik hücrelerin akıbeti. N e k ro tik hücreler, bir
ler, ölmekte olan hücrenin bizzat kendisine ait lizozom- süre daha yerlerinde kalabilirler ya da enzim ler tarafın
lardan ve ölü hücrelere karşı gelişen inflamatuar reaksi dan sindirilerek tamamen kaybolabilirler. Ö lü hücreler
yonun bir parçası olarak bölgede toplanan lökositlerin li- miyelin figürlerine dönüşürler. Bunlar ya diğer hücreler
zozomlarmdan kaynaklanabilir. tarafından fagosite edilirler ya da yağ asitlerine parçalanır
lar. Bu yağ asitlerinin kalsiyum tuzlarına bağlanması, ölü
hücrelerin sonunda kalsifiye olması ile sonuçlanabilir.
M OR FO LO Jİ
N e kro z, zedelenmiş hücrelerin sitoplazmasındaki ve çekir Doku Nekrozu Tipleri
değindeki değişikliklerle ka ra kte rize dir (Resim 1-6, solda
ve Resim 1-8 C). Doku nekrozunun, altta yatan neden hakkında ipuçları ve
• Sitoplazm a d e ğ işiklik le ri. N e kroza uğrayan hücre rebilen, morfolojik bakımdan farklı tipleri vardır. Bu nek
lerde eozinofili artışı (hem atoksilen-eozin [H&E] bo roz tiplerini tanımlamada kullanılan terimler arka planda
yasında E harfiyle temsil edilen eozin boyasıyla pembe ki mekanizmaları yansıtmasa da; genel kullanımdaki bu
renge boyanma özelliğinin artması) görülür. Bu artış kıs
terimlerin ne anlama geldiği hem patologlar, hem de kli-
men, eozinin denatüre plazma proteinlerine bağlanma
nisyenler tarafından anlaşılır. Söz konusu nekroz tipleri
sıyla, kısmen de sitoplazmadaki norm al olarak ribonük-
nin çoğu, farklı makroskopik görünüme sahiptir; fibrinoid
leik asit (R N A ) tarafından sağlanan bazofilinin ( “ H&E”
nekroz ise yalnızca histolojik incelemeyle ayırt edilebilir.
10 BÖLÜM Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar
Resim 1 -9 Koagülasyon nekrozu. A , Sınırları henüz iyi bir şekilde seçilen, kama-biçimi böbrek infarktüsü (son). B, infarktüs kenarının
mikroskopik görünümü; normal böbrek hücreleri (N) ve infarktüs alanındaki nekrotik hücreler (/). Nekrotik hücrelerin sınırları korun
maktadır, çekirdekleri kaybolmuştur ve bu büyütmeyle görülmesi zor olan, inflamatuar bir infiltrasyon vardır.
ile iç içe geçmiş durumdadır. Yine de neredeyse tüm hüc • Hasara yol açabilecek herhangi bir uyaran, çok sayıda bi
re hasarı şekilleriyle ilgili birtakım genel ilkeler vardır: yokimyasal değişikliği tetikleyebilir. Hücre hasarının be
lirgin olduğu belli bir uyaran varlığında ya da klinik
• Hücrelerin hasara neden olabilecek uyaranlar karşısında
durumda hangi mekanizmanın etkin olduğunu belir
ki yanıtı, hasarın tipine, devam süresine ve şiddetine bağ
lemek, bu nedenle zordur.
lıdır. Böylece, düşük dozdaki toksinler veya kısa süren
iskemi geri dönüşlü hücre hasarına yol açarken, yük Bu temel bilgileri edindikten sonra artık, hücre hasarına
sek dozdaki toksinler veya daha uzun süreli iskemi yol açan başlıca biyokimyasal mekanizmalardan söz ede
dönemleri geri dönüşsüz hasar ve hücre ölümüyle so biliriz.
nuçlanır.
• Hasara neden olabilecek bir uyarının yol açabileceği so ATP Kaybı*•
nuçlar; hasar gören hücrenin tipine, durumuna, adaptas
Hücrelerin enerji deposu olan ATP, mitokondrilerin
yon yeteneğine ve genetik yapısına bağlıdır. Aynı hasar
elektron transport sisteminde oksijen indirgenmesi şua
nedeni, hücre tipine bağlı olarak çok farklı sonuçlara
sında, adenozin difosfatm (ADP) oksidatif fosforilasyo-
yol açabilir. Böylece bacaktaki çizgili kaslar geri dö
nuyla üretilir. Ayrıca oksijen yokluğunda glikolitik yolak,
nüşsüz hasar gerçekleşmeksizin tam iskemiye 2-3 sa
dolaşımdan ya da hücre-içi glikojenin hidrolizinden sağ
at boyunca dayanırken, kalp kası yalnızca 20-30 daki
lanan glikozu kullanarak da ATP üretebilir. ATP kaybının
ka devam eden bir iskemiden sonra ölmektedir. Hüc
önde gelen nedenleri; sağlanan oksijenin ve besin mad
renin beslenme (veya hormonal) durumu da önemli
delerinin yetersizliği, mitokondri hasarı ve bazı toksinle
olabilir; nitekim glikojenle dolu bir hepatosit iskemiyi,
rin (örn, siyanür) etkisidir. Glikoliz kapasitesi daha yük
içindeki son glikoz molekülünü de tüketmiş olan bir
sek olan dokular (örn, karaciğer), oksijen kaybını ve ok
hepatositten çok daha iyi tolere eder. Metabolik yolak
sidatif fosforilasyon azalmasını, glikoliz kapasitesi sınırlı
lardaki genetik farklılıkların, hasara neden olabilecek
olan dokulara (örn, beyin) oranla daha iyi tolere eder.
uyaran karşısında verilen yanıtların da farklı olmasın
ATP şeklinde yüksek enerjili fosfat, membran transportu,
da etkisi olabilir. Örneğin aynı dozda toksine maruz
protein sentezi, lipogenez ve fosfolipid döngüsü için gere
kalan bireylerden, sitokrom P-450'yi kodlayan genle
ken deasilasyon-reasilasyon reaksiyonları gibi hücre içi
rinde kalıtsal varyantlar bulunan bireyler toksini fark
tüm sentez ve yıkım proçeslerinde gereklidir. Sağlıklı bir
lı hızda katabolize eder ve farklı sonuçlarla karşılaşır.
insandaki hücrelerin her gün toplam olarak 50-75 kg ATP
Günümüzde, genetik polimorfizmin ilaçlara ve tok
yaktığı hesaplanmıştır!
sinlere verilen yanıtlardaki rolünü anlayabilmek için
Belirgin ATP kaybı, birçok önemli hücre sisteminde geniş
çok çaba harcanmaktadır. Bu gibi etkileşimler, farma-
etkiye sahiptir (Resim 1-15):
kogenomik olarak adlandırılır. Genetik çeşitlilikler as
lında, karmaşık birçok hastalığa yatkınlık ve çeşitli te- • Plazma membranındaki ATP bağımlı sodyum pompası
rapötiklere verilen yanıt üzerinde etkilidir. Bireyin ge nın aktivitesindeki azalma, hücre içinde sodyum birik
netik yapısının tedavide yol gösterici olarak kullanıl mesi ve potasyumun hücre dışına çıkmasıyla sonuçla
ması, "bireyselleştirilmiş tıp uygulamasına" örnek gös nır. Çözünmüş madde artışı, izo-osmotik tutulumuna
terilebilir. yol açarak hücrenin şişmesine ve endoplazmik retikulu-
® Hücre hasarı, hücredeki çok sayıdaki temel bileşenden bir mun genişlemesine neden olur.
veya daha fazlasında fonksiyonel ve biyokimyasal anor • Hücreye enerji sağlamak için, anaerob glikolizde kom-
mallikten kaynaklanır (Resim 1-14). Hücre zedelenme pansasyon amaçlı artış meydana gelir. Bunun sonu
sinin ana hedefi ve biyokimyasal mekanizmaları: (1) cunda, hücredeki glikojen depoları hızla boşalır ve lak
Mitokondriler ve bunların, patolojik koşullarda ATP tik asit birikimi, hücre-içi pH değerinin ve hücredeki
(adenozin trifosfat) ve ROT (reaktif oksijen türevleri) birçok enzim aktivitesinin azalmasına neden olur.
oluşturabilme yetenekleri; (2) kalsiyum homeostazm- • ATP bağımlı Ca2+ pompalarının yetmezliği, hücre içi
daki bozukluk; (3) hücre (plazma ve lizozom) memb- Ca2+ birikimine neden olarak hücrenin çok sayıdaki
ranlarınm hasar görmesi ve (4) DNA hasarı ve prote bileşeni üzerinde, daha sonra anlatılacak olan zararlı
inlerin hatalı katlanması. etkilere yol açar.
Ca2+ MEMBRAN
GİRİŞİ HASARI
©
©
I \
Plazma Lizozom
membranı membranı
I
Çok sayıda Lipid, i Mitokondri Çok sayıda I Hücre Pro-apoptotik
aşamalı protein, geçirgenliği hücre Hücre bileşenlerinin proteinlerin
etki ve DNA enziminin bileşenlerinin enzimlerle aktivasyonu
hasarı aktivasyonu kaybı sindirilmesi
Resim 1-14 Hücre hasarında, başlıca biyokimyasal mekanizmalar ve hasar bölgeleri. ATP, adenozin trifosfat; ROT, reaktif oksijen türevleri.
Hücre Hasarı Mekanizmaları 13
Kalsiyumun Girişi _
r
+ Na+ pompası
----------1-------
t Anaerobik glikoliz Ribozomların
dışı Ca2+ azlığının, hipoksi ve bazı toksinlere maruz ka
lınmasını izleyen hücre ölümünü geciktirdiğinin göste
rilmesiyle belirlenmiştir. Sitozolik serbest kalsiyum kon
ayrılması
I santrasyonu, ATP bağımlı kalsiyum taşıyıcıları sayesin
t Ca2+, H20 ve 1 i de, hücre dışındaki veya hücre içinde mitokondrilerde ve
Na+ girişi \ Glikojen t Laktik - *pH I Protein
asit sentezi endoplazmik retikulumdaki kalsiyum konsantrasyonun
t K+ çıkışı
10 binde biri kadar düşük düzeyde tutulur. Iskemi ve be
I lirli toksinler sitozoldeki kalsiyum düzeyini, başlangıçta
hücre içerisindeki depolardan Ca2+ salmımım sağlaya
ER şişmesi Çekirdek
Hücre şişmesi kromatininin rak, daha sonra da plazma membranmdan C2+ girişine
Mikrovillüslerin kondansasyonu neden olarak yükseltir. Sitozoldeki kalsiyum iyonlarının
kaybı artması, hücre üzerinde tehlikeli etkilere sahip olabilecek
Kabarcıklar
çok sayıda enzimi aktive eder (Resim 1-17). Membran ha
Resim 1-15 Hücre içindeki ATP (adenozin trifosfat) kaybının fonk sarına neden olan fosfolipazlar, gerek membrandaki, ge
siyonel ve m orfolojik sonuçları. ER, endoplazmik retikulum. rekse hücre iskeletindeki proteinleri parçalayan proteaz-
lar, DNA'nın ve kromatinin parçalanmasından sorumlu
endonükleazlar ve adenozin trifosfatazlar (ATPaz) bu en
zimlerdendir. ATPazlar ATP kaybını hızlandım. Hücre
• ATP kaybının uzun sürmesi veya şiddetlenmesi, prote içerisindeki Ca2+ artışı ayrıca, kaspaz adlı enzimleri doğ
in sentez düzeneğinin yapısal bozukluğuna yol açar. Bu rudan aktive ederek ve mitokondri geçirgenliğini artıra
bozulma ribozomların, kaba endoplazmik retikulum- rak apoptoza da neden olabilmektedir.
dan ayrılmasına ve polizomların monozomlara ayrış
masına, sonuç olarak protein sentezinin azalmasına
yol açar. En sonunda, mitokondrilerde ve lizozom
membranlarmda geri dönüşsüz hasar oluşur ve hücre
nekrozu gerçekleşir. ^ 0 2 gelmesi 4 Yaşam sinyalleri,
Toksinler DNA, protein
Radyasyon hasarı
• Anormal oksidatif fosforilasyon ayrıca aşağıda anlatı Hücrede çok sayıda anormallik
lan birçok zararlı etkileri olan, reaktif oksijen türevle
rinin oluşmasına neden olur. NEKROZ APOPTOZ
• Mitokondri hasar gördüğünde, membramnda, 'mito-
Resim 1-16 Mitokondrilerin hücre hasarı ve ölümündeki rolü.
kondriyal geçirgenlik geçiş gözeneği (mitochondrial
Mitokondri, zararlı etkiye sahip çeşitli uyaranlardan etkilenir ve bu
permeability transition pore)' adı verilen yüksek ilet organelin anorm allikleri, nekroza veya apoptoza yol açar.
kenlikte kanal oluşumu gerçekleşir. Bu kanalın açıl Apoptozun bu yolağı, daha sonra ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
ması, mitokondrilerdeki membran potansiyelinin ATP, adenozin trifosfat; ROT, reaktif oksijen türevleri.
14 BÖL ÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar
Resim 1 -1 8 Reaktif oksijen türevlerinin üretim yollan A , Tüm hücrelerdeki mitokondri solunumu sırasında, elektron taşıma zinciri
tarafından süperoksit ( 0 2 ‘ ) meydana getirilir. Süperoksit, hidrojen perokside (H 20 2) ve serbest hidroksil radikaline ( ’ OH) veya pe-
roksinitrite (O N O O - ) dönüştürülebilir. B, Öncelikle nötrofil ve makrofajlar olmak üzere lökositlerin fagozom membranlarında bulunan
fagosit oksidaz enzimi; daha sonra diğer serbest radikallere dönüştürülebilen süperoksit üretir. Fagozomlardaki miyeloperoksidaz (MPO)
enzimi de, reaktif oksijen türevlerinden (ROT) hipoklorit üretir. NO , nitrik oksit; SOD, süperoksit dismutaz.
Hücre Hasarı Mekanizmaları 15
• Reaktif oksijen türevleri öncelikle fagositoz fonksiyonunu ailesidir. Bu ailenin en bol miktarda bulunan bireyi
yerine getiren lökositlerde, nötrofillerde ve makrofajlarda; olan, glutatyon peroksidaz; tüm hücrelerin sitoplazma-
inflamasyon ve konak savunması sırasında hücre içeri larmda vardır. Hidrojen peroksitin 2 GSH (glutatyon) +
sine alman mikropların ve diğer maddelerin yok edil H20 2 -»• GS-SG + 2H20 formülü üzerinden yıkılma
mesi amacıyla silâh olarak kullanılır (Bölüm 2). Reaktif sında katalizör rolü oynar. Hücre içindeki oksitlenmiş
oksijen türevleri, lökositlerin fagozom ve fagolizozom- glutatyonun (GSSG) indirgenmiş glutatyona (GSH)
larmda, mitokondri solunumundakine benzeyen ve res- oranı, bu enzimin aktivitesini, dolayısıyla hücrenin ser
piratııar patlama (ya da oksidatif patlama) olarak adlan best radikalleri katalize edebilme yeteneğini yansıtır.
dırılan bir mekanizmayla üretilir. Bu süreçte bir fago • Peroksizomlardaki bir enzim olan katalaz, hidrojen
zom membran enzimi, daha sonra hidrojen perokside peroksidin parçalanmasında (2H20 2 -» 0 2 + 2H20 )
dönüşecek olan süperoksit oluşumunda katalizör rolü rol oynayan bir katalizördür. Bilinen en aktif enzimler
nü üstlenir. Hidrojen peroksit (H20 2), lökositlerdeki den biri olan katalaz, saniyede milyonlarca molekül
miyeloperoksidaz enzimi tarafından ileri derecede re hidrojen peroksidin parçalanmasını sağlayabilir.
aktif bir bileşik olan hipoklorüre (çamaşır suyunun baş • Endojen veya eksojen antioksidanlar (örneğin E, A ve
lıca bileşeni) dönüştürülür. Reaktif oksijen türevlerinin C vitaminleri, |3-lcaroten) serbest radikallerin oluşumu
inflamasyondaki rolü, Bölüm 2'de anlatılmaktadır. nu durdurabilir ya da oluşmuş serbest radikal molekül
e Nitrik oksit (NO), lökositlerde ve diğer hücrelerde üreti lerini ortadan kaldırabilir.
len, diğer bir reaktif serbest radikaldir. Süperoksitle re
aksiyona girebilir ve ileri derecede reaktif olan, hücre Reaktif oksijen türevleri başlıca üç reaksiyonla hücre hasarı
hasarında da etkisi bulunan peroksinitrit oluşturabilir. na neden olur (Resim 1-19).
Serbest radikallerin yol açtığı hasar, üretilme ve ortamdan • Membranlann lipid peroksidasyonu. Membranda bulu
uzaklaştırılma hızlarına bağlıdır (Resim 1-19). Üretim artar nan çoklu doymamış lipidlerdeki çift-bağlar oksijen-
ya da bunları temizleyen sistemler etkisiz kalırsa, serbest lcaynaklı serbest radikallerin saldırısına duyarlıdır. Li-
radikaller aşırı miktarda birikerek oksidatif stres adı veri pidlerin söz konusu radikallerle etkileşimi, kendileri
len bir duruma yol açarlar. de kararsız ve reaktif olan peroksitlerin ortaya çıkma
Serbest radikallerin üretimi çeşitli koşullarda artar: sına yol açar ve otokatalitik (kendi kendini katalize
• Ultraviyole ışınlar ve x-ışmları gibi radyant enerjilerin eden) bir zincirleme reaksiyonu gerçekleşir.
absorpsiyonu. İyonlaştırıcı radyasyon suyu, serbest • Proteinlerdeki çapraz-bağlanma ve diğer değişiklikler. Serbest
hidroksil ("OH) ve hidrojen (H") serbest radikallerine radikaller proteinlerin, sülfidril aracılığıyla gerçekleşen
hidrolize edebilir. çapraz-bağlanmasım arttırırlar. Bu şekilde proteinlerin
• Eksojen kimyasalların (örneğin karbon tetraklorür - yıkımını artırır veya enzimatik aktivitelerini kaybetmele
bkz ilerideki sayfalar) enzimlerle metabolize edilmesi. rine neden olur. Serbest radikal reaksiyonları, direkt ola
• Serbest radikallerin lökositler tarafından üretildiği inf rak polipeptidlerin parçalanmasına da yol açabilir.
lamasyon (Bölüm 2). • DNA lıasan. Serbest radikallerin çekirdek ve mitokondri
Hücreler, serbest radikalleri uzaklaştırmak ve böylece hasa DNA'smdaki timin ile reaksiyona girmesi, tek iplikçik kı
rı en aza düşürmek amacıyla çok sayıda mekanizma ge rılmalarına (single-strand breaks) neden olur. Bu tür bir
liştirmiştir. Doğaları gereği kararsız moleküller olan ser DNA hasarının hücre ölümüyle, yaşlanmasıyla ve malign
best radikaller, kendiliklerinden parçalanır. Ayrıca, bun transformasyonuyla ilişkili olduğu düşünülmektedir.
ların inaktivasyonuna katkıda bulunan enzimatik olan ve ROT, hücre hasarındaki ve mikropların öldürülmesindeki
olmayan sistemler de vardır (Resim 1-19). rollerine ek olarak, düşük konsantrasyonlarda, hücreler
• Süperoksidin parçalanması, birçok hücrede bulunan deki sayısız sinyalizasyon yolağında, dolayısıyla birçok
süperoksit dismutazlarm (SODlar) etkisiyle önemli öl fizyolojik reaksiyonda da rol oynar. Reaktif oksijen türev
çüde hızlanır. leri bu nedenle hücrede normal olarak üretilir, ancak sağ
• Glutatyon peroksidazlar (GSH), başlıca fonksiyonları lıklı hücrelerde hücre içi konsantrasyonları, zararlı etkile
hücreleri oksidatif hasardan korumak olan bir enzim rinin görülmemesi için sıkı bir şekilde düzenlenir.
Membran Geçirgenliği Defektleri Hücre hasarı sırasında en önemli membran hasarı bölge
leri mitokondri, plazma ve lizozom membranlarıdır.
Membran geçirgenliğinin artarak belirgin membran ha • Mitokondri membranlanndaki hasar. Daha önce de bah
sarına yol açması, neredeyse tüm nekrozla sonuçlanan sedildiği gibi, mitokondriyal membran hasarı, ATP
hücre hasarı tiplerinin değişmez bir özelliğidir. Plazma üretiminde azalmaya neden olur. Bunun nekroza ka
membram iskemiden, çeşitli mikropların toksinlerinden, dar varan birçok olumsuz etkisi vardır.
kompleman bileşenlerinden ve çeşitli fiziksel ve kimya ® Plazma membranındaki hasar. Plazma membranmın ha
sal etkenlerden zarar görebilir. Membran hasarına katkı sar görmesi osmotik dengenin bozulmasına, sıvıların
da bulunabilen, çeşitli biyokimyasal mekanizmalar var
ve iyonların hücreye girmesine, ayrıca hücre içeriğinin
dır (Resim 1-20). kaybına neden olur. Hücrelerdeki, ATP'nin tekrar
• Fosfolipid sentezinin azalması. ATP düzeyi düşüp, hüc oluşturulması bakımından yaşamsal öneme sahip me-
redeki enerjiye bağımlı enzim aktivitelerinin azalması tabolitler hücre dışına sızarak enerji depolarını daha
na neden olduğunda, hücredeki fosfolipid üretimi aza fazla boşaltır.
labilir. Fosfolipid üretimindeki bu azalma, mitokondri • Lizozom membranlanndaki hasar, enzimlerinin sitoplaz-
membranları da dahil olmak üzere hücredeki tüm maya sızması ve hasar görmüş (örn, iskemik) hücre
membranları etkileyerek ATP kaybını hızlandırır. nin asidilc intrasellüler pH ortamında asit hidrolazla-
• Fosfolipid yıkımının artması. Ağır hücre hasarında, sito- rın aktivasyonu ile sonuçlanır. Lizozomlar; ribonükle-
zoldeki Ca2+ seviyesindeki artış nedeniyle endojen azlar (RNaz), DNAzlar, proteazlar, glikozidazlar ve
fosfolipazlaraktive olur ve bunun sonucu olarak daha başka enzimler içerir. Bu enzimlerin aktivasyo
membran fosfolipidlerinin yıkımı artar. nu, hücre bileşenlerinin enzimatik sindirimine neden
• ROT. Serbest oksijen radikalleri, daha önce anlatılan olur ve hücre nekroz ile ölür.
lipid peroksidasyonu yoluyla, hücre membranlarmm
hasarlanmasma neden olur. DNA ve Protein Hasarı
® Hücre iskeletindeki anormallikler. Hücre iskeletindeki fi-
lamentler, plazma membranmı hücre içerisine bağla Hücrelerde, DNA hasarını onaran mekanizmalar vardır.
yan çapalardır ve hücre yapısının, motilitesinin ve sin Ancak bu hasar düzeltilemeyecek kadar ağırsa (örneğin
yalizasyonunun normal olarak devam ettirilmesinde radyasyon hasarı veya oksidatif stres sonrası) hücre inti
birçok işleve sahiptir. Artan sitozolik Ca2+ nedeniyle har programını başlatarak apoptoz ile ölür. Benzer bir re
aktive olan proteazlar, hücre iskeleti elemanlarına za aksiyon, kalıtsal mutasyonlar veya serbest radikaller gibi
rar vererek membran hasarına neden olabilir. dış etkenler nedeniyle oluşan hatalı katlanmış proteinler
® Lipid yıkım ürünleri. Esterleşmemiş serbest yağ asitle ile de tetiklenebilir. Bu hücre hasarı mekanizmaları tipik
ri, asil karnitin ve lizofosfolipidler gibi lipid yıkım olarak apoptoza neden olduğundan, bu bölümün daha
ürünlerinin tümü, hasar gören hücrede, fosfolipid yı sonraki sayfalarında ele alınacaktır.
kımı sonucu birikir. Bu katabolizma ürünleri, memb-
ranlar üzerinde deterjan aktivitesine sahipti». Yine bu
ürünler, membramn lipid çift-tabakasma gömülerek Q ÖZET
veya membran fosfolipidleriyle yer değiştirerek, geçir Hücre Hasarı Mekanizmaları
genlik değişikliklerine ve elektrofizyolojik değişiklik
• ATP kaybı: Enerji bağımlı fonksiyonların yerine getirileme
lere neden olur.
mesi geri dönüşlü hasar —> nekroz.
• Mitokondri hasarı: ATP azalması —*» enerji bağımlı hücre
fonksiyonlarının yerine getirilememesi —» sonunda nek
roz; bazı durumlarda, apoptoza neden olan mitokondri
proteinlerinin sızması
• Kalsiyum girişi: Hücre bileşenlerine zarar veren, hatta
apoptozu tetikleyebilen enzimlerin aktivasyonu.
• Reaktif oksijen türevlerinin birikmesi: Hücre proteinlerinin,
lipidlerinin, nükleik asitlerinin kovalent modifikasyonu.
• Hücre membranlarında geçirgenlik artışı: Plazma membra-
nını, lizozom membranlarını, mitokondri membranlarını
etkileyebilir; tipik olarak nekrozla sonuçlanır.
• Hasarlı DNA ve hatalı katlanmış proteinlerin birikmesi:
Apoptozu tetikler
fa Reseptör-ligand etkileşimleri
Hücre hasarı hf * Fas
• Büyüme N JL • TNF reseptörü
faktörlerinin
çekilmesi
\
Adaptör proteinler
• DNA hasarı
(radyasyon,
toksinler, Başlatıcı
Sitokrom c
serbest Bcl-2 ailesi kaspazlar
ve diğer
radikaller efektörleri (Bax, Bak)
pro-apoptotik
etkisiyle)
• Proteinlerin / ^ Düzenleyiciler/ proteinler
hatalı Bcl-2 (Bcl-2, BcI-xl )
katlanması ailesi
(Endoplazmik sensörleri
retikulum
stresi)
Fagositik hücre
reseptörleri için
ligandlar
Apoptotik cisimcik
Sitoplazmik kabarcık
Resim 1 -2 2 Apoptoz mekanizmaları. Apoptozun iki gerçekleşme yolağı başlatılma ve düzenlenme açısından birbirlerinden farklıdır, ama
her ikisi de kaspaz enzimlerinin aktivasyonuyla sonuçlanır. Mitokondriyal yolakta mitokondri geçirgenliğini düzenleyen Bcl-2 protein
ailesinin üyeleri arasında dengesizlik baş gösterir ve çeşitli maddelerin organel dışına sızması, kaspaz aktivasyonuna yol açar. Ölüm resep
törü yolağında plazma membranındaki reseptörlerden gelen sinyaller, adaptör proteinlerin "ölümü başlatan sinyalizasyon kompleksi"
şeklinde bir araya gelmesine ve bu kompleksin kaspaz enzimlerini aktive etmesine yol açar; kesin sonuç aynıdır.
Apoptotik Hücrelerin Temizlenmesi za neden olur. Aslında, iskemi gibi sık karşılaşılan du
Apoptotik hücreler "ye beni" sinyalleri oluşturarak fago rumlarda bile erken hücre ölümünün kısmen apoptozla
sitleri kendilerine çekerler. Fosfatidilserin normal hücre ve daha sonra iskemi ağırlaştıkça bunun üzerine eklenen
lerde, plazma membranmm iç yaprağında bulunur ama nekrozla gerçekleştiği öne sürülmüştür.
apoptoz gerçekleştiğinde, dış yaprağa geçer ve burada do
ku makrofajları tarafından tanınarak, ölen hücrenin fago Apoptoz Örnekleri
site edilmesine yol açar. Apoptozla ölmekte olan hücreler
ayrıca, fagositleri çeken çözünür faktörler de salgılar. Bu Hücre ölümü birçok durumda, apoptozla gerçekleşir.
olay ölü hücrelerin, sekonder membran hasarına uğrama Aşağıdaki örneklerde, apoptozun iki yolağının, normal
dan ve inflamasyon başlatabilecek içeriklerini salıverme fizyolojideki ve hastalıktaki rolleri anlatılmaktadır.
den hızla temizlenmesini kolaylaştırır. Bazı apoptotik ci
simcikler, fagositler tarafından tanınan yapışkan glikop- Büyüme F aktörü Eksikliği
roteinler taşır. Makrofajlar da apoptotik hücrelere (canlı Gerekli hormondan yoksun kalan hormona duyarlı hüc
hücrelere değil) bağlanarak bunların fagositoz hedefi ol reler; antijenler ve sitokinler tarafından uyarılmayan len
malarım sağlayan proteinler üretebilir. Çok sayıda mak- fositler ve sinir büyüme faktöründen (nerve growth fac
rofaj reseptörünün, apoptotik hücrelerin bağlanma ve fa tor) yoksun kalan nöronlar apoptozla ölür. Tüm bu du
gositozunda rol oynadığı gösterilmiştir. Apoptoz sonucu rumlarda apoptoz, mitokondrial yolak ile gerçekleşir ve
ölen hücrelerin geçirdiği bu fagositoz süreci öylesine et Bcl-2 protein ailesinin pro-apoptotik üyelerinin aktivas-
kindir ki, ölü hücreler iz bırakmaksızın yok olur ve he yonu ve Bcl-2 ve Bcl-xL sentezinin azalmasına bağlıdır.
men hemen hiç inflamatuar yanıt meydana gelmez.
D N A Hasarı
Nekrozla apoptoz arasındaki farkların önemi vurgulan Hücrelerin radyasyona veya kemoterapötiklere maruz
dı, ama bu iki çeşit hücre ölümü, birlikte de gerçekleşe kalması DNA hasarını başlatır. DNA hasarı ağırsa, apop
bilir ve aralarında mekanik ilişki bulunabilir. Örneğin totik hücre ölümünü tetikleyebilir. DNA hasar gördüğün
apoptozda görülen DNA hasarı, poli-ADP(riboz) polime- de, hücrelerde p53 proteini birikir. Bu protein ilk önce
raz adlı bir enzimin aktive olmasına yol açar. Bu enzim hücre siklüsünii G1 fazında durdurarak DNA'nm, repli-
hücrenin nilcotinamid adenin dinükleotid depolarını bo kasyon aşamasından önce onarılmasına fırsat tanır (Bö
şaltarak ATP düzeylerinin düşmesine ve sonunda nekro lüm 5). Ancak DNA hasarı onarılamayacak kadar ağırsa,
Apoptoz 21
ly* Hatalı
• Metabolik değişiklikler —► enerji depoları i ' katlanmış "ER STRESİ"
• Proteinlerdeki, şaperonlardaki genetik mutasyonlar . s\ \ 1 protein Protein katlanma Protein katlanma
• Viral enfeksiyonlar ihtiyacı >> kapasitesi
• Zararlı kimyasallar
ADAPTASYONUN
HÜCRE ADAPTASYONU: GERÇEKLEŞEMEMESİ
KATLANMAMIŞ PROTEİN YANITI I
ı------------------------------- 1 APOPTOZ
Protein sentezi Şaperon üretimi
Olgun,
katlanırı
katlanmış q
proteinler
Resim 1-24 Katlanmamış protein yanıtı ve ER stresi. A , Sağlıklı hücrelerde yeni sentez edilen proteinler şaperonların yardımıyla katlanır
ve daha sonra ya hücrenin yapısına katılır ya da salgılanır. B, Dışarıdan etki eden çeşitli stresler veya mutasyonlar, hücrenin hatalı katlanmış
protein yüküyle başa çıkamadığı, ER stresi adı verilen bir durumu başlatır. Söz konusu proteinlerin endoplazmik retikulumda birikmesi,
protein homeostazının tekrardan sağlanması yönünde bir çaba olan katlanmamış protein yanıtını tetikler. Bu çaba ya da yanıt yetersiz
kalırsa hücre apoptozla ölür.
Sitotoksik T lenfositleri Aracılığıyla Gerçekleşen Apoptoz o Ölüm reseptörü yolağı (ekstrensek yolak) bireyin bizzat
Sitotoksik T lenfositleri (CTL), infekte konak hücreleri kendi dokularına reaksiyon gösteren lenfositlerin orta
nin ve tümör hücrelerinin yüzeyindeki yabancı antijenle dan kaldırılmasından ve sitotoksik T lenfositleri tarafın
ri tanırlar (Bölüm 4). Aktive olduklarında; granzim adı ve dan meydana getirilen hasardan sorumludur; ölüm re
rilen CTL granül proteazları hedef hücrelerin içine girer. septörlerinin (TNF reseptör ailesi üyelerinin) ligandlar
Granzimler, proteinleri aspartat rezidülerinden parçalar tarafından komşu hücrelere bağlanmasıyla başlatılır.
ve hücresel kaspazları aktifleştirme yeteneği taşırlar.
CTL, bu yolla doğrudan apoptozun üeri dönemini başla
tarak, mitokondrüeri veya ölüm reseptörlerini işe katma OTOFAJİ
dan, hedef hücreleri öldürür. CTL aynı zamanda yüzeyle
Otofaji "kendi kendini yeme" hücrenin, kendi bileşenleri
rinde FasL de taşır ve hedef hücreleri Fas reseptörlerine
ni sindirmesi anlamına gelen bir terimdir. Hücrenin besin
bağlanarak öldürebilirler.
miktarı yetersiz kaldığında başvurduğu bir çeşit yaşamını
sürdürme mekanizması olan otofajide aç kalan hücre ya
şamını, kendi içeriğindeki bileşenlerini yiyerek ve bunla
^ Ö Z E T ________ ____________________ ______
rı, besleyici madde ve enerji sağlamak üzere yeniden kul
Apoptoz lanarak devam ettirir. Bu süreçte hücre-içi organeller ve si-
tozol parçaları; endoplazmik retikulumun ribozomsuz
• İstenmeyen ve onarılması olanaksız şekilde hasar gör
bölgelerinden oluştuğu varsayılan bir otofaji vakuolü içeri
müş hücrelerin, mümkün olan en az konak reaksiyonu ile
sinde tecrit edilir (Resim 1-25). Bu vakuol lizozomlarla bir-
ortadan kaldırılmasını sağlayan ve belirli bir düzen altın
leşerek otofagolizozom adlı oluşumu meydana getirir ve
da gerçekleşen bir hücre ölümü mekanizmasıdır.
hücre bileşenleri, otofagolizozomun içindeki enzimler ta
• Proteinlerin ve DNA'nın kaspazlarla başlatılan, enzima-
rafından sindirilir. Otofaji, besleyici maddenin azaldığını
tik parçalanması; ölü hücrelerin de fagositlerce tanınıp,
algılayarak otofaji vakuolü oluşumunu uyaran protein
fagositoz yoluyla uzaklaştırılmasıyla karakterizedir.
kompleksleri tarafından başlatılır. Yeterince besleneme
• Başlıca iki yoldan gerçekleşir: yen hücre zamanla yaşamını, kendi kendini yiyerek bile
o Mitokondriyal yolak (im rensek yolak); yaşam sinyalleri sürdüremeyeceği bir aşamaya gelir; bu aşamada otofaji,
nin kaybı, D N A hasarı ve hatalı katlanmış proteinlerin hücrenin apoptozla ölmesi için gerekli sinyali verebilir.
hücrede birikmesiyle (ER stresiyle) tetiklenir; intren- Otofaji ayrıca, örneğin nöronlardaki ve hepatositlerde-
sek apoptoz yoluna, pro-apoptotik proteinlerin mito- ki hatalı katlanmış proteinlerin temizlenmesi amacıyla da
kondri membranından sitoplazmaya sızması ve kas- kullanılır. Otofaji mekanizmasının kusurlu olması, söz ko
paz adlı enzimleri aktif duruma getirmesi eşlik eder;
nusu proteinlerin nöron içerisinde birikerek sinir hücresi
Bel protein ailesinin, büyüme faktörlerini de içeren ya
nin ölümüne ve buna bağlı olarak nörodejeneratif hasta
şam sinyallerinin etkisiyle aktive olan anti-apoptotik
lıkların gelişmesine neden olabilir. Oysa otofajinin ilaçlar
üyeleri ile inhibe olur.
la aktivasyonu hayvan modellerinde, hatalı katlanmış pro-
Hücre İçi Birikimler 23
Glikojen
Hücre içindeki yaygın glikojen birikimleri, glikoz ya da
© glikojen metabolizmasındaki anormalliklere eşlik eder.
A n o rm a l
m e t a b o liz m a
Anormal glikoz metabolizmasının en çok karşılaşılan ör
neğinde, yani iyi kontrol altında olmayan diabetes melli-
tıısta glikojen; renal tubuler epitelde, kalp miyositlerinde
ve Langerhans adacıklarının |3-hücrelerinde birikir. Ayrı
ca, beraberce glikojen depo hastalıkları veya glikojenozlar
olarak adlandırılan, birbirleriyle yakından ilişkili bir grup
genetik hastalıkta da hücre içerisinde glikojen birikir
N o rm a l h ü c re K a r a c iğ e r
y a ğ la n m a s ı
(Bölüm 6 ).
P igm entler
Pigmentler; karbon gibi, vücut dışından gelen (eksojen)
veya lipofusin, melanin ve belirli hemoglobin türevleri gi
bi, vücutta sentez edilen (endojen) olabilen renkli mad
delerdir.
» En sık karşılaşılan eksojen pigment, karbondur (örne
ğin kömür tozu şeklinde); hava kirliliği yapan bir mad
de olarak kent yaşamının hemen her noktasında bulu
nur. Inhale edildiğinde alveollerdeki makrofajlar tara
fından fagosite edilerek lenf kanalları boyunca, bölge
A n o r m a l p r o t e in le r in sel trakeobronşiyal lenf bezlerine taşınır. Karbon kü
b ir ik m e s i
meleri, lenf kanallarını ve akciğer prankimini siyaha
boyar (antrakoz) (Bölüm 12).
® Lipofusin (veya "yıpranma ve aşınma pigmenti); çözü
nürlüğü olmayan, kahverengimsi sarı renkte, granüler
bir hücre içi maddedir. Yaşlanmanın ve atrofinin bir
fonksiyonu olarak çeşitli dokularda, özellikle de kalp
te, karaciğerde ve beyinde bulunur. Lipofusin, subselü-
ler membranlarm çoklu doymamış lipidlerinin, serbest
radikal katalizörlüğündeki peroksidasyonundan kay
naklanan, lipid ve protein kompleksleridir. Hücreye
zarar vermez, ancak daha önce bir serbest radikal ha
sarı geçirilmiş olduğunu belirtir. Kahverengi pigment
L iz o z o m a l d e p o h a s t a lığ ı :
bol miktarda olduğunda dokuya, kahverengi atrofi adı
e n d o je n m a d d e le r in verilen bir görünüm kazandırır. Bu pigment elektron
b ir ik m e s i mikroskopunda: hücre çekirdeğinin çevresinde, elekt
ron yoğun granüller olarak görülür (Resim 1-27, B).
® Melanin, epidermisteki melanositlerin ürettiği, zararlı
ultraviyole ışınlarına karşı koruyucu bir kalkan göre
vini gören, kahverengi-siyah endojen bir pigmenttir.
Melaninin tek üretim yeri melanositlerdir ama deride
ki komşu bazal hücreler (örneğin çillerde) ve dermal
makrofajlar da bu pigmenti biriktirebilir.
® Hemosiderin, hemoglobin türevi olan ve lokal ya da sis-
temik demir fazlalığı olduğunda dokularda biriken, al
tın sarısı-kahverengi bir pigmenttir. Normal olarak de
mir hücrelerde, apoferritin adlı bir proteinle birleşip
ferritin miçelleri oluşturur. Hemosiderin pigmenti bu
E k s o je n
m a d d e le r in b ir ik m e s i
ferritin miçellerinin ışık ve elektron mikroskopuyla
kolayca görülebilen, büyük kümelenmelerini temsil
Resim 1 -2 6 Hücre-içi birikim mekanizmaları: ( 1) Karaciğer yağlan
eder. Demir, Prusya mavisi adlı biyokimyasal reaksi
masında olduğu gibi anormal metabolizma. (2) Proteinlerin katlan
masında ve taşınmasında değişiklik nedeni olan mutasyonlar
yonla açıkça gösterilebilir (Resim 1-28). Hemosiderin
kusurlu moleküllerin hücre içinde birikmesine yol açar. (3) Belirli birikimi genellikle patolojik olsa da, bu pigment yaşla
bileşiklerin parçalanmasından sorumlu, kritik enzimlerin eksikliği nan eritrositlerin normal olarak parçalandığı yerler
bu maddelerin, lizozomal depo hastalıklarındaki gibi birikmesine olan kemik iliği, dalak ve karaciğerdeki mononükleer
neden olur. (4) Fagosite edilen partiküllerin, örneğin karbon pig fagositlerde az miktarda mevcut olabilir. Hemosideri-
mentinin parçalanamaması, bunun birikmesiyle sonuçlanır. nin aşırı birikmesi hemosideroz olarak adlandırılır.
Herediter hemokromatoz'da olduğu gibi çok daha yoğun
biçimde birikmesi ise Bölüm 15'te anlatılmaktadır.
Patolojik Kalsifikasyon 25
Resim 1 -2 7 Kalpteki miyositte lipofusin grandileri. A , Işık mikroskopundaki görünüm (grandiler oklarla gösterilmiştir) B, Elektron mik-
roskopundaki görünüm. Grandilerin, perinükleer konumdaki lizozom içerisinde bulunduklarına dikkat edin.
Resim 1 -2 8 Karaciğerdeki hemosiderin granülleri. A , Hematoksilen-eozinle boyanan preparatta altın sarısı-kahverengi, ince granüller
şeklindeki pigment. B, Prusya mavisi adı verilen özel bir boyamayla gösterilmiş demir birikimleri.
26 BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar
yondaki başlangıç aşamasının ardından, kristal oluşumu • Pigment birikimi: Genellikle karbon, lipofusin (lipid perok-
şeklindeki ilerleme aşaması gelir. Kristal oluşumu; mev sidasyonunun yıkım ürünü) gibi sindirilmeyen pigmentler
cut Ca2+ ve PO 4 " konsantrasyonlarına, mineral inhibitör- veya demir (hemosiderozda olduğu gibi, genellikle aşırı
lerinin varlığına ve kristallerin büyümesini hızlandıran yüklenmesine bağlı olarak)
etkiye sahip olan kollajenizasyona bağlıdır. • Patolojik kalsifikasyonlar
M e ta s ta tik K alsifikasyon s Distrofik kalsifikasyon: Hücre hasarı veya nekroz gelişen
yerlerde kalsiyum birikimi
Metastatik kalsifikasyon, normal dokularda, kandaki kal
0 M etastatik kalsifikasyon: Hiperkalsemi (genellikle para
siyum düzeyi yükseldiğinde (hiperkalsemi) görülebilir.
tiroid hormonu fazlalığının sonucu olarak) nedeniyle
Başlıca hiperkalsemi nedenleri: (1) Primer paratiroid tü
normal dokularda kalsiyum birikimi.
mörleri nedeniyle ya da diğer habis tümörlerin paratiroid
hormonla ilişkili proteinler üretmesi sonucu, paratiroid
hormon salgısının artması; (2 ) hızlanmış kemik döngüsü HÜCRE YAŞLANMASI
(örn, Paget hastalığı), uzun süren hareketsizlik (immobili-
zasyon) ya da tümörler (multipl miyeloma, lösemi veya Bireyler, hücreleri yaşlandığı için yaşlanır. İnsanların yaş
yaygın iskelet metastazları nedeniyle kemik katabolizma- lanma sürecine duydukları ilgi geleneksel olarak bu süre
sının artması) nedeniyle artmış kemik yıkımı; (3) D vitami cin kozmetik belirtileri üzerinde odaklanmışsa da, yaş
ni- ilişkili bozukluklar (D vitamini zehirlenmesi ve sarko- lanma, bireyin yaşının kanser, Alzheimer hastalığı ve is-
idoz (makrofajlarm vitamin D prekürsörlerinden birini kemik kalp hastalığı gibi birçok kronik hastalık konusun
aktive etmesi sonucu)); (4) fosfat tutulmasının, sekonder daki en güçlü bağımsız risk faktörü olması nedeniyle,
hiperparatiroidizme yol açtığı böbrek yetmezliği. sağlık bakımından önemli sonuçlara sahiptir. Hücre yaş
lanmasının yalnızca hücrenin "yakıtının bitmesi" gibi ba
sit bir olayın sonucu olmayıp, gerçekte evrimsel açıdan
) M OR FO LO Jİ maya mantarı hücresinden memelilere kadar korunmuş
Nerede birikm iş olursa olsun, kalsiyum tuzları m akroskopik olan, sınırlı sayıda gen ve sinyalizasyon yolu tarafından
inceleme sırasında, çoğu zaman pütürlü bir görünüm e sa düzenlendiğinin keşfedilmesi; hücre yaşlanmasıyla ilişki
hip, beyaz renkte granüller veya topaklar şeklinde görülür. li, belki de en önemli keşiflerden biridir.
D istro fik kalsifikasyon, tüberkülozdaki kazeöz nekroz alan Hücre yaşlanması, hücrelerin ömürlerinin ve fonksiyonel
larında sık görülür. Tüberküloz tutulum lu lenf nodları kimi kapasitelerinin progı-esif bir şekilde azalması sonucudur. Hüc
zaman radyografide, radyoopak bir taşa dönüşmüş olarak re yaşlanmasının sorumlusu olduğu düşünülen, çok sayı
gözükür. Kalsifikasyon m ikroskopik olarak, hücre içi ve/ve - da mekanizma vardır (Resim 1-29):
ya hücre dışı bazofilik b irikim le r şeklindedir. Kalsifikasyon
® DNA hasarı. Zaman içinde biriken çeşitli metabolik et
odağında zamanla he te ro to p ik kem ik oluşabilir.
Vücudun her yerinde görülebilen m etastatik kalsifikas
kenler, nükleer ve mitokondriyal DNA1da hasara ne
yon öncelikle damarların, böbreklerin, akciğerlerin ve mide den olabilir. DNA hasarının çok büyük bir bölümü
mukozasının interstisyel dokularında karşımıza çıkar. Kalsi DNA onarım enzimleri tarafından onarılsa da, bir bö
yum b irikim leri m o rfo lo jik olarak, d istro fik kalsifikasyonda lümü onarılamaz ve hücre yaşlandıkça hasarlı DNA bi
anlatılanlara benzer. Genellikle klinik fonksiyon bozuklukla rikir. Kimi yaşlanma sendromları DNA onarım meka
rına neden olmamasına rağmen akciğerlerdeki yaygın kalsi- nizmalarındaki defektlere eşlik eder. Bazı hayvan mo
fîkasyonlar, radyografilerde görülebilir ve solunum sorunla dellerinde, DNA hasarına verilen yanıtlar güçlendiril
rına yol açabilir. B öbrekteki bu gibi yoğun kalsifikasyonlar diğinde, ya da hücreye DNA'yı stabilize eden protein
(n efro kalsin o z) ise, b ö bre k hasarıyla sonuçlanabilir. ler verildiğinde deneysel hayvanın ömrü uzatılabilmiş-
tir. Serbest radikallerin yaşlanmaya yol açan DNA ha
sarında rolü olduğu öne sürülmüşse de, bu tartışma
( Ö ZET konusu olmaya devam etmektedir.
Anormal Hücre-İçi Birikimler ve Kalsifikasyonlar ® Hücre çoğalmasında azalma. Tüm normal hücreler sınırlı
bir çoğalma kapasitesine sahiptir. Sabit sayıdaki hücre
Maddelerin hücrelerde ve dokularda anormal birikim i, bunla bölünmesinden sonra, hücreler, bölünmenin artık söz
rın fazla m iktarda alınmasının veya transp ort ya da kataboliz-
konusu olmadığı, replikatif yaşlanma olarak adlandırı
ma kusurlarının sonucudur.
lan bir aşamada durur. Yaşlanma, hücrelerin ilerleyici
• Lipid birikimleri
biçimde replikatif yaşlanma eşlik eder. Çocukların hüc
0 Yağlı değişiklik: Serbest trigliseridlerin, aşırı miktarda alın releri, yaşlıların hücrelerinden çok daha fazla çoğalma
ması ya da detektif transportu (çoğu zaman taşıyıcı pro
kapasitesine sahiptir. Oysa, erken yaşlanmayla karakte-
teinlerin sentezindeki kusurlar sonucu) nedeniyle hücre
rize, ender görülen bir hastalık olan Werner sendromıın-
de birikmesi geri dönüşlü hücre hasarının belirtisidir,
da hücrelerin in vitro ömrü önemli ölçüde kısalmıştır.
o Kolesterol birikimi: Kusurlu katabolizma ve aşırı miktar
İnsan hücrelerinde çoğalma fonksiyonunun yaşlanma
da alınma sonucudur. Bu birikim, aterosklerotik damar
sı, telomerlerin giderek kısalması ve en sonunda hücre
duvarlarındaki makrofajlarda ve düz kas hücrelerinde
siklüsünün durmasıyla olur. Telomerler, lineer kromo
görülür.
zomların uçlarında yer alan, kısa, tekrarlayan DNA se
• Protein birikimi: Böbrek tubullerinde geri emilen protein
kanslarıdır. Bu yapılar, kromozom uçlarının tam olarak
ler, plazma hücrelerinde immünoglobülinler birikir.
çoğalmasının garanti altına alınmasında, füzyondan ve
• Glikojen birikimi: Glikojeni parçalayan lizozomal enzimle
parçalanmaktan korunmasında önemli rol oynarlar.
rinde defekt olan hastaların makrofajlarında, birikir (gliko
Somatik hücreler çoğaldığında, telomerin küçük bir bö
jen depo hastalıkları)
lümü duplike olamaz ve telomerler gittikçe kısalır. Telo-
Hücre Yaşlanması 27
Resim 1 -2 9 Hücre yaşlanmasına neden olan ve karşı çıkan mekanizmalar. D N A hasarı, çoğalma fonksiyonunun yaşlanması ve proteinlerin
azalması ve hatalı katlanması, hücre yaşlanmasının en iyi tanımlanan mekanizmaları arasındadır. Kalori kısıtlaması gibi kimi çevre kaynaklı
stresler yaşlanma sürecine, çeşitli sinyalizasyon yollarını ve transkripsiyon faktörlerini aktive ederek karşı çıkar. IGF, insülin-benzeri büyüme
faktörü; TOR, rapamisin hedefi.
mer kısaldıkça, kromozom uçları korunamaz ve hücre niden kazanılmıştır. Bu sayede, telomer uzunluğu kısal-
siklüsünün durduğunu haber veren, parçalanmış DNA maksızm kalır ve kanser hücrelerinin sonsuz bir çoğal
olarak gözükür. Telomer uzunluğu, telomeraz olarak ma kapasitesine sahip olması sağlanır. Bunlar Bölüm
adlandırılan bir enzimin aracılık ettiği nükleotid ilave 5'te daha ayrıntılı olarak konu edilmektedir. Telomer kı
siyle korunur. Bu enzim, kromozom uçlarına nükleotid salması ayrıca, kök hücrelerin rejenerasyon kapasitesi
ilâvesi için kalıp olarak bizzat kendi RNA'smı kullanan, ni de azaltarak hücre yaşlanmasına daha da katkıda bu
özelleşmiş bir RNA-protein kompleksidir. Germ hücre lunur. Tüm bu çekici gözlemlere rağmen, telomeraz ak
lerinde eksprese edilen, kök hücrelerde ise düşük dü tivitesi ve telomer uzunluğunun hücre yaşlanması ile
zeylerde olan telomeraz aktivitesi, somatik hücrelerin ilişkisi henüz tam olarak aydınlatılmış değildir.
çoğunda mevcut değildir (Resim 1-30). Somatik hücre • Kusurlu protein homeostazı. Zaman içerisinde, hücreler
lerin çok büyük bir bölümünde, hücre yaşlandıkça telo- normal protein homeostazını devam ettiremez hale ge
merler kısalır ve hücre, hücre siklusundan çıkar. Sonuç lirler. Bunun nedeni, protein translasyonunun azalma
ta, hasar görenlerin yerine yeni hücreler oluşturma ye sı, şaperonlarm (proteinlerin normal katlanmasını artı
teneği ortadan kalkar. Aksine, ölümsüz hale gelmiş rır), proteazomlarm (hatalı katlanan proteinleri orta
kanser hücrelerinde telomeraz aktivitesi genellikle ye- dan kaldırır) ve onarım enzimlerinin aktivitesinin ku
surlu olması sonucu artan protein döngüsü ve azalan
protein sentezidir. Anormal protein homeostazı hücre
sağkalımı, çoğalması ve fonksiyonları üzerinde birçok
olumsuz etkiye sahiptir. Ayrıca hatalı katlanmış prote
inlerin birikmesine yol açarak, apoptozu tetikleyebilir.
Yaşlanma sürecine karşı çıkan sinyalizasyon yollarının
belirlenmesi, yalnızca tedavi potansiyeli ("gençlik iksiri"
araştırmaları) bakımından değil, ayrıca yaşlanma süreci
nin mekanizması hakkında bize anlatabilecekleri nede
niyle de, büyük ilgi çeken bir konudur. Şimdilerde; kalori
kısıtlaması gibi belirli çevresel streslerin, yaşlanma sürecin
deki sinyalizasyon yollarında değişikliğe neden olduğu düşü
nülmektedir (Resim 1-29). Yaşlanma sürecine karşı rol
oynadığı öne sürülen biyokimyasal değişiklikler arasında,
insülin-benzeri büyüme faktörü reseptörlerinden gelen
sinyallerin azalması, kinaz (rapamisin hedefi, [TOR],
Hücre bölünmeleri----------------------- AKT kinaz) enzim aktivitesinde azalma ve transkripsiyon
aktivitesindeki değişiklikler yer almaktadır. Sonunda bu
Resim 1 -3 0 Telomerlerin ve telomeraz adlı enzimin hücrelerin
replikatif yaşlanmasındaki rolü. Bu grafikte telomer uzunluğu, bölü değişiklikler, daha iyi DNA onarımı, daha iyi protein ho-
nen hücre sayısının karşısında işaretlenmiştir. Normal somatik meostazı ve daha iyi immunite sağlar. Tüm bu etkiler yaş
hücrelerin neredeyse hiç birinde telomeraz aktivitesi yoktu r ve lanmayı yavaşlatır. Çevresel stresler, protein deasilaz
telomerler, hücre bölündükçe, hücrenin çoğalma yeteneği sona fonksiyonuna sahip Sir2 gibi Sirtuin protein ailesi prote
erinceye ya da yaşlanma gerçekleşinceye kadar gittikçe kısalır. Hem inlerini aktive edebilir. Bu proteinler, DNA tamir enzim
germ hücreleri, hem kök hücreler aktif telomeraz içerir, ancak
lerini deasilleyerek aktive eder ve bu şekilde DNA'yı sta
telom er uzunluğunu stabilize edebilecek düzeyde telomeraz
aktivitesi yalnızca germ hücrelerinde bulunur. Telomeraz kanser bilize edebilir. Söz konusu proteinler yoksa DNA, hasar
hücrelerinde çoğu zaman tekrar aktive olur. görmeye daha yatkındır. Sirtuinlerin rolü yakın zaman
(Veriler, Macmillan Publishers Ltd, from Holt SE, et al: Refining the telomer-telom- larda fazlasıyla dikkat çekmişse de, bunların yaşlanma
erase hypothesis o f aging and cancer. N at Biotechnol 14:836, 1996'dan alınmıştır). sürecindeki önemi henüz belirlenebilmiş değildir.
28 BÖLÜM 1 Hücre Hasarı, Hücre Ölümü ve Adaptasyonlar
İnflamasyon ve Onarım
BÖL ÜM İ ÇERİ Ğİ
İnflamasyon ve D oku Onanırımın Hücrelerden Kaynaklanan Medyatörler 46 Rejenerasyonun Doku Onanırımdaki
Genel Ö zeti 29 Plazma Proteinlerinden Kaynaklanan Rolü 65
A k u t İnflamasyon 31 Medyatörler 50 Nedbe Oluşumu 65
A kut İnflamasyonu Uyaranlar 31 Anti-inflamatuar Mekanizmalar 52 Nedbe Oluşumunun Aşamaları 65
Mikropların, N e krotik Hücrelerin ve K ro n ik İnflamasyon 53 Anjiyogenez 66
Yabancı Maddelerin Tanınması 32 Kronik inflamasyon Hücreleri ve Fibroblastların Aktivasyonu ve Bağ
Vasküler Değişiklikler 33 Medyatörleri 53 Dokusu Depolanması 68
Hücresel Olaylar: Lökositlerin Toplanması Granülomatöz İnflamasyon 56 Bağ Dokusunun Yeniden
ve Aktivasyonu 34 İnflamasyonun Sistemik Etkileri 57 Biçimlenmesi 68
Lökositlerin Neden Olduğu Doku D oku Onarımımn Genel Ö zeti 58 Doku Onarımını Etkileyen
Hasarı 39 Hücre ve D oku Rejenerasyonu 59 Faktörler 69
Lökosit Fonksiyon Bozuklukları 40 Hücre Proliferasyonunun Kontrolü 59 Seçilmiş Klinik D oku Onarımı ve
A ku t inflamasyonun Sonuçları 41 Dokuların Proliferatif Kapasitesi 59 Fibrozis Ö rn e kle ri 70
A k u t İnflamasyonun M o rfo lo jik Kök Hücreler 60 Deri Yaralarının iyileşmesi 70
Paternleri 43 Büyüme Faktörleri 61 Parenkimal Organlarda Fibrozis 72
İnflamasyonun Kimyasal M edyatörleri Ekstraselüler (Hücre Dışı) Matriksin
ve Düzenleyicileri 44 Doku Onanırımdaki Rolü 63
temizlenmesine yardım eder ve onarım sürecini başlatır ama bu sürecin bazı temel özelliklerden söz edeceğiz.
bizzat inflamatuar reaksiyon ve bunu izleyen onarım süreci inflamasyon akut veya kronik olabilir (Tablo 2-1). Akut
de, hatırı sayılır hasara yol açabilir. İnflamatuar reaksiyo inflamasyon çabuk başlar ve kısa süre devam edip birkaç
30 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım
Resim 2-1 A kut ve kronik inflamatuar yanıtların bileşenleri ve başlıca fonksiyonları. Bu hücrelerin ve moleküllerin inflamasyondaki rolle
ri, bu bölümde anlatılmaktadır.
dakikayla birkaç gün arasında değişen bir zaman geçtik mast hücreleri ve diğer hücre tipleri de bu anormalliğin
ten sonra biter. Sıvı ve plazma proteinlerinin eksudasyo- farkına varabilir. Bütün bu hücreler, daha sonra gelişe
nuyla, öncelikle nötrofil lökositlerin ön planda olduğu cek inflamatuar yanıtı başlatan ve düzenleyen molekül
hücre infiltrasyonu, akut inflamasyonun karakteristik ler (sitokinler ve diğer medyatörler) salgılar. İnflamatuar
özellikleridir. Kronik inflamasyon daha sinsi olabilir, medyatörler ayrıca, mikroplarla ya da zedelenmiş olan
günlerle yıllar arasında değişebilen daha uzun bir süre dokularla reaksiyona giren plazma proteinleri tarafın
boyunca devam eder, inflamasyon odağındaki hücre in- dan da üretilir. Söz konusu medyatörlerin bazıları, plaz
filtrasyonunda tipik olarak lenfositler ve makrofajlar var ma ve dolaşımdaki lökositlerin inflamasyon yerine gel
dır; bu hücre infiltrasyonuna damar proliferasyonu ve mesini teşvik eder. Gelen lökositler aktive oİarak infla
fibrozis (nedbeleşme) eşlik eder. Ancak, daha sonra da masyon etkenini fagositoz yoluyla ortadan kaldırmaya
göreceğimiz gibi inflamasyonun bu temel iki şekli, birlik çalışır. Lökositlerin konağın normal dokularına da zarar
te de mevcut olabilir; bunların seyrini ve histolojik görü verebilmesi, lökosit aktivasyonunun talihsiz bir yan et
nümü, birçok değişkene bağlı olarak değişebilir. kisidir.
İnflamasyon, konak hücre tarafından zararlı uyaranlara Sıcaklık (color), kızarıklık (rubor), şişme (tumor), ağrı (do
karşı yanıt olarak, kimyasal medyatörlerin üretilmesiyle baş lor) ve fonksiyon kaybı (functio laesa); inflamasyonun, çoğu
lar. Bir mikrop bir dokuya girer ya da doku zedelenirse, zaman "kardinal belirtiler' adı verilen dış belirtileridir. Bun
dokudaki yerleşik hücreler tarafından algılanır. Bu hüc ların ilk dördü, Romalı bir ansiklopedist olan Celsus ta
reler daha çok makrofajlardır ama dendritik hücreler, rafından 2 0 0 0 yılı aşan bir süre önce tanımlanarak, za
manının tanınmış bir eseri olan De Medicina adlı kita
bında yer almış; beşincisi ise 19. yüzyılın sonlarında,
Tablo 2-1 Akut ve Kronik inflamasyonun Özellikleri "modern patolojinin babası" olarak bilinen Rudolf Virc
how tarafından eklenmiştir. İnflamasyonun kardinal be
Özellik A kut Kronik
lirtileri; şimdi anlatacağımız gibi damar değişiklikleri
Başlangıcı Hızlı: dakikalar Yavaş: günler nin ve lökositlerin inflamasyon yerine gelerek aktive ol
veya saatler
malarının doğurduğu sonuçlardır.
içerisinde
İnflamasyon, normalde denetim altındadır ve kendi ken
Hücre Öncelikle Monositler/makrofajlar
dini sınırlar. Medyatörler ve hücreler yalnızca zararlı uya
infiltrasyonu nötrofiller ve lenfositler
rana yanıt vermek üzere ve kısa bir süre için aktive olur;
Doku hasarı, Genellikle hafif ve Çoğu zaman şiddetli ve
zararlı uyaran uzaklaştırıldığında parçalanır veya inakti-
fibroz kendiliğinden sınırlanan ilerleyici
ve olur. Zararlı uyaran çabucak uzaklaştırılamazsa so
Lokal ve sistemik Belirgin Daha az belirgin; hafif nuç, ciddi patolojik sonuçlar doğurabilecek olan kronik
belirtiler olabilir
inflamasyondur.
Akut İnflamasyon 31
NORMAL
O ÖZET Ekstrasellüller matriks Seyrek yerleşik
İnflam asyonun G enel Ö z e llik le ri
AKUT İNFLAMASYON
Akut inflamatuar yanıt, lökositlerin ve plazma protein
lerinin hızla inflamasyon yerinde toplanmasını sağlar.
Lökositler inflamasyon yerine geldiklerinde, istilacıları
temizleyerek, nekrotik dokuların sindirilip ortadan kal
dırılma sürecini başlatır.
Akut inflamasyonun başlıca iki bileşeni vardır (Resim
2 - 2):
• Vasküler değişiklikler: damar çapındaki değişiklikler
(vazodilatasyon), inflamasyon yerine gelen arteriyel
kan miktarını artırır; damar duvarındaki değişiklik
ler (geçirgenlik artışı) ise plazma proteinlerinin kan (D Nötrofil göçü © Plazma proteinlerinin
sızması —► ödem
dolaşımını terk etmesini sağlar. Ayrıca endotel hücre
lerinin de aktive olması, lökositlerin damar duvarın Resim 2 -2 A kut inflamasyonda vasküler ve hücresel reaksiyonlar.
dan geçerek inflamasyon yerine göç etmesiyle ve ya (1) Vazodilatasyon ve gelen kan miktarının artması (eritem ve
pışkanlıklarının (adezyon) artmasıyla sonuçlanır. sıcaklık), (2) plazma sıvısının ve proteinlerinin damar dışına çıkması
(ödem) ve (3) lökositlerin (öncelikle nötrofiller) göç etmesi ve
• Hücre olayları: lökositlerin kan dolaşımından infla- birikmesi; normal durumla karşılaştırıldığında, akut inflamasyonda
masyon yerine göç etmesi, ardından aktivasyonu; inf- ki başlıca lokal belirtilerdir.
lamasyona yol açan zararlı uyaranın ortadan kaldırıl
masını sağlar. Nötrofiller (polimorf nüveli lökositler),
akut inflamasyonda rol oynayan başlıca lökositlerdir.
HÜCRE DIŞINDA
Bakteri Fungal Patojen bakteriler
hücresi —(. polisakarid Hücre-dışı ATP
duvarındaki
lipid
Plazma
Lektin membranı
Btt%S9SS9999§99İS8SiS
SS8ö888fi88868886M te58880888888888 la S 5 8 8 flg 8 8 8 8 8 8 IM !
NLRP3 inflammazom
K+’nın dışarı
Kaspaz-1 çıkması
SITOPLAZMADA ENDOZOMLARDA (inaktif) ROT
. Bakteri hücresi Endojen kristaller
,duvarındaki lipid Kaspaz-1
Çekirdek > (MSU, CPP,
Mikroplardaki (aktif)
nMA DMA kolesterol)
Eksojen kristaller
(şap, asbest)
AKUTİNFLAMASYON
Resim 2 -3 Mikrop ve ölü hücre sensörleri: Fagositlerde, dendritik hücrelerde ve çeşitli tipteki epitel hücrelerinde, mikropların ve ölü hüc
relerin varlığını algılayan, farklı reseptör sınıfları vardır. A , Toll-benzeri rese ptörler (TLR), plazma membranında ve endozomlarda yer
alırlar; bunlar ve sitoplazmadaki ve plazma membranındaki diğer (TLR-dışı ailelerin bireyleri olan) reseptörler, farklı mikrop sınıflarının
ürünlerini tanır. TLR aktivasyonuyla üretilen proteinlerin fonksiyonları sayısızdır ama burada yalnızca, inflamasyondaki rolleri gösterilmek
tedir. B, İnflammazom, ölü hücrelerin ve bazı mikropların ürünlerini tanıyarak biyolojik bakımdan aktif interlökin-1 (IL-1) salgılanmasını
başlatır, inflammazom; NLRP3 adı verilen ve lösin bakımından zengin olan bir sensör proteinden, bir adaptörden ve infaktif formundan
aktif formuna dönüştürülen kaspaz-1 enziminden oluşur (inflammazom; sitoplazmada bulunan, ancak vezikül şeklinde olan ve inflamas-
yonda, bu bölümün daha sonraki sayfalarında anlatılan farklı fonksiyonlar sergileyen fagolizozom ile karıştırılmamalıdır). CPP, kalsiyum
pirofosfat; MSU, monosodyum ürat; ROT, reaktif oksijen türevleri.
A k u t inflamasyon
(Resim 2-3, B). Daha soma anlatılacağı gibi IL-1, akut D am ar Çapındaki ve Kan A kım ındaki D eğişikikler
inflamasyon yanıtında lökositlerin inflamasyon yerine Kan damarlarındaki değişiklikler, enfeksiyondan veya ze
toplanmasında rol oynayan önemli bir medyatördür; delenmeden hemen sonra başlar ama inflamasyona yol
inflamasyon yerinde toplanan lökositler, ölü hücreleri açan orijinal uyaranın tabiatına ve şiddetine bağlı olarak,
fagosite ederek öldürür. Eklem hastalıklarından biri değişik hızlarda ilerler.
olan gut hastalığı eklemde; fagositlerin içerisine alına • Yalnızca birkaç saniye devam eden, geçici vazokonst-
rak inflammazomun aktive olmasına yol açan tirat kris riksiyondan sonra arteriyoler vazodilatasyonun geliş
tallerinin birikmesi nedeniyle gelişir. Inflammazom ak- mesi, lokal kan miktarının artmasıyla ve vazodilatasyo
tivasyonu IL-1 üretilmesiyle ve akut inflamasyonla so nun gerçekleştiği arteriyolden beslenen kapiler yatak
nuçlanır. IL-1 antagonistleri, geleneksel anti-inflamatu- larının aşırı dolmasıyla (konjesyon) sonuçlanır (Resim
ar tedaviye dirençli gut vakalarının, etkili bir şekilde te 2-2). Akut inflamasyonun kardinal belirtilerinden iki
davisini sağlar. Yakınlarda yapılan çalışmalar kolesterol sinin, yani inflamasyon odağındaki kızarıklığın (erythe
kristallerinin ve serbest yağ asitlerinin de inflammazo- ma) ve sıcaklığın (color) nedeni, damar yatağındaki bu
mu aktive ettiğini göstermiş ve IL-1'in sık karşılaşılan, genişlemedir.
arter duvarlarında kolesterol kristallerinin birikmesine
• Mikro-damarlarm geçirgenliği artar ve protein bakı
eşlik eden ateroskleroza, ayrıca obeziteye eşlik eden tip
mından zengin sıvı damar-dışı dokulara sızmaya başlar
2 diyabet gelişmesinde de rol oynadığı izlenimini ver
(Resim 2-4). Bu olay, kanın alyuvar bakımından daha
miştir. Söz konusu bulgular bu hastalıkların IL-1 bloka
konsantre olmasına, bu nedenle de viskozitesinin art
jıyla tedavi edilebilme olasılığını ortaya çıkarmıştır.
masına dolaşımın yavaşlamasına neden olur. Bu deği
Bu sensörlerin fonksiyonlarına, bölüm boyunca gönderme şiklikler nedeniyle mikroskopta; alyuvarlarla dolu, ge
yapılacaktır. Şimdi, akut inflamasyonun başlıca nedenleri nişlemiş, sayısız küçük damar (s taz) görülür.
ni inceleyeceğiz.
• Staz geliştiğinde, lökositler (öncelikle nötrofiller), da
Vasküler Değişiklikler mar endotelinin yüzeyinde birikmeye başlar; bu geliş
meye marjinasyon adı verilir. Marjinasyon, lökositlerin
Kan akımının vazodilatasyon nedeniyle artması ve damar ge damar duvarından geçerek interstisyel dokuya doğru
çirgenliğindeki artış, akut inflamasyondaki başlıca vasküler re yapacakları, daha sonra anlatacağımız yolculuğun ilk
aksiyonlardır; her ikisinde de amaç, kan hücrelerini ve prote aşamasıdır.
inleri, enfeksiyon veya hasar bölgesinde toplamaktır. Zedelen
meye yol açan uyaranın, örneğin bir mikrobun ilk karşı D am ar Geçirgenliğinin A rtm ası
laştığı savunma hattı, makrofajlar ve bağ dokusunun di Damar geçirgenliğinin artması, protein bakımından zen
ğer hücreleridir. Bu etkileşimin hemen ardından tetikle gin kanın, hatta kan hücrelerinin damar-dışı dokulara
nen vasküler reaksiyonlar inflamatuar yanıtın erken fazı geçmesine yol açar (Resim 2-4). Bu geçiş, interstisyel sıvı
na hakim olur. daki ozmotik basıncı yükselterek kandan dokular yönüne
A. NORMAL
Hidrostatik
basınç f ° 0 0 'f ’
L Kolloid ozmotik
- z -iA . J f basınç
• :« iT Plazma proteinleri
Hidrostatik basıncın
yükselmesi (venöz çıkışta Sıvı sızması Kolloid ozmotik basıncın
♦
tıkanıklık [örneğin konjestif
düşmesi (protein sentezinin
kalp yetmezliği)]
azalması [örneğin
.... t karaciğer hastalığı], protein
B . TRANSÜDA j o O O < kaybının artması [örneğin
(protein içeriği düşük, böbrek hastalığı])
hücre sayısı az)
i M
° 0 ©
© \
© i
II 1
C. EKSÜDA \i O o o © _
(protein içeriği yüksek, 3 ° 0 ° o o o — Vazodilatasyon ve staz" c
° © © jj o
bazı al- ve akyuvarlar / >.
(0
içerebilir)
I
ra
E
ıj
0 s ° e° ' r ...^
0 0 o
f
o ^
Endotel hücreleri arasındaki
aralıkların genişlemesi
ra
Resim 2 -4 Transüda ve eksüda oluşumu. A , Normal hidrostatik basınç (mavi oklar) yaklaşık olarak, kapiller yatağın arteriyel ucunda 32
mmHg, venöz ucunda 12 mmHg’dır; dokulardaki normal kolloid ozmotik basınç (yeşil oklar), ortalama kapiler basınca yakın olup yakla
şık 25 mmHg’dır. Damar yatağı duvarının dışına sıvı akışı, bu nedenle hemen hemen hiç yoktur. B, Transüda, hidrostatik basınç artarsa
veya ozmotik basınç azalırsa oluşur. C, Eksüda ise inflamasyon sırasında damar geçirgenliğinin, endotel hücreleri arasındaki aralıkların ge
nişlemiş olması nedeniyle artması sonucunda meydana gelir.
BOLU M 2 İnflamasyon ve Onarım
daha fazla sıvı geçmesine neden olur. Protein bakımından Damar geçirgenliği üzerinde etkili bu mekanizmalar ayrı
zengin bu interstisyel sıvıya eksııda adı verilir. Ozmotik ayrı işleyebilirlerse de; özel bir uyarana karşı verilen yanı
basıncın artmasından kaynaklanan eksudayı, genellikle ta beraberce de katkıda bulunabilir. Örneğin, ısı yanıkla
venöz dönüşün azalması sonucu gelişen hidrostatik ba rında damar dışına sızıntı, kimyasallar aracılığıyla gerçek
sınç artışına bağlı transudayla karıştırmamak gerekir. leşen endotel retraksiyonu ile olduğu gibi, aynı zamanda
Transudadalci protein konsantrasyonu çok düşüktür ve bu doğrudan hasar ve lökositler aracılığıyla gerçekleşen en
sıvı, kan hücrelerini ya hiç içermez ya da pek az içerir. İs dotel hasarı nedeniyle de meydana gelmektedir.
ter transuda, isterse eksuda olsun damar-dışı aralıkta sıvı
birikmesi, doku ödemine neden olur. Eksuda tipik olarak Lenf Dam arlarının Yanıtı
inflamasyonun bir özelliğiyken transuda, Resim 2-4'te gö Kan damarlarına ek olarak lenf damarları da inflamatuar
rülen ve Bölüm 3'te daha ayrıntılı şekilde anlatılacak olan, yanıta katkı yapabilir. Lenf akışı inflamasyon sırasında ar
inflamasyon dışı çeşitli nedenlere bağlı olarak birikebilir. tar ve ödem sıvısının, lökositlerin ve hücre artıklarının
Damar geçirgenliğinin akut inflamatuar reaksiyonlarda (debris) damar-dışı aralıktan boşaltılmasına yardım eder.
artmasına, çeşitli mekanizmalar katkıda bulunabilir: Özellikle mikroplara karşı gelişen, şiddetli inflamatuar ya
• Postkapiller veniillerde, endotel hücrelerinin retraksiyonu nıtlarda lenf damarları, etken mikroorganizmayı da lenf
sonucu hücreler arası açıklıklar meydana gelmesi, damar bezleri yönünde taşıyarak yayılmasına katkıda bulunabi
geçirgenliğini artıran nedenlerin en sık görülenidir. lir. Lenf kanallarında ve lenf bezlerinde inflamasyon, se-
Endotel hücresi retraksiyonu; histaminin, bradikininin, konder olarak da gelişebilir (sırasıyla lenfanjit ve lenfade-
lökotrienlerin ve diğer birçok medyatöriin spesifik re nit). İnflamasyon gelişen lenf bezleri, içerdikleri lenf foli-
septörlerine bağlanmasından sonra hızla gerçekleşir ve küllerindeki hiperplazi ve lenf bezindeki sinüslerin iç yü
kısa sürelidir (15-30 dakika devam eder). Bu hücreler zeyini döşeyen lenfosit ve fagosit sayılarının artmış olma
de; tümör nekroz faktörü (TNF) ve interlökin-1 (IL-1) sı nedeniyle büyüyebilir. Lenf bezindeki tüm bu patolojik
gibi sitokinler nedeniyle meydana gelerek hücre iskele değişiklikler, reaktif ya da inflamatuar lenfadenit adıyla
tinde değişiklikleri de beraberinde getiren, daha uzun bilinir (Bölüm 11). Bir yaranın yakınındaki deride kırmızı
süreli retraksiyon görülebilir. Gelişmesi, inflamatuar çizgilerin belirmesi doktorlara, yara enfeksiyonu geliştiği
reaksiyonun başlangıçta tetiklenmesinden 4-6 saat son ni bildiren bir belirtidir. Bu çizgiler, lenf kanallarının tra-
ra gerçekleşebilen bu retraksiyon, 24 saat ya da daha sesini izler ve lenfanjit tanısı açısından karakteristiktir;
uzun süre devam edebilir. çizgilere, bölgedeki lenf bezlerinde ağrılı şişlik eşlik edebi
• Endotel hasarı, bu hücrelerde nekroza ve ayrılmalara yol lir ve hastada lenfanjit geliştiğini belirtir.
açarak damar-dışma sızma nedeni olabilir. Bu hücreler,
ağır yanıklar ve bazı enfeksiyonlar gibi travmalardan (S Ö Z E T ____________ _____ ______________
sonra hasar görür. Sızıntı, çoğu vakada zedelenmeden
hemen sonra meydana gelerek, hasarlı damar tromboze Akut İnflamasyondaki Vasküler Reaksiyonlar
olana ya da onarılana kadar, saatlerce (veya günlerce) • Eritemin ve kan akışındaki stazın nedeni olan vazodilatas-
devam eder. Endotel hasarı, zedelenmenin yerine bağlı yon; daha sonra ele alacağımız histamin gibi kimyasal
olarak venüllerin, kapilerlerin ve arteriyollerin hepsin medyatörler tarafından başlatılır.
de meydana gelmiş olabilir. Örneğin; endotel hücreleri • Damar geçirgenliğindeki artış; histamin, kinin ve endotel
nin doğrudan hasarı da venüllerde veya kapillerlerde 2 - hücreleri arasında aralıklar oluşmasına yol açan diğer
1 2 saat sonra (geç) başlayan; saatlerce, hatta günlerce medyatörler; doğrudan veya lökositler tarafından başlatı
devam eden sızıntıya neden olabilir. Hafif-orta şiddette lan endotel zedelenmesi ve endotelden sıvı sızmasındaki
termal zedelenme, belirli bakteri toksinleri ve ultraviyo- artış etkisiyle gerçekleşir. Bu geçirgenlik artışı, plazma
le ışınlara maruz kalınması (gün boyunca güneş altında proteinlerinin ve lökositlerin enfeksiyon veya doku hasa
kalınmasını izleyerek "akşamı zehir eden" güneş ban rı olan yere girmesini sağlar; kan damarlarından doku yö
yoları), endotel hücrelerine doğrudan hasar verebilir. nünde sıvı sızması, ödemle sonuçlanır.
Lökositlerin damar duvarı boyunca birikmesi de, endo-
tele zarar verebilir. Aktive lökositlerden, endotel zede Hücresel Olaylar: Lökositlerin Toplanması ve
lenmesine veya hücrelerin birbirlerinden ayrılmasına
Aktivasyonu
yol açabilen, daha sonra ele alacağımız, çok sayıda tok-
sik medyatör salınmaktadır. Lökositlerin hasar bölgesine ulaştırılması ve aktive edil
• Proteinlerin, hücre-içi veziküllerin işe karıştığı, artmış mesi, daha önce de söylediğimiz gibi inflamatuar yanıtın
transsitoza.; özellikle vasküler endotel büyüme faktörü önemli bir fonksiyonudur. Lökositler zararlı etkenleri
(VEGF) gibi belirli medyatörlere maruz kalınmasının kendi içine alır, bakterileri ve diğer mikropları öldürür,
ardından venül geçirgenliğini artırabilir. Transsitoz, nekrotik dokuyu ve yabancı maddeleri ortadan kaldırır.
hücre-içi veziküllerin birleşmesiyle oluşan kanallar yo Bir defa aktive olduklarında, mikropları imha eden löko-
luyla gerçekleşir. sit ürünlerinin normal konak dokusuna da zarar verebil
• Yeni oluşan kan damarlarından sızıntı. Daha sonra da gö mesi nedeniyle, doku hasarına ve inflamasyonun uzama
receğimiz gibi, doku onarımı, yeni damar oluşumunu sına yol açabilmeleri, lökositlerin savunma gücü karşılı
(anjiyogenez) gerektirir. Bu damar filizleri, prolifere ğında ödenen bedeldir. Konaktaki savunma mekanizma
endotel hücreleri, hücrelerarası bağlantıları oluşturacak ları bu nedenle; lökositlerin inflamasyon yerinde yalnızca
derecede olgunlaşıncaya kadar sızdırmaya devam ede ihtiyaç duyulduğunda (yani yabancı istilacılara ve ölü do
bilir. Yeni oluşan endotel hücrelerinde ayrıca, vazoaktif kulara yanıt verilmesi gerektiğinde) toplanmalarını garan
medyatör reseptörü ekspresyonunda artış da mevcut ti altına almak için gerekli dengeyi kurar ve denetler. Lö
tur; Anjiyogenezi uyaran kimi faktörler de (ör. VEGF) kositlerin sistemik aktivasyonuna aslında, septik şokta ol
damar geçirgenliğini doğrudan artırabilmektedir. duğu gibi (Bölüm 3) zararlı sonuçlar eşlik edebilir.
Akut İnflamasyon 35
Lökositlerin İnflamasyon Yerinde Toplanması rak, endotel yüzeyinde yuvarlanmaya başlar. Bu süreç yu
varlanma olarak adlandırılmaktadır.
Lökositler normal olarak kanda hızla dolaşan hücrelerdir ve
Yuvarlanma sırasında lökositlerle endotel hücreleri ara
inflamasyonda bunların, durmaları ve tipik olarak damar dı
sında gerçekleşen zayıf ve geçici etkileşimlerde, medyatör
şında yer alan zararlı etkenlerin veya doku hasarının olduğu
olarak adezyon moleküllerinin selektin ailesi rol oynar (Tab
yere getirilmeleri gerekir. Lökositlerin damar lümeninden
lo 2-2). Selektinler, lökositlerin üzerinde ve endotelde yer
çıkıp damar-dışı aralığa geçebilmeleri için cereyan etmesi
alan; şekerleri bağlayan ekstrasellüler bir bölgeye sahip
gereken olaylar dizisi (1 ) marjinasyon ve damar duvarı bo
(adındaki lektin kısmı bu nedenledir) reseptörlerdir. Endo
yunca yuvarlanmaları; (2) endotele sıkıca yapışmaları; (3) tel hücrelerinin üzerinde yer alan E-selektin (CD62E);
endotel hücrelerinin arasından geçmeleri ve (4) kemotak- trombositlerin ve endotelin üzerinde yer alan P-selektin
tik bir uyarana ulaşmak üzere interstisyel dokularda göç (CD62P) ve neredeyse tüm lökositlerin üzerinde yer alan
etmelerinden oluşur (Resim 2-5). Bu hücrelerin yuvarlan L-selektin (CD62L); selektin ailesinin üç üyesidir. Selektin
maları, yapışmaları ve endotel hücreleri arasından geçme ler; çeşitli hücrelerin müsin-benzeri glikoproteinlerine tu
leri; lökositlerdeki adezyon (yapışma) molekülleriyle en tunmuş olan siyahilenmiş oligosakaridlere (örneğin löko
dotel yüzeyi arasındaki etkileşimler aracılığıyla gerçekle sitlerdeki siyalil-Lewis X'e) bağlanır. Aktive olmamış endo
şen olaylardır (daha sonraki sayfalara bkz). Kimyasal telde sekretinler tipik olarak ya düşük düzeydedir ya da
medyatörler—kemoatraktanlar ve belirli sitokinler—bu sü hiç yoktur ve endotel hücrelerinin sitokinlerle veya diğer
reçteki etkilerini, adezyon moleküllerinin hücre yüzeyin medyatörlerle uyarılmasının ardından belirir veya artar.
deki varlığını ve bağlanma afinitesini etkileyerek ve löko Lökositlerin enfeksiyonu veya doku zedelenmesi bölgesin
sitlerin belirli bir yöne gitmesini uyararak gerçekleştirilir. deki (sağlıklıyken medyatörleri üreten) endotele bağlan
Marjinasyon ve Yuvarlanma. Kan akışı kapiler damarlar maları, ileri derecede sınırlıdır. Örneğin, aktive olmamış
dan postkapiller venüllere geçtiği zaman dolaşımdaki endotelde P-selektin öncelikle, hücre içindeki Weibel-Pala-
hücreler, bu akışın laminar özelliği nedeniyle damar duva de cisimciklerinde bulunur ama histamin veya trombin gi
rına doğru itilir. Daha küçük olan alyuvarlar, akyuvarlara bi medyatörlerle teması izleyen dakikalar içerisinde hücre
kıyasla daha hızlı hareket ettiğinden lökositler, akış sütu yüzeyine dağılarak lökositlerin bağlanmasını kolaylaştırır.
nunun merkezinden dışına doğru daha fazla itilir ve bu Bunun gibi normal endotelde yine mevcut olmayan E-se
nedenle de endotel hücreleriyle etkileşime girmek için, lektin ve L-selektin ligandı, IL-1 ve TNF sitokinleri tarafın
özellikle staz durumunda daha iyi bir fırsat yakalar. Löko dan uyarıldıktan sonra belirir.
sitlerin damar lumeninin periferine (damar duvarına doğ Adezyon. Yuvarlanan lökositler endotel yüzeyinde reak
ru) toplanma sürecine, marjinasyon adı verilmektedir. Si siyonlarındaki bir sonraki aşamayı (endotel yüzeyine sıkı
tokinler ve lokal olarak üretilen diğer medyatörler tarafın bir şekilde yapışmayı) başlatacak değişiklikleri algılama
dan aktive edilen endotel hücreleri, yüzeylerinde lökosit yeteneğine sahiptir. Yapışma, lökositlerin yüzeyinde yer
lerin gevşek bir şekilde tutunacağı adezyon moleküllerini alan ve endotel hücrelerindeki ligandlarıyla etkileşime gi
eksprese eder. Lökositler bu moleküllere tutunup ayrıla ren integrinler aracılığıyla gerçekleşir (Resim 2-5 ve Tablo
— İntegrin (düşük-afiniteli)
integrin (yüksek-
\ a
afiniteli) /
// PECAM-1
(CD31)
<5- _
i
&
[t İT
r ..o X I" ..X |
■
P-selektin E-selektin Proteoglikan Î9 integrin ligand
(ICAM-1)
0
o \
Sitokinler
(TNF; IL-1)
Resim 2 -5 Lökositlerin, kan damarlarından dışarıya çıkma mekanizmaları. Lökositler (burada nötrofiller gösterilmiştir) önce yuvarlanır,
ardından aktive olarak endotele yapışır. Daha sonra endotelin lümen tarafından doku tarafına göç eder, bazal membranı parçalar ve hasar
kaynağından yayılan kemoattraktanlara doğru göçe devam eder. Bu sürecin farklı aşamalarında, farklı moleküller duruma hakimdir: selek
tinler yuvarlanmada; kemokinler (genellikle endotel yüzeyindeki proteoglikanlara bağlı olan) integrinlere ilgilerini arttırmak üzere nötro-
fillerin aktivasyonunda; integrinler lökositlerin sıkıca yapışmasında ve CD31 (PECAM-1) in transmigrasyonda. ICAM-1, intersellüler adez
yon molekülü -1; IL-1, interlökin-1; PECAM-1, trom bosit endotel hücresi adezyon molekülü -1; TNF, tüm ör nekroz faktörü.
BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım
Diğerleri
CD31 CD31 (hom otipik etkileşim) Lökositlerin endotelden geçmesi
* L - s e le k t in a y rıc a ; d o la ş ım d a k i le n fo s it le r in le n f b e z le r in d e k i lö k o s it le r e v e m u k o z a la rd a k i ie n fo id d o k u la r a b a ğ la n m a la rın d a v e a r d ın d a n d a b u d o k u la r d a y e r
le ş m e le r in d e r o l o y n a r.
I C A M - 1 , H ü c re le r -a r a s ı a d e z y o n m o le k ü lü - 1; L F A -1 , lö k o s it f o n k s iy o n u n a e ş lik e d e n a n t ije n - 1; M a c-1 , m a k ro fa j-1 a n tije n i; V C A M - 1 , d a m a r h ü c re s i a d e z y o n m o -
le k ü lü - 1 ; V L A - 4 ç o k g e ç a n tije n -4 .
2 - 2 ). İntegrinler; lökositlerin endotele ve çeşitli hücrele bağlanma olaylarında medyatör rolü oynar. Lökositler,
rin ekstrasellüler matrikse yapışmasında medyatör fonk endotelin diğer tarafına geçtikten sonra, vasküler bazal
siyonuna sahip olan, heterodimerik transmembran gli- membrandan da aynı şeküde geçmelerini sağlayacak olan
koproteinlerdir. Normal olarak lökositlerin plazma kollajenazlar salgılar.
membranlarmda yer alan integrinlerin afinitesi düşüktür Kemotaksi. Damar dışına çıkan lökositler, kemotaksi
ve bu integrinler, lökositler kemokinlerin etkisiyle aktive olarak adlandırılan bir süreçte kimyasal bir gradyan uya
oluncaya kadar spesifik ligandlarma yapışmazlar. rınca, enfeksiyonu veya zedelenme yerine doğru hareket
Kemokinler, inflamasyon yerindeki birçok hücrenin sal ederler. Hem dış kaynaklı, hem iç kaynaklı maddeler, lö
gıladığı, endotel yüzeyinde yer alan, kemoattraktan sito- kositler için kemotaktik olabilir. Bunlardan bazıları:
kinlerdir (sitokinler daha sonra anlatılacaktır). Yapışkan ® Bakteri ürünleri, özellikle N-formilmetiyonin termina
lökositler bu kemokinlerle karşılaştıklarında aktive olur; line sahip peptidler
bu lökositlerdeki integrinler, üç boyutlu yapı değişikliklile-
• Sitokinler, özellikle kenıokin ailesinin üyeleri
rine uğrayarak bir araya toplanır ve düşük afiniteli form
• Kompleman sisteminin bileşenleri, özellikle C5
dan, yüksek afiniteli forma dönüşür. Aynı zamanda, yine
enfeksiyon yerinde salgılanan, öncelikle TNP ve IL-1 ol ® Araşidonik asit metabolizmasındaki lipoksijenaz yolu
mak üzere, diğer sitokinler endotel hücrelerini, integrin- nun ürünleri, özellikle lökotrien B4 (LTB4)
lerle birleşecek ligandlarını artırmak üzere aktive ederler. İleriki sayfalarda daha ayrıntılı olarak anlatacağımız bu
LFA-l'e (CDlla/CD18, lökosit fonksiyonuna eşlik eden medyatörler; enfeksiyonlara ve doku hasarına yanıt ola
antijen-1) bağlanan ICAM-1 (interselüler adezyon molekü rak, ayrıca bağışıklık reaksiyonları sırasında üretilmekte
lü), Mac-1 (CDllb/CD18; makrofaj-1) antijeni ve VLA-4'e dir. Lökosit infiltrasyonu tüm bu durumlarda, çeşitli
(çok geç integrin antijeni-4) bağlanan VCAM-1 (damar medyatör kombinasyonlarının etkileri sonucunda ger
hücresi adezyon molekülü-1 ), bu ligandlara örnek olarak çekleşir.
verilebilir (Tablo 2-2). Integrinleriyle birleşen ligandlar lö Kemotaktik moleküller hücre yüzlerindeki özel resep
kositlere, substratlarma sıkıca bağlanmak üzere hücre is törlere bağlanılmasını, hücre iskeletindeki kontraktil ele
keleti değişiklikleri geçirmelerinde medyatör fonksiyonu mentlerin hareket için gerekli düzeni almasını tetikler.
na sahip sinyaller gönderir. İntegrin afinitesinin sitokinler- Lökositler, oluşturdukları yalancı-ayaklarla (psödopod)
le uyarılarak artmasının ve integrin ligandlarınm sayısında kendilerini hücre-dışı matrikse sabitler ve daha sonra da
artış meydana gelmesinin net sonucu, inflamasyon alanla hücre, kemotaksi yönüne doğru çekilir. Bu hareketin yö
rında lökositlerin endotele stabil olarak bağlanmasıdır. nü kemokin reseptörlerinin, hücrenin ilerleme yönünde
Transmigrasyon. Lökositler, endotel yüzeyine sıkıca bağ ki kenarında daha yoğun olmaları sayesinde ayarlanır.
lanmalarının ardından damar duvarından, damar dışına Böylece lökositler, ihtiyaç duyulan yere doğru gider ve
çıkmak üzere göç ederler. Bu göç öncelikle lökositlerin, orada kalırlar.
intersellüler bağlantıları kullanarak endotel hücrelerinin Göç eden lökosit tipi, inflamatuvar yanıtın yaşma ve
arasından geçmeleriyle gerçekleşir. Lökositlerin diyape- uyarının tipine göre değişir. Neredeyse tüm akut infla-
dez (diapedesis) adı verilen bu süreçle damar dışına çık masyonlarda lökosit infiltrasyonuna ilk 6-24 saatte hâkim
ması daha çok, sistemik damarların venüllerinde görülür; olan nötrofiller, 24-48 saat sonra yerlerini monositlere bıra
diyapedeze, akciğer dolaşımındaki kılcal damarlarda da kırlar (Resim 2-6). Nötrofillerin ilk saatlerdeki bolluğun
tanık olunur. Lökosit göçü, damar-dışı dokularda üretile dan, çeşitli faktörler sorumludur; nötrofiller, kandaki sa
rek bu hücrelerin kimyasal gradyan uyarınca harekete yıları en yüksek olan lökositlerdir, kemokinlere daha ça
geçmeleri için uyaran kemokinler tarafından yönetilir. buk yanıt verirler ve endotel hücrelerinin üzerinde hızla
Ayrıca, lökositlerde ve endotel hücrelerinde bulunan PE- beliren P- ve E-selektin gibi adezyon moleküllerine daha
CAM-1 (CD31; trombosit endotel hücresi adezyon mole- sıkı tutunabilirler. Ayrıca, dokuya giren nötrofillerin öm
külü-1 ) adlı adezyon molekülü de, lökositlerin endotelin rü kısadır ve 24-48 saat içerisinde tamamlanır; oysa mo-
bir tarafından diğer tarafına geçmesi için ihtiyaç duyulan nositlerin ömrü daha uzundur. Ancak, bu tip hücre infilt-
A kut İnflamasyon 37
Resim 2-6 İnflamatuar reaksiyonlardaki lökosit infiltrasyonlarımn niteliği. Bu mikrofotoğraflar, miyokarddaki iskemik nekrozu (infarktü-
sü) izleyen inflamatuar reaksiyonu göstermektedir A , Erken dönemdeki (nötrofil) infiltrasyonu ve kan damarlarında konjesyon. B, Geç
dönemdeki (mononükleer) hücre infiltrasyonu. C, Ödem ve hücre infiltrasyonunun yaklaşık kinetiği, ikinci dalga şeklinde gecikmiş ödem
ve nötrofil infiltrasyonu da meydana gelmesine rağmen burada ödem, akut geçici yanıt olarak gösterilmektedir.
rasyonunun istisnaları da yok değildir. Belirli enfeksiyon lökositler; mikropların, ölü hücrelerin ve yabancı madde
larda, örneğin Pseudomonas enfeksiyonlarında hücre in- lerin varlığını, çeşitli reseptörler kullanarak algılar. Bu re
filtrasyonuna, günler boyunca sürekli olarak toplanan septörlerin olaya dahil olması, lökositlerin, normal sa
monositler hakimdir; viral enfeksiyonlarda en erken ge vunma mekanizmalarının bir parçası olarak çok sayıda
lenler, lenfositler olabilir; bazı aşırı duyarlüık reaksiyonla yanıt vermelerini sağlar. Bu yanıtlar beraberce, lökosit ak
rında tabloya, eozinofiller hâkim olabilir. tivasyonu olarak adlandırılır (Resim 2-7). Lökosit aktivas
yonu, aşağıdaki fonksiyonların artmasıyla sonuçlanır:
• Partiküllerin/oyoszfozu
Q Ö Z E T __________________________ • Fagosite edilen mikroplann ve ölü hücrelerin fagozomlar-
Lökositlerin İnflamasyon Yerinde Toplanması da üretilen, reaktif oksijen ve azot türevlerinin de ara
larında bulunduğu maddeler ve lizozom enzimleri ta
• Kandaki lökositler damar dışına çıkarak, enfeksiyon et
rafından hücre içinde yok edilmesi
kenlerinin veya hasarlı dokuların yer alabileceği damar-dı-
şı dokuda toplanırlar ve fonksiyonlarını yerine getirmek • Hücre dışındaki mikroplan ve ölü dokulan yok eden ve fa
üzere aktive olurlar. gositozun gerçekleştirildiği veziküllerde üretilenlerin
• Lökositlerin inflamasyon veya zedelenme yerinde toplan
hemen hemen aynı olan maddelerin salınması. Hücre-
ması, çok aşamalı bir süreçtir. Bu hücrelerin selektinler dışmda "tuzaklar" kurulması, nötrofillerin hücre-dı-
aracılığıyla endotele gevşek bir şekilde tutunması ve en- şmdaki mikropları yok etmek amacıyla kullandığı, ya
dotel üzerinde yuvarlanması; daha sonra integrinler ara kın zamanlarda keşfedilmiş bir mekanizmadır
cılığıyla endotele sıkıca tutunması ve ardından da endotel • Lökositleri bölgeye toplayıp aktive ederek inflamatuar
hücreleri arasındaki aralıklardan damar dışına göç etme reaksiyonu güçlendiren, araşidonik asit metabolitleri
si; bu sürecin aşamalarıdır. ve sitokinler gibi medyatörlerin üretilmesi
• Çeşitli sitokinler (TNF, IL-1); selektinlerin ve integrin li- Fagositoz. Üç aşamada gerçekleşir: (1) partikülün tanınması
gandlarının endotel üzerinde belirmesini teşvik eder: in-
ve içerisine alınacağı lökosite bağlanması; (2) partikülün hüc
tegrinlerin ligandlara olan afinitesini artırır (kemokinler)
re içerisine alınması ve daha sonra fagosit vakuolü oluşumu
ve lökositlerin belirli bir yöne göç etmesini teşvik eder
ve (3) hücre içerisine alınan materyalin öldürülmesi ve parça
(yine kemokinler). Bu sitokinlerin çoğu, doku makrofaj-
lanması.
larında ve patojenlere ya da hasarlı dokulara yanıt veren
Lökositler, hemen hemen tüm mikroorganizmalara ve
diğer hücrelerde üretilir.
ölü hücrelere spesifik yüzey reseptörleriyle bağlanır ve bu
• İnflamasyondaki lökosit infîltrasyonunda önceleri orta
hücreleri içlerine alır. Bu reseptörlerden bazıları mikropla
ma hâkim olan nötrofıllerin yerini daha sonra makrofaj-
rın ve ölü hücrelerin bileşenlerini, diğerleri ise mikropları
lar alır.
kaplayarak (opsonizasyon) bunları fagositoz hedefi yapan
opsonin olarak adlı konak proteinlerini tanır. Mikropların
yüzey antijenlerine, kompleman proteini C3'ün yıkım
Lökosit Aktivasyonu ürünlerine (daha sonra ele alınacaktır) ve plazmadaki, ko-
Enfeksiyon veya doku hasarı yerinde bir kez toplandık lektin adı verilen ve mikrop hücresi duvarlarındaki şeker
tan sonra lökositler, fonksiyonlarını yerine getirmeleri lere bağlanan, karbonhidrat-bağlayan lektinlere bağlanan
için aktive edilmelidir. Bu aktivasyon mikroplar, nekrotik immunoglobulin G (IgG) sınıfı antikorlar, en önemli opso-
hücre ürünleri ve daha sonra anlatılacak olan çeşitli med- ninlerdir. Söz konusu opsoninler mikropları kaplamak
yatörler tarafından uyarılır. Önceden de anlatıldığı gibi üzere ya kanda hazır olarak mevcuttur ya da mikroplara
38 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım
Kemokinler
W-formil- Sitokinler
Lipid Toll-benzeri
metiyonil- medyatörler LPS (örneain IFN-ü
peptidler
G-proteinine
bağlanan CD14
Fagositik
Mikropların,
reseptör
medyatörlerin
tanınması
Resim 2 -7 Lökosit aktivasyonu. Lökositlerin yüzeyinde yer alan, farklı sınıflardan reseptörler, farklı uyaranları tanır. Bu reseptörler,
lökositlerin fonksiyonlarında aracılık eden yanıtları başlatır. Burada yalnızca, reseptörlerden bazıları gösterilmiştir (ayrıntılar için metne
bkz). Lipopolisakarid (LPS) önce dolaşımdaki bir LPB-bağlayan proteine (gösterilmemiştir) bağlanır. IFN-y, interferon-y.
yanıt olarak üretilir. Lökositlerde mevcut olan opsonin re lan ve NADPH'ı (indirgenmiş nikotinamid adenin di-
septörleri, opsoninlerle kaplı mikropların hızla fagosite nükleotid fosfat) oksitleyen, bu oksidasyon sırasmda
edilmesini kolaylaştırır. IgG için Fc reseptörü (FcyRI), oksijeni süperoksit iyonuna (Oj) dönüştüren NADPH
kompleman fragmanları için kompleman reseptörleri 1 ve oksidazm hızla aktivasyonuna bağlıdır (bkz Resim
3 (CR1 ve 3), kollektinler için Clq, opsonin reseptörleridir. 1-18, B, Bölüm 1).
Opsoninlerle kaplanan (opsonize) partiküllerin bu re • Süperoksit daha sonra spontan dismutasyonla hidro
septörlere bağlanması, lökosit içerisine alınmalarını te jen perokside dönüşür ( 0 2 + 2FP -» H2 0 2). Bu reaktif
tikler ve içeriye alınmış mikropların yok edilmesini hız oksijen türevleri serbest radikaller olarak etki gösterir
landıran hücre aktivasyonunu başlatır. Partiküllerin içeri ve mikropları, Bölüm l'd e anlatılmış olan mekanizma
ye alınması sırasında lökositten uzanan yalancı-ayaklar larla öldürür.
partikülün çevresini sarıp bir fagosit vakuolü oluşturur. ® Üretilen H2 0 2 miktarı, bakterilerin büyük bölümünün
Daha sonra bu vakuolün membranmın, bir lizozom gra- öldürülmesi için genellikle yetersiz kalır (süperoksit ve
nülünün membranıyla kaynaşması granül içeriğinin, olu radikal oluşumu ise bu bakımdan yeterli olabilir). An
şan fagolizozoma boşalmasıyla sonuçlanır. cak nötrofillerde bulunan ve azıırofil granitler olarak ad
Fagosite edilen M ikroplann Öldürülmesi ve Parçalan landırılan lizozomlar, miyeloperoksidaz enzimini
ması. Fagositoz sürecinin net sonucu, hücre içerisine alı (MPO) içerir. Klor iyonu (Cl~) gibi bir halid varlığında
nan partiküllerin öldürülmesi ve parçalanmasıdır. Lizo- MPO, hidrojen peroksidi hipoklor radikaline (HOCİ")
zomlarda mikrobisid maddelerin üretilmesi ve lizozomla dönüştürür. HOCİ", güçlü bir oksidan ve antimikro-
fagozomun kaynaşması, bu reaksiyondaki kilit aşamalar biktir (NaOCİ, çamaşır suyundaki aktif maddedir) ve
dır. Böylece hücre içerisine alman partiküller, lökositler- bakterileri, halojenizasyonla ya da protein ve lipid pe-
deki parçalayıcı mekanizmalara maruz bırakılır (Resim roksidasyonuyla öldürür.
2-8). Reaktif oksijen türevleri ve lizozom enzimleri, en
önemli mikrobisid (mikrop öldüren) maddelerdir. Reaktif Neyse ki fagosit oksidaz yalnızca, sitozolündeki alt-biri-
oksijen türevleri, aşağıdaki aşamalardan geçilerek üretilir: min fagolizozom membranma translokasyonundan sonra
• Fagositoz ve hücrelerdeki çeşitli reseptörlerin kullanıl aktiftir. Reaktif son ürünler bu nedenle, öncelikle vezi-
ması, oksijen tüketiminin hızla artmasıyla, glikojen küller içinde oluşur ve fagosit, kendi kendine zarar ver
katabolizmasıyla (glikojenoliz), glikoz oksidasyonun- mez. H2 O z sonunda, katalaz etkisiyle suya ve oksijene ay
daki artışla ve reaktif oksijen türevlerinin üretilmesiy rışır ve diğer reaktif oksijen türevleri de parçalanır (Bö
le karakterize olan oksidatif patlamayı (solunum patla lüm 1). Özellikle nitrik oksit (NO) olmak üzere reaktif
masını) uyarır. Reaktif oksijen metabolitlerinin ortaya azot türevleri de, reaktif oksijen türlerinde anlatılan şekil
çıkması lökositlerdeki, fagosit oksidaz olarak adlandırı de etki eder.
Akut İnflamasyon 39
içerisine aldığı
Fagosit mikropla birlikte
reseptörü fagozom
Lizozom ve
içerdiği enzimler Fagozomun
lizozomla
birleşerek
fagolizozom
oluşturması
3. ÖLDÜRME ve PARÇALAMA
Resim 2 -8 Fagositoz. Bir partikülün, örneğin bir bakterinin fagositozunda: (1) partikül, lökosit yüzeyindeki reseptörlere tutunur ve
bağlanır, (2) fagositik vakuol içeri alınır ve grandilerle (lizozomlar) kaynaşır ve (3) yutulmuş partiküllerin imha edilmesi İNOS, indük-
lenebilen nitrik oksit sentaz; NO, nitrik oksit; ROT, reaktif oksijen türevleri.
Daha sonra ölü mikroorganizmalar, lizozomlardaki • Fagolizozom membranı, silis partikülleri gibi, zararlı
asit hidrolazlar tarafından parçalanır. Elastaz, bakterile olabilecek maddelerin fagosite edilmesi durumunda
rin öldürülmesinde rol oynayan, belki de en önemli lizo hasar görebilir.
zom enzimidir. Hücre Dışı (Ekstrasellüler) N ötrofil Tuzakları. Bu "tu
Radikal oksijen türevlerinden ve enzimlerden başka, zaklar" nötrofiller tarafında hücre dışında; öncelikle
lökosit grandilerindeki çok sayıda diğer madde de en- bakteriler ve mantarlar olmak üzere enfeksiyöz patojen
feksiyöz patojenleri öldürebilir. Geçirgenliği artıran bak- lere ve kemokinler, sitokinler, kompleman proteinleri,
terisid protein (fosfolipaz aktivasyonuna ve membran reaktif oksijen türevleri gibi inflamatuar medyatörlere
fosfolipidlerinin parçalanmasına neden olur), lizozim yanıt olarak oluşturulan, fibriler ağlardır. Söz konusu
(bakteri kılıfındaki oligosakaridleri parçalar), majör ba ağlar, üzerinde antimikrobik peptidler ve enzimler gö
zik protein (eozinofillerde bulunan ve parazitler üzerin mülü olan, çekirdek kromatininden bir çerçeve içerir
de toksik etkisi olan, önemli bir granül bileşenleri) ve (Resim 2-9). Nötrofil tuzakları infeksiyonu yerlerinde,
defensin adı verilen (mikropları membranlarmda delik yüksek konsantrasyonda antimikrobik maddeler içerir
ler açarak öldüren) peptidler; bu gibi maddelerdendir. ve mikropları fibrillerde tuzaklayarak yayılmalarını ön
M ikrobisid M addelerin Salgılanm ası. Lökositlerin ken ler. Bu süreçte nötrofillerin çekirdekleri kaybolarak hüc
di kendilerine zarar vermelerini önlemek için fagositler renin ölümüne yol açmıştır. Nötrofil tuzakları ayrıca
deki mikrop öldüren (mikrobisid) mekanizmalar büyük sepsis sırasında, kandaki nötrofillerde de saptanmıştır.
ölçüde, fagolizozomlarm içinde tutulur. Lökositler ayrı Bu ağlardaki, histonlar ve bunlara eşlik eden DNA içe
ca, hücre dışındaki mikropları ve ölü dokuları imha edip ren çekirdek kromatininin; hastaların kendi DNA'larma
sindiren elastaz enzimi gibi granüler bileşenleri, bunla ve nükleoproteinlerine reaksiyon göstermelerine yol
rın yanı sıra antimikrobik peptidleri aktif olarak salgılar. açan çekirdek antijenlerinin kaynağı olduğu öne sürül
Lizozom grandilerinin içeriği lökositler tarafından hücre müştür (Bölüm 4).
dışı ortama, çeşitli mekanizmalarla salgılanmaktadır:
• Fagosit vakuolü, fagolizozomun tamamen kapanma Lökositlerin Neden Olduğu Doku Hasarı
sından önce geçici olarak dışarıya açık durumda ka
labilir (beslenme sırasında regürjitasyon). Lökositler, enzimler ve reaktif oksijen türevleri gibi, za
• Eğer hücreler; hareket ettirilmesi olanaksız yüzeyler rarlı olabilecek maddeler salgıladıklarından, çeşitli ko
(örneğin glomerül bazal membranı) üzerinde depolan şullar altında normal hücrelerde ve dokularda meydana
mış bağışıklık kompleksleri gibi kolayca içlerine ala gelen hasarın önemli nedenleridir. Bu koşullar:
mayacakları materyallerle karşılaşırlarsa, bu maddele • Enfeksiyöz mikroplara karşı gelişen normal savunma
ri fagosite etme girişimi (gerçekleşmemiş fagositoz), reaksiyonunun bir bölümü olarak; olayın dışında ka
güçlü lökosit aktivasyonunu tetikler ve lizozom en lan dokuların zedelenmesi. Eradikasyonu zor olan tü
zimleri çevredeki doku ya da lümen yönünde salınır. berküloz ve kimi viral hastalıklar gibi belirli enfeksi-
BOLUM 2 İnflamasyon ve Onarım
Resim 2 -9 Hücre-dışı nötrofil tuzakları. A , Çekirdekleri kırmızıya, sitoplazıması yeşile boyanan, sağlıklı nötrofiller. B, Çekirdeğini kaybe
den nötrofîlin, çekirdeğindeki materyalleri serbest bırakması ve hücre-dışı tuzakları oluşturması. C, Hücre-dışı lökosit tuzağına yakalanmış
bakterileri (stafılokokları) gösteren elektron mikrograf.
(Brinkmann V, Zychlinsky A : Beneficial suicide: why nötrofiller die to make NETs. Nat Rev Microbiol 5:577, 2007, yazarların ve yayıncının izniyle).
Tablo 2 -3 Lökositlerin Neden Olduğu Hasarın Klinik Örnekleri Tablo 2 -4 Lökosit Fonksiyon Kusurları
>infarktüs
Bakteri enfeksiyonları
- Toksinler
ot (*“
İrin oluşumu (apse)
■Travma
•o>
ilerleme
■o*’!• t J : & iyileşme
iyileşme
•■■.«L. -■
İyileşme
Viral enfeksiyonlar
Kronik enfeksiyonlar
inatçı zedelenme
Otoimmun hastalıklar
FIBROZIS
KRONİK İNFLAMASYON
• Fonksiyon kaybı
■ Anjiyogenez
• Mononükleer hücre infiltrasyonu
• Fibrozis (nedbe)
Resim 2 -1 0 A k u t inflamasyonun sonuçları: rezolüsyon, nedbeleşerek iyileşme (fibrozis) veya k ro n ik inflamasyon (m etne bakınız).
AKUT İNFLAMASYONUN
MORFOLOJİK PATERNLERİ
Akut inflamasyonu karakterize eden damarsal ve hücre
sel reaksiyonlar morfolojik görünüme yansır. İnflamatuar
yanıtın şiddeti, spesifik nedeni ve geliştiği doku, akut inf
lamasyonun temel morfolojisini değiştirerek farklı görü
nümlere yol açabilir. Bu morfolojik paternlerin tanınması,
çoğu zaman farkı etiyolojilere ve klinik durumlara eşlik
etmeleri nedeniyle önemlidir.
M ORFOLOJİ
Resim 2-11 Seröz inflamasyon. Bir deri kabarcığının enine kesitin
• Seröz inflam asyon, zedelenme yerine bağlı olarak de dermişten, fokal bir seröz efüzyon toplanmasıyla ayrılmış olan
plazmadan veya periton, plevra ve perikard boşlukları epidermis; küçük büyütme.
nın iç yüzeyini döşeyen mezotel hücrelerinin salgıların
dan kaynaklanan sulu, protein bakımından nispeten fakir
bir sıvı belirmesiyle karakterizedir. Yanık veya viral en
feksiyon nedeniyle gelişen deri kabarcığının içerdiği sıvı,
derinin epidermis tabakasının içerisinde veya hemen al perikard boşluğundaki fibrinöz eksudanın organize ol
tında biriken seröz efüzyon için iyi bir örnektir (Resim ması, söz konusu boşlukta fibröz köprüler kuran ya da
2 -11). Seröz bir boşluk içerisinde biriken sıvı, efüzyon boşluğu tıkayan ve miyokard fonksiyonunu kısıtlayan yo
olarak adlandırılır. ğun fibröz skar dokusu gelişmesine yol açabilir.
• Fib rin ö z inflam asyon, damar geçirgenliğinin büyük * Süpüratif (p ü rü la n ) (irin li) inflam asyon ve apse
ölçüde artarak fıbrinojen gibi büyük moleküllerin endo- o lu şu m u . N ötrofillerden, nekrotik hücrelerden ve
tel bariyerini geçmesine izin vermesiyle sonuçlanan, da ödem sıvısından oluşan büyük miktarda pürülan eksuda
ha şiddetli zedelenmenin bir sonucu olarak gelişir. Da (irin) (pü) ile kendini gösterir. Stafilokoklar gibi belirli o r
mar dışında biriken sıvı histolojik olarak, ipliklerden olu ganizmalar, bu tü r lokalize süpürasyona yol açma olası
şan, eozinofil bir ağ veya kimi zaman am orf bir koagü- lıkları daha fazla olduğundan piyojen (irin oluşturan)
lum olarak gözükür (Resim 2 -1 2 ). Fibrinöz eksuda; me- bakteriler olarak da adlandırılır. A p seler, piyojen orga
ninksler, perikard ve plevra gibi vücut boşluklarını döşe nizmaların dokularda yerleşip çoğalmasıyla veya nekroz
yen inflamasyon için karakteristiktir. Bu gibi eksudalar odaklarının sekonder enfeksiyonuyla gelişen, odak şek
fibrinolizle yıkılabilir ve biriken debris makrofajlar tara lindeki irin birikimleridir. Apselerde tipik olarak merkez
fından uzaklaştırılabilir; böyle b ir gelişme, normal doku de, kenarlarında korunmuş nötrofillerin yer aldığı bir
yapısının tekrar elde edilmesiyle (rezo lü sy o n ) sonuçla alanla (Resim 2 -1 3 ), bunu kuşatan ve onarım girişimini
nır. Ancak fibrin bakımından zengin olan eksudalar tam gösteren, genişlemiş damarların ve fibroblast proliferas-
olarak uzaklaştırılamayabilir ve yerlerini, kan damarları yonunun bulunduğu b ir bölge vardır. Zamanla tam bir
nın ve fibroblastların oluşturduğu girintilere (organi apse duvarı oluşabilir ve sonunda apse yerini bağ doku
zasyo n ) bırakabilir; en sonunda, önemli klinik sonuçla suna bırakabilir. Alttaki dokuda meydana gelen hasar
rın eşlik edebildiği nedbeleşme gerçekleşebilir. Örneğin nedeniyle, apsenin sonucu nedbeleşmedir.
Resim 2 -1 2 Fibrinöz perikardit. A , Perikard üzerindeki fibrin birikimleri. B, Perikard yüzeyi (P), pembe renkli, ağ-benzeri bir fibrin ek
suda tabakasıyla (F) örtülmüştür.
44 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım
Resim 2 -1 3 Apse oluşumuyla birlikte pürülan inflamasyon. A , Bronkopnömonide, akciğerdeki multipl bakteriyel apse (oklar). B, Nötro-
filler ve hücre debrisi içeren apse, konjesyonlu kan damarlarıyla çevrilmiştir.
• Ü ls e r, bir organın veya dokunun yüzeyinde, hücrelerin (1) ağız, mide, bağırsak veya ürogenital kanal mukoza
nekroza uğraması ve nekrotik/inflam atuar dokunun dö sında ve (2) etkilenen dokuda yaygın nekroz gelişmesine
külmesi nedeniyle meydana gelen lokal bir defekt ya da zemin hazırlayan dolaşım bozuklukları olan, yaşlı insan
çukurdur (Resim 2 -1 4 ). Ülserleşme yalnızca doku nek larda, alt ekstremitelerinin deri-altı dokusunda görülür.
rozu ve bunun sonucunda gelişen inflamasyon, yüzeyde Ülserler için verilebilecek en iyi örnek, akut ve kronik
veya yüzeye yakın yerdeyse oluşur. Ülserlerle en çok inflamasyonun eşlik ettiği, mide veya duodenumun pep-
tik ülserleridir. A kut dönemde, defektin kenarlarında
yoğun bir polimorfonükleer hücre infiltrasyonu ve da
mar genişlemesi vardır. Kronikleşen ülserin kenarlarında
ve tabanında; lenfositlerin, makrofajların ve plazma hüc
relerinin birikmesiyle birlikte nedbeleşme gelişir.
İNFLAMASYONUN KİMYASAL
MEDYATÖRLERİ VE DÜZENLEYİCİLERİ
Akut inflamasyondaki vasküler değişikliklerle hücreler
deki değişiklikleri ve bunlara eşlik eden morfolojik deği
şiklikleri anlattıktan sonra şimdi, bu olayların sorumlu
su olan kimyasal medyatörleri ele alacağız. Bu liste, yor
gun bir öğrencinin (hatta profesörlerin!) gözünü kor
kutsa da verilen bilgilerin, çok sayıda hasta tarafından
her gün kullanılan ve aspirin, asetaminofen gibi, hiç de
yabancısı olmadığımız ilaçların da aralarında yer aldığı,
sayıları çok fazla olan anti-inflamatuar ilaçların tasarlan
masında kullanılmış olduğunu da vurgulamak gerekir.
Bu bölümde, inflamasyon medyatörlerinin genel özellik
leri üzerinde durulmakta ve önemli moleküllerin yalnız
ca bazıları ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bunların yanı
sıra, inflamatuar reaksiyonları sınırlayan ve sonlandıran
bazı mekanizmalardan da söz edilmektedir.
• Medyatörler, lokal olarak inflamasyon yerindeki hücreler
tarafından üretilir ya da ve inflamasyon yerinde aktive
edilen inaktif prekürsörlerden (tipik olarak karaciğerde
sentezlenirler) kaynaklanır (Resim 2-15 ve Tablo 2-5).
Resim 2 -1 4 Ülser. A , Kronik bir duodenum ülseri. B, Küçük bü Hücrelerde üretilen medyatörler normal olarak hücre
yütmede, tabanında akut inflamatuar eksuda bulunan bir duode içindeki grandilerde saklanır ve hücre akvite oldu
num ülser kraterinin enine kesiti. ğunda hızla salgılanır (mast hücrelerindeki histamin
İnflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 45
MEDYATÖRLER KAYNAĞI
Önceden oluşan ve
Histamin Mast hücreleri, trombositler
sekretuar granüllerde
Serotonin Trombositler
saklanan medyatörler
C3a“
Kompleman C5a h anafilatoksinler
aktivasyonu C3b J
C5b~9 (membran saldırı kompleksi)
Resim 2 -1 5 inflamasyon medyatörleri. Hücrelerden ve plazma proteinlerinden kaynaklanan başlıca inflamasyon medyatörleri. EC, endo-
tel hücresi.
gibi) veya uyarana yanıt olarak baştan (de novo) sen nuçların eşlik ettiği farklı etkilere sahip olabilir. Diğer
tez edilir (lökositlerde ve diğer hücrelerde üretilen medyatörler (ör. lizozomal proteazlar ve reaktif oksi
prostaglandinler ve sitokinler gibi). Plazma protein jen türevleri) spesifik reseptörlere bağlanmalarını ge
kökenli medyatörler (kompleman proteinleri, kinin rektirmeyen, doğrudan enzimatik ve/veya toksik ak-
ler) dolaşımda inaktif şekildedir ve biyolojik aktivite- tiviteye sahiptir.
lerini kazanmaları için, proteolitik enzimler tarafın • Medyatörlerin büyük bölümünün etkileri, sıkı denetim al
dan aktive edilir. tında ve kısa sürelidir. Aktif duruma geçip hücreden
• Medyatörlerin büyük bölümü etkilerini, farklı hedef hüc çıktıklarında hızla bozulur (araşidonik asit metabolit-
relerdeki spesifik reseptörlere bağlanarak gösterir. Bu tür leri gibi), enzimler tarafından inaktive edilir (kininaz
medyatörler yalnızca bir veya birkaç hücre tipinde et enziminin bradikinini inaktive etmesi gibi), ortadan
kilidir ya da etkiledikleri hücre tipine göre farklı so kaldırılır (antioksidanlarm toksik oksijen metabolitle-
Hücrelerden Kaynaklanan
Histamin Mast hücreleri, bazofiller, trombositler Vazodilatasyon, damar geçirgenliğinin artması, endotel aktivasyonu
Serotonin Trombositler Vazokonstriksiyon
Prostaglandinler Mast hücreleri, lökositler Vazodilatasyon, ağrı, ateş
Lökotrienler Mast hücreleri, lökositler Damar geçirgenliğinin artması, kemotaksi, lökosit adezyonu ve
aktivasyonu
Trombositleri aktive Lökositler, mast hücreleri Vazodilatasyon, damar geçirgenliğinin artması, lökosit adezyonu,
eden faktör kemotaksi, degranülasyon, oksidatif patlama
Reaktif oksijen türevleri Lökositler Mikropların öldürülmesi, doku hasarı
Nitrik oksit Endotel, makrofajlar Damarlardaki düz kasların gevşemesi, mikropların öldürülmesi
Sitokinler (TNF, IL-1, IL-6) Makrofajlar, endotel hücreleri, Lokal: endotel aktivasyonu (adezyon moleküllerinin ekspresyonu).
mast hücreleri Sistemik: ateş, metabolik anormallikler, hipotansiyon (şok)
Kemokinler Lökositler, aktive makrofajlar Kemotaksi, lökosit aktivasyonu
Plazma Proteinlerinden Kaynaklanan
Kompleman Plazma (karaciğerde üretilir) Lökosit kemotaksisi ve aktivasyonu, hedefin doğrudan öldürülmesi
(MAC), vazodilatasyon (mast hücresi stimülasyonu)
Kininler Plazma (karaciğerde üretilir) Damar geçirgenliğinde artma, düz kasların kasılması,
vazodilatasyon, ağrı
Proteazlar pıhtılaşma Plazma (karaciğerde üretilir) Endotel aktivasyonu, lökositlerin toplanması
sırasında aktive olur
IL-1, IL -6 , in te r lö k in - 1 v e -6 ; M A C , m e m b ra n s a ld ırı k o m p le k s i; T N F , t ü m ö r n e k r o z f a k t ö r ü .
46 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım
rini temizlemesi gibi) ya da inhibe edilir (kompleman ler, inflamasyondaki AA metabolitlerinin önde gelen kay
aktivasyonunun, kompleman düzenleyici proteinler naklarıdır. AA metabolitleri, oluştukları yerde lokal ola
tarafından blokajında olduğu gibi). rak etki eder ve daha sonra kendiliğinden bozunur ya da
enzimlerle yok edilir.
Hücrelerden Kaynaklanan Medyatörler AA, öncelikle diyetteki linoleik asitten üretilen ve vü
cutta daha çok, hücre membranı fosfolipidlerinde esterleş-
İnflamasyon yerindeki doku makrofajlarmın, mast hücre miş olarak bulunan, 2 0 -karbonlu, dört tane çift-bağ içe
lerinin ve endotel hücrelerinin; bunların yanı sıra kandan ren, çoklu doymamış bir yağ asididir. Bu fosfolipidlerden;
gelerek inflamasyon yerinde toplanan hücrelerin tümü, mekanik, kimyasal veya fiziksel uyaranların ya da C5a gi
farklı inflamasyon medyatörlerini üretebilirler. bi inflamatuar medyatörlerin etkisiyle aktif duruma ge
V azoa ktif A m in le r
çen, hücre fosfolipazlarımn etkisiyle salınır. AA metabo
lizması, başlıca iki enzimatik yoldan ilerler: Bu yollardan
Vazoaktif (damarlar üzerinde etkili) iki amin olan ve mast birinde siklooksijenaz enzimi, prostaglandinlerin ve trom-
hücreleriyle diğer hücrelerde, önceden oluşmuş molekül boksanların sentezini uyarır; İkincisinde ise lipoksijenaz
ler şeklinde depolanan histamin ile/ve serotonin; akut inf- enzimi lökotrienlerin ve lipoksinlerin üretilmesinden so
lamatuar reaksiyonda bu hücrelerden salınacak ilk med rumludur (Resim 2-16).
yatörler arasındadır.
• Prostaglandinler ve tromboksanlar. Prostaglandin E 2
• Histamin, özellikle damar yakınındaki mast hücreleri
(PGE2), PGD2, PGF2a, PGI2 (prostasiklin) ve trombok-
olmak üzere çok sayıda hücre tipi, ayrıca dolaşımdaki
san A2 (TXA2) siklooksijenaz yolunun, her biri spesifik
bazofiller ve trombositler tarafından üretilir. Önceden
bir enzimin bir ara-ürün üzerinde etkisiyle meydana
oluşmuş histamin çeşitli uyaranlara yanıt olarak mast
gelen, ürünleridir. Bu enzimlerden bazılarının doku da
hücrelerinin granüllerinden salınır: (1 ) travma veya ısı
ğılımı kısıtlıdır. Örneğin, trombositler tromboksan sen-
etkisiyle meydana gelen fiziksel zedelenme; (2) IgE an
taz enzimini içerirler ve dolayısıyla TXA2, trombosit ag-
tikorlarının mast hücrelerinin üzerindeki Fc reseptörle
regasyona yol açan güçlü bir madde ve bir vazokonst-
rine bağlanmasıyla gelişen bağışıklık reaksiyonları (Bö
riktördür ve trombositlerde üretilen başlıca prostaglan-
lüm 4); (3) anafilatoksinler olarak adlandırılan C3a ve
dindir. Diğer yandan, endotel hücrelerinde trombok
C5a kompleman parçaları (ileriye bkz); (4) lökosit-kö-
san sentaz yoktur, ancak bu hücreler, bir vazodilator
kenli, histamin salınmasına yol açan proteinler; (5) nö-
olan ve trombosit agregasyonunu güçlü bir şekilde in
ropeptidler (ör. P maddesi) ve (6 ) belirli sitokinler (ör.
hibe eden PGI2 sentezinden sorumlu enzim prostasik
IL-1 ve IL-8 ). Histamin insanlarda arteriyolleri genişle
lin sentazı içerir. Bu iki prostaglandinin (TXA2 ve PGI2)
tir; venüllerde endotel kontraksiyonuna ve endoteldeki
hemostazdaki zıt rolleri, Bölüm 3'te ayrıntılı olarak an
hücrelerarası açıklıkların oluşumuna neden olur. Gra
latılmaktadır. PGD2, daha yaygın dağılımı olan PGF2
ndilerden salınmasından kısa bir süre sonra da, hista-
ile birlikte, mast hücrelerindeki siklooksijenaz yolunun
minaz enzimi tarafından inaktive edilir.
önde gelen metabolitidir; vazodilatasyona neden olur
• Serotonin (5-hidroksitriptamin) trombosit grandilerin ve ödem oluşumunu artırır. Prostaglandinler ayrıca,
de önceden oluşmuş olarak saklanan ve trombosit ag- inflamasyona eşlik eden ağrıya ve ateşe katkıda bulu
regasyonu sırasında salman, vazoaktif bir medyatördür nur; PGE2 diğer çeşitli uyaranlar karşısında ağrı eşiğini
(Bölüm 3). Kanın pıhtılaşması sırasında vazolconstrik- düşürür ve sitokinlerle etkileşime girerek ateş yüksel
siyona neden olur. Serotonin ayrıca, nöronlarda ve en-
mesine neden olur.
terokromaffin hücrelerde üretilen, bağırsak motilitesini
• Lökotrienler. Lökotrienler, nötrofillerde AA'i metaboli
düzenleyen bir nörotransmiterdir.
ze eden başlıca enzim olan 5-lipoksijenaz etkisiyle üre
A ra şid o n ik A s it M e ta b o litle ri: Prostaglandinler, tilir. Lökotrienlerin sentezi çok sayıda aşamadan geçe
L ö ko trie n le r ve Lipoksinler rek gerçekleşir (Resim 2-16). Birinci aşamada üretilen
lökotrien A4 (LTA4), daha sonra LTB2 veya LTC4'e dö
Araşidonik asit (AA) metabolitleri, inflamasyon ve hemos-
nüşür. Nötrofiller üzerinde güçlü bir kemotaktik etkisi
taz gibi çeşitli biyolojik süreçler üzerinde etkilidir. 2 0 -kar-
olan LTB4, nötrofillerde ve bazı makrofajlarda üretilir.
bonlu yağ asitlerinden oluşmaları nedeniyle eikozanoidler
LTC4 ve metabolitleri LTD4 ve LTE4, öncelikle mast
(eicosa Yunanca "yirmi" demektir), inflamasyonun her
hücrelerinde üretilir, bronkokonstriksiyona ve damar
aşamasında gerçekten de medyatör olarak fonksiyon gö
geçirgenliğinin artmasına neden olur.
rürler (Tablo 2-6); inflamatuar yanıt yerinde sentezleri ar
• Lipoksinler. Lökositler dokulara girdiğinde, lipoksijenaz
tar ve bu sentezin inhibitörleri, inflamasyonu hafifletir.
etkisiyle meydana gelen başlıca AA metabolitlerini ya
Lökositler, mast hücreleri, endotel hücreleri ve trombosit-
vaş yavaş, lipoksinler adıyla bilinen ve nötrofil kemotak-
sisini ve bu hücrelerin endotele yapışmasını önleyen,
Tablo 2 -6 Araşidonik Asit Metabolitlerinin (Eikozanoidler)
dolayısıyla lökotrienlerin endojen antagonistleri olarak
Başlıca İnflamatuvar Etkileri
hizmet veren anti-inflamatuar medyatörlere dönüştü
Etki Eikozanoid rürler. Aktive olan ve lökositlere yapışan trombositler
Prostaglandin PGI2 (prostasiklin),
de, önemli bir lipoksin kaynağıdır. Trombositler, lipok-
Vazodilatasyon
PGE-,, PGE2, PGD2 sin A4 ve B4'ü (LXA4 ve LXB4) yalnız başlarına sentez
edemezler ama bu medyatörleri, bitişikteki nötrofiller-
Vazokonstriksiyon Thromboksan A2, lökotrienler
c 4> d 4, e 4
den sağlanan bir ara-üründen transsellüler biyosentez
yoluyla oluşturabilirler. AA ürünleri bu mekanizmayla,
Damar geçirgenliğinde artma LökotrienlerC4, D4, E4
bir tip hücreden diğer bir tip hücreye geçebilmektedir.
Kemotaksi, lökosit adezyonu Lökotrienler B4, HETE
Prostaglandin Üretimim B loke Eden A nti-inflam atuar
HETE, hydroxyeicosatetraenoic acid.
İlaçlar. Eikozanoid sentezini bloke eden ilaçların klinik
İnflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 47
1 1
1 1 Lipoksin A 4 Lipoksin B
pgd2 pge2 (LXA2) (LXB4)
Resim 2 -1 6 Araşidonik asit metabolitlerinin üretilmesi ve inflamasyondaki rolleri. Farmakolojik girişimlerle inhibe edilen enzimatik akti-
viteler, bu metabolitlerin üretildiği başlıca yolları (kırmızı b irX ile işaretli). COX-1, COX-2, siklooksijenaz 1 ve 2; HETE, hidroksieikozatet-
raenoik asit; HPETE, hidroksiperoksieikozatetraenoik asit.
faydaları, eikozanoidlerin inflamatuar süreçteki merkezi olmamaları nedeniyle, lcardiyovasküler ve serebral olay
rollerinin önemini göstermektedir. Aspirin ve ibuprofen gelişme riskini artırabilir. Güçlü anti-inflamatuar ilaçlar
gibi nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar (NSAID), siklo olan glikokortikoidler etkilerini kısmen, fosfolipaz A2 ak
oksijenaz enziminin aktivitesini inhibe ettiklerinden, tivitesini, dolayısıyla membran lipidlerinden araşidonik
tüm prostaglandinlerin sentezini bloke eder; NSAID gru asit salınmasını inhibe ederek göstermektedir.
bu ilaçların ağrı ve ateş tedavisindeki etkili olmaları bu
blokaj nedeniyledir. Siklooksijenaz enziminin (COX), T ro m b o sit A k tiv e Eden Faktör
COX-1 ve COX-2 olmak üzere iki formu vardır. COX-1, Trombosit agregasyonuna ve degranülasyonuna neden
inflamatuar uyaranlara yanıt olarak üretilir; ayrıca home- olduğu için bu adı alan trombosit aktive eden faktör (pla
ostazda fonksiyon gören (böbreklerde sıvı ve elektrolit telet-activating factor- PAF), birçok inflamatuar etkiye sa
dengesini, gastrointestinal kanalda hücrelerin korunma hip, diğer bir fosfolipid türevi medyatördür. Kimyasal adı
sını sağlayan) prostaglandinlerin üretilmesini uyardığı, asetil gliserol eter fosfokolin olan PAF; nötrofillerdeki,
neredeyse tüm dokularda devamlı olarak eksprese edilir. monositlerdeki, bazofillerdeki, endotel hücrelerindeki
Oysa COX-2, yalnızca inflamatuar uyaranların etkisiyle trombositlerdeki (ve diğer hücrelerdeki) membran fosfo-
üretilir ve normal dokuların hemen hiç birinde yoktur. lipidlerinden fosfolipaz A2 etkisiyle üretilir. G-proteiniyle
COX-2 inhibitörleri bu nedenle prostaglandinlerin zarar birleşen spesifik bir reseptörün etkileriyle, doğrudan doğ
lı etkilerini önlemek, buna karşılık COX-1'in yararlı etki ruya hedef hücre üzerinde etkilidir. Trombositleri uyar
lerine engel olmamak beklentisiyle geliştirilmiştir. An masının yanı sıra bronkokonstriksiyona neden olur, ayrı
cak, iki siklooksijenaz formunun rolleri arasındaki fark, ca vazodilatasyona ve damar geçirgenliğinin artmasına
mutlak bir fark değildir. Ayrıca COX-2 inhibitörleri, olası yol açmak bakımından, histaminden 1 0 0 - 1 0 0 0 kat daha
lıkla endotel hücrelerinin trombosit agregasyonunun in giiçlüdür. Yine PAF, trombositlerin ve diğer hücrelerin ei-
hibe eden prostasiklin (PGI2) üretimini inhibe etmeleri, kozanoidler ve sitokinler gibi diğer medyatörleri sentez
buna karşılık trombosit agregasyonunda medyatör olan etmeleri için uyarır. Görüldüğü gibi PAF inflamatuar re
of TXA2'nin trombositler tarafından üretilmesine engel aksiyonların birçoğuna, bu arada lökosit adezyonunun
48 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım
artmasına, kemotaksiye, lökosit degranülasyonuna ve so tipleri tarafından üretilir (Resim 2-17). Bunların salgılan
lunum patlamasına neden olabilir. ması, bakteri toksinleri gibi mikrop ürünleri, immün
kompleksler ve adaptif bağışıklık yanıtları sırasında T len
S itokinler fositlerin ürettiği ürünler tarafından uyarılır. Daha önce
Sitokinler, inflamasyon ve bağışıklık yanıtlarında medya- de anlatıldığı gibi IL-1 aynı zamanda, inflammazom akti-
tör olarak fonksiyon gören birçok hücre tipinin polipep- vasyonuyla salgılanır. Bu sitokinlerin inflamasyondaki
tid yapısındaki ürünleridir (Bölüm 4). Zararlı uyaranlara başlıca görevi, endotel aktivasyonudur. Hem TNF hem IL-
karşı gelişen en erken bağışıklık ve inflamasyon reaksi 1, endotel hücreleri üzerinde adezyon moleküllerinin
yonlarında, ayrıca mikroplar karşısında daha geç gelişen ekspresyonuna yol açar; bu gelişme lökositlerin bağlan
adaptif (spesifik) bağışıklık reaksiyonlarında rol oynarlar. masının ve toplanmasının artmasıyla ve özellikle kemo-
Sitokinlerin bazıları, kemik iliğindeki prelcürsörlerde da kinler olmak üzere ek sitokinlerin, ayrıca eikozanoidlerin
ha fazla sayıda lökosit yapılmasını, dolayısıyla inflamas üretilmesiyle sonuçlanır. TNF bunun yanı sıra, endotelin
yon ve bağışıklık yanıtlarında tüketilenlerin yerine kon trombojenik özelliğini de artırır. IL-1'in doku fibroblastla-
masını uyarmaktadır. Molekül özellikleri karakterize edi rmı aktive etmesi, ESM proliferasyonunun ve üretiminin
len sitokinler, lökositler arasındaki iletişimde aracı olma artmasıyla sonuçlanır.
ları nedeniyle interlökin olarak adlandırılır, IL harfleriyle TNF ve IL-1, makrofajlar ve inflamasyon yerindeki
simgelenir ve ayrıca numaralanır. Ancak bu adlandırma, hücreler tarafından salgılanmaktaysa da; enfeksiyona ve
çok sayıda sitokinin lökositler değil de diğer hücreler üze inflamasyona çoğu zaman eşlik eden akut-faz reaksiyo
rinde etkili olması ve lökositler üzerinde etkili birçok si nunu uzak yerlerde başlatmak üzere dolaşıma girebilir.
tokinin, tarihsel nedenlerle interlökin olarak adlandırıl Bu reaksiyonun bileşenleri ateş, letarji, karaciğerde (ayrı
mamış olması nedeniyle hatalıdır. ca IL6 tarafından da uyarılan) çeşitli akut-faz proteinleri
TNF, IL-1, IL-6 ve kemokin olarak adlandırılan bir grup ke- nin sentezi, metabolik erime (kaşeksi), dolaşıma nötrofil
moattraktan sitokin, akut inflamasyonda rolü olan başlıca si- salınması ve kan basıncının düşmesidir. Inflamasyonun
tokinlerdir. Kronik inflamasyonda daha önemli olan diğer bu sistemik belirtileri, bölümün daha sonraki sayfaların
sitokinler interferon-y (IFN-y) ve IL-12'dir. T lenfositleri da anlatılmaktadır.
ve diğer hücreler tarafından üretilen IL-17 adlı bir sitokin, Kem okinler. Kemokinler küçük (8-10 kDa), yapısal olarak
lökositlerin olay yerinde toplanmasında önemli role sa birbirleriyle ilişkili, öncelikle lökositlerin farklı alt-bölüm-
hiptir; enfeksiyonlar karşısındaki konak yanıtında ve inf- leri üzerinde kemoattraktan olarak etkili bir protein aile
lamatuar hastalıklarda rol oynar. sidir. Lökositleri inflamasyon yerinde toplamak ve lenfo-
Tümör N ekroz Faktörü ve İnterlökin-1. TNF (Tümör Nek id dokuyla diğer dokulardaki normal anatomik organi
roz Faktörü) ve IL-1 (interlökin-1) aktive makrofajlar, ayrı zasyonu denetlemek; kemokinlerin iki temel fonksiyonu
ca mast hücreleri, endotel hücreleri ve bazı diğer hücre dur. Inflamatuar uyarıya yanıt olarak, belirli hücre popü-
Düşük
debisi
Endotel hücreleri, kan damarları
Geçirgenliğin
Lökositler Trombus
artması
TNF Kemik iliği
IL-1 Çoklu dokular ^
IL-1, IL-6,
kemokinler IL-6
TN F^ İskelet
IL-1
Lökosit
üretimi
Insülin direnci
Resim 2 -1 7 Sitokinlerin akut inflamasyondaki rolü. TNF, IL-1 ve IL-6 adlı sitokinler, lokal inflamatuar yanıtta lökositlerin inflamasyon ye
rine toplanmasındaki kilit medyatörlerdir; ayrıca inflamasyonun sistemik reaksiyonlarında da rol oynarlar.
Inflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 49
lasyonlarıra (nötrofiller, lenfositler veya eozinofiller) infla- len, gaz şeklindeki bir serbest radikaldir. Merkezi sinir
masyon yerinde toplamak amacıyla geçici olarak kemo- sisteminde, nörotransmiter salmımmı ve kan akışını dü
kin kombinasyonları üretilir. Kemokinler aynı zamanda zenler. Makrofajlar bu gazı mikropların ve tümör hücre
lökositleri de aktive eder; daha önce de anlatıldığı gibi lö- lerinin öldürülmesinde sitotoksik olarak kullanır. Endotel
kosit integrinlerinin endotel hücreleri üzerindeki ligand- hücrelerinde üretildiğinde, damarlardaki düz kasları gev
larma olan afinitesini artırmak, bu aktivasyonun sonuçla şeterek vazodilatasyona neden olur.
rından biridir. Bazı kemokinler dokularda temel olarak Nitrik oksit, nitrik oksit sentaz (NOS) enzimi tarafın
bulunur ve farklı hücre popülasyonlarmm dokulara (ör dan L-arginin, moleküler oksijen ve NADPH kullanılarak
neğin T ve B lenfositlerinin lenf bezlerinin ve dalağın de novo sentez edilir. Bu enzimin, doku dağılımları fark
farklı bölgelerine) anatomik ayrılmasından sorumludur. lı olan, üç izoformu vardır
Kemokinler aktivitelerini, hedef hücrenin üzerindeki, G-
proteiniyle birleşmiş spesifik reseptörlere bağlanarak gös • Tip I (nöronal NOS, nNOS); esas olarak bulunduğu
terirler. Bu reseptörlerden CXCR4 ve CCR5 olarak adlan hücreler nöronlardır ve inflamasyonda önemli bir rol
dırılan ikisi, insan immünyetmezlik virüsünün lenfositle oynamaz.
re bağlanarak bu hücrelere girmelerinde önem taşıyan, • Tip II (indüklenebilen NOS, nNOS); makrofajlarda ve
yardımcı-reseptörlerdir (Bölüm 4). endotelde, en fazla IL-1, TNF ve IFN-y olmak üzere çok
Kemokinler, korunmuş sistein kalıntılarının düzenle sayıda inflamatuar sitokin, ayrıca bakteri endotoksini
nişine göre, başlıcaları CXC ve CC kemokinleri olmak tarafından sentez edilir ve inflamatuar reaksiyonlarda
üzere 4 grupta sınıflandırılır: ki nitrik oksitin üretilmesinden sorumludur. Tip II ay
® CXC kemokinler, korunmuş sisteinleri ayıran bir amino rıca hepatositler, kalp miyositleri ve solunum epiteli
aside sahiptir ve etkilerini öncelikle lökositler üzerinde hücreleri gibi diğer birçok hücre tipinde de vardır.
gösterir. Bu grubun tipik üyesi olan IL-8 ; aktive makro- • Tip III (endotelyal NOS, eNOS); öncelikle endotelde
fajlar, endotel hücreleri, mast hücreleri ve fibroblastlar olarak sentez edilir ama başka hücrelerde de mevcut
tarafından, öncelikle mikrop ürünlerine ve IL-1 ve TNF olabilir.
gibi diğer sitokinlere yanıt olarak aktive edilir. Aktive makrofajlarda mikrobisid (sitotoksik) olarak kul
® CC kemokinler, komşu sistein kalıntılarına sahiptir. lanılması, nitrik oksidin önemli bir fonksiyonudur. İnfla
Monosit kemoattraktan protein-1 (MCP-1) ve malcro- masyonda; vazodilatasyon, trombosit aktivasyonunun
faj inflamatuar protein-la (MIP-la) (her ikisi de önce tüm aşamalarının (adezyon, agregasyon ve degranülas-
likle monositler için kemoattraktan olan), RANTES yon) antagonize edilmesi ve lökositlerin inflamasyon ye
(regulated on activation, normal T cell-expressed ve rine toplanması gibi daha başka rolleri de vardır.
secreted) (bellek CD4+ T hücreleri ve monositler için
kemotaksik) ve eotaksin (eozinofiller için kemotak-
sik); bu sınıfın üyeleridir. Lökositlerdeki Lizozom Enzim leri
Nötrofillerdeki ve monositlerdeki granüller, fagosite edi
R eaktif Oksijen T ürevleri len maddelerin yok edilmesinden sorumlu olan ve doku
Reaktif oksijen türevleri (ROT), NADPH oksidaz (fagosit hasarına yol açabilen birçok enzim içerir. Daha önce an
oksidaz) yolağıyla sentez edilir ve mikroplarla, immün latıldığı gibi aktive lökositlerden, lizozomlarm granül içe
komplekslerle, sitokinlerle ve diğer çeşitli inflamatuar riği de salmabilir. Asit proteazlar genellikle yalnızca, pH
uyaranlarla aktive eden nötrofillerden ve makrofajlardan değeri düşük olan fagolizozom ortamında aktifken; elas-
salınır. Oksijen türevi olan bu serbest radikallerin sentezi taz, kollajenaz ve katepsin gibi, nötral elastazlar, hücre-
ve düzenlenmesi, hücre zedelenmesinden söz edilirken dışmda etkili olarak elastini, kollajeni, bazal membranı
Bölüm l'd e ve bu bölümün önceki sayfalarında, lökosit ve diğer matriks proteinlerini parçalar. Nötral proteazlar,
aktivasyonundan söz edilirken anlatılmıştır. ROT lizo- C3 ve C5 kompleman proteinlerinin klivajı üzerinden va-
zomlar içerisinde üretilerek, fagosite edilmiş mikropları zoaktif C3a ve C5a medyatörlerini meydana getirebilir ve
ve nekrotik dokuları yok eder. Yine bu serbest radikaller kininojenden, bradikinin-benzeri peptid üretebilir.
düşük düzeyde salgılandıklarında kemokin, sitokin ve Plazmadaki ve doku sıvılarındaki antiproteazlar, lizo
adezyon moleküllerinin ekspresyonunu artırarak infla zom enzimlerinin hasara yol açabilecek etkilerini sınırla
matuar medyatörler dizisini güçlendirir. Yüksek düzey maktadır. Nötrofil elastazmın başlıca inhibitörü olan a 2-
lerde salgılanan ROT çeşitli mekanizmalarla doku hasa antitripsin, ayrıca a 2 -makroglobulin, bu antiproteazlar-
rından sorumludur. (1 ) trombozla ve geçirgenlik artışıyla dandır. Bu inhibitörlerinin eksikliği, lökosit proteazları-
birlikte endotel hasarı; (2 ) proteaz aktivasyonu ve antip- nm kalıcı aktivasyonu sonucu, lökositlerin biriktiği yer
roteaz inaktivasyonu ile ESM parçalanmasının net bir şe lerde doku hasarına yol açabilir. Örneğin akciğerlerdeki,
kilde artması ve (3) tümör hücresi, alyuvarlar, parenkim a r antitripsin eksikliği, ağır bir parasiner amfizeme ne
hücreleri gibi diğer hücre tiplerinin doğrudan hasarı, den olabilir (Bölüm 12).
bunlara örnek gösterilebilir. Neyse ki oksijen metabolitle-
rinin toksisitesi, dokularda ve kanda bulunan çeşitli anti-
oksidan koruyucu mekanizmalar (ör. katalaz, süperoksit N ö ro p e p tid le r
dismutaz ve glutatyon medyatörlüğüyle) tarafından en Vazoaktif aminler gibi nöropeptidler de inflamasyonu
aza düşürülür (Bölüm 1). başlatabilir. Bunlar, ağrı sinyallerini ileten, damar tonusu-
nu düzenleyen ve damar geçirgenliğinde değişiklikler ya
N itrik O ksit pan P maddesi gibi, küçük proteinlerdir. Nöropeptid sal
Nitrik oksit (NO) kısa ömürlü, çözünebilen, birçok hücre gılayan sinir lifleri, akciğerlerde ve gastrointestinal kanal
tipinde üretilen ve çeşitli fonksiyonlarda aracılık edebi da özellikle belirgindir.
50 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım
EFEKTÖR FONKSİYONLAR
C5a. C3a: İnflamasyon
MAC; Mikrobun h
eritilmesi
Mannoz Membran saldırı
bağlayan lektin kompleksinin (MAC) ---------------î> f i
oluşması
%
Resim 2 -1 8 Kompleman sisteminin aktivasyonu ve fonksiyonları. Komplemanm farklı yollardan aktivasyonu, C3 klivajına neden olur.
Kompleman sisteminin fonksiyonları, C3 ve diğer kompleman proteinlerinin yıkım ürünleriyle membran saldırı kompleksi (MAC) aracılı
ğıyla gerçekleşir.
İnflamasyonun Kimyasal Medyatörleri ve Düzenleyicileri 51
Yol boyunca üretilen, kompleman kökenli faktörler, akut diter anjiyoödem hastalığına neden olur; bu hastalıkta
inflamasyondaki çeşitli olaylara katkıda bulunur: kininlerin, kompleman aktivasyonu nedeniyle aşırı
® Vasküler etkiler. C3a ve C5a, damar geçirgenliğini artı miktarda üretilmesi, aralarında larinksin de bulundu
rır ve mast hücrelerinden histamin salınması üzerin ğu, çok sayıda dokuda ödem oluşmasına yol açar.
den vazodilatasyona neden olur. Bu kompleman ürün • DAF (decay-accelerating faktör; bozunma hızlandırıcı
leri etkilerinin, anafilaksi adıyla bilinen şiddetli allerjik faktör) olarak adlandırılan diğer bir protein normalde,
reaksiyonun (Bölüm 4) başlıca efektör hücresi olan C3 ve C5 konvertaz enzimlerinin oluşumunu sınırlar.
mast hücresinin etkilerini taklit etmesi nedeniyle, ana- Paroksismal noktürnal hemoglobinini hastalığında bu
filatoksinler olarak adlandırılır. C5a ayrıca nötrofiller- proteindeki edinsel bir eksiklik, eritrositlerin (litik et
de ve makrofajlarda, araşidonik asit metabolizmasının kiye çoğu çekirdekli hücrelerden daha duyarlıdır)
lipoksijenaz yolunu aktive ederek, daha fazla inflama- kompleman aracılığıyla parçalanmasına neden olmak
tuar medyatör salınmasına neden olur. tadır (Bölüm 11).
• Lökosit aktivasyonu, adezyonu ve kemotaksisi. C5a, ayrı • Faktör Fi de, konvertaz oluşumunu sınırlayan başka
ca daha az olmak üzere C3a ve C4a, lökositleri aktive bir plazma proteinidir: bunun eksikliğine hemolitik üre-
ederek bu hücrelerin endotele yapışmasını artırır; ayrı mik sendrom adlı böbrek hastalığı (Bölüm 13), ayrıca
ca nötrofiller, monositler, eozinofiller ve bazofiller için gözdeki maküla dejenerasyonunda spontan damar ge
güçlü bir kemotaksi etkenidir. çirgenliği eşlik eder.
• Fagositoz. Bir mikrop yüzeyine fikse olan C3b ve bu Uygun olmayan veya aşırı kompleman aktivasyonu, de
nun inaktif proteolitik ürünü olan iC3b, opsoninler netleme mekanizmalarını (antikor-aracılığıyla gelişen
olarak etki ederek reseptörlerinin yer aldığı nötrofille- hastalıklarda olduğu gibi) düzenleyici proteinlerin varlı
rin ve makrofajlarm fagositoz yapmasını güçlendirir. ğında bile aşabilir: bu şekilde gerçekleşen kompleman
• Son komponent olan C9'un çok sayıda kopyasından aktivasyonu, çeşitli immünolojik hastalıklardaki ağır do
meydana gelen MAC, bazı bakterileri (özellikle ince ku hasarından sorumludur (Bölüm 4).
duvarlı Neisserialan) membranlarmda osmotik denge Pıhtılaşma ve Kinin Sistemleri
yi bozan delikler açarak öldürür.
Kanın pıhtılaşması sırasında aktive olan kimi moleküller,
Kompleman aktivasyonu hücre ilişkili ve dolaşımda bulunan inflamatuar yanıtın çeşitli yönlerini aktive edebilmekte
düzenleyici proteinler tarafından sıkı bir şekilde denetlenir. Bu dir. Hageman faktörü (intrensek pıhtılaşmadaki Faktör XII
inhibitörlerin konak hücresi membranlarmda bulunması olarak da bilinir) (Resim 2-19), karaciğerde sentez edilen
normal hücreleri, mikroplar karşısındaki koruyucu reak ve aktive trombositlerle, kollajenle veya bazal membranla
siyonlar sırasında gereksiz yere hasar görmemesi için ko karşılaşıncaya kadar (endotel hasarı bölgesinde olduğu gi
rur. Söz konusu düzenleyici proteinlerin kalıtsal eksiklik bi) dolaşımda inaktif formda bulunan bir faktördür. Bu
leri, spontan kompleman aktivasyonuna yol açar: faktör aktif duruma geçtiğinde, inflamatuar yanıta katkı
• C1 inhibitörii adı verilen bir protein C1 aktivasyonunu da bulunan dört sistemi harekete geçirebilir: (1 ) damarlar
durdurduğundan, bu proteinin kalıtsal eksikliği, here- üzerinde etküi (vazoaktif) kininleri üreten kinin sistemi;
Kinin Pıhtılaşma
zinciri zinciri
faktörleri
1
Trombin
HMWK- Bradikinin
Fibrinolitik
sistem Fibrin parçalanma
ürünleri
C3 - C3a
Kompleman
zinciri
C5 ■ -► C5a
Resim 2 -1 9 Faktör XII (Hageman faktörü) tarafından tetiklenen dö rt plazma medyatör sistemi arasındaki ilişkiler. Ayrıntılar için metne
bakınız.
52 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım
(2 ) tümü infLamatuar özelliklere sahip olan trombin, fibri- Tablo 2-7 Medyatörlerin Farklı inflamasyon Reaksiyonlarındaki Rolü
nopeptidler ve faktör X'in aktivasyonuna yol açan pıhtı
İnflamasyon Bileşeni Medyatörler
laşma sistemi; (3) plazmin üretilmesine ve trombin inakti-
vasyonuna neden olan fibrinolitik sistem ve (4) anafilatok- Vazodilatasyon Prostaglandinler
sinleri (C3a ve C5a) üreten kompleman sistemi. Bunlar, N itrik oksit
Histamin
aşağıda anlatılmaktadır.
• Kinin sistemi aktive olduğunda son ürün olarak, dola Damar geçirgenliğinde Histamin ve serotonin
şımdaki, molekül ağırlığı yüksek ön-maddesi olan kini- artma C3a ve CSa (mast hücrelerinden
ve diğer hücrelerden vazoaktif
nogenden (HMWK) bradikinin oluşur (Resim 2-19).
aminlerin serbest bırakarak)
Bradikinin de histamin gibi damar geçirgenliğin artma
sına, arteriyollerde vazodilatasyona ve bronşlardaki Bradikinin Lökotrienler C4, D4, E4
düz kasların kasılmasına neden olur. Intradermal bra PAF
P maddesi
dikinin enjeksiyonu, ağrıya yol açar. Plazmadaki ve do
kulardaki ldninaz enzimi tarafından hızla parçalanma Kemotaksi, lökositlerin TNF, IL-1
sı nedeniyle bradikininin etkileri, kısa ömürlüdür. Ki toplanması ve aktivasyonu Kemokinler
C3a, C5a
nin sistemindeki, kemotaksik aktiviteye sahip bir ara-
Lökotrien B4
ürün olan kallikrein, Hageman faktörünün güçlü bir ak-
Bakteri ürünleri (örneğin N-formil
tivatörü olduğundan, kinin sistemiyle pıhtılaşma siste metil peptidler)
mi arasında bir diğer bağlantıyı temsil eder.
Ateş IL-1, TNF
• Pıhtılaşma sisteminde (Bölüm 3), proteolitik bir dizi re
Prostaglandinler
aksiyondan sonra aktive olan trombin, dolaşımdaki çö-
zünebilen fibrinojenin klivajı sonucu, çözünemez bir Ağrı Prostaglandinler
Bradikinin
ürün olan fibrin pıhtıyı oluşturur. Pıhtılaşma sisteminin
ara-üriinlerinden biri olan Faktör Xa, damar geçirgenli Doku hasarı Lökositlerdeki lisozom enzimleri
ğinin artmasına ve lökosit göçüne neden olur. Trom Reaktif oksijen türevleri
bin, trombositlerin, endotel hücrelerinin ve diğer bir N itrik oksit
çok hücre tipinin üzerindeki proteazlarla aktive olan IL-1, in te rlö k in -1 ; RAF, tro m b o s itle ri a k tiv e eden fa k tö r; TN F, tü m ö r n e k ro z fa k tö rü .
Kronik İnflamasyon
matuar sinyalleri inhibe eden tirozin fosfatazlar gibi çok langıçta akut inflamasyon şeklindedir ve bunu, iyileşme
sayıda hücre-içi protein vardır. sürecinin aşamaları izler. Ancak duodenumdaki epitel
hücrelerinin tekrar tekrar zedelenmesi bu süreci kesintiye
uğrattığında ülser, hem akut, hem kronik inflamasyonla
KRONİK İNFLAMASYON karakterizedir (Bölüm 14). Bunun yerine; bağışıklık reak
Kronik inflamasyon; inflamasyomın, doku zedelenmesinin ve siyonları, kimi viral enfeksiyonlar gibi bazı hasar çeşitle
çoğu zaman fıbrozis gelişerek iyileşmenin eş zamanlı olarak, rindeki inflamasyon, daha başlangıçtan itibaren kronik
aralıksız devam ettiği, uzun süre (haftalarca, aylarca) devam bir yanıttır.
eden inflamasyondur. Vasküler değişikliklerle, ödemle ve Kronik inflamasyon, aşağıdaki durumlarda gelişebil
öncelikle nötrofil infiltrasyonuyla karakterize olan akut mektedir:
inflamasyonun aksine kronik inflamasyonda, farklı bir di • Eradikasyonu zor olan mikropların yol açtığı, inatçı en
zi reaksiyon görülür (Resim 2-20; ayrıca bkz Tablo 2-1): feksiyonlar. Mycobacterium tuberculosis, Treponema palli
• Moııonükleer hücre (makrofaj, lenfosit ve plazma hücre dum (sifiliz etkeni), belirli virüsler ve mantarlar, inatçı
lerini içeren) infiltrasyomı enfeksiyonlara neden olma eğilimi taşır ve gecikmiş aşı
rı duyarlılık adıyla bilinen, T-lenfositlerin aracılık ettiği
• Büyük ölçüde inflamatuar hücrelerin ürünleri tarafın
bir bağışıklık yanıtının nedenidir (Bölüm 4).
dan gerçekleştirilen doku yıkımı
« Bağışıklık sisteminin aracılık ettiği inflamatuar hastalıklar
• Yeni damar proliferasyonunun (angiogenesis) ve fibro-
(aşırı duyarlılık hastalıkları) Bağışıklık sisteminin aşırı ve
zisin rol oynadığı onarım
uygunsuz aktivasyonun neden olduğu hastalıkların,
Aleut inflamasyon, akut inflamatuar yanıta yol açan hasar önemli bir sağlık sorunu olduğu, gittikçe daha çok an
etkeninin varlığını devam ettirmesi ya da normal iyileşme laşılmaktadır (Bölüm 4). Bağışıklık reaksiyonlarının be
sürecinin gereken şekilde gerçekleşmemesi nedeniyle iyi- lirli koşullar altında, bireyin bizzat kendi dokularına
leşememesi durumunda kronik inflamasyon yönünde karşı gelişmesi, otoimmun hastalıklara yol açar. Bu gibi
ilerleyebilir. Örneğin duodenumdaki peptik bir ülser baş- hastalıklarda oluşan oto antijenler, sürekli yenilenerek
doku hasarıyla ve inatçı inflamasyonla sonuçlanan bir
bağışıklık reaksiyonuna neden olur. Otoimmünite
adıyla bilinen bu mekanizma romatoid artrit, inflama
tuar bağırsak hastalığı ve psoriasis gibi çeşitli, sık kar
şılaşılan, yıpratıcı, kronik inflamatuar hastalıklarda
önemli bir rol oynar. Çevremizde sık rastlanan madde
lere karşı gelişen bağışıklık yanıtları, bronşiyal astım
gibi alerjik hastalıkların nedenidir. Bağışıklık sistemi
aracılığıyla gelişen hastalıklarda inflamasyonun dur
maksızın tekrarlaması sonucu, morfolojik olarak hem
akut, hem kronik inflamasyon birbirleriyle karışmıştır.
Otoimmiin hastalıklara yol açan antijenin uzaklaştırıl
ması, neredeyse mümkün olmadığından bunlar, kro
nikleşme ve kolay kolay tedavi edilememe eğilimi taşır.
• Toksik etki gösterebilecek maddelere uzun süre maruz kalın
ması. İnhalasyon yoluyla vücuda girerek akciğerlerde
kronik bir inflamatuar yanıta (silikoz, Bölüm 12) neden
olabilen silika partikülleri ve ateroskleroz gelişmesinde
katkısı olan, kolesterol gibi endojen maddeler (Bölüm
9), bu mekanizmayla gelişen kronik inflamasyona ör
nektir.
• Kronik inflamasyonun hafif şekilleri, geleneksel olarak
inflamatuar hastalık sayılmayan bazı hastalıkların pa-
togenezinde önemli olabilir. Alzheimer hastalığı gibi
nörodejeneratif hastalıklar, ayrıca ateroskleroz, tip 2 di
yabetin eşlik ettiği metabolik sendrom ve inflamatuar
reaksiyonların tümör gelişmesini teşvik ettiği bazı kan
ser çeşitleri, bu gibi hastalıklardandır. Bu bölümün ön
ceki sayfalarında da söz edildiği gibi bu sağlık sorunla
rının çoğundaki inflamasyon, başlangıçtaki uyarıların
intlammazom tarafından tanınmasıyla tetiklenebilir.
İnflamasyonun bu hastalıklardaki rolü, ilgili bölümler
de anlatılmaktadır.
Resim 2 -2 0 A , Akciğerdeki kronik inflamasyonun histolojik özel
likleri: kronik inflamatuar hücrelerin birikmesi (yıldız); parenkim
tahribi sonucunda normal alveollerin yerini, kübik epitelle örtülü Kronik İnflamatuar Hücreler ve Medyatörler
boşluklar (ok başlıkları) ve fibrozisle sonuçlanan bağ dokusu almıştır
B, Oysa akciğerdeki akut inflamasyonda (akut bronkopnömoni), Kronik inflamasyonun özelliği olarak beraberce karşımıza
alveol boşluklarını nötrofiller doldurmuştur ve damarlarda konjes- çıkan; uzun süre devam eden ve tekrarlayan inflamasyon,
yon vardır. doku yıkımı ve fibrozis gelişmesinde, çeşitli hücre .popü-
54 BÖLÜ M 2 İnflamasyon ve Onarım
lasyonları ve salgıladıkları medyatörler arasında karmaşık maddeler tarafından gerçekleştirilir. Bu yoldan aktive
etkileşimler vardır. Kronik inflamatuar reaksiyonların pa- olan makrofajlar, içlerine aldıkları mikroorganizmaları
togenezini anlayabilmek için bu hücrelerin ve biyolojik ya öldürme yeteneğini güçlendiren lizozom enzimleri, nit
nıtlarıyla fonksiyonlarının iyi bilinmesi gerekir. rik oksit ve serbest oksijen radikalleri üretir. Bu makro
fajlar, fagosite ettikleri mikroplar karşısındaki konak
Makrofajlar savunmasında ve birçok kronik inflamatuar reaksiyon
Kronik inflamasyondaki histolojik tabloya hakim hücreler da önemlidir.
olan makrofajlar, dolaşımdaki monositlerden, bu hücrele • Alternatif makrofaj aktivasyonu, T lenfositler, ayrıca
rin dokulara göç etmesinden sonra şekillenen doku hücre mast hücreleriyle eozinofiller dahil, diğer hücrelerde
leridir. Makrofajlar normalde, bağ dokularının çok büyük üretilen, IFN-y dışındaki IL-4 ve IL3 gibi diğer sitokin-
bir bölümünde yaygın olarak dağılmışlardır. Makrofajlar ler tarafından gerçekleştirilir. Bu şekilde aktive olan
ayrıca karaciğerde (Kupffer hücreleri), dalakta ve lenf bez makrofajlar aktif mikrobisid özelliğe sahip değildir ve
lerinde (sinüs histiyositleri), merkezi sinir sisteminde öncelikle, doku onarımında rol oynarlar; anjiyogenezi
(mikroglia hücreleri) ve akciğerlerde de (alveoler makro teşvik eden, fibroblastları aktive eden ve kollajen sen
fajlar) vardır. Bu hücreler hep birlikte, eski adı retikiiloen- tezini uyaran büyüme faktörleri salgılar. Bu yoldan ger
doteliyal sistem olan, günümüzde ise mononükleer fagosit çekleşen makrofaj aktivasyonu, zedelenmeye yol açan
sistemi adıyla bilinen sistemi oluşturur. Dokularda tüm neredeyse tüm uyaranlara yanıt kimliğini taşıyabilirse
makrofajlar; partikülleri, mikropları, yaşlanmış hücreleri de makrofajlar başlangıçta, fagositoz fonksiyonunu ye
süzen filtreler olarak etkilidir; ayrıca hücresel ve hümoral rine getirmek üzere klasik yoldan aktive olur ve bunu,
bağışıklık yanıtlarında mikropları ortadan kaldıran efek- doku onarımmı başlatan alternatif yoldan aktivasyon
tör hücre olarak fonksiyon görür (Bölüm 4). izler. Ancak böyle bir sıra, inflamatuar reaksiyonların
Monositler, kemik iliğindeki ön-hücrelerden meydana büyük bölümünde belgelenmiş değildir.
gelir ve dolaşımda yalnızca bir gün kadar kalır. Daha ön Makrofajlar, konak savunmasında ve inflamatuar yanıtta
ce de anlatıldığı gibi, akut inflamasyonun başlangıcım iz önem taşıyan, çeşitli klinik rollere sahiptir.
leyen 24-48 saat içerisinde adezyon moleküllerinin ve ke- • Makrofajlar, fagositoz gerçekleştiren diğer hücre tipi
mokinlerin etkisi altında zedelenme yerine göç eder. Mo olan nötrofiller gibi mikroplan ve ölü dokuları hücre içeri
nositler damar dışındaki dokulara çıktığında, kendilerin sine alır ve yok eder. T lenfositlerinden gelen sinyallere
den bir bakıma daha büyük ve ömürleri daha uzun, ayrı yanıt vermeleri nedeniyle bu hücreler, hücresel adaptif
ca fagositoz kapasiteleri daha güçlü hücreler olan makro- bağışıklık yanıtlarındaki en önemli fagositlerdir (Bö
fajlara dönüşür. lüm 4).
Doku makrofajları, çok çeşitli fonksiyonları yerine ge • Makrofajlar, doku onarım sürecini başlatır, nedbe olu
tirmek üzere farklı uyaranlar tarafından aktive edilir. şumunda ve fibrozisde rol oynar.
Makrofajların aktivasyonu, klasik ve alternatif olmak üze • Makrofajlar; sitokinler (TNF, IL-1, kemokinler ve diğer
re iki yoldan gerçekleşir (Resim 2-21): leri) ve eikozanoidler gibi inflamasyon medyatörlerini
® Klasik makrofaj aktivasyonu; endotoksin gibi mikrop salgılar ve bu nedenle, tüm inflamatuar reaksiyonların
ürünleri, T hücresinden kaynaklanan ve en önemlileri başlatılmasında ve yayılmasında merkezi rol oynar.
sitokin IFN-y olan sinyaller ve aralarında kristallerin, • Makrofajlar, antijenleri T hücrelerine sunar ve bu hüc
partikül şeklindeki maddelerin de bulunduğu yabancı relerden gelen sinyalleri yanıtlar, böylece, hücresel ba-
Resim 2-21 Makrofajların aktivasyon yolları. Farklı uyaranlar monositleri/makrofajları, farklı fonksiyonları olan hücre popülasyonları
yönünde aktive eder. Klâsik aktivasyonda makrofajlar, mikrop ürünlerinin ve özellikle IFN-y olmak üzere sitokinlerin etkisiyle aktive olur;
mikrobisid etkiye sahiptir ve zararlı olabilecek inflamasyona yol açar. A lternatif aktivasyonda ise makrofajlar, T H2 hücreleri (T yardımcı
hücrelerin bir alt grubu) ve diğer lökositler tarafından üretilen IL-4 ve IL-13 etkisiyle aktive olur; doku onarımında ve fibrozisde önemli rol
üstlenir. IFN-y, interferon-y; IL-4, IL-13, interlökin-4, -13; ROT, reaktif oksijen türevleri; NO; nitrik oksit.
Kronik İnflamasyon
ğışıklık yanıtlarında temel nitelik taşıyan bir feedback Hem Th1, hem TH17 hücreleri, çok sayıda bakteri ve virüs
devresi oluşturur. Aynı iki yönlü etkileşimler, kronik karşısındaki konak savunmasında, ayrıca otoimmun has
inflamatuar hastalıkların gelişmesinde de merkezi role talıklarda rol oynar. TH2 hücreleri, helmint parazitlerine
sahiptir. Sitokinlerin bu etkileşimlerdeki rolleri, daha karşı savunmada ve allerjik inflamasyonda önemlidir. T
sonra anlatılmaktadır. hücrelerinin bu alt-grupları ve fonksiyonları, Bölüm 4'te
dalra ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
İnflamatuar reaksiyonu başlatan uyaranın ortadan kalk
Lenfositler ve makrofajlar aralarında, iki yönlü olarak
masını ve reaksiyonun sona ermesini takiben makrofajlar,
etkileşime girer ve bu etkileşimler, kronik inflamasyonun
sonunda ölür veya lenf dolaşımıyla inflamasyon yerinden
yayılmasında önemli role sahiptir. (Resim 2-22). Makro
uzaklaştırılır. Ancak inflamasyonun kronik olduğu yerler
fajlar T hücrelerine antijen sunar, ko-stimülatör adı veri
de makrofajlar, kandan gelmeye ve lokal olarak üretilme
len membran moleküllerinin ekspresyonunu sağlar ve T
ye devam ettiklerinden, birikmeye de devam eder. IFN-y,
hücresi yanıtlarını uyaran sitokinler (IL-12 ve diğerleri)
makrofajlarm birleşerek çok çekirdekli, dev hücreler oluş
üretir (Bölüm 4). Aktif duruma geçen T lenfositleri ise, da
turmalarına da neden olabilir. ha önce anlatılan ve makrofajları inflamasyon yerine top
layıp aktive ederek daha fazla miktarda antijen sunulma
Lenfositler sını ve sitokin salgılanmasını teşvik eder. Sonuç, kronik
inflamasyonu besleyen ve uzun süreli olmasını sağlayan
Lenfositler, herhangi bir spesifik uyaran (örneğin enfeksi
bir hücresel reaksiyonlar döngüsüdür. Kimi güçlü ve uzun
yonlar), ayrıca bağışıklık sisteminin aracı rolünü üstlen
süren inflamasyonlarda lenfositlerin, antijen-sunan hüc
mediği (örneğin iskemik nekroza veya travmaya bağlı)
relerin ve plazma hücrelerinin birikmesi, lenfoid organlar
inflamasyon varlığında mobilize olur ve otoimmun birçok
daki morfolojik özelliklerin şekillenmesine neden olur ve
hastalıkla diğer kronik hastalardaki inflamasyonun baş
lenf nodları gibi, iyi-oluşmuş germinal merkezler bile içe
denetleyicisidir. T ve B lenfositlerinin aktivasyonu, enfek
rebilir. Bu lenfoid organogenez paterni çoğu zaman, uzun
siyonlardaki ve immünolojik hastalıklardaki adaptif bağı
süredir romatoid artriti olan hastaların sinoviyumunda ve
şıklık yanıtının bir bölümüdür (Bölüm 4). Her iki lenfosit
otoimmun tiroidit hastalarının tiroidlerinde görülür.
sınıfı da inflamasyon yerlerine, diğer lökositlerin bu yer
lerde toplanmasına yol açan adezyon molekülü çiftlerin
Diğer Hücreler
den ve kemokinlerden bazılarını kullanarak göç eder. Do
kulardaki B lenfositleri, antikor salgılayan plazma hücre Eozinofiller karakteristik olarak parazit enfeksiyonların
leri yönünde gelişebilir; CD4+ T lenfositleri, sitokinler sal çevresindeki inflamasyon yerlerinde ve tipik olarak alerji
gılayan aktif hücrelerdir. nin eşlik ettiği IgE aracılığıyla meydana gelen, immünolo
CD4+ T lenfositleri, sitokin salgılıyor olmaları nedeniyle jik reaksiyonların bir parçası olarak bulunur. Bunların inf
inflamasyonu teşvik edebilir ve inflamatuar reaksiyonun tabi lamasyon yerinde toplanması, nötrofillerin kullandıkları
atını etkileyebilir. CD4+ yardımcı T hücrelerinin (TH) fark na benzeyen adezyon molekülleri ve epitel hücrelerinden
lı sitokin grupları salgılayan ve farklı tiplerde inflamasyo- ve lökositlerden salgılanan, eotaksin gibi spesifik kemo-
na yol açan üç alt-grubu vardır: kinler sayesindedir. Eozinofil grandileri ileri derecede
elektrik yüklü, parazitler için toksik olan, ama epitel hüc
• Th 1 hücreleri, makrofajları klâsik yoldan aktive eden resi nekrozuna da yol açabilen katyonik bir protein (ma
sitokin IFN-y üretir. jör bazik protein) içerir.
® Th 2 hücreleri, eozinofilleri inflamasyon yerine toplayıp Mast hücreleri, vücudun her tarafındaki bağ dokuların
aktive eden IL-4, IL-5 ve IL-13 üretir, makrofaj aktivas- da yaygın dağılıma sahip, nöbetçi hücrelerdir ve hem
yonundaki alternatif yoldan sorumludur. akut, hem kronik inflamatuar yanıtlara katılabilir. Mast
® Th 17 hücreleri, nötrofillerin ve monositlerin reaksiyon hücreleri, allerjik reaksiyonlara yatkın olan atopik birey
yerinde toplanmasından sorumlu olan kemokinleri lerde, çevredeki belirli antijenlere karşı oluşan IgE antiko
üretir. ruyla kaplanarak "silahlandırılmıştır". IgE-kaplı mast hüc-
T lenfositi Sitokinler
(örneğin IL-12,
IL-6.IL-23)
P_ökositlerin
Lökositlerin Diğer Diğer toplanması,
toplanması, inflamatuvar inflamatuar inflamasyon
Klâsik
inflamasyon modülatörler modülatörler
makrofaj
aktivasyonu
Makrofaj
Resim 2-22 Kronik inflamasyonda makrofaj-lenfosit etkileşimleri. Aktive lenfositler ve makrofajlar birbirlerini uyarır ve her iki hücre ti
pi de diğer hücreler üzerinde etkili inflamatuar medyatörler salgılar. IFN-y, interferon-y; IL-1, interlökin-1; TNF, tüm ör nekroz faktörü.
56 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım
O özet
Kronik inflamasyonun Özellikleri
me. Bu plazma proteinlerinin çok büyük bölümü kara
ciğerde sentez edilir ve plazmadaki konsantrasyonları,
inflamasyon sırasında yüzlerce kat artabilir. C-realctif
protein (CRP), fibrinojen ve serum amiloid protein
• İnatçı uyaranlara karşı uzun süren konak yanıtı (SAA); bu proteinlerin en iyi bilinenleridir. Özellikle
• Bu inflamasyona; eliminasyona dirençli mikroplar, çevre IL- 6 olmak üzere sitokinler, akut-faz proteinlerin he-
deki ve bireyin kendi antijenlerine karşı gelişen bağışıklık patositler tarafından sentez edilmesini uyarabilir. CRP
yanıtları ve silika gibi bazı toksik maddeler neden olur; ve SAA gibi birçok akut-faz proteini, mikrop hücresi
önemli birçok hastalığın arka planında kronik inflamasyon duvarına bağlandıklarında opsoninler olarak fonksi
vardır yon görüp komplemanı fikse edebilir; bu etki, mikrop
• İnatçı inflamasyonla, doku zedelenmesiyle, nedbeleşme ların yok edilmesini teşvik eder. Fibrinojen eritrositle
yoluyla onarım girişimleriyle ve bağışıklık yanıtıyla karak re bağlanarak bunların kümeler (para dizileri gibi dizi
teri zed ir ler) oluşturmasına ve birim yer çekiminde tek başına
• Aktive makrofajların, lenfositlerin ve plazma hücrelerinin duran eritrositlerden daha hızla çökmesine neden
yer aldığı, çoğu zaman belirgin fıbrozisle birlikte olan hüc olur. Eritrosit sedimentasyon hızının (ESR), lipopolisa-
re infiltrasyonları vardır karidler dahil herhangi bir uyarana yanıt olarak geli
• Makrofajlar ve lenfositler (özellikle T lenfositleri) tarafın şen sistemik inflamatuar yanıtı ölçen basit bir test ola
dan üretilen sitokinler aracılığıyla gerçekleşir; bu hücreler rak kullanılma nedeni budur. Romatoid artrit gibi inf
arasındaki iki yönlü etkileşimler nedeniyle daha güçlü ve lamatuar hastalıklarda tedaviye alman yanıt, sediman
uzun süren bir inflamatuar yanıt eğilimi söz konusudur. tasyonun ve CRP düzeyinin seri halinde ölçiilmesiyle
değerlendirilir. CRP düzeylerindeki yükselme artık,
aterosklerotik damar hastalığındaki miyokard infark-
tüsü veya inme riskinin arttığını gösteren bir belirteç
İNFLAMASYONUN SİSTEMİK ETKİLERİ olarak yorumlanmaktadır, inflamasyonun, ateroske-
roz gelişmesinde rol oynadığına inanılmaktadır (Bö
Şiddetli bir viral enfeksiyon (influenza gibi) geçirmekte lüm 9) ve CRP artışı, inflamasyonun bir ölçüsüdür.
olan bireyde inflamasyonun, beraberce akut-faz reaksiyo • Lökositoz, inflamatuar reaksiyonların, özellikle de bak
nu olarak adlandırılan sistemik etkileri veya sistemik inf teri enfeksiyonuna bağlı olanların ortak bir özelliğidir
lamatuar yanıt sendromu gerçekleşir. TNF, IL-1 ve IL-6 ad (bkz Tablo 11-6, Bölüm 11). Lökositoz sırasında löko-
lı sitokinler, akut-faz reaksiyonundaki en önemli medyatörler- sit sayısı genellikle, mililitrede 15-20 bin dolayına yük
dir. Bu sitokinler enfeksiyonlara yanıt olarak veya bağışık selir ama sıra dışı vakalarda bu sayı, 40 -100 bini bula
lık reaksiyonlarında, lökositler (ve diğer hücre tipleri) ta bilir. Bu aşırı yükselmeler, lösemide görülenlere benze
rafından üretilir ve sistemik olarak salınır. Bunlardan meleri nedeniyle lökomoid reaksiyonlar olarak adlandı
TNF ve IL-1, aralarında ince farklar bulunabilmesine rağ rılmaktadır. Lökositoz başlangıçta, kemik iliğindeki
men, benzer biyolojik etkilere sahiptir (Resim 2-17). IL- 6 postmitotik rezerv havuzundan periferik kana lökosit
karaciğerde, daha sonra anlatılan çok sayıda plazma pro verilme hızının, TNF ve IL-1 gibi sitokinlerin etkisi al
teinlerinin sentezini uyarır. tında artması nedeniyle meydana gelir. Kanda, hem ol
Akut faz yanıtında, çeşitli klinik ve patolojik değişik gunlaşmış hem olgunlaşmamış lökositler görülebilir;
likler söz konusudur. olgunlaşmamış lökositlerin kanda gözükmesi, "sola
® Vücut ısısının yükselmesiyle karakterize olan ateş, kayma" olarak adlandırılır. Uzun süren enfeksiyonlar
akut faz yanıtının en önde gelen belirtilerinden biridir. ayrıca, koloni-stimülan faktör (CSF) üretimini de artı
Ateş, hipotalamustaki vasküler ve perivasküler hücre rır. Bu faktör, kemik üiğinden periferik kana geçen lö
lerde prostaglandin sentezini uyaran pirojen adı veri kosit sayısını artırarak, inflamatuar reaksiyondaki lö
len maddelere yanıt olarak oluşur. Lipopolisakarid kosit tüketimini kompanse eder. Bakteri enfeksiyonla
(LPS) gibi, ekzojen pirojenler olarak adlandırılan bakte rının büyük bölümü kandaki nötrofil sayısının artma
ri ürünleri lökositleri, endojen pirojenler adı verilen IL- sına (nötrofili) neden olur. Enfeksiyöz mononükleoz,
1 ve TNF gibi sitokinleri salıvermek üzere uyarır; bu si kabakulak ve kızamıkçık gibi viral enfeksiyonlara, len
tokinler AA'i prostaglandinlere dönüştüren siklooksi- fosit sayısının yükselmesi (lenfositoz) eşlik eder. Bron-
jenaz enzimlerinin düzeyini yükseltir. Bu prostaglan- şial astımda, saman nezlesinde ve parazit infestasyon-
dinler, özellikle PGE 2 hipotalamusta, vücut ısısını da larmda mutlak eozinofil sayısı artar (eozinofili). Tifo ve
58 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım
ğine dair kanıtlar vardır. Yine de bu dokular, proliferas- ileri derecede ilgilenilen bir konuysa da doku kök hücre
yon kapasiteleri ne olursa olsun zedelenme sonrası do leri, seyrek görülen ve saflık derecesinde izole edilmeleri
ku rejenerasyonu için gereken ihtiyacı karşılayamaz. çok zor olan hücrelerdir. Dahası bunlar organlardaki, kök
İskelet kası genellikle kalıcı bir doku olarak kabul edi hücre nişleri olarak adlandırılan, özelleşmiş mikro-ortam-
lirse de endomisyal kılıfa tutunan uydu hücrelerde, bir larda bulunur. Göründüğü kadarıyla bu nişlerdeki diğer
miktar rejenerasyon kapasitesi vardır. Kalıcı dokular hücrelerden gelen sinyaller, doku kök hücrelerinin sessiz
daki onarımda tipik olarak, nedbeleşme hakimdir. ve farklılaşmamış olarak kalmasını sağlamaktadır. Kök
hücresi nişleri, birçok organda tanımlanmıştır. Beyindeki
Öncelikle, bölünme yeteneği olmayan kalıcı hücrelerden
nöral kök hücreler, subventrikiiler bölgede ve dentate
oluşan dokular (örneğin kalp kası, sinir dokuları) dışında
gyrus'ta; deride, saç foliküllerinin şişkin bölümünde; kor
kalan olgunlaşmış dokuların büyük çoğunluğu üç hücre ti
neada, limbusta bulunur.
pini (sürekli olarak çoğalan hücreler, hücre siklusuna dönüş
Kemik iliğindeki hematopoetik kök hücreler, dokular
yapabilen sessiz hücreler ve çoğalma yeteneğini kaybetmiş
daki kök hücrelerin belki de en fazla incelenmiş olanıdır.
olan kalıcı hücreler) değişebilen oranlarda içermektedir.
Seyrek olmalarına rağmen bu kök hücreleri, hücre yüzey
Kök Hücreler belirteçleri temel alınarak gerçek saflık düzeyine kadar
saflaştırılabilir. Hematopoetik kök hücreler kemik üiğin-
Hücreleri bölünme yeteneğine sahip olan dokuların çok bü den, ayrıca granülosit koloni stimülan faktör (G-CSF) gibi
yük bölümündeki olgunlaşmasını tamamlamış olan hücre belirli sitokinlerle sağlanan mobilizasyonun ardından pe-
lerde, farklılaşma sona ermiştir ve bu hücreler kısa ömürlü riferik kandan izole edilebilir. İyi bilindiği gibi bunlar,
dür. Hücre ömrünü tamamlayıp öldüğünde bunun yerini, tüm kan hücresi serilerine farklılaşabilir ve kanın şekilli
kök hücrelerden farklılaşan, yeni hücreler alır. Bu dokular elementlerini periferide tüketildikçe, sürekli olarak yeni
da hücre çoğalması, kendi kendini yenileme, kök hücre leyebilir. Klinik uygulamada kemik iliği kök hücreleri, lö
farklılaşması ve farklılaşmasını tamamlayıp olgunlaşan hüc semi ve lenfomalar gibi hastalıkların tedavisinde kullanıl
relerin ölümü arasında homeostatik bir denge vardır. Anla maktadır (Bölüm 11). Kemik iliğinde, hematopoetik kök
tılan bu ilişki, derideki ve gastrointestinal kanaldaki sürek hücrelerin yanı sıra, çoğu zaman mezankimal kök hücreler
li olarak bölünen, kök hücrelerin bazal tabaka yakınında olarak adlandırılan, bir bakıma farklı bir doku kök hücre
yer aldığı ve yüzeye doğru yer değiştirdikçe farklılaşıp öldü si popülasyonu da vardır. Bu hücreler kondroblastlar, os-
ğü ve yüzeyden döküldüğü epitel hücrelerinde belirgindir. teoblastlar ve miyoblastlar gibi, çeşitli mezankim hücrele
Kök hücrelerin önemli iki özelliği vardır: kendi kendine ye rinin yapılmasında kullanıldıklarından, terapötik potansi
nilenme kapasitesi ve asimetrik çoğalma. Asimetrik çoğalma yelleri bakımından fazlasıyla ilgi çekmektedir.
da hücre bölündüğünde, yavru hücrelerin biri farklılaşma Kök hücrelerin tanımlanabilmesi ve izole edilebilmesi,
sürecine girerek olgunlaşmış hücreye dönüşür; diğer yav rejeneratif tıp adı verilen ve başlıca hedefi hasar görmüş or
ru hücre ise kendi kendini yenileme kapasitesine sahip, ganlardaki hücre popülasyonlarını, farklılaşmış embriyo
farklılaşmamış kök hücre olarak kalır. Kendi kendini ye ner kök hücre veya erişkin kök hücresi kuşaklarını kulla
nileme özelliği kök hücreye uzunca bir süre, fonksiyonel narak yenilemek olan, yeni bir alan yaratmıştır. Tüm hüc
öncül hücre popülasyonu sürdürme yeteneği kazandırır. re çeşitlerini üretebilecek, geniş kapsamlı, kendi kendine
Bilimsel literatür çeşitli kök hücre tiplerinin tanımlanma yenileme kapasitesine sahip olmaları nedeniyle embriyo
sıyla doluysa da, temelde iki çeşit kök hücre vardır: ner kök hücreler çoğu zaman, tedavi amaçlarıyla özelleş
* Embriyoner kök hücreler hemen hemen hiç farklılaşma miş hücrelerin geliştirilebileceği, ideal bir kaynak olarak
mış olan kök hücrelerdir. Blastosistin en iç kısımdaki düşünülmektedir. Ancak embriyoner kök hücreler blasto-
hücre kitlesini oluşturur ve geniş bir hücre yenileme sistlerden (tipik olarak in vitro fertilizasyondan sağlanan)
kapasitesine sahiptir. Bu özellikleri sayesinde, farklılaş üretildikleri için, bunlardan türeyen hücreler, yumurta ve
ma geçirmeksizin bir yıldan fazla süre boyunca kültür sperm donörlerine ait doku histokompatibilite (doku uyu
de kalabilir. Embriyoner kök hücreler uygun koşullar mu) molekülleri (insan lölcosit antijeni-human leukocyte
da, her üç germ hücre tabakasının özelleşmiş hücrele antigen-HLA) (Bölüm 4) taşırlar. Bu nedenle konakta, ge
rini (nöronları, kalp kası hücrelerini, karaciğer hücrele netik uyum olmayan donörlerden alman organların neden
rini ve pankreastaki adacık hücrelerini) oluşturabilir. olduklarına benzer, bağışıklık sistemi aracılığıyla gelişen
• Erişkin kök hücreleri, doku kök hücreleri adını da alan red reaksiyonlarına neden olabilir. Bu nedenle hücrelerin,
bu hücreler, embriyoner kök hücrelere kıyasla daha faz hastanın kendi dokularındaki potansiyel embriyoner kök
la farklılaşmışlardır; bir organdaki veya dokudaki fark hücreler kullanılarak elde edilmesine büyük çaba harcan
lılaşmış hücreler arasında yer alır. Kendi kendini yeni maktadır. Bu amaca ulaşılabilmek için, embriyoner kök
leme kapasitesi, bu kök hücrelerde de vardır ama söz hücrelerindeki ve farklılaşmış hücrelerdeki genler karşı
konusu özellik, embriyoner kök hücrelerdekinden çok laştırılmış ve embriyoner kök hücrelerin "kök hücresi
daha sınırlıdır. Ayrıca bunların özelleşmiş hücrelere dö özelliğini taşımaları" açısından önemli, az sayıda gen ta
nüşme yetenekleri, bulundukları dokudaki veya organ nımlanmıştır. Bu genlerin fibroblastlar veya derideki epitel
daki farklılaşmış bazı veya tüm hücrelerle sınırlıdır. hücreleri gibi farklılaşmasının tamamlamış hücrelere ve
Embriyoner kök hücrelerin normal fonksiyonu vücuttaki rilmesi, somatik hücre çekirdeğinin yeniden programlan
tüm hücre tiplerini oluşturabilmesidir, oysa erişkin kök masını ve hücrenin, embriyoner kök hücredeki birçok
hücreleri yalnızca doku homeostazmda rol alır. Böylece özelliği kazanmasına neden olmuştur. Bu hücrelere uyarıl
erişkin kök hücreleri hem deri, kemik iliği ve bağırsak mış pluripotent kök hücreler (iPS hücreler) adı verilmiştir
epiteli gibi yapım/yıkım hızı (turnover) yüksek dokularda (Resim 2-26). iPS hücreler her hastada elde edilebildiğin
ki, hem de kalp hücreleri ve damar hücreleri gibi ya- den, bunların farklılaşmış kuşakları hastadaki hasarlı veya
pım/yıkım hızı düşük dokulardaki kompartman büyüklü eksik hücrelerin -örneğin diyabet hastasındaki ( 1 hücrele
ğünü devam ettirirler. Doku kök hücrelerinin izolasyonu rinin başarıyla onarılmasını veya yerine konulmasını sağ
ve örneğin miyokard infarktüsünden sonra kalpteki veya layabilir. iPS hücreleri gerçi ümit vermektedir ama bunla
inme sonrası beyindeki özelleşmiş hücrelerin infüzyonu rın klinikte işe yaradığı, henüz kanıtlanmış değildir.
IBm e m , - i L it ;.,-^ .- ;.- .- .,.^ g ^ :,^ . . „_ .. ;. :V ^ :« % g a g__. .___
Hastanın hücresi Oct3/4, Sox-2, c-Myc, siklüsiindeki blokları gidererek replikasyonu uyarır, apop-
tozu önler ve mitoza hazırlıkta hücre proteinleri sentezini
arttırır. Büyümeyi kontrol eden ve geçirdikleri mutasyon-
lar nedeniyle hücrelerin, kanserin özelliği olan sınırsız ço
ğalma olanağına kavuşmasını sağlaması (onkogenesis)
nedeniyle proto-onkogenler olarak bilinen genlerin fonksi
yonlarının uyarılması, büyüme faktörlerinin önde gelen
aktivitelerinden biridir (Bölüm 5).
Bilinen büyüme faktörlerinin çok uzun (ve daha da
uzamakta olan) bir listesi vardır. Bundan sonra büyüme
faktörlerini yorucu bir katologlama girişiminde bulunma
yacak; yalnızca doku onarımına katkısı olan, seçilmiş bü
Uyarılmış, hastaya ^ ~V SÇ? yüme faktörlerini anlatacağız (Tablo 2-9). Doku onarmam
özgü pluripotent kök
da işe karışan büyüme faktörlerinin birçoğu, inflanaatuar
hücre (İPS)
sürecin bir bölümü olarak hasar bölgesinde toplanan veya
ı
in vitro diferansiasyon hasar bölgesinde aktive olan makrofajlar ve lenfositler ta
rafından üretilir. Diğer büyüme faktörleri ise hücre zede
1 lenmesine yanıt olarak, parenkim hücreleri veya stroma
(bağ dokusu) hücreleri tarafından üretilir. Önce, büyüme
faktörlerinin genel ilkelerini ele alacak; her bir büyüme
faktörünün onarım sürecindeki rollerini, bölümün daha
sonraki sayfalarında anlatacağız.
tol 1,4,5-trifosfat) oluşumuyla ilgili olanlar bulunur. • Büyüme faktörleri, dışarıdan gelen bir uyarana geçici ola
1500 üyesi tanımlanmış durumda olun bu reseptörler, rak yanıt vermek üzere üretilir ve hücrelerdeki reseptör
plazma membran reseptörlerinin en geniş ailesidir. lere bağlanarak etkili olur. Farklı sınıf büyüme faktör re
• İntrensek enzimatik aktivitesi olmayan reseptörler. Genel septörleri; intrensek kinaz aktivitesine sahip olan, G pro
likle, hücre dışına uzanmış, ligand-bağlayan bir bölge teinleriyle birleşen ve intrensek kinaz aktivitesi olmayan
leri olan bu reseptörler, monomerik transmembran mo reseptörlerdir.
leküllerdir. Ligandla etkileşimi, Janus kinazlar adı veri • Epidermal büyüme faktör (EGF) ve hepatosit büyüme
len hücre-içi protein kinazlarm 0AK) aktivasyonuyla faktör (HGF) gibi büyüme faktörlerinin intrensek kinaz
ilişkisini sağlayan hücre-içi yapısal değişikliği uyarır. Bu aktivitesine sahip reseptörlere bağlanması, MAP kinaz
kinazlarm fosforilasyonu sitoplazmadaki STAT (transk aracılığıyla gerçekleşen bir dizi fosforilasyon olaylarına
ripsiyonunun sinyal ileticileri ve aktivatörleri) adlı neden olur; bu olaylar, transkripsiyon faktörlerinin akti
transkripsiyon faktörlerini aktive eder. STATlar, çekir vasyonuyla ve D N A replikasyonuyla sonuçlanır.
değin içerisine girer ve hedef genlerin transkripsiyonu • G proteinleriyle birleşen reseptörlerin, cAMP ve Ca2+
nu gerçekleştirir. üzerinden çok sayıda etkileri vardır. Kemokinler, bu re
septörleri kullanır.
• Sitokinler genellikle, kinaz aktivitesi olmayan reseptörle
re bağlanır; bu reseptörler sitoplazmadaki, daha sonra
ÖZET çekirdeğe geçen transkripsiyon faktörleriyle etkileşime
girer.
Büyüme Faktörleri, Reseptörler ve Sinyal İletimi
• Büyüme faktörlerinin çoğu, hücre proliferasyonu yanı sı
• Polipeptid büyüme faktörleri otokrin, parakrin veya en ra hücre göçü, farklılaşma, angiogenesisin uyarılması ve
dokrin tarzda etki eder. fibrogenesis gibi çok sayıda etkilere sahiptir
Ekstrasellüler Matriksin Doku Onarımındaki Rolü limini taşır. Fibriller olmayan tipte, amorf kollajen IV
ve laminin (sonraki sayfalara bkz), bazal membramn
Doku onaranı yalnızca büyüme faktörlerine değil, aynı önde gelen yapı taşlarıdır.
zamanda hücreler ve ekstrasellüler matriks (ESM) bile
şenleri arasındaki etkileşimlere de ihtiyaç duyan bir sü Ekstrasellüler Matriks Bileşenleri
reçtir. ESM hücreyi kuşatan bir ağ meydana getirerek ESM'in üç temel bileşeni vardır: (1) kollajenler ve elastin-
herhangi bir dokunun önemli bir bölümünü oluşturan, ler gibi, gerilmeye karşı direnç ve gerilmeye yol açan kuv
çeşitli proteinlerin yer aldığı bir komplekstir. ESM sekest- vet ortadan kalktıktan sonra, önceki duruma dönülmesi
rasyon yoluyla su tutarak yumuşak dokular için gerekli turgo ni sağlayan fibröz yapı proteinleri; (2 ) proteoglikanlar ve
ru, mineralleri tutarak kemik dokusunun sertliğini sağlar. Ay hiyaluronan gibi, esneme ve kayganlık sağlayan, suyla-
rıca; hücre adezyonu ve göçü için substrat sağlayarak ve bü hidrate jeller ve (3) matriks proteinlerini birbirlerine ve
yüme faktörleri için bir depo hizmeti görerek, içerisinde yer hücrelere bağlayan adezif glikoproteinler (Resim 2-27).
alan hücrelerin proliferasy onunu, hareketini ve farklılaşması
nı düzenler. Sürekli olarak yeniden biçimlenen matriksin Kollajen
sentezi ve yıkımı morfogeneze, yara iyileşmesine, kronik Kollajenler, ip-benzeri üçlü bir sarmal örgü oluşturan uç
fibrozise ve tümör invazyon ve metastazına eşlik eder. ayrı polipeptid zincirden yapılmıştır. Bazıları spesifik
ESM, interstisyel matriks ve bazal membran olarak te hücreler ve dokular için benzersiz olan, yaklaşık 30 kolla
mel iki şekildedir (Resim 2-27). jen tipi tanımlanmıştır. Bazı kollajen tipleri (örneğin tip I,
• İnterstisyel matriks: Bağ dokusu hücrelerinin araların II, III ve V), üçlü sarmalların dış taraflarından çapraz bağ
daki boşluklarda ve epitelle, destekleyici damar ve düz lanmasıyla fibriller oluşturmuştur. Fibril şeklindeki kolla
kas oluşumları arasında yer alır. Fibroblastlar gibi me- jenler, iyileşmekte olan bağ dokusunda ve özellikle de
zenkim hücreleri tarafından sentez edilir ve üç-boyut- nedbelerde bulunan bağ dokusunun önde gelen bölümü
lu, amorf bir jel oluşturma eğilimindedir. Fibril şeklin nü oluşturur. Bu kollajenlerin gerilmeye karşı direnci; li-
de olan ve olmayan kollajenler; ayrıca fibronektin, zil oksidaz enziminin katalizörlüğüyle kovalen bağlar
elastin, proteoglikanlar, hiyaluronat ve daha sonra an oluşturan çapraz bağları sayesindedir. Bu süreçte C vita
latılan diğer elemanlar, interstisyel matriksi oluşturan mini gerektiğinden, C vitamini eksikliği olan bireylerde
başlıca yapı taşlarıdır. iskelet deformiteleri ve damarlardaki bazal membramn
• Bazal membran: Bağ dokularındaki interstisyel matrik zayıf olması nedeniyle kolayca kanama görülür ve yara
sin rastgele izlenimini veren düzeni; epitel, endotel ve iyileşmesi kötüdür. Osteogenesis imperfecta ve Ehlers-
kas hücrelerinin çevresinde ileri derecede organize Danlos sendromu gibi hastalıklar, bu kollajenlerdeki ge
olarak özelleşmiş bazal membranı oluşturur. Epitelin netik kusurlar nedeniyle gelişir. Diğer kollajenler fibriler
altında yer alan bazal membran, üstteki epitel ve altta değildir ve bazal membranı oluşturabilir (tip IV) veya
ki mezenkim hücreleri tarafından sentez edilir ve "kü omurlar-arası disk (tip IX) ve dermal-epidermal bileşkeler
mes telini andıran" plâka-benzeri bir ağ oluşturma eği (tip VII) gibi diğer oluşumların bileşenleridir.
. I *
İntegrinler - r a t _8î ~ ü il U- = 1 -Jt= ^
Fibroblast BAZAL MEMBRAN
integrinler • Tip IV kollajen
• Laminin
Endotel hücreleri
Adezif Proteoglikan
Kılcal damar
Proteoglikan
İNTERSTİSYEL MATRİKS
• Fibriler kollajen Tip IV kollajen
• Elastin
• Proteoglikan ve Laminin
Proteoglikan üçlü kollajen sarmalları hiyaluronan
Resim 2 -2 7 ESM’in; kollajenler, proteoglikanlar ve adezif glikoproteinler dahil başlıca bileşenleri. Yapı taşlarından bazılarının örtüşmesine
rağmen bazal membramn ve ESM’ in genel bileşim ve yapı bakımından farklı olduğuna dikkat edin. Gerek epitel, gerekse mezenkim
hücreleri (örneğin fibroblastlar) ESM ile integrinler aracılığıyla etkileşime girer, çizimin basitleştirilmesi amacıyla, ESM’in bazı bileşenlerine
(elastin, fibrilin, hiyaluronan ve sindekan gibi), yer verilmemiştir.
64 BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım
Anjiyogenez
Anjiyogenez, öncelikle venüllerden olmak üzere mevcut da
GRANÜ-
LASYON marlardan yeni kan damarlarının oluşma sürecidir. Hasar yer
DOKUSUNUN lerindeki iyüeşme sürecinde, iskemi yerlerinde kollateral
OLUŞMASI dolaşım gelişmesinde ve tümörlerin, orijinal kanlanmala
rıyla kıyaslandığında büyüyebileceklerinden çok daha faz
la büyümelerinde son derece önemlidir. Anjiyogenezin ar
ka planındaki mekanizmaların anlaşılması, sürecin hız
landırılması (ör. koroner aterosklerozunda kalbe gelen
kan miktarının artırılması) ya da inhibisyonu (tümör bü
NEDBE
OLUŞUMU yümesinin engellenmesi veya diyabetik retinopatide oldu
ğu gibi patolojik damar gelişmesinin bloke edilmesi) ama
cıyla çok sayıda çalışma yapılmıştır.
Mevcut damarlardan yeni damarların filizlendiği bir
Resim 2-29 Nedbe oluşumuyla iyileşme sürecinin aşamaları.
Rejenerasyon kapasitesi sınırlı bir dokudaki zedelenme; önce, ölü
süreç olan anjiyogenez sırasında, aşağıdaki aşamalardan
hücreleri ve varsa mikroplan temizleyen bir inflamasyon gelişir. geçilir (Resim 2-31):
Bunu vasküler granülasyon dokusu, ardından da ESM depolanması • Nitrik oksite yanıt olarak vazodilatasyon ve VEGF etki
izleyerek nedbe oluşturulur. ESM: Ekstrasellüler matriks siyle damar geçirgenliğinin artması
• Perisitlerin damarın, lümene uzak (abluminal) yüzeyin
den ayrılması
• Endotel hücrelerinin, doku hasarı bölgesine göç etmesi
Resim 2-30 A, Çok sayıda kan damarı, ödem ve seyrek inflamatuar hücrelerin bulunduğu gevşek ESM içeren granülasyon dokusu.
Kollajen, trikrom boyasıyla maviye boyanır; bu aşamada çok az olgun kollajen görülmektedir. B, Trikrom boyasıyla boyanmış, seyrek
vasküler kanallara ve yoğun kollajen dokuya sahip olgun nedbe dokusu. ESM: Ekstrasellüler matriks.
Nedbe Oluşumu 67
Resim 2-31 Anjiyogenez mekanizması. Doku onarımında anjiyogenez öncelikle, mevcut endotelin büyüme faktörü etkisiyle çoğalıp yeni
damar filizleri oluşturması ve yeni damarın oluşturulması için perisitlerin toplanmasıyla gerçekleşir.
® Göç eden endotel hücrelerinin ön sırasının hemen ar ® Büyüme faktörlerinin FGF ailesinin, en iyi karakterize
kasındaki endotel hücrelerinin proliferasyonu, edilenleri FGF-1 (asidik FGF) ve FGF-2 (bazik FGF) ol
• Kılcal tüplerin oluşumu yönünde yeniden biçimlenme mak üzere, 20'den fazla üyesi vardır. Birçok hücre ti
• Periendotelyal hücrelerin (küçük kapiller damarlar pinde üretilen bu büyüme faktörleri, tirozin kinaz ak-
için perisitlerin, daha büyük damarlar için düz kas tivitesine sahip bir plazma membran reseptörleri aile
hücrelerinin) matür damar oluşturmak üzere toplan sine bağlanır. Serbest kalan FGF, heparan sülfata da
ması bağlanabilir ve ESM'de depo edilebilir. FGF-2 anjiyo
• Endotel hücrelerinin proliferasyon ve göçünün baskı- geneze en çok, endotel hücrelerinde proliferasyonu
lanması ve bazal membran depolanması uyararak katkı yapar. Ayrıca makrofajlarm ve fibrob-
lastlarm hasar alanına göç etmelerini teşvik eder; epi-
Anjiyogenez sürecinde çeşitli büyüme faktörleri, hücre- tel hücrelerinin, epidermal yaraları örtmek üzere göç
hücre etkileşimleri, ESM proteinleriyle etkileşim ve doku etmesini uyarır.
enzimleri rol alır.
® Anjiyopoietin Angl ve Ang2, anjiyogenezde ve yeni da
marların yapısal olgunlaşmasında rol oynayan büyü
A njiyogenezde Rol Oynayan Büyüme F aktörleri
me faktörleridir. Yeni oluşan damarların, perisitlerin
En önemlileri VEGF (vasküler endotelyal büyüme faktörü) ve düz kas hücrelerinin toplanması ve bağ dokusu de
ve FGF-2 (bazik fibroblast büyüme faktörü) olmak üzere polanması yoluyla stabilizasyona ihtiyaçları vardır.
çeşitli büyüme faktörleri, anjiyogeneze katkıda bulunur. Angl, endotel hücrelerinin üzerindeki, Tie2 adlı bir ti
• Büyüme faktörlerinin VEGF ailesinde VEGF-A, -B, -C, -D rozin kinaz reseptörüyle etkileşime girer. Stabilizas-
ve -E; ve plasental büyüme faktörü (PİGF) vardır. Ge yon sürecine, diğer bazı büyüme faktörleri de (PDGF
nellikle VEGF adıyla anılan VEGF-A, hasar sonrası ve ve TGF-|3) katılır—PDGF düz kas hücrelerini toplar;
tümörlerdeki anjiyogenezi başlatan başlıca etkendir; TGF-|3 ise endotel hücrelerinin proliferasyonunu ve gö
VEGF-B ve PİGF, embriyodaki damar gelişmesinde rol çünü baskılar, ESM proteinlerinin üretimini arttırır.
oynar; VEGF-C ve -D, hem lenfanjiyogenezi, hem de
anjiyogenezi uyarır. Erişkin dokularının çok büyük bir Kan damarlarının embriyo gelişmesi sırasında çoğalması
bölümünde, VEGF üyelerinin ekspresyonu vardır: bu na vaskiilogenez adı verilmektedir. Bu süreçte damarlar,
ekspresyonlar en fazla, "pencereli" epitele komşu epi- angioblast adı verilen endotel prekürsör (öncül) hücrele
tel hücrelerinde (örneğin böbrekteki podositlerde, reti rinin birleşmesiyle, yeni baştan (de novo) yapılır. Angiob-
nadaki pigment epitelinde) karşılaşılır. Bu büyüme fak lastların kökeni, kendileri de hematopoetik sisteme pre
törleri, bir tirozin kinaz reseptör ailesine bağlanır kürsör hücre üreten hemangioblastlardır. Ayrıca erişkin
(VEGFR-1, -2 ve -3). Anjiyogenez için bu reseptörlerin lerde, kemik iliğindeki kök hücrelerden üretilerek dolaşı
en önemlisi, özellikle endotel hücreleri olmak üzere ma bırakılan endotel prekürsör hücreleri de vardır. An
hedef hücrelerde yer alan VEGFR-2'dir. VEGF endüksi cak bunların erişkinlerdeki anjiyogeneze katkıda bulun
yonuna yol açan birçok faktörden en önemlisi hipoksi; dukları kesin olarak saptanmış değildir.
diğerleri PDGF (trombosit kökenli büyüme faktörü), ESM proteinleri anjiyogenezdeki damarların filizlen
TGF-a ve TGF-(3'dır. mesine katkıda bulunur ve bunu daha çok endotel hücre
VEGF endotel hücrelerinin hem göç etmesini, hem lerindeki integrinlerle etkileşime girerek ve oluşan dama
proliferasyonunu uyararak anjiyogenezdeki kapiller fi ra iskelet oluşturarak yapar. Öncelikle metalloproteinaz-
lizlenmeyi başlatır. NO üretimini uyarıp vazodilatas- lar (MMP) olmak üzere ESM enzimleri ESM'i, damar tü
yonu destekler ve damar lümeni oluşumuna katkıda pünün yeniden biçimlenerek uzamasını sağlamak ama
bulunur. VEGF'ye karşı antikorların yayılma ve büyü cıyla parçalar. Yeni oluşan damarlar, endotel hücreleri
meleri için anjiyogeneze ihtiyaç duyan bazı tümörlerin arasındaki bağlantıların tamamlanmaması ve VGEF'nin
tedavisinde kullanılması onaylanmıştır. Bu antikorlar damar geçirgenliğini artırması nedeniyle, henüz sıvı sız
ayrıca, 50 yaş üzeri erişkinlerde karşılaşılan görme bo dıran oluşumlardır. Granülasyon dokusunun çoğu za
zukluğunun önde gelen bir nedeni olan "ıslak" (ne- man niçin ödemli olduğunu kısmen açıklayan bu özellik
ovasküler) maküla dejenerasyonunun tedavisinde; ay iyileşen damarlarda, inflamatuar yanıtın yatışmasından
rıca prematürite retinopatisine eşlik eden anjiyogenez sonra uzun süre devam eder. Dahası, tümör içi basıncı ar
üzerinde yapılan klinik çalışmalarla, diyabetteki ma tırır ve ıslak maküla dejenerasyonu gibi patolojik süreç
küla ödemine yol açan sızıntılı damarlar (leaky vessels) lerdeki oküler anjiyogenezde ciddi sorun yaratabilecek
ile ilgili çalışmalarda kullanılmaktadır. ödemin temelini oluşturur.
68 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım
Resim 2 -3 2 Keloid. A , Deride, keloid olarak bilinen kabarık bir nedbe oluşturan kollajen depolanması. B, Dermişte kalın bağ dokusu de
polanması
(A, Murphy GF'in izniyle, Herzberg AJ: Atlas o f Dermatology. Philadelphia, W B Saunders, 1996'dan. B, Z . Argenyi, MD, University o f Washington, Seattle, Washington, USA).
70 BÖLÜM 2 İnflamasyon ve Onarım
Resim 2 -3 3 Primer (solda) ve sekonder (sağda) yara iyileşmesinin aşamaları. Sekonder iyileşmede çok miktarda granülasyon dokusu oluş
tuğuna ve yara kontraksiyonuna dikkat edin.
Seçilmiş Klinik Doku Onarımı ve Fibrozis Örnekleri 71
lerden biridir (Resim 2-33). Bu iyileşme, primer yara iyi • Beşinci günde neovaskülarizasyon, granülasyon doku
leşmesi veya primer birleşme olarak adlandırılır. Yapılan su insizyon aralığını doldurdukça en yüksek düzeye
insizyon, epitel bazal membranmın sürekliliğinde yalnız ulaşır. Miktarı gittikçe artan kollajen lifler, insizyon
ca fokal bir bozulma yapar ve nispeten az sayıda epitel ve kenarlarını birleştiren köprüler oluşturmaya başlar.
bağ dokusu hücresinin ölmesine neden olur. Sonuç ola Epidermis, yüzey hücrelerinin farklılaşarak olgunlaş
rak epitel rejenerasyonu, böyle bir yaradaki başlıca onanırı mış bir epidermis yapısı sağlamasıyla normal kalınlığı
mekanizmasıdır. Küçük bir nedbe oluşursa da yaradaki nı kazanır ve epidermis yüzeyi, keratinize olur.
kontraksiyon, en düşük düzeydedir. Dar insizyon aralığı • ikinci haftada, kollajen birikimi ve fibroblast proliferas-
önce fibrin kan pıhtısıyla dolar ve bu pıhtı daha sonra yonu devam eder. Lökosit infiltrasyonu, ödem ve art
hızla, granülasyon dokusu tarafından invaze edilir; ardın mış vaskülarite, önemli ölçüde azalır. İnsizyon nedbe-
dan da yaranın üzeri epitelle örtülür. Bu süreçteki aşama sinde gittikçe daha fazla kollajen birikmesi ve vasküler
lar iyi tanımlanmıştır: kanalların regresyonuyla birlikte "ağarma" başlar.
* 24 saat içerisinde nötrofiller, insizyon kenarında gözü • Birinci ay tamamlandığında nedbe dokusu, inflamatu-
kerek fibrin pıhtıya doğru göç eder. Epidermisin kesik ar hücrelerin hemen hiç yer almadığı, temelde normal
kenarındaki bazal hücrelerin mitotik faaliyeti artar. 24- bir epidermisle örtülü, hücresel bir bağ dokusu kimli
48 saat içerisinde, her iki yara kenarından da epitel ğine bürünür. Ancak, insizyon çizgisi boyunca tahrip
hücreleri göçe ve dermis boyunca proliferasyona baş olan deri eklerindeki kayıp, kalıcıdır. Yaranın gerilme
lar, ilerledikçe de bazal membran bileşenlerini depo karşısındaki direnci, daha sonra anlatıldığı gibi gittik
lar. İki yandan gelen hücreler orta çizgide, yara kabu çe artar.
ğunun altında karşılaşarak ince, ancak sürekli bir epi
tel tabakası oluşturur. Sekonder Yara İyileşmesi
• Üçüncü güne gelindiğinde nötrofillerin yerini büyük Hücre veya doku zedelenmesi; büyük yaralardaki, apse
ölçüde makrofajlar almıştır ve granülasyon dokusu in odaklarındaki, ülserasyonlardaki ve parenkimal organlar
sizyon aralığını giderek daha çok invaze eder. İnsizyon da görülen iskemik nekrozdaki (infarktüs) gibi daha yay
kenarlarında kollajen lifler belirir ama dikey durdukla gınsa; onarım süreci daha karmaşıktır ve rejenerasyonla
rından, insizyon aralığını kapatmazlar. Epitel hücrele nedbeleşmenin birlikte oluşmasıyla gerçekleşir. Deri yara
rinin çoğalması devam ederek kaim bir epitel örtüsü larının sekonder birleşme olarak da adlandırılan sekonder
oluşturur. iyileşmesinde (Resim 2-34; bkz ayrıca Resim 2-33), infla-
Resim 2 -3 4 Deri ülserlerinin iyileşmesi. A , Diabet hastalarında sık görülen basınç ülseri B, Lezyon kenarları arasında geniş bir boşluğun
yer aldığı deri ülseri. C, Dermişte ince bir re-epitelizasyon ve yaygın granülasyon dokusu oluşması. D, Epidermisteki re-epitelizasyonun
devam etmesi ve yara kontraksiyonu.
(Courtesy o f Z . Argenyi, M D'in izniyle, University o f Washington, Seattle, Wash. USA).
BOLUM 2 Inflamasyon ve Onarım
Muller WA: Mechanisms of leukocyte transendothelial migration. An- Schroder K, Tschopp J: The inflammasomes. Celi 140: 821, 2010. [Ölü
nu Rev Pathol 6: 323, 2011. [Lökositlerin en dotelden geçiş m ekanizm a hü cre ürünleri, birçok yabancı v e an orm al m adde ve bazı m ikro p la n ta
ları üzerine özenli bir d erlem e.] n ıyan hücresel işlevler üzerine m ü kem m el bir derlem e.]
Nagy JA, Dvorak AM, Dvorak HF: VEGF-A and the induction of pat Segal AW: How neutrophils İdil microbes. Annu Rev Immunol 23:
hological angiogenesis. Annu Rev Pathol 2: 251, 2007. [Büyüm e fa k 197, 2005. [N ötrofillerin m ikrobisid m ekan izm alan üzerine m ükem m el
törlerinin VE G F a ilesi v e bunların kanser, in flam asyon v e çeşitli h astalık bir derlem e.]
durum larındaki an jiy og en ezd eki rolleri üzerine bir d erlem e.] Stappenbeck TS, Miyoshi H: The role of stromal stem cells in tissue re
Nathan C, Ding A: Nonresolving inflammation. Cell 140: 871, 2010. generation and wound repair. Science 324: 1666, 2009. [O nanında
[K ronik in flam asy on a y o l açan anorm alliklerin irdelenm esi.] doku k ö k hücrelerinin rolü üzerine m ükem m el bir derlem e.]
Page-McCaw A, Ewald AJ, Werb Z: Matrix metalloproteinases and the Stearns-Kurosawa DJ, Osuchowski MF, Valentine C, et al: The patho
regulation of tissue remodelling. Nat Rev Mol Cell Biol 8: 221, 2007. genesis of sepsis. Annu Rev Pathol 6: 19, 2011. [Sepsis ve sep tik şo k
[D oku on an m m d a m atriksi m od ifiy e eden enzim lerin fon k isy o n u üzeri taki p atojen ik m ekanizm alar konusundaki güncel kavram ların irdelenem -
ne bir derlem e.] si.[
Papayannapoulos V, Zychlinsky A: NETs: a new strategy for using old Takeuchi O, Akira S: Pattern recognition receptors and inflammation.
weapons. Trends Immunol 30: 513, 2009. [N ötrofillerin m ikroplan Cell 140: 805, 2010. [Toll-like resep törler ile p attern tanıyan diğer resep
tahrip etm e m ekan izm aların dan y en i bulunan biri üzerine derlem e.] tö r aileleri ve bunların kon ak savun m ası ve in flam asyon daki rollerinin
Ricklin D, Hajishengallis G, Yang K, Lambris JD: Complement: a key m ü kem m el bir gen el özeti.]
system for immune surveillance and homeostasis. Nat Immunol 11: Wynn TA: Cellular and molecular mechanisms of fibrosis. J Pathol
785, 2010. [K om plem an sistem inin aktivasyonu, fon ksiy o n ları v e h asta 214: 199, 2008. [Kronik en feksiyon lardaki fib ro tik reaksiyon larda im-
lıktaki rollerinin güncel g en el özeti.] m ün sistem in rolünün vurgulandığı, fibrozisin hücresel m ekan izm alan
Rock KL, Kono H: The inflammatory response to cell death. Annu Rev ü zerin e bir gen el özet.]
Pathol 3: 99, 2008. [Im m ün sistem in nekrotik hücreleri nasıl tanıdığı Yamanaka S, Blau HM: Nuclear reprogramming to a pluripotent state
üzerine m ü kem m el bir irdelem e.] by three approaches. Nature 465: 704, 2010. [R ejen eratif tıpta iPS
Schultz GS, Wysocki A: Interactions between extracellular matrix and hücrelerinin üretim i için heyecan v erici bir teknoloji kon u su n da bir der
growth factors in wound healing. Wound Repair Regen 17: 153, lem e.]
2009. [Büyüm e fa k tö rlerin in ESM tarafından düzenlenm esinin irdelen
m esi.]
gp- 1 I'-- /■' --r—4if^fasg . iSBgŞ^s. - I -■
..-ı-?ı-y»3a£fe,--_-.: i_i - 3S5SS
'-i
Hemodinamik Bozukluklar
Tromboembolizm ve Şok J
BÖLÜM İÇERİĞİ
Hücre ve dokuların sağlığı oksijen ve besinleri dağıtan yon yerlerinde veya egzersiz sırasında iskelet kasında).
ve hücresel metabolizmadan kaynaklanan artıkları orta Hiperemik dokular oksijenlenmiş kanın göllenmesi ne
dan kaldıran kan dolaşımına bağlıdır. Normal şartlar al deniyle normalden daha kırmızıdır. Konjesyon venöz ka
tında kapiller yatakta dolaşan kan gibi, plazma protein nın dokudan uzaklaştırılmasındaki yetersizlik nedeni
leri damar yapısı içinde kalır, dokulara çok az bir net sı ile oluşan pasif bir olaydır. Kalp yetmezliğinde olduğu gi
vı ve elektrolit hareketi olur. Bu denge sıklıkla hepsi de bi sistemik olabilir veya izole bir venöz obstrüksiyona
ödemi uyaran vasküler basınç artışı, endotel fonksiyon bağlı olarak lokal olabilir. Konjesyone dokular mavi-kır-
değişiklikleri veya plazma protein içeriğinde azalma gi mızı renklidir (siyanoz), buna, etkilenen dokularda de-
bi patolojik durumlar ile bozulur ve suyun dışarıya doğ oksijenize hemoglobinin birikimi yol açar. Uzun süreli
ru net bir çıkış hareketine bağlı olarak sıvı ekstravaskü- kronik konjesyonda yetersiz doku perfüzyonu ve persis-
ler mesafede birikir. Ödem şiddeti ve yerleşimine bağlı tan hipoksi parenkimal hücre ölümü ve sekonder doku
olarak minimal veya belirgin etkiler gösterebilir. Alt fibrozisine yol açabilir ve artmış intravasküler basınç
ekstremitelerde uzun ve hareketsiz bir günün ardından ödem veya bazen fokal kanamalara yol açan kapiller
sadece ayakkabıların ayağı sıkması hissinden ibaret ola rüptürüne neden olabilir.
bilir. Ancak kimi durumda akciğerlerde, ödem sıvısı al-
veolleri doldurabilir ve yaşamı tehdit eden hipoksiye yol
açabilir.
Kan damarlarımız değişik derecelerde travmaya ma ( ) M ORFOLOJİ
ruz kalır. Hemostaz kan damarı hasarından sonra aşırı
H ipere m ik veya konjesyonlu dokuların kesit yüzeyleri ıslak
kanamayı önleyen kanın pıhtılaşma sürecidir. Yetersiz
ve tip ik olara k kanlıdır. M ikro skopik olarak, a k u t pulm o
hemostaz hemorajiye neden olabilir, bölgesel doku per-
n er konjesyon kanla dolu alveoler kapillerler, değişik de
füzyonunu bozabilir ve yoğun ve hızlı olduğunda hipo
recede alveoler septal ödem ve intraalveoler kanama ile ka-
tansiyon, şok ve ölüme yol açabilir. Aksine, uygunsuz rakterizedir. K ro n ik pulm oner konjesyonda septumlar
pıhtılaşma (tromboz) veya pıhtıların göçü (embolizm) kan kalınlaşır ve fib ro tik tir ve alveoler boşluklar çok sayıda, fa
damarlarını tıkayabilir ve iskemik hücre ölümüne yol gosite e ritro sitlere bağlı oluşan hem osiderin yüklü m akro-
açabilir (infarktüs). Gelişmiş ülkelerde morbidite ve ölü faj içe rir ( “ kalp yetmezliği hücreleri” ). A k u t h epatik
mün en önemli üç nedeni olan myokard infarktüsü, pul konjesyonda santral ven ve sinüzoidler kanla genişlemiş
moner embolizm ve serebrovasküler olayın (inme) altın t ir ve hatta nekroza bağlı santral hepatosit kaybı bile olabi
da tromboembolizm yatar. lir. Periportal hepatositler, hepatik a rte riyo lle re yakınlıkla
rından dolayı daha iyi kanlanırlar, şiddetli hipoksiye daha az
uğrarlar ve sadece reversibl yağlı değişiklik gelişebilir. K a
raciğerin k ro n ik pasif konjesyonunda hepatik lobülle-
HİPEREMİ VE KONJESYON rin santral bölgeleri m akroskopik olara k kırmızı-kahveren-
Hiperemi ve konjesyon'un her ikisi de dokudaki kan hac gi ve hücre kaybından dolayı hafifçe ç ö k ü k tü r ve çevrelerin
deki konjesyonsuz açık kahverengi, bazen yağlı karaciğere
minin artışını ifade eder, fakat farklı mekanizmalara sa
göre belirginleşm iştir (“ nutm eg” hindistan cevizi karaci
hiptirler. Hiperemi arteriyol dilatasyonu ve artmış kan
ğer), (Resim 3-1, A). M ikro skopik bulgular kanama ve he-
akımına bağlı oluşan aktif bir olaydır (örneğin inflamas-
76 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok
Isı
Nörohümöral disregülasyon
Azalmış Plazma O zm otik Basıncı (Hipoproteinemi)
Protein kaybettiren glomerülopatiler (nefrotik sendrom)
Karaciğer sirozu (asit)
Malnütrisyon
Protein- kaybettiren gastroenteropati
Lenfatik Tıkanıklık
İnflamatuar
Neoplastik
Cerrahi sonrası
Radyoterapi sonrası
Sodyum Retansiyonu
Renal yetmezlikte aşırı tuz alımı
Resim 3-1 Karaciğerde kronik pasif konjesyon ve hemorajik Sodyumun tubuler geri emiliminde artış
nekroz. A , Otopsi spesmeninde santral kısımlar, çevrelerindeki Renal hipoperfüzyon
kahverengimsi canlı parenkim ile kıyaslandığında hafifçe çökük Artmış renin-anjiotensin-aldosteron sekresyonu
olarak izlenmektedir. Kesit yüzü hindistan cevizine benzediği için
İnflamasyon
“ hindistan cevizi karaciğeri (nutmeg liver)” denir. B, Mikroskopide
saçılmış inflamatuar hücreler ve hemoraji içeren sentrilobüler he- Akut inflamasyon
patik nekroz görülmektedir. Kronik inflamasyon
(Dr. Jam es Crawford'un izniyle). Anjiogenez
L e a f A , C o tr a n RS: Renal Pathophysiology, 3 r d e d. N e w Y o rk , O x f o r d U n iv e r
s it y P ress, 1 9 8 5 , s. 1 4 6 'd e n u y a rla n m ış tır.
LENFATİKLER Duktus torasikusa ve sonunda nin dolaşımdan kaybolduğu veya yeterli miktarda sen
tez edilemediği durumlar plazma ozmotik basınç azal
masının sık görülen nedenleridir. Nefrotik sendromda
glomerüler kapiller hasarı sızıntı oluşturur, idrarda albu
min ve diğer plazma proteinlerinin kaybına ve generali
ze ödem gelişimine yol açar (Bölüm 13). Azalmış albii-
min sentezi şiddetli karaciğer hastalığı (örneğin siroz)
(Bölüm 15) ve protein malnütrisyonu durumlarında (Bö
lüm 7) oluşur.
Nedenine bakılmaksızın düşük albumin düzeylerin
de kademe kademe ödem, azalmış intravasküler volüm
ve sekonder hiperaldosteronizm görülür. Maalesef, böb
reklerden tuz ve su retansiyonunun artışı, plazma vo
lüm kaybını düzeltemediği gibi aynı zamanda primer
defekt -düşük serum proteini- devam ettiği için ödemi
de artırır.
Arteriyel uç KAPİLLER YATAK Venöz uç
rak ödeme neden olur. Aşırı tuz ve su retansiyonu • Ödem şu nedenlerle oluşabilir:
poststreptekoksik glomerülonefrit ve akut renal yetmezlik ° artmış hidrostatik basınç (örneğin kalp yetmezliği)
(Bölüm 13) gibi renal fonksiyonu kısıtlayan oldukça ge
__2 artmış vasküler geçirgenlik (örneğin inflamasyon)
niş bir hastalık gurubunda oluşabilir.
0 plazma albumin azalmasına bağlı azalmış kolloid os-
m otik
• basınç azalmış sentez (örneğin, karaciğer hastalığı,
M ORFOLOJİ
protein malnütrisyonu)
Ö dem m akroskopik olarak kolaylıkla saptanır; m ikroskopi- • artmış kayıp (örneğin nefrotik sendrom)
de ekstraselüler m atriks elemanları arasında ayrılma ve o lenfatik obstrüksiyon (örneğin inflamasyon veya neop-
berraklaşm a görülür. Herhangi b ir dokuyu tutabilm esine lazi)
rağmen, ödem en sık subkutan dokular, akciğerler ve bey 0 sodyum birikimi (örnek böbrek yetmezliği)
ni etkiler.
Subkutan ödem yaygın olab ilir fakat genellikle hidros
ta tik basıncın en yüksek olduğu kalp seviyesinin en altında
ki vücu t kısımlarını tercih eder. Ö dem en belirgin olarak KANAMA (HEMORAJİ)
ayaktayken bacaklarda ve yatarken sakrum da oluşur ve
Çeşitli durumlarda oluşan, kanın damar dışına çıkması
bağımlı ödem olarak isim lendirilir.
Belirgin ödem atöz subkutan doku üzerine parmakla hemoraji olarak tanımlanır. Daha önce tanımlandığı gibi
baskı uygulandığında interstisyel sıvı ye r değiştirir ve par kapiller kanama kronik konjesyone dokularda oluşabi
m ak kaldırılınca burası çökü k kalır, bu çukurlaşan (p it lir. Hemorajik diatezler olarak adlandırılan çok değişik
ting) ödem olarak adlandırılır. Renal disfonksiyon veya klinik bozukluk durumlarında sıklıkla önemsiz hasar
n e fro tik sendrom a bağlı ödem sıklıkla ilk olara k gevşek dan sonra hemoraji riski artar. Travma, ateroskleroz ve
bağ dokusunda oluşur (örneğin göz kapağında p erio rb i ya damar duvarının inflamatuar veya neoplastik neden
ta l ödem e yol açar). Pulm oner ödem li akciğerler sıklık le yıkımı hemorajiye yol açabilir, etkilenen damar büyük
la norm alden iki veya üç kat daha ağırdır, kesitlerde köp ük bir ven veya arterse kanama yoğun olabilir.
lü, bazen kanla boyalı sıvı görülür, bu hava, ödem sıvısı ve Kanama değişik klinik görünüm ve sonuçlarla karşı
dam ar dışına çıkmış (ekstravaze) e ritro sitle rin karışımını mıza çıkabilir:
yansıtır. Beyin ödem i, pa to lo jik proçes veya hasarın süre
® Kanama vücut dışına olabilir veya bir doku içine biri
si ve yaygınlığına bağlı olarak lokalize (örneğin apse veya tü
kebilir ve hematom olarak adlandırılır. Hematomlar
m öre bağlı) veya generalize olabilir. Generalize ödem de
nispeten önemsiz miktardan (örneğin ezikte) ölüme
sulkuslar daralmış, giruslar şişmiş ve kafatasının basısı nede
neden olabilecek kadar değişen miktarlarda olabilir
niyle yassılaşmıştır.
ler (örneğin dissekan aort anevrizması rüptürüne
bağlı yaygın bir retroperitoneal hematom) (Bölüm 9).
Vücut boşlukları içine olan kanamalara lokalizasyo-
K linik Korelasyon
nuna göre farklı isimler verihr-lıe?notoraks, hemoperi-
Ödemin etkileri değişken olup, sadece rahatsız edici ol kardium, hemoperitoneum veya eklemlerde hemartroz.
ma ile hızlı ölümcül olma arasında değişir. Subkutan Yaygın hemorajüer eritrositler ve hemoglobinin yay
ödemin primer olarak tanınması önemlidir, zira kalp ya gın yıkımına bağlı olarak bazen sarılık oluşturabilirler.
da böbrek yetmezliğinin altta yatan sinyali niteliğinde • Peteşiler deri, müköz membranlar veya serozal yüzey
dir. Ancak belirgin olduğunda yara iyileşmesini ya da deki küçük (1-2 mm çapta) kanamalardır (Resim 3-4
enfeksiyonların temizlenmesini de bozar. Pulmoner A). Nedenleri arasında düşük trombosit sayısı (trom-
ödem, en çok sol ventrikül yetmezliği durumunda görü bositopeni), trombosit fonksiyon bozuklukları ve C vi
len sık bir klinik sorundur, fakat böbrek yetmezliği ve tamini eksikliğinde olduğu gibi vasküler duvar deste
akut respiratuar distres sendromunda (Bölüm 11) ve ak ğindeki kayıp yer alır (Bölüm 7).
ciğerin iltihabi ve enfeksiyöz hastalıklarında da görülür. • Purpura biraz daha büyük (3-5 mm) kanamalardır.
Normal ventilasyon işlevini bozmak suretiyle ölüme ne Purpura peteşi nedeni olan bir çok bozuklukta oluştu
den olabilir, bunun yanında oksijen difüzyonunu engel ğu gibi, travma, vasküler inflamasyon (vaskülit) ve art
leyerek enfeksiyonlar için uygun bir ortam yaratır. Be mış vasküler frajilite ile de oluşabilir.
yin ödemi yaşamı tehdit edici niteliktedir, eğer şişme • Ekimozlar daha büyük (1-2 cm) subkutan kanamalar
şiddetli ise beyin foramen magnumdan fıtıklaşabilir dır (ezik, çürük olarak isimlendirilir). Ekstravaze erit
(.herniasyon). Artan kafa içi basıncı ile beyin sapı vaskü- rositler makrofajlar tarafından fagosite edilir ve yıkı
ler desteği kompresyona uğrayabilir. Her iki durum da lırlar; hemoglobinin (kırmızı-mavi renk) enzimatik
medüller merkezleri hasar uğratarak ölüme neden ola olarak bilirubine (mavi-yeşil renk) ve daha sonra he-
bilir (Bölüm 22). mosiderine (altın sarısı-kahverengi) dönüşümüne bağ
lı olarak çürükteki karakteristik renk değişimi oluşur.
Kanamanın klinik önenü kan kaybının miktarı ve kana
ma hızına bağlıdır. Kan hacminin %20'sine kadar olan
Ödem hızlı kan kaybı veya daha büyük miktarda olsa bile da
ha yavaş kayıplar sağlıklı erişkinlerde sadece küçük bir
• Ödem sıvının damar yapısından interstisyel boşluğa hare
etki oluşturabilirken; daha büyük kayıplar hemorajik (hi-
ketinin sonucudur, sıvı proteinden fakir (transüda) veya
povolemik) şoka neden olabilir (daha sonra bahsedile
proteinden zengin (eksüda) olabilir.
cektir). Kanamanın yeri de önemlidir; subkutan dokuda
Hemostaz ve Tromboz 79
Endotel
önemsiz olan bir kanama beyinde gerçekleştiğinde ölü Endotel hücreleri hemostazın en önemli düzenleyicileridir,
me yol açabilir (Resim 3-4, B). Son olarak, kronik veya endotelyal anti ve protrombotik aktiviteler arasındaki
tekrarlayıcı dışarıya kan kaybı (örneğin, peptik ülser ve denge trombüs oluşumu, ilerleme ve çözülme olup olma
ya menstrüel kanamaya bağlı) sıklıkla hemoglobindeki yacağını belirler. Normal endotel hücreleri zedelenme ve
demir kaybının sonucu olarak demir eksikliği anemisi ya aktivasyondan sonra trombosit agregasyonu ve koagu-
ile sonlanır. Bunun aksine, demir fagosite eritrositlerden lasyonu inhibe eden ve fibrinolizi uyaran antikoagulan
etkili şekilde yeniden kullanıldığından, hematom gibi iç faktörleri eksprese edebilir, bununla birlikte bu denge ka
kanamalar demir eksikliğine yol açmaz. yar ve endotel hücreleri birçok prokoagulan aktivite kaza
nır (Resim 3-6). Endotel hücreleri travma yanında mikro-
biyal patojenler, hemodinamik güçler ve proinflamatuar
HEMOSTAZ VE TROMBOZ medyatörler tarafından da aktive edilebilirler (Bölüm 2).
Normal hemostaz, normal damarlarda kanı sıvı halde N o rm a l Endotelin A n titro m b o tik Ö zellikleri
pıhtısız durumda tutan, herhangi bir damar hasarında Trom bositlere in hibitor Etkiler. İntakt endotel, trombo-
ise hasar yerinde hızla, lokalize hemostatik tıkaç oluştu sitler (ve plazma koagülasyon faktörleri) ile son derece
rabilen, oldukça hassas düzenlenmiş bir süreçtir. He- trombojenik olan subendotelyal ekstraselüler matriks
mostazm patolojik karşılığı tromboz, intakt damarlar (ESM) arasındaki etkileşimi engeller. Aktive olmamış
içinde kan pıhtısı (trombüs) oluşumudur. Hemostaz ve trombositler normal endotele yapışmaz, hatta aktive
trombozun her ikisi de üç komponentle ilişkilidir: vaskü- trombositlerin endotele yapışması endotelden üretilen
ler duvar, trombositlerve koagülasyon kaskadı. Burada nor prostasiklin (prostoglandin I2) ve nitrik oksit ile de bas
mal hemostaz ve onun düzenlemesi ile konuyu tartışma kılanırlar. Bu medyatörler güçlü vazodilatördür ve trom
ya başlıyoruz. bosit agregasyonu inhibitörleridir ve endotel hücrelerin
den sentezleri koagülasyon sırasında üretilen çeşitli fak
Normal Hemostaz törler (örneğin trombin, sitokinler) tarafından uyarılır.
Endotel hücreleri aynı zamanda, adenozin difosfatı
Hemostaz süreçlerinin ana basamakları ve düzenlemesi (ADP) yıkan ve trombosit kümelenmesini daha da baskı
aşağıda özetlenmiş ve Resim 3-5 'te gösterilmiştir. layan adenozin difosfataz da üretir (bkz. sonraki kısım).
80 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok
B. PRİMER HEMOSTAZ
Koagülasyon faktörlerine inhibitor etkiler. Bu etkiler
endotelyal yüzeylerden eksprese edilen, özellikle hepa
(4) Toplanma
rin benzeri moleküller, trombomodülin ve doku faktörü
\ çaj Granül salınımı yolağı inhibitörü ile düzenlenir (Resim 3-6). Heparin ben
iff I (T) Trombosit adezyonu\ (ADP, TXA2) / ı zeri moleküller dolaylı olarak etki gösterir: Bunlar trom-
w ' - Agregasyon
\ (hemostatik bin ve diğer koagülasyon faktörlerini inaktive eden an-
cgk tıkaç) titrombin IH'ün kofaktörleridir. Trombomodülin de do
laylı olarak etki gösterir: Trombine bağlanır, trombin
substrât spesifitesini değiştirerek fibrinojeni parçalar,
ayırır ve bir antikoagulan olan protein C'yi aktive eder.
Endotel Bazal
membran
Primer Kollagen Aktive protein C, iki prokoagulanı, faktör Villa ve fak
hemostatik tıkaç tör Va'yı parçalayıp inaktive ederek pıhtılaşmayı inhibe
eder. Bir kofaktör olarak, endotel hücrelerinden sentez-
lenen protein S'ye gereksinimi vardır. Son olarak, doku
C. SEKONDER HEMOSTAZ faktörü yolağı inhibitörü (TFPI) doğrudan doku faktörü-
faktör Vila kompleksi ve faktör Xa'yi inhibe eder.
Fibrinoliz. Endotel hücreleri, plazminojeni plazmine
parçalayan bir proteaz olan doku tipi plazminojen aktiva-
törürıü sentezlerler. Plazmin, fibrini parçalayarak trom-
büsü yok eder.
t-PA
Heparin benzeri
molekül
Doku faktörü yolak Trombomodülin
inhibitörü
Resim 3-6 Normal endotelin antikoagülan özellikleri (solda) ve hasarlı ya da aktive endotelin prokagülan özellikleri (sağda) NO, nitrik
oksit; PGI2, prostaglandin l2 (prostasiklin); t-PA, doku plazminojen aktivatörü; vWF, von Willebrand faktörü. Trombin reseptörleri, pro-
teazla aktive olan reseptörler olarak da adlandırılır (PAR).
ÖZET
Endotel Hücreleri ve Koagülasyon
Yetersizliği:
Sağlam, normal endotel hücreleri, trom bositlerin ve pıh
Glanzman
tılaşma faktörlerinin aktivasyonunu inhibe ederek kan trombastenisi
akımının devamlılığını sağlar.
Hasarla veya inflamatuar sitokinler ile uyarılan endotel
hücreleri, pıhtılaşmayı uyaran prokoagulan faktörlerin
(örneğin doku faktörü) ekspresyonunu a rttırır ve antiko-
agulan faktörlerin ekspresyonunu azaltır.
Endotel bütünlüğünün bozulması, subendotelyal vWF ve
bazal membran kollajeninin açığa çıkmasına neden olur,
trom bosit adezyonu, aktivasyonu ve pıhtı oluşumunu
uyarır.
von Willebrand
Subendotel hastalığı
Resim 3 -8 Pıhtılaşma zinciri. Faktör IX, faktör X la veya faktör Vila tarafındna aktive edilebilir: Laboratuar testlerinde aktivasyon baskın
olarak faktör X la ’ya bağlıdır, in vivo ise faktör faktör Vila daha baskın gibi görünmektedir. Kırmızı karelerdeki faktörler inaktif molekülleri
temsil etmektedir; yeşil kareler içindeki yanında küçük “ a” harfi olan faktörler ise aktif faktörleri temsil etmektedir. Trombinin (faktör İla)
(açık mavi kutucuklarda) çok sayıda pozitif feeback döngüsü ile koagulasyona katkı sağladığına dikkat ediniz. Kırmızı X ’ler TFPI doku faktör
yolak inhibitörünün, faktör Vila aracılığıyla, faktör X veya faktör IX’un aktivasyonunu inhibe ettiği noktaları göstermektedir. YMAK, yük-
sek-molekül-ağırlıklı kininojen; PL, fosfolipid.
84 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok
Aktif pıhtılaşma
faktörü (enzim)
inaktif pıhtılaşma
Fosfolipid
faktörü (substrat)
yüzey
Doku faktörü
Kofaktör Va
Resim 3 -9 Ekstrensek yolak ile Faktör X'un faktör Xa'ya ve sonra faktör II (protrombin)'nin faktör İla (trombin)'ya ardışık dönüşümü.
Başlangıçtaki reaksiyon kompleksi, hepsi trom bosit fosfolipid yüzey üzerine toplanmış olan, bir proteaz (faktör Vila), bir substrat (faktör
X ) ve bir reaksiyon hızlandırıcıdan (doku faktörü) oluşmaktadır. Kalsiyum iyonları bu kompleksi bir arada tutar ve reaksiyon için gerek
lidir. Aktifleşmiş faktör Xa, pıhtılaşma zincirindeki bir sonraki kompleks için bir proteaz haline gelir ve reaksiyon hızlandırıcı olarak fak
tö r Va’nın varlığında, protrom bini trombine (faktör İla) çevirir.
manın nasıl önlendiğini açıklar). Resim 3-9'da görüldü rı ömürlü (yaklaşık 7 saat) koagulasyon faktörü oldu
ğü gibi, aktivasyon zinciri, koagulasyon faktörlerinin bir ğundan, PT kumadin gibi K vitamin antagonistleri ile
partnerden diğerine başarıyla geçtiği komplekslerin tedavi edilen hastaları gözlemede kullanılır.
dansına benzer. Pıhtılaşma faktörlerinden faktör II, XII, • Parsiyel tromboplastin zamanı (Partial thromboplastin ti
IX, ve X 'un kalsiyuma bağlanması için, bu proteinler me) (PTT) testinde intrensek yoldaki proteinlerin
üzerindeki glutamik asit kalıntıları üzerine ek olarak y- (faktör XII, XI, IX, VIII, X, V, II ve fibrinojen) aktivite
karboksil gruplarının enzimatik olarak eklenmesi gerek si gözlenir, hastanın sitratlı plazması önce faktör XII
mektedir. Bu reaksiyon kofaktör olarak K vitaminine ih için negatif yüklü bir yüzey ile temas ettirilir (örneğin
tiyaç duyar ve kumadin gibi sık kullanılan antikoagulan cam) ve fosfolipidler eklenir. Sonra kalsiyum eklenir.
ilaçlar tarafından antagonize edilir. Bu testte pıhtı oluşumu için geçen süre kaydedilir (ge
Geleneksel olarak kan pıhtılaşması intrensek ve ekst nelde 28-35 saniye). PTT heparinin antikoagulan et
rensek yolaklara ayrılır. Bu yolaklar faktör X'un aktivas- kilerine duyarlıdır ve heparin tedavisinin etkinliğini
yonu aşamasında birleşir (Resim 3-8). Ekstrensek yola monitörize etmekte kullanılır.
ğın bu ismi almasının nedeni, bu yolun aktive olması
için dışarıdan bir tetikleyicinin (doku ekstraktlarmdan Trombin bir kez oluştuğunda sadece, pıhtılaşma zincirin
sağlanan) gerekmesidir. İntrensek yolun aktive olması deki son basamakları katalizlemez, aynı zamanda lokal
için ise faktör XII (Hageman faktörü)'nün sadece negatif damar yapıları ve inflamasyon ortamı üzerinde çok çeşit
yüklü bir yüzeyle (cam bile yeterlidir) karşılaşması gere li etkileri ile hemostatik sürecin yayılmasını önlemede de
kir. Bununla beraber, bu bölünme aslında sadece in vit rol oynar (Resim 3-10). Trombin aracılı bu etkilerin çoğu,
ro testlerin bir artefaktıdır. Gerçekte bunlar birçok aşa yedi transmembran proteini ailesinin üyesi olan ve prote-
mada birbirleri ile bağlantıları olan yollardır. Damar ha azlarla aktive edilen reseptörleri (PAR) aracılığı ile olur.
sarı sonrası pıhtılaşma sürecinin başım çekme işi en çok PARTar trombosit, endotel hücresi, monosit ve T lenfosit
ekstrensek yolak ile ilişkilidir. Bu yolak hasar bölgelerin gibi değişik hücre tiplerinde bulunur. Trombin, hücre dı
de eksprese edilen membrana bağlı bir glikoprotein olan şındaki kısımlarına bağlanarak PARTarı aktive eder,
doku faktörü ile aktive edilir. bunlarda oluşan konformasyonel değişikler, ilgili G pro
Bu iki yolun fonsiyonu klinik olarak değerlendirilir teinlerini aktive eder. PAR aktivasyonu katalitik bir sü
ken iki standart test kullanılır: reçtir. Bu, lökositlerin adezif etkilerinin artırılması gibi
• Protrombin zamanı (prothrombin time) (PT) testinde PAR-bağımlı etkilerdeki trombinin güçlü etkisini açıklar.
ekstrensek yoldaki proteinlerin (faktör VII, X, II, V ve Aktive olan pıhtılaşma zinciri, damar hasarının oldu
fibrinojen) aktivitesi gözlenir. PT, hastanın sitratlı ğu alanda sınırlı kalmalıdır ve bu olayın tüm damar ağı
plazmasına (sodyum sitrat kalsiyum ile şelat oluştura na yayılımı önlenmelidir. Pıhtılaşma faktörlerinin aktive
rak spontan pıhtılaşmayı önler) doku faktörü ve fos- olması fosfolipidlerin açığa çıktığı alanlarla sınırlıdır. Bu
folipidler eklenerek yapılır. Kalsiyum eklenir ve fibrin pıhtılaşmanın yaygınlaşmasını önleyen yollardan biri
tıkacı oluşana kadar geçen süre ölçülür (genelde 1 1 - dir. Bunun dışmda üç grup doğal antikoagülan pıhtılaş
13 saniye). Faktör VIII K vitamini bağımlı, en kısa ya mayı kontrol eder.
Hemostaz ve Tromboz 85
6 " ^ n Ç v
Plazminojen aktivatör Serbest plazmin 'A li- :.- 1
Resim 3-11 Fibrinolitik sistem. Çeşitli plazminojen aktivatörleri ve inhibitörleri (bkz. metin).
86 BÖL ÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok
tuar sitokinlerle (özellikle interferon -y) arttırılır ve muh infarktüsüne bağlı trombüs oluşumu), aterosklerotik ar
temelen ciddi inflamasyona eşlik eden intravasküler terlerdeki ülsere plakların üzerinde veya travmatik ya da
tromboza katkı sağlar. inflamatuar vasküler hasar (vaskiilit) yerlerinde trombüs
oluşumu endotelyal hasara bağlı tromboz örnekleridir.
Ö ZET ______ ___ Endotelin belirgin kaybı subendotelyal ekstraselüler mat-
riksin açığa çıkması (trombositlerin yapışmasına yol
Pıhtılaşma Faktörleri açar), doku faktörünün salmımı ve PGI2 ve plazminojen
• Koagülasyon dolaşan ve lokal olarak sentezlenen prote aktivatörlerinin lokal üretiminde azalmaya yol açar. Bu
inlerin bir zincir şeklinde, ardışık enzimatik dönüşümleri nunla birlikte tromboz gelişimine katkıda bulunmak için en
ile oluşur. dotelin baskılanması veya fiziksel parçalanmasının gerekme
• Hasar yerinden salınan doku faktörleri, koagülasyon zin diği bilinmelidir, endotelin antitronıbotik ve protrombotik et
cirinin en önemli in vivo uyaranıdır. kileri arasındaki dinamik dengede herhangi bir düzensizlik
• Koagülasyonun son evresinde, trom bin fibrinojeni he- pıhtılaşmayı lokal olarak etkiler. Şöyle ki, disfonksiyonel
m ostatik tıkaç oluşturmaya yardım eden çözünmeyen endotel daha fazla miktarda prokoagülan faktör salgılar
fibrine çevirir. (örneğin trombosit adezyon molekülleri, doku faktörü,
• Koagülasyon, normalde vasküler hasar bölgesinde sınırlı PAI) ve daha az miktarda antikoagulan moleküller (örne
kalır. Bunu sağlayan faktörler ğin trombomodülin, PGI2, t-PA) sentez edebüir. Endotel
° Enzimatik aktivitenin, aktive trom bositler veya endo- yal disfonksiyon hipertansiyon, türbülan kan akımı, bak-
telden sağlanan fosfolipid yüzeylerde sınırlı tutulması teriyel ürünler, radyasyon hasarı, homosistinüri ve hiper-
° Endotel hasarı bölgelerinde ya da koagülasyon zinciri kolesterolemi gibi metabolik anormallikler ve sigara içimi
nin aktivasyonu sırasında doğal antikoagülanların o r ile absorbe edilen toksinler ile oluşabilir
taya çıkması
° Normal endotel hücrelerinde, trom bine bağlanarak Anormal Kan Akımı
onu antikoagülana dönüştüren trom bom odülin eksp-
resyonu Türbülans, endotelyal hasar veya disfonksiyona yol aça
o Fibrinolitik yolakların aktivasyonu (örn, doku plazmi- rak ve zıt akım ve lokal staz paketleri oluşturarak arter-
nojen aktivatörü ile fibrinin birlikteliği ile) yel ve kardiyak trombüse katkıda bulunur. Staz venöz
trombüs gelişiminde majör faktördür. Normal şartlar al
tında kan akımı laminerdir, trombositler ve diğer kan
Tromboz hücreleri damar lümeninde ortada akar, daha yavaş ha
reket eden plazma tabakası ile endotelden ayrılır. Bunun
Normal hemostaz sürecini gözden geçirdikten sonra, aksine, staz ve türbülan (kaotik) kan akımı aşağıdaki et
biz burada trombiis oluşumuna yol açan Virchow triadı kileri oluşturur:
olarak adlandırılan üç primer bozukluğa döneceğiz: (1 )
• Her ikisi de, kısmen, akıma bağlı endotelyal gen
endotel hasarı, (2) staz veya türbiilan kan akımı ve (3)
ekspresyonundaki artış yolu ile, endotel hücre akti
kanın hiperkoagulabilitesi (Resim 3-12).
vasyonu ve prokoagulan aktiviteyi artırır.
Endotel Hasarı • Staz laminer akımı bozar ve trombositler ve lökositle-
rin endotel ile temasım sağlar.
Endotel hasarı yüksek kan akım hızının adezyonu önle
yerek veya koagülasyon faktörlerini seyrelterek pıhtılaş • Staz, aktive pıhtılaşma faktörlerinin temizlenmesini
mayı önleyebildiği, özellikle kalpte ve arterlerde, trombü- çıkışını washout yavaşlatır ve pıhtılaşma faktör inhi-
sün önemli bir nedenidir. Kalp odacıklarında (miyokard bitörlerinin girişini de engeller.
Türbülans ve statik kan akımı birçok klinik durumda
tromboz oluşumuna katkıda bulunur. Ülsere ateroskle
rotik plaklar sadece subendotelyal ESM'i açığa çıkarmaz
aynı zamanda türbülansa da neden olur. Anevrizma ola
rak adlandırılan anormal aortik ve arteryal dilatasyonlar
lokal staz oluşturur ve tromboz için verimli alanlardır
(Bölüm 9). Akut miyokard infarktüsü fokal nonkontrak-
til miyokard ile sonuçlanır. İnfarktüsün ortadan kaldırıl
ması sırasında oluşan ventriküler yeniden yapılanma
anevrizma oluşumuna yol açabilir. Her iki durumda da
lokal kan stazı nedeniyle kardiyak mural trombüs oluşu
mu daha kolaydır (Bölüm 10). Mitral kapak stenozu (ör
neğin romatizmal kalp hastalığından sonra) sol atrial di-
latasyona yol açar. Atrial fibrilasyon ile birlikte olduğun
da, dilate atrium yaygın bir staz alanıdır ve trombüs ge
lişimi için iyi bir lokalizasyondur. Hiperviskozite send-
Resim 3 -1 2 Trombozda Virchow triadı. Endotel bütünlüğü en
romları (polisitemi gibi) (Bölüm 11) akıma direnci artırır
önemli faktördür. Prokoagulan veya antikoagülanların anormallik
leri dengeyi trom boz lehine değiştirir. Anormal kan akımı (staz ya
ve küçük damarlarda staza yol açar. Orak hücreli anemi
da türbülans), doğrudan veya endotel disfonksiyonu yoluyla dolaylı de (Bölüm 11) şekli bozulan eritrositler damar tıkanma
olarak hiperkoagulabiliteye yol açabilir. sına yol açar, oluşan staz da tromboza zemin hazırlar.
Hemostaz ve Tromboz 89
Sistemik Tromboembolizm
Sistemik embolilerin çoğu (%80) intrakardiyak mural
trombüslerden kaynaklanır, üçte ikisi sol ventrikül du
varı infarktüsı ve % 25'i dilate sol atrium (örneğin mitral
kapak hastalığına sekonder) ile ilişkilidir. Kalanlar aor-
tik anevrizma, ülsere aterosklerotik plak yüzeylerindeki
trombüsler veya valvüler vejetasyonların parçalanma
sından (Bölüm 10) veya venöz sistemden (paradoks embo
li) kaynaklanır; sistemik embolilerin %10-15'inin kayna
ğı bilinmemektedir.
Başlıca akciğerde yerleşen venöz emboliden farklı
olarak, arteryel emboli her yere seyahat edebilir, durma
yeri tromboembolinin kaynaklandığı noktaya ve embo-
linin yolu üzerinde bulunan dokulardaki rölatif kan akı
mına bağlıdır. Arteriyoler embolizasyonun en sık görül
düğü yerler alt ekstremdeler (%75) ve santral sinir siste
mi (%1 0 ) olup, bağırsaklar, böbrekler ve dalak daha az
oranda etkilenir. Embolizasyonun sonucu tıkanan da
marın çapı, kollateral kan akımı ve etkilenen dokunun
anoksiye duyarlılığına bağlıdır, arteriyel emboli sıklıkla
uç-arterlerde yerleşir ve infarktüse yol açar.
Yağ Embolizmi
Yumuşak doku ezilme hasarları veya kemik iliği vaskü-
ler sinüzoidlerinin rüptürü (uzun kemik kırıkları) dola
şıma mikroskopik yağ globüllerinin girmesine neden
olur. Yağ ve kemik iliği embolisi kardiyopulmoner resu-
sitasyondan sonra sık görülen bir rastlantısal bulgudur
ve klinik sonuçları önemsizdir. Benzer şekilde, yağ ve
kemik iliği embolizmi ciddi iskelet yaralanmak bireyle
rin %90 kadarında olmasına rağmen (Resim 3-16 A), Resim 3 -1 6 Embolinin nadir tipleri. A , Kemik iliği embolisi. Emboli,
trombüse tutunmuş hematopoetik hücreler ve kemik iliği /ağ
bunların sadece %1 0 ’dan daha azında klinik bulgu izle
hücrelerinden (açık alanlar) oluşmaktadır. B, Amniyon sıvısı em
nir. Ancak, yağ embolizmi sendromu pulmoner yetmezlik, bolisi. iki küçük pulmoner arter, tabakalı girdaplar yapan fetal
nörolojik semptomlar, anemi, trombositopeni ve diffüz pete- skuamöz epitel ile doludur. Çevre akciğer ödemli ve konjesyonedir.
şiyal döküntüler ile karakterizedir ve olguların %10'unda (D r. Beth Schwartz’tn izniyle, Baltimor, Maryland)
ölümcüldür. Klinik bulgular ve semptomlar yaralanma
dan 1-3 gün sonra ani başlayan taşipne, dispne, taşikar-
di, deliryum ve hızla komaya ilerleyebilen irritabilite ve nörolojik defektler görülür. Hastalık, ani ve ağır dispne,
huzursuzluğu içerir. siyanoz ve hipertansif şok ile başlar, bunu nöbet ve koma
Yağ embolizmi sendromunun patogenezi hem meka takip eder. İlk dönemdeki krizi atlatan hastalarda, tipik
nik tıkanma hem de biyokimyasal hasara bağlıdır. Yağ olarak pulmoner ödem ve beraberinde amniyotik sıvıdan
mikroembolileri, hem doğrudan, hem de trombosit agre- salman trombojenik maddelere bağlı olarak (hastaların
gasyonunu tetikleyerek, pulmoner ve serebral mikrodola- yarısında) dissemine intravasküler koagulasyon gelişir.
şımı tıkayabilir. Bu etki, daha sonra yağ globüllerinden Altta yatan neden amniyotik sıvının (ve içeriğinin)
salman ve endotele karşı, lokal toksik hasar oluşturan yağ plasental membranlarm yırtılması ve/veya uterus ven
asitleri ile daha da artar. Trombosit aktivasyonu ve granü- rüptürü üe maternal dolaşıma karışmasıdır. Histolojik
losit toplanması (serbest radikal, proteaz ve eikosanoidle- incelemede annenin pulmoner mikrosirkülasyonunda
rin salmımı ile) (Bölüm 2) ile vasküler hasar tamamlanır. fetal cilt ve lanugo kıllarından dökülen skuamöz hücre
Rutin kullanılan çözücüler nedeniyle, parafin takipli do ler, verniks kazeozadan kaynaklanan yağ doku ve fetal
kularda lipid damlacıkları erir, görülemez, bundan dolayı solunum ya da gastrointestinal sistemden kaynaklanan
mikroskopik olarak yağ globüllerini görmek için (donmuş müsin gözlenir (Resim 3-16, B). Belirgin pulmoner ödem,
kesitler ve yağ boyaları) özel teknikler kullanılmalıdır. diffüz alveolar hasar (Bölüm 12) ve sistemik fibrin trom-
büsleri gibi diğer bulgular DİC'ten kaynaklanır.
Amniyotik Sıvı Embolizmi
Amniyotik sıvı embolizmi, erken postpartum dönemde Hava Embolizmi
görülen, doğumun ciddi bir komplikasyonu olan nadir Dolaşımdaki hava kabarcıkları birleşebilir, damar akımı
bir olaydır (40.000 doğumda bir). Mortalite oranları yak nı tıkayabilir ve distalinde iskemik hasara neden olabi
laşık %80 civarında olup, gelişmiş ülkelerde en sık görü lir. Bypass ameliyatında koroner artere veya beyin ame
len anne ölüm nedenidir. ABD'de anne ölümlerinin % liyatlarında serebral arter dolaşımına hava girebilir, kan
10'unu oluştururken, hayatta kalanların % 85'inde kalıcı akımını tıkayabilir ve şiddetli sonuçları olabilir. Küçük
92 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok
venöz gaz embolileri genellikle belirgin bir etki oluştur derece önemli bir nedenidir. Amerikadaki tüm ölümlerin
maz, ancak obstetrik işlemler veya göğüs duvarı hasarı yaklaşık % 40T kardiyovaskiiler hastalıklara bağlıdır ve
nın bir sonucu olarak, hipoksiye neden olabilecek mik bunların çoğu myokard veya beyin infarktüsünden kay
tarda hava pulmoner dolaşıma girebilir ve çok büyük ve naklanır. Pulmoner infarktüs sık görülen bir komplikas
nöz emboliler kalpte arrest ve ölüme neden olabilirler. yondur, bağırsak infarktüsü sıklıkla öldürücüdür ve dis
Hava embolizminin özel bir şekli, atmosfer basıncın tal ekstremitelerin iskemik nekrozu (gangren) diyabetik
daki ani değişikliğe bağlı olarak meydana gelir ve de- grupta morbidite artışına neden olur.
kompresyon hastalığı olarak bilinir. Tüplü dalma, sualtı Infarktüslerin çoğunun altında arteryel trombüs veya ar-
yapı çalışanları ve hızlı yükselişlerde uçuş personeli risk teryel embolizm yatar. Arteryel obstrüksiyonun daha sey
altındadır. Yüksek basınçta hava solunduğunda (örne rek nedenleri içinde vazospazm, plak içi kanamaya se
ğin derin deniz dalışında) miktarca artan gaz özellikle co n d er aterom büyümesi ve damarın dıştan basıya uğra
azot, kan ve dokularda çözülür. Dalgıç çok hızlı çıktığın ması örneğin tümör, dissekan aort anevrizması veya sı
da (basınç azalması) azot dokularda genişler, köpükle nırlı boşluklar içinde ödem (örneğin anterior tibial kom-
nerek kandan ayrılır ve gaz embolisi haline gelir, doku partman sendromu) gibi diğer mekanizmalarla oluşabilir.
da iskemi oluşturur. İskelet kasları ve destek dokularda Doku infarktüsünün diğer seyrek nedenleri arasında da
ve eklemlerde hızlı gaz kabarcığı oluşumu bend (bu isim, mar dönmesi (örneğin testis torsiyonu veya barsak vol-
etkilenen kişilerin 1880'lerde Gracian bend denilen ka vulusu), ödem veya fıtık kesesinin boğulması ile travma-
dın modasına benzer şekilde sırtlarını bükmesi nedeniy tik damar rüptürü yer alır. Venöz tromboz infarktüs ne
le verilmiştir) adı verilen ağrılı durumu oluşturur. Pul deni olabilmesine rağmen daha çok basit konjesyon
moner damarlardaki gaz kabarcıkları ödem, hemorajiler oluşturur. Tipik olarak, tıkanma oluştuktan sonra hızla
ve fokal atelektazi veya amfizem oluşturur, boğulma ola bypas kanalları açılarak, arteryel akımın düzelmesini
rak adlandırılan respiratuar distrese yol açar. Dekomp- sağlar. Venöz trombüs ile oluşan infarktlar testis veya
resyon hastalığının daha kronik bir formu olan caisson over gibi tek venöz akış kanalına sahip organlarda daha
hastalığında (köprü yapımında kullanılan basınçlı sualtı sıktır.
kasalarına verilen ad) kemiklerde yineleyen ya da per-
sistan gaz embolilerinin varlığı en sık femur, tibia, hu
merus başları olmak üzere multifokal iskemik nekroz
oluşturur.
Akut dekompresyon hastalığının tedavisi, etkilenen
bireyin, gazı çözünmeye zorlayacak yüksek basınç oda
M ORFOLOJİ
sına alınması ile yapılır. Uygulanan yavaş dekompres İnfarktüsler renklerine göre (kanama m iktarını yansıtır) ve
yon, gazların kademeli olarak rezorbsiyonuna ve yeni m ikrobiyal infeksiyon varlığı veya yokluğuna göre sınıflandı
den tıkayıcı kabarcıklar oluşturmadan atılmasına izin rılır. Bundan dolayı in fa rktü sle r k ırm ız ı (h e m o rajik) ve
verir. ya beyaz (a n e m ik) ve se p tik veya a sep tik olabilir.
K ırm ız ı in fa rk tü sle r (Resim 3-17 A) (1 ) venöz tıkan
m alar ile (o ve r torsiyonundaki gibi) ( 2 ) infarktüs bölgesin
de kan toplanmasına olanak veren akciğer gibi gevşek d o
0 Ö ZET
kularda, (3 ) kollateral a rte r desteği ile yetersiz, kısmi per-
füzyon tip ik olduğu akciğer ve ince barsak gibi çift dola-
Embolizm şım lı dokularda, (4 ) venöz akımın yavaşlaması nedeniyle
önceden konjesyone dokularda, (5 ) infarktüsten sonra kan
• Emboli kaynaklandığı yerden uzak bir yere kan ile taşınan akımı yeniden sağlandığında (örneğin arteryel obstrüksiyo
herhangi bir katı, sıvı veya gaz kitlesidir, çoğu kopmuş nun anjioplastisi) oluşur.
trombüstür. B eyaz in fa rk tü sler kalp, dalak ve b ö b re k gibi uç ar
• Pulmoner emboli en sık alt ekstremite derin ven trom - teryel dolaşımlı ve dokunun dansitesinin bitişik kapiller ya
bozlarındanundan kaynaklanır; etkileri temel olarak em- taktan iskemik alana sızıntıyı sınırladığı solid organlarda olu
bolinin boyutuna ve yerleştiği yere bağlıdır. Sonuçta sağ şur (Resim 3 -1 7 , B). İnfarktüsler, ucu tıkanmış damarı, ta
kalp yetmezliği, pulmoner hemoraji, pulmoner infarktüs banı organın periferini gösterecek şekilde üçgen biçiminde
veya ani ölüm olabilir. olm a eğilim indedir (Resim 3 -1 7 ). Tabanı serozal yüzeyler
• Sistemik emboli başlıca kardiyak mural veya valvüler de olduğunda, üzeri sıklıkla fib rin li eksüda ile örtülüd ür.
trombüs, aort anevrizmaları veya aterosklerotik plaktan Yan sınırları komşu damardan akımı yansıtacak şekilde dü
kaynaklanır, doku infarktüsü oluşturması embolinin yer zensiz olabilir. A k u t infarktüsün sınırları, tip ik olarak belir
leşim yerine ve kollateral dolaşımın varlığı veya yokluğu siz ve hafifçe hem orajiktir. Zamanla, inflamasyon nedeniy
na bağlıdır. le, sınırları ince, hiperem ik b ir çerçeve ile belirginleşir.
Dual dolaşıma sahip olmayan organlardaki arteryel tıka
nıklıklardan kaynaklanan infarktüsler, tip ik olarak, gittikçe
daha soluk ve zamanla keskin sınırlı hal alırlar (Resim 3-17
B). Farklı olarak, akciğerde ve diğer spongioz organlarda
hem orajik enfarktüs kura ld ır (Resim 3 -1 7 , A). H em orajik
İNFARKTÜS infarktüslerdaki ekstravaze e ritro s itle r m akrofajlar tartın
dan fagosite ed ilirle r ve hem de m iri hücre içi hemosiderine
İnfarktüs bir dokunun vasküler beslenmesinin kesilmesi ile dönüşür. Küçük m iktarları ren k değişimi yapmaz, ancak ka-
oluşan iskemik nekroz alanıdır. Klinik hastalığın sık ve son
Infarktüs 93
tuar yanıt sendromu (systemic inflammatory response len anafilatoksinler (C3a, C5a), kemotaktik fragman
syndrome) (SIRS) olarak isimlendirilen benzer bir infla- lar (C5a) ve opsoninin (C3b), proinflamatuar duruma
matuar yanıt, altta yatan belirgin bir enfeksiyonun yoklu katkıda bulunur.
ğunda da tetiklenebilir. Nedenler içinde yaygın travma ® Endotel hücre aktivasyonu ve hasarı: Mikrobiyal ele
veya yanıklar, pankreatit ve diffüz iskemi sayılabilir. manlar ya da inflamatuar hücre medyatörleri tarafın
Septik şokun patofizyolojisinde rol oymayan faktörler dan meydana gelen endotelyal aktivasyon üç major
aşağıdakileri kapsar: sekel meydana getirir: (1 ) tromboz, (2 ) artmış vaskü-
• İnflamatuar aracılar: Doğal bağışıklığın hücreleri, pato ler permeabilite, (3) vazodilatasyon.
jenle ilişkili moleküller patternler (pathogen-associated Koagulasyondaki dengesizlikler, septik hastaların yak
molecular patterns) (PAMP) diye adlandırılan, mikrop laşık yarısında, korkutucu komplikasyon olan dissemine
kaynaklı maddeleri tanıyabilecek reseptörler (örn, intravasküler koagulasyonun oluşumu için yeterlidir.
Toll like reseptör [TLR]) eksprese ederler (Bölüm 2). Sepsis, koagülasyona yardımcı olan birçok faktörün
PAMPTarm patojen tanıma reseptörlerini aktive etmesi ekspresyonunu bozar. Proinflamatuar sitokinler doku
sepsisi kontrol eden doğal immün yanıtları tetikler. Akti- faktörü üretiminde artışa neden olurken, aynı za
vasyon oluşunca, inflamatuar hücreler TNF, IL-1 (ve manda PAI ekspresyonunu artırarak fibrinolizi sulan
diğer sitokinler) ve HMGB1 (high-mobility group box dırırlar. Doku faktörü yolak inhibitörü, trombomodü-
1) gibi sitokin benzeri medyatörleri üretirler. Reaktif lin ve protein C gibi diğer endotelyal antikoagulan
oksijen türevleri prostaglandin ve trombosit aktive faktörlerin üretimi azalmıştır. Küçük damarlardaki
eden faktör (platelet-activating factor) (PAF) gibi lipid azalmış kan akımı nedeniyle prokoagülan eğilim da
medyatörler de üretilir (Bölüm 2). Bu efektör mole ha da artar. Kan akımının azalması, staza yol açar ve
küller, endotel hücrelerini aktive ederek prokoagülan aktive koagülasyon faktörlerinin yıkanıp temizlen
fenotipindeki adhezyon moleküllerinin ekspresyonu- mesini azaltır. Bunların tümü bir arada etki göstere
nu ve ikinci dalga sitokin üretimini sağlarlar. Komple- rek, küçük damarlardaki fibrinden zengin trombü-
man kaskadı hem plazminin proteolitik aktivitesi, sün sistemik birikimini hızlandırır. Böylece doku hi-
hem de direkt olarak mikrobiyal komponentler saye poperfüzyonu artar. Tam gelişmiş bir dissemine intra
sinde aktive olur (Bölüm 2). Bunun sonucunda üreti vasküler koagulasyonda, pıhtılaşma faktörleri ve
96 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok
trombositler tükenmiştir, bu nedenle eşlik eden ka Sepsis gelişiminde birçok faktörün yeralması ve bun
nama vardır (Bölüm 11). lar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığı göz önüne alındı
Sepsisle ilişkili proinflanıatuar durum, yaygın vasküler ğında, belli medyatörlerin inhibitörleiyle yapılan terapö-
sızıntıya ve doku ödemine yol açar. Bu, dokuya besin tik müdahale girişimleri, en iyi durumda bile az yarar
maddesi girişini ve atık maddelerin uzaklaştırılmasını sağlamaktadır. Standart tedavi, uygun antibiyotikleri,
olumsuz etkiler. İnflamatuar sitokinler, adhezyon mo hipergliseminin insülin ile hassas tedavisini, sistemik
lekülü VE-cadherini endotel hücre sıkı bağlantıların basıncın sıvı düzenlemesi ile düzeltilmesini ve relatif ad
daki yerinden oynatarak bu bağlantıları gevşetir. De renal yetmezliği düzeltmek için "fizyolojik sınırlarda"
ğişime uğramış bağlantılar sızdırmaya eğilimlidir. Bu kortikosteroid verilmesini içerir. Endotel hücre bütünlü
nedenle, tüm vücutta proteinden zengin eksüda biri ğünü sağlamaya yönelik sepsis tedavi modellerinde
kimi ve yaygın ödem meydana gelir. umut vaad eden sonuçlar elde edilmiştir.
NO üretimindeki artış ile birlikte, vazoaktif infla- Süperaııtijen adı verilen, bakterilerin salgıladığı bir
matuvar medyatörlerin ekspresyonu (örneğin; C3a, grup protein septik şoka benzer bir sendroma (örn, tok-
C5a, PAF) vasküler düz kasın sistemik olarak gevşe sik şok sendromu) yol açar. Poliklonal T hücre aktivatörle-
mesine yol açarak, hipotansiyona ve doku perfüzyo- ri olan süperantijenler, T hücrelerinin yüksek seviyeler
nunun daha da azalmasına neden olur. de sitokin salmasına ve sonuçta yaygın cilt döküntüsün
• M etabolik anormallikler: Septik hastalar insülin diren den, vazodilatasyon, hipotansiyon ve ölüme kadar de
ci ve hiperglisemi sergilerler. TNF ve IL-1 gibi sitokin ğişkenlik gösteren klinik bir tabloya yol açarlar.
ler, stres ilişkili hormonlar (glukagon, GH ve gluko-
kortikoid gibi) ve katekolaminler, hepsi birden gluko- Şokun Evreleri
neogeneze yol açarlar. Proinflamatuar sitokinler, aynı
zamanda, iskelet kası ve diğer dokularda insülin di Şok, altta yatan problemler düzeltilmezse ölüme kadar
rencini artırırken bir yandan da insülin saliminim ilerleyen bir durumdur. Sepsis nedenli ölümün gelişim
baskılarlar. Hiperglisemi nötrofil fonksiyonunu bas mekanizmaları, hala tam olarak aydmlatılamamıştır.
kılar -böylece bakterisidal aktiviteyi azaltarak- ve en Artmış lenfosit be enterosit apoptozu dışında hücre nek
dotel hücrelerindeki adhezyon molekül ekspresyonu- rozu minimaldir. Ölüm tipik olarak multipl organ yet
nun artışına neden olur. Sepsis başlangıçta glukokor- mezliğiyle gerçekleşir. Genellikle organ fonksiyon bo
tikoid üretimindeki yükselme ile ilişkili olsa da, bu ar zukluğunu açıklayacak morfolojik ipuçları yoktur. Hipo-
tışı sıklıkla adrenal yetmezlik ve göreceli glukokorti- volemik ve kardiyojenik şoklarda ise, hastanın ölümüy
koid eksikliği takip eder. Bu etki, adrenal bezlerin le sonuçlanan yolaklar daha iyi anlaşılmıştır. Hasar ma
sentez kapasitesindeki azalmadan ya da dissemine sif ve hızla ölümcül (örn, ruptüre bir aort anevrizmasın
intravasküler koagülasyona bağlı olarak meydana ge dan kanama) değilse, şok üç evre içermeye (yapay evre
len gerçek adrenal nekrozdan (Waterhouse-Friderich ler olsalar da) eğilimlidir. Bu evreler, en açık şekilde hi-
sen sendromu) (Bölüm 19) kaynaklanabilir povolemik şokta ortaya konmuşlardır, ancak şokun di
® İmmünsupresyon: Sepsis tarafından başlatılan hipe- ğer tiplerinde de görülürler:
rinflamatuar durum, paradoksal olarak immünsup- • Başlangıçtaki nonprogresif evrede, dengeleyici refleks
resyona neden olabilir. Önerilen mekanizmalar anti- mekanizmaları harekete geçer ve yaşamsal organla
inflamatuar medyatörlerin üretimini (örneğin; TNF rın perfüzyonu sağlanır.
reseptörü ve IL-1 reseptörü antagonistleri) ve bilin • Progresif evre, doku hipoperfüzyonu ve dolaşımın kö
meyen bir nedenle meydana gelen, dalak ve lenf nod- tüleşmesi ve asidozu da içeren metabolik dengesizli
larmdaki yaygın lenfosit apoptozunu içermektedir. ğin başlaması ile karakterizedir.
Sepsiste immünsüpresif medyatörlerin zararlı ya da • Irreversibl (geri dönüşsüz) evrede, vücutta hücre ve do
koruyucu olup olmadığı hala tartışmalıdır. ku hasarı o kadar şiddetlidir ki, hemodinamik sorun
• Organ disfonksiyonıı. Sistemik hipotansiyon, artmış lar düzeltilse bile yaşam mümkün değildir.
vasküler geçirgenlik, doku ödemi ve küçük damar Şokun erken nonprogresif evresinde, çeşitli nörohümoral
trombozu, hepsi birden dokuya oksijen ve besin giri mekanizmalar kardiyak output ve kan basıncını sağlama
şini azaltarak organ disfonksiyonu gelişiminde rol oy ya yardım eder. Bu mekanizmalar, baroreseptör refleks
nar. Yüksek sitokin ve sekonder medyatör seviyeleri, leri, katekolaminlerin ve antidiüretik hormonun salmı-
myokardiyal kontraktiliteyi azaltabilir ve böylece kar- mmı, renin-angiotensin-aldersterone sisteminin aktivas-
diyak çıkışı (output) azaltır. Pulmoner dolaşımda art yonunu ve genel sempatik uyarıyı içerir. Net etki, taşi-
mış vasküler geçirgenlik ve endotelyal hasar akut res- kardi, periferik vazokontriksiyon ve böbrekte sıvı tutulması
piratuar distres sendromuna (ARDS) (Bölüm 13) yol dır. Deride vazokonstriksiyon, karakteristik "şoka has"
açar. Sonuçta bu faktörler, ölümle sonuçlanan multi soğuk ve soluk deriye neden olur (septik şok başlangıç
organ yetmezliğine, özellikle de böbrek, karaciğer, ta deride vazodilatasyona neden olur, bu nedenle hasta
akciğer ve kalp yetmezliğine yol açarlar. sıcak ve allanmış deri ile prezante olur). Koroner ve sereb-
Septik şoklu hastaların geleceğini öngörmek zordur. ral damarlar sempatik uyarılara daha az duyarlıdır ve
Genelde, yaygın enfeksiyonu ve beraberinde başka has normal kalibrelerini, kan akışını ve oksijen getirisini
talıkları olan hastalar en yüksek mortalite oranına sahip nispeten korurlar. Sonuçta, kan deriden kalp ve beyin
hastalardır. Ancak, ciddi enfeksiyonu (örneğin, menin- gibi yaşamsal organlara kayar.
gokokal sepsis) olan genç ve sağlıklı kişiler bile saatler Altta yatan sebepler düzeltilmezse, şok yaygın doku
içerisinde kaybedilebilirler. hipoksisi ile karakterize olan progresif evreye girer. Ka
Şok 97
lıcı oksijen eksikliği durumunda, intrasellüler aerobik kardiyojenik şokta ise en iyi tedaviye rağmen sonuç da
solunum yerini anaerobik glikolize ve beraberinde yük ha kötüdür.
sek miktarda laktik asit üretimine bırakır. Sonuçta orta
ya çıkan metabolik laktik asidoz doku pH'ıtıı düşürür, dü
şük doku pH'ı da vazomotor cevabı baskılar; arterioller di
O Ö Z E T _____ ______________
late olur ve kan mikrodolaşımda göllenir. Kanın perifer-
de göllenmesi sadece kardiyak outputu azaltmaz, ayrıca Şok
ardından gelişen DİK sırasında endotel hücrelerini • Şok, kardiyak outputun ve/veya dolaşımdaki etkin kan
anoksik hasara karşı daha duyarlı kılar. Yaygın doku hi- hacminin azalması sonucu meydana gelen sistemik doku
poksisi yaşamsal organları etkiler ve organ yetmezliği hipoperfüzyonu durumu olarak tanımlanır.
başlar.
• Kardiyojenik, (örn, myokardiyal infarktüs), hipovolemik
Uygun tedavi yapılmazsa, süreç geri dönüşsüz evreye (örn, kan kaybı) ve septik (örn, enfeksiyonlar) şok, şokun
ilerler. Lizozomal enzimlerin sızması yaygın doku hasa başlıca tipleridir.
rının bir göstergesidir ve şok durumunu ağırlaştırır. Kıs
• Şok, hangi tipte olursa olsun, eğer düzeltilmezse dokuda
men artmış nitrik oksit sentezi nedeniyle miyokard ka hipoksiye yol açar.
sılma fonksiyonları kötüleşir. İskemik bağırsak intesti
• Septik şok, bakteriyal ya da fungal enfeksiyonlardaki ko
nal floranın dolaşıma girmesine izin verir ve bakteriye-
nak yanıtı nedeniyle meydana gelir ve endotelyal hücre
mik şok olaya eklenebilir. Sıklıkla, renal iskemik hasarın aktivasyonu, vazodilatasyon, ödem, dissemine intravas-
sonucu olarak renal yetmezliğe doğru ilerleme olur (Bö küler koagülasyon ve metabolik bozukluklar ile karakte-
lüm 13) ve en iyi tedavi girişimlerine rağmen, bu düşüş rizedir.
ölüm ile sonuçlanır.
o M ORFOLOJİ
Şokun hücredeki ve dokudaki etkileri, tem elde hipoksik
KAYN AKLAR
Akhtar S: Fat embolism. Anesthesiol Clin 27:533, 2009. [Yağ em bolisi
sendrom unun patogenezi ve klin ik özelliklerini konu alan güncel bir der
lem e.]
hasarda oluşanlar ile aynıdır (Bölüm 1) ve bunlara hipe-
Coppola A, Tufano A, Cerbone AM, Di Minno G: Inherited thrombop
perfü zyo n ve m ikro vask ü ler trom bozun kombinasyo hilia: implications for prevention and treatment of venous thrombo
nu neden olur. H e r ne kadar herhangi b ir organ etkilene- embolism. Semin Thromb Hemost 35:683, 2009. [Trom bofilinin çe
bilse de, beyin, kalp, böbrekler, adrenaller ve gastrointesti şitli özelliklerini konu alan bir dergi sayısın da hiperkoagü lasyon durum
nal kanal en sık olarak tutulur. Fibriiî tronrcbüsleri her larının gen etik tem elleri konusunda bir derlem e.]
Crawley J et al: The central role of thrombin in hemostasis. J Thromb
hangi b ir dokuda oluşabilir, ancak tip ik olarak en kolay böb
Haemost 5 (Suppl 1):95, 2007. [Tronıbin aktivasyon u n da sonlanan çe
re k glom erüllerinde görülür. A d r e n a l k o rtik a l lip id şitli y olaklar konusunda bir derlem e.]
kaybı stresin tüm form larında vardır ve depolanan lipidle- Crawley J, Lane D: The haemostatic role of tissue factor pathway inhi
rin steroid sentezi için kullanımındaki artışı yansıtır. A kci bitor. Arterioscler Thromb Vase Biol 28:233, 2008. [TFPI'in fiz tolojik
ğ e rle r hipoksik hasara oldukça dirençli olm akla birlikte, ka rolleri konusunda bir özet.]
nama, sepsis ya da travm a nedeniyle meydana gelen hipo Cushman M: Epidemiology and risk factors for venous thrombosis. Se
min Hematol 44:62, 2007. [Venöz pıhtılaşm anın risk fa k tö r le r i ve pato-
volem ik şok, d iffü z alveolar hasara yol açabilir (Bölüm 12).
fiz y o lo jisi konusunda bir derlem e.]
Buna şo k akciğeri adı verilir. Eğer hasta hayatta kalırsa, Dahlback B: Blood coagulation and its regulation by anticoagulant
n ö ro n la r ve kalp kası hücreleri hariç etkilenen tüm dokular pathways: genetic pathogenesis of bleeding and thrombotic dise
tam am en iyileşebilir. ases. J Intern Med 257:209, 2005. [Biraz eski olsa da, bu norm al ve
an orm al hem o staz konusunda iy i bir derlem e.]
Esmon CT, Esmon NL: The link between vascular features and throm
bosis. Annu Rev Physiol 2011. [Endotel, kan akım ı ve lıem osta z/trom -
boz arasındaki ilişkileri ele alan güncel bir derlem e.]
Goldhaber SZ: Advanced treatment strategies for acute pulmonary
Klinik Gidiş embolism, including thrombolysis and embolectomy. J Thromb Ha
emost 7(Suppl 1):322, 2009. [Pulm oner em bolinin tanısı v e tedavisi ko
Şokun klinik sonuçları olayı başlatan nedene bağlıdır. nusunda güncel bir rehber.]
Hipovolemik ve kardiyojenik şokta hastada hipotansi Holy EW, Tanner FC: Tissue factor in cardiovascular disease pat
yon, zayıf ve hızlı bir nabız, takipne vardır ve deri so hophysiology and pharmacological intervention. Adv Pharmacol
ğuk, nemli ve siyanoyiktir.daha önce de belirtildiği gibi, 59:259, 2010. [D oku faktörü n ü n h em ostazdaki rolü v e patolojik trom-
bozlan ön lem ede izlenecek potan siyel y ollar konusunda kapsam lı bir der
septik şokta periferik vazodilatasyon nedeniyle, deri sı lem e.]
cak ve kızarmıştır. Hayatı tehdit eden asıl şey, olayı baş Hong MS, Amanullah AM: Heparin-induced thrombocytopenia: a
latan nedendir (örn, myokard infarktüsü, ağır kanama, practical review. Rev Cardiovasc Med 11:13, 2010. [B aşlıkta da belir
bakteriyal enfeksiyon). Ancak, kardiyak, serebral ve tildiği gibi, hep a rin nedenli trom bositopeninin m ekan izm aları ve tedavi
leri konusunda iyi ve pratik bir derlem e.]
pulmoner değişiklikler durumu hızla kötüleştirir. Eğer Hotchkiss R, Karl I: The pathophysiology and treatment of sepsis. N
hasta başlangıç döneminde hayatta kalırsa, kötüleşen Engl J Med 348:138, 2003. [E ski bir yayın olsa da, son d erece iyi yazıl
renal fonksiyonlar nedeniyle oligüri, asidoz ve elektrolit mış ve sepsis yolaklarının patogenezini çok iyi ortaya koyuyor.]
dengesizliklerinin hakim olduğu dönem başlar. Jennings LK: Mechanisms of platelet activation: need for new strategi
es to protect against platelet-mediated atherothrombosis. Thromb
Prognoz şokun nedeni ve süresive bağlıdır. Başka Haemost 102:248, 2009. [Trom bositlerin trom bozda ve in flam asyon da
hastalığı olmayan hipovolemik şoktaki genç hastaların oynadıkları rolleri ve tedavi girişim lerinin olası h ed eflerin i konu alan
%90'dan fazlası uygun tedavi ile hayatta kalır. Septik ve m ükem m el ve güncel bir derlem e.]
98 BÖLÜM 3 Hemodinamik Bozukluklar, Tromboembolizm ve Şok
Kwaan H Q Şamama MM: The significance of endothelial heterogene Stearns-Kurosawa DJ, Osuchowski MF, Valentine C, et al: The patho
ity in thrombosis and hemostasis. Semin Thromb Hemost 36:286, genesis of sepsis. Ann Rev Pathol Mech Dis 6:19, 2011. [Sepsisin an
2010. [Endotelin h em o stazd aki v e trom bozdaki etkilerin i konusunda ye laşılm asında ve tedavi h ed eflerin d e yen i yaklaşm ıla n konu alan iyi bir
ni v erileri içeren bir derlem e.] güncellem e.]
Mackman N, Tilley RE, Key NS: Role of the extrinsic pathway of blo Rijken DC, Lijnen HR: New insights into the molecular mechanisms
od coagulation in hemostasis and thrombosis. Arterioscler Thromb of the fibrinolytic system. J Thromb Haemost 7:4, 2009. [Fibrinolitik
Vase Biol 27:1687, 2007. [K oagü lasyon daki başlıca yoluklan konu alan y ola k la r konusunda m ü kem m el bir derlem e.]
iyi bir derlem e.] Ruiz-Irastorza G, Crowther M, Branch W, Khamashta MA: Antiphosp-
Montagnana M, Franchi M, Danese E, et al: Disseminated intravascular holipid syndrome. Lancet 376:1498, 2010. [A n tifosfolipid sendrom u
coagulation in obstetric and gynecologic disorders. Semin Thromb konusunda tanı ve tedavi kon u ların da yoğunlaşan iyi bir özet.]
Hemost 36:404, 2010. [D İK m ekan izm alanm konu alan bir derlem e ve Wu KK, Matijevic-Aleksic N: Molecular aspects of thrombosis and an
am niotik sıvı em bolisinin p atofizyolojisi konusunda iyi bir tartışm a.] tithrombotic drugs. Crit Rev Clin Lab Sci. 42:249, 2005. [Trombüs
Munford RS: Severe sepsis and septic shock: the role of gram-negati oluşumunun m ekanizm aları kon u su n da tedavi yaklaşım ların a da yoğun
ve bacteremia. Arrnu Rev Pathol 1: 467, 2006. [Septik şokun patoge- laşan uzun ve ayrıntılı bir derlem e.]
nezin i kon u alan ilginç bir bakış açısı.] Zwicker J, Furie BC, Furie B: Cancer-associated thrombosis. Crit Rev
Osinbowale O, Ali L, Chi YW: Venous thromboembolism: a clinical re Oncol Hematol 62:126, 2007. [M alignitede görülen hiperkoagülasyon
view. Postgrad Med 122:54, 2010. [Tıp öğ ren cisi/asistan seviyesin de durum larında altta yatan m ekan izm aları kon u alan ayrıntılı bir derlem e.]
iyi bir derlem e.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
BÖLÜM İÇERİĞİ
Doğal ve Edinsel İm m ünite 99 H ipersensitivite Reaksiyonları: İltihabi Miyopatiler 135
İmmün Sistemin H ücreleri ve İmmün-Aracılı Hasar Mikst Bağ Dokusu Hastalığı 135
D okuları 100 Mekanizmaları 109 Poliarteritis Nodosa ve Diğer
Lenfositler 100 Hipersensitivite Reaksiyonlarının Vaskülitler 135
Antijen Sunan Hücreler 104 Nedenleri 109 lgG4-ilişkili Hastalık 135
Efektör Hücreler 104 Hipersensitivite Reaksiyonlarının Transplantların Reddi 135
Lenfoid Dokular 104 Tipleri 110 Allogreftlerin immün Tanınması 135
N orm al İmmün Cevapların Gözden Erken (Tip I) Hipersensitivite 111 G reft Reddinin Efektor
Antikor-Aracılı Hastalıklar (Tip II Mekanizmaları 137
Geçirilmesi 105
Mikroplara Erken Doğal immün Hipersensitivite) 114 G reft Yaşamını İyileştiren Metodlar 138
immün Kompleks Hastalıkları (Tip III Hematopoetik Kök Hücrelerin
Cevap 105
Hipersensitivite) 115 Transplantasyonu 139
M ikrobik Antijenlerin Yakalanma ve
Sergilenmesi 105 T Hücre-Aracılı (Tip IV) İmmün Y etm ezlik Hastalıkları 139
Hücresel immünite: T Lenfositlerin Hipersensitivite 117 Primer (Konjenital) immün
Aktivasyonu ve Hücrelerdeki O to im m ü n Hastalıklar 120 Yetmezlikler 139
Mikropların Eliminasyonu 105 immün Tolerans 121 Sekonder (Edinsel) immün
Humoral immünite: B Lenfositlerin O toim m ünite Mekanizmaları 122 Yetmezlikler 143
Aktivasyonu ve Ekstrasellüler Sistemik Lupus Eritematozus 125 Edinsel immün Yetmezlik Sendromu
Mikropların Eliminasyonu 108 Romatoid A rtrit 131 (AIDS) 143
immün Cevapların Azalması ve Sjögren Sendromu 131 A m iloidoz 153
immünolojik Bellek 109 Sistemik Sklerozis (Skleroderma) 132 Amiloidoz Sınıflaması 154
'
..... !1" ^ 1 ?
m
Epitelyal engeller
T lenfositler ■->
sJr Efektör
m T hücreleri
Fagositler jfa >
» n V
vpw°(
- i
Y ••■W, y. h
Kompleman NK hücreleri
-ih
0 6 12 3
Saat Gün
Enfeksiyon sonrası süre ■
Resim 4-1 Doğal ve kazanılmış immünitenin başlıca mekanizmaları. NK, doğal katil
varlığında aktif hale gelerek, artarak ve mikropları nöt antijenleri yakalayan, lenfositlere sergileyen antijen sunan
ralize ve elimine eden etkili mekanizmalar geliştirerek, (prezante eden) hücrelerden (APCler) ve fonksiyonları mik
cevap verir (veya "adapte olur"). Edinsel iminim sistemin roplan ve diğer antijenleri yok etmek olan çeşitli efektör hüc
komponentleri lenfositler ve bunların ürünleridir. Gelenek relerden meydana gelir. İmmün sistemin dikkate değer iki
sel olarak "immün sistem" ve "immün cevap" terimleri özelliği, hücrelerin farklı fonksiyonları meydana getir
edinsel immüniteyi ifade eder. mek üzere özelleşmesi ve ihtiyaç olduğunda, yararlı ce
İki tip edinsel immiin cevap vardır: B lenfositlerin (B hüc vaplara izin veren ve zarar verme potansiyeli olanları
releri de denilen) oluşturduğu antikor denilen çözünür prote önleyen belirgin kontrol mekanizmalarıdır.
inlerle sağlanan hümoral immünite ve T lenfositlerle (T hüc
releri de denilen) sağlanan hücre-aracılı (veya hücresel) im
Lenfositler
münite. Antikorlar kanda, mukozal sekresyonlar ve dokular
daki ekstrasellüler mikroplara karşı korunma sağlar. T lenfo Lenfositler dolaşımda ve çeşitli lenfoid organlarda bulu
sitler kan, mukozal sekresyonlar ve dokulardaki intra- nur. Her ne kadar lenfositler morfolojik olarak aynı gö
selliiler mikroplara karşı korunmayı sağlar. T lenfositler rünseler de, lenfosit topluluğunda aslında fonksiyonel ve
intrasellüler mikroplara karsı savunmada önemlidir. Gö fenotipik birçok farklılık vardır. Lenfositler, lenfoid or
revlerini, ya enfekte hücreyi direkt öldürerek (sitotoksik ganlardaki öncüllerinden gelişir; T lenfositler timusta ol
T lenfositlerle başarılan) ya da yutulmuş mikropları sito- gunlaştıkları (maturasyon) için bu şekilde adlandırılmış
kin denilen (yardımcı T hücrelerince yapılan) çözünür lardır, buna karşılık B lenfositler kemik iliğinde olgunla
protein aracıları (medyatörleri) üretmek suretiyle öldür şırlar. Her T veya B lenfosit tek bir antijen için reseptör
mek için fagositleri aktive ederek yerine getirirler, im içerir ve total lenfosit topluluğu (insanda 1 0 1 2 kadar) on
mün sistem hücrelerinin temel özellik ve fonksiyonları milyonlarca ya da yüz milyonlarca antijeni tanıma yete-
sonraki kısımda tanımlanmaktadır. neğindedir. Antijeni tanıma, müthiş miktardaki bu fark
İmmün sistem uygunsuz şekilde tetiklendiğinde veya lılığı lenfosit olgunlaşması sırasında antijen reseptör gen
uygun şekilde kontrol edilmediğinde, konak savunma lerinin somatik yeniden düzenlenmesi ve antijen resep
sında yer alan aynı mekanizmalar doku hasarı ve hasta törlerini oluşturmak üzere farklı gen segmentlerinin bir
lığa neden olur. Doğal ve edinsel immünitenin hücrele leşmesi sırasında ortaya çıkan varyasyonlarla sağlanır. Bu
rinin reaksiyonu kendisini iltihap (inflamasyon) olarak antijen reseptörleri sadece lenfositlerde yeniden düzenle
gösterebilir. Bölüm 2 de bahsedildiği gibi iltihap, yararlı nir ve eksprese edilir. Bu nedenle, antijen reseptör gen
bir olaydır, fakat birçok insan hastalığının da temelidir. yeniden düzenlenmesinin moleküler metodlarla (polime-
Bu bölümde daha sonra takdim edilen, kazanılmış im raz zincir reaksiyonu [PCR] testi) gösterilmesi T veya B
mün cevabın patolojik iltihabi reaksiyonları tetiklediği lenfositlerin kesin bir belirleyicisidir (marker). Bu çeşit
yolların gözden geçirilmesidir. analizler lenfoid malignitelerde kullanılır. Her lenfosit öz
gün bir DNA yeniden düzenlenmesine (rearrangement)
İM M Ü N SİSTEMİN HÜCRELERİ VE (böylece özgün bir antijen reseptörüne) sahip olduğun
dan, hücre gruplarında rearrangement analizleri poliklo-
D O K U LA R I
nal (non-neoplastik) lenfosit proliferasyonlarmı monoklo-
İmmun sistem hücreleri, antijenleri tanıyan ve edinsel im nal (neoplastik) gelişmelerden ayırt eder. Bu tip analizler
inim cevapları uygulayan lenfositlerden; mikrobiyal ve diğer lenfoid malignitelerin tanısında kullanılır (Bölüm 11).
Immün Sistemin Hücreleri ve Dokuları 101
Antijen
Ç
zincirler
Sinyal 1 Sinyal 2
Resim 4 -2 Lenfosit antijen reseptörleri. A , T hücre reseptör (TCR) kompleksi ve T hücre aktivasyonuna katılan diğer moleküller. TCRa
and TCR|3 zincirleri, antijeni tanır (antijen sunan hücrelerde peptid-MHC kompleksleri şeklinde eksprese edilen) ve bağlandığı CD3 kom
pleksi, aktive edici uyarıları başlatır. CD4 ve CD28 de T hücre aktivasyonuna katılır (bazı T hücrelerinin CD4 değil, CD 8 eksprese ettiğine
dikkat edin, bu moleküller analog rollere sahiptir). B, B hücre reseptör kompleksi membran IgM’si (veya IgD, gösterilmemiştir) ve ilişkili
sinyal proteinleri Iga and lg|3'dan meydana gelir. CD21, B hücre aktivasyonunu destekleyen bir kompleman komponenti reseptörüdür. Ig,
immünglobulin; MHC, major histokompatibilite kompleksi.
102 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları
CD 8 + T hücreleri de sitokin salgılar, fakat bunlar virusla Major Histokompatibilite Kompleks Molekülleri: Edinsel
enfekte olan veya tümör hücrelerini direkt öldürerek da İmmünitenin Peptid Sergileme Sistemi
ha önemli rol oynarlar ve bu nedenle "sitotoksik" T len
fositler (CTL) olarak isimlendirilirler. T hücrelerindeki di MHC molekülleri antijenlerin T-hücrelerce tanınmasın
ğer sabit proteinler APC'lerde mikropların oluşturduğu da temel olduğundan ve MHC moleküllerindeki varyas
moleküller (kostimulatör denilen) için reseptör fonksiyo yonlar immünolojik hastalıklarla ilişkili olduğundan, bu
nu gören CD28'i, T hücreleri ve APC arasında bağı kuv moleküllerin yapı ve fonksiyonlarının gözden geçirilme
vetlendiren T hücrelerinin farklı dokularda migrasyonu- si önemlidir. İnsan lökosit antijen (human leukocyte an-
nu kontrol eden çeşitli adhezyon moleküllerini içerir. tigen-HLA) kompleksi olarak bilinen insan MHC'si, kro
Periferik kan T hücrelerinin az bir kısmında ve muko- mozom 6 da yer alan bir gen topluluğundan oluşur (Re
zal yüzeyler (örn, akciğer ve gastrointestinal kanal) ile sim 4-3). HLA sistemi çok polimorfiktir; her loküsteki
ilişkili T hücrelerinin çoğunda TCRler, y ve ö zincirleri genin birçok alternatif formu (allelleri) vardır (tüm HLA
nin meydana getirdiği heterodimerlerdir. Bu zincirler ço genleri için 3500 ve HLA-B allelleri için 1100 kadar he
ğu TCRdeki a ve j> zincirlerine benzer yapıdadır, ancak saplanır). Bu çeşitlilik öyle bir sistem ortaya koyar ki, T
aynı değildir. Bu yö T hücreleri CD4 veya CD 8 eksprese hücrelerince tanınmak için MHC molekülleri tarafından
etmezler ve nonprotein molekülleri (bakteriyel lipogli- çok geniş bir peptid dizisi sergilenebilir. Bu polimorfizm,
kanlar gibi) tanırlar, fakat fonksiyonel rolleri iyi anlaşıl göreceğimiz gibi, organ transplantasyonunda da ciddi
mamıştır. T hücrelerinin diğer küçük bir grubu T hücre bir engel oluşturur.
lerinin ve NK hücrelerinin marker'larım ekspresse eder. MHC gen ürünleri kimyasal yapıları, doku dağılımla
Bu NKT hücreleri, mikrobiyal glikolipidleri tanır ve bazı rı ve fonksiyonları temelinde iki ana sınıfa ayrılır:
infeksiyonlara karşı savunmada rol oynayabilirler. NKT
hücrelerinin antijen reseptörleri "klasik" T hücre resep ® Class I MHC molekülleri birbiriyle yakın ilişkide,
törlerinden çok daha az farklıdır ki, bunların korunmuş HLA-A, HLA-B ve HLA-C olarak tanımlanan üç lo-
mikrobiyal yapıları tanıdığını telkin eder. küs tarafından kodlanır (Resim 4-3). Bu moleküllerin
İmmiin cevapları baskılayan (süpresyon) bir diğer T herbiri polimorfik bir 44-kD a zinciri ile bunun non-
hücre topluluğu regülatuar T lenfositlerdir. Bu hücre tipi kovalan bağlandığı sabit 12-kD (32-mikroglobulin po-
daha sonra self antijenlere tolerans kavramı içinde ta lipeptidden (kromozom 15'de ayrı bir genle kodla
nımlanmıştır. nan) meydana gelen bir heterodimerdir. a zincirinin
(52-Mikroglobülin
HOOC
I f f iS f W ilW I lf llO T if lW I W S W f S f B I B S f W iI
T
COOH
Resim 4-3 insan lökosit antijeni (H L A ) kompleksi ve H L A m oleküllerinin yapısı. A , H L A kom pleksinde genlerin lokalizasyonu. Genler
arasında mesafeler ve bo yu tlar ölçekli değildir. Class II bölgesi de antijen muamelesine katılan b irço k proteini kodlar (gösterilm eyen). B,
Class I ve dass I! H LA m oleküllerinin şematik diagramları ve kristal yapıları. LT, lenfotoksin; TNF, tü m ö r nekroz fa ktö rü .
(Kristal yapılar Dr. P. Bjorkman izniyle, California Institute o f Technology, Pasadena, California.)
Immün Sistemin Hücreleri ve Dokuları 103
ekstrasellüler kısmı polimorfik kalıntıların lokalize ol denmesinin nedenidir. MHC genleri polimorfizminin,
duğu bir yarık içerir ki, yabancı peptidlerin T hücrele kişileri ortamdaki akla gelebilecek her mikrobiyal pepti
rine ve CD 8 'e bağlanan korunmuş bir bölgeye sunul de maruz kalma ve cevap vermeğe yeterli kılmak için or
maları için MHC moleküllere bağlandığı yerdir ve taya çıktığına inanılır.
class I moleküllerle ortaya konan peptidlere sadece T hücre uyarılmasında MHC'nin rolü immün cevapla
CD 8 + T hücrelerin cevap vermesini sağlar. Class I rın genetik kontrolü açısından da önem taşır. Herhangi
MHC molekülleri genellikle hücrenin sitoplazmasm- bir MHC allelinin belli bir patojenden oluşan peptid an
da sentezlenen proteinlerden (viral antijenler gibi) ge tijene bağlanma yeteneği, o kişinin T hücrelerinin aslın
lişen peptidlere bağlanır ve onları sergiler. Class I da patojeni "görüp" cevap verip vermeyeceğini tayin
MHC molekülleri tüm çekirdekli hücrelerde bulundu edecektir. Belli allelleri taşımak hem koruyucu, hem za
ğundan, virusla enfekte bütün hücreler CD 8 + CTL'ler rarlı immün cevapları etkileyecektir. Mesela, söz konusu
tarafından tesbit ve yok edilebilir. olan antijen eğer kanaryaotu (ragweed) poleniyse ve ce
® Class II MHC molekülleri DP, DQ ve DR en az üç alt vap bir allerjik reaksiyon ise, bazı HLA genlerinin kalıtı
bölge içeren HLA-D bölgesindeki genlerle kodlanır. mı kişileri polen alerjisine, yani günlük konuşmadaki
Class II moleküller nonkovalan bağlı polimorfik a ve adıyla "saman nezlesi"ne hassas kılabilir. Diğer taraftan,
P alt birimlerinden oluşan heterodimerlerdir (Resim bazı HLA allellerinin kalıtımıyla belirlenen, viral bir an
4-3). MHC class II heterodimerin ekstrasellüler parça tijene cevap verme özelliği konak için yararlı olabilir.
sı antijenik peptidlere bağlanan bir yarık ve CD4'e Son olarak, birçok otoimmiin hastalık belli HLA alicile
bağlanan bir bölge içerir. Class II MHC ekspresyonu riyle ilişkilidir. Otoimmüniteyi ele alırken HLA'nm has
başlıca APC'ler (özellikle dendritik hücreler [DC'ler]), talıklarla bağlantısı tartışmasına döneceğiz.
makrofajlar ve B hücreler olmak üzere az sayıdaki
hücreyle sınırlıdır. Class II MHC moleküller genellik B Lenfositler
le hücre dışında sentezlenmiş proteinlerden gelişen Kemik iliği kökenli B lenfositler, dolaşan antikorlar meydana
(ekstrasellüler bakterilerden gelişenler gibi) ve hücre getiren hücrelerdir ve böylece hümoral immünitenin efektör
ye yutulan peptidlere bağlanır. Bu özellik CD4+ T hüc hücreleridir. B hücreleri dolaşan periferik lenfosit popülas-
relerin ekstrasellüler patojenlerin varlığını tanımasına yonunun %10-20'sini oluşturur. Bunlar kemik iliğinde ve
ve koruyucu bir cevap düzenlemesine olanak verir. periferik lenfoid dokuların (lenf nodlilleri, dalak, tonsiller
• MHC lolcüsünde diğer birçok protein kodlanır ki, ba ve diğer mukozal dokular) foliküllerinde de bulunurlar.
zılarına class III moleküller denmiştir. Bunlar komple- B hücreleri, antijeni, yüzeyde B-hücre reseptörünü
man komponentlerini (C2, C3 ve Bf), sitokinleri, tü (BCR) oluşturmak üzere sinyal proteinleriyle birlikte
mör nekroz faktörü (TNF) ve lenfotoksini içerir. Bu ekprese edilen membrana bağlı immünglobulin M (IgM)
moleküller peptid sergileme sisteminin bir parçasını sınıfı antikor aracılığıyla tanır (Resim 4-2, B). T hücrele
temsil etmez ve ilerde tartışılmayacaktır. ri sadece MHC'ye bağlı peptidleri tanırken, B hücreleri
Her kişi her bir ebeveyninden bir HLA alleli kazanır, bu proteinler, lipidler, polisakkaridler, nükleik asidler ve
nedenle tipik olarak her HLA loküsü için iki farklı mo küçük kimyasallar dahil, çözünmüş veya hücre-ilişkili
lekül ekspresse edilir. Bu nedenle heterozigot bir kişinin daha birçok kimyasal yapıyı tanır ve bunlara cevap verir.
hücreleri üçü anne orijinli ve üçü baba orijinli farklı altı Ayrıca B hücreleri (ve antikorlar) bu antijenlerin doğal
class I HLA molekülü ekspresse eder. Benzer şekilde ki formlarını (uygun katlanmış "folded") da tanırlar. Her
şi, anneden ve babadan class II MHC lokusu allelleri antikor, TCR'ler gibi, özgün bir antijen spesifitesine sa
ekspresse eder. Bazı HLA-D a ve P zincirleri birbiriyle hiptir. Antikorların farklılıkları immünglobulin genleri
karışabileceği ve birbiriyle karşılaşabileceği için class II nin somatik yeniden düzenlenmesi esnasında gelişir. B
eksprese eden her hücre 20 kadar farklı class II MHC hücreleri sinyal iletisinden ve hücrelerin aktivasyonun-
molekülü içerebilir. Farklı MHC allelleri farklı peptid dan sorumlu birçok sabit molekül eksprese eder (Resim
fragmanlarına bağlanır ki, birçok farklı MHC molekülleri 4-2, B). Bazıları BCR'ye tutunan sinyal molekülleridir.
nin ekspresyonu her hücrenin geniş bir yelpazede peptid an Diğer örnek, sıklıkla mikroplarda depolanan ve mikrobi
tijenleri sergilemesine olanak verir. yal antijenlere B hücre cevabını geliştiren bir komple-
Toplumda major HLA loküsleri polimorfizminin so man yıkım ürününü tanıyan CD21'dir (tip 2 kompleman
nucu aslında sonsuz sayıda molekül kombinasyonu mev reseptörü veya CR2 olarak da bilinen). Enteresan olarak,
cuttur ve herbir kişi hücrelerinde özgün bir MHC antijen her yerde sık rastlanan Epstein-Barr virüsü B hücreleri
profili eksprese eder. Her kişide HLA allelleri kombinas ne bağlanmak ve onları enfekte etmek için zekice
yonu HLA haplotipi olarak isimlendirilir. HLA polimor CD21T bir reseptör olarak kullanmaya evrimleşmiştir.
fizminin transplantasyon bağlamında anlamı açıktır. B hücreleri uyarıdan sonra büyük miktarlarda antikor
Çünkü her kişi diğer herhangi bir kişininkinden bir ve humoral immiinite medyatörleri salgılayan plazma
oranda farklı HLA allellere sahiptir, hemen her vericiden hücrelerine diferansiye olur. Beş sınıf veya izotip immü-
(donör) greftler, alıcıda (recipient) immün cevaplar oluş noglobulin vardır. IgG, IgM ve IgA dolaşan antikorların
turacak ve reddedilecektir (tabii tek yumurta ikizleri ha %95'den fazlasını oluşturur. IgA mukozal sekresyonlar-
riç). Aslında HLA molekülleri ilk doku transplantasyon daki major izotiptir, IgE dolaşımda çok düşük konsant
denemeleri sırasında keşfedilmiştir. Greftin HLA mole rasyonlarda bulunur ve doku mast hücrelerinin yüzeyle
külleri sonunda greft tahribine yol açan, hem humoral rine tutunmuş olarak da bulunur. IgD ise B hücrelerinin
hem sellüler cevaplar uyandırır (sonra bu bölümde tartı yüzeyinde eksprese edilir fakat salgılanmaz. Aşağıda an
şıldığı gibi). MHC moleküllerinin immün cevapları tetik- latıldığı şekilde, her izotip karakteristik olarak komple-
leme yetenekleri bu moleküllere çoğu kez "antijenler" manı aktive etme veya iltihap hücrelerini toplama yete
104 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları
neğine sahiptir ve böylece konak savunması ve hastalık başarıyla yakalarlar. Bu hücreler lenfoid folliküllerdeki
durumlarında farklı bir rol oynar. aktive B lenfositlere antijenleri sunar ve sekonder anti
kor cevapları uyandırır fakat antijenleri yakalayıp T hüc
Doğal Katil (Natural Killer) Hücreler relere sunmaya katılmazlar.
Doğal katil (NK) hücreler T ve B lenfositleri yapan ortak
lenfoid progenitörden gelişen lenfositlerdir. Ancak NK Diğer Antijen-Sunan Hücreler
hücreler doğumsal immtinite hücreleridir ve antijenler Makrofajlar mikroplan ve diğer antijen partiküllerini yu
için çok çeşitli ve klonlara dağılmış reseptörler eksprese tar ve T lenfositler tarafından tanınması için peptidleri
etmezler. Bu nedenle bunlar T ve B hücreleri gibi çeşitli sergiler. Bu T hücreleri, hücresel bağışıklığın temel reak
spesifitelere sahip değillerdir. NK hücreler inhibitor ve ak- siyonu olan mikropların öldürülmesi için makrofajları
tivatör olmak üzere iki tip reseptöre sahiptir. Inhibitor aktive eder. B hücreleri, peptidleri yardımcı (helper) T
reseptörler sağlıklı hücrelerde eksprese edilen self class hücrelere sunar ve protein antijenlere yanıt olarak anti
I MHC moleküllerini tanırken, aktivatör reseptörler kor yapımını artıracak uyarılar alır.
stres altındaki veya enfekte hücrelerde veya DNA hasar
lı hücrelerde eksprese edilen veya artan molekülleri ta Efektör Hücreler
nırlar. Normalde inhibitor reseptör etkileri aktivatör re
Birçok farklı lökosit tipi immün cevabın nihai görevini
septörlerden baskındır. Bu şekilde NK hücrelerin akti-
vasyonu önlenir. Enfeksiyonlar (bilhassa viral enfeksi yapar ki, bu enfeksiyonları elimine etmektir. NK hücre
ler "stresteki" hücrelere karşı süratle reaksiyon verme
yonlar) ve stres, azalmış class I MHC molekülleri eksp-
yetenekleri nedeniyle ilk sıradaki efektör hücrelerdir.
resyonuyla birliktedir, böylece NK hücreleri üzerindeki
Antikor salgılayan plazma hücreleri humoral immünite-
inhibisyon ortadan kalkar. Aynı zamanda artmış aktiva
nin efektör hücreleridir. T lenfositler; hem CD4+ yar
tör reseptörlerin yükümlülüğü vardır. Net sonuç, NK
dımcı T hücreler, hem CD 8 + CTL'ler, hücresel immüni-
hücrelerin aktive olması ve enfekte veya stres altındaki
tenin efektör hücreleridir. Bu lenfositler konak savunma
hücrelerin öldürülmesi ve yok edilmesidir.
sında başka hücrelerle birlikte fonksiyon gösterir. Bölüm
2 'de tanımlanan makrofajlar, antikor veya komplemanla
Antijen-Sunan Hücreler (Antigen-Presenting
sarılı mikroplara bağlanır, fagosite eder ve bu mikropla
Cells) (APC)
rı tahrip eder, böylece humoral immünitenin efektör
İmmün sistem mikrobiyal antijenleri yakalamaya ve hücresini oluşturur. Makrofajlar, yardımcı T hücrelerin
bunları lenfositlere sunmaya özelleşmiş çeşitli hücre tip sinyallerine de cevap verirler. Bu sinyaller, makrofajlarm
leri içerir. Bunlar arasında en başta gelen APC'ler, im fagosite edilmiş mikropları tahrip etme yeteneklerini
mün cevapları başlatmak üzere naif T hücrelere protein arttırır, böylece makrofajlar hücresel immünitenin efek
antijenleri sunan başlıca hücreler olan, dendritik hücre tör hücresi gibi rol oynarlar. T lenfositler nötrofiller ve
lerdir (DC). İmmün yanıtların çeşitli evresinde farklı len eozinofiller gibi diğer lökositleri aktive eden, dolaşan si-
fositlere antijenleri sunan diğer birçok hücre tipi vardır. tokinler salgılar ve bütün bu hücre tipleri çeşitli patojen
lere karşı savunmada birlikte fonksiyon görür.
Dendritik Hücreler
Lenfoid Dokular
Dendritik morfolojili hücreler (ince dendritik sitoplaz-
mik uzantılı) iki farklı fonksiyonel tipi vardır. Bazen in- Organizmanın lenfoid dokuları lenfositlerinin antijen
terdigitating dendritik hücre olarak isimlendirilen dend reseptörleri eksprese ettiği üretken (primer) organlar ve
ritik hücreler (DC) yüksek miktarlarda class II MHC ve T- edinsel immün cevapların geliştiği periferik (sekonder)
hücre kostimulatör molekülleri ekspresse ederler ve an lenfoid organlar olmak üzere bölünmüştür. Üretici or
tijenleri yakalama ve T hücrelerine sunma görevi yapar ganlar timus ve kemik iliğidir ve periferik organlar lenf
lar. DC'ler stratejik olarak giren mikropları yakalamak nodülleri, dalak ile mukozal ve kutanöz lenfoid dokular
için epitelde ve altında yer alırlar ki, bir örnek epidermi dır. Olgun lenfositler cevap verebilecekleri mikrobiyal
sin Langerhans hücreleridir. DC'ler lenfoid dokuların T antijenleri avlamak üzere periferik organlarda durma
hücre bölgelerinde de bulunurlar ve bu dokularda dola dan dolaşır. Bu organların önemli bir karakteristiği, T ve
şan antijenleri T hücrelere sunarlar. Kalp, akciğerler gi B lenfositlerin anatomik olarak, edinsel (adaptif) immun
bi birçok nonlenfoid organların interstisyumunda da bu cevabı (ileride anlatılmaktadır) kolaylaştıracak şekilde
lunurlar ki, giren mikropların antijenlerini yakalamak organize olmalarıdır.
için hazırdırlar. DC'lerin bir grubu plazma hücrelerine
benzediklerinden plasmositoid DC olarak isimlendirilir.
Bu hücreler kanda ve bütün lenfoid organlarda mevcut
Ö Z E T __________________
tur ve birçok virusa karşı cevapta meydana getirilen an
tiviral sitokin tip I interferonun major kaynağıdır. İmmün Sistemin Hücreleri ve Dokuları
Dendritik morfolojili ikinci tip DC'ler follikiiler dendri
• Lenfositler, edinsel immünitenin aracılarıdır ve antijenler
tik hücrelerdir (follicular dendritic cells) (FDC). Bunlar da
için spesifik ve farklı reseptörler geliştiren tek hücredirler.
lak ve lenf nodlarmm lenfoid folliküllerinin germinal
• T (timustan-gelişen) lenfositler, APC’ler üzerindeki MHC
merkezlerinde yer alır. FDC'ler IgG moleküllerinin Fc
moleküllerinde ortaya konan peptid antijenleri tanıyan
kuyruğu ve kompleman proteinleri için reseptörler taşır TCR’ler eksprese ederler.
ve böylece antikorlar ve komplemana bağlı antijenleri
Normal İmmün Cevapların Gözden Geçirilmesi 105
• B (kemik iliğinden gelişen) lenfositler, çok çeşitli antijeni ürünleri mikropları öldürür ve fagositoz için onları sarar
tanıyan membrana bağlı antikorlar ekspresse ederler. B (opsonize eder). Doğal immün cevaplar, enfeksiyonlarla
hücreler antikor salgılayan plazma hücreleri haline gelmek savaşa ilave olarak, sonraki edinsel immüniteyi uyarır
üzere aktive olurlar. ki, antijen spesifik T ve B lenfositlerin cevaplarım başlat
• N K hücreler, bazı mikroplar tarafından enfekte olmuştur mak için esastır.
veya stres altında ve tamir edilemeyecek kadar hasarlıdır.
N K hücreler normalde sağlıklı hücrelerde ekprese edilen
Mikrobiyal Antijenleri Yakalama ve Sergileme
MHC moleküllerini tanıyan inhibitor reseptörler ekspre
se ederler. Bunlar normal hücreleri ölümden korur.
Mikroplar protein antijenler ile birlikte epitelden geçer
• APC’Ier, mikroplar ve diğer antijenleri yakalar, bunları len- ve epitelde ve epitel altında yerleşik olan DC'ler tarafın
foid organlara taşır ve lenfositler tarafından tanınmaları
dan yakalanırlar. Antijen-taşıyan DC'ler sonra drene
için sergiler. En yetkili APC’Ier epitelde ve çoğu dokular
eden lenf nodüllerine göç ederler (Resim 4-4). Protein
da yer alan D C ’Ierdir.
antijenler APC yüzeylerinde MHC moleküllerine bağlı
• İmmun sistemin hücreleri dokularda organize olmuştur.
olarak yer alan peptidleri oluşturmak üzere, APC'lerde
Bu dokuların bazıları olgun lenfosit yapım yerleridir (üret
proteolitik olarak sindirilir. Farklı hücre kompartman-
ken lenfoid organlar, kemik iliği ve timus), diğerleri immün
yanıt bölgeleridir (lenf nodları, dalak ve mukozal lenfoid lardaki antijenler farklı MHC moleküllerince sunulur ve
dokuları içeren periferik lenfoid organlar). farklı T hücre gruplarınca tanınır. Ekstrasellüler çevre
den yutulan antijenler endozomal ve lizozomal vezikül-
lerde muamele edilir ve sonra class II MHC moleküllere
bağlı olarak sunulur. CD4, class II MHC moleküllerine
bağlandığından, CD4+ yardımcı T hücreler genellikle
sindirilen proteinlerden gelişen class Il-ilişkili peptidleri
NORMAL İMMÜN CEVAPLARIN tanır. Bunun aksine sitoplazmadaki antijenler class I
GÖZDEN GEÇİRİLMESİ MHC molekülleriyle sunulur ve CD 8 + sitotoksik T hüc
reler tarafından tanınır, çünkü CD 8 class I MHC'ye bağ
Önceki bölümde immün sistemin temel bileşenleri tarif lanır. Farklı antijenlerin bu ayrımı aşağıda tartışacağımız
edildi. Bu bölüm normal immün cevapların anahtar özel gibi, CD4+ ve CD 8 + T hücrelerin özelleşmiş fonksiyon
liklerini özetlemektedir. Bu gözden geçirme yetersiz ve ları için anahtardır. T hücrelerin iki sınıfı farklı sellüler
kontrolsüz immün cevapların neden olduğu hastalıkla kompartmanlarda yer alan mikroplarla savaşmak için
rın daha sonraki tartışmasına temel oluşturacaktır. tasarlanmıştır. Protein antijenler, polisakkaritler ve di
ğer nonprotein antijenler de periferik lenfoid organların
lenfoid folliküllerinde B lenfositler tarafından direkt ola
Mikroplara Erken Doğal İmmün Cevap rak tanınır.
Mikrop, B ve T hücreler tarafından tanınmadan önce
Konakların ve çevrelerinin arasındaki başlıca engeller doğal immün yanıt oluşturur. Bu yanıt APCTeri kosti-
deri, gastrointestinal ve respiratuar kanal epitelidir. En- mulatör moleküller eksprese etmek ve sitokinler salgıla
feksiyöz mikroplar çoğu kez bu yollarla girer ve konak mak üzere aktive eder ki, bu da T lenfositlerin prolife-
ta kolonize olmaya çalışır. Doğal immünite mekanizma rasyonu ve differansiyasyonunu uyarır. T hücrelerin baş
ları mikrobun giriş teşebbüsünün her basamağında yer lıca kostimulatörleri APC'lerde eksprese edilen ve inak-
alır. Giriş yerinde epitel enfeksiyona fizik bariyer oluştu tif haldeki T hücrelerinde CD28 reseptörüyle tanınan B7
rur ve mikroba karşı peptid antibiyotikler oluşturarak ve molekülleridir (CD80 ve CD8 6 ). Bazı mikroplara ve po-
intraepitelyal lenfosit etkileriyle mikropları elimine lisakkaridlere doğumsal immün cevap da B lenfositlerin
eder. Mikroplar eğer yaşar ve bu epitelleri geçebilirlerse, proliferasyon ve diferansiyasyonunu arttıran parçalan
kandan dokulara süratle hareket eden nötrofiller ve epi ma mahsulleri oluşturmak üzere, kompleman aktivas-
tel altı dokularda yaşayan makrofajlar dahil olmak üze yonuyla sonlanır. Böylece, antijen (Resim 4-2'de uyarı 1)
re, fagositlerle karşılaşırlar. Bu fagositik hücrelerin fonk ve doğal immün cevaplar sırasında meydana getirilen
siyonu mikropları yutmak ve mikrobisidal (mikrop öldü moleküller (Resim 4-2'de uyarı 2) antijen-spesifik lenfo
rücü) maddeler oluşturarak onları tahrip etmektir. Mik sitleri aktive etmede işbirliğiyle fonksiyon görür. Mik
ropları tanıma yanıtında fagositler, DC'ler ve diğer bir ropla tetiklenen sinyal 2 gereksinimi, edinsel immün ce
çok hücre tipi iltihabı ve mikrobiyal ölümü geliştiren ve vabın zararsız maddeler tarafından değil, mikroplar ta
koruyucu immün cevapları arttıran sitokinler (sonra ta rafından oluşturulmasını sağlamış olur.
rif edilen) denilen proteinler salgılarlar. Hücreler mik
ropları algılamak için birçok reseptör kullanır. Bunlar
arasında en önde gelenler, Drosophila Toll proteini ile Hücresel İmmünite: T Lenfositlerin Aktivasyonu
homoloji göstermesi nedeniyle Toll-benzeri reseptörler ve Hücre İlişkili Mikropların Eliminasyonu
(TLR'ler) denilen, bakteryel ve viral komponentleri tanı
yan proteinlerdir (Bölüm 2). NK hücreler virusla enfek Naif T lenfositler periferik lenfoid organlarda antijen ve
te hücreleri öldürür ve makrofaj aktive eden sitokin kostimulatörler tarafından aktive edilir ve çoğalır, çoğu
IFN-y meydana getirirler. Mikroplar eğer kana geçerse antijenin (mikrop) bulunduğu her yere göç eden efektör
kompleman sistemi proteinleri dahil, birçok plazma hücrelere differansiye olur (Resim 4-4). Aktive olunca T
proteini mikropları tanır ve aktive olur ve bunların lenfositler, lenfositler ve diğer hücreler için büyüme ve
106 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
Lenfoid organlarda
antijenin tanınması
CD 4+ C D 8+ E fe k tö r B e lle k '
e f e k tö r T h ü c r e le r i T h ü c re s i T h ü c re s i
T h ü c r e le r i (C T L s )
Efektör
T hücrelerinin
antikor bölgelerine
migrasyonu
Diferansiye olmuş
efektör ve
bellek hücreleri
dolaşıma girer
S it o p la z m a s ı n d a
m ik r o p la r b u lu n a n
M ik r o p la r ı e n fe k te h ü c re
y u tm u ş
f a g o s itle r
C D 4+ A
e fe k tö r (â
T h ü c r e le r i • f V
C D 8 + T h ü c r e le r i
(C T L s )
S ito k in s e k r e s y o n u
İNFLAMASYON
~ ENFEKTE
MAKROFAJ AKTİVASYONU, YUTULMUŞ HÜCRELERİN
MİKROPLARIN ÖLDÜRÜLMESİ ÖLDÜRÜLMESİ
Resim 4 -4 Hücresel immünite. Naif T hücreler lenf nodlarında dendritik hücrelerde sergilenen MHC-ilişkili peptid antijenleri tanır. T
hücreleri proliferasyon için (sitokin IL-2 etkisi altında) ve enfeksiyon yerlerine göç eden ve hücresel immünitenin çeşitli fonksiyonunu gören
efektör ve bellek hücrelerine farklılaşmak üzere aktive edilir. T H1 alttipi efektör CD4+ T hücreler fagositler tarafından yutulmuş mikro
pları tanır ve mikropları öldürmek için makrofajları aktive eder. TH17 efektör hücreler lökosit dolaşımını arttırır ve iltihabı uyarır. T H2
hücreleri eozinofilleri aktive eder. CD 8 + CTL’ler sitoplazmasında mikroplar taşıyan enfekte hücreleri öldürür. Bazı aktive T hücreler uzun
ömürlü bellek hücrelerine farklılaşır. APC, antijen sunan hücre; CTL’ler, sitotoksik T lenfositleri.
diferansiyasyon faktörleri olarak fonksiyon gören ve lö- özelliklerini gözden geçirmekte ve spesifik olarak im-
kositler arasında iletişimi sağlayan sitokin denilen, solubl münitedeki sitokinlere odaklanmaktayız.
proteinler salgılarlar. Sitokinler hem immün yanıtlar, Her ne kadar farklı sitokinler farklı etkiler ve fonksi
hem de iltihabi hastalıklarda yararlı olduğundan, bunla yonlara sahipse de, hepsi bazı ortak özellikleri paylaşır
rın özellik ve etkilerini anlamak önemlidir. lar. Sitokinler mikrobik ürünler, antijen tanınması veya
diğer sitokinler gibi dış uyanlara yanıt olarak sentez ve
Sitokinler: İmmün Sistemin Haberci Molekülleri sekrete edilir. Salgılanmaları tipik olarak geçicidir ve
Sitokinler, birçok hücre tipinin (fakat başlıca aktive len transkripsiyon ve "post-translasyonel" mekanizmalarla
fosit ve makrofajlar) iltihap ve immün cevapların aracı kontrol edilir. Sitokinlerin etkileri otokrin (sitokini mey
ları olarak fonksiyon gören polipeptid ürünleridir. Bun dana getiren hücrede), parakrin (komşu hücrede) ve da
lar Bölüm 2'de iltihap içinde anlatıldı. Burada genel ha az sıklıkta endokrin (meydana geldiği yerden uzakta)
Normal Immün Cevapların Gözden Geçirilmesi 107
olabilir (Bölüm 2). Sitokinlerin etkileri pleiotropik (bir si- T Lenfositlerin Efektör Fonksiyonları
tokin sıklıkla birçok hücre tipinde farklı biyolojik aktivi- CD4+ yardımcı T hücrelerin en erken yanıtlarından biri
teye sahip olabilir) ve redundant (aynı etki birçok prote IL-2 salgılamak ve IL-2 için yüksek afiniteli IL-2 reseptö
inle oluşturulabilir) olma eğilimindedir. Moleküler ola rü eksprese etmektir. IL-2, bu T lenfositlere etkili bir bü
rak tanımlanmış sitokinler, lökositler arasında iletişimi yüme faktörüdür ve bunların antijen-spesifik lenfosit sa
sağlama yeteneklerini yansıtmak üzere, interlökinler yısının artmasını sağlayan proliferasyonunu uyarır. Ge
olarak isimlendirilir. nişleyen T hücre topluluğunun bazı elemanları farklı si
Sitokinler biyolojik aktiviteleri ve fonksiyonları teme tokin setleri salgılayan ve böylece farklı fonksiyonlar ya
linde birçok sınıfta gruplanabilir. pan efektör hücrelere diferansiye olur. En iyi tanımlanmış
CD4+ yardımcı T hücre gruplan TH1, TH2 ve TH17gruplan
• Doğal immünite ve iltihapta yer alan sitokinler mikrop dır (Resim 4-5). TH1 hücreler sitokin IFN-y'yı meydana
ve ölü hücrelere en erken konak yanıtıdır. Bu grupta getirir ki, bu makrofajları aktive eder ve komplemanı ak
ki major sitokinler TNF ve interlökin-1 (IL-1), kemo- tive eden ve fagositoz için mikropları örten antikoru
kinler denilen kemoatraktan sitokinler grubudur. oluşturmak üzere B hücrelerini uyarır. TH2 hücreler IL-
Erken doğal immün yanıta IL-12 ve IFN-y, IL-6 , IL-23 4 meydana getirir, bu B hücrelerini, IgE-salgılayan plaz
ve diğer birçok sitokin de katılır. Bu sitokinlerin ma ma hücrelerine differansiye olmak üzere uyarır. IL-5 eo
jor kaynağı aktive makrofajlar ve DC'ler, ayrıca endo- zinofilleri aktive eder, IL-13 mukus salgılamak ve mik
telyal hücreler, lenfositler, mast hücreler ve diğer hüc ropları kovmak için mukozal epitelyal hücreleri aktive
re tipleridir. Bunlar Bölüm 2'de tanımlanmıştır. eder ve doku tamirinde önemli büyüme faktörleri salgı
lamak için makrofajları aktive eder. TH17 hücreler IL-17
® Lenfosit regülasyonunda ve edinsel immünitede efektör
sitokini meydana getirir ki, bu nötrofilleri kuvvetlendirir
fonksiyonlu sitokinler. Lenfositlerin çoğalma ve farklı
ve iltihap geliştirir. TH17 hücreler bazı T hücre-aracılı il
laşmasında (IL-2, IL-4 gibi) ve çeşitli efektör hücrele
tihabi bozukluklarda önemli bir rol oynar. Bu efektör
rin aktivasyonunda (makrofajları aktive eden IFN-y
hücreler enfeksiyon alanlarına göç eder ve doku hasarı
ve eozinofilleri aktive eden IL-5 gibi) farklı sitokinler
na katılır. Efektörler yeniden hücre-ilişkili mikroplarla
yer alır. Bu sitokinlerin major kaynağı antijenler ve
karşılaştığında, mikropların yok edilmesinden sorumlu
kostimulatörlerle uyarılan CD4+ yardımcı T lenfosit fonksiyonları meydana getirmek üzere aktive olurlar.
lerdir. Bu sitokinler edinsel sellüler immün cevapların Yardımcı T hücre fonksiyonlarının anahtar aracıları çe
uyarılmasında ve efektör fazlarının anahtar sitokinle- şitli sitokinler ve CD40 ligand (CD40L) denilen yüzey
ridir (daha sonra görülecek). molekülüdür ki, B hücreler ve makrofajlardaki reseptö
• Hematopoezi uyaran sitokinler. Bunların çoğuna kolo- rüne; CD40, bağlanır. TH1 alt grubunun differansiye
ni-uyaran faktörler denir. Lökositlerin kemik iliğin CD4+ efektör hücreleri mikropları yutmuş makrofajlar
den çıkışını arttırma ve böylece immün ve iltihabi re daki mikrobiyal peptidleri tanırlar. CD40L eksprese
aksiyonlar sırasında kullanılmış lökositleri yenileme eden hücreler makrofajlardaki CD40'a bağlanır ve T hüc
fonksiyonları vardır. releri güçlü bir makrofaj aktivatörii olan sitokin INF-y
Bu alt grubu uyaran sitokinler IFN-y, IL-12 IL-4 TGF-p, IL-6, IL-1, IL-23
Makrofaj aktivasyonu, IgE üretiminin uyarılması,
Tetiklenen immünolojik Nötrofillerin toplanması,
IgG antikor üretiminin mast hücreleri ve
reaksiyonlar monositler
uyarılması eozinofillerin aktivasyonu
Konak savunması şuna karşıdır Flücre içi mikroplar Helmintik parazitler Hücre dışı bakteriler, mantarlar
immün-aracılı kronik immün-aracılı kronik
Hastalıkta rolü inflamatuar hastalıklar Allerjiler inflamatuar hastalıklar
(sıklıkla otoimmün) (sıklıkla otoimmün)
Resim 4 -5 CD4+ efektör T hücrelerin subtipleri. Antijen tanınması sırasında olan uyarılara (özellikle sitokinler) cevap olarak, naif CD4+
yardımcı T hücreler, farklı sitokin setleri meydana getiren ve farklı fonksiyonlar gören efektör hücre popülasyonlarına diferansiye olur. Her
subtipin meydana getirdiği immün reaksiyonun tipi ve konak savunmasında ve immünolojik hastalıklardaki rolü özetlenmiştir. CD4+ T
hücrelerin diğer iki grubu; düzenleyici hücreler ve folliküler yardımcı hücreler, gösterilmemiştir.
108 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
salgılar. CD40 ve INF-'/ kombinasyonu-aracılı aktivas cini başlatabilen multipl eş antijenik belirtece (epitop)
yon, makrofajlarda reaktif oksijen türevleri ve nitrik ok sahiptir.
sit dahil güçlü mikrobisidal maddelerin yapımı ile sonuç « T hücresine bağımlı. Tipik globuler protein antijenler
lanır ki, yutulan mikropların tahribine yol açar. TH2 hüc çoğu antijen reseptörüne bağlanamaz ve B hücrelerin
reler eozinofiller ve makrofajların baskın olduğu sellüler protein antijenlere tam cevabı CD4+ T hücrelerin yar
savunma oluştururlar. Sonra tartışıldığı gibi, CD4+ hüc dımını gerektirir. B hücreleri de APC olarak rol oyna
reler de CD40L ve sitokinlerle B hücre cevaplarını uyarır. yabilir; protein antijenleri yutar, parçalar ve class II
Bazı CD4+ T hücreler lenfoid organlarda kalır, aktive MHC moleküllerine bağlı peptidleri yardımcı T hüc
olup, folliküllere göç eder ve burada antikor cevaplarını reler tarafından tanınmaları için sergiler. Yardımcı T
uyarır. Bu hücrelere folliküler yardımcı T hücreler denir. hücreler CD40L eksprese eder ve sitokinler salgılar
Aktive CD 8 + lenfositler sitoplazmalarmda mikrop ta ki, B hücrelerin aktivasyonu için birlikte çalışırlar.
şıyan hücreleri öldüren CTL'lere diferansiye olur. Bu
mikroplar birçok hücre tipini enfekte eden viruslar veya Genişleyen B hücre klonlarınm bazı üyeleri antikor sal
makrofajlar tarafından yutulan fakat fagositik vezikül- gılayan plazma hücrelerine diferansiye olur. Her plazma
lerden sitoplazmaya kaçmayı öğrenen (başlıca vezikül- hücresi, antijeni ilk tanıyan hücre yüzey antikorlarıyla
lerle sınırlı fagosit öldürme mekanizmasının ulaşamadı (B hücre reseptörleri) ayni spesifiteye sahip antikorları
ğı) bakteriler olabilir. CTL'ler enfekte hücreleri tahrip salgılarlar. Polisakkaritler ve lipidler başlıca IgM antiko
ederek enfeksiyon kaynağını yok ederler. ru salgılanmasını uyarırlar. Protein antijenler, CD40L ve
sitokinle sağlanan yardımcı T hücre etkileriyle, farklı sı
nıflarda (IgG, IgA, IgE) antikor oluşumunu sağlarlar. Bu
tümü aynı spesifisitede, fonksiyonel olarak ayrı antikor
Humoral İmmünite: B Lenfositlerin Aktivasyonu ların gelişmesine ağır-zincir sınıf (izotip) çevrilmesi
ve Ekstrasellüler Mikropların Eliminasyonu (switching) denir. Bu, antikor cevabında birçok fonksi
yonu görebilen antikorlara olanak veren esnekliği sağlar.
Aktivasyon sonucu B lenfositler prolifere olur ve sonra Afinite maturasyonu denen bu olay, humoral immün ya
farklı fonksiyonlu farklı sınıf antikorları salgılamak üze nıtların kalitesini arttırır.
re plazma hücrelerine diferansiye olurlar (Resim 4-6). Humoral immün yanıt mikroplarla çeşitli yollarla sa
Başlıca iki B hücre aktivasyon mekanizması vardır: vaşır (Resim 4-6).
• T hücresinden bağımsız. Birçok polisakkarid ve lipid ® Antikorlar mikroplara bağlanır ve onların hücreleri
antijen her B hücresindeki birçok antijen reseptör enfekte etmelerini engeller, böylece mikropları "nöt
molekülüne bağlanabilen ve B hücre aktivasyon süre ralize" eder.
Mikrop
diğer
uyaranlar
Resim 4 -6 Hümoral immünite. Naif B lenfositler antijenleri tanır ve yardımcı T hücreler ve diğer uyarıların (gösterilmeyen) etkisi altında
B hücreler prolifere olmaya ve antikor salgılayan plazma hücrelerine diferansiye olmaya aktive edilir. Aktive B hücrelerinin bazıları ağır-
zincir sınıf değişikliğine ve affinite matürasyonuna gider ve bazıları uzun ömürlü bellek hücreleri olur. Farklı ağır-zincir izotipli (sınıflı)
antikorlar farklı efektör fonksiyonlar görür (sağda gösterilmiştir).
Hipersensitivite Reaksiyonları: Immün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 109
• IgG antikorları mikroplan örter ("opsonizasyon") ve • Mikroplara karşı erken reaksiyon mikroplara yanıt için
fagositler (nötrofiller ve makrofajlar) IgG molekülleri hazır olan doğal immünite mekanizmalarıyla sağlanır. Bu
nin Fc kuyruğu için reseptör taşıdığından, onları fa mekanizmalar epitelyal bariyerleri, fagositleri, NK hücre
gositoz hedefi yapar. leri ve plazma proteinlerini (kompleman sistemi gibi) kap
• IgG ve IgM klasik yolla kompleman sistemini aktive sar. Doğal immünite reaksiyonu iltihap olarak ortaya çı
eder ve kompleman ürünleri fagositozu ve mikropla kar.
rın tahribini arttırır. Birçok bakteri ve virusa karşı ya • Edinsel immünite savunma reaksiyonları yavaş gelişir fa
nıt olarak salgılanan en güçlü opsonizasyon sağlayan kat daha güçlü ve spesifiktir.
ve kompleman fikse eden IgG antikorları tipik olarak • Mikroplar ve yabancı antijenler D C ’Ier tarafından yakala
Th 1 yardımcı hücrelerin yaptığı IFN-y tarafından uya nır ve antijenlerin naif lenfositler tarafından tanındığı lenf
rılır ve IgG antikorları, bu mikroplara karşı savunma nodlarına transfer edilir. Lenfositler çoğalmak, efektör ve
da önemli mekanizmalardır. bellek hücrelerine diferansiye olmak üzere aktive edilir.
® IgA mukozal dokularda salgılanır ve respiratuar ve • Hücresel immünite, hücre-ilişkili mikroplarla (fagosite
gastrointestinal kanal lümenlerindeki (ve diğer mu edilmiş mikroplar ve enfekte hücre sitoplazmasındaki
kozal dokular) mikropları nötralize eder. mikroplar gibi) savaşmak için tasarlanmış, T lenfositlerin
• IgG plasentadan aktif şekilde taşınır ve yeni doğanın reaksiyonudur. Humoral immünite antikor aracılıdır ve
immün sistemi olgunlaşıncaya kadar korur. Buna pa ekstrasellüler mikroplara (dolaşımda ve mukozal lümen-
sif immünit e denir. lerde) karşı etkilidir.
• IgE helmintleri örter ve bunları öldürmek için mast • CD4+ yardımcı hücreler, antikor yapmak için B hücreleri
hücreleri ve eozinofillerle fonksiyon görür. Önceden ne yardım eder, yutulmuş mikropları tahrip için makrofaj-
ları aktive eder, lökositlerin döngüsünü uyarır ve protein
bahsedildiği gibi/Th 2 yardımcı hücreler IgE meydana
antijenlere bütün immün cevapları düzenler. CD4+ T hüc
gelişini uyaran ve eozinofilleri aktive eden, böylece
relerin fonksiyonları sitokin denilen salgılanan proteinler
helmintlere cevabın düzenlenmesini sağlayan sito-
aracılığı iledir. CD8+ CTL’ler, sitoplazmada yabancı ola
kinler salgılar.
rak görülen (virusla enfekte ve tüm ör hücreleri gibi) anti
Dolaşan IgG antikorları, IgG'nin dolaşımını sağlayan ve jen eksprese eden hücreleri öldürür.
onun katabolizmasmı azaltan özel mekanizmalarının • A ntikor salgılayan plazma hücreleri mikropları nötralize
bir sonucu olarak, çoğu kan proteinlerinin yarı ömrün eder ve aktivitelerini bloke eder ve fagositozu, patojenle
den çok daha fazla olmak üzere 3 hafta kadar yarı ömre rin tahribini arttırır. Antikorlar yenidoğanlara pasif immü
sahiptir. Antikor salgılayan bazı plazma hücreleri kemik nite de sağlar.
iliğine göç eder ve düşük seviyelerde antikor yapmaya
devam ederek yıllarca yaşar.
O özet
Normal İmmün Yanıtların Gözden Geçirilmesi
Hipersensitivite Reaksiyonlarının Nedenleri
• Self antijenlere karşı otoimmünite reaksiyonları. Normal zararsız, herkesin maruz kaldığı sadece bazılarının
de, immün sistem kişinin kendi antijenlerine reaksi reaksiyon verdiği, antijenlere olağan dışı immün ya
yon vermez. Bu fenomene, vücudun kendi antijenleri nıtlar vermeye genetik olarak predispozedir.
ni "tolere" ettiğini belirtmek üzere, self-tolerans de Bütün bu durumlarda doku hasarı, normalde enfeksiyöz
nir. Self-tolerans bazen bozularak kişinin kendi hücre patojenleri yok etmekte fonksiyon gören ayni mekaniz
ve dokularına karşı reaksiyonlarıyla sonlanır ki, bu malarla meydana gelir; yani antikorlar, efektör T lenfo
tip reaksiyonlar topluca otoimmüniteyi oluşturur. sitler ve diğer çeşitli efektör hücrelerle. Bu hastalıklarda
Otoimmünitenin neden olduğu bu hastalıklara otoim- problem, yanıtın uygunsuz şekilde tetiklenmesi ve sür
mün hastalıklar denir. Self-tolerans mekanizmaları ve mesidir. Bu anormal immün yanıtların uyarılarını yok
otoimmüniteye bu bölümde tekrar döneceğiz. etmek zor veya imkansız olduğundan (self antijenler,
• Mikroplara karşı reaksiyonlar. Hastalık nedeni olabilen kalıcı mikroplar veya çevresel antijenler, gibi) ve immün
mikrobik antijenlere karşı birçok reaksiyon tipi var sistem birçok intrensek pozitif geri bildirim (feedback)
dır. Bazı vakalarda reaksiyonlar aşırı biçimde ortaya halkaları (arttırma mekanizmaları) içerdiğinden, patolo
çıkar veya mikrobik antijen olağan dışı kalıcıdır. Bu jik immün yanıt bir kere başlarsa onu kontrol etmek ve
çeşit antijenlere karşı antikorlar oluşursa, antikorlar durdurmak güçtür. Bu nedenle, bu hipersensitivite has
immün kompleks oluşturmak üzere mikrobik anti talıkları kroniktir ve çoğu kez yıpratıcı olma eğiliminde
jenlere bağlanabilir, dokularda depolanır ve iltihabı dir, terapötik güçlükler içerir. İltihap, tipik olarak kronik
tetiklerler. Bu, poststreptokoksik glomerulonefritin iltihap, bu bozuklukların patolojilerinin ana komponen-
temelindeki mekanizmadır (Bölüm 13). Kalıcı mik ti olduğundan, bunlar bazen immün-aracılı iltilıabi hasta
roplara karşı T hücre cevapları bazen granülomlu ol lıklar başlığında gruplandırılırlar.
mak üzere şiddetli iltihap geliştirebilir (Bölüm 2). Bu,
tüberküloz ve diğer enfeksiyonlardaki doku hasarı Hipersensitivite Reaksiyonlarının Tipleri
nın nedenidir. Nadiren, mikroba reaktif olan antikor
lar veya T hücreler konak dokularıyla çapraz reaksi Hipersensitivite reaksiyonları geleneksel olarak, hasardan
yon verir. Bu çeşit çapraz reaktivitenin romatizmal sorumlu temel immün mekanizma temelinde dört tipe ayrılır,
kalp hastalığının temeli olduğuna inanılır (Bölüm 10). üçü antikor-aracılı hasar varyasyonları, dördüncüsü T
Bazı durumlarda hastalığa neden olan immün yanıt hücre-aracılıdır (Tablo 4-1). Bu sınıflamanın mantıklı te
tamamen normal olabilir, fakat enfeksiyonun tama meli: immün hasar mekanizması genellikle klinik belir
men eradike edilmesi sırasında konak dokuları hasar- tilerin öngörülmesinde yararlıdır ve hatta tedaviyi yön
lanır. Viral hepatititte karaciğer hücrelerini enfekte lendirmeye yardım edebilir. Ancak bu immün-aracılı
eden virus sitopatik değildir, fakat immün sistem ta hastalıkların sınıflaması mükemmel değildir, çünkü bir
rafından yabancı olarak tanınır. Sitotoksik T hücreler hastalıkta birçok immün reaksiyon bir arada olabilir.
enfekte hücreleri yok etmeye çalışır ve bu normal im • Genellikle allerji olarak adlandırılan erken (tip I) hiper
mün yanıt karaciğer hücrelerine hasar verir. sensitivite, IgE antikorlarının yapımına yol açan CD4+
• Çevresel antijenlere karşı reaksiyonlar. Sağlıklı insanla yardımcı hücrelerin TH2 alt grubunun çevresel anti
rın çoğu olağan çevresel maddelere (polen, hayvan jenlerle alctivasyonunun sonucudur. Bu IgE antikorla
tüyleri veya toz böcekleri gibi) karşı güçlü reaksiyon rı mast hücrelerine bağlanır. IgE molekülleri antijene
vermez, fakat nüfusun yaklaşık %2 0 'si bu maddelere (allerjen) bağlandığında, mast hücreleri vasküler per-
"allerjik"tir. Bu kişiler çeşitli nonenfeksiyöz ve ayrıca meabiliteyi geçici olarak etkileyen ve çeşitli organlar-
Erken (tip I) IgE antikoru yapımı - * vazoaktif aminler ve Vasküler dilatasyon, ödem, Anaflaksi; allerjiler; bronşial
hipersensitivite diğer medyatörlerin mast hücrelerinden düz kas kontraksiyonu, astma (atopik tipler)
salıverilmesi; sonra iltihap hücrelerinin mukus yapımı, doku
toplanması hasarı, iltihap
Antikor- aracılı (tip II) IgG, IgM yapımı -» hedef hücre veya Hücrelerin fagositozu ve lizisi; Otoimmün hemolitik anemi;
hipersensitivite dokudaki antijene bağlanma —» aktive iltihap; bazı hastalıklarda Goodpasture sendromu
kompleman veya Fc reseptörleri ile hedef hücre veya doku hasarı
hücrenin fagositozu veya erimesi; olmaksızın fonksiyonel
lökositlerin toplanması bozukluklar
İmmün kompleks- aracılı Antijen-antikor komplekslerinin birikimi iltihap, nekrotizan vaskulit Sistemik lupus erithematozus;
(tip III) hipersensitivite —i> kompleman aktivasyonu - * kompleman (fibrinoid nekrozis) bazı glomerulonefrit tipleri;
ürünleri ve Fc reseptörleri ile lökositlerin serum hastalığı;
toplanması —» enzimlerin ve diğer toksik Arthus reaksiyonu
moleküllerin salıverilmesi
Hücre-aracılı (tip IV) Aktive T lenfositler —*■ (1) sitokinlerin Perivasküler hücresel infıltratlar; Kontakt dermatit;
hipersensitivite salıverilmesi, iltihap ve makrofaj aktivasyonu; ödem; granulom oluşumu; multipl skleroz; tip 1 diabet;
(2) T hücre-aracılı sitotoksisite hücre hasarı tüberküloz
IgE, Ig G , Ig M , im m ü n o g lo b u lin le r E, G , M.
Hipersensitivite Reaksiyonları: İmmün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 111
A
• Histamin
Lökosit
tipl spesifik IgE moleküllerine bağlanır. Bu IgE mole • Proteazlar
infiltrasyonu
külleri çapraz bağlandığında, mast hücrelerinde bir • Kemotaktik
Epitelyal
faktörler lonik
Araşidonik PAF
seri biokimyasal uyarı tetiklenir. Uyarılar mast hücre hasar
(ECF, NCF) ... :it
astit
Bronkospazm
lerinden çeşitli medyatörlerin salgılanmasıyla sonuç
lanır. Farklı erken hipersensitivite reaksiyonlarında
üç grup medyatör en önemlidir (Resim 4-8):
A
Prostaglandin Lökotrienler
o Granül depolarından vazoaktif aminlerin salıverilme D2 B4, C4, d 4
si. Mast hücrelerinin granülleri, aktivasyonun sani
yeleri veya dakikaları içinde salıverilen histamin
T
içerir. Histamin vasodilatasyon, damar geçirgenli ERKEN YANIT
ğinde artış, düz kas kontraksiyonu ve artmış mu- Vazodilatasyon
Damardan sızma
kus sekresyonuna neden olur. Süratle salıverilen Düz kas spazmı
diğer medyatörler adenozin (bronkokonstriksiyo-
na neden olur ve trombosit agregasyonunu inhibe Resim 4 -8 Mast hücre medyatörleri. Mast hücreleri aktivasyonu
eder) ve nötrofiller ve eozinofiller için kemotaktik takiben erken ve geç-faz reaksiyonlarından sorumlu çeşitli sınıftan
faktörleri kapsar. Mast hücrelerinin salgılanabile medyatörler salıverirler. ECF, eozinofil kemotaktik faktör; NCF,
cek diğer granül içerikleri; dokuları hasarlandıra- nötrofil kemotaktik faktör (bunların hiçbiri biokimyasal olarak
tanımlanmamıştır); PAF, trom bosit aktive eden faktör.
bilen, kinin üretebilen ve ilave kemotaktik ve ilti-
habi faktörler (C3a gibi) meydana getirmek üzere
kompleman komponentlerini yıkan, birçok nötral
proteazı (triptaz gibi) içerir (Bölüm 2). Granüller, TH2'nin başlattığı immün reaksiyonları arttıran IL-
ana fonksiyonu aminler için depolanma matriksi 4 ve IL-5'i; epitelyal hücrenin mukus salgısını uya
gibi görünen asidik proteoglikanları da (heparin, ran IL-13'ü kapsar.
kondroitin sülfat) içerir. Özet olarak, kan damarları, düz kas ve lökositler üzerin
o Yeni sentezlenen lipid medyatörler. Mast hücreleri di de etküi çeşitli bileşikler, Tip I hipersensitivite reaksi
ğer lökositler ile ayni yolakları kullanarak prostag yonlarını oluşturur (Tablo 4-2). Bu bileşiklerin bazıları
landin ve lökotrien sentez ve sekrete ederler (Bö sensitize mast hücrelerinden süratle salıverilir ve siste-
lüm 2). Bu lipid medyatörler erken hipersensitivite mik anaflaksi gibi durumlarla ilişkili şiddetli erken reak
reaksiyonlarında önemli birçok etkiye sahiptir. siyonlardan sorumludur. Sitokinler gibi diğerleri, geç
Prostaglandin D 2 (PGD2) mast hücrelerinde siklo- faz reaksiyonlarında görülen iltihaptan sorumludur.
oksijenaz yoluyla en bol üretilen medyatördür. Şid IgE ile tetiklenen reaksiyon sıklıkla, iyi tanımlanmış
detli bronkospazm ve artmış mukus sekresyonuna iki faza sahiptir (Resim 4-9): (1) Çoğu kez bir allerjene
neden olur. LTC4 ve LTD4 lökotrienler, bilinen en maruz kalındığında 5-30 dakika içinde gelişen, 60 daki
güçlü vazoaktif ve spazmojen ajanlardır. Molar kada yatışan vazodilatasyon, vasküler sızma, düz kas
bazda vasküler permeabiliteyi arttırma ve bronşi- spazmı ile karakterli erken cevap ve (2 ) çoğu kez 2 - 8 saat
yal düz kas kontraksiyonuna neden olmada hista- sonra olan birkaç gün sürebilen ve iltihap, mukozal epi
minden birkaç bin kat daha aktiftirler. LTB4 nötro- telyal hasar gibi doku tahribi üe karakterli ikinci bir geç
fil, eozinofil ve monositler için çok kemotaktiktir. faz reaksiyonu. Geç faz reaksiyonunda baskın iltihap
o Sitokinler. Mast hücrelerin aktivasyonu geç-faz re hücreleri nötrofiller, eozinofiller ve lenfositler, bilhassa
aksiyonları için önemli birçok sitokinin sentez ve Th2 hücrelerdir. Nötrofiller çeşitli kemokinlerle toplanır,
sekresyonuyla sonuçlanır. Bunlar TNF'yi, lökositle- bunların iltihaptaki rolleri Bölüm 2'de tanımlanmıştı.
ri toplayan ve aktive eden kemokinleri (Bölüm 2); Eozinofiller eotaksinle ve TNF ile aktive epitelden salıve-
Hipersensitivite Reaksiyonları: İmmün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 113
Tablo 4-2 Erken (Tip I) Hipersensitivitede Mast Hücre tayin edilir. Protein antijenlere (arı zehiri, gibi) veya ilaç
Medyatörleri Etkisiınin Özeti lara (penisilin, gibi) sistemik maruz kalma sistemik
Etki M edyatörler anaflaksi ile sonuçlanabilir. Sensitize konakta, maruz
kalmanın dakikaları içinde kaşınma, ürtiker (kurdeşen)
Vazodilatasyon, Histamin
ve deri eritemi ortaya çıkar, kısa sürede pulmoner bron-
artmış vasküler PAF
permeabilite Lökotrienler C4, D4, E4
kokonstriksiyonun neden olduğu ve mukus hipersek-
Komplemanı ve kininleri aktive eden resyonuyla artan derin solunum güçlüğü bunu izler. La-
nötral proteazlar rengeal ödem, yukarı solunum yolu obstrüksiyonuyla
Prostaglandin 2 olayları şiddetlendirebilir. İlaveten, kusma, abdominal
Düz kas spazmı Lökotrienler C4, D4, E4 kramplar ve diare ile sonuçlanmak üzere tüm gastroin
Histamin testinal traktm kası etkilenebilir. Derhal müdahale ol
Prostaglandinler madığında, sistemik vazodilatasyonla kan basıncı düş
PAF mesi (anaflaktik şok) olabilir ve hasta dolaşım kollapsı
Sellüler infiltrasyon Sitokinler (kemokinler ve TNF gibi) ve dakikalar içinde ölüme ilerleyebilir.
Lökotrien B4 Lokal reaksiyonlar genellikle antijen, deri (ürtikere
Eozinofil ve nötrofil kemotaktik faktörleri
neden olan temas), gastrointestinal trakt (diareye neden
(biokimyasal olarak tanımlanmamış)
olan yeme) veya akciğer (bronkokonstriksiyona neden
PAF, t r o m b o s i t a k t iv e e d e n f a k t ö r ; T N F , t ü m ö r n e k r o z f a k t ö r ü .
olan solunum) gibi belirli bir bölgeyle sınırlı kaldığında
olur. Deri ve yiyecek allerjilerinin; saman nezlesi ve çe
şitli astım formları gibi sık tipleri, lokalize allerjik reak
rilen diğer kemokinlerle bölgeye toplanır ve geç faz ya siyon örnekleridir. Ancak, allerjenlerin yenmesi veya so
nıtındaki doku hasarının önemli efektörleridir. Eozino- lunması sistemik reaksiyonları da tetikleyebilir.
filler epitel hücreleri için toksik olan major bazik prote Lokal tip I reaksiyonlara hassasiyet kuvvetli genetik
in, epitel hücrelerine toksik eozinofil katyonik protein, komponent içerir ve bu çeşit reaksiyonlara ailevi predis-
LTC4 ve iltihabı arttıran trombosit-aktive eden faktörü pozisyonu ifade etmek için atopi terimi kullanılır. Na-
üretirler. TH2 hücreler yukarda tarif edildiği gibi multipl zobronşiyal allerjiden (saman nezlesi ve bazı astım
etkilere sahip sitokinler meydana getirirler. Toplanan bu formları dahil) yakman hastalar çoğu kez benzeri du
lökositler allerjene maruz kalma devam etmediğinde bi rumların aile hikayesine sahiptir. Astma ve diğer atopik
le iltihap yanıtını sürdürür veya arttırır. Ayrıca, iltihabi bozukluklara hassasiyetle bağlantılı genler; HLA mole
lökositler erken hipersensitivitede epitelyal hücre hasa küllerini (belirli allerj enlere immün cevap verirliği sağla
rının çoğundan sorumludur. İltihap, başlıca astım ve yabilen), sitokinleri (TH2 cevaplarını kontrol edebilen),
atopik dermatit olmak üzere, allerjik hastalıkların ço bir Fc?RI komponentini ve havayolları dokularında yeni
ğunda major komponent olduğundan, tedavi ekseri kor- den tanzimle ilişkili olabilecek bir metalloproteinaz olan
tikosteroidler gibi, anti-inflamatuar ilaçları içerir. ADAM33'ü içerir.
Açıktır ki, erken hipersensitivite reaksiyonları sadece
Klinik ve Patolojik Belirtiler insanları rahatsız ve hasta etmek için gelişmemiştir.
Bir erken hipersensitivite reaksiyonu sistemik bir bo Özellikle geç faz iltihabi reaksiyonda, TH2 hücreler ve
zukluk veya lokal bir reaksiyon şeklinde olabilir. Reaksi IgE bağımlı immün cevap, parazitik infeksiyonlarla sa
yonun niteliği çoğu kez antijene maruz kalma yoluyla vaşta önemli bir rol oynar. IgE antikoru birçok helmin-
saatler
Resim 4 -9 Erken hipersensitivite. A , Erken ve geç-faz reaksiyonları kinetiği. Allerjene erken vasküler ve düz kas reaksiyonu karşılaşmadan
(önceden sensitize bir kişide allerjenle karşılaşma) sonra dakikalar içinde gelişir ve 2-24 saat sonra geç faz reaksiyonu gelişir. B -C ,
Morfoloji: erken reaksiyon (B) vazodilatasyon, konjesyon ve ödemle karakterlidir ve geç-faz reaksiyonu (C ) eozinofil, nötrofil ve T
hücrelerinden zengin bir iltihabi infiltrasyonla karakterlidir.
(Dr. Daniel Friend izni ile, Department o f Pathology, Brigham and W om en’s Hospital, Boston, M assachusetts.)
114 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları
tik infeksiyona cevap olarak geliştirilir ve bunların fizyo Antikor Aracılı Hastalıklar (Tip II Hipersensitivite)
lojik fonksiyonları eozinofiller ve mast hücreleriyle tah
rip etmek üzere helmintleri hedeflemektir. Mast hücre Antikor aracılı (Tip II) hipersensitivite bozukluklarına hücre
leri bakteriyel enfeksiyonlara karşı savunmayla da ilişki lerin yüzeyindeki veya diğer doku komponentlerindeki hedef
lidir. Mast hücrelerinin yılan zehirindeki toksinleri par antijenlere yönelmiş antikorlar neden olur. Antijenler hüc
çalayan proteazlari salgılayarak kendilerini koruyabile re membranlarınm intrensek normal molekülleri veya
ceğini bilmek yılan sevenleri rahatlatacaktır. Bu yararlı adsorbe edilmiş eksojen antijenler (ilaç metabolitleri gi
cevapların niçin uygunsuz şekilde, zararsız çevresel an bi) olabilirler. Birçok insan hastalığının temelindeki ne
tijenlerle aktive olup allerjilere yol açtığı bir bilmece ola den antikor aracılı anomalilerdir; bunların örnekleri
rak kalmaktadır. Tablo 4-3'de listelenmiştir. Tüm bu bozukluklarda doku
hasarı veya fonksiyonel anomaliler, sınırlı sayıda meka
nizmanın sonucudur.
® Ö Z E T ____ _____________ _____ Antikor-Aracılı Hastalıkların Mekanizmaları
Erken (Tip I) Hipersensitivite Antikorlar hücreleri fagositoz için hedef yaparak, komp-
• A llerjik reaksiyonlar veya allerjiler de denir leman sistemini aktive ederek ve normal sellüler fonksi
• Genetik olarak hassas kişilerde kuvvetli T H2 cevapları
yonlarla etkileşerek hastalığa sebep olurlar (Resim 4-10).
IgE oluşumunu uyaran çevresel antijenlerle (allerjenler) Sorumlu antikorlar tipik olarak kompleman aktive ede
gelişir. bilen ve fagositlerin Fc reseptörlerine bağlanabilen yük
• IgE Fce reseptörlerine bağlanarak mast hücreleri sarar; sek afinite antikorlarıdır.
allerjene tekrar maruz kalındığında, IgE ve FceRI’nin çap • Opsonizasyon ve fagositoz. Eritrosit veya trombositler
raz bağlanması, mast hücrelerin aktivasyonuna ve med- gibi dolaşan hücreler, kompleman proteinleriyle veya
yatörlerin salıverilmesine yol açar. onlarsız, otoantikorlarla kaplandığında (opsonize ol
• Başlıca medyatörler; histamin, proteazlar ile prostoglan- duğunda), hücreler nötrofil ve makrofajlar tarafından
dinler, lökotrienler ve sitokinler gibi diğer granül kompo- fagositoz için hedef haline gelirler (Resim 4-10, A). Bu
nentleridir. fagositler IgG antikorlarının Fc kuyruğu için ve C3
• Medyatörler erken vasküler ve düz kas reaksiyonları ve kompleman proteinin parçalanma ürünleri için re
geç-faz reaksiyonundan (iltihap) sorumludur.
septörler içerirler ve bu reseptörleri yutulmuş opsoni
• Klinik belirtiler lokal veya sistemik olabilir ve hafif sıkın ze partiküllere bağlanmak için kullanırlar. Opsonize
tılı rinitten fatal anaflaksiye kadar çeşitlidir.
hücreler genellikle dalakta yok edilir ve bu, otoim-
K linikopatolojik
Hastalık Hedef Antijen Hastalık Mekanizmaları B elirtile r
Otoimmün Kırmızı küre membran proteinleri Eritrositlerin opsonizasyon ve Hemoliz, anemi
hemolitik anemi (Rh kan grubu antijenleri, 1antijen) fagositozu
Otoimmün Trombosit membran proteinleri Trombositlerin opsonizasyon ve Kanama
trombositopenik (Gpllb/llla integrin) fagositozu
purpura
Pemfigus vulgaris Epidermal hücrelerin intersellüler Proteazların antikor-aracılı Deri vezikülleri (bül)
sınırlarındaki proteinler (epidermal aktivasyonu, hücreler arası
desmoglein) adezyonların kopması
ANCA’nın neden Muhtemelen aktive nötrofillerden Nötrofil degranülasyonu ve Vaskulit
olduğu vaskulit salıverilen nötrofil granül proteinleri iltihap
Goodpasture sendromu Böbrek glomerülleri ve akciğer Kompleman- ve Fc reseptör- Nefrit, akciğer kanaması
alveolleri bazal membranlarında aracılı iltihap
nonkollajenöz protein (NC1)
Akut romatizmal ateş Streptokoksik hücre duvarı antijeni; İltihap, makrofaj aktivasyonu Myokardit
antikor myokardial antijenle
çapraz-reaksiyon verir
Myastenia gravis Asetilkolin reseptörü Antikor asetilkolin bağlanmasını inhibe Kas zayıflığı, paralizi
eder, reseptörleri down-module eder
Graves hastalığı TSH reseptörü TSH reseptörlerinin antikor- Hipertiroidizm
(hypertiroidizm) aracılı uyarılması
insuline rezistan diabet insulin reseptörü Antikor insulin bağlanmasını Hiperglisemi, ketoasidozis
inhibe eder
Pernisiyöz anemi Gastrik paryetal hücrelerin İntrensek faktörün nötralizasyonu, Anormal myelopoez,
intrensek faktörü azalmış vitamin B12 emilimi anemi
ANCA, antinötrofil sitoplazmik antikorlar; TSH, tiroid-stimule eden hormon.
Hipersensitivite Reaksiyonları: Immün-Aracılı Hasar Mekanizmaları 115
Opsonizasyon ve fagositoz
Fagosite
Opsonize Fc
hücre
C3b Fagosit
reseptörü
Kompleman aktivasyonu
A
Resim 4 -1 0 Antikor-aracılı hasar mekanizmaları. A , hücrelerin antikorlar ve kompleman komponentleri ile opsonizasyonu ve opsonize
hücrelerin fagositler tarafından yutulması. B, Lökositlerin Fc reseptörlerine bağlanan antikorla ve kompleman parçalanma ürünleriyle
oluşturulan iltihap. C, Antireseptör antikorlar reseptörlerin normal fonksiyonlarını bozar. Bu örneklerde, tiroid stimülan hormon (TSH)
reseptörüne karşı antikorlar Graves hastalığında tiroid hücrelerini aktive eder ve asetilkolin (ACh) reseptör antikorları myastenia gravis-
de nöromüsküler geçişi bozar.
mün trombositopeni ve bazı otoimmün hemolitik korlar hücre cevaplarını da şiddetle uyarabilir. Graves
anemi tiplerinde splenektominin klinik yarar sağla hastalığında, tiroid-uyarıcı hormon reseptörüne karşı
masının nedenidir. antikorlar tiroid epitel hücrelerini, hipertroidizmle
• İltihap. Hücresel veya doku antijenlerine bağlı anti sonlanan şekilde tiroid hormonları yapmak için uyarır.
korlar "klasik" yolla kompleman sistemini aktive Hormonlara ve diğer esansiyel proteinlere karşı anti
ederler (Resim 4-10, B). Kompleman aktivasyon ürün korlar, bu moleküllerin etkilerini, fonksiyonel bozuk
leri birçok fonksiyon gösterir (Resim 2-18, Bölüm 2). luklara neden olmak üzere, nötralize ve bloke edebilir.
Bunlardan biri dokularda iltihabı tetiklemek üzere
nötrofil ve monositleri dolaştırmaktır. Lökositler de İmmün Kompleks Hastalıkları
bağlı antikorları tanıyan Fc reseptörüne bağlanma ile (Tip III Hipersensitivite)
aktive olabilir. Bu hasar mekanizması Goodpasture
sendromu ve pemfigus vulgaris ile örneklenmiştir. Dolaşımda meydana gelen antijen-antikor (immün) komp
• Antikor-aracılı hücresel fonksiyon bozukluğu. Bazı vaka leksleri kan damarlarında toplanabilir, bu da kompleman ak
larda hücre yüzey reseptörlerine yönelik antikorlar tivasyonu ve akut iltihaba yol açar. Bu komplekslerdeki
hücre hasarı ve iltihap yapmaksızın, sellüler fonksiyo antijenler mikrobial proteinler gibi eksojen antijenler ve
nu zayıflatır veya bozar (Resim 4-10, C). Myastenia gra- ya nükleoproteinler gibi endojen antijenler olabilir, im
vis'de çizgili kasların motor son plaklarındaki asetilko mün komplekslerin tek başına oluşumu, hipersensitivite
lin reseptörlerine karşı antikorlar, nöromüsküler geçi hastalığıyla eş anlamlı değildir. Az miktarda antijen-an
şi, kas zaafiyetiyle sonlanan şekilde, inhibe eder. Anti tikor kompleksleri normal immün cevaplar sırasında
116 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları
meydana gelebilir ve genellikle fagosite ve tahrip edilir Dolaşım daki İmmün Kompleks Oluşum u
ler. Bu kompleksler sadece büyük miktarlarda meydana antııon
le zararsızdırlar. En patojen kompleksler antijen fazlalı ze iskemik nekrozdur. N ekrotik damar duvarları protein
ğında gelişirler ve küçük veya orta boyutludurlar ve fa depolanmasının neden olduğu fibrinoid n e k ro z denilen
gositler tarafından daha az oranda temizlenebilirler. Bu bulanık eosinifılik görünüm alır (Bakınız Resim 1-13, Bölüm
nedenle daha uzun süre dolaşırlar. İlaveten, kompleksin 1). immün kompleksler dokularda, genellikle vasküler du
yükü, antijenin gücü ve antikorun birleşme yeteneği, varda (Resim 4-18, E’de böbrekte lupusta bu tip depolan
sözkonusu vaskiiler yatağın hemodinamiklerinin hepsi ma örnekleri gösterilmektedir) görülebilir. Uygun seyirde,
hastalığın gelişme eğilimini etkiler. Tercih edilen depo özellikle tek antijene maruz kalma (akut serum hastalığı ve
lanma yerleri böbrekler, eklemler ve birçok dokunun ya akut poststreptokoksik glomerulonefritteki gibi) söz ko
küçük kan damarlarıdır. Böbrek ve eklemlerdeki lokali- nusu ise, lezyonlar iyileşme eğilimindedir (Bölüm 13). An
zasyon kısmen glomerül ve sinovyumun filtrasyon fonk cak, kalıcı antijenemi bulunduğunda veya bir antijene tek-
siyonu ile ilişkili yüksek hemodinamik basınçla açıkla rarlayıcı biçimde maruz kalmada kronik immün kompleks
hastalığı gelişir. Bu, sistemik lupus eritematozus (SLE) gibi
nır. Dolaşımı terk edip, damar duvarı veya dışında de
bazı insan hastalıklarında olur. Daha sıklıkla, m orfolojik de
polanan kompleksler için artmış vasküler permeabilite
ğişiklikler ve diğer bulgular immün kompleks hastalığını
de olmalıdır. Bu muhtemelen, immün komplekslerin lö-
kuvvetle telkin etse de, tetikleyen antijenler bilinmez.
kositler ve mast hücrelerine, Fc ve C3b reseptörleri ara
cılığıyla bağlanması ve vasküler permeabiliteyi arttıran
medyatörlerin salıverilmesi ile tetiklenir.
Kompleksler dokularda bir kere depolandığında,
üçüncü faz olan iltihabi reaksiyon fazı ortaya çıkar. Bu faz Lokal İmmün Kompleks Hastalığı
sırasında (antijen uygulanmasından aşağı yukarı 1 0 gün Bir lokal immün kompleks hastalığı modeli, akut im
sonra) ateş, ürtiker, artralji, lenf nodülü büyümesi ve mün kompleks vaskuliti sonucunda bir doku nekroz ala
proteinüri gibi klinik belirtiler ortaya çıkar. İmmün nı görülen Arthus reaksiyonu'dur. Reaksiyon, önceden
kompleksler nerede depolanırsa depolansın, karakteris immünize edilmiş (antijene karşı evvelce oluşmuş anti
tik doku hasarı gelişir. İmmün kompleksler vasküler korlar dolaşımda zaten mevcuttur) bir hayvanın derisine
permeabiliteyi arttıran, nötrofil ve monositler için kemo- bir antijen enjekte ederek meydana getirilebilir. Çünkü,
taktik olan anaflatoksinler (C3a ve C5a) gibi biyolojik başlangıçtaki antikor fazlalığından, antijen vasküler du
aktif parçaların salıverilmesine yol açan kompleman sis vara diffüze olduğunda immün kompleksler oluşur ve
temini aktive ederler (Bölüm 2). Kompleksler nötrofil ve bunlar enjeksiyon yerinde yerleşip, sistemik immün
monositlerdeki Fcy reseptörlerine de bağlanarak bu hüc kompleks hastalığmdakinin ayni iltihabi reaksiyon ve
releri aktive ederler. histolojiyi tetikler. Arthus lezyonları birkaç saatte gelişir
Lökositlerin, immün kompleksleri fagosite etme giri ve enjeksiyondan 4-10 saat sonra, enjeksiyon yerinde,
şimi, prostoglandinler, vazodilatatör peptidler ile basal nadiren ülserasyonun da eklendiği, ödem, şiddetli kana
membran, kollajen, elastin ve kıkırdağı sindirme yetene ma geliştirdiği en üst seviyeye ulaşır.
ğinde lizozomal enzimler ve dokuları hasaıiandıran re-
aktif-oksijen türevlerini içeren kemotaktik maddeleri de
içeren ilave çeşitli iltihap yapıcı maddelerin salgılamasıy
la sonlanır. İmmün kompleksler trombosit agregasyonu- O ÖZET
na da neden olabilir ve Hageman faktörünü aktive eder Antikor ve İmmün Komplekslerin Neden Olduğu
ki, her iki reaksiyon, iltihap olayını arttırır ve lokal iske- Hastalıklar
mi oluşturarak doku hasarına katkıda bulunan mikrot-
rombüslerin gelişmesini başlatır (Resim 4-11). Meydana • A ntikorlar kompleman proteinleriyle veya onlarsız hücre
leri ö rtebilir (opsonize eder) ve bu hücreleri, IgG mole
gelen ptolojik lezyon kan damarlarında olursa vaskulit,
küllerinin Fc kuyruğuna reseptör eksprese eden makro-
renal glomerüllerde olursa glomerulonefrit, eklemlerde
fajların fagositozuna ve kompleman proteinlerine hedef
olursa artrit gibi, isimlendirilir.
hale getirir. Bu, opsonize hücrelerin azalmasıyla sonlanır.
Öngörülebileceği gibi, bu çeşit lezyonları meydana
• A ntikorlar ve immün kompleksler doku veya kan damar
getiren antikor sınıfları kompleman fikse eden (IgG ve
larında depolanabilir ve komplemanı aktive ederek, yıkım
IgM gibi) ve fagosit Fc reseptörlerine bağlanan (IgG) an ürünleri salıvererek veya lökositlerin Fc reseptörlerine
tikorlardır. Hastalığın akut fazı sırasında kompleman bağlayarak, akut bir iltihabi reaksiyon oluşturur.
sarfı, düşük serum kompleman seviyeleriyle sonlanabi s A ntikorlar hücre yüzey reseptörlerine veya temel mole
lir. Doku hasarının patogenezinde kompleman-ve Fc re- küllere bağlanabilir ve hücre hasarı olmaksızın fonksiyo
septörü-bağımlı iltihabın rolü, deneysel olarak serum nel bozulmalara neden olur (ya inhibisyon ya da unregula
kompleman düzeyleri azaltıldığında ya da Fc reseptörü ted düzensiz aktivasyonlar).
içermeyen farelerde; nötrofillerin azalması, lezyonlarm
şiddetinde büyük oranda azalma gözlemiyle desteklenir.
Patojen T Hücrelerin
Hastalık Spesifitesi Doku Hasarının Başlıca Mekanizmaları K linikopatolojik Belirtiler
Romatoid artrit Kollajen?; sitrülinlenmiş self TH17 (and TH1?) sitokinler aracılı İnflamasyonlu kronik artrit,
proteinler? iltihap; antikorlar ve immün eklem kıkırdağı ve kemikte
komplekslerin rolü? hasar
Multipl skleroz Myelindeki protein antijenler TH1 and TH17 sitokinleri aracılı Perivasküler iltihap, paralizi,
(myelin basic protein gibi) iltihap, aktive makrofajlarla myelin oküler lezyonlar ile birlikte
tahribatı SSS’de demiyelinasyon
Tip 1diabetes Pankreas adacık (3 hücreleri T hücre-aracılı iltihap, adacık Insulitis (adacıklarda kronik
mellitus antijenleri (insulin, glutamik hücrelerinin CTL’lerle tahribi iltihap), |3 hücrelerinde tahribat;
asid dekarboksilaz, diğerleri) diabetes
Hashimoto tiroiditi Tiroglobulin, diğer tiroid inflamasyon, tiroid epitel hücrelerinin Hipotiroidizm
proteinleri CTL-aracılı öldürülmesi
İltihabi barsak Enterik bakteri; self antijenler? Başlıca TH17 sitokinleri aracılı Kronik intestinal iltihap,
hastalığı iltihap ülserasyon, obstrüksiyon
Otoimmün Myozin ağır zincir proteini Myokardiyal hücrelerin CTL-aracılı Kardiyomyopati
myokardit öldürülmesi; TH1 sitokinleri aracılı iltihap
Kontakt sensitivite Çeşitli çevresel kimyasallar TH1 (and TH17?) sitokinler aracılı iltihap Epidermal nekroz, deri
(zehirli sarmaşıktan urushiol döküntüsü ve büllerle birlikte
veya zehirli meşe gibi) dermal iltihap
* ln s a n T h ü c re -a ra c ılı h a s ta lık la rı lis te le n m iş tir . Ç o ğ u v a k a d a T h ü c r e le r in s p e s ifite s i v e d o k u h a s a r m e k a n iz m a la r ı, h a s ta lık la rın d e n e y s e l h a y v a n m o d e lle r -
in e b e n z e r lik le r i t e m e lin d e d e ğ e r le n d ir ilm e k t e d ir .
SSS, s a n tra l s in ir sistem i; C T L , s ito to k s ik T le n fo sit.
lezyonlarmda T T hücreleri tesbit ve purifiye etme metod- gositik ve mikrobisidal aktiviteye sahiptir. Aktive mak
ları geliştikçe daha iyi anlaşıldı. Bu grup hastalıklar bü rofajlar artmış antijen sunma kapasitesi sağlamak üzere
yük klinik öneme sahiptir çünkü, immün-aracılı iltihabi daha çok class II MHC molekülü ve kostimulatörler
hastalıklar için anormal T hücre reaksiyonlarına yönelik eksprese eder ve hücreler daha fazla IL-12 salgılar, bu da
çoğu yeni, rasyonel biyolojik tedaviler geliştirilmiştir. İki daha fazla TH1 cevabını uyarır. Antijenle aktive olunca
tip T hücre reaksiyonu doku hasarı ve hastalık yapabilir: Th 17 efektör hücreleri IL-17 ve diğer birçok sitokin sal
(1) sitokinlerin başlıca CD4+ T hücreler tarafından mey gılar. ki, nötrofillerin (ve monositlerin) toplanmasını art
dana getirildiği sitokin-aracılı iltihap ve (2) CD8 + T hüc tırır, böylece iltihap oluşturur. T hücreleri tarafından
relerin aracılık ettiği direkt hücre sitotoksisitesi (Resim 4- meydana getirilen sitokinler lökosit toplanmasını ve ak-
12). Geç tip hipersensitivite reaksiyonunun (DTH) örnek tivasyonunu arttırdığından bu iltihabi reaksiyonlar et
olduğu iltihapta, TH1 ve TH17 subtiplerin CD4+ T hücre ken elimine edilmediği veya terapötik olarak durdurul
leri, diğer hücreleri, özellikle de hasarın major efektör madığında kronikleşir. Aslında iltihap, mikroplar ve ölü
hücreleri olan makrofajları, toplayan ve aktive eden sito- hücrelere erken bir cevap olarak gelişir (Bölüm 2) fakat
kinler salgılarlar. Hücre-aracılı sitotoksisitede doku hasa T hücreleri katıldığında çok fazla artar ve uzar.
rından sitotoksik CD 8 + T hücreler sorumludur. Aşağıda tarif edilen geç-tip hipersensitivite (DTH), T
hücre-aracılı iltihap ve doku hasarı için aydınlatıcı bir
modeldir. Aynı reaksiyonlar birçok hastalığın temelinin
CD4+ T Hücrelerin Neden Olduğu İltihabi Reaksiyonlar esasıdır. Kontakt dermatit T hiicre-aracılı iltihabın yol aç
T hücre-aracılı iltihabi reaksiyonlarda olayların sırası, tığı bir doku hasarı örneğidir. Bu, penta desilkatekol
antijene ilk maruz kalmayla başlar ve bu temelde sellü- (muhtemelen konak proteinine bağlandığında antijenik
ler immünite reaksiyonlarıyla aynidir (Resim 4-4). Naif hale gelen, zehirli sarmaşık, zehirli meşenin aktif kom-
CD4+ T lenfositler antijenleri işleyen DC'lerin (veya ponenti olan urushiol olarak da bilinen) ile temasla geli
makrofajlarm) yüzeyindeki class II MHC moleküllerle şir. Bitkilere evvelce maruz kalmış kişi tekrar maruz kal
ilişki halindeki, self veya mikrobiyal proteinlerin peptid dığında, dermisde TH1 CD4+ hücreler birikir ve epider-
antijenlerini, tanırlar. DC, IL-12 meydana getirirse, naif misdeki antijene doğru göç eder. Bunlar burada kerati-
T hücreler TH1 tip efektör hücrelere differansiye olur. nositleri hasara uğratan ve bunun sonucunda hücrelerin
NK hücreler ve TH1 hücrelerin kendileri tarafından oluş ayrılmalarına neden olan ve veziküler dermatit olarak
turulan sitokin IFN-y, TH1 differansiyasyonunu kuvvet kendini gösteren intraepidermal vezikül ve iltihap geliş
li bir pozitif döngü oluşturacak şekilde daha da arttırır. mesine yol açan sitokinler salıverirler. Uzun zamandır
Eğer APC'ler IL-12 yerine IL-1, IL- 6 veya IL-23 meyda tip 1 diabetes ve multipl sklerozis gibi birçok sistemik
na getirirse, CD4+ hücreler TH17 efektörleri geliştirir. hastalığa, self antijenlere TH1 ve Th 17 reaksiyonlarının
Antijene tekrar maruz kalmada, önceden gelişmiş efek neden olduğu düşünülmüştür. Crohn hastalığına aynı T
tör hücreler antijene maruz kalma bölgesine gelir ve lo hücrelerinin katıldığı, ancak intestinal bakteriye karşı
kal APC'ler tarafından sunulan antijenle aktive edilir. kontrolsüz reaksiyonlar neden olmuş olabilir. T hücre-
Th 1 hücreler bilinen en kuvvetli makrofaj aktive eden aracılı iltihap, bu bölümde daha sonra tanımlanan
sitokin olan IFN-y salgılar. Aktive makrofajlar artmış fa- transplantların reddinde de bir role sahiptir.
Otoimmün Hastalıklar 119
B
Resim 4 -1 2 T hücre-aracılı (tip IV) hipersensitivite reaksiyonlarının mekanizmaları. A , Sitokin-aracılı iltihabi reaksiyonlarda CD4+ T hücre
ler doku hasarına yol açan iltihabı uyarmak ve fagositleri aktive etmek üzere sitokinler salgılayarak doku antijenlerine cevap verir. B, Bazı
hastalıklarda C D 8 + CTL’ler direkt olarak doku hücrelerini öldürür. APC, antijen-sunan hücre; CTL'ler, sitotoksik T lenfositler.
OTOİMMÜN HASTALIKLAR
Self-antijenlere bir immün reaksiyon (otoimmünite gibi)
çok sayıda insan hastalığının temelindeki nedendir. Za
manımızda otoimmün hastalıkların gelişmiş ülkelerde
nüfusun %2-%5'ini etkilediği hesaplanmaktadır ve insi
densin arttığı görülmektedir. Bu hastalıkların gerçekten
otoimmün reaksiyonların sonucu olduğunun kanıtı ba
zıları için diğerlerine göre daha ikna edicidir. Mesela, bu
bozuklukların çoğunda multipl yüksek afiniteli otoanti-
(^~~y Ö Z E T
T Hücre-Aracılı Hipersensitivite Reaksiyonu
Mekanizmaları
• Sitokin-aracılı iltihap: CD4+ T hücreler protein antijene
maruz kalmada aktive edilir ve T H1 ve T H17 efektör hüc
relere diferansiye olurlar. Antijene tekrar maruz kalınma
sı sitokinlerin sekresyonuyla sonlanır. INF-y doku hasarı
oluşturan ve fibrozisi geliştiren maddeleri yapmak için
makrofajları aktive eder. IL-17 ve diğer sitokinler lökosit- Fibroblast
leri toplar, böylece iltihap gelişir.
• T hücre-aracılı sitotoksisite: Hedef antijeni eksprese eden
hücrelerin antijenine spesifik CD8+ CTL’ler bu hücreleri Lenfosit Makrofaj
tanır ve öldürürler. CD8+ T hücreler INF-y da salgılarlar.
Resim 4 -1 4 Granülomatöz iltihap. A , Bir lenf nodu kesitinde, her-
biri epiteloid hücre topluluklarından meydana gelen ve lenfositler
ile çevrilmiş birçok granülom görülmektedir. Granülom merkezin
de birçok multinükleer dev hücre bulunmaktadır. B, Tip IV hiper
Şimdi, patolojik immün yanıt reaksiyonlarının ana me sensitivite reaksiyonlarında granülomların gelişmesine yol açan
kanizmaları temelinde, büyük klinik öneme sahip iki re olaylar. T hücre kaynaklı sitokinlerin oynadığı role dikkat ediniz.
aksiyon sınıfını ele almaya geçiyoruz: otoimmünite ve (A , Dr. Trace W o rrell izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas South
transplant rejeksiyonu. w estern M e d ica l School, D allas, Te xa s.)
Otoimmün Hastalıklar 121
Tablo 4 -6 Otoimmün Hastalıklar lerans, kişinin kendi doku antijenlerine immün cevap-
sızlığım ifade eder. Gelişen T ve B lenfositlerde rastgele
Organ-Spesifik Sistemik
olarak müyarlarca antijen reseptörü gelişmiştir ve bu
A ntikor Aracılı Hastalıklar olayda self antijenleri tanıyabilen reseptörlerin de mey
Otoimmün hemolitik anemi Sistemik lupus eritematozus dana gelmesi sürpriz değildir. Bu antijenlerin hepsi de
Otoimmün trombositopeni immün sistemden saklanamayacağı için self-reaktif len
fositlerin eliminasyonu veya kontrolü için yollar olması
Pernisiyöz aneminin otoimmün
atrofık gastriti gerekir. Self-reaktiviteye karşı olanı seçmek için birçok
mekanizma uyum içinde çalışır ve böylece vücudun
Myastenia gravis
kendi antijenlerine karşı immün reaksiyonlar önlenir.
Graves hastalığı
Bu mekanizmalar geniş anlamda iki gruba bölünür:
Goodpasture sendromu santral tolerans ve periferik tolerans (Resim 4-15).
T hücre Aracılı Hastalıklar* Santral tolerans. Santral toleransın başlıca mekaniz
ması, self-reaktif T ve B lenfositlerin olgunlaşmaları sıra
Tip I diabetes mellitus Romatoid artrit
sında santral (jeneratif) lenfoid organlarda (T hücreler
Multipl skleroz Sistemik skleroz için timusta, B hücreler için kemik iliğinde, gibi) antijen-
(skleroderma)
le-sağlanan (antigen-induced) yok edilmeleridir (ölüm).
Hashimoto tiroiditi Sjögren sendromu Timusta birçok otolog (self) protein antijen, timus
Crohn hastalığı APC'leri tarafından self-MHC ile birlikte işlenir ve sunu
Otoimmün Kökenli Olduğu Kabul Edilen Hastalıklar) lurlar. Timusta bu gibi bir self-antijen ile karşılaşan im-
matür herhangi bir T hücresi apoptoza (delesyon veya
Primer biliyer siroz Poliarteritis nodosa
negatif seleksiyon denilen olay) gider ve böylece, matu-
Otoimmün (kronik aktif) hepatit İltihabi myopatiler rasyonunu tamamlamış T hücreler self-reaktif hücreleri
* T h ü c r e le r in in b u h a s t a lık la r d a k i r o lü g ö s t e r ilm iş tir , f a k a t d o k u h a s a rın kaybetmişlerdir (Resim 4-15). Heyacan verici ve timusu
d a a n t ik o r la r ı n d a r o lü o la b ilir . şelfin immünolojik aynası yapan son bir gelişme, timus
j B u b o z u k lu k la r d a b i r o t o im m ü n t e m e ld e n ş ü p h e le n ilm e k t e y s e d e , d e s
ta periferik doku antijenleri ekspresyonunu sağlayan
t e k le y e n k a n ı t k u v v e t li d e ğ ild ir .
belli transkripsiyon faktörlerinin tesbit edilmesidir. Bu
çeşit bir faktöre otoimmün regülatör (AIRE) denmiştir.
AIRE genindeki mutasyonlar bir otoimmün poliendok-
korlar tesbit edilmiştir ve bazı vakalarda bu antikorların
patolojik anomalilere neden olduğu bilinmektedir (Tab rin sendromdan sorumludur ki bunda, multipl self-anti-
lo 4-6). Benzer şekilde, teknolojinin gelişmesiyle, bu has jen için spesifik T hücreler delesyondan kaçar (muhte
talıkların bazılarında patojen self-reaktif T hücrelerin melen bu self antijenler timusta eksprese edilmediğin
aktivasyonu konusunda artan kanıtlar bulunmaktadır. den) ve self-antijenleri eksprese eden dokulara saldırır
Ek olarak, deneysel modeller, bir otoimmün etyolojiyi lar. Timusta self-antijenlerle karşılaşan bazı T hücreler
öldürülmez fakat sonra tarif edilen regiilatuar T hücrele
desteklemede temel kanıt oluşturan çok bügi ortaya
koymuştur. Bununla birlikte, geleneksel sınıflamalarda re differansiye olurlar.
otoimmün olduğu düşünülen birçok hastalıkta, bu etiyo- Kemik iliğinde self-antijenleri yüksek affinite ile tanı
lojik kökenden şüphelenilmiş, ancak kanıtlanamamıştır. yan immatür B hücreleri de apoptozla ölebilirler. Bazı
Otoimmün olduğu düşünülen hastalıklar, spesifik im- self-reaktif B hücreleri yok edilmemiş olabilir fakat ikin
mün cevapların belli bir organ veya hücre tipine yönel ci sefer antijen reseptör genleri düzenlenmesine gider ve
diği ve lokal doku hasarıyla sonlananlardan, birçok or sonra artık self-reaktif olmayan ("reseptör yazılımı" de
ganda lezyonla karakterli ve multipl otoantikorlar veya nilen bir olay) yeni reseptörler eksprese eder.
Maalesef, self-reaktif lenfositlerin yok edilme işlemi
pekçok self-antijene karşı T hücre-aracılı sellüler reaksi
yonlarla birlikte olan multisistem hastalıklarına kadar mükemmel değildir. Birçok self-antijen timusta olmaya
değişir. İmmün kompleksler ve oto antikorlarla olan sis bilir böylece, bu otoantijenler için reseptör taşıyan T
temik hastalıkların birçoğunda lezyonlar tutulan çeşitli hücreleri perifere kaçabilir. B hücre sisteminde de ben
organlarda özellikle bağ dokusunu ve kan damarlarını zer "kaçış" vardır ve tiroglobulin, kollajen ve DNA gibi
tutar. Bu nedenle, sistemik reaksiyonlar spesifik olarak çeşitli self-antijene reseptör taşıyan B hücreler sağlıklı
bağ dokusu veya kan damarlarının içeriğine karşı değil kişilerde bulunabilir.
se de, bu hastalıklardan sıklıkla "kollajen vasküler" veya Periferik tolerans. Timusta negatif seleksiyondan ka
"bağ dokusu" bozuklukları olarak bahsedilir. çan self-reaktif T hücreler yok edilmedikçe veya etkili
Normal kişiler kendi (self) antijenlerine cevapsızdır olarak kontrol edilmedikçe potansiyel tehlike olabilecek
(toleran) ve otoimmünite self-toleransta bozulmanın so tir. Periferik dokularda bu otoreaktif güçteki T hücreleri
susturan birçok mekanizma saptanmıştır (Resim 4-15):
nucudur. Bu nedenle, otoimmünite patogenezinin anla
şılması, normal immün tolerans mekanizmalarının iyi
bilinmesini gerektirir. • Anerjr. Bu terim, antijenlerle belli şartlar altında kar-
şüaşma sonucu lenfositlerin fonksiyonel inaktivasyo-
İmmünolojik Tolerans nunu (ölmek yerine) ifade eder. Daha önce tanımlan
dığı gibi, T hücrelerin aktivasyonu iki uyarı gerektirir:
immünolojik tolerans spesifik lenfositlerin ona maruz kal APC'lerdeki self-MHC molekülleriyle birlikteki pep-
masıyla gelişen bir antijene cevapsızlık durumudur. Self-to- tid antijenin tanınması ve APC'ler tarafından sağla-
122 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
SANTRAL TOLERANS
PERİFERİK TOLERANS
nan ikinci grup kostimulatör sinyaller (B7 moleküller Apoptozun mekanizmalarından biri, ayni veya kom
yoluyla, gibi). Eğer ikinci kostimulatör sinyaller gel şu hücrede birlikte eksprese edilen ligandıyla bağla
mez veya hücre self-antijenle karşılaştığında T hücre nabilen, ölüm reseptörü Fas'ı (TNF reseptör ailesinin
deki bir inhibitor reseptör (kostimulatör reseptör ye bir üyesi) ilgilendirir. Aynı yolak, self-reaktif B hücre
rine) gündeme gelirse, T hücre anerjik hale gelir ve lerin T hücrelerde eksprese edilen Fas ligandıyla yok
antijene cevap veremez (Resim 4-15). Çoğu normal edilmesinde önemlidir. Self-toleransm bu yolağının
dokuda kostimulatör moleküller kuvvetle eksprese önemi, FAS geni mutasyonlarmm lenfadenopati ve
edilmediğinden, otoreaktif T hücreler ve dokulardaki anti-DNA dahü multipl antikorlarla karakterli otoim
self-antijenlerin karşılaşması anerjiyle sonlanabilir. B mün lenfoproliferatif sendrom (autoimmune lympho-
hücreleri de antijenle spesifik yardımcı T hücre yoklu proliferative syndrome) (ALPS) denilen bir otoimmün
ğunda karşılaşırsa anerjik hale gelebilirler. hastalıktan sorumlu olmasının keşfiyle gösterilmiştir.
• Düzenleyici T hücrelerle süpresyon: T lenfositlerin self- Fas ve Fas ligand defektleri de farelerde benzer otoim
antijenlere cevapları regulatuar T hücrelerle aktif ola mün hastalıklara sebep olur. Self-reaktif lenfositlerin
rak baskılanabilir. En iyi tanımlanmış düzenleyici T ortadan kaldırılmasında, apoptozun, ölüm reseptörle
hücreler CD25 eksprese eder, reseptörün zincirlerin ri ile ilişkili olmayan mitokondriyal yolağı da rol oyna
den biri IL-2 içindir ve gelişme ve yaşamları için IL-2 yabilir.
gerektirir. Bu hücreler FoxP3 denilen özgün bir
transkripsiyon faktörünü de eksprese ederler. Bu pro O toim m ünite Mekanizmaları
tein düzenleyici hücrelerin gelişmesi için gereklidir
ve FOXP3 geni mutasyonları IPEX (immün regülas- Self toleransın yukarıda özetlenen başlıca mekanizma
yon bozukluğu, poliendokrinopati, enteropati, X'e larından yola çıkarak, bu mekanizmaların patolojik oto
bağlı sendrom) denilen düzenleyici T hücre yetmezli immünite oluşturmak üzere nasıl ortadan kalktığını so
ğiyle birlikte olan bir sistemik otoimmün hastalıktan rabiliriz. Maalesef, bu soruya verilebilecek basit yanıtlar
sorumludur. Düzenleyici T hücrelerin immün cevap yoktur ve çoğu insan otoimmün hastalıklarının temelin
ları nasıl kontrol ettiğini açıklamada birçok mekaniz deki neden tesbit edilmeyi beklemektedir. Daha önce
ma ileri sürülmüştür. Bunlar arasında çeşitli T-hücre bahsedildiği gibi, belli mutasyonlar self-tolerans yolu
cevaplarını bozabilen, immünsupressif sitokinlerin nun biri veya diğerini bozar ve patolojik otoimmüniteye
(IL-10 ve transforming growth factor-|3 [TGF-|3], gibi) neden olur. Bu tek-gen mutasyonları çalışmaları ileri de
sekresyonu ve APC'lerdeki B7 moleküllerin kompeti- recede bilgi vericidir ve bu çeşit araştırmalar self-tole-
tif blokajı söz konusudur. ransm çeşitli yollarının biolojik önemini tesbite yardım
9 Aktivasyonun oluşturduğu hücre ölümü: Periferik tole eder. Bu çeşit mutasyonlarm neden olduğu hastalıklar
ransın diğer bir mekanizması self-antijen tanınması nadirdir, ancak çoğu otoimmün hastalık tek gen defekt-
nın sonucu rnatür lenfositlerin apoptozunu içerir. leriyle açıklanamaz.
Otoimmün Hastalıklar 123
Tablo 4 -8 Otoimmün Hastalıklarla İlişkili Olan Seçilmiş İnsan Lökosit Antijen (HLA) Dışı Genler
Katılan
Muhtemel Gen* Hastalıklar Kodlanan Proteinin Kabul Edilen Fonksiyonu ve Mutasyon/Polimofizmin Hastalıktaki Rolü
İmmün Regülasyoına Katılan Genler
PTPN22 RA, T1D, IBD Protein tirozin fosfataz, lenfositlerde sinyali etkileyebilir ve negatif seleksiyonu veya self-reaktif
T hücrelerinin aktivasyonunu değiştirebilir
IL23R IBD, PS, AS TH17’yi indükleyen sitokin IL-23 için reseptör; CD4+ T hücrelerin diferansiyasyonunu patojen
Th 17 efektör hücrelere değiştirebilir
CTLA4 T1D, RA T hücre cevaplarını aktivasyonu sonlandırarak ve düzenleyici T hücrelerin aktivitesini kolaylaştırarak
inhibe eder; self-toleransa karışabilir
IL2RA MS, TID Aktive ve düzenleyici T hücrelerin bir büyüme ve sağkalım faktörü olan reseptör IL-2’nin a zinciri;
effektör hücrelerin gelişmesini ve/veya immün cevapların regülasyonunu etkileyebilir
NOD2 IBD Paneth ve diğer intestinal epitelyal hücrelerde ekspresse edilen bakterilerin sitoplazmik sensörü;
kommensal barsak bakterilerine rezistansı kontrol edebilir
ATG16 IBD Otofajiye katılır; mikroplara karşı savunmada ve epitelyal bariyer fonksiyonunun korunmasında/
idamesinde muhtemel rol
IRF5, IFIH1 SLE SLE (metne bakınız) patogenezine katılan tip I IFN yapımında rol (yazıya bakınız)
* B u g e n le r in ç e ş itli o t o im m ü n h a s ta lık la rla m u h t e m e l b a ğ la n tısı t ü m g e n o m iliş k ile n d ir m e ça lış m a la rı ( G W A S ) v e h a s ta lık -iliş k ili p o lim o r f ı z m le r ç a lış m a la rın d a k i
d iğ e r m e to d la r la ta n ım la n m ış tır.
A S , a n k ilo z a n s p o n d ilit; IB D , iltih a b i b a r s a k h a s ta lığ ı; IF N , in te r f e r o n ; M S , m u lt ip l s k le ro z ; PS, p s o ria z is ; R A , r o m a t o id a r t r i t ; SLE, s is te m ik lu p u s e r ite m a to z u s ;
T l D , t y p e 1 d ia b e t.
U y a rla m a : Z e n e w ic z L, A b r a h a m C , Fla ve ll R A , C h o J: U n ra v e lin g t h e g e n e tic s o f a u t o im m u n ity . C e ll 1 4 0 :7 9 1 , 2 0 1 0 .
• Viruslar ve diğer mikroplar self antijenlerle çapraz reaktif nedenle lokal doku hasarı, self antijenlerin salıverilmesi
epitoplar paylaşabilir, bu çeşit yanıtlar mikropla gelişe ve otoimmün cevaplara yol açar.
bilir fakat self-dokulara saldırır. Bu fenomene mole- Son olarak, otoimmünitede güçlü bir cinsiyet eğilimi
küler taklit denir. Bu bazı hastalıkların muhtemel se bulunmaktadır, bu hastalıkların çoğu erkekten çok ka
bebidir. En iyi örneği streptokoklara karşı bir immün dındadır. Altta yatan mekanizmalar iyi anlaşılmamıştır
cevabın kalp antijenleriyle çapraz reaksiyon verdiği ve hormonlar ve diğer faktörlerin etkilerini içerebilir.
romatizmal kalp hastalığıdır. Daha gizli taklidin di Bir otoimmün cevabın kendisi sonraki otoimmün ata
ğer otoimmün hastalıklarda rolü olup, olmadığı bilin ğı geliştirebilir. Bir otoimmün cevabın veya diğer herhan
memektedir. gi bir nedenin yol açtığı doku hasarı, daha önce gizlen
■ Doku nekrozu ve iltihapla sonlanan mikrobiyal infeksi- miş fakat şimdi otoimmün bir formda T hücrelere sunu
yonlar dokudaki APC'lerde kositimulatör moleküllerin ar lan self antijen epitoplarınm açığa çıkmasına neden ola
tışına sebep olabilir ve böylece T hücre anerjisinin bilir. Bu gibi otoreaktif T hücrelerin aktivasyonuna "epi-
kalkmasına ve takip eden T hücre aktivasyonuna yol top yayma" denir. Çünkü, immün cevap başta tanınma
açabilir. mış olan epitoplara "yayılır". Bu, otoimmün hastalıkların
kronisitesine katkısı olan mekanizmalardan biridir.
Enfeksiyöz ajanların otoimmün patogeneze nasıl katıl
mış olabileceğini açıklayan muhtemel mekanizmalarda
bir eksik bulunmamaktadır. Ancak şu an, insan otoim O Ö Z ET _______________________
mün hastalıklarının gelişmesinde herhangibi bir mikro
bu net olarak sorumlu tutan bir kanıt bulunmamakta İmmün Tolerans ve Otoimmünite
dır. Karmaşıklığa son ilavelere göre (daha çok epidemi- • Self-antijenlere tolerans (cevapsızlık) immün sistemin te
yolojik verilere dayanan) enfeksiyonlar, paradoksal ola mel özelliğidir ve toleransın kırılması otoimmün hastalık
rak yakalanmış kişileri, özellikle tip 1 diabetes ve mul- ların temelidir.
tipl slderozis olmak üzere, otoimmün hastalıklardan ko • Santral tolerans: Santral (jeneratif) lenfoid organlarda self-
ruyabilir. Bu etkinin muhtemel mekanizması anlaşılma antijenleri tanıyan immatür lenfositler apoptoz ile öldü
mıştır. rülür. B hücre dizisinde self-reaktif lenfositler, self-reaktif
Sunulan doku antijenleri, sadece enfeksiyonlarla değil, olmayan yeni antijen reseptörlerine çevrilir.
çeşitli çevresel saldırılarla değişebilir, Daha sonra bahsedi • Periferik tolerans: Periferik dokularda self-antijenleri tanı
leceği üzere, ultraviole radyasyon (UV) hücre ölümü ya yan matür lenfositler, fonksiyonel olarak inaktif (anerjik)
pabilir ve nükleer antijenlerin ortaya çıkmasına yol aça hale gelir veya regülatuvar T lenfositlerle süprese edilir
bilir ki, bunlar lupusta patolojik immün reaksiyonlar veya apoptozla ölür.
oluşturur. Bu mekanizma lupus alevlenmelerinin güne • Selftoleransın bozulmasına ve otoimmünite gelişmesine yol
şe maruz kalmayla ilişkisini açıklamak için ileri sürül açan faktörler (1) farklı tolerans yollarını bozabilen duyar
lılık genlerinin kalıtımı ve (2) self-antijenleri ortaya çıka
müş mekanizmadır. Sigara alışkanlığı RA için bir risk
ran ve dokularda APC’Ier ve lenfositleri aktive eden en
faktörüdür, bunun nedeni sigaranın self antijenlerin
feksiyon ve doku değişiklikleri.
kimyasal değişmelerine yol açması olabilir. Herhangi bir
Otoimmün Hastalıklar 125
Tolerans ve otoimmünitenin genel prensiplerini ko SLE'nin insidans ve prevalans tahminleri ırksal ve et
nuştuktan sonra, en sık ve önemli bazı otoimmün hasta nik gruplarda değişiktir. Bazı çalışmalar prevalansı belli
lıkların tartışmasına geçmekteyiz. Her ne kadar her has gruplarda %2 kadar yüksek hesaplar. Çoğu otoimmün
talık ayrı tartışıldıysa da, bunların klinik, serolojik ve hastalık gibi, yüksek bir kadın predominansı (aşağı yu
morfolojik özelliklerinde kayda değer çakışma belirgin karı 9:1) vardır ve hastalık doğurganlık çağında 700 de
dir. Bu bölüm sadece sistemik otoimmün hastalıkları 1 kadını etkiler. SLE siyah Amerikalılarda daha sık ve
kapsamaktadır. Tek organ sistemlerini etkileyen otoim şiddetlidir, bu grupta 245 kadında 1 görülür. Başlangıcı
mün hastalıklar daha uygun olarak ilişkili organlara ait tipik olarak hayatın ikinci veya üçüncü on yılındadır fa
bölümlerde tartışılmıştır. kat erken çocukluk dahil, her yaşta ortaya çıkabilir.
K rite r Tanımlama
1. Malar döküntü Fikse eritem, düz veya kabarık, malar çıkıntılar üzerinde, nazolabial kıvrımları tutmama eğiliminde
2. Diskoid döküntü Eritematöz kabarık yamalar, yapışık keratotik pul pul dökülme ve folliküler tıkaçlar ile; yaşlı lezyonlarda
atrofik nedbeleşme olabilir
3. Fotosensitivite Güneş ışınlarına alışılmadık bir reaksiyon olarak gelişen döküntü, hasta hikayesinde olan veya doktor
gözlemi olarak
4. Oral ülserler Oral veya nazofaringeal ülserasyon, genellikle ağrısız, doktorun gözlediği
5. A rtrit İki veya fazla periferik eklemi tutan noneroziv artrit hassasiyet, şişme veya efüzyon ile karakterli
6. Serozit Plörit—plöritik ağrının inandırıcı hikayesi veya doktorun işittiği sürtünme veya plöral efüzyon kanıtı veya
Perikardit—elektrokardiyogram ile gösterilen veya sürtünme veya perikardiyal efüzyon kanıtı
7. Renal bozukluk Kalıcı proteinüri >0.5 g/dL veya >3+ kantitasyon yapılmadıysa veya
Hücresel silendirler—kırmızı küre, hemoglobin, granüler, tubuler veya mikst olabilir
8. Nörolojik bozukluk Nöbetler—neden olan ilaçlar veya bilinen metabolik bozuklukların yokluğunda, (üremi, ketoasidoz veya
elektrolit dengesizliği gibi) veya
Psikoz— neden olan ilaçlar veya bilinen metabolik bozukluklar yokluğunda, (üremi, ketoasidozis, veya
elektrolit dengesizliği, gibi)
9. Hematolojik bozukluk Hemolitik anemi—retikulositozis veya
Lökopeni—<4.0 x 109/ L (4000/mm3) toplam iki veya daha fazla defa veya
Lenfopeni—<1.5 x 109/ L (1500/mm3) iki veya daha fazla defa veya
Trombositopeni—<100 x 109/ L (100 x 103/m m 3) neden olan ilaçların yokluğunda
10. immünolojik bozukluk Anormal titredeki doğal DNA’ya anti-DNA antikor veya
Anti-Sm—Sm nükleer antijene antikor varlığı veya
Antifosfolipid antikorların şunlara dayanan pozitif bulgusu (1) IgG or IgM antikardiyolipin antikorlarının
anormal bir serum seviyesi, (2 ) standart bir test kullanarak lupus antikoagulan için pozitif bir test veya
(3) sifiliz için yanlış pozitif bir serolojik test; en azından 6 aydır pozitif olduğu bilinen ve
Treponema pallidum immobilizasyon veya treponemal antikor absorpsiyon testi negatifliği ile doğrulanan
11. Antinükleer antikor Anormal bir antinükleer antikor titresi; immünfloresan veya eşdeğer inceleme ile herhangi bir zamanda ve
ilaçla-indüklenen lupus sendromu yaptığı bilinen ilaçların yokluğunda
* Ö n e r i le n s ın ıfla m a 11 k r it e r e d a y a n ır, K lin ik ç a lış m a la rd a h a s ta la n s a p ta m a a m a cı iç in , 11 k r it e r i n 4 v e y a fa z la s ı s e r i o la r a k v e y a g ö z le m in h e rh a n g i b i r p e r i-
o d u n d a v a rs a , k iş id e s is t e m ik lu p u s e r it e m a t o z u s o ld u ğ u s ö y le n ir.
A ş a ğ ıd a k ile rd e n : T a n EM, C o h e n AS , Fries JF, e t al.: T h e re vise d c rite ria f o r t h e cla ssifica tio n o f syste m ic lu pus e ry th e m a to s u s . A r t h r it is R h e u m 2 5 :1 2 7 1 , 1 9 8 2 ; and
H o c h b e rg M C : U p d a tin g th e A m e ric a n C o lle g e o f R h e u m a to lo g y re vise d c r ite ria f o r th e cla ssifica tio n o f syste m ic lu pus e ry th e m a to s u s . A r t h r it is R h e u m 4 0 :1 7 2 5 , 1997.
126 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
DUYARLILIK DIŞ TETİKLEYİCİLER her birinin rolü ortaya konmamıştır ve hastalığın geliş
GENLERİ (ör. UV radyasyon)
mesine katkıları tam olarak aydınlatılmamıştır.
Çevresel F a k tö rle r. SLE patogenezinde çevresel faktörle
rin yer aldığını gösteren birçok bulgu vardır.
Apoptoz
• U ltravio le (U V ) radyasyon (güneşe maruz kalma)
SLE deri lezyonlarını şiddetlendirir. Bu etki için ileri sürü
len bir mekanizma UV radyasyonun konak hücrelerin
Apoptotik cisimcik
oo
t lerin defektif apoptozuna yol açmasıdır ki, nükleer fragmanların ve
X , temizlenmesi ölü hücre ürünlerine iltihabi cevapların yükü arttırması
na yol açar.
• Sigara alışkanlığı SLE gelişimi ile ilişkili olduğu gösteril
Self nükleer antijenler için Nükleer antijenlerin
spesifik B ve T hücreleri*• artan miktarı miştir. H er ne kadar mekanizma bilinmiyorsa da sigara
otoantikor gelişmesini kolaylaştırabilir.
• Seks hormonlarının hastalığın gelişmesine önemli etki
yaptığı düşünülmüştür çünkü hormon aktif yaştaki ka
Antinükleer antikor,
dınlarda benzer yaştaki erkeklere göre 10 kez, fakat ço
antijen-antikor
kompleksleri cukluk dönemindeki veya 65 yaş sonrası kadınlarda sa
Antijen-antikor
dece 2-3 kez daha sıktır. Ancak kadınların yüksek doz
komplekslerinin
endositozu ve östrojen ve progesteron içeren oral kontraseptiflerle te
B hücrelerinin Dendritik davileri; bu hastalığın kadınlarda artmış riskine yol açan
TLR ile birleşmesi hücre hormonlardan başka faktörleri telkin edecek şekilde,
hastalığın şiddet ve alevlenmelerini etkilemez.
B hücreleri ve • İlaçlar: Prokainamid ve hidralazin, her ne kadar tipik
dendritik hücrelerin
olarak glomerulonefrit geliştirmese de, SLE-benzeri has
TLR ile uyarılması
talık oluşturabilirler. Bu ilaçlar, otoimmünite gelişmesi ile
ilişkili bir grup genin ekspresyonunu etkileyebilecek ya
B ve T hücrelerinin
da D N A ’ nın konak hücrelerini aktive etmesine yol aça
IFN uyarılması
bilecek D N A demetilasyonuna neden olurlar.
leri TLR’ lere tutunur ve otoantikorlar yapmak üzere B hüc ve insidens yaşla artar. Son zamanlarda birçok klinik
relerini uyarır ve immün yanıtı daha da kuvvetlendiren ve laboratuvarda IFA'nm yerini, ayni anda multipl spesi
daha da apoptoz oluşturan IFN-y meydana getiren, özellik fik otoantikorları test eden çok kanallı flow sitometri
le plazmasitoid D C ’ Ier olmak üzere, DC’ Ieri aktive ederler. immün testleri almıştır fakat, bu testler İFA sensitivi-
N et sonuç, yüksek afiniteli otoantikorların meydana gelişi tesine sahip olmayabilir. Ç ift sarm al D N A 'sın a
ile sonlanan antijen salınımı ve immün reaksiyon siklusudur. (dsDNA) ve Smith (Sm) antijeni denilen antijene karşı
antikorlar ELISA veya çoklu flo w (m ultiplex flo w ) yön
tem leriyle saptanabilir ve SLE için spesifiktirler.
• D iğer otoantikorlar. Kırmızı küreler, trombositler ve
S L E ’de Otoantikor Spektrumu lenfositler dahil, kan hücrelerine karşı antikorlar bir
Bir konağın nükleer ve sitoplazmik hücre komponentle- çok hastada bulunur. Lupuslu hastaların %40 -
rine, ne organ ne de doku spesifik olan, otoantikorlar %50'sinde antifosfolipid antikorları bulunur ve fosfo
tesbit edilmiştir. Diğer bir antikor grubu, kan hücreleri lipidlerle kompleks oluşturan geniş bir proteinle re
nin yüzey antijenlerine yöneliktir, diğeri fosfolipidlerle aksiyon verirler. Bazıları sifilizin serolojik testinde
kompleks halindeki proteinlerle reaktiftir (antifosfolipid kullanılan kardiolipin antijenine bağlanır, böylece lu
antikorlar) (Bölüm 3). puslu hastalar yanlış-pozitif sifiliz testine sahip olabi
lir. Antifosfolipid antikorlar aşağıda tarif edilen ko-
• A ntinükleer antikorlar. Birçok nükleer antijene karşı
agülasyon bozukluklarına katkıda bulunur.
yönelmiş ANA'lar dört sınıfa gruplandırılabilir: (1)
DNA'ya antikorlar, (2) histonlara antikorlar, (3)
Doku Hasarı Mekanizmaları
RNA'ya bağlı nonhiston proteinlerine antikorlar ve
(4) nükleoler antijenlere antikorlar. Tablo 4-10 ANA' Otoantikorların hangi kesin sırada geliştiğine bakmaksı
lar dahil birçok antikoru sıralamakta ve onların SLE zın bunların, büyük olasılıkla multipl mekanizmalarla,
ile ve sonra tartışılacak diğer otoimmün hastalıklarla doku hasar medyatörleri olmaları muhtemeldir.
ilişkisini içermektedir. ANA'ları tesbit için en yaygın • Lupusta en çok organ hasarına immün kompleks depolan
kullanılan yöntem, DNA, RNA ve proteinler dahil çe ması neden olur. SLE hastalarının deri ve böbrek biop-
şitli nükleer antijenlere bağlı oto antikorları tarayan sileri tipik olarak diffüz ve yoğun, kaba granüler
indirekt immünfluoresan (indirect immunofluores kompleman ve immünglobulin depolanmaları göste
cence assay) (İFA) testidir. İFA ile: homojen veya dif- rir. RNA ile kompleks oluşturan otoantikorlar da tes
füz, halka veya periferik, kumlu ve nükleoler olmak bit edilir. Bu immün kompleks depolanmalarının kla
üzere dört boyanma tipi görülür. Her tip spesifik oto- sik kompleman yolunun aktivasyonuyla doku hasarı
antikorlarm varlığını telkin ederse de bu ilişkinin gü na neden olduğu düşünülmüştür (tip III hipersensiti-
cü sınırlıdır ve güvenilmemelidir. İFA ile A N A testi ile vite). SLE alevlenmeleri sırasında muhtemelen komp-
r i derecede hassastır ve %95'den fazla SLE hastasında lemanm aktive olması ve meydana gelişinden daha
test p o z itif olacaktır fakat, testin spesifitesi oldukça sınır hızlı kullanıldığından, %75 hasta düşmüş serum C3
lıdır. Çünkü diğer otoimmün hastalıklı hastalar, kronik ve C4 seviyeleri içerecektir. Ancak, C lq'su yetersiz
enfeksiyonlar ve kanserde de pozitiftir. Bundan başka, insan veya kemirgen SLE'den korunmamıştır ve
ANA'lar aşağı yukarı %5 - %15 sağlıklı kişide görülür spontan olarak SLE geliştirebilirler ki, doku hasarına
komplemandan bağımsız mekanizmaların da katkısı SLE’de her tip glorm erulenefrit patogenezi, glomerül-
olduğu ihtimalini yaratır. lerde D N A-anti-D N A komplekslerinin depolanmasını içe
• SLE'de fa rk lı spesifitelerdeki otoantikorlar SLE patoloji ve rir. Bunlar endotelyal, mezangial ve/veya epitelyal hücrele
k lin ik belirtilerine (tip II hipersensitivite) katkıda bulu rin proliferasyonuna yol açan iltihap cevabına, şiddetli vaka
nur. Kırm ızı ve beyaz hücrelere ve trombositlere karşı oto larda glomeruler nekroza yol açar. Her ne kadar %25-30
antikorlar bu hücreleri, fagositozlarına yol açacak şe vakada böbrek ışık mikroskobu ile normal görünürse de,
kilde opsonize eder, olay sitopenilerle sonlanır. Çeşit immünfloresan ve elektron mikroskobi ile incelendiğinde
li fosfolipidlere karşı otoantikorlar, hastalarda rekürren hemen tüm SLE vakalarında renal anormallikler saptanır.
spontan düşük ve tromboz epizodlarını içeren çeşitli Şu anki Uluslararası Nefroloji Derneği/Renal Patoloji Der
klinik sonuçları olan, artmış trombozise yol açar. Bu neği m orfolojik sınıflamasına göre SLE’de, hiçbiri hastalığa
bozukluk antifosfolipid sendromunun bir parçasıdır. spesifik olmayan, altı glomeruler hastalık tipi bulunmakta
Paradoks olarak, bu antikorlar pıhtılaşma testiyle ka dır: class I, minimal mezangial lupus nefriti; class II, me
zangial proliferatif lupus nefriti; class II I, fokal lupus nefri
rışır ve "lupus antikoagulanları" denir. Pıhtılaşma fak
ti; class IV, diffüz lupus nefriti; class V , membranöz lupus
törlerine karşı da; trombin gibi otoantikorlar gelişir ve
nefriti ve class V I, ileri sklerozan lupus nefriti.
bunlar da pıhtılaşma bozukluklarına katkıda bulunur.
Santral s in ir sisteminin çeşitli nörotransnıitter reseptörle • Minimal m ezangial lupus nefriti (class I), renal bi-
rine karşı otoantikorlar, hastalığın psikonörotilc komp opsilerde nadiren tesbit edilir, immün kompleksler me-
likasyonlarıyla ilişkilendirilmiştir. zangiumda bulunmaktadır, fakat beraberinde ışık mik
roskobi ile tesbit edilebilir strüktürel değişiklik yoktur.
• ANA'larm intakt hücrelere girebildiğinin kanıtı bu
lunmamaktadır. Ancak, hücre nukleusu ortaya çıktı • Mezangial p ro liferatif lupus nefriti (class II), % 10-
ğında bunlara bağlanabilir. Dokuda hasarlı hücrelerin 25 vakada görülür ve hafif klinik semptomlarla birlikte
nuldeusları ANATarla reaksiyon verir, kromatin özel dir. Mezangiumda, mezangial matriks ve sellülaritede ha-
liklerini kaybederler ve LE cisim cikleri veya hematoksi- fif-orta artışla birlikte, immün kompleksler depolanır.
len cisim cikleri denilen yapıları meydana getirmek • Fokal lupus nefriti (class III), %20-35 vakada görü
üzere homojenleşirler. Bunun in vitro karşılığı, hasar lür. Lezyonlar glomerüllerin yarısından daha azında gö
lı bir diğer hücrenin denatüre nukleusunu yutmuş bir rülür ve her glomerülde segmental veya global dağılmış
nötrofil veya makrofaj olan LE hücresidir. Kan alınıp tır. A k tif lezyonlar endotelyal ve mezangial hücre şişme
çalkalandığmda bir miktar lökosit nukleusları ANA'- ve proliferasyonu, nötrofîllerle ve/veya kapiller trom -
lara açık hale gelecek ölçüde hasara uğrar, sekonder bozlu fibrinoid depolanmalarla karakterlidir (Resim 4-
kompleman aktivasyonu ile bu antikor-ve komple- 18, 4). Klinik prezantasyon hafif mikroskobik hematüri
m an-ile opsonize nukleuslar kolayca fagosite edilir. ve proteinüriden, kırmızı küre silindirleri içeren daha ak
tif üriner sedimente ve şiddetli renal yetmezliğe kadar
Her ne kadar LE hücre testi SLE hastalarının %70 ka
değişebilir.
darında pozitif ise de şimdi daha çok tarihi anlamda
dır. • Diffüz lupus n efriti (class IV ), SLE’ de görülen en
ciddi ve ayrıca %35-60 hastada görülmesiyle SLE’ li has
taların böbrek biopsilerinde en sık saptanan lezyon tipi
dir. Fokal lupus nefritinden (class III) yarı veya daha faz
la glomerülün tutulmasıyla ayırt edilir. Glomerüllerin ço
ğu bu yapılarda diffüz hipersellülariteye neden olan en
( M OR FO LO Jİ dotelyal ve mezangial proliferasyon gösterir (Resim 4-
18, B) ve bazı vakalarda Bowman kapsülünü işgal eden
SLE değişken belirtileri olan bir sistemik hastalıktır (Tablo
epitelyal kresentler geliştirir. Subendotelyal immün
4-9). Bu nedenle SLE’de m orfolojik değişiklikler ileri dere
kompleksler yoğun olduğunda, rutin ışık mikroskobun
cede çeşitlidir ve otoantikorların yapısına, immün komp
da rijid “ tel-halka” Iarı (wire loop) andıran çepeçevre ka
lekslerin depolandığı dokulara ve hastalığın seyir ve süresi
lınlaşma meydana getirirler (Resim 4-18, C). Elektron
ne bağımlıdır. En karakteristik m orfolojik değişiklikler, çe
mikroskobi elektron-yoğun subendotelyal immün komp
şitli dokularda immün komplekslerin depolanmasının sonu
leksler (endotel ve basal membran arasında) ortaya ko
cudur.
yar (Resim 4-18, D) fakat immün kompleksler ekseri ka
Kan D a m a rla rı. Küçük arter ve arteriolleri tutan akut piller duvarın diğer kısımlarında ve mezangiumda da var
n ek ro tizan v a sk u lit her dokuda bulunabilir. A rte rit, an dır. İmmünglobulinler ve komplemana yönelik floresan
tikor, D N A , kompleman fragmanları ve fibrinojen içeren antikorlarla boyama ile granüler bir floresan boyanma
damar duvarlarında nekroz ve fibrinoid depolanma ile ka şeklinde ortaya çıkan immün kompleksler gösterilebilir
rakterlidir. Transmural ve perivasküler bir lökosit infiltras- (Resim 4-18, E). Normal seyrinde, glomerüler hasar
yonu da sıklıkla vardır. Kronik evrelerde damarlar, fibröz skarlaşma (glomerüloskleroz) yapabilir. Çoğu hastada
kalınlaşma ve lümen daralması gösterir. hematüri ile birlikte, orta-şiddetli proteinüri, hipertansi
B ö b re kler. B ö b re k tu tu lu m u SLE’ nin en önem li k li yon ve renal yetmezlik mevcuttur.
n ik ö ze llik le rin d en b irid ir. Renal yetmezlik en sık ölüm • M em branöz lupus n efriti (class V ), vakaların % 10-
nedenidir. H er ne kadar SLE’de interstisyel ve tubuler lez- 15’inde görülür ve bu deyim kapiller duvarın, subepitel-
yonlar da görülse de, burada odaklanma glomeruler pato yal immün komplekslerin birikimine bağlı olarak yaygın
loji üzerinedir. biçimde kalınlaşması için kullanılır. SLE ile birlikte olan
Otoimmün Hastalıklar 129
Resim 4 -1 8 Lupus nefriti. A , Fokal lupus nefriti. Bir glomerülde (segmental dağılım) iki nekrotizan lezyon (H-E boyası). B, Diffüz lupus
nefriti. Glomerül boyunca belirgin artmış sellülarite artışına dikkat ediniz (H-E boyası). C, Yoğun subendotelyal immün kompleks depolan
masını temsil eden birçok “ wire loop” (tel-halka) lezyonlu bir glomerül gösteren lupus nefriti (periodic acid- Schiff boyası). D, SLE nefritli
bir hastadan renal glomerüler kapiller halkayı gösteren elektron mikrograf. Işık mikroskobi ile görülen “ tel-halka” lara uyan subendotelyal
dens (kondanse) birleşik depolanmalar. E, immünofluoresan ile tesbit edilen granüler tarzda IgG antikoru depolanması. B, bazal membran;
End, endotel; Ep, ayaksı çıkıntılı epitelyal hücre; Mes, mezangium; RBC, kapiller lümende kırmızı küre; US, üriner mesafe; *, subendotelyal
lokalizasyonda elektron-yoğun depolanmalar.
( A - C , D r. Helmut Rennke izniyle, Department o f Pathology, Brigham and Women's Hospital, Boston, Massachusetts. D, Dr. Edwin Eigenbrodt izniyle, Departm ent o f
Pathology, University o f Texas, Southwestern Medical School, Dallas. E, Dr. Jean Olson lütfü ile, Departm ent o f Pathology, University o f California, San Francisco, California.)
130 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
Ek le m ler. Eklem tutulumu sık, fakat ekseri çarpıcı anato Resim 4 -1 9 Deriyi tutan sistemik lupus eritematozus. A , H-E
mik değişikliklerle veya eklem deformitesi ile birlikte değil boyalı bir kesit, epidermisin bazal tabakasında likefaksiyon dejen
dir. Bulunduğunda, sinovyal membranlarda şişme ve nons- erasyonu ve dermoepidermal sınırda ödem göstermektedir. B, IgG
pesifik bir mononükleer infiltrasyon içerir. RA’daki gibi, için boyanmış bir immünofloresan mikrograf dermoepidermal sınır
boyunca immünglobulin depolanmaları göstermektedir. H-E, hema-
membranlarda erozyon ve eklem kıkırdağında tahribat ile
toksilen-eosin; IgG, immünglobulin G.
ri derecede nadirdir.
(A, Dr. Jag Bhawan'm izniyle, Boston University School o f Medicine, Boston,
Massachusetts. 8 , D r. Richard Sontheimer izniyle, Departm ent o f Dermatology,
SSS. Fokal nörolojik bozukluklar ve/veya nöropsikiatrik University o f Texas Southwestern M edical School, Dallas, Texas.)
semptomlar gibi s a n tra l s in ir s is te m i tu tu lu m u da ol
dukça sıktır. SSS hastalığı, ekseri iskemi veya multifokal se-
rebral mikroinfarktlara neden olan vasküler lezyonlara
bağlanır. Noninflamatuar intimal proliferasyonlu küçük da
mar anjiyopatisi en sık patolojik lezyondur, belirgin vaskulit
seyrektir. Anjiyopati antifosfolipid antikorların yol açtığı
trombozun sonu olabilir. Erken aterosklerozis olabilir ve
SSS iskemisine katkısı olur. SSS hastalığı için ileri sürülen bir
diğer mekanizma, nörolojik disfonksiyonla sonlanan antinö-
ronal antikorlardır ki, bu hipotez ispatlanmamıştır. zeyinde ve alt kısmında) görülebilen belirgin lezyonlar ha
linde 1-3 mm siğil tarzı irregüler depolanmalar şeklindedir
Diğer Organlar. B a la k o rta derecede büyümüş olabilir. (Bölüm 10). Artan sayıda hasta da klinik ve anatomik koro
Kırmızı pulpada bol plazma hücreli folliküler hiperplazi, ner arter hastalığı belirtilerini gösterir. Hızlanmış ateroskle-
kapsüler fibröz kalınlaşma sıktır. Santral penisillier arterler rozisin temeli tam anlaşılmamıştır, fakat olay multifaktöriyel
karakterisitik olarak soğan-kabuğu (on io n -skin ) lo s görünmektedir. Tabii ki, immün kompleksler koroner da
yo n ları oluşturan kalınlaşma ve fibrozis gösterir. marlarda endotelyal hasara yol açacak şekilde depolanabi
Özellikle perikard ve plevra olmak üzere se re za l lir. Bundan başka, glukokortikoid tedavisi lipid metaboliz
m em branlar, SLE’de (akut fazda) seröz effüzyondan kro masında değişikliklere yol açar ve renal hastalık (SLE’de
nik fazda fibröz opaklaşmaya ilerleyen fibrinöz eksudaya sık) hipertansiyona neden olur Tüm bunlar aterosklerozun
kadar değişen çeşitli iltihabi değişiklikler gösterirler. risk faktörleridir (Bölüm 9).
Kalp tu tu lu m u başlıca perikardit olarak ortaya çıkar. Diğer birçok d o ku ve organ tutulabilir. Değişiklikler
Nonspesifik mononükleer hücre infiltrasyonu şeklinde temel olarak küçük damarların akut vaskuliti, fokal mono
myokardit ve Libm an-Sacks end o kard iti denilen lezyon- nükleer infiltrasyon ve fibrinoid depolanmalarıdır. Ek ola
lar da meydana gelebilir fakat, yoğun kortikosteroid tedavi rak akciğ erlerd e plevral iltihapla birlikte interstisyel fibro
sinin uygulandığı zamanımızda bunlar daha azdır. Bu non- zis ortaya çıkabilir, k a raciğ er portal mesafelerde nonspe
b ak te riyel v e rrü k ö z e n d o k a rd it, kapakçıkların her iki sifik iltihap gösterir.
yüzünde (yani, kapakçıkların kan akımına maruz kalan yü-
Otoimmün Hastalıklar 131
Resim 4 -2 0 Sjögren sendromu. A , Tükrük bezinde büyüme. B, Histolojik bulgular, yoğun lenfosit ve plazma hücre infiltrasyonu ile bir
likte duktal epitelyal hiperplazi içermekte.
(A, Dr. Richard Sontheimer izniyle, Department o f Dermatology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas. B, Dr. Dennis Burns izniyle, Department
o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
M ORFOLOJİ ÖZET
Lakrimal bezler ve tü krü k bezleri prim er hedeftirler, fakat Sjörgen Sendromu
nazofarinkste, üst solunum yolunda ve vajinada olanlar da
• Sjögren sendromu primer olarak tükrük bezleri ve göz
dahil, diğer sekretuar glandlar da tutulabilir. Histolojik ince
yaşı bezlerini etkileyen, ağız ve gözlerin kuruluğuna yol
leme, bazen germinal merkezli lenfoid folliküller yapan yo
açan iltihabi bir hastalıktır.
ğun lenfosit (başlıca aktive CD4+ T hücreler) ve plazma
• Hastalığa, bu glandlarda salgılanan self antijenler veya do
hücresi infiltrasyonu gösterir. Beraberinde normal yapıda
kuları enfekte eden bir virüsün antijenleri gibi bilinmeyen
hasar vardır (Resim 4-20).
bir veya daha fazla antijene karşı otoimmün bir T hücre
Lakrimal gland hasarı, kornea epiteli kuruması ve takip
reaksiyonunun sebep olduğuna inanılır.
eden iltihap, erozyon ve ülserasyona (k erato k o n jo n k ti-
v it) yol açan, göz yaşı yokluğu ile sonlanır. Tükrük bezi
üretiminin kaybı sonucu benzer değişiklikler, fissür ve ülser
oluşturan iltihaplı mukozal atrofi (xero sto m ia) geliştire
cek şekilde, oral mukozada da olur. Burnun kuruması ve
kabuklanması nazal septumun ülserasyonu ve hatta perfo-
Sistemik Skleroz (Skleroderma)
rasyonuna yol açabilir. Solunum yolları katıldığında, sekon-
der larinjit, bronşit, pnömonit ortaya çıkabilir. Hastaların Sistemik skleroz (SS), multipl otoantikor oluşumunun başlı
%25 kadarı (özellikle anti-SS-A antikorlular) SSS, deri, böb ca otoimmüınite kanıtı olduğu, multipl dokuda obliteran vas-
rekler ve kası tutan ekstraglanduler hastalığa yakalanır. Re
küler hastalık ve yoğun fibrozis ile karakterli bir immünolo
nal lezyonlar, tubuler transport defektleriyle birlikte olan
jik bozukluktur. Deri major hedef olduğundan sıklıkla
hafif interstisyel nefrit tipindedir. SLE’den farklı olarak glo-
skleroderma denir, fakat lezyonlar vücut boyunca bu
merulonefrit nadirdir.
lunduğundan, bu bozukluğu "sistemik" deyimi daha iyi
tanımlar. Kutanöz tutulum olağan başlangıç belirtisidir
ve vakaların %95 kadarında görülür, fakat gastrointesti
nal sistem, akciğerler, böbrekler ve iskelet kaslarından
K linik Seyir
oluşan viseral tutulum morbidite ve mortalitenin çoğun
Sjögren sendromu yaklaşık % 90 oranında 35-45 yaşlar dan sorumludur.
arasındaki kadınlarda gelişir. Hastalar ağız kuruluğu, SS, klinik seyri temelinde iki grupta sınıflanabilir:
gözyaşı kaybı ve yukarıda tarif edilen komplikasyonlar
la ortaya çıkar. Tükürük bezleri lenfositik infiltrasyon • Diffüz skleroderma, başlangıçta yaygın deri tutulumu,
sonucu genellikle büyümüştür (Resim 4-20). Ekstrag hızlı ilerleme ve seyrek organ tutulumu ile karakterli
landuler belirtiler sinovit, pulmoner fibrozis ve periferik dir.
nöropatiyi içerir. Sjögren hastalarının %60 kadarı, bera • Sınırlı skleroderma, sıklıkla el parmaklan ve yüzde sı
berinde RA gibi bir diğer otoimmün hastalığı içerir. Dik nırlı, nispeten hafif deri tutulumludur. Organ tutulu
kat çeker şekilde, başlangıçtaki şiddetli poliklonal B hüc mu geç olur böylece, hastalık bu hastalarda oldukça
re proliferasyonu zemininde gelişen 40 kez artmış bir benign seyididir. Bu klinik tablo, sık bulguları kalsi-
non-Hodgkin B hücre lenfoması geliştirme riski vardır. nozis, Raynaud fenomeni, özofagial motilite bozuklu
Marginal zon lenfomaları denilen bu lenfomalar Bölüm ğu, sklerodaktili ve telanjiektazi olduğundan CREST
1 1 'de anlatılmaktadır. sendromu olarak isimlendirilir.
.............. I l l |H . _ _ V _ : _______ _______ ...
i
Endotelyal hasar
i
Proliferatif ve
obliteratif Pro-fibrotik sitokinlerin Otoantikorlar
vaskülopati yapımı
___________|_ (ör. TGF-p, IL-13, PDGF
iskemi, onarım
V
Pulmoner Ekstraselüler matriks proteinleri
arteriyel sentezinde ♦: deri ve parenkimal
hipertansiyon organları tutan fibrozis
Resim 4-21 Sistemik skleroz patogenezi için bir model. Bilinmeyen dış uyarılar genetik olarak hassas kişilerde vasküler anomalilere ve
immün aktivasyona neden olur ve her ikisi de yoğun fibrozise katkı sağlar.
o PATO G EN EZ
Hastalığın sebebi bilinmemektedir fakat muhtemelen gene
tik ve çevresel faktörler katkı sağlar, ileri sürülen olaylar sı
rası aşağıdakilerdir (Resim 4-12). ( ' MORFOLOJİ
• Bilinmeyen mekanizmalarla küçük arterlerin endotel SS’de hemen her organ tutulabilir fakat en belirgin değişik
hücre h asarı, endotelyal aktivasyona, artmış adhezyon likler deri, kas-iskelet sistemi, gastrointestinal traktus, akci
molekülleri ekspresyonuna ve aktive T hücrelerin peri- ğerler, böbrekler ve kalpte bulunur.
vasküler dokulara göçüne yol açar. Lokal T hücre reak
siyonu endotel hücrelerinin te kra r aktivasyonu ve hasa D eri. Hastaların çok büyük kısmı el parmaklarından ve üst
rına neden olur. ekstremite distal bölgesinden başlayan ve üst kolları, omuz
• T hü creleri bazı self antijenlere cevap verir ve sitokin lar ve yüzü tutmak üzere proksimale uzanan diffüz sklero-
oluştururlar. Dominant T hücrelerinin T H2 hücreler ol tik deri atrofîsine sahiptir. Erken evrelerde tutulmuş deri
duğu belirtilm iştir ve bunların sitokinleri alternatif mak- bölgeleri biraz ödemli ve hamur kıvamlıdır. Histopatolojik
rofaj aktivasyonu ve kollajen depolanması meydana geti bulgular ödem ve CD4+ T hücreleri içeren perivasküler in-
rir. Aktive T hücreleri ve makrofajlar; fibroblastları filtrasyonu içerir. Kapillerler ve küçük arterler (500 pm çap
ak tive eden ve kollajen m eydana gelişini uyaran, kadar büyüklükte) bazal lamina kalınlaşması, endotelyal
fibrozis ile sonlanan sitokinler meydana getirir. Bu sito- hücre hasarı ve parsiyel oklüzyon gösterebilir,
kinler TGF-p, IL-13, trombosit- kökenli büyüme faktörü ilerleme ile ödem fazı, dermişin subkutan yapılara sıkıca
(platelet-derived growth factor-PDGF) ve diğerleridir. bağlı hale geldiği, progresif fibrozis ile yer değiştirir. Der-
• Tekrarlayan endotelyal hasar ve bunu izleyen trombosit misde epidermis incelmesi ile birlikte belirgin artmış kom
agregasyonu, endotelyal proliferasyona ve intim al pakt kollajen, dermal eklerde atrofi ve dermal arteriol ve
fibrozise yol açar. Bu da periadventisyal fibrozis ile bir kapillerlerde hyalin kalınlaşma vardır (Resim 4-22, A, B).
likte küçük damarları daraltır, sonucunda iske m ik ha Özellikle CREST sendromlu hastalarda olmak üzere, fokal
sa r meydana gelir. Bunu izleyen onarım reaksiyonu da veya bazen diffüz subkutan kalsifikasyonlar olur, ileri evre
ha fazla fibrozise neden olabilir ve böylelikle kendi ken lerde parmaklar, eklemlerde hareket sınırlılığı ile birlikte,
dini sürekli kılan bir döngü meydana getirir. ince sivri pençe gibi görünüm alır (Resim 4-22, C) ve yüz
• Hipergammaglobulinemi ve A N A ’ lar bulunmasının gös maske haline gelir. Kan gelişinin kaybı teminal falankslarda
terdiği gibi, B hücre aktivasyonu da olur. Her ne ka kutanöz ülserasyonlara, amputasyon dahil atrofik değişik
dar SS patogenezinde humoral immünitenin anlamlı rol liklere yol açabilir.
oynadığına dair kanıt yoksa da, iki A N A hemen hemen
bu hastalığa özgüdür, bu nedenle tanıda yararlıdırlar G astrointestinal T ra k t. Gastrointestinal tra k t %90 ka
(Tablo 4-10). Bunlardan biri olan D N A to p o izo m eraz dar hastada etkilenmiştir. Kas tabakasının progresif atrofisi
I (anti-Scl-70)’e yönelik A N A oldukça spesifiktir. Diffüz ve kollajenöz fibröz dokuya yer değiştirmesi barsağın her
sklerodermalı hastaların %70 kadarında (ve diğer bağ hangi bir seviyesinde gelişebilir fakat, özofagusta en şiddet
dokusu hastalıklı hastalarda %1’ den az) bulunur ve pul lidir. Özofagusun alt üçte-ikisi ekseri tipik lastik hortumdan
moner fibrozis ve periferik vasküler değişiklikli daha ag- farklı olmayan bir fleksibilite kaybı gösterir. Beraberindeki
ressif hastalığın gelişmesinin b ir belirleyicisidir. Sınırlı alt özofagial sfinkter fonksiyon kaybı gastroözofagial reflü
sklerodermalı (CREST sendromu, gibi) hastalarda %90 ve bunun komplikasyonları Barret metaplazisi (Bölüm 14)
kadar bulunan diğer A N A , bir an tisentro m er anti ve striktürler geliştirir. Mukoza incelmiştir ve ülsere olabilir,
k o rd u r, nispeten benign seyri belirtir. lamina propria ve submukozanın yoğun kollajenizasyonu
134 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları
K lin ik Seyir
SS, kadınları 50-60 yaş grubunda pik yapacak şekilde er
keklerden üç kat fazla tutar. SS prezantasyonu ile RA,
SLE ve dematomiyozit (sonra görülecek) prezantasyonu
arasında kayda değer bir çakışma vardır. SS'in ayırt etti
rici özelliği çarpıcı deri tutulmasıdır. Hastaların hemen ta
mamı arterlerde geri dönebilir vazospazmla karakterli
vasküler bir bozukluk, Raynaud fenomeni, gösterir. Eller
soğuğa maruz kaldığında tipik olarak vazospazmı yansı
tan beyaza döner, iskemi ve siyanoz eklendiğinde bunu
Resim 4 -2 2 Sistemik skleroz. A , Normal deri. B, Dermisde yaygın mavi bir renk takip eder. Sonunda vazodilatasyon oldu
kondanse kollajen depolanması. C, Yaygın subkutan fibrozis pençe ğunda renk değişikliği kırmızıya döner. Deride ilerleyen
benzeri bir fleksiyon deformitesi yaratarak, parmakları hemen kollajen depolanması, ellerin sertliğinin artışıyla birlikte
tümüyle hareketsizleştirmiş. Kan temininin kaybı kutanöz ülserasy-
atrofisine ve sonunda eklemlerin tam hareketsizliğine
onlara yol açmış.
(Richard Sontheimer izniyle, Department o f Dermatology, University o f Texas
yol açar. Ozofagusta fibrozis ve bunun sonucu olan hipo-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) motilite nedeniyle yutma güçlüğü gelişir. Sonuçta, özo-
fagus duvarındaki hasar atoni ve dilatasyona yol açar.
Submukozal ve müsküler atrofi ve fibrozis ince barsağı
tutarsa malabsorpsiyon görülebilir. Dispne ve kronik ök
vardır, ince barsakta villusların ve m ikrovillusların kaybı ata- sürük pulmoner değişiklikleri yansıtır, ilerleyen akciğer
ke hastalarda bazen görülen malabsorpsiyon sendrom unun tutulumu ile sağ kalp yetmezliğine yol açan sekonder pul
anatom ik tem elidir. moner hipertansiyon gelişebilir. Hem ileri SS, hem birlik
teki malign hipertansiyona sekonder, renal fonksiyon
K as-iskelet Sistem i. Sinovyal hiperplazi ve iltihap erken
bozukluğu sıklıkla göze çarpar.
evrelerde sıktır, sonra fibrozis gelişir. H e r ne kadar bu de
Diffüz SS seyrini tahmin güçtür. Her ne kadar renal
ğişiklikler R A’ İ hatırlatırsa da, eklem hasarı SS’ de beklen
mez. Hastaların küçük b ir kısmında (% 10 kadar) polim yo-
tutulum yokluğunda yaşam normal olabilirse de, hasta
zitten ayırt edilemeyen iltihabi m yozit gelişebilir. ların çoğunda hastalık birçok yıl içinde yavaş, sabit iniş
li bir seyir gösterir. 10 yıl yaşama oranı %35-%70 arasın
A k ciğ e rle r. A kciğ e rle r % 5 0 ’den fazla hastada etkilenm iş da değişir. Lokalize sklerodermalı hastalarda yaşam şan
tir. Tutulum pu lm o ner hipertansiyon ve /ve ya interstisyel sı olağan diffüz progressif hastalıklılardan anlamlı ola
fibrozis olarak ortaya çıkar. Pulm oner vasküler endotelyal rak daha iyidir. Sınırlı skleroderma veya CREST sendro-
disfonksiyon nedeniyle oluşan pu lm o ner vazospazm pul
munda, başlangıçta sıklıkla Raynaud fenomeni mevcut
m on er hipertansiyon patogenezinde önem li kabul edilir.
tur. Parmaklar ve yüzde sınırlı deri tutulumuyla ilişkili
Pulm oner fibrozis, bulunduğunda id iop atik pulm oner fîb ro-
dir ve bu iki özellik viseral lezyonlarm görünmesinden
zisde görülenden ayırt edilem ez (Bölüm 12).
yıllar önce bulunabilir.
B ö b re k ler. Renal anomaliler, en tip ik olarak in te rlo buler
a rte rle rd e (1 5 0-5 00 pm çapta) kalınlaşma ile b irlikte olm ak
üzere, SS hastalarının üçte-ikisinde olur. Bunlar, çeşitli gli-
ko p ro te in le r ve asit m ukopolisakkaritlerin depolanması ile ö Ö ZE T
b irlikte , intim al-hücre proliferasyonu gösterir. H e r ne ka
dar benzer değişiklikler malign hipertansiyonda görülürse
Sistemik Skleroz
de, değişiklikler 150-500 pm çaplı dam arlar ile sınırlıdır ve • SS (sıklıkla skleroderma denilen) deri, gastrointestinal
daima hipertansiyonla b irlikte değildir. H ipertansiyon %30 tra k t ve diğer dokuların progressif fibrozisi ile karakter
hastada olur, bu hastaların % 2 0 ’sinde şiddetle malign seyir lidir.
Transplantların Reddi 135
• Fibrozis T hücrelerin meydana getirdiği sitokinlerle fib- larda ekstra-pankreatik belirtiler tesbit edildiğinde ta
roblastların aktivasyonu sonucu olabilir, fakat T hücrele nındı ise de IgG4-RD; safra yolları tükrük bezleri, peri
ri neyin tetiklediği bilinmemektedir. orbital dokular, böbrekler, akciğerler, lenf nodülleri, me-
• SS lezyonlarında kronik iskemiye neden olan endotelyal ninksler, aorta, meme, prostat, tiroid, perikard ve deri
hasar ve mikrovasküler hastalık sıklıkla vardır, fakat vas- dahil, hemen tüm organ sisteminde tarif edilmiştir. His-
küler hasarın patogenezi bilinmemektedir. topatolojik özellikler organlarda, hastalığın yerine bak
maksızın, çarpıcı benzerlikler taşır. Bunlar, mikst bir
lenfoid hücre infiltrasyonu (T hücreleri, B hücreleri ve
plazma hücreleri), storiform fibrozis, obliteratif filebit ve
hafiften orta şiddete doku eozinofiliyi içerir. B hücreleri
İltihabi Miyopatiler tipik olarak germinal merkezlerde organize olur fakat, T
İltihabi miyopatiler immün-aracılı kas hasarı ve iltihapla hücreleri-baskm hücre tipi-lezyon boyunca diffüz şekil
karakterli nadir bozuklukların heterojen bir grubunu de dağılmıştır. IgG4'ün IgG-taşıyan plazma hücrelerine
oluşturur. Klinik, morfolojik ve immünolojik özelliklerin oranı (semikantitatif immünhistokimyaya dayanan) ti
temelinde üç bozukluk—polimiyozit, dermatomiyozit ve pik olarak %50 veya daha fazladır.
inklüzyon cisimciği miyoziti—tanımlanmıştır. Bunlar Bö Uzun zaman tek organa özgü görülen çoğu medikal
lüm 2 1 'de tartışılmıştır. durum IgG4-RD spektrumunun parçasıdır. Bunlar, Mi
kulicz sendromu (tükrük ve lakrimal bezlerin büyüme
ve fibrozisi), Riedel tiroiditi, idiopatik retroperitoneal
Mikst Bağ Dokusu Hastalığı fibrozis, otoimmün pankreatit ve göz, akciğerler ve böb
reklerin iltihabi psödotümörleridir.
Mikst bağ dokusu hastalığı hastalarda SLE, polimyozit ve Bu durumun patogenezinde IgG4'iin rolü tümüyle
SS düşündüren klinik özelliklerle ortaya çıkan bir pato anlaşılmamıştır. Ancak, B hücrelerin azalması ve Rituxi-
lojik olaylar spektrumunu ifade eder. Bunlar U1RNP de mab gibi anti-B hücre ajanlarının klinik yarar sağlamış
nilen bir RNP antijenine yüksek türelerde antikorlara olduğu ilk çalışmalar, B hücrelerin kilit rolünü desteklen
sahiptir. Mikst bağ dokusu hastalığının diğer iki özelliği, miştir. Hastalığın gerçekten otoimmün tabiatta mı oldu
renal hastalığın azlığı ve kortikosteroidlere ileri derece ğu net değildir ve hedef otoantijenler tesbit edilmemiştir.
de iyi bir cevaptır ki, her ikisi de uzun süreli iyi bir prog-
nozu belirtir.
Mikst bağ dokusu hastalığı artrit, ellerin şişmesi, Ray
naud fenomeni, özofajial dismotilite, myozit, lökopeni TRANSPLANTLARIN REDDİ
ve anemi, ateş, lenfadenopati ve/veya hipergammaglo-
bulinemi ile ortaya çıkabilir. Bu çakışan özellikler nede Organların aynı türün bir ferdinden diğerine (allogreft
niyle, mikst bağ dokusu hastalığının farklı bir klinik an- denilen) nakli için temel engel, nakledilen dokunun im
tite mi, yoksa heterojen bir SLE, sistemik skleroz ve po münolojik reddidir. Red, hem hücre-aracılı hem antilcor-
limyozit alt tipi mi olduğu tamamen aydınlık değildir, aracılı, grefti tahrip eden reaksiyonları kapsayan komp
otoritelerin çoğu spesifik bir antite olarak kabul etmez. leks bir fenomendir. Başarılı transplantasyonun anahta
rı, reddi önleyen veya minimalize eden tedavilerin geliş
tirilmesi olmuştur. Aşağıda, greftler nasıl yabancı olarak
Poliarteritis Nodosa ve Diğer Vaskulitler tanınır ve nasıl red edilirler konusu tartışılmıştır.
Poliarteritis nodosa en muhtemel olarak, kan damarla
rında immün komplekslerin depolanmasının yol açtığı Allogreftlerin İmmün Tanınması
nekrotizan iltihapla karakterli bir hastalık grubuna da
hildir. Genel terimiyle nonerıfeksiyöz nekrotizan vaskulit Allogreftlerin reddi temelde MHC moleküllerine bir yanıttır
terimi bu durumları, direkt damar infeksiyonundan (bir ve MHC molekülleri öyle polimorfiktir ki, saf olmayan
abse gibi) ayırır ve her tip damarın—arterler, arteriyoller, topluluktaki kişilerin çoğu, eksprese ettikleri MHC mo
venler veya kapillerler—tutulabileceğini vurgular. Vaskü- leküllerinin en azından bir kısmında farklıdırlar (tabii
litlerin ayrıntılı bir sınıflaması ve tarifi Bölüm 9'da veril ki, tek yumurta ikizleri dışında). Konak immün sistemi
miştir. nin greftteki MHC moleküllerini tanıyıp, cevap verdiği
iki ana mekanizma vardır (Resim 4-23).
BÖBREK KAN
DAMARLARI
O. i
CD4+ helper T hücreleri B lenfosit
Endoteliitis
IFN-y
Plazma hücreleri
Aktive
makrofajlar
Antikorlar
Resim 4 -2 3 Allogreftlerin tanınması ve reddi. D irekt yolda, greftteki (gösterilmeyen kostimülatörlerle beraber) verici antijen sunan
hücrelerindeki (APC’ ler) class I ve class II antijenleri sırasıyla konak CD 8 + sitotoksik T hücreler ve CD4+ yardımcı T hücreleri tarafından
tanınır. CD4+ hücreler prolifere olur ve lokal geç-tip hipersensitivite reaksiyonuyla doku hasarı yapan sitokinler (IFN-y, gibi) meydana
getirirler. Greft antijenlerine cevap veren CD 8 + T hücreler, greft hücrelerini öldüren CTL’lere farklılaşır, indirekt yolda greft antijenleri
konak APC’ Ieri tarafından sergilenir ve grefti lokal geç-tip hipersensitivite reaksiyonuyla hasarlandıran ve B hücreleri antikor oluşturmak
için uyaran CD4+ hücreleri aktive eder. IFN-y, interferon-y; MHC, majör histokompatibiiite kompleksi.
leri taklid ettiği ileri sürülmüştür. MHC ve yabancı tihabi cevaba yönelir.
peptid ve böylece allojenik MHC'nin direkt tanınma İndirekt tanıma. Bu yolla, konak CD4+ T hücreleri ve
sı temelde bir çapraz-immün reaksiyondur. Greftteki rici MHC moleküllerini bu moleküller yakalanıp, işle
DC'ler yüksek seviyelerde MHC, ayrıca kostimulatör nip, konağın kendi APC'leri tarafından sunulduktan
moleküller eksprese ederler. Bunların, direkt tanın sonra tanır. Bu sıra diğer yabancı (mikrobiyal, gibi)
maya katkı sağlayan majör suçlu olduklarına inanılır. antijenlerin fizyolojik işlenmesine ve sunulmasına
Direkt tanımanın en büyük sonucu, greftteki class I benzer. Aktive CD4+ T hücreler sonra, greft antijenle
MHC moleküllerini (HLA-A, B) tanıyan konak CD 8 + rini sunan APC'leri tanır, iltihap oluşturan ve grefti
T hücrelerin aktivasyonudur. Bu T hücreler, greftteki hasarlandıran sitokinleri salgılar. Greft alloantij enlere
hücreleri öldüren CTLTere diferansiye olur. Konak karşı antikor gelişmesinde indirekt yol da yer alır.
CD4+ yardımcı T hücreler, verici (donor) class II Eğer bu antijenler proteinlerse, konak B hücreleri ta
MHC (HLA-D) moleküllerinin tanınması ile prolife- rafından alınır ve peptidler yardımcı T hücrelere su
rasyon ve sitokin oluşturmaya tetiklenebilir ve bir il- nulur, sonra antikor cevabını stimule eder.
Transplantların Reddi 137
Greft Reddinin Efektör Mekanizmaları ler içinde) sonlanır, çünkü dolaşan antikorlar, sonucun
da kompleman aktivasyonu ve tombozis geliştirmek
T hücreleri ve antikorlar, her ikisi de, çoğu solid organın üzere, hızla nakledilmiş organın endoteline bağlanır.
allogreftlerinin reddine katılır (Resim 4-23). Zamanımızdaki uygulama olan; muhtemel alıcıların ön
ceden oluşmuş anti-HLA antikorlar için taranması ve
T Hücre-Aracılı Red çapraz karşılaştırma (verici lenfositlerine karşı antikor
CTL'ler greft dokularındaki hücreleri, parenkimal ve en- ların varlığı için alıcıların test edilmesi) ile hiperakut
dotelyal hücre ölümüne yol açarak (endotelyal olan red, transplant alıcılarının %0.4'ünden azında gelişmek
tromboz ve greft iskemisiyle sonlanır) öldürür. Sitokin tedir.
salgılayan CD4+ T hücreleri dokularda ve kan damarla
rında DTH reaksiyonlarına benzeyen, lokal mononükle-
er hücre (lenfositler ve makrofajlar) birikimi ile birlikte
olan iltihabi reaksiyonları tetikler. Aktive makrofajlar © M ORFOLOJİ
greft hücre ve vasküler yapılarını hasarlandırabilir. Mik- Red reaksiyonları zamanı ve morfolojilerinin temelinde hi
rovasküler hasar da greft tahribine katkı sağlayan doku perakut, akut ve kronik olarak sınıflandırılırlar (Resim 4-
iskemisiyle sonlanır. 24). Bu sınıflama red mekanizmalarının anlaşılmasına yar
dımcıdır, çünkü her tipe farklı bir dominant immün reaksi
Antikor-Aracılı Red yon neden olur. Bu tiplerin morfolojisi renal transplantlar-
lar bağlamında ta rif edilmiştir. Ancak, benzer değişiklikler
Her ne kadar T hücreleri, allogreft reddinde hayati öne
diğer vaskülarize organ transplantlarında da tesbit edilir.
me sahipse de, antikorlar da bazı red formlarında aracı
dırlar. Greft MHC molekülleri ve diğer alloantijenlere H iperakut Red
yönelik alloantikorlar greft endoteline bağlanır ve
Hiperakut red, önceden hassaslaşmış bir konakta transp
kompleman aktivasyonu, lökosit toplanması vasıtasıyla lantasyondan sonra dakikalar ve birkaç saat içinde olur ve
vasküler hasara neden olur. Endotelyal hasar ve fonsi- tipik olarak cerrah tarafından vasküler anastomoz tamam
yon bozukluğu üzerine eklenen, hasara tekrar iskemik landıktan hemen sonra fark edilir. Reddedilmeyen bir böb
saldırı oluşturan, trombozisdir. reğin normal pembe rengi ve doku turgorunu kazanan ve
Hipemkut red, konak dolaşımında transplant öncesin uygun şekilde idrar ekskrete eden greftine karşılık, hipera
de daha önceden gelişmiş anti-donör antikorlar bulundu kut redli bir böbrek süratle siyanotik, benekli ve gevşek ha
ğunda gelişen özel bir tip reddir. Bu, babadan geçen an le gelir ve sadece birkaç damla kanlı sıvı ekskrete eder. His
tijenlere karşı gebelik sırasında kazanılan anti-HLA an tolojik görünüm, tümü ile önceden oluşmuş antikorların
tikorlar taşıyan multipar kadınlarda veya önceki kan greft endoteline bağlanmasının sonucu gelişen, yaygın akut
transfüzyonlarmdan yabancı HLA'ya (trombosit veya lö- a rterit ve arteriyolit, damar trombozu ve iskemik nekrozla
karakterlidir. Aslında bütün arteriyoller ve arterlerin du
kositler üzerinde) maruz kalmış kişilerde gelişebilir.
varlarında karakteristik akut fibrinoid nekroz, çöken fibrin
Açıktır ki, bu çeşit antikorlar önceden bir organ transp-
ve hücre döküntüleriyle lümenlerinde daralma veya tam tı
lantını reddeden bir konakta da bulunabilir. Bu hastalar
kanma gösterir (Resim 4 -2 4 , A).
da sonraki transplantasyon erken red ile (dakikalar-saat-
Resim 4 -2 4 Greft reddinin m orfolojik tipleri. A , Bir böbrek allogreftinde endotelyal hasar ve bir glomerülde trombüs gösteren hiperakut
red. B, Bir böbrek allogreftinde interstisyumda ve tubulusların epitelyal hücreleri arasında iltihap hücrelerine sahip akut sellüler red. C,
Bir böbrek allogreftinde intimada iltihabi hücreler ve prolifere düz kas hücreleri görülen akut humoral red (red vaskuliti). D, Bir renal allo-
greftte greft arteriosklerozisli kronik red. Arteryel lümen düz kas hücrelerinin birikimi ve intimada bağ dokusuyla işgal edilmiş durumda.
(Dr. Helm ut Rennke izni ile, Department o f Pathology, Brigham and Women's Hospital and Harvard Medical School, Boston, Massachusetts.)
138 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları
Akut Red
A kut red, immünsüpresyonu olmayan bir konakta transp
lantasyon sonrası günler, haftalar içinde oluşabilir veya hat
Organ Transplantlarının (Allogreftler)
ta yeterli immünsüpresyon olduğunda bile aylar hatta yıllar Tanınması ve Reddi
sonrasında görünebilir. A kut red’de, hem sellüler, hem de • G reft red cevabı başlıca greftteki yabancı HLA antijenle
humoral mekanizmalar neden olabilir ve herhangi bir has ri direkt (greftteki APC’Ier) veya indirekt (konak APC’Ie-
tada biri diğerinden baskın olabilir veya her ikisi bulunabi riyle alınma ve sunulmasından sonra) tanıyan konak T
lir. Histolojik incelemede hücresel red, beraberinde ödem hücreleriyle başlatılır.
ve parenkimal hasarla bir interstisyel mononükleer hücre • Reddin tipleri ve mekanizmaları aşağıdakileri içerir:
infîltrasyonu olarak belirirken, humoral red vaskülit ile bir ° Hiperakut red. Önceden oluşmuş antidonör antikorla
liktedir. rı, tromboz, iskemik hasar ve süratli greft başarısızlı
A k u t hücresel red en sık transplantasyondan sonraki ğına yol açmak üzere, transplantasyondan hemen
ilk aylarda görülür ve tipik olarak klinik renal yetmezlik bul sonra greft endoteline bağlanır.
guları ile birliktedir. Histolojik incelemede genellikle şiddet
° Akut hücresel red. T hücreleri greft parenkimini sito-
li interstisyel CD4+ ve CD8+ T hücre infiltrasyonu, ödem
toksisite ve iltihabi reaksiyonlarla tahrip eder.
ve hafif interstisyel kanama görülür (Resim 4 -2 4 , B). Glo-
° Akut vasküler red. A ntikorlar greft damarlarına hasar
merüler ve peritubuler kapillerler, tubulusları da invaze
verir.
eden ve fokal tubuler nekroza sebep olan, bol mononükle
er hücre içerir. Tubuler hasara ilave olarak, CD8+ T hücre o Kronik red. A rteriyoskleroz hakimiyeti söz konusu
dur. Bu tipe muhtemelen T hücre reaksiyonu ve pa
ler de endoteli hasarlandırabilir, bir endotelite yol açar. Sik-
renkimal fibrozis ile birlikte vasküler düz kas hücrele
losporin (yaygın kullanılan bir immünosupressif ajan) de
nefrotoksiktir ve arteriyoler hyalin denilen depolanmalara rinin prolifasyonuna yol açan sitokinlerin sekresyonu
neden olur.
neden olur. Reddi, ilaç toksisitesinden ayırt etmek için renal
biyopsi kullanılır. Hücresel reddin doğru tanınması önemli
dir çünkü hastalar artan immünsupressif tedaviye tipik ola
rak hemen cevap verir. Greftin Sağkalımını Sağlama Yöntemleri
A ntidonör antikorların neden olduğu a k u t hum oral
red (red vasküliti) de akut greft reddine katılabilir. Histolo Transplant reddinde HLA molekülleri major hedef oldu
jik lezyonlar, endotelyal hücre nekrozu, nötrofil infiltrasyo ğundan, alıcı ve vericinin daha iyi eşleşmesi greft yaşam
nu, antikor, kompleman, fibrin depolanması ve trombozlu, süresini iyileştirir. HLA karşılaştırması yapmanın yarar
nekrotizan vaskülit şeklini alabilir. Bu çeşit lezyonlar renal ları canlı akraba donör böbrek transplantlarmda en dra
parenkimin iskemik nekrozuyla birlikte olabilir. Daha eski matiktir ve uyan loküs sayısı arttıkça yaşam iyileşir. An
subakut lezyonlar, intimanın prolifere fibroblastlar, miyosit- cak, immünsüpresyon için ilaçlar geliştiğinden, kalp,
ler ve köpüksü makrofajlarla belirgin kalınlaşması ile karak
akciğer, karaciğer ve adacık transplantasyonu gibi alıcı
terlidir (Resim 4-24, C). Sonuçta arteriyollerin daralması
nın transplanta acilen ihtiyacı olduğu bazı durumlarda
enfarktüse ve renal kortikal atrofîye neden olabilir. Prolife-
HLA eşleştirmesine başvurulmaz bile. Anatomik uyum
ratif vasküler lezyonlar arteriyosklerotik kalınlaşmayı taklit
(boyut) gibi diğer konuların daha büyük pratik önemle
edebilir ve vasküler düz kas hücrelerinin proliferasyonunu
stimule eden sitokinlerden kaynaklandığına inanılır. Komp ri vardır.
leman parçalanma ürünlerinin (spesifik olarak C4d) lokal Alıcının immünsüpresyonu, tek yumurta ikizleri du
depolanması antikor-aracılı böbrek allogreft reddini tesbit rumu hariç, bütün organ transplantasyonlarında pratik
etmekte kullanılır. bir gerekliliktir. Halen, siklosporin, bununla ilişkili
FK506, mofetil mikofenolat (MMF), rapamisin, azatiop-
rin, kortikosteroidler, antilenfosit globulin ve monoklo-
Kronik Red
nal antikorlar (monoklonal anti-CD3 gibi) kullanılmak
Kronik redli hastalar transplantasyondan sonra geç olarak tadır. Siklosporin ve FK506, özellikle IL-2 geni gibi, sito-
(aylar-yıllar), 4-6 ay içinde, serum kreatinin seviyelerinde
kin genlerinin transkripsiyonunu inhibe ederek T-hücre
(renal fonksiyonun bir indeksi) artan bir yükselmeyle birlik
aracılı immüniteyi baskılar. Her ne kadar immünsüpres
tedir. Kronik redde vasküler değişiklikler, interstisyel fibro-
yon birçok organın transplantasyonunu uygulanabilir
zis ve renal parenkim kaybı baskındır. Tipik olarak hücresel
infîltrasyon hafiftir veya yoktur. Vasküler değişiklikler, inti-
hale getirdi ise de, hala ödenecek bir bedel bulunmakta
mal düz kas proliferasyonu ve ekstrasellüler matriks sente dır. Geniş çaplı immünsüpresyon fırsatçı mantar, virus
zi gösteren, arter ve arteriyollerdedir (Resim 4-24, D). Bu ve diğer enfeksiyonlara artmış hassasiyetle sonlanır. Bu
lezyonlar, sonunda vasküler perfüzyonu bozar ve glome- hastalar, Epstein-Barr virusuna (EBV) bağlı lenfomalar,
rüllerin kaybı veya hyalinizasyonu, interstisyel fibrozis ve insan papilloma virüsüne bağlı skuamöz hücreli karsi-
tubuler atrofiyle ortaya çıkan renal iskemiyle sonlanır. Vas nomlar ve Kaposi sarkomu (KS) geliştirmede de yüksek
küler lezyona, aktive T hücrelerinden salıverilen vasküler risklidirler. İmmünsüpresyonun istenmeyen etkilerini
duvar hücreleri üzerine etkili sitokinlerin salıverilmesi ne sınırlamak için konak T hücrelerinde donör-spesifik to
den olabilir ve önceden ta rif edilmiş olan proliferatif arteri lerans geliştirmek için çok çaba harcanmıştır. Takip edi
tin son fazı olabilir. len bir strateji, sensitizasyonun başlangıç fazında T hüc
relerinin konak DCTerden kostimulatör sinyaller alma
sının önlenmesidir. Bu, greft DC'leri üzerindeki B7 mo
lekülleri ile konak T hücrelerindeki CD28 reseptörleri
arasındaki etkileşimi durduran ajanların uygulanmasıy
İmmün Yetmezlik Hastalıkları 139
la sağlanabilir. Bu, ya apoptoz oluşturarak veya T hücre protokolün mikst yararları olduğu ispatlanmıştır: GVHD
lerini cevap veremez hale getirerek, T hücre aktivasyo- riski azalmıştır fakat greft başarısızlığı insidensi ve löse
nunun ikinci uyarısını durduracaktır. İmmünsüpresif te mi insidensi (hastalığı olanlarda) yükselir. Öyle görün
davide iyileşme greft yaşamının iyileşmesine, özellikle mektedir ki, multifonksiyonel T hücreler sadece GVHD
böbrek ve kalp greftlerinde akut reddin daha az endişe aracılığı yapmaz, fakat transplante edilen HSC'lerin ye
konusu olmasına yol açmıştır. Ancak başlıca, mevcut terli greftlenmesi ve lösemik hücrelerin eliminasyonu
immünsüpressif ajanlara akut redde olduğundan daha için (graft-versus-lösemi etkisi denen) de gerekir.
az efektif cevap vermesi nedeni ile, kronik red ciddi bir im m ün Yetmezlikler. Bunlar, HSC transplantları alıcıla
problem olarak kalmaktadır. rında genellikle uzun sürelidir. Bu bozukluğun birçok
sebebi arasında, transplant alıcılarında greftin kabulünü
Hematopoetik Kök Hücrelerin Transplantasyonu sağlamak için tahrip edilen ve baskılanan kazanılmış
immün sistemde düzelmenin yavaş olması vardır. Bu
Hematopoetik kök (stem) hücre (HSC) transplantasyo hassas dönemde alıcılar çoğunlukla sitomegalovirus
nu hematopoetik ve bazı nonhematopoetik malignitele- (CMV) gibi çeşitli viral enfeksiyonlara ve EBV enfeksiyo
rin, aplastik anemilerin ve özellikle immün yetmezlik nuna hassastır.
durumlarının ve şiddetli talassemi tiplerinin tedavisi
için kullanılır. HSC'ler tarihi olarak sadece verici kemik
iliğinden temin edilmiştir, fakat günümüzde daha çok İM M Ü N YETMEZLİK HASTALIKLARI
hematopoetik büyüme faktörleri uygulanmasından son
ra alman periferik kandan veya hali hazırda HSC'lerin İmmün yetmezlik hastalıkları, immün sistem gelişmesi
zengin kaynağı olan yenidoğanlarm umblikal kordon ni etkileyen kalıtımsal defektlerden olabilir veya diğer
kanından temin edilir. Alıcı, malign hücreleri (lösemide hastalıkların (enfeksiyon, malnutrisyon, yaşlanma, im-
ki gibi) tahrip etmek ve greft yatağı yaratmak için kemo- münsüpresyon, otoimmünite veya kemoterapi gibi) se-
terapi ve/veya radyasyon alır ve sonra HSC'ler periferik konder etkilerinin sonucudur, immün yetmezlikti hastalar
kana infüze edilir, buradan kemik iliği mesafelerine yer klinik olarak enfeksiyonlara, bazı kanser tiplerine artmış
leşirler. Allojenik HSC transplantlarınm reddi radyas hassasiyetle ortaya çıkar. Bir hastada enfeksiyonların tipi
yon ve kemoterapiye resistan konak T hücreleri ve NK ön planda etkilenen immün sistem komponentine bağlı
hücrelerinin bir oranda kombinasyonuna bağlı gibi gö dır. İmmiinglobulin, kompleman veya fagositik hücreler
zükmektedir. Bu transplantasyon tipini güçleştiren iki de defektleri olan hastalar tipik olarak piyojenik bakte
major problem: graft-versus-host hastalığı (GVHD) ve rilerle rekürran enfeksiyonlardan zarar görür, buna kar
immün yetmezliktir. şılık hücresel immünite defektlileri olanlar virus, man
Graft-Versus-H ost H astalığı (GVHD). Bu, immünkom- tar ve intrasellüler bakterilerin yol açtığı enfeksiyonlara
petan T hücreler (veya onların prekürsörleri) immünolo yatkındır. Aşağıda daha önemli örneklerin bazıları; pri
jik olarak sorunlu alıcılara nakledildiğinde gelişir. Her mer (konjenital) immün yetmezlikler, sekonder (edin-
ne kadar GVHD en sık allojenik HSC transplantasyo sel) immün yetmezliklerin en yıkıcı örneği olan edinsel
nunda (ekseri verici ve alıcı arasında minor histokompa- immün yetmezlik sendromu (AIDS) tartışılmaktadır.
tibilite uyumsuzluğunu içine alan) olursa da, lenfoid
hücrelerden zengin solid organ (karaciğer gibi) transp Primer (Konjenital) İmmün Yetmezlikler
lantasyonundan veya irradiye edilmemiş kan transfüz-
yonundan sonra da olabilir. Primer immün yetmezlik durumları neyse ki, nadirdir.
Allojenik HSC'ler aldığında, bir immün bozukluğu Fakat bunların çalışmaları zamanımızdaki immün siste
olan konak grefti reddedemez fakat verici iliğindeki T min gelişme ve fonksiyonları anlayışına büyük katkı sağ
hücreler alıcının dokusunu "yabancı" olarak tanır ve ona lamıştır. Primer immün yetmezlik hastalıklarının çoğu
karşı reaksiyon verir. Bu, sonunda iltihap ve konak hüc genetik olarak tayin edilir ve kazanılmış (edinsel) immü-
relerinin ölümüne neden olan, CD4+ ve CD 8 + T hücre niteyi (humoral veya sellüler) veya kompleman protein
lerin her ikisinin de aktivasyonuyla sonlanır. leri, fagositler ve NK hücreleri dahil, konağın doğal sa
vunma mekanizmalarını etkiler. Edinsel immünite de
• Akut GVHD (transplantasyondan günler-haftalar son
fektleri genellikle etkilenen primer komponente (B hüc
ra oluşur) başlıca üç hedef organda epitel hücre nek
reler veya T hücreler veya her ikisi, gibi) göre sınıflandı
rozuna neden olur: karaciğer, deri ve gastrointestinal
rılır. Ancak, T ve B lenfositler arasındaki etkileşimler ne
kanal. Küçük safra kanallarının tahribi sarılık, barsa-
deniyle bu ayırımlar keskin değildir. Mesela, T hücre de
ğın mukozal ülserasyonu kanlı diareye neden olur.
fektleri sıklıkla bozulmuş antikor sentezine yol açar ve
Deri tutulumu jeneralize döküntüyle kendini gösterir.
böylece izole erken T hücre yetmezlikleri kombine T ve
• Kronik GVHD akut sendromu takip edebilir veya ses
B hücre yetmezliklerinden ayırt edilemeyebilir. Primer
siz olabilir. Bu hastalar SS'dakine benzer (önce anla
immün yetmezliklerin çoğu, erken hayatta ( 6 ay 2 yaşlar
tılan) deri lezyonları ve diğer otoimmün hastalıkları
arasında) dikkat çeker; ekseri yakalanmış bebeklerin
taklit eden belirtiler geliştirir.
tekrarlayan enfeksiyonlara hassas olmalarındandır. Mo
GVHD, HLA eşleşmesiyle elimine edilemeyen, fakat mi- dern moleküler biyolojinin en etkileyici başarılarından
nimalize edilebilen, öldürücü olma potansiyelinde bir biri, gelecekteki gen replasman tedavisinin temelini
komplikasyondur. Diğer potansiyel bir çözüme göre, ve oluşturmak üzere, birçok primer immün yetmezliğin ge
rici T hücreleri ilik transplantmdan önce azaltılabilir. Bu netik temelinin tesbit edilmiş olmasıdır (Resim 4-25).
140 BÖLÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları
Myeloid ^
hücreler
Pre-B hücresi
Pre-B hücresi
X-linked SCID
gammaglobulinemia —
(BTK)
Matür T hücreleri
igD— Ja J
r
immatür B hücresi
Matür B hücreleri
Resim 4-25 Primer immün yetmezlik hastalıkları. Gösterilenler lenfosit gelişmesinin başlıca yollan ve seçilmiş primer immün yetmezlik
hastalıklarında bu yolların blokajıdır. Bazı bozukluklarlar için etkilenen genler parantezlerde belirtilmiştir. A D A, adenozin deaminaz;
CD40L, CD40 ligandı (CD154 olarak da bilinir); CVID, “ common variable” immün yetmezlik; SCID, şiddetli kombine immün yetmezlik.
unıoniae veya Staphylococcus aureus gibi) bakteriyel pato antikorlarının oluşumu izler. Bu bölümde daha önce tar
jenlerdir. Antikorlar virusları nötralize etmede önemli tışıldığı gibi, farklı antikor tiplerinin düzenli ortaya çıkı
olduğundan, XLA'li hastalar özellikle enteroviruslarm şma ağır-zincir sınıfı (izotip) değişimi denir ve komple-
neden oldukları olmak üzere belli viral infeksiyonlara da manı etkili olarak aktive eden ve/veya bakteryel patojen
hassastırlar. Benzer şekilde, çoğu kez sekretuvar IgA ile leri opsonize eden antikor sınıflarının gelişmesi için
nötralize edilen bir intestinal protozoa, Giardia lamblia, önemlidir. IgM-oluşturan B hücrelerinin, diğer immüng
etkili bir şekilde temizlenemez ve kalıcı enfeksiyonlara lobulin izotiplerini kodlayan genlerin transkripsiyonunu
neden olur. Neyse ki, toplanmış insan serumundan int- başlatma yeteneğine, bazı sitokinlere ayrıca CD4+ yar
ravenöz immünglobulin (IVIG) replasman tedavisi has dımcı T hücrelerden temas-aracılı uyarılara, bağlıdır. Te-
taların çoğunun bakteryel enfeksiyonlarla yeterli savaş mas-aracılı (contact-mediated) uyarılar B hücrelerindeki
masına olanak verir. XLA'li hastalar T hücre aracılı im- CD40 molekülleri ile aktive yardımcı T hücrelerinde
müniteleri korunmuş olduğundan, viral, fungal ve pro eksprese edilen CD40L (CD154 olarak da bilinen) ara
tozoal infeksiyonların çoğunu temizler. Açık olmayan sındaki etkileşimle sağlanır. Hiper-lgM sendromlu hasta
nedenlerle, bu hastaların % 2 0 kadarında otoimmün has lar antijenlere karşı normal (veya hatta normal üstü) seviye
talıklar (RA ve dermatomyozit gibi) olur. lerde IgM antikorları meydana getirir fakat IgG, IgA veya
IgE izotiplerini meydana getirme yeteneği yoktur. Alttaki
"Common Variable" İmmün Yetmezlik defekt, T hücrelerinin B hücre izotip çevrilmesini yapa
Hipogamaglobulinemi, enfeksiyona (veya aşıya) bozuk mamasıdır. En sık genetik anomali CD40L'yi kodlayan
antikor yanıtları ve enfeksiyonlara artmış duyarlılık ile genin mutasyonudur. Bu gen X kromozomunda lokalize-
karakterli heterojen bir grup bozukluk için şemsiye bir dir, sonuç olarak vakaların aşağı yukarı %70 kadarında hi-
terimdir. Klinik belirtileri yüzeyel olarak XLA'ya benzer, per-IgM sendromu X-bağlantılıdır. Kalan hastalarda mu-
fakat "common variable" immün yetmezlikte kadınlar ve tasyonlar CD40T veya başlıca aktivasyonla oluşan de-
erkekler eşit etkilenir ve semptomların çıkışı çok daha aminaz denilen bir enzim olmak üzere, sınıf çevrilme
sonra; hayatın ikinci veya üçüncü onyılmda görülür. Ta sinde yer alan diğer molekülleri etkiler. CD40 veya
nı genellikle dışlama yöntemidir (immün yetmezliğin di CD40L ile olan hatalı sınıf çevirmeye ek olarak ekseri
ğer sebepleri ekarte edildikten sonra). Hastalığın hesap yüksek-affinite antikorların meydana getirilmesinde de
lanan prevalansı 50.000 de 1 dir. Her ne kadar çoğu has bir defekt vardır. Çünkü antikor cevabının afinite matu-
ta normal sayıda matür B hücrelere sahipse de, antijenle rasyonundan ayni mekanizma sorumludur.
uyarılan B hücre diferansiyasyonunda bir blok olduğunu Her ne kadar, hastalık antikor anomalisi nedeni ile
telkin eden plazma hücreleri yoktur. Bozuk antikor geliş isimlendirilir ve tanı alsa da, CD40 veya CD40L mutas-
tirme değişik olarak intrensek B hücre defektlerine, ye yonlu hastalarda hücresel immünitenin temel reaksiyonu
tersiz T hücre yardımına veya artmış T hücre aktivitesi- olan yardımcı T hücre-aracılı makrofaj aktivasyonu için
ne bağlanmıştır. Paradoks olarak, bu hastalar çeşitli oto CD40-CD40L etkileşimi kritik olduğundan, hücresel im-
immün bozukluklar (hemolitik anemi, pernisiyöz ane münitede de bozukluk vardır. X-bağlantılı hiper-IgM
mi), lenfoid tümörler geliştirmeye yatkındır. Antikor ek sendromu olan erkek hastalar, düşük seviyede opsoni-
sikliğinin altındaki mekanizma çeşitlidir (isim bunun zasyon yapıcı IgG antikorlara sahip olduğundan, tekrar
için). Bazı hastalar, B hücrelerindeki bazı büyüme faktö layan pyojenik enfeksiyonlarla ortaya çıkar. Bu hastalar
rü reseptörlerinde veya T hücre-B hücre etkileşimlerine Pneumocystitis jiroveci (önceleri Pneomocystitis carimi de
katılan moleküllerde mutasyonlara sahiptir. Ancak, çoğu nilen) dahil, normalde hücre-aracılı immünite ile savaşı
vakada hastalığın genetik temeli bilinmemektedir. lan çeşitli intrasellüler enfeksiyonlara da hassastırlar.
Ağır Kombine İmmün Yetmezlik teriyel) deri enfeksiyonları ve kronik mukokutanöz can-
Ağır kombine immün yetmezlik (severe combined im didiasis'dir. Bunun aksine, TH1 cevapları üe ilgili genler
munodeficiency) (SCID) ortak özelliği olarak hem hü- de mutasyonlar atipik mikobakteri ile enfeksiyonlara
duyarlılık ile sonlanır. Bu gözlemler, fungal enfeksiyon
moral, hem hücresel immün cevaplarda bozukluğu olan
lara karşı korumada TH17 hücrelerin ve intrasellüler
genetik olarak farklı sendromlarm bir grubunu temsil
eder. Etkilenen bebekler bakteri, virus, mantar ve proto- bakteriyel enfeksiyonlarla savaşta TH1 hücrelerin öne
mini vurgular. Kalsiyum kanal bloke edicilerini ve T
zoalar dahil, geniş bir patojen grubunun tekrarlayan şid
hücre uyaran diğer komponentleri kodlayan genlerde de
detli enfeksiyonlarına ve Candida, Pneumocystisis, CMV
mutasyonlar tanımlanmıştır.
ve Pseudomonas ile olan fırsatçı enfeksiyonalara hassas
tırlar. Bu hastalıklar, ciddi (ve nadiren öldürücü) hastalı
Trombositopeni ve Ekzemalı İmmün Yetmezlik:
ğa neden olur. Hastalığın prevalansı aşağı yukarı 65.000 Wiskott-Aldrich Sendromu
de 1 ile 100.000 de 1 arasındadır, sıklığı bazı yerli Ame
Wiskott-Aldrich sendromu trombositopeni, ekzema ve er
rikalı toplumunda 20-30 kat fazladır.
ken ölümle sonlanan rekürran enfeksiyonlara aşın yatkınlık
Ortak klinik özelliklere rağmen, hasta bazında altta
la karakterli X'e bağlı resesif bir hastalıktır, tek tedavi ke
yatan bozukluklar oldukça farklıdır. Bazı SCID tipleri T
mik iliği transplantasyonudur. Bu, klinik çıkış ve immün
ve B hücrelerini etkileyen tek bir defektten kaynaklanır
eksikliklerin alttaki bilinen genetik defekt ile açıklan
ve diğerleri humoral immünite bozukluğunun sekonder
ması güç, tuhaf bir sendromdur. Timus başlangıçta nor
olduğu, primer bir T hücre yetersizliği sonucudur. Vaka
maldir, fakat hücresel immünite kaybı ile periferik kan
ların yaklaşık yansı X'e bağlı geçişlidir. Bunlara IL-2, IL-4,
da ve lenf nodülerinde T lenfositlerde yaş-ilişkili prog-
IL-7, IL-9 ve IL-15 sitokinlerinin reseptörlerinin paylaştı
ressif bir kayıp vardır. Ek olarak, hastalar polisakkarit
ğı ortak y zincirini kodlayan gende mutasyonlar neden olur.
antijenlere etkili antikor cevabı vermezler ve bu neden
Bu sitokinlerden en önemlisi IL-7'dir. Çünkü bu, üretici
le özellikle, kapsüllü, piyojen bakterilerle enfeksiyonlara
lenfoid organlarda immatür B ve T hücre öncüllerinin
hassastırlar. Etkilenen hastalar malign lenfomalar geliş
yaşamını ve çoğalmasını uyarmaktan sorumlu büyüme
tirmeye de yatkındırlar. Sorumlu gen, birçok membran
faktörüdür. SCID vakalarının diğer %40 - %50'si otozo-
reseptörünü hücre iskeletine bağlayan bir proteini (Wis
mal resesif tarzda kalıtılır, bunların aşağı yukarı yarısına
kott-Aldrich sendromu proteini) kodlar. Her ne kadar
pürin metabolizmasına katılan bir enzimin; adenosine
mekanizma bilinmiyorsa da, bu proteindeki bir defekt,
deaminase (ADA), mutasyonları neden olur. ADA eksik
anormal hücresel morfoloji (trombosit şekil değişiklikle
liği, DNA sentezini inhibe eden ve lenfositlere toksik
ri de dahil olmak üzere) veya lenfositler ve diğer lökosit-
olan adenozin ve deoksiadenozin trifosfat metabolitleri-
lerde hücre iskeletine bağımlı bozuk aktivasyon uyarıla
nin birikimi ile sonlanır. Diğer otozomal resesif SCID
rı, anormal hücre-hücre adhezyonları ve lökosit migras-
vakaları, primer class IIM HC ekspresyon bozukluğu ve
yonu ile sonuçlanabilir.
ya lenfosit antijen-reseptör genlerinin yeniden düzen
lenmesinden sorumlu rekombinazı kodlayan genlerde Doğal İmmünite Komponentlerinin Genetik Eksiklikleri
mutasyonlar gibi, diğer purin metabolik yolak defektle-
Birçok genetik defektin mikroplara karşı erken doğal
rine bağlanmaktadır.
immün cevaplarda öneme sahip hücreleri veya molekül
En sık iki SCID tipinde (sitokin reseptör ortak y zin
leri etkilediği gösterilmiştir.
cir mutasyonu ve ADA yetmezliği) timus hipoplaziktir.
Lenf nodülleri ve lenfoid dokular (tonsiller, barsak ve Kom plem an P roteinleri
appendiks gibi) atrofiktir ve germinal merkezleri, para-
Daha önce bu bölüm ve Bölüm 2 de tartışıldığı gibi,
kortikal T hücreleri içermezler. Etkilenen hastalar T ve B
kompleman komponentleri iltihabi ve immünolojik ce
hücre yetersizliği ile birlikte belirgin lenfopeniye sahip
vaplarda önemli roller oynar. Bu nedenle, herediter C3
olabilir. Diğerlerinde artmış sayıda immatür T hücreleri
(hem klasik, hem alternatif yollar için kritik) eksikliği pi
ne ve/veya T hücre yardımı olmaması sonucu nonfonk-
yojen bakterilerle enfeksiyona artmış bir hassasiyet ile
siyonel olan bol miktarda B hücresine sahip olabilir.
sonlanır. Kalıtımsal C lq, C2 ve C4 yetmezlikleri enfek
SCID hastaları zamanımızda kemik iliği transplantasyo
siyonlara hassas kılmaz, fakat bunlar muhtemelen apop-
nuyla tedavi edilir. X-SCID, mutasyonlu genin başarı ile
totik hücrelerin veya antijen-antikor komplekslerinin
yerine konmasında gen tedavisinin kullanıldığı ilk has
dolaşımdan temizlenmesini bozarak, immün kompleks-
talıktır, fakat, gen muhtemelen bir hücresel onkogenin aracılı immün hastalık (SLE gibi) riskini arttırırlar. Kla
yakınma eklendiği için, tedavi edilmiş hastaların bazıla sik kompleman yolağının geç komponentleri (C5 - C9)
rında T hücre lösemileri geliştiğinden, bu yaklaşım yeni yetersizliği diğer mikroplarla değil fakat rekürren Neis
den değerlendirümektedir. seria (gonokoklar, meningokoklar) enfeksiyonlarıyla
sonlanır. Çünkü, Neisseria ince hücre duvarına sahiptir
Lenfosit Aktivasyonunda Bozukluklar ve kompleman aktivasyonunun geç basamak ürünü olan
T hücre aktivasyonu için gerekli genlerin mutasyonuna membran atak kompleksi ile lizise özellikle hassastır.
sahip nadir hastaların bozuk hücre-aracılı immünite ile Regülatuar protein C1 inhibitörünün yokluğu, "down
veya SCID benzeri fenotip ile ortaya çıktıkları tesbit stream" vazoaktif kompleman medyatörleri gelişmesi ile
edilmiştir. Enteresan olanlardan biri, TH17 cevabı için kısıtlanmayan C1 aktivasyonuna olanak verir. Sonuç de
gerekli bir transkripsiyon faktöründe bir mutasyondur. ri ve/veya müköz membranları etkileyen rekürren lokal
Ortaya çıkan hastalık belirtileri, fungal (ve nadiren bak- ödem nöbetleri ile karakterli herediter anjiyoödemdir.
Immün Yetmezlik Hastalıkları 143
• Homoseksüellik hikayesi olmayan intravenöz ilaç ba tan 20 HIV-pozitif kan komponenti geliştiği hesaplan
ğımlıları, bütün hastaların %17 kadarını oluşturan mıştır. Nükleik asit testinin gelişmesiyle halen küçük
ikinci en büyük grubu meydana getirir. olan bu riskin daha da düşeceği beklenmektedir.
« HIV ile enfekte tam kan veya komponentleri (trom- Anneden Y enidoğana Geçiş. Daha önce kaydedildiği gi
bosit, plazma gibi) transfüzyonu yapılan kan ve kan bi, anneden yenidoğana vertikal geçiş pediatrik AIDS'in
komponentleri alıcıları (hemofilikler dışında) %1 'den major nedenidir. Üç yol bulunur: in utero, transplasen-
az hastayı oluşturur. tal yayılımla; intrapartum, doğum sırasında ve HIV-bu-
laşmış anne sütü ile beslenme. Bunlardan transplasental
• Özellikle 1985'den önce büyük miktarlarda faktör VI-
ve intrapartum yollar vakaların çoğuna neden olur. Ver
II veya IX konsantreleri alan hemofilikler tüm hasta
tikal geçiş oranları değişken olup, %25-35 arasmda deği
ların %1 'den azını oluşturur.
şir. Birleşik Devletler'de %15-25 oran bildirilmiştir. Yük
• HIV enfeksiyonu ve AIDS epidemiyolojisi çocuklarda sek maternal virus yükü ve/veya muhtemelen plasenta
(13 yaştan küçükken tanı konan) oldukça farklıdır. da daha fazla iltihabi hücre birikimine neden olan kor-
%1'den az AIDS, bu grupta olur ve çok büyük kısmı yoamnioitin varlığı ile daha yüksek oranlarda enfeksi
(%90 kadar) virüsün fetus ve yenidoğana enfekte an yon olur.
neden vertikal geçişi iledir. AIDS'in sonuçlarının kötü olması nedeniyle, toplu
mun HIV enfeksiyonunun bilinen risk grupları dışına
Cinsel Geçiş. Cinsel geçiş dünyada tüm HIV geçiş vaka yayılmasından kaygı duyması anlaşılabilir bir durum
larının %75'den fazlasını oluşturan major enfeksiyon yo dur. Bu endişelerin çoğu toprağa gömülebilir, çünkü yo
ludur. Her ne kadar Birleşik Devletler'de cinsel geçişli ğun çalışmalar göstermektedir ki, HIV enfeksiyonu ev,
vakaların çoğu hala erkeğin erkek ile cinsel temasından iş yeri ve okuldaki olağan kişisel temasla geçmez ve bö
ise de, cinsel geçen küresel HIV enfeksiyonlarının bü cek ısırmalarıyla yayıldığını gösteren ikna edici delil tes
yük çoğunluğu heteroseksüel aktivitedendir. Hatta Bir bit edilmemiştir. Sağlık çalışanları için ileri derecede kü
leşik Devletler'de heteroseksüel geçiş, diğer geçiş yolla çük, fakat doğrulanmış bir HIV geçiş riski vardır. Kazay
rım geçmiştir. Bu gibi yayılma, intravenöz ilaç bağımlılı la iğne batma yaralanmalarında veya laboratuvar kazala
ğı olan erkeklerin kadın cinsel partnerlerinde HIV en rında intakt olmayan derinin enfekte kana maruz kal
feksiyonunun dramatik artışını oluşturur. masında, her kaza ile maruz kalmada %0.3 kadar bir
Virus semende hem ekstrasellüler, hem mononükleer oranda serokonversiyon gösterilmiştir. Karşılaştırma
iltihap hücrelerinde bulunur ve mukozadaki laserasyon olarak, hepatit B içeren kana kazayla maruz kalmadan
ve abrazyonlardan alıcının vücuduna geçer. Yenidoğan- sonra serokonversiyon %6-30'dur.
lara virus geçişi, ya virüsün direkt geçişi veya kandaki
enfekte hücrelerin damarları travmatik hasarla yarıp geç
Etiyoloji ve Patogenez
mesi ile veya mukozal DC'lere alınmasıyla olabilir. Şüp
hesiz ki, sifiliz, şankroid ve herpes simpleks virus enfek AIDS'e lentivirus ailesine (Feline [kedigil] immün yet
siyonları dahil, genital ülserasyonlara neden olan cinsel mezlik virüsü, simian [maymun] immün yetmezlik virü
yolla geçen diğer hastalıkların birlikte bulunması cinsel sü, visna [koyun] virüsü ve equine [at] enfeksiyöz anemi
geçişin tüm tiplerine yardımcı ve destektir. Gonore ve virüsünü da içerir) mensup bir insan retrovirüsü, HIV,
Klamidya enfeksiyonları da, başlıca semen sıvısının ilti- neden olur. AIDS'li hastalardan HIV-1 ve HIV-2 denilen,
habi hücre (muhtemelen HIV taşıyan) içeriğini arttırarak genetik olarak farklı fakat antijenik olarak ilişkili iki HIV
HIV geçişi için yardımcı faktörlerdir. Erkekten erkeğe ve tipi izole edilmiştir. HIV-1 Birleşik Devletler, Avrupa ve
erkekten kadına geçişe ek olarak, enfekte kadınların va Orta Afrika'daki AIDS ile daha sık birlikte olan tiptir, bu
ginal ve servikal hücrelerinde bulunan HIV, sekiz kat da na karşılık HIV-2 başlıca Batı Afrika'da benzer bir hasta
ha az etkinlikte olsa da, kadından erkeğe yayılabilir. lığa neden olur. HIV-2 için spesifik testler şimdi mevcut
P aren teral Geçiş. HIV'in parenteral geçişi üç farklı tur ve transfüzyon için toplanan kanda HIV-2 seropoziti-
grupta çok iyi gösterilmiştir: intravenöz ilaç bağımlıları vitesi de rutin olarak taranmaktadır. Aşağıdaki tartışma
(en büyük grup), faktör VIII veya IX konsantreleri alan primer olarak HIV-1 ile ve onun sebep olduğu hastalıkla
hemofilikler ve rastgele kan transfüzyonu alanlar. İntra ilgilidir fakat genellikle HIV-2'ye de uygulanabilir.
venöz ilaç bağımlıları arasında geçiş, paylaşılan iğneler,
enjektörler veya HIV içeren kanla bulaşmış diğer kişisel H lV ’ ın Yapısı
eşyalarla olur. Çoğu retroviruslar gibi HIV-1 virionu da küreseldir ve
Kan veya faktör VIII konsantreleri gibi kan ürünleri konak hücre membranından gelişen lipid zarfla çevrili
nin transfüzyonuyla HIV geçişi 1985'den beri hemen tü koni şekilli elektron-yoğun bir nüve içerir (Resim 4-26).
müyle ortadan kaldırılmıştır. Bundan dört halk sağlığı Virus nüvesi şunları içerir: (1) major kapsid protein p24,
tedbiri sorumludur: bağışlanan kan ve plazmanın bağışı (2) nukleokapsid protein p7/p9, (3) iki genomik RNA
nın HIV antikoru için taranması, HlV-ilişkili p24 antije kopyası ve (4) üç viral enzim-proteaz, ters translcriptaz
ninin (antikorların gelişmesinden önce tesbit edilebilir) ve integraz. p24 protein en kolay tesbit edilen viral anti
taranması, pıhtılaşma faktör konsantrelerinin ısıdan ge jendir ve bu nedenle kan taramasında HIV enfeksiyonu
çirilmesi ve vericilerin öyküleri temelinde taranması. Bü tanısında kullanılan antikorlar için hedeftir. Viral çekir
tün bu tedbirler ile halen hesaplandığına göre her yıl alı dek virion zarfı altında yatan p l7 denilen bir matriks
cıları enfekte etme potansiyelinde; 1.5 milyon kan bağı proteiniyle çevrelenmiştir. Viral zarfın kendisi hücrele
şından l'in in HIV-enfekte olduğu, 11 enfeksiyöz bağış rin HIV enfeksiyonu için kritik iki viral glikoproteinle
Immün Yetmezlik Hastalıkları 145
H lV ’ in Yaşam Siklusu
HIV enfeksiyonunun iki ana hedefi immün sistem ve
SSS'idir. Virüsün yaşam siklusu en iyi onun immün sis
temle etkileşimlerinden anlaşılır.
Hücrelere HIV girişi için, yüksek affinite reseptörü olarak
Resim 4 -2 6 insan immün yetmezlik virüsü (HIV) yapısı. HIV-1 viri- hareket eden CD4 molekülü gerekir (Resim 4-27). Bu gerek
onu. Viral partikül konak hücresinden gelişen, viral glikoproteinler lilik, virüsün CD4+ T hücrelerine tropizmini (tercihini)
gp41 ve gp120 ile sabitlenmiş bir çift lipid tabakasıyla örtülüdür. ve başlıca makrofajlar ve CD'ler olmak üzere diğer CD4+
hücreleri enfekte etmesini açıklar. Ancak CD4'e bağlan
ma enfeksiyon için yeterli değildir. Hücreye girişi kolaylaş
(gpl20 ve gp41) sabitlenmiştir. HIV-1 proviral genomu tırmak için HIV kılıfı gpl20 de diğer hücre yüzey molekülle
çeşitli viral proteinleri kodlayan gag, pol ve env genleri rine (koreseptöıieıj bağlanmalıdır. İki yüzey kemokin re
içerir. Gag ve pol genlerinin ürünleri başlangıçta, matür septörü, CCR5 ve CXCR4, bu rolü üstlenir. HIV zarf pro
proteinleri sağlamak için viral proteazla parçalanması teini gpl20, (transmembran gp41'e nonkovalan tutunan)
gereken büyük prekursör proteinleri kodlar. Çok etkin başta CD4 moleküllere bağlanır (Resim 4-27). Bu bağ
anti-HIV-1 proteaz inhibitörü ilaçlar matür viral protein lanma gpl20 de CXCR4 (başlıca T hücrelerde) veya
lerin oluşumunu inhibe ederek viral komponentlerin bir CCR5 (başlıca makrofajlarda) koreseptörleri için yeni bir
araya gelmesini engeller. tanınma yeri oluşturan yapısal bir değişikliğe yol açar.
HIV bu üç standart retroviral gene ek olarak enfeksi- gp41 sonra hedef membrana girmesine olanak veren bir
yöz viral patiküllerin sentez ve bir araya gelmesini regü- yapısal değişikliğe gider ve bu olay virüsün hücreyle bir
le eden diğer birçok gen (tat, rev, vif, nef, vpr ve vpu gi leşmesini kolaylaştırır. Birleşmeden sonra HIV genomu
bi üç harfli isimler verilen) içerir. Mesela tat (transakti- nu içeren iç bölüm hücrenin sitoplazmasma girer.
vatör) geni ürünü, viral genlerin translasyonunda 1 0 0 0 Koreseptörler HIV enfeksiyon sürecinin kritik kompo-
misli artışa sebep olduğundan, viral genlerin replikasyo- nentleridir ve bunların keşfi HIV tropizmi ile ilgili önce
nu için kritiktir, nef protein intrasellüler kinaz aktivite- den açıklanamayan gözlemleri açıklamıştır. Bilinmekte
sini (T-hücre aktivasyonunu, viral replikasyonu ve viral dir ki, HIV suşları onların makrofajları ve/veya CD4+ T
enfektiviteyi etkileyen) aktive eder ve enfekte hücreler hücreleri enfekte etme relatif yeteneklerine göre sınıfla
de CD4 ve MHC moleküllerinin yüzey ekspresyonlarını nabilirler. Makrofaj-tropik (R5 virus) suşlar hem mono-
azaltır. In vivo HIV enfeksiyonu ilerlemesi n e f e bağım sit/makrofajları, hem yeni izole edilmiş periferik kan T
lıdır. Mutasyonlu nef genlerine sahip simian immün yet hücrelerini enfekte ederler. Buna karşılık, T hücre-tropik
mezlik virüsü soyları maymunlarda belirgin şekilde dü (X4 virus) suşlar sadece T hücre serilerini enfekte eder.
şük oranda AIDS'e neden olur ve nef-defektli HIV-1 so Bu seçicilik şimdi seçici koreseptör kullanmayla açıklan-
yu ile enfekte olan insanlar mutant olmayan soylara gö maktadır. R5 suşları koreseptör olarak CCR5'i kullanır ve
re daha yavaş tempoda bir AIDS çıkışı ile nisbeten dü CCR5 hem makrofaj, hem T hücrelerinde eksprese edildi
şük viral yük sergiler. Çeşitli regülatuar genler HIV pa- ğinden, bu hücreler R5 suşuyla enfeksiyona hassastırlar.
togenezinde önemlidir ve bunların etkilerini bloke et Buna karşılık X4 suşları T hücre serilerinde (monosit/
mek için çeşitli yaklaşımlar geliştirilmiştir. makrofajlarda değil) eksprese edilen CXCR4'e bağlanır,
Farklı viral izolatlarm nükleik asit sekanslaması (dizi- böylece sadece aktive T hücreler hassastır. Enteresan ola
lemesi), HIV genomunun birçok kısmında kayda değer rak, aşağı yukarı %90 HIV enfeksiyonu başlangıçta R5
değişkenlik ortaya koyar. Bu yüksek değişkenlik nisbe suşlarıyla geçirilir. Ancak enfeksiyon sırasında X4 virus
ten, her 1 0 5 replike nükleotid için bir hata olarak hesap lar giderek birikir, bunlar özellikle virulandır ve hastalık
lanan, viral polimerazm düşük doğruluğundandır. Çoğu progresyonunun hızla ilerleyen son fazında T hücre azal
sekans farkları zarf glikoproteinlerini kodlayan genom masından sorumludur. HIV enfeksiyonu seyri sırasında
bölgesinde kümelenir. HIV-1'e karşı immün yanıt onun R5 suşunun gpl20'yi kodlayan genlerde mutasyonlarm
zarfına hedeflenmiş olduğundan, antijen yapısında bu sonucu olarak X4'e döndüğü düşünülmüştür. Defektli
gibi ileri değişkenlik aşı geliştirmek için ürkütücü bir CCR5 reseptörlü kişiler (Amerikalı beyazlar mutant
engeldk. CCR5 için %20 heterozigot, %1 homozigottur) HlV'e tek-
146 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
CD4
SİTOPLAZMA
Resim 4 -2 7 Konak hücresine insan immün yetmezlik virüsü (HIV) girişinin moleküler temeli. CD4 ile bir kemokin reseptörünün ("kore-
septör” ) etkileşimleri.
(Macmillan Publishers Ltd izniyle adapte, from Wain-Hobson S: HIV. One on one meets two. Nature 384:117, copyright 1996.)
rarlanan in vivo maruz kalmalara rağmen AIDS gelişimi ganglionlarma girdiklerinde, DC'ler doğrudan hücre-
ne nisbeten dirençlidir. AIDS patogenezinde HIV-kore- hücre temasıyla HIV'i CD4+ T hücrelere geçirebilirler.
septör etkileşiminin anlamlılığı nedeniyle, bu etkileşimin HlV'e ilk maruz kalmadan günler sonrasında, lenf no-
önlenmesinin anlamlı tedavi edici değeri olabilir. düllerinde viral replikasyon tesbit edilebilir. Bu replikas-
Bir kere hücreye girdiğinde, viral genom tamamlayıcı yon viremiye yol açar ki, bu durumda hastanın kanında
(komplementer) DNA (cDNA) gelişmesine yol açan ters yüksek miktarda HIV partikülleri vardır. Bu durum bir
transkripsiyona gider. Durağan T hücrelerinde proviral çok viral hastalık için tipik olan çeşitli nonspesifik bulgu
cDNA sitoplazmada lineer epizomal tarzda kalabilir. lara ve semptomlara sahip akut bir HIV sendromu ile be
Ancak, bölünen T hücrelerinde cDNA nükleusa girer ve raberdir. Virus tüm vücuda dağılır ve periferik lenfoid
konak genomu ile birleşir. Birleşmeden sonra provirus dokulardaki T yardımcı hücreleri, makrofajları ve DC'le-
transkripsiyonsuz aylar veya yıllarca kalabilir ve enfek ri enfekte eder. Enfeksiyon yayılırken immün sistem vi
siyon latent hale gelir. Alternatif olarak, proviral DNA ral antijenlere yönelik hem humoral, hem sellüler immün
hücre membranmdan tomurcuklanan tam viral parti- cevaplar oluşturur. Bu immün cevaplar enfeksiyonu ve
küller oluşturmak üzere tercüme edilebilir (translate). virus gelişmesini kısmen kontrol eder ve bu kontrol, pri
Bu tip prodüktif enfeksiyonlar hücre ölümüne yol açan mer maruz kalmadan 12 hafta kadar sonra vireminin dü
şiddetli viral tomurcuklanmayla birliktedir. Şunu belirt şük, fakat tesbit edilebilir düzeye düşmesiyle yansır.
mek önemlidir, HIV-1 istirahatteki T hücrelerini enfekte Sonraki, kronik faz hastalıkta lenf nodülleri ve dalak, de
edebilirse de, proviral DNA transkripsiyonunun başlatıl vamlı HIV replikasyonu ve hücre tahribi bölgeleridir (Resim
ması (ve böylece prodüktif enfeksiyon) sadece enfekte 4-28). Hastalığın bu periodunda immün sistem, fırsatçı
hücreler antijenlere veya sitokinlere maruz kalarak akti- mikroplarla olan enfeksiyonların çoğuyla başa çıkma ye
ve edildiklerinde olur. Böylece, vahşi dönüş halinde en teneğinde kalır ve HIV enfeksiyonunun klinik belirtileri
feksiyonlara fizyolojik cevaplar ve diğer uyarılar HIV ile nin çok azı vardır veya hiç yoktur. Bu nedenle HIV has
enfekte T hücrelerin ölümünü kolaylaştırır. talığının bu fazı klinik sessiz (latent) period olarak isim
lendirilir. Periferik kandaki T hücrelerinin çoğunluğu vi
H IV Enfeksiyonunun İlerlemesi rus taşımasa da, latent period süresince lenfoid dokular
HIV hastalığı konak immün cevabıyla sadece kısmen kontrol da CD4+ T hücrelerin harabiyeti devam ve kanda dola
edilebilen akut enfeksiyonla başlar ve periferik lenfoid doku şan CD4+ T hücrelerin seviyesi sürekli düşer. Vücutta
ların kronik progresif enfeksiyonuna ilerler (Resim 4-28). bulunan 1012 T hücresinin %90'dan fazlası normalde len
Enfekte olan ilk hücre tipi mukozal lenfoid dokularda foid dokularda bulunur ve HIV'in her gün yaklaşık 1-
CD4+ T bellek hücreleri (CCR5 eksprese eden) olabilir. 2x l09 adet CD4+ T hücresini tahrip ettiği hesaplanmıştır.
Mukozal dokular organizmada en büyük T hücre rezer Hastalığın başlarında organizma yeni CD4+ T hücre yap
vuarı ve bellek hücrelerinin major yerleşim yeri oldu maya devam edebilir ve bu nedenle CD4+ T hücreler he
ğundan, bu hücrelerin ölümü lenfositlerde kayda değer men hemen tahrip edildikleri hızda yerine konabilirler.
azalma ile sonlanır. Bu fazda lenfoid organlardaki %10'a kadar CD4+ T hüc
Enfeksiyonun akut fazından kronik faza geçişi virüsün ya resi enfekte olmuş olabilir, fakat bir kişide herhangibir
yılması, viremi ve konak immün cevaplarının gelişmesiyle zamanda dolaşan enfekte CD4+ T hücre sayısı total
karakterlidir. Virus giriş yerindeki epitelde DC'ler virüsü CD4+ T hücrenin %0.1'inden az olabilir. Sonunda, yıllar
yakalar ve sonra lenf nodüllerine göçerler. Bir kere lenf içinde devam eden virus enfeksiyonu ve T hücrelerinin
Immün Yetmezlik Hastalıkları 147
eksprese edilen gpl20 enfekte olmayan T hücreleri provirüsün hücrelerde virus geliştirmeden (latent infecti
nin CD4 moleküllerine bağlanır, birkaç saat içinde on) aylar veya yıllarca kalabileceğine yaygın şekilde ina
füzyon, balonlaşma ve ölüm ile sonlanır. Bu sinsitya nılır. Oldukça aktif antiretroviral tedaviyle (kandaki virü
geliştirme özelliği X4 HIV suşu ile sınırlıdır. sün çoğunu yok edebilen) bile latent virus, lenf nodülün-
• Enfekte olmamış CD4+ T hücreler aberan sinyal ve de CD4+ hücrelerde saklanır (istirahatteki, uzun yaşayan
apoptoza yol açmak üzere solubl gpl20'yi CD4 mole CD4+ T hücrelerin %0.05 kadarı enfektedir). Latent en
külüne bağlayabilir. fekte hücrelerde viral yaşam siklusunun tamamlanması
« Enfekte CD4+ T hücreler HIV-spesifik CD8 CTL'ler hücre aktivasyonu gerektirir. Böylece, eğer latent enfek
ile öldürülebilir. te CD4+ hücreler çevresel antijenlerle aktive edilirse, so
nucu ne yazık ki artmış HIV proviral DNA transkripsiyo
CD4+ hücrelerin kaybı, periferik kanda CD4+/CD8+ nudur. Bu, artan transkripsiyon virion gelişmesine yol
oranında ters dönmeye yol açar. Böylece, normal CD4+/ açar ve T hücreler için de hücre lizisiyle sonlanır. Ek ola
CD 8 + oranı l'e 2 iken, AIDS'li hastalar 0.5 veya daha rak, normal immün cevaplar sırasında aktive makrofajla-
düşük orana sahiptir. Bu şekilde ters dönüş AIDS'de sık rm meydana getirdiği TNF, IL-1 ve IL- 6 da, HIV geninin
rastlanan bir bulgudur, fakat diğer viral enfeksiyonlarda artmış transkripsiyonuna yol açabilir (Resim 4-28). Böy
da görülebildiği için tanı koydurucu değildir. lece, öyle görünmektedir ki, konak makrofajları ve T
Her ne kadar aşırı CD4+ T hücre azalması AIDS'in hücreleri fizyolojik olarak aktive olduğunda (araya giren
bir işareti ve geç HIV seyrinde immün yetmezliğin ço diğer mikrobik ajanlarla enfeksiyonlar gibi) HIV hızla
ğundan sorumluysa da, T hücre fonksiyonunda asemp- çoğalır. Birleşik Devletler'de HIV ile enfekte hastaların
tomatik HlV'le enfekte kişilerde bile tesbit edilebilen ka- çoğunun hayat tarzı onları cinsel yolla geçen diğer hasta
litatif defektler için ikna edici kanıt da vardır. Bu çeşit lıklara rekürren maruz kalma konusunda artan bir riske
defektler, antjenle uyarılan T hücre proliferasyonunun sokar. Afrika'da, sosyoekonomik durumlar muhtemelen
azalmasını, bozulmuş TH1 sitokin oluşumunu ve anor daha yüksek kronik enfeksiyon tehlikesi oluşturur.
mal intrasellüler sinyal uyarımını içerir. Hastalığın sey AIDS hastalarının nasıl korkunç bir T hücre tahribi sik-
rinde erken dönemde CD4+ T bellek hücrelerinde seçici lusuna girdiklerini anlamak kolaydır: bu hastaların azal
bir kayıp vardır ki, muhtemelen bu hücrelerin mukozal mış yardımcı T hücre fonksiyonu nedeniyle yatkın oldu
dokularda yoğunluğuna ve bu T hücre subtipinde daha ğu enfeksiyonlar proinflamatuar sitokinlerin üretimini
yüksek seviyede CCR5 ekspresyonuna bağlıdır. arttırır, bu da enfeksiyonu ve ilave CD4+ T hücrelerin
Düşük seviyeli kronik veya T hücrelerinin (ve makro- kaybının izlediği HIV üretimini uyarır.
fajlarm) latent enfeksiyonu HIV enfeksiyonunun önemli
bir özelliğidir. Her ne kadar erken enfeksiyonun seyrin HIV Enfeksiyonunda Monositler/Makrofajlar
de sadece nadir CD4+ T hücreleri enfeksiyöz virus eksp HIV hastalığı patogenezinde CD4+ T hücrelerinin en
rese ederse de, aslında %10 kadar lenf nodülii T hücrele feksiyonuna ek olarak monositlerin ve makrofajlarm en
rinin HIV genomuna sahip olduğu gösterilebilir. Integre feksiyonu da ileri derecede önemlidir. T hücrelerine
immün Yetmezlik Hastalıkları 149
benzer şekilde, HIV ile enfekte makrofajlar periferik sahiptir. Bu, her ikisi de poliklonal B hücre aktivatörü
kanda değil, dokularda bulunur. Beyin ve akciğerler gi olan CMV veya EBV enfeksiyonu dahil, multipl faktörle
bi belli dokularda makrofajların %10-50 kadarı enfekte rin sonucu olabilir. HIV gp41, kendisi B hücre büyüme
olabilir. Makrofajların HIV enfeksiyonunun ek birçok ve diferansiyasyonunu uyarabilir ve HIV ile enfekte
yönü vurgulanmaya değer: makrofajlar bol miktarda, B hücre proliferasyonu sağla
® Her ne kadar retroviruslarm çoğunda integrasyon ve yan IL- 6 meydana getirirler. Spontan aktive olan B hüc
sonraki replikasyon için hücre bölünmesi gerekli ise relerin varlığına rağmen, AIDS hastaları yeni karşılaşı
de HIV-1, HIV-1 vpr geninin sağladığı bir özellik ola lan antijenlere antikor cevabı oluşturamaz. Sadece bu, T
rak, terminal diferansiyasyondaki bölünmeyen mak- hücre yardımındaki azalmaya bağlanabilecek bozulma
rofajları enfekte edebilir ve çoğalabilir. dışında, T hücrelerinden bağımsız antijenlere karşı anti
• Makrofajlar hücre yüzeyinden nisbeten az miktarda vi kor yapımı da, ilave B hücre bozukluklarını düşündüre
rus tomurcuklandırır fakat, intrasellüler veziküllerinde cek şekilde baskılanmıştır. Bozulmuş humoral immüni-
te, bu hastaları, etkili opsonizasyon ve temizleme için
lokalize büyük miktarlarda virus partikülii içerir.
antikorlar gerektiren kapsüllii bakterilere (S. pneumoni
a Makrofajlar, CD4+ T hücrelere zıt olarak HlV'in sito-
ae ve H. influenzae gibi) hassas kılar.
patik etkilerine oldukça resistandırlar ve bu nedenle
CD4+ T hücreler immün cevapların regülasyonunda
virüsü uzun dönemler barmdırabilirler.
merkezi rol oynar: bunlar bol sitokin, kemotaktik fak
• %90'dan fazla vakada HIV enfeksiyonu R5 suşuyla törler ve hematopoetik büyüme faktörleri (granülosit-
taşınır. HIV enfeksiyonunun seyrinde daha sonra ge makrofaj koloni-uyaran faktör gibi) meydana getirirler.
lişen daha virulan X4 suşu monositlere HIV geçirme Bu nedenle, bu "üstad hücre"nin kaybı Tablo 4-11'de
de yetersizdir. Bu, HIV taşınması için makrofajların özetlendiği gibi, immün sistemin diğer hemen her hüc
(veya DC'ler) başlangıç enfeksiyonunun kritik oldu resi üzerinde yayılan bir dalgalanma etkisine sahiptir.
ğunu düşündürür.
Böylece her koşulda, makrofajlar HIV enfeksiyonunun SSS Tutulum unun Patogenezi
bekçisidir. Monositler ve makrofajlar ilk bulaşma için AIDS'de nörolojik bulguların patogenezi özel olarak söz
kapı oluşturmaları dışında, viral rezervuar ve ürünü ko edilmeyi hak eder, çünkü HIV enfeksiyonunda sinir sis
nak savunmalarından büyük oranda korunmuş olarak temi lenfoid sisteme ilave olarak major hedeftir. Makro
kalan fabrikalardır. Dolaşan monositler de özellikle fajlar ve monosit-makrofaj dizisine ait hücreler (mikrogli-
SSS'ne olmak üzere, organizmanın çeşitli kısımlarına, al hücreler) beyinde HIV ile enfekte olan baskın hücre
HIV taşınmasında bir taşıyıcı oluşturur. HIV enfeksiyo tipleridir. Virus büyük olasılıkla beyine enfekte monosit-
nunun geç fazlarında CD4+ T hücre sayısı yoğun şekilde lerle taşınmaktadır (böylece, beyin HIV izolatları hemen
azaldığında, makrofajlar viral replikasyonun devam etti tümüyle R5 tiptir). Beyinde HlV'e bağlı hasarın mekaniz
ği major bölge olarak kalırlar. Her ne kadar dolaşımda ması meçhuldür. Çünkü nöronlar HIV ile enfekte değildir
HIV ile enfekte monositlerin sayısı düşük ise de, bunla ve nöropatolojik değişikliklerin yaygınlığı çoğu kez nöro
rın fonksiyonel eksikleri (bozulmuş mikrobisidal aktivi- lojik semptomların şiddetinden beklenebileceğinden da
te, azalmış kemotaksi, anormal sitokin teşekkülü ve ha azdır. Çoğu uzman nörolojik bozukluğa indirekt ola
düşmüş antijen sunum kapasitesi gibi) konak savunma rak viral ürünlerin, makrofajlar ve mikroglial hücrelerin
sında önemli etkiye sahiptir. oluşturduğu eriyik faktörlerin (örneğin, TNF gibi sitokin-
ler) neden olduğuna inanılır. Ek olarak, nöronal hücreler
H IV Enfeksiyonunda D C ’ ler de gp41 ile oluşturulan nitrik oksit hasarı ve solubl HIV
Makrofajlara ek olarak iki tip DC de HIV enfeksiyonu gpl 2 0 ile nöronların direkt hasarı da ileri sürülmüştür.
nun başlaması ve sürdürülmesi için önemli hedeftirler:
mukozal ve folliküler DC'ler. Önceden tartışıldığı gibi,
mukozal DC'ler virüsü yakalar ve CD4+ T hücrelerinin © ÖZET ............................... ................. _
enfekte edildiği bölgesel lenf nodüllerine taşırlar. Lenf
İnsan İmmün Yetmezlik Hayat Siklusu ve
nodüllerinin germinal merkezindeki folliküler DC'ler
AIDS Patogenezi
önemli HIV rezervuarlarıdırlar. Her ne kadar bazı folli
küler DC'ler HIV ile enfekte olursa da, virus partikülle- • Hücrelere virüsün girişi: kemokin reseptörleri olan CD4
rinin çoğu HIV-anti-HIV antikor kompleksi yoluyla Fc ve koreseptörleri gerektirir; viral gp120’nın bağlanması
reseptörlerine bağlılar dahil, dendritik çıkıntılarının yü ve viral gp41 proteininin aracı olduğu hücre füzyonu ger
zeyinde bulunurlar. Folliküler DC'lerde lokalize olan an çekleşir. Başlıca hücresel hedefler, CD4+ yardımcı T hüc
tikorla kaplı virionlar CD4+ T hücreleri enfekte etme ye reler, makrofajlar, DC’Ierdir.
teneğini korurlar. Makrofajların ve DC'lerin HIV enfek • Viral replikasyon: provirus genomu konak hücre D N A ’sı-
siyonu da, T hücre cevap verirliğine sekonder etkiyle, bu na integre olur; enfekte hücreleri aktive eden uyarılarla
hücre populasyonlarmm fonksiyonlarını da bozar. (enfeksiyöz mikroplar, normal immün cevaplar sırasında
meydana getirilen sitokinler gibi) viral gen ekspresyonu
H IV Enfeksiyonunda B H ü cre le r ve D iğer Lenfositler tetiklenir.
• Enfeksiyonun progresyonu: mukozal T hücrelerin ve
Her ne kadar, dikkatin çoğu T hücreler ve makrofajların
D C ’lerin akut enfeksiyonu; virus disseminasyonuyla vire-
üzerinde yoğunlaştıysa da, AIDS'li hastalar derin B hüc
mi; lenfoid dokulardaki hücrelerin latent enfeksiyonu; sü
re işlev bozuklukları da ortaya koyarlar. Bu hastalar çe
regelen viral replikasyon ve CD4+ T hücrelerin progres-
lişkili biçimde poliklonal B hücre aktivasyonu sonucu hi-
sif kaybı.
pergammaglobulinemi ve dolaşan immün komplekslere
150 B O L U M 4 Immün Sistem Hastalıkları
Resim 4 -3 0 insan immün yetmezlik virüsü (HIV) enfeksiyonuna klinik ve immün cevap. A , Klinik seyir. Primer enfeksiyondan sonra erken
dönem virüsün yayılımı, H lV ’e bir immün cevap gelişmesi ve sıklıkla akut bir viral sendrom ile karakterlidir. Klinik latentlik dönemi sırasında
viral replikasyon devam eder ve CD4+ T hücre sayısı, AIDS ile birlikteki hastalıklara belirgin bir risk oluşturacak kritik bir seviyenin altına
ulaşıncaya kadar giderek azalır. B, HIV enfeksiyonuna immün cevap. H lV’e karşı sitotoksik bir T lenfosit (CTL) cevabı ilk enfeksiyondan
2 - 3 hafta sonra tesbit edilebilir ve 9 - 12 haftada en yüksek olur. Bu esnada virus-spesifîk C D 8 + T hücrelerde belirgin artış olur ve 12
haftada bir hastanın CTL’lerinin %10’a kadarı HlV-spesifik olabilir. H lV ’e hümoral immün cevap 12 haftada en yüksektir.
(A , Fauci AS, Lane H C : Human immunodeficiency virus disease: A ID S a n d related conditions. In Fauci AS, Braunwald E, Isselbacher KJ, e t al (eds): Harrison's Principles o f
Internal Medicine, 14th ed. New York, McGraw-Hill, 1997, p 1791.
İmmün Yetmezlik Hastalıkları 151
Prevention) (CDC) kılavuz ilkeleri (guideline) mikro- Tablo 4-12 insan İmmıın Yetmezlik Virus (HIV) Enfeksiyonlu
litrede 200 veya daha az CD4+ hücre sayısı olan HIV- Hastalarda Bulunan AIDS-Tammlayan Fırsatçı Enfeksiyonlar ve
Neoplazmlar
enfekte kişilerin AIDS olduğunu tanımlar.
Enfeksiyonlar
Tedavi edilmediklerinde HIV enfeksiyonlu hastaların ço
ğunda 7-10 yıl süren kronik fazdan sonra AIDS gelişir. Bu Protozoa ve Helm int Enfeksi/onları
çerçevenin istisnaları, süratli ilerleyenler ve uzun süre
Cryptosporidiosis veya isosporidiosis (enterit)
ilerlemeyenler denilenlerde görülür. Süratli ilerleyenlerde Pneumocystosis (pnömoni veya yaygın enfeksiyon)
primer enfeksiyondan sonra orta, kronik faz 2-3 yılda iç Toxoplasmosis (pnömoni veya SSS enfeksiyonu)
içe geçmiştir, ilerlemeyenler (enfekte şahısların %5'den
Mantar Enfeksiyonları
azı) on veya daha fazla süredir asemptomatik kalan, sta-
bil CD4+ sayılı ve düşük plazma viremili HIV enfekte ki Candidiasis (özofagial, trakeal veya pulmoner)
şiler olarak tanımlanır. Kayda değer olarak, nihayetinde Cryptococcosis (SSS enfeksiyonu)
Coccidioidomycosis (yaygın)
bu hastaların çoğunluğunda, çok uzamış bir klinik sessiz
Histoplasmosis (yaygın)
likten sonra olsa da, AIDS gelişir. Çok sayıda çalışmaya
karşın, ilerleme olmamasının nedeni bilinmemektedir. Bakteriyel Enfeksiyonlar
İmmün kapsam kaybı CD4+ T hücrelerin sayısının Mycobacteriosis (“atipik,” Mycobacterium avium-intracellulare,
azalmasıyla birlikte olduğundan, CDC HIV enfeksiyonu yaygın veya ekstapulmoner; Mycobacterium tuberculosis, pulmoner
sınıflaması hastaları CD4+ T hücre sayısı temelinde üç sı veya ekstrapulmoner, gibi)
nıfa ayırır: 500 hücre/pL'den fazla, 200 ve 500 hücre/pL Nocardiosis (pnömoni, meninjit, yaygın)
Salmonella enfeksiyonları, yaygın
arasında ve 200 hücre/pL'den az. İlk gruptaki hastalar
genellikle asemptomatiktir. 500 hücre/pL'den az sayıda Viral Enfeksiyonlar
hücresi olanlarda erken semptomlar bulunur ve CD4+ T Cytomegalovirus (pulmoner, intestinal, retinit veya
hücre seviyelerinin 200 hücre/pL altına bir düşme şiddet SSS enfeksiyonları)
li immünsüpresyonla birliktedir. Klinik yönetim için Herpes simplex virus (lokalize veya yaygın enfeksiyon)
CD4+ hücre sayıları HIV viral yük hesaplamalarında Varicella-zoster virus (lokalize veya yaygın enfeksiyon)
önemli bir ölçüdür. Ancak, bu iki ölçümün anlamı hafifçe Progresif multifokal lökoensefalopati
farklıdır. CD4+ hücre sayısı, hastanın hastalığının ölçü Neoplazmlar
münün yapıldığı sıradaki durumunu belirtirken, viral yük Kaposi sarkomu
hastalığın hangi yönde ilerlediği hakkında bilgi sağlar. Primer beyin lenfoması
Her ne kadar klinik seyrin bu özeti tedavisiz veya di Uterin serviksin invaziv kanseri
rençli vakalar için gerçekse de, yeni geliştirilen anti-ret- SSS, s a n tr a l s in ir sis te m i.
roviral tedavi hastalığın seyrini değiştirmiş ve şiddetli fır
satçı enfeksiyonların (Pneumocystitis pnömonisi gibi) ve
tümörlerin (Kaposi sarkomu gibi) insidansını çok düşür az kişilerde ileri derecede yüksektir. Birçok hastada P. ji-
müştür. Mevcut tedavi virüsün tamamını elimine etmez roved pnömonisinden başka fırsatçı hastalıkla ortaya çı
ancak eğer tedavi durdurulursa hastalık nüks eder. Ayrı kar (Tablo 4-12). En sık olanlar arasında mukozal kandi-
ca, ilaç-resistan viral suşlar yaygın hale gelecek mi, bilin diazis, dissemine CMV enfeksiyonu (özellikle enterit ve
memektedir. retinit), şiddetli ülserleşen oral ve perianal herpes simp-
leks, M. tuberculosis ve atipik mikobakteri (Mycobacteri
K linik Ö ze llikle r um avium-intracellulare) ile yaygın enfeksiyondur. AIDS
HIV enfeksiyonunun akut, erken ve kronik, orta fazları epidemisi Birleşik Devletler'de aktif tüberkülozun yeni
nın klinik belirtileri önce tarif edilmişti, sadece terminal den canlanmasına sebep olmuştur. Her ne kadar vakala
faz, tam gelişmiş AIDS'in klinik belirtileri burada özet rın çoğunda bu reaktivasyonu temsil etse de, yeni enfek
lenmiştir. siyonların sıklığı da yükselmektedir. M. tuberculosis' in
Birleşik Devletler'de AIDS'li erişkin hasta tipik ola kendisi AIDS seyrinde erken dönemde ortaya çıkarsa
rak ateş, kilo kaybı, jeneralize lenfadenopati, multipl fır da, HIV hastalığı seyrinde atipik mikobakteriyle enfek
satçı enfeksiyonlar, nörolojik hastalık ve (birçok vakada) siyonlar, ekseri 100 hücre/pL'en az CD4+ hücreli hasta
sekonder neoplazmlar gösterir. Tablo 4-12'de listelenen larda olmak üzere, geç görülür. Toxoplasmosis SSS'nin
enfeksiyonlar ve neoplazmlar AIDS'in izlem tanımlama en sık sekonder enfeksiyonudur. Criptococcal menenjit
larında yer alır. de oldukça sıktır. AIDS hastalarında sık olan kalıcı di-
Fırsatçı Enfeksiyonlar. Fırsatçı enfeksiyonlar AIDS'li areye ekseri Cryptosporidium veya Isospora belli enfeksi
hastalarda ölümlerin aşağı yukarı %80'inden sorumlu yonları yol açar fakat, Salmonella ve Shigella türleri gibi
dur. Bunların spektrumu durmadan değişir ve insidans- bakteryel patojenler de yer alabilir. AIDS hastaları zayıf
ları çok daha etkili, oldukça aktif antiretroviral tedaviyle lamış humoral immünite nedeniyle S. pneumoniae ve H.
belirgin şekilde düşmektedir. Burada seçilmiş fırsatçı en influenzae ile enfeksiyonlara hassastır.
feksiyonların kısa bir özeti verilmiştir. N eoplaziler. AIDS'li hastalar özellikle Kaposi sarkomu
Fırsatçı mantar P. proved'nin (önceki latent enfeksiyo (KS), non-Hodgkin lenfomalara ve kadınlarda servikal
nun reaktivasyonunu temsil eden) sebep olduğu pnömo- kanser olmak üzere bazı tümörlerin yüksek insidansma
ni insidansı, her ne kadar etkili profilaktik önlemlerle sahiptir. Bu farklı neoplazmlarm ortak karakteri her bi
düşüyorsa da, birçok vakanın ilk bulgusudur. Bu enfek rinde tümör hücreleri tipik olarak onkojen virusla en-
siyonun gelişme riski CD4+ T hücresi 200 hücre/pL'den fektedir. Virus ile ilişkili malignite riskinin artma nede
152 BÖL ÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları
ni multifaktöryeldir, ancak hasarlı T hücre immünitesi- viral tedavi kullanımı ile anlamlı olarak düşmüştür fa
nin en etkin faktör olduğu düşünülmektedir. kat, "non-AIDS-tammlayan kanserler" kabul edilen di
Kaposi sarkomu; nadir bir vasküler tümör olan Kaposi ğer kanserler aslında yükselmektedir. Bu son grup kara
sarkomu Birleşik Devletler'de nadirdir (Bölüm 9). Bir za ciğer kanseri, anal kanser ve Hodgkin lenfomayı kapsar
manlar AIDS hastalarında en sık neoplazmdı, fakat in- ki, tümü viral enfeksiyonlarla birlikte olan tümör tipleri
sidansı antiretroviral tedavi ile anlamlı şekilde düşmüş dir.
tür. Tümör homoseksüel veya biseksüel erkeklerde int- SSS Tutulumu. SSS'nin tutulumu AIDS'de sık ve önem
ravenöz ilaç bağımlıları veya diğer risk gruplarındaki li bir belirtidir. Otopside %90 hasta bir tip nörolojik tu
hastalardan çok daha fazladır. Lezyonlar, immün siste tuluma sahip bulunur ve %40-60'ı khnik olarak belirgin
min bozulmasından önce, erken dönemde veya HIV en nörolojik disfonksiyonludur. Anlamlı şekilde, bazı has
feksiyonunun ileri evrelerinde gelişebilir. AIDSTi hasta talarda nörolojik belirtiler HIV enfeksiyonunun tek veya
larda gelişen Kaposi sarkomu, sporadik vakalardaki lez- en erken çıkış özelliğidir. Fırsatçı enfeksiyonlar ve neop-
yonlardan farklı olarak multisentriktir ve daha agressif lazmlara ek olarak viral etkiye bağlı pekçok nöropatolo-
olma eğilimindedir. Deriyi, müköz membranları, gastro jik değişiklikler olur. Bunlar serokonversiyon sırasında
intestinal traktı, lenf nodüllerini ve akciğerleri etkileye gelişen bir aseptik menenjit, vakuoler miyelopati, peri-
bilir. Lezyonlar endotelyal ve düz kas hücrelerinin özel ferik nöropatiler ve (en sık) klinik olarak AIDS-demans
liklerini paylaşan iğsi hücreler içerir ve lenfatik endotel kompleksi olarak tarif edilen progresif bir ensefalopatiyi
yal hücreler veya vasküler kanallar oluşturan mezanki- kapsar (Bölüm 22).
mal hücreler olduklarına inanılır. Farklı hastalarda lez
yonlar, belirli EBV-ilişkili B hücre proliferasyonları gibi
onkojen viruslarla olan diğer proliferasyonlarm paylaştı
ğı alışılmadık bir özellik olarak, monoklonal veya oligok-
lonal veya hatta, poliklonaldir. M ORFOLOJİ
Kaposi sarkomuna, Kaposi sarkomu herpesvirus D okulardaki anatom ik değişika c likler (beyindeki lezyonlar
(KSHV) veya insan herpes virus- 8 (HHV-8 ) denilen bir dışında) ne spesifik ne de diagnostiktir. A ID S ’ in patolojik
herpesvirüs sebep olur. Virüsün vasküler proliferasyona özellikleri, genellikle yaygın fırsatçı enfeksiyonlar, Kaposi
yol açmasının mekanizması belli değildir. Bir hipoteze sarkom u ve lenfomadır. Bunların çoğu, H IV enfeksiyonu ol
göre, KSHV lenfatik endotelyal hücreleri veya diğer hüc mayan hastalarda da geliştiğinden, ilgili yerlerde tartışılmış
releri enfekte eder ve HIV ile enfekte hücrelerin meyda tır. SSS’ ndeki lezyonların ayırt edici tabiatının ta kd ir edile
na getirdiği sitokinlerin etkisiyle endotelyal hücrelerin bilmesi için beyni ilgilendiren diğer bo zuklukla r bütünlüğün
proliferasyonunu uyarır. KSHV genomu, prolifere da de tartışılm ıştır (Bölüm 22). Burada odaklanm a lenfoid o r
marların yaşam ve büyümesine katılabilen birçok insan ganlardaki değişiklikleredir.
onkogeni ve sitokinlerinin homologlarını içerir. Erken evre H IV enfeksiyonunda büyümüş lenf nodülle-
B hücreli non-Hodgkin lenfomalar AIDS ile birlikteki tü rinden biyopsi m ateryelleri belirgin b ir fo llikü ler hi-
mörlerin ikinci en sık tipini meydana getirir. Bu tümör perpSasi ortaya koyar (Bölüm 11). Medulla yoğun plaz
ler oldukça agresiftiıier, en sık olarak şiddetle immün- m a hü creleri içerir. N odulün ön planda B hücre alanlarını
siiprese hastalarda görülürler ve birçok ekstranodal böl etkileyen bu değişiklikler, AIDS hastalarında görülen polik-
lonal B hücre aktivasyonu ve hipergammaglobulineminin
geyi tutarlar. Beyin geç evre HIV enfeksiyonunda en sık
m o rfo lo jik karşılığıdırlar. Folliküllerdeki değişikliklere ek
ekstranodal bölgedir ve bu nedenle primer beyin lenfo-
olarak, ön planda artm ış makrofaj sayısından, fakat B hüc
ması AIDS-tammlayan bir durum kabul edilir. Bu beyin
re lenfoblastları ve plazma hücrelerinin de katkılarından do
lenfomalarmm %100'e yakını EBV-ilişkilidir. Karşılaştı
layı, sinüsler de artmış sellülarite gösterir. H IV partikülleri
rılacak olursa, HIV enfeksiyonunun daha erken fazında
germinal m erkezlerde, fo llikü le r DCTerin villöz çıkıntıların
gelişen sadece %30 - %40 lenfoma EBV-ilişkilidir ki, HIV da artm ış şekilde gösterilebilir. M akrofajlar ve C D 4+ T hüc
ile enfekte kişilerde lenfoma riski taşıyan B hücre hi- relerinde viral D N A da tesbit edilebilir.
perstimülasyonu gibi diğer faktörlerin katkısını vurgu Hastalığın ilerlemesiyle, B hücre proliferasyonunun aşırı
lar. Bir diğer daha seyrek AIDS ile ilişkili lenfoma, ken düzeyi şiddetli fo llikü le r involüsyon ve jeneralize lenfosit
dini plöral, peritoneal veya perikardial effüzyonlarla kaybına yol açar. Folliküler DCTerin organize ağı parçalanır
gösteren, baskın olarak vücut kavitelerinde gelişen pri ve hatta fo llikü lle r hyalinize hale gelebilir. Bu, “ yok olmuş;
mer effüzyon lenfomasıdır. Bu nadir tümör daima b u rn t-o u t” lenf nodülleri a tro fik ve kü çü ktü r ve pekçok fır
KSHV ile birliktedir ve çoğu vakada tümör hücreleri satçı patojen barındırabilir. Derin immün süpresyon nede
hem KSHV, hem EBV ile birlikte enfektedir. niyle hem lenf nodüllerinde hem ekstranodal bölgelerde
Servikal karsinom da AIDSTi hastalarda artmıştır. Bu enfeksiyonlara iltihap cevabı, seyrek veya atipik olabilir. Me
ilişki immün sistemleri bozulmuş olan AIDSTi hastalarda sela, şiddetli immünosüpresyonla C D 4 + T hücreler olmadı
insan papilomavirus prevalansı yüksekliğine bağlanabi ğından, m ikobakteri granülom gelişimini sağlayamaz. Boş
lir. Bu virüsün serviks skuamöz hücreli karsinomu ile ve görünüm lü lenf nodülleri ve diğer organlarda enfeksiyöz
onun öncül lezyonları olan, servikal displazi ve karsino- ajanların varlığı özel boyalar uygulamaksızın hemen kolay
ma in situ (Bölüm 18) ile çok yakın ilişkili olduğuna ina ca belirgin olmayabilir. Bekleneceği gibi, lenfoid baskılanma
nodüllere özgü değildir, geç AIDS evrelerinde dalak ve ti-
nılır. Bu nedenle, jinekolojik muayene HIV-enfekte ka
mus da “ çorak bölgeler” olarak görünür.
dınların rutin değerlendirilmesinin bir parçası olmalıdır.
Beyin gibi sıklıkla ekstranodal bölgeleri tutan non-Hodg-
Genellikle, "AIDS'i tanımlayan kanserler"-Kaposi
kin lenfom alar agressif B hücre lenfom alarıdır (Bölüm 11).
sarkomu, EBV-ilişkili tümörler ve servikal kanser-retro-
Amiloidoz 153
A M İL O İD O Z
Amiloidoz, ekstrasellüler fibriler proteinlerin depolanma
larının doku hasarı ve fonksiyonel bozukluklardan so
rumlu olduğu, birçok kalıtımsal ve iltihabi bozukluklarla
birlikte olan bir durumdur. Bu anormal fibriller hatalı Resim 4-31 Amiloidin yapısı. A , Birbirinin etrafında dönen düzen
kıvrımlı protein topluluklarıyla (normal kıvrımlı şekille li aralıklı biçimde Kongo kırmızısı boyası bağlayan amiloid fibrilinin
rinde solubl olan) veya protein fragmanları ile oluşturu (burada 4 olarak gösterilmektedir, 6 kadar olabilir) şematik dia-
lur. Bu fibriler depolanmalar, heparan sülfat, dermatan gramı. B, Congo red boyaması, polarize ışık altında amiloidin
sülfat, başlıca serum amiloid P komponent (SAP) olmak tanısal bir özelliği olan elma yeşili bir çift-kırma göstermektedir. C,
7.4-10 nm boyutundaki amiloid fibrillerinin elektron mikrografı.
üzere plazma proteinleri gibi geniş bir seri proteoglikan-
(Merlini, G. and Belletti, V: Molecular mechanisms o f a m ylo id o sis. New Engl J M ed
lara ve glikozaminoglikanlara bağlanırlar. Bu adsorbe 3 4 9 :5 8 3 -5 9 6 , 2003. Copyright 2003 Massachusetts Medical Society. All rights
proteinlerde yoğun yüklü şeker gruplarının varlığı bu bi reserved. Yeniden oluşturuldu.).
rikimlere, nişastaya benzediği (amiloz) düşünülmüş olan
boyanma karakteristiklerini verir. Bu nedenle depolan
malara, depolanmaların "nişasta" ile ilişkisiz olduğu an inin hücre dışında birikmesine yol açar. Hatalı katlanmış
laşılmış olmasına rağmen artık iyice yerleşmiş olan "ami pro te in le r stabil değildir, self-assosiyedir ve sonuçta doku
loid" denir. larda biriken oligom erlerin ve fib rille rin gelişmesine yol
açarlar. A m iloid oz ile ilgili durum ların hepsi hatalı katlanma
ya yatkın proteinlerin aşırı üretim inin sonucu gibi görün
A M İL O İD D E P O L A N M A S IN IN m e kte d ir (Resim 4-32). A m iloid meydana getiren protein
PATO G EN EZİ ler iki genel sınıfa ayrılır: ( 1 ) hatalı katlanmaya eğilimli olan
norm al proteinler. Bunlar fazla m iktarlarda üretildiklerinde,
A m ilo ido z tem eld e bir protein katlan m a bozuklu fib rille r meydana getirm ek üzere b ir araya gelirler. (2 ) Ha
ğudur. A m ilo id her ne kadar daima ayni m o rfo lo jik görü talı katlanmaya ve takiben agregasyona eğilimli m utant p ro
nüme sahipse de, strü k tü re l olarak hom ojen b ir protein teinler. Şimdiye kadar tanımlanmış, biokimyasal olarak fa rk
değildir. Aslında 2 0 ’den fazla (son sayımda 23) farklı pro lı, b irço k amiloid proteini fo rm u içerisinde üçü en sıktır:
tein, amiloid görünüm ünde fib rille ri oluşturm ak üzere to p * A L (am yloid hafif z in c ir) protein plazma hücreleri
lanabilir. Tüm am iloid depolanmaları kökenlerine bakılmak tarafından meydana g e tirilir ve kom ple im m ünglobulin
sızın, her biri birarada kıvrılan (3-kıvrımlı polipeptid zincir hafif zincirlerinden, hafif zincirlerin amino term inal frag
leri oluşturan, dallanmayan 7.5-10 nm çapta fibrillerden manlarından veya her ikisinden yapılmıştır. Bilinmeyen
meydana gelir (Resim 4 -3 1 ). Kongo kırmızısı boyası bu fib- nedenlerle, sadece birkaç im m ünglobulin hafif zinciri
rillere bağlanır ve ekseri dokularda amiloid depolarını tes- to p lu lu kla r yapmaya eğilimlidir. Bekleneceği gibi, A L tip
b it etm ek için kullanılan kırmızı-yeşil iki renklilik (çift kırm a) am iloid fib ril proteini depolanması bazı m onoklonal B
oluşturur. hücre proliferasyonlarıyla birlikted ir. Fibril gelişmesinin
A m iloidoz, ekstrasellüler dokularda fib rille r şeklinde de tem elinde de fektif parçalanma da düşünülmüştür, belki
polanan anorm al katlanmış proteinlerden meydana gelir. bazı hafif zincirler tam proteolizise dirençlidir. Ancak,
N o rm ald e hatalı katlanmış pro te in ler pro te ozo m lar tarafın amiloid birikim lerinde bulunan im m ünglobulin hafif zin
dan hücre içinde veya m akrofajlar tarafından hücre dışında cirlerine özel sekans m otifle ri yoktu r.
parçalanır. A m iloid ozd a öyle görünm ektedir ki, bu kalite * A A (am iloid-ilişkili [asosiye]) fib ril, 5A A (serum
kon tro l mekanizmasının başarısızlığı, hatalı katlanmış prote amiloid-asosiye) protein denilen, karaciğerde sentezle-
154 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
nen, daha büyük (12-kD a) b ir serum prekürsöründen yol açar. Sonucundaki hastalıklar, ailesel amiloid polinö-
gelişen özgün b ir nonim m ünglobulin proteindir. SAA ilti rop atileri olarak isim lendirilir. TTR de yaşlı kişilerin kalp
hap sırasında meydana gelen IL- 6 ve IL-1 gibi sitokinlerin lerinde depolanır (senil sistem ik am iloidoz), bu vakalar
etkisi altında karaciğer hücrelerinde sentezlenir. Böylece da protein strü ktü re l olarak norm aldir, fakat yüksek
uzun süren iltihap SAA seviyelerinin yükselmesine ve so konsantrasyonlarda birikir. Ailesel am iloidoz vakalarının
nucunda A A tip amiloid depolanmalarına neden olur. bazıları m utant lizozim b irikim i ile birlikted ir.
Ancak, yükselmiş SAA seviyeleri te k başına am iloid de • |>2-m ikroglobulin, M H C class I m oleküllerinin b ir
polanması için yeterli değildir. Yüksek serum SAA sevi kom ponenti ve b ir norm al serum proteini olup, uzun sü
yeleri iltihabi durum larda sıktır, fakat çoğu durum da reli hem odiyalizdeki hastaların seyrinde görülen bir ami
am iloidoza yol açmaz. Bunun m uhtem el iki açıklaması loid fib ril subünitesi (A|32m ) olara k tesb it edilmiştir.
vardır. Bir görüşe göre, SAA norm alde m onositten geli A|32m fib rille ri yapı olarak norm al |32m proteini ile ayni
şen enzim lerin etkisi ile solubl son ürünlere parçalanır. dir. Bu protein b ö b re k hastalarının serumunda yüksek
Buna uygun olarak, am iloidoz gelişen kişiler, S AA’ nın konsantrasyonlarda bulunur ve diyaliz m embranlarda
yetersiz parçalanması ile sonlanan ve böylece solubl ol e fe ktif şekilde filtre edilmediğinden dolaşımda kalır. Bazı
mayan A A m olekülleri geliştiren bir enzim defektine sa serilerde uzun süreli diyalizde % 60-80 kadar hastada si-
hiptir. Bir diğer şık, SAA molekülünün kendisindeki ge novya, eklem ler ve tendon kılıflarında amiloid depolan
netik b ir yapısal anomalinin onu m akrofajlarla parçalan maları gelişmiştir.
maya resistan kılmasıdır. • H o rm o n la r (prokalsitonin) ve keratin gibi farklı pre kür-
• A|3 am iloid, A lzh e im e r hastalığının serebral lezyonla- sörlerden gelişen amiloid depolanmaları da bildirilm iştir.
rında bulunur. A|3 bu hastalıkta serebral plakların m er
kezlerini ve serebral kan dam arlarındaki am iloid depo
zitle rini oluşturan 4-kD a b ir peptiddir. A? protein, ami
loid p re ku rsö r protein (APP) denilen, ço k daha büyük
Amiloidoz Sınıflaması
b ir transm em bran glikoproteinden gelişir (Bölüm 22).
Çeşitli klinik tabloda amiloid depolanm alarında birçok Farklı klinik tablolarda amiloidin farklı biyokimyasal
diğer pro te in le r bulunm uştur: formlarından biri (örneğin, AA) biriktiğinden, bu konu
• T ra n stire tin (T T R ), tiroksin ve retinole bağlanan ve da kombine bir biyokimyasal ve klinik sınıflama anlatıl
bunları nakleden, ismini de bu özelliğinden alan norm al maktadır (Tablo 4-13). Amiloid birçok organı tutacak bi
b ir serum proteinidir. TTR proteini kendi yapısında, p ro çimde sistemik generalize) veya birikim kalp gibi tek bir
teini hatalı katlanma, agregasyon ve proteolizise direnç
organa sınırlı, yani lokalize olabilir. Klinik temelde, sis
gösterm eye yatkın hale getiren b ir değişiklik yapabilir.
temik veya jeneralize tip bir monoklonal plazma hücre
Bu, amiloid olarak depolanan agregatların oluşumuna
proliferasyonu ile birlikte olursa primer amiloidoz, alttaki
Amiloidoz 155
Herediter Amiloidoz
Ailesel Akdeniz Ateşi AA SAA
Familyal Amiloidotik Nöropatiler (birçok tip) ATTR Transtiretin
Sistemik senil amiloidoz ATTR Transtiretin
Lokalize Amiloidoz
Senil serebral Alzheimer hastalığı A|’> APP
Endokrin
Medüller tiroid karsinomu A Cal Kalsitonin
Langerhans adacıkları Tip 2 diabet AIAPP Adacık amiloid peptidi
İzole atrial amiloidoz AANF Atrial natriüretik faktör
kronik bir iltihabi hastalık veya dokuya hasar veren bir olarak sınıflandırılır, çünkü klinik bulgular başka her
olayın komplikasyonu olarak meydana gelirse sekonder hangi bir hastalığa değil, amiloid birikimine bağlıdır. Bu
amiloidoz olarak sınıflandırılır. Herediter veya ailesel tür vakaların hemen tümünde hastaların kemik iliğinde
amiloidoz birçok farklı organ tutulum tarzları ile hetero hafif derecede plazma hücre artışı vardır ve serum veya
jen, ayrı bir gruptur. idrarda monoklonal immünoglubulinler veya serbest ha
fif zincirler bulunabilir. Açıkçası, bu hastalar tümör kit
Primer Amiloidoz: Amiloidozlu İmmünosit Diskrazisi lesi meydana getirmek yerine anormal bir protein mey
dana getirmenin başlıca belirti olduğu bir monoklonal
Bu sınıftaki amiloid, genellikle sistemik dağılımdadır ve
plazma hücre proliferasyonu zeminine sahiptirler.
AL tipindedir. Birleşik Devletler'de her yıl aşağı yukarı
3000 yeni vaka ile bu en sık amiloid tipidir. Bu vakaların
Reaktif Sistemik Amiloidoz
bazılarında kolayca saptanabilir bir monoklonal plazma
hücre proliferasyonu vardır. Gerçekten de, iskelet siste Bu tipte amiloid depolanmaları sistemik dağılımdadır ve
minde yaygın olarak multipl osteolitik lezyonlarla karak- AA proteinden meydana gelir. Bu kategori, önceleri bir
terize bir plazma hücre tümörü olan multipl myelomlu likteki bir iltihabi duruma sekonder olduğundan, sekon
hastalarda %5-15 oranında sistemik amiloidoz mevcut der amiloidoz olarak isimlendirilmiştir. Aslında, reaktif
tur (Bölüm 11). Malign plazma hücreleri karakteristik sistemik amiloidoz vakalarının çoğunda ortak özellik
olarak, serum elektroforezinde bir M (myeloma) protein kronik iltihaptır. Klasik olarak, tüberküloz, bronşiektazi
spike'ı oluşturan, anormal miktarlarda tek bir spesifik ve kronik osteomiyelit en sık sebeplerdir. Etkili antimik-
immünglobulin (monoklonal gammopati) sentez eder. robiyal tedavilerin ilerlemesiyle, reaktif sistemik amilo
Plazma hücreleri tam immünglobulin molekülleri sente idoz otoimmün durumların (RA, ankilozan spondilit ve
zine ek olarak, Bence Jones proteinleri olarak da bilinen iltihabi barsak hastalığı gibi) neden olduğu kronik ilti
, k veya k hafif zincirleri de sentezler ve sekrete edebilir hap durumunda en sık görülür. RA hastaları amiloidoz
ler. Küçük moleküler boyutları nedeniyle bu moleküller gelişimine özellikle yatkındır, bu hastaların %3 kadarın
sıklıkla idrarda da ekskrete edilirler. Amiloidozu olan da amiloid depolanması görülür. Narkotiklerin "deriye
hemen hemen bütün hastalar serum veya idrarda veya enjeksiyonu"ndan kaynaklanan kronik deri enfeksiyon
her ikisinde Bence Jones proteinlerine sahiptir. Ancak ları da amiloid depolanmasıyla birliktedir. Nihayet, re
serbest hafif zincirlere sahip myelomlu hastaların sade aktif sistemik amiloidoz en sık renal hücreli karsinom ve
ce % 6 - %15'inde amiloidoz gelişir. Açıkça, Bence Jones Hodgkin lenfoma olmak üzere, immün hücrelerden ge
proteinleri varlığı gerekliyse de, kendi başına amiloidoz lişmeyen tümörlerle birlikte de olabilir.
geliştirmeğe yeterli değildir. Oluşturulan hafif zincir tipi
ve onun katabolizması gibi diğer değişkenler "amiloido- Ailesel (Herediter) Amiloidoz
jenik potansiyel" e katkı sağlar ve Bence Jones proteinle Çeşitli ailesel amiloidoz tipleri tarif edilmiştir. Çoğu na
rinin depolanmasını etkiler. dirdir ve sınırlı coğrafi alanlarda gelişir. En iyi karakteri-
AL amiloidli hastaların büyük kısmında klasik mul ze edilmiş bir otozomal resesif durum ailesel Akdeniz
tipl myelom veya diğer herhangi bir belirgin B hücre ne- ateşi demlendir. Bu, periton, plevra ve sinovyal memb-
oplazisi görülmez. Bu tür hastalar da primer amiloidoz ranlar dahil serozal yüzeylerin iltihabıyla birlikte olan
156 B Ö L Ü M 4 İmmün Sistem Hastalıkları
ateş nöbetleriyle karakterli febril bir hastalıktır. Özellik ğer bir tip, TTR'nin mutant bir formunun depolanması
le Ermeniler, Sefardik Yahudiler ve Arap kökenlilerde nın sonucudur. Birleşik Devletler'deki zenci nüfusun
görülür. Reaktif sistemik amiloidozdan ayırt edilemeyen aşağı yukarı %4'ii bir mutant allel taşıyıcısıdır ve kardi
yaygm doku tutulumuyla birliktedir. Amiloid fibril pro yomiyopati hem homozigot, hem heterozigotlarda tesbit
teinlerinin AA proteinlerinden yapılmış olması, bu tip edilmiştir.
amiloidozun bu hastalığı karakterize eden, yineleyen il
tihap nöbetlerinden kaynaklandığını düşündürmekte
dir. Ailesel Akdeniz ateşinin genine pyrin adı verilir ve
hastalıktan sorumlu multiprotein kompleksinin (inflam-
masome) bir komponenti olan bir proteini kodlar (Bö MORFOLOJİ
lüm 2). Hastalarda pyrin geninde "fonksiyon kazanımı"
Belirtilen hiçbir kategoride amiloid depolanmalarının organ
("gain-of-function") mutasyonları mevcuttur, bu da pro-
veya doku dağılımının sabit veya ayırt ettirici tarzı yoktur.
inflamatuar sitokin IL -l'in konstitütif aşırı yapımı ve ka Yine de, birkaç genelleme yapılabilir. Kronik iltihabi bozuk
lıcı iltihap ile sonlanır. luklara sekonder amiloidozda, tipik olarak böbrekler, kara
Ailesel Akdeniz ateşinin aksine, bir grup otozomal do ciğer, dalak, lenf nodları, surrenaller, tiroid ve diğer birçok
minant ailesel bozukluklar ağırlıklı olarak periferik ve doku da etkilenmiştir. Her ne kadar primer (AL) amiloidoz
otonom sinirlerde amiloid depolanmasıyla karakterize- sekonder tipten organ dağılımı ile gerçekçi şekilde ayrıla-
dir. Bu ailesel amiloidotik polinöropatiler dünyanın fark masa da, kalp, gastrointestinal sistem, solunum sistemi, pe
lı yerlerindeki soylarda-örneğin, Portekiz, Japonya, İsveç riferik sinirler, deri ve dili daha sık tutar. Ancak, reaktif sis
ve Birleşik Devletler'de tarif edilmiştir. Daha önce bahse temik amiloidozla (sekonder amiloidoz) etkilenen aynı or
dildiği gibi, bu ailesel polinöropatilerdeki fibrüler, trans- ganlar, böbrekler, karaciğer ve dalak dahil, immünosit-ilişki-
tiretinin (ATTRTer) mutant tiplerinden meydana gelir. li hastalık tipinde de birikimler içerebilir. Herediter send-
romlarda amiloid depolanmalarının lokalizasyonu değişken
dir. Ailesel Akdeniz ateşinde amiloidoz böbrekleri, kan da
Lokalize Amiloidoz marlarını, dalağı, solunum sistemini ve (nadiren) karaciğeri
Bazen amiloid depolanması organizmada diğer başka tutmak üzere yaygın olabilir. Kalan herediter sendromlarda
bir yerde tutulma olmaksızın, tek bir organ veya doku amiloid lokalizasyonu bu antitelerin isimlerinden çıkartılabi-
ile sınırlıdır. Depolanmalar makroskobik olarak tesbit lir.
edilebilir, nodüler kitleler yapabilir veya sadece mikros Klinik bozukluk ne olursa olsun amiloidoz, makroskobik
kobik incelemede ortaya çıkar. Nodüler (tümör oluştu olarak belirgin olabilir veya olmayabilir. Küçük miktarlarda
ran) amiloid birikimleri en sık akciğer, larinks, deri, me ki birikim, organın kesit yüzeyi iyot veya sülfirik asidle bo
sane, dil ve göz bölgesinde tesbit edilir. Bu amiloid depo yanmadan çoğu kez fark edilmez. Bu, amiloid depolarının
kızıl-kahverengi boyanmasına yol açar. Amiloid daha fazla
lanmaları çevresinde sıklıkla lenfosit ve plazma hücre
miktarlarda birikirse, organ sıklıkla büyümüştür ve tipik
infiltrasyonu olması, mononükleer infiltrasyonun amilo
olarak doku, balmumu gibi, sert kıvamlı, gri görünür. H is
id depolanmasına bir cevap mı, yoksa bunun sebebi mi
to lo jik incelem ede am iloid b irikim i daim a ekstra-
olduğu sorusunu uyandırır. En azından bazı vakalarda se lliile rd ir ve h ü creler arasınd a başlar. Sıklıkla bazal
amüoid, AL protein içerir ve bu nedenle plazma hücre membranların yakın komşuluğunda görülür. Amiloid birik
sinden gelişen lokalize amiloid tipini temsil edebilir. tikçe hücrelere sokulur, zamanla onları sarıp, tahrip eder.
AL tipinde perivasküler ve vasküler lokalizasyonlar sıktır.
Endokrin Amiloid Amiloidin histolojik tanısı hemen tamamen boyanma
özelliklerine dayanır. En sık kullanılan boyama tekniği, nor
Tiroid glandmm medüller karsinomu, pankreas adacık mal ışıkta amiloid depolarına pembe veya kırmızı renk ve
tümörleri, feolcromositomalar ve midenin indifferansiye ren Kongo kırmızısı boyası kullanılır. Polarize ışık altında
karsinomları gibi bazı endokrin tümörlerde, ayrıca tip 2 Kongo kırmızısı ile boyanmış amiloid, elma-yeşili çift kırma
diabetes mellituslu hastalarda Langerhans adacıkların denilen boyanmayı gösterir (Resim 4-33). Bu reaksiyon
da, lokalize mikroskobik amiloid depolanmaları buluna bütün amiloid tipleri tarafından paylaşılır ve amiloid fibrille-
bilir. Bu durumlarda amiloidojenik proteinler ya poli- rinin çapraz (3-kıvrımlı yapısındandır. Doğrulanması, elekt
peptid hormonlardan (medüller karsinom) veya özgün ron mikroskopisinde amorf, oryantasyonsuz, ince fibrille-
proteinlerden (adacık amiloid polipeptidi gibi) gelişir gi rin ortaya konmasıyla sağlanır. AA, AL ve ATTR amiloid
bi gözükmektedir. tipleri de birbirlerinden spesifik immünhistokimyasal bo
yanmalarla ayırt edilebilir.
Amiloidozun farklı klinik tiplerinde organ tutulum şekli
Yaşlanma Amiloidi farklı olduğundan, her major organ tutulumu ayrı tarif edil
Yaşlanma ile oluşan, iyi dökümante edilmiş birçok ami miştir.
loid birikim tipi vardır. Senil sistemik amiloidoz yaşlı
kimselerde (genellikle 70 ve 80'lerinde) sistemik amilo B ö b rek. Böbrek amiloidozu hastalığın en sık ve en ciddi
özelliğidir. Makroskobik olarak böbrek değişmemiş görü
id depolanmasını ifade eder. Tutulumun ağırlıklı olarak
nebilir veya anormal büyük, soluk, gri ve serttir, uzun süre
kalpte olması ve bu organdaki fonksiyon bozukluğun
li vakalarda böbrek küçülmüş olabilir. Mikroskobik olarak
dan (tipik olarak restriktif kardiyomiyopati ve aritmiler
am iloid depolanm aları ön planda glom erüllerde bu
le ortaya çıkan) dolayı, bu tip senil kardiyak amiloidoz ola- lunur, fakat interstisyel peritubuler dokuda, kan damarı du
rakHsimlendirilir—BuYipte amiloid, normal transtiretin- varlarında da bulunur. Glomerülde önce mezangial mat-
den meydana gelir. Ek olarak, sadece kalbi etkileyen di
Amiloidoz 157
Resim 4 -3 3 Amiloidoz: karaciğer tutulumu. A , Kongo kırmızısı ile boyanmış bir karaciğer kesiti, kan damarı duvarlarında ve sinusoidler
boyunca pembe-kırmızı amiloid birikimleri ortaya koymakta. B, Polarize mikroskopta incelendiğinde birikimlerin sarı-yeşil, çift kırma özel
liğine dikkat ediniz.
(D r. Trace W o rrell and Sandy H inton izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, Dallas, T e xa s.)
rikste fokal depolanmalar ve kapiller yumağın bazal memb- hem dış, hem kesit yüzünde ileri derecede soluk, grimsi ve
ranlarında diffüz veya nodüler kalınlaşmalar gelişir. Prog- balmumsudur. Histolojik inceleme am iloid birikimlerinin
resyon ile depolanma kapiller lümene ilerler ve sonunda ilk Disse aralığında ortaya çıktığını gösterir ve sonra prog-
vasküler yumağın total obliterasyonuna neden olur (Resim ressif olarak komşu hepatik parenkime ve sinüzoidlere iler
4-34, /4). interstisyel peritubuler depolanmalar sıklıkla tu- ler (Resim 4-33). Sıkışan karaciğer hücreleri kompresyon
buler lümenlerde muhtemelen proteinöz yapıda, amorf atrofisine gider ve sonunda hücrelerin yerini amiloid tabaka
pembe, silendirlerle birliktedir. Amiloid birikimleri her boy ları alır. Dikkate değer şekilde, şiddetli bir tutulma durumun
daki kan damarlarının duvarlarında, çoğu kez belirgin vas da bile normal karaciğer fonksiyonu korunmuş olabilir.
küler daralmaya neden olmak üzere, gelişebilir.
K alp . Kalp amiloidozu ya izole organ tutulumu veya siste-
© a ia k . Dalak amiloidozu çoğu kez orta derecede, hatta mik dağılımın bir parçası olarak gelişebilir. Sistemik tutu
şiddetli dalak büyümesine neden olur (200 - 800 gr). Bi lumla birlikte olduğunda, çoğu kez AL tipindedir. İzole tip
linmeyen nedenlerle iki tipten biri gelişebilir. Depolanmalar (senil amiloidoz) genellikle yaşlılara özgüdür. Birikimler
makroskobik incelemede tapyoka (bir yumru bitki)-benze- makroskobik incelemede belirgin olmayabilir veya minimal-
ri granüller oluşturan, hemen hemen dalak follikülleriyle sı orta düzeyde kardiyak büyümeye neden olabilir. En karak
nırlı olabilir (“ sago dalağı” ) veya amiloidoz başlıca dalak si teristik makroskobik bulgu, özellikle atrial mesafelerde, gri-
nüslerini etkiler ve sonunda büyük tabaka benzeri depolan pembe, çiy-benzeri subendokardiyal kabartılardır. Histolo
malar oluşturarak dalak pulpasına uzanır (“ lardaceous da jik incelemede depolanmalar tipik olarak, m iyokardiyal
lak” ). Her iki tipte de dalak sert kıvamlıdır. Dalakta sinüs fib rille r arasınd a başlayarak sonunda basınç atrofisine
ler içerinde kan varlığı balmumu benzeri kırılgan birikimle sebep olmak üzere, miyokard boyunca bulunur ve (Resim
re kırmızımsı renk kazandırır. 4-34, B).
Karaciğer. Karaciğer amiloidozu masif büyümeye neden Diğer Organlar. Diğer organların amiloidozu genellikle
olabilir (9000 gr’a kadar). Bu tip ileri vakalarda karaciğer sistemik hastalıkta görülür. Sürrenaller, tiroid ve hipofiz sık
Resim 4 -3 4 Amiloidoz: Renal ve kardiyak tutulum. A , Böbrek amiloidozi. Glomerül yapısı yoğun amiloid birikimiyle hemen tamamen
tıkanmış. B, Kardiyak amiloidoz. A trofîk miyokardiyal fibriller şekilsiz, pembe boyanan amiloidle ayrılmış.
158 BÖLÜM 4 İmmün Sistem Hastalıkları
tutulum yerleridir. Bu vakalarda da amiloid birikimi stroma re, kötüdür. AA amiloidozda prognoz belli bir oranda
ve endotelyal hücrelerle ilişkili olarak başlar ve progresif alttaki durumun kontrolüne bağlıdır. Myelom ilişkili
olarak parenkimal hücrelere saldırır. Sürpriz şekilde bu en amiloidozlu hastalar her ne kadar alttaki bozukluk için
dokrin organların herhangi birinde belirgin fonksiyon bo kullanılan sitotoksik ilaçlara cevap verebilirlerse de, kö
zukluğu yapmaksızın büyük miktarlarda amiloid bulunabi tü bir prognoza sahiptir. Beraberindeki durumun tedavi
lir. Nisbeten tercih bölgesi olan gastrointestinal traktusta sinden sonra amiloid rezorpsiyonu bildirilmiştir fakat
her seviyede bulunabilen amiloid bazen neoplazmlardan bu nadir bir durumdur.
ayırt edilmesi gereken tümöral kitleler oluşturabilir. Dilde
nodüler birikimler m akroglossi meydana getirebilir. Siste-
mik vakalarda gastrointestinal sistemin sık tutulmasının te
melinde, şüphelenilen vakalarda gingival, intestinal ve rek- O ÖZET
tal biopsiler tanıya yardımcıdır. Uzun süreli diyaliz alan has Amilioidoz
talarda |32-mikroglobülin amiloid depolanması en sık, medi
an sinirin kompresyonu ile sonlanan el bileğinin karpal • Amiloidoz, erimeyen fibril şeklinde toplanan hatalı katlan
ligam entlerind e olur (karpal tünel sendromuna yol mış proteinlerin ekstrasellüler depolanmalarıyla karakter
açan). li bir bozukluktur.
• Amiloidoz, erimeyen fibril şeklinde toplanan hatalı katlan
mış proteinlerin ekstrasellüler depolanmalarıyla karakter
li bir bozukluktur.
• Bu proteinlerin depolanması şunların sonucudur: hatalı
Klinik Seyir
katlanma ve kümelenmeye yatkın proteinlerin aşırı yapı
Amiloidoz, kendisiyle ilişkili belirgin klinik belirtisi ol mı; uygun şekilde katlanamayan ve kümelenme eğiliminde
mayan bir hastanın otopsisinde şüphelenilmeyen bir ki proteinleri üreten mutasyonlar; veya ekstrasellüler pro
bulgu olabilir veya ciddi klinik fonksiyon bozuklukların teinlerin bozuk veya yetersiz proteolitik parçalanması.
dan ve hatta ölümden sorumlu olabilir. • Amilodoz lokalize veya sistemik olabilir. Monoklonal plaz
Hepsi özellikle tutulan yer veya organa ve tutulmanın ma hücre proliferasyonları (amiloid depolanmalarının im-
şiddetine bağlıdır. Zayıflık, halsizlik ve kilo kaybı gibi münglobulin hafif zincirleri içerdiği); RA gibi kronik iltiha-
nonspesiflk şikayetler en sık çıkış belirtileridir. Daha bi hastalıklar (iltihapta üretilen bir akut-faz proteini amilo
sonraki seyirde, amiloidoz birçok yoldan biriyle ortaya id A depolanmaları); Alzheimer hastalığı (amiloid B prote
çıkar: renal hastalıkla, hepatomegali, splenomegali veya in); amiloid depolarının mutant normal proteinlerin mu-
kardiyak anomalilerle. Şiddetli proteinüri yapan (nefro- tantlarından meydana geldiği ailesel durumlar; (ailesel ami
tik sendrom) renal tutulum (Bölüm 13) reaktif sistemik loid polinöropatilerindeki transtiretin) meydana geldiği fa-
amiloidozda sıklıkla semptomların major nedenidir. Re milyal durumlar; dializle ilişkili amiloidoz (klirensi bozuk
nal hastalığın progresyonu renal yetmezliğe sebep olabi olan |32-mikroglobulin birikimleri) dahil, çeşitli primer bo
lir ki, amiloidozda önemli bir ölüm nedenidir. Hepato zuklukla birlikte görülebilir.
megali nadiren anlamlı klinik fonksiyon bozukluğuna • Amiloid depolanmaları doku hasarına neden olur, hücrele
sebep olur, fakat başlangıç bulgusu olabilir. Kardiyak re ve dokulara baskı yaparak normal fonksiyonu bozar.
İnflamatuar yanıt uyandırmazlar.
amiloidoz iletim bozuklukları veya restriktif kardiyomi-
yopatiyle kendini gösterebilir (Bölüm 10). Kardiyak arit
miler kardiyak amiloidozda önemli bir ölüm nedenidir.
Büyük bir seride AL amiloidli hastaların %40'ı kardiyak KA YN A KLA R
hastalıktan ölmüştür.
Amiloid tanısından, klinik bulgu ve semptomlardan Banchereau J, Pascual V: Type I interferon in systemic lupus erythema
tosus and other autoimmune diseases. Immunity 25:383, 2006. [In-
ve bahsettiğimiz bazı bulgulardan şüphelenilebilir. An terferon lan n SEE ve diğer otoim m ün h astalıklardaki rolü ve bu sitokin ai
cak, kesin tanı için daha sık spesifik testler yapılmalıdır. lesinin tedaviye yön elen dirilm e potan siyeli konulu bir derlem e]
Biyopsi ve sonra Kongo kırmızısı boyası amiloidoz tanı Campbell DJ, Koch MA: Phenotypic and functional specialization of
sı için en önemli araçtır. Biyopsi genellikle tutulduğun FoxP3+ regulatory T cells. Nat Rev Immunol 11:119, 2011. [Regüla
tör T hücrelerinin özellikleri ve işlevleri ile ilgili güncel bir derlem e]
dan şüphelenilen organdan alınır. Örneğin, renal biyop Chervonsky A: Influence of microbial environment on autoimmunity.
si iiriner anormallik bulunduğunda yararlıdır. Rektal ve Nat Immunol 11:28, 2010. [O toim m ünite gelişim inde m ikroplar ve di
gingival biyopsi örnekleri jeneralize amiloidozlu vakala ğ er çevresel fa k tö rlerin rolünün özeti]
rın %75 kadarında amiloid içerir. Kongo kırmızısı ile bo Cunningham-Rundles C, Ponda PP: Molecular defects in T-ad B-cell
primary immünodeficiency diseases. Nat Rev Immünol 5:880, 2006.
yanan abdominal yağ aspiratlarımn incelenmesi düşük [Prim er immün yetm ezliklerin m ü kem m el bir güncel derlem esi]
riskli basit bir metoddur. AL amiloidozdan şüphelenilen Dalakas MC, Hohlfeld R: Polymyositis and dermatomyositis. Lancet
vakalarda serum ve üriner protein elektroforezi ve im- 362:971, 2003. [iki m ajör in flam atu ar m yopati konusunda, kapsam lı,
münelektroforez yapılmalıdır. Bu tip vakalarda kemik m ü kem m el bir derlem e.]
Davidson A, Diamond B: Autoimmune diseases. N Engl J Med
iliği incelemesi multipl myelomun iskelet lezyonları bu 345:340, 2001. [O toim m ün hastalıkların etiyoloji, patogenez v e tedavisi
lunmasa bile genellikle plazmasitozis gösterir. Etkilenen konusunda oku n m aya değer bir gen el özet.]
dokunun proteomik analizi, şimdi küçük miktarlarda Douek DC, Roederer M, Koup RA: Emerging concepts in the immu-
amiloidi (yağ aspiratlarmdan) ve amiloid tipinin kesin nopathogenesis of AIDS. Annu Rev Med 60:471, 2009. [AIDS'in pa-
togenezi ve h ala çözüm lenem em iş konuların dengeli bir tartışm ası.]
tespiti için yaygın şekilde kullanılmaktadır. Fairhurst AM, Wandstrat AE, Wakeland EK: Systemic lupus erythema
Jeneralize amiloidoz hastalarının geleceği, tanıdan tosus: multiple immunological phenotypes in a complex genetic di
sonra ortalama yaşam 1 ile 3 yıl arasında değişmek üze sease. Adv Immunol 92:1, 2006. [İnsanlarda ve hayvan m odellerinde
Amiloidoz 159
SLE'nin kapsam lı bir d erlem esi ve duyarlılık genlerinin saptan m asıyla ve reddin tedavisi ile ilgili y en i stratejiler geliştirilm esi ile ilgili güzel bir
ortaya çıkan patogenik m ekan izm alarkon u sun da kapsam lı bir derlem e.] derlem e.]
Fischer A: Human primary immunodeficiency diseases. Immunity Notarangelo LD: Primary immunodeficiencies. J Allergy Clin Immu
28:835, 2008. [Doğal ve a a d a p tif imnıün sistem leri etkileyen, p rim er nol 125:S182, 2010. [Konjenital immün y etm ezlikler ve m olekü ler te
im m ün yetm ezliklerin m ükem m el bir özeti.] m elleri ile ilgili bir güncellem e.]
Galli SJ: The development of allergic inflammation. Nature 454:445, O'Shea JJ, Paul WE: Mechanisms underlying lineage commitment and
2008. [A llerjik hastalıklarda in flam asy on m ekanizm asının m ükem m el plasticity of helper CD4+ T cells. Science 327:1098, 2010. [Yardımcı
bir derlem esi.] T hücre subgruplanm n gelişim v e işlevleri ve bu alan daki belirsizlikler
Gonzalez-Scarano F, M artin-Garcia J: The neuropathogenesis of konusunda m ü kem m el bir derlem e.]
AIDS. Nat Rev Immünol 5:69, 2005. [H IV ile ilişkili dem ansın patoge- Palmer MT, Weaver CT: Autoimmunity: increasing suspects in the
nezi kon u su n da bir irdelem e.] CD4+ T cell lineage. Nat Immunol 11:36, 2010. [O toim m ün hastalik-
Goodnow CC: Multistep pathogenesis of autoimmune disease. Cell lan n patogenezinde CD4+ T hücrelerinin santral rolü üzerine dikkatli bir
130:25, 2007. [O toim m üniteyi engelleyen kon trol n oktalan v e bunlann irdelem e.]
neden başa n sız olabileceği konusunda m ü kem m el bir irdelem e.] Pepys MB: Amyloidosis. Annu Rev Med 57:223, 2006. [A m iloidozun p a
Jancar S, Sanchez Crespo M: Immune complex-mediated tissue in togenezi, klinik özellikleri v e tedavi yaklaşım ları ü zerin e m ü kem m el bir
jury: a multistep paradigm. Trends Immunol 26:48, 2005. [immün derlem e.]
kom p leks aracılı doku h a ş a n m ekan izm alan n ın özeti.] Rahman A, Isenberg DA: Systemic lupus erythematosus. New Engl J
Katsumoto TR, Whitfield ML, Connolly MK: The pathogenesis of Med 358:929, 2008. [SLE'nin patogen ez ve g en etik özellikleri konusun
systemic sclerosis. Annu Rev Pathol 6:509, 2011. [Sistem ik sklerozun da m ükem m el bir derlem e.]
patogen ezi ve yanıtlanm am ış soru lar konusunda m ükem m el bir derle Sakaguchi S, Miyara M, Costantino CM, Hafler DA: FOXP3+ regula
m e.] tory T cells in the human immune system. Nat Rev Immunol 10:490,
Kay AB: Allergy and allergic diseases. First of two parts. N Engl J Med 2010. [İnsanda, regülatör T hücrelerinin özellikleri ve rolleri üzerine m ü
344:30, 2001. [Erken h ipersen sitivitenin m ekan izm a v e belirtileri kon u kem m el bir irdelem e.]
sunda iki bölüm den oluşan, m ü kem m el bir d erlem e.] Sakaguchi S, Yamaguchi T, Nomura T, Ono M: Regulatory T cells and
Kyewski B, Klein L: A central role for central tolerance. Annu Rev Im immune tolerance. Cell 133:775, 2008. [Regülatör T hücrelerinin özel
munol 24:571, 2006. [Santral toleran s m ekan izm alan konusunda, T likleri v e işlevleri üzerine m ü kem m el bir derlem e.]
hü crelerine odaklan an , bir irdelem e.] Stone J, Zen Y, Deshpande V : IgG4-related disease. New Engl J Med,
Merlini G, Bellotti V: Molecular mechanisms of amyloidosis. N Engl J in press, 2011. [Y eni tanınan bu antitenin özellikleri ve m uhtem el pato
Med 349:583, 2003. [Sistem ik am iloidozun çeşitlifo rm la n n in patogenik gen ezi üzerine kapsam lı bir irdelem e.]
m ekan izm alann ın iyi bir g en el derlem esi.] Vercelli D: Discovering susceptibility genes for asthma and allergy.
Mitchell RN: Graft vascular disease: immune response meets the ves Nat Rev Immunol 8:169, 2008. [A stm a ve diğer alerjik hastalıklarda bi
sel wall. Annu Rev Pathol 4:19, 2009. [Kronik greft reddinde v askü ler linen duyarlılık genlerinin özeti.]
hastalığa yol açan m ekan izm alar kon u su n d a bir derlem e.] Voulgarelis M, Tzioufas AG: Pathogenetic mechanisms in the initiati
Moir S, Chun TW, Fauci AS: Pathogenic mechanisms of HIV disease. on and perpetuation of Sjogren's syndrome. Nat Rev Rheumatol
Annu Rev Pathol 6:223, 2011. [HIV'in immün yetm ezliğe y ol açan m e 6:529, 2010. [Sjogren sendrom unun patogenezinde bilinenler v e bilinm e
kan izm alan kon u su n daki güncel g örü şlerin irdelenm esi.] y en ler konusunda iyi bir irdelem e.]
Mueller DL: Mechanisms maintaining peripheral tolerance. Nat Im Zenewicz L, Abraham C, Flavell RA, Cho J: Unraveling the genetics of
munol 11:21, 2010. [P eriferik tolerans m ekanizm alannın, T hücrelerine autoimmunity. Cell 140:791, 2010. [O toim m ün hastalıklarda duyar
vurgu yapıla, bir irdelem esi.] lılık gen leri kon u su n da bir güncellem e, nasıl tanımlanm ışlardır, ön em leri
Nankivell BJ, Alexander SI: Rejection of the kidney allograft. N Engl J nedir.]
Med 363:1451, 2010. [A llogreft reddinin m ekan izm alann ın tanınm ası
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
B Ö L Ü M
Neoplazi
BÖLÜM İÇERİĞİ
ABD'de kanser, kardiyovasküler hastalıkların ardından, yonları düzenleyen genlerdeki mutasyonlar sonucu ge
önde gelen ikinci ölüm nedenidir. Bu hastaların çektiği lişen epigenetik değişiklikler vardır. Bu genetik ve epi
duygusal ve fiziksel ızdırap, neoplazilere eşlik eden morta- genetik değişiklikler hücrelerdeki; büyüme, hayatta kal
liteden daha fazla acı verir. Hastalar ve kamuoyu sık sık ma ve yaşlanma gibi temel süreçleri düzenleyen, kilit
"Kanserin tedavisi ne zaman bulunacak?" sorusunu dile genlerin ekpresyonunda veya fonksiyonunda değişik
getirir. Bu basit sorunun yanıtı zordur, çünkü kanser tek liklere neden olur.
bir hastalık değil, ortak özellikleri hücre büyümesindeki Bu genetik değişiklikler kalıtsal olup hücre bölündüğünde,
düzensizlik olan çok sayıda hastalıktır. Hodgkin lenfoma- yavru hücrelere geçer. Sonuç olarak, bu gibi değişiklikleri ta
sı gibi bazı kanserlerin iyileşebilme oranı çok yüksekken, şıyan hücreler Danuin'in doğal seleksiyon olarak adlandır
pankreas kanseri gibi diğerleri, gerçekten de her zaman dığı teoriye (çevre koşullarına en iyi uyum sağlayanların
ölümle sonuçlanır. Kanseri denetim altına alma yolundaki hayatta kalması; bugüne kadar öne sürülmüş olan en
tek ümit, patogenezi hakkında daha fazla bilgi sahibi ol önemli bilimsel kavramdır) göre hareket eder. Bu teori
maktır ve kanserin moleküler temelinin anlaşılması yolun ye göre; komşularıyla karşılaştırıldığında büyüme veya
da büyük adımlar atılmıştır. Bu bölümde neoplazüerin te hayatta kalma avantajları sağlayan mutasyonlarm ger
mel biyolojisi—malign ve benign neoplazilerin tabiatıyla çekleştiği hücreler, popülasyona hakim olmaktadır.
neoplastik transformasyonun moleküler temeli; ayrıca tü Darwin'in öne sürdüğü doğal seleksiyon, ileride daha
mörler karşısındaki konak yanıtı ve neoplazilerin klinik ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi kanserlerin ilerlemesinde
özellikleri anlatılmaktadır. Kanser hücrelerinin özellikleri ve nüksetmesinde de rol oynamaktadır. Tek bir hücrede
ne ve karsinogenez mekanizmalarına geçmeden önce; gerçekleşen selektif avantajlar, sonunda tümör oluşu
kanserlerin temel ve ortak özelliklerinin özetlenmesinde muna neden olduğundan bütün tümörler klon kimliği
fayda vardır: ni taşır (yani tek bir hücrenin soyundan gelir).
• Kanser, büyük bölümü edinsel olarak kendiliğinden ve Mutasyonlarm birikmesi, kanserin ayıncı (karakteristik)
ya çevreden kaynaklanan travmalara bağlı olarak ger özellikleri olarak adlandınlan, bir dizi özelliğin kazanılması
çekleşen DNA mutasyonlarımn neden olduğu, genetik na yol açar. (1 ) büyüme sinyallerinin kendi kendilerine
bir hastalıktır. Ayrıca kanserlerde; DNA metilasyonun- yetmesi sonucunda kanserlerin, otonom bir şekilde ve
daki fokal artışlar ve histon modifikasyonlarındaki de fizyolojik kurallara uymaksızın büyümesi; (2 ) hiperpla-
ğişiklikler gibi, bizzat kendileri de bu gibi modifikas ziler gibi, neoplastik olmayan hücre büyümelerini dene-
162 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
tim altında tutan büyüme inhibitörü sinyallere yanıt ve neoplastik olmayan bağ dokusundan, kan damarlarından
rilmemesi; (3) hücre ölümünden sakınılması nedeniyle ve inflamatuar hücrelerden oluşan konak kökenli stroma.
kanser hücrelerinin, normal hücrelerde apoptoz başla Neoplazinin biyolojik davranışını öncelikle belirleyen bi
tan koşullar altında yaşamaya devam etmesi; (4) sınırsız leşen, parenkimdir ve tümör adını, bu bileşenden alır.
replikatif potansiyeli sayesinde kanser hücrelerinin Stroma, kan damarlarını içerdiğinden ve parenkim hücre
ölümsüz olması; (5) kanser hücrelerinin büyümelerini lerinin büyümesi için gereken desteği sağladığından, bir
devam ettirmek üzere anjiyogenez gelişmesi; (6 ) lokal neoplazinin büyümesi açısından son derece önemlidir.
dokuları invaze etme ve uzak yerlere yayılma yeteneği; Tümörlerin biyolojik davranışları büyük ölçüde, parenki-
(7) metabolik yolların tekrar programlanması—özellikle min davranışım yansıtmakla birlikte; stroma hücreleriyle
de, bol miktarda oksijen mevcut olsa bile aerob glikoli- neoplastik hücreler arasında tümörün büyümesini etkile
ze geçilmesi ve (8 ) bağışıklık sisteminden kurtulma ye yen, iki-yönlü bir iletişim mevcut olduğu şeklindeki ger
teneği; kanserin ayırıcı (karakteristik) özelliklerinden- çek, gittikçe daha çok fark edilmektedir.
dir. Genom instabilitesi sayesinde bu ayırıcı özelliklerin
süreklilik kazanmasın sağlayan genetik değişikliklerin Benign Tümörler
gerçekleşmesi, "ateşin üzerine benzin dökülmesi" etki
sine yol açar. Bu ayırıcı özellikleri destekleyen molekü- Benign tümörler genellikle, geliştiği hücre tipinin adına
ler temel, daha sonraki bir bölümde anlatılmaktadır. -om son eki takılarak adlandırılır. Bu kural uyarınca fib-
Kanser hücrelerindeki hücre ve molekül anormalliklerinin röz dokuda gelişen, benign tümöre fibrom, benign kıkır
öğrenilmesi ve anlaşılması kanser tedavisinde, temel araş dak tümörüne ise kondrom denir. Benign epitel tümörleri
tırmalara dayanan bir devrime yol açmaktadır ve biyome- nin adlandırılması, biraz daha karmaşıktır. Bu tümörlere
dikal bilimlerin kazanmakta olduğu zaferlerden biridir. bazen mikroskopik, bazen makroskopik, bazen de kay
naklandıkları hücre tipine göre ad verilir.
Örneğin adenom deyimi genellikle; salgı bezi yapısında
ADLANDIRMA ki, benign epitel neoplazilerine veya salgı bezlerinden ge
lişen, ancak salgı bezi yapısında olması gerekmeyen, be
Neoplazinin kelime anlamı, "yeni büyüme"dir. Normal nign neoplazilere verilen addır. Böbreklerde tubulus hüc
hücre büyümesini denetleyen düzenleyici etkilerin altında relerinden gelişen ve salgı bezi yapısında olan benign epi
kalmaksızın replikasyona devam etmeleri nedeniyle ne- tel neoplazileri; ayrıca yine salgı bezi yapısında olmayan,
oplastik hücrelerin değişime uğradığı söylenir. Neoplaziler ancak adrenal korteksten kaynaklanan kitleler, birer ade-
bu nedenle, belirli bir derecede otonomiye sahiptir ve lo nomdır. Papillomlav herhangi bir yüzeyde gelişen ve mik
kal çevrelerine bakmaksızın boyutlarını artırma eğilimi roskopik ya da makroskopik olarak parmak-benzeri uzan
taşır. Neoplazilerdeki otonomi, hiçbir şekilde tam değil tıları olan, benign epitel tümörleridir. Polip, barsak gibi
dir. Bazı neoplaziler bu yetenekleri için endokrin desteğe herhangi bir mukoza yüzeyinde gelişen ve bu yüzeyden
ihtiyaç gösterir ve bu gibi bağımlılıklardan, tedavide fay yukarıya doğru uzanan makroskopik bir kitle şeklindeki
dalanmak mümkündür. Ayrıca tüm neoplazilerin, beslen oluşumdur (Resim 5-1). Bu deyim genellikle benign tü
meleri ve kanlanmaları için konağa ihtiyacı vardır. mörler için kullanılırsa da, bazı malign tümörler polip şek
Neoplaziler yaygın tıbbi kullanımda genellikle tümör; linde olabilir. Diğer bazı polipler (burun polipleri gibi) de
tümörlerin incelemesi ise onkoloji (oncos, "tümör" ve logos, neoplastik olmayıp inflamatuar kökenlidir. Kistadenomleec,
"incelenmesi") olarak adlandırılır. Neoplazilerin benign tipik olarak överlerde görülen ve içleri oyuk olan, kistik
ve malign olarak ayrılması, lezyonun potansiyel klinik kitlelerdir.
davranışını temel alır.
• Mikroskopik ve makroskopik özelliklerinin nispeten Malign Tümörler
masum olduğu kabul edilen neoplaziler lokalize olarak
kalacaklarını, lokal ameliyatla alınmaya elverişli olduk Malign tümörler adlandırılması, belirli ek ve istisnalarla
larını ima eden iyi huylu (benign) (selim) sıfatıyla tanım birlikte, temelde benign tümörlerdeki yolu izler.
lanır. Benign tümörleri olan hastalar, genellikle bu tü • "Solid" mezenkimal doku veya türevlerinden gelişen
mörler nedeniyle ölmez. Ancak benign tümörlerin loka malign neoplazilere sarkom, kandaki mezenkim köken
lize kitleden daha fazlası olabildiğini ve bazen, ciddi has li hücrelerden gelişen malign neoplazilere lösemi veya
talıkların sorumlusu olduklarını unutmamak gerekir. lenfoma adı verilir. Sarkomlar, içerdikleri ve olasılıkla
• Kötü huylu (malign) (habis) tümörler hep birlikte kan türedikleri hücre tipine göre adlandırılır. Örneğin fib-
serler olarak adlandırılır: kanser kelimesi Latince yen röz doku kökenli bir kanser /z&rosarkom, kondrositler-
geç anlamındadır ve bu tümörler aynen bir yengecin den oluşan, malign bir neoplazi ise fcondrosarkomdur.
sergilediği davranışlar gibi, geliştikleri herhangi bir bö • Vücuttaki epitel dokularının kökeni, üç germinal hüc
lüme yapışırlar. Malign tümör deyimi, lezyonun komşu re tabakasından herhangi biri olabilir ama epitel hücre
oluşumları invaze ve tahrip edebileceğini, ölüme neden lerinin malign neoplazilerine verilen ad, kökeni hangi
olmak üzere uzak yerlere yayılabildiğini (metastaz yap germinal tabaka olursa olsun karsinomadır. Böylece;
tığını) anlatır. Kanserlerin hepsi böyle bir ölümcül kli böbreklerdeki mezoderm kökenli tubuler epitelde, ek
nik seyir sergilemez. En saldırgan malign tümörlerin toderm kökenli deride veya endoderm kökenli barsak
bazısı, tedavisi en olanaklı olanlardır ama ne olursa ol epitelinde gelişen malign tümörler, karsinom adını alır.
sun malign deyimi, kırmızı bir işaret flaması olarak yo Dahası; mezodermden karsinom (epitelyal), sarkom
rumlanır. (mezenkimal) ve hematolenfoid tümör (lösemi ve lenfo
İster benign, isterse malign olsun bütün tümörlerde iki te ma) gibi tümörler de kaynaklanabilir.
mel bileşen vardır; (1 ) değişikliğe uğramış veya neoplastik • Karsinomlar kendi aralarında da sınıflandırılmıştır.
hücrelerden oluşan parenkim ve (2 ) tümörü destekleyen, Salgı bezi yapısında olan karsinomlara adenokarsinom,
Adlandırma 163
mış hücreler veya dokular içeren, özel bir mikst tümör ti
pidir. Teratomlar normal olarak överlerde ve testislerde,
bazen de anormal olarak, orta çizgideki izole embriyonel
kalıntılarda bulunan, totipotansiyel germ hücrelerinden
kaynaklanır. Germ hücrelerinde, erişkin vücudundaki
herhangi bir hücre tipi yönünde diferansiasyon kapasitesi
mevcuttur ve bu nedenle karmaşık bir resimde kemik,
epitel, kas, yağ, sinir ve diğer dokuları taklit etmesi şaşır
tıcı olmamalıdır.
Daha sık görülen neoplazi çeşitlerine verilen spesifik
adlar, Tablo 5 -1 'de gösterilmektedir. Burada öne çıkan ba
zı tutarsızlıklar dikkati çekebilir. Örneğin lenfoma, mezo-
telyom, melanom ve seminom terimleri, malign tümörler
için kullanılır. Bu istisnalar ne yazık ki öğrencilerin aley
hine olarak, tıbbi terminolojide kendilerine sağlam birer
yer bulmuşlardır.
Terminolojide karmaşıklığa yol açabilen başka örnekler
de vardır:
• Hamartom belirli bir bölgede lokalize durumdaki, kötü
organize olmuş bir doku kitlesidir. Karaciğerdeki ha-
martomlarm histopatolojik incelemesinde olgunlaşmış,
ancak disorganize durumda karaciğer hücreleri, kan
damarları ve olasılıkla safra kanalları; ya da akciğer ha-
martomunda kıkırdak, bronş ve kan damarları içeren
bir nodül görülebilir. Hamartomlar geleneksel olarak,
gelişimsel malformasyon kabul edilmiştir ama bazı ge
netik çalışmalar bunların, neoplastik kökenli olabile
ceklerini düşündüren, edinsel translokasyonlar göster
miştir.
« Koristom, heterotopik hücre kalıntılarından oluşan,
konjenital bir anormalliktir. Örneğin; mide, duodenum
Resim 5-1 Kolon polipi. Glandular yapıdaki bu tümörün (adenom) veya ince barsaktaki mukoza altında, iyi gelişmiş ve or
kolon lümenine doğru uzandığı görülmektedir. Polip, açıkça ganizasyonu normal bir pankreas dokusu şeklinde kü
görülen bir sap aracılığıyla mukozaya tutunmuştur. çük bir nodül görülebilir. Bu heterotopik kalıntı, Lan-
gerhans adacıkları ve ekzokrin salgı bezleriyle dolu ola
bilir. Lezyonun adının, neoplaziyi akla getirecek şekil
yassı epitel (skuamöz) hücreleri üreten karsinomlara
de - om takısını taşıması, genellikle, klinikteki son de
skuamöz hücreli karsinom denir. Bazen, karsinomlarm
rece az olan önem derecesinden daha ciddi bir anlam
geliştiği doku veya organ, neoplazinin adında vardır
ifade eder.
(örneğin böbrek hücreli adenokarsinom). Bazen tümör
hücreleri pek az farklılaşmış ya da hiç farklılaşmamış Neoplazilerin terminolojisi ne yazık ki basit değildir ama
tır; bunlara kötü farklılaşmış (az diferansiye) veya farklı tümörlerin tabiatını ve önemini kategorize ettiğinden
laşmamış (indiferansiye) karsinom adı verilir. önemlidir.
Benign ya da malign, bir neoplazideki değişime uğramış
hücreler; tümü de tek bir hücreden gelişmiş (monoklonal)
olmaları nedeniyle, çoğu zaman birbirine benzer. Ancak, - .•;■^ a
. . . . . . .. .... „ ..
alışılmadık bazı durumlarda tümör hücreleri ayrı yönlerde
farklılaşarak mikst tümörler meydana getirir. Tükrük bezle
rindeki mikst tümör, bunun en iyi örneğidir. Bu tümörler A ■' "
"■ '■ V -is"'- V: Ç:r.
de, bazen kıkırdak veya kemik adalarının yer aldığı, fibro-
miksoid bir stromanm her tarafına dağılmış, açıkça seçi
len epitel komponenti vardır (Resim 5-2). Tüm bu farklı
elemanların epitel hücrelerinden, miyoepitel hücrelerin
den veya her ikisinden kaynaklandığı düşünülmektedir
ve bu neoplaziler için pleomorfik adenom adlandırması ter
cih edilir. Kadınlardaki meme fibroadenomu, sıklıkla kar
şılaştığımız diğer bir mikst tümördür. Benign olan bu tü
mör; gevşek fibröz doku (fibroma) içerisine gömülmüş du
rumda, proliferasyon sergileyen duktal elementler (ade
nom) içerir. Bunlardan yalnızca fibröz komponent neop- Resim 5 -2 Parotisin mikst tümörü; duktuslar oluşturan epitel hüc
lastik olmasına rağmen fibroadenonı deyimi, genellikle releri ve kıkırdağı andıran miksoid stromadan meydana gelmiş bir
kullanılmaya devam edilmektedir. neoplazi.
Teratom, en az iki, bazen de üç germ tabakasını temsil (Dr. Trace W orrell’m izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas South
eden tanınabilir nitelikteki olgunlaşmış veya olgunlaşma western Medical School, Dallas, Texas, ABD)
164 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
' * T* 'V,
t e v -
% ’ * l' | scl
■i»v> - *sg‘r r-.--
. >* „v y• .«* . * »•»«*.
- . - /%‘V
,v --. . « - ; : î^
i.> î.
i V /,
v :.v ;
li derecelerde gerçekleşmiş olabilir. Örneğin tiroidin iyi tel yapısı gibi ortak özelliklerini tamamen kaybetmiş
diferansiye adenokarsinomları, normal gözüken foli- olarak, tabakalar halinde çoğalabilir.
küller içerebilir; bu gibi adenokarsinomları, benign Tümör hücresi ne kadar çok diferansiasyon göstermişse,
adenomlardan ayırmak kolay olmayabilir. Bu iki uç ara normal karşıtının fonksiyonel yeteneklerine, o kadar ek
sında; orta derecede diferansiye olarak tanımlanan ma siksiz sahiptir. Endokrin salgı bezlerinin benign neoplazi-
lign tümörler yer alır. Kan damarlarını taşıyan stroma, leri, hatta iyi diferansiye kanserler sıklıkla kaynaklandık
tümörlerin büyümesi için son derece önemlidir ama ları hücrelerin özelliği olan hormonları üretirler. İyi dife
benign ve malign olanların birbirinden ayırt edilmesine ransiye, skuamöz hücreli karsinomlar keratin üretir (Re
yardımcı olmaz. Buna karşılık stromadaki bağ dokusu sim 5-3), iyi diferansiye hepatosellüler karsinomlar safra
nun miktarı, neoplazinin kıvamını belirler. Bazı kan salgılar. Diğer durumlarda, beklenmedik fonksiyonlarla
serlerde yoğun, bol miktarda fibroz stroma (desmopla- karşılaşmak mümkündür. Bazı kanserler, erişkinlerdeki
zi) mevcut olması bunların sert, skiröz tümörler olma benzer hücreler tarafından üretilmeyen fetal proteinler
larına yol açar. üretir. Endokrin kökenli olmayan kanserler, ektopik sıfatı
İndiferansiye hücrelerden meydana gelen malign neop- verilen hormonlar salgılayabilir. Örneğin bazı akciğer kar-
laziler anaplastik neoplazilerdir. Diferansiasyon olma sinomları adrenokortikotrop hormon (ACTH), paratiroid
masının ya 'da anaplazinin, malignitenin ayırıcı özelliği hormonu-benzeri hormon, insülin, glukagon gibi hor
olduğu kabul edilmektedir. Anaplazi deyiminin kelime monlar üretebüir. Bazı istisnaların varlığına rağmen bir tü
anlamı, "geriye doğru oluşum", normal hücrelerdeki mör ne derece anaplastikse ve ne kadar hızlı büyürse, özelleş
yapısal ve fonksiyonel diferansiyonun kaybolduğuna miş fonksiyonel aktiviteye sahip olma olasılığı o kadar azalır.
(dediferansiyasyon) işaret eder. Ancak en azından bazı Diferansiasyon ve anaplazi anlatılırken, hücrelerin dü
kanserlerin, dokulardaki kök hücrelerinden kaynak zensiz, ancak neoplastik olmayan çoğalması olarak tanım-
landığı, günümüzde bilinmektedir; bu tümörlerde özel
hücrelerin indiferansiye görünümü, dediferansiyasyon-
dan çok, diferansiye olamamalarına bağlıdır. Son çalış
malar kimi vakalarda belirgin şekilde olgunlaşmış hüc
relerde dediferansiasyon görüldüğünü ortaya koymak
tadır. Anaplastik hücrelerde belirgin pleomorfizm (şekil
ve boyut çeşitliliği) vardır (Resim 5-4). Bu hücrelerdeki
çekirdekler çoğu zaman aşırı hiperkromatiktir (koyu renge
boyanır) ve normalde 1:4 ya da 1:6 olan çekirdek: si-
toplazma oranı, l :l 'e ulaşabilir. Komşularından önem
li ölçüde daha büyük olan dev hücreler oluşabilir ve çok
büyük bir tane ya da çok sayıda çekirdek içerebilir.
Anaplastik hücre çekirdeklerinin boyutları ve biçimleri de
ğişken ve tuhaftır. Kromatin kaba ve kümelenmiş du
rumdadır; çekirdekçikler (nukleolus) şaşırtıcı boyutlar
da olabilir. Daha önemlisi, mitoz çoğu zaman çok sayıda
ve açıkça atipiktir; kural tanımayan mitotik iplikçikler,
üç- ya da dört-kutuplu mitotik figürler üretebilir (Resim Resim 5 -5 Anaplastik tümör hücrelerinin büyük büyütmeyle çeki
5-5). Ayrıca anaplastik hücrelerin biri diğerine genel len ayrıntılı mikro fotoğrafında; hücrelerin ve hücre çekirdeklerinin
likle uyum sağlamaz (yani normal polaritelerini kay boyut ve biçim bakımından değişken oldukları dikkati çekmektedir.
betmişlerdir) . Bu hücreler salgı bezi veya skuamöz epi Ortadaki belirgin hücrede, anormal bir tripolar m itotik iğ vardır.
166 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Resim 5 -6 Karsinoma in situ. A , Küçük büyütmede, epitelin yerini tüm kalınlığıyla, atipik displastik hücrelerin aldığı görülmektedir.
Skuamöz hücrelerin düzenli diferansiasyonu söz konusu değildir. Bazal membran bozulmamıştır ve epitel altındaki stromada hiç tüm ör
yoktur. B, Büyük büyütmede başka bir bölgede normal diferansiasyonun gerçekleşmediği, hücrelerde ve çekirdeklerinde belirgin pleo-
m orfizm ve yüzeye doğru uzanan sayısız m itotik figür olduğu görülmektedir. Bozulmamış durumdaki bazal membran (aşağıda), bu kesitte
gözükmemektedir.
lanan dizplaziden de söz etmek gerekir. Displazi öncelik bir nekroz dalgasıyla sonuçlanmaktadır. Benign tümörle
le, epitel lezyonlarmda görülür. Displazide hücreler, birbirle rin büyüme hızlarında gözlemlenen bu değişiklik ve çeşit
rine benzer olmaktan çıkar ve yapısal oryantasyon kaybı var liliklere rağmen bu tümörlerin büyük bölümünün, yıllarla
dır. Displastik hücreler, önemli derecede pleomorfiktir ve veya onyıllarla ifade edilen bir süre boyunca yavaş yavaş
çoğu zaman, hücrenin boyutlarına göre anormal büyük, büyüdükleri, genellikle doğrudur.
hiperkromatik çekirdeklere sahiptir. Mitotik figür sayısı, Malign tümörlerin büyüme hızı genellikle diferansiasyon
her zamankinden daha fazladır ve sıklıkla, epitel içerisin dereceleri ile ters orantılıdır. Diğer bir deyişle iyi diferansiye
de anormal yerlerde görülür. Displazik skuamöz epitel olmayanlar, iyi diferansiye olanlardan daha çabuk büyür.
hücrelerinde mitoz, normalde bulunmaları gereken yer Ancak bu büyüme hızında da çeşitlilikler vardır. Bazıları
olan bazal tabakalarda sınırlı değildir ve her düzeyde, hat yıllarca yavaş yavaş büyüdükten sonra hızlı büyüme döne
ta yüzeydeki hücrelerde bile görülebilir. Hatırı sayılır yapı mine girer; bu değişiklik, değişime uğramış, saldırgan bir
sal karmaşa vardır. Örneğin bazal tabakadaki uzun hücre hücre alt-klonunun ortaya çıktığını işaret eder. Diğerleri
lerin yüzeye doğru yükseldikçe skuamöz hücrelere doğru yine yavaş yavaş ve değişmeyen bir hızla büyür; istisna sa
ilerleyici olgunlaşması kaybolmuş ve yerini koyu renk, ba yılabilecek bazı durumlarda tümör hiç büyümeden kalabi
zal görünümlü, düzensiz hücrelere bırakmış olabilir (Re lir. Daha da istisna olarak özellikle koryokarsinomlar ol
sim 5-6). Displastik değişiklikler belirgin ve epitelin tüm mak üzere bazı primer tümörler tamamen nekroze olabi
kalınlığını tuttuğunda, kanser-öncesi evre olan karsinoma lir ve geriye yalnızca sekonder metastazlarını bırakır. Sey
in situ adını alır (Bölüm 18). Displastik değişiklikler sıklık rek karşılaşılan bu örneklere rağmen kanserlerin büyük
la malign transformasyon odaklarına komşu olarak bulu bölümü; bir kısmı yavaş, diğerleri hızlı olarak büyür ama
nursa da sigara içenlerde yapılan, uzun süreli çalışmalar kanserin "birdenbire ortaya çıktığı" görüşü, doğru değil
epitel displazinin neredeyse kesinlikle, kanser ortaya çık dir. Birçok deneysel ve klinik kanıtlar kanserlerin tümü
madan önce görüldüğünü ortaya koymuştur. Displazi deyi nün olmasa bile büyük bölümünün klinikte belirgin lez-
mi kanserle eş anlamlı değildir; epitelin tüm kalınlığı boyunca yon olana kadar yıllar, bazen dekadlar boyunca büyüdü
mevcut olmayan hafif-orta şiddette displazi, özellikle buna yol ğünü belgelemektedir. Bu söylediğimiz, çoğu zaman fetal
açan nedenler uzaklaştırıldığında tamamen normale döner. gelişme sırasında başlayan ama tam kanser olarak yıllarca
sonra kendini gösteren çocukluk dönemindeki "akut" lö
Büyüme Hızı semiler için bile doğrudur. Hızla büyüyen malign tümör
lerde çoğu zaman; tümörün konaktan kaynaklanan kan
Benign tümörlerin çoğu yavaş büyürken, kanserlerin çoğu lanması, gittikçe büyüyen hücre kitlesinin oksijen ihtiya
daha hızlı büyür ve sonunda lokal olarak ya da uzaklara cını karşılayamadığından bu tümörler merkezlerinde nek
yayılarak (metastaz yaparak) hastanın ölümüne yol açar. roz bölgeleri içerir.
Ancak bu genellemenin istisnaları da yok değildir; örne
ğin benign bazı tümörler, bazı kanserlerden daha hızlı bü Kanser Kök Hücreleri ve Hücre Serileri
yür. Örneğin uterustaki benign düz kas tümörleri olan le- Kanın şekilli elementleri, gastrointestinal kanaldaki ve de
iomiyomlarm büyüme hızı, dolaşımdaki östrojen düzeyle rideki epitel hücreleri gibi kısa ömürlü hücreler içeren çok
rinden etkilenir. Bu tümörler gebelik sırasında hızla bü sayıda dokunun, devamlı büyüyebilmek ve bu durumu de
yür, gebelikten sonra durur ve tümör kitlesi menopozdan vam ettirmek için, uzun ömürlü, kendi kendini yenileme
sonra, büyük ölçüde fibrokalsifik hal alır. Benign tümörle kapasitesine sahip kök hücrelerden oluşan bir popülasyo-
rin büyüme hızı, kanlanmamn yeterlilik derecesi veya ba na ihtiyacı vardır. Dokularda kök hücreler seyrektir ve
sınç kısıtlamaları gibi başka faktörlerden de etkilenebilir. bunlar için gereken parakrin faktörleri üreten destek hüc
Sella turcica'da lokalize hipofiz adenomlarmm, birdenbi relerinin oluşturduğu bir yuva içerisindedir. Bölüm 2'de
re büzüldüğü gözlemlenmiştir. Olasılıkla, bu tümörlerin anlatıldığı gibi dokudaki kök hücreler; proliferasyon potan
gittikçe büyümesi, kan basıncının kısıtlanması nedeniyle siyeli sınırlı olan ve belirli dokuları oluşturmak üzere ter-
Benign ve Malign Neoplazilerin Özellikleri 167
Resim 5 -7 Meme fibroadenomu. Esmer renkteki, kapsüllü, küçük Resim 5 -9 Memenin invaziv duktal karsinomunun kesiti. Lezyon
tümör, daha beyaz renkte olan meme dokusundan keskin sınırlar büzülmüştür, çevredeki meme dokusuna infiltre olmuştur ve pal-
la ayrılmıştır. pasyonda sert bir kitle olarak ele gelmektedir.
168 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Endometrium
Tuba uterina
göstermiştir. Özel çevre, ırk (olasılıkla kalıtım) ve kültür tamamen ortadan kalkmasmı sağlayabilir. Mide kanserle
faktörlerinin spesifik neoplazilerle olan bağlantılarının in rindeki mortalitenin niçin azaldığı kesin olarak bilinme
celenmesiyle, kanserin nedenleri konusunda daha fazla mektedir ama burada, diyetteki karsinoj enlere gittikçe
bilgi elde edilebilir. Kanser gelişiminde risk artışı ile ilişki daha az maruz kalınmasının rol oynadığından söz edil
li olan bazı hastalıklar (preneoplastik bozukluklar) da, mektedir.
kanser patogenezi konusunda ipuçları verebilir.
Sonraki bölümde önce; kanser sorununun boyutları Coğrafi ve Çevresel Faktörler
konusunda bilgi sahibi olmanızı sağlayacak, genel kanser
insidansı; ardından da, kansere yatkınlığı etkileyen hasta Kalıtsal kanserlerde yapılan analizler, kanser patogenezi-
ve çevre faktörleri anlatılmaktadır. nin molekül düzeyinde anlaşılmasında etkileyici ilerleme
ler sağlamış olsa da; en sık görülen sporadik kanserlerin
Kanser İnsidansı önde gelen nedeninin çevre faktörleri olduğunu söyle
mek, mantıklıdır. Spesifik kanser çeşitlerindeki mortalite
Ulusal insidans ve mortalite verileri, spesifik bir kanser nin coğrafîk farklılıklar göstermesi, bu görüşü destekle
çeşidinin gelişme olasılığı hakkında fikir verebilir. Genel mektedir. Örneğin meme kanserinin ABD'deki ve Avru-
olarak 2011 yılında ABD'de, yaklaşık 1.5 milyon yeni kan padaki mortalitesi, Japonyadakinin 4-5 katıdır. Aksine Ja
ser tanısı konulmuş ve aynı yıl içerisinde 569 bin hasta ponya'daki mide kanserinin erkeklerde ve kadınlarda bil
kanser nedeniyle ölmüştür. En sık görülen kanser çeşitle dirilen mortalitesi, ABD'dekinin yaklaşık 7 katıdır. ABD'
ri ve bu kanserlerin mortaliteleri, Resim 5-13'te gösteril de nispeten seyrek görülen hepatosellüler karsinom, Afri
mektedir. ka'daki birçok popülasyonda ölümlere en fazla yol açan
Dekadlar içerisinde, birçok kanser tipinde ölüm oran karsinomdur. Elimizdeki kanıtların neredeyse tümü bu
ları değişmiştir. Erkeklerde genel olarak, büyük ölçüde ak farkların, kalıtsal faktörlerden değil, çevre faktörlerinden
ciğer kanserine bağlı olmak üzere, ölümlerdeki artış an kaynaklandığını göstermektedir. ABD'de yaşayan ikinci
lamlı şekilde yüksek olması dikkat çekicidir, ama bu mor kuşak Japonlarda (Nisei) belirli kanserlerin mortalitesi, Ja
talite, artık azalmaya başlamıştır. Aksine, kadınlardaki ge ponya'da doğup büyüyenlerdeki mortaliteyle, kuşaklar
nel kanser mortalitesi, hafifçe azalmıştır ve bunun nede boyunca ABD'de yaşadıkları bilinen Japonlardaki mortali
ni, serviks uteri, mide ve kaim barsak kanserlerine bağlı tenin arasındadır. İki oran, her kuşakta birbirine daha çok
ölümlerin azalmasıdır. Bu olumlu eğilim, kadınlardaki ak yaklaşmaktadır.
ciğer kanseri oranının etkileyici bir şekilde yükselmesiyle Çevredeki karsinojenlerde hiçbir azalma yoktur. Bun
neredeyse tamamen gözden silinmiş durumdadır. Akci lar içinde yaşadığımız çeşitli ortamlarda, işyerlerinde; be
ğer kanseri yakın zamana dek kadınlardaki seyrek bir ne sinlerde ve bireysel uygulamalarda gizlidir. Çevre faktör
oplazi şekli idi. Servikal kanserlerdeki mortalitenin azal leri güneş ışığı gibi her yerde veya asbestoz gibi özellikle
ması, bu tümörün ve öncü lezyonlarmm erken tanısına kent ortamlarında bulunabilir veya belirli mesleklere sı
olanak veren sitolojik yayma tetkiklerinin yaygın olarak nırlı olabilir (Tablo 5-2). Belirli diyet özelliklerinin, kan
kullanılmasıyla bağlantılıdır. HPV (insan papillomavirüs) serlere zemin hazırlayabilen faktörler olduğu öne sürül
aşısının geliştirilmesi bu kanserin önümüzdeki yıllarda, müştür. Çevreden kaynaklanarak kanserojen etki yaratan
A. ABD’DE 2010 YILI İÇİN HESAPLANAN, VÜCUTTAKİ B ABD’DE 2010 YILI İÇİN HESAPLANAN, VÜCUTTAKİ
YERLERİNE VE CİNSİYETE GÖRE KANSER İNSİDANSLARI* YERLERİNE VE CİNSİYETE GÖRE KANSER MORTALİTESİ
olası faktörler arasında korunma açısından en fazla sıkın mik sarkomlarıdır. Daha sonra da anlatıldığı gibi çocuk
tı verenler, sigara ve kronik alkol tüketimi gibi, bireysel lardaki çeşitli tümörlerin, örneğin retinoblastomun ince
uygulamalardır. Servikal kanser riski bireyin, ilk cinsel lenmesi, malign transformasyon konusunda temel görüş
ilişki sırasındaki yaşıyla ve cinsel ilişki kurduğu kişilerin lere sahip olmamızı sağlamıştır.
sayısıyla bağlantılıdır; bunlardan İkincisi, onkojen bir vi
rüs olan insan papilloma virüsünün (HPV) cinsel ilişkiyle
bulaşmasıyla ilişkilidir. Kaçış yoktur: Bireyin hayatını ka He red ite
zanmak, varlığını sürdürmek veya hayattan zevk almak
Elimizdeki kanıtlar en sık rastlananlar da dahil olmak
için yapacağı her şey yasa dışı, ahlak dışı veya şişmanlatı-
üzere birçok kanser çeşidinin gelişmesinde yalnızca çevre
cı ya da en kötüsü, belki de karsinojendir.
faktörlerinin değil, kalıtsal yatkınlığın da söz konusu ol
duğunu göstermektedir. Herediter kanserler, soya geçiş ti
Yaş pine göre üç kategoriye ayrılabilir (Tablo 5-3).
Genel olarak kanser sıklığı yaşla artar. Kanser ölümleri
nin büyük bölümü 55-75 yaş arasında gerçekleşir ve bu Otozomal Dominant Kanser Sendromları
ölümler 75 yaşından sonra, popülasyonla birlikte azalır. Otozomal dominant kanser sendromları, tek mutant gen
Kanser insidansmın ilerleyen yaşla birlikte artması, ma le nakledilen ve tümör gelişme riskini büyük ölçüde artı
lign neoplazilerin ortaya çıkmasının eşlik ettiği, somatik ran, iyi belirlenmiş bazı kanserlerdir. Bu tümörlere yatkın
mutasyonlarm (ileride anlatılmaktadır) birikmesiyle açık lık, otozomal dominant olarak geçer. Çocukluk retinoblas-
lanabilir. Bağışıklık direncinin yaş ilerledikçe azalması da, tomu, bu kategorideki en etkileyici örnektir. Retinoblas-
bir faktör olabilir. tomlarm %40 kadarı aileseldir. Daha ileride anlatıldığı gibi
Kanser, 15 yaşından küçük çocuklardaki tüm ölümle bu tümörün belirli ailelerde gelişmesinden, tümör baskılayı
rin %10'undan biraz daha fazlasının nedenidir (Bölüm cı genlerden birini etkileyen mutasyonlar sorumludur. Bu
5).Çocuklardaki en ölümcül kanserler lösemiler, merkezi geni taşıyan bireylerdeki retinoblastom riski, 1 0 bin kat
sinir sistemi tümörleri, lenfomalar, yumuşak doku ve ke artmıştır. Ailesel retinoblastom hastalarında tümör, spora-
172 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Tablo 5-3 Kansere Kalıtsal Yatkınlık geçtiğini ortaya koyar ama tam olmayan penetrans ya da
çok-faktörlü kalıtım olasılıkları kolaylıkla dışlanamaz.
Otozomal Dominant Kanser Sendromları
Özetle, insanlarda görülen kanserlerin en fazla %5-
Uen(ler) ıvaiıtsaı Yatkınlığa Bagıı u ıa ra k %10'u, anlattığımız üç kategoriden birine girer. Malign tü
G örülenler
mörlerin daha fazla görülmesi üzerinde kalıtımın acaba
RB Retinoblastom ne gibi etkisi vardır? Ortaya çıkan kanıtlara göre heredi-
TP53 Li-Fraumeni sendromu (çeşitli tümörler) ter faktörlerin bu etkisi gizli, bazen de dolaylı bir etkidir.
p16INK4A Melanom
Bireyin genotipi, çevre faktörleri nedeniyle gelişen kan
serlerin ortaya çıkma olasılığı üzerinde etkili olabilir. Ör
APC Ailesel adenomatöz polipozis/kolon
neğin ilaç metabolize eden enzimlerdeki polimorfizm, si
kanseri
gara içen insanların akciğer kanseri gelişmesine yaktın ol
NF1, NF2 Nörofibromatozis 1 ve 2 masına yol açabilir. Daha da etkileyicisi; akciğer kanseri
BRCA1, BRCA2 Meme ve over tümörleri nin gelişme riskini artıran ve sık görülen genetik çeşitli
MEN1, RET Multipl endokrin neoplazi 1 ve 2 liklerin araştırıldığı, tüm genom ilişkilendirme çalışmala
MSH2, MLH1, MSH6 Herediter nonpolipöz kolon kanseri rında (genom-wide association studies - GWAS) söz konu
su kanserin, nikotinik asit reseptöründeki variantlara eş
PATCH Nevoid bazal hücreli karsinom sendromu
lik ettiğini göstermiştir. Bu variantlarla içilen sigara sayısı
Otozomal Dominant Kusurlu D N A Onarımı Sendromları arasındaki ilginç ilişki akciğer kanseri riskinin, sigara ba
Kseroderma pigmentozum ğımlılığının kolaylaştırılması yoluyla, dolaylı olarak arttığı
Ataksi-telanjiyektazi izlenimini vermektedir.
Bloom sendromu
Fanconi anemisi
Edinsel Preneoplastik Lezyonlar
Geçiş Şekli Kesin Olarak Bilinmeyen Ailevî Kanserler
Meme kanseri (BRCA1 veya BRCA2 ile bağlantısı olmayan) Kalıtsal bazı faktörlerin kanser riskini artırması gibi belir
Over kanseri li edinsel faktörler de aynı yönde etkilidir. Bunlar preneop-
Pankreas kanseri lastik lezyonlar ya da daha basit bir şekilde “prekanserler"
olarak adlandırılmıştır. Ancak bu tanımlamalar, söz konu
su lezyonlarm malign neoplazi olasılığını a rtırm a la rın a
dik retinoblastom hastalarının aksine her iki gözde de
rağmen, çoğunun kanser yönünde ilerlememesi nedeniy
mevcuttur; bu hastalarda ayrıca, özellikle osteosarkom ol
le uygun değildir. Öncü lezyonlar birçok durumda, kronik
mak üzere ikinci bir kanser gelişme riski de büyük ölçüde
doku hasarı veya inflamasyon ortamında ortaya çıkarak,
artmıştır. rejenerasyon amaçlı hücre proliferasyonunu uyararak ya
Bu gruptaki tümörler çoğu zaman, spesifik bir belirle
da hücreleri, inflamasyonun yan ürünlerine maruz bıra
yici (marker) fenotipi ile içerir. Etkilenen dokuda; aüesel karak malign tümör olasılığını artırabilir; bu etkilerin her
kolon polipozisinde ve multipl endokrin neoplazide oldu
ikisi de, ileride anlatılan somatik mutasyonlara neden ola
ğu gibi çok sayıda, benign tümör mevcut olabilir (bkz. bilir. Gerçekten de moleküler analizler, birçok öncü lezyo-
Tablo 5-3). Bazen, transformasyonun hedefi olmayan do
nun, bunlara daha sonra eşlik edebilen kanserlerdeki ba
kularda da anormallikler (örneğin nörofibromatozis tip zı genetik lezyonları içerdiğini göstermiştir. Bu öncü lez
l'deki Lisch nodülleri ve sütlü kahve rengi benekler) bu
yonlarm klinik olarak farkına varılması, çıkarılmalarının
lunabilir (Bölüm 22). veya ortadan kaldırılmalarının kanser gelişmesini önleye
bilmesi nedeniyle önemlidir. Başlıca öncü lezyonlarm kısa
Otozomal Resesif Geçen Kusurlu DNA Onarımı
bir listesi, aşağıdadır:
Sendromları
• Bronş mukozasındaki, skuamöz epitel metaplazisi ve
Ender görülen otozomal resesif olarak bir grup hastalıkta
displazisi, sigara tiryakilerinde görülür-akciğer kanse
karakteristik olarak kromozom veya DNA instabilitesi ve
ri için risk faktörüdür
yüksek oranda belirli kanserler vardır. DNA onarımınm
kusurlu olduğu kseroderma pigmentozum, en iyi incelen • Endometrium hiperplazisi ve displazisi, karşılanmamış
miş hastalıklardan biridir. Bu ve DNA instabilitesinin mev östrojen uyarıları olan kadınlarda görülür-endometri-
um kanseri için risk faktörüdür
cut olduğu diğer ailesel hastalıklar, ileride anlatılmaktadır.
• Ağız mukozası, vulva veya peniste lökoplaki skuamöz
Kalıtım Şekli Bilinmeyen Ailesel Kanserler hücreli karsinoma ilerleyebilir
Sporadik olarak görülen tüm kanserlerin (örneğin kolon, • Kaim barsaktaki villöz adenomlarda, kolorektal karsi
meme, over ve beyin kanserlerinin), geçiş şekli büinme- noma transformasyon riski yüksektir.
yen ailesel şekillerinin mevcut olduğu bildirilmiştir. Genç Bu bağlamda; "Benign bir neoplazide malign transformas
yaşta ortaya çıkması, indeks vakanın en az iki yakın akrabada yon riski nedir?" ya da "Benign tümörler prekanseröz lez
da görülmesi ve bazen tümörün çok sayıda veya iki taraflı ol yonlar mıdır? soruları sorulabilir. Bu soruya genel olarak
ması; ailesel kanserlerin özelliklerindendir. Ailesel kanserler, "hayır" yanıtı verilir ama istisnalar burada da kaçınılmaz
spesifik belirleyici fenotiplerine eşlik etmez. Örneğin aile olduğundan; her benign tümör tipine, çok yüksek ile hiç
sel kolon kanserleri, yine ailesel adenomatöz polip send- yok arasında değişen özel bir risk düzeyinin eşlik ettiğini
romunun aksine, daha önce mevcut olan benign polipler söylemek belki daha doğrudur. Örneğin kolon adenomla-
den gelişmez. Hastanın kardeşlerindeki rölatif risk, 2 ile 3 rı büyüdükçe, hastaların %50'sinde malign transformas
arasında değişir. Büyük ailelerdeki segregasyon (ayırım) yona uğrar; oysa böyle bir transformasyon, uterus leiomi-
analizleri bu tümöre olan yatkınlığın dominant olarak yomlarmda son derece seyrektir.
Kanserdeki Genetik Lezyonlar 173
mozom kollarının kaybı veya eklenmesi) vardır. Karyotip kromozomu-negatif hastaların pek azında vardır. Bu gibi de
anormallikleri belirli kanserlerde rastgele değildir ve sık ğişiklikler ileride de anlatıldığı gibi, güçlü tirozin kinaz akti-
tır, bazen bir tümörün karakteristik özelliği bile olabüir. vitesine sahip olan BCR-ABL füzyon genini oluşturur.
Lösemilerin ve lenfomalarm çok büyük bölümüyle, hema- Antikor veya T hücresi reseptör geni kombinasyon süre
topoetik olmayan ve sayıları gittikçe artan tümörlerde cinde, amaçlı bir şekilde DNA kırılmalarına sahne olmala
spesifik anormallikler tanımlanmıştır. Tümör hücrelerin rı nedeniyle, lenfoid hücreler genlerdeki; translokasyon,
deki rasgele olmayan yapısal anormalliklerin başlıca tiple inversiyon veya interstisyel delesyon gibi yeniden düzen
ri (1) dengeli translokasyonlar, (2) delesyonlar ve (3) gen lemelerin en çok gerçekleştiği hücrelerdir. Diğer iki me-
amplifikasyonunun sitogenetik belirtileridir. zankimal tümör tipi olan miyeloid neoplaziler (akut miye
loid lösemiler ve miyeloproliferatif hastalıklar) ve sarkom
Dengeli Translokasyonlar
lar da sıklıkla, tekrarlayan translokasyonlara sahne ol
Özellikle spesifik mezenkimal veya hemotopoetik malign maktadır. Örneğin Ewing sarkomundaki t(ll;22)(q24;12)
neoplazilerde olmak üzere belirli malignitelere ileri dere translokasyonu, EWS transkripsiyon faktörüyle Fli-l'in
cede eşlik eden translokasyonlardır. Translokasyonlar füzyonuyla sonuçlanır. Miyeloid neoplazilerdeki ve sar
proto-onkojenleri, iki yoldan aktive edebilir: komlardaki kromozom translokasyonlarma yol açan DNA
• Bazı translokasyonlar proto-onkoj enleri, normal düzen kırılmalarının nedeni bilinmemektedir.
leyici elementlerin denetiminden uzaklaştırıp uygun ol Karsinomlarda kromozomların tekrar yeniden düzenle
mayan, ileri derecede aktif bir promoterin denetimi altı melere sahne olduğu, bu tümörlerdeki karyotiplerin
na sokarak bu proto-onkoj enlerin aşırı ekspresyonuna kompleks olması nedeniyle biraz geç anlaşılmıştır. Ancak
neden olabilir. B hücreli lenfomanm farklı iki çeşidi, bu yeni moleküler teknikler, bu arapsaçım çözmeye başlamış
mekanizmanın en önemli örnekleridir. Burkitt lenfoması tır. Solid tümörlerdeki genlerin, hematolojik maligniteler-
olan hastaların %90'ından fazlasında, genellikle kromozom de ve sarkomlarda olduğu gibi yeniden düzenlenmeleri de
8 ve 14 arasında gerçekleşerek, kromozom 8'deki MYC geni kanser oluşumuna, bir onkojenin aşırı ekspresyonuna yol
ni, kromozom 14'teki immünoglobülin ağır zincir geni düzen açarak veya yeni füzyon genleri oluşturarak katkı yapabi
leyici elementlerinin yakınına getirip bu genin kromozom lir. Örneğin prostat karsinomlarındaki çeşitli TMPRSS-
8'de aşırı ekspresyonuna yol açan bir translokasyon vardır. ETS füzyon genleri; ETS transkripsiyon faktörü ailesini,
Foliküler B hücreli lenfomada ise kromozom 14 ve 18 arasın androjenlerin aktive ettiği TMPRSS promoterin denetimi
daki karşılıklı translokasyon, antiapoptoz geni BCLTnin altına sokmaktadır. Bu yeniden düzenlenmelerin net etki
kromozom 18'de aşın ekspresyonuna neden olur. Bu trans- si, ETS transkripsiyon faktörü ailesinin uygun olmayan,
lokasyonda yine immünoglobülin geni elementleri rol oynar. androjenlere bağımlı ekspresyonudur. HMGA2 geninin
• Diğer onkojenik translokasyonlar, şimerik proteinleri pleomorfik adenomlardaki ve diğer tümörlerdeki yeniden
kodlayan füzyon genleri oluşturabilir. Bunlardan en faz düzenlenmesi, HMGA2 transkripsiyon faktörünün alışıl
la bilinen; kronik miyeloid lösemideki, kromozom 2 2 ve madık bir mekanizma üzerinden aşırı ekspresyonuna ne
9 arasındaki karşılıklı ve dengeli bir translokasyonla den olur; bunlar, HMGA2'deki translasyona uğramamış 3'
oluşan Philadelphia (Ph) kromozomudur (Resim 5-14). bölgesini başka bir genle değiştirerek, anahtar konumun
Translokasyon sonucunda meydana gelen kromozom daki başlıca negatif düzenleyici mikroRNA bağlanma yer
22 türevi (Philadelphia kromozomu), gerçek kromozom lerini uzaklaştırır. Hangi mekanizmalar üzerinden gerçek
22'ye kıyasla kısalmış gözükmektedir. Kronik miyeloid leştiğinin henüz net olarak bilinmemesine rağmen aşırı
lösemi hastalarının %90'mdan fazlasında görülen bu si HGMA2 veya ETS ekspresyonunun karsinojenezi, bu
togenetik değişiklik, bu hastalığın güvenilir bir belirte transkripsiyon faktörlerinin hedefleri olan çok sayıda ge
cidir ve Ph translokasyonunun en önemli sonucu olan BCR- nin ekspresyonunda değişiklik yaparak teşvik ediyor ol
ABL yeniden düzenlenmesi şeklindeki moleküler kanıt, Ph ması mümkündür. Genlerdeki seyrek görülen, ancak kli
nikte önemli olan diğer bir tip yeniden düzenlenme, akci
NORMAL KRONİK ğer kanserlerinin yaklaşık %4'ünde bulunan EML4-ALK
KROMOZOMLAR MİYELOİD LÖSEMİ füzyon genini yaratır. EML4-ALK kinaz enzimi, hiçbir
9 22 9 22 uyarıya ihtiyaç duymaksızın aktiftir ve sinyalizasyonu, çe
şitli büyüme-öncesi yollar aracılığıyla düzenler. İleride de
anlatıldığı gibi bu füzyon proteinini içeren akciğer kanser
leri, ALK kinaz inhibitörlerine yanıt vermektedir.
Delesyonlar
Kromozom delesyonları, tümör hücrelerinde en sık karşı
laştığımız en yaygın ikinci karyotip anormalliğidir. Trans-
lokasyonlarla kıyaslandığında, karyotipik olarak görülebi
lecek kadar büyük delesyonlar, hematopoetik olmayan so
lid tümörlerde daha sıktır. Ancak molekül düzeyinde de
lesyonlar, hematopoetik tümörlerde de çoğu zaman mev
cuttur. Kromozomlardaki spesifik bölgelerin delesyonu,
özel tümör baskılayıcı genlerin kaybıyla sonuçlanabilir.
Tümör baskılayıcı genler genellikle, karsinogeneze katkı
da bulunabilmeleri için her iki allelin de inaktive olması
na ihtiyaç duyar. Bir alleldeki inaktivasyona yol açan nok
Resim 5 -1 4 Kronik miyeloid lösemideki kromozom translokasyo- ta mutasyonu gerçekleşmesi, ardından da mutasyona uğ
nu ve buna eşlik eden onkogen. ramamış olan diğer allelin delesyonu, burada en sık kulla
Kanserdeki Genetik Lezyonlar 1?5
Onkogen
Tümör
baskılayıcı gen
i
m
pre-miRNA pre-miRNA
5%
>
Tümör
I
f Onkogendeki
hedef miRNA
I miRNA
baskılayıcı
gendeki hedef
miRNA miRNA
UJ
azalması artması
o p b aû
0 0 0 °
ö
Proliferasyonda artış
Apoptozda azalma
İnvazyon kapasitesinde artma
Anjiyogenez
__________________________
Resim 5 -1 6 MikroRNAların (miRNA) tüm ör oluşumundaki rolü A , Bir onkogenin translasyonunu inhibe eden bir m iRNA’daki aktivas-
yon azalması, aşırı miktarda onkoprotein üretilmesine yol açar. B, Tümör baskılayıcı bir geni denetleyen m iRNA’nın aşırı aktivasyonu,
tüm ör baskılayıcı protein üretimini azaltır. A ve B’deki soru (?) işaretleri, miRNA düzeyindeki veya aktivitesindeki değişikliklere yol açan
mekanizmaların, tam olarak bilinmediği anlamındadır.
vardır. Aslında tümör baskılayıcı genlerin bazen, mutas- Belli bir hücre tipinin epigenetik durumu-epigenetik
yon değil de promoterlerdeki amino asit dizilerinin hiper- konusu içerisinde tanımlanan durum-aynı zamanda büyü
metilasyon sonucu susturulmuş olduğu, geçtiğimiz yıllar me ve diferansiasyonu kontrol eden sinyallere cevabını da
içerisinde kanıtlanmıştır. Daha sonra da anlatıldığı gibi belirler. Daha önce de sözü edildiği gibi epigenetik modifi
CDKN2A, farklı iki okuma çerçevesinden (reading frame) kasyonlar, gen ekspresyonunu düzenleyerek, genetik yapı
üretilen pl4/ARF ve pl6/INK4a adlı tümör baskılayıcı sı aynı olan hücrelerin (örneğin bir nöron ve bir keratino-
genleri kodlayan, kompleks bir lokustur. Bunlardan birin sit), tamamen farklı görünümlere ve fonksiyonlara sahip ol
cisi kolon ve mide kanserlerinde, İkincisi ise çok çeşitli di masına olanak verir. Bazı durumlarda, bir hücrenin epige
ğer kanserlerde epigenetik yoldan susturulmuş olarak kal netik durumu, aynı sinyallere verdiği yanıtı büyük ölçüde
maktadır. Bu lokus p53 ve Rb yolaklarını etkileyen tümör etkiler. Örneğin N0TCH1 geni T hücreli lösemide onkojen
baskılayıcı iki gen oluşturduğundan; söz konusu lokusun rol oynar ama skuamöz hücreli karsinomlarda tümör bas
susturulmuş olması, iki denetim noktasının tek bir deği kılayıcı gen fonksiyonuna sahiptir. Aktive NOTCH] geni T
şiklikle etkisiz bırakılması nedeniyle kanser açısından hücre progenitörleri (örneğin MYC) epigenetik bağlamında
olumlu bir etkidir. Farelerdeki, tüm genomda etkin olan pro-büyüme geni, keratinositlerin epigenetik bağlamında
hipometilasyonun, kromozomlarda instabiliteye neden ol tümör baskılayıcı gen (örneğin p21) olarak etki eder.
duğu ve tümör gelişmesini başlatabildiği gösterilmiştir.
Görüldüğü gibi, söz konusu epigenetik değişiklikler karsi-
nogenezi, birçok yoldan etkilemektedir. Ek olarak; kanser
genomlarındaki derin dizileme incelemelerinde, çok sayı
da kanserde epigenetik değişiklikleri düzenleyen genlerde Kanserdeki Genetik Lezyonlar
mutasyonlar saptanmıştır. Böylece kanserlerdeki belirli ge • Tümör hücreleri, nokta mutasyonları ve rastgele olmayan
netik değişiklikler, bu kanserin büyümesi ve canlılığını de kromozom anormallikleri dahil, çeşitli şekillerde mutasyo-
vam ettirmesi için etkili olan "epigenom" değişikliklerine na uğrayarak maligniteye katkıda bulunur. Bu mutasyon-
yol açtığından, seçilmiş değişiklikler kimliğini taşıyabilir.
Karsinogenez: Çok Aşamalı Bir Süreç 177
lar; dengeli translokasyonlar, delesyonlar ve gen amplifı- duğu bilinmektedir. Tümör progresyonu olarak adlandırılan
kasyonunun sitogenetik be lirtilerin i içerir. bu fenomen yalnızca, tümör boyutlarının artmasıyla tem
• Dengeli translokasyonlar karsinogeneze, onkogenlerin sil edilmez. Dikkatli titiz klinik ve deneysel çalışmalar ma
aşırı ekspresyonu veya sinyalizasyon kapasiteleri değişikli lignite artışının çoğu zaman, aşama aşama gerçekleştiğini
ğe uğramış olan, yeni füzyon proteinlerinin oluşturulması göstermiştir. Tümör progresyonu ve buna eşlik eden hete-
üzerinden katkıda bulunur. Delesyonlar sıklıkla tü m ö r rojenitenin moleküler düzeyde; farklı hücrelerdeki mul-
baskılayıcı genleri etkilerken, gen amplifikasyonu onko tipl, diğerlerindekinden bağımsız mutasyonlarla oluşması
genlerin ekspresyonunu artırır. ve invazyon yeteneği, büyüme hızı, metastaz yapma yete
• m iR N A ’ların aşırı ekspresyonu karsinogeneze, tü m ö r bas neği, karyotip, hormonlara yanıt verme ve antineoplastik
kılayıcı genlerin ekspresyonunu azaltarak katkı yapar; ilaçlara duyarlılık dereceleri bakımından farklı özelliklere
miRNAarın delesyonu veya kaybı ise proto-onkojenlerin sahip alt-klonlar oluşturması şeklinde gerçekleşiyor olma
aşırı ekspresyonuna yol açabilir. sı, en güçlü olasılıktır (Resim 5-17). Mutasyonlardan bazı
• T üm ör baskılayıcı genler ve D N A ta m ir genleri epigenetik ları hücrelerin ölümüyle sonuçlanabilir, diğerleri ise proto-
değişiklikler tarafından da susturulabilir. Bu epigenetik de onkojenleri veya kanser baskılayan genleri etkileyerek
ğişiklikler, gen ekspresyonunda mutasyon tarafından de hücre büyümesini teşvik edebilir. En malign tümörler bile
ğil, p ro m o te r metilasyonu tarafından yapılan kalıtsal ve ge neredeyse başlangıçta monoklonal karakter taşır ama, klinik
ri dönüşlü değişikliklerdir. olarak fark edilebilecek boyutlara ulaştıklarında, aşırı derecede
heterojen hücrelerden oluşabilmektedir.
Tümör hücreleri progresyon sırasında, immlin olan ve
KARSİNOGENEZ: ÇOK AŞAMALI olmayan seleksiyon baskılarıyla karşılaşır. Örneğin ileri
BİR SÜREÇ derecede antijenik olan tümör hücreleri konak savunması
tarafından imha edilirken; büyüme faktörüne duyduğu
Karsinogenez, beraberce fenotip transformasyonuna yol ihtiyaç azalmış olan tümör hücreleri pozitif seleksiyona
açan, çok sayıdaki genetik değişikliklerin birikmesiyle maruz kalır. Büyümekte olan bir tümör böylece, "zoru ba
gerçekleşen, çok aşamalı bir süreçtir. Kanserlerin çoğu, şaran" ve yaşama, büyüme, invazyon ve metastaz yete
neoplastik olmayan öncü lezyonlardan gelişir; moleküler nekleri olan alt-klonlar bakımından zenginleşme eğilimi
analizler, kanserin tam olarak gelişmesi için ihtiyaç duyu taşır. Son olarak da deneyimlerimiz, kemoterapiden son
lan mutasyonlardan bazılarının, bu gibi lezyonlarda zaten ra tekrarlayan bir tümörün, kemoterapi rejimi yeniden
mevcut olduğunu göstermiştir. Söz konusu mutasyonlar kullanıldığında buna hemen her zaman direnç gösterme
olasılıkla, öncü lezyonlarm hücrelerine selektif bir avantaj sidir. Bu edinsel direnç de bir seleksiyon belirtisidir ve
sağlamaktadır. Kanser gelişmesi başladığında, Darwin'in şans eseri, ilaca direnç sağlayan mutasyonlar (belki de epi
doğal seçim teorisine uygun şekilde devam eder. genetik değişiklikler) geçiren alt-klonlar, tümörün canlılı
Daha önce de anlatıldığı gibi malign neoplaziler; aşırı ğını korumasını sağlamakta ve tekrar büyümeye başlama
büyüme, lokal invazyon yeteneği ve uzak metastazlar sından sorumlu olmaktadır. Böylece, genetik evrim ve se
oluşturma gibi çeşitli fenotipik özelliklere sahiptir. Daha leksiyon kanserlerin; zaman geçtikçe daha (1) agresif karakter
sı; birçok tümörün zamanla daha saldırgan bir karaktere, kazanmak ve (2) tedaviye daha az yanıt vermek şeklindeki en
dolayısıyla daha yüksek malignite potansiyeline sahip ol tehlikeli iki özelliğini açıklayabilmektedir.
Büyüme faktörlerine
daha az ihtiyaç
Tümör hücresi duyulması
varyantları Antijenik
olmayan
invaziv
Normal
Metastatik
hücre
Karsinojen
o etkisiyle insan solid
gerçekleşen malignitesi
Canlı kalan
değişiklik
hücrelerin
klonal
artışı
Resim 5 -1 7 Tümör progresyonu ve heterojenite oluşması. Orijinal, transforme hücreden, çok sayıda mutasyonla yeni alt-klonlar mey
dana gelir. Progresyonla birlikte tüm ör kitlesi; konak savunmalarına karşı koymak açısından daha becerikli olan ve daha agresif olma
olasılığı taşıyabilen varyantlar bakımından zenginleşir.
178 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
etkiler. Böylece RAS, aktif (GTP'ye-bağlı) durumda kısılıp rotein; siklinler gibi, büyümeyi teşvik eden genlerin eksp-
kaldığından hücre, ara vermeksizin proliferasyon duru resyonunu düzenleyen transkripsiyon faktörleri olarak
munda kalmaya zorlanır. Bu senaryoya göre, RAS prote fonksiyon görebilir. İnsanlardaki tümörlerde bu onkogen-
inindeki mutasyonlarm sonuçları, GAP'lardaki fonksiyon lerden en çok karşımıza çıkanı, MYC genidir.
kaybı mutasyonları tarafından, GTP hidrolizini uyarmada MYC onkogeninin ürünü olan MYC proteini, diğer gen
yetersizlik ve böylelikle normal RAS proteinlerini dizginle lerin transkripsiyonunu aktive edebilir ya da baskılayabi
mek yoluyla, taklit edilebilir Bir GAP proteini olan Nörofib- lir. Hücre siklusunu yönlendiren ve daha sonra anlatılacak
romin-l'deki (NF-1) fonksiyon bozucu bir mutasyon ailesel olan sikline-bağımlı kinazlar (CDK), MYC onkoproteini ta
nörofibromatözis tip-1 ile sonuçlanır (Bölüm 22). rafından aktive edilen; CDK inhibitörleri ise söz konusu
A B L . RAS'a ek olarak, reseptörle ilişkili olmayan birçok ti- proteinin baskıladığı genlere örnek gösterilebilir. MYC dü
rozin kinaz da sinyal ileti molekülü olarak fonksiyon gö zensizlikleri böylece tümör oluşumunu, hücrenin hücre
rür. ABL proto-onkogeni bu grubun, karsinogenez bakı siklusunda ilerlemesini teşvik eden genlerin ekspresyonu-
mından en iyi tanımlanmış üyesidir. na yol açarak ve bu ilerlemeyi yavaşlatan ya da engelleyen
genleri baskılayarak destekleyebilir. MYC ayrıca ara meta
• ABL proto-onkogeni, internal negatif düzenleyici bölge bolizmanın önemli bir düzenleyicisidir ve aerob glikolizi
ler tarafından zayıflatılan tirozin kinaz aktivitesine sa teşvik eden genleri artırmak (Warburg etkisi, ileriki sayfa
hiptir. Bu proto-onkogenin bir bölümü, kronik miyelo- larda anlatılmaktadır) ve glutaminin daha fazlalaşmasına
id lösemide ve belirli akut lösemilerde; kromozom 9 neden olmak gibi, kanser hücrelerindeki metabolik iki de
üzerindeki normal yerinden, BCR (breakpoint cluster ğişikliğe yol açar. MYC genindeki düzensizlikler, B hücreli
region-kırılma noktası kümelenme bölgesi) geninin bir bir tümör olan Burkitt lenfomasmdaki t(8;14) translokas-
bölümüyle birleştiği kromozom 22'ye geçer. Tirozin ki yonuyla sonuçlanır. MYC geni ayrıca meme, kolon, akciğer
naz bölgesi varlığını, bu birleşme sonucunda oluşan kanserlerinde ve diğer birçok kanser çeşidinde çoğalmış
BCR-ABL melez proteininde devam ettirir. Bu melez tır; bununla bağlantılı NMYC ve LMYC genleri, nöroblas-
proteindeki BCR geni böylece, hiçbir uyarıya ihtiyaç tomlarda ve küçük hücreli akciğer kanserinde artmıştır.
duymaksızın tirozin kinaz aktivitesine sahip olur. BCR-
ABL ve RAS yolları arasındaki karşılıklı iletişim, BCR- Siklinler ve Sikline-Bağımlı Kinazlar
ABL proteininin RAS'tan aşağı yönde bulunan tüm sin Hücre büyümesini teşvik eden bütün uyaranların kesin
yalleri aktif duruma getirmesi nedeniyle ilginçtir. sonucu, büyüme aşamasında olmayan hücrelerin hücre
• BCR-ABL'nin karsinojen değişimde önemli bir rol üst siklusuna girmesine yol açmaktır. Kanserler; hücre siklu
lendiği, kronik miyeloid lösemi hastalarının BCR-ABL sunu yöneten genlerde, mutasyonlar veya gen amplifikas-
kinaz inhibitörlerine etkileyici klinik yanıt vermesiyle yonu sonucu düzensizlikler meydana gelirse, otonom ka
doğrulanmıştır. Bu ilaçların prototipi olan imatinib me- rakter kazanabilir. Karsinogenezin bu yönüne daha fazla
silat (Gleevec), çeşitli kanserlerdeki spesifik moleküler girmeden önce normal hücre siklusunu kısaca gözden ge
lezyonları hedef alan ilaçların (hedefe yönelik tedavinin) çirmekte fayda vardır (Resim 5-20).
tasarlanmasına ilgi duyulmasını sağlamıştır. BCR-ABL
N o rm a l H ücre Siklusu
ayrıca, onkogen bağımlılığı adı verilen ve tümörün tek
bir sinyalizasyon molekülüne aşırı bağımlı olduğu kav Hücre çoğalması, çok sayıda molekül ve karşılıklı bağlan
rama da örnektir. BCR-ABL füzyon geni oluşumu löse tıları olan moleküler yollar tarafından sıkıca denetlenen
milerin meydana gelmesinde erkenden görülen, belki bir süreçtir. Hücre replikasyonu, büyüme faktörleri veya
de bunu yönlendiren bir olaydır. Lösemi gelişmesinde integrinler aracılığıyla hücre-dışı matriks bileşenlerince
olasılıkla, BCR-ABL füzyon geni ile ortaklaşa fonksiyon uyarılır. Hücre, DNA'sım çoğaltabilmek ve bölünebilmek
gören diğer mutasyonlara da ihtiyaç vardır. Ancak kar- için, hücre siklusu adı verilen ve sıkı denetim altında ger
sinojenik değişime uğrayan hücrenin, prolifere olma çekleşen bir dizi olaya sahne olur. Hücre siklusunda Ga
sında ve canlı kalabilmesinde aracılık yapan sinyaller (presentetik), S (DNA sentezi), G2 (premitotik) ve M (mi
için BCR-ABL'ye mutlaka ihtiyacı vardır. Bu bakımdan totik) fazlar yer alır. Hücre siklusuna girmemiş olan, din
BCR-ABL sinyalizasyonu, üzerinde kanserin inşa edile lenme fazındaki hücreler, G0 durumundadır. Hücre siklu-
ceği asıl temel gözüyle görülebilir. Eğer bu temel BCRL- sundaki her faz, kendisinden önceki fazların gereken şe
ABC kinaz inhibisyonu nedeniyle bozulursa, inşa edi kilde aktive olmasını ve tamamlanmasını gerektirir; sik-
len bina tamamen çöker. Bu derece bağımlılık göz lus, temel bir gen fonksiyonu eksikse ilerlemez ve durur.
önünde tutulduğunda, BCR-ABL inhibitörlerine e din Doku homeostazmm korunmasındaki, ayrıca rejeneras-
sel direnç kazanan tümörlerde bu direncin çoğu za yon ve onarım gibi fizyolojik büyüme süreçlerinin düzen
man, ilacın BCR-ABL proteinine bağlanmasını önleyen lenmesindeki merkezi rolü nedeniyle hücre siklusu; özel
bir mutasyona sahne olmuş bir alt/klonun ortaya çık likle G0 fazından Gj fazına ve Gj fazından S fazına geçiş
masıyla bağlantılı olması, sürpriz değildir. sırasında yer alan, çok sayıda denetim noktasından geçer.
Hücreler Ga fazına G0 (dinlenme) fazından sonra veya
Nükleer Transkripsiyon Faktörleri sürekli olarak çoğalan hücrelerde mitotik bölünme ta
Bütün sinyal iletim yolları, eninde sonunda hücre çekirde mamlandıktan sonra girebilir. Dinlenme durumundaki
ğine ulaşarak, burada yer alan ve hücrenin mitotik siklusa hücreler önce; hücre siklusunun "giriş kapısı" kabul edi
düzenli bir şekilde girmesini sağlayan büyük bir gen ban len ve ilk karar verme basamağı olan G0 fazından G2 fazı
kasını etkiler. Gerçekten de RAS veya ABL gibi onkopro- na geçmek durumundadır. Gj fazındaki hücreler siklusta
teinlerle gerçekleşen sinyalizasyonların kesin sonucu, hüc ilerleyerek, sınırlanma noktası olarak bilinen ve replikas-
re çekirdeğinde yer alan ve hücre büyümesini teşvik eden yon hızını sınırlayan, Gx fazından S fazına geçiş şeklinde
genleri yönlendiren transkripsiyon faktörlerinin uygun ol ki kritik evreye ulaşır. Bu sınırlama noktasından da geçen
mayan bir şekilde, sürekli uyarılmasıdır. Kanser hücresin normal hücreler DNA proliferasyonuna, geri dönüşsüz bir
deki büyüme otonomisi bu nedenle, DNA transkripsiyo şekilde hazır durumdadır. Hücre siklusu; aktivatörler ve
nunu düzenleyen genler üzerinde etkili mutasyonlarm bir inhibitörler tarafından sıkı bir şekilde denetlenir.
sonucu olabilir. Aralarında MYC, MYB, JUN, FOS ve REL • Hücre siklusundaki derleme, özellikle de G:-S geçişi,
onkogenleri ürünlerinin de bulunduğu çok sayıda onkop- üretimlerinin ve parçalanmalarının siklik tabiatı nede-
Kanserin Başlıca Özellikleri 181
CDK inhibitörleri
Resim 5-20 Siklinlerin, sikline-bağımlı kinazların (CDKs) ve sikline-bağımlı kinaz inhibitörlerinin (CDKI) hücre siklus düzenlenmesindeki
rolleri. Gölgeli oklar spesifik siklin-CDK kompleksinin aktif olduğu hücre siklusu fazlarını göstermektedir. Görüldüğü gibi, siklin D-CDK4,
siklin D-CDK 6 ve siklin E-CDK2; RB protein (pRB) fosforilasyonu ile G-|-S geçişini düzenlemektedir. Siklin A-CDK2 ve siklin A-CDK1 S fa
zında aktiftir. Siklin B-CDK1 G2-M geçişinde temel nitelik taşır. CDK inhibitörlerinin iki ailesi CDK aktivitesini ve hücre siklusunun ilerle
mesini bloke edebilir. p16, p15, p18 ve p19’dan oluşan INK4 inhibitörü siklin D-CDK4 ve D-CDK 6 üzerinde etkilidir. Diğer üç inhibitor
ailesi, p21, p27 ve p57 sikline-bağımlı tüm kinazları inhibe eder.
niyle siklinler adı verilen proteinler ve bunlara eşlik kromozom hasarını algılamak üzere ayarlanmış göze
eden enzimler (sikline-bağımlı kinazlar) tarafından dü tim mekanizmaları yer alır. Kalite denetimi yapılan bu
zenlenir. Söz konusu enzimler siklinlere bağlanıp bun noktalara denetim noktası adı verilir. Söz konusu dene
larla kompleksler oluşturarak katalitik aktivite kazanır. tim noktaları DNA bütünlüğünü, replikasyon öncesi
Hücre siklusunun çeşitli fazlardan gereken snayla geç denetleyerek DNA veya kromozom hasarı olan hücre
mesi, siklinlere bağlanarak aktive olan CDK enzimleri lerin replikasyon sürecini tamamlanmamasını garanti
tarafından yönetilir. ler. G l-S denetim noktası DNA bütünlüğünü, replikas
s CDK-siklin kompleksleri hücreyi, hücre siklusu bo yon öncesinde denetlerken G2-M denetim noktası
yunca yönlendiren, son derece önemli hedef-proteinle- DNA'yı, replikasyon sonrası denetler ve hücrenin mi-
ri fosforilleştirir. Bu fosforilasyonun tamamlanmasının toza güvenli bir şekilde ğrip giremeyeceğini izler. Hüc
ardından siklin düzeyleri, hızla azalır. Tanımlanan sik reler DNA hasarını hissettiğinde denetim noktası akti-
lin sayısı 15'ten fazladır; bunlardan siklin D, E, A ve B; vasyonu hücre siklusunu geciktirir ve DNA onarım me
hücre siklusu snasmda ardı ardına ortaya çıkarak bir kanizmalarını tetikler. DNA hasarı onarılamayacak de
veya daha fazla sayıda sikline-bağımlı kinaza bağlanır. rece şiddetli olan hücreler ya apoptoz yoluyla yok edi
Hücre siklusu bu nedenle, her bölümüne farklı bir sik lir, ya da öncelikle, daha sonra anlatılan p53'e-bağmlı
lin takımının katıldığı bir bayrak yarışı gözüyle görüle mekanizmalarla, yaşlanma adı verilen, replikasyonun
bilir: Bir siklin takımı yarış parkurunu terk edince, ye söz konusu olmadığ bir konuma girer. Söz konusu de
rini bir sonraki siklin grubu alır (Resim 5-20). Bu ta netim noktalarını düzenleyen genlerdeki mutasyonlar,
kımlarda yer alan, sikline-bağımlı aktive kinazlar hüc DNA hasarı olan hücrelerin bölünüp bu mutasyonları
re siklusunu, siklustaki faz geçişlerini düzenleyen pro taşıyan yavru hücreler üretmesine izin verir.
teinleri fosforilleştirerek yönlendirir. İleride anlatılan • Çok sayıda CDKI (sikline-bağmlı kinaz inhibitörü) aile
retinoblastom proteini (Rb), böyle bir proteindir. si vardır. p21 (CDKNİA), p27 (CDKN1B) ve p57
• CDK-siklin komplekslerinin aktivitesi, hücre siklusun- (CDKN1C) adı verilen üç proteinden oluşan bir aile
daki denetim noktalarını güçlendiren CDK inhibitörle CDK enzimlerinin büyük bölümünü inhibe ederken di
ri tarafından düzenlenir. Hücre siklusunda, DNA ve ğer CDK inhibitörü aileleri selektif olarak, siklin CDK4
182 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
ve siklin CDK6 üzerinde etkilidir. Bu ailenin dört üye- ° Belirli lösemilerde ABL tirozin kinazın BCR proteiniyle
si—pl5 (CDKN2B), plö (CDKN2A), pl8 (CDKN2C) ve füzyonu, sürekli kinaz aktivitesine sahip olan, melez bir
pl9 (CDKN2D)—bazen INK4 (A. B, C, D) proteinleri protein oluşturur.
adıyla bilinmektedir. • Sinyalizasyon moleküllerini kodlayan genlerdeki mutas
Hücre Siklusunu Denetleyen Proteinlerin Kanser yonlar
Hücrelerindeki Değişiklikleri o Normalde; istirahat durumundaki GDP’ye bağlı durum
Bu temel bilgileri edindikten sonra, siklinlerin ve CDK ki- ve aktif durumdaki GTP'ye bağlı durum arasında gidip
naz enzimlerinin aktivitelerinde düzensizliklere yol açan gelen RAS, insanlardaki kanserlerde genellikle mutas-
yona uğramıştır; mutasyon GTP’nin GDP yönünde hid
mutasyonlarm, hücre replikasyonu lehine etkili olacağı, ko
rolizini engelleyerek, denetimsiz sinyalizasyona neden
layca anlaşılabilir. Aslında bütün kanserler, Gr S denetim
olur.
noktasını etkisiz kılarak hücrelerin sürekli bir şekilde, tek
rar tekrar S fazına girmesine yol açan genetik lezyonlara sa • Transkripsiyon faktörlerinin aşırı veya düzensiz ekspres
hip gözükmektedir. Belirli lezyonlarm tümör tiplerindeki yonu
sıklığı, bilinmeyen nedenlerle büyük ölçüde değişmektedir. 0 Bazı lenfomalarda MYC translokasyonu, hücre siklusu
nu ve sağkalımını denetleyen hedef-genlerinin aşırı ve
® Siklin D veya CDK4 ekspresyonunu artıran aksilikler,
düzensiz ekspresyonuna yol açar.
neoplastik transformasyonda sık karşılaşılan bir olay
olarak gözükmektedir. Siklin D genlerinin aşırı eksp- • Siklin genlerini aktive veya siklin düzenleyicilerini ve sikli
ne bağımlı kinazları inaktive eden mutasyonlar
resyonu, meme, özofagus, karaciğer kanserleriyle bir
lenfoma alt-grubunda ve plazma hücreli tümörlerde 0 Siklin ve sikline bağımlı kinaz kompleksleri (CDK) hüc
mevcuttur. CDK4 geni melanom, sarkom ve glioblas- re siklusunu, çeşitli substratlarının fosforilasyonu üze
tomlarda çoğalmıştır. Siklin S ve E ile diğer CDK enzim rinden yönlendirir. C D K ’ler, inhibitörlerinin denetimi
lerini etkileyen mutasyonlar da görülebilir ama bunlar, altındadır; siklinleri, CDK’ları ve CD inhibitörlerini
kodlayan genlerdeki mutasyonlar, hücre siklusunun de
siklin CDK4 mutasyonlarından çok daha seyrektir.
netim altında olmaksızın progresyonuyla sonuçlanır. Bu
® CDK enzim inhibitörleri, insanlardaki birçok kanserde, gibi mutasyonlar; melanomlarla beyin, akciğer ve pank
mutasyon veya gen susturulması yoluyla etkisiz kılın reas kanserleri dahil çok çeşitli kanserlerde mevcuttur.
mıştır. Melanom eğilimi olan soyların üyelerinde %25
oranında CDKN2A mutasyonları vardır. CDKN2A'nm
somatik olarak silinmesi veya inaktivasyonu; pankreas Büyüme İnhibitörü Sinyaller Karşısında Duyarsızlık
karsinomlarmm %75'inde, glioblastomların %40-%70'-
inde. Özofagus kanserlerinin %50'sinde ve küçük hüc- Isaac Newton; her eylemin zıt yöndeki eşdeğer bir eyleme
reli-dışı akciğer kanserleriyle yumuşak doku sarkomları sahip olduğu teorisini öne sürmüştür. Newton'm bir kan
ve mesane kanserlerinin %20'sinde görülmektedir. ser biyoloğu olmamasına rağmen bu formülasyon, hücre
Onkoprotein üretimi artışının, kanser hücrelerinin sürek büyümesinde de geçerlidir. Onkojenler hücre büyümesini
li proliferasyonuna tek başına yol açmayacağını bilmek, uyaran proteinleri kodlarken, tümör baskılayıcı (süpres-
büyümeyi uyaran sinyallerin önemi anlatılırken değinil sör) genlerin ürünleri ise hücre çoğalmasını frenler. Baskı
mesi gereken diğer bir önemli konudur. Hücrelerin onko- layıcı genlerdeki bozukluk hücrelerin, büyüme inhibisyo-
genler aracılığıyla büyümesine karşı koyan, doğal iki me nuna yanıt vermemesi üzerinden, onkogenlerin hücre bü
kanizma vardır: hücrelerin yaşlanması ve apoptoz. Daha yümesini uyaran etkileri taklit eder. Aşağıda; tümör baskı
ileride de anlatıldığı gibi; onkogenlerin hiçbir karşılığa layıcı genler, bu genlerin ürünleri ve söz konusu genlerde
maruz kalmada etki edebilmesi için, söz konusu iki fren ki fonksiyon kaybının, hangi mekanizmalar ile düzensiz
mekanizmasını düzenleyen genlerin bu fonksiyonlarını hücre çoğalmasına katkıda bulunduğu anlatılmaktadır.
yerine getirememeleri gerekir.
Retinoblastom (RB) Geni: Hücre Siklusununun Yöneticisi
O Ö Z E T ______________ İlk keşfedilen tümör baskılayıcı gen, dolayısıyla bu genle
Düzensiz Proliferasyonu Teşvik Eden Onkogenler rin prototipi olması nedeniyle konuya RB (retinoblastom)
(Büyüme Sinyallerinde Kendi Kendine Yeterlilik) geniyle başlamakta yarar vardır. Tıp alanında kaydedilen
birçok ilerleme gibi tümör baskılayıcı genlerin keşfedilme
Proto-onkogenler: ürünleri hücre proliferasyonunu uyaran si de, ender görülen bir hastalığın—yani, çocukluk dönemi
normal hücresel genler nin seyrek karşılaşılan bir tümörü olan retinoblastomun
Onkogenler: proto-onkogenlerin normal, büyümeyi teşvik incelenmesiyle mümkün olmuştur. Retinoblastomlarm
eden sinyallere ihtiyaç duymaksızın otonom olarak fonksi %60 kadarı sporadik, geriye kalanı aileseldir; bu tümörün
yon gören mutant ya da aşırı ekspresyonlu versiyonları gelişmesi konusundaki yatkınlık, otozomal dominant ola
Onkoproteinler denetimsiz hücre proliferasyonuna, çeşit rak geçer. Knudson'un 1974'te, aynı tümörün sporadik ve
li mekanizmalarla neden olur: ailesel olarak gelişmesini açıklamak için günümüzdeki ta
• Büyüme faktörlerinin ve reseptörlerinin, otokrin bir hüc nınmış çift-darbe hipotezini öne sürmüştür. Bu hipotez,
re proliferasyon devresi oluşturmak üzere, uyarılardan ba moleküler deyimlerle şu şekilde anlatılabilir:
ğımsız ekspresyonu ® Retinoblastomun oluşabilmesi için iki mutasyon (darbe)
° beyin tümörlerindeki PDGF-PDGF reseptörü gerekir. Bu vuruşlar, kromozomal 13ql4 lokusundaki RB
• Büyüme faktörlerinin reseptörlerini veya tirozin kinaz en geni tarafından gerçekleştirüir. Retinoblastomun mey
zimlerini kodlayan genlerdeki, sürekli sinyalizasyonla so dana gelebilmesi için, RB lokusundaki normal allellerin
nuçlanan mutasyonlar her ikisi de (çift darbe) inaktive olmalıdır (Resim 5-21).
° EGF reseptör ailesinin üyeleri, HER2/NEU (meme, ak • Ailesel vakalarda, çocuklar, germ hücrelerinde RB ge
ciğer ve diğer tüm örler) dahil
ninin yalnızca bir tek kusurlu kopyasını taşır; diğer
Kanserin Başlıca Özellikleri 183
RETİNOBLASTOM PATOGENEZİ
Retinoblastom
Resim 5-21 Retinoblastom patogenezi. Kromozom 13q14 lokusunda yer alan RB geninin her iki allelinde de gerçekleşen (çift) mutasyon,
retina hücrelerinin neoplastik proliferasyonuna neden olur. Ailesel retinoblastomda somatik tüm hücreler, taşıyıcı bir ebeveynden gelen
yalnızca bir mutant RB geni içerir, ikinci mutasyon doğumdan sonra, çocuğun retina hücrelerinin birindeki RB lokusunu etkiler. Sporadik
retinoblastomun gelişebilmesi için retina hücrelerindeki RB lokusunda doğumdan sonra her iki mutasyonun da gerçekleşmesi gerekir.
kopya normaldir. Retinoblastom, retinoblastlardalci Hücre, normal RB geni kopyasını kaybedip, mutant alleli
normal genin de somatik mutasyon sonucunda kaybol homozigot hale geldiği zaman tümör gelişir.
ması sonucu gelişir. Retinoblastomlu ailelerde hastalı Proliferasyon karşıtı sinyaller ilke olarak hücre prolife-
ğın ortaya çıkması için yalnızca tek bir somatik mutas- rasyonunu, çeşitli tamamlayıcı mekanizmalarla engelleye
yona ihtiyaç vardır ve hastalık otozomal dominant ola bilir. Söz konusu sinyaller, bölünmekte olan hücrelerin G0
rak geçer. fazına (sessiz faza) geçmesine neden olabilir ve hücreler,
• Sporadik retinoblastomlarda, retinoblastlarm birindeki dış etkiler bunları tekrar proliferasyon havuzuna sokunca-
her iki normal RB alleli de somatik mutasyon sonucu ya kadar bu durumda kalır. Bunun yerine hücreler post-
kaybolmuştur. Sonuç, yine aynıdır: RB geninin normal mitotik bir diferansiye hücre havuzuna girebilir ve repli-
her iki kopyasını da kaybeden retina hücresi, kanserli katif potansiyelini kaybedebilir. Daha önce söz ettiğimiz,
hücre halini alır. non-replikatif hücre yaşlanması da, sürekli hücre çoğal
masından bir diğer kaçış yoludur. Ve son bir kurtulma ça
Normal RB genlerinin kaybı ilk olarak retinoblastomlarda bası olarak hücreler, apoptoza programlanabilir. Daha
keşfedilmiştir ama söz konusu genin homozigot olarak sonra da göreceğimiz gibi tümör baskılayıcı genler, yoldan
kaybının; meme kanseri, küçük hücreli akciğer kanseri ve çıkan bu hücrelerin malign karakter kazanma sürecini
mesane kanseri dahil çeşitli tümörlerde gerçekleştiği, ar durdurmak için tasarlanmış tüm bu "hileleri" çantaların
tık bilinmektedir. Ailesel retinoblastom hastalarında oste- da taşımaktadır.
osarkom ve bazı yumuşak doku sarkomlarının gelişme Hücre büyümesini önleme mekanizmalarından ve bu
riski de büyük ölçüde artmıştır. mekanizmalardan kurtuluş yollarından bundan sonra söz
Burada, terminolojiye açıklık getirmek gerekir: RB lo ederken önce, tümör baskılayıcı genlerin prototipi olan
kusunda heterozigot olan bir hücre, neoplastik değildir. RB geni üzerinde durulacaktır.
184 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Uyarır
CDK inhibitörleri
p16 (INK4a)
_______________
Aktive eder
Siklin D/CDK4 ve 6
Siklin E/CDK2
Hiperfosforile Hiporfosforile
RB RB
Histon
deasetilaz
deyse tümünde G1 denetim noktası, RB genindeki veya raz sonra anlatılacağı gibi korunmasında, merkezi bir rol
Rb proteininin fonksiyonunu denetleyen siklin D, CDK4 üstlenir.
ve CDKI genlerindeki mutasyon nedeniyle etkisizdir. Yıkımın hedefi olan MDM2 proteiniyle birlikte bulun
• HPV gibi birçok onkogenik D N A virüsü, Rb proteinine ması nedeniyle p53'ün stres altında olmayan, sağlıklı hüc
bağlanarak bu proteinin fonksiyonunu yitirmesine yol relerdeki yarı-ömrü kısadır (20 dakika). Hücre, DNA'nın
açan proteinleri (örneğin E7) kodlar. saldırıya uğraması gibi bir stres altında kaldığında; ATM
(ataxia telangiectasia mutated) protein kinaz dahil "sen-
sörler" aktive edilir. Aktif duruma geçen bu kompleksler
p53'te gerçekleşen ve beraberindeki MDM2 proteininden
kurtulmasını sağlayarak yarı-ömrünü uzatan ve hedef
TP53 Geni: Genomun Muhafızı genlerin transkripsiyonunu sağlama yeteneğini artıran
p53 proteinini kodlayan tümör baskılayıcı gen, TP53, in translasyon-sonrası modifikasyonları katalize eder.
san kanserlerinde mutasyona en fazla uğrayan genlerden Transkripsiyonları p53 tarafından tetiklenen, yüzlerce
biridir. p53 proteini neoplastik transformasyonu, araların gen bulunmuştur. Söz konusu genler neoplastik transfor
da kilitlenen üç mekanizmayla engeller: hücre siklusunun masyonu, üç mekanizmayla baskılamaktadır:
geçici olarak durmasının (sessizlik durumunun) aktivas- • Hücre siklusunun p53 aracılığıyla durdurulması, DNA ha
yonu, hücre siklusunun kalıcı olarak durmasının (hücre sarı karşısındaki ilk yanıt olarak kabul edilebilir (Resim
yaşlanması) başlatılması veya programlanmış hücre ölü 5-23). Bu yanıt, Gx fazının geç dönemlerinde ve önce
münün (apoptoz) tetiklenmesi. Rb proteini dışarıdan ge likle, bir CDKI geni olan CDKNİA (p21) geninin p53'e
len sinyalleri algılarsa; p53 stres altında kalan hücreleri bu bağımlı olarak transkripsiyonu sonucunda gerçekleşir.
üç mekanizmadan birine yönlendiren internal stres moni Daha önce de anlatıldığı gibi p21 proteini, siklin-CDK
törü olarak görülebilir. komplekslerini inhibe ederek hücre siklusunu, Rb fos-
Anoksi, uygunsuz onkoprotein (örneğin MYC veya forilasyonunun önlenmesi üzerinden durdurur. Hücre
RAS) aktivitesi ve DNA bütünlüğünün hasarı gibi çeşitli siklusundaki böyle bir duraklama hücreye, DNA hasa
stresler, p53 yanıt yollarını tetikleyebilir. p53 proteini rını tamir edebilmesi için "soluklanma" fırsatı tanıdı
DNA hasarı yanıtını yöneterek genom bütünlüğünün, bi ğından olumludur. DNA hasarı bu duraklama sırasın-
186 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
iyonize radyasyon
Normal hücre
(p53 normal)
I 1
Hipoksi DNA hasarı DNAA h<
hasarı
İ
p53 aktive olarak
i
p53’gerektiren
DNA’ya bağlanır. genler aktive olmaz
i
Hedef üzerindeki
Hücre siklusunda
duraklama olmaz
DNA onarımı
gerçekleşmez,
hücre yaşlanması
transkripsiyon gerektiren veya
başlatılmaz
gerektirmeyen etkiler
T Mutasyona
i uğramış hücreler
Hücre p21 GADD45 Artış ve ek
yaşlanması (CDK inhibitörü) (DNA onarımı) BA X mutasyonlar
(apoptoz geni)
G 1’de duraklama
I 1
Başarılı onarım Başarısız onarım
I
1 /
da başarıyla onarılabilirse p53 kendisinin, MDM2 pro cu mekanizmadır. Bu etki, daha sonra anlatılacak olan
teininin transkripsiyonu üzerinden tahrip olarak hücre BAX ve PUMA gibi çeşitli pro-apoptotik genler aracılığıyla
siklusundaki blokun ortadan kalkmasını sağlar. Eğer gerçekleşir.
DNA hasarı onarılamazsa hücre siklusu, p-53 tarafın Yakın zamanlara kadar; daha sonra da anlatılacağı gibi
dan başlatılan sessizlik durumuna ya da yine p-53 tara p53'iin bu fonksiyonlarının yalnızca, antiproliferatif,
fında yönlendirilen apoptoza girebilir. apoptotik ve hücre yaşlanmasını başlatan fonksiyonlara
p53 'e bağlı hücre yaşlanması, hücre siklusunun kalıcı olarak sahip genlerin transkripsiyonel aktivitesi medyatörlüğüyle
durmasıdır ve hücre morfolojisindeki ve gen ekspresyo- gerçekleştiği düşünülmekteydi. Ancak p53'ün, pro-proli-
nundaki, yaşlanmaya başlayan bu hücreyi sessizlik du
feratif ve anti-apoptotik gen alt-takımmın baskılanmasma
rumundaki veya hücre siklusunun geri dönüşlü olarak
yol açtığının keşfedilmesi, "suları bulandırdı": Transkripsi
durduğu hücrelerden ayıran, spesifik değişikliklerle ka-
yon aktivatörü olan p53'ün gen fonksiyonunun baskılan-
rakterizedir. Hücre yaşlanması, p53'ün ve/veya Rb pro
teinlerinin aktivasyonunu ve bunların, CDK inhibitörle- masma yol açması, nasıl mümkün olabiliyordu? Bu soru
ri gibi medyatörlerinin ekspresyonunu gerektirir. Hücre nun yanıtı, p53'ün belirli mikro-RNATarı ("ellerinde bü
yaşlanmasına yol açan mekanizmalar açıkça bilinme yük sopalar bulunan küçük adamları") transkripsiyon yo
mesine rağmen bunlar, bir bütün olarak gerçekleşip gen luyla aktif duruma getirdiğinin keşfedilmesiyle öğrenildi.
ekspresyonunu şiddetle ve kalıcı olarak değiştiren kro Bölüm 6 'da anlatıldığı gibi bu miRNATar hedef genlerin
matin değişiklikleriyle bağlantılı gözükmektedir. translasyonunu engelleyebilmektedir. p53'ün aktive ettiği
DNA onarımı geri dönüşsüz olduğunda p53 'e bağlı apop miRNATar siklinler gibi pro-proliferatif ve BCL2 gibi anti-
toz, neoplastik transformasyon karşısındaki en son koruyu apoptotik genlerin translasyonunu inhibe edebilmektedir.
■
Kanserin Başlıca Özellikleri 187
Özetle p53; DNA hasarı gibi stresler tarafından aktive edilir; • Rb gibi p53 de, onkogen virüslerin; örneğin insan papil
hücre siklusunun Gl'de duraklamasını ve DNA onaran genle loma virüslerinin (HPV) kodladığı proteinlere bağlanarak
rin indüksiyonunu sağlayarak DNA onanmına yardım eder. tüm bu özelliklerini kaybedebilir.
DNA'sı onarılamayan bir hücre, p53 tarafından yaşlanmak
ya da apoptoza girmek üzere yönlendirilir (Resim 5-25). Tüm
bu aktiviteleri nedeniyle p53'ün, “genomun bekçisi" olarak ad Transforme Edici Büyüme Faktörü-fi Sinyalizasyon Yolağı
landırılması doğrudur. TP53 geninin homozigot olarak kay Hücre siklusunun fren yapmasını sağlayan olaylar dizisi
bıyla birlikte DNA hasarı onarılmaksızm kalır ve mutas- hakkında epey bilgi sahibi olmamıza rağmen antiprolife-
yonlar her hücrede görülür ve hücre, malign transformas ratif sinyalleri hücrelere ileten moleküller konusunda bil
yona doğru giden tek-yönlü bir yola girer. diklerimiz bu kadar fazla değildir. Aralarında kemik mor-
TP53 geninin insan kanserlerinin %70'inden fazlasında fogenetik proteinleri ve aktivinleri de bulunan, dimerik
kusurlu olması, bu genin karsinogenez denetimindeki öne bir büyüme faktörleri ailesinin üyesi olan TGF-|3, bu mole
mini doğrulamaktadır. Malign neoplazilerin yaklaşık küllerin en fazla bilinenidir. TGF-p hücrelerdeki süreçleri,
%30'unda ise TP3 öncesinde ve sonrasındaki genlerde ku TGF-P reseptörü I ve ILden oluşan bir komplekse bağlana
surlar vardır. TP53'ün her iki allelde birden kaybolması; rak düzenler. Reseptörün liganda bağlanması sonucu di-
kanser ölümlerinin önde gelen üç nedeni olan akciğer, ko merizasyonu; büyümeyi baskılayan bir aktiviteye sahip
lon ve meme kanserleri dahil, istisnasız bütün kanserlerde olan ve ayrıca MYC, CDK2, CDK4 adlı, proliferasyonu teş
mevcuttur. Çoğu olguda, bazı somatik hücrelerde, her iki vik eden genlerle, siklin A ve E'yi kodlayan genlerin bas-
TP53 allelini de etkileyen, inaktive edici mutasyonlar son kılanmasma yol açan CDKI'nün transkripsiyonel aktivite-
radan kazanılmıştır. Daha seyrek olarak bazı hastalarda siyle sonuçlanan bir olaylar dizisini başlatır.
mutant bir TP53 alleli, soya geçerek Li-Praumeni sendronıu TGF-P'nm büyümeyi engelleyen etkisi birçok kanser
olarak adlandırılan hastalığa neden olur. RB geninde oldu de, TGF-P sinyalizasyonunu etkileyen mutasyonlarm etki
ğu gibi, mutant bir allelin kalıtım ile soya geçmesi, kişiyi siyle bozulmuştur. Söz konusu mutasyonlar tip II TGF-P
malign tümörler geliştirmeye eğilimli kılar. Çünkü, normal reseptörlerinde veya reseptörden aldıkları antiproliferatif
olan ikinci alleli inaktive etmek için sadece bir ek darbe ye- sinyalleri hücre çekirdeğine ileten SMAD moleküllerinde
terlidir. Li-Fraumeni sendromu olan hastalarda 50'li yaşlara değişikliklere neden olabilir. Tip II TGF-P reseptörlerini
gelindiğinde malign bir tümörün gelişme olasılığı, toplum etkileyen mutasyonlar kolon, mide ve endometrium kan
genelindekinin 25 katıdır. Mutant bir RB allelinin soya geç serlerinde görülmektedir. TGF-P sinyalizasyonunda rol
mesinin aksine, Li-Fraumeni sendromunda çok çeşitli kan oynadığı bilinen 10 proteinden biri olan SMAD4'ün mu-
serler gelişebilmektedir. Sarkomlar, meme kanseri, lösemi, tasyon sonucu inaktive olmasına, pankreas kanserlerinde
beyin tümörleri ve adrenal korteks kanseri, bunlardan en sık rastlanır. Pankreas kanserlerinin %100'ünde ve kolon
sık görülenleridir. Sporadik tümör tanısı konulanların aksi kanserlerinin %83'üııde TGF-p sinyalizasyon yolunda, bile
ne Li-Fraumeni sendromu olan hastaların tümörleri daha şenlerin en az birinde mutasyon mevcuttur. Ancak çoğu kan
genç yaşta gelişir ve çok sayıda primer tümör olabilir. serde, TGF-P aracılığıyla gerçekleşen büyüme denetimi,
Rb proteini gibi p53 proteinin fonksiyonları da belirli merkezdeki sinyalizasyon yolundan daha sonraki düzey
DNA virüsleri tarafından etkisiz kılmabilir. HPVTer, he- lerde; örneğin p21 kaybı veya persistan MYC ekspresyo-
patit B virüsü (HBV) ve olasılıkla Epstein-Barr virüsü nu şeklinde kaybolmaktadır. Bu durumda tümör hücrele
(EBV) gibi onkogen virüslerin kodladığı proteinler, nor ri, TGF-P tarafından başlatılan ve tümörün progresyonu-
mal p53 proteinine bağlanarak bu proteinin koruyucu nu kolaylaştıran programın, bağışıklık sisteminin baskı-
fonksiyonlarını ortadan kaldırabilir. Böylece DNA virüsle lanması, bu sistemden sakınılması veya anjiyogenezin teş
ri, Rb ve p53 gibi, en iyi bilinen tümör baskılayıcı protein vik edilmesi dahil, diğer bileşenlerini kullanabilir. TGF-P
lerden ikisini etkisiz kılabilmektedir. böylece hücredeki diğer genlere bağlı olarak tümörün bü
yümesini önleyebilir veya teşvik edebilir. Aslında TGF-P
sinyalizasyonu, ileri evredeki birçok tümörde; daha sonra
O Ö Z E T ____________________________________ anlatılacağı gibi göç, invazyon ve metastaz oluşturma ak-
TP53 Geni: Genomun Koruyucusu tivitelerini teşvik eden bir süreç olan EMT (epitelden-me-
zenkime geçiş) sürecini aktive eder.
• p53 proteini, hücredeki stresin santral m onitörüdür ve
anoksi, uygunsuz onkojen sinyalleri veya D N A hasarı ta Temas İnhibisyonu, NF2 ve APC
rafından aktive edilebilir. A k tif duruma geçen p53, hücre Transformasyona uğramamış hücreler kültürde üretüdik-
siklusununn duraklamasını, D N A onarımını, hücre yaş lerinde, birbirlerinin devamı olan tek-hücreli bir tabaka
lanmasını ve apoptozunda rol oynayan genlerin ekspres- oluşuncaya kadar çoğalır; bu tabakadaki hücrelerin birbir-
yonunu ve aktivitesini denetler. leriyle temas etmesi, proliferasyonun devam etmesini bas
• D N A hasarı p53 proteininin, fosforilasyon yoluyla aktive kılar. "Temas (kontakt) inhibisyonu" adı verilen bu fren
olmasına yol açar. Aktive p53, retinoblastom (Rb) prote mekanizmasının kanser hücrelerinde ortadan kalkmış ol
ininin fosforilasyonunu önleyecek olan p2J’in (CDKN1A) ması önemlidir ve kanserli hücreler tek bir tabaka değil
transkripsiyonunu yönlendirerek hücre siklusunda G^S de, üst üste tabakalar oluşturarak çoğalabilir. Temas inhi-
blokuna neden olur. Bu duraklama hücrelere, D N A ha bisyonunu engelleyen mekanizmalar, yeni yeni keşfedil
sarını onarma fırsatı verir. mektedir. Hücre membranmın iki tarafında da uzanan
• D N A hasarı onarılamazsa p53, hücre yaşlanmasını veya (transmembran) proteinlerden E-kaderin (E harfi, epitel
apoptozu başlatır. anlamındadır), epitel hücrelerindeki hiicre-hücre etkileşi
• İnsanlardaki tüm örlerin %70’inde, TP53 geninin her iki al minde aracılık yapar. Ancak bu proteinin normal temas
leli de kaybolmuştur. Ender görülen Li-Fraumeni sendro inhibisyonunu nasıl devam ettirdiği, tam olarak anlaşıl
mu hastaları, bu genin kusurlu kopyalarından birini kalı mış değildir. Temas inhibisyonunu devam ettiren meka
tım yoluyla alır, İkincisini ise somatik dokularda kaybeder nizmaların birindeki medyatör, tümör baskılayıcı bir gen
ve çeşitli tüm örlerin gelişmesine sahne olur. olan NF2 genidir. Bu genin ürünü olan ve daha çok merin
188 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
adıyla bilinen nörofibromin-2, E-kaderin aracılığıyla ger kaybıyla, (3-katenin parçalanması önlenir ve WNT sinyal
çekleşen temas inhibisyonunu kolaylaştırır. Homozigot lerine alman yanıt, ortamda WNT bulunmamasına rağ
NF2 kaybının, nörofibromatözis adı verilen hastalığa eşlik men gerçekleşir (Resim 5-24, C). Bu yanıt; büyümeyi teş
eden nöral tümörlere neden olduğu bilinmektedir. vik eden siklin Dİ ve MYC genlerinin, ayrıca TWIST ve
E-kaderinin düzenleyici etkilerinde, diğer mekanizma SLUG adlı transkripsiyon düzenleyicilerinin transkripsi
lar da rol oynamaktadır. Bu mekanizmalardan biri, seyrek yonuna yol açarak E-kaderin ekspresyonunun represyo-
görülen, herediter bir hastalık olan adenomatöz polyposis nuna ve temas inhibisyonunun azalmasına yol açar.
coli'de (APC) işlerlik kazanmaktadır. APC hastalarının ka APC, tipik bir tümör baskılayıcı gen olarak davranır. Bu
lın barsağmda, kolon kanserlerine dönüşme sıklığı ileri genin tek bir allelinin mutasyonuyla doğan bireyler deli
derecede yüksek olan, sayısız adenomatöz polip vardır. kanlı çağma veya 2 0 'li yaşlara girdiklerinde tipik olarak,
Söz konusu hastalık nedeniyle APC adını alan, tümör bas kolonda yüzlerce adenomatöz polip vardır ve bu polipler
kılayıcı bir gen; poliplerin hiçbirinde yoktur. APC geni an- de, diğer APC alleli de kaybolmuştur. Bu poliplerden biri
tiproliferatif etkisini, alışılmadık bir yoldan gösterir: En nin veya birkaçının, daha sonra anlatıldığı gibi malign
önemli fonksiyonu, sitoplazmadaki [3-katenin (çok sayıda transformasyon geçirmesi, kaçınılmazdır. APC mutasyon-
fonksiyona sahip bir protein) düzeylerini kodlamaktır. (3- ları, sporadik kolon kanserlerinin %70-%80'inde mevcut
katenin; bir yandan E-kaderinin sitoplazmik bölümüne tur. APC genleri normal olan kolon kanserlerinde |3-kate-
bağlanırken, öte yandan hücre çekirdeğine geçebilir ve nini aktive eden mutasyonlar vardır ve bu mutasyonlar bi
hücre proliferasyonunu aktive edebilir. Burada biz |3-kate- reylerin, yıkım kompleksinin etkilerine yanıt vermemesi
ninin ikinci fonksiyonu üzerinde duracağız. (3-katenin, ne yol açar.
hücre proliferasyonunu düzenleyen WNT sinyalizasyon
yolunun önemli bir bileşenidir (bkz Resim 5-24). WNT,
hücre proliferasyonunu başlatabilen, çözünebilir bir fak Q Ö Z E T ____________ __________________
tördür ve bu etkisini, reseptörüne bağlanıp (3-katenin yı
kımını önleyerek ve |3-kateninin, TcF adlı diğer bir mole Transforme Edici Büyüme Faktörü-(3 ve
külle birlikte transkripsiyon aktivatörü olarak etkili olmak APC-f3-Katenin Sinyalizasyon Yollan
üzerine çekirdek içerisine geçmesine olanak vererek ger • TGF-|3, birçok hücre tipinin proliferasyonunu, büyümeyi
çekleştirir. (Resim 5-24, B). Sitoplazmadaki (3-katenin, inhibe eden CDK inhibitörlerinin aktivasyonu ve büyüme
WNT'ye maruz kalmamış, sessiz hücrelerde; APC'nin bü yi teşvik eden MVC gibi genlerle siklinleri kodlayan genle
tünleyici bir parçası olduğu bir yıkım kompleksi tarafından rin baskılanması üzerinden engeller.
parçalanır (Resim 5-24, A). APC'nin malign hücrelerdeki
A PC
Yıkım
kompleksi /3-katenin APC
0
/t-katenın l /3-katenin
FasL Stres
• TGF-(3 fonksiyonu birçok tümörde, reseptörlerindeki mu-
tasyonlar (kolon, mide, endometrium tümörleri) veya Radyasyon
Kimyasallar
TGF-P sinyalizasyonunu ileten SMAD genlerinin mutas-
yonlar yoluyla inaktivasyonu (pankreas tüm örleri) nede
niyle yerine getirilemez.
• E-kaderin, malign hücrelerde kaybolmuş olan temas inhi-
bisyonunu devam ettirir.
• APC geni antiproliferatif etkilerini, sitoplazmadaki |3-kate-
nin proteininin yıkımını düzenleyerek gösterir. APC kaybı,
P-kateninin yıkımını engeller ve bu protein hücre çekirde
ğine geçerek büyümeyi teşvik eden bir transkripsiyon fak
törü olarak fonksiyon görür.
• Ailesel adenomatöz polipoz (APC) sendromunda, mutas- Ölümün başlattığ
yona uğrayan APC geni allelinin soya geçmesi ve geriye sinyalizasyon
kompleksi
alan tek normal allelinin sporadik olarak kaybolması genç
yaşta, yüzlerce kolon polipine neden olur. Söz konusu po
liplerden birinin ve birkaçının kolon kanserine dönüşme Kaspaz-8 ( jj
si, kaçınılmazdır. APC geninin her iki allelinin de somatik
kaybı, sporadik kolon kanserlerinin yaklaşık %70’inde gö
rülmektedir. ®
Mitokondri
kaspazlarm klivajma ve aktivasyonuna neden olabilir. nen apoptoz gibi, tümör hücrelerinin çoğalmasını önleye
Kaspaz enzimleri, IAP (apoptoz proteinlerin inhibitö- bilir. Ancak tümör büyümesinin sonraki aşamalarında oto
rü) ailesi tarafından inhibe edilebilmektedir. BH3 ailesi faji, tümörlere yardımcı olabilir. Otofaji sırasında üretilen
proteinlerinin pro-apoptotik etkisi göz önünde tutula metabolitler, tümör hücrelerinin içerisinde yaşadığı, besle
rak, tümör hücrelerinin ölümünü teşvik etmek amacıy yici madde bakımından fakir ortamda, bu malign hücrele
la BH3-mimetik ilaçların geliştirilmesi amacıyla çaba rin çoğalması ve varlığını sürdürebilmesi için yaşamsal
harcanmaktadır. önem taşıyan yapı blokları sağlayabilir. Gerçekten de oto
Kanser hücrelerinin apoptozu olumsuz etkiledikleri çok faji tümörlerin, düşman ortamlarda veya tedavi sırasında
sayıda yeri, bu çerçeve içerisinde belirlemek mümkündür ölmelerine engel olabilmektedir. Böylece otofaji, diğer iç
(Resim 5-25). Bu adaylar arasında belki de en iyi bilineni ve dış faktörlere bağlı olarak konağın "dostuymuş" ya da
BCL2 ailesinin, tümör hücrelerini apoptozdan korumasıdır. bir "düşmanıymış" gibi davranabilmektedir.
Foliküler tipteki B hücreli lenfomaların (Bölüm 11) yakla
şık %85'inde, karakteristik bir t(14;18) (q32;q21) translo-
kasyonu mevcuttur Daha önce de belirtildiği gibi immü-
S) Ö Z E T
noglobülin ağır-zincir genlerinin kromozomlardaki loku- Apoptozdan Kaçış
su olan 14q32, Burkitt lenfomasınm patogenezinde de rol • Apoptoz, intrinsik veya ekstrinsik yollardan başlatılabil-
oynamaktadır. Transkripsiyonel olarak aktif bu lokusun mektedir.
18q21'de yer alan BCL2 ile yan yana pozisyon alması, • Her iki yolak da, hücreyi tahrip eden kaspaz adlı prote-
BCL2 proteininin aşırı ekspresyonuna neden olur. Aşırı o litik enzimlerin rol aldığı olaylar dizisiyle sonuçlanır.
miktardaki BCL2 proteini, BCL2/BCL-Xl tamponunu artı • M itokondrilerin dış membran geçirgenliği, pro-apoptotik
rarak lenfositleri apoptozdan korur ve ömürlerini uzatır. (örneğin BAX ve BAK) ve anti-apoptotik (örneğin BCL2,
Bu nedenle B lenfositleri, gittikçe birikerek lenfadenopa- BCL-XJ moleküller arasındaki denge tarafından düzenle
tiyle ve kemik iliği infiltrasyonuyla sonuçlanır. BCL2 eksp nir. BH-3 molekülleri bu dengeyi pro-apoptotik molekül
resyonuna sahip lenfositler aşırı sayılara ulaşması, bu hüc ler lehine bozarak apoptozu aktive eder.
relerin daha fazla çoğalmasından değil de, uzayan ömür • Anti-apoptotik bir gen olan BCL2, foliküler tipteki B hüc
leri nedeniyle yeterince azalmamalarından kaynaklan reli lenfomaların %85’inde, t(14;18) translokasyonu ile
maktadır; söz konusu lenfomalar diğer lenfomalarla karşı aktif duruma getirilmektedir.
laştırıldığında daha yavaş büyüme eğilimine sahiptir. Bazı • Stres hücrelerin kendi bileşenlerini beslenme amacıyla,
durumlarda, CD95 düzeylerinin azalması, bu hücrelerin otofaji adı verilen bir süreçle tüketmesine neden olabilir.
Fas ligand (FasL) üzerinden gerçekleşen apoptoza karşı Kanser hücreleri, otofajiyi engellemek amacıyla mutas-
duyarlılıklarını azaltabilir. Kimi tümörler yüksek düzeyde yonlar biriktirebilir veya bu sürecin, büyümeye devam et
FLIP içerebilir, bu protein ölümü indükleyen sinyal komp mek amacıyla kullanmasına neden olabilir.
leksine bağlanarak kaspaz 8 aktivasyonunu engeller.
Daha önce de anlatıldığı gibi TP53, DNA hasarını onara-
mayan hücrelerde apoptozu başlatan, önemli bir pro-apoptotik Sınırsız Kopyalama Gücü
gendir. Bunun gibi, büyümeyi teşvik eden genlerin (örneğin
Hücre yaşlanmasından söz ederken de anlatıldığı gibi (Bö
MYC) frenlenmeyen etkisi de apoptoza yol açabilir. Böyle-
lüm 1 ), normal insan hücrelerinin çok büyük bölümü, 60-
ce, önde gelen iki onkogenik yolak-DNA hasarının onarı-
70 defa bölünerek çoğalma kapasitesine sahiptir. Bu hüc
lamaması ve onkogenlerin uygunsuz aktivasyonu-apoptoz
reler daha sonra bölünme kapasitelerini kaybederek yaş
makinelerini çalıştırır ve hücre ölümüne yol açarak karsi-
lılık dönemine girer. Söz konusu fenomen, kromozomla
nogenez karşısında önde gelen bir engel oluşturur.
rın uçlarında yer alan telomeıierin gittikçe kısalmasına
Otofaji bağlanmaktadır. Bu kısalma belirgin olduğunda, ağır so
Bölüm l'd e de anlatılan otofaji; sentez, yıkım ve hücre nuçlara yol açar:
ürünlerinin geri çevirimi arasında denge sağlayan bir kata- ® Kısa telomerler, DNA onarım mekanizmaları tarafın
bolizma sürecidir. Ribozomlar ve mitokondriler gibi hücre dan çift-sarmal DNA kırılmaları sanılabilmekte ve hüc
organelleri otofaji sırasında, hücrenin geri kalanından bir re siklusunun, TP3 ve RB genleri aracılığıyla durakla
membran (otofagozom) ile ayrılır ve daha sonra, hücrenin masına ve hücre yaşlanmasına yol açmaktadır. Dene
enerji metabolizmasında kullanılacakları bir lizozomla bir tim noktalarının bu iki gendeki mutasyonlar tarafından
leşir. Organellerin tekrar kullanılması hücrenin kurtarıl etkisiz kılındığı hücrelerde, homolog olmayan termi-
masında yetersiz kalırsa aynı süreç hücreye ölüm sinyalle nal-birleştirme yolu, hücreyi kurtarmak amacıyla son
ri gönderebilir. Otofaji, sıkı bir şekilde denetlenen, düzen bir çaba olarak, iki kromozomun kısalmış uçlarını bir-
li bir süreçtir ve kullanılamayacak durumda olan hücreler leştirebilmektedir.
den yaşamsal önemi olan hücrelere besleyici madde sağla • Böylesine uygunsuz bir şekilde aktif duruma geçen
yarak, aç kalmış hücrelere yardım edebilir. Otofaji de onarım sistemi, anafazda birbirlerinden ayrılarak yeni,
apoptoz gibi, düzenleyici ve efektör bir mekanizmadır; bu çift-sarmal DNA kırümalara yol açan, disentrik (iki
mekanizmadaki efektör bileşen, otofagozomlarm oluşma sentromerli) kromozomlarla sonuçlanır. Tekrarlanan
sına yol açarak bunların içeriklerini lisozoma boşaltmaları köprüleşme-birleşme-kırılma sikluslarma bağlı genom
nı yönetir. Otofajideki düzenleyici bileşenin, apoptozu dü instabilitesi sonuçta, masif aptozla karakterize mitotik
zenleyen sinyalizasyon bileşenlerinin çoğuyla örtüşüyor felakete gider.
olması, sürpriz değildir. Örneğin Beklin-1 adı verilen ve Tümörlerin, çoğu zaman yaptıkları gibi süresiz büyüyebilmele
otofaji için gerekli olan bir protein, apoptozu düzenleyen ri için, büyüme konusundaki kısıtlamaların ortadan kalkmış ol
proteinlerin BH3 bölgesine mensuptur. Hücreler DNA ha ması, yeterli değildir. Tümör hücreleri bunun yanı sıra, hem
sarı gibi bir iç stresi algıladıklarında, apoptoza veya Beklin- hücre yaşlanmasını, hem de mitoz sırasında gerçekleşecek
l'in başlattığı otofajiye sahne olabilir. Böylece otofaji, ay apoptozu önlemenin yollarını da geliştirmek durumundadır
Kanserin Başlıca Özellikleri 191
fedir. Kanser hücreleri (ve benign, büyük tümörler), önce ® VEGF ayrıca, yeni damarların dallanmasını ve yoğunlu
den mevcut lcapillerlerden yeni damarların oluşması (ne- ğunu düzenleyen Notch sinyalizasyon yolağını aktive
oanjiyogenez) veya bazen de yeni damarların, ihtiyaç du eden ligandlarm ekspresyonunu da artırır. Anti-anjiyo-
yulan endotel hücrelerinin kemik iliğinden sağlanarak genez tedavisi, anjiyogenezin tümör büyümesindeki
oluşturulmasını (vaskülogenez) uyarabilmektedir. Ancak son derece önemli rolü nedeniyle, hayli ilgi odağı ol
tümörlerdeki damarlar normal olmayıp geniştir, sızdırır ve muştur. Gerçekten de anti-VEGF antikoru günümüzde,
bağlantıları gelişigüzeldir. Neovaskülarizasyon, tümörle çeşitli kanser tiplerinin tedavisinde kullanılmak üzere
rin büyümesinde ikili etkiye sahiptir: Oluşan yeni damar ruhsat almıştır.
lar, tümör hücrelerinin ihtiyacı olan oksijeni ve besleyici
maddeleri sağlar; yeni oluşan endotel hücreleri insülin-
benzeri büyüme faktörü, PDGF ve granülosit-makrofaj ko Q Ö ZET ___________
loni stimülan faktör gibi büyüme faktörlerini salgılayarak
Anjiyogenez Devamlılığın Gelişmesi
komşu tümör hücrelerinin proliferasyonunu sağlar. Anji-
yogenez, yalnızca tümörün sürekli olarak büyümesi için • Tümörlerin büyüyebilmesi için gerekli olan vaskülarizas-
değil, aynı zamanda kan dolaşımına ulaşarak metastaz ya- yon, tüm ör ve stroma hücreleri tarafından üretilen anji
pabümesi için de gereklidir. Anjiyogenez böylece, benign ve yogenik ve anti-anjiyogenik faktörler arasındaki dengenin
malign neoplaziler için gerekli bir biyolojik süreçtir. denetimi altındadır.
Büyümekte olan tümörler, kan dolaşımlarım nasıl geliş • Hipoksi, HIF-1a’nın, pro-anjiyogenetik faktör VEGF’nin
tirir? Şekillenmekte olan görüş anjiyogenezin, pro-anjiyo- transkripsiyonu üzerinden gerçekleşen etkileriyle anjiyo
genik ve inhibitor faktörler tarafından denetlendiğidir. genezi tetikler. VHL, HIF-1a’yı parçalayabilmesi ve anji
• Vasküler endotel büyüme faktörü (VEGF) ve trombos- yogenezi önleyebilmesi nedeniyle, tü m ö r baskılayıcı gen
pondin-1 (TSP-1) sırasıyla, anjiyogenezi başlatan ve in- etkisine sahiptir. Germline VHL mutasyonları, çeşitli tü
hibe eden faktörlerin prototipidir. İnsan tümörlerinin mörlerin gelişmesiyle karakterize olan VHL sendromuna
neredeyse tümü, büyümelerinin erken döneminde anji neden olur.
yogenezi başlatmaz ve bu vasküler sessizlik, anjiyoge- • Anjiyogenezi düzenleyen daha başka faktörler de vardır;
nik uyarıyla (switch) sona erinceye kadar küçük veya in örneğin p53, anjiyogenez inhibitörü olan TSP-1’in sente
situ olarak kalır. Normal p53, TSP-1 sentezini başlatır. zini başlatır.
• Anjiyogenik uyarının moleküler temelinde, anjiyogenik
faktör üretiminin artması ve/veya anjiyogenez inhibi-
törlerinin kaybı yer alır. Söz konusu faktörler doğrudan İnvazyon ve Metastaz Yeteneği
doğruya tümör hücrelerinin bizzat kendileri tarafından
üretilebildiği gibi, inflamatuar hücreler (örneğin makro- Tümörlerin yayılması, invazyon-metastaz olaylar dizisi
fajlar) veya tümörlere eşlik eden diğer stroma hücreleri olarak adlandırabileceğimiz, birbirini izleyen bir dizi aşa
tarafından da üretilebilmektedir. mada gerçekleşen, karmaşık bir süreçtir (Resim 5-27). Bu
® Anjiyogenik ve anti-anjiyogenik faktörler arasındaki aşamalar; lokal invazyon, kan ve lenf damarlarına giriş
dengenin düzenlenmesinde doğrudan tümör hücreleri, (intravazasyon), damarlar yoluyla gerçekleşen yolculuk,
veya tümöre yanıt olarak stroma hücrelerinden salgıla damarlardan çıkış (ekstavazasyon), mikrometastazlarm
nan proteazlar da rol oynar. Birçok proteaz, ekstrasel- meydana gelmesi ve en son olarak da mikrometastazlarm,
lüler matrikste (ESM) depolanmış olan anjiyogenik ba makroskopik tümörler yönünde büyümesi şeklindedir.
zik FGF'nin serbest kalmasını sağlayabilir; aksine güç Tahmin edilebileceği gibi bu aşamalardan herhangi biri,
lü üç anjiyogenez inhibitörü—anjiyostatin, endostatin tümörle ya da konakla-ilişkili faktörler tarafından kesinti
ve vaskülostatin—sırasıyla plazminojen, kollajen ve ye uğratılabilir. Metastatik olaylar dizisi, anlatım kolaylığı
transtiretin klivajıyla üretilmektedir. Öte yandan TSP- amacıyla (1) ESM invazyonu ve (2) tümör hücrelerinin da
1 (trombospondin-1 ), stromadaki fibroblastlarm bizzat marlar yoluyla yayılarak uzak dokulara/organlara yerleş
kendileri tarafından, tümör hücrelerinden gelen sinyal mesi şeklinde iki faza bölünebilir.
lere yanıt olarak üretilir.
® Anjiyogeneze geçiş (switch), hipoksi gibi birçok fizyolo Ekstrasellüler Matriks (ESM) İnvazyonu
jik uyaranın kontrolü altındadır. Rölatif oksijen eksikli Bilindiği gibi, insanlardaki dokular, birbirlerinden bazal
ği, oksijene duyarlı bir transkripsiyon faktörü olan HIF- membranlar ve interstisyel bağ dokusu olmak üzere iki tip
l a (hypoxia-inducible factor-la) (hipoksiyle indüklene- ESM ile ayrılan bir dizi bölmelerden (kompartmanlar)
bilen faktör-la) aktivasyonu üzerinden VEGF gibi çeşit meydana gelmiştir (Bölüm 2). Farklı şekillerde organize
li pro-anjiyogenik sitokinlerin üretilmesini uyarır. HIF- olmalarına rağmen her ESM tipi, kollajenlerden, glikopro-
l a , sürekli olarak üretilir ama normotoksik ortamlarda teinlerden ve proteoglikanlardan oluşmuştur. Metastatik
bu faktöre bağlanan VEIL (von Hippel-Lindau) prote olaylar dizisi sırasında tümör hücreleri ESM ile çeşitli aşa
ini, H IF-la'm n ubikuitinleşmesini ve yıkımını sağlar. malarda etkileşime girer (Resim 5-27). Bir karsinomun
• Kritik boyuta ulaşan bir tümördeki gibi hipoksi koşulla önce, altındaki bazal membrandan, daha sonra interstis
rında oksijen eksikliği, H IF-la'm n VHL tarafından ta yel dokudan geçmesi ve daha sonra da damarlardaki ba
nınıp imha edilmesini önler. Bu durumda H IF-la, hüc zal membranı delerek dolaşıma ulaşması gerekir. Söz ko
re çekirdeğine geçer ve VEGF gibi hedef genlerinin, nusu siklus, tümör hücresi embolileri uzak bir yerde da
transkripsiyonunu aktive eder. Bu aktiviteler nedeniyle mar dışına çıkarken de tekrarlanır. Bu nedenlerden dola
VHL, tümör baskılayıcı bir gen olarak etki eder ve bu yı bir tümör hücresinin metastaz yapabilmesi ancak, fark
genin germline mutasyonlarma herediter böbrek kan lı, çok sayıda bazal membranlardan ve en azından iki in
serleri, feokromositomlar, merkez sinir sistemi heman- terstisyel matriksten geçmesiyle mümkündür. ECM invaz
jiomları ve böbrek kistleri (VHL sendromu) eşlik eder. yonu, dört basamakta gerçekleşir (Resim 5-28):
Kanserin Başlıca Özellikleri 193
i
intravazasyon
Konağın lenfoid
hücreleriyle etkileşim
Konak
lenfositi
Bazal
membrana
tutunma
I
Ekstravazasyon
1
Metastatik
birikim
I
Anjiyogenez
I
Büyüme
D. GÖÇ ETME
Resim 5 -2 7 Metastazla sonuçlanan olaylar dizisi: Bir tümörün kan
yoluyla yayılması sırasındaki birbirini izleyen aşamalar.
Otokrin motilite
faktörü
Resim 5 -2 8 Â -D , Epitel bazal membranının tüm ör hücreleri Fibronektin
tarafından invazyonu sırasında cereyan eden olaylar dizisi. Tümör
hücreleri adezyon yeteneklerinin azalması nedeniyle birbirlerinden
ayrılarak, bazal membranı parçalayan proteolitik enzimler salgılar.
Bunu, yine pro te olitik olarak oluşturulan bağlama yerlerine
bağlanma ve tüm ör hücresi göçü izler.
194 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Metastatik olaylar dizisinin birinci basamağı, tümör Stroma hücreleri ayrıca hücre motilitesinin, tümör hüc
hücrelerinin gevşemesidir. Daha önce de anlatıldığı gibi relerinin üzerindeki reseptörlere bağlanan, HGF/SCF
E-kaderinler, hücreler-arası yapıştırıcı olarak etki eder (hepatosit büyüme faktörü/yayılma faktörü) gibi, pa-
ve bunların sitoplazma içerisindeki bölümleri, |3-kateni- rakrin efektör faktörler de üretir. Bu faktörlerin kon
ne bağlanır (Resim 5-24). Komşu E-kaderin molekülle santrasyonlarının, invazyon yeteneği ileri derecede
ri hücreleri bir arada tuttuğu gibi E-kaderin yine daha güçlü bir beyin tümörü olan glioblastoma multiforme-
önce anlatıldığı gibi, (3-kateninin sekestrasyonu üzerin nin çevre kısımlarında yüksek bulunması, motilitede
den anti-proliferatif sinyaller gönderebilir. Neredeyse rol oynadıkları görüşünü desteklemektedir.
epitel kökenli tüm kanserlerde E-kaderin fonksiyonu; E-ka- Tümör hücrelerini kuşatan stroma hücrelerinin, tümör hüc
derin genlerinin fi-katenin gen aktivasyonu üzerinden ger relerinin motilitesini engelleyen statik bir engel olarak de
çekleşen mutasyonlar veya E-kaderin ekspresyonunu baskı ğil de, tümör ve stroma hücreleri arasındaki karşılıklı sinya
layan SNAIL ve TWIST transkripsiyon faktörlerinin uy lizasyonların tümör oluşumunu teşvik ettiği veya önlediği,
gunsuz ekspresyonu nedeniyle kaybolmuş durumdadır. değişken bir ortam olduğu, yakınlarda açıklık kazanmıştır.
Invazyondaki ikinci basamak, bazal membranın ve inters- İleride anlatılan doğuştan ve adaptif bağışıklık hücreleri,
tisyel bağ dokusunun lokal olarak parçalanmasıdır. Tü ayrıca fibroblastlar, tümörlerle etkileşime giren stroma hüc-
mör hücrelerinin kendileri proteolitik enzimler salgılar, relerindendir. Tümöre eşlik eden fibroblastlarm ESM mole
veya fibroblastlar ve inflamatuvar hücreler gibi stroma küllerini, proteazları, proteaz inhibitörlerini ve çeşitli büyü
hücrelerini proteazlar salgılaması için uyarır. Tümör me faktörlerini kodlayan genleri değişikliğe uğramış şekil
hücresindeki invazyon özelliğinin gerçekleştirilmesinde de içerdiği, çeşitli çalışmalarda ortaya konulmuştur. Böyle-
matriks metalloproteinazları (MMP), katepsin D ve üro- ce tümör hücreleri varlıklarını, karmaşık ve sürekli değiş
kinaz plazminojen aktivatörü gibi farklı birçok proteaz mekte olan; ESM, fibroblastlar ve bağışıklık sistemi hücre
lar ailesinin rol aldığı, dolaylı olarak ifade edilmiştir. lerinin karşılıklı haberleşmekte olduğu bir ortam içerisinde
Matriks metalloproteinazları tümör invazyonu yalnızca devam ettirmektedir. Kötü emellerine ulaşmak için söz ko
bazal membranın ve interstisyel matriksin çözünmez nusu ortamla işbirliği yapan ve bu ortama uyum sağlayabi
bileşenlerini yeniden biçimlendirerek değil; aynı za len hücreler, en başarılı tümör hücreleri olabilir.
manda ESM'teki büyüme faktörlerini serbest bırakarak
da düzenler. Aslında kollajen ve proteoglikanlarm kli- Tümör Hücrelerinin Vasküler Yayılımı ve Yerleşmesi
vajı, aynı zamanda kemotaktik, anjiyogenik ve büyüme Tümör hücreleri dolaşım sistemine ulaştıklarında, daha
yi teşvik eden etkilere de sahiptir. Örneğin MMP-9, epi- sonra anlatılacağı gibi, konağın bağışıklık hücreleri tara
teldeki ve damarların bazal membranmdaki tip IV kol- fından tahrip edilmeye yatkındır. Kan dolaşımındaki tü
lajeni serbest bırakabilen bir jelatinazdır; ayrıca ESM'in mör hücrelerinin bazıları, kümelenerek ve dolaşımdaki lö-
sekestre havuzlarından VEGF salıverilmesini de uyarır. kositlere, özellikle de trombositlere yapışarak emboli oluş
Memenin, kalın barsağm ve midenin benign tümörle turur; böylelikle de dolaşımdaki tümör hücrelerinin bir
rinde çok az olan tip IV kollajenaz aktivitesi, aynı or bölümü, konağın efektör hücrelerinin antitümör etkileri
ganlardaki malign tümörlerde bol miktarda mevcuttur. ne karşı bir dereceye kadar korunur. Ancak tümör hücre
Bu sırada metalloproteinaz inhibitörlerinin de azalmış lerinin çok büyük bir bölümü dolaşımda, tek başlarına do
olması dengeyi, doku yıkımı lehine değiştirir. Gerçek laşır. Serbest tümör hücrelerinin damar dışına çıkmasın
ten de birçok tümörde, matriks metalloproteazlarm ve da veya tümör embolisi oluşmasmda söz konusu hücreler
diğer proteazlarm aşırı ekspresyonu bildirilmiştir. önce damar endoteline yapışır, ardından da, invazyon sü-
Tümör invazyonunun üçüncü adımında; tümör hücrele recindekine benzer mekanizmalarla bazal membrandan
rinin ESM proteinlerine tutunmasında değişiklikler meyda geçerek organ parenkimine girer.
na gelir. Normal epitel hücrelerinde, bazal yüzeylerinde Tümör hücrelerinin damar dışına çıkacakları yeri ve
polarize olan bazal membran lamininine ve kollajenle- metastazların organlardaki dağılımını; primer tümörün
re ait, integrin gibi reseptörler vardır ve hücrenin istira- bulunduğu yere ve vasküler ya da lenfatik drenajına baka
hatteki, farklılaşmamış durumunda kalmasına yardım rak tahmin etmek mümkündür. Tümörlerin çoğu, dolaşı
eder. Normal hücrelerde adezyon kaybı apoptoz başla ma girdikten sonra kapiller yatakla ilk karşılaştıkları or
tırken; tümör hücreleri, bu yoldan gerçekleşecek hücre ganda metastaz yapar. Ancak doğal drenaj yollan, metastaz-
ölümüne dirençlidir. Ayrıca matriksin kendisi de, invaz lann dağılımını birçok vakada kolayca açıklayanlamaktadır.
yon ve metastaz oluşmasını teşvik edecek şekilde deği Daha önce de işaret edildiği gibi bazı tümörler, örneğin ak
şikliğe uğramıştır. Örneğin bazal membran proteinleri ciğer kanserleri adrenallerde oldukça sık metastaz yapar
nin (kollajen IV ve laminin) MMP-2 veya MMP-9 tara ken, iskelet kasma hemen hiç yayılmaz. Bu organ tropiz
fından klivajı, tümör hücrelerindeki reseptörlerin bağla mi, aşağıda anlatılan mekanizmalarla bağlantılı olabilir:
nabilecekleri yeni yerler yaratarak göç olayını uyarır. • Tümör hücrelerinde ligandları tercihen hedef organla
Tümör invazyonunun son basamağı, malign hücrelerin rın endotelinde mevcut olan adezyon moleküllerinin
hareketlilik kazanmasıdır (locomotion). Hareketlenme sü ekspresyonu
recinde tümör hücreleri, parçalanmış bazal membran- • Kemokinlerin ve reseptörlerinin ekspresyonu. Bölüm
lardan ve proteolize uğramış matriks bölgelerinden ge 2 'de de anlatıldığı gibi kemokinler, lökositlerin yönlen
çerek yer değiştirir. Kanserli hücrelerin göç etmesi, so dirilmiş hareketlerine (kemotaksi) katkıda bulunur ve
nunda aktin yapısındaki hücre iskeletini etkileyen, bir kanser hücreleri, özel dokularda yerleşmek için benzer
çok reseptör ailesiyle sinyalizasyon proteini ailesinin rol hileleri kullanan hücreler olarak gözükmektedir.
aldığı, çok aşamalı bir süreçtir. Bu son basamak, otok- CXCR4 ve CCR7 adlı kemokin reseptörlerinin insan
rin motilite faktörü gibi, tümör hücresinden kaynakla meme kanserindeki ekspresyonları yüksektir. Bu re
nan sitokinler tarafından teşvik edilip yönlendirilen bir septörlerin ligandları (CXCL1 2 ve CCL2 1 ) yüksek mik
süreç olarak gözükmektedir. Ayrıca matriks proteinleri tarda yalnızca, meme kanseri hücrelerinin metastaz
nin kırılma ürünleri (kollagen,laminin gibi) ve bazı bü yaptığı organlarda mevcuttur. Bu gözleme dayanılarak,
yüme faktörleri (insülin-benzeri büyüme faktörü I ve II kemokin reseptörleri blokajının metastazları sınırlaya
gibi), bu hücreler üzerinde kemotaksi etkisine sahiptir. bileceği öne sürülmüştür.
Kanserin Başlıca Özellikleri 195
• Tümör hücreleri hedeflerine ulaştıkları zaman, bu he dığı, yanıtı henüz verilmemiş bir sorudur. Bu sorunun ya
defte kolonize olabilmelidir. Söz konusu kolonizasyo- nıtı yalnız akademik açıdan değil, prognoz ve tedavi açısın
nu düzenleyen faktörler, tam olarak henüz anlaşılma dan da önemli gözükmektedir: Eğer metastatik fenotipi
mıştır. Ancak tümör hücrelerinin damar dışına çıktık teşvik edecek ya da baskılayacak belirli gen formları ("me
tan sonra çoğalabilmeleri için, kendilerini kabul ede tastaz onkogenleri") varsa, bunların primer tümörde orta
cek bir stromaya ihtiyacı vardır. Bazı durumlarda hedef ya konulması, hem prognoz hem tedavi bakımından değer
doku, metastaz için elverişli bir ortam kimliği taşıma taşıyacaktır. Başlıca fonksiyonu epitelin-mezenkime dö
yabilir ve deyim yerindeyse tümör tohumlarının gelişi nüşmesini (epithelial-to-mesenchymal transition) (EMT)
mi için uygun toprak değildir. Örneğin, iskelet kası da teşvik etmek olan SNAIL ve TWIST adlı transkripsiyon
mar bakımından zengin olmasına rağmen, metastazla faktörlerini kodlayan genler, metastatik onkogen adayı ola
ra nadiren sahne olmaktadır. bilir. Bu dönüşüm sırasında karsinom hücrelerindeki bazı
Tümör hücreleri, ilk oluştukları yerden uzaklaşmakta gös epitel belirteçleri (ör. E-kaderin) azalmakta, bazı mezen-
terdikleri "beceriye" karşılık, uzak organlarda koloniler kim belirteçleri (ör. vimentin, düz kas aktini) artmaktadır.
oluşturmak bakımından oldukça etkisizdir. Küçük tümör Bu moleküler değişikliklere hücrelerin, poligonal epitelim-
lerden bile her gün milyonlarca hücre ayrılmaktadır; mak- si biçimden iğ biçimli mezenkimal tipe değişmesi gibi feno-
roskopik metastazlar gelişmemiş bile olsa bu hücreleri, tipik değişiklikler eşlik etmektedir ve bu değişikliklerle bir
kan dolaşımında ve kemik iliğindeki küçük odaklarda likte, göç olayını ve invazyonu teşvik eden proteolitik en
saptamak mümkündür. Mikrometastazlarm varlıklarını, zimlerin üretimi artmaktadır. Söz konusu değişikliklerin,
ilerleme kaydetmeksizin uzun süre koruyabilmeleri ola metastaz oluşması için mutlaka ihtiyaç duyulan pro-migra-
rak tanımlanabilecek uyku hali, meme ve prostat kanse tör fenotipin gelişmesi lehine olduğuna inanılmaktadır. E-
rinde tanımlanmıştır. kaderin ekspresyonunun kaybolması, EMT'deki en önemli
Kolonizasyonun moleküler mekanizmaları gerçi fare olay olarak gözükmekte; SNAIL ve TWIST faktörleri, E-ka-
modellerinde henüz yeni aydınlatılmaya başlanmıştır ama derin ekspresyonunu azaltarak EMT'yi teşvik eden transk
tümör hücrelerinin, normal stroma hücrelerini etkileye ripsiyon faktörleri olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak bu
rek metastaz yerini kanser hücrelerinin yaşayabileceği bir önde gelen transkripsiyon faktörlerinin tümörlerde nasıl
ortama dönüştüren sitokinler, büyüme faktörleri ve prote- uyarıldığı bilinmemektedir; deneysel modeller yine de, tü
azlar salgıladıkları görüşü, uygun gözükmektedir. Metas mör hücreleriyle stroma hücreleri arasındaki etkileşimle
taz mekanizmalarının molekül düzeyinde daha iyi anlaşıl rin, bu değişiklikte rol oynayan en önemli uyarı olduğu iz
masıyla doktorların, bu mekanizmaları tedavi hedefi ola lenimini vermektedir. Böylece metastatik fenotipin kaza
rak kullanması büyük ölçüde kolaylaşacaktır. Buraya ka nılması, bir dizi mutasyona değil de, söz konusu etkileşim
dar anlatılanlara rağmen, herhangi bir kanser çeşidinin sırasında şekillenen bir özelliğe bağlı olabilmektedir.
nerede metastaz yapacağı kesin olarak tahmin edilemeye-
bilir. Birçok tümörün, patoloji kitaplarının ilgili bölümleri ( ^ ) Ö Z E T____________________________________
ni okumadıkları ortadadır!
İnvazyon ve Metastaz Yeteneği
Metastazların Moleküler Genetiği • Kanserlerin ayırıcı özelliği olan dokuları invaze etme ye
Tümörler büyüdükçe, her hücrenin rasgele mutasyonlar teneği; hücreler arasındaki temasın gevşemesi, ECM par
geçirerek farklı mutasyon kombinasyonlarına sahip alt- çalanması, yeni ECM komponentlere bağlanma ve tüm ör
klonlar oluşturduğu şeklindeki görüş, tümör progresyo- hücrelerinin göç etmesi şeklindeki d ö rt basamakta ger
nuyla ilgili olarak konuşulan bir varsayımdır. Bu görüşe çekleşir.
göre, metastaz için gereken tüm mutasyonlar, tümör hüc • Hücreler arasındaki temas, E-kaderinin çeşitli yollardan
relerinin yalnızca küçük bir alt-popülasyonunda gerçek inaktivasyonuyla kaybolur.
leşmektedir. Ancak primer tümörlerle metastazlarının • Bazal membranın ve interstisyel matriksin parçalanması,
gen profillerinin çıkarıldığı güncel deneysel çalışmaların tüm ör hücreleriyle stroma hücrelerinin salgıladıkları,
bulguları, bu varsayımı zorlamaktadır. Örneğin meme MMP ve katepsinler gibi proteolitik enzimler aracılığıyla
kanseri alt-gruplarmdan birindeki gen ekspresyonunun, gerçekleşir
• Proteolitik enzimler ayrıca, ESM'te serbest kalarak, EsM
metastazlardakine benzediği bulunmuşsa da, bu alt-grup-
glikoproteinlerinin klivajıyla, kemotaksi faktörleri ve an-
taki tümörlerin metastaz yapmış olduğunu gösteren hiç
jiyojenik faktörler üretir.
bir klinik kanıt elde edilmemiştir. Söz konusu tümörlerde
• Birçok tüm örün nereye metastaz yapacağı, primer tü
ki hücrelerin tümü olmasa bile neredeyse tümü, primer mörün bulunduğu yere bakılarak tahmin edilebilir. Bir
karsinogenez sırasında metastatik yayılma yönünde bir çok tümör, karşılaştıkları ilk kapiller yatakta (en çok ak
eğilim kazanmış gözükmektedir. Bu görüşe göre metastaz ciğerde ve karaciğerde) yerleşir.
gelişmesi, tümör progresyonu sırasında metastaz yapabi • Bazı tüm örler; olasılıkla ligandları metastaz yerindeki en-
lecek alt-klonlarm rastgele gelişmesi şeklindeki olasılığa dotel hücrelerinde mevcut olan adezyon veya kemokin
değil de, tümörün karsinogenez sırasında geliştirdiği kit reseptörlerinin aktivasyonu üzerinden, organ tropizm i
rensek bir özelliğine bağlıdır. Ancak sözü edilen gen gösterir.
ekspresyon analizlerinin, büyük bir tümörün içindeki me
tastatik alt-klonlarım ortaya koyamadığını belirtmek gere Enerji Metabolizmasının Tekrar Programlanması
kir. Olasılıkla, her iki mekanizma da işliyor ve tümör olu
şumu sırasında metastaza izin veren gen ekspresyon tip Enerji metabolizmasının yeniden programlanması tümör
lerini erkenden kazanan agresif tümörler belki de, metas lerde, kanserin ayırıcı özelliklerinden biri olarak kabul
tatik fenotipi tamamlayacak bazı ek, rastgele mutasyonla- edilmesine neden olacak kadar sık görülmektedir. Kanser
ra ihtiyaç duyuyor olabilir. hücreleri bulundukları ortamda bol miktarda oksijen mev
Tümör gelişmesi sırasında metastazları denetleyen baş cut olsa bile glikoz metabolizmalarını, oksijene aç, ancak
lıca ya da tek katkıda bulunan genlerin mevcut olup olma etkili mitokondrilerden, glikolize kaydırmaktadır. Aynı za
196 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
manda aerob glikoliz olarak da bilinen ve Warburg etkisi ni ortada kaldırmaları gerekir. Kanserin bu ayırıcı özelliği,
olarak adlandırılan bu fenomen, yıllardan beli bilinmekte tümör antijenlerinin tabiatı ve nasıl tanımlanabilecekleri
dir (Otto Warburg, kendi adım taşıyan bu etkiyi keşfetme nin bilinmesiyle daha iyi anlaşılacağından, daha ilerdeki
si nedeniyle 1931 yılında, Nobel ödülü almıştır) ama son sayfalarda anlatılmaktadır.
zamanlara kadar, büyük ölçüde ihmal edilmiştir.
Maligniteye Olanak Veren Faktör O larak
Aerob glikolizin mitokondrilerdeki oksidatif fosforilas-
yon kadar etkili olmadığı (bir molekül glikozdan 36 mole Genom İnstabilitesi
kül değil, 2 molekül ATP elde edilmesini sağladığı) bilin Önceki bölümde, kanser hücrelerinin fenotipik özellikleri
mektedir. Oysa aerob glikolizi tercih eden, Burkitt lenfo- ne sahip olmalarından sorumlu, malignitenin altı özelliği
ması gibi kanserler; insanlardaki en hızlı büyüyen kanser ve genetik değişiklikler anlatıldı. Bu mutasyonlar acaba na
lerdir. Aslında malign bu tümörlerdeki "glikoz açlığı", PET sıl meydana gelmektedir? Gerçi insanlar mutasyonlara yol
(pozitron emisyon tomografisi) kullanılarak görüntülen açabilen etkenlerle (kimyasallar, radyasyon, güneş ışığı)
melerinde kullanılmaktadır: Bu taramada hastalara damar dolu bir çevrede yaşamaktadır ama kanserler, böyle bir or
yoluyla, metabolize edilmeyen bir glikoz türevi olan F18 tamdan beklenebilecek olandan çok daha seyrek görülür.
(fluor-18) ile işaretlenmiş fluorodeoksiglikoz verilir. Malign Bu olumlu sonuç, normal hücrelerin DNA hasarım onara-
tümörlerin neredeyse tümü, en belirgin olarak da hızla bü bilmeleri sayesinde elde edilmektedir. DNA onarımmda
yüyenleri, PET-pozitiftir. kullanılan proteinleri kodladıkları bilinen genlerin kusurlu
Embriyo hücreleri gibi hızla bölünen normal hücrelerin olmasına bağlı, çeşitli kalıtsal hastalıklar; DNA onarımmm
de Warburg (aerob glikoliz) metabolizmasını kullandığı bu genom bütünlüğünün devam ettirümesinde taşıdığı önemi
gün bilinmekte ve bu metabolizma şeklinin, hızla büyüme açıkça göstermektedir. DNA onarım proteinlerinde bu gibi
ye ihtiyaç duyulduğunda tercih edildiğini işaret etmektedir. kalıtsal kusurlarla doğanlardaki kanser gelişim riski, büyük öl
Aerob glikolizin her glikoz molekülünden, mitokondriler çüde artmıştır. Genom instabilitesi tipik olarak, bir genin
deki oksidatif fosforilasyondakinden çok daha az sayıda her iki kopyası da kaybolduğunda gerçekleşir; ancak yakın
ATP ürettiğinin bilinmesine rağmen acaba nasıl mümkün zamanlardaki çalışmaların sonuçları, bu genlerin en az bir
olabilmektedir? Aktif olarak bölünmekte olan bir hücre, alt-takımımn kanser gelişmesini, tek bir kopyayla da teşvik
bölünme öncesinde DNA miktarını iki katma çıkarmak du edebildiği izlenimini vermektedir. DNA onarım sistemin
rumunda olmasına rağmen; ister normal, isterse transfor- deki üç tip kusurun onarımı—mismatch onarımı, nükleotid
me hücre olsun; membranlar, proteinler ve organeller dahil eksizyon onarımı ve rekombinasyon onarımı—aşağıda an
diğer tüm bileşenlerinin miktarını ikiye katlamak zorunda latılmaktadır. Bu anlatılanların odak noktası gerçi kalıtsal
dır. Bunun için hücrenin, aldığı besleyici madde, özellikle sendromlardır ama sporadik kanserlerin de bu genlerde
de glikoz ve amino asit miktarlarını artırması gerekir. Ara- meydana gelen mutasyonlara bağlı olarak gelişebildiğim
metabolizma çalışmalarının sonuçları, membranlarm oluş belirtmekte fayda vardır; bu mutasyonlar, disfonksiyonları
turulması için ihtiyaç duyulan lipidlerin sentezinde kulla kanserin ayırıcı özelliklerine katkıda bulunan diğer genler
nılan karbon kaynağının glikoz olduğu izlenimini vermek de de mutasyonlarm birikmesine neden olmaktadır.
tedir. Glikozdaki karbonun bu amaçla kullanılması, piru-
vat yolunun, oksidatif fosforilasyon ve ATP üretilmesi aley Herediter Nonpolipöz Kolon Kanseri Sendromu
hine biyosentez yoluna değiştirilmesiyle gerçekleşir. Böyle- Herediter nonpolipöz kolon kanseri (HNPCC) sendromu,
ce kanser metabolizması, Darwin ilkelerine göre de yorum DNA onarım genlerinin kansere yatkınlıkta oynadığı rolün
lanabilir: bu metabolizma değişikliğine kendilerini uydura etkileyici bir örneğidir. Öncelikle çekumdaki ve kolon
bilen tümör hücreleri, uyduramayan rakipleriyle karşılaştı proksimalindeki ailesel kolon kanserleriyle karakterize
rıldığında çok daha hızla bölünebilmektedir. olan bu sendrom (Bölüm 14), DNA onarımmı ilgilendiren
Tümörlerde aerob glikoliz, yeterli oksijen varlığında de genlerdeki uygunsuz onanma bağlı olarak gelişir. Bu gen
vam ettiğinden; metabolizma değişikliğini teşvik eden ler, bir DNA şeridi onarılırken "okuma denetçisi" olarak
ayarlamaların yapılmış olması gerekmektedir. Onkogenle- hareket eder. Örneğin, normalde olduğu gibi A ile T'nin eş
rin ve TP53, PTEN ve Akt (RAS sinyalizasyonundaki bir leşmesi değil de, G ile T'nin eşleşmesi gerçekleşirse, mis
ara-molekiil) gibi tümör baskılayıcılarının, hücrenin daha match tamir genleri bu hatayı düzeltir. Bu "düzelticiler"
fazla glikoz almasını, glikoz transporter proteinlerini ae yoksa hatalar, mutasyona eğilimli fenotip olarak adlandır
rob glikoliz lehine etkileyerek uyardığı, günümüzde gittik mak üzere, gittikçe hızlanarak birikir. HNPCC sendromun-
çe daha iyi anlaşılmaktadır. Warburg etkisi kanser fenoti- da arka planında, en az 4 tane uygunsuz onarım genindeki
pi için yeterince merkezi karakter taşıdığından, bu meta mutasyonlarm yer aldığı bulunmuştur (Bölüm 14). Hastala
bolizmayı hedef alan ilaçlar, tedavide kullanılmak üzere rın her birinde çok sayıdaki DNA onarım geninden birine
geliştirilmektedir. ait kusurlu bir kopya, kalıtsal olarak mevcuttur; diğer kop
yanın da kusurlu olmasıyla sonuçlanan "ikinci vuruş", ko
Bağışıklık Sisteminden Kaçış londaki epitel hücrelerinde gerçekleşir. DNA onarım genle
ri böylece hücre çoğalmasını yalnızca dolaylı şekilde—nor
Az önce de belirtildiği gibi tümörlerin bağışıklık sistemi ta mal hücre bölünmesi sürecinde diğer genlerde mutasyonla
rafından imha edilmekten kaçıp kurtulma yeteneği günü ra izin vererek etkiler. MSI (mikro-satellit instabilitesi), uy
müzde; aynen enerji metabolizmasının tekrar programlan gunsuz onarım genlerinde kusur bulunan hastalardaki ka
ması gibi, kanserin ayırıcı özelliklerinden biri olarak kabul rakteristik bir bulgudur. Mikro-satellitler, sayıları 1-6 ara
edilmektedir. Tümörlerin çok büyük bölümü, herhangi bir sında değişebilen nükleotiderin genom boyunca birbiri ar
bağışıklık sorunu olmayan bireylerde ortaya çıktığından dından tekrarlamasıdır. Bu mikro- satellitlerin uzunluğu,
bunların başarılı bir strateji uygulayarak bağışıklık sistemi sağlıklı kişilerde sabit kalır. Ama HNPCC sendromu olan
ni, tümör hücrelerini tanıyamayacak şekilde aldatmaları hastalarda stabü olmayıp kısalır ya da uzar. Gerçi tüm ko
veya konağın, bir mikrop infeksiyonunun ya da nakledilen lon kanserlerinin yalnızca %2-4'ü kadarı HNPCC sendrom-
allojeneik organların reddinin üstesinden gelebilecek hüc ludur ama mikro- satellit instabilitesi, sporadik kolon kan
re ordusuna sahip olmalarına rağmen bu sistemin etkileri serlerinin yaklaşık %15'inde mevcut olabilmektedir. TGF-|3
5İSB S SM L .. 1W6SS2 - -:awiMt^Hw^aaar ig ^
reseptörü tip II, BAX ve diğer onkogenlerle tümör baskıla Regüle Genomik Instabilite Tarafından Mutasyonlarla
yıcı genleri kodlayan genler, HNPCC sendromunda mutas- Gelişen Kanserler: Lenfoid Neoplaziler
yona uğramış bulunan büyüme-düzenleyici genlerdendir.
Özel bir tip DNA hasarı, B ve T lenfositlerinin tümörlerin
de, merkezi patogenetik role sahiptir. Daha önce de anlatıl
Kseroderma Pigmentozum
dığı gibi adaptif bağışıklık, bu iki tip lenfositin antijen re
Kalıtsal bir hastalık olan kseroderma pigmentozum'lu bi septör genlerini çeşitlendirme yeteneklerine bağlıdır. B ve
reylerin, güneşe maruz kalan deri bölgelerinde kanser ge T hücreleri, RAG1 ve RAG2 olmak üzere birer çift gen ürü
lişme riski artmıştır. Bu hastalığın temelinde, kusurlu DNA nü içerir. Bu gen çiftlerinin ürünleri, V(D)J segmenti re-
onarımı yatar. Güneş ışığındaki ultraviyole (UV) ışınları, kombinasyonunu gerçekleştirerek fonksiyonel antijen re
primidin kalıntılarında çapraz-bağlanmalara neden olarak septör genlerinin bir araya gelmesini sağlar. B hücrelerinde
normal DNA replikasyonunu engeller. Bu gibi DNA hasar ayrıca antijenle karşılaştıktan sonra; aktivasyonla-indükle-
ları, nüldeotid eksizyonu onarım sistemiyle onarılır. Söz nen sitozin deaminaz (activation-induced cytosine deami
konusu onarımda çeşitli proteinler yer alır ve bunlardan nase) (AID) adı verilen ve her iki immünoglobülin gen sı
herhangi birinin kalıtsal kaybı, kseroderma pigmentozum nıfının rekombinasyonunu ve somatik hipermutasyonunu
gelişmesine neden olabilir. katalize eden, özel bir enzim ekspresyonu vardır. Bölüm
ll'd e ayrıntılı olarak anlatılan lenfoid neoplazilere neden
Homolog Rekombinasyon ile DNA Onarımı Kusurlarının olan mutasyonlardan, antijen reseptörü genlerinin bir ara
Mevcut Olduğu Hastalıklar ya gelmesi ve çeşitlenmesi sırasındaki hatalar sorumludur
Otozomal resesif olarak geçen Bloom sendromu, ataksi-te
lanjiektazi ve Fanconi anemisi gibi bir grup hastalıkta; O Ö ZET ________________
DNA hasarına yol açan İyonlaştırıcı radyasyona (Bloom
sendromun ve ataksi-telanjiektazide) veya DNA'nm çap Maligniteye Olanak Veren Faktör Olarak
raz bağlanmasına neden olan, azot hardalı gibi etkenlere Genomik İnstabilite
(Fanconi anemisinde) karşı aşırı duyarlılık söz konusudur. • D N A onarım sistemlerindeki genlerin kalıtsal mutasyon-
Bu hastalıkların karmaşık olan fenotipi, kansere olan yat larını taşıyan bireylerdeki kanser gelişme riski, büyük öl
kınlığın yanı sıra nöral semptomlar (ataksi-telanjiektazi), çüde artmıştır.
anemi (Fanconi anemisi) ve gelişme kusurları da (Bloom • HNPCC sendromu olan hastalarda, kolon karsinomları-
sendromu) içerir. Ataksi-telanjiektazideki mutasyona uğ nın gelişmesine yol açan uyumsuz onarımı şeklinde ku
ramış gen olan ATM geni, İyonlaştırıcı ışınların neden ol surlar mevcuttur. Bu hastalarda genom boyunca, ardışık
duğu DNA hasarının algılanmasında ve p53 aktivasyo- olarak tekrarlayan kısa nüldeotid dizilerinin uzunlukların
nunda önem taşıyan bir protein kinaz enzimini kodla- daki değişikliklerde karakterize olan, mikro-satellit insta-
maktadır. bilitesi (MSI) vardır
DNA onarım genlerinin kanser başlangıcındaki rolüne • Kseroderma pigmentozum hastalarında, nükleotid eksiz-
dair kanıtlar, kalıtsal meme kanseri çalışmalarında da el yon onarım sisteminde bir kusur vardır ve bu hastalarda
de edilmiştir. Ailesel meme kanseri vakalarının %50'sin- ki, ultraviyole ışınlara maruz kalan deri bölgelerinde kan
de, BRCA1 ve BRCA2 adlı genlerin mutasyonları sorumlu ser gelişme riski, pirimidin dimerlerinin onarılamaması
dur. BRCA1 mutasyonları olan kadınlarda meme kanseri nedeniyle artmıştır.
riskinin yanı sıra, epitel kökenli over kanserlerinin geliş • Homolog D N A rekombinasyon onarım sisteminde ku
me riski önemli ölçüde, erkeklerde ise prostat kanseri ris surlar olan hastalarda; D N A hasarı yapan İyonlaştırıcı
ki bir miktar yükselmiştir. Bunun gibi, BRCA2 genindeki radyasyon gibi etkenlere aşırı duyarlılıkla karakterize bir
mutasyonlar hem erkeklerdeki hem kadınlardaki meme grup hastalık—Bloom sendromu, ataksi-telanjiektazi ve
Fanconi anemisi—vardır. Ailesel meme kanserlerinde mu
kanseri; ayrıca over, prostat, pankreas, safra yolları, mide,
tasyona uğramış genler olan BRCA1 ve BRCA2, D N A
melanosit ve B lenfosit kanserlerinin gelişme riski artmış
onanırımda rol oynar.
tır. Söz konusu genlerin fonksiyonu gerçi henüz tam ola
• Genomik instabiliteye yol açan gen ürünlerinin (RAG1,
rak bilinmemektedir ama BRCA1 ve BRCA2 genleri taşı
RAG2, AID) bulunduğu lenfoid hücreler, lenfoid neopla-
mayan hücrelerde kromozom kırılmaları ve ciddi anöplo-
zilerin önemli nedenleridir.
idi gelişir. Aslında bu iki gen de en azından kısmen, ho
molog rekombinasyon DNA onarmamda fonksiyon sahibi
gözükmektedir. Örneğin BRCA1 proteini, homolog DNA Maligniteye Olanak Veren Faktör olarak Tümör
rekombinasyonu şeklindeki onarımda diğer proteinlerle Gelişmesini Teşvik Eden İnflamasyon
kompleks oluşturur ve ayrıca, ATM kinaz yoluna da bağ
lıdır. BRCA2 geni, Fanconi anemisinde mutasyona uğra Birikmekte olan kanıtlar, çoğu zaman tümörlere karşı ve
mış olan çok sayıda genden biridir ve bu genin ürünü olan rilen koruyucu bir yanıt olduğu düşünülen inflamasyonun,
BRCA2 proteininin, homolog rekombinasyon için gereken çelişkili olarak kanserlere de yol açabildiği izlenimini ver
RAD51 proteinine bağlandığı gösterilmiştir. Tümör baskı mektedir. Bu çelişkili etki, iki çeşit inflamasyonda görülür:
layıcı diğer genlerde olduğu gibi kanser gelişebilmesi için, ® Mikrobik infeksiyonlara yanıt veya otoimmıın bir reaksiyo
BRCA1 ve BRCA2 genlerinin her iki kopyasının da inakti- nun bir bölümü olarak gelişen, kronik, inatçı inflamasyon.
ve olması gerekir. Bu iki genin ailesel meme kanseriyle Buna örnek olarak, gastrointestinal kanaldaki çeşitli
bağlantılı olduğu kesinleşmişse de söz konusu genler, spo- kronik inflamatuar hastalıkların (Barrett özofagusu, ül-
radik meme kanseri vakalarında nadiren inaktive olmuş seratif kolit, Helicobacter pylori gastriti, hepatit B ve C,
durumdadır. BRCA1 ve BRCA2 bu bakımdan, hem ailesel, kronik pankreatit) mevcut olduğu bireylerdeki kanser
hem sporadik kanserlerde inaktive oldukları bilinen, APC riskinin artmış olması gösterilebilir. Herhangi bir kro
ve TP53 gibi tümör baskılayıcı diğer genlerden farklıdır. nik doku zedelenmesinde olduğu gibi bu inflamasyon-
198 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
da da, kompansasyon amacıyla gerçekleşen bir hücre Çok Aşamalı Karsinogenez ve Kanserin
proliferasyonu vardır. Büyüme faktörleri, sitokinler, ke- Progresyonu
mokinler ve inflamasyon yerinde biriken, aktive bağı
şıklık hücrelerinin ürettiği diğer biyoaktif maddeler, Daha önce de anlatıldığı gibi; çok sayıda temel anormalli
hücrelerin canlı kalmasını, dokunun yeniden biçimlen ğin önceden gerçekleşmesi, malignite gelişimi için gere
mesini ve anjiyogenezi teşvik ederek bu rejenerasyon ken bir ön koşuldur. Bu durumda her kanser, çok sayıda
sürecine yardım eder ve bu süreci kısaltır. Bu koşullar mutasyonun bir araya gelmesiyle gelişiyor olmalıdır. Malign
altındaki inatçı hücre replikasyonu ve apoptoz azalma fenotipin giderek artan bir şekilde birikmesine verilebile
sı hücreleri karsinogenezde rolü olan bir veya birkaç cek en iyi örneklerden biri, kolon karsinomunun incelen
genin mutasyona uğrama riskiyle karşı karşıya bırakır. mesiyle belgelenmektedir. Kolon kanseri lezyonlarınm,
Ayrıca, nötrofiller gibi inflamatuar hücreler karsinoge- morfolojik olarak tanımlanabilen, bir dizi evreden geçe
neze; hızla bölünen hücrelerde ilave DNA hasarına yol rek geliştiğine inanılmaktadır: Kolonda önce epitel hi-
açabilen-aktif oksijen türevleri salgılayarak katkıda bu perplazisi gelişmekte, ardından gittikçe büyüyen ve so
lunabilir. nunda malign transformasyona sahne olan adenomlar or
• Tümörlere yanıt olarak gelişen inflamasyon. Patologlar, taya çıkmaktadır (Bölüm 14). Söz konusu adenom-karsi-
birçok tümörde lökosit infiltrasyonunun meydana gel nom şeklindeki progresyonun öne sürülen moleküler bağ
diğini, oldukça uzunca bir süreden beri bilmektedir. Bu lantıları, Resim 5-30'da gösterilmektedir. Bu şemaya göre
inflamasyon derecesi değişik olabilirse de bağışıklık do önce APC adlı tümör baskılayıcı gen inaktive olmakta, bu
ğal ve adaptif bileşenlerinin hücreleri, her tümörde nu RAS geninin aktivasyonu ve en son olarak da 18q'daki
mutlaka mevcuttur. Geleneksel düşünceye göre bu inf tümör baskılayıcı genin ve TP53 geninin kaybolması izle
lamatuar reaksiyon, konağın tümörü tahrip etme girişi mektedir. Mutasyonların zaman içerisindeki gelişme sıra
mini temsil etmesi nedeniyle, koruyucu niteliktedir. sı, farklı tümörlerde başka başka olabilir.
Aslında, inflamatuar yanıtın amacı bu olabilir ama söz
konusu hücreler, büyüme faktörleri üreterek ve yukarı
da anlatıldığı gibi, ek DNA hasarına yol açarak tümör
gelişmesini teşvik edici aktivite gösteriyor da olabilir. KANSER ETİYOLOJİSİ:
İnflamasyonla kanser arasındaki bağlantı, gerçek meka KARSİNOJEN ETKENLER
nizması ne olursa olsun uygulamada bu sonuçları doğur
maktadır. Örneğin araşidonik asidi prostaglandinlere dö Kanser oluşumunun yüreğinde, genetik hasar yatar. Aca
nüştüren siklooksijenaz-2 (COX-2) enzimi, inflamatuar ba bu hasara hangi dış etkenler neden olabilir? (1 ) kimya
uyaranla üretilir ve bu enzimin kolon kanserleriyle diğer sallar, (2) radyasyon enerjisi ve (3) mikrobik ajanlar olarak
kanserlerdeki düzeyi yüksektir. Kanserden korunma ve üç karsinojen etken sınıfı tanımlanmıştır. Kimyasallar ve
kanser tedavisi amacıyla COX-2 inhibitörlerinin kullanıl radyasyon enerjisi insanlardaki, belgelenmiş kanser ne
ması, aktif bir araştırma konusudur. denleridir; hayvanlardaki çok sayıda kanser modelinin ve
Kanserin ayırıcı özellikleri anlatılırken söz edilen ilke bazı insan tümörlerinin patogenezinde, onlcojen virüsler
lerden, önemli klinik sonuçlar çıkarılabilir: Bu ayırıcı özel rol oynamaktadır. Bu üç etken sınıfı aşağıda ayrı ayrı an
likler bize, kanser tedavisinde kullanılacak yeni ilaçların latılmaktadır ama neoplastik hücrelerin özelliği olan çok
geliştirilmesinde kullanılabilecek bir yol haritası sunmak sayıda genetik anormalliğin ortaya çıkmasında bunların
tadır (Resim 5-29). çoğu beraberce veya sırayla etkili olabilmektedir.
Büyüme Sikline-bağımlı
İmmün aktivatör immün yıkımdan
baskılayıcılarından - kinaz inhibitörleri
anti-CTLA4 sakınma
kaçış
Proliferatif Replikatif
EGFR Telomeraz
► sinyallerin ölümsüzlüğün-
inhibitörleri inhibitörleri
sürdürülmesi sağlanması
Hücre invazyon ve
Pro-apoptotik HGF/c-Met
ölümüne metastaz -<
BH3 mimetikler inhibitörleri
direnme aktivasyonu
Alkilleştirici Maddeler
Normal epitel Kromozom 5q üzerindeki
(3-Propiyolakton
A P C lokusunun mutasyonu
veya kaybı Dimetil sülfat
Epitel hiperproiiferasyonu Diepoksibutan
DNA metilasyonunun kaybı Kanser tedavisinde kullanılan ilaçlar (siklofosfamid, klorambusil,
Erken dönem adenom nitrozoüreler ve diğerleri)
Kromozom 12p üzerindeki Asilleştirici Maddeler
R A S geninin mutasyonu
Ara dönem adenom 1-Asetil-imidazol
Kromozom 18q üzerindeki Dimetilkarbamil klorür
tümör baskılayıcının kaybı
Geç dönem adenom Metabolik Aktivasyona İhtiyaç Duyan Pro-karsinojenler
Kromozom 17p üzerindeki
Poli- ve Heterosiklik A ro m a tik H idrokarbonlar
Karsinom p53 geninin kaybı
Benz(o)antrasen
Resim 5 -3 0 Adenom-karsinom sekansı ile kolorektal kanser geli Benzo(o)piren
şim modeli. Dibenz(o,h)antrasen
(Fe a ro n E R , Vogelstein B'nin çalışm a verilerinden: A g en etic m odeI o f co lo re cta l car 3-Metilkloroantren
cin ogen esis. Cell 6 1 :7 5 9 , 1990). 7, 12-Dim‘etilbenz(a)antrasen
DNA hasarına yol açılmasıdır. Bu tip DNA hasarı, nükle- nusu protein, NF-k B gibi çeşitli transkripsiyon faktörleriy
otid eksizyon onarımı yoluyla onarılır. Ultraviyole ışınları le etkileşime girerek sitokinleri, sitokin reseptörlerini ve
na aşırı maruz kalınması, söz konusu onarım sisteminin ko-stimülatör molekülleri kodlayan genlerin ekspresyonu-
aşırı yüklenmesine ve dolayısıyla deri kanserine neden nu transaktive edebilir. Bu uygunsuz gen ekspresyonu,
olabilir. Daha önce anlatıldığı gibi, kalıtsal bir hastalık otokrin sinyalizasyon devrelerine ve promitojen sinyali
olan kseroderma pignıentozum hastalarında bu onarım yo zasyondaki olaylar dizisi aktivasyonunun artmasına ne
lunda kusur olduğundan deri kanserlerine olan yatkınlık, den olur. TAX proteini ayrıca, siklinlere doğrudan bağla
büyük oranda artmıştır. narak ve bunları aktive ederek hücre siklusunun progres-
yonunu da sağlayabilir. Dahası bu protein; CDKN2A/pl6
ve TP53 dahil tümör baskılayıcı çeşitli genlerin represyo-
nuna neden olabilir. Bunlara ve diğer gözlemlere bakıldı
© Ö Z E T ğında, şöyle bir senaryo şekillenmektedir (Resim 5-31):
TAX geni; T hücresi proliferasyonunu yönlendiren bir
Radyasyon Karsinogenezi
otokrin sistemi oluşturan, çeşitli sitokin genlerini ve re
• İyonlaştırıcı radyasyon kromozom kırılmasına, translo- septörlerini (örneğin interlökin IL-2 ve IL-2R ve IL-15 ve
kasyonlara ve daha seyrek olarak mutasyonlara neden IL-15R) etkinleştirir. Bu sitokinlerden biri olan IL-5, daha
olarak genetik hasara ve kanser oluşumuna yol açar. önemli gözükmektedir ama bu konuda henüz birçok bi
• Ultraviyole ışınları D N A içerisinde pirimidin dimerleri linmeyen vardır. Ek olarak, komşu makrofajları diğer T
oluşturarak mutasyonlara neden olur. Bu ışınlar deride hücresi mitojenlerini üretmek üzere uyaran bir granülosit-
skuamöz hücreli karsinom ve melanom meydana gelme makrofaj koloni stimülan faktörü üretiminin artmasıyla,
sine yol açabilir. paralel bir parakrin yol aktive olur. T hücresi proliferasyo-
nu başlangıçta, virüsün çok sayıda hücreyi enfekte etmesi
nedeniyle poliklonaldir ama; çoğalan T hücrelerinde,
TP53 gibi tümör baskılayıcı genlerin TAX ağırlıklı inakti-
Viral ve Mikrobiyal Onkogenez vasyonu nedeniyle, sonunda monoklonal bir neoplastik T
hücre popiilasyonun oluşmasına yol açan sekonder trans
Çok sayıda DNA ve RNA virüsünün, kurbağalardan pri formasyon olaylarının (mutasyonlarm) görülme riski yük
matlara kadar birçok hayvanda onkogenik olduğu kanıt sektir.
lamıştır. Yoğun incelemelere rağmen az sayıda virüsün,
insanlardaki kanserlerle bağlantılı oldukları bulunmuştur.
Aşağıda, insanlardaki onkogenik virüsler anlatılacak; bu
nun yanı sıra H. pylori'nin mide kanserindeki, yeni ortaya
çıkan rolüne değinilecektir.
HTLV-1 (®)-
Onkogenik RNA Virüsleri T hücresi
görerek tümör hücrelerindeki LMP1 düzeyinin azalması insan genomuna entegre olmakla birlikte karaciğer hücre
na ve bu hücrelerin bağışıklık sisteminden kaçmasına ola lerinde tutarlı bir entegrasyon profiline rastlanmaz. Aslın
nak verir. Endemik olmayan bölgelerdeki tümörlerin da bu iki virüsün onkogenik etkileri çok sayıda faktöre
%80'inin EBV-negatif olması, ancak tümünün MYC trans- bağlıdır ama; bağışıklık sistemi aracılığıyla gerçekleşerek
lokasyonu içermesi, dikkate değer bir özelliktir. Bu gözlem rejenerasyona ve genom hasarına yol açan kronik infla-
Afrika-dışmdaki Burkitt lenfomalarmm, EBV-dışı meka masyon, bu faktörlerden en önemlisi olarak gözükmekte
nizmalarla tetiklendiği izlenimini vermekte ve bu kanser dir. Bağışıklık sistemi genellikle koruyucu fonksiyona sa
ler, benzer yolları izleyerek gelişmektedir. hip bilinir, ama yakınlarda yapılan çalışmalar bağışıklık
HIV ile enfekte ve organ nakledilmiş hastalar dahil, T yanıtının, viral hepatitte ya da H pylori' ye bağlı kronik
hücresi fonksiyonu kusurlu olan bireylerde EBV ile enfek gastritte (ileriye bakınız) olduğu gibi, uyumsuz karakter
te B hücreleri poliklonal olarak artar ve lenfoblastoid-ben- kazanabildiğini ve tümör oluşumunu teşvik edebildiğini
zeri hücreler üretir. İmmünosüpresyon altındaki hastalar ortaya koymuştur.
da B lenfoblastları, Burkitt lenfomasmdakinin aksine; T Karaciğer hücrelerinde zedelenmeye yol açan tüm et
hücrelerinin tanıyacağı, LMP-1 gibi viral antijenler içer kenler gibi kronik viral infeksiyon da hepatositlerin, kom-
mez. Ölümcül olma potansiyeli taşıyan bu proliferasyon- pansasyon amacıyla proliferasyonuna neden olur. Büyü
lar; organ nakledilmiş hastalarda immünosüpresif ilaçların me faktörleri, sitokinler, kemokinler ve inflamasyon ye
kesilmesiyle T hücresi bağışıklığı yeniden sağlandığında rinde biriken, aktive bağışıklık hücrelerinin ürettiği diğer
baskılanabilir. biyoaktif maddeler, hücrelerin canlı kalmasını, dokunun
Nazofarinks kanseri, güney Çin'de ve diğer bazı yerler yeniden biçimlenmesini ve anjiyogenezi teşvik ederek bu
de endemiktir ve bu tümörlerin hepsinde EBV genomu rejenerasyon sürecine yardım eder ve bu süreci kısaltır.
mevcuttur. Bu karsinom hücrelerinde LMP-1 ekspresyonu Aktive bağışıklık hücreleri, genotoksik ve mutajen olan
vardır ve B hücrelerindeki gibi, NF-kB yolunu aktive eder. reaktif oksijen türevleri gibi diğer medyatörler de üretebil
Dahası LMP1, onkogeneze katkı yapabilen VEGF, FGF-2, mektedir. Aktive bağışıklık hücrelerinden kaynaklanan
MMP-9 ve COX-2 gibi, pro-anjiyogenik faktörlerin ekspres- medyatörlerin hepatositlerdeki nükleer faktör-ıcB (NF-k B)
yonuna neden olur. EBV'nin, B hücrelerinde bu virüsün re yolunu aktive etmesi, bu bakımdan en önemli basamak
septörü olarak fonksiyon gören CD21 proteinini eksprese olarak gözükmektedir. Hepatositlerdeki NF-k B yolunun
etmeyen epitel hücrelerine nasıl girdiği bilinmemektedir. aktive edilmesi apoptozu bloke ederek, bölünmekte olan
hepatositlerin genotoksik strese maruz kalmalarına ve
mutasyonlar biriktirmelerine olanak tanır. Virüslere bağlı
O Ö Z E T ___________________________ _________ hepatosellüler karsinomda bu gelişmeler, baskın meka
Onkogenik DNA Virüsleri nizma olarak gözükmektedir ama hem HBV hem HCV
genomlarında, kanser gelişmesini daha doğrudan teşvik
• İnsan papilloma virüsüne (HPV) benign siğiller kadar, ser- eden proteinler de vardır. HBV genomu, HBx adı verilen
vikal kanser de eşlik eder. bir gen içerir ve söz konusu genin yokluğu, transgenik fa
• HPV’nin onkogenitesi, E6 ve E7 adlı iki viral proteininin rede hepatosellüler karsinom meydana gelmesine yol
ekspresyonuyla bağlantılıdır; bunlar sırasıyla Rb’ye ve açar. HBx geni, çeşitli transkripsiyon faktörlerini ve çok
p53’e bağlanarak bunların fonksiyonlarını nötralize eder. sayıda sinyal iletim yolunu, doğrudan veya dolaylı yoldan
• Kanserlere yol açan, yüksek riskli HPV türlerinde bulu aktive eder. Ayrıca viral entegrasyon, kromozomlarda bi
nan E6 ve E7’nin hedeflerine olan afiniteleri, benign siğil linmeyen tümör baskılayıcı genlerin delesyonunu da içe
lere yol açan, düşük riskli HPV türlerindekinden daha ren, sekonder yeniden düzenlenmelere neden olabilir.
fazladır. Bir DNA virüsü olmamasına rağmen hepatit C virüsüy
• Epstein-Barr virüsü (EBV); B u rkitt lenfoması, immüno- le (HCV) hepatosellüler kanser patogenezi arasında güçlü
supresyonlu (HIV ile infekte veya organ nakledilmiş) bi bir bağlantı vardır. HCV tarafından bu sırada kullanılan
reylerdeki lenfomalar, Hodgkin lenfomasının bazı çeşitle moleküler mekanizmalar, HBV tarafından kullanılanlar
ri, seyrek karşılaşılan T hücreli ve N K hücreli tümörler, kadar iyi tanımlanmış değildir. HCV genomunun HCV
nazofarinks karsinomu, mide karsinomu ve ender olarak çekirdek proteini gibi bileşenleri tümör oluşumu üzerin
da sarkomlar gibi tüm örlerin patogenezinde rol oyna de, olasılıkla büyümeyi teşvik eden çeşitli sinyal iletim
makla suçlanmıştır. yollarını aktive ederek, doğrudan etki gösteriyor olabilir.
• EBV geninin belirli ürünleri onkogeneze, normal bir B
hücresi proliferasyonunu uyararak katkıda bulunur. Bağı
© Ö Z E T _________ ___________
şıklık yeterliliğinin de olmaması, B hücresi proliferasyo-
nuna süreklilik kazandırarak sonunda, t(8;14) gibi ek mu- Hepatik B ve Hepatit C Virüsleri
tasyonlarla, lenfoma gelişmesine yol açar.
• Yeryüzündeki hepatosellüler karsinomların %70-%85’i,
HBV veya HBV infeksiyonuna bağlıdır.
• HBV ve HCV’nin onkogenik etkileri multifaktöriyeldir,
Hepatit B ve Hepatit C Virüsleri
ama bunlardan baskın olanı; hepatosellüler zedelenmey
Kronik HBV ve hepatit C virüsü (HCV) enfeksiyonlarıyla le, hepatosit proliferasyonunun uyarılmasıyla ve D N A ’da
hepatosellüler karsinom arasında bağlantı kuran güçlü hasar meydana getirebilen aktif oksijen türevlerinin üre
kanıtlar vardır (Bölüm 15). Dünyadaki hepatosellüler kar- tilmesiyle birlikte, bağışıklık sisteminin aracılık ettiği kro
sinomlarm %70-%95'inin HBV veya HCV enfeksiyonuna nik inflamasyon olarak gözükmektedir.
bağlı olduğu düşünülmektedir. Ancak, bu virüslerin tü
• HBV’nin HBx proteini ve HCV’nin çekirdek proteini,
mör oluşumundaki etki mekanizması, tam olarak bilin
karsinogeneze katkıda bulunabilen, çeşitli sinyal iletim
memektedir. Herhangi bir viral onkoprotein, ne HBV, ne
yollarını aktive edebilir.
HCV genomu tarafından kodlanmaktadır. HBV DNA'sı
204 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Helicobacter pylori
Önce peptik ülser nedeni olarak suçlanan Helicobacter
TÜMÖRLERE KARŞI KONAK
pylori şimdilerde, karsinojen olmasından şüphe edilen ilk SAVUNMASI: TÜMÖR BAĞIŞIKLIĞI
bakteri olarak sınıflandırılmaktadır. H. pylori infeksiyonu,
Ehrlich; tümörlerin bütünüyle "vücuda ait" lezyonlar ol
mide adenokarsinomları ile mide lenfomalarmın oluşma
madıklarını ve bağışıklık sisteminin otolog tümör hücrele
sında suçlanmaktadır.
rinin farkına varmasının, transforme hücrelerin ortadan
Mide adenokarsinomunun gelişmesi konusundaki se
kaldırılmasını sağlama yeteneğine sahip, "olumlu bir me
naryo, HBV ve HCV etkisiyle meydana gelen karaciğer
kanizma" olabileceğini öne sürmüştür. Daha sonra Lewis
kanserlerindekine benzemektedir. Burada da epitel hücre
Thomas ve McFarlane Burnet, yeni ortaya çıkan ve bağı
lerinin, kronik inflamasyon zeminindeki artan proliferas-
şıklık sisteminin "yabancı" olarak değerlendirdiği hücrele
yonu söz konusudur. İnflamasyon ortamı, viral hepatitte de
rin, bu sistem tarafından tanınıp ortadan kaldırılmasını
olduğu gibi genler üzerinde toksik etkisi olan (genotoksik)
kastederek immün gözetim deyimini ortaya atarak bu kav
sayısız etken (örneğin reaktif oksijen türevleri) içerir. Ade-
rama kesin şeklini vermişlerdir. Kanserlerin oluşması, im
nokarsinomla sonuçlanan histopatolojik değişiklikler; kro
mün gözetimin kusurlu olduğu izlenimini vermektedir
nik inflamasyon/gastrit gelişmesi-gastrik atrofi-örtücü
ama bazı tümörlerin bu gözetimden kaçabilmesi, diğerle
hücrelerdeki metaplazi-displazi-kanser şeklinde sıralan
rinin gözetime yakalanarak yok edilmesini olanak dışı bı
maktadır. Sıralanan bu gelişmelerin tamamlanması, onlar
rakmamaktadır. Bu bölümde tümör bağışıklığıyla ilgili şu
ca yıl sürmekte ve enfekte hastaların yalnızca %3'ünde ol
soruların yanıtları üzerinde durulmaktadır: Tümör anti
maktadır. HBV ve HCV genomları gibi H. pylori genomu
jenlerinin tabiatı nedir? Tümör hücrelerini, konağın han
da, onkogenezde doğrudan etkili genler içermektedir. Mi
gi efektör sistemleri tanıyabilir? Tümör bağışıklığı, spon-
de adenokarsinomunun eşlik ettiği H. pylori türlerinin; si-
tan neoplaziler karşısında etkili midir?
totoksik A geni (CagA) içeren bir "patojenisite adası" içer
diği gösterilmiştir. Bu anaerob bakteri gerçi invaziv değildir Tüm ör Antijenleri
ama mide epiteli hücrelerine CagA enjekte edilmesi, dü
zensiz büyüme faktörlerinin büyüme uyarılmasını taklit Bağışıklık yanıtına neden olan antijenler, deneysel olarak
eden bir sinyalizasyon dizisi dahil çeşitli etkilere sahiptir. oluşturulan birçok tümörde ve insanlardaki bazı kanser
Daha önce de söz edildiği gibi H. pylori, mide lenfoma- lerde gösterilmiştir. Bu tümör antijenleri önceleri, ekspres-
sı riskinde de artış ile birliktedir. Mide lenfomaları B hüc yon tipi yalnızca tümör hücrelerinde bulunan, normal hiç
resi kökenlidir ve transforme B hücreleri normal MALT'ta- bir hücrede bulunmayan tümör-spesifik antijenler ve tümör
kini (mucosa-associated lymphoid tissue-(mukoza ilişkili hücrelerinde, ayrıca bazı normal hücrelerde bulunan tü-
lenfoid doku) andırır bir şekilde çoğaldıklarından, MALT mör-ilişkili antijenler olarak iki kategoriye ayrılmıştır. An
lenfoması olarak da adlandırılmıştır (Bölüm 11). Bu lenfo- cak bu sınıflandırma, tümör-spesifik olduğu düşünülen
maların molekiiler patogenezi tam olarak anlaşılmamış ol birçok antijenin bazı normal hücrelerde de bulunabilmesi
masına rağmen burada, türe-özel H. pylori faktörleriyle; nedeniyle hatalıdır. Tümör antijenlerinin günümüzdeki sı
inflamatuar sitokin promoterlarmdaki (örneğin IL-1|3 ve nıflandırılmasında, bunların molekül yapıları ve kaynak
TNF) polimorfizmler gibi konak faktörleri, önemli rollere ları temel alınmaktadır.
sahip gözükmektedir. H. Pylori enfeksiyonunun, bu bakte Sitotoksik T lenfositlerin tanıdığı tümör antijenlerinin
riye karşı tepki veren T hücrelerinin aktivasyonuna neden saptandığı tekniklerin geliştirilmesi, tümör immünolojisi
olduğu ve bunların da poliklonal B hücresi proliferasyonu- alanında kaydedilmiş önemli bir gelişmedir, zira söz konu
na yol açtığı düşünülmektedir. Çoğalan B hücreleri za su hücreler tümörler karşısındaki önde gelen bağışıklık
manla, olasılıkla çoğalmayı düzenleyen genlerde mutas- mekanizmasından sorumlu lenfositlerdir. Sitotoksik T len
yonların birikmesi sonucu, monoklonal bir B hücreli tü fositleri Bölüm 4'te de anlatıldığı gibi, klas I MHC (majör
mör oluşturmaktadır. Hastalığın erken dönemlerinde sağ histokompatibilite kompleksi) moleküllerine bağlı sitop-
lanan H pylori eradikasyonunun lenfomayı, T hücrelerini lazma proteinlerinin türevi olan peptidleri tanımaktadır.
etkileyen antijen kimliğindeki uyaranları ortadan kaldıra Tümör antijenlerinin dört ana sınıfı, aşağıda anlatıl
rak "iyileştirmesi", bu modele uymaktadır. maktadır (Resim 5-32).
Mutant Onkogenlerin ve Tümör Baskılayıcı
ÖZ E T ______ ____________ _________ Genlerin Ürünleri
Daha önce de anlatıldığı gibi neoplastik transformasyon;
Helicobacter Pylori
bazıları bağışıklık sisteminin "yabancı" olarak yorumlaya
• H. pylori enfeksiyonu; hem mide adenokarsinomu, hem cağı hücre yüzey antijenlerinin ekspresyonuna yol açabilen
de mide lenfoması (MALT) patogenezinde dolaylı olarak genetik değişikliklerin sonucudur. Bu kategoride yer alan
rol oynamakla suçlanmıştır. antijenler, mutant onkoproteinlerden ve tümör baskılayıcı
• H. Pylori etkisiyle gelişen mide kanserlerinin bu yöndeki proteinlerden kaynaklanır. Benzersiz tümör antijenleri, |3-
etki mekanizmasında; bağışıklık sistemi aracılığıyla geli katenin, RAS, p53 ve CDK4'den kaynaklanır, bunları kod
şen kronik inflamasyon, mide hücrelerinde proliferasyo- layan genler tümörlerde sıklıkla mutasyona uğramıştır.
nun uyarılması ve D N A ’da hasara yol açan reaktif oksijen Mutant genler yalnızca tümörlerde bulunduğundan, bun
türevlerinin üretilmesi dahil çok sayıda faktör yer almak ların peptidlerinin ekspresyonu da yalnızca tümör hücrele
tadır. H. pylori’deki CagA gibi patojenisite genleri bu kan rinde mevcuttur. Birçok tümör aynı mutasyonu taşıyor ola
serlerin gelişmesine, büyüme faktörü yollarını uyararak bildiğinden, söz konusu antijenler farklı tümörler tarafın
katkı yapıyor olabilir.
dan paylaşılır. Bu antijenlere karşı etkili sitotoksik lenfosit
• H pylori infeksiyonunun poliklonal B hücresi proliferasyo-
ler üretilebilirse de bunlar, etkili bir koruyucu yanıtı in vi
nuna neden olduğu ve sonunda, mutasyonların birikme
vo sağlayan savunma hücreleri olarak gözükmemektedir.
siyle monoklonal B hücreli tüm örün (MALT) ortaya çık
Bazı tümörlerde, mutasyona uğramamış onkogenlerin aşı
tığı düşünülmektedir.
rı ekspresyonu da söz konusu olabilmektedir. Bunların en
Tümörlere Karşı Konak Savunması: Tümör Bağışıklığı 205
otoproteinler >
JJ
r ı ^
^ ü ü l j CD8+CTL
gp 100, MART
iyi örneği, ürününün ileri derecede ekspresyonuna, meme ca normal melanositlerde ve melanomlarda söz konusu
kanserlerinin bir alt grubunda karşılaşılan HER2/NEU on- olan tirozinaz, bu antijenlerden biridir. Melanom hastala
kogenidir. Her2/Neu proteini bu nedenle, meme kanserle rının T hücrelerinin tirozinaz kaynaklı proteinleri tanıma
rinin tedavisinde klinik olarak kullanılmaktadır. sı, tirozinaz aşılarının melanomlara karşı verilen bu yanı
tı uyarma olasılığını ortaya koymaktadır. Bu aşıların kul
Diğer Mutant Genlerin Ürünleri lanıldığı klinik çalışmalar devam etmektedir. Söz konusu
Tümör hücrelerinin genetik bakımdan stabil olmaması hastaların normal bir otoantijene yanıt verebilmeleri bir
nedeniyle bu hücrelerde, ürünleri transforme fenotiple bakıma şaşırtıcıdır. Bunun olası açıklaması, tirozinazm az
ilişkisi olmayanlar ve bilinen herhangi bir fonksiyonu bu sayıda hücrede, çok az miktarda üretilmesi nedeniyle ba
lunmayanlar da dahil olmak üzere birçok gen, mutasyona ğışıklık sistemi tarafından tanınmaması ve toleransa ne
uğrar. Bu mutant genlerin ürünleri, potansiyel birer tü den olmamasıdır.
mör antijenidir. Tümörlere yol açan karsinojenler rastgele, Kanser-testis antijenleri adı verilen bir diğer grup anti
konaktaki herhangi bir genin mutasyonuna yol açabildi- jen, testis dışındaki tüm erişkin dokularında sessiz, ancak
ğinden, son derece çeşitlidir. Mutant hücre proteinleri, kanser hücrelerinde deregülasyona uğramış olan genler
spontan insan kanserlerinden çok, hayvanlardaki kimya tarafından kodlanmaktadır; söz konusu antijenlere kan
sal karsinojenlere veya radyasyona bağlı tümörlerde görü ser-testis antijeni adının verilmesi, bu nedenledir. Bu pro
lür. Konakta bunlara karşı tolerans söz konusu olmadığın tein testislerde mevcut olmasına rağmen bu proteinin
dan söz konusu proteinler, bağışıklık sisteminin hedefi hücre yüzeyinde antijen olarak ekspresyonu, spermde
olabilir. MHC klas I moleküllerinin bulunmaması nedeniyle söz
konusu değildir. Böylece bu antijenler, her yönüyle tümör-
Aşırı veya Aberran Ekspresyonlu Hücre Proteinleri spesifiktir. MAGE (melanom «ntijen geni) gen ailesi, bu
Tümör antijenleri, tümör hücrelerinde anormal ekspres- grubun prototipidir. Tümör-spesifik olmalarına rağmen
yonu olan ve bağışıklık yanıtına yol açan, normal hücre MAGE antijenlerinin %37'si melanomlarda, değişebilen
proteinleri olabilir. İnsan melanomlarınm bir alt-grubun- miktarları akciğer, karaciğer, mide ve özofagus karsinom-
daki tümör antijenlerinin bazıları, normal hücrelerde dü larmda mevcuttur. Diğer tümörlerde, buna benzeyen GA
şük düzeyde üretilen, ancak tümör hücrelerinde aşırı GE, BAGE ve RAGE antijenleri gösterilmiştir. Bu katego
ekspresyonu söz konusu olan normal hücre proteinleridir. rideki çok sayıda antijen şimdilerde, tümör aşısı çalışma
Melanin biyosentezinde kullanılan ve ekspresyonu yalnız larında kullanılmaktadır.
206 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Onkogen Virüslerin Ürettiği Tümör Antijenleri antijenleri tipik normal otoantijenler olduklarından, tü
mörlü konaklarda bağışıklık yanıtlarına neden olmaz.
Daha önce de anlatıldığı gibi bazı kanserler virüslere eşlik
eder. Bu proteinlerin, bağışıklık sistemi tarafından yaban
cı protein olarak tanınması, sürpriz değildir. Latent DNA A ntitüm ör Efektör Mekanizmalar
virüsleri (örneğin insanlarda HPV ve EBV) tarafından üre
tilenler, bu antijenlerin en güçlü olanlarıdır. Bu virüslerin Hücresel bağışıklık, in vivo başlıca antitümör mekanizma
antijenleri tanıyan bol miktarda sitotoksik T hücresi var dır. Tümörlere karşı antikorlar üretebilirse de bunların fiz
yolojik koşullarda, koruyucu rol oynadıklarını gösteren
dır ve hatasız bir bağışıklık sistemi virüsle enfekte hücre
hiçbir kanıt yoktur. Bağışıklık-medyatörü olan hücresel
leri tanıyıp öldürdüğünden, immün gözetimde önemli rol
efektörlerden, Bölüm 4'te eksiksiz olarak anlatılmış olma
oynar. Nitekim HPV antijenlerine karşı etkili aşıların,
ları nedeniyle, burada kısaca söz edilecektir.
genç kızlardaki ve kadınlardaki serviks kanserinden ko
runmakta etkili olduğu bulunmuştur.
Sitotoksik T Lenfositleri
Onkofetal Antijenler Özel olarak sensitize edilen sitotoksik T hücrelerinin de
neysel olarak meydana getirilen tümörlerdeki rolü bilin
Karsinoembriyonik antijen (CEA) veya alfa fetoprotein gi
mektedir. Söz konusu T lenfositleri, daha çok virüslere eş
bi onkofetal (embriyonik) antijenler; embriyogenez sıra lik eden EBV nedeniyle gelişen Burkitt lenfoması, HPV
sında eksprese edilir ama erişkin dokularında bulunmaz. nedeniyle gelişen tümörler gibi neoplazilere karşı koruyu
Bu antijenleri kodlayan genler üzerindeki baskı kalktığın cu role sahip gözükmektedir. İnsan tümörlerinde MHC ile
da, antijenler kolon ve karaciğer kanserlerinde tekrar sınırlı CD 8 + hücrelerin bulunmasının otolog tümör hücre
eksprese edilirler. Bu antijenlere karşı antikorlar oluşturu lerini öldürebilmesi, T hücrelerinin insan tümörleri karşı
labilir ve onkofetal antijenlerin ortaya konulmasında fay sındaki bağışıklıkta oynadıkları rolün, önceleri şüphe edi
dalıdır. Ancak daha sonra da anlatılacağı gibi bu antijen lenden daha fazla olabileceği izlenimini vermektedir. Bazı
ler, tamamen tümör-spesifik değildir ve kanserin serum tümörlerde CD8 + T hücreleri in vivo kendiliğinden geliş
daki belirteçleri olarak işe yarayabilir. mez ama tümör antijeniyle uyarılan dendritik hücrelerin
immünizasyonuyla oluşturulabilir.
Değişen Hücre Yüzey Glikolipidleri ve Glikoproteinleri
İnsanlardaki ve deneysel tümörlerin neredeyse tümünde, Doğal Katil Hücreler
hücre yüzey glikoprotein ve glikolipid düzeyleri normal Doğal katil (Natural Killer-NK) hücreler tümör hücrelerini,
den daha yüksektir ve/veya söz konusu glikoprotein ve bu hücrelere karşı önceden duyarlı duruma geçmeksizin
glikolipidlerin anormal formları mevcuttur. Bunlar, tanıda imha edebilen lenfositlerdir; bu hücreler, tümör hücreleri
belirteç olarak kullanılabilir ve tedavide hedef alınabilir. ne karşı ilk savunma hattını oluşturur. Interlökin- 2 tarafın
Gangliosidler, kan grubu antijenleri ve müsinler, değişen dan aktive edilen NK hücreleri, çoğu T hücreleri için im-
yüzey moleküllerindendir. Bu gibi antijenlere karşı gelişti münojenik olmayan insanlar tümörlerinin çoğunu yok ede
rilen antikorların tanıdığı epitoplarm büyük bölümü, tü bilir. T hücreleriyle NK hücreleri birbirini tamamlayan an
mörlerde spesifik olarak bulunmamasına rağmen bunla titümör mekanizmalara sahip gözükmektedir. MHC klas I
rın kanser hücrelerindeki düzeyleri, normal hücrelerde- antijen ekspresyonu mevcut olmayan tümörler, T hücreleri
kinden daha yüksektir. Bu antijen sınıfı, spesifik antikor tarafından tanınmayabilir ama bu tümörler NK hücreleri
ların kullanılacağı kanser tedavisinin hedefidir. ni, sonraki normal otolog klas I moleküllerin tanınmasıyla
Çeşitli müsinlerle özellikle ilgilenilmiş ve bunlar, tanı inhibe olduğundan, yine de tetikleyebilmektedir (Bölüm
ve tedavi çalışmalarının odağında yer almıştır. Over karsi- 4). Böylece tümörler, T hücreleri tarafından tanınmamak
nomlarmdaki CA-125 ve CA-19-9 ile meme karsinomla- için MHC klas I moleküllerini azalttıklarından NK hücrele
rındaki MUC-1 bu müsinlerdendir. Diğer birçok müsin ti rinin başlıca hedefi konumuna geçebilir. NK hücreleri üze
pinin aksine MUC-1 yalnızca memedeki duktal epitelin, rindeki reseptörlerin tetiklenmesi, ileri derecede değişiktir
bağışıklık sisteminden nispeten izole bir bölge olan apikal ve çok sayıda gen ailesine aittir. NK hücreleri üzerindeki
yüzeyinde yer alan, bütünleyici bir membran proteinidir. NKG2D proteinleri ve bazı T hücreleri, önemli aktivasyon
Ancak bu molekül duktal meme karsinomlarmda, polari reseptörleridir. Bu reseptörler tümör hücrelerindeki ve
ze olmayan bir şekilde mevcuttur ve yeni, tümör-spesifik DNA hasarı nedeniyle neoplastik transformasyon riski bu
karbonhidrat ve peptid epitoplar içerir. Bu yeni epitoplar, lunan hücrelerdeki strese bağlı antijenleri tanır.
kanser hastalarında hem antikor hem T hücre yanıtına ne
den olduklarından, birer anti-tümör aşı adayıdır. Makrofajlar
Klasik olarak aktive Mİ tipi makrofajlar (Bölüm 2), tümör
Hücre Tipine-Spesifik Diferansiasyon Antijenleri hücreleri üzerinde in vitro aktiftir. T hücresi ve NK hücre
Tümörlerde, normal olarak köken aldıkları hücrelerde bu si tarafından salgılanan bir sitokin olan interferon-y mak-
lunan moleküller mevcuttur. Çeşitli hücre tiplerine ait se rofajlarm güçlü bir aktivatörü olduğundan T hücreleri,
rilere ya da diferansiasyon evrelerine spesifik olmaları ne NK hücreleri ve makrofajlar, antitümör reaktivitede işbir
deniyle, bu antijenlere diferansiasyon antijenleri adı verilir. liği yapıyor olabilir. Aktive makrofajlar tümör hücrelerini,
Bunlar, immünoterapinin potansiyel hedefleri olmaları ve mikroplardakine benzer mekanizmalarla (ör. reaktif oksi
tümörlerin kaynaklandıkları dokunun kimliğini göster jen metabolitleri üreterek) (Bölüm 2) ya da TNF (tümör
meleri nedeniyle önemlidir. Örneğin lenfomalarda, bu tü nekroz faktörü) salgılayarak öldürebilir.
mörlere ait CD20 gibi yüzey belirteçleri gösterüdiğinde B
hücrelerinden kaynaklanan tümör tanısı konulabilir. Hümoral Mekanizmalar
CD20'ye karşı geliştirilen antikorlar, belirli B hücreli len- Antitümör antikorların spontan tümörlere karşı koruyucu
fomalarm immünoterapisinde kullanılır. Diferansiasyon etkiye sahip olduklarını gösteren hiçbir kanıt bulunmama
Neoplazilerin Klinik Yönleri 207
sına rağmen tümör hücrelerine karşı oluşturulan monoklo- kopolisakaridler gibi glikokaliks moleküllerinden olu
nal antikorların verilmesi, terapötik etki gösterebilir. B hüc şan bir dış kılıf üretir. Bu kalın kılıf, bağışıklık hücrele
relerinin yüzeyindeki bir antijen olan CD20'ye karşı oluş rinin antijen sunan hücrelere erişimini engelleyerek
turulan, monoklonal bir antikor, belirli Hodgkin-dışı lenfo- antijenin tanınmasını ve hücrenin öldürülmesini önler.
malarm tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. • Kostimiilatör molekül ekspresyonunda azalma. Güçlü T
hücresi yanıtlarının verilebilmesi için, kostimülatör
İmmün Gözetim ve Tümörlerin Bağışıklıktan moleküllere ihtiyaç vardır: Birçok tümör bu molekülle
Kurtulması rin ekspresyonunu azaltır.
Olası ve potansiyel çok sayıda antitümör mekanizmanın
varlığı göz önünde tutulduğunda; acaba bu mekanizmala O Ö ZET
rın neoplazi gelişimini önlemek üzere in vivo etkili olduğu
gösteren herhangi bir kanıt var mıdır? Kanserlerin; bağı İmmün Gözetim
şıklık sorunları olan hastalarda daha sık görülüyor olma • Tüm ör hücreleri, bağışıklık sistemi tarafından yabancı
sı, immün gözetimin varlığını işaret eden en güçlü kanıt olarak tanınıp imha edilebilir.
tır. Konjenital bağışıklık eksikliği olan hastaların yaklaşık • A ntitüm ör aktivite daha çok, hücresel mekanizmalar
%50'sinde kanserler gelişmektedir ve bu oran, böyle bir aracılığıyla fonksiyon görür. Tümör antijenleri hücre yü
bağışıklık sorunu olmayan bireylerdekinin yaklaşık 2 0 0 zeyine MHC klas I moleküller tarafından sunulur ve
katıdır. İmmmünosupresyon altındaki, organ nakledilmiş CD8+ sitotoksik T lenfositler tarafından tanınır.
hastalarda, ayrıca AIDS hastalarında malign tümör sıklı • Mutant onkogenler, tü m ö r baskılayıcı genler, ekspres-
ğının artmış olması da, buna benzer. Bu neoplazilerin tü yonları aşırı veya atipik olan proteinler, onkogen virüsle
münün olmasa bile neredeyse tümünün lenfoma, özellik rin ürünü tü m ö r antijenleri, onkofetal antijenler, değişik
le de aktif B hücreli lenfoma olmasının altını çizmek gere liğe uğramış glikolipidler ve glikoproteinler, ayrıca hücre
kir. X-kromozomuna bağlı olarak geçen lenfoproliferatif tipine-spesifik diferansiasyon antijenleri, farklı tü m ö r an
hastalık, buna iyi bir örnektir. Bu hastalığı olan erkek ço tijeni sınıflarındandır.
cuklarda EBV enfeksiyonu gelişirse, kendi kendine iyile • İmmünsüpresyonlu hastalarda kanser gelişme riski art
şen enfeksiyöz mononükleoz yerine, ölümle sonuçlanan mıştır.
enfeksiyöz mononükleoz veya daha da kötüsü, malign • Bağışıklık sorunu olmayan hastalarda, tüm örler bağışıklık
lenfoma olmaktadır. sisteminden çeşitli mekanizmalar yardımı ile kaçar. A nti
Kanserlerin çok büyük bölümü, açıkça bilinen hiçbir jen-negatif varyantların selektif bir şekilde artması, doku
bağışıklık eksikliği olmayan bireylerde görülür. Eğer im uyuşmazlık (histokompatibilite) antijenlerinin kaybı veya
mün gözetim mevcutsa kanserler, bağışıklık sorunu olma ekspresyonunun azalması ve tümörden salgılanan bazı
yan konağın bağışıklık sisteminden acaba nasıl kurtul faktörlerin (TGF-|3 gibi) aracılığıyla gerçekleşen immün
maktadır? Çeşitli kaçış mekanizmaları öne sürülmüştür: süpresyon bu mekanizmalar arasındadır.
• Antijen-negatif türlerin seçici olarak aşırı çoğalması. Tümö
rün progresyonu sırasında, güçlü immünolojik yanıta
yol açan klonlar ortadan kalkıyor olabilir. Bağışıklık so
runları olan farelerde gelişen ve bağışıklık sisteminin NEOPLAZİLERİN K LİN İK YÖNLERİ
tanıdığı antijenler içeren tümörlerin daha sonra, nor
Neoplazilerin önemi eninde sonunda, hastalar üzerindeki
mal farelerde bağışıklık sistemi tarafından ortadan kal
etkilerinden kaynaklanır. Malign tümörler doğal olarak
dırıldığını; bağışıklık sorunları olmayan farelerde geli
yaşamı, benign tümörlerden daha fazla tehlikeye sokar
şen aynı tümörlerin ise bağışıklık yanıtına yol açmadığı
ama benign olsa bile herhangi bir tümöre, morbidite ve
nı gösteren deneyler; bu düşünceyi desteklemektedir.
mortalite eşlik edebilir. Aslında gerek iyi gerekse malign
» Doku uyuşmazlık moleküllerinin kaybı veya ekpresyoııun- tümörler (1 ) bulundukları yer ve komşu oluşumlar üzerin
da azalma. Tümör hücrelerinde, HLA klas I antijen nor deki etkileri, (2 ) hormon sentezi veya paraneoplastik
mal düzeylerde değilse, bu tümörler sitotoksik T hücre sendromlarm gelişmesi gibi fonksiyonel aktiviteleri, (3)
lerinden kurtulabilir. Ancak söz konusu hücreler bu komşu yüzeylere ülserleşen tümörlerin, kanama ve enfek
defa, NK hücrelerini uyarmaktadır. siyona yol açabilmesi, (4) rüptüre veya infarktüse bağlı
® İmmünsüpresyon. Birçok onkogen (örneğin kimyasallar, semptomlar ve (5) kanser kaşeksisi nedeniyle sorunlara
İyonlaştırıcı radyasyon) konağın bağışıklık yanıtlarını yol açabilir. Aşağıda tümörün konak, kanserin derecelen
baskı altına alır. Tümörler veya ürünleri de, immünsüp- dirilmesi ve evrelendirilmesi ve neoplazilerin laboratuar
resif olabilir. Örneğin çok sayıda tümörden bol miktar tanısı üzerindeki etkileri anlatılmaktadır.
da salgılanan TGF-|3, güçlü bir immunosüpresandır. Ba
zen de tümörün neden olduğu bağışıklık yanıtı, tümör Tümörün Konak Üzerindeki Etkileri
bağışıklığını inlıibe edebilir. Bu inhibisyona yol açan
çeşitli mekanizmalar bildirilmiştir. Örneğin tümör hüc Bulundukları yer, hem benign hem malign tümörlerde
relerinin tanınması, T hücresi inhibitor reseptör CTLA- son derece önemlidir. Küçük (1 cm çapındaki) bir hipofiz
4'iin ya da bağışıklık yanıtlarını baskı altına alan dü adenomu, çevresindeki normal hipofizi sıkıştırıp tahrip
zenleyici T hücrelerinin aktivasyonuna neden olabilir. edebilir ve hipopituitarizme neden olabilir. Böbrek arteri
Bazı tümörlerin eksprese ettiği FasL, bağışıklık hücre duvarında yer alan 0.5 santimetrelik bir leiomiyom, kan
lerinin yüzeyindeki Fas'a bağlanır ve bağışıklık hücre dolaşımını engelleyerek böbrek iskemisine ve hipertansi
sinin apoptoza girmesine yol açar. yona yol açabilir. Koledok kanalındaki yine aynı büyük
• Antijen maskeleme. Birçok tümör hücresi, normal hücre- lükte bir karsinom safra yolunun ölümle sonuçlanan tıka
lerdekinden daha kaim olan ve siyalik asit-içeren mu- nıklığına neden olabilir.
208 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
Endokrin salgı bezlerinden kaynaklanan benign veya ve bakterilere bağlı olmayan trombotik endokardit; en fazla gö
malign tümörler, hormon üretebilmektedir. Pankreastaki rülen paraneoplastik sendromlardır; bunların ve diğer para
Langerhans adacıklarında ortaya çıkan adenom ve karsi- neoplastik sendromlarm en sık eşlik ettiği kanserler, akci
nomlar, bazen ölümle sonuçlanabilen hiperinsülinizm ne ğer ve meme kanserleri ile hematolojik malignitelerdir.
deni olabilir. Bunun gibi, adrenal korteksteki bazı adenom Kanser hastalarında hiperkalsemi çok sayıda faktöre bağlı
ve karsinomlar, hastada önemli etkilere yol açan kortikos- olarak gelişebilirse de buna yol açan en önemli mekaniz
teroidler (örneğin sodyum tutulması, hipertansiyon ve hi- ma, tümör hücrelerinin paratiroid hormonuyla ilişkili bir
pokalemiye neden olan aldosteron) üretir. Bu gibi hormo protein (parathyroid hormone-related protein) (PTHrP)
nal aktivitelerin iyi diferansiye benign tümörlerde karşı sentez etmesidir. Tümörlerden kaynaklanan TGF-a, oste-
mıza çıkma olasılığı, aynı yerdeki malign tümörlerdekin- oklastları aktive eden polipeptid yapısındaki bir faktör ve
den daha fazladır. D vitamininin aktif formu, hiperkalsemiye yol açabilen di
Bir tümör yakınındaki bir yüzeye ülserleşerek kanama ğer nedenlerdendir. Kemik kanserinin yaygın osteolitik
veya sekonder enfeksiyon nedeni olabilir. Barsak lümeni- metastazları da bir diğer olası hiperkalsemi mekanizması
ne doğru büyüyen benign veya malign neoplaziler, peris- dır ama iskelet metastazlarının yol açtığı hiperkalsemi, para
taltik hareketlere kapılarak intususepsiyona (Bölüm 14), neoplastik bir seııdrom değildir. Paraneoplastik sendrom ola
barsak tıkanmasına veya enfarktüse yol açabilir. rak Cushing sendromu genellikle; küçük hücreli akciğer
kanseri gibi bazı kanser hücrelerinde ektopik olarak
Kanser Kaşeksisi ACTH veya ACTH-benzeri polipeptidler üretilmesiyle
Birçok kanser hastasında vücuttaki yağ ve yağsız vücut bağlantılıdır. Bazen bir tümör, eşzamanlı olarak birkaç pa
kütlesi, şiddetli dermansızlık, iştahsızlık ve anemi eşliğin raneoplastik sendroma neden olabilir. Örneğin bronkoje-
de giderek azalır ve kaşeksi adı verilen duruma yol açabi nik karsinomlar ACTH, antidiüretik hormon, paratiroid
lir. Kaşeksinin şiddeti, kanserin büyüklüğü ve yayılmasıy hormonu, serotonin, insan koriyonilc gonadotropini gibi
la bir bakıma bağlantılıdır. Ancak kaşeksinin nedeni, tü hormonlar ya da bu hormonların etkilerine sahip olan di
mörün besin maddelerine ihtiyaç duyması değildir. Ka- ğer biyoaktif maddeler salgılayabilir.
şeksili hastalarda çoğu zaman iştahsızlık varsa da elimiz Paraneoplastik sendromlar bazen kendilerini, venöz
deki güncel kanıtlar kaşeksinin, hastanın yetersiz beslen tromboza ve non-bakteriyel trombotik endokardite neden
mesinden çok, tümör ve konak tarafından üretilen, sito- olan hiperkoagülabiliteyle de gösterebilir (Bölüm 10). Ak
kinler gibi çözünür faktörlerin sonucu olduğunu işaret et ciğer karsinomu olan hastaların parmaklarındaki çomak-
mektedir. Yetersiz beslenmeye rağmen kanser hastaları laşma ve hipertrofik osteoartropati, diğer belirtiler arasın
nın kalori tüketimi ve bazal metabolizması yüksektir. Bu dadır (Bölüm 12). Bunların dışında kalan paraneoplastik
durum, açlık sırasında gelişen uyum yanıtında görülenin sendromlardan ve belirtilerinden, vücuttaki çeşitli organ
tam tersidir. Söz konusu metabolik anormalliklerin teme ların kanserleri anlatılırken söz edilmektedir.
li, tam olarak anlaşılmış değildir. Makrofajlar tarafından
Kanserin Derecelendirilme ve Evrelendirilmesi
tümör yanıtı olarak ya da bizzat tümör hücreleri tarafın
dan üretilen tümör nekroz faktör'ün (TNF), kaşekside Belirli bir neoplazinin klinikte ne kadar agresif davrandığı
medyatör rolü oynadığından şüphelenilmektedir. TNF, iş nı ve herhangi bir hastada, görünürdeki kapsamının ve ya
tahı bastırır ve lipoprotein lipazm etkisini, dolayısıyla yağ yıldığı alanın ne olduğunu belirlemek amacıyla kullanıla
asitlerinin lipoproteinlerden serbest kalmasını inhibe cak yöntemler, prognozun hatasız olarak öngörülmesinde
eder. Ayrıca kanser hastalarının serumunda, iskelet ka ve çeşitli tedavi protokolleriyle elde edilen kesin sonuçla
sındaki proteinleri ubikuitin-proteozom yoluyla parçala rın karşılaştırılmasında gereklidir. Örneğin, yalnızca tiro-
yan ve proteoliz-başlatan faktör adlı, protein mobilizasyo- idde lokalize olan son derece küçük, ileri derecede diferan
nuna yol açan bir faktör bulunmuştur. Lipolitik etkiye sa siye tiroid adenokarsinomlarındaki tedavi sonuçları ile bo
hip daha başka moleküller de bulunmuştur. Kaşeksinin, yundaki organları invaze etmiş, ileri derecede anaplastik
altta yatan nedeninin uzaklaştırılması, yani tümörün çı tiroid kanserlerinde elde edilecek; tedavi sonuçları büyük
karılması dışında, tatmin edici bir tedavisi yoktur. olasılıkla farklı olacaktır.
Kanserlerin derecelendirilme sindeki (grading) amaç, sal
Paraneoplastik Sendromlar dırganlığının veya malignite düzeyinin, tümör hücreleri
Kanserli hastalarda görülen ve tümörün lokal ya da uzak nin sitolojik diferansiasyonunu ve tümördeki mitotik bö
lara yayılmasıyla veya tümörün kaynaklandığı dokuda nor lünme sayısını temel alarak belirlemektir. Böylece kanser
mal olarak bulunmayan hormonlarla açıklanamayan semp ler, anaplazinin gittikçe arttığını göstermek üzere T, IT, III.
tom kompleksleri, paraneoplastik sendromlar olarak adlan veya IV. derece olarak sınıflandırılabilir. Derecelendirme
dırılmaktadır. Kanser hastalarının %10-%15'inde karşılaşı kriterleri, her çeşit neoplazide farklıdır ve burada ayrıntılı
lan bu sendromlarm klinik olarak tanınması, çeşitli neden olarak belirtilmeyecektir. Kanserin derecesini belirlemek
lerden dolayı önemlidir: amacıyla kullanılabilecek kriterlerin kesin olmaması ba
• Bu gibi sendromlar gizli bir neoplazinin en erken belir zen; "vasküler veya lenfatik invazyon bulgusu olmayan, iyi
diferansiye adenokarsinom" veya "yaygın vasküler invaz
tisini temsil edebilir.
yon eşliğindeki ileri derecede anaplastik sarkom" gibi,
• Bu sendromlarm görüldüğü hastalardaki patolojik deği
açıklayıcı tanımlamalar kullanılmasını gerektirmiştir.
şikliklere önemli klinik hastalıklar, hatta ölüm eşlik
Kanserlerin evrelendirilmesinde primer lezyonun bü
edebilir.
yüklüğü, bölgesel lenf nodlarma yayılma derecesi ve me
• Sendromdaki semptom kompleksi, metastatik hastalığı tastaz yapmış olup olmaması temel alınır. Bu değerlendir
taklit ederek tedavide karışıklığa neden olabilir. mede genellikle, klinik ve radyolojik (bilgisayarlı tomogra
Paraneoplastik sendromlar çeşitlidir ve farklı birçok tümö fi ve manyetik rezonans [MR]) değerlendirme, bazen de
re eşlik eder (Tablo 5-5). Hiperkalsemi, Cushing sendromu cerrahi eksplorasyon sonuçları kullanılır. Günümüzde;
Neoplazilerin Klinik Yönleri 209
Endokrinopatiier
Cuhsing sendromu Küçük hücreli akciğer karsinomu ACTH veya ACTH-benzeri maddeler
Pankreas karsinomu
Nöral tümörler
Uygunsuz ADH salgılanması Küçük hücreli akciğer kanseri; ADH veya atrial natriüretik hormonlar
sendromu kafa-içi tümörler
Hiperkalsemi Skuamöz hücreli akciğer kanseri Paratiroid hormonu-ilişkili protein, TGF-a, TNF, IL-1
Meme karsinomu
Böbrek karsinomu
Erişkin T hücreli lösemi/lenfoma
Over karsinomu
Hipoglisemi Fibrosarkom İnsülin veya insülin-benzeri madde
Diğer mezenkimal sarkomlar
Hepatosellüler karsinom
Karsinoid sendrom Bronş adenomu (karsinoid) Serotonin, bradikinin
Pankreas karsinomu
Mide karsinomu
Polisitemi Böbrek karsinomu Eritropoietin
Serebellum hemanjiyomu
Hepatosellüler karsinom
Sinir ve Kas Sendromu
Miyasteni Bronkojenik karsinom, timoma İmmünolojik
Merkez ve periferik sinir sistemi Meme karsinomu, teratom
bozuklukları
Dermatolojik Hastalıklar
Acanthosis nigricans Mide karsinomu İmmünolojik; epidermal büyüme faktörü salgılanması
Akciğer karsinomu
Uterus karsinomu
Dermatomiyozit Bronkojenik ve meme karsinomu immünolojik
Kemik, Kıkırdak ve Yumuşak Doku Değişiklikleri
Hipertrofik osteoartropati ve Bronkojenik karsinom Bilinmiyor
parmaklarda çomaklaşma
Vasküler ve Hematolojik Değişiklikler
Venöz tromboz (Trousseau Pankreas karsinomu Tümör ürünleri (pıhtılaşmayı aktive eden müsinler)
fenomeni) Bronkojenik karsinom
Diğer kanserler
Nonbakteriyel trombotik endokardit ilerlemiş kanserler Hiperkoagülabilite
Anemi Timoma İmmünolojik
Diğer Sendromlar
Nefrotik sendrom Çeşitli kanserler Tümör antijenleri, immün kompleksler
ACTH, adrenokortikotrop hormon; ADH, antidiüretik hormon; IL-1, interlökin-1; TGF-a, transforme edici büyüme faktörü-a; TNF, tümör nekroz faktörü.
ve diferansiasyon antijenlerine karşı oluşturulan floresan ® Prognoz ve davranış: Belirli genetik değişikliklere karan
antikorlar, malign hücrelerin fenotipini belirlemek ama lık bir prognoz eşlik ettiğinden bunların varlığı, hastada
cıyla kullanılır. daha sonra uygulanacak tedaviyi belirler. HER2/NEU ve
NMYC genleri gibi meme kanserlerinde ve nöroblas-
Tümör Belirteçleri tomlarda, prognoz ve tedavi bilgileri sağlayan onkojen-
Tümörlere eşlik eden enzim, hormon veya diğer tümör be lerde artış meydana gelmesi, FISH ve PCR yöntemleriy
lirteçlerinin kan düzeylerini gösteren biyokimyasal analiz le gösterilebilir.
ler, kanserin kesin tanısında kullanılamaz ama faydalı ta • Minimal rezidüel hastalığın ortaya konulması: Tedaviden
rama testleri olarak ve bazen de tedaviye alman yanıt mik sonra geriye kalmış olabilecek minimal rezidüel hastalı
tarının veya hastalığın nüks ettiğinin belirlenmesinde kul ğın ortaya konulması, moleküler tekniklerin kullanıl
lanılabilir. Bu analizlerin kullanılmasına, diğer bölümlerde maya başlandığı yeni bir uygulamadır. Örneğin BCR-
ele alman birçok spesifik neoplazi çeşidinin anlatılması sı ABL transkripsiyon ürünlerinin PCR analiziyle gösteril
rasında değinildiğinden, burada yalnızca birkaç örnek ver mesi, kronik miyeloid lösemi tedavisi gören hastalarda
mekle yetinilmektedir. Prostat kanseri taramalarında kul mevcut olabilecek minimal rezidüel hastalığı gösterebi
lanılan PSA, klinik uygulamada en sık ve en başarılı şekil lir. İlerlemiş bütün tümörlere hem dolaşımdaki sağlam
de kullanılan tümör belirteçlerinden biri olabilir. Kandaki tümör hücrelerinin, hem tümör ürünlerinin (örneğin
PSA düzeyi yüksek bulunduğunda, prostat karsinomun- tümör DNA'smm) eşlik ettiğinin anlaşılması; tümör yü
dan şüphe edilebilir. Ancak diğer bütün tümör belirteçleri künün duyarlı kan testleri aracılığıyla izlenmesinin ilgi
nin uygulanmasına eşlik eden sorunlar, PSA taramaların çekmesiyle sonuçlanmıştır.
da da söz konusu olmaktadır. PSA düzeyleri prostat karsi- • Kansere olan herediter yatkınlığın tanısı: BRCA1 gibi, tü
nomunda yükselmiş olabilir ama benign prostat hiperpla- mör baskılayıcı genlerin germline mutasyonu, bir hasta
zisinde de aynı bulguyla karşılaşılabilir (Bölüm 17). Daha daki belirli kanser tiplerinin gelişme riskini artırır. Böy
sı, hastada prostat kanseri olmadığını kesin olarak söyle lece söz konusu mutant allellerin ortaya konulması has
memizi sağlayacak herhangi bir PSA düzeyi yoktur. Böyle- taya ve doktora, agresif bir tarama protokolünü planla
ce, PSA testinin hem spesifitesi, hem duyarlılığı düşüktür. An ma olanağı ve ayrıca, profilaktik cerrahi girişim fırsatı
cak PSA düzeyi, prostat kanserinden sonra geriye kalmış verebilir. Ayrıca, hastanın risk altındaki akrabalarına
olabilecek hastalığın veya prostat kanserinin tekrarladığı genetik danışmanlık hizmeti verilmesine olanak sağlar.
nın gösterilmesinde son derece önemlidir. Kolon, pankre ® Terapötik karar verme süreci: Spesifik mutasyonları doğ
as, mide ve meme kanserleri tarafından yolk sac kalıntıla rudan hedef alan tedaviler gittikçe daha çok geliştiril
rında ve bazen de teratokarsinomlarda ve embryonal hüc mektedir. Bu mutasyonlarm bir tümörde saptanması,
reli karsinomlarda üretilen alfa fetoprotein, klinik uygula hedefe yönelik tedaviyi yönlendirebilir. Hedef alınabile
mada zaman zaman kullanılan diğer tümör belirteçlerin- cek mutasyonlarm, morfolojik kategori sınırlarının dışı
dendir. Ne yazık ki PSA gibi bu iki belirteç de, neoplastik na taştığını gösteren kanıtlar ele geçmektedir. Örneğin;
olmayan çeşitli durumlarda da üretilebilmektedir. Böylece önceleri bir T hücreli lenfoma alt-takımında tanımlan
CEA ve alfa fetoprotein analizlerinin de erken kanser tanı mış olan ALK kinaz; küçük hücreli dışı akciğer kanseri
sındaki hem spesifitesi, hem duyarlılığı düşüktür. PSA ta ve nöroblastom hastalarının küçük bir yüzdesinde de
ramaları gibi bunlarda, eksizyon sonrası gelişebilecek bulunmuştur. ALK mutasyonlarmm mevcut olduğu ak
nükslerin ortaya çıkarılmasında özellikle faydalıdır. Tümö ciğer kanserlerinin ALK inhibitörlerine yanıt verdiğini;
rün başarılı rezeksiyonu, bu belirteçlerin serumdan kay diğer akciğer kanserlerinin ise bu inhibitörlere yanıt
bolmasıyla sonuçlanır; belirteçlerin serumda tekrar ortaya vermediğini gösteren klinik çalışmalar FDA'nm bu in-
çıkmaları ise, hemen her zaman için sonun başlangıcını hibitörlerin "ALK-mutant" akciğer kanseri olan hasta
belirtir. CEA ve alfa fetoprotein, sırasıyla Bölüm 14 ve Bö larda kullanılmasını onaylamasıyla sonuçlanmıştır. Mo
lüm 15'te daha ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. leküler düzeyde ısmarlanmış tedavilere yalcın zaman
larda eklenen etkileyici bir diğer örnek, melanomda söz
Moleküler Tanı konusudur: BRAF'teki serin/treonin lcinazda yer alan
Tümör tanısında ve davranışlarının tahmin edilmesinde amino asit 600'deki glutamatm yerine valin geçmesi
kullanılmakta olan moleküler tekniklerin sayısı, gittikçe (V600E mutasyonu), tümörün BRAF inhibitörlerine iyi
artmaktadır. yanıt vermesini sağlamakta; bu mutasyonu taşımayan
melanomlar ise söz konusu inhibitörlere hiç yanıt ver
• Malignite tanısı: Gerek T, gerekse B hücrelerindeki anti
memektedir. V600E mutasyonunun kolon kanserleri
jen reseptörü genlerinin düzenlenmeleri benzersiz ol
nin bir alt-takımında, belirli tiroid kanserlerinde, tüylü
duğundan; T hücresi reseptörlerinin veya immünoglo-
hücreli lösemilerin tümünde ve Langerhans hücresi his-
biilin genlerinin polimeraz zincir reaksiyonu (polyme
tiyositozunda bulunması, ilginçtir (Resim 5-34). Morfo
rase chain reaction-PCR) kullanılarak ortaya konulma
lojileri ve kökenleri birbirlerinden farklı olmalarına rağ
sı, monoklonal (neoplastik) ve poliklonal (reaktif) pro-
men bu tümörler; ortak bir biiyüme-öncesi (pro-growth)
liferasyonlar arasında ayırım yapılmasına izin vermek
yolundaki aynı onlcogen lezyonları paylaşmaktadır.
tedir. Çok sayıda hematopoetik neoplazi, ayrıca birkaç
solid tümör belirli translokasyonlara sahip oldukların Tümörlerin Moleküler Profillerinin Çıkarılması
dan bunların ortaya konulması, tanı konulmasını da Tümörlerin moleküler profilinin incelenmesi, hem mRNA
sağlayabilir. Örneğin Ewing sarkomunda ve çeşitli löse düzeyinde, hem de nükleotid dizilemesi ile yapılabilir:
milerle lenfomalardaki karakteristik translokasyonla-
rın ortaya konulmasında FISH (floresan in situ hibridi- Ekspresyon Profilinin Çıkarılması
zasyon) veya PCR analizi kullanılabilir (Bölüm 6 ). BCR- Bu teknik binlerce genin ekspresyon düzeylerinin eşza
ABL transkripsiyon ürünlerinin PCR kullanılarak orta manlı olarak ölçülmesine olanak vermektedir. Gen yonga
ya konulması, kronik miyeloid lösemide moleküler ta teknolojisi olarak adlandırılan bu teknolojinin ilkeleri, Re
nıya olanak vermektedir. sim 5-35'te gösterilmekte ve burada kısaca anlatılmaktadır.
212 B Ö L Ü M 5 Neoplazi
PLX4032
Resim 5-35'te görülebileceği gibi süreç, herhangi iki mutasyonla (özellikle çocukluk dönemindeki lösemiler)
kaynaktan (normal ve malign, normal ve preneoplastik on binlerce mutasyon arasında değişebüen sayılarda mu-
veya aynı histolojik tipteki farklı iki tümör) mRNA elde tasyonlar içerdiğini ve mutasyon yükünün en fazla, muta-
edilmesiyle başlar. mRNA'larm komplementer DNA jenlere maruz kalınmasına eşlik eden, akciğer kanseri ve
(cDNA) kopyaları, floresan olarak işaretlenmiş nükleotid- deri kanseri gibi tümörlerde bulunduğunu ortaya çıkar
lerle in vitro sentez edilir. Floresansla işaretli cDNA şerit mıştır. Bunların arasında iki tip mutasyon vardır: (1) hüc
leri, silikon bir yonga (çip) gibi katı bir destek üzerindeki relerin proliferasyon, diferansiasyon ve homeostazının
nükleotid sırasma-spesifik DNA problarıyla hibridleştiri- normal kontrolünü altüst edenler ve (2 ) hücre fenotipini
lir. Bir santimetrekarelik böyle bir yonga, sıralar ve sütun etkilemeyenler. Birinci tip mutasyonlar, neoplastik süreci
lar şeklinde dizili binlerce gen içerebilir. Hibridleştirme yönlendirebilen ve bu nedenle de tedavi hedefi olabilecek
sonrası her lekeden gelen floresan sinyaller, yüksek çözü mutasyonlar olmaları nedeniyle yönlendirici (driver) mu
nürlüklü bir lazer taramasıyla belirlenir. Her lekenin flore tasyonlar olarak adlandırılır. İkinci tipte yer alan ve sayıla
san yoğunluğu, o lekeyle hibridleştirilen cDNA'nm sente rı yönlendirici mutasyonlardan çoğu zaman daha fazla
zinde kullanılan orijinal mRNA'nm elcspresyon düzeyiyle olan mutasyonlar genellikle, genomun kodlama yapma
orantılıdır. Böylece her lekede, binlerce genin ekspresyon yan bir bölümünde yer alan veya büyüme üzerinde etkisiz
düzeyi elde edilir ve biyoinformatik araçlarla, farklı örnek kalmaları nedeniyle ne avantaj, ne de dezavantaj sağlayan
lerdeki gen ekspresyon düzeyleri karşılaştırılabilir. Özü mutasyonlardır; bunlar yolcu (passenger) mutasyonlar ola
itibarıyla, analiz edilen her dokunun moleküler profili çı rak adlandırılır. Yolcu mutasyonlar, kanser hücrelerindeki
karılır. genomların stabil olmamasından kaynaklanır ve yalnızca
Bu çeşit analiz; farklı hastalara ait, fenotipik bakımdan "lâf olsun diye" mevcuttur.
aynı olan, büyük B hücreli lenfomalarm (Bölüm 11), gen Yönlendirici mutasyonlar genelde tekrarlar ve belirli
ekspresyonu ve sağkalım oranları bakımından birbirlerin bir kanseri olan hastaların önemli bir bölümünde vardır.
den farklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Şimdilerde benzer Böylece, örneğin BCR-ABL füzyon genleri kronik miyeloid
yaklaşımlar, meme kanserleri ve melanomlar gibi diğer lösemi hastalarının hepsinde vardır ve füzyon proteini,
kanserlerde de araştırılmaktadır. ilaçlar için mükemmel bir hedeftir. Ancak yönlendirici
mutasyonlar, belirli bir tümör tipinin yalnızca bir alt-takı-
Tüm Genom Dizilemesi mında mevcut olabilir. Örneğin, küçük hücreli-dışı akci
Yeni nesil nükleotid dizileme teknolojilerinde kaydedilen iler ğer kanserlerinin %4 kadarında bir EML4-ALK tirozin ki-
leme ve gelişmeler, tümörlerin daha derinlemesine analiz edi naz füzyon geni vardır; daha önce de anlatıldığı gibi bu
lebileceğini vaad etmektedir. Şimdilerde söz konusu tekno hastalar, ALK inhibitörlerine iyi yanıt verir. Bazı yolcu
lojilerde kaydedilmiş olan ilerleme, mikro-işlemcüere ait, mutasyonlarm ilaç direncinde yine de önemli rol oynaya
tanınmış Moore yasasını geride bırakmaktadır. Bir tümör bilmesi, bir diğer sorundur. Örneğin kronik miyeloid löse
de tüm genomun nükleotid sıralanmasının belirlenmesi, mi tedavisinde imatinibe direnç sağlayan mutasyonlar, te
birkaç yıl önce aylarca zamana ve milyonlarca dolara mal davi başlangıcından önce seyrek klonlar halinde bulunan
olmaktaydı; günümüzde ise birkaç gün içerisinde, birkaç yolcu mutasyonlar şeklindedir. Güçlü bir selektif avantaj
bin dolar harcanarak gerçekleştirilebilmektedir. Tüm tü sağlamaları nedeniyle bu mutasyonlar, ilaç tedavisine baş
mör genomundaki nükleotid sıralanmaları aynı hastaya landığında yolcu mutasyondan yönetici mutasyona dönü
ait normal genomdakilerle karşılaştırıldığı zaman, tümör şür; kanser hücrelerindeki genom instabilitesinin birçok
de mevcut bütün somatik değişiklikleri ortaya çıkarabilir. tümör çeşidinde, benzer senaryolarla direnç tohumlarını
Tümörlerin genetik analiziyle yakın zamanlarda elde attığından şüphelenilmektedir. Dahası bazen, çok sayıda
edilen sonuçlar, her bir tümörün bir avuç dolusu somatik farklı ve nispeten seyrek görülen mutasyonlar, aynı yolu
Neoplazilerin Klinik Yönleri 213
Akciğer ALK
(Krizotinib)
cDNA’ya dönüştürülür ve floresan
moleküllerle işaretlenir
Prostat HER2/NEU
(Trastuzumab)
BRAF
Kolon (PLX4032)
Gen yongasıyla hibridizasyon
i
•i# o © o o o © • • o o o o o
Oo • o o o o 0 o o • 0 o
Oo o • • o o o o © o o €>0
o • o o ©o o • 0 o o 0 o 0 Gen
o o • • o o ©o o • o o o • çipindeki
• ©o o o • o • • o o • o • PIK3CA
dizilme Beyin
(BEZ235)
Kırmızı ve yeşil dalga Resim 5 -3 6 Değişen görüş: Kanserin, hücre kökenine ve m orfo
boylarında taranır lojisine göre değil tedavi hedeflerine göre sınıflandırılması.
Bulgular
Floresan yoğunluğu
Sonuç mektedir. Belki de gelecekte, BRAF gibi ortak bir mutas-
Kırmızı Yeşil
yon içeren farklı tümör gruplarının, morfolojilerine veya
A geni +++ + Neoplastik dokuda daha fazla
kaynaklandıkları hücrelere göre değil de, BRAF-omalar
B geni ++ ++ Neoplastik dokuda, normal dokudaki kadar
olarak sınıflandırılmalarına tanık olunması mümkündür!
C geni + +++ Neoplastik dokuda daha az (Resim 5-34).
D geni - - Ne normal dokuda, ne tümör dokusunda var
KAYN AKLAR 92:329-333, 2009. [K an serdeki enerji m etabolizm asın ın yen iden prog
ram lanm asının tekrar ortaya çıkışı ve moleküller y olaktan konusunda bir
Ahmed Z, Bicknell R: Angiogenic signalling pathways. Methods Mol açıklam a.]
Biol 467:3-24, 2009. [A njiyogenezdeki çeşitli sin yal yolaklarının irde Grivennikov SI, Greten FR, Karin M: Immunity, inflammation, and
lenm esi.] cancer. Cell 140:883-899, 2010. [İn flam asyon ve ka n ser gelişim i ara
Artandi SE, DePinho RA: Telomeres and telomerase in cancer. Carci sın daki ilişkilerin bir özeti.]
nogenesis 31:9-18, 2010. [Telom erler v e telom erazın önem ini irdeleyen Hanahan D, Weinberg RA: The hallmarks of cancer (2011): the next
bir derlem e.] generation. Cell 144:646-
Barrallo-Gimeno A, Nieto MA: The Snail genes as inducers of cell mo Junttila MR, Evan GI: p53—a jack of all trades but master of none. Nat
vement and survival: implications in development and cancer. De Rev Cancer 9:821-829, 2009. [p53'ün işlevini özetleyen bir güncelle
velopment 132:3151-3161, 2005. [K an serdeki epitelyal-m ezen kim al dö m e.]
nüşüm ile ilgili g en ler konusunda bir irdelem e.] Kalluri R, Zeisberg M: Fibroblasts in cancer. Nat Rev Cancer
Berx G, van Roy F: Involvement of members of the cadherin superfa 6:392-401, 2006. [K anserde strom anın rolünü irdeleyen bir derlem e.]
mily in cancer. Cold Spring Harb Perspect Biol l:a003129, 2009. Mathew R, Karantza-Wadsworth V, White E: Role of autophagy in can
[K anserde k a d erin ler v e tem as in h ibisy onunun rolünü irdeleyen bir der cer. Nat Rev Cancer 7:961-967, 2007. [O tofajinin m ekanizm alarının ir-
lem e.] delen em si.]
Bierie B, Moses HL: Tumour microenvironment: TGFbeta: the molecu Negrini S, Gorgoulis VG, Halazonetis TD: Genomic instability—an
lar Jekyll and Hyde of cancer. Nat Rev Cancer 6:506-520, 2006. evolving hallmark of cancer. Nat Rev Mol Cell Biol 11:220-228,
[TGF-/3‘m nTiim ör baskılay ıcı ve tüm örü teşvik edici etkilerin i irdeleyen 2010. [M aliginteye olan ak tanıyan bir fa k t ö r olarak, g en om ik instabilite-
bir derlem e.] nin m ekan izm aları üzerine bir derlem e.]
Burkhart DL, Sage J: Cellular mechanisms of tumour suppression by Perona R: Cell signalling: growth factors and tyrosine kinase recep
the retinoblastoma gene. Nat Rev Cancer 8:671-682, 2008. [Rh'u.n tors. Clin Transl Oncol 8 :77-82, 2006. [K an serdeki sinyal yolakları
işlev i konusunda bir derlem e.] ü zerin e bir güncellem e.]
Ciccia A, Elledge SJ: The DNA damage response: making it safe to Stratton MR, Campbell PJ, Futreal PA: The cancer genome. Nature
play with knives. Mol Cell 40:179-204, 2010. [DNA h a sa r yanıtını ir 458:719-724, 2009. [ Yeni nesil dizilem e tekn olojileri ve bunların kan
deley en bir derlem e.] serd eki uygulam alarının m ükem m el özeti.]
Coghlin C, Murray GI: Current and emerging concepts in tumour me Willis SN, Adams JM: Life in the balance: how BH 3-only proteins in
tastasis. J Pathol 222:1-15, 2010. [M etastazdaki güncel kavram ların ir duce apoptosis. Curr Opin Cell Biol 17:617-625, 2005. [A potoz m e
delen m esi.] kan izm aları üzerine bir derlem e.]
Collado M, Serrano M: Senescence in tumours: evidence from mice Witsch E, Sela M, Yarden Y: Roles for growth factors in cancer prog
and humans. Nat Rev Cancer 10:51-57, 2010. [Y aşlanm anın m ekaniz ression. Physiology (Bethesda) 25:85-101, 2010. [K anserde büyüm e
m aları kon u su n da g ü ncellem e.] fa ktörlerin in rolü üzerine bir güncellem e.]
Feron O: Pyruvate into lactate and back: from the Warburg effect to
symbiotic energy fuel exchange in cancer cells. Radiother Oncol
r-rm m rrm i i. . . - S g r;
Genetik ve Pediatrik
Hastalıklar
BÖL ÜM İ ÇERİ Ğİ
GENETİK HASTALIKLAR 215 Kompleks M ultigenik Hastalıklar 234 Prem atürite ve Fetal Büyüme
İnsanlarda Hastalıkların O rtaya Sitogenetik Hastalıklar 234 Kısıtlılığı 249
Çıkmasına Katkıda Bulunan G enetik Sayısal Anorm allikler 235 Yenidoğanın Respiratuar Distres
A norm alliklerin Yapısı 216 Yapısal Anorm allikler 235 Sendromu 250
Protein Kodlayan Genlerde Kromozomal Hastalıkların Genel N ekrotizan E n te ro ko lit 252
Mutasyonlar 216 Özellikleri 236
Ani Bebek Ö lüm ü Sendromu 252
Protein Kodlayan Genlerde Mutasyon Dışı Otozom Kromozomları İlgilendiren
Fetal Hidrops 254
Değişiklikler 216 Sitogenetik Hastalıklar 237
immün Hidrops 254
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Seks Kromozomlarını İlgilendiren
Non-immün Hidrops 255
Sitogenetik Hastalıklar 239
D efektlerinin Neden Olduğu Bebeklik ve Ç ocukluk Döneminin
A tip ik Kalıtım Paterni Olan Tek-Gen
Hastalıklar 218 T üm örleri ve T ü m ö r Benzeri
Tek Gen Hastalıklarının Kalıtım Hastalıkları 241
Lezyonları 257
Şekilleri 219 Triplet Tekrar Mutasyonları: Frajil X
Benign Tüm örler 257
Yapısal Proteinleri Kodlayan Genlerdeki Sendromu 241
Malign Tüm örler 258
Mutasyonların Neden Olduğu Mitokondriyal Genlerdeki Mutasyonların
Neden Olduğu Hastalıklar 243 Mendelian ve Kompleks Hastalıkların
Hastalıklar 220
Damgalanmış (im printing) Bölgelerdeki M oleküler Tanısı 263
Reseptör Proteinleri veya Kanalları
Değişikliklerin Neden Olduğu Kopya Sayısı Anormalliklerinin
Kodlayan Genlerdeki Mutasyonların
Neden Olduğu Hastalıklar 222 Hastalıklar: Prader-W illi ve Angelman Moleküler Tanısı 263
Enzim Proteinlerini Kodlayan Genlerdeki Sendromları 243 D N A Mutasyonlarının Polimeraz Zincir
Reaksiyonu (PCR) Analizi ile D irekt
Mutasyonların Neden Olduğu PEDİATRİK HASTALIKLAR 245
Hastalıklar 227 Saptanması 264
Konjenital A nom aliler 245
Hücre Büyümesini Düzenleyen Proteinleri “ Linkage” (Bağlantı) Analizi ve Genom
Etiyoloji 247
Kodlayan Genlerdeki Mutasyonların Çapında ilişkilendirme Çalışmaları 266
Perinatal Enfeksiyonlar 249 Genetik Analiz Endikasyonları 267
Neden Olduğu Hastalıklar 233
GENETİK HASTALIKLAR
İnsan genom projesinin tamamlanması, insanlarda gö larının, kanser ve diğer genetik yönü olan hastalıkların
rülen hastalıkların araştırmalarında önemli bir dönüm tedavisinde artan oranda uygulanmasını kolaylaştırmak
noktası olmuştur. Daha önceleri 100.000 kadar olduğu tadır.
tahmin edilirken, bugün artık insanda yaklaşık olarak Pekçok pediatrik hastalıklar genetik kökenli olduğu
25.000 protein kodlayan gen olduğu ortaya çıkmıştır ve için, bu bölümde gelişimsel ve pediatrik hastalıklar gene
bu sayı bildiğimiz pirinç bitkisinin (Oryza sativa) tam ta tik hastalıklarla birlikte tartışılmaktadır. Ancak tüm gene
mıyla yarısı kadardır! Hemen hemen tüm hastalıklar tik hastalıkların bebeklik ve çocukluk döneminde bulgu verme
gen yapısı veya ekspresyonundaki değişiklikleri ilgilen diği, birçok pediatrik hastalığın da genetik kökenli olmadığı
dirdiği için, bu "genetik yapının" tanımlanması; kalıtsal unutulmamalıdır. Genetik kökenli olmayan pediatrik has
olanlar gibi, edinsel olan hastalıkların da bugüne kadar talıklar grubuna organ sistemlerinin immatür olması so
gizli kalan yönlerinin açığa çıkmasını sağlayacaktır. Bu nucu ortaya çıkan hastalıklar girmektedir. Bu kapsamda,
günün ileri teknolojileri, insan gen sekanslarının hasta sık kullanılan üç terimi açıklamak yararlı olacaktır: here-
lıkların analizi için kullanılmasına olanak sağlamakta diter (kalıtsal), familyal (ailesel) ve konjenital (doğumsal).
dır. Örneğin insan genom projesinin tamamlanması, Kalıtsal hastalıklar tanım olarak ebeveynlerden geçer, ga
yaklaşık 3 milyar dolara ve uzun yıllara mal olmuş olsa metler ile kuşaktan kuşağa iletilir ve bu nedenle aileseldir.
da, günümüzdeki detaylı sonuç veren sekanslama tek Konjenital ise basitçe "doğumda ortaya çıkan" demektir.
nolojileri aynı işi birkaç haftada, 1 0 . 0 0 0 dolardan daha Ancak burada bazı konjenital hastalıkların genetik olma
ucuza yapmaktadır. DNA sekanslama tekniğinin hızı ve dığını da hatırlamakta yarar vardır (konjenital sifiliz gibi).
azalmış maliyeti nedeniyle; "kişiye özgü tıp" uygulama Diğer taraftan, tüm genetik hastalıklar da konjenital değil
216 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
dir. Örneğin Huntington hastalığı ancak 30-40 yaşlarında Protein Kodlayan Genlerde Mutasyon
bulgu vermeye başlar. Dışı Değişiklikler
DNA dizilerindeki değişikliklere ek olarak, kodlama ya
İN S A N LA R D A HASTALIKLARIN pan genlerde ayrıca anormal protein fonksiyon kazanımı
ORTAYA Ç IK M A S IN A K A T K ID A ya da kaybı ile sonuçlanan, kopya sayısında değişiklik
(amplifikasyon ya da delesyon) ya da translokasyon şek
B U L U N A N GENETİK linde yapısal farklılıklar da görülebilir. Yapısal değişiklik
A N O R M A LLİK LER İN YAPISI ler, mutasyonlar gibi, germ hücrelerinde olabilir ya da so
matik hücrelerde de sonradan ortaya çıkabilir. Pek çok
Proteinlerin yapı ve fonksiyonlarını etkileyerek, hücresel durumda, germ hücresinde ortaya çıkacak patolojik de
homeostazı bozan ve hastalıklara yol açan pek çok gene ğişiklikler, tek bir genden ziyade, daha sonra tartışılacak
tik bozukluk vardır. olan 2 2 q mikrodelesyon sendromunda olduğu gibi, bir
kromozomun devamlılık gösteren geniş bir parçasını il
Protein Kodlayan Genlerde Mutasyonlar gilendirir. Genom içerisinde geniş DNA kopya sayısı de
ğişikliklerini yüksek çözünürlükte saptayan "array" (di
Bilindiği üzere, DNA'daki kalıcı değişikliklere mutasyon zilim) teknolojilerinin yaygın kullanımı sayesinde, otizm
denilmektedir. Germ hücrelerini etkileyen mutasyonlar gibi pekçok hastalıkta patolojik yapısal değişikliklerin
sonraki kuşaklara aktarılır ve kalıtsal hastalıklara neden varlığı bulunmuştur. Kanserlerde sıklıkla, somatik hücre
olabilir. Somatik hücrelerdeki mutasyonlar ise; sonraki lerde sonradan ortaya çıkan (edinsel) amplifikasyon, de
kuşaklara aktarılmaz, ancak kanser ve bazı konjenital lesyon ve translokasyon gibi değişiklikler mevcuttur.
malformasyonlara neden olduklarından önemlidirler. Kronik myeloid lösemide görülen, Philadelphia kromo
Spesifik mutasyonlarm etkileri, bu kitap içerisinde il zomu olarak bilinen, BCR ve ABL genleri arasında olan
gili hastalıklarla birlikte detaylı olarak anlatılmaktadır. t(9;22) translokasyonu (Bölüm 11) tipik bir örnektir.
Burada ise, sadece bazı sık görülen gen mutasyonlarma Sekans ve Kopya Sayısı Değişiklikleri (Polimorfizmler)
ve bunların etkilerine örnekler verilecektir: Genomik alanındaki son gelişmelere bağlı ortaya çıkan
® Nokta nıutasyonlan tek bir nükleotid bazının farklı bir şaşırtıcı bir durum da, herhangi iki bireydeki DNA se
bazla yer değiştirmesiyle oluşur. Bunun sonucunda kansının ortalama %99,5'tan fazla kısmının ortak olması
protein ürününde bir amino asit yerine, farklı bir ami dır. Bu nedenle insanları belirgin olarak farklı kılan özel
no asit geçer. Orak hücreli anemiye neden olan he likler, DNA'mızm sadece %0,5'inden daha azı tarafından
moglobinin [3-globin zincirindeki mutasyon, genetik kodlanmaktadır. Total nükleotid sekansının genişliği ile
kodun anlamını değiştiren bir nokta mutasyonu için kıyaslandığında küçük olmasına karşın, bu %5'lik kısım
iyi bir örnektir. Böyle mutasyonlar bazen "missem mu- 15 milyarlık baz çiftini temsil etmektedir. İnsan geno
tasyonlan" olarak da adlandırılır. munda DNA varyasyonu (polimorfizm) formlarından en
sık görülen ikisi, tek nükleotid polimorfizmi (single- nuc
• Buna karşılık, bazı nokta mutasyonları bir amino asit
leotide polymorphisms) (SNPler) ve kopya sayısı varyas
kodonunu, terminasyon (sonlandırma) kodon zinciri
yonlarıdır (copy number variations (CNVler).
ne ya da "stop" kodonuna dönüştürebilir. Bu "nonsen ® SNPler tek izole nükleotid pozisyon farklılıklarını tem
se" (anlamsız) mutasyonlar translasyonu durdurur ve sil ederler ve hemen her zaman bialleliktirler, yani ge
çoğu olguda RNA'lar hızla yıkılır. Bu fenomen, prote nom içerisinde belli yerlerde, örneğin A ya da T nükle-
in sentezinin çok az olduğu ya da hiç olmadığı "non otidlerinin birer allelde yer alması şeklindedir. İnsan
sense" aracılı yıkılma olarak adlandırılır. genomunun SNP haritalarını yapmak için büyük çaba
• "Frameshift" (çerçeve kayması) mutasyonları bir veya iki harcanmaktadır. Bu çabalar, insan genomunda, çoğu
baz çiftinin insersiyon (yerleşme) ya da delesyonu ile farklı popülasyonlarda geniş frekans varyasyonları
ortaya çıkar ve DNA dizisinin okuma çerçevesini de gösteren 6 milyondan fazla SNPleri ortaya koymuştur.
ğiştirmesine neden olur. SNPler genomda herhangi bir yerde olabilir: ekzonla-
• Triniikleotid tekrar mutasyonları ise üç nükleotid dizisi rm, intronların ya da intergenik bölgelerin içerisinde.
nin amplifiye olmasıyla karakterize olduğundan, özel Sadece %1'den azı kodlayıcı bölgelerde bulunur. Bu
bir kategoriye girer. Amplifikasyona uğrayan spesifik kodlayıcı sekans farklılıkları önemlidir, çünkü gen ürü
nü değişebilir ve fenotipik farklılığa ya da bir hastalığa
nükleotid dizileri hastalıktan hastalığa farklı olsa da, et
yatkınlığa neden olabilir. Ancak daha sıklıkla SNP,
kilenen dizilerin tümünde guanin (G) ve sitozin (C)
hastalık ilişkili gene yakın bir bölgede yeraldığmda
niikleotidleri yer alır. Örneğin, bu grup hastalıkların
onunla birlikte genetik geçişi olduğundan bir belirleyi
prototipi olan frajil X sendromunda, FMR-1 olarak isim ci olarak kullanılır. Bir başka deyişle, SNP ve hastalığa
lendirilen gende CGG dizisinin 200-4000 arasında biti neden olan genetik faktör genetik dengesizlik oluştu
şik tekrarı vardır. Normal populasyondaki tekrar sayısı rur. SNP gruplarının; tip II diyabet ve hipertansiyon gi
ise, daha azdır ve ortalama olarak 29’dur. Trinükleotid bi multigenik kompleks hastalıklarda güvenilir risk be
dizisindeki genişleme FMR-1 geninin normal ekspres- lirteçleri olarak kullanılacağına ve bu varyantların sap
yonunu önleyerek mental retardasyona neden olmak tanması ile, hastalıkları önleyici stratejilerin geliştirile
tadır. Trinükleotid tekrar mutasyonlarmın ayırdedici ceğine dair (ileride tartışılacaktır) iyimser görüş vardır.
bir diğer özelliği de dinamik olmalarıdır, yani gameto- ® CNVler yakın zamanda bulunmuş, 1000 baz çiftin
genez sırasında amplifikasyon oranı artar. Bu bölüm den milyonlarca baz çiftine kadar büyüklükte DNA
boyunca daha detaylı olarak tartışılacak olan bu özel parçacıklarından oluşan genetik varyasyon şeklidir.
likler, bu tip mutasyonlarla oluşan hastalıkların kalıtım Kimi zaman bu odaklar, SNPler gibi biallelik olup, po~
paternini ve fenotipik bulgularını etkilemektedir. pülasyonun bir grubunda kopya sayısı artmış (dupli-
insanlarda Hastalıkların Ortaya Çıkmasına Katkıda Bulunan Genetik Anormalliklerin Yapısı 217
ke) ya da silinmiş (deleted) durumdadır. Diğer du malarından biridir. Gen düzenlenmesi üzerine önemli et
rumlarda, insan popülasyonunda çok sayıda alleli ilgi kilerinden dolayı miRNA'lar, hem normal gelişimsel yo
lendiren, kompleks genomik materyal yeniden düzen lakların, hem de kanser gibi patolojik durumların aydm-
lenmeleri şeklinde görülür. Güncel tahminler CNV'le- latümasmda çok önemli bir yere sahiptir. Andrew Fire ve
rin herhangi iki insan arasında, 5 ile 24 milyon baz çif Craig Mello, miRNA'lar üzerindeki çalışmaları ile,
ti sekans farklılığından sorumlu olduklarını ortaya 2006'da Nobel Tıp/Fizyoloji ödülünü almışlardır.
koymaktadır. CNVlerin yaklaşık %50'si gen kodlayan Son tahminlere göre insanlarda miRNA'ları kodlayan
bölgelerde yer alır. Böylelikle CNV'ler insan fenotipik yaklaşık 1000 gen bulunmaktadır. miRNA genlerinin
farklılığının büyük bir kısmını ilgilendirir. CNV'ler ta transkripsiyonu ile primer miRNA transkriptleri (pri-miR-
rafından etki altında tutulan, immun sistem ve sinir NA) ortaya çıkar. Bunlar hücre çekirdeğinde pre-miRNA
sisteminde görev yapan belli gen aileleri bölgelerinde adı verilen başka bir yapıya dönüştürülür (Resim 6-1).
belirgin artmış işlev vardır. Bu genlerdeki kopya sayı
sındaki artışların evrimsel seçilim üzerine önemli kat
kısı olmaktadır, çünkü değişen çevre koşullarına in
san adaptasyonunu sağlarlar.
Epigenetik Değişiklikler
Epigenetik değişiklikler, gen ya da protein ekspresyonu
modülasyonunu, DNA sekansında değişim (mutasyonlar
gibi) ya da kodlayıcı gen yapısında farklılaşma olmadan
etkilerler. Epigenetik regülasyon, gelişimini tamamlamış
dokulardaki homeostazda olduğu gibi, gelişim sırasında
kritik önemi olan bir durumdur. Epigenetik regülasyo-
nun temelini oluşturan mekanizmalardan biri, genin
promoter bölgelerindeki sitozin rezidülerinin metilasyo-
nunda değişiklik yapılmasıdır. Bu promoterlar yoğun bir
şeküde metillendiklerinde, RNA polimerazlar etki ede
mez ve transkripsiyonel süreç durur. Promoter metilas-
yonu ve tümör supresör genlerin bu şeküde susturulma
sı (Bölüm 5) sonucu ortaya çıkan kontrolsüz hücre büyü
mesi ve proliferasyonu, insanlardaki pekçok kanserde
gözlemlenmektedir. Transkripsiyonun epigenetik regü-
lasyonunda rol oynayan bir diğer önemli aktör, histon
proteinleri aüesidir. Bunlar DNA tarafından bir sarmal
şeklinde çevrelenen, nükleozomlar olarak adlandırılan
yapıların bir büeşenidir. Histon proteinlerinde, DNA'nm
sekonder ve tersiyer yapısını etkileyerek, dolayısıyla gen
transkripsiyonunu değiştiren çeşitli geri dönüşümlü mo
difikasyonlar (metilasyon, asetilasyon gibi) görülebilir.
Tahmin edildiği üzere, anormal histon proteini modifi
kasyonlarının transkripsiyonel regülasyonu bozma du
rumu, kanser gibi pekçok edinsel hastalıkta görülür. Ge
lişim sırasında görülen fizyolojik epigenetik susturma ise
damgalama (imprintig) olarak adlandırılır ve damgalama
bozuklukları daha sonra tartışılacaktır.
Özel taşıyıcı proteinlerin yardımıyla pre-miRNA sitoplaz- ise kromozomlardaki sayısal veya yapısal anormallikler
maya taşınır. Burada "dicer" (doğrayıcı) adı verilen bir en sonucu ortaya çıkan hastalıkları içerir.
zimle kesilerek, 21-30 nükleotid uzunluğundaki (bu ne Bu iyi bilinen üç kategoriye, mendelian hastalıklar gi
denle mikro ekini alır) matür miRNAlar ortaya çıkar. Bu bi tek bir geni ilgilendiren, ancak basit mendelian kalı
aşamada miRNA hala çift zincirlidir. Daha sonra miRNA tım kurallarına uymayan heterojen bir grup genetik has
çözülür ve her bir zincir "RNA tarafından indüklenen talığı da eklemek gerekir. Klasik kalıtım paterni olmayan
susturucu kompleks (RNA-induced silencing complex) bu tek gen hastalıkları arasında; triplet tekrar mutasyon-
(RISC)" adı verilen bir multiprotein kompleksine katılır. ları sonucu oluşanlar, mitokondriyal DNA'daki mutas-
miRNA dizisi ve onun hedefi mRNA arasındaki baz çift yonlar sonucu gelişenler ve kalıtımı genomik damgalama
leşmesi sonucu, RISC ya miRNAlarm ayrılmasına yol (imprinting) denilen epigenetik bir olaydan belirlenen
açar ya da translasyonunu baskılar. Böylece hedef hastalıklar yer almaktadır. Burada bu dört kategori ayrı
mRNAların sentezlendiği gen post-transkripsiyonel ola olarak tartışılacaktır.
rak baskılanmış olur. miRNA genlerinin sayısının prote
in kodlayan genlerin sayısından çok daha az olmasına M ENDELİAN HASTALIKLAR:
bağlı olarak, bir miRNA pek çok hedef geni susturmakta
dır. Tüm mRNA'-lar, translasyonu yapılmamış 3' bölgele TEK GEN DEFEKTLERİNİN NEDEN
rinde (untranslated region-UTR) tohum sekans olarak ad O LD U Ğ U HASTALIKLAR
landırılan ve miRNA bağlanmasının ve gen susturulma
sının spesifikliğini düzenleyen sekanslar içerir. Tek-gen defektleri (mutasyonları) iyi bilinen mendelian
Gen susturulması ile ilgili bir diğer RNA türü olan siR- kalıtım şekillerini izler (Tablo 6-1 ve 6-2). Tek tek bakıl
NA ("small interfering" RNA) da, miRNA'ya benzer şe dığında her biri nadir olsa da, hepsi birlikte değerlendi
kilde davranmaktadır. Ancak miRNA'nm aksine, siR- rildiğinde, erişkinlerin hastane başvurularının yaklaşık
NA'mn öncülleri hücreye dışarıdan, araştırmacılar tara %l'-ini, pediatrik hastane başvurularının ise yaklaşık
fından konmaktadır. Bunun "dicer" enzimi ile kesilmele %6 - 8 'ini mendelian hastalıklar oluşturur. Aşağıda, men
ri ve RISC yoluyla çalışmaları ise aynı miRNA'da olduğu delian hastalıklar ile ilgili birkaç önemli kural ve hatırlat
gibidir. Günümüzde sentetik siRNA, laboratuarlarda gen ma yer almaktadır:
fonksiyonları üzerine olan çalışmalarda değerli bir araç ® Tek bir geni ilgilendiren mutasyonlar otozomal domi
haline gelmiştir ve ürünleri neoplastik transformasyona nant, otozomal resesif veya X'e bağlı olmak üzere üç
neden olan onkogenler gibi spesifik genleri susturmak kalıtım şeklinden birini izler.
için, olası terapötik ajan olarak geliştirilmektedir. ® Bir tek-gen mutasyonu birçok fenotipik etkiye (pleiotro-
Son çalışmalarda IncRNAlarm karmaşık özellikleri pi) neden olabileceği gibi, tam tersine, birkaç farklı ge
(bazı hesaplamalarla IncRNA sayısının, mRNAların 10-20 netik lolcustaki mutasyonlar da aynı özelliği ortaya çı
katını aşabileceği farz edilmektedir.) gösterilmiştir. Bunla karabilir (genetik heterojende). Örneğin, bağ dokusun
rın insan genomu için varsayılan işlevleri; insanların, da daki bir defelct sonucu oluşan Marfan sendromu iskelet
ha az sayıda gen taşımalarına rağmen, neden evrimsel ba
samağın en üstünde olduklarını açıklamamıza yardımcı Tablo 6-1 Canlı Doğan Bebeklerde Seçilmiş Bazı Mendeliyan
olabilir. IncRNAlar gen ekspresyonunu çeşitli şekilde dü Hastalıkların Tahmini Prevalansı
zenleyebilirler. Örneğin kromatine bağlanarak, RNA po-
Hastalık Tahmini Prevalans
limerazm kodlayıcı gene ulaşmasını engelleyebilirler.
IncRNA'ların en iyi bilinen örneği XIST olup, X kromozo Otozomal Dominant Kalıtım
mundan transkripte olur ve fizyolojik X kromozomu inak- Ailesel hiperkolesterolemi 500’de 1
tivasyonunda önemli rol oynar (ileriye bakınız). XIST Polikistik böbrek hastalığı 1 0 0 0 ’de 1
kendi başına X inaktivasyonundan etkilenmez, transkrip
Herediter sferositoz 5000’de 1 (Kuzey Avrupa)
te olduğu X kromozomu üzerinde "pelerin" biçimini ala
Marfan Sendromu 5000’de 1
rak, gen susturulması işlevini gerçekleştirir. Gelecek va-
adeden çalışmalarda, aterosklerozdan kansere pekçok Huntington hastalığı 1 0 ,0 0 0 ’de 1
Tablo 6-2 Seçilmiş Bazı Mendeliyan Hastalıklar için Biyokimyasal Temel ve Kalıtım Paternleri
sistemi, göz ve kardiyovasküler sistemi etkiler. Bu sis ® Herhangi bir otozomal dominant hastalıkta bazı has
temlerin hepsi bağ dokusunun bir elemanı olan fibrilin taların anne babası etkilenmemiş olabilir. Bu bireyler
proteinini kodlayan gendeki bir mutasyondan kaynak de hastalık kendilerinin geliştiği yumurta veya sperm
lanmaktadır. Diğer taraftan, anormal retinal pigmen- deki yeni mutasyonlarla ortaya çıkar. Bunların kardeş
tasyon ve buna bağlı görme bozukluğunun eşlik ettiği, leri hastalıktan etkilenmez ve hastalığın gelişimi için
kalıtsal bir hastalık olan retinitis pigmentoza, birkaç artmış risk taşımaz.
farklı tip mutasyon sonucunda ortaya çıkabilir. Genetik • Klinik bulgular düşük penetrans (geçiş) ve değişken
heterojenitenin bilinmesi sadece genetik danışmada ekspresyon nedeniyle farklılıklar gösterebilir. Bazı ki
önemli olmakla kalmaz, aynı zamanda diyabetes melli- şiler mutant geni taşımalarına rağmen, fenotipik ola
tus gibi sık görülen bazı hastalıkların patogenezinin rak normaldir. Bu ekspresyon şekline düşük penetrans
anlaşılmasını da kolaylaştırmaktadır (Bölüm 19). denilmektedir. Penetransı etkileyen faktörler hala tam
® Zamanımızda "tek gen" hastalıkları olarak bilinen olarak anlaşılamamıştır. Penetrans olayının aksine,
hastalıkların, modifiye edici genler olarak isimlendiri bir özellik mutant geni taşıyan tüm bireylerde görülü
len başka genetik lokuslardan etkilendikleri, artan yor, ancak bireyler arasındaki ekspresyonu farklıysa,
oranda bilinmektedir. Daha sonra kistik fibrosis bölü bu duruma değişken ekspresyon denilmektedir. Örne
münde anlatılacağı gibi, bu modifiye edici lokuslar ğin nörofibromatozis tip 1 hastalığının bulguları ciltte
hastalığın şiddetini ve yaygınlığını etkilemektedirler. kahverengi lekelerden, çok sayıda tümörlere ve iskelet
• Proaktif prenatal genetik taramaların kullanılması ile, deformitelerine kadar değişiklik gösterebilir.
yüksek riskli popülasyonlarda (örneğin Aşkenaz Ya- » Birçok durumda hastalık ileri yaşlarda başlar, semp
hudileri) Tay-Sachs hastalığı gibi belli bazı hastalıkla tom ve bulgular erişkin yaşlara kadar ortaya çıkmaz
rın insidansı düşmüştür (Tablo 6-1). (Huntington hastalığında olduğu gibi).
• Otozomal dominant hastalıklarda normal gen ürünün
Tek-Gen Hastalıklarının Kalıtım Şekilleri de %50'lik bir azalma olması durumunda, klinik bulgu
ve semptomlar eşlik eder. Bir enzim aktivitesindeki
Otozomal Dominant Kalıtımlı Hastalıklar %50'lik kayıp genellikle kompanse edilebildiğinden,
Otozomal dominant kalıtımlı hastalıklar heterozigot ola etkilenen genler genellikle enzim proteinlerini kodla
rak görülürler. Bu nedenle söz konusu hastanın anne ve yan genler değildir. Aksine otozomal dominant hasta
babasından en az biri genellikle etkilenmiştir. Hastalık lıklarda sıklıkla proteinlerin iki büyük grubu etkilenir:
tan hem kızlar hem de erkekler etkilenir ve her iki cinsi o Kompleks metabolik yolların düzenlenmesi ile ilgi
yet de hastalığı çocuklarına geçirebilir. Etkilenmiş bir bi li, genellikle "feedback" kontrolü olan proteinler
rey etkilenmemiş birisiyle evlendiğinde, doğacak her ço (örn. membran reseptörleri, transport proteinleri).
cuğun hastalığa yakalanma riski %50'dir. Aşağıda verilen Bu kalıtım mekanizmasının bir örneği, düşük dan-
özellikler otozomal dominant hastalıklara özgüdür: siteli lipoprotein (LDL) reseptör genindeki mutas-
220 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
yonlar sonucu oluşan ailesel hiperkolesterolemidir ® Heterozigot kadınlar nadiren tüm fenotipik bulguları
(daha sonra bahsedilecektir). gösterirler. Çünkü bunların iki allelinden biri normal
0 Kollajen ve eritrosit membranımn sitoskeletal bile dir. Kadınlarda X kromozomlarından birinin inaktive
şenleri (örn. anormallikleri herediter sferositoza yol olmasına karşın (ileride anlatılacaktır), bu inaktivas-
açan spektrin) gibi başlıca yapısal proteinler. yon süreci gelişigüzel olup, tipik olarak normal ekspre
se edilen alleli olan yeterli sayıda hücrenin ortaya çık
Bu proteinlerin miktarındaki %50'lik azalmanın hangi
biyolojik mekanizmalar ile anormal fenotipe neden oldu masına imkan sağlar.
ğu tam olarak anlaşılamamıştır. Bazı durumlarda, özel • Etkilenen bir erkek, hastalığı erkek çocuklarına geçir
likle gen multimerik bir proteinin bir kısmını kopyalıyor mez, ancak bütün kız çocukları taşıyıcı olur. Heterozi
sa, mutant allelin ürünü fonksiyonel olarak normal bir got kadınlardan doğan oğulların mutant geni alma ris
multimerin bir araya gelmesine engel olabilir. Örneğin, ki %50'dir.
kollajen molekülü üç kollajen zincirinin bir araya gelerek
heliks yapısı oluşturduğu bir trimerdir. Tek bir mutant
kollajen zinciri olduğunda bile, normal kollajen trimeri
oluşamaz. Böylelikle belirgin kollajen eksikliği ortaya çı ( ^ ) Ö Z E T
kar. Bu durumda mutant allele dominant negatif denir. | Tek-Gen Hastalıklarının Kalıtım Şekilleri
Çünkü normal allelin fonksiyonunu bozmaktadır. Bu et
ki osteogenezis imperfektanm bazı formlarında gösteril s Otozomal dominant hastalıklar heterozigot olarak görü
miştir (Bölüm 20). lürler, kız ve erkekleri eşit olarak etkiler, her iki cinsiyet
de hastalığı aktarabilir.
Otozomal Resessif Kalıtımlı Hastalıklar • Otozomal dominant hastalıklarda reseptörler ve yapısal
proteinler etkilenir, enzim proteinleri etkilenmez.
Otozomal resessif kalıtımlı hastalıklar mendelian hasta
• Otozomal resesif hastalıklar bir genin her iki allelinde de
lıkların en geniş grubunu oluşturmaktadır. Bunlar bir
mutasyon olduğunda görülür. Genellikle enzim proteinle
gen lokusundaki her iki allel de mutant olduğunda orta
rini ilgilendirir. Kız ve erkekler eşit olarak etkilenir.
ya çıkar. Bu hastalıkların karakteristik özellikleri şunlar
dır: (1 ) anne baba genellikle etkilenmez, ancak kardeşler • X ’e bağlı hastalıklar heterozigot kadınlar tarafından has
hasta olabilir; (2 ) kardeşlerde etkilenme şansı dörtte bir talığın görüleceği erkek çocuklarına aktarılır. Kadın taşıyı
dir (yani her doğumda tekrarlama riski %25'tir); (3) eğer cılar, X kromozomlarından birinin gelişigüzel inaktivasyo-
mutant gen toplumda düşük sıklıkta görülüyorsa, etkile nu nedeniyle genellikle hastalıktan korunur.
nen hastanın (indeks olgunun) akraba evliliğinden olma
sı büyük olasılıktır.
Otozomal dominant hastalıkların aksine, aşağıda veri
len özellikler genellikle otozomal resesif hastalıkların ço
Yapısal Proteinleri Kodlayan Genlerdeki
ğu için geçerlidir: Mutasyonların Neden Olduğu Hastalıklar
® Defektin ekspresyonu otozomal dominant hastalıklar
da olduğundan daha tekdüzedir. Marfan Sendromu
• Komplet penetrans sıktır. Bağ dokusunun otozomal dominant kalıtılan hastalığı
• Başlangıç genellikle hayatın erken yaşlarındadır. olan Marfan sendromunda, temel biyokimyasal anormal
lik, fibrilin proteinini etkileyen bir mutasyondur. Fibrob-
® Resesif hastalıklarda yeni mutasyonlar olsa da, bunlar
lastlar tarafından salgılanan bu glikoprotein, ekstraselü-
klinik olarak çok nadiren saptanabilir. Etkilenen kişi
ler matrikste bulunan mikrofibrillerin başlıca öğelerin-
asemptomatik bir heterozigot olduğundan, onun so
dendir. Bu mikrofibriller, elastik fibrillerin integral kom-
yundan doğanların diğer heterozigotlarla evlenip etki
ponenti olan tropoelastin birikimi için bir iskele görevi
lenmiş çocuklar doğurması için birkaç nesil geçmeli
görür. Mikrofibrillerin vücutta yaygın olarak bulunması
dir.
na karşın, özellikle aortada, ligamentlerde ve oküler len
® Birçok vakada mutasyonlar sonucunda enzim protein
si destekleyen silier zonüllerde yoğun olarak bulunur. Bu
leri etkilenir. Heterozigotlarda eşit miktarda normal
dokular Marfan sendromunun sıklıkla tuttuğu yerlerdir.
ve defektif enzim sentezlenir. Genellikle doğal "emni
Fibrilin 15q21 kromozom lokusunda haritalanmış
yet payı" nedeniyle enzim aktivitesinin yarısına sahip
olan FBN1 geni tarafından kodlanır. Marfan sendromu
hücreler, normal fonksiyon görür.
hastalarının tümünde FBN1 geninde mutasyon bulun
muştur. Ancak çok büyük bir gen olan FBN1 geninde,
X 'e Bağlı Kalıtımlı Hastalıklar 600'den fazla farklı hastalığa yol açan mutasyon bulun
Bütün seks kromozomlarına bağlı kalıtılan hastalıklar duğundan dolayı, Marfan sendromunun molelcüler tanı
X'e bağlıdır. Bugün için Y'ye bağlı kalıtılan bir hastalık sının uygulanabilirliği henüz mümkün değildir. Hetero
bilinmemektedir. Erkek cinsiyet yönündeki diferansias- zigot hastaların da klinik semptom göstermesi, mutant
yon özellikleri dışında, Y kromozomu üzerinde yer alan fibrilin proteininin, normal mikrofibrillerin bir araya gel
tek özellik kulak üzerinde kıl varlığı olabilir, bu da pek mesini önleyerek dominant negatif etki gösterdiği düşü
yıkıcı bir özellik değildir. X'e bağlı hastalıkların çoğu X'e nülmektedir. Marfan sendromunun prevalansmm
bağlı resesiftir ve şu özelliklerle karakterizedir: 1/5000 olduğu tahmin edilmektedir. Olguların yaklaşık
® Bu hastalıklar heterozigot kadın taşıyıcılar tarafından %70-85'i aileseldir. Kalan olgular, ebeveynlerin germ
sadece erkek çocuklarına kalıtılır. Elbette ki, bu kişiler hücrelerinde gerçekleşen de novo FBN1 mutasyonların-
X kromozomu için hemizigottur. dan kaynaklanan sporadik olgulardır.
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar
Marfan sendromunda görülen pek çok anormallik, bağ teristik doku dağılımları vardır ve farklı genlerin ürünle
dokusunun yapısal bozukluğu ile açıklanabilse de, kemik ridir. EDS'nin klinik heterojenitesi, kollajen genlerinde
te aşırı büyüme gibi değişiklikleri sadece fibrilin kaybıyla ki farklı mutasyonlar ile bir ölçüde açıklanabilir.
açıklamak zordur. Son çalışmalar mikrofibril kayıpları EDS'nin klinik ve genetik olarak en az 6 varyantının
nın, anormal ve aşırı "transforming growth factor" (3 olduğu bilinmektedir. Defektif kollajenin, bu hastalıkla
(TGF-P) aktivasyonuna neden olduğunu işaret etmekte rın temelini oluşturmasından dolayı, bazı klinik bulgular
dir. Çünkü mikrofibriller TGF-|3'yı ayırarak, bu sitokinin tüm varyantlarda ortak olarak görülmektedir.
biyoyararlılığmı kontrol etmektedirler. Aşm TGF-p salimi Tahmin edilebileceği üzere; kollaj enden zengin deri,
nin, vaskiiler düz kas hücresi gelişimi ve ekstraselüler ligamentler ve eklemler gibi dokular EDS'nin birçok ti
matriks bütünlüğü üzerine önemli etkileri vardır. Bu hi pinde sıklıkla tutulur. Anormal kollajen lifleri yeterli ge
potezi destekleyen bir diğer bulgu da, TGF-P tip II resep rilme gücüne sahip olmadığından, deri hiperekstansibilite
törü mutasyonlarmm, ilişkili bir sendrom olan Marfan gösterir ve eklemler hipermobildir. Bütün bunlar başpar
sendromu tip 2'ye (MFS2) neden olmasıdır. TGF-P aktivi- mağı kola değdirecek kadar geriye bükmek veya dizi ne
tesini inhibe eden anjiotensin reseptör blokerlerinin, Mar redeyse bir dik açı oluşturacak şekilde öne doğru bük
fan sendromu fare modellerinde aortik ve kardiyak fonk mek gibi tuhaf hareketlerin yapılmasına olanak sağlar.
siyonları iyileştirmesi de dikkate değer bir bulgu olup, Gerçekten de akrobatların çoğunun EDSlerden birine
güncel olarak klinik çalışmalarda değerlendirilmektedir. sahip olduğu düşünülmektedir. Ancak bu kişilerin ek
lem çıkıklarına olan yatkınlıkları ödedikleri bir bedeldir.
Deri olağanüstü ölçüde elastik, aşın derecede hassas ve trav
M ORFOLOJİ maya yatkındır. Küçük yaralanmalar bile deride kapanma
İsk elet an o rm allik le ri Marfan sendromunun en belirgin
defekti yapar. Derinin normal gerilme gücü olmadığın
özelliğidir. Hastalar ince, uzun ve narin yapılıdır, kolları, ba dan, cerrahi onarmalar veya herhangi bir cerrahi girişim
cakları ve parmakları ileri derecede uzundur (araknodakti- de oldukça güçtür. Bağ dokusundaki bu temel bozukluk,
li). Yüksek damak ve eklemlerde hiperekstansibilite vardır. iç organlarda da pek çok ciddi komplikasyonlara neden
Ağır kifoskolyoz gibi değişik spinal deformiteler görülebilir. olabilir. Bunlar arasında kolon ve büyük arterlerin rüptü
Göğüs kafesinde pektus ekskavatum (sternumun ileri dere rü (vasküler EDS); gözde frajilite, kornea rüptürü ve re
cede içe çökük olması) veya güvercin göğsü şeklinde defor tina dekolmanı (kifoskolyotik EDS) ve diyafragma herni-
miteler görülür. Bu hastalığın en karakteristik göz bulgu si (klasik EDS) sayılabilir.
su taşıyıcı lensin ligamentlerinin zayıflığına sekonder gelişen EDS'nin en sık görülen üç varyantının moleküler te
bilateral dislokasyonu veya subluksasyonudur (ekto p ia meli şu şekildedir:
le n tis). Bu anormallik bu genetik hastalığı olmayan kişiler • Lizil lıidroksilaz enzimi eksikliği. Tip I ve III kollajende-
de o kadar nadirdir ki, bilateral ektopia lentis görülmesi, ki lizil dizilerinin (rezidü) azalmış hidroksilasyonu,
Marfan sendromu tanı olasılığını zorunlu olarak yükselt kollajen molekülleri arasındaki çapraz bağlanma olu
mektedir. En ciddi tutulum ise, kard iyo vaskü ler sistem şumunu bozar. Tahmin edileceği gibi, bir enzim eksik
de olmaktadır. Aortun tunika medyasındaki elastik liflerin liği sonucu ortaya çıkan EDS'nin bu tipi (kifoskolyotik
parçalanması, hasta kişilerde anevrizmal dilatasyon ve aort EDS) otozomal resesif olarak kalıtılır.
diseksiyonu gelişmesine zemin hazırlar (Bölüm 9). Ancak
• COL3A1 genindeki mutasyonlara bağlı olarak tip III kol
k istlk rrtedionekrozis olarak isimlendirilen bu değişiklik
lajen sentezinde azalma. Vasküler tip EDS olan bu var
ler, Marfan sendromu için spesifik değildir. Benzer bulgular
yant otozomal dominant olarak kalıtılır ve tip III kol-
hipertansiyon ve yaşlanma ile de ortaya çıkar. Medya taba
lajenden zengin dokuların (ör. kan damarları ve bar
kasının yaptığı desteğin kalkmasıyla, aort kapak halkasında
genişleme olur ve bu da aort yetmezliğiyle sonuçlanır.
sak duvarı) zayıflığı ile karakterizedir.
Özellikle mitral kapak olmak üzere, kalp kapakları ileri de • Tip V kollajenin eksik sentezi COL 5A1 ve COL1A2 gen
recede gerginleşebilir ve regürjitasyon gelişebilir ( “ floppy lerindeki mutasyonlarla ortaya çıkar ve otozomal do
valve” sen d ro m u ). Sonuçta mitral kapak prolapsusu ve minant kalıtılan bir hastalık olan klasik EDS ile so
konjestif kalp yetmezliği ortaya çıkabilir (Bölüm 10). Aort nuçlanır.
rüptürü sonucu ölüm her yaşta görülebilir ki, bu durum en
sık ölüm nedenidir. Daha nadir olarak kalp yetmezliği ölü
me götüren son dönem bulgusudur. Q _ ö zet
Buraya kadar tanımlanan bulgular Marfan sendromu için
tipik olmakla birlikte, bütün hastalarda görülmemektedir.
Marfan Sendromu
Klinik bulgularda çok farklılıklar vardır. Bazı hastalar mini • Marfan sendromu bağ dokusunun yapısal bütünlüğü için
mal iskelet ve göz bulgularına sahip iken, bazıları belirgin gerekli olan fibrilin proteinini kodlayan F B N 1 genindeki
kardiyovasküler bulgularla gelebilir. Bu farklı tabloların, mutasyon sonucu ortaya çıkar.
F B N 1 geninin farklı allelik mutasyonlarıyla ilgili olduğuna 8 Etkilenen başlıca organlar iskelet, göz ve kardiyovasküler
inanılmaktadır. sistemdir.
• Klinik özellikler arasında uzun boy, uzun parmaklar, lens
te bilateral subluksasyon, mitral kapak prolapsusu, aort
Ehlers-Danlos Sendromları
anevrizması ve aort diseksiyonu sayılabilir.
Ehlers-Danlos sendromları (EDS) kollajen sentezi veya
• TGF-P ekspresyonunu inhibe eden, fare modellerinde
yapısındaki bozukluklarla karakterize bir grup hastalık
aortik ve kardiyak fonksiyonları iyileştirdiği gösterilen an
tır. Bunların tümü tek-gen hastalıklarıdır. Ancak kalıtım
jiotensin reseptör blokerleri gibi ilaçların kullanımı ile ilgi
şekilleri hem otozomal dominant, hem de resessif olabi li klinik çalışmalar devam etmektedir.
lir. Yaklaşık 30 farklı kollajen tipi vardır. Hepsinin karak
222 B O L U M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Ehlers-Danlos Sendromları
• Ehlers-Danlos sendromlarının altı varyant tipi vardır Hep
si de kollajen sentezi veya kollajen fibrillerinin bir araya
gelmesindeki bozukluklarla ilgilidir. Her biri farklı bir mu-
tasyon ie oluşur.
• Klinik bulgular arasında frajil, hiperekstansibilitesi olan ve
travmaya yatkın deri, hipermobil eklemler ve kolon, kor
nea veya büyük arterler gibi organlarda görülen rüptür
yer alabilir. Yara iyileşmesi zayıftır.
Ailesel Hiperkolesterolemi
Ailesel hiperkolesterolemi en sık görülen mendelian has
talıklar arasındadır. Genel popülasyonda heterozigot du
rumun görülme sıklığı 500'de l'dir. Hastalığa düşük dan-
siteli lipoprotein (LDL) reseptörünü kodlayan LDLR ge
nindeki mutasyon neden olur. LDL, toplam plazma ko
lesterolünün %70'inin taşındığı yapıdır. Aşağıda koleste
rol sentez ve transportu kısaca gözden geçirilmektedir.
N orm al K olesterol M etabolizm ası. Kolesterol ya diyetten
alınır ya da endojen olarak sentezlenir. Diyetle alman
trigliseridler ve kolesterol, barsak mukozasında şilomik-
ronlarm içine alınarak, barsak lenfatikleri yoluyla kana Resim 6-2 Düşük dansiteli lipoprotein (LDL) metabolizması ve ka
karışır. Kas ve yağ dokusunun kapillerlerinde bulunan raciğerin LDL sentezinde ve klirensindeki rolü. Çok düşük dansite
endotelyal lipoprotein lipaz, bu şilomikronları hidrolize li lipoproteinin, kapillerde lipoprotein lipaz tarafından lipolizi, sonra
eder. Kolesterolden zengin olan şilomikron artıkları daha yağ hücrelerinde depolanacak olan ve iskelet kasında enerji kayna
sonra karaciğere gelir. Kolesterolün bir kısmı daha sonra ğı olarak kullanılan trigliseriderin salınımına yol açar. IDL, (orta dan
anlatılacağı gibi metabolik havuza katılır. Bir kısmı da siteli lipoprotein) ise kanda kalır ve karaciğer tarafından alınır.
serbest kolesterol veya safra asiti şeklinde safra kanalları
na atılır. Kolesterol ve LDL'nin endojen sentezi karaciğer enzimatik olarak parçalanır. Bunun sonucunda sitoplaz-
de başlar (Resim 6-2). LDL sentezindeki ilk basamak, maya serbest kolesterol salınır. Kolesterol hücre tarafından
trigliseridden zengin olan çok düşük dansiteli lipoprote- sadece membran sentezi için kullanılmakla kalmaz, ayrıca so
inin (VLDL) karaciğerden kana verilmesidir. Yağ ve kas fistike bir ‘feedback" kontrol sistemiyle hücre içi kolesterol
dokusunun kapillerlerinde VLDL partikülü lipolize uğra dengesinde de görev alır:
yarak, intermediyer dansiteli lipoproteine (IDL) dönüşür. ® Sentetik yolaktaki hız sınırlayıcı enzim olan, 3 hidrok-
VLDL ile karşılaştırıldığında, IDL'de trigliserid miktarı si-3-metilglutaril koenzim A rediiktaz (HMG-CoA re-
azalmış, kolesterü esterleri artmıştır. Ancak IDL'nin yü düktaz) enziminin aktivitesini inhibe eder, kolesterol
zeyinde VLDL ilişkili üç apoproteinden ikisi (B-100 ve E) sentezini baskılar.
hala mevcuttur. IDL metabolizması daha sonra üci yoldan ® Fazla kolesterolün depolanması için, kolesterol ester
ilerleyebilir: IDL partiküllerinin çoğu aşağıda anlatılacağı lerinin oluşmasını uyarır.
gibi LDL reseptörleri aracılığıyla karaciğere alınır; kalan
® Hücre yüzeyindeki LDL reseptörü sentezini azaltarak,
kısmı da daha fazla trigliserid ve apoprotein E kaybede
hücreleri aşırı kolesterol birikiminden korur.
rek kolesterolden zengin LDL 1 ye dönüşür. Karaciğer hüc
relerinde IDL yeniden VLDL yapımında kullanılır. Daha önce de bahsedilen, çöpçü reseptörler tarafından
Ortaya çıkan LDL partiküllerinin üçte ikisi, LDL re yapüan LDL transportunun, mononükleer fagositer sis
septörü yolağı ile metabolize olurken, kalan kısım, daha tem hücrelerinde ve büyük olasüıkla diğer hücrelerde de
sonra anlatılacağı gibi okside LDL için uygun olan bir re gerçekleştiği sanılmaktadır. Monosit ve makrofajlarm
septör taşıyan "scavenger" (çöpçü) reseptör yolağı üe me kimyasal olarak değişime uğramış (örneğin asetülenmiş
tabolize olur. LDL reseptörü apolipoprotein B-100 ve veya okside olmuş) LDL için reseptörleri vardır. "Çöpçü
E'ye bağlandığından dolayı, hem LDL hem de IDL'nin reseptör yolağı" ile katabolizmaya uğrayan kolesterol
transportunda rol oynamaktadır. LDL reseptörleri vücutta miktarı, doğrudan plazma kolesterol düzeyi üe ilişkilidir.
geniş bir dağılım gösterse de, yaklaşık %75'i hepatositlerde-
dir. Bu nedenle, karaciğer LDL metabolizmasında çok önemli
bir rol oynar. LDL'nin reseptör aracılığıyla transportunda-
A İLESEL HİPERKO LESTERO LEM İN İN
ki ük basamak hücre yüzeyindeki reseptöre bağlanması PATOGENEZİ
ve ardından endositoz üe "klatrin kaplı oyuklar" tarafın Ailesel hiperkolesterolemide, LDL reseptör proteinindeki
dan hücre içine alınmasıdır (Resim 6-3). Hücre içinde en- mutasyonlar, LDL'nin hücre içine transportu ve kataboliz-
dositik veziküller lizozomlarla birleşir ve LDL molekülü
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 223
Protein
LDL reseptörü Kolesterol esterleri
ApoB-100
İ ----f
Plazma
membranı Geri
dönüşümlü '
Kaplı vezikül/ \
vezikül
X
LDL reseptörlerinin Kolesterol
sentezi sentezi
Resim 6 -3 LDL reseptör yolağı ve kolesterol metabolizmasının regülasyonu. Sarı oklar serbest hücre içi kolesterolü düzenleyen üç fonksi
yonu göstermektedir. (1) HMG-CoA redüktazın inhibisyonu sonucunda kolesterol sentezinin baskılanması, (2) Fazla kolesterolün, ester
halinde depolanmasının stimülasyonu (3) LDL reseptörlerinin sentezinin inhibisyonu. HMG-CoA redüktaz, 3-hidroksi-3-metilglutaril koen-
zim A redüktaz; LDL, düşük dansiteli lipoprotein
Normal Dehidrate
Resim 6 -4 Üst, Kistik fibroziste (KF), ter duktuslarındaki klor kanal defekti, terde artmış klor ve sodyum konsantrasyonuna neden olur.
A lt, KF’li hastaların havayollarında klo r sekresyonu azalır, sodyum ve su emilimi artar. Sonuçta epitel hücrelerini örten mukus tabakasında
dehidratasyona, mukosiliyer fonksiyonda bozulmaya ve mukus plaklarının oluşmasına neden olur. CFTR, kistik fîbrozis transmembran ile
tim regülatörü; ENaC, intraselüler sodyum iletiminden sorumlu epitelyal sodyum kanalı.
aynı temel paterni yansıtır. Safra kanalikülleri müsinöz ma KF'lu çocukların %10 kadarında rektal prolapsusa neden
teryalle tıkalıdır. Buna düktüler proliferasyon ve portal inf- olur. Pankreas-yeterli fenotipi olan hastalarda genellikle
lamasyon eşlik eder. Karaciğer biyopsilerinde hepatik ste- diğer gastrointestinal komplikasyonlar da görülmez, ge
a to z sık rastlanan bir bulgudur. Zaman içinde yaygın hepa nellikle bu hastalarda büyüme ve gelişme normaldir.
tik nodülariteye neden olan siro z gelişir, Bu şekilde ağır ka Pankreas yetmezliği olan hastaların bir kısmında tekrar
raciğer tutulumu vakaların %10’undan azında gelişir. Eriş layan karın ağrısı atakları ve yaşamı tehdit eden kompli
kin yaşa ulaşan erkek hastaların %95’ inde azosperm i ve kasyonlarla giden "idiopatik” kronik pankreatit görülür.
in fertilite görülür. B ilatera l vas deferens yokluğu bu Kronik öksürük, persistan akciğer enfeksiyonları,
hastalarda sık görülen bir bulgudur. Bazı hastalarda CFTR obstrüktif akciğer hastalığı ve kor pulmonale gibi kardiyo-
mutasyonunu düşündüren tek bulgu bu olabilir. respiratuar komplikasyonlar, Amerika Birleşik Devletle-
ri'ndeki KF merkezlerinde takip edilen hastalardaki en
sık ölüm nedenini (ölümlerin yaklaşık %80'i) oluşturur.
18 yaşma gelen klasik KF hastalarının %80'inde P. aerugi
K linik Gidiş nosa, %3,5'inde B. cepacia mevcuttur. Staphylococcus için
Çok az sayıda çocukluk çağı hastalığı vardır ki, KF'te ol gelişigüzel biçimde kullanılan profilaktik antibiyotik teda
duğu kadar klinik belirtileri son derece değişken olsun visi, ne yazık ki, birçok hastada dirençli Pseudomonas suş-
(Tablo 6-3). Belirti ve semptomlar oldukça çeşitli olup, ha larınm görülmesine neden olmuştur. KF hastalarının
fiften ağıra kadar değişik şiddettedir. Hastalık başlangıcı %10-25'inde tekrarlayan sinonazal polipler görüldüğünden,
doğumda olabilir veya yıllar sonra ortaya çıkabilir. Tek bir bu bulgunun saptandığı çocuklarda terde klor testinin ya
organ veya birçok organ etkilenebilir. Vakaların yaklaşık pılması gereklidir. Belirgin karaciğer hastalığı KF'in seyrin
%5-10 kadarı doğumda veya doğumdan kısa bir süre son de geç dönemde ortaya çıkar. Daha önceleri pulmoner ve
ra mekonyum ileusu atağı ile başvurmaktadır. Hastaların pankreatik tutulumun gölgesinde kalmış olan bu kompli
büyük çoğunluğunda (%85-90) ekzokrin pankreas yetmezli kasyon, hastalarda yaşam sürelerinin uzaması ile birlikte
ği olmaktadır. Bu durum her iki allelde (AF508 / AF508 gi artık daha çok dikkati çekmektedir. Karaciğer hastalığı,
bi) de olan ağır CFTR mutasyonları ile ilişkilidir. Hastala kardiyopulmoner ve transplantasyona bağlı komplikas
rın %10-15'inde ise, bir "ağır" ve bir "hafif" veya iki "hafif" yonlardan sonra, KF'in üçüncü sıklıktaki ölüm nedenidir.
CFTR mutasyonu vardır. Bu olgular pankreas enzim teda KF tanısı, vakaların çoğunda terdeki yüksek elektrolit
visi gerektirmeyecek ölçüde ekzokrin pankreas fonksiyo konsantrasyonu (anneler sıklıkla çocuklarının terinin
nuna sahip hastalardır (pankreas-yeterli fenotip). Pankreas "tadının tuzlu olmasını" fark etmeleri ile tam konulmak
yetmezliği protein ve yağ malabsorpsiyonu ve artmış fe- tadır) yanı sıra, sinopulmoner hastalık ve gastrointestinal
lcal kayıp ile ilişkilidir. Bu hastalarda hayatın ilk yılında sonuçlar gibi karakteristik klinik bulgular veya aile öykü
bol miktarda ve pis kokulu gaita, abdominal distansiyon, sü ile konmaktadır. KF tanısı için altın standart, elbette
kilo alma güçlüğü gibi malabsorpsiyon bulguları ortaya çı ki CFTR gen dizilemesidir. Klinik bulguları ve/veya aile
kar. Yağ absorpsiyonundaki bozukluk yağda eriyen vita öyküsü ile KF düşünülen bir hastada, genetik inceleme
minlerin eksikliğine neden olacağından, A, D veya K vi gerekli olabilir. Tedavi yaklaşımlarındaki gelişmeler so
tamini eksikliği bulguları görülür. Hipoproteinemi yaygın nucunda, günümüzde daha fazla hasta erişkin yaşlara
ödeme neden olacak kadar şiddetli olabilir. Persistan ishal kadar hayatta kalmaktadır. Beklenen yaşam süresi med-
yan olarak 36 yıla ulaşmıştır ve daha da uzamaya devam yon kendini gösterir. Tedavi edilmemiş FKÜ'li çocukların
etmektedir. İnsanlarda gen tedavisi ile ilgili klinik çalış sadece %4'ten azmin zeka katsayısı (IQ) 50-60'tan daha
malar henüz başlangıç aşamasında olmakla birlikte, mil yüksektir. Bu çocukların yaklaşık üçte biri hiç yürüye
yonlarca KF hastası için cesaret verici bir gelişmedir. mez, üçte ikisi ise konuşamaz. Tedavi edilmeyen çocuk
larda mental retardasyona, nöbet geçirme, diğer nörolojik
anormallikler, saç ve deride azalmış pigmentasyon ve ekze-
Ö zZeET
© _ ö t ma sıklıkla eşlik eder. Hayatın çok erken döneminde fe
nilalanin aliminin kısıtlanmasıyla, hiperfenilalaninemi
Kistik Fibrozis ve bunun sonucu ortaya çıkan mental retardasyon önle
• KF transmembran regülatör proteinini kodlayan CFTR nebilir. Bu nedenle, hemen doğum sonrası dönemde
genindeki mutasyonların neden olduğu, otozomal resesif FKÜ tanısını koyabilmek için, bazı tarama programları
geçişli bir hastalıktır. rutin olarak uygulanmaktadır.
• Başlıca bozukluk klor iyonu transportundadır. Sonuçta Hayatın erken döneminde diyetle tedavi edilen FKÜ
terde yüksek tuz konsantrasyonu ile respiratuar ve gast hastası birçok kız çocuk doğurgan yaşa ulaşmaktadır ve
rointestinal sistemlerde yapışkan sekresyonlar ortaya çı klinik olarak normaldir. Ancak diyet tedavisi erişkin ya
kar. şa gelince kesildiğinden, bunların çoğunda belirgin hi
• CFTR mutasyonları multisistem hastalığa neden olan perfenilalaninemi vardır. Böyle hastalardan doğan ço
A F508 gibi ağır mutasyonlar veya organ tutulumu sınırlı cukların, heterozigot olmalarına rağmen, %75 ile %90'm-
ve daha hafif olan hafif mutasyonlar şeklindedir. da belirgin mental retardasyon ve mikrosefali, %15'inde
• En sık ölüm nedeni kardiyorespiratuar komplikasyonlar çok sayıda lconjenital kalp hastalığı görülmektedir. Ma
dır. Pulmoner enfeksiyonlar (özellikle dirençli pseudo- ternal FKU adı verilen bu sendromda, fenüalaninin ve
monaslar ile) sıktır. Bronşiyektazi ve sağ kalp yetmezliği metabolitlerinin plasentaya geçmesi ve gelişmekte olan
uzun dönemde ortaya çıkan sekellerdir. spesifik organları etkilemesi söz konusudur. Maternal fe
• Pankreas yetmezliği çok sıktır. Erişkin hastalarda konje- nilalanin düzeyi direkt olarak fetal anomalilerin varlığı
nital bilateral vas deferens yokluğuna bağlı kısırlık karak ve şiddeti ile korele olduğundan, fenilalanini kısıtlanmış
teristik bulgudur. maternal diyete hamilelikten önce başlanılması ve hamilelik
• Sağkalımın uzaması nedeniyle, sirozu da kapsayan karaci boyunca devam edilmesi zorunludur.
ğer hastalığının sıklığı artmaktadır. FKÜ'deki biyokimyasal anormallik fenilalaninin tiro-
zine dönüştürülememesidir. Normal çocuklarda diyetle
alman fenüalaninin %50'sinden daha azı protein sentezi
için gereklidir. Kalanı fenilalanin hidroksilaz sistemi ile
Enzim Proteinlerini Kodlayan Genlerdeki tirozine dönüştürülür (Resim 6-7). FAH enzimi eksikliği
Mutasyonların Neden Olduğu Hastalıklar nedeniyle fenilalanin metabolizması bloke olduğunda,
küçük ara yollar devreye girer, sonuçta idrar ve terde bol
Fenilketonüri miktarda atılan çeşitli ara ürünler ortaya çıkar. Bu ara
Fenilketonüri (FKÜ), çok sayıda varyantı olan, beyaz ırk ürünler etkilenen hastalara kuvvetli bir küf veya fare koku
ta 1 0 . 0 0 0 canlı doğumda 1 görülen bir doğumsal metabo su verir. FKÜ'de fazla fenilalaninin veya bunun metabo
lizma hastalığıdır. En sık görülen ve klasik fenilketonüri litlerinin beyin hasarına neden olduğuna inanılmaktadır.
olarak adlandırılan form İskandinav asıllılarda oldukça Aynı zamanda bir melanin prekürsörü olan tirozinin de
sık, Afriko Amerikanlar ve Yahudilerde ise çok nadirdir. eksik olması (Resim 6-7), hastalardaki açık cilt ve saç
Otozomal resesif geçişli olan bu hastalıkta, homozi- renginden sorumludur.
gotlarda fenilalanin hidroksilaz (FAH) enziminde ağır bir Moleküler düzeyde FAH geninin yaklaşık 500 mutant
eksiklik vardır. Bu eksiklik hiperfenilalaninemi ve FKU alleli tanımlanmıştır. Ancak bunların sadece bazıları ağır
gelişimine yol açar. Etkilenen bebekler doğumda nor bir enzim eksikliği yapar. FAH aktivitesinin yokluğuna
maldir. Ancak birkaç hafta içinde beyin gelişimini bozan yol açan mutasyonlara sahip bebeklerde klasik FKÜ bul
plazma fenilalanin düzeyinin artması dikkati çeker. Ge guları görülür iken, yaklaşık % 6 rezidüel aktivite göste
nellikle hayatın ilk 6 ayı ile birlikte, ağır mental retardas- renlerde hafif bulgular vardır. Ayrıca bazı mutasyonlar
Fenilalanin Dihidropteridin
hidroksilaz (PAH) redüktaz (DHPR)
Resim 6 -7 Fenilalanin hidroksilaz sistemi. NADH, Nikotinamid adenin dinükleotid, redükte formu.
228 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
sonucunda, sadece kan fenilalanin düzeyinde hafif art dan itibaren galaktozun diyetten çıkarılmasıyla önlenebilir ya
ma olur, bu hastalarda nörolojik hasar gelişmez. Benign da düzeltilebilir. Doğumdan hemen sonra sağlanan hasta
hiperfenilalaninemi olarak adlandırılan bu durumun ta lık kontrolü katarakt ve karaciğer hasarı gelişmesini ön
nınması önemlidir, çünkü etkilenen kişiler tarama testle ler ve tamamen normal gelişime olanak sağlar. Sadece
rinde pozitif bulunurlar. Ancak FKÜ için geçerli hastalık diyet sınırlaması olsa bile, daha ileri yaştaki hastalarda
bulgularını göstermezler. Fenilalanin hidroksilaz genin konuşma bozukluğu ve gonadal yetmezlik (özellikle pre-
de çok sayıda hastalık yapan allel olduğu için, moleküler matür over yetmezliği) yanı sıra, daha ender olarak atak-
tanı kolay değildir. Benign hiperfenilalaninemiyi sik durumun ortaya çıktığı gösterilmiştir.
FKÜ'den ayırmak için serum fenilalanin düzeyinin ölçü
mü gereklidir. FKÜ'deki düzeyler tipik olarak normal
den beş kat (ya da daha fazla) yüksektir. Biyokimyasal ta Q ÖZET ___ _______________ _
nı konduktan sonra, hastalığa neden olan spesifik mu-
tasyon belirlenebilir. Bundan sonra da risk altındaki aile Fenilketonüri
bireylerinde taşıyıcılık testi yapılabilir. • FKÜ, fenilalanin hidroksilaz enzim eksikliğinin neden ol
FKÜ olgularının %98'inde FAH mutasyonları görülür duğu otozomal resesif kalıtılan ve sonuçta fenilalaninin
ken, yaklaşık % 2 olgu, kofaktör tetralıidrobiopterin sente metabolize edilemediği bir hastalıktır.
zi ya da geri dönüşümündeki anormalliklerden kaynak • Tedavi edilmemiş FKÜ hastalığının klinik bulguları arasın
lanır (Resim 6-7). FKU'nin bu varyant formlarının klinik da ağır mental retardasyon, nöbetler, ciltte azalmış pig-
olarak tanınması önemlidir, çünkü hastalar diyette fenilala mentasyon sayılabilir. Bu bulgular diyetle fenilalanin alimi
nin kısıtlaması ile tedavi edilemezler. nin kısıtlanmasıyla önlenebilir.
• Diyet tedavisine devam etmeyen FKÜ’li kadın hastalar;
Galaktozemi fenilalanin metabolitlerinin transplasental geçmesi sonu
Galaktozemi galaktoz metabolizmasının otozomal resesif cunda, malformasyonlu ve nörolojik geriliği olan çocuklar
bir hastalığıdır ve 60,000 canlı doğumda 1 yenidoğan be doğurabilir.
beği etkiler. Memelilerin sütündeki başlıca karbonhidrat
olan laktoz, normal olarak barsak mikrovilluslarmda lak- Galaktozemi
taz tarafından glukoz ve galaktoza parçalanır. Galaktoz da
• Galaktozemi, dokularda galaktoz 1-fosfat ve metabolitle
ha sonra birkaç basamakta glukoza çevrilir. Bu basamak
rinin birikimine yol açan kalıtımsal GALT enzimi eksikliği
lardan birinde galaktoz-l-fosfat üridil transferaz (GALT) sonucu ortaya çıkar.
enzimi gereklidir. Bu enzimi kodlayan GALT genindeki ho-
• Klinik bulgular arasında sarılık, karaciğer hasarı, katarakt,
mozigot mutasyon nedeniyle ortaya çıkan enzim kaybı ga-
sinir sistemi hasarı, kusma, ishal ve E. coli sepsisi sayılabi
laktozemiden sorumludur. Bu transferaz enziminin eksik
lir. Diyette galaktoz kısıtlaması en azından ağır komplikas
liği sonucunda galaktoz-l-fosfat ve galaktilol gibi diğer me- yonlardan bazılarını önleyebilir.
tabolitler karaciğer, dalak, gözün lensi, böbrek ve serebral
korteks gibi vücuttaki pek çok dokuda birikir.
Karaciğer, gözler ve beyin başlıca hasar gören organ
lardır. Erken başlayan hepatomegali büyük oranda yağ Lizozomal Depo Hastalıkları
lanmaya bağlıdır, ancak zamanla alkolik sirozdakine ben
zer yaygın skar oluşumu buna eklenebilir (Bölüm 15). Lizozomlar, hücrelerin sindirim sistemi olarak, sfingoli-
pidler ve mukopolisakkaridler gibi kompleks substratla-
Lenste opaklaşma (katarakt) meydana gelir. Bunun muh
temel nedeni, alternatif metabolik yollarla oluşan galakti- rm çözünebilir son ürünlere parçalanmasında kullanılan
değişik hidrolitik enzimleri içerirler. Bu büyük molekül
tolün birikip, lensin tonisitesini arttırması ve lensin sıvı
ler, hücre içi organellerin döngüleri sonucunda ortaya
absorbe ederek şişmesidir. Santral sinir sisteminde sinir
çıktıklarında otofaji ile lizozomlarm içine girebilir ya da
hücrelerinin kaybı, gliyozis ve ödem gibi spesifik olmayan
dışarıda iseler, hücreler tarafından fagositozla içeriye alı
değişiklikler ortaya çıkar. Karaciğer ve beyin hasarının
mekanizması bugün hala tam olarak anlaşılamamıştır. nabilir. Lizozomal bir enzimde kalıtsal bir eksiklik oldu
ğunda, onun substratımn katabolizması tamamlanamaz.
Etkilenen bebekler hemen doğar doğmaz büyüme ge
riliği gösterirler. Süt alımıyla birlikte birkaç gün içinde Bu da kısmen parçalanmış, çözünmeyen metabolitlerin
kusma ve ishal başlar. Sanlık ve hepatomegali genellikle ha lizozomlarm içinde birikmesine neden olur (Resim 6 - 8 ).
Bugüne kadar yaklaşık 40 lizozomal depo hastalığı ta
yatın ilk haftasında ortaya çıkar. Böbrekte galaktoz ve ga
nımlanmıştır. Bunların her biri spesifik bir lizozomal en
laktoz-l-fosfat birikimi aminoasit transportunu bozar ve
zimin ya da proteinin fonksiyonel eksikliğiyle ortaya çık
aminoasidüriye neden olur. Fulminan Escherichia coli
maktadır. Klasik olarak, lizozomal depo hastalıkları
septisemisi sıklığı artan oranda görülmektedir. Galakto
substratlarm ve biriken metabolitlerin biyokimyasal
zemi tanısından, idrarda glukozdan başka indirgen şeker
özelliklerine göre sınıflandırılmaktadır. Ancak altta ya
görülmesi durumunda kuşkulanılabilinir. Ancak direkt
tan moleküler bozukluğa bağlı bir sınıflama da yapılabi
olarak lökositlerde ve eritrositlerde transferaz enzim ek
lir (Tablo 6-4). Her grupta her biri spesifik bir enzim ek
sikliğini ortaya koyan testler daha güvenilirdir. Antenatal
sikliği sonucu ortaya çıkan birkaç hastalık vardır. Aslın
tanı amniyotik sıvı hücre kültürlerinde GALT aktivitesini
değerlendirmek ya da amniyotik sıvı amniotik sıvının yü da karmaşık görünmesine rağmen, bu gruptaki birçok
hastalıkta ortak bulgular görülür:
zey birikintisinde (supernatant) galaktitol seviyesini ölç
mek ile mümkün olmaktadır. • Otozomal resesif kalıtım
Galaktozemide görülen klinik ve morfolojik değişikliklerin • Hasta popülasyonunu bebek ve küçük çocukların
çoğunluğu, erken dönemde, en azından hayatın ilk iki yılın oluşturması
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 229
Kompleks
substrat
Resim 6 - 8 Lizozomal depo hastalıklarının patogenezi. Bu örnekte; lizozomal enzimler (A, B ve C) normal olarak kompleks bir substratı,
seri bir şekilde çözünebilir son ürünlere parçalanmaktadır. Bu enzimlerden birindeki (örneğin B) eksiklik ya da fonksiyon bozukluğu
olduğunda, katabolizma tamamlanamaz ve lizozomlarda çözünmeyen ara ürünler birikir.
• Çözünmeyen ara ürünlerin mononüldeer fagositer den bahsedilecektir. Aynı zamanda bir lizozomal depo
sistemde depolanarak, hepatosplenomegaliye neden hastalığı olan tip II glikojen depo hastalığı (Pompe hasta
olması lığı) bu bölümde daha sonra anlatılacaktır.
• Nöronal hasarla birlikte sık santral sinir sistemi tutu
lumu Tay-Sachs Hastalığı (G M2 Gangliosidoz:
• Hem sindirilemeyen materyalin birikimi, hem de Heksozam inidaz |3-Subünite Eksikliği)
makrofaj aktivasyonu ve sitokin salınımı gibi ikincil Gangliosidozlar katabolik bir lizozomal enzim eksikli
gelişen olaylar nedeni ile ortaya çıkan hücresel dis- ğinde ortaya çıkan ve özellikle beyinde gangliosidlerin
fonksiyonlar birikimiyle karakterize hastalıklardır. Biriken gangliosi-
Şans eseri hastalığın olası kurbanları açısından, bu bul de bağlı olarak bu hastalıklar G M 1 ve G M 2 olmak üzere
guların çoğu oldukça nadirdir ve detaylı tanımlamaları iki alt gruba ayrılır. Tay-Sachs hastalığı tüm gangliosidoz-
na çeşitli spesifik kitaplar ve derlemelerde yer verilmiştir. larm en sık görüleni olup, GM2'nin parçalanmasından
Burada sadece daha sık olan hastalıkların birkaç tanesin sorumlu olan heksozaminidaz A enziminin |3-subünitesi-
Resim 6 -9 Tay-Sachs hastalığında ganglion hücreleri. A , Işık mikroskobunda büyük bir nöronda izlenen belirgin lipid vakuolizasyonu. B,
Tay-Sachs hastalığı. Elektron mikroskobunda nöronun bir bölümünde girdapsı konfigürasyonu belirgin lizozomlar. Yukarıda nükleusun bir
kısmı görülmektedir.
(A , Dr. A rth u r W einberg , D e p a rtm e n t o f Pathology, U niversity o f Texas Southw estern M e d ica l Center, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılm ıştır; B, Dr. Jo e
Rutledge, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)
nin eksikliğiyle karakterizedir. Bugüne kadar 100'den bunun sonucunda gelişen sfingomyelin birikimi ile ka
fazla mutasyon tanımlanmıştır ve bunların çoğu protein rakterizedir. Tip A'da, ağır düzeyde sfingomyelinaz ek
lerin hücre içi taşınması veya katlanmasını etkilemekte sikliği görülmekte olup, sfingomyelinin, seramid ve fosfo-
dir. Bu hastalıkta başlıca etkilenen organ, gangliosid me rilkoline parçalanmasında bozukluk vardır. Bütün fagosi-
tabolizmasının en sık görüldüğü beyindir. GM2 depolan tik hücrelerde ve nöronlarda aşırı sfingomyelin birikimi
ması santral sinir sistemi boyunca yerleşen nöronlar, si olur. Makrofajlar bu kompleks lipid damlacıkları ya da
nirlerin akson silindirleri ve glial hücrelerde ortaya çıkar. partikülleri ile dopdolu hale gelir. Bu da sitoplazmalarma
Etkilenen hücreler ödemli ve bazen de köpüksü görünür ince vakuoler ya da köpüksü bir görünüm verir (Resim 6 -
ler (Resim 6-9, A). Elektron mikroskopisinde lizozomla- 10). Elektron mikroskopi, bu vakuollerin tıka basa dolu
rın içinde girdap yapıları saptanır (Resim 6-9, B). Bu pa sekonder lizozomlar olduğunu, kimi zaman "zebra" ci
tolojik değişiklikler medulla spinalis de dahil olmak üze simleri de denen konsantre lameller myelin figürleri
re, tüm santral sinir sistemi boyunca, ayrıca periferik si anımsatan membranöz sitoplazmik cisimleri sıklıkla içer
nirlerde ve otonom sinir sisteminde görülür. Retina da diğini göstermektedir. Çok sayıda fagositik hücre içerdik
genellikle etkilenmiştir. Periferik retinadaki ganglion leri için; dalak, karaciğer, kemik iliği, lenfnodları ve akciğer
hücrelerinde şişme sonucu oluşan solukluk, kontrast ola ler en ağır etkilenen organlardır. Dalak büyümesi çok belir
rak göreceli olarak etkilenmemiş santral makulada "çilek gin olabilir. Ayrıca medulla spinalis ve gangliyonlar da
kırmızısı" lekelere yol açar. dahil olmak üzere, tüm santral sinir sistemi de durdurul
Nöronal hasarın moleküler temeli tam olarak bilinme ması mümkün olmayan bu trajik süreçten etkilenir. Etki
mektedir. Birçok vakada mutant protein katlanmasında lenmiş nöronlar, lipid depolanmasına bağlı olarak geniş
bozukluk olduğundan dolayı, "katlanmamış protein" ya lemiş ve vakuollüdür. Hastalığın bu tipi bebeklik döne
nıtı indüklenmiştir (Bölüm 1). Eğer katlanmamış bu pro minde masif organonıegali ve ağır nörolojik bozulma ile ken-
teinler şaperonlar tarafından stabilize edilemezse, apop-
tozu tetiklerler. Bu bulgular, moleküler şaperon tedavisini
bu ve benzer lizozomal depo hastalıkları için bir seçenek fite v g .» .-i. - j v v ■ • - }■ £ } s ,\r
olarak ortaya koymaktadır. Bu şekildeki tedaviler, şape
ron sentezini arttıran ve proteozomlar tarafından katlan
ması bozuk proteinlerin yıkımını azaltan küçük mole
küllerin kullanımını içerir.
Tay-Sachs hastalığının en sık görülen akut infantil for 5% ;- - ‘
munda bebekler doğumda normaldir. Ancak 3-6 ay için £*$ . * &
* ■. ■ -■ _ --"'a
de motor güçsüzlük başlar, ardından nörolojik bozukluk,
körlüğün başlaması ve ilerleyici daha ağır nörolojik fonk
siyon bozuklukları eklenir. Hastalar iki üç yıl içinde kay € i c - sf ? a . C *
bedilirler. Diğer lipidozlar gibi, Tay-Sachs hastalığı da en ı _ ..
'*■ fi i
sık Aşkenaz Yahudilerinde görülür. Bunlarda heterozi-
j - * Şjfe A*° . * O
got taşıyıcıların sıklığı 30’da 1 olarak tahmin edilmekte ¥. oO - •/
A « + S & Şv & T ii
; Ş
dir. Heterozigot taşıyıcılar, serum heksozaminidaz düze V v': ■
yi ölçülerek veya DNA analizi ile belirlenebilir. Resim 6 -1 0 Karaciğerde Niemann-Pick hastalığı. Hepatositler ve
Kupffer hücrelerinde lipid birikimine bağlı köpüksü, vakuoler görü
N iem ann-Pick Hastalığı T ip A ve B nüm.
Tip A ve tip B Niemann-Pick hastalığı birbiri ile ilişkili (D r. A rth u r W ein b erg , D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern
hastalıklar olup, primer asit sfingomyelinaz eksikliği ve M e d ica l C enter, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)
Mendelian Hastalıklar: Tek Gen Defektlerinin Neden Olduğu Hastalıklar 231
dini gösterir. Hastalar genellikle hayatın ilk üç yılı içinde zomlarm birikimi nedeniyle bazen 1 0 0 pm’ye kadar çapa
kaybedilir. Tip B'de ise, karşılaştıracak olursak, organo- ulaşırlar ve "buruşmuş kağıt mendil" olarak karakterize
megali vardır, ancak nörolojik bulgular görülmez. Hasta edilen patognomonik sitoplazmik görünüm kazanırlar
lıktan şüphelenilen vakalarda ve taşıyıcıların saptanma (Resim 6-11). Bu hücrelerde belirgin vakuolizasyon yok
sında, lökositlerde veya fibroblast kültüründe sfingomye- tur. Bugün artık Gaucher hastalığının oluşmasında, sa
linaz aktivitesine bakılır. Antenatal tam, enzim çalışması dece biriken materyalin değil, aynı zamanda makrofaj
veya DNA prob analizi ile mümkündür. aktivasyonunun da önemli olduğu bilinmektedir. Etkile
nen dokularda makrofajlardan salman interlökinler (IL-
Niemann-Pick Hastalığı Tip C 1, IL-6 ) ve tümör nekroz faktörü (TNF) gibi sitokinler
Önceleri tip A ve tip B Niemann-Pick hastalığı île ilişkili yüksek oranda bulunmaktadır.
olduğu düşünülen tip C (NPC), aslında biyokimyasal ve Kronik non-nöropatik (nöronopatik olmayan) form olarak
moleküler düzeyde oldukça farklıdır ve tip A ve B'den da adlandırılan tip I, olguların %99'unu oluşturmaktadır.
daha sık görülmektedir. Hastalık NPC1 ve NPC2 genle Hastaların %70 ile 100'ünde gözlenen, klinik veya radyo
rindeki mutasyonlar sonucunda ortaya çıkar. Olguların lojik kemik tutulumu (osteopeni, fokal litik lezyonlar, os-
çoğunda NPC1 geni sorumludur. NPC, diğer birçok lizo- teonekroz) ile karakterizedir. Diğer bulgusu hepatosple-
zomal depo hastalığının aksine, lipid transportundaki nomegalidir. Santral sinir sistemi tutulumu olmaz. Dalak
primer bir bozukluğa bağlı ortaya çıkmaktadır. Etkilenen genellikle tüm karnı dolduracak kadar masif boyutlarda
hücrelerde kolesterolün yanı sıra, G M 1 ve GM2. gibi gang- dır. Gaucher hücreleri; karaciğer, dalak, lenf nodları ve
liosidler de birikir. Her iki NPC1 ve NPC2 genleri, ser kemik iliğinde mevcuttur. Kemik iliği tutulumu ve korti-
best kolesterolün lizozomlardan sitoplazmaya transpor- kal erozyon, radyolojik olarak da saptanabilen kemik lez-
tunda görev alır. Hastalık klinik olarak heterojendir. En yonlarma ve de kan hücresel elemanlarında azalmaya
sık görülen formu çocukluk çağında bulgu verir. Ataksi, neden olabilir. Kemik değişikliklerinden, daha önceden
vertikal yukarı bakış kısıtlılığı, distoni, disartri ve psiko- bahsedilen makrofajlardan salman sitokinlerin sorumlu
motor gerileme ile kendini gösterir. olduğu düşünülmektedir. Tip I sıklıkla Aşkenaz Yahudi-
lerinde görülür ve diğer tiplerden farklı olarak bu hasta
Gaucher Hastalığı ların yaşam süresi uzundur. Tip II ve tip III ise, nörolojik
Gaucher hastalığı, glukoserebrozidazı kodlayan gendeki belirti ve bulgularla karakterizedir. Tip Il'de bu bulgular
mutasyonlar sonucu ortaya çıkar. Gaucher hastalığının bebeklik döneminde ortaya çıkar (akut infantil nöronopa
farklı allelik mutasyonlar sonucu ortaya çıkan üç otozo- tik form) ve daha ağır iken, tip IIP te daha geç ve hafif bul
mal resesif formu vardır. Hepsinin ortak özelliği, sera- gular (kronik nöronopatik form) vardır. Karaciğer ve dalak
midden glukoz rezidülerini ayıran glukoserebrozidaz en da tutulmuş olmasına rağmen, tip II ve IlI'teki klinik bul
ziminde değişik derecelerde eksiklik olmasıdır. Bu eksik gular arasında konvülziyonlar ve ilerleyici mental bozul
lik, mononükleer fagositik hücrelerde, glikolipid metabo mayı içeren nörolojik rahatsızlıklar baskındır. Hastalığın
lizmasının bir ara ürünü olan glukoserebrozid birikimi tanısında ve heterozigot taşıyıcıların saptanmasında, lö
ne yola açar, bu da hücrelerin Gaucher hücresi olarak ad kositlerde veya fibroblast kültüründe glukoserebrozid
landırılan hücrelere dönüşmesine neden olur. Normalde düzeyinin ölçümü yardımcıdır.
glikolipidler, yaşlanmış kan hücrelerinin yıkımıyla orta Güncel tedavisinde, rekombinant glukoserebrozid in-
ya çıkar ve özellikle karaciğer, dalak ve kemik iliği olmak füzyonu ile ömür boyu enzim replasmanı yapmak amaç
üzere vücudun fagositik hücreleri tarafından bir dizi iş lanmaktadır. Yeni bir tedavi seçeneği ise, glukoserebro
lemle parçalanır. Gaucher hastalığında, bu yıkım işlemi, zid sentazı baskılayan ilaçların verilmesiyle, substratmm
fagositler içinde biriken glukoserebrozidler seviyesinde (glukoserebrozid) birikimini önlemektir. Böylece gluko
durur. Bu fagositler-Gaucher hücreleri-, genişlemiş lizo- serebrozid yapımı azalacağından, birikimi de azalacaktır.
Resim 6-11 Kemik iliğini tutan Gaucher hastalığı. A , Belirgin lipid yüklü, granüler sitoplazmalı Gaucher hücreleri. B, Uzamış, şiş lizo-
zomlar içeren Gaucher hücrelerinin elektron mikroskopik fotoğrafı.
(Dr. M atthew Fries, Departm ent o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical Center, Dallas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.).
232 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
i
i
ı / ir
1 2 3 4 5
4*-- j--------- — •S.
M
** M
M M
trjrs î* V S* $ •f ,1 1
* £ m * : y, \ !
§ $ h m - r> <r i i S
6 7 8 9 10 11 12
-m
İ
t *»
M ^ M $ r £
fi £ R *5 - 4- o % İh tp.
•-« *- v• U M
^ t» *. 5
13 14 15 16 17 18
c
*' * n• •• . v>
• t
* * *• N
19 20 21 22 X Y
Resim 6-13 Normal bir erkeğin (46, XY) G bantlama tekniği ile yapılmış karyotipi. Ayrıca X kromozomunun bantlama paterni; krom o
zom kolları, bölgeleri, bantları ve subbantları ile birlikte gösterilmektedir.
(D r. Stuart Schwartz, Departm ent o f Pathology, University o f Chicago, Illinois, İL tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)
TRANSLOKASYONLAR
¥ Dengeli karşılıklı
C D C D c B tn b CDOZD CDCZD
▼ Sentrik füzyon
o il M l) CTO M M ) C l T'TlTOl M l . ) (TOD_
Robertsonyan
Kayıp
e c ?ü h Parasentrik >m c T ) C T O T C O — *
c b « D — — - o * c d
Resim 6 -1 4 Kromozomal rearanjmanlarının (yeniden düzenleme) tipleri.
smda anormal (dengesiz) gametler ortaya çıkar, bu da ® İnversiyon bir kromozomda iki kırık olup, bunların ara
anormal zigotların oluşmasına neden olur. İki akro- sındaki bölgeden çıkan segmentin, tam (180 derece)
sentrik kromozomu ilgilendiren özel bir translokas- bir dönüş yaptıktan sonra, tekrar birleşmesiyle oluşur.
yon şekli, sentrik füzyon tipi translokasyon ya da ro- ® Halka (ring) kromozom delesyonun bir çeşididir. Kromo
bertsonian translokasyondur. Burada tipik olarak her zomun her iki ucundaki segmentlerin kaybından sonra,
iki kromozomun da kısa kolunu etkileyen, sentrome- kollar halka oluşturacak şekilde birbirine birleşir.
re yakın kırıklar oluşur. Segmentlerin transferi, biri
çok büyük, diğeri ise oldukça küçük iki kromozom
oluşmasına neden olur (Resim 6-14). Kısa fragmanlar Kromozomal Hastalıkların Gene! Özellikleri
kaybolduğundan, taşıyıcı 45 kromozoma sahip olur.
® Kromozomal hastalıklar kromozomların yokluğu (de
Bütün akrosentrik kromozomların kısa kolları, ribo-
lesyon, monozomi), fazlalığı (trizomi) veya anormal
zomal RNA genleri gibi artık genleri taşıdığından, bu
şekilde yeniden düzenlenmesi (translokasyon) şeklin
kayıp yaşamla bağdaşır. Ancak gametogenez sırasın
de olabilir.
da dengesiz gametlerin oluşumuna ve sonraki nesilde
anormalliklere neden olabilir. ® Genellikle kromozomal materyalin kaybı, kazancın
dan daha fazla ciddi eksiklere neden olur.
® Izokromozomlar sentromerin dik yerine yatay olarak
bölünmesiyle ortaya çıkar. Kromozomun iki kolundan ® Fazla kromozomal materyal, tam bir kromozom (tri-
biri kaybolur, kalan kol ise kopyalanır. Sonuçta sade zomilerde olduğu gibi) ya da kromozomun bir kısmı
ce iki kısa kolu ya da iki uzun kolu olan bir kromozom (robertsonian translokasyonda olduğu gibi) şeklinde
oluşur. Canlı doğumlarda en sık görülen izokromo- olabilir.
zom, X kromozomunun uzun kolunu içerir ve i(Xq) ® Seks kromozomlarındaki dengesizlikler (fazlalık ya
olarak gösterilir. Bu izokromozom normal X kromozo da kayıp), otozomal kromozomlardakilerden daha iyi
mu taşıyan bir gametle döllendiğinde, sonuçta Xp üze tolere edilir.
rindeki genler için monozomi, Xq üzerindeki genler • Seks kromozomu hastalıkları genellikle hafif anomali
için ise trizomi ortaya çıkar. ye neden olur, bazen doğumda farkedilmeyebilir. In-
« Delesyon kromozomun bir kısmının kaybı demektir. fertilite sık görülen bir durumdur, adolesan yaşa ka
Tek bir kırık olması, bunun ucunda kalan terminal dar tanı alamaz.
segmentin yitirilmesine yol açar. İki yerde kırık olup, ® Çoğu olguda kromozomal hastalık, de novo değişik
proksimal ve distal segmentlerin yeniden birleşmesi, likler sonucu oluşur (yani ebeveynler normaldir ve
bir ara segmentin kaybıyla sonuçlanabilir. Sentromeri kardeşlerde tekrarlama riski düşüktür). Ancak bu ku
olmayan bu izole segment, hemen hemen hiçbir za ralın seyrek görülen, fakat önemli bir istisnası, Down
man varlığını sürdüremez ve böylece pek çok gen kay sendromunun translokasyon formunda ortaya çıkar
bedilir. (daha sonra açıklanacaktır).
Sitogenetik Hastalıklar 237
Karyotip değişiklikleri ile giden bazı spesifik hastalık ör ® Hastaların yaklaşık %40'mda konjenital kalp hastalığı
nekleri sırada sunulmaktadır. vardır. Bunlar arasında en sık olanı atriyal septal de-
fekt, atrioventriküler kapak malformasyonu ve ventri-
Otozom Kromozomları İlgilendiren küler septal defekti kapsayan endolcardiyal yastık de-
Sitogenetik Hastalıklar fektleridir (Bölüm 10). Bebeklik ve erken çocuklukta
görülen ölümlerin çoğundan kardiyak sorunlar so
Uç otozomal trizomi (21, 18 ve 13) ile beşinci kromozo rumludur. Ozofagus ve ince bağırsak atrezilerini içe
mun kısa kolundaki kısmi delesyonla oluşan bir deles- ren pek çok diğer konjenital malformasyon da sıktır.
yon sendromu ("eri du cat" sendromu) ilk tanımlanan • Trizomi 21'li çocuklar 10-20 kat daha fazla akut lösemi
kromozomal anormalliklerdir. Yakın zamana kadar pek gelişme riskine sahiptir. Hem akut lenfoblastik lösemi,
çok ilave trizomiler ve delesyon sendromları (2 2 q'yu et hem de akut myeloid lösemi ortaya çıkar (Bölüm 11).
kileyen gibi) tanımlanmıştır. Bu hastalıkların çoğu nadir
• Aslında trizomi 21'li tüm hastalar, 40 yaşın üstünde,
dir, ancak klinik bulguları kolay tanınmalarına yardımcı
beynin dejeneratif bir bozukluğu olan Alzheimer has
olur (Resim 6-15).
talığının karakteristik nöropatolojik değişikliklerini
Sadece trizomi 21 ve 2 2 q ll.2 delesyonu, daha detaylı
gösterirler (Bölüm 22).
bilgi vermeye değecek sıklıkta görülmektedir.
® Down sendromlu hastalarda özellikle akciğeri tutan
Trizomi 21 (Down Sendromu) ciddi enfeksiyonlara ve tiroid otoimmunitesine karşı
Down Sendromu kromozom hastalıklarının en sık görü onları yatkın kılan anormal immun yanıtlar ortaya çı
lenidir. Etkilenmiş kişilerin yaklaşık %95’inde trizomi 21 kar (Bölüm 19). Başta T hücre fonksiyonlarının etki
vardır. Böylelikle bu kişilerin kromozom sayısı 47'dir. lenmesi olmak üzere, pekçok anormallik bildirilmesi
Daha önce de bahsedildiği gibi, trizomilerin, dolayısıyla ne rağmen, immünolojik bozukluğun temeli açık de
Down sendromunun en sık nedeni mnyotik ayrılmama ğildir.
olayıdır. Bu çocukların anne babaları, normal karyotipe Bütün bu sorunlara rağmen, gelişmiş tıbbi bakım trizomi
sahiptir ve tamamen normal bireylerdir. Down sendro 21'li hastaların yaşam sürelerini arttırmıştır. Günümüzde
mu insidansı üzerine, anne yaşının önemli bir etkisi vardır. medyan ölüm yaşı 47 yıl olup, 1983 yılında sadece 25 idi.
Hastalık 20 yaşından genç kadınların çocuklarında 1550 Down sendromunun karyotipinin yıllardan beri bilinme
canlı doğumda 1 görülürken, 45 yaşından büyük kadın sine rağmen, bu hastalığın moleküler temeli belirsizdir.
larda bu oran, aksine 25 canlı doğumda l'dir. Hastalığın İnsan genom projesinden elde edilen bilgiler 2 1 . kromo
anne yaşıyla olan ilişkisi, olguların çoğunda 2 1 . kromo zomun yaklaşık 500 gen taşıdığım göstermektedir. Bun
zomdaki mayotik ayrılmama olayının ovumda gerçekleş ların içerisinde yaklaşık 170'i korunmuş protein kodla
tiğini düşündürmektedir. Gerçekten de, vakaların %95- yan genler ve 5'i miRNAlardır. Down sendromu fenotipi-
inde fazla kromozom, maternal kaynaklıdır. Mayotik ay nin, kendi başına 2 1 . kromozom üzerindeki protein kod
rılmama olayının, ovumda daha yüksek oranda görülme layan genlerin dozundaki artıştan mı, yoksa miRNA'nm
sinin nedeni henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Fazla kontrolsüz ekspresyonunun, diğer kromozomlar üzerin
kromozomun babadan geldiği olgularda ise, baba yaşının deki hedef genlere olan etkisinden (daha önce açıklandı
bir etkisi bulunmamıştır. ğı gibi, miRNAlar, hedef geni inhibe ederek etki yapmak
Tüm trizomi 21 hastalarının yaklaşık %4'ünde, ekstra tadır) mi kaynaklandığı bilinmemektedir. Down sendro
kromozomal materyal, ekstra bir kromozom olarak değil munun patogenezinde, "baş sanık" olarak, 2 1 . kromo
de, 21. kromozomun uzun kolunun, 22. ya da 14. kromo zom üzerinde iki tane aday gen söz konusudur. DYRK1A
zoma translokasyonu şeklindedir. Böyle olgular her za serin-treonin kinaz enzimini kodlar iken, RCAN1 (kalsi-
man olmasa da, sıklıkla aileseldir. Translokasyon göste nörin 1 regülatörü) lcalsinörin isimli, kritik bir enzim
ren kromozom, tipik olarak robertsonian translokasyon olan hücresel fosfatazı kodlar.
taşıyıcısı olan anne ya da babadan geçer. Trizomi 21 gös
teren olgularının yaklaşık %1'i mozaiktir, yani hem 46, 22q11.2 Delesyon Sendromu
hem de 47 kromozomu olan hücrelere sahiptir. Bu olgu 2 2 q ll. 2 delesyon sendromu, 2 2 . kromozomun uzun ko
lar, embriyogenezin erken bir evresinde 2 1 . kromozo lunda 1 1 . banttaki küçük bir interstisyel delesyon sonu
mun mitotik ayrılmaması sonucu ortaya çıkar. Bu olgu cunda ortaya çıkan bir hastalık spektrumudur. Bu deles
larda klinik bulgular anormal hücrelerin oranına bağlı yon sendromunun klinik bulguları arasında, kanın çıkış
olarak değişken ve daha hafiftir. yollarını ilgilendiren konjenital kalp hastalıkları, damak
Bu hastalığın tanısal klinik özellikleri olan, düz yüz anomalileri, fasiyal dismorfizm, gelişme geriliği, timik hi-
profili, oblik palpebral fissürler ve epikantik kıvrım (Re poplazi, T-hiicre aracılı bağışıklıkta bozukluk (Bölüm 4)
sim 6-15) genellikle, hatta doğumda bile, kolayca farkedi- ve hipokalsemiye neden olan paratiroid hipoplazisi (Bö
lir. Down sendromu şiddetli mental geriliğin başta gelen lüm 19) sayılabilir. Önceden bu klinik bulguların, DiGeor-
nedenidir. Etkilenen kişilerin yaklaşık %80'inde IQ sevi ge sendromu ve velokardiyofasiyal sendrom olmak üzere iki
yesi 25-50 arasındadır. İronik olarak, şiddetli derecede farklı hastalığa ait olduğu düşünülüyordu. Ancak şimdi
dezavantajlı durumda olan bu çocuklar; kibar, utangaç her iki hastalığın da, 2 2 q l l . 2 delesyonu ile ortaya çıktığı
mizaçlı olup, daha şanslı olan normal kardeşlerine göre bilinmektedir. Değişik klinik bulgulardan, delesyonun ye
daha kolay yönlendirilir. İlgi çekici olarak, mozaik Down ri ve büyüklüğündeki farklılıklar sorumludur. Hastalarda
sendromlu olanlar, hafif fenotipik özellik gösterirler ve T-hücre immün yetmezliği ve hipokalsemi baskın oldu
sıklıkla normale yakın, hatta normal zekaya sahiptirler. ğunda DiGeorge sendromu düşünülür iken, hafif immün
Fenotipik anormallikler ve mental geriliğe ek olarak, söy yetmezlik, fakat belirgin dismorfik bulgular ve kardiyak
lemeye değer klinik bulgular şunlardır: patolojiler olduğunda ise velokardiyofasiyal sendrom söz
238 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Mental Epikantik
retardasyon kıvrımlar ve
Belirgin düz yüz profili TRİSOMİ 21: DOWN SENDROMU
boyun cildi
Simian İnsidans: 700 doğumda 1
çizgisi Karyotipler:
Trisomi 21 tipi: 47,XX, +21
Translokasyon tipi 46,XX,der(14;21)(q10;q10),+21
Mozoaik tipi: 46,XX/47,XX, +21
Konjenital
defektleri
Bağırsak Umblikal herni
tıkanması
Lösemiye
eğilim
Belirgin kafa arkası
Mental retardasyon
Hipotoni
Mıkrognatı
Doğumsal
TRİSOMİ 18: EDWARDS SENDROWIU kalp defektleri
Mikroftalmi Mikrosefali ve
mental retardasyon
defektleri
Umblikal
herni Renal defektler
TRİSOMİ 13: PATAU SENDROMU
insidans: 15,000 doğumda 1
Karyotipler:
Trisomi 13 tipi: 47,XX, +13
Translokasyon tipi: 46,XX,+13,der(13;14)(q10;q10)
Mozaik tipi: 46,XX/47,XX,+13
konusudur. Bu malformasyonlara ek olarak, 2 2 q ll.2 de- iki ayrı hücre popülasyonu taşımak suretiyle, neden ger
lesyonu olan hastalar, özellikle şizofreni ve bipolar bozulduk çekte mozaik olduğunu da açıklar.
gibi psikozlar için de yüksek risk taşımaktadır. Bu sendro- Lyon hipotezi temelde geçerliliğini korumakla birlik
mun moleküler temeli tam olarak anlaşılamamıştır. Kro te, zaman içerisinde bazı değişiklikler de olmuştur. Daha
mozom 1 1 üzerindeki etkilenen bölge birçok gen içer önemlisi, inaktif X üzerindeki tüm genlerin kapatıldığı
mektedir. Bunlar arasında, TBX1 adı verilen bir transkrip na ("switched off") dair ilk öngörüler revize edilmiş ve
siyon faktör geninin, sorumlu gen olabileceği düşünül son zamanlardaki çalışmalarda; Xp üzerindeki genlerin
mektedir. Çünkü bu genin kaybının DiGeorge sendromu- %21'-nin ve Xq üzerindekilerin ise daha az oranda (%3)
nun ortaya çıkışı ile birlikte görüldüğü anlaşılmıştır. inaktivasyondan kaçtığı gösterilmiştir. Bu olasılık, daha
Klinik bulgularla bu hastalıktan şüphelenildiğinde, ke sonra tartışılacak olan monozomik X kromozom hasta
sin tanı floresan in situ hibridizasyon (FISH) ile delesyo- lıkları ya da Turner sendromunu ilgilendirmektedir.
nun gösterilmesi sonucunda konabilir (Resim 6-37, B). Fazla Y kromozomları kolaylıkla tolere edilmektedir,
çünkü Y kromozomu üzerinde taşındığı bilinen tek ge
netik bilgi erkek farklılaşması ile ilgilidir. X kromozomu
Q Ö ZET sayısı ne olursa olsun, erkek fenotipini, mutlaka Y kro
Otozomal Kromozomları İlgilendiren mozomu varlığının yarattığının bilinmesi önemlidir. Er
Sitogenetik Hastalıklar kek farklılaşma geni (SRY, Y kromozomunun seks belir
leyici bölgesi) Y kromozomunun kısa kolunda yer alır.
• Down sendromuna 21. kromozomdaki genlerin ekstra bir
Seks kromozomlarının aberasyonları sonucu gelişen,
kopyasının varlığı eşlik eder. En sık trizom i 21'e bağlı gö
kısaca anlatılacak sıradaki iki hastalık, Klinefelter send
rülür. Daha nadir olarak ise, 21. kromozomdan diğer kro
romu ve Turner sendromudur.
mozomlara fazladan kromozomal materyalin translokas-
yonuna ya da mozaisizme bağlı olarak ortaya çıkar. Klinefelter Sendromu
• Down sendromu olan hastalarda ağır mental retardas-
Klinefelter sendromunu en iyi şekilde tanımlamak gerekirse,
yon, düz yüz profili, epikantal kıvrımlar, kardiyak malfor-
en az iki X kromozomu ve bir veya daha fazla Y kromozomu
masyonlar, artmış lösemi ve enfeksiyon riski ve erken yaş
varlığında ortaya çıkan, erkek hipogonadizmidir. Etkilenen
larda Alzheimer hastalığı gelişimi görülür.
hastaların çoğu 47,XXY karyotipine sahiptir. Bu karyotip,
• 22q11.2 kromozomal lokusundaki genlerin delesyonu
mayoz sırasında seks kromozomlarının ayrılmaması so
yüz, kalp, timus ve paratiroidleri etkileyen malformas
nucu ortaya çıkar. Fazla X kromozomu maternal ya da pa
yonlara neden olur. Bunun sonucunda ortaya çıkan hasta
ternal kaynaklı olabilir. İleri anne yaşı yanı sıra, anne ya
lıklar (1) DiGeorge sendromu (tim ik hipoplazi, azalmış T-
da babadan birinin radyasyona maruz kalması, bu duru
hücre aracılı bağışıklık, paratiroid hipoplazisi ve hipokal-
ma yol açan mayotik hataya katkıda bulunabilir. Hastala
semi) ya da (2) velokardiyofasiyal sendrom (kanın çıkış yol
larını tutan konjenital kalp hastalıkları, fasiyal dismorfizm
rın yaklaşık %15’i; 46,XY/47,XXY, 47,XXY/48,XXXY ve
ve gelişme geriliği) olarak bilinmektedir. buna benzer varyasyonlar içeren mozaik paternler göste
rir. Mozaiklerde 46,XY bulunması genellikle daha hafif
bir klinikle ilişkilidir.
Seks Kromozomlarını İlgilendiren Klinefelter sendromunun klinik bulgularının geniş bir
Sitogenetik Hastalıklar spektrumu vardır. Hastalık kendini bazı kişilerde sadece
hipogonadizmle gösterir. Ancak hastaların çoğunda,
Seks kromozomlarını ilgilendiren, 45,X ile 49,XXXXY ayak tabanı ile pubis kemiği arasındaki mesafenin artması
arasında değişen bazı anormal karyotipler yaşamla bağ sonucu ortaya çıkan uzun vücut görünümünden kaynak
daşmaktadır. Gerçekten de fenotip olarak normal olan, lanan farklı vücut yapısı vardır. Önükoid ("eunuchoid")
ancak iki, hatta üç tane Y kromozomu taşıyan erkekler vücut yapısı da karakteristiktir. Yüz, vücut ve pubis kıllan-
saptanmıştır. Otozomal kromozomlarda ise böyle aşırı masıııda azalma ve jinekomasti de sıklıkla gözlenir. Testis-
karyotipik sapmalar görülmemektedir. Bu durum büyük ler belirgin olarak küçüktür, bazen en büyük çapı sadece
oranda iki faktöre bağlanabilir: (1) X kromozomlarının li- 2 cm olabilir. Testiküler atrofi ile ilişkili olarak, serum tes
yonizasyonu, (2) Y kromozomunun taşıdığı çok az mik tosteron düzeyleri normalden düşüktür ve idrar gona
tardaki genetik bilgi. Liyonizasyon fikri; ilk kez, Mary dotropin düzeyleri artmıştır.
Lyon tarafından 1962'de, kadınlarda sadece bir X kromo Klinefelter sendromu erkeklerde hipogonadizmin en sık ne
zomunun genetik olarak aktif olduğunu ileri sürdüğünde denidir. Hastalar sadece nadiren fertü olabilir. Muhteme
başlamıştır. X kromozomu inaktivasyonu erken fetal dö len bu kişiler, büyük oranda 46,XY hücrelerine sahip mo
nemde, gebe kalındıktan yaklaşık 16 gün sonra gerçekle zaiklerdir. Kısırlık spermatogenez bozukluğuna bağlıdır
şir. X kromozomu, gelişmekte olan embriyoyu temsil ve bazen total azospermi durumuna kadar ilerleyebilir.
eden primitif hücrelerden her birinde, ister babadan, is Histolojik incelemede, mikroskopik kesitlerde hayalet
ter anneden gelsin, rastgele inaktive olur. Bu X kromozo benzeri yapılar olarak görülen hiyalinize tübüller vardır.
mu, bir kez inaktive olduktan sonra, hücrelerin tüm döl Buna karşın Leydig hücreleri ise, hiperplazi ya da tubulle-
lerinde genetik olarak nötralize olmuş şekilde kalır. Ay rin kaybına bağlı olarak sayıca artmış görünümde olduk
rıca tüm X kromozomları içinde sadece biri aktif kalır, larından daha belirgindir. Klinefelter sendromunda men
örneğin 48,XXXX olan bir kadında sadece bir aktif X kro tal retardasyon olmasına karşın, zeka geriliğinin derecesi
mozomu vardır. Bu durum, normal kadınların, erkekler tipik olarak hafiftir, hatta bazı vakalarda herhangi bir ka
le karşılaştırıldığında, neden X kromozomu tarafından yıp yoktur. Zekadaki azalma, fazla X kromozomu sayısı ile
kodlanan fenotipik özellikleri iki kat fazla dozda taşıma ilişkilidir. Klinefelter sendromu hastalarında, diğer bazı
dıklarını açıklar. Lyon hipotezi ayrıca, normal kadınla hastalıklar yüksek sıklıkta birlikte bulunabilir. Bunlar ara
rın; biri aktif maternal X, diğeri aktif paternal X taşıyan sında meme kanseri (normal erkeklerden 2 0 kat daha sık
240 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Turner Sendromu
Turner sendromu, fenotipik özellikleri taşıyan) kadınlar
da primer hipogonadizm ile karakterize olup, X kromo
zomu kısa kolunun parsiyel ya da komplet monozomisi
sonucu ortaya çıkar. Rutin sitogenetik yöntemlerle, has
taların yaklaşık %57'sinde, 45,X karyotip özelliğine ne
den olan, X kromozomunun tümünün kaybı bulunmuş
tur. Bunlar en ağır olarak etkilenen hastalardır ve genel
likle doğumda ya da erken çocukluk döneminde tanı ala
bilirler. 45,X Turner sendromunun tipik klinik bulguları;
ileri derecede (üçüncü persentilin altında) boy kısalığına
neden olan belirgin büyüme geriliği, dilate olmuş lenfa
tik damarlanmaya bağlı boyun arka kısmında şişlik (be
beklerde), daha büyük çocuklarda ise yelelenme ("web
bing"), düşük arka saç çizgisi, kubitus valgus (kollarda
taşıma açısının artması), birbirinden uzak mesafeli me
me başları ile birlikte kalkan şeklinde göğüs, yüksek da
mak, el ve ayaklarda lenfödem, ayrıca atnalı böbrek, bi-
küspid aort kapağı ve aort koarktasyonu gibi değişik
konjenital malformasyonlardır (Resim 6-16). Çocukluk
çağındaki başlıca ölüm nedeni kardiyovasküler anomali
lerdir. Etkilenen kızlarda adolesan dönemde normal se-
konder cinsiyet karakterleri gelişmez, yani genital organ
lar infantil özellikte kalır, meme gelişimi minimaldir ve
pubik kıllanma azdır. Hastaların çoğunda primer ame-
nore vardır. Morfolojik incelemede; överlerin, folliküller-
den yoksun fibröz stroma içeren "streak" gonada dönüş
insidans: 3000 kız doğumda 1
tüğü görülür. Bu hastaların mental durumu genellikle Karyotipler:
normaldir, ancak verbal olmayan, görsel yetilere daya Klasik: 45,X
nan bilgi işlemesinde hafif bozukluk olabilir. İlginç ola Detektif
rak, otoantikorlara bağlı gelişen hipotiroidizm, özelilikle ikinci X
izokromozom Xp olan kadın hastalarda ortaya çıkar. Bu kromozomu: 46,X,i(Xq)
46,XXq-
hastalarda, %50 gibi yüksek oranda klinik hipotiroidizm 46,XXp-
gelişmektedir. Erişkin bir hastada, kısa boy ile primer 46,X, r(X)
amenorenin birlikte görülmesi durumunda, Turner sendro Mozaik tipi: 45,X/46,XX
munun varlığından kuvvetle şüphelenilmelidir. Tanı karyo-
Resim 6 -1 6 Turner sendromunun klinik özellikleri ve karyotipleri.
tipleme ile konur.
Turner sendromlu hastalarının yaklaşık %43'ü ya mo
zaiktir (hücre dizilerinden biri 45,X'tir) ya da X kromo
zomunda yapısal anormallikler vardır. En sık görülen da, fetal överler embriyogenezin başında normaldir. An
anormallik kısa kolun delesyonu ve bunun sonucunda cak ikinci X kromozomunun yokluğu ile, oosit kaybı hız
uzun kolun izokromozomunun, 46,X,i(X)(qlO) oluşması lanır ve 2 yaş civarında tamamlanır. Bu nedenle, bir ba
dır. Birlikte görülen yapısal bu anormalliklerin net etki kıma "menarşdan önce menapoz" durumu olur ve över
si, X kromozomunun parsiyel monozomisine yol açar. ler, ovum ve follikül içermeyen atrofik fibröz artıklara
Delesyon ve mozaisizmin birlikte görüldüğü durumlar ("streak" over) geriler. Turner sendromlu hastalarda aynı
da bildirilmiştir. Turner sendromunun eşliğinde görülen zamanda gonad dışı diğer anormallikler görüldüğünden
karyotipik heterojenite iyi bilinmelidir, çünkü bu durum, dolayı, somatik dokuların normal büyüme ve gelişimi
fenotipteki önemli farklılıklardan sorumludur. Monozo- için gerekli bazı genlerin de X kromozomunda bulunma
mi X hastalarının aksine, mozaik ya da delesyonu olanlar sı gerekir. Turner fenotipini etkileyen genlerden biri de,
hastalar, neredeyse normal bir görünüme sahip olabilir ve sa Xp22.33'te bulunan "short stature homeobox" (SHOX)
dece primer amenore ile başvurabilir. genidir. Bu gen, her iki X kromozomunda da aktif kalan gen
Turner sendromunun patogenezi, henüz tam anlamıy lerden biridir ve Y kromozomunun kısa kolunda da aktif
la anlaşılmamıştır. Ancak yapılan çalışmalar bu konuya homoloğu olması nedeniyle benzeri yoktur. Bu nedenle
bir miktar ışık tutmaya başlamıştır. Önceden belirtildiği hem normal erkekler, hem de kadınlarda bu genin iki
gibi, her iki X kromozomu oogenez sırasında aktiftir ve kopyası vardır. SHOX geninin bir kopyası kısa boya ne
överlerin normal gelişimi için gereklidir. Normal fetal ge den olur. Gerçekten de, SHOX gen delesyonları, kısa boy
lişim boyunca, överler 7 milyon kadar çok sayıda oosit dışında normal olan çocuklarda %2 ile %5 arasında bir
içerir. Oositler zaman içerisinde yok olarak, menarşda oranda gözlenir. Turner sendromunda SHOX geninin bir
sayıları sadece 400.000 kadara iner ve menapoz ile birlik kopyası büyüme kaybını açıklar iken, kardiyak malfor-
te bu sayı 10000'den daha aza düşer. Turner sendromun- masyon ve endokrin anormallikler gibi önemli klinik
Atipik Kalıtım Paterni Olan Tek-Gen Hastalıkları 241
bulguları açıklayamaz. Açıkça söylemek gerekirse, X yanma devamlılığının kaybı ya da X kromozomunun uzun
kromozomu üzerinde yer alan diğer pekçok gen de işin kolunda büzülme gösterir. Bu yöntem günümüzde yerini,
içine girmektedir. daha sonra açıklanacağı üzere, DNA tabanlı yöntemlerle
triplet tekrarlarının boyutunun analizine bırakmıştır.
Görülme sıklığı erkeklerde 1550'de 1, kadınlarda 8000'-
Q Ö ZET _______ de 1 olan frajil X sendromu; Down sendromundan sonra,
mental retardasyonun en sık görülen genetik nedenidir. Kli
Seks Kromozomlarını ilgilendiren nik olarak etkilenen erkeklerde ortadan ağıra değişen
Sitogenetik Hastalıklar derecede mental retardasyon vardır. Uzun yüz, büyük
• Kadınlarda normal gelişim sırasında, maternal ya da pa çene, büyük kepçe kulaklar ve büyük testisler (makroor-
ternal kaynaklı X kromozomlarından biri rastgele olarak şidizm) karakteristik fiziksel fenotipik özelliklerdir. Bun
inaktive edilir (Lyon hipotezi). lar frajil X sendromu için karakteristik olmasına rağmen,
• Klinefelter sendromunda, seks kromozomlarının ayrılma her hastada olmayabilir ya da bazen çok hafif olabilir.
masına bağlı olarak, iki ya da daha fazla sayıda X krom o Frajil X sendromlu erkeklerin, puberte sonrası en az
zomu ve bir Y kromozomu vardır. Hastalarda testiküler %90'mda görülmesi ile farklılık taşıyan tek fiziksel anor
atrofi, kısırlık, vücut kıllanmasında azalma, jinekomasti ve mallik makroorşidizmdir.
önükoid vücut görünümü olur. Erkeklerde kısırlığın en Tüm X geçişli hastalıklarda olduğu gibi, Frajil X sendro
sık nedenidir. mu baskın olarak erkekleri etkiler. Ancak pekçok pedigri
• Turner sendromunda, X kromozomunun kısa kolundaki analizi, hastalığın bazı geçiş paternlerinin, diğer X geçişli
genlerde parsiyel ya da komplet monozomi vardır. En sık hastalıkların tipik özelliklerini taşımadığını ortaya koy
bir X kromozomunun yokluğu (45, X), daha nadir olarak maktadır (Resim 6-17). Bunlar aşağıda anlatılmaktadır:
da mozaisizm ya da X kromozomunun kısa kolundaki de-
lesyonlar sonucunda ortaya çıkar. Kısa boy, boyunda ye-
• Taşıyıcı erkekler: Pedigri analizi ve moleküler testlerle
lelenme, kubitus valgus, kardiyovasküler malformasyon- frajil X mutasyonunu taşıdığı bilinen erkeklerin yakla
lar, amenore, sekonder seks karakterlerinin olmaması ve şık %20'si klinik ve sitogenetik olarak normaldir. Taşı
fibrotik överler tipik klinik bulgulardır. yıcı erkekler, bu özelliği kız çocukları (fenotipik ola
rak normal) üzerinden hasta torunlarına geçirdikleri
için, normal iletici erkekler olarak isimlendirilir.
• Etkilenen kadınlar: Taşıyıcı kadınların %30 ile %50 ka
darı, diğer X geçişli hastalıklarda görülen oranların
ATİPİK KALITIM PATERNİ OLAN çok üstünde bir oranda etkilenmiştir (yani mental re-
TEK-GEN HASTALIKLARI tardedir).
• Beklenti: Bu terim, klinik bulguların her yeni nesil olu
Tek bir geni etkileyen mutasyonlar sonucu ortaya çıkan şumu ile birlikte kötüleştiği olayları ifade etmektedir.
üç hastalık grubu, mendelian kalıtım kurallarına uymaz: Bu durum frajil X sendromunda, mutasyonun bir er
• Triplet tekrar mutasyonlarmm neden olduğu hastalık kekten torunlarına ve torunların torununa geçerken,
lar artan oranda zararlı olması şeklindedir.
• Mitokondriyal genlerdeki mutasyonların neden oldu
Bu sıradışı bulgular mutasyonun dinamik yapısıyla ilişki
ğu hastalıklar
lidir. Normal popülasyonda, FMRİ genindeki CGG se
• Genomun imprinte edilmiş bölgelerindeki değişiklik
kansının tekrar sayısı düşük ve ortalama olarak 29 civa
ler ile ilişkili hastalıklar.
rında iken, etkilenen kişilerde 200-4000 arasında tekrar
vardır. Tam mutasyon adı verilen bu durumun, 52-200
Triplet Tekrar Mutasyonları: Frajil X Sendromu arası CGG tekrarı içeren ve premutasyon olarak adlandı
rılan bir ara evre aracılığı ile ortaya çıktığına inanılmak
Frajil X sendromu, üç nükleotidin uzun tekrarlayan se tadır. Taşıyıcı erkek ve kadınlarda premutasyonlar var
kanslarından oluşan mutasyonun neden olduğu hasta dır. Oogenez sırasında (spermatogenezde değil) CGG
lıkların prototipidir. Huntington hastalığı ve myotonik tekrarları daha da artar, premutasyonlar tam mutasyon-
distrofi de, trinükleotid tekrar mutasyonlarıyla giden lara dönüşür ve taşıyıcı kadın tarafından hem kızlarına
hastalıkların diğer örnekleri arasında sayılabilir. Yakla hem de oğullarına iletilebilir. Bu gözlemler, neden bazı
şık 40 hastalığa, bu tip mutasyonların neden olduğu bi taşıyıcı erkeklerin etkilenmediğini (premutasyona sahip
linmektedir ve bugüne kadar tanımlanan bütün bu has olduklarından) ve neden bazı taşıyıcı kadınların etküen-
talıklarda nörodejeneratif değişiklikler bulunmaktadır. diğini (bunlara tam mutasyon geçmiştir) açıklamaktadır.
Bu hastalıkların her birinde, gen içinde bulunan spesifik üç Son çalışmalar premutasyonlarm da çok benign olmadı
nükleotid grubunun amplifikasyonu genin fonksiyonunu boz ğını göstermektedir. Premutasyon taşıyan kadınların yak
maktadır. Daha sonra anlatılacak olan trinükleotid tekrar laşık %30'unda prematür over yetmezliği (40 yaşından ön
mutasyonlarmm bazı özellikleri, ilişkili hastalıkların ati ce), premutasyon taşıyan erkeklerin ise yaklaşık üçte birinde
pik kalıtım şeklinden sorumludur. altıncı dekadda başlayan progresif nörodejeneratif seııdrom
Frajil X sendromu, Xq27.3'te haritalanmış olan FMRİ görülmektedir. Frajil X-ilişkili tremor-ataksi olarak adlan
genindeki bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar. Send- dırılan bu sendrom istemli tremor ve serebellar ataksi ile
rom ismini, X kromozomunun orijinal tanı yönteminde karakterizedir ve parkinsonizme ilerleyebilir. Ancak yi
ki karyotipik görünümünden alır: Kültürü yapılan hasta ne de premutasyon taşıyıcılarındaki bulgular daha hafif
nın hücreleri folat içermeyen ortamda, tipik olarak bo tir ve daha geç ortaya çıkmaktadır.
242 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Resim 6 -1 7 Frajil X pedigrisi. X ve Y kromozomları gösterilmektedir, ilk nesilde bütün erkek çocukların normal, kız çocukların ise taşıyıcı
olduğu dikkati çeker. Taşıyıcı kadında oogenez sırasında premutasyon, tam mutasyona genişlediğinden, gelecek nesilde tam mutasyonu
taşıyan X kromozomuna sahip tüm erkekler hastalıktan etkilenir. Tam mutasyonu kalıtmış kadınların ise, sadece %50’si etkilenir ve bun
ların da çoğunda etkilenme hafiftir.
(Orjinal çizim Dr. Nancy Schneider, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.)
PATO G EN EZ
Frajil X sendrom unun m oleküler tem eli anlaşılmaya başlan
mıştır ve FAIR 1 gen ürünü olan familyal mental retardasyon
proteininin (FMRP) susturulması ile ilişkilidir. N orm al FM R 1
geni, 5 ’ transle olmayan bölgesinde CGG tekrarları içerir.
FM R 1 genindeki trinü kle otid tekrarlarının sayısı, yaklaşık
2 3 0 ’u geçtiği zaman, genin 5 ' bölgesindeki tüm D N A anor
mal derecede metillenir. Metilasyon yukarıya doğru, genin
p ro m o te r bölgesine de uzanır ve FAIR 7 geninin transkrip-
siyonel supresyonuna yol açar. Sonuçta ortaya çıkan FMRP
yokluğunun fen otipik değişikliklere neden olduğuna inanıl
maktadır. FMRP normal dokularda yaygın olarak eksprese
olur, ancak beyin ve testiste daha yüksek oranda saptanmış
tır. Son bilgiler FMRP’nin sitoplazmadan çekirdeğe taşınan
b ir RNA-bağlayıcı protein olduğunu düşündürm ektedir. Bu
rada spesifik m R N A ’ya bağlanmakta ve bunları akson ve
d e n d ritle re taşım aktad ır (Resim 6-18). FM RP-m RN A
kom pleksi, sinapslardaki spesifik m R N A ’ ların translasyonu-
nun düzenlenmesinde k ritik rol oynar. Hassas olarak koo r
dine edilen bu “ taşıyıcı” fonksiyonun yokluğunun, frajil X Resim 6 -1 8 Nöronlardaki familyal mental retardasyon proteini
sendromuna neden olan sürecin tem elini oluşturduğu düşü (FMRP) etkisinin bir modeli. FMRP, bağlı RN A’dan aksonal protein
nülm ektedir. translasyonunu düzenlemede kritik rol oynar. Lokal olarak üretilen
Belirtildiği gibi, Frajil X sendrom una ek olarak, trin ü kle bu proteinlerin, sinapsın mikroçevresinde değişik rolleri vardır.
otid te k ra r ekspansiyonları ile ilişkili çok sayıda başka nöro- (Hin P, Warren ST: New insights into fragile X syndrome: from molecules to neu
dejeneratif hastalığın bulunduğu bilinm ektedir. Bununla ilgi robehavior, Trends Biochem Sci 28:152, 2 0 0 3 ' makalesinden uyarlanmıştır).
Ekspansiyonlar
Resim 6 -1 9 Nükleotid tekrar mutasyonları nedeniyle oluşan seçilmiş hastalıklarda, genişleme bölgesi ve etkilenen sekans. UTR, translas-
yone olmamış bölge.
*Tam anlamıyla bir trinükleotid tekrar hastalığı olmasa da, buradaki diğer hastalıklar gibi, progresif myoklonus epilepsisi de kalıtılabilen
D N A genişlemeleri sonucu ortaya çıkar. Genişlemiş segment genin prom oter bölgesindedir.
B Ö L Ü M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
MATERNAL PATERNAL
(M) (P)
Aktif Prader-Willi
1 genleri
Delesyon bölgesi Delesyon bölgesi
?Imprinted Angelman
geni
PEDİATRİK HASTALIKLAR
Daha önce de bahsedildiği ve değişik örneklerde gösteril
diği gibi, birçok bebeklik ve çocukluk çağı hastalığı gene KONJENİTAL AN O M ALİLER
tik kökenlidir. Diğerleri ise genetik olmamalarına rağ Konjenital anomaliler doğumda mevcut olan yapısal bo
men ya çocuklara özgüdür ya da bu hasta popülasyonun- zukluklardır. Buna rağmen bunların bir kısmı, kardiyak
da ayırdedici şekilde karşımıza çıkar, böylelikle pediatrik ve renal anomaliler gibi, belli bir yaşa kadar klinik belir
hastalıklar olarak adlandırılırlar. Bebek ve çocuklar, geli ti vermeyebilir. Sonraki tartışmalarda da yer aldığı üze
şimlerinin her evresinde farklı hastalıklardan etkilenirler re, konjenital terimi doğumsal defektler için genetik bir
(Tablo 6 -6 ). Açıkçası bebeklik dönemi (yaşamın ilk yılı) temeli göstermez ya da ekarte etmez. Her yıl Amerika
hastalıklarında, ölüm riski en yüksektir. Bu süre içerisin Birleşik Devletleri'nde, 120.000 canlı bebeğin bir doğum
de yenidoğan dönemi (neonatal dönem) (yaşamın ilk 4 sal defekt ile doğduğu tahmin edilmektedir. Bu, 33'te 1
haftası), şüphesiz en tehlikeli bölümdür. insidansa eşdeğerdir. Tablo 6 - 6 'de görüldüğü gibi, konje
Çocuk bir yaşım geçtikten sonra, tablo daha olumlu nital anomaliler bebeklik dönemindeki mortalitenin en
dur. Ancak ne yazık ki, kazalardan kaynaklanan yara önemli nedenini oluşturmaktadır. Ayrıca yaşamın ilk yıl
lanmalar, 1-14 yaş arasındaki ölümlerin başlıca nedeni ları boyunca da hastalık, sakatlık ve ölümlerin önemli bir
dir. Bu bölümde, Tablo 6 -6 'da listesi verilen hastalıklar nedeni olmaya devam eder.
dan, sadece sık görülen birkaç tanesi yer almaktadır. Her Konjenital malformasyonlarm etiyoloji ve patogenezine
ne kadar neoplastik hastalıklar ve spesifik tümörlerin ge değinmeden önce, morfogenezdeki hataların tanımlanma
nel özelliklerine diğer bölümlerde yer verildiyse de, ço sında kullanılan bazı terimlerin açıklanması gereklidir.
cuk ve erişkin neoplazileri arasındaki farklılıkları vurgu • Malformasyonlar morfogenezdeki primer hataları tem
lamak amacıyla, birkaç çocukluk çağı tümörü de anlatı sil eder. Diğer bir deyişle, iç (intrinsik) faktörlere bağlı
lacaktır. anormal gelişimsel süreç vardır. Malformasyonlar, tek
Resim 6-21 insanlarda görülen malformasyonlar; tesadüfen fark edilenlerden ölümcül olanlara kadar farklı şiddette olabilir. A , Polidaktili
(bir ya da daha çok fazla parmak olması) ve sindaktili (parmaklarda yapışıklık olması) izoie görüldüğü zaman, çok az fonksiyonel etki yapar.
B, Benzer şekilde, yarık dudak, yarık damak ile birlikte görülsün ya da görülmesin yaşamı etkilemez. Ancak fotoğrafta görülen olguda altta
yatan bir malformasyon sendromu (trizom i 13) mevcuttu ve ağır kardiyak defektler nedeniyle hasta kaybedildi. C, Ağır ve özellikle letal bir
malformasyon nedeniyle ölüdoğan bebekte, yüzde orta hat yapıları birleşmiş ya da iyi gelişmemiştir. Bu gibi olguların hemen hepsinde
eksternal dismorfogenez, beyinde gelişim bozuklukları ya da kardiyak anomaliler gibi ağır iç organ anomalileri ile birliktedir.
(A ve C, Dr. R ea d e Quinton; B, Dr. B everly Rogers'in izniyle. D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas S outhw estern M e d ica l Center, Dallas, Texas tarafından verilen
kişisel izin ile kullanılm ıştır.).
bir gen ya da kromozom defektine bağlı olmaktan zi fetal prezantasyon gibi fetüse ait nedenler de söz ko
yade, genellikle multifaktöriyeldir. Bunlar pek çok pa- nusu olabilir.
ternin herhangi biri şeklinde bulgu verebilir. Bu bul • Sekans, organogenezdeki tek bir lokalize aberasyonun ikin
guların bazıları konjenital kalp hastalıkları gibi tek bir cil etkileri sonucu ortaya çıkan, birden çok konjenital
sistemi etkilerken, diğerlerinde birçok organ ve doku anomaliye verilen isimdir. Tetikleyen olay; bir malfor
yu etkileyen birden fazla malformasyon bir arada ola masyon, deformasyon ya da disrüpsiyon olabilir. Buna
bilir (Resim 6-21). en iyi örnek oligohidramniyos (veya Potter) sekansıdır
® Disriipsiy onlar önceden normal olarak gelişmiş bir or (Resim 6-23A). Amniyotik sıvının azalması şeklinde
gan ya da vücut bölgesinin sekonder olarak bozulma tanımlanan oligohidramniyos, birbirinden bağımsız
sıdır. Disrtipsiyonda, malformasyonlarda olduğunun çeşitli maternal, plasental ya da fetal anormallikler so
aksine, dış (ekstrensik) faktörlere bağlı morfogenezde bo nucu gelişebilir. Amniyon rüptürüne bağlı gelişen am
zukluk söz konusudur. Amniyotik bantlar, amniyonun niyotik sıvının kronik sızıntısı, maternal hipertansi
yırtılması sonucu meydana gelen; gelişmekte olan fe- yon ya da ağır toksemi sonucu gelişen uteroplasental
tüsü saran, sıkıştıran ya da bazı kısımlarına yapışan yetmezlik ve fetüste renal agenezi (amniyon sıvısının
"bantları" ifade eder ve disrüpsiyonun klasik örneğini
oluşturur (Resim 6-22). Çeşitli çevresel ajanlar disrüp-
siyona neden olabilir (aşağıda anlatılmaktadır). Dis-
rüpsiyonlar, elbette ki kalıtsal değildir, bu nedenle
sonraki gebeliklerde tekrarlama riski yoktur.
• Deformasyonlarda da disrtipsiyon gibi, iç faktörlere
bağlı morfogenezde bir hatadan ziyade, dış faktörlere
bağlı gelişimin bozulması söz konusudur. Oldukça sık
rastlanan problemlerdir. Yenidoğan bebeklerin yakla
şık %2 'sinde değişik derecelerde deformasyon mev
cuttur. Deformasyonun patogenezindeki temel olay,
büyümekte olan fetüsün anormal biyomekanik güç
lerle lokal ya da genel olarak baskıya maruz kalması
ve bunun sonucunda çeşitli yapısal anormalliklerin
ortaya çıkmasıdır. Bu deformasyonlarm en sık nedeni
uterus basısıdır. Gebeliğin 35. üe 38. haftaları arasın
da, fetüs büyük bir hızla büyürken, uterus buna uyum
sağlayamaz. Normalde bir tampon görevi gören amni-
yon sıvısının miktarı da göreceli olarak azalır. Böylece Resim 6 -2 2 Disrüpsiyonlar, gelişmekte olan bir organda, normal
normal fetüs bile, bazı derecelerde uterus basısıyla morfogenezi bozan dış kaynaklı bir anormallik sonucu ortaya çıkar.
Amniyotik bantlar disrüpsiyonun sık rastlanan bir nedenidir.
karşılaşır. İlk hamilelik olması, küçük uterus, uterus
Gösterilen spesimende, plasenta diyagramın sağındadır ve amniyon
malformasyonu (bikornu uterus) ve leiomiyomlar gibi kesesinin üst kısmından uzanan bir amniyotik bant, fetüsün bacağını
anneye bağlı faktörleri içeren çok sayıda parametre, sarmaktadır.
fetüsün aşırı basıya maruz kalma riskini arttırır. Ço (D r. Theonia B o yd Children’s H o sp ita l o f B oston , B oston , M a ssa ch u se tts tarafından
ğul gebelik bulunuşu, oligohidramniyoz ve anormal verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.) .
Konjenital Anomaliler 247
r r T 1 - 1 Etiyoloji
Pulmoner Yüz El ve Makat
hipoplazi deformiteleri ayaklarda gelişi
pozisyona bağlı insanlarda malformasyonlarm bilinen nedenleri; genetik,
deformiteler çevresel ve multifaktöriyel olarak üç ana grupta toplanabi
A lir (Tablo 6-7). Bildirilen olguların hemen hemen yansında
bir neden saptanmamıştır.
Malformasyonlarm genetik nedenleri, genetik hastalık
ların daha önce anlatılan tüm mekanizmalarını kapsa
maktadır. Aslında bütün kromozomal sendromlar konje
nital malformasyonlarla üişkilidir. Örnek olarak Down
sendromu ve diğer trizomiler, Turner sendromu ve Kli
nefelter sendromu verilebilir. Kromozomal hastalıkların
çoğu gametogenez sırasında ortaya çıktığından, ailesel
değildir. Mendelian kalıtımla karakterize olan tek-gen
mutasyonları da önemli malformasyonlarm nedeni olabi
lir. Örneğin holoprosensefali, insanlarda ön beyin ve yü
zün orta hattının en sık görülen gelişimsel anomalisidir
(Bölüm 22). Hedgehog sinyalizasyon yolağı bu yapıların
Malformasyonlarm
Neden Sıklığı* (%)
Genetik
Kromozomal hatalar 10-15
Mendelian kalıtım 2-10
Çevresel
Maternal/plasental enfeksiyonlar 2-3
Rubella
Toksoplazma
Sifiliz
Resim 6-23 A . Oligohidramniyos (Potter) sekansının patogenezi. Sitomegalovirüs enfeksiyonu
B. Oligohidramniyos (Potter) sekansı olan bir infant. Yüzün ön ta İnsan immünyetmezlik virüsü (HİV) enfeksiyonu
rafında basıklaşma ve ayak deformitesi (talipes ekinovarus) dikkat Anneye ait hastalıklar 6 -8
çekicidir. Diyabet
Fenilketonüri
Endokrinopatiler
ilaç ve kimyasal maddeler ~1
başlıca kaynağı fetal idrar olduğundan) hepsi potansi
Alkol
yel oligohidramniyos nedenlerindendir. Belirgin oligo Folik asit antagonistleri
hidramniyos eşliğinde gelişen fetüsün sıkışması yeni- Androjenler
doğan bebekte, yüzde düzleşme ve el ve ayaklarda po Fenitoin
zisyon anormalliklerini içeren klasik bir fenotipe ne Talidomid
den olur (Resim 6-23 B). Kalça çıkığı olabilir, göğüs ka Varfarin
13-C/s-retinoik asit
fesi ve akciğer gelişimi bazen yaşamla bağdaşmayacak
Diğerleri
kadar ağır etkilenebilir. Eğer tetikleyici olay ile ortaya
Radyasyon -1
çıkan defektler arasında embriyolojik bir bağlantı ku
rulamazsa, sekans yanlışlıkla malformasyon sendro- Multifaktöriyel 20-25
mu ile karıştırılabilir. Bilinmeyen Nedenler 40-60
• Malformasyon sendromu için birkaç defektin birlikte S te v e n s o n RE, H a l JG , G o o d m a n R M (e d s ): H u m a n M a lf o r m a t io n s a n d
olması söz konusudur ve morfogenezdeki hatayı baş R e la te d A n o m a lie s . N e w Y o rk , O x f o r d U n iv e r s it y P re ss, 1 9 9 3 , s 1 1 5 'd e n
latan tek bir lokalize olay ile açıklanamaz. Sendrom- v e r ile r a lın m ış tır.
* C a n lı d o ğ u m la r.
lar, çoğunlukla aynı anda birkaç dokuyu etkileyen tek
248 B Ö L Ü M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
liği simetriktir (yani bütün organ sistemlerini aynı öl kar. E rk e k cin siyet, m atern al d iyab et, sezaryen do
çüde etkiler). ğum ile arasında, kuvvetli olduğu kadar değişmez ilişkiler
• Plasental faktörler: Plasental nedenler, uteroplasental vardır.
akımı bozan herhangi bir faktörü kapsar. Plasenta RDS’deki başlıca bozukluk, immatür akciğerin yeterli
previa (plasentanın aşağıda yerleşimi), ablasyo plasen sürfaktan sentezi yapamamasıdır. Sürfaktan, yüzey-aktif
ta (plasentanın retroplasental hematom oluşturarak fosfolipidlerden oluşan bir komplekstir. Temelde dipalmito-
desiduadan ayrılması) ya da plasental infarkt sonucu iIfosfati d iIko Iin (lesitin) ve en az iki sü rfak tan ilişkili pro
gelişebilir. Plasental (ve maternal) nedenlerden kay tein grubundan oluşur. Sürfaktan ilişkili proteinlerin nor
naklanan büyüme kısıtlılığında, büyüme geriliği asi mal akciğer fonksiyonundaki önemi, ilgili genlerdeki mutas-
metriktir (yani beyin, karaciğer gibi iç organlara göre yon sonucu ortaya çıkan konjenital sürfaktan eksikliği gös
teren yenidoğanlarda ağır solumun yetmezliği ortaya çık
korunmuştur).
ması ile anlaşılabilir. Sürfaktan, tip II pnömositler tarafından
• Maternal faktörler: Bu kategori, SGA'lı bebeklerdeki sentezlenir ve sağlıklı yenidoğanın ilk nefesiyle birlikte, he
büyüme geriliğinin bugüne kadar saptanan en sık ne men alveol duvarını çevreler. Böylece yüzey gerilimi düşer,
denini oluşturur. Önemli örnekleri arasında, preek- alveolü açık tutabilmek için gerekli olan basınç azalır. Sür
lampsi ("gebelik toksemisi") (Bölüm 18) ve kronik hi faktan eksikliği olan akciğerde ise, alveollerde kollabe olma
pertansiyon gibi vasküler hastalıklar sayılabilir. Fetal ya eğilim vardır ve alveolü açabilmek için, her nefeste röla-
büyüme kısıtlılığına neden olan maternal faktörlerin tif olarak daha fazla inspiratuar çaba gerekir. Bebek bu du
uzun bir listesi vardır. Ancak bunlar arasında bazıları rum karşısında nefes alıp vermekten kısa sürede yorulur ve
kaçmılabilir etkiler olup, maternal narkotik kullanımı, yaygın atelektazi ortaya çıkar. Bunun sonucu olarak ortaya
alkol alımı ve yoğun sigara içimini kapsar. Daha önce çıkan hipoksi; epitel ve endotel hasarı gelişimine, en sonun
dikkat çekildiği gibi, bunların çoğu aynı zamanda kon- da hyalen membran oluşumuna yol açacak bir dizi olayı ha
jenital anomalilerin patogenezinde yer almaktadır. Fe rekete geçirir. (Resim 6-24). Daha sonra da anlatılacağı gi
tal büyüme kısıtlılığına benzer şekilde neden olan ilaç bi, sürfaktan eksikliğinin bu klasik tablosu, sürfaktan teda
lar arasında, sık kullanılan bir antikonvülzan olan feni- visi uygulaması ile büyük ölçüde değişmiştir.
S ürfaktan sen tezi ho rm o nlar tarafından düzen
toin (Dilantin) gibi teratojenler yanısıra, teratojen ol
lenir. Kortikosteroidler sürfaktan lipidlerinin ve ilişkili ol-
mayan ajanlar da yer alır. Maternal malnütrisyon (özel
likle uzun süreli hipoglisemi) de fetal büyümeyi etkiler.
Ancak bebeklerdeki büyüme kısıtlılığı ile annenin bes PREMATÜRİTE
lenme durumu arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır.
Büyüme kısıtlılığı olan bebekler sadece perinatal dönem I
Azalmış sürfaktan sentezi, depolanması ve salımmı
de dezavantajlı olmazlar, aynı zamanda kayıplar, çocuk
luk dönemi ve erişkin hayatlarında da devam eder. Etkile
nen kişilerde, bu nedenle, beyin fonksiyonlarında bozuk
luk, öğrenme güçlüğü ve duysal (görme ve duyma gibi)
gerilik şeklinde sorunlar gelişmesi yüksek olasılıktadır.
YENİDOĞAN1N RESPİRATUAR
DİSTRES SENDROMU
Yenidoğanda respiratuar distresinin pek çok nedeni var
dır. Bunlar arasında anneye aşırı sedasyon uygulanması,
doğum sırasında fetüsün kafa travması, kan ya da amni-
yotik sıvı aspirasyonu ve göbek kordonunun boyuna do
lanması sonucu oluşan kompresyona sekonder intraute-
rin hipoksi sayılır. Ancak en sık neden, hyalen membran
hastalığı olarak da bilinen respiratuar distres sendromu (RDS)
olup, bu durumdan ölen bebeklerde gözlenen, periferik
hava boşluklarında "membran" oluşumu nedeniyle bu
isim ile bilinmektedir. Birleşik Devletlerde yılda yaklaşık
olarak 24,000 bebekte RDS görüldüğü tahmin edilmekte
dir. Bu hastalığın tedavisinde sağlanan ilerleme, bir dekad
önce yılda 5000 olan respiratuar yetmezliğe bağlı ölüm
oranım, dramatik olarak 900'ün altına düşürmüştür.
PA TO G EN EZ
Alveollere plazma — ^ Fibrin + nekrotik
RDS tem eld e p rem a tü r b ebeklerin b ir hastalığıdır. sızması hücreler (hyalen
Gebeliğin 28. haftasından önce doğanların %60’ında görü membran)
lürken, 28 ile 34. haftalar arasında doğanların %30’ unda ve
Resim 6 -2 4 Respiratuar distres sendromunun patofizyolojisi (met
34. haftadan sonra doğanların ise %5’ten azında ortaya çı
ne bakınız).
Yenidoğanın Respiratuar Distres Sendromu 251
duğu proteinlerin oluşumunu uyarır. Dolayısıyla intrauterin doğumun geciktirilmesi ya da riskli fetüslerde akciğer
stres ve fetal büyüme kısıtlılığı yaparak kortikosteroid salı- matürasyonunun uyarılması hedeflenir. Burada kritik
nımını arttıran durumlarda, RDS gelişme riski azalır. Diya- olan, fetal akciğerin matürasyonunun doğru olarak de
betik anne bebeklerindeki yüksek insülin düzeyi, steroidle- ğerlendirilmesidir. Pulmoner sekresyonlar amniyon sıvı
rin etkisinin aksine, sürfaktan sentezini baskılayabilir. Bu sına atıldığından, amniyon sıvısındaki fosfolipidlerin
durum kısmen de olsa, diyabetik annelerden doğan bebek analizi alveoler yüzeydeki sürfaktan seviyesi hakkında
lerdeki yüksek RDS riskini açıklayabilir. Doğum eyleminin iyi bir tahmin bilgisi vermektedir. Ağır prematür bebek
sürfaktan sentezini arttırdığı bilinmektedir. Bu yüzden do lere (gebelik yaşı 28 haftanın altında doğanlar), doğum
ğum eylemi başlamadan yapılan sezaryan ameliyatı ile art da profilaktik olarak ekzojen sürfaktan verilmesinin çok
mış RDS riski arasında birliktelik vardır. faydalı olduğu gösterilmiş olup, artık bebekler, nadir ola
rak akut RDS'-den ölmektedir.
Komplike olmayan olgularda 3-4 gün içinde iyileşme
başlar. Etkilenen bebeklerde oksijen tedavisi gereklidir.
MORFOLOJİ
Ancak ventilatörle yüksek konsantrasyonda oksijen ve
RDS’li olan bebeklerin, akciğerleri normal boyutlardadır, rilmesinin, gözlerde retrolentalfibroplazi (diğer adıyla pre-
ancak ağırdır ve göreceli olarak az havalanmaktadır. Alaca matürite retinopatisi) ve bronkopülmoner displazi (BPD) gi
lı mor renkli olup, mikroskopik incelemede doku solid gö bi iki iyi bilinen komplikasyonu vardır.
rünümdedir ve iyi gelişmemiş, genel olarak kollabe olmuş • Prematürite retinopatisinin patogenezinde iki faz var
(atelektatik) alveoller görülür. Eğer bebek hayatın ilk bir dır. RDS tedavisinin hiperoksik fazında (faz I) pro-an-
kaç saati içerisinde ölürse, terminal bronşiyollerde ve alve-
jiogenik vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF)
oler duktusiarda sadece nekrotik hücresel debris izlene
ekspresyonu belirgin olarak azalmıştır ve endotelyal
cektir. Olayın daha ileri döneminde ise, karakteristik eozi-
nofilik hyalen m em b ran lar respiratuar bronşiyolleri, al-
hücre apoptozisi görülür. Göreceli olarak hipoksik
veoler duktusları ve gelişigüzel alveolleri döşer (Resim 6- olan oda havasıyla ventilasyona geçilince (faz II),
25). Bu “ membranlar” , damar dışına çıkmış plazma prote VEGF düzeyi tekrar artar ve retinadaki lezyonlarm
inleri ile karışmış nekrotik epitel hücrelerinden oluşur. Bu karakteristik bulgusu olan retinal damarlarda prolife-
membranlarla ilişkili nötrofilik inflamatuar reaksiyon dikkat rasyonu (neovaskülarizasyon) başlatır.
çekici derecede azdır. Hyalen membran hastalığının lezyon- • Bronkopülmoner displazideki başlıca bulgu, alveoler
ları, ölü doğanlarda ya da doğumdan sonra hemen ilk saat septasyonda belirgin azalma (büyük, basitleşmiş alve
lerinde ölen bebeklerde asla görülmez. Eğer bebek birkaç oler yapıları şeklinde kendini gösterir) ve dismorfik ko
gün sonra kaybedilecek olursa, tip II pnömositlerde prolife- piller yapılanmadır. Bu nedenle güncel yaklaşımda,
rasyon ve interstisyel fibrozis gibi reparatif (onarım) deği BPD'ye akciğerin sakküler evresindeki alveolar sep-
şikliklerin kanıtları görülür. tasyon gelişiminde ortaya çıkan, olasılıkla geri dönü
şümlü bir bozulmanın neden olduğu düşünülmekte
dir. Hiperoksemi, hiperventilasyon, prematürite, inf
Klinik Özellikler lamatuar sitokinler ve vasküler gelişim bozukluğu gi
Eksojen sürfaktan tedavisi verilmeye başlanmadan önce bi faktörler, BPD gelişimine katkı sağlamakta ve olası
ki döneme ait klasik klinik bulgulardan, daha önce bah lıkla hasarı artıracak yapıcı ve sinerjik rolü üstlenmek
sedilmişti. Günümüzde ise RDS için güncel klinik gidiş tedirler. BPD'nin zaman içinde gelişeceği bebeklerin
ve prognoz, bebeğin matüritesine ve doğum ağırlığına ve alveollerinde, çeşitli proinflamatuar sitokinlerin (TNF
de klinikte tedaviye başlanma hızına bağlı olarak deği ve interlökinler IL-1 j3, IL- 6 ve IL-8 ) düzeylerinin art
şiklik göstermektedir. RDS'nin kontrolündeki başlıca mış olması, bu sitokinlerin pulmoner gelişimin durak-
strateji hastalığın önlenmesine yöneliktir ve bunun için latılmasmda rolünün olduğunu işaret etmektedir.
ya fetal akciğerin matürasyonunu tamamlayana kadar
Daha uygun ventilasyon teknikleri, antenatal glukokorti-
koid tedavisi ve profilaktik sürfaktan verilmesi sonucun
da, bu iki komplikasyonun görülme sıklığında belirgin
azalmamn olması sevindiricidir.
RDS'den iyileşen bebekler, preterm doğumla ilişkili
diğer bazı komplikasyonlar açısından da risk altındadır.
Bunlar arasında en önemlileri olarak; patent duktus arte-
riozus, intraventriküler kanama ve nekrotizan enterokolit
(NEK) sayılabilir. Teknolojideki ilerlemeler RDS'li birçok
hastanın yaşamını kurtarmaya yardımcı olurken, bu im-
matür yenidoğanlarm ne kadar hassas ve kırılgan olduk
larını da ortaya çıkarmaktadır.
O ÖZET
Neonatal Respiratuar Distres Sendromu
Resim 6 -2 5 Hyalen membran hastalığı (hematoksilen-eozin • Neonatal RDS (hyalen membran hastalığı) bir prematüre
boyası). Alveollerde hem atelektazi ve hem de dilatasyon alanları hastalığıdır, olguların çoğu gebelik haftası olarak 28 haf
mevcuttur. Dilate alveolleri döşeyen kalın, eozinofîlik hyalen mem tanın altında doğan bebeklerdir.
branlar dikkati çekmektedir.
252 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Resim 6 -2 6 Nekrotizan enterokolit. A , Ağır bir vakanın postmortem incelemesinde, ince bağırsağın tümü ileri derecede dilate ve duvarı
korkulacak derecede incelmiş idi (genellikle bu görünüm, perforasyon olacağının bir işaretidir). B, İleumun konjesyonlu kısmının
mikroskopik karşılığı, hemorajik infarkt ve transmural nekroz alanlarıdır. Pekçok alanda submukozal hava kabarcıkları (pnömatozis intesti
nalis) mevcuttur (oklar).
Ani Bebek Ölümü Sendromu 253
SİDS ile ilgili koşullar hakkında çok sayıda detaylı araştırma Parental (Ebeveyn kökenli)
lar yapılmıştır. Genel kanı bunun m u ltifaktö riyel b ir du Genç anne yaşı (20 yaşından daha genç)
rum olduğu yönündedir ve her olgu için değişik faktörlerin Hamilelik sırasında sigara içimi
katkıda bulunması söz konusudur. SİDS için “ tripl model” Ebeveynlerden birinde ilaç bağımlılığı, özellikle babada marihuana
önerilmiştir. Bu model üç değişkenin birbiriyle kesişen etki ve annede opiad/kokain kullanımı
Kısa aralıklarla doğum yapma
lerine dayanmaktadır: 1) hassas b ir bebek, 2) homeos-
Prenatal bakım için geç kalınması ya da hiç yapılmaması
ta t ik ko n tro l açısından k r it ik b ir gelişim dönem i ve Düşük sosyoekonomik grup
3) bir y a da birden fa zla dış k a y n a klı stre s. Bu mode Afriko-Amerikalılar ve Amerikan yerlisi kökenli olmak
le göre, kritik gelişimsel dönemde (1 ay-1 yaş arasında) or (? sosyoekonomik faktörler)
taya çıkan pekçok faktör, bir bebeği ani ölüme duyarlı kıla
Bebek
bilir. Bu faktörler, ebeveynlere ya da bebeğe özgü olurken,
dış stres verici faktörler ise çevreye aittir (Tablo 6-8). Du Beyin sapı anormallikleri (uyarılma ve kardiyorespiratuar
kontroldeki bozukluklarla ilişkili)
yarlı bir bebek için pekçok özellik ileri sürülmüş olmakla
Prematürite ve/veya düşük doğum ağırlığı
birlikte, bunlar arasın d a en kabul göreni, SİDS’te Erkek cinsiyet
uyanm a refleksi ve ka rd iyo re sp iratu a r ko n tro l geli Çoğul gebeliklerden olan bebekler
şim i ile ilgili b ir g e rilik olduğudur. Beyin sapı, özellikle Kardeşinde önceden var olan SİDS öyküsü
de ventral medüller yüzeydeki a rk u a t n ü kleu s, vücudun Geçirilmiş respiratuar enfeksiyon öyküsü
uyku sırasında hiperkarbi, hipoksi ve termal strese karşı Otonomik sinir sistemi genlerinde “germline” polimorfizmi
uyanma refleksinde kritik bir rol oynar. Bu alanlar aynı za Çevresel
manda solunum, kalp hızı ve vücut ısısını düzenler. Belli be
Yüzüstü yatarak uyma
beklerde bu bölgenin gelişiminde, henüz tam olarak anlaşı Yumuşak bir yüzey üzerinde uyuma
lamayan nedenlerle bir bozukluk ya da matürasyonunda Hipertermi
gecikme olabilir. Böylece tehlikeli uyaranlara karşı uyanma Yaşamın ilk üç ayında ebeveyn ile birlikte uyuma
yanıtı da bozuktur. SİDS bebeklerinde, se ro to n e rjik sin
Ani Beklenmeyen Bebek Ölüm Olgularında Saptanan
yalizasyon ve o tonom ik inervasyon ile ilgili genlerdeki Postmortem Anormallikler*
belli polimorfîk değişikliklerin, genel popülasyona göre
Enfeksiyonlar
yüksek oranda bulundukları gösterilmiştir. Bu bulgu da, ge Viral miyokardit
netik faktörlerin bebeklerde, uyanma refleksi eksikliğine Bronkopnömoni
yatkınlık sağlayıcı bir rol oynayabileceğini ortaya koymakta Şüphelenilmeyen konjenital anomali
dır. SİDS için olası çevresel nedenler arasında, muhtemelen Konjenital aort stenozu
en önemli kontrol edilebilir risk faktörleri, yüzüstü uyuma, Sol koroner arterin pulmoner arterden çıkış yerinin anomalili
yumuşak yüzeyde uyuma ve termal strestir. Yüzüstü yat oluşu
Travmatik çocuk istismarı
ma, uyku sırasındaki bir ya da birden fazla tehlikeli uyarana
Kasıtlı boğma (fîlisid)
(hipoksi, hiperkarbi, termal stres) karşı bebeğin duyarlılığı
Genetik ve metabolik defektler
nı arttırır. Ayrıca yüzüstü yatma, sırtüstü yatma ile kıyaslan Uzun QT sendromu (SCNSA ve KCNQ1 mutasyonları)
dığında, azalmış uyanma refleksi ile ilişkilidir. Avrupa, Yağ asidi oksidasyon bozuklukları (MCAD, LCHAD, SCHAD
Avustralya, Yeni Zelanda ve Birleşik Devletlerde yapılan ça mutasyonları)
lışmalar, yüzüstü uyuyan bebeklerde SİDS riskinin belirgin Histiyositoid kardiyomyopati (MTCYB mutasyonu)
olarak arttığını gösterdiğinden, Amerikan Pediatri Akade Anormal inflamatuar cevapsızlık (C4a ve C4b’de parsiyel
misi, bebeklerin uyumaya bırakılırken, sırtü stü y a tırıl delesyonlar)
m asını önermektedir. Bu “ Uykuya Dönüş” kampanyası, *S İD S , a n i b e k le n m e y e n b e b e k ö lü m le r in in t e k n e d e n i d e ğ ild ir. A s lın d a bu
ta n ı b ir dışlama tanısıdır. Bu n e d e n le o t o p s i y a p ılm a s ı, a n i b e k le n m e y e n
uygulanmaya başlanıldığı 1994 yılından bu yana, SİDS ile
ö lü m n e d e n in i a ç ık la y a c a k b u lg u la r o r t a y a k o y a b ilir. A ç ık ç a s ı b u o lg u la r
ilişkili ölümlerin zaman içerisinde azalmasına yol açmıştır. SİD S o la r a k ifa d e e d ilm e m e lid ir.
C 4 , k o m p le m a n k o m p o n e n ti 4 ; K C N Q 1 , v o lta j-g e ç itli p o ta s y u m kana lı;
L C H A , u z u n z in c ir 3 - h id ro k s ia ç il k o e n z im A d e h id r o g e n a z ; M C A D , o r t a
z in c ir a ç il k o e n z im A d e h id r o g e n a z ; M T C Y B , m it o k o n d r iy a l s it o k r o m b;
enzimlerindeki eksikliklerle karakterize yağ asidi oksidas- Tablo 6-9 Fetal Hidropsun Ana Nedenleri**
yon bozuldukları, ani bebek ölümlerinin %5 kadarından
Kardiyovasküler
sorumlu olabilir. Bunlar arasında en sık olanı orta-zincir
Malformasyonlar
açil-koenzim A dehidrogenaz eksikliğidir. Önceleri SİDS
Taşiaritmi
olarak tanımlanan ani bebek ölüm olgularında yapılan
Yüksek debili kalp yetmezliği
retrospektif çalışmalarda, QT aralığında uzama ile karak
terize kardiyak aritmilere yol açan, sodyum ve potasyum Kromozomal
kanallarında mutasyonlar saptanmıştır. Bu olgular SİDS Turner sendromu
ölümlerin yaklaşık %1'lik kısmını oluşturur. Bir kardeşte Trizomi 21, trizomi 18
SİDS öyküsünün olması, tekrarlama riskini 5 kat arttır Torasik
maktadır. Travmatik çocuk istismarı da, bu durumlarda
Kistik adenomatoid malformasyon
mutlaka dikkatlice ekarte edilmesi gereken bir durumdur.
Diyafragmatik herni
Fetal anemi
Ö ZET Homozigot a-talasemi
Parvovirüs B19
Ani Bebek Ölümü Sendromu (SİDS, “Sudden Infant immün hidrops (Rh ve ABO)
Death Syndrome”)
İkiz Gebelik
• SİDS nedeni bilinmeyen bir hastalıktır. Tanım olarak, 1 ya
ikizden ikize transfüzyon
şından küçük bir bebeğin, otopsi dahil, eksiksiz inceleme
lere rağmen nedeni açıklanamayan ani ölümüdür. SİDS Enfeksiyon (parvovirus dışındakiler)
ölümlerinin çoğunda yaş 2 ile 4 ay arasında ortaya çıkar. Sitomegalovirüs
• SİDS’in en olası temeli, uyanma refleksi ve kardiyorespira- Sitiliz
tuar kontrolde gelişimsel gecikmedir. Toksoplazmozis
• Birçok risk faktörü ortaya konmuştur. Bunlar arasında en Genitoüriner sistem enfeksiyonları
iyi bilinen yüzüstü uyuma pozisyonudur. Bu nedenle “ Uy
kuya Dönüş” programının başarısı ile, SİDS sıklığında be Tümörler
' f:.................
lirgin azalma sağlanmıştır. Genetik/Metabolik Hastalıklar
* F e ta l h id r o p s o lg u la rın % 2 0 k a d a rın d a " id io p a tik " o la b ilir.
M a c h in G A : H y d r o p s , c y s tic h y g r o m a , h y d r o t h o r a x , p e r ic a rd ia l e ffu s io n s ,
a n d f e ta l a s c ite s . In: G ilb e r t - B a r n e s E ( e d ) : P o tt e r 's p a t h o lo g y o f fe tu s a n d
Resim 6 -2 7 Hidrops fetalis. A , Fetüste yaygın olarak sıvı toplanması. B, Sıvı birikimi özellikle boyundaki yumuşak dokularda belirgindir.
Bu duruma kistik higroma denilmektedir. Kistik higromalar karakteristik olarak 45,X karyotipliler gibi yapısal kromozom anomalileri ile
birlikte görülse de, bunlarla sınırlı değildir.
(Dr. Beverly Rogers, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical Center, Dallas, Texas tarafından verilen kişisel izin ile kullanılmıştır.).
■* ' • #
i
j £ W a a
i
l ö l l t • « • >
» -a ‘ ® • «
r# #
4r r j r » ^ , « _
A » - 2 fi
- * # ?
3 ’ ............î V - v , m Jf
Resim 6 -2 8 Parvovirus B19 enfeksiyonu olan bir bebeğin kemik Resim 6-29 Non-immün hidrops fetalisi olan bir bebeğe ait bu his
iliği. Oklar iri homojen intranükleer inkülüzyonları olan iki eritroid tolojik kesitlerde, matür hepatositlerin arasında dağınık halde
prekürsör hücreyi göstermektedir, inkülüzyonların çevresinde ekstramedüller hematopoez adaları (küçük mavi hücreler) görül
artık periferal kromatinden oluşan çerçeve vardır. mektedir.
K linik Gidiş
İntrauterin sıvı birikiminin erken tanınması çok önemli
dir. Çünkü ağır vakalar bile, bazen günümüzde mümkün
da bozulma ile birlikte sekonder karaciğer yetmezliği de olan tedavi ile kurtarılabilir. Rh uyuşmazlığına bağlı or
ortaya çıkabilir. taya çıkan fetal hidropsun derecesi, aşağı yukarı doğru
olarak tahmin edilebilir. Çünkü hastalığın ağırlığı, gebe
lik sırasında annedeki Rh antikor düzeyinde ortaya çı
M ORFOLOJİ kan ani yükselme ile paralellik gösterir. Amniyosentez
ile alman amniyotik sıvı, yüksek bilirubin seviyesi göste
intrauterin sıvı birikimi olan fetüslerdeki anatomik bulgular, rilebilir. Eğer fetal eritrositler maternal antikorlarla kap
hastalığın ağırlık derecesi ve altta yatan etyolojik bozukluğa lanmışsa, fetal lcord kanında yapılan, insan anti-globulin
göre çeşitlilik gösterir. Daha önce de belirtildiği gibi, hid- testi (Coombs testi) (Bölüm 11) pozitif sonuç verir. Ante
rops fetalis en ağır ve jeneralize bulguları gösterir (Resim natal kan değişimi ("exchange transfusion") etkili bir te
6-27). Ancak izole olarak plevral, peritoneal ya da ensede davi yöntemidir. Postnatal dönemde fototerapi yararlıdır,
sıvı birikimi şeklinde daha hafif derecede ödem olabilir. Bu çünkü gün ışığı, bilirubini kolayca atılabilen dipirrollere
na göre bebekler ölü doğabilir, birkaç gün içinde kaybedile-
bilir ya da tamamen iyileşebilir. Dismorfik bulguların varlığı,
altta yatan yapısal kromozom anomalilerini düşündürebilir.
Postmortem inceleme herhangi bir kardiyak anomaliyi o r
taya çıkarabilir. Fetal anemi ile birlikte olan hidropsta, ka
rakteristik olarak hem fetüs hem de plasenta çok soluktur.
Olguların çoğunda karaciğer ve dalak kalp yetm ezliği so
nucu büyümüştür ve konjesyonedir. Ayrıca kemik iliğindeki
eritroid öncüllerde kompansatuar hiperplazi görülür (par-
vovirüs ilişkili aplastik anemi istisna oluşturur) ve karaciğer,
dalak yanısıra, büyük olasılıkla böbrek, akciğer, lenf nodla-
rı, hatta kalp gibi diğer organlarda da e k stra m e d ü lle r he-
m atopoez mevcuttur. Artm ış hematopoetik aktivite, peri-
ferik dolaşımda görülen çok sayıdaki normoblast, hatta da
ha immatür eritrositlerin varlığını (e ritro b la sto zis feta
lis) açıklar (Resim 6-29).
Rh veya ABO uygunsuzluğundaki hemolizin varlığı, erit
rositlerin yıkımı sonucunda dolaşımda artan bilirubinin, tab
loya eklenmiş komplikasyonları ile ilişkilidir. Hiperbilirubi-
neminin belirgin olduğu durumlarda (genellikle term be
beklerde 20 m g /d L ’nin üzerinde, prematürelerde sıklıkla
daha düşük değerlerde) SSS hasarı görülebilir. Dolaşımdaki
konjüge olmayan bilirubin, beyin hücreleri tarafından alının
ca, hücreler üzerinde aşikar toksik etki yaratır. Bilirubin Resim 6 -3 0 Kernikterus. Örneğin immün hidrolize sekonder geli
pigmenti birikimine, özellikle bazal gangliyonlar ve beyin sa şen, yenidoğan dönemindeki ağır hiperbilirubinemi, beyin paranki-
pı duyarlıdır. Bilirubin birikimi, bu bölgelerdeki parankimde minde bilirubin pigmenti birikimine (oklar) neden olur. Bu durumun
karakteristik sarı renk değişikliği (k e rn ik te ru s) (Resim 6- oluşmasının nedeni, kan-beyin bariyerinin, yenidoğan döneminde
30) oluşturur. erişkinlikte olduğu kadar iyi gelişmemesidir. Hayatta kalan bebek
lerde, uzun dönemde nörolojik sekeller ortaya çıkar.
Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Tümörleri ve Tümör Benzeri Lezyonları 257
çevirir. Daha önceden tartışıldığı üzere, olguların büyük neoplazi arasında sıklıkla ince bir sınır vardır ve çeşit
çoğunluğunda, anneye anti-D globülin verilmesi, sonra li şekillerde yorumlanır. Bazı araştırmacılara göre he-
ki gebeliklerde immiin hidrops gelişmesini önler. ABO manjiyomlar, lenfanjiyomlar, kalpteki rabdomyomlar
grup uygunsuzluğuna bağlı gelişen hemolitik hastalığı ve karaciğer adenomları hamartom iken, diğerleri tara
öngörmek daha zordur. Ancak anne ile baba arasındaki fından gerçek neoplaziler olarak kabul edilmektedir.
kan grubu uyuşmazlığının farkında olunması durumun
da ve olasılığı olan yenidoğan bebekte hemoglobin ve bi Benign Tümörler
lirubin ölçümleri ile kolayca düşünülebilir. Ölümcül sey
reden hidrops olgularında detaylı postmortem inceleme, Aslında çocukluk yaş grubunda her tümör görülebilirse
hem hidropsun nedenini ortaya koymak, hem de kromo de, üç tanesi; hemanjiyomlar, lenfanjiyomlar ve sakro-
zom anomalisi gibi tekrar edebilecek durumları ekarte koksigeal teratomlar çocukluk çağında sık görüldüğün
etmek açısından çok önemlidir. den, burada bahsedilmeyi haketmektediıier.
Hemanjiyomlar bebeklik döneminin en sık görülen tü
mörleridir. Hem kavernöz hem de kapiller hemanjiyom
Ö ZET lar görülebilir (Bölüm 9). Ancak kapiller olanlar, sıklıkla
erişkinlerdekine göre hücreden daha zengindir ve bu ne
Fetal Hidrops
denle aldatıcı olarak görünümü endişe verici olabilir. Ço
• Fetal hidrops, intrauterin büyüme sırasında fetüste cuklarda hemanjiyomların çoğu, özellikle yüz ve saçlı de
ödem sıvısının birikimi demektir. ride yerleşim gösterir. Yüzeyi düz ya da yüzeyden kaba
• Sıvı birikiminin derecesi değişkendir, jeneralize hidrops rık, düzensiz, kırmızı-mavi renkli kitleler yapar. Yüzeyi
fetalisten, lokalize kistik higromaya kadar çeşitlilik göste düz ve daha büyük lezyonlar "Porto şarabı lekesi (port wi
rebilir. ne stains)” adıyla da anılır. Hemanjiyomlar çocuğun bü
• Fetal hidropsun en sık nedenleri nonimmün olaylardır yümesiyle birlikte büyüyebilir, ancak çoğu zaman kendi
(kromozom anomalileri, kardiyovasküler defektler ve fe liğinden geriler (Resim 6-31). Yüzeysel hemanjiyomların
tal anemi). İmmün hidrops, Rh antikor profilaksisi saye çoğu sadece kozmetik açıdan önemlidir, nadiren bunlar
sinde daha seyrek görülmektedir. von Hippel-Lindau ve Sturge-Weber sendromları gibi iç
• Eritroblastozis fetalis (dolaşımdaki immatür eritroid ön organlarda da bulguları olan kalıtsal hastalıklarla ilişkili
cülleri nedeniyle) fetal anemi ilişkili hidropsun karakteris
tik bulgusudur.
• Özellikle prematür bebeklerde, hemolizin indüklediği hi-
perbilirubinemi bazal gangliyonlar ve beyin sapında ker-
nikterusa neden olabilir.
BEBEKLİK VE Ç O C U K L U K
D Ö N E M İN İN TÜMÖRLERİ VE TÜ M Ö R
BENZERİ LEZYONLARI
Malign neoplaziler, 4 ile 14 yaşları arasındaki çocuklarda
en sık ikinci ölüm nedeni olup, sadece kazalar daha yük
sek sıklığa ulaşabilir. Benign tümörler ise kanserlerden
bile daha sıktır.
Bebek ve çocuklarda gerçek tümörleri, morfolojik
özellikleri ile tümör benzeri lezyonlardan ayırmak zor
dur. Burada tümör benzeri lezyonlarm iki özel tipinden
bahsetmek uygundur:
• Heterotopi ya da koristom mikroskopik olarak normal
olan hücre ya da dokuların anormal lokalizasyonlarda
bulunması demektir. Örnek olarak; pankreatik doku
artığının ("rest") mide ya da ince barsak duvarında
bulunması ile küçük kitleler halindeki adrenal hücre
lerinin böbrek, akciğer, over ya da başka bölgelerde
bulunması verilebilir. Heterotopik artıkların klinik
önemi genellikle azdır, ancak görünümlerine bağlı
olarak, neoplazilerle karıştırılabilinir.
• Hamartom, hücre ve dokuların doğal olarak geliştiği or
gan içerisinde, aşırı, fakat fokal olarak büyümesidir.
Her ne kadar hücresel elemanlar matür ve bulunduğu
Resim 6-31 Konjenital kapiller hemanjiyomun; doğumdaki (A ) ve
organın diğer kısmı ile aynı özellikte olsa da, çevresin lezyon spontan iyileşme gösterdikten sonra iki yaşındaki (B) görü
deki dokunun normal yapısını meydana getirmezler. nümü.
Hamartomlar, malformasyonlarla neoplaziler arasında (Dr. Eduardo Yunis, Children's Hospital o f Pittsburgh, Pittsburgh, Pennsylvania tara
bir bağlantı gibi düşünülebilir. Hamartom ile benign fından verilen kişisel izin ile kullanılmışbr.).
258 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
olabilir (Bölüm 9). SSS kavernöz hemanjiyomlarımn bir Tablo 6-10 Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Sık Görülen Malign
alt grubu ailesel olarak görülür. Etkilenen ailelerde, sereb- Neoplazileri
ral kavernöz malformasyon (cerebral cavernous malformati 0-4 Yas 5-9 Yaş 10-14 Yaş
on) (CCM) genlerinde mutasyon vardır.
Lösemi Lösemi Hepatoselüler
Lenfanjiyomlar hemanjiyomların lenfatik karşılığını
Retinoblastom Retinoblastom karsinom
temsil eder. Mikroskopik olarak, endotel hücreleriyle dö Nöroblastom Nöroblastom Yumuşak doku
şeli, çevresinde lenfoid hücre kümeleri içeren, kistik ve Wilms tümörü Hepatoselüler sarkomu
kavernöz boşluklardır. Bu boşlukların tümeninde genel Hepatoblastom karsinom Osteojenik sarkom
likle soluk renkli bir sıvı mevcuttur. Bunlar deride görü Yumuşak doku Yumuşak doku Tiroid karsinomu
lebileceği gibi, daha önemli olarak boyun, aksilla, medi- sarkomu (özellikle sarkomu Hodgkin hastalığı
asten ve retroperitoneal dokuların derin bölgelerinde de rabdomyosarkom) Ewing tümörü
yerleşim gösterebilir. Histolojik olarak benign olmalarına Teratomlar SSS tümörleri
rağmen, doğumdan sonra büyümeye eğilimli oldukları, SSS tümörleri Lenfoma
için mediastinal yapıları veya aksilladaki sinir dallarını SSS, s a n tr a l s in ir s is te m i
sıkıştırabilirler.
Sakrokoksigeal teratomlar çocukluk çağının en sık görü
len germ hücreli tümörleridir ve olguların yaklaşık %40 lik ve çocukluk döneminin malign tümörleri biyolojik ve
ve fazlasını oluşturur (Resim 6-32). Teratogenez ve onko- histolojik olarak da erişkinlerdekinden farklıdır. Başlıca
genezdeki mekanizmaların ortak noktalarını yansıtacak farklılıklar şunlardır:
şekilde, sakrokoksigeal teratomlarm yaklaşık %1 0 'unun • Anormal gelişim (teratogenez) ile tümör indüksiyonu
konjenital anomalilerle ilişkili olması ilginçtir. Bu konje- (onkogenez) arasında yakın bir ilişkinin nisbeten sık
nital anomaliler arasında; primitif barsağm arka kısmı olarak gösterilmesi
("hindgut") ve kloakal bölgenin primer defektleri yanısı- • Kansere yatkınlık yapan yapısal genetik anormallikle
ra, meningosel ve spina bifida gibi diğer orta hat defekt rin ya da sendromların prevalansı
leri sayılabilir. Bunların tümörün lokal etkisi sonucu oluş • Fetal ve neonatal malignitelerde spontan gerileme ya
tuğuna inanılmamaktadır. Bu tümörlerin yaklaşık %75'i da matür elemanlara "diferansiye olma" eğilimi
histolojik olarak matürdür ve benign bir gidiş sergiler. • Birçok çocukluk çağı tümörünün sağkalım ve iyileşme
Yaklaşık %12'si ise kesinlikle malign ve ölümcüldür (Bö şansının yüksek olması nedeniyle, daha fazla dikkat,
lüm 17). Geriye kalanlara immatür teratom denmektedir kurtulanlarda kemoterapi ve radyoterapinin istenme
ve bunların malignite potansiyeli, içerdikleri immatür do yen geç etkilerini en aza indirmek ve ikinci malignite-
kuların miktarına bağlıdır. Benign teratomlarm çoğuna lerin gelişmesini önlemek üzerine toplanmıştır.
küçük bebeklerde (4 aylık ya da daha genç) rastlanırken,
Birçok malign pediatrik neoplazi histolojik olarak kendi
malign lezyonu olan çocuklar, genellikle daha büyüktür.
sine özgüdür. Genellikle mikroskopik olarak, pleomorfik-
anaplastik değil de, primitif (embriyonaî) görünüme sa
Malign Tüm örler hiptirler ve sıklıkla tümörün köken aldığı bölgeye spesi
fik organogenez özelliklerini gösterirler. Çok sayıda ço
Bebeklik ve çocukluk döneminde malign neoplazilerin
en sık görüldüğü organ sistemleri hematopoetik sistem, cukluk çağı tümörü, primitif histolojik görünümleri nede
sinir dokusu ve yumuşak dokulardır (Tablo 6-10). Bu da niyle küçük, yuvarlak, mavi hücreli tümörler adı altında top
lanır. Bunlar küçük, yuvarlak çekirdekli hücrelerin taba
ğılım erişkinlerde belirgin derecede farklıdır; akciğer,
kalp, prostat ve kolon tümörleri en sık olanlardır. Bebek- kalar oluşturması ile karakterizedir. Bu gruptaki tümörler
içinde nöroblastom, lenfoma, rabdomyosarkom, Ewing
sarkomu (periferik nöroektodermal tümör) ve bazı Wilms
tümörü olguları yer alır. Kesin tanıyı koymak için yeterli
düzeyde belirleyici özellik genellikle sadece histolojik in
celeme ile saptanabilir. Ancak gerektiğinde, klinik ve rad
yolojik bulgular ile birlikte, ileri tetkikler (kromozom ana
lizi, immünperoksidaz boyama ve elektron mikroskopik
inceleme gibi) de kullanılır. Bu bölümde, pediatrik tümör
ler ile erişkindekiler arasındaki farklılıkları vurgulamak
amacıyla, sık görülen üç tümör olan nöroblastom, reti-
noblastom ve Wilms tümörü anlatılacaktır.
Nöroblastom
"Nöroblastik" terimi, primordial nöral krest hücrelerin
den köken alan ve bu hücrelerin yerleştikleri organlar
olan sempatik gangliyonlar ile adrenal medullaya ait tü
mörleri kapsar. Nöroblastom, bu gruptaki tümörlerin en
önemlisidir. Beyin tümörlerinden sonra, çocukluk çağın
da en sık görülen ikinci sıradaki solid tümördür. Bütün
pediatrik neoplazilerin %7-10'unu ve bebeklik dönemin
Resim 6 -3 2 Sakrokoksigeal teratom. Bebek ile karşılaştırıldığında, deki malignitelerin yaklaşık %50'sini oluşturur. Nörob-
lezyonun büyüklüğü dikkat çekicidir. lastomlar kendine özgü pekçok biyolojik özellikleri olan
- -g g r: 5 S g ^ > -.
M OR FO LO Jİ
©Çocukluk çağındaki nöroblastomların yaklaşık %40’ ı, ad
renal m edulla kökenlidir. Diğerleri sempatik zincirin her
hangi bir yerinde gelişebilir, bunlar arasında en sık olanlar, 'A f '■ ' <t, ,g\ " • - <•
abdomenin (%25) ve arka mediastenin (%15) paraverteb ---- - • - J ')■ « â t • ;
ral bölgeleridir. Makroskopik olarak nöroblastomlar küçük
V « V ' - * , \ - . n ^ ‘ , > 't* i
nodüllerden (in situ lezyonlar), 1 kg’dan daha fazla ağırlık
ta büyük kitlelere kadar değişik boyut gösterebilir. İn situ , - V* r V^.
nöroblastomlar, kitle yapan tümörlerden yaklaşık 40 kat v ; v • vr
daha sıktır. Bu sessiz lezyonların büyük çoğunluğu spontan * te < »t f .. ’ J »* ,
regresyon gösterir ve erişkinlik döneminde geriye, sadece
l\‘ v> \ -..-'o
bir fibrozis ya da kalsifikasyon odağı kalır. Bazı nöroblas
tomlar, fibröz bir psödokapsül ile keskin sınırlı olabilir, an Resim 6 -3 3 A , Nöroblastom. Bu tüm ör ince fibriiler matriks
cak diğerleri oldukça fazla infiltratiftir; böbrek, renal ven, (nöropil) içinde bulunan küçük hücrelerden oluşur. Sağ üst köşede
vena kava gibi komşu dokulara invazyon gösterir ve aortu görülen Homer W right psödorozeti, ortadaki nöropil ve bunun
çevreler. Tümörün kesit yüzü gri-bej renkte, yumuşak, be çevresinde konsentrik olarak dizilmiş tü m ö r hücrelerinden
yin dokusu gibidir. Büyük tümörlerde nekroz, kistik deje oluşmaktadır. B, Ganglionöromlar; nöroblastomların spontan ya da
nerasyon ve kanama alanları vardır. tedaviye bağlı matürasyonu sonucu oluşur, neoplastik ganglion
Histolojik olarak, klasik nöroblastom yuvarlak, koyu çe hücrelerini temsil eden, veziküler nükleuslu ve geniş eozinofilik sito-
plazmalı iri hücre kümeleri (ok) ile karakterizedir. Zemindeki stro-
kirdekli, dar sitoplazmalı ve hücre sınırları iyi seçilemeyen
mada iğsi şekilli Schwann hücreleri vardır.
prim itif görünümlü hücrelerin oluşturduğu solid tabakalar
dan meydana gelir (Resim 6-33, A). Mitoz, karyoreksis ve
pleomorfizm belirgin olabilir. Genellikle zeminde prim itif
nöroblastların nöritik uzantılarından oluşan, soluk eozinofî- roblastlardan oluşan “ schwannian stroma” varlığı, gangli
lik fibriler bir materyal (nöropil) mevcuttur. H om er- onöroblastom ve ganglionörom tanısı için mutlaka gerekli
W rig h t p sö d o ro ze tleri, tipik olarak tüm ör hücrelerinin dir, çünkü ganglion hücreleri, tek başına matürasyon krite r
nöropil ile kaplı bir odağı çevreleyecek şekilde dizilmesiyle lerini sağlamaz.
oluşur (“ psödo” önekinin kullanılmasının nedeni, gerçek
bir santral lümenin bulunmamasıdır). Tanı için yardımcı di
ğer bulgular ise immünhistokimyasal olarak nöron-spesi-
fik eno laz aktivitesinin saptanması ve ultrastrüktürel ince K linik Gidiş ve Prognoz
lemede küçük, membrana bağlı, katekolamin içeren sitop- Prognozu etkileyen pek çok faktör vardır, ancak bunlardan en
lazmik sekretuar grandilerin gösterilmesidir. önemlileri tümörün evresi ve hastanın yaşıdır.
Bazı tüm örler spontan ya da tedaviye bağlı m atü ras • Nöroblastomun evrelendirmesi (Tablo 6-11) progno-
yon bulguları gösterir. Değişik matürasyon aşamalarındaki zun belirlenmesi için büyük önem taşır. Evre 4S'e (bu
ganglion h ü crelerin i temsil eden, geniş sitoplazmalı, iri radaki S "özel" (special) anlamındadır) özellikle dik
veziküler çekirdekli, belirgin nükleolusu olan daha iri hüc kat edilmelidir, çünkü bu evrede hastalık yayılmış ol
reler, tüm ör içinde prim itif nöroblastlarla birlikte karışık
masına rağmen, hastaların durumu çok iyidir. Tablo 6 -
halde bulunabilir (ganglionöroblastom ). Daha iyi dife-
1 1 'de görüldüğü gibi primer tümör evre 1 veya 2 ola
ransiyasyon gösteren lezyonlarda nöroblastlar görülmez
rak sınıflandırılacak iken, karaciğer, cilt ve kemik ili
ken, çok sayıda m atür ganglion hücresine benzeyen daha iri
ğinde metastazları vardır, ancak kemik tutulumu yok
hücreler mevcuttur. Bu tüm örler ganglionörom olarak
tur. Bu 4S tümörü olan bebeklerde minimal bir tedavi
adlandırılmaktadır (Resim 6-33, B). Nöroblastların gangli
ile çok iyi bir prognoz elde edilir. Ayrıca primer veya
on hücrelerine matürasyonu sırasında, sıklıkla Schwann
hücreleri ortaya çıkar. Aslında nöritik uzantılardan oluştur
metastatik tümörlerde spontan regresyon da sık görü
duğu organize fasiküller, matür Schwann hü creleri ve fib- lür. Ancak hastalığın bu iyi davranışının biyolojik te
meli belli değildir.
260 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Tablo 6-11 Nöroblastomların Evrelendirilmesi sı ortaya çıkıncaya kadar fark edilmeyebilir. Nöroblastom
hematojen ve lenfatik sistem yoluyla, özellikle karaciğer,
Evre 1 Lokalize tümör, cerrahi olarak komplet eksizyon,
mikroskopik rezidü var veya yok; tümörle aynı tarafta akciğer, kemikler ve kemik iliğine yaygın metastaz yapar.
(ipsilateral) örneklenen ve tümöre yapışık olmayan lenf Yenidoğanlarda yaygın nöroblastomlar, deride koyu ma
nodlarında tümör negatif (primer tümöre yapışık olan vi renk değişikliği yapan ("yaban mersini çöreği bebeği"
lenf nodlarında tümör pozitif olabilir) olarak talihsiz bir lakabı vardır) çok sayıda kutanöz me
Evre 2A Lokalize tümör, gros olarak cerrahi eksizyon komplet tastazlarla kendini gösterebilir. Önceden de belirtildiği
değil; ipsilateral örneklenen ve tümöre yapışık olmayan gibi, nöroblastomlarda prognozu etkileyen birçok faktör
lenf nodlarında tümör mikroskopik olarak negatif vardır. Ancak pratikte, tümörün evresi ve hastanın yaşı
Evre 2B Lokalize tümör, gros olarak cerrahi rezeksiyon komplet en değerli belirleyicilerdir. Bebeklerde bütün evrelerdeki
veya değil, ipsilateral yapışık olmayan lenf nodlarında ve çocuklarda düşük evrelerdeki tümörler genellikle iyi
tümör pozitif; karşı taraftaki (konturlateral) lenf prognoza sahiptir. Evre ne olursa olsun, yaşamın 18. ayın
nodlarında büyüme var, ancak mikroskopik olarak
dan önce tanı alan tümörler ile büyük çocuklarda düşük
tümör negatif
evreli olanlar iyi prognoz gösterir. Buna karşın 18 aylık
Evre 3 O rta hattı geçen, cerrahi olarak çıkarılamayan
tan küçük çocuklardaki yüksek evreli tümörler en kötü
unilateral tümör, bölgesel lenf nodu tutulumu var veya
yok; veya konturlateral lenf nodunu tutmuş lokalize prognoza sahiptir. Yerleşimi nerede olursa olsun, nörob-
unilateral tümör lastomlarm yaklaşık %90'ı katekolamin salgılar (feokro-
Evre 4 Uzak lenf nodları, kemik, kemik iliği, karaciğer, deri mositomalardaki katekolaminlere benzer olarak). Bu du
ve/veya diğer organlara yayılımı olan herhangi bir rum da, önemli tanısal bir özelliğini oluşturur (artmış
primer tümör (4S olarak tanımlananların dışında) kan katekolamin düzeyleri ve idrarda artmış vanil man-
Evre 4-S** Lokalize primer tüm ör (evre 1, 2A ya da 2B’de delik asit [VMA] ve homovanilik asit [HVA] gibi kateko
tanımlananlar gibi), ayrıca deri, karaciğer ve/veya kemik lamin metabolitlerinin düzeyleri). Bu tümörlerde hiper
iliği yayılımı (neoplastik hücreler çekirdekli hücrelerin tansiyon gelişimi, katekolaminlerin artmasına rağmen,
%1 0 ’dan azını oluşturur; %1 0 ’dan fazla kemik iliği feokromositomalara göre çok daha nadirdir (Bölüm 19).
tutulumu evre 4 olarak kabul edilir) var; evre 4S 1
yaşından küçük bebeklerle sınırlıdır.
*S: ö z e l, special. Q ÖZET _ _ _ _ _ ____ ____
B r o d e u r G M , P r itc h a r d J, B e r t h o ld F v e a rk .: R e visio n o f t h e in te r n a tio n a l n e u
r o b la s to m a sta g in g a n d re s p o n s e t o t r e a t m e n t . ) C lin O n c o l 1 1 :1 4 6 6 ,1 9 9 3 'te n Nöroblastom
u y a rla n m ış tır.__________________________________________________________________________
• Nöroblastom ve ilişkili tüm örler, sempatik ganglionlar
ile adrenal medulladaki nöral krestten köken alan hücre
lerden gelişir.
• Yaş, bir diğer önemli prognoz belirleyicisidir ve 18 aydan
• Nöroblastomlar indiferansiye iken, ganglionöroblastom-
küçük çocukların prognozu, aynı evredeki daha bü
lar ve ganglionöromlar diferansiyasyon bulguları (schwan
yük çocuklar ile karşılaştırıldığında çok daha iyidir.
nian stroma ve ganglion hücreleri) gösterirler. Homer-
Yaşamın ilk 18 ayındaki çocuklarda tanı alan çoğu tü
W rig h t psödo-rozetleri nöroblastomlar için karakteris
mör evre 1 veya 2 veya 4S (Tablo 6-11'deki "düşük"
tiktir.
risk kategorisi) iken, daha büyük çocuklardaki tümör
• Yaş, evre ve NMYC amplifikasyonu en önemli prognostik
ler "orta” ya da "yüksek" risk grubunda yer alır.
özelliklerdir. Prognoz 18 aylıktan küçük çocuklarda, da
• Morfoloji nöroblastik tümörlerde bağımsız prognostik ha büyük çocuklara göre daha iyidir. Buna karşın yüksek
faktördür. Schwannian stroma ve gangliositik diferan- evreli tüm örleri ve NMYC amplifikasyonu olan çocuklar
siasyon olması, iyi histoloji paterninin göstergesidir.. da ise prognoz daha kötüdür.
• NMYCN onkogeni amplifikasyonu, nöroblastomlarda • Nöroblastomlar katekolamin sentezler ve bunların me-
prognoz üzerine önemli etkisi olan moleküler bir olay tabolitleri (V M A /H V A) hastalarda tarama amaçlı kullanı
dır. NMYC amplifikasyonu, çoğunluğu ileri evrelerde labilir.
ki tümörlerde olmak üzere, primer tümörlerin %25-
30'unda mevcuttur. Kopya sayısı arttıkça, prognoz da
ha kötüleşir. Günümüzde NMYC amplifikasyonu, nörob Retinoblastom
lastik tümörlerde risk gruplandırmasında kullanılan en Retinoblastom çocuklardaki en sık primer intraoküler
önemli genetik anormalliktir ve bir tümörü, evre ya da malignitedir. Retinoblastomun moleküler genetiği daha
yaştan bağımsız olarak, otomatikman "yüksek" risk grubu önce tartışılmıştır (Bölüm 5). Tümörlerin yaklaşık %40T
na sokar. RB1 geninde germline mutasyon gösterir ve bu nedenle
• Diğer kötü prognostik faktörler; 1. kromozomun dis kalıtsaldır. Tümörlerin kalan %60'ında sporadik olarak
tal kısa kolunda delesyon, 17. kromozomun distal gelişebilir ve bunlarda somatik RB1 gen mutasyonları
uzun kolunda kazanç ve telomerazm aşırı ekspresyo- vardır. Retinoblastom ismi tümörün hem glial, hem de
nudur. Buna karşın yüksek afiniteli sinir büyüme fak nöronal hücreye diferansiyasyon yeteneğinde olan pri
törü reseptörü olan TrkA ekspresyonu, sempatik mitif retinal hücrelerden köken aldığını düşündürse bile,
ganglionlara diferansiyasyonun göstergesidir ve iyi günümüzde retinoblastomun hücre kökeninin nöronal
prognoz ile ilişkilidir. olduğu anlaşılmıştır. Daha önceden dikkat çekildiği üze
İki yaşından küçük nöroblastomlu çocuklar genellikle, re, olguların yaklaşık %40'mda, tek RB1 allelinin germli
abdominal kitleye bağlı karın şişliği, ateş ve kilo kaybı gi ne mutasyonunu kalıtan insanlarda retinoblastom ortaya
bi bulgularla başvurur. Daha büyük çocuklarda ise, hasta çıkar. Ailesel vakalarda tipik olarak bilateral multipl tümör
lık metastazlara ikincil hepatomegali, asit ve kemik ağrı ortaya çıkar, ancak unifokal ve unilateral de olabilir. Ka
Bebeklik ve Çocukluk Döneminin Tümörleri ve Tümör Benzeri Lezyonları 261
lıtsal olmayan sporadik tümörlerin hepsi unilateral ve tır. Daha önce dikkat çekildiği gibi, bazı tümörler spon-
unifokaldir. Ailesel retinoblastomu olan hastalar, oste- tan regresyon gösterebilir ve retinoblastomlu hastalar os-
osarkom ve diğer yumuşak doku tümör gelişimi açısın teosarkom ve diğer yumuşak doku tümörlerinin gelişimi
dan da artmış risk altındadır. açısından artmış risk taşırlar.
Wilm s Tümörü
Wilms tümörü ya da nefroblastom, çocuklarda böbreğin
M ORFOLOJİ
en sık primer tümörüdür. Olguların çoğu 2-5 yaş arasın
Retinoblastomlar genellikle posterior retinada, sıklıkla çev daki çocuklarda görülür. Bu tümör çocukluk çağı tümör
rede yayılım odakları ( “ satellite seedings” ) birlikte olan no- lerinin pekçok önemli özelliklerini göstermektedir: kon-
düler kitleler yapmaya eğilimlidir (Resim 6-34, A). Işık mik- jenital malformasyonlar ile artmış tümör riski arasındaki
roskopik incelemede, bu tüm örlerin indiferansiye alanları ilişki, tümör ile gelişmekte olan organ arasındaki histolo
nın, indiferansiye retinoblastları anımsatan, iri hiperkroma- jik benzerlikler ve son olarak da çocukluk çağı tümörleri
tik nükleuslu ve dar sitoplazmalı küçük, yuvarlak hücreler nin tedavisindeki dikkat çekici başarı. Bu özelliklerin
den oluştuğu görülür. herbirine aşağıda yer verilmiştir.
Birçok retinoblastomda ise diferansiasyon gösteren ya Wilms tümörü gelişim riskinin arttığı üç grup konjeni-
pılar mevcuttur. Bunların en karakteristik olanı Flexner- tal malformasyon vardır. TVAGR sendromu (Wilms tümö
W in te rste in e r ro z e tle rid ir (Resim 6-34, B). Bu yapılar, rü, aniridi, genital anomaliler ve mental retardasyon)
ortadaki bir lümen çevresinde dizilen küboidal ya da kısa
hastalarının, yaklaşık her üçünden birinde bu tümörün
kolumnar hücre gruplarından oluşur (nöroblastomdaki
gelişme riski vardır. Denys-Dmsh sendromu (DDS) olan
psödo-rozetlerde ise aksine ortada lümen yoktur). Nük-
diğer grup hastalarda, Wilms tümörü gelişme riski ol
leuslar lümenden uzağa doğru itilmiştir ve retinanın dış sı
dukça yüksektir (yaklaşık %90). Bu sendrom gonadal dis-
nırlayıcı membranına benzer şekilde, ışık mikroskobunda
sınırlayıcı bir membranı varmış gibi görünür.
genezis ve renal anormalliklerle karakterizedir. Her iki
Tüm ör hücreleri optik sinir ya da subaraknoid mesafe sendrom da llp l3 'te lokalize olan Wilms tümör 1 (WT1)
boyunca gözün dışına yayılabilir. Uzak metastazların en sık genindeki anormallikler ile ilişkilidir. Ancak genetik abe
görüldüğü yerler santral sinir sistemi, kafatası kemikleri, rasyonlar farklılık göstermektedir. WAGR sendromunda
distal kemikler ve lenf nodlarıdır. WT1 geninde genetik materyal kaybı (delesyon) görülür
ken, DDS'li kişilerde genin kritik bir bölgesinde, domi
nant negatif inaktive edici bir mutasyon mevcuttur. Do
minant negatif bir mutasyon, diğer doğal allelin fonksiyo
K linik Bulgular nuna karışır. WT1 geni normal böbrek ve gonad gelişimi
Tümör doğumda ortaya çıkabilse de, medyan görülme için önemlidir. Dolayısıyla bu genin bir kopyasının yapı
yaşı 2 yıldır. Başvuru bulguları; görmede azalma, şaşılık, sal inaktivasyonu sucunda genitoüriner anomalilerin ge
pupilde beyazımsı renk ("kedi gözü refleksi") ve gözde lişmesi şaşırtıcı değildir. Wilms tümörü gelişme riskinin
ağrı yanısıra hassasiyettir. Tedavi edilmeyen tümörler ge yüksek olduğu üçüncü bir grup ise, Beckwith-Wiedemann
nellikle ölümcüldür, ancak enülcleasyon, kemoterapi ve sendromu (BWS) hastalarıdır. Bu hastaların çeşitli organ
radyoterapi ile erken tedaviden sonra, sağ kalım mutlak larında (örneğin dil, böbrek ve karaciğer) ya da tüm vü-
Resim 6 -3 4 Retinoblastom. A , Retinada, optik sinir komşuluğunda doku bütünlüğü i/i olmayan tüm ör izlenmektedir. B, Büyük büyüt
mede Flexner-Wintersteiner rozetleri (ok) ve çok sayıda m itotik figürler görülmektedir (H&E x 40)
262 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
cudun segmentlerinde büyüme (hemihipertrofi) görülür. olabilir. Tümörün kesit yüzü yumuşak, homojen, kahveren
Adrenal kortikal hücrelerde büyüme (adrenal sitomegali) giden griye değişen görünümde olup, nadiren kanama
karakteristik bir mikroskopi bulgusudur. Beckzvith-Wi- odakları, kistik dejenerasyon ve nekroz görülebilir (Resim
edemann sendromu genomik imprintleme hastalıklarına bir 6-35).
örnektir (daha geriye bakınız). Bu hastalarda tutulan ge Mikroskopik incelemede Wilms tüm örü, nefrogenezin
netik lokus, WT1 lokusunun distalinde bulunan 11. kro farklı evrelerinin izlenebildiği morfoloji ile karakterizedir.
mozomdaki pl5.5 banttmdadır. Bu lokus, ikinci Wilms Lezyonlarm çoğunda blastemal, stromal ve epitelyal hücre
tümörü lokusu olduğundan, "WT2" olarak isimlendiril tiplerinin klasik trifa z ik kom binasyonu görülür, ancak
mişse de, henüz sorumlu gen bulunamamıştır. Bu bölge her bir komponentin yüzdesi çeşitlidir (Resim 6-36, A). Ta
de, iki parental allelden sadece birinin normal olarak bakalar halinde bulunan, birbirinden ayırt edici özelliği az,
eksprese olduğu, en az 10 gen bulunmaktadır. Diğer pa küçük mavi hücreler, blastemal komponenti karakterize
rental homolog allel, transkripsiyon başlama yerinin yu eder. Epitelyal “ diferansiyasyon” genellikle abortif tubul-
karısında yer alan promoter bölgesinin metilasyonu ile le r ya da giom erüller şeklindedir. Stromal hücreler genel
transkripsiyonel olarak sessizleştirilmiştir. Aday tüm likle fibrositik ya da miksoid yapıda olmasına karşın, iskelet
“WT2" genleri arasından, insülin-benzeri büyüme faktö- kası “ diferansiyasyonu” ender değildir. Nadiren skuamöz ya
rü-2'nin (1GFZ) genetik imprintleme anormalliği, BWS'li da müsinöz epitel, düz kas, yağ dokusu, kıkırdak ile osteoid
doku ve nörojenik doku gibi diğer heterolog elamanlar da
kişilerde tümör yatkınlığı ile en kuvvetli ilişkiye sahiptir.
görülebilir. Tümörlerin yaklaşık %5’ inde anaplazi odakları
IGF2 normalde sadece paternal allelden eksprese olur, ma
(iri, hiperkromatik, pleom orfik nükleusu olan ve anormal
ternal allel metilasyonla imprintlenmiştir (sessizleştiril
mitoz içeren hücreler) mevcuttur (Resim 6-36, B). Anapla-
miştir). Bazı Wilms tümörlerinde bu imprintlemnenin kay
zinin varlığı, edinsel TP53 mutasyonlarının varlığı ve kemote-
bı (IGF2 'nin maternal allel tarafından tekrar eksprese ol rapiye direnç gelişimi tehlikesi ile doğru orantılıdır. Primer
ması) gösterilebilir. Bu şekilde IGF2 proteininde artmış tümörde anaplastik hücrelerin dağılım paterni (fokal ya da
ekspresyon ortaya çıkar ve bunun sonucunda da hem or diffüz olması) prognoz için önemlidir (ileriye bakınız).
ganlarda büyüme hem de tümörogenezin geliştiği savu [Nefrojenik a rtık la r (“ rests” ), W ilms tümörünün ön
nulmaktadır. Böylelikle bu tür birliktelikler; konjenital cü lezyonu olarak kabul edilir ve bazen tüm ör komşuluğun
malformasyonlar ve tümörlerin, bazı olgularda tek bir daki böbrek parankiminde görülür. Nefrojenik artıklar
gen ya da birbiriyle yakın bağıntısı olan genleri etkileyen W ilms tümörüne benzeyen ekspansil lezyonlardan (hiperp-
genetik lezyonlarm ilişkili bulgularını temsil ettiklerini lastik artıklar) bağ dokusunun hakim olduğu, aralarda nadi
ortaya koymaktadır. Beckwith-Wiedemann sendromu ren immatür tubul ya da glomerüllerin seçildiği sklerotik ar
hastaları, Wilms tümörü yanısıra hepatoblastom, adrenal tıklara kadar farklı spektrumda histolojik özellikler göstere
kortikal tümör, rabdomiyosarkom ve pankreas tümörleri bilir. Rezeksiyon materyalinde nefrojenik artıkların varlığını
gelişimi açısından da artmış risk altındadırlar. Son za göstermek önemlidir, çünkü bu hastalarda k a rşı böbrek
manlarda p-katenini kodlayıcı gendeki fonksiyon kazan te de W ilm s tüm örü gelişme riski artmıştır.
dırıcı ("gain-of-function") mutasyon (Bölüm 5), sporadik
Wilms tümörlerinin yaklaşık %10'unda gösterilmiştir.
K linik Gidiş
Hastaların şikayetleri genellikle tümörün çok büyük olan
M ORFOLOJİ boyutuna bağlı ortaya çıkar. Sık olarak, kolayca palpe edi
Makroskopik incelemede görüldüğü üzere, W ilms tüm örü
lebilen, bazen bu orta hattı geçip, pelvise kadar uzanım
tipik olarak iri, tek (soliter), iyi sınırlı bir kitledir. Ancak ta gösteren abdominal kitle vardır. Daha az sıklıkla hastalar,
nı anında vakaların %10’ unda bilateral ya da muitisentrik ateş ve karın ağrısı, hematüri ya da daha az sıklıkla tümör
basısına bağlı gelişen intestinal obstrüksiyon şikayetleri
ile başvurur. Wilms tümörünün prognozu genellikle çok
iyidir, nefrektomi ve kemoterapi kombinasyonu ile çok
iyi sonuçlar elde edilmektedir. Anaplazi kötü prognoz işa
retidir. Ancak Birleşik Devletlerdeki Ulusal Wilms Tümö
rü Çalışma Grubu'nun titiz analizleri sonucunda; anapla
zi, fokal ve rezeksiyon materyaline (nefrektomi) sınırlı
kaldığı sürece, prognozun anaplazi olmayan tümörlerde
olduğundan farklı olmadığını göstermiştir. Buna karşın
diffüz anaplazi içeren, özellikle ekstrarenal yayılım göste
ren Wilms tümörleri, prognozu en az iyi olan gruptur. Bu
saptama bu histolojik paternin (anaplazi) doğru belirlen
mesine olan gereksinimin altını çizmektedir.
Ö Z E T __________________________
Wilms Tümörü
• Wilms tüm örü çocukluk çağındaki en sık renal neoplazi-
dir.
Resim 6-3S W ilms tümörü. Böbreğin alt kutbunda yerleşmiş, • Üç sendrom bakımından, hastalarda Wilms tümörü riski
karakteristik olarak rengi sarımtıraktan, kahverengi-griye değişen,
artmıştır: Denys-Drash, Beckwith-Wiedemann ve Wilms
iyi sınırlı tüm ör izlenmiştir.
Mendelian ve Kompleks Hastalıkların Moleküler Tanısı 263
v ~y tj " fv \
* • a _ v^ w f • T .^ t . (
g m* ®^ TJM*i*’çr** A*
ly ^ T *
* •** *
*’ . - -V 'V y - - A A yjfc £ & r£ - t *, ^ w» '.
» A * » y. ’ «
►+* .# 3T *. • V-r%* ’V t
•^ ^ v' > j j i t- m 5
v ~ ^ A y f ‘. t * v«» v '-
* ^ \ ■
A B
Resim 6 -3 6 A , W ilm s tüm örü içerisinde; sıkışık biçimde yer almış mavi hücrelerden oluşan blastemal komponent ve arada serpişmiş
prim itif tübüllerden oluşan epitelyal komponent. Çok sayıda m itotik figürler görülmesine rağmen, bu alandakilerin hiçbiri atipik değildir.
B, W ilms tümörü içerisindeki diğer alanlarda; hiperkromatik, pleomorfik nükleuslu ve anormal mitoz gösteren hücreler ile karakterize
fokal anaplazi vardı.
tüm örü, aniridi, genital anomaliler ve mental retardas- riktirilmesi; (2 ) spesifik genetik hastalıkların tanısı için
yon sendromu çok sayıda ısmarlama polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)
• Wilms tüm örü, aniridi, genital anomaliler ve mental re-
hazır kitlerinin mevcut olması; (3) tek bir platform kulla
tardasyon sendromu ve Denys-Drash sendromu VVTf ge narak, tüm genomu temsil eden bir skala üzerinde, hem
ninin inaktivasyonu ile ilişkili iken, Beckwith-Wiedemann DNA ve hem de RNA'yı inceleyebilen yüksek çözünür
sendromu WT2 lokusunda, özellikle IGF2 genini tutan lüklü mikrodizilimlerin ("microarray", "gen çipleri")
imprintleme anomalileri sonucu ortaya çıkar. mevcut olması; son olarak, (4) otomatize ve oldukça yük
• Wilms tümörünün m orfolojik komponentleri blastemal sek veri çıktılı, gelecek nesil ("NextGen") sekanslama
(küçük yuvarlak mavi hücreler), epitelyal ve stromal ele teknolojilerinin ortaya çıkışı. Son iki gelişme, özellikle
manlardır. hem mendelian hem de kompleks hastalıkların genetik
• Nefrojenik artıklar Wilms tümörünün öncü lezyonudur. temelini aydınlatan yeni çalışmalar konusunda yarar
sağlamıştır. Moleküler tanılamanın detaylı bir şekilde
tartışılması, bu kitabın konusu dışında olmasından dola
yı, sadece bazı iyi bilinen yaklaşımlara ilerdeki paragraf
larda deyinilecektir. Bu aşamada önemli olan konu, kul
MENDELİAN VE KOMPLEKS lanılan teknik ne olursa olsun, sorgulanan genetik abe
rasyonun germime (yani KF'li hastalardaki CFTR mutas-
HASTALIKLARIN MOLEKÜLER TANISI
yonlarmda olduğu gibi, etkilenen insanların her hücre
Patoloji içindeki çok az bilim alanı, geçen 10 yılda hem sinde mevcuttur) mı, yoksa somatik (yani nöroblastoma
"arz" hem de talep açısından, moleküler tanıdaki kadar hücrelerindeki NMYC amplifikasyonunda olduğu gibi,
bir dalgalanma yaşamıştır. Moleküler tanısal yöntemle spesifik doku tipine ya da lezyona sınırlıdır) mi olduğu
rin hazır kullanımı açısından tarihin erkenden yazıldığı dur. Bu düşünce, incelemede kullanılacak örneğin ne ol
bir çağda, genetik hastalıkların tanısını mümkün kıl ması gerektiğini (örn. periferik kan lenfositleri, tükürük,
mak, anormal gen ürünlerinin (örneğin mutant hemog- tümör dokusu) belirleyecektir.
lobulin ya da anormal metabolitleri) ya da bunların men
tal retardasyon gibi klinik etkilerinin (örneğin FKÜ'de) Kopya Sayı Anormalliklerinin Moleküler Tanısı
saptanmasına bağlı idi. Moleküler tanılamanın oluştur
duğu uygulama alanı; 2 0 . yüzyılın son yarısında, sitoge- Bu bölümde daha önce tartışıldığı gibi çeşitli hastalıklar,
netik hastalıkların (Down sendromu gibi) tanınmasında ya tüm kromozom (trizomi 2 1 ), kromozom segmentleri
kullanılan konvansiyonel karyotipleme ve Huntington (2 2 q l l delesyon sendromu) ya da submikroskopik irıtre-
hastalığının tanısında yararlanılan "Southern blotting" gerıik delesyonlar (WAGR sendromu) düzeyindeki kopya
tekniğini içeren DNA-tabanlı testler gibi düşük veri çık- sayısı anormalliklerinin sonucunda ortaya çıkar. G-bant-
tılı yaklaşımların uygulanışı ile birlikte ortaya çıktı. Mo lama yöntemi ile kromozomların karyotip analizi, kromo-
leküler tanılama, pekçok faktörün etkisi ile, dar bir ala zomal düzeydeki değişiklikleri saptayan klasik bir yön
na kısıtlı iken, hızlı bir genişleme sonucu hem akademik tem olarak yerini korumaktadır, ancak tahmin edilebile
hem de ticari patoloji laboratuarlarının nerede ise tama ceği gibi, bu tekniğin rezolüsyonu oldukça düşüktür. Bu
mında var olan bir konuma geldi (güncel tahminle "dün nedenle subkromozomal değişiklikleri saptamak için,
ya çapındaki pazar" on milyar dolar ile işletilmektedir). kromozomal bölgelerin FISH ile odaksal analizi ya da
Bu faktörlerin arasında (1) insan genomunun sekanslan- karşılaştırmalı genomik hibridizasyon (CGH) gibi bütün
ması ve bu verilerin kamuya açık bir veri tabanında bi cül genomik yaklaşımlar daha popüler hale gelmektedir.
264 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Floresans in Situ Hibridizasyon (FISH) Farklı şekilde işaretlenmiş bu örnekler daha sonra, geno
FISH'te kromozom bölgelerine spesifik sekansları tanı mik DNA segmentlerine ait dizilimlere ("array") hibridize
yan 100 kilobazdan daha büyük boyutta olan DNA prob- edilerek, cam slayt gibi solid bir matriks üzerinde benek
ları kullanılır. Bu boyut, kromozomal değişiklikleri sapta ler halinde ("spotted") görünür hale gelir (Resim 6-38, A).
yabilmek için bu tekniğin rezolüsyon sınırını tanımalar. Aralarında düzenli boşluk bırakılan bu DNA segmentleri,
Bu problar, floresan boyalarla işaretlenmiştir ve metafaz- insan genomunun temsili şeklidir ve tüm 2 2 otozomal
daki kromozom yaymalarına ya da interfazdaki nükleus- kromozomları ve cinsiyet kromozomunu kapsar (Resim 6 -
lara uygulanır. Prob, kromozom üzerindeki kendi sekan 38, A). Test edilen örnekteki amplifikasyonlar ve delesyon-
sına komplementer gelen sekansa hibridlenir. Böylece da lar, normal DNA'ya göre, sinyalde artış ya da azalmaya yol
ha sonra floresan mikroskobunda görüntülenebilecek açacağından, 1 0 kilobaz (kb) rezolüsyona kadar düşüklük
olan spesifik kromozom bölgesi işaretlemiş olur. Özellik teki değişiklikleri saptayabilir (Resim 6-38, B). Tek nükle-
le hızlı tanısı gereken durumlarda (örn. genetik bir hasta otid polimorfizmlerini (single-nucleotide polymorphisms)
lıktan şüphelenilen ağır hasta bir bebekte), FISH tekniği (SNP) (daha ileriye bakınız) kullanan yeni nesil mikrodi-
nin hücre bölünmesi gerektirmemesinden dolayı zaman zilimler ("microarray"), daha da yüksek rezolüsyon sağlar
kaybının olmaması, çok önemli bir avantajdır. Bu incele lar (insan genomuna ait 1 milyondan fazla SNP içeren tek
me prenatal örneklerde (örn. amniyosentez, koryon villus bir "microarray") ve bunlar günümüzde kanserden otizme
biyopsisi ya da umblikal kord kanı ile toplanan hücreler kadar, birçok farklı hastalıkta kopya sayısındaki anormal
de), periferik kan lenfositlerinde, hatta arşivlenmiş doku likleri ortaya çıkarmak için kullanılmaktadır.
kesitlerinde bile yapılabilir. FISH tekniği kromozomlar
daki sayısal anormalliklerin (anöploidi) (Resim 6-37, A) D N A Mutasyonlarımm Polimeraz Zincir
saptanmasında, küçük mikrodelesyonlarm (Resim 6-37, Reaksiyonu (PCR) Analizi ile D irekt Saptanması
B) ya da rutin karyotipleme ile saptanamayan kompleks
translokasyonların gösterilmesinde, gen amplifikasyonu- DNA'nın eksponensiyal amplifikasyonunu içeren PCR
nun analizinde (örn. nöroblastomda NMYC amplifikasyo- analizi, günümüzde moleküler tanıda yaygın olarak kul
nu) ve yeni izole edilen genlerin ilgili oldukları kromozo lanılmaktadır. Eğer substrat olarak RNA kullanılıyorsa,
mal lokuslarma haritalanmasmda kullanılmaktadır. öncelikle cDNA elde etmek için, tersine ("reverse")
transkripsiyon yapılır, daha sonra da PCR ile amplifiye
“Array” Tabanlı Genomik Hibridizasyon edilir. "Reverse" transkripsiyon (RT) gerektiren bu yön
Buraya kadar anlatılanlar ışığında; FISH tekniği için, test tem, sıklıkla RT-PCR olarak kısaltılmaktadır. Direkt sap
örneğinde değişiklik gösterdiği öngörülen bir ya da birkaç tama için önceden gerekli olan, normal genin sekansının
spesifik kromozom bölgesinin önceden bilinmesi gerekti (dizisinin) bilinmesidir. Mutant geni saptayabilmek için,
ği açıktır. Ancak kromozomal aberasyonları önceden bi normal sekansın 3' ve 5' uçlarına bağlanan iki primer di
linmese de, dizilim ("array") bazlı CGH olarak bilinen bü zayn edilir. Uygun DNA polimerazları ve termal
tüncül bir strateji kullanarak bunların saptanması müm "cycling" (devir yaptıran) kullanılarak, hedef DNA amp
kündür. Bu yöntemde test DNA'sı ve referans (normal) lifiye edilir ve iki primer arasındaki DNA sekansının mil
DNA, farklı iki floresan boya (en sık olarak, kırmızı refle yonlarca kopyası elde edilmiş olur. Bundan sonra anor
veren Cy5 ve yeşil refle veren Cy3) ile işaretlenmektedir. mal sekansın saptanması pekçok şekilde yapılabilir:
2.5
i
2.0
1
1.5
1 .0 1 IL ^
0.5
Resim 6 -3 8 A , Dizilim (“ A rray” komperatif genomik hibridizasyonu (CGH); floresanla işaretlenmiş test D N A ’sı ve kontrol D N A ’sının,
insan genomunda tanımlanmış tüm kromozomal bölgelere karşı gelen binlerce probu içeren bir slayt üzerinde hibridlenmesiyle gerçekleş
tirilir. Günümüzde mevcut olan dizilim CGH teknolojilerinin rezolüsyonu, sipariş üzerine yaklaşık 10 kb kadardır. A , Dizilimin büyük
büyütmeli görüntüsünde, Cy5 işaretli (kırmızı) test örneğindeki kopya sayısı aberasyonları gösterilmektedir. Amplifikasyon bölgeleri aşırı
kırmızı spot ve delesyon bölgeleri aşırı yeşil spot şeklinde sinyal vermektedir. Sarı spotlar ise normal (diploid) kopya sayısını gösterir. B,
Hibridizasyon sinyalleri, “ test” örneği genomunun karyotipinin görsel halini ortaya koyacak şekilde dijitalize edilmiştir. Burada resimlenen
örnekte, dizilim CGH yöntemi, bir kanser hücresinin 8. kromozomun uzun kolunun distal kısmında amplifikasyon olduğunu göstermek
tedir, ki bu da AdVC onkogeninin artmış kopya sayısına karşılık gelir.
(A, Snijders A M , Nowak N, Segraves R ve ark: Assembly o f microarrays for genome-wide measurement o f DNA copy number. Nat Genet 2 9:2b3, 2001; Web Figure A,
Copyright 2001. Macmillan Publishers Ltd. tarafından verilen izin ile tekrar basılmıştır.)
• DNA, içerdiği niikleotid sırasının belirlenmesi ama menter olan floresan işaretli C ve T nükleotidlerini
cıyla sekanslanabilir ve normal ("wild-type") sekansla PCR karışımına eklemektir. Bu iki nükleotid farklı flo-
karşılaştırılarak mutasyonlar saptanabilir. DNA se- roforlarla işaretlendiğinden, ortaya çıkan PCR ürü
kanslama cihazlarının çoğu otomatizedir ve icat eden nünden yayılan floresan, primer uzatma aşaması sıra
kişi olan Frederick Sanger'den sonra orijinal ismini sında C ya da T nükleotidlerinden hangisinin birleşti
alan bir sekanslama teknolojisinin floresan boya ta ğine göre renklerden biri ya da diğerinde olabilir (Re
banlı versiyonunu kullanır. Son zamanlarda genleri sim 6-40). Bu allel spesifik uzatma stratejisinin avanta
ya da genlerin bir parçasını sekanslamak için kullanı jı, normal ve anormal hücrelerden oluşan heterojen
lan gen çipleri (“microarrays") de ortaya çıkmıştır. karışımlarda bile (örneğin malignite olduğundan şüp
Normal gen sekansına ve bilinen mutasyonları taşı helenilen olgulardan alman klinik örneklerde), mu
yan sekanslara komplementer olan (karşılık gelen) kı tant DNA'nı varlığını göstermesidir. Bu tema üzerin
sa DNA sekansları (oligonükleotidler), gen çipi üze den geliştirilen çeşitli yöntemler, günümüzde labora
rinde "tuğla döşemesi gibi yan yana dizilir" ve test edi tuar ve klinik düzeyde mutasyonlarm saptanması için
lecek DNA örneği, floresan ile işaretlendikten sonra kullanılmaktadır.
bu çipe hibridlenir (Resim 6-39). Hibridizasyon (dola- • Daha önce sözü edilen Sanger sekanslaması artık "ilk
yısıyla da ortaya çıkan floresan sinyal), eğer mutasyon nesil" olarak kabul edildiğinden dolayı, yeni nesil
yoksa, normal sekansa karşılık gelen oligonükleotidde (NextGen) sekanslama teknolojilerinden bahsetme
en kuvvetli düzeydedir. Buna karşın mutasyon varsa, mek hata olur. NextGen sekanslama teknolojisinin
komplementer mutant oligonükleotidde hibridizas kullanılabilir olması, moleküler tanılamada radikal bir
yon vardır. Daha sonra olası mutasyonları saptamak şekilde değişiklik yapma potansiyeli taşımaktadır.
için, bilgisayar programları çip üzerindeki floresan Çünkü göreceli olarak ucuz maliyetler karşılığında,
hibridizasyon paterninden, hızla yüz binlerce baz çif hacimlerce sekanslanmış veriye (her gün 1 giga baz
tinden oluşan DNA sekansının kodunu çözer. çiftinden ya da 1,000,000,000 DNA baz çiftinden daha
• Spesifik bir nükleotid pozisyonundaki mutasyonları fazla!) ulaşmak mümkündür. Tüm insan genomu 3 gi
(örneğin KRAS onkogenindeki glisini [GGT], aspartik ga bazdan biraz fazlasına sahiptir, böylelikle gerçek bir
asite [GAT] dönüştüren kodon 12 mutasyonu) ortaya "genom çapında sekanslama" günler içerisinde pek-
koymak için kullanılabilecek bir diğer yöntem, sıra çok defa yapılabilir. Sanger sekanslamasmdan farklı
sıyla ya normal (G) ya da mutant (A) sekansa komple olarak, NextGen sekanslama teknolojileri, insan geno-
266 BÖLÜM 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
Resim 6-39 Mikrodizilim-tabanlı D N A dizileme (sekanslama). Soldaki panel, 25 kuruşluk madeni paradan daha büyük olmadığı halde, bin
lerce baz çiftini dizileme kapasitesine sahip bir “ gen çipinin” , küçük büyütme dijital taranmış görüntüsü. Yüksek çıktılı mikrodizilimler orga
nizmaların tamamını (virüsler gibi), organelleri (m itokondri gibi) ve insan kromozomlarının tümünü sekanslamak için kullanılmaktadır.
Sağdaki panel, gen çipinin yüksek rezolüsyonlu görüntüsü, yayılmış bir D N A dizisine karşılık gelen hibridizasyon paternlerini göstermek
tedir. Çipin tümü üzerindeki bireysel hibridizasyon paternlerini, birkaç dakikalık bir iş ile (konvansiyonel sekanslama teknikleri ile böyle bir
analiz ancak günler haftalar içinde yapılabilir), gerçek dizi datasına çevirebilen bilgisayar algoritmaları mevcuttur. Burada, üst satırda
görülen, referans dizi (yaban tip, “ wild-type” ) iken, alttaki test örneğinin dizisine karşılık gelmektedir. Görüldüğü gibi, kompüterize algo
ritma, test örneğinde C-+G mutasyonu saptamıştır.
(Maitra A, Cohen T, Gillespie S E ve ark: The Human MitoChip: a high-throughput sequencing microarray for mitochondrial mutation detection. Genome Res 14:812, 2004
makalesinden uyarlanmıştır.)
muna ait çoğul sayıda fragmanın (DNA ya da cDNA) lıkların, bugüne kadar bilinmeyen genetik temelini
paralel bir şekilde sekanslamasımn ("masif paralel se saptamak için kullanılmaya başlanmıştır.
kanslama") gerçekleştiği platformlara sahiptir ve böy
lelikle hızı anlamlı bir şekilde arttırılır (Resim 6-41). “ Linkage” (Bağlantı) Analizi ve Tüm Genom
Floresanla işaretli nükleotidler, siklus başına her kalıp İlişkilendirme Çalışmaları
için bir tane eklendiğinde, katı fazda immobilize olan
Mutasyonlarm doğrudan tanısı; sadece genetik hastalık
kalıp DNA ipliklerine karşılık gelerek birleşirler. Sik-
tan sorumlu olan genin bilindiği ve sekansının tanımlan
luslar, yeterli uzunlukta "okuma" oluşturulana kadar
dığı durumlarda mümkündür. Sık rastlanan bazı hasta
tekrarlanır ve daha sonra sofistike biyoinformatik yön
lıkların içeren bir grup genetik hastalıkta ise, doğrudan
temlerle "okuma" verileri, insan genomu üzerinde ha-
tanı mümkün değildir. Çünkü ya hastalığa neden olan
ritalandırılır. Derin sekanslama günümüzde en sık,
gen bilinmemektedir ya da hastalık multifaktöryeldir
bazı tümör tiplerinde görülen somatik mutasyonları
(poligeniktir) ve sadece tek bir geni ilgilendirmez. Bu ol
sekanslamak için kullanılmaktadır. Buna karşın germ
gularda iki tip analiz, hastalık ilişkili genin(lerin) tarafsız
hattı sekanslaması, nadir görülen mendeliyan hasta-
saptanması için uygulanabilir: bağlantı analizi ve tüm
genom ilişkilendirme çalışmaları (GWASs). Her iki ana
Nokta mutasyonu
lizde de ilgili kromozomal alanların yerinin belirlenmesi
için, genomdaki belirteç lokuslar olarak da bilinen vekil
DNA ("surrogate") belirteçlerin, bir ya da daha fazla sayıda
hastalığa neden olan aday gene bağlantıları temel alına
rak kullanılması gerekmektedir. Kullanılan belirteç lo
kuslar, polimorfizm olarak bilinen, DNA sekanslarında
doğal olarak bulunan varyasyonlardır. En sık görülen
DNA polimorfizmleri olan SNPler, yaklaşık her 1000 baz
çiftinde bir nükleotid frekansında ortaya çıkar ve tüm
genom boyunca görülür (ekzonlar ve intronlarda ve re-
gülatuar sekanslar). SNPler hem genom içinde fiziksel
bir nirengi noktası, hem de ebeveynden çocuğa kalıtımı
izlenebilen bir genetik belirleyicidir.
İki teknolojik yenilik sayesinde, SNPlerin, yüksek veri
çıktılı "gen avı" için kullanılması mümkün olmuştur. Bi
rincisi HapMap projesinin tamamlanmasıdır. Bu proje,
genom çapında SNP haritalandırılması temelli olup, üç
etnik ırk grubunda "linkage" dengesizliği paternlerini orta
ya çıkarmıştır. Tüm insan genomu artık; aynı kromozom
Normal ve mutant üzerinde, birbirlerine bitişik olan, değişik sayılardaki
DNA karışık SNPlerden oluşmuş "haplotip" olarak bilinen bloklara bö
Resim 6 -4 0 Normal ve mutant D N A ’ların karışımını içeren hetero lünmüştür. Bu bloklardaki SNPler, "linkage" dengesizliği
jen bir örnekte mutasyon saptanması için, allele özgü polimeraz zin
göstermekte ve bu nedenle kümeler halinde birlikte kalı-
cir reaksiyonu (PCR) analizi. Araştırılan baz pozisyonundaki, mutant
ve yaban tip nükleotidlere karşılık gelen komplementer nükleotidler,
tılmalctadır. Sonuç olarak, insan genomunda her tek bir
farklı floroforlarla işaretlenir. Böylelikle ortaya çıkan PCR ürünleri SNP'yi araştırmak yerine, paylaşılan DNA ile ilgili karşı
ile birleşme sonucunda, mevcut mutant ve normal D N A oranlarına laştırmalı bilgi; spesifik bir haplotipi "etiketleyen" ya da
uygun olarak, çeşitli yoğunlukta floresans sinyaller ortaya çıkar. saptayan tek ya da küçük sayılarda SNPleri kullanarak
Mendelian ve Kompleks Hastalıkların Moleküler Tanısı 267
CH9 Od
OH Od Od Od
-v rsı O d O®
o® CKB
od od od od od od c G ç G T
O d Od 04 od od od
cQ
AO
TO
B g Q
Resim 6-41 Gelecek nesil sekanslama (dizileme) tekniğinin prensipleri. “ NextGen” sekanslama için, günümüzde çok sayıda alternatif yak
laşım mevcuttur. En sık kullanılan platformlardan biri burada gösterilmektedir. A , 100 ile 500 baz çifti arasında değişen uzunlukta,
genomik D N A kalıbının (“ template” ) kısa fragmanları; kalıp fragmanların ucuna daha önceden eklenen adaptörlere komplementer olan
yakalayıcı üniversal primerleri kullanarak, cam slayt gibi, katı fazdaki bir platformda immobilize olurlar. Floresans ile işaretli komplemen
ter nükleotidlerin, her siklus için, D N A kalıbı başına bir tane eklenmesi sonucunda, binlerce kalıbın katı faz üzerinde aynı zamanda im
mobilize olarak oluşturduğu “ masif paralel çizgiler” görünümü oluşur. D ö rt renk görüntüleme kamerası, her kalıbın yerinden (bağlanan
spesifik nükleotide bağlı olarak) saçılan floresans ışımayı yakalar. Daha sonra floresans boya ayrıtılır ve yıkanır, ve siklus tekrarlanır. B,
Güçlü hesaplamalı programlar, her bir “ etap” sonunda, kalıp D N A ’ya komplemeter sekansları oluşturmak için, görüntüleri deşifre
edebilirler ve bu sekanslar daha sonra, değişiklikleri saptamak için, referans genomik sekansa geri haritalanırlar.
(M etzker M : Sequencing technologies-the n e x t generation. Nat Rev Genet 11:31-46, 2010, © Nature Publishing Group tarafından verilen izinle çoğaltılmıştır.)
basit olarak elde edilebilir. İkincisi, yüksek yoğunluklu nom bölgeleri saptanır. Gen içindeki neden olan var
SNP çip teknolojisi kullanarak, yüzbinlerceden milyona yant, daha sonra "aday gen" yaklaşımı kullanarak ge
kadar sayıda SNPleri, maliyeti ucuz bir şekilde, tek sefer çici olarak saptanır. Burada gen seçimi; genlerin has
de, simültane olarak genotiplemek artık mümkündür. talık ile olan ilişkisinin ne ölçüde sıkı olduğu ve biyo
• Bağlantı analizi, aile üyelerinde paylaşılan, ilgili hasta lojik fonksiyonunun çalışılan hastalık ile ilişkili olup
lığı ya da genotipik özelliği gösteren belirteç lokusları olmadığı temelinde yapılır. Poligenik hastalıklara ek
ortaya çıkarmak için yapılır. Burada bağlantı denge olarak, GWAS analizi; boy, vücut ağırlığı, saç ve göz
sizliği olan SNPlerin, hastalık alleli ile birlikte, pedig- rengi ve kemik dansitesi gibi insanlardaki yaygın kan-
riler boyunca aktarıldığı varsayılmaktadır. SNPlerden titatif genotipik özellikleri düzenleyen genetik lokus-
oluşan bir panel temelinde, "hastalık haplotipi" ta larm saptanmasına da yardımcı olmaktadır.
nımlamasını yapmak mümkün olduğu zaman, bunla
rın tümünün aday hastalık alleline yakın yerleştikleri Genetik Analiz Endikasyonları
ni söylemek mümkün olmuştur. Zaman içerisinde,
bağlantı analizi ile hastalık allellerinin yerinin bulun Önceki anlatılanlarda, bugün genetik hastalıkların tanı
ması ve klonlanması kolaylaşmıştır. Bağlantı analizi; sında kullanılan birçok tetkikten bazılarından bahsedil
belirgin etkileri ve yüksek oranda geçiş (penetrans) mektedir. Bu tetkiklerin akılcı olarak uygulanması için,
gösteren, tek gen ile ilişkili mendelian hastalıklarda, kimlerin genetik testlere ihtiyacı olduğunun belirlenme
en fazla yarar sağlar. si çok önemlidir. Genel olarak genetik testler, prenatal ve
postnatal incelemeler olarak ikiye ayrılabilir. Konvansi
• Hipertansiyon diyabet, mental hastalıklar ve astım gi
yonel sitogenetik, FISH, moleküler tanılama ya da bun
bi bazı sık görülen hastalıkların; hastalığın fenotipine
ların çeşitli kombinasyonları kullanılabilir.
neden olacak küçük bağımsız etkilere katkı sağlayan
Prenatal genetik analiz sitogenetik olarak anormal ço
çoğul sayıda genetik lokuslar eşliğinde poligenik bir
cukları olma riski taşıyan tüm hastalara önerilmelidir. Bu
temeli olduğu artık ortaya çıkmıştır. Konvansiyonel
analiz; amniyosentez ile elde edilen hücrelerde, koryon
bağıntı analizlerinin eksiği, bu genetik varyantları
villus biyopsisi materyalinde ya da umblikal kord kanında
saptayacak istatistiksel gücünün olmayışıdır. GPVAS
yapılabilir. Önemli endikasyonlardan bazıları şunlardır:
analizinde, hastalıklı ya da hastalıksız büyük hasta
kohortları (aileler değil), hastalığı olan kişilerde aşırı • İleri anne yaşı (34 yaş üstü) yüksek oranda trizomi ris
temsil edilen SNP varyantları açısından, genomun tü ki ile ilişkilidir.
mü genelinde incelenir. Bu şekilde, hastalığa yatkınlı • Dengeli resiprokal translokasyon, Robertsonian trans-
ğı ortaya koyan varyant gen ya da genleri içeren ge lokasyon ya da inversiyon taşıyıcısı olduğu belirlenen
268 B Ö L Ü M 6 Genetik ve Pediatrik Hastalıklar
ler (bu olgularda gametler dengesiz olabilir, bu durum Feinberg AP: Epigenetics at the epicenter of modern medicine. JAMA
da doğacak çocuklar kromozom hastalıkları yönünden 299: 1345, 2008. [K an serler ve diğer insan hastalıklarının patogenezin-
delci epigen etik an orm alliklerin rolünü vurgulayan, im priııtlem e kon u
risk altında olacaktır) sunda dünyaca ön em li bir uzm an tarafın dan yazılm ış stradışı bir derle
• Önceki çocuğu etkileyen bir kromozomal anomali m e.]
• Hasta ya da partnerin X'e bağlı genetik hastalık taşıyı Hartl FU, Bracher A, Hayer-Hartl M: Molecular chaperones in protein
cısı olduğu belirlendiği zaman, fetal cinsiyetin tayini folding and proteo stasis. Nature 475: 324, 2011. [Proteinlerin hatalı
katlanm ası v e şaperon tedavisi ile ilgili m ü kem m el bir derlem e.]
Postnatal genetik analiz genellikle periferik kan lenfositle Janoueix-Lerosey I, Schleiermacher G, Delattre O: Molecular pathoge
rinden yapılır. Endikasyonları şunlardır: nesis of peripheral neuroblastic tumors. Oncogene 29: 1566, 2010
• Çoğul sayıda konjenital anomali Judge DP, Dietz HC: Therapy of Marfan syndrome. Annu Rev Med 59:
43, 2008. [K linik değ erlen dirm eleri devam eden, başta kardiyak ve aor-
• Açıklanamayan mental retardasyon ve/veya gelişme tik kom plikasyon ların ön len m esi ile ilgili “ilaç bulma" h edefin e odaklan
geriliği mış, M arfan sendrom u patogen ezi ü zerin e dü n yaca önem li ön de gelen
• Kuşkulu anöploidi (örn. Down sendromu bulguları) uzm anlardan birinin yazarlığını yaptığı stradışı bir derlem e.]
Kinney HC, Thach BT: The sudden infant death syndrome. N Engl J
• Kuşkulu dengesiz otozomal kromozom (örn. Prader-
Med 361: 795, 2009. [Ani bebek ölümü sen drom u n daki bazı anahtar nö-
Wüli sendromu) ropatolojik bulgular ve n örotransm iter an orm allikleri tanımlayan, bu f e
• Kuşkulu seks kromozomu anomalisi (örn. Turner nom en hakkın d a yazarlığını bir grubun yaptığı, kısa ve öz bir d erlem e.]
sendromu) Kobrynski LJ, Sullivan KE: Velocardiofacial syndrome, DiGeorge
• Kuşkulu Frajil X sendromu syndrome: the chromosome 2 2 q ll.2 deletion syndromes. Lancet
370:1443, 2007. [ 2 2 q ll.2 m ikrodelesyon sen drom lan n m klinik bulgula
• İnfertilite (seks kromozomu anomalisini ekarte etmek rı, tanısı ve tedavisini içeren iyi yazılm ış bir derlem e.]
için) Ku CS, Loy EY, Pawitan Y, Chia KS: The pursuit of genome-wide as
• Multipl spontan abortuslar (ebeveynlerin dengeli sociation studies: where are we now? J Hum Genet 55: 195, 2010.
translokasyon taşıyıcısı olma durumunu ekarte etmek [G enom un tümünü in celeyen çalışm aların durumunu ve bunların kom p
leks hastalıkları anlam am ızı nasıl etkilendiği ü zerin e beş yıllık bir göz
için her iki partnerin incelenmesi gerekir)
lem .]
Bunlar ve diğer klinik uygulamalar ile ilgili olarak söylen Lin PW, Nasr TR, Stoll BJ: Necrotizing enterocolitis: recent scientific
mesi gereken önemli bir nokta, günümüzde genomik tıb advances in pathophysiology and prevention. Semin Perinatol 32:
70, 2008. [NEK'in m olekü ler patogenezin anlaşılm ası üzerine ve hasta
bın nefes aldığı bir çağda yaşıyor olmamızdır. Gelecekte
lığın önlenm esine y o l g österen iyi yazılm ış güncel bir derlem e.]
ki yıllar; insan hastalıklarının genetik temelini aydınlata
Loscalzo ML: Turner syndrome. Pediatr Rev 29: 219, 2008. [Turner
cak ilerlemelerin, hastalıkların tanısı, önlenmesi ve teda sendrom unun g en etik tem elini, ayn ı zam an da klin ik tarafını kapsayan
visini nasıl etkileyeceği konusunda kehanette buluna iyi toparlanm ış bir derlem e.]
caktır. Metzker M: Sequencing technologies — the next generation. Nat Rev
Genet 11: 31, 2010. [G ünüm üzde elim izde bulunan gelecek nesil sekans-
lam a platform ları ve d olayısı ile uygulam aları h akkın da güncel bir m aka
KAYNAKLAR
le.]
Bassell GJ, Waren ST: Fragile X syndrome: loss of local mRNA regula Patterson D: Molecular genetic analysis of Down syndrome. Hum Ge
tion alters synaptic development and function. Neuron 60: 201, net 126: 195, 2009. [D ow n sendrom unun m olek ü ler patogenezi ile ilgili
2008. [Frajil X sendrom unun m olekiiler patogenezi, özellKkle FM RP derin lem esin e bir derlem e.]
fo n k siy o n u kay bı ile ilişkili o la y la r üzerine güncel bir m akale.] Staretz-Chacham O, Lang TC, LaMarca ME, et al: Lysosomal storage
Bojesen A, Gravholt CH: Klinefelter syndrome in clinical practice. Nat disorders in the newborn. Pediatrics 123:1191, 2009. [Yenidoğan dö
Clin Prac Urol 4: 192, 2007. [Bu hastalığa klin ik açıdan y aklaşan bir n em inde ortaya çıkan, bu n ad ir görülen h astalık sınıfına özellikle vurgu
derlem e.] yapan m ükem m el bir tartışm a.]
Butler MG: Genomic imprinting disorders in humans: a mini-review. J Sweetser DA, Grabowski EF: Pediatric malignancies: retinoblastoma
Assist Reprod Genet 26: 477, 2009. [ikisi bu bölüm de tartışılan, imp- and Wilms tumor. In Chung DC, Haber DA (eds): Principles of Cli
rintlem e hastalıklarının g en etik tem eli üzerine kısa, öz ve m ü kem m el bir
nical Cancer Genetics: A Handbook from the Massachusetts Gene
gözd en geçirm e.]
ral Hospital. Springer, New York, 2010, pp 163 - 180. [Bu iki çocuk
Collaco JM, Cutting GR: Update on gene modifiers in cystic fibrosis.
luk çağı solid tüm örünün; klin ik bulgularını, m oleküler patogenezini ve
Curr Opin Pulm Med 14: 559, 2008. [K istik fib ro z isd ek i; CFTR geni
tedavisini özetleyen iyi yazılm ış bir kitap bölüm ü.]
dışında, fen o tip i etkiley en g en etik düzenleyicilerin rolü üzerine, dünyaca
Wheeler DA, Srinivasan M, Egholm M, et al: The complete genome of
ön em li bir uzman tarafından y azılm ış bir derlem e.]
Croce CM: Causes and consequences of microRNA dysregulation in an individual by massively parallel DNA sequencing. Nature 452:
cancer. Nat Rev Genet 10: 704, 2009. [İnsan kan serlerin deki m ikroR- 872, 2008. [G elecek nesil sekan slam ayı kullanarak, ilk kez insan gen o
NA regülasyon bozukluğunun ilk örneğini keşfeden , öncü bir kişi tarafın munun kom ple sekan slanm asın ı tanım layan; D N A ’nın çift sarm allı y a
dan yazılm ış kap sam lı bir derlem e.] pısının kaşiflerin d en biri olan, N obel ödüllü Ja m es D W atson'a ait olan
Farrell PM, Rosenstein BJ, White TB, et al: Guidelines for diagnosis of literatür gibi çığır açacak bir m akale.]
cystic fibrosis in newborns through older adults: Cystic Fibrosis Fo Winter J, Jung S, Keller S, et al: Many roads to maturity: microRNA
undation consensus report. J Pediatr 153: S4 - S14, 2008. [K istik fib - biogenesis pathways and their regulation. Nat Cell Biol 11: 228,
rozisin çeşitli belirtilerini v e gen otip -fen otip korelasyon larım ortay a k o 2009 [miRNA'nın n asıl sen tez edildiği ve işlendiği ve bu karm aşık işle
yan, bir uzman grubu tarafından hazırlanm ış m ükem m el bir kon sen sü s min nasıl düzenlendiği h akkın d a kısa sürede ortaya çıkan bilgi hakkın da
m akalesi.] stradışı bir d erlem e - yüreği dayan am ay aca klar için uygun değildir!]
Kimyasal ve Fiziksel Ajanların Toksisitesi 271
Risk Altındaki
K irletici Popülasyon Etki(leri)
bilir veya sistemde metabolize olan diğer maddelerin Ozon Sağlıklı erişkinler Akciğer fonksiyonunda azalma
ve çocuklar Hava yolu reaktivitesinde artma
etkisiyle meydana gelebilir. Ayrıca enzimlerin aktivi-
Akciğer infiamasyonu
tesi oruç tutma veya açlık ile azalır, alkol tüketimi ve
Atletler,
sigara içmekle artabilir.
dış ortam
çalışanları Egzersiz kapasitesinde azalma
Astımlılar Hastaneye yatışta artış
ÇEVRE KİRLİLİĞİ Azot Sağlıklı erişkinler Hava yolu reaktivitesinde artma
dioksit Astımlılar Akciğer fonksiyonunda azalma
Çocuklar Solunum enfeksiyonlarında artış
Hava Kirliliği
Sülfür Sağlıklı erişkinler Solunum semptomlarında artış
Yaşam veren, soluduğumuz hava, çoğu kez potansiyel dioksit Kronik akciğer Ölüm oranında artış
hastalık etkenleriyle yüklüdür. Havada uçuşan mikroor hastalığı
ganizmalar, morbidite ve ölüm olaylarının önemli neden- olanlar
lerindendir. Hem "gelişmiş" hem de "gelişmekte" olan ül Astımlılar Hastaneye yatışta artış
kelerde, hava kirliliğinin daha yaygın nedenleri havada Akciğer fonksiyonunda azalma
bulunan kimyasal ve tanecikli kirleticilerdir. Dış ortam ve Asit Sağlıklı erişkinler Mukosilier temizlemede azalma
iç ortama özgü bilinen tehlikeler söz konusudur. aerosoller
Çocuklar Solunum enfeksiyonlarında artış
Astımlılar Akciğer fonksiyonunda azalma
Dış Ortamda Hava Kirliliği Hastaneye yatışta artış
Sanayileşmiş ülkelerdeki çevre havası kötü gazlar ve ta Partiküller Çocuklar Solunum enfeksiyonlarında artış
necikli kirleticilerle kirletilmektedir. Bu kirlenme, daha Akciğer fonksiyonunda azalma
çok şehirlerde ve ağır sanayi bölgelerinin yakınlarında Kronik akciğer Ölüm oranında artış
oluşur. Amerika Birleşik Devletleri'nde, Çevre Koruma ve kalp hastalığı
Kurumu (Environmental Protection Agency-EPA), altı olanlar
kirleticinin kabul edilebilir üst sınırlarını belirlemekte ve Astımlılar Ataklarda artış
bunları kontrol etmektedir: sülfür dioksit, CO, ozon, V e rile r , B a s c o m R v e a rk .; D ış o r t a m k ir liliğ in in sa ğ lık e t k ile r i. B ö lü m 2.
azot dioksit, kurşun ve partikül halindeki madde. Genel A m e r ik a n T o r a k s D e r n e ğ i’n in Ç e v re s e l v e M e s le k i S a ğ lık K o m ite s i. A m J
Respir Crit Care M ed 1 5 3 (3 ) :4 7 7 , 1 9 9 6 'd a n a lın m ış tır.
olarak bu ajanlar, bazen Londra, Los Angeles, Houston
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
Çevresel ve Beslenme ©
BÖLÜM İÇERİĞİ
İklim Değişikliğinin Sağlığa T erapötik İlaçlar ve Bağımlılık Elektrik Hasarı 289
Etkileri 269 Yapan Maddeler ile Oluşan ionizan Radyasyona Bağlı Hasar 289
Kimyasal ve Fiziksel Ajanların Hasarlar 282 Beslenmeyle İlgili Hastalıklar 293
Toksisitesi 271 Terapötik Ajanlar ile Oluşan Hasarlar: Malnütrisyon 293
Çevre Kirliliği 272 istenmeyen ilaç Reaksiyonları 282 Protein- Enerji Malnütrisyonu 294
Hava Kirliliği 272 Nonterapötik Ajanlar ile Oluşan Hasarlar Anoreksia Nervosa ve Bulimia 295
Çevresel Kirletici Olarak Metaller 273 (Madde Bağımlılığı) 284 Vitamin Eksiklikleri 296
Endüstriyel ve Tarımsal Ajanlara Fiziksel Ajanlar ile Oluşan Obezite 302
Maruziyet 276 Hasar 287 Diyet ve Sistemik Hastalıklar 306
Mekanik Travma 287 Diyet ve Kanser 306
Tütünün Etkileri 277
A lkolün Etkileri 280 Termal Hasar 288
Hastalıkların çoğu, çevresel faktörlerin etkisiyle meyda kazası ve 1995'te Tokyo metrosunun kasıtlı olarak orga
na gelir veya çevresel faktörlerden etkilenir. Geniş bir ta nik fosfat böcek zehiri sarin ile kirlenmesi gibi. Neyse ki,
nımlama ile çevre terimi, yaşadığımız çeşitli ev içi ve dışı bunlar çok sık görülmemektedir. Daha az dramatik an
ile mesleki ortamları kapsar. Bu ortamların her birinde, cak daha yaygın olan şey, hastalıkların düşük dozda kir
insanların soluduğu hava, tükettiği yiyecek ve su ile tok- leticilere uzun süre maruz kalma ile oluşan zedelenme ile
sik ajanlar, halk sağlığını belirleyen ve halkın maruz kal karakterli oluşudur. Çok sayıda Birleşik Devletler kurulu
dığı en önemli faktörlerdir. Bireylerle ilgili diğer çevresel şu çevresel kökenli tehlikeleri takip etme ve onları dü
faktörler (kişisel çevre) ve tütün kullanımı, alkol alımı, zeltmekle sorumludur (örneğin; havadaki karbonmonok-
tedavi amaçlı veya "eğlence amaçlı" madde kullanımı, di sitin [CO] hasara yol açmayan maksimum seviyesi veya
yet ve benzerleridir. Kişisel çevredeki faktörler, halk sağ zararsız ya da "güvenli" kabul edilen radyasyon gibi). An
lığını klasik anlamdaki çevreden daha fazla etkiler, fakat cak, yaş, genetik yatkınlık, maruz kalan kişinin farklı do
küresel ısınma (sonraki bölümde anlatıldı) ile ilgili yeni ku duyarlılığı, kirleticilerin birbirlerinin etkilerini arttıra-
tehditler dengeyi değiştirebilir. bilen etkileşimleri bireysel duyarlılıkta geniş varyasyon
Çevresel hastalık terimi, beslenme kökenli hastalıkları lar yaratmaktadır. Bununla birlikte, gruplar arasında, za
ifade ettiği gibi, çalışma ortamında karşılaşılanları da rarlı ajanların etkileri ile ilgili kıyaslamak çalışmalar ve
kapsayan kimyasal veya fiziksel zedelenmeler sonucun bu ajanlara yoğun bir şekilde maruz kalımda, bireylerde
da oluşan bozuklukları ifade eder. Çevresel hastalıklar ki riskin belirlenmesi için yararlı olan bazı "emniyetli"
umulmadık bir şekilde sık görülür. Uluslararası Çalışma düzeyler saptanmıştır. İnsanlarla ilgili olan problemin
Organizasyonu'nun tahminine göre işle ilgili zedelenme büyüklüğü ve doğası üzerine bu kısa bakıştan sonra, tok-
ler ve hastalıklar, tüm dünyada her yıl 1 . 1 milyon kişinin sisitenin mekanizmalarını ve sonra en önemli bazı çevre
ölümüne yol açmaktadır. Bu rakam araba kazaları ve sa sel tehlikeleri gözden geçirmeye başlayabiliriz.
vaşlara bağlı ölümlerden daha fazladır. İş ile ilgili prob
lemlerin çoğu, kazalardan daha çok hastalıklara bağlı
olarak meydana gelir. Toplumda meslek dışı toksik ajan İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN
lara maruz kalmanın yarattığı hastalıkların yoğunluğunu SAĞLIĞA ETKİLERİ
kestirmek, ajanların çeşitliliği ve maruz kalmanın süresi
ve dozunu ölçmedeki zorluklar nedeniyle, çok daha zor Sıcaklık ölçümleri, yeryüzünün, önceki 1000 yıl boyunca
dur. Gerçek sayılar ne olursa olsun, çevresel hastalıklar, herhangi bir dönemdekinden daha yüksek bir oranda ol
özellikle gelişen ülkelerde, sakatlık, acı çekme ve ağır fi- mak üzere, son 50 yılda hızlanan tempoda ısınmış oldu
nansal yük gibi sonuçlar getirmektedir. ğunu göstermektedir. 1960 yılından bu yana küresel or
Çevresel hastalıkların, bazen büyük felaketlerin sonu talama sıcaklık, 40°N ve 70°N arasındaki kara alanları
cudur. Örneğin; 1960'larda Japonya'daki Minamata'nm üzerinde görülen büyük artışlar ile 0.6°C artmıştır. Bu
metil civa ile kirlenmesi, 1984'te Hindistan Bhopal'de değişiklikler hızlı bir buzul ve deniz buzu kaybına eşlik
metil izosiyanat gazı sızıntısı, 1986'da Çernobil nükleer etmiştir, Montana'daki Glacier National Park buzulu ile
270 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
Kenya'daki Kilimanjaro dağı buzulunun 2025 yılma ka ler tarafından karbonun tutulmasındaki azalmadan kay
dar kaybolacağı Arktik Okyanusu'nun en geç 2040 yılı naklanmaktadır. Kullanılan bilgisayarın modeline bağlı
na kadar yaz aylarında tamamen buzsuz olacağı tahmin olarak değişmekle birlikte, sera gazlarının düzeylerinin
lerine yol açmıştır. yükselmesinin 2100 yılı itibariyle, küresel sıcaklığı 2°C ile
Siyasilerin kelime oyunlarına rağmen, bilim adamları 5°C daha yükseltmesi (Resim 7-1, B) beklenmektedir. Sı
arasında iklim değişikliğinde en azından kısmen insan et caklık artışının boyutları hakkmdaki belirsizlik kısmen
kisi olduğuna dair bir genel kabul mevcuttur. Suçlu, ozon sürecin gelişimini sağlayan faktörlerin neden olduğu po
(daha sonra bahsedilecek önemli bir hava kirleticisi), me zitif geri bildirim döngülerinin etki derecesi hakkmdaki
tan ve özellikle fosil yakıtların (Resim 7-1, A) yakılması sorulardan kaynaklanıyor. Isıyı yansıtan buz ve kar kaybı
yoluyla ortaya çıkan karbon dioksit (C 02) gibi sera gazla nedeniyle ısı absorbsiyonu artışları; nehirler, göller ve ok
rının atmosfer düzeylerinin yükselmesidir. Bu gazlar, su yanuslardan daha fazla buharlaşma olması nedeniyle su
buharı ile birlikte, normalde yeryüzüne yayılıp, uzayda buharındaki artışlar; Arktik donmuş toprağın erimesi ve
kaybolacak enerjiyi emerek bir tür sera etkisi üretmekte denizaltmdaki metan hidratların çözülmesinden dolayı
dir. 2009 yılındaki yıllık ortalama atmosferik C 0 2 düzeyi büyük miktarda C 0 2 ve metanın salmışı, diatomlar gibi
(yaklaşık 387 ppm), yaklaşık 650.000 yıl içindeki herhan karbon çöplüğü olarak hizmet gören organizmaların azal
gi bir noktadakinden daha yüksek olmuştur ve bu yüzyıl ması nedeniyle okyanuslarda C 0 2'in tecridinin azalması,
sonunda, insan davranışlarında değişiklikler olmadan, bazı ivme kazandırıcı döngü örnekleridir.
500-1200 ppm'e çıkması beklenen düzeyler ise, on mil İklim değişikliğinin sağlığa etkileri, onun boyutu, ge
yonlarca yıl hiç yaşanmamıştır. Bu artış sadece artan C 0 2 lişme hızı, takip eden sonuçlarm şiddeti ve yıkıcı etkile
üretiminden değil, aynı zamanda ormansızlaşma ve bitki- rini insanoğlunun altetmesindeki yeteneğine bağlı ola
caktır. En iyi senaryoda bile iklim değişikliğinin çok sa
1959-2009 korelasyon katsayısı: 0.76903 yıdaki hastalığın sıklığım artırarak insan sağlığı üzerinde
ciddi bir olumsuz etkisi olması beklenmektedir:
• Kardiovasküler, serebrovasküler ve solunum hastalık
ları ısı dalgaları ve hava kirliliği tarafından şiddetlene
bilir.
• Şiddetli yağmurlar ve diğer çevresel afetler sonrasında
temiz su temininin aksaması, kanalizasyon arıtması
nın bozulması ve sel felaketi sonrası gibi bulaşmaya
neden olan durumlar sonucu gastroenterit, kolera ve
diğer gıda ve su kaynaklı bulaşıcı hastalıklar,
• Sıcaklık artışı, kıtlıklar ve çok aşırı hava değişiklikleri
(örneğin, daha sık ve şiddetli El Nino olayları) ile ilgi
li olarak vektör sayısında ve coğrafi dağılımındaki de
ğişiklikler nedeniyle ortaya çıkan sıtma ve dang hum
ması gibi vektör kaynaklı bulaşıcı hastalıklar,
• Bitkisel üretimin bozulmasına yol açan yerel iklim de
ğişiklikleri nedeniyle oluşan malnütrisyon. Bu tür de
Küresel ısı değişimi fC ) ğişikliklerin ortalama sıcaklıkların tahıl tolerans sevi
yeleri yakınında veya üzerinde olduğu tropik bölgeler
de daha şiddetli olması beklendiğinden, 2080 yılların
da, bazı gelişmekte olan ülkelerde iklim değişikliğinin
bir sonucu olarak, tarımsal verimliliğin % 10 ila % 25
oranında düşüş gösterebileceği tahmin edilmektedir.
Bu hastalığa özgü etkilerin ötesinde, özellikle Grönland
ve Kuzey Yarımküre'nin diğer bölgelerinde, ısınan okya
nusların termal genleşmesi ile birlikte, 2 1 0 0 yılında bu
zul buzunun erimesinin, deniz seviyelerini 2 ila 6 feet
yükselteceği tahmin edilmektedir. Okyanusların en dü
şük tahmin düzeyinde yükselmesinde bile, dünya nüfu
sunun yaklaşık % 1 0 'u-kabaca 600 milyon insan-sel ris
ki altında olan alçak bölgelerde yaşıyor demektir. İnsan
ların yer değiştirmeleri, politik huzursuzluklar, savaş ve
yoksulluk, yetersiz beslenme, hastalık ve ölüme yol açan
Resim 7-1 iklim değişikliği, geçmiş ve gelecek. A , Son 50 yılda kü faktörler için yeterli koşullar oluşturarak, yaşamları ve
resel sıcaklık eğilimleri ortalaması ile Hawaii'de Mauna Loa gözlem toplumsal ilişkileri bozacaktır.
evinde ölçülen COz düzeylerinin korelasyonu. Herhangi bir yıl için Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler iklim
deki "küresel sıcaklık" dünyada bulunan 3000'den fazla meteorolo değişikliğinin sonuçlarını yaşayacaktır, ancak; ağırlık,
ji istasyonlarında yapılan ölçümlerden Hadley Merkezi (Birleşik güncel sera gazlarının artışında en az suçlu durumdaki
Krallıkj’ne gelen sonuçlarla ortaya çıkarıldı. B, 21. yüzyıl boyunca
gelişmekte olan ülkelerde olacaktır. Son zamanlarda
öngörülen sıcaklık artışları. 2100 yılına göre, Farklı bilgisayar mo
delleri küresel sıcaklıklarda 2°C ile 5°C artışları göstermektedir. dünyadaki en büyük C 0 2 üreticisi haline gelen Birleşik
(A, Dr. Richard Aster'in izniyle, Dünya ve Çevre Bilimleri Bölümü, N ew Mexico Devletleri aşan Hindistan ve Çin ekonomilerinin büyü
Madencilik ve Teknoloji Enstitüsü, Socorro, New Mexico). mesi nedeniyle, bu resim hızla değişmektedir. Acil ola-
Çevre Kirliliği 273
best radikallerin oluşumundaki kimyasal reaksiyonlarda kan karakteristik, d eri ve m uko zalard a yaygın çilek
yer alması ile ilgilidir. Serbest radikaller, solunum yolun k ırm ızısı re n k ile kendini gösterir. Eğer kısa sürede
daki ve alveollerdeki döşeyici hücrelerde hasara yol aç ölüm olursa, daha uzun süreli zehirlenmelerde görülen be
maktadır. Düşük düzeylerdeki ozon, sağlıklı bireylerde yin ödemi, noktasal kanamalar ve hipoksiye bağlı nöronal
tolere edilebilir, ancak astımlı veya amfizemli bireylerde değişiklikler gibi m orfolojik bulgular görülmeyebilir. Bu de
ve partikül içeren kirlilik ile birlikte olduğunda akciğer ğişiklikler spesifik değildir ve en basit anlatımla sistemik hi-
fonksiyonlarına zarar verir. Maalesef, kirleticiler ender poksiyi gösteren bulgulardır. Zehirlenen kişi yaşarsa, tam
olarak tek başına bulunurlar, daha çok gerçek bir "cadı iyileşme mümkündür; ancak, bazen hafıza, görme, işitme
karışımı" yaratacak şekilde birarada bulunurlar. ve konuşma bozuklukları sekel olarak kalabilir.
Sülfür dioksit, partiküller ve asit aerosoller, kömür veya
sıvı yakıt kullanılan enerji santrallerinde ve bu yakıtların
endüstriyel kullanımında havaya salınırlar. Partiküllerin İç Ortamda Hava Kirliliği
bir bölümü, kimyasal ve fiziksel olarak çok iyi ortaya Modern evler de giderek çevreyi dışlayıp evlere kapanıl
konmamış olsa da, hastalık ve ölümün ana nedeni olarak dıkça, iç hava kirliliği potansiyeli de artmaktadır. En yay
görülürler. 1 0 pm'den daha küçük olan partiküller, hava gın kirletici tütün içimidir (daha sonra bahsedilmekte
akımı ile alveollere dek ulaşabildikleri için daha zararlı dir), diğer suçlular ise, CO, azot dioksit (dış ortam kirle
dır. Burada makrofajlar ile nötrofiller tarafından fagosite ticileri olarak anlatılmıştı) ve asbestozdur (Bölüm 12'de
edilir, mediatörlerin sahnımma neden olup inflamatuar anlatıldı). Burada, diğer ajanların bazıları hakkında kısa
reaksiyon başlatırlar. Daha büyük partiküller burundan yorumlar sunulmuştur.
ya da mukosiliyer dalgalanma ile dışarı atılırlar ve sonuç Odun dumanı çeşitli azot oksitler ve karbon partikülle-
olarak daha az tehlikelidirler. ri içeren ve maruz kalan insanları akciğer enfeksiyonla
Karbon monoksit (CO), irritan olmayan, renksiz, tatsız rına yatkın hale getiren bir irritandır. Karsinojenik poli-
ve kokusuz bir gazdır. Karbon içeren materyallerin tam siklik hidrokarbonlar içerebilir. Radon, uranyumdan tü
olmayan oksidasyonu ile meydana gelir. Kaynakları ara reyen radyoaktif bir gazdır, evlerde ve toprakta yaygın
sında otomotiv makineleri, fosil yakıtı kullanan endüstri olarak mevcuttur. Uranyum madencilerinde (özellikle si
ler, ev tipi yakıtlı cihazlar ve sigara içimi bulunur. Çevre gara içenlerde) akciğer kanserine neden olmaktadır. An
mizdeki havada düşük düzeylerde bulunduğunda solu cak, ev ortamında, düşük dozlarda, kronik maruziyet ak
num fonksiyonlarının bozulmasına katkıda bulunabilir, ciğer kanseri riskinde, en azından sigara içmeyenlerde
ancak genellikle yaşamı tehdit etmez. Bununla birlikte, artışa neden olmamaktadır. Bioaerosoller, lejyoner hasta
tünel ve yer altı garajı çalışanları gibi, yoğun dumanlı lığı, viral pnömoni ve soğuk algınlığı gibi enfeksiyon has
çevrelerde çalışan bireylerde kronik zehirlenme gelişebi talıklarına yol açan patojenik mikrobiyolojik ajanları ya
lir. Bu bölümde CO bir hava kirletici olarak yer almakta da evcil hayvan tüyü, toz akarları, mantarlar ve küften
dır, ancak aynı zamanda intihar amaçlı veya kaza sonu kaynaklanan ve rinit, göz irritasyonu ve hatta astıma ne
cu meydana gelen ölümlerin en önemli nedenlerinden den olabilen allerjenleri içerebilir.
biridir. Küçük, kapalı bir garajda çalışan bir arabanın eg-
zos dumanı 5 dakika içerisinde ölümcül koma yaratabi
lir. CO, sistemilc asfiksi oluşturur, hemoglobine bağlan O Ö ZET _____ __________ ____________
mak suretiyle oksijen taşınmasını engelleyerek ölüme yol
açar. Hemoglobinin CO'e bağlanma yeteneği oksijene
Çevresel Hastalıklar ve Çevresel Kirlenme
bağlanma afinitesi 200 kat daha fazladır. Sonuçta ortaya • Çevresel hastalıklar, çevre havasında, çalışma alanında ve
çıkan karboksihemoglobin, oksijen taşıma yeteneğinde kişisel çevrede, kimyasal ve fiziksel ajanlara maruz kalma
değildir. Hipoksi, santral sinir sistemi (SSS) depresyonu sonucu oluşan durumlardır.
yaratır. Zehirlenme öyle sinsi olur ki, kurbanlar ciddi du • Ksenobiotikler olarak bilinen eksojen kimyasallar, vücu
rumlarının farkına varmaz ve kendilerini kurtaramazlar. da solunum, sindirim yolu ve deri teması ile girer, ya atı
Sistemik hipoksi, hemoglobinin %20-30'u CO ile doymuş lır ya da yağ, kemik, beyin ve diğer dokularda birikirler.
olduğunda ortaya çıkar. Bilinç kaybı ve ölüm ise %60-70 • Ksenobiotikler, toksik olmayan ürünlere dönüştürülür
oranında doygunluk olduğunda mümkündür. ler ya da sitokrom P-450 sistemiyle ilgili iki fazlı bir reak
siyon işlemi ile toksik bileşenlere dönüşmek üzere akti-
ve olurlar.
M ORFOLOJİ
• En yaygın hava kirleticileri ozon (oksitler ve partikül ha
Bir kere oluştuğunda sürekli kalabilen karboksihemoglobin lindeki maddelerle kombinasyon halinde smog oluştu
nedeni ile karbonmonoksit, k ro n ik zeh irlen m e meyda rur), sülfür dioksit, asit aerosoller ve çapı 10 pım.’den da
na getirir. Sonuç olarak, düşük dozda, sürekli CO maruzi- ha küçük partiküllerdir.
yeti ile karboksihemoglobin birikebilir ve kanda yaşamı teh • Karbon monoksit, bir hava kirleticisidir, kazara veya inti
dit edici yoğunluklara ulaşabilir. Yavaşça gelişen hipoksi, sin hara bağlı ölümlerin en önemli nedenidir, hemoglobine
si bir şekilde beyinde yaygın iskemik değişiklikler oluştura çok yüksek bir çekim ile bağlanır, SSS depresyonuna eş
bilir. Bu değişiklikler, özellikle bazal ganglionlar ve lentikü- lik eden sitemik asfiksiye neden olur.
ler nükleuslarda belirgindir. CO maruziyetinin kesilmesiyle
hasta genellikle iyileşir, ancak kalıcı nörolojik zedelenme
oluşabilir. CO zehirlenmesinin tanısı, kanda yüksek oranda
Çevresel Kirleticiler Olarak Metaller
karboksihemoglobin düzeylerinin belirlenmesine dayanır.
A k u t ze h irle n m e , genellikle kazara ya da intihar ama
Bu bölümde, insan toplumlarmda zararlı etkileri en sık
cıyla C O ’e maruz kalmanın sonucudur. Açık tenli kişilerde,
görülen ağır metallerden kurşun, civa, arsenik ve kadmi
akut zehirlenme, karboksihemoglobin nedeniyle ortaya çı
yum ele alınmıştır.
274 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
Kurşun
Kurşuna maruz kalma, kontamine hava ve yiyecekler yo
luyla olur. Yirminci yüzyılda, çevre tehlikesi olarak kur
şunun en önemli kaynağı, ev boyaları ve benzindir. Kur
şun içeren boyaların ve benzinin kullanımında büyük bir
azalma olmasına karşın, madenler, dökümhaneler, piller
ve sprey boyalar gibi, birçok kurşun kaynağı bulunmak
tadır. Bu kaynaklar, mesleki tehlike oluştururlar. Eski ev
lerde, kurşunlu boya döküntüleri, toprak kirliliği gençler
için en önemli tehlikelerdir. Gerçekten, 1 cm 2 eski (1977
den önce) kurşunlu boya tabakası, yaklaşık 175 pg kur
şun içerir. Bu miktar, eğer hergün vücuda alınırsa, za
manla yüksek toksik düzeyler oluşturmak için yeterlidir.
Çevre Kontrol Merkezinin (EPA) 2008 raporuna göre,
Amerikalı çocukların % 0.9'unun kanında 10 pg/dL (en
yüksek kabul edilebilir düzey) nin üzerinde kurşun bu
lunmaktadır. Bu oran, 1990'larm başındaki %4.4'lük ora
na göre azalma göstermiştir. Ancak, kurşun bazlı boyalar
ve kurşunla kirlenmiş toz içeren evlerde yaşayan çocuk
lardaki kan kurşun düzeyleri, genellikle kabul edilebilir
en yüksek düzeyin üzerindedir. Erişkinler, yiyeceklerde
ki kurşunun yaklaşık %15'ini alabilirken, çocuklarda bu
oran %50'ye çıkmaktadır. Çocuklarda daha geçirgen bir
kan-beyin bariyerinin bulunması, onları beyin zedelen
mesine daha eğilimli hale getirir. Kurşun zedelenmesinin
temel klinik bulguları, Resim 7-4'te gösterilmiştir.
Vücuda alman kurşunun çoğu (%80-85) kemik ve ge
lişmekte olan dişler tarafından tutulur. Kurşun, kalsiyum
ile yarışmaya girerek fosfatlara bağlanır ve kemikte 2 0 -
30 yıllık bir yarı ömre sahiptir. Kurşunun % 5 ila % 10'u
kanda kalır, diğer kısmı ise tüm yumuşak dokulara yayı
lır. Kurşun fazlası, erişkinlerde ve çocuklarda nörolojik etki
lere yol açar. Santral etkiler daha çok çocuklarda bulunur
ken, erişkinlerde periferik nöropatiler ön plandadır. Ço
cuklarda kronik kurşun zehirlenmesinin etkileri, düşük
IQ düzeyleri ile kendini gösteren düşük entellektüel ka KAYNAKLAR
pasite ile hiperaktivite ve organize etme becerisinde ye MESLEKSEL MESLEKSEL OLMAYAN
tersizlik gibi davranış problemlerini kapsar. Erişkinlerde, Sprey boyama Su kullanımı
kurşunun yol açtığı periferik nöropatiler, genellikle kur Dökümhane çalışması Boya tozları ve pulları
Madencilik ve kurşun çıkarım Otomativ eksozu
şun aliminin ortadan kalkmasıyla geri döner, ancak ço Batarya yakma Şehir toprağı
cuklardaki hem periferik hem de SSS anormallikleri ge
Resim 7 -4 Kurşun zehirlenmesinin patolojik özellikleri.
nellikle kalıcıdır. Çocuklarda kalsifiye olmuş kıkırdağın
normal remodelizasyonu ve epifizdeki primer kemik tra-
bekülleri kurşun birikiminden etkilenir. Bu birikim, kemik açıklanamayan anemi varlığında bundan şüphelenilebilir.
dansitesindeki artış nedeniyle, radyodens "kurşun çizgi Yüksek kan kurşun ve eritrositlerden serbest protoporfi-
leri" olarak görülür (Resim 7-5). Dişetlerinde de, kurşun rin düzeyleri (50 pg/dLden daha yüksek) veya alternatif
birikiminin hiperpigmentasyonu uyarması sonucu, daha olarak çinko-protoporfirin düzeyleri, kesin tanı için ge
farklı türde bir kurşun çizgilenmesi oluşur. Kurşun, reklidir. Hafif düzeyde kurşun maruziyeti olgularında,
kondrogenezisi arttırarak ve kıkırdak mineralizasyonu- anemi, saptanan yegane anormallik olabilir.
nu geciktirerek kırık iyileşmesini engeller. Kurşunun
böbrek yoluyla atüır ve akut maruziyet proksimal tubu-
luslarm zedelenmesine neden olur.
Kurşun, sülfidril gruplarına yüksek düzeyde bağlanma M ORFOLOJİ
eğilimi gösterir ve hem sentezinde rol alan iki enzim,
Kurşun toksisitesinin asıl anatom ik hedefi kan, kem ik iliği,
aminolevulinik asit dehidrataz ve delta ferrochetalaz ile
sinir sistemi, gastrointestinal sistem ve b ö b re kle rd ir (Resim
etkileşime girer. Demirin hem'e bağlanması bozulur, bu
7-4).
anemiye yol açar. Ayrıca, kurşun hücrelerin membranm-
K an d e ğ işiklik le ri, kurşun birikim inin en erken belir
da, sodyum ve potasyum-bağımlı ATPazlarm aktivitesini
tilerinden b irid ir ve kara kte ristiktir. Bunlar, erirositlerde
inhibe eder, kırmızı kan hücrelerinin parçalanmaya daya bazo filik b e n ek le r ile karakterli m ikro sitik, hipo krom
nıklılığını azaltarak, lıemolize neden olur. Kurşun zehir anemidir. Kandaki bu değişiklikler, kem ik iliği e ritro id pre-
lenmesinin tanısı, sürekli bir dikkat ile mümkün olur. kürsö rlerind e hem sentezinin inhibisyonu ile oluşur. Bu in-
Çocuklardaki temel nörolojik değişiklikler veya kırmızı hibisyonun diğer b ir sonucu da hem ’ in yerine çinko-proto-
kan hücrelerinde bazofilik benekler ile karakterli, nedeni
Çevre Kirliliği 275
Civa
İnsanlar tarih boyunca civayı birçok amaçla kullanmış
lardır. Örneğin; mağara resimlerinde bir renk olarak,
kozmetik amaçla, sifiliz tedavisinde ilaç olarak ve diüre-
tiklerin bir komponenti olarak. Civa buharının solunma
sı yoluyla oluşan zehirlenme uzun zamandır iyi bilin
mektedir ve Lewis Carrol'un Alis Harikalar Diyarındaki
"Çılgın Şapkacı" gibi tremor, jinjivit ve anormal davranış
lar ile karakterlidir (civa eskiden şapka yapımında kulla
nılırdı) .
Günümüzde, civa maruziyetinin ana kaynakları, civa
ile kontamine balıklar ve civa buharları yayan amalgam
diş dolgularıdır. Dünyada bazı bölgelerde, altın madenle
rinde kullanılan civa, nehirleri ve akarsuları kirletmiştir.
Yerkabuğunun doğal gazından veya endüstriyel konta-
minasyondan kaynaklanan inorganik civa, bakteriler ta
rafından metil civa gibi organik bileşiklere çevrilir. Metil
civa yiyecek zincirine girer, kılıç balığı, köpek balığı ve
lüfer gibi etobur balıklarda, civa düzeyleri yaşadıkları su-
dakinden bir milyon kere daha yüksek düzeylerde olabi
lir. Japonya'da Agano Nehri ve Minamata Körfezinde
metil civa yayılımı ile kontamine balıkların tüketimi ile
Resim 7 -5 Kurşun zehirlenmesi. El bileği epifizlerindeki (oklar) Irak'ta metil civa bazlı fungusit ile ilaçlanmış tahıldan ya
kalsifîye kıkırdakların remodelizasyonunun bozulması, radyodan pılan ekmeğin tüketilmesi sonucu, toplumsal morbidite
sitelerini belirgin olarak artırarak bunların kortikal kemik kadar ve çok sayıda ölüm meydana gelmiştir.
radyoopak görünmelerine neden olmuştur.
Minamata olayı ile ilişkili hastalıklar, "Minamata hasta
(Dietz, G .W ., M .D izniyle, Department o f Radiology, University o f Texas Southwes
tern M edical Scholl, Dallas, Texas)
lığı" olarak bilinmeye başladı. Bunlar, serebral felç, sağır
lık, körlük ve civaya in utero dönemde maruz kalan ço
cuklarda meydana gelen büyük SSS defektleridir. Geliş
mekte olan heyin, metil civaya aşırı duyarlıdır, bu nedenle
porfirin oluşmasıdır. Böylece, kanda kurşun zehirlenmesi Birleşik Devletler'deki Hastalık Kontrol ve Önleme Mer
nin en önemli göstergesi olarak çinko-protoporfîrin veya kezi (Centers for Disease Control and Prevention) (CDC),
onun ürünü olan serbest eritrosit protoporfirin düzeyleri hamile kadınların civa içerdiği bilinen balık tüketiminden
yükselir. sakınmasını önermektedirler. Thimerosal (yakın zamana
Beyin hasarı çocuklarda oluşma eğilimindedir. Bu olay dek bazı aşılar için koruyucu olarak kullanılmış olan ve
hafif olabilir ve hafif disfonksiyon yaratabilir veya şiddetli ve etil civa içeren bir bileşik) ile otizm gelişimi arasında
öldürücü olabilir. Küçük çocuklarda, duyusal, motor, entel- muhtemel bir ilişki olduğuna dair bir propaganda yapıl
lektüel ve psikolojik bozukluklar bildirilmiştir. Bunlardan mıştır, ancak birçok büyük çalışma böyle bir ilişkiyi doğ-
bazıları; IQ düşüklüğü, öğrenme bozukluğu, psikomotor rulamamıştır.
gelişim geriliği, daha ciddi olgularda psikozlar, körlük, nö
betler ve komadır. Annedeki kurşun toksisitesi, prenatal
beyin gelişimini bozabilir. Daha hafif fonksiyonel bozukluk Arsenik
ların altında yatan anatomik değişiklikler zor saptanır, an
Arsenik, Rönesans İtalya'sında en popüler zehirdi ve
cak bu defektlerin bazıları kalıcı olabilir. Spektrumun daha
Borgia'lar ile Medici'ler arasında bazı becerikli uygulayı
ciddi olan bölümünde beyin ödemi, serebral ve serebellar
cıları vardı. Arsenikle kasten zehirleme günümüzde ol
beyaz cevherde demyelinizasyon ve diffüz astrositik proli-
ferasyonun eşlik ettiği kortikal nöron nekrozu vardır. Eriş dukça enderdir, ancak arseniğe maruz kalma dünyanın
kinlerde santral sinir sistemi daha az etkilenir, ancak sıklık birçok bölgesinde önemli bir sağlık problemidir. Arsenik,
la p e rife rik dem yelin izan nöropati görülür, bu da tipik doğal olarak toprakta ve suda bulunur, ahşap koruyucu
olarak en sık kullanılan kasları innerve eden motor nöron lar, herbisidler ve diğer zirai mücadele ürünlerinde kulla
ları etkiler. Böylece el bileği ve parmakların ekstansör kas nılır. Çevreye yayılım madenlerden ve maden eritme en
ları ilk önce etkilenir. Bunu peroneal kasların paralizisi takip düstrisinden olur. Bangladeş, Şili ve Çin gibi ülkelerde,
eder (d ü şü k e l, d ü şü k a y a k ). yeraltı sularında büyük konsantrasyonlarda arsenik mev
G astro in testin al sistem , klinik belirtilerin önemli bir cuttur. Bangladeş'te 20 milyon kadar kişi arsenikle kir
yeridir. Kurşun “ koliği” çok şiddetli, ancak iyi lokalize edi lenmiş su içmektedir. Bu durum, çevreyle ilgili bilinen en
lemeyen karın ağrısı ile karakterizedir. yüksek kanser riskini oluşturur.
B öb reklerde intranükleer kurşun inklüzyonları ile ka Arseniğin en toksik formları, arsenik trioksit, sodyum
rakterli proksimal tubulus hasarı gelişebilir. Kronik renal arsenid ve arsenik triklorid gibi üçlü bileşiklerdir. Eğer
hasar, interstisyel fibrozis ve muhtemelen renal yetmezliğe büyük miktarlarda alınırsa, arsenik ciddi gastrointesti
ve gut’u düşündürür nitelikte bulgulara (“ saturnine gout” )
nal, kardiyovasküler ve santral sinir sistemi bozuklukla
neden olur. Kurşun zehirlenmesinin diğer bulguları, Resim
rını içeren akut toksisiteye neden olur. Sıklıkla ölüm ge
7 -4 ’te gösterilmiştir.
lişir. Bu etkiler, mitokondrial oksidatif fosforilasyonun
276 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
bozulmasına bağlanabilir. Kronik arsenik maruziyeti hi- Endüstriyel ve Tarımsal Ajanlara Maruziyet
perkeratozis ve hiperpigmentasyon gibi deri değişiklikle
rine ve bunları takiben, bazal ve skuamöz karsinoma Amerika Birleşik Devletleri'nde, her yıl 10 milyondan faz
(melanom değil) yol açabilir. Arsenik ile ilişkili deri tü la mesleki yaralanma meydana gelmekte, yaklaşık olarak
mörler, güneş ışığı ile ilişkili olarak gelişenlerden, avuç 65.000 kişi mesleki yaralanma veya hastalık nedeniyle öl
mektedir. Endüstriyel toksik ajanlara maruziyet, endüstri
içi ve ayak tabanında ve multipl lezyonlar halinde görül
nin kendisi kadar çeşitlidir. Formaldehit veya amonyak ile
meleri ile ayrılır. Arseniğe maruz kalma, ayrıca akciğer
oluşan solunum yollarının hafif irritasyonundan, asbestoz,
kanseri gelişme riskini arttırmıştır. Ancak deride ve ak
arsenik veya uranyuma bağlı ölümcül akciğer kanserine
ciğerde arsenik karsinogenezinin mekanizaları aydınla
kadar uzanan yelpaze içerisinde yer alırlar. Mesleki maru
tılmamıştır.
ziyet ile ilgili hastalıklar Tablo 7-2'de yer almaktadır. Bura
da toksik metallere (anlatıldı) ek olarak, çevresel hastalık
Kadmiyum
lara katkıda bulunan önemli ajanların bazıları aşağıdadır:
Bu bölümde tartışılan diğer metallerin aksine, kadmiyum • Organik çözücüler, yeryüzünde yaygın olarak ve büyük
nispeten modern bir toksik ajandır. Esas olarak nikel- miktarlarda kullanılır. Bazıları, örneğin kloroform ve
kadmiyum pillerde kullanılır ve genellikle ev atığı şeklin karbontetraklorür yağ çözücülerde, kuru temizleme
de elden çıkarılır. Toprağı veya bitkileri doğrudan ya da ajanlarında ve boya sökücülerde bulunur. Bu bileşikle
gübreler ve sulama suyu ile kirletebilir. Toplumsal maruz rin yoğun buharlarına akut olarak maruz kalmak, baş
kalma için en önemli kaynak yiyeceklerdir. Aşırı kadmi dönmesi, sersemlik, merkezi sinir sistemi depresyonu,
yum alımı, obstrüktif akciğer hastalığı ile başlangıçta tu- hatta komaya yol açabilir. Daha düşük düzeyler ise,
bulus hasarı ile başlayan ve son dönem böbrek hastalığı karaciğer ve böbrekte toksik etkiye sahiptir. Lastik sa
na ilerleyebilen böbrek toksisitesine yol açabilir. Kadmi nayi çalışanlarının benzen ve 1,3-bütadiene maruz kal
yum maruziyeti, ayrıca kalsiyum kaybı ile ilişkili iskelet maları lösemi riskini artırır. Benzen, daha önce bahse
anormalliklerine neden olabilir. Japonya'da, pirinç tarla dilen P-450 enzim sisteminin bir bileşeni olan, hepatik
larını sulamak amacıyla kullanılan ve kadmiyum bulaş CYP2E1 yoluyla, epoksite oksidize olur. Epoksit ve di
mış su, postmenoposal kadınlarda, "itai-itai" (ah-ah) ğer metabolitler, kemik iliğinde progenitor hücre dife-
adıyla bilinen, renal hastalıkla ilişkili osteoporoz ve oste- ransiyasyonunu aksatır, kemik iliği aplazisi ve akut
omalazi kombinasyonu ile karakterize bir hastalığa ne myeloid lösemiye neden olur.
den olmuştur. Son zamanlarda yapılan bir incelemede, • Polisiklik hidrokarbonlar, kömür ve gazın, özellikle de
20 yaş ve üstü Amerikan nüfusunun %5'inin idrarların çelik dökümhanelerinde yüksek ısıda yanması sıra
da, böbrekte hafif düzeyde hasar oluşturacak ve kalsiyum sında ortaya çıkabilir ve ayrıca; katran ve kurumda da
kaybını artıracak düzeyde kadmiyum bulunmuştur. mevcuttur (Bölüm 5'de değinildiği gibi, Pott 1775'de
baca temizleyicilerinde, baca kurumunun skrotal kan
serlere neden olduğunu ortaya çıkardı). Polisiklik hid
rokarbonlar en güçlü karsinoj enler arasındadır ve ak
O ö Z E T ciğer ile mesane kanserinin gelişmesinde rolü olan en
düstriyel ajanlardandır.
Ağır Metallerin Toksik Etkileri • Organoklorinler (ve genelde halojenize olmuş organik bi
• Kurşun, civa, arsenik ve kadmiyum, insanlarda toksik et leşikler), parçalanmaya dirençli sentetik ürünlerdir ve
kileri en sık görülen ağır metallerdir. lipofiliktirler. Böcek ilacı olarak kullanılan önemli orga
• Çocuklar, kurşunu erişkine göre daha fazla absorbe noklorinler, DDT (diklorodifeniltrikloroetan) ve metabolit-
ederler, çocuk etkileniminin ana kaynağı, kurşun içeren leri ile lindan, aldrin ve dieldrin gibi ajanlardır. Böcek
boyadır. ilacı olmayan organoklorinler ise poliklorlu bifeniller
• Kurşun birikimi, çocuklarda SSS defektlerine, erişkinler (PCBs) ve dioksin (TCDD [2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-
de periferik nöropatiye neden olur. Fazla kurşun kemik ciioksin j)'dir. DDT 1973'te Amerika Birleşik Devletle
lerde kalsiyumla rekabete girer, kıkırdağın remodelizas- ri'nde yasaklanmıştır, ancak nüfusun yarıdan fazlasının
yonunu bozar, ayrıca; anemiye de neden olur. serumunda, uzun süreli bir DDT metaboliti olan p,p'~
• Civa maruziyetinin ana kaynağı kontamine balıktır. Geliş
DDE saptanabilir düzeylerde bulunmuştur. Bu madde,
mekte olan beyin, metil civaya çok duyarlıdır. Metil civa,
DDT yasağı uygulamaya geçirildikten sonra doğan kişi
beyinde birikir ve iyon kanallarını bloke eder. lerde de saptanmıştır. PCB ve TCDD de, Birleşik Devlet
ler toplumunun çoğunluğunun kanında mevcuttur. İn
• Serebral felç, sağırlık ve körlük gibi bulguları olan Mina
sanlarda akut DDT zehirlenmesi, nörolojik toksisiteye
mata hastalığı, in utero dönemde fetusun yüksek dozda
civaya maruz kalması ile oluşur.
neden olur. Organoklorinlerin çoğu endokrin sistemi olum
suz etkiler ve laboratuar hayvanlarında antiöstrojenik ve
• Arsenik, doğal olarak toprakta ve suda bulunur, bazı ah
ya antiandrojenik aktiviteye sahiptir. Ancak insan sağlı
şap koruyucu maddelerin ve herbisidlerin bir bileşeni
ğı üzerindeki uzun vadeli etkileri iyi bilinmemektedir.
olarak yer alır. Arsenik birikimi, mitokondrial oksidatif
• Dioksinler, PCB ler. Bu maddeler, follikülit ve akneiform
fosforilizasyonu bozar ve Gl sistem, SSS ve kardiovaskü-
dermatoz gibi gibi deri hastalıklarına neden olabilir.
ler sistemde toksik etkiler yaratır. Uzun süre maruz kal
Klorakne olarak bilinen bu hastalıklar, genellikle yüz
ma, deri lezyonları ve karsinomlara neden olur.
çevresinde ve kulak arkası bölgesinde akne, kist oluşu
• Nikel kadmiyum pillerden ve kimyasal gübrelerden o rta
mu, hiperpigmentasyon ve hiperkeratozis ile karakter
ya çıkan kadmiyum, toprağı kirletir. Kadmiyum birikimi,
lidir. Karaciğer ve SSS anormallikleri ile birlikte olabilir.
o b strüktif akciğer hastalığı ve böbrek hasarına neden
PCB'lerin P-450 enzim sitemini uyarmaları nedeniyle,
olur.
bu maddelere maruz kalan işçilerde ilaç metabolizması
Tütünün Etkileri 277
değişebilir. 1960'larm sonlarında Japonya ve Çin'de ya Bununla birlikte, asbest maruziyetine bağlı kanser ris
şanan çevresel felaketlerde, üretimi sırasında PCB'ler ki artışı, asbest işçilerinin aile bireylerini ve işyeri dı
ile kontamine olan pirinç yağının tüketilmesiyle, her şında maruz kalan diğer bireyleri de etkiler. Pnömo
dönem yaklaşık 2000 kişi zehirlenmiştir. Hastalığın te konyozlar ve patogenezleri Bölüm 12'de anlatılmıştır.
mel bulguları (Japonya'da yusho Çin'de yu-cheng), klo-
rakne ile deri ve tırnaklarda hiperpigmentasyondur.
Bisfenol A (BPA) polikarbonat yiyecek ve su kontey- TÜTÜNÜN ETKİLERİ
nerlerinin kimyasal bileşiminde ve hemen hemen tüm
gıda şişeleri ve kutularının epoksi reçinesinde kullanı Tütün, insan kanserlerinin en yaygın eksojen nedenidir,
lır, sonuç olarak, BPA'ya insanlar hemen her yerde akciğer kanserlerinin %90'mdan sorumludur. Asıl suçlu
maruz kalırlar. BPA nm potansiyel bir endokrin sis sigara içimidir, ancak çeşitli şekillerdeki dumansız tütün
tem bozucu ajan olduğu uzun süredir bilinmektedir. (enfiye, tütün çiğneme) de sağlık için tehlikeli ve ağız
Birkaç büyük retrospektif çalışmada, erişkin insanla kanserlerinin önemli bir nedenidir. Tütün ürünlerinin
rın idrarındaki yüksek BPA seviyeleri ile kalp hastalı kullanımı sadece kişisel bir risk yaratmaz, çevredeki in
ğı arasında ilişki bulunmuştur. Buna ek olarak, BPA sanların pasif tütün solumaları ("ikinci el duman") siga
içeren kaplardan içen bebekler endokrin sistem üzeri ra içmeyenlerde de akciğer kanserine neden olabilir. Si
ne olan etkilerine özellikle duyarlı olabilir. 2 0 1 0 yılın gara içimi, yeryüzünde çoğu kardiyovaskiiler hastalık,
da, Kanada BPA'yı toksik bir madde listesine alan ilk çeşitli tip kanserler ve kronik solunum problemlerinden
ülke oldu, ve BPA kullanarak biberon ve suluk yapan olmak üzere, yılda 4 milyondan fazla masanın ölümüne
büyük bardak üreticileri üretim sürecini durdurdu. neden olur. 2 0 2 0 yılında tütünle ilgili yıllık ölüm sayısı
Virdi klorür, polivinil reçinesinin sentezinde kullanılır, nın 8 milyon olacağı tahmin edilmektedir. En büyük ar
az görülen bir karaciğer tümörü olan anjiosarkom ge tış da gelişmekte olan ülkelerde meydana gelecektir. Gü
lişimine yol açtığı bilinmektedir. nümüzde yaşayan insanların tahminen 500 milyonunun
Mineral tozlarının solunması ile oluşan kronik, non-ne- tütünle ilgili hastalıklardan öleceği öngörülmektedir. Sa
oplastik akciğer hastalıkları pnömokonyozlar olarak ad dece Amerika Birleşik Devletlerinde tütün her yıl
landırılır. Bu grup hastalık, hem organik ve inorganik 400.000'den fazla insanın ölümüne yol açmaktadır, bun
partiküllerin yol açtığı, hem de kimyasal duman ve bu ların üçte biri akciğer kanseri nedeniyledir.
harın oluşturduğu non-neoplastik akciğer hastalıkları Sigara içimi en önlenebilir insan ölüm nedenidir. Yaşam
gibi kapsar. En sık görülen pnömokonyozlar, mineral süresini doza bağlı olarak kısaltır. Örneğin; sigara içme
tozları ile oluşanlardır: kömür tozu (taş kömürü made yenlerin %80'i 70 yaşında canlı kalırken, sigara içenlerin
ninde), silika (kum ocaklarında, taş kesmede), asbestoz sadece %50'si bu yaşa ulaşır (Resim 7-6). Sigaranın bırakıl
(madencilik, imalathane, izolasyon çalışmasında) ve ması, akciğer kanserinden ölüm riskini büyük ölçüde azaltır,
berilyum (madencilik, imalathanede). Bu ajanlara ma hatta nispeten azalsa da, 60 yaşında bile bırakılması
ruz kalma hemen daima çalışma ortamlarında olur. olumlu etkiler yaratır. Amerika Birleşik Devletleri'nde
278 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
Tablo 7-4 Tütün Dumanındaki Organa Spesifik Karsinojenler • Tütün (çiğnenen veya içilen) ve alkolle kombinasyonu
oral, larengeal ve özofageal kanserlerin gelişme riski
Organ Karsinojen(ler)
ni katlayarak artırır. Bu çok yaygın kötü alışkanlıkla
Akciğer, larinks Polisiktik aromatik hidrokarbonlar rın kanserojenik etkileşimine bir örnek olarak gırtlak
4-(metilnitrozamino)-1-(3-piridil)-
kanseri aşağıda gösterilmiştir (Resim 7-9).
1-butanone (NNK)
• Annenin sigara içmesi, erken doğum ve spontan düşük ris
210Polonyum
kini artırır ve intrauterin büyüme geriliği gelişir (Bö
Özofagus N ’-Nitrozonornikotin (NNN)
lüm 6 ), bununla birlikte, gebelik öncesi sigarayı bıra
Pankreas NNK (?) kan annelerin çocukları normal doğum ağırlığına sa
—Mesane— 4-Aminobifenil, 2-naftilamin- hiptir.
Oral kavite Polisiklik aromatik hidrokarbonlar, ® Sigara dumanına maruz kalanlarda (pasif içiciler) da bazı
(sigara içenler) NNK, NNN zararlı etkiler oluşmaktadır. Bu kişilerde akciğer kan
Oral kavite (enfiye) NNK, NNN, 210pol°nyum seri insidansmın sigara dumanına maruz kalmayanla
V e r ile r S z c z e s n y LB , H o lb r o o k J H : C ig a r e t te s m o k in g . In R o m W H (e d ):
ra oranla 1.3 kat arttığı saptanmıştır. Amerika Birleşik
Environm ental a n d O ccupational M ed icin e, 2 n d e d . B o s to n , L ittle , B r o w n , Devletleri'nde her yıl 35 yaşının üzerinde akciğer
1 9 9 2 , p 1211 'd e n d ir . kanserinden ölen yaklaşık 3000 kişi, pasif içici konu
mundadır. Daha çarpıcı olanı, koroner aterosklerozis
ve ölümcül myokard enfarktüsü riskinin artışıdır. Ça
kini katlayarak arttırır. Örneğin, sigara içen asbestoz lışmalar, Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl
çalışanlarında ve uranyum madencilerinde akciğer 30.000 ile 60.000 kardiyak ölümün pasif maruziyet ile
kanseri görülme insidansı içmeyenlere göre 1 0 kat da ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Sigara içilen or
ha yüksektir. Ayrıca, aşağıda bahsedileceği gibi, oral tamda yaşayan çocuklarda respiratuar hastalıklar ve
kanserlerin gelişiminde de tütün tüketimi ile alkolün astım sıklığının arttığı görülür. Sigara içmeyenlerdeki
etkileşimi söz konusudur. pasif içicilik, nikotinin bir metaboliti olan kotinin'm
® Ateroskleroz ve onun en önemli komplikasyonu olan myo- kan düzeylerinin ölçümü ile belirlenebilir. Birleşik
kard infarktüsünün sigara kullanımı ile sıkı bir ilişkisi var Devletler'deki sigara içmeyenlerin ortalama kotinin
dır. Bu hastalıklara neden olan mekanizmalar birçok düzeyleri, geçen 15 yıl süresince halka açık yerlerdeki
faktörle ilişkilidir, bunlar arasında trombosit agregas- yasaklar nedeniyle, %60'dan daha fazla azalmıştır.
yonunun artması ve myokardm oksijenlenmesinin Ancak, tütün dumanına maruz kalma, özellikle ço
azalmasına (sigara dumanındaki CO ile gelişen hipok- cuklar için, hala evlerdeki büyük halk sağlığı problemi
si ile bağlantılı akciğer hastalığı nedeniyle) eşlik eden olarak durmaktadır. Açıkçası geçici bir "puf" zevki,
oksijen ihtiyacında artma ve ventriküler fibrilasyon ağır ve uzun süreli bir fatura getirmektedir.
eşiğinin düşmesi bulunmaktadır. Tüm kalp atakları
nın yaklaşık üçte biri sigara içimi ile ilgilidir. Sigara
içimi, hipertansiyon ve hiperkolesterolemi ile birlikte
Tütün içimi (sigara/gün)
olduğunda bu yöndeki risk üzerindeki etkileri katla
yarak artırır.
• Akciğer kanserlerine ek olarak, tütün dumanı, oral ka-
vite, özofagus, pankreas ve mesane kanserlerinin gelişimi
ne de katkıda bulunur. Tablo 7-4 tütün dumanında mev
cut olan organ spesifik karsinojenleri göstermektedir.
İçilen sigara/gün
Resim 7-8 Akciğer kanseri riskini, içilen sigara sayısı belirlemekte Resim 7 -9 Sigara içimi ve alkol tüketimi arasındaki etkileşim sonu
dir. cu, larenks kanseri risinin katlanarak artışı.
(V eriler S te w a rt BVV, K leih u e s P [ e d s ] : W o rld C a n cer R e p o rt,. Lyon, İA R C Press, (V eriler Ste w a rt B W , K leih u es P [ e d s ] : W orld C an cer R e p o rt,. Lyon, İA R C P ress,
2 0 0 3 ’dendir.) 2 0 0 3 ’dendir.)
280 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
Resim 7-10 Etanol metabolizması: Etanolun üç farklı yolla asetaldehide oksidasyonu ve asetik asit oluşumu. Alkol dehidrojenaz (ADH)
ile oksidasyonu sitozolde gerçekleşir: sitokrom P-450 sistemi ve onun CYP2E1 izoformu ER (mikrozomlarda)’de ve katalaz peroksizom-
larda lokalizedir. Asetaldehidin aldehit dehidrogenaz (ALD H) ile oksidasyonu mitokodride meydana gelir.
(Parkins on A : Biotransformation o f xenobiotics. In Klassen CD [e d ]: Casarett and Doull's Toxicology: The Basic Science o f Poisons, 6th ed. New York, McGraw-Hill, 2001, p 133.)
den olabilir. Hatta ölçülü alkol alımı ile de hepatositlerin riferik nöropatiler ve Wernicke-Korsakoff sendromudur
sitoplazmasmda çok sayıda yağ damlacıkları birikir (yağ (bakınız Tablo 7-9 ve Bölüm 22). Serebral atrofi, sere-
lı değişiklik ya da hepatik steatoz). Gastrik zedelenme akut bellar dejenerasyon ve optik nöropati de görülebilir.
gastrit ve iilserasyon şeklindedir. Alkol, MSS'de ilk olarak • Alkolün kardiyovasküler sistem üzerine çeşitli etkile
serebral kortikal aktiviteyi ayarlayan subkortikal yapıları ri vardır. Dilate konjestif lcardiyomiyopatiye (alkolik
etkileyen bir depresandır. Sonuç olarak, stimulasyon, bo kardiyomiyopati) neden olabilen miyokardial hasar Bö
zulmuş kortikal, motor ve entelektüel davranış vardır. lüm 1 0 'da anlatıldı. Ölçülü miktarlarda alkolün (gün
Giderek artan yüksek kan düzeylerinde kortikal nöron lük bir içki) yüksek dansiteli lipoproteinlerin (HDLs)
lar ve daha sonrasında solunumu düzenleyen alanları da serum düzeylerini arttırdığı, trombosit kümelenmesi
içeren alt medüller merkezler baskılanır. Bunu da solu ni baskıladığı ve böylece korener kalp hastalığına kar
num durması izleyebilir. şı koruduğu bildirilmektedir. Ancak, alkolün yoğun
Kronik alkolizm yalnızca karaciğer ve mideyi etkile tüketimi ve buna eşlik eden karaciğer zedelenmesi
mez, aynı zamanda diğer bütün organ ve dokuları da et HDL'nin azalmasına ve dolayısıyla da koroner kalp
kiler. Kronik alkoliklerde temel olarak karaciğer, gastro hastalığı olasılığının artmasına neden olur. Kronik al
intestinal sistem (GIS), MSS, kardiovasküler sistem ve kolizm, hipertansiyon sıklığında artış ile de ilişkilidir.
pankreas hasarıyla ilişkili olarak ciddi morbidite ve kısal • Aşırı alkol alımı akut ve kronik pankreatit riskini arttı
mış yaşam süresi söz konusudur. rır (Bölüm 16).
» Karaciğer kronik hasarın ana etki alanıdır. Kronik al • Gebelikte etanol kullanımı-düşük miktarlarda bi-
kolizm, daha önce söz edilen yağlı değişikliğe ek ola 1e-fetal alkol sendromuna neden olabilir. Bu sendrom,
rak alkolik hepatit ve siroza da neden olur (Bölüm yenidoğanda mikrosefali, gelişme geriliği ve yüz anor
15'de tanımlandı). Siroz, portal hipertansiyon ve art malliklerinden; daha büyük çocuklarda ise mental
mış hepatosellüler karsinom riski ile ilişkilidir. fonksiyonlarda azalmadan oluşur. Fetal alkol sendro
• Kronik alkolizm GİS'de gastrit, gastrik ülser ve fatal muna neden olabilecek alkol tüketiminin miktarını
seyredebilen özofagus varislerinden (sirozla ilişkili) belirlemek zordur, ancak özellikle gebeliğin ilk döne
kaynaklanan yoğun kanamalara neden olabilir. mi sırasında alkolün tüketimi zararlıdır.
• Tiamin eksikliği kronik alkolik hastalarda yaygındır. • Kronik alkol tüketimi oral kavite, özofagus, karaciğer
Tiamin eksikliğinden kaynaklanan temel lezyonlar pe- ve muhtemelen meme (kadınlarda) kanser riskinde ar
282 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
O özei
Alkol-Metabolizması ve Sağlık Üzerine Etkileri
• A ku t alkol suistimali yaklaşık olarak 200mg/dL kan dü
zeylerinde uyuşukluğa neden olur. Bilinç bulanıklığı ve
koma daha yüksek düzeylerde gelişir.
• Alkol, karaciğerde alkol dehidrogenaz, sitokrom P-450
sistemi ve daha düşük önemde olmak üzere katalaz ile
asetaldehide oksidize olur. Asetaldehid mitokondride
asetata dönüştürülür ve solunum zincirinde kullanılır.
• Alkolün alkol dehidrogenaz ile oksidasyonu N A D ’yi tü
ketir, bu da karaciğerde yağların birikimine ve metabolik
asidoza yol açar.
• Kronik alkolizmin ana etkisi yağlı karaciğer, alkolik hepa-
t it ve sirozdur. Siroz portal hipertansiyona neden olur ve
hepatosellüler karsinom gelişme riskini arttırır.
• Kronik alkolizm, gastrit ve gastrik ülser kaynaklı kanama
ya, tiamin eksikliği ile ilişkili periferik nöropatiye ve alko
lik kardiyomiyopatiye neden olur. A ku t ve kronik pank-
reatit gelişme riskini arttırır.
• Kronik alkolizm, oral kavite, larinks ve özofagus kanser
Resim 7-11 Uzun etkili tetrasiklin türevi olan minosiklinin isten
leri için major risk faktörüdür. Bu risk eş zamanlı olarak meyen reaksiyonu. A , Minosiklin uygulamasına sekonder olarak
sigara ve dumansız tütün kullanımı ile büyük ölçüde ar önkolun diffüz mavi-gri pigmentasyonu. B, Dermisde ilaç metaboli-
tar. ti/dem ir/m elanin pigment partiküllerinin birikimi.
(A ve B Dr. Z s o lt Argenyi'nin arşivinden; W ashington Ü niversitesi Patoloji Bölüm ü,
Seatle, W ashington )
TERAPÖTİK İLAÇLAR VE
önemli sonuçlara yol açabilen aspirin ve asetoaminofen-
UYUŞTURUCU MADDELERLE den özel olarak söz edilecektir.
OLUŞAN HASAR
Eksojen Östrojenler ve Oral Kontraseptifler
Terapötik İlaçlarla Oluşan Hasar: Eksojen Östrojenler. Eskiden menopozal belirtilerinin
İstenmeyen İlaç Reaksiyonları (örneğin; sıcak basması gibi) ortadan kaldırılması için
kullanılan östrojen, şimdi postmenopozal kadınlarda os-
İstenmeyen ilaç reaksiyonları (İİR), bilinen tedavi uygu teoporozun gidişini yavaşlatmak veya durdurmak (Bö
lamalarındaki beklenmedik etkilerdir. Bu reaksiyonlar lüm 2 0 ) ve miyokardiyal enfarktüs riskini azaltmak için
tıpta çok yaygındır ve hastaneye kabul edilen hastaların progesteronla birlikte veya tek başına yaygın olarak kul
%7-8'inde görülür. Bu gibi reaksiyonların yaklaşık %10'u lanılmaktadır. Bu şekildeki bir tedavi hormon replasmaıı
ölümcül seyreder. Tablo 7-5 istenmeyen ilaç reaksiyonla tedavisi (HRT) olarak adlandırılmaktadır. Endojen hipe-
rındaki en sık patolojik bulguları ve en sık karşılaşılan röstrojenizmin endometrial karsinom ve muhtemelen
ilaçları listelemektedir. Görülebildiği kadarıyla, İİR'na meme karsinomu gelişme riskini arttırdığı gerçeği,
neden olan ilaçların çoğu antineoplastik ajanlarda oldu HRT'nin kullanılması ile ilgili endişeyi anlaşılabilir kıl
ğu gibi oldukça etkilidir ve İİR, en yüksek terapötik etki maktadır. Tartışmanın ana odağı iskemik miyokardiyal
ye ulaşmak için tahmin edilen doz için hesaplanmış bir hastalığa karşı koruyucu olarak HRT'nin potansiyel yara
risktir. Akne tedavisini de içeren çeşitli durumları tedavi rıdır. Son veriler HRT'nin endometrium ve meme kanserleri
etmek için kullanılan uzun etkili tetrasiklinler gibi yay üzerine istenmeyen etkilerinin olduğunu desteklemiştir. An
gın olarak kullanılan ilaçlar yerel ya da sistemik reaksi cak, HRT'nin iskemik kalp hastalığına karşı koruduğunu ileri
yonlara neden olabilirler (Resim 7-11). Yaygın olarak kul süren görüşü desteklememektedir. Burada HRT'nin belli
lanılan östrojenler ve oral kontraseptifler (OK) daha ay başlı istenmeyen etkilerinin bir özeti bulunmaktadır:
rıntılı olarak tartışılacaklardır. Ayrıca, reçetesiz olarak • Rastgele seçilmiş kontrol çalışmalarının sonuçları, tek
ahnanbilen, ancak kazayla ya da bilerek aşırı dozları başına östrojen içeren HRT'nin endometrial kanser riski-
Terapotik İlaçlar ve Uyuşturucu Maddelerle Oluşan Hasar 283
Ürtiker, makül, papül, vezikül, peteşi, eksfolyatif dermatitler, Antineoplastik ajanlar, sülfonamidler, hidantoinler, bazı antibiyotikler
Kardiyak
Aritmiler Teofilin, hidantoinler
Kardi/omiyopati Doksorubisin, daunorubisin
Renal
Glomerülonefritler Penisilamin
Akut tubuler nekroz Aminoglikozid antibiyotikler, siklosporin, amfoterisin B
Papiller nekrozlu tubulointerstisiyel hastalık Fenasetin, salisilatlar
Pulmoner
Astım Salisilatlar
Akut pnömoni Nitrofurantoin
İnterstisyel fıbrozis Busulfan, nitrofurantoin, bleomisin
Hepatik
Yağlı değişiklik Tetrasiklin
Diffüz hepatosellüler hasar Halotan, izoniazid, asetaminofen
Kolestaz Klorpromazin, östrojenler, kontraseptif ajanlar
Sistemik
Anaflaksi Penisilin
Lupus eritematozus sendromu (ilaca bağlı lupus) Hidralazin, prokainamid
Merkezi Sinir Sistemi
Kulak çınlaması ve sersemlik Salisilatlar
Akut distonik reaksiyonlar ve parkinsonyan sendrom Fenotiazin, antipsikotikler
Respiratuar depresyon Sedatifler
* B ü tü n ila ç iliş k ili ö lü m le r in h e m e n h e m e n y a rıs ın ın ö z e lliğ i.
11i arttırdığım göstermiştir. Tek başına östrojen tedavisi teinin düzeylerini düşürür. Retrospektif epidemiyolo-
endometrial karsinom riskini 5 yıldan sonra 3-6 kat ve 10 jik veriler ışığında, HRT'nin atheroskleroz ve iskemik
yıldan sonra da 1 0 kat arttırmaktadır; ancak progeste- kalp hastalıklarına karşı korumada yararlı olabileceği
ronların tedaviye eklenmesi bu riski güçlü biçimde düşünülmüştür. Ancak, geniş ve iyi kontrollü prospek-
azaltmakta ya da ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca, östro tif çalışmalar, HRT'nin miyokardiyal infarktüse karşı
jen ve progesteron içeren uzun süreli HRT artmış meme koruyucu bir etkisinin olduğunu göstermemiştir.
kanseri riski ile ilişkilidir. Bu yüzden, bu bulgular HRT O ral Kontraseptifler. OK'ler 35 yılı aşkın bir süredir kul
reçetelerinin 2 0 0 1 'de 16 milyonken, 2006'da 6 milyona lanılmalarına karşın, güvenilirlikleri ve istenmeyen etki
düşmesine yol açmıştır. Bu düşüş yeni tanı konulmuş leri konusundaki anlaşmazlıklar devam etmektedir. Bu
meme kanserlerinin sayısındaki belirgin azalmayla bir ilaçlar büyük çoğunlukla sentetik östrodiol ve değişen
liktedir. Östrojen-progesteron içeren HRT'nin kesilme miktarlarda progesterondan (kombine OK'ler) oluşurlar.
sinden sonraki 3 yıllık izlemlerinde bu hormonları alan Çok azı ise sadece progesteron içerir. Güncel OK'ler da
kadınlarda artmış oranda meme kanseri gelişmeye de ha az miktarda östrojen (günde 50 pg'dan az) içermekte
vam ettiği gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. ve önceki OK formüllerinden açıkça daha az yan etkiye
Progesteronlu ya da progesteronsuz östrojenli HDT, sahiptirler. Epidemiyolojik çalışmaların sonuçları dozaj
derin ven trombozu, pulmoner embolizm ve inme lar dikkate alınarak yorumlanmalıdır. Bununla birlikte,
(stroke) gibi tromb o embolizm riskini yaklaşık olarak aşağıdaki sonuçları desteklemek için yeterli kanıt bulun
birkaç kat kadar arttırmaktadır. Bu artış tedavinin ilk maktadır:
iki yılında ve faktör V ya da protrombin mutasyonu ya
da immobilizasyon (hareketsizlüc) gibi diğer risk fak ® Meme karsinomu: Daha çok kabul gören düşünce OK'
törlerine sahip olanlarda daha belirgindir. ler meme kanser riskinde artışa neden olmadığıdır.
Östrojen ve progesteronlar yüksek dansiteli lipoprote- • Endometrial ve ovaryen kanserler: OK'lerin bu tümörle
inin kan düzeylerini arttırır ve düşük dansiteli lipopro- re karşı koruyucu bir etkisi vardır.
284 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
• Servikal kanser: Human papiloma virus (HPV) ile en- masından kaynaklanmaktadır. Yüksek dozlarla oluşan
fekte kadınlarda OK'ler servikal kanser riskini arttıra aspirin zehirlenmesinin sonuçlarının çoğunluğu metabo-
bilirler. Ancak bu artışın seksüel aktiviteden kaynak liktir, morfolojik değişiklikler seyrektir. Başlangıçta respi-
lanıp kaynaklanmadığı açık değildir. ratuar alkaloz gelişir ve sonrasında bunu ölümcül seyreden
• Tromboembolizm: Çok sayıda çalışma, düşük doz en metabolik asidoz izler. Ölümcül dozlar çocuklarda 2- 4
yeni formüller (50 pg'dan az östrojen) de dahil olmak gram gibi küçük miktarlarda, erişkinlerde ise 10-30 gram
üzere, OK'lerin, pıhtılaşma faktörlerinin artmış hepa- arasındaki miktarlarda olabilirse de bunların beş katı da
tik sentezinden kaynaklanan venöz tromboz ve pul- ha fazla doza karşın yaşayanlar da bildirilmiştir.
moner tromboembolizm riskinde 3 ile 6 kat artışa ne Kronik aspirin zehirlenmesi (salisilizm) günlük 3 gram
den olduğunu göstermiştir. Bu risk, özellikle de faktör ya da daha fazla dozu alan kişilerde ortaya çıkabilir (bu
V Leiden mutasyonu taşıyıcısı olan kadınlarda, sente doz, kronik inflamatuar olayları tedavi etmek için kulla
tik progesteron içeren ve daha yeni olan üçüncü ku nılmaktadır). Kronik salisilizm; baş ağrısı, baş dönmesi, ku
şak OK'lerde daha da yüksektir. Ancak, OK ile ilişkili lak çınlaması (tinnitus), işitme zorluğu, mental konfüzyon,
tromboembolizm riski gebelikle ilişkili tromboembo uyuklama, bulantı, kusma ve diyare gibi bulgularla ortaya
lizm riskinden iki ila altı kat daha düşüktür. çıkar. Merkezi sinir sistemi değişiklikleri konvülziyonlar
• Kardiyovasküler hastalık: OK kullananlarda atheroskle- ve komaya kadar ilerleyebilir. Kronik salisilizmin morfo
roz ve miyokardiyal enfarktüs riski konusunda belir lojik sonuçları çeşitlidir. Sıklıkla, aşırı gastrointestinal ka
gin ölçülerde bir belirsizlik vardır. OK'ler 30 yaşından nama oluşturan ve gastrik ülserlere yol açabilen akut ero-
daha genç ya da sigara içmeyen daha yaşlı kadınlarda ziv gastrit vardır (Bölüm 14). Aspirin trombosit siklooksi-
koroner arter hastalığı riskini arttırmıyor, ama bu risk jenazmı geridönüşsüz olarak baskıladığı ve tromboksan
sigara içen 35 yaşından büyük kadınlarda yaklaşık A2 yapımını engellediği için, kronik toksisiteyle eş za
olarak iki kattır. manlı olarak kanamaya yatkınlık gözükebilir. Deride ve
• Hepatik adenom: OK kullanımı ile seyrek görülen bu iç organlarda peteşiyal kanamalar oluşabilir. Gastrik ül
benign karaciğer tümörü arasında, özellikle de yaşlı serlerden kaynaklanan kanamalar abartılı olabilir.
ve uzun süreli OK kullanan kadınlarda, iyi tanımlan Aspirin ve asetaminofen karışımı olan tescilli analjezik
mış bir ilişki bulunmaktadır. Tümör geniş, soliter ve ilaçlar, uzun yıllar kullanıldıklarında renal papiller nek-
iyi sınırlı bir kitle olarak gözükür. rozlu tubülointerstisyel nefrite neden olur. Bu klinik anti-
te analjezik nefropatisi olarak adlandırılır (Bölüm 13).
Açık olarak görülen o ki, OK'lerin yararları ve zararları, is
tenmeyen gebeliklere karşı koruyan bir kontrasepsiyon
yöntemi olarak kabul görmeleri ve geniş uygulama alanı Nonterapötik Toksik Ajanlarla Hasar
bulmaları gibi gerçekler çerçevesinde değerlendirilmelidir.
(Madde Bağımlılığı)
özelliğine sahip ilaçların başında gelir. Deney hayvanla ® MSS etkileri. En yaygın MSS bulguları hiperpirelcsi
rının kokaini alabilmek için yeme ve içmeden kesilip (vücut ısısını kontrol eden dopaminerjik yolaklarının
manivelaya binlerce kez bastıkları saptanmıştır. Kokain sapmasının neden olabileceği düşünülmektedir) ve
kullanıcılarında fiziksel bağımlılık görülmemesine kar nöbetlerdir.
şın, psikolojik bağımlılık bulguları son derece ağırdır. • Fetus üzerine etkileri. Kokain, gebe kadında plasental
Kokain kullanımını bıraktıktan sonraki ilk birkaç aylık kan akımının azalmasına neden olarak fetal hipoksi ve
sürede, kullanıldığında hissedilen iyi olma haline duyu spontan abortusa yol açar. Kronik ilaç kullanan gebe
lan istek çok şiddetlidir ve bu istek, yıllar sonra bile tek kadınların fetuslarmda nörolojik gelişim bozulabilir.
rarlayabilir. Akut aşırı doz koma, kardiyak aritmiler ve • Kronik kokain kullanımı. Kronik kullanımı (1) kokaini
solunumda durmaya yol açabilir. Kokain toksisitesinin buruna çekenlerde nazal septum perforasyonuna, (2 )
önemli belirtileri aşağıdadır: kokainin dumanını içine çeken kullanıcılarda ise ak
• Kardiyovasküler etkiler. Kokainin en ciddi fiziksel etki ciğerin diffüzyon kapasitesinde azalmaya ve (3) dilate
leri, kardiyovasküler sistemdeki akut toksik etkileri kardiyomiyopatiye neden olabilir.
ile ilişkilidir. Kokain sempatomimetik bir ajan olup
(Resim 7-12), santral sinir sisteminde dopaminin geri
emilimini bloke eder, adrenerjik sinir uçlarında da
Eroin
presinaptik nörepinefrin salmımım uyarmasına karşı Eroin haşhaş bitkisinden elde edilen bağımlılık yapıcı bir
lık, epinefrin ile norepinefrinin reuptake'ini bloke opioid olup morfinle yalcından ilişkilidir. Etkileri kokain
eder. Bu nörotransmitterlerin adrenerjik sinir uçların den çok daha tehlikelidir. Bununla birlikte, Amerika Bir
da birikiminin net etkisi ve aşırı uyarı taşikardi, hiper leşik Devletleri'nde yaklaşık 4 milyon insan en az bir
tansiyon ve periferik vazokonstriksiyon ile kendini gös kez, 2008 yılında 400 binden fazla insanın ise yılın her
terir. Kokain aynı zamanda multifaktöryal temelli nıi- hangi bir zamanında kokain kullandığı tahmin edilmek
yokardiyal iskemiye neden olur. Kokain koroner arter tedir. Sokaklarda satılan şekli, pudra ya da kinin gibi ba
spazmına ve tromhosit kümelenmesini kolaylaştıra zı maddelerle dilüe edilmiş (kesilmiş) halidir. Bu nedenle
rak, trombüs oluşumuna neden olur. Sigara içimi ko içerdiği doz hem değişkendir, hem de kullanıcı tarafın
kain kökenli koroner vazospazmmı şiddetlendirir. dan tam olarak bilinemez. Eroini, katıldığı maddelerle
Böylece kokain, sempatomimetik etkisiyle miyokar- birlikte, kişi sıklıkla intravenöz veya subkutan olarak
dm oksijen ihtiyacını arttırarak ve aynı zamanda ko kendine uygular. Etkileri başta öfori, halüsinasyon, som-
roner kan akımını azaltarak miyokardiyal infarktüse nolans ve sedasyon olmak üzere çok çeşitlidir. Eroinin
yol açabilecek olan miyokardiyal iskemiyi tetildeyebi- zararlı fiziksel etkileri etiyolojik olarak (1 ) farmakolojik
lir. Ayrıca, hem miyokarddaki iyon (K+, Ca2+, Na+) etkisine, (2 ) seyreltici ajanlara ya da içerdiği kontamine
transportunu bozarak, hem de sempatomimetik akti- edici maddelere karşı oluşan reaksiyonlara, (3) eroin ya
viteyi artırarak ölümcül aritmilere yol açar. Bu toksik et da seyrelticilerine karşı gelişen hipersensitivite reaksi
kilerin doza bağımlı olması gerekmez ve ölümcül bir yonlarına ve (4) enjektörlerin paylaşılmasına bağlı ortaya
olay ilk kullanıcıda, duygu durumunu değiştiren en çıkan hastalıklara göre geniş çeşitlilik gösterir. Eroinin
düşük doz ile meydana gelebilir. en önemli istenmeyen etkilerinin bir kısmı aşağıdadır:
286 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
Marihuana
Marihuana veya esrar en yaygın olarak kullanılan yasa
dışı ilaçtır. Amerika Birleşik Devletlerinde 2008 yılı iti
barıyla 1 0 0 milyondan daha fazla insanın yaşamları bo
yunca en az bir kez marihuana kullandığı ve 15 milyon
dan fazla insanın da (nüfusun % 6 ,1 ) bir önceki ay içinde
aldığı tahmin edilmektedir. Marihuana,"Cannabis sativa"
İ l bitkisinin yapraklarından elde edilir. Bu bitkide psikoak-
Hipertansiyon, kardiyak aritmi, miyokardiyal tif bir madde olan A9-tetrahydrocannabinol (THC) bulu
infarkt, serebrai kanama ve infarkt nur. Marihuana içildiğinde; THC'nin yaklaşık % 5-10'u
emilir. Yapılan çok sayıda çalışmaya rağmen, marihuana
Resim 7 -1 2 Kokainin sinir ileti sistemi üzerine etkisi. Kokain,
merkezi ve periferik sinir sistemindeki dopamin ve norepinefrin
nın vücutta fonksiyonel ya da kalıcı bir fiziksel yan etki
nörotransmiterlerinin geri emilimini engeller.• yapıp yapmadığı tam olarak çözülememiştir. İlacın bah
sedilen bazı istenmeyen etkileri allerjik ya da idiyosenk-
razik reaksiyonlardır. Bunlar marihuananın farmakolojik
etkisinden çok ilacın hazırlanmasında kullanılan zararlı
maddeler nedeniyle oluşmaktadır. THC'nin glokomda
• Ani ölüm. Ani ölüm, genellikle yüksek doza bağlıdır ve intraoküler basıncı düşürmek ve kanser tedavisinde geli
kullanılan ilacın saflık derecesi tam olarak bilinmedi şen inatçı bulantıyı önlemek gibi yararlı etkileri de vardır.
ği için, her zaman var olan bir risktir. Ani ölüm oranı Marihuananın fonksiyonel ve organik merkezi sinir
%2-90 arasında değişebilir. Amerika Birleşik Devletle- sistemi etkileri en çok araştırılan konulardır. Marihuana
ri'-nde kronik kullanıcılar arasında yıllık ani ölüm nın kullanımı duyusal algılamayı ve motor koordinasyo
oranının %1 ile 3 arasında olduğu sanılmaktadır. Ani nu bozar. Ancak bu etkiler genellikle 4-5 saat içinde ge
ölüm, bazen hapsedilme süreci sonrasında olduğu gi çer. Devamlı kullanımla, bu değişiklikler zaman, hız ve
bi ilaca karşı toleransın kaybolmasına bağlıdır. Ağır uzaklık muhakemesinde yetersizlik gibi bilişsel ve psiko-
solunum depresyonu, aritmi, kardiyak arrest ve pul- motor bozukluklara neden olur. Adolesanlar arasında bu
moner ödem ölümün nedenlerini oluşturur. gibi bozukluklar sıklıkla otomobil kazalarına yol açar.
Fiziksel Ajanlarla Hasar 287
Marihuana kalp atım sayısını ve bazen kan basıncını art şı da koruyor gibi görünmemektedir. O K ’lerin endomet
tırır ve koroner arter hastalığı olan kişilerde anjinaya ne rium ve over kanserlerine karşı koruyucu etkisi vardır. An
den olabilir. cak, tromboembolizm ve hepatik adenoma riski artar.
Marihuananın sigara gibi kronik içimi sonucu akci • Asetaminofenin aşırı dozu karaciğer yetmezliğine yol açan
ğerler etkilenir; hafif ama ciddi solunum yolu obstrüksi- sentrilobüler karaciğer nekrozuna neden olabilir. GSH dü
yonları yanında, larenjit, farenjit, bronşit, boğuk ses, as zeylerini düzelten ajanlarla erken tedavi toksik etkileri sı
tım benzeri semptomlar tanımlanmaktadır. Marihuana nırlayabilir. Aspirin tromboksan A 2’nin üretimini bloke
nın sigara gibi içilmesi halinde normal bir sigarayla kar eder ve bu da gastrik ülserasyon ile kanamaya neden ola
şılaştırıldığında akciğerlere alman ve kalan katranın bilir.
miktarı 3 kat daha fazladır. Bunun nedeni, derin soluk • Yaygın olarak suistimal edilen ilaçlar; sedatif-hipnotikler
alma ve uzun süre dumanın tutulmasıdır. (barbitüratlar, etanol), psikomotor uyaranlar (kokain, am-
fetamin, ekstazi), opioid narkotikler (eroin, metadon, ok-
Diğer Yasadışı İlaçlar sikodon), halüsinojenler (LSD, meskalin) ve kannabinoid-
İlaçların çeşitliliği, inançları yıkan "yeni deneyim" (yük- ler (marihuana, haşhaş) şeklinde sıralanabilir.
! selme, alçalma, "vücudun alıştıklarının dışında") arayış
ları sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu ilaçlar, çeşitli uyarıcı
ları, depresanları, analjezikleri ve halüsinojenleri kapsa
FİZİKSEL AJANLARLA HASAR
maktadır. Bu ilaçlar arasında PCP (l-(l-phenylcyclo-
hexyl) piperidine) veya fenilsiklidin ve ketamin (aneste- Fiziksel ajanların meydana getirmiş olduğu hasar meka
zik ajanlarla akraba), liserjik asit dietilamid (LSD), bili nik, termal, elektriksel ve iyonize radyasyona bağlı ha
nen en güçlü hallüsinojen, "ekstazi" ("ecstacy") (3,4- sarlar şeklinde sınıflandırılabilir. Her bir tip ayrı olarak
methylenedioxymethamphetamine [MDMA]), oksiko- değerlendirilecektir.
don (bir opiat) yer almaktadır. Bu ajanların herhangi bi
rinin kullanımının uzun süreli zararlı etkileri hakkmda-
Mekanik Travma
ki fazla bilgi yoktur. LSD akut olarak ruh hali, düşünce
ve arzular üzerine beklenmeyen etkileri olup bazen de Mekanik kuvvetler birçok şekilde hasara neden olurlar.
garip ve tehlikeli davranışlara yol açabilmektedir. Eksta- Yaralanmanın tipi çarpan cismin şekline, çarpma sıra
zinin kronik kullanımı MSS'de serotonin tükenmesine, sında ortaya çıkan enerjinin miktarına ve etkilenen do
bu da potansiyel olarak uyku bozulduklarına, depresyo ku veya organa göre değişir. Kemik ve baş gibi kendine
na, ankisiyeteye ve saldırgan davranışa yol açar. özgü zedelenmeler ilgili bölümde anlatılmıştır (Bölüm
22). Bütün yumuşak dokuların, mekanik kuvvetlere kar
şı gösterdiği reaksiyon, birbirine benzer. Abrazyon, kon-
tüzyon, laserasyon, kesici ve delici yaralanmalar şeklinde
• ö zet
sınıflandırılabilir (Resim 7-13).
İlaçlarla Oluşan Hasar
• İlaçlarla hasar terapötik ilaçlar (ilaç yan etkileri) ya da non-
terapötik ajanlar (ilaç suistimali) neden olabilir. M O R F O L O Jİ
• Antineoplastik ajanlar, uzun etkili terasiklinler ile diğer A b ra z y o n , deri yüzeyinin kazıma veya ovalama sonucu
antibiyotikler, HRT preparatları ve O K ’ler, asetaminofen yüzey epiteli hücrelerinin zedelenmesiyle meydana gelen
ve aspirin en sık görülen ilaçlardır. yaraya denir. Tipik deri abrazyonunda sadece epidermal ta
• HRT endometrium ve meme kanserleri ile tromboembo- baka soyulur. K o n tü z y o n ya da berelenme, genellikle
lizm risklerini arttırır. Ancak, iskemik kalp hastalığına kar künt travma ile oluşan bir zedelenme şeklidir. Damarlarda
Resim 7 -1 3 A , Saçlı derinin laserasyonu. Fibröz dokuların köprüleşen bantları dikkati çekmektedir. B, Künt travmadan kaynaklanan kon
tüzyon. Deri sağlam; ancak, yaygın renk değişikliğine yol açan subkutanöz damarlarda kanama vardır.
(A, B, Teksas Üniversitesi Southwestern Tıp Fakültesi’nin Patoloji Bölümü'nün eğitim setinden; Dallas, Teksas, USA.)
288 B O L U M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
zedelenme ve kanın dokulara çıkması (ekstravazas/onu) ile • Özellikle sıvı ve elektrolit desteği ile yara enfeksiyon
karakterlidir. Laserasyo n , bir dokunun keskin olmayan bir larının önlenmesi ya da kontrolü gibi konularda teda
cisim ile kuvvet uygulanarak aşırı gerilmesi sonucu yırtılma vinin etkinliği ve çabukluğu.
sıdır. İnsizyonun tersine, çoğu iaserasyoniarda yara alanın Tam kat yanık, epitelyal yenilenme için gerekli olan hüc
da kan damarları ağı gözükür ve yaranın kenarları genellik releri içeren deri eklerinin de kaybı ile karakterli epider
le düzensizdir. Kesici y arala n m a, keskin aletlerle oluşur misin ve derinin total kaybına yol açar. Üçüncü ve dör
ve yara alanındaki kan damarları ağı ciddi şekilde yaralan düncü derece yanıklar bu gruba girer. Parsiyel (kısmi) ya
mıştır. Delici y arala n m a, tipik olarak uzun, dar bir aletle nıklarda ise, deri eklerinin derin kısımları korunmuştur.
oluşur, bu alet dokunun derinlerine ulaşırsa p en etran , Bu tür yanıklar; birinci derece yanıklar (sadece epitelin
kendisine bir çıkış yeri oluşturacak şekilde dokuyu tama
etkilenmesi) ve ikinci derece yanıklardır (epidermis ile
men geçerse perforan olarak adlandırılır. Ateşli silahla olu
yüzeyel dermişi etkileyen).
şan hasarlar, adli patologlar için hasar tipine özgü bazı ayı-
redici özellikleri olan özel bir formdur. Örneğin, yakın atış
sonucu meydana gelen yaralarda barut yanığına ait izler bu
lunurken, 1-1,5 metre (4 ya da 5 feet) uzaktan atışlarla olu
( ) M O R F O L O Jİ
şanlarda bu tü r bulgular görülmez.
Mekanik zedelenmelerin en sık nedenlerinden biri, araç Makroskopik incelemede tam k a t y a n ık la r be/az renkli
kaza la rıd ır. Bu zedelenmeler, (1) aracın içinde bir yere veya kömürleşmiş, kuru ve ağrısızdır (sinir uçlarının dest-
çarpma veya kaza sırasında yolcu kısmına m otor gibi bir rüksiyonun sonucu olarak). Buna karşılık, kısm i y an ık lar
başka cismin girmesi, (2) araçtan dışarı fırlama veya (3) ya ise, derinliğine göre pembe veya benekli, büllü ve ağrılıdır.
nan bir aracın içinde mahsur kalmadır. Hasarın paterni, bu Ölü dokuların histolojik incelemesinde, canlı dokunun kom
mekanizmaların birine veya hepsine bağlıdır. Örneğin, taşıt şuluğunda hızla inflamatuar hücrelerin toplandığı ve belirgin
ların kafa-kafaya çarpışmasında sürücünün sık karşılaştığı eksüdasyonun bulunduğu koagülasyon nekrozu görülür.
hasar şekli, eğer emniyet kemeri de takmıyorsa, kafa (ön Tedavideki sürekli gelişmelere karşın, ister yüzeyel ister
cama çarpma), göğüs (direksiyona çarpma) ve diz (araba derin olsun vücut yüzeyinin %50'sinden fazlasını aşan ya
nın kontrol paneline çarpma) yaralanmaları gibi durumlar nıklar ağır ve ölümcüldür. Vücut yüzeyinin % 20'sinden faz
dır. Bu gibi kazalardan kaynaklanan göğüs yaralanmaları, lası yandığında, hem yanık bölgesine hem de sistemik ola
sternum ve kosta kırıkları, kalbin ezilmesi, aort yırtılması ve rak interstisyel alanlara hızlı bir resimde vücut sıvılarının
daha az sıklıkta karaciğer ile dalak laserasyonlarını kapsa kayması olur ve sonuçta hipovolem ik şo k gelişebilir (Bö
maktadır. Bu nedenle, trafik kazasına uğrayan yaralılara lüm 3). Proteinler, kandan interstisyel dokuya geçtikleri
yardım ederken, yüzeyel abrazyon, ezilme ve laserasyonla- için, pulm oner ödem i de kapsayan şiddetli yaygın ödem
ra sıklıkla iç zedelenmelerin de eşlik edebileceği mutlaka olabilir.
düşünülmelidir. Aslında, olguların çoğunda ciddi iç organ Diğer önemli nokta ise solunum yollarının ve akciğerle
zedelenmelerinin dış yüzeydeki belirtileri belli değildir. rin zedelenme derecesidir. İnhalasyon hasarı, genellikle
yanan binalarda mahsur kalanlarda görülür. Bu zedelenme;
ağız, burun ve üst solunum yollarında ısının doğrudan etki
siyle veya ısınmış havanın ve dumandaki gazların solunması
(inhalasyonu) ile meydana gelir. Klor, amonyak ve kükür-
Termal Hasar toksitler gibi suda eriyen gazlar, su ile reaksiyona girerek
üst solunum yollarında asit veya alkali maddelere dönüşür
Aşırı sıcak ve soğuk, önemli zedelenme nedenleridir. Ya ler. Böylece, inflamasyon ve şişme ile solunum yollarının kıs
nıklar en sık karşılaşılan durum olup, burada öncelikle mi ya da tam olarak tıkanmasına yol açarlar. A zot oksit ve
anlatılacaktır. Bunu sırasıyla hipertermi ve hipotermi plastik maddelerin yanmasıyla oluşan ürünler gibi yağda çö
hakkında kısa bir bölüm izleyecektir. zünen gazlar, alt solunum yollarına kadar inerek pnömoni-
ye daha sık neden olurlar. Birkaç saat içinde pulmoner et
kilerin ortaya çıktığı şoktakinin aksine, akciğerdeki etkiler
Termal Yanıklar 24-48 saate kadar görülmeyebilir.
Yanıklar, Birleşik Devletler'de yılda 5000 insanın ölümü Sepsisden kaynaklanan organ y e tm e z lik le ri, yanıklı
ne ve bunun 1 0 katı insanın da hastanede tedavi görme hastalardaki ölümün başta gelen nedeni olmaya devam et
sine neden olmaktadır. Bunların çoğu çocuklar olup, ge mektedir. Yanık bölgesi, mikroorganizmaların çoğalması
için ideal bir ortamdır. Serum ve hücre artıkları mikroorga
nellikle yaralanmanın nedeni sıcak sıvılarla haşlanmadır.
nizmaların beslenmesi için gerekli maddeleri sağlar. Yanığa
1970'lerden beri, hastanede kalma süresinde ve mortali-
bağlı zedelenmede kan akımının bozulması etkili inflamatu
te oranlarında belirgin bir azalma görülmesi sevindirici
ar yanıtı da engeller. En sık karşılaşılan fırsatçı etken, Psödo-
dir. Bu gelişmeler, geniş yanıkların sistemik etkilerinin m o n a s a e ro g in o sa ' dır. Ancak, S ta p h ilo c o c c u s a u re u s gibi has
daha iyi anlaşılması ile yara enfeksiyonlarını önlemenin tane ortamı bakterilerinin antibiyotiğe dirençli suşları ile
ve deri yüzeylerinin iyileşmesini kolaylaştırmanın yolla özellikle C a n d id a gibi bazı mantarlar da bu etkenler arasın
rının bulunuşu sayesinde başarılmıştır. da yer alabilir. Dahası, enfeksiyonlara karşı hem hücresel
Klinik olarak yanıkların derecesi aşağıdaki faktörlere hem hümoral korunma mekanizmaları baskılanır. Lenfosit
bağlıdır: lerin ve fagositik hücrelerin fonksiyonları bozulur. Doğru
® Derinlik dan bakteriyel yayılım ve zedelenme alanından endotoksin-
ler gibi toksik maddelerin açığa çıkması korkunç sonuçlar
• Tutulan vücut alanının yüzdesi
doğurur. Renal y e tm e z lik ve/veya akut solunum bozuk
• Sıcak ve toksik buharların solunmasıyla oluşabilecek
luğu sendromu (Acute Respiratory Distress Syndrome
iç zedelenmelerin olup olmaması
Fiziksel Ajanlarla Hasar 289
“ ARDS” ) ile birlikte olan pnömoni veya se p tik şo k (Bö ha düşük ısı derecelerinde bradikardi ve atriyal fibrilas-
lüm 12) en yaygın görülen ciddi sekellerdir. yon izler.
Fazla ısı kaybı ve beslenme gereksiniminin artması ile o r Hücre ve dokuların donması iki yoldan hasara neden
taya çıkan hipermetabolik durum, yanığın diğer bir önemli olur:
patofizyolojik etkisidir. Vücut yüzeyinin %40'ından fazlası ® Doğrudan etkiler olasılıkla hücre içi ve dışı sıvının kris-
yandığında, dinlenme anındaki metabolizma hızı, normalin talizasyonu ile beliren yüksek tuz yoğunluğuna ve
iki katına çıkar. hücre içi fiziksel parçalanmalara bağlı olarak ortaya
çıkar.
• Dolaylı etkiler dolaşım değişikliklerinin sonucudur.
Hipertermi Bu, ısının düşme derecesine ve düşük kaldığı süreye
bağlıdır. Yavaş gelişen, uzamış donma vazokonstriksi-
Uzun süre yüksek çevre sıcaklığına maruz kalma sonu yona neden olur ve geçirgenlikteki artış ödeme yol
cunda sıcak krampları, yorgunluk hali veya sıcak çarp açar. Bu tür değişiklikler "siper ayağı"nm tipik bulgu
ması gibi olaylar görülür. larıdır. Bunları atrofi veya fibrozis izleyebilir. Diğer
• Sıcak krampları, aşırı terlemeyle elektrolitlerin kaybı yandan, ısıdaki ani keskin düşmelerle vazokonstriksi-
na bağlı olarak ortaya çıkar. Genellikle aşırı egzersiz yon ve bölgesel kandaki viskozite artışı, iskemik hasa
ile birlikte istemli kasların krampları en belirgin bul ra ve periferik sinirlerde dejeneratif değişikliklere ne
gudur. Isı-kaybettirici mekanizmalar normal vücut ısı den olabilir. Bu durumlarda damarsal hasar oluşur ve
sını koruyabilmeyi sağlar. yeniden ısınmayla yalnızca eksüdasyonla karakterli
• Sıcağa bağlı bitkinlik, en sık karşılaşılan hipertermik geçirgenlik artışı belirginleşir. Eğer iskemi süresi
sendromdur. Başlangıcı ani olur. Su kaybına sekonder uzarsa, hipoksik değişiklikler ve etkilenen dokuların
olarak gelişen hipovolemiyi lcompanse etmeye çalışan infarktüsü (ayak ve parmak gangreni gibi) ile sonuçla
kardiyovasküler sistemin yetersiz kalışı sonucu bitkin nabilir.
lik ve bayılma ortaya çıkar. Genellikle çok kısa süren
bayılmadan sonra denge yeniden spontan olarak sağ
lanır. Elektriksel Hasar
® Sıcak çarpması, yüksek ortam ısısı ve neme bağlı olarak
ortaya çıkar. Termoregülatör mekanizma bozulur, ter Elektriksel hasar ölümcül olabilir. Düşük voltaj akımına
leme kesilir ve vücut ısısı yükselir. Klinik olarak rektal (işyerinde veya evde), yıldırım çarpması veya yüksek ge
ısının 41°C (106°F) derece veya daha yüksek olması rilim hattından yüksek voltaj akımına bağlı olarak mey
tehlikeli bir prognostik işarettir. Bu durumda mortali- dana gelebilir. Hasar (1) yanıklar ve (2) ventriküler fibri-
te oranı %50'yi geçer. Bu olayın altında yatan mekaniz lasyon veya normal elektriksel uyarıların engellenmesi
ma periferde kanın göllenmesi ile karakterli yaygın pe- nedeniyle kalp ve solunum merkezinin yetersizliği ol
riferik vazodilatasyon ve dolaşımdaki kan hacminin mak üzere iki tiptir. Hasarın tipi, şiddeti ve yanığın yay
azalmasıdır. Kaslarda ve miyokardda nekroz oluşabi gınlık derecesi vücut içindeki elektrik akımının geçtiği
lir. Aritmi, yaygın damariçi pıhtılaşma ve diğer siste- yola ve amperine bağlıdır.
mik etkiler de sıklıkla ortaya çıkabilir. Yaşlı insanlar, İşyerlerindeki ve evlerdeki voltaj (120 veya 220V) ye
kardiyovasküler hastalıkları olan kişiler, fiziksel stres terince yüksektir; düşük dirençli temas bölgelerinde (ıs
altındaki sağlıklı insanlar (genç atletler ve acemi asker lak deride olduğu gibi) ventriküler fibrilasyonu da içeren
ler gibi) sıcak çarpması için en iyi adaylardır. ciddi hasara neden olabilecek yeterli akım vücuda iletile
bilir. Eğer akımın geçişi yeterince uzun süreli olursa, gi
® Malign hipertermi, benzer anlamı çağrıştırmasına kar
riş ve çıkış bölgelerinde olduğu gibi iç organlarda da ya
şın yüksek ısıya maruz kalma sonucu oluşmaz. Bu, is
nık oluşturabilir. Çoğu evde kullanılan alternatif akımın
kelet kasındaki kalsiyum düzeylerini kontrol eden
karakteristik bir özelliği, çarpan nesne (çıplak tel ya da
RYR1 gibi genlerdeki mutasyonlardan kaynaklanan
elektrik düğmesi) tutulduğunda, tetanik kasılmalara ne
genetik bir durumdur. Ekilenmiş bireylerde cerrahi
den olur. Bu yüzden cismin bırakılması çok güçleşebilir
bir girişim sırasında belli anesteziklerin kullanımı, is
ve akıma maruz kalma süresi de uzar. Bu, elektrik yanık
kelet kasındaki kalsiyum düzeylerinin hızlı bir yükse
larının yaygınlığının artmasına neden olabilir ve bazı ol
lişini tetikleyebilir ve bu da kaslarda katılaşma ile art
gularda göğüs kaslarının kasılması ile asfiksiden ölüm
mış ısı üretimine neden olur. Oluşan hipertermi teda
görülebilir. Yüksek gerilim hatlarından kaynaklanan
vi edilmediği takdirde yaklaşık %80 oranında ölüme
akımlarda da benzer zedelenme görülür. Ancak, akım
yol açar, ancak bu durum fark edilir ve derhal kas gev-
fazla olduğu için bunlarda medüller merkezlerin paralizi-
şeticiler verilirse ölüm % 5'den daha az bir oranda ger
si ve yaygın yanıklar oluşur. Yıldırım çarpması da yüksek
çekleşir.
voltajlı elektrik zedelenmesinin klasik bir nedenidir.
Hipotermi
Uzun süre düşük ısı derecelerine maruz kalındığında or İyonizan Radyasyon Hasarı
taya çıkan bir durumdur. Bu durum sıklıkla evsizlerde ve
alkoliklerde görülür. Bu kişilerde ıslak ve yetersiz giysile Radyasyon yüksek hızlı partiküller ya da dalgalar şeklinde
rin kullanımı ile alkol aliminin bir sonucu olarak gözü dolaşan enerjidir. Radyasyon, elektromanyetik dalgaları
ken yüzeyel kan damarlarındaki dilatasyon, vücut ısısı yayan enerjilerin geniş bir aralığına sahiptir: iyonize ve no-
nın azalmasını hızlandırır. Yaklaşık 32°C (90°F) derece niyonize radyasyon şeklinde ayrılır. Ultraviyole (UV), kızıl
de önce bilinç kaybı gelişir ve sonrasında bu durumu da ötesi ışık, mikrodalga ve ses dalgası gibi noniyonize rad
290 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
yasyon enerjisi bir moleküldeki atomları hareket ettirebilir • Alan boyutu. Radyasyon alanının boyutu, etkilerinin
ya da onların titreşmesine neden olabilir. Ancak bu enerji sonuçlarım büyük oranda etkiler. Büyük alanlara veri
elektronların atomlardan ayrılması için yeterli değildir. len küçük dozlar öldürücü olabilirken, küçük ve çev
Buna karşılık iyonize radyasyon sıkıca bağlı olan elektronları resi korunmuş bir alana verilen yüksek doza karşı vü
yerinde sökecek kadar yeterli enerjiye sahiptir. Bir reaksiyon cut kendini koruyabilir.
zincirinde bu serbest elektronların diğer atomlarla çarpış • Hücre proliferasyonu. iyonizan radyasyon DNA'yı ze
ması yeni elektronların salmımına neden olur. Bu olay iyo- delediği için, hızlı bölünen hücreler dinlenme evresin
nizasyon olarak adlandırılır. İyonize radyasyonun ana kay deki hücrelere göre daha duyarlıdır. DNA transkripsi
nakları: (1) Çok yüksek frekanslı elektromanyetik dalgalar yonunu bozan çok yüksek doz dışında, DNA hasarı
olan x-ışınlan ile gama ışınlan ve (2 ) yüksek enerjili nötron nöronlar ve kas hücreleri gibi bölünmeyen hücrelerde
lar, alfa partikülleri (iki proton ve iki nötrondan oluşur) ve yaşamla bağdaşır. Ancak, bölünen hücrelerde kromo
beta partikülleridir (bunlar temel olarak elektronlardır). Bir zom anormallikleri ve mutasyonun diğer tipleri hücre
leşik Devletler nüfusunun aldığı iyonize radyasyonun total siklusunun kontrol mekanizmaları tarafından farke-
dozunun yaklaşık %18 kadarı sağlık hizmetleri ile ilgilidir dilir. Bu da hücre çoğalmasının durmasına ve apopto-
ve bunların büyük çoğunluğu medikal aletlerin ve radyo za yol açar. Bu nedenle, anlaşılacağı üzere, yüksek hüc
izotopların kullanımından kaynaklanmaktadır. re döngüsü (turnover) olan gonadlar, kemik iliği, lenfoid
İyonizan radyasyon medikal uygulamada zorunludur, doku ve gastrointestinal sistemin mukozası gibi dokular
ancak bu uygulama iki yanı keskin kılıç gibidir. Bu form radyasyona çok duyarlıdır. Etkilenme sonrası oluşan
daki radyasyon, kanser tedavisinde, tanısal görüntüleme hasar kendini erken dönemde gösterir.
de ve terapötik ya da tanısal radyoizotoplar olarak kulla • Hipoksi. İyonize radyasyonun oluşturduğu DNA hasa
nılmaktadır. Ancak, iyonizan radyasyon aynı zamanda rının en önemli mekanizması suyun radyolizisinden
mutajenik, karsinojenik ve teratojeniktir. iyonize radyasyo kaynaklanan serbest oksijen türevlerinin üretimidir.
nun dozunu, emilimini ve maruziyetini ifade etmede aşa Hızlı büyüyen kötü damarlanmış tümörlerin orta kıs
ğıdaki terimler kullanılırlar: mında meydana gelebilen doku hipoksisi tümöre yö
• Curie (Ci) spontan bozunan bir radyonüklidin (radyo neltilen radyasyon tedavisinin etkinliğini ve zedelen
izotopun) her saniyedeki parçalanmalarını ifade eder. menin yaygınlığını azaltabilir.
Bir Ci her saniyedeki 3.7x l0 1 0 parçalanmaya eşittir. • Vasküler hasar. Radyasyona orta derecede duyarlı olan
• Gray (Gy) hedef doku tarafından absorbe edilen ener endotel hücrelerinin hasarı, kan damarlarının daral
jiyi ifade eden bir birimdir. Dokunun bir gramı başına masına veya tıkanmasına neden olabilir. Bu da iyileş
me sürecinin aksamasına, kronik iskemik atrofiye yol
1 0 4 erg enerjiyi absorbe etmesine karşılık gelmekte
açabilir. Bu değişiklikler aylar hatta yıllar sonra ortaya
dir. Bir santigray (cGy) dokunun her bir gramının 100
erg enerjiyi absorbe etmesidir ve bu da dokunun ma çıkabilir. Beyin hücrelerinin radyasyona duyarlılığının
düşük olmasına karşın, radyasyondan sonraki vaskü
ruz kaldığı 100 rad (R)'a eşdeğerdir. Şimdilerde medi
ler hasar, dokularda radyasyon hasarının geç etkileri
kal alandaki konuşma dilinde bir cGy rad ile yer de
nin ortaya çıkmasına neden olabilir.
ğiştirmiştir.
• Sievert (Sv) radyasyonun fiziksel etkilerinden çok biyo DNA Hasarı ve Karsinogenez
lojik etkilerine bağlı olan eşdeğer dozun birimini ifade
İyonize radyasyonun en önemli hücresel hedefi DNA'dır.
eder (rem adı verilen birimin yerini aldı). Radyasyonun
İyonize radyasyonun neden olduğu ve kesin olarak ona
çeşitli tiplerinin meydana getirdiği hasarın boyutu ay
rılamayan DNA hasarı mutasyonlara yol açar. Bu da yıl
nı absorbe edilmiş doz için farklıdır. Eşdeğer doz bu çe
lar ya da dekadlar sonra kanser olarak ortaya çıkabilir.
şitliliği kontrol eder ve tek tip bir ölçü birimi sağlar. Eş
İyonize radyasyon, DNA da tek ve çift sarmal kırıklar,
değer doz (sievert birimi olarak ifade edilen) absorbe edilen
DNA ve proteinler arasında çapraz bağlar, baz dizilerin
dozun (gray olarak ifade edilen) radyasyonun göreceli biyo
de hasarlanma gibi pek çok tip zedelenmeye neden ola
lojik etkinliği ile çarpımına karşılık gelir. Göreceli biyolo
bilir (Resim 7-14). Hayatta kalan hücrelerde basit defekt-
jik etkinlik radyasyonun tipine, radyasyona maruz ka
ler memeli hücrelerinde bulunan çeşitli enzim onarım
lan dokunun tipine ve hacmine, maruz kalma süresine
sistemleri tarafından onarılabilir (bakınız Bölüm 5). Bu
ve bazı diğer biyolojik faktörlere (ileride bahsedilecek)
onarım sistemleri, hasardan sonra sinyal iletimini başla
bağlıdır. X ışınlarının etkili dozu bilgisayarlı tomografi
tan ATM (Ataxia-Telangiectasia Mutated) ve hücre siklu-
(BT), diğer görüntüleme ve nükleer tıp işlemleri genel
sunu DNA' mn onarımı için geçici olarak yavaşlatan ya
likle milisievert (mSv) olarak ifade etmektedirler.
da onarılamayan hücrelerin apoptozisini tetikleyen p53
Radyasyonun fiziksel özelliklerine ek olarak, onun biyo gibi proteinlerin aktivasyonu aracılığıyla hücre siklusu
lojik etkileri yoğun olarak aşağıdaki faktörlere bağlıdır: nun düzenlenmesiyle bağlantılıdır. Ancak, çift sarmal kı
• Alınma hızı. Radyasyonun alınma hızı biyolojik etkiyi rıkları onarılamadan kalıcı olabilir ya da lezyonlarm ona-
önemli şekilde değiştirir. Işınsal enerjinin etkisi biriki rımı mutasyonlara yol açacak şekilde kusurlu olabilir.
ri (kümülatif) olmakla birlikte, bölünmüş dozlarda Eğer hücre siklusu kontrol noktası işlev görmezse (örne
alınması, hücrelere, aralarda bazı hasarların onarımı ğin, P53'deki mutasyondan dolayı) anormal hücreler ile
için izin verir. Bu yüzden bölünmüş dozlarda alınan kararsız genomlar hayatta kalır ve sonunda tümör oluştu
ışınsal enerji, ancak aralardaki onarım süresi yetersiz racak olan anormal kopyalar (klonlar) olarak büyüyebilir.
se birikici (kümülatif) etki gösterir. Tümörlerde ışın te
davisi, normal hücrelerin kendilerini onarma ve iyileş Fibrozis
me yeteneğinin tümör hücrelerinkinden daha hızlı ol Kanser radyasyon tedavisinin en yaygın görülen sonucu,
ması prensibinden yararlanır. radyasyon alanında fibrozisin gelişmesidir (Resim 7-15).
Fiziksel Ajanlarla Hasar 291
iyonizasyon
M O R F O L O Jİ
i
Serbest radikal
oluşumu Işınsal enerji hasarından hayatta kalan hücreler, delesyon,
Yüksek oksijen. kırıklar, translokasyonlar ve kopmalar (fragmantasyonlar)
basıncında artar *\ gibi çok çeşitli krom ozom al yapısal d eğ işikler gösterir.
M itotik iplikçikler sıklıkla düzensiz hale gelir; poliploidi ve
DNA hasarı anoploidi saptanabilir. N ü k le er şişm e, kromatinin yoğun
laşması ve kümelenmesi oluşabilir, aynı zamanda nükleer
f
Başarısız ya da kusurlu onarım DNA onarımı ve
membranda kırıklar izlenebilir. A p o p to z görülebilir. Ple-
om orfik nükleuslu ya da birden fazla nükleuslu dev hücre
dokunun yenilenmesi leri de içeren anormal nükleer şekilli hücreler oluşabilir ve
t------- - T -------- 1
yıllarca kalabilir. Işınsal enerjinin son derece yüksek doz dü
zeylerinde nükleer piknoz gibi hücrenin ölmekte olduğunu
Hücre bölünmesinin Başarısız ya da Ek
dönüştürücü
haber veren görünümler hızlı bir şekilde gözükebilir.
baskılanması kusurlu onarım
olaylar Işınsal enerji, D N A ve nükleusu etkilemesine ek olarak,
I f
Fetus veya germ
Karsinogenez
sitoplazmik şişme, mitokondriyal distorsiyon ve endoplaz-
mik retikulumun dejenerasyonunu içeren çeşitli sito p laz
m ik değişiklikleri başlatabilir. Sitoplazma membranı bo
hücreleri: teratogenezis zulur ve fokal defektler görülebilir. Hücresel pleomorfizm,
dev hücre oluşumu, nükleustaki değişiklikler ve m itotik şe
Resim 7 -1 4 iyonize radyasyonun D N A ’ya etkileri ve sonuçları. killer, radyasyondan zedelenen hücreler ile kanser hücrele
D N A ’ya etkiler, doğrudan ya da en önemlisi serbest radikal rinin benzer m orfolojik özellikleridir. Bu benzerlik, radyas
oluşumu ile dolaylı yoldan gerçekleşebilir.
yondan etkilenen dokularda, tüm ör hücresi bulunup bulun
madığını saptamaya çalışan patologlar için can sıkıcı bir so
rundur.
Fibrozis, radyasyondan haftalar ya da aylar sonra ölü pa- Radyasyona uğrayan dokularda ışık mikroskopik düzey
rankimal hücrelerin yerinin bağ dokusu ile yer değiştir de vasküler değişiklikler ve interstisyel fibrozis belirgindir
mesi şeklinde gerçekleşir ve skar ile yapışıkların (adhez- (Resim 7-15). Hemen radyasyon sonrası dönemde, damar
yonlarm) oluşumuna neden olabilir (bakınız Bölüm 2). larda sadece dilatasyon görülebilir. Daha sonra ya da daha
yüksek dozlarda, endotelyal hücre şişmesi, vakuolizasyon,
Zaten söz edildiği gibi, iyonize radyasyon vasküler hasa
hatta kapiller ve venüller gibi küçük damarların duvarlarının
ra ve bunun sonucu olarak da doku iskemisine neden
total nekrozu ile parçalanmalarını da içeren çeşitli dejenera-
olur. Vasküler hasar, iyonize radyasyonla doku kök hüc
tif değişiklikler görülebilir. Etkilenen damarlar rüptüre ola-
relerinin öldürülmesi, inflamatuar reaksiyona ve fibrob-
Resim 7 -1 5 Boyun bölgesinin radyasyon tedavisiyle oluşan tükürük bezlerinin fibrozisi ve vasküler değişiklikler. A , Normal tükürük bezi;
B, radyasyonun yol açtığı fibrozis; C, fibrozis ile arterioler skleroz ve fibrointimal kalınlaşmadan oluşan vasküler değişiklikler. V, Damar
lümeni; I, kalınlaşmış intima.
(A-C, Dr. M elissa Upton'un Arşivinden; Washington Üniversitesi Patoloji Bölümü, Seattle, Washington.)
292 B Ö L Ü M 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
BEYİN
bilir ve/a tromboza uğrayabilir. Daha sonra, radyasyona • Erişkin - dirençli
uğrayan dokulardaki damarlarda belirgin daralma, vasküler • Embriyonik - nöronların
lümenin tıkanması ve medial tabakanın kalınlaşması ile ka ve gliyal hücrelerin
destrüksiyonu
rakterli kollajenöz hyalinizasyon ve endotel hücresi prolife- (haftalar - aylar)
rasyonu görülebilir. Bu sırada genellikle radyasyon alanında DERİ
skarlaşmaya ve büzülmeye yol açan interstisyel kollajen ar Eritema, ödem (erken)
tışı belirginleşebilir. Pigmentasyon bozuklukları
(haftalar - aylar)
Atrofi, kanser
(aylar - yıllar)
Organ Sistemlerine Etkiler ■AKCİĞERLER
Ödem
Resim 7-16 radyasyon zedelenmesinin ana sonuçlarını ARDS
göstermektedir. Evvelce söz edildiği gibi, en duyarlı or interstisyel fibrozis
(aylar - yıllar)
ganlar ve dokular gonadlar, hematopoetik ve lenfoid dokular
ile gastrointestinal sistem mukozasıdır. Çeşitli organlarda, LENF NODLARI
• Akut doku kaybı
radyasyona akut maruz kalmanın etkileri için tahmin • Atrofi ve fibrozis
edilen eşik değerler Tablo 7-7'de gösterilmiştir. Burada (geç)
hematopoetik ve lenfoid sistemlerdeki değişikliklerin ya-
nısıra, iyonize radyasyona çevresel ve mesleki maruz kal GASTROİNTESTİNAL
manın neden olduğu kanserler de aşağıda özetlenmiştir: TRAKT
• Mukozal hasar
• Hematopoetik ve lenfoid sistemler. Hematopoetik ve len (erken)
foid sistemler ışınsal hasara aşırı duyarlıdır ve burada • Ülserasyon (erken)
• Duvarın fibrozisi
özellikle değinilecektir. Yüksek dozlarda ve geniş alan (geç)
lara radyasyonun uygulanmasından sonraki saatler
içinde dalak ve lenf nodlarmda büzülme ve şiddetli
lenfopeni oluşturur. Radyasyon, dolaşan kandaki ve
dokulardaki (lenf nodları, dalak, timus, bağırsaklar) GONADLAR
lenfositleri doğrudan parçalar. Ölümcül olmayan doz • Testis (destrüksiyon)-
Spermatogonya
larda radyasyona dayanabilen kök hücrelerden (köken Spermatidler
aldığı hücrelerden) rejenerasyon hemen başlar ve haf
Erken
Sperm
talar ile aylar içinde, kandaki lenfosit sayısının norma • Överler (destrüksiyon)
Germ hücreleri
le dönmesini sağlarlar. İlk başta dolaşan granülosit sa Granüloza
yısı yükselebilir; ancak ilk haftanın sonuna doğru düş hücreleri
meye başlar ve ikinci haftanın sonunda sıfıra yakın dü • Gonadların atrofisi
ve fibrozisi (geç)
zeylere düşebilir. Hasta yaşarsa, normal granülosit sa
yısının oluşması iki-üç aylık bir süreyi gerektirebilir. KAN VE KEMİK
İLİĞİ
Trombositler de etkilenir; ancak sayılarında aşağı dü • Trombositopeni
zeylere kadar inme granülositlerinkinden daha geç gö
Erken
• Granülositopeni
zükür ve düzelmesi de benzer şekilde gecikir. Kemik • Anemi
iliğindeki eritrositlerin öncüllerini de içeren hematopo • Lenfopeni
etik hücreler de ışınsal enerjiye çok duyarlıdır. Eritro
sitler radyasyona dirençlidir; ancak, eritrositlerin kö
ken aldığı hücreler değildir. Bunun sonucu olarak iki-
üç hafta sonra anemi ortaya çıkar ve aylarca sürebilir.
• Çevresel maruz kalma ve kanser gelişimi. Mutasyonlara Resim 7-16 Radyasyon zedelenmesinin ana m orfolojik sonuçları
uğramış, bölünme kapasitesine sahip bir hücre kanser nın gözden geçirilmesi. Erken değişiklikler saatler-haftalar, geç deği
şiklikler ise aylar-yıllar içinde gözükür. ARDS, akut respiratuar dist-
leşme potansiyeline sahiptir. Bu yüzden herhangi bir
res sendromu.
organın radyasyona maruz kalması sonucunda tümör
Resim 7-17 Çocukluk malnütrisyonu. A , Marasmus. Kas kitlesi ve subkutan yağın kaybı dikkat çekiyor. Baş, aşırı zayıf vücuda göre çok
büyük görülüyor. B, Kwashiorkor. Bebekte asit ve yüz, kollar ve bacaklarda şişme şeklinde izlenen yaygın ödem.
(A, Clinic Barak’dan Reisebericht, Kenya)
isteksizlik ve iştah kaybı gibi bulgular vardır. Marasmus- K w ashiorkorda (seyrek olarak marasmusta) ince ba
taki gibi, vitamin eksiklikleri ile sekonder enfeksiyonlar ve ğırsak villus ve m ikrovillusların kaybı ve mukozal atrofi ile
immünitede defektler bulunması olasıdır. Kwashiorkorda b irlikte gland krip tlerin de m ito tik indekste azalma gözlenir.
enfeksiyonların yol açtığı inflamasyon, malnütrisyonu Böyle olgularda, daha sık olarak disakkaridaz eksikliği ta r
alevlendiren katabolik fazı doğurur. Marasmus ve kwas- zında görülen, eş zamanlı ince bağırsak enzim lerinin kaybı
hiorkorun herbiri spektrumun iki ucunu temsil eder ve ortaya çıkar. Bu yüzden kw ashiorkorlu süt çocukları baş
aralarında önemli ölçüde örtüşme söz konusudur. langıçta laktata toleranssızdır ve tüm üyle süte dayalı diyete
iyi yanıt verm eyebilir. Tedavi ile mukozal değişiklikler geri
Sekonder Protein-Enerji Malnütrisyonu döner.
Sekonder PEM'in görülme sıklığı kronik hastalar ve has K em ik iliği, kw a shio rkor ve marasmusun her ikisinde,
e ritro s it öncüllerinin sayısında belirgin azalmaya bağlı ola
tanede yatanlarda yaygındır. Sekonder PEM'in özel ağır
rak hipoplastik olabilir. Bu bozukluğun ne kadarının p ro te
bir formu olan kaşeksi sıklıkla ilerlemiş kanserli hastalar
in ve folat eksikliğine, ne kadarının transfe rrin ve serulop-
da gelişir (Bölüm 5). Kayıp çok fazla belirgindir ve sıklık
lazmin sentezindeki azalmaya bağlı olduğu belli değildir. So
la ölümün habercisidir. İştah azalması bunu kısmen açık nuçta, anemi genellikle vardır ve sıklıkla h ip o kro m ik-m ikro -
layabilmekle birlikte, kaşeksi iştah azalmadan önce görü sitiktir. Ancak, eş zamanlı folat eksikliği m ikst m ikro sitik-
lebilir. Altta yatan mekanizmalar karmaşıktır, ama tü m akrositik anemiye yol açabilir.
mör hücrelerince sekrete edilen proteolizis-indükleyici fa k Kötü beslenen annelerden doğan ve yaşamının ilk bir iki
tör gibi "kaşektinleri" ve ileri evre tümörlere vücudun ya yılında PEM geçiren süt çocuklarında beyinde, serebral at
nıtının bir parçası olarak salman sitokinleri, özellikle rofi, nöron sayısında azalma, beyaz maddede miyelinasyon
TNF'i, içermektedir. Her iki tip faktör direkt olarak iske bozukluğu ortaya çıktığını bazı araştırıcılar bildirm ektedir.
let kası proteinlerinin yıkımını uyarır. TNF gibi sitokinler Farklı b irço k değişiklik arasında (1 ) tim ik ve lenfoid at
lipid depolarından yağın serbestleşmesini de uyarır. rofi (kw ashiorkorda, marasmustan daha belirgindir), ( 2 )
araya giren enfeksiyonlar, özellikle de endem ik helm intler
ve diğer parazitlerin neden olduğu anatom ik değişiklikler,
(3) iyot ve vitam in gibi gerekli diğer m addelerin eksiklikle
ri bulunabilir.
M OR FO LO Jİ
PEM'de anatom ik değişikliklerin başlıcaları; (1 ) büyüme ge
riliği, (2 ) kw a shio rkord a p e rife rik ödem ve (3) marasmus-
ta daha belirgin olm ak üzere kas atrofisi ve vücutta yağ Anoreksia Nervoza ve Bulimia
kaybı vardır.
Anoreksia nervoza, belirgin kilo kaybı ile sonuçlanan, ki
K w ashiorkorda karaciğ er marasmusun aksine, büyük
ve yağlıdır. Siroz gelişimi ise seyrektir.
şinin kendini isteyerek aç bırakması durumudur. Buli
mia, hastanın aşırı yemek yemesi ve ardından kendini
296 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
kusmaya zorlama durumudur. Bulimia, anoreksia ner- • Tek bir vitaminin eksikliği seyrektir. Tek veya multipl
vozadan daha yaygındır ve daha iyi prognoz gösterir. vitamin eksikliği eşzamanlı PEM içinde bulunabilir.
Kadınlarda %l-2, erkeklerde ise %0,1 sıklıkta ortaya çı- İlerleyen bölümlerde, A, D ve C vitaminlerinin geniş yel
kabilebilmektedir. Ortalama başlangıçı 20'li yaşların ba pazeli fonksiyonları ve eksikliklerindeki morfolojik de
şıdır. Anorelcsiya nervoza da esas olarak zayıflamayı ve ğişiklikleri nedeniyle daha detaylı olarak sunulmuştur.
zayıflığını sürdürmeyi bir takıntı yapan, evvelce sağlıklı Bunu, geri kalan -E, K, ve B kompleks- vitaminlerin ve
genç kadınlarda ortaya çıkar. bazı minerallerin eksikliklerinde ana sonuçların listelen
Anoreksia nervozada klinik bulgular genellikle şid diği bir özet izlemektedir.
detli PEM'e benzer. Ek olarak, endokrin sistem üzerin
deki etkileri belirgindir. Düşük GnRH sekresyonu (so A Vitamini
nuçta luteinizan hormon ve folikül stimülan hormon
A vitamini, benzer biyolojik aktivite gösteren retinol, re
sekresyonu azalır) ile ortaya çıkan amenorenin görülme
tinal ve retinoik asitin bulunduğu bir grup ilişkili yağda
si, hemen hemen bir tanısal özellik olacak kadar yaygın
eriyen maddelerin genel adıdır. Retinol, A vitamininin
dır. Diğer yaygın bulgular; tiroid hormon salgısında
kimyasal adı ve transport formudur. Retinol esteri ise
azalma sonucu soğuk intoleransı, hipotermi, bradikardi,
depo şeklidir. Yaygın kullanılan terim olan retinoidler,
konstipasyon, deri ve saç değişiklikleridir. Ayrıca, de-
yapısal olarak A vitamini ile ilişkili olan, ancak mutlaka
hidratasyon ve elektrolit bozuklukları sık bulgulardır.
A vitamininin aktivitesine sahip olmayan doğal veya
Deri kurur ve pullanır, kanda karotenlerin fazlalığı ne
sentetik kimyasal maddelerdir. Karaciğer, balık, yumur
deniyle sarı benekli olabilir. Vücut kılları artabilir, fakat
ta, süt ve tereyağı gibi hayvansal gıdalar, diyetteki öncül
genellikle ince ve soluktur (lanugo). Kemik dansitesi,
A vitamininin önemli kaynağıdır. Havuç, kabak ve ıspa
muhtemelen düşük östrojen düzeyine bağlı olarak, post-
nak gibi sarı ve yeşil yapraklı sebzeler büyük miktarda
menopozal dönemdeki osteoporoz hızlanmasını taklit
karotenoid sağlar. Bunlar vücutta aktif A vitaminine me
edecek şekilde azalır. Şiddetli PEM'de beklenildiği gibi,
tabolize edilen provitaminlerdir. Karotenoidler diyetteki
anemi, lenfopeni ve hipoalbuminemi bulunabilir. Ano
A vitamininin yaklaşık %30'unu karşılar. Bunların en
reksia nervozanm en büyük komplikasyonu kardiak
önemlisi olan p-karoten, büyük oranda A vitaminine
aritmiye yatkınlık ve ani ölümdür. Her ikisi de hipoka-
çevrilir. A vitamininin diyette önerilen miktarı, A vita
lemiye bağlı gelişir.
mini ve p-karotenin her ikisinin öncülünü kapsayacağı
Bulimiada devamlı yemek yeme kuraldır. Özellikle
için retinol miktarı ile ifade edilir.
karbonhidratlar olmak üzere aşırı miktarda yiyecek alı
Tüm yağlarda olduğu gibi, karotenler ve retinoidlerin
nır ve hemen kusulur. Menstrüel düzensizlikleri yaygın
sindirimi ve emilimi için, safra ve pankreas enzimleri
olmakla birlikte, gonadotropin düzeyleri ve kiloları nor
gereklidir. Retinol (genellikle retinol ester olarak alınır)
male yakın olduğu için bulimialı hastaların %50'sinden
ve p-karoten bağırsak duvarından emilir; burada p-karo-
daha azında amenore oluşur. Başlıca tıbbi komplikas
ten retinole çevrilir (Resim 7-18). Retinol daha sonra ka
yonları sürekli zorlamalı kusma ile kronik laksatif ve di-
raciğer hücrelerine alındığı yerde apoplipoprotein E re
üretik kullanımı ile ilişkilidir. Bunlar; (1) hastayı kardiak
septörü vasıtasıyla şilomikronlarla taşınır. Vücudun A
aritmilere yatkın hale getiren elektrolit dengesizliği (hi-
vitamini rezervlerinin %90'mdan fazlası karaciğerde ve
pokalemi), (2) mide içeriğinin akciğere aspirasyonu, (3)
çoğunlukla sinüzoidler etrafındaki yıldızımsı (Stellate
özofagus ve midede yırtılmalar olarak sıralanabilir. Yine
hücre: Ito hücresi) hücrelerde depolanır. Yeterli bir di
de bu sendromun spesifik bulgu ve belirtisi yoktur. Tanı
yetle beslenen sağlıklı bir kişide bu rezervler en az 6 ay
hastanın kapsamlı psikolojik değerlendirmesine dayan
lık vücudun gereksinimini karşılamak için yeterlidir.
malıdır.
Karaciğerde depolanan retinol esterleri serbestleştirile
bilir. Retinol salınmadan önce karaciğerde sentezlenen
Vitamin Eksiklikleri retinol-bağlayan spesifik bir protein (RBP)'e bağlanır.
Retinol ve RBP'in periferik dokulara alınması, hücre yü
Vitaminlerin tek tek fonksiyonlarını ve bunların yeter zey RBP reseptörlerine bağlıdır. Hücrelere alındıktan
sizlik sonuçlarını özetlemeden önce, bazı genel yorum sonra retinol serbestleşir ve RBP kana geri döner. Reti
lar aşağıda sıralanmıştır. nol periferik dokularda retinil ester olarak depolanabilir
veya retinoik asit formuna oksitlenebilir.
• Sağlıklı olmak için 13 vitamin gereklidir; dördü-A,
Fonksiyonu, insanda A vitamininin en iyi bilinen fonk
D, E ve K-yağda, geri kalanı suda erir. Yağda ve suda
siyonları şunlardır:
eriyen vitaminler arasındaki ayırım önemlidir. Yağda
eriyen vitaminler vücutta daha kolaylıkla depo edil • Az ışıkta normal görüşün sürdürülmesi
melerine karşın, yağ malabsorbsiyonu durumunda • Özelleşmiş epitel hücrelerinin, özellikle de mukus sal
sindirim fonksiyonlarının bozukluğu nedeniyle, emi- gılayan hücrelerin, diferansiasyonunun desteklenmesi
limleri azalmaktadır (Bölüm 14). • Enfeksiyonlara bağışıklığı arttırılması (özellikle kıza
• Bazı vitaminler-öncül steroidlerden D vitamini, intes mıklı çocuklarda)
tinal mikrofloradan biotin ve K vitamini, bir esansiyel Ayrıca, retinoidler, p-karoten ve bazı ilgili karotenoidler
aminoasit olan triptofandan ise niasin- endojen ola antioksidan ve fotoprotektif ajanlar olarak fonksiyon ya
rak sentezlenebilir. Bu endojen senteze bakmaksızın, pabilir. Retinoidler embriyonik gelişmede, hücre farklı
bir diyette tüm vitaminlerin sağlanması sağlıklı ol laşma ve çoğalmasında, lipid metabolizmasında etkileri
mak için zorunludur. olan geniş biyolojik etkilere sahiptir.
Beslenme Hastalıkları 297
VİTAMİN A EKSİKLİĞİ
Resim 7 -1 9 Vitamin A eksikliği. Gözde ve özelleşmiş epitel/al yüzeylerde keratinize metaplazi oluşumunun başlıca sonuçları ve epitelyal
neoplazı gelişimindeki rolü. Gece körlüğü ve immün yetmezlik burada gösterilmiyor.
nik durum ile sonlanır. Normal lakrimal ve mukus sal site kilo kaybı, anoreksia, bulantı, kusma, kemik ve ek
gılayan epitel, keratinize epitele dönüştüğünden önce lem ağrısı ile birliktedir. Retinoik asit, osteoklast üretimi
konjunktiva kuruluğu (kserozis konjunktivae) olur. ve aktivitesini uyararak, kemik rezorbsiyonunda artışa
Bunu küçük, opak plaklar şeklinde bir keratin debris ve bunun sonucunda kırık oluşumu için yüksek riske yol
oluşumu (Bitot lekeleri), son olarak, korneanın yumu açar. Akne tedavisi için kullanılan sentetik retinoidler bu
şaması ve yıkımı (keratomalazi) ile seyreden pürüzlü komplikasyonlarla ilişkili olmamakla birlikte, iyi bilinen
korneal yüzeyin erozyonu ve tam körlük izler. teratojenik etkisi nedeniyle retinoidleri gebelikte kullan
• A vitamini eksikliği, üst solunum yolu ve üriner siste maktan kaçınmalıdır.
mi döşeyen epitelin keratinize çok katlı yassı epitelle
yer değiştirmesine (yassı epitel metaplazisi) de yol aça D Vitamini
bilir. Solunum yollarının mukosiliyer epitelinin kaybı, Yağda eriyen D vitamininin başlıca fonksiyonu kalsiyum
bu hastaları akciğer enfeksiyonlarına yatkın hale geti ve fosforun normal kan düzeylerini devam ettirmektir.
rebilir. Üriner sistem boşluklarına dökülen keratin Bu yeteneği ile raşitizm (epifizleri henüz kapanmamış
debrisleri de böbrek ve mesane taşlarına zemin hazır olan çocuklarda), osteomalazi (yetişkinlerde) ve hipokal-
lar. Hiperplazi ve epidermisin hiperkeratinizasyonu, de semik tetani gibi kemik hastalıklarının önlenmesi için
ri eklerinin kanallarındaki tıkaçlanma ile, folliküler gereklidir. Tetani yönüyle D vitamini, iyonize kalsiyu
veya papüler dermatoza neden olabilir. mun hücre dışı sıvı kompartmanmdaki uygun konsant
• A vitamini eksikliğinin bir diğer çok ciddi sonucu im rasyonunu devam ettirir. Yetersizlik geliştiğinde hücre
mün yetersizliktir. İmmünitedeki bu bozukluk, kıza dışı kompartmanda iyonize kalsiyumda düşme, sürekli
mık, pnömoni ve infeksiyöz diyare gibi yaygın görü kas uyarımına (tetani) neden olur. Burada dikkatimizi D
len enfeksiyonlarda çok daha yüksek mortaliteye yol vitamininin kan kalsiyumunu düzenlemedeki fonksiyo
açar. A vitamini eksikliğinin srk olduğu dünyanın ba nuna odaklıyoruz.
zı bölgelerinde diyete A vitamini takviyesi infeksiyöz M etabolizm ası. İnsanların başlıca D vitamini kaynağı,
hastalıklara bağlı mortalite oranını %20-30 düşürür. solar (güneş ışığı ile) veya yapay ultraviole (UV) ışınları
A Vitamini Toksisitesi. Kısa ve uzun süreli aşırı A vita nın katkısıyla, bir öncül olan 7-dehidrokolesterolün en-
mini her iki tarzda alımı toksik belirtileri ortaya çıkara dojen olarak fotokimyasal dönüşümü ile deride üretimi
bilir. Bazı vitamin üreticilerinin tavsiye ettiği megadozlar dir. Bu maddenin ışınlanması ile vitamin D 3 olarak bili
bu nedenle sorunludur. Akut A hipervitaminozun belir nen kolekalsiferol oluşur, basitleştirmek adına bu bölüm
tileri ilk olarak 1597'de Kuzey kutbunda karaya oturan de bu madde için D vitamini terimi kullanılmıştır.
bir gemide marangoz olan Gerrit de Veer tarafından ta Normal şartlarda gerekli D vitamininin yaklaşık %90’ı
rif edildi. Tayfalarla birlikte kutup ayısının karaciğerini güneşe maruz kalan deride 7-dehidrokolesterolden endo-
yedikten sonra gelişen ciddi belirtileri günlüğünde yaz jen olarak elde edilir. Bununla birlikte, siyahlar melanin
dı. Bu uyarıcı öyküyü akılda tutarak, akut A vitamini pigmentasyonu yüzünden deride daha düşük düzeyde D
toksisitesinin balina, köpek balığı ve hatta ton balığının vitamini üretimine sahip olabilirler (belki UV-kaynaklı
karaciğerini yiyen kişilerde de tanımlandığı, yeme mace kanserlere karşı korunmada küçük bir değeri var). Kalan
rası arayanlar tarafından dikkate alınmalıdır! az bir kısmı ise, derin deniz balıkları, bitkiler ve tahıl gi
Akut A vitamini toksisitesi; başağrısı, baş dönmesi, bi besin kaynaklarından elde edilir. Bitki kaynaklarında
kusma, stupor ve bulanık görme gibi tümü beyin tümö D vitamini, bir öncül formu olan ergosterol bulunur; da
rüyle karışabilen belirti ve bulgulan içerir. Kronik toksi- ha sonra vücutta D vitaminine dönüştürülür.
n ^ T r a w n r n " ' ........... z ztm m m mmsm\
D vitamininin metabolizması aşağıdaki başlıklar ha Renal l,25-(OH)2-D üretimi üç mekanizma ile düzen
linde gösterilebilir (Resim 7-20): lenir:
1. D vitamininin bağırsaktaki diğer yağlarla birlikte emi- • Hipokalsemi parathormonun (PTH) sekresyonunu uyarır.
limi veya derideki öncüllerinden sentezi, PTH'da, a 1-hidroksilazı aktive ederek 25-OH-D'nin
2. Kanda a 1-globüline (D vitamini-bağlayıcı protein) l,25-(OH)2-D'e dönüşmesini arttırır.
bağlanması ve karaciğere taşınması, • Hipofosfatemi, a r lıidroksilazı direkt olarak aktive eder;
3. Karaciğerde 25-hidroksilaz ile 25-hidroksi vitamin D böylece l,25-(OH)2-D oluşumunu arttırır.
(25-OH-D)'ye dönüşmesi, s Bir geri bildirim döngüsü ile, artmış l,25~(OH)2-D dü
4. Böbrekte a-phidroksilaz ile 25-OH-D’nin 1,25 dihid- zeyleri a-phidroksilazm etkisini inhibe ederek bu me-
roksivitamin D [l,25-(OH)2-D]'ye dönüşmesi (biyolo tabolitin sentezini azaltır (l,25-(OH)2-D düşmesi zıt
jik olarak D vitamininin en aktif şekli). etki yapar).
Fonksiyonları. Retinoidler ve steroid hormonlara benzer
tarzda, l,25-(OH)2-D yüksek afiniteli bir nükleer resep
töre bağlanarak etki eder. Sonra düzenleyici DNA zincir
A . NORMAL D VİTAMİNİ METABOLİZMASI
lerine bağlanır ve spesifik hedef genlerin transkripsiyo
nunu uyarır. l,25-(OH)2-D reseptörleri vücuttaki tüm
nükleuslu hücrelerde bulunur. Kalsiyum ve fosfor home-
ostazı dışında çeşitli biyolojik aktivitelere neden olan sin
yalleri de iletirler. Yine de, D vitamininin en iyi bilinen
fonksiyonu ince bağırsaklar, kemikler ve böbreklerdeki
etkisi yoluyla, kalsiyum ve fosforun normal kan düzeyi
nin sürdürülmesi ile ilgilidir (Resim 7-20).
D vitamininin aktif formu:
• Kalsiyumun intestinal emilimini enterositlerdeki kalsi
yum transportunu düzenleyerek uyarır.
® Distal renal tutuluşlarda kalsiyum geri emilimini uyarır.
• Kan kalsiyumunu düzenlemek için PTH ile birlikte etki
eder. Bunu, kısmen osteoblastlardaki RANK ligandı-
nm düzeyini, osteoblast öncüllerindeki RANK resep
törlerini aktive ederek sağlar. RANK aktivasyonu, os-
teoklast diferansiasyonu ve kemik rezorpsiyon faali
yetlerini arttıran sinyaller üretir (Bölüm 20)
• Kemik mineralizasyonunu sağlar. D vitamini, yassı ve
uzun kemiklerin gelişimi sırasında epifiz kıkırdağı ve
osteoid matriksin mineralizasyonu için gereklidir.
Kalsiyumun depo edilmesini sağlayan, kalsiyum-bağ-
layıcı protein osteokalsini sentezlemek için osteoblast-
ları uyarır.
Dikkat edilirse, kemikteki D vitamininin etkileri kalsiyu
mun kan düzeyine bağlıdır: Bir yandan, hipokalsemik
durumlarda PTH ile birlikte l,25-(OH)2-D, kan düzeyle
rini desteklemek için kemikten kalsiyum ve fosforun re-
zorpsiyonunu arttırır. Diğer yandan, normokalsemik du
rumlarda D vitamini, osteoid matriks ve epifiz kıkırda
ğında kalsiyum depolanması için de gereklidir.
Resim 7-21 Raşitizm. A , Küçük bir çocuğun normal kostokondral bileşkesi. Kıkırdağın çit tarzında gelişimi ve kıkırdaktan yeni kemiğe
düzenli geçiş dikkati çekiyor. B, Raşitik kostokondral bileşkede kıkırdağın çit tarzında gelişimi kayboluyor. Daha koyu trabeküller iyi
gelişmiş kemik yapısı; daha soluk trabeküller kalsifiye olmamış osteoid içerir. C, Raşitik bir çocukta kötü mineralize kemik oluşumu
nedeniyle bacakların yay gibi eğrilmesi dikkati çekiyor.
(B, Dr. Andrew E. Rosenberg'un izniyle, Massachusetts General Hospital, Boston, M a s s a c h u s e tts .)
Beslenme Hastalıkları 301
deform e olabilir. Y ürüm eye başlayan bir çocukta raşitizm endojen yolla sentez edilmez ve alımı diyetteki besine
geliştiğinde, d e fo rm ite le r daha çok verteb ra, pelvis ve uzun bağlıdır. C vitamini, süt ve diğer hayvan ürünleri (kara
kem ikleri (örn . tibia) etkileyerek dikkat çekecek derecede ciğer ve balık) ile bazı meyve ve sebzelerde bolca bulu
lom ber lordoz ve bacaklarda eğrileşmeye neden o lu r nur. Çok kısıtlayıcı diyetler dışında tüm diyetler yeterli
(Resim 7-21, C). miktarda C vitamini sağlar.
Yetişkinlerde, D vitam ini eksikliği yaşam boyu devam Fonksiyonu. Askorbik asit çeşitli biyosentez aşamaların
eden norm al kem ik rem odelizasyonunu bozar. O steoblast- da hidroksilasyonu ve ara reaksiyonları hızlandırmada
larcayeni üretilen osteoid m atriksin mineralizasyonu yete r etki eder. C vitamininin bu konuda saptanabilen en açık
sizdir. Bu da osteom alazi için kara kte ristik olan, kalıcı oste- fonksiyonu, inaktif öncüllerinden prolil ve lizil hidroksi-
oidin aşırı m iktard a üretilm esine yol açar. Kem ik konturları laz aktivasyonudur. Böylece prokollajenin hidroksilasyo
etkilenm em ekle b irlikte , kem ik zayıf olup, daha sıklıkla fe nu sağlanır. Yeterli hidroksile olmayan prolcollajen sabit
m u r boynu ve v e rte b ra gövdesini tutan, küçük veya büyük bir sarmal yapı oluşturamaz veya çapraz bağlar yeterli ol
fra ktü rle re yatkındır. H isto lojik incelemede, mineralize o l
maz. Bu yüzden, fibroblastlardan salmımı bozulur. Salı
mayan osteoid, daha bazofilik olan norm al m ineralize tra-
nan bu moleküller gerümeye dirençsiz olduğundan daha
beküller üzerinde (hematoksilen-eozin ile pembe boyanan)
fazla çözünebilir ve daha kolay enzimatik parçalanmaya
kalın b ir m atriks tabakası halinde görülebilir.
uğrar. Hidroksiprolini en yüksek oranda içeren kollajen,
en çok etkilenen moleküldür. Skorbütte kan damarların
daki kollajenin etkilenmesi ile kanamaya eğilim olur. Ay
Toksisite. Uzun süre güneşte kalmak, aşırı D vitamini rıca, C vitamini eksikliğinde, prolin hidroksilasyondaki
oluşumuna neden olmaz. Fakat oral olarak alman mega- etkilerinden bağımsız olarak, kollajen polipeptidlerinin
doz vitamin hipervitaminoza yol açabilir. Çocuklarda, D sentezi baskılanır.
hipervitaminozu böbrek gibi organların yumuşak dokula C vitamini antioksidan özelliklere de sahiptir. Bunlar
rında metastatik kalsifikasyona neden olabilir. Yetişkin arasında, serbest radikalleri direkt olarak temizleme ve E
lerde, kemik ağrısı ve hiperkalsemi yapar. İlginç bir nok vitamininin antioksidan formunu yenileyen metabolik
ta ise, bu vitaminin yeterince yüksek dozlarının güçlü bir reaksiyonlara katılma bulunur.
potansiyel rodentisid (kemirgen öldürücü) olmasıdır! E ksiklik Durumları. C vitamini eksikliğinin sonuçları
Resim 7-22'de gösterilmektedir. Gıdalarda bolca askor
C Vitamini (Askorbik Asit) bik asit bulunduğundan skorbüt, küresel bir sorun ol
Suda eriyen C vitamininin eksikliği, büyüme çağındaki maktan çıkmıştır. Bazen varlıklılarda bile, hatalı ve yeter
çocuklarda esas olarak kemik hastalığına, çocuk ve erişkinler siz beslenme tarzları ile karakterli gruplarda-özellikle
de ise kanama ve yara iyileşme defektleri ile karekterize yaşlı kişilerde, yalnız yaşayan insanlarda ve alkolilder-
"skorbüt" gelişimine neden olur. İngiliz Kraliyet Donan- de-sekonder nedenlerle eksiklik durumu oluşabilmekte-
ması'nm, 18. yüzyıl sonunda denizde kaldıkları uzun sü dir. Nadiren, skorbüt peritoneal dializ ve hemodializ ya
re boyunca skorbüt hastalığını önlemek amacıyla, limon pılan hastalar ile anormal maddeleri yemeyi alışkanlık
ve limon suyu vermeye başladığı denizcilere 'limeys' la edinenlerde görülebilir.
kabı takılmıştır. Askorbik asit 1932'lerde saptandı ve Toksisite. C vitamini megadozlarınm gribi engelleyeceği,
sentezlendi. D vitamininin aksine, insanda askorbik asit en azından belirtilerini azaltacağı yönündeki yaygın ina-
C VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ
\
BOZUK KOLLAJEN YAPIMI
Osteoblastlar
Resim 7 -2 2 C vitamini eksikliğinin bozuk kollajen yapımına bağlı başlıca sonuçları. Bunlar damar desteğinin zayıflığına bağlı kanamaya
yatkınlık, osteoid matriksin yetersiz olması ve bozuk yara iyileşmesidir.
302 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile ilgili Hastalıklar
niş kontrollü klinik çalışmalara dayanmamaktadır. Bazı • Marasmus kas kitlesi ve yağ kaybının yol açtığı, serum al-
hafif iyileşme etkileri, muhtemelen askorbik asitin hafif bümininin kısmen korunduğu, b ir deri bir kem ik kalma ile
antihistaminik etkisi sonucudur. Çok fazla C vitamini karakterize hastalıktır. D iyetleri protein ve protein dışı
hızla idrarla atılır. Ancak, ürilcozüriye ve aşırı demir yük alınan kaloriden ciddi olarak yoksundur.
lenmesine potansiyel oluşturacak demir emiliminde artı • Anoreksia nervoza kişinin kendini aç bırakması durumu
şa neden olabilir. olup, amenore ve düşük tiro id horm onlarına ait m ultipl
b e lirtileri vardır. Bulimia, aşırı yeme alışkanlığı sonrası
Diğer vitaminler ve bazı esansiyel mineraller kısaca Tab kendini kusmaya zorlama durumudur.
lo 7-9 ve Tablo 7-10'da tanımlanmıştır. Folik asit ve B 1 2 • A ve D vitam ini yağda eriyen vitam inle rdir ve aktiviteleri
vitamini Bölüm ll'd e tartışılmıştır. çok çeşitlidir. C vitam ini ve B vitam ini ailesi üyeleri suda
eriyebilir (Vitam inlerin fonksiyonları ve eksiklik sendrom-
larının listesi için Tablo 7-9’a bakınız).
C) ÖZET
Beslenme Hastalıkları
• Prim er (PEM) yoksul ülkelerde çocuk ölüm lerinin en yay Obezite (Şişmanlık)
gın nedenidir. İki ana p rim er PEM sendromu, marasmus
ABD'de obezite epidemik oranlara ulaşmıştır. Obezite-
ve kwashiorkordur. Sekonder PEM kro n ik hastalıklarda
nin prevalansı, 1960 ve 2008 yılları arasında %13'ten
ve son dönem kanser hastalarında (kaşeksinin sonucu
%34'e çıkmıştır. 2009'larda 20-75 yaş arası Amerikalıla
olarak) ortaya çıkar.
rın %6 8 'i fazla kiloluydu. Aynı ölçüde korkutucu olan,
• Kw ashiorkor hipoalbuminemi, yaygın ödem, yağlı karaci
erişkinlerdeki obezitenin de güçlü bir göstergesi olan ço
ğer, deri değişiklikleri ve im m ünitede defektlerle karakte-
cukluk obezitesinin de, bu dönemde 2 ile 3 kat artmış ol
rizedir. N orm al kalorili, ancak protein m iktarı düşük di
masıdır. Son çalışmalar, epidemik obezitenin Hindistan
yet nedeniyle olur.
gibi gelişmekte olan ülkelerde de hızla yayıldığını göste-
Suda Eriyenler
B-, Vitamini (tiamin) Pirofosfat olarak, dekarboksilasyon Kuru ve yaş beriberi, Wernicke sendromu, Korsakoff
reaksiyonlarında koenzimdir. sendromu
B2 Vitamini (riboflavin) Çoğu enzimlerin ara metabolizmalarında Çeliozis, stomatit, glossit, dermatit, korneal damarlanma
kofaktörler olan flavin mononükleotid ve flavin
adenin dinükleotid koenzimlerine dönüşür.
Niasin Nikotinamid adenin dinükleotid (NAD) ve NAD Pellegra—(3 D): demans, dermatit, diare
fosfat (NADP) ile birleşir; çeşitli oksidasyon-
redüksiyon (redoks) reaksiyonlarına katılır.
B6 Vitamini (piridoksin) Türevleri çok sayıda ara reaksiyonda Çeliozis, glossit, dermatit, periferik nöropati
koenzim olarak işlev görür.
B12 Vitamini Normal folat metabolizması ve DNA sentezi Kombine sistem hastalığı (megaloblastik anemi ve
için gereklidir. posterolateral spinal kord trakt dejenerasyonu)
Spinal kord traktı miyelinasyonunun sürekliliği
C Vitamini Çoğu redoks reaksiyonunda ve kollajenin Skorbüt
hidroksilasyonunda işlev görür.
Folat DNA sentezinde tek-karbon ünitelerinin Megaloblastik anemi, nöral tüp defektleri
kullanımı ve transferinde esansiyeldir.
Pantotenik asit Koenzim A ’nın yapısına girer Deneysel olmayan bir sendrom bilinmemektedir
Biotin Karboksilasyon reaksiyonlarında kofaktördür Açıkça tanımlanmış bir klinik sendrom yoktur
Beslenme Hastalıkları 303
riyor. Küresel olarak, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Obezitenin etyolojisi karmaşıktır ve tam olarak anla
2015'lerde 700 milyon erişkinin obez olacağını tahmin şılamamıştır. Genetik, çevresel ve psikolojik faktörler rol
etmektedir. Bu epideminin nedenleri karmaşık olabilir oynar. Bununla birlikte, basit bir ifadeyle, obezite bir
ama diyetteki toplumsal değişikliklere ve fiziksel aktivi- enerji denge bozukluğudur. Enerji dengesinin iki ucu
te düzeylerine bağlı olduğu şüphesizdir. Obezite çeşitli olan yeme ve harcama, nöral ve hormonal mekanizmalar
önemli hastalıklarda (diyabet, hipertansiyon vb.) artmış risk tarafından ince bir denge ile düzenlenir. Böylelikle vücut
ile ilişkili olduğundan başlıca halk sağlığı sorunu haline ağırlığı yıllarca dar bir aralıkta korunur. Bu ince denge,
gelmiştir. Gerçek şu ki, 2009'da ABD'de ülkenin topluca vücutta enerji depoları (yağ dokusu) miktarına duyarlı
bel çevresinin artan genişlemesine ait bir etiket maliyeti olan, besin alımı ile enerji harcamalarını uygun tarzda
olan, yıllık obezite için halk sağlığına harcanan tutarın, düzenleyen bir iç mekanizma veya "lipostat" tarafından
147 milyar dolar düzeyine ulaştığı hesaplanmıştır. kontrol edilmektedir. Son yıllarda, çok sayıda "obezite
Obezite, sağlıkta zararlı etkiler yapacak ölçüde, fazla geni" saptanmıştır. Bu genler enerji dengesini düzenle
yağ dokusu birikimine bağlı vücut ağırlığının artışı ola yen fizyolojik sistemin moleküler komponentlerini kod
rak tanımlanır. Yağ birikiminin ölçümü nasıl olmalıdır? lar. Enerji homeostazındaki anahtar oyuncu, LEP geni ve
Çeşitli yüksek teknoloji metodları geliştirilmiştir. Ancak onun ürünü leptin'dir. Sitokin ailesinin bu özel üyesi,
pratikte yaygın olarak aşağıdaki ölçümler kullanılır: adipositlerden salgılanır. Enerji dengesinin her iki ucunu
• Boya göre ağırlığın bazı ifadeleri, özellikle vücut kitle -besin alımmı ve enerji tüketimini-düzenler. Daha son
indeksi (body mass index özellikle vücut kitle indeksi ra bahsedileceği üzere, leptin'in net etkisi besin alimim
(body mass index = BMI) = (ağırlık, kg)/(Boy, m) 2 veya azaltmak ve enerji tüketimini arttırmaktır.
kg/m2 'dir. Basitçe, enerji dengesini ve vücut ağırlığını düzenle
• Deri kıvrımı ölçümleri yen nörohümoral mekanizmalar üç komponente bölüne
• Değişik vücut çevreleri, özellikle bel-kalça çevresinin bilir (Resim 7-23):
oranı
• Periferik veya afferent sistem, farklı yerlerden sinyaller
BMI vücuttaki yağ miktarı ile yakından bağlantılıdır.
BMI'leri 18,5 ile 25 kg/m2 arasında ise normal, BMI'leri üretir. Ana komponentleri yağ hücrelerinde üretilen
25 ile 30 kg/m2 arası fazla kilolu, BMI'leri 30 kg/m2'den leptin ve adiponektin, pankreasta insulin, midede güre
fazla ise obez olarak kabul edilir. BMI 30 kg/m2'den faz lin, ileum ve kolonda üretilen peptit YY'dir. Leptin be
la ise sağlık riski taşıdığı genel olarak kabul görür. Anla sin alımmı azaltır (ileride ayrıntılı anlatılıyor). Ghrelin
tımın devamında, basitleştirmek için obezite terimi hem salmımı iştahı arttırır ve "yemeyi başlatıcı sinyal" ola
fazla kilolu hem de gerçek obezite için kullanılacaktır. rak işlev yapar. Peptit YY, yemek sonrasında ileum ve
Obezitenin istenmeyen etkileri, sadece total vücut kolondaki endokrin hücrelerce salınır, tokluk işareti
ağırlığıyla değil, depolanmış yağın vücuttaki dağılımı ile dir.
de ilgilidir. Yağın gövde ve karın bölgesinde (mezenter • Hipotalamustaki arkuat nükleus, periferik sinyalleri bir
ve organlar etrafında) biriktiği santral (ya da visseral) obe leştirir, işler ve yeni sinyaller üretir. Bu sinyaller (1)
zite, derialtı dokusunda diffüz bir dağılımda fazla yağ bi POMC (pro-piomelanokortin) ve CART (kokain- ve
rikmesine göre çoğu hastalık açısından aşırı risk taşır. amfetamin ile regüle transkript) nöronları ve (2) NPY
304 BÖLÜM 7 Çevresel ve Beslenme ile İlgili Hastalıklar
SANTRAL İŞLEM
Yağlanma sinyalleri
Pankreas p hücreleri= insulin Leptin
Enerji tüketimi Gıda alımı
Mide t
.
Ghrelin
İnce
PYY Düzenler
bağırsaklar= Enerji dengesi
Adipositler « !« ’
(enerji depoları) 1
Resim 7 -2 3 Enerji dengesini düzenleyen döngü. Kişi iyi beslendiğinde ve yağ dokusunda yeterli enerji depolandığında, afferent yağlanma
sinyalleri (insulin, leptin, ghrelin, peptit YY) hipotalamustaki santral nöronal işlem ünitelerine ulaşır. Burada bu sinyaller anabolik döngüyü
engelleyip, katabolik döngüyü uyarır. Daha sonra, bu santral döngünün efektör kollan, gıda alimim durdurup enerji tüketimini arttırarak
enerji dengesini etkiler. Sonuçta bu, enerji depolarını azaltır, yağlanma yönündeki sinyaller kesilir. Aksine, enerji depoları düşük olduğun
da, mevcut anabolik döngü etkinleşir, katabolik döngü yavaşlar ve adipöz doku şeklinde enerji depoları üretilir.
(nöropeptit Y) ve AgRP (agouti (kemirgenlikle)-ilişkili lir. Yağ hücreleri (33-adrenerjik reseptörlere sahiptir. Nö-
peptit) nöronları tarafından iletilir. repinefrinle uyarıldıklarında yağ asidi hidrolizine ve de
• Efferent sistem, arkuat nükleus tarafından düzenlenen polardan enerji serbestleşmesine neden olurlar.
hipotalamik nöronlardan oluşur. NPY/AgRP nöronla Rodentlerde ve insanlarda, leptin yolunun kompo-
rı yiyecek alımı ve kilo almayı teşvik eden efferent nö nentlerini etkileyen fonksiyon kayıplı mutasyonlar masif
ronları aktive ederken, POMC/CART nöronları enerji obeziteye yol açar. Leptin geni veya reseptörünü bozan
tüketimini arttıran ve kilo kaybettiren efferent nöron mutasyonları olan fareler yağ depolarının yeterli olduğu
ları aktive eder. Efferent nöronlar tarafından üretilen nu algılayamaz ve bu yüzden aç kurtlar gibi davranırlar.
sinyaller de otonom sinir sistemini kontrol eden bey Farelerdeki gibi, insanlarda leptin geni veya reseptörün
nin ön ve orta kısım merkezleri ile irtibatlıdır. deki mutasyonlar, nadir olmakla birlikte, aşırı şişmanlığa
neden olabilir. Daha yaygın olan, massif obez hastaların %4-
Sonraki konu, afferent sistemin iştah ve yemeyi düzenle 5'inde bulunan, melanokortin reseptör-4 geni (MC4R)'ndeki
yen üç ana maddesini içermektedir: Leptin, adipöz doku mutasyonlardır. Bu monojenik geçişler vücut ağırlığının
ve gastrointestinal kanal hormonları. kontrolünde leptin sürecinin önemini vurguluyor. Bu sü
reçteki defektlerin daha yaygın tiplerinin obezlerde keş
Leptin fedilmesi mümkündür. Örneğin, çoğu şişman kişinin
Leptin üretim, karmaşık ve tam anlaşılamayan mekaniz yüksek kan leptin düzeylerine sahip olması, insanlar ara
malarla, yağ depolarının yeterliliği ile düzenlenir. Yağ doku sında leptin direncinin sık olduğunu düşündürüyor.
su bol olduğunda leptin salımmını uyarır. Hormon hipo-
talamusa giderek orada POMC/CART nöronlarım uyarıp A dipöz doku
NPY/AgRP nöronlarını engelleyerek besin alimim azaltır. Leptine ek olarak, adipöz (yağ) doku adiponelctin, sito-
Bunun zıddı durum, vücut yağ deposu yetersiz olduğun kin, kemokin ve steroid hormon gibi adipöz dokunun li
da ortaya çıkar: Leptin salınımı azalır ve besin alımı ar pid metabolizması, beslenme ve inflamatuar yanıtlar ara
tar. Sabit kilolu kişilerde, bu yolaklardaki aktiviteler ara sında bir bağ işlevi yapmasına imkan veren birtakım me-
sında bir denge vardır. Leptin fiziksel aktiviteyi uyararak diatörler üretir. Yağ hücrelerinin toplam sayısı adolesan çağ
enerji tüketimini de artırır. Enerji tüketimi ve termoge- da sabitlenir. Çocukluğunda obez olanlarda yağ hücreleri
nez, hipotalamusta leptin tarafından gerçekleştirilen en nin sayısı daha fazladır. Bu, çocukluk obezitesi konusun
önemli katabolik etkilerdir. Termogenez, kısmen yağ do da kaygının bir başka nedenidir. Yağ hücrelerinin yakla
kusundaki sempatik sinir uçlarından nörepinefrin salını- şık %1 0 'u erişkinlerde yıllık olarak değişmekle birlikte,
mını arttıran efferent hipotalamik sinyallerle kontrol edi kişinin vücut kitlesinden bağımsız olarak yağ hücreleri
Beslenme Hastalıkları 305
nin sayısı sabit kalır. Diyetler kısmen başarısızdır, zira ® Nonalkolik steatohepatit sıklıkla obezite ve tip 2 diyabet
adipositlerden yağın kaybı, leptin düzeylerinin düşmesi ile ilişkilidir. Bu durum, fibrozis ve siroza ilerleyebi-
ne ve düşük leptin düzeyleri de iştahı uyarıp, enerji tüke len, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı olarak adlan
timini azaltır. dırılır (Bölüm 15).
• Kolelitiazis (safra taşlan) obezlerde zayıf kişilere göre 6
Gastrointestinal Kanal Hormonları kat daha fazladır. Başlıca mekanizma, total vücut ko
lesterolünün artması, kolesterol yapım-yıkımmda ar
Gastrointestinal kanal hormonları hızlı bir şekilde etki
eden, iradeli yemeyi başlatıcı ve sonlandırıcılardır. Ghre- tış ve safrada atılan kolesterolün artışı ile sonuçta et
lin ve peptid YY (PYY) protipik örneklerdir. Ginelin mide kilenen kişilerde kolesterolden zengin taşların oluş
de üretilir ve gıda alımmı arttırdığı bilinen tek bağırsak masına yatkınlıktır (Bölüm 15).
peptididir. Muhtemelen, hipotalamustaki NPY/AgRP nö • Hipoventilasyon sendromu; çok obez kişilerde, çeşitli
ronlarını uyarması ile etki eder. Ghrelin düzeyleri normal solunum anormalliklerinin görülmesidir. İlk kez
olarak öğünlerden önce artar ve 1 ile 2 saat sonra düşer, Charles Dickens'in Mr. Pickwick'in Serüvenleri (The
fakat bu düşme obez kişilerde zayıftır. PYY gıda tüketimi Pickwick Papers) adlı romanındaki şişman ve devamlı
ne yanıt olarak, ileum ve kolondaki endokrin hücrelerden uykuya daİan şişman kadından sonra, Pickwickian
salınır. Büyük olasılıkla, POMC/CART nöronlarını uyarı (Pickwick) sendromu adını aldı. Sendromda, gece ve
cı, dolayısı ile gıda alımmı azaltıcı etki eder. gün boyu devam eden hipersomnolans hali karakte
ristiktir ve sıklıkla uykuda apne nöbetleri, polisitemi
ve sonuçta ortaya çıkan sağ kalp yetmezliği eşlik eder.
Obezitenin Klinik Sonuçları
• Belirgin yağlılık, dejeneratif eklem hastalıklarının (os-
Obezite, özellikle santral obezite, aralarında diyabet, hi teoartrit) gelişimine öncülük eden bir faktördür. Tipik
pertansiyon ve kanserin bulunduğu birçok durumda bilinen olarak yaşlı kişilerde görülen artritin bu formu; ek
bir risk faktörüdür. Santral obezite metabolik sendrom lemlerde aşınma ve yıpranmanın kümülatif etkileri
olarak bilinen değişiklikler kümesinin merkezinde dur
nin çoğundan sorumludur. Vücudun yağ yükü ne ka
maktadır. Bu sendrom, hipertansiyon ve sistemik pro-
dar fazla ise, zamanla eklemlerdeki travma o kadar ar
inflamatuar bir durumun kanıtları ile ilişkili glukoz ve li
tar.
pid metabolizması anormallikleri ile karakterizedir. Bu
birlikteliklerin temelindeki mekanizmalar karmaşık ve • C-reaktif protein (CRP) ve TNF benzeri pro-inflama-
muhtemelen birbirleriyle ilişkilidir. Aşağıdaki ilişkiler tuar sitokinler gibi inflamasyon belirteçleri obezlerde
dikkate değerdir:• sıklıkla yüksektir. İnflamasyonun temeli belirsizdir,
hem dolaşan fazla lipidlerin direkt pro-inflamatuar et
• Obezite, Tip 2 (önceki adıyla insuline bağımlı olma kisi ve hem de yağ-yüklü adipositlerden sitokinlerin
yan) diyabetin önemli özellikleri olan insulin direnci ve salınması öne sürülmüştür. Neden ne olursa olsun, in
hiperinsülinemi ile ilişkilidir. Aşırı insülinin hipertan sulin direnci, metabolik anormallikler, tromboz, kar-
siyonun işaretleri olan, sırasıyla, sodyum tutma, kan diovasküler hastalık ve kanseri gibi obezitenin çok sa
hacmi artışına, aşırı nörepinefrin üretimine ve düz yıda komplikasyonuna kronik inflamasyonun katkı
kas proliferasyonuna yol açabileceği düşünülmekte sağladığı düşünülmektedir.
dir. Mekanizma ne olursa olsun, hipertansiyon gelişme
riski önceden normotansif olan kişiler arasında kilo ile
orantılı olarak artar.
• Obez kişiler genellikle hipertrigliseridemiye ve düşük
Q Ö ZET
HDL kolesterol düzeyleri gibi koroner arter hastalığı ris
kini arttıran faktörlere sahiptir. Obezite ile kalp hasta Obezite (Şişmanlık)
lığı arasındaki ilişki basit değildir. Bununla birlikte, • Obezite enerji regülasyon bozukluğudur, insulin direnci,
böyle bir bağ varsa bile, bu aslında aşırı kilodan daha tip 2 diyabet, hipertansiyon ve hipertrigliseridemi gibi
çok, diyabet ve hipertansiyon birlikteliğine bağlıdır. koroner arter hastalığı gelişimi ile ilişkili çok sayıda
® Fazla kilolu olma durumunda, erkekte özofagus, tiroid, önemli durum için riski arttırır.
kolon ve böbrek kanserlerini, kadında özofagus, en • Enerji dengesinin regülasyonu çok karmaşıktır. Üç ana bi
dometrium, safra kesesi ve böbrek kanserlerini içeren leşeni vardır: (1) insulin, leptin, ghrelin ve peptit YY tara
bazı kanserlerinin sıklığında artış vardır. Toplamda, obe fından çoğunlukla elde edilen afferent sinyaller, (2) affe
zite erkekte kanser ölümlerinin yaklaşık %14'ü ile, ka rent sinyalleri birleştiren ve efferent sinyalleri tetikleyen
dında ise %20'si ile ilişkilidir. Temel mekanizmalar bi santral hipotalamik sistem; (3) enerji dengesini kontrol
linmemektedir ve muhtemelen birden fazladır. Bir eden efferent sinyaller.
şüpheli hiperinsulinemidir. Insulin, çoğu kanserde
• Leptin enerji dengesinde anahtar rol oynar. Adipoz doku
kanser hücrelerinin çoğalma ve yaşamasını uyaran in- lardan salınımı yağ depolarının fazlalığı ile düzenlenir. Hi
sulin-benzeri büyüme faktörü-1 (IGF-l)'in düzeyini, potalamustaki reseptörlerine leptin bağlanması P O M C /
onu tanıyan reseptörünü (IGF1R) aktive ederek arttı CART nöronlarını uyarıp, NPY/AgRP nöronlarını engel
rır. Obezite ve endometrial kanser ilişkisi dolaylı ola leyerek besin alimini azaltır.
bilir: Yüksek östrojen düzeyleri endometrial kanserin
• Obezite diyabet ve kardiyovasküler hastalığa ek olarak,
riskinde artış ile ilişkilidir (Bölüm 18) ve obezitenin
bazı kanserler, nonalkolik yağlı karaciğer hastalığı ve saf
östrojen düzeylerini arttırdığı bilinmektedir. Meme
ra taşları için artmış bir risk ile de ilişkilidir
kanseri konusundaki veriler tartışmalıdır.
306 B O L U M 7 Çevresel ve Beslenme ile ilgili Hastalıklar
Gregor MF, Hotamisligil G S: Inflammatory mechanisms in obesity. [M ajör US kentlerin de ince partiküllü h a v a kirliliğ n in azalm ası ile y a
Annu Rev Immunol 29:445, 2011. [O bezite ile ilişkili p ro-inflam atuar şam süresi beklen tisindeki artışı ilişkilendiren ilğ n ç bir çalışm a.]
durum konusundaki g üncel g örüşlerin kısa bir irdelem esi.] Ravdin PM, Cronin KA, Howlader N, et al: The decrease in breast-
Heiss G, Wallace R, Anderson GL, et al: Health risks and benefits 3 cancer incidence in 2003 in the United States. N Engl J Med
years after stopping randomized treatment with estrogen and pro 356:1670, 2007. [H RT ile ilişkilendirilm esinin ardından m em e kan serin
gestin. JAMA 299:1036, 2008. [HRT'nin kesilm esinden 3 yıl sonra m e deki azalm ayı dökü m an te eden ön em li bir yayın.]
m e ka n seri risk artışının d evam ettiği kadınlarla ilğ li bir yayın.] Roberts DL, Dive C, Renehan AG: Biological mechanisms linking obe
Hollick MF: Vitamin D deficiency. N Engl J Med 357:266, 2007. [D vi sity and cancer risk: new perspectives. Annu Rev Med 61:301, 2010.
tam in y etersiz liğ kon u su n da ayrıntılı bir derlem e.] [O bezite ve k an ser riski arasındaki m uhtem el ilişkilerin irdelen m esi.]
Jornayvaz FR, Samuel VT, Shulman GI: The role of muscle insulin re Suzuki K, Simpson KA, Minnion JS, et al: The role of gut hormones
sistance in the pathogenesis of atherogenic dyslipidemia and nonal and the hypothalamus in appetite regulation. Endocr J 57:359, 2010.
coholic fatty liver disease associated with the metabolic syndrome. [Y iyecek tüketim inin düzenlenm esinde gastrointestinal kan al horm on la
Annu Rev Nutr 30:273, 2010. [Ç iz ğ li kasta insulin direncinin rolüne rı ile hipotalam us etkileşim i kon u su n da m ükem m el bir derlem e.]
odaklan m ış m etabolic sen drom konusunda ilğ n ç bir perspektif.] Tang X-H, Gudas LJ: Retinoids, retinoic acid receptors, and cancer.
Manşon JE, Hsia J, Johnson KC, et al: Estrogen plus progestin and the Annu Rev Pathol 6:345, 2011. [R etinoidlerin k an serd eki rolü konulu
risk of coronary heart disease. N Engl J Med 349:523, 2003. [W o bir derlem e, solid tüm örlere odaklanm ıştır.]
m en's H ealth Initiative'den dönüm n oktası n iteliğ n d e bir çalışm a.]
Pope CA, Ezzati M, Dockery DW: Fine-particulate air pollution and li
fe expectancy in the United States. N Engl J Med 360:376, 2009.
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
Enfeksiyon Hastalıklarının
Genel Patolojisi
BÖLÜM İÇERİĞİ
Mikrobial Patogenezin Genel M ikropların Bulaşması ve Viral Hasar Mekanizmaları 319
İlkeleri 309 Yayılması 315 Bakteriyel Hasar Mekanizmaları 320
Enfeksiyon Etkenlerinin Mikropların Konağa Giriş Konaktaki Bağışıklık Yanıtlarının Zararlı
Kategorileri 309 Yolları 315 Etkileri 321
Enfeksiyon Etkenlerinin Tanınmasında Mikropların Vücutta Yayılması 317 M ikropların Bağışıklıktan
Kullanılan Özel Teknikler 314 Mikropların Vücuttan Çıkışı ve Kurtulması 322
Yeni O rtaya Çıkan Enfeksiyöz Bulaşması 318 Enfeksiyona Karşı İnflamatuar
Hastalıklar 314 M ikroorganizm alar Nasıl Hastalık Yanıt T ipleri 323
B iyoterörizm Etkenleri 315 Yapar 319
veya sarmal), lipid zarfın mevcut olup olmamasına, üre virüs soğuk algınlığı, influenza gibi geçici enfeksiyonla
me şekillerine ve üremek için tercih ettikleri hücre tipine ra neden olur. Diğer virüsler vücuttan uzaklaştıramaz ve
(tropizm) ya da neden oldukları hastalık tipine göre sınıf konağın hücrelerinde, ya kronik hepatit B (HBV) enfek
landırılır (Tablo 8-2). Bazı virüs bileşenleri ve partikülle- siyonundaki gibi çoğalmayı sürdürerek, ya da varlığını
ri enfekte hücre içerisinde kümelenerek, ışık milcrosko- çoğalmaksızm sürdüren (latent enfeksiyon) ve daha son
puyla görülebilen ve tanıda işe yarayan inklüzyon cisim ra tekrar aktive olma potansiyeli taşıyan virüsler olarak
ciklerini meydana getirir (Resim 8-1). Örneğin, sitome- yıllarca kalır. Örneğin suçiçeği etkeni olan herpes zoster
galovirüs (CMV) ile enfekte hücreler genişlemiştir ve hüc virüsü, omurilikteki dorsal kök ganglionlarma yerleşe
relerin çekirdeklerinde büyük, eozinofilik; sitoplazmala- rek daha sonra zona denilen, ağrılı bir hastalığı meyda
rmda ise küçük bazofilik inklüzyon cisimcikleri vardır; na getirmek üzere aktive olur. İnsan papillomavirüsü
herpesvirüsler hücre çekirdeğinde, çevresi net bir hâle ile [HPV] gibi bazı virüsler konak hücrelerinde, iyi huylu si
kuşatılmış olan, bir inklüzyon cismi oluşturur; hem suçi ğillerle veya serviks kanseriyle sonuçlanan transformas
çeği, hem kuduz virüslerinin sitoplazmalarmda karakte yonlara neden olur. Farklı virüsler, aynı klinik tabloya
ristik inklüzyon cisimleri mevcuttur. Ancak birçok virüs (örneğin üst solunum yolu enfeksiyonuna) neden olabi
(örneğin poliovirüs) inklüzyon cisimcikleri oluşturmaz. lirler ya da sitomegalovirüs gibi tek bir virüs, konak or
İnsanlardaki enfeksiyonlarda büyük bir paya sahip ganizmanın yaşma veya bağışıklık durumuna bağlı ola
olan virüsler, çeşitli yollardan hastalık yapabilir. Birçok rak farklı klinik belirtilere yol açabilir.
Resim 8-1 Viral inklüzyon cisimciği örnekleri. A , Akciğerdeki sitomegalovirüs enfeksiyonu. Enfekte hücrelerin çekirdeklerindeki belirgin
(uzun ok) ve sitoplazmasındaki fazla belirgin olmayan (kısa oklar) inklüzyon cisimcikleri. B, Deride varicella-zoster enfeksiyonu. Epitel hüc
relerinin birleşmesi ve bir çekirdeğin bir diğerine yaslanmasıyla oluşan çok çekirdekli hücreler (uzun ok) ve çekirdek çevresinde hâle (ha
lo) oluşturan, eozinofilik inklüzyon cisimcikleri (kısa oklar). C, Karaciğerde hepatit B enfeksiyonu. Enfekte hepatositlerde, hücrede biriken
hepatit B yüzey antijeninin (HBsAg) neden olduğu, yaygın granüler (“ buzlu cam” görümünde) sitoplazma.
Adherans proteini — *
immün kaçış proteini
Pilus----- -Vİ Adherans proteini (orn- M
(örn.
Lipopolisakaridler
Kapsül
Tablo 8-3 insanlardaki Seçili Bakteri Hastalıkları ve Bunlara Neden Olan Patojenler
Klinik/M ikrobiyolojik
Bakteri Türü Sıklıkla Neden Olduğu Hastalık(lar)
Piyojen kok enfeksiyonları Staphylococcus aureus, Staphylococcus epidermidis Apse, sellülit, pnömoni, sepsis
Streptococcus pyogenes Farenjit, erizipel, kızıl
Streptococcus pneumoniae (pnömokok) Lober pnömoni, menenjit
Neisseria meningitidis (meningokok) Menenjit
Neisseria gonorrhoeae (gonokok) Gonore
Gram-negatif enfeksiyonlar Escherichia coli,* Klebsiella pneumoniae* İdrar yolu enfeksiyonu, yara enfeksiyonu, apse,
Enterobacter (Aerobacter) aerogenes* pnömoni, şok, endokardit
Proteus türleri (Proteus mirabilis, Proteus morgagni)*
Serratia marcescens, * Pseudomonas türleri
(Pseudomonas aeruginosa),* Bacteroides türleri
(Bacteroides fragilis)
Legionella türleri (Legionella pneumophila) Lejyoner hastalığı
Çocuklardaki bulaşıcı Haemophilus influenzae Menenjit, üst ve alt solunum yolu enfeksiyonları
bakteri enfeksiyonlar Bordetella pertussis Boğmaca
Corynebacterium diphtheriae Difteri
Enterik enfeksiyonlar Enteropatojen E. coli, Shigella türleri, Vibrio cholerae Invazif veya invazif olmayan gastroenterokolit
Campylobacter jejuni, Campylobacter coli
Yersinia enterocolitica
Salmonella spp türleri
Salmonella typhi Tifo
Clostridium enfeksiyonları Clostridium tetani Tetanos (kazıklı humma)
Clostridium botulinum Botulizm (paralitik gıda zehirlenmesi)
Clostridium perfringens, Clostridium septicum Gazlı gangren, nekrotizan sellülit
Clostridium difficile* Psödomembranöz kolit
Zoonotik bakteri Bacillus anthracis Antraks (şarbon)
enfeksiyonları Yersinia pestis Hıyarcık vebası
Francisella tularensis Tularemi
Brucella melitensis, Brucella suis, Brucella abortus Bruselloz (malta humması)
Borrelia recurrentis Nükseden (raci) humma
Borrelia burgdorferi Lyme hastalığı
Treponema enfeksiyonları Treponema pallidum Sifiliz
Mycobacterium enfeksiyonları Mycobacterium tuberculosis, M. bovis Tüberküloz
Mycobacterium leprae Lepra
Mycobacterium kansasii, * Mycobacterium avium Atipik mycobacterium enfeksiyonları
complex*
Aktinomiset enfeksiyonları Nocardia asteroides* Nokardiyoz
Actinomyces israelii Aktinomikoz
*Önemli fırsatçı enfeksiyonlar.
Resim 8 -3 Bakterilerin m orfolojik çeşitleri. Bakteriler oklarla gösterilmektedir. A , Pnömoni hastasının Gram boyasıyla boyanmış balgam
preparatı. Çifter çifter ve kısa zincirler halinde duran, uzun Gram-pozitif koklar (Streptococcus pneumoniae) ve bir nötrofil görülmektedir
B, Bronkoalveoler lavaj sıvısının Gram boyasıyla boyanmış preparatında; Enterobacteriaceae ailesinin Klebsiella pneumoniae veya Escheric
hia coli gibi tipik üyeleri olan, gram-negatif, hücre-içi çomaklar C, Lyme hastalığı meningoensefaliti olan bir hastanın beyin dokusundan ha
zırlanan gümüşle boyanmış preparat. Sarmal biçimindeki iki spiroket (Borrelia burgdorferi), oklarla gösterilmiştir. A , B, ve C, farklı büyüt
melerle çekilmiş mikrofotoğraflardır.
(B, Dr. Karen Krisher’nin izniyle, Clinical Microbiology Institute, Wilsonville, Oregon; A v e C Dr. Kenneth Van Horn, Focus Diagnostics, Cypress, California, ABD).
Mikrop Patogenezinin Genel İlkeleri 313
artık daha sık görülmektedir. Son olarak da coğrafî bir Tablo 8-5 Potansiyel Biyoterörizm Etkenleri
bölgede sık görülen enfeksiyon hastalıkları, yeni bir coğ
A Kategorisindeki Hastalıklar ve Etkenler
rafî bölgede de görülmeye başlayabilir. Örneğin Avrupa,
Asya ve Afrika'da yıllardır bilinmekte olan Batı Nil virü Şarbon: Bacillus anthracis
sü, ABD'de ilk olarak 1999'da bildirilmiştir. Botulizm: Clostridium botulinum toksin
Enfeksiyon hastalıklarının ortaya çıkmasında katkısı Veba: Yersinia pestis
olan çeşitli faktörler: Su çiçeği: Variola major virus
• İnsanların davranışları, enfeksiyonların yayılması ve Tularemi: Francisella tularensis
demografisi üzerinde etkilidir. AIDS ABD'de ilk ola
Kanamalı viral hummalar: filovirüsler (örneğin Ebola, Marburg) ve
rak, daha çok eşcinsellerde ve ilaç bağımlılarında bildi arenavirüsler (örneğin Lassa, Machupo)
rilmiştir ama günümüzde daha çok heteroseksüellerde
görülen bir hastalıktır. Dünyada AIDS vakalarının en B Kategorisindeki Hastalıklar ve Etkenler
yüksek sayıda olduğu, Afrika'nın Güney Sahra bölge Malta humması: Brucella türleri
sinde AIDS, özellikle heteroseksüel hastalığıdır.
Clostridium perfringens’m epsilon toksini
• Çevre değişiklikleri bazen, enfeksiyon hastalıklarının
oranı üzerinde söz sahibi olmaktadır. ABD'nin doğu Besin güvenliliğine yönelik tehditler: Salmonella türleri, Escherichia
coli 0157:H7, Shigella, diğerleri
sundaki ormanların azalması; Lyme hastalığı, babesi
osis ve ehrlichiosis gibi hastalıkları bulaştıran keneleri A t nezlesi: Burkholderia mallei
taşıyan farelerin ve geyiklerin sayısını çok fazla artır Melioidoz: Burkholderia pseudomallei
mıştır. Enfeksiyonların yayılmasında küresel ısınma da Psittakoz: Chlamydia psittaci
etkilidir. Örneği deng hummasını taşıyan ve önceleri Q humması: Coxiella burnetii
yalnızca ABD-Meksika sınırında görülen sivrisinekler, Ricinus communis’teki risin toksini
bugün ABD'nin 28 eyaletinde mevcuttur.
Stafilokok B enterotoksini
• Patojenler antibiyotiklerin yaygın olarak (ve aşırı) kul
lanılmasına hızla uyum sağlamaktadır. Mycobacterium Tifüs: Rickettsia prowazekii
tuberculosis, Neisseria gonorrhoeae ve Staphylococcus au Viral ensefalit: alfavirüsler (örneğin Venezuela at ensefaliti, Doğu at
reus’ta antibiyotiklere direnç gelişmiştir ve günümüzde ensefaliti, Batı at ensefaliti)
yaygındır. Benzer şekilde, ilaçlara dirençli parazitlerin Su güvenliği tehditleri: Vibrio cholerae, Cryptosporidium parvum,
gelişmesi, Asya, Afrika ve Latin Amerika'da Plasmodi diğerleri
um falciparum enfeksiyonuna eşlik eden mortaliteyi bü C Kategorisindeki Hastalıklar ve Etkenler
yük ölçüde artırmıştır.
Önceleri bilinmeyen enfeksiyon hastalıkları tehdidi: Nipah virüs,
hantavirüs, olasılıkla diğerleri
BİYOTERÖRİZM ETKENLERİ C e n te r s f o r D is e a s e C o n t r o l a n d P r e v e n tio n I n f o r m a t io n ’d a n (w w w . b t .
c d c . g o v / b io t e r r o r i s m / 2 0 1 1 ) u y a rla m a .
2001 yılında ABD'de görülen şarbon saldırıları, bir za
manlar teorik bir tehlike olan biyoterörizm tehdidini ne
yazık ki gerçeğe taşımıştır. ABD'deki CDC (Centers for karakter kazanır. Enfekte kişiler bu virüsü inkübasyon
Disease Control and Prevention) (Hastalık Kontrol ve Ön dönemi sırasında kolayca bulaştırdıklarından çiçek virü
leme Merkezleri) silah olarak en tehlikeli mikroorganiz sü, kendisine karşı herhangi bir şekilde korunmamış bir
maları; yol açtıkları hastalıkların ne derece etkili bir şekil popülasyonda hızla yayılabilir. Çiçek aşısının rutin olarak
de bulaşabildiklerini, bu mikroorganizmalarının üretilme uygulanmasına 1972'de son verilmiş olduğundan, popü-
sinin ve dağıtılmasının ne derece zor olduğunu, bunlara lasyonun bu virüs karşısındaki bağışıklığı azalmış ve in
karşı savunma amacıyla ne yapılabileceğini ve bunların sanları, çiçek hastalığına yakalanmaya ileri derecede elve
kamuoyunu ne derece alarma geçirip, yaygın korku yay rişli duruma getirmiştir. Çiçek virüsünün biyoterörizmde
dıklarını temel alarak değerlendirilmiştir. Bu kriterlere da kullanılabileceği kaygısı aşılanmanın, bazı tıbbî ve askerî
yanan CDC biyolojik silahları; A, B ve C olarak üç katego personelde tekrar başlatılmasına neden olmuştur.
riye ayırmıştır (Tablo 8-5). B kategorisindeki biyoterörizm etkenleri orta derecede
Riskin en yüksek olduğu A kategorisindeki etkenler; kolaylıkla yayılarak, orta derecede morbiditenin, ancak
kişiden kişiye kolayca yayılabilir veya bulaşabilir; tipik düşük bir mortalitenin eşlik ettiği; spesifik tanı ve hasta
olarak, halk sağlığı üzerinde önemli sonuçlara yol açma lık gözetimi gerektiren hastalıklara neden olur. Bu katego
potansiyeli taşıyan ve mortalitesi yüksek hastalıklara ne rideki biyoterörizm etkenlerinin birçoğu besinlerle veya
den olur, kamuoyunda panik yaratan, sosyal bozulmalara suyla yayılabilir. C kategorisinde ise, temin edilebilirlik,
yol açan, kamuoyunun hazırlıklı olması için özel eylemle üretim ve yayılım, yüksek morbidite ve mortalite potansi
re ihtiyaç doğuran pandemiler meydana getirebilir. Örne yeli ve sağlık üzerine etkileri açısından kitlesel yayılıma
ğin, çiçek hastalığı (smallpox) virüsü, ileri derecede bula uygun hale getirilebilecek yeni patojenler yer alır.
şıcı olması, %30 ve daha yüksek mortalite oranını ve etki
li bir antiviral tedavisinin mevcut olmaması nedeniyle, A
kategorisine giren bir biyoterörizm etkenidir. Çiçek hasta MİKROPLARIN BULAŞMASI VE
lığı, öncelikle solunum yolu salgılarıyla veya deri lezyonla- YAYILMASI
rmdaki virüsle doğrudan temasla, kolayca yayılabilir. 7-17
gün arasında değişen inkübasyon döneminin ardından Mikropların Konağa Giriş Yolları
genellikle yüksek ateş, baş ağrısı ve sırt ağrısı şeklindeki
belirtilere yol açar; bunları, önce ağız ve farinks mukoza Mikroplar konağa derideki çatlaklar, inhalasyon veya cin
sında, hastanın yüzünde ve kollarında belirerek, gövdeye sel ilişki yoluyla girebilir. Fiziksel engel oluşturan ve anti-
ve bacaklara yayılan bir deri döküntüsü izler. Başlangıçta mikrobik maddeler üreten, bütünlüğü bozulmamış deri ve
veziküller olan bu deri döküntüsü, daha sonra püstüler mukozalar, enfeksiyon karşısındaki ilk savunma hattıdır.
316 BÖLÜM 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi
Solunum enfeksiyonlarıyla gastrointestinal ve ürogenital bakayla örtülüdür. Poliovirüs, enteropatik Escherichia coli,
enfeksiyonlar genel olarak; diğer bakımlardan sağlıklı ki Vibrio cholerae, Salmonella typhi ve Shigella flexneri gibi, çok
şilerde, bütünlüğü bozulmamış epitel engellerine zarar ve sayıda bağırsak patojeni, bağırsak lümeninden geçerek ko
rebilme veya bu engelleri delebilme yeteneği taşıyan, nis nak dokularına girebilmek için M hücrelerim kullanır.
peten virülan mikroorganizmalar tarafından meydana ge Gastrointestinal kanal yoluyla bulaşan enfeksiyonlar, lokal
tirilir. Oysa sağlıklı kişilerdeki deri enfeksiyonlarının ne savunma mekanizmaları zayıfladığında veya mikroorganizma
redeyse tümüne, derideki hasarlı yerlerden (kesitlerden ve lar, bu savunma mekanizmalarını etkisiz kılan stratejiler geliş
yanıklardan) geçerek vücuda giren, virülansı daha az or tirdiğinde ortaya çıkar. Mide asiditesinin azalması, normal
ganizmalar neden olur. bakteri florasını değiştiren antibiyotikler kullanılması
(psödomembranöz kolitte olduğu gibi) veya peristaltik ha
Deri reketlerin yavaşlaması ya da mekanik tıkanma, konak sa
Derinin yoğun, keratinize dış tabakası enfeksiyon karşısın vunmasını zayıflatır. Zarflı virüsler safra ve sindirim en
da doğal bir engeldir; deri pH değerinin düşük (5.5'dan az) zimleri tarafından inaktive edildiğinden gastrointestinal
olması ve deride bulunan yağ asitleri, normal flora dışında kanaldan vücuda, yalnızca zarfsız virüsler (örneğin hepa
kalan organizmaların çoğalmasını inhibe eder. Deri flora tit A, rotavirus) girebilir.
sında normal olarak; Staphylococcus aureus ve Candida albi Enteropatojen bakteriler gastrointestinal hastalıklara çe
cans gibi fırsatçı patojenler dahil bakteri ve mantarlar vardır. şitli yollardan neden olabilir:
Mikroorganizmaların büyük bir bölümü derideki yüzeysel • Staphylococcus aureus besinlere bulaşıp burada çoğala
çatlaklardan (mantar enfeksiyonları), yaralardan (stafilo- rak; yendiği zaman, bağırsaklarda herhangi bir bakteri
koklar), yanıklardan (Pseudomonas aeruginosa) ve ayaklar üremesi olmaksızın besin zehirlenmesine yol açan,
daki diyabete veya basınca bağlı yaralardan (çoklu bakteri güçlü enterotoksinler üretir.
enfeksiyonları) geçerek vücuda girer. Hastanede tedavi gö • Vibrio cholerae ve enterotoksijenik Escherichia coli ba
ren hastalardaki intravenöz kateterler, lokal ve sistemik ğırsak epiteline bağlanır ve epiteli örten mukus tabaka
enfeksiyonlar için giriş kapısı olabilir. İğne batmaları kişi sında çoğalarak, epitel hücrelerinin fazla miktarda sıvı
nin enfekte kana maruz kalması yoluyla HBV, hepatit C salgılayıp sulu ishal yapmasına neden olan ekzotoksin-
virüsü (HCV) veya HIV bulaşmasına neden olabilir. Bazı ler salıverir.
patojenler deriden, böcek sokmaları/ısırıkları veya hayvan • Shigella, Salmonella ve Campylobacter bağırsak mukoza
ısırıkları yoluyla geçer. Pire, kene, sivrisinek, akar ve bit sını ve lamina propriayı lokal olarak invaze edip zede
sokmaları/ısırıkları derinin bütünlüğünü bozarak arbovi- leyerek klinikte dizanteri olarak bilinen ülserasyona,
rüslerin (sarı humma ve ansefalitin nedenleri); bakterile inflamasyona ve kanamaya yol açar.
rin (veba, Lyme hastalığı, Kayalık Dağlar lekeli humması); • Salmonella typhi hasarlı bağırsak mukozasını Peyer
protozoonlarm (sıtma ve leishmaniasis) ve helmintlerin (fi- plâklarından geçerek mezenterdeki lenf nodları üze
lariasis) konak vücuduna girmesini sağlar. Hayvan ısırıkla rinden kan dolaşımına ulaşır ve olay sistemik enfeksi
rı, bakteriler veya kuduz gibi belirli virüs enfeksiyonları yonla sonuçlanır.
için giriş kapısı olabilir. Bütünlüğü bozulmamış deriden Gastrointestinal kanalın mantar enfeksiyonları öncelikle,
geçebilme yeteneği, yalmzca birkaç organizmada var bağışıklık sorunları olan kişilerde görülür. Normal bağır
dır. Örneğin tatlı su salyangozlarının suya bıraktığı Schis sak florasının bir üyesi olan Candida, çok katlı yassı epite
tosoma larvaları; salgıladıkları, hücre-dışı matriksin çözül li tercih ederek ağızda pamukçuğa veya membranöz özo-
mesine neden olan enzimlerle yüzücülerin derisinden içe fajite neden olur ama mideye, alt gastrointestinal kanala
riye girer. Belirli mantarlar (dermatofitler), bütünlüğü bo ve diğer organlara da yayılabilir.
zulmamış boynuzsu tabakayı (stratum corneum), tırnak Bağırsak protozoonlan mide asidine dirençli kistler içeri
ları ve saçları enfekte edebilir. sinde bulaşır. Bağırsaklara ulaşan kistler burada, hareketli
trofozoidlere dönüşerek, yüzeydeki lektinler aracılığıyla,
Gastrointestinal Kanal bağırsak epitelindeki şekerlere tutunur. Bundan sonra ola
Gastrointestinal patojenler, dışkı materyaliyle kontamine caklar, protozoondan prozotoona değişir. Giardia lamblia
olmuş besinlerle veya suyla bulaşır. Deprem ve sel gibi do epiteldeki fırçamsı kenara tutunurken, kriptosporidyumlar
ğal afetler sırasında hijyen koşulları ortadan kalktığında, enterositler tarafından alınarak bu hücrelerde gametlerini
ishalli hastalıklar hızla yayılır. ve ookistlerini oluşturur. Entamoeba histolytica konak hücre
Asidik mide salgıları, birçok gastrointestinal patojen lerini, kanal-oluşturan bir por proteinini üzerinden temas
karşısında önemli bir savunma sağlar ve bunların çoğu aracılığıyla gerçekleştirdiği sitolizle öldürür ve daha sonra
için ölümcül olan bir engel oluşturur. Sağlıklı gönüllülerin kolon mukozasını invaze ederek ülserasyonlara yol açar.
Vibrio cholerae tarafından enfekte edilebilmesi için bu Bağırsak helmintleri hastalığa, çok sayıda olduklarında veya
mikroorganizmadan 1 0 1 1 tane gerekir ama mide asidinin ektopik yerlere ulaştıklarında; örneğin bağırsak lumenini
nötralize edilmesi, enfeksiyon yapan dozun on binde bir tıkayarak ya da safra kanallarını invaze edip bu kanallara
azalmasına yol açar. Oysa Shigella ve Giardia kistleri gibi hasar vererek neden olur (Ascaris lumbricoides). Kancalı ba
vücuda gastrointestinal yoldan giren bazı enfeksiyon et ğırsak solucanları bağırsaktaki villuslardan kan emerek de
kenleri aside nispeten dirençli olduklarından, bunlardan mir eksikliği anemisine neden olur; balıklarda yaşayan bir
< 1 0 0 tanesi bile hastalığa yol açmak için yeterli olabilir.
parazit olan Diphyllobothrium, konakta B1 2 vitamini açığı
Gastrointestinal kanaldaki diğer normal savunma me yaratarak anemi yapar. Son olarak da çeşitli helmintlerin
kanizmaları arasında: (1) Bağırsak epitelini örten viskoz larvaları bağırsaklardan, başka bir organa ulaşmak amacıy
mukus, (2 ) litik etkiye sahip pankreas enzimleri ve safra la geçer. Örneğin Trichinella spiralis larvaları tercihen kas
deterjanları, (3) mukozalardaki defensinler adı verilen an- larda kist oluşturur, Echinococcus larvaları ise karaciğerde
timikrobik peptidler, (4) normal flora ve (5) salgılanan IgA veya akciğerlerde çoğalır.
antikorları, yer alır. IgA antikorları, mukoza ilişkili lenfoid
dokudaki (mucosa-associated lymphoid tissue) (MALT) Solunum Yolları
plazma hücreleri tarafından üretilir. Bu lenfoid kümelerin Herkes her gün, aralarında virüslerin, bakterilerin ve
üzeri, antijenlerin MALT'a taşınmasında önemli olan ve M mantarların yer aldığı çok sayıda mikroorganizmayı inha-
hücreleri denen özel epitel hücrelerinden yapılı, tek bir ta lasyon yoluyla ortamdan alır. Bunların birçoğu, toz veya
Mikropların Bulaşması ve Yayılması 317
Ürogenital Kanal
Üriner kanal hemen her zaman için, üretra yoluyla dışarıdan
gelen bakteriler tarafından invaze edilir. İdrar kanalının mik-
siyon sırasında düzenli olarak "yıkanması", istilâcı mikro
organizmalara karşı bir savunma mekanizması olarak
fonksiyon görür. Mesanedeki idrar genellikle sterildir ve
Neisseria gonorrhoeae, Escherichia coli gibi başarılı patojen
ler, üriner epitele yapışır. Enfeksiyonda anatomi önemli
bir rol oynar. Mesaneyle deri arasındaki uzaklık (yani
iiretramn uzunluğu) erkeklerde 2 0 , kadınlarda ise yalnız
ca 5 cm olduğundan, kadınlardaki üriner kanal enfeksi
yonlarının sıklığı erkeklerdekinin 1 0 katıdır. Üriner kana
lın tıkanması veya idrar reflüsü, normal savunma meka
nizmalarını zora sokarak, üriner kanal enfeksiyonlarına
Resim 8 - 6 Virüslerin vücuda girme ve vücutta yayılma yolları.
olan duyarlılığı artırır. Üriner kanal enfeksiyonları çoğu
Mikroplar vücuda girebilmek için epitel veya mukoza engellerini
zaman, mesaneden böbreklere doğru retrograd yayılarak delip geçerler. Enfeksiyon, giriş yerinde lokalize olabilir veya vücu
akut ve kronik piyelonefrite neden olur. dun diğer yerlerine yayılır. En sık karşılaşılan ve seçili örnekleri
Vajina, puberteden menopoza kadar, normal epitelde- burada verilen mikroplar, lenfatiklerle veya kan dolaşımıyla
ki laktobasillerin glikojeni katabolize etmesinden kaynak (serbest şekilde veya inflamatuar hücrelerin içerisinde yer alarak)
lanan düşük pH değeri sayesinde patojenlerden korunur. yayılır. Ancak bazı virüsler ve bakteri toksinleri, sinirler boyunca da
Antibiyotikler bu basilleri öldürebilir ve maya mantarları yolculuk yapabilir.
nın aşırı çoğalmasına izin vererek vaginal candidiasis ile (Mims C A : The Pathogenesis o f Infectio us D isease, 4th ed. San Diego, A ca d em ic
sonuçlanır. P ress, A B D , 1996'dan uyarlam a).
318 B Ö L Ü M 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi
büyük bölümü ve mantarlar, Afrika tripanozomu gibi sekresyonlarıyla vücut dışına atılır. Solunum patojenle
bazı protozoonlar ve tüm helmintler kanda, plazma rinin, aralarında influenza virüslerinin de yer aldığı
içinde serbest olarak taşınır. Lökositler; herpesvirüsler, çok büyük bir bölümü, solunum yollarından gelen bü
HIV, mycobacteriumlar, Leishmania ve Toxoplasma gibi yük damlacıklar içerisinde, 90 santimetreyi aşan uzak
enfeksiyon etkenlerini taşıyabilir. Plasmodium ve Babe lıklara yayılır. Mycobacterium tuberculosis ve varicella-
sia, eritrositlerin içinde taşınır. zoster virüsü gibi az sayıda organizma solunum yolla
• Virüslerin çok büyük bölümü lokal olarak, replikasyon- rından, uzun mesafelere gidebilen damlacıklar veya toz
la ve enfeksiyöz virionlarm serbest kalmasıyla hücre partikülleri üzerinden hava yoluyla bulaşır.
den hücreye yayılır, ama diğerleri hücreden hücreye, • Shigella, Giardia lamblia ve rotavirüs gibi bağırsak lüme-
konak hücrelerin füzyonuyla veya sinirler boyunca ta ninde veya epitelinde çoğalan organizmalar dışkıda
şınarak (kuduz virüsüyle varicella-zoster virüsü gibi) mevcuttur. Hepatit A virüsü gibi karaciğerde veya (Sal
yayılabilir. monella serotip typhi) gibi safra kesesinde çoğalan or
Patojenlerin kanla yayılmasının, önemsiz ya da çok ağır ganizmalar, safrayla bağırsağa taşınır ve vücuttan dış
sonuçları olabilir. Kanla yayılan enfeksiyon odakları, bir kıyla atılır.
apsede veya tüberkiilomda olduğu gibi tek ve büyük ya da ® Vücuttan kan yoluyla çıkan patojenler; omurgasız vek
milyer tüberkülozdaki veya Candida mikroapselerindeki törlerle, tıbbî uygulamalarla (kan nakli, kullanılan ci
gibi çok sayıda ve küçük olabilir. Kan dolaşımının virülan- hazların tekrar kullanılması) veya intravenöz uyuşturu
sı düşük olan veya virülan olmayan mikroplar tarafından, cu kullananların aynı iğneyi paylaşmalarıyla bulaşır.
invaze edilmesi (örneğin diş fırçalarken) sıktır ama kona Aralarında Plasmodium türlerinin ve arbovirüslerin de
ğın normal savunma mekanizmaları tarafından çabucak yer aldığı, kan yoluyla bulaşan parazitler, böcek sok
denetim altına alınır. Oysa virülan patojenler tarafından malarıyla yayılır.
meydana getirilen dissemine viremi, bakteriyemi, funge- • İdrar, insan konaktan çıkış yolu olarak az sayıda orga
mi veya parazitemi ciddi bir tehlikedir ve kendisini ateş nizmanın kullandığı bir yoldur. Bunlardan biri olan
yükselmesiyle, kan basıncının düşmesiyle ve sepsisin çok Schistosoma haematobium, mesane venlerinde çoğalır ve
sayıdaki diğer sistemik bulgu ve belirtileriyle gösterir. Kan idrara ulaşan yumurtalar bırakır.
dolaşımının bakteriler tarafından yoğun bir şekilde inva
• Cinsel yoldan bulaşan enfeksiyonlar üretrayı, vajinayı,
ze edilmesi, önceden sağlıklı olan bireylerde bile hızla ölü
serviksi, rektumu veya farinksi enfekte ederek buralar
me neden olan sepsise yol açabilir.
dan yayılır. Söz konusu enfeksiyonlara neden olan orga
Enfeksiyon hastalıklarının önde gelen belirtileri, mikropla
nizmalar, çevrede canlı kalamamaları nedeniyle, kişiler
rın giriş kapısından uzak yerlerde ortaya çıkabilir. Örneğin
varicella-zoster ve kızamık virüsleri vücuda hava yolların arasındaki doğrudan temasla bulaşmak durumundadır.
dan girer, ama deri döküntülerine neden olur; poliovirüs Cinsel yoldan bulaşan enfeksiyonlar, enfekte oldukları
vücuda bağırsaklardan girer, ama motor nöronları öldüre nın farkında olmayan insanlarda sıklıkla semptom ver
rek felç yapar. Schistosoma mansoni adlı parazit deriyi de meyebilir. Bu enfeksiyon etkenlerinden biriyle enfekte
lerek vücuda girer ama sonunda, portal sistem ve mezen- olunması, söz konusu etkenlerin tümünün ortak risk
ter damarlarına yerleşip karaciğer ve bağırsak hasarına faktörlerini paylaşması nedeniyle, bu gibi diğer enfeksi
neden olur. Schistosoma henıatobium, mesanede yerleşerek yonların da bulaşma riskini artırır. Cinsel yoldan bula
sistite yol açar. Kuduz virüsü, kuduz hayvanın ısırdığı yer şan enfeksiyonlar, Bölüm 17 ve 18'de anlatılmaktadır.
den duyu nöronlarında ters yönde yol alarak ensefalite ve • Anneden fetusa veya yenidoğana geçiş şeklindeki verti-
ölüme neden olacağı beyne ulaşır. kal bulaşma; başlıca üç anatomik yoldan gerçekleşir.
Plasental-fetal bulaşma olasılığı en fazla, gebelik sırasın
M ikropların Vücuttan Çıkışı ve Bulaşması*• da bir patojenle primer enfeksiyon geçirmiş olan anne
lerde söz konusudur. Oluşacak zarar, fetusun hangi ge
Mikropların bulaşma yeteneği, dayanıklılıklarına bağlıdır. lişme evresinde olduğuna bağlıdır. Örneğin gebeliğin
Bazı mikroplar tozda, besinlerde veya suda uzun süre ya ilk üç ayı içerisindeki kızamıkçık enfeksiyonu bebekler
şayabilir. Bakteri sporları, protozoon kistleri ve helmintle- de konjenital kalp malformasyonlarına, zeka geriliğine,
rin kalın kabuklu yumurtaları, kuru ve soğuk ortamlarda kataraktlara veya sağırlığa neden olabilirken, gebeliğin
canlı kalabilir. Daha az dayanıklı olan mikroorganizmala son üç ayında gelişen aynı enfeksiyon, bebeğe pek az
rın ise kişiden kişiye, çoğu zaman doğrudan temas yoluy zarar verir. Vertikal bulaşma, yenidoğanırı doğum kana
la hızla geçmesi, bulaşması gerekir. lından geçişi sırasında (örneğin gonokokların veya kla-
Mikroorganizmanın vücuttan çıkış yolu, bulaşma için midyaların neden olduğu konjunktivit) veya anne sütü
giriş yolu kadar önemlidir. Mikroorganizmalar konağı yoluyla da (örneğin CMV ve HBV) gerçekleşebilir. Ge
terk edip yeni kurbanlara bulaşabilmek için normalde sal be kadınlarda cinsel yoldan bulaşan enfeksiyon tanısı
gılanan, vücuttan uzaklaştırılan veya dökülen tüm sıvıları nın konulması, bu vertikal geçiş, annenin veya yenido-
ve dokuları kullanır. ğanm tedavi edilmesiyle önlenebildiği için önemlidir.
• Deri florasının Staphylococcus aureus gibi üyeleri ve de Örneğin anneden bulaşan HIV, çocuklardaki AIDS
ride enfeksiyon yapan, dermatofitler dahil patojenler, hastalığının başlıca nedenidir; bu bulaşma hemen her
dökülen deride bulunabilir. Cinsel yoldan bulaşan bazı zaman, doğum sırasında gerçekleşir. HIV ile enfekte
patojenler, genital deri lezyonlarmdan bulaşabilir. gebe kadınlarda antiretroviral tedavi kullanılması ve ye-
• Kabakulak virüsü, sitomegalovirüs ve kuduz virüsü, nidoğanm tedavi edilmesi, vertikal geçişte %25 olan bu
tükürük bezlerinde çoğalan ve tükürükle yayılan en laşma oranının, <%2 'ye düşmesini sağlayabilmektedir.
feksiyon etkenleridir. Mikroplar ayrıca hayvanlardan insana (zoonotik enfeksi
• Normal solunum florasının üyeleri olan veya solunum yonlar) temasla veya hayvansal ürünlerin tüketilmesiyle
yolu enfeksiyonlarına neden olan virüsler ve bakteriler; doğrudan ya da omurgasız vektörler tarafından dolaylı
konuşma, öksürme ve hapşırma sırasında solunum yoldan bulaşabilir.
Mikroorganizmalar Nasıl Hastalık Yapar 319
inhibe eden proteinler üretir. Bazı virüsler, proapoptotik ® Bakteri popülasyonları, hücre-dışı polisakkaridlerden
proteinler (örneğin HIV vpr proteini) üreterek apoptozu oluşan ve konak dokularına ya da intravasküler kateter-
uyarabilir. Viral replikasyon da konak hücrelerde apop lere, yapay eklemlere yapışan koyu bir örtü olarak görü
tozu tetikleyebilir. Bunu, viral komponenetlerin bir ara len ve organizmaların içinde yaşadıkları biyofilmler
ya gelmesi sırasındaki endoplazmik retikulum düzensiz oluşturabilir. Biyofilm, bağışıklık efektör mekanizmala
likleri gibi hücre içi mekanizmalar üzerinden yapar. Bu rının bakterilere ulaşmasını engelleyerek antimikrobik
düzensizlikler apoptoza aracılık eden proteazları (kas- ilaçlara karşı olan dirençlerini artırır. Biyofilm oluşumu;
pazlar) aktive ederler. bakteriyel endokardit, yapay eklemlerdeki enfeksiyon
• Antiviral immün yanıtlar. Konak hücrelerinin üzerinde lar ve kistik fibroz hastalarındaki solunum enfeksiyon
ki virüs proteinleri, bağışıklık sistemi tarafından tanı larının varlıklarını devam ettirmelerinde ve nüksetmele
nabilir ve lenfositler, virüsle enfekte hücrelere saldıra- rinde önemli gözükmektedir.
bilir. Sitotoksik T lenfositleri, (CTL'ler) viral enfeksi
yonlara karşı savunmada önemlidir, ama doku hasarın Bakterilerin Konak Hücrelere Yapışması
dan sorumlu da olabilir. Hepatit B sırasındaki akut ka Bakterilerin yüzeyinde yer alarak konak hücrelere veya
raciğer yetmezliği, enfekte hepatositlerin sitotoksik T hücre dışı matrikse bağlanan moleküller, adhesinler olarak
lenfositleri aracılığıyla tahrip olması sonucu hızlanabi adlandırılır. Çeşitli bakterilerin yapışmasında, farklı olu
lir. Aslında söz konusu T lenfositlerin bu etkisi, enfek şumlar rol oynar (Resim 8-2). Streptococcus pyogenes'te
siyonun temizlenmesine yönelik, normal bir yanıttır. hücre duvarından dışarıya doğru uzanarak hücre-dışı
• Enfekte hücrelerin benign ya da malign tümör hücreleri matrikste ve konak hücrelerin yüzeyinde bulunan fibro-
ne transformasyonu. Farklı onkojen virüsler hücrelerin nektine bağlanan, protein F ve teikhoik asit vardır. Diğer
çoğalmasını ve yaşamasını, çeşitli yollardan uyarabilir. bakterilerin yüzeylerinde pili (piluslar) adı verilen fila-
Virüsün kodladığı onkojenlerin ekspresyonu, anti- mentöz proteinler yer alır. Pili sapları yapısal olarak koru
apoptotik stratejüer ve viral genomun konak DNA'sma
nurken, pili uçlarındaki amino asitler değişiktir ve bakte
girmesinin, yakındaki konak genlerinin ekspresyonu-
rilerin bağlanma spesifitesini belirler. İdrar yolu enfeksi
nu değiştirmesi (insertional mutagenesis) bu mekaniz
yonlarına neden olan Escherichia coli'de, üroepitelyal hüc
malardandır. Viral transformasyon mekanizmaları çok
relerin yüzeylerindeki gal(al-4)gal'e bağlanan, benzer
sayıdadır ve Bölüm 5'te anlatılmaktadır.
siz, spesifik bir P pilusu yer alır. Neisseria goııorrhoeae bak
Bakteriyel Hasar Mekanizmaları terilerinin üzerindeki piluslar (pili), bakterilerin konak
hücrelere yapışmasında aracılık eder, aynı zamanda ko
Bakteri Virülansı naktaki antikor yanıtının hedefidir. Bakteri piluslarmdaki
Bakterilerin konak dokularında hasara neden olması; konak değişiklikler, bu bakterinin bağışıklık yanıtından kurtul
hücrelerine bağlanma, hücrelerle dokuları invaze edebilme ve masında önemli bir mekanizmadır.
ya toksin salgılayabilme yeteneklerine bağlıdır. Patojen bakte
rilerde, bu özellikleri sağlayan proteinleri kodlayan, viru- İntrasellüler Bakterilerin Virülansı
lans genleri vardır. Viriilans genleri sıklıkla, patojenisite
Fakültatif intrasellüler bakteriler genellikle epitel hücrele
adaları adı verilen kümeler şeklinde gruplanmışlardır. Az
rini (Shigella ve enteroinvazif Escherichia colî), makrofajları
sayıda virülans geni, bakterinin zararlı olup olmadığını be
lirleyebilir. insanlarda enfeksiyon yapan Salmonella suşları, (.Mycobacterium tuberculosis, Mycobacterium leprae) veya
tek bir tür oluşturacak derecede birbirine yakındır, ama her ikisini (Salmonella typhi) enfekte eder. Bakterilerin
izole edilen bir Salmonellamn yaşamı tehlikeye sokan tifo hücre içinde çoğalması; antikorlar ve kompleman gibi be
ya ya da kendiliğinden iyileşen gastroenterite neden olaca lirli bağışıklık efektör mekanizmalarından kurtulmasına
ğını, az sayıda virülans geni belirler. olanak verir ya da vücutta yayılmalarını kolaylaştırabilir.
Plazmidler ve bakteriyofajlar (virüsler), bakteriden bak Örneğin makrofajlar, içlerindeki Mycobacterium tuberculo-
teriye yayılan, toksinler ve veya antibiyotikler karşısında sisi akciğerlerden, vücudun diğer yerlerine taşır.
direnç sağlayan enzimler gibi virülans faktörlerini kodla- Bakteriler, konak hücrelerine girebilmek için çok sayıda
yabilen genetik öğelerdir. Bunların her ikisi de patojen ol mekanizma geliştirmişlerdir. Bazıları makrofajlara girmek
mayan bir bakteriyi, virülan bir bakteriye dönüştürebilir. için, konağın bağışıklık yanıtını kullanır. Bakterilerin anti
Bakteriler arasında gerçekleşen plazmid ve bakteriyofaj korlarla veya kompleman proteini C3b ile kaplanması (op-
alışverişi; bunları alan bakterilere sağkalım avantajı ve/ve- sonizasyon), makrofajlar tarafından fagosite edilmelerini
ya hastalıklara neden olabilme kapasitesi sağlayabilir. An sağlar. Mycobacterium tuberculosis, diğer birçok bakteri gi
tibiyotik direnci kodlayan transpozonlar veya plazmidler, bi alternatif kompleman yolağım harekete geçirir ve ken
antibiyotiğe duyarlı bir bakteriyi dirençli bir bakteriye dö disinin, C3b ile opsonize ve böylelikle yaşamlarını devam
nüştürerek etkili tedaviyi zorlaştırabilir. ettirdikleri makrofajlar tarafından fagosite edilmesine yol
Bakteri popülasyonları ayrıca, çeşitli şekillerde birlikte açar. Bazı gram-negatif bakteriler epitel hücrelerine gir
hareket ederek virülanslarında değişiklik yapabilirler. mek içtin tip III salgı sistemini kullanır. Bu sistemde, bakte
• Birçok bakteri türü büyük bir popülasyon içerisinde gen ri yüzeyinden dışa doğru uzanan ve hücre duvarına bağla
ekspresyonunu koordine bir şekilde, yeter sayısı algıla nıp bu membranda porlar açmasını sağlayan, iğne-benzeri
masıyla (quorum sensing) düzenleyebilir ve bu sayede, vi oluşumlar vardır. Daha sonra bu porlardan bakterinin içe
rülans genleri gibi spesifik genlerin ekspresyonu, bakte risine enjekte edilen bakteri proteinleri, hücre iskeletinin
ri konsantrasyonu yüksek değerlere ulaştığında gerçek yeniden düzenlenmesine aracılık ederek bakterinin içeri
leşir. Böylece bakteriler konak savunmasının üstesinden ye girmesini kolaylaştırır. Son olarak, Listeria monocytoge
gelebilmek için, bir apse veya konsolide pnömoni gibi nes gibi bakteriler hücre iskeletinde, doğrudan doğruya
farklı odaklarda çoğalabilir. Staphylococcus aureus virü hücreden hücreye yayılmalarına yol açan manipülasyonlar
lans faktörlerini, autoinducer peptidler salgılayarak, koor- gerçekleştirir ve bu sayede olasılıkla bakterilerin, bağışık
dineli bir şekilde düzenleyebilir. Bakteriler gittikçe artan lık savunmalarından kurtulmasını sağlar.
konsantrasyonlarda çoğaldıkça, otoinducer peptid dü İntrasellüler bakteriler, konak hücresiyle etkileşime gir
zeyleri de yükselerek ekzotoksin üretimini uyarır. mek amacıyla farklı stratejiler izler. Shigella ve Escherichia
Mikroorganizmalar Nasıl Hastalık Yapar 321
Bakteri Toksinleri
Bakteriler tarafından üretilerek hastalığa katkıda bulunan
herhangi bir madde, toksin kabul edilebilir. Toksinler bak
teri duvarının bileşenleri olan endotoksinler ve bakteri ta
rafından salgılanan proteinler olan ekzotoksinler olarak sı
nıflandırılır.
Bakteri endotoksini, gram-negatif bakterilerdeki dış zarın
l
Hücreden su çıkması
bir bileşeni olan bir lipopolisakariddir (LPS) (Resim 8-2). 1
Lipopolisakkarid, merkezdeki bir şeker zincirine bağlı, ÖDEM HÜCRE ÖLÜMÜ
uzun bir yağ asidi zincirinden (lipid A) oluşmaktadır. Lipo-
polisakaridlerdeki bu yapı taşlarının her ikisi de, tüm Resim 8 - 8 Antraks (şarbon) ekzotoksininin etki mekanizması.
“ Koruyucu antijen” olarak da adlandırılan B bileşeni; bir hücre yü-
gram-negatif bakterilerde birbirlerine çok benzer. Merkez zey-proteinine bağlanır, bir konak proteazının etkisiyle parçalanır
deki şeker, değişken bir karbonhidrat zinciridir (O antije ve bir heptamer oluşturur. A bileşeninin alt-birimleri (ödem faktö
ni); bakteri serotiplerinin belirlenmesinde, tanı amacıyla rü [EF] ve öldürücü faktör [LF]) B heptamerine bağlanarak hücreye
kullanılır. Lipid A, konak hücrelerin yüzeyindeki CD14'e, girer ve sitoplazmada serbest kalır. Ödem faktörü kalmoduiine ve
bu şekilde oluşan kompleks ise; doğal bağışıklık sistemin kalsiyuma bağlanarak, hücre içindeki siklik adenozin monofosfat
deki bir pattern belirleme reseptörü olan ve hücre aktivas- miktarının (cAMP) artmasına yol açan adenilat siklazı meydana ge
yonuyla inflamatuar yanıtları teşvik eden sinyalleri nakle tirir. cAMP, hücre dışına su çıkmasına ve interstisyel ödeme neden
den Toll-benzeri reseptör 4'e (TLR4) bağlanır. Lipopolisak- olur. Öldürücü faktör (LF), mitojenle aktive olan protein kinazları
(MAPKK) tahrip ederek hücrenin ölümüne yol açar.
karide verilen konak yanıtı, konak açısından hem yararlı
hem de zararlı olabilir. LPS koruyucu bağışıklığı birçok
yolla aktive eder. Bunlar içerisinde bulunan; önemli sito- etki mekanizması anlaşılmıştır (Resim 8 - 8 ). Bu toksin
kinlerin ve kemoatraktanlarm indüksiyonuna yol açması, de; ödem faktörü (edema factor) (EF) ve öldürücü faktör
ayrıca T lenfositi aktivasyonunu artıran kostimülatör mole (lethal factor) (LF) olmak üzere, sıralı iki bileşen vardır;
kül ekspresyonunu artırması, konak açısından faydalıdır. EF ve LF, B bileşenine bağlandıktan sonra hücreye gire
Buna karşılık lipopolisakkarid düzeylerinin yüksek olma rek farklı patolojik etküerde aracı rolünü üstlenir.
sı, septik şokta, dissemine intravasküler koagülasyonda • Sup erantijenler T hücresi reseptörünün korunmuş bö
(DIC) ve akut solunum zorluğu sendromunda (şok akciğe lümlerine bağlanarak çok yüksek sayıda T lenfositini
ri); öncelikle TNF 4 gibi sitokinlerin aşırı düzeylerde in- uyarır; bu bağlanma T lenfositlerinin yoğun bir şekilde
düksiyonu nedeniyle, önemli rol oynar (Bölüm 4). çoğalmasına ve sitokin salıvermesine yol açar. Yüksek
Ekzotoksinler bakteri tarafından salgılanarak hücre ha düzeydeki sitokinler kapiller sızıntı ve bunu izleyen,
sarına ve hastalığa neden olan proteinlerdir. Bu protein şok tablosuna neden olur. Staphylococcus aureus ve
ler, etki mekanizmalarına ve yerlerine göre geniş katego Streptococcus pyogenes tarafından üretilen superantijen-
rilere ayrılabilir. ler, toksik şok sendromundan sorumludur.
• Enzimler. Bakteriler proteazlar, hiyaluronidazlar, koagü- • Clostridium botulinum ve Clostridium tetani tarafından
lazlar, fibrinolizinler gibi, kendi substratlarma in vitro üretilen nörotoksinler, nörotransmiterlerin serbest kal
etki eden enzimler salgılar; ancak bunların yalnızca bir masını inhibe ederek felce yol açar. Bu toksinler hücre
kaçının hastalıktaki rolleri bilinir. Örneğin eksfolyatif yi öldürmez; bunun yerine, toksindeki A bileşenleri si-
toksinler Staphylococcus aureus tarafından üretilen pro- naps kavşağında nörotransmiterlerin salgılanmasını
teazlardır; bu enzimlerin keratinleri bir arada tutan pro sağlayan proteinleri parçalar. Tetanoz ve botulizm; gö
teinleri parçalayarak epidermisin, derinin derinliklerin ğüs kaslarıyla diafragma felcine bağlı solunum yetmez
den ayrılmasına yol açtıkları bilinmektedir. liği nedeniyle ölümle sonuçlanabilir.
• Hiicre-için sinyalizasyonları ve düzenleyici yoluklan değişti • Enterotoksinler gastrointestinal kanalı farklı yollardan
ren toksinler. Bu toksinlerin büyük bir bölümü; enzima- etkileyerek bulantı ve kusma (Staphylococcus aureus),
tik aktiviteye sahip, aktif bir bileşenle (A), hücre resep yüksek hacimde sulu ishal (Vibrio cholerae) veya kanlı is
törlerine bağlanarak A proteinini hücrenin sitoplazması- hal (Clostridium difficile) gibi çeşitli etkilere neden olur.
na ulaştıran bir bağlanma bileşenine (B) sahiptir. Söz ko Konak İmmün Yanıtlarının/Konağa A it İmmün
nusu toksinlerin etkileri, B bileşeninin bağlanma spesi- Yanıtların Zararlı Etkileri
fitesine ve hücrenin, A bölümünden etkilenen hücresel
yolağına bağlıdır. A-B toksinleri; Bacillus anthracis, Vibrio Konağın mikroplara karşı verdiği bağışıklık yanıtı, daha
cholerae ve Corynebaderium diphtheriae gibi birçok bak önce de anlatıldığı gibi, doku hasarına neden olabilir.
teri tarafından üretilir. A-B şarbon (antraks) toksininin Mycobacterium tuberculosis'e karşı granülomatöz inflama-
322 BÖLÜM 8 Enfeksiyon Hastalıklarının Genel Patolojisi
Mekanizma Ö rnek
ro tik doku ve inflam atuar hücreler beraberce, irin dediği Sitopatik-Sitoproliferatif Reaksiyon
m iz koyu sıvıyı o lu ştu ru r; irin meydana getiren bakteriler Genellikle virüsler tarafından meydana getirilen bu lez-
“ piyojen” sıfatıyla anılır. Bunlar tip ik olarak, hücre-dışı bak yonlarda karakteristik bulgu olarak, genellikle arada infla
terilerdir. Bu lezyonların boyutları değişkendir; enfekte bir matuar hücrelerin dağınık şekilde yer aldığı, hücre nekro
kalp kapağından gelen bakterilerin oluşturduğu m ikroapse zu veya proliferasyonu vardır.
ile Neisseria gonorrhoeae etkisiyle dolarak gerilmiş tubalar,
Haemophilus influenzae enfeksiyonu sırasında yaygın olarak
irin içeren beyin zarları veya pnöm oni sırasında akciğerin
tüm lobları gibi değişik boyutlarda olabilir. Apse lezyonu- M ORFOLOJİ
nun ne derece ta h rib a t yapacağı, apsenin yerine ve etken
organizm aya bağlıdır. Böylece, Streptococcus pneumoniae Bazı virü sler hücre içinde çoğalır ve inklüzyon cisimcikleri
genellikle alveol duvarlarını tutm az ve lober stre p to ko k olarak bilinen virüs küm eleri o luştura bilir (örneğin herpes-
pnöm onisi bile, geride hasar bırakmadan, tam olarak iyile virü sler veya adenovirüs) ya da hücrelerin birleşerek poli-
şebilir (Resim 8 -1 0 ). Ö te yandan, Staphylococcus aureus ve karyon adı verilen dev hücreler meydana getirmesine ne
Klebsiella pneumoniae alveol duvarlarını ta h rip ederek, ned- den o lab ilir (örneğin kızamık virüsü veya herpesvirüs)
be oluşumuyla iyileşen apse oluşturur. Bakterilerin neden (Resim 8 -1 ). D erideki fokal hücre hasarı, epitel hücreleri
olduğu farenjit sekel bırakmaksızın iyileşirken, tedavi edil nin ayrılarak kabarcık oluşturmasına neden olabilir. Bazı vi
memiş akut bakteri enfeksiyonu, b ir eklemi birkaç gün içe rüsler epitel hücrelerinin proliferasyonuna neden olabilir
risinde ta h rip edebilir. (örneğin HPV tarafından meydana getirilen genital bölge si
ğilleri veya poksvirüslerin neden olduğu molluscum conta-
giosumun göbekli papülleri). Son olara k da virüsler, malign
M o n o n ü k le e r ve G ra n ü lo m a tö z İnflam asyon
neoplazilerin gelişmesine katkı yapabilir (Bölüm 5).
Öncelikle mononükleer hücrelerin meydana getirdiği,
yaygın interstisyel infiltrasyonlar tüm kronik inflamatuar
süreçlerin ortak bir özelliğidir ama bu değişikliklerin akut
bir süreç olarak gelişmesi çoğu zaman virüslere, hiicre-içi Doku Nekrozu
bakterilere veya hücre-içi parazitlere yanıt olarak gerçek
Clostridium perfringens ve güçlü toksinler salgılayan diğer
leşir. Ayrıca, spiroketler ve bazı helmintler, kronik mono
organizmalar, doku hasarının başlıca özellik olduğu, hızla
nükleer inflamatuar yanıta neden olur.
gelişen, şiddetli nekroza (gangrenöz nekroz) neden olabi
lir.
M ORFOLOJİ
inflam atuar lezyonda hangi m ononükleer hücrenin daha
fazla sayıda bulunacağı, konağın m ikroorganizm aya verdiği
bağışıklık yanıtına bağladır. Böylece lenfositler HBV enfeksi M ORFOLOJİ
yonunda (Resim 8 -1 1 , A), plazma hücreleri ise p rim e r ve
A z sayıda inflam atuar hücre m evcut olması nedeniyle nek-
sekonder sifiliz lezyonlarında (Resim 8 -1 1 , B) daha fazla
ro tik lezyonlar, hücre sınırlarının korunduğu, bazofllik çe
sayıdadır. Bu lenfoid hücrelerin varlığı, patojene ya da pato
kird e k boyanmasının bozulmasıyla veya gerçekleşmemesiy-
jenle enfekte hücreye karşı verilen hücresel bağışıklık yanı
le b irlikte , infarktüsleri andırır. C lostridium sınıfı ba kteriler
tını yansıtır. G ranülom atöz inflamasyon m on on ükle er infla-
çoğu zaman, kas dokusuna genellikle penetran travmayla
masyonun, genellikle eradikasyona direnen, ancak eninde
sonunda T hücrelerinin aracılık ettiği güçlü b ir bağışıklık ya bulaşan veya n ö tro p e n ik b ir konakta bağırsak enfeksiyonu
nıtına neden olan enfeksiyon etkenlerine (örneğin M ycobac yapan, fırsatçı organizm alardır. Bunun gibi, Entamoeba his
terium tuberculosis, Histoplasma capsulatum, şistozoma yu tolytica adındaki parazit de; yaygın doku tahribiyle ve like-
m urtaları) bağlı, farklı b ir m ononükleer inflamasyon çeşidi faksiyon nekrozuyla birlikte, belirgin inflam atuar infîltras-
dir. G ranülom atöz inflamasyonda (Bölüm 2) kara kte ristik yon olmaksızın, kolon ülserlerine ve karaciğer apselerine
olarak, “ epitelioid” hücre olarak adandırılan aktive m akro- neden olur. V irüsler ise konak hücrelerinde, tamamen fa rk
faj b irikim i g ö rü lü r; bu hücreler birleşerek dev hücreler lı m ekanizmalarla, inflamasyon eşliğinde yaygın nekroza ne
oluşturabilir. Bazen ortad a, b ir kazefikasyon nekrozu alanı den olabilir. HSV enfeksiyonunda tem poral lobların, HBV
bulunur (Resim 8 -1 1 , C). enfeksiyonunda karaciğerin ta h rip olması, bunlara ö rn ektir.
Resim 8-11 Mononükleer ve granülomatöz inflamasyon. A , A kut viral hepatitteki histolojik tabloya, öncelikle lenfosit infiltrasyonu
hakimdir. B, Perivasküler lenfoplazmosit infiltrasyonuyla ve endotel proliferasyonuyla birlikte sekonder deri sifilizi. C, Tüberküloza yanıt
olarak gelişen granülomatöz inflamasyon. Normalde granülomun ortasında yer alan ve çevresi, bazıları dev hücreler oluşturmak birleşmiş
(oklar), aktive epitelioid makrofajlarla kuşatılmış olan kazefikasyon bölgesi (yıldız)', bunların çevresinde ise, aktive T lenfositlerinden oluşan
bir bölge vardır. Büyük büyütmeyle çekilen bu mikrofotoğrafta, histolojik özellikler net olarak gözükmektedir; granülomatöz yanıt tipik
olarak, etken organizmaların ortasında yer aldığı, üç-boyutlu bir küre biçimindedir.
Enfeksiyon Karşısındaki İnflamatuar Yanıt Tipleri
KAYMAKLAR
Aguzzi A: Prions: protein aggregation and infectious diseases. Physiol
Rev 89:1105, 2009.
Coburn B, Sekirov I, Finlay BB: Type III secretion systems and disease.
Clin Microbiol Rev 20:535, 2007.
Diacovich L, Gorvel JP: Bacterial manipulation of innate immunity to
promote infection. Nat Rev Microbiol 8:117, 2010.
Haidar K, Murphy SC, Milner DA, Taylor TE: Malaria: mechanisms of
erythrocytic infection and pathological correlates of severe disease.
Annu Rev Pathol 2:217, 2007.
Irie RL: Diagnostic Pathology of Infectious Disease. Philadelphia, Sa
unders Elsevier, 2010.
Irie Y, Parsek MR: Quorum sensing and microbial biofilms. Curr Top
Microbiol Immunol 322:67, 2008.
Lemichez E, Lecuit M, Nassif X, Bourdoulous S: Breaking the wall: tar
geting of the endothelium by pathogenic bacteria. Nat Rev Microbi
ol 8:93, 2010.
Lin PL, Flynn JL: Understanding latent tuberculosis: a moving target.
Resim 8-13 Granülomatöz konak yanıtı, gerekli T-hücrelerinin
J Immunol 185:15, 2010.
aracılık ettiği bağışıklık yoksa; görülmez. AIDS hastasındaki
Mims CA: The Pathogenesis of Infectious Disease, 5th ed. San Diego,
Mycobacterium avium enfeksiyonunda, aside-dirençli organizmaların
Academic Press, 2001.
yol açtığı, masif, hücre-içi makrofaj infiltrasyonu (aside-dirençli
O'Connor DH, Chandler FW, Schwartz DA, et al.: Pathology of Infec
mikroorganizmalara yönelik boyanan bu preparatta aside dirençli, tious Diseases. Stamford, CT, Appleton & Lange, 1997
pembe renkli, ipliğimsi organizmalar). Makrofajlara giren intrasel- Palmer GH, Brayton KA: Gene conversion is a convergent strategy for
lüler bakteriler, burada kalmaya devam eder ve hattâ, granülo pathogen antigenic variation. Trends Parasitol 23:408,2007.
matöz yanıt oluşturacak miktarda T hücresi mevcut olmadığından Peleg AY, Hooper DC: Hospital-acquired infections due to gram-nega
çoğalır. AIDS, edinsel immün yetmezlik sendromu. tive bacteria. N Engl J Med 362:1804, 2010.
Schmidt AC: Response to Dengue fever—the good, the bad and the
ugly? N Engl J Med 363:484, 2010.
° N ötrofillerden zengin, akut irinli inflamasyon, birçok Segal BH: Aspergillosis. N Engl J Med 360:1870, 2009.
Speck SH, Ganem D: Viral latency and its regulation: lessons from the
(“ piyojen” ) bakteriler ve bazı mantarlar için tipik bir
gamma-herpesviruses. Cell Host Microbe 8:100, 2010.
konak yanıtıdır. Writing Committee of the WHO Consultation on Clinical Aspects of
° Mononükleer hücre infıltrasyonları, birçok kronik en Pandemic (H İN İ) 2009 Influenza: Clinical aspects of pandemic
feksiyonda ve bazı akut viral enfeksiyonlarda sık görü 2009 influenza A(H1N1) virus infection. N Engl J Med 362:1708,
lür. 2010 .
Young JA, Collier RJ: Anthrax toxin: receptor binding, internalization,
o Granülomatöz inflamasyon, Mycobacterium tuberculo pore formation, and translocation. Annu Rev Biochem 76:243, 2007.
sis ve belirli mantar enfeksiyonlarını işaret eder.
0 Bazı virüsler, sitopatik ve proliferatif lezyonlara neden
olur.
° Kronik inflamasyon ve nedbeleşme, birçok enfeksiyo
nun paylaştığı ortak sonuçlardır.
Hedefe yönelik tedavi için
B Ö L Ü M
studen tco n su lt.co m adresine bakınız.
Kan Damarları 9
BÖLÜM İÇERİĞİ
Damar rahatsızlıkları insanoğlunu etkileyen en sık ve için düz kas tabakaları ile sarmalanmıştır. Arterler arte-
ölümcül hastalıklardan sorumlu olduklarından tıpta te riollere doğru inceldikçe, damar içi basınçların daha
mel öneme sahiptir. Klinik olarak önemli damar hasta doğru düzenlenmesini sağlamak için duvar kalınlığının,
lıkları arter lezyonlarmdan kaynaklansa da ven bozuk lümen çapma oranı artar. Öte yandan venler genişleye-
lukları da çok ağır sonuçlanabilir. Damar hastalıkları iki bilme becerisi daha yüksek olacak şekilde ince duvarlı
ana mekanizma ile gelişir: damarlardır. Bu farklılıklara uyacak şekilde, belli patolo
jik lezyonlar karakteristik olarak belli damar tiplerinde
• Damar lümeninin daralması veya tümüyle tıkanması;
bu ilerleyici vasıfta olabilir (ör. ateroskleroz) ya da görülür. Örneğin ateroskleroz başlıca büyük müsküler
akut olarak gelişebilir (ör. tromboz veya embolizm ile) arterlerde görülürken, hipertansiyon küçük aiteriolleri
etkiler; bu arada vaskülitlerin farklı tipleri de sadece bel
« Damar duvarının zayıflaması ile dilatasyon ve/veya
li çaptaki damarlarda tutulum gösterir.
rüptür oluşması
Damar duvarları üç konsantrik tabaka şeklinde orga
Sırada, bölümün devamında tartışılacak olan kan dama nize olmuştur: intima, medya ve adventisya (Resim 9-1).
rı hastalıklarına bir zemin olarak damar yapısı ve işlevi Bunlar tüm damarlarda mevcuttur ama büyük damarlar
sunulmaktadır. da, özellikle arterlerde, daha belirgindirler. İntima, altın
da minimal miktarda ESM bulunduran bir bazal memb-
ran ve bunun üzerine yerleşmiş tek katlı bir endotel ta
K A N D A M A R LA R IN IN YAPISI bakasından oluşur; mediadan internal elastik lamina deni
VE İŞLEVİ len yoğun bir elastik membran ile ayrılır. Medya, ağırlık
lı olarak düz kas hücreleri ve ESM'ten oluşur, etrafı ad-
Temelde tüm kan damarları, değişen miktarlardaki düz ventisyanm görece gevşek bağ dokusu, sinir lifleri ve kü
kas hücreleri ve ekstraselüler matriksin (ESM) çevreledi çük damarları ile çevrelenir; eksternal elastik lamina bazı
ği ve endotel hücreleri ile döşeli bir tüp yapısına sahiptir. arterlerde mevcut olup medya ile adventisya arasındaki
Ancak bu bileşenlerin yapısı damar ağacının farklı yerle geçişi belirler. Oksijen ve besin ürünlerinin lümenden
rinde, işlevsel gereksinimlere göre değişiklik gösterir difüzyonu, ince duvarlı damarlar için ve tüm damarların
(Resim 9-1). Pulsatil akıma uygun olabilmek için ve daha lümene en yakın düz kas hücrelerinin desteklenebilmesi
yüksek kan basınçları nedeniyle arter duvarları venler- için yeterlidir. Ancak, büyük ve orta boydaki damarlar
dekinden daha kalındır ve daha fazla kuvvet sağlamak da adventisyadaki küçük arterioller (yasa vasorunı, "da-
328 BÖLÜM 9 Kan Damarları
Adventisya
Adventisya
Resim 9-1 Bölgesel vasküler özellikler. Tüm damarlar aynı genel yapıyı paylaşsalar da, çeşitli tabakaların kalınlığı ve içeriği hemodinamik
güçlere ve doku gereksinimlerine göre değişir.
marlarm damarları" anlamında) medyanın dış yarısı ila • Küçük arterler (2 mm veya daha küçük çaptakiler) ve
üçte ikisinin gereksinimini karşılarlar. arterioller ( 2 0 ila 1 0 0 pm çaptakiler) organların bağ do
kusu içindeki damarlardır. Bu damarlardaki medya
başlıca düz kas hücrelerinden oluşur. Arterioller kan
Damar Organizasyonu akımı direncinin düzenlendiği yapılardır. Arterioller-
den geçiş esnasında basınç düştüğünden, kan akım hı
Boyut ve yapılarına göre arterler üç temel tipe ayrılır: zı keskince düşer ve akım pulsatillikten çıkarak sabit bir
hal alır. Sıvı akımına karşı direnç, çapın dördüncü
• Büyük elastik arterler (ör. arkus aorta damarları, iliak
ve pulmoner arterler). Bu damarlarda medya boyunca kuvvetiyle ters orantılı olduğundan (yani, çapın yarıya
elastik lifler ile düz kas hücreleri alternatif tabakalar düşürülmesi direnci 16 kat artırır) arteriol lümen bo
şeklindedirler; medya sistol sırasında (her bir kalp yutundaki küçük değişikliklerin kan basıncına büyük
kontraksiyonunun enerjisinin bir kısmını depolaya etkileri vardır.
rak) genişler ve kanı daha aşağı yöne göndermek için Kapillerlerin lümen çapı eritrositlerin çapma yakındır (7-
diastolde geri çekilime uğrar. Yaş ilerledikçe elastiklik 8 pm). Bu damarlar endotel ile döşelidir ve düz kas hüc
kaybedilir ve damarlar distal organlara yüksek arter resi benzeri olan perisitler ile kısmen çevrilidir. Toplu hal
basınçları aktaran "sert borulara" ya da dilate veya de kapiller yatak çok büyük bir toplam kesit alanına ve
riiptüre olmaya müsait, genişlemiş (ektatik) kanallara düşük kan akım hızına sahiptir. înce duvarları ve yavaş
dönüşür. akımları ile kapillerler kan ve dokular arasında difüzyo-
® Orta boy müsküler arterler (ör. koroner ve renal arter na uğrayabilen maddelerin hızlı değişimi için çok uygun
ler) . Bu damarlarda medya esas olarak düz kas hücre durlar. Pek çok dokunun kapiller ağı zorunlu olarak çok
lerinden oluşur, elastin sadece internal ve eksternal zengindir, çünkü oksijen ve besin maddelerinin difüzyo-
elastik laminada bulunur. Mediadaki düz kas hücresi- nu 1 0 0 pm'nin ötesinde etkili değildir; metabolik olarak
leri lümen etrafında dairesel veya spiral tarzda yerleş aktif olan dokular ise (örn. kalp) en yüksek kapiller yo
miştir ve bölgesel kan akımı, otonom sinir sistemi ve ğunluğa sahiptirler.
yerel metabolik etmenlerin (örn. asidoz) denetimi ile Venler kapiller yataklardan kanı post-kapiller venüller
sağlanan düz kas kontraksiyonu (vazokonstriksiyon) olarak alır; bunlar da toplayıcı venülleri oluşturmak için
ve gevşemesi (vazodilatasyon) ile düzenlenir. anastomozlaşır ve giderek daha büyük venleri oluşturur
Kan Damarlarının Yapısı ve İşlevi 329
lar. İnflamasyon için karakteristik olan damar dışına sıvı [NO]) hem de kasılma sağlayan (örn endotelin) faktörler
(ödem) ve madde çıkışı ile lökosit göçü öncelikle postka- üreterek etkiler. Pek çok bölgede endotel hücreleri ara
piller venüllerde oluşur (Bölüm 2). sındaki bağlantılar normalde geçirgen değildir. Ancak bu
Dallanmalarında aynı düzeyde olan arterler ile kıyas bağlantılar hemodinamik stresin (örn yüksek kan basın
landığında venler, daha geniş çaplara, lümenlere ve taba cı) ve/veya vazoaktif ajanların (örn inflamasyondaki his-
kaları daha az belirgin olan ince duvarlara sahiptir; bunla tamin) etkisi ile açılarak, komşu dokuların elektrolitler
rın tümü de dolaşımın venöz kısmındaki düşük basınçlara ve proteine ulaşmasını sağlar. Vakuoler transitoz da bü
uyumludur (Resim 9-1). Bu yüzden veriler genişlemeye (di- yük miktardaki çözünen maddenin endotel üzerinden
latasyon), dışarıdan sıkışmaya, tümörler ve inflamatuar süreç hareketini gerçekleştirir. Endotel hücreleri ek olarak inf
lerde kolaylıkla delinmeye (penetrasyon) daha yatkındırlar. lamatuar hücrelerin ulaşımı esnasında lökositlerin da
Yerçekimine karşı kan akımının olduğu venlerde (ör. alt mar dışına çıkışında aktif rol oynar (Bölüm 2).
ekstremite venlerinde olduğu gibi) geri akım valvler ile en Vasküler ağaç boyunca endotel hücreleri pek çok or
gellenir. Bütünüyle venöz sistem devasa bir kapasiteye sa tak özelliğe sahipse de, anatomik bölge ve yerel çevrenin
hiptir, ve normalde kanın yaklaşık üçte ikisini barındırır. gereksinimlerine uyuma bağlı olarak fenotipik değişken
Lenfatikler, dokuların interstisyumlarmdan sıvıyı (lenf) lik de gösterirler. Vasküler ağacın farklı yerlerindeki (örn
drene eden ve bu sıvıyı sonunda duktus torasikus aracılı büyük damarların kapillerlere kıyasla, veya arterlerin
ğıyla kana döndüren ince duvarlı, endotel ile döşeli kanal venlere kıyasla) endotel hücreleri farklı transkripsiyon
lardır. Lenf aynı zamanda mononükleer iltihabi hücreleri programlarına ve davranışlara sahiptirler. Hepatosit kor
içerir ve proteinlerin ev sahibidir. Lenfatikler, interstisyel donlarını veya renal glomerülleri döşeyen endotel hücre
sıvıyı lenf nodlarma aktararak periferik dokuların enfek lerindeki fenestrasyonlar (delikler) filtrasyonu sağlayan
siyonlar açısından sürekli denetlenmesini sağlarlar. Ayrı özelleşmelerdir. Tersine, merkezi sinir sisteminde endo
ca bu kanallar, mikroplan ve tümör hücrelerini uzak bölgelere tel hücreleri -astrositler ile beraber- geçirgen olmayan
taşıyarak hastalıklan yayabilirler. kan-beyin bariyerini oluşturur.
" Normal", trombojenik olmayan endotel hücrelerinin
Endotel Hücreleri idamesi, laminar akım, belli büyüme faktörleri (örn vas
küler endotelyal büyüme faktörü [VEGF]) ve alttaki bazal
Endotelyum, kanın ve kan damarı işlevinin pek çok yö membrana sıkı bir tutunmayı gerektirir (Resim 9-2). En
nünü düzenleyen, vasküler ağacın tamamını döşeyen, dotel hücrelerinin ayrışmasına neden olan travma veya
devamlılık gösteren bir hücreler tabakasıdır (Tablo 9-1). diğer zedelenmeler anlaşılabileceği gibi dengeyi tromboz
Istirahatteki endotel hücreleri, kan-doku arayüzünde ve vazokonstriksiyon lehine bozar. Ancak endotel hücre
trombüs oluşmamasını sağlar (Bölüm 3), inflamasyonda leri çeşitli fizyolojik ve patolojik uyaranlara, olağan (asıl)
önemli rol oynar (Bölüm 2) ve özellikle düz kas hücrele işlevlerini değiştirerek ve yeni özellikler ortaya çıkararak
ri olmak üzere diğer hücre tiplerinin büyümesinde yer yanıt verirler-bu sürece endotel aktivasyonu adı verilir.
alır. Endotel hücreleri altlarında bulunan düz kas hücre Endotel aktivasyonunu tetikleyenler arasında bakteri
lerinin vazoreaktivitesini hem gevşetici (örn nitrik oksit ürünleri, inflamatuar sitokinler, hemodinamik stres ve li-
K A N B A S IN C IN IN DÜZENLENMESİ
O Ö ZET ___ ___ ____ ___
Sistemik ve yerel kan basıncı, olumsuz sonuçların engel
Vasküler Yapı ve Fonksiyon lenebilmesi için, dar bir aralıkta tutulmalıdır. Düşük kan
• Tüm damarlar endotel ile döşelidir; tüm endotel hücre basıncı (hipotansiyon) organ perfüzyon yetersizliği, organ
leri belli homeostatik özellikleri paylaşmasına karşın, do işlev bozukluğu ve bazen de doku ölümü ile sonuçlanabi
kuya özgün işlevlerin gerçekleşebilmesi için belli vasküler lir. Diğer uçta, yüksek kan basıncı (hipertansiyon) damar
yataklardaki endotel hücrelerinin kendilerine özgü yön ve son-organ hasarına neden olur ve ateroskleroz için ana
leri vardır (ör. Böbrek glomerüllerindeki fenestre endo risk faktörlerinden biridir (ilerideki kısma bakınız).
tel hücreleri) Kan basıncı, kardiyak output (debi) ve periferik damar di
• Damar duvarlarındaki (ör. arterleri, venler ve kapillerler- rencinin bir fonksiyonudur; bunların her ikisi de çok sayı
deki) düz kas ve matriks oranları hemodinamik talepler da genetik ve çevresel faktörden etkilenir (Resim 9-3). Çe
(ör. basınç, pulsatillik) ve işlevsel gereksinimlere göre şitli etkenlerin bir aradaki etkisi ile bölgesel talep farklılık
farklılık gösterir. ları olmasına karşın, yeterli sistemik perfüzyon sağlanır.
• Endotel hücresi işlevleri hem bazal durumda hem de ak- • Kardiyak output (debi) atım hacmi ve kalp hızının bir
tivasyonda sıkı denetim altındadır. Çeşitli fizyolojik ve pa- fonksiyonudur. Atım hacminin en önemli belirleyeni
tofizyolojik uyaranlar endotel aktivasyonunu ve endotel dolum hacmidir; bu, sodyum homeostazı ve bunun kan
fenotipini değiştiren disfonksiyonu tetikler (ör. koagülas- hacmine etkisi ile düzenlenir. Kalp hızı ve myokard
yonu sağlayıcı veya engelleyici, inflamasyonu sağlayıcı ve kontraktilitesi (atım hacmini etkileyen ikinci bir faktör)
ya engelleyici, adezyonu sağlayıcı veya engelleyici gibi et
a-ve |3-adrenerjik sistemler tarafından düzenlenir (bu
kisi olan uyaranlar).
sistemlerin damar tonusuna olan etkilerine ek olarak).
Kan Basıncının Düzenlenmesi 331
1 1
Endotelin
LOKAL FAKTÖRLER
KAN PERİFERİK
Otoregülasyon
BASINCI DİRENÇ
pH, hipoksi
t t
KARDİ YAK Konstriktörler Dilatatörler
FAKTÖRLER a-adrenerjik p-adrenerjik
Kalp hızı
Kontraktilite NÖRAL FAKTÖRLER
• Periferik direnç başlıca arteriol seviyesinde ve nöral ve • Renin plazma anjiotensinojenini yıkarak anjiotensin F i
hormonal etkiler ile düzenlenir. Damar tonusu vazo- oluşturur; bu molekül de periferde, anjiotensin-dö-
konstriktörler (bunların arasında anjiotensin II, kateko nüştürücü enzim (angiotensin-converting enzyme)
laminler ve endotelin sayılabilir) ile vazodilatörlerin (ACE) ile anjiotensin IF ye çevirilir. Anjiotensin II kan
(bunlara örnekler kininler, prostaglandinler ve NO'dur) basıncını şu yollarla artırır: (1 ) damar düz kas hücre
arasındaki dengeyi yansıtır. Rezistans damarları ayrıca lerinde kasılmayı uyararak, (2 ) adrenal bezden aldos-
otoregülasyona sahiptir; bu yolla artmış kan akımının teron salmımmı uyararak ve (3) tubuler sodyum geri
vazokonstriksiyonu uyarmasıyla dokuların hiperper- emilimini artırarak.
füzyona karşı korunması sağlanmış olur. Son olarak, • Böbrek ek olarak, olasılıkla anjiotensinin vazopresör
kan basıncına ince ayar, yerel metabolik taleplere göre etkisini dengelemek için damarı gevşetici bazı madde
uygun doku pH'sı ve hipoksi aracılığıyla sağlanır. ler de üretir (bunların arasında prostaglandinler ve
Böbrekler, adrenaller ve myokarddan salgılanan faktör NO vardır).
ler aralarında etkileşerek damar tonüsüne etki ederler ve • Adrenal bez kaynaklı aldosteroıı kan basıncını, kan
sodyum dengesini ayarlayarak kan hacmini düzenlerler hacmi üzerindeki etkisi ile artırır; aldosteron, distal
(Resim 9-4). Böbrekler günde 23 mol tuz içeren 170 litre kıvrmtılı tubulde sodyum (ve bu nedenle aynı anda
plazmayı süzer. Bu nedenle, 100 mEq sodyum içeren ti su) geri emilimini artırır, bu arada idrara potasyum
pik bir diyet alınması durumunda, total vücut sodyum atılımmı da artırır.
düzeylerinin idame ettirilebilmesi için süzülen tuzun % • Myokardial natriüretik peptitler atrial ve ventriküler
99.5'i geri emilmelidir. Süzülen sodyumun % 98'i, sürek myokarddan, hacim artışına yanıt olarak salınırlar;
li aktif olan çeşitli taşıyıcılar vasıtası ile geri emilir. Kalan bunlar distal renal tubullerde sodyum geri emilimini
% 2 'lik sodyumun kurtarılması ise epitelyal sodyum ka azaltırlar, bu sayede sodyum atılımma ve diüreze ne
nalı (ENaC) aracılığıyla gerçekleştirilir; bu mekanizma den olurlar. Bu peptidler sistemik vazodilatasyona ne
renin-anjiotensin sistemi ile sıkıca denetlenmektedir. den olurlar.
Asıl net sodyum dengesini belirleyen bu mekanizmadır.
Periferik direnç ve sodyum atılımı/tutulumunu böb
rekler başlıca renin-anjiotensin sistemi ile etkiler. Böb
rekler ve kalp, kan basıncı veya kan hacmindeki deği
O özet__
Kan Basıncı Düzenlenmesi
__
şimleri algılayan hücreler bulundururlar. Bu hücreler ya
nıt olarak, aşağıda anlatıldığı gibi, normal kan basıncını • Kan basıncı damar direnci ve kardiyak debi ile belirlenir.
korumak için beraberce etki gösteren bazı önemli dü • Damar direnci arteriol düzeyinde düzenlenir, buna nöral
zenleyicileri salarlar: ve hormonal etkenler etki eder.
• Renin, glomerüler afferent arteriolleri çevreleyen myo- • Kardiyak debi, kalp hızı ve atım hacmi ile belirlenir, atım
epitelyal hücreler olan renal jukstaglomerüler hücrele hacmi de kan hacminin kuvvetli etkisi altındadır. Kan hac
rin ürettiği proteolitik bir enzimdir. Renin salmımı şu mi de başlıca renal sodyum atılımı veya geri emilimi ile
durumlara yanıt olarak gerçekleşir: afferent arteriol- düzenlenir.
lerde düşük kan basıncı olması, dolaşımdaki kateko- • Renin, kan basıncının majör bir düzenleyicisi olarak, affe
laminlerin yüksek seviyelerde olması veya distal kıv- rent arteriollerdeki düşük kan basıncına yanıt olarak
rmtılı renal tubullerde düşük sodyum seviyesinin ol böbreklerden salgılanır. Sonrasında renin anjotensinojeni
ması. Bu son söz edilen durum, glomerüler filtrasyon anjiotensin l’e dönüştürür; akabinde periferdeki katabo-
hızının düşmesi ile oluşur (örn. kardiyak debinin dü lizma ile anjiotensin II üretilir, bu da, damar düz kas to-
nüsünü artırarak ve adrenal aldosteron salınımını uyarıp
şük olması durumundaki gibi) ve sonuç olarak proksi-
renal sodyum geri emilimini artırarak kan basıncını dü
mal tubullerden sodyum geri emilimi artırılır ve dis-
zenler.
taldeki sodyum oranı düşürülür.
332 B O L U M 9 Kan Damarları
r r
i
Atrial natriüretik peptid
Na+ ve
1 su atar
Vazodilatasyon
*
Kan
hacmi
1 1
t
| K A N BASINCI Normotansiyon f KAN BASINCI
Kan Vazo-
hacmi konstriksiyon
(Düşük hacim veya düşük direnç;
renal arter stenozu da olabilir)
Na+ ve suyu
t
geri emer
Adrenal
Karaciğer
dpP Anjio-
tensinojen
Renin
- ► Anjiotensin I •
Anjiotensin II
J
Anjiotensin-converting
enzim
Bir çok dokudaki endotel
Resim 9 -4 Kan basıncının düzenlenmesinde renin, anjiotensin, aldosteron ve atrial natriüretik peptidin ilişkisi (metne bakınız).
Hipertansiyon gelişmiş dünyada majör bir sağlık soru Boy uzunluğu ve vücut ağırlığı gibi, kan basıncı da süre
nudur. Nadiren akut ve ağır bir şekilde kendini gösterse ğen dağılmış bir değişkendir ve olumsuz etkiler kan ba
de, yüksek kan basıncı daha sık olarak yıllarca asempto- sıncı arttıkça süreğen olarak artar; hastalık oluşumunun
matik kalır. Bu sinsi durum bazen benign hipertansiyon kimde ortaya çıkacağının öngörülmesini güvenle ortaya
olarak adlandırılmaktadır ama gerçekte hiç de zararsız koyabilecek ve katı olarak belirlenmiş bir eşik yoktur. Yi
değildir. İnme ve aterosklerotik koroner arter hastalığı ne de, devamlı olarak 90 mm Hg üzeri diyastolik veya 140
riskini artırmasının yanında hipertansiyon, kardiyak hi- mm Hg üzeri sistolik basınç, artmış ateroskleroz riski ile
pertrofi ve kalp yetmezliğine (hipertansif kalp hastalığı), ilişkilidir ve klinik uygulamada bu değerler bir eşik ola
aort diseksiyonu, multi-infarktüs demansı ve böbrek yet rak kullanılır. Bu kriterler ile genel nüfusun yaklaşık %
mezliğine yol açabilir. Kan basıncı düzenlenmesinin mo- 25'i hipertansiftir. Ama belirtildiği gibi bu değerler biraz
leküler yolakları kabul edilebilir düzeyde anlaşılmış olsa keyfidir ve kardiyovasküler hastalık risk faktörleri olan
da, bu hastalıktan etkilenen kişilerin ezici çoğunluğunda hastalarda (ör. diabet) daha düşük eşik değerler uygula
hipertansiyona yol açan mekanizmalar hala bilinmemek nabilir. Yüksek kan basıncının patolojik etkilerinin pre-
tedir. Kabul gören inanış, bu tür "esansiyel hipertansi valansı yaş ile artar ve Afrika kökenli Amerikalılarda da
yon" gelişiminin genetik polimorfizmler (bunlar herhan ha yüksektir. Uygun tedavi yokluğunda hipertansiyon
gi bir klinik sonuç yaratmayabilir de) ile çevresel faktör hastalarının aşağı yukarı % 50'si iskemik kalp hastalığın
lerin, ki bunlar kan basıncım ve/veya periferik direnci dan veya konjestif kalp yetmezliğinden ölür; diğer bir üç
artırıcı yönde etki gösterir, arasındaki bir etkileşim ile te birlik grup da inmeden kaybedilir. Kan basıncının dü
meydana geldiği yönündedir. şürülmesi, hipertansiyon ile ilişkili tüm hastalık tipleri
Hipertansif Damar Hastalığı 333
nin insidansım ve klinik sonuçlarını (ölüm dahil) belirgin bozukluklarına bağlıdır. Pek çok ve nadir te k gen bozuklu
olarak azaltır. Gerçekten de, asemptomatik hipertansiyo ğu, renal sodyum geri em ilim ine etki ederek hipertansiyo
nun saptanıp tedavi edilmesi, "koruyucu tıbbın" sağlığa na (veya hipotansiyona) neden olur. Bu bozukluklar arasın
yararının gösterilmiş olduğu az sayıdaki örneklerinden da aşağıdakiler sayılabilir:
birini oluşturur. • A ld o stero n m etab o lizm asınd aki enzim lerin (ör.
Hipertansif hastaların küçük bir yüzdesi ( yaklaşık ola aldosteron sentaz, 11 (3-hidroksilaz, 17 a-hidroksilaz)
rak % 5'i) hızla yükselen kan basıncı ile fark edilir ve eğer gen bo zuklu ksan artm ış aldosteron sentezi, artmış
tedavi edilmezlerse bu hastalar çoğunlukla 1 ila 2 yılda tu z ve su geri em ilim i ile plazma hacminde artışa neden
kaybedilir. Bu tür malign hipertansiyon genelde ağırdır (ör. olur.
200 mm Hg'nın üzerindeki sistolik basınçlar ya da 120 • Sodyum geri em ilim ini etkileyen p ro teinlerin m u-
tasyo n lan (Liddle sendrom unda olduğu gibi; bu send-
mm Hg'nin üzerindeki diastolik basınçlar) ve beraberin
rom da ENaC mutasyonları ile distal tubuluslarda sod
de böbrek yetmezliği ile papilla ödeminin eşlik ettiği ya
yum geri emilimi, aldosteron etkisi sonucu artm ıştır)
da etmediği retinal hemorajiler de mevcuttur. De novo
olarak da ortaya çıkabilir ama en sık olarak benign hiper Esansiyel H ipertansiyonun Mekanizmaları
tansiyon sonrasında gelişir.
Özgün tetikleyiciler bilinm em ekle birlikte, öyle görünm ek
te d ir ki, hem böbreğin sodyum u işleme tarzındaki değişik
PATOGENEZ liklerin, hem de dam ar direnci artışının esansiyel hipertan
siyon gelişiminde ro l oynadığı düşünülm ektedir.
Tablo 9 -2 ’de hipertansiyonun m ajör nedenleri listelenmiş- • N orm al a rte r basıncı varlığına rağmen renal sodyum
tir, ancak çoğu olgu (% 9 1 ) id iyo patikd ir (esansiyel atılım ının azalm ası, olasılıkla k ilit bir patojenik du
h ip ertan siyo n ). Bu fo rm , m yokard enfarktüsü, inme ve ru m d u r; gerçekten de bu, hipertansiyonun pek çok fo r
ya başka b ir kom plikasyon eklenm edikçe uzun süreli ya munda görülen o rta k bir e tyo lo jik faktörd ür. Azalmış
şam ile bağdaşmaktadır. G eri kalan olguların çoğu (sekon- sodyum atılımı, sıvı hacminde ve kardiyak debide zoru n
d e r hip ertan siyo n ) p rim e r b ö b re k hastalığı, renal a rte r lu b ir artışa neden olur, bu şekilde kan basıncı yükselir
daralması (ren o v ask ü ler h ipertansiyo n ) veya adrenal (Resim 9-3). Bu daha yüksek olan bu yeni kan basıncın
da bö bre kler ek sodyumu atar. Böylece, sodyum atı11-
mında yeni b ir denge durum una erişilmiş olunur; ama
Tablo 9 - 2 Hipertansiyon Tipleri ve Nedenleri
bu, yükselmiş b ir kan basıncı pahasınadır.
(Sistolik ve Diastolik)
• A rtm ış d am ar d iren ci, vazo ko nstriksiy on ya da
Esansiyel Hipertansiyon d am ar d u v a rla rın d a ki yap ısal d eğ işiklik lerd en
Olguların % 90-95’ini oluşturur
kaynaklanab ilir. Bunlar birbirind en bağımsız olm ak
zorunda da değildir; çünkü k ro n ik vazokonstriksiyon et
Sekonder Hipertansiyon kilenen damarların duvarlarında kalıcı bir kalınlaşmaya
Renal neden olabilir.
• G e n e tik e tk e n le r kan basıncının belirlenm esinde
A k u t glomerülonefrit önemli b ir role sahip olabilir; bu, hipertansiyonun ailesel
Kronik böbrek hastalığı yığılımı aracılığıyla ve m onozigotik ve dizigotik ikizler
Polikistik hastalık
üzerindeki çalışmalarla gösterilmiştir. H ipertansiyon ile
Renal a rte r stenozu
belli anjiotensinojen po lim o rfizm le ri ve anjiotensin II re
Renal vaskülit
Renin üreten tüm örler septörü varyantları arasında ilişki kurulm aktadır; ayrıca
renin-anjiotensin sisteminin p o lim o rfizm le ri kan basıncı
Endokrin düzenlenmesindeki ırksal farklılıklarda rol oyn u yo r olabi
Adrenokortikal hiperfonksiyon (Cushing sendromu, primer lir. Geniş popülasyonlarda esansiyel hipertansiyon ile iliş
aldosteronizm, konjenital adrenal hiperplazi, licorice) kili duyarlılık genleri bilinmese de, bunların muhtemelen
Ekzojen hormonlar (glukokortikoidler, östrojen [hamilelikle ya da böbreklerin sodyumu işleme şeklini, basınç artırıcıları ve
oral kontraseptif kullanımı ile], sempatomimetikler ve tiramin düz kas hücre büyümesini ilgilendirdiği düşünülebilir.
içeren yiyecekler, monoamin oksidaz inhibitörleri) • Çevresel fa k tö rle r -örneğin stres, obezite, sigara iç
Feokromositoma m ek, fiziksel hareketsizlik ve yüksek tuz tüke tim i- gene
Akromegali tik belirleyicilerin etkisini değiştirir. Farklı toplum larda
H ipotiroidi (miksödem)
dietteki tu z alımı ile hipertansiyon prevalansını ilişkilendi-
H ipertiroidi (tirotoksikoz)
ren kanıtlar oldukça kuvvetlidir.
Hamilelikte başlayan (pre-eklampsi)
Kardiyovasküler
A o rta koarktasyonu
Poliarteritis nodoza
O MORFOLOJİ
intravasküler hacim artışı Hipertansiyon sadece aterogenezi hızlandırmakla kalmaz,
Kardiyak debi artışı
aynı zamanda büyük ve o rta bo yuttaki a rterlerin duvarla
A ortada sertleşme
rında, a o rt diseksiyonu ve serebrovasküler hem orajiye yol
Nörolojik açabilecek dejeneratif değişikliklere sebep olur, iki küçük
dam ar hastalığı fo rm u hipertansiyon ile ilişkilidir: hyalen ar-
Psikolojik
Artm ış intrakraniyal basınç terio lo sklero z ve hiperplastik a rte rio lo skle ro z (Resim 9-5).
Uyku apnesi Hyalen a rte rio lo sk le ro z benign hipertansiyonda gö
A k u t stres, cerrahi dahil rülür. A rte rio l duvarlarında hom ojen, pembe hyalen b ir ka-
334 BÖLÜM 9 Kan Damarları
%>
/ »
>
Resim 9 -5 Hipertansif vasküler hastalık. A , Hyalen arterioloskleroz. A rterio l duvarı am orf proteinöz materyal birikimi (hyalinize) ile
kalınlaşmıştır ve lümen belirgin olarak daralmıştır. B, Luminal kapanmaya neden olan hiperplastik arterioloskleroz ( “ soğan kabuğu
görünümü” ) (ok) (PAS boyası).
Helmut Rennke, M D , Brigman and Women's Hospital, Boston, Massachusetts, izni ile.
İntima
internal
elastik
lamina
Düz
kas
hücreleri
Resim 9 - 6 Vasküler zedelenm eye stereotipik yanıt. Ekstrasellüler m atriks sentezi ile ilişkili intimal düz kas göçü ve proliferasyonunu
özetleyen intim al kalınlaşmanın şematik görünüm ü, intimal düz kas hücreleri alttaki medyadan kaynaklanabilir ya da dolaşımdaki öncüller
den oluşabilir. Bunlar kendilerine özgü fenotipi vurgulam ak için medyanın düz kas liflerinden farklı renkte resmedilmiştir.
rakte olamazlar, ancak bölünme kapasiteleri vardır ve • Ateroskleroz lapa ve sertleşme kelimelerinin Yunanca
medyal düz kas hücrelerinden daha fazla sentez kapasi köklerinden gelmekte olup en sık görülen ve klinik
tesine sahiptirler. Neointimal hücrelerin daha önce, dedi- olarak en önemli olan tiptir ve sıradaki bölümün ko
feransiye medyal düz kas hücrelerinden köken aldığı dü nusu olacaktır.
şünülmesine karşın, artan kanıtlar bunların en azından
bir kısmının dolaşımdaki öncül hücrelerden kaynaklan
dığını göstermektedir. İntimal düz kas hücrelerinin mig- ATEROSKLEROZ
ratuar, proliferatif ve sentetik aktiviteleri trombositler, Ateroskleroz, ateromlar (ya da ateromatöz veya ateroskle-
endotel hücreleri ve makrofajlarm ürettiği büyüme fak rotik plaklar) olarak adlandırılan intimal lezyonlar ile ka
törleri ve sitokinler, aynı zamanda da aktive koagülasyon rakterlidir. Ateromatöz plaklar, yumuşak, sarı, pıhtı gibi
ve kompleman faktörleri ile düzenlenmektedir (daha ön bir yağ yumağından (esas olarak kolesterol ve kolesterol
ce tarif edildiği gibi).
esterleri ile nekrotik debristen oluşan) çekirdekler ve
Endotel hücresi tabakasının restorasyonu ve/veya bunları saran fibröz şapkalardan oluşan, lümene doğru
normalleşmesi ile intimal düz kas hücreleri nonprolifera- yükselti yapan lezyonlardır (Resim 9-7). Aterosklerotik
tif durumlarına dönebilirler; ancak bu, iyileşme yanıtı plaklar damar lümenini mekanik olarak tıkayabilir ve
geri dönüşsüz intimal kalınlaşma ortaya çıkmadan önce rüptüre olabilirler ve bu şekilde ölümcül damar trombo-
olmaz. Israrcı veya tekrarlayan saldırılarla, küçük ve orta zuna neden olabilirler. Plaklar ayrıca, bazen anevrizma
boydaki damarların stenozuna neden olan, daha ileri dü oluşumuna neden olan, alttaki medyanın zayıflamasına
zeydeki kalınlaşma ortaya çıkabilir (ör. daha sonra tartı yol açabilir. Batı dünyasında ateroskleroza bağlı morbidi-
şılacak olan aterosklerozdaki gibi). Son bir söz olarak, in te ve mortalite oranları herhangi bir başka hastalıktan
timal kalınlaşmanın normal yaşlanmanın bir unsuru ol daha yüksektir; kabaca tüm ölümlerin yarısı bu hastalığa
duğunun bilinmesi önemlidir. Böylesi yaş-ilişkili intimal bağlıdır. Koroner arter hastalığı aterosklerozun önemli
değişiklik herhangi bir sonuç doğurmaz; bu da kısmen, bir göstergesi olduğu için ateroskleroz mortalitesine ait
damarın dışa doğru kompansatuar yeniden yapılanması epidemiyolojik veriler tipik olarak iskemik kalp hastalığı
nın (re-modeling) lümen çapında küçük bir değişikliğe na (İKH) (Bölüm 10) bağlı ölümleri yansıtır; gerçekten de
yol açmasmdandır. myokard infarktüsü Birleşik Devletler'deki tüm ölümle
rin neredeyse dörtte birinden sorumludur.
ARTERİOSKLEROZ
Arterioskleroz tam olarak "arterlerin sertleşmesi" anla
Aterosklerozun Epidemiyolojisi
mına gelir; arter duvar kalınlaşmasını ve elastisite kaybı Ateroskleroz gelişmiş ülkelerin çoğunda yaygın olmakla
nı içeren genel bir terimdir. Farklı klinik ve patolojik so birlikte Orta ve Güney Amerika, Afrika ve Asya'nın çe
nuçları olan üç tipi bilinmektedir. şitli kısımlarında daha nadirdir. İKH'nm Birleşik Devlet
• Arterioloskleroz küçük arterleri ve arteriolleri etkiler ler'deki mortalite oranı dünyadaki en yükseklerden biri
ve distaldeki kan akımı yolunda iskemik zedelenme dir ve Japonya'dakinden yaklaşık beş kat daha fazladır.
oluşturabilir. Bunun varyantları olan hyalen ve hi- Buna rağmen İKH Japonya'da da artmakta olup şu anda
perplastik arterioloskleroz hipertansiyon konusunda ikinci en sık ölüm sebebidir. Dahası, Birleşik Devletler'e
üstte tanımlanmıştı. göç eden ve Amerikan yaşam tarzı ve yeme alışkanlıkla
® Mönckeberg'in medyal sklerozu tipik olarak 50 yaş üze rına uyum sağlayan Japonlar, ABD doğumlu kişiler ka
rindeki insanlarda müsküler arterlerde kalsifik biri dar ateroskleroz riski kazanırlar; bu da çevresel faktörle
kimlerin görülmesi ile karakterlidir. Lezyonlar damar rin etyolojideki önemini vurgulamaktadır.
lümenine ilerlemezler ve çoğunlukla klinik olarak Pek çok prospektif analizlerde (örn Framingham Kalp
önemsizdirler. Çalışması) ateroskleroz ve İKH' mn yaygınlığı ve şiddeti-
336 BÖLÜM 9 Kan Damarları
FİBRÖZ ŞAPKA
(düz kas hücreleri, makrofajlar,
köpüksü hücreler, lenfositler, kollajen,
elastin, proteoglikanlar,
neovaskülarizasyon
NEKROTİK MERKEZ
(hücre artıkları, kolesterol kristalleri,
köpüksü hücreler, kalsiyum)
MEDYA
nin, birçok risk faktörüyle korele olduğu ortaya konmuş Ancak menopoz sonrası ateroskleroz ilişkili hastalık
tur; bu risk faktörlerinin bazıları yapısaldır (bu yüzden ların insidansı artar ve yaşlılıkta erkekleri bile geçer.
daha az denetlenebilirdir), ama diğerleri edinseldir ya da Bu cinsiyet farkını açıklamada uzun süre östrojenin
değiştirilebilir davranışlar ile ilişkilidir (Tablo 9-3). Bu koruyucu etkisi ileri sürülmüşse de, birçok klinik ça
risk faktörlerinin kabaca çarpımsal etkileri vardır. Bu neden lışma her iki cinste de damar hastalığı için hormon te
le, iki faktör myokard infarktüsü riskini yaklaşık dört kat davisinin faydasının olduğunu gösterememiştir. As
artırır ve üç tanesi (örn. hiperlipidemi, hipertansiyon ve lında, postmenopozal östrojen replasman tedavisi,
sigara kullanımı), riski yedi kat artırır (Resim 9-8). artmış kardiyovasküler risk ile ilişkili gibi görünmek
tedir. Cinsiyet, ateroskleroza ek olarak IKH olan has
Yapısal Risk Faktörleri talarda hemostaz, infarktüs iyileşmesi ve myokardm
• Genetik. Aile öyküsü ateroskleroz için en önemli ba yeniden yapılanması gibi sonuçları etkileyebilecek di
ğımsız risk faktörüdür. Belli Mendelyen hastalıklar ğer faktörleri de etkiler.
ateroskleroz ile kuvvetli olarak ilişkilidir (ör. familyal
hiperkolesterolemi) (Bölüm 6 ); ama bunlar olguların Düzeltilebilir Majör Risk Faktörleri
sadece küçük bir yüzdesinden sorumludur. Ailesel ris • H iperlipidem i-daha özgün olarak, hiperkolesterole-
kin büyük bölümü, hipertansiyon ve diyabet yanı sıra m i-ateroskleroz gelişimi için majör bir risk faktörüdür
diğer genetik polimorfizmler gibi, ateroskleroz ile be ve diğer risk faktörlerinin yokluğunda lezyon gelişimi
raber anılan poligenik özellikler ile ilişkilidir. ni başlatmak için yeterlidir. Artmış risk ile ilişkili olan
• Yaş. Ateroskleroz, orta yaş ve sonrasında lezyonlar ana kolesterol bileşeni düşük dansiteli lipoproteindir
kritik bir eşiğe ulaşmadıkça klinik olarak genellikle (low density lipoprotein; LDL; "kötü kolesterol"); LDL
sessiz kalır. Bu yüzden myokard infarktüsünün insi- kolesterolü periferik dokulara iletir. Buna karşılık,
dansı 40 ve 60 yaşlar arasında beş kat artar. İKH'na yüksek dansiteli lipoprotein (high density lipoprotein;
bağlı ölüm oranları her dekadla birlikte artar. HDL; "iyi kolesterol") kolesterolü mevcut ve gelişmek
• Cinsiyet. Diğer tüm faktörler eşitken, aynı yaştaki er te olan vasküler plaklardan uzaklaştırır ve biliyer ola
keklere kıyasla premenopozal kadınlar ateroskleroz rak atılmak üzere karaciğere taşır. Dolayısıyla yüksek
ve sonuçlarına karşı nispeten korunmuş durumdadır HDL düzeyleri azalmış risk ile ilişkilidir.
lar. Bu yüzden eğer diyabet, hiperlipidemi veya ciddi Bu ilişkilerin tanınması, total serum kolesterolü ve
hipertansiyon gibi durumlar nedeniyle bir yatkınlıkla ya LDL'yi düşüren ve/veya serum HDL'sini yükselten
rı yoksa premenopozal kadınlarda myokard infarktü diyetsel ve farmakolojik girişimlerin geliştirilmesine
sü ve aterosklerozun diğer komplikasyonları nadirdir. ivme kazandırmıştır. Bunlar aşağıda belirtilmiştir:
o Kolesterol ve doymuş yağ asitlerinden (örneğin yu
murta sarısı, hayvansal yağları ve tereyağında bulu
Tablo 9-3 Ateroskleroz için Majör Risk Faktörleri nurlar) zengin beslenme plazma kolesterol düzeyle
rini yükseltir. Tersine, düşük kolesterol ve/veya
Değiştirilemez (Yapısal)
yüksek oranda çoklu doymamış yağlar içeren di
Genetik anomaliler yetler plazma kolesterolünü düşürür,
Aile hikayesi o Omega-3 yağ asitleri (balık yağında boldur) yarar
İlerleyen yaş
lıyken, çoîdu doymamış sıvı yağların yapay hidroje-
Erkek cinsiyet
nizasyonu ile üretilen (trans) doymamış yağlar (fı
Değiştirilebilir rında pişirilen gıdalar ve margarinlerde kullanılır)
Hiperlipidemi kolesterol profilini olumsuz etkiler,
Hipertansiyon o Egzersiz ve orta derecede etanol tüketimi HDL'yi
Sigara içimi artırırken, obezite ve sigara HDL'yi azaltır,
Diabet o Statinler karaciğer kolesterol sentezindeki hız-belir-
inflamasyon
leyici enzim olan hidrolcsimetilglutaril koenzim A
0 -L
Resim 9 -8 Bilinen risk faktörlerinin -hiperlipidemi, hipertansiyon, sigara içimi ve diyabet- fonksiyonu olarak 55 yaşındaki erkek ve kadın
larda koroner arter hastalığının 10 yıllık tahmini riskleri. KB, kan basıncı; EKG, elektrokardiyogram; HDL-K, yüksek yoğunluklu lipopro
tein kolesterolü; SVH, sol ventrikül hipertrofisi.
O'Donnell CJ, Kannel WB'in verileri: Cardiovascular risks o f hypertension: lessons from observational studies. J Hypertension 16 (Suppl 6 ): 3, 1998.
(HMG-CoA) redüktazı inhibe ederek dolaşımdaki • İnflamasyon. İnflamatuar hücreler, ateromatöz plak
kolesterol düzeylerini azaltan ve yaygın olarak kul oluşumunun tüm evrelerinde mevcuttur ve plak ilerle
lanılan bir ilaç grubudur. mesi ve rüptürü ile yakından ilişkilidir (aşağıya bakı
• Hipertansiyon, (üste bakınız) ateroskleroz gelişimi için nız). İnflamasyonun rolünün giderek artan kabulüyle
diğer bir majör risk faktörüdür. Hipertansiyon kendi sistemik inflamasyonun ölçülmesi risk sınıflamasında
başına, İKH riskini yaklaşık % 60 oranında arttırabilir önemli hale gelmiştir. Sistemik inflamasyon belirteçle
(Resim 9-8). Hipertansiyon ayrıca sol ventriküler hi- rinin birçoğu İKH riski ile ilişkili olmalarına karşın C-
pertrofinin (SVH) majör bir nedenidir; bu da myo- reaktif proteinin (CRP) tayini en basit ve duyarlılarm-
kard infarktüsü gelişimine katkıda bulunabilir (Resim dan biri olarak ortaya çıkmaktadır.
9-8). • CRP düzeyleri. Pentraxin ailesinin bir üyesi olan CRP
• Sigara kullanımı erkeklerde iyi tanımlanmış bir risk esas olarak karaciğer tarafından çeşitli inflamatuar si-
faktörüdür ve olasılıkla aterosklerozun kadınlarda ar tokinlere yanıt olarak sentezlenen bir akut faz reakta-
tan insidens ve şiddetini açıklamaktadır. Uzun bir sü nıdır. Aterosklerotik plaklar içinde yerel olarak hücre
re (yıllar) günde bir paket veya daha fazla sigara içil ler tarafından salgılandığında CRP, endotel hücrelerini
mesi İKH' na bağlı mortaliteyi iki kat artırırken, siga aktive ederek adeziv özellikleri artırır ve tromboza el
ranın bırakılması bu riski azaltır. verişli bir durum yaratır. Klinik önemi dolaşımdaki bir
biyobelirteç olmasında yatar: CRP düzeyleri myokard
• Diabetes mellitus dolaşımdaki kolesterolün artması ile
infarktüsü, inme, periferik arter hastalığı ve ani kardiyak
bağlantılıdır ve ateroskleroz riskini belirgin olarak ar
ölüm riskini, görünüşte sağlıklı insanlarda bile, kuvvetli ve
tırır. Diğer faktörler eşitlendiğinde, myokard infarktü
bağımsız bir şekilde öngörür (Resim 9-9). CRP'nin azal
sü insidensi diabetlilerde diabeti olmayanlara göre iki
masının kardiyovasküler riski azalttığına dair direkt
kat daha fazladır. Ayrıca, inme riskinde artış ve alt
bir kanıt olmamakla birlikte, sigara bırakma, kilo ver
ekstremitelerin ateroskleroz ilişkili gangreninde 1 0 0
me ve egzersizin CRP'yi azaltması ilgi çekicidir. Daha
kat artmış risk vardır.
sı statinler, LDL kolesterolü üzerindeki azaltıcı etkile
rinden bağımsız olarak CRP düzeylerini azaltırlar; bu
Ek Risk Faktörleri da bu ilaçların olası bir anti-inflamatuar etkisi olduğu
Kardiyovasküler olayların % 20 kadarı tanımlanabilen nu göstermektedir.
risk faktörlerinin yokluğunda görülür. Örneğin, daha ön • Hiperhomosistinemi. Serum homosistein düzeyleri ile
ceden sağlıklı olan kadınlardaki kardiyovasküler olayla koroner arter aterosklerozu, periferik damar hastalığı,
rın % 75'inden fazlası, 160 mg/dL'den (genellikle düşük inme ve venöz trombüs koreledir. Nadir doğumsal me
riski gösterdiği kabul edilen eşik değer) düşük LDL ko tabolizma bozukluklarına bağlı oluşan homosistinüri,
lesterol seviyelerinde oluşur. Diğer faktörler riske katkı dolaşımda yüksek homosistein düzeyleri (100 pmol/L'-
da bulunmaktadırlar; bunlar arasında aşağıdakiler mev den yüksek) ve erken ortaya çıkan vasküler hastalık ile
cuttur: ilişkilidir. Düşük folat ve vitamin B1 2 düzeyleri homo-
338 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları
releri, lökosit adezyonunu artıran adezyon m oleküllerini D üz K as Çoğalm ası ve M atriks Sen tezi. İntimal düz kas
eksprese eder; özellikle vasküler hücre adezyon m olekülü- hücresi çoğalması ve ESM birikim i, en erken lezyonu, bir
1 (V C A M -1) m onositleri ve T hücrelerini bağlar. Bu hücre yağlı çizgiyi, olgun b ir aterom a d ö n ü ştü rü r ve ateroskle-
le r endotele yapıştıktan sonra lokal olarak üretilm iş kem o- ro tik lezyonların ilerleyici büyümesine katkıda bulunur (Re
kinlerin etkisi altında intim aya göç ederler. sim 9-10). İntimal düz kas hücreleri medyadan veya dola
• M onositler m akrofajlara dönüşürler ve büyük b ir gay şımdaki öncül hücrelerden köken alabilir; kökenleri ne o lu r
retle okside LD L de dahil olm ak üzere, lipop roteinle ri sa olsun, medyada bulunan düz kas hücrelerinden, prolife-
ve küçük kolesterol kristallerini içlerine alırlar. Koleste ra tif ve sentez yapıcı etkileri nedeniyle farklıdırlar. T rom bo-
rol kristalleri, inflamasyonun aktivasyonu ve devamında sit kaynaklı büyüm e fa ktö rü (platelet-derived gro w th fac
ki IL-1 salınımını uyarm aları nedeniyle inflamasyonun to r ) (lokal olarak yapışmış tro m b o s itle r kadar makrofajlar,
önem li tetikleyicilerinden biri olarak düşünülm ektedir endotel hücreleri ve düz kas hücrelerinden salgılanır), fib
(Bölüm 2). A k tiv e m akrofajlar, aynı zamanda LD L oksi- roblast büyüm e fa ktö rü ve TGF-a gibi b ir çok büyüme fak
dasyonunu arttıra n ve düz kas hücresi çoğalmasını tetik- tö rü , düz kas hücresi çoğalması ve m atriks sentezinde gö
leyen büyüme fa k tö rle rin i uyaran toksik oksijen türevle revlidirler. Toplanan düz kas hücreleri ate ro skle rotik plak
rini de üretirler. ları sabitleyen (stabil) ESM’ İ (özellikle kollajen) sentezlerler.
• intimaya getirilen T hücreleri m akrofajlar ile etkileşir ve Ancak aterom lardaki aktive inflam atuar hücreler intimal
kro n ik b ir im m ün inflam atuar durum oluşturabilirler. T düz kas hücrelerinde apoptoza ve m atriks yıkımına neden
hücrelerinin spesifik antijenlere mi yanıt verd ikle ri (ör. o lab ilirler ve bu sayede anstabil p lakların gelişimine ne
bakteriyel ya da viral antijenler, heat-shock proteinleri den ola b ilirle r (aşağıya bakınız).
[aşağıya bakınız] veya m odifiye a rte r duvarı elemanları
ve lip op roteinle r), yoksa lokal inflam atuar o rta m tarafın
dan nonspesifik olara k mı aktive oldukları açık değildir.
Bununla birlikte, büyüm ekte olan intimal lezyonlardaki
( ) M ORFOLOJİ
aktive T hücreleri, sırasıyla m akrofajlar kadar endotel
hücrelerini ve düz kas hücrelerini de uyaran inflam atuar Yağlı Çizg iler. Yağlı çizgiler küçük sarı, düz m akûller ola
sitokinleri (örn . IFN-y) salgılarlar. rak başlayıp 1 cm veya daha büyük uzunlamasına lezyonla-
• K ron ik inflam atuar durum un b ir sonucu olarak aktive lö- ra dönüşürler (Resim 9-11). Bunlar lipid yüklü köpüksü
kositler ve dam ar duvarı hücreleri, düz kas hücresi ço m akrofajlardan oluşurlar ancak sadece hafif düzeyde bir
ğalmasını ve m atriks sentezini teşvik eden büyüm e fak yükselti olu ştu ru rla r ve kan akımında belirgin bir bozulma
tö rle rin i salgılarlar. ya yol açmazlar. Yağlı çizgiler 1 yaştan küçük süt çocukları
nın aortlarında g ö rülebilirler ve neredeyse 1 0 yaştan büyük
Enfeksiyon. Enfeksiyonların, ateroskleroz ile ilişkisi yö tüm çocuklarda genetik, klinik veya diet-ilişkili faktörlerden
nünde ikinci derece kanıtlar m evcuttur. Herpesvirüs, sito- bağımsız olarak mevcutlardır. Yağlı çizgilerin aterosklerotik
megalovirüs ve Chylamidae pneumoniae’ nın tüm ü ateroskle- plaklar ile ilişkisi belirsizdir; plaklara dönüşebilm elerine kar
ro tik plaklarda saptanmış ve seroepidem iyolojik çalışmalar şın tüm ü de daha ileri lezyonlara dönüşm ek zorunda değil
daha ciddi aterosklerozu olan hastalarda Chylamidae pne- dir.
umoniae’ye karşı artm ış a n tik o r titre le ri bulmuştur. Ancak
bu ajanların enfeksiyonları (ateroskleroz gibi) çok yaygın A te ro sk le ro tik P lak. Bu lezyonların anahtar özellikleri
olduğundan nedensellik ilişkisi kurm a k güçtür. Bir de, m ik intim al kalınlaşma ve lipid b irik im id ir (Resim 9-7). A te ro -
ro b ik ajan içermeyen farelerde aterosklerozun oluşabilece m atöz plaklar beyazdan sarıya değişen renklerde, yükselti
ğinin ve bu süreçte enfeksiyonun zorunlu bir rolü olmadığı oluşturan lezyonlardır; 0 .3 - 1.5 cm arasında değişen çapa
nın akılda tutulması önem lidir. sahiptirler fakat birleşerek daha büyük kitle ler oluşturabi-
Resim 9-11 Yağlı çizgilenmeler. A , Yağlı çizgilenmeler içeren aorta (oklar), özellikle dal arterlerin ostiumları yakınında. B, Deneyesel
hiperkolesterolemik tavşanda, intimal, makrofaj kökenli köpüksü hücrelerini (ok) gösteren yağlı çizgilenme.
(B, Myron I. Cybulsky, M D , University o f Toronto, Toronto, Ontario, Canada, izni ile.)
Ateroskleroz 341
Resim 9 -1 2 Aterosklerotik lez/onlar. A , Fibröz plaklardan oluşan (biri ok ile gösterilmiştir) hafif ateroskleroz içeren aorta. B, Ülsere
plak (açık ok) ve üzerinde trombüs içeren lezyon (kapalı ok) gibi şiddetli, diffüz komplikasyonlar içeren aorta.
lirler. Ülsere plaklara eklenen trom bü s kırmızı-kahverengi dir. Dahası, herhangi b ir damardaki farklı evrelerdeki lez-
b ir görünüm e neden o lu r (Resim 9-12). yonlar sıklıkla beraber bulunur.
Genelde b ir a rte r duvarının sadece b ir kısmını tutan ate A te ro sk le ro tik plakların üç ana bileşeni vard ır:
ro skle ro tik plaklar yama tarzındadıriar; bu yüzden lezyon- ( 1 ) hü creler; bunlar d ü z kas hü creleri, m akro fajlar
lar enine kesitte “ eksantrik” g ö rü n ü rle r (Resim 9- 13A ). ve T len fo sitlerd ir; ( 2 ) e k stra se lü le r m a trik s; kolla-
A te ro s k le ro tik lezyonların fokal tabiatı damar hem odina- je n , elastik lifler ve proteoglikanları iç e rir; ( 3 ) hüc
m iklerinin aşırılıklarına bağlı olabilir. Dallanma noktaların re içi ve dışı lipid (Resim 9-13 A ve 8 ). H e r b ir bileşenin
daki türbülans gibi lokal akım bozuklukları b ir dam ar duva oranı ve yapılanması lezyondan lezyonda değişir. Sıklıkla
rının belli kısımlarını plak oluşumuna özellikle yatkın hale plaklar düz kas hücreleri ve görece yoğun kollajenden olu
getirm ektedir. şan yüzeyel fib rö z şapkaya sahiptir. Şapkanın dam ar duvarı
Azalan sıraya göre, en yaygın olarak etkilenen dam arlar ile birleştiği yerde (“ o m u z” ) m akrofajlar, T hücreleri ve
infrarenal abdominal a o rt, k o ro n e r arterler, popliteal ar düz kas hücrelerinden oluşan, hücreden daha zengin b ir
terle r, karotis internalar ve W illis poligonu damarlarıdır. alan vardır. Fibröz şapkanın derininde lipid (başlıca koleste
Aynı hastada bile ateroskleroz abdominal a o rtta , torasik rol ve kolesterol esterleri), n e kro tik atıklar, köpüksü hücre
a o rtta n daha şiddetlidir. Üst ekstrem itelerin damarları ge ler, lipid yüklü m akrofajlar ve düz kas hücreleri (k ö p ü k sü
nelde tutulm az, m ezenterik ve renal a rte rle r de, ostium la- h ü creler), fib rin , değişen düzeylerde organize trom büs
rı hariç, böyledir. Yine de kişinin b ir arterind eki ateroskle- ve diğer plazma proteinlerini içeren b ir n e k ro tik çekirdek
rozun şiddeti başka b ir a rte rd e ki şiddetin göstergesi değil vardır. Ekstraselüler kolesterol sıklıkla rutin doku takibi sı-
Resim 9 -1 3 Koroner arterde ateromatöz plak. A , Fibröz şapka (F) ve merkezi nekrotik (büyük oranda lipid) bölümü (C) gösteren ge
nel yapı. Lümen (L) orta derecede daralmış görünümdedir. Duvarın bir kısmının plak içermediğine dikkat edin (ok), böylece eksantrik bir
lezyon görülmektedir. Bu kesitte kollajen mavi renkte boyanmıştır (Masson trikrom boyası). B, A ’da gösterilen lezyonun daha büyük bü
yütmede görünümü; elastin boyanmıştır (siyah), burada internal ve eksternal elastik membranların inceldiği ve en ileri düzeydeki plak (ok)
tarafından arter medyasının inceldiği gösterilmektedir. C, Dağınık iltihabi hücreler, kalsifikasyon (ok başı) ve yeni damar oluşumunu (küçük
oklar) gösteren, fibröz şapka ve merkezin kesişme noktasının daha büyük büyütme fotoğrafı.
342 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları
Mural trombozis
YAĞLI ÇÎZGİLENM E Embolizasyon
Duvarda zayıflama
1 ANEVRİZMA
VE
RÜPTÜR
Plak yırtılması
Plak erozyonu
Plakta kanama
İLERLEMİŞ// Mural trombozis
HASSAS Embolizasyon
PLAK i TROMBÜS
.............- İLE
Lezyon gelişimine yatkın Hücre ölümü/dejenerasyonu TIKANMA
alanlarda ve risk faktörleri ile inflamasyon
hızlanmış olarak: Plak büyümesi
Endotel disfonksiyonu Plağın ve duvar <' 1 Plakta progresif
Monosit adhezyonu/göçü HDM’sinin yeniden büyüme
intimaya DKH göçü yapılanması
İ KRİTİK
DKH çoğalması Trombüs organizasyonu
STENOZ
ESM yapımı Kalsifikasyon
Lipid birikimi
Resim 9 -1 4 Aterosklerozun doğal hikayesi, m orfolojik özellikleri, temel patogenetik olayları ve klinik komplikasyonlarının özeti.
Ateroskleroz 343
Daha öncesinde belirgin lümen tıkanmasına yol açma duğu gibi) sistemik kan basıncını artırarak veya yerel va-
mış bir lezyon üzerinde trombüs gelişimine neden olan zokonstriksiyona neden olarak herhangi bir plak üzerin
akut olaydan önce, myokard infarktüsü ve diğer akut ko deki mekanik stresi arttırabilir. Gerçekten de, kalp kriz
roner sendromlarmdan sorumlu olan plakların çoğun lerinin başlamasındaki sirkadyen periyodikliğin (en yük
lukla asemptomatik olduğu bilinmektedir. Bundan çıka sek sıklık sabah 6 ile öğlen 1 2 arasındadır) öne çıkması
rılan endişe verici sonuç, yüksek sayıdaki asemptomatik nın bir açıklaması da, kan basmcı fırlamalarına ve trom-
kişinin ölümcül bir koroner olay yönünden risk taşıdığı bosit realctivitesinde yükselmelere neden olan, uyanma
dır. Akut plak değişikliğinin nedenleri karmaşıktır ve ve yataktan kalkmada ortaya çıkan adrenerjik yükselme
bunlar arasında hem intrensek (ör. plak yapısı ve içeriği) dedir.
hem de ekstrensek (ör. kan basıncı) faktörler vardır. Bu Neyse ki, tüm plak rüptürleri ölümcül sonuçlara ne
faktörler plak bütünlüğünü zayıflatacak yolda birleşirler den olan tıkayıcı trombüslere neden olmaz. Aslında, ate-
ve plağın damar gerilim kuvvetlerine dayanmasını ola rosklerozu olanlarda, sessiz plak hasarlanmalan ve taki
naksız kılarlar. ben ortaya çıkan trombosit yığılması ve trombüsler, olası
Belli plak tiplerinin rüptür yönünden özellikle yüksek lıkla sıklıkla ve tekrarlayıcı tarzda meydana gelmektedir.
risk taşıdıklarına inanılmaktadır. Bunlar arasında yüksek Klinik bulgu vermeyen bu plak hasarlarındaki iyileşmeler
miktarda köpüksü hücre ve bol ekstraselüler lipid içeren -ve üzerlerinde oluşan trombüsler- aterom büyümesi
plaklar, az sayıda düz kas hücresi bulunduran ince fibröz için önemli bir mekanizmadır.
şapkaları olan plaklar ve inflamatuar hücre toplulukları
içeren plaklar vardır. Rüptür yönünden yüksek riskte
olan plaklara "hassas plaklar" denmektedir (Resim 9-15).
Fibröz şapka da sürekli bir yeniden yapılanmaya maruz
) M ORFOLOJİ
kalır; mekanik gücü ve dayanıklılığı, içeriğinde bulunan
kollajen miktarına bağlıdır; bu yüzden kollajen sentezi ve A te ro s k le ro tik plaklar, klinik olarak önem li olan pek çok
yıkımı arasındaki denge plak bütünlüğünü etkiler. Ate- değişikliklere yatkındırlar:
rosklerotik plaklardaki kollajen başlıca düz kas hücreleri • A te ro s k le ro tik plakların lüminal yüzlerinin rü p tü r, ül-
tarafından yapılmaktadır ve düz kas hücrelerinin kaybı serasyon veya erozyonu ileri derecede tro m b o je n ik
tahmin edilebileceği üzere şapkanın zayıflamasına neden olan maddeleri çıkarır ve trom büs oluşum unu uyarır.
olur. Kollajeni yıkan, ateromatöz plak içindeki makrofaj- Trom büsler lümeni kısmen ya da tamamen tık a r ve do
lardan salgılanan enzimler olan matriks metalloprote- ku iskemisine sebep olabilir (ör. kalpte) (Bölüm 10) (Re
inazlarıdır (MMPler); tersine, endotel hücreleri, düz kas sim 9-16). Eğer hasta sağ kalırsa, trom bü sle r organize
hücreleri ve makrofajlarca üretüen metalloproteinazlarm o lu r ve büyüyen plağa katılır.
doku inhibitörleri (TIMPler - tissue inhibitors of metal- • IPlak. iç in e ©Ban k a n a m a . Üstteki fib rö z şapkanın veya
loproteinases) MMP etkilerini azaltıcı faaliyet gösterirler. neovaskülarizasyon alanındaki ince duvarlı damarların
Genel olarak, plaktaki inflamasyon kollajen yıkımını artı yırtılması plak-içi kanamaya neden olabilir; orta ya çıkan
rır ve kollajen sentezini azaltır, bu şekilde şapkanın meka hem atom plağın hızla genişlemesine veya plak rü p tü rü -
nik bütünlüğünü dengesizleştirir. İlgi çekici olarak, sta- ne yol açabilir.
tinler sadece dolaşımdaki kolesterolü azaltmakla kalmaz, • Ateroem boBizm . Plak rü p tü rü kana plak içeriğinden
plak inflamasyonunu da azaltıp, plakları dengeli bir hale oluşan m ikro em bo liler şeklinde atıklar salabilir.
getirerek yarar sağlayabilirler. • A n e v rizm a oluşum u. A ltta yatan medyanın ateroskle-
Plakların dışındaki ekstrensek faktörler de önemlidir. roza bağlı basınç veya iskemik atrofîsi ile elastik doku
Bu yüzden, adrenerjik uyarı (yoğun duygulanımlarda ol kaybı, anevrizmal genişmeye yol açabilen yapısal zayıfla
maya ve rüptüre neden olur.
■j
intimada
yırtık
Kanın damar
dışına çıkması
Hematom
TGF-|3 reseptörleri veya daha alttaki sinyal iletim yolla travm a, vaskülit (yazının devamına bakınız), konjenital de-
rındaki m utasyonlar kusurlu elastin ve kollajen sentezi fe k tle r ve m iko tik an evrizm alar da denen enfeksiyon
ile sonuçlanır; bunların görüldüğü kişilerde anevrizmalar lardır. M iko tik anevrizmalar şunlara bağlı gelişir: (1 ) sıklıkla
küçük olsalar bile sıklıkla rü p tü re olur. Marfan sendro- e n fe ktif endokarditin bir komplikasyonu olarak bir septik
m unda (Bölüm 6 ) ana çatı proteini olan fibrininin bo embolusun embolizasyonu, ( 2 ) komşu b ir süp üra tif sürecin
z u k sentezi a rte r duvarında TGF-|3’ nın anormal b irikim i yayılımı; veya (3 ) dolaşımdaki organizmaların a rte r duvarı
ne neden o lu r ve bu da düzenlenmesi bozulmuş sinyal nı doğrudan enfekte etmesi. Tersiyer sifiliz a o rt anevrizma
iletim i ve ilerleyici elastik doku kaybına neden olarak di- sının nadir bir nedenidir. S piroketlerin asandan to ra sik aor
latasyon ile sonuçlanır. A ne vrizm a oluşumu ve eksik tip tun vasa vasorumlarına olan eğilimi - ve buna sekonder on
III kollajen sentezi tip IV Ehlers-D anlos sendrom u- lara verilen im m ün yanıt - o bliteratif e n d a rte rite neden
nun ana bulgusudur (Bölüm 6 ). o lu r ve bu da medyaya olan kan akımını bozar; oluşan iske
• A şırı bağ d o ku yıkım ı. A rtm ış MMP ekspresyonu, mi, nadiren a o rt kapağı annulusunu da tutan anevrizmal di-
a te ro skle ro tik plaktaki m akrofajların yaptığı gibi, a rte r latasyona neden olur.
duvarındaki arte rye l ESM’ İ yıkarak anevrizma gelişimine
katıkıda bulunabilir; benzer olarak, azalmış TIMP eksp
resyonu da dengeyi net ESM yıkımı lehine değiştirebilir,
inflamasyon varlığında anevrizma gelişimine neden olan
genetik bir b irikim MMP ve /ve ya TIMP p o lim o rfizm le ri- Abdominal A o rt Anevrizması
ne ya da MMP veya TIMP üretim ine etki eden yerel b ir
inflam atuar yanıtın özelliğine bağlı olabilir. Aterosklerotik anevrizmalar en sık abdominal aortta oluşur,
* D ü z kas hü crelerin in kaybı veya d ü z ka s hücresi ancak arteria iliaka komimmişler, aort arkusu ve inen to
se n te tik fenotipinde değ işiklik, intimanın ateroskle rasik aort da tutulabilir. Abdominal aort anevrizması
ro tik kalınlaşması, lümene olan difüzyon mesafesini a rtı (AAA) erkeklerde ve sigara içenlerde daha sık görülür ve
ra ra k iç medyanın iskemisine neden olabilir. Tersine, sis- 50 yaşından önce nadir gelişir. Ateroskleroz AAA'-mn
te m ik hipertansiyon dış medyanın iskemisine neden ola majör bir nedenidir, ancak açıkça başka etkenler de var
cak şekilde a o rtik vasa vasorum ’ unda lüminal daralma dır, çünkü 60 yaşından büyük erkeklerde insidans, bu
ya neden olabilir. Böylesi b ir iskemi, düz kas hücresi kay popülasyonda abdominal aort aterosklerozu neredeyse
bı ve aynı zamanda a o rtta “ dejeneratif değişiklikler” ile evrensel olmasına rağmen % 5'ten azdır.
sonuçlanır; bu değişiklikler fibrozis (esneyebilen elastik
Olguların çoğunda AAA, aterosklerotik arterlerdeki
dokunun yerini alarak), yetersiz ESM sentezi ve a m o rf
inflamatuar infiltratlarm ve bu alanlarda üretilen yıkıcı
proteoglikanların artan birikim idir. H isto lojik olarak, bu
proteolitik enzimler aracılığıyla olan aşırı ESM yıkımın
değişiklikler - gerçek bir kist oluşumu olmasa da - to p
dan kaynaklanır. Aterosklerotik plaklar besin maddeleri
lu olarak k is tik m edyal dejenerasyon olarak adlandı
rılır (Resim 9-18). Bu değişiklikler özgün değildir; ESM
nin ve atıkların damar lümeni ile arter duvarı arasındaki
sentezi yetersiz olduğunda meydana gelebilirler, bu du difüzyonunu bozar ve ek olarak alttaki medyayı sıkıştırır.
ru m la r arasında Marfan sendrom u gibi genetik bozuk Sonuç olarak medya dejenerasyona ve nekroza gider ve
lu klar ve sko rb ü t gibi m etabolik sendrom lar vardır. arter duvarı incelir. Ateroskleroz veya hipertansiyona ge
netik yatkınlıktan bağımsız olarak AAA'ya ailesel yatkın
A o r t an evrizm aların ın en önem li ik i nedeni ate-
lık bazı kişilerde etken olabilir ve bu nedenle aortun ya
ro sk le ro z ve hip ertansiyo n d u r. A tero sklero z abdom i
pısal elemanlarındaki kalıtsal defektler anevrizma oluş
nal a o rt anevrizmasındaki baskın faktörke n, hipertansiyon
asandan a o rt anevrizmaları ile ilişkilidir. Dam ar duvarlarını
turabilir (ör. Marfan sendromu). Ek bir not olarak, AAA
zayıflatan ve anevrizm a oluşumuna yol açan diğer etkenler
ve sigara içimi ilişkili amfizem riskleri arasında bir bağ
lantı vardır ve bu da bazı etkilenen hastalarda ESM yıkı-
Resim 9 -1 8 Kistik medyal dejenerasyon. A , Marfan sendromlu bir hastadan aort mediasının enine kesiti; burada belirgin elastin parçalan
ması ve elastinin olmadığı kistik boşluklara benzeyen alanların oluşumu (yıldızlar). B, düzenli ve tabakalanmış elastik doku yapısı ile normal
media, karşılaştırma için verilmiştir. A ve B elastin siyah boyanmıştır.
346 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları
mı ile ilgili sistemik bir düzenleme bozukluğu olduğunu ® Ateromdan veya mural trombüsden emboli
göstermektedir. • Genişleyen anevrizmanın komşu yapılara basısı, ör.
üreterin sıkışması veya vertebra erozyonu
• Batında tümörü taklit eden bir kitle (sıklıkla palpas-
M ORFOLOJİ yonda pulsatil)
• Periton boşluğuna veya retroperitoneal dokulara rüp-
A A A ’lar tip ik olarak renal arte rle rin ve a o rt bifurkasyonu-
nun arasında yerleşir; sakküler ya da fu zifo rm olabilir, 15
türden kaynaklanan masif, sıklıkla ölümcül olan he-
cm kadar geniş çapta ve 25 cm kadar uzunlukta olab ilirler moraji
(Resim 9-19). O lguların büyük çoğunluğunda, altta yatan Rüptür riski boyut tarafından belirlenir. 4 cm veya daha
medyanın incelmesi ve fokal zedelenmesinin bulunduğu küçük AAA'lar neredeyse hiçbir zaman patlamazken, 4
ateroskleroz m evcuttur. A ne vrizm a kesesi çoğunlukla ge ve 5 cm arasmdakilerde her yıl için %1 oranında görülür.
nişlemiş segmentin büyük kısmını doldurabilen basit, taba- Risk 5 ve 6 cm arasmdakilerde yılda % ll 'e , 6 cm'den bü
kalanma gösteren, organizasyonu zayıf b ir mural trom büs yük olanlar için ise % 25'e yükselir. Bu yüzden 5 cm ve
içerir. Ç o k seyrek olm ayarak A A A ’ lara, iliak a rte rle rin da ya daha büyük anevrizmalar cerrahi olarak tedavi edilir,
ha küçük anevrizmaları eşlik edebilir. bu tubuler protez greftlerin açık yöntem ile yerleştirilme
• İn flam atu ar A A A ’la r çok sayıda m akrofaj ve dev hüc si ya da stentli greftlerin endoluminal olarak sokulması
relerin bulunduğu belirgin lenfoplazm ositik inflamasyon ile olabilir (bunlar genişleyebilen tel çerçeveler olup ku
içeren yoğun p e ria o rtik fibrozis ile kara kte rli farklı bir maş bir yen ile kaplıdırlar). Zamanında müdahale önem
alt tiptir. lidir, zira elektif işlemler için mortalite oranı yaklaşık ola
• M ikotik A A A ’la r dolaşımdaki m ikroorganizm aların rak % 5 iken rüptür sonrası acil cerrahideki oran kabaca
(Salmonella gastroenteritinden kaynaklanan bakteriye- % 50'dir.
m ide olduğu gibi) anevrizma duvarı veya eşlik eden Vurgulanması gereken bir nokta, ateroskleroz siste
trom büse yerleşmesi ile oluşur; sonuçta oluşan süpüras- mik bir hastalık olduğundan AAA'sı olan bir hastanın
yon medyal zedelenmeyi hızlandırır ve ani dilatasyon ve başka damar yataklarında da aterosklerozu olmasının
rü p tü re yol açabilir. çok olası olduğu ve İKH ile inme riskinin belirgin yüksek
olduğudur.
A o rt Diseksiyonu
Aort diseksiyonu, kanın yayılarak medyanın laminer tabaka
larını birbirinden ayırması ve aort duvarı içinde kan dolu bir
kanal oluşturmasıyla oluşur (Resim 9-20); bu gelişme eğer
diseke eden kan adventisyadan rüptüre olup dışarıya,
komşu boşluklara kaçarsa ölümcül olabilir. Aort diseksi-
yonuna aort dilatasyonu eşlik etmek zorunda değildir ve
eski terim olan "dissekan anevrizma'dan" kaçınılmalıdır.
Aort diseksiyonu başlıca iki yaş grubunda görülür: (1)
önceden hipertansiyonu olan 40-60 yaş arası erkekler (ol
guların % 90'ı) ve (2) aortu etkileyen bağ doku anormallik
leri olan daha genç hastalar (ör. Marfan sendromu). Di-
seksiyonlar iyatrojenik de olabilirler (ör. tanısal kateteri-
Resim 9 -1 9 Abdominal aort anevrizması. A , Okla gösterilmiş böl
zasyon veya kardiyopulmoner bypass sırasındaki arteriyel
gede yırtılan (rüptür) büyük aort anevrizmasının dış görünüşü. B,
Açılmış görünüş, rüptürün yeri bir gösterge ile işaretlenmiştir. Anev kanülasyonlarm komplikasyonu olarak). Nadiren, bilin
rizmanın duvarı ileri derecede incedir ve lümen tabakalanmış, meyen sebeplerle, gebe kadınlarda, aortun veya koroner
büyük trombüs içermektedir. arterler de dahil olmak üzere, aortun dallarının diseksiyo-
A n e vrizm a la r ve D iseksiyonlar 347
Resim 9 -2 0 A o rt diseksiyonu. A , Kanın medyaya girmesine ve duvar içi hematom (ince oklar) oluşumuna yol açan, küçük, obiik bir inti-
mal yırtıktan (gösterge ile belirtilmiştir) kaynaklanan proksimal diseksiyonu olan açılmış bir aortun makroskopik fotoğrafı, intimal yırtığın
aterosklerotik plağın bulunmadığı bir alanda olduğuna ve duvar içi hematomun ilerleyişinin aterosklerozun başladığı (geniş ok) daha distal
bir alanda durduğuna dikkat edin. B, Bir aort duvar içi hematomunu (yıldız) gösteren diseksiyonun histolojik görünümü. Movat boyası ile
boyanmış bu kesitte aort elastik tabakaları siyah ve kan kırmızı renktedir.
VASKÜLİT
Vaskillit damar duvarı inflamasyonu için kullanılan genel
bir terimdir. Olası klinik bulgular çeşitlidir ama büyük
oranda hangi vasküler yatağın tutulduğuna dayanırlar.
Etkilenen dokulara bağlı bulgulara ek olarak sıklıkla
ateş, kas ağrısı, eklem ağrısı ve bitkinlik gibi sistemik inf-
lamasyon bulgu ve belirtileri vardır.
Belli vaskülit formlarının görece daha büyük damarla
rı etkilemeye yatkınlıkları olsa da (ör. büyük veya orta
boydaki müsküler arterler) çoğu küçük damarları tutar
(arterioller, kapillerler ve venüller). Yaklaşık olarak, 20
primer vaskülit formu tanımlanmıştır ve etkilenen dama
rın çapma, immün komplekslerin rolüne, spesifik otoan-
Tip A Tip B tikorlarm varlığına, granülom oluşumuna, doku tropiz
mine ve diğer yetersiz olarak tanımlanmış kriterlere gö
Resim 9-21 Diseksiyonların sınıflandırılması. Tip A (proksimal)
çıkan aortu tutar, bu ya daha yaygın bir hastalığın komponenti re, vaskülitler sınıflama şemaları ile (değişen başarı oran
(DeBakey tip I) ya da izole (DeBakey tip II) resimdedir. Tip B (dis ları ile) gruplandırılmaya çalışılmıştır (Resim 9-22). İleri
tal veya DeBakey III) diseksiyonlar büyük damarların ayrılma yer de göreceğimiz gibi, bu hastalıkların çoğunun arasında
lerinden sonra ortaya çıkar. oldukça fazla klinik ve patolojik örtüşmeler vardır.
Vaskülitlerin en sık görülen patogenetik mekanizma
larından ikisi, immün aracılı inflamasyon ve damar duvar
neden olabilir. Kardiyak tutulumda sık klinik bulgular larının enfeksiyöz patojenler tarafından direkt invazyonudur.
kardiyak tamponad, aort yetmezliği ve myokard infark- Enfeksiyonlar indirekt olarak da immün aracılı vaskülit
tüsüdür. Diğer komplikasyonlar diseksiyonun boynun oluşumuna yol açabilirler (ör. immün kompleks oluştura
büyük arterlerine ve renal, mezenterik ya da iliak arter rak ya da çapraz reaksiyonu tetikleyerek). Elastalarda,
lere yayılmasına bağlıdır; bunların herhangi biri tıkana enfeksiyöz ve immünolojik mekanizmaları ayırmak
bilir. Benzer olarak spinal arterlerin sıkışması transvers önemlidir, çünkü immünbaskılayıcı tedavi immün-aracı-
myelite neden olabilir. lı vaskülitler için uygundur, ancak enfeksiyöz vaskülitler
Tip A diseksiyonlarda hızlı tanı ve yoğun antihiper- için pekâla zararlı olabilir. Radyasyon, mekanik travma
tansif tedavinin uygulanması ile beraber aorttaki intima ve toksinler gibi fiziksel ve kimyasal zedelenmeler de
yırtığının cerrahi plikasyonu hastaların % 65 ila % 85'- vaskülite neden olabilirler.
nin sağ kalmasını sağlayabilir. Ancak, kanama veya dis
tal iskemi bulguları ile başvuran hastalarda mortalite Non-İnfeksiyöz (İnfeksiyöz Olmayan) Vaskülitler•
oranı % 70'e yaklaşır ve 10 yıllık toplu sağkalım oranı % Non-infeksiyöz vaskülitlerin altında yatan en önemli im
40 ile % 60 arasındadır. Çoğu tip B diseksiyonlar daha az münolojik mekanizmalar şunlardır:
girişimsel ve koruyucu yöntemler ile çözülebilir; cerrahi
• İmmün kompleks birikimi
veya sadece anti-hipertansif ilaç tedavisi ile hastaların
• Anti-nötrofil sitoplazmik antikorlar
sağkalımı % 75 oranındadır.
• Anti-endotelyal antikorlar
• Otoreaktif T Hücreleri
İm m ün K om p leks İlişkili Vaskülit. Bu vaskülit formu
sistemik lupus eritematozus (Bölüm 4) gibi immünlojik
O Ö ZET hastalıklarda görülmektedir ve otoantikor üretimi ile
Anevrizmalar ve Diseksiyonlar bağlantılıdır. Vasküler lezyonlar Arthus fenomeni ve se
rum hastalığı gibi deneysel immün kompleks-aracılı has
• Anevrizmalar kalp veya kan damarlarının tüm duvar ka talıklara benzer ve çoğu olguda lezyonîar kolaylıkla ta
lınlığı boyunca tutulduğu doğumsal veya kazanılmış dila-
nımlanan antikor ve kompleman bulundurur. Ancak
tasyonlarıdır. Komplikasyonlar rüptür, trombüs ve em-
sıklıkla bu tip vaskülit tanısal zorluklar yaratır. Sadece
bolizasyondan kaynaklanır.
nadir olgularda immün kompleks oluşumuna neden
• Diseksiyonlar, kan bir kan damarı duvarına girip, çeşitli olan spesifik antijen bilinebilmektedir. İmmün komp
tabakaları birbirinden ayırdığında oluşur. Komplikasyon leksler seyrek olarak dolaşımda saptanabilmekte olup
lar rüptür veya aortun dallarının tıkanmasından köken
çoğu durumda patojenik antijen-antikor kompleksleri
alır.
nin dolaşımdan mı geldiği ya da in situ mu oluştuğu be-
Vaskülit 349
Kapillerler
Arterioller Venüller
Arterler Veriler
lirsizdir. Gerçekte, şüphelenilen olguların çoğunda anti- ® Arıti-preoteinaz-3 (PR3-ANCA), buna daha önceden c-
jen-antikor birikimleri bile az miktardadır, bunun nede ANCA denilmekteydi. PR3 bir nötrofilik azurofilik gra-
ni biyopsi yapıldığı anda immün komplekslerin olasılık nül bileşenidir ve çok sayıda mikrobik peptid ile homo-
la çoktan yıkılmış olmasıdır. loji göstermektedir; bu da PR3-ANCA'larm gelişimine
Aşağıdaki vaskülitlerde immün kompleks birikimi so bir açıklama getirmektedir. PR3-ANCATar Wegener
rumlu tutulmaktadır: granulomatozisinde görülmektedir (aşağıya bakınız).
® Anti-myeloperoksidaz (MPO-ANCA), buna daha önce
® İlaç hipersensitivitesi vasküliti. Bazı olgularda ilaçlar (ör.
den p-ANCA denilmekteydi. MPO oksijen serbest ra
penisilin), konak proteinlerine bağlanan haptenler gibi
dikallerinin oluşturulmasında yeri olan bir lizozomal
davranırlar; diğer bazı ajanlar ise zaten yabancı prote
graniil bileşenidir (Bölüm 2). MPO-ANCAlar bazı ilaç
inlerdir (ör streptokinaz). Etkene bakmaksızın sonuç
lar tarafından oluşturulmaktadır; özellikle propiltiou-
ta, ilaç tarafından değiştirilmiş preoteinler veya yaban
rasil tarafından. MPO-ANCA'lar mikroskopik polianji
cı moleküllere yönteltilen antikorlar immün kompleks
itis ve Churg-Strauss sendromunda görülmektedir (ya
oluşumuna neden olur. Klinik bulgular hafif ve kendi
zının devamına bakınız).
ni sınırlayıcı olabilir, ya da şiddetli ve hatta ölümcül de
olabilir; deri lezyonları en sık olanlardır. İlaç hipersen- ANCA titreleri ile hastalık aktivitesi arasındaki yakın
sitivitesinin vaskülitin bir nedeni olabileceğini göz ilişki bu antikorlar için patojenik bir rolü düşündürmek
önüne almak her zaman önemlidir, çünkü ilgili ilacın tedir. Önemli olarak, ANCA'lar nötrofilleri doğrudan ak-
aliminin kesilmesi genelde iyileşme ile sonuçlanır. tive edebilirler ve bu sayede reaktif oksijen türevleri ve
proteolitik enzim salınmamı uyarabilirler; vasküler ya
• Enfeksiyonlara sekonder vaskülitler. Mikrop bileşenlerine
taklarda bu, endotel hücresi hasarına neden olabilir. AN-
karşı oluşan antikorlar dolaşıma katılan immün komp
CA'nm antijenik hedefleri başlıca hücre içinde olmakla
leksler oluşturabilir ve bunlar vasküler lezyonlarda bi
beraber (bu yüzden bu antijenler dolaşımdaki antikorlar
rikebilir. Poliarteritis nodosa hastalarının % 30'a varan
la genelde temasa geçemezler), şimdi açıkça anlaşılmıştır
kısmında (aşağıya bakınız) vaskülite, hepatit B yüzey
ki ANCA antijenleri (özellikle PR3) aktive olmuş veya
(surface) antijeni (HbsAg) ile anti-HbsAg antikorundan
apoptotik nötrofillerin ya plazma membranmda kalıcı
oluşan immün kompleksler neden olabilmektedir.
olarak düşük düzeylerde bulunmaktadırlar, ya da hücre
A nti-N ötrofil S itoplazm ik A ntikorlar. Vasküliti olan pek yüzeylerine taşınmaktadırlar.
çok hastanın kanında, anti-nötrofil sitoplazmik antikorlar ANCA vasküliti için akla yatkın gelebilecek bir meka
(ANCA'lar) denilen ve nötrofillerin sitoplazmik antijenle nizma aşağıdaki sırada oluşmaktadır:
ri ile reaksiyona giren antikorlar bulunur. ANCA'lar, • İlaçlar veya çapraz-reaktif olan mikrobik antijenler
nötrofillerin birincil grandileri, monositlerin lizozomları ANCA oluşumunu uyarmaktadır; ya da diğer bir seçe
ve endotel hücrelerinin içeriklerine (başlıca enzimler) nek olarak, lökositlerin yüzeylerinde PR3 ve MPO bu
karşı gelişmiş heterojen bir grup otoantikordurlar. AN lundurmaları veya bunları salgılamaları (enfeksiyon
CA'lar çok kullanışlı tanısal belirteçlerdir; titreleri genel varlığında), yatkın bir bireyde ANCA gelişimini uyarır.
olarak klinik durumun şiddetini yansıtır ve hastalığın • Daha sonra ortaya çıkan enfeksiyon, endotoksin maru-
sessiz olduğu dönemlerden sonra, artmış titreleri hasta ziyeti veya inflamatuar uyarılar TNF gibi sitokinleri te
lık nüksünü öngören bir veridir. Bir takım ANCA'lar ta tikler ve bu da nötrofiller ve diğer hücrelerin yüzeyle
nımlanmış olsa da ikisi en önemlidir: rinde PR3 ve MPO eksprese etmelerine neden olur.
350 BÖLÜM 9 Kan Damarları
• ANCA'lar sitokinlerce aktive edilmiş bu hücrelere arterleri- etkiler. Vertebral ve oftalmik arterler kadar aor-
bağlanır ve nötrofillerin daha da aktive olmalarına ne tuda (dev hücreli aortit) tutabilir. Oftalmik arter tutulu
den olur. mu ani ve kalıcı körlüğe yol açabileceğinden etkilenen
• ANCA'larca aktive edilmiş nötrofiller endotel zedelen kişiler uygun şekilde tanı almalı ve tedavi edilmelidir.
mesine neden olur; bunu grandilerinin içeriğini boşal
tarak ve reaktif oksijen türleri oluşturarak yaparlar.
ANCA otoantikorları hücresel bileşenlere yönelen anti PATO G EN EZ
korlardır ve dolaşımda immün kompleksler oluşturmaz Kanıtlar büyük olasılıkla damar duvarında şimdiye kadar ta-
lar. Vasküler lezyonlar tipik olarak gösterilebilen antikor nımlanamayan bir damar duvarı antijenine karşı oluşan T
ve kompleman içermezler; bu nedenle ANCA-ilişkili vas- hücre aracılı immün cevabın merkezde olduğunu göster
külitlere çoğunlukla "pauci-immune" ("az immun") den mektedir. Pro-inflamatuar sitokinler ve anti-endotelyal hüc
mektedir. İlginç olarak, PR3 ve MPO dışındaki protein re antikorları da sürece katkıda bulunmaktadır. Karakteris
lere karşı yöneltilmiş olan antikorlar bazen vaskülitik ol tik granülomatöz inflamasyon, MHC tip II halotiplerinin bel
mayan inflamatuar hastalıklarda görülmektedir (ör. ilti- li tipleri ile olan ilişki ve steroidlere verilen mükemmel teda
habi barsak hastalığı, sklerozan kolanjit ve romatoid art- vi yanıtı, immün bir etyolojiyi desteklemektedir. Temporal
rit gibi). arterin tutulmasına neden olan olağan dışı eğilim hala açık-
A nti-Endotelyal Hücre A ntikorları. Endotel hücrelerine lanamamaktadır; ama bir hipoteze göre bedenin farklı yer
karşı oluşmuş antikorlar, Kawasaki hastalığı gibi belli lerindeki damarlar farklı kökenlerden gelmekte olup bu
vaskülit tiplerine neden olabilir (ileride bahsedilecek). yüzden farklı antijenler eksprese ediyor olabilirler.
Resim 9 -2 3 Temporal (dev hücreli) arterit. A , Fragmantasyon gösteren internal elastik membrana yakın dev hücreler (ok), medial ve
adventisyal inflamasyon içeren temporal arterin H+E boyalı kesiti. ES, internal elastik membrandaki fokal yıkımı gösteren elastik doku
boyası (ok) ve eşlik eden medial atenüasyon ve skarlaşma. H+E, hematoksilen-eosin.
Vaskülit
Takayasu Arteriti
Takayasu arteriti orta ve büyük çaplı arterlerin, başlıca
oküler bozukluklar ve üst ekstremite nabızlarında belirgin
zayıflama (bu nedenle alternatif ismi “nabızsızlık hastalı
ğı" dır) ile karakterli granülomatöz vaskülititir. Bu bozul
ma kendini, aortada-özellikle arkus aorta ve büyük damar-
larda-transmural skarlaşma ve kalınlaşma ile ana dallarda
ağır luminal daralma şeklinde gösterir (Resim 9-24). Aortik
lezyonlar, dev hücreli aortitin pek çok klinik ve histolojik
özelliğini paylaşır. Aslında, bu iki hastalık arasındaki ayı
rım, büyük oranda hastanın yaşı temel alınarak yapılır;
50 yaşından daha yaşlı olanlar dev hücreli aortit, 50 ya
şından daha genç olanlar Takayasu aortiti olarak olarak
tanımlanırlar. Tarihsel olarak Japon toplumu ve belli Resim 9-24 A , Büyük damarlar içerisindeki kontrast materyal
HLA haplotipleri ile ilişkilendirilmiş olmasına rağmen, akımının yavaşladığını ve brakiosefalik, karotis ve subklavian arter
Takayasu aortiti global bir dağılıma sahiptir. Otoimmün lerdeki daralmayı (oklar") gösteren aort anjiyogramı. B, Resim
bir etyoloji olasıdır. A ’daki hastanın sağ karotis arterinin kesitlerinde belirgin intimal
kalınlaşma ve lümende daralma görülmekte. Beyaz halkalar orijinal
damar duvarı; iç kısımdaki daha koyu renkli bölge ise intimal hiper-
plaziyi temsil etmektedir. C, A k tif Takayasu arteritinin histolojik
görünümünde arterin media tabakasında mononükleer hücre infil-
M ORFOLOJİ trasyonu ve inflamatuar dev hücreler (oklar) içeren hasar ve
fibrozis izlenmekte.
T akayasu a r te riti k la sik o lara k a rk u s ao rtayı ve ar
ku s d am arların ı tu ta r; hastaların üçte birinde aortanın
geri kalan kısmı ve dalları da etkilenir. Nadiren, aort kökü
tutulumu dilatasyona ve aortik kapakta yetmezliğe neden
olur. Pu lm o n er a rte rle r % S O hastada tu tu lu r, renal Takayasu Aortitinin Klinik Özellikleri
ve k o ro n er a r te rle r de e tkile n eb ilir. Büyük damarla Başlangıç belirti ve bulguları yorgunluk, kilo kaybı ve
rın çıkış noktaları, üst ekstremite güçsüzlüğünü ve zayıf ka- ateş gibi olup genellikle spesifik değildir. İlerleme ile bir
rotis nabızlarını açıklayacak şekilde, belirgin olarak daral likte, vasküler belirti ve bulgular görülür ve klinik tablo
mış hatta tamamen tıkanmış olabilir (Resim 9-24, A ve B). ya hakim olur. Bunlar düşük üst ekstremite kan basıcı ve
Histolojik görünüm (Resim 9-24. C) adventisyada mono- atım kuvvetini', nörolojik eksiklikleri ve görme alanı de-
nükleer infiltrasyon ve vasa vasorumu saran perivasküler fektleri, retinal kanamalar ve tam körlük gibi oküler bo
inflamasyondan, yoğun transmural mononükleer inflamas- zuklukları içerir. Distal aorta hastalığı, bacaklarda kladi-
yona, dev hücrelerle dolu, yama şeklinde medyal nekroz kasyo şeklinde ortaya çıkabilir ve pulmoner arter tutulu
içeren granülomatöz inflamasyona kadar değişen bir spekt- mu pulmoner hipertansiyona yol açabilir. Koroner osti-
rum gösterir, inflamasyona, damar duvarında düzensiz ka
umlarm daralması myokard infarktüslerine yol açabilir
lınlaşma, intimal hiperplazi ve adventisyada fibrozis eşlik
ve renal arterlerin tutulumu kabaca hastaların yarısında
eder.
sistemik hipertansiyona neden olur. Hastalığın gelişimi
352 BÖLÜM 9 Kan Damarları
değişkendir. Bazı kişilerde hızlı ilerlerken, diğerlerinde yorgunluk, ateş ve kilo kaybı- spesifik değildir ve vaskü-
1 - 2 yıl sonra sakinleşir. İkinci senaryoda, görme defekt- ler tutulum geniş dağılım gösterir. Bu nedenle klinik
leri ya da nörolojik bozukluklara rağmen, uzun süreli semptomlar da değişken ve şaşırtıcı olabilir. "Klasik" ola
sağkalım mümkündür. rak tanımlanabilecek başlangıç semptomları, renal arter
tutulumu nedeni ile hızla ilerleyen hipertansiyon; vaskü-
Poliarteritis Nodoza ler gastrointestinal lezyonlar nedeni ile karın ağrısı ve
Poliarteritis nodoza (PAN), tipik olarak renal ve visseral kanlı gaita; kaslarda yaygın sızı ve ağrı ve özellikle mo
damarları tutan ve pulmoner dolaşımı etkilemeyen, kü tor sinirleri etkileyen periferik nöritin kısmi birliktelikle
çük veya orta çaplı müsküler arterlerin sistemik vasküliti- rini içerebilir. Renal tutulum sıklıkla belirgindir ve bu
dir. ANCA'lar ile ilişki yoktur, ancak hastaların üçte bi hastalarda en önemli ölüm nedenini oluşturur. Tedavi
rinde, tutulan damarlarda biriken hepatit B antijenlerini edilmez ise, PAN ölümcüldür; ancak immünsupresyon %
içeren immün kompleks oluşumuna yol açan kronik he 90 hastada remisyon ya da tam iyileşmeyi sağlayabilir.
patit B enfeksiyonu vardır. Geri kalan hastalarda ise ne
den bilinmemektedir. Kawasaki Hastalığı
Kawasaki hastalığı, bebeklik ve çocukluk döneminin (%
80 hasta 4 yaşından daha küçüktür) genellikle kendi
M O RFOLOJİ kendini sınırlayan, büyük ve orta çaplı damarları tutan
Klasik PAN, sıklıkla trombüs oluşumunun üzerine eklendi arteritle ilişkili akut febril hastalığıdır. Klinik önemi, koro
ği, k ü çü k ve o rta çaplı a rte rle rin segm ental, tran s- ner arter tutulumundan kaynaklanmaktadır, koroner arterit
m ural n ek ro tizan inflam asyonudur. Böbrek, kalp, ka yırtılma ve tromboz riski olan anevrizmalar aracılığı ile
raciğer ve gastrointestinal sistem damarları giderek azalan myokard infarktüsü ile sonuçlanabilir. Esas olarak Japon
sıklık sırası ile etkilenirler. Lezyonlar genellikle damar çev ya'da tanımlanmış olmasına karşın, günümüzde hastalık
resinin sadece bir kısmını etkiler ve dallanma noktalarını ABD ve diğer ülkelerde de bildirilmektedir.
öncelikle tutma eğilimindedir. Perfüzyon bozukluğu etkile Genetik olarak duyarlı kişilerde, çeşitli enfeksiyöz et
nen damarların dağılım bölgelerinde ülserasyonlar, infark- kenler (çoğunluğu viral) hastalığı tetikleyebilir. Vaskülit,
tüsler, iskemik atrofi ya da kanamalara neden olabilir, infla- çapraz reaktif ya da yeni bir vasküler antijen(ler)e karşı
matuar süreç ayrıca arter duvarını zayıflatarak anevrizma gelişmiş, gecikmiş aşırı duyarlılık reaksiyonu nedeni ile
ve yırtılmaya yol açar. ortaya çıkabilir. Reaksiyonun devamında oluşan sitokin
Akut faz sırasında, nötrofîller ve mononükleer hücreler üretimi ve poliklonal B hücre aktivasyonu endotel hücre
den oluşan, transmural mikst inflamatuar infiltrata sıklıkla eş leri ve düz kas hücrelerine karşı otoantikor gelişimi ile so
lik eden fibrinoid n ek ro z ve luminal tromboz vardır (Re nuçlanarak, bunların vaskülit oluşturmasına neden olur.
sim 9-25). Eskimiş lezyonlar, damar duvarında adventisyaya
uzanan fibröz kalınlaşma gösterir. Karakteristik olarak akti-
vitenin tüm dönem leri (erkenden geçe) farklı damarlar MORFOLOJİ
da ya da aynı damarda bile b irlik te bulunur, ki bu durum
süreğen ve tekrarlayan patojenik atakları düşündürür. Vaskülit poliarteritis nodozada görülene benzer. Fibrinoid
nekroz poliarteritis nodozaya göre daha az belirgin olsa da,
yoğun bir transmural inflamatuar infiltrat vardır. Akut vas
PANın Klinik Özellikleri külit tipik olarak kendi kendine ya da tedaviye cevaben ge
PAN asıl olarak genç erişkinlerin hastalığıdır, ancak her rilemekle birlikte, duvar zedelenmesi nedeni ile anevrizma
yaşta görülebilir. Klinik gidiş, akuttan kroniğe kadar de oluşumu hastalığa eklenebilir. Diğer arteritlerde olduğu gi
ğişebilir, ancak tipik olarak aralarında uzun semptomsuz bi, iyileşmiş lezyonlar da tıkayıcı intimal kalınlaşmalar göste
dönemler olan epizodlar şeklindedir. Sistemik bulgular- rebilir. Kardiyovasküler sistem dışındaki patolojik değişiklik
ler nadiren önemlidirler.
Resim 9 -2 6 A N C A ilişkili küçük damar vaskülitinin tipik formları. A , Damar içinde ve çevresinde nötrofil artıkları içeren mikroskopik
polianjit (lökositoklastik vaskülit). B ve C, Wegener granülomatozu. B, A rte r çevresinde, epiteloid hücreler ve dev hücreler ile karakter
li granülomatöz inflamasyon gösteren küçük arter vasküliti (oklar). C, Ölümcül Wegener granülomatozu olan hastanın, büyük, nodüler
kavitasyon lezyonları gösteren akciğerinden bir makroskopik fotoğraf.
(A, Dr. S c o tt Granter'in izni ile, Brigman and W omen’s Hospital, B o sto n , Massachusetts. C, Dr. Sidney M urphee’nin izni ile kullanılmıştır, Patoloji Bölümü, Teksas Üniver
sitesi, Southwestern Tıp Fakültesi, Dallas, Teksas.)
354 BÖLÜM 9 Kan Damarları
değişir; akciğer bulguları da diffüz parenkimal infiltratlardan ler olmak üzere, orta çaplı ve küçük arterlerin, tromboz
granülomatöz nodüllere kadar değişir. Fibrob lastik proli- ile ilişkili fokal, akut ve kronik inflamasyonu ile karak
ferasyon ile çevrelenm iş m ultifokal n ek ro tizan gra terlidir; nadiren lezyon yakınındaki venlere ve sinirlere
nülom atöz v ask ü lit vardır (Resim 9-26, B). Çok sayıda ikincil yayılım görülebilir. Buerger hastalığı, hemen da
granülom birleşerek radyolojik olarak görülebilen, kavitas- ima ağır sigara içicilerde görülür ve genellikle 35 yaşın
yon içeren nodüller yapabilirler (Resim 9-26, B). Damarla dan önce ortaya çıkar.
rın yıkımı kanama ve hemoptiziye neden olabilir. Sonuçta Etyoloji bilinmemektedir. Sigaranın içindeki bazı
lezyonlar ilerleyen fibrozis ve organizasyona gidebilirler. maddeler ile oluşan direkt endotel hücre toksisitesinden
Renal lezyo n lar, izole glomerüler kapilier kıvrımlarda şüphelenilmektedir; alternatif olarak, sigara içindeki re-
trombozun eşlik ettiği, hafif, fokal glomerüler nekrozdan aktif bir madde damar duvarı komponentlerini değişti
(fo kal ve segm ental n ek ro tiza n g lom erü lo n efrit), rebilir ve immün cevap gelişimine yol açabilir. Aslında,
daha şiddetli diffüz nekroz ve epitelyal kresent oluşturan Buerger hastalığı olan hastaların çoğu sigara ekstreleri-
pariyetal hücre proliferasyonuna yol açacak (k re se n tik ne karşı aşırı duyarlıdır. Bazı etnik gruplarda (İsrailli, Ja
glom erü lo n efrit) (Bölüm 13) kadar kadar değişken ola pon, Hintli) görülme sıklığının yüksek olması ve bazı
bilir.
MHC haplotipleri ile olan ilişkisi nedeni ile genetik eği
lim akla gelmektedir.
o
Wegener Granülomatozunun Klinik Özellikleri
Kadınlar ve diğer yaşlardaki kişiler de etkilenebilirse de, MORFOLOJİ
tipik hasta 40 yaşındaki erkektir. Klasik başvuru bulgu
ları, nodüllerin eşlik ettiği bilateral pnömonitis ve kaviter Tromboanjitis obliterans, ö ze llik le ek stre m ite le rin or
lezyonlar (% 95), kronik sinüzit (% 90), nazofarenksin t a çaplı ve k ü çü k a rte rle rin in kesk in o larak segmen
mukozal ülserasyonları (% 75) ve böbrek hastalığı (% 80) ta l, a k u t ve k ro n ik tra n sm u ral vasküliti ile karakterli
dır. Böbrek tutulum şiddeti düşük olan hastalarda sadece dir. Erken dönemlerinde, mikst inflamatuar infiltratlara eş
tedaviye cevap veren hematüri ve proteinüri görülebilir. lik eden luminal tromboz vardır: nadiren granülomatöz inf-
Ancak hastalık daha şiddetli ise, hızla ilerleyici böbrek lamasyon ile çevrelenmiş küçük m ikro ab seler de görüle
bilir (Resim 9-27). inflamasyon sıklıkla, eşlik eden venlere
yetmezliği gelişebilir. Döküntü, kas ağrıları, eklem tutu
ve sinirlere de yayılır (diğer vaskülit formlarında nadir gö
lumu, nöritis ve ateş de izlenebilir. Tedavi edilmez ise, bi
rülen bir özellik). Zaman içerisinde, trombüs organizasyon
rinci yılda ölüm oranı % 80 dir. Steroidler, siklofosfamid,
ve re-kanalizasyon gösterebilir ve sonuçta arter ve çevre
TNF inhibitörleri ve anti-B hücre antikorları (rituximab) sindeki yapılar fibröz doku içerisinde sıkışmış hale gelir.
ile tedavi bu klinik tabloyu önemli ölçüde düzeltir. Wege
ner granülomatozlu pek çok hasta artık yaşamaktadır,
ancak en sonunda böbrek yetmezliğine yol açabilecek
Buerger Hastalığının Klinik Özellikleri
nüksler için her zaman yüksek risk altındadırlar.
Erken bulguları soğuk ile indüklenen Raynaud fenome
Churg-Strauss Sendromu nini, egzersiz ile başlayan ayağın üst kısmındaki ağrıyı
(instep klaudikasyon) ve yüzeyel nodüler flebiti (venöz inf
Churg-Strauss Sendromu (allerjik granülomatozis ve anji-
lamasyonu) içerir. Buerger hastalığındaki vasküler yet
tis olarak da adlandırılır) klasik olarak astım, alerjik rinit,
mezliğe, şüphesiz ki nöral tutuluma bağlı, dinlenme sıra
akciğerde infiltratlar, periferik eozinofili, ekstravasküder nek
sında bile şiddetli ağrı eşlik etme eğilimindedir. Kronik
rotizan granülomlar ve damarlar ile perivasküler dokuların
ekstremite ülserasyonları gelişebilir ve zamanla aşikar
çarpıcı eozinofilik infiltrasyonu ile ilişkili olan küçük da
gangrene ilerleme gösterir. Hastalığın erken dönemlerin-
marların nekrotizan vaskülitidir. Nadir bir hastalıktır, 1
milyon kişide bir görülür. Deri tutulumu (palpe edilebi
len purpura ile), gastrointestinal kanama ve böbrek has
talığı (primer olarak fokal segmental glomerüloskleroz
şeklinde) majör bulgularıdır. Myokardial eozinofilik in-
filtrasyonun oluşturduğu sitotoksisite sıklıkla kardiyom-
yopatiye yol açar; kardiyak tutulum % 60 hastada görü
lür ve en önemli morbidite ve ölüm nedenidir.
Churg-Strauss sendromu normalde önemi olmayan
allerjik uyaranlara karşı gelişmiş bir "aşırı cevaplılık" ne
deni ile oluşabilir. MPO-ANCA'lar az sayıda olguda var
dır. Bu durum bozukluğun patogenetik olarak heterojen
olduğunu düşündürür. Vasküler lezyonlar, granülomlar
ve eozinofillerin varlığı ile poliarteritis nodoza ya da mik-
roskopik polianjitisden farklılık gösterir.
Lenfanjit, lenfatik damarların, bakteriyel enfeksiyon Tablo 9-4 Vasküler Tümörlerin ve Tümör-Benzeri Durumların
ların yayılımı ile ortaya çıkan akut inflamasyonudur ve Sınıflaması
2.Bölümde tartışılmıştır. Klinik olarak, inflame lenfatik Benign Tümörler, Gelişimsel ve Edinsel Durumlar
ler kırmızı, ağrılı subkütan çizgilenmeler şeklinde görünür
Hemanjiom
ve genellikle drene eden lenf bezlerindeki duyarlı büyü Kapiller hemanjiom
me (ıakut lenfanjit) ile ilişkilidir. Eğer bakteriler lenf bez Kavernöz hemanjiom
lerinde tutulamazsa, venöz dolaşıma girebilir ve bakteri- Pyojenik granülom
yemi veya sepsise neden olur. Lenfanjiom
Primer lenfödem, ya izole bir konjenital defekt (basit Basit (kapiller) lenfanjiom
Kavernöz lenfanjioma (kistik higroma)
konjenital lenfödem) ya da lenfatiklerin agenezisi veya
Glomus tümörü
hipoplazisi sonucu oluşan ailesel Milroy hastalığı (heredo Vasküler ektaziler
familial komjenital lenfödem) şeklinde oluşabilir. Sekonder Nevüs flammeus
ya da obstriiktif lenfödem evvelce normal olan lenfatikle Spider telenjiektazi (arteriyel örümcek)
rin tıkanması sonucunda, tıkanmanın gerisinde biriken Herediter hemorajik telenjiektazi (Osler-Weber-Rendu hastalığı)
interstisyel sıvı ile oluşur; böyle bir tıkanma çeşitli bo Reaktif vasküler proliferasyonlar
Basiller anjiomatozis
zukluklar veya durumlar nedeni ile gelişebilir:
• Lenfatik kanalları ya da bölgesel lenf bezlerini tutan O rta Dereceli Tümörler
tümörler Kaposi sarkomu
• Lenfatik bağlantıları bozan cerrahi prosedürler (ör. Hemanjioendotelyoma
radikal mastektomide aksiller lenf bezleri) Malign Tüm örler
® Radyasyon fibrozisi
Anjiosarkom
e Filariazis
• Postinflamatuar tromboz ve skarlaşma
hücresine spesifik belirleyicilerin immunhistokimya-
Nedeni ne olursa olsun, lenfödem tıkanmanın distalin-
sal olarak gösterilmesini gerektirebilir.
deki lenfatiklerin hidrostatik basıncını arttırır ve ödem
le sonuçlanır. Kronik ödem, ekstrasellüler matriks depo Bunlar kontrolü bozulmuş endotel hücrelerinin tümörü
lanmasına ve fibrozise yol açarak, üstteki deride sert in- olduğundan, kan damarı oluşumunu baskılayan faktör
dürasyona ya da portakal kabuğu görünümüne eden ola lerle büyümelerinin kontrol edilebilme olasılığı (antianji-
bilir. Sonuçta, yetersiz doku perfüzyonu deride ülseras- ogenik faktörler) keşfedilmiştir.
yona yol açabilir. Tipik olarak invaziv tümör kitlesi ile
oluşan lenfatik tıkanmayı takiben oluşan dilate lenfatik Benign Tümörler ve Tümör Benzeri Durumlar
lerdeki yırtılma, şilöz asit (karında), şilotoraks ve şiloperi-
Vasküler Ektaziler
kardium olarak isimlendirilen çeşitli boşluklarda sütsü
Ektazi herhangi bir yapının lokal dilatasyonu için kullanı
lenf birikimlerine neden olabilir.
lan genel bir terimdir. Buna karşın telenjiyektazi, kırmızı
belirgin bir lezyon oluşturan, varolan küçük damarların
TÜMÖRLER (genellikle deri veya müköz membranlardaki kapillerler,
venüller ve arterioller) kalıcı dilatasyonunu tanımlamak
Kan damarları ve lenfatiklerin tümörleri benign heman- için kullanılır. Bu lezyonlar konjenital ya da edinsel ola
jiomları, seyrek metastaz yapan lokal agresif tümörleri bilir ve gerçek neoplazi değildirler.
ve nadir, oldukça malign anjiosarkomları kapsar (Tablo • Nevüs flammeus ("doğum lekesi"), vasküler ektazinin
9-4). Büyük damarların primer tümörleri (aort, pulmoner en sık formudur. Baş ve boyundaki, rengi açık pembe
arter ve vena kava) ileri derecede nadirdir ve sıklıkla sar den koyu mora değişen yassı lezyondur ve dilate da
komlardır. Konjenital ya da gelişimsel malformasyonlar marlardan oluşur. Sonunda kendiliğinden geriler.
ve nonneoplastik reaktif vasküler proliferasyonlar da • Kırmızı şarap lekesi olarak bilinen lezyon, nevus flam-
(örn. basiller anjiomatozis) tümör-benzeri lezyonlar olarak meusun özel bir formudur. Bu lezyonlar çocukluk dö
ortaya çıkabilirler. neminde büyüme eğilimindedir, deri yüzeyini kalın
Vasküler neoplazmlar endotelden (örn. hemanjiom, laştırır ve zamanla solmazlar. Trigeminal sinir dağılı
lenfanjiom, anjiosarkom) ya da kan damarlarını destek mında yerleşen bu tip lezyonlar Sturge-Weber sendro-
leyen veya çevreleyen hücrelerden (örn. glomus tümörü, mu (ensefalotrigeminal anjiomatozis olarak da adlandırı
hemanjioperistoma) köken alabilirler. Genellikle benign lır) ile ilişkilidir. Bu nadir görülen konjenital bozukluk,
bir hemanjiom, anaplastik, yüksek dereceli bir anjiosar- yüzdeki kırmızı şarap lekesi nevüsleri, kortikal lepto-
komdan kolaylıkla ayırılabilirse de, nadiren benign ve meninkslerdeki ipsilateral venöz anjiomlar, mental re-
malign ayrımı zor olabilir. Genel kurallar aşağıdaki şekil tardasyon, konvülziyonlar, hemipleji ve kafa kemikle
de sıralanabilir: rindeki radyoopasiteler ile ilişkilidir. Bu nedenle, men
• Benign tümörler genellikle, kan hücreleri ya da lenf ile tal yetersizliği olan bir çocuğun yüzündeki büyük bir vas
dolu, tek sıralı, normal görünümlü endotel hücreleri küler malformasyon ek vasküler malformasyonların varlı
ile döşeli bariz vasküler kanallar içerirler. ğına işaret ediyor olabilir.
• Malign tümörler daha sellüler olup, sitolojik atipi gös • Örümcek (spider) telenjiektaziler genel şekli örümceğin-
terirler, proliferatifdirler ve genellikle organize damar kine benzeyen non-neoplastik vasküler lezyonlardır.
lar oluşturmazlar. Bu tip proliferasyonlarm endotel Basınç uygulandığında rengi solan bir merkezin
kökeni, CD31 veya von Willebrand faktör gibi endotel (örümceğin gövdesine benzeyen) çevresinde ışınsal
358 B ÖL Ü M 9 Kan Damarları
(radyal) dizilen, dilate, sıklıkla pulsatil, subkutan arter karaciğerde yerleşir. Malign transformasyon nadirdir.
ler veya arterioller (örümceğin bacaklarına benzeyen) Çeşitli histolojik ve klinik tipleri tanımlanmıştır:
şeklinde görünür. Örümcek telenjiektaziler sıklıkla
yüz, boyun ya da üst göğüs bölgesinde görülür ve ge • Kapiller hemanjiomlar en sık görülen tiptir; deride, de
nellikle hiperöstrojenik durumlar ile ilişkilidir (ör. ge rialtı dokularda, oral kavite ve dudakların müköz
be kadınlarda ya da sirozu olan hastalarda). membranlarmda olduğu kadar karaciğer, dalak ve
• Herediter Hemorajik Telenjiektazi (Osler-Weber-Rendu böbreklerde de görülürler (Resim 9-28, A). Histolojik
Hastalığı), endotel hücrelerinde TGF-(3 sinyal yolağı olarak, stromadan fakir ince duvarlı kapillerlerden
nın bileşenlerini kodlayan genlerdeki mutasyonlar ile oluşur (Resim 9-28, B).
oluşan otozomal dominant bir bozukluktur. Telenji • Yenidoğan derisinin jüvenil hemanjiomlan (çilek he-
ektaziler doğumda varolan dilate kapiller ve yenler manjiomları olarak da bilinir) oldukça sıktır ( 2 0 0 do
den oluşan malformasyonlardır. Solunum yolu, gast ğumda bir) ve çok sayıda olabilir. Bu lezyonlar birkaç
rointestinal sistem ve idrar yolları ile birlikte deri yü ay hızla büyür, ancak sonra 1- 3 yaş arası solar ve so
zeyinde ve mukozalarda yaygın olarak bulunurlar. nunda olguların çoğunda 7 yaşma kadar tamamen
Lezyonlar kendi kendilerine yırtılarak ciddi epistaksi- geriler.
se (burun kanamalarına), gastrointestinal kanamaya • Piyojenik granülomlar, deri, jinjiva ya da oral mukoza
veya hematüriye neden olabilirler. nın hızlı büyüyen, kırmızı, saplı lezyonları olarak be
liren kapiller hemanjiomlarıdır. Mikroskopik olarak,
Hemanjiomlar abartılı granülasyon dokusuna benzerler. Kolaylıkla
Hemanjiomlar, kan ile dolu damarlardan oluşan çok sık kanarlar ve sıklıkla ülseredirler (Resim 9-28, C). Ka
görülen tümörlerdir (Resim 9-28). Bu tümörler yenido- baca lezyonlarm dörtte biri travma sonrası gelişir ve
ğan ve çocukluk döneminin tüm benign tümörlerinin % birkaç hafta içinde 1- 2 cm çapa ulaşır. Küretaj ve yak
7 sini oluştururlar; çoğu doğumdan itibaren vardır ve ma (koter) genellikle tedavi edicidir. Hamilelik tümörü
başlangıçta çapları artar, ancak birçoğu sonunda spon- (granüloma gravidarum) hamile kadınların jinjivasm-
tan olarak geriler. Hemanjiomlar tipik olarak baş boyun da nadiren (hastaların % l'i) oluşan pyojenik granü-
bölgesine sınırlı, lokalize lezyonlar iken, nadiren daha lomdur. Bu lezyonlar kendiliğinden gerileyebilir
yaygın olabilir (anjiomatozis) ve iç organlarda gelişebilir (özellikle hamilelikten sonra) ya da fibrozis gösterebi
ler. Iç organlarda yerleşenlerin yaklaşık olarak üçte biri lir, ancak nadiren cerrahi eksizyon gerektirirler.
Resim 9 -2 8 Hemanjiomlar. A , Dilde hemanjiom. B, Juvenil kapiller hemanjiom histolojisi. C, Dudakta pyojenik granülom. D, Kavernöz
hemanjiom histolojisi.
(A ve D , D r. John Sexton'mn izni ile, Beth Israel Hospital, Boston, Massachusetts. B, Dr. Christopher D .M . Fletcher'ın izni ile, S rigman and Women's Hospital, Boston,
Massachusetts. C, Dr. Thomas Rogers'ın izni ile, Teksas Üniversitesi, Southwestern Tıp Fakültesi, Dallas, Teksas.)
Tümörler 359
• Kavernöz hemanjiomlar geniş, dilate vasküler kanallar oluşur ve lenfoid topluluklar içeren bağ doku stroma
dan oluşur. Kapiller hemanjiomlar ile karşılaştırıldığın ile birbirlerinden ayrılmışlardır. Tümör sınırlarının
da, kavernöz hemanjiomlar daha invazivdir, sıklıkla de belirgin olmayışı ve lezyonlarm kapsülsüz olması re-
rin yapıları tutar ve kendiliğinden gerilemezler. His zeksiyonlarmı güçleştirir.
tolojik incelemede, kitle keskin sınırlı ancak kapsül-
süzdür ve bağ doku stroması ile birbirinden ayrılmış Glomus Tümörleri (Glomanjiomlar)
geniş, kavernöz yapıda kanla dolu vasküler boşluklardan
Glomus tümörleri, ısı düzenlemesinde görevli arteriove-
oluşur (bakınız Resim 9-28, D). Distrofik kalsifikas-
nöz yapılar olan glomus cisimlerinin modifiye düz kas hüc
yon ilişkili intravasküler tromboz sıktır. Lokal olarak
relerinden gelişen ileri derecede ağrılı benign tümörler
destrüktif olabilirler ve bu nedenle bazı olgularda cer
dir. Yüzeyel olarak kavernöz hemanjiomlara benzemek
rahi eksizyon gerekli olabilir. Daha sıklıkla bu tümör
le birlikte, glomanjiomlar endotel hücrelerinden değil
lerin klinik bir önemi bulunmaz ancak kozmetik so
düz kas hücrelerinden gelişirler. En sık parmak uçların
runlar yaratabilirler ve travmatik ülserasyon ile kana
da, özellikle de tırnak yataklarının altında yerleşirler.
maya yatkındırlar. Dahası, görüntüleme yöntemleri
Eksizyonları tedavi edicidir.
ile saptanan kavernöz hemanjiomları malign eşdeğer
lerinden ayırt etmek zor olabilir. Beyin hemanjiomla-
rı da, yakın dokularda kompresyon ilişkili semptom Basiller Anjiomatozis
lar oluşturmaları ya da yırtılma (rüptür) nedeni ile Basiller anjiomatozis immün sistemi baskılanmış kişiler
problem yaratabilirler. Kavernöz hemanjiomlar, vas de (ör. AIDS li hastalarda), Bartonella ailesinin gram (-)
küler lezyonlarm sıklıkla serebellum, beyin sapı, reti fırsatçı basilleri ile oluşan vasküler proliferasyondur.
na, pankreas ve karaciğerde izlendiği von Hippel-Lin- Lezyonlar, deriyi, kemiği, beyni ve diğer organları tuta
daıı hastalığının bir komponentidir (Bölüm 22). bilir. İki türü özellikle önemlidir:
• Bartonella henselae, temel rezervuarı ev kedisidir; im
Lenfanjiomlar mün sistemi sağlıklı kişilerde kedi tırmığı hastalığın
Lenfanjiomlar, hemanjiomlarm benign lenfatik analog- dan (lenf bezlerinin nekrotizan graniilomatöz hastalı
larıdırlar. ğı) sorumlu olan organizmadır.
• Basit kapiller lenfanjiomlar başlıca baş, boyun ve aksil- • Bartonella quintana, insan vücudu biti ile taşınır; Bi
ler subkutan dokulardaki 1 - 2 cm çapa ulaşabilen ha rinci Dünya Savaşı'ndaki "siper ateşi"nin nedeni olan
fifçe kabarık ya da bazen saplı lezyonlardır. Histolojik mikrobik ajandır.
olarak, lenfanjiomlar endotel ile döşeli boşluklardan Deri lezyonları kırmızı papüller ve nodüller veya yuvar
oluşan ağ şeklindedir ki, kapiller kanallardan sadece lak subkutan kitleler şeklindedir. Histolojik olarak, nük
kan hücrelerinin bulunmaması ile ayırt edilirler. leer atipi ve mitoz içeren epiteloid endotel hücreleri ile
• Kavernöz lenfanjiomlar (kistik higromalar) tipik olarak, döşeli kapiller proliferasyon görülür (Resim 9-29). İnfilt-
çocukların aksiller ve boyun bölgelerinde ve daha na rasyon gösteren nötrofiller, nükleer atıklar ve morumsu
diren retroperitonda bulunurlar. Kavernöz lenfanji granüler bakteri toplulukları diğer özellikleridir.
omlar aksillayı dolduracak ya da boyunda belirgin de- Neden olan bakteri konak dokuları tarafından hipok-
formiteler oluşturacak kadar büyük (15 cm'e kadar) si inducible faktör-la (H IF-la) üretimini başlatır. HIF-1
olabilirler. Boyunun kavernöz lenfanjiomları Turner alfa da vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) üre
sendromunda sıktır. Bu lezyonlar, endotel hücreleri timine ve vasküler proliferasyona yol açar. Enfeksiyon
ile döşeli ileri derecede dilate lenfatik boşluklardan lar (ve lezyonlar) antibiyotik tedavisi ile iyileşir.
.Ev
... ’ -.•» Y -.‘" . -* >,«
-« • • t - - - - •.*■ ■- . ,
/ ■ V \ V/v V - v .• \ y: . . ■
R ^ 'i' , -- T '-;' - .. ,
D ' -V. * V ‘ ,« -
Resim 9 -2 9 Basiller anjiomatozis. A , Islak, eroziv deri lezyonunun fotoğrafı. B, Akut nötrofilik inflamsyon ve vasküler (kapiller) proliferas-
yonun histolojik görünümü. Inset, modifiye gümüş (W arthin-Starry) boyası ile basil demeti topluluklarının gösterilmesi (siyah).
(A, Dr. Richard Johnson’m izni ile, Beth Israel Deaconess Tıp M erkezi, Boston, Massachusetts. B ve inset, Dr. Scott Granter’in izni ile, Brigham and W om en’s Hospital,
Boston, M assachusetts.)
360 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları
O rta Dereceli (Borderline-Sınırda) Tümörler sel somatik mutasyonların tüm ör gelişimi ve progresyonu-
na katkı sağlıyor olması da muhtemeldir.
Kaposi Sarkomu KSHV her ikisi de KS patogenezinde muhtemelen
Kaposi sarkomu (KS) kaposi sarkoma herpes virüs (KSHV, önemli olan, endotel hücrelerinde litik ve latent enfeksiyon
insan herpesvirüs- 8, ya da HHV-8 olarak da bilinir) nedeni lara neden olur. Virüsün kodladığı G proteini endotelyal bü
ile oluşan vasküler bir tümördür. Çeşitli durumlarda geliş yümeyi uyaran VEGF üretimini başlatır. Litik enfeksiyon
mesine karşın, özellikle AIDS’li hastalarda en sıktır; aslın alanlarına toplanan inflamatuar hücrelerin ürettiği sitokin-
da, varlığı tanı kriteri olarak kullanılır. Popülasyonun ler, aynı zamanda lokal proliferatif bir ortam yaratırlar. La
demografik özellikleri ve risklerine göre KS'nun 4 for tent enfeksiyon içeren hücrelerde, KSHV’ ün kodladığı pro
mu tanımlanmıştır: teinler normal hücresel proliferasyon kontrollerini (ör. sik
lin D nin viral homoloğunun sentezi aracılığı ile) bozar ve
• Klasik KS, Doğu Avrupalı (özellikle Aşkenaz Yahudi- p53 inhibisyonu yaparak apoptozu önler. Dolayısıyla, lokal
leri) ya da Orta Doğu, Akdeniz kökenli yaşlı erkekle inflamatuar çevre, hücresel proliferasyondan yanadır ve la
rin hastalığıdır; ABD'de nadirdir. Malignite ya da im- tent enfeksiyon içeren hücrelerin büyüme avantajı vardır.
mün bozuklukla ilişkili olabilirken, HIV enfeksiyonu Erken evrelerinde, sadece birkaç hücre KSHV ile enfekte-
ile ilişkili değildir. Klasik KS, genellikle distal alt ekst- dir. A n ca k zam an la prolifere olan hü crelerin hemen
remitelerde çok sayıda kırmızı-mor renkli deri plakla tam am ı virü sü ta ş ır hale gelir.
rı ya da nodülleri şeklinde kendini gösterir; bu lez-
yonlarm çapları ve sayıları giderek artar ve proksima-
le doğru yayılırlar. Kalıcı olmakla birlikte, bu tümör M ORFOLOJİ
ler tipik olarak asemptomatiktirler ve deri ve subku-
tan yağ dokusunda sınırlı kalırlar. K la sik Kaposi sarkom u n d a (ve bazen diğer tiplerinde),
deri lezyonları 3 evreden geçer: yama, plak ve nodül
• Endemik Afrika tipi KS tipik olarak HIV-seronegatif
genç (40 yaş altı) kişilerde görülür ve sinsi ya da agre- • Y am alar, alt ekstremitelerin distal bölümlerinde görü
len, pembe, kırmızı ya da m or makûllerdir (Resim 9-30,
sif klinik gidiş gösterebilir; klasik tipine göre lenf
A). Mikroskopik incelemede, dilate, düzensiz ve köşe-
nodlarını çok daha sık tutar. AIDS ilişkili KS (aşağıya
lenmeler yapan endotel hücreleri ile döşeli kan damarla
bakınız) ile birlikte, KS orta Afrika'da en sık görülen
rı ve arada bazen hemosiderin içeren kronik inflamatu
tümördür. Belirgin lenf nodu ve organ tutulumu ile
ar hücrelerden oluşan bir infiltrasyon görülür. Bu lez-
giden şiddetli formu prepubertal çocuklarda görülür;
yonları granülasyon dokusundan ayırmak zordur.
prognozu kötüdür ve 3 yıl içerisinde ölüm oranı nere • Zamanla, lezyonlar proksimale doğru yayılırlar ve daha
deyse % 1 0 0 dür. büyük, yüzeyden kabarık morumsu görünümde, şişkin
• Transplantasyon-ilişkili KS, uzun süreli T hücre im- iğsi hücrelerle döşeli ve çevrelenmiş dilate, tırtıklı dermal
münsüpresyonu yapılan solid organ transplantasyo vasküler kanallardan oluşan k a lk ık p la k la r haline dö
nu alıcılarında gelişir. Agresif klinik gidiş gösterdiği nüşürler (Resim 9-30, A). Ekstravaze eritrositler, hemo
ve sıklıkla lenf bezleri, mukozal ve viseral tutuluma siderin yüklü makrofajlar ve diğer mononükleer hücre
neden olduğu transplant alıcılarında KS riski 100 kat ler belirgin olan başka özelliklerdir.
artmıştır; deri lezyonları bulunmayabilir. Organ re- • Sonuçta, nodüler ve daha belirgin olarak neoplastik gö
jeksiyonu riski göze alınıp immünsüpresyon bırakı rünümlü lezyonlar ortaya çıkar. Bunlar, aralarında yarık
lınca lezyonlar sıklıkla geriler. benzeri boşlukların izlendiği, çoğunlukla dermis ya da
• Antiretroviral tedavinin geliştirilmesi ile KS insidansı derialtı dokularındaki şişkin, prolifere olan iğsi hücreler
den oluşurlar (Resim 9-30, B). İğsi hücreler hem endo
%80 den fazla azalmıştır. Ancak, HIV enfeksiyonu
telyal hem düz kas hücre belirteçlerini eksprese ederler
olan hastalarda halen, genel popülasyona göre 1 0 0 0
ve sıklıkla fagolizozomlardaki dejenere olan eritrositleri
kat daha fazla oranda görülmeye devam etmektedir.
temsil eden yuvarlak, pembe sitoplazmik globüller içe
KS tüm dünyada en sık görülen HIV ilişkili malignitedir.
rirler. Kanama ve hemosiderin birikimi çok daha belir
AIDS ilişkili-KS sıklıkla lenf bezlerini tutar ve erken gindir ve m itotik figürler sıktır. Nodüler evre, özellikle
dönemlerinde iç organlara yayılır. Hastaların büyük Afrika ve AIDS ilişkili tiplerde, sıklıkla nodal ve viseral tu
kısmı KS yerine araya giren fırsatçı enfeksiyonlar ne tulum ile birliktedir.
deni ile kaybedilirler.
Resim 9 -3 0 Kaposi sarkomu. A , Derideki birleşme eğiliminde olan kırmızı-mor makül ve papülleri gösteren makroskopik fotoğraf. B,
Vasküler boşluklar ve çoğalan tombul iğsi hücre tabakalarını gösteren nodüler formun histolojik görünümü.
(Dr. Christopher D .M . Fletcher'ın izni ile kullanılmıştır, Brigham and Women's Hospital, Boston, Massachusetts.)
olarak yararlıdır. İnterferon-gamma ve anjiogenez inhibi- kübiktir ve iyi gelişmiş vasküler kanal oluşturmazlar. Bu
törlerinin de etkin olduğu bir şekilde kanıtlanmıştır. nedenle melanomlar ya da metastatik epiteloid tümörler
ile karıştırılabilirler.
Hemanjioendoteliomalar
Hemanjioendotelyomalar, klinik davranışları benign, iyi di- Malign Tümörler
feransiye hemanjiomlar ile agresif malign anjiosarkomlar
arasında yer alan geniş spektrumlu bir grup sınırda Anjiosarkomlar
(borderline) vasküler neoplazilerdir. Anjiosarkomlar, hemanjiomlara benzeyen oldukça dife-
Örneğin epiteloid hemajioendotelyoma orta çaplı ve bü ransiye tümörlerden, karsinom ya da melanomlardan
yük venler ile ilişkili olarak yetişkinlerde ortaya çıkan ayırt edilmesi zor, ileri derecede anaplastik lezyonlara
vasküler bir tümördür. Klinik davranışı oldukça değiş kadar değişen malign endotel neoplazileridir (Resim 9-
kendir; olguların büyük kısmında eksizyon tedavi edici 31). Yaşlı hastalar daha çok etkilenirler. Cinsiyet ayrımı
olsa da, yaklaşık olarak % 40 tümör tekrarlar ve % 20- gözetmez ve lezyonlar sıklıkla deri, yumuşak doku, me
30'u sonuçta metastaz yapar; belki de hastaların % 15'i me ve karaciğeri tutmakla birlikte herhangi bir yerde gö
tümör nedeni ile kaybedilir. Tümör hücreleri şişkin ve rülebilirler.
Resim 9-31 Anjiosarkom. A, Kalpte anjiosarkomun makroskopik fotoğrafı (sağ ventrikül). B, Belirgin vasküler lümenler ve düzensiz, or
ta derecede anaplazi gösteren anaplastik hücre toplulukları ile karakterli orta derecede diferansiye anjiosarkom fotoğrafı. C, Anjiosarkom-
daki tüm ör hücrelerinin endotel kökenini kanıtlayan, bir endotel hücre belirleyicisi olan CD31 ile immünhistokimyasal olarak pozitivitesi.
362 B Ö L Ü M 9 Kan Damarları
Hepatik arıjiosarkomlar, arsenikti böcek ilaçları, thorot- • Benign tüm örler tip ik olarak normal görünümlü endotel
rast (eskiden radyolojik görüntülemede kullanılan bir hücreleri ile döşeli belirgin vasküler kanallar oluştururlar.
radyoaktif kontrast madde) ve polivinil klorid (PVC; yay Malign tüm örler daha sıklıkla solid ve sellülerdir, sitolojik
gın olarak kullanılan bir tür plastik) gibi belli bazı karsi- atipi gösterir ve iyi gelişmiş damarlar içermezler.
nojenlere maruziyet ile ilişkilidirler, insanlardaki kimya
sal karsinogenezin en iyi bilinenlerinden biridir. Maruzi
yet ile sonrasındaki tümör gelişimi arasında latent bir dö
nemin olması tipiktir. VASKÜLER GİRİŞİM PATOLOJİSİ
Anjiosarkomlar lenfödem zemininde de gelişebilirler, Terapötik bir girişimi takiben (ör. balon anjioplasti, stent
klasik örneği, meme karsinomu nedeni ile yapılan radikal koyma ya da bypass cerrahisi) damarlarda oluşan morfo
mastektomiden (lenf bezi diseksiyonu ile) yıllar sonra ay lojik değişiklikler vasküler zedelenmenin diğer formla
nı taraf üst ekstremitede gelişenlerdir. Bu tümörler büyük rında izlenen değişikliklere çok benzerler. Lokal travma
olasılıkla lenfatik damarlardan köken almaktadır (lenfan- (stent nedeni ile), vasküler tromboz (anjioplasti sonrası)
jiosarkom). Anjiosarkomlar radyasyonla da ortaya çıkabi ve anormal mekanik kuvvetlerin (ör. arteriyel dolaşımda
lir ve nadiren uzun süreli (yıllar) yabancı cisimler (kate- safen venin koroner arter bypass grefti olarak kullanılma
terler) ile de ilişkilidirler. sı) hepsi aynı stereotipik iyileşme cevaplarını oluşturur.
Dolayısıyla, ateroskleroz için birkaç risk faktöründe oldu
ğu gibi endoteli zedeleyen girişimler düz kas hücrelerini
M ORFOLOJİ
toplayıp, ESM depolanmasını uyararak, intimal kalınlaş
Deride anjiosarkom lar küçük, keskin sınırlı, asem ptom atik, maya yol açma eğilimindedirler. Aterosklerozda olduğu
kırmızı nodüller şeklinde başlarlar. Daha ilerlemiş lezyonlar, gibi, vasküler girişimlerin oluşturduğu travma da düz kas
sınırları çevre yapılar ile belli belirsiz sonlanan, rengi sarım hücreleri ve matriks depolanması ile karakterli konsant-
sı kırmızıdan, gri-beyaza değişen, etsi, büyük doku kitleleri rik intimal kalınlaşmayı uyarma eğilimindedir.
şeklindedirler. (Resim 9-31, /A). N e k ro z ve kanama sıktır.
M ikro sko p ik incelemede, diferan siasyo n derecesi Endovasküler Stent Koyma
ço k değişkendir. Vasküler kanallar oluşturan şişkin, ati-
pik endotel hücrelerinden (Resim 9-31, B) farked ilebilir kan Arteriyel stenozlar (özellikle koroner ve karotis arterle
damarlarının izlenmediği indiferansiye iğsi hücreli tü m ö rle rindeki), tıkanmaya yol açan plağı yeterince yırtacak ka
re kadar değişen bir m o rfo lo jik çeşitlilik vardır. A z diferan- dar basınç uygulamak için, geçici olarak balon kateterin
siye tü m ö rle rd e endotel hücre belirteçleri olan CD31 ve şişirilmesi ile dilate edilebilirler (balon anjioplasti); bunu
von W ille b ra n d fa k tö r ile boyama yapılarak endotel hücre yaparken sınırlı (neyse ki) arteriyel diseksiyon da oluşabi
kökeni gösterilebilir (Resim 9-31, C). lir. Hastaların büyük kısmı sadece anjioplasti sonrasında
bile klinik belirti ve bulgularında azalma olduğunu his
setmelerine karşın, damar duvarında spazm, tromboz ya
Klinik olarak, anjiosarkomlar lokal invazyon yapan, da çepeçevre veya longitudinal yaygın diseksiyon ile lü-
agresif tümörlerdir ve metastaz yaparlar. Günümüzde 5 menin kompresyonu sonucu, aniden yeniden kapanma olu
yıllık sağkalım oranları sadece % 30 civarındadır. şabilir. Dolayısıyla, endovasküler koroner girişimlerin %
90 dan fazlası günümüzde artık hem anjioplasti, hem de
Hemanjioperistomlar koroner stent koymayı içerir.
Bu tümörler isimlerini köken hücreleri olan perisitlerden Koroner stentler metalik ağdan oluşan genişleyebilir
alırlar. Perisitler kapiller ve venülleri çevreleyen miyofib- tüplerdir. Daha geniş ve daha düzgün bir lümen oluştu
roblast benzeri hücrelerdir. Son dönemlerdeld çalışmalar rurlar, intimal kapaklan ve anjioplasti sırasında oluşan
perisit tümörlerinin ileri derecede nadir olduğunu ve ön diseksiyonları stabilize ederler ve mekanik olarak vaskü
celeri bu gruba sokulan tümörlerin büyük kısmının fark ler spazmı sınırlarlar. Ancak, endotel zedelenmesinin bir
lı hücresel kökenleri (ör. fibroblastlar) olduğunu göster sonucu olarak, tromboz stent yerleştirme sonrası hemen
mektedir. Dolayısıyla, çoğunluğu sıklıkla plevra yüzeyin gelişen önemli bir komplikasyondur ve hastalar, akut ka-
de gelişen soliter fibröz tümör gibi, diğer tamsal katego tastrofik trombotik tıkanmaları önlemek için etkin antit-
riler içine alınmıştır. rombotik ajanlar (primer olarak trombosit antagonistleri)
almalıdır. Anjioplastinin uzun süreli başarısı, stent içi pro-
liferatif re-stenoz (yeniden stenoz gelişimi) nedeni ile sınır
© Ö ZET lıdır. Bu intimal kalınlaşmanın nedeni, intimal vasküler
Vasküler Tümörler duvar zedelenmesinin başlattığı düz kas hücre büyümesi,
proliferasyon ve matriks sentezidir. Bu durum stent ko
• Vasküler ektaziler neoplazi değil, varolan damarların dila- nulmasından sonraki 6 -12 ay içerisinde hastaların % 5-35
tasyonlarıdır. inde klinik olarak belirgin luminal kapanma ile sonuçla
• Vasküler tüm örler kan damarlarından ya da lenfatikler nır (Resim 9-32).
den köken alabilir ve endotel hücrelerinden (hemanjiom, Düz kas hücre aktivasyonunu bloke etmek için hemen
lenfanjiom, anjiosarkom) veya vasküler duvarın diğer hüc yakındaki damar duvarlarına antiproliferatif ilaç (ör. pacli-
relerinden (ör. glomus tüm örü) köken alabilirler.
taxel, sirolimus) salımmı yapabilen, yeni jenerasyon “ilaç
• Vasküler tüm örlerin çoğu benigndir (ör. hemanjiom) an salınımı yapan stentler" bu komplikasyondan korunmak
cak bir kısmı orta dereceli ve lokal agresif (ör. Kaposi sar için geliştirilmişlerdir. İlaç salınım süresi kısa olmasına
komu) ve diğerleri oldukça malign (ör. anjiosarkom) ola karşın, bu stentlerin kullanımı her durumda birinci yılda
bilir.
ki yeniden stenoz gelişim sıklığını %50-80 oranında azaltır.
Vasküler Girişim Patolojisi 363
Damar Replasmam Jennette J, Falk R: Nosology of primary vasculitis. Curr Opin Rheuma
tol 19:10, 2007. [Patogenetik yollara dayalı vaskülit sınıflam ası v e tutu
lan dam arlar; v askü ler patolojinin kom pleks ve k a fa k a n ştın cı y ön leri
Zedelenmiş damarları veya bypass sonrası tekrar tıkanan için iyi bir organizasyon sunar.]
arterleri değiştirmek için, sentetik ya da otolog vasküler Kallenberg C: Antineutrophil cytoplasmic autoantibody-associated
greftler sıklıkla kullanılmaktadır. Bu sentetik greftlerden, small vessel vasculitis. Curr Opin Rheumatol 19:17, 2007. [A N CA
geniş çaplı (1 2 - 18 mm çaplı) olanları aort gibi yüksek ilişkili vaskülitlerin patogenezi ile ilgili güncel bir gen el özet]
Libby P, Ridker PM, Hansson GK, ve ark: Inflammation in atheroscle
akımlı bölgelerde yeterli fonksiyon görürken, daha küçük
rosis: from pathophysiology to practice. J Am Coll cardiol 54:2129,
çaptaki yapay greftler (< 8 mm ve daha küçük çapta) ge 2009. [A terosklerotik hastalıkta inflam asyonun rolünü anlatan m ü kem
nel olarak akut tromboz ya da özellikle greftin orijinal da m el bir gen el özet]
marla birleşme yerinde oluşan geç intimal hiperplazi ne Michel JB, Martin-Ventura JL, Egido J, ve ark: Novel aspects of the pat
hogenesis of aneurysms of the abdominal aorta in humans. Cardi-
deni ile başarısız olurlar.
ovasc res 90:18, 2011. [insan daki abdom inal aort an evrizm ası oluşum u
Sonuç olarak, küçük damar replasmanı gerekli oldu nun ınoleküler m ekanizm alarını anlatan güzel bir irdelem e]
ğunda (ör. yılda 400,000'den fazla olan koroner arter Packard RR, Lichtman AH, Libby P: Innate and adaptive immunity in
bypass cerrahilerinde), greftler genellikle ya otolog safen atherosclerosis. Semin Immunopathol 31:5, 2009. [D oğal ve a d a p tif
venden (hastanın kendi bacağından alman) ya da sol in immün cevapların ateroskleroz patogen ezin deki rollerini anlatan, iyi y a
zılm ış bir derlem e]
ternal meme arterinden (kalbe yakınlığı nedeni ile) olu Penel N, Marreaud S, Robin YM, Hohenberger P: Angiosarcoma: sta
şur. Safen ven greftlerinin uzun dönem yeterliliği 10 yıl te of the art and perspectives. Crit Rev Oncol Hematol 2010 Nov 3.
da sadece % 50'dir. Bu greftler ya tromboz (tipik olarak (Epub ahead of print) [Bu ag resif malign v askü ler tüm ör için g en iş ka p
erken dönemde), ya intimal kalınlaşma (postoperatif ay sam lı klinik bir özet]
Pober JS, Min W, Bradley JR: Mechanisms of endothelial dysfunction,
lar ya da yıllar sonra) ya da ven greft aterosklerozu-bazen injury, and death. Annu Rev Pathol mech Dis 4:71, 2009. [Endotel
üzerine plak rüptürü, trombüs ya da anevrizma oluşumu zedelenm esinin neden leri ve sonuçlarım anlatan iyi yazılm ış a k ad em ik
da (genellikle 2- 3 yıldan sonra) eklenir- sonucu tıkanır bir derlem e]
lar. Aksine, internal meme arter greftlerinin % 90'dan Ramirez F, Dietz H: Marfan syndrome: from molecular pathogenesis to
clinical treatment. Curr Opin Genet Dev 17:252, 2007. [M arfan send-
fazlası 1 0 yıldan sonra da fonksiyoneldir.
rom undaki terapötik h edefler ve m ekanizm aları için m ükem m el bir özet]
Ridker P: C-reactive protein and the prediction of cardiovascular
events among those at intermediate risk: moving an inflammatory
hypothesis towrds consensus. J Am Coll Cardiol 49:2129, 2007. [Kar-
KAYNAKLAR diyovaslcüler olayların öngörülm esine yön elik ek bağım sız bilgi sağlanm a
sında inflam atuar belirteçlerin kullanım ına ilişkin solid bir düşünce]
Duewell P, Kono H, Rayner KJ, ve ark: NLRP3 inflammasomes are re- Rocha VZ, Libby P: Obesity, inflammation, and atherosclerosis. Nat
guired for atherogenesis and activated by cholesterol crystals. Natu Rev cardiol 6:399, 2009. [A terosklerotik h astalıkta m etabolik sen dro-
re 464:1357, 2010 [K olesterol m ikrokristallerinin fag o sit aktivasyonu, si- mun potan siyel rolünü de içeren risk faktörlerin in ilişkisini anlatan gü
tokin üretim i ve aterogen ez ile ilişkisini anlatan büyüleyici bir yazı] zel bir derlem e]
Finn AV, Nakano M, Namla J, ve ark: Concept of vulnerable/unstable Sakalihasan N, Limet R, Defawe OD: Abdominal aortic aneurysm.
plaque. Arterioscler Thromb Vase Biol 30:1282, 2010. [Plak stabilite- Lancet 365:1577, 2005. [Tanı, tedavi ve patogen ez için güzel bir derle
si ile ilgili g elişm ekte olan kav ram lar için güzel bir gen el özet] m e]
Ganem D: KSH V infection and pathogenesis of Kaposi's sarcoma. An- Singh M, Mensah GA, Bakris G. Pathogenesis and clinical physiology
nu Rev Pathol 1:273, 2006. [K ap osi sarkom unun altında yatan patolo of hypertension. Cardiol Clin 28;545, 2010. [N orm al kan basıncı kon t
jik m ekanizm aların m ükem m el a k ad em ik derlem esi] rolü v e hipertan siyon patogen ezin de gen etik ile çevre etkileşim in i anla
Jaffe R, Strauss B: Late and very late thrombosis of drug-eluting stents: tan güncel m ükem m el bir gen el özet]
evolving concepts and perspectives. J Am Coll cardiol 50:119, 2007. Yasue H, Nakagawa H, Itoh T, et al: Coronary artery spasm — clinical
[K oroner a rter stent replasm am sonrası gelişen kom p likasy on lar için features, diagnosis, pathogenesis, and treatment. J Cardiol 51:2,
h em lehte h em aley h teki fik irle ri içeren dengeli bir tartışm a] 2008. [K oroner arter spazm ı ve sekelleri için güzel bir klin ik g en el özet.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
Kalp
BÖLÜM İÇERİĞİ
Genel Özet: Kalp Hastalığı 365 A ritm ile r 385 Kalp Kapağı Protezleri 395
Kalp Yetmezliği 365 Ani Kardiyak Ölüm 386 K ardiyom iyopatiler 396
Sol Kalp Yetmezliği 367 H ipertansif Kalp Hastalığı 386 Dilate Kardiyomiyopati 397
Sağ Kalp Yetmezliği 368 Sistemik (Sol) Hipertansif Kalp H ipertrofik Kardiyomiyopati 400
Konjenital Kalp Hastalıkları 368 Hastalığı 387 Restriktif Kardiyomiyopati 401
Soldan-Sağa Şantlar 370 Pulmoner Hipertansif Kalp Hastalığı— Miyokardit 401
Sağdan-Sola Şantlar 372 C or Pulmonale 388 Perikard Hastalıkları 403
O bstrüktif Lezyonlar 373 Kalp Kapaklarının Hastalıkları 388 Perikardit 403
İskemik Kalp Hastalıkları 374 Dejeneratif Kapak Hastalıkları 389 Perikard Efüzyonları 404
Angina Pektoris 376 Romatizmal Kapak Hastalıkları 391 Kalp T ü m ö rle ri 404
Miyokard İnfarktüsü 377 Enfektif Endokardit 392 Metastatik Neoplaziler 404
Kronik iskemik Kalp Hastalığı 384 Enfekte Olmayan Vejetasyonlar 394 Kalp Transplantasyonu 405
Kardiyak Kök Hücreler 385 Karsinoid Kalp Hastalığı 395
Kalp, yıldan 40 milyon defadan fazla çarpan ve günde kalp kasının ventriküllerin tamamen dolmasına izin
>7500 litre, tipik bir insan ömrü boyunca ise kümülatif verecek kadar gevşeyememesi ise diastolik disfonksiyon-
olarak, "supertanker" olarak adlandırılan, üç gemiyi dol la sonuçlanır.
duracak hacimde kan pompalayan, gerçekten de olağa • Kan akımında tıkanıklık (obstrüksiyon). Kalp kapakları
nüstü bir organdır. Kardiyovasküler sistem, in utero (gebe nın açılmasını engelleyen (örneğin aort kapağındaki,
liğin yaklaşık sekizinci haftasında) tam fonksiyonel ko kalsifikasyona bağlı darlık) veya ventrikül içindeki ba
num kazanan ilk organ sistemidir. Fonksiyon gören bir sıncı artıran (örneğin sistemik hipertansiyon ya da aort
kalp ve damar sistemi olmazsa, fetal gelişimin daha fazla koarktasyonu) lezyonlar, miyokardm tıkanıklık karşı
ilerlemesi olanaksız ve ölüm kaçınılmazdır. Kalbin do sında aşırı çalışmasına neden olabilir.
ğumdan sonraki yaşamda arızalanması da, bununla eşde • Kan akışının regürjitasyonu. Kanın diastol sırasında geri
ğer felakete yol açar. Kardiyovasküler hastalıklar aslında, singeri akmasına izin veren lezyonlar, etkilenen kalp
tüm dünyadaki mortaliteye en çok katkıda bulunan neden odacığının her kasılmada, hacim bakımından artmış
olmayı sürdürmektedir; örneğin, ABD'deki ölümlerin ne bir iş yükünün altına girmesine neden olur.
redeyse %40'ı, bu hastalıklara bağlıdır—söz konusu ülkede • Şant oluşumu. Kanın normal akış yönünün, bir kalp
yaklaşık her 30 saniyede bir, kardiyovasküler hastalıklar odacığından diğer bir kalp odacığına veya bir damar
nedeniyle bir kişi ölmekte ya da bu hastalıklar her yıl, yak dan başka bir damara değişmesiyle sonuçlanan konje
laşık 750 bin kişinin ölmesine (tüm kanser ölümlerinin nital ya da edinsel defektler (şant), basınç ve hacim iş
toplamından %50 daha fazlasına) neden olmaktadır. En yükünün artmasına yol açar.
yaygın kalp hastalığı olan iskemik kalp hastalığının ABD'
• Kalpteki iletim kusurları. Koordinasyonsuz kalp impuls-
deki yıllık ekonomik yükü, 100 milyar ABD dolarını aş
ları veya impuls iletim yollarının bloke olması; kasılma
maktadır. Dahası, bu ölümlerin yaklaşık üçte birinin, 75
sıklığını veya etkili kalp dakika hacmini azaltan aritmi
yaşından daha genç insanlarda karşılaşılan "erken" ölüm
lere neden olabilir.
ler olması, kaybedilen üretkenlik yılları üzerinden ek bir
ekonomik yükle sonuçlanmaktadır. • Kalbin veya büyük damarların yırtılması. Dolaşım devam
lılığının (örneğin göğüs aortuna isabet eden bir ateşli
silah yaralanması sonucu) bozulması, çok yüksek ha
GENEL Ö ZET: KALP HASTALIKLARI cimde kanın damar dışına çıkmasına (exsanguination),
hipotansif şoka ve ölüme yol açar.
Kardiyovasküler sistem çok sayıda hastalıktan etkilenebil
mesine rağmen, kalp hastalıklarına neden olan başlıca 6
patofizyolojik yol vardır: KALP YETMEZLİĞİ
• Pompa yetersizliği. Kalp kasının sistol sırasında yeterin
ce güçlü kasılamaması ve kalp odacıklarını, sistol sıra Kalp yetmezliği genellikle konjestif kalp yetmezliği (KKY)
sında tam boşaltamaması (sistolik disfonksiyon), bu ko olarak adlandırılır. Çok sayıda kalp hastalığının ortak so
nuda en sık karşımıza çıkan durumdur. Bazı vakalarda nucu olun bu yetmezlik, prognozu ileri derecede kötü,
366 BÖLÜM 10 Kalp
ilerleyici bir sağlık sorunudur. Yalnızca ABD'deki sayıları rağmen eninde sonunda her organ bundan, ileri ve geri
yaklaşık 5 milyonu bulan hasta vardır; buna her yıl 1 mil ye doğru yetmezliğin kombinasyonuyla etkilenir.
yondan fazla sayıda hospitalizasyon ve 300 bin ölüm, Kardiyovasküler sistem, miyokard kontraktilitesindeki
bunların yanı sıra 18 milyar ABD dolarını aşan bir ekono azalmayı veya hemodinamik yük artışını, çeşitli hemodi-
mik yük eşlik etmektedir. Kalp yetmezliği olan hastaların namik mekanizmalarla dengelemeye çalışır:
çok büyük bir bölümünde bu, sistolik disfonksiyona-mxyo- • Frank-Starling mekanizması. Kalp odacıklarına diastol
lcard kontraktil fonksiyonunun tipik olarak iskemik kalp sonunda yüklenen hacim artışları, kalbi genişletir ve
hastalığı veya hipertansiyon sonucunda yetersiz kalması miyofibrillerin gerginliğini artırır; bu şekilde uzayan
na bağlıdır. KKY, diastolik disfonksiyon—kalbin, masif sol miyofibriller, daha güçlü bir şekilde kasılarak kalp da
ventrikül hipertrofisinde, miyokardial fibrozisde, amiloid kika hacminin artmasını sağlar. Genişleyen ventrikül,
depolanmasında veya konstriktif perikarditte olduğu gi kalp dakika hacmindeki ihtiyaç duyulan artışı bu şe
bi, diastol sırasında yeterince gevşeyip kanla dolmaması kilde dengeleyebilirse hastada kompanse kalp yetmezliği
nedeniyle de gelişebilir. Aslında yaşlılardaki, diyabet has bulunduğu söylenir. Ancak ventriküldeki genişleme,
talarındaki ve kadınlardaki kalp yetmezliği daha çok, di duvar gerginliğinin ve zaten zor durumda olan miyo-
astolik disfonksiyonarbağlanabilir. Çeşitli çalışmalar KKY kardm, ihtiyaç duyduğu oksijen miktarının artması
vakalarının %40-60'mm diastolik disfonksiyona bağlı ola pahasına gerçekleşir. Yetmezlik sorunu olan kalp kası
bileceğini göstermiştir. Son olarak kalp yetmezliği, kapak zamanla, vücudun ihtiyacını karşılayabilecek miktarda
disfonksiyonu (ör. endokardit) nedeniyle veya birdenbire kanı pompalayamamaya başlar ve hastada dekonıpanse
anormal yük altında kalan normal kalpte (ör. sıvı ya da kalp yetmezliği yerleşir.
basınç yüklenmesi sonucu) de gelişebilir.
• Nörohumoral sistemlerin aktivasyonu:
KKY kalp dokulara ihtiyaçlarını karşılayacak yeterlilik
o Otonom sinir sisteminden epinefrin adlı nörotrans-
te kan gönderemediği ya da bu miktarda kanı yalnızca
miterin salınması; kalbi hızlandırır, miyokard kont-
normalden daha yüksek dolma basınçlarında gönderebil
raktilitesini ve damar direncini artırır,
diği zaman meydana gelir; vakaların küçük bir bölümün
o Renin-anjiyotensin-aldosteron sisteminin aktifleş
de ise dokuların metabolik ihtiyaçlarının hipertiroidizm-
mesi, vücutta su ve tuz tutulmasını, dolayısıyla dola
deki gibi artması ya da kanın oksijen taşıma kapasitesi
şım hacmini artırır ve damar tonusunun artmasına
nin, anemideki gibi azalması söz konusudur (yüksek-çıkış-
neden olur.
lı (high-output) kalp yetmezliği). KKY, büyük bir miyokard
o Atrial natriüretik peptid salınması, renin-anjiyoten
infarktüsüne veya akut kapak disfonksiyonuna bağlı oldu
sin-aldosteron sisteminin etkilerini, diürez ve da
ğu zamanki gibi birdenbire başlayabilir. Ancak birçok va
marlardaki düz kaslarda gevşeme sağlayarak den
kada; kronik iş yükünün etkileri veya ilerleyici miyokard
geler.
kaybı nedeniyle, yavaş yavaş ve sinsi bir şekilde gelişir.
KKY'ne giren kalp, kendisine venöz dolaşımla gelen ® Miyokarddaki kas kitlesinin artması dahil, yapı değişiklik
kanı artık yeterli bir şekilde pompalayamaz. Sonuç, dias leri. Kalp kasındaki miyositler proliferasyon yeteneği
tol sonu ventrikül hacminin artarak diastol-sonu basın ne sahip olmamakla birlikte artmış iş yüküne, sarlco-
cın, daha sonra da venöz basıncın yükselmesidir. Böylece, mer sayısını artırarak uyum sağlayabilir; bu değişikliğe
ileriye doğru yetmezlik olarak adlandırılan kalp dakika miyositlerin büyümesi (hipertrofi) eşlik eder (Resim
hacminin yetersiz olmasına hemen her zaman için, geriye 10- 1).
doğru yetmezlik olarak adlandırılan venöz konjesyon eşlik o Aşırı basınç yüklenmesi karşısında (ör. hipertansiyon
eder. Sonuçta, konjestif kalp yetmezliğinin temelindeki da veya kapak darlığında), mevcut sarkomerlere
asıl sorunun kalp fonksiyonundaki yetersizlik olmasına komşu olarak, miyositlerin uzun eksenine paralel,
Resim 10-1 Dilatasyonun eşlik ettiği ve etmediği sol ventrikül hipertrofisi; enine kesitler. Normal kalple (ortada) karşılaştırıldıklarında aşırı
basınç yüklenmesi ile kalbin (solda) kitlesi artmış, duvarı kalınlaşmış, lümeni küçülmüştür. Aşırı hacim yüklenmesinde ise kalbin (sağda) kit
lesi, boyutları ve lümen büyüklüğü artmış, ancak duvar kalınlığı normaldir
(Edwards W D : Cardiac anatomy and examination o f cardiac specimens. Emmanouilides GC, Alien HD, Riemenscbneider TA, Gutgesell H P [ed s]: M oss ve Adams' H eart
Disease in Infants, Children and Adolescents: Including the Fetus and Young Adults, 5th ed. Philadelphia, Williams & Wilkins, 1995, p 86 'dan, izniyle tıpkıbasım.)
Kalp Yetmezliği 367
yeni sarkomerlerin eklenme eğilimi vardır. Kas lifle m ezlikten ve sol atriyum daki genişlemeden kaynaklanır. Sol
ri çapının bu şekilde artması, konsantrik hipertrofi atrial genişleme varlığında atrial fîbrilasyon insidansı da ar
ile sonuçlanır—ventrikül duvarı, odacık boyutların tar. Kalp yetm ezliğindeki m ik ro sk o p ik değişiklikler nons-
da artış olmaksızın kalınlaşır, pesifiktir, m iyosit hipertrofisi ve değişken şiddette interstis-
o Aşırı hacim yüklenmesi (ör. kapak yetersizliği veya yel fibrozis görülür. Bu zem inde, kalp yetm ezliğine neden
şantlar) karşısında mevcut sarkomerlere, seriler ha olan diğer lezyonlar (ör. yeni ya da eski m iyokard infarktü-
linde yeni sarkomerler ilâve edilir ve kas liflerinin sü) vardır.
uzunluğu, böylece artar. Bunun sonucu olarak vent-
A kciğ e rle r. Pulmoner venlerde artan basınç, akciğerler
rikülde dilatasyon eğilimi ortaya çıkar ve duvar ka
deki kapillerlere ve a rte rle re geri yansıyarak konjesyon,
lınlığı artmış, normal veya azalmış olabilir. Bu ne
ödem veTviseral plevranın venüllerinde h idro sta tik basınç
denle aşırı hacim yüklenmesinde hipertrofinin en
artışı nedeniyle plevral efüzyon ile sonuçlanır. A kciğ erle r
iyi ölçüsü duvar kalınlığı değil, kalbin ağırlığıdır.
ağır ve çam ur gibidir. M ikro skopik olarak, perivasküler ve
Kompansasyon amaçlı hipertrofinin miyositlere maliyeti interstisyel transüda, alveoler septal ödem , alveoler boş
vardır. Hipertrofik kalp, miyokard hücre kitlesindeki ar luklarda ödem sıvısının toplandığı saptanır. Buna ek olarak,
tışa bağlı olarak, daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Miyo- değişken m iktarda e ritro s it geçirgen kapillerlerden alveoler
karddaki kapiler yatak, artan bu oksijen ihtiyacına ayak boşluklara sızar ve burada m akrofajlar tarafından fagosite
uydurabilecek şekilde genişlemediğinden kalp kası iske- edilir. Sonuçta, e ritro sitlerin ve hem oglobinin yıkımı hem o
mik hasara yatkın duruma geçer. Hipertrofiye aynı za siderin yüklü alveoler m akrofajların orta ya çıkmasına ne
manda tipik olarak fetal miyositlerin gen ekspresyon pro den olur. Ö nceki pulm oner ödem dönem lerini yansıtan bu
fillerinde, örneğin miyozinin yapısındaki baskın formda hücrelere kalp yetm ezliği hü creleri de denir.
görüldüğü gibi değişiklikler eşlik eder. Değişen gen eksp-
resyonu miyosit fonksiyonunda meydana gelerek her iki
si de kalp dakika hacmini artıran kalp hızı ve kasılma gü
cü artışlarına katkıda bulunabilir ama aynı zamanda, K linik Ö ze llikle r
kalp kasındaki oksijen tüketimini de artırır. İskemi ve iş Efor dispnesi (eforla gelen nefes darlığı) genellikle, sol kalp
yükündeki kronik artış nedeniyle sonunda; miyosit apop- yetmezliğinin en erken ve en önemli semptomudur; hava
tozu, hücre iskeleti değişiklikleri ve ekstrasellüler matriks boşluklarındaki sıvı transudasyonunun sonucu ortaya çı
depolanmasındaki artış gibi, istenmeyen diğer değişiklik kan öksürük de sıklıkla mevcuttur. Kalp yetmezliği ilerle
ler meydana gelir. dikçe nefes darlığı, sırtüstü yatarken de görülür (ortopne);
Kalpteki, patolojik kompansatuar hipertrofiyle morta- bunun nedeni sırtüstü pozisyonunun, alt ekstremiteler-
lite artışı arasmda paralellik vardır; aslında kalp hipertro- den gerçekleşen venöz dönüşü artırması ve ayrıca diyaf
fisi, ani kardiyak ölüm bakımından bağımsız bir risk fak ramı yükseltmesidir. Ortopne tipik olarak, hasta oturdu
törüdür. Oysa düzenli aerobik egzersizlerle elde edilen, ğunda veya ayağa kalktığında düzeldiğinden hastalar ge
hacim yüklenmesi karşısındaki hipertrofiye (fizyolojik hi nellikle yarı-oturur pozisyonda uyur. Paroksismal noktür-
pertrofi) tipik olarak, kapiller yoğunluğunun artmasıyla, nal dispne, nefes darlığının özellikle çarpıcı bir çeşididir
istirahat sırasındaki kalp hızının ve kan basıncının azal ve hastayı, boğulma hissinin sınırlarına dayanacak dere
ması eşlik eder. Bu fizyolojik adaptasyonlar, genel kardi- cede aşırı bir dispneyle uykusundan uyandırır.
yovasküler morbidite ve mortaliteyi azaltır. Buna karşılık, Kalp büyümesi (kardiyomegali), taşikardi, üçüncü
basınç artışına bağlı hipertrofinin eşlik ettiği statik egzer kalp sesi (S3) ve akciğer kaidelerindeki, ödemli alveolle-
sizler (örneğin ağırlık kaldırma egzersizleri), aynı faydalı rin açılmasının neden olduğu ince railer; sol ventrikül
etkileri sağlamayabilir. yetmezliğinin diğer belirtileri arasındadır. Ventrikülün
gittikçe genişlemesiyle birlikte papiller kaslar dışa doğru
Sol Kalp Yetmezliği yer değiştirerek mitral kapak yetersizliğine ve sistolik
üfürüme neden olur. Ardından sol atriumdaki kronik ge
Kalp yetmezliği daha çok, sol veya sağ kalbi ya da her iki nişleme, kendisini ileri derecede düzensiz kalp atışlarıyla
ikisini birden etkileyebilir. Iskemik kalp hastalığı (IKH), gösteren atrial fibrilasyona neden olabilir. Bu şekildeki,
sistemik hipertansiyon, mitral veya aort kapağı hastalığı karmakarışık, koordinasyonsuz atrium kasılmaları vent-
ve miyokardm primer hastalıkları (ör. amiloidoz) sol kalp riküllerin atım hacmini azaltabilir ve staza neden olabilir.
yetmezliğinin en sık karşılaşılan nedenleridir. Sol kalp Staza sahne olan kan, özellikle atrial apendikste olmak
yetmezliğinin morfolojik ve klinik etkileri, sistemik per- üzere trombus oluşmasına yatkındır; bu gibi trombuslar-
füzyonun azalmasından ve ileriye doğru akışın obstrüksi- dan kalkabilen emboliler, inmelere ve diğer organlarda
yonu nedeniyle akciğer dolaşımındaki basınçların artma infarktüs belirtilerine neden olabilir.
sından kaynaklanır. Kalp dakika hacminin azalması, böbrek perfüzyonu-
nun azalmasına neden olarak renin-anjiyotensin-aldoste-
ron sistemini tetikler ve damar-içi hacmi ve basıncı artırır
■M ORFOLOJİ (Bölüm 3). Kompansasyon amaçlı bu etkiler ne yazık ki,
K alp . Kalpteki m akro sko p ik bulgular altta yatan nedene,
akciğer ödemini şiddetlendirir. Böbrek perfüzyonunun
örneğin m iyokardial infarktüs ya da kapak de form iteleri
daha fazla azalmasıyla gelişebilecek prerenal azotemi,
olup olmamasına bağlı olarak değişir. M itral kapak stenozu azotlu atıkların vücuttan uzaklaştırılmasını aksatarak
ya da re s trik tif kardiyom iyopatiler (daha sonra anlatılacak) metabolik bozukluğu şiddetlendirir. Şiddetli KKY'nde
dışında sol ven trikül genellikle h ip e rtro fik tir, dilate hatta beyin perfüzyonun azalması; irritabilite, kognitif azalma
m asif dilate olabilir. Sol ve n trikü le r dilatasyon m itral yet ve stupora ve komaya kadar ilerleyebilen huzursuzluğun
eşliğinde hipoksik ensefalopatiye neden olabilir.
368 BÖLÜM 10 Kalp
Tablo 10-2 Konjenital Kalp Hastalıklarının Eşlik Ettiği, Seçilmiş Gen Ö rnekleri *
Alagille sendromu—pulmoner arter stenozu veya Fallot tetralojisi JA G 1 or N O T C H 2 Sinyalizasyon proteinleri veya reseptörleri
Char sendromu—PDA TFAP2B Transkripsiyon faktörü
CHARGE sendromu—ASD, VSD, PDA veya sağ kalp hipoplazisi CHD 7 Helikaz-bağlayan protein
DİGeorge sendromu—ASD, VSD veya çıkış yolunda tıkanıklık T8X1 Transkripsiyon faktörü
Holt-Oram sendromu—ASD, VSD veya iletim kusuru T8XJ Transkripsiyon faktörü
Noonan sendromu—pulmoner kapak darlığı, VSD veya hipertrofik P T P N 1 1 , K F (A S , S O S 1 Sinyalizasyon proteinleri
kardiyomiyopati
‘ F a rk lı m u ta s y o n la r a yn ı f e n o t ip e v e b a z ı g e n le r d e k i m u ta s y o n la r m u lt ip l fe n o t ip e ( ö r n e ğ in N K X 2 .5 ) n e d e n o la b ilir. B u d o ğ u ş ta n k u s u r la rın b i r ç o ğ u , s p e s ifik
g e n e tik m u ta s y o n o lm a k s ız ın , s p o r a d ik o la r a k d a g ö r ü le b ilir ,
( L is t e d e , s e n d r o m u n y a ln ız c a k a r d iy a k b e lir t ile r i v e rilm iş ; is k e le tte k i, y ü z d e k i, n ö r o lo jik v e v is e ra l d e ğ iş ik lik le r v e rilm e m iş tir.
A S D , a tria l septal d e fe k t; C H A R G E , p o s te r io r c o lo b o m a , h e a rt d e fe c t, choa nal a tre s ia , re ta rd a tio n , g e n ita l and e a r ano m alies; P D A , p a te n t d u k tu s a rte rio z u s ; V S D v e n t
r ik ü le r septal d e fe k t.
370 BÖLÜM 10 Kalp
K linik Ö z e llik le r
Konjenital kalp hastalarındaki çeşitli yapısal anormallik
ler, hemodinamik ve klinik sonuçlan temel alınarak, baş
lıca üç gruba ayrılabilir: (1) soldan-sağa şant nedeni olan
malformasyonlar; (2) sağdan-sola şant nedeni olan malfor-
masyonlar (siyanozlu konjenital kalp hastalıkları) ve (3)
obstrüksiyona neden olan malformasyonlar.
Şant, odacıklar veya kan damarları arasındaki anormal
bir bağlantıdır. Şantlar, basınç ilişkilerine bağlı olarak
kan akışının, kalbin sol tarafından sağ tarafına veya sağ
tarafından sol tarafına geçmesine izin verir.
• Sağdan-sola şantlarda hastanın derisi, akciğer dolaşımı
nın devre dışı bırakılması yüzünden sistemik dolaşı
ma, iyi oksij enlenmemiş kan girmesi nedeniyle; siya-
noz adı verilen, siyahımsı mavi bir renk alır.
• Oysa soldan-sağa şantlar, akciğere giden kan akımını ar
tırdıklarından buna siyanoz, en azından başlangıçta eş
lik etmez. Ancak düşük basınca göre ayarlanmış olan,
düşük dirençli pulmoner dolaşım, yüksek basınca ve
hacimlere maruz kaldığından, pulmoner damar yatağı
nı koruyabilmek amacıyla pulmoner vasküler direncin
artmasını sağlayan uyum değişiklikleri (adaptasyon)
geçirerek sağ ventrikülün önceleri hipertrofisiyle—daha
sonra da—yetmezliğiyle sonuçlanır. Pulmoner dirençte
ki artış zamanla, şantm sağdan-sola dönmesine ve ileri
dönemde başlayan siyanoza neden olabilir.
• Bazı konjenital anormallikler; kalbin odacıklarını, ka
paklarını veya büyük damarları daralttıklarından vas
küler akımın obstrüksiyonuna neden olur. Kan akımında
tam tıkanma ile karakterize olan malformasyonlara at- Resim 1 0 -2 Sık görülen, konjenital soldan-sağa şantlar (oklar, ka
rezi adı verilir. Yine bazı malformasyonlarda (ör. Fallot nın akış yönünü göstermektedir). A , Atrial septal defekt (ASD). B,
tetralojisi) obstrüksiyona (pulmoner stenoz), şant Ventriküler septal defekt (VSD). C, Patent ductus arteriozus
(VSD aracılığıyla sağdan sola) eşlik edebilmektedir. (PDA). Ao, aort; LA, sol atrium; LV, sol ventrikül; PT, ana pulmo
ner arter; RA, sağ atrium; RV, sağ ventrikül.
Konjenital kalp hastalıklarındaki hemodinamik değişik
likler genellikle, odacık dilatasyonuna veya odacık duva
rının hipertrofisine yol açar. Ancak bazı konjenital kusur ten sonra, konjenital kalp hastalıklarındaki yapısal kusurların
lar, kas kitlesinin azalmasıyla ve odacık boyutlarının kü artık geri dönüşsüz olduğu kabul edilir. Erken cerrahi (hatta
çülmesiyle sonuçlanır. Bu durum doğumdan önce gelişir cerrahi-dışı) girişimlerin mantığı budur.
se hipoplazi, doğumdan sonra gelişirse atrofi olarak adlan
dırılır. Atrial Septal Defektler ve Patent Foramen Ovale
Kalbin normal gelişmesi sırasında sağ ve sol atriumlar ara
Soldan-Sağa Şantlar sındaki açıklık, sonunda foramen ovale yi oluşturan bir di
zi ostium (ostium primum ve ostium secundum) aracılı
Soldan-sağa şantlar, konjenital kalp malformasyonlarmm ğıyla devam ettirilir; bu bağlantı anne dolaşımındaki oksi-
en sık görülen tipidir. Atrial septal defektler (ASD'ler), jenlenmiş kanın, sağ atriumdan sol atriuma geçmesine
ventriküler septal defektler (VSD'ler) ve patent ductus arte izin vererek fetus gelişmesinin devam etmesine olanak
riosus (PDA), bu çeşit malformasyonlardır (Resim 10-2). sağlar. İntrauterin gelişmenin daha geç dönemlerinde do
ASD'lerde yalnızca sağ ventrikülden ve akciğerden çıkan ku hapları (septum primum ve septum secundum), foramen
kan hacimleri artmıştır; VSD ve PDA'larm her ikisinde ovaleyi vakaların %80'inde kapatacak şekilde büyür; do
de pulmoner kan akımı ve basınçlar yükselmiştir. Bu ğum sırasında sol kalpteki basıncın sağ kalptekinden da
şantlarm belirtileri, hiç semptom görülmemesiyle fulmi- ha yüksek olması septumları, foramen ovaleyi kalıcı ola
nan kalp yetmezliği arasmda değişen şiddet derecelerin rak kapatılması için birleştirir. Vakaların diğer %20'sinde
de olabilir. ise flapm, foramen ovaleyi kapatacak kadar büyük olma
Siyanoz, bu defektlerin erken görülen bir özelliği değildir. sına rağmen sabitlenmemiş septumlar, kan akışının geçi
Ancak aşırı hacim ve basınç yüklenmesiyle birlikte uzun ci olarak sağdan-sola geçmesine izin verir, buna patent
süre devam eden soldan-sağa şant eninde sonunda pul foramen ovale denir. Paradoks emboli, sistemik arteriyel
moner hipertansiyona ve sekonder olarak sağ kalpte, sol dolaşıma geçen venöz emboli (ör. bacaklardaki derin ven-
kalptekini aşan basınç yükselmelerine neden olur; bu ler) olarak tanımlanır ve pulmoner hipertansiyonda veya
noktada, kanın akış yönü değişir ve sonuç olarak, sağ hapşırma ya da defekasyon sırasındaki bir Valsalva ma
dan-sola şant ve siyanoz gelişir. Kanın akış yönünün bu nevrasında olduğu gibi sağ atrium basıncının artması du
şekilde tersine dönmesi ve oksij enlenmemiş kanın siste rumunda gerçekleşebilir.
mik dolaşıma girmesi, Eisenmenger sendromu olarak ad ASD, foramen ovalenin aksine atriumları ayıran bölme
landırılır. Önemli derecede pulmoner hipertansiyon geliştik- deki anormal, kanın atriumlar arasmda herhangi bir kısıt-
Konjenital Kalp Hastalıkları 371
( ^ ) M OR FO LO Jİ
Ostiısm secundum A SD ’le r (ASD’ lerin %90’ ı) tipik ola
rak, foramen ovale yakınında yer alan, düz duvarlı, başka
bir kardiyak anormalliğin genellikle eşlik etmediği, küçük
defektlerdir. Hemodinamik önem taşıyan lezyonlara sağ at
rium ve ventrikül dilatasyonu, sağ ventrikül hipertrofisi ve
pulmoner arter dilatasyonunun eşlik etmesi, kronik olarak
artmış hacim yükünün etkilerini yansıtır. ASD’ lerin %5’ini
oluşturan ostium prim um tipi A SD , septumun en aşağı
kısmındadır; buna mitral ve triküspid kapak anormallikleri
nin eşlik etmesi, septum primumla endokard yastıklarının
gelişmesi arasındaki yakın ilişkiyi yansıtır. Daha ciddi vaka
larda ek olarak VSD ve o rta k a trio v e n trik ü ler kanal Resim 10-3 Membranöz tip ventriküler septal defekt (ok).
şeklindeki defektler de mevcut olabilir. Sinüs venosus ti (William D. Edwards, M D , Mayo Clinic, Rochester, Minnesota, USA’in izniyle.)
pi A SD ’le r (vakaların % 5 ’inin oluşturur) septumun yuka
rı bölümünde yer alır ve bunlara çoğu zaman pulmoner
venlerin anormal bir şekilde sağ atriuma veya vena cava su-
perior’ a boşalması eşlik eder.
M ORFOLOJİ
VSD’ lerin boyutları ve yeri, değişkendir (Resim 1 0 -3 ); bü
Klinik Ö z e llikle r yüklükleri, membranöz septumdaki çok küçük defektler-
ASD'lerin büyük bölümü, erişkin yaşlardan önce asemp- den, ventriküller arasındaki duvarı bütünüyle kaplayan çok
büyük defektlere kadar değişebilir. Önemli soldan-sağa
tomatiktir. Doğum sırasında en fazla görülen konjenital
şantların eşlik ettiği defektlerde sağ ventrikül ise hipertro-
malformasyonlar olmalarına rağmen (Tablo 10-1) VSD'le-
fik tir ve çoğu zaman dilatedir. Pulmoner arterin çapı, sağ
rin çoğu, kendiliğinden kapanır. Sonuç olarak—kendilik
ventrikülden çıkan hacmin daha büyük olması sonucu art
lerinden kapanma olasılığının çok daha zayıf olması ne
mıştır. Pulmoner hipertansiyondaki tipik vasküler değişik
deniyle—VSD'ler, ilk tanısı erişkin çağda konulan defekt-
likler sıktır (Bölüm 12).
lerin en fazla görülenidir. ASD'ler başlangıçta, pulmoner
dolaşımdaki ve sağ kalpteki basıncın daha düşük olması
nedeniyle, soldan-sağa şant meydana gelmesine neden
olur. Bu defektler, özellikle çapları 1 cm.'den küçük oldu
ğunda, genellikle iyi tolere edilir; daha büyük lezyonlar Klinik Ö ze llikle r
bile çocukluk çağında genellikle semptom vermez. Ancak Küçük VSD'ler semptom vermeyebilir; bunların kabaca
zamanla aşırı kronik basınç ve hacim yüklenmesi pulmo yarısında septumun kaslı bölümü, bebeklik veya çocuk
ner hipertansiyona neden olabilir. ASD'ler, hemodina luk döneminde kendiliğinden kapanır. Oysa büyük de
mik anormalliklerin düzeltilmesi, kalp yetmezliği geliş fektler, çoğu zaman pulmoner hipertansiyon ve konjestif
mesinin önlenmesi, paradoksal embolizasyonun ve geri kalp yetmezliği gibi komplikasyonların eşlik ettiği, kro
dönüşsüz pulmoner vasküler hastalığın gelişmemesi için, nik soldan-sağa şant nedenidir. İlerleyici pulmoner hiper
ameliyatla veya intravasküler yoldan kapatılır. Mortalite tansiyon ve buna bağlı şant yönünün değişmesi ve siya-
düşüktür ve girişim sonrası sağkalım süresi, normal po- noz, ASD'dekinden daha sık ve daha erken meydana ge
pülasyondaki gibidir. lir. VSDTerin bu nedenle, ameliyatla düzeltilmesi gerekir.
Sağ ventrikülde, endotel hasarına neden olabilen jet lez-
Ventriküler Septal Defektler yonlarma yol açan, küçük veya orta boy defektler aynı za
Doğum sırasında en sık görülen kardiyak anormallikler manda, enfeksiyöz endokardit riskini de artırır.
olan ventriküler septum defektleri, soldan-sağa şant ne
denidir (Tablo 10-1 ve Resim 10-3). Ventriküler septum
Patent Ductus Arteriosus
normalde, kalbin apeksinden yukarıya doğru büyüyen
musküler kabarıklığın; endokard yastıklarından aşağı Ductus arteriosus, sol pulmoner arterden başlar ve sol a.
yönde büyüyen, daha ince ventriküler membranlarla bir subclavia'nm çıktığı yerin hemen distalinde olmak üzere
leşmesiyle meydana gelir. Bazal (membranöz) bölge sep aorta açılır. İntrauterin yaşam sırasında kanın pulmoner
tumun en son gelişen bölümüdür ve VSDTerin yaklaşık arterden aorta akmasını sağlayarak, henüz oksijenlenme-
%90T burada görülür. Doğum sırasında daha sık olmasına yen akciğerleri devre dışı bırakır. Miadında doğan, sağlık
rağmen VSD'lerin çok büyük bölümü, çocukluk çağında ken lı bebeklerde bu kanal, doğumdan hemen sonra büzülür
diliklerinden kapandığından; bu defektin erişkinlerdeki insi- ve 1 - 2 gün sonra fonksiyonel açıdan kapanmış olur; bu
dansı, ASD'ninkinden daha düşüktür. VSD'lerin yalnızca değişiklikler; arteriyel oksijenlenmenin artmasına, pul
%20-30'u izole bir malformasyon olarak, diğerleri ise kal moner damar direncinin azalmasına ve lokal prostaglan
bin diğer malformasyonlarıyla birlikte mevcuttur. din E2 düzeylerinin düşmesine yanıt olarak gerçekleşir.
372 BÖLÜM 10 Kalp
K linik Ö z e llik le r
PDA'lar, "makinelerin çalışması sırasında çıkan seslere"
benzeyen, şiddetli üfürümlere yol açan, yüksek basınçlı,
soldan-sağa şantlardır. Küçük bir PDA'lar genellikle hiç
bir semptom vermezse de daha büyük olanlar sonunda,
siyanoz ve konjestif kalp yetmezliği eşliğinde Eisenmen-
ger sendromuna yol açabilir. Yüksek basmçlı şant ayrıca
enfeksiyöz endokardit için elverişli zemin hazırlar. İzole
PDATarm yaşamın mümkün olduğunca erken dönemle
rinde kapatılması yönünde genel bir görüş birliği varsa da
bunun, sistemik veya pulmoner kan akışının devam et
mesini sağlayan biricik kanal olduğu durumlarda (örne
ğin aort veya pulmoner atrezisi olan bebeklerde) açık du
rumda kalmasının (prostaglandin E verilerek) sağlanma
sı, bebeğin yaşamını kurtarabilir.
Sağdan-Sola Şantlar
tetralojisi ve büyük damarların transpozisyonu, siyanotik Resim 1 0 -4 Sık karşılaşılan, konjenital sağdan-sola şantlar (siya
konjenital kalp hastalığının eşlik ettiği en önemli iki sağ notik konjenital kalp hastalığı). A , Fallot tetralojisi (oklar, kanın akış
lık sorunudur (Resim 10-4). El ve ayak parmaklarının uç yönünü göstermektedir). B, VSD ile birlikte veya bu olmaksızın,
larındaki çomaklaşma (hipertrofik osteoartropati), polisite- büyük damarların transpozisyonu. Ao, aorta; LA, sol atrium; LV,
sol ventrikül; PT, ana pulmoner arter; RA, sağ atrium; RV, sağ vent
mi ve paradoksal embolizasyon; şiddetli sistemik siyanozun
rikül.
klinik sonuçlarıdır.
Fallot Tetralojisi
dedir ( “ ata binm iş” a o rt) ve kanın her iki ventrikülden
Tüm doğuştan kalp malformasyonlarımn %5 kadarını de çıkış yeridir. Sağ ventrikül çıkışındaki tıkanma en sık in
meydana getiren Fallot tetralojisi, siyanotik kalp hastalığı fundibulum daralması (su b p ulm on er sten o z) nedeniyle
nın en sık karşılaştığımız nedenidir. (Tablo 10-1). Fallot tet- d ir ama pulmoner kapak stenozuna ya da pulmoner kapak
ralojisinin başlıca dört özelliği şunlardır: (1) VSD; (2) sağ la proksimal pulmoner arterin tam atrezisine bağlı da olabi
ventriküler çıkışında obstrüksiyon (subpulmoner stenoz); lir. Bu gibi bebeklerde kan akciğerlere ancak, kalıcı PDA ve
(3) aortun, VSD üzerine âdeta 'ata biner gibi' oturmuş ol ya genişlemiş bronş arterleri yoluyla ulaşabilir.
ması ve (4) sağ ventriküler hipertrofisi (Resim 10-4, A).
Bu özelliklerin tümü, infundibular septumun, pulmoner
trunkus ile aort kökü arasında anormal septasyon oluş
K linik Ö ze llikle r
masına yol açacak biçimde anterosuperior olarak yerleş
miş olmasına bağlıdır. Sağdan-sola şant, pulmoner kan akımının azalması ve
aort hacimlerinin yükselmesi; Fallot tetralojisinin hemo-
dinamik sonuçlarıdır. Tetralojinin klinikteki şiddet derecesi
daha çok, pulmoner çıkıştaki tıkanıklığın derecesine bağlıdır;
M ORFOLOJİ bazı hastalar tedavi edilmeseler bile, erişkin yaşlara kadar
hayatta kalabilmektedir. Böylece, pulmoner obstrüksiyon
Kalp, sağ ventriküler hipertrofisi sonucunda “ bot biçimini”
hafifse durum; sol kalpteki yüksek basınç değerlerinin
almıştır; proksimal aorta genişlemiştir, pulmoner truncus
yalnızca soldan-sağa şant nedeni olması ve siyanoz bu
hipoplastiktir. Sağ kalbin odacıkları normal boyutlarınday-
ken sağ ventrikül duvarında önemli ve bazen sol ventrikül
lunmaması nedeniyle, izole VSD'i andırır. Pulmoner ste-
duvarından daha kalın olmasına yol açan bir hipertrofi var
nozun şiddetli olmasına daha çok rastlanır ve bu stenoz,
dır. VSD genellikle büyük olup septumun membranöz bö erkenden siyanoza yol açar. Dahası çocuk büyüyüp kal
lümünün yakınındadır; aort kapağı, VSD’ nin hemen üzerin- bin boyutları arttıkça, pulmoner ağız bununla orantılı
olarak genişleyemediğinden, fonksiyonel stenozun gittik-
«s* .
o PATO G EN EZ
İskem ik kalp hastalığı öncelikle koroner perfüzyo-
lerle birlikte küçük embolilerle karşılaşmak mümkündür.
En kötü senaryoda, stabilitesini kaybetmiş bir aterom plağı
nın üzerinde gelişerek lumeni tamamen tıkayan bir trom -
büs, şiddetli bir miyokard infarktüsüne neden olabilir.
• Vazokonstriksiyon lümen çapını doğrudan doğruya da
nun, kalp kasımım ihtiyaçlarına göre yetersiz kalması» raltır; dahası damar spazmı, kan akımının yarattığı lokal
nın bir sonucudur. Bu denge bozukluğu, koroner ar mekanik gerilim gücünü artırarak plağın parçalanma riskini
terlerde daha önceden mevcut ( “ fikse” ) aterosklero- artırabilir. A terosklerotik plaklarda vazokonstriksiyon; (1)
tik tıkanıklığın, yeni gelişerek buna eklenen tromboz dolaşımdaki adrenerjik agonistler, ( 2 ) lokal olarak serbest
ve/veya vazospazmla birlikte etki etmesi sonucunda kalan trom bosit içeriği, (3) endotel disfonksiyonu nedeniy
gerçekleşir. le ortaya çıkan, endotel hücrelerini gevşeten faktörlerle
Ateroskleroza bağlı daralma; sol ön inen (LAD ), sol sir- (ör. n itrik oksit) kasan faktörle r (ör. endotelin) arasındaki
kumfleks (LC X) arterler ve sağ koroner (RCA) a rter olmak dengesizlik ve (4) perivasküler inflamatuar hücrelerden
üzere koroner arterlerin herhangi birinde veya birkaçında serbest kalan medyatörler tarafından uyarılabilmektedir.
meydana gelebilir. Klinik önemi olan aterom plakları herhan
gi bir yerde lokalize olabilirse de daha çok, sol ön inen ve sol A kut Plak Değişikliği. Miyokard iskemisinin başlaması yal
sirkumfleks arterlerin ilk birkaç santimetrelik bölümünde ve nızca fikse aterosklerotik hastalığın varlığına ve şiddetine değil,
sağ koroner arterin tüm uzunluğu boyunca görülmektedir. aynı zamanda koronerlerdeki aterosklerotik plak m orfoloji
Daralma bazen; sol ön inen koroner arterin diagonal dalları, sinde cereyan eden dinamik değişikliklere de bağlıdır. Hasta
sol sirkumfleks arterin sol marginal (geniş açılı) dalları veya ların büyük bölümünde anstabil angina, infarktüs ve
sağ koro ne r arterin arka inen dalı gibi, sekonder dallarda da çoğu zaman ani kardiyak ölüm, aterosklerotik plakta
yer alabilir. birdenbire meydana gelen değişiklikler ve bunu izle
Koroner damar lümeninin % 70’inden daha küçük bölümü yen tromboz nedeniyle gelişir—akut koroner sendrom
nü tıkayan fikse obstrüksiyonlar, tip ik olarak, eforla bile deyimi, buradan kaynaklanmaktadır (Resim 1 0 -7 ).
semptom vermezler. Oysa damar lümeninin % 70’inden fazla iskemiyi başlatan olay genellikle, kısmen tıkanma (oklüz-
sını tıkayan ve k ritik stenoz olarak adlandırılan lezyonlar yon) yapmış olan aterosklerotik plağın ani parçalanmasıdır.
genellikle, kalp kasının ihtiyaçları arttığında semptomlara ne Bu hasarda birden fazla mekanizma rol oynar: Rüptür, fis-
den olurlar. K ritik stenozlarda belirli efor düzeylerinin göğüs sür oluşumu veya ülserleştne. Bu olaylar, yüksek derece
ağrısına neden olacağı tahmin edilebilir ve bu hastalarda sta- de trom bojenik plak içeriğinin serbest kalmasına veya altında
bil angina mevcut olduğundan söz edilir. Damar lümeninin ki subendotelyal bazal membranın açığa çıkmasına neden ola
9 0 ’ ını veya daha fazlasını tıkayan fikse bir stenoz koroner kan rak, hızla trom boza yol açar. Ayrıca plak çekirdeğindeki
akışının, istirahat sırasında bile semptomlara yol açacak şekil kanam a, plağın hacmini ve dolayısıyla lümendeki tıkanmanın
de yetersiz kalmasına, daha sonra anlatılan anstabil angina derecesini akut olarak artırır.
form larından birine neden olabilir. Ateroskleroz plağındaki akut değişiklikleri tetikleyen fak
Aterosklerotik lezyonun koroner arter lümenini yavaş ya törlerin bu etkilerini, lezyonun parçalanmaya duyarlılığını me
vaş, yıllarca devam edecek bir süreçle tıkaması önemlidir; bu kanik zorlanma (stres) nedeniyle artırarak gösterdiklerine
süreçte diğer koroner arterlerin yeniden yapılanması risk böl inanılmaktadır. Hem plak bileşiminin ve yapısının intrensek
gesinin kompansasyon amacıyla kanlanmasını sağlayabilir; bu yönleri (Bölüm 9) hem de kan basıncı ve trom bo sit reaktivas-
şekilde gelişen kollateral perfüzyon daha sonra, söz konusu yonu gibi ekstrensek fa ktö rle r buna, aşağıdaki katkılarda
damar tam olarak tıkansa bile miyokard infarktüsüne karşı ko bulunabilir:
ruma sağlayabilir. Koroner lümeni akut olarak tıkandığında ise • Büyük bir ateromatöz çekirdeği ya da üzerlerini örten fib-
kollateral perfüzyon gelişmesi için ne yazık ki zaman yok rö z kapsülü ince olan plakların, yırtılm a (rü p tü r) olasılığı
tu r ve böyle bir akut koroner tıkanma, infarktüsle sonuçlanır. daha fazla olduğundan, bunlar “ hassas” olarak adlandırılır.
Aşağıdakiler, koroner arter aterosklerozunun gelişmesine Çatlaklar (fissür) genellikle, fibrö z örtünün komşu, plak
ve sonuçlarına katkıda bulunabilir: olmayan normal a rter segmentleriyle birleştiği; mekanik
376 BÖLÜM 10 Kalp
Trombüs Trombüs
Angina Pektoris
Angina pektoris, geçici, geri dönüşlü miyokard iskemisinin ne
den olduğu, aralıklı göğüs ağrısıdır. Bu ağrı olasılıkla, oto
nom aferent sinirleri uyaran adenozin, bradikinin ve di
ğer moleküllerin, iskemi etkisiyle salıverilmelerinin sonu
cudur. Angina pektorisin üç çeşidi vardır:
DEĞİŞEBİLEN DERECELERDE OKLÜZİF TROMBUS • Tipik veya stabil angina; ataklar şeklinde ortaya çıkan
O BTRUKSİYONLA/? EMBOLİYLE (Akut transmural miyokard
BİRLİKTE M URAL TROMBUS infarktüsü veya ani ve belirli efor düzeylerine ya da kalp kasının ihtiyaçla
(Anstabil angina kardiyak ölüm) rını artıran diğer bir nedene bağlı (ör. taşikardi) olan,
veya akut subendokardiyal önceden tahmin edilebilir ağrıların görüldüğü, klinik
miyokard infarktüsü ya da bir tablodur. Hastaların klasik tanımıyla "göğüs kemi
I ani kardiyak ölüm)
ğinin ardındaki bir ezilme veya sıkışma hissi" olan bu
AKUT KORONER SENDROMLAR ağrı, sol koldan aşağıya doğru veya çenenin sol tarafı
Resim 1 0 -7 Koroner arterdeki aterosklerotik lezyonlarda, birbir na yayılabilir (yansıyan ağrı). Hasta istirahat ettiğinde
lerini izleyerek ilerleyip, çeşitli akut koroner sendromlarla sonuç (miyokardm artmış olan ihtiyacı azaldığında) veya ko
lanan değişiklikler. roner perfüzyonu artıran bir vazodilatör olan nitrogli
(Schoen FJ: Interventional and Surgical Cardiovascular Pathology: Klinik Correlations serin gibi ilaçlar kullanıldığında geçer.
and Basic Principles. Philadelphia, W B Saunders, 1989, p 6 3 . 'te n değiştirilerek ve
• Prinzmetal veya varyant anginada ağrı istirahat sırasın
yeniden çizilerek.)
da ortaya çıkar ve koroner arter spazmına bağlıdır. Bu
spazmlar genellikle mevcut ateroskleroz plaklarında
zorlanmanın en yü kse k/fib rö z örtünün en ince olduğu veya bunların yakınında meydana gelirse de; tamamen
yerlerde meydana gelir. Fibröz kapsül ayrıca sürekli olarak normal damarlarda da görülebilir. Prinzmetal angina
yeniden biçimlendiğinden mekanik gücü ve plağın stabilite- tipik olarak, nitrogliserin ve kalsiyum kanal blokerleri
sini, kollajenin sentezi ile parçalanması arasındaki genel gibi vazodilatör ilaçlara hızla yanıt verir.
denge belirler. Kollajen, düz kas hücreleri tarafından üreti
lip makrofajlardan bırakılan m etalloproteazlar tarafından
• Anstabil angina (kreşendo angina) gittikçe sıklaşan, git
parçalandığından düz kas hücreleri bakımından fa kir ya da tikçe daha düşük efor düzeylerinde, hatta istirahat sı
inflamatuar hücre sayısı bakımından zengin olan ateroskle rasında görülen bir ağrıya neden olur. Anstabil angina
ro tik lezyonlar, daha kolay yırtılabilir. Kolesterol sentezin plak yırtılmasına ve buna eklenen tromboza, trombu-
deki kilit enzim olan hidroksimetilglutaril koenzim A sun distal embolizasyonu ve/veya vazospazma eşlik
(HM G Co-A) redüktazı inhibe etmeleri nedeniyle statinle- eder; çoğu zaman, koroner lümenin tam olarak tıkan
rin, kolesterol düzeyini düşüren etkilerinin yanı sıra, KAH
ması nedeniyle meydana gelecek olan MI'nün haberci
ve İKH ’da plaktaki inflamasyonu azaltarak ve plâğın
sidir.
İskemik Kalp Hastalığı 377
Sol sirkumfleks
koroner arter
Sağ
Sol ön inen koroner
koroner
arter
arter
Koroner arterin akut
olarak tıkanması
Perfüzyon bölgesi
(riskli alan)
Miyokardın enine
kesiti
Tıkalı
koroner
arter
Endokard -
Perfüzyon b ö lg e si— —
(risk altındaki alan) / i
Resim 10-8 Miyokard infarktüsünün, koroner arter tıkandıktan sonraki ilerlemesi. Risk bölgesi, perfüzyonu tıkanan damarla sağlanan
transmural miyokard segmentidir (belirtilmiş). Nekroz, iskemi alanının merkezindeki subendokardiyal bölgede başlayarak zamanla, duva
rı tüm kalınlığıyla tutacak şekilde ilerler. Endokardın hemen altındaki, çok dar bir miyokard alanının, ventrikülden difüzyon yoluyla oksi-
jenlenmesi sayesinde nekroze olmadığına dikkat edin.
• Tıkanan damarın b o yu t ve dağılımı (Resim 1 0 -9 ) arterin çıktığı k o ro n e r dam ar (sağ k o ro n e r veya sirkum f
• Tıkanmanın gelişme hızı ve süresi leks), septumun üçte b ir arka bölüm ünün perfüzyonunu
• M iyokardın m etab olik ihtiyaçları (örneğin kan basıncın sağlar ve geleneksel olarak dom inant dam ar olarak kabul
dan ve kalp hızından etkilenen) edilir. Böylece sağ dom inant ka lp te sağ ko ro n e r arterin
• Kollateral kanlamayla beslenen alanın büyüklüğü tıkanması sol ventrikülde hasara; sol dom inant kalpte ise
Proksimal sol ön inen (L A D ) arterd eki akut tıkanm a, tüm sol ana koro ne rin tıkanması genellikle tü m sol ventrikülde
M İ’ Ierinin % 40 - % 5 0 ’sinin nedenidir ve ne kroz tip ik ola ve septumda nekroza yol açar. K oro ne r tıkanm alar bazen
rak; sol ven trikül ön duvarında, ve n trikü le r septumun üçte sol ana k o ro n e r arterd e meydana gelir ve bu lezyon, bu ko
iki ön bölüm ünde ve kalp apeksinin neredeyse tüm ünde ron erin çok sayıda m iyokard bölgesini besliyor olması ve ti
meydana gelir; aynı damarın daha distalde tıkanmasında ise pik olarak ölüm le sonuçlanması nedeniyle “ dul bırakan”
ne kroz yalnızca apekste görülebilir. Proksimal sol sirkum f olarak adlandırılır. Tıkanmalar, sol ön inen koronerin diago
leks (LC X ) a rterd eki akut tıkanm a (M İ’ lerinin % 15-20’ sin- nal veya sirkum fleks arterin marginal dalları gibi sekonder
de g ö rü lü r) lateral sol ventrikülün; proksim al sağ k o ro n e r dallarda da görülebilir. Buna karşılık, k o ro n e r arterlerin mi
a rte rin (R C A ) tıkanması ise, Mİ’ lerinin %30-% 4 0 ’ ında gö yokard içerisine gönderdikleri penetran dallarda önemli
rü lü r ve sağ ventrikülün büyük bölüm ünde nekrozla sonuç ateroskleroz veya tro m b o z, seyrektir.
lanır. Septumun üçte b ir arka bölüm üyle p o ste rio r sol vent Üç ana k o ro n e r damarın uç a rte r (end-arter) olmaları
rikülün perfü zyon u, p o ste rio r inen k o ro n e r a rte rle sağla na rağmen bu epikardiyal arterler, koronerler-arası sayısız
nır. Bu k o ro n e r dam ar ya sağ ko ro n e r arterden (insanların anastom ozlarla b irb irle rin e bağlıdır (k o lla te ra l dola
% 9 0’ ında), ya da sol sirkum fleks arterden çıkar. A rk a inen şım ). Bu anastom ozlar norm alde kapalıdır ama ko ro n e r
Iskemik Kalp Hastalığı 379
Posterior
Resim 10-9 Miyokard infarktüsünün, perfüzyon azalmasının yeriyle ve tabiatıyla olan ilişkisi. Solda, majör koroner arter tıkanması sonu
cu meydana gelen transmural infarktüs tipleri. Sağ ventrikül de, sağ ana koroner arterin (gösterilmemiş) tıkanmasına bağlı iskemiden et
kilenebilir. Sağda, kısmi veya geçici tıkanma (üstte), fikse üç-damar hastalığına eklenen sistemik hipotansiyon (ortada) veya kalp kası için
deki küçük damarların tıkanması (altta) nedeniyle gelişen infarktüs tipleri.
arterlerd en birinin yavaş yavaş tıkanması kanın, kollateral • M ikro sko pik in fark tü sler, küçük k o ro n e r dam arlar
kanalları kullanarak yüksek basınçlı bölgeden alçak basınçlı tıkandığı zaman gö rü lü r ve tanı koydurucu herhangi bir
bölgeye geçmesine olanak tanır. Kollaterallerin bu şekilde, EKG değişikliğine neden olmayabilir. Vaskülit, kapak ve
yavaş yavaş genişlemesi, epikardiyal damarlardan birinin tı jetasyonlarından kaynaklanan em bolizasyon, m ural
kanmasına rağmen tıkanan damarın beslediği bölgelerde trom busların veya katekolamin düzeylerinin endojen
yeterli perfüzyon sağlayabilir. M İ’ leri tıkanan damara ve ko- (örneğin feokrom ositom da veya aşırı streste) ya da ek-
lateral dolaşımın derecesine göre, aşağıdaki üç tipten biri sojen (örneğin kokain kullanımında) nedenlerle yüksel
olarak gelişebilir. mesine bağlı damar spazmları, m ikro sko p ik infarktüsle-
• T ran sm u ral in fark tü sler, ventrikül duvarının tüm ka rin nedenleri arasındadır.
lınlığıyla nekroze olduğu; epikardiyal damarların k ro n ik
ateroskleroz ve akut tro m b o z kombinasyonu nedeniyle
tıkanmasına bağlı infarktüsierdir. Transm ural M İ’ leri M ORFOLOJİ
EKG’de tip ik olara k ST segmentinin yükselmesine neden
olur; R dalgası am plitüdünün kaybıyla b irlikte negatif Q Transmural (ventrikül kalınlığının en az % 5 0’sini ilgilendi
dalgaları da bulunabilir. Bu infarktüsler, ST segmentinin ren) infarktüslerin tamamına yakınında, sol ventrikülün
yükseldiği in fa rktü sle r “ ST elevated M I” (STEMI) olarak ve/veya inte rven triküle r septumun en az b ir bölümünde
da bilinir. nekroz gelişmiştir. Posterior veya posteroseptal duvardaki
• Subendokardiyal in farktü slerd e nekroz, m iyokar- M İ’ lerinin kabaca %15-%30’ u, sağ ventriküle de uzanır. İzo
dın üçte b ir iç bölüm ünde sınırlıdır; bu infarktüslerdeki le ventrikül infarktüsleri, vakaların yalnızca % 1-% 3’ ünde
EKG’de tip ik olarak, ST segmenti yükselmesi veya Q dal m evcuttur. Transmural infarktüslerde bile subendokardiyal
gası yoktu r. Subendokardiyal bölge, daha önce de anla m iyokardın yaklaşık 0 .1 mm kalınlığındaki dar bir bölümü,
tıldığı gibi hipoperfüzyona ve hipoksiye en duyarlı kalp oksijeni ve besleyici maddeleri ventrikül lumeninden sağla
kası bölüm üdür. Bu nedenle de şiddetli ko ro n e r a rte r yabilmesi nedeniyle nekrozdan kurtulur.
hastalığı olanlarda m iyokarda gelen oksijen m iktarının M İ’nün m akroskopik ve m ikroskopik görünüm ü, hasarın
azalması (hipotansiyon, anemi veya pnöm oni nedeniyle) yaşına bağlıdır. Hasarlı alanlar; koagülasyon nekrozundan,
ya da oksijen ihtiyacının artması (taşikardide ve hiper önce akut, sonra kro n ik inflamasyona ve sonunda fibrozise
tansiyonda görüldüğü gibi), subendokardiyal iskemik ha giden, ileri derecede karakteristik bir dizi değişiklik geçirir
sara neden olabilir. Bu tip infarktüs ayrıca, tıkanmaya yol (Tablo 10-3). Miyokard nekrozunun herhangi b ir önemli re-
açan trom büsün, ventrikül duvarı tüm kalınlığıyla n e kro jenerasyon geçirmeksizin nedbeleşmesi, kaçınılmaz bir so
ze olmadan önce erimesi durum unda da gelişebilmekte nuçtur; doku kö k hücrelerinin fonksiyonel m iyokard rejene-
dir. rasyonunda kullanılıp kullanılamayacağını araştıran çalışma-
380 B Ö L Ü M 10 Kalp
lar yapılmaktadır, ancak şimdiye kadar bunların hiçbiri mey N e kro z alanının yerini gittikçe artan granülasyon dokusu
ve verm em iştir. (M İ’den 1-2 hafta sonra en belirgindir) alır. Bu granülasyon
Ç ok yeni M İ’ lerinde tanı, özellikle birkaç saat içerisinde dokusu, yoğun kollajen nedbenin oluşacağı ön-iskeleti hazır
ölüm gerçekleştiğinde, zordur. Başlangıçtan sonra 12 sa lar. Nedbeleşme, vakaların büyük bölümünde altıncı hafta
atten daha kısa b ir süre geçmiş olan Mİ’ ler, m akros- sonunda iyice ilerlem iştir ama onarımın etkili olma derecesi,
ko p ik bulgu v erm ez. Ancak infarktüs başlangıcından son başlangıçtaki infarktüs lezyonunun boyutlarına bağlıdır. İyi
ra 3 saat ve daha fazla süre geçmişse lezyon, kalp kası bir leşme, inflamatuar hücre göçünü ve nekroz alanı kenarların-
laktat dehidrojenaz substratı olan trifeniltetrazolyum k lo rü r
gibi vital boyalarla boyanarak, gö rün ür hale getirilebilir. Bu
enzim iskemik ne kroz alanlarında, zedelenen hücreden dı
şarı sızdığı için azaldığından söz konusu boya kullanıldığında
infarktüs alanı boyanmaz (soluk re n kte d ir) ama eski nedbe-
ler, beyaz ve parlak gözükür (Resim 1 0 -1 0 ). Başlangıçtan
1 2-2 4 saat geçtikten sonra in fa rk tü s, n ek ro z alanın
da sıkışıp ka lan , durgun kan nedeniyle, kırm ızım sı
mavi ren kte fa rk edilebilir. Daha sonra infarktüsler yu
muşak, sarı-açık kahverengi alanlar olarak, gittikçe daha net
görülm eye başlar; 10-14 günde nekroz alanının kenarında,
ileri derecede vasküler olması nedeniyle hiperem ik granü-
lasyon dokusu görülür. N ekroze olan doku daha sonraki
haftalarda fîb rö z b ir nedbeye değişir.
Birbirini izleyen karakteristik değişiklikler, m ikroskopik
görünüm de de gerçekleşir (Tablo 1 0 -3 ve Resim 10 -11 ).
Koagülasyon nekrozunun tip ik özellikleri (Bölüm 1) infark-
tüsün 4-12 saatinde g ö rülebilir hale gelir. N e kroz alanının
kenarlarında “ dalgalı fîb rille r” de bulunabilir; bu görünüm ,
kasılamayan ölü fibrille rin gerilmesini ve buruşmasını yansı Resim 10-10 Posterolateral sol ventriküldeki, trifeniltetrazolyum
tır. Subletal iskemi, m iyositlerde vakuolleşm e de başlata klorür ile boyanmayan bölge olarak gözüken, akut miyokard infark-
bilir; bu m iyositler canlıdır ama çoğu zaman iyi kasılamaz. tüsü (ok); dokunun söz konusu boyayla boyanmama nedeni, hücre
N e k ro tik kalp kasında akut inflamasyon gelişir (tip ik ola ölümünü izleyen enzim sızıntısıdır. Önde, eski bir infarktüse ait ned
rak M İ’den 1-3 gün sonra iyice belli olu r); bunu b ir m akro- benin (ok başı) görüldüğüne dikkat edin, infarktüs alanının sağ kena
faj, dalgasının n e kro tik miyositleri ve n ö tro fil parçalarını o r rındaki miyokard kanaması (yıldız), bu hastadaki akut ölümün nede
tadan kaldırması (5-10 gün sonra en üst düzeye ulaşır) izler. nini yansıtan ventrikül rüptürü sonucunda meydana gelmiştir (bu
piyeste posterior duvar, üst tarafta yer almaktadır).
İskemik Kalp Hastalığı 381
Resim 10-11 M i/okard infarktüsü ve onarımının mikroskopik özellikleri A , Bir-günlük-infarktüste, komşu normal liflerle (sağda) karşılaş
tırıldığında dalgalı görünüm veren liflerle birlikte koagülasyon nekrozu. N ekrotik hücreler birbirinden, aralarındaki ödem sıvısıyla ayrılmış
tır. B, 2-3 günlük infarktüste, nekroz alanındaki yoğun nötrofîl infiltrasyonu. C, N ekrotik miyositlerin neredeyse tamamı, fagositik mak-
rofajlar tarafından ortadan kaldırılmıştır (7.-10. gün). D, Gevşek bağ dokusuyla ve bol miktarda kılcal damarla karakterize granülasyon
dokusu. E, Yoğun bir kollajen nedbe şeklindeki, iyileşmiş miyokard infarktüsü. Geriye kalmış olan, az sayıda kardiyak miyosit vardır. D ve
E kollajeni maviye boyayan Masson trikrom boyasıyla boyanmış preparat.
dan içeriye doğru yeni damarların oluşmasını gerektirir. lamadır. Reperfüzyon hasarına katkısı olan faktörler: 1)
N e kro z alanı böylece, kenarlarından başlayıp merkezine mitokondri disfonksiyonu: iskemi, mitokondri membra-
doğru iyileşir ve büyük b ir infarktüs alanı, küçük olanlar ka nınm geçirgenliğini değiştirerek proteinlerin, mitokond-
dar tam ya da çabuk iyileşemeyebilir. Mİ tamamen iyileşti riye girmesine olanak sağlar. Proteinlerin mitokondri içe
ğinde, infarktüs başlangıcından sonra geçen süreyi belirleye risine girmesi, bu organelin şişmesine ve dış membranı-
bilm ek olanaksızdır; ister 8 haftalık ister 1 0 yıllık olsun, fib- nın yırtılmasına yol açar; mitokondri içeriğinin bu şekil
rö z skarların görünüm ü aynıdır. de organel dışına çıkması, apoptozu teşvik eden bir geliş
medir; 2 ) miyositlerin hiperkontraktürü: iskemi sırasın
da, kalsiyum döngüsünün bozulması ve sarkollemma ha
sarı nedeniyle hücredeki kalsiyum düzeyi yükselir. Miyo
sit içerisindeki yüksek düzeyde kalsiyum, bu hücrelerin
İnfarktüsün Reperfüzyon ile Değişimi denetimsiz ve aşırı kasılmalarına yol açarak hücre iskele
Akut Mİ'deki tedavinin amacı, maksimum miktarda is tinin zarar görmesine ve hücre ölümüne neden olur; 3)
kemik kalp kası dokusunu kurtarabilmektir; bu amaca Superoksit anyonu (-02), hidrojen peroksit (H2 0 2), hi-
doku perfüzyonunun, mümkün olan çabuklukta tekrar pokloröz asit (HOCİ), nitrik oksit türevi peroksinitrit ve
sağlanması ile ulaşılır (bu nedenle "vakit, miyokarddır"). hidroksil radikalleri (’OH); reperfüzyonu izleyen dakika
Bu reperfüzyon trombolizle (trombus, doku plazminojen lar içinde üretilerek membran proteinlerini ve fosfolipid-
aktivatörleriyle eritilerek), anjiyoplastiyle ya da koroner leri değiştirip miyositlere zarar verir; 4) Lökositlerin kü
baypas grefti kullanılarak sağlanabilir. Henüz canlı, an melenmesi, mikro-damarları tıkayarak lokal kanlanma
cak risk altındaki miyokard dokusunun korunması hem nın gerçekleşmemesine ("no-reflow" fenomeni), katkıda
kısa, hem uzun dönemdeki prognozu olumlu etkiler ama bulunabilir. Dahası lökositlerden, hücre ölümüne neden
reperfüzyon, ne yazık ki tamamen masum bir çare ol olan proteazlar ve elastazlar serbest kalır; 5) Trombosit ve
maktan uzaktır. Gerçekten de iskemik dokulara yeniden kompleman aktivasyonu da, mikro-damarlardaki hasara
kan gitmesinin sağlanması (reperfüzyon), reperfüzyon ha katkıda bulunur. Kompleman aktivasyonunun endotele
şan olarak adlandırılan ve gerçekleşmesi, gerçekleşme zarar vererek, no-reflow fenomeninde rol oynadığı düşü
miş olmasından daha fazla lokal zarar verebilen bir uygu nülmektedir.
382 BÖLÜM 10 Kalp
Resim 10-12 Perfüzyonun yeniden sağlandığı (reperfüze) miyokard infarktüsü. Â , Trifenil tetrazolyum klorür ile boyanan, enine kalp
kesitinde; hasar gören damarlardan kaynaklanan kanama nedeniyle hemorajik gözüken, büyük bir ön duvar infarktüsü. Arka duvar, fotoğ
rafın yukarısıdır. B, Mikroskopik olarak kanama ve miyofibrilleri çaprazlamasına geçen çizgiler şeklindeki, hipereozinofilik kasılma bantları
(ok).
Akut Mİ durumunda reperfüzyona uğramış miyokar- çok büyük bir bölümünden, ölümcül (letal) aritmiler so
dın tipik görünümü, Resim 10-12'de gösterilmektedir. rumludur.
Bu tip infarktüsler, damar zedelenmesi ve sızdırması so Mİ'deki laboratuar değerlendirmeleri, zedelenen hasarlı
nucunda tipik olarak hemorajiktir. Reperfüzyona maruz miyokard hücrelerinin hasarlı hücre membranlarmdan
kalan, geri dönüşsüz şekilde zedelenmiş olan miyositler- sızarak dolaşıma katılan makromoleküllerin kan düzey
de, kasılma bandı nekrozu görülür; bu patolojik süreçte, hi- lerinin ölçülmesine dayanır (Resim 10-13); miyoglobin,
perkonsantre sarkomerlerden oluşan, yoğun eozinofilik kardiyak troponinler T ve I (TnT, Tnl), kreatin kinaz (CK)
bantlar, plazma membranlarmdan içeriye giren kalsiyu (özellikle kalp kasındaki izoformu, CK-MB) ve laktat de-
mun aktin-miyozin etkileşimlerini artırmasıyla meydana hidrojenaz, bu moleküllerdendir. Troponinler ve CK-MB,
gelir. Sarkomerler, ATP mevcut olmadığından gevşeye- miyokard hasarını yansıtmak açısından yüksek spesifite-
mez ve ölüm öncesinde tetanik bir duruma girer. Böylece ye ve duyarlılığa sahiptir.
reperfüzyon geri dönüşlü olarak zedelenen hücreleri kurtara • CK-MB, yalnızca kalbe-özgü troponinlerin (aşağıya ba
bilirken, geri dönüşsüz olarak zedelenmiş hücrelerin morfolo kınız) ardından gelmek üzere miyokard zedelenmesi
jisini değiştirir. nin değerli bir göstergesi olmaya devam etmektedir.
Total CK aktivitesi, beyinde, kalp kasında ve iskelet
K linik Ö ze llikle r kasındaki farklı kreatin kinaz izoformları nedeniyle,
Şiddetli, sternum altında hissedilerek boyuna, çeneye, kalp kası zedelenmesini göstermek bakımından güve-
epigastriuma veya sol kola yayılabilen ezici bir ağrı (veya
basınç), klasik Mİ'nün habercisidir. Bu ağrı, angina pek-
toristekinin aksine tipik olarak dakikalarca/saatlerce de
vam eder ve nitrogliserinle ya da istirahatle geçmez. An
cak Mİ, hastaların hiç de küçüksenmeyecek bir bölümün
de (%10-15'inde) atipik belirtiler ve semptomlar verir, hat
ta hiç semptom vermeyebilir. Bu gibi "sessiz" infarktüsler
altta yatan diabetes mellitusu bulunan (ağrının, otonom
nöropati nedeniyle algılanamayabileceği) ve ileri yaştaki
hastalarda özellikle sık görülür.
Hastanın nabzı genellikle hızlı ve zayıftır; hastada ço
ğu zaman, özellikle arka duvar infarktüslerinde olmak
üzere bulantı ve terleme görülebilir. Dispne sık görülür ve
miyokard kontraktilitesinin bozulması ve mitral kapak
apareyinin disfonksiyonu nedeniyle gelişen akut akciğer
konjesyonu ve ödemiyle açıklanabilir. Sol ventrikülün
%40'tan fazlasının nekroze olduğu şiddetli enfarktüsler
de, kardiyojenik şok gelişir.
Q dalgalarının belirmesi, ayrıca miyokard repolarizas-
yonundaki anormallikleri temsil eden ST segmenti deği
şiklikleri ve T dalgalarının ters dönmesi gibi elektrokardi-
yografik anormallikler, Mİ tanısında önemlidir. İskemik
kalp kasındaki ve iletim sistemindeki elektriksel anor Resfm 10-13 Miyokard infarktüsü yaşının ve büyüklüğünün hesap
malliklerle sık karşılaşılır; aslında hastanın hastaneye lanmasında, farklı zamanlarda yapılan troponin I ve CK-MB (miyo
ulaştırılamadan ölmesiyle sonuçlanan Mİ ölümlerinin kard kreatin kinazı) düzeyi ölçümlerinin sonuçları kullanılabilir.
Iskemik Kalp Hastalığı 383
nilir olmaktan uzaktır. Oysa CK-MB izoformu; iskelet dışındaki mortalite ise ne yazık ki, önemli ölçüde daha
kasında düşük düzeylerde olması ve öncelikle kalp ka yüksektir: ST elevasyonlu MİTerinde (STEMI) her üç has
sından kaynaklanması nedeniyle, kalp kası hasarının tadan biri, semptomların başlamasını izleyen ilk saat içe
daha spesifik bir göstergesidir. CK-MB aktivitesi risinde, tıbbî yardım alamadan önce ve genellikle aritmi
Mİ'nün ilk 2-4 saati içerisinde yükselmeye başlar, 24- nedeniyle ölmektedir. Bu istatistikler koroner arter hasta
48 saatte en yüksek düzeylerine ulaşır ve yaklaşık 72 lığının, sınırlı hastane olanaklarına sahip, az gelişmiş
saat içerisinde normale döner. olan ülkelerdeki yükselmekte olan oranının, daha çok
• Tnl ve TnT normal olarak dolaşımda yoktur ama bun kaygı yaratmasına neden olmaktadır.
ların her ikisini de akut Mİ'nü izleyen 2-4 saat içerisin Akut Mİ'nden Mİ'nden sonra her 4 hastadan birinde,
de kanda ölçmek mümkündür. Troponin düzeyleri 48. aşağıdaki komplikasyonlardan biri veya daha fazlası ge
saatte en yüksek değerlerine ulaşır ve 7-10 gün boyun lişmektedir (Resim 10-14):
ca yüksek değerlerde kalır. Kardiyak troponinler ve • Kontraktil disfonksiyon. Mİ'leri genel olarak sol ventri-
CK-MB Mİ'nün erken aşamalarında eşdeğer duyarlılı külün pompa fonksiyonunu, meydana gelen hasarın
ğa sahip göstergelerdir ama troponin düzeylerinin hacmiyle ters orantılı olarak azaltır. Mİ gelişen hastala
yaklaşık 1 0 gün boyunca yüksek değerlerde kalması rın neredeyse tümünde; kendisini hipotansiyonla, pul-
akut Mİ tanısının, CK-MB düzeyleri normale döndük moner konjesyonla ve akciğer ödemiyle belli eden, şu
ten sonra da konulmasına olanak verir. Reperfüzyon ya da bu derecede sol ventrikül yetmezliği ortaya çı
gerçekleşirse, her iki göstergenin en yüksek düzeyleri kar. Şiddetli "pompa yetmezliği" (kardiyojenik şok),
ne, nekrotik dokudan daha hızlı uzaklaştırılmaları ne transmural Mİ'nden sonra hastaİarm yaklaşık %10'un
deniyle, daha erken ulaşıln. da görülür ve tipik olarak, sol ventrikülün en az
%40'mı ilgilendiren kalp kası hasarına eşlik eder.
Miyokard İnfarktüsünün Sonuçları ve ® Papiller kas disfonksiyonu. Mİ'den sonra seyrek olarak
Komplikasyonları yırtılmalarına rağmen papiller kaslarda çoğu zaman
Hastaların akut Mİ'nden sonraki prognozunun iyileştiril fonksiyon bozukluğu gelişir ve söz konusu kaslar, is-
mesinde, olağanüstü ilerlemeler kaydedilmiştir; Mİ'leri- kemi sonucu iyi kasdamayarak infarktüs sonrası mit
nin hastanedeki genel ölüm oram, yaklaşık %7'dir. Hastane ral kapak yetersizliğine yol açar. Çok daha sonra, pa-
Resim 10-14 Miyokard infarktüsünün komplikasyonları. A -C , Kalp yırtılması (rüptürü). A , ön serbest duvar yırtılması (ok). B, Vent-
riküler septal yırtılma (ok). C , Papiller kas yırtılması. D, A kut bir infarktüs alanının üzerini örten kanamalı, pürtüklü bir yüzeyle birlikte fib-
rinli perikardit. E, Miyokard duvarının gerilmesi, incelmesi (ok) ve mural trombus ile birlikte yakın zamanlarda genişlemiş olan, anteroapikal
bir infarktüs. F, Büyük, apikal sol ventrikül anevrizması (ok).
(A - E , Reproduced by permission from Schoen FJ: Interventional and Surgical Cardiovascular Pathology: Clinical Correlations and Basic Principles, Philadelphia, W B Saun
ders, 1989'un: F, Courtesy o f William D. Edwards, M D , M a y o Clinic, Rochester, Minnesota., USA'in izniyle tıpkıbasım).
384 B Ö L Ü M 10 Kalp
piller kas fibrozisi ve kısalması ya da ventrikülün bir trombus oluşmasına, kalp yetmezliğine ve aritmilere
bütün olarak genişlemesi de, mitral yapak yetersizliği neden olabilirse de, yırtılmayan lezyonlardır.
ne neden olabilir. • İlerleyici, geç dönem kalp yetmezliği. Daha ileride, "kro
• Sağ ventrikül infarktüsü. İzole sağ ventrikül infarktüsü- nik İKH" olarak anlatılmaktadır.
nün, Mİ gelişen hastaların yalnızca %1-3'ünde gelişme Mİ'nden sonraki komplikasyonların gelişme riski ve prog-
sine rağmen bu ventrikül, septum veya sol ventrikül in- noz; infarktüsün boyutlarına, yerine ve tipine (subendo-
farktüslerinde sıklıkla zedelenir. Her iki durumda da kardiyal veya intramural) göre şekillenir. Büyük transmu
sık karşımıza çıkan sağ kalp yetmezliği, venöz dolaşım ral infarktüslerdeki lcardiyojenik şok, aritmi ve geç dö
da göllenmeye ve sistemik hipotansiyona yol açar. nemde KKY olasılığı, bu nedenle daha fazladır ve anteri
• Miyokard rüptürü. Kalp kası, infarktüslerin yalnızca or transmural Mİ gelişen hastalardaki serbest duvar yırtıl
%1-5'inde yırtılır ama gerçekleştiğinde, çoğu zaman ma, genişleme, mural trombus oluşma ve anevrizma mey
ölümle sonuçlanır. Sol ventrikül serbest duvarındaki dana gelme riski, yine aynı nedenle en yüksektir. Oysa
yırtılma, en sık görülen rüptür tipidir ve genellikle, hız posterior transmural infarktüslerde komplikasyon olarak
la ölüme götüren hemoperikadla ve kalp tamponadıyla ciddi ileti blokları, sağ ventrikül tutulumu veya beraberce
sonuçlanır (Resim 10-14, A). Ventriküler septum yırtıl her ikisinin birden görülme olasılığı daha güçlüdür; bu
maları soldan-sağa şant nedeni olan ventriküler septal bölgede akut olarak gelişebilecek VSD'lerin tedavisi daha
defekte (Resim 10-14, B) ve papiller kas yırtılmaları zordur. Genel olarak; anterior infarktüslerin klinik seyri,
şiddetli mitral kapak yetersizliğine (Resim 10-14, C) posterior infarktüslerdekinden çok daha olumsuzdur. Su-
yol açar. Rüptür en çok, infarktüsü izleyen 3.-7. gün bendokardiyal infarktüslerde, endotel yüzeyinde trom-
aralığında—iyileşme sürecinin, kalp kasındaki bağ do buslar oluşabilirse de; perikardit, rüptür ve anevrizmalar
kusu erimesinin en üst düzeyde olduğu; nekroz alanı seyrektir.
nın büyük bölümünün yumuşak, gevrek granülasyon MI'nden sonra, daha önce sözü edilen nedbeleşmenin
dokusuna dönüştüğü zamanda gerçekleşir. Hasta yaşı yanı sıra, canlılığını korumuş olan kalp kası da, kontrak-
nın 60'dan büyük olması, anterior veya lateral duvar til kitle kaybını telafi etme girişimlerinde bulunur. İnfark-
infarktüsleri, hastanın kadın olması, sol ventrikül hi- tüsten etkilenmemiş bölgelerde hipertrofi ve dilatasyon
pertrofisinin mevcut olmaması ve ilk Mİ (daha önceki meydana gelir; nekroze bölgelerin nedbeleşmesiyle ve in
Mİ'lerine eşlik eden nedbe dokusu, kalp kasının yırtıl celmesiyle birlikte tüm bu değişiklikler, ventrikülün yeni
ma riskini azaltır): serbest duvar yırtılmalarının eşlik den biçimlenmesi yapılanması (remodeling) olarak adlandırı
edebildiği risk faktörlerindendir. lır. Nekroze olmamış miyokardm başlangıçtaki, kompan-
® Aritmiler. Mİ'leri, ani ölümün eşlik edebildiği miyokard ir- sasyon amaçlı hipertrofisi, hemodinamik açıdan faydalı
ritabilitesine ve iletim bozukluklarına yol açar. Hastaların dır. Ancak, yeniden biçimlenmenin uyum sağlayan etkisi,
%90 kadarında şu veya bu şekilde ritim bozukluğu or sorunları tamamen çözemeyebilir ve ventrikül fonksiyo
taya çıkar; bu komplikasyonun, ST segmentinin yük nu, dilatasyon ve ventrikülde anevrizma oluşumu gerçek
seldiği infarktüslerdeki (STEMI) insidansı, yükselmedi leştiğinde azalabilir.
ği infarktüslerdekinden (non-STEMI) daha yüksektir. Miyokard infarktüsünden sonra uzun dönemdeki
Asistol dahil değişik derecelerdeki aritmiler, bradikar- prognoz; en önemlileri sol ventrikül fonksiyonu, kalan
di, supraventriküler taşiaritmiler, ventriküler prematü canlı kalp kasının perfüzyonunu sağlayan damarlardaki
re kontraksiyonlar ve ventriküler fibrilasyon, MI'ne eş ateroskleroza bağlı daralmanın derecesi olmak üzere, bir
lik edebilen aritmiler arasında sayılabilir. Ventriküler çok faktöre bağlıdır. İlk yıl içerisindeki genel mortalite
fibrilasyon gibi ciddi aritmi riski, en fazla ilk saat içeri oranı, hasta hastaneye ulaşamadan gerçekleşen ölümler
sindedir ve daha sonra azalır. dahil %30 dolayındadır. Bundan sonraki yıllık mortalite,
• Perikardit. Transmural Mİ'leri; miyokard inflamasyonu- %3-%4'tür.
nun epikardiyal belirtisi kimliğini taşıyan, fibrinohe-
morajik endokardite neden olabilir (Resim 10-14, D). Kronik İskemik Kalp Hastalığı
Ön taraftaki göğüs ağrısının ve perikarddaki sürtünme
sesinin habercileri oldukları perikardit tipik olarak, in- Iskemik kardiyomiyopati olarak da adlandırılan kronik is
farktüsten 2-3 gün sonra gelişir ve sonraki birkaç gün kemik kalp hastalığı (İKH) temelde, iskemik myokard ha
içerisinde kendiliğinden düzelir. Yaygın infarktüsler ve sarına sekonder gelişen, ilerleyici kalp yetmezliğidir. Has
şiddetli perikard inflamasyonu bazen, yüksek hacimli taların tamamına yakınının anamnezinde, Mİ vardır. Bu
efüzyonlara yol açabilir ya da sonunda konstriktif lez- ortamda kronik İKH; kalan canlı kalp kasının kompan-
yonlara dönüşecek olan, yoğun yapışıklıklar oluştur sasyon mekanizmaları (örneğin hipertrofi) başarılı olma
mak üzere organize olabilir. maya başladığında görülür. Diğer vakalarda obstrüktif
• Odacık genişlemesi. Nekrotik kas dokusunun zayıflama KAH, beraberinde açıkça infarktüs mevcut olmadan yay
sı nedeniyle, infarktüs bölgesinde, özellikle de antero- gın miyokard disfonksiyonuna neden olabilir.
septal infarktüs bölgelerinde kalp kası orantısız olarak
gerilebilir, incelebilir ve nekroz bölgesinin genişlemesi
ne neden olabilir. ( 2 ) M ORFOLOJİ
® Mural trombus. Hangisi olursa olsun, miyokard infark- K ro n ik İK H ’ nda tip ik olarak; çoğu zaman daha önceki, iyi
tüslerinde kalp kası kontraktilitesinin staza yol açacak leşmiş infarktüslerin gri-beyaz renkte seçilen nedbe alanla
şekilde zayıflamasıyla birlikte trombojen bir yüzey rıyla b irlik te sol v en trik ü l d ilatasyonu ve hipertrofisi
oluşturan endokard hasarı, mural trombus gelişmesine vardır. K oro ne r a rterlerd e değişmez b ir bulgu olarak, o rta -
yol açabilir (Resim 10-14, E) ve sonunda, sol tarafta ileri derecede ko ro n e r ateroskleroz vardır, bu damarların
tromboembolizm yapabilir.
bazıları tamamen tıkalı olabilir. Endokardda genellikle yer
• Ventrikül anevrizması. Geç dönemde ortaya çıkan bir ye r fib rö z kalınlaşma ve m ural trom bu sla r mevcut olabilir.
komplikasyon olarak ventrikül anevrizmaları en çok; M iyokard hipertrofisi, yaygın subendokardiyal m iyosit va-
nedbe dokusundan ince bir duvar oluşmasıyla iyileşen, kuolleşmesi ve önceki infarktüslerden kalan fibrozis; bu
büyük, transmural, anteroseptal infarktüs sonucudur hastalığın m ikro skopik bulgularındandır.
(Resim 10-14, F). Ventrikül anevrizmaları sıklıkla mural
Aritm iler 385
ve inatçı hipertansiyon eninde sonunda disfonksiyonla, neklik kaybına neden o lu r ve sol atrium da dilatasyon mey
kalbin genişlemesiyle, konjestif kalp yetmezliğiyle ve dana gelmesine yol açabilir. Uzun süren ve hastayı konjestif
hattâ ölümle sonuçlanır. Hipertansif kalp hastalığı en kalp yetm ezliğine götüren sistemik hipertansif kalp hastalı
çok, sistemik hipertansiyona bağlı olarak sol kalbi etkiler ğında ven trikül tip ik olarak dilate olur.
se de pulmoner hipertansiyon, sağ kalpte gelişen ve cor M ikro skopik olarak, m iyositlerin enine çapı uzar, hücre
pulmonale adı verilen değişikliklere neden olabilir. çekirdeğinde belirgin büyüme ve hipe rkro m azi ( “ yü k vago
nu çekirde k” ), ayrıca hücreler arasında fibrozis vardır.
Resim 10-16 Hipertansif kalp hastalığı. A , Sistemik (sol kalbi tutan) hipertansif kalp hastalığı. Sol ventrikül duvarında, ventrikül lümeninin
küçülmesine neden olan, belirgin konsantrik kalınlaşma vardır. Kalbin d ö rt odacığını da gösteren bu fotoğraflarda sol ventrikül ve sol at
rium, sağ taraftadır. Sağ ventrikülde rastlantı sonucu, bir uyaran kaynağı (pacemaker) mevcuttur (ok). Sol ventrikül esnekliğindeki kayba
ve diastol sırasındaki gevşemenin bozulmasına bağlı sol atriumdaki dilatasyona (yıldız) dikkat edin. B, Kronik cor pulmonale. Sağ ventrikül
(bu fotoğrafın sol tarafında yer almıştır) önemli ölçüde genişlemiş ve hipertrofiye uğramıştır; serbest duvarında kalınlaşma ve trabeküller-
de hipertrofi vardır. Sol ventrikülün biçimi ve hacmi, büyümüş olan sağ ventrikül tarafından itilerek çarpıtılmıştır.
388 B O L U M 10 Kalp
MORFOLOJİ
KALP K AP A K LA R IN IN HASTALIKLARI
A k u t eor pulmonalede sağ ventrikül genellikle, yalnızca
genişlemiştir; eğer b ir em bolizm ani kardiyak ölüm le so Kalp kapaklarının hastalıkları, stenoz, kapak yetmezliği
nuçlanırsa, kalp norm al büyüklükte bile olabilir. K ro n ik (regürjitasyon) ya da beraberce her ikisi ile sonlanır.
eor pulmonalede ise sağ ventrikülde (çoğunlukla sağ atri- • Stenoz (darlık) bir kapağın tam olarak açılamaması ve ileri
um da) h ip e rtro fi m evcuttur. Uç vakalarda sağ ventrikülün doğru geçen kan akışını kısmen ya da tamamen tıkamasıdır.
duvar kalınlığı, sol ven trikülinkine eşit, hatta daha fazla bile Hemen her zaman için, primer bir küspis anormalliği
o lab ilir (Resim 1 0 -1 6 , B). V entrikül yetm ezliği geliştiğinde, ve yine her zaman için gerçek anlamda kronik bir sü
sağ ventrikül ve atrium çoğu zaman genişlemiştir K ron ik reçtir (ör. kapak kalsifikasyonu veya nedbeleşmesi).
co r pulm onale hipertansiyon ortam ında görüldüğünden • Kapak yetersizliği bir kapağın tamamen kapanamaması ve
pulm oner a rte rle rd e sıklıkla, basınç yükselm elerinin uzun kan akışının regürjitasyonuna (geri kaçmasına)izin verme
süredir m evcut olduğunu yansıtan aterom plakları ve diğer sidir. Kapakçıkların intrensek hastalığı (ör. endokardit)
lezyonları içerir. veya kapakçıklarda primer bir hasar olmaksızın, kapa
ğı destekleyen oluşumların (aort, mitral annulus, chor
da tendinae, papiller kaslar veya ventrikül serbest du
varı) gereken desteği sağlamaması nedeniyle meydana
Tablo 10-4 Cor Pulmonale’ye Zemin Hazırlayan Durumlar gelir. Korda yırtılmalarındaki gibi birdenbire ya da ka
Akciğer Parenkiminin Hastalıkları pakçıkların nedbeleşmesi ve retraksiyonuyla yavaş ya
vaş gelişebilir.
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı
Kalp kapağında stenoz veya yetersizlik, tek başlarına ve
Yaygın pulmoner interstisyel fibrozis
ya beraberce gelişebilir. Kapak hastalıkları sadece tek bir
Pnömokonyoz
kapakta (en çok mitralde) ya da birden fazla kapakta gö
Kistik fibroz rülebilir. Hastalıklı kapaktan geçen kan akışı tipik olarak,
Bronşiektazi üfürüm adı verilen, anormal kalp seslerine neden olur;
Akciğer Damarlarının Hastalıkları kapaktaki şiddetli lezyonlar, titreşimler şeklinde ele gele
bilir. Üfürümlerin göğüs duvarında en iyi işitildiği yer,
Tekrarlayan akciğer embolisi
mevcut olduğu kapağa göre değişir; üfürümün işitilme
Primer pulmoner hipertansiyon zamanı ve kalitesi (ör. kaba sistolik veya yumuşak diasto-
Yaygın pulmoner arterit (örneğin Wegener granulomatozu) lik üfürüm), kapak hastalığının doğasıyla (yetersizlik ve
İlaca, toksinlere veya radyasyona bağlı damar tıkanması ya stenoz) ve şiddetiyle bağlantılıdır.
Yaygın pulmoner tümör mikroembolizmi
Kapak hastalığının sonucu, hangi kapağın tutulduğu
na, mevcut bozukluğun derecesine, gelişme temposuna ve
Göğüs Kafesinin Hareketlerini Engelleyen Durumlar kompansasyon mekanizmalarının etkili olma derecesine
Kifoskolyoz bağlı olarak şekillenir. Örneğin, aort kapağını oluşturan
Belirgin obezite (pickwick sendromu) kapakçıklardan birinin, enfeksiyon yüzünden birdenbire
Nöromusküler hastalıklar
tahrip olması, yoğun kapak yetersizliğine ve birdenbire
başlayan kalp yetmezliğine neden olabilir. Oysa romatiz-
Pulmoner A rte r Konstriksiyonuna Neden Olan Durumlar mal mitral stenoz, yıllarca ilerler ve stenozun klinik etki
Metabolik asidoz leri, seyrinin geç dönemlerine kadar tolere edilebilir.
Hipoksemi Kalp kapağı anormallikleri konjenital ya da edinsel ola
bilir. Aort kapağında fonksiyon gören üç kapakçık yerine
Ana hava yollarının tıkanması
yalnızca iki kapakçık mevcut olması (biküspid aort kapağı),
idiyopatik alveoler hipoventilasyon en çok görülen konjenital kapak lezyonudur; canlı do-
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 389
ğumlarm %1-%2'sinde karşılaşılan bu malformasyonun, Tablo 10-5 Edinsel Kapak Hastalıklarının Etiyolojisi
aralarında Notch sinyalizasyon yolunu etkileyen protein M itral Kapak Hastalığı A o r t Kapağı Hastalığı
ler de bulunmak üzere çok sayıda mutasyona eşlik ettiği
Mitral Stenozu A o rt Stenozu
bildirilmiştir. Mevcut iki kapakçığın büyüklükleri eşit de
ğildir ve daha büyük olan kapakçık orta çizgide, kapak İnflamasyon sonrası nedbeleşme İnflamasyon sonrası nedbeleşme
çıkların birbirlerinden tam olarak ayrılamamasıyla sonuç (romatizmal kalp hastalığı) (romatizmal kalp hastalığı)
Senil kalsifiye aort stenozu
lanan, çizgi-benzeri bir kabartı (raphe) oluşturur (Resim Konjenital deformasyonlu
10-17, B). Biküspid aort kapakları yaşamın erken yılların kapakta kalsifikasyon
da ne stenoza yol açar, ne de yetersiz kalır ama erkenden Mitral Kapak Yetersizliği A o rt Kapağı Yetersizliği
ortaya çıkan, ilerleyici kalsifikasyona (daha sonra anlatıl
maktadır) eğilimlidir. Kapakçık ve komisür İntrensek kapak hastalıkları
anormallikleri İnflamasyon sonrası nedbeleşme
Kalp kapaklarındaki edinsel hastalıkların en önemli İnflamasyon sonrası nedbeleşme (romatizmal kalp hastalığı)
nedenleri Tablo 10-5'te özetlenmektedir; tüm kapak has Enfeksiyöz endokardit Enfektif endokardit
talıklarından yaklaşık üçte ikisinin nedeni, aort ve mitral Mitral kapak sarkması Aort hastalığı
kapaklarının edinsel stenozlarıdır. “Fenf-phent” etkisiyle kapak Dejeneratif aort dilatasyonu
fibrozisi Sifilitik aortit
Dejeneratif Kapak Hastalıkları Tensör aparey anormallikleri Ankilozan spondilit
Papiller kas yırtılması Romatoid artrit
Papiller kas disfonksiyonu Marfan sendromu
Dejeneratif kapak hastalıkları, kalp kapaklarındaki ekstra-
(fibrozis)
selüler matriks (ESM) bütünlüğünü etkileyen değişiklik Korda yırtılması
leri tanımlamak amacıyla kullanılan bir deyimdir. Deje Sol ventrikül boşluğu ve/veya
neratif değişiklikler: annulus anormallikleri
Sol ventrikül genişlemesi
® Kalsifikasyonlar, kapakçıklarda (tipik olarak aort kapa (miyokardit, dilate
ğında) (Resim 10-17, A ve B) veya annüler (mitral ka kardiyomiyopati)
pakta) olabilir (Resim 10-17, C ve D). Mitral annüler Mitral annulus kalsifikasyonu
kalsifikasyon, komşu ileti sistemini etkilemediği süre F e n f-p h e n t, fe n flu ra m in -fe n te rm in . S ch o e n FJ: S u rg ica l p a th o lo g y o f r e m o v e d
ce, genellikle semptom vermez. n a tu ra l an d p r o s th e tic valves. H u m P a th o l 1 8 :5 5 8 , 1 9 8 7 ’d e n alına n v e rile r,
MORFOLOJİ MORFOLOJİ
Kalsifiye a o rt stenozunun ayırıcı özelliği, kapakçıkların kan M itral kapakçıkların balonlaşması (bombeleşmesi), m itral
akımı tarafında çıkıntı oluşturan kalsifiye kitlelerin varlığıdır. kapaktaki m iksom atöz dejenerasyonun ayırt edici özelliği
Bunlar Valsalva sinüslerine uzanarak, kapağın açılmasını d ir (Resim 1 0 -1 8 ). Hastalıklı kapakçıklar genişlemiştir, gev
m ekanik olarak engeller (Resim 10-17, A ve B). Komissür- şektir, kalındır ve kauçuk gibidir; kordalarda uzama, incel
lerin kaynaşması (genellikle daha önceki b ir inflamasyonun me ve bazen de yırtılm a eğilimine sahiptir. P rim er vakalar
b e lirtisid ir), kapakçıkların sekonder olarak fib ro tik olabil da aynı dejenerasyon sıklıkla (hastaların % 20-% 40’ ında),
mesine veya kalınlaşmasına rağmen, dejeneratif a o rt steno triküspid kapakta, daha seyrek olarak a o rt kapağında ve
zunun tip ik b ir özelliği değildir. Daha erken gerçekleşen ve pulm oner kapakta da m evcuttur. H isto lojik muayenede
hem odinam ik önem i olmayan kalsifikasyon evresine, a o rt gözlemlenen tem el değişiklik, kapaktaki fibrosa tabakası
kapağı stenozu adı verilm ektedir. olarak bilinen ve kapak bütünlüğünün, yapısal bütünlüğüne
bağlı olduğu tabakanın incelmiş olmasıdır; buna, miksoma
tö z (m uko id) materyal birikm esi nedeniyle ortadaki spors-
K lin ik Ö z e llik le r giosa tabakasının genişlemesi de eşlik eder. M iksom atöz
Stenoz şiddetliyse, kapak açıklıkları %70-%80 oranında dejenerasyonun ESM’deki intrensek b ir kusura bağlı (p ri
(normaldeki yaklaşık 4 cm2'den 0.5-1 cm2'ye kadar) kü m er) olduğu vakalarla, başka bir etiyoloji (ör. iskemik dis
fonksiyon) sonucu gelişen kapak yetersizliğine sekonder ol
çülebilir. Kalp dakika hacmi yalnızca, sol ventrikülün
duğu vakalarda aynı değişiklikler görülür.
konsantrik hipertrofisiyle devam ettirilebilir; çıkıştaki
kronik tıkanıklık, sol ventrikül basıncını 200 mm Hg ve
daha fazlasına yükseltebilir. Hipertrofik kalp kası iskemi-
ye yatkın olduğundan, angina gelişebilir. Sistolik ve dias- K lin ik Ö z e llik le r
tolik disfonksiyon birleşerek KKY'ne neden olur ve so Hastaların büyük bölümünde herhangi bir semptom
nunda kardiyak dekompansasyon yerleşir. Aort stenozu mevcut olmadığından mitral kapaktaki anormallik yal
olan bir hastada angina, KKY veya senkop gelişmesi, nızca, fizik muayene sırasında rastlantı sonucu fark edilir.
lcompansasyon amaçlı kardiyak hiperfonksiyonun artık Hastaların küçük bir bölümünde palpitasyon, dispne ve
işe yaramadığını haber verir ve cerrahi girişim uygulan ya atipik göğüs ağrısı şikâyetleri vardır. Oskültasyon sıra
madığı sürece karanlık bir prognozu işaret eder. Hastala sında, gevşek kapakçıkların ve kordalarm, kapak kapan
rın %50-80'i KKY, angina ve senkop gibi semptomların maya çalışırken birdenbire gerilmesinden kaynaklanan,
başlangıcını izleyen 2-3 yıl içerisinde ölür. midsistolik bir klik işitilir; buna, kapak yetersizliğine bağ
lı bir üfürüm eşlik edebilir veya etmeyebilir. Hastalığın
Mitral Kapakta Miksomatöz Dejenerasyon doğal ve klinik seyri hastaların büyük bölümünde iyi huy
Mitral kapaktaki miksomatöz dejenerasyonda mitral kapak ludur ama yine de, hastaların %3 kadarında, özellikle de
çıklardan biri veya her ikisi "gevşektir" ve sistol sırasında
sol atrium içerisine doğru balonlaşır (prolapsus). Mitral
kapak sarkması (prolapsus); miksomatöz mitral kapak de
jenerasyonunun en fazla karşılaştığımız tipidir ve erişkin
popülasyonun %0.5-%2.4'ünde görüldüğünden, Batı dün
yasındaki, en yaygın valvüler kalp hastalığı tipi olarak bi
linir. Bu patoloji, cinsiyet ayırımı yapmaz. Mitral kapakta
sekonder miksomatöz dejenerasyon; diğer herhangi bir
nedene (ör. İKH'na) bağlı mitral kapak yetersizliğinde gö
rülebilmektedir.
PATOGENEZ
M itral kapaktaki p rim er m iksom atöz dejenerasyonun ne
deni bilinm em ektedir. A ncak zem ininde bağ dokusu sente
zinde veya yeniden biçimlenmesinde sistem ik bir intrensek
kusur bulunması m üm kündür. M itral kapakta m iksom atöz
dejenerasyon bu nedenle, fib rilin -1 mutasyonlarına bağlı bir
sendrom olan M arfan sendrom unda (Bölüm 6 ) sık görülen
b ir ö ze lliktir; bazen diğer bağ dokusu hastalıklarına da eşlik
edebilir. M itral kapakta p rim e r m iksom atöz dejenerasyon
m evcut olan bazı hastalarda, sistem ik bağ dokusunda ilâve
yapısal an orm a llikler (ör. skolyoz, damak kavsinin yüksek
olması) bulunabilir. Yapısal pro te in lerd eki (veya bunları
üreten hücrelerdeki) gizli kusurlar, hem odinam ik stres al
tında bulunan, m ik ro fib rille r ve elastin bakımından zengin Resim 10-18 Mitral kapakta miksomatöz dejenerasyon. Arka mit
bağ dokusunun (örneğin kalp kapaklarının) ESM kusurları ral kapakçığın (ok) sol atriuma sarkmasıyla birlikte belirgin bir bom-
na neden olmasını sağlayabilir. M itral kapaktaki s e k o n d e r beleşme vardır; sol atriumun genişlemiş olması, kapak yetersiz
m iksom atöz değişiklik olasılıkla kapaktaki m iyofibroblastla- liğinin ve aşırı hacim yüklenmesinin uzun süredir devam ettiğini yan
sıtır. Sol ventrikül, kalbin dö rt odacığını gösteren bu fotoğrafın sağ
rın, norm al olmayan hem odinam ik güçlere k ro n ik olarak
tarafında yer almaktadır.
m aruz kalmasına bağlıdır.
(William D . Edwards, M D , Mayo Clinic, Rochester, Minnesota, ABD'nin izniyle)
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 391
korda veya kapakçık yırtılmalarında hemodinamik ba to g n o m o n iktir (Resim 1 0 -1 9 , B); bu cisimcikler, aralarında
kımdan önemli mitral kapak yetersizliği ve konjestif kalp dağınık olarak plazma hücreleriyle aktive, şişkin makrofajla-
yetmezliği gibi komplikasyonlar gelişebilir. Primer mik- rın (Anitschkow hücreleri) yer aldığı lenfosit (öncelikle T
somatöz dejenerasyon hastalarında ayrıca, enfeksiyöz en- hücresi) birikim leridir. Ayrıca zaman zaman, noktasal fib ri
dokardit (ileride anlatılmaktadır) ve ventrikül aritmileri noid nekroz alanlarına rastlanır. Anitschkow hücrelerinde
ne bağlı, ani kardiyak ölüm riskleri artmıştır. Sol atrium- bol m iktarda sitoplazma ve merkezde, ince, dalgalı, kurdele
da oluşan trombuslar seyrek olarak, inmeyle veya diğer şeklinde bir yapı oluşturm ak üzere kondanse olmuş krom a
sistemik infarktüslere yol açabilir. tin içeren bir çekirdek vardır ( “ tırtıl hücreler” ). A k u t rom a
tizmal ateş sırasında A schoff cisimcikleri, kapaklar da dahil
Romatizmal Kapak Hastalıkları olm ak üzere kalbin her üç tabakasında da (perikard, miyo-
kard, endokard) görülebilir. Bu nedenle rom atizm al ateşin,
Romatizmal ateş, akut, bağışıklık sisteminin aracılık etti
aşağıdaki dikkat çekici özellikler taşıyan b ir pankardite ne
ği, A grubu p-hemolitik streptokok enfeksiyonları (genel
den olduğu söylenir:
likle farenjit, seyrek olarak ateş, deri enfeksiyonu gibi di
• Perikardda, genellikle sekel bırakmaksızın iyileşen fibri-
ğer enfeksiyonlar) sonrası gelişen ve çok sayıda sistemi nöz b ir eksuda vardır.
tutan, inflamatuar bir hastalıktır. Romatizmal kalp hasta • Miyokarda, interstisyel bağ dokusunun içerisine dağılmış
lığı, bunun kalpteki belirtisidir. Kalbin bütün bölümlerinde A schoff cisimcikleri görülür.
inflamaşyön gelişir ama kapak inflamasyonu ve nedbeleşme- • Kalp kapaklarında, kapanma çizgileri boyunca fibrin b irik
leri, en önemli klinik özellikleridir. mesiyle birlikte fibrinoid nekroz meydana gelir (Resim
Romatizmal kapak hastalığı öncelikle, şekil bozuklu 1 0 -19 , A); bu fibrinoid nekroz, kalp fonksiyonunda pek
ğuna yol açan mitral stenoz şeklindedir; romatizmal kalp az bozukluğa neden olan, verruca adlı, 1 - 2 m ilim etrelik
hastalığı temelde, edinsel mitral stenozunun tek nedeni vejetasyonlar oluşturur.
dir. Romatizmal ateşin (ve dolayısıyla romatizmal kalp K ro n ik rom atizm al kalp hastalığı, akut inflamasyonun
hastalığının), Batı dünyasının birçok bölgesindeki insi- organize olduğu ve ardından nedbeleştiği bir dönemi temsil
dansı, geçtiğimiz birkaç 10 yıl boyunca hatırı sayılır azal eder. A schoff cisimciklerinin yeri fib rö z nedbe dokusu aldı
ma göstermiştir. Bu olumlu gelişme, sosyoekonomik ko ğından bu lezyonlar, kro n ik rom atizm al kalp hastalığında çok
şulların iyileşmesinin, streptokok farenjitinin hızla teşhis seyrek görülebilir. En karakteristik gelişme olarak kapakçık
ve tedavi edilmesinin, ayrıca A grubu birçok streptokok larda kalıcı kalınlaşma ve rekraksiyon vardır. Mitral kapakta
suşunun virulansmm, şans eseri (ve açıklanamayan bir klasik olarak kapakçık kalınlaşması, komisürlerin bitişmesi,
şekilde) azalmış olmasının ortak sonucudur. Romatizmal kordaların kısalması ve kalınlaşması göze çarpar (Resim
ateş ve romatizmal kalp hastalığı yine de; gelişmekte olan 10-19, C-E). Kapak kom isürleri arasında uzanan fib rö z köp
rüler ve kalsifikasyon, “ balık ağzı” veya “ düğme deliği” şek
ülkelerde ve gelişmiş ülkelerin de, ekonomik durumu iyi
linde stenozlar oluşturur (Resim 1 0 -1 9 , C). M ikroskop mu
olmayan kent alanlarında, önemli halk sağlığı sorunları
ayenesinde, normal kapakçık yapısını ortadan kaldıran ne-
yaratmaya devam etmektedir.
ovaskülarizasyon (Resim 1 0 -1 9 , D ’ de m akroskopik olarak
o PATOGENEZ
A k u t romatizmal ateş; klasik olarak A grubu streptokok mo
da görülm ektedir) ve yaygın fibrozis mevcuttur.
Kapak stenozu ve yetersizliği; romatizmal kalp hasta
lığının en önemli fonksiyonel sonuçlarıdır; bunlardan stenoz,
ortam a hâkim olma eğilimindedir. Romatizmal kalp hastalığı
leküllerine karşı gelişen ve aynı zamanda konak antijenleriy nın bu fonksiyonel sonuçlarının % 75’ i m itral kapakta, % 25’i
le de çapraz reaksiyona giren antikorlarla açıklanan bir aşırı hem m itral kapakta hem a o rt kapağında görülür; triküspid
duyarlılık reaksiyonudur (Bölüm 4 ’e de bakınız). Özellikle kapakta daha seyrek ve daha hafiftir; pulm oner kapakta he
de, belirli strepto kok suşlarının M proteinlerine karşı oluşan men hiç görülmez. Sıkı b ir m itral stenoz varlığında sol atri
antikorlar, kalp kasındaki ve kapaklarındaki proteinlere bağ um, aşırı basınç yüklenmesi nedeniyle genişleyerek fîbrilas-
lanarak, komplemanın ve Fc reseptörünü taşıyan, hücrelerin yona zemin hazırlar. Dilatasyon ve fibrilasyon beraberce,
(m akrofajlar da dahil) aktivasyonu üzerinden gerçekleşen tro m b o z için elverişli bir ortam oluşturduğundan, büyük mu
hasara yol açmaktadır. S treptokok peptidlerini tanıyan ral trom buslara sık rastlanır. Uzun süre devam eden venöz
C D 4+ T hücreleri de konak antijenleriyle çapraz reaksiyona konjesyon akciğerde, sol kalp yetmezliğine özgü damar ve
girerek, sitokinlerin aracı rolünü üstlendiği inflamatuar yanıt parankim değişikliklerine yol açar. Bu değişiklikler zamanla,
lara neden olur. Semptomların, infeksiyon başlangıcından ka sağ ventrikül hipertrofîsine ve yetmezliğine neden olur. Yal
rakteristik olarak 2-3 hafta sonra ortaya çıkması, bağışıklık nızca m itral stenoz varsa, sol ventrikül genellikle normaldir.
reaksiyonunun oluşması için ihtiyaç duyulan süreyle açıklan-
maktadır. Kalpteki lezyonlarda, streptokoklar hiç mevcut
değildir. Romatizmal ateş, enfekte hastaların çok küçük bir K lin ik Ö z e llik le r
bölümünde (% 3’ ünde) geliştiğinden; çapraz-reaksiyon şek Akut romatizmal ateş en çok çocuklarda görülür; kardit,
lindeki bağışıklık yanıtının verilmesinde, genetik b ir yatkınlı bu yaşlardaki başlıca klinik belirtidir. Yine de ilk atakla
ğın rol oynuyor olma olasılığı vardır. K ronik fîb ro tik lezyon- rın %20 kadarı erişkinlerde görülmekte ve öncelikle artri-
lar, akut inflamasyonunun rezolüsyonuna eşlik eden iyileş te neden olmaktadır. Semptomlar bütün yaş gruplarında
menin ve nedbeleşmenin, tahmin edilebilen sonuçlarıdır. tipik olarak, streptokok infeksiyonundan 2-3 hafta sonra
ortaya çıkar; ateş ve büyük bir eklemde günlerce devam
eden ağrı ve şişliğin, arkada herhangi bir engellilik bırak
MORFOLOJİ madan, kendiliğinden iyileşerek daha sonra bu eklemi
terk edip başka bir büyük eklemde belirmesi ve aynı şe
Çeşitli dokulardaki inflamasyon odaklan, akut rom atizm al
kilde seyretmesi şeklinde görülen göçmen poliartrit, söz
ateşin ayırt edici özelliğidir. Bu lezyonlar miyokardda, A sc
hoff cisim cikleri olarak bilinir ve romatizmal ateş için pa-
konusu semptomların habercisidir. Semptomlar başladı
ğında yapılan kültürlerin genellikle negatif sonuçlanma-
392 BÖLÜM 10 Kalp
Resim 10-19 A kut ve kronik romatizmal kalp hastalığı. A , Kronik romatizma kalp hastalığı zemininde gelişen romatizmal mitral valvülit.
Mitral kapakçığın kapanma çizgisi boyunca küçük vejetasyonlar (verruca) görülmektedir (oklar'). Daha önceki romatizmal valvülit atakları,
kordalarda fibröz kalınlaşmaya ve füzyona (kaynaşma) neden olmuştur. B, A kut romatizmal karditte bir Aschoff cisimciğinin mikroskopik
görünümü; merkezde, çevresi mononükleer inflamatuar hücrelerle, çekirdekleri belirgin olan bazı aktive makrofajlarla ve dalgalı (tırtıl)
kromatinle (oklar) kuşatılmış olan nekroz vardır. C, ve D, Kapakçıklardaki yaygın fibröz kalınlaşmayla ve distorsiyonla, komissürlerin
bitişmesiyle (oklar), ayrıca kordaların kısalması ve kalınlaşmasıyla birlikte yaygın mitral stenoz. Kapağın yukarıdan bakıldığı zamanki
görünümünde (C ) sol atriumun önemli ölçüde genişlediği görülmektedir. D, Açık durumdaki romatizmal bir mitral kapakta ön kapakçık;
inflamatuar neovaskülarizasyona dikkat edin (ok). E Ameliyatla çıkarılmış romatizmal aort stenozu piyesinde kapakçıkların, komissürlerin
bitişmesiyle birlikte kalınlaşması ve distorsiyonu
(£ , Schoen FJ, St John-Sutton M : Contemporary issues in the pathology o f valvular heart disease. Hum Pathol 18:568, 1967'den.)
sına rağmen, bir veya birkaç streptokok antijeninin (ör oluşan hasar kümülatiftir. Ancak kronik romatizmal kardit
neğin streptolizin O veya DNAz) serum titreleri, genellik kendisini, ilk romatizmal ateş atağından yıllar, hatta on
le yüksek bulunur. Perikarddan kaynaklanan sürtünme larca yıl geçmeden klinik olarak belli etmez. Belli ettiğin
sesi, ayrıca aritmiler, karditin klinik belirtilerdir. Miyo- de ise kapak hastalığının belirtileri ve semptomları; han
kardit yeterince agresifse, kalp genişleyerek fonksiyonel gi kalp kapağının (kapaklarının) hasta olduğuna göre şe
mitral yetmezliğe ve konjestif kalp yetmezliğine neden killenir. Çeşitli üfürümlere, kalp hipertrofisine, dilatasyo-
olur. Ne olursa olsun akut romatizmal ateş, hastaların % nuna ve konjestif kalp yetmezliğine ek olarak hastalarda
l'den azmin ölümüne yol açar. çoğu zaman; özellikle mitral stenoz bulunanlarda atrial
Akut romatizmal ateş tanısında, daha önceki strepto fibrilasyon olmak üzere aritmiler ve atrial mural trombüs-
kok infeksiyonuna ait serolojik kanıt ve Jones kriterlerin lere bağlı tromboemolik komplikasyonlar vardır. Uzun
den ikisi veya daha fazlasının mevcut olması temel alınır: dönemdeki prognoz, ileri derecede değişkendir. Bazı has
(1) kardit; (2) büyük eklemlerdeki gezici artrit; (3) deri-al- talarda acımasız bir valvüler deformite döngüsü yerleşe
tı nodülleri; (4) erythema marginatum şeklindeki deri dö rek, fibrozis gelişmesini daha da artıran hemodinamik
küntüleri ve (5) istem dışı, hızlı hareketlerle karakterize anormalliklere yol açar. Hastalıklı kapakların ameliyatla
nörolojik bir hastalık olan Sydenham koresi (St Vitus dan onarılması veya değiştirilmesi, romatizmal kalp hastalığı
sı da denen). Ateş, eklem ağrıları, EKG değişiklikleri ve nın prognozunu büyük ölçüde düzeltmiştir.
ya akut faz proteinlerinin yükselmesi gibi minör kriterler,
tanının desteklenmesine yardım edebilir. Enfektif Endokardit
Başlangıçtaki bir ataktan ve immünolojik bellek oluş
masından sonra hastalar hastalığın, daha sonraki strepto Enfektif endokardit, hızla tanı konulmasını ve girişim
kok infeksiyonları sırasında reaktivasyonuna daha açık gerçekleştirilmesini zorunlu kılan, ciddi bir enfeksiyon
tır. Kardit, her atakta daha da şiddetlenme eğilimi taşır ve dur. Kalp kapaklarının veya mural endokardm mikroplar
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 393
tarafından—çoğu zaman alttaki kalp dokularının tahrip yonların derinliklerine gömülü organizmaların kana bırakıl
olmasıyla birlikte—istilâ edilmesi karakteristik olarak; maması nedeniyle kandan hiçbir organizm a izole edilemez
nekrotik debristen, trombüsten ve organizmalardan olu ( “ kültür-negatif” endokardit).
şan, kitleli, kolayca zedelenebilen vejetasyonların gelişme M ikropların kan dolaşımında m evcut olması, endokardi
siyle sonuçlanır. Aort, anevrizma keseleri, diğer kan da te zemin hazırlayan faktörle rde n en başta gelenidir. M ik ro
marları ve protezler de enfekte olabilir. Mantarların, ri- bun kan dolaşımına giriş mekanizması veya kapısı; başka bir
ketsiyalarm (Q humması etkeni) ve klamidyalarm da en- yerdeki, açıkça belili olan b ir infeksiyon, geçici bakteriyem i-
dokardite yol açabildiği vakaların çok büyük bölümünde ye yol açan dental ya da cerrahi b ir prosedür, kontam ine
etken, hücre-dışı bakterilerdir. materyalin kötü amaçla intravenöz ilaç kullanımı sırasında
Enfektif endokardit, klinik seyrin temposuna ve şidde doğrudan doğruya kana verilmesi veya bağırsaktaki, ağız
tine göre akut ve subakut olarak iki şekilde olabilmektedir. boşluğundaki veya önemsiz zedelenm elerdeki gizli bir kay
Bu ayırım, sorumlu mikrobun virülansıyla ve zeminde nak olabilir. Elverişli zemin hazırlayan anatom ik odakların
herhangi bir kalp hastalığının mevcut olup olmamasıyla ve bakteriyem i nedeni olan klinik durum ların fa rk edilmesi
ve bilinmesi, uygun antibiyotik profilaksisine olanak verir.
açıklanabilir. Ancak, akut ve subakut endokardit arasın
da kesin bir sınır çizilemeyeceğini ve birçok vakanın, bu
iki şeklin arasında bir yerde bulunduğunu belirtmek ge
rekir. M ORFOLOJİ
• Akut endokardit hiç de sakin seyretmeyen, sıklıkla ileri G erek akut, gerekse subakut endokarditlerde kalp kapakla
derecede virülan bir organizmanın önceden normal rının üzerinde; fibrin, inflam atuar hücreler ve m ikro orga
bir kalp kapağına saldırmasıyla gelişen, uygun antibi nizm alar içeren büyük, kolayca parçalanan, d e strü k tif
yotik tedavisine ve/veya cerrahi tedaviye rağmen mor- vejetasyonlar vardır (Resim 1 0 -2 0 ve 1 0 -2 1 ). Enfeksiyo
bidite ve mortalitesi yüksek, tahrip edici bir enfeksi nun en fazla geliştiği yerler, a o rt kapağı ve m itral kapaktır
yondur. ama triküspid kapak da, intravenöz madde bağımlılarında
• Subakut endokardit, önceden anormal olan kalplerde, endokardite sıklıkla sahne olur. Tek veya çok sayıda olabi
özellikle de nedbeleşmiş veya şekil bozukluğu olan ka len vejetasyonlar, birkaç kalp kapağında birden ye r alıyor
paklarda gelişen, virülansı çok yüksek olmayan orga olabilir; bu vejetasyonlar bazen, alttaki kalp kasını aşındıra
nizmaların yol açtığı bir enfeksiyondur. Subakut endo rak bir apse boşluğu (h alka apse) oluşturabilir (Resim 10-
kardit tipik olarak sinsidir, hattâ tedavi edilmese de 21, B). Kolayca zedelenebilen oluşum lar olmaları nedeniyle
haftalarca, aylarca devam eder; uygun antibiyotik te vejetasyonlar sıklıkla, emboli kaynağı olabilm ektedir. Par
davisi, hastaların büyük bölümünü iyileştirir. çalanan vejetasyonlar çok sayıda organizm a içerdiğinden,
embolizasyon yerinde çoğu zaman gelişen apseler, septik
in fark tü s ve m iko tik anevrizm a gelişmesine yol açabilir.
PATO G EN EZ Subakut endokardit, akut endokarditle kıyaslandığında
kalp kapaklarını daha az tah rip eder. M ikro skopik incele
Enfektif e n do kardit, daha önce norm al olan b ir kapakta ge mede, e n fe ktif endokarditin subakut vejetasyonlarının ta
lişebilirse de rom atizm al kalp hastalığı, m itral prolapsus, bi- ban kısmında sıklıkla, zaman içinde kro n ik inflam atuar infilt-
küspid a o rt kapakları ve kalsiflye kapak stenozu gibi kalp rasyonları, flbrozisi ve kalsifikasyonu teşvik eden granülas-
an orm allikleri, bu enfeksiyona elverişli zemin hazırlayabilir. yon dokusu (kronikleşm eyi düşündüren) vardır.
G ünüm üzdeki bütün enfeksiyöz en do kardit vakalarının
% 10-% 20’si, kalp kapağı protezlerinde gelişmektedir. Kalp
pilinin bağlantılarındaki, kalıcı kate te rlerd eki ve daha önce K lin ik Ö z e llik le r
ki kalp hastalıklarına bağlı je t akışları nedeniyle hasar gör Ateş, enfektif endokarditin en değişmez belirtisidir ama
müş endokard üzerindeki steril fib rin b irikim le ri, bakterile subakut hastalıkta, özellikle de yaşlılarda mevcut olmaya
rin yuvalanarak endokardite yol açabileceği uygun odaklar
bilir ve belirtiler spesifik olmayan bitkinlik, kilo kaybı ve
dır. N ö tro p e n i, bağışıklık eksikliği, malignite, diabetes mel-
gribe-benzer bir sendrom şeklinde ortaya çıkabilir; suba
litus veya alkol ya da intravenöz ilaç istismarı gibi konak fak
kut vakalarda splenomegali de sık görülür. Oysa akut en
tö rle ri, e n fe k tif en do kardit riskini a rtıra b ilir ve prognozu
olum suz etkileyebilir.
dokardit kendisini çoğu zaman hızla yükselen ateşin, tit
Etken organizm alar, altta yatan risk fa ktö rle rin e bağlı remelerin, dermansızlığın ve yorgunluğun yer aldığı, fır
olarak farklıdır. Hasarlı veya şekil bozukluğu olan kalp ka tınalı bir başlangıçla gösterir. Sol kalpte lezyonları olan
paklarında gelişen endokarditlerin % 50-% 60’ ı; ağız florası hastaların %90'mda üfürümler vardır; mikroemboliler
nın nispeten sıradan b ir üyesi olan Streptococcus viridans ta peteşilere, tırnak yatağında (splinter) kanamalara, retina
rafından meydana ge tirilir; daha virülan b ir bakteri olan ve kanamalarına (Roth benekleri), avuçlarda veya tabanlarda
deride sık rastlanan Staphylococcus aureus ise şekil bozuklu ağrısız, eritematöz lezyonlara (Janeıvay lezyonlan) veya
ğu olan kalp kapakları kadar, sağlıklı kalp k ap akların a parmak uçlarında ağrılı nodiillere (Osier nodüllerî) neden
da saldırabilir ve bütün endokarditlerin % 1 0 -% 2 0 ’ sinden olabilir; tanı, pozitif kan kültürleriyle ve ekografi bulgula
sorum ludur; aynı bakteri, intravenöz madde bağımlıların rıyla doğrulanır.
daki enfeksiyonların da önde gelen nedenidir. Enterokoklar Prognoz, enfeksiyöz organizmaya ve komplikasyonla
ve HAC EK (Haemophilus, Actinobacillus, Cardiobacterium, Ei- rın gelişip gelişmemesine bağlı olarak şekillenir. Kompli
kenella ve Kingella) grubunun, tüm ü de ağız boşluğunda ko- kasyonlar genellikle, enfeksiyon sürecinin başlamasını
mensal olara k yaşayan üyeleri de, e n do kardit nedeni olabil izleyen ilk hafta içerisinde ortaya çıkar ve antijen-antikor
m ektedir. Etken organizm a seyrek olarak gram -negatif ba
komplekslerin glomerüllerde sıkışıp kalmasına bağlı glo-
siller veya m antarlar olabilir. Tüm en do kardit vakalarının
merülonefrit ve bununla beraber hematüri, albüminüri
% 1 0 ’unda; önceki antibiyotik tedavisi, saldırgan bakterinin
veya böbrek yetmezliği şeklinde olabilir (Bölüm 13). Sep
izolasyonundaki güçlükler veya kalp kapağındaki vejetas
tik bir patofizyolojik tablo, alttaki kalp kasının invaze
RKH EE NBTE LSE
Resim 10 -2 0 Vejetatif endokarditin başlıca şekilleri. Romatizmal kalp hastalığının (RKH) akut romatizmal ateş döneminde; kapakların
kapanma çizgileri boyunca küçük, siğilimsi, inflamatuar vejetasyonlar belirir; inflamasyon düzeldikçe, önemli ölçüde nedbeleşme meydana
gelebilir. Enfektif endokarditin (EE) ayırıcı özelliği büyük, düzensiz, çoğu zaman tahrip edici özelliği olan kitlelerin kapaklardan komşu
dokulara (örneğin kordalar veya kalp kası) uzanabilmesidir. Nonbakteriyel (bakteriyel olmayan), trom botik endokardit (NBTE) kendisini
tipik olarak kalp kapağının kapanma çizgisindeki küçük-orta boy, tahrip edici özelliği olmayan vejetasyonlarla gösterir. Libman-Sacks en-
dokarditi (LSE), kapakçıkların her iki yüzüne de tutunabilen, küçük-orta boy, inflamatuar vejetasyonlarla karakterizedir; bunlar, ned-
beleşerek iyileşir.
edildiği izlenimini veren aritmiler ve sistemik embolizas- de görülebilir ama genel düşkünlük veya aşırı zayıflama
yon gelişmesi, özellikle ağır gelişmelerdir. Sol taraftaki, nedeni olan çok çeşitli hastalıklara, bakteriyel olmayan
tedavi edilmemiş infeksiyöz endokardit genellikle ölümle trombotik endokardit riskinde artış eşlik ettiğinden, bu
sonuçlanır. Ancak uygun antibiyotiklerin uzun süre (en endokardit aynı zamanda "marantik" sıfatıyla da anılır;
az 6 hafta) kullanılması ve/veya kapak replasmanı, mor- bu endokarditteki lezyonlar, enfektif endokardittekinin
taliteyi azaltır. Streptococcus viridans veya Streptococcus aksine sterildir ve destrüktif değildir (Resim 10-22).
bovis gibi virülansı düşük organizmaların neden olduğu Kapak hasarı, bakteriyel olmayan endokardit gelişme
endokarditlerdeki iyileşme oranı, %60-%90 arasındadır. si için gereken bir ön koşul değildir: gerçekten de bu en
Buna karşılık aerob gram-negatif basillerin veya mantar dokardit genellikler, daha önce normal olan kapaklarda bu
ların neden olduğu enfeksiyonlarda hastaların yarısı, lunur. Bunun yerine kronik dissemine intravaskiiler ko-
eninde sonunda kaybedilir. Protez kapaklar üzerinde ge agülasyon, hiperöstrojenik durumlar ve özellikle müsi-
lişen endokarditteki iyileşme oranı, genel ortalamadan nöz adenokarsinom olmak üzere altta yatan bir maligni-
%10-%15 daha düşüktür. te gibi hiperkoagülasyon durumları, hu endokarditin olağan
prekürsörleridir. Malignitelerle birliktelik muhtemelen do
Enfekte-OImayan Vejetasyonlar laşımdaki müsinin ve/veya söz konusu tümörlerden ser
best kalan doku faktörünün prokoagülan etkisiyle bağ
Nonbakteriyel (Bakteriyel Olmayan) lantılıdır. Kalıcı bir kateterin yol açtığı cinsten endokard
Trombotik Endokardit travması da, bu endokardite zemin hazırladığı bilinen du
Nonbakteriyel trombotik endokarditte (NBTE) kalp ka rumlardandır.
paklarının üzerinde, daha çok fibrin ve trombositler içe Kalp kapağının lokal etkisi genellikle önemsizse de
ren, küçük (1-5 mm çapında) trombotik kitleler vardır. Bu NBTE lezyonları; beyinde, kalpte ve diğer organlarda in-
endokardit diğer bakımlardan sağlığı yerinde bireylerde farktüslere neden olabilen emboli kaynağı olarak, klinik
Resim 10-21 Enfektif endokardit. A , Daha önceki ımiksomatöz miksomatöz mitral kapak üzerinde gelişen, etkenin Streptococcus viridans
olduğu subakut endokardit. Büyük, kolayca zedelenebilen vejetasyonlar, oklarla işaret edilmiştir. B, Konjenital biküspid aort kapağında
Staphylococcus aureus tarafından meydana getirilen, yaygın kapakçık hasarının ve halka apsenin eşlik ettiği akut endokardit (ok).
Kalp Kapaklarının Hastalıkları 395
PATO G EN EZ
Serotonin (5-h idro ksitrip ta m in), kallikrein, bradikinin, his-
tam in, prostaglandinler ve taşikininler; karsinoid tü m ö rle
rin dolaşıma bıraktıkları m ed yatörler arasında yer alır. Bun
lardan hangisinin karsinoid sendrom a yol açtığı açıkça bilin
mez ama plazmadaki serotonin ve idrardaki serotonin me-
taboliti olan 5-hidroksiindolasetik asit düzeyleriyle, sağ
kalpteki lezyonların şiddeti arasında, paralellik vardır. Kar
sinoid sendrom hastalarının kalp kapaklarındaki plaklar;
fenfluram in (b ir iştah kesici) veya e rg o t alkaloidleri (migren
ağrısında kullanılır) verilmesine eşlik eden lezyonlara ben
zer; bunların, sistemik serotonin metabolizmasını etkileyen
ya da kalp kapaklarındaki hidro ksitriptam in reseptörlerine
B bağlanan ilaçlardır.
Resim 10 -23 Karsinoid kalp hastalığı. A , Sağ ventrikülü ve trisküspid kapağı “ kaplayan” ve kordaların üzerine yayılan, karakteristik
endokardiyal fibrotik lezyon. B, Düz kas hücreleri ve bol miktarda asit mukopolisakkaridler içeren intima tabakasının mikroskopik
görünümü (Movat boyası asit mukopolisakaridleri mavi-yeşil, alttaki endokarda ait elastik dokuyu siyah renge boyamıştır.)
PATO G EN EZ
Dilate kardiyom iyopati tanı konulduğunda, sıklıkla term inal
döneme girm iştir; kalp, dilatedir ve çok zayıf olarak kasılır.
O topside veya kalp transplantasyonu yapılmış bireylerden
alınan piyeslerde, hiçbir spesifik patolojik özellik sergilemez.
Yine de genetik ve epidem iyolojik çalışmaların sonuçları,
kardiyomiyopatinin en az beş yolak üzerinden term inal dö
neme ilerleyebildiğini gösterm iştir (Resim 1 0 -2 5 ):
• G enetik nedenler. Dilate kardiyom iyopatinin, vakaların
% 20-% 50’sinde herediter bir temeli vardır ve bu tip kar-
diyomiyopatide, kırktan fazla sayıda genin mutasyona uğ
radığı bilinir; otozomal dom inant kalıtım baskın şekildir.
Mutasyonlar en çok, hücre iskeleti proteinlerini veya sar-
Normal
kom eri hücre iskeletine bağlayan proteinleri (ör. a-ka rdi-
Dilate
kardiyomiyopati yak aktin) kodlayan genlerdedir. X -krom ozom uyla bağ
lantılı dilate kardiyom iyopati en sık; intrasellüler hücre is
keletini ESM’ le fiziksel olarak eşleştiren distrofin gen
mutasyonlarına eşlik eder (Duchenne ve Becker kas dist-
rofilerinin temelinde farklı tiplerde distrofin mutasyonları
vardır, Bölüm 21). Seyrek görülen dilate kardiyom iyopa
ti çeşitlerinin nedeni m itokondrilerdeki, oksidatif fosfori-
lasyonda veya yağ asitlerinin |3-oksidasyonunda rol oyna
yan proteinleri kodlayan m itoko nd ri genlerinde görülen
ve olasılıkla, kusurlu ATP üretilmesine yol açan mutas-
yonlardır. Desmin (kalp m iyositlerindeki başlıca ara fila
m ent proteini) ve hücre çekirdeğindeki lamin A ve C, di
late kardiyomiyopatinin genetik çeşitlerinde etkilenen di
ğer hücre iskeleti proteinleridir. Kontraktil m iyositler ve
iletim lifleri o rta k bir gelişim yolunu izleyerek oluştukla
rından, kalıtsal dilate kardiyom iyopati çeşitlerinin bir
Hipertrofik Restriktif
özelliği, konjenital ileti anorm allikleri olabilir.
kardiyomiyopati kardiyomiyopati
• Enfeksiyon. Geç-dönem dilate kardiyom iyopati hastala
Resim 10 -24 Kardiyomiyopatinin önde gelen üç formu. Bunlardan rından bazılarının kalp kaslarında, coxsackievirus B’ ye ve
dilate kardiyomiyopati öncelikle sistolik disfonksiyona, restriktif ve diğer enterovirüslere ait nükleik asit “ ayak izleri” göste
hipertrofik kardiyomiyopatiler ise diastolik disfonksiyona yol açar. rilebilir. Dahası, ardı ardına yapılan endom iyokard biyop
Atrium ve/veya ventrikül duvarındaki değişikliklere ve ventrikül sileri, infeksiyöz m iyokarditin dilate kardiyomiyopatiye
duvarının kalınlığına dikkat edin. Ao, aort; LA, sol atrium; LV, sol ilerlediği vakalar göstermiştir. Bu nedenle; term inal dö
ventrikül. nemdeki kalpte inflamasyon mevcut olmamasına rağmen,
birçok dilate kardiyomiyopati vakası viral enfeksiyonlara
(daha sonra anlatılacaktır) bağlanmaktadır. Viral transk-
nin her biri ortaya konulabilen, spesifik bir nedenle mey riptlerin bulunması ya da yüksek antiviral an tikor titrele-
dana gelmiş ya da idiyopatik olabilir (Tablo 10-6). rinin saptanması, erken evrelerinde “ gözden kaçmış” ola
bilecek bir m iyokarditin akla gelmesi açısından yeterlidir.
• A lkol ve diğer to k sik m addelere m aruz kalınm ası.
Dilate Kardiyomiyopati
Aşırı alkol alımı ile dilate kardiyomiyopati arasında güçlü
bir beraberlik vardır. A lkol ve m etabolitleri (özellikle ase-
Dilate kardiyomiyopati ilerleyici kardiyak dilatasyon ve
taldehid), kalp kası üzerinde doğrudan toksik etki göste
kontraktil (sistolik) disfonksiyon ile karakterizedir. Bun rir. Dahası, tiamin eksikliğine kro n ik alkolizmin eşlik etme
lara genellikle hipertrofi de eşlik eder; neden ne olursa ol si, beriberi kalp hastalığının bir bileşenini o luşturu r (Bö-
sun, klinikopatolojik profiller birbirine benzer.
Genetik-dışı nedenler
• Miyokardit
• Peripartum
• Toksik (ör. alkol)
• idiyopatik
Resim 10-25 Dilate ve hipertrofik kardiyomiyopatilerin nedenleri ve sonuçları. Dilate kardiyomiyopatilerin önemli bir bölümü—ve hiper-
trofik kardiyomiyopatilerin tümü—genetiktir. Dilate kardiyomiyopatilere hücre iskeletindeki, sarkomerdeki, çekirdek zarfındaki veya mito-
kondrilerdeki protein mutasyonları; hipertrofik kardiyomiyopatilerin tümüne ise tipik olarak, sarkomer proteinlerinin mutasyonu neden
olabilir. Nedenlerinin ve morfolojilerinin farklı olmasına rağmen bu iki kardiyomiyopati, ortak klinik sonuçları paylaşır. LV, sol ventrikül.
lüm 7). Dilate kardiyomiyopati ayrıca diğer toksik ilaçlara, olabilir. Çoğu zaman m evcut olan m u r a l tr® m b u $ ia r,
özellikle bir kem oterapötik olan doksorubisine (Adriam y- trom bo em b oli kaynağı olabilir. Sekonder olarak kalp dilatas-
cin) ve kobalta maruz kalınmasından sonra gelişebilir. yonuna yol açabilen aterosklerotik koro ne r hastalığı gibi da
• P e r ip a r tu m k a r d iy o m iy o p a ti, gebeliğin geç dönem in mar ve kapak lezyonları, kardiyomiyopatinin doğası gereği
de veya doğumdan haftalar sonra ortaya çıkar. Gebeliğe mevcut değildir.
eşlik eden hipertansiyon, aşırı hacim yüklenmesi, beslen d ila t e k a r d iy o m iy o p a tid e k i S ıis to lo jik a n o r m a llik
me eksikliği, metabolizma bozuklukları (ör. gebelik diya le r n o n s p e s ifik o lu p , s p e s ifik b i r e t iy o lo jiy i iş a re t e t
beti) ve/veya bağışıklık yanıtları; etiyolojisinde olasılıkla m e z . Miyokard içindeki belirgin hemosiderin birikmesinin
çok sayıda faktörün rol oynadığı bu kardiyomiyopatinin Prusya mavisi ile boyanan preparatlarda görülebildiği, aşırı
gelişmesine katkıda bulunuyor olabilir; yakın zamanlarda dem ir yüklenmesine sekonder dilate kardiyomiyopati, bu
ki deneyler ayrıca, prolaktinin (gebeliğin geç dönem lerin kuralın dışındadır.
de yükselir) bir parçalanma ürününün, kalp kasında dis- Dilate kardiyom iyopatideki m o rfo lo jik değişikliklerin şid
fonksiyona yol açabildiği izlenimini verm ektedir. Neyse ki deti genelde, disfonksiyonun derecesini veya prognozu yan
bu hastaların yaklaşık yarısında kalp fonksiyonu, kendili sıtmayabilir. Myositlerin büyük bölümünde çekirdeğin büyü
ğinden norm ale dönm ektedir. mesiyle b irlikte S îip e rtro fi vardır ama sayıları azalan bu
• Kalpteki a ş ırı d e m ir y ü k le n m e s i, herediter hem okro- hücreler gergin ve düzensizdir. Ayrıca, dağınık replasman
matoz (Bölüm 15) veya çok sayıda transfüzyon sonucu fibrozu alanlarıyla b irlikte değişen interstisyel fibro z ve en-
olarak görülebilir. Dilate kardiyom iyopati, bu yüklenme dokard fibrozisi vardır; bunlardan İkincisi m iyositlerde daha
nin en sık görülen be lirtisidir ve metale ihtiyacı olan en önce, hipoperfüzyon nedeniyle iskemik nekroz gelişmiş ol
zim sistemlerindeki aksaklıklara veya re a ktif oksijen tü duğunu gösterir.
revlerinin dem ir aracılığıyla üretilmesine bağlı olabilir.
K linik Ö ze llikle r
Dilate kardiyomiyopati herhangi bir yaşta görülebilirse de
M ORFOLOJİ tanı daha çok 20-50 yaş grubunda konur. Bu miyopati
kendisini, yavaş ilerleyen KKY'nin dispne, kolayca yorul
Dilate kardiyom iyopatide kalp, norm al ağırlığının 2-3 katına
ma, efor kapasitesinin azalması gibi belirtileriyle gösterir
çıkabilecek kadar büyüm üştür ve t ü m o d a c ık la rın ın ge
ama hastalardaki kompanse yetmezlik, birdenbire de-
n iş le m e s iy le b i r l i k t e g e v ş e k b i r y a p ıd a d ır (Resim
kompanse olabilir. Dilate kardiyomiyopatideki temel kusur,
1 0 -2 6 ). Dilatasyona duvar incelmesi eşlik ettiğinden ventri
kül kalınlığı normalden az, normal ya da normalden fazla
etkisiz kasılmalardır. Böylece, normalde %50~%65 arasında
olması gereken ejeksiyon fraksiyonu terminal döneme
M INI I I ' llllli Hlllllli II I— i j W:
Kardiyomiyopatiler 399
Resim 10-26 Dilate kardiyomiyopati. A , Kalbin d ö rt odacığında da dilatasyon ve hipertrofi vardır. Sol ventrikül apeksinde, küçük bir mural
trombus (ok) mevcuttur. B, Dilate kardiyomiyopatinin nonspesifik histolojisi. Miyosit hipertrofisi ve interstisyel fibrozis vardır (Masson trik-
rom boyasıyla boyanmış olan bu preparatta kollajen, mavi renkli bantlar şeklinde görülmektedir).
gelindiğinde tipik olarak %25'in altına iner. Sekonder Aritmojen Sağ Ventrikül Kardiyomiyopatisi
mitral kapak yetersizliği ve anormal kalp ritimleri sıktır.
Aritmojen sağ ventriküler kardiyomiyopatisi kalp kasının
İntrakardiyak (mural) trombüslerden kaynaklanan embo-
lizasyon görülebilir. Hastaların yarısı 2 yıl içerisinde ölür değişken penetranslı otozomal dominant bir hastalığıdır;
ve yalnızca dörtte biri, 5 yıldan daha uzun süre yaşar; kendisini klasik olarak sağ kalp yetmezliğiyle ve ani kar-
ölüm nedeni genellikle, ilerleyici kalp yetmezliği veya diyak ölüme neden olabilen ritim bozukluklarıyla göste
aritmidir. Kesin tedavi, yalnızca kalp transplantasyonuy rir. Morfolojik olarak, sağ ventrikül duvarı, miyositlerin
la mümkündür. Uzun süreli ventriküler yardım sağlayan yerini yoğun bir yağ infiltrasyonunun ve daha az miktar
cihazların implantasyonuna gittikçe daha çok başvurul da da fibrozisin alması nedeniyle, önemli ölçüde incel
maktadır ve bazı hastalarda bir mekanik yardım kürü miştir (Resim 10-27). Bu patolojiye neden olan mutas-
nün uygulanması, kalpteki disfonksiyonu uzun süre dü- yonlarm çoğu, desmozomlarm aralarındaki disklerde yer
zeltebilmektedir. alan kavşak proteinlerini (ör. plakoglobin), ayrıca desmo-
Resim 10-27 Aritm ojen sağ ventriküler kardiyomiyopatisi. A , Sağ ventrikül, serbest duvarındaki miyositlerin yerini, neredeyse tüm kalın
lığıyla yağ dokusunun ve fibrozisin almasıyla birlikte önemli ölçüde genişlemiştir. Bu kalbin sağ ventrikülü, makroskopik olarak normal
gözükmektedir; bazı vakalarda miyopati, sağ ventriküldeki kadar olmasa bile sol ventrikülde de mevcut olabilir. B, Sağ ventrikülde
miyokardın (kırmızı) yerini, odaklar şeklinde olmak üzere fibröz bağ dokusu (mavi, ok) ve yağ almıştır (Masson trikrom boyası).
400 BÖLÜM 10 Kalp
zomlarla etkileşime giren proteinleri (ör. intermediyer fi le ve bununla b irlik te enerji tüketim inde artış ve net negatif
lament desmin) kodlayan genlerdedir. enerji dengesiyle sonuçlanır. H ip e rtro fik kardiyom iyopatide
mutasyona uğramış genlerin bazıları, (örneğin |B-miyozin),
Hipertrofik Kardiyomiyopati dilate kardiyom iyopatide mutasyona uğramıştır, ama dilate
kardiyom iyopatideki allelik m utasyonlar m o to r fonksiyonu,
Hipertrofik kardiyomiyopatide karakteristik olarak miyo h ip e rtro fik kardiyom iyopatideki fonksiyon kazancı mutas-
kard hipertrofisi, diastol dolum kusuru ve—vakaların üçte yonlarının aksine zayıflatır.
birinde—ventrikül çıkışında obstrüksiyon vardır. Bu hasta
larda kalp; dilate kardiyomiyopatideki yumuşak, iyi kası-
lamayan kalbin tam aksine kalın duvarlıdır, ağırdır ve M ORFOLOJİ
aşırı kasılma yeteneğine sahiptir. Sistolik fonksiyon, hi
pertrofik kardiyomiyopatide genellikle korunmuştur ama H ip e rtro fik kardiyom iyopatide ve n triküllerd e genişleme
görülm eksizin, yoğun b ir m iyokard h ipe rtro fisi vardır (Re
miyokard gevşeyemediğinden, primer diastolik disfonk-
sim 1 0 -2 8 , A). Klasik olarak ve n trikü le r septum, sol ventri-
siyon mevcuttur. Hipertrofik kardiyomiyopati klinik ola
külün serbest duvarına kıyasla orantısız b ir şekilde kalınlaş
rak, ventrikül esnekliğinin azalmasına (ör. amiloid birik
mıştır (a sim e trik septum hipertro fisi); yine de h ipe rt
mesi) ve ventrikül hipertrofisine (ör. aort stenozu ve hi
ro fik kardiyom iyopati vakalarının %10 kadarında konsant-
pertansiyon) yol açan durumlardan ayırt edilmelidir. rik h ip e rtro fi vardır. Kalbin uzunlamasına kesitlerinde vent
rikül boşluğu, her zamanki yuvarlak-ovoid biçimini kaybet
miş ve “ m uz benzeri” b ir konfîgürasyon kazanmıştır. Sol
PATO G EN EZ ventrikül çıkışındaki bir endokard plağı ve m itral ön kapak
H ip e rtro fik kardiyom iyopatisi olan hastaların büyük bölü çığın kalınlaşması, bu kapakçığın ventrikül sistolü sırasında
münde buna, ko n tra ktil aparata ait prote in leri kodlayan septuma temas ettiğini gösterir; bu değişiklikler, sol ventri
çok sayıdaki genin birinde missense m utasyonlar neden kül çıkışındaki fonksiyonel obstrüksiyonla bağdaşmaktadır.
olur. Soya geçiş, vakaların büyük bölüm ünde otozom al do Belirgin m iyosit hipertrofisi, m iy o s itle rin (ve m iyofibril-
m inant şekilde, değişebilen ekspresyonlarla gerçekleşir. lerin) rastgele d üzensizleşm esi ve interstisyel fibrozis, hi
Farklı 9 gende bu m iyopatiye neden olan 4 0 0 ’den fazla mu- p e rtro fik kardiyom iyopatinin kara kte ristik histolojik özel
tasyon tanım lanm ıştır ama h ip e rtro fik kardiyom iyopa lik le rid ir (Resim 1 0 -2 8 , B).
ti tem eld e, sa rk o m e r p ro tein lerin in b ir bozukluğu
dur. B u pro tein lerd en m utasyonlara en ço k sahne K lin ik Ö z e llik le r
olan, |3-miyozin ağır z in c irid ir; bunu, miyozin-bağlayan Hipertrofik kardiyomiyopati herhangi bir yaşta mevcut
protein C ve T roponin T izler. Bu üç gendeki mutasyonlar,
olabilirse de kendisini tipik olarak, puberte sonrası büyü
tüm h ip e rtro fik kardiyom iyopatilerin % 70-% 80’ inden so
me hızlanması sırasında belli eder. Klinik semptomlar,
rum ludur.
fonksiyonel anormalliklerin sonucudur. Atım hacmini çe
H ip e rtro fik kardiyom iyopatinin altında yatan farklı mu-
lişkili olarak azaltan, yoğun sol ventrikül hipertrofisi, bu tip
tasyonların, birleştirici b ir özelliği vardır: Bu mutasyonların
kardiyomiyopatinin ayırt edici özelliğidir. Hipertrofi, diasto
hepsi, sarkom er pro te in lerini e tk ile r ve m iyofilam ent akti-
vasyonunu artırır. Bu etki, m iyositlerde h ipe rkontraktilitey-
lik dolum azalmasının ve genel odacık büyüklüğünün kü
çük olmasının sonucudur. Ayrıca, hastaların yaklaşık
Resim 10 -28 Asimetrik septum hipertrofisiyle birlikte hipertrofik kardiyomiyopati. A , Ventriküler septuma ait kas dokusunun, sol vent
rikül çıkış yoluna doğru oluşturduğu tümsekle sol ventrikül lümeninin “ muz biçimi” almasına neden olmuştur; sol atrium genişlemiştir. Sağ
ön mitral kapakçık, fibröz endokard plağının ortaya konulması amacıyla septumdan alınmıştır (ok) (metne bkz). B, Düzensiz, aşırı hiper-
trofîyi ve karakteristik, dallanan miyositleri, ayrıca interstisyel fibrozisi gösteren histolojik görünüm.
Kardiyomiyopatiler 401
%25'inde sol ventrikül çıkışı, mitral kapak ön kapakçığı görülür. Hastaların ventrikül endokardmda ve suben-
tarafından fonksiyonel olarak kapatılmıştır. Kalp dakika dokardmda, çoğu zaman triküspid ve mitral kapakları
hacminin azalması ve pulmoner venöz basıncın sekonder da tutan yoğun fibroz vardır. Fibröz dokunun hastalık
artışı, sert bir sistolik ejeksiyon üfürümünürı işitilmesiyle lı odacıkların hacmini ve kompliyansını önemli ölçüde
birlikte efor dispnesine neden olur. Masif hipertrofi, sol azaltması, restriktif fizyolojiyle sonuçlanır. Endomiyo
ventrikül basıncının yüksek olması ve intramural arterler kard fibrozuyla, beslenme eksiklikleri ve/veya helmint
üzerinde oluşan baskı bir araya geldiğinde çoğu zaman, infeksiyonlarıyla bağlantılı inflamasyon (örneğin hipe-
koroner arter hastalığı mevcut olmasa bile anginanın eş reozinofili) arasında bağlantı kurulmuştur; restriktif
lik ettiği miyokard iskemisine yol açar. Mural trombus kardiyomiyopati tüm dünyada en çok, endomiyokard
oluşumuyla birlikte atrial ve ventriküler fibrilasyonlar, fibrozisi nedeniyle gelişmektedir.
mitral kapakta gelişen enfeksiyöz endokardit, konjestif « Loeffler endomiyokarditinde endokard fibrozisi vardır;
kalp yetmezliği ve ani kardiyak ölüm; karşılaşılan başlıca bu miyokardit tipik olarak, büyük mural trombüslerin
klinik sorunlardır. Ventrikülleri gevşeten ilaçlarla hasta oluşmasına eşlik eder, ama coğrafî bölgelerdeki sıklığı
ların büyük bölümünde düzelme sağlanır; kısmi cerrahi değişiktir, Histolojik muayene tipik olarak periferde
eksizyon ya da septum kasında alkol verilerek kontrollü hipereozinofili ve eozinofilik doku infiltrasyonları gös
şekilde gerçekleştirilen infarktüs de, çıkış yolundaki obst- terir; eozinofil granül içeriğinin, özellikle majör bazik
rüksiyonu ortadan kaldırır. Daha önce de söylendiği gibi proteinin serbest kalması olasılıkla, endokard ve miyo
hipertrofik kardiyomiyopati, önemli bir ani kardiyak kard nekrozuna neden olur. Nekrozu nedbeleşme, en-
ölüm nedenidir. 35 yaşından daha genç sporcularda kar dolcardda trombüs oluşumu ve son olarak da trombü-
şılaşılan ani kardiyak ölümlerin neredeyse üçte birinde sün organizasyonu izler. Bazı hastalarda, zeminde sü
altta yatan neden, hipertrofik kardiyomiyopatidir. rekli aktif durumdaki enzimler olan PDGFR (trombo-
sit kökenli büyüme faktörü reseptörü) tirozin kinazla-
Restriktif Kardiyomiyopati rm (Bölüm İ l) neden olduğu hipereozinofilik miyelop-
Ventrikül kompliyansının primer azalınası ve ventrikülün di- roliferatif hastalığın mevcut olması, ilginçtir. Bu hasta
astol sırasındaki dolumunu sınırlaması (basit bir şekilde ifa ların tirozin kinaz inhibitörleriyle tedavi edilmesi, he
de edersek, ventrikül duvarı serttir), restriktif kardiyomi- matolojik remisyonla ve endomiyokard lezyonlarmın
yopatinin başlıca özellikleridir. Sol ventrikülün kontraktil düzelmesiyle sonuçlanabilir.
(sistolik) fonksiyonu genellikle etkilenmediğinden, orta Miyokardit
ya çıkan durumu konstriktif perikarditle ya da hipertro
fik kardiyomiyopatiyle karıştırmak mümkündür. Restrik Miyokardit, enfeksiyon etkenlerinin ve-veya inflamatuar sü
tif kardiyomiyopati idiyopatik olabilir veya miyokardı da recin öncelikle kalp kasını hedef aldığı, farklı bir hastalık
etkileyen radyasyon fibrozisi, amiloidoz, sarkoidoz veya grubunu kapsayan bir deyimdir. Bu hastalıkların, infla
konjenital metabolizma kusurları gibi sistemik hastalıkla matuar sürecin başka bir miyokard zedelenmesinin sonu
ra eşlik edebilir. cu olarak geliştiği, iskemik kalp hastalığı gibi hastalıklar
la karıştırılmaması önemlidir.
Q M OR FO LO Jİ
PATO G EN EZ
V entriküller yaklaşık normal boyutlardadır ya da hafifçe ge
nişlemiştir, kalp odacıkları genişlememiştir ve m iyokard sert A B D ’de, m iyokarditin en sık karşılaşılan nedeni viral infek-
yapıdadır. Ventrikülün iyi dolmaması ve aşırı basınç yükleri siyonlardır; vakaların büyük bölümünden coxsackievirus A
nedeniyle her iki atrium da da dilatasyon mevcut olabilir. ve B ile diğer enterovirüsler sorumludur. Sitomegalovirüs,
M ikroskopik incelemede, değişebilen derecelerde interstis- insan bağışıklık yetmezliği virüsü, influenza virüsü ve diğer vi
yel fibrozis görülür. M akroskopik m o rfo lo jik bulguların fark rüsler, bu bakımdan daha seyrek rastlanan patojenlerdir. Mi-
lı nedenlere bağlı re s trik tif kardiyom iyopatilerde benzer ol yokardite neden olan organizmaların kimliği bazen, enfekte
masına rağmen endom iyokard biyopsisi çoğu zaman, spesi dokulardaki nükleik asit ayak izlerinden veya antikor titrele-
fik etiyolojik bozukluğu ortaya koyabilir.*• rinin yükseldiğini gösteren serolojik tetkiklerden anlaşılabilir.
Bazı virüsler doğrudan doğruya sitolitik hasara neden olur
larsa da vakaların büyük bölüm ündeki m iyokard zedelenme
Restriktif kardiyomiyopatinin üç şekli, kısaca söz edil
sinin nedeni, virüsle enfekte hücrelere karşı gelişen bir bağı
meye değerdir:
şıklık yanıtıdır; bu durum , hepatit virüsüyle enfekte karaci
• Amiloidoz, hücre-dışı proteinlerin daha çok; çözünme
ğer hücrelerinde bu virüs için özel T hücrelerinin yol açtığı
yen, beta-kıvrımlı katlar oluşturacak şekilde depolan zedelenmenin benzeridir (Bölüm 15). Bazı vakalarda virüs
ması nedeniyle gelişir (Bölüm 4). Amiloidoz kalpte, sis ler, miyozin ağır zincir gibi çapraz reaksiyona giren protein
temik amiloidoza eşlik edebilir veya özellikle senil kar lere karşı verilecek bir yanıtı tetikleyebilir.
diyak amiloidozda olmak üzere yalnızca bu organda sı Viral olmayan (nonviral) m iyokardite, m ikroorga
nırlı olabilir. Senil kardiyak amiloidozda; karaciğerde nizmalar dünyasının virüsler dışındaki tüm üyeleri yol açabi
sentez edilerek dolaşıma bırakılan, tiroksini ve retinolü lir. Tek hücreli bir organizma (pro to zoo n) olan Trypanosoma
taşıyan bir protein olan transtiretinin normal veya mu cruzi, Chagas hastalığına yol açan etkendir. Kuzey yarım kü
tant formlarının yaşlı insanların kalplerinde birikmesi, rede seyrek görülmesine rağmen bu hastalık, Güney A m eri
restriktif kardiyomiyopatiyle sonuçlanır. Afro-Ameri- ka’nın endemik bölgelerinde yaşayanların % 50’sine kadar
kalılarm %4'ünde, bu popülasyondaki izole kardiyak varabilen b ir bölümünde vardır ve bu hastaların çok büyük
amiloidoz riskinin dört kat daha yüksek olmasından bir bölümünde miyokardı tutar. Chagas hastalarının %10 ka
darı akut bir atak sırasında ölür; diğerleri ise bağışıklık siste
sorumlu, spesifik bir transtiretin mutasyonu vardır.
minin aracı rolünü üstlendiği, kro n ik bir döneme g irer ve bu
• Endomiyokard fibrozisi öncelikle, Afrika'daki ve diğer
hastalarda konjestif kalp yetmezliğinin ilerleyen be lirtileri
tropik bölgelerdeki çocuklarda ve genç erişkinlerde
402 BÖLÜM 10 Kalp
vardır 10-20 /ıl sonra aritm i gelişir. En çok rastlanan vektö man, benekler şeklinde gözüken soluk renkli ve kanamalı
rü ev kedileri olan Toxoplasma gondii de, özellikle bağışıklık alanlar vardır. Mural trom bü sle r m evcut olabilir.
sorunları olanlarda m iyokardit yapabilir. Trişinoz, kalbi tutan A k tif m iyo kardit m ikro skopik olarak ödem , interstisyel
helm int hastalıkları arasında ön sıradadır. inflam atuar infiltrasyonlar ve m iyosit hasarıyla karakterize-
M iyokardit; bakteriyel b ir spiroket olan Borrelia burgdorfe- d ir (Resim 1 0 -2 9 ). En çok, yaygın b ir lenfosit infiltrasyonu
r/’nin yol açtığı sistemik b ir hastalık olan Lyme hastalığında vard ır (Resim 1 0 -2 9 , A), ama inflamasyon çoğu zaman ya-
da g ö rülür ve bu hastaların %5 kadarında gelişir (Bölüm 8). masal dağılımlıdır ve endom iyokard biyopsilerinde “ gözden
Lyme m iyokarditi öncelikle kendiliğinden iyileşen bir iletim kaçabilir” . Hasta m iyokarditin akut dönem inde ölmezse
sistemi hastalığı olarak ortaya çıkar; sıklıkla bu hastalara ge lezyonlar, geride önemli b ir sekel bırakmaksızın kaybolabi
çici olarak kalp pili (pacemaker) takılması gerekebilir.
lir ya da ilerleyici fibrozisle iyileşebilir.
Sistemik lupus erythematosus ve polim iyozit gibi bağışık
A şırı d u y arlılık miyokarditindeki interstisyel ve peri-
lık kökenli sistemik hastalıklara eşlik eden lezyonlar, infek-
vasküler infiltrasyonlar lenfositlerden, m akrofajlardan ve
siyöz olmayan (nonenfeksiyöz) m iyokardite yol açabi
yüksek oranda eozinofîllerden oluşur (Resim 10-29, B).
lir. İlaçlar karşısında gelişen aşırı duyarlılık reaksiyonları da
Dev hücreli m iyo kard it m o rfo lo jik açıdan farklıdır ve
(aşırı d u yarlılık m iyokarditi), (hipersensitivite miyo
m akrofajların birleşmesiyle meydana gelmiş, çok çekirdekli
ka rd iti) çok çeşitli ilaçlara maruz kalındığında görülebil
dev hücreler içeren, inflam atuar b ir hücre infiltrasyonuyla
mektedir. Bu gibi reaksiyonlar tip ik olarak iyi huyludur ve
konjestif kalp yetmezliğine veya ani kardiyak ölüme, çok en karakterizedir. Dev hücreli m iyo kardit olasılıkla, lenfositik
der koşullarda yol açar. m iyo ka rd it spektrum unun, saldırgan sonunu temsil eder ve
en azından fokal—ve çoğu zaman yaygın—nekroz vardır
(Resim 10-29, C). Dev hücreli m iyokarditin prognozu ka
ranlıktır.
o M ORFOLOJİ
A k u t m iyo karditte kalp, norm al ya da dilate gözükebilir; ile
Chagas m iyo kard iti kas liflerinin tiripanazom lar tara
fından istilâ edilmesiyle kara kte rize dir; buna nö tro fillerde ,
lenfositlerden, m akrofajlardan ve zaman zaman eozinofil-
lerden oluşan inflam atuar inflamasyon eşlik eder (Resim
ri evrelerde tip ik olarak yum uşaktır ve üzerinde çoğu za 10-29, D).
Resim 10 -29 Miyokardit. A , Ödemle ve eşlik eden miyosit hasarıyla birlikte lenfositik miyokardit. B, Eozinofil bakımından zengin inf
lamatuar infiltrasyonlarla karakterize bir miyokardit tipi olan aşırı duyarlılık miyokarditi C, Lenfosit ve makrofaj infiltrasyonlarıyla, aşırı
miyosit hasarıyla ve çok çekirdekli dev hücrelerle birlikte dev hücreli miyokardit. D, Chagas miyokarditi. Mononükleer infiltrasyonla ve
miyofibril nekrozuyla birlikte; tripanozomlarla dolarak gerilmiş bir miyofibril (ok).
Perikard Hastalıkları 403
PERİKARD HASTALIKLARI
Bazen fibröz konstriksiyonla sonuçlanan efüzyonlar ve
inflamatuar durumlar, perikard hastalıklarmdandır. İzole
perikard hastalığı, alışılmadık bir patolojidir ve perikard
lezyonlarına tipik olarak, kalbin başka bir yerinde veya
kalbin çevresindeki oluşumlardaki patolojik bir süreç eş
lik eder ya da perikard hastalığı, sistemik bir hastalığa se-
konderdir.
Perikardit
Primer perikardit seyrektir. En sık olarak viral infeksiyon-
lara bağlıdır (tipik olarak miyokarditle birliktedir) ama
bakteriler, mantarlar veya parazitler de primer perikardit
yapabilir. Perikardit hemen her zaman için akut MI'ne,
kalp ameliyatına, mediastenin radyasyona maruz kalma
sına veya torakstaki diğer oluşumlarda gelişen patolojik Resim 10-30 Bir pnömoninin yaygınlaşmasına bağlı akut süpüratif
bir sürece (ör. pnömoni veya plörit) sekonderdir. Üremi, (irinli, eksudatif) perikardit.
404 BÖLÜM 10 Kalp
Perikard Efüzyonları
KALP TÜMÖRLERİ
( ) M ORFOLOJİ
Metastatik Neoplazmlar
M iksom lar hemen her zaman için te k lezyonlardır ve klasik
olarak fossa ovalis bölgesinden (atrial septum ) kaynaklanır.
Kalpteki tümörler hemen her zaman için metastazlardır, kan
Çapı 1 cm gibi küçük ya da 10 santim etreye varan büyük,
ser nedeniyle ölen hastaların yaklaşık %5'inde, metasta
sapsız ya da saplı (Resim 1 0 -3 1 , A ) olabilen bu tü m ö rle r
tik kalp lezyonları vardır. Kalpteki metastazlar herhangi
çoğu zaman yumuşak, saydam, jelatinimsi görünüm deki vil-
bir kansere ait olabilirse de belirli tümörlerde bu olasılık
löz lezyonlardır. Saplı m iksom alar çoğu zaman, sistol sıra
daha yüksektir. Bunlar, metastaz yapma olasılığı gittikçe
sında m itral veya triküspid kapağa kadar uzanarak aralıklı
azalmak üzere, akciğer kanseri, lenfoma, meme kanseri,
obstrüksiyona veya kapakçıklara zara r veren “ yıkım gülle
lösemi, melanoma, hepatosellüler karsinoma ve kolon
si” etkisine neden olabilir.
kanseridir.
M iksom lar histolojik olarak yıldız biçim indeki, çoğu za
man çok çekirdekli, tip ik olarak çekirdekleri h ipe rkro m atik
Primer Neoplazmlar olan; endotel, düz kas hücresi ve/ve ya fib ro b la stik farklılaş
Primer kalp tümörleri seyrek görülür; ayrıca bunların çok ma gösteren tü m ö rle rd ir. Yapılarında, farklılaşmamış hüc
büyük bölümü, neyse ki iyi huylu tümörlerdir. En sık gö re ler de vardır; tüm bu hücre tip le ri, m ultipo te nt mezen-
kim tü m ö r hücrelerinin farklılaşmasıyla meydana gelir. Hüc
rülen beş tümör (sıklık sırasıyla miksom, fibrom, lipom,
reler, bol m iktardaki asit m ukopolisakarid zemin maddesi
papiler fibroelastoma ve rabdomiyom), tüm primer kalp
içerisine göm ülm üştür (Resim 1 0 -3 1 , B). Kanama, iyi orga
tümörlerinin %80-90'ım oluşturur. Kalbin en sık karşıla
nize olamamış trom bus ve m on on ükle er hücre infîltrasyo-
şılan primer malign tümörü, anjiyosarkomdur. Burada
nu genellikle vardır.
yalnızca, miksom ve rabdomiyomlardan söz edilecektir.
Rabdom iyom lar, çapları birkaç santim etreye varabilen
Miksomlar, erişkin yaşta en sık görülen primer kalp tü
ve ven trikül odacıklarına doğru büyüyen, gri-beyaz kitle ler
mörleridir (Resim 10-31). Bunların kabaca %90'ı atrium-
dir. H isto lo jik muayenede karm a b ir hücre popülasyonu
larda, bunların da %80'i sol atriumda gelişir.
g ö rülür; ancak bu hücrelerden en ka ra k te ristik olanları; bü
Rabdomiyomlar bebeklerdeki ve çocuklardaki en sık
yük, yuvarlak veya poligonal, b irbirlerin de n plazma memb-
görülen primer kalp tümörleridir; bunlar sıklıkla, kalp ranıyla orta d a ki çekirdek arasında uzanan sitoplazma bant
kapaklarındaki veya çıkışlarındaki obstrüksiyon nedeniy larıyla ayrılmış, glikojen yüklü, sayısız vakuol içeren hücre
le keşfedilir. Kalpteki rabdomiyomlarm sıklığı, TSC1 ya le rd ir (ö rü m ce k hücreler).
da TSC2 tümör supresör genlerindeki mutasyonlar nede-
Kalp Nakli 405
Klinik Özellikler
Başlıca klinik belirtiler; kalp kapaklarındaki "bilye-kapak"
obstrüksiyonuna, embolizasyona veya ateş, kırıklık gibi
konstitüsyonal semptomların bulunduğu bir sendroma
bağlıdır. Bu sendrom tümörün, akut faz reaksiyonunun
önde gelen bir medyatörü olan interlökin- 6 adlı sitokin sal
gılamasıyla açıklanabilir. Tercih edilen tanı yöntemi eko-
kardiyografidir: cerrahi rezeksiyon, hemen her zaman için
iyileşmeyle sonuçlanır.
Diğer Kalp Tümörleri
® Lipomlar lokalize, net bir kapsülü olmayan, yağ dokusu
kitleleridir; semptom vermeyebilir ya da miksomlarda-
ki gibi bilye-kapak obstrüksiyonlarına yol açabilir veya
aritmilere neden olabilir.
• Papiller fibroelcıstomalar embolizasyona yol açabilmeleri
ne rağmen genellikle yalnızca rastlantı sonucu saptanan
lezyonlardır. Genellikle kalp kapaklarının üzerinde lo
kalize olan bu tümörler; çapı 1 santimetreye varabilen,
saç-benzeri uzantıları olan, makroskopik olarak deniz
şakayığını andıran kümeler oluşturur. Histolojik incele
me; bol miktarda mukopolisakarid matriks ve laminalar
şeklinde elastik lifler içeren ve tümü endotelle sarılı
olan miksoid bağ dokusu gösterir.
• Kalp anjiyosarkomları ve diğer sarkomları, vücudun di
ğer yerlerindeki sarkomalardan klinik ya da morfolojik
farkı olmadığından burada daha fazla yorumlanmaya
cak olan tümörlerdir.
Resim 10-32 Kalp allogreftlerinin reddi. A , Kalpteki miyosit hasarı
eşliğinde lenfosit infiltrasyonunun görüldüğü akut kalp allogrefti
KALP NAKLİ reddi. Red olayıyla viral miyokardit (Resim 10-29, A) arasındaki
benzerliğe dikkat edin. B, Allogreft arteriyopatisi; intima tabakasın
Kalıcı ventriküler yardım (assist) cihazının yerleştirilmesi, da kritik darlığa yol açmış olan, şiddetli, konsantrik kalınlaşma.
terminal dönem kalp hastalığının tedavisinde gittikçe daha Lamina elastica interna (ok) ve media sağlamdır. (Movat pentakrom
çok başvurulan bir seçenek olmaktadır ama kalp nakli, te boyası.)
davisi olanaksız kalp yetmezliği olan hastalarda yine de ter (B, Salomon RN, Hughes CC, Schoen FJ, e t al: Human koroner transplantation-as
cih edilen tedavi seçeneğidir. Terminal dönem kalp yetmez sociated arteriosclerosis. Evidence for kronik immune reaction to activated graft en
dothelial cells. Am J Pathol 138:791, 1991'in, izin alınarak tıpkıbasım.)
liği hastalarının 1 -yıllık mortalitesi, bu nakil uygulanmazsa,
%50 dolayındadır ve bu hastalardan 5 yıl hayatta kalabilen
lerin oranı, %10'un altındadır. Tüm dünyada her yıl, büyük fonksiyonunu zora sokar. Antikorlar aracılığıyla gerçek
bölümü dilate kardiyomiyopati ve iskemik kalp hastalığı va leşen zedelenmenin de allogreft reddiyle sonuçlanan
kalarında olmak üzere 3 bin kadar kalp nakli yapılmakta önemli bir mekanizma olarak gittikçe daha fazla görül
dır. Böyle olsa bile bu konuda ihtiyaç duyan hastaların sayı düğü, bir gerçektir. Miyokarddaki zedelenme yaygın
sı, nakledilebilecek organ sayısının çok daha üzerindedir ve değilse "red atağT'ndan, yoğun immünosupresif teda
bu rakamdan çok daha yüksek sayıda birçok (yaklaşık yıl viyle geri dönüş sağlanabilir. İlerlemiş red süreci ise ge
da 50 bin) hasta, başarılı bir nakil ameliyatı geçirmek yeri ri dönüşsüz ve ölümcül olabilir.
ne yaşamını, nakil listesinde beklerken yitirmektedir. • Allogreft arteriyopatisi kalp naklinin uzun dönemdeki
Nakil için sağlanabilecek kalp sayısıyla buna ihtiyaç du başarısını tek başına en fazla sınırlayan faktördür. Bu
yan hasta sayısı arasındaki büyük orantısızlığı bir yana bı arteriyopati, koroner arterlerdeki intima tabakasının
rakacak olsak bile akut kalp reddi ve allogreft arteriyopati- geç dönemde ortaya çıkan, ilerleyici, yaygın stenoz üze
si, kalp nakli ameliyatlarını izleyen başlıca komplikasyon rinden iskemik hasara yol açan proliferasyonu şeklinde
lardır (Resim 10-32). Nakledilen allogreftin sağkalımı için gelişir (Resim 10-32, B). Önemli derecede arteriyopati,
ihtiyaç duyulan immünosupresyon da, fırsatçı infeksiyonla- transplantasyonu izleyen 5 yıl içerisinde hastaların
ra ve Epstein-Barr virüsüne eşlik eden lenfoma gibi belirli %50'sinde, 10 yıl içerisinde ise %100'ünde gelişen bir
kanserlere yakalanma riskini artırmaktadır. komplikasyondur. Bu komplikasyonun patogenezinde,
• Ateş, kalbin ejeksiyon fraksiyonunun azalması, nedeni lokal büyüme faktörü üretimine neden olarak intima ta
açıklanamayan aritmi veya kalp ultrasonografisinde bakasına düz kas hücrelerinin toplanmasına ve hücre
ventrikül duvarının ödemli ve kalınlaşmış olduğunun dışı matriks senteziyle çoğalmasına yol açan bağışıklık
görülmesi klinik olarak, nakledilen kalbin reddedildiği yanıtları rol oynamaktadır. Nakledilen kalplerin dener-
şüphesini doğuran gelişmelerdir. Red tanısı, nakledilen ve olması nedeniyle angina ağrısının söz konusu olma
kalpten yapılan endomiyokard biyopsisiyle konur. Bu ması sonucu gelişen sessiz infarktüslere, ilerleyici kon-
biyopside; miyosit hasarı ve interstisyel lenfositik infla- jestif kalp yetersizliğine veya ani kardiyak ölüme yol
masyon görülmesi (Resim 10-32, A) ve viral miyokar- açabilmesi yüzünden allogreft arteriyopatisi, özellikle
ditte görülene (Resim 10-29, A) benzeyen bir histolojik can sıkıcı bir sorundur.
profile tanık olunması, red olayının karakteristik bulgu Kalp nakledilen hastalarda prognoz, bu sorunlara rağmen
larıdır. Her iki durumda da T-hücreleri aracılığıyla ger genellikle iyidir ve 1 -yıllık sağkalım oranı %80'e ulaşmak
çekleşen hücre ölümü ve lokal sitokin üretimi, kalp ta, 5-yıllık sağkalım oranı ise %60'ı aşmaktadır.
406 BÖLÜM 10 Kalp
KAYNAKLAR Mitchell RN: Graft vascular disease: immune response meets the ves
sel wall. Annu Rev Pathol 4:19, 2009. [Allogreft arteriopatisinin, hay-
Azaouagh A, Churzidse S, Konorza T, Erbel R: Arrhythmogenic right van m odelleri, p atojen ik m ekanizm alar, klin ik tam v e tedaviyi de içeren,
ventricular cardiomyopathy/dysplasia: a review and update. Clin kapsam lı bir gen el özeti.]
Res Cardiol 100:383, 2011. [Bu a n titey eg en etik n eden lerin e m ükem m el New SE, Aikawa E: Molecular imaging insights into early inflamma
bir güncel bakış.] tory stages of arterial and aortic valve calcification. Circ Res
Bhattacharyya S, Davar J, Dreyfus G, Caplin ME: Carcinoid heart di 108:1381, 2011. [Valvüller v e dam arlarda d ejen eratif kalsifika sy on a yol
sease. Circulation 116:2860, 2007. [Bu antitenin patofizyolojisi, tanısı açan m ekanizm aların iyi bir gen el özeti.]
v e tedavisinin iyi bir d erlem esi.] Ovize M, Baxter GF, Di Lisa F, et al: Postconditioning and protection
Brickner ME, Hillis LD, Lange RA: Congenital heart disease in adults. from reperfusion injury: where do we stand? Position paper from
N Engl J Med 342:256, 334, 2000. [K onjenital kalp m alform asy anları the Working Group of Cellular Biology of the Heart of the Europe
nın iki bölüm den oluşan güzel bir d erlem e: Tarihine rağm en çeşitli du an Society of Cardiology. Cardiovasc Res 87:406, 2010. [İnfarktüs bo
rumların h ala yararlı v e çok başvurulan özeti.] yutunu sınırlam ada iskem i-reperfü zyoıı hasarı ve isk em ik ön hazırlam a
Cannon RO 3rd: Mechanisms, management and future directions for nın m ekanizm aları ve potan siy el terapötik girişim lerinin iyi bir genel
reperfusion injury after acute myocardial infarction. Nat Clin Pract özeti.]
Cardiovasc Med 2:88, 2005. [M İ sonrası rep erfâ z y o n hasarın ı sınırlan Rasmussen TL, Raveendran G, Zhang J, Garry D J: Getting to the he
dırm aya y ön elik m ekan izm alar ve tadvi yaklaşım larının harika d erlem e art of myocardial stem cells and cell therapy. Circulation 123:1771,
si.] 2011. [Kalp hastalığında k ö k hücre tedavileri konusundaki tartışm alar ve
Cerrone M, Priori SG: Genetics of sudden death: focus on inherited en son gelişm elerin iyi yazılm ış bir gen el özeti.]
channelopathies. Eur Heart J 32:2109, 2011. [A ni kard iy ak ölüm e yol Seidman CE, Seidman JG : Identifying sarcomere gene mutations in
açan iy on kan al bozulduklarının güncel, iyi düzenlenm iş, güncel tanımı.] hypertrophic cardiomyopathy: a personal history. Circ Res 108:743,
Cooper LT Jr: Myocarditis. N Engl J Med 360:1526, 2009. [Etiyoloji, pa- 2011. [D ünyada başı çek en gruplardan birinin h ipertrofik kardiyom iyo-
togenez v e klin ik özelliklerin iyi bir derlem esi.] patinin genetiği v e p atofizyolojisi kon u su n daki iyi yazılm ış ve saygın bir
Guilherme L, Köhler KF, Kalil J: Rheumatic heart disease: mediation gen el özeti.]
by complex immune events. Adv Clin Chem 53:31, 2011. [R om atiz- Sliwa K, Hilfiker-Kleiner D, Petrie MC, et al: Current state of know
m al kalp hastalığının p atog en ik m ekanizm alarının iyi yazılm ış ve bilim ledge on aetiology, diagnosis, management, and therapy of peripar-
sel irdelem esi.] tum cardiomyopathy: a position statement from the Heart Failure
Hill EE, Herijgers P, Herregods MC, Peetermans WE: Evolving trends Association of the European Society of Cardiology Working Group
in infective endocarditis. Clin Microbiol Infect 12:5, 2006. [E n fektif on peripartum cardiomyopathy. Eur J Heart Fail 12:767, 2010. [Ku
en dokarditte m ikroorganizm alar, tanı ve tedavilerdeki gelişm eler konu sursuz bir tam am layıcı not.]
sunda kliniğe yön elik, iyi birgenel bakış.] Watkins H, Houman A , Redwood C: Inherited cardiomyopathies. N
Huang JB, Liu YL, Sun PW, et al: Molecular mechanisms of congeni Engl J Med 364:1643, 2011. [K ardiyom iyopatilerin m olekiiler tem elinin
tal heart disease. Cardiovasc Pathol 19:el83, 2010. [Konjenital kalp m ü kem m el bir derlem esi.]
hastalıklarının altında y atan g en ler ve yolakların geniş kapsam lı derle Wu JC, Child JS: Common congenital heart disorders in adults. Curr
m esi.] Probl Cardiol 29:641, 2004. [Erişkin popülasyonda görülen kon
Li C, Xu S, Gotlieb Al: The response to valve injury. A paradigm to un jenital kalp hastalıklarının detaylı ve kapsamlı genel özeti.]
derstand the pathogenesis of heart valve disease. Cardiovasc Pathol Zipes DP, Libby P, Bonow RO, Braunwald E (eds): Braunwald's Heart
20:183, 2011. [Valimi hastalıkların daki kavram ların güzel bir derlem esi.] Disease: A Textbook of Cardiovascular Medicine, 9th ed. Philadelp
Libby P, Theroux P: Pathophysiology of coronary artery disease. Cir hia, Saunders, 2011. [Kalp yetm ezliği ve aterosklerotik kardiyovasküler
culation 111:3481, 2005. [A terosklerotik k o ro n er h astalıktaki y olaklar h astalık bölüm lerinin m ü kem m el olduğu, h a rik a ve saygın bir metin.
ile, tanı v e tedavi y aklaşım la n ile ilgili iy i yazılm ış bir derlem e.]
MacGrogan D, Nus M, de la Pompa JL: Notch signaling in cardiac de
velopment and disease. Curr Top Dev Biol 92:333, 2010. [Kalp geli
şim de N oth'un rolü kon u su n da bilim sel bir derlem e.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
Hematopoietik ve
Lenfoid Sistemler
BÖLÜM İÇERİĞİ
Hematopoietik ve lenfoid sistemlerin hastalıkları olduk tarafından tanınır ve yok edilirler. Eritrosit yıkımının
ça geniş bir çeşitlilik gösterirler. Bu hastalıklarda sınıfla artması anemiye, bunun sonucunda da kemik iliğinde
ma primer olarak eritrositleri, lökositleri ya da trombo- eritrosit öncülleri kompansatuar olarak hiperplaziye uğ
sitleri ve pıhtılaşma faktörlerini içeren hemostatik sis rar.
temden, primer olarak hangisini etkilediğine göre yapı Hematolenfoid sistemin kompleksliği ve karışıklığı
lır. Eritrosit hastalıkları kendilerini genellikle anemi (erit tek bir anatomik bölgede sınırlı olmamasından ve hem
rosit eksikliği) ile gösterirler. Beyaz kan hücresi hastalıkla normal hem malign beyaz hücrelerin değişik bölgeler
rı, bunun tam tersine, malign dönüşüm sonucu aşırı arasında yoğun bir "trafik" kapasitesine sahip olduğu
hücre çoğalması ile ilişkilidir. Hemostatik bozukluklar unutulmamalıdır. Örneğin, bir lenf gangliyonu biyopsisi
hemorajik diatezlere (kanama bozuklukları) yol açabilir ile lenfoma tanısı alan bir hastada, aynı zamanda kemik
ler. Son olarak, çok sayıda hastalığın bir özelliği olan iliği ve kanda da neoplastik lenfositler olabilir. Kemik ili
splenomegaliden ve timus tümörlerinden bu bölümün ğindeki malign lenfoid hücreler, hematopoezi baskılaya
sonunda bahsedilecektir. rak, kan hücre sayılarında düşüşe (sitopeni) ve malign
Her ne kadar bu hastalık gruplamaları yararlı olsa da, hücrelerin karaciğer ve dalaktaki yayılımları ise, bu or
gerçekte eritrositlerin, beyaz kan hücrelerinin ve he ganların büyümesine yol açabilir. Sonuç olarak, hem be
mostatik sistem komponentlerinin üretimi, fonksiyonla nign hem malign hematolenfoid hastalıklarda altta ya
rı ve yok edilmeleri birbirleri ile yakından ilişkilidir ve tan tek bir anormal durum çok yönlü sistemik sonuçlar
bir hücre tipini ya da sistemin bir komponentini etkile doğurabilir. Bu karmaşık durumları akılda tutmak kay-
yen patojenik durumlar diğerlerinin de aksamasına yol dıyla, hematolenfoid bozuklukların alyuvarlar, akyuvar
açar. Örneğin, belli durumlarda B hücreleri eritrosit lar ya da hemostatik sistemden hangisinin tutulumunun
membran komponentlerine karşı otoantikor üretirler. baskın oluşuna göre yapılmış olan gelenekselleşmiş sı
Opsonize eritrositler büyümüş olan dalaktaki fagositler nıflamayı kullanacağız.
BÖLÜM 11 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
ERİTROSİT HASTALIKLARI
Kırmızı kan hücrelerinin (eritrositler) hastalıkları, çeşit lik eden doku 0 2 basıncı düşüklüğü, böbreğin özelleş
li tiplerde anemilere ve daha az oranda polisitemiye miş hücrelerindeki büyüme faktörü eritropoietin üreti
(eritrositoz olarak da bilinen eritrositlerde artmaya) ne minin artışını tetikler. Bu da kemik iliğindeki eritroid se
den olur. Anemi kanın oksijen taşıma kapasitesinde, do ri öncüllerinin kompansatuar hiperplazisine ve ağır ane
laşımdaki eritrosit miktarının normal seviyenin altına milerde ise sekonder hematopoietik organlarda (karaci
inmesinden kaynaklanan düşüştür. ğer, dalak, lenf bezleri) ekstramedüller hematopoiezin
Anemi, kanamadan, eritrositlerin hızlanmış yıkımından ortaya çıkmasına yol açar. Bu mekanizma sayesinde,
ya da yavaşlamış üretiminden kaynaklanır. Bu mekaniz akut kanama ya da artmış eritrosit yıkımı (hemoliz) ne
malar anemileri sınıflamanın esaslarından birini oluştu deniyle aniden anemik hale gelmiş, iyi beslenen kişiler
rur (Tablo 11-1). Bu antitelerden bazılarında örtüşme de eritrosit üretimi normalin 5 -8 katma kadar çıkabilir.
mevcuttur. Örneğin talasemide alyuvarların hem azal Bu durum kendini periferik kanda genç eritrositlerin
mış yapımı hem de erken yıkımı anemiyi doğurur. Kro (retikülositler) sayısının artması ile kendini gösterir. Bu
nik böbrek yetmezliği ya da kronik inflamasyona (ileri nu tam tersi olan ve azalmış eritrosit üretimine bağlı
de bahsedilecektir) bağlı anemiler dışında, anemiye eş- anemiler (arejeneratif anemiler) normalden az retikülo-
sit sayısı ile (retikülositopeni) ile karakterizedirler.
Tablo 11-1 Aneminin, A ltta Yatan Mekanizmaya Göre Anemiler eritrosit morfolojisine göre da sınıflandırıla
Sınıflandırılması bilir. Eritrosit morfolojisi genellikle bozukluğun nedenini
Kan Kaybı yansıtır. Etiyoloji hakkında ipuçları sağlayan karakteris
tik özellikler arasında eritrositlerin boyut, renk ve şekille
Akut: travma
Kronik: gastrointestinal kanal lezyonları, jinekolojik hastalıklar
ri gibi çeşitli özellikler mevcuttur. Bu özellikler periferik
yaymalardaki görsel inceleme ile sübjektif olarak sapta
Artm ış Yıkım (Hem olitik Anemiler)
nabildiği gibi, bunların aşağıdaki göstergeler kullanılmak
intrinsik (Intrakorpüsküler) Bozukluklar suretiyle objektif ölçümlerini yapmak da mümkündür:
Herediter « Ortalama hücre hacmi (MCV): Bir eritrositin ortalama
Membran anormallikleri hacmi; femtolitre (mikronküp) olarak belirtilir.
Membran iskelet proteinleri: sferositoz, eliptositoz • Ortalama hücre hemoglobini (MCH): eritrosit başına
Membran lipidleri: abetalipoproteinemi
düşen ortalama Hb miktarı; pikogram olarak belirtilir.
Enzim yetmezlikleri
Heksoz monofosfat şant enzimleri: glikoz-6-fosfat dehidrogenaz, • Ortalama hücre hemoglobin konsantrasyonu (MCHC):
glutatyon sentetaz Belli bir hacimdeki eritrosit topluluğundaki ortalama
G likolitik enzimler: piruvat kinaz kinaz, heksokinaz Hb konsantrasyonu; desilitre başına düşen gram ile
Hemoglobin sentezi bozuklukları
belirtilir.
Yapısal olarak anormal globin sentezi (hemoglobinopatiler): orak
hücreli anemi, unstabil hemoglobinler » Eritrosit dağılım genişliği (RDW): Eritrosit hacmindeki
Yetersiz globin sentezi: talasemi sendromları varyasyonun katsayısı.
Edinsel
Klinik laboratuvarlarda, özelleşmiş aletler eritrosit de
Membran defekti: paroksismal noktürnal hemoglobinüri
ğerlerini direkt ölçüm ile ya da otomatik olarak hesapla
Ekstrinsik (Ekstrakorpüsküler) Bozukluklar yarak saptarlar. Ayni aletler ile hemolitik ve rejeneratif
Antikora bağımlı anemiler arasındaki ayırımın basit bir ölçüsü olan reti-
izohemagutininler: transfüzyon reaksiyonları, immün hidrops külosit sayısı da belirlenir. Yetişkinlerdeki normal de
(yenidoğanın Rh hastalığı) ğerler Tablo 11-2'de gösterilmiştir. Ayırıcı tanılara göre,
Otoantikorlar: idiopatik (primer), ilaç-ilişkili, sistemik lupus anemilerin değerlendirilmesinde bazı başka testler de
eritematozus yapılabilir: (1 ) demir indeksleri (serum demiri, serum de
Eritrositlere mekanik travma
mir bağlama kapasitesi, transferrin saturasyonu ve se
Mikroanjiyopatik hemolitik anemiler: trom b o tik trom bositopenik
purpura, dissemine intravasküler koagulasyon
rum ferritin konsantrasyonları). Bunlar demir yetmezli
Detektif kalp kapakçıkları ği, kronik hastalık ve talasemiye bağlı anemileri birbi
Enfeksiyonlar: sıtma rinden ayırmaya yarar; (2 ) plazmadaki konjuge olmamış bi
Eritrosit Yapımının Bozulması i
lirubin, haptoglobin, ve laktat dehidrogenaz düzeyleri, ki
bunlar hemolitik anemilerde anormaldir; (3) serum ve
Kök hücrelerin çoğalma ve diferansiasyonunun bozulması: aplastik
eritrosit folat ve vitamin Bn konsantrasyonları, ki bunlar
anemi, saf eritrosit aplazisi
Eritroblastların çoğalma ve matürasyonunun bozulması
megaloblastik anemilerde azalmıştır; (4) hemoglobin
Defektif D N A sentezi: vitamin B12 ve folik asit yetersizliğ ya da elektroforezi. Anormal hemoglobinleri saptamada kulla
kullanımında bozulma (megaloblastik anemiler) nılır; ve (5) Coombs testi: İmünohemolitik anemi kuşku
Renal yetmezlik anemisi (eritropoietin yetersizliği) su olan vakalarda eritrositlerdeki antikorları ya da
Kronik hastalık anemisi (demir sekestrasyonu, bağlı eritropoietin komplemanı saptamada kullanılır. İzole anemilerde, pe
yetersizliği) riferik kan testleri, genellikle, nedeni saptamaya yeterli-
Endokrin hastalıklardaki anemi
Defektif hemoglobin sentezi
dir. Bunun aksine, anemi, trombositopeni ve/veya gra-
Yetersiz heme sentezi: demir yetmezliği, sideroblastik anemiler nülositopeni ile birlikte ise, kemik iliği aplazisi ya da in
Yetersiz globin sentezi: talasemiler filtrasyonu olasılığı kuvvetle muhtemeldir; bu durumlar
İlik resplasmanı: primer hematopoietik neoplaziler (akut lösemi, da kemik iliği incelemesi genellikle gerekli olur.
myelodisplastik sendromlar) İleriki sayfalarda bahsedildiği üzere, aneminin klinik
İlik infiltrasyonu (myelofitizik anemi): metastatic neoplazmlar,
sonuçları, aneminin şiddetine, gelişme hızına ve altta
granülomatöz hastalık
yatan patojenik mekanizmaya bağlıdır. Başlangıç yavaş
Hemolitik Anemiler 409
Eritrositlerin dalak sinuzoidlerinden başarılı bir şekilde kom ponentlerinde de m utasyonlar tanımlanmıştır. l^ u t a s -
geçebilmeleri için, şekil değiştirebilmeleri gereklidir. yo n lan n o rta k özelliği m em bran iskeleti ile in trin
Hücre deformasyon kapasitesindeki bir azalma bu geçişi sik m em bran p ro tein leri arasın d aki dikey ilişkiyi
zorlaştırır ve hücrelerin dalakta tutulmalarına ve fagosi zayıflatm asıd ır. Bu de fekt nedeniyle, yaşlandıkça bir şe
toza uğramalarına yol açar. Bunun, çeşitli hemolitik ane kilde destabilize olan e ritro sitin lipid çift tabakasından dola
milerde meydana gelen eritrosit yıkımında önemli bir şıma m em bran vezikülleri dökülür. Bu süreçte çok az m ik
faktör olduğu bilinmektedir. Ekstravasküler hemoliz he- tarda sitoplazma kaybı o lu r ve sonuç olarak, yüzey ala-
moglobinemi ve hemoglobinüri ile ilişkili değildir, fakat nı/hacim oranı, hücre küre şeklini alana kadar progressif
sıklıkla sarılığa ve uzun süreli vakalarda bilirubinden olarak küçülür (Resim 1 1 -1 ).
zengin safra taşı (pigment taşları) oluşumuna yol açar. Dalak, sferositlerin yıkımında başlıca rolü oynayan o r
Haptoglobin azalır, çünkü bir kısım hemoglobin makro- gandır. E ritrositlerin, splenik kordonlardan geçebilmeleri
fajlardan plazmaya kaçar. LDH düzeyleri de artmıştır. için ileri derecede deform asyon geçirm eleri gereklidir.
Çoğu kronik ekstravasküler hemoliz tipinde görülen re- N o rm a l kan hücrelerinin gevşek diskoid şekli, hücrelere şe
aktif mononükleer fagositlerin hiperplazisi splenomegali kil değişimi için yeterli derecede esnekliği sağlar. Bunun ak
ile sonuçlanır. sine, sferositler ise, azalmış m em bran esneklikleri nedeniy
Şimdi sık görülen bazı hemolitik anemilere geçeceğiz. le, splenik kordonlarda ta kılırla r ve burada bulunan bol
J_
m iktardaki m akrofajlar tarafından yo k edilirler. Splenek-
tom inin ta rtışılm a z y a ra rlı e tk isi, daBağın bu olay
Herediter Sferositoz d aki k r itik rolünü g ö ste rm e kted ir. Eritro sit defekti
k a lır fa k a t anem i d ü zelir.
Bu hastalık eritrosit membranmdaki kalıtsal (intrinsik)
defektlerden kaynaklanır. Bu defektler, şekil değiştirme
kapasiteleri azalmış, dalakta tutuluma ve yıkıma daha
eğilimli hücreler olan sferositlerin oluşumuna yol açar.
Herediter sferositoz genellikle otozomal dominant geçiş
lidir. Hastaların küçük bir bölümünde ise daha ağır sey ( ...) M ORFOLOJİ
reden otozomal resesif şekli görülür. Yaymalarda, e ritro sitle r koyu k ırm ız ı ren kte olup
san tral bölgelerindeki so lu k görünüm lerini kaybet
m işlerd ir (Resim 11-2). Hızlanmış e ritro s it yıkımı ve sonu
cunda gelişen anemi, kem ik iliğindeki e ritro s it öncüllerinin
PATO G EN EZ kom pansatuar hiperplazisine ve retikülositoz ile kendini
gösteren hızlanmış e ritro s it üretim ine yol açar. Splenome
H e re d ite r sferositoz e ritro sitin lipid çift tabakasının altında gali, herde iter sferositozda diğer he m olitik anemi tip le rin
ki protein ağının oluşturduğu m em bran iskeletind eki de olduğundan daha sık ve daha ileri derecededir. Dalağın
an@rmallik nedeniyle meydana gelir (Resim 1 1 -1 ). Bu ağırlığı genelde 500 ile 1000 gram arasındadır. Dalak büyü
ağın yapısında y e r alan en önem li protein, b ir uçta kısa ak- mesi, splenik kordonlarındaki belirgin konjesyondan ve do
tin fîlam entlerine bağlanan, uzun ve esnek b ir heterodim er ku m akrofajlarının sayısının artmasından kaynaklanır. Sinü-
oluşturan spektrindir. Spektrin ağı, üzerindeki membrana zoidleri döşeyen, özellikle de kordonlarda bulunan m akro
iki noktada tu tu n u r: band 3 adı verilen intrinsik m embran fajlar içerisinde fagosite edilmiş e ritro s itle r görülürler.
proteinine ankyrin ve band 4.2 aracılığıyla ve band 4.1 ara Uzun süreli vakalarda belirgin bir sistemik hem osideroz
cılığıyla da glikoforine. m evcuttur. H e m o litik anem ilerin, daha önce sözü edilen di
H e re d ite r sferositoz’daki m utasyonlar en sık ankyrin, ğer özellikleri bu hastalıkta da görülür. Ö zellikle koleliti-
band 3 ve spektrinle ilişkilidir, fakat hücre iskeletinin diğer azis bu hastaların % 40-50'inde mevcuttur.
Band 3
Normal
Spektrin
Resim 11-1 Herediter sferositozun patogenezi. Sol taraf, başlıca eritrosit membran iskelet proteinlerinin normal organizasyonu. Memb
ran iskeleti ile üzerindeki plazma membranı arasındaki bağlantıyı bozan, |3-spektrin, P-spektrin, ankirin, band 4.2 ve band 3’teki mutas
yonlar eritrositlerden membran veziküllerinin kopmasına ve eritrositin sferosite (sağ taraf) transforme olmasına neden olur. Şekil değişik
liği yapamayan sferositler makrofajlar tarafından fagosite edilirler. GP, glikoprotein.
Hemolitik Anemiler 411
0 *
© o °J?
9 o o
- r » e • o 0e ° o o
g -C Ş .
û / •* ^o ö<
#ı
€ -
iv> V.
&
o
° o
o
, 'c fp o V A c e
® ®. • ?*o
C L > İ « f& ° « P °
(
P C <5^0 c v
C ' -
'O .
fP
f t » f ? & *£ & ° o© o
^
o©
? o O ° & Z \
Resim 11-3 O rak hücreli anemi—periferik kan yayması. Â , küçük büyütmede orak hücreler, anizositoz, poikilositoz ve hedef hücreler
görülmekte. B, Daha büyük büyütmede ortada geri dönüşsüz olarak oraklaşan hücre görülmekte.
(Dr. Robert W . McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
hücreli aneminin ön planda görüldüğü iki doku olan da konder yeni kem ik oluşumuna yol açar. Bu durum belirgin
lak ve kem ik iliği de bu özelliktedir. D iğer m ikrovasküler elmacık kem ikleri ve radyolojik olara k “ asker traşı” görü
yataklarda ise özellikle e ritro sitle rin pasajını geciktiren nümüne yol açan kafatası değişiklikleri ile sonuçlanır. Kara
edinsel fa k tö rle r oraklaşmayı tetikleyebilir. Evvelce anla ciğerde ve dalakta ekstram edüller hem atopoiez görülebilir.
tıldığı üzere, inflamasyon, lökositlerin ve e ritro sitle rin Ç ocuklarda görülen o rta derecedeki splenomegali
endotele adhezyonunu ve geçirgenliği artmış dam arlar (5 0 0 grama kadar olan dalak ağırlığı), oraklaşan eritro sitle
dan sıvı eksüdasyonunu a rttırm a k suretiyle kan akımını rin tutulmasıyla meydana gelen kırm ızı pulpa konjesyonun-
yavaşlatır. Ek olarak, oraklaşmış e ritro s itle r endotel hüc dan kaynaklanır. Ancak, kro n ik splenik e ritro sta z kro n ik hi-
relerine yapışmaya norm al eritro sitlerd en daha eğilimli poksik hasar ve infarktüse neden o lu r ve zamanla dalağın
dirler. Z ira , yineleyen oraklaşma süreçleri sonucunda fonksiyonel olarak yararsız fib ro tik b ir doku haline gelme-
oluşan m em bran hasarı onları daha yapışkan hale getirir.
Bu fa k tö rle rin b ir araya gelişi, oraklaşmış e ritro sitle rin
geçiş zamanını uzatır ve klinik olarak açık oraklaşma bul
gularının olasılığını arttırır.
E r it r o s itle r in o ra k la şm a sın d a n k a y n a k la n a n ik i
önem li sonuç v a rd ır (Resim 11-4). Birincisi; yineleyen
oraklaşm a ataklarının neden olduğu e ritro s it m em bran ha
sarı ve dehidrasyon sonucunda k ro n ik hem o litik anem i
meydana gelir. O ra k hücreli anemide e ritro sitle rin o rta la
ma yaşam süresi yaklaşık 2 0 güne (norm al sürenin altıda bi
ri) inmiştir. İkinci olarak; e ritro sitle rin oraklaşması yaygın
m ik ro v a sk ü ler tık a n m a la ra ve bunun sonucu olarak is-
kem ik doku hasarına ve ağrı krizlerin e yol açar. Vazo-ok-
lüzyon, geri dönüşümsüz olarak oraklaşmış e ritro sitle rin
m iktarı ile orantılı değildir. Bu durum un enfeksiyon, infla
masyon, dehidrasyon ve asidoz gibi geri dönüşümlü biçim I
de oraklaşmış hücrlerde oraklaşmayı kolaylaştıran fa k tö rle Deoksijenasyon
re bağlı olduğu kabul edilm ektedir.
( MORFOL OJ İ
A n a to m ik değişikliklerin kaynağı şunlardır; (1) ağır kro n ik
h e m olitik anemi; ( 2 ) hem pigmentinin artmış yıkımı ve bili-
rubine dönüşümü, (3 ) D oku iskemisi ve infarktına yol açan
m ikro vasküler tıkanm alar. P erife rik kan yaym alarında,
oraklaşmış e ritro s itle r uzamış, iğsi ya da kayık şeklinde göz
le nirler (Resim 11-3). Hem ağır anemi, hem de vasküler
staz, kalpte, karaciğerde ve bö bre k tubullerinde hipoksiye
bağlı yağlı değişikliklere neden olur. Kemik iliğinde e ritro id
öncüllerde kom pansatuar hiperplazi vardır. Kemik iliğindeki
hücresel proliferasyon, sıklıkla kem ik rezorpsiyonuna ve se-
Resim 11-4 O rak hücreli aneminin patofîzyolojisi.
Hemolitik Anemiler 413
sine /o l açar. O tosp len ekto m i adı verilen bu durum eriş şullarda, hücreleri şiddetli hipoksiye maruz bırakarak,
kin yaşta tamamlanır. oraklaşma başlatılabilir. Kesin tanı, HbS'nin elektrofo-
V asküler ko n jesyon , tro m b oz ve in fa rk tü s, ke rez ile gösterilmesine bağlıdır. Orak hücreli aneminin
mikler, karaciğer, böbrek ve retina, beyin, akciğer ve cilt gi prenatal tanısı, amniosentez ya da koryon villus biyopsi
bi çeşitli organlarda meydana gelebilir. Kemik iliği, kan akı si ile elde edilen fetal DNA analizi ile konulabilir.
mının yavaş olması ve hızlı metabolizması nedeniyle iskemi- Klinik gidiş çok çeşitlidir. Destek tedavilerindeki geliş
ye duyarlıdır. Sık rastalanan diğer bir problem olan pri- meler sayesinde, hayatta kalarak yetişkin yaşlara erişen
apizm, fibrozise ve sonuçta erektil disfonksiyona neden ve çocuk sahibi olan hasta sayısı giderek artmaktadır.
olur. Diğer hemolitik anemilerde olduğu gibi, hemoside- Pnömokok enfeksiyonlarını engelleme amaçlı profilaktik
ro zis ve safra ta şla rı da sık görülür. penisilin tedavisi özellikle önemlidir. Hastaların yaklaşık
%50'si beş dekaddan fazla yaşamaktadır. Orak hücre taşı
yıcılarında ise, semptomlar seyrek ve çok özel koşullarda,
K linik Gidiş örneğin yüksek irtifada zorlu egzersiz, ortaya çıkar.
Homozigotik orak hücre hastalığı genelde, doğumdan Temel tedavi aracı "hafif" bir DNA sentezi inhibitörü
sonra altıncı aya dek, yani H bFnin yerini HbS'ye bırak olan hidroksiure'dir. Ağrı krizlerini ve anemiyi azaltma
ması tamamlanana dek, asemptomatiktir. Hematokrit da etkindir. Birçok intrakorpüsküler ve ekstrakorpüskü-
değerlerinin %18 ile %30 arasında seyrettiği (normalde ler yararları vardır: (1) eritrositlerde HbF seviyelerini
%36-48 arasındadır) orta-ağır bir anemi görülür. Kronik arttırır, (2 ) akyuvar üretiminin inhibisyonuna bağlı anti-
hemoliz hiperbilirubinemi ve kompansatuar retikülosi- niflamatuar etki; (3) eritrosit boyutunda artış; ki bu or
toz ile kendini gösterir. Zaman zaman aniden ortaya çı talama hücre hemoglobin konsantrasyonunu azaltır; (4)
kan ve kriz adı verilen ataklar görülse de, hastalık baş güçlü bir vazodilatör ve trombosit agregasyon inhibitörü
langıçtan itibaren aralıksız bir şekilde devam eder. Bu olan NO metabolizması ile ilişkisi. Tedavi edici potansi
krizlerin en ciddi olanı vazookluziv ya da ağrılı krizlerdir. yeli olan allojenik kemik iliği nakli ile de umut verici so
Bu krizlerdeki vazooklüzyon birçok bölgede meydana nuçlar elde edilmiştir.
gelebilir. Fakat en sık kemik iliğini etkilerler. Krizler hiç
Talasemi
bir belirti vermeden ortaya çıkabilirler ve sıklıkla kemik
iliği infarktma ilerler. Talasemiler, a - ya da (3-globin zincir sentezinin azalma
Diğer bir korkulan komplikasyon akut solunum send- sına neden olan mutasyonlarm yol açtığı genetik hasta
romudur. Bu sendrom, akciğer enfeksiyonları tarafından lıklardır. Sonuç olarak, Hb yetersizliği ve buna ek olarak
ya da nekrotik kemik iliğinden kaynaklanan yağ embo- etkilenmemiş globin zincirinin rölatif fazlalığına bağlı
lisi sonucu gelişir. İltihaplı ve iskemik akciğerlerdeki eritrosit değişiklikleri mevcuttur. Talasemi nedeni olan
kan akımı dalakta olduğu gibi yavaşlar ve hipoksemik mutasyonlar özellikle Akdeniz, Afrika ve Asya'da ma
solunum yatağında oraklaşma başlar. Bu durum altta ya laryanın endemik olduğu bölgelerin populasyonlarmda
tan solunum yetmezliğini daha da arttırır. Böylece, art sıktır. HbS'de olduğu gibi, talasemi ile ilişkili globin mu-
mış pulmoner ve sistemik hipoksemi, oraklaşma ve va- tasyonlarmm falciparum sıtmasına karşı koruyucu oldu
zo-oklüzyon kısır döngüsü ortaya çıkmış olur. Diğer ma ğu öne sürülmüştür.
jör komplikasyonlardan biri de felçtir. Bu bazen akut so
lunum sendromu ile birlikte de görülebilir. Hastalığın
seyri sırasında birçok organ iskemik hasara uğrasa da, PATO G EN EZ
akut solunum sendromu ve felç iskemi ile ilişkili ölümün baş
Çeşitli a-globin ve (3-globin mutasyonları taiasemilerin te
ta gelen nedenleridir. melini oluşturur. Bunlar otozomal kodominant geçişlidir.
Diğer akut bir olay da, eritrosit yapımının ani olarak Evvelce söz edildiği üzere, erişkin hemoglobini, ya da HbA,
azalmasından kaynaklanan aplastik krizdir. Kanda retikü- iki a ve iki (3 zincirinden oluşan bir tetramerdir. a zincirle
lositler kaybolurlar ve anemi ağırlaşır. Herediter sferosi- ri, 11 numaralı kromozomda a rt arda dizilmiş iki a-globin
tozda olduğu gibi, aplastik kriz genellikle eritroblastlarm geni tarafından kodlanırlar. |3 zincirleri ise 16 numaralı kro
parvovirüs B19 ile infeksiyonu tarafından tetiklenir. Şid mozomda lokalize tek bir (3-globin geni tarafından kodlanır
detli olmakla birlikte kendiliğinden iyileşen bir durumdur. lar. Klinik özellikler hastadaki mutant allellerin özgün kom
Bu krizlere ek olarak, orak hücre hastaları enfeksiyon binasyonuna bağlı olarak çeşitlilik gösterir (Tablo 11-3).
lara eğilimlidirler. Orak hücre hastalığı olan çocuklar ve
yetişkinler fonksiyonel olarak dalaksızdırlar. Bu durum
(3-Talasemi
onları, pnömokoklar gibi kapsüllü bakterilerin neden ol (3-Talasemi ile ilişkili mutasyonlar iki kategoride incelenebi
duğu enfeksiyonlara karşı duyarlı kılar. Yetişkinlerde lir: (1) |3-globin zincirlerinin hiç üretilmediği |3° ve (2) azal
"hiposplenizm" nedeni otoinfarktüstür. Çocukluktaki mış fakat saptanabilir düzeylerde (3-globin sentezinin görül
dalak büyümesinin erken döneminde, dalakta sıkışmış düğü |3+. (3-talasemi gen dizilemelerinde, bu hastalığa ne
olan oraklaşmış eritrositlerin konjesyonu yüzünden den olan 100'den fazla mutasyon saptanmıştır. Bunların bü
bakteriler dalakta tutulamaz ve öldürülemez. Büyümüş yük bir kısmı tek bir baz değişimi söz konusudur. Bir tek
dalaklı çocuklar bile ölümcül septisemi gelişim riski al anormal allele sahip olan kişiler |3-talasemi m inör (ta la
tındadırlar. Orak hücre hastaları, muhtemelen komple- sem i tr a it (taşıy ıcı) olarak da bilinir) asemptomatik ya
da oldukça hafif olarak semptomatiktir. (3° veya |3+ allelle-
man sistemindeki iyi bilinmeyen edinsel defektler nede
rinden herhangi ikisi bulunan kişiler çoğunlukla |3-talasemi
niyle, özellikle Salmonella osteomyelitine duyarlıdırlar.
m ajörd ür. Nadiren iki |3+ alleli olan kişilerde ise (3-tala-
Homozigot bir orak hücre hastalığında, rutin bir peri-
sem i in term ed ia olarak adlandırılan daha hafif bir hasta
ferik kan yaymasında irreversibl şekilde oraklaşmış erit
lık görülür, a-talasemilerden (ileride anlatılacaktır) farklı
rositler görülür. Orak hücre taşıyıcılığında, in vitro ko
414 BÖLÜM 11 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
P-Talasemi major Homozigot P-talasemi Ağır anemi; düzenli kan transfüzyonları Çoğunlukla P-globin m RNA’nın
(P°/P°, P V PL p ° /p +) gereklidir transkripsiyon veya translasyonunda
defektlere yol açan nokta
mutasyonları
p-Talasemi intermedia Değişken Ağır anemi, ancak düzenli kan
(P°/P+> PVP+. P°/P, PVP) transfüzyonu gerekli değildir
P-Talasemi m inor Heterozigot P-talasemi Asem ptom atiktir (hafif anemi ya da anemi
(PVP, PVP) yok); e ritro sit anormallikleri görülür
a-Talasemiler
Sessiz taşıyıcı - /a , a /a Asemptomatik; e ritro sit anormalliği yok Çoğunlukla gen delesyonları
p-Talasemi tra it - / - , a / a (Asian) Asemptomatik, p-talasemi m inör gibi
- / a , - / a (siyah Afrikalı, Asyalı)
HbH hastalığı -/a Şiddetli; p-talasemi intermedia’ya benzer
Hidrops fetalis Transfüzyon olmadığı takdirde in utero
ölümcül
HgH, hem oglobin H; m R N A , messenger ribon ükleik asit.
olarak, p-talasemiSerde nadiren gen delesyesıBars yara tır ve P-globin m R N A translasyonunu durdu rup p-
m evcuttur (Tablo 11-3): globin sentezini tam am iyle engeller,
P-talasemi’ lerden sorum lu mutasyonlar p-globin sente p-talasem ilerde m eydana gelen anem ide ik i me
zini değişik yollar ile d u rd u ru r (Resim 11-5): kanizm anın ©nemli rolü vard ır. Azalmış P-globin sente
• NermaSden ffarBsflı RNA ekSemımeBerine yol açan zi yetersiz H b A üretim ine yol açar. Bunun sonucundaki ye
m u tasyo n lar p-talasem ilerin en sık sebebidir. Bu tersiz hemoglobinize olmuş hücreler soluk (h ip o kro m ik)
m utasyonların bazıları R N A bağlantı noktalarının (splice ve küçük boyutlu (m ik ro sitik ) olarak gözlenirler. Bundan
ju n ctio n ) parçalanmasına neden o lu r ve bunun sonucun daha önemli olan diğer özellik p-gl@bin z in cirle ri ile a -
da m atür m R N A ve P-globin üretilem ez, p° oluşur. Di globin zin cirlerin in üretim i arasındaki dengesizlik
ğer m utasyonlar anormal yerleşimli yeni bağlantı nokta tir. Bu dengesizlik çiftleşmemiş p-globin zincirlerine neden
ları yara tırla r; örneğin b ir in tro n içerisinde. N o rm al bağ olur. Bunlar da e ritro sitle r ve e ritro sit öncülerine bağlanıp
lantı bölgeleri etkilenm em iş olduklarından, hem norm al m em branlarında ağır hasar oluşturan, çözülemeyen agre-
hem de anormal bağlanmalar oluşur ve b ir m ik ta r n o r gatlar meydana getirirler. Hasarlı e ritro s it öncülerinin bü
mal P-globin m R N A yapılır. Bu aileler p + olarak tanımla yük bir bölümü apoptoz ile ö lü r (Resim 11-6). Bu fenome
nır. ne e tk isiz (in e le k tif) eritrop oiez adı verilir. Üretilen az
• Bazı m utasyonlar P-globin p ro m o te r bölgesinde ye r alır m iktardaki e ritro sitle r de ekstrav askü le r hem olize bağlı
ve P-globin gen transkripsiyon hızını düşürür. Bir m ikta r olarak kısa öm ürlüdürler. İnefektif e ritro pie zin başka bir is
norm al p-globin sentezi yapıldığından, bunlar P+ alleller- tenmeyen etkisi daha vardır: diyetle alınan dem irin artmış
dir. emilimi ve bunun sonucunda, tıbbi girişimde bulunulmadığı
• D iğer m utasyonlar P-globin geninin kodlam a bölgelerini takdirde, kaçınılmaz olarak görülen d em ir birikim i. De
tu ta r ve sıklıkla ağır sonuçları vardır. Ö rneğin, bazı tek m ir em ilim inin artmasının nedeni, bunun negatif regülatörü
nükleotid değişiklikleri term inasyon ( “ stop” ) kodonu olan hepsidin değerlerinin düşük oluşudur (aşağıya bakınız).
e
ı
i
▼
Exon-3
T r a n s k r ip s iy o n k u s u r u
- R N A k ı r ı lm a k u s u r u
T r a n s la s y o n k u s u r u
P+Thal p°Thal p°Thal p+Thal
Resim 11-S P-talasemi ile ilişkili P-globin gen m utasyonlarının dağılımı. O k la r , P+ ya da p° talasemiye neden olduğu saptanan nokta mutas-
yonlarını gösteriyor.
Hemolitik Anemiler 415
p-TALASEMİ
Normal eritroblast
Çözünemeyen
a-globin
| Çok az miktarda birikimi
eritrosit kalır Normal HbA
Hipokromik eritrosit
Normal eritrositler I
Etkisiz (inefektif) eritropoez
Eritroblastların çoğu Ekstravasküler hemoliz
kemik iliğinde ölür Dalakta, birikimleri
içeren eritrositlerin
yıkılması
I. « g B
y
Kan
transfüzyonları
i
LDoku
/ u t \ u 1hipoksisi
< ııu u r \ c
Azaltır
Eritropoietin
artışı
I
ilikteki genişleme
Resim 11-6 fS-talaseırıi majörün patogenezi. Rutin kan yaymalarında görülen fazla a-globin agregatlarına dikkat edin. Kan transfüzyonları,
anemiyi düzeltirken bir taraftan da sistemik demir yüklenmesine neden olduğundan çift taraflı kılıç gibidir.
a-Talasemi
a-talasemi, (3-talaseminin aksine, çoğu a-globin genlerin
o M O RFOLOJİ
Zem indeki spesifik m oleküler lezyona bağlı olarak farklı pa
den b irinin ya da birkaçının delesyonu sonucu geli
to lo jik özellikler ortaya çıkar. Spektrum un b ir ucunda P-ta-
şir. Hastalığın şiddeti eksik olan a-globin zincirlerinin sayı
lasemi m in ö r ve a-talasemi taşıyıcılığı ye r alır; ki bunlarda
sı ile orantılıdır (Tablo 11-3). Ö rneğin te k b ir a-globin ge
anomali sadece pe riferik kanda görülür. Periferik kan yay
ninin kaybı sessiz taşıyıcılık durum una neden olurken, d ö rt
malarında e ritro sitle r anormal şekilde küçük (m ikro sitik)
a-globin geninin hepsinin birden kaybı in ute ro ölüm ile so
ve so lu ktu r (h ip o kro m ik), fakat norm al şekillidir. Sık olarak
nuçlanır. Çünkü böyle b ir durum da kanın oksijen taşıma ka
Ihedef hücre (targ et cell) denen hücreler görülür. Bunlar
pasitesi yoktu r. Üç a-globin geninin kaybı sonucu (3-globin-
yüzey alanı/hacim oranının arttığı ve bu nedenle de santral
lerin ve (yaşamın erken dönem inde) y-globinin rö la tif fazla
bölgesindeki sitoplazmanın toplanarak koyu kırm ızı renkli
lığı söz konusu olur. Fazla p-globin ya da y-globin nispeten
bir “ b irik in ti” halini aldığı hücrelerdir. Spektrum un diğer
daha dengeli olan P4 ve y-4 tetram e rlerin i oluşturur. P4
ucunda ye r alan p-talasemide ise kan yaymalarında belirgin
te tra m e rle ri H b H , y4 te tra m e rle ri Hb Bart olarak adlandı
m ik ro sito zis, hipokrom i, po ikilo sito z (hücre boyu
rılırlar. Bunlar hücre m em branına P-talasemideki serbest
tunda değişkenlik), anizositoz (hücre şeklinde değişken
a-globin zincirlerinden daha az zarar ve rirle r: Sonuç ola
lik) vardır. A ltta yatan e ritro p o ie tik uyarıyı yansıtan nükle-
ra k a-talasem ide görülen etkisiz e ritro p o ie z p-talasemide-
uslu e ritro s itle r (norm oblastlar) de görülürler. P-talasemi
kinden daha hafiftir. N e yazık ki, H bH 'nin ve Hb Bart'ın
interm ediate ve H b H ’de ise p e rife rik yaymalarda bu iki uç
0 2'e karşı affinitesi yüksektir. Bu nedenle, dokulara 0 2
arasında y e r alan bulgular saptanır.
ulaştırma kapasiteleri düşüktür.
416 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
P-talasemi m ajördeki anatom ik değişiklikler tü r olarak de artma (o.2ö2) görülür. HbH hastalığı tanısı elektrofo-
diğer h e m olitik anem ilerde görülenlere benzer fakat daha rezde P4 tetramerlerinin saptanması ile konabilir.
şiddetli olurlar. Etkisiz e ritro p o ie z ve hem oliz, e ritro id ön
cüllerin belirgin hiperplazisine / o l açar. Erken hücre fo rm
Glukoz 6-Fosfat Dehidrogenaz Eksikliği
ları artar. Genişlemiş olan e ritro p o ie tik kem ik iliği iskeletin Eritrositler sürekli olarak endojen ve eksojen oksidan
intram edüller boşluğunu tamamen doldurabilir, kem ik kor-
maddelere maruz kalırlar. Normalde hücre içi redükte
teksine ilerleyebilir, kem ik büyümesini engelleyebilir ve is
glutatyon (GSH) bu oksidan maddeleri inaktive eder.
k e le t defo rm itelerin e neden olabilir. Ekstram edüller he-
GSH sentezinden sorumlu olan enzimleri etkileyen ano
m atopoiez ve m on on ükle er fagositik sistemdeki hiperplazi
maliler eritrositlerin oksidatif hasara duyarlı hale gelme
nedeniyle belirgin splenom egali, hepatomegali ve lenfa-
lerine ve sonucunda hemolitik anemilere yol açar. Bu tip
denopati meydana gelir. Etkisiz e ritro p o ie tik öncüller bü
anemilerin en sık görüleni glukoz-6 -fosfat dehidrogenaz
tün besin m addelerini tü ke te re k büyüme geriliğine ve kan
(G 6 PD) eksikliğinden kaynaklanır. G 6 PD geni X kromo
ser hastalarında görülene benzer tü rd e bir k a şeksiye ne
zomu üzerindedir. G 6 PD'nin 400'den fazla genetik var
den olur. D e m ir b irikim ini engellemek amaçlı girişim ler ya
pılmazsa yıllar ilerledikçe şiddetli hem osiderozis ortaya
yantı tanımlanmıştır, fakat bunların çok azı hastalık ile
çıkar (Resim 11-6). H bH hastalığı ve P-talasemi interm edi-
ilişkilidir. Bunların en önemlilerinden biri olan G 6 PD A"
ate’ de de splenomegali, e ritro id hiperplazi ve anemiye bağ varyantı Birleşik Devletler'de zenci erkeklerin yaklaşık
lı gelişme geriliği görülür, ancak bunlar P-talasemi m a jö r’e %10'unda görülür. G 6 PD A ' normal enzim aktivitesine
göre daha hafiftir. sahiptir fakat yarı ömrü kısadır. Eritrositler protein sen-
tezlemediğinden, eskimiş G 6 PD A' içeren eritrositlerde
enzim aktivitesi ve indirgenmiş glutation giderek azalır
Klinik Gidiş ve bu hücreler oksidan hasara daha duyarlı hale gelirler.
P-talasemi minor ve a-talasemi trait (iki a-globin geninin
delesyonu ile oluşur) sıklıkla asemptomatiktir. Sıklıkla, PATO G EN EZ
hafif bir mikrositik, hipokromik anemi vardır. Genellik G 6PD eksikliğ i, hasta oksidan oluşturan herhangi
le bu hastalarda yaşam beklentisi normal sınırlardadır. bir çevresel faktö re (en sık o la rak enfeksiyonlar ve
Demir yetmezliği anemisinde de benzer eritrosit görü ilaçlar) m aru z kalana k a d ar sem ptom suzdur. Sorum
nümü vardır ve uygun laboratuar testleri ile ekarte edil lu tutulan ilaçlar arasında antimalaryal ilaçlar (ör. prim akin),
melidir (ileride anlatılmaktadır). sulfonamidler, n itro fu ran to in , fenasetin, aspirin (yüksek
P-talasemi major, doğumdan sonra HbF sentezi sona dozlarda) ve l< vitam ini türevleri sayılabilir. Daha sık olarak,
erdiğinde kendini gösterir. Etkilenen çocuklarda, bebek hemoliz atakları enfeksiyonlar tarafından tetiklenir. En
lik döneminde başlayan gelişme geriliği olur. Yinelenen feksiyonlar, normal konak cevabnın parçası olarak fagositik
kan transfiizyonlan ile idame ettirilirler. Bu transfüzyonlar hücrelerin oksidanlar üretmesine neden olurlar. Bu oksidan-
anemiyi düzelttiği gibi, şiddetli eritropoiezin neden oldu lar, örneğin hidrojen peroksit, norm alde GSH tarafından
ğu iskelet deformitelerinin de azalmasını sağlar. Sadece yok edilir. GSH bu olay sırasında okside glutationa dönüşür.
G 6 PD eksikliği olan hücrelerde GSH'nın rejenerasyonu ak
transfüzyonlar ile ikinci ya da üçüncü delcada kadar ya
sadığından, oksidanlar, globin zincirleri gibi diğer e ritro sit
şam mümkündür, ancak zamanla, gerek barsalctan aşırı
kom ponentlerine saldırmak için “ serbest” kalır. Globin zin
demir alımma bağlı, gerekse transfüze edilen eritrositler cirlerinin sülfhidril grupları oksidasyona duyarlıdır. Okside
deki demir yükü nedeniyle, demir birikimi meydana ge hemoglobin denatüre olarak çökelir ve H einz cisim cikle
lir. Eğer hasta demir çeliciler ile tedavi edilmezse, sekon- ri adı verilen intrasellüler inklüzyonlar oluşturur. Bu inklüz-
der hemokromatozis sonucu kardiak disfonksiyon kaçınıl yonlar hücre membranına hasar ve re re k intravasküler he-
mazdır ve bu durum genelde ikinci ya da üçüncü dekad- molize yol açarlar. Daha az hasar gören diğer hücreler şekil
larda ölüm ile sonuçlanır. Tedavi, eğer şartlar uygun ise, değiştirebilme yeteneklerini kaybeder ve bu hücrelerdeki çı
erken yaşta kemik iliği transplantasyonudur. HbH hasta kıntı yapan Heinz cisimcikleri dalaktaki fagositler tarafından
lığı (üç a-globin geninin delesyonu sonucu meydana ge “ koparılmaya” çalışılırken hücreler daha da zarar g ö rü r ve
lir) ve P-talasemi intermediate, p-talasemi majör kadar “ ısırılm ış hü creler” adı verilen hücrelere dönüşürler
ağır değildir. Zira a ve P-globin zincir sentezi dengesiz (Resim 11-7). Bu tü r hücreler dalakta tutularak fagositler ta
rafından yo k edilirler (ekstravasküler hem oliz).
liği P-talasemi majördeki kadar fazla değildir ve hemato-
poiez daha etkindir. Anemi orta şiddettedir ve hastalar
genellikle transfüzyona ihtiyaç duymazlar. Böylece, p-ta- Klinik Özellikler
lasemi majörde sık görülen demir birikimi bu hastalıkta İlaç nedenli hemoliz, akut olarak görülür ve değişik şid
nadiren ortaya çıkar. detlerde olabilir. Tipik olarak, hastalarda 2-3 günlük bir
Klinik olarak p-talasemi major'de Hb elektroforezinde durgunluk döneminden sonra hemoliz gelişir. G 6 PD ge
HbA'nın belirgin azalması ya da yokluğu ve artmış HbF ni X kromozomunda bulunduğundan etkilenmiş olan er
düzeyleri mevcuttur. HbA2 düzeyleri normal ya da art kek bireylerin bütün eritrositlerinde enzim aktivitesi ek
mıştır. p-talasemi intermediate hastalarında benzer deği siktir ve bu hücreler oksidan hasarına duyarlıdır. Bunun
şiklikler daha hafif şiddette görülür, p-talasemi'nin prena yanında, heterozigot kadınlarda, bir X kromozomunun
tal tanısı, mutasyonlarm çeşitliliği nedeniyle zordur, fakat gelişigüzel inaktivasyonu (Bölüm 6 ) nedeniyle birbirin
özelleşmiş merkezlerde DNA analizi ile mümkündür. As den farklı iki tip eritrosit populasyonu oluşur. Eritrositle
lında talasemi, DNA bazlı testler ile tanısı konan ilk has rin bir kısmının normal olmasına karşılık, bir kısmında
talık olup, bu şekilde moleküler tanının yolu açılmış idi. G 6 PD enzimi eksiktir. Çok fazla miktarda eksik enzimli
P-talasemi minor tanısı Hb elektroforezi ile konur; tipik eritrosit taşıyanlar (istenmeyen lyonizatioıı adı verilen te
olarak HbA (a2p2) düzeyinde azalma ve HbA2 düzeyin sadüfi durum) dışında, taşıyıcı kadınların çoğu asempto-
Hemolitik Anemiler 417
iliğinin tümör ya da inflamatuar hücreler ile infiltre ol giin'dür. Demir dengesi, diyetteki demirin emiliminin düzen
masından kaynaklananlardır (myelofitizik anemi). Bu lenmesi ile sağlanır. Batı diyetinde normal günlük demir
bölümde, bu tip anemilerin sık rastlanan bazı örnekle miktarı 10-20 mg'dır. Bunun büyük bir kısmı, kırmızı et
rinden ayrı ayrı bahsedilecektir. te ve tavuk etinde bulunan hemede, geri kalanı ise seb
zelerde inorganik demir şeklindedir. Heme demirinin
Demir Eksikliği Anemisi yaklaşık %2 0 'sive heme dışı demirin %1 -2 'si emilebilir
haldedir. Sonuçta, ortalama Batı diyeti günlük sabit kay
Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların yaklaşık %10'u, bı karşılayacak kadar demir içerir.
gelişmekte olan ülkelerde yaşayanların ise %25-50'si Demir duodenumdan emilir (Resim 11-9). Heme dışı
anemiktir. Her iki ortamda da, en sık görülen anemi demir demirin emilimi enterositlerin apikal ve bazolateral
eksikliği anemisidir. Demir eksikliği anemisinden sorum membranlarmdan belirli transport mekanizmaları ile
lu olan faktörler popülasyonlara göre çeşitlilik gösterir. olur, ferik redüktaz tarafından rediikte edildikten sonra,
Bunlar normal demir metabolizması konusundan başla ferröz demirin (Fe2+) apikal membrandan geçişi divalent
yarak daha iyi açıklanabilir. metal transporter-1 (DMTİ) tarafından sağlanır, ikinci
Normal total vücut demir kitlesi, kadınlarda yaklaşık transport proteini ferroportin, demiri bazolateral memb
2,5 gr, erkeklerde 3,5 gr'dır. Vücuttaki fonksiyonel de randan geçirerek sitoplazmadan plazmaya aktarır. Yeni
mirin %80'i hemoglobin içerisindedir. Geri kalanıysa emilen demir, hefaestin ve seruloplazmin tarafından fe
myoglobin ve demir içeren enzimlerde (örn, katalaz, si- rik demire (Fe3+) oksidize edilir. Demirin ferrik formu
tokromlar) bulunur. Karaciğer, dalak, kemik iliği ve is transferine bağlanan formudur. DMTİ ve ferroportin
kelet kasındaki hemoglobine ve ferritine bağlı demiri tüm vücutta yaygın olarak bulunur ve diğer dokulardaki
kapsayan vücut demir depoları total vücut demirinin or demir transportunda da rol oynar. Resim 11-9'da göste
talama %15-20'sini oluşturur. Serum ferritini büyük öl rildiği gibi, enterositlere giren demirin sadece bir bölü
çüde bu depolardan geldiği için, serum ferritin düzeyi de mü ferroportin tarafından transferrine devredilir. Geri
mir depolarının miktarı için iyi bir ölçüttür. Kemik iliği kalanı sitoplazmik ferritine katılır ve mukoza hücreleri
demirinin ölçümü de demir deposunun tahmini için diğer nin dökülmesiyle kaybedilir.
bir güvenilir ancak invaziv yöntemdir. Demir, plazma Vücut demire doyduğunda, duodenal hücrelere giren
içerisinde transferin proteinine bağlı olarak taşınır. Nor demirin büyük bir bölümü ferritine "teslim edilir". De
mal insanlarda transferin yaklaşık %33 oranında demire mir eksikliği ya da inefektif eritropoez durumlarında ise
doymuştur. Bu durumda serum demir seviyesi erkekler plazma transferrinine transfer edilir. Bu denge hepcidin
de ortalama 120 pg/dL, kadınlarda 100 pg/dL'dir. Böy- tarafından sağlanır. Hepcidin, demire bağımlı olarak sen-
lece, serumun normal demir bağlama kapasitesi 300- tezlenen ve salgılanan küçük bir hepatik peptiddir. Plaz
350 pg/dL'dir. ma hepcidini ferroportine bağlanır ve onun internalizas-
Demir eksikliğinin yüksek prevalansım düşündüğü yonunu ve parçalanmasını sağlar, sonuçta, hepcidin kon-
müzde evolüsyonel etkiler, demiri tutma yönünde meta- santrasyou yüksekse ferroportin düzeyi düşer ve daha az
bolilc yolaklar ortaya çıkarmıştır. Demir atılımı için dü demir emilir. Hepcidin seviyesi düşükse (hemokromato-
zenli kontrol altında bir yol yoktur. Mukoza ve deri epi ziste olduğu gibi) (Bölüm 15) demirin bazolateral trans
telyum hücrelerinden atılan demirin miktarı 1 - 2 mg/ p o r t artar ve sonuçta sistemik demir yüklenmesi olur.
■
BESİNLERDEKİ- /J
DEMİRE.
®
Fe3+
Heme dışı
demir
Fe2+
Resim 11-9 Demir emiliminin düzenlenmesi. Metinde bahsedilen heme nonheme demirin duodenal epitel hücresinden emilimi göste
rilmekte. Vücudun depo bölgelerinde demir varsa ve eritropoietik aktivite normal ise, plazma hepcidin seviyesi yüksektir. Bu durum fer-
roportinin azalmasına ve emilen demirin büyük bir bölümünün duodenal epitel hücreleri içinde kalarak hücre dökülürken atılmasına neden
olur. Vücut demir depoları azaldığında ya da eritropoiez uyarıldığında ise, bunun tam tersi olarak, hepsidin seviyesi düşer ve ferroportin
aktivitesi artar. Böylece emilen demirin daha büyük bir bölümü plazma transferrine transfer olur. DMT1, divalent metal transporter-1.
- -a îtti\nr-.~ ‘Ü * * ^ * ^ ---- _____ t -:m W- ,
K lin ik Ö z e llik le r
Demir eksikliği anemisi çoğu zaman hafif ve asempto-
matiktir. Halsizlik, yorgunluk, solukluk gibi nonspesifik PATO G ENEZ
belirtiler ağır olgularda görülebilir. Uzun süreli anemide,
K ro n ik h astalık anem isi, plazm a hecidin seviyeleri
parmak uçlarında incelme, düzleşme, "kaşıklaşma" gibi
nin y ü k se k olm asından k a yn a kla n ır. Hepcidin m akro-
anomaliler de oluşabilir. Tuhaf, ancak karakteristik bir fajlardaki fe rro p o rtin i azaltarak, dem irin e ritro id seri ön
nörodavranışsal komplikasyon olan pika, kum ya da top cüllerine transferini engeller. Yüksek hepcidin seviyelerinin
rak gibi yiyecek olmayan maddeleri yeme isteğidir. nedeni, hepcidin sentezini artıran IL- 6 gibi pro-inflam atuar
sitokinlerdir. Buna ek olarak, kro n ik inflamasyon bö bre kte
e ritro p o ie tin sentezini yavaşlatarak kem ik iliğinde e ritro sit
üretim ini azaltır. Sistemik inflamasyon durum unda meyda
na gelen bu adaptasyonlarınfonksiyonel yararları tam ola
rak bilinm em ektedir. D em ire bağımlı m ikroorganizm aların
ir - O l <§> 0 üremesini inhibe ediyor, ya da konak bağışıklığını belirli
yönlerden güçlendiriyor olabilir.
m «n o O q o p <
L
oc rlf\: A
A V
)L fv
C)( oW
tO Ç ,. O K lin ik Ö z e llik le r
Demir eksikliği anemisinde olduğu gibi, kronik hastalık
V, o
aÖ
M anemisinde de serum demir seviyeleri düşüktür. Hatta,
eritrositler hafifçe hipokromik ve mikrositiktir. Ancak,
demir eksikliği anemisinden farklı olarak, kemik iliğinde
Resim 11-10 Demir eksikliği anemisi—periferik kan yayması. Erit ki depo demiri artmıştır, serum ferritin konsantrasyonu yük
rositlerin çoğunda santraldeki solukluğun artmış olduğuna dikkat
sektir ve total demir bağlama kapasitesi düşüktür. Eritropo
edin. Yeni yapılmış kan transfüzyonu sonrası arada tam hemog-
lobinlenmiş eritrositler farkediliyor. ietin ve demir takviyesi anemiyi düzeltebilir, ancak sa
(Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas dece altta yatan nedene yönelik müdahele ile tam tede-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) vi sağlanabilir.
422 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
Megaloblastik Anemiler
O PATO G EN EZ
Megaloblastik aneminin başlıca m o rfo lo jik özelliği megalob-
lastların varlığıdır. Bunlar anorm al büyük e ritro sitlere (m ak-
rositler) kaynaklık eden büyük e ritro id seri öncülleridir.
Resim 11-11 Normoblastlar (solda) ile megaloblastların (sağda)
G ranülosit öncüllerinin de boyutları artm ıştır. Bu hücresel karşılaştırılması—kemik iliği aspiratı. Megaloblastlar, ince retiküler
gigantizmim nedeni, nükleer matürasyon ve hücre bölün kromatinli nispeten immatür nükleusa ve geniş bazofilik sitoplaz-
mesini engelleyen D N A sentez kusurudur. N o rm al hızında maya sahip daha büyük hücreler.
devam eden R N A ve sitoplazm ik elemanların sentezi nuk- (D r.Jose H crnandcz’ın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas South
leus elemanlarının sentez hızını aşar. Bu nedenle, hem ato western Medical School, Dallas, Texas.)
po ie tik öncüller n ü kle e r/sito p la zm ik senkron b o zu k
luğu (asem kroni) gösterirler. Bu matürasyon düzensizliği
nin anemi üzerinde çeşitli yönlerden etkileri vardır. Birçok
megaloblastta D N A sentezi o kadar kusurludur ki, mega- Folat (Folik Asit) Eksikliği Anemisi
loblastlar kem ik iliğinde apoptoza giderler (etkisiz-in e- Folat eksikliğine bağlı gelişen megaloblastik anemi sık
fe k tif h e m a to p eiez). D iğerleri ise eritro site m atüre görülmez, ancak sınırda yeterlilikte olan folat depoları
olurlar, ancak az sayıda hücre bölünmesi geçirdiklerinden sağlıklı kişilerde bile şaşırtıcı derecede sık görülür. Kli
daha z sayıda e ritro s it üretim i gerçekleşir. G ranülosit ve nik olarak belirgin folat eksikliği riski, yetersiz beslenen
tro m b o sit öncülleri de e tkile n irle r (ancak e ritro id seri ka kişilerde (ekonomik durumu kötü, yardıma muhtaç kişi
dar şiddetli değil) ve çoğu hasta pansitopeni (anemi, tro m -
ler ve yaşlılar) ya da metabolik ihtiyacı artmış kişilerde
bositopeni ve granülositopeni) ile prezante olur.
(gebe kadınlar ve kronik hemolitik anemisi olan hasta
lar) yüksektir.
Folat, hemen hemen tüm yiyeceklerde mevcuttur, an-
cal 10-15 dakikalık pişirmeyle tamamen yok olur, bu ne
denle en iyi folat kaynakları pişmemiş taze sebze ve
! M ORFOLOJİ meyvelerdir. Yiyeceklerdeki folat büyük ölçüde poliglu-
tamat formundadır. Ancak, emilim için monoglutamat-
Bazı m o rfo lo jik ö ze llikle r bütün m egaloblastik anemi tiple
lara ayrılmış olması gereklidir. Asidik yiyecekler ile fa-
rinde görülür. Kem ik iliği belirgin olarak hipersellüler olup,
sülye ve diğer baklagillerin birlikte tüketilmesi bu dönü
çok sayıda m egaloblastik e ritro id seri öncülü içerir. Mega-
şümü aksatır. Fenitoin (Dilantin) ve az sayıda birkaç ilaç
iofelastlar norm al e ritro id seri hücrelerinden (n o rm o b -
lastlar) daha b ü y ü k tü r ve ince bir re tikü le r nükleer krom a da folat emilimini inhibe eder. Metotreksat gibi diğerle
tin (n ü k le e r im m a tü rite n in göstergesi) iç e rir (Resim ri ise folat metabolizmasını bozar. Intestinal emilimin
11 -11 ). M egaloblastlar diferansiye olup, hem oglobin içer gerçekleştiği başlıca bölge ince bağırsağın proksimal üç
meye başladıklarında, nükleus ince dağılımlı krom a tin yapı te birlik kısmıdır. Çölyak hastalığı ve tropikal şupru gibi
sını k o ru r ve norm oblastların tip ik özelliği olan krom a tin bağırsağın bu seviyesini etkileyen malabsorpsiyon has
topaklaşması gösterm ez. G ranülositik seri öncülleri de talıkları folat emilimini aksatır.
n ü kle e r/sito p la zm ik asenkroni g ö ste rirle r ve dev me-
tam yel® sitler ü re tirle r. M egakaryositler de anorm al şe
kilde büyük b o yu tta o la b ilirle r ve bizar m ultilobüle nükie-
uslar içerebilirler. PATO G EN EZ
Periferik kandaki en erken değişiklik hipersegmerste
nötrofillerin o rta ya çıkışıdır. N o rm al n ö tro fille r üç ya da Folatın metabolizması ve fonksiyonları kom plekstir. Emilim-
d ö rt adet nükleer loba sahiptir, ancak m egaloblastik anemi den sonra, fola t kanda m onoglutam at olarak taşınır. Hücre
de sıklıka beş ya da daha fazla lob içerirler. Eritrositler, ti ler içerisinde birkaç türevine m etabolize olur, ancak, dihid-
pik olarak büyük y u m u rta şekilli m akro-ovalositler- ro fo la t redüktaz enzimi tarafından dihidrofolattan tetrahid-
den oluşurlar. O rta lam a hücre hacmi sıklıkla 110 fL ’ den rofolata dönüşümü özellikle önem lidir. Tetrahidrofolat,
(norm al, 82-92 fL ) fazladır. M akro sitler h ip e rkro m a tik gö D N A ’ nın yapıtaşları olan pürirılerin ve timidilatın sente
rünse de, gerçekte ortalam a hücre hem oglobin konsant zi için gereken bazı reaksiyonlarda te k karbon ü n iteleri
rasyonu norm aldir. Büyük şekilsiz tro m b o sitle r de görüle nin alıcısı ve vericisi o la ra k rol oynar. Eksikliği, mega
bilir. Diğer sistem lerdeki, özellikle de gastrointestinal kanal loblastik anemi gelişiminin altında yatan D N A replikasyon
daki m o rfo lo jik değişikliklerin bazı klinik sonuçları vardır. kusuruna yol açar.
Azalmış Eritropoieze Bağlı Anemiler 423
Lenfositoz
K lin ik Ö z e llik le r
Başlangıçtaki belirtiler sıklıkla halsizlik, üşüme, titreme Kronik immünolojik uyarı ile ilişkili birçok hastalıkta monositoza
ve ateştir. Beraberinde belirgin yorgunluk vardır. Enfek eşlik eder (ör. tüberküloz, brusellozis); viral enfeksiyonlar (ör.
hepatit A, sitomegalovirus, Epstein-Barr virus); Bordetella pertus
siyonlar başlıca problemi oluştururlar. Genellikle jinjiva-
sis enfeksiyonu
da, ağız tabanında, bukkal mukozada, farenkste ve ağız
boşluğunun diğer bölgelerinde ülsere nekrotizan lezyon-
lar (agranülositik anjin) meydana gelir. Bu lezyonlar, lö- sedilecek), bu çocukların yarıdan fazlası virüs yaymaya
kosit eksikliğine bağlı olarak büyük miktarlarda mikro devam eder. Bunun tam tersi olarak, temizlik koşulları
organizma içerirler. Neden olan ilacın kesilmesine ek nın daha iyi olduğu gelişmiş ülkelerde, genellikle enfek
olarak yapılan tedavi seçenekleri arasında kemik iliğinde siyon adolesan ya da genç erişkin döneme kadar gecikir.
nötrofil üretimini uyaran granülosit koloni stimulan fak Tam olarak bilinmeyen nedenlerle, gelişmiş ülkelerdeki
tör olabilir. sağlıklı seropozitif kişilerin sadece %2 0 'si virüs yayar ve
virüse maruz kalanların yaklaşık %50'sinde enfeksiyon
Reaktif Lökositoz meydana gelir.
antijenlerine karşı IgM antikorları oluşur. Daha sonra sero- roz odakları da mevcut olabilir. Bu tabloyu viral hepatitin
lo jik cevap IgG antikorlarına doğru kayar. IgG antikorları diğer form larından ayırm ak zordur.
hayat boyu kalırlar. EBV p o z itif B hücrelerinin proliferasyo-
nunun kon tro lü nde C D 8 + sitoto ksik T hücreleri ve N K
K lin ik Ö z e llik le r
hücreleri çok daha önem lidir. Dolaşım da atip ik lenfosit
le r o larak görülen virü se sp esifik CD8+ T h ü creleri,
Mononükleoz, her ne kadar, klasik olarak ateş, boğaz
m ononükleozun k a ra k te ris tik b ir bulgusudur. Sağ ağrısı, lenfadenit ve daha önce bahsedilen diğer özellik
lıklı kişilerde, EBV’ye karşı tam gelişmiş hum oral ve hücre ler ile kendini gösterse de, atipik prezantasyon da nadir
sel immun cevaplar, viral yayılıma karşı bir fren görevi gö değildir. Bazen ateş yoktur ya da çok azdır, ve sadece
rürler. A ncak çoğu olguda, az sayıdaki latent enfekte EBV+ halsizlik ve lenfadenopati vardır. Bu durum lenfoma
B hücresi im m un cevaptan kaçarak hastada hayat boyu ka kuşkusu yaratır. Ayrıca, lenfadenopati ve diğer lokalize
lır. Daha sonra da bahsedileceği üzere, konakta T hücre ba edici bulgular olmadan sadece nedeni bilinmeyen ateş
ğışıklığının kusurlu olması feci sonuçlar doğurabilir. varlığı, hepatotrofik virüs sendromlarmdan ayrımı zor
olan hepatit (Bölüm 15), ya da rubellaya benzer ateşli bir
döküntü de olabilir. Tanı, aşağıda artan özgünlük sırası
na göre listelenmiş olan bulgulara göre konur: (1 ) perife
M ORFOLOJİ rik kanda atipik lenfositler ile karakterize lenfositoz, (2 )
pozitif heterofil reaksiyonu (Monospot testi), ve (3) EBV
Başlıca değişiklikler kanda, lenf nodlarında, dalakta, karaci
antijenlerine (viral kapsid antijenleri, erken antijenler ya
ğerde, santral sinir sisteminde ve bazen de diğer organlar
da Epstein-Barr nükleer antijen) karşı spesifik antikorla
da olur. P eriferik kanda lö k o sito z vardır. Beyaz hücre sa
yısı genellikle 12.000 ile 18 .000 h ü cre /p L arasındadır. T i
rın artışı. Çoğu hastada, mononükleoz testi 4-6 hafta
pik olarak, bu hücrelerin yarısından fazlası, çapları 12-16
içinde negatifleşir, ancak bazen halsizlik daha uzun sü
pm olan, oval, çökü k ya da kıvrık nükleuslu, geniş sitoplaz- rer. Bazen de, bir ya da daha fazla komplikasyon bir ara
malarında az m iktard a a zu rofilik granüller içeren büyük da görülür. Bunlardan en sık görüleni, sarılık, artmış he-
atip ik lenfositlerdir (Resim 1 1 -1 2 ). Bu tanıyı akla getire patik enzim seviyeleri, iştahsızlık ve hatta nadiren kara
cek kadar özgün olan bu lenfositler C D 8 + T hücreleridir. ciğer yetmezliği ile giden hepatik fonksiyon bozuklukla
Lenfadenopati sık g ö rü lü r ve en belirgin olarak poste rıdır. Diğer komplikasyonlar, sinir sistemi, böbrekler,
rio r servikal, aksiller ve inguinal bölgelerdedir. H isto lojik in kemik iliği, akciğerler, gözler, kalp ve dalak (ölümcül da
celemede, büyümüş lenf nodları parakortikal zonları (T lak ruptürü de dahil olmak üzere) ile ilişkilidir.
hücre zonları) kaplayan atipik lenfositler ile doludur. H odg EBV, çeşitli malignitelerin patogenezinde rol oynayan
kin lenfomamn tip ik özelliği olan Reed-Sternberg hücreleri güçlü bir transforme edici virüstür (Bölüm 5). Bu malig-
ne benzeyen az sayıda hücreye de sık olarak rastlanır. Bu niteler arasında, çeşitli B hücreli lenfomalar da vardır.T
atipik öze llikle r nedeniyle, bazen m ononükleozun re a ktif hücre bağışıklığı olmayan kişilerde (organ ve kemik iliği
değişikliklerini lenfomadan ayırm ak için özel testler gerekli transplant hastaları ve HIV ile enfekte kişiler gibi) geli
olur. şen ciddi bir komplikasyon, kontrolsüz EBV uyarısının
Çoğu olguda d alak büyüm üştür, ağırlığı 300-500 gr neden olduğu B hücre proliferasyonudur. Akut enfeksi
arasındadır ve yoğun olarak atip ik lenfositler ile infiltredir.
yon ya da latent B hücre enfeksiyonunun reaktivasyonu
Dalak boyutlarının hızla artması, ve trabe küller ve kapsülün
tarafından poliklonal bir proliferasyon şeklinde başlatı
lenfositler ile in filtre olması nedeniyle dalak frajil ve küçük
lan bu olay, genellikle zaman içinde monoklonal B hüc
b ir travm ayla bile ru p tü re olmaya eğilimlidir.
reli lenfomaya transforme olur. Bağışıklığın yeniden sağ
A tip ik lenfositler genellikle karaciğerde portal bölgele
lanması (örneğin immunsupresif ilaçların kesilmesi) ba
ri ve sinuzoidleri de in filtre ederler. Dağınık halde apopto-
tik hücreler ve le nfosittik in filtra t ile ilişkili parenkimal nek-
zen B hücre proliferasyonunun tamamen regrese olması
için yeterlidir. Bu durum tedavisiz kaldığında kesinlikle
ölümcül seyreder.
T hücrelerinin ve NK hücrelerinin EBV enfeksiyonu
nu kontrol altına almadaki önemi, EBV'ye karşı yetersiz
immun cevap ile karakterize nadir görülen kalıtsal bir
immuyetmezlik olan X'e bağlı lenfoproliferatif sendrom
sayesinde daha iyi anlaşılabilir. Etkilenen erkek çocukla
rın çoğunda SH2D1A geninde mutasyonlar vardır. Bu
gen, T ve NK hücrelerinin antikor üretimindeki aktivas-
yonunda rol oynayan bir sinyal proteinini kodlar. Olgu
ların %50'sinden fazlasında EBV, genellikle ölümcül sey
reden akut ve şiddetli bir enfeksiyona neden olur. Has
taların geri kalanında ise lenfoma ya da hipogammaglo-
bülinemi ile ilişkili enfeksiyonlar gelişir. Bunların geli
şim mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır.
Reaktif Lenfadenit
Resim 11-12 Enfeksiyöz mononükleozda periferik kan yaymasın
daki atipik lenfositler. Soldaki hücre kompakt nükleuslu ve dar Enfeksiyonlar ve mikrobik olmayan inflamatuar uyaran
sitoplazmalı normal bir küçük inaktif lenfosit. Sağdaki atipik lenfosit lar, savunma bariyerleri olan lenf nodlarında bulunan
ise geniş sitoplazmaya ve dağınık kromatinli büyük nükleusa sahip. bağışıklık hücrelerini aktive eder. Yabancı antijenlere
428 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
karşı gelişen herhangi bir bağışıklık yanıtı lenf nodu bü dan sonra (örneğin çiçek aşısı) ve ilaçların neden olduğu
yümesine (lenfadenopati) neden olur. Lenfadenite yol immun reaksiyonlarda (özellikle fenitoin) meydana gelir.
açan enfeksiyonlar çok çeşitli ve sayıca fazladır. Bunlar
akut ya da kronik olabilirler. Lenf nodu reaksiyonunun Sinüs H istiyo sito zu . Bu re a k tif patern, lenfatik sinuzoid-
histolojik görünümü çoğu kez nonspesifiktir. Farklı bir lerin genişlemesi ve belirginleşmesi ile karakterizedir. Bu
nun nedeni, sin ü sleri döşeyen endotel hücrelerinin
lenfadenit formu olan kedi tırmığı hastalığından daha
hipertrofisi ve m akro faj (h istiy o sit) infiltrasyonu-
sonra ayrıca bahsedilecek.
dur. Bu patern sıklıkla, kanser bölgesi drenajını yapan lenf
nodlarm da g ö rü lü r ve tü m ö re ya da ürünlerine karşı geli
Akut Nonspesifık Lenfadenit şen immnu cevabı temsil eder.
Bu lenfadenit formu, lokal bir enfeksiyon bölgesinin dre
najını yapan lenf nodlarmda sınırlıdır ya da sistemik en-
feksiyöz ve inflamatuar durumlarda görülür.
Kedi Tırmığı Hastalığı
Kedi tırmığı hastalığı, Bartonella henselae bakterisinin
neden olduğu, kendiliğinden iyileşen bir lenfadenittir.
O M ORFOLOJİ Aslında bir çocuk hastalığıdır; hastaların %90'ı 18 yaşın
dan küçüktür. Bölgesel lenfadenopati, en sık olarak da
A k u t nonspesifık lenfadenitte, inflamasyonlu nodlar şişmiş,
aksiller ve servikal lenfadenopati ile, kendini gösterir.
gri-kırm ızı renkte ve dolgundur. H isto lojik olarak, çok sayı
Lenf nodu büyümesi, kedi tırmalamasından ya da nadi
da m ito tik fig ü r içeren b ü yü k germ inal m e rk e zle r var
ren kıymık/diken batmasından yaklaşık 2 hafta sonra
dır. Nedeni pyojenik b ir organizm a ise, fo llikü lle r çevresin
farkedilir. Bazen deride yaralanma bölgesinde inflama
de ve lenfoid sinüsler içerisinde n ö tro filik in filtra t mevcut
tuar bir nodül, vezikül ya da kabuklanma görülür. Has
tur. A ğ ır enfeksiyonlarda, follikül m erkezleri nekroza gide
b ilir ve apse oluşabilir.
taların çoğunda, büyüyen lenf nodu 2-4 ay içerisinde
Etkilene lenf nodları ağrılıdır ve geniş apse oluşumu mev regrese olur. Ensefalit, osteomyelit ya da trombositope-
cut ise fluktuasyon vardır. Yüzeydeki deri sıklıkla kızarıktır. ni nadiren meydana gelebilir.
Akıntılı sinüsler oluşabilir. Enfeksiyon kon tro l altına alındı
ğında lenf nodları norm al in a ktif görünüm üne geri dö ne r ya
da hasar görmüşse skar (nedbe) oluşur. ( ) M ORFOLOJİ
Kedi tırmığı hastalığındaki le nf nodu değişiklikleri oldukça
karakteristiktir. Başlangıçta sarkoid benzeri granülom lar
Kronik Nonspesifık Lenfadenit oluşur, ancak bunlar daha sonra nö tro fille r içeren santral
Kronik nonspesifik lenfadenit, etken ajana bağlı olarak nekroza giderler. Bu düzensiz stellat nekrotizan gra
üç farklı patterne olabilir: follikiiler hiperplazi, parakor- nülom lar görünüşte lenfogranuloma venereum gibi bazı
tikal hiperplazi, sinüs histiyositozu. enfeksiyonlarda görülenlere benzer. M ikroorganizm a ekst-
rasellülerdir ve gümüşlü boyalar ile gözlemlenebilir. Tanı, ke
dilerle yakın olma hikayesi, karakteristik klinik bulgular, Bar
tonella antikorlarına yönelik serolojik testlerin pozitifliği ve
lenf nodlarındaki özgün m o rfo lo jik değişiklikler ile konur.
Q M ORFOLOJİ
Fo llik ü le r h ip e rp la zi. Bu patern B hücrelerini aktive
eden enfeksiyonlarda ve inflam atuar olaylarda meydana ge
lir. B hücreleri B hücre folliküllerine göçer ve fo llikü le r BEYAZ HÜCRELERİN NEOPLASTİK
(y a da germ inal m e rk e z) reaksiyonunu oluşturur. Re- PROLİFERASYONLARI
a k tif folliküller, çok sayıda aktive B hücresi, arada dağınık
halde T hücreleri, nükleer debri içeren fagositik m akrofaj- Beyaz hücrelerin en önemli hastalığı tümörlerdir. Bun
lar ( “ tingible bo dy” m akrofajlar) ve antijen sunan fo llikü le r lar, tümör hücrelerini kökenine göre üç geniş kategoriye
d e n d ritik hücre ağı içerir. Folliküler hiperplazi nedenleri ayrılırlar:
arasında rom atoid a r tr it, to k so p la zm o zis ve erken
• Lenfoid neoplaziler, non-Hodgkin lenfomaları (NHL),
H IV enfeksiyonu ye r alır. Bu lenfadenit fo rm u m o rfo lo jik
Hodgkin lenfomaları, lenfosittik lösemileri ve plazma
olarak fo llikü le r lenfoma (daha sonra bahsedilecek) ile ka
hücreli neoplazileri ve ilişkili hastalıkları içerir. Çoğu
rışabilir. Folliküler hiperplazi lehine olan bulgular şunlardır:
zaman, tümörler lenfosit diferansiasyonunun normal
(1 ) lenf nodu yapısının korunm ası, (2) germinal m erkezle
bir evresine benzeyen hücrelerden oluşurlar. Bu özel
rin şekil be boyutlarında çeşitlilik, (3 ) germinal m erkezler
de lenfositlerin farklı şekil ve boyutlarda olması ve (4 ) ger
lik, bu tümörlerin sınıflamasında yararlanılan özellik
minal m erkezlerde belirgin fagositik ve m ito tik aktivite. lerden biridir.
• Myeloid neoplaziler kan elemanlarını, yani granülosit-
P a ra k o rtik a l H ip e rp la zi. Bu patern, lenf nodlarının T leri, eritrositleri ve trombositleri oluşturan öncül hüc
hücre bölgelerindeki immun reaksiyon sonucu meydana
relerden köken alır. Myeloid neoplaziler üç altgrup-
gelir. Parafolliküler T hücreleri aktive olduklarında prolife-
tan oluşur: kemik iliğinde immatür öncül hücrelerin
rasyon halinde olan büyük im m unoblastlara dönüşürler ve
biriktiği akut myeloid lösemiler, matür kan elemanları
bu hücreler B hücre follikülle rini silerler. Parakortikal hi
nın üretiminde uygunsuz bir artışın meydana geldiği,
perplazi, viral enfeksiyonlarda (EBV gibi), bazı aşılar
kan hücre sayımlarında artışın söz konusu olduğu
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 429
myeloproliferatif hastalıklar ve karakteristik olarak et • En sık görülen lenfomalar germinal merkez ya da
kisiz hematopoiez ve sitopeniler ile giden myelodisp- post-germinal merkez (germinal merkez sonrası) B
lastik sendromlar. hücrelerinden kaynaklanır. Moleküler incelemeler, ço
• Histiyositik neoplaziler, makrofajlarm ve dendritik hüc ğu B hücreli lenfomada hücrelerin, germinal merkez B
relerin proliferatif lezyonlarmı içerir. Langerhans hüc hücrelerine özel bir olay olan somatik hipermutasyon
re proliferasyonlarmm (Langerhans hücre histiyositozla- geçirdiğini göstermiştir. Normal germinal merkez B
n ) çeşitliliği özel ilgi konusudur. hücreleri immunglobülin sınıf değişimine uğrarlar. Bu
olay sayesinde B hücreleri IgM dışındaki immunglobü
Lenfoid Neoplaziler lin tiplerini eksprese edebilirler. Bu sınıf değişimi ve
somatik hipermutasyon kontrol altındaki genetik ins-
Çok sayıdaki lenfoid neoplazi, klinik prezantasyonları ve tabilitenin (dengesizliğin) hataya açık olan formlarıdır.
davranışları açısından geniş bir çeşitlilik gösterir. Bu ne Bu da, germinal merkez B hücrelerini transforme edi
denle, öğrenciler ve klinisyenler için sorun oluşturur. Ba ci potansiyele sahip mutasyonlar için yüksek riskli ol
zıları karakteristik olarak lösemi şeklinde prezante olur; masına yol açmaktadır. Aslında, matür B hücre malig-
kemik iliği ve periferik kan tutulumu vardır. Diğerleri ise nitelerinde görülen tekrarlayım kromozomal translo-
lenf nodlarmda ya da diğer dokularda kitleler oluştura kasyonlarm çoğu immunglobülin lokuslarmı etkile
rak lenfoma şeklinde prezantasyona eğilimlidir. Plazma mekte ve bunlar immunglobülin genlerindeki değişik
hücreli tümörler genellikle kemiklerden kaynaklanırlar, likler sırasındaki "kazalar"dan kaynaklanmaktadır. Bu
kitleler şeklinde prezante olurlar ve komple ya da parsi- açıdan bakıldığında, genomik olarak dengeli olan ma
yel monoklonal immunglobülin üretimine bağlı sistemik tür T hücrelerinin, daha nadiren lenfomalara kaynak
semptomlarla kendini belli eden kitleler oluştururlar. Bu oluşturması ve son derece nadir olarak T hücre resep
antitelere verilen isimler bu özellikleri yansıtırken, ger tör lokuslarmı ilgilendiren kromozomal translokas-
çekte tüm lenfoid neoplaziler tüm vücuttaki lenf nodları- yonlar içermesi oldukça ilginçtir.
na ve özellikle karaciğer, dalak, kemik iliği ve periferik ® Tüm lenfoid neoplaziler tek bir transforme hücreden
kan başta olmak üzere diğer dokulara yayılma potansi kaynaklanırlar ve bu nedenle klonaldırlar. Bölüm 4'te
yeli taşımaktadırlar. Klinik davranış özellikleri örtüştüğün- de anlatıldığı gibi, diferansiasyona giden B ve T hücre
den, farklı lenfoid neoplaziler sadece morfolojik ve moleküler öncülleri antijen reseptör genlerini yeniden düzenler
karakteristikleri ile birbirlerinden ayırdedilebilirler. Başka ler. Böylece her bir lenfosit tek ve özgün bir antijen re
bir deyişle, diagnostik ve prognostik amaçlarla, tümör septörü oluşturur. Antijen reseptörü genlerindeki ye
hücrelerinin nerede olduklarına değil, ne tipte oldukları niden düzenlenmeler her zaman transformasyondan
na yoğunlaşmak önemlidir. önce geliştiğinden, malign bir öncül hücreden köken
Tanımlanan iki lenfoma grubu vardır: Hodgkin lenfoma alan hücreler aynı antijen reseptörü gen konfigürasyo-
ve non-Hodgkin lenfoma. Her ne kadar, iki tip de daha sık nuna sahiptirler ve aynı antijen reseptör proteinini
olarak lenfoid dokulardan kaynaklansa da, Hodgkin len (immunglobülin ya da T hücre reseptörü) sentezlerler.
foma neoplastik Reed-Sternberg dev hücrelerinin (ileride Bu sayede, antijen reseptör genlerinin ve bunların
anlatılmaktadır) ve sayıca bunlardan çok daha fazla mik proteinlerinin analizi, klonal neoplaziler ile poliklonal
tarda olan nonneoplastik inflamatuar hücrelerin varlığı reaktif olaylar arasındaki ayrımı sağlar.
ile diğer lenfomalardan ayrılır. Hodgkin lenfomanm bi ® Lenfoid neoplaziler genellikle normal immun fonksi
yolojik davranışı ve klinik tedavisi NHL'lardan farklı ol yonlara sahiptirler. Hem immunyetmezlik (enfeksiyo
duğundan, birbirlerinden ayırdedilmelerinin pratik öne na eğilimin artması ile kendini gösterir), hem de oto-
mi vardır. immunite görülebilir; hatta bazen bunlar aynı hastada
Tarihsel olarak, patolojinin çok az alanında lenfoid ne- olabilir. Şaşırtıcı şekilde, kalıtsal ya da edinsel immun-
oplazilerin sınıflamasında olduğu kadar tartışma ve kafa yetmezliği olan hastalar bazı lenfoid neoplazilerin,
karışıklığı ortaya çıkmıştır. Bu neoplazilerin kaynaklan özellikle de EBV enfeksiyonu ile ilişkili neoplazilerin
dığı immun sistemin kompleks yapısı göz önüne alındı gelişimine eğilimlidirler.
ğında bu durum şaşırtıcı değildir. Geçtiğimiz birkaç de- • NHLlar sıklıkla belirli bir doku bölgesinde ortaya çık
kadda büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Dünya Sağlık salar da, hassas moleküler incelemeler, genellikle tü
Örgütü (DSÖ-VVHO) adına patologlardan, moleküler bi mörün tanı sırasında yaygın olduğunu gösterir. Sonuç
yologlardan ve klinşsyenlerden oluşan uluslararası bir olarak sadece sistenilc tedaviler etkindir. Bunun tam
çalışma grubu, yaygın olarak kabul gören bir sınıflama tersi olarak, Hodgkin lenfoma ise sıklıkla tek bir bölge
ortaya çıkarmıştır. Bu sınıflama, temelde morfolojik, fe- de ortaya çıkar ve tahmin edilebilen lenf nodu grupla
notipik, genotipik ve klinik özelliklerin kombinasyonu rına ardışık yayılım yapar. Bu nedenle, erken dönemde
üzerine dayanmaktadır. Bu smflama konusuna zemin sadece lokal tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir.
hazırlamak amacıyla bazı önemli noktalardan önceden Lenfoid neoplazilerin WHO sınıflaması, morfoloji, kaynak
bahsedilmelidir: hücre (immunfenotipleme ile saptanır), klinik özellikler ve
® B ve T hücreli tümörler sıklıkla normal diferansiasyon genotip (örneğin karyotip, viral genomların olup olmama
aşamalarından birinde kalmış ya da bir aşamadaki sı) temeline dayalıdır. Lösenüler ve multipl myelom da da
hücrelerden kaynaklanmış hücrelerden oluşmaktadır hil olmak üzere tüm lenfoid neoplazileri kökene göre üç
(Resim 11-13). Bu tümörlerin tanısı ve sınıflaması büyük kategoride değerlendirir: (1) B hücre tümörleri, (2)
hücre serisine spesifik antijenleri (örneğin B hücre, T T hücre ve NK hücre tümörleri ve (3) Hodgkin lenfoma.
hücre ve NK hücre belirteçleri) ya da matürite belir Lenfoid neoplazilerin güncel sınıflamasının güncel
teçlerini saptayan testlere dayanmaktadır. Bu belirteç versiyonu Tablo 11-7'de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi
lerin birçoğu grup diferansiasyonu (cluster differenti- diagnostic antiteler sayıca çok fazladır. Burada aşağıdaki
ation-CD) numarasına göre tanımlanmaktadır. neoplazi grupları ele alınacaktır:
430 BÖLÜM 1 1 H e m a to p o ie tik ve Lenfoid Sistem ler
Prekürsör T
Prekürsör B lenfoblastik
lenfoblastik lenfoma/
lenfoma/lenfoma lösemiler
Küçük lenfositik
lenfoma
Kronik
lenfositik
lösemi
Multipl myelom
Periferik
Folliküler lenfoma T hücreli
Burkitt lenfoma lenfomalar
Diffüz büyük B hücreli
lenfoma
Hodgkin lenfoma
Diffüz büyük B hücreli lenfoma
Marjinal zon lenfoma
Küçük lenfositik lenfoma
Kronik lenfositik lösemi LENF NODU
Resim 11-13 Lenfoid neoplazilerin orijini. Spesifik lenfoid tüm örlerin kaynaklandığı B ve T hücre diferansiasyon aşamaları gösterilmiştir.
BLB, pre-B lenfoblast; CLP, ortak lenfoid kök hücre; DN, C D 4-/C D 8- (çift-negatif) pro-T hücre; DP, C D 4+/C D 8+ (çift-pozitif) pre-T hüc
re; GM, germinal merkez B hücresi; MC, mantle zon B hücresi; MZ, marjinal zon B hücresi; NBH, naif B hücre; PH, plasma hücresi; PTH,
periferik T hücre.
» Prekürsör (öncül) B ve T hücreli lenfoblastik lenfo- agresif tümörlerdir. Daha sık olarak çocuklarda ve genç
ma/lösemi-genelde akut lenfoblastik lösemi (ALL) erişkinlerde görülürler. Farklı tiplerdeki lenfoblastik tü
olarak adlandırılır. mörler morfolojik olarak birbirlerinden ayırdedilemez-
• Kronik lenfosittik lösemi/kiiçük lenfositik lenfoma ler. Bunlar genellikle benzer belirti ve bulgulara sahiptir
• Folliküler lenfoma ve benzer şekilde tedavi edilirler. Bu nedenle, bu tümör
• Mantle hücreli lenfoma ler burada birlikte ele alınmaktadır.
® Diffüz büyük B hücreli lenfomalar B hücre öncülleri normal gelişimlerini kemik iliğinde
• Burkitt lenfoma sürdürdüklerinden pre-B hücre tümörleri genellikle ke
• Multipl myelom ve ilişkili plazma hücre tümörleri mik iliğinde ve periferik kanda lösemi şeklinde kendile
• Hodgkin lenfoma rini gösterirler. Benzer şekilde, pre-T hücre tümörleri de
genellikle, erken T hücre diferansiasyonunun normal
Bu neoplazilerin hepsi birden Birleşik Devletler'de görü bölgesi olan timusta kitle oluştururlar. Ancak pre-T hüc
len lenfoid tümörlerin %90'dan fazlasını oluşturur. reli "lenfomalar" sıklıkla hızlı bir şekilde ilerleyip löse-
Daha sık görülen lenfoid lösemilerin, Hodgkin lenfo- mik döneme girerler. Diğer pre-T hücreli tümörler pre-
manm ve plazma hücreli tümörlerin belirgin özellikleri zantasyon sırasında sadece kemik iliği tutulumu göste
Tablo 11-8'de özetlenmiştir. Ayrıca, belirgin klinikopa- rirler. Sonuçta, hem pre-B, hem de pre-T hücreli tümörler,
tolojik özelliklere sahip olan ve daha az görülen antite- süreçleri boyunca hir dönemde mutlaka ALL klinik tablosu
lerden de ileride bahsedilmektedir. nu sergilerler. ALL'ler bir grup olarak, çocukluk dönemi
lösemilerinin %80'ini oluştururlar. İnsidansm en yüksek
Akut Lenfoblastik Lösemi/Lenfoblastik Lenfoma olduğu yaş 4'tür, ve çoğu olgu pre-B hücre kökenlidir.
Akut lenfoblastik lösemi (ALL) ve lenfoblastik lenfoma Pre-T hücreli tümörler 15-20 yaşlar arası erkek hastalar
immatür lenfositlerden (lenfoblastlar) meydana gelen da en sık olarak görülürler.
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 431
Tablo 11-8 Sık Görülen Lenfoid Lösemiler, Non-Hodgkin Lenfomalar ve Plazma Hücreli Tüm örlerin Özellikleri
Resim 11-14 Lenfoblastlar ile myeloblastların m orfolojik karşılaştırması. A , Lenfoblastik lösemi/lenfoma. Lenfoblastlar yoğun nükleer
kromatine küçük nükleole, dar agranüler sitoplazmaya sahipler. B, Akut myeloid lösemi. Myeloblastlar ince nükleer kromatine, belirgin
nükleole ve ince azurofilik sitoplazmik grandilere sahipler.
(D r. R o b e rt W . M cK e n n a 'n ın izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, Dallas, T e xa s.)
dar granüler sitoplazmalı hücrelerdir (Resim 1 1 -1 4 , A). hastalık varlığına dair moleküler bulgulardır. Çeşitli kar-
M yeloblastlar ise daha ince krom atinli nukleuslara ve genel yotipik anomalilerin sıklığı ile ilgili yaşa bağlı farklar, ya
likle granüller içeren daha geniş sitoplazm alara sahiptirler şın prognozile ilişkisini büyük ölçüde açıklamaktadır.
(Resim 1 1 -14 , B). Lenfoblastlar sıklıkla periyo dik asit-Schiff "İyi prognozlu" kromozom anomalileri (t[1 2 ; 2 1 ] ve hiper-
p o z itif sitoplazm ik glikojen grandileri içerirler. M yeloblast diploidi) içeren tümörler 2-10 yaş grubunda sıktır. Bunun
lar ise genellikle peroksidaz pozitiftir. tam tersi olarak, MLL geni yeniden düzenlenmeleri ya da
BCR-ABL füzyon geni varlığı gibi B hücre tümörlerindeki
kötü prognoz işaretleri en sık olarak sırasıyla 2 yaşından
Akut lösemi ile ilgili bu "kısa kurs"u tamamladıktan küçük çocuklarda ve erişkinlerde görülür. Pre-T hücre
sonra, şimdi ALL'ye odaklanalım. AML'den daha sonra tümörlerinde görülen kromozom yeniden düzenlenmele
bahsedeceğiz. rinin hiçbiri prognoz açısından anlamlı değildir.
G enetik Özellikler. ALL'lerin yaklaşık %90'I gelişigüzel Kronik Lenfositik Lösemi/Küçük lenfositik Lenfoma
olmayan karyatipik anomaliler gösterirler. Çocukluk ça Kronik lenfositik lösemi (KLL) ve küçük lenfositik lenfo
ğı pre-B hücre tümörlerinde en sık görüleni hiperdiplo- ma (SLL), aslında aynı tümördür. Aralarındaki tek fark
idi (hücre başına 50'den fazla kromozom), TELİ ve periferik kan tutulumu varlığıdır. Periferik kandaki lenfo
AML1 genlerinde kriptik translokasyon (12;21) varlığı sit sayısı 4000 hücre/|iL'yi geçerse hasta KLL olarak tanı
dır. Diğer taraftan, yetişkinlerdeki pre-B hücreli tümör alır; eğer geçmezse tanı SLL'dir. Lenfoid neoplazisi olan
lerin %25'inde ABL ve BCR genlerini ilgilendiren (9;22) çoğu hasta, Batı dünyasında yetişkinlerde en sık görülen
translokasyonu vardır. Pre-T hücre tümörleri, T hücre lösemi olan KLL kriterlerine uymaktadır. SLL ise NHL'la-
reseptör lokuslarmı ve TALİ gibi transkripsiyon faktör rm sadece %4'ünü oluşturmaktadır. Tan olarak açıklana
genlerini etkileyen translokasyonlar gibi farklı kromo mayan nedenlerle KLL/SLL'ye Asya'da çok az rastlanır.
zom anomalileri içerirler.
k o rla r malign olmayan eşlikçi B hücreleri tarafınfan üre tilir KLL/SLL, pan-B
İm m u n f e n o t ip ik v e G e n e t ik Ö z e llik le r .
ler. Bu, tü m ö r hücrelerinin b ir şekilde im m un toleransı ak belirteçleri olan CD19, CD20 ve CD23'ü ve yüzey im-
sattığını gösterm ektedir. Zaman geçtikçe, tü m ö r hücreleri munglobülinleri olan ağır ve hafif zincirleri eksprese
norm al kem ik iliği elemanlarının yerini alır ve anemi, nö tro - eden matür B hücrelerinden meydana gelen bir neopla-
peni ve sonunda trom bo sitop en i meydana gelir. zidir. Tümör hücreleri ayrıca CD5'de eksprese ederler.
Bu özellik, oldukça yardımcı bir diagnostik ipucudur,
çünkü B hücreli lenfomalar arasında sacede KLL/SLL ve
mantle hücreli lenfoma (daha sonra anlatılacak) CD5
M ORFOLOJİ
eksprese eder. Tümörlerin yaklaşık %50'sinde karyoti-
S LL/K LL’de, tutulan le n f nodlarını küçük lenfositlerden pik anomaliler vardır. Bunlardan en sık rastlanılanı tri-
oluşan tabakalar ve a k tif olarak bölünen daha büyük hücre somi 12 ve 11, 13 ve 17. Kromozomlardaki delesyonlar-
lerin meydana getirdiği seyrek, sınırları belirgin olmayan dır. KLL/SLL hücre genomunun "derin dizilemesi" ile
odaklar kaplar (Resim 1 1 -1 5 , A). Baskın olan hücreler, ko olguların bir kısmında kötü prognoz işareti olan Notchl
yu yuvarlak nukleuslu ve dar sitoplazmalı küçük in a ktif len reseptöründe active edici mutasyonlar saptanmıştır.
fositle rdir (Resim 1 1 -1 5 , B). M ito tik olarak a k tif hücrelerin Digger B hücreli neoplazilerden farklı olarak, kromozo-
oluşturduğu odaklar proliferasyen m e rk e zle ri olarak mal tranlokasyonlar nadirdir.
adlandırılırlar. Bunlar K LL/S LL için patognom oniktir. Lenf
nodlarına ek olarak, kem ik iliği, dalak ve karaciğer de he K lin ik Ö z e llik le r
men hemen bütün olgularda tutulm uştur. Çoğu hastada, KLL/SLL ilk saptandığında genellikle asemptomatiktir.
küçük m atür lenfositlerin oluşturduğu m utlak lenfositoz En sık klinik bulgu ve belirtiler olan kolay yorulma, kilo
vardır. Dolaşımdaki tü m ö r hücreleri fra jild ir ve yaymaların kaybı ve iştahsızlık nonspesifiktir. Yaygın lenfadenop ati
hazırlanması sırasında genellikle parçalanarak kara kte ristik ve hepatomegali hastaların %50-60'mda görülür. Lökosit
srmwdge hücrelerini meydana getirirler. Kan yaymaların
sayısı hafif yükselebilir (SLL'de) ya da 200.000 hüc
da genellikle daha bü yük aktive lenfositler de m evcuttur.
re/ pL'yi geçebilir. Hipogamaglobülinemi hastaların %50'-
sinden fazlasında, genellikle geç dönemde gelişir ve bak-
teriyel enfeksiyonlara eğilimi artırır. Daha az sıklıkla da
otoimmun lıemolitik anemi ve trombositopeni meydana ge
lir. Klinik seyir ve prognoz son derece değişkendir. Ço
ğu hasta tanının konulmasından sonra 1 0 yıldan daha
uzun süre yaşar ve ilişkisiz nedenlerden ölür. Medyan
sağ kalım süresi 4-6 yıldır, ancak zaman geçtikçe KLL/
SLL'nin daha agresif tümörlere (prolenfositik lösemi ya
da diffüz büyük B hücreli lenfoma) dönüşme eğilimi ar
tar. Bu dönüşüm gerçekleştiğinde medyan sağ kalım sü
resi 1 yıldan azdır.
Folliküler Lenfoma
Daha sıkça görülen bu tümör Birleşik Devletler'de tüm
erişkin NHL'larm %40'mı oluşturur. KLL/SLL gibi Asya
kökenli toplumlarda daha az sıklıkta görülür.
PATO G EN EZ
N eoplastik hücreler, KLL/SLL’deki gibi, karakteristik ola
rak BCL2 eksprese ederler. Bu protein norm al germinal
m erkez B hücrelerinde bulunmaz. T üm örlerin % 8 5 ’ in-
den fazlasın d a, krom ozom 18 ’ deki BCL2 geni ile kro m o
zom 14’teki IgH lokusu arasında füzyon meydana getiren
k a ra k te ristik (1 4 ;1 8 ) translokasyonu vardır. Bu k ro
mozom yeniden düzenlenmesi tü m ö r hücrelerindeki BCL2
“ overekspresyon” unu açıklamaktadır. Ayrıca tü m ö r hücre
si sağkalımı üzerinde de etkisi vardır. Folliküler lenfomaların
tüm genom dizilem elerinde, olguların üçte birinde histon
asetil transferazları kodlayan çeşitli genlerde fonksiyon kay
bı mutasyonları saptanmıştır. Bu, bu tü m ö rle rin ortaya çıkı
Resim 11-15 Küçük lenfositik lenfom a/kronik lenfositik lösemi— şında epigenetik değişimlerin varlığını düşündürm ektedir.
lenf nodu. A , Küçük büyütmede, lenf nodu yapısının diffüz olarak
silindiği görülmekte. R, Büyük büyütmede, tüm ör hücrelerinin
büyük bir kısmı küçük yuvarlak lenfosit görünümünde. Santral yer
M O R FO LO Jİ
leşimli nükleolusa sahip büyük bir hücre olan bir “ prolenfosit” de
bu alanda görülmekte (ok). Lenf nodlarında genellikle nodüler proliferasyon vardır
(A, Dr. Jose Hernandez’in izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas (Resim 1 1 -1 6 , A). T ü m ö r hücreleri norm al germinal m er-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 435
Figure 11-16 Folliküler lenfoma—lenf nodu. A , Lenfoma hücrelerinden oluşan nodüler agregatlar tüm lenf nodunda izlenmekte. B, Büyük
büyütmede, yoğun kromatine ve düzensiz ya da çentikli nükleer kontürlere sahip küçük lenfoid hücreler (sentrositler), nükleollü daha
büyük hücreler (sentroblastlar) ile karışık halde izlenmekteler.
(A, Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
kez B hücrelerine benzer. En sık olarak baskın neoplastik Mantle Hücreli Lenfoma
hücreler, inaktif lenfositlerden biraz daha büyük boyutlar Mantle hücreli lenfoma, normal lenfoid folliküllerin
da, belirgin girintiler ve lineer katlantılar içeren “ çentikli” mantle zonunda bulunan naif B hücrelerine benzeyen
nukleuslu hücrelerdir (Resim 11-16, B). Nükleer kromatin hücrelerden meydana gelir. Tüm NHLTarm yaklaşık
kaba ve yoğundur, nükleoller belirgin değildir. Bu küçük
%4'ünü oluşturur ve genellikle 50 yaş üstü erkeklerde
çentikli hücreler, veziküler kromatinli, birkaç nükleollü, dar
görülür.
sitoplazmalı biraz daha büyük hücreler ile karışık halde bu
lunurlar. Bu tüm örlerin hücreselliği düşünüldüğünde büyük
hücreler minör bir komponenti oluştururlar. Mitoz azdır ve
tek başına nekrotik hücreler (apoptoza giden hücreler) ) M O RFOLOJİ
yoktur. Bu özellikler folliküler lenfomayı, mitozun ve apop-
Mantle hücreli lenfoma lenf nodlarını diffüz ya da belli be
tozun belirgin olduğu folliküler hiperplaziden ayırmada ya
lirsiz nodüler pattern şeklinde tutar. Tümör hücreleri ge
rarlıdır. Nadiren, büyük hücreler baskın olabilir. Bu, daha
nellikle normal lenfositlerden hafifçe daha büyük boyutlar
agresif klinik davranış gösteren histolojik bir patterndir.
dadır ve düzensiz nükleusa, belirgin olmayan nükleolusa ve
dar sitoplazmaya sahiptir. Daha nadiren, hücreler daha bü
yüktür ve m orfolojik olarak lenfoblastlara benzerler. Olgu
ların çoğunda kemik iliği tutulumu, yaklaşık % 20’sinde ise
periferik kan tutulumu vardır. Tümör bazen gastrointesti
nal kanakdan kaynaklanır; makroskopik olarak polibe ben
İm m ım fen otip ik Özellikler. Bazı tümörler pan-B hücre
zeyen submukozal nodüller (lenfomatoid polipozis) şeklin
belirteçlerini (CD19 ve CD20), CD10 ve germinal mer de kendini gösterir.
kez B hücre oluşumu için gerekli bir transkripsiyon fak
törü olan BCLö'yı eksprese ederler.
Diffüz Büyük 6 Hücreli Lenfoma Diffüz Büyük B Hücreli Lenfom anın A lttipleri. Diffüz
büyük B hücreli lenfoma kategorisine çeşitli klinikopato-
Diffüz büyük B hücreli lenfoma, yetişkinlerde en sık gö
lojik alttipler girmektedir. EBV ilişkili diffüz büyük B hüc
rülen lenfoma tipidir; yetişkin NHL'larııı yaklaşık %50'-
reli lenfomalar edinsel immunyetmezlik sendromu
sini oluşturur. Hepsi de agresif bir doğal seyre sahip bir
(AİDS) zemininde, iatrojenik immunyetmezliklerde (ör
kaç alttipi vardır.
neğin transplant hastaları) ve yaşlılarda ortaya çıkar. Bu
tümörler, post-transplantasyon zemininde sıklıkla EBV
PATOGENEZ nedenli poliklonal B hücreli proliferasyonlar olarak baş
larlar. Bu proliferasyonlar, immun fonksiyonlar düzeldi
Bu tü m ö rlerin y a k la şık üçte birinde 3 q 2 7 ’de lokali
ğinde regrese olur. Aksi halde, klonal büyük B hücreli
me olan BCL6 geninde yeniden d üzenlenm eler vard ır.
H atta , daha y ü k se k oranda da BCL6 prom oter böl
lenfoma haftalar-aylar içerisinde ortaya çıkar. İnsan her
gesinde aktive edici n o kta m utasyonları m evcuttur. pesvirus tip 8 (HHV-8 ) olarak da adlandırılan Kaposi sar
Her iki değişiklik de, germinal merkez B hücrelerinde gen koma herpesvirüs (KSHV), nadiren görülen ve plevral ka-
ekspresyonunda önemli bir transkripsiyon düzenleyicisi olan vite, perikard ya da peritondan kaynaklanan primer efüz-
BCL6 proteininin yüksek miktarlarda olmasına yol açar. Tü yon lenfomaları ile ilişkilidir. Bu lenfomalar KSHV ile la
mörlerin bir diğer %30’ unda ise BCL2 genini ilgilendiren ve tent olarak enfektedir. İmmunsuprese kişilerde bulunan
BCL2 proteininin overekspresyonuna yol açan (14;18) KSHV, siklin D l'in de aralarında bulunduğu bilinen çe
translokasyonu vardır. Bu tümörlerin bazıları “ transforme” şitli onkoproteinler ile homolog olan proteinleri kodlar.
folliküler lenfoma olabilir. Gerçekten de, diffüz büyük B KSHV'nin AİDS'li hastalardaki Kaposi sarkomu ile de
hücreli lenfomaların yaklaşık üçte biri, folliküler lenfomalar ilişkili olduğu bilinmektedir (Bölüm 4 ve 9). Mediastinel
gibi, histon asetil transferazları kodlayan genlerde fonksiyon büyük B hücreli lenfoma en sık olarak genç kadınlarda gö
kaybı mutasyonları içerir. Bu durum, bu tümörlerde epige- rülür ve abdominal viseral organlara ve santral sinir sis
netik değişimlerin potansiyel rolünü işaret etmektedir. temine yayılım yapmaya eğilimlidir.
K linik Ö ze llikle r
i MORFOLOJİ
Medyan prezantasyon yaşı yaklaşık 60 olsa da, diffüz
Neoplastik B hücreleri büyük boyutlarda (inaktif lenfositle büyük B hücreli lenfomalar her yaşta görülebilir. Çocuk
rin en az 3-4 katı büyüklüktedirler) olup, görünümleri tü luk çağı lenfomalarmm ise yaklaşık %15'ini oluşturur.
mörden tüm öre değişiklik gösterir. Çoğu tümörde, yuvar- Hastalar, bir ya da birkaç bölgede yerleşim gösteren, ti
lak-oval nükleuslu, dağınık kromatinli, birkaç adet belirgin pik olarak hızla büyüyen, sıklıkla asemptomatik olan
nükleollü ve az miktarda soluk sitoplazmalı hücreler bas kitle ile prezante olurlar. Ekstranodal prezantasyonlar sık
kındır. (Resim 11-17). Diğer bir kısım tümörde ise, hücre tır. Gastrointestinal kanal ve beyin daha sık tutulan
ler yuvarlak ve multilobüle veziküler nükleusa, bir ya da iki
ekstranodal bölgeler olsalar da, bu tümörler hemen he
adet santral yerleşimli nükleole ve soluk ya da bazofîiik ge
men her organda ya da dokuda görülebilir. Daha yavaş
niş sitoplazmaya sahiptir. Bazen de, tüm ör hücreleri ileri
seyirli lenfomalardan (örneğin folliküler lenfoma) farklı
derecede anaplastiktir; Hodgkin lenfomanın malign hücre
leri olan Reed-Sternberg hücrelerine benzeyen dev tüm ör
olarak tam sırasında karaciğer, dalak ve kemik iliği tutu
hücreleri görülür. lumu sık değildir.
Diffüz büyük B hücreli lenfoma tedavisiz bırakıldığında ag
İm m u n fen otipik Özellikler. Bu matür B hücre tümörleri resif ve hızla ölümcül seyreder. Yoğun bir kombinasyon ke-
CD19 ve CD20 gibi pan-B antijenlerini eksprese ederler. moterapisi ve anti-CD20 immunoterapi ile hastaların
Ayrıca, çoğu tümörde yüzey IgM ve/veya IgG de ekspre %60-80'inde tam remisyon sağlanır. Bunların yaklaşık
se edilir. Digger antijenlerin (örneğin CD10, BCL2) eksp- %50'si hastalıksız kalır ve tam tedavi sağlanmış olur. Bu
resyonu ise değişkendir. kadar şanslı olmayan hastalar için diğer agresif tedaviler
(örneğin yüksek doz kemoterapi ve hematopoietik kök
hücre transplantasyonu) şans oluşturabilir. Bu tümörlerin
moleküler profilinin mikroarray temeli yöntemlerle sap
tanması ile güncel tedavilere yanıtı tahmin edilebilir ve
yeni hedefe yönelik tedavi yaklaşımları belirlenebilir.
Burkitt Lenfoma
Burkitt lenfoma Afrika'nın bazı bölgelerinde endemik-
tir, Birleşik Devletler'in de dahil olduğu diğer coğrafi
bölgelerde ise sporadik olarak görülür. Afrika kökenli
hastalık ve nonendemik hastalık histolojik olarak aynı
dır, ancak aralarında klinik ve virolojik farklar vardır.
PATOGENEZ
Figure 11-17 Diffüz büyük B hücreli lenfoma—lenf nodu. Tümör B u rk itt lenfom a, kro m ozo m 8 ’de localize MYC ge
hücreleri açık kromatinli büyük nükleuslara ve belirgin nükleollere nini ilgilendiren tra n lo k a sy o n lar içerir. Çoğu translo-
sahipler. kasyon, MYC geninin, krom ozom 14’teki IgH geni ile füz
(Dr. Robert VV. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas yonuna neden olur. Ancak kromozom 2 ve 2 2 ’deki k ve X,
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 437
hafif zincir lokusları ile ilişkili varyant translokasyonlar da Amerika'da daha sıktır. Lösemik prezantasyonlar nadir
görülür, her bir translokasyonun net sonucu aynıdır: MYC olmakla birlikte, tamamen farklı ilaç rejimenleri ile teda
proteininin regülasyonunun bozulması ve overekspresyo- vi edilen ALL'den ayırd edilmelidir. Burkitt lenfoma en
nu. MYC’ nin transformasyondaki rolünden Bölüm 5’te hızlı büyüyen insan neoplazileri arasındadır. Bununla
bahsedilmektedir. Endemik olguların çoğu ve sporadik ol birlikte, son derece agresif kemoterapi rejimenleri ile
guların %20’sinde tü m ö r hücreleri latent olarak EBV ile en- hastaların çoğunda tam tedavi sağlanabilir.
fektedir, ancak EBV’ nin bu tüm örlerin gelişimindeki rolü
tam olarak aydınlatılamamıştır. Multipl Myelom ve İlişkili Plazma Hücreli Tümörler
Tüm multipl myelom ve ilişkili plazma hücreli tümörler
tek tip, tam ya da parsiyel immunglobülin salgılarlar. Bu
MORFOLOJİ immunglobülinler serumda saptanabildiği için, bu has
talıklar monoklanal gamopatiler olarak, ilişkili immunglo
Tümör hücreleri o rta büyüklükte, tipik olarak oval-yuvar- bülin ise sıklıkla M proteini olarak adlandırılır. M prote
lak nükleuslu ve 2-5 adet belirgin nükleole sahip hücreler ini aşikar malignitenin bir işareti olsa da normalde yaşlı
dir (Resim 11-18). Ortalama miktardaki bazofilik ya da
kişilerde de şaşırtıcı sıklıkta saptanırlar. Önemi belirsiz
amfofilik sitoplazma sıklıkla küçük lipid dolu vakuoller (sa
monoklonal gamopati (monoclonal gammopathy of un
dece yaymalarda gözlemlenebilen bir özellik) içerir. Çok
determined significance-MGUS) adı verilen bu durum
y ü k se k proliferasyon ve apoptoz o ra n la n k a ra k te
ris tik tir. Apoptoz varlığı, sindirilmiş nükleer debri içeren
dan daha sonra bahsedilecek. Bu hastalıkları tümü bir
çok sayıda doku makrofajı varlığı ile kendini gösterir. Bu be den beyaz kan hücresi tümörlerinin yaklaşık %15'inden
nign makrofajlar berrak bir boşluk ile çevrelendiklerinden sorumludur. En sık olarak orta yaşlı ve yaşlı kişilerde gö
“ yıld ızlı g ö k yü zü ” patterninin ortaya çıkmasına neden rülürler.
olurlar. Plazma hücre neoplazileri altı ana gruba ayrılabilir:
(1) multipl myelom, (2) soliter plazmasitom, (3) lenfop-
lazmasitik lenfoma, (4) ağır zincir hastalığı, (5) primer
imm unfenotipik Ö zellikler amiloidoz ve (6 ) MGUS. Burada, bu hastalıkların en
önemlileri olan multipl myelom ve lenfoplazmasitik len
Bu B hücreleri yüzey IgM, pan-B hücre belirteçleri CD19
foma üzerinde özellikle durulacak, diğer hastalıklardan
ve CD20, ve germinal merkez B hücre belirteçleri CD10
kısaca bahsedilecektir.
ve BCL6 eksprese ederler.
Multipl Myelom
Klinik Özellikler
Multipl myelom en sık görülen lenfoid malignitelerden
Hem endemik, hem de endemik olmayan sporadik tü
biridir; Birleşik Devletler'de her yıl 20.000 yeni olgunun
mörler, özellikle çocukları ve genç erişkinleri etkiler.
tanısı konmaktadır. Tanı sırasındaki medyan yaş 70'tir.
Burkitt lenfoma, Birleşik Devletler'de çocukluk çağı
Tümör erkeklerde ve Afrika kökenli kişilerde daha sıktır.
NHL'larmm yaklaşık %30'unu oluşturur. Her iki tipte
Asıl tuttuğu bölge kemik iliği olup, tutulum genellikle tiim is
de hastalık genellikle ekstranodal bölgelerde ortaya çı
kelet sistemi boyunca litik lezyonlar şeklindedir.
kar. Endemik tümörler sıklıkla maksiller ya da manbi-
Myelom hücrelerinin ürettiği en sık M proteini
buler kitle ile kendilerini gösterirler. Bağırsaklar, retro-
IgG'dir (%60), ardından IgA (%20-25) gelir. IgM, IgD ve
periton ve överleri tutan abdominal tümörler ise Kuzey
IgE M proteinleri nadiren görülür, geri kalan %15-20 ol
guda ise plazma hücreleri sadece k ya da X, hafif zincir
üretirler. Düşük molekül ağırlıklı olduklarından, serbest
hafif zincirler idrarla atılırlar ve Bence-Jones proteinleri
adını alırlar. Hatta, daha sık olarak, malign plazma hüc
releri hem tam immunglobülinleri hem de serbest hafif
zincirleri salgılarlar. Böylece hem M proteini hem de
Bence Jones proteinlerini üretirler. Daha sonra bahsedi
leceği gibi, fazla miktarda hafif zincirlerin önemli pato-
jenik etkileri vardır.
Soliter Plazmasitom
Plazma hücreli tümörler, bazen iskeleti ya da yumuşak
dokuları tutan soliter plazmasitom olarak kendilerini gös
terirler. Soliter iskelet plazmasitomu multipl myelom ile
aynı bölgeleri tutmaya eğilimlidir ve genellikle 5-10 yıl
Resim 11-18 Burkitt lenfoma—lenf nodu. Uniform tüm ör hüc içerisinde multipl myeloma progrese olur. Bu tümörle
releri ve belirgin nükleolleri tümöre monoton bir görünüm veriyor rin, erken evrede multipl myelom oldukları düşünülebi
lar. Yüksek mitotic aktivite (okbaşları) varlığına ve belirgin nükleol- lir. Bazı olgularda tanı sırasında fafif derecede artmış M
lere dikkat edin. Arada daha soluk boyanan normal makrofajların
proteini saptanır. Bunun tam tersi olarak, yumuşak do
meydana getirdiği “ yıldızlı gökyüzü” patterni küçük büyütmede
daha iyi gözlenir. kuda gelişen plazmasitomlar (en sık üst solunum yolun
(Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas da) ise. Nadiren yayılım gösterirler, ve sıklıkla lokal re-
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) zeksiyon ile tam tedavi sağlanır.
438 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
K linik Ö ze llikle r
Plazma hücreli tümörlerin klinik özellikleri çok çeşitli
dir. Bu özellikler, tümör hücrelerinin çeşitli dokulardaki
hasar verici etkilerinden ve tümör hücreleri tarafından
salgılanan tam ya da parsiyel immunglobülinler nede
niyle oluşan komplikasyonlardan kaynaklanırlar.
Multipl myelomda sık görülen klinikopatolojik özel
likler aşağıda özetlenmektedir:
® Kemik ağrısı, patolojik kırıklar nedeniyle meydana ge
lir. Vertebradaki patolojik kırıklar, bir onkolojik acil
durum kabul edilen spinal kord sıkışmasına neden
olur.
• Hiperkalsemi, kemik rezorpsiyonundan kaynaklanır.
Konfüzyon ve letarji nörolojik sonuçlar doğurur. Böb
rek fonksiyonlarının bozulmasında rolü vardır.
• Anemi, tümör hücrelerinin kemik iliğini kaplaması ve
tam olarak bilinmeyen mekanizmalarla hematopoie-
zin baskılanması nedeniyle meydana gelir.
• Tekrarlayan enfeksiyonlara, S aureus, S. pneumoniae ve
E. coli gibi bakteriler etken olur. Bunlar, normal hu
moral bağışıklığın belirgin şekilde baskılanması ne
deniyle meydana gelir.
• Renal yetmezlik (hastaların yaklaşık %50'sinde) Bence
Jones proteinlerinin renal tubüler hücrelerdeki etkisi,
bakteriyel enfeksiyonlar, hiperkalsemi ve amiloidoz
nedeniyle meydana gelir.
• AL tipi amiloidoz (hastaların %5-10'unda).
• Hipervizkositeye bağlı semptomlar, M proteinlerinin
üretimi ve agregasyonu sonucu meydana gelir. Ancak
Resim 11-19 Multipl myelom. A , Kafatasının radyolojik görünü bu klinik prezantasyon daha çok lenfoplazmasitik
mü, lateral çekim. Keskin sınırlı zımba deliği kemik defektleri kal- lenfomanm karakteristik özelliğidir.
varyumda en belirgin. B, Kemik iliği aspiratı. Normal kemik iliği
hücrelerinin yerini, bir kısmı multipl nükleuslu, belirgin nükleollü ve Karakteristik fokal zımba deliği kemik defektleri özellik
immunoglobulin içeren sitoplazmik damlacıklara sahip atipik plaz le vertebralarda ve kalvaryumda görüldüğünde multipl
ma hücreleri almış. myelomdan şüphelenilmelidir. Serum ve idrar elektrofo-
rezi önemli diagnostik testlerdir. Olguların %99'unda,
monoklonal tam immunglobülinler ya da monoklonal bir
immunglobülin hafif zinciri serumda, idrarda ya da iki
genellikle kastları çevreler. K a stların komşuluğundaki; sinde birden mevcuttur. Geri kalan az sayıdaki olguda
epitel h ü creleri, Bence Jones proteinlerinin ta k sik ise, monoklonal serbest immunglobülinler plazma hücre
e tk ile ri nedeniyle ço k sık o lara k n e k ro tik ya da at- lerinde saptanırlar. Bu olgularda, lezyon bazen nonsekre-
ro fik tir. Böbrekte sık görülen diğer patolojik olaylar, ke tuar myelom olarak adlandırılır. Plazma hücre proliferas-
mik rezorpsiyonundan ve hiperkalsemiden kaynaklanan yonunu kanıtlamak için kemik iliği incelemesi yapılır.
metastatik kalsifikasyon, böbrek glomerüllerini ve damar Lenfoplazmasitik lenfoma yaşlılarda görülür; en sık gö
duvarlarını tutan hafif zin cir (A L ) am iloidozu ve bakte- rüldüğü yaşlar altıncı ve yedinci dekadlardır. Çoğu kli
riyel enfeksiyonlara eğilimin artması nedeniyle ortaya çıkan nik bulgu be belirti tümör hücrelerinden IgM (makrog-
b a k te riy e l pyelo n efrittir. Nadiren, neoplastik plazma lobülin) salgılanmasından kaynaklanır. Makroglobülin-
hücrelerinin interstisyel infiltrasyonu görülür. ler, boyutları nedeniyle kanın daha viskoz hale gelmesi
M ultipl m yelom dan fa rk lı o la rak , lenfoplazm asi- ne neden olurlar ve Waldenstrom makroglobülinemisi adı
t ik lenfom ada litik kem ik lezyonları görülm ez. Ne verilen sendroma yol açarlar. Waldenstrom makroglobü
oplastik hücreler kemik iliğini, lenf nodlarını, dalağı ve ba linemisi aşağıdaki özellikler ile karakterizedir:
zen de karaciğeri diffüz olarak infiltre ederler. Hastalık iler
ledikçe, diğer organlarda da infiltrasyonlar görülebilir. Hüc
• Görme sorunları, retinal yenlerdeki belirgin tortüöz
resel infiltrasyon, lenfositler, plazma hücreleri ve intermedi- yapılanma ve distansiyondan kaynaklanır. Retinal ka
yer diferansiasyon gösteren plazmasitik lenfositlerden namalar ve eksiida oluşumunun da görme sorunla
rında rolü vardır.
440 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
) MORFOLOJİ
Hodgkin lenfom anm o lm azsa o lm az özelliği Reed-
Sternberg (R S ) hü cresid ir (Resim 11-20). Çok büyük
boyutlarda (çapı 15-45 pm) olan bu hücre büyük multilo-
büle nükleusa, son derece belirgin nükleole ve genllikle ha
fif eozinofllik geniş sitoplazmaya sahiptir. En k a ra k te ris
t ik ö ze llik , b irb irin in ayna görüntüsü olan ve herbi-
ri b ü yü k (in k lü zyo n b e n ze ri) asidofilik nükleolus
içeren n ü kleu slara ya da n ü klee r loblara sahip hüc Resim 11-21 Hodgkin lenfoma, nodüler skleroz tipi—lenf nodu.
re le rd ir. Nükleolus berrak bir zon ile çevrelenmiş oldu Birçok küçük nükleol içeren multilobe nükleusa sahip bir “ laküner
ğundan baykuş gözü görünümündedir. Nükleer membran hücre” sitoplazmasının retraksiyonu nedeniyle berrak bir boşluk
belirgindir. Tipik RS hücrelerive varyantları karakteristik bir içerisinde izlenmekte. Lenfositler ile çevrelenmiş.
immunfenotipe sahiptir. Bunlar CD15 ve CD30 ekspresyo- (Dr. Robert W. McKenna'nın izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas
Southwestern M edical School, Dallas, Texas.)
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 441
Resim 11-22 Hodgkin lenfoma, nodüler skleroz tipi—lenf nodu. Resim 11-23 Hodgkin lenfoma, mikst sellülarite tipi—lenf nodu.
Küçük büyütmede, tüm ör hücrelerini nodüllere ayıran belirgin Eozinofiller, lenfositler ve histiyositler ile çevrelenmiş tanısal binük-
pembe bandlar, asellüler kollajen izlenmekte. leer Reed-Sternberg hücresi.
(Dr. Robert W. McKenna'nm izniyle, Department o f Pathology, University o f Texas (Dr. Robert W. M cKenna’nm izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.) Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
• Lenfoid dokuyu çevreleyerek nodüllere ayıran kollajen benzer şekilde RS hücreleri ve reaktif hücrelerden oluşan
bandlar (Resim 11-22). Fibrozis çok az olabileceği gibi, düzensiz nodüller şeklindedir.
çok belirgin de olabilir ve çeşitli oranlarda lenfositler, eo
zinofiller, histiyositler ve laküner hücrelerden oluşan bir
hücresel infiltrasyon gösterebilir.
M ikst se llü larite Hodgkin lenfom a, 50 yaş üstü has PATOGENEZ
talarda en sık görülen Hodgkin lenfoma tipidir ve tüm olgu RS hücrelerinin kökeni 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın büyük bir
ların yaklaşık % 25’ ini oluşturur. Erkeklerde daha sıktır. Kü bölümü boyunca bir sır olarak kalmıştır. Sonunda tek bir
çük lenfositler, eozinofiller, plazma hücreleri ve makrofaj- RS hücresinde yapılan mikrodiseksiyon ve moleküler çelış-
lardan oluşan heterojen bir inflamatuar infiltrasyon içinde malar sayesinde bu sır çözülmüştür. Çalışmalar, tek olguda
çok sayıda RS hücresi bulunur (Resim 11-23). Bu alttip, ya ki her bir RS hücresinin benzer immunglobülin gen düzen
yılım yapmaya ve sistemik belirtiler göstermeye nodüler lenmesine sahip olduğunu göstermiştir. Buna ek olarak, ye
sklerozdan daha eğilimlidir. niden düzenlenen immunglobülin genlerinin somatik hiper-
Lenfositten baskın Hodgkin lenfom a. Bu alttip mutasyon gösterdiği saptanmıştır. Sonuç olarak, artık
Hodgkin lenfomaların yaklaşık %5’ ini oluşturur. Patlamış Hodgkin lenfomanın germ inal m e rk e z B hü crelerin
mısıra benzeyen multilobe ve şişkin nükleusa sahip lenfo- den kaynaklanan bir neoplazi olduğu bilinm ekted ir.
histiyositik (L&H ) varyant RS hücrelerinin (patlamış mısır- Bu hücrelerin transforme olmasına yol açan, görünümle
popcorn hücresi) varlığı ile karakterizedir. L&H varyantları rini ve gen ekspresyon programlarını değiştiren olaylar hala
genellikle inaktif B hücreleri ve değişken miktarlarda mak-
rofajlardan oluşan geniş nodüller içerisinde bulunurlar (Re
sim 11-24). Eozinofiller, nötrofiller ve plazma hücreleri gi
bi diğer reaktif hücre tipleri az görülür ya da yoktur. Tipik
RS hücreleri nadirdir. “ Klasik” Hodgkin lenfoma tiplerinde
ki Reed-Sternberg varyantlarından farklı olarak, L&H var
yantları B hücre belireçlerini (örneğin CD20) eksprese
ederler, ancak CD15 ve CD30 ekspresyonu genellikle gös
termezler. Bu alttipin görüldüğü çoğu hastada izole servikal
ya da aksiller lenfadenopati vardır ve prognoz tipik olarak
çok iyidir.
H isto lo jik Tanıda Önem Taşıyan Diğer Fak tö rler.
Hodgkin lenfoma geniş bir histolojik çeşitlilik gösterir. Ka
rakteristik fibrozis, eozinofiller, nötrofiller ve plazma hüc
releri ile belli form lar inflamatuar reaktif süreçleri yanıltıcı
şekilde taklit eder. Hodgkin lenfom anın histo lo jik ta
nısı için, re a k tif hücrelerden oluşan zem inde RS
hücrelerinin y a da vary antların ın saptanm ası gerek Resim 11-24 Hodgkin lenfoma, lenfositten baskın tip—lenf nodu.
lidir. immunfenotipleme, Hodgkin lenfomayı reaktif olay Çok sayıda matür görünümlü lenfosit seyrek, büyük, soluk boy
lardan ve diğer lenfoma tiplerinden ayırmada önemli rol anan lenfosittik ve histiyositik varyantları (“ patlamış mısır-popkorn
oynar. Tüm alttiplerde, dalak, karaciğer, kemik iliği ve diğer hücre” ) çevrelemekte.
organların tutulumu olabilir. Tutulum, lenf nodlarındakine (Dr. Robert W. M cKenna’nm izniyle, Departm ent o f Pathology, University o f Texas
Southwestern Medical School, Dallas, Texas.)
442 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
Myelodisplastik Sendromlar
Myelodisplastik sendromlarda (MDS'ler), kemik iliğinin
bir kısmını ya da tamamını, transforme multipotent kök
hücreden üreyen klonal hücreler kaplamıştır. Bu hücre
ler eritrositlere, granülositlere ve trombositlere diferan
siasyon yeteneğini korumaktadır, ancak bu diferansias
yon etkisiz ve düzensizdir. Sonuç olarak, kemik iliği ge
nellikle hipersellüler ya da normosellülerdir, ancak peri-
ferik kanda bir tip ya da birden fazla tipte hücreyi etki
leyen sitopeni vardır. Kemik iliğindeki genetik olarak
dengesiz olan anormal kök hücre klonu bir takım ek
Resim 11-25 A kut promyelositik lösemi—kemik iliği aspiratı. Neo- mutasyonlara ve sonuçta AML'ye transforme olmaya
plastik promyelositler çok sayıda azurofilik, kaba granüllere sahip. eğilimlidir. Çoğu olgu idiyopatik olmakla birlikte, bun
Bilobe nükleollü hücreler ve alanın ortasındaki multipl iğne benzeri lardan bazıları alkilleyici ajanlarla yapılan kemoterapi ya
Auer çomakları içeren hücre diğer karakteristik özellikler. da iyonize radyasyon tedavisi sonrasında gelişmiştir.
(D r. R o b e rt W. M cK e n n a 'n ın izniyle, D e p a rtm e n t o f Pathology, U niversity o f Texas
Southw estern M e d ica l School, Dallas, T e xa s.)
PATOGENEZ
İm m unfenotip. AML'de immünolojik belirteçlerin eksp- MDS’ nin patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. Sitogene-
resyonları heterojendir. Tümörlerin çoğunda CD13, tik çalışmalar, olguların % 70 kadarında klonal anorm allikler
CD14, CD15, CD64 ya da CD117 (cKIT) gibi myeloid olduğunu gösterm iştir. G enellikle translokasyon yoktu r, an
ilişkili antijenlerin kombine ekspresyonu görülür. CD33 cak tam krom ozom ların ya da krom o zom parçalarının kay
pluripotent kök hücrelerde eksprese edilir, ancak mye bı ya da kazanımı sıktır. Sık görülen bazı ka ryo tip ik an o r
loid projenitör hücrelerde de korunmuştur. Bu tür belir m a llik le r arasında 5 ya d a 7 m onozom isi; S q, 7q ve
teçler AML'yi ALL'den ayırmada (Resim 11-14'te göste 2 0 q delesyonları ve triz o m i 8 sayılabilir. Son çalışmalar
rildiği gibi) ve sadece minimal bir diferansiasyon göste da, 5 q ’da delesyonu gerçekleşen k ritik bölgede ribozom al
b ir proteini ve çeşitli m ik ro R N A ’ ları kodlayan genler oldu
ren AML'leri belirlemede yardımcıdır.
ğu saptanmıştır. Tüm bu gen kayıplarının, 5q sendrom u adı
Prognoz. AML hızlı ilerleyen bir hastalıktır. "Düşük
verilen b ir MDS alttipinin gelişiminde rolü olduğu düşünül
riskli" karyotipik anomaliler (t[8 ; 2 1 ], inv[16]) gösteren
m ektedir. Daha çok kadınlarda görülen bu sendrom da ağır
tümörlerde uzun dönem hastalıksız sağ kalım şansı
anemi ve norm al ya da yüksek tro m b o s it sayıları söz konu
%50'dir. Ancak tüm hastaların sağ kalım oranı gelenek
sudur. Sıklıkla, talidom id analogları ile yapılan tedaviye ce
sel kemoterati ile sadece %15-30'dur. ATRA ve arsenic vap verir. Talidomidin, he m atopoietik öncüller ile kem ik ili
tuzları ile yapılan hedefe yönelik tedavinin akut prom ğinin strom a hücreleri arasındaki ilişkide etkisi olduğu düşü
yelositik lösemilerde sağladığı prognostik gelişme bir nülm ektedir.
umut ışığı olmuştur. Her geçen gün daha fazla AML has-
IR parçaları-
füzyon pro-
ıyatta kalma-
bu faktörle -
iiyüme fak-
»rünün ak-
■dan üreti-
azalm ıştır.
en hastalığın
■izedir. BCR-
bulunsa da,
ırak bilinme-
negakaryosit
.ökosit sayısı
:k derecede
olarak nöt-
rdir (Resim
e belirgindir;
itların küçük
kla p e rife rik
ıgakaryositik
lye lob la stlar
olan dalağın
ıpoiez nede-
ıroliferasyon
in ik in fa rtla r
U niversity o f Texas
Beyaz Hücrelerin Non-Neoplastik Hastalıkları 447
M ORFOLOJİ
P eriferik kan yayması belirgin şekilde anorm aldir (Resim
1 1 -2 7 ). E ritro sitle r genellikle anorm al şe k ille r (po-
ik ilo sitle r, gözyaşı dam lası h ü cre le ri) serg ilerler.
M yeloid tü m ö rle r yetişkinlerde g ö rü lü r ve üç grupta incele
N ükleuslu e ritro id seri öncüllerine sıklıkla im m atür beyaz
nir:
hücreler (m yelositler ve m etam yelositler) de eşlik ederler.
Bu kombinasyon bu kombinasyon “ lökoe ritro blastozis” • A k u t m yelo id lö se m ile r (A M L ’ le r)
olarak adlandırırlır. Ayrıca, anorm al büyüklükte tro m b o sit- ° İmmatür myeloid seri blastlarından meydana gelen bu
le r de bulunur. D alak, şiddetli ekstram edüller hem atopo agresif tüm örler kemik iliğini kaplar ve normal hema-
iez nedeniyle, belirgin b ü yü ktü r ve bazen ağırlığı 4 0 0 0 g r’ ı topoiezi baskılar.
g a S S B M B B IB B S B vr -ğ g ğ k il s
0 Myeloid diferansiasyonu engelleyen anormal transk Bu görünümleri ile doku makrofajlarma (morfologlar ta
ripsiyon faktörlerinin ekspresyonuna neden olan çe rafından histiyositler adı verilir) daha çok benzediklerin
şitli edinsel mutasyonlar vardır. den Langerhans hücreli histiyositoz terimi kullanılır.
Langerhans hücreli histiyositozlar üç farklı klinikopa-
• M yelo p ro liferatif h a s ta lık la r
tolojik antite şeklinde kendilerini gösterebilirler. Multi-
0 Tam gelişmiş myeloid elemanların satıca arttığı myelo sistem Langerhans hücreli histiyositoz (Letterer-Siwe hasta
id tüm örlerde, başlangıçta kanda hücre sayısı artar ve
lığı) genellikle 2 yaşından küçük çocuklarda görülür. Ti
ekstramedüller hematopoiez görülür.
pik olarak, seboreik deri döküntülerine benzeyen ve
0 Normal büyüme faktörlerinin sinyallerini taklit eden ti- Langerhans hücrelerinden oluşan multifokal kütanöz
rozin kinazların aktivasyonuna yol açan edinsel mutas
lezyonlar ile kendini belli eder. Çoğu hastada hepatosp-
yonlar vardır. Patojenik kinazlardan en sık görüleni
lenomegali, lenfadenopati, pulmoner lezyonlar ve (kli
BCR-ABL (KML ile ilişkili) ve mutasyona uğramış
nik seyirde geç dönemde görülen) destrüktif osteolitik
JAK2’dir (polisitemi vera ve primer myelofibroz ilişkili).
kemik lezyonları vardır. Kemik iliğinin yaygın infiltras-
0 Bu hastalıkların hepsi akut lösemiye ve anemi, trom-
yonu genellikle pansitopeniye yol açar; otit media ve
bositopeni ve splenomegali ile ilişkili kemik iliği fibro-
mastoidit gibi reküran enfeksiyonlara eğilimi artırır.
zisine transforme olabilir.
Hastalı tedavisiz bırakılırsa hızlı ve ölümcül seyreder.
* M ye lo d isp lastik se n d ro m la r
Yoğun kemoterapi ile hastaların %50'si 5 yıl hayatta ka
0 Bunlar düzensiz ve etkisiz hematopoiez ile karakteri- labilir.
ze, tam olarak anlaşılamamış olan myeloid tüm örler Ünisistem Langerhans hücreli histiyositoz (eozinofilik
dir. granülom) ünifokal ya da multifokal olabilir. Genellikle
0 Bir ya da birden fazla sitopeni ile kendilerini gösterir kemiklerin medüller kavitelerinde ya da daha sıklıkla
ler ve olguların %10-40’ı AM L’ye transforme olur. deride, akciğerlerde ya da midede Langerhans hücrele
rinden oluşan ve genişleyen eroziv birikimler ile karak-
terizedir. Langerhans hücreleri değişken miktarlarda
Histiyositik Neoplaziler lenfositler, plazma hücreleri, nötrofiller ve eozinofiller
ile karışık halde bulunurlar. Eozinofiller her zaman ol
Langerhans Hücreli Histiyositozlar masa da genellikle baskın hücre tipidir. İskelet sistemin
Histiyositoz terimi, dendritik hücrelerin ya da makrofaj- deki herhangi bir kemik tutulabilir; kalvaryum, kabur
larm çeşitli proliferatif hastalıkları için kullanılan bir tür galar ve femur en sık tutulan kemiklerdir. Asemptoma-
"şemsiye" tanımlamadır. Oldukça nadir görülen histiyo tik olabilir ya da ağrı, hassasiyet ya da patolojik kırıkla
sitik lenfomalar gibi bazı histiyositik neoplaziler son de ra yol açabilir. Spontan olarak iyileşebilen ya da lokal ek-
rece malign tümörlerdir. Diğerleri ise, lenf nodlarmdaki sizyon veya radyasyon ile tedavi edilebilen yavaş seyirli
çoğu histiyositik proliferasyonlar gibi tamamen benign bir hastalıktır. Tek sistemi etkileyen, ancak multifokal
ve reaktiftir. Bu iki uç nokta arasında ise Langerhans olan bu hastalık daha çok çocuklarda görülür ve tipik
hücrelerinin oluşturduğu, Langerhans hücreli histiyositoz olarak, bazen yumuşak dokuya da uzanan multipl ero
lar adı verilen ve nispeten nadir görülen tümör grubu ziv kemik kitleleri ile kendini gösterir. Olguların yakla
yer alır. Bölüm 4'te de tanımlandığı üzere, Langerhans şık %50'sinde hipotalamusun posterior hipofiz sapının
hücreleri epidermiste bulunan immatür dendritik hücre tutulumu diabetes insipitusa neden olur. Kalvaryumda
lerdir. Diğer organlarda da benzer hücreler bulunur ve kemik defektleri, diabetes insipitus ve ekzoftalmus
bunlar antijenleri yakalama ve T hücrelerine gösterme Hand-Schüller-Christian triadı olarak adlandırılır. Çoğu
fonksiyonu görürler. hastada spontan regresyonlar görülür, diğerleri ise ke
Langerhans hücre proliferasyonları çeşitli klinik tablo moterapi ile etkin şekilde tedavi edilebilirler.
lar sergilerler. Ancak bunların hepsinin temelde aynı Hastalığın farklı klinik formlarında seriıı/treonin kinaz
hastalığın varyasyonları olduğuna inanılmaktadır. Proli- BRAF'ta edinsel ıııutasyonların oldukça sık olarak görülme
ferasyon halindeki Langerhans hücreleri MHC sınıf II si, Langerhans hücreli tümörlerin patogenezi konusunda f i
antijenleri, C D la ve langerin eksprese ederler. Langerin, kir veren önemli bir bulgudur. Bu mutasyonda 600. sırada
Birbeck granüllerinde bulunan bir transmembran protein valinin yerini glutamatm alması kinazm hiperaktivitesi-
dir. Sitoplazmadaki çomak benzeri yapılar olan Birbeck ne yol açar. Hairy cell lösemi, benign nevüsler, malign
grandilerinin elektron mikroskobik incelemede karakte melanom, papiller tiroid karsinomu ve bazı kolon kan
ristik periyodik tekrarlamalar ve bazen dilate terminal serleri gibi çeşitli tümörlerde de aynı mutasyma rastlanır
uç ("tenis raketi" görünümü) içerdikleri saptanır. Işık (Bölüm 5). BRAF, hücresel hayatta kalımı ve proliferas-
mikroskobunda ise prolifasyon halindeki Langerhans yonu teşvik eden Ras sinyalizasyon yolağının bir kom-
hücreleri normal dendritik hücrelere benzemezler. Geniş ponentidir ve neoplastik Langerhans hücrelerinin çoğal
vakuoler sitoplazmaya ve veziküler nükleole sahiptirler. masında rolü vardır.
KANAMA HASTALIKLARI
Kanama hastalıkları, klinik olarak spontan ya da mi laşmada damar duvarının, trombositlerin ve pıhtılaşma
nimal bir başlangıç olayının (örneğin travma ya da cer faktörlerinin rolü vardır. Bu komponentlerden herhangi
rahi) ardından gelişen anormal kanamalar ile karakteri- birindeki bir anormallik klinik olarak belirgin kanama
zedir. Bölüm 3'te de tanımlandığı üzere, normal pıhtı lara yol açabilir. Olası bir kanama hastalığından kuşku-
450 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
lamları hastaların incelemelerinde başvurulan laboratu ğu zaman koagülasyon ile ilgili laboratuvar testleri nor
ar testleri ve ana değerlendirme ilkeleri bir sonraki kı maldir. Ayrıca kanamalar, endotel hücrelerinde inflamasyon
sımda özetlenmektedir. Ardından lcoagülasyon ile ilgili ve hasara neden olan sistemik durumlar tarafından da tetik
spesifik hastalıklardan bahsedilecektir. lenebilir. Bu etkenler yeterince şiddetli ise tüm dolaşım
Koagülopatiden kuşkulamldığmda yapılan en önemli sistemi boyunca vasküler yüzey koagülasyonu aktive
incelemeler: eden protrombotik bir yüzeye dönüşür. Bu durum, dis-
» Protrombin zamanı (PT). Bu test ekstrinsek ve genel ko- semine intravasküler koagülasyon (DÎK) (diğer kısımda
agülasyon yolaklarım değerlendirmek için yapılır. Do bahsedilecek) olarak adlandırılır. Paradoksal olarak,
ku tromboplastini (ör. beyin ekstresi) ve Ca2+ iyonları DİK'da trombositler ve koagülasyon faktörleri yenilen
eklendiğinde plazmanın pıhtılaşması için geçen zama melerinden daha hızlı bir şekilde harcanırlar. Sonuçta,
nın (saniye olarak) ölçümüdür. Uzamış PT'nin olası ne bunların eksiklikleri şiddetli kanamalara yola açar (tüke
denleri, faktör V, VII, X, protrombin ya da fibrojen ek tim koagiilopatisi olarak adlandırılan durum).
sikliği ya da ekstrinsek yolağın ilerlemesini durduran Trombosit eksiklikleri (trombositopeni) önemli kanama
edinsel bir inhibitor (tipik olarak bir antikor) varlığıdır. nedenlerindendir. Bunlar, daha sonra bahsedilecek olan
• Parsiyel tromboplastin zamanı (PTT). Bu test ile intrin- çeşitli klinik tablolarda görülürler. Diğer kanama hasta
sek ve genel koagülasyon yolakları değerlendirilir. lıkları ise trombosit fonksiyon kusurlarından kaynaklanır
Kaolin, sefalin ve Ca2+ eklendikten sonra plazmanın lar. Bu kusurlar, üremi, çeşitli myeloproliteratif hastalık
pıhtılaşması için gereken zamanı (saniye olarak) öl lar ve aspirin alımı gibi edinsel nedenlerle olabileceği gi
bi, von Willebrand hastalığı ve diğer nadir doğumsal
çer. Kaolin temasa bağlı faktör olan faktör XU'yi akti-
hastalıklar gibi kalıtsal nedenli de olabilir. Yetersiz
ve eder, sefalin ise trombosit fosfolipidlerinin yerine
trombosit fonksiyonunun klinik belirtileri, kolay morar
geçer. PTT'nin uzaması, faktör V, VIII, IX, X, XI, XII,
ma, burun kanaması, minör travma sonrası şiddetli ka
protrombin ya da fibrinojen eksikliğinden ya da int-
nama ve menorajidir.
rinsek yolağın ilerlemesini engelleyen edinsel bir in
Bir ya da birden fazla koagülasyon faktöründeki kusurlar
hibitor varlığından kaynaklanır.
dan kaynaklanan kanama hastalıklarında PT, PTT ya da her
• Trombosit sayısı. Koagülasyonu durdurulmuş kanda
ikisi birden uzamıştır. Trombosit kusurlarından farklı ola
elektronik partikül sayıcı kullanılarak saptanır. Nor
rak, genellikle peteşti ve mukozal kanamalar olmaz. Ka
mal değerler 150,000-450,000/pL arasında olmalıdır.
namalar vücudun travmaya açık bölgelerinde, örneğin
Bu aralığın dışında kalan değerler, periferik kan yay
alt ekstremite eklemlerinde meydana gelir. Cerrahi, den
masında görsel inceleme yapılarak doğrulanmalıdır.
tal müdahaleler ya da ağır travma sonrası masif kanama
® Trombosit fonksiyon testleri. Günümüzde, karışık trom lar görülür. Bu kategori içerisinde, önemli bir kalıtsal ko
bosit fonksiyonlarının hepsini birden yeterli şekilde agülasyon hastalığı grubu olan hemofililer yer alır.
değerlendirecek tek bir test henüz yoktur. Trombosit- Kusurların kombinasyonu sonucu meydana gelen kana
lerin belli agonistlere karşı cevabını ölçen trombosit malar da nadir değildir. Hem trombositopeni hem de ko
agregasyon testleri ve von Willebrand faktörü (subvas- agülasyon faktörü eksikliklerinin kanamada rol oynadı
küler kollajene trombosit adezyonu için gereklidir) ğı DİK'da ve hem trombosit fonksiyonlarının hem de
için kalitatif ve kantitatif testler klinik pratikte sık ola (daha az oranla) koagülasyon faktörü fonksiyonlarının
rak kullanılan testlerdir. Daha eski bir test olan kana bozuk olduğu von Willebrand hastalığında meydana ge
ma zamanının da bir değeri vardır, ancak bu test hem len durum budur.
zaman alıcı olduğundan, hem de standardizasyonu Bu genel bilgilerden sonra, şimdi spesifik kanama
zor olduğundan artık nadiren kullanılmaktadır. Trom hastalıklarına geçebiliriz.
bosit fonksiyonlarını kantitatif olarak ölçen yeni ci
hazlar gelecek vaad etmektedir, ancak klinikte rutin
kullanım için hala uygun değildirler. DİSSEMİNE İNTRAVASKÜLER
Ek olarak, spesifik pıhtılaşma faktörlerinin ve fibrin yı KO AG Ü LASYO N
kım ürünlerinin seviyelerini ölçen ya da dolaşımdaki
antikoagülan maddelerin varlığını değerlendiren daha Dissemine (yaygın) intravasküler koagülasyon (DİK) çok
özelleşmiş testler de vardır. çeşitli hastalıkların komplikasyonu olarak meydana gelebi
Kanama hastalıkları, damarlardaki, trombositlerdeki lir. DİK, koagiilasyonun sistemik aktivasyonundan kaynak
ya da koagülasyon faktörlerindeki anormalliklerden (tek lanır ve tüm mikrodolaşım boyunca trombüs oluşumlarına
başına ya da kombinasyon halinde) kaynaklanır. Vaskü- yol açar. Sonuç olarak, trombositler ve koagülasyon faktörle
ler dayanıksızlık nedeniyle meydana gelen kanamalar C ri tüketilir ve fibrinoliz aktive olur. Böylece DİK, ya mik-
vitamini eksikliğinde (skorbüt) (Bölüm 7), sistemik ami- rotrombüsler nedeniyle doku hipoksisi ve mikroinfarkt-
loidoz (Bölüm 4), kronik glukokortikoid kullanımı, bağ lara, ya da fibrinolizin patolojik aktivasyonu ve hemos-
dokusunu etkileyen nadir kalıtsal hastalıklar ve birçok taz için gerekli elemanların eksikliği nedeniyle kanama
enfeksiyöz ve hipersensitivite vaskülitlerinde görülür, hastalığına (yani tüketim koagülopatisine) yol açar. Bu
bu vaskülitler arasında meningokoksemi, enfektif endo- antite tüm doğumsal koagülasyon bozukluklarından da
kardit, riketsiyel hastalıklar, tifo ve Henoch-Schönlein ha sık bir kanama nedeni olarak karşımıza çıkar.
purpurası sayılabilir. Bu hastalıkların bazılarından diğer
bölümlerde bahsedilmektedir, bazıları da bu kitabın
kapsamının dışında kalmaktadır. Sadece vasküler daya PA TO G EN EZ
nıksızlıktan kaymaklanan kanamalar, deri ve müköz DİK ile ilişkili spesifik hastalıklardan bahsetmeden önce, int
membranlarda peteşi ve ekimozlarm "spontan" ortaya ravasküler pıhtılaşmanın gelişimindeki patojenik mekaniz-
çıkması (minör travma nedeniyle) ile karakterizedir. Ço
Dissemine İntravasküler Koagülasyon
maları kısaca özetleyelim . Bu noktada, norm al kan pıhtılaş lekslerinin b irikim i (ör. sistemik lupus eritem atozus), aşırı
ması konusuna (Bölüm 3) dönm ek yararlı olacaktır. Pıhtı sıcaklık dereceleri (ör. sıcak çarpması ya da yanıklardan
laşmanın, doku fa k tö rü (doku trom boplastini) salınımı ile sonra) ya da enfeksiyonlar (ör. m eningokoklar ya da riket-
tetiklenen ekstrinsek yolak ile, ya da fa k tö r X ll’ nin yüzey siya) yaygın endotel hasarına yol açabilir. Bölüm 3 ’te de an
teması, kollajen ya da diğer negatif yüklü m addeler tarafın latıldığı gibi, endotel hasarı endotoksem inin önemli b ir so
dan aktivasyonun söz konusu olduğu intrinsek yolak ile nucudur ve D İK ’ un, gram -negatif sepsisin sık görülen bir
başladığını hatırlayalım. H e r iki yolak da tro m b in oluşum u kom plikasyonu olması şaşırtıcı değildir.
na yol açar. Pıhtılaşma norm alde, aktive olmuş olan pıhtılaş DİK ile ilişkili hastalıklar Tablo 1 1 -1 2 ’ de listelenmiştir.
ma fa ktö rle rin in m akrofajlar ve karaciğer tarafından hızla Bunlar arasında, sepsis, o b ste trik kom plikasyonlar, maligni-
tem izlenmesi, endojen antikoagülanlar (ör. protein C) ve te ve ağır travm a (özellikle beyin travması) DİK ile en sık
fib rin o liz aktivasyonu sayesinde sınırlanır. ilişkili olanlardır. Bu klinik durum larda, süreci başlatan olay
D İK genellikle, ya (1 ) doku fa ktö rü veya trom bo plastik lar m ultipl ve sıklıkla b irb irle ri ile ilişkilidir. Ö rneğin, obstet
m addelerin dolaşıma salınması tarafından, ya da ( 2 ) yaygın rik durum larda, plasenta, fetus kalıntısı ya da am nionik sıvı
endotel hücre hasarı nedeniyle te tikle n ir (Resim 1 1 -2 8 ). kaynaklı olan doku faktörü dolaşıma girer. Bununla birlikte,
T rom boplastik m addeler dolaşıma çeşitli kaynaklardan salı- şok, hipoksi ve asidoz beraberinde genellikle vardır ve yay
nabilirler. Ö rneğin, o b ste trik kom plikasyonlarda plasenta gın endotelyal hasara yol açabilir. Beyin travması, yağ ve
ya da özellikle akut prom yelositik lösemi ve adenokarsi- fosfolipidlerin salınmasına neden olur. Bunlar da temas fak
n o m la rg ib i bazı kanser hücreleri kaynaklık edebilir. Kanser tö rle ri olarak ro l oynayarak koagülasyon kaskadının in trin
hücreleri koagülasyonu, başka yollarla da başlatabilir; ö rn e sek kolunu aktive ederler.
ğin, p ro te o litik enzim ler salgılayarak ya da doku faktörü Patojenik mekanizma ne olursa olsun, D İK ’ un iki sonu
eksprese ederek. G ram -negatif ve gra m -po zitif sepsislerde cu vardır. Birincisi, m ikrodolaşıs ı içerisinde yaygın fib
(önem li DİK nedenleri), endotoksinler ya da ekzotoksinler rin b irikim i vardır. Bununla ilişkili olarak orta ya çıkan tı-
m onositlerden doku faktörü salmımını uyarır. A ktive olan kanıklıklardaha şiddetli durum larda ya da daha hassas o r
m onositler, IL-2 ve tü m ö r nekrozu fa ktö rü de salgılarlar. ganlarda iskemiye ve e ritro s itle r fib rin tro m b ü sle r tarafın
Bunların her ikisi de endotel hücreleri üzerinde doku fak dan daraltılmış damarlardan geçeklerken travm aya uğra
tö rü ekspresyonunu sağlar ve aynı zamanda tro m b o m o d ü - dıklarından hem olize (m ikro an jiy@ p atik fîaemolitik
lin ekspresyonunu azaltır. T rom bo m od ülin, hatırlanacağı anem i) neden olur. İkincisi, tro m b o sitle r ve pıhtılaşma fak
üzere, b ir antikoagülan olan protein C ’yi aktive eder (Bö tö rle ri azaldığından ve plazminojen aktiva törle ri salındığın-
lüm 3). Bütün bu olayların toplam sonucu tro m b in üre tim i dan kanam a d iyatezi meydana gelir. Plazmin sadece fib
nin artışı ve koagülasyonu sınırlayan in h ib ito r yolakların et rini (fib rin o liz) değil, fa k tö r V ve V lll’ i de parçalar. Böylece,
kisini kaybetmesidir. bunların konsantrasyonlarını daha da azaltır. Buna ek ola
A ğ ır endotel hücre hasarı, doku fa ktö rü salınımı ve su- rak, fib rin o liz fib rin yıkım ürünlerini ortaya çıkartır. Bunlar
bendotelyal kollajenin ve von W ille b ra n d fa ktö rü n ü n tro m b o s it agragasyonunu inhibe ederler, an tirom b in etkile
(v W F ) açığa çıkması nedeniyle D İK ’ a yol açar. Ancak endo ri vard ır ve fibrin polim erizasyonunu bozarlar. Bütün bu et
tel hasarının minimal form ları bile, endotel hücre yüzeyle kiler hem ostatik yetm ezlikte ro l oynayan fa k tö rle rd ir (Re
rinde doku fa ktö rü ekspresyonunun artışını uyararak pro- sim 1 1 -2 8 ).
koagülan aktiviteyi serbest bırakır. A ntijen -antiko r kom p
Tablo 11-12 Dissemine intravasküler Koagülasyon ile İlişkili laşma genellikle mikrodolaşımda sınırlıdır, ancak bazen
Başlıca Bozukluklar büyük damarla da tutulabilir. Belirtiler minimal olabile
O b s te trik Kom plikasyonlar ceği gibi, şok, akut böbrek yetmezliği, dispne, siyanoz,
konvülsyonlar ve koma gelişebilir. Uzamış ve şiddetli
Abruptio placentae
postpartum kanamalarda ya da deride peteşi ve ekimoz-
In utero m o rt fetalis
Septik abortus
larm varlığı durumunda DİK olasılığı mutlaka akla geti
Amnion sıvı embolisi rilmelidir. Sedece bu belirtiler ile kendini gösterebilece
Toksemi ği gibi, üriner ya da gastrointestinal kanal içerisine şid
detli kanama da olabilir. Laboratuvar incelemelerinde,
Enfeksiyonlar
trombositopeni ve PT, PTT uzaması saptanır (trombositle-
Sepsis (gram-negatif ve gram-pozitif) rin, pıhtılaşma faktörlerinin ve fibrinojenin tükenmesi
Meningokoksemi
nedeniyle). Plazmada fibrin yıkım ürünleri artar.
Kayalık Dağlar Benekli Humması
Prognoz, altta yatan hastalığın özelliklerine ve intra
Histoplazmosis
Aspergillozis
vasküler pıhtılaşma ve fibrinolizin şiddetine göre deği
Malarya şir. Akut DİK ölümcül olabilir ve heparin gibi antikoagü-
lanlar ile ya da taze donmuş plazma içeriğindeki koagü-
N eoplaziler
lanlar ile agresif bir şekilde tedavi edilmelidir. Kronik
Pankreas, prostat, akciğer ve mide karsinomları DİK ise, bazen beklenmedik bir şekilde laboratuvar in
A ku t promiyelositik lösemi celemelerinde farkedilir. Her iki durumda da kesin teda
Geniş D o ku Hasarı vi altta yatan nedene yönelik olmalıdır.
Travma
Yanıklar
Geniş cerrahi TROMBOSİTOPENİ
Çeşitli
izole trombositopenide kanamaya eğilim vardır, ancak ko
A ku t intravasküler hemoliz, yılan sokması, dev hemanjiyom, şok, agülasyon testleri normaldir. Genelde, 150,000 trombo-
ısı çarpması, vaskülit, a o rt anevrizması, karaciğer hastalığı sit/pL'den daha düşük trombosit seviyeleri trombosito
peni olarak kabul edilir. Trombosit sayısı sadece 20,000-
50,000 trombosit/pL seviyesine indiğinde posttravmatik
Q M ORFOLOJİ kanama riski artar. Spontan kanamalar ise trombosit se
viyesi 20,000 trombosit/pL'nin altına indiğinde ortaya
D İK ’te m ikro tro m b ü sle r en sık olarak böbre klerin, ad çıkar. Çoğu kanama, küçük ve yüzeye] kan damarların
renal bezlerin, beynin ve kalbin a rte rio lle rin d e ve kapiller- dan olur, ve bunlar deride, gastrointestinal ve üriner sis
lerinde gözlenir; ancak bunlar her organda olabilirler. Sade temlerin muköz membranlarmda ve diğer bölgelerde
ce endotel hücrelerinde hafif b ir şişmeye neden olabilecek peteşi ya da geniş ekimozlara yol açarlar. Santral sinir
leri gibi, değişken şiddette fokal glom e rü lo ne frite de yol sistemine daha geniş kanamalar, trombosit seviyesi be
açabilirler. M ikrovasküler tıkanm alar nedeniyle renal ko r- lirgin şekilde azaldığında büyük tehlike oluşturur.
tekste küçük in fa rktla r oluşur. A ğır olgularda, iskemi tüm Başlıca trombositopeni nedenleri Tablo 11-13'te liste-
korteksi harab eder ve bilateral renal ko rtika l nekroza yol
lenmiştir. Klinik olarak önem taşıyan trombositopeniler,
açar. Adrenal bezlerin tutulum u W a terh o u se-Frid erich
trombosit üretiminin azaldığı ya da trombosit harabiyeti-
sen sendrom u ile sonuçlanır (Bölüm 19). M ikro in fa rktla r
nin arttığı hastalıklarda görülür. Eğer neden trombosit
beyinde de sık görülür. Bunlar genellikle m ikro skopik ya da
harabiyetinin hızlanması ise kemik iliğinde genellikle me-
m akroskopik kanama odakları ile çevrelenmiştir. Ayrıca,
gakaryositlerde kompansatuar bir artış olur. Bu nedenle,
garip n ö ro lo jik belirtilere neden olabilirler. Kalpte ve ante
rio r hipofizde de benzer değişiklikler görülür. DİK She
kemik iliği incelemesi, iki ana trombositopeni kategorisi
ehan po stpartu m hipofiz n e k ro zu gelişiminde de rol arasında ayrımda yararlıdır. Trombositopeni, AIDS’te görü
oynayabilir (Bölüm 19). Eklampsi (gebelik toksemisi), pla len hematolojik durumlar arasında en sık rastlanılanlardandır.
senta, karaciğer, böbrekler, beyin ve hipofizde trom bü sle r HIV enfeksiyonunu erken bir döneminde meydana gelir
ile ilişkili hiperkoagülasyon d u ru m u d u r (Bölüm 18). DİK ve temelde multifaktöryeldir. Nedenler arasında, immun
nedenli kanamaya eğilim infarktus odakları çevresinde bek kompleks aracılı trombosit yıkımı, antitrombosit otoanti-
lenenden daha geniş kanamalara neden olm akla kalmaz; korlar ve megakaryosit gelişimi ve hayatta kalımında HIV
deride, vücut kavitelerinin serozal yüzeylerinde, epikardda, aracılı baskılanma sayılabilir.
endokardda, akciğerlerde ve ü rin e r tra ktın mukozal yüze
yinde diffüz peteşi ve ekim ozlara da yol açar.
İmmun Trombositopenik Purpura
Tablo 11-13 Trombositopeni Nedenleri topeni gelişir. Buna, trombosit membramndaki trombo
T ro m bo sit Yapımında Azalma
sit faktörü 4'e heparine bağımlı olarak bağlanan IgG an
tikorları neden olur. Sonuçta meydana gelen trombosit
Genel Kemik iliği Disfonksiyonu aktivasyonu, trombosit agregasyonunu başlatır. Böylece
Aplastik anemi: kongenital ve edinsel heparin, tedavisi için kullanıldığı sorunu, yani trombozu
Kemik iliği infiltrasyonu: lösemi, dissemine kanser hızlandırır. Belirgin trombositopeni olmasına rağmen,
T rom bosit işlevinin Selektif Bozukluğu
hem venöz hem de arteriyel trombozlar meydana gelir ve
bu durum ciddi morbidite (ör. kol-bacak kaybı) ve morta-
İlaca bağlı: alkol, tiazidler, sitotoksik ilaçlar lite sebebidir. Heparin tedavisinin kesilmesi, trombosit
Enfeksiyonlar: kızamık, HIV enfeksiyonu aktivasyonu ve tüketimi döngüsünü kırar. Düşük mole-
inefektif Megakaryopoez küler ağırlıklı heparin tiplerinin kullanılması bu komp
likasyonun gerçekleşme riskini düşürür.
Megaloblastik anemia
Paroksismal noktürnal hemoglobinüri
Trom botik Mikroanjiyopatiler: Trom botik
Azalmış T ro m bo sit Sağkalımı Trombositopenik Purpura ve Hemolitik
im m ünolojik Yıkım Üremik Sendrom
O toimm ün: immün trom bositopenik purpura, sistemic lupus
Trombotik mikroanjiyopati terimi, trombotik trombosito
eritematozus
penik purpura (TTP) ve hemolitik üremik sendromun
Izooimmün: post-transfüzyon ve neonatal
(HUS) içinde bulunduğu klinik sendromları kapsar. Da
ilaçlara bağlı: Kinidin, heparin, sulfa bileşikleri
Enfeksiyonlar: Enfeksiyöz mononükleoz, HIV enfeksiyonu, sito-
ha önce de tanımlandığı gibi, TTP, ateş, trombositopeni,
megalovirus enfeksiyonu mikroanjiyopatik hemolitik anemi, geçici nörolojik so
runlar ve böbrek yetmezliği beşlisi ile karakterizedir.
N on-im m ünolojik Yıkım HUS'ta da mikroanjiyopatik hemolitik anemi ve trombo
Dissemine intravasküler koagülasyon sitopeni vardır, ancak nörolojik semptomların yokluğu,
Trom botik trom bositopenik purpura akut böbrek yetmezliğinin baskın klinik özellik olması
Dev hemanjiyomlar ve daha çok çocuklarda görülmesi sayesinde TTP'den ay
Mikroanjiyopatik hem olitik anemiler rılır (Bölüm 13). TPP'si olan çoğu yetişkin hastada beş
Sekestrasyon kriterin biri ya da birden fazlasının görülmemesi ve
Hipersplenizm
HUS'lu bazı hastalarda ateş ve nörolojik fonksiyon bo
zukluklarının olması nedeniyle, klinikte iki hastalık ara
Dilüsyona bağlı sındaki ayrım zordur. Her iki hastalıkta da temel özellik,
Multipl transfüzyon (ör. masik kan kaybı nedeniyle) mikro dolaşımda yaygın olarak trombositlerden zengin trom-
H IV , h u m a n im m u n o d e fic ie n c y v iru s . biisleriıı oluşumudur. Trombositlerin tüketilmesi trombo-
sitopeniye, trombositlerden zengin trombüslerin kan da
marlarını daraltması da mikroanjiyopatik hemolitik ane
antikoru üretim yeri ve IgG kaplı trombositlerin yok edil miye neden olur.
diği başlıca bölgedir. Splenomegali, komplikasyonsuz
kronik ITP'nin bir özelliği olmasa da, dalağın trombosit
lerin zamanından önce yok edilmesindeki önemi sple- PATO G ENEZ
nektominin yararlılığı sayesinde anlaşılmıştır. Trombosit
T T P ’nin patogenezi yıllar boyunca b ir bilmece olarak kal
sayısının mormale dönmesini sağlayan splenektomi,
mıştır. Hemen hemen her zaman ölümcül seyreden bu has
hastaların üçte ikisinden fazlasında tam remisyon sağlar.
talık plazma değişimi tedavisi (erken 1970’ lerden itibaren
Kemik iliğinde megakaryosit sayısı genellikle artmıştır. itibaren) sayesinde, hastaların % 8 0’ inden fazlasında başa
Bu bulgu, tüm hızlı trombosit harabiyeti nedenli trombo rıyla tedavi edilebilen bir hastalığa dönüşmüştür. Çoğu TTP
sitopeni tiplerinde görülen bir bulgudur. olgusunda altta yatan neden a rtık açıklanabilmektedir.
Kronik İTP sinsi başlangıçlıdır. Sık görülen bulgular Sem ptom atik h astalard a , m etallo pro teaz ADAMTS
arasında peteşiler, kolay morarma, epistaksis, diş eti ka 13 eksikliği vardır. Bu enzim , çok yüksek m oleküler
naması ve minör travmalar sonrası kanamalar sayılabilir. ağırlıklı von W illebra nd fa k tö rü (vW F ) m ultim erlerini par
Neyse ki, daha ciddi intraserebral ve subaraknoidal ka çalar. AD AM TS 13 eksikliği anorm al derecede büyük bo
namalar sık değildir. Tam, klinik özellikler, trombosito yutlu vW F m ultim erlerinin plazmada birikm esine yol açar.
peni varlığı, kemik iliği incelemesi ve sekonder İTP'nin Bazı durum larda, bu dev vW F m ultim erle ri dolaşım boyun
dışlanması ile konur. Antitrombosit antikorlar için güve ca tro m b o sit m ikroagregatlarının oluşumuna neden olur.
nilir bir klinik test yoktur. Başka b ir nedenle meydana gelen endotel hücre hasarı m ik-
roagregat oluşumunu daha da hızlandırır ve klinik olarak
aşikar T T P ’yi başlatır ya da destekler.
Heparin Nedenli Trombositopeni A D AM TS 13 eksikliği kalıtsal ya da edinsel olabilir. Edin
sel eksikliğe yol açan olay, oto antiko rların m etalloproteaza
Bu özel ilaç nedenli trombositopeni tipi (Bölüm 3'te da
bağlanarak onu inhibe etmesidir. Açıklanamayan trom bo si-
ha ayrıntılı olarak anlatıldı), klinik öneme sahip oldu
topenisi ve m ikroanjiyopatik h e m olitik anemisi olan her
ğundan burada da kısaca bahsedilmeyi hak ediyor. Fran-
hastada TTP mutlaka değerlendirilm elidir. Tanıda herhangi
siyone edilmemiş heparin tedavisinden bir iki hafta son b ir gecikme ölümcül olabilir.
ra hastaların %3-5'inde orta derecede-şiddetli trombosi-
454 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
Faktör VIII
X Xa Pıhtılaşma
V. T zinciri Aktive, agrege
Dolaşımda trombositler
vWF - Faktör
VIII birlikteliği i Trombosit
Fibrinojen
Gplb
Gpllb/llla
Trombosit
üzerinden gerçekleşir (Resim 11-29). vWF'iin en önemli de, büyük olasılıkla trombosit tüketimine sekonder hafif
fonksiyonu hasarlı kan daman duvarına trombosit adezyo- dereceli bir kronik trombositopeni görülür.
nunu sağlamaktır. Bu, hemostatik tıkaç oluşumunda çok
önemli bir erken aşamadır, von Willebrand hastalığında Hemofili A-Faktör VIII Eksikliği
ki kanama eğiliminin nedeninin yetersiz trombosit
adezyonu olduğu düşünülmektedir. Trombosit adezyo- Hemofili A, en sık görülen kalıtsal ciddi kanama nedenidir.
nundaki rolünün yanı sıra vWF faktör VIII stabilize eder. X'e bağlı resesif geçişli olan bu hastalıkta faktör VIII ak-
Bu nedenle, vWF eksikliğinde sekonder olarak faktör VI- tivitesi düşüktür. Primer olarak erkeklerde görülür. Na
II eksikliği de görülür. diren, heterozigot kızlarda şiddetli kanamalar görülebi
von Willebrand hastalığının çeşitli formlarının tanısı, lir. Bunun nedeninin normal faktör VIII geni taşıyan X
vWF'nün miktarının, boyutlarının ve fonksiyonlarının kromozomunun seçici inaktivasyonu olduğu (sakıncalı
ölçümü ile konur. vWF fonksiyonu ristosetin trombosit lyonizasyon) düşünülmektedir. Olguların yaklaşık %30'u
aktivasyon testi ile değerlendirilir. Ristosetin, bir şekilde yeni nıutasyonlar nedeniyle meydana gelir. Geri kalanında
vWF'nün trombosit membran glikoproteini Ib'ye biva ise aile hikayesi vardır. Şiddetli hemofili A, belirgin fak
lent bağlanmasını "aktive" ederek trombositler arası tör VIII eksikliği (aktivite seviyesi normalin %1'inden
"köprüler"in oluşumunu sağlar. Böylece trombositlerin daha düşüktür) olan kişilerde görülür, daha hafif eksik
topaklaşmasma (aglütinasyon) neden olur. Bu olay ko likler ise, travma gibi diğer predispozan koşullar ortaya
layca test edilebilir. Ristesetine bağımlı trombosit agliiti- çıktığında kendini belli eder. Faktör VIII eksikliğinin çe
nasyonu yararlı bir biyolojik test olarak kullanılır. şitli derecelerde görülmesi, hastalığa neden olan birçok
Bu ön bilgilerden sonra şimdi faktör VIII-vWF komp farklı mutasyonun varlığı ile açıklanmaktadır. Talasemi-
leksinin eksikliğinden kaynaklanan hastalıklara geçebi lerde olduğu gibi, çeşitli genetik lezyon tipleri (ör. deles-
liriz. yonlar, inversiyonlar, splice junction mutasyonları) sap
tanmıştır. Hastaların yaklaşık %10'unda, faktör VIII
von Willebrand Hastalığı konsantrasyonu normal bulunur, ancak koagülan aktivi
te düşüktür. Bunun nedeni, faktör VIII'de fonksiyon
von Willebrand hastalığı otozomal dominant geçişli bir
kaybına yol açan mutasyondur.
hastalıktır. Miiköz membranlardan syontan kanamalar,
Semptomatik olgularda kolay morarma ve travma ya da
yaralardan aşın kanamalar ve menoraji ile kendini gösterir.
cerrahi prosedürler sonrası masif kanama dikkati çeker.
Tanısı ileri aşama testler gerektirdiğinden ve klinik so
Bunlara ek olarak, normalde mekanik strese açık bölge
nuçları genellikle oldukça hafif olduğundan, çoğu za
lerde, özellikle de eklemlerde, "spontan" kanamalara da
man tanınamaz. Aslında bu hastalık şaşırtıcı şekilde,
sık olarak rastlanır. Eklemlerde tekrarlayan kanamalar
özellikle Avrupa kökenli kişiler arasında oldukça yay
(lıemartrozlar) sakatlayıcı olabilen progresif deformitele-
gındır. Birleşik Devletler'de yaşayan kişilerin yaklaşık
re yol açabilir. Karakteristik olarak peteşilere rastlan
%1'inde von Willebrand hastalığı olduğu tahmin edilmekte
maz. Hemofili A tanısı faktör VlII'e spesifik incelemeler
dir. Bu durum, bu hastalığı en sık rastlanan kalıtsal kanama
ile konur. Hemofili A olan hastalarda, tipik olarak, uza
hastalığı haline getirmektedir.
mış PTT hastanın plazması normal plazma ile karıştırıl
von Willebrand hastalığı olan kişilerde trombosit
dığında normale döner. Spesifik faktör incelemesi ile
fonksiyonları ve koagülasyon kusurludur, ancak çoğu ol
faktör VIII eksikliği doğrulanır. Ağır hemofili A'lı hasta
guda klinik sonuçlar sadece trombosit kusurlarından
ların yaklaşık %15'ide replasman tedavisi sonucu, faktör
kaynaklanır. Nadir istisnalar olan homozigot von Wil
VlII'e karşı nötralizan antikorlar gelişir. Bunun olası ne
lebrand hastalıklı kişilerde ise eşlik eden faktör VIII ek
deni, faktör VlII'in immun sistem tarafından "yabancı"
sikliği hemofiliye (daha sonra bahsedilecek) benzer
olarak kabul edilmesidir. Bu kişilerde plazma karıştırma
özellikler oluşturacak kadar şiddetlidir.
incelemelerinde PTT normale döndürülemez.
von Willebrand hastalığının klasik ve en sık görülen var
Hemofili A faktör VIII infüzyonları ile tedavi edilir.
yantı (tip I), dolaşımdaki vWF miktarının düşük olduğu, oto
Geçmişte, faktör VIII insan plazmasından elde ediliyor
zomal dominant bir hastalıktır. Faktör VIII seviyesinde de
du ve viral hastalık bulaştırma riski taşıyordu. Bölüm
ölçülebilir ancak klinik olarak önemsiz bir düşüklük
4'te bahsedildiği üzere, 1985'ten önce faktör VIII alan
vardır. Bu hastalığın daha az görülen diğer varyantları
binlerce hemofili hastasına HIV bulaşmıştır. Bunların
hem kalitatif hem de kantitatif vWF defektleri içerirler.
büyük bir bölümü seropozitif olup, AİDS geliştirmiştir.
Tip II, yüksek moleküler ağırlıklı vWF multimerlerinde
Rekombinant faktör VlII'in ve son derece saf faktör VI-
selekti/ bir kayıp ile karakterize olan çeşitli alttipler ayrılır.
II konsantrelerinin yaygın olarak kullanılması sayesinde
Bu büyük multimerleren aktif formu olduğundan,
faktör VIII replasman tedavisinin enfeksiyon bulaştırma
vWF'nde fonksiyonel bir eksiklik vardır. Tip IIA'da,
riski ortadan kaldırılmıştır.
yüksek moleküler ağırlıklı multimerler hiç üretilmezler,
bu nedenle gerçek bir eksiklik ortaya çıkar. Tip IIB'de
ise anormal "hiperfonksiyonel" yüksek moleküler ağır Hemofli B-Faktör IX Eksikliği
lıklı multimerler üretilir, ancak dolaşımdan hızla temiz X'e bağlı geçişli bir hastalık olan ağır faktör IX eksikliği
lenirler. Bunlar spontan trombosit agregasyonuna klinik olarak hemofili A'dan ayırd edilemez, ancak on
(TTP'da görülen çok yüksek moleküler ağırlıklı multi- dan çok daha az görülür. PTT uzamıştır. Tanı, faktör IX
mer agregatlarmı hatırlatan bir durum) neden olur. Ger için spesidik olan testler ile konur. Rekombinant faktör
çekten de, tip IIB von Willebrand hastalığı olan kişiler IX infüzyonu ile tedavi edilir.
456 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
ğildir. Burada timusun en sık görülen (yine de nadir % 5’ini oluştururlar. M akroskopik olarak etsi görünüm lü ve
olan) iki hastalığı üzerinde duracağız: timik hiperplazi belirgin şekilde invaziv kitlelerdir. Sıklıkla akciğerlere ve
ve timoma. benzer bölgelere metastaz yaparlar. M ikro skopik olarak,
çoğu sku am ö z hücreli karsinom a benzer. Bir sonraki
en sık tip lenfoepitelyom a ben zeri karsinomdur. Bu
Timus Hiperplazisi
tü m ö r anaplastik kortika l tip epitelyal hücreler ile ço k sayı
da tim ositin karışımından meydana gelir. Bu tip tü m ö rle r
Timus büyümesi genellikle medullada lenfoid follikülle-
Asya toplum larında daha sıktır ve bazen EBV genomu içe
rin ya da germinal merkezlerin varlığı ile karakterizedir.
rirler.
Bu germinal merkezler, normalde timusta çok az mik
tarda bulunan reaktif B hücreleri içerirler. Myastenia
gravisli hastaların çoğunda ve bazen de sistemik lupus
eritematozus ve romatoid artrit gibi diğer otoimmun
hastalıklarda timik folliküler hiperplazi görülür. Timus K lin ik Ö z e llik le r
ile myasthenia gravis arasındaki ilişki Bölüm 21'de anla
Nadir tümörler olan timomalar, herhangi bir yaşta görü
tılmaktadır. Hastalığın erken döneminde hiperplastik ti
lebilirler, ancak bu tümörlere en sık orta yaşlı erişkinler
musun çıkarılması genellikle yarar sağlar.
de rastlanır. Geniş bir seride, yaklaşık %30 oranında
asemptomatik oldukları, %30-40 oranında da öksürük,
Timoma nefes darlığı ve superior vena kava sendromu gibi bölge
sel belirtiler verdikleri, geri kalanında da myastenia gra
Timomalar timik epitel hücrelerinin tümörleridir. Sitolo- vis gibi sistemik hastalık olduğu saptanmıştır. Myaste
jik ve biyolojik kriterlere dayalı çeşitli timoma sınıflama nia gravisli kişilerin %15-20'sinde eşlik eden timoma
sistemleri oluşturulmuştur. Bunlardan basit ve klinik ola mevcuttur. Tümörün çıkarılması genellikle nöromüskü-
rak yararlı bir sınıflama aşağıdaki gibidir: ler hastalığın düzelmesini sağlar. Timoma ile bağlantılı
• Benign ya da enkapsüle timoma: sitolojik ve biyolojik olan digğer hastalıklar arasında hipogamaglobülinemi,
olarak benign sistemik lupus eritematozus, saf eritrosit aplazisi ve ti
• Malign timoma mik kökenli olmayan kanserler sayılabilir.
o Tip T. sitolojik olarak benign ancak infiltratif ve
lokal agresif KAYNAKLAR
o Tip II (timik karsinom): sitolojik ve biyolojik olarak ERİTROSİT HASTALIKLARI
malign An X, Mohandas N: Disorders of the red cell membrane. Br J Haema
tol 141:367, 2008. [K ahtsal eritrosit m em bran e defektleri konusunda
m ükem m el bir derlem e.]
Brodsky RA: Advances in the diagnosis and treatment of paroxysmal
nocturnal hemoglobinuria. Blood Rev 22:65, 2008. [P aroksism al nok-
türnal hem oglobinürinin tanısı ve tedavisindeki gelişm eler.]
Ç j M O R FO LO Jİ Ganz T, Nemeth E: Iron sequestration and the anemia of inflammati
on. Semin Hematol 46:387, 2009. [İnflam asyonun hepsidin üretimi
Tim om alar, m a kro skop ik olarak 15-20 cm çaplı, lobüle ya üzerin deki etkileriyle dem ir m etabolizm asını nasıl değiştirdiği konusun
pıda, se rt kıvamlı, gri-beyaz ren kte kitlelerdir. Çoğu enkap da bir güncellem e.]
Haidar K, Murphy SC, Milner DA, Taylor TE: Malaria: mechanisms of
süle görünüm dedir, ancak % 2 0 -2 5 ’inde kapsüle, p e ritim ik
erythrocytic infection and pathological correlates of severe disease.
duku ve yapılara invazyon görülür, m ikro sko p ik olarak tüm Annu Rev Pathol 2:217,2007. [Sıtma parazitinin yaptığı eritrosit en fek
tim om alar, epitelyal tü m ö r hücreleri ve nonneoplastik ti- siyonunda altta yatan m ekanizm alar ve serebral sıtm aya n eden olan
m ositlerden (im m a tü rT hücreleri) meydana gelir. Benign olaylar konusunda bir derlem e.]
tim om alarda, epitelyal hücreler norm alde medülladaki Platt OS: Hydroxyurea for the treatment of sickle cell disease. N Engl
hücrelere benzeyen iğsi ve uzamış hücrelerdir. Sonuç ola J Med 358:1362, 2008. [H idroksiürenin orak hücreli an em ideki yararlı
etkileri üzerine odaklan an bir derlem e.]
rak, bu tü m ö rle r bazen m edüller tim o m a olarak adlan
Young NS, Scheinberg P, Calado RT: Aplastic anemia. Curr Opin He
dırılırlar. D iğer tü m ö rle rd e , daha şişman ve daha yuvarlak matol 15:162, 2008. [A plastik an em ide immun sistem in rolüne güncel
ko rtika l tipte epitelyal hücreler de m evcuttur. Bu pattern bir bakış.]
bazen m ikst tim o m a olarak adlandırılır. M edüller ve m ikst
p a tte rnle r tüm tim om aların % 6 0-7 0’ ini oluşturur.
BEYAZ HÜCRE HASTALIKLARI
Malign tim o m a tip I sitolojik olara k özelliksizdir, an
Anderson KC, Carrasco RD: Pathogenesis of myeloma. Annu Rev Pat
cak lokal invazivdir. Tüm tim om aların % 2 0 -2 5 ’ini oluştu
hol 6:249, 2011. [M ultipl m yelom un m oleküler patogenezinin anlaşılm a
rur. Bu tü m ö rle r bazen (ve tahm in edilem ez şekilde) me sın daki son gelişm eler ile ilgili bir derlem e.]
tastaz yapabilirler. Değişken oranlarda epitelyal hücreler Jaffe ES, Harris NL, Stein H, Isaacson PG: Classification of lymphoid
den ve re a k tif tim ositlerden meydana gelirler. Epitelyal hüc neoplasms: the microscope as a tool for disease discovery. Blood
reler genellikle geniş sitoplazmalı, yuvarlak veziküler nükle- 112:4384, 2008. [Len foid n eoplazilerin en son W H O sınıflam asının
uslu olup, norm al tim ik kortika l epitel hücrelerine benzer kayn ağı ve yararları konusunda bir derlem e.]
Lenz G, Staudt LM: Aggressive lymphomas. N Engl J Med 362:1417,
ler. Bazen iğsi epitelyal hücreler de bulunur. A y rım ı sağla
2010. [A gresif B hücreli lenfom alaın m olekü ler tem eli kon u su n da mü
yan en önem li ö ze llik tü m örü n ka p sü lü aşıp çevre kem m el bir kısa derlem e.]
d o k u lara invazyon gösterm esidir. Marcucci G, Haferlach T, Dohner H: Molecular genetics of adult acute
Malign tim o m a tip II, belki de tim ik karsinomun bir myeloid leukemia: prognostic and therapeutic implications. J Clin
fo rm u olara k kabul edilmelidir. Bu tü m ö rle r tim om aların Oncol 29:475, 2011. [AM L'nin m oleküler genetiğinin klin ikteki rolüne
güncel bir bakış.]
458 BÖLÜM 1 1 Hematopoietik ve Lenfoid Sistemler
Pui CH, Robison LL, Look AT: Acute lymphoblastic leukemia. Lancet Noris M, Remuzzi G: Atypical hemolytic uremic syndrome. N Engl J
371:1030, 2008. [ALL'nin m olek ü ler patogenezi, tanısı ve tedavisi kon u Med 361:1676, 2009. [A ltern atif kotnplem an yolağının yoğun aktivas-
lu bir d erlem e.] yonunun H U S’un bazı tiplerin deki rolü ü zerin e odaklan an bir m akale.]
Schmitz R, Stanelle J, Hansmann ML, Kuppers R: Pathogenesis of Pawlinski R, Mackman N: Cellular sources of tissue factor in endoto-
classical and lymphocyte-predominant Hodgkin lymphoma. Annu xemia and sepsis. Thromb Res 125(S1):S70, 2010. [B akteriyel en fek
Rev Pathol 4:151, 2009. [H odgkin len fom a patogen ezi kon u su n da kısa siyon ilişkili DİK'te hücresel prokoagülanların rolü ü zerin e bir derlem e.]
bir derlem e.] Zhou Z, Nguyen TC, Guchhait P, Dong JF: Von Willebrand factor,
Vardiman JW, Thiele J, Arber DA, et al: The 2008 revision of the World ADAMTS-13, and thrombotic thrombocytopenia purpura. Semin
Health Organization (WHO) classification of myeloid neoplasms Thromb Hemost 36:71, 2010. [vW F regülasyoıı bozukluğunun ve
and acute leukemia. Blood 114:937, 2008. [M yeloid neoplazilerin A D A M TS 13 eksikliğinin TTP'deki rolü ü zerin e bir derlem e.]
W H O sınıflam asının m antığını anlatan bir rapor.]
D A L A K V E T İ M U S Ö E T K İL E T E N
K A N A M A H A S T A L IK L A R I H A ST A L IK L A R .
Arepally GM, Ortel TL: Heparin-induced thrombocytopenia. Annu Choi SS, Kim KD, Chung KY: Prognostic and clinical relevance of the
R evM ed 61:77, 2010. [HİT'in patogenezi, klinik özellikleri, tam kriter World Health Organization schema for the classification of thymic
leri v e ted av i y aklaşım ları kon u su n d a bir m akale.] epithelial tumors: a clinicopathologic study of 108 patients and lit
De Meyer SF, Deckmyn H, Vanhoorelbeke K: von Willebrand factor to erature review. Chest 127:755, 2005. [T im om ada klin ik sey ri tahm in
the rescue. Blood 113:5049, 2009. [vW H 'nin m oleküler patogen ezi ve etm ede en yararlı özelliğin evre olduğunu gösteren geniş bir klinikopa-
tedavisi kon u su n da bir güncellem e.] tolojik seri.]
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
B Ö L Ü M
Akciğer
BÖLÜM İ ÇERİ Ğİ
A te le k ta z i (Kollaps) 460 V asküler K öke nli P ulm on er immünyetmezlikli Konakta
A ku t Akciğer Hasarı 460 H a sta lıkla r 482 Pnömoni 500
A ku t Solunum Sıkıntısı Pulmoner Emboli, Hemoraji Fırsatçı Fungal Enfeksiyonlar 502
Sendromu 461 ve infarkt 482 insan immünyetmezlik Virüsü
O b s tr ü k tif ve R e s trik tif P u lm o n e r Enfeksiyonunda Pulmoner
Pulmoner Hipertansiyon 484
H a sta lıkla r 462 Diffüz Alveoler Hemoraji Hastalıklar 504
O b s tr ü k tif A k c iğ e r (Havayolu) Sendromları 485 A k c iğ e r T ü m ö rle ri 505
H astalıkları 463 Karsinomlar 505
P ulm on er Enfeksiyonlar 486
Amfizem 463 Karsinoid Tüm örler 510
Toplum Kökenli A kut
Kronik Bronşit 467 Pnömoniler 486 Plevral Lezyonlar 511
Astım 468 Toplum Kökenli A tipik Plevral Effüzyon ve Plöritis 511
Bronşektazi 470 Pnömoniler 490 Pnömotoraks, Hemotoraks ve
K ro n ik İn te rstisye l (R e s triktif, Hastane Kökenli Pnömoniler 491 Şilotoraks 511
Aspirasyon Pnömonisi 492 Malign Mezotelyoma 512
İn filtra tif) A k c iğ e r H astalıkları 472
Fibrozise Yol Açan Hastalıklar 472 Akciğer Apsesi 492 Ü s t Solunum Yolu Lezyonları 512
Granülomatöz Hastalıklar 478 Kronik Pnömoniler 492 A kut Enfeksiyonlar 512
Pulmoner Eozinofili 481 Histoplazmozis, Koksidioidomikozis ve Nazofarinks Karsinomu 513
Blastomikozis 499 Larinks Tümörleri 513
Sigara ilişkili interstisyel Hastalıklar 481
Akciğerin ana görevi kana oksijen vermek ve kandan • Kapiller endoteli ve bazal membran.
karbondioksiti uzaklaştırmaktır. Respiratuar sistem ön ® Akciğer interstisyumu ince elastik lifler, küçük kolla-
bağırsağın (foregut) ventral duvarından gelişir. Orta hat jen demetleri, az miktarda fibroblast benzeri hücre,
taki trakeadan akciğer tomurcukları adı verilen iki yan düz kas hücreleri, mast hücreleri ve nadir mononülde-
çıkıntı meydana gelir. Daha sonra sağ akciğer tomurcu er hücrelerden meydana gelir. Interstisyumun en belir
ğu üç, sol akciğer tomurcuğu ise iki ana bronşa dallanır gin olduğu alanlar alveoler septumun kaim yerleridir.
ve sağda üç, solda iki lob gelişir. Ana bronşlar her sefe • Alveoler epitel kesintisiz bir tabaka oluşturan iki ana
rinde ikiye ayrılan daha küçük dallar verir; bu şekilde hücre tipi ile karakterizedir: alveol yüzeyinin %95'ini
gittikçe küçülen ve bronşiyol adı verilen hava yolları olu kaplayan yassı tip I pnömositler ve yuvarlak tip II
şur. Bronşiyollerin bronşlardan farkı duvarlarında kıkır pnömositler. Tip II pnömositler pulmoner sürfaktanı
dak ve submukozal bez içermemeleridir. Bronşiyollerin sentezler. Tip I pnömositler zedelendiğinde alveol
dallanmaları sonucunda terminal bronşiyoller oluşur. Ter epitelinin onarımmda rol alan esas hücreler tip II
minal bronşiyolün distalinde kalan akciğer kısmına asi- pnömositlerdir. Alveol duvarları solid olmayıp çok sa
nüs denir. Pulmoner asinuslar terminal bronşiollerin de yıda Kohn gözenekleri içeririr. Bu gözenekler komşu
vamı olan respiratuar bronşiyollerden oluşur. Respiratuar alveoller arasında hava, bakteri ve eksuda geçişine
bronşiyoller alveoler duktuslara, bunlar da alveoler kesele olanak sağlar.
re açılır. Alveoler keseler solunum yollarının kör uçları • Alveoler boşlukta genellikle serbest halde az sayıda
olup, duvarları tamamen gaz değişiminin yapıldığı alve- alveoler makrofaj bulunur. Bunlar erişkinlerde genel
ollerden oluşur. Alveol duvarlarının (septalarmm) mik- likle fagosite edilmiş karbon partikülleri içeririr.
roskopik yapısı kandan havaya doğru şu bileşenleri içe Akciğerin çok sayıda primer hastalığı vardır. Bu hasta
rir (Resim 12-1): lıklar esas etkiledikleri kompartmanlara göre (1 ) hava-
460 BÖLÜM 12 Akciğer
ATELEKTAZİ (KOLLAPS)
Atelektazi, ya da kollaps, hava boşluklarının yetersiz ge
nişlemesi sonucu meydana gelen akciğer hacim kaybıdır.
Pulmoner arterlerdeki kanın venlere yeterince oksijen-
lenmeden geçmesine yol açarak ventilasyon-perfüzyon
dengesinin bozulmasına ve hipoksemiye neden olur.
Atelektazi altta yatan mekanizmalara ve alveoler kollap-
sın dağılım şekline göre üçe ayrılır (Resim 12-2).
• Rezorpsiyon atelektazisi. Rezorpsiyon atelektazisi hava
nın distal havayollarına geçişinin bir obstrliksiyon ne
deniyle engellenmesi sonucu meydana gelir. Buradaki
mevcut hava giderek emilir ve ardından alveoler kol
laps oluşur. Havayolundaki obstrüksiyonun seviyesi
ne bağlı olarak akciğerin tümü, bir lobun tamamı ya
da bir veya daha fazla segment etkilenebilir. Rezorp
siyon kollapsımn en sık nedeni bronşların mukus ya
da mukopürülan tıkaç ile obstrüksiyonudur. Bu du
rum sıklıkla ameliyatlar sonrasında meydana gelir,
ancak bronşial astım, bronşektazi, kronik bronşit ve
tümör komplikasyonu olarak veya özellikle çocuklar
da yabancı cisim aspirasyonu sonucu da gelişebilir.
• Kompresyon atelektazisi. Kompresyon atelektazisi (ba
zen pasif ya da relaksasyon atelektazisi olarak da adlan
dırılır) sıklıkla plevral boşluk içerisinde sıvı, kan ya
da hava birikmesi ve komşuluğundaki akciğeri meka
nik olarak kollapsa uğratması sonucu meydana gelir.
Kompresyon atelektazisi plevral effüzyonda sık görü
lür. Plevral effüzyonun en sık nedeni ise konjestif Resim 12-2 Çeşitli edinsel atelektazi tipleri.
- .
A k u t A k c iğ e r Hasarı 461
PA TO G EN EZ
A lveoler-kapiller m em bran iki ayrı bariyerden meydana ge K lin ik Ö z e llik le r
lir: m ikrovasküler endotel ve alveoler epitel. A R D S’de bu Süreci başlatan olaydan sonraki 72 saat içinde hastala
b ariyerin bütünlüğü endotel ya da epitelden birisi rın yaklaşık %85'inde akut akciğer zedelenmesi ya da
n in, ya da sık lık la h e r ikisinin birden hasarı sonucu ARDS olarak bilinen klinik sendrom gelişir. Yıllık olgu
bozulur. A lve o le r kapiller m em bran hasarının akut sonuç sayısı 190.000 olan ARDS'nin ölüm oranı, destek teda
ları damar geçirgenliğinde artış ve alveoler ödem , diffüzyon vilerindeki gelişmeler sayesinde son onyılda %60'tan
kapasitesinde kayıp ve tip II pnöm osit hasarı sonucu yaygın %40'a düşmüştür. İleri yaş, altta yatan bakteriyemi (sep
sürfaktan anom a lilerid ir (Resim 1 2 -3 ). ARDS ve akut akci sis) ve multisistem (özellikle kardiyak, renal ve hepatik)
ğer zedelenmesinin hücresel ve m oleküler tem eli hala b ire r
yetmezlik gelişmesi kötü prognoza işaret eden özellik
a k tif araştırma konusu olm akla bilrlikte , son çalışmalar
lerdir. Akut fazda sağ kalan hastalarda diffüz interstis
A R D S’deki akciğer zedelenm esinin pro-inflam atuar
yel fibrozis gelişebilir ve bu durum solunum fonksiyon
ve an ti-in flam atu ar m ed yatö rler arasın d aki denge
larını bozmaya devam eder. Ancak bu fazda sağ kalan
nin bozulm asından kaynaklandığını dü şü n d ü rm ek
te d ir. A k u t bir travm adan sonra 30 dakika kadar kısa b ir ve kronik sekel kalmayan hastaların çoğunda solunum
fonksiyonları 6 - 1 2 ay içinde normale döner.
462 BÖLÜM 12 Akciğer
Bronş epiteii
Tip I hücre
Ödem sıvısı
Alveoler ------ j f f
makrofaj
Nötrofillerin
alveollere
sekestre
olması ve
migrasyonu
Resim 12-3 Normal alveol (solda) ile akut akciğer hasarının ve akut respiratuar distres sendromunun erken evresindeki zedelenmiş al-
veolün karşılaştırması. IL-8 , IL-1 ve tüm ör nekroz faktörü (TNF) gibi proinflamatuar sitokinlerin (makrofajlardan salınır) etkisiyle nötrofil-
ler önce pulmoner mikrodamarlarda birikir, marjinasyonun ardından alveoler boşluğa çıkar ve burada aktive olurlar. Aktive olmuş nöt-
rofiller lokal doku hasarında, hava boşluklarında ödem sıvısının birikiminde, sürfaktan inaktivasyonunda ve hyalen membran oluşumunda
rol oynayan lökotrienler, oksidanlar, proteazlar ve trom bosit aktive edici faktör (PAF) gibi çeştili faktörleri salar. Daha sonra, transforme
edici büyüme faktörü-|3 (TGF-|3) ve trombosit kökenli büyüme faktörü (PDGF) gibi makrofaj kökenli fibrojenik sitokinlerin salınması
zedelenmenin iyileşme fazındaki fibroblast büyümesini ve kollajen birikmesini uyarır.
(W a re L B : Pathophysiology o f acute lung injury and the a cu te resp ira to ry d istre ss syndrom e. Sem in R e sp ir C rit C are M e d 27:337, 2006 'dan m odifıye edilm iştir.)
Amfizem
Tablo 12-2 Havaakımı Obstrüksiyonu ile Birlikte Olan Durumlar: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Spektrumu
A na tom ik
Klinik A n tite O dak M ajör Patolojik Değişiklikler Etiyoloji B elirtile r/B u lg ula r
Kronik bronşit Bronş Müköz gland hipertrofisi ve Tütün içimi, hava kirliliği Öksürük, balgam
hiperplazisi, hipersekresyon
Bronşiektazi Bronş Havayolu dilatasyonu ve skar Kalıcı ya da şiddetli enfeksiyonlar Öksürük, pürülan balgam, ateş
Astım Bronş Düz kas hipertrofisi ve immünolojik ya da Nöbetler halinde hırlama,
hiperplazisi, aşırı mukus, tanımlanamamış nedenler öksürük, dispne
inflamasyon
Amfizem Asinüs Hava boşluğunda genişleme, Tütün içimi Dispne
duvar yıkımı
Küçük havayolu Bronşiyol İnflamatuar skar, bronşiyollerde Tütün içimi, hava kirliliği Öksürük, dispne
hastalığı, bronşiyolit* parsiyel obliterasyon
‘ O b s t r ü k t i f a k c iğ e r h a s ta lık la rın ın t ü m f o r m la r ı y la b ir lik t e y a d a t e k b a şın a o la b ilir.
464 BÖLÜM 1 2 Akciğer
Kronik hasar (ör. sigara) daha belirgindir. Fibrozis, skar ve atelektazi alanlarına
komşu bölgelerde oluşur ve genellikle akciğerlerin üst
Küçük havayolu hastalığı yarısında daha şiddetlidir. Karakteristik bulgusu birbir-
leriyle bitişik, çok sayıda genişlemiş hava boşluklarıdır.
AMFİZEM KRONİK BRONŞİT Bu boşlukların çapları 0,5 cm ve altından başlayıp 2
Alveol duvarı hasarı Prodüktif öksürük cm'yi aşar. Bazen kistik yapılar oluşturur; bu kistlerin
Aşırı havalanma Havayolunda inflamasyon progresif olarak büyümelerine bül adı verilir. Bu amfi-
zem tipinin nedeni bilinmemektedir; en sık genç eriş
kinlerde spontan pnömotoralcs olgularında görülür.
İrre g ü le r A m fizem
ASTIM Asitıüsün düzensiz tutulurumdan dolayı bu adı alan irregü
Geri dönüşlü obstrüksiyon
ler amfizem hemen her zaman skar alanları ile birliktedir
Bronşial aşırı yanıt hali (örneğin iyileşmekte olan inflamatuar hastalıklara bağlı
allerjenler, enfeksiyon vb. ile tetiklenir skar oluşumu). Klinik olarak asemptomatik olmalarına
karşın, en sık amfizem tipi olarak kabul edilebilirler.
Distal A sin e r (Paraseptal) A m fizem Resim 12-6 Majör amfizem tipleri. A , Akciğerin temel birimi olan
asinüsün normal yapısı. B, Erken dönemde respiratuar bronşiyol
Distal asiner (paraseptal) amfizemde asinüsün proksimal lerin genişlemesi ile karakterize olan sentriasiner amfizem. C, Er
kısmı normal olup, esas olarak distal kısmı etkilenmiştir. ken dönemde periferik yapıların (alveol ve alveoler duktus)
Amfizem plevra komşuluğunda, lobüllerin bağ doku tümünün genişlemesi ile karakterize olan panasiner amfizem; has
sundan oluşan septaları boyunca ve lobül kenarlarında talık daha sonra respiratuar bronşiyolleri de etkiler.
O bstrüktif Akciğer (Havayolu) Hastalığı 465
Çevresel etkenler Genetik faktörler zis olmadan doku yıkımı (am fizem ) ya da interstisyel fib ro -
Sigara kullanımı TG F-p1 polimorfizmleri zis gibi (daha ileride tartışılacaktır). Son bilgiler bu iki süreç
Biyoyakıtlar, diğerleri ot1-antitiprisin yetmezliği ten hangisinin meydana geleceğinin belirlenmesinde me
zenkimal yanıtın k ritik bir fa k tö r olabileceğini gösterm ekte
dir. Am fizem de sadece epitelyal ve endotelyal hücrelerde
değil, mezenkimal hücrelerde de kayıp söz konusudur. Bu
da epitelyal hücrelerin iskeletinin ye r alacağı ekstrasellüler
m atriks eksikliğine yol açar. Bu nedenle, am fîzem in ye
1
İltihap hücreleri Epitel hücreleri
i
Mezenkimal hücreler
te rsiz y a ra iyileşm esi sonucu m eydana geldiği düşü
nülebilir. Tersine, fibrozise neden olan akciğer hastalıkla
J® % K rında zedelenmeye karşı aşırı bir m yofibroblastik veya fib-
( f t ,* .) roblastik yanıt ve kontrolsüz skar oluşumu söz konusudur.
m İ
Apoptoz
Sitokinler Apoptoz Azalm ış proliferasyon
Proteazlar Nekroz Azalmış kasılma
Azalmış matriks M ORFOLOJİ
ESM parçalanması sentezi
I________ _________I A m fizem tanısı ve sınıflaması daha çok akciğerin m akrosko-
pik görünüm üne dayanır. Panasiner am fizem patolojik
süreç tam anlamıyla gelişmişse, soluk, büyük (hacim li) akci
Alveol parenkim hasarı ğerlere yol açar. O topside göğüs ön duvarı açıldığında sık
___________________________
lıkla kalbin görünm esini engeller. Sen triasin er am fize-
Resim 12-7 Amfîzemin patogenezinde hücresel homeostazın kay min m akroskopik özellikleri daha az dikkat çekicidir. Ç ok
bı. Solunan toksinler (örneğin sigara dumanı) epitel hücresinin ilerlemiş olgular dışında, akciğerler panasiner am fizeme gö
ölümüne, inflamasyona ve ekstrasellüler matriksin proteolizine yol re daha koyu pembe ve daha küçüktür. Sentriasiner amfi
açar. Duyarlı bireylerde mezenkimal hücrelerin canlılığı ve reparatif zemde genellikle akciğerlerin üst üçte ikisi alt bölgelerden
fonksiyonları solunan toksik maddelerin direkt etkileri ve inf-
daha fazla etkilenm iştir. H isto lojik incelemede alveol du
lamatuar medyatörler ile perisellüler ve ekstrasellüler matriksin
kaybı sonucu bozulur. Sonuçta alveoler duvarın yapısal hücrelerinin
varların d a fibrozisin e şlik etmediği parçalanm a ve
ve matriks bileşenlerinin kaybı meydana gelir. buna bağlı genişlem iş hava b oşlukları g ö rü lü r (Resim
(H o ro w itz JC , M a rtin e z FJ, Thannickal VJ: M e sen ch ym a l cell fate and phen otypes in 1 2 -8 ). Alveol kaybına ek olarak alveoler kapillerlerin sayı
the pathogen esis o f em physem a. COP D 6 :2 01 , 2 0 0 9 izni ile.) sı da azalmıştır. Terminal ve respiratuar bronşiyollerin yapı
ları, bunların parankim e tutunm alarını sağlayan septaların
kaybı nedeniyle bozulabilir. Çevre alveoler septalardaki
e la stik doku k a y b ı nedeniyle küçük havayolları üzerinde
ki radyal traksiyon azalır ve böylece ekspirasyon sırasında
küçük hava yollarının kollapsına yol açar; bu d u rum şiddet
li am fizem deki k ro n ik hava akımı obstrüksiyonunun önem
A ntielastazlar (ör., a-pantitripsin) ve antioksidanlar ile fren li b ir sebebidir, ilerlemiş olgularda her zaman bronşiyoler-
lenmediği sürece, inflamasyon döngüsü ve ESM proteolizi de inflamasyon ve submukozal fibrozis görülür.
devam eder. Pratikte konjenital a-|-antitripsin eksikliği olan
hastaların % 8 0’ inden fazlasında sem ptom atik panasiner
amfizem gelişir; bu amfizem tipi daha erken yaşlarda o rta
ya çıkar ve sigara içenlerde daha şiddetlidir.
A m fiz e m /K O A H gelişiminde bireyle r arasındaki duyar
lılık oldukça değişkendir. Sigaranın yol açtığı zedelenmeye
verilen yanıtı birden fazla genetik fa k tö r kon tro l etm ekte
dir. Ö rneğin, TGFB genindeki p o lim o rfizm le r mezenkirpa!
hücrelerin zedelenmeye yanıtını düzenleyerek KO AH geli
şimine karşı duyarlılığı etkiler. Mesela bazı polim orfîzm ler-
de TGF-P sinyallerine karşı mezenkimal hücre yanıtı azalır,
bunun sonucunda da solunan toksinlerin neden olduğu
elastin zedelenmesinin ta m iri yetersiz kalır. M atriks metal-
loproteinazların (M M P), özellikle MMP-9 ve MMP-12’nin
de amfizem patogenezinde ro l oynadığı gösterilmiştir. Bazı
amfizem hastalarında MMP-9 gen p o lim o rfizm le ri ve art
mış MMP-9 ve MMP-12 düzeyleri bulunmuştur. Ayrıca,
MMP-12’den yoksun farelerin sigaraya bağlı amfizemden
korunduğu gösterilm iştir. Daha fazla çalışmalara gereksi
nim duyulm akla birlikte, m evcut anlayışa göre amfizem pa-
togenezi Resim 12-7’de özetlenm iştir.
inflam atuar m edyatörler, hücre sinyalleşmesi ve tam ir
mekanizmalarının yanlış aktivasyonu arasındaki karmaşık Resim 12-8 Akciğer amfizemi. Hava boşluklarının belirgin geniş
ilişkiler birb irin d e n çok farklı hastalıklara yol açabilir; fibro - lemesi ve alveoler septaların fibrozis olmadan parçalanması söz
konusudur. Siyah antrakotik pigmente dikkat ediniz.
466 BÖLÜM 12 Akciğer
A Ö ZET
A m f iz e m
• Amfizem terminal bronşiyollerin distalindeki hava boş
luklarının kalıcı genişlemesi ile karakterize kronik obst-
rü ktif havayolu hastalığıdır.
• Sentriasiner (en sık ve sigara ilişkili tip), panasiner (a^an-
titripsin eksikliğinde görülür), distal asiner ve irregüler
tiplerden oluşur.
• Sigara ve solunan çevresel ajanlar inflamatuar hücrelerin
birikimine, elastazların ve oksidan maddelerin salınımına
neden olarak yeterli mezenkimal tam ir yanıtına sahip ol
mayan alveol duvarlarının parçalanmasına yol açar.
• Her iki hastalıkta da sigara altta yatan risk faktörü oldu
ğundan, amfizemli hastaların çoğu aynı zamanda kronik
bronşit özellikleri de gösteririn Saf amfizemi olan hasta Resim 12-9 Büyük, apikal ve subplevral bül içeren büllöz amfizem.
lar “ pink puffers-pembe üfleyenler” olarak da tanımlanır. (D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw estern M e d ica l School, D al
las, Texas. Eğitim Setinden.)
O b s trü k tif A kciğ e r (Havayolu) Hastalığı 467
Kronik Bronşit
Sigara içenlerde ve hava kirliliği olan şehirlerde yaşayan
bireylerde kronik bronşit sıktır; bazı çalışmalar 40-65
yaş grubundaki erkeklerin %20-25'inde kronik bronşit
olduğunu belirtmektedir. Kronik bronşit tanısı klinik
olarak konulur: kronik bronşit klinik olarak ardışık iki yıl
boyunca, yine ardışık en az 3 ay devam eden sürekli öksürük
ve balgam varlığı şeklinde tanımlanır. Hastalığın erken
dönemlerinde balgamlı öksürükteki mukus fazladır an
cak havayolları tıkanmamıştır. Kronik bronşitli hastala
rın bazılarının havayollarında aralıklı bronkospazm ve
hırılıtılı solunum ile karakterize aşırı reaksiyon görülebi
lir. Bir grup kronik bronşit hastasında, özellikle yoğun
sigara içenlerde ise kronik havayolu obstrüksiyonu ve
Resim 12-10 Kronik bronşit. Bronş lümeni üstte. Müköz bez ta
genellikle eşlik eden amfizem söz konusudur.
bakasındaki belirgin kalınlaşmaya (normalin yaklaşık iki katı) ve ak
ciğer epitelinin skuamöz metaplazisine dikkat ediniz.
(D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southwestern M e d ica l School, Dal
PATO G EN EZ las, Texas. Eğitim Setin den .)
) M ORFOLOJİ ( J ) Ö ZET
M akroskopik spesimenlerde de görüldüğü gibi, büyük ha Kronik Bronşit
vayollarının mukozası sıklıkla h ip erem ik ve ödem sıvısı
nedeniyle şiştir. Sıklıkla müsinöz ya da m ukopürülan sek- • K ro n ik bronşit ardışık en az 2 yıl boyunca ve ardışık en az
retin neden olduğu b ir tabaka ile kaplıdır. Küçük bronşlar 3 ay devam eden sürekli öksürük ve balgam şeklinde ta
ve bronşiyoller de benzer sekresyonlar ile dolu olabilir. His nımlanır.
to lo jik incelemede trakea ve büyük bronşlardaki kro n ik • En önem li risk faktörü sigaradır; hava kirliliğine yol açan
bronşitin tanısal özelliği m ukus salgılayan bezlerin bü- ajanlar da katkıda bulunur.
468 BÖLÜM 12 Akciğer
• K ro n ik obstrüksiyon bileşeni esas olarak küçük havayolu ken faz reaksiyonlarında bro nko konstriksiyon , artmış mu
hastalığı (kron ik bronşiyolit) ve eşlik eden amfizem sonu kus üretim i ve değişen oranlarda vazodilatasyon görülür.
cu meydana gelir. B ronkokonstriksiyon subepitelyal vagal reseptörlerin d ire kt
• H is to lo jik incelemede mukus salgılayan bezlerin büyüme uyarılması ile tetiklenir. Geç faz reaksiyonu eozinofillerin,
si, goblet hücre metaplazisi ve bronş duvarında fibrozis n ö tro fille rin ve lenfositlerin aktivasyonu ile karakterize inf-
görülür. lamasyondan oluşur. Buna ek olarak, epitel hücreleri de ak
tive olup daha fazla T H2 ve eozinofil toplanmasına neden
olan kem okinleri ü re tir (örneğin eozinofiller için güçlü kim
yasal çekici ve a ktiva tör olan eotaksin gibi); ayrıca diğer lö-
kositlerin de toplanmasını uyararak inflam atuar reaksiyo
Astım
nun şiddetlenmesine yol açar. Tekrarlayan inflamasyon
ataklan bronş duvarında havayolu rem odeling! adı veri
Astım havayollarının özellikle geceleri ve/veya sabah er
len yapısal değişimlere neden olur. Bu değişiklikler düz kas
ken saatlerde belirginleşen ve tekrarlayan hırıltılı solu ve m üköz bezlerde hip e rtro fi, artm ış vaskülarite ve subepi
num (wheezing) atakları, nefes alamama, göğüste sıkış telyal kollajen birikim i ile ka ra kte rize d ir ve hastalığın semp
ma ve öksürük ile karakterize kronik inflamatuar bir tom ları başlamadan yıllar önce bile oluşabilir.
hastalığıdır. Hastalığın en tipik özellikleri aralıklı ve re- Astım karmaşık b ir genetik hastalıktır; pa tolo jik reaksi
versibl havayolu obstriiksiyonu, eozinofillerin bulunduğu yonun başlamasında çok sayıda duyarlı genin çevresel fak
kronik bronşiyal inflamasyon, bronş düz kaslarında hiper- tö rle rle etkileşim i söz konusudur. Bu genlerin ekspresyo-
trofi ve artmış mukus sekresyonudur. Hastalarda atakları nunda ve im m ün yanıtı ya da doku rem odelingini etkileyen
tetikleyen uyaranlardan bazıları normal bireylerdeki ha po lim o rfîzm kom binasyonlarında çeşitlilikler söz konusu
vayollarının üzerindeki etkisi minimaldir ya da yoktur, dur. Duyarlı krom o zom lokuslarından birisi 5. krom o zo
inflamatuar yanıtta özellikle eozinofiller, mast hücreleri, mun uzun kolunda (5 q ) bulunur; bu lokusta IgE sentezinin
makrofajlar, lenfositler, nötrofiller ve epitelyal hücreler regülasyonu yanısıra, mast hücre ve eozinofil büyümesi ve
gibi pek çok hücre rol oynar. Son dört dekadda Batı farklılaşma haritası ile ilgili çeşitli genler ye r alır. Bu genler
den bazıları şunlardır: IL13 (atop ik astım gelişimine duyarlı
dünyasında astım insidansmda belirgin artış olması dik
lık ile ilişkili genetik p o lim o rfizm le r), C D 14 (mesleksel as
kat çekicidir. Bu epidemiyolojik gözlem 'hijyen hipote-
tım ile ilişkili te k nükleotid p o lim o rfizm le ri), H L A klas II al-
zi'ni doğurmuştur. Buna göre enfeksiyonların eradikas-
lelleri (IgE antikorları üretm e eğilim i), |32-ad ren erjik resep
yonu immün homeostazı değiştirir ve allerjik ve diğer t ö r geni ve IL-4 reseptör geni (atopi, total serum IgE düze
zararlı immün yanıtları uyarır. yi ve astım). Bir başka önemli lokus 20q üzerindedir. Bura
Astım atopik (yani bir allerjen duyarlılığı olması; sık da bulunan A D A M -3 3 bronşiyal düz kasların ve fibroblast-
lıkla allerjik rinit, egzema hastalarında görülür) ve ato ların proliferasyonunu düzenler ve havayolu rem odelingini
pik olmayan (non-atopik) astım olmak üzere iki tipe ayrı k o n tro l eder. T H2 inflamasyonunda ve astımın derecesinde
labilir. Her iki tipte de respiratuar enfeksiyonlar (özellik çeşitli kitinaz enzim lerine karşı rese ptör düzeyindeki artışın
le viral), çevresel ajanlara maruziyet (ör. sigara dumanı, (upregulation) önem li olduğu gösterilm iştir; yüksek serum
diğer dumanlar), soğuk hava, stres ve egzersiz gibi çeşit YKL-40 düzeyleri (enzim atik aktivitesi olmayan b ir kitinaz
li mekanizmalarla bronkospazm atakları tetiklenebilir. ailesi üyesi) astımın şiddeti ile korelasyon gösterm ektedir.
İnflamasyon tipleri farklılıklar gösterir: eozinofilik, nöt-
rofilik, mikst inflamatuar ve az sayıda granülositten olu
şan (pausi-granülositik) gibi. Bu alt grupların etiyolojile-
Astım Tipleri
ri, immünpatolojileri ve tedaviye yanıtları farklılıklar
gösterebilir. Astım ayrıca bronkokonstriksiyona yol açan A to p ik Astım
ajanlara ya da olaylara göre de sınıflandırılabilir. Astımın en sık görülen tipidir; genellikle çocukluk ça
ğında başlar ve klasik örneği tip I IgE aracılı hipersensiti-
vite reaksiyonudur (Bölüm 4). Ailede pozitif atopi ve/ve
ya astım öyküsü sıktır. Astım atakları öncesinde sıklıkla
PATO G EN EZ allerjik rinit, ürtiker ya da egzema görülür. Hastalık toz,
Astım ın ana etiyo lo jik fa k tö rle ri tip I hipersensitiviteye kar
polen, hayvan derisi ve gıdalar gibi çevresel ajanlarla te
şı genetik yatkınlık (atop i), akut ve k ro n ik havayolu infla- tiklenir. Enfeksiyonlar da atopik astımı etikleyebilir. So
masyonu ve çeşitli uyaranlara karşı bronşların aşırı reaksi rumlu antijene yönelik yapılan deri testinde ani kızarık
yonudur. İnflam asyonda p ek ço k hücre tipi ve infla lık ve kabarma meydana gelir. Atopik astım tanısı bir di
m a tu a r m ed yatör rol o ynar, ancak astım ın patoge- zi IgE spesifik allerjeni belirleyen serum radyoallerjosor-
nezinde tip 2 yardım cı T (T H2 ) hü crelerin in rolü ban testleri (RAST) ile de konabilir.
k r it ik olabilir. Astım ın klasik ato pik form un da çevresel
ajanlara karşı aşırı T H2 reaksiyonu görülür. T H2 hücreleri N o n -A to p ik Astım
tarafından üretilen sitokinle r astıma ait özelliklerinin çoğun Nonatopik astımlı hastalarda allerjen duyarılılığı yoktur
dan soru m lud ur—IL-4 IgE yapımını uyarır, IL-5 eozinofilleri ve deri testleri sıklıkla negatiftir. Ailede astım öyküsü
aktive eder ve IL-13 mukus yapımını ve ayrıca B hücrelerin
daha nadirdir. Virüslere (ör. rhinovirüs, parainfluenza
ce IgE üretim ini uyarır. IgE submukozal mast hücrelerinin
virüs) ve solunan çevresel ajanlara (ör. sülfür dioksit,
etrafını kaplar. Mast hücreleri allerjenlerle karşılaştıklarında
ozon, azot dioksit) bağlı respiratuar enfeksiyonlar sık te-
içlerindeki grandilerini salar. Bu da iki dalga halinde reaksi
tikleyicilerdir. Solunum mukozasındaki viral inflamasyo-
yon başlatır: erken (ani) faz ve geç faz (Resim 12-11). Er
nun subepitelyal vagal reseptörlerin irritanlara karşı eşiğini
A. N O R M A L HAVAYOLU C . AS TIM IN TETİKLENM ESİ
Mukus
Epithel T hücre Polen
Bazal
membran
I
I İÜ .^ re s e p tö rü
Lamina — «■ o
propria
Düz kas (allerjen)
G la n d la r------— Dendritik
hücre
Kıkırdak —C liv t if o T 7""
IgE
reseptörü , J|
Mukoza
Eozinofil toplanması örtüsü
Mast hücresi | Aktivasyon
Granüller ve
medyatörlerin salınır™
B. A STIM D A H A VAYO LU
Mukus
Eozinofil - [ —^
Goblet K
hücresi ■
Bazal - M 1 0
membran # % £ # •
\T *V •• «
Makrofaj -
ft l A ® *
* > * *
Düz kas -
Glandlar
Ç 6b
D. ER K EN FAZ (D A K İK A LA R ) E. G E Ç FAZ (S A A T LE R )
Resim 12-11 A ve B, Normal ve astımlı bir hastadaki bronşların karşılaştırılması. Mukus salgılayan goblet hücrelerinin sayıca artışı ve sub-
mukozal bez hipertrofîsine bağlı bronş lümeninde biriken mukusa dikkat ediniz. Ayrıca eozinofil, makrofaj ve diğer inflamatuar hücreler
den meydana gelen yoğun bir kronik inflamasyon görülüyor. Mukozal epitel altındaki bazal membran kalınlaşmış ve düz kas hücreleri
hipertrofi ve hiperplazi sergiliyor. C, Solunan allerjenler (antijenler) TH2 baskın bir yanıta neden olarak IgE yapımına ve eozinofil toplan
masına yol açar (sensitizasyon). D, Antijen (Ag) ile tekrar karşılaşıldığında IgE’ nin havayollarında bulunan mast hücrelerinin IgE reseptör
lerine bağlanması ile ani reaksiyon tetiklenir. Bu hücrelerde önceden üretilmiş olan mediyatörler salınır. Sonuçta direkt ya da nöronal
refleksler yoluyla mediyatörler bronkospazm, vasküler permeabilite artışı ve mukus yapımına neden olur ve kandan daha fazla mediyatör-
salan hücre toplanmasına yol açar. E, Kandan toplanan lökositlerin (nötrofiller, eozinofiller, bazofiller, lenfositler ve makrofajlar) ulaşmasıyla
astımın geç fazını başlatacak sinyal verilir ve lökosit, endotel ve epitel hücrelerinden yeni mediyatör salınımı başlar. Özellikle eozinofiller-
den salınan faktörler (örneğin major basic protein, eozinofil katyonik protein) epitelde de hasara yol açar. IgE: immunoglobulin E.
470 BÖLÜM 12 Akciğer
K lin ik Ö z e llik le r
Bir astım atağı hırıltılı solunum (wheezing) ve birlikte
şiddetli solunum sıkıntısı ile karakterizedir; esas zorlan Bronşektazi
ma ekspiryumdadır. Hastalar akciğerlerine hava doldur
maya çalışır, ardından da bu havayı veremez. Bu şekilde Bronşelctazi bronş ve bronşiyollerin kas ve destek elas
bronşların distalinde hava hapsolur, havayolları daralır, tik dokusunun kronik nekrotizan enfeksiyonlar sonucu
mukus ve debris ile dolar ve sonuçta akciğerler giderek parçalanmasıyla meydana gelen kalıcı dilatasyonudur.
Obstrüktif Akciğer (Havayolu) Hastalığı 471
PA TO G EN EZ
Bronşektazi patogenezinde iç içe geçmiş iki k ritik süreç söz
konusudur: o b strü ksiyon ve k ro n ik kalıcı enfeksiyon.
Bunlardan herhangi birisi daha önce başlayabilir. O b s trü k
siyon nedeniyle norm al tem izlem e mekanizmaları bozulur
ve bunu kısa b ir süre sonra sekonder enfeksiyonlar izler;
diğer tü rlü ise k ro n ik enfeksiyon zamanla bronş duvarları
nı zedeleyerek zayıflamasına ve dilatasyonuna neden olur.
Ö rneğin, p rim e r akciğer kanseri ya da yabancı cisim nede
niyle meydana gelen obstrüksiyonlarda salgıların uzaklaştı
rılması bo zulur ve o rta m süperempoze enfeksiyonlar için
uygun hale gelir. Bronş duvarında meydana gelen inflama-
tuar hasar ve biriken eksuda havayollarını daha fazla geniş
le tir ve irreversibl dilatasyona yol açar. Ö te yandan, bronş
ya da bronşiyollerdeki kalıcı nekrotizan b ir inflamasyon
o b strü kte edici sekresyonlara, tüm duvar boyunca infla-
masyona (beraberinde peribronşiyal fibrozise ve duvarda Resim 12-13 Transplantasyon için akciğer rezeksiyonu yapılmış
traksiyona) ve en sonunda yukarıda ta rif edilen olaylar di kistik fibrozisli bir hastada bronşektazi. Akciğerin kesit yüzeyinde
zisine yol açabilir. içleri pürülan mukus ile dolu ve subplevral bölgelere kadar uzan
mış, belirgin olarak dilate bronşlar görülüyor.
472 BÖLÜM 12 Akciğer
Löffler sendromu
KRONİK İNTERSTİSYEL ilaç allerjisi ilişkili
idiyopatik kronik eozinofilik pnömoni
(RESTRİKTİF, İNFİLTRATİF)
Sigara ilişkili
AKCİĞER HASTALIKLARI Deskuamatif interstisyel pnömoni
Respiratuar bronşiyolit
Kronik interstisyel hastalıklar esas olarak bilateral yerle
şimli, pulmoner bağ dokusunu sıklıkla yama tarzında tu
tan, genellikle kronik seyirli hastalıklardır. Esas olarak dınlardan daha sık görülür; olguların yaklaşık üçte ikisi
en periferde yerleşim gösteren ve en hassas olan alveol- hastalığın görülme anında 60 yaşından büyüktür. Fibro-
lerin duvarındaki interstisyum etkilenir. Akciğer inters- zisin radyolojik ve histolojik paternine olağan (‘'usual")
tisyumu endotel ve epitel hücrelerinin bazal membranla- interstisyel pnömoni (UIP) denir ve bu görünüm IPF tanı
rı (bunlar en ince kısımlarında birbirleriyle birleşmişler sı için gereklidir. Ancak, benzer patolojik görünüm as-
dir), kollajen lifleri, elastik doku, fibroblastlar, birkaç bestozis, kollajen vasküler hastalıklar ve diğer bazı has
mast hücresi ve nadir mononükleer hücrelerden oluşur talıklarda da olabilir. Bu nedenle idiyopatik tanısı veril
(Resim 12-1). Bu hastalık grubundaki antitelerin çoğu meden önce bilinen tüm etkenler ekarte edilmelidir.
nun nedeni ve patogenezi bilinmemektedir; bazılarının
interstisyel komponenti yaraşıra intraalveoler kompo-
nenti de vardır. Öte yandan birbirlerinden farklı bu has PATO G EN EZ
talıkların histolojik özellikleri de sıklıkla örtüşmektedir. Güncel bilgilere göre İPF bazı tanımlanmamış ajanlar yü
Ancak klinik bulgular, semptomlar, radyolojik görünüm zünden ‘tekrarlayan’ epitel aktivasyonu/zedelenm esi dön
ve patofizyolojik değişiklikler bunların ayrı hastalıklar güsü sonucu meydana gelir (Resim 1 2 -1 4 ). H istopatolojik
olduğunu desteklemektedir. Bu hastalıkların karakteristik olarak lezyonlarda inflamasyon ve T H2 tipindeki T hücre
özelliği azalmış kompliyanstır (yani, sertleştiklerinden dola yanıtının eozinofiller, mast hücreleri, IL-4 ve IL-13 ile indük-
yı akciğerleri şişirmek için daha fazla basınç gerekir); bu ne siyonu görülür. Bir başka kabul gören düşünceye göre de
denle de soluk alıp verme daha fazla efor gerektirir (dispne). ‘alte rna tif yoldan aktive olmuş m akro fa jla r’ akciğer fibro zi-
Bunun yaraşıra, alveoler epitel ile interstisyel damar ha si olan hastalarda belirgin olup, patogenezde önemli rol oy
sarı ventilasyon-perfüzyon oranında anormalliklere yol nuyor olab ilir (Bölüm 2). Flasar ve inflamasyon odakların
daki anorm al epitelyal tam ir, aşırı fîbroblastik ya da m yofib-
açarak hipoksiye neden olur. Göğüs grafilerinde küçük
roblastik proliferasyona, böylece İPF için karakteristik olan
nodüller, düzensiz çizgiler ya da "buzlu cam alanları" ile
fibro blastik odakların oluşumuna neden olur. A norm al ta
karakterize diffüz infiltrasyon görülür. Hastalık ilerle
m irin mekanizması tam olarak anlaşılamamakla birlikte,
dikçe solunum yetmezliği gelişir ve buna sıklıkla pulmo son ve rile r sorum lu olarak TGF-(31 ’i gösterm ektedir. TGF-
ner hipertansiyon ile kor pulmonale (Bölüm 10) eşlik (31, zedelenmiş tip I pnöm ositlerden salınır ve fibroblastla-
eder, ilerlemiş hastalıkların birbirlerinden ayrımı zor rın m yofibroblastlara dönüşüm üne, sonuçta da aşırı ve sü
olabilir çünkü hepsi akciğerin skarlaşması ve yıkımıyla rekli kollajen ile ESM depolanmasına yol açmaktadır. Fami-
sonuçlanır; bu duruma son dönem ya da "balpeteği" ak liyal İPF’ li bazı hastalarda te lo m e rle ri kısaltan mutasyonlar
ciğer adı verilir. Kronik interstisyel akciğer hastalıkları vardır (Bölüm 1). Bu m utasyonlar pnöm ositlerin hızlı yaş
klinikopatolojik özelliklerine ve karakteristik histolojile lanmasına ve apoptozisine neden olur. TGF-(31 aynı zaman
rine göre sınıflandırılır (Tablo 12-3). da b ir endojen pulm oner fibrozis in hib itörü olan fibroblast
caveolin -1 ’ i baskılar.
Fibrozise Yol Açan Hastalıklar
İdiyopatik Pulmoner Fibrozis M ORFOLOJİ
İdiyopatik pulmoner fibrozis (IPF), kriptojenikfibrozan al-
M akroskopik olarak akciğerlerin plevral yüzeyleri interlo-
veolit olarak da bilinir, etiyolojisi bilinmeyen bir akciğer
büler septalar boyunca gelişen skarın çekmesine bağlı ola
hastalığıdır. Yama tarzında ancak progresif bilateral in
rak kaldırım taşı görünüm ünü almıştır. Kesit yüzlerinde fib
terstisyel fibrozis ile karakterizedir. İlerlemiş olgularda rozis (sert, lastik kıvamında beyaz alanlar) görülür. Fibrozis
şiddetli hipoksemi ve siyanoz görülür. Erkeklerde ka-
Kronik interstisyel (Restriktif, İnfiltratif) Akciğer Hastalıkları 473
F ib r o b la s t-
la r d a k i
k a v e o lin
S e y r e k fa m ily a l v a k a la r
Fibroblastlar ve miyofibroblast
m
K o lla je n v e e k s t r a s e lü le r Baskılar
m a tr ik s b ir ik im i
Pulmoner fibrozis
Resim 12-16 Olağan (usual) interstisyel pnömoni. Yüzeye paralel
lifler ve mavimsi miksoid ekstrasellüler matriks ile karakterize fib-
Resim 12-14 idiyopatik pulmoner fîbrozisin mevcut bilgiler ışığın roblastik odak. Solda balpeteği oluşumu görülüyor.
daki patogenezinin gösterimi.
tariarda b irikim i gerekir. Silika, asbest ve berilyum köm ü r külü toz yüklü makrofajlardan oluşur; bunun yanısıra no-
tozuna göre daha re a k tiftir ve çok daha düşük konsantras dülde az m iktarda kollajen liflerinden meydana gelen ince
yonlarda bile fib ro tik reaksiyonlar meydana gelir. Solunan b ir kollajen ağı bulunur. Bu lezyonlar akciğerin her yerine
tozların çoğu mukus ö rtü içinde yakalanır ve siliyer hare dağılmış olm akla birlikte, üst loblar ile alt lobların üst zon-
ke tle r ile akciğerlerden hızla atılır. Ancak partiküllerden ba larında daha yoğundur. Süreç içerisinde sen trilo b u ler
zıları alveoler duktus bifurkasyonunda b irik ir; burada mak- am fisem meydana gelebilir. Muhtemelen kö m ü r derecesi
rofaj top lan ır ve biriken partiküllerin fagositozu başlar. Pul- nin daha yüksek olması nedeniyle fonksiyonel olara k belir
m on er alveoler m akro fajlar akciğ er hasarını ve fib- gin amfizem İngiltere ve A vru p a ’da A m erika Birleşik Dev-
ro zisi başlatan ve sü rd ü ren tem el hücresel elem an le tle ri’ ne göre daha sıktır.
la rd ır. Pek çok p a rtikül inflamazomu aktive eder ve IL-1 Kom plike K İP (PM F) basit KİP zemininde, k ö m ü r no-
yapımını uyarır. Daha re a k tif olan p a rtikü lle r makrofajların düllerinin birleşmesi sonucu gelişir. Bu süreç genellikle yıllar
inflam atuar yanıtı yöneten ve fibro blast proliferasyonu ile alır. Sıklıkla çok sayıda, 2 cm ’ den büyük (bazen 10 cm ’ye
kollajen birikim ini başlatan b ir dizi ürün salgılamasını te tik varan) yoğun siyah skarlar ile karakterizedir. M ikro skopik
ler. Solunan partiküllerin bazıları d ire k t drenaj yoluyla ya incelemede lezyonlar yoğun kollajen ve pigm ent içe ririr
da m akrofajlar içerisinde lenfatiklere ulaşabilir ve böylelikle (Resim 1 2 -1 8 ).
p a rtiküllerin bileşenlerine ve/ve ya p a rtikü lle r nedeniyle
m odifiye olm uş kendi (self) proteinlerine karşı b ir immün
yanıt başlatabilir. Bu da ardından lokal reaksiyonun şiddet
K lin ik Ö z e llik le r
lenmesine ve yayılmasına neden olur. Tütün içm ek solu
nan tüm m in eral to zla rın kö tü etkisini a r tırır; diğer KİP akciğer fonksiyonlarında hafif bozulmaya yol açan
partiküllerle karşılaştırıldığında bu durum en fazla asbest genellikle benign bir hastalıktır. PMF gelişenlerde pul-
için geçerlidir. moner disfonksiyon, pulmoner hipertansiyon ve kor
pulmonale sıklığı artar. KlP'ten PMF'ye progresyon kö
mür tozu maruziyetinin derecesi ve total toz yükü dahil
K ö m ü r işçisi P n ö m o k o n y o z u çeşitli durumlar ile ilişkilendirilmiştir. Ne yazık ki, PMF
Dünya çapında kömür madenlerindeki toz miktarlarını daha fazla maruziyet olmasa bile progresyona devam et
azaltma sayesinde kömür tozu ilişkili hastalıkların insi- me eğilimindedir. Kömür madencilerinde akciğer kan
dansı büyük oranda düşmüştür. Kömür işçilerindeki ak seri sıklığında bir artış söz konusu değildir; bu durum
ciğer bulgularının spektrumu oldukça geniştir ve şu şe KIP'i silika ve asbest maruziyetlerinden ayırt ettiren bir
kildedir: sadece pigmentin biriktiği ve farkedilebilir bir özelliktir (bir sonraki bölümde tartışılacaktır).
reaksiyonun olmadığı asemptomatik antmkoz, makrofaj-
larm biriktiği ancak akciğerde fonksiyon bozukluğunun
olmadığı/çok az olduğu basit kömür işçisi pnömokonyozu
(KİP) ve yoğun fibrozis ve bozulmuş akciğer fonksiyon
ları ile karakterize komplike KIP veya progresif m asif fibro
zis (PMF) (Tablo 12-4). İstatistikler farklar gösterebil
mekle birlikte, basit KİP olgularının %10'undan azı
PMF'ye ilerlemektedir. Şu nokta önemlidir: PMF genel
bir terimdir ve akciğerde bir araya gelerek birleşen ve bu
şekilde genişleyen fibrozis reaksiyonu için kullanıllır.
PMF bu bölümde tartışılan tüm pnömokonyozların bir
komplikasyonu olarak görülebilir.
Kömürün temeli karbon olmakla birlikte, kömür ma
deni tozu çeşitli eser metaller, inorganik mineraller ve si
lika kristalleri içerir. Karbonun kontamine kimyasallara
ve minerallere oranı (kömür derecesi) adi maden kömü
ründen (bitümlü kömür) taşkömürüne (antrasit) doğru
gittikçe artar; genel olarak taşkömürü (antrasit) maden
ciliği KIP açısından daha yüksek risk taşır.
( ) M ORFOLOJİ
Pwlmonei* a n trako zis kö m ü r m adencilerindeki köm ür-
ilişkili akciğer lezyonlarının içinde en zarasız olanıdır. Şehir
lerde yaşayan insanlarda ve tütün içicilerinde de sıklıkla gö
rülür. Solunan karbon pigmenti alveoler veya interstisyel
m akrofajlar tarafından fagosite edilir, daha sonra lenfatikler
boyunca bağ dokusunda birikir. Plevral lenfatiklerde ve lenf
nodlarında da görülür.
Resim 12-18 Kömür işçisinde progresif masif fibrozis. Bol miktar
B asit K İP , kö m ü r m akû lleri ya da biraz daha büyük
da siyah pigment ve beraberinde fibrozis.
leri olan kö m ü r nödülleri ile karakterizedir. K öm ür ma-
(K la tt E C : Robbins and Cotran atlas o f pathology, e d 2 , Elsevier, p. 121.)
476 BÖLÜM 12 Akciğer
Silikozis
Silikozis bugün itibariyle dünyada prevalansı en yüksek olan
meslek hastalığıdır. Kristalize silikanm sıklıkla mesleki
ortamlarda solunmasıyla meydana gelir. Çeşitli meslek
lerdeki işçiler, ancak özellikle kot taşlayıcıları ve kaya
madencileri belirgin risk altındadır. Silika hem kristal,
hem de amorf formlarda meydana gelir ancak kristal
formları (kuartz, kristobalit ve tridimit) en toksik ve fib-
rojenik olanıdır. Bunlar içerisinde en sık kuartz silikozis
ile ilişkilidir. Inhalasyondan sonra partiküller epitelyal
hücreler ve makrofajlarla etkileşirler. Fagosite edilen silika
partikülleri pulmoner makrofajların aktivasyonuna ve med-
yatör salınımına neden olur. Bu medyatörlerin arasında
IL-1, TNF, fibronektin, lipid medyatörler, oksijen kay
naklı serbest radikaller ve fibrojenik sitokinler yer alır.
TNF özellikle dikkat çekici bir medyatördür çünkü anti-
TNF monoklonal antikorlar farelerde intratekal verilen
silikanm yol açtığı fibrozisi bloke edebilmektedir. Kııart-
zın fibrojenik etkisinin diğer minerallerle karışık haldeyken
daha az olduğu gözlenmiştir. Bu fenomen pratikte özel bir
öneme sahiptir çünkü iş yerlerindeki kuartz nadiren saf
haldedir. Bu nedenle demir içeren hematit cevheri ma
dencileri, akciğerlerinde kuartza maruz kalmış bazı işçi
lerden daha fazla kuartz taşıyabilirler ancak buna rağ
men, hematitin koruyucu etkisi sayesinde bu bireylerin
akciğerlerindeki hastalık nispeten daha hafif olabilir.
Resim 12-19 Akciğer kesitinde ilerlemiş silikozis görülüyor. Skar
oluşumu üst lobu kontraksiyona uğratarak küçük siyah bir kitleye
dönüştürmüş (ok). Yoğun plevral kalınlaşmaya dikkat ediniz.
MORFOLOJİ (D r. John G odleski, Brigham and W om en 's H ospital, Boston, M assach u setts, izni ile).
K lin ik Ö z e llik le r
Silikozis genellikle asemptomatik işçilerin rutin göğüs
grafüerinde saptanır. Radyografiler tipik olarak üst akci
ğer zonlarmda ince nodülariteler gösterir. Pulmoner
fonksiyonlar genellile normaldir, ya da orta derecede et
kilenmiştir. Hastaların çoğunda geç dönemlere, PMF or
taya çıkana kadar solunum sıkıntısı görülmez. Bu dö
nemden sonra maruziyet olmasa bile hastalık progres-
yon gösterebilir. Çoğu hastada pulmoner hipertansiyon
ve kor pulmonale gelişir; bunun nedeni kronik hipoksi
ile meydana gelen vazokonstriksiyon ve parankimal yı Resim 12-20 Birleşmiş birkaç kollajenöz silikotik nodül.
kımdır. Hızlı ölümcül bir hastalık olmamasına karşın, (D r. John G odleski, Brigham and W om en 's H ospital, Boston, M assach u setts, izni ile).
Kronik İnterstisyel (Restriktif, İnfiltratif) Akciğer Hastalıkları 477
alt lobunu diffüz olarak etkileyen şiddetli interstisyel fibrozise dik minin oranından bağımsız dispne, plevral effüzyon ve
kat ediniz.
radyasyon alanı içindeki parankimde pulmoner infilt-
rasyonlar ile kendini gösterir. Belirti ve bulgular korti-
kosteroid tedavisi ile kaybolabilir ya da pulmoner fibro
zis ile karakterize kronik radyasyon pnömonitisine ilerle
içiciliği akciğer kanseri riskini oldukça artırır, ancak me- yebilir.
zotelyoma riskine etkisi yoktur. Asbest maruziyeti ile
ilişkili akciğer ya da plevra kanserleri çok daha kötü
prognoza sahiptir. Granülomatöz Hastalıklar
Sarkoidoz
Sarkoidoz bu bölümde restriktif akciğer hastalığına bir
örnek olarak tartışılmakla birlikte, sarkoidoz pek çok doku
ÖZET ve organda kazeifiye nekroz içermeyen graniilomler ile karak
Pnömokonyozlar terize, nedeni bilinmeyen multisistem bir hastalıktır. Miko-
bakteriyal ve fungal enfeksiyonlar ile berilyozis diğer
• Pnömokonyozlar organik ve inorganik patiküllere, en sık
mineral tozlara maruziyet sonucu akciğerde meydana ge
hastalıklar da bazen nonkazeifiye granülomlar içerir; bu
len bir grup kronik fib ro tik hastalıktır. nedenle sarkoidozun histolojik tanısı bir dışlama tanısıdır.
Sarkoidozun multisistem tutulumu pek çok klinik tablo
• Pulmoner alveolar makrofajlar inflamasyonu başlatarak
ve reaktif oksijen türleri ile fibrojenik sitokinleri ürete yu taklit edebilir ancak göğüs grafisinde de görülebilen
rek akciğer zedelenmesinde temel rol oynarlar bilateral hiler lenfadenopati veya akciğer tutulumu (ya da
• Kömür tozu ilişkili hastalıklar asemptomatik antrakoz-
her ikisi birden) olguların çoğunda esas klinik bulgudur.
dan, basit kömür işçisi pnömokonyozu (kömür makûlleri Olguların %25'inde göz ve deri tutulumu görülür; bun
ya da nodülleri ve sentrilobüler amfizem) ile belirgin pul lardan herhangi birisi hastalığın ilk bulgusu olabilir.
moner disfonksiyon, pulmoner hipertansiyon ve kor pul
monale ile karakterize progresif m asif fibrozise (PMF) va Epidem iyoloji
ran bir spektrum gösterir. Sarkoidoz tüm dünyada görülebilen, her iki cinsi, tüm
• Silikozis dünyadaki en yaygın pnömokonyozdur. Sorumlu ırkları ve yaş gruplarını etkileyebilen bir hastalıktır. Bu
etken sıklıkla kristalize silikadır (ör. kuartz). nunla birlikte bazı ilginç epitedemiyolojik özellikleri de
• Silikozis asemptomatik silikotik nodül ile PMF arasında söz konusudur:
değişebilen bulgulara sahiptir; silikozisli bireyler aynı za
• 40 yaş altı erişkinleri tutma eğilimi vardır,
manda tüberküloza karşı daha duyarlıdır. Silika maruziye
ti ile buna bağlı akciğer kanseri gelişimi tartışmalıdır. o Danimarka ve İsveç popülasyonunda insidans yük
sektir. ABD'de ise Afrikalı Amerikalılar arasında da
Kronik Interstisyel (Restriktif, Infiltratif) Akciğer Hastalıkları 479
ETİYOLOJİ VE PATO G EN EZ
Sarkoidozun etiyolojisi bilinm em ekle birlikte, genetik ola
rak yatkın kişilerde bazı çevresel ajanlara karşı bozulmuş
im m ün regülasyon sonucu meydana geldiğine dair bir dizi
kanıt m evcuttur. Hastalık gelişimine katkıda bulunan her
b ir fa ktö rü n rolü aşağıda özetlenm iştir.
Sarkoidozdaki çeşitli im m üno lo jik an o rm allikler bi
linmeyen b ir antijene karşı hücre aracılı yanıt geliştiğini dü
şündürm ektedir. Bu süreç C D 4+ yardımcı T hücreleri tara
fından sürdürülür. Bu an orm a llikler şunlardır:
Resim 12-23 Sarkoidoz. Karakteristik kazeifikasyon nekrozu içer
• intra-alveoler ve interstisyel C D 4 + T H1 birikim i
meyen peribronşiyal granülomlar ve çok sayıda dev hücre.
• T hücre alt gruplarının oligoklonal çoğalması (T hücre
reseptör rearanjman çalışmaları ile saptanır)
• IL-2 ve IFN-y gibi T hücre kaynaklı T H1 sitokinlerinin
artması ve bunun sonucunda sırasıyla T hücrelerinin ço
lom larda bazen iki m ikro skopik özellik daha görülür: ( 1 )
ğalması ve m akrofajların aktivasyonu.
Schaumann eisimüeri, kalsiyum ve proteinlerden oluşan
• Daha fazla T hücresini ve m onositleri o rtam a çeken ve lam iner b irik im le r ve ( 2 ) asteroid cisim ler, dev hücreler
granülom oluşumuna katkıda bulunan bazı sitokinlerin içinde yıldız şeklinde (stellat) inklüzyonlar. Bunlar sarko
(IL - 8 , TNF, m akrofaj inflam atuar p ro te in -1 a ) lokal çev idoz tanısı için gerekli öze llikle r değildir—başka nedenlerle
rede artması meydana gelen granülom larda da görülebilirler. Sarkoidoz
• Kandida ya da pürifiye protein derivesi (PPD) gibi sık granülom larında nadiren enfeksiyöz b ir süreci düşündüren
kullanılan deri testi antijenlerine karşı anerji. Bunun ne santral nekroz odaklan bulunabilir. T überküloz için tip ik
deni C D 4+ T hücrelerinin akciğerde toplanması sonucu olan kazeifikasyon nekrozu yoktur.
periferde sayıca azalması olabilir. Hastaların % 9 0’ ında akciğ erler hastalığın herhangi bir
• T|_| hücre regülasyon bozukluğunun bir başka bulgusu dönem inde etkilenirler. G ranülom lar esas olarak hava boş
olan poliklonal hipergam m aglobulinem i luklarından çok, interstisyum u tu ta r ve daha çok bronşiyol-
• O lguların ailesel ve ırksal yığılım göstermesi ve bazı in lerin ve pulm oner venüllerin çevresindeki bağ doku ve
san lökosit antijen (H L A ) genotipleri (ör. klas 1 HLA-A1 plevrada yerleşme eğilimi gö sterir ( “ lenfanjitik” dağılım).
ve H L A -B 8 ) ile birlikteliği genetik fa ktö rle rin rolü oldu Bronkoalveoler lavaj sıvısı bol C D 4+ T hücresi içerir. Has
ğunu düşündürm ektedir taların % 5-15’inde granülom lar sonunda diffüz in terstis
yel fibrozise uğrar ve balpeteği akciğer denen durum
A kciğ e r transplantasyonundan sonra hastaların % 75’ in-
meydana gelir.
de sarkoidoz yeni akciğerlerde rekürrens gösterir. Son ola
Hastaların % 75-90’ında in tra to rasik Busier ve paratra-
rak, sarkoidozdan sorum lu çeşitli “ antijenlerin” olduğu var
keal lenf n sd la rı büyüm üştür; üçte birinde ise pe riferik
sayılmıştır (ör. virüsler, m ikobakteriler, Borrelia, polen), an
lenfadenopati görülür. Lenf nodları kara kte ristik olarak ağ
cak şu ana kadar sarkoid o zu n enfeksiyöz bir ajan ta
rısız, se rt ve elastik kıvamdadır. Tüberkülozdan farklı ola
rafından m eydana getirildiğini d üşündürecek net
rak b irb irle rin e yapışık (konglom ere kitle halinde) değildir
bir k a n ıt y o k tu r.
ve ülserasyon göstermez.
D eri lezyo nları hastaların yaklaşık % 2 5 ’inde görülür.
A k u t sarkoidozun tip ik bulgusu olan e rite m a nodoxum
bacakların ön yüzünde ciltten kabarık, kırmızı, yumuşak
Q M OR FO LO Jİ nodüler ile karakterizedir. Bu lezyonlarda sarkoidoza ait
granülom lar pek görülem ez. Ancak sarkoidozda da keskin
Sarkoidozun tanısal h isto pa to lo jik özelliği, tutulan organ ne sınırlı ve ağrılı subkütanöz nodüller meydana gelebilir ve
olursa olsun, n o nkazeifiye epitelioid granülom dur bunlar sıklıkla nonkazeifiye granülom lar içerir.
(Resim 1 2 -2 3 ). G ranülom lar epitelioid hücrelerin sıkı to p H astaların y a k la şık beşte biri ila yarısın d a gözler
luluklarıdır. Çevre dokudan net ayrılan yapılar halinde bulu ve la krim a l b e zler e tkile n ir. G öz tutulum u unilateral ya
n u rla r ve etraflarında daha çok C D 4+ T hücrelerinden olu da bilateral iritis veya iridosiklitis şeklindedir. Sonçta korne-
şan b ir dış alan içerirler. Epitelioid hücreler makrofaj kö al opaklaşmalar, glokom ve (daha nadir olarak) tam görm e
ken lid ir ve geniş eo zin ofilik sitoplazm a ile veziküler nukle- kaybı gelişebilir. Posterior üveal traktus da etkilenebilir ve
uslar ile karakterizedir. M akrofajların b irbirleriyle birleşe- buna bağlı koroiditis, retin itis ve o p tik sin ir tu tu lu
re k meydana ge tirdikleri m ultinü klee r dev hücreler sıklıkla mu görülebilir. Bu göz lezyonlarına sıklıkla lakrim al bez inf-
eşlik eder. G ranülom ların çevresinde ince b ir tabaka halin lamasyonu ve buna bağlı göz yaşında azalma (sik k a send-
de fib ro b la st dizilenmesi g ö rü lü r; zamanla fibroblastlar rom u) da eşlik eder. Sarkoidozlu hastaların % 10’undan
p ro life re olarak kollajen yaparlar ve bu kollajen de tüm gra- azında unilateral ya da b ilateral p aro titis ve parotis
nülom u kaplayarak hyalinize b ir skar meyda getirir. Granü- b ezlerinin ağrılı büyüm esi görülür. Bunların bazılarında
480 BÖLÜM 1 2 Akciğer
kserostom i (ağız kuruluğu) meydana gelir. G öz ve parotis görme bozukluğu gelişir. Geri kalan %10-15'in çoğu ise
tutulum unun b ir arada olmasına (kom bine üveoparotid tu progresif pulmoner fibrozise ve kor pulmonaleye ilerler.
tu lu m ) M i k u l i c z s e n d r o ı m ı denir.
lî â la k m akro skop ik olara k etkilenm em iş gibi görünebi
lir ancak olguların yaklaşık d ö rtte üçü granülom lar içerir.
ÖZET
Yaklaşık %10 hastada dalak klinik olarak büyümüştür. K a
raciğerde de dalak ile aynı sıklıkta ve genellikle portal Sarkoidoz
alanlarda m ikro sko p ik granülom atöz lezyonlar gö rülür; an
• Sarkoidoz etiyolojisi bilinmeyen multisistemik bir hasta
cak hastaların yaklaşık üçte birinde hepatomegali veya
lıktır; tanısal histopatolojik özelliği çeşitli organlarda or
anorm al karaciğer fonksiyonları söz konusudur. Sarkoidoz-
taya çıkabilen nonkazeifîye granülomlardır.
da k e m ik iliği tutulum u oranı % 4 0’ lara kadar varabilm ek
le b irlikte , nadiren ciddi bulgulara neden olur. Sarkoidozda • Görülen immünolojik anomali akciğerde IFN-y ve IL-2 gi
hiperkalsemi ve hiperürem i gibi başka bulgular da meyda bi T h 1 bağımlı sitokinleri salgılayan CD4+ T hücre düze
na gelebilir. Bu değişikliklerin kem ik yıkımı ile ilgisi yo ktu r; yinin artmasıdır.
granülom lardaki m akrofajların ürettiği a k tif D vitam inine • Klinik bulguları lenf nodu büyümesi, göz tutulumu (sikka
ikincil olara k artan kalsiyum em ilim i sonucu meydana gelir. sendromu [kuru gözler], iritis, ya da iridosiklitis), deri
lezyonları (eritema nodozum, ağrısız subkutan nodüller)
ve visearal (karaciğer, deri, kemik iliği) tutulumu. Akciğer
tutulum u olguların %90’ında görülür; granülom oluşumu
K lin ik Ö z e llik le r ve interstisyel fibrozis ile karakterizedir.
Etkilenen bireylerin çoğunda hastalık tamamen asemp-
tomatiktir ve rutin akciğer filmlerinde bilateral hiler len-
fadenopati şeklinde ya da otopsilerde rastlantısal olarak
Hipersensitivite Pnömonitisi
saptanır. Bazı hastalarda ise periferik lenfadenopati, de
ri lezyonları, göz tutulumu, splenomegali ya da hepato Hipersensitivite pnömonitisi esas olarak alveolleri etki
megali ile ortaya çıkabilir. Semptomatik olguların yakla leyen ve bu nedenle sıklıkla allerjik alveolit olarak da ad
şık üçte ikisinde gittikçe belirginleşen solunum şikayet landırılan immün aracılı bir inflamatuar akciğer hastalı
leri (nefes darlığı, kuru öksürük veya hafif substernal ra ğıdır. Sıklıkla mesleksel bir hastalık olup, küflenmiş sa
hatsızlık hissi) ya da yapısal belirti ve bulgular (ateş, yor man gibi çeşitli antijenlerin inhalasyonuna karşı artmış
gunluk, kilo kaybı, iştahsızlık, gece terlemeleri) görülür. duyarlılık sonucu meydana gelir (Tablo 12-5). Bronşiyal
Birbirinden farklı ve tanısal olmayan klinik özellikleri astımdam farklı olarak immün aracılı hasarın odağı bronş
nedeniyle sıklıkla akciğer ya da lenf nodu biyopsilerine lar değil, alveoler düzeydir. Bu nedenle esas olarak azala-
başvurulur. Nonkazeifiye granülomlar sarkoidozu destekler, mış difüzyon kapasitesi, akciğer kompliyansı ve total ak
ancak diğer granülomatöz iltihap nedenleri mutlaka ekarte ciğer hacmi ile karalcterize restriktif akciğer hastalığı
edilmelidir. tablosu ile kendini gösterir. Mesleksel maruziyetler çe
Sarkoidozun klinik seyrini kestirmek mümkün değil şitlidir ancak sendromlar bazı ortak klinik ve patolojik
dir; progresif kronikleşenle ya da zaman zaman remis- bulgular taşır ve muhtemelen de çok benzer patofizyolo-
yonlarla giden aktif dönemler ile karakterizedir. Remis- jik temele sahiptir.
yonlar spontan olabilir ya da steroid tedavisiyle sağlanabi Hipersensitivite pnömonitisinin immün aracılı hasta
lir ve sıklıkla kalıcıdır. Etkilenen bireylerin %65-70'i her- lık olduğunu düşündüren çeşitli bulgular şunlardır:
hangi bir bulgu bırakmadan ya da çok az rezidüel bulgu • Bronkoalveoler lavaj örneklerinde hem CD4+, hem
ile iyileşirler, %2 0 'sinde kalıcı akciğer disfonksiyonu ve de CD 8 + fenotipindeki lenfositlerin sayısı artmıştır.
Böcek Ü rü nleri
Değirmenci akciğeri Toz ile kontamine tahıl S ito p h ilu s g r a n a r iu s (buğday biti)
Hayvan Ürünleri.
Güvercin besleyicisi akciğeri Güvercin dışkısı Dışkıdaki güvercin serumu proteinleri
Kimyasallar !
Kimyasal işçi akciğeri Kimya endüstrisi Trim ellitik anhidrid, izosiyanatlar
Kronik İnterstisyel (Restriktif, infiltratif) Akciğer Hastalıkları 481
® Hipersensitivite pnömonitisi olan hastaların çoğunun den uzaklaştırılmaması irreversibl kronik interstisyel
serumunda spesifik presipitan antikorlar ve damar akciğer hastalığına yol açar.
duvarlarında immünfloresan yöntemle tip III hiper-
sensitivitesinin işareti olan kompleman ve immünglo-
Pulmoner Eozinofili
bulinlerin varlığı gösterilmiştir. Hastaların üçte ikisin
de görülen nonkazeifiye granülomalar tip IV hiper-
Bazı klinik ve patolojik pulmoner antiteler eozinofil in-
sensitivitesinin de rolü olduğunu düşündürmektedir.
filtrasyonu ve aktivasyonu (artmış alveoler IL-5 düzeyi)
Özetle, hipersensitivite pnömonitisi ekstrinsik antijenle ile karakterizedir. Bu farklı hastalıklar genellikle immü
re karşı hem immün kompleks hem de gecikmiş tip hi nolojik temele sahiptir ancak etiyolojileri tam anlaşıla
persensitivite reaksiyonlarının rol aldığı bir immün ya mamıştır. Pulmoner eozinofili aşağıdaki kategorilere ay
nıttır. rılır:
» Solunum yetmezliği ile birlikte giden akut eozinofilik
sendronı hızlı başlayan ateş, dispne, hipoksi ve göğüs
grafilerinde diffüz pulmoner infiltrasyonlar ile karak
M ORFOLOJİ terizedir. Bronkoalveoler lavaj sıvısı tipik olarak
%25'ten fazla eozinofil içerir. Kortikosteroidlere yanıt
Hipersensitivite pnöm onitisinin hem akut, hem de kro n ik hızlıdır.
form larındaki histo lo jik tablo akciğer interstisyum unda pe-
• Basit pulmoner eozinofili (Löffler sendromu) geçici pul
ribronşiyal alanlarda ka ra kte ristik olarak belirginleşen fokal
m ononükleer hücre infiltrasyonudur. Lenfositler baskındır
moner lezyonlar, kanda eozinofili ve benign klinik se
ancak plazma hücreleri ve epitelioid hücreler de görülür. yir ile karakterizedir. Alveoler septalar eozinofiller ve
Hastalığın akut form la rın da değişen m iktarlarda n ö tro fîller seyrek dev hücrelerden oluşan infiltrasyon ile kalın
de m evcuttur. İn terstisyel nonkazeifiye granülom lar laşmıştır.
olguların üçte ikisinden fazlasında ve genellikle peribronşi- • Tropikal eozinofili mikrofilarya ve helmintik parazitle
yoler alanlarda g ö rü lü r (Resim 1 2 -2 4 ). ilerlem iş k ro n ik ol rin enfeksiyonu sonucu meydana gelir.
gularda ise diffü z interstisyel fibrozis meydana gelir.
• Sekoııder eozinofili örneğin astım, ilaç allerjileri ve ba
zı vaskiilit tipleri ile birlikte görülür.
• İdiyopatik kronik eozinofilik pnömoni alveol septalarm-
da ve boşluklarında lenfosit ve eozinofil toplulukla
K lin ik Ö z e llik le r rıyla karakterizedir. Akciğerin periferik alanlarında
Hipersensitivite pnömonitisi antijen ile karşılaştıktan 4- görülür. Yüksek ateş, gece terlemeleri ve dispne ile
8 saat sonra meydana gelen ateş, öksürük, dispne ve ya birliktedir. Bu hastalık bir ekartasyon hastalığıdır; ta
pısal belirti ve bulgular ile karakterize akut reaksiyon ya nı diğer pulmoner eozinofili nedenlerinin ekarte edil
da yavaş yavaş ortaya çıkan öksürük, dispne, halsizlik miş olması gerekir.
ve kilo kaybı ile karakterize kronik reaksiyon şeklinde
görülebilir. Hastalığın akut formunda antijen ile karşı
laşma ile semptomların arasındaki süre ilişkisi nedeniy Sigara İlişkili İnterstisyel Hastalıklar
le tanı sıklıkla bellidir. Antijen maruziyeti hastalık atakla
rının ardından sona ererse akciğer semptomları birkaç Sigaranın obstrüktif akciğer hastalığındaki (amfizem ve
gün içinde tamamen düzelir. Sorumlu antijenin çevre- kronik bronşit) rolü daha önce tartışılmıştı. Sigara aynı
zamanda restriktif ya da interstisyel akciğer hastalıkları
ile de ilişkilidir. Sigara ilişkili interstisyel akciğer hasta
lıklarının iki örneği deskuamatif interstisyel pnömoni
(DİP) ve respiratuar bronşiyolittir. DİP'nin en dikkat çe
kici histolojik özelliği hava boşluklarındaki geniş sitop-
lazmalı ve sitoplazmalarmda ince, kahverenkli pigment
(sigara içicisi makrofajı) bulunan çok sayıda makrofajdır
(Resim 12-25). Alveoler septumlar az sayıda inflamatu-
ar hücre infiltrasyonu (genellikle lenfositler) ile kalınlaş
mıştır; hafif şiddette interstisyel fibrozis olabilir. Pulmo
ner fonksiyonlar genellikle hafif düzeyde restriktif anor
mallikler gösterir. DIP'li hastalar tipik olarak iyi prog-
noz gösterirler; steroid tedavisine ve sigara bırakılması
na mükemmel yanıt verirler. Sigara içicilerindeki ortak
histolojik lezyon respiratuar bronşiyolittir ve DİP'dekini
benzer intraluminal pigmente makfrofajlar ile karakteri
zedir, ancak dağılımı "bronkiyolosentriktir" (birinci ve
ikinci sıra respiratuar bronşiyoller). Ayrıca hafif perib-
Resim 12-24 Hipersensitivite pnömonitisi, histolojik görünümü. ronşiyoler fibrozis de görülür. DİP hastalarında olduğu
Gevşek interstisyel granülomlar ve kronik inflamasyon karakteris gibi yavaş gelişen dispne ve kuru öksürük görülür,
tiktir. semptomlar sigaranın bırakılmasıyla geriler.
482 B Ö L Ü M 12 Akciğer
("*"*) Ö Z E T
Pulmoner Embolizm
• Büyük pulmoner arter trombuslarının hemen hepsinin
kökeni genellikle derin bacak yenlerinden kaynaklanan
embolilerdir.
• Risk faktörleri uzmış yatak istirahati, bacak cerrahisi, şid
detli travma, KKY, oral kontraseptif kullanımı (özellikle
östrojen içeriği yüksek olanlar), yayılmış kanser ve gene
tik hiperkoagülabilite bozukluklarıdır.
• Embolilerin çoğu (%60-80) klinik belirti vermez. Az bir
kısmında (%5) akut kor pulmonale, şok ya da ölüm (tipik
olarak büyük “ eyer” embolilerde) görülür, geri kalanı da
pulmoner infarkta yol açar.
Resim 12-27 Yeni ortaya çıkmış küçük, kabaca kama şeklinde • Rekürrens riski yüksektir.
hemorajik pulmoner infarktüs.
484 BÖLÜM 12 Akciğer
Goodpasture Sendromu
Goodpasture sendromu bu grubun tipik örneğini oluş
turur. Proliferatif genellikle hızlı ilerleyen glomerulonefrit
(Bölüm 13) ve hemorajik interstisyel pnömonitis ile karak-
terize nadir, ancak karakteristik bir hastalıktır. Hem
böbrek, hem de akciğerdeki lezyonlar kollajen IV'ün a 3
zincirinin nonkollajenöz kısmına karşı oluşan antikorlar
tarafından meydana gelir. Bu antikorlar Goodpasture
sendromu olan hastaların %90'mdan fazlasında serum
da saptanabilir.
M ORFOLOJİ
A kciğ erle r ağırdır ve diffüz alveoler kanam a nedeniyle
kırmızı-kahverengi konsolidasyon alanları içerir. M ikrosko-
pik incelemede intraalveoler kanama yanısıra alveol duvar
larında fokal nekroz, septalarda flb rö z kalınlaşma ve tip II
pnöm ositlerde h ip e rtro fi görülür. M akrofajlarda ve ekstra-
sellüler alanlarda hem osiderin varlığı ka ra k te ris tik tir ve
önceki kanama atağını ya da ataklarını gösterir (Resim
1 2 -2 9 ). Böbrek biyopsi ö rn eklerin de tanısal olan karakte
ristik lin eer paternde im m ünglobulin depolanm ası
(genellikle IgG, bazen IgA ya da IgM) (Bölüm 13) alveoler
septalar boyunca da görülebilir.
Resim 12-29 Â , Diffüz alveolar hemoraji sendromlu bir kişiye ait akciğer biyopsi örneğinde zeminde kalın fibröz septumlar ve hemo
siderin yüklü çok sayıda intraalveoler makrofaj görülüyor. B, Doku intrasellüler hemosiderini görünür hale getiren demir boyası (Prusya
mavisi) ile boyanmıştır.
(From th e Teaching Collection o f the D e p a rtm e n t o f Pathology, Children's M e d ica l Center, D allas, Texas. Eğitim Setinden.)
Silialı respiratuar— :
epitel hücresi
"U st"
solunum
yolu
Lenfatik
Makrofaj
"A lt
solunum
yolu
Resim 12-30 Akciğer savunma mekanizmaları. A , Enfeksiyona karşı doğal savunmalar: 1, Normal akciğerde mikrobiyal organizmaların
ortadan kaldırılması mukus tabakası tarafından tutulma ve mukosiliyer hareket ile atılmaya; 2, alveoler makrofajların fagositozu sonrasın
da organizmaların öldürülüp parçalanması ve mukosiliyer sisteme göç ederek bu artıkların alveoler boşluklardan uzaklaştırılmasına bağlıdır.
3, makrofaj faktörleri tarafından aktive edilen nötrofiller tarafından fagositoz ve öldürülmeye bağlıdır. 4, Serum komplemanı alveole gire
bilir ve fagositozu artıran opsonin C3b’yi oluşturmak üzere alternatif yol tarafından aktive edilebilir. 5, Fagositlerce sindirilen organizmalar
immün yanıtı başlatmak üzere lenf nodlarına erişebilir. B, Adaptif immünite geliştikten sonra başka ek mekanizmalar devreye girer. 1, Sal
gılanan IgA mikroorganizmaların üst solunum yolu epiteline yapışmasını engelleyebilir. 2, A lt solunum yollarında alveoler sıvı içinde serum
antikorları (IgM, IgG) bulunur. Bunlar komplemanı klasik yoldan daha etkin bir şekilde aktive ederler ve C3b (gösterilmemiştir) oluşumunu
sağlarlar. IgG ayrıca bir opsonindir. 3, T hücrelerin birikmesi virüs ve diğer intrasellüler mikroorganizmalar tarafından oluşturulan enfek
siyonların kontrolü için önemlidir. PMN, polimorfonükleer hücreler.
M o r a x e lla c a ta r r h a lis
S t a p h y lo c o c c u s a u r e u s
K le b s ie lla p n e u m o n ia e
H a e m o p h il u s in flu e n z a e
• Klebsiella ilişkili pnömoni sıklıkla zayıf düşmüş ve kö sudalarm görülmeyişini ifade eder. Çeşitli bakteriler ati
tü beslenen kişilerde, özellikle kronik alkoliklerde gö pik pnömoniye neden olur ancak bunların içinde en sık
rülür. etken Mycoplasma pneumoniae'dir. Mikoplazma pnömo-
• Organizma bol, yoğun kapsüler polisakkarid üretti nileri özellikle çocuklarda ve genç erişkinlerde sıktır.
ğinden kaim, jelatinöz ve hastaların öksürükle çıkar Sporadik olarak ya da kapalı topluluklarda (okullar, as
makta zorlandığı karakteristik bir balgam görülür. keri kamplar, hapishaneler) lokal epidemiler şeklinde
görülür. Diğer etiyolojik ajanlar virüsler (influenza tip A
P s e u d o m o n a s a e r u g in o s a ve B, respiratuar sinsityal virüsler, insan metapnömovi-
rüs, adenovirüs, rhinovirüs, rubeola virüs ve varisella vi
® Kistik fibrozisteki enfeksiyonlarla ilişkili olduğundan
rüs), Chlamydia pneumoniae ve Coxiella burnetii'dir (Q
burada toplumsal kökenli patojenlerle birlikte tartışü-
ateşi etkeni) (Tablo 12-6). Bu ajanların hemen hepsi ay
makla birlikte, P. aeruginosa en sık nozokomiyal ola
nı zamanda primer üst solunum yolu enfeksiyonuna da
rak görülür (daha ileride tartışılmıştır).
("soğuk algınlığı") neden olabilir.
« Pseudomonas pnömonisi ayrıca genellikle kemoterapi- Ortak patogenetik mekanizma organizmaların solu
ye ikincil nötropeni gelişen kişilerde, ağır yanık has
num epiteline yapışması, bunu takiben de hücre nekro
talarında ve mekanik ventilasyon desteği alanlarda zu ve inflamatuar yanıt meydana gelmesidir. Süreç alve-
sık görülür. ollere ilerlediğinde genellikle interstisyel inflamasyon
• P. aeruginosa enfeksiyon odağındaki kan damarlarını oluşur fakat alveoller boşluklara da bir miktar ödem sı
invaze etme eğilimindedir. Böyle bir durumda akci vısı geçebilir; bu nedenle göğüs filmlerindeki görünüm
ğer dışına yayılır; Pseudomonas bekteriyemisi oldukça bakteriyel pnömoniye benzer. Solunum epitelinin hasa
şiddetli (fulminan) bir hastalık olup, sıklıkla günler rı ve dökülmesi mukosiliyer temizleme aktivitesini inhi-
içinde ölümle sonuçlanır. be eder ve sekonder bakteriyel enfeksiyonları kolaylaştı
• Histolojik incelemede akciğer parankiminde koagü- rır. Solunum yollarının viral enfeksiyonlarında bu
lasyon nekrozu ve nekrotik damar duvarlarını infiltre komplikasyon iyi bilinmektedir. Daha ciddi alt solunum
eden organizmalar görülür (Pseudomonas vasküliti). yolu enfeksiyonları daha çok çocuklarda, yaşlılarda, kö
tü beslenenlerde, alkoliklerde ve immünsüprese birey
L e g io n e lla p n e u m o p h i l a lerde görülür. Virüsler ve mikoplazmalar sıklıkla hasta
• L. pneumophila Lejyoner hastalığının etkenidir. Bu ne salgınlarında da görülürür.
hastalık epidemik ve sporadik formları olan bir pnö
moni olup organizma adını hastalıktan alır. Pontiac
ateşi L. pneumophila tarafından meydana getirilen ve
kendi kendini sınırlayan bir üst solunum yolu enfek M ORFOLOJİ
siyonudur; pnömoni semptomları yoktur. Etken hangisi olursa olsun, atipik pnöm oninin m o rfo lo jik
® L. pneumophila suyla soğutma kuleleri ve içme suyu özellikleri benzerdir. Hastalık yama tarzında olabilir, ya da
şebekelerindeki borular gibi yapay su ortamlarında bilateral veya unilateral olarak tüm lobları tutabilir. Makros-
çoğalır. Havadaki organizmaların inhalasyonu ve kop ik olarak etkilenen alanlar kırmızı-mavi, konjesyone ve
kontamine içme sularının aspirasyonu ile geçtiği dü subkrepitandır. H isto lo jik incelemede in fla m a tu a r r e a k
şünülmektedir. s iy o n esas o la r a k a B ve o lle rin d w a r f a r s n a s iiia rlıd ır
(Resim 1 2 -3 4 ). Septalar genişlemiş ve öd em lidir; genellikle
• Legionella pnömonisi kardiyak, renal, immünolojik ya
lenfositler, histiyositler ve az sayıda plazma hücresinden
da hematolojik hastalıklar gibi predispozan durumla
oluşan m on on ükle er inflam atuar hücre infiltrasyonu görü
rı olan bireylerde sıktır. Organ transplantasyonu ya
lür. Bakteriyel pnöm onilerin tersine, atipik pnöm onilerde
pılan kişiler özellikle duyarlıdır. alveoler boşluklar hücresel eksuda içermez. Ancak şiddetli
® Legionella pnömonisi sıklıkla hastanede yatmayı ge olgularda tam gelişmiş diffüz alveol hasarı ve hyalin memb-
rektiren oldukça ağır bir hastalık şeklinde seyredebi ranlar meydana gelebilir. Daha hafif, kom plike olmayan ol
lir; immünsüprese bireylerde ölüm oranı %30-50'dir. gularda hastalık hafifledikten sonra akciğerin norm al yapısı
• Hızlı tanı en çabuk idrarda Legionella antijenlerinin te k ra r sağlanır. Tahmin edilebileceği gibi üste binen bakte
gösterilmesi ya da balgamda floresan antikor testinin riyel enfeksiyonlar karışık histolojik görünüm e yol açar.
pozitifliği ile konulur; standart tanı yöntemi kültür
dür. Atipik olgularda bronşiyal sekresyonlara PCR
bazlı tesler uygulanabilir. K lin ik Ö z e llik le r
Primer atipik pnömonin klinik seyri son derece değiş
Toplum Kökenli Atipik Fnömoniler kendir. Tanı konulmamış bir şiddetli üst solunum yolu
enfeksiyonu gibi davranabilir ya da immünyetmezlikli
Primer atipik pnömoni terimi önceleri akciğerlere daha hastalarda fulminan, hayatı tehdit eden bir enfeksiyon
çok alveoler septalar ve pulmoner interstisyuma sınırlı, şeklinde ortaya çıkabilir. İlk klinik tablo ateş, baş ağrısı
yama tarzında inflamatuar değişiklikler ile karakterize ve halsizlik, ardından da öksürük ve az miktarda balgam
akut febril respiratuar bir hastalık için kullanılmıştır. ile karakterize akut, nonspesifik bir febril hastalık tablo
Atipik terimi orta miktarda balgam varlığını, konsolidas- sudur. Hem ödem, hem de eksuda alveolokapiller blok
yona ait fizik muayene bulgularının olmayışını, beyaz gelişiminde rol oynadığından, fizik muayene ve radyolojik
küre sayısında sadece orta düzeyde artışı ve alveoler ek- bulguların şiddetiyle orantılı olmayan bir solunum sıkıntısı
Pulmoner Enfeksiyonlar 491
ayrı bir ad verilir: ventilator ilişkili pnömoni. Gram nega koksik bakteriyemide ortaya çıkar ve sıklıkla çok sa
tif basiller (Enterobakter ve Psödomonas türleri) ve S. au yıda akciğer absesine neden olur.
reus en sık izole edilen etkenlerdir; toplum kökenli pnö- Akciğer abselerinin hemen hepsinde anaerobik bakteri mev
monilerden farklı olarak, S. pneumoniae nozokomiyal cuttur, bazen çok fazla sayıdadır ve olguların üçte biri ila
enfeksiyonların majör bir patojeni değildir. üçte ikisinde tek izole edilen etkendir. En sık rastlanan
anaeroblar normalde oral kavitede bulunan kommensal
Aspirasyon Pnömonisi bakterilerdir; özellikle Prevotella, Fusobacterium, Bactero-
ides, Peptostreptococcus türleri ve mikroaerofilik strepto
Aspirasyon pnömonisi düşkün hastalarda ya da bayılma koklar.
(ör., inme sonrasında) veya tekrarlayan kusma sonucu
mide içeriğini aspire eden bireylerde meydana gelir. Bu
hastalar aspirasyonu kolaylaştıran anormal öğürme ve
yutma reflekslerine sahiptir. Sonuçta meydana gelen Q M ORFOLOJİ
pnömoni kısmen kimyasal (mide içeriğinin son derece Abselerin çapı birkaç m ilim etreden 5-6 cm ’ lik büyük kavi-
irritan olması nedeniyle), kısmen de bakteriyeldir. Sık te le r arasında değişir. Abselerin lokalizasyonu ve sayısı geli
lıkla anaerobik bakterilerin baskın olduğu tahmin edil şim biçim lerine göre değişir, infekte materyal aspirasyonu
mekle birlikte, son çalışmalar aeroblarm anaeroblardan sonucu meydana gelen akciğer abseleri sola göre (havayol
daha sık olduğunu göstermektedir (Tablo 12-6). Bu pnö ları daha d ik olan) sağ ta ra fta daha sık tır ve çoğunlukla
moni tipi sıklıkla nekrotizandır, fulminan klinik seyir iz te ktir. Sağ tarafta üst lobun p o ste rio r segmentinde ve alt
ler ve aspirasyona yatkın bireylerde sık bir ölüm nedeni lobun apikal segmentlerinde oluşma eğilimindedir, çünkü
dir. Hayatta kalan hastalarda abse oluşumu sık bir bu lokalizasyonlar hasta yata r pozisyondayken aspire edi
komplikasyondur. Pek çok kişide, özellikle gastroesofa- len m ateryalin izleyeceği olası yollan temsil eder. Pnömoni
geal reflüsü olanlarda mikroaspirasyonlar görülebilir. seyri sırasında veya bronşektazide meydana gelen abseler
Mikroaspirasyon diğer akciğer hastalıklarım şiddetlen- sıklıkla çok sayıda, bazalde ve geniş alanlara yayılmış halde
dir. Hem atojen ekilm e sonucu meydana gelen septik embo-
direbilir ancak pnömoniye yol açmaz.
liler ve abseler sıklıkla çok sayıdadır ve akciğerin herhangi
b ir bölgesini etkileyebilir.
Akciğer Absesi S üpüratif odak büyüdükçe havayollarına rü p tü r nere
deyse kaçınılmazdır. Bu durum da içerdiği eksuda kısmen
Akciğer absesi akciğer parankimi içindeki lokalize süpü- drene olab ilir ve odak radyografik incelemede hava-sıvı se
ratif nekroz odağıdır. Bir ya da daha fazla sayıda büyük viyesi şeklinde görülebilir. A bseler bazen plevral boşluğa
kaviteye yol açar. Çok sayıda küçük kavitasyonlara yol açılır bronkoplevral fistüller meydana gelebilir; bunun sonu
açan benzer bir süreç için nekrotizan pnömoni terimi cu ise p nöm otoraks ya da am piyem dir. Septik materya
kullanılmıştır; nekrotizan pnömoni sıklıkla akciğer abse- lin beyin embolisi sonucu m enenjit ve beyin absesi gibi di
siyle birliktedir ya da akciğer absesine ilerler. Bu neden ğer kom plikasyonlar orta ya çıkar. H isto lo jik incelemede,
le iki durum arasındaki ayrım çok gerekli değildir. Et herhangi b ir absede olduğu gibi süp üra tif odak lezyonun
ken organizma akciğere aşağıdaki mekanizmalardan kronisitesine göre değişen m iktard a fib rö z skar ve m ono-
herhangi biriyle ulaşabilir: nükleer infiltrasyon (lenfositler, plazma hücreleri, m akrofaj-
lar) ile sarılıdır.
• Çürük dişler ya da enfekte sinüsler veya tonsillerden
kaynaklanan enfekte materyal aspirasyonu. Özellikle
ağız cerrahisi, anestezi, koma sırasında, alkol intoksi-
kasyonunda ve öksürük reflekleri azalmış düşkün
K lin ik Ö z e llik le r
hastalarda görülür.
Akciğer absesinin bulguları bronşektaziye çok benzer.
• Mide içeriğinin aspirasyonu, sıklıkla orofarinksten ge
Bol miktarda kötü kokulu, pürülan ya da kanlı bir bal
len enfeksiyöz organizmalar eşlik eder.
gamın eşlik ettiği belirgin öksürük, nadiren de hemopti-
• Özellikle S. aureus, Streptococcus pyogenes, K. pneumo zi görülür. Ani yükselen ateş ve halsizlik sıktır. Parmak
niae, Pseudomonas türlerinin ve nadiren de tip 3 pnö-
larda çomaklaşma, kilo kaybı ve anemi olabilir. Bronko
mokoklarm neden olduğu nekrotizan bakteriyel pnö-
jenik karsinomlarm %10-15'inde infektif abse meydana
monilerin bir komplikasyonu olarak. Mikotik enfek
gelir; bu nedenle yaşlı bir hastada akciğer absesinden
siyonlar ve bronşektazi de akciğer abselerine yol aça şüphelenildiğinde altta yatan bir karsinom olasılığı da
bilir. düşünülmelidir. Kronik olgularda sekonder amiloidoz
• Bronşiyal obstriiksiyon, özellikle bir bronş ya da bron- (Bölüm 4) gelişebilir. Tedavisi antibiyotik ve gerekirse
şiyolü tıkayan bronkojenik karsinom sonucu. Bozuk cerrahi drenajdır. Mortalite oranı %10 düzeyindedir.
drenaj, distal atelektazi ve kan ile tümör parçalarının
aspirasyonu abse gelişimine yol açar. Tümörlerin nek-
rotik kısımlarında da abse meydana gelebilir.
Kronik Pnömoniler
® Tromboflebit ya da sağ kalpteki infektif endokardit Kronik pnömoni immünkompetan bireyde sıklıkla loka
sonucu meydana gelen septik emboli. lize bir lezyon şeklindedir; bölgesel lenf nodu tutulumu
® Akciğer absesi ayrıca dissemine pyojenik enfeksiyon olabilir ya da olmayabilir. Tipik olarak bakteri (ör. M. tu
larda bakterilerin hematojen yayılımı sonucu da mey berculosis) ya da mantarlara bağlı granülomatöz inflamas-
dana gelebilir. Bu durum karakteristik olarak stafilo- yon görülür. İmmünitesi bozuk hastalarda (debilizan
Pulmoner Enfeksiyonlar 493
hastalığı olanlarda, immünsüpresif tedavi altmdakilerde çük fibrokalsifik bir nodüldür. Organizmalar bu odak
ya da HIV enfeksiyonlu kişilerde) görülen olağan klinik larda uyur (dormant) halde onyıllarca, muhtemelen de
tablo etken organizmanın sistemik yayılımı ve yaygın konağın yaşamı boyunca kalabilir. Bu bireyler enfekte-
hastalık oluşturmasıdır. Kronik pnömonilerin içerisinde dir ancak aktif hastalık yoktur ve bu nedenle organiz
en sık görüleni tüberkülozdur; Dünya Sağlık Örgütü maları başkalarına bulaştıramazlar. İmmün savunmaları
(DSÖ) dünyadaki tüm ölümlerinin %6 'sınm tüberküloz azalınca enfeksiyon reaktive olabilir ve bulaşıcı, hatta
dan kaynaklandığım tahmin etmektedir. Bu da tek bir en- potansiyel olarak hayatı tehdit edici hastalık gelişebilir.
feksiyöz ajandan kaynaklanan ölümlerin en sık nedenidir. M. tuberculosis enfeksiyonu tipik olarak gecikmiş tip
hipersensitiviteye yol açar; bu reaksiyon tüberkülin
Tüberküloz (Mantoux) testi ile saptanabilir. 0.1 mL PPD injeksiyo-
Tüberküloz Mycobacterium tuberculosis tarafından mey nundan yaklaşık 2-4 hafta sonra, şiddeti 48-72 saat için
dana gelen kronik granülomatöz bulaşıcı bir hastalıktır. de zirve yapan, gözle görülebilen ve palpe edilebilen (en
Sıklıkla akciğerleri tutmakla birlikte vücuttaki herhangi az 5 mm çapında) bir endürasyon meydana gelir. Bazen
bir organı ya da dokuyu etkilyebilir. Tüberküloz granu- reaksiyonun ortaya çıkması için daha fazla PPD gerekir;
lomlarının merkezinde tipik olarak kazeifikasyon nekrozu bazı bireylerde ise standart doz bile geniş, nekrotizan
görülür. lezyon meydana getirebilir. Pozitif tüberkülin deri testi tü-
berküler antijenlere karşı hücre aracılı hipersensitivite
E p id e m iyo lo ji varlığım gösterir. Enfeksiyon ile hastalığı ayırt ettirmez.
Tüberküloz tüm dünyada sağlık hizmetlerinden ve eko Bazı viral enfeksiyonlar, sarkoidoz, malnutrisyon, Hodgkin
nomik açıdan yoksun bireylerde en önemli ölüm nedeni lenfoma, immünsüpresyon ve (özellikle) aktif tüberküloz
olmaya devam etmektedir. Dünyada 1.7 milyar insanın hastalıkta yalancı negatif reaksiyonlar (ya da deri testinde
enfekte olduğu, her yıl 8 - 1 0 milyon yeni olgunun eklen anerji) meydana gelebilmesi bu testin değerini sınırlandı
diği ve 3 milyon ölüm meydana geldiği tahmin edilmek ran bazı durumlardır. Atipik mikobakteri enfeksiyonla
tedir. Batı dünyasında tüberkülozdan ölümler 1800 yılın rında yalancı pozitif reaksiyonlar ortaya çıkabilir.
da zirve yapmış, 1800'lü ve 1900'lü yıllar boyunca gide Bazı Asya ve Afrika ülkelerinde nüfusun yaklaşık
rek düşüş göstermiştir. Ancak 1984 yılında yeni olgu sa %80'i tüberkülin pozitiftir. Öte yandan, 1980 yılındaki
yısındaki düşüş birden durmuştur; bu değişikliğin nede ABD nüfusunun %5-10'unun pozitif olması, tüberküloz
ni HIV ile enfekte bireylerdeki artmış tüberküloz insi- basiliyle karşılaşma oranlarının ne kadar farklı olduğu
dansıdır. Yoğun halk sağlığı taramaları ve immünsüpre- nu göstermektedir. Genel olarak, daha önce basil ile
se kişiler arasında tüberküloz profilaksisi sonucunda karşılaşmamış bireylerin %3-4'ü "tüberkülin dönüşü-
ABD'de doğmuş bireylerde tüberküloz insidansı mü"nden sonraki bir yıl içersinde aktif tüberküloz edin
1992'den itibaren düşmektedir. Bugün itibariyle ABD'de mektedir. Bu oran daha ileriki yıllarda da %15'i geçme
her yıl yaklaşık 25,000 yeni aktif tüberküloz olgusu mey mektedir. Bu da göstermektedir ki, enfeksiyon edinen bi
dana geldiği ve bunların yaklaşık %40'ınm tüberküloz reylerin yalnızca küçük bir kısmında aktif hastalık meydana
pervalansımn yüksek olduğu ülkelerden gelen göçmen gelmektedir.
ler olduğu tahmin edilmektedir. E tiy o lo ji
Tüberküloz yoksul yaşam şartlarında, kalabalıkta ve
Mikobakteriler aside rezistan ince uzun basillerdir (Zi-
zayıf düşürücü kronik hastalıklarda sık görülür. Benzer
ehl-Neelsen [karbol fuksin] boyasına kolayca bağlanan
şekilde yaşlılar da zayıflamış savunma mekanizmaları
yüksek miktarda kompleks lipidler içerirler ve bu ne
nedeniyle hastalığa karşı hassastır. ABD'de tüberküloz
denle renk soldurmaya oldukça dirençlidirler). Tüberkü
yaşlıların, şehir yaşamından yoksun olanların, AIDS'li-
loz olgularının çoğundan M. tuberculosis hominis sorum
lerin ve daha azınlıktaki grupların bir hastalığıdır. Afri
ludur; enfeksiyonun kaynağı tipik olarak aktif pulmoner
kalı Amerikalılar, Yerli Amerikalılar, Eskimo'lar, Hispa-
hastalığı olan bireylerdir. Geçiş sıklıkla doğrudan, bal
nikler ve Güneydoğu Asya'lı göçmenler nüfusun diğer
gam çıkarma sonucu havaya karışan organizmaların in-
dilimlerine göre daha yüksek tehdit altındadır. Bazı has
halasyonu sonucu ya da enfekte kişilere ait salgılarla te
talık durumları da riski artırır: diabetes mellitus, Hodgkin
mas ile olur. Orofaringeal ve intestinal tüberküloz Myco
lenfoma, kronik akciğer hastalıkları (özellikle silikozis),
bacterium bovis enfeksiyonu ile kontamine içme sütleri
kronik böbrek yetmezliği, malnutrisyon, alkolizm ve im-
ile bulaşır ancak bu bu hastalık gelişmiş toplumlarda ar
münsüpresyon. Dünyada HIV enfeksiyonunun yaygın
tık nadirdir. Bununla birlikte mandıra ineklerinde tüber
olduğu bölgelerde HIV, tüberküloz gelişiminden tek başına
küloz varlığında ve pastörize edilmemiş süt satışı olan
sorumlu en önemli risk faktörü haline gelmiştir.
ülkelerde hala görülmektedir. Diğer mikobakteriler,
Enfeksiyon ile hastalık birbirinden farklıdır ve ayırt
özellikle Mycobacterium avium complex, M. tuberculo-
edilmesi önemlidir. Enfeksiyon bir odakta organizmala
szs'ten daha az virülandır ve immünkompetan bireyler
rın çoğalmasıdır; klinik olarak anlamlı doku hasarı (ya
de nadiren hastalığa yol açar. Ancak AIDS hastalarının
ni hastalık) meydana getirebilir ya da getirmeyebilir. En
%10-30'unda hastalık meydana getirir.
feksiyonların çoğu havada asılı damlacıklardaki organiz
maların doğrudan insandan-insana (aktif bir olgudan
duyarlı konağa) geçişi ile alınır, öte yandan diğer yollar PATO G ENEZ
la da geçiş söz konusudur. Olguların çoğunda kendi
Daha önce basil ile karşılaşm am ış im m ünkom petan
kendini sınırlayan asemptomatik bir pulmoner enfeksi
bireyde tü b e rkü lo z patogenezinin m erkezinde organizm a
yon odağı görülür ancak primer tüberkülozda ateş ve
ya rezista n s kazandıran ve tü b e rk ü le r antijenlerine karşı
plevral effüzyon gelişmesi de nadir değildir. Enfeksiyo
d o ku hipersensitivitesi gelişimi ile sonuçlanan hedefe
nun tek bulgusu genellikle enfeksiyon odağındaki kü
494 BÖLÜM 12 Akciğer
yön elik hücre aracılı im m ünite meydana gelmesidir. Tüber to m a tik tir ya da grip benzeri hafif h astalık sem p
külozun kazeifîye granülom lar ve kavitasyon gibi patolojik to m ları sergilerler*
bulguları konak im m ün yanıtının b ir parçası olan yıkıcı do • Hastanın genetik yapısı hastalığın seyrini etkileyebilir.
ku hipersensitivitesinin sonucudur. H e r iki süreçte rol alan (na tu ral resistance-associated m acrophage
hücreler aynı olduğundan, doku hipersensitivitesinin p ro te in 1 ) geninde p o lim o rfizm olan bazı kişilerde has
meydana gelmesi aynı zamanda organizmaya im m ünite ka talık bu noktadan itibaren etkili bir immün yanıt gelişme
zandıracak b ir sinyaldir. İnfeksiyöz ajanın inhalasyonundan den ilerleyebilir. NRAMP1 endozom ve lizozom larda
p rim e r odağın kon tro lü ne kadar olan olayların sırası Resim bulunan b ir transm em bran iyon tra n s p o rt p ro te in id ir ve
1 2 -3 5 , A ve B’ de gösterilmiş ve ana hatları aşağıda özetlen m ikrobiyal öldü rm e sürecine katkıda bulunduğuna ina
m iştir: nılmaktadır.
• Virülan m ikobakteri suşu m akrofaj endozom larına gir • H ücre aracılı im m ünite karşılaşmadan yaklaşık 3 haf
dikten sonra (m akrofaj mannoz reseptörü ve m ikobak- ta sonra oluşur. İşlenmiş m ikobakteriyel antijenler lenf
teriye l hücre duvarının bazı bileşenlerini tanıyan kom p- nodlarına ulaşır ve d e n d ritik hücreler ve m akrofajlar ara
leman reseptörleri gibi çeşitli m akrofaj reseptörleri ara cılığıyla C D 4 T hücrelerine sunulur. M akrofajlarca salı
cılığıyla yönetilen b ir süreçtir), organizm alar lizozomla- nan IL-12 etkisi altında T H1 alt kümesinden IFN-y salgıla
rın fagositik vakuol ile birleşmesini engelleyerek normal ma yetenekleri olan C D 4+ T hücreleri oluşturulur.
m ikrobisidal yanıtları inhibe edebilir. Fagolizozom oluşu • Y h 1 alt küm esine a it CD4+ T hücrelerinden salgı
m unun engellenmesi kontrolsüz b ir m ikobakteriyel ço lanan IFN-y m akrofaj aktivasyonu için k r itik öne
ğalmaya neden olur. Bundan dolayı nonsensitize b ir has me sah ip tir. A ktive m akfrojalar çeşitli m ed iya tö rler sa
tada p rim e r tüberkülozun en erken fazı (ilk 3 hafta), lar ve bazı önem li genlerin ekspresyonuna yol açar. Bun
pu lm o ner m akrofajlar içerisinde ve alveoler boşluklarda lar: (1 ) TN F; m onositlerin toplanmasından ve sonuçta
basil proliferasyonu ve bunun sonucunda bakteriyem i ve histiyositlerin aktivasyon ve diferansiasyona uğrayarak
çok sayıda odakta ekilm e ile karakterizedir. B akteriye- granülom atöz yanıtın kara kte ristik bulgusu olan “ epite-
m iye rağm en bu evredeki b ireylerin çoğu aseıtıp- lioid histiyositlere” dönüşmesinden sorum ludur; ( 2 ) in-
Endozomal manipülasyon"
• Matürasyon arresti
5 Ö~ O : • Asit pPI yokluğu
ö • Etkisiz fagolizozom
oluşumu Multipl bölgeye yayılım ı
Mikobakteri Alveoler makrofaj gösteren bakteremi
Resim 12-35 Primer pulmoner tüberkülozun doğal sürecini gösteren olaylar dizisi. Olaylar virülan Mycobacterium türlerinin inhalasyonu
ile başlar ve organizmaya karşı immünite ve gecikmiş hipersensitivite ile devam eder. A , Maruziyetten sonraki ilk 3 hafta içinde gelişen
olaylar. B, Daha sonraki olaylar. Organizmaya direnç gelişmesi ve tüberkülin testinin pozitifleşmesi. Hücreler ve bakteriler ölçeğe uygun
olarak çizilmemiştir. IFN-y, interferon y; İNOS, indüklenebilir nitrik oksid sentaz; MHC, majör histokompatibilite kompleksi; MTB,
Mycobacterium tuberculosis; NRAMP1, doğal direnç ilişkili makrofaj 1 proteinini kodlayan gen; TNF, tum or nekroz faktörü.
Pulmoner Enfeksiyonlar 495
P rim e r T ü b e rk ü lo z
Primer tüberküloz daha önce ajan ile karşılaşmamış ve dola
Resim 12 -36 Primer pulmoner tüberküloz, Ghon kompleksi. Üst
yısıyla sensitize olmamış bireylerde gelişen tüberküloz tipi lobun alt kısmında, plevra altındaki gri-beyaz parenkimal odak (ok).
dir. Yaşlılar ve ciddi immünsüpresyonu olan olan kişiler Solda kazeifiye hiler lenf nodları görülüyor.
de tüberküloz basiline karşı duyarlılıklarını kaybedebi
lirler ve bu hastalarda da birden fazla kez primer tüber
küloz gelişebilir.
H isto lojik incelemede a k tif tutulum odaklarında epiteli-
oid histiyositler ve m ultinükleer dev hücrelerden oluşan ka
ra kte ristik granülom atöz inflm atuar reaksiyon görülür. Ka
zeifikasyon nekrozu o lab ilir ya da olm ayabilir (Resim
M ORFOLOJİ 1 2 -37 , A, B ve C).
Resim 12-37 Tüberkülozun m orfolojik spektrumu. A ve B, Küçük büyütmede karakteristik bir tüberkül (A ) ve büyük büyütme olan
(B )' de epiteloid ve multinükleer dev hücreler ile çevrili santral granüler kazeifikasyon görülüyor. Küçük resim: Asit-fast boyasında pozitif
boyanan az sayıda organizma. C, Bazen immünkompetan bireylerde bile tüberküloz granülomlarında santral kazeifikasyon görülmeyebilir;
bu nedenle kazeifikasyon nekrozu olsun ya da olmasın, granülomlar görüldüğünde özel boyalar ile asit-fast mikroorganizmalar araştırıl
malıdır. D, Immünsüprese bu hastadaki örnekte mikobakteriler ile dolu köpüksü makrofajlar görülüyor (asit-fast boyası).
tik kazeifiye granülomlarm da yokluğu ile sonuçlanır den olurlar. Bu lokalizasyonun bir sonucu olarak bölge
{nonreaktif tüberküloz) (Resim 12-37, D). sel lenf nodları hastalığın erken dönemlerinde primer
tüberküloza göre daha az oranda tutulur. Öte yandan,
Sekonder Tüberküloz (Reaktivasyon Tüberkülozu) sekonder tüberkülozda çok kolay kavitasyon gelişir; bu du
Sekonder tüberküloz daha önce sensitize olmuş konakta rum havayolunda erozyona ve buradan yayılmaya yol
meydana gelen hastalık tipidir. Primer tüberkülozdan he açar. Hastalar artık basil içeren balgam ürettiğinden, bu
men sonra ortaya çıkabileceği gibi, sıklıkla ilk enfeksi değişiklikler önemli bir enfeksiyon kaynağı oluşturur.
yondan onyıllar sonra, özellikle konak direnci zayıfladı HIV pozitif hastalarda meydana gelen akciğer hasta
ğında dormant (uyuyan) primer lezyonlarm reaktivasyo- lıklarında sekonder tüberküloz her zaman akla gelmesi
nu sonucu meydana gelir. Ayrıca primer hastalığın oluş gereken önemli bir durumdur. HIV hastalığının her fazın
turduğu korunma kaybolduğunda ya da virülan basiller da artmış tüberküloz riki olmasına rağmen, hastalığın bulgu
tarafından geniş bir enfeksiyon odağı oluşturulduğuna ları immünsüpresyonun derecesine göre değişir. Örneğin,
eksojen reenfeksiyonlarla da ortaya çıkabilir. Organiz immünsüpresyonu daha hafif (CD4 sayıları >300 hücre/
manın kaynağı ne olursa olsun, primer hastalıklı birey mm3) olan hastalarda "olağan" sekonder tüberküloz (ka-
lerin sadece küçük bir kısmında (%5'den az) sekonder vitasyonla seyreden apikal hastalık) görülürken, daha ile
tüberküloz gelişir. ri immünsüpresyon durumunda (CD4 sayıları <200 hüc-
Sekonder pulmoner tüberküloz klasik olarak tek ya da her re/mm3) progresif primer tüberküloza benzer klinik tab
iki üst lobun apeksine lokalizedir. Bunun nedeni tam bilin lo (alt ve orta loblarda konsolidasyon, hiler lenfadenopa-
memektedir ancak apekslerdeki yüksek oksijen miktarı ti ve nonkaviter hastalık) ortaya çıkar, immünsüpresyo
ile ilişkili olabilir. Önceden var olan hipersensitivite ne nun derecesi ekstrapulmoner tutulum sıklığını da belir
deniyle basiller, inflamatuar odağın çevresini saran hız ler; bu oran hafif immünsüprese hastalarda %10-15 iken,
lı ve belirgin bir doku yanıtının meydana gelmesine ne ağır immünyetmezlikli hastalarda %50'nin üzerindedir.
Pulmoner Enfeksiyonlar 497
Skar
„ >,
i? cü
cOİtz Skar
>- 0
©NN CÖ LATENT
LEZYONLAR LOKALIZE KAZEIFIYE
©^ YIKICI LEZYONLAR
(organizmalar sessiz,
İYİLEŞMİŞ LEZYONLAR akciğer veya akciğer dışı) (pulmoner ya da ekstrapulmoner)
Kavite ÖJ Kazeifikasyon
Reaktivasyon Kazeifikasyon
<y>
Skar
>ü
<
SEKONDER
TÜBERKÜLOZ
rr
<
PROGRESIF SEKONDER TB
V %
&
• #
<
A . * •
' M
*
**M Î İ® % &\V < *«j
t?v.
Resim 12-41 A , Dissemine histoplazmozisli bir hastanın lenf nodunda fagositlerin içi Histoplasma capsulatum maya formları ile dolu
(gümüş boyası). B. Multinükleer dev hücrelerin içinde intakt sferülleri ile koksidioidomikozis. C, Nötrofîlden daha büyük ve yuvarlak
tomurcuklanan mayaları ile blastomikozis (diğer mantarlarda görülmez). D, Gümüş boyası Blastomyces immitis organizmalarındaki geniş
tabanlı tomurcuklanmayı gösteriyor.
larının görülmesi (en iyi gümüş boyaları ile görülür) ge İmmünyetmezlikli Konakta Pnömoni
rekir. Klinik belirliti ve bulguları "grip benzeri"dir ve
sıklıkla kendiliğinden düzelir. Hassas bireylerde kronik İmmünitesi ve savunma sistemi çeşitli hastalıklar ve or
kaviter pulmoner hastalık meydana gelir; daha çok üst gan transplantasyonu, antitümör tedavisi ve radyasyon
gibi nedenlerle baskılanmış bireylerde pulmoner infilt-
loblardadır ve sekonder tüberküloza benzer. Bu mantar
rasyonlarm ve enfeksiyon bulgularının (ör. ateş) ortaya
ların radyolojik olarak bronkojenik karsinom gibi peri-
çıkması en sık ve en ciddi komplikasyonlar arasında yer
hiler kitle lezyonları oluşturmaları nadir değildir. Bu ev
alır. Fırsatçı patojen adı verilen ve çoğu normal kişilerde
rede bulgular öksürük, hemoptizi, hatta dispne ve gö
nadiren enfeksiyona yol açan çeşitli pek çok ajan bu bi
ğüs ağrısıdır. reylerde pnömoniye sebep olabilir. Sık görülen pulmo
Çocuklarda ve immünitesi bozuk erişkinlerde, özel ner ajanlardan bazıları şunlardır: (1 ) bakteriyel ajanlar;
likle HIV enfeksiyonlu kişilerde yaygın hastalık (miliyer P. aeruginosa, Mycobacterium türleri, L. pneumophila ve
tüberkülozun analoğu) gelişebilir. Söz konusu durum Listeria monocytogenes; (2) viral ajanlar; sitomegalovirüs
larda iyi gelişmiş granülomlar yoktur. Yerine, karaciğer, ve herpesvirüs ve (3) fungal ajanlar; P. jiroveci, Candida
dalak, lenf nodları, gastrointestinal sistemin lenfoid do türleri, Aspergillus türleri ve Cryptococcus neoformans.
kusu ve kemik iliğinden oluşan mononükleer fagositik
sistemde, içleri maya formları ile dolu fokal makrofaj bi Sitomegalovirüs Enfeksiyonları
rikimleri görülür. Adrenaller ve meninksler de etkilene Herpesvirüs ailesinin bir üyesi olan sitomegalovirüs
bilir; olguların küçük bir kısmında burunda, ağızda, dil (CMV) konağın yaşma ve daha da önemlisi konağın im-
de ve larinkste ülserler meydana gelir. Yaygın hastalık mün durumuna göre değişen çok çeşitli hastalık bulgu
ateş ile karakterize olup, belirgin hepatosplenomegali, ları meydana getirebilir. Virüs ile infekte hücrelerde
anemi, lökopeni ve trombositopeni eşlik eder. Yaygın hem hücrenin bütününde, hem de nukleusunda irileşme
Blastomyces hastalığında deri enfeksiyonu sıklıkla belir (devleşme) görülür. Nukleus içinde, çevresinde geniş
gin epitel hiperplazisine neden olur ve bu görünüm yan şeffaf bir boşluk (halo) bulunan geniş bir inklüzyon
lışlıkla skuamöz hücreli karsinom zannedilebilir. ("baykuş gözü") meydana gelir ve bu bulgu, yenidoğan-
Pulmoner Enfeksiyonlar 501
Pneumocystis Pnömonisi
P. jiroveci (önceki adı P. cariniı), eskiden bir protozoa ola
rak bilinen, artık bir mantar olarak sınıflandırılan fırsat
çı enfeksiyöz bir ajandır. Serolojik çalışmalar insanların
aslında tümünün hayatın ilk birkaç yılında Pneumocystis
ile karşılaştığını, ancak çoğunda enfeksiyonun latent
kaldığına işaret etmektedir. Reaktivasyon ve klinik has
talık hemen sadece immünyetmezlikli bireylerde görü
lür. Gerçekten de P. jiroveci AIDS'li hastalarda son dere
ce sık rastlanan bir enfeksiyon nedenidir. Ayırca ciddi
malnutrisyonlu çocukları ve immünsüprese bireyleri de
(özellikle organ transplanstasyonu sonrasında veya sito-
Resim 12-42 Akciğerin sitomegalovirus enfeksiyonu. Büyümüş bir
toksik kemoterapi ya da kortikosteroid alanları) etkile
hücrede tip ik belirgin nükleer ve çok sayıda sitoplazm ik inklüzyon yebilir. AIDS'li hastalarda P. jiroveci enfeksiyonu riski
lar görülüyor. CD4+ sayıları ile ters orantılıdır; 200 hücre/pıL'nin altın-
502 B Ö L Ü M 12 Akciğer
Resim 1 2 -4 3 P n e u m o s i s t i s pnömonisi. A , A lve o lle r karakteristik köpüksü ve aselüler eksuda ile dolu. B, Gümüş boyası ile eksuda için
deki kupa şeklinde ve yuvarlak kistler görülüyor.
daki değerlerde risk yüksektir. Pneumocystis enfeksiyo- (ve eşlik eden pnömoni) immünitesi bozuk hastalarla sı-
nu esas olarak akciğerlerde görülür ve burada interstis- mrlı olsa da, Candida türlerinin neden olduğu enfeksi-
yel pnömonitis meydana getirir. yonlarm çok yönlü bulguları bu bölümde tarif edilmiştir.
( ) M ORFOLOJİ M ORFOLOJİ
Mikroskopik olarak tutulan akciğer alanlarında hematoksi- Doku kesitlerinde C. albicans maya benzeri form lar (blasto-
len-eozin (H-E) boyası ile karakteristik intra-alveoler 8c@= konidya), yalancı hifler ve gerçek hifler şeklinde görülür
püksü» pembe renkli eksuda ( “ pamuk şekeri” eksuda) (Resim 12-44, A). Tomurcuklanan maya hücrelerinin her
görülür (Resim 12-43, A). Septalar ödem ve hafif bir mo- boğumda uç uca birleşmesiyle meydana gelen ve bu neden
nonükleer infiltrasyon ile kalınlaşmıştır. Organizmaları gös le gerçek mantar hiflerini taklit eden yalancı hifler C. albi
term ek için özel boyalar gerekir. Doku kesitlerinin gümüş cans için önemli bir tanısal ipucudur. Organizmalar rutin
ile boyamasında alveoler eksudaların içerisinde yu varlak H-E boyası ile görülebilir ancak patojenleri daha iyi göstere
y a d a k u p a şeklimde k istle r görülür (4-10 pm çap), sık bilmek için çeşitli özel “ mantar” boyaları (Gomori methe-
lıkla da kistlerin içinde tomurcuklanmayan organizmalar namin-gümüş, periyodik asid-Schiff) kullanılır.
bulunur (Resim 12-43, B).
K linik Ö z e llik le r
Solunum semptomları ve göğüs filmlerinde anormal Kandidiyazis mukozal membranları, deriyi ve derin or
bulguları olan immünitesi bozulmuş herkeste Pne ganları (invazif kandidiyazis) tutabilir.
umocystis pnömonisi akla gelmelidir. Ateş, kuru öksürü ® Kandidiyazisin en sık ortaya çıkış şekli oral kavitenin
ve dispne hastaların %90-95'inde meydana gelir; bu has mukozal yüzeylerinde süperfisyel enfeksiyondur (pa
talarda radyolojik olarak bilateral perihiler ve baziler in- mukçuk). Mantar proliferasyonu organizmalar ve inf-
filtrasyonlar tipiktir. Hipoksi sıktır; pulmoner fonksiyon lamatuar debristen meydana gelen gri-beyaz renkli,
testlerinde restriktif akciğer hastalığı bulguları görülür. pis görünümlü psödomembranlar oluşturur. Yüzeyin
En duyarlı ve etkili tanı metodu indüklenmiş balgamda derininde mukozal hiperemi ve inflamasyon mevcut
ya da bronkoalveolar lavajda immünfloresans yöntemiy tur. Kandidiyazisin bu formu yenidoğanlarda, düş
le organizmaların gösterilmesidir. Tedaviye hastalık ya kün hastalarda, astım için oral kortikosteroid alan ço
yılmadan başlanırsa iyileşme iyidir; ancak rezidii orga cuklarda ve normal bakteriyel florayı yok eden geniş
nizmaların, özellikle AIDS'li hastalarda kalıcı olma eği spektrumlu antibiyotik kullanımından sonra görülür.
limi nedeniyle, altta yatan immiinyetmezlik düzeltilene Diğer majör risk grubunu HIV pozitif hastalar oluştu
ya da profilaktik tedavi verilene kadar sık relaps olur. rur; altta yatan belirgin bir neden olmadan ağızda pa
mukçuğu olan hastalar HIV enfeksiyonu açışımdan
Fırsatçı Fungal Enfeksiyonlar değerlendirilmelidir.
o Kandida vajiniti kadınlarda, özellikle diabetiklerde,
Kandidiyazis gebelerde ve oral kontraseptif ilaç kullananlarda son
Candida albicans en sık hastalık yapan mantardır. Pek derece sık bir vajinal enfeksiyon formudur.
çok kişide oral kavitenin, gastrointestinal sistemin ve va- • Kandida esofajiti AIDS'li hastalarda ve hematolenfoid
jenin normal florasında yer alır. Sistemik kandidiyazis malignitesi olan kişilerde sıktır. Bu hastalar disfaji
Pulmoner Enfeksiyonlar 503
Resim 12-44 Fungal enfeksiyonların morfolojisi. A , Candida organizmaları psödohifler ve tomurcuklanan mayalar ile karakterizedir
(gümüş boyası). B, Kemik iliği transplantasyon yapılmış bir hastada akciğerin invaziv aspergillozisi (makroskopik görünüm) C, Gomori
methenamin-gümüş (GMS) boyası ile Aspergillus ile uyumlu dar açılarla dallanan septalı hifler. D, AİDS’li bir hastada akciğerde kriptokok-
kozis. Maya formlarının büyüklükleri bir miktar değişkenlik göstermektedir.
(B, D r. Dominick Cavuoti, Departm ent o f Pathology, University o f Texas Southwestern M edical School, Dallas, Texas, izni He).
(yutma sırasında ağrı) ve retrosternal ağrı ile kendini göstermeketedir. TH17 yanıtını etkileyen mutasyonla-
belli eder; endoskopide özofagus mukozasında ağız ra sahip hastalar şiddetli mukokütanöz kandidiyazise
daki pamukçuğa benzer beyaz plaklar ve psödo- karşı oldukça duyarlıdır (örneğin "Job sendromu").
membranlar görülür. • Invazif kandidiyazis organizmanın kan yoluyla çeşit
® Kütanöz kandidiyazis tırnak gövdesi (onikomikozis), li doku ve organlara yayılmasıdır. En sık görülen şe
tırnak katlantıları (paranişya), kıl follikülleri (follikü- killeri şunlardır: (1 ) renal abse, (2 ) myokard absesi ve
lit), koltukaltı, el ve ayak parmak araları gibi nemli in- endokardit, (3) beyin tutulumu (en sık menenjit, an
tertrijinöz deri (intertrigo) ve penil deri (balanitis) en cak parankimal mikroabseler de meydana gelir), (4)
feksiyonları gibi pek çok şekilde bulgu verebilir. Be endoftalmit (göze ait herhangi bir yapı etkilenebilir),
beklerin perineumunda, ıslak bebek bezlerinin temas (5) karaciğer absesi ve (6 ) Kandida pnömonisi, genel
ettiği bölgede görülen bebek bezi pişiği sıklıkla bir kü likle Pnömosistis pnömonisine benzer (yukarıya bakı
tanöz kandida enfeksiyonudur. nız) bilateral nodüler infiltrasyonlar şeklinde. Kemo-
» Kronik miikokütanöz kandidiyazis mukozal memb- terapi sonrasında belirgin nötropeni gelişen akut lö
ranları, deriyi, saçı ve tırnakları tutan kronik inatçı semili hastalar sistemik hastalık ile özellikle daha faz
bir hastalıktır; allta yatan T hücre defektleri söz konu la karşı karşıyadır. Kandida endokarditi en sık fungal
sudur. Beraberinde endokrinopatiler (en sık hipopa- endokardittir ve sıklıkla protez kalp kapağı taşıyan
ratiroidizm ve Addison hastalığı) ve otoantikorlar gö larda ya da intravenöz ilaç bağımlılarında görülür.
rülür. Yaygın kandidiyazis bu hastalıkta nadirdir. Son
yıllardaki bulgulara göre CD4+ T hücrelerinin Th 17 Kriptokokkozis
alt kümesinin Kandidaya ve bazı diğer mantarlara C. neoformans tarafından meydana gelen kriptokokkozis
karşı savunmada özellikle önemli bir rol oynadığını sağlıklı bireylerde nadiren görülür. Hemen sadece im-
504 BÖLÜM 1 2 Akciğer
münyetmezlikli kişilerde, özellikle AIDS'li ya da hema- pılarına yayılma eğilimindedir. Diyabetik ketoasidozlu
tolenfoid malignitesi olan hastalarda görülür. hastalarda rinoserebral mukormikozisin daha çok fulmi-
nan invazif formu meydana gelir. Pulmoner hastalık lo-
kalize olabilir (örneğin kaviter lezyonlar) ya da radyolo
M OR FO LO Jİ jik olarak diffüz "miliyer" tutulum şeklinde görülebilir.
İnvazif aspergillozis hemen sadece immünsüprese has
Fungus 5-10 pm boyutunda bir maya olup kalın jelatinöz bir talarda meydana gelir. Mantar tercihen akciğerlere yer
kapsüle sahiptir ve tomurcuklanarak çoğalır (Resim 12-44,
leşir ve enfeksiyon en sık nekrotizan pnömoni şeklinde
D). Ancak Kandida enfeksiyonlarından farklı olarak psödo-
kendini gösterir (Resim 12-44, B). Sistemik yayılım,
hifli ya da gerçek hifli formları görülmez. Tanı için kapsül
özellikle beyine yayılım sıklıkla ölümcül bir komplikas
ço k d eğ erlid ir: (1) Rutin H-E boyaları ile kapsül direkt
olarak görülmez ancak sıklıkla mantarların çevresinde, kap
yondur.
sül alanını temsil eden şeffaf bir “ halo” gözlenebilir. Hint Allerjik bronkopülmoner aspergillozis astım hastaların
mürekkebi ya da periyodik asit-Schiff boyaları mantarları da meydana gelir. Bu hastalarda bronşlarda çoğalan fun-
oldukça belirgin hale getirir. (2) Kapsüler polisakkarid anti gusa karşı tip I hipersensitiviteyle semptomlar alevlenir.
jen kriptokok lateks aglutinin testinin substratıdır. Bu test Hastaların dolaşımında sıklıkla Aspergillusa karşı IgE ti
organizma ile enfekte bireylerin %95’inden fazlasında pozi pi antikorlar ve periferik eozinofili vardır.
tiftir. Aspergilloma ("fungus topu") daha önceden var olan
kavitelerde (ör. ektatik bronşlar ve akciğer kistleri) man
tar kolonizasyonu sonucu meydana gelir. Bu kitleler ka-
Klinik Özellikler viteyi tıkayan ve bu şekilde hastada enfeksiyona ve he-
moptiziye yol açan top şeklinde bir valf gibi işlev görür.
insandaki kriptokokkozis sıklıkla pulmoner, santral sinir
sistemi ya da sistemik hastalık şeklinde kendini gösterir.
Kriptokok en çok topraktan ya da kuş dışkılarından in- İnsan İmmünyetmezlik Virüsü (HIV)
halasyon ile bulaşır. Mantar önce akciğerlere yerleşir, Enfeksiyonunda Pulmoner FJastalık
daha sonra diğer odaklara, özellikle meninkslere yayılır.
Tutulan odaklardaki doku yanıtları farklıdır. Inflamas- Pulmoner hastalıklar HIV ile enfekte bireylerdeki mor-
yonun olmadığı ya da çok hafif olduğu ancak jelatinöz bidite ve mortalitenin başta gelen nedeni olmaya devam
organizmaların belirgin proliferasyon gösterdiği bir sü etmektedir. Güçlü antiretroviral ajanların ve etkili ke-
reçten (immünyetmezlikli konakta), granülomatöz reak moproflaksinin kullanımı insidansmı oldukça düşür
siyona kadar (daha reaktif konakta) değişkenlik göste müş ve sağkalımı düzeltmiştir ancak klinik hastalık du
rir. İmmünsüprese hastalarda mantarlar meninkslerde rumlarının çok sayıda oluşu tanı ve tedaviyi güçleştir
jelatinöz kitleler içerisinde ya da perivasküler Virchow- mektedir.
Robin mesafelerini genişleterek sabun köpüğü adı veri • HIV enfeksiyonunda "fırsatçı" enfeksiyonların önemi
len lezyonlar şeklinde çoğalırlar. vurgulanmaktadır, ancak en ciddi pulmoner hastalık
nedenlerinden biri de "olağan" patojenlerin sebep ol
Fırsatçı Küfler duğu bakteriyel alt solunum yolu enfeksiyonudur. So
Mükormikozis ve invazif aspergillozis nadir enfeksiyonlar rumlu mikroorganizmalar S. pneumoniae, S. aureus,
olup, hemen daima özellikle hematolenfoid malignitesi H. influenzae ve gram negatif basillerdir. HIV enfekte
ya da ağır nötropenisi olan, kortikosteroid tedavisi alan bireylerde bakteriyel pnömoni HIV enfeksiyonu ol
ya da allojenik kök hücre transplantı alıcısı olan immün mayanlara göre daha sıktır, dağa ağırdır ve daha faz
sistemi bozulmuş bireylerde görülür. la bakteriyemiye yol açar.
• HIV enfekte bireylerdeki pulmoner infiltratların hep
si enfeksiyona bağlı değildir. Kaposi sarkomu (Bölüm
O M ORFOLOJİ 4 ve 9), pulmoner non-Hodgkin lenfoma (Bölüm 11)
ve primer akciğer karsinomu gibi bir dizi non-enfek-
Mükormikozis Zigomiçesler olarak bilinen mantarlar sınıfı
siyöz hastalık da giderek artan sıklıkta görülmektedir
tarafından meydana gelir. Hifleri sep ta sızd ır ve dik açılar
ve hastalarda bu durumlar ekarte edilmelidir.
la dallanır; Aspergillus organizmalarının hifleri ise bunun ter
sine sep talıd ır ve daha dar açılarla dallanır (Resim 12-44, • Ayırıcı tanının daraltılmasında CD4+ T hücre sayıları sık
Q . Rhizopus ve Mukor Zygomiçesler sınıfından medikal lıkla yararlıdır. Kural olarak yüksek CD4+ sayılarında
önemi olan iki mantardır. Hem zigomiçesler hem de Asper ( 2 0 0 hücre/mm3'ün üzeri) bakteriyel ve tüberküler
gillus karakteristik olmayan, süppüratif, bazen de granülo enfeksiyonlar daha sıktır; Pnömosistis pnömonisi ge
matöz reaksiyona yol açar. D am ar d u varların a invaz- nellikle CD4+ sayıları 200 hücre/mm3'ün altında ol
yon ve buna bağlı d am ar n e k ro zu yapm a eğilimi gös duğunda meydana gelirken, CMV and M. avium
te rir. kompleksi enfeksiyonları immünsüpresyonun çok ile
ri evrelerine kadar (CD4+ sayıları 50 hücre/mm3'ün
altı) nadirdir.
Klinik Özellikler Son olarak, önemli noktalardan biri de, HIV enfekte bi
Rinoserebral ve pulmoner mukormikoziste zigomiçesler na reylerdeki pulmoner hastalık nedeninin birden fazla
zal kavite ya da sinüslerde kolonize olma ve buradan di olabileceği ve sık görülen patojenlerin bile atipik bulgu
rekt uzanım ile beyine, orbitaya ve diğer baş-boyun ya larla seyreden bir hastalığa yol açabileceğidir.
Akciğer Tümörleri 505
Resim 12-45 Skuamöz hücreli karsinomun öncü lezyonları invaziv tümörün görülmesinden yıllar önce ortaya çıkabilir. A -C , Sigaraya
bağlı hasarlanmada, respiratuar epiteldeki en erken (ve hafif) değişiklikler şunlardır: goblet hücre hiperplazisi (A), bazal hücre (veya rez
erv hücre) hiperplazisi (B) ve skuamöz metaplazi (C). D, Skuamöz epitelin düzensiz dizilimi, nükleer polarite kaybı, nükleer hiperkro-
mazi, pleomorfizm ve mitotik figürler ile karakterize skuamöz displazi daha ciddi bir bulgudur. E ve F, Skuamöz displazi hafif, orta ve
şiddetli displazi evrelerini takip ederek progresyon gösterebilir. Karsinoma in situ (CIS) (E) çabucak invazif skuamöz karsinoma ilerler (F).
CİS’te bazal membran yıkımının olmaması dışında, sitolojik bulgular invazif karsinom ile benzerdir. CIS tedavi edilmediği sürece invazif
kansere ilerler.
(A - E Dr. Adi Gazdar, Department o f Pathology, University o f Texas Southwestern M edical School, Dallas. F, Travis WD, Colby TV, Corrin 8 , e t. al [e d s]: World Health Or
ganization Histological Typing o f Lung and Pleural Tumours. Heidelberg, Springer, 1999 izni ile).
Resim 12-46 A, Skuamöz hücreli karsinom genellikle santral (hiler) kitle olarak başlar ve burada görüldüğü gibi komşuluğundaki peri-
ferik parenkime doğru büyür. B, Keratinizasyon ve keratin incileri içeren iyi diferansiye skuamöz hücreli karsinom.
508 BÖLÜM 1 2 Akciğer
Jl .
Resim 12-47 Akciğerin glandüler lezyonları A , küboidal epitel ve hafif interstisyel fibrozis ile karakterize atipik adenomatöz hiperplazi.
B, Alveoler çatı boyunca invazyon yapmadan gelişim gösteren adenokarsinoma in situ, müsinöz alttip. C, Bez yapıları oluşturan adenokar-
sinom; küçük resimde akciğer adenokarsinomlarının çoğunda görülen tiroid transkripsiyon faktörü 1 (TTF-1) pozitivitesi görülüyor.
proliferasyon odağı (kalınlığı 5 mm veya altında) olarak gö gili fare modelleri üzerinde yapılan çalışmalar, bronkiyoloal-
rülür. Küboidal ya da alçak kolumnar epitel ile karakterize veoler duktus bileşkesinde bronkiyoloalveoler kök hücre
olup, epitel değişen oranlarda nükleer hiperkromazi, ple- ler (BAKH) adı verilen bir multipotent hücre popülasyonu
om orfîzm , nükleol belirginliği gibi atipi içerirr; atipi hiçbir varlığını göstermiştir. Periferik akciğer zedelenmesinden
zaman adenokarsinomlardaki kadar şiddetli değildir. Gene sonra multipotent BAKH’ ler çoğalır ve bu alandaki normal
tik çalışmalar A AH lezyonlarının monoklonal olduğunu ve hücre tiplerini (bronkiyoler Clara hücrelerini ve alveoler
adenokarsinomlardaki pek çok moleküler anomaliyi içerdi hücreleri) yeniden oluşturarak, epitel rejenerasyonunu ko
ğini göstermiştir (ör. K-RAS mutasyonları). laylaştırır. BAKH’ lerin karsinogenezi başlatan onkojenik
A d en o karsin om a in situ (A IS ), eski ad ıyla bron- olaylara maruz kalarak (örneğin somatik K-RAS mutasyo-
kiyo lo alveo lar ka rsin o m , sıklıkla akciğerin periferik kı nu) normal “ kontrol” mekanizmalarından kaçtığı ve böyle-
sımlarında ve tek nodül şeklinde görülür. AIS’ in karakteris ce akciğer adenokarsinomlarının meydana geldiği varsayıl
tik özellikleri çapının 3 cm ’nin altın d a olm ası ve alve maktadır.
o la r yapının ko runm uş o lm asıd ır (Resim 12-47, B). B ü yü k hücreli karsin o m lar küçük hücreli karsino-
Tüm ör hücreleri nonmüsinöz, müsinöz ya da mikst tipte mun sitolojik özelliklerini taşımayan ve glandüler ya da sku-
olabilir ve tüm öre bir çatı oluşturan alveoler septalar bo amöz diferansiasyon göstermeyen indiferansiye malign epi-
yunca tek sıra halinde büyür (bu görünüme çit üzerinde di telyal tümörlerdir. Hücreler tipik olarak büyük nukleuslara,
zilmiş kelebeklere benzediğinden “ lepidik” büyüme pater- belirgin nükleollere ve orta genişlikte sitoplazmalara sahip
ni adır verilir). Tanım gereği, AIS’te alveoler yapının parça tir. Büyük hücreli karsinomlar muhtemelen diferansiasyonla-
lanması ya da stromal invazyon ve desmoplazi yoktur. Bu rını ışık mikroskopik incelemede tanınamayacak kadar kay
özellikler varsa lezyona artık adenokarsinom denir. Kolon betmiş olan skuamöz hücreli karsinomlar ya da adenokarsi-
daki adenom-karsinom sekansına benzer olarak, bazı inva- nomlardır. Ultrastrüktürel incelemede çok az miktarda
zif akciğer adenokarsinomlarının atipik adenomatöz hi- glandüler ya da skuamöz diferansiasyon sıklıkla mevcuttur.
perplazi-adenokarsinoma in situ-invazif adenokarsinom sı K ü çü k hücreli akciğ er k a rsin o m ları (KHAK) genel
rasını izlediği öne sürülmektedir. Akciğer zedelenmesi ile il likle soluk gri renkli san tral yerleşim li k itle şeklinde gö-
İK :<F .yflv5£££3i*C'-~ İ5 -'-'-
İ,__ i a s a K-;
m
Tablo 12-8 Küçük Hücreli Akciğer Karsinomu (KHAK) ile Küçük Hücreli Dışı Akciğer Karsinomunun (KHDAK) Karşılaştırması
Resim 12-49 Bronşiyal karsinoid. Â , Sferik, soluk bir kitle şeklinde büyüyerek bronş lümenine sarkan bir karsinoid (ok) B, Küçük, yuvar
lak, uniform hücreler ve orta genişlikte sitoplazma ile karakterize histolojik görünümü.
(D r. Thom as K ra u sz, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Chicago P ritz k er School o f M e d icin e , Chicago, Illinois, izni ile).
sendroma (aralıklı diare, kızarma (flushing) ve siyanoz) tadan kalktığında kalıcı etki bırakmadan düzelir. Tersi
yol açarlar. Tipik karsinoidler için bildirilen 5 ve 10 yıl ne, fibrinöz, hemorajik ve süpüratif eksudalar fibröz or
lık sağ kalım oranları %85'in üzerinde iken, atipik karsi ganizasyona yol açarak yapışıklıklara, fibröz plevral ka
noidler için 5 ve 10 yıllık sağ kalım oranları sırasıyla %56 lınlaşmaya ve bazen hafif ya da yoğun kalsifikasyonlara
ve %35'tir. En agresif nöroendokrin akciğer tümörü olan neden olabilir.
KHAK hastalarının sadece %5'i 10 yıl sonra hayatta ka
labilmektedir. Pnömotoraks, Hemotoraks ve Şilotoraks
Malign Mezotelyoma
Malign mezotelyoma mezotel hücrelerinin nadir görülen
kanseridir. Genellikle pariyetal ya da viseral plevradan
köken almakla birlikte çok daha az sıklıkta periton ve
perikardda da meydana gelir. Havadaki asbeste mesleki
maruziyet ile ilişkili olduğundan oldukça önem taşımak
tadır. Mezotelyomalı hastaların yaklaşık %50'sinde as
best maruziyeti öyküsü vardır. Asbestle doğrudan temas
halinde olanlarda (tersane çalışanları, madenciler, yalı
tım işçileri) bu risk en fazla olmakla birlikte, malign me
zotelyoma asbest fabrikası yakınlarında yaşayanlarda ya
da asbest işçilerinin akrabalarında da görülmektedir.
Malign mezotelyoma gelişimi için latent period uzundur.
Sıklıkla ilk maruziyetten 25 ila 40 yıl sonra ortaya çıkar.
Bu durum mezotelyal hücrelerde neoplastik dönüşüm
için çok sayıda somatik genetik olayın gerektiğini düşün
Resim 1 2 -5 0 Malign mezotelyom a. ikiye kesilmiş akciğeri saran
dürmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, sigara ve as kalın, sert, beyaz plevral tü m ö r görülüyor.
best maruziyetinin birlikteliği akciğer kanseri riskini büyük
ölçüde artırır ancak malign mezotelyoma riskini artırmaz.
ÜST SO LU N U M YOLU
M ORFOLOJİ
LEZYONLARI
Malign mezotelyomaların öncesinde bilgisayarlı tomografi
kesitlerinde kolaylıkla görülebilen sıklıkla dens plevral fib- Akut Enfeksiyonlar
rozis ve plak oluşum u mevcuttur. Bu tüm örler lokalize
bir alanda başlar ve zamanla çevreye doğru genişleyerek ya Üst solunum yollarının akut enfeksiyonları insanlardaki
da plevral yüzey üzerinde ilerleyerek geniş alana yayılır. en sık hastalıklardan birisi olup, en sık "soğuk algınlığı"
Otopside, etkilenmiş akciğerin tip ik o larak sarı-beyaz şeklinde kendini gösterir. Klinik özellikleri iyi bilinmek
re n k li, se rt, bazen je la tin ö z bir ta b ak a oluşturan tü tedir: nazal konjesyon ve beraberinde sulu akıntı; hapşı
m ör ile sarılı olduğu g örülür. Tümör plevral boşluğu rık; boğazda kaşıntı, kuruluk ve ağrı; özellikle küçük ço
doldurur (Resim 12-50). Uzak metastazlar nadirdir. Neop
cuklarda belirgin olan hafif ateş. En sık etken rhinovi-
lazm toraks duvarını ya da subplevral akciğer dokusunu di
rüslerdir ancak koronavirüsler, respiratuar sinsityal vi
rekt invaze edebilir. Normal mezotelyal hücreler bifaziktir;
rüsler, parainfluenza ve influenza virüsleri, adenovirüs-
hem plevrayı döşeyen hücreleri, hem de alttaki fîbröz do
kuyu meydana getirirler. Bu nedenle, histolojik olarak me-
ler, enterovirüsler ve bazen A grubu |3-hemolitik strepto
zotelyomalar şu üç şekilden biri şeklinde kendini gösterir: koklar. Olguların önemli bir kısmında (yaklaşık %40) et
(1) kübik hücrelerin tubuler ve m ikrokistik boşlukları döşe ken belirlenememektedir; muhtemelen henüz tanımlan
diği ve küçük papiller yapılar oluşturduğu epitelyal tip; en mamış virüsler etkendir. Bu enfeksiyonların çoğu son
sık görülen ve akciğer adenokarsinomu ile en fazla karışan bahar ve kış aylarında ortaya çıkar ve kendi kendini sı
tiptir; (2) iğsi, bazen fîbroblastik görünümdeki hücre taba nırlar (genellikle bir hafta ya da daha az sürer). Soğuk
kalarından meydana gelen sark o m a tö z tip ve (3) hem sar- algınlığı olguların küçük bir kısmında bakteriyel otitis
komatöz, hem de epitelyal alanların görüldüğü bifazik tip. medya ya da sinüzit gelişimi ile karakterize komplike
olabilir.
Soğuk algınlığına ek olarak, üst solunum yolları en
Asbest akciğerden atılamadığmdan ve metabolize edi feksiyonları farinks, epiglot ya da larinkste de belirti ve
lemediğinden lifler vücutta ömür boyu kalır. Bu nedenle bulgu verir. Boğazda ağrı şeklinde kendini gösteren akut
maruziyet sonrası meydana gelen risk zamanla azalmaz farenjitten bir dizi patojen sorumludur. Soğuk algınlığına
(sigarada durum farklıdır; sigara bırakıldıktan sonra risk sıklıkla hafif farenjit ile birlikte bir miktar fizik muaye
azalır). Asbest liflerinin daha çok mezotelyal tabakaya ne bulguları da eşlik eder; farenjit en sık bu şekilde gö
yakın alanlarda biriktiği ve burada potansiyel olarak on- rülür. |3-hemolitik streptokok ve adenovirüs enfeksiyon
kojenik mutasyonlardan sorumlu DNA hasarına neden larında belirgin hiperemi ve eksuda ile karakterize daha
olan reaktif oksijen türleri meydana getiridiği var sayıl şiddetli tonsillitler meydana gelir. Streptokoksik tonsilli-
maktadır. Malign mezotelyomalarda iki tümör süpressör ti tanımak ve erken tedavi etmek önemlidir çünkü peri-
gene ait (kromozomal lokus 9p21'deki p26/CDKN2A ve tonsiller abse ("anjin") ya da poststreptokoksik glomerü-
kromozomal lokus 22ql2'deki NF2) gözlenmiştir. lonefrit ve akut romatizmal ateş riski ile birliktedir. Cox-
Ust Solunum Yolu Lezyonları 513
fekte anneden doğum sırasında vertikal geçiştir. Bu ne Subglottik tümörler klinik olarak sessiz olma eğilimin
denle son yıllarda reprodüktif yaştaki kadınları HPV tip dedir ve genellikle ilerlemiş hastalık olarak kendini gös
6 ve 1 1 enfeksiyonlarına karşı korumak için geliştirilen terir. Cerrahi, radyoterapi ya da kombine tedavi ile bir
HPV aşıları çocukları RRP'den de koruma fırsatı sağla çok hastada kür sağlanabilir ancak olguların yaklaşık
maktadır. üçte biri hastalık nedeniyle hayatlarını kaybeder. Ölüm
nedeni genellikle distal solunum yollarının enfeksiyonu
Larinks Karsinomu ya da yaygın metastaz ve kaşeksidir.
Larinks karsinomu tüm kanserlerin %2'sini meydana
getirir. En sık 40 yaşından sonra görülür ve erkeklerde TEŞEKKÜR
kadınlara oranla daha sıktır (cinsiyet oranı 7:1). Gelişi Bu bölüme katkılarından dolayı Dr. Anirban Maitra'ya teşekkürlerimi
zi sunarız.
minde çevresel etkenler oldukça önemlidir; olguların
neredeyse tümü sigara içenlerde görülür ancak alkol ve
KAYNAKLAR
asbest maruziyeti de rol oyanayabilir. Tümörlerin
American Thoracic Society/; European Respiratory Society: Internati
%15'inde HPV DNA dizileri tespit edilmiştir; bu olgular
onal Multidisciplinary Consensus Classification of the Idiopathic In
diğer karsinomlara göre daha iyi prognozlu olma eğili terstitial Pneumonias. This joint statement of the American Thora
mindedir. cic Society (ATS) and the European Respiratory Society (ERS) was
Larinks karsinomlarınm %95'i tipik skuamöz hücreli adopted by the ATS board of directors, June 2001 and by the ERS
Executive Committee, June 2001. Am J Respir Crit Care Med
kanserlerdir. Nadiren, muhtemelen müköz bezlerden
165:277, 2002. [İki ana trans-Atlantic akciğ er derneğinin interstisyel
köken alan adenokarsinomlar da görülür. Olguların pn öm on iler kon u su n da sözü geçen sınıflam ası.]
%60-75'inde tümör direkt olarak vokal kordlar üzerinde Baughman RP, Lower EE, du Bois RM: Sarcoidosis. Lancet 361:1111,
gelişir (glottik tümör), ancak kordlarm üzerinde (sup 2003. [S arkoidoza duyarlılığı belirleyen g en etic polim orfizm lerin rolü ko
nusundaki k an ıtlan ve tedavi seçen eklerin i kapsayan , konunun iyi bir
raglottik; %25-40) ve altında da (subglottik; %5'ten az)
özeti.]
meydana gelebilir. Larinksin skuamöz hücreli karsino Beasley MB: Smoking-related small airway disease—a review and up
mu in situ lezyonlar olarak başlar ve daha sonra inci gri date. Adv Anat Pathol 17:270, 2010. [Sigara ile ilişkili hastalıklarda kü
si renkte, mukozada kırışık plaklar şeklinde ve nihaye çük h a v a y o lla n hastalığının histolojik bulgulan ve patogen ezi konulu
tinde ülserleşen ve mantar şeklinde lezyonlar halinde derlem e.]
Collard HR, King TE Jr: Demystifying idiopathic interstitial pneumo
görülür (Resim 12-51). Glottik tümörler genellikle kera nia. Arch Intern Med 163:17, 2003. [in terstisyel pn öm on ileri diğer pııl-
tinize, iyi-orta derecede diferansiye skuamöz hücreli m o n er fib r o z is n eden lerin den ayıran h istopatolojik ve klin ik özelliklerin
karsinomlardır ancak nonkeratinize, az diferansiye tü derlem esi, idiopatik pu lm oııer fib ro z is e ve bu türün tanınm asının önem i
mörler de görülebilir. Çevresel karsinoj enlere tekrarla ne özel vurgu yapılm aktadır.]
Cosio MG, Saetta M, Agusti A: Immunologic aspects of chronic obst
yan maruziyet sonucu gelişen lezyonlarda beklendiği gi ructive pulmonary disease. N Engl J Med 360:2445, 2009. [KOAH'na
bi, komşu mukozada skuamöz hücre hiperplazisi, disp- yol açan m ekan izm aların m ükem m el bir derlem esi.]
lazi odakları hatta karsinoma in situ bile görülebilir. Davies D, Wicks J, Powell RM, et al: Airway remodeling in asthma:
Larinks karsinomu kendini klinik olarak ses kısıldığı new insights. J Allergy Clin Immunol 111:215, 2003. [A stm a patoge-
n eziyle ilişkili y ap ısal değişiklikler ve h avayolu yen id en m odellennıesi ve
ile gösterir. Tümörün larinks içindeki yerleşiminin prog- astm aya p o tan siy el duyarlılık oluşturabilecek a d a y g en polim rfizm leri
noz üzerinde önemli etkisi vardır. Örneğin glottik tü kon u su n da bir derlem e.]
mörlerin yaklaşık %90T tanı anında larinks ile sınırlıdır. Eramo A, Haas TL, De Maria R: Lung cancer stem cells: tools and tar
Birincisi, vokal kordun hareketlerini etkiledikleri için gets to fight lung cancer. Oncogene 29:4625, 2010. [A kciğer kan seri
k ö k hü creleri ve tanısal, prognostic v e terapötik etkileri konusunda günü
hastalığın erken evrelerinde semptom verirler; İkincisi m üzde bilinenlerin derlem esi.]
de, glottik bölge lenfatik ağdan fakirdir ve larinks dışına Frieden TR, Sterling TR, Munsiff SS, et al: Tuberculosis. Lancet
yayılım nadirdir. Tersine, supraglottik larinks lenfatik 362:887, 2003. [Tüberkülozdaki global eğilimler, multi-ilaç direncinin or
boşluklardan zengindir ve bu tümörlerin yaklaşık üçte taya çıkışı ve h a lk sağlığı yönünden p rim er koru nm a ön lem leri konusun
da bir klinik derlem e.]
biri bölgesel (servikal) lenf nodlarma metastaz yapar. Hogg JC, Timens W: The pathology of chronic obstructive pulmonary
disease. Annu Rev Pathol 4:435, 2009. [K O A H patogen ezi konusunda,
inflam asyon, doku onarım ve yen iden m odellen m esi v e KOAH'da küçük
h av a y o lla n hastalığının rollerini vurgulayan ayrıntılı bir derlem e.]
Horowitz JC, Martinez FJ, Thannickal VJ: Mesenchymal cell fate and
phenotypes in the pathogenesis of emphysema. COPD 6:201, 2009.
[A m fizem patogen ezin e g en etik faktörler, in flam asyon ve sigara içiminin
ken disin i de ka p sa y a n çevresel fa k tö rlerin toplu halde katkıda bulundu
ğunu d estekley en kanıtlar ü zerin e m ükem m el bir irdelem e.]
Jones KD: An update on lung cancer staging. Adv Anat Pathol 17:33,
2010. [Akciğer kanseri evrelemesinde tumor-nod-metastaz (TNM)
kriterleri konulu derleme.]
King PT: The pathophysiology of bronchiectasis. Int J Chron Obstruct
Pulmon Dis 4:411, 2009. [Broıışektazinin patolojisi, ilişkili durum lar ve
m ikrobiyolojisi konusunda bir derlem e.]
Meyers DA: Genetics of asthma and allergy: what have we learned? J
Allergy Clin Immunol 126:439, 2010. [A stım v e allerjiye duyarlılık ve
hastalığın şiddeti konusundaki anlayışa g en etik yaklaşım ların güncellen
m esi.]
Noguchi M: Stepwise progression of pulmonary adenocarcinoma—cli
nical and molecular implications. Cancer Metastasis Rev 29:15,
Resim 1 2 -5 1 Supraglottik yerleşim li (gerçek vokal kordun üstün 2010. [A den okarsin om u n progresyonunu m olek ü ler değişiklikler ile iliş-
de) laringeal skuamöz hücreli karsinom ( o k ) . kilendirm ektedir.]
Üst Solunum Yolu Lezyonları 515
Rabinovitch M: Pathobiology of pulmonary hypertension. Annu Rev Travis WD, Brambilla E, Noguchi M, et al: International Association
Pathol 2:369, 2007. [P ulm oner hip ertan siy on nedenlerinin güncel ka v for the Study of Lung Cancer/American Thoracic Society/European
ranılan.] Respiratory Society international multidisciplinary classification of
Rimal B, Greenberg AK, Rom WN: Basic pathogenetic mechanisms in lung adenocarcinoma. J Thorac Oncol 6:244, 2011. [Klinik, radyolo
silicosis: current understanding. Curr Opin Pulm Med 11:169; jik , histolojik, m olekü ler ve prognostik özellikleri k a p say an yen i adeno-
2005. [Silikaya m aruziyetin nasıl p u lm on er hastalığa y o l açtığı üzerine karsinonı sınıflam ası.]
bir derlem e; bu m ineral tozun potan siy el karsinojenilc rolünü çevreleyen Tsushima K, King LS, Aggarwal NR, et al: Acute lung injury review.
ihtilaflar da irdelenm ektedir.] Intern Med 48:621, 2009. [A kut akciğer h a ş a n /a k u t solunum sıkıntısı
Runo J, Loyd J: Primary pulmonary hypertension. Lancet 361:1533, sendrom unun tanım, insidens, sonuç, patogen ez ve tedavisini içerm ekte
2003. [Bu antitenin genetiği, patofizyolojisi, klinik belirtileri ve tedavi dir.]
o p siy on la n ile ilgili ay n n tılı bir derlem e.] Varella-Garcia M: Chromosomal and genomic changes in lung cancer.
Sekido Y, Fong KM, M inna JD: Molecular genetics of lung cancer. An Cell Adh Migr 4:1, 2010. [A kciğer kan serin d e hücre çoğalm a ve diferan-
nu Rev Med 54:73, 2003. [A kciğer kan serlerin in tem elin de yatan m ole- siasyonunu ve apoptotik yolakları etkileyen rekürran g en om ik değişiklik
kü ler m oleküller anorm allikler, özellikle de KH A K 'lannı KHDAK'larından lerin ve bunların h ed efe y ön elik tedavideki uygulam aları konusunda ay
ayıranlar, ile ilgili kon u su n da olağanüstü bir derlem e.] rıntılı derlem e.]
Simonneau G, Robbins IM, Beghetti M, et al: Updated clinical classifi Walter MJ, Holtzmann MJ: A centennial history of research on asthma
cation of pulmonary hypertension. J Am Coll Cardiol 30:54, 2009. pathogenesis. Am J Respir Cell Mol Biol 32:483, 2005. [Astına pato-
[P atofizyolojik m ekanizm alar, klinik prezan tasyon ve tedavi yaklaşım la- gen ezi konusundaki 100 yıllık araştırm alardaki ön em li kilom etre taşları
nnı tem el alan klinik bir sınıflam adır.] nı anlatan m ükem m el bir özet.]
Stewart S, Rassi D: Advances in the understanding and classification Ware LB: Pathophysiology of acute lung injury and the acute respira
of pulmonary hypertension. Histopathology 54:104, 2009. [Pulm o tory distress syndrome. Semin Respir Crit Care Med 27:337, 2006.
ner hiperta n siy on d aki g en etik ve m oleküler m ekan izm alar ile histopato- [ARDS'nun patogenezinin m ü kem m el bir irdelem esi.]
lojik bulgular kon u su n daki güncel g elişm eleri tanım lam aktadır.]
\
I
^ ^ s^ A S S sssr ıg a g ^ t-^ ^ g a a g a a a vvrrw m N fm & im m M m sm z I ~ --3gfe>::. •:■:-; - ■ : - -;---- ~
BÖLÜM İÇERİĞİ
Böbrek Hastalıklarının Klinik Akut Tubuler Hasar 537 Otozomal Resesif (Çocukluk Çağı)
G örünüm leri 517 Kan Damarlarını Etkileyen Polikistik Böbrek Hastalığı 544
G lom erül Hastalıkları 518 Hastalıklar 538 Kist içeren Medüller Hastalıklar 544
Glomerül Hasarının ve Glomerül Arteriyonefroskleroz 539 Ü riner A kım O bstrüksiyonu 545
Hastalıklarının Mekanizmaları 519 Malign Hipertansiyon 539 Böbrek Taşları 545
Nefrotik Sendrom 523 Trombotik Mikroanjiopatiler 540 Hidronefroz 545
Nefritik Sendrom 529 K ro n ik Böbrek Hastalığı 541 T ü m ö rle r 547
Hızlı ilerleyen Glomerülonefrit 531 Böbreğin K istik Hastalıkları 542 Böbreğin Tümörleri 547
Tubulleri ve İnterstisyum u Etkileyen Basit Kistler 542
Hastalıklar 533 Otozomal Dominant (Erişkin) Polikistik
Tubulointerstisyel Nefrit 533 Böbrek Hastalığı 542
tansiyonun akut başlangıcının hakim olduğu glome- ® Podositler; bazal membranm lamina rara eksternasma
rüler hasar sonucu oluşur. Akut poststreptokokal glo- komşu ve içine gömülü anastomozlaşan uzantılara sa
merülonefrit klasik ortaya çıkış şeklidir. hip yapısal olarak karmaşık hücrelerdir. Bitişik ay aksı
» Nefrotik sendrom; ağır proteinim (erişkinlerde günde uzantılar 20-30-nm genişliğinde filtrasyon yarıkları ile
3.5 gr.'dan fazla atılımı), hipoalbuminemi, şiddetli ayrılırlar. Filtrasyon yarıkları büyük bir kısmı nefrin-
ödem, hiperlipidemi ve lipidüri (idrarda lipid) ile ka- den oluşmuş (ileride anlatılacak) ince bir diyafram ile
rakterize bir glomerül sendromudur. köprüleşir.
• Asemptomatik hematüri veya nefrotik olmayan prote- ® Glomerül yumağı, kapillerler arasında yer alan rne-
inüri; ya da bu ikisinin birleşimi, sıklıkla gizli ya da zangiyal hücreler tarafından desteklenmiştir. Bazal
hafif glomerül anormalliklerinin bir bulgusudur. membran benzeri mezangiyal ara madde içerisinde
• Hızlı ilerleyen glomerülonefrit (rapidly progressive glome mezangiyal hücreler yaygın bir ağ oluştururlar. Me-
rulonephritis) ciddi glomerül hasarı ile ilişkilidir; bir zenkimal orijinli olan bu hücreler kasılabilir, prolife-
kaç gün ya da haftalar içinde renal fonksiyon kaybı ile rasyon yeteneğine sahiptir, kollajen ve diğer matriks
sonuçlanır. Mikroskobik hematüri, dismorfik eritro bileşenleri içerisinde yer alır ve biyolojik yönden aktif
sitler ve idrar sedimentinde eritrosit silendirleri ve ha mediyatörler salgılar.
fif ya da orta derecede proteinüri ile bulgu verir.
• Akut böbrek haşan; ani başlamış azotemi ile birlikte Normal olarak glomerül filtrasyon sistemi, sıradışı bir
oligüri ya da anüri (idrar akışı yoktur) hakimdir. Bu şekilde suya ve küçük çözünenlere karşı geçirgendir; al-
tablo, glomerüler hasar (hızlı ilerleyen glomerülonef bümin büyüklüğündeki ve molekül ağırlığındaki mole
rit gibi), interstisyel hasar, vasküler hasar (trombotik küllere ise (70.000kDa protein) tamamen impermeabl-
mikroanjiopati gibi) ya da akut tubuler hasar ile ken dir. Bu seçici permeabilite, glomerül bariyer fonksiyonu
dini gösterir. olarak bilinir ve çeşitli protein molekülleri arasında bo
• Kronik böbrek hastalığı, üreminin uzamış semptomları yutlarına göre (daha büyükse daha az geçirgen), yükle
ile karakterizedir ve böbrekte herhangi bir sebeple rine göre (daha katyoniklere daha geçirgen) ve şekilleri
ilerleyici bir skarlaşmanm sonucudur; diyaliz ya da ne göre ayrım gösterir. Normal bariyerin özellikleri; ka
transplantasyon gerektiren son evre böbrek hastalığı piller duvarın karmaşık yapısına, GBM'm bütünlüğüne,
ile son bulabilir. duvarda bulunan birçok anyonik moleküllere (asidik
• İdrar yollan enfeksiyonu, bakteriüri ve piyüri (idrarda proteoglikanlar, epitelyal ve endotelyal hücre kılıfının si-
bakteri ve lökosit görülmesi) ile karakterizedir. En yaloglikoproteinleri) bağlıdır. Podositler de glomerül bari
feksiyon semptomlu ya da semptomsuz olabilir, sade yer fonksiyonunun devamı için esas olan hücrelerdir. Podo-
ce böbreği (pyelonefrit) ya da mesaneyi (sistit) etkile sit yarık (slit) diyaframları plazma proteinleri için önem
yebilir. li difüzyon bariyerleridir ve büyük oranda GBM bileşen
• Nefrolitiyazis (böbrek taşları), renal kolik, hematüri lerinin sentezinden sorumludur.
(eritrosit silendirleri olmaksızın) ve tekrarlayan taş Son birkaç yıl içinde, glomerül filtrasyon bariyerinin
oluşumu ile bulgu verir. moleküler yapısı hakkında çok şey öğrenilmiştir. Nefriıı,
Bu renal sendromlara ilaveten, sıklıkla böbrek fonksiyon bir transmembran glikoproteini olup, komşu ayaksı çı
bozukluğu ile ilişkili semptom ve bulgular ile karşımıza kıntılar arasındaki yarık diyaframların esas bileşenidir.
çıkan, idrar yolu obstruksiyonu ve böbrek tümörleri daha Komşu ayaksı çıkıntılardan nefrin molekülleri birbirleri
sonra tartışılacaktır. ne yarık diyaframın merkezindeki disülfid köprüleri ile
bağlanır. Nefrinin intrasellüler kısmı çeşitli hücre iskele
ti ve uyarı proteinleri ile etkileşime girer. (Resim 13-1'e
GLOMERÜL HASTALIKLARI bakınız). Nefrin ve podosin de dahil olmak üzere, nefrin
ile ilişkili proteinler, glomerül filtrasyon bariyerinin seçi
Glomerülü etkileyen bozukluklar böbrek hastalıklarının ci geçirgenliğini devam ettirmesinde kritik bir role sahip
klinik olarak önemli bir bölümünü kapsar. Glomerül, iki tir. Bu rol, nefrin ve onun ortak proteinlerinin mutasyon-
epitel yaprağı ile çevrelenmiş, anastamozlaşan kapiller larmın görüldüğü bazı nadir herediter hastalıklarda çar
ağından oluşur. Visseral epitel (podositlerden oluşur) pıcı bir şekilde gösterilmiştir ve plazma proteinlerinin id
kapiller duvarın intrinsik kısmıdır; oysa pariyetal epitel rara anormal kaçağı ile ilişkili olarak nefrotik sendroma
Bowman boşluğunu (üriner boşluk) döşer. Bowman sebep olmaktadır (daha sonra anlatılmışta). Bu gözlem,
boşluğu (üriner boşluk) plazma ultrafiltratınm ilk top yarık diyaframının yapı ve fonksiyonundaki edinsel de-
landığı kavitedir. Glomerül kapiller duvar süzücü bir fektlerin, nefrotik sendromun belirleyicisi olan proteinü-
membran olup aşağıdaki yapılardan oluşmuştur (Resim rinin önemli bir mekanizması olduğunu düşündürür.
13-1 ve 13-2): Glomerüller bir grup sistemik hastalığın seyri sırasın
® Her fenestrasyonu yaklaşık 70-100 ran çapında olan da ve çeşitli mekanizmalar ile de zedelenebilir (Tablo 13-
ince bir katman halinde pencereli (fenestrasyonlu) en- 1). Sistemik lupus eritematozus gibi immünolojik hasta
dotel hücreleri. lıklar; hipertansiyon ve hemolitik üremik sendrom gibi
• Kaim, elektron geçirmeyen merkezi kısım olan lamina vasküler bozukluklar; diabetes mellitus gibi metabolik
deıısa, elektron geçirgen periferik tabakalar olan lami hastalıklar, Alport sendromu gibi saf herediter durumlar
na rara interna ve lamina rara eksterna’dan oluşan glo sıklıkla glomerülleri etkiler. Bu hastalıklar ikincil (sekon-
merül bazal membranı (GBM). GBM; kollajen (çoğun der) glomerüler hastalıklar olarak isimlendirilirler ve böb
lukla tip IV), laminin, polianyonik proteoglikanlar, reğin tek başına ya da ön planda tutulmuş olduğu du
fibronektin ve diğer glikoproteinlerden oluşmuştur. rumlardan ayırtedilmelidir. Bu son durum çeşitli tipte
Glomerül Hastalıkları 519
GLOMERÜL
Mezangial hücre
Mezangial matriks
Eritrosit
Endoteldeki
Proksimal
tubulus
Üriner boşluk
Kapiller
lümeni
Pariyetal
epitel
Bazal
membran
Viseral
epitel
(psödositler)
Ayaksı
uzantılar
Endotel
primer glomerül hastalıklarından oluşmuştur ve daha son (GN) antikorlar ile kolayca oluşturulabilinir ve yine
ra bu bölümde anlatılacaktır. Sistemik hastalıklardaki GN'li hastalarda, glomerüllerde immünglobülin ve çeşit
glomerül değişiklikleri başka kısımlarda tartışılacaktır. li kompleman bileşenlerinin birikimleri sıklıkla bulun
maktadır. Hücre-aracılı immün mekanizmalar da bazı
Glomerül Hasarı ve Hastalıklarının Patogenezi glomerül hastalıklarında rol oynar.
İki şekilde antikor ilişkili zedelenme saptanmıştır: (1 )
Her ne kadar, etiyolojik etkenler ve tetikleyici mekaniz Çözünür (solübl) dolaşan antijen-antikor kompleksleri
malar hakkında çok az şey bilinse de, primer glomerül nin glomerüllerde birikimi ile oluşan zedelenme ve (2 )
hastalıklarının birçok tipinin altında ve sekonder glome glomerülün doğrudan kendisi ile reaksiyon veren anti
rül hastalıklarının çoğunda immün mekanizmaların bu korun (in situ) oluşturduğu zedelenme; bu antikor ya iç
lunduğu açıktır. Deneysel şartlarda glomerülonefritler yapıda (intrinsik) çözünür olmayan sabit glomerül anti-
520 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
DOLAŞIM DA IN S I T U -----------------------------1
İM M Ü N K O M P L E K S B İR İK İ M İ A N T İ - G B M A N T İK O R U G L O M E R Ü L E R A N T İJ E N E
K A R Ş I A N T İK O R
E p it e ly a l h ü c r e A y a k s ı u z a n t ı la r E n d o te l (M E M B R A N Ö Z N E F R O P A T İ)
S u b e p ite ly a l
b ir ik im
B azal
m e m b ra n
E n d o te l
D o la ş a n
k o m p le k s
S u b e n d o t e ly a l
b ir ik im
Resim 13-3 Antikor aracılı glomerül hasarı. Hasar ya dolaşan immün komplekslerin birikimine ya da komplekslerin in situ oluşumuna
bağlıdır. A , Granüler immünfloresan paterni oluşturan dolaşımdaki immün komplekslerin birikimi. B, Klasik anti-glomerüler bazal mem
bran (anti-GBM) antikor glomerülonefriti çizgisel (lineer) immünfloresan boyanma ile karakterizedir. C, Bazı glomerül bileşenlerine karşı
antikorlar granüler paternde birikir.
teri ürünleri; mezangiyumda birikme eğiliminde olan na karşılık, glomerül kapillerlerinin subepitelyal bölgesi
kümelenmiş, büyük proteinler (kümelenmiş immünglo- ne yönelen antikorlar çoğunlukla iltihabi reaksiyon oluş
bülin G gibi); serbest antikor, serbest antijen veya komp- turmaz ve Heymann nefriti veya membranöz nefropati-
leman ile daha ileri etkileşimler için reaktif alanlar içeren dekine benzer lezyonlar meydana getirirler (daha sonra
immün komplekslerin kendilerini içerir. Bu ekilmiş anti bahsedilecektir).
jenlerin çoğu immünfloresan mikroskop ile görülen gra
nüler paternde immünglobulin birikimini başlatır.
Anti-Glomerüler Bazal Membran Antikor-Aracılı
Aşağıdaki faktörler, antijen, antikor veya immün
Glomerülonefrit
komplekslerin glomerüldeki yerleşim yerini etkiler; re
aktif maddelerin molekül yükü ve büyüklüğü, glomerü- Bu grubun en iyi bilinen modeli klasik anti-GBM anti-
lün hemodinamikleri, mezangiyal fonksiyon ve yük-se- kor-aracılı kresentik GN'dir (Resim 13-3 B). Bu tip ha
çici glomerüler bariyerin bütünlüğü. Antijen, antikor ya sarda, antikorlar doğrudan GBM'na bağlı antijenlere
da immün komplekslerin lokalizasyonu sırasıyla glome karşıdır. Hastalık; kemiricilerde nefrotoksik serum nefriti
rül hasar yanıtını belirler. Deneysel modellerdeki çalış olarak isimlendirilen deneysel bir nefrit modeline sahip
malarda, endotelde ya da subendotelyal alanda biriken tir. Bu hastalık tavşanlardan ya da diğer türlerden, sıçan
komplekslerin glomerülde, glomerülün kendi yerli hüc böbreği ile immünize edilerek elde edilen anti-GBM an
relerinin abartılı proliferasyonu ve lökosit infiltrasyonu tikorunun sıçanlara enjekte edilmesiyle oluşturulmuş
ile bir inflamatuar reaksiyon başlattığı gösterilmiştir. Bu tur. İnsanda antikor-aracılı GN, GBM'ye karşı gelişen oto-
522 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
Resim 13-4 immünfloresan mikroskopda immün komplekslerin iki şekilde birikimi görülmektedir. Â , Granüler birikim, dolaşan ve in situ
immün kompleks birikiminin karakteristik özelliğidir. B, Çizgisel (lineer) birikim, klasik anti-glomerüler bazal membran (anti-GBM) antikor
glomerülonefriti’nin karakteristik özelliğidir.
(D r. J. K o w a lew sk a ’nin izn i ile, Patoloji D ep a rtm a n ı, W ashington Ü niversitesi, Seattle, W ashington .)
membran
Resim 13-5 Podosit hasarı. Öne sürülen olaylar serisi; podosit antijenlerine karşı antikorlar, toksinler, sitokinler veya diğer faktörler ile
başlatılabilir. Ortak özellikler; bazal membran yıkımına, değişen derecelerde podosit ayrılmasına ve ayaksı çıkıntılarda düzleşıtıeye yol açan
podosit zedelenmesidir. Bu defektler, üriner boşluğa plazma protein kaçışına izin verir. \
St İIMM MİMİ .
giyal ve epitelyal hücrelerden inflamatuar aracıların salı- nucu oluşur. Bazı mutasyonlar nefrotik sendromun na
nımını stimüle edebilir. Komplemamn alternatif ve man- dir herediter formlarına sebep olur.
noz-bağlayıcı lektin yolakları, glomerül hasarına da yol
açan hücre hasarı ya da apoptozis ile alctive edilebilir (Re N e fro n Kaybı
sim 13-5). Glomerüler ya da başka nedenli herhangi bir böbrek
Glomerül hücre antijenlerine karşı olan antikorlar ay hastalığı bir kez GFH'nı normalin %30 ile %50'sine dü
nı zamanda direkt olarak glomerül hücrelerine ve yarık şürecek kadar nefronu zedelediğinde, değişen oranlarda
(slit) diyaframına hasar verebilir. Bazı antikorların, im- son evre böbrek hastalığına gidiş kaçınılmaz hale gel
mün komplekslerin bulunmadığı kimi bozukluklarla mektedir. Etkilenen bireylerde proteinüri vardır ve böb
ilişkili olabileceğinden şüphelenilmektedir. Glomerül rekler yaygın glomerüloskleroz gösterir. İlerleyici skleroz,
zedelenmesinin diğer aracıları aşağıda sıralanmıştır: en azından kısmen, başlangıçtaki hastalık ile harap ol
• Monosit ve makrofajlar; antikor ve hücre-aracılı reaksi mamış nisbeten korunmuş glomerüllerin uyum değişik
yonlarda glomerülü infiltre ederler ve aktive oldukla likleri ile başlayabilir. Sağlam kalan glomerüller böbrek
rında değişik moleküller salgılarlar; fonksiyonunu devam ettirmek için hipertrofiye gider. Bu
« Duyarlanmış (sensitize) T hücreleri; hücresel aracılı hipertrofi tek nefronda GFH'mda artış, kan akımı ve
immün reaksiyonların gidişi esnasında oluşurlar ve transkapiller basınç (kapiller hipertansiyon) gibi hemo-
deneysel olarak glomerül hasarı oluşturabilirler. De dinamik değişikliklerle birlikte görülmektedir. Bu deği
neysel GN'in bazı formlarında hastalık, duyarlanmış şiklikler; ileride endotel ve podosit zedelenmesine, pro
T hücrelerinin transferi ile başlatılabilir. T hiicre-ara- teinlere karşı artmış glomerül geçirgenliğine, mezangi
cılı hasar; immün kompleks ya da antikor birikimi gö yal matrikste protein ve lipid birikimine yol açar ve so
rülmeyen, ya da hasar şiddetinin birikimlerle orantılı nunda "maladaptif" olur. Bunu, mezangiyal hücre proli-
olmadığı GN örneklerine açıklama getirebilir. Ancak ferasyonu, mezangiyal ara madde ve plazma proteinle
insan GN'lerinde T hücreleri ya da hücre aracılı im rinde birikiminde artış, kapiller obliterasyon ve sonunda
mün yanıta nedensel bir rol biçmek güçtür. glomerüllerde segmental (bir kısmını etkileyen) veya
global (tamamını etkileyen) skleroz izler. Bu olay ilerle
• Trombositler, immün aracılı zedelenmede glomerülde
yici bir glomerüloskleroz kısır döngüsü ve nefron kitle
birikir; prostaglandinler ve büyüme faktörleri salgı
sinde daha çok azalma ile sonlanır.
lar;
• Glomerüliin yerli hücreleri (epitelyal, mezangiyal ve
endotelyal) uyarıldıkları zaman, sitokinler (interlö- Ş ö Z E T .......... .............................................
kin-1 ), araşidonik asit metabolitleri, büyüme faktörle
ri, nitrik oksit ve endotelin gibi aracıları salgılarlar; Glomerül Hasarı
• Trombin, intraglomerüler tromboz sonucu üretilir, lö- • Antikor-aracılı immün hasar; esas olarak kompleman ve
kosit infiltrasyonuna ve proteaz ile aktive olan resep lökosit-aracılı yolaklar vasıtasıyla gerçekleşen glomerül ha
törler tetikleyerek glomerül hücre proliferasyonuna sarında önemli bir mekanizmadır. Antikorlar glomerülde-
sebep olur. ki hücreler için doğrudan sitotoksik de olabilir.
Aslında Bölüm 2'de iltihap anlatılırken tanımlanan he • Antikor-aracılı G N ’in en yaygın formu, ister dolaşan im
men hemen tüm aracılar glomerül zedelenmesine katkı mün komplekslerin birikimi, isterse de in situ görülen for
da bulunur. mu olsun, immün komplekslerin oluşumu ile ortaya çıkar.
Bu immün kompleksler; dolaşımdaki eksojen (ör. mikrobi-
Glomerül Zedelenmesinin Diğer Mekanizmaları yal) antijenleri ya da endojen antijenleri (ör. membranöz
nefropati) içerebilir, immün kompleksler granüler birikim
Diğer mekanizmalar belli birincil böbrek hastalıkların paterni gösterir.
da glomerül zedelenmesine katkıda bulunur. Podosit ze
• GBM bileşenlerine karşı otoantikorlar, anti-GBM-antikor-
delenmesi ve nefron kaybı, önemlerine bağlı olarak vur aracılı hastalığın sebebidir ve sıklıkla şiddetli hasar ile iliş
gulanması gereken iki örnektir. kilidir. A ntikor birikim paterni lineerdir.
• İmmün kompleksler ve antikorlar; kompleman aktivasyo-
Podosit Hasarı
nu, lökosit toplanması, çeşitli mediatörlerin salınımı ve ba
Podosit hasarı; podosit antijenlerine karşı antikorlarla, zen direkt podosit hasarı ile zedelenmeye yol açarlar.
toksinlerle (ribozom zehiri puromisin ile oluşturulan de
neysel proteinüri modelinde olduğu gibi), muhtemelen
bazı sitokinlerle; hala iyi tanımlanamamış dolaşımsal Şimdi özel GN tiplerini ve bunların oluşturdukları
faktörlerle veya fokal segmental glomerülosklerozun ba glomerül sendromlarmı incelemeye dönelim.
zı olgularında (sonra değinilecek) olduğu gibi oluşturu
labilir. Podosit hasarı, ayaksı çıkıntıların düzleşmesi, va- Nefrotik Sendrom
kuolizasyon, büzüşme ve hücrelerin GBM'ndan ayrılma
sı gibi morfolojik değişiklikler ile klinik olarak proteinü Nefrotik sendrom; şu bulguları içeren bir klinik komp
ri şeklinde kendini gösterir. Glomerül hasarının birçok leksi tanımlar:
formunda normal yarık diyaframın kaybı proteinüri ge ® M asif proteinüri; erişkinlerde idrarda günde 3.5 gr. ya
lişiminde anahtar rol oynar (Resim 13-5). Yarık diyafra da daha fazla protein yitirilmesi;
mın fonksiyonel anormallikleri de nefrin ve ilişkili po- • Hipoalbuminemi; plazma albumin düzeyinin 3 gr/dL'-
dosin gibi onun yapısal bileşenlerinin mutasyonları so nin altında bulunması;
524 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
• Yaygın ödem; en belirgin klinik bulgudur; Nefrotik sendromun çeşitli nedenlerinin göreceli sık
• Hip erliye demi ve lipidüri. lıkları yaşa göre değişir (Tablo 13-2). Örneğin, 1-7 yaş
arasındaki çocuklarda nefrotik sendrom hemen her za
Nefrotik sendromun ortak bir patofizyolojiyi paylaşan man birincil böbrek lezyonu ile oluşurken, erişkinlerde
değişik sebepleri vardır (Tablo 13-2). Hepsinde glomeriil bu tablo sıklıkla sistemik bir hastalığa bağlıdır. Erişkin
kapiller duvarının bozukluğu vardır, bu plazma protein
lerde nefrotik sendromun en sık sistemik nedenleri di-
lerine karşı geçirgenliğin artışı ile sonlanır. GBM'da her
abet, amiloidoz ve sistemik lupus eritematozustur. Bu
hangi bir yapısal ya da fizikokimyasal değişikliğe bağlı
hastalıklar tarafından oluşturulan böbrek lezyonları Bö
geçirgenlik artışı, plazma proteinlerinin glomeriiler filt-
lüm 4'te anlatılmıştır. Karakteristik olarak nefrotik send-
rata kaçmasına neden olur. Uzun süreli veya ağır prote-
roma yol açan birincil glomerül lezyonları içinde en
inüri ile serum albumini azalır, sonuçta hipoalbuminemi
önemlileri fokal ve segmental glomerüloskleroz ve mini
ve plazma kolloid osmotik basıncında düşme ile görülür.
mal değişiklik hastalığı'dır. Sonuncusu çocuklarda, bi
Bölüm 3'de anlatıldığı gibi renal kan akımındaki ve int-
rincisi ise erişkinlerde çok önemlidir. Diğer iki birincil
ravasküler hacimdeki azalma, renal jukstaglomerüler
lezyon, membranöz nefropati ve membranoproliferatif
hücrelerden renin salınımmda artışı tetikler. Renin anji-
GN olup, sıklıkla nefrotik sendrom oluştururlar. Bu dört
otensin-aldosteron aksını stimule eder ki, bunlar böbrek
lezyon bir sonraki bölümde tek tek anlatılacaktır.
tarafından su ve tuz tutulumunu sağlar. Bu eğilim natri-
üretik faktörlerin kardiyak sekresyonunda azalma ile de
şiddetlenir. Devam eden proteinüri durumunda, bu de Minimal Değişiklik Hastalığı
ğişiklikler ödemi daha da alevlendirir ve eğer kontrol Minimal değişiklik hastalığı, çocuklarda nefrotik send
edilmezse jeneralize ödem (anazarka denen) gelişimine romun en sık nedeni olup, nispeten benign bir hastalık
yol açabilir. Başlangıçta azotemi, hematüri ve hipertan tır. Karakteristik olarak glomerüller ışık mikroskobu ile
siyon ya çok hafiftir ya da yoktur. normal görünüme sahiptir, fakat elektron mikroskobu ile gö
Hiperlipideminin oluşum nedeni tam olarak anlaşıla rülen, podositlerin ayaksı çıkıntılarında diffüz düzleşmedir.
mamıştır. Olasılıkla hipoalbuminemi lipoproteinlerin ka Herhangi bir yaşta görülürse de 1-7 yaş arası en sıktır.
raciğerde sentezini arttıran tetiği çeker ya da masif pro Minimal değişiklik hastalığında proteinürinin pato-
teinüri lipoprotein sentezi inhibitörlerinin kaybına yol genezi aydmlatılamamıştır. Bazı deneysel çalışmalara
açar. Aynı zamanda lipoproteinlerin periferik yıkımında dayanılarak proteinüri; podosit hasarına ve ayaksı çıkın
bozukluk ve dolaşımdaki lipid partiküllerinin anormal tıların düzleşmesine yol açan dolaşımda muhtemelen T
transportu vardır. Böylece lipidüri basitçe lipoproteinlere hücre kaynaklı bir faktöre bağlanmaktadır. Ne bu varsa
karşı artmış GBM geçirgenliğini yansıtmaktadır. yılan faktörün ne de T hücrelerinin nedensel rolü insan
hastalığında gösterilememiştir.
PATOGENEZ
Primer FSGS’nin patogenezi bilinmemektedir. Bazı araştır
macılar FSGS ve minimal-lezyon hastalığının biribirlerinin
bir parçası olduğu ve minimal-lezyon hastalığı’ nın FSGS’ye
transforme olabileceğini öne sürmektedir. Diğerleri başlan
gıçtan itibaren farklı klinikopatolojik antiteler olduğuna
inanmaktadırlar. Tüm olgularda podosit hasarının p ri
m er FSGS’deki başlatıcı olayı yansıttığı d üşünül
Resim 1 3 -6 Minimal değişiklik hastalığı. A , Işık m ikroskobu altında m ekted ir. Minimal değişiklik hastalığındaki gibi lenfositler
gümüş-methanamin ile boyalı glom erül ince b ir bazal membrana tarafından üretilen permeabiliteyi arttıran faktörler suçlan
sahip olarak norm al görülür. B, im mün birikim olmaksızın visseral maktadır. Glomerüllerde hyalen kitlelerin birikimi; sklero
epitel hücre ayaksı çıkıntılarda yaygın kayıp gösteren şematik dia zun geliştiği zedelenme alanlarındaki plazma proteinlerinin
gram. ve lipidlerin tutulumunu yansıtır. Lezyonda yaygın olarak
görülen IgM ve kompleman protein birikiminin, hasar gör
müş glomerülde nonspesifik bir tutulum olduğuna inanıl
maktadır. FSGS’ li hastalarda bazen transplantasyonu takip
küçük plazma proteinlerine sınırlıdır (selektif proteinü- eden 24 saat içinde proteinürinin tekrarlaması ve takiben
ri). Bu bozukluğu olan çocuklarda prognoz iyidir. Çocuk renal transplantta FSGS gelişimi, bazı olgularda podosit ha
ların %90'dan fazlası kortikosteroid tedavisine kısa sürede sarının etkeni olarak dolaşan bir mediyatör varlığını düşün
iyi yanıt verir; ancak başlangıçta iyi yanıt verenlerin üç dürür.
te ikisinden fazlasında proteinüri tekrarlar ve bunların
bir bölümü steroide bağımlı hale gelir. Yirmibeş yıldan
sonra %5 hastadan azında kronik böbrek hastalığı geli
şir. Bu alt gruptaki hastaların çoğunda nefrotik sendro- MORFOLOJİ
mun, biyopside saptanmayan fokal ve segmenter glome-
FSGS’de hastalık önce glomerüllerin yalnızca bazılarını tut
rüloskleroz tarafından oluşturulması muhtemeldir. Ço
makta (bundan dolayı fokal), prim er FSGS olgularında ise
cuklarda tedaviye çabuk yanıttan dolayı, yanıt alınama
başlangıçta yalnız jukstamedüller glomerüller tutulmakta
yanlarda minimal-lezyon hastalığı, nefrotik sendromun dır. Hastalık ilerledikçe korteksin tüm katları etkilenmekte
diğer nedenlerinden ayırdedilmelidir. Bu hastalığı olan dir. Histolojik incelemede FSGS, glomerül içindeki bazı seg-
erişkinler de steroid tedavisine yanıt verir, ancak yanıt mentlerin lezyonu ile karakterize olup, (bundan dolayı seg
daha yavaştır ve relapslar daha sıktır. mental) diğer glomerüller korunmaktadır. Böylece tutulum
hem fokal hem de segmental olmaktadır (Resim 1 3-7). Et
Fokal Segmental Glomerüloskleroz kilenen glomerüller, a rtm ış m ezangial m a trik s, oblite-
re olm uş ka p iller lü m en ler, hyalen k itle b irikim i
Fokal segmental glomerüloskleroz (FSGS), glomerülle-
(hyalino zis) ve lipid d am lacıkla rı içerir. Etkilenen glo
rin hepsinin değil de bazılarının sklerozu (fokal tutulum)
merüllerde immünfloresan mikroskopi sıklıkla hyalinozis
ve etkilenen glomerülde kapiller yumağın sadece bir kıs
alanlarında, genellikle IgM olmak üzere immünglobulinlerin
mının tutulumu ile (segmental tutulum) karakterizedir.
526 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
K linik Gidiş
Çocuklarda nefrotik sendrom nedeni olarak FSGS'u minimal
M ORFOLOJİ
değişiklik hastalığından ayırmak çok önemlidir, çünkü kli
nik seyir belirgin olarak farklıdır. Minimal değişiklik Histolojik olarak membranöz nefropatide temel değişiklik;
hastalığının tersine FSGS'li hastalarda hematüri ve hi k a p ille r d u v a rın ın d iffü z k a lın la şm a sıd ır (Resim
pertansiyon sıklığı daha fazladır, FSGS ilişkili proteinü- 13-8, A). Elektron mikroskobu, bu belirgin kalınlaşmanın
ri non-selektiftir ve genel olarak kortikosteroid tedavisi kısmen GBM ara maddesinin ufak dikensi çıkıntıları ile bir
ne yanıt kötüdür. FSGS'li hastaların en az %50'sinde ta birlerinden ayrılmış, GBM’da yuvalanmış subepitelyal biri
nı konduktan sonra 1 0 yıl içinde son evre böbrek hasta k im le r tarafından oluşturulduğunu ortaya koyar (diken
lığı gelişir. Erişkinlerde seyir tipik olarak çocuklardan ve kubbe g örünüm ü) (Resim 13-8, B). Hastalık ilerle
dikçe bu dikenler immün birikimlerin üstüne doğru kapana
daha kötü gidişlidir.
rak onları GBM ile kaynaştırırlar. Ayrıca nefrotik sendro-
mun diğer nedenlerindeki gibi podositlerin ayaksı çıkın tı
Membranöz Nefropati ların d a silinm e (d ü zle şm e) olur. Hastalığın daha ileri
Membranöz nefropati en sık 30-50 yaşları arasında gö döneminde birleşen birikim ler yıkılır ve sonuçta kaybolarak
rülen, yavaş derleyen bir hastalıktır. Morfolojik olarak GBM içinde boşluklar oluştururlar. Devam eden bazal
epitel altında glomerül kapiller duvar boyunca immünglobu- membran matriks birikimi, bazal membranların ilerleyici
lin içeren birikimlerin varlığı ile karakterizedir. Hastalığın kalınlaşmasına yol açar. Hastalık ilerledikçe glomerüller
erken döneminde glomerüller ışık mikroskobu ile nor skleroz gösterebilir. immünFloresan mikroskop GBM bo
yunca immünglobulinlerin ve komplemanın tipik granüler
mal görülebilir, fakat tam gelişmiş olgular kapiller duva
birikim in i gösterir (Resim 13 -4 , A).
rında diffüz kalınlaşma gösterir.
usasasK'd H H B O ! ııııııı m mı ı
PATO G ENEZ
MPGN ve yoğun birikim hastalığının gelişiminde farklı pato
jenik mekanizmalar rol oynar.
• Tip I MPGN olgularının b a zıla rı, kronik serum has
talığına benzer dolaşan im m ün ko m pleks reaksiyonu
sonucu ya da ekilmiş antijen ve bunu takip eden in situ
immün kompleks oluşumuna bağlı oluşuyor gibi görün
mektedir. Fakat her iki durumda da olayı başlatan anti
kor bilinmememektedir. Tip I MPGN, hepatit B ve C an-
tijenemisi, sistemik lupus eritematozus, enfekte atri-
oventriküler şantlar, inatçı veya episodik antijenemi ile
oluşan ekstrarenal enfeksiyonlar ile ilişkili olarak da o r
taya çıkabilir.
• Yoğun birikim (dens deposit) hastalığının patoge-
nezi daha belirsizdir. Yoğun b irikim hastalığında te
mel an o rm a llik ; aşırı kom plem an aktivasyonu
o la rak görülür. Bazı hastalar C3 n efritik fa k tö r ola
rak adlandırılan C3 konvertaza karşı bir otoantikora sa
hiptir. C3 nefritik faktörün, bu enzimi stabilize ettiğine,
C3’ün kontrolsüz yıkımına ve alternatif kompleman yo
lağının aktivasyonuna yol açtığına inanılmaktadır. Komp
Resim 13-8 M em branöz N efropati. A, G lom erül bazal m em bran- leman düzenleyici protein olan F a k tö r H ’yi kodlayan
da diffüz kalınlaşma (periodic acid-Schiff boyası). B, Ayaksı çıkıntı gende mutasyonlar ya da Faktör H ’ye karşı otoantikor-
ların düzleşmesi, im m ün b irik im le r arasında bazal m em bran m ater lar bazı hastalarda tanımlanmıştır. Bu anormallikler aşırı
yalinin dikensi çıkıntılar şeklinde ( “ s p i k e " ) bulunuşunu gösteren kompleman aktivasyonu ile sonuçlanır. Yoğun birikim
şematik diagram. hastalığında daha belirgin olan hipokomplemantemi; kıs
men C 3’ ün aşırı tüketimi, kısmen de karaciğer tarafın
K linik Gidiş dan C 3’ ün azalmış sentezi ile oluşturulur. Kompleman
anormalliğinin glomerül değişikliklerini nasıl oluşturduğu
Membranöz nefropati olgularının çoğu genellikle daha
hala açık değildir.
önceden herhangi bir hastalık olmadan tam gelişmiş
nefrotik sendrom şeklinde bulgu verir. Diğer bireylerde
tam gelişmiş nefrotik sendrom olmadan proteinüri gö
rülebilir. Minimal değişiklik hastalığının aksine prote
M ORFOLOJİ
inüri seçici değildir, daha küçük albumin molekülleri Işık mikroskobunda tip I MPGN ile yoğun birikim hastalı
kadar globulinin de idrarla kaybı vardır ve kortikostero- ğının birçok olgusu benzerdir. Glomerüller büyük ve belir
id tedavisine genellikle yanıt vermez. Membranöz nef- gin lob üler b ir görünüm e sahiptir, lökosit infiltrasyonu,
ropatinin sekonder nedenleri ekarte edilmelidir. Memb m ezangial ve endotelyal hücre proliferasyonu göste
ranöz nefropati oldukça değişken ancak genellikle be rir (Resim 13-9, A). GBM k a lın laşm ıştır ve özellikle gü
nign bir gidiş gösterir. Genelde membranöz nefropatili müş ya da periyodik asit periyodik acid-Schiff (PAS) boya
hastaların %60'dan fazlasında proteinüri sebat etse de, ları kullanımı ile glomerül kapiller duvarı sıklıkla çift kontur
sadece hastaların yaklaşık %40'ı 2-20 yıl sonra böbrek ya da “ tren rayı” (tram track) görünümü gösterir.
yetmezliği ile sonuçlanan ilerleyici hastalıktan yakınır GBM’d aki bu “ ayrılm a” , arasında mezangiyal ve infla-
matuar hücre proseslerinin uzanımı ve mezangiyal matriks
lar. Ayrıca %10-30 olguda proteinürinin kısmen ya da ta
birikimine bağlıdır (Resim 13-9, B).
mamen düzeldiği benign bir seyir görülür.
528 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
B
Resim 13-9 A , Mezangiyal hücre proliferasyonu, bazal membran kalınlaşması, lökosit infiltrasyonu ve lobüler çatıda belirginleşme
gösteren membranoproliferatif glomerülonefrit (MPGN). B, MPGN’nin iki tipinde gelişim şekillerinin şematik olarak görünümü, Tip l’de
endotel altı (subendotelyal) birikimler vardır. Tip ll’de [yoğun birikim (dens deposit) hastalığı olarak adlandırılır] karakteristik membran içi
yoğun birikimler görülür. Her iki tipte, ışık mikroskopik incelemede; mezangiumun araya girişi (interpozisyon) bazal membranın ayrılması
şeklinde görünüm sağlar.
Tip I M PGN, ayrı ayrı duran subendotelyal elektro n zus, hepatit B ve C enfeksiyonu, kronik karaciğer hasta
yoğun b irik im le r ile karakterizedir (Resim 13-9, B). İm- lığı, kronik bakteriyel enfeksiyonlar gibi diğer bilinen
münfloresan mikroskobu ile C3 düzensiz granüler patern- bozukluklar (sekonder MPGN) ile ilişkili ortaya çıkabilir.
de birikir, IgG ve erken kompleman komponentleri de Gerçekten birçok idiyopatik olgunun hepatit C ve ilişkili
(C1q ve C4) sıklıkla bulunur; ki bunlar immün kompleks kriyoglobulinemi ile birlikte olduğuna inanılır.
patogenezinin belirleyicileridir.
Bunun tersine yoğun b irikim hastalığında, adı ile uy
gun olacak şekilde, GBM’ nın subendotelyal boşluğu ve la
mina densası, düzensiz, kurdele şeklinde, yapısı tam olarak
bilinmeyen bir materyalin birikimi sonucunda ileri derece Ö ZET
de elektron yoğun yapıya dönüşür. C3, bazal membranda
ve mezangiumda kısa, segmental lineer odaklar halinde
Nefrotik Sendrom
mevcuttur. IgG ve klasik kompleman yolunun erken kom • N efrotik sendrom; hipoalbüminemi ve ödem ile sonuçla
ponentleri (C1 q ve C4) genellikle yoktur. nan proteinüri ile karakterizedir.
• Proteinürinin altında yatan mekanizma podosit hasarıdır
ve bu durum immün olmayan sebepler (minimal değişiklik
hastalığı ve FSGS’deki gibi) ya da immün mekanizmaların
K linik Gidiş (membranöz nefropati) sonucu olabilir.
Temel ortaya çıkış biçimi nefrotik sendrom olmakla bir • Minimal değişiklik hastalığı, çocuklarda nefrotik sendro-
likte (olguların yaklaşık %50'si); MPGN ve yoğun biri mun en sık sebebidir; antikor birikimi olmaksızın glome-
kim hastalığı, akut nefrit ya da hafif proteinüri şeklinde rül ayaksı çıkıntılarda düzleşme ve proteinüri ile bulgu ve
de başlayabilir. MPGN tip Tin prognozu genellikle kötü rir. Patogenezi bilinmez; hastalık steroid tedavisine iyi ya
dür. Bir çalışmada 1-20 yıl arasında izlenen 60 hastadan nıt verir.
hiçbiri tam düzelme göstermemiştir. Yüzde kırk olgu son • FSGS; primer (bilinmeyen nedenlerle podosit hasarı) ya da
dönem böbrek yetmezliğine ilerlemiş, %30'unda değişik sekonder (ör. HIV gibi enfeksiyon, hipertansiyon ya da ön
ceden var olan bir glomerülonefrit sonucu olarak) olabilir.
derecede böbrek yetmezlikleri ve geri kalan %30'unda
Glomerüller, kapiller lümenlerinde fokal ve segmental ob-
ise böbrek yetmezliği olmadan kalıcı nefrotik sendrom
literasyon ve ayaksı çıkıntılarda kayıp gösterir. Hastalık te
gelişmiştir. Yoğun birikim hastalığı daha kötü prognoza
daviye sıklıkla dirençlidir ve son evre böbrek hastalığına
sahiptir, renal transplant alıcılarında tekrarlama eğilimi ilerleyebilir.
daha yüksektir. MPGN tip I; sistemik lupus eritemato-
Glomerül Hastalıkları 529
<s«S.
Resim 13-10 Poststreptokoksik glomerülonefrit A , Kapiller içi lökositler ve glomerüle ait hücrelerin proliferasyonundan dolayı oluşan
glomerül hipersellüleritesi. Tubuluslar içindeki eritrosit silendirler dikkati çekmektedir. B, Tipik epitel altı “ hörgüç” (ok) ve intramem-
branöz elekron-yoğun birikimi. BM: bazal membran; KL, kapiller lümen; E: endotelyal hücre; Ep: visseral epitelyal hücre (podositler).
( M ORFOLOJİ
PATO G EN EZ
Histolojik olarak IgA nefropatisinde lezyonlar oldukça de
Bugüne dek birikmiş kanıtlar, IgA nefropatisinin anormal ğişkendir. Glomerüller normal olabilir, bazı glomerüllere sı
glikozillenmiş IgA’ya karşı antikorlar kadar, IgA üretim ve nırlı mezangiyal genişleme ve segmental inflamasyon (fokal
temizlenmesindeki bir anormallik ile ilişkili olduğunu düşün proliferatif GN), diffüz mezangiyal proliferasyon (mezangi-
dürür. Mukozal sekresyonlarda esas immünglobulin olan yoproliferatif G N ); ya da (seyrek olarak) belirgin kresentik
IgA, IgA nefropatili hastaların %50’ sinde artmıştır ki bu (hilalli) GN görülebilir. Karakteristik immünfloresan bulgu
hastalar kemik iliğinde plazma hücreleri tarafından lgA1 alt su m ezangiyal IgA b irikim id ir. Bu sıklıkla C3 ve proper-
tipinin artmış üretimine sahiptir. İlaveten bazı hastalarda dinle birliktedir ve daha az miktarlarda da IgG veya IgM
dolaşımda IgA içeren immün kompleksler bulunur. Genetik vardır (Resim 13-11). Klasik yolun erken kompleman bile
yatkınlık bazı populasyonlarda belli HLA ve kompleman ge- şenleri genellikle yoktur. Elektron mikroskopu çoğu olguda
notipinin artmış sıklığı ile H LA ’sı eş kardeşlerde ve aile bi mezangiumda elektron yoğun birikimlerin varlığını kanıtlar.
reylerinde bu durumun görülmesi ile ortaya konmuştur. Birikimler olguların küçük bir kısmında fokal proliferasyon-
Çalışmalar; plazma klirensini azaltan ve mezangiumda biri lar ile komşu kapiller duvarlarının subendotelyal boşluğuna
kimini sağlayan olay olarak Ig A l’ in glikozilasyonunda bir doğru ilerleyebilir. Biyopsi bulguları tedaviye yanıtı ya da
anormalliği de düşündürür. Bu anormal lgA1 glikana özel hastalıkta ilerleme olup olmadığını göstermede yardımcıdır.
Glomerül Hastalıkları 531
K linik Gidiş
Kalıtım heterojendir; en yaygın olarak a5 tip IV kollaje-
ni kodlayan genin mutasyonu sonucu olarak X'e bağlı
Resim 13-11 IgA nefropatisi. IgA’nın karakteristik immünfloresan geçiş görülür. Bu nedenle, erkekler kadınlardan daha
birikimi özellikle mezangiyal bölgelerde belirgindir. IgA, immün- sık ve daha şiddetli etkilenme eğilimindedirler ve böb
globulin A rek yetmezliği gelişimi daha muhtemeldir. Nadiren kalı
tım; a3 ve a 4 tip IV kollajeni kodlayan genlerde defek-
te bağlı olarak otozomal dominant ya da resesif olabilir.
K inik Gidiş Herediter nefritli bireylerde, makroskopik ya da mikros
Hastalık sıklıkla çocukları ve genç erişkinleri etkiler. IgA kobik hematüri ve proteinüri 5-20 yaşları arasında orta
nefropatili hastaların yarısından çoğu solunum yolu en ya çıkar; belirgin böbrek yetmezliği ise 20-50 yaşları ara
feksiyonundan sonra, daha seyrek olmak üzere de gast sında gelişir.
rointestinal trakt veya üriner trakt enfeksiyonundan son X'e bağlı geçişli Alport sendromunun İcadın taşıyıcıla
ra makroskopik hematüri ile bulgu verir. Olguların %30- rı ya da otozomal formların her iki cinsten olan taşıyıcı
40'mda, proteinüri eşlik etsin ya da etmesin, mikrosko- ları genellikle inatçı hematüri ile bulgu verir, sıklıkla
pik hematüri, %5-10'unda ise tipik akut nefritik sendrom asemptomatiktir, benign bir gidiş gösterir. Bu hastalarda
gelişir. Hematüri tipik olarak birkaç gün sürer, sonra dü biyopsi örnekleri sadece GBM'da incelme gösterirler.
zelir ve birkaç ay sonra yineler. Takip eden dönem olduk
ça değişkendir. Hastaların çoğunda normal böbrek fonk
siyonu dekatlarca sürer. 2 0 yıllık bir süre içinde olguların Ö ZET
%25-50'sinde kronik böbrek yetmezliğine yavaş bir iler
leme görülür. Böbrek biyopsi bulguları; kötü prognozu Nefritik Sendrom
tespit etme de yardımcıdır; ki bu bulgular, diffüz mezan • N e fritik sendrom; azotemi, pro te in üri, hipertansiyon ile
giyal proliferasyon, segmental skleroz, endokapiller pro- b irlik te oligüri ve hematüri ile karakterizedir.
liferasyon ve tubulointerstisyel fibrozisdir. • En sık sebep, im m ünolojik olarak oluşan glom erül zede
lenmesidir; ki burada lezyonlar p ro life ra tif değişiklik ve
Herediter Nefrit lö kosit infiltrasyonu ile karakterizedir.
Herediter nefrit, GBM proteinlerini kodlayan genlerdeki • A k u t p o s te n fe k s iy ö z g lo m e rü lo n e frit ; çocuk ve genç eriş
mutasyonlann sebep olduğu bir grup herediter glomerül kinlerde strepto kok enfeksiyonundan sonra ortaya çıkar;
fakat birçok diğer organizma ile olan enfeksiyonu takiben
hastalığını tanımlar. En iyi incelenmiş antite Alport send-
de görülebilir. Immün kom plekslerin, esas olarak subepi-
romudur. Bu olgularda sinirsel tipte sağırlık ile lens dis-
telyal boşluklarda birikim i ile glom erül hücrelerinde pro
lokasyonu, posterior katarakt ve korneal distrofiyi içe
liferasyon ve bol n ö tro fil ile oluşur. Etkilenen çocukların
ren çeşitli göz bozuklukları nefrite eşlik eder.
çoğu iyileşir; prognoz erişkinlerde kötüdür.
o
• IgA n e fro p a tis i; IgA içeren immün kom plekslerin mezangi
yal b irikim i ile karakterizedir ve dünyadaki ne fritik send-
PA TO G EN EZ rom un en yaygın sebebidir. Tekrarlayan hematürinin de
en sık sebebidir. Yaygın olarak çocukları ve genç erişkin
GBM büyük oranda, cc3, a 4 ve a 5 heterotrimerlerinden leri e tk ile r ve değişken b ir seyir gösterir.
meydana gelen kollagen tip IV’den oluşur. Tip IV kollagenin
• H e r e d ite r n e frit (A lp o rt S e n d ro m u ); G BM ’ı kodlayan gen
bu tipi lens, koklea ve glomerüllerin normal işlevleri için
lerde mutasyonlar sonucu oluşur. H em atüri, yavaş ilerle
çok önemlidir, a zincirlerinden herhangi birinin mutasyonu
yen p ro te in üri ve böbrek fonksiyonunda bozulma ile bul
detektif heterotrim er yapısı ile ve A lp o rt sendromunun
gu verir. G lom erüller hastalığın geç dönem lerine kadar
hastalık belirtileri ile sonuçlanır.
norm al görünür.
M O R FO LO Jİ
Hızlı İlerleyen Glomerülonefrit
Herediter nefritte histolojik incelemede glomerüller, se-
konder sklerozun görüldüğü hastalığın geç dönemine ka
Hızlı ilerleyen glomerülonefrit (Rapidly Progressive Glo
dar kayda değer bir özellik göstermezler. Bazı böbrekler
merulonephritis: RPGN) glomerülonefritin özel bir eti-
de interstisyel hücreler, belirgin proteinüriye bir reaksiyon
yolojik formu değil bir klinik sendromdur. İlerleyici böb
532 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
PA TO G EN EZ
Kresentik G N , bazısı böbreğe sınırlı diğerleri sistemik, b ir
grup farklı hastalık tarafından oluşturulabilir. Tüm olguları
te k b ir mekanizma açıklayamamasına rağmen, glom erül ze
delenmesinin, çoğu olguda im m ü nolojik aracılı olduğuna
dair kuşku yoktu r. Kresentik G N ’e sebep olan hastalıklar,
iyi bilinen b ir bo zukluk ile ilişkili olab ilir ya da idiyopatiktir.
Nedeni saptanabildiği zaman, hastaların yaklaşık % 12’ sinde
akciğer tutulum u olan ya da olmayan anti-GBM antikor-ara-
cılı kresentik G N (tip I C r G N ), % 44’ ünde kresentli immün Resim 13-12 Kresentik glomerülonefrit (G N) (Jones gümüş met-
kom pleks G N ’ İ, kalan % 4 4 ’ünde pauci-immün kresentik hanamin boyası). Normal glomerül yapılarının harabiyeti ve kapiller
G N vardır. Bunların tüm ünde şiddetli glom erül harabiyeti bölümlerin rüptürü ile nekroz alanlarına komşu üriner boşluğu dol
görülür. duran lökosit ve prolifere hücrelerin hilal şeklindeki kitlesine dikkat
ediniz (oklar). Nekrotizan ve kresentik G N ’ in segmental dağılımı
A N C A (antineutrophil cytoplasmic antibody)-ilişkili kresentik GN
Anti-Glomerüler Bazal Membran Antikor-Aracılı için tipiktir.
Kresentik Glomerülonefrit
Anti-GBM antikor-aracılı kresentik glomerülonefrit, daha
önce tanımlandığı gibi GBM'da IgG'nin lineer birikimi İmmün Kompleks-Aracılı Kresentik Glomerülonefrit
ile çoğu olguda C3 birikimi ile karakterizedir. Bu hasta Kresentler, immün kompleks nefritlerinden herhangi bi
ların bazılarında anti-GBM antikorları, pulmoner alve- rinin (poststreptokoksik GN, sistemik lupus eritemato-
oler bazal membranlarma da bağlanır ve böbrek yetmez zus, IgA nefropati, Henoch-Schönlein purpurası) komp
liği ile birlikte pulmoner hemoraji klinik tabloya ilave likasyonu olabilir. Bazı olgularda immün kompleksler
olur. Bu hastalar; pulmoner hastalığın yokluğunda orta gösterilebilir ama altta yatan sebep saptanamaz. Im-
ya çıkan ve sadece renal tutulumu olan idiyopatik olgu mtinfloresan çalışmalarında; herhangi bir sebebe bağlı
lardan ayırdetmek için, Goodpasture sendromlu hastalar bu form GN'lerde değişmez bulgu immünglobulin
olarak isimlendirilir. Anti-GBM antikorları serumda bu ve/veya komplemanın mezangium ve/veya GBM'da gra-
lunur ve tanıda yararlıdır. Anti-glomerüler bazal memb nüler yumru, topak ("lumpy bumby") paternidir. Bu bo
ran antikor-aracılı kresentik GN'e tanı koymak önemli zukluk genellikle plazmafereze yanıt vermez.
dir, çünkü bu hastalar dolaşımdan patojenik antikorların
alınmasını sağlayan plazmaferezden yararlanırlar.
( ) M ORFOLOJİ
M ORFOLOJİ Daha önce tanımlandığı gibi sonunda kresent oluşturacak
Böbrekler büyük ve soluk olup, sıklıkla kortika l yüzeyde pe- GBM kırılmaları ve segm ental n e k ro z şeklinde şiddetli
teşiyal kanam alar vardır. G lom erüller segmental nekroz hasar vardır. Bununla b irlikte anti-GBM antikorları ile ilişkili
ve G BM ’da kırılmalar gösterirler; böylece Bowman boşlu kresentik G N ’ in aksine nekroz içermeyen glom erül seg-
ğunda fibrin birikim i ve plazma proteinlerinin eksudasyonu m entleri altta yatan immün kom pleks hastalığının kanıtları
görülür; buna yanıt olarak parietal epitel hücrelerinin proli- nı (ör. postenfeksiyöz G N ya da sistemik lupus eritem ato-
ferasyonu ortaya çıkar. Bu p ro life ra tif ayırdedici lezyonlar zus’taki lökosit eksudasyonu ve diffü z proliferasyon ve He
şekillerine bağlı olarak k re se n t (h ilal) olarak isim lendirilir; noch Schönlein purpurası ya da IgA nefropatisindeki gibi
çünkü bu lezyonlar Bowman boşluğunu doldurur. Hilaller mezangiyal proliferasyon) gösterir, im m ünfloresan; immün
pariyetal hücrelerin proliferasyonu ve m on ositlerin /m a kro- kom pleks hastalığının kara kte ristik g ranüler paternini
fajların Bowman aralığına göçü sonucu oluşmaktadır (Resim orta ya koyar. Elektron m ikroskop, sınırlı b irikim le r göste
13 -1 2 ). Diğer tip lökositler de az sayıda bulunabilir. Glome- rir.
rülün tutulmayan bölümü proliferasyon göstermez, im m ünf-
loresan çalışmalar karakteristik olarak GBM boyunca güçlü
C3 ve lineer IgG birikim i gösterir (Resim 1 3 -4 , B). Bu anti
ko rla r tip ik olarak tip IV kollajeni tanır. G lom erülde tip IV “Pauci-İmmün” Kresentik Glomerülonefrit
kollajenin diffüz dağılımından dolayı, antikonantijen kom p “Pauci-immün" tip kresentik GN, immünfloresan ve elekt
lekslerinin yoğunluğu, elektron m ikroskobuyla görm ek için ron mikroskop ile belirgin immün komplekslerin veya
yeterince yüksek değildir. Elektron m ikroskobu, G BM’da
anti-GBM antikorlarının bulunmaması ile tanımlanır.
belirgin rü p tü rle r gösterebilir. Kresentler sonunda Bowman
Antinötrofil sitoplazmik antikorlar (ANCA) serumda ti
boşluğunu oblitere eder ve glom erülleri baskıya uğratır. Za
manla kresentler skarlaşır ve glom erüloskleroz gelişir.
pik olarak bulunur, Bölüm 9'da tanımlandığı gibi bazı
vaskülitlerde etiyopatojenik rol oynarlar. Kresentik GN
Tubulusları ve İnterstisyumu Etkileyen Hastalıklar 533
O Ö ZET ______
Hızla İlerleyen Glomerülnefrit
o PATOGENEZ
A k u t pyelonefritte hastalığa yol açan başlıca orga
• RPGN, nefritik sendrom ve hızlı renal fonksiyon kaybı bul n izm a lar e n te rik gram negatif ço m aklard ır. E sh eric-
guları olan bir klinik antitedir. hia co li en sık görülen etkendir. D iğer önemli organizm alar;
• RPGN, nekroz, GBM kırılmaları içeren şiddetli glomerül P ro te u s, K le b sie lla , E n te r o b a k te r v e P se u d o m o n a s tü rle ri
hasarı ve bunu takip eden parietal epitel proliferasyonu olup; özellikle id ra r yollarına tıbbi girişim yapılan ya da kon-
(kresentler) ile birliktedir. jenital ya da edinsel id ra r yolu anomalisi olan bireylerde
• RPGN; anti-GBM antikor hastalığında GBM’a karşı otoan- tekrarlayan enfeksiyonlarla ilişkilidir. Stafilokoklar ve S tr e p
to c o c c u s fa e ca lis de pyelonefrit oluşturabilir, ancak bu çer
tikorlar geliştiğinde ya da immün kompleks birikimi sonu
çevede daha nadir patojenlerdir.
cu geliştiği zaman immün aracılı olabilir; antinötrofil sitop-
lazmik antikorlar ile ilişkili olduğunda da “ pauci-immün” Bakteri böbreklere, kan akımı yoluyla (hem atojen en
olabilir. feksiyon) ya da alt idrar yollarından (asandan enfeksiyon)
ulaşabilir. (Resim 13-13). A lt id ra r yollarından gelen
asandan enfeksiyon, b a k te rin in böbreğe ulaştığı en
önem li ve en sık yoldur. Mukozal yüzeylere bakterilerin
yapışmasını, distal üretrada (ve kadınlarda introitusda) ko-
TUBULUSLARI VE İNTERSTİSYUMU lonizasyon takip eder. Hem ürotelyum un hem de bakteri
ETKİLEYEN HASTALIKLAR yel patojenlerin genetik olarak tanımlanmış özellikleri, bak
teriyel fim briyalar (ürotelyal hücrelerin yüzeyindeki resep
Tubuler zedelenmenin birçok formu interstisyumu da tö rle re bağlanan pro te in ler) tarafından döşeyici epitele
tuttuğu için ikisi birlikte tartışılacaktır. Bu başlık altında adezyonu kolaylaştırabilir ve enfeksiyonlara hassasiyet geli
sunulan hastalıklar (1 ) tubulus ve interstisyumun infla- şir. O rganizm alar idrar akım yönünün tersine hareket ede
rek ve kolonilerin ekspansil büyüm eleri ile mesaneye ulaşır.
matuar tutulumu (interstisyel nefrit) ya da (2 ) akut tubu
Bu olay kateterizasyon ve sistoskopi gibi üre tra l yolla alet
ler hasar! morfolojik görünümüne ve akut böbrek hasarı kli
uygulamalarında meydana gelebilir. H em atojen yayılım ,
nik sendromıma yol açan iskemik ya da toksik tubuler ha
bu iki yoldan daha az görüleni olm akla b irlikte , septisemi,
sar ile karakterizedir.
534 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
M ORFOLOJİ
Tek ya da her iki b ö bre k tutulabilir. Tutulan bö bre k normal
büyüklükte veya büyümüş olabilir. K a ra k te ris tik o larak
belirgin, sarım sı re n k te , böbrek yü zeyind en kaba
r ık abseler görülür (Resim 13-14). Bunlar geniş bir alana
yayılmış veya böbreğin bir bölgesine sınırlı o lab ilirler veya
tek, büyük b ir irinleşme alanı oluşturm ak üzere birleşirler.
A k u t pyelonefritin ka ra kte ristik histo lo jik özelliği renal
parenkim içinde abse oluşumu ile likefaktif nekrozdur. Er
ken evrede pü oluşumu (süpürasyon) interstisyel dokuya
En sık etken: sınırlıdır, fakat daha sonra abseler tubulusların içine açılırlar.
E. coli Geniş n ö tro fil gruplan, sıklıkla tutulm uş nefronlardan topla
Proteus
yıcı kanalların içine yayılarak, idrarda bulunan karakteristik
Enterobacter
lökosit silendirlerinin oluşumuna sebep olurlar. Tipik olarak
Resim 13-13 Böbrek enfeksiyonu yollan. Hematojen enfeksiyon, g lom e rü ller etkilenm ezler.
bakteriyemik yayılım sonucu oluşur. En fazla görülen asendan en Tıkanma öğesinin baskın olduğu durum da irinli eksuda
feksiyon olup, mesane enfeksiyonu, vezikoüreteral reflü ve intra-
boşalmaz ve bunu takiben pelvis renalis, kaliksler ve ürete-
renal reflünün bileşimi sonucu ortaya çıkar.
ri do ld urara k pyonefroz oluşturur.
ikinci (neyse ki sık olmayan) özel b ir pyelonefrit tipi, pa Kronik Pyelonefrit ve Reflü Nefropatisi
pilla n ek ro zu olara k bilinen b ö bre k papillalarının ne kro Kronik pyelonefrit; böbrek parankiminde interstisyel
zudur. Bu durum a zemin hazırlayan üç durum vardır: diya nedbeleşmenin ön planda olduğu, buna pelvikalisiyel
bet, id ra r yollarının obstrüksüyonu ve analjezik bağımlılığı. sistemin makroskobik olarak izlenebilen nedbeleşme ve
Bu lezyon bö bre k piram id (renal papilla) uçlarının iskemik deformitesinin eşlik ettiği morfolojik bir antite olarak ta
ve süpüratif nekrozu kombinasyonundan oluşmaktadır. nımlanmaktadır. Kronik pyelonefrit önemli bir kronik
N e krotiza n papillitin m akroskobik olarak tip ik özelliği; pi- böbrek yetmezliği sebebidir. İki tipe ayrılabilir: kronik
ram idlerin apikal üçte iki kısmının gri-beyaz-sarı renkte obstrüktif pyelonefrit ve kronik reflü-ilişkili pyelonefrit.
nekrozudur. Tek ya da çok sayıda papilla veya tüm papilla-
lar tutulm uş olabilir. M ikro skobik olarak; papiller uçlar nöt- K ro n ik O b s tr ü k tif P y e lo n e frit
rofil infiltrasyonu ile çevrili kara kte ristik koagulasyon nek Belirtildiği gibi, tıkanma böbreği enfeksiyona hazırlar.
rozu gösterirler. Yaygın veya yerel tıkanma oluşturan lezyonlar üzerine
Bir İYE’ unda mesane tutulduğu zaman, sıklıkla a k u t ya eklenen tekrarlayan enfeksiyonlar, yineleyici böbrek ilti
da k ro n ik sistit gelişir. Tıkanma ile ilişkili uzun süreli olgu habı ve nedbeleşme ataklarına yol açarak kronik pyelo-
larda m akro skob ik olara k mesane duvarı trabekülasyonla nefite neden olurlar. Hastalık üretranm doğumsal yapı
beraber h ip e rtro fik olab ilir ya da biriken id ra r nedeni ile sal bozukluklarında (ör. posterior üretral valvler) görül
belirgin olarak genişlemiş ve incelmiş olabilir.*• düğü gibi iki taraflı olabilir, anomali düzeltilmezse
ölümcül böbrek yetmezliği ile sonuçlanabilir. Yine, taş
larla ya da üreterin tek taraflı tıkayıcı anomalileri ile
oluştuğunda tek taraflı gelişebilir.
Küntleşm iş kaliks
da yapı olarak benzer diğer ilaç ahırımdan sonra hipersen-
sitivitenin tekrarlaması olarak sıralanabilir. Bazı hastalarda
tip I hipersensitivite reaksiyonunu düşündürecek şekilde se
rum IgE seviyeleri artm ıştır. D iğer olgularda inflam atuar in-
fîltrasyonun yapısı (aşağıda anlatılmıştır) ve ilaçlara karşı po
z itif deri testleri; T hücre aracılı (tip IV) hipersensitivite re
aksiyonunu düşündürür.
Patogenetik olayların en akla yatkın sıralaması şunları ta
kip eder: ilaçların tubullerden sekresyonu sırasında hapten-
ler gibi davranmaları, ilaçların tu b u le r hücrelerin bazı sitop-
lazm ik ya da ekstrasellüler kom ponentlerine bağlanmaları
ve im m ünojenik hale gelm eleridir. Sonuçta oluşan zedelen
me; tub ule r hücrelere ya da onların bazal m em branlarına
karşı IgE ve hücre aracılı im m ün reaksiyonlar tarafından
oluşturulur.
PATO G EN EZ
Hastalığın birçok özelliği im m ün mekanizmayı düşündürür.
Hipersensitivitenin klin ik kanıtları; latent b ir periyodu olma Resim 13-16 Belirgin eozinofilik ve mononükleer infiltrasyonun
sı, eozinofili ve deri dökün tü le ri, ilaç reaksiyonunun kendi izlendiği ilaca bağlı intertisyel nefrit.
(D r. H . R ennke'nin izniyle, Patoloji D epartm an ı, Bringham and W o m en 's H ospital,
ne idiosinkratik doğası (ö r: doza bağımlı olmaması), aynı ya
Boston, M a ssa ch u se tts.)
Tubuluslan ve İnterstisyumu Etkileyen Hastalıklar 537
Ancak böbrek fonksiyonlarının normale dönmesi birkaç mayan akut ilaca bağlı allerjik interstisyel nefrit. Akut
ayı alabilir. böbrek hasarı oluşturan diğer sebepler bu bölümün de
ğişik yerlerinde tartışılmıştır.
ATH, çeşitli klinik durumlarda oluşur, bu nedenle
O Ö ZET ___________________ ____________ nispeten sıktır. Şiddetli travmadan akut pankreatit ve
septisemiye kadar değişebilen bu klinik durumlarda ge
Tubulointerstisyel Nefrit nellikle belirgin hipotansiyon ve şokla birlikte böbrek gi
• T İN ’ler, primer olarak renal tubul ve interstisyumu tutan bi periferik organların tamamına ya da bir bölümüne
inflamatuar hastalıklardır. kan akımı yetersizdir. Kan akımının yaygın ya da lokal
• Akut pyelonefrit; ya reflü, obstrüksiyon, ya da idrar yolla olarak azalması ile ilişkili ATH iskemik ATH olarak ad
rının diğer anormallikleri sonucu asandan enfeksiyon ile landırılmaktadır. Uygun olmayan kan transfüzyonları
ya da bakterilerin hematojen yayılımı sonucu oluşan bir ve myoglobulinüri gibi diğer hemolitik krizler de iske
bakteriyel enfeksiyondur. Böbreklerde abse oluşumu ve mik ATH'ye benzer bir klinik tablo oluşturur. Nefrotok-
bazen papiller nekroz ile karakterizedir. sik ATH denilen diğer şekli, ağır metaller (ör. karbon tet-
• Kronik pyelonefrit; genellikle reflü ya da üriner obstrüksi ra klorid) ve gentamisin ile diğer antibiyotikler gibi kala
yon ile ilişkili olup; tutulan böbreklerde nedbeleşme ve balık bir ilaç grubu ve radyografik kontrast maddeleri
belirgin böbrek yetmezliği ile sonuçlanır. içeren değişik toksinler tarafından oluşturulmaktadır.
• İlaca bağlı interstisyel nefrit; bir ilaca karşı IgE ve T hücre ATH sıklıkla geri dönüşlüdür, zamanında tanınması ve
aracılı immün reaksiyondur. Sıklıkla bol eozinofil içeren yönetilmesi tam iyileşme ile ölüm arasındaki fark anla
interstisyel inflamasyon ve ödem ile karakterizedir. mına gelebilir.
Resim 13-17 A kut böbrek hasarında patofizyolojik mekanizmalar. Çeşitli olaylar, doğrudan tubullere hasar verir, böylece birçok mekaniz
ma ile GFH’ nı azaltır ve vazkonstriksiyona da yol açar. Tubuler hasara neden olan bazı olaylar da doğrudan renal kan akımını azaltarak
GFH’nı azaltır. NO , nitrik oksit; PGI2, prostaglandin l 2 (prostasiklin).
(La m e ire N . ve a rk.'d a n m odifiye edilm iştir: J A S N 12:S20-S32, 2 0 0 1 .)
538 BÖLÜM 1 3 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
lanır. İskemi epitel hücrelerinde çok sayıda yapısal deği to lo jik tablosu, bazı fa rk la r ile b irlikte esas olarak benzer.
şiklikler oluşturur. H ü c re p o la r it e s in in k a y b ı erken Belirgin nekroz proksim al tubullerde çok belirgindir, tub u
ve geriye dönüşü olan b ir olaydır. Bu tu b u le r hücrelerin, ler bazal m em branlar genellikle korunm uştur.
bazolateralden luminal yüzeylerine m em bran proteinle Eğer hasta bir hafta yaşar ise epitelyal rejenerasyon al
rinin (Ö r. N a+, l<+, -ATPaz) yeniden düzenlenmesine yol çak küboidal epitelyal ö rtü şeklinde ve canlı kalabilen tubu
açar. Böylece proksim al tub uller tarafından azalmış sod ler epitelyal hücrelerin m ito tik aktivitesi olarak gö rün ür
yum reabsorbsiyonu ve distal tubullere artmış sodyum hale gelir. A ltta yatan akut tu b u le r hasar ve onun sonucu
gelişine sebep olur. Böylece glom e rü le r feedback sistemi oluşan akut bö bre k hasarı, zedelenmenin ardından p ro k
ile pre glom erü ler a rte rio le r vazokonstrüksiyon oluşur. simal tu b u le r hücreler, hücre siklusunun G 2/ M evresinde
Tubulus hücrelerinin bazal m em brana tutunmasını sağla durdurulduğunda, tam irden çok, fibrozis ile sonuçlanabilir.
yan integrinlerin değişimi ve yeniden düzenlenmesi; tu Z ira bu durm a (arre st) p ro fib ro tik aracıları arttırır.
buler hücrelerin bazal m em brandan ayrılmaları ve bun
ların idrara dökülmesi ile sonuçlanır. Eğer yeterince tu
buler debri birikirse id ra r akımını bloke edebilir (silen Klinik Gidiş
d irle r ile obstrüksiyon) ve tubulus içi basıncı a rttıra ra k İskemik ATH'nin klinik seyrinde, başlangıçta, olayı baş
G FH’ nı azaltır. Ayrıca zedelenmiş tubuluslardan inters- latan tıbbi, cerrahi veya obstetrik durum ön plandadır.
tisyum a sıvı sızabilir (geri akım), sonuçta interstisyel ba
Etkilenen hastalar sıklıkla oligüri ve GFH'da azalmayı içe
sınç artışı ve tubuluslarda kollaps gelişir, iskem ik tub ule r
ren akut böbrek zedelenme bulguları gösterirler. Tüm
hücreler; kem okinler, sitokinle r ve P-selektin gibi adez-
hastalarda oligüri yoktur; bazılarında anüri olacaktır, di
yon m olekülleri eksprese e d erler ki bunlar doku hasarı
ğerleri özellikle zedelenme daha hafif ise ATH nonoligü-
na iştirak eden lökositleri to p la r ve doku zedelenmesine
katkıda bulunur (interstisyel inflamasyon).
rik olabilir. Akut böbrek zedelenmesi sırasında klinik
tabloda elektrolit bozukluklukları, asidoz, üremi ve aşırı
iskem ik b ö b re k hasarı, aynı zamanda G FH ’da azalmaya
sıvı yüklenmesinin belirti ve bulguları ön plandadır. Alt
neden olan şiddetli hem odinam ik değişiklikler ile karakteri-
taki zedelenmenin doğasına, şiddetine ve bu hastalıktan
zedir. Esas olanlardan biri intrarenal vaz© k@ n strü ksiy@ n -
dur. Bu, medullanın dış kısmında kalan tubullere (proksim al
bağımsız olarak aynı anda bulunan diğer durumlara
tubulusun kalın çıkan kolu ile düz segmenti) hem azalmış bağlı olarak prognoz değişir. Dikkatli destekleyici tedavi
glom erüler plazma akımına ve azalmış oksijen gelişine yol ve diyalizin olmadığı durumda hastalar ölebilir. Akut
açar (Resim 13-17). V a zo ko n strü ktö r yolların b ir kısmı bu böbrek harabiyetinin sebebi ATH olduğu zaman, tubu
fenom enle açıklanabilmesine rağmen (ör. renin-anjiyoten- ler rejenerasyon ve tamir belirgin klinik düzelmeye yol
sin, trom boksan A 2, sem patik sinir aktivitesi) güncel görüş açar. Destekleyici bakım yöntemleriyle, akut hasar sıra
vazokonstrüksiyona, endotelyal va zo ko n strü ktö r olan en- sında böbrek hastalığı bulunmayan ve zeminde bulunan
dotelin salınımında artım ve vazodilatatör n itrik ©ksit ve hızlandırıcı sorunlara yenilmeyen hastalarda renal fonk
prostoglandin üretim inde azalmaya yol açan sublethal siyonların düzelme şansı oldukça yüksektir. Önceden
endotelyal zedelenm enin aracılık ettiğidir. Son olarak; böbrek hastalığı olanlarda tam iyileşme daha az müm
glom erül üzerine iskemi ve toksin le rin d ire k t etkisine dair kün olup; zamanla son evre böbrek hastalığına ilerleme
bazı kanıtlar vard ır ve bu etki azalmış etkili glom erül filtras-
maalesef daha sıktır.
yon yüzeyine sebep olur.
Vazokonstrüksiyona ilaveten A T H patogenezi tub ule r
hücre nekrozu ve apoptozu ile ilişkilidir. Ö lü hücreler; inf-
lamatuar reaksiyona yol açabilir (Bölüm 2), ki bu da tub u
O Ö Z E T ____________________ _______________
ler zedelenme ve fonksiyonel bozulmayı alevlendirir. Akut Tubuler Hasar
• ATH, akut böbrek zedelenmesinin en sık görülen sebebi
dir; klinik belirtileri, sıklıkla oligüri ile birlikte elektrolit
anormallikleri, asidoz, üremi ve sıvı yüklenme bulguları
M ORFOLOJİ
dır.
İsk em ik A T H , proksim al tubulusların düz kısmında ve çı • ATH, renal tubullerin iskemik ya da toksik zedelenmesi
kan kalın kolunda lezyonlar ile karakterizedir, fakat proksi sonucu oluşur ve tubuler epitelyal hücrelere besin ve ok
mal ya da distal tubulusun hiçbir segmenti lezyonsuz değil sijen ulaşımında ve GFH’da azalmaya yol açan intrarenal
dir. Sıklıkla, çeşitli tu b u ler b asarlar görülür. Bunlar; p ro k vazokonstrüksiyon ile de ilişkilidir.
simal tu b u le r fırçamsı kenarların incelmesi, fırçamsı kenar • ATH, m orfolojik olarak, tubul segmentlerinin nekrozu ya
larda kabarcıklar oluşması ve fırçamsı kenarın dökülmesi, da hasarı (tipik olarak proksimal tubuller), distal tubuller
hücrelerin vakuolizasyonu, tu b u le r hücrelerin alttaki bazal de proteinöz silendirler ve interstisyel ödem ile karakte
m em brandan ayrılması ve bu hücrelerin idrara dökülmesi rizedir.
olarak sıralanabilir. Göze çarpan ilave b ir bulgu, distal tubu
lus ve toplayıcı duktuslarda p ro te in ö z silendirlerin bulun
masıdır ki bunlar; hem oglobin ve diğer plazma proteinleri
ile b irlikte Tam m -Horsfall proteininden (norm al olarak tu K A N D AM AR LAR IN I ETKİLEYEN
buler epitelden sekrete e d ilir) oluşurlar. Ezilme hasarı ATH
oluşturduğu zaman silendirler m yoglobulin de içerirler, in-
HASTALIKLARI
terstisyum da genellikle p o lim o rfo n ü kle e r lökosit, lenfosit
ve plazma hücrelerinden oluşan hafif inflam atuar infiltras-
Böbreğin hemen her hastalığı kan damarlarını sekonder
yon ile b irlik te yaygın ödem görülür. T o k sik A T H ’ nin his
olarak tutar. Sistemik damar hastalıkları, örneğin çeşitli
tipte vaskülitler de böbrek kan damarlarında görülürler
Kan Damarlarını Etkileyen Hastalıkları 539
Arterionefroskleroz
X#
Arterionefroskleroz, benign hipertansiyondaki böbrek deği
>? \
şiklikleri ve arteriol duvarlarında skleroz ve kalınlaşma için M
kullanılan bir terimdir. Karakteristik morfolojik değişik v
likler küçük arteriollede görülür ve hyalin arterioloskle- y - ~ 7 i fi
roz olarak isimlendirilir. Arterionefroskleroz, 60 yaşın
üzerindeki birçok kişinin otopsisinde, hafif şiddette de
olsa bir dereceye kadar saptanır. Hipertansiyon bulun ^ ' f v N ' A \
duğu zaman, hasta herhangi bir yaşta da olsa lezyonla-
rın şiddeti ve sıklığı artar.
' %Vvür \
-
Resim 13-19 Malign hipertansiyon. A , Afferent arteriolün fibrinoid nekrozu (periyodik asit-Schiff boyası) B, Hiperplastik arterioloskleroz
(soğan zarı lezyonu).
(Dr. Helmet Rennke'nin izniyle, Patoloji Departmanı, Brigham and Women's Hospital, Boston, M assachusetts.)
Kronik Böbrek Hastalığı 541
M ORFOLOJİ M ORFOLOJİ
Ç o cuklu k çağı H Ü S ’da, belirgin olarak glom erülleri tutan, A ltta yatan bo zukluk kan damarlarını ve glom erülleri etki-
şiddetli olgularda a rte rio l ve büyük a rte rle re ilerleyen fib lediyse, klasik olarak b ö bre kler ik i tara flı o la ra k b üzül
rin trom bü sle ri ile klasik tro m b o tik m ikroanjiyopatinin m üş, yüzeyleri kırmızı kahverenkte ve diffüz granüler gö
lezyonları vardır. K ortikal ne kroz bulunabilir. Endotel hasa rünüm dedir. K ro n ik pyelonefrit ile hasarlanmış bö b re kle r
rı ile oluşan glom erüllerdeki m o rfo lo jik değişiklikler; glo tip ik olarak düzensiz b ir biçimde tu tu lm u ştu r ve yoğun
m erül kapillerlerinde subendotelyal boşlukta genişleme, skarlar içerir. M ikroskobik olarak, tüm olgularda o rta k
G BM ’ da ayrılma ve duplikasyon, mezangiyal disintegrasyon özellik glom erüllerin ilerlemiş nedbeleşmesidir, bu bazen
ile mezangiyal hücrelerin lizisidir. Kronikleştikçe, glom erül- tamamen skleroz şeklindedir (13-20). G lom erüllerde
lerde skarlaşma gelişebilir. obliterasyona kadar giden hyalinizasyon tüm olguların
542 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
ve fibro ne ktine bağlanan bölgeler) ile ilişkili pro te in ler ile bö b rekler, abdominal olara k pelvise doğru inen kitle ler
hom oloji gösteren bölgelere sahiptir. Bu m olekül, aynı za şeklinde kolaylıkla palpe edilirler. M akroskopik incelemede,
manda reseptör tiro zin fosfatazları da bağlayabilen başka bö b re kle r arada hiç parenkim olmaksızın 3-4 cm ’ye ulaşan
farklı bölgelere de sahiptir. Polisistinler daha sonra anlatıla değişik çaplarda kistik kitlelerden oluşmuştur. Kistler, şef
cak olan m edüller kistik hastalıkla bağlantılı nefrosistinlere faf, bulanık ya da hem orajik olabilen sıvı ile do lu d u r (Resim
benzer şekilde tu b u le r hücrelerin p rim er silyumunda yer 13-21).
leşmişlerdir. Bu durum , böbrek kistik hastalıklarının siliyo- Kistler, tubullerden toplayıcı duktuslara kadar nefronun
p a tin in bir tipi olduğu kavramını doğurm uştur. Silyalar saç herhangi b ir seviyesinden doğabilir. Bu yüzden döşeyici epi-
benzeri organeller olup, tub ule r hücrelerin apikal yüzeyle tel değişkendir ancak sıklıkla a tro fiktir. A ra sıra Bowman
rinden lümene doğru uzantılar o luşturu rlar ve sıvı akımının kapsülü kist oluşumuna katılır ve bu olgularda glom erül yu
m ekanik sensörleri olarak görev yaparlar. Güncel kanıtlar, mağı kistik boşluklar içerisinde görülebilir. Genişleyen kis
polisistin mutasyonlarının m ekanik uyarıya hassasiyette de- tin aradaki bö bre k dokusuna yaptığı basınç iskem ik atrofi-
fe k t oluşturduğunu ortaya koyar. Bu, sırasıyla hücre-hücre ye neden olur. Bir m ikta r norm al parenkim kistler arasında
ve hücre-m atriks adezyonuna, proliferasyonuna, hücre po- dağılmış olabilir. Bunun üzerinde gelişen hipertansiyon ve
laritesinin disregülasyonuna yol açan hücreye kalsiyum giri enfeksiyon bulgulan sıktır. A sem ptom atik karaciğer kistleri
şi ile ilişkili uyarı yolaklarını değiştirir. Etkilenen bireylerin hastaların üçte birinde o rta ya çıkar.
tüm renal tu b u le r hücrelerinde PKD1 geninin germline mu-
tasyonları bulunmasına rağmen kistlerin sadece bazı tubul-
lerde gelişmesi ilginçtir. Bu durum büyük olasılıkla PKD Vin K linik Gidiş
her iki allelinin kaybı ile ilişkilidir. Böylece tü m ö r süpressor Erişkinde polikistik böbrek hastalığı sıklıkla hayatın dör
genlerde olduğu gibi bir ikinci “ somatik vuruş” hastalığın düncü dekadma kadar semptom oluşturmaz. Küçük kistler
o rta ya çıkması için gereklidir. Olguların % 10-15’ i ile ilişkili adolesan dönemde gelişmeye başlamakla birlikte bu za
PKD2 geni krom o zom 4 ’te yerleşir ve daha küçük, 110- mana kadar böbrekler oldukça büyümüştür. Hastaların
k D ’ luk, b ir proteini kodlar. Polisistin 2 ’ nin b ir kalsiyum en önemli yakınması yan ağrısı veya ağır yorgunluk duy
geçirgen m em bran kanalı olarak fonksiyon gördüğü ve silya- gusudur. Kist içerisine kanama ya da tıkanma ile kistin
da da eksprese edildiği bilinir. Yapısal olarak farklı olmaları akut genişlemesi şiddetli ağrı oluşturabilir. Kimi zaman
na rağmen, polisistin 1 ve 2 ’ nin heterodim erler oluşturarak
lezyonun palpasyonda abdominal bir kitle olarak sap
b irlikte hareket ettiklerine inanılır. Böylece herhangi bir gen
tanması ilk belirtidir. Aralıklı makroskobik hematiiri sık
de mutasyon esas olarak aynı fenotipe sebep olur, ancak
lıkla görülür. Zaten sınırda olan böbrek fonksiyonlarım
PKD2 mutasyonlu hastalar P K D V li hastalarla kıyaslandığın
azalttıkları için, en önemli komplikasyonlar hipertansi
da hastalıklarının daha yavaş progresyon gösterirler.
yon ve üriner enfeksiyondur. Hastaların yaklaşık %75'in-
de çeşitli şiddette hipertansiyon gelişir. Willis poligo
nunda sakküler anevrizma (Bölüm 22) hastaların %10-
( ) M O R FO LO Jİ 30'unda bulunur ve yüksek subaraknoid hemoraji insi-
dansı ile birliktedir.
O tozom al dom in ant erişkin po likistik b ö b re k hastalığında
Her ne kadar hastalık sonunda ölümle sonuçlansa da,
b ö b re k anorm al büyüklüklere ulaşabilir ve her b ir bö bre
birçok kronik böbrek hastalığına göre prognozu iyidir.
ğin 4 kg’ a kadar ölçüldüğü kaydedilmiştir. Bu çok büyük
Oldukça stabil seyreder ve oldukça yavaş ilerler. Son ev-
Resim 13-21 O tom ozal dom inant erişkin tip p olikistik böbrek, dış yüzün görünüm ü ( A ) ve kesit yüzü (B ). B öbrek çok sayıda dilate
kistlerle genişlemiştir (santim etreli cetvelde gösterilm iştir).
544 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
re böbrek hastalığı 50 yaş civarında görülür; ancak has tinal anormallikler ve hatta çok şiddetli formlarda erken
talığın seyrinde büyük farklılıklar vardır ve normale ya başlayan körlük bile görülür. Bazı bireylerde görülen di
kın hayat yaşayanlar bildirilmiştir. Böbrek yetmezliğine ğer anormallikler; okülomotor apraksi, mental retardas-
ilerleyen hastalara, böbrek transplantasyonu yapılabilir. yon, serebellar belirtiler ve karaciğer fibrozisidir. Toplu
Ölüm genellikle üremi ya da hipertansif komplikasyon ca değerlendirilirse, nefronofitizisin çeşitli formları, ço
lar sonucudur. cuklarda ve genç erişkinlerde son-evre böbrek hastalığı
nın en sık genetik sebebi olarak bilinir.
Nefronofitizi kompleksinin otozomal resesif formları
Otozomal Resesif (Çocukluk Çağı) Polikistik
için en az dokuz gen lokusu (NPHP1-NPHP9) tanımlan
Böbrek Hastalığı
mıştır. Bu genlerin çoğu, polikistik hastalığın diğer tip
lerine sahip olgudaki gibi epitelyal silyanm bileşenleri
Polikistik böbrek hastalığının bu çocukluk çağı formu
nin proteinlerini kodlar, iki otozomal form erişkinlerde
nadir, otozomal resesif bir bozukluk olup, erişkin poli
hastalığa yol açar; bunlar çok nadirdir.
kistik böbrek hastalığından, genetik olarak farklıdır.
Yaklaşık 20.000 canlı doğumda bir görülür. Birlikte he-
patik lezyonlarm bulunuşuna ve ortaya çıkış yaşma gö
re; perinatal, neonatal, infantil ve jüvenil alt gruplar ta
nımlanmıştır. Tüm tipler 6 . Kromozomun kısa kolunda M ORFOLOJİ
lokalize, fibrosistin olarak adlandırılan bir membran re M edüller kistik hastalıkta patolojik olarak k ü çü k kont-
septör proteinini kodlayan PKHD-1 geninde mutasyon- ra k te b ö b rek le r vardır. T ip ik olarak k o rtiko m e d ü lle r bi
lar sonucudur. Fibrosistin tubuler epitelyal hücrelerin leşkede, düzleşmiş ya da kübik epitel ile döşeli çok sayıda
silyasmda bulunur, fakat fonksiyonu bilinmez. küçük kistler bulunur. D iğer patolojik değişiklikler nonspe-
sifiktir fakat çoğu tu b u le r atrofi, kalınlaşmış tubulus bazal
m em branları ve progresif interstisyel fibro zis görülen k ro
nik tubulointerstisyel n e frit şeklindedir.
M O R FO LO Jİ
O tozom al resesif p o likistik b ö b re k hastalığında; korteks ve
medullada ço k sayıda k ü çü k k istle r böbreğe sünger gö
rünüm ü verir. K ortikal yüzeye d ik açılarla gelen genişlemiş, K lin ik G idiş
kıvrımlı kanallar tüm üyle medulla ve korteksin yerini alır. Başlangıç bulguları, azalmış tubuler fonksiyon sonucu
Kistler toplayıcı duktuslardan köken aldığını yansıtır şekilde görülen poliüri ve polidipsidir. Son evre böbrek hastalı
te k tip küboidal epitel ile döşelidir. Hastalık her zaman çift ğına ilerleme 5-10 yıllık periyodun üzerindedir. Hastalı
taraflıdır. Hem en tüm olgularda bulgular; karaciğerde ğa tanı koymak güçtür. Çünkü serolojik belirleyiciler
ço k sayıda epitel ile döşeli k istle r ve po rta l safra duk- yoktur ve kistler radyolojik görüntülemede görülmeye
tuslarında proliferasyonu içerir. cek kadar küçük olabilir. Bu güçlüklere ilaveten; eğer
kortikomedüller bileşke iyi örneklenmemişse böbrek bi
yopsisinde de görülmeyebilir. Genç bir hastada açıkla
K lin ik G idiş
namayan kronik böbrek yetmezliği ve pozitif aile hika
yesi nefronofitizisden şüphelenmeye neden olmalıdır.
Perinatal ve neonatal formlar en sık görülenlerdir; ciddi
bulgular genellikle doğumda bulunur ve genç infantlar
hepatik ya da renal yetmezlikten ölürler. Yaşayan be
beklerde de karaciğer sirozu gelişir (konjenital hepatik Q ÖZET
fibrozis).
Kistik Hastalıklar
Kist İçeren Medüller Hastalıklar • Erişkin polikistik böbrek hastalığı, polisistin 1 ya da 2’yi
kodlayan genlerde mutasyonlar sonucu oluşan otozomal
Medullayı tutan kistik hastalığın iki temel tipi vardır: dominant kalıtsal bir hastalıktır; kronik böbrek yetmezli
nispeten daha sık ve genellikle masum bir durum olan, ği olgularının %10’una sebep olur; böbrekler büyük olabi
bazen nefrolitiyazis ile birlikte görülen medüller sünger lir ve birçok kist içerebilir.
böbrekten daha ayrıntılı bahsedilmeyecektir. Nefronofiti- • Otozomal resesif (çocukluk çağı) polikistik böbrek hastalığı,
zis-medüller kistik hastalık kompleksi; hemen daima renal fibrosistini kodlayan gende mutasyonlar sonucu oluşur.
fonksiyon bozukluğu ile birliktedir. Erişkin formdan daha az görülür ve karaciğer anormallik
Nefronofitizis-medüller kistik hastalık kompleksi; ge leri ile güçlü bir birlikteliği vardır; böbrekler çok sayıda
nellikle çocukluk çağında başlayan kronik böbrek hasta küçük kistler içerir.
lığının tanı konmadan kalan sebebidir. Bu hastalık • Nefronofitizis-medüller kistik hastalık kompleksi, çocuk ve
kompleksinin, başlangıç zamanı esas alındığında dört ti genç erişkin kronik böbrek hastalığının sebebi olarak gi
pi tanımlanmıştır: infantil, juvenil, adolesan, erişkin ha derek daha fazla tanınmaktadır. Otozomal resesif bir ge
çiş gösterir; siliyer fonksiyon ile ilişkili olabilen nefrosis-
yatta sonra gelişen nefronofitizis-medüller kistik hasta
tinler olarak adlandırılan epitelyal hücre proteinlerini
lık kompleksi. Juvenil form en yaygın olanıdır. Juvenil
kodlayan çeşitli genlerde mutasyonlar ile ilişkilidir; böb
nefronofitizisli çocukların yaklaşık %15-20'sinde sıklıkla
rekler kontraktedir ve multipl küçük kistler içerir.
ekstrarenal bulgular olarak retinitis pigmentoza gibi re
Ü rin e r Akım Obstrüksiyonu 545
(3 PATO G EN EZ
ma eğilimi gösterilmiştir. Sistin ta şla rı, her zaman sistini
de içeren bazı aminoasitierin bö bre kte n taşınmasında ge
netik olarak belirlenen b ir bo zukluk ile birliktedir. Ü rik asit
Böbrek taşlarının üç tip i vardır.
taşları gibi sistin taşları da id ra r göreceli asidik olduğu za
• B öbrek taşlarının yaklaşık % 80’ i kalsiyum oksalat ya da man oluşurlar.
kalsiyum oksalat ile kalsiyum fosfat karışımından oluş Ü rolitiyazis ayrıca norm alde m ineral çökmesini inhibe
maktadır. eden etkenlerin yetersizliği sonucu da oluşabilir, idrarda
• Yüzde 10’ u magnezyum amonyum fosfat, kristal oluşmasını inhibe edenler arasında Tamm-Horsfall
• Yüzde 6-9’ u ya ü rik asit ya da sistin taşlarıdır. protein, osteopontin, pirofosfat, m ukopolisakkaridler, di-
• Tüm olgularda taş ağırlığının yaklaşık % 2,5’ ini organik fosfonatlar ve nefrokalsin adı verilen bir glikoprotein sayıla
b ir m ukoprotein m atriks olu ştu ru r (Tablo 13-3). bilir. Fakat ürolitiyazisli bireylerde bu maddelerin herhangi
Taş oluşumunun nedeni, özellikle kalsiyum içeren taşlar birinin eksikliği gösterilememiştir.
da, bilinm em ektedir. Büyük olasılıkla çözünen maddelerin
konsantrasyonu, id ra r PH’ sındaki değişiklikler ve bakteri-
yel enfeksiyonlar gibi hazırlayıcı koşulların etkisi söz konu
sudur. En önem li ve hem en hem en kesin olanı, taşı
olu ştu ran m addelerin id ra r yoğunluklarının, çö zü ( ) M ORFOLOJİ
n ü rlü kle rin i aşacak biçim de a rtm asıd ır (sü persatü - Hastaların yaklaşık % 80’ inde taşlar te k taraflıdır. En sık gö
rasyo n ). Tablo 13-3’ te gösterildiği gibi kalsiyum taşları rüldüğü yerler; böbrek pelvisi, kaliksler ve mesanedir. Sık
oluşan hastaların % 5 0 ’sinde hiperkalsemi ile ilişkisiz hiper- lıkla b ir bö bre kte çok sayıda taş bulunur. Taşlar küçük (o r
kalsiüri vardır. Bu gruptakilerden çoğunluğu barsaktan kal talama çap 2-3 m m), düz veya çentikli olabilirler. Bazen tu z
siyumu fazla m iktard a absorbe eder (abso rbtif hiperkal- ların ilerleyici birikim i renal pelvis ve kalisiyel sistemde, bir
siü ri) ve hemen idrarla atar. Bazı hastalarda ise kalsiyum silendir şeklinde geyik boynuzu “ staghorn” ta şla rı ola
reabsorbsiyonunda birincil b ö b re k bozukluğu (ren al hi- ra k bilinen dallanan yapıların gelişimine yol açar. Bu kitlesel
p e rk a lsiü ri) vardır. taşlar genellikle magnezyum am onyum fosfattan oluşur.
B öbrek taşlarının diğer tiplerin in nedenleri daha iyi anla
şılmıştır. Magnezyum am onyum fosfat (stru v ite ) taş
K lin ik G idiş
Tablo 13-3 Çeşitli Tipte Böbrek Taşlarının Görülme Sıklığı
Taşlar herhangi bir semptom veya belirgin bir böbrek
Taş Dağılımı zedelenmesi oluşturmadan bulunabilir. Bu özellikle böb
(%) rek pelvisine yerleşmiş büyük taşlar için doğrudur. Kü
Kalsiyum oksalat ve/veya Kalsiyum Fosfat 80 çük taşlar üretere geçebilir, nerede takılırsa böbrek ya da
İdiopatik hiperkalsiüri(%50) üreter koliği olarak bilinen ve karakteristik olarak kasığa
Hiperkalsemi ve hiperkalsüri (%10) doğru yayılan tipik, nöbet şeklinde şiddetli yan ağrısı
Hiperoksalüri (%5) oluştururlar. Sıklıkla aynı zamanda makroskobik hematii-
Enterik (%4.5) ri vardır. Taşların klinik önemi idrar akımında tıkanma
Primer (%0.5) veya iilserasyon ile kanamaya neden olacak kadar yeter
Hiperürikosüri (%20) li travma oluşturma kapasitelerinden kaynaklanmakta
Bilinen metabolik bozukluğu olmayan (%15-%20)
dır. Her durumda da bakteriyel enfeksiyona eğilim vardır.
Magnezyumamonyum fosfat (üçlü taş) 10 Neyse ki, olguların çoğunda radyolojik yöntemlerle ko
Renal enfeksiyon layca tanı konmaktadır.
Ü rik asit 6-7
Hiperürisemi ile ilişkili
Hiperürikosüri ile ilişkili Hidronefroz
İdiopatik (ürik asit taşlarının %50’si)
Sistin 1-2
Hidronefroz, idrar akış yolunun tıkanması ile oluşan
böbrek parenkim atrofisi ile birlikte pelvis ve kalikslerin
Diğerleri ya dabilinmeyenler ±1-2
dilatasyonunu tanımlar. Tıkanıklık üretradan böbrek
546 BÖLÜM 13 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
dönmesine yol açar. Ancak zamanla değişiklikler geri rak berrak sitoplazmalı hücrelerden oluşmuştur. Büyük
dönüşümsüz bir hal alır. çoğunluğu sporadik olmasına rağmen, Von Hippel Lin-
dau (VHL) hastalığı ile birlikte ya da ailevi formlarda or
taya çıkabilir. VHL hastalığı çalışmaları; berrak hücreli
TÜMÖRLER karsinomun oluşumuna ilişkin moleküler bir anlayış ge
Üriner sistemde çok çeşitli benign ve malign tümörler tirmiştir. VHL hastalığı otozomal dominant bir kalıtsal
vardır. Genellikle erişkinlerin %40'mda bulunan küçük geçiş gösterir; özellikle retina ve serebellumun hemanji-
kortikal adenomlar (0.5cm'den daha küçük çapta) gibi yoblastomu gibi çeşitli neoplazilere eğilim ile karakteri
benign tümörlerin klinik önemi yoktur. Böbreğin en sık zedir. Etkilenen bireylerin %40-60'mda, yüzlerce, bilate
görülen malign tümörü renal hücreli karsinomdur. Bu ral renal kistler ve beraberinde bilateral, sıklıkla multipl,
nu, nefroblastom (Wilms tümörü) ile kaliks ve pelvisin berrak hücreli karsinom gelişir. VHL sendromlu hasta
primer tümörleri izlemektedir. Diğer böbrek kanser tip larda kalıtım kromozomal band 3p25 üzerindeki VHL
leri nadirdir ve burada tartışmaya gerek yoktur. Aşağı geninin germline mutasyonunun geçişi ile olur ve soma
üriner yolların tümörleri renal hücreli karsinomdan iki kat tik mutasyon ile ikinci alleli kaybedilir. Böylece bu tü
daha sıktır. Bu bölümün sonunda tanımlanmışlardır. mör baskılayıcı genin her iki kopyasının kaybı berrak
hücreli karsinom gelişiminde anahtar basamaktır. VHL
Böbrek Tümörleri geni, sporadik berrak hücreli karsinomlarm büyük ço
ğunluğu ile de ilişkilidir. 3pl4 ile 3p26 kromozomal seg-
Onkositoma mentin kaybına yol açan sitogenetik anormallikler spo
Onkositoma, toplayıcı duktusların interkaler hücrelerin radik berrak hücreli karsinomlarda sıklıkla görülür. Bu
den köken alan, renal tümörlerin %1 0 'unu oluşturan be bölge VHL genini barındırır (3p25.3). Sporadik olguların
nign bir tümördür. Bu tümörler; onları diğer renal neop- %60'mda hipermetilasyon ya da somatik mutasyon ile
lazmlardan ayırt eden, kromozom 1,14 ve Y kromozom kaybolmamış olan ikinci allel inaktive edilir. Böylece
larında kayıp görülen genetik değişiklikler ile ilişkilidir. VHL geninin homozigot kaybı berrak hücreli karsinom-
Onkositomlar histolojik olarak, mitokondri bolluğu ile larm hem sporadik hem de ailevi formlarının altında ya
karakterizedir, bu esmer renkli olmasını ve histolojik tan en sık moleküler anormallik olarak görülür. VHL
olarak ince granüler, eozinofilik sitoplazmalı hücresel protein, hipoksiyi indükleyen faktörlerin (HIF) yıkımına
görünümünü sağlar. Onkositomamn diğer bir özelliği sebep olur ve VHL'nin yokluğunda HİF'ler sabit kalırlar.
olan santral yıldızvari bir skar, görüntüleme çalışmala HIF'ler, önemli bir anjiogenik faktör olan VEGF'ün ve
rında bu tümöre karakteristik bir görünüm sağlar. Bü tümör hücre büyümesini yönlendiren diğer genlerin
yük ölçüleri, klinik ve radyolojik olarak bazı renal hücre ekspresyonunu uyararak karsinogeneze katkıda bulu
li karsinoma benzerlikleri nedeniyle kesin tanı koymak nan transkripsiyon faktörleridir (Bölüm 5). VHL hastalı
için ve spontan hemoraji gibi komplikasyonları önlemek ğı ile ilişkili olmayan berrak hücreli karsinomun nadir
için nefrektomi ile çıkarılabilirler. ailesel formu da kromozom 3'ün kısa kolunu (3p) tutan
sitogenetik anormalliklerle ilişkilidir. Ek olarak, berrak
Renal Hücreli Karsinom
hücreli karsinom genomunun son derin dizilemesi
Renal hücreli karsinomlar renal tubuler epitelden köken SETD2, JARIDIC ve UTX'de sık fonksiyon kaybı mutas-
alırlar ve böylece özellikle kortekste yerleşmişlerdir. Bu yonu ortaya koymuştur ki, bu genlerin tamamı histon
tümörler, böbreğin tüm primer malign tümörlerinin metilasyönunu düzenleyen proteinleri kodlar. Tüm bun
%80-85'ini ve tüm erişkin kanserlerinin %2-3'ünü oluş lar böbrek karsinomunun bu alt tipinin oluşumunda
tururlar. Bu veriler; Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda "epigenom" değişikliklerini düşündürmektedir.
58.000 olgu ve hastaların %40'ınm bu hastalıktan ölümü
olarak anlaşılabilir. Böbrek karsinomları 6 . ve 7. dekat-
P ap iller T ip te Renal H ü c re li K arsino m
larda görülmektedir ve erkekler kadınlara göre iki kat
daha fazla etkilenmektedirler. Bu tümörlerin gelişim ris Papiller renal hücreli karsinomlar; tüm renal kanserlerin
ki; sigara içenler, obez ve hipertansiyonu olanlar ile kad %10-15'ini oluşturur. İsminden anlaşılacağı gibi papiller
miyuma mesleki olarak maruz kalanlarda daha yüksek bir büyüme paterni gösterir. Bu tümörler sıklıkla bilate
tir. Kronik diyalizin bir komplikasyonu olarak edinsel ral ve multifokaldir; erken evre tümörler olarak ortaya
polikistik hastalığı olan bireylerde renal hücreli karsi çıkarlar. Berrak hücreli karsinomlara benzer şekilde, ai
nom gelişim riski 30 kez artmıştır. Bu kanserlerin gelişi lesel ve sporadik formları vardır fakat onlardan farklı
minde genetik faktörlerin rolü daha sonra anlatılmıştır. olarak papiller tipte renal hücreli karsinomlar kromo
Renal hücreli kanserler morfoloji ve büyüme şekilleri zom 3'teki anormalliklerle ilişkili değildir. Herediter pa
esas alınarak sınıflandırılıyordu. Ancak, böbrek karsi- piller renal hücreli karsinom olgularının çoğunda suçlu
nomlarımn genetik esasını anlamamızı sağlayan son kromozomal sub-band 7q31'de yerleşmiş, MET protoon-
ilerlemeler, bu tümörlerin moleküler kökenleri dikkate kogenidir. MET geni, hepatosit büyüme faktörü olarak
alınarak yapılan yeni bir sınıflamaya yönlendirmiştir. En isimlendirilen büyüme faktörü için bir tirozin kinaz re
sık görülen üç formu olan berrak hücreli karsinom, pa- septörüdür. Kromozom 7'deki duplikasyonlar nedeniyle
piller tip renal hücreli karsinom ve kromofob tip renal meydana gelen MET genindeki doz *p£ışjnın, papiller
karsinom, konunun devamında tartışılmıştır. karsinomdaki proksımal tubuler epitelyafhücre öncülle
rindeki aşırı büyümeyi hızlandırdığı düşünülmektedir.
B e rra k (Ş e ffa f) H ü c re li K a rsin o m Ailesel olgularda, genetik incelemeler MET geninde ak-
Berrak hücreli karsinom, en yaygın görülen tiptir ve tive edici germline mutasyonlar ve kanserlerde artmış
böbrek kanserlerinin %65'ini oluşturur. Histolojik ola gen dozajı saptanmıştır. MET geninin aktive edici mu-
548 BÖLÜM 1 3 Böbrek ve Toplayıcı Sistem
K ro m o fo b Renal H ü c re li K a rsin o m
Kromofob renal hücreli karsinomlar, en az görülür ve
tüm böbrek karsinomlarmm %5'ini oluşturur. Bu tümör
ler top] ayıcı duktuslarm interkalat hücrelerinden kay
naklanır. İsimleri, berrak hücreli karsinom hücrelerin
den daha koyu boyanan (yani daha az berrak olan) tü
mör hücrelerinden kaynaklanır. Bu tümörler, kromozom
1, 2, 6 , 10, 13, 17 ve 21'i kapsayan ve kromozomun tü
münü içeren, multipl kayıplar göstermesi nedeniyle
farklıdır. Sonuçta, bunlar alışılmamış bir hipodiploidi
gösterir. Multipl kayıplardan dolayı "kritik darbe" sapta
namamıştır. Genelde kromofob hücreli karsinomlar iyi
Resim 1 3 -2 4 Renal hücreli karsinom un be rra k hücreli tipinin
prognoza sahiptir. büyük büyütm edeki görünüm ü.
K lin ik G idiş
Renal hücreli karsinomlar genellikle güç ve çelişkili tanı
problemleri yaratan çeşitli özel klinik bulgular gösterir.
Bu semptom ve bulgular çeşitlidir, fakat en sık ortaya çı
kan belirti olguların %50'den fazlasında görülen hematüri-
dir. Makroskobik hematüri, aralıklı ve hızla kaybolma
eğiliminde olup, var olan bir mikroskobik hematüri üze
rinde gelişir. Daha az olarak, tümör yeterince büyüdüğü
zaman ya ağrı oluşturarak ya da palpe edilebilir kitle
Resim 1 3 -2 3 Renal hücreli karsinom : böbreğin b ir kutbunda gö oluşturduğunda bulgu verebilir. İlişkisiz durumlar nede
rülen sarımsı küresel neoplazinin tip ik kesit yüzeyi. Genişlemiş, ni ile görüntüleme yöntemlerinin yaygın kullanımından
trom b o ze renal vendeki tü m ö re dikka t ediniz. dolayı, küçük tümörler dahi saptanabilir. Böbrek dışı et-
Hemostaz ve Tromboz 87
kileri ateş ve polistemidir, ancak bunlar özgün olmayan N Engl J Med 361: 11, 2009 [İdiopatik m em bran öz n efropatide antije
nin keşfin i tanım layan, dönüm noktası niteliğinde bir çalışm a.]
belirtiler oldukları için renal tümörle ilişkisi anlaşılma
D'Agati VD: the spectrum of focal segmental glomerulosclerosis: new
dan önce bir süre yanlış değerlendirilebilirler. Polistemi insights. Curr Opin Nephrol Hypertens 17;271, 2008 [FSGS'un çeşit
bu hastaların %5-10'unu etkiler. Kanser hücreleri tara li şekillerin e katkıda bulunan m ekanizm aların kapsam lı bir derlem esi]
fından eritropoetin salmımı sonucudur. Nadir olarak bu Genovese G, Freidman DJ, Ross MD, et al: Association of trypanolytic
ApoLİ variants with kidney disease in African Americans. Science
tümörler, diğer hormon benzeri maddeler oluşturarak,
329:841, 2010. [A frika k ö ken li A m erik a lıla rd a bulunan apoprotein
hipertansiyon, hiperkalsemi, Cushing sendromu, mas- A'nın g en etik varyantı ile uyku hastalığından koru nm a ve böbrek hasta
külizan ya da feminizan tablolara yol açar. Bunlar, Bö lığı riski arasında bağlantı kuran dönüm noktası niteliğinde bir doğal se-
lüm 5'te isimlendirildiği gibi paraneoplastik sendromlar- leksiyon çalışm ası.]
dır. Birçok hastada birincil tümör sessiz kalabilir ve yal Guay-Woodford LM: Renal cystic diseases: diverse phenotypes con
verge on the cilium/centrome complex. Pediatr Nephrol 21: 1369,
nızca metastazlara bağlı semptomlar oluştuktan sonra 2006. [R enal lâstik hastalığın p atofizyolojisi üzerine, tubuler epitelyal
saptanabilir. Metastazlar için öncelikli yerler akciğerler hücrelerde silyer disfon ksiyon u n rolünü vurgulayan m ükem m el bir der
ve kemiklerdir. Renal hücreli karsinomun çeşitli şekil lem e.]
lerde belirti vereceği açıktır, bazısı oldukça değişken ol Gubler MC: Inherited diseases of the glomerular basement membrane.
Nat Clin Pract Nephrol 4: 24, 2008. [A lport sendrom u, ince bazal
makla birlikte ağrısız hematüri, palpabl bir abdominal kitle m em bran hastalığı ve diğer herediter n efrit türlerinin konusunda patofiz
ve künt böğür ağrısından oluşan triad karakteristiktir. yolojisi, klinik prezan tasyon u v e tanısal test stratejileri konusunda m uh
teşem bir derlem e.]
Harris PC: 2008 Homer W. Smith Award: Insights into the pathogene
O ÖZET______
Renal Hücreli Karsinom
sis of poycystic kidney disease from gene discovery. J Am Soc
Nephrol 20:1188, 2009. [Polikistik böbrek hastalığına y ol açan ana gen
lerin keşfi ve bunların fen otipilc belirtileri kon u su n da bir derlem e.]
Knowles MA: Molecular subtypes of bladder cancer: Jekyll and Hyde
Renal hücreli karsinom erişkinlerd e tüm kanserlerin %2- or chalk and cheese. Carcinogenesis 27: 371, 2006. [M esane kan seri
nin fa rk lı tiplerindeki m oleküler değişikliklerin kapsam lı derlem esi.]
3 ’ üne sebep o lu r ve üç tip o lara k sınıflandırılır:
Lionaki S, Jennette JC, Falk RJ: Anti-neutrophil cytoplasmic (ANCA)
• Berrak hücreli karsinomlar en yaygın olandır ve VHL tü and anti-glomerular basement membrane (GBM) autoantibodies in
m ör supressor proteinin homozigos kaybı ile ilişkilidir; necrotizing and crescentic glomerulonephritis. Semin Immunopat-
tüm ör sıklıkla renal veni invaze eder. hol 29: 459, 2007. [AN CA ve anti-G BM antikor-aracılı hastalıkta hasar
m ekanizm aları ve klin ik belirtilerin iyi bir özeti.]
• Papiller renal hücreli karsinomlar MET onkogeninin aktive
Mathieson PW: Minimal change nephropathy and focal segmental glo
edici mutasyonu ve artmış ekspresyonu ile ilişkilidir; bila merulosclerosis. Semin Immunopathol 29: 415, 2007. [M CD ile
teral ve multipl olmaya eğilimlidir, değişen derecede pa FSG S ayırım ının tanı ve patogen ezin deki yen i anlayışların m ükem m el
pilla oluşumu gösterirler. bir gen el özeti.]
• Kromofob renal hücreli karsinom sıklığı daha azdır; tüm ör Miller O, Hemphill RR: urinary tract infection and pyelonephritis.
Em ergM ed Clin North Am 19: 655, 2001. [Akut m in er traktus en fek
hücreleri diğer renal hücreli karsinomlardaki gibi berrak
siyonlarının m ükem m el bir özeti.]
değildir. Murray PT, Devarajan P, Levey AS, et al: A framework and key rese
arch questions in AKI diagnosis and staging in different environ
ments. Clin J Am Soc Nephrol 3: 864, 2008. [A kut böbrek hasarının
erken tanı v e sonu çlan kon u su n daki güncel gelişm elerin m ükem m el bir
W ilm s Tümörü
özeti.]
Wilms tümörü erişkinlerde nadir görülmekle birlikte 10 Nsar SH, Markowitz GS, Stokes MB, et al: Acute postinfectious glo
yaşın altındaki çocuklarda üçüncü sıklıktaki organ kan merulonephritis in modern era: experience with 86 adults and revi
ew of the literature. Medicine 87: 21, 2008. [P osten feksiyöz glom erii-
seridir. Bu tümörler, tümü mezodermden köken alan çe lonefritin, klinikopatolojik korelasy on lan ve ep idem iyolojik ilişkilerinin
şitli hücre tipleri ve doku bileşenleri içerir. Wilms tümö vurgulandığı çağdaş bir derlem e.]
rü, retinoblastom gibi sporadik olarak gelişebilir ya da Ronco P, Debiec H: Membranous glomerulopathy: the evolving story.
otozomal dominant geçiş gösteren tümör gelişimine du Curr Opin Nephrol Hypertens 19: 254, 2010. [M em branöz nefropati-
nin etiyolojisindeki yeni an layış kon u su n da m ü kem m el bir derlem e.]
yarlılık ile birlikte ailevi olabilir. Bu tümör, çocukluk ça Schrier RW, Wang W, Poole B, et al: Acute renal failure: definitions,
ğının diğer tümörleri ile birlikte Bölüm 6 'da daha ayrın diagnosis, pathogenesis, and therapy. ] Clin Invest 114:5, 2004.
tılı anlatılmıştır. [A kut renal yetm ezliğin tüm yön lerin i içeren bir derlem e.]
Tryggvason K, Patrakka J, Wartiovaava ]: Hereditary proteinuria
syndromes and mechanisms of proteinuria. N Engl J Med 354:1387,
Alt idrar yollarının (üreterler, mesane ve üretra) tü 2006. [G lom erülgeçirgenliğindeki defektlerin patofizyolojisi üzerine mü
mörleri ve diğer lezyonları Bölüm 17'de tanımlanmıştır. kem m el bir derlem e.]
Tsai HM: The molecular biology of thrombotic microangiopathy. Kid
KAYN AKLAR ney Int 70: 16, 2006. [H US ve TTP'nin patogen ezi konusunda m ükem
m el bir derlem e.]
Barratt J, Feehally J: IgA nephropathy. J Am Soc Nephrol 16: 2088, Wilson PD, Goilav B: Cystic disease of the kidney. Annu Rev Pathol 2:
2005. [Bu hastalığın patogenzei, klin ik belirtileri v e tedavisi ile ilgili kap 341, 2007. [Böbreği en sık etkileyen bir durum un patobiyolojisi.]
sam lı bir güncelelm e] Worcester EM, Coe FL: Calcium kidney stones. N Engl J Med 363:954,
Beck LH Jr, Bonegio RG, Lambeau G, et al: M-type phospholipase A2 2010. [Böbrek taşlarının en sık görülen tiplerinin patofizyolojisi ve
receptor as target antigen in idiopathic membranous nephropathy. tedavisi üzerine kapsam lı bir derlem e.]
t
Ağız Boşluğu ve
Gastrointestinal Kanal
------- ■------------ ”
BÖLÜM İÇERİĞİ
A Ğ I Z B O Ş L U Ğ U 551 Kimyasal ve Enfeksiyöz Ö zofajitler 560 Hirschsprung Hastalığı 573
--------- ~ n .. t-»-
Ağzın İnflamatuar Lezyonları 552 Reflü Özofajit 560 Abdominal Herni 574
A ftö z Ülserler 552 Eozinofilik Özofajit 561 Bağırsağın Damarsal Hastalıkları 574
Herpes Simpleks Virüsü Barrett Özofagusu 561 İskemik Bağırsak Hastalığı 574
Enfeksiyonları 552 Özofagus T ü m ö rle ri 562 Hem oroidler 576
--------------------
Gastrointestinal kanal özofagus, mide, ince bağırsak, feksiyöz ve inflamatuar olayların ince bağırsaklar ve ko
kolon, rektum ve anüsü kapsayan boş bir tüp şeklinde londa sıkça meydana gelmesi pek şaşırtıcı değildir. Son
dir. Her bölge, bir araya geldiklerinde besinlerin alınma olarak, Batı toplumlarmda gastrointestinal neoplazilerin
sı, işlemden geçirilmesi, emilimi ve artık maddelerin dı geliştiği en sık bölge kolondur. Bu bölümde, gastrointes
şarı atılmasını düzenleyen, birbirleri ile ileri derecede tinal kanalın herbir bölgesini etkileyen hastalıklar üze
ilişkili ve birbirlerini tamamlayan özgün fonksiyonlara rinde durulacaktır. Crohn hastalığı gibi tipik olarak bir
sahiptir. Ayrıca, bağışıklık sisteminin yiyeceklerde ve den fazla bölgeyi etkileyen hastalıklar en sık olarak etki
bağırsak mikroplarında bulunan çeşitli antijenler ile ledikleri bölgeye göre değerlendirilecektir.
karşılaştığı başlıca bölge bağırsaklardır. Bu nedenle, en
AĞIZ BOŞLUĞU
Ağız boşluğunu etkileyen patolojik durumlar genel ola söz edilmekte ve sık görülmekle birlikte, dişlere ve des
rak, ağız mukozasını, tükürük bezlerini ve çene kemik tekleyici dokularına ait hastalıklardan bahsedilmemek-
lerini etkileyenler olarak gruplandırılırlar. Bu bölümde, tedir. Bu konular için daha özelleşmiş kaynaklara başvu
bu bölgelerin daha sık olarak görülen hastalıklarından rulması önerilir. Diş gelişimi ile ilgili epitelyal ve/veya
552 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
mezenkimal dokulardan kaynaklanan odontojenik kist dedir. Dudaklar (herpes labialis), burun delikleri, bukkal
ler ve tümörler de (benign ve malign) burada kısaca ko mukoza, jinjiva ve sert damak en sık lezyon bölgeleridir.
nu edilmektedir. Lezyonlar 7-10 gün içerisinde iyileşmekle birlikte, bağı
şıklığı baskılanmış kişilerde kalıcı olabilirler. Bu kişilerde
sistemik antiviral tedavi gereklidir. Morfolojik olarak,
A Ğ Z IN İNFLAM ATU AR LEZYONLARI lezyonlar özofagusta (Resim 14-8) ve genital bölgelerde
(Bölüm 17) görülen herpes lezyonları ile benzer yapıda
Aftöz Ülserler dır. Enfekte hücreler balonlaşır ve geniş eozinofilik intra-
nükleer inklüzyonlar içerirler. Yanyana yerleşimli hücre
Bu sık görülen yüzeyel mukozal ülserasyonlar popülasyo- ler birleşerek multinükleer polikaryonları oluştururlar.
nun %40'mda görülmektedir. Hayatın ilk iki dekadmda
daha sık olup, son derece ağrılı ve tekrarlayıcı lezyonlar-
dır. Aftöz ülserlerin nedeni bilinmemekle birlikte, bazı ai Oral Kandidiazis (Pamukçuk)
lelerde daha sık görülme eğilimi vardır ve çölyak hastalı
ğı, inflamatuar bağırsak hastalıkları ve Behçet hastalığı ile Kandidiazis ağız boşluğunun en sık görülen fungal en
ilişkili olduğu düşünülmektedir. Lezyonlar tek ya da bir feksiyonudur. Candida albicans normalde ağız florasında
den fazla olabüir. Bunlar sığ, hiperemik ülserlerdir ve in bulunur ve ancak normal dışı durumlarda hastalık ya
ce bir eksüda tabakası ile örtülüdürler. Çevrelerinde ince par. Bu durumlar:
bir eritendi bölge vardır (Resim 14-1). Çoğu kez 7-10 gün • İmmünsüpresyon
içerisinde kendiliğinden iyileşirler, ancak yineleyebilirler. • C. albicans suşu
• Ağız içindeki mikrobik floranın (microbiota) yapısı
Herpes Simpleks Virüsü Enfeksiyonları Normal mikrobiata yapısını bozan geniş spektrumlu an
tibiyotikler de oral kandidiazis için zemin hazırlar. Oral
Orofasyal herpes enfeksiyonlarının büyük bir kısmı Her
kandidiazisin üç ana klinik şekli vardır: psödomembra-
pes simpleks virüsü tip Tin (HSV-1) neden olduğu enfek nöz, eritematöz ve hiperplastik. Psödomembranöz kandi
siyonlardır. Geri kalanı ise HSV-2 enfeksiyonudur (geni diazis en sık görüleni olup, pamukçuk olarak bilinir. Bu
tal herpes). Cinsel ilişki çeşitlilikleri nedeniyle oral HSV- tip kandidiazis yüzeyel, kesilmiş süt benzeri gri-beyaz
2 enfeksiyonları da sıkça görülmeye başlanmıştır. Primer
inflamatuar bir membran ile karakterizedir. Fibrinosup-
enfeksiyonlar tipik olarak 2 ile 4 yaş arasındaki çocuklar
puratif eksüda ile mikroorganizma kümelerinden oluşan
da görülür, bunlar genellikle asemptomatiktir. Bununla bu membran eritemli zeminden kolayca kaldırılabilir. Ba
birlikte, primer enfeksiyon olgularının %1 0 -2 0 'si akut ğışıklık sistemi hafif derecede baskılanmış ya da diyabet
herpetik jinjivostomatit şeklindedir. Bu tip enfeksiyonda
liler gibi direnci düşük kişilerde enfeksiyon genellikle yü
ağız boşluğunda yaygın olarak ani gelişen vesiküller ve zeyel kalırken, organ ya da hematopoietik kök hücre na-
ülserasyonlar vardır. Yetişkinlerin büyük bir çoğunlu
killilerinde, nötropeni ve kemoterapi ya da AİDS nedenli
ğunda HSV-1 latent olarak bulunur ve reaktive olabilir.
immusüpresyon durumlarında olduğu gibi daha ağır im-
Reaktive olması reküran herpetik stomatit ile sonuçlanır. münsüprese kişilerde derin dokulara yayılım gösterebilir.
HSV reaktivasyonu ile ilişkili faktörler travma, alerjiler,
ultraviyole ışınlara maruz kalma, üst solunum yolu en
feksiyonları, gebelik mensturasyon, immunsupresyon ve
çok yüksek ve çok düşük sıcaklıklara maruz kalma ola © Ö Z E T _______________ ___________________
rak sıralanabilir. Primer enfeksiyonun meydana geldiği Ağzın inflamatuar Lezyonları
bölgede ya da bu bölge ile aynı sinir gangliyonunu payla
şan çevre mukozada oluşan bu reküran lezyonlar tipik • Aftöz ülserler, nedeni tam olarak bilinmeyen yüzeyel ağrılı
ülserlerdir ve sistemik hastalıklar ile ilişkili olabilirler.
olarak küçük boyutlu (1-3 mm) vezikül grupları şeklin-
• Herpes simpleks virüsü vesiküller ile karakterize kendiliğin
den geçen bir enfeksiyona neden olur. Vesiküller parçala
nır ve iz bırakmadan iyileşir. Genellikle virüs sinir gangli-
yonlarında latent kalır. Reaktivasyon meydana gelebilir.
• Oral kandidiazis, oral mikrobiata dengesi bozulduğunda
(örn; antibiyotik tedavisinden sonra) meydana gelir. İm-
münsuprese kişilerde invaziv hastalık görülebilir.
A Ğ IZ B O Ş LU Ğ U N U N PROLİFERATİF
VE NEOPLASTİK LEZYONLARI
Fibröz Proliferatif Lezyonlar
Resim 1 4 -2 Fibröz proliferasyonlar. A , Fibrom. Bukkal mukozada düzgün yüzeyli pembe renkte ekzofitik nodul. B, Pyojenik granülom.
Jinjival mukozadan köken alan eritematöz hemorajik ekzofitik kitle.
Lökoplaki ve Eritroplaki
o PATO G EN EZ
O rofarenksin skuam öz hücreli kanserlerinin gelişiminde iki
farklı patojenik yolak m evcuttur. Ağız boşluğu tü m ö rle rin in • ö z e t
b ir kısmı k ro n ik alkol ve tü tü n (içimi ya da çiğnenmesi) kul
lanan kişilerde daha yoğun olarak görülür. Bu kanserlerin Ağız Boşluğu Lezyonları
sekanslaması yapıldığında, tü tü n içindeki karsinojenlere ma • Fibromlar ve pyojenik garanülomlar ağız mukozasının sık
ruz kalındığında görülen m utasyonların aynıları görülm üş görülen reaktif lezyonlarıdır.
tür. Bu m utasyonlar sıklıkla, TP53’te ve p63 ve NOTCH1 gi
• Lökoplaki malign transformasyon gösterme olasılığına sa
bi skuamöz hücrelerin diferansiasyonunu regüle eden gen
hip mukozal plaklardır.
lerdedir. İkinci tü m ö r grubu ise daha çok tonsil kıvrım ların
da ve dil kökünde yeralır ve human papilloma viru s’ ün • Eritroplaki de malign transformasyon riski lökoplakidekin-
(H P V ) on kojenik varyantlarını, özellikle de HPV-16 içerir.
den daha yüksektir.
Bu tü m ö rle r tütün kullanımı ile ilişkili tü m ö rle rd e n çok da • Ağız boşluğu kanserlerinin büyük bir çoğunluğu skuamöz
ha az sayıda mutasyon içe rirle r ve sıklıkla b ir siklin bağımlı hücreli karsinom dur.
kinaz in hib itörü olan p16 fazla ekspresyonu (overekspres- • Oral skuamöz hücreli karsinomlar klasik olarak tütün ve
yon) gösterirler. Gelecek on yılda HPV ilişkili orofarengeal alkol kullanımı ile ilişkilidir, ancak HPV ilişkili lezyonlarm
skuamöz hücreli karsinom insidansının serviks kanserininki- insidansı artış göstermektedir.
Tükürük Bezi Hastalıkları 555
Sialadenit
tutmaktadır. Aslında tükürük bezi tümörleri nadir görü Tablo 14-1 En Sık Görülen Benign ve Malign Tükürük Bezi
lürler, tüm insan tümörleinin %2 'sinden azını oluşturur Tümörlerinin Histopatolojik Sınıflaması ve Rastlanma Sıklıkları
lar. Yaklaşık %65-80'i parotisten, %10'u submandibuler
îenign Malign
bezden, geri kalam da minör tükürük bezlerinden ve
Pleomorfik adenom (%50) Mukoepidermoid karsinom (%15)
sublingual bezden kaynaklanır. Parotis tümörlerinin
W arthin tüm örü (%5) Asinik hücreli karsinom (%6)
yaklaşık %15-30'u maligndir. Buna karşın, submandibu-
Onkositom (%2) Adenokarsinom BŞT (%6)
lerdekilerin %40'ı, minör tükürük bezlerindekilerin
Kistadenom (%2) Adenoid kistik karsinom (%4)
%50'si, sublingual bezdekilerin de %70-90'ı lcanseröz- Bazal hücreli adenom (%2) Malign mikst tü m ö r (%3)
dür. Yani, bir tükürük bezindeki tümörün malign olma ola
BŞT, B a şka ş e k ild e ta n ım la n m a m ış . Ellis G L , A u c la ir PL, G n e p p D R : S u rg ic a l
sılığı, kabaca bezin boyutu ile ters orantılıdır. P a th o lo g y o f t h e S a liv a ry G la n d s , V o l 2 5 : M a jo r P r o b le m s in P a th o lo g y , Phi
Tükürük bezi tümörleri genellikle, kadınlarda biraz la d e lp h ia ,W B S a u n d e rs , 1 9 9 1 .
(J ) M ORFOLOJİ
P le om o rfik adenom lar tip ik olarak yuvarlak, iyi sınırlı, çap
ları 6 cm ’yi nadiren geçen tü m ö rle rd ir. H e r ne kadar kap-
süllü olsalar da, bazı bölgelerde (özellikle dam akta) kapsül
tam olarak gelişm em iştir ve çevre dokuyu ite re k ancak çı
kıntılar oluştura rak büyür. Kesit yüzeyi gri-beyaz olup, tip ik
olarak m iksoid ve mavi renkte kon dro id (kıkırdak benzeri)
Resim 14-5 Mukosel. A , Travmaya açık bir bölge olan alt dudak alanlar içerir. En d ik k a t çekici histo lo jik özelliği hete-
ta sıvı dolu lezyon. B, Müsinöz materyal ile dolu, organize granülas- rojenliğidir. D uktal ya da m yoepitelyal hücrelere benze-
yon dokusu ile çevrelenmiş kist benzeri kavite (sağda).
...................... .. as . w ssasiK m m i^gsm m is.
sık görülen lezyonlar diş apeksinde uzun süreli pulpit Ameloblastomlea odontojenik epitelden köken alırlar
(ileri diş çürükleri ya da travma nedenli) durumunda ve kondroid ve osseöz diferansiasyon göstermezler.
meydana gelir. Pulpa dokusundaki nekrozun tüm diş kö Bunlar tipik olarak yavaş büyüyen kistik lezyonlardır.
kü boyunca ilerleyip diş apeksinden çevre alveoler kemik Lokal invaziv olsalar da yavaş klinik gidişlidirler.
dokusuna çıkması periapikal abse ile sonuçlanır. Zaman Odontomlar en sık görülen odontojenik tümörlerdir.
içerisinde granülasyon dokusu (döşeyici epitelli ya da Bunlar epitelden kaynaklanırlar, fakat önemli ölçüde
epitelsiz) oluşur. Bunlara sıklıkla periapikal granülom adı enamel ve dentin depolanması gösterirler. Odontomlar
verilir. Her ne kadar lezyon gerçek bir granülomatöz re lokal eksizyon ile tedavi edilirler.
aksiyon göstermese de, eski terminolojiden, tıpkı kötü
alışkanlıklar gibi, vazgeçmek zordur. Bölgedeki bakteri
ler ve diğer ajanlar nedeniyle periapikal inflamatuar lez
yonlar devamlılık gösterirler. Bu nedenle, başarılı bir te
Q Ö ZET^__________________________
davi için soruna yol açan materyalin tam olarak çıkarıl Odontojenik Kistler ve Tümörler
ması ve dişin kurtarılması ya da çekilmesini gerektirir.
• Çene kemikleri, odontojenik kalıntılardan köken alan
Odontojenik tümörler birbirlerinden çok farklı histolo epitel ile döşeli kistlerin sık görüldüğü bölgelerdir.
jik görünüme ve klinik davranışa sahip, oldukça karışık
• Odontojenik keratokist lokal agresiftir ve nüks riski olduk
bir tümör grubudur. Bunlardan bazıları benign ya da
ça yüksektir.
malign gerçek neoplazidir. Bazılarının ise hamartoma-
• Periapikal kist, diş çürükleri ve diş travmaları ile İlişkili re-
töz olduğu düşünülmektedir. Odontojenik tümörler
aktif, inflamatuar bir lezyondur.
odontojenik epitelden, ektomezenkimden ya da ikisin
• En sık görülen odontojenik tümörler, ameloblastom ve
den birden kaynaklanırlar. En sık görülen ve klinik öne
odontomdur.
mi olan iki tümör ameloblastom ve odontomdur.
ÖZOFAGUS
Ozofagus, ön bağırsağın kranial kısmından köken alır. F o n k siy o n el T ık a n m a la r
Epiglottan gastroözofageal bileşkeye uzanan ve diyafrag-
ma üzerinde yerleşen, boş, ileri derecede genişleme ka Yiyeceklerin ve sıvı gıdaların mideye sorunsuz şekilde
pasitesine sahip musktiler bir tüptür. Ozofagusun edin- aktarılması için peristaltik kasılmaların koordinasyonu
sel hastalıkları, ölümcül kanserlerden sternumda yanma gereklidir. Ozofagus dismotilitesinde bu işlev bozulmuş
hissine kadar, kronik güçten düşüren ağır hastalıklardan tur. Farklı tipleri olmakla birlikte, bunların hepsi muskü
hafif rahatsızlıklara kadar değişen geniş bir çeşitliliğe sa ler tabakanın koordine olmayan kontraksiyonları ya da
hiptir. spazmı ile karakterizedir. Spazmlar, özofagus duvarın
daki gerilmeyi artırdığından küçük divertiküllerin oluş
masına neden olur.
Tl KAYIĞI VE VASKÜLER HASTALIKLAR Alt özofageal sfinkter (AOS) tonusunda artış düz kasın
gevşeyememesine ve sonuç olarak fonksiyonel özofagus
M ekan ik T ık an m a la r tıkanmasına yol açar. Akalazya, AOS'iin tam olarak gevşe-
yememesi, AOS tonusunda artış ve ozofagusta aperistalsis
Atreziler, fistüller ve duplikasyonlar gastrointestinal ka ile karakterizedir. Primer akalazya distal özofagustaki in
nalın herhangi bir bölgesinde görülebilir. Ozofagusta ge hibitor nöronların etkisizliği nedeniyle ortaya çıkar ve
liştiklerinde, beslenme sırasında reflüye neden oldukla aslında idiopatiktir. Sinir uyarılarında, özofagustan ya
rından doğumdan sonra kısa süre içerisinde fark edilir da elcstraözofageal vagus sinirinden ya da vagusun dor
ler ve hemen düzeltilmeleri gerekir. Ozofagusun olma sal motor nöronundan kaynaklanan dejeneratif değişik
ması ya da agenezisi son derece nadirdir. Ozofagusun bir likler de olabilir. Sekonder akalazya Chaga hastalığın
segmenti yerinde kanalize olmayan ince bir bağ bulun dan kaynaklanır. Bu hastalıkta Trypanosoma cruzi enfek
ması ile karakterize olan atrezi ise daha sık görülür. En siyonu myenterik pleksusta harabiyet yaratır, AOS gev
sık olarak tralcea bifurkasyonunda ya da hemen yanında şemesi gerçekleşemez ve özofagus dilate olur. Duode
yer alır ve üst ya da alt özofagus poşlarmı bronşa ya da num, kolon ve üreterdeki myenterik pleksuslar da tutu
trakeaya bağlayan bir fistiil ile ilişkilidir. Bu anormal labilirler. Diyabetik otonomik nöropati, malignite, ami-
bağlantı, aspirasyon, boğulma, pnömoni ya da ağır sıvı loidoz, sarkoidoz gibi infiltratif hastalıklar ve polio ya da
ve elektrolit dengesizliklerine yol açabilir. cerrahi çıkarım sebepli dorsal motor nukleuslarmdaki
Ozofagus stenozu varlığında gıdaların geçişi engelle lezyonlar da akalazya benzeri hastalığa sebep olabilir.
nebilir. Daralma genellikle, submukozanm fibröz kalın
laşması, musküler tabakanın atrofisi ve sekonder epitel Ektopi
hasarı nedeniyle gerçekleşir. Sterıoz en sık olarak, kronik
gastroözofageal reflü, radyasyona maruz kalma ya da koro- Ektopik dokular (gelişimsel kalıntılar) gastrointestinal ka
ziv hasar nedeniyle meydana gelen inflamasyon ve skar ge nalda sıktır. En sik görüleni, girinti parçası (inlet patch)
lişimi sonucu oluşur. Stenoz ilişkili disfaji genellikle prog- adı da verilen, ozofagusun üst l/31iik kısmındaki ektopik
resiftir. Katı gıdaları yutma güçlüğü, sıvı gıdalar ile olan gastrik mukozadır. Bu dokunun varlığı genellikle asemp-
yutma probleminden çok daha önce meydana gelir. tomatik olsa da, özofagus içerisinde gastrik mukozanın
Ozofajit 559
Özofagus Varisleri
Gastrointestinal kanaldan gelen venöz kan direkt olarak
kalbe gitmek yerine, inferior vena kavadan önce portal
ven yoluyla karaciğere gelir. Bu dolaşım şekli, ilk geçiş et
kisinden sorumludur. Bağısaklardan emilen ilaçlar ve di
ğer materyal sistemik dolaşıma girmeden önce karaci
ğerde işlem görürler. Bu dolaşımın aksaması portal hi
pertansiyon ile sonuçlanır. Portal hipertansiyon da özo
fagus kanamalarının önemli bir sebebi olan özofagus va
rislerine yol açar.
o PATO G EN EZ
Splanknik ve sistemik venöz dolaşımların bağlantı halinde
olduğu az sayıdaki bölgeden biri özofagustur. Portal hiper
tansiyon, kanın kaval sisteme akmasına yol açan kollateral
kanal gelişimine neden olur. Kollateral dam arlar distal özo-
fagustaki subepitelyal ve submukozal venöz pleksusları ge
nişletirler. Bu dam arlar varis adını alırlar ve bunların % 9 0’ı
siro tik hastalarda, en sık da alkolik karaciğer hastalığı ile iliş
kili olarak orta ya çıkar. Tüm dünyada, hepatik şistosomi-
azis (schistosomiasis) varis nedenleri arasında ikinci sırada
dır. Portal hipertansiyon konusunda daha ayrıntılı bilgi Bö Resim 14-7 Özofagus varisleri. A , Anjiografide to rtü ö z yapıda bir
lüm 15’te verilm ektedir. kaç özofagus varisi gözlenmekte. Ancak varisleri saptamak için en-
doskopi daha sık olarak kullanılır. B, A ’da gösterilen anjiografideki
varislerin postmortem görünümü. Varisler kollabe olmuş görünü
yor. Polipoid alanlar band ligasyonu uygulanan varis kanaması böl
geleri. C, intakt skuamöz mukozanın altında dilate varisler.
M O R FO LO Jİ
Varisler, anjiografide (Resim 14 -7, A ) distal özofagus ve
proksim al m idede submukozada to rtu ö z ve dilate venler
şeklinde g ö rülürle r. C errahi ve p o rtm o rte m spesimenlerde ÖZOFAJİT
m akroskopik incelemede belirgin olarak görülem eyebilir-
ler, çünkü kan akımı olmadığında bu dam arlar kollabe o lu r Laserasyonlar
lar (Resim 1 4 -7 , B). Ü zerlerindeki m ukoza özelliksiz olabi
lir (Resim 1 4 -7 , C), fakat ru p tü r meydana gelmişse ülsere En sık görülen özofagus laserasyonları, Mallory-Weiss
ve n e kro tiktir. yırtıklarıdır. Bunlar genellikle, akut alkol zehirlenmesi
gibi sebeplerle meydaha gelen şiddetli öğürme ya da
kusma ile ilişkilidir. Normalde, kusma sırasında antipe-
ristaltik kasılma dalgasının hemen öncesinde gastroözo-
fageal kasta refleks gevşeme olur. Uzun süreli kusmalar
K lin ik Ö z e llik le r da bu gevşeme meydana gelemez. Mide içeriği mide gi
Varisler genellikle asemptomatiktir, ancak rupture ol rişini aşar ve özofagus duvarında gerilme ve yırtılma ile
maları masif hematemez ve ölüm ile sonuçlanabilir. Bu sonuçlanır. Hastalar çoğunlukla hemetemez ile başvu
yüzden varis ruptürü bir tıbbi acil durumdur. Hastaların rurlar.
yaklaşık yarısı, müdaheleye rağmen ilk kanama seferin Mallory-Weiss sendromu'nun kabaca lineer olan lase-
de, kanamanın direkt bir sonucu olarak ya da intralumi rasyonları uzunlamasına yırtıklardır. Boyutları birkaç
nal kanama ve hipovolemik şok nedenli protein yüklen milimetreden birkaç santimetreye kadar değişebilir ve
mesi yüzünden gelişen hepatik koma sonucu kaybedilir. genellikle gastroözofageal bileşke bölgesini geçerler. Bu
Hayatta kalanların %50'sinden fazlasında ise potansiyel yırtıklar yüzeyeldir ve genellikle cerrahi miidahele ge
olarak ölümcül giden yeni kanamalar meydana gelir. So rektirmezler. iyileşme hızlı ve tamdır. Bunun tam tersi,
nuç olarak, ileri siroz nedenli ölümlerin yarısından faz Boerhaave sendromu, transmural özofegııs yırtıkları ve
lasında ölüm sebebi varis kanamalarıdır. mediastenit ile karakterizedir. Bu katastrofik olay ender
560 B Ö L Ü M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
M ORFOLOJİ
rılabilecek kadar şiddetli göğüs ağrısı atakları ile dikkat
çekebilir. Proton pompa inhibitörleri ile tedavi gastrik B a rre tt ösofagusu endoskopide gastroözofajeal bileşke böl
asiditeyi azaltır ve semptomatik rahatlama sağlar. Semp gesinden yukarı doğru dil şeklinde kırmızı kadifemsi uzan
tomların şiddeti, histolojik hasarın şiddeti ile yakın ilişki tıla r ya da yamalar şeklinde gözlenir. Bu m etaplastik m uko
li değildir. Histolojik hasar hastalığın süresi uzadıkça ar za proksim alde düzgün soluk skuam öz (özofajeal) mukoza
ile distaldeki açık kahverengi kolum nar (gastrik) mukoza
tar. Reflü özofajitin komplikasyonları arasında özofagus
arasında yeralır (Resim 1 4 -1 0 , A and B). Yüksek çözünür
ülserasyonları, hematemez, melena, striktür gelişimi ve
lüklü endoskoplar endoskopinin B a rre tt özofagusu tanısın
Barrett özofagusu sayılabilir.
daki sensitivitesini artırmıştır.
Hiatus hernisi, diyafram kruslarmm ayrılması ve orta
ya çıkan aralıktan midenin toraks içine çıkıntı yapması
ile karakterizedir. Doğumsal hiatus hernileri infantlarda
ve çocuklarda görülür ancak çoğu herni hayatın daha
sonraki dönemlerinde ortaya çıkar. Olguların %90'dan
fazlasında hiatus hernisi asemptomatiktir. Bununla bir
likte, GÖRH ile benzer olan semptomlar sıklıkla AÖS
yetersizliğinin diğer sebepleri ile ilişkilidir.
Eozinofilik Özofajit
Eozinofilik özofajitin rastlanma sıklığı giderek artmak
tadır. Semptomları, yetişkinlerde yiyecek takılması ve
disfaji, çocuklarda yeme sorunları ve GÖRH benzeri
semptomlardır. Başlıca histolojik özellik gastroözofajeal
bileşke bölgesinden uzak bölgelerde, epitelde, özellikle
yüzeyel kısımlarda şiddetli eozinofil infiltrasyonudur
(Resim 14-9, B). Eozinofillerin çok olması, eozinofilik
özofajitin, GÖRH, Crohn hastalığı ve diğer özofajit ne
denlerinden ayrımında yardımcı bir özelliktir. Özellikle
proton pompa inhibitörü tedavisine cevapsızlık ve asit
reflüsü olmaması gibi bazı klinik özellikler tipiktir. Eozi
nofilik özofajit hastalarının büyük bir kısmı atopik olup,
bunların çoğunda atopik dermatit, alerjik rinit, astım ya
da hafif priferik eozinofili görülür. Tedavisi, inek sütü ve
soya ürünleri gibi alerjik yiyeceklerden sakınma ve topi-
kal ya da sistemik kortikosteroid kullanımıdır.
Resim 14-10 Barrett özofagusu. A , Normal gastroözofageal bileş
ke. B, Barrett özofagusu. Barrett mukozası içerisinde daha açık
Barrett Özofagusu renkteki küçük skuamöz mukoza adalarına dikkat edin. C, Barrett
özofagusunda gastroözofageal bileşkenin histolojik görünümü.
Kronik GÖRH'mn bir komplikasyonu olan Barrett özofa Özofagusun skuamöz mukozası ile (solda) goblet hücreleri içeren
gusu, özofagusun skuamöz mukozasında intestinal metaplazi metaplastik mukoza (sağda) arasındaki geçişe dikkat edin.
562 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
Adenokarsinom
Özofagus adenokarsinomu tipik olarak Barrett özofagusu
ve uzun süreli GÖRH zemininden kaynaklanır. Dokü-
mente edilmiş displazisi olan hastalarda adenokarsinom
riski daha yüksektir ve bu risk tütün kullanımı, obezite ve
daha önceden yapılmış olan radyasyon tedavisi durumla
rında daha da yükselir. Diğer taraftan, taze meyve ve seb
zeden zengin diyetler adenokarsinom riskini azaltır.
Özofagus adenokarsinomu en sık olarak beyaz ırkta
görülür ve belirgin cinsiyet farkı gözetir. Erkeklerde ka-
dmlardakinden sekiz kat daha sıktır. Bununla birlikte,
insidans tüm dünyada bölgeler arası 60 kat farklılık gös
terir: Birleşik Devletler, Birleşik Krallık, Kanada, Avust
ralya, Hollanda gibi gelişmiş Batı ülkelerinde en yüksek
insidans gözlenirken, Kore, Tayland, Japonya ve Ekva
tor'da en düşük seviyededir. Özofagus adenokarsino-
munun daha sık görüldüğü ülkelerde insidans 1970'ten Resim 14-11 Özofagus adenokarsinomu. A , Bu olgudaki gibi, ade
itibaren diğer kanser türlerinden çok daha fazla artış nokarsinom genellikle distal yerleşimlidir ve sıklıkla mide kardiya-
göstermiştir. Sonuç olarak, 1970'ten önce tüm özofagus sında tutulum vardır. B, Sırt sırta vermiş glandlar şeklinde büyüme
kanserlerinin %5'ini oluşturan özofagus adenokarsino gösteren özofagus adenokarsinomu.
Ö zofagus T ü m ö rle ri 563
K lin ik Ö z e llik le r
M ORFOLOJİ
Özofagusun skuamöz hücreli karsinomunun klinik be
Çoğu adenokarsinom lar distal bölgede yerleşim gösterir lirtileri sinsi başlar. Bunlar arasında disfaji, odinofaji
ken, skuamöz hücreli karsinom ların yarısı özofagusun o rta (ağrılı yutma) ve tıkanma yer almaktadır. Diğer özofa
üçte b ir kısmında ye r alır (Resim 1 4 -1 2 , A). Skuamöz hüc gus tıkanması tiplerinde olduğu gibi, hastalar giderek
reli karsinom sk u am ö z d isplazi şeklinde in situ lezyon artan tıkanmaya diyetlerini katidan sıvıya doğru değiş
olarak başlar. Erken lezyonlar küçük gri-beyaz plak benze
tirerek farkında olmadan uyum sağlarlar. İleri derecede
ri kalınlaşmalar şeklinde gözlem lenirler. A ylar-yıllar içerisin
kilo kaybı ve güçten düşme, hem beslenmenin bozulma
de, polipoid yapıda lumene çıkıntı yapan ve lumeni tıkayan
sından hem de tümörün kendi etkilerinden kaynakla
tü m ö r kitlesi halini alırlar. D iğer tü m ö rle r ise ülsere ya da
nır. Kanama ve sepsis tümör ülserasyonuna eşlik edebi
özofagus duvarında yayılım gösteren diffüz in filtra tif yapı
lir. Bazen, ilk semptomlar trakeoözofajeal fistül yoluyla
dadırlar. Bu kanserler, solunum yolları (pnöm oniye neden
o lu r), a o rt (ka ta stro fik kan kaybı ile sonuçlanır), mediasten
gelişen aspirasyon nedeniyle meydana gelir.
ve perikard gibi çevre yapılara invaze olurlar.
Endoskopik tarama yönteminin daha sık kullanılması
sayesinde özofagus skuamöz hücreli kanserlerinin daha
564 B Ö L Ü M 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
erken tanınması mümkün olmuştur. Zamanlanın büyük • AÖS’in tam gevşeyememesi, AÖS tonusunun artmış ol
önemi vardır, çünkü 5 yıllık sağ kalım oram yüzeyel özo- ması ve özofagusta aperistalsis ile karakterize olan aka-
fagus kanserlerinde %75 iken, daha ileri evrelerde bun lazya, fonksiyonel özofagus tıkanmalarının sık sebebidir.
dan çok daha düşüktür. Lenf nodu metastazı sıktır ve kö • Özofajit kimyasal ya da enfeksiyöz mukozal hasardan kay
tü prognoz işaretidir. Beş yıllık sağ kalım oram %9'da naklanır. Enfeksiyonlar en sık olarak bağışıklığı baskılan
kalmaktadır. mış kişilerde meydana gelir.
• Özofajitin en sık sebebi gastroözofajeal reflü hastalığıdır
(GÖR.H). Bunun eozinofilik özofajitten ayrımının yapılma
sı gereklidir.
O özet
Özofagus Hastalıkları
• Barrett özofagusu, kronik GORH zemininde gelişir ve
artmış özofagus adenokarsinomu riski ile ilişkilidir.
• Özofagus skuamöz hücreli karsinomu alkol ve tütün kulla
• Özofagus tıkanması mekanik ya da fonksiyonel anomali nımı, fakirlik, özofagustaki koroziv madde yaralanmaları,
ler sonucu gerçekleşir. Mekanik sebepler gelişimsel de- akalazya, tilozis ve Plummer-Vinson sendromu ile ilişkili
fektler, fib ro tik striktü rle r ve tüm örlerdir. dir.
MİDE
Mide hastalıkları, başta inflamatuar ve neoplastik hasta rının epitele d ire k t olarak temas etmesini engeller. Bu mu-
lıkları olmak üzere klinikte görülen sık hastalıklardan kus tabakası ayrıca epitel üzerinde mukozayı koruyan b ir sı
dır. Birleşik Devletler'de mide asidi nedenli semptomlar, vı tabaka varlığını sağlar. Bu tabaka yüzey epitel hücreleri
gastrointestinal hastalıklar için yapılan sağlık harcama tarafından salgılanan bikarbonat iyionları sayesinde nötral
larının üçte birini oluşturmaktadır. Buna ek olarak, Bir p H ’a sahiptir. Son olarak, mide mukozasının zengin vaskü-
leşik Devletler de dahil olmak üzere belli bölgelerde rast ler yatağı mukozaya oksijen, bikarbonat ve besin maddele
lanma oranı düşse de, mide kanseri hala tüm dünyada rini taşırken lamina propriaya geri dönen asidi de tem izler.
kanser nedenli ölümlerin başta gelenidir. Bu korum a mekanizmalarının herhangi birinin bozulması
Mide dört ana anatomik bölgeye ayrılır: kardiya, fun akut ya da k ro n ik gastrit ile sonuçlanabilir. Ö rneğin yaşlı ki
dus, korpus ve antrum. Kardiya müsin salgılayan ve sığ şilerin gastrite eğilimli olması bu kişilerdeki azalmış müsin
glandlar meydana getiren foveolar hücreler ile döşelidir. sentezi ile açıklanmaktadır. N onsteroidal anti-inflamatuar
ilaçlar (N S A İİ), norm alde prostaglandinler tarafından sağla
Antral glandlar da kardiya glandlarma benzer fakat ek
nan hücresel korunm ayı bozar ya da bikarbonat salgısını
olarak G hücreleri gibi endokrin hücreler de içerirler. G
azaltır. H e r iki etki de mide mukozasının hasar eğilimini ar
hücreleri, mide fundusu ve korpusundaki parietal hücre
tırır. Hasar verici kimyasalların, özellikle asitlerin ve bazla
leri lumene asit salgılamaları için uyaran gastrin madde
rın, kazayla ya da intihar amaçlı içilmesi de şiddetli mide ha
sini salgılarlar. Korpus ve fundusun iyi gelişmiş glandla-
sarına yol açar. Bu, özellikle mukozanın epitel ve strom al
rı pepsin gibi sindirim enzimleri üreten ve salgılayan hücrelerine d ire k t hasar sonucu meydana gelir. Yoğun alkol
esas hücreler de içerirler. kullanımı, NSAİİ, radyasyon tedavisi ve kem oterapi neden
li meydana gelen gastritlerde de d ire k t hücresel hasarın ro
lü vardır.
MİDENİN İNFLAMATUAR
HASTALIKLARI
A kut Gastrit
M OR FO LO Jİ
Akut gastrit, mukozadaki geçici bir inflamatuar olaydır.
Asemptomatik olabilir ya da epidastrik ağrı, bulantı ve H isto lojik incelemede hafif dereceli akut gastriti tanımak
kusmaya yol açabilir. Daha şiddetli olgularda mukozada kolay olmayabilir. Çünkü lamina propriada sadece o rta de
erozyon, ülserasyon, kanama, hematemez, melena ya da recede b ir ödem ve hafif vasküler konjesyon vardır. Seyrek
n ö tro fille r olsa da y ü zey epiteli sağlam dır. Lamina p ro p
nadiren ciddi kan kaybı olabilir.
riada lenfositler ve plazma hücreleri belirgin değildir. Bazal
mem branın üzerinde n ö tro fille rin varlığı, özellikle de epitel
hücreleri ile d ire k t temas halindeyseler, gastrointestinal ka
PA TO G EN EZ
nalın her yerinde anorm al b ir bulgudur ve a k tif inflam as-
M ide lumeni ileri derecede asidiktir. Lumende pH 1’e ya yon anlamına gelir. Daha şiddetli m ukoza hasarı olduğun
kındır, yani kandan b ir m ilyon kez daha asidiktir. Bu o rta da, erozyon ya da yüzeyel mukozanın kaybı söz konusu ola
mın sindirim de büyük rolü vardır, ancak aynı zamanda mu bilir. Bu du rum m ukozada n ö tro fil infiltrasyonuna ve püru-
kozaya hasar verm e potansiyeline de sahiptir. Mide m uko lan eksüdaya yol açar. Kanama da meydana gelebilir. Kana
zasını korum a amaçlı m ekanizm alar m evcu ttu r (Resim ma hiperem ik m ukoza üzereinde siyah noktacıklar şeklinde
1 4 -1 3 ). Yüzeydeki foveolar h ü creler tarafından salgıla gözlem lenir. Erozyon ve kanamanın b ir arada olması ak u t
nan mukusun oluşturduğu ince tabaka büyük besin parçala e ro ziv h e m o rajik g astrit olarak adlandırılır.
Midenin İnflmamatuar Hastalıkları 565
Mukus
Mukoza
Yüzeydeki mukus
ZARARLI ETKENLER
VEYA
BOZULMUŞ SAVUNMA m
i V Necrotik
debri (N)
Muskularis sekresyonu
mukoza Mukus içerisine
Akut
bikarbonat sekresyonu inflamasyon ( 1)
Mukozal kan akımı „ ® ■ ® ____ hücreleri
Apikal yüzey membran
transportu Granülasyon
Submukoza Iskemi
Epitelin rejenerasyon Şok dokusu (G)
kapasitesi Mide boşalmasının
Prostoglandinlerin gecikmesi Fibrozis (S)
salınımı Konak faktörleri
J 1 ------- — '
Resim 14-13 Gastrik hasar ve korunma mekanizmaları. Bu şema, akut ve kronik gastritte hafif hasar formlarının ülserasyona ilerlemesi
ni göstermektedir. Ülserler, nekrotik debri (N), inflamasyon (I), ve granülasyon dokusu (G) tabakalarında oluşmaktadır. Zamanla gelişen
fibrotik skar (S) sadece kronik lezyonlarda görülür.
o PA TO G EN EZ
A k u t ülserasyonun patogenezi kom p le kstir ve henüz tam
rakterize eden özellikler yoktur, iyileşme, hasara yol açan
fa ktö rle rin ortadan kaldırılmasından sonra günler ya da
haftalar içerisinde tam epitelizasyon ile gerçekleşir.
E p id e m iy o lo ji
Birleşik Devletler'de, H. pylori enfeksiyonu fakirlik, kala
balık ev yaşamı, eğitim azlığı, Afrikalı-Amerikalı ya da
Meksikalı-Amerikalı köken, sağlık koşullarının iyi olma
dığı bölgelerde yaşama ve Birleşik Devletler dışında doğ
muş olma ile ilişkili bulunmuştur. Kolonizasyon oram ba
zı toplumlarda %70'i geçer, tüm dünyada %10 ile %80
arasında değişir. Prevalansm yüksek olduğu bölgelerde
enfeksiyon genellikle çocukluk döneminde başlar ve on
yıllar boyunca devam eder. Sonuç olarak, H. pylori enfek
siyonu insidansı kişinin çocukluğunu geçirdiği ortamda
ki sağlık ve temizlik koşulları ile yakından ilişkilidir.
PA TO G EN EZ
H. pylori enfeksiyonunun en sık sonucu, faipogastrinemi-
ye rağmess fazla a sit ü retim i ile b irlik te giden ve ön
planda a n tral ©lan gastrittir. Duodenal ülser riski bu
hastalarda daha yü k s e k tir ve çoğu olguda gastrit antrum da
sınırlıdır.
H. pylori organizm aları gastrik mukusun oluşturduğu
eko lo jik o rta m a adapte olmuşlardır. H. pylori her ne kadar
gastrik mukozayı invaze etse de, bu invazyonun hastalığın
Resim 14-14 Kronik gastrit. Â , Spiral şekilli Helicobacter pylori
patogenezindeki rolü bilinm em ektedir. H. pylori’ rim virulan-
basili W arthin-Starry gümüş boyası ile gösterilmekte. Yüzey müsini
sı ile ilişkili olan d ö rt özellik vardır. içerisinde çok sayıda organizma mevcut. B, intraepiteiyal ve lamina
• HagelBa, bakterinin viskoz mukus içerisinde hareketli propria nötrofîlleri belirgin. C, Germinal merkezli lenfoid agregat-
olmasını sağlar. lar ve süperfisyel lamina propriada çok sayıda subepitelyal plazma
• Ü re a z , endojen üreden am onyak üre te rek m ikro o rg a hücreleri H. pylori gastritinin karakteristik özellikleridir. D, intestinal
nizm a çevresinde lokal gastrik p H ’ ı yükseltir ve ba kteri metaplazi, gastrik foveolar epitel içerisinde goblet hücrelerinin
yi midenin asidik p H ’ ından korur. varlığı ile tanınır ve gastrik adenokarsinom gelişimi için risk fak
törüdür.
Midenin inflmamatuar Hastalıkları 567
O t o im m u n G a s t r it Klinik Özellikler
Otoimmun gastrit kronik gastrit olgularının %10'dan azı Parietal hücrelere ve intrinsik faktöre karşı antikorlar
nı oluşturur. H. pylori, nedenli gastritin tam tersi, otoim hastalığın erken dönemlerinden itibaren mevcuttur. An
mun gastrit tipik olarak antrumu sağlam bırakır ve hi- cak pernisyöz anemi hastaların küçük bir bölümünde
pergastrinemiye sebep olur (Tablo 14-2). Bu tip gastrit şu gelişir. Tanı sırasındaki medyan yaş 60'tır ve kadınlarda
özellikler ile karakterizedir: hafif derecede baskındır. Otoimmun gastrit sıklıkla diğer
• Parietal hücrelere ve intrinsik faktöre karşı serumda otoimmun hastalıklar ile ilişkilidir, ancak spesifik bir hu
ve gastrik salgılarda bulunan antikorlar man lökosit antijeni (HLA) aleli ile bağlantılı değildir.
Table 14-2 Helicobacter pylori ilişkili Gastrit ve Otoimmun Gastritin Karakteristik Özellikleri
Ö zellik Bölge
Peptik Ülser Hastalığı Peptik ülserler hastaların % 80’ inde tektir. Çapı 0.3 cm ’-
den küçük olan lezyonlar daha sığdır. Buna karşılık, çapı 0.6
Peptik ülser hastalığı (PÜH) en sık olarak H. pylori enfeksi cm ’ den büyük olanlar daha derindir. Klasik b ir peptik ülser
yonu ya da NSAİI kullanımı ile ilişkilidir. ABD'de NSAİİ oval-yuvarlak ©loop, CtesEsüra sın ırlı Esne* d e fe k ttir (Re
kullanımı, mide ülserinin en sık sebebi haline gelmekte sim 1 4 -15 , A ). Peptik ülserlerin tabanı, eksüdanın peptik
dir. Bunu nedeni, H. pylori enfeksiyonu oranının düşme sindirim i sonucu düzgün ve tem izdir. H isto lojik incelemede
si ve yaşlanan popülasyonda düşük doz aspirin kullanı dam ardan zengin granülasyon dokusu izle n ir (Resim
mının artmış olması olarak gösterilmektedir. PÜH gastro 1 4 -1 5 , B). Ülser tabanında devam eden kanama ölümcül
intestinal kanalın asidik mide sıvılarına maruz kalan her olabilir. Perforasyon acil cerrahi müdahele gerektiren bir
hangi bir bölgesinde meydana gelebilir, ancak en sık etki komplikasyondur.
lenen bölgeler mide antrumu ve duodenumun birinci bö
lümüdür. Bunun dışında PÜH, GÖRH'nm ya da ektopik
gastrik mukozanın ürettiği asit salgısının bir sonucu ola
rak özofagusta ve Meckel divertikülü içindeki gastrik he- K linik Ö ze llikle r
terotopiye sekonder olarak ince bağırsakta da görülebilir. Peptik ülserler kronik ve tekrarlayıcı lezyonlar olup, sık
lıkla orta yaş ya da daha yaşlı kişilerde görülür. Kronik
E p id e m iyo lo ji gastrit dışında belirgin bir tetikleyici durum yoktur. Pep-
rik ülserlerin büyük bir bölümünde hasta epigastrik yan
PÜH sık görülür ve tüm dünyada oldukça sık bir dokto
ma ya da ağrı olduğunda kliniğe başvurur. Diğer taraftan,
ra başvuru sebebidir. Birleşik Devletler'de her yıl PÜH
azımsanmayacak miktarda hastada demir eksildiği anemi
nedenli 3 milyondan fazla tedavi, 190,000 hastane yatışı
si, kanama ya da perforasyon gelişir. Ağrı gün içerisinde
ve 5000 ölüm söz konusudur. Yaşam boyu ülser sahibi ol
yemeklerden sonra 1-3 saat içinde ortaya çıkar, geceleri
ma riski erkeklerde yaklaşık %10, kadınlarda %4'tür.
şiddetlenir ve alkaliler ya da yiyecek ile düzelir. Bulantı,
PA TO G EN EZ y 'M M H H H H İ
H. pylori enfeksiyonu ve NSAİİ kullanımı P Ü H ’ nın başlıca ne
denleridir. M ukoza savunm aları ile k ro n ik gastrite yol
açan hasar verici fa k tö rle r arasındaki dengesizlik
(R esim 14—1 3 ) PÜ H ile sonuçlanır. Yani, PÜH genellik
le kro n ik gastrit zemininde oluşur. H er ne kadar PÜH olgu
larının % 70’ i H. pylori enfeksiyonu ile ilişkili olsa da, H. Pylo
ri ile enfekte kişilerin sadece % 5-10’ unda ülser gelişir. Klinik
gidişte, konak fa ktö rle ri kadar H. pylori suşları arasındaki çe
şitlilik de etkindir.
G astrik hiperasidite PÜH patogenezinde en önemli fak
tö rd ü r. P Ü H ’e eğilime neden olan asidite, H. pylori enfeksi
yonu, parietal hücre hiperplazisi, gereğinden fazla salgı ce
vabı ya da gastrin salınımı gibi uyarıcı mekanizmaların inhi-
bisyonunun aksaması sonucu gelişebilir. Ö rneğin, midede,
duodenum da, hatta jejunum da m ultipl peptik ülserasyonlar
ile karakterize olan Zollinger-Ellison sendrom u, bir tü
m ö r tarafından kontrolsüz şekilde gastrin salınımına bağlı
olarak çok aşırı m iktarda asit üretim i olmasından kaynakla
nır. Peptik ülser oluşumundaki yardımcı fa k tö rle r kro n ik
NSAİİ kullanımı, mukozal kan akımını aksatarak iyileşmeyi
bozan sigara ve prostaglandin sentezini baskılayarak iyileş
meyi aksatan yüksek doz kortiko ste roidle rdir. Peptik ülser
le r alkolik siroz, kro n ik o b s trü k tif akciğer hastalığı, kro n ik
bö bre k yetmezliği ve hiperparatiroidizm i olan hastalarda
daha sık olarak görülür. Son iki durum da, hiperkalsemi gast
rin üretim ini uyarır ve asit salgısı artar. Son olarak psikolo
jik stres de gastrik asit salgısını a rtırarak P Ü H ’e yol açabilir.
M ORFOLOJİ
Peptik ülserler duodenum da m idedekinden d ö rt kat daha
sık görülür. D uodenum ülserleri genellikle p ilo rik çıkıştan
birkaç santim etre ileride yerleşim gö sterir ve ön duode Resim 14-15 Diyafram altında serbest hava varlığı ile prezante
num duvarını tutarlar. G astrik pe ptik ülserler ise ön planda olan bir hastada akut mide perforasyonu. A , Temiz kenarlan olan
mukozal defekt B, N ekrotik ülserin tabanı (ok) granülasyon doku
korpus ile antrum bileşkesinde yerleşirler.
sundan oluşuyor.
Midenin Neoplastik Hastalıkları 569
kusma, şişkinlik ve geğirme görülebilir. İyileşme tedaviy gastrit, polip büyümesine yol açan hasarı ve reaktif hi-
le ya da tedavisiz gerçekleşebilir, ancak daha sonra yeni perplaziyi başlatır. H. pylori gastriti ile ilişkili ise, bakte
den ülser oluşumuna eğilim mevcuttur. rinin temizlenmesi sonrası polip regrese olabilir.
Eskiden PUH için çeşitli cerrahi yaklaşımlar vardı, fa
kat günümüzde tedavi, antibiyotikler ile H. Pylori'nin te
mizlenmesi ve mide asidinin proton pompa inhibitörle- M ORFOLOJİ
ri ile nötralizasyonu şeklindedir. Bu yöntem sayesinde
cerrahi tedaviye ihtiyaç duyulan olgu sayısı önemli ölçü Midedeki inflam atuar ve hiperplastik polipler hemen he
de azalmıştır. Cerrahi tedavi artık sadece kanama ya da men aynı antiteyi temsil ederler. A ralarındaki te k fa rk infla-
masyonun derecesidir. Polipler sıklıkla m ultipl olup, karak
perfore ülser varlığında başvurulan bir yöntemdir. PUH
te ris tik olarak ovoid şekilli, 1 cm ’den küçük çaplı ve düzgün
mortaliteden çok morbidite sebebidir.
yüzeylidir. M ikroskopik incelemede, düzensiz, kistik geniş
lemiş ve uzamış foveolar glandlar içerirler. Farklı dereceler
de akut ve kro n ik inflamasyon içeren lamina p ro pria ödem -
D Ö ZET lid ir ve yüzey erozyonları m evcuttur.
Akut ve Kronik Gastrit Prekanseröz b ir in situ lezyon olan disp la zin in inflama
tu a r ya da hiperplasplastik poliplerde görülm e sıklığı bo yut
• Akut gastrit, asemptomatik hastalıktan hafif epigastrik ile ilişkilidir. Çapı 1.5 cm ’den bü yük olan poliplerde belirgin
ağrı, bulantı ve kusmayla giden hastalığa kadar bir çeşitli risk artışı vardır.
liğe sahiptir. Neden olan faktörler, gastrik mukozal ko
runmayı aksatan tüm ajanlar ve hastalıklar olarak özetle
nebilir. Akut gastrit akut gastrit ülserasyona doğru ilerle
yebilir.
Fundik Gland Polipleri
Fundik gland polipleri sporadik olarak ve ailesel adenoma-
• Kronik gastritlerin en sık sebebi H. pylori enfeksiyonu
töz polipozisli (FAP) kişilerde görülür, ancak neoplastik
dur. Geri kalanının büyük bir bölümünde sebep otoim-
mun gastrittir.
potansiyeli yoktur. Bununla birlikte, proton pompa inhi-
• H. pylori gastriti tipik olarak antrumu tu ta r ve artmış
bitörlerinin kullanımı nedeniyle görülme sıklığı belirgin
gastrik asit salgısı ile ilişkilidir. Uyarılmış mukoza ilişkili şekilde artmıştır. Azalmış asiditeye cevap olarak gastrin
lenfoid doku (MALT) lenfomaya transforme olabilir. salgısının artması ve gastrin nedeniyle gelişen glandular
• Otoimmun gastrit mide korpusundaki oksintik glandlarda hiperplazi poliplerin olası nedenidir. Fundik gland po
atrofiye neden olması, gastrik asit salgısının azalması, lipleri asemptomatik olabilir ya da bulantı, kusma ya da
antral G hücre hiperplazisi, aklorhidri ve vitamin B12 ek epigastrik ağrıya yol açabilir. Bu iyi sınırlı polipler mide
sikliği ile sonuçlanır. Tipik olarak, anti-parietal hücre ya korpusunda ve fundusunda görülürler ve sıklıkla mul-
da anti-intrinsik faktör antikorları mevcuttur. tipldirler. Basıklaşmış parietal ve esas hücreler ile döşeli
• Intestinal metaplazi kronik gastritin her iki tipinde de ge kistik dilate ve düzensiz glandlardan oluşurlar.
lişebilir ve gastrik adenokarsinom gelişiminde bir risk
faktörüdür. Mide Adenomu
• Peptik ülser hastalığı H. pylori nedenli kronik gastritin, Mide adenomları tüm mide poliplerinin %10'unu oluştu
hiperklorhidrinin ya da NSAİİ kullanımının bir sonucu rur. Görülme sıklığı yaşla artar ve mide adenokarsinom-
olabilir. Ülserler midede ya da duodenumdadır ve genel larma paralel olarak toplumdan topluma çeşitlilik göste
likle mide asit üretiminin baskılanmasından sonra ve
rir. Hastalar genellikle 50-60 yaş arası olup, erkekler ka
eğer varsa H. Pylori’ nin temizlenmesinden sonra iyileşir.
dınlardan 3 kat daha sık etkilenirler. Diğer gastrik disp-
lazi tiplerine benzer olarak adenomlar hemen hemen
her zaman atrofi ve intestinal displazi gösteren kronik
M İD EN İN NEOPLASTİK gastrit zemininde meydana gelirler. Mide adenomlarm-
da adenokarsinom gelişme riski lezyonun boyutu ile iliş
HASTALIKLARI kilidir ve özellikle çapı 2 cm'den büyük olan lezyonlar-
da bu risk önemli ölçüde artmıştır. Tüm mide adenom-
Mide Polipleri larınm yaklaşık %30'unda karsinom görülebilir.
Çevre mukoza yüzeyinden çıkıntı oluşturan nodüller ya
da kitleler olan poliplere, üst gastrointestinal kanal en-
doskopilerinin %5'inde rastlanır. Bunlar, epitelyal ya da MORFOLOJİ
stromal hücre hiperplazileri, inflamasyon, ektopi ya da M ide adenomları en sık olarak antrum da yerleşim gösterir
neoplazi sonucu meydana gelirler. Her ne kadar midede ve tip ik olarak intestinal tip kolum n ar epitel içerir. Aslında,
birçok polip türü görülse de, sadece hiperplastik ve inf- tü m gastrointestinal adenom larda epitel displazisi vardır.
lamatuar polipler, fundik gland polipleri ve adenomlar Displazi düşük dereceli ve yüksek dereceli olara k sınıflanır.
burada konu edilecektir. H e r iki displazi derecesinde de epitel hücre nukleuslarında
büyüm e, uzama ve hiperkrom azi, epitelde kalabalıklaşma
İnflamatuar ve Hiperplastik Polipler ve psödostratifîkasyon m evcuttur. Yüksek dereceli displazi
daha şiddetli sitolojik atipi ve glandlarda tom urcuklanm a ve
Tüm mide poliplerinin yaklaşık %75'i inflamatuar ya da
gland içi gland ya da k rib rifo rm yapılanma gibi düzensizlik
hiperplastik poliplerdir. En sık olarak 50-60 yaşlar arası
le r içerir.
kişilerde, kronik gastrit zemininde gelişirler. Kronik
570 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
Lenfoma
Ekstranodal lenfomalar herhangi bir dokuda görülebilir,
ancak en sık olarak gastrointestinal kanaldan, özellikle
de mideden kaynaklanırlar. Allojenik hematopoietik kök
hücre ya da organ transplant hastalarında, bağırsak Eps-
tein-Barr virus pozitif B hücreli lenfoproliferasyonlarm
en sık görüldüğü bölgedir. Mide malignitelerinin yakla
şık %5'i primer lenfomalardır. Bunların en sık görüleni
ekstranodal marjinal zon B hücreli lenfomasıdır. Bu tü
mörler gastrointestinal kanalda mukoza ilişkili lenfoid do
ku (MALT) lenfoması ya da MALToma olarak adlandırılır
lar. Bu antite ve gastrointestinal kanalın ikinci en sıklık
la görülen primer lenfoması olan diffüz büyük B hücreli
lenfoma Bölüm 11'de konu edilmektedir.
Karsinoid Tümör
Epidemiyoloji
GİSTler erkeklerde kadınlardan biraz daha sık görülür.
Mide GİSTlerinin en sık rastlandığı yaşlar 60 civarı olup,
bu tümörlerin ancak %10 kadarı 40 yaş civarında görülür.
PATO G EN EZ J IIH H H H
Tüm GİSTlerln y a k la şık % 7 5 - 8 0 ’ inde b ir kö k hücre
fa k tö rü resep tö rü olan tiro zin k in az c-K IT proteini
ni kodlayan gende o n ko jen ik fonksiyon kazanım
m utasyonları vard ır. GİSTlerin % 8 ’inde ise, benzeri bir
tiro zin kinaz olan platelet derived g ro w th fa cto r receptor
A ’yı (PDGFA) aktive eden m utasyonlar m evcuttur. H e r iki
Resim 14-17 Gastrointestinal karsinoid tü m ö r (n ö ro e n d o krin tü mutasyon da tüm örügenezin gerçekleşmesi için yeterlidir.
m ör). A , Karsinoid tü m ö rle r sıklıkla yoğun fib rö z doku içerisinde c-KIT ve PDGFRA m utasyonyonları hemen hemen hiçbir za
yerleşen tü m ö r hücrelerinden oluşan submukozal nodül o lu ştu ru r man aynı tü m ö rd e bulunmaz. GİSTler interstisyel Cajal
lar. B, Büyük büyütm ede, karsinoid tü m ö rle rin tip ik özelliği olan, hücrelerinden ya da bu hücre ile o rta k kö k hücreden kö
belirgin atipi gösterm eyen hücreler izlenm ekte, ince ve kaba topak- ken alırlar, interstisyel Cajal hücreleri c-KIT eksprese eder
laşmalar gösteren krom atin yapısı sıklıkla “ tu z-b ib e r g ö rü n ü m ü ” ler ve bağırsak peristalsizmi için pacemaker görevi g ö rd ü k
olarak adlandırılır. Karsinoid tü m ö rle r benign g ö rünüm lerine rağ leri muskülaris propriada bulunurlar.
men agresif davranabilirler.
M ORFOLOJİ
zoalctif maddeler karaciğerde metabolize edilerek inakti-
P rim er mide GİSTleri genellikle tek, iyi sınırlı, etsi submu
ve olurlar. Bu, oral yolla alman ilaçlardakine benzer bir
kozal kitle le r oluştururlar. Metastazlar ise m ultipl küçük
"ilk geçiş" etkisidir. Bu sayede karsinoid sendrom hasta
seroza nodülleri ya da karaciğerde daha az sayıda nodüller
ların sadece %1 0 'dan azında meydana gelir ve metastatik meydana getirebilirler. Batın dışına yayılım nadirdir. GİSTler
hastalıkla yakından ilişkilidir. ince uzun iğsi hücrelerden ya da daha dolgun epitelioid
Gastrointestinal karsinoid tümörlerde en önemli prognos- hücrelerden meydana gelirler. En yararlı diagnostik belir
tik faktör tümörün yerleşim gösterdiği bölgedir: leyici c-KIT’tir. GİSTler ile interstisyel Cajal hücreleri arasın
• Ön bağırsak karsinoid tümörleri, mide, duodenumun daki ilişkiyi yansıtan c-KIT bu tü m ö rle rin % 95’ inde saptana
bilir.
Treitz ligamanı proksimalinde kalan bölümü ve özo-
fagusta bulunurlar. Nadiren metastaz yaparlar ve cer
rahi yöntemle çıkarılarak tedavi edilirler. Nadir görü Klinik Özellikler
len duodenal gastrin üreten karsinoid tümörler, yani GİST semptomları en başta kitle etkileri ya da mukozal
gastrinomalar, proton pompa inhibitörü tedavisi ile ülserasyon nedeniyle meydana gelir. Lokalize mide
ilişkili bulunmuştur. GİSTleri için primer tedavi kitlenin cerrahi olarak tam çı
• Orta bağırsak karsinoid tümörleri jejunum ve ileum- karılmasıdır. Prognozu belirleyen faktörler, tümör boyut
dam köken alırlar. Sıklıkla multipl olup, agresif bir gi ları, mitotik indeks ve tümörün yerleşim bölgesidir. Mide
diş sergilerler. Bu tümörlerde lokal invazyon derinliği GİSTleri ince bağırsak kaynaklı GİSTlerden daha az agresif-
nin fazla olması, boyutun büyük olması ve nekroz ve tir. Çapı 5 cm'den küçük olan mide GİSTlerinde nüks ya
mitoz varlığı kötü prognoz işaretleridir. da metastaz nadirdir. Ancak 10 cm'den büyük ve mitotik
• Arka bağırsak karsinoidleri, apendiks ve kolorektum kö olarak aktif GİSTlerde nüks ve metastaza sık rastlanır.
kenli olup, genelde insidental olarak tanı alırlar. Apen- Cerrahisi mümkün olmayan kitlesi, nüksü ya da metasta
dikstekiler herhangi bir yaşta görülebilir ve hemen he tik hastalığı olan hastalar c-KIT'in ve PDGFRA'nm tiro
men her zaman benigndir. Rektal karsinoid tümörler zin kinaz aktivitesinin inhibitörü olan imatinibe cevap ve
polipeptid hormon üretmeye eğilimlidir. Karın ağrısı rir. Bu ajan aynı zamanda kronik myelojenik lösemilerde
ve kilo kaybı sebebi olup, nadiren metastaz yaparlar. BCR-ABL kinaz aktivitesini baskılamada etkindir (Bölüm
11). Ne yazık ki, GİSTler en sonunda imatinibe dirençli
Gastrointestinal Stromal Tümör hale gelir. Diğer kinaz inhibitörlerinin imatinibe dirençli
hastalıkta kullanımı hala değerlendirilmektedir.
Mideden çok çeşitli mezenkimal tümörler köken alabi
lirler. Bunların çoğu en çok benzedikleri hücre tipine gö
re isimlendirilir. Örneğin, düz kas tümörleri leiomyom f f ) Ö Z E T ________ _____________ __
ya da leiomyosarkom, sinir kılıfı tümörleri schwannom, Mide Polipleri ve Tümörleri
tırnak yatağındaki ve diğer bölgelerdeki glomus cisim
• İnflamatuar ve hiperplastik mide polipleri kronik gastrit ile
ciklerine benzeyenler glomus tümörü adını alırlar. Ol
ilişkili reaktif lezyonlardır. Displazi riski polip boyutları
dukça nadir görülen bu tümörler burada konu edilmeye
ile artar.
cekler. Gastrointestinal stromal tümör (GIST) batında en
Bağırsak Tıkanmaları 573
Mide adenomları kro n ik ga strit zemininde gelişirler ve transformasyonda birden fazla yolak varlığını düşündür
özellikle intestinal metaplazi ve mukoza (gland) atrofisi m ektedir.
ile ilişkilidriler. Adenokarsinom sıklıkla mide adenomla- • Primer mide lenfomaları en sık olarak kro n ik ga strit tara
rından kaynaklanır. Bu nedenle adenomların tam olarak fından gelişimi uyarılmış olan mukoza ilişkili lenfoid doku
çıkarılması ve nüks açısından izlem gereklidir. dan kaynaklanırlar.
Mide adenokarsinomu insidansı coğrafyaya göre belirgin • Karsinoid tümörler endokrin sistemin diffüz kom ponent-
çeşitlilik g ö s te rir ve düşük sosyoekonom ik gruplarda da lerinden kaynaklanırlar ve en sık bulundukları organ baş
ha sıktır. ta ince bağırsak olm ak üzere gastrointestinal kanaldır. En
Mide adenokarsinomları bulundukları bölgeye, makros- önem li prognostik fa k tö r bulundukları bölgedir. İnce ba
kopik ve h is to lo jik m o rfo lo jile rin e göre sınıflandırılırlar. ğırsak tü m ö rle ri daha agresif b ir gidiş sergilerken apen-
intestinal h is to lo jik patterne sahip olanlar büyük kitle diks tü m ö rle ri hemen hemen her zaman benigndir.
oluşturm aya eğilim lidirler ve ülsere olabilirler. Taşlı yüzük • Gastrointestinal stromal tümör (GİST) batında en sık gö
hücrelerinden oluşanlar ise tip ik olarak diffüz in filtra tif rülen mezenkimal tüm örd ür. En sık midede bulunur ve
büyüme p a tte rni sergilerler, belirgin b ir kitle oluşturm a interstisyel Cajal hücresi adı verilen benign pacemaker
dan mide duvarını kalınlaştırabilirler (linitis plastika). hücrelerinden köken alır. Bu tü m ö rle rin büyük b ir bölü
H. pylori enfeksiyonu, mide adenokarsinomlarının en sık münde c-KIT ya da PDGFRA tiro z in kinazlarında aktive
e tiyo lo jik ajanıdır. K ron ik a tro fik ga strit ve EBV enfeksi edici mutasyonlar vardır. Bu tü m ö rle r kinaz in h ib itö rle ri
yonu gibi başka fa ktö rle rin de ilişkili olması neoplastik ile yapılan tedaviye cevap verirler.
BAĞIRSAK T IK A N M A LA R I
Gastrointestinal kanal tıkanması herhangi bir seviyede
olabilir. Ancak en sık olarak etkilenen bölge lümeni nis
peten daha dar olduğu için ince bağırsaktır. Herniler, ba
ğırsak yapışıklıkları, intıısusepsiyon ve volvulus mekanik
tıkanmaların %80'ini oluşturur (Resim 14-18). Geri kala
nı ise, tümörler ve enfarktüs nedeniyle meydana gelir.
Bağırsak tıkanmasının klinik sonuçları; karın ağrısı, ka
rın şişkinliği, kusma ve konstipasyondur. Mekanik tı
kanma ya da şiddetli enfarktüs durumlarında genellikle
cerrahi girişim gerekir.
Hirschsprung Hastalığı
Hirschsprung hastalığı yaklaşık 5000 canlı doğumda 1
görülür ve kolondaki sinir uyarı sistemindeki bir sorun
Resim 14-18 intestinal obstrüksiyon. Bağırsak tıkanmasının d ö rt
dan kaynaklanır. İzole ya da başka gelişimsel anomaliler ana m ekanik nedeni (1 ) umblikal ya da inguinal bölgelerde b ir seg
ile birlikte görülür. Erkeklerde daha sık rastlanırken, m e n ts herniasyonu, (2) bağırsak kıvrım ları arasında yapışıklık, (3)
kızlarda daha ağır seyretmeye eğilimlidir. Hastaların volvulus ve (4) intussussepsiyon.
574 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
vaskülitler de intestinal arterlerde hasar oluşturabilir. M ezen terik venöz tro m b ozis durum unda arteryal
Mezenterik venöz tromboz da iskemik hastalığa yol aça kan b ir süre akmaya devam eder. Bu nedenle, etkilenen ba
bilir, ancak sık değildir. Diğer nedenler arasında invaziv ğırsak segmenti ile norm al segment arasında daha az belir
neoplaziler, siroz, portal hipertansiyon, travma ve portal gin bir geçiş m evcuttur. Bununla b irlikte , trom büsün yayıl
drenajı bozan batın kitleleri sayılabilir. ması splanknik yatağın sekonder tutulum u ile sonuçlanır.
Sonuç, akut arteryal tıkanmada görülen ile aynıdır, çünkü
bozulmuş venöz drenaj oksijenli arteryal kanın o rtam a giri
şini engeller.
PATO G EN EZ iskem ik bağırsağın m ikro sko p ik incelemesinde yü zey
epitelinin atrofiye uğradığı ya d a parçalamış dökül
Bağırsağın iskemiye verdiği cevap iki dönem den oluşur.
düğü izle n ir (Resim 1 4 -2 0 , A). Bunun yanında, k rip tle r
Vasküler sorun çıktığında en başta hipoksik hasar meydana
ise h ip e rp ro life ra tif olabilir. A k u t iskemide en başlarda inf
gelir. Bu dönem de b ir m ikta r hasar oluşsa da, bağırsak epi-
lamatuar infiltrasyon yo ktu r, ancak reperfüzyondan sonra
tel hücreleri geçici hipoksiye nispeten dirençlidir. İkinci dö
saatler içerisinde n ö tro fille r toplanırlar. K ro n ik iskemide la
nemde meydana gelen reperfüzyon hasarı kan akımı yeni
mina propriada fibrozis (Resim 1 4 -2 0 , B) ve nadiren strik-
den sağlandığında başlar ve daha şiddetli hasar anlamına ge
tü r oluşumu görülür. İskemik hasarın akut dönem lerinde,
lir. A ğ ır olgularda m ultiorgan yetm ezliği söz konusudur. Re
bakteriyal superenfeksiyon ve enterotoksin salınımı sonucu
perfüzyon hasarının oluşma mekanizmaları henüz tam ola
meydana gelen psödom em bran oluşumu, Clostridium diffici
ra k anlaşılamamış olsa da, bunda serbest radikal üretim i,
le ilişkili psödom em branöz kolite (daha sonra bahsedile
n ö tro fil infiltrasyonu ve kompleman prote in leri ve sitokin-
cek) benzer.
le r gibi inflam atuar m edyatörlerin rolü olduğu bilinm ekte
d ir (Bölüm 10). V a sk ü ler sorunun şid d eti, geliştiği za
man süreci, etkilen en d a m arla r iskem ik bağırsak
hastalığının şiddetini belirleyen başlıca fak tö rle rd ir, K lin ik Ö z e llik le r
intestinal vasküler anatominin iki özelliğinin de iskem ik ha İskemik bağırsak hastalığı, kalp ya da damarsal hastalığı
sarın dağılımında rolü vardır: olan yaşlı kişilerde meydana gelmeye eğilimlidir. Akut
• A rte ry a l besleyici sistemin sonunda bulunan bağırsak transmural enfarktüste tipik olarak ani ve şiddetli karın
segmentleri iskemiye daha duyarlıdır. Bu sın ır (w a te rs ağrısı ve hassasiyeti söz konusudur. Bazen bunlara bu
hed) bölgeleri, superior ve in fe rio r m ezenterik a rte r lantı, kusma, kanlı ishal ve melena eşlik eder. Bu klinik
yal dolaşımın sonlandığı splenik fleksura ve daha az tablo, kan kaybı nedeniyle saatler içerisinde şoka ve vas
oranda, in fe rio r m ezenterik, pudental ve iliak arteryal küler kollapsa kadar ilerleyebilir. Peristaltik sesler azal
dolaşımların sonlandığı sigmoid kolon ve rektum dur. Je-
mış ya da tamaman yok olmuştur. Musküler spazm batın
neralize hipotansiyon ya da hipoksemi lokalize hasara
duvarının tahta sertliğinde olmasına yol açar. Bu fiziksel
yol açabilir. Bu nedenle, splenik fleksura ya da rektosig-
belirtiler, akut apandisit, perfore ülser, akut kolesistit gi
m oid bölgenin fokal kolitinde ayırıcı tanıda iskemik has
bi diğer abdominal acil durumlarmkiler ile ortak oldu
ta lık da değerlendirilm elidir.
ğundan, bağırsak enfarktüsünün tanısı gecikebilir ya da
• intestinal kapillerler, krip tte n yüzeye doğru glandlar bo
atlanabilir. Bu durumun çok ciddi sonuçları olabilir. Mu
yunca seyrederler ve yüzeyde b ir U dönüşü yaparak
kozal bariyer zarar gördüğünde bakteriler dolaşıma gi
postkapiller venüllere boşalırlar. Bu düzen oksijen içeren
rerler ve sepsis gelişebilir. Mortalite oranı %50'yi geçer.
kanın krip tle ri beslemesini sağlar, ancak yüzey epitelini
iskemik hasara duyarlı bırakır. Yüzeydeki epitelin yeni İskemik enteritin progresyonu altta yatan nedene ve
lenmesi için gerekli olan epitelyal kök hücreleri barındı hasarın şiddetine bağlıdır:
ran k rip tle r bu anatomi sayesinde korunur. Yüzey epite- ® Mukozal ve mural enfarktüsler kendi başlarına ölümcül
linin atrofisi ya da nekroz ve parçalanması yanında n o r olmayabilirler. Ancak, vasküler akım yeniden sağlan-
mal ya da h ip e rp ro life ra tif k rip tie rin varlığı iskem ik ba
ğırsak hastalığının m o rfo lo jik özellikleridir.
M ORFOLOJİ
W atershed bölgelerinin daha duyarlı olmasına rağmen,
m ukozal ve m ural e n fa rk tü s gastrointestinal kanalda
mideden anüse kadar herhangi b ir segmentte meydana ge
lebilir. Hastalığın dağılımı genelde segm enter ve yamasaldır.
M ukoza kanamalı ve sıklıkla ülseredir. Mukoza, submukoza
ve muskülaris proprianın ödem i nedeniyle bağırsak duvarı
kalınlaşmıştır. Şiddetli olduğunda, yaygın mukozal ve sub-
mukozal kanama ve nekroz görülür, ancak serozal kanama
ve serozit genelde yoktu r. A k u t arteryal trom bo zis ve
tran sm u ral e n fark tü s durum unda hasar çok daha ağır Resim 14-20 iskemi. A , A kut jejunal iskemide karakteristik azal
dır. Lümende kanamalı mukus ya da kan birikir. Muskülaris mış ve kısmen ayrışmış villus epiteli. Proliferasyon gösteren kript
propriada 1-4 gün içinde koagülatif nekroz oluşur. Bunu epitel hücrelerinin hiperkromatik nükleuslarına dikkat edin. B, At-
pürülan serozit ve perforasyon izleyebilir. rofik yüzey epiteli ve fibrotik lamina propria gösteren kronik
kolonik iskemi.
576 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
mazsa ya da kronik hastalıkta olduğu gibi yeterli kol- de, he m o ro id le r anal ya da rektal mukozanın altından çıkın
lateral damar gelişimi olmazsa, mukozal ve mural en tı yapan ince duvarlı dilate dam arlar olarak izlenir. Pozis
farktüsler daha yaygın ve şiddetli olan transmural en yonları nedeniyle travm aya açıktırlar ve inflamasyona,
farktüse ilerleyebilir. tro m b o ze olmaya ve zamanla rekanalize olmaya eğilim lidir
• Kronik iskemi aralarda iyileşme dönemleri gösteren ler. Yüzeysel ülserasyon da meydana gelebilir.
kanlı ishal ataklarına neden olarak inflamatuar bağır
sak hastalıklarını taklit eder.
• CMV enfeksiyonunda endotel hücrelerine viral tro K lin ik Ö z e llik le r
pizm olduğundan virüsün endotel hücrelerini enfekte Hemoroidler ağrıya ve özellikle tuvalet kağıdında taze
etmesi nedeniyle iskemik gastrointestinal hastalık gö kan şeklinde görülen rektal kanamaya neden olurlar. Ge
rülür. CMV enfeksiyonu immunsupresif tedavinin bir be kadınlar dışında 30 yaş öncesi nadiren görülürler. He
komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir (Bölüm 8 ). moroidler portal hipertansiyon nedeniyle de ortaya çıka
• Radyasyon enterokoliti gastrointestinal kanala radyas bilirler. Bu durumun çok ciddi sonuçları olabilir. Hemoro
yon uygulandığında ortaya çıkar. Epitelyal hasarın ya id kanamaları genellikle bir tıbbi aciliyet oluşturmazlar.
nı sıra ortaya çıkan radyasyon nedenli vasküler hasar Tedavi seçenekleri arasında, skleroterapi, lastik bant bağ
önemlidir ve bu nedenle iskemik hastalık benzeri de laması, kızılötesi koagülasyon yer alır. Ağır olgularda he
ğişiklikler ortaya çıkar. Klinik hikayenin yanında, moroidler hemoroidektomi operasyonu ile cerrahi olarak
stromada garip şekilli "radyasyon fibroblastları"nm çıkarılırlar.
bulunması etiyolojiyi belirleme açısından önemli ipuç
larıdır. Akut radyasyon enteritinde anoreksi, abdomi
nal kramplar ve malabsorptif ishal görülürken, kronik O Ö ZET
radyasyon enteriti ya da koliti daha hafif belirtiler ve
Bağırsağın Damarsal Hastalıkları
rir ve inflamatuar kolit şeklinde prezante olabilir.
• Nekrotizan enterokolit ince ve kaim bağırsağın akut bir • intestinal iskemi arteryal ya da venöz tıkanmalar sonucu
hastalığıdır ve transmural nekroz sebebi olabilir. Ne- meydana gelir.
onatallerin en sık rastlanan gastrointestinal acilidir. • Hipoperfüzyon sonucu oluşan iskemik bağırsak hastalığı
Özellikle prematüre ya da düşük doğum ağırlıklı be en sık splenik fleksurada, sigmoid kolonda ve rektumda
görülür. Bu bölgeler iki arteryal dolaşımın sonlandığı sınır
beklerde görülen bu durum sıklıkla oral beslenme
(watershed) bölgelerdir.
başladığında meydana gelir (Bölüm 6 ). Patogenezde
• Sistemik vaskülitler ve enfeksiyöz hastalıklar ın (örn: CMV)
iskemik hasarın da katkısı vardır.
neden olduğu vasküler hastalıklar sadece gastrointestinal
® Anjiodisplazi, malforme mukozal ve submukozal kan kanalda sınırlı değildir.
damarlarının varlığı ile karakterizedir. En sık olarak çe- • Anjiodisplazi yaşlılarda majör alt gastrointestinal kanama
kum ve sağ kolonda görülür ve genellikle altıncı deka nın sık görülen sebeplerindendir.
dan sonra prezante olur. Yetişkin popülasyonda anji • Hemoroidler venöz hipertansiyonu düşürmek için meyda
odisplazi prevalansı %1 'den az olmakla birlikte, şiddet na gelen kollateral damarlardır.
li alt intestinal kanama ataklannm%20'sini oluşturur. In
testinal kanama kronik ve aralıklı ya da akut ve şiddetli
olur. Patogenezi bilinmemektedir.
İSHALLİ HASTALIKLAR
Hemoroidler Malabsorpsiyon İshali
Hemoroidler genel popülasyonun %5'inde görülür. En ba
Diyare (ishal), enfeksiyon, inflamasyon, iskemi, malab-
sit tanımıyla, bunlar hemoroid pleksustaki yükselmiş ve-
zorpsiyon ve beslenme yetersizlikleri gibi birçok bağır
nöz basıncı dengelemek için portal ve kaval sistemleri sak hastalığının ortak semptomudur. Bu bölümde, sıklık
birbirine bağlayan dilate anal ve perianal kollateral da la kronik diyare ile prezante olan malabsorpsiyon üzerinde
marlardır. Her ne kadar özofagus varislerinden daha sık
durulmaktadır. Malabsorpsiyon, yağların, yağ ve suda
ve daha az ciddi olsalar da bu lezyonlarm patogenezleri eriyen vitaminlerin, proteinlerin, karbonhidratların,
benzerdir. Hemoroid oluşumuna zemin hazırlayan fak
elektrolitlerin, minerallerin ve suyun emiliminin bozul
törler konstipasyon ve intraabdominal ve venöz basıncı ması ile karakterizedir. Sekretuar (örn, kolera) ve eksüda-
artıran ıkınma, gebelikteki venöz staz ve portal hipertan
tif (örn, inflamatuar bağırsak hastalığı) tip diyare ile gi
siyondur. den diğer hastalıklar ayrı bölümlerde konu edilmektedir.
Kronik malabsorpsiyon kilo kaybı, iştahsızlık (anorek
si), batında şişkinlik, karın gurultusu ve kas kaybına ne
M OR FO LO Jİ den olur. Malabsorpsiyonun karakteristik özelliği steato-
redir. Dışkıda fazla miktarda yağ bulunması anlamına
in fe rio r hem oroidal pleksustaki kollateral dam arlar ano- gelen steatorede, dışkı büyük miktarda, köpüklü, yapış
rektal çizginin altında ye r alırlar ve e k ste rn a l hem oroid
kan, sarı ya da kil rengidir. Birleşik Devletler'de en sık ola
le r olarak adlandırılırlar. Distal rektum d aki superior hem o
rak karşılaşılan kronik malabsorpsiyon hastalıkları, pankreas
roidal pleksusun dilatasyonu sonucu oluşan hem oro idler
yetmezliği, çölyak hastalığı ve Crohn hastalığıdır, intestinal
ise in tern al hem oroidler adını alırlar. H isto lo jik inceleme
graft versus host hastalığı, allojenik hematopoietik kök
İshalli Hastalıklar 577
hücre nakillerinden sonra karşılaşılan önemli bir malab- rak, malabsorpsiyon sendromları birbirlerine benzerler.
sorpsiyon ve diyare sebebidir. Çevresel enteropati (daha Belirtileri ve bulguları diyare (besin malabsorpsiyonu ve
önceden tropikal şupru olarak biliniyordu.) gelişmekte fazla intestinal sekresyon nedeniyle), gaz çıkarma, karın
olan ülkelerdeki bazı toplulukda yaygındır. ağrısı ve kilo kaybıdır. Vitaminlerin ve minerallerin yeter
Diyare, dışkı miktarında, sıklığında ya da sıvısallığm- siz emilimi piridoksin, folat ya da B1 2 vitamini eksikliği
da artış olarak tanımlanır. Tipik olarak, günde 200 mL'- nedeniyle anemi ve mukozit, K vitamini eksikliği nede
den daha büyük hacimlerdedir. Daha şiddetli olgularda niyle kanama, kalsiyum, magnezyum ya da D vitamini
dışkı hacmi günde 14 L'yi geçebilir. Sıvı desteği olmazsa eksikliği nedeniyle osteopeni, A ya da B1 2 vitamini ek
bu durum ölümle sonuçlanır. Ağrılı, kanlı ve daha kü sikliği nedeniyle nöropati ile sonuçlanır. Çeşitli endokrin
çük miktarda diyare dizanteri olarak adlandırılır. Diyare ve deri hastalıkları da görülebilir.
başlıca dört kategoriye ayrılır:
Kistik Fibrozis
• Sekretuar diyare, izotonik dışkı ile karakterizedir. Aç
lık sırasında da devam eder. Kistik fibrozisden ayrıntılı bir şekilde başka bir bölümde
bahsedilmektedir (Bölüm 6 ). Sadece kistik fibrozis ne
» Ozmotik diyare, laktaz eksikliğinde görülür. Emilimi
denli malabsorpsiyon burada konu edilmektedir. Epitel-
yapılamamış olan lumen içi maddelerin neden oldu
yal kistik fibrozis transmembran ileti düzenleyicinin
ğu ozmotik basınca bağlıdır. Diyare sıvısı plazmadan
(CFTR-cystic fibrosis transmembrane conductance regu
50 mOsm daha konsantredir. Bu tip diyare açlık sıra
lator) yokluğu nedeniyle, kistik fibrozisli hastalarda intes
sında hafifler.
tinal ve pankreatik duktal klor iyonu salgılaması hatalı
» Malabsorptif diyare, yetersiz besin emilimi nedeniyle dır. Bu hatadan dolayı, bikarbonat, sodyum ve su sekres-
meydana gelir ve steatore ile ilişkilidir. Açlık sırasın yonunda sorun vardır. Bu sorun lumen içi hidrasyon ek
da diyare düzelir. sikliği ile sonuçlanır. Hidrasyon sorunu mekonyum ile-
• Eksiıdatif diyare, inflamatuar hastalıklar nedeniyle usa neden olur. Kistik fibrozisli yeni doğanların %10'un-
meydana gelir. Açlık sırasında da devam eden pürü- da mekonyum ileus görülür. İn utero dönemde pankreas
lan kanlı dışkılama ile karakterizedir. ta intraduktal tıkaçlar oluşmaya başlar. Bu durum, tıkan
Malabsorpsiyon, besin emiliminin dört döneminden en malar ve hafif dereceli pankreasın kendi kendini sindir
az birinde meydana gelen aksaklıktan kaynaklanır: (1 ) mesi ile sonuçlanır. Sonuçta ortaya çıkan ekzokrin pankre
protein, karbonhidrat ve yağların emilebilir formlarına as yetmezliği hastaların %80'inden fazlasında görülür. Bu
parçalandığı intraluminal sindirim, (2 ) ince bağırsak mu hastalarda besin emiliminin intraluminal dönemi yeter
kozasının fırçamsı kenarında karbonhidratların disak- sizdir ve çoğu hasta oral enzim desteği ile etkin şekilde
karidazlar tarafından, peptidlerin de peptidazlar tarafın tedavi edilebilmektedir.
dan hidrolizinin gerçekleştiği terminal sindirim, (3) besin
maddelerinin, sıvı ve elektrolitlerin ince bağırsak epite- Çölyak Hastalığı
linden geçtiği ve işlem gördüğü transepitelyal sindirim ve Çölyak hastalığı, diğer adlarıyla çölyak şupru ya da glütene
(4) emilimi yapılmış olan lipidlerin lenfatik transportu. duyarlı enteropati, buğday, çavdar, arpa gibi gluten içeren
Birçok malabsorpsiyon hastalığında bu aşamalardan tahılların alınması ile tetiklenen immün aracılı bir ente-
herhangi birindeki aksaklık daha baskındır, ancak sorun ropatidir. Popülasyonları ağırlıklı olarak Avrupa kökenli
genelde birden fazla aşamadadır (Tablo 14-3). Sonuç ola beyazlardan oluşan ülkelerde çölyak hastalığı sık rastla-
nan bir hastalıktır. Tahmini prevalansi %0.5-1'dir. Çölyak enterositleri ö ldü rürle r. Bu immun mekanizmayla meydana
hastalığının primer tedavisi, glutensiz diyettir. Çok zor bir gelen hasar giiadin peptidlerinin epitelde hareketini artırır.
diyet olmasına rağmen, çoğu hastada semptomatik iyileş Tüm insanlar tahıl yediklerinde gluten ve gliadine m aruz
me sağlar. kalırlar, ancak çoğunda çölyak hastalığı gelişmez. Yani has
talığın gelişip gelişmemesi konak fa ktö rle rin e bağlıdır. Bun
lar arasında, H L A proteinlerinin k ritik öneme sahip olduğu
düşünülm ektedir. Çünkü çölyak hastalığı olan .herkeste
PA TO G EN EZ H L A -D Q 2 o r H L A -D Q 8 alelleri m evcuttur. D iğer taraftan,
H LA lokusu çölyak hastalığının genetik kom ponentinin ya
Ç ölyak hastalığı, buğday ve benzeri tahıllarda bulunan baş rısından azını oluşturm aktadır. D iğer genetik fa k tö rle r tam
lıca protein olan glütene karşı bağırsakta gelişen immün re olarak tanımlanmamıştır. Çölyak hastalığının tip I diyabet,
aksiyondur. G luten, lum endeki ve fırçamsı kenardaki en tiro id it, Sjögren hastalığı gibi diğer bağışıklık hastalıkları ile
zim ler sayesinde am inoasitlere ve peptidlere ayrışır. O rta ilişkisi vardır.
ya çıkan 33 am inoasitlik giiadin peptidi; mide, pankreas ve
ince bağırsak proteazlarına dayanıklıdır (Resim 14-21). D o
ku transglutaminazı tarafından deamide edilen giiadin, anti
jen sunan hücrelerdeki H L A -D Q 2 ya da H L A -D Q 8 ile etki M ORFOLOJİ
leşime gire re k C D 4 + T hücrelerine sunulur. Bu T hücrele
rinin ürettiği sitokinlerin doku hasarında ve kara kte ristik D iyetteki glütene en yüksek konsantrasyonlarda m aruz ka
mukozal histolojinin ortaya çıkmasında rolü vardır. Bunu lan bölgeler olan duodenum un ikinci kısmından ya da p ro k-
ka ra kte ristik b ir B hücre cevabı izler. A nti-d oku transgluta- simal jejunum dan alınan biyosilerin çölyak hastalığı tanısı
minazı, anti-deamide giiadin ve belki de çapraz reaksiyon için diagnostik önem i vardır. H isto pa to lojik tablo, intraepi
gösteren e p itop lar nedeniyle antiendomisyum antikorla telyal C D 8 + T hücrelerinin sayıca arttığı in tr a e p it e ly a l
rının üretim i. Bunlar diagnostik açıdan yararlıdır. Bununla le n fo s ito z , k r i p t a h ip e r p la z is i ve v illu s a t r o f is i ile ka-
b irlikte , bu antikorların çölyak hastalığının patogenezinde ra kte rize d ir (Resim 1 4 -2 2 ). Malabsorpsiyonun nedeni m u
rolü olup olmadığı konusu tartışmalıdır. C D 4+ hücrelere ek kozal ve fırçamsı kenarda yüzey kaybı olmasıdır. Buna ek
olarak gliadine spesifik olmayan C D 8 + hücreler de o rta m olarak, krip tle rd e m ito tik aktivite artışının yansıttığı epitel
da toplanırlar. Bu C D 8 + hücreler doku hasarının meydana yal hücre döngüsünün hızlı olması nedeniyle a b sorp tif ente-
gelmesinde yardımcı b ir ro l üstlenirler. Deamide olan gii rositler tam olara k diferansiye olamazlar. Bu durum un te r
adin peptidlerinin epitelyal hücreleri uyararak bu hücrele minal sindirim ve transepitelyal tra n sp o rtta ki aksaklıkta ro
rin sitokin IL-15 üretim i yapmaları sağladığı düşünülm ekte lü vardır. Tam olara k gelişmiş olan çölyak hastalığının diğer
dir. Sitokin IL-15, M IC-A reseptörü N K G 2D içeren C D 8 + özellikleri arasında, özellikle lamina proprianın üst kısımla
intraepitelyal lenfositlerin aktivasyonunu ve proliferasyonu- rında plazma hücresi, mast hücresi ve eozinofillerin sayısın
nu tetikler. Bu lenfositler sitotoksik hale gelip, yüzeylerinde da artış da sayılabilir. Günümüzde, sero lo jik taramaların
b ir H L A sınıf-l benzeri protein olan ve N K G 2D ve diğer epi yaygınlaşması ve hastalıkla ilişkili antikorların erkenden sap
telyal p ro te in le r tarafından tanınan M IC-A eksprese eden tanmasıyla, özellikle villuslardaki intraepitelyal lenfositlerin
Resim 14-21 Sol taraf, Çölyak hastalığında görülen m orfolojik özellikler; villus atrofisi, intraepitelyal lenfosit (İEL) artışı ve kriptlerde uza
ma ve epitel proliferasyonu. Sağ taraf, Çölyak hastalığı patogenezi modeli. Gliadine karşı doku cevabında hem doğal hem de adaptif im
mun mekanizmaların etkin olduğuna dikkat edin.
İshalli Hastalıklar 579
lilerde sıktır. Gastrointestinal kanalda laktaz down re- fazla, beş kolon epitel hücresine bir T lenfositi oranının
gülasyonu çocukluk çağı sonrası meydana gelir. Bu çok üstündedir. Lenfositik kolit, çölyak hastalığının yanı
durum bir bakıma, tarihte mandıra hayvancılığına baş sıra, tiroidit, artrit ve otoimmun ya da lenfositik gastrit gi
lanmadan önceki çağlarda, çocuklar anne sütünü bı bi otoimmun hastalıklar ile ilişkilidir.
raktıktan sonra artık laktaza gereksinim duymayacak
ları gerçeğinin bir yansıması olabilir. Edinsel laktaz ek Graft Versus Host Hastalığı
sikliği bazen viral ya da bakteriyal enterik enfeksiyon Graft versus host hastalığı allojenik hematopoietik kök
lar ile ilişkili olarak kendini gösterebilir. hücre naklinden sonra meydana gelir. Çoğu olguda ince
bağırsak ve kolon tutulumu olur. Her ne kadar graft ver
Abetalipoproteinemi sus host hastalığı donör T hücrelerinin alıcını epitel hüc
Abetalipoproteinemi trigliseridden zengin lipoproteinlerin relerindeki antijenleri hedef alması nedeniyle meydana
salgılanamaması ile karakterize otozomal resesif bir has gelse de, tipik özellik olarak lamina propriayı infiltre
talıktır. Nadir olmasına rağmen, malabsorpsiyona yol eden lenfositler seyrektir. Epitelyal, özellikle kript epitel
açan transepitelyal transport defekti örneği olarak bura hücrelerindeki apoptoz en sık görülen histolojik bulgu
da konu edilmektedir. Mikrozomal trigliserid transfer pro dur. Intestinal graft versus host hastalığı sıklıkla sulu is
teini mutasyonu nedeniyle enterositler lipoproteinleri ve hal şeklinde kendini gösterir.
serbest yağ asitlerini hücre dışına atamazlar. Sonuç ola
rak, monogliseridler ve trigliseridler epitel hücresi içinde
birikir. Özellikle yağlı bir yemekten sonra, ince bağırsak O Ö Z E T ____________ _
hücrelerinde lipid vakuolleri görülür ve bunlar oil red O
Malabsorptif İshal
gibi özel boyalar ile boyanabilir. Abetalipoproteinemi
kendini infantil dönemde gösterir ve klinik tablo büyüme • ishal sekretuar, ozmotik, m alabsorptif ya da eksüdatif ola
gelişme geriliği, ishal ve steatoreyi içerir. Esansiyel yağ bilir.
asitlerinin emiliminin de yapılamaması yağda eriyen vi • K istik fibrozis ile ilişkili olan malabsorpsiyon pankreas
taminlerin eksikliğine yol açar. Plazma membranlarmda- yetmezliğine (pankreas kaynaklı sindirim enzim lerinin ye
ki lipid defektleri nedeniyle periferik kan yaymalarında tersizliği) ve besinlerin lumende yeterli miktarda parçala-
akantositik eritrositler (mahmuz hücreleri) görülür. namamasına bağlıdır.
• Çölyak hastalığı gluten içeren tahılların alınması ile te tik
İritabl Bağırsak Sendromu lenen immun-aracılı b ir enteropatidir. Çölyak hastalığın
İritabl bağırsak sendromu (IBS) kronik ve tekrarlayan karın daki m alabsorptif ishal immun-aracılı epitel hasarı nede
ağrısı, şişkinlik ve dışkılama alışkanlıklarında ishal ve ka niyle fırçamsı kenar yüzey alanı kaybı ve muhtemelen ye
tersiz en terosit maturasyonundan kaynaklanmaktadır.
bızlık şeklinde değişkenlik ile karakterizedir. Patogenezi
tam olarak açıklanamamış olsa da, psikolojik stres, diyet • Laktaz eksikliği, laktozun parçalanamaması ve emiliminin
yapılamaması sonucu o z m o tik ishale neden olur.
ve anormal gastrointestinal motilite ile ilişkili olduğu bi
linmektedir. Semptomlar gerçektir, ancak çoğu IBS has • irritabl bağırsak sendromu (İBS) tekrarlayan kro n ik karın
ağrısı, şişkinlik ve bağırsak alışkanlıklarında değişkenlik ile
tasında makroskopik ve mikroskopik hiçbir anomali yok
karakterizedir. Patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır.
tur. Bu nedenle, tanı klinik semptomlara dayanılarak ko
• M ikro skopik k o lit tip le ri olan kollajenöz kolit ve lenfositik
nulur. İBS tipik olarak 20-40 yaş arasında kendini göste
kolit sulu ishale neden olur. Bağırsaklar m akroskopik ola
rir ve kadınlarda belirgin şekilde daha sıktır. Tanısal kri
rak norm al olduğundan bu hastalıklar kara kte ristik histo
terlerdeki çeşitlilik nedeniyle insidansm belirlenmesi zor
lo jik özellikleri ile tanınırlar.
dur, fakat gelişmiş ülkelerde bildirilen prevalans oranlan ti
pik olarak %5-10 arasındadır. İshalli hastalarda mikrosko
pik kolit, çölyak hastalığı, giardiazis, laktoz intoleransı, Enfeksiyöz Enterokolit
ince bağırsakta bakteriyel overgrowth, safra tuzu malab-
sorpsiyonu, kolon kanseri ve inflamatuar bağırsak hasta Enterokolit, ishal, karın ağrısı, acil dışkılama ihtiyacı, pe
lığı dışlanmalıdır (Her ne kadar inflamatuar bağırsak has rianal rahatsızlık, inkontinans ve kanama gibi çok çeşitli
talığı olan hastalarda İBS sık görülse de). İBS'nin progno- belirtiler ve bulgular ile kendini gösterir. Bu küresel so
zu semptomların süresi ile yakından ilişkilidir. Semptom run, gelişmekte olan ülkelerde günde 1 2 .0 0 0 'den fazla
süresi uzadıkça hastalığın düzelme olasılığı azalır. çocuk ölümünden, tüm dünyada ise 5 yaş altındaki ço
cuk ölümlerinin yarısından sorumludur. Enterotoksije-
Mikroskopik Kolit nik Escherichia coli gibi bakteriyel enfeksiyonlar sık olsa
Mikroskopik kolit terimi iki antiteyi kapsamaktadır: Kolla- da en sık görülen patojenler yaşa, beslenmeye, konağın
jenöz kolit ve lenfositik kolit. Her iki idiyopatik hastalık da bağışıklık durumuna ve çevresel etkilere göre değişken
kilo kaybına yol açmayan kronik, kanamasız, sulu ishal lik gösterir (Tablo 14-4). Örneğin, kolera salgınları, halk
ile kendini gösterir. Primer olarak, orta yaşlı ya da yaşlı sağlığı gereklerinin yetersiz olması sonucu ya da doğal
kadınlarda görülen kollajenöz kolit subepitelyal alanda afetler (örn, 2010 yılındaki Haiti depremi) ya da savaşlar
yoğun bir kollajen tabakası, intraepitelyal lenfosit artışı ve nedeniyle sağlık koşullarının kötü olduğu bölgelerde çı
lamina propriada mikst inflamatuar hücre infiltrasyonu kar. Sıklıkla enterik virüslerin neden olduğu pediatrik
ile karakterizedir. Lenfositik kolit histolojik olarak benzer enfeksiyöz ishal, ağır dehidrasyon ve metabolik asidoza
özelliktedir, fakat subepitelyal kollajen tabakası normal neden olabilir. Bazı bakteriyel enterokolit etkenlerinin
kalınlıktadır ve intraepitelyal lenfosit miktarı çok daha epidemiyolojisi ve klinik özellikleri Tablo 14-4'te gösteril-
Tablo 1 4 -4 Bakteriyel Enterokolitin Özellikleri
K lin ik Ö z e llik le r
Çoğu enfekte kişi asemptomatiktir ya da hafif bir diyare
vardır. Ağır hastalığı olanlarda ise 1-5 günlük bir inkü-
basyon döneminden sonra ani başlayan sulu diyare ve
kusma söz konusudur. Dışkılama hızı saatte 1 L'ye ula
şabilir. Bu durum dehidrasyon, hipotansiyon, elektrolit
dengesizlikleri, kas krampları, şok, bilinç kaybı ve ölüme
yol açabilir. Ölümlerin büyük bir çoğunluğu hastalığın
başlamasından sonra ilk 24 saat içerisinde gerçekleşir.
Ağır kolera olgularında ölüm oram tedavisiz %50-70 ol
makla birlikte, sıvı replasmanı sayesinde hastaların
%99'undan daha fazlası kurtarılabilir.
raki kısımda bahsedilecek) etken ajanı olan Salmonella şumuna neden olur. Ancak, S. Enteritidis'ten farklı ola
typhi ve gastroenterite yol açan non-tifoid Salmonella suş- rak, S. typhi ve S. paratyphi lenfatik ve kan damarları ile
ları. Tifo dışı Salmonella enfeksiyonu genellikle Salmonel yayılabilir. Bu, bölgeyi drene eden ve bakteri içeren fago
la enteritidis nedenli olup, Birleşik Devletler'de her yıl 1 sitlerin toplandığı lenf nodlarınm reaktif hiperplazisine
milyondan fazla olgudan ve 2 0 0 0 ölümden sorumludur. yol açar. Buna ek olarak, dalak büyür ve yumuşar. Soluk
Prevalansı başka birçok ülkede daha yüksektir. Enfeksi kırmızı pulpa, oblitere folliküler bölgeler ve belirgin fa
yon en sık olarak küçük çocuklarda ve yaşlılarda görülür. gosit hiperplazisi vardır. Karaciğerde, kemik iliğinde ve
İnsidansm en yüksek olduğu dönem yaz ve sonbahar ay lenf nodlarmda makrofaj agregatları içeren tifoid nodül
larıdır. Geçiş genellikle kontamine yiyecekler, özellikle adı verilen küçük parenkimal nekroz odakları vardır.
de çiğ ya da az pişmiş kırmızı et, beyaz et, yumurta ve
süt ile olur. Psödomembranöz Kolit
Genellikle Clostridium difficile'nin neden olduğu psödo
membranöz kolit, antibiyotik ilişkili kolit ya da antibiyo
PATO G EN EZ tik ilişkili ishal olarak da bilinir. Bu isimler, ishalin anti
Enfeksiyon sebebi olabilmesi için çok az m iktard a canlı Sal biyotik tedavisi sonrası gelişmesi nedeniyle verilmiştir
monella organizması yeterlidir. A tro fîk gastrit ya da asit sek- ve ishal C. difficile nedeniyle değil, Salmonella, C. perfrin-
resyonu baskılayıcı tedavi gibi gastrik asit yokluğunda en gens type A, ya da S. aureus nedeniyle de meydana gele
feksiyon için gerekli olan m ik ta r çok daha azdır. Salmonel bilir. Ancak, enterotoksin üreten son iki organizma gıda
la, bakteriyel proteinlerin M hücrelerine ya da enterositle- zehirlenmesine neden olan organizmalardır. Bunlar psö-
re transferini sağlayan tip III sekresyon sistem ini kod domembran yapmazlar. Normal kolonik mikrobial flora
layan viru lan s genlerine sahiptir. Transfer olan protein nın antibiyotikler nedeniyle zarar görmesi C. difficile'nin
le r konak hücrede Rho GTPazları aktive ederek aktin yeni fazla üremesine fırsat tanır. C. difficile tarafından salınan
den yapılanmasını ve bakterilerin fagozomlara girişini te tik toksin, Rho gibi küçük GTPazlarm ribozlanmasma ne
ler. B akteriler fagozom lar içinde ürer. Salmonella ayrıca, den olarak, epitel hücre iskeletinin hasar görmesine, sı
kem oatraktan eikosanoidin epitelden salınmasını sağlayan
kı bağlantı bariyerinin kaybına, sitokin salınımına ve
b ir m olekül salgılar. Bu madde n ö tro fille ri lumene çeker ve
apoptoza yol açar.
m ukoza hasarını artırır. Tanı için dışkı kültü rü şarttır.
( ) M ORFOLOJİ
Tifo
Bağırsak ateşi (enterik ateş) olarak da adlandırılan tifo, Tam gelişmiş C. difficile ilişkili kolitte psödom em bran olu
Salmonella typhi ve Salmonella paratyphi'nin etken olduğu şumları g ö rü lü r (Resim 1 4 -2 4 , A ). Psödom em bran, m uko
bir hastalıktır. Tüm dünyada her yıl 30 milyon kişiyi etki za hasarı bölgelerinde yapışık durum da inflam atuar hücre
ler ve hücre artıklarından oluşan b ir tabakadır. Yüzey epi-
ler. Endemik bölgelerde S. typhi enfeksiyonu daha sıktır.
teli dö kü lm ü ştü r ve süperfîsyel lamina p ro p ria yoğun nöt-
Çocuklar ve adolesan yaştakiler daha sık olarak etkilenir
rofil infiltrasyonu ve kapillerlerde ye r y e r fib rin trom büsle-
ler. S. paratyphi ise daha çok turistlerde ve gelişmiş ülke
ri içerm ektedir. Hasar görm üş krip tle r, yüzeyde volkana
lerde yaşayanlarda görülür. Salmonella typhi ve Salmonel
benzer yapıda “ püsküren” m ukopürülan eksüda ile genişle
la paratyphi'nin tek rezervuarı insandır. Geçiş kontamine m iştir (Resim 1 4 -2 4 , B).
yiyecek ve sular ile ya da kişiden kişiye olur. Safra kesesi
kolonizasyonu, safra taşları ve kronik taşıyıcılık ile ilişki
li olabilir. Akut enfeksiyonda, kısa bir asemptomatik dö
nemden sonra bakteremi ve ateşli grip semptomlarının
ardından, iştahsızlık, karın ağrısı, karın şişkinliği, bulan
tı, kusma ve kanlı ishal görülür. Organizmaların kan kül
türünde saptandığı ve antibiyotik tedavisinin hastalığın
daha da ilerlemesine engel olabildiği dönem bu dönem
dir. Bu tedavi yapılmazsa, 2 haftaya kadar uzayan yüksek
ateş ve apandisiti taklit eden batm hassasiyetinin görül
düğü febril dönem başlar. Gül lekeleri olarak adlandırılan
eritemli makülopapüler lezyonlar göğüs ve karında görü
lür. Sistemik yayılım, ensefalopati, meninjit, nöbetler, en-
dokardit, pnömoni ve kolesistit gibi ekstraintestinal komp
likasyonlara yol açar. Özellikle orak hücreli anemi hasta
ları Salmonella osteomyelitine duyarlıdır.
S. enteritidis gibi S. typhi ve S. paratyphi de M hücrele
ri tarafından alınır ve sonra alttaki lenfoid dokuda bulu
nan mononükleer hücreler tarafından fagosite edilirler.
Enfeksiyon, terminal ileumdaki Peyer plaklarının büyü
Resim 14-24 Clostridium difficile koliti. A , Kolon, nötrofillerden, ölü
yüp 8 cm'ye kadar çapa sahip plato benzeri yükseltiler epitel hücrelerinden ve inflamatuar debriden oluşan psodomem-
haline gelmesine yol açar. Mukozanın dökülmesi ile- branlar ile kaplı (endoskopik görünüm). B, Kriptten dağılan nötro-
umun uzun ekseni boyunca uzanan oval ülserlerin olu fillerin oluşturduğu ve volkan patlamasına benzetilen tipik görünüm.
İshalli Hastalıklar
PATO G EN EZ
Kolon d ive rtikü lle ri sigmoid kolondaki artmış intraluminal
basınç varlığında gelişme gösterm eye eğilimlidir. Bunda ko
londaki muskularis proprianın kendine has yapısının da et
kisi vardır. Kolon muskularis propriasında, sinirler, arteryal
vazarekta ve bunların bağ dokusundan oluşan kılıfları iç sir
küler kas tabakasını delerek geçer ve kas dokusu duvarda
kesintiler oluşturur. Bağırsağın diğer bölgelerinde bu boş
luklar muskularis proprianın eksternal longitüdinal kas ta
bakası tarafından desteklenir. Ancak kolonda bu kas taba
kası kesintilidir ve ten ya ko li adı verilen üç bandı oluştura
cak şekilde b ir araya gelmiştir. A bartılı peristaltik kasılmalar Resim 14-25 Sigmoid divertiküler hastalık. A , Düzenli dağılım
ve gayta m iktarının azalmasına yol açan düşük lifli diyetler gösteren, gayta ile dolu divertiküller. B, Muskülaris propria altında
mukoza çıkıntısı izlenen kesiti. C, Sigmoid divertikülünün küçük
sonucu barsak segm entlerinin spazm odik sekestrasyonu
büyütmedeki mikroskopik görünümü. Muskülaris propria içerisin
nedeniyle lümen içi basınç yükselebilir.
den mukoza ve submukozanın çıktığı izlenmekte.
Bağırsağın İnflamatuar Hastalıkları 587
lar, divertiküllerin erken dönemde regrese olabileceği gi Tablo 14-5 Crohn Hastalığı ile Ülseratif Kolit Arasındaki Farklar
bi, zaman içinde sayıca arttığım ve boyutlarının büyüdü Ö zellik Crohn Hastalığı Ülseratif K olit
ğünü göstermiştir. Yüksek lif içerikli diyetin bu progres-
yonu önleyip önlemediği ya da divertikülitten koruyup Makroskopik
korumadığı kesin olarak bilinmemektedir. Divertikülit Etkilenen bağırsak ileum ± kolon Sadece kolon
gelişse bile, sıklıkla spontan olarak ya da antibiyotik teda bölgesi
visinden sonra iyileşir ve az sayıdaki hastada cerrahi giri Rektal tutulum Bazen Her zaman
şim gerekir. Dağılım Atlayan lezyonlar Diffüz
Striktür Evet Nadir
Bağırsak duvarı Kalın ince
Q ÖZET
gorunumu
Sigmoid Divertikülit İnflamasyon Transmural Mukoza ve submukozada
sınırlı
• Sigmoid kolonun divertiküler hastalığı, Batı toplum larında
Psödopolipler Orta derecede Belirgin
60 yaş üzerinde oldukça sıktır. E tiyolojik fa k tö rle r arasın
da düşük lif içerikli diyetler, kolon spazmı ve kolonun Ülserler Derin, bıçak Yüzeyel, geniş tabanlı
kendine has anatom ik yapısı sayılabilir. D ive rtikü l infla- benzeri
masyonu, divertikülit, divertikülozis hastalarının küçük bir Lenfoid reaksiyon Belirgin O rta derecede
bölüm ünde görülür, fakat en ağır form unda perforasyo- Fibrozis Belirgin Hafif ya da yok
na neden olabilir. Serozit Belirgin Yok
Granülomlar Evet (-35%) Hayır
İnflamatuar Bağırsak Hastalığı Fistüller/sinüsler Evet Hayır
Klinik
İnflamatuar bağırsak hastalığı (IBH) immün sistemin mu
Perianal fistüller Evet(kolon Hayır
kozada uygunsuz aktivasyonundan kaynaklanan kronik
hastalığında)
bir durumdur. IBH başlıca iki antiteyi içerir: Crohn has
Yağ/vitamin Evet Hayır
talığı ve iilseratif kolit. Ülseratif kolit ile Crohn hastalığı malabsorpsiyonu
arasındaki ayrım, büyük oranda etkilenen bölgelerin da
Malignite Kolon Evet
ğılımına ve hastalığın bu bölgelerdeki morfolojik sonuç potansiyeli tutulumunda
larına bağlıdır (Resim 14-26; Tablo 14-5). Ülseratif kolit,
Cerrahiden Sık Yok
kolon ve rektumda sınırlıdır ve sadece mukoza ve submuko- sonra nüks
zayı etkiler. Diğer taraftan, bölgesel enterit olarak da adlan Toksik megakolon Hayır Evet
dırılan (ileum tutulumunun sık olması nedeniyle) Crohn
N O T : T e k b ir olg u d a bu ö z e llik le rin hepsi b ird e n olm ayabilir.
hastalığı gastrointestinal kanal boyunca herhangi bir bölgeyi
tutabilir ve sıklıkla transmuraldır.
sa da, hayvan modellerinden ve insanlar üzerindeki göz po lim o rfizm in in Crohn hastalığı patogenezine katkıda
lemlerden elde edilen bazı veriler, akut enfeksiyöz gastro- bulunma mekanizması her ne olursa olsun, N 0 D 2 mu-
enteritin İBH gelişimi riskini artırmasının hijyen hipotezi tasyonu taşıyan kişilerin % 1 0 ’ undan azında hastalığın ge
ile uyumlu olduğunu göstermektedir. liştiği bilinm elidir. Ayrıca C rohn hastalığı olan A frikalı ve
Asyalı hastalarda N 0 D 2 mutasyonu yoktu r.
Son yıllarda, te k nükleotid po lim o rfizm le rin i incele
yen Tüm -G enom İlişkilendirme Çalışmaları (G enome-
O PATO G EN EZ
W id e Association Studies-G W A S ) çalışma alanını İBH
İB H ’ nin nedeni ya da nedenleri hala kesin olara k bilinme bağlantılı genleri de kapsayacak şekilde genişletmiştir.
m ektedir. Ancak, çoğu araştırm a cı İB H ’nin ko n a k ile G W AS tarafından tanımlanan genlerin sayısı hızla a rt
intestinal flo ra arasın d aki hatalı e tkileşim in , intes m aktadır (şimdiden 3 0 ’dan fazla). N O D 2’ yle birlikte,
tinal epitelyel disfonksiyonun ve a b e rra n t m ukozal Crohn hastalığı ile ilişkili diğer iki önem li gen, otofago-
im m ün cevabın kom binasyonunun bir sonucu oldu zom yolağının b ir parçası olan ve intrasellüler bakterile
ğuna inan m aktad ır. Bu görüş epidem iyolojik, genetik ve re karşı konak hücre yanıtında k ritik önem e sahip
klinik çalışmalar ve laboratuvar m odellerinde elde edilen ATG16L1 (otofaji ilişkili 16 benzeri-1) ile yine otofajide ve
ve rile r tarafından desteklenm ektedir (Resim 14-27). intrasellüler ba kterilerin yokedilm esinde etkin IRGM
• G en etik . Hastalığa yakalanmış bir aile ferdi varsa, has (im m ünite ilişkili GTPaz M) genidir. N 0 D 2 , ATG16L1 ve
talık riski artar. C rohn hastalığında m onozigotik ikizler IRG M birden fazla hücre tipinde eksprese edilir. Bu gen
de uyum luluk oranı yaklaşık % 5 0’dir. Bunun tam tersi, lerin Crohn hastalığı patogenezindeki kesin rolü henüz
ülseratif kolitte m on ozigotik ikizler arasındaki uyum lu tam olarak tanımlanmamıştır. intrasellüler patojenlerin
luk ise sadece % 16’dır. Bu, İB H ’nin bu form un da gene tanınmasında ve bunlara verilen cevapta rolü olan
tik fa ktö rle rin etkinliğinin daha az olduğunu gösterm ek ATG16L1 ve IR G M , tıpkı N 0 D 2 gibi, luminal bakterilere
tedir. verilen uygunsuz immün cevabın İBH patogenezinde
Etkilenen ailelerde yapılan m oleküler bağlantı analiz önemli oiduğu teorisini desteklem ektedir. Bu genlerin
leri, C rohn hastalığında N 0 D 2 ’ nin (dom ain 2 ’yi bağla hiçbiri ülseratif ko lit ile ilişkili değildir.
yan nükleotid oligom erizasyonu) b ir duyarlılık geni oldu • M ukozal im m ün cevap. H e r ne kadar mukozal immü-
ğunu gösterm iştir. N 0 D 2 , intrasellüler bakteriyal b ir nitenin hangi mekanizmalarla ülseratif k o lit ve Crohn
peptidoglikana bağlanan ve NF-ıcB’yi aktive eden b ir hastalığı patogenezinde etkin olduğu tam olarak açıkla
proteini kodlar. Hastalıkla ilişkili olan N 0 D 2 varyantları namamış olsa da, im m ünsupresif (bağışıklık baskılayıcı)
nın luminal m ikropları tanımada ve onlarla savaşmada ve im m ün regülatuar (bağışıklık düzenleyici) ajanlar İBH
daha az etkin olduğu savunulmaktadır. M ikro p la r bu şe tedavisinde başlıca yere sahiptir. T helper hücrelerinin
kilde lamina propriaya girm ekte ve inflam atuar reaksi T h 1 tipi yönünde polarizasyonu C rohn hastalığında iyi
yonları başlatmaktadırlar. D iğer ve rile r de N 0 D 2 ’ nin lu bilinen b ir özelliktir. Yeni ve rile r T H17 T hücrelerinin de
minal m ikropların fazla aktive olmasını önlem eyi amaçla hastalık patogenezinde yeri olduğunu gösterm iştir. Bu
yan im m ün cevabı düzenlediğini gösterm ektedir. NOD2 nunla uyum lu b ir bilgi de, IL-23 reseptöründeki belli po-
lim orfîzm lerin Crohn hastalığından ve ülseratif kolitten
(IL-23 reseptörü T H17 hücrelerinin gelişiminden ve de
vamından soru m lud ur) korunm a sağlamasıdır. IL-23 re
septör p o lim o rfizm le rinin sağladığı koru m a ve anti-TNF
tedavisinin ülseratif kolitli bazı hastalardaki kabul gören
etkinliği, T H1 v e T H17 hücrelerinin rolünü desteklem ek
tedir.
Bazı veriler, ülseratif ko litte ki patojenik immün ce
vapta belirgin b ir T H2 kom ponenti olduğunu göster
m ektedir. Ö rneğin, m ukozadaki IL-23 üre tim i ülseratif
kolitte ve daha az oranda C rohn hastalığında artar. Bu
nunla birlikte, T H2 hücrelerinin İBH patogenezindeki pa
toje nik rolü hala tartışmalıdır. IL-10 geni ve IL-10 resep
tö r geni olan IL-10R genindeki p o lim o rfiz m le r ülseratif
kolitle (C ro hn hastalığı ile değil) bağlantılı bulunmuştur.
Bu bulgu İBH patogenezindeki im m ün düzenleyici sinyal
lerin önem ini vurgulam aktadır.
Genel olarak, mukozal im m üniteyi aktive eden ve
im münregulasyonu baskılayan düzensizliklerin ülseratif
ko lit ve C ro hn hastalığı gelişiminde rolü vardır. Bağışıklı
ğın doğal ve adaptif kollarının rö la tif rolü konusunda yo
ğun çalışmalar devam etm ektedir.
• Epitelyal d e fe ktler. Ü lseratif ko litte ve C rohn hastalı
ğında çeşitli epitelyel defektlerin varlığı tanımlanmıştır.
Ö rneğin, C rohn hastalığı olan kişilerde ve onların sağlık
lı birinci derece akrabalarında intestinal epitelyal sıkı
bağlantı bariyer fonksiyonunda de fektler vardır. Bariyer
Resim 14-27 İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH) patogenezi mo fonksiyon bozukluğu, hastalık ilişkili spesifik N 0 D 2 poli-
deli. Hem Crohn hastalığı hem de ülseratif kolit açısından gösteril m o rfizm le rin e eşlik etm ektedir. Deneysel modeller, ba
miştir.
Bağırsağın İnflamatuar Hastalıkları 589
Resim 14-28 Crohn hastalığının makroskopik patolojisi. A , ince bağırsakta striktür. B, Lineer mukoza ülserleri ve kalınlaşmış bağırsak
duvarı. C, İlerleyen yağ (“ creeping fat” ).
590 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
Ülseratif Kolit
Ülseratif kolit, Crohn hastalığı ile benzerlik gösterir. An
cak ülseratif kolit kolon ve rektumda sınırlı bir hastalık
Resim 14-29 Crohn hastalığının mikroskopik patolojisi. A , Tekrar tır. Ülseratif kolitin bazı ekstraintestinal sonuçları
layan hasar ve rejenerasyon nedeniyle oluşan gelişigüzel kript orga
Crohn hastalığmmkiler ile örtüşebilir. Bunlar arasında
nizasyonu. B, Kazeifîkasyon göstermeyen granülom. C, Submukozal
ve serozal granülomlar (oklar) içeren transmural Crohn hastalığı.
migratuar poliartrit, sakroileit, ankilozan spondilit, üve
yit, deri lezyonları, perikolanjit ve primer sklerozan ko
lanjit sayılabilir.
Resim 14-30 Ülseratif kolit patolojisi. A , Pankolitli bir total kolektomi piyesinde çekumda (sol) granüler mukoza ve distalde (sağ)
düzleşmiş atrofik mukoza. B, A k tif ülseratif kolitli (altta) ve normal (üstte) mukoza arasındaki keskin sınır. C, Bu tam kat histolojik kesit
hastalığın mukozada sınırlı olduğunu gösteriyor. Resim 14-28, C ile karşılaştırın.
592 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
dan daha yüksek riske sahiptirler ve genellikle tanı konar duvarda inflamatuar lezyondan oluşan klinik triad ile
konmaz izlem programına alınırlar. İzlem, düzenli ve faz prezante olurlar. Altta yatan neden anorektal sfinkterin
la sayıda mukoza biyosisi gerektirdiği için maliyetlidir. gevşeme sorunudur. Bu durum, anterior rektal çıkıntıda
Çoğu olguda, displazi mukozada makroskopik olarak keskin bir açı yaratarak, yüzeydeki rektal mukozada
anormal yapıda gözlenmeyen düzgün alanlarda gelişir. tekrarlayan abrasyona ve ülserasyona neden olur. Kro
Bu nedenle, normal görünümlü dokudaki tanı sensitivite- nik hasar ve iyileşme döngüsü, inflamasyonlu ve reaktif
sini artırmak için ileri endoskopik görüntüleme teknikle mukozal dokudan meydana gelen polipoid kitle
ri deneysel olarak kullanılmaya başlamıştır. oluşumuna yol açar.
İBH ilişkili displazi, histolojik olarak düşük dereceli ve
yüksek dereceli displazi olarak sınıflanır. Yüksek derece
li displazi varlığı aynı alanda ya da kolonda başka bir Hamartomatöz Polipler
alanda invaziv karsinom varlığı ile ilişkili olabüir. Bu ne
Hamartomatöz polipler sporadik olarak ya da çeşitli ge
denle, değişim multifokal ise kolektomiyi gerektirir. Dü
netik ve edinsel sendromların bir komponenti olarak
şük dereceli displazi, çeşitli klinik faktörlere bağlı olarak,
meydana gelir. (Tablo 14-6). Daha önce de bahsedildiği
ya kolektomi ile tedavi edilir, ya da yakından izlemi yapı
gibi, hamartomlar, polibin geliştiği bölgede normalde bu
lır. İBH'li hastalarda kolon adenomları (daha sonra bah
lunan matür hücre tiplerinden meydana gelen tümör
sedilecek) da görülebilir. Bazı olgularda bunları İBH ne
benzeri disorganize büyümelerdir. Hamartomatöz poli-
denli polipoid displazi odaklarından ayırmak zor olabilir.
pozis sendromları nadir görülür, ancak intestinal ve ekst
raintestinal sonuçları, ve aile bireylerini tarama gereği ne
deniyle bunları tanımak önemlidir.
O ÖZET^ __ ___ _
İnflamatuar Bağırsak Hastalığı Jüvenil Polipler
Jüvenil polip, en sık görülen polip tipidir. Sporadik ya da
• İnflamatuar bağırsak hastalığı (İBH) terimi, Crohn hasta sendromik olarak gelişirler. Yetişkinlerde görülen spora
lığı ve ülseratif koliti kapsayan bir şemsiyedir. dik formu bazen, özellikle de yoğun inflamatuar infilt-
• Crohn hastalığı en sık olarak terminal ileum ve çekumu rasyon varlığında, inflamatuar polip adım alır. Jüvenil po
tutar, ancak gastrointestinal kanalda herhangi bir bölge liplerin büyük bir bölümü 5 yaşından küçük çocuklarda
tutulabilir. Atlayan lezyonlar ve kazeifikasyonsuz granü-
görülür. Jüvenil polipler karakteristik olarak rektumda loka-
lomlar sıktır.
lizedirler ve çoğu rektal kanamayla kendini gösterir. Ba
• Kolonda sınırlı olan ülseratif kolit, rektumdan itibaren zı olgularda prolaps olur ve polip anal sfinkterden dışa
devamlıdır ve sadece rektum tutulumundan pankolite ka
rı doğru uzanır. Sporadik jüvenil polipler genellikle soli-
dar değişen farklı yaygınlıkta hastalık olabilir. Atlayan lez
terdir, ancak otozomal dominant jüvenil polipozis send-
yonlar ve granülomlar y o k tu r
romu olan kişilerde, sayıları 3 ile 100 arasında değişir.
• Crohn hastalığının da, ülseratif kolitin de ekstraintestinal
Jüvenil polipoziste polip ülserasyonu nedeniyle meyda
sonuçları vardır.
na gelen kanamayı kontrol altına alabilmek için kolekto
• 8-10 yıldan uzun süreli İBH’si olan hastalarda kolonda mi gerekebilir. Bu poliplerin çok az bir kısmında (bunla
epitelyal displazi ve adenokarsinom riski artmıştır.
rın çoğu sendrom ile ilişkilidir) displazi gelişir. Jüvenil
polipozis sendromunda kolon adenokarsinomu gelişimi
riski yüksektir.
İnflamatuar Polipler
Prezantasyon Bazı
Sırasındaki Ekstragastrointestinal
Sendrom Ortalama Yaş (yıl) Mutant Gen(ler) Gİ Lezyonlar Sonuçları
Peutz-Jeghers sendromu 10-15 LKB1/STK11 Dallanan polipler—ince Mukokütane pigmentasyon;
bağırsak > kolon > mide; artmış tiroid, meme, akciğer,
kolon adenokarsinomu pankreas, gonad ve mesane
kanseri riski
Juvenil polipozis <5 SMAD4, BMPR1A Jüvenil polipler; artmış mide, Pulmoner arteriovenöz
ince bağırsak, kolon ve malformasyonlar, parmaklarda
pankreas adenokarsinomu clubbing
riski
Cowden sendromu, <15 PTEN Hamartomatöz polipler, Benign deri tümörleri, benign ve
Bannayan-Ruvalcaba- lipomlar, gangliyonöromlar, malign tiroid ve meme lezyonları
Riley sendromu inflamatuar polipler; artmış
kolon kanseri riski
Cronkhite-Canada >50 Nonherediter Hamartomatöz kolon polipleri, Tırnak atrofisi, saç dökülmesi,
sendromu nonpolipoid mukozada kript anormal deri pigmentasyonu,
dilatasyonu ve ödemi kaşeksi, anemi
Tüberoz skleroz Bebeklikten TSCÎ, TSC2 Hamartomatöz polipler Fasyal anjiofibrom, kortikal
yetişkinliğe (rektal) tuberler, renal angiomiyolipom
Ailesel adenomatöz
polipozis (FAP)
Klasik FAP 10-15 APC, MUTYH Multipl adenomlar Konjenital RPE hipertrofisi
Atenue FAP 40-50 APC, MUTYH Multipl adenomlar
Gardner sendromu 10-15 APC, MUTYH Multipl adenomlar Osteomlar, dezmoidler, deri kistleri
Turcot sendromu 10-15 APC, MUTYH Multipl adenomlar MSS tümörleri, medulloblastom
M SS, m e rk e z i s in ir s is te m i; R P E, r e tin a l p ig m e n t e p ite li.
Resim 14-33 Kolon adenomları. A , Saplı adenom (endoskopik görünüm). B, Kadifemsi yüzeye sahip adenom. C, Saplı bir tubuler ade-
nomun küçük büyütmede mikroskopik fotoğrafı.
Ailesel Sendromlar
Kolonda polipler ve yüksek kolon kanseri oranı ile ilişki
li olan çeşitli sendromlar tanımlanmıştır. Bu hastalıkla
rın genetik temelinin çözümlenmesi, sporadik kolon
kanserlerinin anlaşılmasında büyük yarar sağlamıştır
(Tablo 14-7).
Baskın
Etiyoloji M oleküler Defekt Hedef Gen(ler) Geçiş Bölge(ler) H istoloji
Ailesel adenomatöz APC/W NT yolağı APC Otozomal Yok Tubuler, villöz; tipik
polipozis (FAP’ın %70’i) dominant adenokarsinom
Ailesel adenomatöz DNA mismatch tamiri MUTYH Yok, resesif Yok Sessil serrated adenom;
polipozis (FAP’ın <%10’ı) müsinöz adenokarsinom
Herediter nonpolipöz DNA mismatch tamiri MSH2, MLH1 Otozomal Sağ taraf Sessil serrated adenom;
kolorektal kanser dominant müsinöz adenokarsinom
Sporadik kolon kanseri (%80) APC/W NT yolağı APC Yok Sol taraf Tubuler, villöz; tipik
adenokarsinom
Sporadik kolon kanseri DNA mismatch tamiri MSH2, MLH1 Yok Sağ taraf Sessil serrated adenom;
(%10-15%) müsinöz adenokarsinom
olarak, mandibula, kranium ve uzun kemiklerin oste- Herediter Nonpolipöz Kolorektal Kanser
omları, epidermel kistler, dezmoid tümör, tiroid tümör Lynch sendromu olarak da bilinen, herediter nonpolipöz
leri ve çıkmamış ya da fazla sayıda dişler gibi dental ano kolorektal kanser (HNPCC), ilk olarak, kolorektum, en
malilerdir. Daha nadir görülen Turcot sendromu, intesti dom etrium , mide, over, üreterler, beyin, ince bağırsak,
nal adenomlar ve santral sinir sistemi tümörleri ile ka- hepatobiliyer kanal ve deri dahil olmak üzere çeşitli böl
rakterizedir. APC geni mutasyonları Turcot sendromlu gelerdeki kanserlerin ailesel sıklığı olarak tanımlanmış
kişilerin üçte ikisinde vardır ve bunlarda medulloblas- tır. HNPCC'li hastalardaki kolon kanseri, sporadik ko
tom gelişir. Geri kalan üçte bir hastada ise DNA tamiri lon kanserinden daha genç yaşlarda ortaya çıkar ve sık
ile ilişkili çeşitli genlerde mutasyonlar mevcuttur ve bun lıkla sağ kolonda lokalizedir (Tablo 14-7).
larda glioblastom gelişir. APC kaybı olmayan bazı FAP'lı Tıpkı FAP'taki APC mutasyonlarının tanımlanmasının
hastalarda baz eksizyon tamiri geni olan MUTYH genin sporadik kolon kanserlerinin büyük bir bölümünün pato-
de mutasyonlar vardır. Bu genlerin tümör gelişimindeki genezinin açıklanmasına moleküler bir yaklaşım sağla
yeri aşağıda konu edilmektedir. ması gibi, HNPCC'deki defektlerin belirlenmesi de geri
kalan sporadik kanserlerin çoğundan sorumlu olan me
kanizmayı aydınlatmıştır. DNA raplikasyonu sırasında
meydana gelen hataların tanınmasından, eksizyonundan
ve tamirinden sorumlu olan proteinleri kodlayan genler
deki kalıtsal germline mutasyonlar HNPCC'ye yol açar.
Tanımlanan en az beş "mismatch" (uyuşmazlık, eşleş-
mezlik) tamir geni vardır. Ancak, HNPCC olgularının ço
ğu ya MSH2 ya da MLHİ ile ilişkilidir. HNPCC hastala
rında doğuştan bir adet mutant DNA tamir geni ve bir
adet normal alel vardır. Mutasyon yoluyla ve epigenetik
susturulmayla (silencing) normal olan kaybedildiğinde
ortaya çıkan mismatch tamir kusuru mutasyonlarm nor
malden 1000 kat daha hızlı birikmesine yol açar. Biriken
mutasyonlarm çoğu, mikrosatellit DNA adı verilen tek
rarlanan kısa DNA dizilerini içeren bölgelerdedir. İnsan
genomu yaklaşık 50,000-100,000 adet mikrosatellit içerir.
Bunlar DNA replikasyonu sırasında genişlemeye eğilim
lidir ve HNPCC'deki en sık mutasyon bölgesini oluştu
rurlar. Mismatch tamir kusurlarının sonuçları ve ortaya
çıkan mikrosatellit instabilitesi (dengesizliği) kolon adeno-
karsinomu konusu içerinde anlatılmaktadır.
Adenokarsinom
Gastrointestinal kanalın en sık görülen malignitesi olan
kolon adenokarsinomu, tüm dünyada başlıca morbidite
ve mortalite nedenlerinden birisidir. Gastrointestinal ka
nalın toplam uzunluğunun %75'ini oluşturan ince bağır
sak ise benign ve malign tümörlerin nadir lokalizasyonla-
Resim 14-35 Ailesel adenomatöz polipozis. A , Küçük boyutlu rmdandır. Malign ince bağırsak tümörleri arasında ade-
yüzlerce polip ve eşlik eden bir adet dominant polip (sağda). B, Bu nokarsinomlarm ve karsinoid tümörlerin sıklığı kabaca
mikroskopik alanda üç adet tubüler adenom mevcut. birbirine yakındır, bunları lenfomalar ve sarkomlar izler.
Kolon Polipleri ve Neoplastik Hastalıkları 597
Epidemiyoloji
PATO GENEZ
Birleşik Devletler'de her yıl 130,000 yeni kolorektal kar-
sinom olgusu tanı almakta, yılda 55,000 kolorektal kar- Kolorektal karsinogenez çalışmaları kanser gelişiminin ge
sinom nedenli ölüm gerçekleşmektedir. Kanser nedenli nel mekanizmalarına temel bir yaklaşım sağlamıştır. Kolon
adenokarsinom larına yol açan m olekü ler olaylar kombinas
ölümlerin %15'ini oluşturan kolorektal kanser, akciğer
yonu heterojendir ve hem genetik hem de epigenetik ano
kanserinin arkasından ikinci sırada gelmektedir. İnsi-
m alileri kapsar. En az iki adet genetik yolak tanımlanmıştır:
dansı 60-70 yaşlar arasında zirve yapar ve olguların
A rtm ış W N T sinyaline yol açan sorunların olduğu A PC /|3-
%20'sinden biraz azı 50 yaş öncesi ortaya çıkar. Erkek
katenin yolağı ve D N A mismatch tam irinde kusurlar ile iliş
lerde kadınlardan biraz daha sık görülmektedir. Kolo kili olan m ikrosatellit instabilitesi yolağı (Tablo 1 4 - 7 ’ye ba
rektal kanserin en yaygın görüldüğü ülkeler, Birleşik kınız). H e r iki yolakta da birden fazla mutasyonun aşamalı
Devletler, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Danimar olarak birikim i söz konusudur. A ncak etkilenen genler ve
ka, İsveç ve diğer gelişmiş ülkelerdir. Hindistan, Güney mutasyoniarın birikm e mekanizmaları farklıdır. En sık görü
Amerika ve Afrika'da ise bu kanserin insidansı 30 kat leni metilasyon nedenli gen susturma olan epigenetik olay
daha düşüktür. İnsidansm daha önceleri düşük olduğu lar her iki yolakta da progresyonu hızlandırır.
Japonya'da sıklık günümüzde ortalama seviyelere ulaş • APC/|3-katenin yolağı. Sporadik kolon tü m ö rle rin in
mıştır (Birleşik Krallık'ta da benzer bir durum söz konu yaklaşık % 8 0’inde söz konusu olan klasik adenoro-
sudur). Bunun nedeninin, değişen yaşam stili ve diyet karsinom sekansı (a rd ışık lığ ı), tip ik olarak neoplas
olduğu düşünülmektedir. tik sürecin erken dönem lerinde APC tü m ö r supresörün-
Yüksek kolorektal kanser riski ile en yakından ilişki de gerçekleşen mutasyon ile ilişkilidir. (Resim 1 4 -3 6 ).
li diyet faktörleri, absorbe edilemeyen sebze liflerinden Adenom un gelişebilmesi için, APC geninin her iki kopya
fakir, işlenmiş karbonhidrat ve yağdan zengin diyet içe sının da mutasyon ya da epigenetik olaylarla inaktive ol
ması gereklidir. A P C , W N T sinyal yolağının b ir kom-
riğidir.
ponenti olan (3-kateninin negatif bir düzenleyici
Diyet düzenlemesine ek olarak farmakolojik kemop-
sid ir (Bölüm 5). APC proteini norm alde |3-katenine
revensiyon son zamanlarda önemli bir ilgi alanı haline
bağlanarak onun yıkımını sağlar. A P C ’de fonksiyon kay
gelmiştir. Çeşitli epidemiyolojik çalışmalar aspirinin ya
bı olduğunda (3-katenin b irikere k nükieusa geçer ve bu
da diğer NSAİİ'larm önleyici bir etkisi olduğunu göster rada proliferasyondan sorum lu olan M Y C ve siklin D1 gi
miştir. Kolektomi sonrası rektumun korunduğu FAP'lı bi transkripsiyon genlerini aktive eder. Bunu, b ir takım
hastalarda bazı NSAİİ'larm polip regresyonu sağladığını ek mutasyonlar izler. Bunlar arasında, büyümeyi hızlan
gösteren çalışmalar da bunu desteklemektedir. Bu etki dıran ve apoptozu engelleyen aktive edici KRAS mutas-
nin, siklooksijenaz-2 (COX-2) enziminin aktivitesinin yonları da vardır. KRAS m utasyonunun geç dönem olay
inhibisyonu ile sağlandığından kuşkulanılmaktadır. Ko lardan biri olduğu sonucu, çapı 1 cm ’den küçük ade-
lorektal karsinomlarm %90'mda ve adenomları %40- nom ların % 1 0 ’ undan azında, çapı 1 cm ’den büyük ade-
90'mda eksprese edilen COX-2 enziminin, özellikle ha nomların % 5 0’sinde ve invaziv adenokarsinom ların da
sara verilen cevapta epitel proliferasyonunu hızlandırdı % 5 0’ sinde KRAS mutasyonu olduğu bulgusu tarafından
ğı bilinmektedir. desteklenm ektedir. N eoplastik progresyonda, TGF-(3
Mukoza
Submukoza
Muskularis
propria
17p13’te p 5 3
5q21 de A P C
12p12 de Telomeraz,
A P C K R A S 18q21'de LOH
p -k a te n in birçok gen
( S M A D 2 ve 4)
Resim 1 4 -3 6 A denom -karsinom sekansında m o rfo lo jik ve m oleküler değişiklikler. T ü m ö r supresör gen APC’ nin b ir norm al kopyasının
erken dönem de kaybedildiği öne sürülm ektedir. Kişi b ir m utant alel ile doğmuş olabilir ve bu şekilde kolon kanser gelişimine ileri dere
cede eğilimli o lu r ya da A P C inaktivasyonu hayatın daha geç b ir dönem inde gerçekleşebilir. Knudson’ un teorisine gore bu olay “ ilk
darbe” dir. Ardından APC’ nin sağlam kopyası da kaybedilir ( “ ikinci darbe” ). K R A S , S M A D 2 v e S/VIAD4 ve tü m ö r supresör gen TP53’ ün de
dahil olduğu diğer mutasyonlar, ek mutasyonlara ve karsinom gelişimine yol açar. Bu değişiliklerin belli b ir sırası olm akla birlikte , önemli
olan mutasyoniarın gerçekleşme sırası değil, toplu etkisidir.
598 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
MukozaİIIl!l® "k
Submukosa
M uskularis;
propria
Mismatch tamir
genlerinde germline
(kalıtsal) ya da somatik
(edinsel) mutasyonlar alelde değişiklik fenotipi" biriken mutasyonlar
M LH 1, M S H 2 T G F p R II, B A X , B R A F ,
(M S H 6 , P M S 1 , P M S 2 ) TCF-4, IG F 2 R , diğerleri
Resim 14-37 Kolon karsinogenezinin mismatch tam ir yolağındaki m orfolojik ve moleküler değişiklikler. Mismatch tamir genlerindeki de-
fektler mikrosatellit instabilitesine ve birçok gende mutasyonların birikimine yol açar. Eğer bu mutasyonlar hücrenin hayatta kalma ve pro-
liferasyon fonksiyonları ile ilgili olan genlerde olursa, kanser gelişir. LOH, heterozigosite kaybı.
Kolon Polipleri ve Neoplastik Hastalıkları 599
Resim 14-39 Kolorektal karsinomun histolojik görünümü. A , iyi diferansiye adenokarsinom. Uzamış, hiperkromatik nükleuslara dikkat
edin. Gland lumenlerindeki nekrotik debri tipiktir. B, Az diferansiye adenokarsinom çok az gland oluşturur ve infiltrasyon gösteren tü
m ör hücre yuvalanmalarından meydana gelir. C, Taşlı yüzük hücreleri ve ekstrasellüler müsin içeren müsinöz adenokarsinom.
600 BÖLÜM 14 Ağız Boşluğu ve Gastrointestinal Kanal
Kısaltma Tanım
Kolon Polipleri, Adenomları ve Adenokarsinomları
Tümör intestinal polipler non-neoplastik ve neoplastik olarak sı
nıflandırılır. Non-neoplastik polipler, inflamatuar, hamar-
Tis İn situ displazi ya da intramukozal karsinom
to m a tö z ve hiperplastik olarak üçe ayrılır.
T1 Tümör submukozaya invaze
inflamatuar polipler k ro n ik hasar ve iyileşme döngüsü so
T2 Tümör muskülaris propriaya invaze ancak onu aşmamış
nucu meydana gelir.
T3 Tümör muskülaris propriayı aşmış
Hamartomatöz polipler sporadik olarak ya da genetik
T4 Tümör çevre organlara ya da viseral peritona invaze hastalıkların bir kom ponenti olarak oluşur. G enetik has
Bölgesel Lef Nodları talık varlığında genellikle malignite riski artışı söz konu
NX Lenf nodları değerlendirilemiyor sudur.
NO Bölgesel lenf nodu metastazı yok H iperplastik polipler daha çok sol kolon ve rektum da bu
lunan benign epitelyal proliferasyonlardır. G astrik hi
N1 1-3 adet bölgesel lenf nodu metastazı
perplastik poliplerden farklı olarak, rea ktif değillerdir.
N2 4 ya da daha fazla bölgesel lenf nodu metastazı Malignite potansiyelleri y o k tu r ve sesil serrated adenom-
Uzak Metastaz /ordan ayırt edilm eleri gereklidir.
MX Uzak metastaz değerlendirilemiyor Bağırsağın benign epitelyal neoplastik polipleri adenom
MO Uzak metastaz yok olarak adlandırılır. Kolon adenokarsinomlarının öncülü
olan bu lezyonların başlıca özelliği sito lo jik displazidir.
M1 Uzak metastaz ya da batın organlarında implant
Sesil serrated adenomlar, geleneksel adenomlardan farklı
A J C C , A m e r ic a n J o in t C o m m it t e e o n C a n c e r.
olarak sito lo jik displazi gö sterm ezler ve hiperplastik po
lipler ile o rta k m o rfo lo jik ö ze llikle r gösterirler.
Tablo 14-9 AJCC Kolorektal Kanser Evrelemesi ve Sağ Kalım
Ailesel adenomatöz polipozis (FAP) ve hered iter nonpoli-
5 Yıllık pöz kolorektal kanser (H N P C C ) ailesel kolon kanserinin
Tüm ör-Nod-M etastaz (TNM ) Sağ Kalım
en sık görülen tipleridir. FAP, APC mutasyonları nedeniy
Evre* K rite rle ri (%)
le meydana gelir. Hastalarda tip ik olarak 100’den fazla
T N M adenom vardır ve 30 yaş öncesinde kolon kanseri gelişir.
I T1,T2 NO MO 74 HN PC C , D N A mismatch ta m ir genlerindeki mutasyon-
lar nedeniyle meydana gelir. H N P C C ’İİ hastalarda çok az
II
HA T3 NO MO 67 sayıda polip vardır. Kolon kanseri, FAP hastalarından da
IIB T4 NO MO 59 ha geç, ancak sporadik kolon kanserinden daha genç bir
yaşta gelişir.
III
e FAP ve H N P C C iki farklı neoplastik transform asyon yo
IHA T1.T2 N1 MO 73
IIIB T3, T4 N1 MO 46 lağının örnekleridir. Bu yolaklardan her ikisininde spora
IIIC Herhangi bir T N2 MO 28 dik kolon kanseri gelişiminde rolü vardır.
IV Herhangi bir T Herhangi bir N M1 6 Kolon kanserlerinin büyük b ir çoğunluğu adenokarsi-
* K o lo r e k t a l k a n s e r e v re le m e s i T N M sın ıfla m a sı t e m e l a lın a ra k y a p ılm a k
nomdur. En önem li iki p ro g n o stik faktör, tümörün invaz-
t a d ı r ( T a b lo 1 4 - 8 ) . Ö r n e ğ in , n o d v e u z a k m e ta s ta z ı o lm a y a n T 3 e v re s in yon derinliği ve lenf nodu metastazı olup olmadığıdır.
d e k i b ir t ü m ö r e v r e HA o la r a k s ın ıfla n ır v e 5 y ıllık sağ k a lım o ra n ı % 6 7 'd ir.
A JC C , A m e ric a n J o in t C o m m itte e o n Cancer.
APENDİKS
Apendiks çekumun normal divertikülüdür. Herhangi tif olarak koymak zor olabilir. Bu olay, mezenterik lenfa-
bir divertikül gibi, apendiks de akut ve kronik inflamas- denit (sıklıkla Yersinia enfeksiyonuna ya da viral entero-
yona eğilimlidir ve akut apandisit nispeten sık görülen kolite sekonder), akut salpenjit, ektopik gebelik, mit-
bir antitedir. Apendikste görülen diğer lezyonlar, örne telschmerz (ovulasyona sekonder ağrı) ve Meckel diver-
ğin tümörler, çok daha nadirdir. tiküliti ile karıştırılabilir.
AKUT APANDİSİT
Akut apandisit en sık olarak adolesanlarda ve genç eriş
o PATOGENEZ
A k u t apandisitin, pro gre sif intralum inal basınç artışı ve bu
na sekonder venöz dolaşım bozukluğu ile başladığı düşünül
kinlerde görülür, ancak herhangi bir yaşta da rastlanabi
m ektedir. O lguların % 5 0 -8 0 ’ inde akut apandisit, genellikle
lir. Tüm hayat boyunca apandisit gerçekleşme riski
küçük taş benzeri dışkı kitlesine, yani fe k alite, daha az sık
%7'dir. Erkeklerde kadınlardan biraz daha sık rastlanır.
lıkla da safra taşı, tü m ö r ya da bağırsak kurdu kitlesine se-
Akut apandisitin prevalansma rağmen tanıyı preopera-
L- m k '- s», , _ ı _ : ____ ’ -rs , . . • . .. rinı g a a flessa sg;-:- I - A- .3
APPENDİKS TÜMÖRLERİ M İ D E N İN İ N F L A M A T U A R H A S T A L I K L A R I
KARACİĞER
Karaciğer ve beraberindeki safra yolları ile safra kesesi, olumsuz etkilerin saldırılarına açık olması, bu nedenle
anatom ik yakınlıkları, birbirleriyle ilişkili fonksiyonları ve sürpriz değildir. Karaciğer hastalıkları bazı durumlarda,
bazı hastalıklarının birbirlerivle örtüşen özellikleri nede bu organda ortaya çıkmıştır, yani karaciğerin primer has
niyle bir bütün olarak ele alınır. Bu bölümde, norm al fiz talıklarıdır. Diğerlerinde ise karaciğer; çoğu insanlarda en
yolojideki rolünün çok daha büyük ve çeşitli hastalıkların sık karşüaşılan kalp yetmezliği, diyabet ve karaciğer-dışı
geliştiği yer olması nedeniyle, karaciğer üzerinde durul enfeksiyonlar gibi bazı hastalıklara sekonder olarak gelişir.
m aktadır. Çok büyük bir fonksiyonel rezerve sahip olan karaci
Sindirim kanalıyla vücudun diğer bölümleri arasındaki ğer, en fulminan olanların dışındaki tüm karaciğer hasta
kesişme noktasında yer alan karaciğer, vücudun metabo- lıklarında rejenerasyon özelliğine sahiptir. Normal bir bi
lik homeostazımn devam ettirümesinde çok büyük bir gö reydeki karaciğerin %60'ınm ameliyatla alınmasını, mini
rev üstlenmiştir. Diyetteki amino asitlerin, karbonhidratla mal düzeyde ve geçici bir karaciğer bozukluğu izler ve alı
rın, lipidlerin ve vitaminlerin işlenmesi; serum proteinleri- nan kitlenin çok büyük bölümü 4-6 hafta içerisinde reje-
nin sentez edilmesi ve endojen atık ürünlerin ve vücutta nerasyonla yerine konur. Yoğun karaciğer nekrozu geli
den olabilir ve hastalar, çoklu organ sistemlerinin yetmez Mononükleer fagositik hücre
liği gelişmesine ileri derecede yatkındır. Böylece pnömoni Hem
ve sepsisle birlikte solunum yetmezliği, böbrek yetmezli oksijenaz
ğine yol açabilir ve karaciğer yetmezliği olan çok sayıda
HEM (T )
hastanın yaşamına mal olabilir. Karaciğerdeki pıhtılaşma
faktörü sentezlerinin bozulmasına bağlanabilen bir koagii- BİLİVERDİN
loıpati gelişir. Bunun sonucu ortaya çıkan kanama eğilimi, Biliverdin
masif gastrointestinal veya vücudun başka yerlerinde ka Yaşlı redüktaz
eritrositler
namalara yol açabilir. Kanın bağırsaklardan emilmesi, ka 0 oooo
raciğere metabolik yük yükleyerek karaciğer yetmezliği
BİLİRÜBİN-
nin şiddetini artırabilir.
ALBÜMİN
Tam olarak gelişmiş karaciğer yetmezliğinin sonucu,
özellikle kronik karaciğer hastalığında ağırdır. Hastalığın Hepatosit
hızla kötüye gitmesi, alışıldık bir gelişmedir ve hastaların Bilirübin
glukuronidler
%80'i, birkaç hafta veya ay içerisinde ölür. Akut karaciğer
yetmezliği vakalarının %40 kadarı, kendiliğinden iyileşe
bilir. Ancak karaciğer nakli, akut veya kronik karaciğer
yetmezliğin iyileşmesini sağlayabilir. Şiddetli karaciğer Karaciğer
hastalığındaki morbidite ve mortalitenin alışılmadık dere
cede yüksek olmasına katkıda bulunan sağlık sorunları,
bundan sonra anlatılmaktadır.
Safra kanalları
Sarılık ve Kolestaz
Sarılık, safra retansiyonunun sonucudur. Karaciğerdeki
safra üretiminin, başlıca iki fonksiyonu vardır. Bunlardan Safra Duodenum
kanalikülü
birincisi safra; suda çözünmeyen ksenobiyotiklerin, aşırı
kolesterolün ve bilirübinin başlıca eliminasyon yoludur.
İkincisi, safra salgısıyla bağırsağa ulaşan safra tuzları ve
fosfolipid molekülleri, diyetteki yağların emülsifikasyonu-
nu teşvik eder. Böylece, erişkinlerde serum bilirübin dü
zeyleri 2.0 mg/dL'yi aştığında (normal olarak 1.2 mg/dL'
den azdır) derinin ve skleranm sarı renk alması olarak ta
nımlanan sanlık (icterus), görülür. Kolestaz, yalnızca bilirü
binin değil, aynı zamanda safrada eriyik halinde bulunan Ürobilinojen
safra tuzları, kolesterol gibi diğer maddelerin de sistemik
retansiyonu olarak tanımlanır.
füzyona ve stupora, derin komaya ve ölüme kadar değişe şılaşır ve düktüler reaksiyona çoğalan endotel hücrele
bilen şiddette beyin disfonksiyonu vardır. Bu değişiklik ri, miyofibroblastlar ve inflamatuar hücreler eşlik eder.
ler, fulminan karaciğer yetmezliğinde olduğu gibi birkaç Sirozun, altta yatan etiyolojinin belirlenmesi dışında tat
saat veya gün içerisinde ya da karaciğer fonksiyonunun, min edici bir sınıflaması yoktur. Bilinen bütün olası ne
kronik karaciğer hastalığı nedeniyle sınırda olduğu has denler dışlandıktan sonra geriye kalan % 1 0 kadar vaka,
talardaki gibi yavaş yavaş gelişebilir. Rijidite, hiperreflek- kriptojenik siroz olarak adlandırılır, fakat son yıllarda
si, nonspesifik elektroensefalografi değişiklikleri ve sey bunların çoğu "sönmüş" non-alkolik steatohepatit olarak
rek olarak konviilsiyonlar, hepatik ensefalopatideki dal kabul edilmektedir. Sirozun genel prensipleri burada an
galanma gösteren nörolojik belirtilerdendir. Başın ve latılmaktadır, her siroz çeşidinin ayırıcı özelliklerinden
ekstremitelerin hızlı ekstansiyon-fleksiyon hareketleri ise ilgili hastalıklar gözden geçirilirken bahsedilecektir.
olarak tanımlanan ve en iyi kollar, bilekler dorsifleksiyon-
da olmak üzere ekstansiyona getirildiğinde görülen aste-
rixis (flapping tremor), özellikle karakteristiktir. ( PATO G ENEZ
Hastalardan çoğunun beyinlerinde yalnızca, ödem ve
bir astrosit reaksiyonu gibi, minör morfolojik değişiklik Siroz patogenezinde; hepatositlerin ölm esi, ekstra -
ler vardır. İki faktör, bu ensefalopatinin gelişmesinde sellü ler m a trik s depolanm ası ve v ask ü ler reorgani-
önemli gözükmektedir: zasyon o lm ak üzere tem el üç süreç y e r alır.
Bağ dokusu ve ekstrasellüler m atriks (ESM) değişiklikle
® Ağır derecede hepatosit fonksiyon kaybı
ri, her siroz çeşidinde vardır. N o rm a l karaciğerde, interstis-
® Kanın portal dolaşımdan, kronik hastalığı olan karaci yel kollajenlerden (fibril oluşturan kolajen tipleri I, III, V ve
ğerin çevresindeki sistemik dolaşıma geçmesi X I) oluşan ESM yalnızca karaciğer kapsülünde, p o rta l yol
Akut karaciğer ensefalopatisinde kandaki amonyak dü larda ve santral venlerin çevresinde m evcuttur. Hepatosit-
zeyinin yükselerek nöron fonksiyonlarını bozması ve ge lerde gerçek b ir bazal m em bran yerine, sinüsoidal endotel
neralize beyin ödemini teşvik etmesi, bu nörolojik komp hücreleriyle hepatositler arasındaki boşlukta (Disse aralığı)
likasyondaki kilit değişiklik olarak gözükmektedir. Kro m evcut olan ve tip IV kollajen ve diğer proteinlerden oluşan
nik karaciğer ensefalopatisindeki nöron disfonksiyonuna ince bir çatı vardır. Oysa sirozda Disse aralığında, tip I ve III
ise; özellikle monoaminerjik, opioiderjik, y-aminobutirik kollajenle diğer ESM bileşenleri depolanm ıştır (Resim
asit (GABA)-erjik ve endokannabinoid sistemler olmak 1 5 -2 ).
Sirozda aşırı m iktardaki kollajen öncelikle, Disse aralığın
üzere nörotransmiter üretiminin aksaması yol açar.
daki perisinusoidal yıldızsı hücrelerde (önceki adıyla Ito
hücreleri) üretilir. N orm alde A vitam ini depolanan bu hüc
Siroz re le r fibrozis gelişmesi sırasında aktive olarak m iyofibrob-
lastlara dönüşür. Reaktif oksijen türevlerinin, zedelenen he-
Siroz, Batı dünyasındaki önde gelen 10 ölüm nedeni ara patositlerde veya uyarılmış Kupffer hücreleri ve sinusoidal
sında yer alır. Viral enfeksiyonlar, alkolik ya da non-alko- endotel hücrelerinde üretildiği düşünülen T N F ’ nin (tü m ö r
lik steatohepatit (NASH), hepatositleri ve/veya safra ka nekroz fa k tö rü ), IL-1’in (in te rlö kin -1 ) ve lenfotoksinler gi
nallarını etkileyen otoimmün hastalıklar ve aşırı demir bi sitokinlerin bu dönüşümde ro l oynadığına inanılmaktadır.
yüklenmesi; sirozun başlıca nedenleri arasındadır. Siroz, A ktive yıldızsı hücrelerin bizzat kendileri de daha fazla pro-
fibrozis ve normal karaciğer yapısının, yapısal bakımdan liferasyonlarına ve kollajen üretilm esine yol açan sitokinler
anormal nodüllere dönüşmesiyle karakterize, yaygın bir süreç ve kem okinler—özellikle, transfo rm e edici büyüme faktörü -
olarak tanımlanır. Hastalığın başlıca özellikleri, fokal de |3 (TGF-P) üretir. Portal fibro blastlar da bazı siroz çeşitle
ğil, karaciğerin büyük bir bölümünde (tümünde olmasa rinde olasılıkla rol oynar. K ron ik karaciğer hastalığının sey
bile) mevcuttur. ri sırasında fibrozis; ESM bileşenlerinin sentez edildiği, de
polandığı ve rezorbe edildiği, dinam ik bir süreçtir. Bu süreç
• Çok sayıda komşu lobülün çevresinde ince bantlar ve te, m etalloproteazlarla bunların in h ib itö rle ri arasındaki
ya geniş nedbeler şeklinde beliren fibröz septumhr. denge değişiklikleri rol oynar (Bölüm 2). Böylece hastalığın
Uzun süreden beri mevcut olan fibrozis, hastalık de geç dönem lerinde bile, hastalık süreci durdurulduğunda ya
vam ettiğinde veya hastalığa eşlik eden vasküler deği da ortadan kaldırıldığında belirgin yeniden biçimlenme ve
şiklikler yaygın olduğunda geri dönüşsüzdür; ancak hatta karaciğer fonksiyonun geri dönüşü (siro tik regres-
karaciğer yetmezliğinin altta yatan nedeni düzelirse, yo n) m üm kündür.
regresyon mümkündür. Karaciğerin siroz durum unda yeniden biçimlenmesi ola
• Bu fibröz bantlar tarafından kuşatılan ve boyutları kü yında, dam ar zedelenmeleri ve değişiklikleri de önem li rol
çükten (çapı 3 mm'den küçük-mikronodüller) büyüğe üstlenir. Portal venlerin, karaciğer arterlerinin ve/veya
( 1 cm'den büyük-makronodüller) kadar değişen paren- santral venlerin inflamasyonu ve tro m b o zu , parenkim bö
kim modülleri. Bu nodüllerdeki hepatositlerin iki kayna lüm lerinin yer y e r hipoperfüzyonuna ve sonuç olarak pa
ğı vardır: (1 ) daha önceden var olan, uzun zamandır renkim atrofisi ve hiperperfüzyonu üzerinden fazlasıyla re-
yaşayan ve siroz yerleştiğinde, replikatif yaşlanma jenerasyona yol açabilir. Sinusoidlerin endotel hücrelerin
özellikleri sergileyen hepatositler ve (2) Hering kanal deki fenestrasyonların kaybıyla p o rta l ven-karaciğer veni ve
karaciğer a rteri-po rta l ven arasında dam ar şantlarının oluş
larına ve küçük safra duktullerine komşu hepatobiliyer
ması, karaciğer fonksiyon kusurlarına katkı yapan başlıca
kök hücresi alanında bulunan kök/progenitor hücreler
dam ar değişiklikleridir (Resim 1 5 -2 ). N orm al sinusoidler-
den kaynaklanan, replikasyon yeteneğine sahip yeni
de plazmayla hepatositler arasında serbest madde alışveri
hepatositler. Bu kök/progenitor hücreler ayrıca, çoğu
şine izin veren fenestrasyonlu endotel hücreleri varken; fe-
sirotik nodüliin periferindeki düktüler reaksiyonlara da
nestrasyonların kaybı ve bazal m em bran oluşumunun art-
neden olur. Bu bölgede parenkim stromal skar ile kar-
608 B Ö L Ü M 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan
lerin, perivenüler fibrozis ve genişleyen parenkim nodül- gr/dL'ye varabilen, yüksek miktarda protein içeren seröz
leri tarafından sıkıştırılması sonucunda meydana gelir. bir sıvıdır. Serumla asit sıvısı arasındaki albümin farkının
Fibröz bantlarda yer alan arteriyo-portal anostomozlar 1.1 g/dL'den fazla olması daha da önemlidir. Bu sıvıda az
da, normalde düşük basınç altında bulunan portal venöz sayıda mezotel hücresi ve mononükleer lökosit bulunabi
sistem üzerinde arteriyel basınç yaratarak portal hiper lir. Nötrofillerin sıvıdaki varlığı sekonder bir enfeksiyonu
tansiyona katkıda bulunur. Portal venöz sistemden akan akla getirirken aynı sıvıda eritrositlere rastlanması, disse-
kan miktarının hiperdinamik dolaşım nedeniyle artması mine bir intraabdominal kanser olasılığını işaret eder.
da, portal venöz kanlanmadaki artış nedeni olarak önem Asit uzun süredir mevcutsa periton sıvısının diyaframın
li bir faktördür. Bunun nedeni, splanknik dolaşımdaki ar bir tarafından öbür tarafına geçen lenfatikler yoluyla gö
terlerin; öncelikle, damar yatağındaki nitrik oksit (NO) ğüs boşluğuna sızması, daha çok sağ tarafta olmak üzere
üretiminin artmasından kaynaklanan dilatasyonudur. Bu hidrotoraksa neden olabilir.
dilatasyon, bağırsaklardan kana geçen bakteri DNAları-
mn Kupffer hücrelerine uğramadan sistemik dolaşıma
girmesine verilen bir yanıttır. Bakterilerin DNAsı, nitrik
oksit üretimini artırır. Portal hipertansiyonun başlıca kli
PATO GENEZ
nik sonuçları (Resim 15-3), aşağıda anlatılmaktadır.
A sit patogenezi, aşağıdaki mekanizmalardan birinin veya
Asit birkaçının rol aldığı, karmaşık b ir süreçtir:
• Dam ar içerisindeki sıvının, sinusoidlerdeki basıncın yük
Asit, periton boşluğunda aşırı miktarda sıvı toplanması
sek olması ve hipoalbüm inem i nedeniyle dam ar dışında
dır. Bu birikmenin klinik olarak fark edilebilmesi için, en
ki Disse aralığına, artan m iktarlarda geçmesi.
az 500 mililitreye ulaşması gerekir ama bu miktar litreler-
• Karaciğerdeki interstisyel dokudan periton boşluğuna sı
ce de olabilir ve masif bir abdominal distansiyona yol aça
vı sızması. Duktus torasikusun günlük lenf akışı, günde
bilir. Asit genellikle, daha çok albümin olmak üzere 3
800-1 000 mİ dolayındadır ama karaciğer sirozunda, bu
kanalın taşıma kapasitesini aşarak günde 2 0 litreye ka
dar yükselebilir. Karaciğerden gelen lenfin protein bakı
mından zengin, trigliseridle r bakımından fa k ir olması,
yüksek m iktarda protein içeren asit sıvısını yansıtır.
• V ücuttaki total sodyum kitlesinin norm alden daha fazla
olmasına rağmen böbreklerde, hiperaldosteronizm (Bö
lüm 3) nedeniyle sodyum ve su tutulması.
Portosistemik Şant
Splenomegali
Uzun süre devam eden konjesyon, konjestif splenomega-
liye neden olabilir. Dalağın büyüme derecesi çok değiş
kendir (genellikle 1 0 0 0 gram veya daha azdır) ve portal
hipertansiyonun diğer özellikleriyle paralellik gösterme
Resim 15—3 Siroz hastalarındaki portal hipertansiyonun bazı klinik yebilir. Şiddetli splenomegali sekonder olarak, hipesple-
sonuçları. Önemi daha fazla olan sonuçlar siyah karakterle yazıl nizmle açıklanan çeşitli hematolojik anormalliklere ne
mıştır. den olabilir (Bölüm 11).
610 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
Hepatorenal Sendrom
İLAÇLAR VEYA TOKSİNLER
Hepatorenal sendrom genellikle yalnızca ağır karaciğer
hastalığında görülür; böbreklerin bizzat kendilerinde her NEDENİYLE MEYDANA GELEN
hangi bir primer anormallik olmaksızın gelişen böbrek KARACİĞER HASTALIĞI
yetmezliği, bu sendromun başlıca özelliğidir. Hem karaci İlaç metabolizmasının ve detoksifikasyonunun gerçekleş
ğerin hem böbreğin birlikte hasar gördüğü karbon tetrak- tiği başlıca organ olması nedeniyle karaciğer, tedavi ama
lorür ve mantar zehirlenmeleri, Wilson hastalığındaki ba cıyla kullanılan ve çevredeki çok sayıda kimyasalın yol
kır toksisitesi ve ileri evre karaciğer yetmezliğine bağlı do açabileceği zararların hedefidir. Bu zarar söz konusu kim
laşım kollapsmm akut tubuler nekroza ve böbrek yetmez yasalların doğrudan toksik etkisiyle, karaciğerin bir kse-
liğine yol açması; bu tanımın dışındadır. Bunlardan so nobiyotiği aktif bir toksine dönüştürmesiyle veya bir ilacın
nuncusunun nedeni tam bilinmese de elimizdeki kanıtlar ya da bir metabolitin, bir hücre proteinini bir immünoje-
böbreğin, özellikle de böbrek korteksinin kanlanmasının, ne dönüştüren hapten etkisi göstermesiyle gerçekleşebilir.
splanknik vazodilatasyon ve sistemik vazokonstriksiyon İlaca veya toksine bağlı karaciğer hastalığında tanı, za
nedeniyle büyük ölçüde azaldığını işaret etmektedir. man bakımından ilaca ya da toksine maruz kalınmasıyla
İdrar çıkışının azalması, kandaki üre azotu ve kreatinin karaciğerin zarar görmesi arasındaki beraberliği ve diğer
düzeylerinin yükselmesi, hepatorenal sendromun haberci potansiyel nedenlerin bulunma olasılıkları uzaklaştırıl
sidir. Böbreğin idrar konsantre etme yeteneğinin devam dıktan sonra, bir bileşiğin veya bileşiklerin neden olduğu
etmesi, protein içermeyen hiperosmolar idrara ve sodyum hasarın iyimser bir düşünceyle, düzelmekte olmasını te
içeriği, renal tubuler nekrozdakinin aksine düşük olan mel alabilir. Herhangi bir karaciğer hastalığının ayıncı tanı
anormal bir idrar sedimentine yol açar. Renal diyaliz veya sında, hastanın bir toksine veya ilaca maruz kalmış olma ola
diğer tedaviler hastayı, bu sendromun iyileşmesini sağla sılığı her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Alkol, toksik
yacak tek tedavi olan karaciğer nakline kadar idare edebi karaciğer hasarına yol açan en önemli nedendir; bu hasar
lir ama karaciğer nakledilen hepatorenal sendrom hastala karakteristik histolojik özelliklerini, alkole bağlı olmayan
rında ameliyatı izleyen aylardaki mortalite yüksektir. karaciğer yağlanmasıyla (NAFLD) paylaştığından, burada
anlatılacaktır; böyle bir benzerliğin, klinik özellikler bakı
Portopulmoner Hipertansiyon ve
mından mevcut olmadığını vurgulamak gerekir.
Hepatopulmoner Sendrom
İlaç nedeniyle meydana gelen karaciğer hasarı, sık kar
Pulmoner disfonksiyon, kronik karaciğer hastalığı sırasın şılaşılan ve kendisini hafif bir reaksiyon ya da akut kara
da sık görülür ve hastanın ölümüne neden olabilir. Kara ciğer yetmezliği veya kronik karaciğer hastalığı gibi çok
ciğer hasarına yol açan nedenler, akciğerlere de zarar ve daha ciddi bir rahatsızlıkla gösterebilen bir sağlık sorunu
rebilir ve örneğin a a-antitripsin eksikliği hem siroz, hem dur. Çok sayıda ilaç ya da kimyasal madde karaciğer ha
amfizem nedeni olabilir. Diyaframı yukarı yönde bastıran sarına yol açabilir (Tablo 15-4). Normalde ilaç olarak ka
asit ve portal hipertansiyona eşlik eden plevra efüzyonla- bul edilenlerin dışındaki diğer bileşiklerin de, bunlara yol
n, akciğer kapasitesini zorlayabilir. Son olarak; akciğer açabileceğini akıldan çıkarmamak önemlidir; dikkatle alı
kanlanmasında karaciğer yetmezliğine bağlı olarak mey nan bir anamnez, bitkisel ilaçlar, diyet takviyeleri, topikal
dana gelen değişiklikler, portopulmoner hipertansiyona ve ürünler (örneğin merhemler, parfümler, şampuan) ve ma
ya hepatopulmoner sendroma yol açabilir. ruz kalman, çevremizdeki diğer maddeler (örneğin temiz
Portopulmoner hipertansiyon, pulmoner arter hiper leme çözücüleri, böcek ilaçları, gübreler) gibi diğer potan
tansiyonu olarak tanımlanır. Bu basınç yükselmesinin alt siyel toksinleri çoğu zaman ortaya çıkarır.
ta yatan mekanizmaları günümüzde de tam olarak bilin İlaç hasarı ve toksik hasarın ilkeleri Bölüm 7'de anlatıl
memesine rağmen; herhangi bir nedene bağlı portal hi maktadır. Burada; ilaç reaksiyonlarının tahmin edilebilenler
pertansiyonla (sirotik ya da nonsirotik), sonunda sağ kalp ve tahmin edilemeyenler (idiyosinkratik) olarak sımflandırı-
yetmezliğine yol açan aşırı pulmoner vazokonstriksiyon labileceğini belirtmek yeterlidir. Tahmin edilebilen ilaç ve
ve vasküler yeniden biçimlenme, bu yönde etkili meka ya toksin reaksiyonları, doza bağlı olarak her insanda gö
nizmalar olarak gözükmektedir; efor dispnesi ve el par rülebilir. Tahmin edilemeyen reaksiyonlar ise konağın bi
maklarında çomaklaşma, portopulmoner hipertansiyo reysel çeşitliliklerine, özellikle ilaçla bağlantılı antijene
nun en sık görülen belirtileridir, bunları palpitasyonlar ve karşı bağışıklık yanıtı vermeye yatkın olup olmamasına
göğüs ağrısı izler. veya ilacın metabolize edilme hızına göre bağlı olarak ge
Hepatopulmoner sendroma, pulmoner kanlanmada ar lişir. Her iki sınıf hasar da hemen gelişebilir ya da bunla
tışla birlikte anormal intrapulmoner damar dilatasyonu rın gelişmesi haftalarca/aylarca sürebilir.
eşlik eder. Bu dilatasyonlar aracılığıyla gerçekleşen şant- Asetaminofen, önceden tahmin edilebilenler sınıfındaki
lar, ventilasyon-perflizyon uyumsuzluğu ve oksijen difüz- bir karaciğer toksinidir ve bugün ABD'de, karaciğer nakli
yonunun azalması üzerinden, dispne ve siyanozla birlikte gerektiren akut karaciğer yetmezliğinin en sık karşılaşılan
şiddetli arteriyel hipoksemiye neden olur. Oksijen takviyesi nedenidir. Bu hepatotoksisitede toksik madde asetamino-
bu sorunları başlangıçta gidebilir ama şiddetli intrapulmo fenin bizzat kendisi değil, asinus bölge 3 hepatositlerinde-
ner damar genişlemesi veya arteriyovenöz malformasyon- ki sitokrom P-450 sisteminin ürettiği toksik metabolitlerdir
larm oluşması çoğu zaman, yalnızca kısmen düzeltilebile (Resim 15-4). Bölge 3 hepatositleri öldükçe bu metabolik
cek sağdan sola şantlara neden olur. Platipne (solunumun fonksiyonu bölge 2 hepatositleri üstlenir ama bir süre son
yatarken daha kolay, otururken veya ayakta dururken da ra bunlar da hasar görür. Şiddetli doz aşımında hasar böl
ha zor olması) ve ortodeoksi (kanındaki oksijenin, beden gesinin periportal hepatositlere yayılması, fulminan kara
dik durumdayken azalması), hepatopulmoner sendrom ciğer yetmezliğiyle sonuçlanır (Resim 15-5, A ve B). Doz
için patognomoniktir. aşımına hem intihar nedeniyle, hem da kaza sonucu sık
Portopulmoner hipertansiyonda akciğer fonksiyonu, rastlanmaktadır. Bunun nedeni sitotoksisitenin, sitokrom
seçili bazı hastalarda karaciğer naklinin ardından bir de P-450 sisteminin aktivitesine bağlı olmasıdır; bu alctivite,
receye kadar düzelmektedir. parasetamolle birlikte alman alkol gibi diğer maddelerin
St 'mm
A k u t ve K ro n ik H e p a tit
Tablo 15-4 İlaçlar veya Toksinler Nedeniyle Meydana Gelen Farklı Karaciğer Hasarı Çeşitleri
Karaciğer lobülü
B irb irle riyle bağlantılı olm alarına rağmen gerek hepato
sit zedelenmesi, gerekse inflamasyon; etiyolojiye ve konak
fa ktö rle rin e bağlı olarak ileri derecede değişkenlik sergile
yebilir. H epatosit zedelenmesi, iki şekilde olur. Bunlardan
birincisi şişmedir (balonlaşm a d ejenerasyo n u ); içi boş
gözüken, soluk renkli sitoplazması olan bu hücreler, daha
sonra y ırtılır ve n ek ro za (srto lize) uğrar. N e k ro tik hüc
reler kaybolm uş g ö zü k ü r ve arkalarında, çöken b ir sinu
soidal retikülin çatı bırakır; tem izlikçi m akrofajlar, buraları
işaret eder. Hücre ölüm ünün ikinci tipi, a p o p to z d u r; bura
da hepatositler büzülür, yoğun eozinofil kara kte r kazanır
ve parçalı hücre çekirdeğine sahiptir; a p o p to tik hücrelerin
hemen yakınında, e fe ktö r T hücreleri bulunabilir. Bu özel
likler p o rta l alanların uzağında, parenkim de görüldüklerin
de lob üler hepatit olarak adlandırılır (Resim 1 5 -6 ).
A ğır vakalarda, santral venlerin çevresindeki hepatosit
nekrozu alanları birleşir (Resim 1 5 -5 , B). Bu alanlarda hüc
re debrisi, kollabe retikülin lifler, konjesyon/kanam a ve de
ğişken olabilen inflamasyon bulunabilir. H e pa tit şiddeti a rt
tıkça, s a n tra l-p o ırta l köprüleşm e nekrozu gelişebilir ve
bunu da daha olum suz bir gelişme olarak parenkim kol-
lapsa izleyebilir. Zedelenm e çok fazlaysa, ardından masif
karaciğer nekrozu ve fulm inan karaciğer yetmezliği gerçek
leşir. Bazı vakalardaki zedelenme hücre ölüm üne neden
M akroskopik Değişiklikler
Büyümüş, kırmızı (kolestaz varsa yeşilimsi) renk almış karaciğer
Resim 1 5 -6 A k u t viral hepatitte lobül yapısının bozulması, sinuzo- Resim 1 5 -8 Viral hepatit sonucunda gelişen siroz. Karaciğer yüze
idlerdeki inflamatuar hücreler ve a p o p to tik hücreler (o/<). yinin düzensiz nodüller içerdiğine dikka t edin.
614 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
Virüs tipi ssRNA Kısmen dsDNA ssRNA Sirküler kusurlu ssRNA ssRNA
Virüs ailesi Hepatovirüs; Hepadnavirüs Flaviridae Deltaviridae ailesinden Hepevirüs
pikornavirüsle akraba subviral partikül
Bulaşma yolu Fekal-oral (kontamine Parenteral, cinsel Parenteral; intranasal Parenteral Fekal-oral
besin veya su) temas, perinatal kokain kullanımı
risk faktörüdür
İnkübasyon 2 -6 hafta 4-26 hafta 2-26 hafta HBV’deki gibi 2 -8 hafta
dönemi
Kronik karaciğer Hiç bir zaman % 10 Yaklaşık % 80 %5 (koenfeksiyon); Hiç bir zaman
hastalığının sıklığı %S70 superenfeksiyon
Laboratuvar Serumda IgM HBsAg’nin veya PCR ile HCV RNA; IgM ve IgG antikorlarının PCR ile HEV RNA;
tanısı antikorlarının HBcAg antikorunun 3. kuşak ELISA ile gösterilmesi; serumda serumda IgM ve IgG
gösterilmesi gösterilmesi antikor gösterilmesi HDV RNA; antikorlarının
karaciğerde HDAg gösterilmesi
d s B M A f ç i f r ş e r it li D N A ; E L IS A , e n z im e -b a ğ lı im m ü n o s o r b a n a n a lizi; H B c A g , h e p a tit B ç e k ir d e k a n tije n i; H B s A g , h e p a tit B y ü z e y a n tije n i; H B V , h e p a tit B v irü s ü ;
H C V , h e p a tit C v irü s ü ; H D A g , h e p a tit D a n tije n i; H D V , h e p a tit D v irü s ü ; H E V , h e p a tit E v irü s ü ; Ig G , Ig M , im m ü n o g lo b u lin G v e M ; P C R , p o lim e r a z z in c ir re a k
s iy o n u ; s s R N A , te k -ş e ritii R N A .
W a s h in g to n K: In fla m m a to r y an d in fe c tio u s d iseases o f t h e liver, in la c o b u z io -D o n a h u e C A , M o n t g o m e r y E A (e d s ): G a s tr o in te s tin a l a n d L iv e r P a th o lo g y . P h ila d e lp
h ia , C h u rc h iil L iv in g s to n e , 2 0 0 5 ’te n .
İS.,. : - s t- i ?:•
A k u t ve K ro n ik H e p a tit 615
iyileşme
Fulminan
hepatit Ölüm
iyileşme
Ölüm
Resim 15-10 Erişkinlerdeki hepatit B enfeksiyonunun olası sonuçları ve bunların ABD’deki yıllık sıklıkları. *l<ronik hepatitten iyileşme
oranının yılda %0.5-%1 arasında değiştiği hesaplanmaktadır. **Hepatosellüler karsinom riskinin yıllık oranları kronik hepatit B vakaların
da %0.02, siroz gelişen vakalarda %2.5’tur .
616 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
ni (HBeAg) olarak adlandırılan bir prekor proteini. gösteren önemli bir göstergedir. Anti-HBe antikorları
HBcAg enfekte hepatositte kalırken HBeAg kana salgı nın görülmesi, akut enfeksiyonun doruğa ulaştığına ve
lanır ve kronik enfeksiyonun yerleşmesi için mutlaka gerilemekte olduğuna işarettir.
gereklidir. » IgM anti-HBc semptomların başlangıcından kısa süre
• Zarf glikoproteini, hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), çok önce, serumdaki aminotransferaz düzeylerinin hepato-
büyük miktarda üretilerek kana salgılanabilir. Kandaki sit yıkımını gösterecek şekilde yükselmesiyle birlikte
HBsAg, immünojendir. ortaya çıkar. IgM anti-HBc antikoru yerini yaklaşık bir
• Hataya-elverişli bir revers (ters) transkriptaz aktivitesi ay içerisinde IgG anti-HBc'ye bırakır. Anti-HAV gibi,
olan ve çoğalmakta olan virüs genomlarında yüksek IgG anti-HBc ölçülmesinde kullanılan spesifik bir yön
oranlarda mutasyona yol açan bir DNA polimeraz. tem yoktur ama, total anti-HBc düzeyleri yükselirken
• HBV-X proteini. Çeşitli transkripsiyon faktörleriyle et IgM anti-HBc düzeylerinin azalması, bu antikorun var
kileşime girerek çok sayıda virüs ve konak geninde lığını gösterir.
transkripsiyonel aktivatör olarak etki eder. Virüs en- Bazen, HBeAg üretmeyen, ancak çoğalabilen ve HBcAg
fektivitesi için gerekli olan HBV-X, p53 yıkımını ve üreten mutant HBV suşları görülebilir (Akdeniz ülkelerin
ekspresyonunu düzenleyerek hepatosellüler karsinom de %30'u aşan ve ABD'de %20'ye varan oranda). Bu gibi
gelişmesinde rol oynuyor olabilir (Bölüm 6 ). mutant virüslerle enfekte olan hastalarda mevcut HBV yü
küne rağmen, HBeAg düşük ya da ölçülemeyecek düzey
K lin ik G idiş lerde olabilir. İkinci bir olumsuz gelişme de, aşıyla sağla
Virüsün bulaşmasını izleyen, uzun süreli, asemptomatik nan bağışıklığa dirençli virüslerin ortaya çıkmasıdır. Ör
bir inkübasyon döneminden sonra ileride anlatılan ve haf- neğin, HBsAg'deki amino asit 145'te yer alan argininin
talarca-aylarca devam eden akut hastalık gelişebilir. Doğal glisinle değiştirilmesi, bu antijenin anti-HBsAg antikorlar
hastalığın akut seyri, serum göstergeleri kullanılarak izle tarafından tanınmasını önemli ölçüde engeller.
nebilir (Resim 15-11): Doğal bağışıklık konağı, enfeksiyonun başlangıç fazla
• HBsAg kanda semptomlar başlamadan önce belirir; rında korur; bu virüs için spesifik oİan ve interferon-y üre
klinik hastalık sırasında en yüksek düzeylere ulaşır ve ten CD4+ ve CD 8 + hücrelerin verdikleri güçlü yanıtta,
akut enfeksiyonun iyileşmesi eşlik eder. Günümüzdeki
3-6 ay içerisinde, ölçülemeyecek değerlere iner.
kanıtlar hepatit B virüsünün hepatositlerde doğrudan ze
• Anti-HBs antikor düzeyi, akut hastalık iyileşinceye ka delenmeye yol açmadığı ve hepatosit hasarının, virüsle
dar yükselmez ve HBsAg'nin kanda kaybolmasından enfekte hücrelerin CD8 + sitotoksik hücreler tarafından öl
sonra birkaç haftayla birkaç ay arasında değişebilen bir dürülmesi nedeniyle geliştiği izlenimini vermektedir.
süre boyunca gösterilemez. Anti-HBs hayat boyu kala Hepatit B aşılanmayla, ayrıca donör kanlarının, organ
bilir ve bağışıklık sağlar; bu durum, enfeksiyöz olma larının ve dokularının taranmasıyla büyük ölçüde önlene
yan HBsAg kullanılan günümüzdeki aşılama stratejile bilir. HBV aşısı, maya mantarları tarafından üretilen, saf
rinin temelini oluşturur. laştırılmış HBsAg kullanılarak hazırlanır. Bu aşıyla ger
• HBsAg'den hemen sonra serumda beliren HBeAg, çekleştirilen immünizasyon; bebeklerin, çocukların ve er
HBV-DNA ve DNA polimerazm üçü de, aktif viral rep- genlerin %95'inde koruyucu anti-HBs antikor yanıtı sağ
likasyonu işaret eder. HBeAg'nin varlığını sürdürmesi lar. Geniş kapsamlı aşı programları Tayvan ve Gambia gi
virüs replikasyonunun, enfektivitesinin devam ettiğini, bi ülkelerde dikkate değer başarı sağlamıştır; ancak bu ba
hastalığın olasılıkla kronik hepatit yönünde ilerlediğini şarı, dünyanın her tarafında elde edilebilmiş değildir.
Resim 15-11 A kut hepatit B enfeksiyonundaki serolojik belirleyici düzeylerinin zaman içerisinde sergiledikleri yükselme ve azalmalar. A ,
A k tif enfeksiyonun rezolüsyonu. B, Kronik enfeksiyon yönünde ilerleme. Kısaltmalar için metne bkz.
Akut ve Kronik Hepatit 617
H e p a tit C Virüsü
Epidem iyoloji ve Bulaşma. HCV de, karaciğer hastalığı
nın önde gelen nedenlerinden biridir. Tüm dünyada 175
milyon kişinin HCV taşıyıcısı olduğu hesaplanmıştır (pre-
valans, ülkeye göre %0 . 1 ile % 1 2 arasında değişmek üzere
%3) olduğu hesaplanmıştır. ABD'deki 3-4 milyon kişide
kronik enfeksiyon vardır ve her yıl yeni bulaşan enfeksi
yon sayısı 1980'li yılların ortalarındaki 180 binden,
2006'da 19 bine düşmüştür. Bu gelişmenin nedeni, trans-
füzyona eşlik eden hepatit C'nin tarama prosedürleri sa
yesinde azalmış ve intravenöz ilaç bağımlılığındaki enfek
siyonlarda, öncelikle HIV enfeksiyonu korkusu nedeniyle
azalma kaydedilmiş olmasıdır. Ancak, HCV'den ölüm
oranı 20-25 yıl daha tırmanmaya devam edecektir, bunun
nedeni akut enfeksiyonla karaciğer yetmezliği arasında
Resim 15-12 Kronik hepatit B’de buzlu cam görünümündeki onlarca yılla ifade edilen bir sürenin geçmesidir. Enfekte
hepatositler; bu görünüm HBsAg’nin iri, soluk, ince granüler, kan inokülasyonu, HCV bulaşmasının başlıca gerçekleşme yo
hematoksilen-eozinle pembeye boyanan sitoplazmik inklüzyon- ludur ve ABD'deki vakaların en az %60'ından intravenöz ilaç
larına bağlıdır; immünohistokimyasal boyama, endoplazmik retiku-
kullanımı sorumludur. Neyse ki kan ürünleriyle bulaşma,
lumun yüzey antijeniyle tıka basa dolu olduğunu (kahverengi)
doğrulamaktadır (küçük kutu).
günümüzde seyrektir ve tüm akut HCV enfeksiyonlarının
yalnızca %4'ünden sorumludur. Vakaların diğer bir
%4'ylük bölümündeki neden, sağlık çalışanlarının meslek
nedeniyle bu virüsle temas etmesidir. Cinsel ilişkiyle ve
vertikal geçiş oranları düşüktür. Vakaların %9-%27'sinde
ki enfeksiyonun kaynağı, bilinmemektedir. HCV enfeksi
( ) MORFOLOJİ yonunun kronik hastalık ve daha sonra da siroz yönünde iler
leme oranı, HBV enfeksiyonundakinden çok daha yüksektir
H e p a tit B m ikro sko p ik olarak, akut ve k ro n ik hepatitte da (Resim 15-13). Aslında hepatit C ABD'de, karaciğer nak
ha önce anlatılmış olan tüm histolojik özelliklere neden ola line en sık ihtiyaç doğuran endikasyondur.
bilir, ama bazı karaciğer biyopsisi örneklerinde, hemen he Viral Yapı ve Genom. HCV, pozitif tek şeritli bir RNA vi
men kesin tanı sağlayan belirli b ir m o rfo lo jik özellik olan rüsüdür. Flaviviridae ailesinin bir üyesidir; ileri derecede
b u z lu ca m görünüm ündeki h e p a to s it le r g ö rü lü r (Resim korunmuş durumda 5' ve 3' terminal bölgelere sahip, ya
1 5 -1 2 ). K ro n ik HBV enfeksiyonunda bazı hepatositler, ko
pısal olan ve olmayan proteinleri kodlayan yaklaşık 9500
nak genom una entegre viral genom lar içerebilir. Eğer yü
nukleotidden oluşan tek bir RNA dizisine sahiptir.
zey antijeni geni, a k tif bir p ro m o to re komşu konak geno
HCV'nin, genetik sekanslarına bağlı olarak altı genotipi
m una entegre olursa hücre, yüzey antijeni üreten bir fa b ri
vardır. Ayrıca enfekte kişilerde RNA replikasyonunun
kaya dönüşür. Bu gibi hücrelerde genellikle tam viral repli-
dengeli olamaması nedeniyle, yuasispedes "çeyrek tür"
kasyon, gerçekleşmez. Yüzey antijeni hücreden yalnızca
olarak adlandırılan birçok HCV varyantı mevcut olabilir.
bozulmamış viral p a rtikü lle r olarak çıkabileceğinden bu an
Bu HCV varyantlarıyla hastalığın ilerlemesi arasındaki
tijen, hücreden çıkamayarak hücre içinde b irik ir ve yüzey
bağlantı araştırılmaktadır ama varyantların çeşitliliğinin
antijeniyle iyice dolan; m ikroskopta buzlu camı andıran in
ce, düzgün granüler b ir görünüm veren büyük bir sitoplaz
artması, kötü prognoz ile ilişkili gözükmektedir. Yine bu
m ik inklüzyon oluşturur.
çeşitlüik, HCV aşısı geliştirme çabalarını önemli ölçüde
engellemektedir.
Resim 15-13 Erişkinlerdeki hepatit C enfeksiyonunun olası sonuçları ve bunların ABD’deki yıllık sıklıkları. Popülasyon rakamları, yeni tanı
konulan enfeksiyona aittir; akut enfeksiyondan siroz gelişmesine kadar aradan onlarca yıl geçtiğinden hepatit C’nin gerçek yıllık ölüm oranı
her yıl için yaklaşık 10 000’dir ve 2008’de, yılda 22 000’i aşmıştır. *Hepatosellüier karsinom sıklığı, yılda %1-%4 arasındadır.
618 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan
nun yanında onlarca yıl boyunca belgelenmiş kronik da %40 arasında değişir. HDV enfeksiyonunun Güneydo
HCV enfeksiyonu olan hastalarda siroz gelişmeyebilir. ğu Asya ve Çin gibi, HBV enfeksiyonunun endemik oldu
Fulminan hepatit, seyrektir. Hepatit C, hepatoselliiler karsi- ğu yerlerde seyrek görülmesi, şaşırtıcıdır. Peru, Kolombiya
nom riskini önemli ölçüde artırır. ve Venezuela'nm subtropikal bölgelerinde periyodik ola
rak lokalize HDV salgınları görülmüştür. ABD'deki HDV
enfeksiyonları daha çok, bağımlılarda ve çok sayıda trans-
M ORFOLOJİ füzyon uygulananlarda (ör. hemofili hastalarında) sınırlı
K ron ik hepatit C m ikroskopide, k ro n ik hepatitin yukarıda
dır; bu bireylerdeki prevalans, %1 - % 1 0 arasında değişir.
anlatılan özelliklerini taşır ama bunlara ayrıca, sık karşılaşı
HDV RNA ve HDV antijeni (HDV Ag), akut semptoma-
lan bazı ayırıcı bulgular eşlik eder: ( 1 ) enfekte hepatositler-
tik hastalıktan hemen önce ve bu hastalığın ilk günlerinde
deki yağ metabolizmasının değişikliğe uğraması veya insülin
kanda ve karaciğerde gösterilebilir. IgM aııti-HDV antikoru,
direnci ve ileride anlatılan m etabolik sendrom nedeniyle ge
yüksek fitrelerde yalnızca enfeksiyondan hemen somaki
lişen y a ğ la n m a ; ( 2 ) p o rta l alanlarda, bazen tam gelişmiş
dönemde görüldüğünden, yakın zamandaki HDV nıaruziye-
tinin en güvenilir göstergesidir. Hem HDV Ag, hem HBcAg
Resim 15-14 A kut hepatit C enfeksiyonundaki serolojik belirleyici düzeylerinin zaman içerisinde sergiledikleri yükselme ve azalmalar. A ,
A k tif enfeksiyonun rezolüsyonu. B, Kronik enfeksiyon yönünde ilerleme. Kısaltmalar için metne bkz.
Akut ve Kronik Hepatit 619
antijenlerine (yeni bir HBV enfeksiyonunu belirtir) karşı Enfeksiyöz partiküllerin dolaşımda bulunmasına bağla
IgM gelişmesi, HDV ve HBV ko-enfelcsiyonunun en iyi nan en yüksek enfektivite, inkübasyon döneminin asemp
göstergesidir. HDV süperenfeksiyonu nedeniyle gelişen tomatik son gününde ve akut semptomların görüldüğü ilk
kronik delta hepatitinde serumda HBsAg mevcuttur; anti- günlerde mevcuttur. Preikterik dönemde, spesifik olma
HDV antikorları (IgM ve IgG), aylarca veya daha uzun sü yan ve tüm vücudun hastalıktan etkilendiğini gösteren
reler boyunca düşük türelerde bulunmayı sürdürür. (konstitüsyonel) semptomlar vardır. Tüm vücutta hissedi
len kırıklığı; birkaç gün içerisinde genel yorgunluk, bulan
Hepatit E Virüsü tı ve iştah kaybı izler. Kilo kaybı, fazla yüksek olmayan
HEV hepatiti; suyla geçen ve enterik yoldan bulaşan, ön ateş, baş ağrıları, kas ve eklem ağrıları, kusma ve ishal, ba
celikle bebeklik çağından sonraki yıllarda görülen bir en zen görülen semptomlardır. Akut hepatit B hastalarının
feksiyondur. İçme suyuna dışkı bulaşması nedeniyle geliş % 1 0 kadarında ateş, deri döküntüsü ve eklem ağrılarıyla
tiği Hindistan'da, endemiktir ve Hintli popülasyondaki kendini gösteren ve dolaşımdaki bağışıklık kompleksleri
anti-HEV IgG antikor prevalansı %40'a ulaşır. Epidemiler bulunmasına bağlanan, serum hastalığına benzer bir
Asya'da, Sahra-altı Afrika'da ve Meksika'da da bildiril sendrom gelişir. Serumdaki aminotransferaz düzeylerinin
miştir. Sporadik enfeksiyon seyrektir ve daha çok yolcu yüksek bulunması, tüm bu semptomların hepatit kaynak
larda görülür; Hindistan'daki sporadik akut viral hepatit lı olabileceğini akla getirir. Fizik muayenede karaciğerin
vakalarının %50'sinden fazlasındaki etken, hepatit E virü hafifçe büyüdüğü ve hassas olduğu görülür. Bazı hastalar
südür. Hastalık, vakaların büyük bölümünde kendiliğinden daki nonspesifik sendromlar daha şiddetli olup yüksek
iyileşir; hepatit E virüsüne kronik karaciğer hastalığı ya da ateş, şiddetli titremeler ve baş ağrısı, bazen de bunlara eş
inatçı viremi eşlik etmez. Gebe kadınlardaki yüksek (%20'ye lik eden sağ üst kadran ağrısı ve hassas hepatomegali şek
varan) mortalite oranı, bu enfeksiyonun karakteristik bir özel lindedir. Sarılık ortaya çıkıp hastalar ikterik döneme girdi
liğidir. İnkübasyon dönemi, 2 - 8 hafta arasında değişmek ğinde diğer semptomların yok olması, şaşırtıcıdır. Sarılık
üzere ortalama 6 haftadır. öncelikle, koyu renk idrar çıkarılmasına yol açan konjüge
HEV zarfsız, tek-şeritli bir RNA hepesvirüsüdür. Bu vi hiperbiliriibinemi nedeniyledir. Hepatosellüler zedelenme
rüsün spesifik antijeni olan HEV Ag, aktif enfeksiyon sı ve bunun sonucu olarak bilirübin konjügasyonunda kusur
rasında hepatositlerin sitoplazmasmda görülebilir. Virüs, varsa, konjüge olmayan bilirübinemi de görülebilir. Dışkı
dışkıda da gösterilebilir; serumdaki anti-HEV IgG ve IgM nın rengi açılır. Safra tuzlarının retansiyonu, kaşıntıya ne
antikorlarının varlığı saptanabilir. den olabilir, ikterik dönem, HAV ile enfekte erişkinlerde
(çocuklarda görülmez), HBV ile enfekte hastaların yakla
Viral Hepatitin Klinik Özellikleri ve Sonuçları şık yarısında vardır ama, HCV ile enfekte hastaların bü
yük bölümünde görülmez. Birkaç hafta, belki de aylar geç
Hepatit virüslerine maruz kalınmasının ardından, birkaç tikten sonra nekahat döneminin başlamasıyla birlikte sa
klinik enfeksiyon gelişebilmektedir: rılık ve diğer sistemik semptomların çoğu kaybolur.
• Asemptomatik akut enfeksiyon: yalnızca serolojik kanıt Fulminan Hepatit. Akut hepatit A, B, D veya E vakaları
lar vardır nın çok küçük bir bölümünde, masif karaciğer nekrozuna
• Akut hepatit: sarılık olmaksızın veya sarılıkla birlikte bağlı akut karaciğer yetmezliği gelişebilir; yalnızca im-
• Fulminan hepatit: submasif-masif karaciğer nekrozu, münsiipresyon altındaki hastalarda HCV, akut karaciğer
akut karaciğer yetmezliğiyle birlikte yetmezliğine neredeyse hiç yol açmaz. Hepatitin daha
• Kronik hepatit: siroz yönünde ilerler veya ilerlemez uzun süre, haftalarca veya aylarca devam ettiği hastalarda
bu durum genellikle "subakut karaciğer nekrozu" olarak
® Kronik taşıyıcılık: hastalık olmaksızın asemptomatik
adlandırılır; karaciğerde hem masif nekroz, hem de rejene-
Tüm hepatotrop virüsler, bu klinik sendromlardan her bi ratif hiperplazi vardır. İleride de anlatıldığı gibi ilaçlar ve
rine neden olmaz (Tablo 15-6). Daha önce de anlatıldığı kimyasallar da, masif karaciğer nekrozuna neden olabilir.
gibi virüslerin varlığını devam ettirmesi ve kronik hasta Kronik Hepatit. Altı aydan daha uzun bir süre semptoma
lık gelişmesi HBV enfeksiyonundan çok, HCV enfeksiyo tik, biyokimyasal veya serolojik olarak devam eden veya
nundan sonra görülür. Enfeksiyöz ya da non-enfeksiyöz di tekrarlayan, histolojik olarak belgelenmiş inflamasyonun
ğer nedenler, özellikle de ilaçlar ve toksinler temelde buna ben ve nekrozun eşlik ettiği hepatit, kronik hepatit olarak ta
zer sendromlara yol açabildiklerinden serolojik tetkikler, viral nımlanır. Bu vakaların büyük bölümünden hepatit virüs
hepatit tanısının konulmasında ve virüs tiplerinin belirlenme leri sorumlu olsa bile, ileride anlatılan kronik hepatitin;
sinde ileri derecede önemlidir. otoimmünite, ilaçlar ve toksinler, Wilson hastalığı ve a r
Bundan sonra, viral hepatitlerin klinik sonuçları kısaca antitripsin (AAT) eksikliği gibi daha başka birçok nedeni
özetlenmektedir. olabilir.
Asemptomatik Enfeksiyon. Asemptomatik enfeksiyonu İlerleyici kronik hepatit gelişip gelişmeyeceğini belirle
olan hastaların yalnızca rastlantı sonucu; serum aminot- yen faktör etiyolojiden çok, histolojik profildir. Özellikle
ransferazlarmdaki hafif yükselmeyle veya antiviral anti HCV, başlangıç değerlendirmesindeki histolojik özellikler
korların gösterilmesiyle anlaşılması, sürpriz değildir. ne olursa olsun, siroz yönünde ilerleyen kronik hepatit ne
Akut Viral Hepatit. Hepatotrop virüslerin herhangi biri, deni olmak gibi, olumsuz bir şöhrete sahiptir (Resim 15-13).
akut viral hepatite neden olabilir. Tanı, akut HBV enfeksi Kronik hepatitin klinik özellikleri ileri derecede değiş
yonlarında kolayca, akut HCV enfeksiyonlarında ise nadi ken olup sonucun tahmin edilmesinde yardımcı olmaz.
ren konur. Aşağıdaki tanımlamaların büyük bölümünde Bazı vakalarda kronik hastalığın tek belirtisi, serum ami
HBV enfeksiyonları temel alınmışsa da, nedeni hangi virüs notransferaz düzeylerinin devamlı yüksek olmasıdır. Yor
olursa olsun akut viral hepatit; (1) inkübasyon dönemi, (2) gunluk, daha seyrek olarak da kırıklık, iştah kaybı ve ha
semptomatik, preikterik dönem, (3) semptomatik ikterik dö fif sarılık atakları, en sık karşılaşılan klinik semptomlar
nem (sanlık ve skleralann san renk almasıyla birlikte) ve (4) dır. Fiziksel bulgular az sayıda olup spider anjiyoma, pal
nekahat dönemi olarak dört döneme ayrılabilir. mar eritem, hafif hepatomegali ve karaciğerde hassasiyet
620 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
rak remisyonu, alışıldık bir yanıt değildir. Başlıca ölüm ne ğer yağlanmalarındaki morfolojik değişiklikler birbirlerin
deni olan siroz riski genelde, %5'tir. den ayırt edilemediğinden burada beraberce anlatılmakta
ve daha sonra da bunlardan her birinin, ayırıcı klinik özel
liklerine değinilmektedir.
M ORFOLOJİ
O toim m ün hepatit, hasar tipi bakımından akut veya kro n ik Q M ORFOLOJİ
hepatitle aynı ö ze llikle ri taşımaktaysa da, histolojik ilerle
menin zaman içerisindeki seyri farklıdır. Viral hepatitte fîb- Karaciğer yağlanmasında görülen karaciğer değişiklikleri,
rozis tip ik olarak, yıllar veya dekadlar boyunca yavaş yavaş aralarında herhangi bir kombinasyon oluşturabilen üç kate
biriken parenkim hasarını izlerken, otoim m ün hepatitte e r goride karşımıza çıkabilir: steatoz (yağlanma), hepatit (al
ken dönem deki ağır hücre hasarını ve inflamasyonu izleyen kolik veya steatohepatit) ve fîbrozis.
hızlı bir nedbeleşme görülür. Erken dönem deki bu hepato- H epatosellüler Steato z. Karaciğer hücrelerinde yağ
sit hasarı dalgasının ve nekrozun genellikle subklinik olması birikm esi tip ik olarak, sentrilobuler hepatositlerde başlar.
ilginçtir ve bunun nedenleri net olarak bilinm em ektedir. Kli Yağ damlacıkları, küçüklü büyüklü (sırasıyla m ikro - ve mak-
nik seyir, sınırlı sayıdaki histo lo jik pa tte rnle r ile ilişkilidir: roveziküler) olabilir; bunların en büyük olanları, hücreyi ta
• Yaygın, konfluen (b irle şe n ) n ek ro z alanlarımın gö mamen do ld urara k genişletir ve hücre çekirdeğini yerinden
rüldüğü, çok şiddetli hepatosit hasarı eder. Steatoz yaygınlaştıkça lipid birikim i, santral venlerden
• ilerlemiş nedbeleşmeyle eş zamanlı belirgin inflamasyon lobülün ortalarındaki (m idzondaki) hepatositlere ve daha
son rad a pe rip o rta l alanlara yayılır (Resim 15 -1 5 ). M akros-
• Devam eden hücre hasarının veya inflamasyonun çok az
kop ik olarak, yaygın steatoz gösteren yağlıkaraciğer büyük
olduğu sönm üş (in a k tif) siro z. Bu son kategori, bir
tü r (ağırlığı 4-6 kg veya daha fazla), yumuşaktır, sarı renk
zamanlar tanıda en sık karşılaşılan bulguydu, ancak o to
te d ir ve yağlı parlak b ir görünüm e sahiptir.
immün hepatit farkındalığının klinik olarak artması, tanı
nın gittikçe daha erken dönem lerde konulmasına yol aç
Steato hepatit. Bu değişiklikler alkol kullanımına eşlik
e ttikle ri zaman, non-alkolik karaciğer yağlanmasındakinden
tı. O to im m ün hepatitteki m ononükleer infiltrasyonda
daha belirgindir ama herhangi bir nedenle gelişen karaciğer
bol m ik ta rd a p lazm a hücresi bulunduğunu vurgula
yağlanmalarında, değişebilen derecelerde görülebilir:
mak gerekir.
• H epatositlerin balonlaşm ası. Tek b ir odak veya da
ğınık odaklar şeklindeki karaciğer hücreleri, şişer ve
Hepatiti Taklit Eden İlaç/Toksin Aracılı Hasar nekroze olur; bu özellikler steatozda olduğu gibi en çok,
sentrilobuler bölgelerde belirgindir.
Birçok ilaç, akut veya kronik ya da otoimmün hepatitin • M allory-Denls cisim cikleri. Yum ak şeklini alan inter-
özelliklerini taklit edebilen etkilere sahiptir. m ediyer filam entlerden (ubikuitinlenm iş keratin 8 ve 18
dahil) oluşan bu cisimcikler, dejenerasyona uğrayan he
® Daha önce de anlatıldığı gibi asetaminofen toksisitesi,
patositlerin sitoplazmalarında eozinofilik inklüzyonlar
karaciğer nakline yol açan akut karaciğer yetmezliği
olarak gö zükü r (Resim 15 -16 ).
nin önde gelen nedenlerindendir. Bu toksisitenin histo
• N ö t r o f i l in filt r a s y o n u . Ö ncelikle nötrofillerden olu
lojik özelliklerini, fulminan hepatit A veya hepatit
şan infiltrasyon, lobülü geçerek, özellikle M allory-D enk
B'dekiden ayırt etmek mümkün olmayabilir.
cisimcikleri içerenler olm ak üzere, dejenerasyona uğra
• İsorıiazid, kronik viral hepatiti çok iyi taklit eden, kro
yan hepatositlerin çevresinde birikebilir. Portal alanlarda
nik bir hepatite yol açan idiyosinkratik hepatotoksinle-
veya parenkim de lenfositleri ve m akrofajları da görm ek
re örnek olarak gösterilebilir. Buna neden olan ilaç kul
m üm kündür (Resim 1 5 -1 6 , A ve B).
lanımının durdurulması, bu hepatitin iyileşmesini sağ
layabilir veya sağlamayabilir.
• Diğer ilaçlar (ör. minosiklin ve nitrofurantoin), hastalı
ğın tüm klinik ve histolojik özelliklerini (otoantikorlar,
IgG artışı ve plazma hücreleri bakımından zengin kara
ciğer infiltrasyonu) taşıyan bir otoimmün hepatite ne
den olabilir. Gerçek otoimmün hepatit gibi bu vakalar
da immünsüpresyona bazen yanıt verebilir, bazen de
yanıt vermeyerek, buna yol açan ilaç kullanımının dur
durulmuş olmasına rağmen siroz yönünde ilerleyebilir.
A LK O LİK VE N O N -A LK O LİK
KARACİĞER YAĞ LAN M ASI
Erişkinlerdeki karaciğer yağlanmasının iyi bilinen bir ne
deni olan alkol, histolojik olarak kendisini steatozla, ste-
atohepatitle ve sirozla gösterebilir. Son yıllarda, non-alko-
lik karaciğer yağlanması (nonalcoholic fatty liver disease- Resim 15—15 Karaciğer yağlanması. En çok santral ven çevresinde
görülen makroveziküler steatoz, şiddetini gittikçe artırarak dışa,
NAFLD) adı verilen diğer bir patolojinin, karaciğerdeki al
portal alanlara doğru uzanmaktadır. Sitoplazma içerisindeki yağ,
kol bağımlılığına bağlı tipik değişiklikleri tümüyle taklit berrak vakuoller olarak gözükmektedir. Karakteristik “ kümes
edebildiği anlaşılmıştır. İleride daha ayrıntılı olarak anlatı telinden çit” görünümünde, bir miktar fibrozis (mavi renk) vardır.
lan bu patoloji insülin direncine, obeziteye, diabetes mel- (Masson trikrom boyası)
litusa, hipertansiyona ve dislipidemilere (kısacası, meta- (D r. E lizabeth Brunt'ın izniyle, W ashington U n iversity in S t Louis, St. Louis, M is
bolik sendroma) eşlik eder. Alkolik ve non-alkolik karaci souri, A B D ).
622 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
Resim 15-16 A , N ekrotik bir hepatositi işaret eden, kümelenmiş inflamatuar hücreler içeren alkole bağlı hepatit. Başka bir hepatositin
içerisinde bir Mallory-Denk cisimciği (ok) vardır. B, Belirgin Mallory-Denk cisimcikleri içeren çok sayıdaki, balonlaşmış hepatositler (ok baş
ları) içeren steatohepatit; inflamatuar hücre kümeleri de görülmektedir. Küçük kutuda keratin 8 ve 18 ile immünohistokimyasal olarak
(kahverengi) boyanan hepatositlerin büyük bölümünün sitoplazmaları, yağ vakuolleri içerenler de dahil olmak üzere normal olarak boyan
mıştır ama balonlaşmış hücrede (noktalı çizgi) keratinler, Mallory-Denk cisimciğinde toplanarak sitoplazmayı “ boşaltmıştır” .
(D r. Elizabeth b ru n t'm izniyle, W ashington U niversity in St. Louis, St. Louis, M issou ri, A B D ).
EFâbrozisli stea to h ep a tit. H e r karaciğer yağlanması çeşi leşmeyle alt-bölüm lere ayrılması devam ederek klasik m ik-
dinin ayırıcı b ir nedbeleşme tipi vardır. Diğer değişiklikler ron o d ü ler siroza veya Laennec sirozuna yol açar. Erken
gibi fibrozis de önce sentrilo buler bölgede, santra! ven dönem de sarı-esmer renkte, yağlı ve büyümüş olan karaci
sk le ro zu şeklinde başlar. Bundan sonra, sentrilobuler böl ğer, hasar devam ettikçe kahverengi, büzülmüş, yağ içer
genin Disse aralığında perisinüzoidal nedbeleşme gö zükü r meyen, çapları genellikle 0.3 m m ’den küçük (k ro n ik viral
ve çevreye doğru yayılarak hepatositleri te k te k veya kü hepatitlerde görm eye alışık olduğum uz nodüllerden daha
m eler halinde, küm es te li patternimd® kuşatır (Resim küçük) olan siro tik nodüllerden oluşan b ir organa dönüşür
1 5 -1 5 ). Bu ince fibrozis dalları sonunda p o rta l alanlara (Resim 1 5 -1 7 ). Sirotik karaciğer term inal dönemde, yağ
bağlanarak s an tral-p o rtal fiferöz septu m ları oluştur lanmanın ve diğer tip ik özelliklerin kaybolduğu “ sönmüş fa
m ak üzere yoğunlaşır. Bu değişiklikler belirginlik kazandık za” g ire b ilir (Resim 1 5 -1 8 ). Etiyolojileri bilinmeyen krip-
ça karaciğer nodüler, siro tik görünüm e bürünür. Karaciğer tojesîite $ir@z vakalarının büyük bölüm ü artık, “ sönmüş”
yağlanmasının altta yatan nedenleri çoğu zaman ortadan N ASH (non-alkolik steatohepatit) olarak bilinir.
kalmadığı için, oluşan nodüllerin yeni perisinüzoidal nedbe-
Resim 15-17 Alkolik siroz. Yüzeydeki karakteristik, yaygın nodü- Resim 15-18 Siroza yol açan steatohepatit. Küçük nodüller, mavi
laritenin nedeni, alttaki fibröz nedbeleşmedir. Bu yakınlaştırılmış renge boyanmış olan fibroz doku içerisinde hapsolmuştur; yağ
görüntüdeki nodüllerin ortalama büyüklüğü, 3 milimetredir. birikimi, bu “ sönmüş evrede” artık görülmemektedir (Masson trik-
Yeşilimsi ton, safra stazından kaynaklanmıştır. rom boyası.)
Alkolik ve Non-Alkolik Karaciğer Yağlanması
Resim 15-19 Alkolik karaciğer hastalığı. Karaciğer sirozu, alkole bağlı hepatit ve alkole bağlı siroz arasındaki karşılıklı ilişkiler, mikros-
kopik düzeydeki başlıca m orfolojik özellikleriyle birlikte gösterilmiştir. Metinde belirtildiği gibi steaozun, alkole bağlı hepatitin ve sirozun
birbirinin devamı olmadığı ve birbirlerinden bağımsız olarak da gelişebileceği vurgulanmalıdır.
624 B Ö L Ü M 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
Non-alkolik Karaciğer Yağlanması cinin azaltılması hedef alınır. Diabetik olmayan, biyopsiy
(Nonalcoholic Fatty Liver Disease-NAFLD) le kanıtlanmış steatohepatit hastalarında, insüline-duyarlı
genlerde modülasyona neden olan transkripsiyon faktörü
PPAR-yT uyaran bir ilaçla (pioglitazon) yapılan klinik ça
NAFLD, karaciğer yağlanmasının alkol almayan bireyler
lışmalar; NAFLD'deki histolojik özelliklerin geri dönü
de geliştiği, sık görülen bir durumdur. Karaciğer burada
şüyle kanıtlanan, anlamlı fayda sağlanmasıyla sonuçlan
da, daha önce anlatılan 3 tip değişikliği (steatoz, steatohe-
mıştır. Yaşam biçimi değişiklikleri (diyet ve egzersiz), en
patit ve siroz) gösterebilir. Alkole bağlı olmayan steatohe-
etkili NAFLD tedavisi olarak gözükmektedir.
patit (NASH) deyimi; karaciğer yetmezliğinin açıkça ken
Metabolik sendrom ve NAFLD epidemik boyutlara ulaş
dini gösteren klinik belirtilerini (örneğin transaminazla-
tıkça, pediatrik NAFLD de gittikçe artan bir sorun olmak
rın yükselmesi, hepatite ait histolojik özellikler) tanımla
tadır. Çocuklardaki histolojik hasarın görünümü bir bakıma
mak amacıyla kullanılır. NAFLD her zaman için, insülin
farklıdır: İnflamasyon ve nedbeleşme portal ve periportal bölge
direncine ve aşağıda anlatılan metabolik sendroma eşlik
lerde daha yoğun olma eğilimine sahiptir ve nötrofil infiltrasyo-
eder. Karaciğer yağlanmasının genellikle eşlik ettiği diğer
nundan daha çok, mononükleer hücre infiltrasyonu vardır.
anormallikler:
• Tip 2 diabet (veya hastanın soy geçmişinde bu tip di-
abet anamnezi bulunması) © Ö ZET
• Obezite, öncelikle santral obezite (vücut kitle indeksi
Non-alkolik Karaciğer Yağlanması
nin beyaz ırkta >30 kg/m2, Asyalı ırklarda >25 kg/m2
olması) • Non-alkolik karaciğer yağlanması (NAFLD) metabolik
• Dislipidemi (hipertrigliseridemi; HDL-kolesterol düze sendroma, obeziteye tip 2 diyabete ve/veya hipertansiyo
yinin düşük, LDL-kolesterol düzeyinin yüksek olması) na eşlik eder.
• Hipertansiyon • NAFLD’de, alkole bağlı karaciğer hastalığındaki tüm deği
şiklikler (karaciğerde steatoz, statohepatit ve siroz) görü
lebilirse de steatohepatitteki hepatositlerin balonlaşması,
PATO G EN EZ
Mallory-Denk cisimcikleri ve nötrofil infiltrasyonu), alkolle
O bezite, insülin direnci, dislipidemi ve hipertansiyon şeklin bağlantılı hasardakinden çoğu zaman daha az belirgindir.
deki özelliklerden en az ikisinin mevcut olması, metabolik • Obezite epidemisi pediatrik yaş gruplarında da yayıldıkça,
sendrom olarak tanımlanmaktadır. M etabolik sendrom has pediatrik NAFLD giderek daha fazla görülmektedir; ancak
talarında tip 2 diyabet ve obezite mevcut olması, şiddetli fib- buradaki histolojik profil, erişkinlerdekinden bir bakıma
rözis ve hastalığın ilerlemesi konusundaki en iyi öngörü fak farklıdır.
törle ridir. İnsülin direnci trigliseridlerin hepatositlerde, en az
üç mekanizma üzerinden birikmesiyle sonuçlanır:
• Yağ asitleri oksidasyonunun bozulması
İlaç/Toksin Aracılı Karaciğer Hasarı
• Hepatositlerdeki yağ asitleri sentezinin ve bu hücreler ta
Steatozun; kötü amaçla alkol kullanılması, total parenteral
rafından alınan yağ asitlerinin artması
beslenme, amiodaron ve metotreksat dahil çok çeşitli ne
• Karaciğerde çok düşük dansiteli lipoprotein kolesterol
denleri vardır. Genellikle şiddetli ve olasılıkla öldürücü
(VLD L) salgılanmasının azalması
akut karaciğer disfonksiyonunun eşlik ettiği, hepatosellüler
Yağla yüklü hepatositler, oksidatif stres tarafından üretilen ve
mikroveziküler steatoza yol açan mitokondri zedelenmesi,
m itokondri membranıyla plazma membranına zarar vererek
özellikle sözü edilmesi gereken, özel bir kategoridir. Bu ka
apoptoza yol açabilen lipid peroksidasyon ürünleri karşısında
tegorinin klasik bir örneği olan Reye sendromu, öncelikle vi
ileri derecede duyarlıdır. TNF, IL-6 ve MCP-1 kemokin dü
ral hastalığı olan ve 4 yaşından küçük çocuklarda görülen,
zeylerinin ya oksidatif stres sonucu, ya da viseral yağ doku
ender bir hastalıktır. Sendromun başlayacağını haber veren
sundan serbest kalmaları nedeniyle yükselmesi, karaciğerde
şiddetli kusmalara, irritabilite veya letarji ve hepatomegali
ki hasara ve inflamasyona katkıda bulunur. Bu sürecin düzen
eşlik eder. Serum bilirübin, amonyak ve aminotransferaz
lenmesinde adiponektin ve leptinin önemli roller üstlendikle
düzeyleri başlangıçta genellikle normaldir. Hastaların
ri, her geçen gün daha çok anlaşılmaktadır.
önemli bir bölümü iyileşirse de %25 kadarında; serum bili
rübin, aminotransferazlar ve özellikle amonyak düzeylerin
Non-alkolik karaciğer yağlanması, serum transaminaz deki yükselme eşliğinde koma gelişir. Hastalar, ilerleyici
düzeylerinin rastlantı sonucu yüksek bulunmasının en sık nörolojik bozulma veya karaciğer yetmezliği nedeniyle
karşılaşılan nedenidir. Steatozlu kişilerin hastalarının bü ölür. Hayatta kalan, ancak hastalığın daha şiddetli olduğu
yük bölümü asemptomatiktir; semptomlar aktif steatohe- hastalarda kalıcı nörolojik bozukluklar mevcut olabilir.
patit veya fibrozis hastalarında da mevcut olmayabilir Reye sendromu, viral hastalıklar sırasmda çocuklara
ama bu hastalardan bazılarında yorgunluk, kırıklık, sağ aspirin verilmesine eşlik etmiştir ama salisilatlarla bu
üst abdominal kadran hassasiyeti ya da kronik karaciğer sendrom arasında nedensellik ilişkisi bulunduğunu göste
hastalığının daha şiddetli semptomları bulunabilir. Tanı ren kesin hiçbir kanıt yoktur ama önlem olarak aspirin,
için, karaciğer biyopsisi gerekir. Steatozun aktif steatohe- ateşli hastalıkları olan çocuklarda ve gençlerde kontrendi-
patit ve daha sonra da aktif steatohepatitin siroz yönünde kedir. Tetrasiklin ve valproat gibi ilaçlarla, özellikle Jama
ilerlemesi neyse ki, seyrek karşılaşılan bir durum olarak ika'da çok tüketilen, olgunlaşmamış ake (ackee) meyvesi,
gözükmektedir. Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlan mitokondrilerde buna benzer disfonksiyona neden oldu
masının yine de, "kriptojenik" siroz patogenezine önemli ğu bilinen diğer etkenlerdir. HIV hastalığında kullanılan
katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. HAART (highly active antiretroviral therapy-ileri derece
Ortak özellikleri paylaşmaları nedeniyle koroner arter de aktif antiretroviral tedavi), aynı histolojik zedelenmele
hastalığı insidansı, NAFLD hastalarında yüksektir. Günü re yol açar ama bu hastalarda önemli morbidite, bilinme
müzdeki NAFLD tedavisinde, obezitenin ve insülin diren yen nedenlerle yoktur.
626 BOLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan
Resim 15-20 A , Sepsis kolestazı. Sentrilobüler bölgedeki genişlemiş kanaliküllerde belirgin safra tıkaçları vardır. B, Düktüler kolestaz.
Portal-parenkimal bileşke bölgesinde, belirgin şekilde genişlemiş Hering kanalları ve duktuller içinde büyük, koyu renkte safra tıkaçları
görülmektedir. Mevcut ya da gelişmekte olan sepsisi gösteren bu özellik, endotoksemiyle bağlantılıdır
(B , Dr. J a y Lefkow itch'nin izniyle, Colum bia U niversity, N e w York, A B D ).
Kolestatik Karaciğer Hastalıkları
Tablo 15-7 Primer Biliyer Siroz ve Primer Sklerozan Kolanjitin Başlıca Özellikleri
Hering kanallarının ve safra kanalcıklarının genişlediği, patisiyle birlikte portal hipertansiyonun eşlik ettiği karaci
belirgin safra tıkaçları içerdiği, daha da kaygı verici bir ğer dekompansasyonu yönünde ilerler. Ancak erkenden
bulgudur (Resim 15-20, B). Biliyer tıkanıklığın tipik bir başlanan ursodeoksikolik asit tedavisi, hastalığın seyrini hızla
özelliği olmayan bu değişiklik çoğu zaman, septik şokla olumlu yönde etkiler ve ilerlemesini büyük ölçüde yavaşlatır.
birlikte, hatta septik şoktan önce mevcuttur. Bu tedavinin etki mekanizmaları net olarak bilinmez ama saf
ra epitelindeki apoptozun inhibisyonu ve bağışıklık yanıtları
Primer Biliyer Siroz nın inhibe edilmesi; bu açıdan etkili mekanizmalar olarak gö
rülmektedir. Hiperbilirübinemi geç dönemde ortaya çıkar
Primer biliyer siroz (PBS) kronik, ilerleyici ve bazen ölüm ve genellikle, gelişmekte olan karaciğer dekompansasyo-
le sonuçlanan kolestatik bir karaciğer hastalığıdır ve kara- nunu haber verir. Gözlerde ve deride kurumaya neden
ciğer-içi safra kanallarının tahrip olmasıyla, portal infla- olan Sjögren sendromu, skleroderma, tiroidit, romatoid
masyonla, nedbeleşmeyle ve birkaç yılla birkaç 1 0 yıl ara artrit, Raynaud fenomeni ve çölyak hastalığı, PBS'a eşlik
sında değişebilen bir süre geçtiğinde karaciğer sirozunun edebilen, ekstrahepatik sağlık sorunlarındandır.
ve yetmezliğinin gelişmesiyle karakterizedir (Tablo 15-7).
Karaciğerdeki küçük ve orta boy safra kanallarındaki nonsü-
püratif yıkım, PBS'ıın en önemli özelliğidir. Öncelikle, orta Ç J M ORFOLOJİ
yaşlı kadınların bir hastalığı olan primer biliyer siroz en
çok 40-50 yaş diliminde görülür. PBS terimi, bu hastalığın PBS’ un m orfolojisi en çok siroz öncesi dönem de karakte
terminal döneminde her zaman siroz görülmemesi nede ristiktir. İn terlo bu ler safra kanalları, lenfositlerin veya plaz-
niyle, biraz hatalıdır. Nitekim bazı hastalar portal hiper m ositlerin y e r aldığı inflamasyon nedeniyle a k tif olarak tah
tansiyon nedeniyle; tam olarak siroz gelişmeden önce öle rip edilir; bu yıkıma granülom alar eşlik edebilir veya etm e
bilir ya da karaciğer nakli geçirebilirse de diğer hastalarda yeb ilir (florid d u ktu s lezyo nu ) (Resim 1 5 -2 1 ). Ancak
genellikle tedavisi olanaksız kolestaz ve tam olarak geliş bazı biyopsi örneklerinde bu yıkıcı etki görülm ez ve yalnız
miş siroz vardır. ca safra kanallarının yer almadığı p o rta l alanlar dikkati çe
ker. Hasarlı safra kanallarının yukarısındaki p o rta l alanlarda
duktus proliferasyonu, inflamasyonu ve komşu pe rip ortal
PATO G EN EZ parenkim de nekroz görülür. Bunlar, p o rto -p o rta l septal
PBS hastalarının % 9 0’ ından fazlasında, m itoko nd rile rdeki
çeşitli asit dehidrogenazlara karşı gelişmiş, yüksek titre d e
o to a n tiko rla r vardır. Bağışıklık yanıtının niçin bu enzim leri
hedef aldığı ve bağışıklık sisteminin niçin intrahepatik safra
yollarına saldırdığı, günüm üzde de açık olarak bilinm em ek
tedir. Yakın zamanlarda ele geçen kanıtlar belirli ksenobi-
y o tikle rin , m ito ko n d ri prote in lerinin modifikasyonu üzerin
den bağışıklık yanıtını uyaran olası bir te tik mekanizmasını
harekete geçirdiği izlenim ini verm ektedir.
K lin ik G idiş
PBS sinsi bir şekilde başlar ve hastalık çoğu zaman, her
hangi bir semptom yokken, serum alkalen fosfataz düze
yinin rutin laboratuar testleri sırasında yüksek bulunma
sıyla farkedilir. Tanı genellikle antimitokondrial antikorla
rın varlığı gösterilerek ve tipik biyopsi bulgularıyla konur.
Çoğu zaman mevcut olan kaşıntı, hastalığın ilerlemiş ol Resim 15-21 Primer biliyer siroz. Bir portal alan, lenfosit ve plaz
duğunu gösterir. ma hücresi infîltrasyonları nedeniyle önemli ölçüde genişlemiştir.
Tedavi edilmeyen primer biliyer siroz, 2 veya daha 10 Yıkım halindeki bir safra kanalına karşı gelişen granülomatöz reak
yıl içerisinde; varis kanamalarıyla ve karaciğer ensefalo- siyona dikkat edin (florid duktus lezyonu).
628 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
Resim 15 -2 2 Fibrotik septumda düktüler reaksiyon örneği Resim 15-23 Primer biliyer siroz, terminal dönem. Bu sagital kesit
(D r. M a tth e w Yeh'nin izniyle, U n iversity o f W ashington, Sea ttle, W ashington, A B D ). karaciğerin büyüdüğünü, sirozu işaret eden nodülariteyi ve koles-
taza bağlı yeşil renk değişikliğini göstermektedir.
Hemokromatoz
Herediter hemokromatoz, büyük bölümü karaciğerde, pank
reasta ve kalpte olmak üzere vücutta aşırı miktarda demi
rin biriktiği kalıtsal hastalıklara verilen addır. Herediter he-
mokromatozım en az dört ayn genetik çeşidi bilinmektedir.
Bunlardan en fazla görülen, HFE genindeki mutasyonlar nede
niyle gelişen, otozomal dominant geçişli, erişkin çağda başla
yan hemokromatozdıır. Bilinen demir kaynaklarına bağlı,
edinsel aşırı demir birikimi ise sekonder demir yüklenmesi
olarak adlandırılır. Çok sayıda kan transfüzyonu yapılma
sı, etkisiz eritropoez (|3-talassemide ve miyelodisplastik
sendromlardaki gibi) ve dışarıdan alman demir miktarının
artması; bilinen demir kaynaklarının en önemlileridir.
Bölüm 11'de anlatıldığı gibi vücuttaki total demir havu
zunun büyüklüğü, normal erişkinlerde 2 - 6 gram arasmda
Resim 15-24 Primer sklerozan kolanjit. Dejenerasyona uğrayan
değişir; bu miktarın 0.5 gramı, %98'i hepatositlerde olmak
bir safra kanalı; yoğun, “ soğan zarı” şeklindeki konsantrik bir ned-
be içerisinde hapsolmuştur. üzere karaciğerde depolanır. Herediter hemokromatozda
demir, bağırsaklardan aşırı miktarda emilimi nedeniyle
yaşam boyunca hastanın vücudunda birikir. Bu miktar,
üçte biri karaciğerde bulunmak üzere toplam 50 gramı
Klinik Gidiş aşabilir. Herediter hemokromatozun tam olarak geliştiği has
Asemptomatik hastalar, serum alkalen fosfataz düzeyleri talarda (1) siroz (tüm hastalarda), (2) diabetes mellitus (hasta
nin devamlı yüksek bulunmasıyla dikkat çekebilir. Diğer ların %75-%80'inde) ve (3) deri pigmentasyonu (hastaların
hastalar hekime, daha önce hiçbir semptom vermemiş %75-%80'inde) vardır.
olan safra yolu darlıklarında komplikasyon olarak gelişen
kolanjite bağlı ateş, sağ üst kadranda hassasiyet ve bazen PATO G EN EZ
de akut sarılık şeklindeki akut semptomlar nedeniyle ge
lir. Hastalığın daha ileriki dönemlerinde klinik olarak git V ücuttaki total dem ir m iktarı; emilen aşırı m iktarda dem irin
tikçe ilerleyen yorgunluk, kaşıntı ve kronik sarılık mevcut vücuttan uzaklaştırılabileceği herhangi bir yol m evcut olma
olabilir. PSK'in klinik seyri, genellikle uzun sürerek yıllar dığından, hergün kaybedilen sınırlı m iktarda dem ir gastroin
ca devam eder. PSK hastalarının %10-15'inde kolanjiyo- testinal kanaldan aynı m iktarda dem ir emilmesini sağlamak
karsinom gelişir; tanıdan kolanjiyokarsinom gelişimine üzere, sıkı bir şekilde denetlenir. H ered ite r hem okro-
kadar geçen medyan süre 5 yıldır. m ato zd a , d iyetteki dem irin bağırsaklardan em il
m esinin düzenlenm esinde b ir k u su r v a rd ır ve yıld a
net o la ra k 0 .S - 1 .0 gram dem irin vü cu tta b irikm esi
İlaç/Toksin Nedenli Kolestaz ne neden olur. Bu hastalığın en sık görülen şeklinden so
rum lu olan herediter hem okrom atoz geni, H FE olarak ad
İlaç/toksin nedenli karaciğer hasarında sıklıkla görülen landırılır. Krom ozom 6 ’ nın kısa kolunda yer alan bu gen, ya
kolestaz, yalnız başına veya hepatitik özelliklerle birlikte pı bakımından M HC sınıf I proteinlerine benzeyen b ir p ro
görülür. Hepatositlerdeki hasar çok az ise saf kolestaz ola teini kodlar. HFe’ nin diyetle alınan de m ir m iktarının düzen
rak adlandırılır ve kanaliküllerdeki safra tıkaçlarıyla lenmesindeki rolü karmaşıktır ve tam olarak anlaşılmış de
ve/veya midsentrilobüler hepatositlerin şişmesiyle ve si- ğildir. ince bağırsaklardaki enterositlerde mutasyona uğra
toplazmalarmda safra pigmentinin birikmesiyle karakteri- mış HFE proteini ekspresyonu, de m ir emilimini ve emilen
zedir. Kolestaza ait özelliklerle (serumdaki bilirübin ve dem irin, kandaki başlıca taşıyıcı molekülü olan tr a n s fe r li
asit fosfataz düzeylerinin yükselmesi, kanaliküler ve he- ne bağlanmasını uygunsuz bir şekilde artırır. Ancak herşey
HFE ile açıklanamamaktadır. HFE’ nin diğer proteinlerle,
patosellüler kolestaz) hepatite ait özelliklerin (serum tran-
özellikle de karaciğerde üretilen hepsidin ile etkileşimi, an
saminazlarmda yükselme, lobüler hepatit ve interface he-
cak yakın zamanlarda anlaşılan de m ir metabolizması kont
patiti) birlikte bulunduğu kolestatik hepatit, hasarın ilaç ve
rol ağı oluşturmaktadır.
ya toksin nedeniyle meydana gelmiş olduğuna özellikle
HFE ve herediter hem okrom atozun daha az rastlanan
işaret eder. Bu tür hasarın sık karşılaşılan veya iyi bilinen şekillerindeki diğer genlerin tüm ü, karaciğerde üretilen de
nedenleri arasında, 17 numaralı karbonu alkillenmiş ana- m ir horm onu (hepsidin) düzeyleri üzerinde söz sahibi gö
bolizan veya kontraseptif steroidler, total parenteral bes zükm ektedir. Hepsidin norm alde bağırsaklardan ve m akro-
lenme ve antibiyotikler sayılabilir. Sadece kolestaz değil, fajlardan plazmaya dem ir geçişini azaltır ve dem ir emilimini
safra kanalı kaybının da görüldüğü PBC ve PSK taklitçile inhibe eder. Bu nedenle de hepsidin düzeyleri düştüğünde,
ri arasında ise klorpromazin, amitriptilin ve organik arse emilen de m ir m iktarı artar. Hepsidin geni çıkarılan fareler
nik bileşiklerine bağlı karaciğer hasarları vardır. de, hem okrom atozu taklit edecek şekilde aşırı dem ir yük
lenmesinin ve aşırı hepsidin ekspresyonu olan farelerde şid
detli de m ir eksikliğinin görülmesi; bu horm onun dem ir eği
KALITSAL METABOLİZMA liminin düzenlenmesindeki m erkezi rolünü gösterir. Hepsi
din düzeyleri beklendiği gibi, hem okrom atozun bilinen tüm
HASTALIKLARI genetik çeşitlerinde ve bu arada HFE geni mutasyonunun
yol açtığı hem okrom atozda azalmıştır. Bu çeşitli genlerin
Karaciğerdeki kalıtsal metabolizma hastalıklarının sayısı
fonksiyonlarıyla hepsidin sentezi arasındaki bağlantılar, he
nispeten fazladır ama burada yalnızca hemokromatoz,
nüz yeni yeni ortaya çıkarılmaktadır.
Wilson hastalığı ve a^^-antitripsin eksikliği anlatılmaktadır.
630 BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
H ered iter hem okro m atoz kendisini tip ik olarak, vücutta dermisdeki melanin üretim inin artması nedeniyledir. Bu iki
depolanan de m ir m iktarı 20 grama ulaştığında gösterir. Kay pigmentin (hem osiderin ve melanin) beraberce birikmesi
nağı ne olursa olsun vücutta depolanan aşırı m iktarda dem ir derinin, kurşunî-gri ren k almasına yol açar. Hemosiderinin
dokularda, aşağıdaki m ekanizmalar üzerinden doğrudan e klem lerd eki sinoviyal z a r t a c a birikmesiyle, akut sino-
toksik etkiye sahip gözükm ektedir: v it meydana gelebilir. Eklemlerde ayrıca aşırı m iktarda kalsi
• D em ir katalizörlüğünde gerçekleşen serbest radikal re yum pirofosfat da birikere k eklem kıkırdağına zarar v e rir ve
aksiyonlarıyla lipid peroksidasyonu bazen, psödogut olarak bilinen ve eklem fonksiyonlarını
• Kollajen oluşumunun uyarılması olumsuz etkileyen p o lia rtrite neden olur. T e s tis le r küçük
• Dem irle D N A arasındaki doğrudan etkileşim ler ve a tro fik tir ama genellikle norm al renklerini korur.
W ilson Hastalığı
maktadır. Her 100 kişiden l 'i asemptomatik taşıyıcı olan bilen putamende gerçekleşir. N örolojik hasar gelişen nere
Wilson hastalığının insidansı, herediter hemokromatoz in- deyse tüm hastalarda K ayser-Fleisch er halkaları (kor
sidansmdan daha düşük olup, her 30,000 kişide l'dir. nea limbusundaki Descemet membranında ortaya çıkan ye-
şil-kahverengi bakır depolanması) adlı göz lezyonları gö
PATOGENEZ rüldüğünden Wilson hastalığı, hepatolentiküler dejeneras
yon adıyla da bilinir.
Normal bakır fizyolojisi aşağıdaki sırayla gerçekleşir:
1. Diyetle alınan bakırın emilmesi (günde 2-5 mg)
2. Albüminle kompleks oluşturarak plazmada taşınması K linik Ö ze llikle r
3. Karaciğer hücreleri tarafından alınarak, seruloplazmin Wilson hastalığın başlangıç yaşı ve kliniği ileri derecede
oluşturmak üzere bir a 2-globuline (aposeruloplazmin) değişkendir ama hastalık, 6 yaşından küçüklerde veya
bağlanması yaşlılarda seyrek görülür. Bu hastalık başlangıçta en çok,
4. Seruloplazmine bağlı bakırın, plazmadaki bakırın %90- akut veya kronik karaciğer hastalığı olarak karşımıza ge
% 95’ ini oluşturacak şekilde plazmaya salgılanması lir. Diğer hastaların büyük bölümünde ise başlangıçtaki
5. Desialile, eskimiş seruloplazminin karaciğer tarafından bulgular olarak hafif davranış değişiklikleri, klinik psikoz
alınarak lizozomlarda parçalanması ve serbest bakırın veya Parkinson-benzeri bir sendrom vardır. Diğer tüm si
safraya salgılanması roz çeşitlerinin aksine hepatosellüler karsinom, Wilson
W ilson hastalığında, bakırın emilimi ve karaciğere taşın hastalığında oldukça sık görülür. Serum seruloplazmin
ması şeklindeki başlangıç basamakları normaldir. Ancak, düzeyleri düşük bir kişide Kayser-Fleischer halkalarının
ATP7B aktivitesi olmazsa bakır, aposeruloplazmine bağla veya karaciğerdeki bakır düzeylerinin belirgin şekilde
namaz ve vü cu ttan başlıca u za k la ştırılm a yolu olan yükselmiş olduğunun gösterilmesi, bu hastalık lehinedir.
safraya salgılanamaz. Böylece bakır, hepatositlerde gittik Erken tanı ve bakır şelatörlerinin (örneğin D-penisilla-
çe artan miktarlarda birikir ve üç aşamalı bir mekanizmay min) ve bağırsaklardaki bakır emilimini azaltan maddeler
la, toksik hasara yol açar: (1) serbest radikallerin üretilme olan çinko tuzlarının kullanılması bu hastalığın; ilerleyici,
sini teşvik eder, (2) hücre proteinlerinin sülfidril gruplarına olumsuz seyrini büyük ölçüde değiştirmiştir.
bağlanır ve (3) karaciğerde bulunan diğer metalloenzimler-
deki diğer metallerin yerine geçer. ayAntitripsin Eksikliği
Hasta yaklaşık 5 yaşına geldiğinde bakır, aşırı yüklenip
zarar verdiği hepatositlerden dolaşıma kaçmaya başlar. Ser a^-antitripsin (AAT) eksikliği, soya otozomal dominant
best bakır, eritrosit hemolizine yol açabilen oksidanlar oluş olarak geçen ve bu proteaz inhibitörünün serumdaki dü
turur; ayrıca beyin, kornea, böbrekler, kemikler, eklemler zeylerinin anormal derecede düşük olmasıyla karakterize
ve paratiroidler gibi diğer dokularda depolanarak, hepato- olan bir hastalıktır. Bu enzimin başlıca fonksiyonu, infla-
sitleri olumsuz etkilediği aynı mekanizmalarla buralarda da masyon yerinde serbest kalan proteazlarm, özellikle de
hasar yapar. Aynı zamanda, vücuttan idrarla uzaklaştırılan nötrofil elastazınm inhibisyonudur. AAT eksikliği, doku
bakır miktarı da artar. ları tahrip eden proteazlarm başıboş aktivitesine izin ver
diğinden, akciğer amfizemine neden olur (Bölüm 12). Ka
raciğer hastalığı, mutant AAT enziminin karaciğerdeki re-
MORFOLOJİ tansiyonu sonucudur.
Ö ZET
Kalıtsal Metabolizma
• Hemokromatoz; karaciğerde, pankreasta, kalpte hipofiz-
de, eklemlerde ve diğer dokularda demir birikimiyle ka-
rakterizedir. Genellikle, bağırsaklardan demir emilimini
etkileyen bir proteini kodlayan HFE geninin mutasyonları
nedeniyle meydana gelir.
• Wilson hastalığı karaciğerde, beyinde ve gözlerde bakır bi
rikiminin sonucunda meydana gelir; nedeni, metal iyon ta
şıyıcısı ATP7B’deki bir mutasyondur,
• PİZZ genotipi olan kişilerde a rantitripsin (AAT) eksikliği,
akciğer amfîzemine (elastaz aktivitesinin artması nedeniy
le) ve karaciğer hasarına (hatalı katlanmış AAT birikimi ne
Resim 1 5 -2 7 Karaciğer dolaşım bozuklukları. Kan akışındaki bo
deniyle) yol açar.
zu klu k çeşitleri ve klinik b elirtileri.
Dolaşım Bozuklukları 633
rilen ve yer yer parenkim atrofisinin ve aralarında rejene- (3-katenin mutasyonu taşıyan adenomlarda hepatosellüler
rasyon bölgelerinin yer aldığı bir yanıt kimliğini taşır. karsinoma dönüşme riski vardır.
Çapları 1 cm ile çok santimetre arasında değişen fokal no- Moleküler çalışmalar karaciğer adenomlarmı, birbirle
düler karaciğer hiperplazisi genellikle, üreme çağındaki rinden bir bakıma farklı üç tipe ayrılabileceğini göster
kadınlarda, doğum kontrol haplarmdakiler de dahil ol mektedir:
mak üzere östroj enlere yanıt olarak büyüyebilen lezyonlar • Adenomlarm %35-40'mda HNF1A geninde (hepatosit
olarak, rastlantı sonucu bulunur. Malign tümöre dönüşme transkripsiyon faktörünün kodlar) ya da CYP1B1 ge
potansiyeli taşımayan bu tümörler, karaciğer kapsülüne ninde (sitokrom P-450'yi kodlar) somatik (%90) ya da
bastırarak semptomlara neden olabilir. germline (%1 0 ) mutasyonlar nedeniyle bialelik inakti-
vasyon vardır. En sık olarak kadınlarda görülen bu ade
K araciğer Adenom u nomlar, bazen oral kontraseptif kullanımı ile ilişkilidir
Karaciğer adenomu, genellikle üreme çağındaki, doğum ler. Sıklıkla belirgin yağlanma gösterdiklerinden sarı
kontrol hapı kullanmış olan kadınlarda karşılaşılan, be renktedirler. Malign transformasyon riski düşüktür.
nign bir hepatosellüler neoplazidir ve hormon kullanımı • Adenomlarmm %10-15'inde aktivatör |3-katenin mutas-
durdurulduğunda, küçülebilir. Genellikle sınırları belirgin yonları vardır. Malign neoplazilere yol açma olasılığı
ancak kapsülsüz olan bu tümörler, soluk sarı-esmer renk yüksek olan bu mutasyonlar en çok erkeklerde görülür,
te veya safrayla boyalı, çapları 30 santimetreye varabilen anabolizan steroid kullanımıyla ve olasılıkla alkole bağ
lezyonlardır (Resim 15-31). Histolojik muayene, karaciğer lı olmayan karaciğer yağlanmasıyla bağlantılı olabilir.
adenomlarmm normal hepatositleri andırabilen hücre • Adenomlarm %50'sinden fazlası inflamatuardıı. Bunla
kordonları veya tabakaları şeklinde; hücre ve çekirdek bü ra, serumdaki serum amiloid A ve tümördeki ve bazen
yüklükleri pek çeşitlilik sergilemeyen hücrelerden oluştu serumdaki C-reaktif protein şeklindeki akut faz reak-
ğunu gösterir. Portal bölgeler yoktur; bunlarına yerine be tan proteinlerinin yükselmesi eşlik eder. En çok kadın
lirgin arteriyel damarlar ve drenaj sağlayan venler, tümö larda görülen, çoğu zaman obezitenin ve karaciğer yağ
rün her tarafına dağılmış durumdadır. Karaciğer adenom- lanmasının eşlik ettiği bu tip karaciğer adenomlarmm
ları üç nedenden dolayı önemlidir: (1 ) intrahepatilc kitle %10 kadarı da aktivatör (3-katenin mutasyonu taşıdıkla
olarak kendilerini gösterdiklerinde, hepatosellüler karsi- rından, malign neoplaziye dönüşebilir. Bu grup morfo
nom yanlış tanısı alabilirler; (2 ) subkapsüler adenomlar, lojik olarak, fokal nodüler hiperplaziden farksız olabile
özellikle gebelik (östrojen stimülasyonu) sırasında rüptür ceğinden aralarındaki ayırım, inflamatuar fenotipin
riski taşırlar ve (3) malign transformasyon nadir olsa da, (örneğin serum amiloid A proteininin) ortaya çıkarıl
masıyla yapılabilir.
H ü cre se l D isplazi
Her ikisi de en çok viral hepatit zemininde gerçekleşen,
iki tip hepatosellüler displazi bilinmektedir. Büyük hücreli
değişiklik, genellikle periportal ve periseptal bölgelerde da
ğınık olarak bulunan, normal boyutlarından daha büyük
ve pleomorfik, çoğu zaman çok sayıda çekirdekleri olan
hepatositler şeklindedir (Resim 15-32, A). Morfolojik ba
* kımdan atipik olmalarına rağmen bu hücrelerin malign
transformasyona giden bir yolda olmadıklarına inanıl
B makta ve bunların daha çok, morfolojik bakımdan normal
diğer hepatositleri malign transformasyona elverişli duru
Resim 15-31 Karaciğer adenomu. A , Karaciğer kapsülünün altın
daki, hemorajik nekrozla (koyu kırm ızı alanlar) birlikte adenom kit
ma getiren kronik zedelenmeden kaynaklanmış molekü
lesini gösteren ameliyat piyesi. B, Normal görünümlü hepatosit ler değişiklikler oldukları kabul edilmektedir. Küçük hücre
kordonlarının görüldüğü, portal alanların bulunmadığı ve belirgin li değişiklik, normal hepatositlerden daha küçük boyutlar
neovaskülarizasyonu ( yıldızlar ) gösteren adenom fotomikrografı. da, ancak normal boyda, çoğu zaman hiperkromatik, oval
Tümörde büyük bir infarktüs bölgesi vardır. veya köşeli çekirdeklere sahip hepatositlerle karakterize-
(Paulette Bioulac-Sage'in izniyle, University o f Bordeaux, Bordeaux, Fransa.) dir. Küçük hücreli değişiklik karaciğer lobülünün herhan-
Tümörler ve Karaciğer Nodülleri 637
dens, geçtiğimiz birkaç on yıllık süre içerisinde üçe kat • Spesifik onkogenlerde (örneğin /3-katenin gibi) ve tüm ör
lanmıştır, ama yine de bazı Asya üllcelerindekinin sekizde süpresörlerinde (T P 5 3 gibi) gerçekleşen edinsel mutas-
- otuzda biri kadardır. Batı ülkelerindeki hepatosellüler yonlar; düzensiz hücre çoğalmasına katkı yaparak geno-
karsinom, 60 yaş öncesinde seyrek görülür ve vakaların mik instabiliteyi daha da artırır.
neredeyse %90'mda, siroz zemini üzerinde gelişir. Dünya • D N A onanırımdaki, özellikle çift-şeritli D N A kırılmaları
nın her tarafındaki erkeklerde, kadınlardan daha fazla gö nı onaran sistemlerdeki edinsel kusurlar da D N A hasarı
rülen bu kanserin erkek: kadın oranı, insidensin düşük ol nı devam e ttirir ve kromozom kusurlarına katkıda bulu
duğu bölgelerde yaklaşık 3: l'dir ve insidensin yüksek ol nabilir.
duğu bölgelerde ise 8 : l'e kadar yükselebilir. HBV de, HCV de onkogen içermez. Daha önce sözü edilen
H B V -X geni, bir m iktar onkogenik potansiyel taşıyor olabi
PATOGENEZ lir (Bölüm 5). Bu virüslerin tüm ör oluşturma kapasiteleri
olasılıkla daha çok, kronik inflamasyonu ve hücre döngüsü
HCC patogenezinde rolü olan çeşitli faktörler, Bölüm 5’te nü (turnover) artırma kapasiteleriyle bağlantılıdır.
anlatılmakta ve burada yalnızca birkaç nokta üzerinde du
rulmaktadır.
• Üç ana etiyolojik ilişki bilinmektedir: HBV veya HCV en
feksiyonu, alkolik siroz ve aflatoksine maruz kalınması.
MORFOLOJİ
Non-alkolik karaciğer yağlanması (NAFLD) A BD ’de, Hepatosellüler karsinom makroskopik olarak üç şekilde
önemli bir hepatosellüler karsinom risk faktörü olma yo gözükebilir; as (1) umifokal, genellikle masif bir tümör;
lundadır. Hemokromatoz, a r antitripsin eksikliği ve tiro- (2) değişken olabilen boyutlardaki nodüllerden oluşan bir
zinemi, bu kanserin eşlik edebildiği diğer sağlık sorunla muStifelcaS tü m ö r veya (3) birçok tarafa yayılarak bazen
rı arasındadır. tüm karaciğeri tutan, sirozlu zeminle belli belirsiz şekilde
• Yaş, cinsiyet, kimyasallar, virüsler, hormonlar, alkol ve karışan diffüz in filtra tif kanser. Bunlardan son ikisinde,
beslenme gibi çok sayıda fa ktö r arasında, HCC gelişme rejeneratif siroz nodüllerini benzer boyutlardaki neoplazi-
si bakımından etkileşim vardır. Örneğin tirozinemi, bu lerden ayırmak zor olabilir. Belirgin tüm ör kitleleri genellik
kanserin gelişmesinde en büyük paya sahiptir ve seyrek le sarı-beyaz renktedir, üzerinde safrayla boyanmış benek
görülür olmasına rağmen tirozinemi hastalarının nere ler ve kanama ya da nekroz alanları mevcuttur. HCC güç
deyse %40’ ında hepatosellüler karsinom gelişir.
lü M r d am ar invazyonu eğilim ine sah ip tir. Yaygın int-
• Kronik HCV enfeksiyonu, Japonya ve O rta Avrupa da
rahepatik metastazlar karakteristiktir ve bazen yılan-ben-
hil, dünyanın birçok bölgesindeki, karaciğer kanseri ge
zeri tüm ör kitleleri, portal veni invaze ederek portal dola
lişmesinin eşlik ettiği en önemli risk faktörüdür.
şımı tıkayabilir ya da vena cava inferioru invaze ederek sağ
• Dünyanın, HBV enfeksiyonunun endemik olarak görül
kalbe kadar uzanabilir.
düğü Çin ve güney A frika gibi belirli bölgelerinde, özel
Histolojik incelemede, HCC kordonlar, trabeküller veya
likle de Mozambik’te, A sp e rg illu s fla v u s adlı mantar türe
glanduler oluşumlar şekilde düzenlenen hepatositlerin oluş
vi olan aflatoksine diyet yoluyla maruz kalına oranı yük
turduğu, iyi diferansiye lezyonlardan (Resim 15-34), çoğu
sektir. Bu karsinojen toksin “ küflü” tahıl tanelerinde ve
zaman büyük, çok çekirdekli, anaplastik dev hücrelerden
yer fıstığında bulunur; hücredeki D N A ile kovalan olarak
oluşan, az diferansiye lezyonlara kadar değişebilen şekiller
bağlanıp TP53 gibi genlerde mutasyona neden olur.
de görülür, ©aha iyi diferansiye alan şekillerind e,
HCC etiyolojisinde rolü olan etkenler hakkında ayrıntılı bil hücrelerin sito p lazm ala rın d a v© hücreler arasındaki
gi sahibi olmamıza rağmen bu tüm örün patogenezi, yine de kanalikü llerd e safra d am lacıkla rı bulunabilir. Si'cop-
kesin olarak bilinmemektedir. VakaSaram b ü yü k bölü lazmada, Mallory cisimciklerini andıran, asidofil hiyalen ci
m ünde snrosBu ka raciğ erd eki, küçü k-hü creli, y ü k simcikler mevcut olabilir. Hepatosellüler karsinomların bü
se k dereceli d is p la s tik medüllerden gelişir. Söz konu yük bölümünde pek az stroma bulunması, bu tümörlerin
su nodüller bununla uyumlu olarak, monoklonal karakter yumuşak kıvamını açıklar.
de olabilir ve hepatosellüler karsinomda görülenlere ben
zeyen kromozom aberasyonları gösterebilir. Hepatosellü
ler karsinomun hangi hücreden kaynaklandığı, hatırı sayılır 13 I ■
r * ■* . * e. ümp
tartışma konusu olmuştur. Bu tü m ö rle r İtim olgunlaş
m ış h e p a te s itle rd e n , kem de bunlarsan (d u k tu s hüc »V,
re le ri veya oval hü creler o la ra k bilinen) öncü hücre W■ * " c * A
le rin d e n gelişebilen lezyo nlar o la ra k g ö zü k m e kte . : i* « . v * ;»
d ir. Yüksek evreli displastik nodülleri erken HCC’dan ayırt
etmek; bu evreler için spesifik hiçbir moleküler gösterge . c 0
* V ç ' • ’a # * ■* * , , . «
mevcut olmadığından, biyopsilerde bile zordur. Görüntüle
/
me tekniklerinde nodülün vasküler gözükmesi, hemen her , X
zaman için malignite lehine olan bir işarettir. * • • *■ ... v" m s , * -
K ro m o zo m la rd a k i, genom in stabilitesin i göste m •/
« _* j J.ft t•> « r. «t • A
re n yapı ve says a n o rm allik le ri, h epato sellü ler ka rsi $*90
nom da hem en her zam an için görülen b ir ö ze llik tir. « Wo i
fi ™
Tümördeki genom instabilitesinin kesin kaynağı bilinme /
-
mekle birlikte çeşitli faktörler, bu bakımdan önemli gözük i. ■
mektedir:
• H er çeşit hepatitte görülen inflamasyonun ve rejeneras- Resim 1 5 -3 4 iyi diferansiye hepatosellüler karsinom da normal
yonun, genom D N A ’smdaki edinsel mutasyonlara katkı oluşumlarda bozulm alar vardır: Karaciğer hücre levhaları önemli öl
çüde genişlemiştir ve “ psödoasiner” oluşum lar ( o k l a r )—anormal
da bulunan başlıca faktör olduğuna inanılmaktadır.
safra kanalları—çoğu zaman safra içerir.
Safra Kesesi Hastalıkları 639
Fibrolam eller ka rsin o m , genç erkeklerde ve kadın yapılmazsa medyan sağkalım süresi 7 aydır. Son yıllarda
larda (2 0 -4 0 yaş grubunda) eşit sıklıkta görülen ve siroza yapılan klinik çalışmalar, geniş spektrumlu bir tirozin ki-
ya da diğer risk fa k tö rle rin e eşlik etmeyen, ayrı bir kliniko- naz inhibitörü olan sorafenib tedavisinin, ilerlemiş vaka
patolojik hepatosellüler karsinom tipidir. G enellikle, içeri larda bir miktar faydalı olabileceğini göstermiştir. Tayvan
sinden boydan boya fib rö z bantlar geçen, yüzeysel olarak gibi bazı ülkelerde hepatit B virüsü immünizasyon prog
fokal nodüler hiperplaziyi andıran, te k b ir tü m ö rd ü r. Fibro ramlarının HCC insidansmı önemli ölçüde azaltmış olma
lameller karsinom un prognozu, daha sık karşılaşılan diğer sı, bu hastalığın endemik bölgelerdeki korkunç sonucunun
hepatosellüler karsinom tiplerindekinden daha iyidir. koruyucu önlemlerle azaltılabileceğini kanıtlamıştır.
K lin ik Ö z e llik le r
A Ö ZET
HCC asemptomatik bir hepatomegali olarak görülebilirse
de, daha çok semptomatik siroz hastalarında karşılaşılan Karaciğer Tümörleri
bir neoplazidir. Bu hastalarda karaciğerin hızla büyümesi, • Karaciğerde en sık görülen malign tüm örler metastatik
asitin birdenbire ağırlaşması veya asit sıvısında kan belirmesi, karsinomlar olup, bunlar sıklıkla kolon, akciğer ve meme
ateş ve ağn, tümör geliştiğini haber verir. HCC için iyi bir se- den kaynaklanır.
rolojik tarama testi yoktur. Serum alfa-fetoprotein düzeyi, • Karaciğerin başlıca primer malign tüm örü hepatosellüler
tanı için en sık başvurulan göstergedir ama yalnızca tü karsinomdur. Asya ve A frika’da sık görülen bu kanserin
mör çok ilerlediğinde ve yine yalnızca vakaların yarısında A BD ’deki insidensi artmaktadır.
yükselir. Dahası; yolk sak tümörlerinde ve neoplastik ol • Hepatit B ve C, alkolik siroz, hemokromatoz ve daha sey
mayan siroz, kronik hepatit, normal gebelik ve masif ka rek olarak tirozinemi ve cy-antitripsin (AAT) eksikliği, he
raciğer nekrozu gibi durumlarda yalancı-pozitif sonuçlar patosellüler karsinom etiyolojisinde rolü olan başlıca has
alınabildiğinden alfa-fetoprotein düzeyleri ne spesifik, ne talıklardır.
de duyarlıdır. Siroz hastalanılın her 6 ayda bir radyolojik ola • Batı ülkelerindeki hepatosellüler karsinomların %90’ı si
rak taranması ve bu sırada displastik nodüllerin veya erken roz zemininde, Asya’daki hepatosellüler karsinomların
hepatosellüler karsinomların mevcut olup olmadığına bakılma ise neredeyse yarısı sirozlu olmayan karaciğerlerde gelişir.
sı, günümüzdeki önemli klinik araştırma konülanndandır.
• Viral hepatite eşlik eden kronik inflamasyon ve hücre re-
ilerlemiş HCC'un prognozu karanlıktır. Tek bir tane ve
jenerasyonu, karsinomlara elverişli zemin hazırlayan fak
küçük (çoğu zaman seyrek rastlanan fibrolameller tipteki) tö rle r olabilir.
tümörlerde rezeksiyon veya ablasyonla iyileşme sağlayabi
• Hepatosellüler karsinomlar uni- veya multifokal olabilir,
lir, ama kronik olarak hasta bir karaciğerde yeni hepatosel
kan damarlarını invaze etme eğilimi taşır ve normal kara
lüler karsinomların ortaya çıkmasını önlemez. Buna karşı
ciğer yapısını değişen derecelerde taklit edebilir.
lık karaciğer nakli ile tam tedavi sağlanabilir. Rezeksiyon
M ORFOLOJİ
K o lesterol ta şla rı yalnızca safra kesesinde oluşur ve
% 50-% 100 oranında kolesterolden yapılıdır. Saf ko leste Resim 15 -36 Pigmente safra taşları. Kronik intravasküler hemo-
rol ta şları soluk sarı re n kte d ir; taşın bileşim indeki kalsi lize neden olan, mekanik mitral kapak protezi taşıyan bir hastadan
yum karbonat, fosfatlar ve bilirübin m iktarlarının artması, alınan, normal görünümlü bir safra kesesindeki, çok sayıda yüzeye
sahip, siyah renkli safra taşları.
Safra Kesesi Hastalıkları
K lin ik Ö z e llik le r
Akut Taşlı Kolesistit Akut taşlı kolesistitte hasta, 6 saatten daha uzun süre de
Taşlar içeren safra kesesindeki akut inflamasyon, akut taş vam eden ağrıyla hekime gelir. Genellikle sabit şiddette
lı kolesistit olarak adlandırılır; safra kesesi boynunun veya olan bu ağrı şiddetlidir, karnın yukarı kısmında lokalize-
kanalının tıkanması, bu çeşit kolesistite elverişli zemin dir ve çoğu zaman sağ omuza yayılır. Ateş bulantı ve şid
hazırlar. Akut taşlı kolesistit, safra taşlarının en sık karşımıza detli bitkinlik klasiktir; konjuge hiperbilirübineminin var
BÖLÜM 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yollan
lığı, koledok kanalının tıkandığı izlenimini verir. Sağ sub- jit, biliyer ağaca bir defa giren bakterilerin, intrahepatik
kostal bölge, karın kaslarındaki spazm nedeniyle önemli safra yollarını enfekte etmeye eğilimi nedeniyle gelişir.
ölçüde hassas ve serttir; palpasyonda bazen hassas, gergin Sık görülen patojenler, Eschericia coli, Klebsiella, Enterokok-
bir safra kesesi ele gelebilir. Hafif ataklar 1-10 gün içeri lar, Clostridium ve Bacteroides'dir. Vakaların yarısında, iki
sinde genellikle kendiliğinden iyileşir, ama bu atakların veya daha fazla etken bakteri bulunur. Parazitler nedeniy
daha sonra tekrarlama olasılığı yüksektir. Semptomları le gelişen kolanjit, bazı popülasyonlarda önemli bir sorun
olan hastaların yaklaşık dörtte biri, ameliyat gerektirecek dur; Latin Amerika ve Yakın Doğu ülkelerinde Fasciola he-
derecede hastadır. patica veya schistosomiasis, Uzak Doğuda Clonorchis si
Akut taşsız kolesistitteki semptomlar genellikle hastadaki nensis veya Opisthorchis viverrini ve edinsel immün yet
ağır klinik tablo tarafından maskelenebildiğinden tanı, bu ola mezlik sendromunda cryptosporidiosis, buna yol açan pa
sılığın akılda tutulmasıyla konulabilir. razitlerdendir.
Kronik kolesistitte akut kolesistitlerdeki etkileyici belir Bakteriyel kolanjit genellikle ateş, titremeler, karın ağ
tiler yoktur ve bu hastalık genellikle, aynı şiddetteki tek rısı ve sarılık nedenidir. Safra yollarının irinli safrayla dol
rarlayan epigastrik ağrıyla veya sağ yukarı kadran ağrısıy duğu, karaciğerde apse oluşumu riskini de beraberinde
la karakterizedir. Bu ağrılara sıklıkla bulantı, kusma ve getiren süpüratif kolanjit, en ağır kolanjit tipidir. Kolanjit
yağlı besinlere intolerans eşlik eder. hastalarında kolestazdan çok sepsis önemli olduğundan,
Akut lcolesistit tanısı genellikle safra taşlarının ve buna acil tanı ve tedavi son derece önemlidir.
eşlik eden, kese duvarındaki kalınlaşma kanıtlarının ult-
rasonografiyle görüntülenmesine dayanır. Öte yandan
Sekonder Biliyer Siroz
kronik kolesistit, ameliyatla alman safra kesesinin muaye
nesine dayanan bir patolojik tanıdır. Aşağıdaki ciddi Ekstrahepatik safra yollarının uzun süre tıkanması, kara
komplikasyonlarının gelişme potansiyeli nedeniyle kronik ciğerin bizzat kendisine büyük zarar verir. Ekstrahepatik
kolesistit, dikkat edilmesi gereken bir tanıdır: kolelitiazis, bu çeşit tıkanmaya en çok yol açan nedendir.
• Bakteri superenfeksiyonuna bağlı kolanjit veya sepsis Diğer tıkayıcı durumlar arasında, biliyer atrezi (daha son
® Safra kesesi perforasyonu ve lokal apse oluşumu ra anlatılmaktadır) biliyer ağacı ve pankreas başı maligni-
® Safra kesesi rüptürü sonucunda yaygın peritonit geliş teleri ve daha önceki cerrahi girişimler sonucunda meyda
mesi na gelen darlıklar sayılabilir. Kolestazm daha önce anlatı
• Biliyer-enterik fistül (kolesistenterik fistül) ile safranın lan başlangıçtaki morfolojik özellikleri, tıkanma düzeltil
komşu organlara boşalması, biliyer ağaca hava ve bak diğinde tamamen geri dönüşlüdür. Ancak biliyer tıkanma
terilerin girmesi ve safra taşı nedenli intestinal tıkanma sonucu gelişen sekonder inflamasyon, periportal fibrozis
(ileus) potansiyeli oluşumunu başlatır. Söz konusu fibrozis, nedbeleşme ve
• Kronik kolesistitin, önceden mevcut kalp, akciğer, böb nodiil oluşumu üzerinden, sonunda sekonder biliyer siro
rek veya karaciğer dekompansasyonu nedeniyle şiddet za yol açar.
lenmesi
Biliyer Atrezi
EKSTRAHEPATİK SAFRA Biliyer atrezi, neonatal kolestazm önde gelen bir nedeni
dir; bebeklerdeki kolestaz vakalarının üçte birinden so
Y O LLA R IN IN HASTALIKLAR!
rumludur ve yaklaşık her 1 0 bin canlı doğumda bir görü
Koledokolitiazis ve Kolanjit lür. Biliyer atrezi safra akışının, ekstrahepatik safra kanalları
nın tahrip veya kısmen ya da tamamen mevcut olmaması ne
Koledokolitiazis ve kolanjit, birbirlerine çoğu zaman eşlik deniyle tam olarak tıkanmasıdır. Erken çocukluk dönemin
etmeleri nedeniyle beraberce ele alınır. Koledokolitiazis, bi deki karaciğer hastalığına bağlı ölümlerin en sık karşılaşı
liyer ağaçta safra taşlarının mevcut olmasıdır. Batı ulusla lan nedenidir ve karaciğer nakli için sevk edilen çocukla
rındaki neredeyse tüm taşlar, safra kesesinde oluşur; As rın yarısından fazlasında bu sorun mevcuttur.
ya uluslarında ise primer duktal ve intrahepatik, genellik Safra atrezisinin dikkat çeken özelliklerinden bazıları:
le pigmente taş oluşumunun insidensi daha yüksektir. Ko ® Hepatik ya da ana safra kanalında inflamasyon ve fib-
ledokolitiazis büyük safra yollarını hemen tıkamayabilir; rozan darlık
cerrahi kolesistektomi sırasında hastaların % 1 0 kadarında
• Büyük intrahepatik safra kanallarının tıkanması ve int
asemptomatik taşlar bulunur. Koledokolitiazis semptom
rahepatik biliyer ağaçtaki ilerleyici tahrip
ları (1) safra yollarının tıkanması, (2) kolanjit, (3) karaci
ğer apsesi, (4) sekonder biliyer sirozla birlikte kronik ka • Biliyer tıkanmanın karaciğer biyopsisinde neden oldu
raciğer hastalığı veya (5) akut taşlı kolesistit nedeniyle ge ğu değişiklikler (ör. düktüler reaksiyon, portal alanda
lişir. ödem ve fibrozis, parenkimal kolestaz)
Kolanjit, safra kesesi duvarlarındaki inflamasyondur ve • Doğumu izleyen 3-6 ay içerisinde periportal fibrozis ve
hemen her zaman için, normalde steril olan kese lüme- siroz
nindeki bakteri enfeksiyonuna bağlıdır. En fazla koledok
taşları olmak üzere safra akışını tıkayan herhangi bir lez- K linik Gidiş
yon veya biliyer ağaca cerrahi girişimler nedeniyle gelişir. Biliyer atrezisi olan bebekler hekime, neonatal kolestazla
Tümörler, kalıcı stentler veya lcateterler, akut pankreatit getirilir; biliyer atrezi, kız bebeklerde erkeklerden hafifçe
ve iyi huylu darlıklar diğer kolanjit nedenleri arasında sa daha fazla görülür. Bebeklerin doğum ağırlığı ve doğum
yılabilir. Bakteriler safra yollarına çoğu zaman kan yoluy sonrasında kilo alması normaldir. Hastalık geliştikçe dış
la değil, Oddi sfinkterinden geçerek girer. Asandan kolan kı akolik karakter kazanır. Laboratuar bulguları, biliyer
aSscv rr, i —
'Jlj» HE§£&
T ü m ö rle r 643
O Ö ZET
Safra Kesesinin ve Ekstrahepatik Safra
Yollarının Hastalıkları
• Safra kesesi hastalıkları kolelitiazis ile akut ve kro n ik ko-
lesistiti kapsar.
Resim 15-37 Safra kesesi adenokarsinomu. Açık durumdaki kese
• Safra taşı oluşum u Batı ülkelerinde sık görülür. Bunların
deki büyük, lümeni tamamen dolduran, egzofitik bir tümör.
büyük bölüm ü kolesterol taşlarıdır. Bilirübin ve kalsiyum
içeren pigm ente taşlar, en çok Asya ülkelerinde görülür.
• İlerleyen yaş, dişi cinsiyet, östrojen kullanımı, obezite ve
kalıtım, kolesterol taşlarının eşlik ettiği risk faktörle rid ir. yi ya da tüm safra kesesini kaplayan, diffüz kalınlaşma ve
• K olesistit hemen her zaman kolelitiazisle b irlik te d ir ama se rtlik alanı olarak gözlenir. Bu tü m ö rle r skiröz ve çok
vakaların % 1 0 kadarında safra taşı olmaksızın gelişir. serttir. E kzofitik olarak büyüyen safra kesesi kanserleri lü-
• A k u t taşlı kolesistit acil kolesistektom i gerektiren ne men içlerine doğru düzensiz, karnabahara-benzer b ir kitle
denlerin en sık karşımıza çıkanıdır. olarak uzanır ama aynı zamanda, alttaki kese duvarını da
• Erişkinlerde ekstrahepatik safra kanallarının tıkanması invaze eder (Resim 1 5 -3 7 ). Tü m ö rlerin bü yü k bölüm ü
asandan enfeksiyona (kolanjite) ve sekonder biliyer siro ad en okarsin o m lard ır, papiller karakterde veya az dife-
za neden olur. ransiye olabilirler. Yaklaşık % 5’ i skuamöz hücreli karsinom -
• Konjenital biliyer atrezisi olan bebekler hekime, neona d u r veya adenoskuamöz diferansiasyon gösterir; safra ke
tal kolestazla g e tirilir ve iyileşme ancak karaciğer nakliy sesinde, ender n ö roe ndo krin tü m ö rle r de görülebilir. Safra
le müm kündür. kesesi kanseri tanı konulduğunda hemen her zaman için ka
raciğeri invaze etmiş veya safra yollarına ya da po rta l kara
ciğer lenf nodüllerine yayılmış durum dadır.
TÜMÖRLER
K lin ik Ö z e llik le r
Safra Kesesi Karsinomu Safra kesesi kanserinin ameliyattan önce tanısı, istisna sa
yılır ve hastaların <%20'sinde mümkün olmaktadır. Karın
Seyrek görülmekle birlikte safra kesesi karsinomu, safra ağrısı, sarılık, iştahsızlık, bulantı ve kusma şeklinde olan
yollarında en sık gelişen malign tümördür. Kadınlarda, er- semptomlar sinsi bir şekilde başlar ve hastadaki belirtiler
keklerdekinden 2-6 kat daha fazladır ve en sık 7. dekadda tipik olarak, kolelitiazise eşlik edenlerden farksızdır. Has
ortaya çıkar. Safra kesesi karsinomu dünyada en çok, ta şanslıysa erkenden tıkanma ve akut kolesistit gelişir ya
Meksika ve Şili'de görülür; bunun olası nedeni, safra ke da tümör diğer yerlere yayılmadan önce, eşlik eden,
sesi hastalıkları insidensinin bu bölgelerde yüksek olması semptomatik safra taşları nedeniyle kolesistektomi geçi
dır. ABD'de İspanyol kökenliler ve Amerikan yerlileri, in rir.
sidensin en yüksek olduğu gruplardır. Rezeksiyonun
mümkün olduğu evrede nadiren tanı konulabilir ve 5-yıl-
lık sağ kalım oranı çok düşük olup %5'tir. Vakaların %60- Kolanjiyokarsinomlar
%90'mda safra taşları vardır. Biliyer ağacın paraziter ve pi-
Kolanjiyokarsinomlar, intra ve ekstrahepatik safra yolları
yojenik hastalıklarının daha sık görüldüğü Asya ülkele
nın içini döşeyen hücreler olan kolanjiyositlerden türeyen
rinde safra taşlarının bu karsinomun etiyolojisindeki öne
adenokarsinomlardır. Bu tümörlerin üçte-ikisini ekstrahe
mi daha azdır. Taş içeren veya enfeksiyon etkenlerinin
patik kolanjiyokarsinomlar oluşturur ve hilusta (Klatskin
yerleştiği safra keseleri olasılıkla, tekrarlayan travma ve
tümörü) ya da safra ağacının daha distalinde gelişebilir.
kronik inflamasyon üzerinden kansere yol açmaktadır.
Kolanjiyokarsinomlar en çok, 50-70 yaş arasında görülür;
Safra asitlerinin karsinojen türevlerinin bu yöndeki etki
si, açıkça bilinmemektedir. gerek intrahepatik, gerekse ekstrahepatik kolanjiyokarsi
nomlar, ileri aşamalara kadar genellüde semptom vermez;
prognoz kötüdür ve bu hastaların çoğunda, rezeksiyonu
olanaksız tümörler söz konusudur. Primer kolanjit, biliyer
ağacın fibropolikistik hastalıkları ve Clonorchis sinensis ya
M O R FO LO Jİ da Opisthorchis viverrini infestasyonu, risk faktörleri ola
Safra kesesi kanserleri e k z o fitik veya in filtratif olarak
rak bilinir,
büyür. İn filtra tif tip daha sıktır ve genellikle safra kesesi du Kolanjiyokarsinom risk faktörlerinin çoğu kronik ko-
varında, sınırları belirgin olmayan ve birkaç santim etrekare- lestaza ve olasılıkla kolanjiyositlerde somatik mutasyonla-
rı teşvik eden inflamasyona neden olur. Bu tümörlerde;
644 B Ö L Ü M 15 Karaciğer, Safra Kesesi ve Safra Yolları
Pankreas
BÖL ÜM İ ÇERİ Ğİ
Konjenital A nom aliler 646 Ektopik Pankreas 646 Kronik Pankreatitler 649
Agenezi 646 Konjenital Kistler 646 Pankreas N eoplazileri 651
Pankreas Divizum 646 Pankreatitler 646 Kistik Neoplaziler 651
A nüler Pankreas 646 A ku t Pankreatitler 646 Pankreas Karsinomu 652
Pankreas kritik endokrin fonksiyonlara sahiptir ve ek- asiner lümene boşaltırlar. Bu salgılar, duodenuma bir
zokrin kısmı, sindirim için gerekli olan güçlü enzimle birleri ile anastomozlaşan bir dizi duktus ile taşınırlar.
rin ana kaynağıdır. Bu nedenle, pankreası etkileyen has Duktusları döşeyen epitel hücre tabakası da pankre
talıklar önemli morbidite ve mortalite kaynağı olabilir as salgısına aktif olarak katılır. Daha küçük duktulleri
ler. Ne yazık ki, fizyolojik önemine karşın, pankreasın döşeyen kübik hücreler bikarbonattan zengin sıvı salgı
retroperitoneal lokalizasyonu ve hasarı ya da disfonksi- larken, daha geniş duktusları döşeyen kolumnar hücre
yonu ile üişkili belirti ve bulgularının müphem oluşu, ler müsin üretirler. Daha geniş pankreas duktuslarmm
birçok pankreas hastalığının uzun süre tanı almadan epitel hücreleri kistik fibrozis transmembran ileti düzenle
ilerlemesine neden olur; bu nedenle pankreas bozukluk yiciyi (CFTR) de eksprese ederler. Bu membran proteini
larının farkına varılması ileri derecede şüphelenmeyi ge nin anormal işlevi pankreas sekresyonunun akışkanlığı
rektirir. nı etkiler ve kistik fibrozisi olan kişilerde pankreas
Pankreas, duodenumun "C" halkası denen kısmın hastalığının patofizyolojisinde temel bir role sahiptir
dan, dalağın hilusuna doğru transvers olarak uzanan (Bölüm 6 ).
retroperitoneal bir organdır. Her ne kadar pankreasın İleride tanımlanacağı üzere, pankreasın kendini sin
iyi tanımlanmış anatomik bölümleri olmasa da, komşu dirmesi (örn; pankreatitteki gibi) çok kötü sonuçları
damar ve ligamentler organı baş, gövde ve kuyruk ola olan bir olay olabilir. Bu nedenle, bu olayın oluşum ris
rak ayırır. kini en aza indirmek için birkaç koruyucu mekanizma
Pankreas ismini Yunancadaki "tümü et" anlamına ge vardır:
len pankreas kelimesinden alır. Pankreas, farklı ekzokrin • Pankreas enzimlerinin büyük bir bölümü inaktif pro
ve endokrin bölgeleri bulunan, karmaşık, lobüle bir or enzimler olarak salınırlar ve yukarıda anlatıldığı gibi
gandır. Endokrin kısmı pankreasın sadece %1-2'sini membrana bağlı zimogen grandilerde saklanırlar.
oluşturur ve 1 milyon hücre kümesinden oluşur: Lan- • Proenzimlerin aktivasyonu için duodenal endopepti-
gerhans adacıkları. Bu hücreler insülin, glukagon ve so daz (enterokinaz olarak da adlandırılır) ile tripsinoje-
matostatin salgılarlar. Endokrin pankreasın en önemli nin tripsine dönüştürülmesi gereklidir.
hastalıkları diabetes mellitus ve neoplazileridir. Bu has
• Asiner ve duktal hücreler tarafından tripsin inhibitör-
talıklar 19. bölümde ayrıntılı olarak anlatılmıştır, bu bö
leri (örn; SPINK1, pankreatik sekretuar tripsin inhi-
lümde daha fazla tartışılmayacaktır.
bitörü olarak da bilinir) de salınırlar.
Ekzokrin pankreas sindirim enzimlerini salgılayan asi-
® Tripsin parçalanır ve kendini inaktive eder, bu aktive
ner hücreler ve bu salgıları duodenuma ileten duktul ve
tripsinin lokal düzeylerine sınır koyan bir negatif fe
duktuslardan oluşur. Asiner hücreler, çoğu zimogen
edback mekanizmasıdır.
granüller içerisinde inaktif proenzimler olarak depola
nan sindirim enzimlerininin sentezinden sorumludur. • Asiner hücreler tripsin, kimotripsin ve fosfolipaz A 2
Asiner hücreler salgılama için uyarılınca, granülleri api- gibi aktive enzimlerin etkisine karşı belirgin olarak
kal plazma membranı ile kaynaşır ve içeriklerini santral dirençlidir.
Ekzokrin pankreasın hastalıkları kistik fibrozis, konje
nital anomaliler, akut ve kronik pankreatit ile neoplazi-
lerdir. Kistik fibrozis ayrıntılı olarak Bölüm 6 'da tartışıl
Bu k ita b ın d a h a ö n c ek i b a sk ıla r ın d a bu bölü m ün y a z ılm a s ın d a k a tk ısı mıştır; diğer patolojik süreçler bu bölümün geri kalanın
b u lu n an lara t e ş e k k ü r ed eriz. da tartışılacaktır.
646 BOLUM 16 Pankreas
Konjenital K istler
KONJENİTAL A N O M A LİLER
Konjenital kistler, olasılıkla pankreas duktuslarımn anor
Pankreas gelişimi dorsal ve ventral primordiumlarm füz mal gelişiminden kaynaklanırlar. Polikistik hastalıkta,
yonunu kapsayan karmaşık bir süreçtir; bu olaydaki ha böbrekler, karaciğer ve pankreasın tümü kistler içerir
fif bir sapma sıklıkla pankreas anatomisinde konjenital (Bölüm 13). Konjenital kistler genellikle uniloküler olup,
farklılıklara neden olur. Bunların çoğu kendi başına has boyutları, mikroskobik boyut ile 5 cm arasında değişebi
talığa neden olmazken, farklılıklar (özellikle duktal ana lir. Kübik ya da yassılaşmış epitel ile döşeli olabilirler ve
tomideki farklılıklar) endoskopist ve cerrah için sorun ince fibröz bir kapsül ile çevrelenirler. Bu benign kistler
oluşturabüir. Örneğin, anatomik değişikliklerin farkına berrak, seröz sıvı içerirler. Bu genellikle müsinöz içeriğe
varılmaması, cerrahi sırasında pankreatik duktusun fark sahip pankreatik İçiştik neoplaziler ile ayrımda çok
edilmeden kesilmesi ile pankreatite neden olabilir. önemli bir özelliktir (aşağıya bakınız).
Agenezi PANKREATİT
Çok ender olarak, pankreas tamamen eksik olabilir. Ge Pankreasın iltihabi hastalıklarının şiddeti çok değişken
nellikle (ama daima değil) yaşamla bağdaşmayan diğer olup, hafif ve kendini sınırlayan bir hastalıktan, yaşamı
ciddi malformasyonlarla ilişkili bir durumdur. Pancreatic tehdit eden akut yıkıcı bir sürece kadar değişebilir. Bu
duodenal homeobox 1 normal pankreas gelişimi için kri nedenle hafif ve geçici ya da ağır ve kalıcı yetmezlik ile
tik bir homeodomain transkripsiyon faktörüdür ve ilişkilidir. Akut pankreatitte eğer inflamasyona yol açan
13ql2.1 kromozomundaki PDX1 gen mutasyonları neden ortadan kaldırılırsa organ fonksiyonları normale
pankreas agenezisi ile ilişkili bulunmuştur. dönebilir. Buna karşın, kronik pankreatit, ekzokrin pa-
renkimin geriye dönüşsüz hasarı ile tanımlanır.
Pankreas Divizum
A k u t Pankreatit
Pankreas divizum, otopsi serilerinde insidansı %3 ile %10 Akut pankreatit, şiddeti fokal ödem ve yağ nekrozun
arasında olan, klinik açıdan en önemli konjenital pank dan, yaygın hemorajik parenkimal nekroza kadar deği
reas anomalisidir. Pankreatik primordiumlarm fetal şen geri dönüşlü inflamatuar bir hastalıktır. Batı dünya
duktus sistemlerinin birleşememesi durumunda ortaya sındaki yıllık insidansı 1 0 0 . 0 0 0 kişide 1 0 ile 2 0 olan akut
çıkar. Bunun bir sonucu olarak, ana pankreatik kanal pankreatit, göreceli olarak sıktır. Olguların yaklaşık ola
sadece organın baş kısmının küçük bir bölümünün sek- rak %80'i biliyer kanal hastalığı veya alkolizme bağlıdır
resyonlarınm boşaltılmasını sağlarken, pankreasın (Tablo 16-1). Safra taşı olan olguların kabaca %5'inde
(dorsal pankreatik premordiumdan gelişen) büyük bir akut pankreatit gelişmektedir ve safra taşları tüm akut
kısmına ait sekresyonlar ağzı daha dar olan minör pankreatit olgularının %35 ile %60'mda olaya katılırlar.
sfinkter yoluyla boşaltılır. Bu boşalma defektinin sonu Pankreatit nedeni olarak aşırı alkol alımı konusunda ya-
cu olarak, pankreas divizumlu hastalarda pankreas ge
nelinde intraduktal basınç artışı ve buna bağlı kronik
pankreatit riskinde artış söz konusudur. Tablo 16-1 A ku t Pankreatitte Etiyolojik Nedenler
M etabolik
A nûler Pankreas Alkolizm *
Hiperlipoproteinemi
Anüler pankreas, pankreatik füzyonun göreceli olarak Hiperkalsemi
seyrek bir varyantı olup, bu anomalide pankreas doku İlaçlar (örn. azatiopirin)
sundan oluşan bir halka duodenumu tamamen sarar. G enetik
Gastrik distansiyon ve kusma gibi duodenal obstrüksi-
Katyonik tripsinojen (PRSS1) v e tripsin inhibitor (S P IN K 1 ) genlerinde
yona ait belirti ve bulgular ile ortaya çıkabilir. mutasyonlar
Mekanik
Ektopik Pankreas
Safra taşları*
Travma
Anormal yerleşimli veya ektopik pankreas nüfusun yak
lyatrojenik hasar
laşık %2 'sinde bulunur; en sık bulunduğu bölgeler mide Perioperatif yaralanma
ve duodenumdur. Bunları jejunum, Meckel divertikülü Boya enjeksiyonu yapılan endoskopik prosedürler
ve ileum izler. Bu embriyolojik kalıntılar tipik olarak kü Damarsal
çüktür (çapları milimetreler ile santimetreler arasında
Şok
değişir) ve submukozada yerleşirler. Bunlar bazen ada
Ateroem bolizm
cıkların da bulunduğu normal pankreatik asinuslardan Poliarteritis nodosa
oluşurlar. Sıklıkla insidental ve asemptomatik olsalar
Enfeksiyöz
da, ektopik pankreas lokalize inflamasyondan dolayı ağ
rıya veya -ender olarak- mukozal kanamaya neden olur. Kabakulak
Koksakivirus
Pankreas nöroendokrin tümörlerinin (Bölüm 19) yakla
şık %2 'si ektopik pankreatik dokudan kaynaklanır. ‘ A m e r ik a B irle ş ik D e v le tle ri’ndeki en sık nedenler.
gglggs l - -w . *- a N e :, ■_-. -.- : wm m
Pankreatitler 647
açan, başlangıçtaki enzim aktivasyonuna neden olan üç yol sarın bazı hayvan m odellerinde, pankreatik proenzim ler
m evcu ttu r (Resim 16-2) ve lizozomal hidrolazlar b ir araya toplanmış haldedirler.
• Pan kreas kanalı o b strü k siyo n u . Bir safra taşının ve Bu durum , proenzim aktivasyonuna, lizozomal rüp tü re
ya safra çam urunun sıkışması veya duktal sistemin b ir (fosfolipazların etkisi) ve aktive enzim lerin lokal olarak
kitle ile dışarıdan basıya uğraması duktal akışı bloke salınışına neden olur. İnsan akut pankreatitinde böyle bir
eder, duktal basıncı a rttırır ve enzimden-zengin intersi- mekanizmanın rolü açık değildir.
tisyel sıvının birikim ine yol açar. Lipaz a k tif fo rm d a salın- A lko l kullansmiB p a n k re a tit’® birço k m ekanizm a ile
dığından, lokal yağ nekrozuna neden olabilir. Hasar gö r neden olab ilm ekted ir. A lko l e kzo krin pankreas salgısını
müş olan dokular, periasiner m yofibroblastlar ve lökosit- ve O ddi sfinkterinin (A m pulla V ate ri’ nin tonusunu düzenle
le r pro-inflam atuar sitokinle r salarlar. Bunlar lokal infla- yen kas) kontraksiyonunu geçici olarak arttırır. A lkol asiner
masyonu başlatır ve sızıntı yapan b ir m ikro dam a r ağın hücrelere karşı d ire k t to ksik e tkilid ir ve asiner hücrelerde
dan sıvı çıkışı ile ödem e neden olurlar. Ö dem lokal kan oksidatif stresi a rttıra ra k m em bran hasarına yol açar (aşa
akışını daha da bozarak, vasküler yetmezliğe ve asiner ğıya bakınız). Son olarak, k ro n ik alkol alımı proteinden
hücrelerin iskem ik hasarına neden olur. zengin pankreas sıvısının artm ış sekresyonuna neden olup,
• P rim e r a sin er hüere h a sa rı. Bu patojenik m ekanizma protein tıkaçların birikim ine ve bunun sonucunda küçük
iskemi, viral enfeksiyonlar (ö rn . kabakulak), ilaçlar ve pankreatik duktusların tıkanmasına yol açar.
pankreasa d ire k t travm a ile oluşan akut pankreatitte rol
oynar.
• A sin e r hü crelerd e proengim lerin defektif intra-
sellü ler tra n sp o rtu . N o rm a l asiner hücrelerde, sindi K lin ik Ö z e llik le r
rim enzim leri zim ogen granüller içerisindedir (ve ekstra- Abdominal ağn akut pankreatitin başlıca belirtisidir. Ağ
sellüler olarak salınırlar) ve h id ro litik enzim ler endoplaz- rının şiddeti değişkendir; hafif ve rahatsız edici olabile
m ik retikulum da sentezlendikten sonra değişik yollarla
ceği gibi kişiyi iş yapamaz duruma getirecek kadar şid
, lizozom lara taşınırlar. Ancak, en azından m etabolik ha
detli olabilir. Akut pankreatit şüphesi olan olgularda, ta-
Kolelitazis İlaçlar
Ampuller tıkanma Travma Metabolik hasar (deneysel)
Kronik alkolizm iskemi Alkol
Duktal tıkaçlar Virüsler Duktus tıkanması
. i Protenzimlerin lizozomal
MEKANİZMALAR: İnterstisyel ödem intrasellüler proenzimlerin ve
lizozomal hidrolazların bölüme geçilmesi
I salınımı
Azalmış kan akımı
I I
Enzim aktivasyonu Enzimlerin intrasellüler
iskemi
(intra- ya da ekstrasellüler) aktivasyonu
1
Asiner hüce hasarı
--------- T---------
AKTİVE OLMUŞ ENZİMLER
İnterstisyel
nr
LEZYONLAR: Proteoliz Yağ nekrozu Kanama
inflamasyon + (proteazlar) (lipaz, fosfolipaz) (elastaz)
ve ödem
l__________ I
AKUT PANKREATİT
_______________ -_:_i
Resim 1 6 -2 A kut pankreatitin önerilen patogenezi.
Pankreatitler 649
m ön planda plazmada artmış amilaz ve lipaz düzeyleri gı verici komplikasyonlardır. Hayatta kalan hastalardaki
ve abdominal ağrının diğer nedenlerinin dışlanması ile sekeller, steril ya da enfekte pankreas "abseler"i ve pank
konulur. Vakaların %80'inde akut pankreatit hafif ve reas psödokistlendiı.
kendi kendini sınırlayıcı nitelikte olup, kalan %2 0 'sinde
ağır seyreder. Pankreatik Psödokistler
Tam gelişmiş akut pankreatit en önemli tıbbi acillerden Pankreatik psödokist akut pankreatitin (özellikle de alko
dir. Bu kişilerde ani ortaya çıkan, sert ağrılı karın ve lik pankreatitin) sık izlenen bir sekelidir. Nekrotik
bağırsak seslerinin kaygı verici yokluğu ile karakterize pankreas dokusunun likefiye alanları döşeyici epiteli ol
"akut batın" vardır. Karakteristik olarak ağrı sürekli ve mayan (bu nedenle “psödo” deyimi vardır) fibröz doku
şiddetlidir ve sıklıkla sırta vuran tarzdadır. Bu ağrı, per- dan bir duvarla çevrelenerek kistik bir boşluk oluşturur.
fore peptik ülser, rüptüre akut kolesistit, bağırsak en Kist içeriği pankreas enzimlerinden zengindir ve kist as-
farktüsüne neden olan mezenterik damar oklüzyonu gi pirasyonunun laboratuar incelemesi tanı koydurucu ola
bi diğer nedenlere bağlı ağrıdan ayrılmalıdır. bilir. Pankreas kistlerinin yaklaşık %75'ini psödokistler
Ciddi akut pankreatitin belirtileri sindirim enzimleri oluşturur. Birçok psödokist kendiliğinden ortadan kal
nin sistemik salmımı ve inflamatuar cevabın şiddetli ak- karken, bir kısmı sekonder olarak enfekte olabilir ve da
tivasyonuna bağlıdır. Başlangıçtaki klinik incelemede lö- ha geniş kistler ise komşu yapıları basıya uğratabilir ve
kositoz, yaygın damar içi pıhtılaşma (dissemine intra- ya bu yapılara perfore olabilir.
vasküler koagülasyon) (Bölüm 11), akut respiratuar dist-
res sendromu (alveoler kapiller hasarına bağlı olarak)
(Bölüm 12), ve yaygın yağ nekrozu bulunur. Endotokse- M ORFOLOJİ
minin (gastrointestinal flora ve kan akımı arasındaki ba
riyerin bozulması ile) arttırdığı mikrovasküler geçirgen Psödokistler genellikle soliterdir; sıklıkla pankreas yüzeyine
lik ve bunun sonucu hipovolemi periferik vasküler kol- tu tu n u rla r ve küçük omental kese ya da m ide, transvers ko
laps (şok), ve akut tubuler nekroza (Bölüm 13) bağlı böb lon veya karaciğer arasındaki re tro p e rito n gibi peripankre-
rek yetmezliği ortaya çıkabilir. atik dokuları etkileyebilirler (Resim 16-3, A). Çaplan 2 cm
ile 30 cm arasında değişir. Psödokistler hem orajik yağ nek
Laboratuar bulgulan, ilk 24 saat boyunca belirgin ola
rozu alanlarının duyarlaşmasından oluştuğundan, döşeyici
rak artmış amilaz ve bunu takip eden (72-96 saat içinde)
epitel tabakası içermeyen ve granülasyon dokusundan olu
serum lipaz düzeyleri artışıdır. Hipokalsemi yaygın yağ
şan fib ro tik duvarlar ile çevrelenen n e k ro tik artıklardan
nekrozu alanlarına kalsiyum çökelmesinden kaynakla meydana gelirler (Resim 16-3, B).
nabilir ve eğer kalıcı ise kötü prognozu gösteren bir bul
gudur. İnflamasyonlu ve büyümüş olan pankreas bilgi
sayarlı tomografi (BT) ile veya manyetik rezonans (MR) Kronik Pankreatit
görüntüleme yöntemi ile görülebilir.
Akut pankreatitin kontrol altına alınmasındaki Kronik pankreatit ekzokrin pankreasın uzun süren inf-
önemli nokta, destek tedavisi (örn. kan basıncının ko lamasyonu ve fibrozisi ile karakterize hasarıdır. İleri ev
runması ve ağrının azaltılması) ile yiyecek ve sıvı kısıtla relerinde endokrin parenkim de kaybedilir. Her ne ka
ması yaparak pankreası "dinlendirmek"tir. Akut nekro- dar kronik pankreatit tekrarlayan akut pankreatitten
tizan pankreatiti olan olguların %40 ile %60'mda genel kaynaklansa da, akut ve kronik pankreatit arasındaki ana
likle nekrotik artıklar, sindirim sistemindeki gram-nega- farklılık kronik pankreatitte, pankreas fonksiyonunun geriye
tif organizmalar ile enfekte olarak, hastalığın seyrini çö dönüşsüz olarak bozulmasıdır. Kronik pankreatitin preva-
zülmesi daha karmaşık bir hale getirir. Her ne kadar lansının saptanması zordur, fakat olasılıkla ABD popü-
akut pankreatitli kişilerin pek çoğu sonunda iyileşse de, lasyonun %0.04'ü ile %5'i arasında değişmektedir. Kro
%5'i hastalığın ilk haftasında şoktan ölebilir. Akut respi nik pankreatitin en sık nedeni uzun süreli alkol kullanımıdır
ratuar distres sendromu ve akut böbrek yetmezliği kay ve orta yaşlı erkekler bu etiyolojik grubun büyük çoğun-
Resim 16-3 Pankreatik psödokist. A , Nekrotik kahverengi duvarlı, sınırları belirsiz kisti gösteren kesit yüzeyi. B, Histolojik olarak kist,
gerçek bir döşeyici epitel içermemekte, bunun yerine kronik inflamasyonun tipik değişikliklerinin eşliğinde, fibrin ve granülasyon dokusu
ile çevrelenmektedir.
650 BOLUM 16 Pankreas
luğunu oluşturur. Kronik pankreatitin daha az görülen M akroskobik incelemede, pankreas serttir, bazen ileri dere
nedenleri ise şunlardır: cede genişlemiş duktuslar ve kalsifiye tıkaçlar görülebilir.
• Uzun süreli pankreatik kanal tıkanıklığı (örn. psödo- O to im m ü n pankreatit, iki m o rfo lo jik paternden biri ile
kist, taşlar, neoplaziler veya pankreas divisum). kara kte rli, farklı bir kro n ik pa nkre atit şeklidir: (1) Pankre
• Tropikal pankreatit, Afrika ve Asya'da görülen, bir alt asın çoğu lgG4 p o zitif olan lenfoplazm asitik hücrelerle be
grubunda genetik zemin olan, tam olarak nitelendiri- lirgin infiltrasyonu ve buna eşlik eden girdapsı yapıda fib ro
zis ve venülitis (len fo p lazm asitik sk lero zan pankre
lememiş heterojen bir hastalıktır.
a tit), ya da ( 2 ) duktus çevresinde yerleşen ve sıklıkla duk
• Herediter pankreatit, pankreatik tripsinojen geni
tal epiteli tıkayan, nötrofîl, lenfosit ve plazma hücreli m ikst
(PRRS1), (Tablo 16-1'e bakınız) mutasyonlarma veya in filtrasyo n (id y o p a tik d u k to s e n tr ik p a n k re a tit).
bir tripsin inhibitörünü kodlayan SPINK1 geni mutas- lgG4 ile ilişkili otoim m ün pankreatit m ultisistem ik bir hasta
yonlarma bağlıdır. lık olup, lgG4 ile ilişkili fibrozis yapan bozuklukların (Bölüm
• CFTR mutasyonları ile ilişkili kronik pankreatit. Bölüm 4 ) b ir bulgusu olabilir. O to im m ü n pankreatitin hangi form u
6 'da detaylı olarak tartışıldığı gibi, kistik fibrozis olursa olsun, pankreas kanserini ta k lit edebilmesi ve stero
CFTR geninde mutasyonlar sebebiyle oluşur. CFTR id tedavisine yanıt vermesi nedeniyle ayırıcı tanısı önemlidir.
proteini de pankreatik duktus epitelinde eksprese
edilir, CFTR mutasyonları bikarbonat sekresyonunu
azaltıp sekresyonun vikozitesini arttırır ve protein tı
kaçlarının oluşumuna katkıda bulunur. PATO G EN EZ
Kronik pankreatiti olan kişilerin %40'mdan fazlasında H e r ne kadar kro n ik pankreatitin patogenezi tam olarak
predispozan faktörler bilinmemektedir. Ancak, akut tanımlanamasa da, çeşitli varsayımlar önerilm iştir:
pankreatitte olduğu gibi, bu "idiopatik" olguların normal • T aşlar ile d u ktal o b strü k siy o n . K ron ik pankreatitte-
pankreatik ekzokrin fonksiyon için önemli olan genlerde ki hasara yol açan ajanların pek çoğu (örn . alkol) pank
kalıtsal mutasyonlar ile ilişkili olanlarının sayısı giderek reas sekresyonlarının protein konsantrasyonunu a rttırır
artmaktadır. Örneğin, genetik testler "idiopatik" pankre ve bu p ro te in ler duktal tıkaçlar oluşturur.
atit vakalarının %25-30'unda CFTR geninde germline • Toksik-m eta b o lik. A lko l ve m etabolitleri de dahil o l
mutasyonlarm varlığını ortaya koymuştur; ancak bunlar m ak üzere toksinler, asiner hücrelere d ire k t toksik etki
klasik multisistem kistik fibrözis hastalığına yol açanlar yaparak lipid birikim ine, asiner hücre kaybına ve sonun
da parenkim fîbrozisine neden olurlar.
dan farklıdır (Bölüm 6 ).
• O ksid atif stre s. A lkolün neden olduğu oksidatif stres
asiner hücrelerde serbest radikallerin orta ya çıkmasına
neden o lu r ve m embran hasarına (Bölüm 1) ve m ono-
( ’) M ORFOLOJİ nükleer inflam atuar hücrelerin toplanmasını sağlayan in-
K ron ik pankreatit parenkim al fib ro zis, asinusların bo te rlö k in - 8 (IL- 8 ) gibi kem okinlerin ekspresyonuna yol
yu t ve sayısında azalm a ve pankreas duktuslarınd a açar. O ksida tif stres ayrıca lizozom ve zimogen grandile
değişik derecelerde dilatasyon ile karakterlidir. Langer- rin b irb irin e kaynaşmasına neden olarak asiner hücre
hans adacıkları göreceli olarak azalır (Resim 16-4, A). Ge nekrozu, inflamasyon ve fîbrozise neden olur.
nellikle, geride kalan lobüller ve duktuslar çevresinde kro n ik A k u t pankreatitin aksine, transfo rm ing g ro w th faktör-|3
inflam atuar infiltrasyon ile birlikte, asin er kayıp değişmez (TGF-|3), bağ dokusu büyüm e fa ktö rü , tro m b o sit kökenli
b ir bulgudur. Duktal epitel atro fîk veya hiperplastik olabilir (platelet-derived) büyüme fa ktö rü gibi b irço k profîbrojenik
veya skuamöz metaplazi gösterebilir ve duktal tıkaçlar dik sitokin salgılanır. Bu sitokinler, kollagen depolayan ve fib ro -
kati çekebilir (Resim 16-4, B). G eride kalan Langerhans ada zisin patogenezinde etkili olan periasiner m yofibroblastla-
cıkları skle rotik doku içine gömülü hale gelir ve birbiriyle rın ( ‘ pankreatik yıldızsı hü creler’) aktivasyon ve proliferas-
kaynaşarak, genişlemiş görün ürle r; sonunda kaybolurlar. yonunu uyarır.
Resim 1 6 -4 Kronik pankreatit. A , Yaygın fibrozis ve atrofi, residüel adacık (solda) ve duktus (sağda) ile az miktarda kronik inflamatuar
hücre ve asiner doku bırakmıştır. B, Alkolik kronik pankreatiti olan bir hastada yoğunlaşmış eozinofilik birikim ler içeren dilate duktusu
gösteren büyük büyütme alanı.
Pankreas Neoplazileri 651
PANKREAS NEOPLAZİLERİ Resim 16-5 Seröz kistadenom. A , Seröz kistadenomun kesit yü
zeyi. Normal pankreas parenkimi sadece ince bir çerçeve halinde
Ekzokrin pankreas neoplazileri kistik veya solid olabilir. dir. Kistler göreceli olarak küçüktür ve berrak, saman rengi sıvı
Bazı tümörleri benign iken bir kısmı da tüm maligniteler içermektedir. B, Kistler atipi göstermeyen küboidal epitelle dö
içerisinde en öldürücü olanlardır. şelidir.
652 BÖLÜM 16 Pankreas
Pankreas Karsinomu
m ı i
fni7rn'iT , (■> (i
-•
tJ tl™
jtu• ibit) \M\JV
*)lt
Resim 16-8 Pankreas kanseri gelişimi için progresyon modeli. Telomer kısalması ve K-RAS onkogen mutasyonlarının erken evrelerde, p16
tüm ör baskılayıcı geninin inaktivasyonunun ara evrelerde, TP53, SMAD4 ve BRCA2 tüm ör baskılayıcı genlerin inaktivasyonunun ise geç
evrelerde oluştuğu varsayılmaktadır. Değişiklikler zaman içerisinde birbirini izlese de, mültipl mutasyonların bir araya toplanmasının, özgün
bir sırada oluşmalarından daha önemli olduğuna dikkat edilmelidir. PanIN, pankreatik intraepitelyal neoplazi. Üstteki kısaltmaları izleyen
rakamlar PanIN gelişimindeki evreleri ifade etmektedir.
(Maitra A, Hruban R H : Pancreatic cancer. Annu Rev Pathol M ech Dis 3:157, 2008'den değiştirilmiştir.)
654 B Ö L Ü M 16 Pankreas
K lin ik Ö z e llik le r
Pankreas karsinomları tipik olarak, yayılımları başka yapıla
rı etkileyene kadar sessiz olarak kalırlar. Ağrı genellikle ilk
bulgudur. Fakat bu aşamadaki kanserlerin tedavi edilme
şansı genellikle yoktur. Tıkanma sanlığı pankreas başın
daki karsinomlar nedeniyle gelişebilir, fakat erken girişi
me meydan verecek şekilde kansere zamanında dikkat
çekebilmesi enderdir. Kilo kaybı, iştahsızlık,halsizlik ve
genel yorgunluk hali ilerlemiş hastalığın belirtileridir.
Hastaların yaklaşık %10'unda görülen gezici tromboflebit
CTrousseau sendromu), tümör ve tümörün nekrotik ürün
lerinden salman trombosit aktive edici faktörler ve pro-
Resim 16-9 Pankreas karsinomu. Â , Hem pankreas içerisinde tam koagülanlarm salınmasına bağlanmaktadır (Bölüm 3).
olarak sınırları seçilemeyen kitleleri (ok başlan), hem de safra akışı Pankreas karsinomu hızlı ilerleyen ve üzücü kısalıkta
nın tamamen tıkanması sonucunda duktusun yeşile boyanmasını bir klinik seyre sahiptir. Tanı konduğu sırada tüm pank
gösteren pankreas başı ve ana safra kanalının kesit yüzeyi. B, Pank reas karsinomlarmm %2 0 'sinden daha azı rezeksiyona
reas içinde yoğun fibrotik stromada (dezmoplastik) az gelişmiş
uygundur. Tedavi potansiyeli olan pankreas kanseri ol
glandlar bulunmaktadır.
gularını erkenden saptayabilecek biyomarkerlara şiddet
le gereksinim duyulmaktadır. Pek çok enzimin ve antije
nin (örn. karsinoembriyojenik antijen ve CA19-9) serum
tutar. Pankreas karsinom ları genellikle sert, gri-beyaz, yıl- düzeyleri yükselmekle birlikte, bu antijenler tarama test
dızsı ve sınırları iyi seçilemeyen kitle ler şeklindedir (Resim lerinde kullanılacak ölçüde duyarlı (sensitif) ve özgün
16-9, A). (spesifik) değildir. Endoskopik ultrasonografi ve yüksek
Karsinomların büyük b ir çoğunluğu, glandlar oluştura çözünürlüklü BT gibi çeşitli görüntüleme teknikleri,
rak ve müsin salgılayarak b ir dereceye kadar norm al d&ık- kanserden şüphelenilen olguların incelenmesinde yar
tu s epitelins ta k lit eden duktal adenokarsinom lardır. dımcı olmaktadır, ancak bunlar tarama testi olarak ya
Pankreas kanserinin iki bulgusu ka ra kte ristiktir: ileri dere
rarlı değildir.
cede invazivdir (hatta “ erke n” invaziv pankreas kanserleri
yaygın olarak peripankreatik dokuya invazyon yaparlar),
ve fibroblastlar, lenfositler ve ekstrasellüler m atriksden olu
şan nonneoplastik konak yanıtına neden o lu rla r (öezm op-
la stik ya n ıt).
A n a safra kanalınım distali pankreasın başı boyunca
seyrettiğinden, pankreas başı kanserlerinin büyük çoğunlu
• Pankreas kanseri muhtemelen noninvaziv öncü lezyonlar-
ğu bu kanalı obstrüksiyona uğratırlar. Bu gibi olguların
dan (en sık PanIN) köken alır, onkogenlerdeki (örn. KRAS)
% 5 0’sinde biliyer ağacın belirgin distansiyonu vardır ve has
ve tü m ö r baskılayıcı genlerdeki (örn. CD KN 2A/ p16, TP53
talar tip ik olarak sarılık gösterirler. Bunun tam tersi, pank
ve SMAD4) kara kte ristik mutasyonların artarak birikm e
reasın gövde ve k u y ru k karsin o m ları safra yolunu
siyle gelişim gösterir.
e tk ile m e z le r ve bu yü zd en b ir sü re sessiz k a lırla r.
• Bu neoplaziler, tip ik olarak, yoğun dezm oplastik yanıt
Ç o k bü yü k o la b ilirle r ve sap tan d ık ların d a b ü yü k öl
oluşturan duktal adenokarsinomlardır.
çüde yayılm ış o lu rla r. Pankreas kanserleri sıklıkla re tro
peritoneal boşluğa yayılırlar ve komşu sinirleri çevrelerler • Pankreas kanserlerinin çoğunda tanı ileri evrede konur;
(bu şekilde ağrıya neden o lu rla r). Bazen dalak, adrenaller, bu nedenle m o rta lite oranı yüksektir.
kolum na vertebralis, transvers kolon ve mideyi invaze • Tıkanma sarılığı pankreas başı karsinomunun bir bulgusu
ederler. Peripankreatik, gastrik, m ezenterik, om ental ve d u r ve b irço k hastada şiddetli ağrı görülür.
Pankreas Neoplazileri 655
KAYN AKLAR Sand J, Nordback I: Acute pancreatitis: risk of recurrence and late con
sequences of the disease. Nat Rev Gastroenterol Hepatol 6:470,
Chen JM , Ferec C: Chronic pancreatitis: genetics and pathogenesis. 2009. [A kut pankreatitin, p sö d okistler gibi g eç kom plikasyon ları ve kro
Annu Rev Genomics Hum Genet 10:63, 2009. [Kronik pankreatitin, n ik pan kreas yetm ezliğine ilerlem e konularında olağanüstü bir d e r le m e .]
g en etik neden leri de içeren, tem el bilim ler yönü üzerine ayrıntılı bir der Sugumar A, Chari ST: Autoimmune pancreatitis. J Gastroenterol He
lem e.] patol 26:1368, 2011. [Yeni ortay a çıkan bu kronik pan kreatit şekli kon u
DiMagno MJ, DiMagno EP: Chronic pancreatitis. Curr Opin Gastro sunda, m ajör alt tiplerin irdelenm esini de içeren m ü kem m el bir güncelle
enterol 25:454, 2009. [Kronik pankreatitin doğal gelişim i ve tedavisi k o m e.]
nusunda kliniğe y ön elik bir derlem e.] Vincent A, Herman J, Schulick R, et al: Pancreatic cancer. Lancet
Hidalgo M: Pancreatic cancer. N Engl J Med 362:1605, 2010. [Pankreas 378:607, 2011. [Pankreas ka n seri konusunda en y en i gelişm eleri içeren
k a n seri konusunda, y en i ortaya çıkan moleküller tedavi h ed eflerin i d e içe klinik ve patolojik bir derlem e.]
ren, kliniğe yönelik, h arika bir derlem e.] Yadav D, Whitcomb DC: The role of alcohol and smoking in pancre
Matthaei H, et al: Cystic precursors to invasive pancreatic cancer. Nat atitis. Nat Rev Gastroenterol Hepatol 7:131, 2010. [A lkol ve tütün
Rev Gastroenterol Hepatol 8:141, 2011. [Pankreas kistleri v e klinik m aruziyeti ile pankreatit patogen ezi konusunda, g en etik duyarlılığı da
ön em leri konusunda ayrıntılı bir d erlem e.] içeren, m ükem m el bir derlem e.]
\
IBBgrgjg _-: L - .Jv-:'V>>. .d-.-A_ ! ' .3
/
Hedefe yönelik tedavi için
studentconsult.com adresine bakınız.
B Ö L Ü M
A lt Uriner Traktus
BÖLÜM İÇERİĞİ
Neoplaziler
PENİS
Penis neoplazilerinin %95'den fazlası skuamöz epitel-
Malformasyonlar
den kaynaklanır. Amerika Birleşik Devletlerinde peni
Penisin en yaygın görülen malformasyonları, distal üret- sin skuamöz hücreli karsinomları nispeten azdır ve er
ral orifisin anormal lokalizasyonlarım içine alan hipospa- keklerdeki tüm kanserlerin yaklaşık %0,4'den sorumlu
dias ve epispadiastır. Bu iki durumdan daha çok görülen dur. Bununla beraber gelişmekte olan ülkelerde penis
hipospadiasta, üretranm anormal açıklığı penisin vent karsinomu daha yüksek oranlarda görülmektedir. Vaka
ral yüzeyinde, şaft boyunca herhangi bir lokalizasyonda- ların çoğu 40 yaşın üstündeki sünnetsiz hastalarda orta
dır. Bu anomalili üretral ağız bazen konstriktedir, üriner ya çıkmaktadır. Penisin skuamöz hücreli karsinomunun
trakt obstrüksiyonu ve artmış üriner trakt enfeksiyon patogenezinde kötü hijyen (potansiyel karsinojen olan
riskine neden olur. Bu anomali, erkek yenidoğanlarda smegmamn etkisi sonucu), sigara içme ve özellikle tip
1:300 oranında görülür ve inguinal herni ve inmemiş 16 ve 18 olmak üzere, human papilloma virus (HPV) en
testis gibi diğer konjenital anomalilerle birlikte olabilir. feksiyonu gibi çeşitli faktörler sorumlu tutulmaktadır.
Epispadiasta anormal üretral orifis penisin dorsal kıs- Penisin in situ skuamöz hücreli karsinomu (Bowen Has
mmdadır. talığı) yaşlı sünnetsiz erkeklerin penis şaftı üzerinde so-
liter plak lezyon olarak görülür. Histolojik inceleme, epi-
İnflamatuar Lezyonlar dermisi tam kat tutan, morfolojik olarak malign hücrele
rin alttaki stromaya invazyon yapmadığını gösterir (Re
Bolanit ve balanopostit sırayla glans penis ve onu örten sim 17-1). Yaklaşık hastaların %10'unda invaziv sku
prepisyumun lokal inflamasyonu olarak tanımlanır. amöz hücreli karsinoma ilerler.
Kandida albikans, anaerob bakteriler, Gardnerella ve piyo- Penisin invaziv skuamöz hücreli karsinomu en çok
jenik bakteriler yaygın görülen ajanlar arasındadır. Ol glans penis ya da prepisyum üzerinde, gri renkte, pür-
guların çoğu smegma olarak isimlendirilen lokal irritan tüklü, papüler lezyon şeklinde görülür. Olguların çoğun
etki gösteren dökülen epitel hücreleri, ter ve hücre artık da, alttaki bağ dokusuna infiltrasyonla, ortası ülsere, sı
larının birikimi ile birlikte sünnetsiz erkeklerdeki kötü nırları düzensiz, endüre lezyon oluşur (Resim 17-2). His
lokal hijyenin sonucu olarak ortaya çıkar. Fimozis pre tolojik olarak, tipik keratinize skuamöz hücreli karsi-
pisyumun glans penisin üzeride kolaylıkla geri çekile- nom görünümü vardır. Prognoz tümörün evresine bağ
mediği durumu anlatır. Fimozis bir konjenital anomali lıdır. Lokalize lezyonlarda 5 yıllık yaşam oranı % 6 6 iken,
olarak görülebilirse de, çoğu vakada daha önceki bala inguinal lenf nodİarma metastaz varlığında oran % 27'ye
nopostit ataklarına karşı, prepisyumun sonradan ned- düşer. Verrüköz karsinom skuamöz hücreli karsinomun
beleşmesiyle sekonder de gelişebilir. papiller yapılanma gösteren, gerçekte sitolojik atipi içer-
658 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
belki de bu organlarda daha sonra gelişecek tümörlerin bir anatomik defekt yoktur. Yetişkin tip torsiyon tipik ola
kaynağı olacaktır. Kriptorşid testislerde görülenlere ben rak adolesaruarda görülür ve ani başlangıçlı testiküler
zer atrofik değişiklikler, kronik iskemi, travma, radyas ağrı ile karakterizedir. Neonatal torsiyonun tersine, ye
yon, antineoplastik kemoterapi ve sirozda olduğu gibi tişkin tip torsiyon, testiste mobilite artışına ve "çan tok
östrojen seviyesinin sürekli yükselişi ile bir arada olan mağı anomalisi" olarak adlandırılan anomaliye neden
durumları da içine alan birtakım diğer nedenlerle olabi olan bilateral anatomik defekt ile birliktedir. Sıklıkla
lir. Bununla beraber intratubuler germ hücre neoplazisi tahrip edici bir hasar olmaksızın oluşur ve uykudan
bu sonraki durumların bir sonucu değildir. uyandıran ani bir ağrı ile kendini gösterir.
Torsiyon, az sayıdaki ürolojik acil problemlerden biri
dir. Testis ilk 6 saat içinde cerrahi olarak çıkarılır ve kord
elle düzeltilirse, testisin yaşaması için bir şans olabilir.
# ö z e t __________ Karşı taraf testiste de benzer olayın oluşumunu önlemek
Kriptorşidizm için, etkilenmemiş testis de cerrahi olarak skrotum içine
sabitlenir (orşiopeksi).
• Kriptorşidizm testisin karın boşluğundan skrotuma tam
olarak inmemesidir ve 1 yaşındaki erkek bebeklerin yak
laşık %1 inde mevcuttur. Testis Neoplazileri
• İki taraflı, hatta bazı vakalarda tek taraflı kriptorşidizm
tubuler atrofi ve sterilite ile bir aradadır. Testis neoplazileri, yaklaşık 100,000 erkekte 6 oranında
• Kriptorşid testisin atrofik tubullerindeki intratubuler görülür. 15-34 yaşları arasında en sıktır. Testisin tümör
germ hücre neoplazi odağından testiküler kanser oluşma leri, germ hücreli tümörler ve seks-kord stromal tümör
riski 3-5 kat daha fazladır. Orşiopeksi sterilite ve kanser leri içeren heterojen yapıda bir tümör grubudur. Postpu-
riskini azaltır. bertal erkeklerde testiküler tümörlerin %95'i germ hücrele
rinden kaynaklanır ve hepsi maligndir. Tersine, Sertoli ya
da Leydig hücrelerinden kaynaklanan tümörler (seks
kord-stromal tümörler) az görülür ve genellikle benign-
İltihabı Lezyonlar dir. Bu bölümün geri kalan kısmında testisin germ hüc
re tümörlerine daha fazla yer ayıracağız.
Testisin iltihabi lezyonları testisin kendisinden çok, epi-
Testis neoplazilerinin sebebi bilinmemektedir. Testis
didimde bulunur. Testisin daha önemli iltihabi hastalık
tümörleri siyah ırka göre beyazlarda daha yaygındır ve
larından bir kısmı zührevi (venereal) hastalıklarla bir
beyaz popülasyonda son dekadlarda insidensi artmıştır.
aradadır ve bu bölümde ilerde tartışılacaktır. Testiküler
Daha önce de belirtildiği gibi, kriptorşidizm inmemiş tes
iltihabın diğer sebepleri nonspesifik epididimit ve orşit,
tiste kanser riskini üç ile beş kat yükselttiği gibi karşı taraf
kabakulak ve tüberkülozdur. Nonspesifik epididimit ve
taki inmiş testiste de kanser riskini arttırır. Testis kanserli
orşit çoğunlukla testisin spermatik kordonunun lenfa
vakaların yaklaşık %1 0 'unda bir kriptorşidizm hikayesi
tikleri veya vas deferensle testise yayılan, bir primer id
vardır. Androjen duyarsızlığı sendromu ve gonadal dis-
rar yolu enfeksiyonu olarak başlar. Tutulan testis tipik
geneziyi içine alan interseks sendromları da testis kan
olarak şiş ve ağrılıdır. Başlıca nötrofillerden oluşan ilti
serleriyle artan sıklıkla bir aradadır. Aile öyküsü önem
habi infiltrat içerir. Orşitis kabakulak enfeksiyonu geçiren
lidir, kardeşlerinde germ hücreli tümör olan bireylerde
erişkin erkeklerin ortalama %20'sinde görülür. Fakat ço
risk, normal popülasyona göre muhtemelen kalıtsal risk
cuklarda nadiren ortaya çıkar. Etkilenen testis ödemli ve
faktörleri nedeniyle 8-10 kat artar. Bir testiste kanser gö
konjesyonedir. Başlıca lenfoplazmositik bir iltihabı in-
rüldüğünde karşı testiste de neoplazi görülme riski be
filtrasyon içerir. Ağır vakalar yaygın nekroz, seminifer
lirgin olarak yükselir. 1 2 'inci kromozomun kısa kolun
epitelin kaybı, tubuler atrofi, fibrozis ve steriliteye ne
daki bir izokromozom, 1 2 , i(1 2 p), histolojik tip ayırdet-
den olabilir. Enfeksiyonlar ve otoimün hastalıkları da
meksizin bütün germ hücreli tümörlerde bulunmuştur.
içeren bazı durumlar, testiste granülomatöz iltihabi bir
Bu kromozom anomalisiyle ilişkili gen(ler) yanısıra,
reaksiyon ortaya çıkartabilir. Bunlardan tüberküloz en
germ hücreli tümörlerin patogenezinde katkıda bulunan
sık görülenidir. Testisin tüberkülozu genellikle epididi
diğer mutasyonlar süregiden araştırma konusudur.
mit ile başlar. Testis sekonder tutulur. Histolojik olarak
Çoğu testis tümörü, postpubertal erkeklerde in situ
başka yerlerde görülen aktif tüberkülozdaki gibi, granü
lezyon olan intratubuler germ hücre neoplazisinden gelişir.
lomatöz iltihap ve kazeöz nekroz mevcuttur.
Bu lezyon kriptorşidizm, disgenetik gonadlar gibi tümör
gelişimi açısından yüksek riskli durumlarla birliktedir.
Vasküler Bozukluklar Bu in situ lezyonlar germ hücreli tümörlerde, bütün ol
gularda makroskopik olarak "normal" komşu testis do
Torsiyon ya da spermatik kordun kıvrılması, kalın du kusunda bulunabilir.
varlı ve daha esnek yapılı arterleri açık bırakan, tipik Testisin germ hücreli tümörleri seminomlar ve nonse-
olarak venöz drenajın obstrüksiyonuyla sonuçlanır. Tor minomatöz germ hücreli tümörler olarak sınıflandırılır
siyon düzelmezse şiddetli vasküler tıkanıklık ve venöz lar (Tablo 17-1). Seminomlar, testiküler germ hücreli ne-
infarkt meydana gelir. İki tip testiküler torsiyon vardır. oplazilerin yaklaşık %50'sini oluşturur ve bazen "klasik"
Neonatal torsiyon, doğumdan önce veya doğumdan kısa seminom diye adlandırılarak daha az görülen spermato-
süre sonra meydana gelir. Oluşumunda ilişkili herhangi sitik seminomdan (ileride anlatılacak) ayrılırlar. Bunlar
660 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
histolojik olarak over disgerminomları ve santral sinir rasyonundaki minimal yükselmeden sorumludurlar. Bunla
sistemi ile ekstragonadal alanlarda görülen germinom- rın varlığı prognozu etkilemez.
larla aynıdır. İsmen seminom ile ilişkili olmasına rağmen, sperm ato-
sitik sem inom klinik ve histolojik olarak farklı bir antite-
dir. Bu nadir görülen bir tüm ördür. Diğer testis tüm örleri
ne göre daha yaşlı kişilerde oluşur; hastalar genellikle 65
MORFOLOJİ yaş ve üstündedir. Klasik seminomların tersine lenfositik in
filtrasyon, granülomlar ve sinsityotrofoblastlar görülmez;
Germ hücreli tüm örlerin histolojik görünümü saf (ör. tek diğer germ hücreli tüm örlerle birlikte görülmez, intratubu-
histolojik tip içeren) ya da m ikst (olguların % 40’ında görü ler germ hücre neoplazisi içermez ve metastaz yapmaz.
len) olabilir. Sem inom lar büyük, yumuşak, iyi sınırlı, ge Tüm ör genellikle nodüller ya da tabakalar yapan, değişik
nellikle homojen, etkilenen testisin kesit yüzeyinden dışa boyutlardaki poligonal hücrelerden meydana gelir.
doğru kabarık gri-beyaz tüm örlerdir (Resim 17-3). Büyük Em briyonal ka rsin o m la r kötü sınırlı, kanama ve nek
tüm örlerde, çoğu kez kanamasız olan, koagülasyon nekroz roz odakları içeren, invaziv kitlelerdir (Resim 17-5). Siste-
odakları bulunabilir. Mikroskobik olarak seminomlar gli mik metastazları olan hastalarda bile primer lezyonlar kü
kojenden zengin, b e rra k sito p lazm alı ve belirgin çük olabilir. B a zo filik sito p lazm alı, hücre sın ırları be
n u kleo lu sları o lan , y u v a rla k ç e k ird e k li, hücre sın ır lirsiz ve belirgin n ü kleo lu sları olan, bü yü k nukleus-
ları belirgin b ü yü k üniform hücrelerden o lu şu r (Re lu p rim itif g örünüşlü, b ü yü k hücrelerden o lu şu rlar.
sim 17-4). Hücreler sıklıkla fîbröz septumlarla ayrılan kü Neoplastik hücreler farklılaşmamış, solid tabakalar veya
çük lobüller şeklinde dizilir. Lenfositik bir infiltrasyon çok prim itif glandüler yapılar ve düzensiz papillalar içerebilir
kere bulunur ve bazen neoplastik hücreleri gölgeleyebilir. (Resim 17-6). Vakaların çoğunda yolk sak tümör, teratom,
Seminomlar iyi sınırlı olmayan bir granülomatöz iltihabi re koryokarsinom gibi germ hücre neoplazileri için karakteris
aksiyon da içerebilir. Olguların %15’ inde sinsityotrofoblast- tik diğer paternler embriyonal alanlarla bir aradadır. Saf
lara rastlanır. Bu hücreler saf seminomlu bazı erkeklerde embriyonal karsinomlar tüm testis germ hücre tüm örleri
serum insan koryonik gonotropin (hCG) hormon konsant nin sadece %2 ile %3’ünü oluşturur.
f • * y i ı •
* *
*. «M ♦ V *
#
i * * •» * ■ { «
* M ™ • %
** * _ d * ^ &
sak tüm örü nd en sonra ikinci sıklıkta görülür. Erişkinlerde hücreli olmayan elemanlar testis dışına yayıldığında kem ote-
saf te ra to m la r nadirdir, germ hücreli tü m ö rle rin % 2-3’ünü rapiye yanıt vermemesi ve tedavi için te k um udun metasta
o lu ş tu ru r ve çoğunlukla e m b ri/o n a l karsinom lar gibi diğer zın lokal rezektabl olmasıdır.
h isto lo jik tiplerle b irlikte görülürler.Teratom lar, fib rö z ya
da m iksoid strom a içine yerleşmiş nöral doku, kas dem et
leri, kıkırdak ve skuamöz epitel adaları, tiro id bezi benzeri
yapılar, bronşial epitel, barsak duvarı parçaları veya beyin
dokusu gibi diferansiye hücre veya organoid yapıların hete
rojen ve gelişigüzel biçimde toplanmasından oluşur (Resim
K linik Ö ze llikle r
17-9). D o ku la r m atür (erişkindeki çeşitli dokulara benzer
özellikte) ya da im m atür (fötal ya da em briyonel dokularla Testisin germ hücreli tümörlerinde hastalarda sıklıkla
o rta k histolojik özellikleri paylaşacak şekilde olabilir. Pre (hidroseldekine benzemeyen) translusens vermeyen ağ
pubertal erkeklerde te ra to m la r tip ik olarak benign iken, rısız kitle vardır. Testis neoplazmmda biyopsi, tümör ya
postpubertal erkeklerde m atür, im m a tü r elemanları içerip yılması riski taşır ve orşiektomiye skrotum derisi eksiz-
içerm ediğine bakılmaksızın, metastaz yapabilme kapasitesi yonunun eklenmesini gerektirir. Bu nedenle solid testis
ne sahip olup malign karakterdedir. kitlelerinde, malignite varsayımı nedeniyle, standart te
Ö verde yaygın olarak görülen derm oid ve epiderm oid davi radikal orşiektomidir. Bazı tümörler, özellikle de
kistle r (Bölüm 18) testiste nadirdir. Bu tü m ö rle r yaşa bakıl nonseminomatöz olanlar ele gelen kitle yokken bile tanı
maksızın benign seyir gösterdikleri için terato m olarak dü anında yaygın metastaz yapmış olabilirler.
şünülm em elidirler. Seminomlar ve nonseminomatöz tümörler davranış
N adiren, te ra to m içinde germ hücreli olmayan tü m ö rle r
ve klinik seyir açısından farklıdır. Seminomlar sıklıkla
gelişebilir. Bu fenom ene “ terato m da malign transform as
uzun bir süre testiste sınırlı kalır ve tanı konulmadan önce
yo n ” denir. Bu tü m ö rle r skuam öz hücreli karsinom odağı,
oldukça büyüyebilir. Metastazlar özellikle üst lomber
müsin salgılayan adenokarsinom ya da sarkom olabilir. Te
bölgede, en çok iliak ve paraaortik lenf düğümlerinde ta
ratom da gelişen germ hücre dışı malignitenin önemi, germ
nımlanır. Hematojen metastazlar geç evrede görülür.
Resim 1 7 -9 Teratom . Testis te ra to m u endoderm al, m ezoderm al ve ektoderm al kökenli m atü r hücreler içerir. A - D , Aynı tüm örden d ö rt
farklı alan, nöral (ekto d e rm a l) (A ) , glandüler (endoderm al) (B ), kıkırdak (m ezoderm al) (C ) ve skuamöz elemanları (D ) içermektedir.
Prostat 663
Bunun tersine, nonseminomatöz germ hücre neoplazileri minomatöz tüm örler hem lenfatikler hem de kan damar
daha erken dönemde hem lenfatik hem de hematojen yol larıyla erken yayılıma eğilimlidir.
la metastaza eğilimlidirler. Hematojen metastazlar en çok • hCG sinsisyotrofoblastlarca oluşturulur. Koryokarsino-
karaciğer ve akciğerleredir. Metastatik lezyonlar histolo malarda ve sinsisyotrofoblastların bulunduğu seminom-
jik olarak primer testis tümörüyle aynı olabileceği gibi larda daima yükselmiştir. AFP yüksekliği yolk sak tüm ör
diğer germ hücreli tümörleri de içerebilir. komponentini gösterir.
Germ hücreli tümörler tarafından salgılanan tümör
belirteçlerinin değerlendirilmesi iki yönden önemlidir; bu
belirteçler (bazı belirgin klinik ve morfolojik özellikleri
ile birlikte Tablo 17-1 özetlenmiştir) tanısal açıdan yar
P R O S TA T
dımcıdır, fakat esas önemli rolleri tanı sonrası tümörle
rin tedaviye cevabını izlemektir. Human koryonik gona Prostat biyolojik olarak farklı bölümlere ayrılabilir, bun
dotropin (hCG), koryokarsinomlu hastalarda serumda lardan en önemlileri periferik ve geçiş (transisyonel)
daima yüksektir. Sito ve sinsityotrofoblastik hücreler zonlarıdır (Şekil 17-10). Herbir alandaki proliferatif lez-
içeren diğer germ hücreli tümörlerde de minimal yük yonlarm tipleri de farklıdır. Örneğin, hiperplastik lez
selme gösterebilir. Alfa fetoprotein (AFP) artışı, testikü- yonlar ençok iç transisyonel zondan kaynaklanırken,
ler neoplazmda yolk sak lcomponentinin olduğunu gös karsinomlar (%70-80 oranında) periferik zonlardan geli
terir. Laktat dehidrojenaz (LDH) düzeyleri tümör yükü şir. Normal prostat, iki hücre tabakalı glandlar içerir. Ba
ile ilişkilidir. sıklaşmış epitelden oluşan bazal tabakayı kolumnar sek-
Testis germ hücre neoplazilerinin tedavisi kemoterapi retuar epitel hücre tabakası örter. Çevre prostatik stro
için olağanüstü bir başarı öyküsüdür. Birleşik Devlet- ma düz kas ve fibröz dokunun karışımından meydana
ler'de her yıl kabaca 8000 yeni testis kanseri görülse de, gelir. Prostat, enfeksiyöz, inflamatuar, hiperplastik ve
400 erkekten azının hastalıktan öleceği tahmin edilmek neoplastik hastalıklar tarafından tutulur. Klinik olarak
tedir. Şu da bir gerçek ki Lance Amstrong yaygın metas- bunların en önemlisi prostat kanseridir.
tazlı testis kanseri tedavisinden sonra Tour de France bi
siklet yarışını yedi defa kazanarak rekor kırmıştır. Semi-
Prostatit
nom belirgin şekilde radyoterapiye duyarlıdır ve uzun
süre lokalize kalma eğiliminde olup, en iyi prognoza sa Prostatit dört kategoriye ayrılır: (1) akut bakteriyel prosta
hiptir. Erken evredeki hastaların %95'den fazlasında kür tit (olguların %2-5'i), diğer akut üriner trakt enfeksiyon-
olabilir. Nonseminomatöz germ hücre tümörleri arasın
da, histolojik alt tip prognozu önemli ölçüde etkilemez,
dolayısıyla bu tümörler bir grup olarak tedavi edilirler.
Yaklaşık %90'ı agresif kemoterapi ile komplet remisyona
girebilir ve çoğu tamamen iyileşir. Saf koryokarsinoma
çok kötü prognozludur. Ancak mikst germ hücreli tü
mörlerin küçük bir parçası olduğunda prognozu o kadar
kötü etkilemez. Tüm testis tümörlerinde, nüksler, ki ti
pik olarak uzak metastazlar şeklindedir, genellikle teda
viden sonraki ilk 2 yıl içerisinde ortaya çıkar.
O ÖZET
Testis Tümörleri
• Testis tüm örleri ağrısız testis büyümelerinin en çok rast
lanan sebebidir. İnmemiş testis ve gonadal disgenezide
artmış sıklıkta görülürler.
• Germ hücreleri testis tüm örlerinin %95’inin kaynağıdır.
Geri kalanları Sertoli ya da Leydig hücrelerinden kaynak
lanır. Germ hücreli tüm örler tek bir histolojik yapıdan
oluşabilir (vakaların %60’ı) veya mikst yapıdadırlar (%40).
• Testis tüm örlerinin en çok rastlanan “ saf” histolojik pa-
ternleri seminom, embriyonal karsinom, yolk sak tüm ö
rü, koryokarsinom ve teratomdur. Mikst tüm örler en sık
Resim 17-10 Erişkin prostatı. N o rm a l prostat birkaç farklı bölge
embriyonal karsinom, teratom ve yolk sak tüm örü baş
içerir; bunlar santral zon (C Z ), p e rife rik zon (P Z ), geçiş zonu (T Z )
ta olmak üzere birden fazla eleman içerirler. ve p e riüretral zondur. Birçok karsinom , organın p e rife rik gland-
• Klinik olarak testis tüm örleri iki gruba ayrılabilir: semi- larmdan gelişir ve sıklıkla rektum un parm akla muayenesi sırasında
nomlar ve nonseminomatöz tümörler. Seminomlar uzun palpe edilebilir. Bunun aksine nodüler hiperplazi daha m erkezi
bir süre testise sınırlı kalırlar ve başlıca para-aortik lenf olarak yerleşmiş bezlerden kaynaklanm aktadır ve karsinom lara
düğümlerine yayılırlar-uzak metastaz enderdir. Nonse göre, erken dönem de idrar yolu obstrüksiyonu oluşturm a olasılığı
daha yüksektir.
664 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
larla ilişkili aynı organizmalar tarafından meydana gelir; Benign Prostat Hiperplazisi
(2) kronik bakteriyel prostatit (olguların %2-5'i) de sık (Nodüler Hiperplazi)
rastlanan üropatojenler tarafından meydana gelir; (3)
kronik nonbakteriyel prostatit ya da kronik pelvik ağrı send- Benign prostat hiperplazisi (BPH) is oldukça yaygın bir du
romu (olguların %90-95'i), lokal semptomların varlığına rumdur. 40 yaşın üzerindeki çok sayıdaki erkekte görü
rağmen üropatojen tespit edilmez; (4) asemptomatik inf- lür. Sıklığı yaşla artar sekizinci dekatta %90'lara ulaşır.
lamatııar prostatit (insidansı bilinmiyor), üropatojen ol BPH hem epitelyal, hem de stromal elemanların prolife-
maksızın prostat sekresyonunda insidental olarak sapta rasyonu ile karakterize olup, glandm büyümesi bazı olgu
nan lökositlerin varlığı ile birliktedir. larda üriner obstrüksiyonla sonuçlanır. BPH'm sebebi ta
Akut ya da kronik prostatit semptomları olan erkek mamıyla anlaşılamasa da gelişimlerinde, epitelyal ve stro
lerde genellikle biyopsi yapılmadığı için bulgular nons- mal elemanların aşın androjen-bağımlı çoğalmasının önemli
pesifiktir ve tedavide yardımcı değildir. Granülomatöz bir rolünün olduğu açıktır. BPH puberteden önce kastre
prostatitli hastalar haricinde spesifik bir etyoloji saptan edilen erkeklerde ve androjen aktivitesi bloke olan gene
mayabilir. Birleşik Devletlerde, en yaygın sebep yüzeyel tik hastalıklı erkeklerde ortaya çıkmaz. 5a-redüktaz tip
mesane kanseri tedavisi için mesane içine uygulanan 2 'nin etkisiyle, prostatta testesterondan sentezlenen di-
BCG aşısıdır (bacille Calmette-Guerin). BCG zayıflatıl hidrotestosteron (DHT) prostat büyümesinin ana medya-
mış tüberküloz suşudur ve prostatta sistemik tüberkü törüdür DHT, prostat epitel ve stroma hücrelerinin büyü
lozdan farksız bir histoloik görünüme neden olur. Disse- me ve sağkalımmı destekleyen genlerin ekspresyonunu
mine prostat tüberkülozu batı dünyasında nadir görülür. düzenleyen nükleer androjen reseptörlerine bağlanır.
Fungal granülomatöz prostatit tipik olarak sadece im- Testesteron da androjen reseptörlerine bağlanıp büyüme
miinbaskılanmış olgularda izlenir. Nonspesifik granülo yi stimule etmesine rağmen, DHT 10 kat daha güçlü etki
matöz prostatit nispeten daha sıktır ve parçalanan pros gösterir. Prostatik büyümenin neden olduğu alt idrar yo
tat duktus ve asinüslerinden çıkan sekresyona karşı ge lu obstrüksiyon semptomları a a-adrenerjik reseptörler
lişen bir reaksiyondur. Cerrahi sonrası prostatik granü- aracılığı ile meydana gelen prostatik düz kas kontraksi-
lomlar da gözlenebilir. yonu ile şiddetlenebilir.
K lin ik Ö z e llik le r
Klinik olarak, akut bakteriyel prostatit ateş, titreme ve di-
züri (ağrılı idrar yapma) ile birliktedir ve komplikasyon
olarak sepsis gelişebilir. Rektal incelemede prostat has M ORFOLOJİ
sas ve yumuşaktır. Kronik bakteriyel prostatit genellikle
BPH daima prostatın iç transisyonel zonunda oluşur. Tutu
arada aseptomatik dönemleri olan, tekrarlayan üriner
lan pro sta t büyümüş, tip ik olarak 60-100 gram arasında
enfeksiyonlarla birliktedir. Alt sırt ağrısı, dizüri ve peri
ağırlıkta, kesit yüzeyinden kabaran, iyi sınırlı nodüller içerir.
neal ve suprapubik rahatsızlık ile kendini gösterir. Akut (Resim 17-11) N o d ü lle r solid g ö rün ebilir ya da dilate glan
ve kronik bakteriyel prostatitin her ikisi de antibiyotik duler yapılar nedeniyle kistik boşluklar içerebilir. Ü re tra hi-
lerle tedavi edilir. Kronik nonbakteriyel prostatitin (kronik perplastik no dü lle r tarafından basıklaşır ve sıklıkla dar b ir
pelvik ağrı sendromu) tanısı zordur. Bu hastalarda Ulu yarık halini alır. Bazı olgularda proksim al pro sta tik üretra-
sal Sağlık Enstitüsü Kronik Prostatit Semptom İndeksi da, epitelin hemen altındaki hiperplastik strom al ve glandu-
(NIH-CPSI) çalışmasının tamamlanması, rektal tuşe ile le r yapılar lümene doğru sarkarak, üretrayı tıkayan, top gi
muayene, idrar analizi ve prostat masajından önce, ma bi, saplı polipoid kitle meydana getirirler.
saj sırasında ve sonra idrar ve prostat sıvısının toplanma M ikro skopik olarak hiperplastik nodüller değişen oran
sı gerekir. Bu tür örnek toplama tekniği mesane ve üret- larda glanduler yapılar ve fibro m üskü ler stromadan meyda
radan kontaminasyonunu önler ve enfeksiyonun yoklu na gelir. H iperplastik glandular, periferinde basıklaşmış ba
ğunda (lökositlerin varlığı ile) prostatik inflamasyonun zal hücrelerin izlendiği uzun kolum nar epitelle döşelidirler
dokümantasyonunda kullanılır. Kronik pelvik ağrı send (Resim 17-12). G landuler lümen sıklıkla k o r p o r a a m ila -
romu için kanıtlanmış bir tedavi yoktur. sea olarak adlandırılan yoğunlaşan p ro te in ö z sekretuar
materyal içerir.
Q ÖZET
Prostatit
K lin ik Ö z e llik le r
• Bakteriyel prostatit akut ya da kronik olabilir ve sebebi E. Patolojik olarak BPH'ı olan erkeklerin sadece % 10'unda
co li ve idrar yolu enfeksiyonlarına neden olan diğer gram
klinik bulgular görülür. BPH'm iç tabakada gelişmesi se
negatif basillerdir.
bebiyle en yaygın bulgular alt idrar yolu tıkanıklığı ile iliş
• Kronik nonbakteriyel prostatit (kronik pelvik ağrı send kilidir Bunlar idrar akışının başlamasındaki zorluk ve
romu olarak da bilinir), kronik bakteriyel prostatitle ben
boşalma sırasında idrar akışındaki aralıklı kesilmeler
zer semptomlar göstermesine rağmen etyolojisi bilin
şeklindedir. Bu semptomlar sıklıkla mesane irritasyonu
mez ve antibiyotiklere cevap vermez.
belirtisi, idrar sıkışıklığı, sık ve gece işemeleriyle birlik
• Granülomatöz prostatit, hem enfeksiyöz hem de nonen-
tedir. Benzer semptomlar, hem kadın hem de erkekler
feksiyöz multifaktöryel etyolojiye sahiptir.
de üretral darlıklar ya da bozulmuş mesane detrüsör kas
Prostat 665
Q ÖZET
Benign Prostat Hiperplazisi
• BPH stromal ve glandüler elemanların benign proliferas-
yonudur. Testosteron türevi bir androjen olan D H T pro-
liferasyonun en büyük hormonal uyarıcısıdır.
• BPH en çok prostatın iç periüretral bölgesini etkiler ve
nodüller prostatik üretrayı sıkıştırır. Mikroskobik olarak
nodüller değişen oranda stroma ve gland elemanları içe
rir. Hiperplazik glandlar iki hücre tabakasıyla örtülüdür,
içte kolumnar ve dışta basıklaşmış bazal hücrelerden olu
şan tabaka.
• İdrar tutukluğu, idrara çıkamama, gece idrara kalkma ve
idrar akımının bozulması şeklindeki klinik belirtiler etki
lenen hastaların %10’unda görülür. Kronik obstrüksiyon
tekrarlayıcı idrar yolu enfeksiyonlarına öncülük eder.
A ku t üriner obstrüksiyon ortaya çıkabilir.
Prostat Karsinomu
Prostatın adenokarsinomu, esas olarak 50 yaş üstü er
keklerde oluşur. Erkeklerde en sık görülen kanserdir,
2009'da Birleşmiş Devletler'deki erkek kanserleri ara
Resim 17-11 Prostatın nodüler hiperplazisi. Yarık şeklinde lümen-
li ü re tra /ı komprese eden iyi sınırlı nodüller. sında sıklığı %25 olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte
ölüm oranı akciğer kanserinden daha az, kolorektal
kanserle eşit oranda olup tüm kanser ölümlerinin
%9'undan sorumlu tutulmuştur. Dahası son dekadlarda
kontraktilitesine bağlı olarak da görülür. Kronik tıkanık prostat kanserinden ölüm oranında belirgin düşüş ol
lığa bağlı mesanede idrar kalması, idrar yolu enfeksiyon muştur.
larının riskini artırır. Bazı erkeklerde BPH'a bağlı tam tı Bu göreceli iyilik hali tarama nedeniyle (ileride anlatı
kanıklık gelişmesi, ağrılı mesane distansiyonuna ve te lacak) hastalığa tanı konmasındaki artış ile ilişkilidir, fa
davi edilmezse hidronefroza neden olur (Bölüm 13). kat etkili bir taramanın nasıl yapılacağı tartışmalıdır. Bu
Başlangıç tedavisi farmakolojiktir. Hedefe yönelik ajan paradoks prostat kanserinin doğal seyrinin belirgin
larla DHT inhibe edilir (Finestride) ya da alfa adrenerjik farklılıklar göstermesine bağlıdır, ki hemen ölümle so
blokörlerle (Flomax) düz kas gevşemesi sağlanır. Değişik nuçlanan çok agresif olabileceği gibi, klinik olarak çok
cerrahi teknikler medical tedaviye dirençli şiddetli önemsiz, ılımlı bir seyir de gösterebilir. Gerçekte, pros
semptomatik hastalarda uygulanır. tat kanseri başka nedenlerle ölen erkek otopsilerinde
Resim 17-12 Prostatın nodüler hiperplazisi. A , Küçük büyütm ede alanın s a ğ tarafında iyi sınırlı bir nodül ile s o l tara fta üretranın b ir kısmı
görülm ektedir. N o d ü le r hiperplazi vakalarının diğer b ir bölüm ünde nodülaritenin nedeni, glandlardan çok strom al proliferasyondur. B,
Büyük büyütm ede papiller çıkıntılar içeren, geniş, hiperplastik glandların m orfolojisi görülm ektedir.
666 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
yaygın olarak görülür ve çoğu erkek prostat kanserin tasyonlar genellikle onkojenik P İ3 K /A K T sinyal yolağı
den değil prostat kanseri ile ölür. Şu an için "kötü aktör" nın aktivasyonuna yol açarlar; bunların en yaygını, PI3K
olacak tümörleri kesin olarak tespit etmek mümkün de aktivitesini frenleyen tu m o r sü presö r gen olan P T E N
ğildir. Bazı erkekler erken tanı ve tedavi sayesinde, hiç genini in aktive eden m utasyonlardsr.
kuşkusuz, prostat kanserinden ölmekten kurtulurken,
bazılarında da klinik olarak önemsiz olan tümörlerde
"kür" sağlanır.
) M ORFOLOJİ
PATO G EN EZ Klinik olarak saptanan karsinomların çoğu m akroskopik
olarak görülm ez, ilerlem iş lezyonlar komşu gland dokusu
Klinik ve deneysel gözlemler, prostat kanserinin patogene-
ile düzensiz sınır oluşturan, gri beyaz se rt lezyonlardır. (Re
zinde androjenler, heredite, çevresel fa k tö rle r ve edinsel
sim 17-13)
som atik m utasyonların rolü olduğunu gösterm ektedir.
H isto lojik incelemede, lezyonların çoğu belirgin gland
• A n d ro je n le r m erkezi öneme sahiptir. Puberteden ön yapılarından oluşan o rta derecede diferansiye adenokarsi-
ce kastre edilen erkeklerde prostat kanserinin gelişme
nomalardır. G landlar tip ik olarak benign glandlardan daha
mesi, androjenlerin kanserin geliştiği “ top ra ğı” sağladığı
küçük olup, te k sıralı Uniform yapıda küboidal ya da alçak
nı gösterm ektedir. A nd rojenlerle olan bu bağ, tanı kon
kolum nar epitel ile döşelidir, benign glandlarda gözlenen
muş kanserli hastalarda kimyasal veya cerrahi kastrasyo-
bazal tabaka izlenmez. Benign glandların tersine, malign
na cevap olarak tü m ö rü n gerilemesi ile de pekişmiştir.
glandlar bir arada kalabalık g ö rü n ü rle r ve kara kte ristik ola
D ikka t çekici olan, anti androjen tedaviye cevapsız
rak dallanma ve papiller yapılanman yoktu r. T ü m ö r hücre
olan tü m ö rlerd e, sık lık la horm onların yokluğun lerinin sitoplazmaları soluk-berrak (benign hücrelerdeki gi
da bile androjen resep tö rlerin in , hedef genlerini bi) ile am fofilik (koyu m o r) arasında değişir. Nukleuslar bü
aktive etm esine o lan ak tanıyan «dinsel m utas- yümüş, b ir ya da daha fazla belirgin nukleol içerir. (Resim
yonBarın varlığıdır. Dolayısıyla, antiandrojen tedaviye 17-14). Genellikle b ir m ikta r nükleer bo yut ve şekil farklılı
rağmen tekrarlayan tü m ö rle rd e , tü m ö rle rin yaşamaları ğı görülür, ancak pleo m orfizm belirgin değildir. M itoz na
ve büyümeye devam etm eleri androjen reseptörleri ta dirdir. Grade arttıkça, düzensiz ya da karmaşık glandüler
rafından düzenlenen gen ürünlerine bağlıdır. Bununla
yapılar, k rib rifo rm glandüler, hücre tabakaları ve te k hücre
b irlikte pro sta t kanseri, norm al prostat gibi ayakta kala
infiltrasyonları görülür. O lguların yaklaşık % 8 0’ inde, karsi-
bilm ek için androjenlere bağlı iken, androjenlerin karsi-
nom için çıkarılan dokuda yüksek dereceli pro sta tik intra-
nogenezin başlamasındaki ro lle ri konusunda kanıt yo k
epitelyal neoplazi (P İN ) olarak adlandırılan p re kü rsö r lez
tur. yonlar bulunur.
• Hereditenin de katkısı vardır, zira prostat kanserli has Prostat kanseri 1967’de o rta ya konmuş, 2 0 0 5 ’te revize
taların birinci derece akrabaları arasında risk artışı söz
edilmiş olan Gleason Sistem ile derecelendirilir. Bu sisteme
konusudur. Prostat kanseri insidansı İskandinav ülkele
göre, prostat kanserlerinin diferansiasyonu glandüler pa-
rinde yüksek, siyahlarda en yüksek, AsyalIlarda düşük
te rn le r esas alınarak beş dereceye (grade) ayrılır. G rade 1
tür. Tüm G enom ilişkilendirm e Çalışmaları (G W A S ) risk
tü m ö rle r iyi diferansiye tü m ö rle rd ir, grade 5 tü m ö rle r
artışı ile ilişkili genetik varyantları ortaya çıkarm ıştır ki
glandüler diferansiyasyon gösterm ez. Çoğu tü m ö r birden
bunlardan biri de 8q24 krom ozom daki M Y C onkogeni-
fazla patern içerir, p rim e r grade’ i dom inant patern ve se-
nin yakınındaki b ir varyanttır. Bu varyant A frik a kökenli
konder grade’ i sonra en çok görülen patern belirler. İki nü-
erkeklerde prostat kanser insidansının artışı ile ilgili gö
rünm ektedir. Benzer şekilde Am erikalı beyaz erke kle r
de 1q24-q25 nolu krom o zom d a prostat kanseri gelişi
minde ilişkili b ir duyarlılık loküsü vardır.
• Çevre de prostat kanseri gelişiminde rol almaktadır. Ja
ponya’dan Birleşik D e vletle r’e göç edenlerde hastalık in-
sidansının A m e rik a ’da doğanlarda görülm e insidansın-
dan düşük olması b ir göstergedir. A sya’da da diyet batı-
lılaştıkça klinik pro sta t kanseri insidansının dünyanın bu
bölgesinde arttığı görülm ektedir. Bununla b irlikte pros
ta t kanseri ile spesifik diyet kom ponentleri arasındaki
ilişki açık değildir.
• EdinseB so m atik m utasyo n lar, diğer kanserlerdeki
gibi hücre transform asyonlarının esas yöneticileridir. So
m atik m utasyonların önem li b ir sınıfı genlerin yeniden
düzenlenm eleri ile oluşan, TM PRSS2 geninin androjenler
tarafından düzenlenen p ro m o te r’ ı ve ETS ailesi transk
ripsiyon fa k tö rle rin in (en yaygın olanı ERG) kodlandığı
sekansları içeren füzyon genleridir. T M P R S S 2 -E T S fü z
yon genleri prostat kanserlerinin yaklaşık % 4 0-5 0’sin-
de oluşur. ETS transkripsiyon fa k tö rle rin in kontrolsüz Resim 17-13 Prostat adenokarsinomu. Karsinomlu doku arka
şekilde artm ış ekspresyonunun, p ro sta tik epitelyal hüc tarafta görülmektedir (sol alt). Kontralateral kısımdaki süngerimsi
re diferansiasyonunu aksatması m üm kündür. D iğer m u görünümlü benign periferik alanın aksine kanserli dokunun solid ve
beyaz renkli olduğuna dikkat ediniz.
Prostat 667
suretiyle androjen yoksunluğu yaratılarak tedavi edilir. şur. Olguların en azından bir bölümü, IgG4 salgılayan
Antiandrojen tedavi remisyonu indüklemesine rağmen, plazma hücrelerinden zengin fibroinflamatuar lezyonlar
androjen-bağımsız klonlar er-geç ortaya çıkar ve hızlı ile ilişkili serum IgG4 yüksekliği ile karakterize, yeni ta
progresyon ve ölüme yol açarlar. Daha önce belirtildiği nımlanmış antite ile ilişkilidir (Bölüm 4). Etkilenen alan
gibi, bu mutant klonlar normal prostatta androjene ba lar pankreas, retroperiton ve tükürük bezleridir. Diğer
ğımlı olan çoğu geni eksprese etmeye devam ederler. vakalar ilaç maruziyeti (ergot türevleri, adrenerjik bloke
ediciler) ya da malign hastalıklar (lenfomalar, üriner ka
nal karsinomları) dır. Bununla birlikte, olguların çoğun
Ö ZET da aşikar bir sebep bulunmaz ve primer ya da idiopatik
olarak kabul edilir (Ormond Hastalığı).
Prostat Karsinomu
• Prostat karsinomu 65-75 yaşlan arasındaki yaşlı erkekle Mesane
rin yaygın bir kanseridir. Klinik olarak önem arzeden, ag-
resif hastalık Amerika’da siyahlarda beyazlardan daha Non-neoplastik Hastalıklar
çok görülürken, klinik olarak önemsiz, okkült (gizli) has Mesane divertikülü, mesane duvarının cep gibi çıkıntı
talığın oranı her iki ırkta eşittir. oluşturmasıdır. Divertikül konjenital olabileceği gibi,
• Prostat karsinomları, hastaya zararı olmayan, sessiz gi daha çok benign prostat hiperplazisi gibi ısrarlı üretral
dişten, agresif, ölümcül tüm örlere kadar farklılıklar gös obstrüksiyon yapan edinsel sebeplerle ortaya çıkar. Di-
terir.
vertiküllerin çoğu küçük ve asemptomatik olmasına rağ
• Prostat karsinomlarında en yaygın edinsel mutasyonlar, men bazen üriner staz ve enfeksiyonlara yol açabilir.
TPRSS2-ETS füzyon genleridir ve PI3K /A K T sinyal yolağı
Sistit bir çok formda görülür. Çoğu olgu mesanenin
nı aktive eden mutasyonlardır.
nonspesifik akut ya da kronik inflamasyonlarından kay
• Prostat kanserlerinin çoğu, glandın dış, periferik kısmın
naklanır. Bakteriyel sistitin en yaygın etyolojik ajanları
dan gelişir ve rektal muayenede palpabl olabilmelerine
koliform bakterilerdir. Siklofosfamid gibi sitotoksik anti-
rağmen, günümüzde çoğu nonplpabldır.
tümör ilaç tedavisi alan hastalarda bazen hemorajik sis
• Mikroskopik olarak, değişen derecelerde diferansiasyon
tit gelişir. Adenovirüs enfeksiyonu da hemorajik sistit
gösteren adenokarsinomlardır. Neoplastik glandlar tek
nedenleri içindedir. Morfolojik görünümlerine ve sebep
sıralı hücrelerle döşelidir.
lerine göre çeşitli sistit varyantları tanımlanmıştır.
• Prostat kanserinin gradelemesi Gleason sistemiyle yapıl
maktadır ve hastalığın evresi ve prognozu ile koreledir. • İnterstisyel sistit (kronik pelvik ağrı sendromu), kadın
• Lokal kanserlerlerin çoğu klinik olarak sessizdir ve yaşlı larda en sık rastlanan, persistan ağrılı kronik sistit formu
erkeklerde rutin PSA konsantrasyonlarının ölçülmesiyle dur. İntermittan, sıklıkla şiddetli, suprapubik ağrı, sık
saptanır. Kemik metastazları sıklıkla osteoblastik tipte ve acil idrara çıkma isteği, bakteriyel enfeksiyon bul
olup ileri evre prostat kanserinde görülür. gusu olmaksızın hematüri ve dizüri ile karakterizedir
• Serum PSA ölçümü taramada faydalıdır ancak yanlış ne ve sistoskopik olarak mesane mukozasında noktasal
gatif ve yanlış pozitif sonuçları nedeniyle kusursuz değil kanamalar (glomerülasyonlar) ve çatlaklar görülür.
dir. Tedavi sonrası ilerleyen ya da tekrarlayan hastalığı iz Histolojik bulgulan nonspesifiktir. Geç evrede kont-
lemek için PSA konsantrasyonlarının değerlendirilmesi rakte mesaneye yol açan transmural fibrozis görülebi
büyük önem taşır. lir.
• Malakoplaki makrofajlarm fagositik ve degradasyon
fonksiyonlarındaki defektler sonucu ortaya çıkan en
çok da mesane mukozasında görülen bir hastalıktır.
ÜRETER, MESANE VE ÜRETRA Makrofajlardaki fagozomlar sindirilmemiş bakteri
Renal pelvisler, üreterler, mesane ve üretra ürotelyum ürünleri ile aşırı yüklenir. Makrofajlarm parçalı ve
ile döşelidir. Mukozanın hemen altında lamina propria membranöz bakteriyel artıklarla dolu fagozomlar içe
ve daha derinde muskularis propria (detrüsör kas) var ren geniş granüler sitoplazmaları vardır. Ayrıca, mak-
dır ve bunlar mesane duvarını oluşturur. rofajlar içindeki genişlemiş lizozomlarda kalsiyum
depolanması ile oluşan tabakalanmış mineralize taş
ların varlığı tipiktir. Bunlara Michaelis-Gutmann cisim
Üreter leri denir.
Üreteropelvik bileşke (junction) (lİPJ) darlığı, konjenital bir • Polipoid sistit mesane mukozasının irritasyonu sonu
bozukluktur ve hidronefroza neden olur. Genellikle in- cunda oluşan inflamatuar durumdur. Belirgin submu-
fantlarda ve çocukluk çağında erkeklerde yaygındır. In kozal ödem nedeniyle ürotelyum, lümene doğru bul-
fant ve çocuklardaki hidronefrozun en sık sebebidir (Bö böz polipoid uzantılar oluşturur. Polipoid sistit klinik
lüm 13). ve histolojik olarak papiller ürotelyal karsinom ile ka
Ureterin primer malign tümörleri renal pelvis, kaliksler rışabilir.
ve mesanedekine benzer ve çoğu ürotelyal karsinomdur. Mesanede değişik metaplastik lezyonlar da oluşabilir.
Retroperitoneal fibrozis üreteral daralma veya tıkanık Ürotelyum lamina propria içine doğru büyümesi kesit
lığın nadir bir nedenidir. Retroperitoneal yapıları tümüyle lerde ada şeklinde görülebilir (Brunn adaları). Bu adala
kaplayıp hidronefroza neden olan fibröz proliferatif-inflama- rın santral kısmında epitel hücreleri küboidalden ko-
tuar bir proçestir. Bu hastalık orta ya da ileri yaşlarda olu lumnara farklılaşıp boşluklar oluşabilir (sistitis glandula-
Ureter, Mesane ve Uretra 669
Neoplaziler
Papillom- invaziv
Mesane kanseri Birleşik Devletler verilerine göre tüm papiller karsinom papiller karsinom
kanserlerin %7 ve kansere bağlı ölümlerin %3'ünden so
rumludur. Mesane kanserlerinin büyük çoğunluğu
(%90) ürotelyal karsinomlardır. Mesane kanseri kadınla
ra göre erkeklerde, gelişmekte olan ülkelere göre en
düstriyel toplumlarda ve kırsal yerleşime göre şehirde
yaşayanlarda daha sık görülmektedir. Hastaların %80'i Fiat noninvaziv Fiat invaziv
50-80 yaş arasındadır. Squamoz hücreli kanser mesane karsinom karsinom
kanserlerinin %3-7'sini oluşturur ancak şistozomiazisin
Resim 17-15 invaziv ürotelyal karsinomun prekürsör lezyonları.
endemik olduğu ülkelerde daha sıktır. Tipik olarak aşırı
keratinizasyon gösterirler ve neredeyse tüm olgularda
kronik mesane irritasyonu ve enfeksiyon ile birliktedir.
Mesanenin adenokarsinomları nadirdir ve gastrointesti
bulunmayabilir, bu tip olgularda öncü lezyonun yüksek de
nal sistem adenokarsinomlarına benzerlik gösterir. Bir
receli invaziv kısım tarafından kaplandığı varsayılır.
kısmı mesanenin kubbesindeki urakal kalıntılardan kö
Noninvaziv papiller ürotelyal neoplaziler değişken bir
ken alır veya yaygın intestinal metaplazi ile birlikte görü
atipi gö sterirle r ve biyolojik davranışlarını yansıtacak şekil
lür.
de derece len dirirle r (Tablo 17-2). Bu tü m ö rle r en yaygın
kullanılan derecelendirm e sistemine göre: ( 1 ) papillom ;
o PATO G EN EZ
Mesane kanseri bazı nadir d u ru m la r dışında ailesel özellik
( 2) d ü şü k m alignite potansiyelli pap iller ürotelyal
neoplazi (P U N LM N P ); (3) d ü şü k dereceli papiller
ü ro telyal karsinom ve (4 ) y ü k se k dereceli papiller
ü ro telyal karsinom olarak sınıflanır (Resim 17-17). Bu
gösterm ez. Ü rotelyal karsinom un meydana gelmesindeki e kzo fitik papiller neoplaziler tamamen benign olan ve kar
en önem li sebepler sigara tü k e tim i, değişik çevresel sinom gelişme riski olmayan inverted ü ro telyal papil-
karsin o jen lere m aruz kalma ve Mısır gibi Schistosoma lom dan ayırt edilmelidir.
haem atobium enfeksiyonunun endem ik olduğu bölgelerde CIS, düz ürotelyum içinde sitolojik olarak malign hücre
yaşam sürm ektir. Şistozomia enfeksiyonuna bağlı gelişen ler bulunması olara k tanımlanır (Resim 17-18). Yüksek de
kanserlerin zem ininde diğer pe kçok farklı kanserde de gö receli papiller ürotelyal karsinom lardaki gibi, CIS tü m ö r
rüldüğü gibi k ro n ik inflamasyon vard ır (Bölüm 5). Mesane hücrelerinin b irb iriyle bağlantısı zayıftır. Bu, malign hücrele
karsinogenesisi için oluşturulan b ir modelde tü m ö r baskı rin idrara dökülmesine yol açar, böylece sitoloji ile saptana-
layıcı genler olan 9p ve 9q delesyonu ile tü m ö rü n oluştu
rulduğu, bunun yüzeyel papiller b ir tüm öre yol açtığı, az bir
kısmında da TP53 mutasyonu ve invazyon gelişebildiği öne
sürülm üştür. İkinci b ir yolak ise muhtemelen TP53 mutas-
yonları ile başlar ve önce in situ karsinoma, daha sonra da
kro m o zo m 9 kaybı ile invazyon gelişir. Yüzeyel tü m ö rle rin
genetik farklılaşmalarında, fib ro b la st büyüme fa ktö rü re
sep tör 3 (FGFR 3) m utasyonları, Ras yolağının aktivasyonu
(mesane kanseri Ras onkogen mutasyonlarının aktive oldu
ğu ilk insan neoplazisi olarak gösterilm iştir) ve daha nadir
olarak kasa invaze tü m ö rle rd e sıklıkla TP53 ve RB, retinob-
lastom tü m ö r baskılayıcı gende fonksiyon kaybı mutasyon-
ları rol oynamaktadır.
M ORFOLOJİ
invaziv ürotelyal karsinom lar için iki belirgin öncü lezyon
tanım lanm ıştır (Resim 17-15). En sık görüleni noninvaziv
papiller tü m ö rd ü r (Resim 17-16). D iğer öncü lezyon karsi
nom a in situdur (CIS) ve aşağıda tanımlanmıştır, invaziv
mesane kanserli olguların yaklaşık yarısında öncü lezyon Resim 17-16 Mesanede papiller ürotelyal karsinomun, mercanı an
dıran sistoskopik görünümü.
670 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
mU
I
Resim 17-17 Non invaziv düşük dereceli papiller ürotelyal karsinom. Büyük büyütmede (sağ) dağınık m itotik figürlerle hafif düzensiz nük-
leuslar gösterilmektedir (ok).
bilirler. CIS genellikle çok odaklıdır ve bazen mesane yüze zer klonal anormallikleri içerir. Buna göre, bu yineleme
yinin büyük bölüm ünü kaplayabilir veya ü re te rle re ve üret- ler orijinal tümörün aynı kökten yeni alanlara saçılması
raya yayılabilir. Tedavi edilm ediğinde CIS olgularının %50- ve implantasyonu ile oluşan gerçek yinelemelerdir. Yük
7 5 ’ i kasa invaze kansere ilerler. sek dereceli papiller ürotelyal karsinomlar eşzamanlı ya
Papiller ürotelyal kanser (genellikle yüksek dereceli) ve da sonradan ortaya çıkan invaziv ürotelyal karsinom ile
ya CIS ile ilişkili iiwasiw ürotelyal kanserBer9 lamina sıklıkla ilişkili iken, daha düşük dereceli papiller ürotel
propriayı yüzeyel olarak invaze edebilir veya daha derine, yal neopalzmlar sık olarak yineler, ancak invazyon sey
altındaki kasa uzanırlar. Biyopsi örneklem elerinde invazyo- rektir (Tablo 17-2).
nun sınırlarının tam belirlenememesi önem li bir problem Mesane kanseri tedavisi, tümörün derece ve evresine
dir. İıtvazyonun derinliği ve yayılıma (evrelem e) ilk ve lezyonun papiller ya da yassı (düz) oluşuna dayanır.
tam sırasın d ak i en önem li p ro g n ostik fak tö rd ü r. Yüksek dereceli olmayan, küçük, lokalize papiller tü
Hemen hemen tüm infiltran tü m ö rle r yüksek derecelidir. mörlerde başlangıçta uygulanan transiiretral rezeksiyon
hem tanı koydurucu, hem de terapötik olarak yeterlidir.
Nüks ve progresyon açısından yüksek riskli tümörleri
olan hastalarda, tüberküloz basilinin bacille Calmette-
K lin ik Ö z e llik le r
Guerin (BCG) denen zayıflatılmış suşlarmm mesane içi
Mesane tümörleri genellikle ağrısız hematiiri ile ortaya aşılamasından oluşan immiinoterapi uygulanır. BCG ti
çıkar. Ürotelyal tümörü olan, derecesi ne olursa olsun pik bir granülomatöz reaksiyon oluşturur ve böylelikle
eksizyon sonrasında yeni tümörler geliştirme eğilimin efektif lokal antitümör immün yanıtı da tetikler. Hasta-
dedir ve yinelemeler yüksek dereceli olabilir. Yineleme
riski, tümör boyutu, evre, derece, çok odaklılık, mitotik
indeks ve displazi birlikteliği ve/veya çevresindeki mu
kozada CIS varlığı gibi farklı faktörlere bağlıdır. Yinele
yen tümörlerin pek çoğu orijinal lezyondan farklı bir
yerden kaynaklanır, ancak başlangıçtaki tümör ile ben-
Eş Zamanlı
T üm ör Tekrarlama İnvazyon İlerleme Ö lüm
Papillom Nadir Yok Nadir* Yok
PUNLMP % 30 Yok %2 Yok
LGUC % 45 <1 0 % % 8 -1 0 % 2-3
HGUC % 45 % 80’e varan % 30 % 20
H G U C , y ü k s e k d e r e c e li p a p ille r ü r o t e ly a l k a r s in o m ; L G U C , d ü ş ü k d e re c e li
p a p ille r ü r o t e ly a l k a r s in o m ; P U N L M P , m a lig n ite p o ta n s iy e li b e lir s iz p a p ille r
ü r o t e ly a l n e o p la z i Resım 17-18 Büyük hiperkromatik nükleusları olan karsinoma in
* im m ü n s is te m i b a s k ıla n m ış h a s ta la rd a n a d ir o la r a k ile r le m e g ö r ü le b ilir .
situ (CIS) ve bir m itotik figür (ok).
Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşan Hastalıklar 671
lar yaşamlarının geri kalan kısmında sistoskopi ve idrar yonu en çok görülen STD'lerdir, fakat bunların CDC'ye
sitolojilerinin incelenmesiyle takip edilir. Radikal sistek- ihbarı gerekmemektedir. HIV enfeksiyonu, HPV enfek
tomi tipik olarak 1 ) muskülaris propriayı invaze eden tü siyonu, hepatit B ve E. histolitika ile oluşan enfeksiyonlar
mörlerde; 2) BCG'ye dirençli CIS ya da yüksek dereceli gibi, bu antitelerin bir kısmı diğer bölümlerde tartışıla
papiller kanserlerde; 3) BCG'nin tumor hücreleri ile te caktır.
mas edemeyeceği, prostatik üretraya ve prostatik duk-
tuslara uzanan CIS vakalarında uygulanır. İlerlemiş me Sifiliz
sane kanseri ise, tedavi edici değil, ancal palyatif olan
Sifiliz ya da lues, sebebi Treponema pallidum spiroketi
kemoterapi ile tedavi edilir.
olan kronik veneryal bir enfeksiyondur. İlk defa 16. yüz
yılda Avrupa'da Great Pox diye bilinen epidemi şeklinde
CİNSEL İLİŞKİ YO LU YLA BULAŞAN tanınmıştır, sifiliz dünyanın her yerinde endemik bir en
HASTALIKLAR (SEXUALLY feksiyondur. Birleşik Devletler'de, her sene yaklaşık 6000
TRANSM ITTED DISEASES) (STD’ler) vaka rapor edilmektedir, ancak bu sayı 2 0 0 0 'den beri art
maktadır. Örneğin, 1 0 yaş ve üzeri kadınlarda primer ve
Cinsel ilişki yoluyla bulaşan hastalıklar (STD'ler) yüzyıl sekonder sifiliz 2004 yılında 100.000'de 0.8 iken, 2009 yı
lardır insanlığı tehdit etmektedir. Global olarak her sene lında 100.000'de 1.5'e yükselmiştir. Irklar arasında bü
yaklaşık 15 milyon yeni STD vakası ortaya çıkar, bunla yük bir oransızlık vardır: Afrika kökenli Amerikalılar be
rın 4 milyonu 15 ile 19 yaşlar arasını, 6 milyonu 20 ile 24 yazlardan 30 defa daha fazla etkilenmektedir.
yaşlar arasını etkilemektedir. Birleşik Devletler'de, Has T. pallidum doğal konakçısı yalnızca insanlar olan bir
talık Kontrol ve Koruma Merkezleri'ne (Centers for Dise organizmadır. Erken dönemdeki sifilizde (primer veya
ase Control and Prevention) (CDC) ihbarı zorunlu olan sekonder) genellikle enfeksiyonun kaynağı, seksüel
başlıca 10 enfeksiyöz hastalıktan 5'i klamidyal enfeksi partnerdeki bir kütanöz ya da mukozal lezyon ile temas
yon, gonore, kazanılmış immün yetmezlik sendromu tır. Organizma bu lezyonlardan, seksüel ilişki sırasında,
(AIDS), sifiliz ve hepatit B gibi STD'dir (Tablo 17-3). Bir enfekte olmayan partnerin deri veya müköz membran-
leşik Devletler'de, genital herpes ve genital HPV enfeksi larmdaki küçük defektten geçer. T. pallidum, özellikle
Klamidyalar
C h la m y d ia tr a c h o m a t is Ü re trit, epididimit, Lymphogranuloma venereum Üretral sendrom, servisit, bartolinit,
p ro k tit salpenjit ve sekeli
Mycoplasmalar
U r e a p la s m a u re a ly tic u m Ü re trit Servisit
B akteriler
N e is s e r ia g o n o r rh o e a e Epididimit, prostatit, Ü retrit, p ro ktit, farenjit, yaygın Servisit, endometrit, bartolinitis,
üretral darlık gonokokkal enfeksiyon salpenjit ve sekeli (infertilite, ektopik
gebelik, tekrarlayan salpenjit)
T r e p o n e m a p a llid u m Sifiliz
H a e m o p h ilu s d u c r e y i Şankroid
C a ly m m a t o b a c t e r iu m g r a n u lo m a tis Granuloma inguinale (donovanosis)
S h ig e lla spp. Enterokolitis*
C a m p y lo b a c t e r spp. Enterokolitis*
Protozoa
T ric h o m o n a s v a g in a lis Ü re trit, balanit Vaginitis
E n t a m o e b a h is to ly tic a Amebiasis*
G ia rd ia la m b lia Giardiasis*
* E r k e k le r ile s e k s y a p a n e r k e k p o p ü la s y o n u n d a ç o k ö n e m lid ir.
V e r ile r K r ie g e r J N : B io lo g y o f s e x u a lly t r a n s m it t e d dise a se s. U r o l C lin N o r t h A m 1 1 :1 5 , 1 9 8 4 ’d e n g ü n c e lle n m iş tir.
672 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
lar ve aksilla gibi nemli deri bölgelerinde kondilomata la ancak HIV enfeksiyonu ile birlikte olduğunda görülme
ta olarak adlandırılan, geniş tabanlı, yüzeyden kabarık sıklığı artmaktadır. Bu konu bölüm 22'de detaylı olarak
lezyonlar görülebilir (HPV'nin neden olduğu kondiloma tartışılmıştır. "Benign" tersiyer sifiliz nadirdir, değişik
aküminatum ile karıştırılmamalıdır, Bölüm 18 ve 23). alanlarda gomlarm gelişimiyle karakterlidir. Bu lezyon-
Kondiloma lata'ya benzeyen yüzeyel mukozal lezyonlar larm aciliyeti, gecikmiş tip aşırı duyarlılık gelişimi ile
herhangi bir yerde oluşabilir, fakat özellikle ağız boşlu ilişkili olmasıdır. Gomlar en yaygın kemikte, deride, üst so
ğunda, farinkste ve dış genital bölgede sıktır. lunum yollarının müköz membraıılannda ve ağızda oluşur,
Hastalığın sekonder dönemindeki mukokütanöz lez- ancak herhangi bir organı tutabilir. Gomlarda spiroketler
yonlarm histolojik incelemesinde bir lenfoplazmasitik ilti- nadiren gösterilebilir. Bir zamanlar yaygın olan gomlar
habi infiltrasyonun eşlik ettiği karakteristik proliferatif en neyse ki, penisilin gibi etkili antibiyotiklerin gelişimiyle
darteritis görülür. Mukokütanöz lezyonlarda spiroketler son derece ender olmaya başlamıştır. Bu lezyonlar günü
sıklıkla bol miktarda bulunur, bu nedenle de mukoküta müzde çoğunlukla AIDS'li hastalarda bildirilmektedir.
nöz lezyonlar bulaşıcıdır. Lenf nodülü büyümesi en çok
boyun ve inguinal bölgelerde bulunur. Büyümüş nodül- Konjenital Sifiliz
lerin histolojik incelemesinde, plazma hücrelerinin sayı T. pallidum, gebeliğin herhangi bir döneminde enfeksi-
sında artışın eşlik ettiği germinal merkezlerin hiperpla- yonlu bir anneden plasenta yoluyla fetüse geçebilir. Bu
zisi ya da daha az sıklıkla granülomalar veya nötrofiller laşma olasılığı, spiroketlerin en çok olduğu, hastalığn erken
görülür. (primer ve sekonder) dönemlerinde en fazladır. Maternal
Sekonder sifilizin daha az rastlanan bulguları hepatit, hastalığın belirtilerini değerlendirmek zor olabileceğin
renal hastalık, göz hastalığı (iritis) ve gastrointestinal den, enfeksiyonlu gebeliklerin tümünde, sifiliz için rutin
anormallikler şeklindedir. Sekonder sifilizin mukoküta serolojik test yapılması zorunludur. Konjenital sifilizin ti
nöz lezyonları birkaç hafta içinde iyileşir, bu noktada pik belirtileri gebeliğin dördüncü ayından sonrasına ka
hastalık yaklaşık 1 yıl süren erken latent faza girer. Lez dar gelişmez. Tedavi uygulanmadığında, dördüncü ayın
yonlar bu latent dönemin herhangi bir zamanında tek sonrasında tipik olarak, enfekte bebeklerin %40 kadarı
rarlayabilir ve bu lezyonlar çok bulaşıcıdır. uterus içinde ölürler. 2003-2008 yılları arasında Birleşik
Devletler'de konjenital sifiliz insidansı %23 artmıştır.
Tersiyer Sifiliz Konjenital sifilizin ortaya çıkışı ölü doğum, infantil si
Tersiyer sifiliz, genellikle 5 yıl ya da daha fazla süren la filiz ve geç (tardif) konjenital sifiliz şeklindedir. Ölü do
tent bir dönemin ardından, tedavi edilmeyen hastaların ğan bebekler arasında en çok görülen bulgular hepato-
yaklaşık 1/3'ünde gelişir. Sifilizin bu döneminin komp megali, kemik anormallikleri, pankreasta fibrozis ve pnömo-
likasyonları kardiyovasküler sifiliz, nörosifiliz ve benign nitisdir. Karaciğerde sıklıkla ekstramedüller hematopoez
tersiyer sifiliz olarak isimlendirilen üç büyük kategoriye ve portal alan iltihabı görülür. Kemiklerdeki değişiklik
ayrılır. Bunlar tek tek ya da değişik kombinasyonlar şek ler uzun kemiklerde iltihap ve osteokondral eklemde
linde görülebilir. Kardiyovasküler sifiliz, sifilitik aortit ve bozulmalar ve seyrek olarak kafatasının yassı kemikle
tersiyer hastalık vakalarının %80'den daha fazlasından rinde kemik resorbsiyonu ve fibrozis şeklindedir. Akci
sorumludur; erkeklerde kadınlardan çok daha fazla gö ğer, alveoler septumlarda iltihabi hücreler ve fibrozis ol
rülür. Sifilitik aortitin morfolojik ve klinik özellikleri Bö ması nedeniyle sert ve soluk olabilir (pnömonia alba).
lüm 9'da daha ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. Nörosifiliz, Spiroketler doku kesitlerinde kolayca gösterilebilir. Kon
tersiyer sifiliz vakalarının yaklaşık %1 0 'unu oluşturur, jenital sifilizli olgularda plasenta büyük, soluk ve ödem-
674 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
lidir. Mikroskopide fetal damarlarda proliferatif endarte Serolojik yanıt, sifilize eşlik eden HIV enfeksiyonu
ritis, mononükleer inflamatuar reaksiyon (villitis) ve vil- bulunan hastaların bir kısmında gecikebilir, abartılı ola
löz immatürite mikroskopide görülür. bilir (yanlış pozitif sonuçlar), hatta görülmeyebilir. Bu
İnfantil sifiliz canlı doğan bebeklerin, doğduğunda ya nunla beraber, vakaların çoğunda, bu testler AIDS'le
da yaşamının ilk birkaç ayında, klinik olarak görülen, birlikte sifilizi olan hastaların tanı ve yönetiminde fayda
konjenital sifilizini tanımlar. Bu bebeklerde erişkinler lı olmaktadır.
deki sekonder sifilizde görülenlere benzer mukoküta-
nöz lezyonlar ve kronik rinit (burundan konuşma) var
dır. Ölü doğan bebeklerde görülenlere benzer viseral ve
iskelet değişiklikleri de olabilir.
Sifiliz
Geç ya da tardif konjenital sifiliz 2 yıldan daha fazla sü
redir tedavi edilmemiş konjenital sifilizi tanımlar. Klinik • Sifiliz sebebi T. pallidum’dur ve üç dönemi vardır. Primer
belirtileri Hutchinson üçlüsünden (triadmdan) oluşur: sifilizde dış genital bölgede bölgesel lenf düğümlerinde
ön kesici dişlerdeki çentik, körlükle bir arada olan in- büyümeyle birlikte, şankr olarak isimlendirilen ağrısız bir
terstisyel keratit ve sekizinci kraniyal sinir zedelenmesi lezyon gelişir. Sekonder sifiliz yaygın lenfadenopati ve
ne bağlı sağırlık. Diğer değişiklikler, tibia periosteumun- kondiloma lata olarak isimlendirilen makülopapüler veya
daki kronik iltihap sonucu oluşan bacakta süvari kılıcı hafif kabarık lezyonlar şeklinde bulgu verir. Tersiyer sifiliz
olarak tanımlanan bir şekil bozukluğu, şekilleri bozul proksimal aortitis ve aortik yetmezliğin nedeni olabiir,
muş azı dişleri (duta benzer azı dişleri), kronik meninjit, beyin, meninksler ile omuriliği tutabilir ya da birçok or
ganda gom diye isimlendirilen fokal granülomatöz lezyon-
koryoretinit ve burunda semere benzer bir şekil bozuk
lara sebep olabilir.
luğu ile sonuçlanan burun kemiği ve kıkırdağındaki
• Konjenital sifiliz çoğunlukla primer ve sekonder dönem
gomlardır.
lerde spiroketlerin anneden geçişi ile oluşur. Bu olay ölü
doğuma ya da karaciğer, dalak, akciğer, kemikler ve pank
Sifılizin Serolojik Testleri
reasta yaygın doku hasarına neden olabilir.
Sifilizde her ne kadar polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) • Histolojik incelemede sifilitik lezyonların çoğu proliferatif
temel test olarak kabul edilmeye başlansa da, serolojinin endarteritis ve plazma hücresinden zengin bir iltihabi in-
tanıdaki desteği devam etmektedir. Sifiliz için yapılan filtrasyon gösterir. Gomlarda merkezde nekroz alanını
serolojik testler nontreponemal antikor testleri ve antit- çevreleyen lenfoplazmositik infiltrasyon ve epiteloid hüc
reponemal antikor testleridir. Nontreponemal testler reler vardır.
hem konak dokularında hem de treponemal hücre du • Tanı başlıca serolojik testlerle konur. Nontreponemal an
varında bulunan bir antijen olan kardiolipine karşı olu tik o r testleri (VDRL ve RPR) genellikle erken dönemde
şan antikorları ölçer. Bu antikorlar rapid plazma reagin pozitiftir ancak ilerleyen dönemlerde negatifleşebilir. Tre-
(RPR) ve veneryal hastalıkları araştırma laboratuarı (Ve ponemaya özgü antikor test sonuçları daha sonra pozitif
nereal Disease Research Laboratory) (VDRL) testleriyle olur ve süresiz olarak pozitif kalır. Treponamalar mikros-
tespit edilir. Nontreponemal antikor testleri çoğunlukla kopik incelemede primer ve sekonder lezyonlarda göste
enfeksiyonun 4 ile 6 haftalarında ve enfeksiyonun se rilebilir.
konder fazında kuvvetli pozitiftir. Bununla beraber nont
reponemal antikor test sonuçlan tersiyer fazda negatifleşebi
lir veya tam tersi bazı hastalarda başarılı tedaviye rağ Gonore
men pozitif olarak devam edebilir.
Nontreponemal antikor testleri için ilave iki noktaya Gonore, sebebi Neisseria gonorrhoeae olan, cinsel ilişki
dikkat çekmek gerekir: yoluyla bulaşan, aşağı genitoüriner sistemin bir enfeksi
yonudur. Gonore, Birleşik Devletler'de raporlanan bula
• Nontreponemal antikor testleri, primer bir şankr oldu
şıcı hastalıklar arasında genitoüriner sistemin klamidyal
ğunda bile, hastalığın erken dönemlerinde sıklıkla nega
enfeksiyonundan sonra ikinci sırayı alır (ileride
tiftir. Bu nedenle, bu dönemde tanıyı doğrulamanın
anlatılmıştır. Birleşik Devletler'de her sene tahminen
başlıca yolu karanlık alan ya da immünfloresanla spi-
650.000 vaka büyük bir halk sağlığı problemini oluştur
roketlerin doğrudan görüntülenmesi olabilir.
maktadır. Çok sayıda antibiyotiğe dirençli N. gonorrho
• Pozitif VDRL testlerinin %15 kadarı sifilizle ilişkisiz so eae türlerinin oluşmasıyla birlikte gonokoksik enfeksi
nuçlardan oluşur. Sıklığı yaşla birlikte artan bu yanlış- yonların önemi artmıştır.
pozitif sonuçlar akut (geçici) ya da kronik (kalıcı) ola İnsanlar N. gonorrhoeae'ran tek doğal kaynağıdır. Or
bilir ve antifosfolipid antikor sendromu gibi pekçok ganizma hayli seçicidir ve enfeksiyonun yayılımı için ço
farklı durumla birlikte olabilir (Bölüm 3). ğunlukla cinsel ilişki sırasında, enfekte bir kişinin mu
Treponemal antikor testleri enfeksiyondan sonraki 4 ile kozası ile doğrudan temas gerekir. Bakteri, başlangıçta
6 hafta içinde pozitifleşir, fakat nontreponemal antikor özellikle kolumnar ya da değişici tipteki mukozal epite-
testlerinden farklı olarak, başarılı tedaviden sonra bile, le, membranla ilişkili adhezyon molekülleri ve pili diye
sınırsız süreyle pozitif kalırlar. Bu testler sekonder sifilizin isimlendirilen yapıları kullanarak tutunur (Bölüm 8 ). Bu
tüm olgulannda kuvvetli pozitif sonuç verir. Tedaviden tutunma, organizmaları idrar ya da endoservikal mukus
sonra pozitifliği devam ettiği ve genel nüfusun yaklaşık gibi aniden salgılanan vücut sıvılarından korur. Orga
% 2 kadarında yanlış pozitif test sonuçları vermesi nede nizma daha sonra epitel hücrelerinden geçer ve konağın
niyle, tarayıcı testler olarak tavsiye edilmezler. daha derin dokularına yayılır.
Cinsel İlişki Yoluyla Bulaşan Hastalıklar 675
K inik Ö ze llikle r
Gonore, enfekte olmuş erkeklerin çoğunda, enfeksiyo
nun başlangıcından itibaren 2 ile 7. günlerde diziiri, sık
Resim 17-21 Neisseria gonorrhoeae. Üretra akıntısının Gram boya idrar ve mukopürülan bir üretral eksııda ile ortaya çıkar.
masında karakteristik intraselüler, gram-negatif diplokoklar (ok). Uygun antimikrobiyal tedavi organizmaların eradikas-
(D r. R ita G andel'in izn i ile, D e p a rtm e n t o f Pathology, U n iversity o f Texas Southw es
yonuyla sonuçlanır ve semptomlar çabucak kaybolur. Te
tern M e d ica l School, Dallas, T exa s.)
davi edilmeyen vakalar prostat, veziküla seminalis, epi
didim ve testislere çıkabilir. İhmal edilen vakalarda kro
nik üretral darlık ve daha da ilerleyen vakalarda kalıcı
sterilite ile gelişebilir. Tedavi edilmeyen erkekler N. gono-
renin kronik taşıyıcısı olabilirler.
[ ) M ORFOLOJİ Kadın hastalarda vajinal ilişki ile geçen akut enfeksi
N . g o n ore yoğun, süp üra tif bir iltihabi reaksiyon oluşturur.
yonlar asemptomatik olabileceği gibi dizüri, alt pelvis ağ
Erkeklerde çok sıklıkla ödem li, konjesyone b ir üre tra me- rısı ve vajinal akıntıya yol açabilir. Tedavi edilmeyen va
atusuyla b irlikte olan pürülan ü re tral bir a k ın tı olarak kalar tubaların (salpenjit) ve överlerin akut iltihabı ile
bulgu verir. Çoğu n ö tro fille rin sitoplazmasında ye r alan, sonlanan, asandan enfeksiyonla komplike olabilir. İnfer-
gram negatif diplokoklar, pürülan eksudanın gram boyama tilite ve ektopik gebelik riskinde bir artma ile sonlanan
sıyla kolaylıkla tespit e d ilir (Resim 17-21). Asandan enfeksi tubaların nedbeleşmesi görülebilir. Üst genital sistemin
yon a k u t p ro sta tit, epid id im it (Resim 17- 22 ) veya or- gonokok enfeksiyonu peritoneal boşluğa yayılabilir, bu
ş itle sonlanabilir. A ğ ır vakalarda abseler gelişebilir. Kadın rada eksüdanm sağ parakolik alandan karaciğer kubbe
larda akut inflamasyon Bartholin bezleri gibi çevre yapılar sine yayılmasıyla gonokokal perihepatit ortaya çıkar.
da oldukça ço k bulunmasına rağmen, üretral ve endoservi- Seksüel uygulamalara bağlı olarak hem kadın hem de er
keklerde akut farenjit ve proktitisle sonuçlanan, orofa-
rinks ve anorektal bölge diğer primer enfeksiyon alanla
rıdır.
Gonore vakalarının %0.5 ile %3'ünü oluşturan disse
mble (yaygın) enfeksiyon, lokal enfeksiyondan çok daha
az görülür. Kadınlarda erkeklerden daha sıktır. En sık
görülen bulgular tenosinovit, artrit ve püstüler ya da he-
morajik deri lezyonlarıdır. Endokardit ve menenjit nadir
prezantasyon şekilleridir. Yaygın enfeksiyona neden
olan suşlar çoğunlukla komplemanm litik etkisine di
rençlidir, ancak ailesel kompleman yetmezliği olan nadir
hastalar enfektif suştan bağımsız olarak, sistemik yayılı
ma yatkındır.
Gonokokkal enfeksiyon, bebeklere doğum kanalından
çıkış esnasında geçebilir. Etkilenen yenidoğanda, geçmiş
te körlüğün önemli bir nedeni olan, gözlerde pürülan
enfeksiyon (ophthalmia neonatorum) gelişebilir. Yenido-
ğanlarm gözüne rutin olarak antibiyotikli merhemlerin
uygulanması, bu hastalığı belirgin derecede azaltmıştır.
Gonokokkal enfeksiyonların tanısı için kültür ve or
ganizmaya spesifik nükleik asidleri saptayan çeşitli test
ler kullanılabilir. Kültürün avantajı antibiyotik duyarlılı
ğının saptanmasına izin vermesidir. Nükleik asit bazlı
Resim 17 -22 Gonokokal enfeksiyonun yol açtığı akut epididimit. testler kültürden daha hızlıdır, biraz daha fazla duyarlı-
Epididim apse içermektedir. Sağda, normal testis görülmektedir. dır ve giderek daha yaygın kullanılmaktadır.
676 BÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
Şankroid (Yumuşak Şankr) zordur ve PCR temelli çalışmalar yaygın şekilde mevcut
değildir.
Bazen 'üçüncü' veneryal hastalık (sitiliz ve gonoreden
sonra) diye isimlendirilen şankroid küçük, gram negatif
bir kokobasil olan Haemophilus ducreyi tarafından oluş M ORFOLOJİ
turulan akut ülseratif bir enfeksiyondur. Hastalık tropi
kal ve subtropikal bölgelerde çok bulunur ve sosyoeko G ranülom a inguinale genital bölgenin nemli, çok katlı yassı
nomik durumu düşük gruplarda, özellikle fahişelerle de epitelini tutan, yüzeyden kalkık bir papüler lezyon olarak
vamlı teması olan erkekler arasında mutaddır. Şankroid başlar. Sonuçta dışa doğru büyüyen, yumuşak, ağrısız b ir
Afrika ve Güneydoğu Asya'daki genital ülserlerin en yaygın kitle olarak gözlenen, aşırı granülasyon doku gelişimiyle
nedenlerinden biridir ve HIV enfeksiyonun geçişinde b irlik te olan lezyon ülserasyona uğrar. Lezyon genişledikçe
önemli bir kofaktör olarak işlev görür. Birleşik Devlet kenarları yükselmeye ve sertleşmeye başlar. Tedavi edilm e
yen vakalarda düzensiz nedbeler gelişebilir ve bazen üret-
ler'de şankroid muhtemelen yeterince tanınmamaktadır
ral, vulvar ya da anal darlıklarla b ir aradadırlar. Bölgesel
çünkü çoğu STD kliniğinde H. ducreyi izolasyonu kolay
lenf düğüm lerinde şankroidlerin aksine, tip ik olarak, önem
ca yapılamamaktadır ve PCR temelli testler yaygın ola
li b ir şey görülm ez ya da yalnızca nonspesifik re a k tif deği
rak kullanılmamaktadır. şiklikler gösterir.
A k tif lezyonların m ikro skopik incelemesi, bazen karsi-
nom a benzeyen (p sö d o e p itely eım tö z h ip e rp la zi), ül
M O R FO LO Jİ ser kenarlarında belirgin epitelyal hiperplazi gösterir. Ülse
rin tabanında ve çevreleyen epitelin altında n ö tro fille rin ve
inokülasyondan d ö r t ile yedi gün sonra, dış genital bölgede
m on on ükle er iltihabi hücrelerin b ir karışımı m evcuttur. O r
e rite m a tö z b ir papül gelişir. Erkek hastalarda p rim e r
ganizmalar, eksüdanın Giemsa ile boyanmış yaymalarında
lezyon çoğunlukla penistedir, kadın hastalarda çoğu lezyon
m akrofajlardaki vakuollerin içinde küçük kokobasiller ola
vagina ya da p e riü re tra l alanda ortaya çıkar. Birkaç günlük
rak gösterilebilir (Donovan cisim leri). W a rth in -S ta rry bo
seyirden sonra p rim e r lezyonun yüzeyindeki aşınma erkek
yası gibi gümüş boyalan da organizmayı gösterm ede kulla
lerde kadınlardan daha ağrılı olabilen, d ü zen siz bir ülse
nılabilir.
re dönüşür. Sifilizteki p rim er şankrın aksine, şankroid ülse
ri sert değildir ve çok sayıda lezyon bulunabilir. Ülserin ta
banı kaba, düzensiz, sarı gri renkte eksuda ile kaplıdır.
Ö zellikle inguinal bölgedeki, bölgesel lenf nodları p rim e r
• ö zet
inokülasyonun 1 ve 2. Haftalarında, vakaların yaklaşık %
50 sinde büyüm eye ve yumuşamaya başlar. Tedavi edilme Lenfogranüloma Venereum, Şankroid ve
yen vakalarda iltihaplı ve büyümüş nodüller (bubonlar) Granuloma inguinale
üzerlerini ö rte n deriyi aşındırıp kro n ik, akıntılı ülserler
• LGV, N G U ’un sebebi olanlardan farklı C. trachomatis se-
oluşturabilirler.
rotipleriyle oluşur. LGV üretrit, ülseratif genital lezyon-
M ikro sko p ik incelemede şankroid ülseri, altında nekroz
lar, lenfadenopati ve rektum tutulumu ile birliktedir. Lez-
alanları ve tro m b o ze damarların olduğu b ir granülasyon
yonlar lenfödem ve rektal darlıklarla sonuçlanan fibrozi-
dokusu ile n ö tro filik hücre artıkları ve fibrinden oluşan yü-
se ilerleyen, akut ve kronik iltihabın özelliklerini gösterir.
zeyel tabaka içerir. Granülasyon doku tabakasının altında,
• H. ducreyi enfeksiyonu şankroid diye isimlendirilen akut
yoğun b ir lenfoplazm asitik iltihabi infîltrasyon m evcuttur.
çok ağrılı ülseratif bir genital enfeksiyona neden olur. Va
Kokobasiller bazen gram ya da gümüş boyalı preparatlarda
gösterilebilir, faka t sıklıkla ülser zem inindeki karışık bakte-
kaların çoğunda inguinal nod tutulumu ortaya çıkar ve
lenf düğümlerinde büyüme ile ülserasyon oluşur. Ülser
riyel ürem e nedeniyle çok kere gözden kaçar. Şankroidin
ler, zeminde bir granülasyon dokusu ve mononükleer in-
kesin tanısı için H. ducreyi’ nin, ticari olarak çok da yaygın
filtrasyon tabakası ile yüzeyel bir akut iltihap ve nekroz
bulunmayan, özel k ü ltü r ortam ında belirlenmesi gerek
alanı içerir. Tanı organizmaların kültürü ile mümkündür.
m ektedir. Bunların kullanımında bile sensitivite % 8 0 ’ in al
tındadır. Bu nedenle tanı sıklıkla hastanın sadece kliniğine • Granuloma inguinale, C. granulomatis’ le oluşan kronik fib-
dayanır. rozan bir STD’dir. Genital bölgedeki başlangıçtaki papü
ler lezyon büyür, ülserleşir ve üretra, vulva veya anal dar
lıklara neden olabilir. Mikroskobik incelemede bir sku-
amöz hücreli karsinomun histolojik paternini ta klit ede
Granüloma Inguinale bilen yoğun epitel hiperplazisi ve granülasyon dokusu
vardır. Organizmalar, vakuollü makrofajlar içinde küçük
Granüloma inguinale, Klebsiella türü ile ilişkili küçük en- hücre içi kokobasiller olarak görülebilir (Donovan cisim
lcapsüle bir kokobasil olan Calymmatobacterium granulo- leri).
matis nedeniyle oluşan, kronik iltihabi bir hastalıktır. Bu
hastalık Birleşik Devletler ve Batı Avrupa'da nadirdir, fa
kat bazı tropikal ve subtropikal bölgelerin kırsal alanla
rında endemiktir. Şehirde yaşayanlarda ortaya çıktığın lırikomoniazis
da C. granulomatis'in geçişi tipik olarak çok sayıda sek
süel partner hikayesi ile ilişkilidir. Tedavi edilmeyen va T. vaginalis, vajinitisin sık nedeni olan seksüel yolla ge
kalar çok kere dış genital organlardaki lenfatik obstrük- çen bir protozoondır. Trofozoid şekli mukozaya tutunur
siyon ve lenfödem (elefantiyazis) ile bir arada olan, yay ve yüzeyel lezyonlara neden olur. Kadınlarda T. vaginalis
gın skarlarla karakterizedir. Organizmaların kültürü enfeksiyonu sıklıkla, asit oluşturan Döderlein basilleri
678 ÖLÜM 17 Erkek Genital Sistem ve A lt Üriner Traktus
nin kaybıyla bir aradadır. Belirti vermeyebilir veya ka Bulgular ve semptomlar, hastalığın primer fazında bir
şıntı ve bol köpüklü, sarı vajinal akıntıyla ilişkili olabilir. kaç hafta sürebilir. HSV-1'in rekürrensi HSV-2'den çok
Üretral yerleşimi sık idrar ve dizüriye sebep olabilir. T. daha fazladır ve tipik olarak primer olaydan daha hafif
vaginalis enfeksiyonu, erkeklerde çoğunlukla belirti ver ve kısa sürelidir. Primer enfeksiyonda olduğu gibi, aktif
mez, fakat vakaların bir kısmında NGU belirebilir. Or lezyonlar olduğu sürece HSV yayılır.
ganizma vaginal kazıntı yaymalarında çoğunlukla göste Bağışıklığı sağlam erişkinlerde, herpes genitalis genel
rilebilir. olarak yaşamı tehdit etmez. Ancak immünsüprese has
talarda HSV büyük bir tehdit oluşturur, bunlarda öldü
G e n ital H e r p e s S im p le x rücü, yaygın hastalık gelişebilir. Yaşamı tehdit eden ne
onatal herpes enfeksiyonu, annelerinde primer ya da re
Genital herpes enfeksiyonu ya da herpes genitalis Birle kürran genital HSV enfeksiyonu olan vajinal yolla do
şik Devletler'de tahminen 50 milyon insanı etkileyen ğan bebeklerin yaklaşık yarısında ortaya çıkar. Viral en
yaygın bir STD'dir. Her ne kadar herpes simplex virus 1 feksiyon doğum kanalından geçiş sırasında meydana
(HSV-1) ve HSV-2 anogenital ya da oral enfeksiyonlar gelir. Bunların sıklığının artması genital HSV enfeksiyo
oluşturabilirse de, anogenital herpes vakalarının çoğu nunun artmasıyla parelellik gösterir. Tipik olarak yaşa
HSV-2 ile meydana gelir. Bununla birlikte, günümüzde mın ikinci haftasında gelişen neonatal herpesin belirtileri dö
HSV-1 nedeniyle oluşan genital enfeksiyonların sayısındaki küntüler, ensefalit, pnönıoni ve karaciğer nekrozundan olu
artışın bir kısmında oral seksin artmasının rolü olduğu bilin şur. Hastalanan bebeklerin yaklaşık %60'ı hastalıktan
mektedir. Genital HSV enfeksiyonu cinsel olarak aktif ölür, sağ kalanların yaklaşık yarısında belirgin morbidi-
herhangi bir popülasyonda görülebilir. Diğer STD'lerde te oluşur. Genital herpesin laboratuar tanısı viral kültür
olduğu gibi enfeksiyonun riski seksüel temasın sayısıyla le sağlanır. Bununla birlikte, kültürün duyarlılığı özellik
doğrudan ilişkilidir. Erkeklerle seks yapan HIV pozitif le tekrarlayan lezyonlarda düşüktür ve iyileşmeye başla
erkeklerin %95'inden fazlası HSV-1 ve/veya HSV-2 için yan lezyonlarda hızla azalır. Moleküler tanı testleri de
seropozitifitr. HSV virüsün, hassas bir konağın, muko- yapılabilir, fakat bunlar çoğunlukla ekstragenital herpe
zal bir yüzeyi ya da hasarlı derisiyle temas etmesiyle bu sin tanısında, özellikle de merkezi sinir sistemi enfeksi
laşır. Bu şekilde bulaşma enfekte bir kişiyle doğrudan te yonlarında kullanılır.
mas gerektirir, çünkü virus oda ısısında, özellikle de or
tam kuruysa, kendiliğinden aktivitesini kaybeder. H u m a n (İ n s a n ) P a p i l l o m a v i r u s E n f e k s i y o n u
VULVA
Vulva, nemli kıllı deri ve mukozadan oluşan kadın dış biridir. Şiddetli kaşıntı (pruritus) sonucu oluşan sekon-
genital organıdır. Vulva hastalıklarının büyük bir ço der travmatik sıyrıklar primer lezyonu daha kötü duru
ğunluğu iltihabi olup ciddi sorun yaratmaktan çok, kişi ma sokar.
de rahatsızlık hissi uyandırmaktadır. Vulvamn malign Kontakt irritan ekzematöz dermatit, sabun, deterjan,
tümörleri yaşamı tehdit etmelerine karşın çok ender gö antiseptik solüsyon, deodorant veya alkolün neden ol
rülürler. duğu sızıntı ve kabuklanma ile seyreden iyi sınırlı erite-
matöz papül ve plaklardan oluşur (Bölüm 23). Alerjik
dermatit irritan dermatite benzer klinik görünüme sa
VULVİTİS hip olup, oluşumunda parfüm, losyon ve sabunlarda bu
lunan katkı maddeleri, giysilerdeki kimyasallar ve diğer
Eksojen bir tahriş edici maddeye (kontakt irritan derma- antijenler rol oynar.
tit) veya alerjene (kontakt alerjik dermatit) karşı oluşan Enfeksiyona bağlı gelişen vulvitlerin nedeni sıklıkla
reaktif inflamasyon vulvitisin en önemli nedenlerinden cinsel yolla bulaşan hastalıklardır (Bölüm 17). Kuzey
Amerika'da bu enfeksiyöz etkenlerden en önemlileri,
kondiloma akuminatum’a ve vulvar intraepitelyal neop-
K a tk ıla rın d a n d o la y ı Dr. S u san L e s te r (M em e H a sta lık la rı) v e
D r.A n th on y M on tag 'a (K ad ın G e n ita l S istem i H a sta lık la rı) laziye (VIN) neden olan insan papilloma virüsü (human
teş ek k ü r ed eriz. papillomavirus) (HPV) (ileride anlatılacak); veziküler
682 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme
ttm
D e r m a l in f la m a s y o n
NEOPIASTİK OLMAYAN EPİTELYAL
HASTALIKLAR
Vulva mukozasının epiteli, liken skleroz ve liken simp
leks kronikus şeklinde atrofik incelme ve hiperplastik H ip e r k e r a t o z
kalınlaşma gösterebilir.
Liken Skleroz
E p id e r m is t e
k a lı n l a ş m a ( a k a n t o z )
Liken skleroz, epidermiste incelme, retelerde kaybolma,
bazal hücrelerde hidropik dejenerasyon, perivasküler
alanda hafif düzeyde mononükleer inflamatuar hücre
infiltrasyonu ve dermal fibrozisten oluşmaktadır (Resim
18-1). Zamanla yayılan ve birbiriyle birleşen düz, beyaz
plak (lökoplaki olarak isimlendirilen) veya papüller şek
linde ortaya çıkar. Tüm vulva tutulduğunda, labiumlar
bir dereceye kadar atrofiye uğrar, sertleşir ve vagina ağ
zı daralır. Liken skleroz tüm yaş gruplarında görülmek
D e r m a l in f la m a s y o n
le birlikte, daha çok postmenopozal kadınlarda ortaya
çıkar. Lezyonun patogenezi belirsiz olsa da, diğer otoim-
mun hastalıklarla birlikte izlenmesi ve subepitelyal böl
Resim 18-1 Üst resim, Liken skleroz. Alt resim, Liken simpleks kro
gede aktive T hücrelerinin gösterilmesi, otoimmun etyo-
nikus. Lezyonlara ait ana bulgular işaretlenmiştir.
lojiyi düşündürmektedir. Liken skleroz benign bir lez-
yon olmakla birlikte semptomatik liken sklerozlu kadın
ların küçük bir bölümünde (%l-5) skuamöz hücreli kar-
sinom gelişmektedir.
T ü m ö rle r 683
Q ) M ORFOLOJİ
V IN ve erken vulva karsinomu, epitelyal kalınlaşmanın ne
den olduğu, beyazımsı, yama tarzında lökoplaki alanları
şeklinde orta ya çıkar. Olguların d ö rtte biri, melanin varlığı
nedeniyle pigm entlidir. Zamanla bu alanlar e k z o fitik veya
ülseröz end o fitik tü m örlere dönüşürler. HPV p o z itif tü
m ö rle r sıklıkla m ultifokal olup, siğilimsi görünüm e sahip az
diferansiye skuamöz hücreli karsinom şeklindedir. HPV ne
gatif tü m ö rle r ise genellikle unifokal iyi diferansiye keratini
ze sku am ö z hücreli karsinom şeklindedirler.
B
Meme Dışı Paget Hastalığı
Resim 1 8 -2 A , Vulvada çok sayıda kondilom. B, Kondiloma aku-
minatumun histopatolojik özellikleri, akantoz, hiperkeratoz ve si Paget hastalığı vulva derisinde veya meme başında epi
toplazmik vakuolizasyon (ortada koilositoz) içerir. dermis içinde malign hücre proliferasyonudur. Her za
(D r.A le x F e re n czy ’nin izniyle, M cG ill ü n iv e rsitesi, M o n tre a l, Q uebec, K a n a d a ). man altta karsinomun eşlik ettiği memenin Paget hasta-
684 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme
^ Ö Z ET
Vulvanın Skuamöz Hücreli Karsinomu
• Vulvanın HPV ile ilişkili olan skuamöz hücreli karsinom-
Resim 18-3 Vulvanın Paget hastalığı, geniş berrak sitoplazmalı bü
ları sıklıkla az diferansiye lezyonlar olup, bazen multifo-
yük tüm ör hücreleri epidermis içine dağılmıştır.
kaldirler. Sıklıkla vulvar intraepitelyal neoplaziden (VIN)
gelişirler.
• Vulvanın HPV ile ilişkili olmayan skuamöz hücreli karsi
lığından farklı olarak vulvadaki (meme dışı) Paget hasta
nomu, ileri yaştaki kadınlarda gelişir ve genellikle iyi dife
lığında olguların büyük bir çoğunluğunda altta yatan ransiye, unifokal olup, sıklıkla liken skleroz veya diğer inf
gösterilebilir bir tümör yoktur. Aksine vulvaya ait Paget lamatuar lezyonlarla birliktelik gösterir.
hücreleri sıklıkla epidermal progenitor hücrelerden kö
ken alırlar. Bu bölgedeki Paget hastalığında nadiren, Vulvanın Paget Hastalığı
özellikle ter bezi tümörü gibi deri eki kökenli subepitel-
• Vulvanın Paget Hastalığı epidermis içinde malign epitel
yal ya da submukozal tümörler eşlik edebilir.
hücrelerinin proliferasyonunun neden olduğu kırmızı, ka
Vulvar Paget hastalığı, kırmızı kabuklu plak halinde
buklu plak ile karakterizedir. Genellikle meme başının Pa
olup, inflamatuar dermatit görünümünü taklit edebilir. get hastalığından farklı olarak altta yatan karsinom yoktur.
Histolojik incelemede, tek tek veya gruplar halinde yo
• PAS ile pozitif boyanma Paget hastalığını melanomdan
ğun, soluk, ince granüler sitoplazmalı, nadiren sitoplaz-
ayırır.
mik valcuollü büyük epitelioid hücreler epidermisi infilt-
YAĞINA
Yetişkin kadınlarda vagina, seyrek olarak birincil hasta Kandida vaginiti (monilia) peynirimsi beyaz akıntı ile ka
lık alanıdır. Daha sıklıkla komşu organlardan (örn. ser- rakterizedir. Bu etken kadınların %5'inde normal vaginal
viks, vulva, mesane, rektum) köken alan kanser ya da floranın bir parçası olup yukarıda tanımlanan predizpo-
enfeksiyonların yayılımı ile ikincil olarak tutulur. zan faktörlerden birinin varlığında veya yeni daha agre-
Vaginanm doğumsal anomalileri, neyse ki çok seyrek sif bir suş ile süperenfeksiyonda semptomatik enfeksi
olup vaginanm total yokluğu, septumlu ya da çift vagina yon görünümü ortaya çıkar. T. vaginalis parazitleri, ne
(genellikle septumlu serviks ve nadiren septumlu uterus den olduğu sulu, kötü kokulu, gri-yeşil renkte akıntı için
birlikteliğinde) ve gelişim sırasında kaybolmayan Wolffi de mikroskobik olarak tanınabilir.
an duktus kalıntılarından köken alan doğumsal lateral Asemptomatik kadınların %10'unda Trichomonas iz
Gartner kanalı kistleri gibi olayları kapsar. lenmekte olup, aktif enfeksiyon yeni bir suşun cinsel yol
la geçmesi sonucu oluşur.
VAG İN İT
M ALİG N N E O PLA ZİIE R
Vaginit, genellikle geçici, klinik önemi olmayan sık kar
şılaşılan bir durumdur. Vaginal akıntıya neden olur (lö- Skuamöz Hücreli Karsinom
kore). Bakteriler, mantarlar, parazitler gibi birçok mikro
organizmalar sorumlu tutulmuştur. Bu etkenlerden bir Vaginanm skuamöz hücreli karsinomu çok nadir izlenen
çoğu normal vagina florasında bulunmakla birlikte, sade bir kanser olup, daha çok 60 yaş üzeri kadınlarda görü
ce diyabetiklerde, sistemik antibiyotik tedavisinde (nor lür ve serviks karsinomuna benzer risk faktörleri eşlik
mal mikrobiyal floranın bozulmasına neden olur), im- eder (daha sonra anlatılacak). Hemen hemen her zaman
mun sistem yetersizliğinde, gebelik ya da düşük sonra HPV enfeksiyonun eşlik ettiği vaginal intraepitelyal ne-
sında patojenik şekle dönüşmektedirler. Yetişkinlerde oplazi prekürsör lezyondur. Vaginanm skuamöz hücreli
vaginanm primer gonoreal enfeksiyonu sık değildir. Sık karsinom olgularının yarıdan fazlasında, muhtemelen
lıkla sorumlu olmaları nedeniyle kayda değer iki enfek HPV pozitif VIN'den köken aldığı için, HPV DNA varlı
siyon etkeni Candida albicans ve Trichomonas vaginalis'tir. ğı söz konusudur.
Serviks Neopazileri 685
Berrak Hücreli Adenokarsinom kırmızı granüler odaklar şeklinde izlenir ve histolojik in
celemede mukus salgılayan ya da silyalı kolumnar epitel
1970 yılında, anneleri gebeliği sırasında abortusu engel hücreleri ile döşelidir. Bu klinik durum vaginal adenozis
lemek için dietilstilbestrol kullanan, bir grup genç ka olarak isimlendirilir ve berrak hücreli adenokarsinom
dında, çok ender izlenen, berrak hücreli adenokarsinom bu prekürsör lezyonlardan gelişir.
tanımlanmıştır. Daha sonraki araştırmalarda, in utero
dönemde dietilstilbestrola maruz kalan kişilerde bu tü Sarkoma Botryoides
mörün insidansmın düşük olduğu saptanmıştır (1 0 0 0 'de
l'den az, maruz kalmayanlara göre 40 kat fazla olması Sarcoma botryoides (embryonal rabdomyosarkom), yu
na rağmen). Ancak o dönemde ilaç yaygın olarak kulla muşak polipoid kitleler oluşturan, az görülen, birincil
nıldığından, maruz kalanlarda ısrarlı şekilde yüksek vaginal kanserdir. Çoğunlukla 5 yaşın altındaki çocuk
kanser riskinin eşlik ettiği görülmektedir. Bu kadınların larda ve bebeklerde görülür. Mesane ve safra yolları gibi
üçte birinde vaginal mukozada küçük glandiiler veya diğer bölgelerde de izlenebilir. Bu lezyonlar Bölüm 20'de
mikrokistik inklüzyonlar görülür. Bu benign lezyonlar, daha ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.
SERVİKS
Serviks lezyonlarının çoğu nispeten sıradan inflamas- lar zaten ortamda bulunmaktadır (daha önce anlatıldı).
yonlar (servisit) olmakla birlikte, serviks tüm dünyada, Sadece bilinen patojenlerin saptanması yardımcı olur.
kadınlardaki en sık kanserlerden birinin izlendiği böl
gedir.
SERVİKS NEOPLAZİLERİ
M ORFOLOJİ
N onspesifik servisit a k u t ya da k r o n i k olabilir. Nispeten
daha az rastlanan a k u t f o r m u yalnızca postpartum dö
nem deki kadınlarda g ö rü lü r ve genellikle strepto kokla r ve
stafilokoklarla oluşur. K ro n ik servisit inflamasyon ve epitel-
yal rejenerasyondan oluşur ve re p ro d ü k tif dönem deki ka Kolumnar epitel
dınların tüm ünde bir m ikta r bulunur. Serviks epitelinde hi-
Skuamokolumnar
perplazi ve re a k tif değişiklikler izlenir. Serviks epiteli hem
bileşke
skuam öz hem de kolum nar mukozada hiperplazi ve rea ktif
Skuamöz epitel
değişiklikler gösterir. Sonuç olarak kolum nar epitelde sku
am öz m etaplazi gerçekleşir. iki tip epitelin
birlikte bulunduğu
transformasyon
zonu
Servisit sıklıkla rutin muayenede ya da lökore nedeniy Vagina
le dikkat çeker. Akıntıdan elde edilen kültür dikkatle de
ğerlendirilmelidir. Çünkü kommensal mikroorganizma Resim 18-4 Servikal transformasyon zonunun gelişimi.
686 B Ö L Ü M 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme
Seksüel aktivite
lezyon olan servikal intraepitelyal neoplaziye (cervical int
raepithelial neoplasia) (C İN ) ilerler.
HPV
HPV, m oleküler yön tem le rle C İN ve servikal karsinom
oigularının tam a yakınında saptanır. C İN ve invaziv serviks
karsinom unun gelişiminde önem li risk fa k tö rle ri doğrudan
HPV'ye m aruz kalma ile bağlantılı olup, şunları içerirler:
• İlk cinsel ilişkinin erken yaşta olması
• Birden çok cinsel p a rtn e r bulunması
• Birden çok cinsel pa rtn e ri olan erkeğin eşi olm ak
• Yüksek risk grubuna ait inatçı papillomavirus enfeksiyo
nu
HPV enfeksiyonu, bazal tabakadaki im m atür skuamöz hüc
relerin çoğunu tutsa da, HPV D N A replikasyonu daha dife-
ransiye olan yüzeydeki skuam öz hücrelerde gerçekleşir.
N o rm al koşullarda, matürasyonun bu evresinde skuamöz
hücrelerde D N A replikasyonu gerçekleşmez. Ancak HPV
genomu tarafından kodlanan ve E6, E7 olarak tanımlanan
iki etkili on kop rotein in ekspresyonu sonucu HPV ile enfek-
te olan skuamöz hücrelerde replikasyon oluşur. E6 ve E7
p ro te in leri sırasıyla p53 ve Rb gibi iki önemli tü m ö r baskı
layıcıyı bağlar ve inaktive e d er (Bölüm 5). Aynı zamanda
çoğalmayı ve ek mutasyonlara duyarlılığı a rtıra ra k sonuçta
karsinogeneze yol açarlar.
Tanımlanmış HPV serotipleri karsinogenez oluşturm a
eğilim lerine göre yüksek veya düşük riske sahip tip le r ola
ra k sınıflandırılır. Yüksek riskli HPV enfeksiyonu, C İN ve
karsinom gelişiminde en önem li risk faktörü dür. Yüksek
riskli iki HPV suşu, tip 16 ve 18, C İN ve servikal karsinom Resim 18-5 Human papilloma virüs (HPV) enfeksiyonun olası so
olgularının % 70'inden sorum ludur. Genelde, yüksek riskli nuçları. Metinde anlatıldığı gibi, progresyon, virüsün entegre olma
HPV suşlarının neden olduğu enfeksiyonlar inatçı olup, sı ve ek mutasyonların oluşması ile ilişkilidir. CİN, servikal int
raepitelyal neoplazi
bunlar karsinoma progresyon açısından risk fa ktö rü oluştu
rur. Bu HPV alt tip le ri, progresyon ile bağlantılı bir durum
olan konak hücresindeki genoma entegre olma eğiliminde
dir. D iğer taraftan düşük riskli HPV suşları (örn . tip 6 ve
11) konak genomuna entegre olmadan serbest epizomal vi görüşe uygun olarak C İN insidansı 30, invaziv karsinom in-
ral D N A şeklinde kalırlar ve alt genital traktusta kondilom sidansı ise 45 yaşlarında tepe noktasına ulaşır.
gelişimiyle ilişkilidirler (Resim 18-5). HPV enfeksiyonu ile C İN genellikle düşük dereceli displazi (C İN I) olarak
kanser arasındaki güçlü ilişkiye rağmen HPV neoplastik sü başlar, zaman içinde o rta (C İN II) ve ağır dereceli displazi-
rece yol açacak yeterliliğe sahip değildir. Aşağıda anlatıldığı ye (C İN III) dönüşür; ancak istisnalar b ild irilm iştir ve bazı
gibi, HPV ile enfekte olm uş bazı yüksek dereceli öncül lez- hastalarda ilk tanı sırasında C İN III m evcuttur. Genel anlam
yonlar invaziv kansere dönüşmez. Servikal displazinin ser da, C İN derecesi ne kadar yüksek ise progresyon olasılığı
vikal kansere dönüşümü, bağışıklık ve horm onal durum ve da o kadar yüksektir. Ancak b irço k olguda yüksek derece
ya cinsel yolla bulaşan diğer etkenlerin neden olduğu se- li lezyonların bile kansere dönüşmediği ve gerilediği bilin
konder enfeksiyonlar gibi değişik fa ktö rle rin varlığına da m ektedir. Hasta yönetim i ile ilgili kara rlar iki seçenekli (iz
yandırılm aktadır. Yakın zam anda serviks kanserlerinin lem veya cerrahi tedavi) olduğu için bu üç aşamalı derece
%20'sinden fazlasında L K B 1 tü m ö r baskılayıcı geninde edin- lendirm e sistemi yakın zamanda iki seçenekli sistem olarak
sel som atik m utasyonlar tanımlanmıştır. LK B1, ilk kez gast basitleştirilm iştir. C İN I d ü şü k dereceli sku am ö z in tra
rointestinal traktusta ha m artom atöz polipler (Bölüm 14) epitelyal lezyon (LSIL), C İN II ve C İN III ise te k b ir kate
ve serviks de dahil olm ak değişik anatom ik bölgelerde epi- goride y ü k se k dereceli sk u a m ö z in traepitelyal lez
telyal malignite gelişim riskinin belirgin olarak yüksek oldu yon (HSIL) olara k yeniden düzenlenmiştir. Tablo 18-1'de
ğu otozom al dom inant geçişli Peutz-Jeghers sendrom unda görüldüğü gibi HSIL olgularının tedavi edilmesi, LSIL'lerin
mutasyona uğrayan gen olara k tanımlanmıştır. LKB1 aynı ise takip edilmesi bu iki grup lezyonun doğal seyirlerindeki
zamanda akciğer kanserlerinde de inaktive olur. LKB1 p ro farklılıklara dayanmaktadır.
teini, m etabolik algılayıcı olan AM PK'yı fosforile ederek ak-
tive olmasını sağlayan bir serin threo nin kinazdır. AM PK
m TO R kompleksi aracılığıyla hücre proliferasyonunu dü
Tablo 18-1 Skuamöz intraepitelyal Lezyonların (SİL) Doğal Seyri
zenler.
Lezyon Geriler Devam eder ilerler
Servikal intraepitelyal N eoplazi (C İN ) LSIL (CİN I) %60 %30 %10 (HSIL’e)
HPV ilişkili karsinogenez, genellikle invaziv kanser gelişi HSIL (CİN II, III) %30 %60 %10 (karsinoma)**
minden yıllar hatta on yıllar önce ortaya çıkan CİN olarak
LS IL, d ü ş ü k -d e re c e li SİL, H S IL , y ü k s e k - d e r e c e li le z y o n
tanımlanan prekanseröz epitelyal değişiklik ile başlar. Bu * 1 0 y ıl iç in d e p r o g r e s y o n
Serviks Neopazileri 687
Serviksin prekanseröz lezyonlarma eşlik eden deği telin matürasyonunda tam a yakın kayıp, hücre ve çekirdek
şiklikler, gözle görülebilir anormalliğe ulaşmalarından boyutlarında daha belirgin farklılıklar, nükleer krom atinde
çok önce sitolojik inceleme (Pap smear) ile saptanabilir heterojenite, dizilim i bozulmuş hücreler, tip ik veya atipik
ler. Transformasyon zonundan kazman hücrelerin mik m itozlar izlenir. Bu değişiklikler epitelin hemen tüm kat
roskobik olarak incelendiği Papanicolaou (Pap) testinin manlarında görülür. Koilositotik değişiklikler genellikle gö
mantıksal temeli displastik değişikliklerin erken saptan rülm ez. Bu histolojik değişiklikler ile uyum lu sitolojik görü
masıdır. Pap testi, bugün için kanser tarama amacı için nüm Resim 18-7'de görülm ektedir. Daha önce anlatıldığı gi
geliştirilmiş en başarılı testtir. Birleşik Devletler'de Pap bi, klinik amaçlar doğrultusunda C İN , LSIL (C İN I) ve HSIL
tarama testi, yıllık invaziv servikal kanser görülme sık (C İN II ve C İN III) olm ak üzere ikiye ayrılmaktadır.
lığını 12.000'e, ölüm sayısını da 4000'e çarpıcı bir şekil
de düşürmüştür. ABD'de yaşayan kadınlarda, kansere
bağlı ölüm nedenleri arasında serviks karsinomu artık Asemptomatik olan CİN, anormal Pap smear sonucu
ilk 10 arasında değildir. Diğer taraftan, CİN insidansı ar sayesinde kliniğin dikkatini çeker. Bu olgular, biyopsi
tarak bugünkü 50.000 olguluk seviyesine ulaşmıştır. yapılacak yerin belirlenmesinde asetik asit kullanılan
Kuşkusuz lezyonu saptamadaki artışın bunda etkisi ol kolposkopi ile takip edilirler. Biyopsi sonucu LSIL olan
muştur. kadınlara konservatif yaklaşım uygulanarak bunlar dik
Yakın zamanda tanıtılan ve belli HPV serotiplerinin katli bir şekilde izlenir. HSIL olguları ise cerrahi eksiz-
eşlik ettiği genital siğil ve serviks kanseri sıklığını büyük yon (konizasyon) ile tedavi edilir. HSIL'li hastaların ya
oranda düşüreceği beklentisi bulunan tip 6, 1 1 ,1 6 ,18'e şamında takip smearleri ve klinik muayene belirleyici
yönelik kuadrivalan HPV aşısı, HPV enfeksiyonlarını olur. Bu kadınlar HPV ile ilişkili serviks, vulva ve vagina
önlemede çok etkilidir. Tüm etkisine karşılık aşı, rutin kanserlerinin gelişimi için risk taşırlar.
serviks kanseri tarama gereksinimini ortadan kaldırma
makta; birçok risk altındaki kadın halihazırda enfekte Serviksin İnvaziv Karsinomu
olup, aşı sadece belli HPV serotiplerine karşı koruma
sağlamaktadır. En sık izlenen servikal karsinomlar sırası ile skuamöz
hücreli karsinom (%75), adenokarsinom ve mikst ade-
noskuamöz karsinom (%20) ve küçük hücreli nöroen-
M OR FO LO Jİ dokrin karsinomdur (%5'den az). Tüm bu karsinom tip
lerine HPV neden olmaktadır. İlginç olan konu, invaziv
Resim 18-6'da C IN 'in üç evresi gösterilm ektedir. CİN I sku- skuamöz karsinom insidansınm azalması ve Pap smear-
am öz epitelin alt üçte birindeki displastik değişiklikler ve de glandüler lezyonlarm saptanmasının suboptimal olu
epitelin yüzeyel tabakalarında koilosito tik değişiklikler ile şu nedeniyle, son dekadlarda adenokarsinom oranları
karakterizedir. CİN ll'd e displazi epitelin o rta üçte birine göreceli olarak artmasıdır.
yayılır ve keratinosit maturasyonunda gecikme şeklinde iz Skuamöz hücreli karsinom insidansı, prekürsör CİN
lenir. Ayrıca epitelin o rta tabakasına kadar uzanan bölgede
lezyonunun saptanmasından 10-15 yıl sonra 45 yaş civa
nükleus ve hücre boyutunda değişiklik, nükleer krom atin
rında doruk noktasına ulaşmaktadır. Anlatıldığı gibi,
de heterojenite ve bazal tabakanın üzerinde m itoz varlığı
CIN'nin invaziv karsinoma ilerleyişi değişken ve öngö
eşlik eder. Yüzeyel tabakadaki hücrelerde bir m ik ta r dife-
ransiasyon ve nadiren yukarıda tanımlanan ko ilo sito tik de
rülemez nitelikte olup, HPV enfeksiyonunu ve LKB gibi
ğişiklikler görülür. Bundan sonraki evre olan CİN lll't e epi genlerde mutasyon varlığını gerektirmektedir. Progres-
yon için risk faktörleri arasında sigara ve immün yet-
Resim 1 8 -7 Papanicolaou smear testinde servikal intraepitelyal neoplazi (CİN) sitolojisi. Süperfisiyel skuamöz hücreler mavi veya kırmızı
boyanabilir. A , Normal süperfisiyel skuamöz epitel hücreleri. B, CİN l-düşük-dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon (low grade squa
mous intraepithelial lesion) (LSIL). C ve D, CİN II ve CIN III, her ikisi de yüksek-dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon (high grade squa
mous intraepithelial lesion) (HSIL). Lezyonun derecesinin artması ile birlikte sitoplama miktarının azalması ve nukleusun sitoplazmaya
oranında artış dikkat çekicidir. Servikal lezyonların yüzeyinden dökülen bu hücreler, progresif hücresel diferansiyasyon kaybını yansıtmak
tadırlar (Resim 18-6'ya bakınız).
(D r. Ed m u n d S. Cibas'ın izniyle, B righam and W om en H ospita l, Boston, M a ssa ch u setts).
mezlik virüs enfeksiyonu (HIV) bulunmaktadır. Bunlar vazyon derinliği 3 mm 'den az olan tü m ö rle rd e %1 'den az
dan İkincisi CIN'in kontrol altında tutulmasında immün olup, 3 m m 'yi geçmesi durum unda ise bu oran %10'un üze
gözetimin rolü olduğunu düşündürür. Her ne kadar risk rine çıkmaktadır. Servikal karsinom lar, skuamöz diferansi-
faktörleri CIN'den karsinoma ilerlemesi muhtemel has asyon derecesi baz alınarak derecelendirilirler. N öroen-
taları ayırt etmede yardımcı olabilseler de, hastalığın d o krin diferansiasyon içeren ender tü m ö rle rin tümü agre-
seyrini izlemede tek güvenilir yöntem sık fizik muayene sif davranışa sahip oldukları için bu tü m ö rle rd e derecelen
ve kuşkulu lezyonlardan biyopsi alınmasıdır. dirm e geçersizdir.
K lin ik S eyir
M O R F O L O Jİ
İnvaziv servikal kanser olguları çoğu kez ya hiç Pap
Serviksin invaziv karsinom ları transform asyon z o n u n d a
smear yaptırmamış ya da uzun yıllar tarama yapılmamış
gelişir ve boyutları strom al invazyon gösteren m ikro skopik
kadınlarda görülmektedir. Bu olgularda serviks kanseri
odaktan m akroskopik belirgin, e kzo fitik tü m ö rle re kadar
semptomatik olup hastalar beklenilmeyen vaginal kana
değişir (Resim 18-8). Tüm serviksi çevreleyen ve stromaya
yayılan tü m ö rle r palpasyonla tanımlanabilen "fıçı serviksi"
ma, lökore, ağrılı cinsel ilişki (disparoni) ve dizüri gibi
oluştururlar. T üm örü n param etrium daki yumuşak dokula bulgularla tıbbi olarak dikkat çekerler. Tedavi, histerek-
ra penetre olması sonucu uterus kendini çevreleyen pelvik tomi ve lenf nodu diseksiyonunu kapsayan cerrahidir.
yapılara tikse olur. Pelvik lenf nodlarına yayılım olasılığı, tü Küçük mikroinvaziv karsinomlar kon biyopsi ile tedavi
m ö r invazyon derinliği ve vasküler boşluklardaki tü m ö r edilebilirler. Mortalite, belirgin olarak tümörün evresi,
hücrelerinin varlığı ile doğru orantılıdır. Metastaz riski, in- nöroendokrin karsinom olgularında ise hücre tipi ile iliş
kilidir. İleri evre hastalarda ölüm uzak organ metasta
zından çok lokal invazyon sonucudur. Özellikle üreter
ve mesane obstrüksiyonuna bağlı gelişen böbrek yet
mezliği sık bir ölüm nedenidir.
KORPUS UTERİ
Uterus korpusu, endometrial mukoza ile altındaki myo
metrium düz kas tabakasından oluşmaktadır. Burada ADENOMYOZİS
sık ve önemli olan uterus patolojileri üzerinde durula Adenomyozis, endometriumun bazal tabakasının myo
caktır. metrium içerisine doğru büyümesine verilen isimdir.
Myometriumun çok aşağılarında kas demetleri arasında
endometrial stroma veya glandlar ya da her ikisini içe
ENDOMETRİT ren odaklar bulunur. Aberan endometrial doku myo-
metriumda reaktif hipertrofiye neden olur, bunun sonu
Endometriumun iltihabı, nötrofil ya da lenfoplazmasitik cunda da geniş ve küre şeklinde ve sıklıkla kalınlaşmış
yanıtın baskın olmasına göre akut ve kronik olarak sı duvarlı bir uterus oluşur. Bu gland yapıları endometri
nıflandırılır. Normal koşullarda endometriumda lenfo umun bazal tabakasından köken aldığından, bu alanlar
sitler bulunduğundan, kronik endometrit tanısı için da menstrüel kanamalar izlenmez. İleri olgularda, me-
plazma hücrelerinin görülmesi gerekmektedir. noraji, dismenore ve menstrüasyon öncesi pelvik ağrıya
Endometrit sıklıkla pelvik inflamatuvar hastalığın so neden olabilir.
nucu olarak N. gonorrhoeae veya C. trachomatis'e bağlı
gelişir. Histolojik olarak yüzeyel endometriumda ve
gland yapılarında nötrofilik, stromada ise lenfoplazma
sitik infiltrasyon izlenir. Belirgin lenfoid follikül yapıları
ENDOMETRİOZİS
klamidiyal enfeksiyonlarda daha çok gözlenir. Tüberkü Endometriozis, endometrial gland yapılarının ve stroma-
loz, sıklıkla tüberküloz salpenjit ve peritonitin eşlik etti nm endomyometrium dışındaki bir bölgede izlenmesi
ği granülomatöz endometrite neden olur. Birleşik Dev olarak tanımlanır. Reprodüktif dönemdeki kadınların
letlerde çoğunlukla immun sistemi baskılanmış kişiler yaklaşık %1 0 'unda ve infertilite yakınması olanların da
de görülse de, tüberküloz endometrit, tüberkülozun en- %50'sinde izlenmektedir. Sıklıkla multifokal olup, en sile
demik olduğu bölgelerde sıktır ve buradan yakın dö olarak pelvik yapıları (over, Douglas poşu, uterin liga-
nemde göç etmiş kadınlardaki pelvik inflamatuvar has manlar, tubalar, rektovaginal septum) tutar. Daha az sık
talık ayırıcı tanısına dahil edilmelidir. lıkta peritoneal kavitenin uzak bölgeleri veya periumbli-
Endometrit, gebelik veya düşükten arta kalan parça kal dokular tutulur. Çok ender olarak lenf nodları, akci
lar yanısıra rahim içi araç gibi yabancı cisimlere bağlı da ğerler, kalp, çizgili kaslar ve kemikler etkilenebilir.
gelişebilir. Artık dokular ve yabancı cisimler, vagina ve Bu dağınık lezyonlarm kökenini açıklamak için üç hi
intestinal kanal florasına ait mikroorganizmalar için bir potez ileri sürülmüştür (Resim 18-9). Regürjitasyon teori
enfeksiyon nüvesi oluşturmaktadırlar. Bu dokuların ve si, son dönemde en çok tercih edilen, menstrüasyonda
ya yabancı cismin çıkarılmasından sonra enfeksiyon da tubalardan geriye akış sonucu gerçekleşen implantasyo-
ortadan kalkmaktadır. nu savunur. Diğer taraftan metaplastik teori, endometri
Klinik olarak tüm endometrit formları ateş, karın ağ umun kökeni olarak kabul edilen sölomik epitelin endo
rısı ve menstrüel düzensizlikler şeklinde ortaya çıkabi metrium yönünde farklılaştığını ileri sürer. Bu iki kuram
lir. Ek olarak, tubalarda oluşan hasara bağlı infertilite ve da akciğer ve lenf nodlarındaki lezyonları açıklayamaz.
ektopik gebelik gelişim riski artmıştır. Vasküler ya da lenfatik yayılım teorisi, pelvis dışı ya da int-
690 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme
Endometriozisin klinik belirtileri, lezyonlarm dağılımı Postmenopoz Proliferasyonlar (karsinom, hiperplazi, polipler)
Endometrial atrofi
na bağlıdır. Ovidukt ve överlerin aşırı nedbeleşmesi alt
Endometrium ve Myometriumun Proliferatif Lezyonlan 691
ö Ö Z E T ____________________________________
Non-neoplastik Endometrium Bozuklukları
• Endometriozis, endometrial gland ve stromanın uterus
dışında izlenmesi, pelvik veya abdominal peritonu da tu
tabilmesidir. Nadiren lenf nodu ve akciğerler gibi uzak
bölgelerde tutulum görülebilir.
• Endometrioziste ektopik endometriumda siklik kanama
lar olur. Bu durum sıklıkla dismenore ve pelvik ağrıya yol
açar.
• Adenomyozis, uterusta büyümeye yol açan, endometri
umun myometriumun içine doğru gelişmesidir. Endo-
metriozisten farklı olarak siklik kanama izlenmez.
Resim 18-11 Endometrial hiperplazi. A , Gland yapılarında dilatas-
yon içeren anovulatuar veya "düzensiz" endometrium. B, Birbirine
yakın glandların oluşturduğu yuvalanmalar ile karakterize atipisiz
kompleks hiperplazi. C, Atipili kompleks hiperplazi, glandlarda
ENDOMETRİUM VE MYOMETRİUMUN sayıca artma ve hücresel atipi.
PROLİFERATİF LEZYONLARI
Uterusta en sık izlenen proliferatif lezyonlar endometri lazi) meydana gelebilir. Potansiyel östrojen fazlalığı ne
um hiperplazisi, endometrium karsinomu, endometri denleri arasında ovulasyon yetmezliği (perimenopozda
um polipleri ve düz kas tümörleridir. Tümü erken bulgu görülen), progestin ile dengelenmeyen östrojenik stero-
olarak anormal uterus kanamasına yol açarlar. idlerin uzun süre kullanımı ve östrojen üreten over lez-
yonları (polikistik over hastalığı, överin granüloza-teka
Endometrial Hiperplazi hücreli tümörleri) bulunmaktadır. Yağ dokusunun, stero
id prekürsörleri östrojene dönüştürmesine bağlı olarak,
Progesteron seviyesine göre göreceli östrojen fazlalığı, obezite östrojen fazlalığının sık nedenlerinden biridir.
uzun süreli olarak ya da şiddetle endometriumu etkiler Hiperplazinin şiddeti östrojen fazlalığının düzeyi ve
se endometrial karsinom gelişiminde önemli bir prekür- süresi ile bağlantılı olup, yapısal değişim (basit veya
sör olan, endometriumda abartılı proliferasyon (hiperp- kompleks) ve sitolojik atipinin varlığına göre sınıflandı-
692 BÖLÜM 18 Kadın Genital Sistemi ve Meme
Endometrium Karsinomu
K lin ik S eyir
Birleşik Devletler ve birçok Batı ülkesinde, kadın genital
Endometrium karsinomları genellikle postmenopozal
sisteminin en sık izlenen tümörü endometrium karsino-
kadınlarda lökore ve düzensiz kanama bulguları ile or
mudur. Genellikle 55-65 yaş arasında görülür ve 40 ya
taya çıkar. Olayın ilerlemesi ile birlikte uterus palpas-
şın altında nadirdir. Endometrium karsinomu iki farklı
yonda büyümüştür ve kanser çevre dokulara yayılımı so
tipten oluşmaktadır. Bunlar endometrioid ve endometri-
nucu komşu yapılara fikse olur. Bu tümörler genellikle
umun seröz karsinomudm. Bu iki tip histolojik ve patoge-
uzun dönemde metastaz yaparlar. Ancak tedavi edilme
netik açıdan birbirinden farklıdır. Endometrioid kanser
den bırakıldıklarında bölgesel lenf nodları ve uzak böl
ler, perimenopozal dönemdeki kadınlarda östrojen faz
gelere yaydırlar. 5 yıllık sağkalım oranı tedavi edilen er
lalığı ve endometrial hiperplazi eşliğinde, seröz karsi
ken evre olgularda %90 iken, ileri evre tümörlerde sağ-
nomlar ise postmenopozal dönemdeki kadınlarda endo
kalım oranı hızlı bir şekilde düşer. Seröz karsinomlarda
metrial atrofi zemininde gelişirler.
prognoz cerrahi evreleme ve peritoneal yıkama sitolojisi
sonucu ile doğrudan bağlantılıdır. Bu durum çok küçük
ya da yüzeyel seröz tümörlerin tubalar aracılığı ile peri
PATO G EN EZ tona ulaşabümeleri nedeniyle kaçınılmazdır.
E ndom etrium karsinomlarının % 80'i en do m etrioid tipten
oluşmaktadır. Bu tü m ö rle r histolojik olarak norm al endo
m etrium gland yapılarına benzemelerinden dolayı endo O Ö Z E T _____________
m etrio id olarak tanım lanm aktadır. Bu karsinom tipi için
risk fa k tö rle ri arasında (1 ) obezite, (2 ) diabet, (3 ) hiper Endometrium Hiperplazisi ve Endometrium
tansiyon, (4 ) in fe rtilite ve (5 ) dengelenmemiş östrojen ma- Karsinomu
ruziyeti ye r almaktadır. Bu risk fa k tö rle rin in çoğu endo- • Endometriyal hiperplazi, endojen veya eksojen kaynaklı
m etrium un artm ış ö stro je n ik uyarılmasına neden o lu r ve aşırı östrojen sonucu gelişir.
endom etrial hiperplazi ile ilişkilidir. Aslında uzun süreli öst
• Endometriyal hiperplazi gelişiminde, anovulatuar siklus,
rojen replasman tedavisi ve östrojen salgılayan over tü m ö r
polikistik over sendromu, östrojen üreten over tüm örle
leri en do m etrioid tip en do m etrium karsinomu gelişim riski
ri, obezite ve progestin ile dengelenmeyen östrojen te
ni artırır. Ek olarak, meme kanseri (o da östrojen-bağımlı-
davisi rol oynar.
dır) endom etrium kanserli (veya tam tersi) kadınlarda da
ha sık gelişir. Endom etrioid karsinom un adım adım
• Hiperplazi şiddeti yapısal (basit ya da kompleks) ve sito-
lojik özelliklerine (normal ya da atipik) göre derecelendi
gelişim inde, u yu şm azlık ta m ir (m ism atch rep a ir)
rilir. Karsinom gelişim riski ağırlıklı olarak sitolojik atipi
genleri ile tü m ö r baskılayıcı P TE N geninde izlenen
ile ilişkilidir.
m utasyo n lar e rk en dönem o laylarıd ır. PTEN geninde
germ line m utasyonlar (Covvden sendrom u) içeren kadın • Klinik ve moleküler bilgiler ışığında iki önemli karsinom
larda bu kanserin gelişim riski daha yüksektir. Bu tü m ö r ti tipi bilinmektedir:
pinin gelişiminde TP53 m utasyonları da olabilir ancak bun 0 Endometrioid karsinom aşırı östrojen ve endometrial hi
lar nispeten nadirdir ve patogenezin geç dönem inde izlen perplazi ile bağlantılıdır. Erken moleküler değişiklikler
diği düşünülm ektedir. olarak D N A uyuşmazlık tam ir genlerinde ve PTEN ge
Seröz tip en do m etrium karsinom u nadir olup, yaklaşık ninde inaktivasyon izlenir.
%15 oranında görülür. O lguların tama yakınında TP53 tü o Endometriumun seröz karsinomu daha ileri yaş kadın
m ö r baskılayıcı gen m utasyonları saptanır. D N A uyuşmaz larda gelişir ve genellikle endometriyal atrofi eşlik eder.
lık ta m ir genleri ve PTEN gen mutasyonları seyrektir. Erken dönemde TP53 geninde mutasyon görülür.
Endometrium ve Myometriumun Proliferatif Lezyonları 693
Resim 18-12 Endometrial karsinom, A J, Endometrioid tip, myometriumu infiltre etmekte ve kribriform paternde büyümekte. B, Büyük
büyütmede polarite kaybı ve nükleer atipi mevcut. C, Endometriumun seröz karsinomu, papiller oluşumlar ve belirgin sitolojik atipi. D,
immunhistokimyasal boyamada TP53 mutasyonu ile ilişkili p53 birikimi.
• H e r iki tip te de yaşam süresini belirleyen en önemli fak da tanımlanırlar. Leiomyomlar kadınlardaki en sık görü
t ö r evredir. Seröz tü m ö rle r daha sıklıkla uterus dışı tu tu len benign tümörlerdir, siyah ırkta daha fazla olmak
lum lar ile saptandıkları için endom etrioid karsinomlar