You are on page 1of 2

GİRİŞ

Her ne kadar “Mevlevilik” tabiri sınırları kalın çizgilerle çizilmiş liturjik


kurumsal bir yapıya işaret etse de doğası itibariyle sınır çizgilerini, kısıtlama
girişimlerini reddeder. Mevleviliğin doğası Mevlana’nın mana dünyasından başka bir
şey değildir. O halde yüzyıllardır kendini sürdüren Mevlevilik içtimai, iktisadi ve
siyasi koşullara uyum sağlayabilmek için devirlerin kalıplarına bürünse de özünde
barındırdığı Mevlana’ya mahsus iç dünya her daim yaşamış ve derinlerde kaynayıp
durmuştur.

Duayen üstad Gölpınarlı Mevlevi gelenekte iki kolun mevcudiyetine dikkat


çeker: Veledi ve Şemsi kollar. Açık ifadesi ile Mevlana Celaleddin’den intikal eden
mirasın bir dirlik ve düzene sokularak, teşkilatı, ayin nizam ve muhtevası, kıyafet ve
tefrişatı vs. ile kurumsal formunun adıdır “Veledilik”. Bu haliyle vakıf çatısı altında
hükmi bir şahsiyet kazanarak yüzlerce yıldır ekseriyetle devrin zihniyet ve iktidarı ile
çatışmadan uyum içerisinde yaşamıştır. Diğer damar kendini somut form ve
edimlerde ele vermeyen, kısıtlamalara gelemeyen, kural ve çerçevelere sığamayan bir
tarzın adıdır.

Veledi form Mevlana’nın Mesnevi eserindeki normatif ve didaktik öğretiyi


yorumlar ve detaylarla çoğaltarak nesilden nesile aktararak erdemli birey, erdemli
toplum idealini misyon edinmiştir. Bu misyonu gerçekleştirmede kullandığı en
önemli araç Mesnevidir. Bir ahlak ve edep kitabı olarak Mesnevi gerek hayatın
içinden verilmiş kıssaları ile gerek dinleyeni uzun uzun düşündüren ibretleri ile eşi
bulunmaz bir araçtır. Zaten bu özellikleri nedeniyledir ki her devirde Mevlevi
dergâhlarında Mesnevi dersleri yapılmış müdekkik âlimler ciltlerce şerh yazmıştır.
Mevleviliğin bu yüzü herkesin bildiği, hakkında binlerce araştırmanın yazıldığı formel
yüzüdür. Ancak diğer yüzü olan Şemsi damar ve bu yüzün tezahürü olan Divan-ı
Kebir ne hakkıyla bilinmiş ne de hakkında yeterli araştırma yapılmıştır.

Önceleri babası gibi dünyayı arkasına atmış bir Kübrevi olan Hz. Molla, Şems
ile ilk karşılaşmalarında yaşadığı deprem etkisi ile değer dünyası altından kayıverince
ölçülerin ve kaidelerin insanı bu sınırlara sığmaz olmuştur. Farkına varmıştır ki
yüzyıllarca alimlerin ve fakihlerin kurduğu bina kainatın mimarının binası yanında
toz hükmündedir, sonsuz merhameti ihata edebilecek hiçbir şey olamaz. İşte o vakit
altın ile tenekenin, efendi ile kölenin, hanımefendi ile fahişenin anlamı kalmayan
ayrımlar olduğunu gören marjinal taifenin içinde bulur kendini.

Divan-ı Kebirin Mevlana’sı Mesnevinin Mevlana’sı değildir. Mesnevi de


hadisatın ardındaki hikmetleri açıklarken, Divan-ı Kebirde kendi varoluşunu
sorgular. Bazen Rabbine methiyelerle niyaz ederken bazen de kavgaya tutuşur.
Divan-ı Kebir Mevlana’nın günlüğüdür adeta ve günü gününü tutmaz. Her an bir
tecellide olan Allahın parlak bir mücellasıdır. Fakat değişmeyen bir şey varsa o da
hürriyetidir. Bu hürlüğünden aldığı güçledir ki dünya hayatının neden olması
gerektiği gibi olmadığını, kötülüklerin ve zulmün yaratılıştaki köklerini arar.
O “Ben sözü aşkla söylüyorum çünkü dersi aşktan alıyorum” dediğinde
sözlerinin ve iç alemindeki mananın hiçbir sınırlamaya gelmeyeceğini bir hudut
çekilemeyeceğini beyan eder. Divan-ı Kebirin Mevlana’sı aşkın sonsuz ve coşkulu
aleminde dolaştığında din, mezhep, şeriat kayıtlarından azade olarak insanlığın hatta
varoluşun o en büyük çatısı altında şöyle haykırır:

"Enel-Hak dediği ve gerçeğe işaret ettiği için halk anlamadı da


Hallac'ı darağacına çekti. Hallac sağ olsaydı sırlarımın azametinden
ötürü o beni darağacına çekerdi."

Bir başka beytinde de Tanrıyla olan ilişkisini bir dostuna anlatır gibi şöyle
seslenir:

"Bazen ona av derim, bazen bahar derim, bazen ona şarap adını
takarım, bazen de mahmurluğum derim."

Ne şiirleri bir vezine ne de ihtiva ettiği mana bir kalıba sığmayan “Şemsi
Mevlana” Mevleviliğin görünmez yüzü, tarikatın bedenine canlılık veren ruhu ve
özüdür. Bu öz Mevleviliğin arka bahçesindeki kimseyi geri çevirmeyen büyük
kapısıdır. Bu özün benzerini taşıyan Bektaşilik, Haydarilik ve Kalenderilik gibi dini
otoritelerin sapkın ilan ettiği, kalıpları reddeden sürgün ruhları Mevlana ve
Mevlevilikte bir cazibe, zaman zaman da sığınacak bir liman bulmuştur. Dini
otoritenin aleyhinde fetva verdiği tarikat ve zümreler temelde kendileri ile aynı özü
paylaşan Mevlevi dergâh ve şeyhlere sığınıp katledilmekten kurtulmuştur. Nedir bu
sapkın, heretik addedilen grupların Mevlevilikte bulduğu? Tabii ki din, ırk, mezhep
gibi kategorize edici hiçbir ayrıma ve kalıplara indirgenemeyen insanın ilahi özü.

You might also like