Professional Documents
Culture Documents
ISBN: 978-605-9902-30-4
Orijinal adı: An Edible History of Humanity
Copyright © Tom Standage, 2009. Tüm yayın hakları Maya Kitap’a
aittir. Telif hakları sahibinin izni olmaksızın, hiçbir yolla çoğaltılamaz,
kopyalanamaz ve dağıtılamaz.
Çevirmen
Gencer Çakır
Yemekteki ve diğer her şeydeki partnerim Kirstin’e
İçindekiler
1. Bölüm
Uygarlığın Yenebilir Kaynakları
1 Tarımın İcadı 19
2 Modernitenin Kökleri 33
2. BÖLÜM
Besin ve Toplumsal Yapı
3. BÖLÜM
Küresel Besin Ticareti
4. BÖLÜM
Besin, Enerji ve Sanayileşme
6. BÖLÜM
Besin, Nüfus ve Kalkınma
11
Giriş
12
İnsanlığın Yeme Tarihi
13
Giriş
14
İnsanlığın Yeme Tarihi
15
1. Bölüm
Uygarlığın
Yenebilir Kaynakları
1
Tarımın İcadı
19
Tarımın İcadı
20
İnsanlığın Yeme Tarihi
21
Tarımın İcadı
22
İnsanlığın Yeme Tarihi
23
Tarımın İcadı
24
İnsanlığın Yeme Tarihi
Tahılın İcadı
25
Tarımın İcadı
26
İnsanlığın Yeme Tarihi
27
Tarımın İcadı
28
Tarımsal ürüne dönüştürülmüş mısır, buğday ve pirincin ilk ortaya çıktığı merkezler.
Tarımın İcadı
30
İnsanlığın Yeme Tarihi
co Capac ile kızı Mama Ocllo’yu gönderdi. İnti, oğlu Manco Capac’a
altından bir değnek verdi. Bununla toprağın bereketine ve mısır ye-
tiştirmeye uygun olup olmadığına bakmasını istedi. Uygun bir yer
bulunduğunda bir devlet kurulacak ve güneş tanrısına nasıl ibadet
etmeleri gerektiğine dair Manco Capac ve Mama Ocllo kendi halk-
larını eğiteceklerdi. Evli çiftin yolculukları onları altından değnekle-
rinin toprağa gömüldüğü Cuzco Vadisi’ne götürdü. Manco Capac bu
insanlara çiftçiliği ve sulamayı öğretirken Mama Ocllo da onlara iplik
eğirmeyi ve örgü örmeyi öğretti. Böylece bu vadi İnka uygarlığının
merkezi oldu. Beslenmelerinde patates hayli önemli bir yer tutsa da
mısır, İnkalar tarafından kutsal bir ürün olarak kabul edilmiştir.
Pirinç de benzer şekilde yetiştirildiği ülkelerde sayısız efsaneye
konu olmuştur. Çin efsanelerinde pirinç, açlığın eşiğine gelip dayan-
mış insanlığı kurtaran bir şekilde resmedilmektedir. Anlatılan bir
hikâyeye göre Tanrıça Guan Yin, açlıkla boğuşan insanlara acımış
ve bunun önüne geçmek için göğüslerini sıkarak süt çıkarmak is-
temiştir. Akan süt pirinç taneleri yetişsin diye boş çeltik tarlalarına
dolmuş, Tanrıça da göğüslerini biraz daha sıkarak ortaya çıkan kan
ve süt karışımının bitkilerin içine dolmasını sağlamıştır. İşte bu, pi-
rincin niçin hem kırmızı, hem de beyaz türünün olduğunu açıkla-
mak için anlatılan bir hikâyedir. Bir başka Çin hikâyesi ise avlanmak
için neredeyse hiçbir hayvanın kalmadığı bir zamanda meydana ge-
len büyük bir sel baskınından bahseder. İnsanlar yiyecek ararken bir
ara sağa sola sallanan kuyruğunda uzun, sarı tohum demetleri ile
kendilerine doğru koşturan bir köpek görürler. Sonra bu tohumları
toprağa ekerler. Elde ettikleri pirinç ile açlıklarını ebediyete kadar
defederler. Endonezya’da ve Hindiçin adaları boyunca uzanan coğ-
rafyada anlatılan farklı efsanelerde ise pirinç zarif ve erdemli bir ba-
kire kız olarak resmedilir. Endonezyalı Pirinç Tanrıçası Sri, insanları
açlığa karşı koruyan yeryüzü tanrıçasıdır. Hikâyelerden biri, şehvet
düşkünü Tanrı Kral Batara Guru’dan korumak için Sri’nin diğer tan-
rılarca nasıl öldürüldüğünden bahseder. Bedeni toprağa gömüldü-
ğünde pirinç, tanrıçanın gözlerinde filizlenir ve göğsünde mumsu
pirinç yeşerip büyümeye başlar. Büyük vicdan azabı yaşayan Batara
Guru ekip biçmeleri için bu ürünleri insanlığa bahşeder.
31
Tarımın İcadı
32
2
Modernitenin Kökleri
33
Modernitenin Kökleri
34
İnsanlığın Yeme Tarihi
35
Modernitenin Kökleri
Tarımın Kökenleri
36
İnsanlığın Yeme Tarihi
37
Modernitenin Kökleri
38
İnsanlığın Yeme Tarihi
39
Modernitenin Kökleri
40
İnsanlığın Yeme Tarihi
Çiftçiler mi Yayıldı,
Yoksa Tarımsal Faaliyet mi?
41
Modernitenin Kökleri
42
İnsanlığın Yeme Tarihi
şarıdan gelen bir dil ailesi olan ön Hint-Avrupa dil ailesi kaynaklı
Avrupa dillerine hiç benzemez; bu dil daha çok Taş Devri kökenli bir
dildir. (Bask dilinde aletler için kullanılan kimi kelimeler “aitz” ile
başlamaktadır ki bu “taş” kelimesi ile aynı anlama gelir. Bu bize keli-
melerin taş aletlerin kullanıldığı bir zamandan gelmiş olabileceğini
göstermektedir.) İkincisi, Bask halkında diğer Avrupalılarda olma-
yan belirgin genetik özellikler vardır.
Yapılan yeni bir çalışmada, Basklardan ve Anadolululardan ge-
netik örnekler alınmış, ardından da bunlar Avrupa’nın farklı yerle-
rinde yaşayan insanlardan alınan örnekler ile karşılaştırılmıştır. Araş-
tırmacılar Basklar ve Anadoluluların genetik katkılarının Avrupa’da
önemli ölçüde değişkenlik gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. Örneğin,
Balkanlara Anadoluluların katkısı yüzde 79, Kuzey İtalya’ya yüzde
45, Güney İtalya’ya yüzde 63, Güney İspanya’ya yüzde 35, İngiltere’ye
ise bu katkı yüzde 21’dir. Özetle, çiftçilerin katkısı doğuda en yük-
sek batıda ise en düşük seviyededir. İşte bu, bulmacanın çözümüdür.
Yani tarım, birbiriyle iç içe geçmiş bir sürecin sonucunda yayılmıştır.
Göçmen bir çiftçi topluluğu, doğudan Avrupa’ya yayılmış ve fark-
lı ırklara mensup insanlarla evlenilmesi sonucunda da etkinlikleri
zamanla azalmıştır. Sonuç olarak nüfus, her iki gruptaki insanların
birbiriyle iç içe geçmesinden oluşmuş ve bugünlere kadar da gelmiş-
tir. Muhtemelen dünyanın geri kalan diğer yerlerinde de benzer bir
süreç yaşanmıştır.
Tarımla uğraşan toplulukların nüfuslarının artmasına da yol
açan tarımsal faaliyetin, giderek kendi alanından çıkıp dışa doğru
yayılmaya başlaması, birkaç bin yıl içerisinde çiftçilerin avcı-toplayı-
cıları sayıca geride bırakmalarıyla sonuçlanmıştır. M.Ö. 2000’li yılla-
ra gelindiğinde insan nüfusunun büyük bir bölümü tarıma geçmişti.
Bu öylesine radikal bir değişimdir ki, insan dilinin ve genlerinin yer-
yüzüne dağılımı, üzerinden binlerce yıl geçmiş olsa da bugün bile ta-
rımın gelişimini yansıtmaya devam etmektedir. Tarımsal birer ürüne
dönüştürülme süreci boyunca bitkiler nasıl insanlarca genetik olarak
yeniden şekillendirildiyse; tarıma geçmeyle birlikte bu sefer insanlar
bitkilerce genetik olarak yeniden şekillendirilmeye başlanmıştır.
43
Modernitenin Kökleri
44
İnsanlığın Yeme Tarihi
45
Modernitenin Kökleri
46
2. BÖLÜM
49
Besin, Zenginlik ve Güç
50
İnsanlığın Yeme Tarihi
terk edilmesi, daha önce kişilerin mal biriktirip saygınlık elde etme-
de (her ikisi de avcı-toplayıcıların onaylamadığı şeylerdi) önlerin-
deki engellerin artık kalkması anlamına geliyordu. Yine de gelişmiş
toplumların ortaya çıkması belli bir zaman aldı. Mezopotamya’da
basit köy topluluklarından gelişmiş şehirlere olan geçiş yaklaşık beş
bin yıl sürdü. Benzer şekilde bu geçiş Çin’de ve Amerika kıtasında
binlerce yılı buldu.
Besinin kontrolü güç demekti, çünkü insanların ve hayvanların
beslenmesini mümkün kıldığı ölçüde besin diğer her şeyin sürek-
liliğini sağladı. Çiftçilerin ürettiği artı ürüne el koymak, toplumun
yönetici seçkinlerine kendi kâtiplerini, askerlerini ve zanaatkârlarını
beslemede gerekli imkânı yaratmıştı. Toprağın ekilip biçilmesi işiyle
uğraşan çiftçiler herkese yeten besin üretimini gerçekleştirmekteydi;
bu da ister istemez beraberinde nüfusun belirli bir bölümünün in-
şaat işleri gibi hizmetlere kaymasını sağladı. Sonuç olarak elde biri-
ken artı ürün yepyeni şeyler oluşturmada, bu artı ürünü elinde tutan
kişiye bir güç verdi. Bununla savaşlar finanse edildi; tapınaklar ve
piramitler inşa edildi; özel heykeltıraşlar, dokumacılar ve metal işçi-
lerince üretilen görkemli sanat eserlerinin üretimine destek olundu.
Besinin insanlara sağladığı bu gücün kökenlerine inmek için işe avcı
toplayıcı toplulukların yapısını incelemekle başlamak ve insanların
eskiden, besin ve güç birikimini niçin bu derece tehlikeli ve istikrar-
sızlaştırıcı bir şey olarak kabul ettikleri –ve bunun niçin değiştiği–
sorusunu sormak burada anlam kazanmaktadır.
Antik Eşitlikçiler
51
Besin, Zenginlik ve Güç
52
İnsanlığın Yeme Tarihi
53
Besin, Zenginlik ve Güç
54
İnsanlığın Yeme Tarihi
Antropolog Lee, bu ziyafet için büyük ve etli butlu bir öküz satın al-
dığında Buşmanlar, çok yaşlı, çok zayıf ve belki de yemesi çok güç
olan bir hayvanı seçmiş olmasından dolayı kendisiyle dalga geçmeye
başlarlar. Lee, bu tavır karşısında hayretini gizleyemez. Neyse ki zi-
yafette öküz etinin lezzetli ve yumuşak olduğu ortaya çıkar… Peki,
Buşmanlar niçin Antropolog Lee’ye karşı böyle davranmıştı? “!Kung
Buşmanlar son derece eşitlikçi insanlar olduğu gibi, grup üyeleri ara-
sında kibir, cimrilik ve ilgisizlik tarzı şeylere karşı da hoşgörülü de-
ğillerdir,” sonucuna varmaktadır Lee. “Kendi grup üyeleri arasında
böylesi davranışların bir işaretini gördüklerinde, insanlara yaptıkları
bu davranışın yanlış olduğunu gösterip, onları hizaya çekmek için ‘te-
vazu dayatıcı’ araçlarını devreye sokarlar.” Diğer avcı-toplayıcılar gibi
Buşmanlar da hediye savurganlığını, grubun diğer üyeleri üzerindeki
kontrolü sağlamak, politik destek edinmek ya da kişinin statüsünü
yükseltmeye yönelik bir girişim olarak değerlendirmektedir. Bu tarz
girişimler, onların kültürlerine ters düşer. Buşmanlardaki bu sıkı eşit-
likçilik, toplumsal uyum ve herkese güvenilir besin miktarı sağlamak
için geliştirilmiş bir “toplumsal teknoloji” şeklinde değerlendirilebilir.
Besin bir başka açıdan da avcı-toplayıcı topluluğun yapısını be-
lirlemektedir. Örneğin, bir avcı-toplayıcı grubun büyüklüğü, kampın
çevresinde bulunan besin kaynaklarının elde edilebilirliğine bağlı-
dır. Üye sayısının fazla olduğu çok büyük bir avcı-toplayıcı grubu,
bulunduğu çevredeki besin kaynaklarını hızla tüketecektir. Bu da
grubun bir başka yere göç etmesini zorunlu kılacak bir gelişmedir.
Aslında avcı-toplayıcı grubun daha büyük bir toprak parçasına ihti-
yaç duyması anlamına gelir. Sonuç olarak, grubun kişi sayısı, besin
kaynaklarının kıt olduğu yerlerde altı ila on iki kişi arasında deği-
şirken; besin kaynaklarının bol olduğu yerlerde bu sayı yirmi beş ila
elli arasında değişmektedir. Bir ya da daha fazla geniş aileden oluşan
gruplarda, grup içi yapılan evliliklerden dolayı üyelerin hemen hep-
si birbiriyle akraba sayılır. Avcı-toplayıcı grupların genellikle şefleri
olmaz; ama avcılık ve toplayıcılıkta erkek ve kadınların geleneksel
olarak yaptıkları işler dışında gruptaki bazı kişilerin belirli roller
üstlenmeleri söz konusu olur. Bu roller sırasıyla hastaları iyileştir-
me, silah yapma ya da diğer avcı-toplayıcı grupları ile haberleşme ve
55
Besin, Zenginlik ve Güç
56
İnsanlığın Yeme Tarihi
57
Besin, Zenginlik ve Güç
58
İnsanlığın Yeme Tarihi
daha fazla besin elde edip bunun bir kısmını kendi ailesi arasında
bölüştürüp, bir kısmını da diğer insanlar için elden çıkararak ken-
disine daha büyük bir borçlu kitlesi yaratmış olur. Dünyanın bazı
yerlerinde büyük adam kültürleri hâlâ var olduğundan bugün dahi
bu süreç gözlemlenebilmektedir.
Örneğin, Melanezya’da büyük adam, borç vermek için kulla-
nacağı kaynakları artırmak amacıyla çokeşli bir yaşam sürdürmek
durumundadır. Eşlerden biri bahçeyle uğraşıp sebze-meyve ye-
tiştirir, diğeri ormandan odun toplar, bir başkası da balık tutar.
Bu kaynaklar özenle bir araya getirildikten sonra insanlara borç
olarak verilir. Böylece insanlar borçlarına karşılık ileride büyük
adama daha fazla ödeme yaparlar. Sonra büyük adam tekrar hibe
dağıtımına girişir ve bu şekilde kendisine daha büyük bir borç-
lu kitlesi yaratmış olur. Bu durum besin üretiminin daha yoğun
bir şekilde yapılmasına yol açar. Süreç içerisinde büyük adamın
kendi “namını oluşturma” amacıyla düzenlediği büyük şölenlerde
bu ilişki doruk noktasına ulaşır. Büyük adam diğer köylerdeki in-
sanları da bu şölene davet eder. Bu şekilde onları kendine borçlu
hale getirerek etki alanına dahil etmiş olur. Bu yolla büyük adam
toplumun itibar sahibi, sözü geçen güçlü bir kişisi haline gelir. En
büyük şölenleri verme ve kendisine daha büyük bir borçlu kitlesi
yaratma amacıyla büyük adamlar arasında kızışan rekabet bu sü-
reci daha da hızlandırır.
Peki bu, büyük adamların zengin ve tembel oldukları anlamına
mı gelmelidir? Kesinlikle hayır. Büyük adam için zenginlik, hiçbir
şey yapmadan üzerine yatılacak bir şey değildir. Tersine, zenginlik
elden çıkarılıp birine borç olarak verildiği zaman kullanışlı olan şey-
dir. Bazı durumlarda büyük adamlar kendisine bağlı kişilerden daha
fakir bir duruma da düşebilirler. Örneğin, Kuzey Alaska’daki Eski-
mo gruplarında, balina avcılığı yapan kaptanlar, denizden uzakta,
iç kısımlarda yaşayan karibu avcılarıyla ticari ilişkileri yürütmekle
yükümlü olduklarından kendi gruplarındaki kıymetli malların da-
ğıtımı ve dolaşımının kontrolüyle ilgilenmek zorundadırlar. Ancak
aldıkları her şeyi elden çıkarmak zorunda olduklarından ve yardım
için gelen ricayı da geri çeviremeyeceklerinden genellikle kendileri-
59
Besin, Zenginlik ve Güç
60
İnsanlığın Yeme Tarihi
Şeflikten Uygarlıklara
61
Besin, Zenginlik ve Güç
62
İnsanlığın Yeme Tarihi
63
Besin, Zenginlik ve Güç
en güçlü köy yönetici sınıf olarak ortaya çıkmaya başlar; zayıf olan
köylerse ürettikleri artı ürünü elden çıkarmaya zorlanır. Bu duru-
mun sonucunda kurulmaya başlanan sistemde fakirler, zenginlerin
karnını doyurmak için çalışır. Bu teorinin iddia ettikleri akla yat-
kın geliyor; ne var ki tabakalı toplumların ilk ortaya çıktığı yerlerin
hiçbirisinde insanların tarımsal üretkenliğin sınırlarına gelip dayan-
dıklarına dair bir kanıt yoktur. Ama kuraklık ya da kötü bir hasat
zamanında, besin depolarının dolu olduğu köylerin besin kıtlığının
yaşandığı komşu köylerden gelen saldırılara maruz kalabileceğini
hayal etmek çok zor olmasa gerek.
Tüm bu teorileri kapsayan daha genel bir görüş ise gelişmiş top-
lumların (Yani güçlü bir şeflik ile belirgin bir toplumsal hiyerarşinin
olduğu toplumlar) daha üretken, daha dirençli, zorluklar karşısında
hayatta kalmada daha esnek ve kendilerini savunmada daha kararlı
olacakları görüşüdür. Bu yüzden, güçlü şeflerin ortaya çıktığı köyler,
etraftaki daha az örgütlü köylere üstün gelebileceğinden, yaşamak
için (En azından şefin otoritesi altında bulunmayı sorun etmeyecek
kişiler için) daha çekici yerler haline gelir. Güçlü şeflerin ortaya çıkı-
şının genelde zora dayalı olduğu düşünülür; halbuki insanlar başlan-
gıçta ürettikleri artı ürünün bir kısmını ya da tamamını toplumun
şefine kendi rızaları ile veriyordu. Çünkü karşılığında sorunsuz iş-
leyen sulama sistemleri, daha iyi bir güvenlik, toprağın bereketini
sürdürmeye yönelik düzenlenen dini ritüeller, çıkan çatışmalarda
arabuluculuk üstlenilmesi gibi hizmetlerden faydalanmayı bekliyor-
lardı. Bunun için de şefe sunulan artı ürün verilmeye değer bir ödül
olarak görülüyordu. Öncelikle, toprağa yerleşip evde, tarlada ve su-
lama sistemlerinde işçi çalıştırmaya başlandığı zaman kişinin artık
bulunduğu yerden ayrılması için bir gerekçesi yoktur; isterse toplu-
luğun şefi çıkıp “küçük dağları ben yarattım” desin ya da kendisinin
tanrıdan geldiğini iddia etsin, bu gerçeklik değişmez.
Peki, ne olduğunu nasıl anlatabiliriz? Arkeolojik bulgulara
göre toplumsal tabakalaşma süreci dünya üzerinde hemen hemen
aynı şekilde yaşanmış; dünyanın farklı yerlerinde (Ancak farklı
zamanlarda) büyük ölçüde Bronz Çağı uygarlıklarına benzer uy-
garlıkların ortaya çıkmasıyla bu süreç doruk noktasına ulaşmıştır.
64
İnsanlığın Yeme Tarihi
65
Besin, Zenginlik ve Güç
66
İnsanlığın Yeme Tarihi
67
Besin, Zenginlik ve Güç
68
4
Besinin İzinde
Mayıs ayında bir sabah vakti, güneşin doğuşundan hemen önce, üzer-
lerinde abartılı kıyafetler olan ve sayıları altı yüzü aşkın İnka genci
kutsal bir alanda birbirine paralel iki sıra şeklinde dizilmişlerdi. Et-
raflarında mısır sapları vardı. Güneşin ilk parıltısıyla beraber gençler
şarkı söylemeye başladılar. İlk başlarda şarkıyı usulca söylüyorlardı.
Güneşin gökyüzünde yükselmesiyle birlikte grup birbirine daha da
yakınlaşmaya başladı. Söyledikleri şarkı, onların haylli dedikleri as-
keri bir marştı. Sabah saatleri boyunca marş belli bir tonda söylendi;
öğle vaktine gelindiğinde marşın tonu en yüksek noktasına çıkmıştı.
Öğleden sonra ise marşın tonu gitgide yavaşladı ve gün batımında
marş sona erdi. Günün alacakaranlık vaktinde, hepsi İnka soylunun
evlatları olarak yetiştirilmiş gençler, hasadı kaldırma işine giriştiler.
İnkaların her sene geleneksel olarak devam eden mısırla ilgili bu mi-
zansenleri, toplumdaki yönetici seçkinlerin ayrıcalıklı konumlarını
pekiştirip, bunu gözler önüne seren âdetlerinden sadece biridir.
Bir diğer örnek ise her yılın Ağustos ayında düzenlenen mısır
ekimi törenidir. İnkaların başkenti Cuzco’nun merkezinden görü-
lebilen Picchu Tepesi üzerindeki iki büyük sütun arasında güneşin
batışı gerçekleştiğinde kral, büyüme mevsimini başlatır. Kral, yalnız-
* Yaratıcının çöldeki yolculukları sırasında İsraillilere bahşettiği besin
maddesi. (e.n.)
69
Besinin İzinde
70
İnsanlığın Yeme Tarihi
71
Besinin İzinde
72
İnsanlığın Yeme Tarihi
73
Besinin İzinde
74
İnsanlığın Yeme Tarihi
Tanrıları Beslemek
75
Besinin İzinde
76
İnsanlığın Yeme Tarihi
sır kana dönüşür, kan da daha sonra mısıra dönüşür. Kendini feda
eden kurbanlar “tanrıların ekmekleri” olarak adlandırılırlar. İnkalar
da tanrıları beslemede kurban ibadetinin gerekli olduğunu düşün-
mekteydi. Bu amaç için İnkalar tanrılarına lamalar, gine domuzları,
kuşlar, pişirilmiş sebzeler, mayalı içecekler, kakao, altın, gümüş ve
dokunması sırasında harcanan enerjinin açığa çıkması için yakılan
ince dokunmuş kumaşlar bahşederlerdi. Mısırdan yapılan yiyecek ve
alkollü içeceklerin tanrıların özellikle kabul ettikleri şeyler olduğuna
dair İnkalarda bir inanış vardır. Ama tüm bu şeyler arasında insanın
kendini kurban etmesi her şeyin üzerinde kabul ediliyordu. Yeni bir
bölgeyi kendi buyrukları altına aldıktan sonra İnkalar bölgenin en
güzel insanlarını tanrıları için kurban ederlerdi.
Mısır tapınaklarında hayvanlar öldürüldükten sonra etleri tan-
rıların tasvirlerine takdim edilirdi. Mısır’da tanrıların, adaklardaki
yaşam gücünü ele geçirmek için günde üç kere tasvirlerin içine yer-
leştiklerine dair bir inanış vardır. Bu şekilde tanrılar evrenin düzenli
işlemesi için sarf ettikleri enerjiyi yenilemiş olurlar. Tanrılara dönüş-
müş ölülerin yaşam gücünün devamlılığını sağlamak için besinler de
adak olarak kullanılmaktaydı. Adaklar genellikle ölmüş firavunlara
sunulur; mezarları da kavanozlarca besinle doldurulurdu. Bu şekilde
firavunun öbür dünyada bedenini koruması, canlı tutması amaçla-
nırdı. Benzer şekilde Çin’deki Shang Hanedanı’nda gerek tanrılara
gerekse de hanedan soyundan gelen kişilere tahıl, darı birası, köpek,
domuz, koyun ve sığır gibi hayvanlar ve çoğu savaş esiri olan insan-
lar bahşedilirdi. Tanrıların kurban edilmiş insanların kanını içtikleri
inancı hâkimdi. Ama en özenli adaklar Shang krallarının atalarına
bahşedilirdi. Shang kralları, eğer ataları yeterince doyurulmazsa
kendilerinin açlık, askeri yenilgiler ve salgın hastalıklarla cezalandı-
rılacaklarına inanırlardı.
Mezopotamyalılara göre insanların, tapınaklarında günde iki
öğün yemek olacak şekilde tanrılarına besin ve mesken sağlama va-
zifesi bulunmaktaydı. Tanrılar insanlardan elde ettikleri bu besin-
lere muhtaçtı: Mezopotamya’daki bir tufan hikâyesine göre tanrılar
insanlığı yerle yeksan etmişler; ama sonra açlıkla yüz yüze gelince
yaptıkları bu işten pişmanlık duymuşlardı. Ancak Enki isimli tan-
77
Besinin İzinde
78
İnsanlığın Yeme Tarihi
79
Besinin İzinde
80
İnsanlığın Yeme Tarihi
81
3. BÖLÜM
85
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
86
İnsanlığın Yeme Tarihi
87
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
88
İnsanlığın Yeme Tarihi
89
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
90
İnsanlığın Yeme Tarihi
91
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
92
İnsanlığın Yeme Tarihi
93
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
Biberin yanında ticarete konu olan bir diğer bitki ise Hint defneyapra-
ğı idi. Bu bitki oldukça pahalı bir bitkiydi; öyle ki, defneyapraklarının
sadece 450 gramlık bir miktarı Roma’da yetmiş beş altına ya da bugü-
nün tipik bir aylık maaşının altı katına eşdeğerdi. Tüm bu limanlarda
Romalı tüccarlar Akdeniz’den getirdikleri şarap, bakır, kalay, kurşun,
cam ve kırmızı mercan satmışlardır. Bu mallar Hindistan’da belli bir
cazibeye sahip olsa da Romalı tüccarların çoğu baharatlara karşılık
olarak altın ve gümüşle ödeme yapmak durumunda kalıyorlardı;
çünkü Akdeniz’den getirdikleri ürünler Hintli tüccarların pek ilgisini
çekmiyordu. M.S. 1. yüzyılda yaşamış Tamil şairleri, büyük gemileri
ve “asla azalmayan” zenginlikleri ile “yavanalar”dan bahsederler. Ya-
vana, batıdan gelen insanlar için kullanılan genel bir terimdir. Bu an-
latılarda esasında baharat karşılığında el değiştiren devasa bir altın ve
gümüş miktarından bahsedilmektedir.
El kitabı, Hindistan’ın doğu kıyı şeridindeki limanlar ile doğu ve
batı sahilleri arasında ticaret yapan küçük gemilerden de bahseder.
Ayrıca Hindistan’la Güneydoğu Asya arasındaki Bengal Körfezi’ne gi-
dip gelen hayli büyük gemilere de kitapta yer verilmiştir. Bu devasa
gemiler, büyük ihtimalle Malezyalı ya da Endonezyalı gemilerdi. Ro-
malı gemilerle kıyaslandığında bu gemilerin boyutu gerçekten de çok
büyüktür. Gemiler Çin’den ipek ve Endonezya’nın baharat adaları Mo-
lük Adaları’ndan muskat ve karanfil benzeri mallar taşımış olmalılar.
Tam da bu aşamadan sonra el kitabı hayli anlaşılmaz bir hal
almaya başlar. Ama her şeye rağmen kitap bize, Avrupa açısından,
binlerce yıl önce ilk bağlantılarının kurulmuş olduğu geniş bir kü-
resel ticaret ağına dair bir fikir vermektedir. M.Ö. üçüncü bin yıl-
da Mezopotamya’da, Hindistan’ın güneyinden gelen kakule bulun-
maktaydı. Benzer şekilde M.Ö. ikinci bin yılda Mısır gemileri, Punt
diyarından (buranın Etiyopya olması muhtemeldir) tütsü ve diğer
aromatik bitkileri getirmekteydi. Firavun II. Ramses de M.Ö. 1224’te
öldüğünde, Hindistan’dan gelen karabiber taneleri ile beraber gö-
mülmüştü. Karabiber taneleri firavunun burun deliklerine yerleşti-
rilmişti. M.Ö. 500 ile M.S. 200 arasında yükseliş kaydeden baharat ti-
careti, bütün bir Eski Dünya’yı kuşattı. Bu, Hindistan’dan Britanya’ya
tarçın ve biber; Arabistan’dan Çin’e tütsü taşınarak yapılmıştı. Ne
94
İnsanlığın Yeme Tarihi
95
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
96
M.S. 1. yüzyılda Eski Dünya üzerindeki ticaret yolları. Bu ticaret yolları, Akdeniz bölgesini doğudaki Çin ve Molük
Adaları’na bağlayarak, bu uzak diyarlar arasında bir köprü kurmuştur.
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
98
İnsanlığın Yeme Tarihi
99
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
100
İnsanlığın Yeme Tarihi
101
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
102
İnsanlığın Yeme Tarihi
İslam’a geçmiş olsalar da, İslam’ın hızlı bir şekilde yayılması, tüc-
carların ya da onların soyundan gelenlerin kısa bir süre içerisinde
yeni dini içtenlikle kabul etmiş olduklarını göstermektedir. Netice
itibariyle ticaret İslam’ı yaymış ve bunun karşılığında İslam da tica-
reti ilerletmiştir. Belirtmeden geçmeyelim, 20. yüzyılın bitiminde, en
büyük Müslüman nüfusa sahip iki ülke Endonezya ve Çin’di. Her iki
ülke de İslam’ın askeri etki alanının çok ötesinde kalan ülkelerdi.
İki tarihi kişilik bize İslam’ın etkisini ve birleştirici gücünü res-
metmede önemli detaylar sunar. Bunlardan biri Tancalı Müslüman
ve Arapların Marco Polo’su olarak bilinen İbn Battûta’dır. Battûta,
1325 yılında yirmi bir yaşındayken hacca gitmek için Mekke’ye doğ-
ru yola çıkar. Bir yıl süren yolculuğu esnasında Kahire’ye, Şam’a ve
Medine’ye uğrar. Ancak ülkesine hemen geri dönmek yerine birkaç
yere daha gitmeye karar verir. Battûta, yirmi dokuz yıl sürecek bu
uzun seyahatinde dünyanın hemen her yerini dolaşmış ve toplam-
da 73.000 millik bir yol kat etmiştir. Seyahati boyunca İran, Irak ve
Afrika’nın doğu sahili ile birlikte Türkiye’yi ve Orta Asya’yı gezmiş;
Hint Okyanusu’ndan Çin’in güneyine kadar uzanan uzun bir seyahat
gerçekleştirmiştir. Ardından Kuzey Afrika’ya geri dönmüş, buradan
da İspanya’nın güneyine ve Orta Afrika’daki Mali Krallığı’na geçmiş-
tir. Nereden bakılırsa bakılsın bu, Battûta için olağanüstü bir dene-
yimdi. Ancak gezgin bu seyahatinin büyük çoğunluğunu Müslüman
dünyasının sınırları içerisinde kalan yerlerde, Müslümanların dediği
şekliyle Dârü’l İslâm’da, gerçekleştirmiştir. Seyahati boyunca Battûta,
Delhi ve Maldiv Adaları’nda kadı olarak çalışmış; Hindistan sultanı
tarafından Çin’e büyükelçi olarak gönderilmiştir. 1346’da Sumatra’yı
ziyaret ettiğinde, buradaki sultanın hukuk âlimlerinin, kendi Hanefi
inancının üyeleri olduğunu fark edecektir.
İkinci tarihi kişilik ise Çin’in devasa donanmasının amirali olan
Zheng He’dir. 1405 ile 1433 yılları arasında Zheng He, her biri yak-
laşık iki yıl süren ve Hint Okyanusu’nun içlerine kadar uzanan top-
lam yedi deniz seferine kaptanlık yapmıştır. 27.000 denizci ve 300
gemiden oluşan filosu o zamana kadar dünyanın en büyük filosudur.
Yaklaşık beş yüz yıl boyunca da boyutları itibariyle kendisine rakip
bir filo çıkmamıştır. Zheng He’nin yaptığı şeyler, daha çok Çin’in
zenginliğini, gücünü ve bilgisini dünyaya kanıtlamak; ülkeler ara-
103
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
1345 yılında Altın Orda Devleti’nin hakanı Jani Beg, Kırım Yarı-
madası’ndaki Feodosya Limanı’nı kuşatır. Ancak Cenevizli tüccar-
lar bu liman şehrini 1266 yılında Altın Orda Devleti’nden (yani
çöken Moğol İmparatorluğu’nun uzak batı kolu olan devletten)
satın almışlardı, ayrıca burası onların Karadeniz’deki ana ticaret
104
İnsanlığın Yeme Tarihi
105
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
106
İnsanlığın Yeme Tarihi
107
Yeryüzündeki Cennetin Parçalanması
108
İnsanlığın Yeme Tarihi
109
6
İmparatorluğun Tohumları
111
İmparatorluğun Tohumları
112
İnsanlığın Yeme Tarihi
113
İmparatorluğun Tohumları
114
İnsanlığın Yeme Tarihi
115
İmparatorluğun Tohumları
116
İnsanlığın Yeme Tarihi
117
İmparatorluğun Tohumları
getirilen sıradan bir biberin yirmi küçük tanesine kıyasla daha acı
ve daha keskin bir tada sahipti. Bir diğer yönden kırmızıbiber kendi
anavatanı dışındaki yerlerde kolayca büyüyebildiği için diğer baha-
ratlara kıyasla çok daha hızlı bir şekilde dünyaya yayılmış ve birkaç
onyıl içerisinde Asya mutfağına yerleşip burayla özdeşleyen bir ba-
harat haline gelmiştir.
Kırmızıbiberin mutfakta hayli işe yarar bir kullanımı olsa da
Kolomb’un istediği şey tam olarak bu değildi. Bitkinin bir yerden
başka bir yere taşınıp ekilmesinin kolaylığı, aslında, geleneksel ba-
haratlara kıyasla bitkinin parasal bir değerinin olmadığı anlamına
gelmekteydi. Geleneksel baharatların üretimi coğrafi koşullarla sı-
nırlandırılmıştır. Ayrıca baharatların bir yerden başka bir yere ta-
şınması için uzun mesafe nakliyatına ihtiyaç duyulur; onları pahalı
yapan da bu özellikleridir. Gelgelelim Kolomb’un asıl istediği Eski
Dünya’nın baharatlarını bulmaktı. Üstelik bunu yalnızca baharat-
ların tadı ya da değeri için istemiyordu. Kolomb’un amacı, Asya’ya
ulaştığını herkese göstermekti. Bu durum bize, Kolomb’un uzun
yıllar boyunca inatla, “kırmızıbibere” [chile] niçin “biber” [pepper],
Bahama Adaları’nda bulduğu insanlara da niçin “Hindistanlılar”
dediğini, bu iddiasıyla insanların zihinlerini neden bulandırdığını
açıklamaktadır. Kolomb, gerek “biber” gerekse de “Hindistanlılar”a
aslında bulmak istediği şeyler bunlar olduğu için bu isimleri ver-
mişti. Baharatın kaynağını bulmak için Hint adalarına, yani hem
Marco Polo’nun hem de hikâyeleri Avrupalıları yüzyıllar boyunca
büyülemiş diğer yazarların eserlerinde tasvir edilen egzotik diyar-
lara ulaşmak gerekiyordu.
“Hıristiyanlar ve Baharatlar”
118
İnsanlığın Yeme Tarihi
119
İmparatorluğun Tohumları
120
İnsanlığın Yeme Tarihi
121
İmparatorluğun Tohumları
122
İnsanlığın Yeme Tarihi
123
İmparatorluğun Tohumları
124
İnsanlığın Yeme Tarihi
125
İmparatorluğun Tohumları
İmparatorluğun Tohumları
126
İnsanlığın Yeme Tarihi
127
İmparatorluğun Tohumları
görmüştü. “Bu baharatın çok küçük bir kısmı ile oldukça düşük bir
fiyatta dilediğimiz ölçüde kendimizi donatabiliriz,” diye yazmıştı.
Drake’nin deniz seferi, İngiliz denizcilerinin kendisinin peşi sıra
sefere çıkmasına ilham verdi. Ancak tüm bu seferler, başarısızlıkla
sonuçlanmıştı. Hollanda daha başarılı olmuştu. Öyle ki, belli bir
süreliğine, kendi tüccarları, Kuzey Avrupa’da Portekiz baharatının
dağıtımcısı rolünü üstlenecekti. Ancak İspanya’nın Portekiz’le bir-
leşmesinin ardından Hollandalılar bu ayrıcalıklarını kaybedince
kendi tedarik ağlarını kurma yoluna gittiler. Bölgeyle ilgili bilgi-
ler, Hint Adaları’nda yaşayan Hollandalı Uzman Jan Huyghen van
Linschoten’den elde ediliyordu. Linschoten, yıllardır Hindistan’da
Portekizliler adına çalışan bir uzmandı ve onun verdiği bilgilere
göre en iyi yerli biber, Cava’da bulunmaktaydı. Portekizliler buray-
la ticaret yapmadıkları ve biberlerini Hindistan’dan satın aldıkları
için Hollanda’nın buraya ilgi göstermesine güçlü bir muhalefette
bulunmayacaklardı. 1595 yılında Cava’ya yapılan başarılı bir keşif
seferinin ardından 1602 yılında kısa adı VOC olan Hollanda Doğu
Hindistan Şirketi (Vereenigde Oost-Indische Compagnie) altında
ticari bir birlik oluşturan Hollandalı tüccarlar, bu bölgeden düzenli
baharat sevkiyatına başladılar. Bir bakıma, Portekiz’in bu kaynak
üzerindeki kontrol boşluğundan yararlanarak Cava’yı sömürme
hakkını elde etmişlerdi.
Hollandalılar Portekiz’in bu alan üzerindeki etkisinin ne denli
zayıf olduğunu fark ettikleri anda ticaretin kontrolünü ele geçirmeye
karar verdiler ve bunun için de 1605 yılında baharat adalarına devasa
bir filo yolladılar. VOC’un direktörleri bölgedeki amirallerine, “Ana
hedefimiz Molük ve Banda adaları,” diye açıklamalarda bulunuyor-
lardı. “İster antlaşma isterse de şiddet yoluyla olsun, adaların şirke-
timize bağlanması konusunda asla geri adım atılmamalıdır!” Bu şe-
kilde Hollanda, İspanya ve Portekiz’i Molük Adaları’ndan def etmiş,
daha önce buraya gelmiş olan İngiliz gemilerinin adadan ayrılması
talimatını vermiş ve böylece karanfil baharatı üzerinde doğrudan
bir kontrol imkânına kavuşmuştu. Bu andan itibaren VOC, katıksız
şiddete dayanan yeni bir baharat tekeli ile kendisini Portekizlilerin
güç kaybettiği yerlerde başarı elde etmeye kanalize edecekti. Karanfil
128
İnsanlığın Yeme Tarihi
129
İmparatorluğun Tohumları
130
İnsanlığın Yeme Tarihi
Bu tekeli korumak için ihtiyaç duyulan askeri birlikler ile savaş ge-
milerine bütçeden yapılan harcamalar, ağır bir yük oluşturduğu gibi
17. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da baharat fiyatlarının düşmeye
başlamasıyla birlikte bu harcamalar daha da katlanılmaz bir hale ge-
lecekti. Fiyatların düşüşü kısmen arzın artmasıyla ilgiliydi. Bu yüz-
den Hollanda, sorunun çözümü için birtakım suni “önlemler” almak
durumunda kaldı: Amsterdam’daki limanlarda bulunan muazzam
miktarlardaki baharat ateşe verildi ve fiyatların düşmemesi için de
Asya’dan yapılan gemi ticaretinin hacminde kısıtlamalara gidildi.
Tekstil ticaretinin artan önemiyle birlikte baharattan elde edilen ge-
lirler gitgide azalmaya başlamıştı. 1620 yılında Hollanda’nın gelir-
lerinin yüzde 75’i baharata bağlıyken, bu oran 1700’e gelindiğinde
yüzde 23’e kadar düştü.
Avrupa’da baharatın sorumlu olduğu düşük fiyatlar, baharat ti-
caretinde daha derin bir kaymaya yol açmıştı. Baharatın kaynağının
öte dünyada yer aldığıyla ilgili efsaneler ortadan kalkınca bu besinin
artık bir cazibesi kalmadı. Artık baharat, herkesin satın alabileceği
sıradan bir besin haline dönüştü. Ağır baharatlı yemekler, bir taraf-
tan eski moda bir alışkanlık olarak görülmeye, diğer taraftan damak
tatlarının değişmesi sonucunda yeni ve daha sade yemek pişirme
yöntemlerinin Avrupa’da moda olmaya başlamasıyla birlikte göz-
den düşmeye başladı. Bununla birlikte tütün, kahve ve çay gibi yeni
ürünlerin öne çıkması, baharatların statü sembolü olmasını gölgede
bırakmaya başladı. Baharatların kökenine dair gizemi çözme ama-
cıyla bu besinin peşinde dünyayı dolaşan insanlar, uzun zahmetlere
katlanarak izini sürdükleri hazinenin kıymetini düşürmüş oldular.
Nereden bakılırsa bakılsın, paradoksal bir durumdu bu. Bugün in-
sanlar süpermarketlerde küçük cam şişeler içerisinde raflara dizili
baharatların önünden bir saniye dahi düşünmeksizin geçip giderler.
Bu durum, bir zamanlar dünyanın kaderini değiştirmiş, muazzam
bir ticari gücün acı sonuna işaret etmektedir.
131
İmparatorluğun Tohumları
132
İnsanlığın Yeme Tarihi
133
İmparatorluğun Tohumları
farklı çok fazla türü olmasıdır. Örneğin, büyük bir gemi yaklaşık 4,5
litrelik (1 galon) bir yakıt ile bir tonluk bir gıda maddesini 800 mil
taşıyabilir. Bu durum, tren için 200 mil, kamyon için 60 mil, araba
için de 20 mildir. Yani, bir dükkân ya da markete gidip gelmek, besin
miktarının ağırlığına bağlı olarak, besinin dünya tedarik ağı sistemi
içerisinde yaptığı seyahate kıyasla çok daha fazla karbon salınımına
neden olabilmektedir.
Elbette yerel besine dair yapılan tüm tartışmalar çevresel konu-
larla alakalı değildir. Konuyla ilgili sosyal meseleler de masaya ya-
tırılmaktadır. Yerel besin, toplumsal kaynaşmayı artırmakta, yerel
ekonomiyi desteklemekte ve insanların besinlerin nereden geldiği
ve nasıl yetiştirildiğine dair daha fazla bilgi sahibi olmalarını teşvik
etmektedir. Bununla birlikte ithal besinlere karşı yürütülen tartışma-
lar da sürmektedir. Bu bağlamda dikkatlerin yalnızca yerel besinler
üzerine çekilmesi, dış piyasaya ihraç etmek için yüksek değerli ta-
rım ürünleri yetiştiren gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçilerin gelecek
beklentilerine zarar verir. Gelişmiş ülkeler için daha pahalı tarım
ürünleri yetiştirip ihraç etmek yerine, insanların kendi ihtiyaçları
için temel besin maddelerinin üretimi üzerinde yoğunlaşmaları ge-
rektiğini tartışmaya açmak, onların ekonomik gelişme olanaklarını
inkâr etmekle aynı anlama gelmektedir.
Besin temin etmede “yeniden yerelleşme” [relocalization] ko-
nusunu gündemimize almada şüphesiz kimi olanaklara sahibiz.
Başka hiçbir şey olmadan sadece “besin mesafesi” tartışmaları bile
tüketicilerin ve şirketlerin dikkatini besinin çevresel etkisi meselesi-
ne çekmeye yetecektir. Ancak yine de yerelleşme çok kısa bir süre-
de gerçekleşmeyecektir. Yerel besini yararlı besinle eş tutmak, aynı
Roma dönemindeki gibi, oldukça basit bir iştir. Baharat ticaretinin
zengin tarihi, yüzyıllar boyunca insanların dünyanın diğer ucundan
getirilen egzotik tatlara değer verdiğini göstermektedir. İnsanların
ihtiyaçlarının karşılanması, beraberinde başarılı bir ticari ve kültürel
değişim ağının ortaya çıkmasına da olanak sağlamıştır. Avcı-topla-
yıcılar, işin tabiatı gereği, yerel besin kaynakları ile sınırlanmış du-
rumdaydılar. Ancak kuşaklar boyunca insan soyu kendisini benzer
bir şekilde sınırlamış olsaydı, dünya bugün belki de çok daha farklı
134
İnsanlığın Yeme Tarihi
135
4. BÖLÜM
Besin, Enerji ve
Sanayileşme
7
Yeni Dünya, Yeni Besinler
139
Yeni Dünya, Yeni Besinler
140
İnsanlığın Yeme Tarihi
141
Yeni Dünya, Yeni Besinler
142
İnsanlığın Yeme Tarihi
143
Yeni Dünya, Yeni Besinler
144
İnsanlığın Yeme Tarihi
Kolomb Mübadelesi
145
Yeni Dünya, Yeni Besinler
tıkları zamandır bu. Kolomb’un 1493 yılında ilk keşif seferinden geri
dönerken İspanya’ya götürmek için yanına birkaç adet mısır almış
olması muhtemel görünmektedir (İlk seferde olmasa bile hemen bir
yıl sonraki ikinci seferinde Kolomb kesin olarak bunu yapacaktı).
Mısır, Avrupalı bilginler tarafından ilk başlarda tuhaf bir bitki olarak
değerlendirilmiş olsa da kısa bir süre içerisinde mısırın Güney Ak-
deniz iklimine oldukça uygun ve son derece kıymetli bir bitki oldu-
ğu anlaşıldı. 1520’li yıllarda mısır, İspanya ve Kuzey Portekiz’in belli
başlı yerlerinde yetiştirilmeye başlandı. Çok geçmeden de Akdeniz
çevresinde, Avrupa’nın iç kısımlarında ve Afrika’nın batı kıyılarının
aşağısında kalan yerlerde yayılma imkânı buldu. Mısırın bu denli
hızlı bir şekilde dünya geneline yayılması, bitkinin anavatanına dair
bilinen gerçekliğin belirsizlik kazanmasına yol açtı. Avrupa’da mı-
sır “İspanyol mısırı”, “Hint mısırı”, “Gine mısırı” gibi farklı şekillerde
adlandırılmaktaydı. Benzer şekilde Türk buğdayı da kendi kökenle-
rine dair bir kafa karışıklığına yol açmaktaydı. Mısırın çok hızlı bir
şekilde Çin’e varmış olması (muhtemelen 1530’lu yıllarda varmıştı,
ancak burada mısıra ilişkin ilk belirgin örneği 1555 yılına kadar bul-
mak pek mümkün değildir), bu bitkinin Kolomb’dan önce Avrupa ve
Asya’da bulunmuş olduğuna dair insanlarda yanlış bir kanının oluş-
masına neden olmuştur.
Mısır son derece hızlı bir şekilde dünyaya yayıldı. Çünkü bitki, bu
denli hızlı yayılmayı olanaklı kılan özelliklere sahipti. Mısır, buğday
için oldukça nemli, pirinç için de oldukça kurak bir toprakta çok iyi
yetişme olanağına sahiptir. Bu yüzden mısır, Avrasya’nın tarım ürün-
lerinin yetişemeyeceği arazilerde fazladan besin sağlar. Mısır, ayrıca
toprak ve emek birimi başına diğer tahıllara kıyasla daha kısa bir bü-
yüme dönemi içerisinde oldukça yüksek bir verime sahiptir. Buğday
ortalama olarak toprağa ekilen tohum miktarı başına dört ila altı kat
bir verime sahipken, bu rakam mısırda yüz ila iki yüz kat kadardır.
Mısırı, yani Kolomb’un doğu yönüne doğru taşımış olduğu bit-
kiyi, eğer bir “dua” olarak nitelendirecek olursak, o zaman Kolomb’un
batı yönüne doğru taşımış olduğu şekerkamışı bitkisini de “beddua”
olarak nitelendirmeliyiz. Gençliğinde, Cenevizli tüccarlara şeker te-
darikçisi olarak çalışan Kolomb, şekerkamışı yetiştiriciliğine aşinaydı.
146
İnsanlığın Yeme Tarihi
147
Yeni Dünya, Yeni Besinler
148
İnsanlığın Yeme Tarihi
149
Yeni Dünya, Yeni Besinler
150
İnsanlığın Yeme Tarihi
151
Yeni Dünya, Yeni Besinler
152
İnsanlığın Yeme Tarihi
153
Yeni Dünya, Yeni Besinler
154
İnsanlığın Yeme Tarihi
155
Yeni Dünya, Yeni Besinler
Öyle ki, patates tarlası üzerinde bir ordu kamp kurmuş olsa bile sa-
vaş bittikten sonra çiftçinin hâlâ hasadı kaldırabilmek için zamanı ve
şansı bulunuyordu.
Yedi Yıl Savaşları boyunca bir adamın patatesle yaşadığı dene-
yim onun patatesin en büyük kazananı olmasını sağlamıştır. Bu kişi,
Fransız ordusunda eczacı olarak görev yapan Antoine-Augustin Par-
mentier isimli bir Fransız bilimcidir. Prusyalılar tarafından esir alın-
masından sonra üç yıl hapiste kalan Parmentier’ye, hapiste kaldığı
zamanın büyük bir bölümünde yemek olarak neredeyse sadece pa-
tates verilmiştir. Zaman içinde Parmentier, patateslerin besleyici ve
sağlıklı besinler olduğu sonucuna varmış ve savaş bitip Fransa’ya geri
döndüğünde, patatesin yüksek sesli savunucusu olmuştur. 1770’teki
bir başka kıtlıktan sonra “kıtlık felaketini azaltma kapasitesine sa-
hip besin maddeleri” konusu üzerine düzenlenen bir yarışmada ya-
zılacak en iyi makale için ortaya bir ödül konduğunda Parmentier,
patatese yaptığı övgü ile bu ödülün sahibi olmuş ve şampiyonluğu
elde etmiştir. Patatesin zehirli olduğu ve hastalıklara yol açtığı gö-
rüşü, o zamanlar için hâlâ yaygın bir görüş olsa da Parmentier, 1771
yılında Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nin tıp fakültesinden destek
alabilmiş, sonunda da patatesin insanların tüketimine gerçekten de
uygun bir besin olduğu yönünde karara varılmıştır. Çok geçmeden
Parmentier, patatesin yararlılığını ortaya koyan detaylı bir bilimsel
incelemeye de imza atacaktır. Ne var ki, üniversiteden elde edilen
destek işin sadece bir yönünü oluşturuyordu. Yıllar süren çabaları
sonrasında Parmentier, insanları patates ekmeleri ve yemeleri için
ikna etmenin hayli güç bir iş olduğunu görmüştü ki, bu da işin bir
diğer yönünü oluşturuyordu.
Bu güçlüğü aşmak için Parmentier, bir dizi tanıtım çalışması işi-
ne girişti. 1785 yılında XVI. Louis’nin doğum gününü kutlamak için
verilen bir ziyafette Parmentier, kral ve kraliçeye, bir demet patates
çiçeği takdim etti. Kral, çiçeklerden birini alıp klapasına iğnelerken
Kraliçe Marie-Antoinette de çiçeklerden küçük bir taç yaptırıp sa-
çına yerleştirdi. Konuklar yemek yemek için oturduklarında önleri-
ne gelen tabakların bazılarında patates de vardı. Daha sonra kral ve
kraliçenin onay vermesi üzerine patates yemek ve aksesuar olarak
156
İnsanlığın Yeme Tarihi
157
Yeni Dünya, Yeni Besinler
Kolomb’dan Malthus’a
158
İnsanlığın Yeme Tarihi
159
Yeni Dünya, Yeni Besinler
Asya’da pirinçten elde edilen ürünün de dörtte biri kadar ürün ver-
mekteydi. Sonuç olarak mısır ve patatesin Avrupa’ya gelmesi, aynı
arazi üzerinde çok daha fazla miktarda besin yetiştirilmesinin yolu-
nu açtı. Bu konuda en çarpıcı örnek İrlanda’dır. 1660 yılında 500.000
civarında olan nüfus, 1840 yılı itibariyle 9 milyon seviyesine çık-
mıştır. Elbette nüfustaki bu artış patates olmadan gerçekleşmezdi.
Patatesin olmadığı durumda bütün bir ülke ancak 5 milyon kadar
insanın karnını doyurabilecek miktarda buğday üretebilirdi. Patates,
bu rakamın yaklaşık iki katı kadar insanı doyurmaya yetecek besinin
olması anlamına geliyordu. Öyle ki, buğdayın ihraç edilmek için üre-
tilmesi durumunda dahi bu durum değişmemekteydi. Patates, hem
buğday için elverişli olmayan arazilerde yetiştirilebilmekteydi, hem
de çok sağlıklı bir besin maddesiydi. Bu besini yeterince tüketmek,
insanları daha sağlıklı ve hastalıklara karşı daha dirençli yapmış,
böylece ölüm oranlarının düşmesi ve doğum oranlarının yüksel-
mesi mümkün olabilmişti. Patatesin Avrupa’nın kuzeyinde, mısırın
ise Avrupa’nın güneyinde yaptığı şey, 18. yüzyıl boyunca İspanya ve
İtalya’nın nüfusunu neredeyse ikiye katlamak olmuştu.
Avrupalı çiftçiler, toprağa yeni ürünler ekmenin yanında hem
daha fazla toprağı ekime açmak, hem de yeni tarım teknikleri geliş-
tirmek suretiyle tarımsal üretimi artırmış oldular. Ayrıca her yıl de-
ğişik bir ekin ekme yöntemini uygulamaya başladılar. Yonca ve turp
bitkilerinin de içinde yer aldığı bu uygulama, daha çok İngiltere’de
adından (“Norfolk four-course rotation”) söz ettirmiştir. Burada
turp, arpa, yonca ve buğday bitkileri birer yıl aralıklarla ekilmek-
teydi. Bu uygulamada toprağın nadasa bırakılmaması için toprağa
turp ekilir, sonra da elde edilen turp hasadı hayvanların beslenmesi
için yem olarak kullanılırdı. Hayvanların gübresi de takip eden yılda
arpanın verimini yükseltmeye yarardı. Hayvanları turpla beslemek,
aynı zamanda, otlak için kullanılan arazinin insanların tüketimi
için besin yetiştirmede de kullanılabileceği anlamına gelmektedir.
Benzer şekilde yonca yetiştirmek de toprağın bereketini artırmaya
yardım ederek takip eden yılda iyi bir buğday hasadının elde edil-
mesini güvence altına alır. Yapılan bir diğer yenilik ise tohumları
belirli bir derinlikte toprağın altına ekmeye yarayan ve at yardımı
160
İnsanlığın Yeme Tarihi
161
Yeni Dünya, Yeni Besinler
162
İnsanlığın Yeme Tarihi
163
8
Buhar Makinesi ve Patates
“Tarımın Yavruları”
165
Buhar Makinesi ve Patates
166
İnsanlığın Yeme Tarihi
167
Buhar Makinesi ve Patates
Sanayinin Yakıtı
168
İnsanlığın Yeme Tarihi
169
Buhar Makinesi ve Patates
170
İnsanlığın Yeme Tarihi
171
Buhar Makinesi ve Patates
172
İnsanlığın Yeme Tarihi
173
Buhar Makinesi ve Patates
174
İnsanlığın Yeme Tarihi
175
Buhar Makinesi ve Patates
176
İnsanlığın Yeme Tarihi
çilmesi, insan türünün güneş ışığından çok daha büyük bir oran-
da yararlanmasını mümkün kılmıştı. Sanayi Devrimi ise bir adım
daha ileri giderek yerin altında bitki formu olarak birikmiş eski
çağların güneş ışığını kullanarak bunu yapmıştı. Her iki devrim
de büyük toplumsal dönüşümlere yol açtı: İlk olarak avcı-topla-
yıcı yaşam tarzı bırakılıp tarıma geçilmiş, sonra da tarımdan en-
düstriye bir dönüşüm yaşanmıştı. Her iki devrimin sonlanması
uzun yıllara yayıldı: Çiftçilerin küresel ölçekte avcı-toplayıcıları
sayıca geçmesi, binlerce yıl önceye tekabül eder. Sanayileşmenin
ise sadece 250 yıllık bir geçmişi vardır. Bu yüzden geçmişten bu-
güne dünya nüfusunun sadece küçük bir bölümü sanayileşmiş
ülkelerde yaşamaktadır (Ancak Çin ve Hindistan’ın gösterdiği
hızlı gelişme çok geçmeden bu sonucu değiştirecektir). Yine her
iki devrim, anlaşmazlığa neden olan konuları su yüzüne çıkardı:
Nasıl ki avcı-toplayıcıların çiftçilere kıyasla çok daha iyi durum-
da oldukları ve tarıma geçişin de büyük bir “hata” olduğu söy-
lenebiliyorsa, benzer şekilde sanayileşme için de çözdüğünden
çok daha fazla soruna yol açtığı tespiti yapılabilmektedir. Ama bu
zaten zengin sanayi ülkelerinde yaşayan hayalkırıklığına uğramış
insanlarca sıklıkla dile getirilen bir argümandır. Son olarak her
iki gelişmenin beraberinde getirdiği çevresel sonuçlar oldu: Tarım
geniş ölçüde ormansızlaştırmaya neden olurken, sanayileşme de
dünyamızın iklimini etkileyecek ölçüde çok büyük miktarlarda
karbondioksit ve diğer sera gazlarının salınımına neden oldu.
Şu durumda sanayileşmiş ülkelerin yine de Malthus
Kapanı’ndan tam olarak kurtulduklarını söyleyemeyiz. Sadece bir
krizin yerine bir başkası ikame edilmiştir. Yani Malthus’taki sınırla-
yıcı faktör, tarım arazisi iken, bugün bu faktörün yerini atmosferin
karbondioksit gazını soğurabilme kapasitesi almıştır. Fosil yakıt
kullanımına geçebilme imkânı, Malthusçu kısıtlamalardan sadece
belli bir süreliğine kaçılabileceği anlamına gelmektedir. Bu kısıtla-
maların dışına çıkılabileceği konusu, 19. yüzyılın yazarlarınca da
177
Buhar Makinesi ve Patates
178
İnsanlığın Yeme Tarihi
179
Buhar Makinesi ve Patates
180
İnsanlığın Yeme Tarihi
Açık olan bir şey var ki, yakıt elde etmek için tarım ürünleri-
nin kullanımına başvurulması, esasında geriye doğru atılmış bir
adımdır. Neolitik ve Sanayi devrimlerinden sonra ileriye doğru
atılacak en mantıklı adım, şüphesiz tarımın sunduğu olanakların
ötesinde ya güneş enerjisinden yararlanmanın ya da yeni fosil ya-
kıt kaynakları elde etmenin yollarını bulmak olmalıdır. Bu konu-
da güneş panelleri ve rüzgâr türbinleri şüphesiz en çok bilinen ör-
neklerdir; ancak yüksek verimli güneş hücreleri üretme amacıyla
fotosentezin biyolojik mekanizmasıyla oynamak ya da biyoyakıt
üretimi yapılabilen genetiği değiştirilmiş organizmalar üretmek
de pekâlâ mümkündür. Besin ile yakıt arasındaki bu karşılıklı
ödünleşme, bugün tekrar su yüzüne çıkmış olsa da, bu ilişkinin
kökleri, aslında, geçmişe uzanmaktadır.
181
5. BÖLÜM
185
Savaşın Yakıtı
186
İnsanlığın Yeme Tarihi
187
Savaşın Yakıtı
188
İnsanlığın Yeme Tarihi
189
Savaşın Yakıtı
190
İnsanlığın Yeme Tarihi
191
Savaşın Yakıtı
192
İnsanlığın Yeme Tarihi
Devrim sonrasında ülkede hâlâ kralı destekleyen geniş bir kitle var-
dı. Kralcı taraftarların sayıları otuz bini bulan ordusu, tam o sırada,
Paris’te, meclis üyelerinin sığındığı Tuileries Sarayı’na yürümekteydi.
Napolyon vakit kaybetmeden süvari birliğinden bir subaya kırk adet
top ve bir o kadar da asker getirmesi için emir vermiş ve gün doğmak
üzereyken topları ve topçuları dikkatli bir şekilde saray civarındaki
caddelere yerleştirmişti. Savunma birlikleri sayıca (bire karşı altı ola-
cak şekilde) çok üstündü. Bir ara, Napolyon askerlerine emir verdiği
sırada atından aşağıya indi. Kralcı birlikler saldırıya geçtiklerinde sa-
vunma birlikleri bu kalabalığı kilisenin önüne yerleştirilmiş silahla-
rın olduğu tarafa doğru yönlendirebilmişti. Ardından Napolyon ateş
emrini vermiş ve toplar, kralcı birlikleri yıkıcı bir etkiyle yok etmiş,
sağ kalıp kurtulanların da kaçıp gitmesine neden olmuştu. Bu zafe-
rin hemen ardından Napolyon, erkek kardeşi Joseph’e şöyle yazmıştı:
“Her zamanki gibi bir çizik bile almadım. Bundan daha mutlu ola-
mazdım.” Bu olay Napolyon’un kariyerinde bir dönüm noktasıydı.
Birkaç gün sonra Napolyon’a meclisi savunma görevini veren
General Paul Barras, Napolyon ve diğer subaylarla beraber kendi-
lerine teşekkür dileklerini iletmek isteyen meclis üyelerinin huzu-
runa çıktı. Tam o sırada, politikacılardan biri, ansızın kürsüye çıkıp
Barras’ya teşekkür etmek yerine General Bonapart’ı kahraman ilan
etti. Çok geçmeden Napolyon, büyük bir üne kavuşmuştu. Sokağa
her çıktığında alkışlanıyordu. Kısa bir süre sonra Napolyon, Fran-
sız Askeri Kuvvetleri’nin komutanı olarak İtalya’da görevlendiri-
lecekti. Takip eden aylarda Avusturya’ya karşı ani ve sert bir askeri
harekât başlatarak Kuzey İtalya’nın büyük bir bölümünü Fransa’nın
denetimi altına aldı. Resmi düzeyde bir yetkisi olmamasına rağmen
Avusturya’ya barış şartları bile dayatmıştı. Napolyon, artık Fransa’nın
ulusal kahramanı haline gelmişti. Savaş meydanlarında kazandığı
başarıyı politik nüfuz elde etmede kullanarak 1799’da iktidara yürü-
dü. İtalya’ya yapılan askeri harekâttan sonra bir Fransız general onu
“Yeni Büyük İskender” olarak tanımlayacaktı.
Aslına bakılırsa bu oldukça isabetli bir tanımlamadır. Çünkü
Napolyon’u kendi zamanının generallerinden ayıran ve kariyerinin
rotasını çizen temel şeylerden biri İskender’in sadelikten yana olan
193
Savaşın Yakıtı
194
İnsanlığın Yeme Tarihi
195
Savaşın Yakıtı
196
İnsanlığın Yeme Tarihi
197
Savaşın Yakıtı
198
İnsanlığın Yeme Tarihi
199
Savaşın Yakıtı
200
İnsanlığın Yeme Tarihi
201
Savaşın Yakıtı
202
İnsanlığın Yeme Tarihi
203
Savaşın Yakıtı
204
İnsanlığın Yeme Tarihi
205
Savaşın Yakıtı
206
İnsanlığın Yeme Tarihi
nerek sızdırmaz bir teneke kutu içerisinde ısı işlemi uygulamak su-
retiyle gıdayı muhafaza etme yöntemi, bugün hâlâ kullanılmaktadır.
207
Savaşın Yakıtı
208
İnsanlığın Yeme Tarihi
leri olmaksızın geçirdiği tek bir gün dahi olmadı. İşin en zor kısmı
yiyecek aramaktı ve bu amaç doğrultusunda arazinin otuz millik bir
alanında yer alan tahıl ve bitkileri topladık. Mısırlar artık yem ola-
rak kullanılabilecek bir olgunluğa erişti, ayrıca trenler ile bize günde
hayvan başına iki kiloya yakın miktarda tahıl getirildi.”
Asırlık bir sorun olan hayvanlar için yeterli miktarda yem bul-
ma, hâlâ köklü bir biçimde çözüme kavuşturulmuş değildi; ancak söz
konusu besin maddesi ve mühimmat olduğunda, Sherman’ın ordusu
en gelişmiş lojistik sistemden istifade etmekteydi. İkmal malzemele-
rinin tren ile taşınması, yüzyıllar boyunca ordu ve onun en yakının-
daki erzak deposu arasında taşımacılık yapan yük vagonlarına kıyas-
la çok daha hızlı ve emniyetliydi. Sherman’ın askerleri, tren seferleri
arasında kendilerini ayakta tutmak için sadece birkaç gün yetecek
kadar bir azık taşımak durumunda kaldı. Demiryolu hattı, aynı za-
manda, mühimmatın büyük bir miktarda taşınabilmesi anlamına da
geliyordu. Sherman’ın ordusunun Atlanta istikameti boyunca yürüt-
tüğü savaşta günde yüz binlerce mermi tükettiği düşünülürse bunun
önemi çok daha iyi anlaşılmış olur. Askeri lojistik, gitgide, insanlar
ve hayvanlardan ziyade silahlar için ikmal malzemeleri sağlama yö-
nüne doğru kaymaya başlıyordu.
Sherman, Atlanta yakınlarına varmasıyla birlikte bütün çabası-
nı, şehri Konfederasyon’a bağlayan demiryolu hatlarının kontrolünü
ele geçirmeye verdi. Kuzeyden gelen demiryolu ile askerlerini besle-
yebileceği konusunda en ufak bir şüphesi olmadığından şehri uzun
sürecek bir kuşatma altına almak için hazırlıklara girişti. Ancak
olaylar biraz farklı gelişmişti: Birkaç hafta içinde Sherman, demir-
yolu hatlarını ele geçirdi ve Konfederasyon ordusu, çok geçmeden,
Atlanta’yı terk etti. Ardından Sherman, şehri işgal edip harekâtının
bir sonraki adımı olan “Denize Yürüyüş”ü planlamaya başladı. Bu,
Atlanta’da ilerlerken başvurduğu en modern yöntemlere kıyasla çok
daha eski moda bir savaş taktiğiydi. Plan, resmi ikmal sisteminden
sıyrılıp Atlantik sahili üzerinde Georgia’dan Savannah istikametine
doğru üç yüz mil yürüyerek yol boyunca karşılarına çıkan zirai ve
ekonomik altyapıyı olabildiğince tahrip etmekti. Ordu daha sonra
Carolina eyaletlerinin içinden kuzeye geçip Virginia-Petersburg’da
209
Savaşın Yakıtı
210
İnsanlığın Yeme Tarihi
211
Savaşın Yakıtı
212
İnsanlığın Yeme Tarihi
213
Savaşın Yakıtı
214
10
Besin Savaşı
215
Besin Savaşı
216
İnsanlığın Yeme Tarihi
217
Besin Savaşı
rakmaya karşı öne sürülen belki de tek alternatifti. Batı Berlin’e Doğu
Almanya üzerinden kara yollarını kullanmak suretiyle ulaşmaktan
(Bu hukuki açıdan sakıncalı bir durumdu) farklı olarak hava yolu
üzerinden şehre ulaşmanın bir avantajı vardı: Berlin hava sahasını
kullanma hakkı Kasım 1945’te Sovyetler Birliği ile yapılan antlaş-
mayla güvence altına alınmıştı. Aslına bakılırsa Nisan 1948’de, de-
mir yolu üzerinden yapılan nakliyatı Sovyetler’in sekteye uğratmaya
başlamasından sonra az miktarda bir yardım malzemesi şehre zaten
uçaklar ile ulaştırılmıştı.
Sonuç olarak Clay, şehre havadan yardımın başlatılması için
emir verdi. Çok geçmeden bu operasyona çok sayıda uçağın katı-
lacağı beklentisi içerisindeydi, ayrıca ona göre havadan yapılan
yardım, sadece birkaç hafta sürecek ve geçen zaman içerisinde de
mevcut kriz diplomatik bir yoldan bir çözüme kavuşturulacaktı.
Batı Almanya’daki havalimanlarından yardım malzemeleri taşıyan
ilk uçak, 26 Haziran’da Batı Berlin’e vardı. Başkan Harry Truman,
bazı danışmanlarının muhalefetine rağmen bu operasyona destek
vermişti. Bu destek ile havadan yapılan yardım yavaş yavaş da olsa
artmış ve Temmuz ayının ortasına gelindiğinde gönderilen yardım
günde 2500 tona kadar çıkmıştı.
Ancak Sovyetler Birliği ile yürütülen diplomatik faaliyetlerde
pek bir ilerleme kaydedilemiyordu. Amerika’nın B-29 bombardıman
uçaklarını Moskova menzilinde İngiltere’deki havalimanlarına yerleş-
tirmesi, tansiyonu yükseltmişti. Bu uçaklar, 1945 yılında Japonya’ya
atom bombaları atan tipte uçaklardı; ama Sovyetler, uçakların atom
bombası ile yüklü olmadığını bilmiyordu. Bununla birlikte, havadan
yapılan yardımın üzerinden bir ay geçtikten sonra mevcut savaş teh-
didi ortadan kalkar gibi olmuştu, ayrıca havadan yapılan yardımın
birkaç haftayla kalmayacağı, bundan çok daha uzun süreceği açıklık
kazanmıştı. Bu koşullarda C-47 uçakları çok daha büyük C-54 uçak-
ları ile değiştirildi. Bu uçaklar, on ton ağırlığındaki kargoları taşıyabil-
me kapasitesindeydi. Uçuşlar çok geçmeden günde üçer dakika ara-
lıklarla yapılmaya başlandı. 1948 temmuzunun son günlerinde işin
başına getirilen General William H. Tunner, kapasiteyi en yüksek se-
viyeye çıkarmak ve kaza risklerini en aza indirmek amacıyla uçaklar
218
İnsanlığın Yeme Tarihi
219
Besin Savaşı
220
İnsanlığın Yeme Tarihi
221
Besin Savaşı
lar yoluyla; propaganda yoluyla veya besinin de içinde yer aldığı ideo-
lojik silahlarla daha çok dolaylı yollardan bir ihtilaf yaşandı.
Sovyetlerin lideri Josef Stalin, besinin ideolojik bir araç olarak kul-
lanılmasına yabancı biri değildi. 1924’te iktidarı ele aldıktan sonra
yoğun bir sanayileşme programını hayata geçirmişti. Amacı sana-
yileşmiş Batılı ülkeleri yakalayıp onları geride bırakmaktı. Stalin’in
programında besin merkezi bir yer tutuyordu. O sıralar Sovyetler
Birliği, önde gelen tahıl ihracatçısıydı ve dış ülkelerden sanayi ma-
kinelerinin satın alınması tahıl ihracatından elde edilen kazanç ile
mümkün olabiliyordu. Tekil çiftçiler ve onların aileleri ile işletilen
küçük çiftlikler, mülkiyeti devlete ait olan “kolektif ” çiftlikler (kol-
hoz) oluşturulması kaydı ile birleştirilecekti. Stalin, tarımı devletin
güdümüne alarak üretimi artırmayı planlıyordu. 1929 yılında konu-
ya dair planlarını açıklarken şunları söylüyordu: “Yaklaşık üç yıllık
bir zaman dilimi içerisinde ülkemiz, dünyanın tek olmasa bile en
zengin tahıl ambarlarından biri haline gelecektir.” Bu durum, dışa-
rıya fazladan tahıl ihraç ederek sanayileşme programını daha fazla
sağlam para* ile finanse etmek anlamına geliyordu. Stalin önüne beş
yıllık bir hedef koymuştu ve bu süre zarfında çelik üretimini ikiye,
demir üretimini ise üçe katlamak istiyordu. Çiftçilerin birlikte çalışıp
üretimdeki verimliliği artırması ve Sovyetler Birliği’nin hızla sanayi-
leşmesi bağlamında bakıldığında Stalin’in programının başarısı bü-
tün dünyaya sosyalizmin üstünlüğünü göstermiş olacaktı.
Bazı yönlerden bu durum, Batı Avrupa’da, tarımsal üretim-
deki muazzam artışın sanayileşmede ilk atılımlara neden olduğu
İngiltere’de olup bitenlere benzer şeyleri yeniden hayata geçirme
yönünde atılmış bir adım gibiydi. İngiltere’de bu süreç, emekçilerin
* Orijinal metinde “hard currency” olarak geçiyor. Yerine göre “sert para”
da denebilir. Güvenilir, istikrarlı, değeri hızla değişmeyen ve genel kabul
gören paralara sağlam para denir. Sağlam paralar döviz piyasalarında talebi
yüksek olan paralardır. (ç.n.)
222
İnsanlığın Yeme Tarihi
223
Besin Savaşı
224
İnsanlığın Yeme Tarihi
225
Besin Savaşı
226
İnsanlığın Yeme Tarihi
227
Besin Savaşı
228
İnsanlığın Yeme Tarihi
229
Besin Savaşı
230
İnsanlığın Yeme Tarihi
231
Besin Savaşı
232
İnsanlığın Yeme Tarihi
233
Besin Savaşı
234
İnsanlığın Yeme Tarihi
235
Besin Savaşı
236
İnsanlığın Yeme Tarihi
den fazlasına karşılık gelen bir altın miktarıydı bu). Nereden bakılır-
sa bakılsın, ortaya çıkan durum, gerçekten de bir devletin onurunu
ayaklar altına almakla aynı anlama geliyordu. Kruşçev, yoldaşlarına
vakit kaybetmeden tekrar tahıl stokları oluşturmanın bir ölüm ka-
lım meselesi olduğunu söyledi. “Yedi yıl içerisinde kendimize bir yıl
yetecek kadar bir tahıl stoku oluşturmak durumundayız,” diyordu.
“Sovyet rejimi böylesi bir aşağılanmışlığa artık tahammül edemez.”
Son çare olarak tahıl ithalatına başvurma gereğinin faturası,
1963 yılında bir seferliğine yaşanan kötü hasada çıkarılmıştı. Ancak
ortada çok daha büyük bir sorun vardı; tarıma yeni açılan toprak-
ların çoğunun, hasat miktarının büyük ölçüde iklim ve hava şart-
larına bağlı olan bölgelerde olduğu ortaya çıktı. 1970’li yılların ilk
dönemlerinde ithalat ve ihracatın birbirini karşılama oranı hemen
hemen dengedeydi; ancak 1980’li yılların ilk dönemleri itibariyle
Sovyetler Birliği, besin ithalatına bağımlı hale geldi. Bu da yetmez-
miş gibi, 1980’lerin ortasına gelindiğinde dünyanın en büyük tahıl
ithal eden ülkesi konumuna yükseldi. Hâlbuki 20. yüzyılın başla-
rında SSCB, dünyanın en büyük tahıl ihracatçısıydı. Bu durumda
rejim, yıllık bazda Amerika’dan dokuz milyon ton, Kanada’dan beş
milyon ton, Arjantin’den de dört milyon ton tahıl alımını garantiye
alacak şekilde uzun vadeli ithalat antlaşmalarına imza atmak du-
rumda kaldı. Sovyetler Birliği, ithalatı karşılamak için dış kredilere,
sağlam para rezervlerine ve (bilhassa da kötü geçecek yıllar için) al-
tın stoklarına başvurmak durumunda kaldı. Ancak bu durum fazla
sürdürülebilir değildi. Mamul malların ihracatı da soruna gerçekçi
bir çözüm oluşturamadı; çünkü Sovyet yapımı malların çoğu, diğer
ülkelerde yapılan mallarla rekabet edemiyordu. Rejim, zamanında,
dış dünyaya yapılan devasa tahıl ihracatından elde ettiği kazanç
ile sanayileşmeye çalışmıştı, ancak süreç içerisinde bu durum ülke
zenginliğinin en önemli kaynağı olan tarımın altını oyan bir dina-
miği harekete geçirmişti.
Besin fiyatlarının yükselmesinin aralıksız sürmesi, beraberinde
kıtlıkların çok daha geniş ölçekte yaşanmasına neden oldu. Devletin
resmi kurumlarında çalışan memurlar ile ordu mensupları, sayıları
sınırlı olan özel dükkânlarda indirimli fiyatlarda gıda satın alabiliyor-
237
Besin Savaşı
238
İnsanlığın Yeme Tarihi
239
Besin Savaşı
Besin Demokrasisi
240
İnsanlığın Yeme Tarihi
241
Besin Savaşı
242
İnsanlığın Yeme Tarihi
nus dostu ton balığı, kuş dostu kahve ve Kosta Rika’daki çiftçilerin
eğitim programlarına destek olma amacıyla muzlar satın alabiliyor-
lar. İnsanlar, İsrail ve Filistinlilerin yan yana çalıştığı zeytinliklerde
üretilen “barış yağı” satın alarak Orta Doğu barışının sağlanması
yönündeki arzularını dile getirebiliyor. Ayrıca küçük dükkânlar ya
da pazarları destekleme amacıyla süpermarketleri boykot ederek dev
şirketlere karşı muhalif seslerini yükseltebiliyorlar.
Besin, şirketlere ya da hükümetlere karşı özgül protestoların dü-
zenlenmesinde de kullanılıyor. 1999’da Fransız Aktivist José Bové,
Amerika’nın gücüne ve çokuluslu şirketlerin Fransız gelenekleri ile
yerli şirketler üzerindeki etkisine karşı sesini yükseltmek istediğinde,
bunu Millau şehrinde bulunan bir McDonald’s restoranına saldırarak
gerçekleştirmişti. Bové, yıkıp dağıttığı parçaları traktöre yükledik-
ten sonra enkazı belediye binasının önüne döktü. Çok daha yakın
bir tarihte Güney Kore’de, 2008’de, Amerika’dan yapılan et ithalatına
karşı büyük bir protesto vardı ve protestocular gerçekten de ticaret
engellerinin kaldırılmasına karşı Güney Kore’deki iktidar partisinin,
ülkenin en güçlü patronlarının himayesine girmesine sesini çıkar-
madığına yönelik kaygılarla sokaklara çıkıp seslerini duyurdular.
Besinin siyasi amaçlar için kullanılması düşüncesinin kökleri,
1791 yılına kadar gider. O yıl köleliğe karşı sesini yükseltmek isteyen
İngilizler, şekeri boykot etmeye başlamıştı. Bu amaç doğrultusunda
bir dizi broşür yayınlandı. Bunlar içinde Anti-Sakarin Topluluğu’nun
[Anti-Saccharine Society] sarsıcı manifestosu da yer almaktaydı. Ma-
nifesto, bir köle gemisinden küçük bir kesite de yer vermişti. Amaç,
zincire bağlanmış kölelerin gemi içinde nasıl üst üste istiflendiğini
halka göstermekti. 1792 yılında, James Wright isimli bir tüccarın ga-
zeteye verdiği bir ilan, dönemin atmosferini birebir yansıtmaktadır:
“Mağdur insanların çektikleri acı ve gördükleri zulümden etkilenmiş
olan, bu etkiye bir de endişe ve kaygı duygularını ekleyen bir şeker
tüccarı olarak ben, şu an için köle ticaretinin başlıca destekçisi olu-
yorum; yani köleliği teşvik etmiş oluyorum. Bu gazeteye ilan vererek
müşterilerime seslenmek istiyorum: Şekeri çok daha az kirlenmiş,
kölelikle ilişkisi çok daha az kurulmuş ve insan kanı ile çok daha
az lekelenmiş yollardan elde edinceye kadar bu maddenin ticaretine
son veriyorum.”
243
Besin Savaşı
244
İnsanlığın Yeme Tarihi
245
6. BÖLÜM
Besin, Nüfus ve
Kalkınma
11
Dünyayı Beslemek
249
Dünyayı Beslemek
250
İnsanlığın Yeme Tarihi
Azotun “Gizemi”
251
Dünyayı Beslemek
252
İnsanlığın Yeme Tarihi
253
Dünyayı Beslemek
254
İnsanlığın Yeme Tarihi
255
Dünyayı Beslemek
kadar sodyum nitrat hem gübre, hem de reaktif azotun çok önemli
bir bileşeni olarak kullanıldığı patlayıcıların yapımı için talep gördü.
Ülkeler savaş başlatma ve nüfusu besleme becerilerinin güvenilir bir
reaktif azot rezervine bağlı olduğunu fark etmeye başlamışlardı. Bu
ülkeler arasında en büyük kaygıyı Almanya taşımaktaydı. Almanya
20. yüzyılın başında, Şili’den nitrat ithal eden en büyük ithalatçı ül-
keydi. Coğrafi konumu itibariyle Almanya, deniz üzerinden yapıla-
cak ablukaya karşı korumasız bir durumdaydı. Bu yüzden yeni re-
aktif azot kaynaklarının bulunması konusunda en yoğun çabayı bu
ülke gösteriyordu.
Görüşlerden biri azotun kömürden elde edilebileceğiydi; çün-
kü kömür kendi doğal oluşumu içinde biyolojik kütlesinden geriye
kalan az miktarda bir azot içermekteydi. Kömürün oksijensiz bir or-
tamda ısıtılması, amonyak olarak açığa çıkan azotu oluşturuyordu.
Fakat kömürde yer alan azot miktarı çok azdı ve azot miktarını artır-
maya yönelik çabalardan hatırı sayılır bir netice elde edilemiyordu.
Bir diğer görüş ise kıvılcım üretmek için yapay şimşekler ve yüksek
gerilimden yararlanmaktı. Bu şekilde havadaki azotun daha reaktif
bir azot okside dönüştürülmesi hedeflendi. İşin aslı bu yöntem işe
yaramıştı, ancak elde edilen azot yüksek enerjiliydi ve üretimin ara-
lıksız devam etmesi, haliyle, ucuz elektriğin (örneğin, hidroelektrik
santralinden sağlanan fazla enerji) elde edilebilirliğine bağlıydı. Bu
yüzden Şili’den yapılan nitrat ithalatı, Almanya’nın ana azot kaynağı
olmaya devam etti. İngiltere’nin durumu da pek farklı sayılmazdı.
Almanya gibi İngiltere de nitrat ithal eden ülkelerin başında geliyor-
du. Ayrıca tüm enerjisini kömürden amonyak elde etmek için sarfe-
diyordu. Tarımsal üretimi artırmaya dönük çabalarına rağmen her
iki ülke de ithal buğdaya bağımlı kaldı.
1898’de, İngiliz Bilim Derneği’nin başkanlığını yürüten İngiliz
Kimyager William Crookes, derneğin yıllık konferansında yaptığı
konuşmada, yaşanan probleme yönelik açık bir çözüm önerisi sun-
muştu. Thomas Malthus’un aynı noktaya işaret etmesinden bir asır
sonra Crookes, şu uyarıyı yapıyordu: “Uygar ülkeler, yeterli miktarda
yiyecek bulamama sorunu ile karşı karşıyadır.” Tarıma elverişli arazi-
lerin olmaması ve İngiltere’nin buğday ithalatına bağımlı hale gelme-
256
İnsanlığın Yeme Tarihi
sinin ortaya çıkardığı endişe karşısında tek çıkar yol, tarımsal üre-
timin artırılmasından geçiyordu. Crookes, “Buğday en üst seviyede
azota ihtiyaç duyar,” diyordu. Ancak elde daha fazla gübre ya da bak-
liyat kullanımını mümkün kılacak uygun bir arazi yoktu; kömürden
elde edilen gübre miktarı ise yetersizdi, dahası Şili’den yapılan nitrat
ithalatına bağımlı hale gelinmişti. Crookes, “Dünyanın mal varlığın-
dan çekmeye, onu harcamaya devam ediyoruz. Ve bu hareketlerimiz
hiçbir zaman hoş karşılanmayacak,” diye yakınıyordu. Ama havada
bol miktarda azot olduğuna da dikkat çekiyordu. Tüm mesele, bu
kaynağı elde edecek bir yolun bulunmasıydı. Kendisini dinleyenlere
Crookes, “Azot özümlemesi, uygar insanlığın gelişip ilerleme kaydet-
mesi için hayati bir önem taşımaktadır,” diye sesleniyordu. “İmdada
yetişmesi gereken kişiler kimyagerlerdir (...) son kertede kıtlığın bol-
luğa dönüşebileceği yerler laboratuvarlar olacaktır.”
257
Dünyayı Beslemek
Fritz Haber.
dığı meselesini bir çözüme kavuşturdu, ancak ulaşılan bu sonucun,
pratikte pek kullanışlı olmadığını da göstermiş oluyordu.
Ancak Göttingen’de fiziksel kimya profesörü olan Alman kim-
yager Walther Hermann Nernst için konu henüz kapanmış değildi.
Haber’den sadece dört yaş büyük olmasına rağmen Nernst’ün daha
saygın bir kişiliği vardı ve kariyeri boyunca farklı alanlara çeşitli kat-
kılarda bulunmuştu. Örneğin, seramik filamana dayanarak yeni bir
tür elektrik lambasının yanı sıra gitar tarzında çalınan elektrikli bir
piyano icat etmişti. Ancak her iki buluşu da ticari bir başarı yakalaya-
madı. Nernst, daha çok, 1906 yılında temellerini attığı ve 1920 yılında
kendisine Nobel Kimya Ödülü’nü kazandıracak olan bir “ısı teoremi”
ile ünlenmiştir. Bugün bu teorem, termodinamiğin üçüncü yasası
olarak bilinir. Nernst’ün bu teoremi, Haber’in yaptığı deney ile üre-
tilmesi gereken amonyak oranı da dahil olmak üzere bütün sonuçları
tahmin etmek için işlevsel bir teoremdi. Sorun şuydu ki, Nernst’ün
258
İnsanlığın Yeme Tarihi
259
Dünyayı Beslemek
260
İnsanlığın Yeme Tarihi
261
Dünyayı Beslemek
Carl Bosch.
262
İnsanlığın Yeme Tarihi
263
Dünyayı Beslemek
264
İnsanlığın Yeme Tarihi
“Cüce”lerin Yükselişi
265
Dünyayı Beslemek
* Orijinal metinde “stem rust” olarak geçen bu hastalık, “black rust” (kara
pas) olarak da bilinmektedir. Özetle söylemek gerekirse, bu hastalık, Puc-
cinia graminis isimli bir mantardan kaynaklanmakta ve buğday, arpa gibi
tahılları etkilemektedir. (ç.n.)
266
İnsanlığın Yeme Tarihi
Norman Borlaug.
267
Dünyayı Beslemek
268
İnsanlığın Yeme Tarihi
269
Dünyayı Beslemek
270
İnsanlığın Yeme Tarihi
271
Dünyayı Beslemek
272
12
Bolluğun Paradoksları
273
Bolluğun Paradoksları
274
İnsanlığın Yeme Tarihi
275
Bolluğun Paradoksları
276
İnsanlığın Yeme Tarihi
277
Bolluğun Paradoksları
278
İnsanlığın Yeme Tarihi
nüfusun oranı 1967 ile 1986 arasında yüzde 64’ten yüzde 34’e düş-
tü. Ayrıca 1986 yılında buğday hasadı, kırk yedi milyon tondu ve bu
miktarın yarısı, depo edilerek kenara ayrıldı. Takip eden yılda muson
yağmurlarının çok az yağış bırakması, yüzyılın belki de en büyük kıt-
lığının yaşanmasına yol açacaktı. Kıtlık baş göstermeden önce Hin-
distan, can kaybı yaşanmaksızın ve dışarıdan yapılan yardıma muh-
taç kalmaksızın kendi kendisini besleyebilen bir ülke konumundaydı.
Bu, Hindistan’ın tarımda kendine yeterlilik hedefinin sınırlarına
gelip dayandığının açık bir kanıtıydı. İmalat sektörünün liberalleş-
mesi, 1991’de başladı ve Hindistan hızlı bir büyüme aşamasına gir-
di. Yoksul nüfusun oranı 1973 ile 2000 yılları arasında yüzde 55’ten
yüzde 26’ya düştü. Bazı gözlemciler, 2035 yılına kadar Hindistan’ın
Çin ve Amerika’dan sonra dünyanın üçüncü büyük ekonomisi olaca-
ğını söylemektedir. Ancak Hindistan, kırsal alanda tarım dışında iş
yaratma konusunda Çin’e kıyasla daha geridedir. Eğer Hindistan, bu
konuda daha hızlı bir gelişim göstermiş olsaydı, ekonomik büyüme-
ye katılım konusunda yoksulların önünü açan önemli bir adım atıl-
mış olacaktı. Bugün Hindistan’da besin üretimi, dağıtımı ve satışı işi
hâlâ devlet tarafından sıkı bir kontrole tâbi tutulmaktadır. Nüfusun
tarıma dayanan oranı yüksektir, ayrıca toplumda, eşitsizliğe dair ge-
niş bir endişe hâkimdir. Yeşil Devrim, Hindistan’ın hızlı kalkınması
için bir zemin hazırlamıştı, ancak devrimin olanaklarından çok daha
geniş bir şekilde istifade edilmek isteniyorsa daha kapsamlı reform-
ların hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Malthus’un Hayaleti
279
Bolluğun Paradoksları
280
İnsanlığın Yeme Tarihi
281
Bolluğun Paradoksları
282
İnsanlığın Yeme Tarihi
283
Bolluğun Paradoksları
284
İnsanlığın Yeme Tarihi
285
Bolluğun Paradoksları
etmiştir, tahıl ekimi için kullanılan arazi ise sadece yüzde 10 nispe-
tinde artmıştır. Borlaug’a göre eğer Yeşil Devrim’in teknolojisi olma-
saydı ya kitlesel bir açlık felaketi yaşanacaktı ya da (orman arazileri
gibi) daha önce üzerinde hiçbir tarımsal faaliyet yapılmamış geniş
ölçekli araziler, tarıma açılacaktı.
Yeşil Devrim’i eleştiren pek çok uzman, kimyasal gübre ve haşe-
re ilacı kullanımı gerektirmeyen geleneksel ya da organik tarım tek-
niklerine dönülmesi gerektiğini öne sürmektedir. Bu, tarımın hem
doğrudan (örneğin, azotun akışı ve haşere ilacı kullanımı) hem de
dolaylı biçimde (örneğin, kimyasal gübrenin üretimi doğalgaz har-
canmasına dayanan enerji ağırlıklı bir üretim olduğu için bu durum
iklim değişikliğine sebep olur) çevreye verdiği zararın azalmasına
neden olur. Ancak kimyasal gübre kullanımı olmaksızın yapılan ta-
rım, daha zayıf bir üretime yol açar; bu yüzden aynı miktarda besin
elde etmek için daha geniş bir tarım arazisine ihtiyaç duyulur. Yapı-
lan çalışmalar buğday, mısır ve patates gibi ürünlerin organik üreti-
minin geleneksel tarımın ihtiyaç duyduğu arazinin iki ya da üç katı
kadar bir araziye sahip olunması gerektiğini ortaya koymuştur. Azot
döngüsü konusunda bir uzman olan Manitoba Üniversitesi’nden
Vaclav Smil’e göre 1900 yılı itibariyle neredeyse hiçbir kimyasal güb-
re kullanımına dayanmayan küresel ölçekteki tarım faaliyeti, 850
milyon hektarlık bir arazi üzerinde yaklaşık 1,6 milyar insanın bes-
lenme ihtiyacını karşılamaktaydı. Gübre kullanımına dayanmayan
tarımsal faaliyetler (Buna “organik tarım” denilmektedir), Smil’in
yaptığı hesaplamalara göre bugün 1.500 milyon hektarlık arazide
çoğunluğu vejetaryen bir beslenme düzenine sahip olan 3,2 milyar
kadar insanın (dünya nüfusunun yaklaşık yarısı) beslenme ihtiyacını
karşılayabilmektedir.
Bununla birlikte, gelişmiş ülkelerde, elde edilen hasadın düşük
olmasına rağmen yeter derecede beslenme sağlayan uygun miktar-
da gıda elde edilebilmekte ve bu da gübre kullanımının azalmasına
neden olmaktadır. Bunun nedeni, zengin ülkelerin kendi ihtiyaç-
larının ötesinde besin üretebilme kapasitesine sahip olmasıdır. Bu
durum kısmen doğrudur, çünkü çiftçilere verilen sübvansiyonlar,
üretimde ihtiyacın ötesinde bir artışı mümkün kılar. Üretimdeki
286
İnsanlığın Yeme Tarihi
287
Bolluğun Paradoksları
Ocak 2007 ile Nisan 2008 arasında, yani fiyatlarda belli bir istikra-
rın olduğu bir dönemin hemen sonrasında buğday fiyatları ansızın
ikiye, pirinç fiyatları da üçe katlandı; mısır fiyatlarında ise yüzde
50 nispetinde bir artış yaşandı. 1970’li yılların başlarından bu yana
ilk kez birkaç ülkede eşzamanlı olarak gıda isyanları baş gösterdi.
Haiti’de “Açız!” sloganları atan protestocular, ülkenin başbakanını is-
tifaya zorladı. Kamerun’da iki düzine insan, çıkan gıda isyanlarında
hayatını yitirdi. Mısır’ın devlet başkanı çok geçmeden orduyu sefer-
ber etti ve askerlere bir an önce ekmek yapımına başlamaları konu-
sunda emirler verildi. Filipinler’de ise pirinç stoklamayı ömür boyu
hapis ile cezalandırmanın önünü açan yeni bir yasa yürürlüğe girdi.
Çiftçilerin ve kalkınma uzmanlarının yıllardır temel gıda fiyatlarının
düşüklüğünden yakınmalarının sonrasında ucuz gıda döneminin
birdenbire sonuna gelindiği görülüyordu. Aslına bakılırsa, yaşanan
bu gıda krizinin nedenlerini, Yeşil Devrim’in ortaya çıkardığı sonuç-
larda aramak mümkündür.
Yeşil Devrim’in sonuçlarından biri, kalkınmaya hız vermek
amacıyla hükümetlerin ve yardım kuruluşlarının tarıma yeterince
ilgi göstermemiş olmalarıydı. Dünya Bankası’na göre tarım için ay-
rılan “resmi kalkınma yardımları”nın oranı 1979 ile 2004 yılları ara-
sında yüzde 18’den yüzde 3,5’e düşmüştü. Yine Dünya Bankası’nın
2008 tarihli Dünya Kalkınma Raporu’na göre bu değişikliğin birkaç
nedeni vardı. Bir ölçüde gıda sorununun çözüme kavuşturulduğu
sanılmıştı. Kuzey Amerika ve Avrupa’da gıda bolluğu vardı, ayrıca
gelişmiş ülkelerde hem Yeşil Devrim teknolojisinin, hem de çiftçile-
re verilen sübvansiyonların neticesinde dünya ölçeğinde temel gıda
maddelerinin fiyatı düşük seyrediyordu. Sonuç olarak, bağış yapan
kişiler, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal projeleri desteklemeye
dönük ilgilerini kaybettiler. 1990’larla birlikte başlayan, devletlerin
tarımsal araştırmalara daha az yatırım yapmaları tarımdaki büyü-
menin yavaşlamasına yol açtı.
Gelişmiş ülkelerde çiftçiler ve çevreci gruplar da gelişmekte olan
ülkelerde tarımsal kalkınmaya yapılan yardımların azaltılması konu-
sunda bağışta bulunan kişileri ikna etmişlerdi. Çiftçiler gelişmekte
288
İnsanlığın Yeme Tarihi
289
Bolluğun Paradoksları
290
İnsanlığın Yeme Tarihi
291
Bolluğun Paradoksları
292
Son Söz
Geleceğin Harcındakiler
Kuzey Kutbu’ndan yedi yüz mil uzakta, kutup dairesinde yer alan
ıssız bir adada, bir dağın yamacındaki karların içinden tuhaf bir
beton yapı, çıkıntı yapmıştır. Bu yapının dış yüzeyinde yer alan bir
aralıktan, yansıtıcı çelik ile aynalar ve prizmalar, yaz ayları boyun-
ca etrafa kutup ışınları yansıtarak ışıl ışıl parlayan bu yapıyı adeta
bir “mücevher”e dönüştürür. Kış aylarının karanlık günlerinde ise
aynı yapı, iki yüz kadar fiber optikten yeşil, turkuaz ve ürpertici
bir beyaz ışık saçarak yapının millerce öteden görünmesini sağlar.
Yapının ağır çelik giriş kapılarının arkasında toprağın altındaki
ana kayaya doğru 125 metre uzanan betonarme bir tünel bulunur.
Ayrıca diğer kapılar ve iki hava geçirmez odanın arkasında ise üç
mahzen yer alır. Her mahzenin uzunluğu 27 metre, yüksekliği 6
metre, genişliği de 10 metredir. Bu mahzenlerde altınlar, sanat
eserleri, gizli plan ve projeler ya da yüksek teknolojili silahlar de-
ğil, tüm bunlardan çok daha değerli olan bir şey, insan türünün
belki de en büyük hazinesi denilebilecek bir şey depolanacaktır:
Sayıları milyarlarla ölçülen tohumlar.
Kuzey Okyanusu’nda Norveç’in Spitsbergen adasında yer
alan Svalbard Küresel Tohum Mahzeni, dünyanın en büyük ve en
güvenli tohum depolama tesisidir. Tesisin içinde yer alan tohum-
lar, polietilen ve alüminyumdan yapılmış kurşuni renkte dört kat-
lı zarflar içinde muhafaza edilir. Bu tohumlar, her tarafı sıkıca ka-
293
Son Söz
294
İnsanlığın Yeme Tarihi
295
Son Söz
296
İnsanlığın Yeme Tarihi
297
Son Söz
298
Teşekkürler
299
Teşekkürler
300
Notlar
1. Bölüm
2. Bölüm
301
Notlar
3. Bölüm
Baharatlarla ilgili hikâyeler için bkz. Dalby, Dangerous Tastes. Baharat ti-
caretinin kökenleri ve tarihi şu eserlerde tartışılmaktadır: Dalby, Food in
the Ancient World from A to Z; Schivelbusch, Tastes of Paradise; Keay, The
Spice Route; Turner, Spice ve Miller, The Spice Trade of the Roman Empire.
Baharatlar ve ticaret arasındaki ilişki için bkz. Curtin, Cross-Cultural Trade
in World History. Kara Ölüm’ün yaygınlaşmasında ve vebanın etkisini azalt-
mada baharatların oynadığı role dair bkz. Ziegler, The Black Death; Deaux,
The Black Death, 1347 ve Herlihy, The Black Death and the Transformation
of the West. İstanbul’un düşüşü için Crowley’in Constantinople adlı eserine
bakılabilir. Kolomb ve Vasco da Gama’nın deniz seferleri şu eserlerde an-
latılmaktadır: Fernández-Armesto, Columbus; Subrahmanyam, The Career
and Legend of Vasco da Gama; Keay, The Spice Route; Turner, Spice ve Bo-
orstin, The Discoverers. Vasco da Gama’nın (ve Zheng He’nin) Avrupa ba-
harat fiyatları üzerindeki etkisi için: O’Rourke ve Williamson, “Did Vasco
da Gama Matter for European Markets?” Hint Okyanusu ticaretinin yapısı
için bkz. Chaudhuri, Trade and Civilisation in the Indian Ocean. Avrupalı
imparatorlukların kökenleri için bkz. Scammell, The World Encompassed.
Yerel besin tartışması ise gerek Murray’in Moveable Feasts isimli kitabında
gerekse de İnternetteki sayısız blog yazarı tarafından yapılmaktadır.
4. Bölüm
Kral Charles’ın ananası ile ilgili hikâye için bkz. Beauman, The Pineapp-
le. Avrupalı ülkeler arasında iktisadi botanikte yaşanan rekabet ve botanik
bahçelerinin kökenleri için bkz. Brockway, Science and Colonial Expansion
ve Drayton, Nature’s Government. Mısır ve patatesin Eski Dünya’ya transfe-
ri için şu kaynaklara bakılabilir: Ho, “The Introduction of American Food
Plants into China”; Langer, “Europe’s Initial Population Explosion” ve Lan-
ger, “American Foods and Europe’s Population Growth 1750–1850.” Şekerin
Yeni Dünya’ya transferi ve şeker üretiminin sanayi-öncesi niteliğine dair
bkz. Landes, The Wealth and Poverty of Nations; Mintz, Sweetness and Po-
wer; Hobhouse, Seeds of Change; Daniels ve Daniels, “The Origin of the
Sugarcane Roller Mill”; Higman, “The Sugar Revolution” ve Fogel, Without
302
İnsanlığın Yeme Tarihi
5. Bölüm
Antik dünyadaki askeri lojistik için bkz. Engels, Alexander the Great and
the Logistics of the Macedonian Army; Roth, The Logistics of the Roman
Army at War; Clausen, “The Scorched Earth Policy, Ancient and Modern”
ve Erdkamp, Hunger and the Sword. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nda lo-
jistiğin oynadığı role dair bkz. Tokar, “Logistics and the British Defeat in
the Revolutionary War” ve Bowler, Logistics and the Failure of the British
Army in America. Askeri lojistiğin evrimine dair daha geniş bir tartışma
için bkz. van Creveld, Supplying War ve Lynn, Feeding Mars. Napolyon’un
yükselişi ve düşüşü için şu kaynaklara bakılabilir: Rothenberg, The Art of
Warfare in the Age of Napoleon; Nafziger, Napoleon’s Invasion of Russia; Asp-
rey, The Rise and Fall of Napoleon Bonaparte; Schom, Napoleon Bonaparte
ve Riehn, 1812: Napoleon’s Russian Campaign. Amerikan İç Savaşı’ndaki
lojistiğin oynadığı role dair bkz. Moore, “Mobility and Strategy in the Ci-
vil War.” Konserve besinin tarihi için bkz. Shephard, Pickled, Potted and
Canned. 1932–33 Sovyet kıtlığına dair şu kaynaklara bakılabilir: Ellman,
“The Role of Leadership Perceptions and of Intent in the Soviet Famine of
1931–1934”; Ellman, “Stalin and the Soviet Famine of 1932–33 Revisited”
ve Dalrymple, “The Soviet Famine of 1932–1934.”Çin’deki büyük kıtlık için
303
Notlar
bkz. Smil, “China’s Great Famine: 40 Years Later” ve Becker, Hungry Ghosts.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünde gıda kıtlıklarının oynadığı rol, Gaidar’ın
Collapse of an Empire kitabında işlenmiştir. Şeker boykotuna dair bir açık-
lama için ise bkz. Wroe, “Sick with Excess of Sweetness.”
6. Bölüm
304
Yazar Hakkında
305
Kaynakça
Asprey, Robert B. The Rise and Fall of Napoleon Bonaparte. London: Little,
Brown, 2001.
Bauer, Brian S. “Legitimization of the State in Inca Myth and Ritual.”
American Anthropologist 98, no. 2 (June 1996): 327–37.
Beauman, Fran. The Pineapple: King of Fruits. London: Chatto & Windus,
2005.
Becker, Jasper. Hungry Ghosts: China’s Secret Famine. London: John Murray,
1996.
Bellwood, Peter S. First Farmers: The Origins of Agricultural Societies.
Oxford: Blackwell, 2005.
Bender, Barbara. “Gatherer- Hunter to Farmer: A Social Perspective.” World
Archaeology 10, no. 2 (1978): 204–22.
Boorstin, Daniel J. The Discoverers. New York: Random House, 1983.
Bowler, Arthur. Logistics and the Failure of the British Army in America,
1775–1783. Princeton, New Jersey: Princeton University Press, 1975.
Brockway, Lucile H. Science and Colonial Expansion: The Role of the British
Royal Botanic Gardens. New York: Academic Press, 1979.
Chaliand, Gérard. Yeni Savaş Sanatı. İstanbul: Avesta Yayınları, 2010.
Chanda, Nayan. Küreselleşmenin Sıradışı Öyküsü (Tacirler, Vaizler,
Maceraperestler ve Savaşçılar Globalizmi Nasıl Şekillendirdiler). Ankara:
ODTÜ, 2009.
Chaudhuri, Kirti. Trade and Civilisation in the Indian Ocean: An Economic
History from the Rise of Islam to 1750. Cambridge: Cambridge University
Press, 1985.
Clausen, Wendell. “The Scorched Earth Policy, Ancient and Modern.” The
Classical Journal 40, no. 5 (February 1945): 298–99.
Clausewitz, Carl von. Savaş Üzerine. İstanbul: Doruk Yayınları, 2008.
Cohen, Mark. Health and the Rise of Civilization. New Haven: Yale
University Press, 1989.
Cowan, C. Wesley, and Patty Watson, eds. The Origins of Agriculture: An
International Perspective. Washington, D.C.: Smithsonian Institution
Press, 1992.
Crowley, Roger. 1453, Son Büyük Kuşatma. Ankara: April Yayıncılık, 2011.
306
İnsanlığın Yeme Tarihi
307
Kaynakça
308
İnsanlığın Yeme Tarihi
309
Kaynakça
310
İnsanlığın Yeme Tarihi
Mithen, Steven. After the Ice: A Global Human History 20,000–5,000 BC.
Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 2004.
Moore, John. “Mobility and Strategy in the Civil War.” Military Affairs 24,
no. 2, Civil War Issue (Summer 1960): 68–77.
Murray, Sarah. Moveable Feasts: From Ancient Rome to the 21st Century, the
Incredible Journeys of the Food We Eat. London: Macmillan, 2007.
Nafziger, George. Napoleon’s Invasion of Russia. Novato, California: Presidio,
1998.
Needham, Joseph, and Francesca Bray. Science and Civilisation in China vol.
6, Biology and Biological Technology, part 2, Agriculture. Cambridge:
Cambridge University Press, 1984.
Newman, Lucile F., ed. Hunger in History: Food Shortage, Poverty, and
Deprivation. Oxford: Blackwell, 1990.
O’Rourke, Kevin, and Jeffrey Williamson. “Did Vasco da Gama Matter for
Europe an Markets?” National Bureau of Economic Research, Working
Paper 11884, 2005.
Ogilvie, Brian. “The Many Books of Nature: Renaissance Naturalists and
Information Overload.” Journal of the History of Ideas 64, no. 1 (January
2003): 29–40.
Pinhasi, Ron, Joaquim Fort, and Albert Ammerman. “Tracing the Origin
and Spread of Agriculture in Europe.” PLoS Biology 3, no. 12 (2005):
e410.
Pollan, Michael. Etobur – Otobur İkilemi. İstanbul: Pegasus, 2009.
Pomeranz, Kenneth. The Great Divergence: China, Europe, and the Making
of the Modern World Economy. Princeton, New Jersey: Princeton
University Press, 2000.
Reader, John. Propitious Esculent: The Potato in World History. London:
William Heinemann, 2008.
Riehn, Richard K. 1812: Napoleon’s Russian Campaign. New York: John
Wiley & Sons, 1991.
Rotberg, Robert I., and Theodore K. Rabb, eds. Hunger and History: The
Impact of Changing Food Production and Consumption Patterns on
Society. Cambridge: Cambridge University Press, 1985.
Roth, Jonathan. The Logistics of the Roman Army at War (264 BC–AD 235).
Leiden, Netherlands: Brill, 1998.
Rothenberg, Gunther Erich. The Art of Warfare in the Age of Napoleon.
Bloomington: Indiana University Press, 1977.
311
Kaynakça
312
İnsanlığın Yeme Tarihi
313
Dizin
314
İnsanlığın Yeme Tarihi
315
Index
Denizci Henry, Portekiz prensi 118 güç. Bakınız zenginlik ve güç 1, 51,
Denizcilik Yasaları (1660’lar) 140 55, 61, 75, 76, 88, 90, 101,
Denizci Sinbad 85, 102 108, 122, 128, 139, 140, 141,
Dias, Bartholomeu 119 144, 156, 185, 192, 212, 216,
dini pratikler ve gelenekler 221, 239
İslam’ın yayılması 101 Güney Kore 243
Donkin, Bryan 205, 206
Drake, Francis 127, 128 H
Durand, Peter 204, 205 Haber, Fritz 257, 258, 259, 260,
Dünya Bankası 288, 289 261, 262, 263, 264, 272, 287,
Dünya Sağlık Örgütü 284 304, 312
Halvorsen, Gail 219
E
Hannibal 189, 190
Eden, Frederick 157 haraçlar 75
Elcano, Juan Sebastian 127 Harlan, Jack 297
Endonezya 31, 94, 103, 143, 271 haşere ilaçları 284
Escenden’li John 106 Hawaii 62, 63
Eskimo grupları (Alaska) 59 haylli 69, 70
etanol 178, 179, 180 hayvanların evcilleştirilmesi 32
Eudoxus 91, 92 Hazda göçebeleri (Tanzanya) 33
Hekanakhte Mektupları 72
F Hellriegel, Hermann 252
Herball (Gerard) 154
Feodosya (Kırım yarımadası) 104,
Herodot 85, 86, 100
105, 106, 107, 109
Her Türlü Et ve Sebzeyi Birkaç Yıl
Forster, William 173
Boyunca Saklama Sanatı
Fransa
[The Art of Preserving All
şeker üretimi 13, 147, 149, 150
Kinds of Animal and Vege-
G table Substances for Several
Years] Appert 204
Gaidar, Yegor 235, 238, 304, 309 Hindiçin 31
Gaud, William 271 Hindistan
Gerard, John 154 sanayileşme 13, 177, 222, 223,
gıda krizi 269, 289 228, 235, 273, 274, 275, 276,
gıdayı muhafaza etme 207 282
Gorbaçov, Mihail 238 yeşil devrim 250
Grant, Ulysses S. 208, 211, 212 Hint defneyaprağı 88, 89, 94
Grossman, Vasily 225 Hippalos 92
Guano Adaları Yasası (1856) 255 Hispanyola 114, 115, 116, 126, 147,
Guibert, Comte de 194 148
316
İnsanlığın Yeme Tarihi
317
Index
L Morgan, Lewis H. 56
Mugabe, Robert 241, 242
Lee 54, 55, 208, 210, 212, 300, 301, Muggeridge, Malcolm 226
310 muskat 89, 94, 95, 106, 114, 116,
Lewis, Ben 56, 215 117, 125, 127
Linschoten, Jan Huyghen van 128 Mussi, Gabriele de 105
lojistik. Ayrıca bakınız savaşın
yakıtı olarak besin 185, 187, N
188, 190, 194, 201, 208, 209,
213, 303 NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması
Lysenko, Trofim 230 Örgütü) 221
Nambikwara (Brezilya) 60
M Nernst, Walther Hermann 258,
Macellan, Ferdinand 126, 127 259, 262
Madeira 147 Newcomen, Thomas 169
Malthus, Thomas 158, 162, 163, nixtamalization [alkali ortamda
165, 166, 172, 177, 178, 256, pişirme] 25
270, 279, 283, 310 “Norfolk four-course rotation” 160
Mao Zedong 227, 228 Norin 10 265, 266, 268
Marco Polo 102, 103, 111, 112, nüfus artışı
113, 115, 116, 118 demografik geçiş 280, 282
Marie-Antoinette Fransa kraliçesi Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme
80, 151, 152, 156, 157 (Malthus) 162
Meksika. Ayrıca bakınız Aztekler
O
cüce buğday türleri 265, 268, 270
meyankökü 95 omurga 26, 28
Mezopotamya organik tarım 286, 287
haraçlar 75 ortalama yaşam süresi 241
Standart Meslekler Listesi 49 Osmanlılar 109
mısır etanolü 179 ölü bölgeler 283
Milletlerin Zenginliği (A. Smith)
14, 158, 312 P
Mittasch, Alwin 260
Paddock, William ve Paul 270
Moğol İmparatorluğu 104, 107,
Papin, Denis 202, 203, 204
108
Parmentier, Antoine-Augustin 156,
Molotov, Vyacheslav 216 157
Molük Adaları 94, 95, 97, 98, 102, Pasifik Savaşı (1879) 255
125, 126, 127, 128 Pasteur, Louis 204
Monkombu Sambasivan Swamina- patates
than 268 patates kıtlığı 176
318
İnsanlığın Yeme Tarihi
Peel, Robert 174, 175 Stalin, Josef 222, 223, 224, 225,
pelegra 24 226, 227, 228, 229, 235, 236,
Peng Dehuai 232, 233 303, 308
Peta 271 Strabon 91, 99, 112
PI 178383 297 Sümerler 32
Pigafetta, Antonio 127 Svalbard Küresel Tohum Mahzeni
piramitler 51, 66 293, 294
Pizarro, Gonzalo 117 şeflikler 62
Portekiz şekerkamışından etanol
şeker üretimi 13, 147, 149, 150 şeker üretimi 13, 147, 149, 150
Portekiz Kralı I. Manuel 119 ve kölelik 147
Prester John 118, 119 şeker pekmezi (melas) 148, 171
Prusyalı Büyük Friedrich 155 Şili, sodyum nitrat kaynağı 255,
256, 257, 263, 264
R
ravent 95
T
Robertson, Brian 217 Tacitus 96
Roma İmparatorluğu Tahıl Yasaları 174, 175, 179
İskenderiye Tarifesi 87, 88 tarçın 86, 87, 89, 94, 96, 99, 106,
Rommel, Erwin 213, 214 114, 115, 116, 117, 121, 127
Rose, John 139, 140 tarım
Rossignol, Robert Le 259 koruyucu toprak işleme 291
Run (Ada) 129, 130 organik tarım 286, 287
tarımsal üretkenlik
S cüce türler 271
savaş, savaşın yakıtı olarak besin ve sanayileşme 276
Amerikan Bağımsızlık Savaşı 13, tavuklar 45
190, 303 tekstil endüstrisi 169
İkinci Dünya Savaşı 213, 215, Tel Abu Hureyra (Suriye) 37
264, 265 Tell es-Sawwan (Irak) 58
ve sanayileşme 276 teosinte 22, 24, 30
Sen, Amartya 240, 241, 312 The Coal Question 178
sert omurga mutasyonu 26 Theophrastus 86, 142, 253
Sherman, William 208, 209, 210, ticaret ve ticaret ağları
211, 212 harita 99, 100
sığır 28, 32, 77, 171, 190, 203, 206, ve bilgi akışı 99
211 toplumsal tabakalaşma
sinameki (Çin tarçını) 87, 90 şeflikler 62
Smil, Vaclav 286, 304, 312 Toscanelli, Paolo 111, 112
Soğuk Savaş 13, 215, 221, 238 Tunner, William H. 218, 220, 221
319
Index
W
Washington, George 2, 192, 216,
296, 306, 307, 308, 309
Watt, James 169
Wellington Dükü 175, 192
Wilfarth, Hermann 252
Wright, James 243, 249
X
XVI. Louis, Fransa kralı 152, 156,
157
Y
yakıp yıkma politikası 189
Yaobang, Hu 233
yaratılış hikâyeleri 301
yerleşik yaşama geçiş 38, 63
yeşil devrim 250
yetersiz beslenme
ve azot 256, 260
ve mısır 31, 44, 254
yiyecek arama 191, 198, 211
320