Professional Documents
Culture Documents
bu e se r Kervan Kitapçılık A. Ş.
ofset tesislerin d e b a sılm ıştır
1001 Temel Eser i
iftiharla sunuyoruz
Tarihimize mânâ, millî benliğimize güç ka
tan kütüphaneler dolusu birbirinden seçme eser
lere sahip bulunuyoruz. Edebiyat, tarih, sosyo
loji, felsefe, folklor gibi millî ruhu geliştiren,ona
yön veren konularda "G erçek eserler" elimizin
altındadır. Ne var ki, elimizin altındaki bu
eserlerden çoğunlukla istifade edemeyiz. Çünkü
devirler değişmelere yol açm ış, dil değişmiş,
yazı değişmiştir.
Gözden ve gönülden uzak kalmış unutul
maya yüz tutmuş -Ama değerinden hiçbir şey
kaybetmemiş, çoğunluğu daha da önem kazan
mış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılmazsa,
tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir.
Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve
günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak
değerdeki kalemler, gün geçtikçe azalmaktadır.
K E M AL İLICAK
A Sk
Mehmet ÜZMEN
BİRİNCİ KİTAP
ÖNSÖZ
Arzusu gerçekleşecektir.
II
III
■ IV ’ ,
VI
VII
VIII .
i . IX
XI
XII
XIV
P : 3
kırk milyon Türk, Arap, Yunanlı, Ermeni, Çerkez, Dür
zi ve Abazayı eline geçirdiği, Rusya’nın korkusundan
titreyen yirmibeş milyon İranlmm da buna eklendiği
düşünülsün! Tek bir despotun elinde, geri kalan yüz
yirmi milyonu ezmek için, yüz otuz milyon insan!
ÖNSÖZE İLÂVE
. ■ . . I ■ - '
II
. III " ■
V ’
F : 4
tın alıyor; bir diğeri, karısının mücevherleri ile Suri
ye’yi eline geçiriyor; yine biri Bitinya’yı (kuzey—batı
Anadolu) eline geçirmek için, babasından miras kalan
malları kaybettiği için yakınıyordu. Saray’ın duvarları
na asılan büyük bir pankart üzerinde çeşitli eyâletlerin
fiyatı ilân ediliyor; ve zaten kendisi satılmış olan ha
dım, insanlığı satın almak istiyordu. Pompe zaferlerin
den, Antakya bozgununa gelen Romalıların değerleri
nin meyvaları işte bunlardı.» diyor,
VI
VÎI
VIII
t ■ ■
, IX
, XI _ .
XII
P : 5
tirdiği kalelerle, Uludağ yöresini çevreliyor ve Bizans'
ın başkentinin, ülkenin bütünüyle olan irtibatını kesi
yordu.
XIII
XIV
I :
. ■ III '
IV
VI
Fi İ
da olduğu hâlde Üsküdar’a ayak bastı. Buradan, harp
nizamı içinde, îznik üzerine yürüyüşe geçerek, sayıca
kendisinden az olan Osmanlıları düzlükte mağlûp et
mek niyetiyle ilerlemeye devam etti. Ancak, harp stra
tejisi ve manevraları bakımından Rum kumandanları
na nazaran daha tecrübeli olan Orhan Beğ, dağlık böl
gelerde, geçitlerde kol gezen on bin kişilik bir kuvveti
zamanında topladı. Bu geçitler ve düzgün olmayan ara
zi, Türklerin sayı azlığım örtüyor ve Andronikos’un ka
labalık fakat gevşek alaylarına istendiği zaman ve yer
de saldırmak imkânını veriyordu. İmparator boş yere
üç defa, ordularını bu şekilde saklanmış olan OsmanlI
lar üzerine saldırttı. Durumları ve cesaretleri onları
yenilmez yapmıştı. Bir zaman sonra Türkler, en ileri
durumdaki Rum birliklerine, geçitlerden çıkarak, dağ
lardan inerek, âni baskın yaptılar, Andronikos’un ka
natlarım okları ile dağıttılar, sonra vahşi atlarının sa
yesinde sür'atle geri çekilerek Merkezi kuşattılar. Biz
zat imparator, başka milletlere, başka zamanlara has"
bir cesaretle dövüşüyordu; birara, generali ve tarihçisi
Kantakuzinus, vücudunu ona siper yapınca kendisi vu
ruldu ve öldü.
Kalçasından okla yaralanan Andronikos, etrafında
ki bir avuç askerle Orhan Beğ'in eline düştü. Fakat,
ordusundaki yabancı askerlerden Bergamalı Sebasto-
polos, üçyüz atlısı ile İmparator’un yardımına koştu, ve
onu kurtarmayı başardı. Sebastopolos'un âni saldırısı
ile biran geri çekilen Türkler ellerinden kıymetli esir
lerini kaçırdılar.
Andronikos'u öldü zanneden ordusu, herşeyini bı
rakarak, deniz istikametinde kaçmaya başladı. Yaralı
olarak sedyede ordusunun peşinden gelen İmparator,
İstanbul’a mesaj üstüne mesaj göndererek, Üsküdar’a
ordusunun artıklarını toplamak için gemiler getirilme
sini istiyordu. Andronikos, kan içindeki halısıyla an
cak Üsküdar’dan ayrılmıştı ki, Orhan Beğ'in öncüleri
kıyıya eriştiler. Bu utanç BizanslIlara nedâmet verdi.
Yine imparatorlarının kumandasında Boğaz'ı geçerek,
Orhan Beğ’le ovada yeni bir savaş vermek istediler.
VÎI
, VIII .
IX
XI
XII
X III
XIV
XV
XVI
XVII
XVIII
X IX
. XX ■ ; :
XXI
: XXIII
' XXIV ’
. ■ ■ XXV ■
II
III
\
hem geçit, hem savunma hattı olan Meriç'iıı suladığı
zengin ovanın merkezindeki Edirne'ye vardığında, ku
mandanları Evrenos ve İlbeği ile müzakere yaptıktan
ve ordu mevcudunu tespit ettikten sonra, BizanslIla
rın elinden, imparatorluğun bu kuzey kalesini almaya
karar verdi. Böylece Rumların elinden herşey, hattâ
bu Doğu imparatorluğunu kurmağa geldikleri Avru
pa’ya kaçış yolu bile alınmış oluyordu.
IV
VI ,
vıı ; "
Yiğit îlbeği, Edirne'ye muzaffer olarak döndüğün
de, zaferin şerefini kendine mâl etmek isteyen Lala
Şahin'e, halkm sevgisini aşın derecede kazanmış ola
rak göründü. Vezir, ona içinde zehir bulunan bir ka
deh ile fazla süratli ve fazla mükemmel bir zaferin ke-
fâreti için ölüm emrini yolladı. Ölüm veya yaşama ka
rarı, sultana ve vezir-î âzâma aitti. Tlbeği, kıskançlığın
sebebini anlamakla beraber, haksızı suçlamadan emre
itaat etti.
Vezirinin imdadına koşmak için bizzat harekete
geçmiş olan Sultan Murad, Haçlı ordularının tamamen
imha edildiği haberini alınca durdu. Tekrar Bursa'ya
dönerek, Trakya ganimetleri ile iki başkent, Bursa ve
Demetoka’da dinî mabedler inşasına devam etti. Elin
deki Bizansh mimarlar, minare ve camilerin yapımın
da dehaları ile katkıda bulundular. Bol ışığm mâbed-
Iere girmesini temin ettiler. Bizans kiliselerinin basık
tavanları, camilerde yüksek kubbelere dönüşürken,
avluların üstünde, kubbelerin arasında yer alan askılı
dehlizlerde, müminler, mimberde vaiz veren imamı
dinleyebiliyorlardı. Heran şırıldayan çeşmelerin ve ser
vilerin gölgeleriyle serinleyen, yivli uzun sütunların
tuttuğu kemeraltları, medrese hocasını ve talebesinin
barındığı odalara açılıyordu.
Kendine has mimarîsi ile İslâmiyet yerden fışkırı
yordu. Mimarîler dinlerin kızıdır. İnsanoğlunun Tanrı'-
nın adını yazdığı bu taş yığınlarım sarstm ak için Tanrı
fikrinden başka hiçbir düşüncenin yeterli olmadığı
inancı kalplere dolar. Hintliler, Mısırlılar, Yunanlılar,
Romalılar, Gotlar ve BizanslIlar, kutsal inançlarının
dehası ile herbiri değişik m im ari eserler yaratm ışlar
dı. Bazılarında panteist (vahdet—i vücud) felsefesine
göre yaratılmış tabiatla kucaklaşan eserler; diğerle
rinde, gizli inanışların ortaya çıkardığı sırlan halktan
saklamak için yapılan piram idler; ötekilerinde, hayâl
gücünün bütün taşkınlıklarını gösteren çok tanrılı ina
nışın, kalabalık heykellerle dolu Partenon tapmağı; yi
ne başkalarında, inanışlanm n dehlizlerde gelişeceği gü
nü bekleyen insanların kayalara oydukları m ağaralar
ve şehir altlarındaki gizli odaları; nihayet, putları sol
durm ak istercesine, gün ışığı ile dolu, basit şekilli kub
beler altında, Allah'ın b ir sevgilisinin sözlerini yorum
lamak ve dua etmek için yaratılan mâbedler. Birbirle
ri tarafından yok edilmeye çalışılmış, ancak hep üst-
üste gelmiş bu eski dinî görüşlerin izleri, dünya üze^
rinde hiç bir yerde, Osmanlı topraklarında olduğu ka
dar açık ve seçik gözler önüne serilmez. Mısır piramid-
lerinden, Efes veya Atina harabelerine, Partenon hara
belerinden Kudüs yeraltı m ezarlıklarına, İstanbul'da
ki Ayasofya’nm kaim kubbelerinden Bursa ve Edirne
camilerine î*adar her yerde birbirîeriyle mücadele et
miş inanışların eserlerini görmek mümkün olur; ve
B ursa'da olduğu gibi aşağı yukarı her yerde, mağlûp
ların m im arları, galiplerin eserlerini yaratm akta kul
lanılmıştır. Böylece heryerde, mağlûp plmuş dinin ta
pm akları ile yenen dininkiler arasında b ir geçiş hâli
farkedilm ektedir. Yeni gelen halk, eski inanışları uzak
laştırmış, tapmağı kendi görüşüne göre değiştirm iştir.
Her ne kadar Sultan Murad babası ve kendinden
sonra gelenler gibi cami yapımında ve halkının dinî
ve edebî eğitiminde esaslı gayret göstermiş ise de,
kendisi, savaş ve siyasetin dışında fazla bir şey bilmez'
di. H attâ bazı rivayetlere göre yazmasını dahi bilmiyor
du. Ancak bu rivâyet, zeki bir anne ile bilgili olmasıy
la tanınan bir ailenin devamlı gözetimi altında doğan,
büyüyen ve eğitilen birisi ile tezat hâlindedir.
Nilüfer H atun’un oğlu, Edebalı’nın torunu, Orhan
Beğ'in halefi, âlim Alâeddin Beğ'in hem yeğeni, hem
talebesi olan bir adam Bizans kaynaklarının gösterdiği
gibi nasıl cahil olabilir? Bizzat kendisi İranlı edip ve
bilginlerin yanında yaşayan, halkının tek ferdine kadar
eğitilmesi için bunca gayret harcayan Orhan Beğ, na
sıl olur da, oğlunu, Kuran—ı Kerim'in menettiği ve ır
kının da nefret ettiği cehaletin kucağına atar? Herhal
de tarihçiler, bu noktada halkın basit dedikodularına
önem vererek, en kolay bir araştırm anın bile saçma
lığım ortaya koyacak iddialara sapmışlardır. İm para
torluğundaki imamların ve okumuşların koruyucusu
olan Sultan Murad'm okuma yazma bilmemesine im
kân yoktur. Bu tarihçiler ve içlerinde en fazla araştır
ma yapmış olan Hammer, Sultan Murad'm Dubrovnik
Cumhuriyeti ile yapılan bir anlaşmanın altına güya
koyduğu belirtilen imzasına dayanarak iddialarım ile
ri sürmektedirler.
Anlattıklarına göre Sultan Murat, Türklerin deniz
ve kara ticaretini serbest bırakmaları karşılığında beş-
bin düka altın vermeyi taahüt eden Dubrovnik Cumhu-
riyeti ile yapılan anlaşma esnasında, sıra imza atm a
ya gelince, elini mürekkebin içine daldırmış ve tıpkı
bir aslanın pençesinin kumda bıraktığı iz gibi, kâğı
dın altına elinin beş parmağının izini bırakm ıştır. Yi
ne anlatılanlara göre, tesadüfen Sultan bu hareketi
yaparken elinin ortasındaki üç parm ak bitişik, baş ile
küçük parm ak ayrık olarak basılmıştır. Böylece, ken
dinden sonra gelenler, dünya üzerindeki hâkimiyetini,
etrafı küçük görmeyi ve kudreti temsil eden bu im
zayı gelenek olarak devam ettirm işlerdir. İm parator
luğun kâtipleri, bu cesaret ve esrar taşıyan imzaya,
usta kalemleriyle büyük harfler ilâve etmişler, ve sa
natlarıyla bir şaheser yaratm ışlardır. Tuğra demlen bu
imzanın ortasında im paratorun adı ve sayısı okunmak
tadır. Romalılar ve BizanslIların kendi im paratorları
na Caesar ünvanım vermeleri gibi,, sultan'a, «daima
muzaffer» sıfatını eklemişlerdir. a
Sultanlardan üçüncüsünün cehaleti ile ilgili rivâ-
yetleri bütün delillerine rağmen kabul etmek mümkün
değildir. Şöyle ki, Doğu'da yaşayan herkes, hüküm
dardan en basit halka kadar, imzasını kazdırdığı bir
m ühür veya yüzüğe sahipti. Eğer Sultan Murad, bir de
faya mahsus, bu geleneğin dışına çıkmak ve yaşayan
İm paratorluğunun bir belirtisi olarak elinin izini kul
lanmak istemişse, bu, şüphesiz kâfirlere verilen bir kâ
ğıt parçasında im paratorun gücünü göstermek, onlara
bir nevî tehdit savurmak anlamında olm uştur; yoksa
denildiği gibi, eğitim noksanlığından değil. Kur'an, bü
tün müminlere Tanrı’nın kelâmını okumalarını ve yaz
malarını em reder Müminlerin liderinin yazmasını bil
memesi demek en azından bir ihmâl, hattâ bir dinsiz
lik ifadesi sayılırdı.
• Sözde okuyup, yazması olmayan bu Sultârfın dev
rinde yetişen, matematikçiler,, feylesoflar, ve şairler,
Bursa'da doğup gelişen bilim ve edebiyatı, İran’a, Orta
Asya'ya kadar götürüyorlardı. Bursa kadılarından bi
rinin oğlu olan Kadızâde Semerkanda geometri öğret
meye gittiğinde dersleri o kadar çekici oluyordu ki,
ders verdiği saatlerde, bütün kentin kürsüleri boşalı
yor, hattâ müderrisler bile gelip onun talebesi oluyor
lardı. Yine Bursa'lı bilginlerden Cemaleddin, Arap lü
gatim ezbere biliyordu ve görevi Sultan M urad’ın med
reselerinde dil öğretmekti. Aynı devirde meşhur olan
Burhaneddin'in Tann'm n özellikleri ve ruhun mukad
deratı üzerine yaptığı yorumlar bütün Küçük Asya
kürsülerinde ilgi ile takip ediliyordu. Hz. Muham-
med'in Eflâtun'dan yerini aldığı Küçük Asya, Yunan
lıların çok tanrılı felsefesi ile İslâm düşüncesinin bir-
biriyle mücadele ettiği bir bölge olmuştu.
XI
. XII
XIX
XV
XVI
■ XVII
” X VIII
XIX
XX
XXI
■ X X II
X X III .
XXIV
XXVI
. .. X X V II .
XXIX
XXX *
XXXI
XXXII .
E rtesi gün, vahşi b ir küheylânm üzerine binen Mi
loş, ovada bir avuç Sırp kalıncaya kadar kahram anca
vuruştu. Bir kargaşalık esnasında yaralandı. Kaybet
tiği kan, cesaretini azaltmamıştı. Savaştan sonra nehi-
re yaklaşmış, atıyla beraber yüzerek karşıya geçmiş ve
kaçak bir asker gibi sürüne sürüne padişahın çadırı
na kadar yaklaşarak, Sultanın ayaklarını öpmek iste
diğini söylemişti. Kralın damadının tâbî olmasından
gururlanan Sultan, çadırının örtüsünü kaldırmış, ya
ralı Sırbı içeri almalarını söylemişti. Çavuşlar Miloş'u
içeri alınca Sultan'ın önünde diz çökmüş, bir eliyle pa
dişahın elini tutarak, sanki öpmek ister gibi ağzına
götürmüş, öteki eliyle ceketinin içinde sakladığı han
çeri çıkararak âniden M urat'ın göğsüne sokmuştur.
Sultan’ın haykırışı üzerine çavuşlar içeri doluşur
lar, fırsatını bulan Miloş atm a kadar kaçabilir. Fakat
orada yetişen Bâyezid'in askerleri katili parça parça
ederler.
Kosova meydanında, biri Miloş’un Sultan’a indir
diği ölüm darbesinin bulunduğu çadırı, diğerleri kaç
maya çalıştığı yeri ve yeniçeriler tarafından öldürül
düğü nehir kenarını gösteren üç taş vardır. Görünüş
leri, suç ve intikam gibi meş'ûmdur. Bosna dağları er
ken saatlerde onları mâtem rengine boyar.
XXXIII '
I .
II
III
' IV
VI
Cüreti, serveti ile orantılı olarak artıyordu. Asya'
da kendine tâbî olmayan bir tek Bizans şehri kalmış
tı. Bu Aydın vilâyetine komşu eski bir Bizans prensli
ği idi. Yıldırım Bâyezid, kendi imparatorluklarının son
savunucularına karşı Bizans imparatorlarını savaşma
ya mecbur edemediği için, bunları yeter derecede aşa
ğılamadığı kanaatine vardı. Sırp kralı, imparator Ma
nuel ve ailesiden diğer prensler, Bizans’a hâlâ sadık
kaldığı için Aydın Rum prensliğini cezalandırmak için
birleştiler. Yıldırım Bâyezid ile Aydm’a kadar giderek,
Türklere kulluklarını ispat etmek için bütün gayretle
ri ile son Rum kalesini yıkmak gayesiyle kendi Rum
askerlerini seferber ettiler.
Bâyezid fethettiği şehre Alaşehir adım verdi, Bi
zans kiliseleri yerine cam iler yaptırdı, halkına vergi
bağlayarak bu vergiyi yeni inşa ettireceği caminin ba
kımında kullanılmasını buyurdu.
V II ' ■
VIII .
IX
Kuzey Asya’dan gelen M acarlar, önceleri Macar
ovalarının eski halkı ile karıştıktan sonra, kan ve ateş
içinde Avrupa’nın kuzeyinde kendilerine b ir yer edin
meye çalışıyorlardı. Almanya, Fransa ve İtalya’dan el
de ettikleri ganimetlerle, hıristiyanlığı bozkırlarına
sokmuş oldular. Aşiret başkanlarm dan meydana gel
miş b ir diyet, başkentleri Buda’da kıralı tâyin ediyor
du. Sırası geldikçe, Rusya, Polonya, Bohemya, Avus
turya Fransa ve İtalya'ya akınlar düzenlemişlerdi. Sa
vaş onların tabiatının b ir parçasıydı. Adriyatik kıyıla
rına kadar inerek Venediklilerden Zara limanını al
m ışlardı. Çeşitli evlenmeler ile Avrupa tah tlan n a otu
ran Macar prensleri, hıristiyanlığın ileri gelen kralla
rının tertip etikleri birliklerde her zaman aranılan
m üttefikler oluyorlardı. Kılıçlarının eriştiği yere za
feri de götürüyorlardı.
O zamanlar iç karışıklıklar ülkeyi sarsmış, en si
yasî ve cesur krallarımdan Layoş ölünce yerine kızı Ma-
ria geçmişti. Bu tacı genç kıza fazla gören Napoli kra
lı Karlos, gelerek Maria'yı tahttan indirdi. Macar asil-
zâdeleri ile beraber hareket eden M aria'nm annesi kı
zını tahttan indiren Karlos’u öldürttü. Adriyatik kıyı
larında hüküm süren yarı vahşi. Hırvat aşiretleri, Kar
los'un intikamını almak için bu sefer anne ile kızını
kaçırdılar, anneyi idam ederek genç kraliçeyi rehin
olarak ellerinde tuttular.
X
Yıldırım Bâyezid ile çarpışmak üzere yirmi bin
Fransız, Burgonyalı, İtalyan, Alman, Hırvat Sigis-
m ond'un çağrısı üzerine toplanmışlardı. Çeşitli kısım
lara ayrılan Sultan'm ordusu Bulgaristan, Sırbistan
ve Ulahya’yı işgalleri altında tutuyordu. Dağlık bölge-
ler direnirken, düzlük yerler teslim oluyorlardı. Ulah
prensi Mirçe OsmanlIların hâkimiyetini kabul ederek
m üttefikleri olmuştu. Bu tarihten itibaren Ulahya (Ro
manya) hep Osmanlı egemenliğinde kalm ıştır. Sigis-
mond emrindeki generalleri yardımıyla Türkleri Bos
na ovalarında durdurm ayı başardı. B astıran kış iki
düşmanı birbirinden ayırdı. Türkler de b ir daha bu
bölgede bir adım ilerleyemediler.
1 XI .
XII
XIII
XIV
XV
. XVI
XVII
XVIII
. I
II '
. III f
VI
\ ' VII .
V III .
IX
XI
XIII
■ XIV
(*) F r an s ı z ca m e t i n d e a y n e n bu k e l i m e y e r a l m ı ş tı r . A s l ı n
da bu bir h a y k ı r ı ş değil, D o ğ u T ü r k l eh çe s i n de «h a r p
çığlığı» a n l a m ı n a gelen b i r k e lim e d ir .
Ertesi yılın ilkbaharında tek rar Mezopotamya'ya
inerek Bağdad ve Şirâz'dan üçüncü kere geçti. Zafer
ve im paratorluk cesaretinden hiçbir şey kaybettirme-
miştı. Yenmek, onun için hükm etm ekten daha önemli
b ir şeydi. Çoğu zaman, yanında en yiğit beğleri ile or
dusunun önünde ilerler ve basit b ir savaşçı gibi döğü-
şe katılırdı. B ir seferinde yine dövüşürken İran'ın dağ
lık bölgelerine hükm eden zorba şah M ansur’un kılıcı
altında kalm a tehlikesi geçirdi. Oğlu Mirza Şahruh,
Han ile düşm anı arasına girerek İranlı savaşçıyı b ir
mızrak darbesiyle ^öldürdü ve başını keserek babasına
sundu. «Böylece bütün düşm anlarının kelleleri atının
ayakları altına düşecek,» dedi. Olaya tanık olan T ürk
ler atlarından inerek iki kahram an için başlarım do
kuz defa yere vurdular.
İran'ın idaresini oğluna bırakarak kendisi Bağ-
dad'a döndü; ordusunu dinlendirirken bozulan disip
lini sağladı, şehirde bulduğu bütün şarapları F ırat’a
döktürdü, istilâsını durdurm ak isteyen Mısır ve Suri
ye Sultanlarının elçilerini kabul etti. T ekrar Mezopo
tam ya'da ilerlerken geçtiği yerlerde direnenlere son
derece sert, her iki dinin büyüklerine, bilginlere, edip
lere ise son derece saygılı davranıyordu. Fark gözet
meksizin bütün azizlerin ve büyük -dervişlerin tü rb e
lerinde dua ediyordu. İlim e ve fazilete karşı duyduğu
sonsuz hürm etin felsefî düşüncelerinden mi yoksa si
yasî hedeflerinden mi olduğunu Tarih hiç b ir zaman
anlayamadı.
E rm enistan üzerinden, Kafkas dağlarım kapayan
Demir Kapı geçidine geldiğinde, Türkistan'da yendiği
Toktamış Han'ın milletini kurtararak îdil'i aştığını ve
yeniden kendisiyle savaşmak için Kafkas geçitlerine
ilerlediğini haber aldı.
Harp meydanı Hazar Denizinin doğu kıyılarında
idi. Uzun yolculuk Tem ür'ün ordusunda kayıplara se
bep olmuştu. Savaştan önce her askerini teker teker
gözden geçirerek, herbirinin kılıca, mızrağa, ve gürze
ve ağa sahip olup olmadığını inceledi. En seçme otuz
tümenin başında yıldırım gibi düşmanının merkezine
yığıldı. Ortadaki düşmanı imha etmeye çalışırken her
iki kanadın kendi süvarileri önünde çoktan tutsak düş
tüğünü gördü. Böylece önünde açılan Idil ve Dniepr
ovaları, Temür'ün beş yıl boyunca Moskova'ya kadar
olan Rusya topraklarını ezdiğine tanık oldular. Daha
önce Bizans Rumlarını titreten Ruslar bu sefer Temür
önünde titriyorlar, bütün toprakları, denizleri servet
leri Türklerin eline geçiyordu.
Başka bir yol takip ederek Sem erkand'a döndü
ğünde, kendisini karşılayan evdeşleri ile edipleri ve
ozanlarının methiyeleri geçirdiği beş yıllık yorucu sefe
ri unutturdu. Su mermerinden inşa ettirdiği sarayı,
soğuğun içeri girmesini önlerken, gün ışığını geçiriyor
du. Bizans'tan çağırılan ressam lar, sarayın kubbeleri
ni savaşlarını anlatan fresklerle donattılar. Bu enfes
eseri oğlu Miran Şah'm kızlarından birine armağan
etti. Daha uzak yerlerde fetihler yapabilmek ve ölü
münden sonra im paratorluğunun dağılmasını önlemek
için, kendi düşüncesinde en önemli eyâletler olan İran
topraklarını oğlu Şahruh'a bıraktı. Diğer hanlıkları
oğulları ve torunları arasında pay etti. Altmış dört ya
şına gelmiş olmasına rağmen genç bir Kuzey Türk kı
zı olan Tukel Hanım 'la evlendi. ■
' XVI
XVIII
XIX
XX
XXI
XXII ' 1 ’
Halep’i terkederek Lübnan’a doğru ilerledi, Baka
vâdisinden geçerek çöl ortasındaki hârika diyâr Baal-
bek’e vardı. Oradaki âbideler ve tapm aklar kendisine
şeytan işi gibi geldi.
Anti—Lübnan dağlarını aştıktan sonra ordusunun
bir bölümü Türkistanı andıran ormanla kaplı, ırm ak
larla sulanan verimli Şam ovasına inmişti. Ovanın ku
zeyinde yer alan sıra dağlarına çıkarak hayranlıkla ne
fis manzarayı seyretti.. Dehşete kapılan Mısır ordusu
çoktan şehrin içerisine çekilmişti. ■
Dünyada hiç bir şehir yukarıdan bakıldığında bu
kadar güzel bir manzara göstermiyor, bir fâtihin ar
zusunu kamçılamıyordu. Yedi ırmağın suladığı yem
yeşil bir ovanın ortasında bir tarafında yaslandığı An
ti—Lübnan dağları diğer tarafında esrarla dolu uçsuz
bucaksız çöl, mazgalları ile değişik bir manzara sunan
beyaz ve kara mermerden yapılmış surları ortasında
Şam, aynı zamanda Emevî halifelerinin türbelerinin
bulunduğu kutsal bir şehirdi. Sevimli kubbeleri ve mi
nareleri ile Türkistan'da çoktan beri arzuladığı bir
başkentin görünüşünü veriyordu. Nihayet ordularına
kuşatma için gerekli emirleri verdi. Şehrin hemen dü
şeceğinden emindi.
XXIII
. XX V
■XXVI
XXVII
XXXI
Sultan Bâyezid ise yine Türk geleneğine uygun ola
rak kum andanlarını oğullarından seçmişti. Kapadok-
ya valisi olan en büyük oğlu Süleyman Şah Anadolu
Ordusunu kumanda ediyordu. Kızkardeşi ile evlendiği
Sırp Kralı Lazar sol tarafındaki Avrupalı birliklerin
kumandanlığını yapıyordu. Yıldırım Bâyezid ise mer
kezde bulunuyor ve Anadolu ile Rumeli ordularının |
en seçme birliklerini idare ediyordu. Genç oğulların
dan üçü, İsa, Musa ve Mustafa, Sultan'ın harp erkânı
nı teşkil ediyorlardı. İkinci oğlu Mehmed, OsmanlIla
rın arkasındaki boşluğu daraltan dağların arasına ya
rı gizlenmiş olan ihtiyat kuvvetlerin başında idi.
XXXII
XXXIII
XXXIV
Yavaş yavaş geri çekilerek sabahleyin işgal ettiği
dağların eteklerine gelen Sırp Kralı Lazar, kavınbr
raderi ve dostu olduğu Yıldırım Bâyezid'i bulunduğu
müşkül mevkiden kurtarm ak istedi. Kendisini Sultan’-
dan ve yeniçerilerinden ayıran mesafeyi ok yağmuru
altında aldıktan sonra Bâyezid'e yaklaşarak: «Bu mey
danda artık zafer bulamayız, sizi ve oğullarınızı bura
dan götürelim böylece hiç olmazsa imparatorluğu kur
tarmış oluruz» dedi. '
Belki cesaretini kaybettiğinden, belki gururun
dan, belki de kaderciliğinden, kaym biraderinin teklif
ettiği çekilmeyi bir utanç gibi reddetti. Hiç olmazsa
yeğenlerini kurtarm ak isteyen Lazar ağır yaralı olarak
Yeniçeri Ağası Haşan ve büyük vezir Ali Paşa tarafın
dan kurtarılan büyük oğul Süleyman Şah'ı savaş ala
nı dışına çıkardı. Yanında veliaht olduğu hâlde geçit
lerde bekleyen hazır atlara binerek sür’atle Ankara'dan
Karadeniz istikametine doğru kaçmaya başladılar. Yıl-
dırım'a bağımlı olan Amasyalı emirler de diğer oğul
Mehmed'i yanlarına alarak aşılması imkânsız dağlık
bölgelere girdiler.
İki oğlunun selâmete erdiğini gören Yıldırım Bâ*
yezid, etrafında vücutlarından tabiî bir siper yapan on
bin yeniçerinin ortasında zafer veya ölüm için çarpı
şıyordu. Şimdiye kadar sadakatin bu kadar ümitsizce
ve sarsılmaz bir inançla ortaya çıktığı görülmemiştir.
Sultan’m ruhunun derinliğinde mevcut kahramanlık
sanki etrafındaki genç çerilere sirâyet etmiş gibiydi.
Pers İm paratoru Sirus'un ölümünden sonra meydana
gelen On Binlerin Çekilişi bile, sultanlarının çevresin
de intihar eden on bin yeniçerinin ululuğuna erişemez.
Akşamın gölgeleri çarpıştığı tepeyi karartmaya başla
yınca, bir kayanın arkasına gizledikleri atını alan Yıl-
dirim yanm da b ir avuç sipahi ile yakındaki dağın ka
ranlık orm anlarına doğru kaçmaya başladı. Oğulları
nın dördü kaybolmuştu. Mehmed Amasya'ya, İsa Ka-
ram an’a, Süleyman Lazar ile Avrupa'ya kaçmıştı; Mus
tafa'nın akibetini bilen yoktu. Geceleyin Sultan'ın a r
kasından gelenler arasında sonuncu oğlu Musa, Ali
Beğ, M ustafa Beğ, ve Anadolu Beylerbeyi olan Timur-
taş Paşa vardı.
XXXV
lı •
. ' XXXVIII
XX XIX .
Misafirperverliğini kötüye kullandığı için Yıldı'
rım 'a fena hâlde içerleyen Temür, kendisini huzuru
na çağırarak, ağır lâflar söyler ve efendisinin kaçması
na yardım etti diye Firûz beği idam eder. Bundan böy
le Bâyezid gündüzleri çadırında aynı hürmetle karşıla
nırken, geceleri Kafes'e konur ve zincirlenir.
Yıldırım’m Niğbolu savaşında hayatını bağışladı
ğı ve onu Ankara savaşma kadar takip eden, sonra
Şahruh’un gözde kölesi olan Bavyeralı Schildberger
böyle bir kafesten bahsetmemektedir. Başka tarihçi
lere göre, Temür'ün arkasında atıyla seyahat eden Yıl
dırım Bâyezid etrafın meraklı bakışlarından utandığı
için, etrafı perdeli kafesi bizzat kendisi istediğini yaz
maktadırlar. Diğer İranlı tarihçiler, Bizanslı tarihçi
lerin Temür'ün atm a binmek için Yıldırım'm sırtına
bastığı rivâyetini kesinlikle yalanlayacak tarzda olay
ları nakletmektedirler.
II
III
' IV :
■ ■ V III .
• XI
Muhammed Şah idaresindeki diğer b ir Türkistan
ordusu, Manisa vâdisinden geçerek İzm ir havzasına
yayılmaya başlamıştı. Ordunun diğer yarısını alan Te
mür, aynı anda İzmir şehrinin tepelerinde gözüktü.
Keşmir vâdisinden beri hiç bir manzara kendisini bu
kadar etkilememişti. Keşmir ovası Hint dağlan orta
sında yeşillikler ve göller ile kaplı bir vaha iken, İz
m ir'in etrafım saran deniz dağlarla, ovalarla, insanoğ
lunun eserleri ile kaynaşıyor, gözleri okşarken, Büyük
Han'm ihtirasını kabartıyordu.
. XII
' XIV
' _ XV
,
•
t
t
XVI '
XVII
X V III
‘ XIX
. , ’ ,' XX
XXI
. XXIII .
e
XXIV
II
III
‘ ‘ v ı . :
VII
. IX