Professional Documents
Culture Documents
FĠZYOLOJĠYE GĠRĠġ
Fizyolojinin Tanımı
Fizyoloji, en basit ve geniĢ anlatımla yaĢayan organizmaların nasıl çalıĢtığını inceler.
HÜCRELER – DOKULAR –
ORGANLAR – ORGAN SĠSTEMLERĠ
Hücreler
Organizmaların en küçük yapısal
birimi hücrelerdir
Hücreler içinde bulundukları
organ sisteminin fonksiyonuna
yönelik özellikler taĢır ancak, tüm
hücrelerin sahip olduğu ortak
özellikler de vardır
Dokular
FarklılaĢmaya uğramıĢ benzer
hücrelerin oluĢturduğu yapılara
doku adı verilir
Vücutta 4 temel doku tipi bulunur:
o Kas dokusu
o Sinir dokusu
o Epitel dokusu
o Bağ dokusu
Bir organ genellikle bu dört tipte
dokuyu da içerir
FİZYOLOJİ 2
Organlar
Dokuların değiĢik oranlarda katılımı ile oluĢan, bir fonksiyona yönelik organizma
birimleridir
Organ Sistemleri
Birden çok organın bir araya gelerek bir fonksiyona yönelik bir yapı oluĢturması
Örneğin böbrekler, üreterler ve mesane ile birlikte boĢaltım sistemini oluĢturur
HOMEOSTAZĠS
Bir evin ısıtma sistemi de ayar noktası ile ve negatif geri besleme ile çalıĢır. Örneğin ısıtma
sistemi 18 - 22°C arasına ayarlanır. 18°C altına düĢünce kalorifer sistemi çalıĢır ve evi ısıtır,
22°C üzerine çıkınca kapanır. Bu çalıĢma sistemi negatif geri beslemedir.
HÜCRE FĠZYOLOJĠSĠ
Hiç bir hücre "tipik" değildir ancak, bir çok hücrede ortak olan özellikler vardır.
Sitoplazma
Hücreyi oluĢturan maddelere topluca SĠTOPLAZMA adı verilir
Sitoplazma hücre zarı tarafından sarılmıĢ durumdadır
Sitoplazma kimyasal olarak 5 farklı maddeden oluĢur
o Su (%75 - 80)
o Elektrolitler
o Proteinler
o Lipidler (fosfolipidler ve kolesterol)
o Karbonhidratlar
Hücre Organelleri
Hücrede bulunan ve yüksek organizasyon gösteren özelleĢmiĢ yapılara ORGANEL
denir
Hücrede bulunan baĢlıca organeller:
o Hücre membranı
o Endoplazmik retikulum
o Golgi cisimciği
o Mitokondri
o Lizozomlar
o Peroksizomlar
o Filamentler ve Sentriyol
FİZYOLOJİ 6
Nukleus (Çekirdek)
Temel Görevi:
o Hücrenin fonksiyonlarını düzenler
o Genetik bilgiyi (DNA) içerir ve hücre çoğalması sırasında kendinden sonraki
hücrelere iletir
Fosfolipidler
o Kolin taşıyanlar
o Lesitinler (fosfatidilkolin)
o Sfingomiyelin
o Amino fosfolipidler
Fosfatidilserin
Fosfatidiletanolamin
Diğerleri
o Fosfatidilgliserol
o Fosfatidilinositol
o Kardiolipin
Kolesterol
Glikolipidler
o Gangliozidler
Fosfolipid tabaka
Hücre zarındaki lipidlerin çoğunu
fosfolipidler oluĢturur
– Polar baĢ bölgeleri
– Hidrokarbon kuyruk (2 zincir
Ģeklinde esterleĢmiĢ yağ asidi)
Membran proteinleri
Ġntegral proteinler: Membranın içine gömülüdür
Periferal proteinler: Membranın iç veya dıĢ tarafına yerleĢmiĢlerdir
Glikolipidler ve glikoproteinler
Membranın dıĢına doğru uzanan yapılardır.
Hücre adhezyon molekülleri (Hücrelerin birbirine tutunmasını sağlayan yapılar)
FİZYOLOJİ 8
Permiabilite (geçirgenlik):
Membranın seçici geçirgenlik özelliği vardır.
o Moleküllerin büyüklüğü, konsantrasyonu ve taĢıdığı yük geçirgenliği belirler
o Yağda çözünen maddeler membrandan kolay geçerler (Alkol, CO2, O2 gibi)
o Geçirgenlik membran proteinlerinin ve lipidlerinin organizasyonuna bağlıdır
Membranda taĢınma
Aktif veya pasif olabilir
Aktif transport: Enerji (ATP) gerektirir, geçiĢ düĢük konsantrasyondan yüksek
konsantrasyona doğrudur (Sodyumun hücre dıĢına, potasyumun hücre içine taĢınması)
Pasif transport: Enerji gerektirmez (Difüzyon, ozmoz, filtrasyon, kolaylaĢtırılmıĢ difüzyon),
geçiĢ her zaman yüksek konsantrasyondan düĢük konsantrasyona doğrudur.
Difüzyon
Ozmoz
Filtrasyon
Bir membranın iki tarafı arasındaki hidrostatik basınç farkına bağlı olarak sıvınn yüksek
basınç tarafından alçak basınç tarafına hareket etmesi
Filtre olan sıvı miktarı basınç farkına ve membran yüzeyine bağlıdır
Eğer mebran izin verirse, sıvı ile birlikte küçük moleküller de sıvı ile birlikte filtre olabilir
KolaylaĢtırılmıĢ difüzyon
Aktif transport
Endositoz/ Ekzositoz
Sitoplazma
Endoplazmik retikulum
Golgi Aparatı
Ribozom
Mitokondri
Enerji merkezidir
-2 kat membranları vardır (İç ve dış membran)
-İç membranın oluşturduğu kıvrımlara oksidatif
enzimler tutunur. İç taraftaki boşluğa matriks adı
verilir.
-Besinlerin enzimlerle oksidasyonu sonucu su,
CO2 ve ATP oluşur (oksidatif fosforilasyon)
-Diğer organellerden farklı olarak çoğalabilirler,
çünkü DNA içerirler.
Lizozom
Peroksizomlar
Oksijenden oluĢturulan bazı zararlı ürünleri (hidrojen peroksid gibi) parçalar ve yok
ederler
Bu ürünler normal Ģartlarda zehirli (toksik) maddeleri yok etmek için üretilir ancak
fazlası hücre için zararlıdır
Filamentler
Hücre iskeletini oluĢtururlar
Hücrenin Ģeklini korumasını sağlarlar
Ayrıca, hücrenin hareket etmesini sağlarlar
o Her hücre az da olsa hareket edebilir
o Hücrenin önce bir kısmı bir yöne doğru hareket eder, hücrenin geri kalan
kısmı ilk kısmı takip eder (amiplerde olan harekete benzer Ģekilde)
Sentriyoller
Hücre içinde minik tüplerin (mikrotübüller) oluĢumunu ve uzamasını kontrol ederler
o Bu tübüller hücre içindeki taĢınmadan sorumludur
Bunun dıĢında hücre bölünmesi sırasında oluĢan iğcik liflerinin oluĢumundan sorumlu
FİZYOLOJİ 12
Gap junction
İki hücre membran proteinleri aracılığı ile
birbirlerine bağlanırlar (Kanal proteinleri).
Küçük moleküllerin geçişine izin verir
Desmozom
İki hücre arasında ince bir peptidoglikan
tabaka bulunur. Mikrofilamentlerle
güçlendirilmiştir.
FİZYOLOJİ 13
Difüzyon
Normalde havada veya bir sıvı çözeltisi
içindeki bulunan moleküller sürekli hareket
halindedir
Bu hareket moleküllerin kendi termal
enerjilerinden kaynaklanır
Ortamın herhangi bir bölgesinde
moleküllerin konsantrasyonu daha fazla ise,
moleküller konsantrasyonun daha az olduğu
tarafa doğru hareket etme eğilimindedir
(DĠFÜZYON)
KolaylaĢtırılmıĢ Difüzyon
Madde yine konsantrasyonun fazla olduğu yerden az olduğu yere doğru hareket
etme eğilimindedir
Ancak bu madde doğrudan veya bir iyon kanalından membranı geçemez
Membran üzerindeki bir protein bu maddenin geçiĢini kolaylaĢtırır
GeçiĢ sırasında ATP kullanılmaz
FİZYOLOJİ 16
Osmoz
Seçici geçirgen özellikteki
membranlar bazı maddelerin
geçiĢine izin vermez
Böyle bir durumda membranın iki
tarafındaki konsantrasyonun
dengelenmesi için
konsantrasyonun fazla olduğu
tarafa doğru net bir su difüzyonu
meydana gelir
Bu net difüzyona OSMOZ adı
verilir
Net su difüzyonunu
durdurabilecek değerdeki
basınca OSMOTĠK BASINÇ denir
FİZYOLOJİ 17
Aktif Transport
Enerji kullanılarak konsantrasyonun az olduğu taraftan çok olduğu tarafa doğru
maddeler taĢınır (yokuĢ yukarıya taĢıma gibi)
Ġki türde olabilir:
o Primer (birincil) aktif transport
o Sekonder (ikincil) aktif transport
MEMBRAN POTANSĠYELĠ
Uyarılabilen Dokular
Sinir sistemi ve kaslarda bulunan hücreler elektriksel özellikleri ile diğer tüm vücut
hücrelerinden farklılık gösterir
Bu dokulara uyarılabilen dokular denir
Tüm hücrelerde bulunan membranın elektriksel aktivitesi (membran potansiyeli), sinir
hücresi ve kas hücresinde doğrudan hücrenin iĢlevini etkiler
Membran potansiyeli sinir ve kas gibi hücrelerde, hücrenin durumuna göre farklı
isimler alır
Uyarılabilen bir doku hücresi uyarılmadığı zaman ĠSTĠRAHAT konumundadır ve
membran potansiyeli (-) değerdedir
Uyarıldığı zaman AKTĠF durumdadır ve membran potansiyeli (+) değerdedir
Ġstirahat membran potansiyelinin (-) olarak ortaya çıkmasında en önemli rolü oynayan
iki faktör vardır:
o Hücre uyarılmadığı zaman membrandan K+ geçiĢine sızmasına izin veren K+
sızma kanalları
Bunun sonucunda hücre içinde fazla olan K+ hücre dıĢına doğru difüzyona
uğrar ve hücre içi negatife doğru gider
o Hücre hangi konumda olurda olsun sürekli çalıĢan Na+-K+ pompası
Pompa her çalıĢmasında 3 Na+ iyonunu hücre dıĢına çıkarırken 2 K+
iyonunu hücre içine alır
Bu durumda pompanın her çalıĢmasında hücre içinden bir (+) iyon eksilir ve
hücre içi negatife doğru gider
AKSĠYON POTANSĠYELĠ
Sinir ve kas gibi uyarılabilen dokularda, hücrenin uyarılması ile sonuçlanan ani
elektriksel değiĢikliğe aksiyon potansiyeli adı verilir.
Bir nöronun uyarılması ile nöron aktif hale gelerek kendine ait iĢlevi yerine getirir
Bir kas hücresinin uyarılması, gerekli değiĢikliklerin oluĢması ile kasılma ile
sonuçlanır
EĢik değerin aĢılmasına neden olan uyarı HER ZAMAN bir aksiyon
potansiyeli oluĢumuna neden olur (EĢik değerin aĢılması: HEP)
EĢik değeri aĢmayacak kadar zayıf uyaranlar HĠÇ BĠR ZAMAN aksiyon
potansiyeli oluĢturamaz (EĢik değerin aĢılamaması: HĠÇ)
FİZYOLOJİ 23
KAN FĠZYOLOJĠSĠ
KANIN BĠLEġĠMĠ
KANIN GÖREVLERĠ
1) Hemoglobinin taĢınması
2) Beslenme; sindirim sisteminde en küçük yapı taĢlarına ayrılmıĢ olan besin maddelerini
ilgili dokulara götürür.
3) BoĢaltım; dokularda meydana gelen metabolik artıkları boĢaltım organlarına taĢır.
4) Vücut ısısının düzenlenmesi
5) Kan, vücutta tuz ve su dengesini korur. Gereğinde damar dıĢına çıkan su ve tuz iyonları,
hücrelerin belli gerginlikte kalmalarını sağlar.
6) Asid- baz dengesini korur. Kanda bulunan, bikarbonat, fosfat, protein ve Hb yardımı ile
fazla asitlerin ve alkalilerin nötralize olmaları sağlanır.
7) PıhtılaĢma faktörlerini taĢır; organizmanın yaralanması sonucu kan kaybetmesini önlenir.
8) TaĢımıĢ olduğu, antikorlar, antitoksinler ve lizinler mikrobik veya bakteri türündeki
mikroorganizmaları etkisiz hale getirir.
9) Hormonları hedef organlara taĢıyarak vücudun düzenli çalıĢmasına yardım eder.
ERĠTROSĠTLER
Kan hücrelerinin büyük bölümünü oluĢtururlar. Eritrositlerin total kan hacmine oranına
Hematokrit denir. Bu oran erkekte % 44-48, kadında % 38-42‟ dir. Eritrositlerin esas
fonksiyonu akciğerlerden dokulara oksijen ileten hemoglobini taĢımaktır. YaĢam süreleri olan ~
120 günün sonunda yıkılarak dolaĢımdan uzaklaĢtırılırlar.
Eritrositlerin içeriği
8 % 60-64 su
9 % 36- 34 organik ve inorganik madde
10 Hb, glikoz, enzimler, vitaminler, Fe, Cu, Zn, CO-3
FİZYOLOJİ 24
HEMOGLOBĠN
Omurgalılarda O2 taĢıyan kırmızı renkte bir pigmenttir.
4 üniteden oluĢur.
Her bir ünitede Fe+2 taĢıyan 1 Hem, 1 polipeptid zinciri (
globin ) vardır.
Hb, 4 Hem + 4 globin zincirinden oluĢur.
EriĢinde globin zincirleri 2 + 2 (HbA)
Oksijen ile bağlanma gevĢek olup geri dönüĢümlüdür.
Hb‟ nin oksijene olan ilgisi PO2‟ na bağlı. Akciğerlerde
PO2 yüksek olduğu için bağlanma kolay ve hızlı. Arteriyel
kanda Hb‟ nin % 97‟ si oksijenle doymuĢtur.
Dokuda PO2 düĢük olduğu için O2 hemoglobinden ayrılır.
HEMATOPOEZ
KÖK HÜCRELER
Hematopoez
FİZYOLOJİ 26
ERĠTROPOEZĠN DÜZENLENMESĠ
eritropoez hızlanır
eritropoez yavaĢlar
FİZYOLOJİ 27
Eritrositlerin yıkımı
Fizyolojik koĢullarda saatte 1-2 X 10 8 eritrosit yıkılıma uğrar. Bu durumda 70 kg bir insanda
hergün ~ 6 g hemoglobin yıkılmaktadır
Hb yapısındaki globin proteini tekrar kullanılır veya aminoasid havuzuna katılır. Hb
yapısındaki demir ise Fe havuzuna katılır
Hem molekülünün demir içermeyen porfirin bölümü karaciğer, dalak ve kemik iliğinde yıkılır
LÖKOSĠTLER
Savunma sisteminin hareketli bireyleri
Kemik iliğinde oluĢtuktan sonra kullanılacakları bölgelere gönderilirler
Morfoloji ve fonksiyonları yönünden farklı hücreler
Lökositlerin sayısı 4 000- 10 000 / mm3
Kan yayma preparatları boyanarak (Gimsa, Wrigt, May Grünwald) lökosit formül
hazırlanır
Lökopoez
NÖTROFĠL
Nötrofil Fonksiyonları
Kemotaksis
Mikroorganizma veya organizmada yanıt geliĢen bölgeden kaynaklanan aracı moleküller
savunma yanıtını uyarırlar (Kemoatraktan).
Kemotaksi kemotaktik maddenin konsantrasyon farkına bağlıdır.
Konsantrasyon farkı lökositlerin doğrusal hareketine neden olur.
Kemotaksi ile hasar bölgesine çağrılan periferik kandaki aktifleĢmiĢ lökositler dokuya
geçerler.
Damar duvarına yaklaĢan nötrofiller endotel hücrelerinde bulunan selektin molekülleri ile
endotel yüzeyine çekilirler. Nötrofiller endotelde bulunan adhezyon moleküllerine (ICAM)
bağlanarak endotele yapıĢırlar. Adhezyon sırasında birçok hücre birbirine tutunabilir, bu
olaya agregasyon adı verilir.
FİZYOLOJİ 29
Diapedez
Nötrofilin endotel hücrelerinin birleĢme yerlerinden geçerek bazal membranı delip damar
dıĢına çıkmalarıdır.
Fagositoz
Partikülün hücre içine alınması ve intraselllüler vakuol içinde sekestre edilmesidir.
Yüzeyin pürtüklü olması fagositoz olasılığını arttırır.
Opsonin: Partiküllere bağlanan ve onları fagositler için çekici hale getiren maddelerdir
(IgG ve kompleman proteinleri). Bu iĢleme opsonizasyon denir.
Fagosite edilen partiküller lizozomlardaki sindirim enzimleri (hidrolitik) ile parçalanırlar
Zararsız hale getirilen ürünler ekzositoz ile hücrenin dıĢına atılır.
Fagositoz
Ġntrasellüler öldürme
Oksidatif: Nötrofil aktivasyonunu takiben oksijen tüketimi (Respiratory burst= solunum
patlaması) (NADPH oksidaz ve Süperoksid dismütaz )
NADPH + H+ + 2 O2 NADP+ + 2 H+ +2 O -2
2 O -2 +2 O -2 + H+ + H+ SOD H2O2 + O2
EOZĠNOFĠL
• Genellikle 2 segmentlidir.
• Büyük ve koyu pembe granüller içerir.
• Tüm lökositlerin % 2 -6’ sıdır.
• Paraziter enfeksiyonlarında kanda artarlar.
• Allerjik reaksiyonlar sırasında peribronşiyal
dokuda ve deride toplanırlar.
• Mast hücrelerive bazofillerden yayılan
inflamasyonu uyarıcı maddeleri detoksifiye
eder.
BAZOFĠL
• Genellikle 2 segment içerirler.
• Granülleri iri, koyu mavi -siyah renkte olup
tüm sitoplazmayı doldurur.
• Tüm lökositlerin % 0.5’ idir.
• Mast hücrelerine benzerler.
• Heparin, histamin, bradikinin, serotonin
salgılarlar.
• Bazı allerjik reaksiyonlarda rol oynarlar.
• IgE bazofillere tutunma eğilimindedir.
FİZYOLOJİ 30
LÖKOSĠTOZ
Lökosit sayısının artması doku yıkımına veya bakteri saldırısına karĢı bir yanıttır.
Nötrofil lökositoz: Apandisit, pnömoni gibi akut enfeksiyonlarda ve miyokard infarktüsü
gibi doku hasarı olduğu durumlarda.
Lenfositoz: Kızamık, su çiçeği, boğmaca, enfeksiyöz hepatit gibi kronik enfeksiyonlarda
Monositoz: Sıtma gibi protozoal hastalıklarda
Eozinofili: Allerjik reaksiyonlarda ve parazit enfeksiyonlarında
MONOSĠT
TROMBOSĠTLER
TROMBOPOEZ
HEMOSTAZ
Vazokonstriksiyon
Damar hasarı sonrasında damar duvarında kasılma meydana gelir. Bunun nedenleri;
1. Sinirsel refleksler
2. Lokal miyojenik spazm
Trombositlerden kaynaklanan lokal humoral faktörler (Tromboksan A2)
Hemen geliĢen vazokonstriksiyon geçicidir. Damar hasarı ne kadar fazla ise kasılma
o kadar fazla olur. Keskin bir alet ile kesilen damar ezilen bir damardan daha çok
kanar.
Damar spazmı boyunca trombosit tıkacı ve pıhtılaĢma gerçekleĢir, kanama
durdurulur.
Protrombin
2-globulin yapısında bir plazma proteinidir (MW: 72 000 D)
Karaciğerde sentezlenir.
Stabil olmayan bir moleküldür, kolaylıkla daha küçük yapılara dönüĢebilir.
Fak Xa varlığında trombine döner
Protrombinin sentezi için K vitaminine ihtiyaç vardır.
Fibrinojen
Molekül ağırlığı 350 000 olan bir plazma proteinidir. 3 çift polipeptit zincirinden
oluĢur.
BaĢlıca yapım yeri karaciğerdir.
Karaciğer hastalıklarında fibrinojen sentezi bozulur.
Moleküler yapısının büyük olması nedeniyle normalde çok az fibrinojen
interstisyel sıvıya geçer.
FİZYOLOJİ 33
PıhtılaĢmanın baĢlaması
Dokularda oluĢan hasar sonucu kanın hasarlanmıĢ endotel hücreleri ve damar
duvarındaki kollajen ile teması protrombin aktivatörünün oluĢumuna yol açar.
Protrombin aktivatörü birbirleri ile sürekli etkileĢimde bulunan 2 yolla oluĢturulur:
1-) Ekstrensek yol
2-) Ġntrensek yol
Ekstrensek yol
Doku faktörünün salınımı ile baĢlar. Doku faktörü endotel hücrelerinde bulunur. Bir
kofaktör gibi çalıĢır. Faktör VII‟ nin aktive olmasını sağlar.
Doku hasarının fazla olması doku faktörünün daha çok salınımına yol açar.
Doku faktörü, Faktör VII, Ca2+ birlikte doku tromboplastinini yapar.
Doku tromboplastini Fak X‟ u aktifler, Fak Xa oluĢur.
Ġntrensek yol
Ġn vitro cam, in vivo kollajen ile temas intrensek yolu aktive eder.
(-) yüklü bir yüzey ile temas sonucu prekallikreinden kallikrein oluĢur. Kallikrein, Fak XII‟
den Fak XIIa oluĢumunu aktifler.
Fak XIIa, prekallikreinden kallikrein oluĢumunu indükler. Ayrıca HMWK‟ den bradikinin
salınımını indükler.
Sırasıyla Fak XI, Fak IX aktive olur.
Sonunda Fak X aktive olur ve Fak Xa oluĢur.
Tüm reaksiyonlarda kalsiyum ve trombosit membran fosfolipidleri kofaktör gibi çalıĢır.
Ortak yol
Ġntrensek yol ve ekstrensek yolun aktivasyonu ile oluĢan Faktör XIa, Ca2+, PL ve Faktör
Va birlikte Protrombin aktivatörünü yapar (PA)
PA, Protrombinden trombin oluĢumunu sağlar.
Trombin, fibrinojenden fibrin monomerlerinin oluĢumunu sağlar.
Fibrin monomerleri, polimerize olurlar.
Trombin ile aktive olan Fak XIIIa, fibrin polimerlerini stabilize eder.
FİZYOLOJİ 34
Fibrin oluĢumu
Proteolitik etkili bir molekül olan trombin fibrinojenden 4 tane peptidi ayırarak diğer fibrin
molekülleri ile polimerize olma yeteneği taĢıyan fibrin monomerini yapar.
OluĢan fibrin monomerleri agrege olarak uzun fibrin iplikçiklerine dönüĢürler.
Fibrin monomerleri polimerizasyona uğrayarak fibrin polimerlerini yapar.
Polimerizasyonun baĢında bağların zayıf olması nedeniyle pıhtı zayıftır ve kolaylıkla
çözülebilir.
Pıhtı retraksiyonu
Pıhtı birkaç dakika içinde büzüĢmeye baĢlar. Retraksiyon adı verilen bu olaydan
trombositler sorumludur.
Pıhtının retrakte olamaması trombosit azlığının bir göstergesidir. Retraksiyonu sağlayan
maddeler trombositlerin yapısındaki trombastenin, aktin ve miyozin gibi kontraktil
ptoteinlerdir.
Pıhtı küçülürken yırtılan kan damarlarının uçları birbirine yaklaĢır.
PıhtılaĢmanın düzenlenmesi
OluĢan Protrombin aktivatörünün miktarı doku hasarı ile doğru orantılıdır. Ancak bir kez
oluĢtuğu anda pıhtılaĢma mekanizmasının tetiği çekilir ve pıhtılaĢma dakikalar içinde
çevredeki kana yayılır. Yani pıhtının kendisi (+) feed- back yolu ile daha çok pıhtının
oluĢumuna neden olur.
Endotelin düzgün bir yüzeye sahip olması nedeniyle normal koĢullarda intrensek
pıhtılaĢma sistemi inaktiftir.
Endotelin iç yüzeyini örten glikokaliks tabakası trombositleri iterek pıhtılaĢmayı engeller.
Fibrinolizis
Pıhtının eritilerek ortadan kaldırılmasını sağlayan sisteme Fibrinolitik Sistem denir. Bu
sistemin en önemli enzimi Plazmin olup pıhtılaĢma sonucu oluĢan fibrini yıkıma uğratarak
Fibrin Yıkılım Ürünlerinin oluĢumuna yol açar.
Plazmin bir proteaz olup plazmada inaktif zimojen formu Plazminojen Ģeklinde bulunur.
Kallikrein, Faktör XIIa ve kininojen, Plazminojenin plazmine dönüĢümüne neden olur.
Plazmin yapı olarak pankreasın proteolitik enzimi Tripsine benzer. Bu enzim fibrin
iplikçiklerinin yanısıra kandaki fibrinojen, Faktör V, Faktör VIII ve protrombin gibi maddeleri
de sindirir (fibrinojenolizis)
Plazminojeni aktifleyen en önemli madde Doku Plazminojen Aktivatörü (t-PA) olup
yaralanan dokulardan pıhtının oluĢumunu takiben 1-2 gün içinde salınıma uğrar.
t-PA klinikte trombolitik ajan olarak da kullanılmaktadır.
Ürokinaz bir diğer plazminojen aktivatörü olup yine klinikte trombolitik olarak kullanılır.
FİZYOLOJİ 35
K vitamini eksikliği
• K vit; karaciğerde trombin, Faktör X, IX, VII’ nin
yapımında gereklidir.
• K vit kalın barsaktaki bakteriler tarafından
sentezlendiği için normal koşullarda eksikliği
gözlenmez.
• Ancak yeni doğanda henüz bakteri florası tam
oluşmadığı için K vit eksikliğine bağlı kanamalar
ortaya çıkabilir. (Yeni doğanın hemorajik hast.)
• K vit yağda eriyen bir vit olduğu için özellikle yağ
emiliminin bozulduğu hastalıklarda eksikliği
ortaya çıkabilir.
• Karaciğerin yeterli miktarda safra yapamadığı
durumlarda yağ emilimi bozulacağı için K vit
emilemez.
• Karaciğer hastalıklarında hem pıhtılaşma
faktörlerinin yapım bozukluğu hem de K vit
yetersiz emilimi nedeniyle spontan kanamalar
ortaya çıkar.
Hemofili
Hemofili A en çok (%85) rastlanılan pıhtılaĢma bozukluğu olup erkeklerde görülme
sıklığı 1/5000- 1/10000 arasındadır. Fak VIII genine ait 150 farklı nokta mutasyonu
gösterilmiĢtir.
Faktör VIII eksikliği ile ortaya çıkan hastalık X kromozomuna bağlı olarak geçer.
Kadınlar taĢıyıcı olabilir, ancak çoğunlukla kanama bozukluğu göstermeden normal bir
yaĢam sürerler.
Hastalık Faktör VIII‟ in kandaki düzeyine göre hafif, orta ve ağır seyredebilir.
Hastalarda küçük travmalar sonucunda ciddi eklem ve kas içi kanamalar oluĢabilir.
Plazmadan veya r-DNA teknolojisi ile hazırlanmıĢ Fak VIII enjeksiyonları ile
kanamaların sıklığı ve miktarı azaltılabilmektedir
KAN PLAZMASI
PLAZMANIN TANIMI VE ĠÇERĠĞĠ
Serum ile plazma temelde aynı özelliklere sahip olmakla birlikte, serum içinde, Faktör
I (fibrinojen), Faktör II (Protrombin), Faktör V (Proakselerin) ve Faktör VII
(Prokonvertin) gibi pıhtılaĢma faktörleri bulunmaz.
Plazmanın içeriği
% 91-92‟ si su
% 8-10 suda erimiĢ maddeler
PLAZMA PROTEĠNLERĠ
Plazmada 300‟ ün üzerinde protein bulunmaktadır. Bir çok proteinin insan ırkları
arasında varyasyonları saptanmıĢtır.
Plazma proteinleri albümin, globülin ve fibrinojen fraksiyonlarından oluĢur. Ayrıca
globülinler 1, 2, 1, 2 ve globülinler olmak üzere alt gruplara ayrılır.
Plazma proteinleri içinde en yaygın olan albüminin baĢlıca görevi kolloid ozmotik
basıncın (onkotik basınç) oluĢturulmasıdır. Kolloid ozmotik basınç, plazma hacmini
korumaya yönelik iĢlev yapar. Ayrıca plazmada bir çok maddenin taĢınması albümin
sayesinde olur.
Donnan etkisi
Donnan etkisi adı verilen bir etkiye bağlı olarak, plazma proteinleri kendi ozmotik
güçlerinin yaklaĢık iki katı büyüklüğünde bir onkotik güç oluĢtururlar. Bunun nedeni,
plazma proteinlerinin negatif yüklü olmaları ve bu sayede pozitif yüklü baĢka ozmotik
aktif pozitif iyonların (sodyum gibi) damar içinde kalmalarını sağlamasıdır. Böylece,
plazma protein konsantrasyonundaki küçük bir artıĢ, onkotik basınçta çok daha büyük bir
artıĢa neden olur.
Normal Ģartlarda onkotik basınç değeri 28 mmHg‟dır. Bu değerin 19 mm‟si plazma
proteinleri, 9 mm‟si ise katyonlar tarafından oluĢturulur. Onkotik basınç sayesinde kan ile
interstisyel bölge arasında madde alıĢveriĢi ve suyun venöz uçtan damarlara dönüĢü
sağlanır.
Globulinler
Onkotik basınç ve taĢıma görevlerinin yanı sıra bir kısmı immünitenin sağlanmasında
görev yapar. Bu tür globülinlere immünglobülinler denir. IgG, IgA, IgM, IgD ve IgE olarak
sınıflandırılır
Fibrinojen
Yüksek moleküler ağırlığı olan bir proteindir. Bu nedenle genellikle damar içinde kalır
ve nadiren interstisyel sıvıya geçer. Trombin etkisiyle fibrine dönüĢerek kan
pıhtılaĢmasında çok önemli rol oynar.
% 50 Üre
% 25 Serbest amino asitler
% 25 Kreatin, kreatinin, ürik asit, blirübin, kolin epinefrin,
nükleotidler
Üre: Protein metabolizması sonucu oluĢur. OluĢan tüm üre atılmak zorundadır, aksi takdirde
vücut sıvılarında artar. Normal değeri 10-50 mg/dl. dir. Atılımının bozulduğu durumlarda
üremi tablosu geliĢir.
Kreatin ve Kreatinin: Kas metabolizması sonucu ortaya çıkar ve plazmada taĢındıktan sonra
idrar yolu ile atılırlar. Kas aktivitesinin arttığı durumlarda plazma düzeyleri artar.
Ġnorganik maddeler: Sodyum, potasyum, kalsiyum, klor, magnezyum, demir gibi iyonlardır.
KAN GRUPLARI
Eritrosit membranının dıĢına doğru uzanan glikoprotein yapılar bireyler arasında
farklılık göstermektedir. Bu yapılar antijenik özellik gösterdikleri için kan
transfüzyonları sırasında immun yanıta neden olurlar.
Ġlk olarak 1901 yılında Karl Landsteiner tarafından ortaya konulmuĢtur.
Moleküler araĢtırmalar en az 21 tane farklı kan grubu sistemi olduğunu ortaya
koymuĢtur. Bunların arasında en çok bilineneleri ABO, Rh ve MN sistemleridir. Kan
transfüzyonu için bu sistemlerden ABO ve Rh tipinin bilinmesi gerekmektedir.
ABO sistemi
A ve B antijeni (aglütinojeni) genel populasyonun büyük bölümünde bulunur. Bu
antijenler tek tek veya birlikte bulunurlar veya hiç bulunmayabilirler.
Bir kiĢinin kan grubu eritrosit membranındaki aglütinojenin tipine göre belirlenir.
Antijenler yalnız eritrosit yüzeyinde değil tükrük bezleri, böbrek, karaciğer, akciğer,
testis gibi dokularda da saptanmıĢtır.
ABO kan grubunu kodlayan genler 9. kromozomda bulunur. 3 allel genin 2 tanesi
dominant (A ve B), 1 tanesi resesiftir (O).
3 allel gen 4 fenotipin ortaya çıkmasına neden olur.
Fenotip Genotip
AB AB
A AA veya AO
B BB veya BO
O OO
A grubu olan kiĢilerin plazmasında B antijenine karĢı anti-B; B grubu olan kiĢinin
plazmasında A antijenine karĢı anti-B bulunmaktadır. O grubu olan kiĢinin plazmasında ise A
ve B antijenine karĢı anti-A ve anti-B bulunmaktaır. AB grubu olan kiĢinin plazmasında ise A
ve B antijenine karĢı antikor bulunmaz.
FİZYOLOJİ 39
anti-A anti-B
AB
Rh sistemi
ABO sistemi dıĢında klinik önemi olan bir baĢka sistem Rh sistemidir. ABO sisteminde
transfüzyon reaksiyonu kendiliğinden geliĢir. Oysa Rh sisteminde spontan antikorlar
hiçbir zaman oluĢmaz, bireyin Rh antijeni ile kuvvetli bir biçimde karĢılaĢması gerekir.
Rh ismi antijenin il olarak Rhesus türü maymunda gösterilmesi nedeniyle verilmiĢtir. Rh
antijenlerinin Rh faktörü olarak adlandırılan ve sık görülen tipi vardır. Bunlar; C,D, E, c, d,
e Ģeklinde isimlendirilmiĢlerdir. Bunların aralarında en güçlüsü D antijenidir. Bu nedenle
Rh (+) deyimi genellikle bireyde D antijeni bulunduğunu gösterir. Rh (-) ise D antijeninin
olmadığını belirtir. Beyaz ırkın % 85‟ i Rh (+), % 15‟ i Rh (-) dir.
Rh faktörü taĢıyan eritrositler veya bu hücrelerin yıkımında ortaya çıkan protein yapılar
Rh(-) bir kiĢiye verildiğinde anti-Rh antikorlar yavaĢ oluĢur.
FİZYOLOJİ 40
Antijenle karĢılaĢma arttıkça Rh (-) bireyler Rh faktörüne karĢı daha duyarlı hale gelirler.
Rh (-) bir kiĢiye Rh (+) kan transfüze edilirse (kiĢi daha önce Rh antijeni ile
karĢılaĢmamıĢsa) reaksiyon gözlenmez. 2-4 hafta içinde oluĢan antikorlar hala
dolaĢımda bulunan eritrositleri yıkabilir. Buna gecikmiĢ transfüzyon reaksiyonu denir. Rh
faktörü ile karĢılaĢma arttıkça reaksiyonun Ģiddeti artar.
LENFOSĠT
• 10 m çapında, tipik olarak yuvarlak veya oval
olup, çekirdek de benzer özellik gösterir.
• Sitoplazma dar olup Çekirdek küçük bir çentik
içerir.
• Fagositik değildirler.
• Lenf düğümlerinden ve diğer lenf dokularından
kana, kandan diapedez ile tekrar dokulara
geçerler.
FİZYOLOJİ 42
Lenfositlerin geliĢimi
T lenfositlerinin farklılaĢması
Timus bezine göç eden T lenfositleri bölünerek çoğalırlar ve her antijene yanıt
verebilecek tipte ve sayıda farklılaĢırlar.
Timustaki T lenfositleri vücudun kendi dokularındaki proteinlere de karĢı yanıt
vermemeyi öğrenir.
Organizmanın öz-antijenleri ile karĢılaĢan ve yanıt veren tüm lenfositler imha edilir
(OlgunlaĢan lenfositlerin ~ % 90).
Timusta T lenfositlerinin ön iĢlemesi büyük oranda doğumdan önce veya hemen
sonra tamamlanır.
Timus
Lenf düğümü
• Düğüme giren afferent lenfatikler
içeriklerini subkapsüler sinusa boĢaltırlar.
• Lenf sıvısı hilus bölgesindeki efferent
lenfatikle lenf düğümünü terkeder.
• Follikül yapıları B lenfositlerinden
zengindir.
• T lenfositleri parafolliküler alan adını alan
bölgelerde bulunurlar.
FİZYOLOJİ 43
Lenfositlerin uyarılması
Özgül bir antijen lenfoid dokuda T ve B lenfositleri ile karĢılaĢırsa bu hücreleri aktive eder.
Aktive olan hücreler bu antijeni tanıyacak ve uygun antikor geliĢtirecek T ve B lenfositlerini
oluĢturur.
Çoğalan bu hücre gruplarına lenfosit klonu adı verilir.
Lenfoid dokularda bulunan makrofajlar önce mikroorganizmaları fagosite eder.
Fagositoz sonrasında antijenik yapılar açığa çıkar.
Makrofajlar bu antijenleri lenfositlere sunarlar ve lenfosit klonunun aktivasyonuna yol
açarlar.
T lenfositleri
Hücre yüzeyindeki glikoprotein tipine göre baĢlıca CD4 ve CD8 T hücresi olarak
isimlendirilirler.
CD8 T hücreleri sitotoksik
CD4 T hücreleri yardımcı hücrelerdir
Yardımcı T hücreleri
Tüm T hücrelerinin ~3/ 4‟ üdürler.
B hücrelerinin antikor salgılayan plazma hücrelerine dönüĢmelerini sağlarlar.
Bu iĢlevi salgıladıkları lenfokin (sitokin) adı verilen aracı moleküllerle yaparlar. En
önemlileri: IL-2, IL-3, IL-4, IL-5, IL-6, IL-10 ve interferon ‟ dır.
Sitotoksik T hücreleri
Mikroorganizmaları hatta bazen vücudun kendi hücrelerini öldürebilen direkt saldırı
hücreleridir (Katil hücre).
Bu hücreler perforin, granzim gibi saldırılan hücrelerin membranında delik açan enzimler
salgılarlar.
FİZYOLOJİ 44
Baskılayıcı T hücreleri
Ġmmun Tolerans
Lenfositler organizmanın kendi hücrelerini bakteri ve virus hücrelerinden farklı
olarak tanır.
Normal koĢullarda kendi antijenlerine karĢı pek az antikor geliĢir.
Ġmmun tolerans adı verilen bu olayın lenfositlerin timus ve kemik iliğinde ön
iĢlenmeleri sırasında oluĢtuğu tahmin edilmektedir.
MHC genleri rol oynar.
Ön iĢleme sırasında vücudun kendi dokularına ait antijenler lenfositlere
tanıtılmakta ve bu antijenlere yanıt veren lenfosit klonları ortadan kaldırılmaktadır.
Ġmmun toleransın yetersizliği otoimmun hastalıklara yol açar.
Plazma hücreleri
Özgül antijenle karĢılaĢmadan önce B lenfosit klonları lenfoid dokuda sessiz kalır.
Antijenle karĢılaĢan B hücreleri büyüyerek lenfoblastik görünüm kazanır, hızla
bölünerek plazma hücrelerine dönüĢür.
OlgunlaĢan plazma hücreleri globulin sentezlemeye baĢlar.
Sentezlenen globulinler lenf sıvısına salgılanır ve kan dolaĢımına katılır.
FİZYOLOJİ 45
Bellek hücreleri
Uyarılan B hücrelerinin bir kısmı plazma hücrelerine dönüĢmeyip yeni B lenfosit
klonu üretmeye devam ederler.
Antijenle uyarılmıĢ B lenfosit klonları ana lenfosit klonlarına eklenir ve tekrar aynı
antijenle karĢılaĢıncaya dek lenfoid dokuda sessiz kalır.
Yeni oluĢan bu hücreler Bellek hücreleri denir.
Bellek hücrelerinin oluĢumunu takip eden dönemde tekrar aynı antijenle
karĢılaĢılırsa çok daha güçlü antikor yanıtı oluĢur.
Sekonder yanıtta antikor oluĢma süresi daha hızlıdır ve antikor miktarı daha
fazladır.
Sekonder yanıtta antikor düzeyleri haftalarca hatta aylarca yüksek kalır.
Ġmmunojen (Antijen)
Ġmmunglobulinler
• Molekül kütleleri 150 000- 970 000
arasındadır.
• Plazma proteinlerinin ~ % 20’ sini
yaparlar.
• İmmunglobulinler birbirlerine disülfid
bağları ile bağlı 2 hafif ve 2 ağır
zincirden oluşurlar.
• Her ağır zincirin bir ucu bir hafif zincir
ile paralel bulunur.
IgM: 5 adet Y Ģeklindeki monomerin pentagonal yapı oluĢturmasıyla ortaya çıkar. Çok
sayıdaki antijen bağlama bölgesi nedeniyle aglütinasyon ve kompleman proteinleri ile
reaksiyona girme gücü yüksektir. Antijenle temas sonrasında kanda ilk görülen Ig‟ dir.
Plasentadan geçmez.
FİZYOLOJİ 46
IgG: Monomer yapıdadır. DolaĢımda en çok bulunan Ig‟ dir. Plasentadan geçer. Kompleman
sistemi ile reaksiyona girer.
IgA: Mukozalardaki hücrelerce yapılır. Virus ve bakterilerin epiteliyal yüzeylere yapıĢmasını
engeller. Vücut salgılarında bulunur. Anne sütüne geçer. GĠS enfeksiyonları açısından
önemli.
IgD: Daha çok B hücrelerinin membranında bulunur. Plasentayı geçmez.
IgE: Mast hücrelerine ve eosinofillere tutunmuĢtur. Antijenle bağlanması halinde bu
hücrelerden histamin ve diğer vazoaktif maddelerin salımına ve allerjik reaksiyonlara yol
açar.
AĢılama
Edinsel bağıĢıklık geliĢtirmek amacıyla kullanılır.
Hastalık oluĢturması mümkün olmayan ancak kimyasal olarak antijenleri taĢıyan ölü
mikroorganizmalarla aĢılama yapılabilir (Boğmaca, tifo, difteri).
ĠĢlem görmüĢ ve toksik özelliğini kaybetmiĢ ancak antijenik özelliğini koruyan toksinlere
karĢı da bağıĢıklık sağlanabilir (Tetanus).
ZayıflatılmıĢ viruslar da aĢı olarak kullanılabilir (Polio, kızamık, su çiçeği)
Pasif BağıĢıklık
Aktif bağıĢıklık vücuda giren veya verilen bir antijene karĢı yanıt olarak antikor ya da aktif T
hücresinin geliĢtirilmesidir.
Pasif bağıĢıklık ise aktif olarak bağıĢıklanmıĢ bir baĢka kiĢinin ya da hayvanın kanından
elde edilen antikorların ve/ veya aktif T hücrelerinin verilmesiyle gerçekleĢtirilir.
Antikorlar 2-3 hafta kanda düzeylerini korur, bu sürede hastalık gözlenmez.
DOLAġIM FĠZYOLOJĠSĠ
FİZYOLOJİ 47
KALP KASI
Yapısal olarak iskelet kası gibi çizgilidir. Aktin ve miyozin flamanlarının iskelet
kasındakine benzer bir çizgilenme görüntüsüne yol açacak Ģekilde organizasyonu söz
konusudur. Ancak düz kas gibi istemsiz çalıĢır ve çalıĢması otonom sinir sistemi ile
arttırılıp azaltılabilir.
Kalp kası hücreleri “interkale disk” adı verilen membran yapılarıyla birbirlerine çok sıkı
bağlanırlar. Ancak kalp kası hücrelerinin aralarında, interkale diskler ile bağlandıkları
membran bölgelerinin hemen yanında, gevĢek bağlantı bölgeleri denilen özel
membran bağlantıları vardır. GevĢek bağlantılar ise bir kas hücresinde oluĢan elektrik
uyarının (aksiyon potansiyeli) komĢu hücrelere kolayca yayılabilmesini sağlar. Böylece
kalp kasında ağsı bir yapılaĢma (sinsityum) ile bir noktada oluĢan uyarı komĢu
hücreler arasında birinden diğerine hızla geçerek tüm kalbe yayılır. Ayrıca;
Çizgili iskelet kasından farklı olarak kalpte iki tip hücre vardır:
o Atrium ve ventrikülde bulunan, kasılabilen kalp kası hücreleri.
o Kasılma için gereken elektrik uyarıyı oluĢturup, uyarıyı tüm kalp kası
hücrelerine ileten hücreler (Sinoatrial düğüm, atrioventriküler düğüm, His
demeti ve Purkinje hücreleri).
Kalp kası, düz kas gibi istemsiz olarak kasılıp gevĢer. Kasılım süreklidir ve kasılımın
gerçekleĢmesi için iskelet kasındaki gibi sinirsel uyarıya ihtiyaç YOKTUR. Kalp kası
hücrelerini kasılmaları için uyaran (aksiyon potansiyelini-AP- ilk oluĢturan) bölge yine
kalpte bulunan˝sinoatrial (SA) düğümdür“. AP oluĢturan SA düğüm hücreleri
kasılabilen kalp kası hücrelerinden farklı bir yapıya sahiptirler. AP daha sonra yine
kasılma özelliği olmayan ileti hücrelerinden oluĢan bir yol boyunca tüm kalbe yayılır ve
en son kalp kası hücrelerine ulaĢır.
Kasılma için gereken elektrik uyarı (AP) sağ atriumun tavanında bulunan sinoatrial
düğümde oluĢur→ AP sağ ve sol atrium kas hücreleri arasında yayılır; bu yayılım ile
atriumlar kasılır→ AP sağ atriumun tabanında yerleĢim gösteren atrioventriküler
düğüme (AV düğüm) ulaĢır→ sonra His demetine geçer→ His demeti ventiküller arası
septumun üst ucunda sağ ve sol dallara ayrılır. Her iki dal septumdan apekse doğru
(aĢağıya) endokardın hemen altında ilerler. Sağ dal aĢağıya ilerlerken sağ ventriküle
doğru dallanır. Sol dal ise önce anterior (ön) dal ve posterior (arka) dala ayrılır. Her
ikisi de apekse doğru ilerlerken sol ventriküle doğru dallanır→ His demeti dallarından
sonra, AP, ventrikül kas tabakası içerisinde ilerleyen purkinje liflerine ulaĢır→ Purkinje
lifleri ileti yolunun son basamağıdır. AP buradan ventriküllerin kalp kası hücrelerine
ulaĢır ve ventriküllerin tüm kas hücreleri arasında gevĢek bağlantılar kullanılarak
yayılır. AP ventriküllere yayılmaya baĢladıktan kısa bir süre sonra ventriküller
kasılmaya baĢlar.
FİZYOLOJİ 49
Kalp kasının dinlenim membran potansiyeli iskelet kasına benzer Ģekilde -90
milivolttur (mV). Ancak kalp kasının elektrik olayları (AP) iskelet kasındakinden çok
daha uzun sürer: Aksiyon potansiyelinin depolarizasyon evresi çok kısa (2 milisaniye)
sürer. Ancak daha sonra çok uzun süren (200-300 milisaniye) bir “plato evresi” bulunur.
Bu evre iskelet kasının aksiyon potansiyelinde YOKTUR. Platodan sonra repolarizasyon
evresi oluĢur ve kalp kası dinlenim potansiyeline döner. Plato nedeniyle kalp kası AP‟i
iskelet kasınınkinden çok daha uzun sürer. Kalp kasında depolarizasyon sinir hücresi
ve iskelet kasındaki gibi voltaj kapılı sodyum kanallarının açılıp içeri sodyumun
giriĢidir. Plato evresini oluĢturan ise voltaj kapılı kalsiyum kanallarının açılması ve
kalsiyumun hücre içine giriĢidir. Sinir hücresi ve diğer kas hücrelerinde bu evre
gözlenmez. En son geliĢen repolarizasyonda ise yine sinir ve iskelet kasındaki gibi
açılan voltaj kapılı potasyum kanallarından potasyum hücre dıĢına çıkar ve
potansiyel dinlenim durumuna döner.
Kalp kasında gevĢeme-diastol sırasında ise artık absolü refrakter dönem biter ve
gevĢemenin neredeyse sonuna dek süren “rölatif refrakter dönem” baĢlar. Normal sinüs
ritmi sırasında yeni bir AP, rölatif refrakter dönemin yani gevĢemenin sonunda
oluĢur. Ancak bazı hastalık durumlarında yeni bir AP rölatif refrakter dönem içinde de
oluĢabilir. Bu Ģekilde normal ritim dıĢında vaktinden önce oluĢan yeni bir AP, kalpte
vaktinden önce bir kasılıma yol açar. Bu tip normal ritim dıĢı uyarılar (AP)
“ekstrasistol” olarak adlandırılır.
Uyarılabilme:
Kalp kası deneysel Ģartlar altında mekanik, elektriksel, ısı veya kimyasal uyaranlarla
uyarılabilir. Bu özelliğe batmotrop özellik denir.
Kasılabilme:
Miyokardın bir uyaran karĢısında gösterdiği kasılma yeteneğine inotrop özellik denir.
Otonomi:
Miyokardın kendi kendine AP oluĢturup kasılabilme yeteneğine (otonomi) kronotrop özellik
denir.
Ġletebilme:
Miyokardın kendine gelen bir impulsu iletebilme özelliğine dromotrop özellik denir.
Kalbin ileti sisteminin yarattığı her AP, tüm kalp kası hücrelerine interkale disklerin
yakınındaki gevĢek bağlantılar kullanılarak yayılır ve tüm kalp kası hücreleri kasılır.
Deneysel Ģartlarda dıĢarıdan uygulanan bir uyaranın Ģiddetinin (ister iskelet kası olsun
ister kalp kası olsun) tüm kas hücrelerinde AP oluĢturabilmesi için mutlaka eĢik
değeri geçmesi gereklidir. EĢik altı Ģiddetteki uyaranlar AP oluĢturamaz ve kalp kası
kasılamaz. Ancak eĢik üstündeki tüm Ģiddetlerde bütün uyaranlar kalp kasında
gevĢek bağlantılar kullanılarak çok hızlı bir Ģekilde tüm kalp kası hücrelerine yayılır ve
tüm kalp kası hücrelerinde daima aynı büyüklükte AP oluĢturur. Böylece her bir AP
ile kalp kası hücrelerinin tamamı kasılır ve böylece her kasılım hep aynı Ģiddette
gerçekleĢir.
Ġskelet kasında ise dıĢarıdan uygulanan bir uyaranın Ģiddeti eĢik değeri geçtiğinde
sadece uyarılan kas hücrelerinde AP geliĢir. Ġskelet kasında sinsityal yapı olmadığı için
bir kas hücresinde oluĢan AP‟nin diğer kas hücrelerine komĢuluk yoluyla yayılması söz
konusu değildir.
Ayrıca iskelet kasında AP oluĢumu için gereken eĢik değerler her kas lifi için aynı
değildir ve eĢik üstü uyaranın Ģiddeti arttırıldıkça eĢik değeri daha yüksek olan
kas liflerinde de AP geliĢip kasılıma katılacakları için oluĢan birleĢik AP‟nin
FİZYOLOJİ 52
büyüklüğü ve kasılımın Ģiddeti artar. Böylece tek bir uyaran iskelet kasında tüm
kas hücrelerinde AP oluĢturmayabilir ve tüm kas hücrelerini kasmayabilir.
Kalpte sinüs düğümünden doğan aksiyon potansiyel uyarısı ileti yolu boyunca ve daha sonra
kalp kası hücreleri içinde farklı hızlarda yayılım gösterir. Yayılım hızı açısından sıralama
Ģöyledir:
Elektrokardiyogram (EKG)
Ġki türlü EKG kaydı vardır: Bipolar ve ünipolar. Bipolar kayıtta 2 tane aktif (araĢtırıcı
elektrod) kayıt yapan elektrot bulunurken; ünipolar kayıtta ise 2 elektrodun biri aktif
kayıt yaparken biri de devamlı sıfır potansiyelde bulunur (“indifferent elektrod”).
Sonuçta her iki tip kayıtta da iki elektrot arası elektiriksel potansiyel fark yazdırılır.
Derivasyonlar:
Ünipolar derivasyonlar:
EKG‟yi bir grafik olarak düĢünebiliriz: yatay eksen zamanı (birim saniyedir), dikey
eksen ise voltajı (birim milivolttur) göstermektedir.
EKG kaydı üzerinde 2 ayrı boy kare bulunur. Bunlardan küçük boy olan 25 kare 1
büyük boy kareyi oluĢturur. Kısaca 1 büyük boy karenin 1 kenarında 5 küçük boy kare
bulunur. Her bir küçük boy karenin yatay eksende süresi 0.04 saniye, dikey eksende
voltajı ise 0.1 milivolttur. Böylece 1 büyük boy karenin süresi 0.2 saniyeye, voltajı da
0.5 milivolta denk gelir.
Bir kalp dönemine ait elektrik potansiyel değiĢimleri soldan sağa doğru P, Q, R, S, T
harfleri ile belirtilen dalgaları oluĢturur.
Yukarıdaki gibi bir EKG görüntüsü her derivasyonda alınmaz. Çünkü her derivasyon kalbe
farklı açılardan bakar.
Ard arda gelen iki “R” dalgası seçilir. Aralarındaki büyük veya küçük kareler sayılır. Küçük
kareler sayıldıysa 0.04 saniye ile, büyük kareler sayıldıysa 0.2 saniye ile çarpılır. Çıkan
çarpım, 1 kalp atımı için gereken süreyi (saniye) gösterir. Bu kadar saniyede 1 kalp atımı
gerçekleĢiyorsa, 60 saniyede (1 dakikada) kaç kalp atımı gerçekleĢir Ģeklinde yapılan orantı
ile kalbin dakikadaki atım hızı hesaplanır.
KALP DÖNGÜSÜ
Bir kalp atımının baĢlangıcından bir sonraki kalp atımının baĢlangıcına kadar
gerçekleĢen kalp olaylarına kalp döngüsü (kardiyak siklus) denir.
Kalp döngüsü diastol adı verilen ventriküllerin gevĢeme dönemi ile bunu izleyen,
sistol adı verilen ventriküllerin kasılma döneminden meydana gelir.
FİZYOLOJİ 58
1. Kalbin tek bir sistol ile pompaladığı kan hacmi 70 ml‟dir (atım hacmi). Kalp
dinlenme halindeki bir kiĢide dakikada 4-6 litre kan pompalar. Buna “kalp debisi” adı
verilir. Kalp debisi kalbin atım hızına ve kalbin atım hacmine bağlıdır. Ağır bir egzersiz
sırasında atım hacmi iki katına çıkar; atım sayısı artar → kalp debisi 4-7 kat artar.
Kalbin ihtiyaç karĢısında dakika volümünü normalin üzerine çıkarabilme kapasitesine
kardiyak rezerv (yedek) adı verilir.
2. Kalbin pompaladığı kan hacminin (kalp debisinin) düzenlenmesi baĢlıca 2 yolla olur:
Sodyum: Kanda Na+ azlığı kalp kası hücresinden dıĢarıya kalsiyum atılıĢını bozar. Bu
nedenle kalsiyum hücre içinde birikir ve kalpte kasılım artar, gevĢeme azalır.
Kalsiyum: Kanda Ca2+ düzeyi normalden daha yüksek olduğunda kalp sistolleri
güçlenir, uzar ve kalp sonunda sistolde durabilir.
FİZYOLOJİ 60
KALP SESLERĠ
Bir kalp döneminde, steteskop ile kolayca dinlenen 2 ses vardır: I. ve II. kalp sesleri.
III. ve IV. kalp sesleri ise daha zor duyulur.
I.ses ile II.ses arasındaki sürede kısadır ve bu süre içinde sistol yer alır. II.ses ile I.ses
arasındaki sürede ise diyastol dönemi yer alır. Bu dönem ise daha uzundur.
I.Kalp sesi:
En iyi mitral ve triküspid odaklardan dinlenir. Mitral odak, sol meme çizgisinin 5.
interkostal aralığı kestiği noktadır. Triküspid odak ise sternumun sol kenarı boyunca
pulmoner odakla mitral odak arasında (3. ve 4. interkostal aralıkların sternumun sol
kenarı ile kesiĢtiği alan) yer alır. Kabaca 4. kostanın sternumla birleĢtiği noktadır.
En iyi aort ve pulmoner odaktan dinlenir. Aort odağı, sağda 2. kostanın sternumu
kestiği noktadır. Pulmoner odak ise solda 2. kostanın sternumu kestiği noktadır.
FİZYOLOJİ 61
Normal fizyolojiye sahip bir kalpte duyulan sesler sadece 1. ve 2. kalp sesleridir. Nadiren
genç eriĢkinlerde diastol baĢında 2. sesten hemen sonra duyulabilen 3. kalp sesi ve diastol
sonunda duyulabilen 4. kalp sesi de bulunur. Ancak bunların sağlıklı kiĢilerde duyulma
olasılığı çok azdır. Diastol sırasında ventrikül içine dolan kanın çıkarttığı seslerdir. Genellikle
bazı patolojik durumlarda duyulur hale gelirler.
Kan kalpte ve damarlarda normalde düz (laminar) akar. Laminar akan kan ses oluĢturmaz.
Ancak bazı patolojik durumlarda bazı patolojik ek seslere neden olacak Ģekilde kan girdaplar
(türbülans) yapar. Bu durum özellikle damar içinde veya kalp kapaklarında bir darlık söz
konusu olduğunda geliĢir. Örneğin: kalp kapak darlıkları veya yetmezliklerinde geliĢen
“üfürüm” adı verilen patolojik seslerin nedeni budur.
Aorta, sistemik arterler ve arteriollerin duvarları çok kalın düz kas tabakası ile kaplıdır.
Özellikle arterioller sempatik sinir sisteminin etkisi ile kuvvetli kasılabilme
özelliğindedirler. Bu grup damarların iç lümeni (boĢluğu) dardır. Aorttan kapillere dek
ilerlendiğinde damar lümen çapı giderek azalır. Kanın %20‟si bu kompartımanda
(arterler, arterioller ve kapiller) yer alır. Kapiller damarların duvarında kas tabakası
bulunmaz. Dokularla kan arasındaki madde ve gaz alıĢveriĢi kapiller sistemde
gerçekleĢir.
Kan kapiller sistemden venöz sisteme geçer: venüller→ venler→ vena kava. Venlerin
çeperleri aynı çaptaki arterlerden çok daha incedir. Çünkü daha zayıf düz kas
tabakası içerirler. Lümenleri daha geniĢtir. Arterlere oranla daha çok
geniĢleyebilme yeteneğindedirler. Damar sistemi içindeki kanın büyük bölümü
venöz bölgede bulunur (oranı %64; kalan %16 kalp ve akciğerlerdedir).
KAN BASINCI
Damarlar içinde dolaĢan kanın damar çeperine yapmıĢ olduğu lateral basınca kan
basıncı denir.
Genç eriĢkin bir insanda, aort ve brakial arter gibi büyük arterlerde basınç, her kalp
döngüsü içinde yaklaĢık 120 mmHg olan bir tepe değeriyle (sistolik basınç) yaklaĢık 80
mmHg olan en düĢük değer (diastolik basınç) arasında değiĢir.
Kan basıncı aort ve büyük arterlerden kapillere gidildikçe azalır. Kapillerin giriĢinde 35
mmHg‟a düĢer. Kapilerin çıkıĢında 10 mmHg‟a inmiĢtir. Azalma venöz bölgede de
devam eder. Venlerde ortalama kan basıncı (yatan bir kiĢide) 4-9 mmHg‟dır. Vena
cava basıncı ise 0 mmHg‟dır.
FİZYOLOJİ 63
Arteriyel kan basıncı denince oturan bir Ģahıstaki a. brachialis üzerinden ölçülen kan
basıncı anlaĢılır.
YetiĢkinde sistolik 90-150 mmHg, diastolik 60-90mmHg normal kabul edilir (ortalama
120/ 80 mmHg).
2. Yer çekimi: Ayakta duran bir kiĢide kalp seviyesinden uzaklaĢtıkça kan basıncı
her 13.6 mm için 1 mmHg değiĢir. Bu değiĢiklik kalp seviyesinin altına inildikçe
artma yönünde iken, kalp seviyesinin üzerine çıkıldıkça, azalma yönündedir.
Böylece arteriel ve venöz kan basıncı bacakta ölçüldüğünde koldakinden 90 mmHg
daha yüksek bulunacaktır. Beyin damarlarında ise basınç koldakinden çok daha
düĢüktür.
Hipertansiyon: Sistolik kan basıncının sürekli olarak 150 mmHg, diastolik kan
basıncının da 90 mmHg‟nın üzerinde bulunmasıdır.
Hipotansiyon: Kan basıncının sürekli olarak normal değerlerinin altında bulunmasıdır.
Nabız basıncı: Sistolik ve diastolik basınçlar arasındaki fark olup normalde 50 mmHg
kadardır.
Direkt metod: Arter içine girilerek tayin edilir. Uygulanabilirliği oldukça zordur, rutinde
kullanılmaz.
NABIZ
Her kalp atımı (sistolü) ile oluĢan geniĢleme dalgasının periferde hissedilmesidir.
FİZYOLOJİ 64
Nabızın özellikleri
Dolgunluğu:
Nabız basıncının büyüklüğüne bağlıdır. Nabız basıncı ne kadar büyük olursa ve arter çeperi
ne kadar geniĢlerse nabız o kadar dolgun olur.
EĢitliği:
Her nabız dalgasının dolgunluk bakımından birbirine eĢit olmasıdır.
Düzenli olması:
Ġki atım arası bekleme süresinin eĢit olması.
Sayısı:
Normal nabız sayısı 60-80/ dakikadır. Nabız sayısı 100‟ ün üstüne çıktığında taĢikardiye,
60‟ ın altına indiğinde bradikardiye iĢaret eder.
Kapillerin duvarı içte bir sıra endotel hücresi, onun dıĢında ise ince bir bağ doku
tabakasından oluĢmuĢtur. Kapiller lümen çapı 4-9 m‟ dir. Endotel hücrelerinin
aralarında 7 nanometre çapında yarıklar vardır. Kan içindeki küçük moleküller bu
yarıkları kullanarak doku aralığına (intersitisyel kompartman) geçerler. Büyük moleküller
(serum proteinleri ve kanın Ģekilli elemanları-hücreler) ise bu deliklerden geçemez.
Kapiller damar ve çevresindeki intersitisyel sıvı içinde iki tip basınç bulur:
1- Hidrostatik basınç
2- Onkotik basınç
Bir kapiller sistemin arteriol ucunda damar içi sıvının hidrostatik basıncı ortalama
30 mmHg, onkotik basıncı 28 mmHg‟dır. Ġntersitisyel bölgede ise hidrostatik
basınç -3 mmHg, onkotik basınç 8 mmHg‟dır. Kapillerin arteriel ucunda suyu damar
dıĢına iten güçlerin toplamı (30 mmHg) + (-3 mmHg) + (8 mmHg) = 41 mmHg iken;
damar içine çeken tek güç 28 mmHg‟dır. Böylece su ve suda erimiĢ tüm moleküller
kapillerin arter ucunda 41 mmHg – 28 mmHg = 13 mmHg güçle intersitisyel
bölgeye geçerek “filtre olur”.
Venöz uçta ise kapil içi hidrostatik basınç arteriel uçta dokuya kaybedilen su
nedeniyle 10 mmHg‟ya düĢer. Diğer basınçlar ise değiĢmez. Böylece suyu damar
dıĢına çeken güçlerin toplamı 21 mmHg olur. Suyu damar içinde tutan kapiller onkotik
basınç ise proteinler damar dıĢına çıkamadığı için hala 28 mmHg‟dır. Bu nedenle kan
FİZYOLOJİ 65
venöz uca geçtiğinde 28 mmHg – 21 mmHg =7 mmHg güçle damar içine geri emilir,
“absorbe” olur.
Kapilerin arteriol ucunda su ile beraber pek çok besin, iyonlar ve sinyal molekülleri
(hormonlar) önce damardan intersitisyuma filtre olur; daha sonra doku hücrelerinin
membranlarını difüzyon veya taĢıyıcı proteinler aracılığıyla geçip hücre içine girerler.
Venöz uçta ise, su ile beraber, doku hücrelerinde oluĢan atık maddeler bu iĢlemin ters
yönde gerçekleĢmesiyle kapil içine absorbe edilirler.
Kapillerden intersitisyel bölgeye geçen suyun tamamı absorbe edilmez. Ayrıca çok az
miktarda damar içi protein intersitisyuma kaçak yapar. Ġntersitisyumdaki bu fazla su ve
proteinler lenf damarlarımız sayesinde uzaklaĢtırılır. Böylece normal Ģartlar altında
intersitisyel bölgede fazladan su ve protein birikimi gerçekleĢmez.
Prostasiklin (vazodilatör)
Endotelin (vazokonstriktör): Damar duvarı zedelendiği zaman salınır.
Nitrik oksit (vazodilatör)
Sempatik sinirlerin ucundan damar düz kasına salınan noradrenalin damar düz kas
membranındaki α (alfa) -reseptörlerine bağlanarak kasın kasılmasına- damar
lümeninin daralmasına (vazokonstriktör) neden olur. Vazokonstriksiyon özellikle
arterioller ve venlerde çok belirgindir. Böylece:
1. Kalbe venlerden dönen kan miktarı artar → kalp debisi artar → arterlere giren kan
miktarı artar.
2. Sempatik sinirler kalpte de (+) kronotrop ve (+) inotropik etkiye neden olur → kalp
debisi artar → arterlere giren kan miktarı artar.
3. Tüm arteriollerde Ģiddetli vazokonstriksiyon kanın arterlerden arteriollere ve kapiller
sisteme geçiĢine rezistansı (direnç) arttırır.
Kan basıncının santral sinir sistemi tarafından kontrolu medulla oblangatada olmaktadır.
Buraya vazomotor merkez denir.
SOLUNUM FĠZYOLOJĠSĠ
Solunum: O2'nin dıĢ ortamdan taĢınarak hücrelere ulaĢtırılması, hücrelerde üretilen CO 2'in
tekrar dıĢ ortama atılması. Burada akciğer alveolleri ile kan arasındaki gaz alıĢveriĢi
eksternal (dıĢ) solunum, diğer vücut hücreleri ve kan arasındaki gaz alıĢveriĢi ise internal (iç)
solunum adını alır.
Solunum Yolları
Ağız / burun farinks larinks trakea BronĢlar (sağ ve sol olmak üzere iki tane)
bronĢioller (pek çok sayıda) terminal bronĢioller (pek çok sayıda) respiratuar bronĢioller
(pek çok sayıda) alveolar kanallar (pek çok sayıda) alveol keseleri (pek çok sayıda)
Solunum yollarını larinks ikiye ayırır: üst solunum yolları ve alt solunum yolları
Hava yollarının iç yüzeyi RESPĠRATUAR EPĠTEL ile kaplıdır. Epitel içinde bulunan epitel
hücreleri ve goblet hücreleri mukus salgılar. Respiratuar epitel üzerinde çok miktarda SĠLĠA
(tüysü yapılar) bulunur. Sadece alveolar kanallar ve alveollerde silier yapı bulunmaz.
Hava ile solunum yollarına giren pek çok yabancı madde ve bakteri salgılanan mukusa
yapıĢır. Silier yapılar hareket etme yeteneğine sahiptirler. Bu hareket sonucunda yabancı
maddeleri toplayan mukus sürekli üst solunum yollarına (farinkse) doğru itilir. Günlük olarak
yaklaĢık 100 ml. mukus salgılanır ve siliyalar tarafından saatte 1-2 cm hızla yukarı yönde
ilerletilir.
Sigara içimi silier yapının bu hareketini bozar ve yabancı maddeleri içeren mukus solunum
yollarında kalır. Hem solunum yollarını tıkar hem de akciğerde enfeksiyon riskini arttırır.
Solunum yollarının duvarında ayrıca düz kas tabakası bulunur; düz kas tabakası sadece
alveol keseleri ve alveollerde yoktur. Düz kas aktivitesi akciğerlere giren hava miktarını
kontrol eder. Kasılım ile elde edilen bronkokonstriksiyon akciğerlere giren hava miktarını
azaltırken kasların gevĢemesi (bronkodilatasyon) giren hava miktarını arttırır.
Solunum yollarının üst kısımlarında (larinks, trakea ve bronĢlarda) solunum yolları duvarının
en dıĢında bir de kıkırdak doku bulunur.
Ventilasyon
Ġnspirasyon ve ekspirasyondan oluĢur.
Ġnspiryum: nefes almak
Ekspiryum: nefes vermek
FİZYOLOJİ 69
Solunum sırasında hava önce dıĢ ortamdan göğüs kafesi içine çekilir; sonra dıĢarı itilir. Bu
çekme ya da itme gücü solunum kaslarının kasılma ve gevĢemeleri ile sağlanır. Solunum
kaslarının uyarılması ise sinir sistemi tarafından sağlanır.
Normal solunum hızı 12-14 kere/dk‟dır. Dinlenim durumunda her soluk alıp verme ile 500 ml
hava akciğerlere girer-çıkar. Böylece dinlenim durumunda, 1 dakika içinde ~6 L hava
alveollere girer ve çıkar. Egzersizde, kanda oksijen miktarının (parsiyel basıncının) azaldığı,
karbondioksid miktarının arttığı, kan ph‟sının azaldığı durumlarda solunum hızı artar.
Akciğerler
Akciğerlerimiz toraks adı verilen göğüs kafesi içinde yer alır. Omurga kemiklerimiz,
kaburga kemiklerimiz, kaburgalar arası kaslar (interkostal kaslar), sternum ve diafram
kası ile çevrilidirler.
Akciğerlerde toplam 300 milyon ALVEOL bulunur.
Alveoller pulmoner kapiler damarlar ile çevrilidir.
Her iki akciğerin çevresi PLEVRA adı verilen çift katlı (visseral ve parietal) bir epitel
tabakası ile kaplıdır. Bu iki tabaka arasındaki boĢlukta çok az miktar sıvı bulunur. Bu
sıvı akciğerlerin hareketleri sırasında kayganlık sağlar.
Solunum Kasları
Ekspirasyon: Dinlenim sırasında pasif olarak geliĢir. Yani sadece diafram gevĢer. Eğer
güçlü veya hızlı bir ekspiryum gerekiyorsa (örn. egzersiz) ancak o zaman karın kasları ve iç
interkostal kasların da kasılımı gereklidir. Ekspiryumda toraksın hacmi ve çapı azalır.
1. Ekspiryumun sonunda plevranın her iki membranı arasında, dıĢ atmosfer basıncından
(760 mmHg) -4 mmHg (5 cm H2O) daha düĢük bir basınç bulunur. Bu negativitenin nedeni
Ģöyle açıklanabilir: içinde su olan dar bir aralığa sahip iki membran her iki uçtan ters yönlere
çekilirse bu aralığın içinde negatif bir basınç oluĢur. Bu basınç membranın her iki
yüzeyindeki yapıların plevraya yapıĢmalarına ve hep beraber hareket etmelerine neden olur.
Plevranın dıĢ tabakasına (parietal plevra) toraks yapıĢıktır. Toraksın kendine ait bir
elastikiyet gücü vardır ve bu güç onu sürekli dıĢa çekmektedir. Plevranın iç
membranına (visseral plevra) ise akciğerler yapıĢıktır. Akciğerlerin sahip olduğu elastik
güç ise akciğerleri büzüĢmeye doğru-içe çekmektedir. Plevranın bu Ģekilde iki ters yöne
çekilmesi plevra içinde negatif basınç doğurur. Ekspiryum sonunda birbirine zıt etkili bu
güçler denktir, eĢittir. Bu eĢitlik alveollerin ekspiryumun sonunda tamamen
büzüĢmesini önler! Alveoller her zaman bir miktar hava ile dolu olarak açık konumdadırlar.
Ekspiryum sonunda alveol içi basınç ise dıĢ atmosfer basıncı ile eĢittir. Dolayısıyla dıĢ
ortam ile alveol arası hava akımı yoktur.
3. Ġnspiyum sonunda diafram ve dıĢ interkostal kaslar gevĢer. Bu noktada yine pasif
güçler yani elastik güçlerin arasındaki fark önem kazanır. Ġnspiryum sonu, ekspiryum
baĢında akciğerlerin içe çeken elastik gücü, toraksın dıĢa çeken elastik gücünden çok
daha fazladır. Böylece akciğerlerin parietal plevraya yapıĢmıĢ olan toraksı içe doğru
çekme gücü artmıĢtır. Ayrıca gevĢeyen diaframın tekrar toraks içine doğru yükselerek yer
değiĢtirmesi toraks hacmini daraltır. Akciğerler ve toraks boĢluğu pasif olarak daralır. Bu
daralma ile plevra eski basıncına (-4 mmHg) döner. Plevral basıncın negatifliğinin
azalması ve akciğer elastik güçlerinin artması akciğeri ve beraberinde toraksı içe çeker.
Akciğerlerin büzülmesi ile alveoller büzülmeye baĢlar. Ġçinde belirli miktar hava olan alveol,
çapı daralınca, alveol içi basınç artar. Atmosfer basıncının 1 mmHg üzerine çıkar (+1
mmHg). Böylece alveol içindeki hava artık basıncının daha çok olduğu alveol içinden daha
az olduğu dıĢ ortama akar. Böylece ekspiryum geliĢir. Ekspiryum baĢında artmıĢ olan alveol
içi basınç, ekspiryum sonunda dıĢa akan hava nedeniyle azalır ve atmosfer basıncıyla
eĢitlenir (0 mmHg).
Ancak bir akciğerin belirli sabit bir transpulmoner basınç altında ne kadar
geniĢleyebileceği:
2. Akciğerlerin elastik bağ dokusundan (elastin ve kollagen proteinleri) kaynaklanan
elastikiyet gücüne ve
3. Tüm alveollerin içinde bulunan sıvının yüzey gerilimine bağlıdır. Yüzey gerilimi
alveolleri büzülmeye zorlar.
Surfaktan
Havayollarının çapı
Alveollere akan hava miktarını belirleyen önemli bir faktör hava yollarının çapıdır. Çap
azaldığında hava giriĢi azalır. Çap arttığında hava giriĢi artar. Hava yollarının çapını ise.
fiziksel, kimyasal ve sinirsel faktörler belirler.
1. Fiziksel faktörler: Havayolları içinde mukus birikimi veya solunum yollarımıza yabancı
madde kaçıĢı (örn: yiyecek maddesi)
Tidal Volüm (Solunum volümü): Dinlenim durumunda her bir inspiryum-ekspiryum ile alıp
verilen hava miktarı.
Ġnspiratuar yedek volüm: Güçlü bir inspiryum ile tidal volümden sonra alınabilecek
maksimum hava miktarı.
Ġnspiratuar kapasite: Tidal volüm+Ġnspiratuar yedek volüm. Güçlü bir inspiryum ile
akciğerlere alınan havanın toplam miktarı.
Ekspiratuar yedek volüm: Güçlü bir ekspiryum sırasında tidal volümden sonra verilebilecek
olan maksimum hava miktarı.
Ekspiratuar kapasite: Tidal volüm+Ekspiratuar yedek volüm. Güçlü bir ekspiryumda
dıĢarıya verilebilen havanın toplam miktarı.
Vital Kapasite: Ġnspiratuar yedek vol+Tidal vol.+Ekspiratuar yedek volüm.
Rezidüel volüm: Güçlü bir ekspiryum ile bile boĢaltılamayıp akciğerlerde kalan hava miktarı.
Fonksiyonel Rezidüel Kapasite: Ekspiratuar yedek vol.+Rezidüel vol. Dinlenimde nefes
alıp verirken tidal volüm ekspire edildikten sonra akciğerlerde kalan hava miktarı.
Total Akciğer Kapasitesi: Vital kapasite+Rezidüel vol. Bir akciğerde bulunabilecek
maksimum hava miktarı.
Perfüzyon
Ventilasyon-Perfüzyon oranı
Gaz DeğiĢimi
Atmosfer havasının deniz seviyesindeki toplam basıncı:
“760 mmHg” dır.
Hava içinde her bir gazın kendi yoğunluğundan kaynaklanan sadece kendine ait
basıncına parsiyel basınç adı verilir. PO2 , PCO2 gibi.
Kapillerin arteriel ucunda PO2: 100 mmHg‟dır. Periferik hücrelerin içinde ise PO2 <40
mmHg‟dır. Böylece oksijen yüksek basınçlı olduğu kandan düĢük basınç bölgesi hücrelere
difüze olur. Difüzyon sona erdiğinde kapilin venöz ucuna ulaĢılmıĢtır ve venöz uçta PO2: 40
mmHg‟ya düĢmüĢtür.
Kapillerin arteriel ucunda PCO2: 40 mmHg‟dır. Periferik hücrelerin içinde ise PCO2 >46
mmHg‟dır. Böylece karbondioksid yüksek basınçlı olduğu hücrelerden düĢük basınç bölgesi
kana difüze olur. Difüzyon sona erdiğinde kapilin venöz ucuna ulaĢılmıĢtır ve venöz uçta
PCO2: 46 mmHg‟ya çıkmıĢtır.
Oksijen TaĢınması
Hemoglobin
Oksijen kandan vücut hücrelerine “difüzyon” yoluyla geçer. Önce serbest oksijen geçer;
sonra Hb‟e bağlı oksijen Hb‟den ayrılır ve hücrelere geçer. Hücrelerde oksijen devamli
kullanıldığı için, hücre içi PO2 değeri (<40 mmHg) arterdeki PO2 değerinden (100 mmHg)
daha düĢüktür. Bu nedenle oksijen kandan hücre içine difüze olur. Venöz kanda değeri
40 mmHg‟ya iner.
FİZYOLOJİ 76
Egzersizde kas hücrelerinin oksijen tüketimi ve kan akım miktarı artar. Böylece kasa
gelen arter kanındaki oksijenin normalden daha fazlası hücrelere geçer. Egzersiz artarsa
kandan alınan oksijen miktarı da artar.
Kanda PO2 değeri 0‟dan 60 mmHg‟ya çıkartıldığında Hb satürasyonu çok hızlı bir
Ģekilde %0‟dan %90‟a çıkar. PO2 70 ile 100 mmHg arasında iken satürasyon
yavaĢlar ve %100‟e ulaĢır. PO2 100 mmHg‟yı aĢtığında artık Hb satürasyonu
değiĢmez çünkü kandaki tüm Hb‟lerin oksijen bağlama kapasiteleri dolmuĢtur.
Karbondioksit TaĢınması
Kanda CO2:
Ġskelet kaslarındaki gibi solunum kaslarının kasılabilmek için sinir uyarısı Ģarttır. Bu
sinirsel uyarı beyin sapındaki medulla oblongatadan kaynaklanır. Solunum kaslarımız
iskelet kaslarından farklı olarak hem istemli hem de istemsiz çalıĢır. Ġstemsiz
çalıĢmanın düzenleniĢinde özellikle vücutta ve santral sinir sisteminde bulunan
“kemoreseptörlerden” medulla oblongataya gelen afferent duyusal uyaranlar çok
önemlidir. Vücuttaki (periferik) kemoreseptörler boyundaki karotid arter ve torakstaki aort
üzerinde bulunur. Bu kemoreseptörler özellikle sistemik arterdeki PO2, Hidrojen iyonu
konsantrasyonu ve PCO2 „nın düzeyleri hakkındaki bilgiyi medulla oblongataya iletirler.
PO2‟nin azalması, PCO2‟nin ve dolayısıyla hidrojen iyon miktarının artması
periferik kemoreseptörlerin aktivitesini arttırır. ArtmıĢ uyarı medulla oblongataya
iletilir. Medulladaki solunum merkezi nöronları uyarılınca solunum kaslarının çalıĢmasını
arttırır ve böylece ventilasyon artar. Ventilasyon arttığında kanda artan karbondioksit
atmosfere atılır veya kanda azalan oksijen artar. Santral sinir sistemindeki
kemoreseptörler ise yine medulla oblongatada bulunur. Bunların aktiviteleri ise beyin
ekstrasellüler sıvısındaki hidrojen iyonu konsantrasyonu artınca artar.(Kanda
karbondioksit basıncının artması beyin ekstrasellüler sıvısının hidrojen iyonlarını
arttırır.)
FİZYOLOJİ 78
Farklılıklar:
1. Sinir sisteminde anatomik bağlantılar Ģarttır. Hormon sistemde ise kan yolu ile tüm
vücuda yayılır.
2. Nöral mesajlar hızlıdır ve msn.‟lerle ölçülür, hormonal mesajlar ise daha uzun zaman
alır ve etkileri saniye veya dakikalarla ölçülür.
3. Nöral mesajların çoğu dijitaldir (var veya yok, hep veya hiç) oysa hormonal mesajlar
analogdur (kademeli, Ģiddetleri değiĢken)
4. Sinir sistemi (somatik) istemli kontrol edilebilir.
Benzerlikler:
1. Ġletici olarak kullanılan maddeler, birbirlerine benzeyen kimyasal haberci
moleküllerdir. Bunların kattettikleri mesafe çok farklıdır: (30 nm –1m)
2. Nöron ileticisini, endokrin bez de hormonunu sentez edip ilerde kullanmak üzere
depolar
3. Her iki sistemde uyarılma olmadan aktive olmazlar.
4. Birçok kimyasal maddenin hem nörotransmitter hem hormondur.
5. Her ikiside reseptörleri üzerinden ve benzer hücre içi yollardan etkili olurlar.
FİZYOLOJİ 79
Hipotalamus:
Endokrin ve otonom kontrolün bir arada yürütüldüğü beyin bölgesidir.
Açlık-tokluk, iĢtah, vücut ısısı, gibi pek çok düzenleme de hipotalamusta organize
edilir.
Hipotalamusta üretilen salgılatıcı ve inhibe edici hormonlar ile ön hipofiz
çalıĢmasını kontrol eder.
Hipotalamusta bulunan supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerde yapılan
oksitosin ve vazopressin(ADH) hormonları aksonlar boyunca ilerleyerek arka
hipfizden kana verilir.
Ön hipofiz hormonları
FİZYOLOJİ 80
Ön hipofiz hormonları
1. ACTH (adenokortikotropik hormon). Böbrek üstü korteks hormonlarının
salgılanmasını sağlar.
2. GH (büyüme hormonu). Boyun uzamasını, organların ve dokuların büyümesini ve
geliĢmesini sağlar. Protein sentezini arttır, karbonhidrat ve lipidlerin enerji için
kullanılmalarını sağlar.
3. Prolaktin Göğüs geliĢimini ve süt yapımını sağlar.
4. TSH (tiroid stimülan hormon). Tiroidin metabolik hormonlarının salgılanmasını ve
tiroid bezinin büyümesini sağlar.
5. FSH (follikül stimülan hormon). Kadında, ovaryumlarda folliküllerin geliĢmesini ve
östrojen salgılanmasını sağlar. Erkekte, androjenlerle birlikte spermiogenezin
sürdürülmesini sağlarlar.
6. LH ( luteinize edici hormon). Kadında ovulasyonu ve folliküler hücrelerin lutein
hücrelerine dönüĢerek progesteron salgılamasını sağlar. Erkekte androjen salgısının
düzenler.
Paratioid hormonu:
Parathormon: Görevi kan kalsiyum düzeyini yükseltmektir.
Pankreas hormonları:
Ġnsülin: Kan Ģeker düzeyini düĢüren bir hormondur. Glukozun hücrelere giriĢini ve hücrede
kullanımını sağlayarak kan Ģekerini düĢürücü etkilerini ortaya çıkarır.
Gonad hormonları:
1. Ovaryum hormonları:
Östrojenler, progesteronlar: DiĢi sekonder seks karekterlerinin geliĢimini ve sürdürülmesini
sağlarlar. Uterustaki siklik değiĢikliklerin oluĢmasını sağlar.
2. Testis hormonları:
Testosteron:Erkek sekonder seks karekterlerinin geliĢimi ve sürdürülmesini sağlar.
Spermiogeneze yardımcı olur.
FİZYOLOJİ 81
ĠDRARIN ÖZELLĠKLERĠ:
Volümü: 600-2500 (ortalama 1500) ml
Günlük idrar miktarı üzerine etkili faktörler:
1. Alınan su
2. Böbrek dıĢı yollardan su kaybı
a. Terleme
b. Kas çalıĢması
c. Sindirim yolundan (kusma, diyare)
d. Yanık alanlardan (deri kaybına bağlı artmıĢ su kaybı)
3. Diyet
4. Vücudun durumu (horizontal durumda idrar yapımı artar.)
Poliüri: Günlük idrar miktarının devamlı olarak normalden fazla olması
Oligüri: Günlük idrar miktarının devamlı olarak normalden az olması
Anüri: Hiç idrar oluĢturulamaması
Özgül ağırlığı:150C‟de 1015-1025‟tir. Normal bir böbrek özgül ağırlığı 1002-1040
arasında idrar çıkarabilir. Devamlı 1012 idrar çıkarılmasına izostenüri adı verilir.
Tübüler iĢlev kaybını gösterir.
Osmotic basınç: hipertoniktir.
PH: 5-7
Diyet
Kimyasal asit yada alkali alınması
Kuvvetli hiperpne
mide salgısında artıĢ
aktivite değiĢiklikleri
infeksiyon
idrarın rengi: açık sarıdan koyu sarıya kadar yoğunluğuna bağlı olarak değiĢir. Renk
veren maddeler idrarın pigmentleridir.
FİZYOLOJİ 82
BÖBREĞĠN ANATOMO-HĠSTOLOJĠSĠ
Böbreğin en küçük fonksiyonel birimine nefron denir. Her bir nefron, malpighi korpüskülü
ile böbrek tüplerinden oluĢur.
Malpighi korpüskülüde glomerül adı verilen kılcal damar yumağı ile bunu saran Bowman
kapsülü adı verilen bir kapsülden oluĢur. Görevi glomerüler filtrasyon yapmaktır.
Glomerül kılcal damar yumağı 2 arteriol arasında bulunması, hidrostatik basıncının
yüksek (60mmHg) olması ve yüksek permiabilite (geçirgenlik) özellikleri ile diğer
kapillerlerden farklıdır.
Böbrek tüpleri 3 bölümden (Proksimal tübler, henle kulbu ve distal tüpler) oluĢur.
Glomerülde oluĢan glomerüler ultrafiltrat tübler boyunca ilerlerken oluĢan geri emilim ve
sekresyonla idrar oluĢturulur.
YerleĢimine gore nefronlar:
Juxtamedüller nefronlar ( Malpighi korpüskülü juxtamedüller alana yerleĢmiĢtir. Proksimal ve
distal tüpler kortekste yerleĢtiği halde uzun Henle kulpları medullanın derinliklerine kadar
uzanır. Efferent arteriol özel bir kapiller ağ olan vasa rectayı oluĢturur.)
Kortikal nefronlar( kortikal alanda yerleĢimlidirler, henle kulbu kısadır. Tüm tüpler peri tübüler
kapiller ağ ile çevrilidir.)
FİZYOLOJİ 83
Böbrek arter basıncı 80-170 mmHg sınırları arasında değiĢirken, böbrek kan akımı ve
GFR‟yi sabit tutacak otoregülasyona sahiptir.
Damar basınçları
Totalin %‟si
Damar adı BaĢlangıç Son Damar direnci
Böbrek arteri 100 100 ~%0
Arkuat ve interlobular arter ~100 85 ~%16
Afferent arteriol 85 60 ~%26
Glomerül kapillerleri 60 59 ~%1
Efferent arteriol 59 18 ~%43
Peritübüler kapiller 18 8 ~%10
Interlober ve interlobular venler 8 4 ~%4
Böbrek veni 4 ~4 ~%0
Bütün böbrek damarları sempatik liflerden zengindir. Sempatik aktivasyon böbrek kan akımı
ve GFR‟yi azaltır.
ĠDRAR OLUġUMU:
Glomerüler filtrasyon
Tübüler geri emilim
Tübüler boĢaltım
FİZYOLOJİ 84
GLOMERÜLER FĠLTRASYON
FĠLTRASYON MEMBRANI
60 mmHg
32 mmHg
18
Bowman mmHg
Kapsülü
Basıncı
GFR‟nin OTOREGÜLASYONU:
a) tübüloglomerüler feedback b) glomerülotübüler denge
FİZYOLOJİ 86
Glomerül hidrostatik p
GFR
Proksimal NaCl
Renin
Anjiotensin II
Su eksikliği
Ekstrasellüler osmolarite
ADH Osmoreseptörler
supraoptik ve paraventriküler
çekirdeklerdenADH sentezi
Arka hipofiz
Su geri emilimi
Su atılması
Ġnülin bir boya maddesidir. Fakat vücuda toksik değildir, vücutta metabolize olmaz,
proteinlerle yada baĢka yapılara bağlanmaz, glomerüler filtrasyonla serbestçe
ultrafiltrasyona uğradığı halde tübüler iĢeleme uğramaz. Bu özelliklerinden dolayı inülin
klirensi glomerüler filtrasyona eĢittir.
Miksiyon refleksi tamamen otonom spinal bir reflekstir. Fakat beyindek,I merkezlerle
kolaylaĢtırıla bilir yada inhibe edilebilir. Parasempatik lifler sorumludur. Sacral 2-3
seviyelerinde refleks merkezi bulunur. Bu alandan çıkan lifler nervus pelvicus ile mesaneye
ulaĢır.eksternal sfinkter somatic sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Bilgiler eksternal
sfinktere pudental sinir ile ulaĢır.
Mesanede toplanan idrar 100 ml‟yi aĢınca detrusorda miksiyon kasılmaları baĢlar, 200ml‟den
sonra çok artar. 400 ml‟üezerinde devamlıdır.
Hipogastrik sinirle medulla spinalisi terk eden sempatik sinirler mesane kasından çok
damarlara ulaĢır ve duysal bilgileri beyne taĢır.
FİZYOLOJİ 90
Androjenlerin etkileri:
Erkek dıĢ genital organlarının oluĢumu
LH üzerine –geri bildirim etkili
Erkek ikincil seks karekterlerinin geliĢmesi ve sürdürülmesi
Anabolik ve büyümeyi destekleyici etkilidir.
FSH ile birlikte gametogenezi sürdürürler.
FİZYOLOJİ 91
HORMON SENTEZĠ
•
FİZYOLOJİ 93
ÖSTROJENLERĠN ETKĠLERĠ:
• Serviks, vajina, fallop tüpleri ve uterusun olgunlaşması ve bunun sürdürülmesi.
Pubertenin oluşması sekonder seks karekterlerinin gelişmesi Gögüs gelişimi
• Granüloza hücrelerinin proliferasyonu ve gelişmesi
• Östrojen, progesteron ve LH reseptörlerinin up-regülasyonu
• FSH ve LH sekresyonları üz. +ve – etkiler Gebeliğin sürdürülmesi
• Uterusun kasılma eşiğini düşürür.
• Prolaktin sekresyonunu stimüle eder.
• Prolaktinin gögüslerdeki etkisini bloke eder
PROGESTERONUN ETKĠLERĠ:
• Uterusun luteal fazdaki sekresyon aktivitesinin sürdürülmesi.
• FSH ve LH Salınımı üzerine negatif geribildirim etkilidir.
• Gögüs gelişimini destekler.
• Gebeliğin sürdürlmesini sağlar.
• Uterus kasılma eşiğini yükseltir.
UTERUS DÖNGÜSÜ
• Proliferasyon fazı
• Sekresyon fazı
• Menstrürasyon fazı
VAGĠNAL DÖNGÜ
• Östrojenlerin etkisiyle vagina epiteli kornifiye olur.
• Progesteron etkisiyle ise kalın bir mukus salgılanır, epitel çoğalır ve lökosit infiltrasyonu
oluşur.
FİZYOLOJİ 94
SĠNDĠRĠM
MOTĠLĠTE
SEKRESYON
ABSORBSĠYON
Gastrointesinal sistem ağızdan baĢlayıp anüste biten bir süreklilik gösterir ve dıĢ
ortamın devamı olma niteliğindedir.
Vücutta metabolizma sonucu oluĢan son ürünler genellikle akciğer ve böbrekler yolu
ile atılır. Az miktarda metabolik artık safra yolu ile sindirim sisteminden atılır. Feçesin içeriği
genellikle sadece bakteri ve sindirilemeyen ya da absorbe edilemeyen ürünlerden oluĢur.
FİZYOLOJİ 96
AĞIZDA SĠNDĠRĠM
Çiğneme
Gıdaların çiğneme ile küçük parçalara bölünmesi sindirimin ilk adımıdır. Çiğneme istemli
olarak baĢlatılırsa da diĢ etleri ve dile basınç oluĢması refleks olarak çiğnemeyi baĢlatabilir.
Tükrük (salya) salgısı
Tükrük, mukus ve amilaz içerir. Mukus nemlendirme ve kayganlaĢtırmayı sağlar, amilaz
polisakkaridlerin sindirimini baĢlatır. Tükrük salgısı üç salgı bezinden yapılır; Sublingual bez,
Submandibular bez, Parotis bezi. Tükrük salgısı otonom sinir sistemi tarafından kontrol edilir.
FARĠNKS VE ÖZOFAGUS
Yutma
Farinks duvarlarındaki reseptörler uyarıldığı zaman baĢlayan karmaĢık bir refleks
mekanizmadır. Yutma merkezi beyin sapındaki medulla oblongatadadır. Yutmanın
aĢamaları:
* YumuĢak damak uvula ile birlikte yükselerek burun boĢluğunu alttan kapatır.
* Solunum inhibe olur, larinks yukarı doğru yükselerek glottis kapanır.
* Besin dil tarafından arkaya itilip ilerledikçe epiglottis glottis üzerine kapanır.
Yutma iĢlemi besinin özofagusda peristaltik dalga ile ilerletilmesi ile sürdürülür ve besinin
mideye ulaĢması ile sona erer. Özofagusa besin giriĢ ve çıkıĢını alt ve üst özofagus
sfinkterleri kontrol eder.
MĠDEDE SĠNDĠRĠM
Mide; fundus, gövde ve antrum olarak adlandırılan üç bölümden meydana gelir. Fundus ve
gövde; mukus, hidroklorik asit ve pepsinojen salgılarken antrumda bulunan endokrin
hücreler gastrin salgılar. Midenin tüm salgıları değiĢik hücreler tarafından salgılanmaktadır.
FİZYOLOJİ 98
G hücreleri Gastrin
PANKREAS SEKRESYONLARI
Safra salgısı safra kanalları ile taĢınır ve duedonuma salgılanır. Gerekmediği durumlarda
safra keseinde depolanır ve konsantre edilir. Safra içindeki safra tuzları ve lesitin yağların
sindiriminde görev alır. Ayrıca bikarbonat da safra içinde salgılanır. Bunun dıĢında metabolik
artıklar sindirim yolu ile atılmak üzere duodenuma salgılanır.
* Monosakkaridler ve amino asitler taĢıyıcı protein aracılığı ile barsak epitel hücresine alınır.
* Yağ asitleri ise difüzyonla bu hücrelere girer.
* Çoğu mineral iyonlar yine taĢıyıcı aracılığı ile taĢınırlar.
Su
Hem barsak hücrelerinden lümene salgılanır hem de ise ozmotik gradyan ile geri alınır.
Diyare !
BaĢlıca bölümleri;
Çekum (Appendiks), Asending kolon, Transvers kolon, Desending kolon, Sigmoid kolon,
Rektum
Defekasyon: Sigmoid kolondan rektuma giren materyal yarattığı geniĢlemeye bağlı olarak
bir refleks baĢlatır ancak, defekasyon gerçekte istemli gerçekleĢen bir olaydır. Rektumda
bulunan feçes anüsün iç ve dıĢ sfinkterlerinin açılması ile atılır.
FİZYOLOJİ 102
Sefalik Faz: Besinlerin tadı, görüntüsü, kokusu ve emosyonel faktörler (çiğneme, salya
salgılnması, yutma)
NÖRAL KONTROL
N. VAGUS UYARILMASI
Kanalın gerilmesi
Osmolar ya da kimyasal uyarma
Sindirim ürünlerinin artmıĢ konsantrasyonu
REFLEKS
HORMONAL KONTROL
Gastrin
Kolesistokinin
Sekretin
Diğer hormonlar
GĠS de temel olarak motilite ve sekresyon intrensek sistemin kontrolü altındadır. Ekstrensek
sistem bu etkiyi azaltır veya artırır.
FİZYOLOJİ 103
Gastrin hormunu; midedeki G hücrelerinden salgılanır. Mukoza geliĢimini uyarır, mide asidi
ve pepsin salgılanmasını uyarır, mide motilitesini artırır.
Kolesistokinin hormonu; endokrin hücreler, üst GĠS, distal ileum ve kolondan salgılanır.
Safra kesesinin kasılmasını artırır ve pankreasın enzim salgısını uyarır. Mide boĢalmasını
geciktirir, barsak motilitesini artırır.
Gastrik inhibitör peptid (GIP), Vazoaktif Ġntestinal polipeptid (VIP), Motilin de etkili
hormonlardandır.
Endokrin Sistem
Endokrin dokularda üretilen kimyasal habercilerin kan yolu ile diğer dokulara
taĢınması
YavaĢ etki
Örnek: Kan glikoz düzeyinin düzenlenmesi
Sinir Sistemi
Bedensel aktivitelerin hızlı kontrolü
Akıl, öğrenme, kızgınlık, sevgi...
FİZYOLOJİ 105
Uyarılabilen Dokular:
Sinir dokusu
Kas dokusu
UYARILMA: Hücre içindeki elektriksel aktivitede meydana gelen değiĢiklik.
FİZYOLOJİ 107
Neden tüm iyonların dağılımı hücrenin içinde ve dıĢında eĢit değildir ve bazı iyonlar
hücre içinde, bazıları hücre dıĢında daha fazla miktarda bulunur ?
Membranın bir yanında pozitif yüklü iyonların daha fazla bulunması membranın
elektriksel yükünde nasıl bir değiĢikliğe yol açar
MEMBRAN POTANSĠYELĠ
Konsantrasyon Denge
Ġyon H. Ġçi H. DıĢı Potansiyeli
(mV)
Na+ 15 150 + 60
K+ 150 5,5 - 90
Cl- 9 125 - 70
+ + -
PK·[K dış ] + PNa·[Na dış ] + PCl·[Cl dış ]
V (milivolt)= 61.5 log
+ + -
P: PK·[Kbir
membranın ] +için
iç iyon PNageçirgenliği
·[Na iç ] + PCl·[Cl iç ]
Bu farklı iyon dağılımı elektriksel olarak "nötr" olma durumunu bozar ve membrana
elektriksel bir yük getirir. Membranın bu Ģekilde elektriksel olarak yüklenmesine MEMBRAN
POTANSĠYELĠ adı verilir.
Vücudun tüm hücrelerinde oluĢan bu durum, sinir ve kas hücresi gibi "uyarılabilen
hücreler"de yeteri kadar güçlü olursa bir impulsun baĢlamasına neden olabilir.
o Aksiyon potansiyeli
Sinir ve kas gibi uyarılabilen dokular uyarılmadıkları zaman (istirahat durumunda) hücre
içi ve dıĢındaki iyonların artık membran potansiyeli değiĢimine neden olmadıkları bir
denge durumuna gelirler. Bu denge durumuna istirahat membran potansiyeli adı verilir.
Tüm bu faktörlerin etkisi ile hücrenin iç kısmındaki elektriksel yük negatif bir değere ulaĢır.
Hücre içinin belli bir negatif değere ulaĢması ile, karĢıt yüklerin birbirini çekmesi; daha
fazla K+ iyonunun hücre dıĢına çıkmasına ve Cl iyonunun hücre içine girmesine engel
olur.
OluĢan bu denge durumuna ĠSTĠRAHAT MEMBRAN POTANSĠYELĠ denir ve hücre
uyarılıncaya kadar bu durum devam eder.
Ġstirahat membran potansiyelini oluĢturan baĢlıca iki güç K+ iyonlarının hücre dıĢına sızması
ve Na+-K+ pompasıdır. Diğer iyonların hareketleri ise bu iki güce yardımcı olur.
Ġstirahat membran potansiyeli kas hücresi için -90 mV, sinir hücresi için -70 mV
civarındadır.
AKSĠYON POTANSĠYELĠ
Na+ kanallarının kapanması ve K+ kanallarının açılması ile hücre içine Na+ giriĢi sonlanır,
hücre dıĢına K+ çıkıĢı baĢlar.
Na+-K+ pompası ile hücre istirahat konumuna geri döner.
Aksiyon Potansiyeli
60
40
+35
Depolarizasyon
20
Repolarizasyon
0
0
Voltaj (mV)
Hiperpolarizasyon
-20
-40
-55
-60
Eşik değer
-70
-80
Uyarı
-100
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Süre (msan)
NÖRONLAR
Miyelin kılıf
Aksona destek görevi sağlar
Akson boyunca elektriksel iletinin hızını arttırır
FİZYOLOJİ 113
Her bir nöronun membranı üzerinde iyonlar ve diğer maddelerin hareketini sağlayan,
membran potansiyelinde değiĢikliğe neden olabilen reseptörler bulunur.
Afferent nöronların periferik ucundaki reseptörler ise duysal sisteme aittir ve ısı, dokunma vb.
duysal uyaranlara yanıt verir.
GLĠA HÜCRELERĠ
Nörotransmitter ve nöropeptidler
Bir nöron tarafından üretilen ve nöronun aksonal ucundan (akson terminali) salgılanan
kimyasal maddeler
Nöropeptidler genellikle hücre gövdesinde (endoplazmik retikulum) üretilir
o Aksonal taĢınma ile terminal bölgesine iletilir
o Salgılandıktan sonra daha yavaĢ, daha karmaĢık ve daha geniĢ alana yayılan
etkiler oluĢturur
Nörotransmitterler genellikle akson trminalinde üretilir, veziküller içinde depolanır
o Salgılandıktan sonra aynı bölge içinde hızlı ve basit bir etki oluĢturur (Ör: diğer bir
nöronda bir iyon kanalının açılması)
FİZYOLOJİ 115
Presinaptik-postsinaptik nöron
Presinaptik nöron
Aksiyon potansiyelinin akson terminaline ulaĢması sonucu
bu bölgede Ca2+ iyonlarına karĢı geçirgenlik artar
Akson terminaline Ca2+ giriĢi ile bölgedeki nörotransmitter
veziküllerini sinaptik aralığa doğru harekete geçiren bir
mekanizma baĢlar
Sinaptik aralığa nörotransmitter madde salgılanır
Postsinaptik nöron
Sinaptik aralığa serbestlenen nörotransmitter madde
postsinaptik nöron üzerinde kendine özgü membran
proteinine (reseptör) bağlanır
Bu reseptörler çoğunlukla iyon kanalı olarak iĢlev görür
Postsinaptik Potansiyeller
Eksitatör Post Sinaptik Potansiyel (EPSP)
o Na+ kanalları
Ġnhibitör Post Sinaptik Potansiyel (IPSP)
o K+ veya Cl- kanalları
Vertikal kesit
Korteks
Kortikal hücrelerin aksonları
Beynin derin bölgelerinde bulunan nukleuslar
FİZYOLOJİ 117
Korteks
Bazal Gangliyonlar
Hareketlerin baĢlatılmasından çok Ģiddet ve yönünün belirlenmesi
Bellek tarafından yönlendirilen hareketlerin (hareket kalıplarının) düzenlenmesi
Parkinson hastalığı
FİZYOLOJİ 118
Limbik Sistem
Öfke ve korku
Cinsel davranıĢ
Motivasyon
Koku ile iliĢkili davranıĢlar
Duygusal durumlara bağlı
otonom yanıtların baĢlatılması
o Kan basıncı ve solunum
Talamus
Hipotalamus
Nöroendokrin kontrol
Vücut ısısının düzenlenmesi
Beslenme
Cinsel davranıĢ
Defansif davranıĢ (korku ve nefret)
Vücut ritminin kontrolü (gece gündüz)
FİZYOLOJİ 119
Serebellum
Beyin Sapı
Medulla spinalis
Periferik Sinirler
Duysal bilgi taĢıyan lifler
Motor bilgi taĢıyan lifler
Otonom bilgi taĢıyan lifler
POLĠOMĠYELĠT
FİZYOLOJİ 121
7 – DUYSAL SĠSTEMLER
Reseptör
↓
Duysal sinir
↓
Santral sinir sistemi
Reseptör Adaptasyonu
Bir duysal uyaran sabit Ģiddette sürekli olarak uygulandığında reseptörün ilk verdiği
yanıt kısmen ya da tamamen azalır
o Ör: Ġlk aĢamada hissedilen kokunun etkisini kaybetmesi
o Ör: Üzerimizdeki giysilerin bir süre sonra hissedilmemesi
Duyuların Sınıflandırılması
5 Temel duyu Detaylı Sınıflandırma
o Görme Görsel sistem Görme duyusu
o ĠĢitme ĠĢitsel sistem ĠĢitme duyusu
o Dokunma Vestibüler sistem Denge duyusu
o Tad Somatik duyular Dokunma
o Koku Isı
KaĢıntı
Propriyosepsiyon
Ağrı
Tad sistemi Tad duyusu
Koku sistemi Koku duyusu
FİZYOLOJİ 124
Somatik Duyular
Dokunma duyusu deri ve deri altındaki farklı tipte reseptörler tarafından algılanır
Isı duyusu deride bulunan iki tür reseptör tarafından algılanır
o Sıcak reseptörleri
o Soğuk reseptörleri
Normalden Ģiddetli mekanik, termal ve kimyasal uyaranlar deride bulunan ağrı
reseptörlerini (nosiseptörler) uyarır ve ağrıya neden olur
Somatik duyular medulla spinalis aracılığıyla talamusa, buradan da duysal kortekse
ulaĢtırılır
o Duysal uyaranların oluĢturduğu sinir sinyalleri kortekste bilinçli bir ALGI‟ya dönüĢür
FİZYOLOJİ 125
Görme Duyusu
Ses dalgaları dıĢ kulak yolundan timpan zarına ulaĢır ve titreĢmesine neden olur
Bu titreĢim orta kulaktaki kemikçikler yardımıyla iç kulağa iletilir
TitreĢimler iç kulakta kohlea içindeki sıvıda bir dalgalanmaya neden olur
FİZYOLOJİ 127
Kohleadaki sıvının dalgalanması, kohlea içinde yer alan bir membranın üzerinde
yerleĢmiĢ olan CORTĠ organının titreĢmesine neden olur
Bu titreĢim sesin Ģiddet e frakansına bağlı olarak değiĢir
Corti üzerindeki tüy hücreleri (iĢitme reseptörleri) bu titreĢim ile uyarılırlar ve sinir
sinyalleri oluĢtururlar
Bu sinyaller N. Vestibulocochlaris aracılığıyla talamustan geçerek iĢitme korteksine
ulaĢtırılır
Denge Duyusu
Semisirküler kanallarda bulunan
hücreler baĢ ve gövdenin her türlü
dönme (rotasyon) hareketine yanıt
olarak uyarılar oluĢturur
Utrikulus ve sakkulusta bulunan
hücreler baĢ ve gövdenin doğrusal
(ileri-geri / aĢağı-yukarı)
haraketlerine yanıt olarak uyarılar
oluĢturur
Ġç kulaktan gelen bilgiler görsel
bilgiler ve vücudun çeĢitli
yerlerinden gelen bilgiler ile
birleĢtirilerek denge duyusu oluĢur
OluĢan bu denge duyusu ile
gerekirse dengenin devam
ettirilmesi için kaslara uyarılar gönderilir
FİZYOLOJİ 128
Koku Duyusu
Kimyasal yapıdaki koku molekülleri mukus içinde eriyerek burun boĢluğunun tavanında
bulunan reseptör hücreleri uyarır
Reseptör hücreler bu uyarıyı bulbus olfaktoryus‟a iletir
o Bulbus olfaktoryus koku duyusunun ön değerlendirmesini yapar
Buradan beyindeki bir çok bölgeye ulaĢan koku sinyalleri beslenme dıĢında duygu,
cinsel davranıĢ gibi süreçleri de etkiler
Tad Duyusu
Dil üzerinde bulunan reseptörler tarafından algılanır
Bu reseptörler genellikle tad tomurcukları adı verilen
kümeler halinde bulunur
Tad tomurcukları duyarlı oldukları tad tipine göre dil
üzerinde farklı yerleĢim gösterirler
4 temel tad tipi bulunur:
o EkĢi
o Tatlı
o Tuzlu
o Acı
Hareket: Bir grup kasın koordinasyon içinde çalıĢması sonucu ortaya çıkar
Eklem, kemik gibi dokular da hareketin önemli parçalarındandır ancak, hareketin
yönlendirilmesi kaslar tarafından sağlanır
Kaslar ise motor sistemler tarafından kontrol edilir
FİZYOLOJİ 129
Motor Korteks
Motor kortekste de, duysal kortekste olduğu gibi,
vücut haritalanmıĢ durumdadır
Duysal kortekse benzer Ģekilde, hareketlerin daha iyi
kontrol edilebildiği vücut bölgeleri daha büyük temsil
edilmektedir
Vücudun hangi bölümü ile ilgili bir hareket
planlanacak ise, korteksin o bölümünden uyarılar
baĢlar
FİZYOLOJİ 130
Bazal Gangliyonlar
Bir çok çekirdeğin bir araya gelmesi ile oluĢmuĢ bir grup
Hem kendi aralarında hem de korteksle sıkı iliĢki içinde
Bazal gangliyonların talamus ve diğer alanlar ile olan iliĢkileri, duysal uyaranların
iĢlenmesi ve düĢünce ile birleĢtirilmesi sonucu ortaya çıkan „istemli‟ motor cevapların
düzenlenmesini sağlar
Kas iğciklerinin ani gerilmesi sonucu ortaya çıkan refleks cevabına GERĠLME REFLEKSĠ
adı verilir.
Tendon Refleksleri
Patella refleksi
N. Femoralis Medulla spinalis (L2, L3, L4) N. Femoralis
BĠLĠNÇ
Elektroensefalogram
Nöronların elektriksel aktivitesi kafa derisine yerleĢtirilen elektrotlar ile kaydedilebilir
Yapılan kayıt tek bir nörondan kaynaklanan aksiyon potansiyelleri değil, o bölgedeki tüm
nöronların toplam elektriksel aktivitesidir
o Bu aktivite tekrarlayan (ritmik) elektriksel dalgalar Ģeklinde ortaya çıkar
EEG aynı zamanda beyin kanaması, tümör gibi durumlarda belli bir bölgedeki nöronların
hasarını saptamak amacıyla veya epilepsi gibi hastalıklarda tanı amaçlı olarak
kullanılabilir
Uyanıklık Durumu
EEG uyanıklık durumunda çok değiĢkenlikler gösterebilmekle birlikte, sıklıkla iki genel
durum görülür
Uyku
Normal kiĢilerde uyku sırasında iki aĢama yaĢanır
o REM (Rapid Eye Movements = Hızlı göz hareketleri)
o NON-REM (Non-Rapid Eye Movements = Hızlı göz hareketleri yaĢanmayan aĢama)
FİZYOLOJİ 134
Derin uyku
4 AĢamadan oluĢur
Uyku-Uyanıklık
Uyanıklık: Beyin sapı (retiküler aktive edici sistem)
o Talamus ile beyin sapı arasındaki bağlantılar
Uyku uyanıklık ritminin belirlenmesi: Hipotalamus
Hipotalamus, limbik sistem, frontal korteks gibi bazı kortikal alanlar motivasyon
davranıĢlarının gerçekleĢtirilmesinden sorumludur
Duygular
KiĢi ile çevresi arasındaki iliĢkilerin dıĢa vuran davranıĢ Ģekli
o Sevgi
o Nefret
o Korku
o Kızgınlık
o Tedirginlik
o Mutluluk
Limbik sistem ve bir çok kortikal alan;
motivasyon davranıĢlarının
gerçekleĢtirilmesinden sorumlu baĢlıca alanlar
BĠLĠġSEL ĠġLEVLER
(ÖĞRENME VE BELLEK)
Bilgilerin öğrenilmesi ve bunların kısa ve uzun süreli bellek Ģeklinde depolanması beynin
korteks ve hipokampus bölgelerini ilgilendiren karmaĢık süreçlerdir
Bellek bir kaç türde sınıflandırılabilir
Tekrarlar genellikle belleği pekiĢtirir ve bilgilerin kalıcı olmasını sağlar
KAS FĠZYOLOJĠSĠ
Ġskelet kası
Kalp Kası
Düz Kas
Aktin ve Miyozin
Üç tip kas hücresinde de kontraksiyon iki proteinin etkileĢimi sonucunda olur. Bunlar,
AKTĠN ve MĠYOZĠN dir. Bu etkileĢim için hücre içinde kalsiyum (Ca+2) iyonuna
ihtiyaç vardır. Miyozin aynı zamanda kas kasılması sırasında gereken enerji kaynağı
“ATP“‟nin parçalanmasını sağlar.
FİZYOLOJİ 138
ĠSKELET KASI
Ġskelet kası lifleri kendilerine sinirler aracılığı ile bir uyarı gelmediği sürece
kasılmazlar. Ġskelet kasının kendi kendine, dıĢarıdan hiç bir uyarı olmadan
kasılabilme yeteneği yoktur.
Alfa motor nöronun aksonu iskelet kasına yaklaĢtığında pek çok dallanma yapar ve
her bir dal ayrı bir iskelet kası hücresi ile bağlantı kurar. Böylece bir motor
nörondaki aksiyon potansiyeli pek çok kas hücresinin kasılması ile sonuçlanır. Ancak
bir tane kas hücresi sadece bir motor nöron ile bağlantı kurar.
Sinir ile kas hücresinin birleĢim yerinde (sinaps) rol oynayan iletici madde
(nörotransmitter) Asetil kolin adı verilen bir maddedir. Alfa motor nöronda aksiyon
potansiyeli oluĢtuğunda motor nöronun akson terminalinden sinir-kas kavĢağına
asetilkolin salınır ve asetilkolin kas hücresinin membranı (sarkolemma) üzerindeki
“nikotinik” tipteki asetil kolin reseptörlerine bağlanır. Bu bağlanma kas
hücrelerinde aksiyon potansiyeli oluĢumuna neden olur. Kas hücrelerinde oluĢan
aksiyon potansiyeli ise kas hücresinin sarkoplazmik retikulumundan Ca+2 „un kas
hücresi sitoplazmasına salımına neden olur. Ca+2 kasta kontraksiyonu baĢlatır.
Motor nöron kendisi ile bağlantı kuran diğer üst düzey nöronlar tarafından uyarılır.
Motor nöronda aksiyon potansiyeli oluĢur.
Motor nöron ucundan nörotransmiter Asetil kolin salınır.
Asetil kolin, kas lifi mebranındaki (sarkolemma) nikotinik asetilkolin reseptörlerine
bağlanır ve kas lifinde aksiyon potansiyeli oluĢur.
Bu aksiyon potansiyeli kas lifinin her yerine yayılır.
Hücre içindeki sarkoplazmik retikulumda bulunan Ca+2 depoları açılarak bol miktarda
kalsiyum hücre içine salınır.
Kalsiyum aktin proteini ile miyozin proteininin birbirlerine bağlanmasını sağlar. Bu
bağlanmanın gerçekleĢebilmesi için gereken enerji miyozinin ATP‟yi parçalamasıyla
elde edilir.
Aktin ve miyozinin birbiri üzerinde kayar. Mikroskop altında bunu “Z” çizgilerinin
birbirlerine doğru yaklaĢması ile izleyebilirsiniz. Böylece kas kasılması gerçekleĢmiĢ
olur.
Kalsiyum sarkoplazmik retikuluma geri pompalandığında aktin-miyozin birbirinden
ayrılır, kas gevĢer. Bu geri pompalama olayı da ATP‟den elde edilen enerjiyi gerektirir.
Kısaca kasın gevĢeyebilmesi için de ATP gereklidir. ATP‟nin tüketildiği aĢırı
egzersiz durumlarında iskalet kaslarında gevĢeme bozulur ve kas kramplarına
(ağrılı kontraksiyo) yol açan “rigor” geliĢir.
Kalsiyum ortamda kaldığı sürece alfa motor nöron kası uyarmasa bile kasılma
devam eder. Biz bu hastalık durumuna kontraktür diyoruz.
ÖZET: Kasın kasılabilmesi için hem Ca+2 hem de ATP‟ye gereksinim vardır.
Bir kas (örn. kuadriseps kası-üst bacağımızın ön yüzündeki büyük kas kitlesi) pek
çok kas hücresinden oluĢur ve bu pek çok kas hücresi de pek çok motor sinir
hücresinden oluĢan bir periferik sinir (nervus femoralis) ile bağlantı halindedir. Kasa
kendisine bağlantı yapan pek çok motor sinir hücrelerinden ulaĢan uyarının iki özelliği
bulunur:
1. Uyarının Ģiddeti
2. Uyarının frekansı
Ġskelet kasının aksiyon potansiyeli kalp kasınınkine oranla çok daha kısa
sürer. Kalp veya iskelet kasında bir aksiyon potansiyeli oluĢtuktan sonra,
ikinci bir aksiyon potansiyeli oluĢturabilmek için, ilk aksiyon potansiyelinin çok
büyük bir kısmının bitmiĢ olması gerekmektedir. Kaslarda bu döneme “absolü
refrakter dönem” adı verilir. Aksiyon potansiyelinin absolü refrakter
dönemi içinde olan kas hücrelerini yeni bir uyarı ile uyarmak mümkün
değildir! Ancak aksiyon potansiyelinin absolü refrakter dönemi bitince çok
daha kısa süren bir “rölatif refrakter” döneme girilir ki artık kas yeniden
uyarılabilir.
FİZYOLOJİ 141
Ġskelet kası kasılması için gereken enerjiyi esas olarak ATP‟den elde eder. Bir
de fosforilkreatin adı verilen ve kas içinde depo halinde bulunan bir madde
vardır ki bu da acil ihtiyaç durumunda hemen ATP sentezini sağlar. Dinlenim
durumunda ve hafif egzersiz sırasında yağların yıkım ürünü olan serbest yağ
asitlerini parçalayarak kasılması için gereken ATP ve fosforil kreatini
sentezler. Ancak ağır egzersiz sırasında bu ikisinin sentezi için yağ asidleri
yeterli değildir. Artık karbonhidratların parçalanması ve glikozun kullanımı söz
konusu olur. Glikoz aerob (oksijen gerektiren) veya anaerob (oksijen
gerektirmeyen) yol ile parçalanır. Vücutta yeterli oksijen olduğunda glikoz
aerob yolla parçalanır. Bu yol çok fazla miktarda ATP sağlar. Ancak oksijen
depoları tükendiğinde glikoz artık anaerob yol ile parçalanır ki bu yolun
sonunda hem çok daha az miktarda ATP sentezlenir hem de kasta laktik asid
adı verilen bir yan ürün oluĢmaya baĢlar. Laktik asit yüksek miktarlarda
vücuda zararlı olan bir maddedir.
10 saniye süren bir 100 metre koĢusunda tüketilen enerjinin %85‟i; 10 dakika
süren birkaç kilometrelik bir koĢunun %20‟si ve 1 saat süren uzun mesafe
koĢusunun %5‟i anaerob glikoz parçalanıĢından elde edilir.
FİZYOLOJİ 142
Ġzometrik Kontraksiyon:
Kas kasılırken kasın gücü (gerimi) artarken kasın boyu sabit kalır. Burada eklemler
hareket etmez; böylece kasın boyu kısalamaz. Kasın iki tendon ucu birbirine yaklaĢmaz
(Bilek güreĢinde biseps kasının kasılması veya elimizin üzerinde ağır bir yük tutmak).
Ġzotonik Kontraksiyon:
Kasın kasılma gücü (gerimi) sabit kalırken, boyun kısalmasıdır. Burada eklemler hareket
eder ve böylece kasın her iki tendon ucu birbirine yaklaĢır ve kas kısalır (Yürürken bacak
kaslarının kasılması).
Hipertrofi:
Kasların egzersiz ile çalıĢtırılması kas lifinin (hücresinin) kalınlaĢmasına (hipertrofi)
neden olur.
Atrofi:
Çizgili kaslar motor nöron tarafından uyarıldığı için motor nöronlarda oluĢan sorunlar,
kasların yeterli derecede uyarılmamasına ve atrofiye neden olur. Uzun süre
kullanılmayan kaslarda da atrofi oluĢabilir.
Fizik tedavi yöntemleri ile atrofi geciktirilebilir.
Rigor Mortis: Ölüm Katılığı. Ölüm sonrası ATP depoları tükendiği için iskelet kaslarında
sertlik geliĢir.
FİZYOLOJİ 143
DÜZ KAS
Düz kas hücreleri küçük, mekik Ģekilli hücrelerdir. Hücre aralarında elektriksel uyarıların
yayılmasına izin verecek Ģekilde yarıklar (gevĢek bağlantı) vardır. Bu kas tipinde aktin ve
miyozin proteinleri düzensiz dağılmıĢtır.
Bulunduğu yerler:
Kan damarları
Sindirim kanalı, safra kesesi, safra kanalı
Uterus ve fallop tüpleri
Mesane ve üreterler
Solunum yolları
Spontan aktivasyon
Düz kas hücre membranı üzerindeki kanalllar kendiliğinden açılıp kapanarak aksiyon
poatnsiyeli oluĢturur.
Aksiyon potasiyeli sonucu hücre içine bol kalsiyum iyonu girer.
Kalsiyum önce Kalmodulin proteinine bağlanır.
Kalsiyum-kalmodulin kompleksi aktin ve miyozinin biribirine bağlanmasını sağlar,
kontraksiyon oluĢur.
Kalsiyum hücre dıĢına atılmaya baĢlar, kalmodulinden ayrıldığında aktin ve miyozin de
birbirinden ayrılır, gevĢeme (relaksasyon) meydana gelir.
Gerilme:
Gerilme düz kasın uyarılmasına yol açar (barsak içeriğinin artması, hareketi artırır).
FİZYOLOJİ 144
KALP KASI
Yapısal olarak çizgili kasa benzer, çalıĢma sistemi düz kas gibidir.
FİZYOLOJİ 145
Kalp kası düz kas gibi düzenli olarak kasılıp gevĢer, fakat uyarıyı oluĢturan, kasılabilen
hücreler değil iletim yapan hücrelerdir. Ayrıca;
o Kalp kası düz kastakinden daha çok sayıda mitokondri içerir, güçlü kasılma
için daha çok ATP gereklidir.
o Düz kastan daha yaygın sarkoplazmik retikulumu vardır; kalsiyum deposudur.
o Hücre membranı içeriye girinti yapar (T tüpleri), uyarılar hücrenin her yerine
hızla yayılabilir.
o Aksiyon potansiyeli plato (düzlük) oluĢturarak daha uzun sürer.
o Kalp kası hücreleri sinsityum oluĢturur (interkale disk adı verilen membran
yapılarıyla hücreler birbirinin devamı gibidir).
Kalp hücresi uyarıldığında hücrede yükselen kalsiyum aktin proteinini aktif hale getirir.
Aktin ile miyozinin birleĢtiğinde kalp kasılması meydana gelir.