Professional Documents
Culture Documents
LOZAN KONFERANSI
Milli Mücadele Dönemi’nde elde edilen askerî başarılar, siyasi başarıları da beraberinde
getirmiş, Mudanya Mütarekesi imzalanmış ve taraflar arasında kısmen sağlanan uzlaşmanın
hukuki bir statüye dönüştürülebilmesi için bir konferans toplanması kararlaştırılmıştır. TBMM
Hükûmeti konferansın İzmir’de toplanmasını istediyse de bu istek, Türk tarafının itibarının
artıracağı ve Yunanistan’ın incinebileceği nedeniyle İtilaf Devletleri tarafından kabul
görmemiş, Konferans’ın tarafsız olan İsviçre’nin Lozan şehrinde toplanması kararlaştırılmıştır.
Bununla birlikte Türk tarafının isteği ve ısrarı üzerine Boğazlarla ilgili görüşmelere katılmak
üzere Rusya, Ukrayna ve Gürcistan da Konferans’a davet edilmiştir.
13 Kasım 1922’de Barış görüşmelerini Lozan’da başlatmayı kararlaştıran Müttefik
Devletler, 27 Ekim 1922’de konferansa Türk tarafında ikilik çıkarmak amacıyla Ankara
Hükûmeti ile birlikte İstanbul Hükûmeti’ni de davet etmişlerdir. 29 Ekim 1922’de Tevfik Paşa
TBMM’ye gönderdiği bir telgrafla konferansa birlikte katılmayı teklif etmiştir. Tevfik Paşa’nın
bu teklifi TBMM’de şiddetli tartışmalara yol açmış, yaşanan tartışmalar neticesinde Saltanat’ın
kaldırılması meselesini gündeme gelmiş ve 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılmıştır. Saltanat’ın
kaldırılması ile Türk Milleti’nin yegâne ve meşru temsil hakkını eline almış olan Ankara
Hükûmeti, barış görüşmelerinde daha rahat hareket imkânı bulacaktır. Başka bir ifade ile İtilaf
Devletleri bundan böyle Ankara yönetimi dışında İstanbul’da muhatap alacağı hiçbir makam
ve merci bulamayacaktır.
Saltanatın kaldırılmasını takip eden günlerde Vahdettin aleyhinde İstanbul’da gösteri
yürüyüşleri yapılmıştır. Son Osmanlı Hükümeti’nin de 4 Kasım tarihinde topluca istifa etmesi
üzerine dayanacak bir gücü kalmadığını düşünen Vahdettin 16/17 Kasım 1922 gecesi
İngilizlerin Malaya Zırhlısı ile sessiz sedasız İstanbul’dan ayrılarak İngiltere’nin himayesine
geçmiştir. General Harrington bu durumu yayımlamış olduğu bir beyanname ile duyurmuş ve
beyannamenin bir nüshasını da Ankara Hükümeti’nin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa’ya
göndermiştir.
Lozan görüşmeleri için görevlendirilecek heyet de Ankara’da tartışma konusu olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, Lozan Konferansı’nda Türkiye’yi, Mudanya Mütârekesi’nde de
görüşmeleri başarıyla yürüttüğünü düşündüğü İsmet Paşa’nın temsil etmesini istiyordu.
Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’in istifası üzerine önce bu göreve getirilen İsmet Paşa daha
sonra Türk delegasyonu başkanı olmuştur. Heyet şu kişilerden oluşmuştur: Hariciye Vekili
İsmet Paşa I. Delege, Sağlık Vekili Dr. Rıza Nur II. Delege olarak tayin edilirken mali müşavir
olarak Hasan Saka ve Celal Bayar görevlendirilmişlerdir. Bu isimlere ek olarak adli, siyasi,
askerî, ticari ve bahri müşavirler de tayin edilerek geniş bir danışmanlar grubu oluşturulmuştur.
Lozan Konferansı görüşmelerine İngiltere’deki Hükûmet değişikliği sebebiyle
planlanandan bir hafta sonra 20 Kasım 1922’de, saat 15.30’da Lozan’da, Casino de
Montbenon’da başlanmıştır. Konferans’a Türkiye ile birlikte İngiltere, Fransa, İtalya,
Yunanistan, Japonya, Romanya ve Yugoslavya (Eski Sırp-Karadağ, Hırvat, Makedon) bütün
maddeler üzerinde söz sahibi olarak Sovyet Rusya ve Bulgaristan ise yalnızca Boğazlar
görüşmelerine katılmak üzere ABD de gözlemci sıfatıyla katılmıştır.
1
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
2
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
görüşmelerden sonra 1 Nisan 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi büyük bir çoğunluk ile
seçimlerin yapılması kararını almıştır.
Kesinti döneminde Meclis’te bunlar yaşanırken savaşın yeniden başlaması olasılığına
karşı askeri önlemler de alındı. Öte yandan, karşı tarafı yumuşatmak için bazı “jestler”
yapılmıştı. Örneğin İzmir'in kurtuluşundan 10 gün sonra, kurucuları arasında 54 milletvekilinin
bulunduğu Türkiye Milli İthalat ve İhracat Anonim Şirketi kuruldu. Bu şirket 15 Haziran
1923'te Corporation for the Economie Development of Turkey (Türkiye'nin İktisadi Gelişmesi
Şirketi) adlı bir İngiliz şirketiyle geniş kapsamlı bir anlaşma yaptı. ABD, Avrupa siyasetinden
elini eteğini çekmesi dolayısıyla Lozan Konferansı'na katılmamıştı! Bununla birlikte bu dev
ülkenin dünyanın her yerinde ağırlığı hissediliyordu, bu bakımdan ABD'ye de bir “jest” uygun
görüldü. Bir ABD sermaye grubu ki başkanlığını Amiral Chester yapıyordu, II. Meşrutiyet
yıllarında Anadolu'da 99 yıllık bir ayrıcalık tasarısı önermişti. Buna göre grup, 2000 km.
demiryolu yapacak ve işletecekti ve buna karşılık yolun her iki tarafında 20'şer km.'lik alandaki
madenleri işletme hakkına sahip olacaktı (yani toplam 40.000 km2). 9 Nisan 1923 'te TBMM
bu ayrıcalığı kabul etti. (Ama bu işin arkası gelmemişti. Muhtemelen grup Musul'un Türkiye'de
kalacağı umudundaydı ve buradaki petrollerle ilgilenmekteydi.)
Konferans’ın ilk döneminde en ciddi tartışmalar İngiliz donanmasının İstanbul’da ve İngiliz
kuvvetlerinin Musul’da bulunması nedeniyle İngiltere ile yaşanmıştır. Konferans’ın ilk
kısmında İngiltere ile olan anlaşmazlıklar üzerinde durulmuş ve bu meseleler kısmen de olsa
çözülmüştür. Fransa’yı ilgilendiren mali ve iktisadi meseleler çözümlenememiştir. İtalya’ya On
İki Ada verilmek suretiyle Türkiye üzerindeki istekleri itibarıyla tatmin edilmişti.
Konferans kesildikten 2 hafta sonra İzmir iktisat Kongresi toplandı (17 Şubat - 4 Mart
1923). Kongreye tüccar, işçi, sanayici, zanaatkâr, çiftçi temsilcilerinden birçok kişiler katıldı.
Kongre başkanlığını Kâzım Karabekir yapıyordu. Atatürk'ün açış konuşması çok önemliydi.
İktisadi zaferlerle sonuçlandırılmayan askeri zaferlerin kalıcı olamayacağını, yüzyıllarca Türk
insanının fetih uğruna Osmanlı padişahlarının arkasından beyhude gitmiş olduğunu söyledi.
Oysa yeni Türk devleti bir iktisat devleti olacaktı. Ayrıca maceracı bir dış siyaseti de
reddetmişti. Nitekim Atatürk daha önce 1921'de de TBMM'de yaptığı bir konuşmada, dış
siyasetin, ülkenin gücüyle orantılı olması gerektiğini belirtmişti. Osmanlı Devleti İslamcılık
demişti, fakat bunu yapacak gücü yoktu ve bu yüzden başına belalar getirilmişti. Turancılık için
de durum aynıydı. Kongrenin belki en önemli karan, aşarın kaldırılmasını kabul etmesiydi.
Böylece Osmanlı dönemi boyunca alınan ve dini bir anlam da taşıyan bu verginin yükü çiftçinin
sırtından indirilmekteydi. Kongre yeni iktisat devletinin esaslarını saptamaya çalışmıştı. Ama
önemli bir işlevi de Batı'ya, Türk-Sovyet işbirliği ve dostluğuna rağmen, Türkiye'nin kapitalist
yoldan şaşmayacağı mesajını göndermekti.
KONFERANSIN YENİDEN TOPLANMASI VE LOZAN’DA GÖRÜŞÜLEN
MESELELER
İsmet Paşa, taraf devletlerin Dışişleri Bakanlarına, 8 Mart 1923 tarihli bir mektupla müracaat
etmiş ve antlaşma üzerinde Türk Hükûmeti’nce yapılması istenen değişiklikleri bildirmişti.
Devletler bu notaya 28 Mart 1923 tarihli bir nota ile cevap vermişler ve 4 Şubat’ta kabul edilen
3
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
bazı şeylerin tekrar ele alınmasından şikâyet etmekle beraber barışı elde edebilmek için
görüşmelere hazır olduklarını bildirmişlerdi. Bu gelişmelerden sonra heyetlerin Lozan’a
gelmesi ile 23 Nisan 1923’te Konferans’ın ikinci dönemi başlamıştı. Bu görüşmelerde
Türkiye’yi yine İsmet Paşa temsil etmiştir. İngiltere’yi Sir Horace Rumbold, Fransa’yı General
Pelle, İtalya’yı ise Montagna temsil etmişlerdi.
Sınırların Tespiti: Türkiye’nin sınırları meselesinin görüşülmesine daha önce 22 Kasım
1922’de Lord Curzon’un başkanlığındaki Arazi ve Askerlik Komisyonunda başlanmıştı. Suriye
sınırının, 20 Ekim 1921’de Fransa ile imzalanan Ankara İtilafnamesi’nde belirlenen haliyle
aynen kabul edilmesi ve İskenderun ve Antakya’daki Türklerin kendi kültürlerini korumaları
konusunda Ankara İtilafnamesi’nin hükümlerine uyulması kararlaştırılmıştır.
İskenderun Sancağı, Misak-ı Millî sınırları içinde mütalaa edilmesine rağmen Ankara
İtilâfnamesi’nde millî sınırlar dışında kalmıştı. Ankara İtilafnamesi ile Fransa, her ne kadar
İskenderun Sancağı’nın Misak-ı Millî sınırları içine alınmasını kabul etmemiş ise de özel bir
statüyü kabul etmekle ileride Türk vatanına ilhakına zemin hazırlamıştı. Böylece İskenderun
Sancağı, Suriye ile birlikte Fransız mandası altına girmişti. Fransa daha sonra Suriye içinde
Sancak bölgesi için özerk bir yönetim tesis etmiş, İskenderun Sancağı’nı da Halep’e bağlamıştı.
Bu arada 1923 yılında Tayfur Sökmen’in başkanlık ettiği “Antakya-İskenderun ve
Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kurulmuş ve kurulan bu cemiyet, bölgenin Türkiye’ye
katılması yönünde faaliyetlerini sürdürmüştür.
Karadeniz’de Rezve deresi sınırına kadar gelen 1913 sınırı aynen kabul edilmek suretiyle
Bulgaristan sınırı belirlenmişti. Doğu Trakya sınırını, Mudanya Mütarekesi’nde tespit edildiği
şekilde Meriç Nehri’nin teşkil etmesi ve Edirne ile birlikte (Harp tazminatı olarak) Karaağaç’ın
da Türkiye’de kalması kararlaştırılmıştı. Mısır ve Sudan’da İngiliz hâkimiyeti kabul edilmiş,
Trablusgarp üzerindeki haklardan da vazgeçilmişti.
Konferans’ta Türkiye-Irak sınırının da çözümü mümkün olamamış ve meselenin
Lozan’dan sonra dokuz ay içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça belirlenmesi
kararlaştırılmıştır. Böylece Musul meselesi Konferans’ta çözülememiş ve ileriye bırakılmıştır.
Konferans’tan sonraki süreçte 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul’un İngilizlerin
manda yönetimi altında Irak’a bırakılmasına karar verilecektir.
Türkiye için hayati bir öneme sahip olan ve asgari vatan sınırlarını ifade eden Misâk-ı
Millî’nin vazgeçilmez bir parçası Musul, İngiltere için de gerek zengin “petrol kaynakları”
gerekse “Hindistan yolunun emniyeti” bakımından ele geçirilmesi zorunlu görülen stratejik ve
iktisadi öneme sahip bir bölgeydi. Musul Meselesi’nde Türkiye, Musul’un bir Türk toprağı
olduğu tezini siyasi, tarihî, etnoğrafik, coğrafi, ekonomik ve askerî gerekçelere dayandırılarak
İngiltere’nin ortaya koymaya çalıştığı iddialar çürütülmüştür. Ortaya koyulan siyasi, tarihi,
etnoğrafik, coğrafi, ekonomik ve askerî gerekçelere delillere ve İsmet Paşa’nın bölgede
“plebisit” yapılması (bölgenin kendi kaderini seçimle belirlemesi) yönündeki teklifine rağmen
Lord Curzon Musul meselesinin Milletler Cemiyetine havalesi ve kararın cemiyet tarafından
verilmesini teklif etmiştir. İsmet Paşa bu teklifi kabul etmemiş ve yazılı bir teklif yaparak Musul
4
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
meselesini Türkiye ile İngiltere arasında bir yıl içinde ortak bir anlaşmayla çözümlemek üzere
Konferans programından çıkarılmasını istemiştir.
Boğazlar: Lozan Konferansı’nın en zor geçen görüşmelerinden biri Boğazlar meselesi üzerinde
olmuştur. Rusların Boğazlarla ilgili görüşmelere katılmaları ve Türk görüşüne yakın bir tavır
izlemelerine karşılık İngilizler, kendi isteklerini müttefiklerin isteğiymiş gibi ileri sürmüşlerdir.
Anlaşılacağı gibi Boğazlarla meselesinde sert tartışmaların yaşanmasının asıl nedeni Boğazlara,
Karadeniz’e komşu olmayan devletlerin de meseleye karışmalarıdır.
Konferans’ta boğazlarla ilgili üç farklı görüş ortaya çıkmıştır:
1. İtilaf Devletlerinin görüşü: İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının, hem ticaret hem de harp
gemileri için kesin olarak açık olması; bu açıklığın güvencesi olarak Boğazların iki tarafının
askersizleştirilmesi ve milletlerarası bir idare kurularak bu idarenin kontrolünde yönetilmesi.
ABD temsilcisi de hiçbir millet için özel ayrıcalık olmaksızın tam bir serbestlik olmasını ve
dünya ticaretini hiçbir milletin engellememesi gerektiğini savunmuştur.
2. Rusya’nın görüşü: Boğazlar, ticaret gemilerine ve barışçı gemilere daima açık
bulundurulmalı, İstanbul’un güvenliği Karadeniz’in barışı ve kıyılarının güvenliği sürekli
güvence altına alınmalı, Boğazlar gerek savaşta gerekse barışta bütün harp gemilerine kapalı
bulundurulmalı; Türkiye, Boğazları tahkim edebilmeli ve bir savaş Filosuna sahip olmalıdır.
3. Türkiye’nin görüşü: Misak-ı Millî’ye uygun olarak, İstanbul ve Marmara’nın güvenliği şartı
ile Boğazlardan geçişin serbest olması.
Lozan’da Boğazlarla ilgili ortaya konulan bu görüşler doğrultusunda gerçekleşen
görüşmelerde Türk hâkimiyetine zarar verebilecek olan boğazların askerden arındırılması
meselesi tartışılmıştır. Sonunda Türk devletinin hâkimiyeti altındaki topraklarda bulunan ve
Türkiye için özel bir öneme sahip olan Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarından yabancı
gemilerin serbestçe geçmesi prensip olarak kabul edilmiştir. Barış zamanında yabancı ticaret
gemilerine gündüz ve gece tam geçiş serbestliği tanınmış; savaş zamanında Türkiye tarafsız ise
barış zamanındaki rejimin uygulanması; Türkiye savaşta ise tarafsız gemilerin düşmana yardım
etmemek şartıyla bazı sınırlamalarla Boğazlardan serbestçe geçebilmeleri kararlaştırılmıştır.
Boğazlardan geçecek yabancı gemilere nezaret etmek üzere bir Türk temsilcisinin
başkanlığında anlaşmaya katılan devletlerinin temsilcilerinden oluşan bir Boğazlar
Komisyonu kurulması ve bu komisyonun görevini Milletler Cemiyetinin himayesinde yapması
kabul edilmiştir. Bu komisyonda Türk temsilcinin yanı sıra Fransa, İngiltere, İtalya, Japonya,
Rusya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan’ın temsilcileri bulunacaktı. Ayrıca
Çanakkale mıntıkasında sahilden 20 kilometrelik bir bölge ile İstanbul Boğazı’nın her iki
tarafının 15 kilometrelik mıntıkası asker ve silahtan arındırılacaktı.
Lozan’da Boğazlar meselesi her ne kadar çözülmüş ise de Boğazların ve Marmara
Denizi’ndeki adaların askersizleştirilmesi Türkiye’nin egemenlik haklarını sınırlandırıyordu.
Adalar: Türk karasuları içinde bulunan irili ufaklı Akdeniz ve Ege adaları Anadolu’nun huzuru
ve güvenliği için büyük önem taşıyan Anadolu’ya bağlı parçalardı. Ancak Lozan’da görüşülen
5
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
Adalar meselesinde Türkiye isteklerinin ancak çok azını alabilmişti. Türkiye’nin tarihî ve
hukuki durumu göz ardı edilmişti. Lozan’da İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları Türkiye’ye
bırakılmıştı. Bu adalar dışındaki Sisam, Sakız, Midilli, Limni ve Semadirek adaları askersiz
olmaları şartıyla Yunanistan’a bırakılmıştı. Yunan birliklerinin işgal ettikleri İmroz ve
Bozcaada’dan çekildikten sonra Türkiye’nin buralarda yerli halkın da söz sahibi olacağı bir
yönetim uygulaması ve Limni, Midilli, Sakız, Sisam ile Nikarya (Lemnos, Mitylène, Chio,
Samos et Nikaria) adalarında hiçbir deniz üssü ve askerî istihkâm kurmaması kararlaştırılmıştır.
1912’den beri işgal altındaki Rodos ve on iki ada ile yanlarındaki adacıklar ve
karasularımızdaki Meis Adasının İtalyanlara verilmesi kabul edilmiştir. Kıbrıs adası 5 Kasım
1914’ten beri İngiltere’ye terk edilmiş sayılacaktır. Bununla birlikte Kıbrıs’taki Türklerin iki
yıl içinde Türk vatandaşlığına geçebilme imkânı garanti altına alınmıştır.
Ayrıca yine Konferans’ta alınan kararlar gereği: Mısır ve Sudan üzerindeki Türk
haklarından 5 Kasım 1914 tarihinden geçerli olmak üzere vazgeçilmiş ve buralar İngilizlere
verilmişti. Filistin, Sina, Yemen, Asir, Hicaz ve Irak ülkeleri üzerinde de artık Türkiye’nin
hiçbir hakkının olmadığı kabul edilerek buralar İngilizlere verilmiştir. Ancak Misak-ı Millî’nin
birinci maddesine giren Musul-Kerkük ve Süleymaniye ile Erbil üzerindeki Türk iddiaları
barışın tasdikinden sonra Milletler Cemiyetinin kararına göre Türkiye-Irak sınırı çizilirken göz
önüne alınacaktır. Türkiye’nin Tunus ve Fas üzerinde artık hiçbir hakkı kalmamıştır. Bu ülkeler
Fransa’ya verilmiştir. Türkiye’nin Trablusgarp ve Bingazi (bugünkü Libya) üzerinde artık
hiçbir hakkı kalmadığı ve buraların İtalyanlara verilmesi kabul edilmiştir.
Azınlıklarla İlgili Meseleler: Büyük devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmak için
sık sık gerekçe olarak kullandıkları azınlıklarla ilgili meselelerin Lozan’da hassasiyetle ele
alınması tabii görünüyordu. Lord Curzon için azınlıklar meselesi çok iyi bir propaganda
malzemesi idi. Lord Curzon, bir yandan azınlıklar meselesini kendi isteklerini elde edebilmek
için bir baskı aracı kullanmak isterken diğer taraftan da Konferans’ın kesintiye uğraması
hâlinde bunun sorumluluğunu Türk tarafına yüklemek için mükemmel bir fırsat olarak
kullanmak istemiştir.
14 Aralık 1922 tarihinde toplanan Azınlıklar Alt-komisyonu başkanlığına seçilen
İtalyan Montagna, komisyonda incelenmesi gereken konularla ilgili hazırladığı planında yer
alan “Ermeniler için ulusal yurt” maddesini Türk heyetinin reddetmesi üzerine 18 Aralık 1922
tarihinde yapılan oturumda sunulan tasarıda Ermeni yurdu ve Ermeniler konusu yer almamıştır.
9 Ocak 1923 tarihinde Müttefikler, gayrimüslim azınlıkların korunması konusundaki isteklerini
sınırlamışlardır. Öte yandan Türk tarafı geniş kapsamlı bir genel affın ilanı ve azınlıkları askerî
görevden muaf tutmayı reddetmiştir. Türk heyetinin bu konudaki kararlı tutumu sayesinde
azınlıklar meselesi Türk tarafının isteği doğrultusunda halledilmiştir.
Lozan’da azınlıklar meselesi kapsamında Türkiye’de yerleşmiş Ortodoks Rumlar ile
Yunanistan’da yaşayan Müslüman Türklerin mübadelesi (nüfus değişimi) konusu
görüşülmüştür. Alınan karara göre, Türkiye içinde yaşayan Müslüman olmayan azınlıklar
hukuken ve fiilen Türk uyruklu sayılacaklar ve kendileri için her türlü hayır kurumu ve okul
açabileceklerdir. Türkiye’de yaşayan Rumlarla Yunanistan’da yaşayan Türkler karşılıklı olarak
6
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
7
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
Batılı uzmanlar Türk adliyesini düzenlemek için 5 yıl süreyle Türkiye’de danışmanlık görevi
yapacaklardır.
143 maddeden oluşan Lozan Barış Anlaşması, 24 Temmuz 1923’te Türkiye, İngiltere,
Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika devletleri
arasında imzalanarak yürürlüğe girmiştir. Boğazlara ait bölümünü ise Sovyet Rusya temsilcisi
İstanbul’da imzalamıştır. ABD Lozan’a gözlemci olarak katılmış, bu nedenle Antlaşma’yı
imzalamamıştır. Antlaşma 23 Ağustos 1923 tarihinde TBMM’de onaylanmış ve 6 Haziran
1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye’nin istiklal harbini kazanmasına karşın görüşme masasında bu başarının
görmezden gelinmeye çalışılması ve Misak-ı Millî’de ortaya konan esaslardan bazı noktalarda
tavizler vermek zorunda kalması hiç şüphesiz iç ekonomik, sosyal ve askerî şartlardan
kaynaklanmıştır. Türkiye’nin istediklerinin hepsini alamaması durumunda savaşa devam
edebilme gibi bir seçeneğinin olmaması kazanımların belli bir düzeyde kalmasına ve II. Dünya
Savaşı’na giden yılların uygun uluslararası ortamlarında tamamlanabilmesine yol açmıştır.
Sonuç olarak; Türk milleti I. Dünya Savaşı’ndan sonra kendisine hayat hakkı tanımayan
Sevres Barış Anlaşması’nı kabul etmemiş, işgallere karşı İstiklal mücadelesine girmişti.
Kazandığı askerî zaferler sonunda imzaladığı Lozan Barış Antlaşması ile de bağımsızlığını tüm
dünyaya ilan etmiş oluyordu. Misak-ı Millî’nin gerçekleştirilmesi ve tam bağımsızlığın
sağlanması yolunda büyük bir kararlılıkla yürütülen millî hareketin siyasi ve hukuki alanda bir
başarısı olarak kabul edilmesi gereken Lozan Barış Antlaşması yeni, bağımsız ve güçlü bir Türk
devletinin kurulmasını sağlayan bir antlaşma olmuştur.
ADIM ADIM CUMHURİYET’E GİDİŞ
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin II. Dönem Çalışmaları
Türkiye Cumhuriyetini ilan etmenin yanında yeni devletin esaslarını belirleyecek köklü
düzenlemeleri yapacak olan ikinci Türkiye Büyük Millet Meclisi 11 Ağustos 1923 Cumartesi
günü çalışmalarına başlamıştır. Toplam üye sayısı 278 olan Mecliste 13 Ağustos’ta yapılan
başkan seçiminde mevcut 197 milletvekilinden 196’sının oyunu alan Gazi Mustafa Kemal
meclis başkanı olmuştur. Meclis hükûmeti esasına göre teşekkül eden kabine 14 Ağustos günü
belirlenmiş, mevcut 190 üyenin katılımı ile yapılan seçimde vekiller heyeti başkanlığına 183
oyla Fethi (Okyar) Bey getirilmiştir. Bakanlar Kurulu üyelerinin hepsi de 180 oyun üzerinde
alarak Meclis’in itimadını kazanmışlardır. Yeni meclis ilk olarak eski meclisin çalışmalarını
takdir etmiştir. 23 Ağustos’ta da Lozan Barış Antlaşması’nı onaylamıştır.
Türk Ordusunun İstanbul’a Girişi
İstanbul aslında daha Mudanya Mütarekesi sonrasında Trakya’yı teslim almak üzere Ankara
Hükûmeti tarafından görevlendirilen Refet Paşa’nın gelişiyle 19 Ekim 1922 tarihinde Türk
askerîne açılmıştı. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması hükümleri gereği
Antlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tasdik olunduktan sonraki altı hafta içinde
İstanbul’daki İtilaf askerleri boşaltılacaktı.
8
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
Ankara’da meclisin hükûmet başta olmak üzere çalışma organlarını teşkil ettiği 14
Ağustos’ta Salahaddin Âdil Paşa da İstanbul komutanlığına atandı. 23 Ağustos 1923’te ise
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Lozan Antlaşması’nı tasdik etmesiyle İstanbul’un
boşaltılması süreci resmen başlatıldı. 29 Eylül tarihinde önce yabancı askerler şehri terk ettiler,
ardından 1 Ekim de Boğazlar bölgesinin boşaltılmasına dair protokol İstanbul komutanı S. Âdil
Paşa ile Müttefik Kuvvetlerin başkomutanları tarafından imzalandı. Komutanlar ertesi gün
Dolmabahçe Sarayı önünde Türk bayrağını selamladıktan sonra Âdil Paşa’ya veda etmişlerdi.
6 Ekim 1923 tarihinde Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk askerleri İstanbul halkının
büyük sevgi gösterileri arasında İstanbul’a girdiler. Böylelikle 13 Kasım 1918’de fiilen ve 16
Mart 1920’de resmen başlayan işgal her manada sona ermiş oluyordu. Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükûmeti de İstanbul halkının yaptığı kutlamalara katılmak üzere bir heyet göndermişti.
Ankara’nın Başkent Oluşu
Bundan sonra sıra yeni devletin merkezinin belirlenmesine gelmişti. Yeni devletin merkezi için
aslında Mustafa Kemal daha Eylül sonlarında gereken işareti vermişti. Gazeteci Hans Lazar’a
verdiği 23 Eylül 1923 tarihli demecinde Ankara’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti
olacağını kesin bir dille ifade etmişti. Mustafa Kemal’in bu direktifi İsmet Paşa tarafından
uygulamaya kondu. 9 Ekim 1923 tarihinde Malatya Mebusu İsmet Paşa ile 14 arkadaşının
imzaları ile hâldeki gelişmeler ile geleceğe yönelik düşüncelerin merkezin Ankara şehri olması
teklifi Meclise verildi. Hilafetin merkezî olması sebebiyle İstanbul’un da öneminin daima
korunacağını ifade eden teklifte devletin esaslı tarzda teşkiline başlamak lüzumuyla iç ve dış
tereddütleri ortadan kaldırma gerekliliği de zikredilmiştir. Lozan’da elde edilebilen şartların
ülke emniyeti açısından yeterli bulunamamasının da Ankara’nın jeopolitik konumunu
güçlendirdiğine işaret etmeliyiz.
Böyle bir teklif ile düşman işgalinden kurtulmuş dahi olsa İstanbul’un merkez olarak
kabul edilemeyeceği taralıı tarafsız herkese gösterilmişti. Merkezî ve yürütme organları ile her
şeyden önemlisi eskisinden tamamen farklı esaslara dayanan milli hâkimiyet anlayışı ile yeni
bir devlet, bütün kurumları ile şekilleniyordu. Nitekim 13 Ekim 1923’te Meclis’te görüşülerek
kabul edilen ve Anayasa’ya dâhil edilen madde ile “Türkiye Devleti’nin başşehri Ankara şehri”
olarak belirlenmişti.
CUMHURİYETİN İLANI
Yeni devletin her şeyi ile İstanbul’daki yönetimden farklı bir noktaya doğru gittiğini açıkça
gösteren bu gelişme Mecliste Hükûmete karşı muhalefeti hızla artırmaya başlamıştır. Bu
muhalefete karşılık Hükûmet Reisi ve İçişleri Bakanı Fethi Bey daha etkili olabilmek için
İçişleri Bakanlığı görevinden ayrılmıştır. Aynı sırada Ali Fuat Paşa da meclis ikinci reisliğinden
istifa etmiştir. Muhalifler, Fethi Bey’den boşalan İçişleri Bakanlığına Erzincan Mebusu Sabit
Bey’in, meclis ikinci başkanlığına Rauf Bey’in seçimini karar altına aldırmışlardı. Sabit Bey’in
ittihatçılığı ile meşhur olmasının Mustafa Kemal Paşa’yı rahatsız ettiği ifade olunmaktadır.
9
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
10
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
29 Ekim günü Meclis yine eski hükûmetin yerine daha kuvvetli bir hükûmet kurmaya
çaba harcamıştır. Ancak bütün girişimlerin sonuçsuz kalması üzerine Çankaya’da alınan karar
gereği Meclis Başkanı’nın bu konuda kendilerini aydınlatmak ve yol göstermek üzere
çağırılması teklifi yapılmıştır. Davet üzerine Meclise gelen Mustafa Kemal Paşa, Anayasa’nın
bazı maddelerinin açıklama ve düzeltilmesi için hazırladığı metnini vermiş ve Anayasa
Komisyonunda müzakere edilmesini istemiştir. Burada Anayasa değişiklikleri yerine
düzeltmeleri tabirinin kullanılması olaya nasıl bakıldığını göstermesi bakımından dikkat
çekicidir. Kanun değişikliklerinin tamamı hakkında konuşulmaya başlandığında söz alan
Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey Mustafa Kemal’den gelen teklifleri küçük
düzenlemelerle Meclise arz ettiklerini belirterek şeklî değişiklik isteklerinin zaten var olan
durumun ilanı olacağına dikkat çekmiştir. Yunus Nadi Bey, en çok tepki çeken maddenin;
“Türkiye cumhurbaşkanı Devlet’in de başkanıdır. Bu sıfatla lüzum gördükçe Meclise ve
Bakanlar Kuruluna başkanlık eder” şeklinin aslında tadil dahi olmadığını, zira asılda da bu
yetkinin Meclis Başkanı’na verilmiş olduğunu belirtmiştir.
Bu düzenlemede etkili olan gerekçenin “millî meselelerin daha kolay ve hızlı bir şekilde
hâlli” olduğuna işaret eden Yunus Nadi Bey, Meclis tatilde iken memleket meselelerinin
sahipsiz kalmaması gerektiğini ve bunun bir zaruret olduğunu Meclis üyelerine anlatmıştır.
Daha sonra söz alan Vasıf Bey (Saruhan/Manisa) milletvekili), Cumhuriyet idaresini kabul
etmenin aslında Meclisin açıldığı günden itibaren zaten var olan bir durumu yasallaştırmaktan
başka bir şey yapmadığını belirtmiştir.
Bu konuşmalardan sonra müzakere kâfi görülerek oylamaya geçilmiş, Cumhuriyet’i ilan
eden madde alkışlar arasında aynen kabul edilmiştir. İkinci maddenin oylanmasından önce söz
alan Urfa milletvekili Şeyh Saffet Efendi, devletin dili ve dinine yönelik maddenin Anayasa’nın
ilk oluşturulduğu sıradaki şartların gereği unutulduğu için ilave edildiğini, Cumhuriyet’in ilanı
ile “Hülefâ-i Raşidin dönemine dönüldüğünü” ifade etmiştir. Bu sırada Yunus Nadi Bey
komisyonu adına, dinlerin serbestîsi ve kanun dairesinde korunacağına dair hükümlerin bundan
sonra da devam edecek düzenlemelerde yer alacağını bildirerek doğması muhtemel şüphelerin
önüne geçmiştir. Cumhurbaşkanı’nın süresinin bir seçim devresi yerine üç seçim dönemi için
seçilmesi gerektiği tartışılmıştır. Daha sonra bütün siyasi partilerin değiştirilmesini isteyeceği
bir husus olan Cumhurbaşkanı’nın iktidar partisine bağlı değil bilakis “bütün milletin malı
olması” gerektiği savunulmuştur. Bu sözlerden sonra madde aynen kabul edilmiştir. Son olarak
on ikinci madde ile Cumhurbaşkanı’nın yetkilerine dair olan husus aynen kabul edilerek
kanunlaşmıştır.
Böylece Cumhuriyet’in ilanı gerçekleştirildikten sonra hemen Cumhurbaşkanı seçimi
yapılması teklif edilmiş ve bu oturumda “158 azanın oy birliğiyle” Ankara Mebusu Gazi
Mustafa Kemal Paşa’yı Cumhurbaşkanlığına seçtikleri ilan olunmuştur. Başbakanlığa getirilen
İsmet Paşa hükûmeti güvenoyu almış, aynı gün Fethi Bey Meclis Başkanlığına seçilmiştir.
Yukarıda kısaca izah edilen gelişmelerin seyrinden de anlaşılacağı üzere Cumhuriyet’in
ilanını sağlayan Anayasa düzenlemeleri kendine has şartlar ve mülahazalar ile
gerçekleştirilmiştir. Muhaliflerin kendilerini en kuvvetli hissettikleri sırada hazırlıksızlıklarını
ve fikrî uyumlarının tam olmadığını fark eden Mustafa Kemal Paşa harekete geçmiştir.
11
Türk Hava Kurumu Üniversitesi
ATA 103, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi I (2020-21 Güz Dönemi)
8. ÜNİTE DERS NOTLARI
verilen cevapta amacın cumhuriyet değil, padişahın yetkilerini kısıtlayarak milletin haklarının
sağlama alınması olduğu belirtilmişti. Hâlbuki hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız millete
verildiğinin belirtilmesi o günlerin anlayışı ile zaten cumhuriyet demekti. Meclisin en yaşlı ve
hatırı sayılır üyelerinden Abdurrahman Şeref Efendi de cumhuriyetin ilanı günü bu maddeye
temasla gösterdiği manaya işaret etmişti.
Bununla birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın 24 Nisan konuşmasında Halife-Padişah’ın
konumunun mücadele başarıya ulaştıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
belirleneceğini ifade etmesi de aslında devlet şeklinin ve anlayışının ne yöne gitmekte olduğunu
hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde göstermekteydi. Hâkimiyet milletin temsilcilerinden
oluşan Büyük Millet Meclisinin elinde olacaktı. Bütün bu göstergeler müsait ilk fırsatta
cumhuriyet idaresinin ilan edileceğinin delili idi.
Bu sırada Meclisteki muhalefetin durumu Falih Rıfkı Atay’ın şu tarifine büyük ölçüde
uymaktadır; “1923 yılının o haftalarında Büyük Millet Meclisinde Cumhuriyetçilik akımı var
mıydı? Hayır. Mustafa Kemal ne yapsa ona itirazsız razı olacaklar dahi, içlerinden - keşke bunu
yapmasa...- diyorlardı. Mustafa Kemal o mecliste fikir tartışmaları ile tabii bir “ekseriyet” elde
edemezdi. İnce politika taktikleri ile bir teslimiyet havası yaratmalı idi”.
Burada üzerinde önemle durmamız gereken husus Mustafa Kemal’in durumudur.
Büyük ölçüde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kontrolünde geçen bir seçimle oluşturulan
ikinci Meclise birinci dönemden muhaliflikleri bilinen milletvekillerinden girebilenler yok
denecek kadar azdı. Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Grubu adına adayları tespit ve ilan
ederek dâhil oldukları seçimden başarılı çıktıklarını düşünmektedir. Mustafa Kemal Paşa seçim
sonuçlarını milletin kendisi tarafından ilan edilen esasları tamamen benimsediğinin göstergesi
olarak değerlendirmiştir.
Ancak gelişmeler yakın çevresi içinde dahi cumhuriyetin ilanı hususunda onunla aynı
fikirde olmayan milletvekillerinin olduğunu gösterecektir. Mücadeleye atıldığı ilk günden
itibaren Meclisi ön plâna çıkaran ve her hususta tam bir fikir birliği ile netice almaya çalışan
Mustafa Kemal Paşa’nın bu tavrı cumhuriyet konusunda o sırada taraflı tarafsız her
milletvekilini ikna etmenin mümkün olmamasını bilmekten kaynaklanıyor olmalıdır. Bütün
üyelerin tek tek ikna edilmesi gibi bir çaba elbette daha demokratik olurdu. Ancak demokrat
davranmak uğruna hedeften sapılması ve neticenin bilinmeyen bir geleceğe bırakılması pek
makul bir hareket tarzı olamazdı. Zira hedef, her şeyden önce memleketi düşman işgalinden
kurtarmak idi. Evet, askerî harekât bitmişti. Ancak bu başarı siyasi düzenlemeler ile
pekiştirilmediği takdirde milleti uçurumun kenarına getiren yönetim anlayışının yeniden hâkim
duruma gelmesi, mevcut ortamda çok kolaylıkla gerçekleştirilebilecek bir olaydı.
Önceki dönemlerde devleti kurtarmak ve düzeni ıslah etmek amacıyla yapılanların hep
kısır, yarım işler olduğunun bilinci ile Mustafa Kemal Paşa, bir daha aynı sıkıntıları yaşamamak
için gerekli gördüğü bütün köklü değişiklikleri birbiri ardına hayata geçirmiştir. Cumhuriyet’in
ilanı anlayış değişimi gibi son derece güç ve zahmetli bir sosyal inkılâbı gerçekleştirmenin ilk
adımını teşkil etmiştir.
13