You are on page 1of 25

Türk Hava Kurumu Üniversitesi

ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)


1. ÜNİTE DERS NOTLARI

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (ATA 103) Ders İzlencesi

1. Hafta: Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi ile ilgili temel kavramlar hakkında bilgi
verilmesi, tarih, tarih bilimi ve Osmanlı-Türkiye tarihine yönelik yeni yaklaşımlar ve Türk
İnkılâbının stratejisi.

2. Hafta: Osmanlı Devleti'nin yıkılışını ve Türk İnkılâbını hazırlayan sebeplere toplu bir
bakış (İç sebepler, Dış sebepler, Osmanlı Devleti'nin jeopolitik ve ekonomik durumu).

3. Hafta: XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde yenileşme hareketleri (Tanzimat Dönemi, I.


Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet)

4. Hafta: Osmanlı Devleti'nin Dağılması sürecinde meydana gelen iç ve dış olaylar (Kırım
Savaşı, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Makedonya meselesi, 31 Mart olayı, Girit ve Bosna-
Hersek'in elden çıkışı, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları

5. Hafta: Osmanlı Devleti'nin son dönemindeki fikir akımları (Osmanlıcılık, İslamcılık,


Türkçülük, Batıcılık, Adem-i Merkeziyetçilik, Sosyalizm) ve II. Meşrutiyet sürecinde
Osmanlı Devleti & Video gösterimi (Belgesel, film)

6. Hafta: I. Dünya Savaşı (Savaşın çıkışı, Osmanlı Devleti'nin savaşa dâhil oluşu, cepheler ve
savaşın sonu) ve Mondros Mütarekesinin imzalanması

7. Hafta: Vize Sınavı

8. Hafta: İşgaller, Tepkiler (Kuva-yı Milliye’nin ortaya çıkışı), Cemiyetler (Millî, Millî
varlığa düşman ve azınlık cemiyetleri), Mondros Mütarekesinden sonra Mustafa Kemal
Paşa'nın faaliyetleri ve Anadolu'ya geçmesi

9. Hafta: Millî Mücadele için ilk adım ve Kongreler yoluyla teşkilatlanma (Amasya
Genelgesi, Erzurum, Sivas Kongresi ve Batı Anadolu Kongreleri), Son Osmanlı Meclis-i
Mebusanı'nın toplanması, Misak-ı Millî'nin kabulü ve İstanbul'un işgali

10. Hafta: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışı, Meclisin yapısı, çıkardığı yasalar ve
faaliyetleri.

11. Hafta: Meclisin açılışına iç ve dış tepkiler Video gösterimi (Belgesel, film)

12. Hafta: Sevr Barış Anlaşması; Sevr Anlaşması'nda bugüne yönelik tehditler, Doğu ve
Güney cephelerindeki durum
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

13. Hafta: Düzenli ordunun kuruluşu; Kuva-yı Milliye'nin tasfiyesi, Yunan genel taarruzu ve
Batı Cephesi'ndeki savaşlar

14. Hafta: Mustafa Kemal Paşa'nın Başkomutanlığı, Tekâlif-i Milliye emirleri

15. Hafta: Sakarya Savaşı ve sonrasındaki dış politika gelişmeleri (Türk-Rus, Türk-Afgan
münasebetleri, Londra Konferansı, Ankara İtilafnamesi)

16. Hafta: Final Sınavı


Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

1. ÜNİTE: İNKILAP TARİHİ DERSİ VE TEMEL KAVRAMLAR

İnsanlık tarihi boyunca her devlet yönettikleri kitle nezdinde bir meşruiyet kazanmak ve bunu
gelecek nesillere aktarmak amacıyla tarihsel kaygılar taşımıştır. Bu kaygının bir neticesi olarak
henüz yazının icat edilmesinden bile önce çeşitli resim heykel ve figürler yoluyla devlet tarihi
denilebilecek bir türün ilk örnekleri ortaya konulmuştur. Milattan önce on bin yılları civarında
başlayıp Sümerlerin çivi yazısını icat ettikleri yıllara kadar gelen yazı öncesi bu dönemde
teokratik şehir devletlerinin tarihleri çoğunlukla din ile iç içe geçmiş ve meşruiyetini din
vasıtasıyla sağlar vaziyette tapınaklar etrafındaki heykel ve figürlerle kendisini göstermektedir.

Devlet tarihçiliği o günlerden bu günlere çeşitli evrelerden geçerek etkisini ve araçlarını


arttırmıştır. Bugün gelinen nokta itibariyle devlet tarihçiliği dinle bağını koparsa da devlet
meşruiyeti ve devletin ihtiyaçları doğrultusunda toplumsal bilinç oluşturma olan temel amacını
korumuştur. Bugün her toplum kendi milli şuurunu gelecek nesillere aktarmak ve devletlerinin
bu yolla devamını sağlamak için çeşitli devlet tarihlerini genç vatandaşlarına okutmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti de bu bağlamda tıpkı eski devletlerin kuruluş mitolojileri gibi


kendi kuruluş hikâyesini ders olarak kendi vatandaşlarına öğretme yoluna gitmiş ve 1933
yılında İstanbul Üniversitesi’ne bağlı olarak kurulan İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Türk İstiklal
Harbini yaşayanlarca ilk dersler verilmiştir. Türk İnkılâp Tarihi, 1942 yılında çıkarılan 4204
sayılı kanunla “İnkılâp Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Rejimi;” 1968’de İnkılâp Tarihi
Enstitüsü İlmi Danışma Kurulu kararı ile “Türk Devrim Tarihi;” 12 Eylül 1980’den sonra tekrar
“Türk İnkılâp Tarihi” adları ile okutulmuş ve son olarak da Yüksek Öğretim
Kurumu’nun(YÖK) kararı ile “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi” adı altında bütün
üniversitelerde zorunlu ders olarak okutulmaktadır.

İlk verilmeye başlandığı tarihlerde Osmanlı dönemine olumsuz göndermelerle dolu olan
Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi dersi günümüzde geldiği nokta itibariyle bu olumsuz
referanslarını daha objektif olanlarla değiştirmiş ve dönemle ilgili eleştirilerini makul bir
seviyeye çekerek siyasi, askeri, ekonomik ve kurumsal manada tarihsel bir devamlılık arz eden
bir görünüme kavuşmuştur. Bu bakımdan dersin amacı yeni Türk devletinin halkına ateşli ve
eleştiriye tahammülü olmayan şekilde kendi propagandasını yapmaktan, çeşitli tarihi delilleri
ileri sürerek meşruiyeti konusunda ikna etmeye ve bunu öğretmeye evrilmiştir. Yani dersin
amacı, yeni yetişen Cumhuriyet kuşağına, Cumhuriyetin ve demokrasinin serencamını
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

anlatmak ve bunu yaparken bir milli şuur uyandırmaktır. Bu farkındalık ile milli değerler
çerçevesinde birlikte yaşama adına daha bilinçli bir toplum hedeflenmektedir.

Adından da anlaşıldığı üzere “inkılap” teması çerçevesinde oluşturulan bu dersin ilk


evrelerinde inkılap ve devrim gibi temel mefhumlar açıklanarak bir kavramsal şema ortaya
konulacak ve sonrasında 19. yüzyılın başından başlayarak kronolojik bir sırayla Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçen süreç değerlendirilecektir. Türkiye Cumhuriyeti
birçok bakımdan 19. yüzyılın kendine özgü şartlarının sonucunda ortaya çıktığından 19.
yüzyılın ardındaki tarihe de kısaca değinilecektir.

TEMEL KAVRAMLAR

İnsanlık tarihi boyunca süreklilik ve değişim önemli tartışma konularından birisi olagelmiş ve
bu bağlamda bazı kavramlar ortaya çıkmıştır. Bu kavramlardan “evrim” süreklilik ile uyum
içerisinde zamana yayılmış bir değişimi öngörür. Bu kavramın karşısında duran “devrim” ise
ani, derin, kökten ve genel olarak meydana gelen değişişim manasına gelmektedir. Günümüz
Türkçesinde devrimle eş anlamlı olarak kullanılan “ihtilal” kavramı ise Arapça bozma
manasına gelen “hall” kelimesinin iftial veznindeki halidir. Kavram olarak ihtilal: Bir devletin
siyasi teşkilatını, kanuni şekillere hiç uymadan değiştirmek üzere zor kullanılarak yapılan geniş
çaplı bir halk hareketi olup inkılap kavramıyla yakın bir ilişki içerisindedir. Hatta ihtilal
inkılabın bir safhasıdır. Bu minvalde Fransız İnkılabının sonuç itibariyle bir inkılap olmasına
karşın ihtilal safhasıyla meşhur olması hatırlanmalıdır. Devrim kavramı ise ihtilalle eş
anlamlıdır.

“İnkılap” ise Arapça değişme manasına gelen “kalb” kökünün infial babında kullanılmasıyla
ortaya çıkmış bir kavramdır. İnkılap’ın terim manası ise değişme veya bir halden başka bir hale
dönmedir. Türk Hukuk Lügatı’na göre ise inkılap bir devletin sahip olduğu siyasi, sosyal, askeri
alanlardaki kurumların devlet eliyle, makul ve ölçülü metotlarla köklü bir biçimde değiştirilerek
yenileştirilmesidir. Yani inkılaplar, tüm alanları kapsayan bir büyük devrim olabileceği gibi
sanayi inkılabı, bilim inkılabı, kültür inkılabı gibi çeşitli alanlarda da olabilir.

İnkılap olayının gerçekleşebilmesi için bazı şartların bir araya gelmesi lazımdır. Bunlar:

a) Toplumun karşı karşıya kaldığı idari, adli, sosyal ve ekonomik sıkıntılar ve mevcut
kurumların bu sıkıntıları çözmede tamamen yetersiz kalması. (Fransız İnkılabını tetikleyen en
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

önemli etmen dönemin Fransa’sında yaşanan açlığın kraliyet ailesinin adaletsizliğiyle


birleşerek toplumda infial uyandırmasıydı.)

b) Fikir hayatının gelişme göstermesi ve inkılabı hazırlayıcı çalışmaların yapılması. (Fikirsiz


inkılap olmaz. Eğer Avrupa Aydınlanma çağını yaşamamış olsaydı ve Montesqieu, Voltaire,
Jean Jacques Rousseau gibi aydınlanmacı yazarlar olmasaydı, Fransız İnkılabı da olmazdı.
Türkiye’de ise inkılap fikri 18.yy sonlarında ve 19.yy başlarından itibaren açılan modern
okullarda eğitim gören mektepli gençler arasında yeşermeye başlamıştır. II. Meşrutiyet
dönemine gelindiğinde, Fransız İnkılabı düşünürlerinin yanı sıra Namık Kemal, Şinasi, Ziya
Paşa gibi Tanzimat Dönemi fikir adamlarının; Tevfik Fikret, Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet
gibi Meşrutiyet aydınlarının eserleri onların düşünce atmosferini oldukça etkilemiştir. Bu
kuşaktan gelen Mustafa Kemal, bu düşünürlerin fikirlerini öğrenmiş, Türk toplum yapısına
uygun bir hale getirmiş ve uygulamıştır.)

c) Lider ve kadro teşekkülü (Diğer bütün şartlar oluşmuş olsa bile lidersiz ve kadrosuz bir
inkılap hareketi düşünülemez.)

d) Tertip, disiplin, plan ve program: (Fransız İnkılabı’nda başlangıçta belirli bir plan yoktur.
Ancak dana sonra işler bir plan ve programa bağlanmıştır. Türk inkılabında ise başlangıçtan
itibaren Mustafa Kemal ve yakın çevresi nezdinde belirli bir plan, program ve disiplin
mevcuttur.)

e- İnkılâplarda muhalefet her aşamada bulunur ve bunlara karşı bir güç kullanılır. (İnkılâplar
köklü değişim ve geniş halk kitlelerinin katıldığı ve sonuçları ülkelerin kaderini değiştiren,
toplumların geleneksel altyapısını ve geleneksel değerlerini olumlu ve çağdaş ölçülere getirme
amacı güden hareketler olduğu için ciddi bir direnç ve karşılık verme ile karşılaşabilir.
İnkılâpların içerik ve hedefleri her kesim tarafından farklı algılanabilir. İnkılâpların sonucundan
birçok kişi ve kurum olumsuz etkilenerek inkılabın sürekli karşısında durur, inkılâbın her
aşamasında bu konumunu devam ettirir. Bundan dolayı inkılâp hareketlerinde idari, siyası,
askeri ve hukuken zorlama çoğunluğun çıkarlarına uygun olarak yapılabilir. İnkılâp hareketleri
muhalefetin direncine göre başarılı veya başarısız olur. İnkılâp cesaret ve bazen risk almaktır.
Muhalefetin direnci çeşitli örneklerde görüldüğü gibi zorlamayla kırılabilir.)

Türk İnkılâbında, halkın geleneksel yapısı yanında mevcut Osmanlı idaresinin bazı
unsurları konumlarını devam ettirmek, Anadolu’daki otoritesini yeni Türk Devletiyle
paylaşmak istemediği için yıkılıncaya kadar Ulusal davaya karşı çıkmıştır. Cumhuriyet
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

döneminde de değişik alanlarda yapılan inkılâp hareketleri değişik kesimlerden bireysel ve


toplu olarak tepki görmüş bu tepkilere aynı şekilde siyasi, hukuksal ve askeri zorlamalar
uygulanmıştır.

İnkılâpların önünde durabilecek veya gelecekte ülkenin sistemine karşı gelebilecek


kurumlar ortadan kaldırılmıştır. Osmanlı döneminde yapılan reform hareketlerinin inkılâba
dönüşememesinin ve başarılı olamamasının en önemli sebeplerinde birincisi şüphesiz
muhalefete karşı gerekli zorlamanın yapılamaması ve bu yapılanmanın yaşamasına izin
verilmesidir. Türk inkılâbında zorlama ve muhalefete karşı kesin tavır olmasına rağmen çağdaşı
inkılâplara nazaran daha yumuşak ve kansız olması önemli bir artı özelliğidir. Fransız, Rus ve
Avrupa’daki diğer inkılâpların ihtilal aşamasında son derece kanlı ve kitlesel zorlayıcı
hareketlere Türk İnkılâbında pek rastlanmaması bunu ispat eder.

İsyan ise sözlük anlamı itibariyle itaat etmemek, emre boyun eğmemek ve ayaklanmak
demektir. Kavram olarak ise toplum içinde belirli bir grubun veya herhangi bir teşkilatın sınırlı
amaç ve hedefini gerçekleştirmek üzere devlete karşı başkaldırma hareketidir. İsyan gelişme
gösterebilirse ihtilale, ihtilal gelişme gösterebilirse inkılaba dönüşebilir. Fransız İnkılabı’nda
bu böyle olmuş, eski yapı zor kullanılarak değiştirilmiş ve uzun süre sonra inkılap olarak kendi
ve dünya siyasal tarihinde yer almıştır. Türk inkılâbında da bu isyan olduğu varsayılsa da,
mevcut bir siyasi otorite Milli Mücadele döneminde olmadığı için, isyan sadece ülkeyi işgal
edenlere karşı işgal eylemini tanımama şeklinde değerlendirilebilir. Daha sonra işgale karşı
hukuki ve siyasi sorumluluğunu yerine getirmeyen Osmanlı hükümetine yöneldiği için ihtilale
dönüşen hareket, yeni bir devlet düzeni ve hukuki yapı oluşturmasıyla inkılaba dönüşmüştür.

Hükümet darbesi ise mevcut iktidara karşı yapılan ve belli amacı olan, iktidarı görevden
uzaklaştırmaya yönelik harekettir. Hükümet darbelerinde temel hedef hükümeti yönetenler
olduğu için kitlesel amaçlar gütmez, darbeyi yapan kesimin amaçlarıyla kısıtlıdır. Ekonomik,
sosyal, siyasal ve ilkeleri değiştirmek gibi üst seviyede amaçlar içermezler. Osmanlı Tarihinde
görülen padişah veya diğer yöneticileri değiştirmek, ordunun güvenlik veya iç düzende görülen
eksiklik üzerine yönetime müdahale etmesi hükümet darbesine örnek gösterilebilir.
Islahat/Reform kavramı düzeltme, iyileştirme ıslah etme manasına gelmekte; tanzimat ise
yeniden düzenleme anlamına gelmektedir.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

İnkılabın Safhaları ve Hukuksal Dayanağı

İnkılap süreci genelde üç aşamada meydana gelir: Fikri hazırlık, eylem ve yeni düzen
oluşturma. Birinci aşamayı teşkil eden hazırlık aşaması toplumda değişiklik fikrinin,
tohumlarının atıldığı ve geliştirildiği devredir. Düşünürlerin, yazarların, filozofların
hazırladıkları ve yön verdikleri devredir. Fransız ve Amerikan İnkılabında bu evreyi
Aydınlanma çağı fikir adamlarının çalışmaları oluştururken, Türk İnkılabında bu safhayı 19.
yüzyılın başından beri ara ara gündeme gelen ıslahat layihaları ile Tanzimat dönemi
aydınlarının fikri ürünleri oluşturmuştur. Hatta Cumhuriyet devri inkılaplarının tümüne dair
tartışmaları 19. yüzyıl Osmanlı aydınları arasında görmek mümkündür.

İkinci evre, hazırlık evresinin tamamlanmasından sonra gelen aksiyon safhasıdır.


Eylemin, hareketin yapıldığı, düzenin yıkıldığı dönemdir. Yani isyan/ihtilal dönemidir. Bu
dönem üzerinde biraz durmak gerekir. Çünkü, ihtilal ve inkılâp sık sık birbirleriyle karıştırılan
kavramlardır. Görüldüğü üzere ihtilal, inkılâbın sadece bir aşamasıdır. Bir devletin mevcut
siyasal yapısını, iktidar düzenini ortadan kaldırmak için, bu konudaki hukuksal kurallara
başvurulmaksızın, zor kullanılarak yapılan geniş bir harekettir. Etimolojik anlamı ile
karıştırmayı, düzensizliği ve karışıklığı ifade eden, yıkıcı, ani ve altüst edici hareketleri
çağrıştıran ihtilal, yeniden düzenleme aşamasını içermez ve ifade etmez.

Üçüncü ve son evreyi, yıkılan, bozulan düzenin yerine bir yenisini kurma eylemi teşkil
eder. Bu aşama, siyasi ve hukukî kimliği olan bir topluluk içerisinde, eskilerin yerini yeni bir
idarenin, yeni bir düzenin ve yeni müesseselerin almasıdır. Bununla topluma, eski duruma göre
ileri bir nitelik taşıyan, ileri bir fikre dayanan yeni bir düzen ve değer getirilmesi zorunluluğu
vardır. Eğer devrimle vücut bulan yeni durum, eskisine göre geri bir nitelik taşıyor ise, bu bir
inkılâp değil bir irticadır. Burada ilerleme değil gerileme olmuştur. Geçmişe dönüş, eskiyi geri
getirme demek olan irtica, toplumu ileriye yönelten yeni dünya anlayışına ve toplumun
medeni/çağdaş ihtiyaçlarını yeni baştan düzenleme anlayışına karşı gelme demektir. Yani
inkılâbın kıstası yani ölçütü, ileriliktir. Toplumda ilerilik kriterini belirtecek olan şey ise değer
yargılarıdır. İnkılâbın ilerilik ve geriliğini de değer yargılarının ışığı altında incelemek gerekir.
İlerilik ve geriliği tayin keyfiyeti, zamana, topluma ve dünya görüşüne bağlı olarak
değiştirilebilir. Değer hükümleri toplumun takdirine bırakılan hükümlerdir.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

İnkılâbın Hukuksal Dayanağı

İnkılâbın bir evresini teşkil eden ihtilal, mevcut düzenin zor kullanılarak yıkılmasıdır.
Vatandaşların zulme, yani haksız ve kanunsuz idareye karşı direnme hakkı, aksiyon olarak
kendini ihtilal, isyan veya hükümet darbesi ile gösterir. Başarı sağlayan ve gayesine erişerek
yıktığı düzenin yerine yenisini kuran ihtilal meşruluk kazanırsa inkılâp adını alır. Böyle
hareketlerin başarılı olabilmesi için de kesinlikle büyük halk kitlelerinin desteğini alabilmesi,
halkın bu hareketi benimsemesi gerekmektedir.

Zor kullanarak mer’i düzeni değiştirmenin kaynağı, hukuki dayanağı, zulme karşı
direnme hakkı, ihtilal hakkı gibi anlayışlar yüzyıllardır tartışma konusu durumundadırlar. Bu
anlayışları kabul edenler gibi reddedenler de bulunmaktadır. Doktrinde/öğretide zulme karşı
direnme hakkını, Martin Luther, Jean Calvin, Hugo Gratius, Kant ve Hobbes gibi felsefenin
önemli isimleri tanımamaktadır. Buna karşılık Konfüçyüs(MÖ 551-479), Epiküras(MÖ 342-
271), Saint Thomas d’Aquin, John Locke, Fichte, Duquit, Esmein ve Hauriou gibi düşünürler
zulme karşı direnme hakkını, başka bir ifade ile, ihtilal ya da daha kapsamlı bir hareket olan
inkılâp gerçekleştirme hakkını savunmuşlardır.

Öğretiyi bir kenara bırakıp, belirli bir zamanda belirli bir ülkede uygulanan, yürürlükte
bulunan hukuka yani pozitif hukuka aynı konu üzerinden yaklaşırsak diyebiliriz ki 18. yy’dan
beri, insanları hukuksal açıdan bağlayan bir takım vesikalar, hukuki metinler dolaylı ya da
doğrudan zulme karşı direnme hakkına yer vermektedirler. 1776 Amerikan İstiklâl
Beyannamesi zulme karşı direnme hakkını kabul etmekte ve açıklamaktadır. 1789 tarihli
Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi ve 1791 tarihli Fransız Anayasası’nın 33. ve
35.nci maddeleri bu hakkı ilan etmektedirler. Bunlardan başka bizde, Türk Anayasa hukuku
bakımından önemli olan 1808 tarihli Sened-i İttifak, ayana, sultanın keyfi muamelelerine karşı
direnme hakkını tanımaktadır. Günümüze doğru geldiğimizde, modern anayasaların da zulme
karşı direnme hakkına dolaylı bir şekilde yer vermekte olduklarını görmekteyiz. Bu arada
belirtmeliyiz ki 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’nin önsözünde “insanın istibdat ve baskıya karşı son çare olarak
ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan haklarının bir hukuk rejimi ile korunmasının esaslı
bir zaruret olmasının” ilanı, zulme karşı direnme hakkının önemini milletlerarası planda da
değerlendirmiştir.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

İnkılâbın Hukuki ve Meşru Bir Şekil Alması

İhtilal yapan fiili hükümetin, kanuni hükümet haline gelebilmesi için, önce kendi varlığını
meşrulaştırması ve meşru bir hükümet haline gelmesi gerekir. İhtilal, iktidara geçmek hırsı ile
değil, halkın selameti için yapılmalıdır. Fiili hükümetin meşruluk adına; kamuoyunun
tasvibini/onamasını kazanması; halkın fiili hükümete katılımını sağlaması; emniyet ve asayişi
temin etmesi; memlekete bütünlüğü ile hakim olması; adaleti rehber kılarak, genel hukuk
prensiplerine uyması bir zorunluluktur. Fiili iktidar, kanuni değildir fakat belirtilen bu şartlar
çerçevesinde meşruiyet kazanabilir. Diğer bir deyişle bir ihtilal yıktığı hukuk düzenine göre
kanuni sayılmaz. Ancak ihtilalin bizatihi kendisi yeni kurduğu düzenin hukukunu yaratır ve
kendisini bu yolla kanunlaştırır.

Yeni iktidar, yalnız iç hukukta değil, uluslararası hukukta da, insan haklarına gösterdiği
saygı ve milletlerarası yükümlülükleri yerine getirmekle meşruluğunu gösterme imkanına
sahiptir. Ancak bu yeni devletin milletlerarası camiaya girebilmesi için diğer devletler
tarafından tanınması gerekmektedir. Tanıma, eski devletlerle yeni devlet arasında hukuksal
ilişkilerin dayanağı olmaktadır.

Türk İnkılabı

Türk İnkılâbı birçok yönden diğer klasik (Fransız ve Rus İnkılâpları) inkılâplardan farklıdır.
Fransız İhtilali’ni hazırlayan fikirleri, Aydınlanmacı Fransız yazar ve fikir adamları yüzyıllar
boyunca çalışma ve eserleri ile ortaya koymuşlardır. Buna kıyasla Türk İnkılâbı doktrin
derecesinde organize olmuş bir fikir hareketinin sonucunda ortaya çıkmamıştır. 19. yüzyıldan
itibaren Cumhuriyet fikrine giden fikirler Osmanlı aydınları tarafından dillendirilmiştir. Ancak
bu fikirler Osmanlı aydınları genelinde kabul görmüş ve doktrin haline gelmemişlerdir. Türk
İnkılâbı’nda daha çok Osmanlı Devleti’nin yıkılma raddesine gelmesi fiili durumu karşısındaki
mecburiyet söz konusudur. Yani önce bir fiili durum sonra da duruma bağlı bir fikir ortaya
çıkmıştır. Dolayısıyla Türk İnkılâbı’nda fikri hazırlık dönemi tam olarak gerçekleşmemiştir.

Türk İnkılâbı’nda içte yaşanan ihtilal dönemi de mevcut değildir. İnkılap klasik
inkılâplardan farklı olarak işgale karşı bir milli mücadele, bağımsızlık ve egemenlik savaşı ile
başlamıştır. Türk İnkılâbı’nda cncak bu şekilde bir ihtilal döneminden bahsedilebilir. Fikri
hazırlık dönemi ise daha çok inkılâplarla bir arada oluşmuştur yani yeniden düzenleme
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

aşamasıyla iç içedir. Ayrıca klasik inkılâplarda her aşama da farklı kadrolar rol alırken, Türk
İnkılâbı’nda tüm aşamaları aynı kadro sırtlamıştır. Son olarak, diğerleri yüzyıllara yayılırken
Türk İnkılâbı büyük ölçüde çok başarılı bir şekilde oldukça kısa bir zaman dilimi içerisinde
gerçekleşmiştir.

Mahiyeti bu şekilde anlatılabilecek Türk İnkılabı’nın ortaya çıkış hikayesini ele almak
için Osmanlı’da İnkılap fikrinin ilk defa uygulanma girişimlerinin yapıldığı III. Selim devrine
kadar inmek gerekir. Ancak ondan da önce Osmanlı zihin dünyasının ne badireler atlatıp hangi
safhalardan geçerek 18. yüzyıl sonunda inkılapçılık durumuna geldiğine kısaca bir değinmek
gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Tarihi

14. yüzyılın hemen başında tipik bir Anadolu uç beyliği olarak kurulan Osmanlı beyliği iyice
zayıflamış ve yozlaşmış vaziyette bulunan Doğu Roma’ya (Bizans) sınır olması nedeniyle Orta
Asya, İran ve Doğu Anadolu coğrafyalarından uçlara doğru akıncılık faaliyeti için gelen Türk
nüfusu doğru kanalize etmeyi başararak durumu çok iyi yönetmiş ve Doğu Roma
topraklarındaki siyasi boşluğu kendi doldurarak bu yönde genişlemeyi başarmıştı. Etrafındaki
diğer beyliklerle çok zorda kalmadıkça savaşa girmemesi ve savaş enerjisini çoğunlukla
gayrimüslim Doğu Roma’ya yönlendirmesi beylikler nezdinde de Osmanlı’nın itibarını
arttırmış ve bu artan itibar neticesinde hem etraf beyliklere gelecek Türk göçü Osmanlı’ya
yönelmiş hem de siyasi evlilik gibi savaş dışı yollarla Osmanlı beyliğine komşu beyliklerden
toprak dahil etme durumu ortaya çıkmıştı. Ayrıca gayrimüslim halka karşı Osmanlı’nın hoşgörü
politikası uygulaması ve fethettiği yerlerdeki vergi şartlarını iyileştirmesi bölgenin gayrimüslim
halkının hem potansiyel Osmanlı fetihlerine karşı direnç göstermemesi hem de Mihaloğlu
örneğinde olduğu gibi yer yer Osmanlı safında savaşmaları sonucunu doğurmuştu.

Baştan beri doğru bir şekilde uygulanan bu politikalar neticesinde yeşerip serpilen
Osmanlı beyliği devletleşme sürecinde de bu doğru politikalarını büyük oranda devam ettirmiş
ancak Yıldırım Bayezid devrinde (1389-1402) beyliklere karşı savaşın bir seçenek olarak
kullanılması ve Osmanlı tabiiyetinden kaçan Anadolu beylerinin Timur’a sığınarak onu
Osmanlı aleyhinde galeyana getirmesi neticesinde yaşanan Ankara savaşı (1402) Osmanlı
gelişimine büyük bir darbe vurmuştu. Devlet ancak II. Murad (1421-1444, 1446-1451) devrinde
toparlanabilmişti. Bu fetret sürecinde Anadolu’da Osmanlı’ya isyan edip ayrılan eski beylikler
varken Rumeli’deki gayrimüslim yoğunluklu bölgelerde Osmanlı’ya karşı bir halk isyanı bile
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

çıkmaması Osmanlı’nın bu bölgede uyguladığı hoşgörü politikasının ne derece doğru


olduğunun kanıtıdır.

II. Mehmed (1451-1481) devrinde devlet artık bütün kurumlarıyla bir imparatorluk
kimliğine bürünmeye başlamış ve bu dönüşüm Kanuni (1520-1566) devrinde tamamlanmıştı.
Bu dönüşüm sürecinde Yavuz Sultan Selim’in idaresi (1512-1520) altında Mısır’ın
fethedilmesinden sonra artık halifelik ünvanı da Osmanlı padişahlığının bünyesinde gizli
addedilmeye başlanmıştı. Artık Osmanlı imparatorluğu batıdaki ucu Atlas okyanusu doğudaki
ucu Hazar denizine, kuzeyde Viyana ve güneyde Yemen ve Sudan’a ulaşan devasa bir siyasi
yapı haline gelmişti.

İmparatorluk 17. yüzyılın son çeyreğine kadar yüz ölçümü olarak büyümeye devam etti.
Ancak 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu büyüme hızı oldukça yavaşlamıştı. Çünkü artık
imparatorluk lojistik anlamında merkezinden kendi sınırlarına ulaşmakta zorlanıyordu. Ayrıca
coğrafi keşifler sonucunda Hindistan ve Çin’den Avrupa’ya uzanan ve Osmanlı topraklarından
geçmeyen alternatif ticaret yollarının bulunması Osmanlı’nın bu ticaretten kazandığı geliri de
azaltmıştı. Üstelik şimdi Amerika kıtasından Avrupa’ya akan gemiler dolusu gümüş ve altın
parasal üstünlüğü bir anda Osmanlı aleyhine çevirmişti. Bu şartlar altında enerjisini dışarıya
yönlendiremeyen Osmanlı imparatorluğu içeriden çürüme tehlikesiyle baş başa kaldı.

17. yüzyıl başlarında artık sık sık isyan etmeye başlayan yeniçeriler 1622 yılında ilk
defa bir padişahı (Genç Osman) öldürecek kadar ileri gittiler. Bu durum dışarıda savaşması
gereken yeniçeri gücünün yozlaştığı ve yönetilemediğinde içeri ne kadar zarar verdiğinin bir
göstergesidir. Ayrıca celali isyanlarının yarattığı karmaşa ve artık yeni dünya şartlarının
dayattığı parasal ekonomiye geçiş zorunluluğu ayni ekonomiyle beslenen Osmanlı ana askeri
gücü olan tımarlı sipahiliği de vurdu. Artık köyleri boşalan ve timarlarıyla geçinemeyen
sipahiler gerekli savaş teçhizatına güç yetirememeye ve yavaş yavaş dirliklerini terk etmeye
başladı.

Devşirmenin Osmanlı askeri yükselmesinde tek yol olması Türk nüfusu alternatif tek
yol olan ilmiyeye mecbur bıraktı. Bunun sonucunda medrese mezunlarının sayısında ihtiyacın
çok fazlasında bir artış yaşandı. Bu ortamda mülazemet ve nevbet sistemi getirilerek kadı veya
müderris olarak atanacak ulema merkezde biriktirilmeye başlandı. Eskiden üç seneliğine atanan
kadı ve müderrisler artık tek seneliğine atanmaya başlandı. Ayrıca bir sene dolduğunda yeni
atama için merkeze gelen ulema artık yıllarla ölçülen bir sürede bekleme durumunda kalıyordu.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

Bu şartlar altında atanan kadı gittiği yerde geçmişte işsiz kaldığı ve ileride işsiz kalacağı yılları
hesap ederek bölgenin zenginlerinin işine gelecek uygulamalar peşine düşebiliyordu. Bu
yolsuzluk hali bölgelerde yer yer devlet idaresinden bile güçlü hale gelen ayanları ortaya
çıkardı. Üstelik bu ayanlar artık rüşvetle vali ve paşa rütbeleri bile alabiliyordu. Bu durumda
bölgedeki vergi toplama imtiyazlarını da elde eden ayanlar halktan kanuni vergilerin çok daha
üstünde paralar talep edebiliyor ve olası bir şikayet anlaşmalı bir kadıya gittiğinden olay
çözümsüz kalıyordu.

Bu kurumsal yozlaşmaya paralel bir şekilde Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki


savaşlara son verip coğrafi keşiflerle elde ettikleri parasal gücü teknoloji ve askeri güce
çevirmeye başlamasıyla dışarıdan da artan bir baskı söz konusu olmuştu. 1682’de Viyana
önlerinde ilk güç kırılması Osmanlı aleyhine meydana geldi. Ardından birleşen Avusturya,
Venedik ve Rusya Osmanlı’ya büyük kayıplar yaşattı. Osmanlı onca yozlaşmaya rağmen hala
bu ittifak üyelerini teke tek karşılaşmalarda yenecek vaziyetteydi. Nitekim bu üçlü ittifaka karşı
kaybettiği toprakların çoğunu 1718’e kadar ayrı-ayrı yaptığı savaşlarla geri aldı. Ancak bu olay
birleşen Avrupa devletlerine karşı Osmanlı’nın zayıf olduğunu gösterdi. Bu nedenle 1718 ila
1730 yılları arasında sonradan lale devri olarak adlandırılacak bir ıslahat çalışması yapıldı.

Bu kapsamda Paris, Viyana ve Moskova’ya geçici elçiler yollanıp; diplomasi, askeri


güç ve teknoloji hakkında bilgiler alındı. Ayrıca Osmanlı lehine ticari anlaşmalar yapılmaya
çalışıldı. İbrahim Mütferrika’ya bir matbaa kurduruldu. Fransa’dan askeri uzman getirilip ordu
üzerinde bazı yenileşme girişimleri yapıldı ve tulumbacı ocağı kuruldu. Tersane büyütülüp üç
ambarlı gemi yapımına müsait hale getirildi. İstanbul’a yeni içme suyu yollarından su getirildi.
Bütün bu çabalar 1730 Patrona isyanıyla sekteye uğrasa da ıslahat yönündeki fikir Osmanlı’ya
yerleşmiş oldu. I. Mahmud devrinin başında (1730) Fransız askeri uzman Claude-Aleksandre
Comte de Bonneval Osmanlı’ya getirtilerek Humbaracı Ahmed Paşa ismini aldı ve humbaracı
ocağını kurdu. Burada hem havan dökümü yaptı hem de düzenli talim yaptırdığı askerlere
matematik dersleri verdi. Benzer şekilde 1769 yılında Baron de Tott Fransa’dan getirtildi ve
1770’de Çeşme’de Osmanlı donanmasının yakılmasından sonra boğazların tahkimatı onun
eliyle modernize edildi. 1775 yılında Osmanlı deniz topçularının matematik, fizik ve geometri
gibi alanları içeren modern bir eğitimden geçirilmesi için Mühendishane-i Bahr-i Hümayun
kuruldu. Buradaki ilk öğrencileri Baron de Tott sınav yaparak aldı ve yine Fransız hocalar
eşliğinde matematik ağırlıklı bir eğitim başladı. Daha sonradan müfredata mühendislik ve
coğrafya dersleri de eklendi.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

III. SELİM VE NİZAM-I CEDİT

Hem modern dünyaya açık olması hem de İnkılap derecesine varan planların ilk uygulayıcısı
olması hasebiyle III. Selim’in Türk inkılap tarihinde önemli bir yeri vardır. Babası III.
Mustafa’nın “sahip-kıran” olacağı yönündeki ümidiyle çok iyi bir eğitimden geçirilerek serbest
bir şehzade hayatı yaşayan III. Selim daha çocuk yaşlardayken devlet teşrifatında yer almış ve
devlet yönetimini ilk elden gözlemleme şansı elde etmişti. Şehzade Selim’in bu serbestliği
amcası I. Abdülhamid’in padişahlığında da devam emiş hatta Rusya’nın Osmanlı için bir
felaket olan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na şehzade Selim’in de imza atmasını istemesi
durumu söz konusu olmuştu. Şehzade Selim’in bu yönü dünya İnkılap tarihinde önemli bir yeri
olan 16. Louis’le mektuplaşmaya varmasıyla oldukça ilginç bir hal almıştı. 1789 Fransız ihtilali
sırasında tahtta bulunan 16. Louis’le Fransız ihtilalinin ilk etkilerini göğüsleyen III. Selim’in
bu ilişkisi hayli enteresan bir tesadüf olarak tarihe geçmiştir.

I. Abdülhamid’in saltanatının son yıllarında Kırım’ı ilhak eden Rusya Osmanlı’ya savaş
açmış (1787) ve onu bir yıl sonra müttefiki Avusturya takip etmişti. (1788) 1789’da, Özi’li 25
bin sivilin Ruslar tarafından katledilmesi ve savaşta alınan başarısızlık haberleri üzerine
üzüntüden inme geçiren I. Abdülhamid 7 Mayıs 1789’da vefat etti. Osmanlı-Rus ve Osmanlı-
Avusturya savaşlarının büyük bir hızla Osmanlı aleyhine sürdüğü 1789 yılında tahta III. Selim
geçti. III. Selim ilk olarak 31 Ocak 1790’da Prusya ile bir ittifak yaparak Avusturya’yı zor
duruma soktu. Avusturya’nın Osmanlı ile savaşta galip gelerek güçlenmesini istemeyen Prusya,
Avusturya ile bir antlaşma yaparak Avusturya’nın savaşı sona erdirmesini sağladı. Osmanlıların
Avusturya ile 4 Ağustos 1791’de yaptığı Ziştovi Antlaşması ile Osmanlı-Avusturya savaşı sona
erdi. Bu antlaşma ile Osmanlılar Belgrat dâhil savaş öncesindeki sınırlarına döndü.
Avusturya’nın savaştan çekilmesi müttefik Rusya’yı zor duruma sokmuşsa da Rus ordusunun
en son Maçin’de elde ettiği başarı üzerine Osmanlı Devleti barış istemek zorunda kaldı. 10
Ocak 1792’de imzalanan Yaş Antlaşması ile Osmanlılar Kırım’ı ele geçirme ümidini tamamıyla
yitirdi.

III. Selim, Ziştovi Antlaşması’nın imzalanmasından hemen sonra yenileşme hareketine


hız verdi. Avusturya’ya elçi olarak gönderilen Ebubekir Ratıp Efendi, 1791’de Viyana’dan
döndükten sonra Avrupa’daki askerî ve sosyal hayatı anlatan 500 sayfalık Sefaretname’sini
Sultan’a sundu. III. Selim, 1791 sonbaharında çeşitli kesimlerden seçilmiş 22 kişiden “devletin
zaafları ve alınması gereken önlemleri” içeren layihalar (raporlar) istedi. Hazırlanan bu
layihalardaki görüşlerin ortak noktası “askerî alanda yenileşme yapılmasının zarureti” idi.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

Layihalarda askerlik alanının yanı sıra mali, idari, toplumsal ve iktisadi meselelerden de
bahsedilmekteydi. III. Selim bu görüşler çerçevesinde “Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen)” adı
verilen ıslahat hareketine başladı. Ne var ki bu dönemki yeniliklerde zorunlu olarak askerî alana
ağırlık verilmesi, Nizam-ı Cedit hareketinin ordunun düzenlenmesine yönelik bir hareket olarak
anlaşılmasına yol açtı. Oysa Nizami Cedit hareketi siyasi, iktisadi, sosyal ve askerî alanı
kapsayan bir hareketti. Nitekim merkezî otoritenin güçlendirilmesi ve devletin sarsılan
iktidarının sağlamlaştırılması amacıyla çıkarılan birtakım kanunnamelerle idari, adli ve sosyal
alanda yeni bir düzen kurulmaya çalışıldı. Bunlardan başka Nizam-ı Cedit hareketiyle “Yeniçeri
Ocağı’nın kaldırılması, ulemanın nüfuzunun kırılması, şeyhülislamların siyaseti yönlendiren
fetvalarına son verilmesi, Avrupa’nın ilim, sanat, askerlik, ziraat, ticaret ve medeniyet
hayatında yaptıkları yeniliklerin Osmanlı Devleti’nde de uygulanması” amaçlandı.

Bu dönemde donanmanın güçlendirilmesi ve yenilenmesine de büyük önem verildi. Bu


amaçla ilk olarak 1775’te inşa edilmiş olan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’un (Deniz
Mühendishanesi) ıslahına başlandı. 1792-1803 yılları arasında Kaptan-ı Derya sıfatıyla
donanmanın başında bulunan Damat Küçük Hüseyin Paşa, terfi ve tayin işlerini düzene sokarak
yolsuzlukları engellemeye çalıştı. Donanmaya asker sağlanması amacıyla Batı Anadolu
Bölgesi’nde yaşayanlara zorunlu hizmet getirildi. Tersane genişletilirken Bahriye için bir sağlık
teşkilatı kuruldu. Bulaşıcı hastalıklar için karantina uygulamasına da ilk kez bu dönemde
geçildi. Ayrıca yine Nizam-ı Cedit istikametinde ve Viyana sefiri Ebubekir Ratıb Efendi’nin
gözlemleri ve raporu doğrultusunda Mühendishane-i Bahr-i Hümayun bünyesinde ilk nüveleri
teşkil edilen Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara mühendishanesi) açıldı. (1795) Burada
Osmanlı kara topçularına isabetli atış için modern mühendislik, fizik, geometri ve matematik
dersleri verilmeye başlandı.

İdari Alanda Yenilikler

III. Selim devrine kadar Avrupa Devletleriyle ilişkiler bu devletlerin İstanbul’daki elçileri
aracılığıyla sürdürülmekteydi. Osmanlı Devleti’nin Avrupa merkezlerinde daimî ikamet elçileri
bulunmuyordu. Devlet adamları arasında yabancı dil bilen çok azdı. Devletin yabancı devlet
merkezlerinde temsil edilmesi, Avrupalı ülkelerle ilişki kurmak ve güvenilir bilgiler almak için
daimî elçiliklerin açılması gerekiyordu. Bu amaçla önemli merkezlerden başlamak üzere
1792’de Londra’da 1797’de Paris, Viyana ve Berlin’de daimî elçilikler açıldı. Bu elçilikler pek
çok Osmanlı aydının yetişmesine, yabancı dil öğrenimlerine, Avrupa ülkelerindeki Fikir
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

akımlarını tanımalarına hizmet etti. Böylece Batı’dan haberdar ve Batı’ya yönelik küçük bir
azınlık oluşmaya başladı.

Anadolu’nun pek çok yerinde çıkan isyanlar ile devletin etkili biçimde ilgilenememesi
sonucunda buralarda bulunan valiler, beyler, ayan ve mütegallibe bir süredir güçlenmiş
vaziyetteydi. Bundan dolayı III. Selim döneminde merkezî otorite etkisini ve gücünü büyük
oranda kaybetmişti. Ayan ve mütegallibenin güçlenmesinde, dar boğaza giren Hazine’yi
iyileştirmek için bazı tımarların iltizama verilmesi etkili olmuş ancak bu yolla Hazine’ye para
girişi sağlanırken ayanların nüfuzlarının artmasını ve tüm Anadolu’ya yayılmalarını
engellenememişti. Öte yandan art arda alınan yenilgiler de Saray’ın itibar kaybetmesine yol
açmıştı. III. Selim, eyalet idari teşkilatını yeniden düzenlemek yoluyla yerel otorite yerine
merkezî otoriteyi güçlendirdi. Eyaletlere tecrübeli ve güvenilir idareciler atadı. Böylece
kadıların görevlerini yapmaları sağlandı ve rüşvet almaları büyük oranda engellendi. Tımar ve
zeamet de yeniden düzenlenerek buradan Hazine’ye gelir sağladı.

Ticari ve İktisadi Alanda Yenilikler

III. Selim’e sunulan layihalarda ülkenin ticaret dengesindeki bozulmaya da dikkat çekiliyordu.
İthalatın ihracatın önüne geçmemesi, memleketin madenlerinin işlenmesi, ihtiyaç olmayan lüks
tüketim eşyalarının ithalatının yasaklanması, sikkelerin değerinin düşürülmemesi ve halkın
israftan kaçınması layihalarda öne çıkarılan belli başlı ticari ve iktisadi önlemlerdi. III. Selim,
iktisadi hayatın ıslahı için öncelikle gedik (tekel, imtiyaz) usulünü kaldırdı. Tüccar ve esnaf
gediklerinin kaldırılmasıyla serbest hâle getirilen ticaretin geliştirilmesi yoluna gidildi. Böylece
Osmanlı sanayi ve ticareti Avrupa’da olduğu gibi serbest rekabet ortamına kavuşuyordu.

Osmanlı-Fransız Savaşı

1789 Fransız ihtilali sürecinde yönetimi ele geçiren General Napolyon 1798 yılında Mısır’a
saldırarak Osmanlının önemli bir eyaleti olan Mısır’ı ele geçirmişti. Osmanlı devletine karşı o
güne kadar hiçbir şekilde direk savaş açmamış olan Fransa’nın bu tutumu Osmanlıları oldukça
zor bir duruma soktu. Zira Rusya karşısında bile tek başına galibiyet alamayan Osmanlı Fransız
ordusu gibi en modern tekniklerle kurulmuş bir orduya karşı ümitsiz bir haldeydi. Bu nedenle
Fransa’ya karşı bir ittifak arayışına giren Osmanlı 3 Ocak 1799’da Ruslarla, 5 Ocak 1799’da
İngiltere ile ittifak antlaşmaları imzalandı. Böylece bir ilk daha gerçekleşmiş ve yıllarca karşı
karşıya gelmiş olan Osmanlı ile Rus ordusu tarihte ilk kez müttefik olmuştu. Napolyon
ordusunu Cezzar Ahmed Paşa’nın Rakka önlerinde durdurmasından sonra İngiltere ve Rusya
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

aracılığıyla yapılan 30 Ağustos 1801 tarihli antlaşma doğrultusunda Napolyon kuvvetlerini


Mısır’dan çıkardı. Osmanlılar Mısır’da Fransızlardan kurtulmuştu ancak bu kez de yapılan
ittifakın karşılığı olarak İngiltere ve Rusya’nın ağır istekleriyle yüz yüze kalmıştı. İngiltere,
Fransızları bölgeden çıkarmak bahanesiyle girdiği Mısır’a yerleşmek niyetindeydi. Rusya ise
bir yandan Ege adaları ve Mora’daki Hristiyan ahaliyi Osmanlı aleyhine kışkırtarak buraları ele
geçirme hesapları yapıyordu; diğer yandan da Boğazlardan kalıcı olarak geçiş hakkı almanın
peşindeydi. Bu tehlikeli durumda Osmanlı devlet adamları çareyi yeniden Avrupa’da pek çok
başarı kazanan Fransa ile ittifakta bulmuş ve 25 Temmuz 1802’de Fransa ile Paris
Antlaşması’nı imzalamıştı.

Osmanlı-Rus-İngiliz Savaşı

Fransa ile yeniden yakın ilişkiler kuran Osmanlılar, İngilizlerin Mısır üzerindeki hesaplarını
boşa çıkarmak maksadıyla bölgedeki otorite boşluğunu doldurmak için Temmuz 1805’te
Mehmet Ali Paşa’yı Mısır’a vali olarak atadı. Bu arada ittifakın sona ermesi nedeniyle
Boğazlar’ın Rus savaş gemilerine kapanması iki devlet arasında gerginlik çıkmasına yol
açmıştı. Osmanlının Boğazlar’ı Rusya’ya kapatması, Rusya ile ittifak hâlinde olan İngiltere’nin
de Osmanlı’ya karşı tutum almasına neden oldu. İngiltere ayrıca Osmanlı-Fransız
yakınlaşmasından son derece rahatsız olarak Osmanlı Devleti üzerindeki Fransız nüfuzuna son
verilmesini istiyordu. III. Selim bu iki devletin isteklerini başta kabul ettiyse de Napolyon’un
Prusya’da zafer kazanması üzerine kararından döndü. Bu gelişme üzerine Rusya İngiltere’nin
desteğiyle Ekim 1806’da Hotin ve Bender kalelerini işgal etti. Bunun üzerine Osmanlı Devleti
her iki devlete karşı savaş açtı. İngiliz donanması 20 Şubat 1807’de Boğaz’dan geçerek İstanbul
kıyılarına kadar geldi. Ancak 1 Mart’ta geri dönmek zorunda kaldı. İngilizler İskenderiye’de de
Mehmet Ali Paşa tarafından yenilgiye uğratılarak 1807 Eylül’ünde bölgeden çekilmeye başladı.

Kabakçı Mustafa İsyanı ve III. Selim Devri’nin Sonu

III. Selim’in Nizam-ı Cedit hareketi eski düzenden şahsi çıkarları olan kişi ve gruplar tarafından
tepkiyle karşılanmıştı. Dünyanın en kuvvetli askerî sayılan Osmanlıların Avrupalılardan askerî
usul öğrenmesi ve Avrupa elbiselerini giymesi eleştirilerin odağına yerleştirilmişti.

Mevcut düzenden faydalananlar arasında subaylar, İstanbul’un orta ve yüksek tabakası


ile merkezî hükûmete kafa tutmaya başlamış olan yerel iktidarlar (ayan, voyvoda, mütegallibe
vb.), yüksek memurlar ve bazı din adamları bulunuyordu. Hisse senedi durumuna gelmiş olan
Yeniçeri ulufelerini satın alan bazı devlet ricali, din adamı, Fenerli Rumlar ve Yahudiler ile
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

bazı İstanbullular için Yeniçeri Ocağı aynı zamanda bir gelir kapısı durumuna gelmişti. Asker
ocaklarının yeni bir düzene tabi tutulması ile bu gruplar gelirlerinden mahrum kalmışlardı. Öte
yandan Nizam-ı Cedit ordusunun ihtiyaçlarının büyük oranda Avrupa’dan temin edilmesi de
askerî malzeme satan esnafın gelirini azaltmıştı. Merkezî otoritenin zayıflamasıyla güçlerine
güç katan yerel iktidarlar/ayanlar da yeni düzenin gelmesiyle Anadolu’daki iktidar bölgelerini
büyük oranda kaybedeceklerdi. Yeni düzenden çıkarları olumsuz yönde etkilenen bu şahıs ve
grupların desteğiyle Nizam-ı Cedit hareketine karşı olanlar, Karadeniz Boğazı kalelerinde topçu
olan Kastamonulu Kabakçı Mustafa önderliğinde Mayıs 1807’de isyan ederek İstanbul’a doğru
yürümeye başladılar. Kabakçı Mustafa İstanbul’a vardığında İstanbul halkından da büyük
destek gördü. İsyancılar 28 Mayıs’ta III. Selim’den Nizam-ı Cedit ordusunun kaldırılmasını ve
11 kişinin idamını istedi. Ertesi gün III. Selim tahtan indirildi ve yerine IV. Mustafa geçirildi.
1808’de de Nizam-ı Cedit ordusu lağvedildi.

II. MAHMUT DÖNEMİ GELİŞMELERİ VE YENİLİKLERİ (1808-1839)

IV. Mustafa’nın (1807-1808) kısa saltanat döneminde III. Selim’in başlatmış olduğu yenilikler
durdurularak çok sayıda Nizam-ı Cedit yanlısı öldürüldü. IV. Mustafa Yeniçeri Ocağı ile 31
Mayıs 1807’de bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre Kabakçı İsyanı’ndan Yeniçeri Ocağı
sorumlu tutulmayacak ve buna karşılık Ocak da devlet işlerine karışmayacaktı. Bu sırada
öldürülmekten kurtulmayı başarmış olan yenilikçiler Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın
etrafında toplanmıştı. Yenilikçiler, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa önderliğinde 10 bin
mevcutla İstanbul üzerine yürüdü. İsyancı yeniçeriler Alemdar’ın tam teçhizatlı ordusu
karşısına çıkmaya cesaret edememiş ancak Alemdar Mustafa Paşa saraya ulaşmadan saraya
girip IV. Mustafa’nın alternatifleri olan şehzadeleri ortadan kaldırmak istemişlerdi. Alemdar
Mustafa Paşa’nın Saray’ı kuşattığı sırada yeniçeriler eski padişah III. Selim’i kanlı bir şekilde
öldürmüş ve şehzade Mahmud’u aramaya koyulmuşlardı. Bu durum o güne kadar boğularak
kansız bir şekilde öldürülen hanedan üyeleri arasında bir ilk olup büyük bir dehşet duygusu
uyandırdı.

Bu sırada IV. Mustafa’nın taht için tek aday olarak kalması için kardeşi II. Mahmud’un
da öldürülmesi gerekmekteydi ve sarayı basan yeniçeriler onu aramaktaydı. Ancak şehzade
Mahmud’u sarayda görevli Cevri Kalfa isimli bir kadın kendi odasında sakladı ve oraya
girmeye çalışan yeniçerileri oyalayarak yaralı vaziyetteki şehzadenin damdan kaçmasını
sağladı. Bu sırada kapıyı kırarak saraya giren Alemdar Mustafa Paşa yeniçerileri bertaraf ederek
şehzade Mahmud’u kurtardı ve tahta çıkardı ve kendisi de Sadrazam oldu. Böylece sıradan
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

bölge eşrafı olan bir ayanın sadrazamlığa kadar yükselmesinin tarihteki ilk ve tek örneği Ruscuk
Ayanı Alemdar Mustafa nezdinde gerçekleşmiş ve Paşa ünvanı almış oldu. Ayrıyeten bu kanlı
olay sırasında yeniçerilerden canı pahasına kaçmak zorunda kalan genç padişah II. Mahmud’un
zihninde yeniçerilerin ne denli kötü bir çağrışım yaptığı onun devrinde sonradan gerçekleşecek
Vaka-yı Hayriye sürecinde ortaya çıkacaktır.

Sened-i İttifak (7 Ekim 1808)

II. Mahmut tahta geçer geçmez ilk olarak fiilen ortada bulunan ayanlar meselesine bir resmiyet
kazandırmak durumunda kaldı. Zira sarayı basıp kendisini yeniçerilerin kanlı elinden yaralı
vaziyette kurtaran kendisi de bir ayan olan Alemdar Mustafa liderliğindeki bir ayan ittifakıydı.
Alemdar Mustafa’yı o zamana kadarki devlet teamüllerine aykırı bir şekilde padişahtan sonraki
en yüksek makam olan sadrazamlığa getirmesiyle II. Mahmud minnet borcunu Alemdar’a
ödemiş oluyordu. Ancak şimdi sırada Alemdar’ın yanında bulunan ayanlara verdiği sözler
vardı.

Bu sözlerin yerine getirilmesi için Alemdar Mustafa Paşa İstanbul’a yanında getirdiği
ayanlarla II. Mahmud arasında bir toplantı düzenledi. (29 Eylül 1808) Toplantıda ayanlar ile
Yeniçeri Ocağı’nın düzenlenmesi, ayanların hak ve imtiyazları ile devlete karşı sorumluluk ve
vazifeleri ve buna karşılık devletin ayanlara karşı tutumu konuşuldu. İstanbul’daki güçlü ayan
ordusu nedeniyle her biri bir köşeye sinmiş yeniçerilerin bu toplantıya karşı söz söyleyebilecek
bir gücü bulunmuyordu. Varılan mutabakat neticesinde 7 Ekim 1808’de ayanlar ile Saray
arasında Sened-i İttifak belgesi imzalandı.

Bu senetle ayanlar Padişah’a sadakatlerini ilan ederken Padişah da ayanları koruma sözü
vermekteydi. Ayrıca ayanlar vergileri Saray’ın isteği doğrultusunda toplayacakları ve kendi
bölgelerinin dışına el uzatmayacakları hakkında da teminat vermekteydi. Ayanların merkeze
bağlılıklarının karşılığı olarak Sadrazam, keyfi davranışlarda bulunmayacağını, ayanların etki
ve yönetim alanlarına karışmayacağını ilan ediyordu. Bu ittifakla ayanların mallarının babadan
oğla geçmesi usulünün Saray tarafından kabul edildiği de imza altına alınıyordu. Merkezî
otoriteyi güçlendirmek maksadıyla yerel iktidarlarla imzalanmış olan bu senet halkın genelinin
çıkarlarını ilgilendiren maddeler de içermekteydi. Sened-i İttifak’ta vergilerin haksız ve ezici
olmaması, reayaya zulmün yasaklanması, bir suç işlenmesi durumunda soruşturma yapılmadan
ceza verilmemesi gibi kişi haklarını korumaya yönelik hükümler bulunmaktaydı.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

İçinde padişahı imzası sebebiyle kısıtlayacak hükümlerin bulunması ve reaya kökenli


ayanlarla padişah arasında imzalanması nedeniyle bu belge bazı çevrelerce Osmanlı’nın ilk
anayasal belgesi olarak nitelendirilmiş ve İngiliz tarihindeki Magna Carta sözleşmesiyle
arasında bir bağ kurulmuştur. Ancak ne var ki Sened-i İttifak’ın imzalanmasının ardından
İstanbul’da işi kalmayan ayanların bir ay içerisinde kendi memleketlerine dönmesi sonucunda
Alemdar Mustafa Paşa İstanbul’da yalnız kalmış ve bunu fırsat bilen yeniçeriler ona karşı bir
başkaldırma hareketine girmişlerdi. Bu hareket sırasında yeniçeriler tarafından konağında
kuşatılan Alemdar eline bir tüfek alarak aynı zamanda devlet dairesi olarak kullandığı
konağının barut mahzenine sığınmış ve mahzenin dar kapısından gelmeye çalışan yeniçerileri
vurmuştu. En son çaresiz kalan Alemdar yeniçerilerden aman dileyerek aile efradını dışarı
göndermiş kendisi de dışarıda bekleyen ve konağın üst katlarında yağmaya girişen yeniçerileri
öldürmek amacıyla mahzendeki barutları ateşe vermiş böylece kendiyle beraber birçok
yeniçeriyi öldürmüştü. Bu olay sırasında II. Mahmud’un Alemdar’a saraydan yardım
göndermemesi kendi otoritesini kısıtlayacak derecede kuvvetli bu sadrazam gibi bir gücün
varlığına tahammülünün olmadığını gösterir. Neticede yaşanan bu elim hadiseden dolayı
Sened-i İttifak uzun ömürlü olamamış, uygulanma fırsatı dahi bulamadan imzalanmasından beş
hafta sonra Alemdar Mustafa Paşa’nın öldürülmesiyle tamamen unutulmuştur. Ayrıca II.
Mahmud döneminin hemen başında kurulmuş olan Sekban-ı Cedit ordusu da bu olaydan sonra
dağıtılmıştır.

İngiltere ve Rusya ile İlişkiler: Bu yıllarda Avrupa’da yaşanan olaylar neticesinde İngiltere,
Napolyon orduları karşısında yalnız kalmış ve yeni ittifak arayışları içine girmişti. İngiltere
1807’den beri savaş hâlinde bulunduğu Osmanlı ile barışa yöneldi ve iki devlet arasında 5 Ocak
1809’da Kal’a-yı Sultaniye Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile İngilizler daha önce itiraz
ettikleri Boğazların Ruslara kapatılması hükmünü de kabul ediyordu. 1806’dan beri süren
Osmanlı-Rus savaşı ise Osmanlı ordularının yenilgisiyle sonuçlanmıştı. İki devlet arasında 28
Mayıs 1812’de imzalanan Bükreş Antlaşması ile Prut Nehri-Tuna ağzı Osmanlı-Rus sınırı
olarak kabul edilirken Osmanlı Devleti Sırplara imtiyaz verilmesini de kabul etmek zorunda
kaldı.

Sırp ve Rum İsyanları: Balkanlar’da ilk milliyetçi isyan Sırbistan’da çıkmıştı. Osmanlı-Rus
savaşı sürerken Ruslar Sırp isyanlarını teşvik etmiştir. Osmanlı Devleti Ekim 1813’te Sırp
isyanlarını kontrol altına almayı başardı. Ancak Rusya’nın desteğiyle 1815 Temmuz’unda
yeniden başlayan isyanlar neticesinde Osmanlı Devleti 1816’da Sırplara özerk bir prenslik
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

statüsü vermek zorunda kaldı. Sırplara verilen statü, Ruslarla 7 Ekim 1826’da imzalanan
Akkerman ve 14 Ağustos 1829’da imzalanan Edirne Antlaşmalarında tasdik edildi. Eylül
1830’da ise özerk Sırbistan’ın kurulmuş olduğu ilan edildi.

Ruslar yalnızca Sırpları değil Rumların da Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlarını kışkırtıp
destekledi. Şubat 1821’de Rus Çarı’nın Rum asıllı yeğeni İpsilanti tarafından ilk isyan hareketi
Eflak’ta başlatıldı. İkinci isyan hareketi bir ay sonra Mart 1821’de Mora’da patlak verdi. Mora
İsyanı kısa zamanda yayılarak Nisan ayında orta ve güney Yunanistan’a kadar genişledi.
Osmanlı Devleti’nin Mora İsyanı’nı bastırmakta gösterdiği başarısızlık üzerine Avrupa
devletleri harekete geçerek Osmanlı aleyhine propaganda faaliyeti yürütmeye başladı.
Osmanlılar isyanı bastırabilmek için Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemek zorunda
kaldı. Mehmet Ali Paşa kuvvetleri Mora’da büyük başarı elde ettiler. Ancak isyan bastırılmak
üzere iken Rusların savaş tehdidinde bulunmaları üzerine Osmanlılar 7 Ekim 1826’da
Akkerman Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı. Bu sırada İngiltere ve Rusya Yunanlılara
bağımsızlıklarını kazandırmak üzere 1827 Nisan’ında bir protokol imzalamış, Fransa ise
Temmuz ayında bu protokole iştirak etmişti. Bu üç devletin Osmanlı aleyhine imzalamış
oldukları protokolü Osmanlı Devleti iç işlerine müdahale olarak değerlendirip protesto etti.
Bunun üzerine müttefik donanmaları 20 Kasım 1827’de Navarin Limanı’nda bulunan Osmanlı
donanmasına baskın yaparak donanmayı yaktı. Avrupalı devletlerin baskısı neticesinde 14
Eylül 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması ile Osmanlı Devleti Yunanlıların bağımsızlığını
kabul etmek zorunda kaldı. Söz konusu askerî başarısızlıklarda Haziran 1826’da kaldırılan
Yeniçeri Ocağı dolayısıyla ortaya çıkan askerî zaafın etkisi açıktır.

Mısır’daki Yenilik Hareketleri ve Mehmet Ali Paşa İsyanı

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Padişah’a bağlı olarak yürüttüğü Mısır idaresinde zamanla
neredeyse bağımsız bir iktidar odağı hâline geldi. 1811’de Kölemen beylerini ortadan
kaldırarak tüm Mısır’a hâkim oldu. 1818’de Vahhabi İsyanı’nı bastırarak Basra Körfezi’ni ele
geçirdi. 1820’de Mısır’ın yanı sıra Arabistan ve Sudan’a da hâkim bir güç durumundaydı.

Mehmet Ali Paşa’nın kısa bir zaman içinde askerî alanda göstermiş olduğu bu başarı
Mısır’da başlatmış olduğu yenilik hareketiyle doğrudan ilişkiliydi. Nizam-ı Cedit’ten
etkilenerek Nizamiye adını verdiği, Avrupa tarzında bir ordu kurmuştu. Nizamiye’de Mısır’ı
işgal amacıyla gelmiş ve sonrasında orada kalmış Napolyon ordusundan ayrılma, işsiz kalmış
subaylardan yararlandı. Bu ordunun ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla iktisadi alanda
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

birtakım yenilikler yaptı. İltizam ve vakıf arazilerinden ağır vergiler yoluyla Hazine’ye para
aktarmaya başladı. 10 yıl içinde bu yöntemle tüm Mısır topraklarını devlet arazisi hâline getirdi.
Pamuk ekimini özendirerek Mısır’ın sınaî tarımını canlandırmayı başardı. Pamuk, hem önemli
bir ihraç ürünü hâline geldi; hem de ülkede kurulan fabrikalarda işlenmeye başlanarak Mısır’da
yerli sanayinin oluşturulmasına çalışıldı. Bu yenilikler neticesinde Mısır’ın geliri 1805’te 13
bin kese iken 1809’da 35 bin keseye ve kısa bir zaman sonra da 400 bin keseye yükseldi. Mısır,
İstanbul’a yılda 12 bin kese vergi gönderecek kadar güçlü bir ekonomiye ulaştı. Mehmet Ali
Paşa bu yeniliklerden başka 1829’da Vekayi-i Mısriyye adıyla Mısır’ın ilk resmî gazetesini
çıkardı ve Avrupa’ya pek çok öğrenci göndererek bir de tıp okulu açtı.

Mehmet Ali Paşa, Mısır’da yürüttüğü yenilik hareketi sayesinde ekonomiyi düzeltmiş,
memleketin gelirlerini büyük ölçüde artırmış, modern ve güçlü bir ordu kurarak donanmasını
da geliştirmişti. Mısır’ın yükselişte olduğu bu tarihlerde bağlı bulunduğu merkez, Osmanlı
Devleti, yenilik çabalarına rağmen büyük devletlerle ve iç isyanlarla boğuşarak zayıflıyor,
kudretini kaybediyordu. Osmanlılar Mora İsyanı’nı bastırmak üzere Mehmet Ali Paşa’dan
yardım istemiş ve Mehmet Ali Paşa’nın kuvvetleri burada büyük bir başarı kazanmıştı. Mora
başarısına karşılık Suriye valiliğini de isteyen Mehmet Ali Paşa’ya sadece Girit verildi. Bu
olaylar İstanbul ve Mısır arasında gergin bir dönemin başlamasına sebep olmuştu. Osmanlı
ordusunun Rus seferini 12 bin kişilik bir kuvvetle takviye edeceği sözünü veren Mehmet Ali
Paşa yalnızca 25 bin kese vermekle yetinince gerginlik tırmanmaya başladı. 20 Ekim 1831’de
Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa kumandasındaki 35 bin mevcutlu Mısır ordusu
Suriye’ye doğru yola çıktı.

Hünkâr İskelesi Antlaşması

İstanbul ile anlaşmaya yanaşmayan Mehmet Ali Paşa ve İbrahim Paşa için Saray, idam fermanı
çıkardı. Ancak Suriye’yi ele geçiren Mısır ordusu Anadolu’ya doğru ilerlemeye devam etti.
Kütahya’ya kadar ulaşan İbrahim Paşa, 2 Şubat 1833’te kışı Bursa’da geçirmek için II.
Mahmut’tan izin istedi. Ardından Adana valiliğini isteyen İbrahim Paşa, bu teklifin kabul
edilmemesi hâlinde ordusunun İstanbul’a yürüyeceği tehdidinde bulundu. Osmanlı devlet
adamları, tehlikenin bu kadar yaklaşmış olması nedeniyle yardım arayışı içine girdiler. Fransa
Mehmet Ali Paşa’yı destekliyordu; İngiltere ise o sıralarda Avrupa siyasetine ve kendi iç
meselelerine yoğunlaşmıştı. Rusya Osmanlının yardım isteyebileceği tek kuvvet durumunda
idi. 5 Nisan 1833’te bir Rus Filosu Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine karşı koymak üzere Beykoz’a
asker çıkardı. Bunun üzerine Rusya’nın Osmanlı ile yaptığı ittifak neticesinde elde
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

edecekleriyle daha da güçlenmesini istemeyen İngiltere ve Fransa dikkatini Mehmet Ali


Paşa’ya çevirdi. Mücadeleye büyük devletlerin de dahil olması neticesinde 8 Nisan 1833’te
İbrahim Paşa ile Kütahya’da anlaşmaya varıldı. Buna göre İbrahim Paşa’ya Cidde, Şam, Halep
valilikleri ile Adana muhassıllığı, Mehmet Ali Paşa’ya ise Mısır’dan başka Girit Valiliği
veriliyordu.

İbrahim Paşa ile anlaşma sağlanmış olmasına rağmen II. Mahmut Mısır’ın yakın
gelecekte yeni bir tehlike arz etmesi ihtimaline karşı Rusya ile 8 Temmuz 1833’te sekiz yıllık
bir ittifak ve yardım anlaşması olan Hünkâr İskelesi Antlaşması’nı imzaladı. Bu antlaşmayla
Ruslar yeni bir saldırı durumunda Osmanlıya yardıma geleceklerdi. Bunun karşılığı olarak ise
Boğazlar Rusya’ya açılıyordu. İngiltere ve Fransa’nın Boğazlar’ın statüsündeki bu değişikliği
kabul etmeyeceklerini ilan etmesi yeni bir kriz yaratmıştı. Kriz, Rusya’nın antlaşmayla elde
ettiği hakları Avusturya ile paylaşmayı kabul etmesiyle sona erdirildi.

Böylece Osmanlı Devleti yalnız Rusya’nın değil diğer Avrupa ülkelerinin de


müdahalesine açık bir hâle geliyordu. II. Mahmut Mısır meselesini nihai olarak sona
erdirebilmek maksadıyla İngiltere’nin de desteğini almayı zorunlu görmüş ve bu maksatla 16
Eylül 1838’de Osmanlı- İngiliz Ticaret Antlaşması’nı (Balta Limanı Antlaşması) imzalamıştı.
Bu antlaşma ile İngilizlere kapitülasyonları dahi aşan iktisadi imtiyazlar sunuluyordu. Balta
Limanı Antlaşması ile Osmanlı Devleti kendi tüccarlarına bile vermediği imtiyazı İngiliz
tüccarlarına veriyor, onları iç gümrüklerden muaf tutuyordu. Belirli ürünlerde kurulan devlet
tekeli (yed-i vahit) de bu antlaşmayla tamamen kaldırılıyordu. Gerçi Osmanlı devlet adamları
yed-i vahit usulünü kaldırmayı Mısır ekonomisini geriletmek maksadıyla kabul etmişti; ancak
bir süre sonra bu önlem bizzat Osmanlı ekonomisini zarara uğratacaktı. Balta Limanı
Antlaşması ile Osmanlı ülkesi açık bir pazar hâline getirilirken devletin Avrupalı devletlere
iktisadi bağımlılık süreci de başlamış oldu.

II. Mahmut Devri İnkılapları

III. Selim’in yolundan giden II. Mahmut da yeniliklerine askerî alandan başlamış ve 14 Ekim
1808’de Sekban-ı Cedit Ocağı’nı kurmuştu. Ocak kısa zamanda 10 bin kişilik bir kuvvete
ulaşırken II. Mahmut donanma ve diğer ocakların ıslahı için de pek çok tedbir aldı.
Yeniçerilerin talimlerden kaçmaması için İstanbul esnafına dahi talim zorunluluğu getirildi.
Ancak Yeniçeriler yeniden ayaklanarak Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürdüler ve II. Mahmut bu
olay üzerine Sekban-ı Cedit Ocağı’nı dağıtmak zorunda kaldı. Askerî yetersizlik ve
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

başarısızlıklarına ek olarak her fırsatta Saray’a karşı ayaklanma tertibi içinde bulunan
Yeniçerilerin uzun zamandır süren ıslah çabalarına direnişle karşılık vermeleri, Ocak’ın
kaldırılmasını artık zorunlu hâle getirmişti. 15 Haziran 1826’da Yeniçeriler son kez isyan
ettiler; iki gün sonra 17 Haziran 1826’da kökü beş asır öncesine uzanan ancak uzun zamandır
devlete zarar veren bu askerî kurum oldukça kanlı bir şekilde ortadan kaldırıldı. Yeniçeri
kışlaları kuşatıldı, topa tutuldu, yakalanan yeniçeriler katledildi ve imparatorluk genelinde
yeniçeri avı başlatıldı. Saltanatının başında yeniçerilerin elinden hayatını zor kurtaran II.
Mahmud böylece intikamını alıyordu. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması olayı Vaka-i Hayriye
(hayırlı olay) olarak adlandırıldı. Ocak’ın kaldırılmasından sonra Avrupa ölçüsünde
düzenlenmiş, modern bir ordu olan Asakir-i Mansure-i Muhammediye kuruldu.

İdari ve Mali Alanda: II. Mahmut devrinde iktisadi alanda da pek çok yenilik yapıldı.
Vergi sisteminde yeni düzenlemelere gidilerek vilayet vergilerinin merkeze aktarılması
sağlandı. 1834’te Evkaf Vekâleti kurularak vakıf gelirleri merkeze aktarıldı ve tüm devlet
gelirlerinin yüzde 70’i modern ordunun ihtiyaçları için tahsis edildi. Bu dönemde idari alanda
yapılan yeniliklerle modern bir devlet teşkilatı ve bürokrasisinin kurulması yolunda önemli
adımlar atıldı. Avrupa tarzında düzenlenen yeni devlet teşkilatında eski müesseseler
kaldırılarak yeni müesseseler oluşturuldu. 30 Mart 1838’de alınan kararla sadrazamlık kurumu
Başvekâlet adını aldı. Adli işleri yürütmek üzere Meclis-i Ahkâm-ı Adliye, idari işleri yürütmek
üzere Dar-ı Şûra-yı Bâb-ı Âli ve askerî işleri yürütmek üzere Dâr-ı Şûra-yı Askerî kuruldu.
1838’de ziraat, ticaret, sanayi ve bayındırlık işlerini yürütmek üzere de yeni meclisler kuruldu.
Böylece imparatorlukta beş asırdır hizmet veren en köklü kurumlardan olan Divan-ı Hümayun
kaldırılarak, bakanlık ve bunlara bağlı meclis sistemine geçiliyordu.

Eğitim ve sosyal alanda: II. Mahmut askerî ihtiyaçlar doğrultusunda eğitim alanında
da pek çok yenilik yaptı. 1826’da ilk kez dört öğrenci eğitim görmek için Avrupa’ya gönderildi.
Kısa bir zaman sonra Avrupa’ya gönderilen öğrenci sayısı 300’e çıkarıldı. 1827 yılında açılan
tıp okuluyla ordu için hekim ve cerrah yetiştirilmesi sağlandı. Avrupalı eserlerin Türkçeye
tercümesi faaliyetleri bu dönemde de devam etti. 1831’de Muzika-i Hümâyûn ve 1834’te
Mekteb-i Ulûm-ı Harbiye adıyla Fransız modelinde iki yeni okul açıldı. Bundan başka ilk ve
orta seviyede devlet memuru yetiştirmek amacıyla Mekteb-i Maarif-i Adli ve Mekteb-i Ulum-
ı Edebi açıldı. İstanbul ile sınırlı olmak kaydıyla bu dönem ilköğretim zorunlu hâle getirildi.

II. Mahmut’un yenilikleri sosyal alanda da kendini göstermişti. 1815’te Saray


Topkapı’dan Dolmabahçe’ye taşınarak eski saray usullerinde pek çok değişiklik yapıldı. Artık
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

Avrupalı gibi pantolon giymeye başlayan Osmanlı Sultanı, Avrupalı tarzda protokolleri de
yerine getirerek yurt içinde inceleme gezilerine çıkmaya başladı. 1828’te askere, 3 Mart
1829’da çıkarılan kıyafet nizamnamesiyle ulema dışındaki tüm sivillere fes giyme zorunluluğu
getirildi. Bu nedenle 1830’da Tunus’tan getirtilen ustalara Eyüp’te Feshane kurduruldu. İlk
Türkçe Osmanlı gazetesi olan Takvim-i Vekayi 1 Kasım 1831’de haftalık olarak yayın
hayatına başladı. İlk nüfus sayımı, ilk karantina ve posta teşkilatının kurulması gibi
yenilikler de II. Mahmut döneminde gerçekleştirildi.

1833'te Babıâli Tercüme Odası kuruldu. Yunan ihtilaline kadar Türkler yabancı dil
olarak genellikle Arapça (ilim dili) ve Farsça (edebiyat dili) öğreniyorlar ve Devletin Batı
ülkeleriyle olan ilişkilerinde o ülkelerin dillerini bilen Fenerli Rumlar kullanılıyordu. Ancak
Yunan isyanı sırasında Rumlar Osmanlı aleyhine yanlış çeviri yapmaya başlayınca yabancı dil
bilen Müslüman aranmaya başladı. Ve bulunan birkaç Müslüman Tercüme Odası’nın ilk
nüvesini teşkil etti (1821). Bundan sonra, özellikle dönemin diplomasi dili olan Fransızca usta-
çırak ilişkisi içinde Tercüme Odası’nda öğretilmeye ve resmi yazışmalar burada çevirilmeye
başlandı.

Osmanlı yenileşme hareketi tarihinde, en büyük başarılar II. Mahmut döneminde elde
edilmiştir. Ancak buna rağmen II. Mahmut devrinde Osmanlı Devleti büyük oranda toprak
kaybetmiştir. Bu dönemde -zorunlu da olsa- Osmanlı Devleti’ni siyasi ve iktisadi alanda büyük
zaafa uğratan antlaşmalar imzalanmıştır. Hünkâr İskelesi Antlaşması ile Rusya ve Avrupa
devletlerinin Osmanlı memleketine siyasi müdahalesine izin verilirken Balta Limanı
Antlaşması ile İngiltere’ye iktisadi bağımlılık süreci başlayarak Osmanlı ekonomisine ağır bir
darbe indirilmiştir. İç isyanlar ve dış tehditler ortasında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması Devleti
ayrıca uğraştıran ve orduyu zaafa uğratan bir tedbir olarak görülmüştür. Islah edilemeyen,
yenilenemeyen, idari ve mali problemlere sebep olan bir asker sınıfı, askerî tedbirleri ile ortadan
kaldırılmak zorunda kalınmıştır.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
1. ÜNİTE DERS NOTLARI

Kaynaklar

Beydilli, Kemal. “Mahmud II” DİA, c. 27, s. 352-57.

Beydilli, Kemal. “Mühendishane-i Bahr-i Hümayun” DİA, c. 31, s. 514-16.

Beydilli, Kemal. “Mühendishane-i Berr-i Hümayun” DİA, c. 31, s. 516-18.

Beydilli, Kemal. “Selim III” DİA, c. 36, s. 420-25.

Emecen, Feridun M. “Osmanlılar (I. Siyasi Tarih A. Klasik Dönem)” DİA, c. 33, s. 487-496.

Eraslan, Cezmi (Ed.). Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Web
Ofset, 2014.

Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, Ankara 1990.

Zürcher, E. Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim, 2000.

You might also like