You are on page 1of 336

agorakitaplığı

196
ANGELA (YVONNE) DAVlS
1944, Alabama, Birmingham doğumlu olan radikal siyah eylemci, yazar ve
akademisyen Angela Davis, l 965'te Brandeis Üniversitesi'nden mezun ol­
duktan sonra Sartre üzerine çalıştı ve Fransızca öğrenimi görmek üzere
Fransa'ya gitti. 1963'te Klu Klux Klan'ın, doğduğu Birmingham'daki kilise­
yi bombalamasından derinden etkilendi. l 964'te Kalifomiya Üniversite­
si'nde, görüşlerinden çok etkilendiği Herbert Marcuse'den doktora dersleri
aldı, daha sonra da felsefeye ve sosyolojiye yönelip Adomo'nun derslerine
katıldı. 1968'de Komünist Parti'ye girince, diğer siyahlar gibi aynmcılıkla
karşılaştı. 1970 yılı yazında Kara Panterler'in faaliyetlerine katıldı. 7 Ağus­
tos 1970'de meydana gelen, bu kitapta geniş olarak yer verilen Marin Co­
unty olayıyla ilişkilendirilmek istenerek aranmaya başlandı, FBI'ın en çok
aranan on kişi listesinde yer aldı. Bunun üzerine yeraltına geçti, bir süre
sonra New York City'de yakalandı; aynı dönemde Kalifomiya Valisi Ronald
Reagan tarafından eyalette bir daha ders vermesi yasaklanmıştı. On sekiz ay
sonra, tamamı beyazlardan oluşan bir jüri tarafından aklandı. 1972'dejohn
lennon ve Yoko Ono ona ithafen "Angela" şarkısını yaparlarken, Rolling
Stones da "Sweet Black Angel" şarkısını çıkardı. Angela Davis daha sonra si­
yahlar ve ezilenler adına mücadelesine hiç ara vermedi, konuşmalar yaptı,
kampanyalara katıldı, eylemlerde yer aldı ve kitaplar yayınladı: Angela Da­
vis: An Autobiograplıy (1974), Women, Race & Class (1981-Kadınlar, Irk ve
Sınıf. Sosyalist Yayınlar, 1994), Women, Race and Politics (1989), Blues te­
gacies & Black Feminism (1999) ve The Angela Y Davis Reader (1999).
Angela Davis

EGER ŞAFAKTA
GELİRLERSE
Türkçesi: Hamit Bozak

a
agorakitaplığı
Feminist Kitaplık 9

Eğer Şafakta Gelirlerse


Angela Davis
Ruchell Magee, Soledad Kardeşleri ve Diğer Siyasal Tutuklular

Kitabın özgün adı:


lf They Come in the Moming
Orbach and Chambers, Londra, 1971

lngilizce'den çeviren: Hamit Bozak


Kapak tasanın: Mithat Çınar
Dizgi: Sibel Yurt

© 1971; National United Committee to Free Angela Davis


© 2008; bu kitabın Türkçe yayın haklan
Agora Kitaplığı'na aittir.

Bu kitap Angela Davis, Bettina Aptheker ve ulusal çaplı, birleşik


Angela Davis'i ve Diğer Bütün Siyasal Tutuklulan Kurtarma Kornitesi'nin
(NUCFAD) di ğer üyelerince hazırlanmışur.

Birinci Basım: Mart 2008

ISBN: 978-605-006-016-4

Baskı ve Cilt: Kitap Maıbaacılık

Tel: (0212) 501 46 36

AGORA KlTAPUCI
Gümüşsuyu Mahallesi Osmanlı Yokuşu,
Muhtar Kamil Sokak No: 5/1 Taksim!lSTANBUL
Tel: (0212) 243 96 26-27 Fax: (0212) 243 96 28
www.agorakitapligi.com
e-posta: agora@agorakiıapligi.com
Ôzgürluk mılcadelesinde düşenler (jonathan ]ackson, William
Christmas, ]ames McLain, ]on Huggins, Bunchy Carter, lil' Dobby
Hutton, Fred Hampton, Mark Clark, Sam Napier) için...
İÇİNDEKİLER

1. BÖLÜM:
SlZlN BÜYÜK DEVRlMlNlZ, ZENCİLERİN BlLlNÇLENMESl

Angela Davis'e Mektup . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

2. BÖLÜM:
SİYASİ MAHKÜMUN CESARETİ,
KURULU DÜZENLE SÜREKLİ MÜCADELE

Siyasi Mahkümlar, Cezaevleri ve


Zenci Bağımsızlık Hareketi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13

3. BÖLÜM:
CEZAEVİ SlSTEMl

Amerika Birleşik Devletleri'nde


Cezaevlerinin Toplumsal işlevleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37
Cezaevi, Hani Nerede Zaferin? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46.

Başkaldıran Mahkümlar: Folsom Mahkümlannın Manifestosu . .53


Folsom Mahkümlarının isteklerini Bildiren Manifesto ve
Baskıya Karşı Birleşik Cephe Dokümanları . . . . . . . . . . . . . . .57
Kaliforniya'da Uygulanan Cezaların Niteliği . . . . . . . . . . . . . . . . . 64

vii
4. BÖLÜM:
BASKININ GERÇEK DELlLLERt

Günümüzde Siyasi Mahkıımlann Duruşmalan . . . . . . . . . . . . . . 87


Kara Panter Partisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89 .

5. BÖLÜM:
BOBBY SEALE VE ERICKA HUGGINS

Bobby Seale ve Ericka Huggins . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 123


Hapishaneden Şiirler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 126
Cezaevinden Bir Mesaj . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 137
Ericka'ya Mektup . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 140
. .

6. BÖLÜM:
SOLEDAD KARDEŞLER

Fleeta'nın Mektubu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 149


Cezaevi Kurbanlan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .151
Soledad Kardeşler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 162
Cezaevi Reformu Üzerine . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 172
Birleşik Cepheye Doğru . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 177

7. BÖLÜM:
RUCHELL MAGEE

Ruchell Magee . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 191


Angela'ya Mektuplar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 198

8. BÖLÜM:
ANGELA DAVIS

Cezaevi Röportajlan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 207


.
9. BÖLÜM:
ANGELA DA vıs VE RUCHELL MAGEE DURUŞMADA

Angela, Direnişin Simgesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 221


Angela Davis'in New York'tan Kalifomiya'ya Nakli . . . . . . . . . .230
Mahkemeye Açıklama . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 238
Kendimi Savunma Hakkı . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . 241
Kendini Savunma Hakkı Üzerine Bir Açıklama . . . . . . . . . . . . . 262

10. BÖLÜM:
ANGELA DAVIS VE BÜTON SlYASAL
MAHKUMLAR lÇlN KAMPANYA

Siyasal Kampanya . . . . . . . . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 269


Bildiri ve Çagnlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 274
Amerika'daki En Tehlikeli Suçlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 278
Angela Davis: Zenci Militan . . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 282
Herben Marcuse'den Açık Mektup . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .285
Kara Panter Partisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .287
Rahip Ralph Abemath'nin Konuşması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 291
Amerika Birleşik Devletleri işçileri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 293
Dinleri ve Siyasal Görüşleri Ne Olursa Olsun,
Bütün Kadınlara Çağrı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 296
Coretta Scott King'in Bildirisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 299
Mrs. Shirley Graham Bubois'in Çağrısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 301
Afrika Milli Kongresi, Güney Afrika
Kadınlar Kolu Sekretaryası . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 303
Mme. Nguyen Thi Binh . . . . : .......... . ................305
Lukacs'm Açıklaması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . .306
Valentina Nikolayeva-Tereshkova'nın Bildirisi . ... . . . . . . . . . .308
Bir Kadın Gardiyandan . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .
. . . . . . . .310
"Bildiğimiz hadanyla, senin hayatını hendi hayatımızı
korur gibi korumamız gerekiyor. Çünkü sabah seni almalan,
ahşam sıranın bize geleceğini gösterir."

Oames Baldwin)
Ön söz

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki siyasal baskı korkunç


boyutlara ulaştı. Özellikle iğrenç sınıfsal, ulusal, ırkçı baskıla­
rın kurbanı olan zenci ve melez halklar, sözde saygıdeğer par­
lamenterlerimizin de katıldığı bazı tertiplerin acısını çekmek­
tedirler. Çoğunlukla yoksullardan oluşan kadın erkek, on bin­
lerce suçsuz insan cezaevlerini doldurmakta, polis, FBI ve as­
keri istihbarat servisleri yüz binlerce kişi hakkında soruştur­
ma yapmaktadır. Nixon hükümetinin Vietnam savaşına karşı
açılan kampanyalara gösterdiği ilk tepki 13 bin kişiyi tutukla­
yarak cezaevi haline getirilen stadyumlara kapatmak olmuş­
tur. Bu olayların bize göstermesi gereken en önemli gerçek,
alınan geniş çaptaki baskı tedbirlerinin, içinde yaşadığımız
düzenin aksaklıklarını yansıttıklarıdır.

xiii
Devletin her türlü mu halefeti ezmek amacıyla seferber et­
tiği güçleri (özellikle polis teşkilatını ve askeri güçleri) ve
bunların üzerindeki merkezi kontrol mekanizmasını küçüm­
sememekle birlikte, bu yollara başvurulmasını toplumsal bir
kriz ve sistemin çözülmeye başlamasına bağlamak gerektiğine
inanıyoruz. Bizim bu kitabı hazırlarken vardığımız sonuç,
burjuva demokratik devletinin, adalet mekanizması ve ceza­
evleriyle birlikte çözülmekte o lduğudur. Bu süreçte hepimiz,
adalet mekanizmasını ve cezaevlerini, sınırsız bir baskının
araçları, başarıyla direnebileceğimiz, ama artık reformlarla dü­
zeltilemeyecek, ancak bir devrim sonucu şekil değiştirebile­
cek kuruluşlar olarak görmemiz gerektiğini anladık.
Baskı, kendine güveni yitirmekte olan emperyalist devle­
tin, halktan gelen ve gün geçtikçe gelişen, giderek devrim yo­
luyla toplum yapısını temelden değiştirebilecek bir hoşnut­
suzluğu başka yollarla kontrol altına alamadığı zaman başvu­
racağı bir araçtır.
Bu dönemde, egemen çevreler demokratik yollardan ayrılıp
zora başvurduklarında, devrimci ve radikal-demokratik güçle­
rin saldırıya geçmeleri ve kendilerini, büyümeleri geometrik
diziler şeklinde olan kitle hareketlerine uydurmaları özellikle
önemlidir. Siyasi mahkümları kurtarmak için girişilen müca­
delelerin önemi, düzene açık bir saldın niteliği taşımasında
aranmalıdır. Bu mücadele, devletin meşruluğunu eleştiri konu­
su yapmakta, aynı zamanda birçok kardeşimizin cezaevinden
çıkıp mücadeleye katılabilmesini sağlamaktadır. Cezaevlerinin
kapitalist devlet mekanizmasının sınıfsal, ırkçı ve şoven bir
baskı aracı, bu devlet mekanizmasının bir parçası olarak teşhi­
ri ve cezaevlerinin ortadan kaldırılması için yapılan talepler,
hareketin saldın niteliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu sebeplerden ötürü Angela'nın tutuklanmasını, doğru­
dan doğruya onun Soledad Kardeşler'i savunmak adına yaptı-

xiv
ğı çalışmalara, cezaevlerinin kamuoyuna teşhir edilmeleri için
gösterdiği gayretlere ve zenci bir kadın, radikal bir aydın, bir
sosyalist olarak yönetici çevrelerin nefretini üzerine çekmesi­
ne bağlayabiliriz.
llerici ve radikal çevrelerden birçok kişi, özellikle baskının
gözle görülür şekilde artuğı son aylarda, bu durumu devletin
faşist niteliğinin bir belirtisi olarak görme eğilimindeydi. Git­
tikçe artan siyasal baskı ve alınan şiddet tedbirleri hiç şüphesiz
devletin bünyesindeki faşist unsurların belirtileridir. Bu konu­
ya önem vermemiz gerektiği açıktır. Bununla birlikte, Mark­
sistler olarak, faşizmin varlığını yalnızca alınan şiddet tedbirle­
rine bakarak kabul edemeyiz, çünkü bu tedbirler faşizm yerleş­
meden önce de var olabilirler. Faşizm, karşı devrimin zaferini
temsil eder; yani faşizm, toplumun sosyalizme geçişini önleyen
karşı-devrimdir. Faşizmin yerleşmesiyle işçi sınıfının sömürül­
mesi artar ve terörist baskı tedbirleriyle desteklenir.
Bu yüzden, faşist eğilimleri, işçileri ne ölçüde karşılarına
aldıklarına bakarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Ameri­
ka Birleşik Devletleri'nin yöneticileri, işçi sınıfının en fazla sö­
mürülen, aynı zamanda en radikal ve en bilinçli kesimini, zen­
ci, Porto Rikolu ve Meksikalı grupları kesin olarak karşılarına
almaktadırlar. Burada açıklığa kavuşması gereken nokta, işçi
sınıfının vereceği mücadelenin, ırkçılığın bütün belirtilerine
karşı girişilecek, uzlaşma tanımayan bir savaşın çevresinde ge­
lişmesi zorunluluğudur.
Ayrıca, baskının aldığı şekilleri incelerken, faşist unsurla­
rın açık belirtileri olarak Nixon hükümetinin işçilerin toplu
sözleşme haklarına karşı çıkmasını (inşaat işçilerinin hakları­
nı geniş ölçüde kısıtlayan Bacon-Davis kanununun yürürlüğe
girmesi gibi) , demiryolu işçilerinin başlattığı grevi durdurmak
için olağanüstü bir kanun çıkarmasını ya da posta işçilerinin
grev sözcülerinin karşısına (bu hareket içinde en önemli rolü

xv
zenci işçilerin oynadığı bilinmekteydi) Milli Muhafızlann çı­
karılmasını gösterebiliriz. Tarihten alınan dersler, bize faşiz­
min tek bir olay, bir hükümet darbesi olmadığını gösteriyor.
Faşist eğilimler her zaman devrimci hareketlerin geçirdiği ge­
lişime paralel bir seyir göstermiş ve her iki eğilim de kaynağı­
m toplumsal düzenin içinde bulunduğu çıkmazdan almıştır.
Faşizm yeni yeni ortaya çıktığı sıralarda, daha yerleşmeye fır­
sat bulamadan geniş bir halk cephesi tarafından önlenebilir,
aynca, devrimci hareketin başarısı anti-faşist cephenin de­
mokratik, radikal niteliğine bağlıdır. Bizler, Georgi Dimit­
rov'un 1935'de, o sıralarda görülen faşist eğilimler için söyle­
diklerinin günümüzde de geçerli olduğu kanısındayız.

Devrimci proletarya faşizmin kendisini uykuda yakalama­


sına izin vermemeli, faşizme saldınya geçme fırsatı bırakma­
dan öldürücü darbeyi vurmaya bakmalıdır. Faşizmin yerleş­
mesine vakit bırakmadan göründüğü yerde başım ezmeli,
onun yeni avantajlar sağlamasını önlemelidir.

Bugün halk, hükümetin baskısına karşı geniş çapta bir di­


renişe geçmiş durumdadır. Bu direniş bazen örgütlenmiş ola­
rak, bazen de kendiliğinden ortaya çıkan hareketler şeklinde
kendini göstermektedir. Angela'nın davasıyla birleştirilen San
Rafael ayaklanmasını, cezaevlerindeki şiddet tedbirlerine ve
siyasal baskıya karşı gösterilen bir tepki olarak yorumlamamız
gerekiyor. Mücadeleyi sürdürmek üzere örgüt çalışmalarına
katılanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Henüz önem kazan­
mamış olmakla birlikte, kanun çerçevesi içinde, bütün anaya­
sal haklardan faydalanarak yeni haklar elde etmeye ve halkın
desteğini sağlamaya çalışarak yürütülen mücadeleler, çeşitli
zaferler kazanmış durıımdadır.
Haklarında idam kararı alındıktan sonra Kara Panter Parti­
si liderleri Ericka Huggins ve Bobby Seale'in davalarının Con-

xvi
necticut'h bir yüksek mahkeme yargıcı tarafından düşürülme­
si, kanuni yollardan verilen mücadelenin sonuçlarından biri­
dir. New York'ta 'Panter 2 1 ' davası sanıklarının beraati ve Ka­
ra Panter Partisi savunma bakam P. Newton hakkında alman
kararın değiştirilmesi (Huey şimdi aynı suçtan ikinci defa yar­
gılanmakta olduğundan bunu kesin bir zafer saymasak bile)
geniş çapta bir direnişin zaferidir. Bununla birlikte, bu zafer­
leri New York Times'ın iddia ettiği gibi, mahkemelerin adaleti­
ne borçlu olduğumuzu sanmıyoruz. Aksine bunlar, mahke­
melerin tarafsız olmamalarından doğan güçlüklere rağmen
kazanılmış zaferlerdir. Sanıklara ve avukatlara yapılan maddi,
manevi işkenceleri de içine alan bu güçlükler, ırkçı, anti-ko­
münist, şoven isterinin sonuçlarıdır. Bunun sorumluluğunu
da doğrudan doğruya Amerika Birleşik Devletleri başkanı, dı­
şişleri bakam, başsavcı ve FBI Genel Müdürü taşımaktadır.
Mahkemelerde sağlanan bu başarı, en küçük bir taviz ver­
meyi kabul etmeyen bir direnişin, jüri üyelerinin ve mahke­
mede hazır bulunanların siyasal inançlarını büyük ölçüde de­
ğiştirmeyi başaran, kanun çerçevesi içinde örgütlenmiş hare­
ketler şeklinde hükümetten gelecek saldırıları karşılamaya ha­
zır bekleyen bir direnişin sonuçlarıdır.
Son zamanlarda elde edilen bu başarılara rağmen baskılar
hala sürüp gitmektedir. Her gün devrimci liderler tutuklan­
makta, sendikal çalışmalara karşı düzenlenen saldırılar sürdü­
rülmekte, Vietnam Savaşı devam etmektedir. Eğitim sistemine
(özellikle yüksek okullarda) yapılan müdahaleler ve polisin
gettolarda uyguladığı şiddet tedbirleri azalmamıştır.
Her şeye rağmen bu baskı ortamında gerçekleşen beraatler
ve serbest bırakmalar, halk cephesinin hükümet çevrelerinde
sürüp giden isteri havasına karşı kazandığı gücün belirtileri­
dir. Bu, özellikle Bobby Seale ve Ericka Huggins davalarında
açıkça kendini göstermiştir. Aynı şekilde bu belirtileri, beyaz

xvii
bir gardiyanı öldürmekle suçlanan Soledad mahpusları ]ames
Wagner, Roosevelt Williams ve ]esse Lee Philips'in davaların­
da görebiliriz. Avukat iddianameyi, " . . . tutarsız bir iddia. Her
şey başından düzenlenmiş. Bütün bunlar cezaevi yetkililerinin
bir suçlu bulmak amacıyla giriştikleri çabanın sonuçlan ... " di­
yerek açıklamıştır.
Siyasi mahkumların serbest bırakılması için girişilen mü­
cadelenin önemi, bu mücadelenin tek tek bazı kişileri kurta­
rabilmiş olmasında yatmaz. Bu hareketler bağımsızlık müca­
delesiyle, devrimci ve demokratik mücadeleyle bağlar kur­
dukları için birkaç kişiyi kurtarmaktan çok daha büyük önem
kazanmaktadırlar. Bu dinamik yapı l 930'larda Scottsboro
gençlerinin serbest bırakılması için girişilen mücadelede açık­
ça kendini göstermiştir.
1931 Mart'ında Alabama'nın jackson havalisinde dokuz
zenci genç tutuklanmış ve iki beyaz kıza tecavüz etmek suçuy­
la yargılanmak üzere mahkeme önüne çıkarılmışlardır. O genç­
lerin suçsuz oldukları açıktı; dünyanın her tarafında hayatları­
nın kurtarılması için mücadeleye girişildi (haklarında idam ce­
zası isteniyordu) ve sonunda bu mücadele başarıya ulaştı.
Scottsboro gençlerinin kurtarılması için girişilen kitle hareket­
leri, adalet mekanizmasında yirmi yıldır yürürlükte olan bazı
reformlar yapılmasına yol açtı. Bu konuda Norris (1938) ve Po­
well davaları olarak tanınan davalar büyük önem ıaşır. Bu da­
vaların ilkinde Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkeme
Kurulu, Alabama'daki jackson ve Morgan bölgelerinde yıllardır
zencilerin jüri üyesi olmalarının yasaklanmış olduğunu ve ka­
rarın anayasanın 14. maddesine aykırılık içerdiğini öne sürerek
sanık Clarence Norrins'in davalarına yeniden bakılmasına ka­
rar vermiştir. Scottsboro sanıklarından Ozie Powell'le ilgili olan
Powell davasındaysa, ölüm cezası istenen sanıklara mahkeme
tarafından avukat tutulması prensibi benimsenmiştir.

xviii
Bu olaylardan kırk yıl sonra, ABD'nin toplumsal yapısını
tehdit eden krizin ciddileşmeye başladığı, dünyanın her tara­
fında bağımsızlık mücadelelerinin güçlendiği günümüzde, si­
yasi mahkümlann serbest bırakılması için açılan kampanyala­
rın da eskiye oranla daha büyük önem kazanmış oldukları
açıktır. Angela'nın savunmasını, özellikle bu açıdan, tek bir
kişinin kurtarılmasından çok daha önemli bir siyasal olay ola­
rak değerlendirmeliyiz.
Bizce en önemli nokta, ulusal bağımsızlık hareketleriyle iş­
çilerin öncülüğünde, bütün devrimci, radikal ve demokratik
unsurları içine alan bir birleşik cephenin kurulması ve gittik­
çe daha faşist bir görünüm alan yönetici çevrelere karşı her
alanda mücadeleye girişilmesidir.
Bu tip bir cephenin de aslında kurulmakta olduğu kanısın­
dayız. Zenci, Porto Rikolu ve Chicano* gruplar gittikçe artan
bir güçle hükümetin baskısına karşı koymaktadırlar. Barışçı
hareketler ve işçi hareketleri siyasi mahkumların serbest bıra­
kılması için verilen mücadeleyi büyük ölçüde desteklemekte­
dirler. San Francisco'da bir Siyasi Mahkumlar Dayanışma Ko­
mitesi kurmak üzere çalışmalar yapılmaktadır. Diğer kuruluş­
larla birlikte partimiz de bir Birleşik Cephe kurulması gerek­
tiğini kabul etmiş ve bu konuda çalışmalara başlamıştır. Artık
baskı unsurları arasındaki ideolojik sınırlar ortadan kalkmış­
tır. Direnişimizi sürdürebilmek için bizim de sınırları aşma­
mız gerekiyor. Bağımsız kuruluşlar olarak kalsak da, aramız­
daki bazı görüş ayrılıkları devam etse de, belirli bir hareket
birliği sağlamalıyız.
Bu kitapta çeşitli siyasal görüşleri yansıtan yazıları bir ara­
ya getirdik; söz konusu yazıların hepsi şoven baskılara, Viet­
nam savaşına ve cezaevlerinin günümüzdeki yapısına karşı ol-

*) Chicano: Meksika asıllı Amerikalı. (ç.n.)

xix
mak gibi belli başlı temel noktalarda birleşmektedirler. Aynca
kitapta, Angela'ya karşı ileri sürülen suçlamaları ve Angela'nın
kurtarılması için halktan gelen desteği kısaca özetledik.
Umudumuz, bu kitabın, cezaevlerinin genel yapısını ve
toplumsal düzen içindeki yerlerini belirterek ve yüzlerce insa­
nın ölümüne sebep olan, binlerce insanı cezaevlerinde tutan
siyasal baskının ulaştığı boyutları açıklayarak, el birliğiyle bir
'birleşik cephe' kurulmasına katkıda bulunmasıdır.

Haziran 1971
Angela Y. Davis - Bettina Aptheker

xx
EGER ŞAFAKTA
GELİRLERSE
1

SİZİN BÜYÜK DEVRİMİNİZ,


ZENCİLERİN BİLİNÇLENMESİ
Angela Davis'e Mektup
james Baldwin

19 Kasım 1970

Sevgili kardeşim,
Günümüzde zencilerin kollarını bağlayan zincirlerin,
hatta yalnızca zincirlerin görüntüsü bile Amerikan halkı için
dayanılamayacak bir anı olmalıydı. Öyle ki, bir anda ayakla­
nıp bu zincirleri kırmalıydılar. Ama öyle olmadı, zincirleriy­
le pek mutlular şimdi. Dahası da var, güvenlerini zincirlere
ve cesetlere borçlu olduklarını düşünür gibiler. Newsweek,
savunulamayacak olan şeylerin uygar savunucusu, seni bir
kaşık suda boğmaya hazır (geriye yalnızca onun bir çeşit ki­
şisel özgürlük kazanmış olması kalıyor); resmini kapagına
basıyor, zincirler içinde.

3
Çok yalnız görünüyorsun, hemen hemen Bachau'ya giden
bir arabanın içindeki Yahudi kadını kadar, ya da İsa adına zin­
cire vurulup Hıristiyan ülkelere gönderilen kardeşlerimiz ka­
dar yalnız.
Ne yapalım ... Susmanın yalnız cinayet değil, aynı zamanda
intihar demek olduğu bir çağda yaşadığımız için elimden gel­
diğince gürültü ediyorum burada, Avrupa radyoları ve televiz­
yonlarında. Almanya'dan yeni döndüm, oldukça yakın bir
geçmişte halkının suskunluğu yüzünden kötü şöhret yapmış
bir ülke olan Almanya'dan . . . Benden bayan Angela Davis üze­
rine konuşmamı istediler; konuştum ben de. Belki de saçma
bir çabaydı, ama ne de olsa elimize geçen fırsatları kaçırma­
mamız gerekiyor.
Senden yirmi yaş büyüğüm, George Jackson'ın, "içlerinde
bir tek sağlıklı kardeşimiz yok, bir tane bile ... " dediği nesilden
biriyim, yani. Şimdi kalkıp bunun tartışmasını yapacak deği­
lim (hele şu sırada gereksiz olduğunu çok iyi bildiğim bazı ay­
rıntılara hiç girmeden), zirar senin ne demek istediğini çok iyi
anlıyorum. Benim sağlığım da ortada zaten. Sizi, seni, Huey'i,
George'u ve özellikle Jonathan Jackson'ı düşünürken, kölelik­
ten alınan derslerden faydalanılabileceğini söylerken, ne de­
mek istediğinizi daha iyi anlıyorum şimdi. Bana öyle geliyor ki
bütün bir nesil, tarihini iyice özümlemiş ve kendini ondan
kurtarmış durumda, kurban rolü oynayamaz artık. Bunları sa­
na, cezaevinde hayatı (hayatımız) uğruna mücadele eden bir
kardeşimize yazmam uygunsuz düşer belki. Ama ben senin
beni yanlış anlamayacağını umuyorum; üstelik unutma, yal­
nızca sıradan bir gözlemci değilim.
Demek istediğim, senin, benim babamın oğlu olduğum ka­
dar, kendi babanın kızı olmadığın. Babamla benim hayattan
beklediklerimiz birdi. Onun neslinin de benim neslimin de

4
umutları aynıydı. Ne yaşlarımız arasındaki fark, ne de güney­
den kuzeye yapılan büyük göç, bu umutları değiştirip hayatı­
mızı daha yaşanır bir hale getirebildi. Zira temelde, o zaman­
lar kullanılan deyimle, o zamanların umutsuz diliyle, babam
bir 'nigger'dı, zenciydi, -bir nigger işçi- rahip, ben de öyleyim.
Bir aşama kaydettiğim doğru, ama fazla önemli bir aşama de­
ğil bu; bazı yoksul lspanyollann varlıklı boğa güreşçileri ol­
maları, bazı yoksul zenci çocukların zenginleşmeleri (boksör­
ler gibi) kabilinden bir şey. Bütün bunlar insanın ruhen geliş­
mesine yardımcı olmaz. (Bu konuda alçakgönüllü olduğumu
sanma sakın). Ama birisi Cassius Clay Muhammed Ali olup
da, o üniformayı giymeyi reddettiği zaman (üstelik onca para­
yı feda ederek) bazı şeylerin değiştiği gerçekten anlaşıldı.
Amerika'nın zaferi (buna Amerika'nın trajedisi de diyebi­
lirsin) , zencilerin kendi kendilerinden iğrenmelerini sağlamış
olmasıydı. Küçükken kendimden iğrenirdim, yapabileceğim
başka hiçbir şey yoktu. Bu aynı zamanda şuursuzca, kendime
rağmen bile olsa, babamdan da nefret ettiğimi gösteriyordu.
Annemden de. Erkek kardeşlerimden de. Kız kardeşlerimden
de. Büyümekte olduğum sıralarda, Lenox caddesinde, her cu­
martesi akşamı zenciler birbirlerini öldürürlerdi. Kimse onla­
ra bunun başkalarının çıkan için özel olarak hazırlanmış bir
senaryo olduğunu anlatamazdı ki; oraya kendilerini hayvanlar
gibi hissetsinler diye hayvanlar gibi kapatıldıklarını bilmezler­
di. Her şey bir tek gerçeğe yönelmişti, buna karşı çıkan hiçbir
şey yoktu, çalışmaya başlayınca da hiç kimse kendisine köle
gibi davranılmasını yadırgamıyordu. Böylece insanların gaza­
bına uğrayınca, beyaz bir tanrının önünde eğilip lsa'dan yar­
dım istemeyi yadırgamaz olduk. O beyaz tanrı da, ev kiraları­
nı ödeme ve hasta çocuklarımızı iyileştirme konusunda bize
yardımcı olmak adına kılını bile kıpırdatmıyordu.

5
Tabii hepsi bu değil gerçeklerin. Harcanan çabalar, dökü­
len terler, sarf edilen olağanüstü güç de yardım etti bugüne
varmamıza. Ama asıl önemli olanı başarmış durumdayız şim-
di. Sır açıklandı: insanız biz!
Yine de bu sırrın açıklanması, bütün ulusu korkudan öldü­
recekti neredeyse. Ulusu diriltti demek isterdim aslında bura­
da, oysa insanlar trenlere doluşup, "lleri Hıristiyan Kardeşler"
diye marşlar söylemekten gocunmazken çok fazla şey istemek
olur bu. Ulusumuz, eğer Amerika bir ulussa, buna hiç hazır
değil daha. 'Kalkınma ve demokrasi'ye olan bağlılıklar ne den­
li güçlü olursa olsun, Amerikalılar hiçbir zaman bu günün
gelmesini istemediler. 'Kalkınma ve demokrasi' lafları Ameri­
kalıların ağızlarında müstehcen bir anlam kazanmaktadır. Zi­
ra bu ulus, dünyadaki ulusların en mutsuzu, aritmetik aşığı
olmasına rağmen, kendi problemlerini çözmeyi hiçbir zaman
aklından geçirmemiştir.
Bir ulusun sağlığını ya da çıkarlarım korumayı ne derece­
ye kadar bildiğini ya da onun özel çıkarların toplamı mı, yok­
sa bir ulus mu olduğunu anlamanın en iyi yolu, kendisini ida­
re etmeleri için seçtiği kişilere bakmaktır. Amerikan liderleri­
ne bir göz atmak, ülkenin tam anlamıyla bir anarşinin eşiğin­
de olduğunu anlamak ve Amerikan çıkarlarının zencilere ne
çeşit bir gelecek hazırlamak niyetinde olduklarını görmek açı­
sından yeterlidir. (Zaten tarih de bunu kanıtlamış bulunu­
yor). Sözde vatandaşlarımızın gözünde, hepimizin kolayca
harcanabilecek kişiler olduğumuz bir gerçek. Nixon, Agnew,
Mitehell, Hoover ve Ronnie Reagan gibilerinin de, halkın iste­
diği şekli ve tanımladıkları şeyi yerine getirmekte bir an bile
duraksamayacakları ortada.
Ama Amerikan halkının isteği nedir acaba? Ve yukarıda­
kiler nezdinde, halk kimlerden meydana gelmiştir? Halkın

6
yukarıda adlarını saydığımız beyler hakkında bildiği, Viet­
nam'daki cinayetlerin sorumluları hakkında bildiklerimiz­
den daha fazla değildir. Amerika'da halkın isteği, her zaman
halkın cehaletiyle, demokratik yollardan hem beyazların
hem zencilerin kanına giren vahşi bir ekonomik yapının çı­
karlarına göre düzenlenmiş ve işlenmiş bir cehaletle sınırlı­
dır. Ama beyazlar bunu açıklamaktan çekinirler ve bu yapı
zenciler adına bir tehlike, ulus adına da acıklı bir durum ola­
rak sürüp gider.
Başka şekilde söylemek gerekirse, beyazlar beyaz oluşla­
rına sığınarak içinde bulundukları bu tuzaktan kurtulmaya
çalışmadıkları sürece, kendi adlarına milyonlarca insanın öl­
dürülmesine izin vermiş olacaklar ve kendilerinin bile ırkçı
bir savaş olarak görecekleri (ve tasvip edecekleri) bir orta­
mın oluşmasına yol açacaklardır. Beyaz oluşlarının kendile­
riyle olaylar arasına belli bir uzaklık koymasına izin verdik­
leri sürece kendi hayatları, liderleri, ülkeleri, çocukları ve
geleceklerinin sorumluluğunu yüklenebilecek kadar insan
olamayacaklardır. Günahları, yani saplantıları içinde boğu­
lup gideceklerdir. Ve bütün bunların belirtileri yavaş yavaş
görünmeye başlamıştır.
Bu koca ülkede yalnızca bir avuç insan senin için, George
jackson için ve toplama kamplarındaki (başka türlü adlandı­
ramıyorum) milyonlarca mahpus için hazırlananların, kendi­
leri için de hazırlanmakta olduğunun farkında. Ülkedeki ege­
men güçler nezdinde beyazların hayatının da siyahlarınkin­
den fazla bir değeri yoktur, öğrenciler bunu yavaş yavaş, Viet­
nam'daki cesetlere bakarak anlamaya başladılar. Eğer Ameri­
kan halkı kendi seçtiği liderlerden haysiyetleriyle çocukları­
nın hayatlarının korunmasını istemiyorsa, biz zenciler, Ba­
tı'nın en fazla tartaklanmış çocukları, hiçbir şey isteyemeyiz

7
onlardan, bu da yeni bir şey değil. Amerika'nın anlayamadığı
şu: Ayrı şehirlerde, ayrı topraklar üzerinde, kardeşler arasında
sürüp giden bir savaş, ırkçı bir savaş değil, bir iç savaştır. Ama
yanıldıkları nokta, yalnızca bütün kardeşlerin beyaz olmaları
gerektiği değil, aynı zamanlarda bütün beyazların da kardeş
olduğudur.
Öyle olsun. Uykudan uyandıramıyoruz onları. Tanrı bili­
yor ya, gücümüz yettiğince gayret sarf ettik. Daha da elimiz­
den geleni yapmamız ve kuvvetlenmemiz gerekiyor. Gırtlağı­
mıza kadar aşağılık duygusuna batmış olduğumuzdan, kade­
rimizi, çocuklarımızın kaderini ve dünyayı değiştirmek için
uzlaşılması imkansız güçlerle uzlaşmaya çalışıyoruz. Bildiği­
miz tek şey, insanın onun bunun merhametine kalmış bir var­
lık olmadığıdır. Havanın yalnız sanayicilere değil, bütün in­
sanlara ait olduğudur. Çocukların dünyaya bazılarının kar et­
melerine yardım etmek için gelmedikleridir. Demokrasinin
insanların kişilikten yoksun, basit yaratıklar haline getirilme­
si değil, insanın değerlerini gerçekleştirebilmesi için gerekli
bir özgürlük ortamı olduğudur.
Biz zenciler, tek itici gücü hırs, tek tanrısıysa para olan bir
düzenin kurbanları yapıldığımızı ve bu noktada yalnız olma­
dığımızı iyi biliyoruz. Bu düzenin, insanları cehalete, umut­
suzluğa, ölüme götürdüğünü ve bu düzenin artık devam ede­
meyeceğini, çünkü insanların artık buna katlanacak güçleri
kalmadığını da biliyoruz. Ve biliyoruz ki bu düzenin devam
edebilmesi için bizler merhametsizce kandırıldık. Bize kendi­
miz, soydaşlarımız, geçmişimiz, sevgimiz, hayatımız ve ölü­
mümüz üzerine yalanlar söylendiğini, sonsuz bir cehennem
azabına mahküm edildiğimizi artık anlamış durumdayız.
Sevgili .kardeşim, sizin neslinizin içinde yaşadığı büyük
devrim, zencilerin bilinçlenmesi, Amerika'nın başlangıcı ya da

8
sonu olacaktır; içimizden bazıları, beyaz ya da siyah, yeni bir
bilincin, yeni bir halkın, yeni bir ulusun dogması için yapıl­
ması gereken fedakarlıkları biliyoruz. Bunu bilip de bir şey
yapmadan durmak, kiralık katillerin seviyesine inmek olur.
Bildiğimiz kadarıyla, senin hayatın için kendi hayatımız gi­
bi mücadele etmemiz, gaz odasına giden yolu kendi bedenle­
rimizle tıkamamız gerekir. Çünkü sabah seni almaya gelmele­
ri, akşama sıranın bize geleceğini gösterir.
O halde: barış.

Kardeşi n ]ames

9
2

SİYASİ MAHKUMUN CESARETİ,


KURULU DÜZENLE SÜREKLİ
MÜCADELE ETMESİDİR
Siyasi Mahkumlar, Cezaevleri ve
Zenci Bagımsızhk Hareketi
Angela Y. Davis

İnsanın direniş hakkı üzerine yapılan tartışmalar uzun


yıllardır sürüp gidiyor, ama direniş hakkıyla, adalete ve ah­
laka aykırı kanunların ve bu kanunları ortaya çıkaran baskı
ortamının ne şekilde bağdaşabileceği konusunda uzlaşmaya
varılamadı hala. Tarihe geçmiş ve tarihte kalmış olan dev­
rimleri yadsımayan tutucu çevreler, önlerinde boyun eğil­
mesini sağlayabilmek için günümüzde ortaya çıkan bütün
devrimci atılımları anarşi olarak tanımlıyorlar. Kanun ve
düzen -özellikle düzen- ağızlarından düşürmedikleri söz­
cüklerdir. Liberaller, düzenin yadsınması imkansız bazı bo­
zukluklarını kabul ederler, fakat onları, yasaların çizdiği sı­
nırların dışına çıkan hiçbir direniş hareketinde göremezsi-

13
niz. Bütün aksaklıkların oy kullanarak düzeltilebileceğine
inanmaktadırlar çünkü.
İnsan haklarının elde edilmesi için verilen mücadelelerde
zencilerin sabırlı olmaları söylendi hep. Bizden, içinde yaşadı­
ğımız demokratik ortama şükredip oturmamız, insandan sayı­
lacağımız günlerin gelmesini beklememiz gerekiyordu.
Ama acı tecrübeler sonucu, demokrasi kavramıyla bütün
bozuklukların kaynağı olan kapitalist ekonomi arasında bü­
yük bir uyuşmazlık olduğunu öğrendik. Tekrarlanıp duran
beylik lafların aksine, kurulu düzenin ve yürürlükteki yasala­
rın insanlar için -zenciler ve diğer ezilen halkların yanı sıra
beyazların büyük kısmı için de- olmadığı anlaşıldı. İnsanların,
hayatları üzerinde önemli rol oynayan bazı kuruluşlar üzerin­
de söz sahibi olmadığı ortaya çıktı.
Yasalara uygun olarak yapılan muhalefetin her zaman ka­
bul edildiği fikri baskıyı örtbas etmek amacıyla uydurulmuş
kuru laflardan ibarettir. Anayasa tarafından kabul edilmiş
olan kölelik müessesesi insan haklarına aykırı olabilirdi,
ama kölelerin içinde yaşadıkları koşullar (özellikle küçük
bir azınlığın çıkarlarına uygun düştüğü için) hiç de o kadar
dayanılmaz değildi. Bu durumda kölelerin kaçmaya ve yasa­
ların karşı çıktığı diğer direniş yollarına başvurmaya kalkış­
maları doğru değildi. Kölelik hakkında yasaların getirdiği
öneri buydu işte.
Amerikan tarihinin adaletsiz yasalarla, zencilerin ezilme­
lerine ön ayak olan yasalarla dolu olduğunu belirtmeye ge­
rek yok sanıyorum. Toplumsal eşitsizliği yansıtan bu yasa­
lar, toplumun sömürücü ve ırkçı niteliğini sürdürmesine
yardımcı olmuşlardır. Zenciler, Chicanolar ve diğer ezilenler
için adaletsiz yasalara ve bunların yansıttıkları toplumsal
düzene karşı çıkma gerekliliği, günlük hayatın bir parçası

14
durumundadır. Hayatımızı sürdürebilmemizi ustalıkla di­
renmesini bilmemize borçluyuz. Bu direniş sırasında ezilme­
mize, dolaylı ya da dolaysız, yardımcı olan yasaları çiğnedi­
gimiz olmuştur. Zaten ırkçı bir adalet mekanizmasınca mah­
kum edilmemiz için mutlaka suçlu olmamız gerekmez, yasa­
lara karşı gelmedikleri halde hüküm giymiş olan zencilere
rastlamak çok kolaydır.
Kölelik devirlerinde yeraltı Demiryolu adlı bir örgüt, köle­
lige karşı hem beyazların hem zencilerin katıldığı eylemlere
girişmişti. Bu eylemler yürürlükteki yasalara tamamen karşıy­
dı ve yakalanan örgüt üyeleri şiddetle cezalandırılıyorlardı.
Girişilen sayısız eylemden en dikkate değer olanı, 1853'de
Boston'da yakalanan Virginialı bir kaçak köleyle, Anthony
Burns'le ilgilidir. Anthony Burns'ü destekleyen bir grup, dava
sırasında mahkeme salonunu basmışlardır ve bu arbede sonu­
cunda silahlı bir çatışma çıkmıştır. Çatışma sırasında köleliğe
karşı önemli çalışmalar yapmış Thomas Wentworth Higgin­
son yaralanmışur. Eylem başarısızlıkla sonuçlanmasına rağ­
men köleliğe karşı olan atmosferin güçlenmesine yardımcı ol­
muştur. Bu açıdan hemen hemen]ohn Brown'ın yakalanması
olayı kadar önemlidir. Bilindiği üzere,]ohn Brown'ın yakalan­
ması için 22 bölük, 4 müfreze, bir topçu taburu ve şehir polis
teşkilatı seferber edilmiş, bu utanç verici hareket için yalnızca
federal hükümet 40 bin dolar harcamıştır.
Kölelik devrinde zenciler de, ilerici beyazlar da köleliğe
karşı girişilen bütün eylemlerin yasalara ka�rşı gelmek zorun­
da olduğunu fark ettiler. Kölelik ortadan kalkıp yerini zenci­
lerin daha ılımlı bir şekilde ezilmelerini sağlayan bir düzene
bıraktığı zaman da yasadışı eylemlere sık sık başvuruldu. İç
savaştan sonra kölelik devrindeki yasaların yerini alan zenci­
lerle ilgili yasalar mahkumların çalıştırılmasını öngörmüş,

15
zencilerle beyazların evlenmelerini yasaklamış, beyaz patron­
lara zenci işçiler üzerinde sınırsız haklar tanınmış, kısacası
ırkçı bir düzenin yerleşmesine yardım etmişlerdir. Doğal ola­
rak bunlara karşı bireysel ya da örgütlü direniş hareketlerine
girişildi. Birçok kez zenciler silahlanarak, kendilerini hükü­
met kuvvetlerince desteklenen beyaz teröristlere karşı savun­
mak zorunda kaldılar.
l 940'lardan önce Marcus Garvey'in kurduğu bir örgüt, ya­
yınladığı bildirilerde zencilerin ırk ayrımı gözeten yasaları çiğ­
nemekte bir an bile duraklamamaları gerektiğini belirtmişti.
Bu bildirilerde bundan başka, zencilerin ellerindeki bütün im­
kanları kullanarak hem hükümetten gelen baskıya hem de Ku
Klux Klan'ın saldırılarına karşı kendilerini savunmak üzere
örgütlenmeleri gerektiğini öne sürüyordu; insan haklarının
elde edilmesi için geniş çapta eylemlere girişilen bu devirler­
de baskıya ön ayak olan yasalara karşı çıkılması, benimsenen
taktiklerin en önemlisiydi. Sık sık ırkçı yasaları protesto et­
mek amacıyla grevler düzenlenirdi.
Geçmişteki bütün bu olayların ortak bir nokta etrafında
toplandığı açıktır. Bu nokta, halkın ortak çıkarlarının korun­
ması ve hayatlarını sürdürebilmelerinin sağlanması meselesi­
dir. Bir yasanın kişisel çıkarlar sağlamak amacıyla çiğnenme­
siyle, o yasa aracılığıyla baskı altında tutulan bir sınıfın ya da
halkın çıkarlarını korumak amacıyla çiğnenmesi arasında bü­
yük bir fark vardır. Bu tip olayların çoğunda suçlunun bir
kurban olmasına rağmen bunlardan ilkini suç olarak adlandı­
rabiliriz, ama ikincisinin amacı uluslararası bir düzen değişik­
liğidir. Bu yüzden, ikinci tip bir olay yüzünden tutuklanan
kimse siyasi bir mahkumdur.
* * *

16
Siyasi mahkumun sözleri ya da eylemleri, düzene yönelmiş
eleştirileri içermektedir ve onun yönetici güçlerle çatışmaya
girmesine yol açmıştır. Eylemin içerdiği siyasal öz yanında
'suç'un niteliği önemli değildir (bu suç gerçekten işlenmiş ya
da işlenmemiş olabilir). Ö te yandan, Amerika'da siyasi mah­
kumlar, hiçbir ayrım gözetilmeden mahkeme karşısına belirli
bir suçla yargılanmak üzere çıkarılmaktadırlar. Genellikle it­
ham edilen suç, hiçbir zaman işlenmemiştir. 1914'de IWW
kurucularından joe Hill'e karşı düzenlenen komplo, militan­
ları mücadeleden uzaklaştırmak amacıyla düzenlenen oyun­
lardan yalnızca bir tanesidir. Ama her zaman siyasi suçluların
işlediği belli bir suç vardır: ırkçı sömürü düzeninin huzurunu
kaçırarak yasalara karşı gelmek. Yazılı olmayan bu yasalara
karşı, ya açıkça kanunsuz davranışlar yoluyla ya da anayasa
çerçevesi içinde kitlelerin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesiyle
sürekli karşı çıkılmaktadır.
Resmi makamların siyasi mahkt1mlara karşı tutumlarında
her zaman açık bir kötü niyete rastlamak mümkündür. Bu kö­
tü niyeti yargıç Webster Thayer'in, Bartholomew Vanzetti'yi
banka soygununa teşebbüs suçundan 1 5 yıla mahkum eder­
ken söylediği sözlerde açıkça görebiliriz: "Bu adam, sözü ge­
çen suçu işlememiş bile olsa mahkum edilmesi gereken bir in­
sandır. Zira kendisi, içinde yaşadığımız düzenin açık bir düş­
manıdır." (Sonradan aynı yargıç Sacco ve Vanzetti'yi işleme­
dikleri bir suçtan, soygun sırasında cinayet işlemekten ölüme
mahkum etmiştir.) Nazi Almanya'sımn ünlü avukatlarından
Carl Schmitt'in aynı fikri 'a priori', 'suçluluk' adıyla bilinen te­
orisinde geliştirmiş olmasına şaşmamak gerekiyor. Bu teoriye
göre hırsız, hırsızlık suçunu işleyen değil, kişiliği bu suçu iş­
lemeye yatkın olandır (wer nach seinem wesen ein Dieb ist). Ni-

17
xon ve Hoover'ın demeçleri, onlann da Scmitt'in faşist teorisi­
ni kolayca benimseyebileceklerini göstermektedir. Baskının
sürdürülmesine yardımcı olan kuruluşlara karşı olan herkes,
suç işlemiş olsun olmasın, a priori bir suçludur ve Amerika
zindanlannda çürümesi gerekir.
Martin Luther'in defalarca tutuklanmasının sebebi de, çoğu
zaman huzur verici eylemlere karışmış olması değil, güney
toplumuna karşı çıkması, ırkçılığa düşman olmasıydı. Robert
Williams adam kaçırma suçundan yargılanacağı zaman hak­
kında ileri sürülen iddialar, onun esas suçunun zencilerin ken­
dilerini korumak amacıyla silah taşımaya haklan olduğuna
inandığını gizlemeyi başaramamasıydı.
Siyasi mahkumun suçu, cesareti, toplumdaki aksaklıklarla
durup dinlenmeden mücadele etmesidir. O, adaletsiz yasalara,
ırkçı sömürü düzenine, bu yasaları ve düzeni çoğunluğun çı­
karlarına göre değiştirmek üzere karşı çıkar.
Nat Turner vejohn Brown siya­
si mahkumlardı. Onları ipe gö­
türen suç da köleliğin ortadan
kaldırılması için giriştikleri ey­
lemlerden başka bir şey değildi.
Bu mahkumlar eylemlerinin so­
rumluluğunu korkusuzca yük­
lenmeye hazırdılar. ldamlannın
infazı ve bunu takip eden baskı
tedbirleri, işlenen suçlann fail­
lerini cezalandırmak ve başka­
larının bu tip eylemlere katıl­
malarını önlemek için alınan
tedbirler değildi yalnızca;
John Brown idamlar ve kölelere yapılan

18
baskı, genel olarak köleliğe karşı girişilen hareketleri durdur­
mak amacıyla, köleliğin ortadan kaldırılmasını önlemek ama­
cıyla yapılmıştı. Her zamanki gibi yanlış tedbirlerdi bunlar.
Sonuç, bağımsızlık hareketlerinin daha da güçlenmesi oldu.
Nat Turner vejohn Brown resmi makamların 'suç' olarak
nitelendirdiği bazı eylemleri gerçekten gerçekleştirmiş olan
mahkümlardandır. Ama cinayet işlemişler miydi gerçekten?
Bu noktada a �lımıza, ister istemez bağımsızlık savaşları sıra­
sında lngilizlerle çarpışan Amerikalı devrimcilerin cinayet
işlemiş olduklarını kabul edip edemeyeceğimiz sorusu geli­
yor. Nat Turner ve arkadaşları 65 beyazı öldürmüşlerdi.
Ama isyandan önce yaptığı konuşmada Nat, başkaldıran
zencilere, "Verdiğimiz mücadelenin bir soygun olmadığını,
kişisel çıkarlarımız için yapılmadığını unutmayın. Bu bir öz­
gürlük mücadelesidir ve bize gerekli olan laf değil eylem­
dir," demişti.
Nat Turner'i mahküm eden ve onun özgürlük mücadelesi­
ni adi bir suç olarak değerlendiren kuruluşlar, varlıklarını ya­
rım asır kadar önce İngiliz baskısına karşı verilen silahlı mü­
cadeleye borçluydular.
Kölelikten kurtulmak için verilen savaşların hükümetin
gözünde hiçbir değeri yoktu, bunun için özgürlük uğruna gi­
rişilen eylemlerin niteliği dikkate alınmadı. Yetkililer için si­
yasi mahkumlar yoktu, sadece suçlular vardı. Aynı şekilde, bu
eylemlere yön veren hareketler de birer suç teşkil ediyorlardı.
Günümüzde de bağımsızlık uğruna girişilen eylemlere
önem verilmemesi, resmi makamların kitlelerin baskıya kar­
şı takındıkları tavrın kesinlik kazanmakta olduğunu fark et­
memelerinden değildir; bu makamlar taktik olarak hareketin
taşıdığı anlamı saptırmayı benimsemişlerdir. 1970 ilkbaha­
rında Panterler'in bir kısmı, bölgedeki polis.güçlerinin saldı-

19
rılarına karşı kendilerini korumak üzere silahlandılar ve bu
yüzden cinayet suçuyla yargılandılar. Resmi makamların
yaptığı propagandaya bakılırsa, bunlar polislere saldırmak­
tan zevk alan haydutlardan başka bir şey değillerdi. Panter­
ler'in kendilerini zenci gruplara kabul ettirebilmelerini sağ­
layan (ilk başlarda zenciler polisin şiddet tedbirleri almasın­
dan korktukları için onlara yaklaşmamışlardı) eğitim çalış­
malarından, hastalara bedava bakmak, yoksullara yiyecek
dağıtmak gibi hizmetlerden hiç söz edilmiyordu. 600 polis
üzerlerine saldırdığı zaman (o sırada bir arada yalnızca 1 1
Panter bulunuyordu), kendilerini korurken yalnızca hayat­
larını değil, zenciler arasında kazandıkları başarıyı, Zenci
Bağımsızlık Hareketi'nin geleceğini de savunuyorlardı. Ama
zencilerin kendilerini savunmaları, özellikle silahla savun­
maları, daima saptırılıp, saldırgan eylemler şeklinde değer­
lendirilmiştir; öte yandan, polis açıkça saldırgan eylemlere
giriştiğinde bu, 'görevini yapıp kendini saldırganlara karşı
korumak' şeklinde tanımlanmaktadır.
Görüldüğü gibi, resmi makamların siyasi mahkü.mların
varlığını yadsımak için yaptıkları ideolojik cambazlıklar, tek
insanın siyasal eyleminin o insanın suçuyla eşit kılınmasıyla
da kalmaz. Radikal ve devrimci hareketleri durdurmak için,
siyasal eylem suç olarak nitelendirilir. 'Panter 21' davasının
siyasal nitelikli olmadığı öne sürülmüştü, oysa savcı, suçla­
malarında Kara Panterler Partisi'nin siyasal fikirlerinden de
SÖZ etti.
Adalet mekanizması zencilerin bağımsızlığı için çarpışan
militanları caniler olarak nitelendirerek Nixon, Agnew, Rea­
gan gibilerinin, duygularını yitirmiş, eleştiri yetenekleri yok
olmuş milyonlarca Amerikalıyı daha kolay kandırmalarını
sağlamaktadır.

20
W.E..B. Dubois

Zenci Bağımsızlık Hareketi ve diğer ilerici mücadelelerin


güçleri geliştikçe, mahkemeler, devletin bir sınıfın diğerlerini
sömürmesine, dolayısıyla ırkçılığa, yoksulluğa ve savaşa daya­
nan bugünkü düzeni sürdürmesine yardımcı olan temel güç
haline gelmektedirler.
* * *

1951'de hükümet, Banş Merkezi Başkanı W.E.B. Dubois'ya


karşı dava açıldı. Dubois, savunmasında cezaevlerine ve mah­
kumlara dikkat çekerek şunları söylüyordu:

Bütün bu olayların tüyler ürpertici yanı, cezaevlerindeki


binlerce suçsuz insanın paralan ve kendilerine yardım ede­
bilecek dostlarının olmamasıdır. Radyonun ve basının ger­
çekleri gizlemek için gösterdikleri gayretlere rağmen, bütün
dünya bu konuyla ilgilenmeye başlamıştır. lnançlan uğruna

21
savaşan dostlarımın destekleri benim kurtulmamı sağladı,
ama bugün aynı cehennemde yaşayan suçsuz insanlarla
meslektaşlarımın sayısını tanrı bilir. Duvarların ardındaki­
ler umutsuz, acılı, sersemlemiş, yıkılmış bir durumdalar. Ve
bu haksızlığa uğramış insanların arasında zencilerin tuttuğu
yer gerçekten ürkütücü. Bazı zencilerin savunmalarını üze­
rimize alıyoruz, ama tutuklananların çoğu savunmasız du­
rumda. Yoksulların, yalnızların ve zencilerin zincire vurul­
malarını önlemek amacıyla memleket çapında bir örgüt ku­
rulması gerekiyor.

Dubois'nın adalet mekanizmasıyla karşılaştıktan sonra far­


kına vardıgı gerçeklerin kitleler tarafından anlaşılması için
kırk yıl kadar bir sürenin geçmesi gerekiyordu. Ceza sistemi­
nin hem içerdekiler hem dışarıdakiler adına bir mücadele ala­
nı haline gelmesinde çeşitli faktörler rol oynamıştır. Siyasi
mahkumların, cezaevlerindeki tutuklular ve dışarıdaki kitle­
lerle temas kurmaları bu faktörlerden biridir. Siyasi mahkum­
lar çağın eylemlerini cezaevlerinde de sürdürdüler. Siyasi
mahkumların çevresinde oluşan kitle hareketlerinin dikkati,
onları mahkum eden kuruluşlara çekmesi kaçınılmazdı. Ayrı­
ca, zenciler ve Chicanolar gibi ezilen gruplardan gelenlerin
yönettikleri siyasal çalışmalar da özellikle zenci ve melez
mahkumların bilinçlenmelerine yol açmıştır. Sonuç olarak,
cezaevleri çevresinde sürdürülen çalışmalar, adi suçlardan hü­
küm giymiş mahkumların bilinçli militanlar haline gelmeleri­
ne yardım etmiştir. Sabırla yürütülen eğitim çalışmalarında
ceza sisteminde görülen baskı unsurlarının düzenin bütünün­
deki bozuklukları yansıttıkları ortaya konmuş ve bu açıklama­
lar mahkumlar üzerinde büyük e tki yapm ıştı r .

Cezaevleri toplumsal kontrol saglama amacını güden devlet


baskısının sürdürülmesinde önemli rol oynarlar. Zaten etnolo-

22
jik olarak 'penitentiary' terimi, cezaevi sisteminin gerisinde ya­
tan kontrol araçlarını açıkça belirtmektedir. 'Penitentiary'ler,
topluma karşı işlenmiş bir suçtan nedamet getirilmesini, kural­
lara karşı gelme eğiliminden bedenen ve ruhen sıyrılmasını
sağlamak üzere kurulmuşlardır. Sistem içinde tam bir eşitsizli­
ğin hüküm sürdüğü (mahkümiyetin sınıfsal sınırları aştığı,
suçların kişilere göre değil, suçu meydana getiren eyleme göre
değerlendirildiği söylenir) gibi burjuva iddialarla ortaya çıkan
cezaevleri, bir sınıfın hakimiyetini sağlama, hiçbir şeye sahip
olmayanların, her şeye sahip olanları rahatsız etmelerini önle­
me görevini yüklenen bir araç haline gelmişlerdir. Zenginlikle­
rin eşit şekilde dağıtılmadığı toplumlarda suç işlenmesi gayet
doğal bir olgudur. Zaten suçların çoğu da mülkiyet ilişkileriy­
le ilgilidir. Mülkiyet kavramı, yalnız başına, suçların baskı altı­
na alınmış olmalarına rağmen topluma karşı yönelmiş eylem­
ler şeklinde kendilerini gösteren toplumsal olaylar olduğunu
açıklamaya yeterlidir. Kapitalizmin doğurduğu suçlar hem
topluma karşı bir başkaldırıdır, hem de toplum içindeki sömü­
rüye katılma arzusu niteliğini taşırlar. Fakat kapitalizmin sade­
ce bazı belirtilerine karşıdırlar, özüne değil.
Son yıllarda bazı Marksistler, mahkümları ve lümpen pro­
letaryayı devrimci hareketten tamamen uzaklaştırmak gerek­
liğini savunmaya başladılar. Suçluyu üretim araçlarına bağla­
yan bir köprü bulunmasından ayrı olarak bu tezin temelinde,
anti-toplumsal eylemlere girişmiş kimselerin devrimci müca­
delenin gerektirdiği disiplin ve birlikte çalışma niteliğinden
yoksun oldukları inancı yatıyordu.
Marx, lümpen proletaryanın sınıf dışı niteliğini düşünerek,
onlardan en büyük kahramanlıklar ve fedakarlıkların yanında
en aşağılık işlerin ve derecesiz bir yozlaşmanın da beklenebi­
leceğini söylemişti. Paris Komünü sırasında geçici hükümet

23
muhafız güçlerinin çoğunlukla on beş-yirmi yaşları arasında­
ki lümpen proleterlerden kurulmuş olduğunu belirten gene
Marx'dır. Marksistlerin çoğu, tezin ikinci kısmına, lümpen
proleterlerden en aşağılık işlerin ve derecesiz bir yozlaşmanın
beklenebileceğine gerektiğinden fazla ağırlık verip, birinci
gözlemi, lümpen proleterlerin gösterebilecekleri kahraman­
lıkları tamamen unutmuş görünüyorlar.
Özellikle bugün, kapitalist düzenin yapısına bağlı olarak
milyonlarca zenci, Chicano ve Porto Rikolu'nun iş bulama­
dığı günlerde, lümpen proletaryanın devrimci hareket için­
deki yeri daha büyük bir dikkatle incelenmelidir. Teknolojik
gelişmeler sonucu, özellikle ezilen ırklar arasında işsizlik
gittikçe artmaktadır. Zenci gençlerin yüzde otuzu işsizdir.
Sömürü ve ırkçı baskılar birçok kişinin, bilinçsiz olarak,
toplumda yaşamaları için gerekli imkanları en düşük sınırda
tuttuğundan, suç işlemelerine yol açmaktadır. Bu gözlemler
lümpen proletaryanın, Kara Panter Partisi'nin ve cezaevle­
rindeki militanların başlattığı şekilde örgütlenmesi gerekti­
ğini ortaya koymaktadır.
Zenci ve melez işsizlerin örgütlenmelerinin mümkün olup
olmadığı konusunda ABD'nin tarihsel gerçekleri, özellikle ırk­
çılık ve şovenizm sorunları üzerinde durmak gerekiyor. Zen­
ci ve melez gruplar (lümpen proleterler dahil) arasında şoven
baskılara karşı kitle halinde direnme geleneği uzun bir süredir
yaşanmaktadır.
Ayrıca, Amerika'daki devrimci niteliğe sahip mahkumlar­
dan söz ederken, bunların bazılarının suçsuz oldukları halde
hüküm giymiş mahkumlar olduklarını da göz önünde tutma­
lıyız. Dubois'nın belirttiği gibi, ırkçı bir kuruluş olan adalet
mekanizması binlerce suçsuz zenciyi ve diğer azınlıkları ceza­
evlerinde tutmaktadır.

24
Zenci ve melez mahkumların cezaevlerinde olagan süreden
çok daha fazla kalmalarının etkisini de dikkate almamız ge­
reklidir. Tipik suçlu, mahkumiyeti belirli bir suç için göze
alınması gereken risk olarak görür. Mahkumiyet süresi az çok
tatmin edilebilir. Adalet mekanizmasının ırkçı niteliği bütün
bu tahminleri alt üst etmektedir. 2-4 yıl hüküm giymeyi bek­
leyen zenci soyguncunun cezası 10-15 yıla kadar çıkarılabilir,
öte yandan aynı suçtan hüküm giyen bir beyazın 2 yılda ceza­
sını tamamladığı görülmüştür.
Mahküm, cezaevinde ırkçılıkla yalnızca kişisel önyargılar­
dan doğan bir tavır olarak karşılaşmaz, ırkçılık belli kuruluş­
lar aracılığıyla uygulanan toplumsal bir olgudur artık. Zenci
ve melez grupların eşitsiz temsil edilmeleri, zenci mahkumlar­
la gardiyanlar arasındaki ilişkilerin akıl almaz vahşeti ve daha
birçok faktör, mahkumu her gün, her saat sistematik bir ırk­
çılık uygulamasıyla karşı karşıya bırakmaktadır.
Suçsuz oldukları halde hüküm giymiş mahkumların bi­
linçlenmeleri oldukça kolaydır, gerçekten suçlu olanlar için­
se, sistemin ırkçı niteliği, ırkçı sömürü düzeninde yaşamak
için başvurdukları yolların yeniden değerlendirilmesine yol
açar. Bütün bunların birdenbire olmayacağını söylemeye ge­
rek yok. Siyasi mahkumların sabırla sürdürdükleri eğitim
çalışmaları, diğer mahkümların bilinçlenmelerinde büyük
rol oynar.
Mahkumlar, özellikle azınlıklar, gün geçtikçe siyasi suçlu
olduklarının bilincine varmaktadırlar. S iyasal ve ekonomik
baskının kurbanları olduklarını anlamakta, bunun sebepleri­
ni görmeye başlamaktadırlar. Folsom mahkumlarının yayın­
ladığı manifesto, cezaevlerinin baskıya dayanan yapısını (ce­
zaevlerinin varoluş sebepleriyle bile çelişen bu yapıyı) iyice
anlamaya başladıklarını gösteriyor: "Bize ıslah etme, düzelt-

25
me adı altında uygulanan program, boğulmakta olan bir in­
sanın üzerine su dökmek gerektiği inancını hatırlatmakta­
dır, idareciler bizdeki şiddete başvurma, zor kullanma eği­
limlerini şiddete başvurarak ve zor kullanarak önlemeye ça­
lışıyorlar." Manifesto, mahkümların toplumun bünyesindeki
çelişkilerin geniş kitleler tarafından anlaşılmaya başlamasın­
dan doğan toplumsal bir krizin, cezaevlerinde uygulanan
şiddet tedbirlerinin su yüzüne çıkmasına yol açtığını anla­
dıklarını da ortaya koymaktadır. Faşizmin ülkede yerleşmiş
olduğunu kabul etmek pratikte hatalı da olsa, mahkumların
cezaevlerini 'Amerika'nın modern toplama kampları' olarak
görmeleri, üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır.
Manifesto'da belirtildiği gibi, gerçek şudur: Amerikan yöne­
ticileri devrimci hareketlerin ve Vietnam savaşına karşı açı­
lan kampanyalar türünden radikal-demokratik hareketlerin
kökünü kazımak istemektedirler. Hükümet, parlamento
üyelerinin telefon konuşmalarının dinlenmesi gibi faşist tak­
tikler uygulamaktan çekinmemekte ve Marcuse'nin adlan­
dırdığı gibi, içinde adalet mekanizması ve cezaevlerinin bü­
yük rol oynadığı 'önleyici faşist' bir sistem kurmaya yönel­
mektedir. Kitle hareketlerini hedef alan ve binlerce militanı
cezaevlerinde tutan siyasal baskının daha da sertleşerek du­
varların ötesine taşması kaçınılmazdır.
Hayatı zaten yetkililerin kontrolü altında olan mahkumun
harcanması hiç de güç bir iş değildir. Bu özellikle birçok eya­
lette uygulanan süresiz hapis cezası sistemiyle mümkün ol­
maktadır. San Quentin cezaevi müdürü Louis S. Nelson'a gö­
re, "Kaliforniya cezaevlerinin 'devrimci yetiştiren okullar' ol­
duklarının söylenmesi, Vasiler Heyeti'nin mahkumların ge­
rektiğinden fazla cezaevlerinde tutulmamaları konusundaki
görevleri yerine getirmemesindendir." Ayrıca, Vasiler Heyeti

26
cezaevlerinde şiddet tedbirleri alarak disiplinsiz davranışları
görülen mahkumları cezalandırmakta, bu da bazen cinayete
kadar varmaktadır. 1970 Şubat ayında, Fred Billinglea, San
Quentin'de göz yaşartıcı bombalarla öldürülmüştü. Ocak
1970'deyse W.L Nolan, Alvin Miller ve Cleveland Edwards,
Soledad cezaevinde beyaz bir gardiyan tarafından vurulmuş­
lardır. Ü lkenin her tarafındaki cezaevlerinde sebebi açıklana­
mayan, acayip intihar olayları görülmektedir.
Bu yapı içinde yetkililerce sevilmeyen mahkumlara karşı
düzenlenen tertiplerin, özellikle belli bir ödül karşılığı idare­
ciler hesabına çalışıp arkadaşlarını ihbar eden mahkumlar sa­
yesinde, cezaevlerinde sürdürülen baskının güçlü bir aracına
dönüşeceği açıktır. Soledad kardeşler ve Soledad 3, bu yapının
en önemli örnekleridir. lki olayda da Soledad gardiyanlarını
öldürmekle suçlanan militanlara rastlıyoruz. lki olayda da
mahkumlar Kaliforniya cezaevi sistemi içinde büyük destek
görmüşlerdir. Bu olaylar zencilerin çıkarlarının cezaevlerinde­
ki faşist baskıya karşı girişilen savaşla özdeş olduğunu göster­
miş ve cezaevi sistemine karşı gösterilen tepkilerin güçlenme­
sine yol açmışlardır.
* * *

Irkçı. baskılar zencilerin hayatını çeşitli yönlerden etkile­


mektedir. Zenciler emeklerinin karşılığının hayatlarını sürdü­
rebilmelerine (iş bulabildikleri sürece) kıt kanaat yettiği bir
toplumun kölesidirler. Ekonomik bunalım baş gösterdiği za­
man bundan ilk zarar gören kesim biz oluruz. Gettolarda iş­
sizlik ülkenin bütününe oranla iki misli kadardır. Bu oran,
zenci gençler ve kadınlar arasında daha da fazladır. Bugünler­
de zenci gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 30'a çıkmıştır.

27
Eğer aynı şekilde beyaz gençlerin üçte biri işsiz olsaydı, bu ya
devrimin eşiğinde ya da faşizmin kucağında olduğumuzu gös­
terirdi. Düşük bir eğitim seviyesi, ancak hayvanlara yapılabi­
lecek tıbbi müdahaleler, pahalı ve kötü meskenler, bölücü bir
şekilde çalışan sosyal servis teşkilatı (yakında bunun da orta­
dan kaldınlabileceğinden söz edilmektedir) , bütün bunlar
zencilerin dünyasını meydana getiren genel baskı çerçevesinin
temel unsurlarıdır.
Nerede yerleşmiş olurlarsa olsunlar, zencilere her zaman
dünyanın, yoksulluğu ve sefaleti içinde olduğu gibi kalması
gerektiğini hatırlatan bazı şeylere rastlanır. Birmingham'dan
Harlem'e, Harlem'den Whatts'a kadar zenci gettoları polisin
işgali altındadır ve sık sık polis baskınına uğrar. Zorbalığı
önlemekle görevli olması gereken polis, sömürücülerce bizi
baskı altında tutmak için görevlendirilmiştir. Polisin sözde
görevi olan halkı korumak ve halka hizmet etmek, onun asıl
görevini, bizi ezenlerin çıkarını koruyup bize adaletsiz dav­
ranmayı maskeleyen bir örtü olarak kalmaktadır. Polis zen­
cileri aşağılamak, bizi hayatımızı değiştirmek gücüne sahip
olmadığımıza inandırmak için görevlendirilmiştir. Tutukla­
ma olayları genellikle kaprislerden doğar. Polis yıldırma gö­
revini yerine getirirken , suçsuz insanları öldürmekten çekin­
mez. Esrar kaçakçılarını, mafya tipi kuruluşlara üye olanla­
rı, zenciler arasındaki en karşı devrimci unsurları (özellikle
polis istediklerini haykırıp duranları) korumak polisin başlı­
ca görevleri arasındadır. Zenci topluluklarını bir şiddet ağıy­
la çevirerek, bütün saldırgan tepkilerin grubun içine yönel­
mesi sağlanmıştır. Fanon'un sömürge polisinin görevleri
üzerine söyledikleri, kolayca Amerikan gettolarında görevli
polisler için de söylenebilir.

28
Polisin, uyguladığı ırkçı taktikleri adalet mekanizması ta­
rafından desteklenmeden kullanabileceğini düşünmek fazla
saflık olur. Mahkemeler yalnızca polisin işlediği cinayetleri
görmezlikten gelmekle kalmayıp, aynı zamanda polisin ver­
diği ifadelere dayanarak sayısız zenciyi mahküm etmektedir­
ler. Mahkemenin tayin ettiği avukatlar sanıkların yüzde
88'ini suçlu olduklarını itiraf etmeye ikna ederler. Suçsuz ol­
dukları açıkça belli olanlara bile suçlu olduklarını söyleye­
rek, uzun ve masraflı bir mahkeme safhasından kurtulmala­
n öğütlenir. lşte, zencileri cezaevlerine gönderip duran me­
kanizmanın yapısı budur. (New York Kadın Tutuklular
Evi'nde kaldığım sırada, suçlu olduklarını itiraf etmeleri
öğütlenen sayısız suçsuz zenci kadınla karşılaştım. Kardeşle­
rimizden biri kirasını ödemek üzere beyaz ev sahibinin evi­
ne gitmiş. Ev sahibi ona tecavüze yeltenmiş, boğuşma sıra­
sında yanmakta olan bir mum devrilerek masa örtüsünü tu­
tuşturmuş. Adam onu kundakçılıkla suçlayarak mahkemeye
vermiş. Mahkemenin tayin ettiği avukatın tavsiyesi üzerine
kardeşimiz suçlu olduğunu itiraf etmiş ve üç yıl hapis ceza­
sına çarptırılmış.)
Yoksulluğu polise, mahkemelere ve cezaevlerine bağlayan
kısır döngü, getto hayatının bir parçasıdır. Beyazlardan farklı
olarak, cezaevlerine giden yol, zencilerin hayatlarında zorla
kabul ettirilmiş bazı koşullarca hazırlanır. Bu nedenle, içgü­
düsel diye adlandırabileceğimiz bir yöneliş, zencileri siyasi
mahkürnlara yaklaştım. Zencilerin büyük kısmı polisten nef­
ret etmekte ve mahkemelerin tarafsızlık iddialarına kanma­
maktadırlar.
Zenci için, doğrudan doğruya ya da yakınları kanalıyla
cezaevi sistemiyle er geç karşılaşmak kaçınılmazdır; yalnızca
zenci olduğu için siyasi mahkumun ayrı sistemle karşılaşma-

30
sıysa, zencileri bir baskı ortamında yaşamaya zorlayan ko­
şullara başkaldırması yüzündendir.
Tarihin gösterdiği gibi, zenciler diğer gruplara oranla çok
defa büyük bir direniş göstermişlerdir. Zenci topluluklarını
saran çelik ağ, resmi yollarla uygulanan soykırım ve ırkçılık,
hem siyasal hem de ekonomik açıdan etkili olmuştur. Kapi­
talistler, terörist bir yapının yardımıyla yalnızca nüfusun çok
düşük ücretlerle çalışan yüzde 1 0- l S'inin sırtından büyük
karlar sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bu terörist hare­
ketleri ve ırkçılığı kullanarak direniş hareketlerini, giderek
işçi sınıfı arasında yayılabilecek bu hareketleri engellemiş­
lerdir. Devrimin kapitalistler yararına önlenebilmesi için,
beyazların -işçiler de dahil olmak üzere- ırkçılığı ve şiddet
hareketlerini benimsemeleri sağlanmıştır. Bugün Nixon,
Mitchell ve Hoover bütün muhaliflerin -özellikle zenciler,
Chicanolar ve Porto Rikolulann- devrimci örgütlere üye ol­
dukları, hükümeti devirme çabalarında bulundukları, so­
kaklarda ve cezaevlerinde halkı kışkırttıkları için cezalandı­
rılmaları gerektiği tezini umutsuzca savunmaktadırlar. Irk
ayrımının siyasal etkileri süratle su yüzüne çıkıyor. Bağım­
sızlık hareketlerine sempati duyan ve ideolojik ilerlemeler
gösteren· beyazlar da, zencilere uygulanan baskının benzerle­
riyle karşılaşmaktadırlar. Gittikçe daha çok anti-emperyalist
görünüm kazanan savaş aleyhtarı hareketler bile hükümetin
baskısına hedef olmaktadır.
Zenciler sınırsız bir baskıya ve siyasi mahkumların sayıca
çoğalıp durmalarına yol açan koşulların bilincine varmakta­
dırlar. Bu bilinçlenme, ırkçılıkla doğrudan doğruya karşılaş­
mış olmalarından doğmaktadır. Artık zenciler karşı karşıya
bulundukları sorunları çözümlemek için çalıştıkları, giderek
silahlı devrim yoluyla tam bağımsızlığı gerçekleştirme çabala-

31
rına giriştikleri için mahkO.m edilenleri korumanın kendi so­
rumlulukları olduğunu anlamışlardır.
Zenci Bagımsızlık Hareketi bir dönüm noktasına gelmiştir.
Faşist baskılar hareketi parçalamak ve yok etmek için çahş­
maktadıTlar. Daha üzeri örtülü fakat aynı derecede tehlikeli
ideolojik eğilimlerse, zenci hareketini tecrit etmek, onun dev­
rimci gücünü zayıflatmak üzere çalışmaktadırlar. Varlığımızı
sürdürebilmemiz için her iki tehlikeyle de mücadele etmemiz
gerekiyor. Devrimci zenciler saldınya geçerek ülke çapındaki
anti-faşist hareketlere öncülük etmelidirler.
Faşizm bir süreçtir ve kanser hücreleri gibi, doğada her za­
man mevcuttur. Bugün faşizm yalnızca baskı altında tutulan
azınlıkların devrimci kesimlerini mahkemeler ve cezaevleri
aracılığıyla tehdit altında bulunduruyor, ama yann, bütün iş­
çi sınıfını, giderek ılımlı demokratları karşısına alabilir. Ceza­
evlerini dolduran binlerce Üçüncü Dünya kurbanının yam sı­
ra, beyaz siyasi mahkumların da (Harrisburg 8 gibi, savaşa
karşı çıkan militanlar, çeşitli devrimci hareketlere katılan be­
yazlar gibi) sayısı gittikçe artmaktadır.
Faşizmin belirtilerinden biri de, örgütlenmiş işgücünün
etkisini azaltmak için girişilen hareketlerdir (inşaat işçileri­
ne, kısılan sosyal yardımlara karşı ortaya çıkan tepkilere yö­
neltilen baskılar gibi) . Aynca. polislere bütün özel mesken­
lerde istedikleri zaman arama yapma yetkisi veren yasalar ve
Nixon'ın 'Suç Bildirisi' gibi polisi güçlendiren yönetmelikler,
bütün vatandaşlara karşı kullanılabilecek niteliktedir. Parla­
mento, polise verilen bazı yetkilere karşı çıkmaktadır. Viet­
nam'daki amansız baskının faşist niteligiyse açıkça gözler
önündedir.
Faşizmin gelişmesini önlemek amacıyla girişilen başarısız
hareketlerden almamız gereken ders, faşizme karşı verilecek

32
mücadelenin kararlı ve bölünemez bir mücadele olması gerek­
liliğidir. Faşizm bir kere yerleştikten sonra, geometrik diziler
şeklinde çelişmeye başlayacaktır. Bugün faşizm, özellikle zen­
ciler, Porto Rikolular, Chicanolular ve Kızılderililer üzerinde­
ki ırkçı baskıyla kendisini gösteriyorsa da, tekelci sermaye ve
ülkeyi kontrol altında tutan çıkar çevrelerine karşı girişilen
mücadelelerin baş gösterd�ği her yerde de gözle görülür hale
gelmeye başlamıştır. Elinde orta halli Amerikan vatandaşının
hayatını güçleştirecek her türlü imkan vardır. Dolayısıyla, kit­
lelerin kendi çıkarlarını korumak için, siyasi mahkumlan kur­
tarmak için çalışmalan, bugünkü cezaevi sistemine karşı çık­
malan ve ırkçılıkla savaşmaları gerekiyor.
Georgi Dimitrov'un uyarısını akıldan çıkarmamalıyız: "Fa­
şizmin gelişmesini daha ilk safhalarda durdurmak için ellerin­
den geleni yapmayanlar, onun mutlak zaferini önleyebilme
imkanını kaybettikleri gibi, bu zaferi kolaylaştırmış olurlar."
Faşizmin zaferine karşı alınabilecek en önemli tedbir, baskı
devam ettiği sürece iş hayatını felce uğratmayı amaçlayan bir
kitle hareketidir. Zencilerin ve diğer azınlıkların bu harekete
önderlik etmeleri doğaldır, çünkü azınlıklar faşizmin, ondan
en çok zarar gören, ilk kurbanlandır. Ama hareketin faşizm­
den zarar gören bütün kurbanları, özellikle işçileri içine alma­
sı gerekir. Bir ekonomik krizin eşiğinde, işçilerin aktif desteği
ya da ırkçılığa karşı pasif kalmaları sonucu faşizm, işçiler ara­
sında ideolojik bir zafer kazanabilir. Beyaz işçiler yakın bir
geçmişte kapitalistlerin çıkarları için zencilere yapılan baskıya
ses çıkarmamakla, kendilerini saldınya açık bir durumda bı­
raktıklarını anlamalıdırlar.
lşçi sınıfının mücadelesi içinde en çok ağırlık verilmesi ge­
reken nokta, ırkçılığa karşı girişilecek hareketler olmalıdır.
Beyaz işçilerin kendilerini jamesjohnson'a, zenci otomobil ta-

33
mircilerine, U.A.W. üyelerine, iki ustabaşı ve bir işvereni öl­
dürmekle yargılanan zenciye baglayan noktaların bilincine
varmaları gerekiyor artık. Tekelci sermayenin kazandıgı sınır­
sız güç, onu çöküşe götüren yolun belirtilerinden biri olabilir.
Faşist terörün kurbanları, ırkçılığın ve faşizmin en büyük düş­
manının birlik ve beraberlik olduğunu hiçbir zaman unutma­
malıdırlar.

Marin Eyalet Cezaevi


Mayıs 1 971

34
3

CEZAEVİ SİSTEMİ
Amerika Birleşik Devletleri'nde
Cezaevlerinin Toplumsal İşlevleri
Beuina Aptheker

Resmi makamlara göre Amerika Birleşik Devletleri'nde ce­


zaevi yoktur. Yalnızca 'Islah Bürosu', 'Eğitim Programlan' ve
gerekli 'ruhsal tedavi' yöntemleri kullanan ve 'ıslah' amacını
güden 'sosyal hizmetler' vardır. Amerika Birleşik Devletle­
ri'nde mahk\1m da yoktur, yalnızca 'cezaevi sakinleri' vardır.
Hele siyasi mahk\1mlann varlığı hiç söz konusu değildir, olsa
olsa teröristler ve uluslararası kuruluşlara üye olan ve yıkıcı
faaliyetlerde bulunan komünistler vardır.
Cezaevi yetkilileri ve hükümet görevlileri tarafından kulla­
nılan bu terimler cambazlığı, hiç şüphesiz belirli çıkarlara hiz­
met etmektedir. Ancak bu terimlerin ötesinde neler olup bit-

37
tiğini araştırırsak, cezaevi sisteminin ideolojik ve siyasal işlev­
lerini anlayabiliriz
Bugün Amerika'da sosyal bilimler dalında söz sahibi olan
kişilerin öne sürdüğü varsayım, ülkede adil ve dengeli bir
toplumsal düzenin işlemekte olduğudur. Bu varsayımı kabul
etmek de, mahkumun bir ahlaki çözüntü içinde olduğunu
kabul etmeyi gerektirir. Zira aksi halde, işlenen suçun açık­
lamasını yapma imk�nı ortadan kalkar. Cezaların gerekliliği­
ni de ancak bu ahlak çözüntüsüne dayanarak kabul edebili­
riz. George jackson'ın belirttiği gibi: "Kriminoloji kitapları
mahkumların ruhen sakat oldukları fikrini benimsemeye ha­
zırdır." Gerçekten de, San Quentin Cezaevi'nin asıl mesleği
klinik psikolojisi olan müdür yardımcısı, kendisiyle yaptığı­
mız konuşmada, mahkumların ruhsal gelişimlerinin geri bir
düzeyde kaldığından söz etmişti. Aynı müdür yardımcısı
sözlerine şunları da ekliyordu: "Cezaevinin ilk amacı, top­
lumda yeri olmayan kimselerin tecrit edilmesidir. Bunların
iyi muhafaza edilmeleri ilk gerekliliktir. lyi bakım ve insan­
ca davranışlarsa ikinci planda kalan gerekliliklerdir." Yani,
mahkum iyice tecrit edilip, gözaltına alındıktan sonra, mah­
kum olduğuna göre mutlaka sahip olması gereken ruhsal bo­
zukluklar da tedavi edilebilir. Yürütülen mantık bizi bir kı­
sır daireye, içinden kurtulmanın imkansız olduğu bir çarka
götürmektedir.
Yukarıdaki düşünüşe göre, mahkum suç unsurlarını bün­
yesinde taşımaktadır, yani doğuştan suç işlemeye eğilimi var­
dır. 19. yüzyılın ünlü teorisyenleri suçluların bazı fiziksel
özelliklere (çekik gözler, geniş alın gibi) sahip olduklarını ile­
ri sürmüşlerdir. Yoksulların, yoksul oldukları için, suç işleme­
ye de eğilimli oldukları, sınıflı toplumlarda oldukça üzerinde
durulmuş bir konudur; 'tehlikeli yoksullar' sözü ve kilise ha-

38
balarının 'varlıklılar, doğuştan soylular, yani yetenekli olanlar'
gibi sözleri sık sık tekrarlanmıştır. Günümüzün ceza uzman­
larıysa daha dikkatli, daha bilimsel bir tonda konuşmaktadır­
lar. Çoğu insancıl duygulara sahip olduklarını öne sürerler,
ama bu duygular hemen yok olup, yerlerini temeldeki ırkçı,
insanlık dışı unsurlara bırakıverir.
Artık suçlunun, dış görünüş açısından herkes gibi bir insan
olduğu kabul ediliyor. Şimdi ileri sürülen tez, suçluyu diğer
insanlardan ayıran bazı 'psikolojik' unsurların varlığıyla ilgili.
Bu unsurların yok edilmesi üzerine tanınmış bilimcilerden ja­
mes U. McConnel aşağıdaki açıklamayı yapmaktadır: "İnsan­
ları, fareleri ve solucanları eğitmenin iki yolu vardır, mükMat­
landırmak ya da cezalandırmak. .. " McConnel'in mahkumun
beynini yıkama şeklinde tanımladığı yöntem, mükafatlandır­
ma ve cezalandırma (şok tedavisi dahil) yoluyla bütün kişiliği
değiştirme ve mahkümu toplumun tanımına göre suç teşkil
etmeyen davranışları öğretme amaçlarını gütmektedir.
Yani, suç işlenmesinin sebebi toplumsal kökenli değil, psi­
kolojiktir. O halde çözüm yolu bulmak hiç de güç değildir.
Hastalığa yakalanmış kişileri tecrit edip tedavi etmeye başlar­
sınız, olur biter! Böylece karşımıza, cezaevleri yerine 'düzelt­
me amacını güden sosyal hizmetler', mahkemeler yerine ce­
zaevi sakinleri (akıl hastanesi sakinleri gibi) çıkmaktadır.
Herbert Marcuse'nin belirttiği gibi, "Günümüzde mahke­
melerin ve polis teşkilatının resmiyet kazandırdığı Kanun ve
Düzen dili, baskının yalnız sesi değil, onun bir aracı haline
gelmiştir. Bu dil düşmanı yalnızca tanımlayıp suçlamakla kal­
maz, onu yaratır da, yarattığı, düşmanın gerçek yüzü değil,
düzenin işine gelen yüzüdür."
Yukarıda sözü edilen düşman, suçlu ya da mahkumdur. Bu
noktada üzerinde dikkatle durulması gereken, suçlunun tanı-

39
mı yapılırken yasalara karşı gelmenin kriter sayılmadığıdır.
Bunu birkaç rakam vererek açıklayabiliriz.
llk olarak, yasalara karşı işlenen suçların çok azı fark edil­
mektedir. Fark edilenler arasında da çok azı soruşturma ve tu­
tuklamayla sonuçlanır.
!kincisi, Amerika Birleşik Devletleri'nde sanıkların yüzde
90'ı mahkemeden önce suçlarını itiraf ederler, çünkü avukat
tutacak paraları olmadığı gibi, jürinin tarafsızlığına güvenleri
de yoktur.
Üçüncüsü, cezaevlerindekilerin yüzde 52'si belli bir suçtan
hüküm giymiş değillerdir, kefalet ödeyecek paraları olmadı­
ğından serbest bırakılmamaktadırlar. Bunlardan bazıları mah­
keme önüne çıkmadan aylarca cezaevlerinde kalırlar.
Dördüncüsü, zenciler bütün nüfusun yüzde 1 5'ini meyda­
na getirdikleri halde, cezaevlerindeki mahkumların yüzde 30-
SO'si zenci ya da melezdir. Kalifomiya Devlet Cezaevleri'nde­
ki 28 bin mahkumun yüzde 45'i beyaz değildir.
Bu rakamların, cezaevlerindeki mahkılmların büyük kıs­
mının hiçbir şekilde yasalara karşı gelmemiş olduklarını gös­
termeye yeterli oldugu kanaatindeyiz.
Sonuç ortadadır. Kaliforniya Üniversitesi Kriminoloji Bölü­
mü profesörlerinden Theodore Sarbin bunu şu şekilde açıklar:
"Yasalara karşı gelenlerden söz edilirken ekonomik ve sosyal sı­
nıflar göz önünde tutulmamakta, ancak 'suçlular'dan söz edilir­
ken ekonomik ve sosyal sınıf farkları dikkate alınmaktadır... "

Örnek: 1 961'de General Elektrik Şirketi yürütme kurulun­


dan on kişi, 10 milyon dolarlık bir fiyat ayarlaması yolsuzlu­
ğu yüzünden hüküm giymişlerdir. Bu açık bir yasalara karşı
gelme olayıydı, suçlulardan bazıları birkaç ay cezaevlerinde
kaldılar. Ama bugün toplum tarafından kendilerine suçlu gö­
züyle bakılmamaktadır.

40
Öte yandan, bakkaldan 1 dolar çalan zenci genç yalnızca
toplum karşısında suçlu olmakla kalmaz, aynı zamanda bu
durum polise şiddet kullanma hakkı da verir. Onu yolda yü­
rürken vurabilirler ve olay kayıtlara 'polisin görevini yerine
getirirken adam öldürmesi' şeklinde geçer.
Peki, burjuva hukukçuları ve kriminologlarınca yaratılan
suçlu tipinin toplumsal gerekliliği neye dayanmaktadır?
Ceza sistemini, toplumsal düzenin korunması amacıyla uy­
gulanan teori ve pratiğin bir parçası, düzeni yıkmaya çalışan
ya da, bir gün düzen için tehlikeli olabilecek kişilerin tecridi
ve 'tedavisi' olarak alabiliriz.
Sayıları gittikçe artan polisler ve cezaevi yetkilileri, yöne­
ticilerin milyonlarca emekçi üzerindeki baskılarını sürdüre­
bilmek için başvurdukları bir araç durumundadırlar. Ceza­
evleri, burjuva psikologları ve kriminologları, Vasiler Heyeti
ve adaletsiz bir adalet mekanizması, çepeçevre toplumun et­
rafını kuşatmışlardır.
Şimdi biraz Vasiler H eye t i n in çalışmalarını izleyelim. Ka­
'

liforniya cezaevlerindeki erkek mahkum ları n aşağı yukarı


yüzde 97'si, şartlı olarak s erbest bırakılmıştır. Süresiz hapis
cezasının uygu land ığı yerlerde mahkumlar, cezaevlerinde
geçirecekleri süre kesin olarak saptanmadan cezaevine gön­
d eri li rl er Vasiler Heye ti n in uygun gördüğü du rumlarda
. '

mahkum, cezaevinde geç ird i ği süre dikkate alınmadan şartlı


olarak serbest bırakılır. Şartlı tahliyenin korkunç bir niteliği
vardır. Bu yolla serbest bırakılan mahkum her an durduru­
lup üstü aranabilir, evine izinsiz girilebilir, borç almak, ev­
lenmek, araba kullanmak, işten ayrılmak, ülkeyi terk etmek
için hep vesayeti altında olduğu görevliden iz i n almak zo­
rundadır. Eğer mahkum bu şartları yerine getirmezse mah­
kemeye çıkarılmadan tekrar cezaevine gönderil ir . Vasiler

41
Heyeti üyeleri vali tarafından atanırlar. Hiç kimseye karşı so­
rumlu değillerdir.
Vasiler Heyeti ve süresiz hapis cezası uygulanması, görev­
lilere sınırsız yetkiler tanır.
lşte bu yapı, sayılan gittikçe artan emekçilerin -özellikle
zenci ve melezlerin- içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları
baskı ortamını meydana getirir. Bir faşizme geçiş dönemidir
bu. Stanford Hukuk Fakültesi profesörü Herbert Packer haklı
olarak, "Psikolojide davranışçı görüşlerin yerleşmesi zorbalığa
yol açar. . . " demektedir. Suçluyu davranışçı açıdan ruh sağlı­
ğından yoksun kişi olarak değerlendirirsek, bütün ruh saghğı
bozuk insanların suç işlemeye yatkın olduklarını, dolayısıyla
tecrit edilmeleri gerektiğini kabul etmemiz doğaldır. 1971 Ni­
san ayında Nixon'ın yakınlarından ünlü bir bilimcinin, 6 ile 8
yaşları arasındaki çocukların suç işlemeye eğilimleri olup ol­
madığını tespit etmek üzere testlerden geçirilmelerini teklif
etmesine yol açan görüş de, kaynağını yukarıda açıklanan tez­
lerden almaktadır. Aynı bilimci suç işleyebilecek tipteki ço­
cuklar için ıslahhaneler kurulmasını da önermiştir.
Siyasal bakımdan daha geniş etkiler yaratan öneriler ara­
sında, Harward Şehircilik Profesörü ve Nixon'ın Örnek Şe­
hirler Programı yürütme kurulu başkanı Edward ]. Barfi­
eld'in görüşlerini sayabiliriz. Profesör Barfield'in bu yakın­
larda Hiç de Cennete Benzemeyen Şehir: Şehi rcil i k Sorunlan­
nın Niteliği ve Geleceği adlı bir kitabı yayınlanmıştır. Barfi­
eld'e göre, en önemli şehircilik sorunu yoksul 'aşağı taba­
ka'mn varlığıdır. Bu aşağı tabaka emekçilerden, özellikle
zenciler ve melezlerden oluşmuştur. Barfield bunların ahla­
ken düşkün, moral açıdan hasta insanlar olduğunu öne sür­
mektedir. Kitabın çeşitli bölümlerinde aşağı tabakadan ge­
lenler şu sıfatlarla tanımlanır: zayıf, şüpheci, yıkıcı, saldır-

42
gan fakat bağnaz; toplumla, komşuları ve dostlarıyla sıkı iliş­
kileri olmayan; gecekondularda yaşadığı halde halinden şi­
kayetçi olmayan; yaşadığı yerin pisliğine aldırmayan; okul­
lar, parklar, kütüphaneler gibi sosyal hizmetlerin yokluğuy­
la ilgilenmeyen; gecekonduların bizi ilgilendiren yönlerin­
den memnun; çalışmaktan hoşlanmayan; doğru olanı değil
başlarını derde sokmayacak olanı yapmalarına yol açan bir
ahlak anlayışını benimsemiş . . .
Barfield'in aşağı tabaka tanımı, bir bakıma suçlunun d a ta­
nımıdır; işte bu noktada, aşağı tabaka insanının tanımıyla,
suçlu tanımının birleştiği yerde faşizmin ve soykırımın ideolo­
jik temellerini buluyoruz. Barfield'in programı da bu temeller
üzerine kurulmuştur zaten.
Profesörün getirdiği önerileri özetlersek ortaya şunlar çı­
kar: Hükümet gittikçe içinden çıkılmaz bir hal alan şehirci­
lik sorunlarına çözüm bulmak için uğraşmamalıdır, işsizlik
ancak taban ücretlerini ve sendikalara 'tekelci yetkiler' veren
bütün yasalar (grev hakkı gibi) ortadan kaldırılarak önlene­
bilir. HÜkümet çocukları çalıştırmayı önleyen bütün yasala­
rı kaldırmalı ve mecburi eğitim süresini 1 2 yaştan 9 yaşa in­
dirmelidir. Yoksulluk tanımı nispi yoksulluk kavramına gö­
re değil, mutlak yoksulluk kavramına göre yapılmalı ve mut­
lak yoksulları beli bir kuruluş içinde yaşamaya zorunlu tut­
malıdır. Yoksullar için sıkı doğum kontrol tedbirleri uygu­
lanmasını sağlamalı ve bunların çocuklarını kreşlere gönder­
melidir. Polis kontrolü arttırılmalı, polise şüphelendiği kişi­
leri tutuklama yetkisi verilmelidir. Mahkeme safhasının kı­
saltılması için tedbirler alınmalı, suç işlemeye eğilimi olan
kişilerin özgürlüğü uygun bir şekilde kısıtlanmalıdır . . .
Bu programın faşizme ve soykırıma yol açan bir program
olduğu açıktır ve bu programın bazı yönlerini Nixon'ın, 1970

43
Ekim ayında yürürlüğe giren suçları önleme kanununda bul­
mak mümkündür. Bu konuda özel bir suçlu tipinden, 'özellik­
le tehlikeli suçlular'dan söz edilmektedir. Bu tip bir suçlu, beş
yıl içinde, ölüm cezası ya da uzun süre hapis cezası gerektiren
iki ya da daha çok suçtan hüküm giymiş olmakla diğer suçlu­
lardan ayrılır. New Republic gazetesinde belirtildiği gibi, 'idam
ya da bir yıldan uzun süreli hapis cezası', kapsamı oldukça ge­
niş tutulmuş bir tanımlamadır. 'Özellikle tehlikeli suçlu', yar­
gıcın değerlendirmesine göre yargılandığı suçun gerektirdiği
cezadan 20 yıl fazlasına mahkum edilebilir.
Mahkumları kurtarmak ve cezaevlerini ortadan kaldırmak
için girişilen kitle hareketlerinin önemi işte bu noktada orta­
ya çıkmaktadır. İstenilen reform değil, sistemin ve sistemin te­
melini meydana getiren yapının temelden değişmesidir. Zira
kapitalist düzende ceza sistemi bir baskı unsuru, sömürü dü­
zeninin sürdürülebilmesi adına kullanılan bir araç haline gel­
miştir. Doğal olarak, yasalara uygun çalışmalar sonucu elde
edilen reformlar kısa süreli zaferler olarak görülebilir. Ama
esas nokta, büyük bir ahlak çöküntüsü içindeki ırkçı, çürüme­
ye yüz tutmuş bir düzenin ortasında, suçluları sakat insanlar
olarak tanımlamaktan çekinmeyen ceza sisteminin temeline
saldırmaktır. Bunun için de faşist yöneticilere karşı birleşik
bir cephe kurulması gerekmektedir. Cezaevlerinin ortadan
kaldırılmasını öngören isteklerin faşizmin ideolojik temeline
yönelmiş olduklarını unutmamalıyız.
Bu gerçeklere dayanarak, bütün radikal ve devrimci görüş­
ler siyasi mahkum kavramını geliştirmelidirler. Bu açıdan si­
yasi mahkumları dört gruba ayırabiliriz. llk olarak, kendi
grupları içinde etkili siyasal önderler olmayı başarmış ve siya­
sal odakların organı olan polisin eline düşmüş olanlar gelir.
Bunlar, yasalara karşı geldikleri için değil, inançlarına sadık

44
kaldıkları için cezaevinde bulunmaktadırlar. Robby Seale,
Ericka Huggins, Reies Tij erina ve Angela Davis bu gruptandır.
İkinci grupta, hemen hemen birinci gruptakilere benzer mah­
kumlarla karşılaşırız, bunlar çeşitli eylemlere katılmış ya da
askere gitmeyi reddetmiş kimselerdir. Bazı yasalara karşı gel­
mişlerdir, ama bu karşı ge�iş siyasal bir nitelik taşıdığından
kesinlikle siyasi mahkum sayılırlar. Bu grupta Berrigan Kar­
deşler ve askere gitmeyi reddeden binlerce kişi yer alır.
Üçüncü sırada sınıfsal, ırkçı ve şoven baskının, başlangıçta
politikaya karşı tamamen ilgisiz olan kurbanları gelir. Uydur­
ma suçlardan tutuklanan, her türlü hakları çiğnenerek suçsuz
oldukları halde yıllarca cezaevlerinde kalan kişilerdir bunlar.
·
Son olarak, çeşitli suçlar işleyip cezaevine girmiş ve ceza­
evinde kaldıkları süre içinde bulundukları toplumsal koşulla­
rın etkisiyle bilinçlenmeye başlayan mahkumlar gelir. Bunlar
siyasal görüşlerini açıklar açıklamaz cezaevi görevlilerinin sal­
dırılarıyla karşılaşırlar. Bunların arasında Soledad 3, Soledad
7, Ruchell Magee ve Folsom grevcilerini sayabiliriz.
'Cezaevlerindeki baskının artması ve bağımsızlık hareketle­
rinin yeni bir döneme girmesiyle çeşitli gruplar arasındaki bi­
linç seviyesi de değişmiştir. Gün geçtikçe daha çok insan, ce­
zaevi-polis-mahkeme üçlüsünün çalışmalarının sonuçlarını
daha iyi görmeye başlamıştır. Bu da, siyasi mahkumların ser­
best bırakılması için girişilen hareketlere daha geniş kitlelerin
katılmasını sağlamıştır.
Ayrıca, baskının artışı ve kitle hareketlerinin gelişmesi
mahkumlar arasındaki bilinçliliği yükseltmiştir. Elde edilen
en önemli başarı, cezaevi sisteminin sınıfsal niteliğinin ortaya
konmuş olmasıdır. Bu şekilde zenci, melez ve beyaz mahkum­
ları, Folsom mahkumlarının manifestosunda gördüğümüz gı­
bi, tek bir amaç etrafında toplamak mümkün olmuştur.

45
Cezaevi, Hani Nerede Zaferin?
Huey P. Newton

Amerika Birleşilı Devletleri'ndeki bütün zenci gençlerin gö­


.zünde, Kara Panter Partisi savunma bakanı Huey P. Newton iyi
bir lider, cesur bir dôvüşçü, bir kahraman ve candan bi1· kardeş­
tir. Irkçı, gerici güçlere karşı giriştiği savaşla özdeşleşmiştir o.
Zencileri sefalete mahkum eden düzene karşı girişilen devrimci
mücadeleyle bir tutulur adı.
Kara Panter Partisi, eskiden beri zenci militanlann ortaya çı­
kışında büyük rol oynamıştır. 1 966 sonbahannda Huey, Robby
Seale ve sonradan Oakland Polisi'nce öldürülen Bobby Hutton'la
birlikte partinin temellerini atmıştı. Zenci Bağımsızlık Mücade­
lesi'nin 1O maddeli k programı (işsizlere iş, meslelı sorunlannın
çö.zümü, eğitim davasımn ele alınması, polis baskısının önüne ge-

46
Huey P. Newton çocuklarla birlikte, 1968.

çilmesi, zencilerin sürekli cezaevlerine gönderilmelerinin engel­


lenmesi) hazırlandıktan sonra eyleme geçildi; ilk adım, baskının
en göze batan ve en büyük zararlara yol açan yönüyle, polisin
başvurduğu şiddet tedbirleriyle uğraşmaya başlamak oldu.
Partinin kuruculan hukuk kitaplan ve tüfeklerle silahlanmış
olarak Kalifomiya ve Oakland eyaletlerinde yaşayan zenci grup­
lan arasına girdiler, polisin davranışlannı incelediler, tutukla­
ma olaylannı yakından izlediler ve zenci kardeşlerine sahip ol­
duklan haklardan söz ettiler. Onlann yakın ilgisi sayesinde po­
lis baskısında gözle görülür bir azalma oldu. Oakland'daki zen­
ciler bundan etkilenmişlerdi.
Zamanla Kara Panter Partisi'nin zenciler üzerindeki etkisi,
partinin insan haklannı korumak için durup dinlenmeden çalışma­
sı, egemen çevrelerde ve polisler arasında hoşnutsuzluğa yol açtı.

47
28 Ekim 1 967'de bir polis, telsizle merkeze bir 'panter araba­
sı'nı izlemekte olduğunu bildirdi. Bir süre sonra Huey midesine
dört kurşun yemişti. Polislerden de bir ölü, bir yaralı vardı. Hu­
ey P. Newton'ı cinayet suçuyla yargılamaya başladılar.
Kara Panter Partisi derhal ülke çapında "Huey'i Serbest Bıra­
kın" kampanyasına girişmişti, bu arada partinin gücü gittikçe
artmaktaydı. Bu kampanyalar ve Huey'in suçsuzluğunun apaçık
ortada oluşu, onun cinayet suçlamasından kurtulmasını sağladı,
fakat gene de birtakım politik oyunlar sonucu 2-15 yıl arası sü­
resiz hapis cezasına çarptınldı. Vali Reagan, Kara Panterler
hakkında ne düşündüğünü saklamaya çalışmıyordu bile.
"Huey'i Serbest Bırakın" kampanyası gittikçe geliştiği için,
mahkeme adaletin ve halkın isteği karşısında daha fazla dura­
madı. 1 9 70 yazında Huey'in davasına ikinci defa bakılmasına
harar verildi ve bu davanın sonunda Huey kefaletle serbest bı­
rakıldı.
Üç yı l cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakıldığında Hu­
ey'in ilk sözleri, kendisi ve partisi adına bütün siyasi mahhümla­
nn hurtanlması için sonuna deh mücadele etmeye hararlı oldu­
ğunu belirtiyordu.
Aşağıdaki yazı cezaevinde kaleme alınmıştır.

Matematikle ilgilenenler, karşılarına çıkan problemleri


çözmek için tutacakları yolu belirleyen çeşitli kanunlar oldu­
ğunu bilirler. Geometride ilk karşımıza çıkan kanunlardan bi­
ri, 'bir bütün, parçalarının toplamından büyük olamaz'dır. Bu­
na göre, daire ya da kare gibi bir geometrik şekil parçalara ay­
rıldığında, olduğundan daha büyük değildir. Yani, parçaların
toplamı belli bir değere eşit olduğu zaman, bütünün başka bir
değere eşit olması imkansızdır. Cezaevinin mahkumlar üze­
rinde etkili olamayışının sebebi, yetkililerin hücreye kapatılan

48
insanın sozu geçen insanın bütünü olduğu konusundaki
inançlandır. Gelgelelim, mahkom geometrik bir şekil değildir
ve matematik alanında geçerli olan görüşler insanlara uygu­
landığı zaman tamamen başansızhğa uğramaktadırlar.
lnsanlarla ilgili durumlarda konu yalnızca bireyin kendi­
si değildir, bireyin davranışlarına yön veren fikirlerin de göz
önüne alınması gerekir; bu fikirler insanlar cezaevindeyken
de etkilerini sürdürürler, insanlık bahsinde bütün, 'parçala­
rından çok daha büyüktür', çünkü sayılabilen ve kontrol al­
tına alınabilen bedenlerle birlikte, sayılamayan ve kontrol al­
tına alınamayan fikirleri de içine alır. Fikirler, mahkOmun
kafasıyla sınırlı değildir. Onlar bütün insanların içinde yaşa­
maktadırlar. lnsan özgürlüğü ve haysiyeti uğruna giriştiği­
miz mücadelede bize destek olan fikirler baskı altına alına­
maz, çünkü onlar insanların yaşadığı her yerde, insanlarla
birlikte yaşamaya devam ederler; özgürlük ve haysiyet kav­
ramları yaşadıkça da, hiçbir cezaevi hareketimizi durdurma­
yı başaramayacaktır. Asıl düşmanımızın, yoksulluğumuzdan
yararlanan sömürücüler karşımızda dururken kapitalizmin
bizi birbirimize düşman etmeye çalıştığının bilincine varan
kardeşlerimiz sayesinde fikirlerimiz yayılır. Böyle bir fikri
benimsediğimiz anda da düşman sandığımız kardeşlerimizi
sevmeye, dost bildiğimiz sömürücüleri gerçek yüzleriyle
görmeye başlarız. lnsan düşüncesi duvarlar, parmaklıklar,
tüfekler ve muhafızlarla sınırlandırılamaz. Ve insanlar daima
güzelliklerinin, haysiyetlerinin temeli olan fikirleri gerçek­
leştirmek için savaşacaklardır.
Bütün, parçalarının toplamından büyük olamayacağına
göre, cezaevleri de kişiyi baskı altında tutmanın onun bütün
varlığını baskı altına almak anlamına geldiği fikrine göre ça­
lışırlar, insan hücrede kapalıdır, o halde rahatız . . . Cezaevle-

49
rinin başarılı oldukları fikri, mahkumun kendisinden istendiği
gibi davranacagı, düşüneceği ve inanacağı inancından doğ­
maktadır. Bu durumda savaş kazanılabilir ve mahkum ıslah
edilebilir. Oysa gerçek durum bundan çok farklıdır, çünkü ce­
zaevi yetkilileri ne kendi inançları üzerinde uzun uzadıya dü­
şünmüşler, ne de kontrol etmeyi amaçladıkları insanları yakın­
dan tanımayı başarabilmişlerdir. Demek ki cezaevi zafer kazan­
dığına inandığı zaman bile ortada kazanılmış bir zafer yoktur.
Bütün cezaevlerinde iki tip mahkuma rastlayabiliriz. Ço­
ğunlukta olanlar, toplumun temelini teşkil eden varsayımların
geçerliliğini tartışmasız kabul edenlerdir. Amaçları herkesinki
gibidir: para, güçlülük, aşırı tüketim. Ama bu amaçlara ulaş­
mak için toplumun yasadışı olarak tanımladığı yollara başvu­
rurlar. Yakalandıklarında cezaevlerine gönderilirler. Bunlara
'yasa dışındaki kapitalistler' de diyebiliriz, çünkü amaçları ka­
pitalist toplumun tamamen yasalara uygun saydığı şeyleri el­
de etmektir, ikinci tip mahkum toplumun temel varsayımları­
nın geçerliliğini kabul etmez. Ona göre, aşağıdakiler, yukarı­
dakiler tarafından kendi çıkarları için sömürülmektedirler. Bu
düzen toplumu yüksek bir ekonomik düzeyde tutmayı başar­
dığı halde adaletsiz bir düzendir, çünkü gücünü, acı çekme­
yenler kadar değerli oldukları halde acı çekmeye mahkum
edilmiş insanlardan almaktadır. Böylece, ikinci tip mahkum
toplum düzeninin çürümüş olduğunu, değiştirilmesi gerekti­
ğini savunur. Düzenin geçerliliğini kabul edip sömürüden pay
almayı reddeder. lkinci tip mahkum, siyasi mahkumdur.
Cezaevi ne yaparsa yapsın mahkumlar üzerinde başarı sağ­
layamaz. 'Yasa dışı kapitalist' istenen şekilde davrandığı tak­
dirde serbest bırakılacağını ve çalışmalarını eskisi gibi sürdü­
rebileceğini bilir. Bu yüzden, uygulanan programa boyun eğ­
mek ve yöneticilerin duymak istedikleri şeyleri söylemekte

50
Huey için kitap satışı, 1968.

hiçbir sakınca görmez. Böylece cezaevi yetkilileri onun 'ıslah


olmuş' olduğuna inanır ve toplumdaki eski yerine dönmesine
izin verirler. Aslında mahküm cezaevine bir oyun oynamış ve
özünde kapitalist amaçlarını gerçekleştirmekte serbest kal­
mıştır. Ortada kazanılmış bir zafer yoktur, çünkü mahkum
topluma zaten karşı değildir. Oynadığı oyunun bir parçası ola­
rak cezaevi kavramını da kabullenmiş görünmüştür sadece.
Cezaevi siyasi mahkum üzerinde de başarı sağlayamaz,
çünkü onun 'ıslah olması'na gerek yoktur. Sistemin geçerlili­
ğini kabul etmez ve oyuna katılmayı reddeder. Oyuna katıl­
mak, toplumun baskı altındakileri sonuna kadar sömürmesi­
ni kabullenmektir. Bu ise siyasi mahkumun kabul etmeyeceği
bir şeydir, zaten buna karşı çıktığı için cezaevindedir ve bu
yüzden düzenle işbirliği yapamaz. Siyasi mahkum da 'yasa dı­
şı kapitalist' gibi ceza süresini tamamlayıp cezaevinden çıka-

51
caktır. Ama cezaevindeyken de kafası ve yüreği insanlıkla bir­
liktedir onun, cezaevi sadece bedenini elinde tutabilir.
İnsanoğlunun güzelliği ve haysiyeti onu sadece fiziksel bir
varlık olmaktan kurtaran insanlık duygusundan, insanlığın
bir parçası olduğunun bilincine varmış olmasından ileri gelir.
Sömürü düzeni bu d'lyguyu baskı altında tutamaz. İnsanlar
bu duygunun güzelliğini fark edip baskıya ve sömürüye karşı
yürüdüklerinde çağımızın en değerli fikri gerçekleşmiş ola­
caktır; insanlığın bütünü, bütünü meydana getiren parçalar­
dan çok daha büyük olduğu için, fikirler daima insanlar ara­
sında yaşamaya devam edecektir. Cezaevi amaçlarını gerçek­
leştiremeyecektir, çünkü düşünceleri duvarlar, demir par­
maklıklar, muhafızlarla baskı altına almak imkansızdır.

52
Başkaldıran Mahkumlar:
Folsom Mahkumlarının Manifestosu

New York'tan Kaliforniya'ya kadar bütün cezaevlerinde


mahkumlar, içinde yaşadıkları insanlık dışı koşulları protesto
etmektedirler. Mahkümların çogu yoksul zenciler, Chicanolar
ve Porto Rikolular'dan meydana gelmiştir. Ortak direnişin en
büyük başarısı, zenci, melez ve beyaz mahkumlar arasında ce­
zaevlerinde uygulanan ırkçı şiddet tedbirlerine karşı birlik
sağlanmış olmasıdır.
San Quentin Cezaevi'nde Kara Panterler Partisi'nin bir
kolu, gene San Quentin'de Chicano mahkumlar kuruluşu,
San Luis Obispo ve Folsom cezaevlerindeki birlikler binler­
ce mahkumun bilinçlenmesine yardımcı olmaktadır. Ger­
çekten de, ülkedeki bütün cezaevlerinde baş gösteren ayak-

53
lanmalarda mahkumlar, sorunun yalnızca aşırı derecede ka­
labalık cezaevleri, kötü hayat şartları ve gardiyanların davra­
nışlarının kabalığından ibaret olmadığı, asıl önemli olanın
adalet mekanizmasının temelinde yatan ırkçılık ve sınıfsal
eşitsizlik olduğunu belirtmişlerdir. Serbest bırakılma istekle­
rinin yanında her zaman radikal bir bilinçlenmenin varlıgı
dikkati çekmektedir.
Mahkümların aylarca, hatta yıllarca hücreye kapatılmaları
kişisel direnişlere yol açar. Bunun yanında toplu olarak girişi­
len hareketlere de rastlanmaktadır. 7 Ağustos 1970'de Marin
Eyalet Mahkemesi'nden üç zenci mahkumu kaçırmak üzere gi­
rişilen hareket başarısızlıkla sonuçlandığı halde, mahkumlar
üzerinde büyük etki yapmıştır.
New York'ta Long lsland Cezaevi'nde çıkan isyan 1 Ekim
1970'den 6 Ekim 1970'e kadar süren şehir çapında bir direni­
şe yol açmıştır. Bu direnişe isyan eden mahkumların gönder­
dikleri temsilcilerle yaptığı anlaşmayı bozan Vali john Lind­
say'ın emriyle hareket eden polis kuvvetlerinin bastırdıgı
2000'den fazla mahkum katılmıştı. Coplar, göz yaşartıcı bom­
balar, tüfeklerle silahlanmış polisler Kew Gardens'daki Que­
en's Cezaevi'ne ve Brooklyn Cezaevi'ne girdiler. Cezaevlerin­
de kontrol sağlamayı başaran mahkumlar ele geçirildi ve ha­
reket durduruldu.
Bir ay içinde Kalifomiya'daki Folsom, San Quentin, Sole­
dad ve San Luis Obispo Cezaevi gibi çeşitli kuruluşlarda da
ayni tip ayaklanmalar görüldü. Kasım 1970'de Folsom'daki
2.400 mahkumun 2.lOO'ü çalışmayı bıraktı. Grevin ikinci gü­
nü bütün mahkumlar hücreye kapatıldılar, arkasından yetki­
liler mahkumların 'gece hareketi' dedikleri bir dizi şiddet ted­
birine başvurdular. Mahkumlar merhametsizce dövüldükten
sonra bütün gece çıplak olarak açık havada bırakıldılar. Grev,

54
ikisi beyaz, biri zenci, biri de Chicano olan dört liderin başka
cezaevlerine sevk edilmeleriyle sona erdi. Yetkililer greve ön
ayak olduklan gerekçesiyle 52 mahkumu hücreye kapattılar.
Bu hücreler yerleri taş, küçük karanlık odalardır. Yerde tuva­
let olarak kullanılan bir delik bulunur, kapı sadece dışardan
açılabilir. Hücrelerde yatak bulunmaz, hücredeki mahkuma
yalnızca ekmek ve su verilir.
Daha sonra, sözü geçen 52 mahkumu çalışmaya zorlamak
için her türlü çareye başvuruldu. Müdür çalışmayanların
tahliye edilmeyeceklerini ayrıca belirtti. Mahkumlar 3 1
maddelik bir istek listesi hazırlamışlardı. Bu istekler yetkili­
ler tarafından dikkate alınmadı, fakat cezaevi dışında büyük
ilgi gördü. 6 Kasım'da San Francisco'da işçi, doktor, hukuk­
çu ve mahkum temsilcilerin katıldığı bir basın toplantısı ya­
pıldı ve temsilciler grevi desteklediklerini açıkladılar. Grevi
desteklediklerini bildiren kuruluşlar arasında San Francisco
barosu üyelerinin bir kısmı, devlet, eyalet ve belediye görev­
lilerinden 1 . 695 kişi, lnsan Haklan Sağlık Komitesi, Sosyal
Hizmet Birliği'nin 535 ü yesi ve çok sayıda sendika temsilci­
si bulunuyordu.
Basın mensupları bütün temsilcilerin greve katılanları des­
teklediklerini fakat her birinin ayrı bir nokta özerinde durdu­
ğunu bildirmişlerdir. Baro üyeleri, ye tkililerin grevi durdur­
mak ve mahkumların örgütlenmelerini önlemek amacıyla ala­
bilecekleri şiddet tedbirlerini engellemek için hukuki yollar­
dan harekete geçilmesini öneriyordu. Birlik ayrıca, mahkum­
ların isteklerini yerine getirmek üzere gerekli hukuki işlemle­
re başlanmasını istiyordu.
"Eski mahkumların toplantıya katılmalarında kişisel du­
rumlarının büyük etkisi vardır, çünkü onlar da ayrı sistem
içinde yaşamışlar, bunun zararlarını görmüşlerdir. "

55
"Saglık hizmetlerinde görevli olanlar mahkumlann içinde
yaşadıkları şartlara ve yetersiz sağlık tedbirlerine karşı çık­
maktadırlar."
Folsom mahkumlarından birinin gönderdiği 4 Kasım ta­
rihli mesajda, cezaevindeki genel havadan söz edilmekte ve
şöyle denmektedir: "Burada birkaç mahkum grevden söz et­
tikleri ve bu konuda bazı bildiriler dağıttıkları için hücreye
kapatıldılar. Grev sürdükçe ve gerginlik arttıkça yetkililerin
baskıyı daha da artıracaklarını sanıyoruz. Amacımız soru­
nun barışçı yollarla çözümlenmesidir. Cezaevinde bulunu­
şumuzun bütün insanların haklarından yoksun bırakılma­
mızı sagladıgını sanmıyoruz. Kanımızca, mahkumların için­
de yaşadıkları şartlar uzun süredir ihmal edildi. Ülkedeki ce­
zaevleri ve mahkumların karşılaştığı insanlık dışı davranış­
larla ilgilenenleri bu konuda harekete geçmeye çağırıyoruz.
Hareketin dışarıdan idare edildiği şeklindeki suçlamalar gü­
lünçtür, çünkü manifesto, içerdekiler tarafından dışardan
yardım sağlamak amacıyla hazırlanmıştır."
Aynı mesajda mahkum, müdürün, isteklerin kendisine
ulaştırılmadığı yolundaki iddialarını şüpheyle karşılamakta­
dır. Söylediğine göre, bu istekler Ocak ayında müdüre ve ge­
rekli Reformlar Servisi'ne gönderilmişti. Ayrıca cezaevi dışın­
dan seçilen dört kişinin yetkililerle anlaşma� üzere seçildiği
belirtilmektedir. "Bu görev, onları saydığımız ve sevdiğimiz
için, dogru olanı yapacaklarından emin olduğumuz için, avu­
kat Charles Garry, Kahverengi Bereliler'den Sal Candeleria,
Kara Panter Partisi'nden Huey P. Newton ve Cezaevi Reform­
ları Konseyi'nden John lrving'e verilmişti."
Manifesto'nun tam metni aşağıya alınmıştır.

56
Folsom Mahkumlarının isteklerini
Bildiren Manifesto ve Baskıya Karşı
Birleşik Cephe Dokümanları

BİZ, FOLSOM CEZAEVİ MAHKUMLARI, IRK, RENK VE


SINIF AYRILIGI GÖZETMEDEN, BÜTÜN MAHKUMLARIN
KARŞILAŞTIKLARI HAKSIZLIKLARA SON VERİLMESİNİ
lSTlYORUZ.
Bu dokümanların hazırlanmasında cezaevindeki bütün ırk­
lardan ve sınıflardan gelen mahkümlann katkısı olmuştur.
Biz, Folsom Cezaevi mahkümlan, 3 Kasım 1970'de Kalifor­
niya Cezaevleri yöneticilerinin tutumlarını protesto etmek
amacıyla başlatılan grevi bütün varlığımızla destekliyoruz.
Bu, Kaliforniya Cezaevleri yöneticilerinin MODERN AME­
RlKA'NIN FAŞlST TOPLAMA KAMPLARI'nın temellerini at­
maya çalıştıklarının açık delili olan bir dokümandır.

57
FOLSOM CEZAEVİ İNSANLAR ÜZERİNDE İNSANLIK DI­
ŞI BASKILAR SAGLAMAKLA GÖREVLl BİR KURULUŞ OL­
DUGU İÇİN, lSTEKLERİMlZl BELİRTEN BU MANlFESTOYU
YAYINLADIK:
1) Vasiler Heyeti'yle yaptığımız görüşmeler sırasında anaya­
sal hukuki temsil haklanndan yararlanabilmeyi ve Vasiler He­
yeti'nin, şahitler dinlenirken sanık avukatlannın dinlenmesini
reddetmesi gibi durumlara karşı korunmayı talep ediyoruz.
2) Sağlık görevlilerinin derhal değiştirilmesini istiyoruz.
Cezaevi revirleri personel ve araçlar bakımından tamamen
yetersizdir ve hastalar tam bir ilgisizlikle tedavi edilmekte­
dirler. Sık sık yanlışlıklar yapılmakta, tecrübesiz personel ta­
rafından hastalara hatalı tedavi metotları uygulanmaktadır.
Revirlerde bir ilk yardım bölümü bile yoktur, ayrıca pratis­
yenler tarafından yapılan müdahalelerden sonra hastanın
iyileşene dek kalabileceği bir yer düşünülmemiştir. Ameli­
yatlarda tamamen tecrübesiz mahkumların yardımına başvu­
rulur. Ara sıra birkaç mahkumun birden yaralandığı olur. Bu
durumda hangisinin durumunun daha ciddi olduğuna rast­
gele karar verilir. Bir keresinde, sırasını bekleyen mahkum­
lardan biri müdahalenin gecikmesi sonucu ölmüştür. Bu, ha­
yatı kurtarılabilecek bir insanın ölüme mahkum edilmesin­
den başka bir şey değildir.
3) Ziyaret şartlarının düzenlenmesini ve mahkumların ai­
lelerine bazı kolaylıklar sağlanmasını talep ediyoruz. Şartlar
bütün mahkumların aynı zamanda ziyaretçileriyle görüşmele­
rine uygun değildir. Bu yüzden görüşme saatleri paylaşılmak­
ta ve her mahkuma ayda iki saat düşmektedir. Görüşme oda­
sına haftada beş gün nöbetçi konmasını ve bu şekilde herkese
hiç olmazsa ayda dört saatlik bir sürenin düşmesini istiyoruz.
Yöneticiler fazla nöbetçi bulunduramayacaklarını öne sürerek

58
bu isteği geri çevirmişlerdir. Bununla birlikte, son günlerde
çalışan mahkOmların başında bekleyen silahlı nöbetçilerin sa­
yısı artırı lm ıştır. Bu gereksiz tedbir, vergi veren halkın parası­
nı boşa harcamaktan başka bir şey değildir.
4) Hücrede tutulan mahkumlara, buraya gönderiliş sebep­
lerini belirten ve cezaevi müdürünün imzasını taşıyan bir ve­
sikanın gösterilmesini istiyoruz.
5) Süresiz hücrede tutulma olaylarına derhal son verilme­
sini ve burada geçirilecek sürenin, mahkumun davranışlarının
düzelmesi ve koşulların değişmesine göre sınırlandırılmasını
istiyoruz.
6) Mahkumların siyasal inançlarına göre ayrılmalarına son
verilmesini istiyoruz. Hücrede tutulan mahkumların çoğu si­
yasal sebeplerden ötürü burada bulunmaktadırlar ve diğer
mahkumlardan ay nlmalannın sebebi belirsizdir.
7) Mahkumları n siyasal dergiler, kitaplar ve diğer eğitici
dokümanlardan yararlanmalarının engellenmesine son veril­
mesini istiyoruz.
8) Anayasal pasif direniş haklarından yararlanmak iste­
yen mahkumların cezalandırılmalarına son verilmesini isti­
yoruz. Kaliforniya eyaleti ceza kanununa göre, Folsom ve
San Quentin cezaevlerindeki mahkumlar çalışmaya zorlana­
mazlar. Çünkü bu cezaevleri mahkumları barındırmak için
yapılmıştır ve kayıtlarda mahkumların cezaevinde yaşamak
üzere çalışmak zorunda olduklarını belirten hiçbir şey yok­
tu r Mahkumların çoğu emeklerinin devletin kar sağlaması
.

için s ömürü ldüğünü , saat başına en fazla 1 6 sent aldıkları iş­


lerin kendilerine dışarıda iş bulmalarını kolaylaştırac'.lk tec­
rübe kazan dırmadı ğını düşünmektedirler. Mahkumların ço­
ğu saat başına 6-8 sent ten fazla almaz. Çalışmayı reddeden,
greve katılan mahkumlar diğerlerine tanınan haklardan yo k -

59
sun bırakılırlar. Bu, cezaevinde çeşitli çatışmalara yol açan
sınıf ayrımının, sınıfsal düzenin sonucudur.
9) Mahkumlara göz yaşartıcı gazlar püskürtülmesine son
verilmesini istiyoruz. Bu tip davranışlar, 1968'de Soledad Ce­
zaevi'nde Willie Powell'ın, 1970'de San Quentin'de Fred Bil­
linglea'nın ölümlerine sebep olmuştur.
10) Süresiz hapis cezasının kaldırılmasını istiyoruz. Mah­
kumlar suçları için uygun görülen asgari süreyi tamamladık­
tan sonra Vasiler Heyeti'yle bir görüşme yapmak zorundadır­
lar. Bu görüşme hakkı gerekli süreyi tamamlayan bütün mah­
kumlara tanınmalı ve mahkumlar sebebini bilmeden ceza­
evinde kalmaya devam etmekten kurtarılmalıdır. Müebbet ha­
pis gereksiz ve merhametsiz bi_r cezadır. Müebbet hapis ceza­
sı en fazla 10 yıl olarak sınırlandırılmalıdır. 10 yılda düzelme­
yen bir mahkumun yeri cezaevi değil, akıl hastanesidir. Ceza
sürelerinin gelişigüzel ayarlanmasına yol açan 1 7 1 sayılı Vasi­
ler Heyeti kararı da iptal edilmelidir.
1 1) Çeşitli sanayi kollarının mahkumlara iş vermelerine ve
mahkumların yürürlükteki işçi ücretleriyle günde sekiz saat
çalışmalarına izin verilmesini istiyoruz. Mahkumların çalış­
ma koşulları ile diğer işçilerin çalışma koşulları aynı değildir.
Çalışma sırasında karşılaştıkları çelişkiler mahkumların dü­
zelmelerini daha da güçleştirmektedir. Çalışma koşullarının
düzelmesi için cezaevlerine girmek isteyen sanayicilere gere­
ken izin verilmelidir.
1 2) Mahkümların işçi sendikalarına üye olabilmelerini is­
tiyoruz.
13) Mahkumlara ailelerini geçindirebilecek imkanlar sağ­
lanmasını istiyoruz. Bugün mahkumların sosyal yardım fo­
nundan aldıkları para, ailelerinin yiyecek ihtiyacını bile kar­
şılamaktan uzaktır. Çalışan mahkumların kendilerini ve ai-

60
lelerini geçindirebilecek kadar kazanmaları gerektiğine ina­
nıyoruz.
14) Mahkumlara ateş etmek gibi olağanüstü tedbirlere baş­
vuran gardiyanlar hakkında hukuki işlem yapılması gerektiği­
ne inanıyoruz.
15) Mahkum çalıştıran bütün sanayi dallarının, taban üc­
retleri belirleyen kanunlara uymalarını istiyoruz.
1 6) Bütün devrimci mahkumlara ve savaş suçlularına Ce­
zayir, Rusya, Küba, Latin Amerika, Kuzey Kore, Kuzey Viet­
nam gibi Hür Dünya Devrimci Dayanışma Paktı'na dahil ülke­
lere siyasi mülteci olarak sığınma hakkı verilmesini ve bu tür
mahkumlara Cenevre Kongresi kararlarına göre davranılması­
nı, mülkiyet haklarına saygı gösterilmesini ve ellerine kelepçe
takılmamasını istiyoruz.
1 7) San Quentin ve diğer cezaevlerinde Amerika Birleşik
Devletleri anayasasına aykırı olarak yürütülen mahkemelerin
çalışmalarına son verilmesini istiyoruz.
18) Kaliforniya cezaevlerinde sürüp giden fiziksel baskıya
son verilmesini istiyoruz. Anayasaya göre, jüri üyeleri sanığın
vatandaşları ve eşitleri arasından seçilir. Buna göre jürinin di­
ğer mahkumlardan kurulması gerekmektedir.
19) Reis Tijerina, Ahmed Evans, Bobby Seale, Chip Fitzge­
rald, Los Siete, David Harris, Soledad Kardeşler gibi siyasi
mahkümlara diğer ülkelere iltica etme hakkı tanınmalıdır.
Çünkü bunların çevresinde oluşan kitle hareketleri tarafsız bir
şekilde yargılanmalarına engel olacak ve sanıklar hüküm giy­
dikten sonra da gerici güçler tarafından cezaları süresince
ölüm tehdidi altında bulundurulacaklardır.
20) Temyiz mahkemesine başvurmak isteyen mahkümla­
rı savunmak ve mahkümlarla yöneticiler arasmda bir bag

61
kurulmasını sağlamak üzere Kaliforniya Barosu'ndan üç avu­
katın görevlendirilmesini istiyoruz.
21) Kaliforniya yasalarında belirtilen modern çalışma ko­
şullarının mahkumlar için de geçerli olmasını istiyoruz.
22) Mahkumların iş kazalarına karşı sigorta edilmelerini
istiyoruz.
23) İsteyenlerin, Federal Cezaevleri türünden eğitim prog­
ramlarına katılmalarını ve bu programların sonunda ilgili ör­
gütün üyeliğine kabul edilmelerini istiyoruz.
24) Mahkumlara Yardım Fonu'nun yıllık hesapları gözden
geçirilirken mahkumlara da bu fonların ne şekilde kullanıldı­
ğı yolunda bazı açıklamalar yapılmasını istiyoruz.
25) Vasiler Heyeti'nin vali tarafından atanmayıp halkoyuy­
la seçilmesini istiyoruz. Bugünkü koşullar içinde, cezaların
çoğu süresizken heyet büyük bir gizlilikle ve açık bir eşitsiz­
likle karar verirken, mahkumların kendilerini kapana kısılmış
hissetmeleri doğaldır.
26) Devlet ve cezaevi görevlilerinin Soledad Caucus rapo­
runun birinci maddesine uymaları gerektiğinde ısrar ediyo­
ruz. Şöyle ki:
"Devlet yürütme görevlilerinin bütün cezaevlerine bir grup
maaşlı görevli tayin etmesi gereklidir. Bu görevliler mahkum­
lar, mahkumların aileleri, dostları ve avukatların görevliler
hakkındaki şikayetlerini inceleyecek ve değerlendirecektir. Bu
görevliler psikolog ve psikiyatrların katıldığı kuruluşlar, baro­
lar ve ilgili diğer kuruluşlar tarafından seçilmelidir."
27) Cezaevi yetkililerinin manifestoda belirtilen istekler ve
ihtiyaçlara göre gerekli tedbirleri almalarını istiyoruz.
28) Kaliforniya Cezaevleri Sistemi tarafından Folsom'a zen­
ci ve melez grupların ihtiyaçlarım gözden geçirmek üzere çe­
şitli etnik gruplara mensup danışmanlar alınmasını istiyoruz.

62
29) Zenci ve melez gruplara mahkemelerde adaletsiz dav­
ranılmasına son verilmesini istiyoruz.

Biz, Folsom Cezaevi mahkumları cezaevi dışındaki yerimi­


zin ve sorumluluklarımızın ne olacağı konusunun açıklığa ka­
vuşmasını istiyor ve yetkililere davranışlarındaki sosyal hata­
lar olarak nitelendirebileceğimiz bazı unsurları göstermeye
çalışıyoruz. Folsom Cezaevi Programı bu Manifesto'nun say­
falarına mahkumların kanı, teri ve gözyaşlarıyla yazılmıştır.
'lslah etme' adı altında uygulanan programı, boğulan in­
sanların üzerine su dökmeyi öğütleyen hurafelere benzetmek
mümkündür, yöneticiler saldırganlığı önlemek amacıyla sal­
dırganlığa başvurmaktadırlar.
Şiddetten, zorbalıktan uzak bir hayat arzuladığımızı belir­
tirken yetkililerin şiddet tedbirleri ve zorbalıklarıyla karşılaşı­
yoruz. Toplumun ahlakını iyi ve cahil olanla özdeşleştirmeye
çalışırken sömürülüyor ve haksızlığa uğruyoruz.
Anayasa çerçevesi içinde, barışçı yollardan direniş hak­
kımızı kullanırken işkenceye uğruyor, öldürülüyoruz. BÜ­
TÜ N AMERiKAN VATANDAŞLARI gibi eşit haklar istediği­
mizden mahkum ediliyoruz.
Bilgi seviyemizi yükselterek çeşitli haber alma kaynakla­
rıyla dış dünyaya ayak uydurmaya çalıştığımızda çabalarımız
sistematik bir şekilde kısıtlanıyor ve çevremizde olup biten­
ler üzerine düşünmek istediğimizde tecrit edilerek cezalan­
dırılıyoruz.

63
Kaliforniya'da Uygulanan
Cezaların Niteliği
jessica Mitford

Dünyadaki benzerlerinin en genişi olan ve içinde yüzde


45'i zenci ve melez 28.400 mahkum barındıran Kaliforniya
Cezaevi imparatorlugu, ileri ve insanca bir ceza sistemi uygu­
lamakla tanınır. (Burada cehennem gibi yerler olan belediye
ve eyalet cezaevlerinden değil, ağır hapis cezasına çarptırılmış
mahkumların bulunduğu devlet cezaevlerinden söz ediyo­
rum.) Yıllardır bazı reformların gerçekleştirilmesi için çalışıl­
maktadır. Cezalandırma kavramı yerine ıslah etme kavramını
koymak, mahkumların davranışlarına göre ayrılmaları, düze­
len suçluların derhal topluma dönmesini sağlamak sözü geçen
reformlardandır.

64
Dr. Kari Menninger Cezalandırma Suçu adlı kitabında sis­
temi övmekte ve şunları söylemektedir: "Kaliforniya Cezae­
vi Sistemi , mükemmel çalışma programları, eğitim çalışma­
ları, sağlık teşkilatı, danışma kurulları ve diğer düzeltme yol- ·

!arıyla bütün eyaletlerdeki sistemler arasında ön sırayı tut­


maktadır. Önemli özelliklerinden biri, teşhis, değerlendir­
me, tedavi ve sınıflandırma işlemlerinin bir arada yürütül­
mesidir. Bu, davanın bütün özelliklerinin ve suçlunun de­
ğerleri ve kusurlarının bilimsel olarak incelenmesiyle siste­
matik bir çalışma haline getirilir."
Kaliforniya cezaevlerini daha yakından tanıyan krimino­
loglar, yasama görevlileri, sosyologlar ve avukatlarsa yukarı­
daki gözleme kesinlikle ters düşen görüşler ileri sürmektedir­
ler. Kaliforniya Üniversitesi'nde klinik psikoloj isi, hukuk ve
kriminoloji dersleri veren Dr. Bernard L. Diamond bana, "Ka­
liforniya'dakiler gibi 'iyi' cezaevlerinde fiziksel zorluklar, yeri­
ni psikolojik zorluklara bırakmıştır. Ben bunlara 'fantezi' ce­
zaevleri derim; pırıl pırıl, iyi düzenlenmiş, sağlık şartları ye­
rinde gibi görünürler. Ama mahkumlarla konuşacak olursa­
nız, size bin türlü psikolojik baskıdan söz edeceklerdir," de­
mişti. Ve bu yeni, ileri ceza sisteminden yararlanmaları gere­
ken mahkumlar, kamuoyunu etkilemek için başvurulan süs­
lemelerin gerisinde kesin bir çürüme duru�undan başka hiç­
bir şey bulunmadığını söylerler.
Bu yazıyı hazırlarken, kriminologlar, cezaevi yöneticileri,
eski mahkumlar, yasama görevlileri ve avukatlarla konuştum.
Cezaevleri üzerine yazılmış kitapları karıştırdım, yazık ki
bunlar da cezaevleri gibi üzeri örtülü, ne dediği anlaşılamayan
sosyolojik terimlerle doluydu: "Cezaevi formel ya da komp­
leks bir kuruluş olup, geniş çapta, çeşitli gruplardan meydana

65
gelmiş, işbölümü, fonksiyonel ayırım ve rol dağılımı esasları­
na göre düzenlenen bir yapıya sahiptir."
Olayları yumuşatmaya yarayan yeni terimleri iyice öğren­
dim: cezaevi - ıslah amacını güden sosyal hizmet, mahkum -
cezaevi sakini, gardiyan - düzeltme görevlisi, kilit altında bu­
lundurma - alıştırma ve yol gösterme, hücre - uyum merkezi.
Cezaevi görevlileri mahkumların söylediklerine inanmamamı
öğütlediler, mahkumlarsa görevlilerin yalan söylediklerini
öne sürüyorlardı.
Bu kargaşalık içinde, ıslahhaneler, belediye, eyalet ve dev­
let cezaevleri arasında insan yolunu nasıl bulabilirdi? Sorula­
rımda ayrıntılara inmeye çalıştım, mahkumların modem ce­
zaevlerinde, özellikle Kaliforniya'da erkek mahkumların bu­
lunduğu devlet cezaevlerinde ne gibi haklara sahip oldukları­
nı araştırdım.
Kalifomiya, suçlular için süresiz hapis cezası uygulamala­
rının kabul edilmesinde önderlik etmişti. Bu uygulamaya gö­
re, yasama organı tarafından, çeşitli suçlar için en kısa ve en
uzun mahkumiyet süreleri belirtilir (örneğin, dolandırıcılık,
ikinci dereceden bir suçtur ve cezası 1 yıl ile 1 O yıl arasında
değişir, h ırsızlığın cezası 5 yıldan müebbet hapse, uyuşturucu
madde satmanın cezası gene 5 yıldan müebbet hapse kadar
değişir) , yargıç suçluyu mahkum ederken kesin bir süre tayin
etmez, 'kanunda belirtilen süre için' demekle yetinir.
llk reform tasarıları hazırlanırken süresiz hapis cezası ıslah
anlayışının bir parçası olarak görülmüştü. Amaç, topluma ge­
ri dönebilecek durumda olduklarını davranışlarıyla kanıtla­
yan mahkumların kesin ceza süresinden daha kısa süre içinde
serbest bırakılmalarını sağlamaktı. Ceza süresinin saptanması
önyargılarla karar verebilecek bir duruşma yargıcından, insan
psikolojisi üzerinde uzmanlaşmış kişilere geçiyordu. Bu uz-

66
manlar suçtan çok suçluyla ilgilenecek, bütün koşulları dik­
kate alacak ve 'çalışma, eğitim ve teknik öğrenim metotlar'ıy­
la mahkumların ıslah olmalarına yardımcı olacaklardı.
Ama başka bir yönü daha vardı konunun; süresiz hapis ce­
zası uygulaması, yöneticilerin elinde mahkumları kontrol al­
tına almakta kullanılan bir silah haline gelmişti. Bir sosyolog
bana, "Yöneticiler ceza sisteminin kendilerine tanıdığı yetki­
yi derhal fark etmişler ve buna dört elle sarılmışlardı," demiş­
ti. Kırbaçtan çok daha güçlü bir silah bu. Mahkumlara hatır­
latıp durduğu şey: "Uslu durursanız sizleri hemen serbest bı­
rakırız. " Buna karşılık 'tehlikeli' suçluların, hayatlarının so­
nuna kadar cezaevlerinde tutulmaları mümkündür. Ama
kimdir 'tehlikeli' suçluyu diğerlerinden ayıracak olan? Bu te­
rim, radikal mahkumları, çeşitli etnik grupların liderlerini ve
cezaevinde huzursuzluk yaratanları içine almaktadır. Belli bir
mahkuma kişisel düşmanlığı olan gardiyandan Vasiler Heye­
ti üyelerine kadar bütün görevliler, süresiz hapis cezası uygu­
lamalarından yararlanarak mahkümlar üzerinde sınırsız bir
kontrol sağlamışlardır.
Süresiz hapis cezası, ıslah olduğuna inanılan mahkumun
cezasını erken tamamlamasına yol açtığı gibi, cezaevinde se­
vilmeyen mahkumların yargıcın tayin edebileceği süreden çok
daha fazla cezaevinde kalmalarını da sağlayabilir; 19. yüzyıl
ceza uzmanlarının eserlerinde sık sık, yargıçların çok hafif ce­
zalar verdiklerinden, suçlunun kısa bir süre sonra tekrar top­
luma iade edildiğinden yakınılır. Süresiz hapis cezası sistemi
kamuoyunu her açıdan memnun edebilecek niteliktedir: Ceza
sisteminin mahkumlara olabileceği kadar iyi davrandığını, on­
ların bir an önce topluma iadesini sağlamaya çalıştığını belir­
tirken, bir yandan da, yalnızca 'güvenilebilir durumda olan­
lar'ın topluma dönmelerine izin verileceğini eklemektedir.

67
Kaliforniya'da erkek suçluların mahkum edilmeleri ve res­
mi bir görüşmeden sonra serbest bırakılmaları, dokuz üyeden
meydana gelen Vasiler Heyeti'ne bırakılmıştır; iddialara göre,
heyet her alanda yetenekli, başarılı ve liderlik vasıflarına sahip
kişilerden seçilir. Üyeleri vali, dört yıllık bir süre için seçer.
Bugün görevli olan heyetin yapısı iddialara pek uygun değil­
dir. Emekli bir dişçinin dışında bütün üyeler ceza sistemi ve
adalet mekanizması içinden seçilmiş üyelerden meydana gel­
miştir: eski polisler, savcılar, F.B.I. personeli ve cezaevi görev­
lileri gibi. Bu heyet, Kaliforniya Devlet Cezaevleri'ndeki mah­
kumların kaderi üzerinde, cezaevinde ve cezaevinden çıktık­
tan sonra sınırsız yetkilere sahiptir.
Süresiz hapis cezası maskesi altında, Kaliforniya cezaev­
lerinde serbest bırakılmadan önce geçirilen ortalama süre 36
aya çıkarılmıştır, bu süre ülkede ve büyük bir ihtimalle dün­
yada karşılaştığımız en uzun süredir. lstisnasız olarak süre­
siz mahkum edilen suçlular her zaman, ceza süreleri yargıç
tarafından saptanan suçlulardan daha uzun süre cezaevinde
kalmışlardır.
Karşılaştığım eski mahkumlara Kaliforniya cezaevlerindeki
mahkumların en büyük dertlerinin ne olduğunu sordum. He­
men hemen hepsi bu konuda aynı şeyleri düşünüyordu. Ceza­
evindeki kötü yaşama koşullarına fazla önem vermemeleri ol­
dukça şaşırtıcıydı. Yemeklerin genellikle berbat olduğunu
söylediler. Sağlık tedbirlerinin yetersizlikleri bazen cinayet
olarak tanımlanabilecek hale gelmekteydi. 'Islah amacını gü­
den sosyal hizmetler'in ortak özellikleri aşırı kalabalık oluşla­
rıydı; bu durum homoseksüel saldırganlıklara, kavgalara ve
koşulların zorlaşmasına yol açıyordu. Eğitim programları üze­
rine söylenenler tamamen gerçekdışıdır. San Quentin'de
3 . . 500 mahkum için, 350 kişilik programlar hazırlanmıştır.

68
Bunlara katılabilmek için 18 ay ya da daha uzun bir süre bek­
lemek gerekm ekte dir Koşulların en elverişli olduğu yerlerde
.

bile dışarıda faydalı olabilecek bir iş öğrenmek imkansız gibi­


dir. Fakat bu alça ltıcı ve güç koşullar, mahkumlar için, hayat­
larının her yönünü kontrol altında tutan bürokrasi ağı kadar
rahatsız edici değildir. Eski mahkumlardan biri sorunu şu şe­
kilde özetlemişti: "Sizden biftek ve yumurta istemiyoruz, bizi
Vasiler Heyeti'nden kurtarın yeter ! Pırıl pırıl, mo dern resim­
ler istemiyoruz, yeter ki süresiz hapis cezası adı verilen bu
barbarlıktan kurtulalım! "
Mahkumlar kendilerini ' l9 . yüzyıldan kalma gardiyanlar
ve 1984'lerin kafatası küçülten bilginleri' arasında kalmış his­
setmektedirler. Bazı yetkililer hala, 'toplumu suçludan koru­
mak' ve 'önleme tedbirleri' gibi kavramları savunmakta ve
mahkumlara bu kavramları uygulamanın ceza sisteminin en
önemli gö revleri nden olduğuna inanmaktadırlar. Bu arada 'ıs­
lah etme', 'terapi' gibi modern terimler de asıl amacı maskele­
meye yaramaktadır. Suçlu işlediği suçu iki şekilde ödemekte­
dir, modası geçmiş şekilde, ceza süresini doldurarak ve 'ıslah
olduğu'nu, görüşmelere hazır olduğunu kanıtlayarak.
1. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra İ ngiltere cezaevleri üze­
rine yazılmış bir makalede (değindiği noktaların hepsi Ameri­
ka için de geçerli olduğundan aynı yazının bugünlerde, Ame­
rika cezaevleri üzerine yazıldığı rahatça öne sürülebilir) Geor­
ge Bernard Shaw, ileri sürülen amaçların ceza sistemiyle ke­
sinlikle çelişkiye düştüğüne işaret etmektedir. "Düzeltmek,
gaddarlığı hoş göstermek için uydurulmuş bir kavramdır," de­
mektedir Shaw. "Bir adamı cezalandırmak için ona kötülük
etmeniz gerekir. Eğer onu düzeltmek istiyorsanız gelişmesine
yardım etmelisiniz. Ve insanlar kendilerine kötülük edildiğin­
de gelişmezler. Bize sürekli olarak mahkumları düzeltmeye

69
çalıştıklarını söylüyorlar, gerçekteyse mahkumların kendileri­
ne saygılarını yitirmeleri için gerekli bütün alçaltıcı davranış­
larla karşılaştıklarını biliyoruz. "
B u birbirleriyle çelişen amaçların toplamından modern
cezaevi hayatı ortaya çıkmıştır. Sosyologların çoğuna göre,
Dr. Kari Menninger'in öve öve göklere çıkardığı 'teşhis, de­
ğerlendirme, tedavi ve sınıflandırma bileşimi', modern ce­
zaevi yaşantısının 'Catch-22'si, john lrwing'in Felon'da söz
ettiği gibi, "Cezaevi kuralları yönetimin gerektirdiği durum­
ların ve cezalandırma işleminin toptan tedavi olarak gösteril­
diği kocaman bir aldatmaca" dan başka bir şey değildir. Kali­
forniya Yasama Kurulu tarafından hazırlanan raporlara göre,
mahkumların çoğu tedavi iddialarını 'düzmece' olarak nite­
lemektedirler: Mahkumların yüzde 70'i, "Tedavinin bir oyun
olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuna, "Evet," diye cevap
vermişlerdir.
Buna rağmen, oyuna katılmayı reddetmek çoğu zaman
tehlikeli bir durum olabilir. Boyun eğmeyen mahkumlar 'is­
yankar', 'saldırgan' yada 'kötü niyetli' olarak tanımlanmakta
ve sınıflandırma komitesi tarafından, cezalandırmak amacıy­
la değil de tedavinin akla uygun bir gerekliliği olarak, azami
ceza süresi boyunca cezaevinde kalmaya mahkum edilmek­
tedirler. Eğer bu 'isyankarlık' devam ederse, yetkililer mah­
kumun işlediği suçun gerektirdiği cezanın iki mislini çek­
mesine karar verebilirler. Bu durumda yasama kurulunun
bildirdiği gibi, 'mahkumların çoğunun nasıl hareket etmele­
ri gerektiğini ve yetkililere drıyurmak istediklerini söyleme­
yi iyice bilmeleri' doğaldır.
Eski bir mahkum kendisine uygulanan programın 'gaddar­
ca' olduğunu söylemişti. Bütün psikolojik tedbirlerin amacı
mahkumu 'hasta' olduğuna inandırmaktır, hasta oluşuysa ki-

70
şiliğinin bütünüyle yadsınmasına yol açar. Tanıdığım mah­
kumlardan çoğu, kötü denilmeyi, deli denilmeye yeğ tutmak­
tadırlar. Bunlar toplumun kendilerini cezalandırmaya hakkı
olabileceğini, ama onları kendi bozuk düzenine göre şekillen­
dirmeye kalkışamayacağını öne sürüyorlardı.
Psikiyatri ile hukuk arasındaki ilişkiler konusunda uz­
manlaşmış olan Thomas S. Szasz, "Psikiyatrinin hukuki ve
sosyal uygulamalarının çoğu, psikiyatrik liberalizm olarak
adlandırılmalarına rağmen, birer baskı aracından başka bir
şey değildir," demektedir. "Bugün önemli bir keşif olarak ka­
bul edilen, suçlunun tedaviye muhtaç olan bir hasta olduğu
tezi tamamen yanlıştır. Bu tez, bugün önce mahkumun so­
rumlulukları ve hakları olan bir birey olduğunun yadsınma­
sında, sonra da tedavi adı verilen aşağılatıcı bir cezaya çarp­
tırılmasında kullanılmaktadır. "
Kaliforniya Ü niversitesi'nde hukuk profesörü olan Caleb
Foote'un özetlediği gibi, "Amaç olarak tedavinin gösterilmesi,
sadece cezalandırmaktan dolayı vicdan azabı çekebilecek iyi
niyetlileri memnun etmekte ve idarecilerin mahkumları daha
kolay yönetmelerine yardım etmektedir."
Yukarıdakilere göre, mahkumlara verilen cezalar da iyi ni­
yetle verilmektedir. Kaliforniya Cezaevi Sistemi'nin açıklama­
larına göre amaç, bireylerin cezalandırılmasından öteye git­
mek, düzeltme gayretiyle insanca yaşama şartları sağlamaktır.
Cezaevi müdürü Ray Procunier, bana bireylere insanca dav­
ranmaya çalıştıklarını söyledi: Mahkumlar güç durumda olan
kişilerdir, onları kurtarmak için ne yapabiliriz? "Biz, insanla­
rın seçme yapmayı öğrenebilecekleri, gelişebilecekleri bir or-
·

tam yaratmaya çalışıyoruz."


Gerçek durumsa San Quentin'de kısa süreli görevler alan
ve mahkumlarla arada sırada görüşen diğer yetkililerce (za-

71
man zaman cezaevlerinde çalışan profesörler gibi) daha açık
bir şekilde ortaya konulmaktadır. Bunlar kendilerine verilen
talimatın vahşi hayvanların bulunduğu bir kafese girecek biri­
ne verilebilecek talimatı andırdığını söylemişlerdir. "Emniyet
tedbirlerine dikkat etmeyi unutmayın", "Devamlı uyanık
olun," "Her zaman doğru davranışlarda bulunmalarını bekle­
diğinizi belli edin!", "Ani bir saldırıya karşı tetikte bulunun,
silahlı olabilirler", "Kendinize güvendiğinizi hissettirin onla­
ra; tam bir lider olmanız ve üstünlüğünüzü belli etmeniz ge­
reklidir", "Mahkumlarla dostluk kurmayın. Bu lŞlNlZl KAY­
BETMENlZE YOL AÇABlllR! " (Esas metinde altı çizilmiş).
Cezaevi yöneticilerinin disiplin konusundaki görüşmeleri
yönetmelikte 'mahkumlarda kendine güven, kendini kontrol
edebilme, kendine saygı ve disiplin duygularının geliştirilme­
si' ve 'özgür bir toplumda kabul edilmiş kişisel ve toplu yaşa­
ma kurallarına uyma yetenegi ve arzusunun aşılanması' şek­
linde belirtilmiştir. Yönetmelik, disiplinin 'davranışlarda iste­
nen değişikliği sağlayacak şekilde ve insan değerlerini sarsma­
dan kurulacağı'ndan söz etmektedir.
Bu amaçların temini için müdür ve iki görevliden meyda­
na gelen üç kişilik bir komite görevlendirilmiştir. Kurallara
karşı gelen mahkum bu komitenin karşısına çıkar. Mahku­
mun dinlenmesi normal olarak iki dakikadan on dakikaya ka­
dar sürebilir. Mahkuma kendisini suçlayanla yüzleştirilmek,
şahit çağırmak ya da avukatının dinlen'mesini istemek hakkı
tanınmamıştır.
Bu şartlar altında suçun sabit görülmesi kaçınılmazdır. Ka­
liforniya Cezaevi Sistemi'nden yeni ayrılmış birine, "Disiplin
komitesinin kurallara karşı geldiği söylenen mahkumun, suç­
suzluğuna karar verdiği durumlar olabilir mi?" diye sordum.
Cevabı, "Olamaz, çünkü bu bir mahkumun söylediklerine

72
inanıp, bir gardiyanı haksız bulmak demektir. Mahkumun
suçsuz olduğuna gerçekten inansalar bile suçlu olduğuna da­
ir karar alıp bir ihtar verirler," oldu. Disiplin komitesinin ver­
diği cezalar bazı hakların (mektuplaşmak, ziyaretçi kabul et­
mek gibi) kısıtlanmasından 'Uyum Merkezi'nde' (önceleri bu­
na hücre denirdi, San Francisco Examiner'ın muhabirlerinden
birine göre 'insanlar için yapılmış bir hayvanat bahçesi' gibi­
dir) 29 gün kalmaya kadar değişebilir.
Ceza bununla da kalmaz. Suç mahkumun siciline geçer
ve bu onun cezaevinde suçunun gerektirdiğinden fazla kal­
masına yol açabilir.
Disiplin Kurulu sadece kurallara karşı gelme durumuyla
değil hırsızlık, yaralama, cinayet gibi suçlarla da ilgilenir. Bu
suçların bölgesel mahkemelere bildirilmeleri gerektiği halde
çoğu zaman bu yapılamaz. Sanık halen cezaevinde bulunmak­
tadır. Süresiz hapis cezası uygulandığı için Vasiler Heyeti ra­
hatça mahkumun azami cezaya çarptırılmasına karar verebilir.
Peki, eğer mahkum suçsuz olduğunu öne sürer ve davaya,
şahitler dinlenerek, bölgesel mahkemelerde bakılmasını ister­
se ne olur? Bu konuyu San Ouentin Cezaevi müdür yardımcı­
sı james Park ve Ray Procunier'le tartıştık.
Mr. Park, "Mahkumun davaya bölgesel mahkemelerde ba­
kılmasını istemek hakkı yoktur," dedi. "Yöneticiler onun suç­
lu ya da suçsuz olduğuna karar verirler."
"Peki, şahit dinlenmediğine ve delil gösterilmediğine gö­
re, yöneticiler mahkumun suçlu olduğundan nasıl emin ola­
bilirler?"
Bunun üzerine Mr. Park, daha önce de bu tip sorularla kar­
şılaşmış olduğunu gösteren yorgun bir tavırla, "Basit bu," de­
di. "Meseleyi diğer mahkumlara sorarız. Eğer güvenilir mah­
kumlar lehte şahitlik etmezlerse suç sabitleşir. Bu tip olayların

73
bölgesel mahkemelere götürülmesi işleri çok zorlaştırır. Sizin
anlayamayacağınız bazı idari işler söz konusudur burada."
Mr. Procunier ise, "Biz gruplar içindeki gruplarla uğraşırız.
Bir mahkumun cezalandırılması konusunda karar almak zo­
runda kaldığımız olur. Birisi bıçaklanmıştır, ispatlamak im­
kansız olsa bile biz biliriz kimin bıçakladığını. Böyle şeyler
küçük topluluklar içinde açıkça görülebilir, işleri uzatmak is­
temediğimizden mahkemeye başvurmayız,'' dedi.
Mahkumun hayatındaki en önemli olay Vasiler Heyeti'nin
karşısına çıkışıdır. Vesayetle serbest bırakılmasına da, ceza
süresinin uzatılmasına da bu heyet karar verecektir. Eğer ce­
zası beş yıldan müebbet hapse kadar değişiyorsa 20 ay, yani
minimum cezasının üçte biri kadar bir süre sonra vesayetle
serbest bırakılabilir. Vasiler Heyeti'nin karşısına ilk olarak 18
ay sonra çıkar, ondan sonra da her yıl, ceza süresi tam olarak
kararlaştırıp serbest bırakılma tarihi belli olana kadar her yıl
heyetle görüşür.
Vasiler Heyeti ceza süresini kesin olarak kararlaştırmak zo­
runda değildir, çoğu zaman da mahkumun, serbest bırakılma­
sına karar verilene kadar bu süre belirtilmez. Bu şekilde ceza
süresini bilmeyen mahkumu devamlı kontrol altında tutar.
Vasiler Heyeti cezaevi görevlilerinden mahkumun davra­
nışları hakkında bilgi alarak karar verir. Görevlilerin taraf tut­
malarını önlemek amacıyla heyete herhangi bir öneride bu­
lunmalarına izin verilmez . Gene de mahkumun davranışları
görevliler tarafından bildirildiği için taraf tutmanın önlenme­
si imkansızdır.
Heyetin kararlarını hangi kriterlere göre alacağını belirten
yazılı bir yönetmelik yoktur. Mahkum neden serbest bırakıl­
madığını bilemez. Görüşme zapta geçirilmez ve mahkumun
ailesi, avukatı ve basın mensupları görüşmede bulunamazlar.

74
Disiplin Kurulu'na göre Vasiler Heyeti'nin mahkumları da­
ha dikkatle dinlediği iddia edilmektedir. Ortalama olarak bir
mahkuma ayrılan zaman 1 7 dakikadan biraz azdır. Fakat he­
yetin bütün üyelerinin belli bir mahkumun durumunu incele­
diği söylenemez, üyelerin bir kısmı mahkumu dinlerken di­
ğerleri başka bir mahkumun dosyasını incelerler.
Bir iki defa görüşmeye çağrılmış bir mahkumun bu konu­
daki izlenimlerini öğrenmeğe çalıştım. Görüşmenin acımasız
ve anlayışsız bir hava içinde geçtiğini söyledi: " l 7 dakika ma­
tematik ortalama olabilir, ama benimkiler 5 ya da 7 dakikadan
fazla sürmedi."
Karar büyük ölçüde yetkililerin mahkum hakkında bütün
bildiklerini, ya da bildiklerini sandıkları şeyleri kapsayan dos­
yalara bakılarak verilir. Gardiyanlar dosyaları inceleyebilirler,
mahkumlar ve avukatlarsa dosyaları göremezler. Buna sebep
olarak, dosyaların 'gizli psikiyatrik dokümanlar' kapsadığı
gösterilmektedir.
Buysa hastanın yararına olması gereken ve ona bazı haklar
veren bir hasta-doktor ilişkisine benzemektedir. Gerçekte
hastaya ve avukatına en ufak bir hak bile verilmemektedir,
bütün haklar polisin ve F.B.l.'nındır.
Vasiler Heyeti üyeleri prensip olarak her yıl değişir, böyle­
ce mahkum her yıl değişik yapıda bir grubun karşısına çıkmış
olur. Düzelip düzelmediği konusunda başvurulacak kriterler
de üyelere göre değişir. Üye A. dindar olabilir ve mahkuma
her yıl kiliseye gitmesini öğütleyebilir. Buna karşılık, bir yıl
sonra karşılaştığı üye Y. aklını alkolizme takmıştır ve mahku­
ma içkiye karşı olan bir derneğe girmesini, serbest bırakılma
tarihinin bundan sonra görüşüleceğini söyler. Ve mahkum bu
şekilde cezasını çekmeye devam eder. Heyete bütün bunların
adaletsiz olduğunu söylediği takdirde serbest bırakılması da-

75
ha da uzayabilir. Tamamen karanlıktadır mahkum, kararın
neye göre verileceğini bilemez. Sonunda isyankar ve saldırgan
olması olağan degil mi bu durumda?
Yönetmelik, mahkumun işlediği suçun Vasiler Heyeti'nin
k(\raımı etkileyen unsurlardan sadece bir tanesi olduğunu be­
lirtir. Diğer unsurları, mahkumun daha önce tutuklandığı fa­
kat mahkemeye verilmediği ya da mahkemeye verilip de bera­
at ettiği suçlar meydana getirir. Böylece Vasiler Heyeti polis­
ten ve savcılardan aldığı bilgilere dayanarak sabit görülmemiş
bu suçlara göre mahkumun ceza süresini kararlaştırır.
Kaçınılmaz olarak, siyasal bir kuruluş olan Vasiler Heyeti
suçlara karşı zaman zaman değişen siyasal tavırlardan etkile­
nir. Aynca heyet, gazetelerin belli bir suçla ne dereceye kadar
ilgilendiklerini, olayın basına ne şekilde yansıdığını da göz
önüne alır. Görüşmesi silahlı bir banka soygunuyla ilgili ha­
berlerin gazetelerin birinci sayfalarını kapladığı günlere rast­
lamış şanssız bir banka soyguncusunun yıldırımları üzerine
çekmesi kaçınılmazdır. Banka s oygu nu nun haftanın suçu ha­
line gelmesi, mahkumun kendi suçuna göre değil de başlıkla­
ra göre cezalandırılması ve serbest bırakı lmamasına karar ve­
rilmesine yol açar.
Burada Kaliforniya Cezaevi Sistemi'nin mahkumların gün­
lük hayatlarını etkileyen çalışma şeklini kısaca açıklamaya
gayret ettim. Bundan yetkililerin psikoloj ik baskısı ve Vasiler
Heyeti'nin çalışmalarının mahkumların karşılatığı tek baskı
aracı oldu ğu sonucu çıkarılmamalıdır. Arkaplanda fiziki bas­
kı tehdidi her an hazırdır. Geçen yıl gazetelerde bunun birçok
örneğini gördük. San Quentin'de zenci bir mahkuma ölünce­
ye kadar göz yaşartıcı gaz verildi, Vacacille'de psikiyatristler
tarafından isyankar mahkumlara boğucu bir gaz verildi, Sol e­
dad'da beyaz bir gardiyan silahsız üç zenci mahkumu vurdu.

76
Bunlar sadece duyduklarımız. Avukatlar ve mahkumlar diğer
olayların duyulması için gayret etmektedirler, fakat bunların
büyük bir kısmı mahkumlar yetkililerden korktukları için
açıklanamamakta ve gizli kalmaktadır.

Yukarıda anlatılanlar çalışmamın başında görüştüğüm bir


kriminologun dediklerini doğrulamaktadır. "Mahkumların
hakları mı?" demişti bana. 'Kağıt üzerindedir onlar. Hakları
filan yoktur mahkumların." Bununla birlikte, özellikle üç
değişik yönden, yasama organından, mahkemelerden ve şi­
kayetlerini yavaş yavaş parmaklıkların ötesinde duyulmaya
başlanan mahkumlardan gelen etkiler şartları zorlamakta,
bazı değişmelere yol açmaktadır. Artık cezaevi sistemine yö­
neltilen eleştiriler sadece mahkumlar ve yakınlarından değil,
bazı yöneticelerden, kriminologlar ve hükümet yetkililerin­
den de gelmektedir.
Cezalann Etkileri adlı bir çalışmada Kalifoniya Eyalet Mec­
lisi cezaevlerinin amaçlarının bir tekini bile yerine getireme­
diklerini belirtmektedir. Cezaevleri toplumu suçlulardan ko­
ruyamazlar, çünkü 'suçların büyük kısmı cezasız kalır, suçlu­
ların Çoğu cezaevinde değildir'. Hapis cezaları sadece faydasız
değil, zararlıdır da. Mahkum cezaevinde ne kadar uzun kalır­
sa, serbest bırakılır bırakılmaz tekrar suç işlemeye başlaması o
kadar imkan dahilindedir. 'Tedavi etmek' bir hayaldir sadece,
yetkililerin çoğu cezaevlerinin yıkıcı etkilerini görmemekte ıs­
rar etmektedirler. Vasiler Heyeti üzerine aldığı sorumluluğu
yerine getirmekte tamamen etkisiz kalmaktadır. Kısacası, Ka­
liforniya ceza sistemi gittikçe daha tutucu ve sert bir hale gel­
mekte, topluma gittikçe daha pahalıya oturmaktadır.

77
Kaliforniya eyalet yasama organının aldığı son kararlar,
Vasiler Heyeti'nin çalışmalarını kısıtlayıcı ve denetleyici bir
nitelik taşımaktadır.
Bütün bunlar mahkemelerin cezaevi yönetimiyle ilgili me­
selelere karışmamak, yöneticileri kararlarında serbest bırak­
mak gibi prensiplerinin değişmeye başladığını göstermektedir.
Önceleri mahkemeler genellikle cezaevlerinde yer alan olayla­
ra karışmayı idari açıdan sakıncalı bulurlardı. Cezaevleri iyi ni­
yetle kurulduklarına ve idarecilerin suçluyu topluma kazandır­
ma konusunda uzmanlaşmış olduklarına göre, mahkemelerin
onların işlerine karışması uygun olmazdı. Bu şekilde, mah­
kümla ilgili son karar görevli gardiyana kalmaktadır. Bu da
mahküma, 'kapılar ardından kapandıktan sora kanun filan kal­
maz, hakların yoktur artık' demekten başka bir şey değildir.
Son yıllarda cezaevi görevlilerinin yetkilerini kısıtlayan ba­
zı kanunlar yürürlüğe girdi, bu konuya yönelik yayınları çe­
şitli yazılardan izlemek de mümkündür. Mahkemeler sürekli
olarak avukatların ve karşılaştıkları -davranışları yazan mah­
kumların hücumuna uğramaktadır. Aslında mahkumların bu
tip yazıları yayınlamaları yetkililerin işine gelmektedir. llk
olarak, bu yazılar mahkumu bir süre için rahatlatmakta, sa­
kinleştirmektedir; ikincisi, yetkililer bu yolla durumdan hoş­
nut olmayanları öğrenmekte ve bunları yola getirmek için ted­
bir almaktadırlar. Yayınlanan yazıların pek azı başarılı olmuş­
tur. Bununla beraber, bunların sayısının günden güne artışı
mahkemeleri etkilemektedir.
Ayrıca mahkumlar için başka bir umut kapısı açılmaktadır.
Son zamanlarda Wall Street firmalarından gelen 15 bin dolar­
lık çekici iş tekliflerini ve ileride kazanılabilecek milyonları
teperek mahkumların savunmalarını üzerlerine alan avukatla­
rın sayısı fark edilir şekilde artmıştır.

78
Avukatın işi onu her gün suçlular, 'isyankarlar', kanuna
karşı gelenlerle bir araya getirmektedir. Yöneticilerin yetkile­
rinin kısıtlanmasını ve mahkemelerin mahkumların haklarıy­
la daha yakından ilgilenmelerini sağlamayı başaran hukukçu­
lar, şimdi mahkümların ve idarecilerin despotça davranışlarıy­
la ezilen bütün grupların çıkarlarını savunmaya hazırdırlar.
Bu avukatlardan biri bana, "Cezaevi sisteminin temelini
hukuk yönünden eleştirmeliyiz," dedi. "Esas mesele idarecile­
rin yetkilerinin yeniden gözden geçirilmesidir. Vasiler Heye­
ti'ni meydana getirenlerin yapısı o kadar önemli değildir; he­
yetin iyi niyetli insanlardan meydana gelmiş olması, mahkü­
mun daha iyi bir durumda olmasını garantilemez. Her şeyden
önce mahkümların sahip oldukları hakların cezaevi sınırlarıy­
la kısıtlanması önlenmelidir. Bu elde edilinceye kadar yasama
organı bile bize yardımcı olamaz. Yarın mahkümlara her hak­
kı tanıyan bir kanun çıksa bile, mahkemeler cezaevlerinin ida­
ri işlerine karışmayı reddettikleri sürece mahkümun hiçbir
hakkı yok demektir, kanun yoluyla hakkını arayamaz."
Mahkemeler cezaevlerinde olup bitenleri öğrendikleri za­
man şaşıp kalmaktadırlar. 1966'da bölgesel mahkemelerden
biri ilk defa devlet cezaevlerinden birini denetlemek üzere Ka­
lifomiya'nın Soledad Cezaevi'ndeki hücreleri (yönetmeliğe
göre 'mesele çıkaran mahkümlar için kullanılan özel bir ted­
bir') gezmiştir. Mahkeme yetkililerin 'insanı serseme çeviren
olaylara göz yumarak en basit insanlık kurallarını bile bir ke­
nara ittikleri'ni belirtmiş ve onlardan 'en ilkel insan topluluk­
larında bile geçerli olan bazı kurallara uymalan'nı istemişler­
dir. Buna rağmen, 1970'de zenci milletvekillerinden meydana
gelmiş bir grup, aynı hücrelerde zenci mahkümların insanlık
dışı davranışlarla karşılaştıklarını tespit etti. Milletvekilleri,
"Eğer raporlarda gördüklerimizin binde biri bile doğruysa,

79
bütün yöneticilerin alçak, vicdansız ve tehlikeli insanlar olma­
sı lazım," demişlerdir.
Gene 1970'de bazı mahkemeler cezaevlerinde olup biten­
lerle ilgilenmeye başlayacaklarını gösteren bazı kararlar aldı­
lar. Bu konuda aşağıdaki iki örneği gösterebiliriz:
Arkansas mahkumlarının giriştikleri toplu bir eylemle il­
gili olarak bölgesel mahkeme, koşulların bu derece kötü ol­
duğu bir kuruluşta bulunmanın verilebilecek bütün cezalara
bedel olduğunu belirtmiş, yetkililerden 'bu insanlık dışı ko­
şulların düzeltilmesi için derhal tedbir almaları'nı istemiştir.
"insanların, haysiyetlerini bir tarafa bıraksak bile, hayatları
ve saglıkları tehlikededir. Alınacak tedbirler kesin, uygula­
malar kararlı olmalıdır."
Cezaevi sisteminin Kalifomiya'dan sonra en insanca ve en
açık fikirli sistem oldugu söylenen New York'ta bölgesel bir
mahkeme, ülkedeki bütün cezaevlerinde uygulanan yöntem­
leri sarsabilecek bazı sonuçlara varmıştır. "Cezaevine giren
mahkO.m bütün haklarını da birlikte götürür. Cezaya çarptırıl­
ması onun haklarını kaybetmesi anlamına gelmez." Mahkum­
ların cezaevlerinde karşılaştıkları insanlık dışı davranışları işa­
ret eden mahkeme, davacı olan mahkumlara 13.020 dolarlık
bir tazminat verilmesine karar vermiştir.
Büyük ölçüde mahkumların kendi gayretlerinin sonucu,
cezaevleri sorunu kamuoyunu ilgilendiren bir numaralı konu
haline gelmiştir. Güneyden kuzeye bütün ülkeye yayılan zen­
ci ayaklanmaları ve bunun bir uzantısı olarak cezaevlerinde
çıkan olaylar, kamuoyunu, yasama organını ve mahkemeleri
zenci sorununa, zencilerin yıllardır ihmal edilmiş dünyalarına
eğilmeye zorlamaktadır.
ilk olarak cezaevindeki zenci Müslümanlar bazı karışıklık­
lara yol açtılar, idareciler tarafından baş belası olarak görül-

80
melerine rağmen, mahkeme onlann cezaevinde istedikleri gi­
bi ıbadet edebileceklerine karar verdi. Şimdi yetkililer o gün­
lere adeta özlemle bakmaktadırlar. Mr. Park bana Müslüman­
lann, özellikle Panter gruplarıyla karşılaştırıldıklarında, tutar­
lı bir etkileri olduğundan söz etti.
Hem mahkümlar hem de idareciler geleneksel mahküm şi­
kayetlerinin nitelik değiştirmekte olduğu konusunda anlaş­
maktadırlar. Sebep olarak şunlar gösterilebilir:
1) Radikal ve devrimci fikirler cezaevlerine sızmaktadır,
idarecilerin azami dikkatine rağmen mahkümlar Che Gueve­
ra'nın, Frantz Fanon'un ve Mao Tse-tung'un eserlerini ele ge­
çirmektedirler. (Aynı zamanda yayıncılar da mahkümlann
yazdıklarıyla ilgilenmektedirler. Soul on Ice, Soledad Brother,
An Eye for an Eye gibi eserlerin gördüğü ilgiden sonra, bütün
edebiyatçılar mahkümların edebiyat dalındaki başanlarından
söz eder olmuşlardır.)
2) Cezaevleri şimdi yeni tip bir suçluyu barındırmaktadır­
lar: düzene başkaldıran, uyuşturucu maddeler kullanan zenci
ya da melez militan. Gardiyanlar tarafından birleşmeyi önle­
mek amacıyla ustalıkla kullanılan ırk uyuşmazlıkları artık es­
kisi kadar etkili değildir. 1970'de Soledad'da, San Quentin'de
ve Folsom'daki isyanlarda ilk defa renk ayrılığının tamamen
bir kenara atıldığını gördük: Zenciler, melezler ve beyazlar is­
teklerini kabul ettirmek için bir arada direndiler. Bu mahküm­
larla dışarıdaki devrimciler arasında gittikçe büyüyen bir ya­
kınhk göze çarpmaktadır.
3) Eskiden mahkumlar başlarına gelenlerin alınyazıları ol­
duğuna inanır, başka suçlu aramazlardı. Şimdi bunun doğru­
luğuna eskisi gibi inanmıyorlar. Kayıtlar gözden geçirildiğin­
de cezaevlerinin bir zamanlar yoksullar, lrlandalılar ve ltal-

81
yanlarla, günümüzdeyse yoksullar, zenciler ve melezlerle do­
lu olduğu görülür.
4) Mahkümlar, gün geçtikçe bütün adalet mekanizmasını
ve cezaevleri sistemini sınıfsal ve ırkçı baskı araçları olarak
görmeye başlamışlardır. Olay polisle başlar: Araba çalan iyi ai­
le çocugu sırtı sıvazlanarak ailesine iade edilir. Kenar mahal­
leden gelen çocuk aynı suçu işlediği zaman kendini cezaevin­
de bulur. Artık ya boğun eğecek, ya da hakkını aramaya kal­
karak başına açacağı dertlere katlanacaktır. Baş kaldıran, razı
olmayan, adalet isteyen birey ömrü boyunca cezaevinde kala­
bilir. "Ne zaman tedavi olmuş sayılır bir suçlu?" dedi mah­
kumlardan biri. "Genel kanı, başını yeterince eğdiği, çalışkan
ve sessiz göründüğü, idarecilerin orta sınıf ahlakına karşı çık­
madığı zaman serbest kalabileceğidir."
Cezaevi ve mahkeme yetkililerine gönderdiği bir yazıda
San Quentin müdür yardımcısı, 1968 San Quentin Cezaevi
ayaklanmalarında gördüğü 'yeni bir başkaldırma tarzı'ndan
söz etmektedir. "Mahkümların geleneksel sızlanmaları, her
zamanki yiyeceklerden şikayet etmelerinden çok değişik bir
şekilde, kanunlara ve yönetmeliklere, idarecilere, mahkümla­
ra tanınan haklara, süresiz hapis cezasına ve buna benzer ku­
ruluşlara yöneltilen iyi planlanmış ve düzenlenmiş protestolar
şekline dönüşmüştür. Genç rnahkürnların çogu devrimci fi­
kirler taşımaktadır. Bu yüzden, idarecilerin bu tür devrimci
yayınları okumaları, ayaklanmaları yöneten liderleri daha ko­
lay anlamalarını sağlayabilir."
Sonuç: Dışarıdaki cereyanların cezaevine sızması büyük
bir tehlike arz etmektedir. Bunların kontrolü ve mahkümları
etkilemelerinin önlenmesi büyük önem taşımaktadır.
Benim çıkardığım sonuçsa, cezaevleriyle dış dünya arasın­
daki bağlantıların mümkün olduğu kadar çabuk sağlanması-

82
dır. Cezaevleri, geleneksel olarak, gizli yerlerdir; kamuoyun­
dan ve mahkemelerden kesinlikle aynlmışlardır, ilgililerin is­
tediklerini görmelerine hiçbir zaman izin verilmez. Vasiler
Heyeti'nin bir mahkumla yapugı görüşmeye katılmak istendi­
ği zaman 'yabancı birinin varlığı mahkumu rahatsız edecektir'
gerekçesiyle buna izin verilmez. Soledad cezaevi müdürü bu­
nun benim açımdan "pek akıllıca bir davranış olmayacagı"nı
söyledi. Bana, ziyaretlerimde bir sakınca görülmeyen diger va­
tandaşlar gibi Soledad Cezaevi'ni dolaşma izni verildiği dogru­
dur, fakat daha sonra yönetmeliği okuyunca bunun hiçbir şey
ifade etmediğini anladım. Yönetmelikte mahkumların ziyaret­
çilerin dikkatini çekmelerinin ya da onlarla konuşmalarının
yasak olduğu yazılıydı. Yani mahkumlar, iyi çocuklar gibi, gö­
rülebilen ama işitilmeyen varlıklardır.
Bence atacagımız ilk adım, bu kapalı kapıların ardını gör­
mek olmalıdır. Açılacak kapılar mahkemelerin, kanun koyu­
cuların, kamuoyunun, düzeni değiştirmek için uğraşan dev­
rimcilerin ve en büyük sorumluluğu taşıyan gücün, halkın
geçebilecegi kadar geniş olmalıdır.

83
4

BASKININ GERÇEK DELİLLERİ


Günümüzde Siyasi Mahkumların
Duruşmaları
Angela Davis

Açıklayacağımız olaylar Amerika Birleşik Devletleri'nde


bugün uygulanan baskıyı kesin olaylarla kanıtlamak amacıyla
derlenmiştir. Burada yorum yapacak değiliz, yalnız meseleyi
tam olarak kavramak için vereceğimiz örneklerin yeterli ola­
mayacağını belirtmek istiyoruz. Baskıyı bütün açıklığıyla gör­
mek için okuyacaklarınızı binlerce defa genişletmek gereke­
cektir. Hele cezaevlerinde çürümekte olan zencilerin, Porto
Rikolulardan ve Chicanolardan meydana gelmiş geniş kitlele­
rin, büyük ölçüde sömürücü ve ırkçı bir sosyo-ekonomik dü­
zenin kurbanları olduğu düşünülürse örneklerimizin yetersiz­
liği daha iyi anlaşılır.

87
Sözü geçen davaların çoğu siyasal savunma kampanyaları
aracılığıyla halka duyurulmuştur. Aynı tip başka olaylar da bu
şekilde açıklanmış bulunuyor, gene de birçok siyasi mahku­
mun davaları tamamen karanlıkta kalmış durumdadır.
Tipik durumları ayırmak için birtakım çabalarda bulunul­
du. Seçtiğimiz davaların hepsi cezaevinde bulunan ya da tu­
tuklu olan kişilerle ilgilidir. Soledad Kardeşler, Ruchell Mage­
e, Ericka Huggins, Bobby Seale gibi, bu kitapta adı geçen siya­
si mahkumları seçtiğimiz davaların dışında bıraktık.
Burada zencilerden, Chicanolardan, Porto Rikolulardan,
kadın, erkek, öğrenci, işçi ve işsizlerden örnekler vereceğiz.
Örneklerin çogu siyasi mahkumlardan söz etmektedir. Bunun
yanında savaşa karşı gösterilere ve silahlı direnişlere katılarak
kanuna karşı gelmiş olanlara da yer ayırdık. Ayrıca, örnekle­
rimiz arasında siyasal olmayan suçlardan hüküm giyen, fakat
zamanla bilinçlendiklerinden idarecilerin siyasi mahkumlarla
bir tutmaya başladıkları kişiler de bulunmaktadır.
Son olarak, Üçüncü Dünya insanlarını ele aldık. Bunların
çoğu suçsuzdur; suçlu olanlar da işledikleri suçla kıyaslanma­
yacak kadar ağır cezalara çarptırılmışlardır.
Küçük bir güney kasabasında idama mahkum edilen 1 5 ya­
şındaki Marie Hill'in cezasının infazı, belki de örneklerimiz
arasında en çarpıcı olanıdır.

Marin Eyalet Cezaevi


Mayıs, 1971

88
Kara Panter Partisi

Hareketin içinde bulunanlar, siyasal baskıdan söz edilir


edilmez öldürülen, hapsedilen, polis tarafından gözaltında tu­
tulan yüzlerce Panter'i hatırlarlar. F.B.l. tarafından huzur ve
sükunu bozan en büyük tehlike olarak nitelendiren bir parti­
nin bu davranışlar.la karşılaşması olagan görülebilir.
Bu çalışmada Kara Panter Partisi üyelerine karşı girişilen
kıyımı biraz olsun açığa çıkarmak imkansızdır. Tutuklanan
parti üyelerinin davalarından kısaca söz etsek bile, bu, ciltler
tutan bir çalışmayı gerektirir.
Mayıs 1968'den beri, iki buçuk yıl boyunca l .OOO'den faz­
la Panter tutuklanmış, 19 Panter öldürülmüştür. Bunların
arasında Mark Clark ve Fred Hampton'm Chicago'da polis

89
tarafından uyurlarken öldürülmelerini sayabiliriz. Bu süre
içinde Avukat Charles Garry'nin tespit ettiği rakamlar şu şe­
kildedir: 125'ten fazla bomba koymak, cinayet, hırsızlık,
adam kaçırma gibi suçlara teşebbüs davası, 152'den fazla, ço­
ğu polislerin Panterler'e saldırmasının sonucu meydana ge­
len cinayet ve adam kaçırma davası, silah taşımakla ilgili
150'den (azla dava, 1 29'dan fazla hırsızlık ve çalınmış mal
bulundurma davası, kanuna aykın davranışlarla ilgili 35 da­
va, 39'dan fazla polise karşı gelmekle, 24'den fazla uyuşturu­
cu maddelerle ilgilf dava ve diğer davalar.

90
Son zamanlarda Kara Panter Partisi Faşizmle Mücadele Ko­
mitesi'nin beş üyesine karşı, anarşizm ve silahlı hükümet dar­
besi hazırlamak suçlarından dava açılmıştır. Partinin savunma
bakanı Huey P. Newton, parti başkanı Bobby Seale ve Ericka
Hugging gibi liderler için açılan davalardan başka bölümlerde
söz edeceğiz. David Hilliard hakkında 'Başkanı öldürmeye te­
şebbüs ettiği' gerekçesiyl_e açılan davalardan sor'ı günlerde vaz­
geçilmiştir. Şimdi 6 Nisan 1968'de Oakland'da, Bobby Hut­
ton'ın öldüğü polis saldırısıyla ilgili bazı suçlardan dolayı hak­
kında dava açılmıştır.
Birçok Panter de Dr. Martin Luther King'in öldürülmesini
takip eden aynı polis saldırısıyla ilgili olarak tutuklanmışlar ve
Kalifomiya cezaevlerine dağıtılmışlardır. Oakland Polisi o gün­
lerde bir parti toplantısı yapılacağını haber almış ve silahlarla
toplantıyı basmıştır: Bu durumda üyelerin kendilerini savun­
mak zorunda kalmaları doğaldır. Sonunda teslim olmuşlardır;
bununla beraber, zenci bir polisin açıklamasına göre, Bobby
Hutton teslim olduktan sonra elleri havadayken öldürülmüştür.
Bu olay sonucu mahkum olan Charles Bursey, San Que­
tin'de 2- 1 5 yıllık hapis cezasını çekmekteydi. Panterler'i di­
ğer mahkumlardan ayırma kararı · olan cezaevi yetkilileri,
kendisini Kaliforniya'da Susanville'de bir çalışma kampına
göndermişlerdir.
Nisan 197l'de Bursey, bir Chicano mahkumlar derneği
olan La Raza Unida'nın bir toplantısında konuşmak üzere da­
vet edildi. Konuşmasının temelini cezaevi sisteminin yeniden
düzenlenmesi için zenci-Chicano beraberliğinin sağlanması
gerektiği konusu teşkil ediyordu. Bilindiği gibi, cezaevi sistemi
ırk çalışmalarından azami faydayı sağlamaya çalışır. Yöneticiler
hoşnutsuzluğun kendilerine yönelmesini önlemek amacıyla
ırk çatışmalannı ellerinden geldiği kadar körüklerler.

91
Bu konuşmadan bir-iki gün sonra Bursey, 'ırkçı kışkırtma­
lar'dan dava edildi ve her zaman aldığı haplara uyuşturucu
madde karıştırılarak direnmesi önlendi, sonra da zorla San
Quentin'e götürüldü. Orada kendini bilemeyecek halde, bir
battaniye bile verilmeden hücreye kapatıldı.
Charles Bursey ırkçı gardi­
yanlar tarafından işkence
gören Kara Panter Partisi
üyelerinin sadece bir tanesi­
dir. 1971 ilkbaharında San
Quentin mahpusları Kara
Panter Partisi'nin Chicano
devrimci gruplarıyla birlikte
çalışacak olan yeni bir kolu­
nun kurulduğunu bildirdi­
ler; iki grup uzun zamandır
aynı baskı ve işkencelere
hedef olmuşlardır.
Partiyi dağıtmak ve çalışmalarını engellemek amacını gü­
den hareketlerin en tipik örneklerinden birisi, Panter 2 1 dava­
sı sanıklarının mahküm edilişidir.
·Bu davayı üzerinde özellikle durmaya değer buluyoruz.
1 Nisan 1969'da Kara Panter Partisi New York bölgesinden
21 üye, bir polis karakolunu, New Haven demiryolunun bir
kısmını, Manhattan'da bazı dükkanları ve Bronx Botanik bah­
çelerini bombalamaya teşebbüs etmekle suçlandılar. Panterler
aleyhinde tek bir ciddi delil bile yoktu. Rüşvet alan bazı polis­
ler tamamen uydurma birtakım deliller ileri sürdüler.
Teslim olan ya da yakalanan sanıkların bir kısmı kefaletle
serbest bırakıldı. Saralı Lee Berry yapılan işkence sonucu sık

92
ve şiddetli krizler geçirmeye başladı, zatürreeye yakalandı ve
akciğeri iltihaplandı. New York'taki hücresinden hastaneye
ancak yedi ay sonra götürüldü. Sağlığının bozukluğu göz
önünde tutularak davası diğer sanıklardan ayrı görüldü.
joan Bird, Ocak ayında işlediği iddia edilen bir suçla aynı
davaya dahil edildi. lçinden karakola ateş açıldığı iddia edilen
bir arabayı kullanmakta olduğu için hakkında dava açıldı ve
tutukluluğu sırasında korkunç işkenceler gördü.
" . . . Bileklerime kelepçe takıp yüzüstü yere yatırdılar beni.
Ellerim arkamda bağlıydı. Sonra tekmelemeye başladılar.
McKenzie silahını şakağıma dayayıp küfretti, 'seni öldürmem
lazım' dedi. Sonra parmaklarımı bükerek, 'konuşmazsan par­
maklarını kırarım' dedi. Hepsi birden beni ormana götürüp öl­
dürebileceklerinden, bunu kimsenin duymayacağından söz
ediyorlardı. Bağırdım."
Bu şekilde ona bazı şeyler itiraf ettirip imzalattılar. Sanık­
ların şikayetleri hakimin, onların mahkemenin çabuk sonuç­
lanmasını isteme haklarını göz önünde bulundurmamasına
yol açtı. Sanıklar 'Amerika adalet mekanizmasına uygun bir
davaya katılmaya hazır oldukları'nı gösterinceye kadar dava­
nın ertelenmesine karar verildi.
13 Mayıs 197l'de sanıklardan 1 3'ü savcının kendilerine
yönelttiği bütün suçlardan iki buçuk saat içinde hüküm giydi­
ler. Zaten sanıkların çoğu iki yıldır mahküm olmadıkları hal­
de hapiste tutuluyorlardı. Kefaletle serbest bırakılan dört sa­
nıktan Michael Tabor ve Richard Moore'un Cezayir'de olduk­
ları bildirildi. Bunlar mahkemelerin tarafsız olarak karar vere­
meyeceğine inananlardandı.
Bütün ülke mahkemeye çıkmayı bekleyen Panterler'le do­
ludur. Kara Panter Partisi Faşizmle Mücadele Komitesi, kuru-

93
culan karşı koymak zorunda kaldıkları polis baskınıyla ilgili
olarak mahkum edilmedikleri halde cezaevinde bulunmakta­
dırlar. Philadelphia'da Parti binasını basan polislerle mücade­
le ettikleri için birçok Panter tutuklanmıştır ve Detroit kolun­
dan bazı üyeler bir polisi öldürmekle suçlanmaktadırlar.
En son polis saldırılarından biri de North Carolina'da
meydana gelmiştir. Çocuklar için bedava yemek dağıtma
programında çalışan ve bir okul kuruluşuna yardım eden
dört Panter, bir polisi öldürmeye teşebbüs etmekte suçlan­
mışlardır. Panterlerin yaşları 16 ve 19 arasında değişmekte­
dir ve Şubat 1 9 7 l'de parti binasına yapılan bir saldırıya kar­
şı koyduklarım bildirmişlerdir. Polisin davranışlarından par­
tiyi kapatmak için hazırlanan ülke çapındaki oyunları kolay­
ca tahmin edebiliriz.

Ahmed Evans

"2. Dünya Savaşı'ndan beri bütün şehirlerimizde görü­


len hanşıhlıklann en büyük sorumlusu beyaz ırhçılıhtır. "
(Kemer Komisyonu Raporu, 1968)

Ohio, Cleveland, zenci halkın sık sık açlık ve sefaletten


uzak bir yaşantıya sahip olmak istediklerini çeşitli gösteri­
ler düzenleyerek belirttikleri şehirlerden biridir. Zenci bir
belediye başkanının seçilmesi bile bu istekleri yerine getire­
memiştir.
1968 Haziran ayında Cleveland'da, zenci bölgesi olan
Glenville'de beş gün süren bir isyan baş gösterdi. Hareket Ah­
med Evans ve onun kurduğu örgütten bazı militanların deste­
ğini görmüştü. Evans'ın kitapçı dükkanı etrafında toplanan
bir grup zenci, sorunlarını ve Clevelandlı zencilerin derhal çö-

94
zümlenmesi gereken bazı dertlerini inceliyor, bunları bir so­
nuca bağlamaya çalışıyorlardı. Kendilerini herhangi bir saldı­
rıya karşı koruyabilecek şekilde tedbir almışlardı ve ruhsatlı
silahları olduğu biliniyordu.
lsyan devam ettiği sürece kanun kuvvetleri Ahmed Evans
ve arkadaşlarıyla uğraşıp durdular. Polis şiddet kullanarak
grubu dağıtmaya çalıştı ve Evans üç kere kitapçı dükkanını
kapatmak zorunda kaldı.
23 Haziran'da Cleveland Polis Teşkilatı grubunun bütün
üyelerinin sıkı gözaltında bulundurulmalarına karar verince,
Evans zenci şehir meclisi başkanından buna son verilmesini
istedi. Meclis Başkanı Ahmed'in evinden çıktıktan beş dakika
sonra ev, kımıldayan her şeye ateş eden silahlı polisler tarafın­
dan sarıldı. Bir saat sonra 7 kişi ölmüş, 1 5 kişi yaralanmıştı.
Beş gün boyunca zencileri yatıştırmak mümkün olmadı.
Ahmed Evans ve dört arkadaşı cinayetle suçlandılar; üç
polis ve bir kamyon şoförü ölüler arasındaydı. On ay sonra
Evans, 800 bin kişilik nüfusunun 300 bini zenci olan, buna
karşılık 2 bin 186 kişilik polis teşkilatında sadece 1 65 zenci
bulunan bir şehirde, sadece beyazlardan meydana gelmiş bir
jüri tarafından yargılandı. Suçluluğuna karar verilmesi için
eline tabanca aldığının bile ispatlanmasını gerektirmeyen bir
Ohio kanununa göre mahkum oldu; bütün delil para yediril­
miş birkaç polisin verdiği ifadeden ibaretti. Ölüme mahkum
edilmeden önce suçsuz olduğunu söyledi, "Artık zencileri
elektrik sandalyesiyle tehdit ederek ve korkutarak durdura­
mazsınız," dedi.
Ahmed Evans halen ölüme mahkum edilenlerin bulundu­
ğu Ohio cezaevindedir. Hayatını kurtarmak için çeşitli kam­
panyalar açılmış durumdadır.

95
Soledad 3

Kaliforniya ceza sistemi 'ilerici' olmakla tanınır. Ama arnk


idareciler tarafından körüklenen ırk çatışmaları ve siyasal gö­
rüşmelerinden dolayı istenmeyen mahkumları öldürmeleri
için diger mahkumların kışkırtıldıgı bilinmektedir. Ayrıca Ka­
lifomiya yasama organına gönderilen bir raporda, kötü tanı­
nan zenci mahkumların yemeklerinden cam kırıkları, tükü­
rükler, idrar ve buna benzer maddelerin çıktıgı belirtilmiştir.
13 Ocak l 970'de siyasal görüşleri yetkililerce hoş karşı­
lanmayan üç zenci mahkum, beyaz bir gardiyan tarafından
havalandırma sırasında vurularak öldürülmüşlerdir. Kısa bir
müddet sonra gardiyan ölü bulunmuştur ve bu, üç zenci
mahkumun daha (Soledad Kardeşler) cinayet suçundan hü­
küm giymesine yeterli bir bahane olmuştur.
Haziran'da başka bir gardiyanın daha öldürülmesinden
sonra on beş mahkum 49 gün hücreye kapatılmış, devamlı
sorguya çekilmiş ve dışarıyla bütün baglantıları kesilmiştir.
Bundan sonra yedi zenci, jesse Phillips, jimmy james, 0.C.
Ailen, jimmy Wagner, Roosevelt Williams, Alfred Dunn ve
Walter Watson, cinayet suçuyla yargılanmaya başlamışlardır.
Adı geçenlerin hepsi zenci bağımsızlık hareketine katılmış ve
müebbet hapis cezasına çarptırılmış kimselerdir. George Jack­
son ve Rucheil Magee gibi bunlar da, idarecilerden birine sal­
dıran müebbet hapse mahkum suçlulara uygulanan 4500 sa­
yılı kanuna göre ölüm cezasına çarptırılmışlardır.
Kısa müddet sonra cezaevi yetkililerinin kardeşler aley­
hinde şahitlik edenleri derhal serbest bırakılacakları ve 500
dolarlık bir ödül alacaklarını vaat ettikleri açıklandı. Buna
ragmen yetkililer umdukları kadar başarılı olamadılar ve sö­
zü geçen yedi kişiden dördü hakkında açılan davalardan vaz-

96
geçildi. Gene de yetkililer Phillips, Wagner ve W1lliams'ı
(Soledad 3) mahkum etmeye kararlı görünüyorlardı.
Monterey eyaleti başyargıcı Gordon Campbell mahkeme
tarafından suçlulara avukat tayin edilmesine karşı çıkmıştır,
zaten mahkemenin tayin ettiği avukatlar da davayı üzerlerine
almaya pek hevesli görünmemektedirler. Bu noktada Camp­
bell'ın, Martin Luther King'in öldürülmesinden sonra Dr.
King'in layığını bulduğunu söyleyen yargıç olduğunu belirt­
mek istiyoruz. Aynı yargıç Soledad Kardeşler'in bir duruşma­
sını dinlemeye gelmiş olan zencilere doğru dürüst oturmaları­
nı ve ahırlanndaymış gibi davranmamalarını söyleyerek ırkçı­
lığını bir kere daha göstermiştir.
idareciler tarafından Soledad'a yapılan işkencelerden biri
de, avukatlarıyla görüşmeden tahlil için kart vermeyecekleri­
ni söyleyen kardeşlerin hücrelerine göı; yaşartıcı bombalar
atılmasıdır. Kardeşler bayıldıktan sonra tahliller yapılmıştır.
Ertesi gün kardeşlerden Jackson, Cluchette ve Drumgo'nun
San Francisco cezaevinin avlusunda gardiyanların saldırısına
uğramaları da pek tesadüf gibi görünmemektedir.
(Mayıs 197 l'de Soledad 3'e yöneltilen bütün iddialardan,
şahitlerden birinin serbest bırakılacağı vaadiyle yalancı şahitlik
yapmak üzere kandırıldığını açıklamasıyla vazgeçilmiştir. Bu
olay siyasi mahkumların cezaevlerinde karşılaştıkları davranış­
larla ilgili fikirlerimizin daha da güçlenmesine yol açmıştır.)

Hugo Pinel!
Nikaragualı yirmi altı yaşında bir zenci olan Hugo Pinell,
Soledad Cezaevi'nin O-kanadı bölümünde cezasını çekmek­
tedir. Gardiyanların beyaz mahkumlara, zencileri öldürdük-

97
leri takdirde serbest bırakı­
lacaklarını söyledikleri meş­
hur O bölümü burasıdır.
O ki beyaz mahkum, duruş­
maları sırasında bunu itiraf
etmişlerdir.)
1970 Kasım ayında, Kalifor­
niya cezaevlerinde siyasal
eylemlerin zirveye ulaştığı
günlerde, Pinell O bölümün­
deki açlık grevini organize
edenlerden biriydi. Mah­
kumların istekleri günde üç
öğün yemek, her gün birer
buçuk saatlik havalandırma,
okumalarına izin verilmesi
ve disiplin komitesinde temsil edilmek hakkına sahip olmak­
tan ibaretti. Grev sırasında on iki mahkum eşyalara zarar ver­
dikleri gerekçesiyle disiplin kuruluna verildiler. Pinell, arala­
rındaki tek zenciydi. Zenciler, Beyazlar ve Chicanolar arasın­
daki birliği kırmak amacıyla komite Pinell'i suçsuz bulduğu­
nu bildirdi, geri kalanlar suçlu görülmüşlerdi.
Sonradan Pinell, avukatına izlenimlerini şu şekilde anlat­
mıştı: "Evet, bu beni hem kurtarmak hem de mahkum etmek­
ti. Mahkum etmek? Eğer geri dönüp zencilere idarecilerin bi­
ze karşı olmadıklarını, hatta bizi koruduklarını, öteki gruplar­
la birlik olmamız gerektiğini, çünkü zaten istediğimizi elde et­
miş olduğumuzu söyleseydim ne olurdu sizce? Yeniden çatış­
malar ve eskiye dönüş 'mahkumlar mahkumlara karşı'." Bu
durumda Mart 1971'de Hugo Pinell'in neden bir gardiyanı öl-

98
dürmekle suçlandığını anlamak hiç zor değildir. O da Soledad
Kardeşler ve Soledad 3 gibi bilinçli olduğu için tehlikeli görü­
len siyasi mahkumlardan biridir.

H. Rap Brown
SNCC (Student Non-Violent Coordinating Committee) Baş­
kanı olan Rap Brown, bütün şehirlerde zenci ayaklanmalarının
baş gösterdiği günlerde çeşitli zenci toplulukları arasında sayı­
sız konuşmalar yapmıştı. Sonraları Kemer Komisyonu raporun­
da bu ayaklanmalara beyaz ırkçılığın yol açtığı belirtildiyse de
Rap, zencileri isyana kışkırtmakla suçlandı. Onu susturmaya
çalışan resmi makamlar tarafından sürekli tedirgin edildi.
1968'de Cambridge Maryland'de zenci bölgesinde yaptığı
ateşli konuşmadan sonra Rap anarşizmle suçlandı. Suçlamaya
gösterilen neden Rap'm konuşmasından sonra civardaki bir
okulun yanmasıydı, olay çıktığı zaman Rap, Cambridge'i çok­
tan terk etmiş bulunuyordu. Şerif olayla ilgili, en ufak bir delil
olmadığını ısrarla belirtti, bütün olay F.B.l.'ı işe karıştırmak
için hazırlanmıştı.
1968 Agustos'unda Rap, New York-New Orleans, New Or­
leans-Atlanta ve Atlanta-New York arasında yaptığı uçak yol­
culuklarında yanında 30 M- 1 bir tüfek taşıdı. Her seferinde
yanında bir tüfek olduğunu kaptan pilota bildirmişti. Yolcu­
luktan sonra başka bir suçtan yargılanmaktayken, kanuna
karşı gelerek, bir bölgeden diğer bir bölgeye silah taşıdığı için
tutuklandı. Kimse daha önce böyle bir suçun varlığını duyma­
mıştı. Bunun Rap'ın sesini kesmek amacıyla epey kanun kita­
bı karıştırılarak bulunduğu ortadaydı.
Kefaletle serbest bırakılan Rap, l 968'de, avukatıyla görüş­
mek üzere batıya gitti. Orada, bir zamanlar Kara Panter Parti-

99
si savunma bakanı olan Huey P. Newton'un doğum gününde
misafir konuşmacı olarak birkaç söz söyledi. llgililer bunu
Rap'i tekrar tutuklamak için fırsat bildiler.
50 bin dolarlık yeni bir kefalet ödemesine karar verildi ve
hakkında, konuşmayı ilgili makamlara bildiren zenci F.B.l.
ajanını tehdit etmekten dava açıldı. Ödenecek kefalet eskiler­
le birlikte 100 bin doları buluyordu. Rap cezaevini terk etme­
yi reddetti ve eski kefalet olan 1 5 bin dolar yeniden geçerli
olana değin 46 gün süren bir açlık grevine başladı.
tık önce silahı New York'tan New Orleans'a götürmekle
suçlandığı halde, daha sonra onu tekrar New York'a getirmek­
le mahkum edildi. Ve 5 yıl hapis cezasına ve 2.000 dolar taz­
minat ödemeye mahkum edildi . Dava halen temyizdedir.
Maryland davasıysa hala devam etmektedir. SNCC üyesi
olan iki arkadaşı, Ralph Featherstone ve Che Payne, Rap'in da­
vasına bakılan Maryland yakınlarındaki Bel Air'de 9 Mart
1970'de arabaları bombalanarak öldürüldüğünden beri Rap'ten
haber alınamamıştır. Hayatta olup olmadığını bilmiyoruz.

Lee Otis ]ohnson


SNCC'nin eski sekreteri Texas'da marihuana bulundurmak
ve satmaktan mahkum olduğu 30 yıllık hapis cezasını çek­
mektedir.
1 968 Mart'mda zenci bir polise, Lee Otis johnson'un kuru­
cularından olduğu Houston SN CC bürosunu araması bildiril­
di. Birkaç hafta sonra, Martin Luther King'i anmak amacıyla
düzenlenen bir toplantıda belediye reisi ve emniyet müdürü­
nü kınayan bir konuşma yapmasından iki gün sonra john­
son'a karşı sözü geçen marihuana davası açıldı. Beyazlardan
oluşmuş jüri onu tartışmasız derecede ağır bir cezaya, 30 sene

1 00
hapse ınahkCim ettikten sonra başsavcı, "Lee Otis johnson'un
hak ettiğinden daha hafif bir cezaya çarptırıldığını rahatlıkla
öne sürebiliriz," diyordu .
Aslında Houston'daki yetkililerin zenciler arasında baş
gösteren siyasal bilinçlenmeyi ortadan kaldırmaya kararlı ol­
dukları açıkça bilinen bir gerçekti. johnson'un duruşmasında
mahkemelerin nasıl düzenin baskı aracı olarak çalıştığını
açıkça gördük. johnson ise şu açıklamayı yapmaktadır: "Ben
bir siyasi mahkümum. Suçum da düzenin bozukluğunu dü­
zeltmek için insan haklarının etkili şekilde kullanılmasını sağ­
lamaya çalışmaktır."

Alabama Zenci Kurtuluş Cephesi


Alabama'daki zenciler uzun süre ırkçı baskılar ve resmi
makamlarca uygulanan şiddet hareketlerine hedef oldular.
1963'te, 46. Cadde'deki Baptist Kilisesi'nin bombalanması ve
dört genç kız kardeşimizin ölümü g:Uneydeki ırkçılığın deh­
şetini bütün dünyaya göstermiştir.
1 Eylül l 970'de yirmi üç emniyet görevlisi Alabama Zenci
Kurtuluş Cephesi'nin beş üyesinin bulunduğu bir binayı sar­
mış ve aniden binaya ateş etmeye başlamışlardır. Polis kayıt­
larında bile, evden tek bir kurşun atılmadığı belirtilmektedir;
içlerinde hamile birinin de bulunduğu üyeler evden sürüne­
rek çıkmak zorunda kalmışlardır.
Wayland Bryant, Ronald Williams ve Harold Robertson bu
olaydan sonra cinayete teşebbüs suçuyla yargılandılar. Üçü de
on altı gün boyunca, içinde sadece bir battaniye bulunan hüc­
relerde kaldılar. Bu süre içinde onlara diğer mahkumlara veri­
len yiyeceğin sadece yarısı verildi ve hiç kimseyle, avukatla­
rıyla bile görüşmelerine imkan tanınmadı.

101
Robertson'a karşı açılan dava düştü, ama bu, onu kanuna ay­
kın yollarla, New York'a gönderip başka bir suçla yargılamak
içindi. Alabama Zenci Kurtuluş Cephesi sürekli polis baskısı al­
tındadır. Bryant ve Williams, Birmingham gazetelerinde Kara
Panter Partisi kurucuları olarak anılmaktadırlar. Yargılama so­
nucu 20 yıla kadar hapis cezası yiyebilirler. Tek suçlan da, yok­
sulluk ve ırkçılık kurbanları arasında devrimci bir hareket baş­
latmak için gösterdikleri yorulmak bilmeyen çabalarıdır.

Walter Collins

Walter Collins, çalışmaları özellikle Kentucky bölgesinde


yürütülen Güney Birliği Eğitim Fonu'nun zenci kurucuların­
dandır. Ayrıca, 1 966'da New Orleans'taki zenciler arasında Vi­
etnam savaşına karşı yapılan gösterileri de yönetmiştir.
1 960'da Collins'e birdenbire öğrencilere uygulanan askere
alma işlemi yerine, istendiği zaman askere alınabilecek kimse­
lere uygulanan işlem yapılmaya başlandı. Collins derhal bu
kanunsuz uygulamaya karşı dava açtı. Jüri yalnızca beyazlar­
dan meydana gelmişti ve üyelerden biri, kanunda belirtildiği
gibi eyaletten değil, dışardandı. Memurlardan biri, Collins'e
tarafsız bir karar bekleyemeyeceğini açıkça söylüyordu.
O güne kadar aynı şekilde Danıştay'a başvuranların hepsi
davayı kazanmışlardı ve herkes Collins'in asker kaçaklarına uy­
gulanan 1 yıl hapis ve 5 bin dolarlık tazminat cezasından kur­
tulacağını sanıyordu. Buna rağmen, Danıştay Collins'i haklı
görmedi ve askere alınmak üzere tutuklanmasına karar verdi.
Bu olay zencilerin, özellikle zenci siyasal liderlerin karşılaş­
tığı davranışların açık bir örneğidir. Aynı şekilde, Danıştay'a
başvurup davayı kazanmış olan üç beyaz da kendi örneklerinin
Collins'in davasında dikkate alınmasını istemişlerdir. Mahke-

102
me onlann isteklerini, üçünün de avukat olmadıklan için sun­
duklan dilekçenin bir hukukçu tarafından hazırlanmadığını
ileri sürerek reddetti. Bunun üzerine üçü de yargıçlara özel bir
mektup gönderdiler. Mektuplarda özetle şunlar yazılıyordu:
"Keyfi askere alma işleminin zencilere uygulanan baskı örnek­
lerinden biri olduğu açıktır. Baskıya karşı çıkan zenci liderle­
rin birbiri ardına askere alınarak susturulmalannı başka türlü
açıklayamıyoruz. Eğer zencilerin karşılaşuğı baskıya göz yu­
marsak kazandığımız zaferlerin hiçbir anlamı kalmaz."
10 Aralık 1970'de insan haklan gününde, çeşitli kuruluşla­
nn zenci ve beyaz temsilcileri Adalet Bakanlığı'na, Beyaz Sa­
ray'a ve Askerlik Şubesi'ne Collins'in ve aynı durumda olan di­
ğer arkadaşlannın affı için 1 2 bin imzalı dilekçeler sundular.
Nixon hükümeti susmayı tercih ediyordu. Collins ceza­
evinde kaldı. Bu arada, benzeri durumlarla ilgilenmek üzere
bir kuruluşun temelleri atılmaktaydı.

Connie Tucker
Siyasal önderleri susturmak
ve toplum dışı ilan etmek
üzere genellikle uyuşturucu
madde kullandıklan hakkın­
da suçlamalar öne sürülür.
Martin Sostre ve Lee Otis
Johnson bu şekilde hüküm
giymiş siyasal önderlerdir.
Florida zenci gruplan kuru­
cusu olan Connie Tucker,
marihuana bulundurmaktan
5 yıl hapis cezasına mahkum

103
edilmişti. O sırada aynı suçtan yargılanmakta olan iki beyazın
cezalarıysa tecil edilmiştir. 1 969'da Florida'da çalışmaya baş­
ladığından beri Connie Tucker, sürekli olarak resmi makam­
ların saldırılarına uğramıştır. Suçlamadan bir süre önce ko­
nuyla ilgilenen memurun, Tucker'ı bir an önce o cezaevine
göndermek üzere elinden geleni yapacağım söyleyerek övün­
düğü bilinmektedir.
Connie'nin üzerinde marihuana bulunmamıştı, mahkeme­
de delil olarak yalnızca marihuana içildiğini gösterdikleri öne
sürülen iki mektup vardı. Gene de Connie cezaya çarptırıldı.
Connie'nin üyesi bulunduğu kuruluş, JOMO, yönetmeliğinde
uyuşturucu madde kullanılmasına şiddetle karşı olduğunu be­
lirtir. Şimdi ilgililer, Connie'yi kurtarmak için ülke çapında
bir kampanya açmışlardır ve Connie'nin hayatından endişe
edilmektedir. Florida Cezaevi'nin Ku Klux Klan'ın etkili oldu­
gu merkezlerden biri oldugu herkesçe bilinmektedir; üç yıl
önce zenci kadın mahkumlardan biri oradan kaçmaya çalıştı­
ğı öne sürülerek öldürülmüştür.

Norma Gist
Kuzeybatı bölgesinin güneyinde binlerce zenci ile Chicano
ve Porto Riko grup liderinin resmi makamlarca takip edildiği
ve çeşitli cezalara çarptırıldığı bilinir. Bu davalar elden geldi­
ğince gizli tutulur.
Bu davalardan bir tanesi, Oklahoma'daki kadın liderlerden
biriyle ilgilidir. Norma Gist'in gittikçe artan etkisinden kor­
kan yetkililer kendisine karşı savaş açmışlardır.
1970 yılı sonbaharında Norma Gist'in yedi yaşındaki çocu­
ğunun okul müdürü tarafından sürekli olarak dövülmesi,
Gist'i kışkırtmak amacıyla tasarlanmış bir hareketti. Çocuğu-

1 04
nun sağlıgı bozuk oldugu için bu dayak vakaları Gist'i haklı
olarak endişelendirmekteydi. Müdüre birçok defa başvurduğu
halde olumlu bir sonuç alamadı.
Öncekilerden daha sert bir dayak olayından sonra müdür­
le konuşmaya giden Gist, bu defa açıkça şahsına yöneltilmiş
hakaretlerle karşılaştı. Kendini kaybeden Gist sonunda taban­
casını çekmiş ve müdürü hafif yaralamış, olaydan kısa süre
sonra da kendini karakolda bulmuştu .
Gist mahkemeye çıkmadan otuz gün cezaevinde kaldı ve
avukatıyla görüştürülmedi. Müdürün yarası çok hafif oldu­
gu halde cinayet suçuyla yargılandı ve 10 yıl hapis cezasına
çarptırıldı.
Olaydan sonra Gist'i ve aynı durumdaki diğer mahkumları
kurtarmak için Oklahoma'da geniş bir kampanya açılmıştır.

]ames ]ohnnson
Amerika'da hüküm süren ırkçılık zenci işçilerin sömürül­
mesinde de kendini gösterir. Kapitalistler yalnızca karşılığı
ödenmeyen zenci işgücü kullanarak kar etmekle kalmazlar,
aynı zamanda ırkçılığı, işçi sınıfı arasında ikilik çıkararak dev­
rimci atılımları önlemek amacıyla da kullanırlar.
Detroit'deki Chrysler firması çalıştırdığı 6 bin zenci işçi­
yi acımasız sömürmesiyle tanınır. Her gün karşılaşılan iş ka­
zaları ve kötü çalışma koşulları yüzünden fabrikada sürekli
gergin bir hava hüküm sürer. Bu koşullar sonucu Otomobil
İşçileri Sendikası üyelerinden james johnson iki ustabaşı ve
bir iş dağıtıcısını öldürdü. Yaptığı iş Johnson'u insanüstü bir
hızla çalışmaya zorluyordu. En küçük bir gecikme aksama­
lara yol açıyordu. Bu koşullar o güne kadar birkaç greve yol
açmıştı.

105
Bir araba kazası sonucu, doktorlar johnson'un bir süre işi
bırakması gerektiğine karar verdiler. Fabrikanın doktoruysa
işinin başına dönmesini söy.ledi. Bunun üzerine johnson iki
hafta izin aldı, işinin başına döndüğündeyse işten çıkanldığı­
nı öğrendi. Sendikanın zorlamasıyla tekrar işe alınan johnson
ücreti kesilerek ortalama sıcaklığın 1 20°F olduğu fırınlarda
çalışmaya gönderild:.
İtirazları onun kesin olarak işten atılmasına ve silahlı bek­
çiler tarafından fabrikadan uzaklaştırılmasına yol açtı. Çok
geçmeden johnson elinde bir tüfekle geri döndü; yöneticiyi
aradığını söylüyordu. Bir süre sonra da kendisini fabrikadan
çıkarmaya çalışan üç kişiyi öldürmüştü.
james johnson kuru, ırkçı bir düzenin, bütün suçu insan­
ca yaşamak istemesi olan bir kurbanıdır. O tam anlamıyla bir
siyasi mahkumdur ve avukatının dediği gibi: "Baskıya ve in­
sanlık dışı yaşama koşullarına karşı baş kaldıran bir işçiyi bu
noktaya getiren bir düzende bu siyasi bir davadır. Yargılanma­
sı gereken james johnson değil, işçiyi bu koşullar altında ya­
şamaya zorlayan düzendir."

Martin Sostre

Birkaç yıl önce Porto Rikolu Martin Sostre, New York'un


zenci bölgesinde- Afrika-Asya konulu kitaplar satan bir kitap­
çı dükkanı açtı. Bu arada kitapçıyı yaşatmak ve orayı bir buluş­
ma, toplanma yeri durumuna getirebilmek için bir çelik fabri­
kasında çalışıyordu. Kitapçı tutunup bir merkez durumuna ge­
lince FBl'nın ve bölge polisinin saldırılarına hedef olmaya baş­
ladı. 1967 yazında zenciler arasında çeşitli ayaklanmalar patlak
verdi. Bu arada Sostre'nin dükkanı polis kurşunlanndan ve göz
yaşartıcı bombalardan kaçanlar adına bir sığınak işlevini yük-

1 06
lenmişti. Bu da, polisin Sostre'yi tam olarak yok edilmesi gere­
ken bir düşman olarak görmeye başlamasına yol açtı.
14 Temmuz 1967'de polis dükkanı basarak, Sostre'yi ve ya­
nında çalışan Geraldine Robinson'u tutukladı. Sostre isyan,
kundakçılık ve uyuşturucu madde bulundurmaktan yargılandı.
Serbest bırakılması için ödemesi gereken kefalet çok fazla oldu­
gundan mahkemeye çıkmadan sekiz ay cezaevinde bekledi. Bü­
_
tün bu süre boyunca yetkililer bütün bölgede Sostre'nin suçlu
olduğunu yayıp durdular ve ırkçı cereyanları körüklediler. Du­
ruşma üç gün sürdü. Suçsuzluğu açık olduğu halde uyuşturucu
madde bulundurup satmaktan hüküm giydi ve 30-41 yıl hapis
cezasına mahkum oldu. Jüri beyazlardan oluşturulmuştu.
Bu, Sostre'nin cezaevine ilk girişi degildi; daha önce
l 952'den 1 964'e kadar cezaevinde kalmıştı. Daha o sıralarda
siyasal baskıyla karşılaşmıştı. 1 95 7'de serbest bırakılması
için başvurmuştu, fakat isteği Vasiler Heyeti tarafından geri
çevrilecekti.
Sostre cezaevinde mahkumlar arasında eğitim çalışmaları
yapmaya devam etti. Bu faaliyeti 3 73 gün hücrede kalmasına
yol açtı. N ew York eyaleti yetkililerine bu gereksiz ve sert ce­
zadan ötürü karşı çıkması sonucu hücreden çıkarıldı ve ken­
disine 13 bin dolarlık bir tazm inat ödenmesine karar verildi.
Ayrıca yargıç, cezaevi yetkililerinin onu yargılanmadan hücre­
ye kapatamayacaklarına karar verdi .
Bugünlerde Sostre'nin cezaevinden çıkması beklenebilir,
iddia makamının şahidi Arto (Toby) Williams, eski ifadesin­
den vazgeçerek yeni bir ifade vermiştir. Sostre'nin avukatları
da bu ifadeye dayanarak 1 9 Nisan 197 l'de yapılacak duruşma
için yeni bir savunma hazırlamışlardır. Şimdiki halde Sostre,
cezalarına ve avukatlarıyla görüşmesine engel olamayacak şe­
kilde cezaevinde beşinci yılını tamamlamaktadır.

107
Luis Talamantez.

Hayat şartlarının ortamı gerginleştirdiği cezaevlerinde


ufak tefek kavgalar olağan karşılanan olaylardandır. Mah­
kumların bilinçlenmesi: Bugünlerde, mahkumlar arasında
çıkan kavgaları gözle görünür şekilde azalttığı halde bu tip
olaylar gene de kaçınılmazdır. Yetkililer de bunları günlük
olaylardan saymakta ve küçük disiplin cezalarıyla geçiştir­
mektedirler. Aslında mahkumların bunalımlarını birbirleriy­
le çatışarak gidermeleri yetkililerin işine gelmekte, onları ra­
hatlatmaktadır.
1 965'den beri San Quentin'de bulunan mahkumlardan biri
olan Luis Talamantez de bu tip bir olaya karışmış, fakat olay
küçük bir disiplin cezasıyla sonuçlanmamıştır. Şimdi o yargı­
lanmakta ve gaz odası ya da müebbet hapis cezasıyla hüküm
giymesi beklenmektedir.
Mahkumların çoğu gibi Talamantez de cezaevinde bilinç­
lenmiştir. Bunu mektuplarından alınan birkaç cümlede açıkça
görebiliriz. "Ben bir yirminci yüzyıl devrimcisiyim. Artık in­
sanların kardeş olmalarına hiçbir engel bulunmayan bir dün­
yadanım. Faşist Amerikan vatandaşı değilim ben." Ayrıca, La
Raza'nm Amerikan hükümetini, 'bütün dünyanın düşmanı'nı
devirmekte önemli bir rol oynayacağına inanmaktadır.

Los Siete de la Raz.a

San Francisco'nun Mission mahallesi, ülkenin her köşesin­


de olduğu gibi gettolar ve sefaletin korunmasıyla görevli be­
yaz polislerle doludur. 1 Mayıs 1 969 da Mario Martinez, üç
zenci arkadaşını, jose Rois, Bebe Menedez ve Garry Lescalett'i
koleje kaydettirmeye karar verdi. Fakat, Gio Lopez'le birlikte

1 08
iki sivil polis tarafından soygun yapmaya hazırlandıkları ge­
rekçesiyle durduruldular. Gettoda yaşayan herkes polise bo­
yun eğmek zorunda olduğunu bilir. Buna rağmen bir çatışma
oldu. Olayın sonunda polislerden biri ölmüş, diğeri de yara­
lanmıştı. Kurşunların hepsi yaralı polisin tabancasındandı.
Beş zenci kardeşimiz olay yerinden uzaklaştılar.
Bir müddet sonra zenci kardeşlerimiz, olay mahallinde bu­
lunmayan Nelson Rodriquez ve Tony Martinez'le birlikte, ci­
nayet ve soygunculuk suçlarıyla itham edildiler. Şimdi Kü­
ba'da bulunan Gio Lopez'den başka hepsi teslim oldular.
Martinez kardeşler ve Rodriguez, San Mateo Üniversitesi
hazırlık programına kayıtlıydılar ve önde gelen öğrenci lider­
lerindendiler. 1 968'de üniversitede çıkan olaylara karışmışlar­
dı. Rodriguez San Francisco Eyalet Üniversitesi'nde Üçüncü
Dünya Kurtuluş Cephesi boykotu sırasında çıkan olaylardan
sonra SMC liderliginden uzaklaştırılmıştı.
Hazırladıkları sokak gösterilerinde eğitime karşı ilgi uyan­
dırmaya çalışmışlardı. O günlerde, ölen polisin or.lara, "Sizin
hükümeti devirmeye çalıştığınızı biliyoruz, ama biz buraday­
ken bunu başaramayacaksınız," dediği de bilinmektedir.
Tutuklanmalarından sonra onları kurtarmak için çeşitli
gösteriler düzenlendi. Her tarafta görülen "Los Siete'yi ser­
best bırakın" dövizleri halkın duygularını yansıtıyordu .
19 70'de Haziran'dan Kasım'a kadar süren duruşmada tetiği
çekenin yaralı polis olduğu ispatlandı. Beraatleri büyük öl­
çüde davayla ilgili olarak yapılan kitle hareketlerine bağlana­
bilir. Tony Martinez ve Rodriguez bütün suçlardan beraat et­
tiler, ama jüri diğer dört kişi hakkındaki soygun iddiaları
konusı,ında karar almadı. Bu yenilgiyi hazmedemeyen savcı,
silahlı soygun ve araba hırsızlığı suçundan yeniden dava aç­
tı. Öne sürülen suçlar sanıkların bölgeden uzaklaştıkları gün

109
(mahkemenin adaletine hiçbir zaman inanmamışlardı) çıkan
bir olayla ilgiliydi.
Lescallett ile Menedez 1 9 7 1 Nisan ayında yeni bir silahlı
soygun davasıyla yargılanmaya başladılar. Geriye kalan dört
kişinin nerede oldukları bilinmemektedir.
Los Siete de la Raza olarak bilinen kuruluş, cezaevindeki
iki kardeşimizi kurtarmak için çalışmalarına sürdürmektedir.
Aynı kuruluş polisle çıkan günlük çatışmalarda yaralananlara
bakan küçük bir klinik kurmuştur ve cezaevlerindeki mah­
kumların sorunlarına çözüm bulmaya çalışmaktadır.

Reiles Tijerina

1848'de Meksika ile ABD arasında imzalanan Guadalupe


Hidalgo antlaşması ile Meksikalı Amerikalılar, güneybatıda 4
mi lyon akrlık ( 1 akr. 4.39 dönümdür) arazi kaybetmişlerdir.
Chicano'ların atalarından miras kalmış bu toprakları yeniden
elde etmek için verdikleri mücadelenin kökleri, l 963'teki Ali­
anza Federale de M ercedes hareketine kadar uzanır. Yeni
Meksika'nın kuzeyindeki köylüleri de içine alan bu kitle hare­
ketine Reies Tijerina liderlik etmiştir. 1966'da kuruluşun 1 4
bin aileyi içine aldığı biliniyor.
Alianza'nın giriştiği eylemler gösteri yürüyüşlerinden top­
rak işgaline kadar değişmektedir. 1 966 Ekim ayında Carson
Ulusal Parkı'm işgal etmişlerdir ve bölgeye o günden sonra
San joaguin Halk Cumhuriyeti adı verilmiştir. Alianzalılar da­
ha sonra iki koruyucu tutuklayıp ciplerini parçalamışlardır.
196 7 Haziran ayında yapılacak olan Alianza toplantısı böl­
ge yetkililerince kanunsuz olarak görüldü ve yetkililer toplan­
tıya katılanları tutuklayacaklarını bildirdiler. Aynı gün on se­
kiz Alianzalı, özel olarak uydurulmuş birtakım suçlardan da-

1 10
va edildiler, Bunun üzerine Alianzalılar misillemeye girişerek
mahkeme binasını işgal ettiler. Olaylar sırasında polislerden
biri silah çekmeye kalkıştı ve şerifle birlikte yaralandı. Şerif
yardımcısı ve bir muhabir olay yerinden uzaklaştırıldılar, fa­
kat bir süre sonra serbest bırakıldılar. Olayların sorumlusu
olarak on Alianzalı gösterildi.
1968'de Tijerina adam kaçırma suçundan yargılandı. Ken­
di hazırladığı savunması ve onu kurtarmak için girişilen kitle
hareketleri sonucu beraat etti. Bu sonuç sadece Alianza adına
değil, hareketin bütünü adına da büyük bir zaferdir. Bununla
birlikte New Meksika resmi makamları, Tijerina'yı susturmak
için yeni yollar denemeye giriştiler. 1966 Haziran ayında Car­
son Ulusal Parkı olaylarıyla ilgili olarak tutuklandı. lki orman
bekçisine saldırmak ve karısı Patsy'yle birlikte yangın çıkar­
mak suçlarından beş yıla mahküm edildi. Karısı mahkemeye
çıkarılmadı.
Cezaevinde yeniden Tierra Amarrillo duruşmasında çıkan
olaylarla ilgili çeşitli suçlardan dava edildi. Çok geçmeden yeni
bir hüküm giydi ve cezası uzatıldı. Şimdi hılla cezasını çekmek­
tedir. Sağlığı gittikçe bozulmakta ve boğazındaki ur için gördü­
ğü yetersiz tedavi durumunu iyice kötüleştirmektedir. Cezaevi­
nin dışında tedavi edilmesi için girişilen çabalar sonuçsuz kal­
mıştır. Topluma zararlı olduğu gerekçesiyle kefaletle serbest bı­
rakılmasını önleyen ilgililer, şimdi de onu büsbütün ortadan
kaldırma yoluna gitmek niyetindedirler.

Lolita Lebron

Porto Riko bağımsızlık savaşı sayısız partizanın ölümüne


ve birçoğunun da ABD cezaevlerinde bulunmalarına yol aç­
mıştır. On yedi yıl önce, 1 Mart 1 954'de, Amerikan emperya-

ııı
lizminin en önemli güçlerinden sayılan Amerikan Eyaletleri
Kuruluşu'nun Karakas'ta yaptığı bir toplantı sırasında dört
Porto Rikolu partizan, Washington'daki Temsilciler Meclisi'ni
basmışlardır. Amaçlan dünyanın dikkatini Porto Rikoluların
karşılaştıkları baskıya yöneltmektir.
New York'ta yaşayan bir Porto Rikolu olan Lolita Lebron
bu eylemde etrafındakilere liderlik etmiştir. Meksika göçmen­
lerine oy hakkı tanınmasıyla ilgili kanun görüşülürken Lolita
ve arkadaşları parlamentoya ateş açmışlardır. Bu anı seçmele­
rinin sebebi, bütün ezilen ırklarla birlikte olduklarını göster­
mek istemeleriydi. Bundan sonra 'Yaşasın Porto Riko' sesleri
arasında Porto Riko bayrağı çekilmiş ve bu olayda beş parla­
menter yaralanmıştır.
Lolita Lebron aceleyle tamamlanan bir yargılama sonucun­
da 25-65 yıl hapis cezasına çarptınlmıştır. Halen Virginia'da
federal cezaevindedir. Beraberindeki üç arkadaşı da Leavens­
worth'de bulunmaktadır. Bu olay üç buçuk yıl önce, Kasım
195 l'de, iki Porto Rikolu milliyetçinin Başkan Truman'ı öl­
dürmeye teşebbüs etmelerini hatırlatmaktadır. O zaman da
Gurselio Torresola öldürülmüş, Oscar Collazo ölüme mah­
küm edilmişti. Daha sonra Truman'ın hayatını bağışladığı
Collazo halen cezaevindedir.
Devrimci bir Porto Riko kuruluşu olan Genç Lordlar Par­
tisi, Lebron, Oscar Collazo ve diğer partizanları kurtarmak
amacıyla çalışmalanm sürdürmektedir.

Puyallup 59

Washington'da Tacoma'daki yerliler hayatlarını yakından


ilgilendiren bazı konularda kararlı bir direniş göstermektedir­
ler. 1853'te imzalanan Medicine Creek antlaşmasına karşı çı-

112
kan balıkçılık ve avcılık konularıyla ilgili yetkililer, ticari ga­
yelerle Kızılderililerin Puyallup ve Nisqually nehirlerinde av­
lanmalarını yasak etmişlerdi. Temmuz l 970'de Kızılderilileri
Koruma Kuruluşu Puyallup, çevresindeki yasak bölgede bir
balıkçılar kampı kurdu. 9 Eylül'de bölge ve eyalet polisi kam­
pı basarak balıkçıların ve kadınların üzerine ateş açtı, ayrıca
göz yaşartıcı bombalar kullandı, içlerinde Kızılderilileri des­
tekleyen birkaç beyazın da bulunduğu 59 kişi tutuklandı ve
tutuklanan insanlar kanunsuz olarak toplanmak, ruhsatsız si­
lah taşımak ve isyan hazırlamak gibi suçlardan yargılandılar.
Sanıklar götürülürken onar kişilik gruplar halinde zincire
vurulmuşlardı. Bu da yerlilerin yıllardır karşılaştıkları ve on­
ları ortadan kaldırma amacını güden davranışların açık bir ör­
neğidir. Davaya bakan savcı, bölgedeki bir balıkçılık kulübü­
nün sahiplerindendi ve hiçbir tarafsızlık iddiası yoktu. Şimdi­
ye kadar sanıkların sadece sekizi yargılanmıştır ve duruşma­
nın 1971 sonbaharına kadar sürmesi beklenmektedir.
Kızılderililer bölgedeki balıkçılar tarafından sürekli aşağı­
lanmışlar ve rahatsız edilmişlerdir. 1 971 Ocak ayında, 59 sa­
nıktan biri olan Kızılderilileri Koruma Kuruluşu'nun başkanı
Hank Adams, ağlarını atmış olduğu nehrin kıyısında, araba­
sında otururken karnından vurularak öldürüldü.
Savunmasını kendi yapan Johnvigel Orlando Chiquiti, ilk
duruşmada Kızılderililerin toprakla olan ilişkilerinin mahke­
mede saptanamayacağını söylemiştir. Chiquiti'nin savunması
şöyledir: "Eğer toprağı kullanmama izin verilmiyorsa, yaşa­
mama da izin verilmiyor demektir. Toprak anamdır benim.
Öldüğümde ona döneceğim. Siz bizim kutsal nehrimize pis­
liklerinizi döktünüz, gökyüzünü dumanlarınızla kirlettiniz.
Mahkemede yanlış insanlar var. Bazıları bizim toprağımıza
göz koymuşlar, balıklarımıza göz koymuşlar.".

113
Harrisburg 8
]. Edgar Hoover'ın demeçleri bizi sarsmıyor artık. Onun
fanatik sağcılığını biliyoruz. Bir süre komünistler ve zenci li­
derlerle (bir zamanlar Kara Panter Partisi'nin huzuru tehdit
eden en önemli unsur olduğunu söyleyip duruyordu) uğraş­
tıktan sonra şimdi de savaş aleyhtarı hareketlere yöneldi. Ka­
sım 1 9 70'de Senatör Hoover, anarşist bir grubun yeraltı ısıt­
ma sistemini havaya uçurmaya hazırlandıklarını bildirdi.
Aynı grubun devlet büyüklerinden birini kaçırıp, karşılığın­
da Vietnam savaşının durdurulmasını ve siyasi mahkumların
serbest bırakılmasını isteyeceğini de öne sürüyordu. Söyledi­
ğine göre, grupta rahipler, rahibeler, öğretmenler ve öğren­
ciler vardı. Philip ve Daniel Berrigan adlı iki rahip harekete
öncülük edenlerdendi.
Sözü geçen rahipler halihazırda Conneticut'da savaşa karşı
giriştikleri eylemlerden ötürü cezaevinde bulunmaktaydılar.
l 967'de Philip ve diğerleri, Baltimore Askerlik Şubesi'ndeki
dosyalarının üzerine kanlarıyla, "Biz bütün bu kayıtların bin­
lerce suçsuz Amerikalı ve Vietnamlının kanlarına mal olduğu­
nu belirtmek amacıyla kanımızı döküyoruz," diye yazmışlar­
dır. Philip, kardeşi ve diğer arkadaşlarıyla birlikte 1 968'de Ca­
tonsville'deki askerlik şubesinde bulunan dosyaları yakmıştır.
Philip altı, Daniel üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştır.
Hoover'in suçlamaları büyük tepkilere yol açtı. Milletve­
kili William R. Anderson, Hoover'i Mc Carthyci taktikleri
uygulayarak dramatik gazete başlıklarıyla ortalığı karıştır­
makla suçladı. Nixon, doğal olarak Hoover'in yanındaydı.
su Ç lamalarını geri alması ya da konuya açıklık getirmesi yo­
lunda karşılaştığı baskılar sonucu Hoover, oturup gelmiş id­
dianamelerin en bulanık, en anlaşılmaz olanını kaleme aldı.

1 14
Ocak'ta altı kişi Hemy Kissinger'i kaçırmaya ve yeraltı ısıtma
merkezini havaya uçurmaya kalkışmakla suçlandılar. Bunlar
Dr. Egbal Ahmad, Rahip Philip Berrigan, Elizabeth McAlis­
ter, Rahip Neil M cLoughlin, Anthony Scoblick ve Rahip jo­
seph Wenderoth'du. Daniel Berrigan'ın da içlerinde bulun­
duğu yedi kişinin, haklarında dava açılmadığı halde sanıkla­
ra yardımcı olduğu bildirildi.
Davanın temelsizliği iddianameden üç kişinin adının çıka­
rılması ve istenen müebbet hapis cezasının 5 yıla indirilmesiy­
le iyice anlaşıldı. Buna rağmen, savaş aleyhtarı hareketlere
mümkün olduğu kadar çok zarar vermek amacıyla suçlamala­
ra bazı askerlik şubesi kayıtlarım ortadan kaldırmaya teşebbüs
de eklendi ve iki kişi hakkında (Mrs. Mary Cain Scoblick ve
john Theodore Click) dava açıldı.
'Harrisburg 8' davasının önemi, mahkemelerin hükümete
karşı gelen bütün akımların durdurulması için birer araç ola­
rak kullanıldıklarını açıkça göstermesinde aranmalıdır. Orta­
da suç teşkil eden en ufak bir olay bulunmadan suç işlemeye
teşebbüs iddiasıyla açılan davaların gittikçe artması, adalet
mekanizmasının çürüyüşünü, faşist düzenin bir silahı duru­
muna gelişini belirtmektedir. Egbal Ahmad'ın dediği gibi: "Bu
duruşma bizi bütün gücümüzle adaletsizliğe ve demokrasinin
çöküşüne karşı direnmeye zorlamaktadır."

Kent Eyalet Üniversitesi


Öğrenci hareketleri yayıldıkça bunlara karşı alınan baskı
tedbirleri de artmaktadır. Artık polisin ve muhafız birlikleri­
nin öğrencilere ateş açtıklarını duymak bizi eskisi gibi şaşırt­
mıyor. Berkeley'de, 1 969 Mayıs ayında lOO'den fazla öğrenci­
ye polis tarafından ateş açıldı; öğrencilerden biri öldü, başka

115
biri kör oldu. Bu olay Halk Bahçesi Savaşı olarak bilinir. Polis
geceyarısı öğrenci yurtlarına ve pasif direniş hareketlerine ka­
tılan silahsız öğrenci gruplarına hiç duraksamadan ateş açmış­
tı. Bu olaylar özellikle öğrencilerin çoğunun zenci olduğu
Ohio Eyalet Üniversitesi, Texas Üniversitesi ya da Orangeburg
gibi bölgelerde yer almıştır. Mayıs 1 980'de iki zenci öğrenci
Mississippi'deki jackson Eyalet Üniversitesi'nde polis tarafın­
dan öldürüldü. Bütün bu olaylarda polisler en ufak bir suçla­
mayla bile karşılaşmadılar.
4 Mayıs 197 l'de ABD'nin Kamboçya'yı istila etmesiyle bü­
tün ülkede girişilen öğrenci hareketleri sırasında, Kent Eyalet
Üniversitesi'nde dört öğrenci silahsız bir topluluğa gelişigüzel
ateş eden muhafız alaylannca öldürülmüş, birçok öğrenci de
yaralanmıştır. Beş ay sonra yapılan duruşmada jüri muhafız
alaylarını, olayın 'açık bir isyan' niteliği taşıdığı, 'muhafızların

116
görevlerini yaptıkları; aksi halde kendi hayatlarının tehlikeye
girebileceği' gerekçesiyle suçsuz buldu.
Ohio Yüksek Mahkemesi ise siyasal eğilimleri herkesçe bi­
linen yirmi beş öğrenciyi anarşizm, kundakçılık, silahlı teca­
vüz suçlarından yargılamaya başladı ve kefaletleri 1 .000 ile
7.000 dolar arasında tespit etti.
tık tutuklananlar arasında, öğrenci birliği başkanı Craig
Morton, sosyoloji profesörü Dr. Thomas S. Lough, Demokra­
tik Öğrenci Kuruluşu eski başkam, şimdi Kent Kurtuluş Cep­
hesi üyelerinden olan Kenneth Hammond ve olayda yaralanan
öğrencilerden Alan Corfora ve jose Lewis bulunuyordu.
Bunun yanı sıra Kent Üniversitesi başka baskılarla da kar­
şı karşıya kalmıştır; iki mahkeme kararı sonucu Yüksek
Mahkeme raporunun eleştirilmesi ve rapora karşı çıkılması
yasaklanmış, okul içinde karışıklık çıkaranların derhal ceza­
landırılmasına ve direniş hakkının büyük ölçüde kısıtlanma­
sına karar verilmiştir. Aynı günlerde okulun zenci öğrencile­
rin işlerine bakan ofislerinin bulunduğu bölümü bombalan­
mıştır. 1 9 Ekim 1 9 70'de Nixon konuyla ilgili görüşlerini be­
lirterek şöyle demiştir: "Bugün bütün ülkede terörizmin ve
anarşinin yayıldığını görmekteyiz. Üniversitelerimizde ses­
siz sedasız ilim yapanlar yerine saldırganlığa özenenler bu­
lunmaktadır."
Kent öğrencilerinin davaları devam etmektedir.

]ohn Sinclair
John Sinclair Detroit'deki Beyaz Panter Partisi kurucuların­
dandır. Radikal eylemleri sonucu, polis tarafından kendisine
karşı uydurma bir uyuşturucu madde bulundurma suçlaması
hazırlanmıştır.

117
Temmuz 1969'da evine gelen bir sivil polise marihuana
verdiği iddiasıyla hüküm giyen Sinclair bugün yirmi dokuz
yaşındadır ve Michigan cezaevlerinden birinde 9,5 yıllık hapis
cezasını çekmektedir. Dava, önce marihuana satışı iddiasıyla
başlamıştı. Yargıç, sivil polisin Sinclair'i kanunsuz yollarla
kandırdığı gerekçesiyle bu suçlamayı reddetmişti. Gene de
Sinclair, aynı kanuni değeri olmayan delillerle uyuşturucu
madde bulundurmaktan mahkum edildi.
Sinclair'in kefaletle serbest bırakılma isteği yargıç tara­
fından şu şekilde reddedilmiştir. "john Sinclair yasaların
kendisine ve kendi gibilere hiçbir şey ifade etmediğini dav­
ranışlarıyla ispat etmiş bulunuyor, istediği gibi yasaya karşı
gelebileceğini düşünüyordu. Eh, gün geldi artık. Şimdi gü­
lebilirsiniz, bol bol vaktiniz olacak gülmeye . . .
"

Micnigan'da kural olarak yasaya karşı gelen örgütler kur­


makla yargılanan suçlular ve agır ceza mahkemesi sanıkları
kefaletle serbest bırakılırlar. Buna rağmen Sinclair'in isteği
derhal reddedildi. Kendisi şimdi Anayasa Mahkemesi'ne baş­
vurmuştur. Avukatı Justin C. Ravitz konuyla ilgili olarak,
"Dava konusu , adalet mekanizmasının şerefi ve bağımsızlı­
ğı," demiştir.
Hüküm giymesinden kısa bir süre sonra ilgililer, kararın
bozulmasını ve Sinclair'in serbest bırakılmasını önlemek ama­
cıyla çaba harcamaya başladılar. Sinclair'in Michigan'daki CIA
binasını bombalamaya teşebbüs ettiğini ileri süren tutarsız bir
iddianame hazırlandı.
Sinclair sözü geçen binanın önünden hayatında bir-iki de­
fa ancak geçmişti ve orada öyle bir kurumun varlığından ha­
beri bile yoktu. Üstelik olayın bir yıl önce meydana geldiği ve
şahitlerin o günlerde gelip Sinclair'i ihbar ettikleri söyleniyor­
du. Davaya eyalet mahkemesinde bakılmaktadır. Eğer Anaya-

l 18
sa Mahkemesi ilk davanın kararını bozmazsa bu davadan vaz­
geçilecektir.
Michigan cezaevi yetkilileri Sinclair'i eyaletin en tenha böl­
gesinde bir cezaevine göndermişler ve diğer mahkumlardan
ayırmaya çalışmışlardır. Ama o hala kararlıdır. Bir yandan ser­
best bırakılması için kanuni yollara başvurmakta, diğer yan­
dan Michigan cezaevlerindeki koşulları kamuoyuna duyur­
maya çalışmaktadır.

Marie Hill

On yedi yaşındaki Marie Hill, iki yıldır North Carolina Ce­


zaevi'nde ölüm cezasına çarptırılanların bulunduğu kısımda
yaşamaktadır. Şüphesiz bir siyasi mahkumdur o da, ama bu,
siyasal eylemleri olduğundan değil, North Carolina'yı kasıp
kavuran siyasal baskının kurbanlarından biri olduğu içindir.
Marie Hill zencidir. Milyonlarca zenci gibi ırkçı polisin, yar­
gıçların ve jürilerin beyazların üstünlüğünü korumak için ça­
lıştıkları küçük bir güneş şehrinde, o da kolay bir lokmaydı.
1930'dan 1969'a kadar verilen 3.8 1 7 hükmün 2.066'sı zen­
cilerle ilgiliydi. Bu yüzde SO'nin üzerinde bir rakamdır, oysa
ki zenciler nüfusun yalnızca yüzde 1 5'ini meydana getirirler.
Hill, Ekim 1 968'de, on beş yaşındayken, beyaz bir bakkalı
öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı. Bunu takip eden olaylar ada­
let mekanizmasının nasıl zencileri ezmek için kullanılan bir
araç haline getirildiğini gösteren klasik örneklerdendir.
Önce Hill, avukatıyla görüşmesine izin verilmeden bir iti­
rafname imzalamaya zorlandı. Kendisi bu itirafları daha son­
ra, "Başka seçeneğim yoktu," diyerek reddetmiştir. Sevk edil­
mesine nasıl karşı koyabileceğini bilmediği için derhal North
Carolina'ya gönderildi. Sorulara cevap vermeme hakkını kul-

1 19
}anmasına izin verilmeden tekrar sorguya çekildi; bu sırada iş­
kence gördüğü bilinmektedir.
Hill'in bir hafta avukatı ve ailesiyle görüşmesi engellendi.
1 7 Aralık 1968'de mahkemeye çıktı, işkence altında imzaladı­
ğı ifadesinden başka hiçbir delil yoktu ortada. Cinayet yerin­
de olup olmadığı bile ispatlanamadı, ifadesinde orada bulun­
duğunu ve bazı eşyalara dokunduğunu söylediği halde bir tek
parmak izi elde edilememişti. lki gün sonra on beş yaşındaki
Marie Hill suçlu bulunarak ölüme mahkum edildi.
Avukatları Anayasa Mahkemesi'ne başvurdukları sırada,
"Bu ceza kanun değil, dehşet verici bir şey, totaliter bir devle­
tin kullanabileceği bir baskı aracından başka bir şey değildir.
Bu merhametsizce alınmış olağanüstü kararın derhal bozul­
ması gerekir," demişlerdir.
Emett Till kanunsuz olarak linç edilmişti, Marie Hill ise
kanun tarafından linç edilmektedir.

1 20
5

BOBBY SEALE VE
ERICKA HUGGINS
Bobby Seale ve Ericka Huggins

Kara Panter Partisi önderlerinden Bobby Seale ve Ericka


Huggins, geçtiğimiz günlerde Connecticut'da, cinayet ve ci­
nayete teşebbüs suçlarıyla yargılandılar. Altı ay süren duruş­
manın sonunda jüri kesin bir karar alamayınca, yargıç bası­
nın insafsız bir sansüre tabi olduğu New Haven gibi bir şe­
hirde tarafsız bir şekilde yargılanamayacaklarını belirterek
davaya son verdi.
Bobby Seale ilk olarak 19 Ağustos 1 969'da, 1968 Ağus­
tos'unda Demokrat Parti Ulusal Kongresi'nde çıkan olaylarla
ilgili olarak tutuklanmıştı. Dava için Chicago'ya götürüldü.
Duruşma, avukatı Charles Barry'nin hastalığı dolayısıyla has­
tanede bulunduğu ve mahkemeye gelemediği bir sırada başla-

1 23
dı. Bobby, bir avukat seçmesinin ya da kendi savunmasını ha­
zırlamasının anayasal hakkı olduğunu ısrarla savundu. Bu
onun daha kötü davranışlara maruz kalmasına, hatta duruş­
manın yapıldığı salonda dövülmesine yol açtı. Dosyası diğer
yedi sanığın dosyasından ayrıldı ve mahkemeye hakaretten
dört yıl hapsi istendi. Sonunda, cinayete teşebbüs davasından
delil yetersizliği dolayısıyla vazgeçildi, ancak mahkemeye ha­
karet davasına devam edildi. Panter Partisi üyelerinden Alex
Rackley'in ölümüyle ilgili olarak hakkında yeniden dava açıl­
dı ve iki yıl hüküm giymeden cezaevinde kaldı. Sonunda, yet­
kililerin karşı koymalanna rağmen kefaletle serbest bırakıldı.

1 24
Ericka Huggins 1 969'dan beri tutuklu bulunmaktadır. Ko­
cası john Huggins, 1 7 Ocak 1969'da Los Angeles'de polislerce
öldürülmüştür. Mai adında iki buçuk yaşında bir kızı vardı.
Bu güzel kardeşimiz, Los Angeles ve Connecticut'da Kara Pan­
ter Partisi'ni kuranlar arasındadır.
Uzun süren duruşmalan boyunca Bobby ve Ericka kardeş­
lerimizin suçlu oldukları ispat edilememiştir. Deliller, Rack­
ley'in George Sams adında bir polis memuru tarafından öldü­
rüldüğünü göstermektedir. lkisl de polisin ve FBI'ın ortaklaşa
hazırladığı oyunlann ve Kara Panter Partisi'ne uygulanan ırk­
çı baskının kurbanlandır.
Ericka Huggins'in cezaevinde yazdığı şiirler onun insanlık
sevgisini, yürekliliğini ve davaya bağlılığını yansıtmaktadır.

125
Hapishaneden Şiirler
Ericka Huggins

uzun boylu
sıska
gösterişsiz
uzun boylu
sıska
gösterişsizim ben
Yirmi iki yaşındaki Ericka
saçlar kıvırcık
gözler mahzun
kocaman ayaklar
insanları severim
doğayı severim
severim sevmeyi

126
devrimciyim
başkaca bir özelliğim yok
bir yürek
bir can
hazırım vermeye
ölmeye hazırım . . .
gürültüler
sesler
söylenmemiş cümleler
duygular baskı altında
çünkü hapishane duvarları
yüreğimizin duvarlarıdır aynı zamanda
engelleridir
eğer kaldırabilseydik engelleri
ve konuşup/gülüp/türkü çağırabilseydik
olabilseydik
...

bütün psikolojik, siyasal,


ekonomik ve manevi
engellerden kurtulabilseydik
hepimiz, bütün özgürlük aşıkları dünyanın
ama özellikle
özellikle bugün - mahpuslar.

127
21 Aralık 1 970
gece 1 9'dan sonra

cezaevinden kaçan ve yakalanıp geri getirilen


Paula için:

konuşmamı engelleyen umutlar


uçup gitmiş yüreğimden
şu anın gerçekliği
öyle yoğun ki, kabullenemiyorum
ırkçılığı ve faşizmi ve baskıyı
acılanmız
yüreğimizi uyuşturuyor
doğruysa eğer
durdurduklan seni
nefes almak ve görmek
sokaklardaki kargaşalığın
bir parçası olmak
isteğini engelledilerse
içeride ağlamak kalıyor bana
dışarıdakiler anlamayacaklar çünkü
tuhaf aslında bu
sadece yüzünü ve yüreğini tanırım
kişilikler
önemlerini yitiriyorlar
bazen
ama bu da yeterli sen
etimden kanımdansın benim
yaşadık ve yaşayacağız ...
her kapı kilitli değildir.

1 28
29 Aralık 1 970
gece 2 1 .00'den sonra

sevgi tamam, ama anlamı daha geniş bunun


çok daha geniş
anlamı kavramış olmamız
yaratıcı güçlerin eyleme geçişini ve
bunun bir parçası olarak
bir araya gelmemiz gerektiğini
bir araya
gelmemiz
ah - gözyaşlan kanşıyor gülüşüme ...

1 29
13 Aralık Pazar günü, New Haven Kadınlann Kurtuluşu, Or­
kestrası Niantic Eyalet Cezaevi'nde bir konser verdi.

1 7 Aralık 1970
Saat 1 8.00
Niantic Cezaevi

pazarı hatırlarken:
hep aynıdır yürekten gelen sesler
özgür
ve açık sesler
veren
ulaşan ve dokunan sesler
buydu kardeşlerimizin yaptığı/sıfır
sonsuza değinceye dek/baskıyı
ve onun yok edilmesine özlemi
duymak bu sesleri
başkalarının da duydugunu görmek
gülen gözlere bakmak
aylardır ilk olarak gülen -
yükselen dogal yeteneği i nsanın
-

direnmek/gülümsemek/gülmek/türkü çağırmak
haykırmak/sevmek/vermek
burada bile! ! !
çılgın saçlar, çılgın gitar
uzun saçlar, çılgın bir ses (birisi
Bessie Smith'i hatırlattığını söylemişti)
saçlar -her biçimde- kollar, bacaklar, gülüşler, müzik
KARDEŞLER ve biz ...-

130
eski püskü önlükler, pamuklu giysiler, sallanan
kendinden geçmiş
haykıran
eğlendik -
ağladık da - ama çoğumuz tuttuk

gözyaşlanmızı
... biz-zenci/melez/beyaz/yoksul KIZ KARDEŞLER
-

ve bir güç bölüşümüydü bu


anlaşma
konuşmadıysak da
biliyorduk yüreklerimizin aynı
dili konuştuğunu
anlıyorduk
biliyorduk
Amerika'nın size ettiklerini gördük
size - analar/kızlar/çocuklar/kadın
baskı altında -
gördük, türküsünü çağırdılar
seslerimiz gitarlarına cevap verdi,
boru kaval-ses-çan-tef hepsi
özgürlük istiyorlardı, dile getirilmemiş haklarını...
bir gün gerçekleşecek hisleri - yakında
insanlar özgür olacak. .. ve
ayrıldık
daha güçlü
gülebildik (bir an için) ...
geri dönene kadar
küçültücü kurallara
ve sağlığı bozan programlara
kör ırkçılığa

131
seks furyasına, kadınlığımızın canına okuyan
ve kilitler, anahtarlar, pencereler, duvarlar, kapılar
tehditler
uyarmalar
yüreğimizi katılaştıran rüşvetler
ruhlarımızı zincire vuran . . .
zamana
hakim olmak
gerek
bir an önce!

büyülüyor beni
yeniliklerin e�kiliği,
sevgiyi duymak, insanları duymak
karı, yoiları geceyarısı parlayan,
konuşmayı,
gülüşü duymak gibi...
Şu eski özgürlük tutkusu
yenilenip duran - ve bana
insanlığı anlatan
özgür olmak istemiş yüzyıllar boyu
bütünden
koptuğundan beri
bu tutku yüzünden
özlemeye başlayacağız belki
insanlığın ilk günlerini/
toprak, hava, ateş ve suyla
ölü değil
ve özgürlüğünü aramayan -
özgür -

132
yersiz yurtsuzlardan Connie için:
evrenin güzelliği varsa
yüzünde bu senin
insanca bir anlaşma imkanı varsa
yüreğin başarabilir bunu
akıl bir an düşlediyse
seninki yanına vardı özgürlüğün
ve geri döndü
bedenine söz etmek için gördüğünden
ona tutkundun sen
gözlerinden biliyorum
sevgi-kardeş
görebiliyorum . . . sen
biliyorsun
bir gün
ÖZGÜR
olacağımızı tümüyle
ileri atılmak, daireler çizmek, dönmek
kaymak erimek uçmak
yüzmek
kanşmak
oluşmak
olmak. .. ama
insanlar özgür olana kadar değil
vaktimiz olana kadar değil
eğer bir anlamı varsa
özgür olmaya vaktimiz olana kadar

133
gücümüzü paylaşmak
anlaşmak
yaratmak
unutmamam gerekir, bugün
herkesi sevemem ben, bu
aldatmak olur kendimi ve
karıştırmak kelimeleri gerçek olanla
beklemeliyim içimden gelmesini gülüşümün
içimdeki bu salak sevinci bastırmalıyım
yersiz bugün-yersiz gelişmemiş
tamamlanmadan Hitler'i yetiştiren ortam kurumadan yersiz
ırkçılık ve yürekleri zincirleyen baskı
ortadan kalkmadan - bundan sonra ancak
ileri atılabiliriz birlikte, daireler çizip, dönüp
kayarak, eriyerek, uçarak
yüzerek
karışarak
oluşarak
olarak. ..

134
halkın dostu, kardeş Sam için:

Sam'in bana tatlı kardeşim dediğini hatırlıyorum


müzik gibiydi sesi/
yumuşak-sert-çalışan adam seslerinden
(bir gülümsemeyle birlikte hep)
sert ama es geçmeyen insanların ihtiyaçlarını/
ÖZGÜR-lüğünü insanların çalışırdı evet
iyi günlerimizde - zor, acı, kötü günlerimiz de
Unutulmadı/unutulmayacak da
uğrunda savaştığımız kavramların simgesi
insanları sevdiğinden daha az seven kendini
çok gereksizmiş gibi geliyor gidişi
çok şey öğrenmemiz gerekiyormuş gibi davamız hakkında
bu ülke, amerika, bütün samuel napier'leri* ortadan
kaldırmak istiyormuş gibi,
bütün samuel napier'lerini
jonathan jackson'lannı
bobby seale'lerini dünyanın
yapacak ÇOK işimiz varmış gibi geliyor
sevgi dağıtmak
özgürlük dağıtmak. Güzel kardeşim
... orada olmadım/bobby de - onun için
alnından öpüyorum seni ve bir yıldız bırakıyorum
avuçlarına

*) Sam Napier, 17 Nisan 197l'de New York'ta polis tarafından öldürülmüştür.


Kara Panter Partisi üyelerindendi ve parti içi haberleşme işleri yöneticisiydi. Ar­
dında, karısı Pauline Napier'yle iki oğlu, Stag ve Huey'i bırakmışur.

135
(yıldız, çünkü vahşi, özgür, başkaldıran bir çiçektir o)
(insanlar gibi-yoksul insanlar/ezilen insanlar)
. . . çok söylenmiş bir söz ama yürekten geliyor
-... unutulmayacaksın, seni seviyoruz güzel kardeş
seni seviyoruz/
...ericka

136
Cezaevinden Bir Mesaj
Bobby Seale ve Ericka Huggins

1971 Şubat ayında Michigan'da, daha önce Vietnamlı ve


Amerikalı öğrenciler tarafından hazırlanmış olan Halk Barış
Anlaşması'na ülke çapında destek sağlamak amacıyla, savaş
aleyhtarı bir toplantı yapıldı. Bobby ve Ericka, toplantıya aşa­
ğıdaki mesajı gönderdiler.

Bobby:
Ericka kardeşimizin ve benim ırkçı amaçlar güden duruş­
malarımız etrafında, halkı eğitmek amacıyla sürekli propagan­
da çalışmaları yapılmalıdır. Aynca, halkın devrimci ideolojisi­
ni ve siyasi mahkümlann yaptıkları işlerin anlatılması için eği­
tim çalışmaları düzenlenmelidir.

137
Ericka ve ben, duruşmamızın sonunda yapılacak gösterile­
rin, bütün siyasi mahkumları kurtarmak için ülke çapında bir
mücadeleye ön ayak olacağına inanıyoruz.
Yığınlara devrimci halk hareketini ve savaşa, ırkçılığa ve
baskıya son vermek için girişilecek halk savaşım daha iyi an­
latmalıyız. Muhakkak ki savaşa, ırkçılığa, baskıya karşı olan
biz devrimciler, barışçı bir toplum ve dünya kurmak için ne
yapılması gerektiğini genel hatlarıyla biliyoruz. Ancak 'bütün
iktidar halka' diyen o güzel sloganımızın ötesinde, inançları­
mızı kitlelere mal etmeliyiz.
Bizim için gerçek Amerika, barışsever, sömürünün, baskı­
nın, savaşın ve ırkçılığın sona ermesi için duydukları özlemle­
riyle Amerikan gençliğidir, öteki Amerika dediğimizdir. . .
'Amerikan rüyası' değil, bir karabasan olsa olsa.
Amerikan rüyası sömürü ve baskının sona erişidir ve bu
nüfusun yüzde 60'ını meydana getiren, yaşları otuzun altında­
ki Amerikalıların rüyasıdır. (Otuz dört yaşında olduğumu
unutuyordum, az kalsın. Şimdi ölüm cezasına çarptırılmış bu­
lunuyorum ve hareketin içinde geçirdiğim on yıla bakınca,
kendimi insanlık sevgisiyle tutuşan bir delikanlı gibi hissedi­
yorum.)
Gece 11 haberlerinde, Angela'nın iyi avukatların yardımıy­
la savunmasını yaptığını duydum. Sevindirici bu. Angela, ne
kadar güzel ! Ve sonuna kadar devrimci yüreği ve kafasıyla.
Ericka ve benimle görüşmenizin yararlı olacağı kanısındayım.
Halkı, siyasi mahkumların davası etrafında örgütlemek ve ha­
rekete geçirmek için söyleyecek önemli şeylerimiz var.

Ericka :
Bobby önemli olanı belirtti: halkı, baskıya karşı giriştiğimiz
savaşta, siyasi mahkumların davası açısından eğitmek. Kahra-

138
manlara, sloganlara değil, savaş tutuklularının durumunun,
hepimizin her an karşılaşabileceği bir olgu olduğunu, halka
anlatmaya ihtiyacımız var.
Ve bütün bunları sevgi ve anlayışla yapmamız gerekiyor.
Bütün insanlara, herkese ihtiyacımız var. Genç, yaşlı, zenci,
melez, kızıl, sarı, hepsine. Erkek kadın, neşeli neşesiz herke­
se. Çünkü hepimiz Amerikan baskısı altındayız ve geleceğin
Amerika'sını kuracak olan bizleriz. Bunun için de dikkatimizi
bireyler üzerinde degil, yığınlar üzerinde toplamamız ve yı­
ğınlar içinde çalışmamız gerek.

139
Ericka'ya Mektup
Angela Davis

Marin Eyalet Cezaevi


San Rafael, Kalifomiya
2 Mayıs 1 971

Sevgili Ericka, kardeşim, yoldaşım,


Gönderdiğin bütün mesajlar güzeldi, heyecan vericiydi.
ilk karşılaşmamızdan bu yana iki yıl geçti. Gene de, hüz-
nümüzün ve öfkemizin üzerine inen o soğuk, yağmurlu akşa­
mı ve Sybil Brand'm dışında, bir park yerinde toplanıp, ceza­
evinden çıkışını beklediğimiz saatleri dün gibi hatırlıyorum.
]on ve Bunchy'nin öldürülmeleri o kadar beklenmedik bir şe­
kilde geldi ki, yarattığı şaşkınlık ve şok kısa zamanda zaptedil-

140
rnez bir öfkeye dönüştü. Ama en büyük kaygımız sendin,
Ericka. Kocan, en yakın kavga arkadaşın, sevgilin ve kızın Ma­
i'nin babası, düşmanlarımızın kurşunlarıyla vurulmuştu. Ar­
kasından, saçma sapan bir iddianame hazırlayarak seni tutuk­
ladılar. Acını paylaşıyorduk.
Cezaevinden çıkışını seyrederken, suskunluğumuz sonsuz
bir acıyla karışmıştı. Sana bir şeyler söylemek, yanında oldu­
ğumuzu anlatmak istedik, ama sessizliği sen bozdun. Neden
böyle yıkılmış olduğumuzu sordun bize. lçinde bulunduğu­
muz kavganın ne kadar güçlü olmamız gerektirdiğini unut­
muş muyduk yoksa? Yumruğunu kaldırdığın ve 'bütün iktidar
halka' dediğin sıradaki kararlılığın, beni, Amerika'nın en güç­
lü ve en cesur kadını olmalı, diye düşünmeye zorladı.
Ama aynı zamanda, bu ırkçı düzenin koruyucularının, seni
zayıf düşürünceye, halkımızdan ayırıncaya kadar rahat etme­
yeceklerini de anladım. Birkaç ay sonra New Haven'de tutuk­
landığını haber aldığım zaman çok fazla şaşırmamış olmam da
bu yüzdendir. Newsletter'da duruşman hakkında okudukların­
dan, FBI'ın olaydaki rolünün gizli tutulmaya çalışıldığı anlaşı­
lıyor. Gene de iplerin kimin elinde olduğu gün gibi ortada.
Sen ve Bobby gibi kardeşlerimiz, baskıya karşı çıkmakta ve
devrime giden yola ışık tutmaya devam ettikçe, düşmanları­
mız da 'huzur, güvenlik, düzen' diye bağrışmakta devam ede­
ceklerdir. Olması gereken de bu zaten. . .
Demek istediğim şu: Senin neden iki yıldır Niantic Eyalet
Çiftliği'nde bulunduğunu ve neden Bobby'nin, Chicago'dan
San Francisco'ya, New Haven'a kadar zindandan zindana atıl­
dığını çok iyi biliyoruz. Zenciler- yalnızca zenciler değil, bü­
tün ırklardan, bütün milletlerden gelen insanlar- aobby'yi ve
seni bir an önce kurtarmanın ne kadar önemli olduğunun bi­
lincine varmaktadırlar.

141
Duruşmalarınızdaki gelişmeleri ve Niantic Eyalet Çiftli­
ği'ndeki yaşayışınızı yakından izlemeye çalışıyorum. Kara
Panter Partisi'nin çıkardığı gazetenin son sayısında, cezaevin­
den yeni çıkmış iki kız kardeşimizle yapılan çok ilginç bir ko­
nuşma vardı. Sana ve senin temsilcisi olduğun fikirlere saygı­
ları, onlar için ne denli iyi bir lider olduğunu açıkça gösteri­
yordu. Los Angeles'ta birlikte çalıştığımız günler geldi aklıma.
Kurduğun düzenin etkili olacağı şüphesiz: Mahkümların, ha­
pishane yetkililerinin baskılarına karşı direnmek üzere örgüt­
lenmesi fikri de çok doğru.
New York'tan San Rafael'e getirildiğimden beri kimseyle gö­
rüştürülmediğimi biliyorsun, sanıyorum New York'taki kar­
deşlerimizi, tartışmaları, kurdukları düzeni, bana karşı sıcak
davranışlarını, bozuk düzenin gerçeklerini derhal kavrayışları­
nı çok arıyorum. Devrimci liderlerin gazetelerden kesip, sabır­
la duvarlara yapıştırdığınız resimlerini de çok özledim. Ceza­
evleri açısından yapacağımız çok iş var. Bugünkü görünümle­
riyle, cezaevlerinin derhal ortadan kaldınlmalan gereken ku­
ruluşlar olduğunu iyice anlatmalıyız. Aynca, erkeklerin yönet­
tiği bir toplumun içinden gelen ve büyük ölçüde erkeklerin yö­
nettiği bir hareket söz konusu olduğu için cezaevindeki kadın­
lar konusunun yeterince ele alınmadığını sanıyorum.
Kulağıma sık sık, erkek mahkümların bulunduğu cezaev­
leriyle karşılaştırıldığında, kadınların kaldığı cezaevlerinin
daha insanca yönetildiği yolunda söylentiler çalınıyor. Bun­
ların derhal önü alınmalı. Orta sınıftan gelen beyaz kadın
mahkümlara iyi davranıldığı doğru olabilir, fakat çoğunluğu
meydana getiren zenci ve melezler için bu hiçbir şekilde söz
konusu değildir.
New York'ta kaldığım cezaevinde, mahkumların en az yüz­
de 95'i zenci ya da Porto Riko'luydu. Bulunduğum katta elli

1 42
kişi bir arada yemek yiyorduk. Bu grubun içindeki beyaz
mahkumların sayısı hiçbir zaman altıyı geçmemiştir. Bunların
da dördü siyasi mahkumdu. Ara sıra bazı iyi zenci gardiyanla­
ra rastlansa da (bunlar bize çok aranan bazı kitapları bulup
getiriyorlardı) .
Genellikle karşılaştığımız davranışlar, yumuşak olmaktan
çok uzakti.
Benim tutuklu bulunduğum sırada her tarafta gösteriler ya­
pılıyor ve ortalıkta direniş söylentileri dolaşıyordu. Buna karşı
yetkililer, mahkumları iki kişilik hücrelere kapatarak tedbir al­
dılar. Mahkumların yanındaki, sigaradan diş fırçası ve giyecek­
lere kadar bütün kişisel eşyalarına el kondu. Mahkumlar içle­
rinde sadece plastik şilteler bulunan soğuk hücrelerde, sırtla­
rında gecelikleriyle, farelerle baş başa bırakıldılar. Burada di­
siplin bölümünde işkence görenlerden ve erkek gardiyanlar ta­
rafından dövülüp, iki üç hafta Bellvue Hastanesi'nde kalan kız
kardeşimizden söz etmedik. Bunlar mı karşılaştığımız yumu­
şak davranışlar? Bu saçmalığa derhal son verilmeli.
Ve bir de suçsuzlar -yalnızca birtakım oyunların kurbanla­
rı olanlar değil- renkleri ve bu ırkçı dünya da doğmuş o lmala­
rından başka suçları olmayanlar da var, tabii. Benimkinden iki
hücre ötede kalan bir kardeşimiz (adı Helen'di) , ilgisi olma­
yan bir cinayetle suçlanarak on sekiz ay göz altında tutulmuş­
tu. On sekiz ay sonra, delil yetersizliğinden ve katilin suçunu
itiraf etmesi üzerine Helen hakkındaki suçlamalar geri alındı.
Bir hafta sonra yapılacak duruşmasının ardından serbest kala­
caktı. Bütün koğuş bu haberi kutladı. Duruşma günü, sevinç
gözyaşları arasında, yakında gelip cezaevinin karşısındaki kal­
dırımdan bize el sallayacağını söyleyerek aramızdan ayrıldı.
Ama sevincimiz kısa sürdü. O akşam duruşmaya giden di­
ğer mahkumlarla birlikte, yeni bir suçla dava edilmiş olarak

143
geri döndü. Ondan hafif bir suçu, 'cinayete teşebbüs'ü itiraf
etmesi istenmişti. Gözaltında geçirdiği on sekiz ay, verilecek
cezaya sayılacaktı. Galiba hayatından çalınan on sekiz ayın
hesabını soracağından, suçsuz olduğu halde uzun bir süre
tutuklu kaldığı için dava açacağından korkuyorlardı. lki ay
sonra. ben cezaevinden çıktığım sırada Helen hala aynı hüc­
redeydi ve işlemediği bir suçu itiraf etmeye yanaşmıyordu.
Şimdi cinayet suçuyla yargılanacak ve şüphesiz tekrar beraat
edecek. Ama cezaevinde kaybettiği boş, sıkıntılı ayların geri
gelmeyeceği açık.
Kadın mahkumların bulunduğu cezaevlerinin çevresinde
yapılacak bir sürü iş var. Bildiğin gibi, kadın mahkumların
desteklenmeye ve cesaret verilmeye ihtiyaçları var. New
York'taki kuruluşlar tarafından desteklenen Kadın Mahkum­
ların Kefaletleri Fonu çevresinde geniş siyasal çalışmalar ya­
pılmıştır. Ben ayrıldığımda bütün cezaevi örgütleniyor ve
mahkumların serbest bırakılması için ödenecek kefaletin or­
taklaşa ödenmesi gerektiği konusunda kararlar alınıyordu.
Serbest kalanlar derhal Fon için çalışmaya başlayacaklardı.
Bu tip başka çalışmalar da gerekli: Cezaevlerindeki yaşama
şartlarını açıklamak, siyasal bilinçlenmeyi önlemek amacıyla
faşist uygulamalarla yaratılan insanlık dışı havayı anlatmak
için kampanyalar açılmalı.
Sonunda hepimizin kurtulması gerekli ve senin de belirt­
tiğin gibi, ancak halkın gücü kurtarabilir bizi. Senin kurtul­
man gerek, Ericka. Zencilerin haklarını yılmadan savunduğu
için Florida'da tutuklu bulunan Connie Tucker serbest bıra­
kılmalı. On beş yaşındayken faşist bir Güney şehrinde ölü­
me mahkum edilen Marie Hill kurtarılmalı. Bütün güçlü kar­
deşlerimiz önümüzdeki işleri başarmak üzere cezaevlerin­
den çıkmalılar.

1 44
Ericka, sen, yapılması gerekeni herkesten daha iyi özetle­
din. Aşağıdaki paragrafı gizli çıkarılan gazetelerden birinde
okudum: "Yeni bir dünya kurmamız gerek. Bu sorumluluk
kuşaktan kuşağa geçti ve artık zamanı durdurmanın günü gel­
di. Değiştir, yık ve yeniden kur. Bencilliğin, ırkçılığın, şove­
nizmin ve bütün haklan ellerinde tutan küçük grupların bu­
lunmadığı bir dünya yaratmak bizim görevimiz. Dünya irısan­
larındır, bir arada yaşamaları, sevmeleri ve yaratmaları içın."
Bu fikri gerçekleştirme zorunluluğu bize kaybettiklerimiz -
]on, Bunchy, Lil Bobby, jonathan, William Christmas, james
Mc Lain, Sam Napier- tarafından aşılandı. Onları içimizde ve
kavgamızda yaşatmak görevimizdir. Doğacak çocuklarımızda
zaferi yaşamalıyız, onların gerçekleşmesi için sınırsız katkılar­
da bulundukları zaferi..
Sana, Bobby'ye ve Niantic'deki bütün kız kardeşlere sevgiler.
Durdurun Zamanı!

Angela

145
6

SOLEDAD KARDEŞLER
Fleeta Drumgo
John Clutchette
George Jackson
Fleeta'nın Mektubu

Sevgili kardeşlerim,
Düzeltme Sistemi diye bir şey yok. Bu amacı güttüğünü
öne süren bütün kuruluşlar barbar, ırkçı ve sömürücü bir ya­
pıya sahiptir. Devlet, bu kuruluşları Anglo-Sakson burjuva yö­
neticiler dışında kalan herkesi sömürmek, ezmek ve yıldırmak
amacıyla kullanmaktadır. Sistemin özündeki kin ve nefret in­
sanları, özellikle zencileri ezmekte olan ırkçı baskıya özdeştir.
Bunu gördükten sonra Amerika'nın da başlı başına bir cezae­
vi olduğunu görmek hiç zor değil. Huey P. Newton kardeşi­
mizin dediği gibi, aradaki tek fark birinde koğuşta, ötekinde
hücrede olmamız.

1 49
Hücrede gördüğümüz baskı daha güçlü görünebilir, ama
çağımızda aradaki farkın büyük olmadığını kolayca görebili­
yoruz. Sürekli olarak işsizliği, yoksulluğu, kötü beslenmeyi
düşünüyorum, yaşantımızın bir parçası olmuşlar artık; insan­
ların bu toplama kamplarında olmaları da bu zaten, suç denen
şeyin ortaya çıkışına yol açan da bu.
Duvarların ötesinde insanların bilinçlenmeye başladıkları­
nı belirtmek istiyorum; düzenin getirdiklerini, kapitalizmin
çılgınlığını, sınıfsal çıkarları, artık değeri, emperyalizm soru­
nunu görüyoruz. Burada ve diğer ülkelerde halkların karşılaş­
tığı insanlık dışı davranışları görebilmek için anlamaya çalış­
mamız gereken bunlar. Malcolm X'in dediği gibi, "Biz insan­
lar, halklar olarak, bizi yiyip bitiren koşullan değiştirme hak­
kına sahibiz" .
Günümüz toplumunun çürümüşlüğü ve toplama kampla­
rındaki yozlaşmayı ancak halk ortadan kaldırabilir ve onu or­
tadan kaldırmanın tek yolu birleşmemiz, bir tek insan gibi ha­
reket etmemizdir. Zira, baskı altında ezilenler hep aynıdır. De­
mek istediğimiz, gerçekte hepimiz faşist baskıların boyundu­
ruğunda bulunan mahkumlarız. Bu gerçeği yadsıyanların ba­
ğımsızlık hareketiyle hiçbir ilgileri olamaz; bunlar kendilerini
özgür sayarlar ve bu varsayım onları doğrudan doğruya küçük
burjuvaların aras.ına yerleştirir.
Sonuç olarak, birbirimizi unutmamamız gerektiğini söyle­
mek istiyorum, eğer birbirimizden vazgeçersek canavar aza­
cak ve bize daha kötü davranmaya başlayacaktır. Sizdeniz biz,
sizi seviyoruz, birlikte mücadele edeceğiz.

iktidar halka, bağımsızlık.


Fleeta Drumgo
Nisan 1 9 71

150
Cezaevi Kurbanlar.
Eve Pell

Kalifo miya'nın Monterey bölgesinden söz edildiğinde akla,


Carmel'deki dükkanlarla batının en tanınmış plogları üzerine
uzanmış çam ağaçları ya da zenginler için yapılmış dinlenme
yerleri gelebilir. Ayrıca, joan Baez'in Monterey'de savaş aleyh­
tarı bir okul kurmuş olduğunu, Esalen Enstitüsü'nde yoga
dersleri verildiğini ya da hippilerin Big Sur'e yayıldıklarını ha­
tırlayabilirsiniz.
lyi şeyler kolay hatırlanıyor. Ama bölgenin turistler için
hazırlanan broşürlerinde sözü edilmeyen bir yönü daha var.
Biraz içeride Salinas Vadisi bulunur, vadinin zengin toprakla­
rının beyaz sahipleri göçmen işçileri yıldırmak ve bir süre
sonra da ölümlerine yol açmak üzere örgütlenmişler ve grev

151
kırıcılar yetiştirmişlerdir.
Bölgede John Steinbeck'in
gördüğü buydu. Güneydeyse
daha da çirkin bir gerçekle
karşılaşırız. Soledad kriz yıl­
larının karışıklığı sırasında
cezaevinde görülen gaddar­
lıklar, son günlerde zenci
mahkumlardan üçünün öl­
dürülmesiyle yeniden su yü­
züne çıkmıştır.
1946'da ilk kurulduğu gün­
lerde Soledad ilerici bir ku­
ruluş olarak görülüyordu.
Belki gerçekten öyleydi, ama bir müddet sonra mahkumlar
Soledad'a 'gladyatör okulu' ya da 'cephe' demeye başladılar.
Bunun sebebi , gardiyanlarla mahkumlar arasında çıkan ırkçı
çatışmalardı. Cezaevindeki günlük hayatın korkunçluğu
hakkında yazılan mektuplar mahkumların ailelerine ve avu­
katlarına ulaştı, sonra da ilgililerin dikkatini çekti. Nihayet,
Haziran 1 980'de senatör Mervyn Dymally, iki görevli ve sav­
cı Fey Stender'le birlikte cezaevindeki hücreleri teftiş etti.
Teftiş heyeti mahkumların cevaplandırıp hemen geri vere­
cekleri bir anket dağıtmayı ve bu şekilde şikayetçi oldukları
için cezalandırılmalarını önlemeyi düşünmüştü.
Cezaevi müdürü Ray Procunier bu plana karşı çıktı.
"Eğer hoşnutsuzluk yaratan bir durum varsa bunu önce be­
nim bilmem gerekir," diyordu. Dymally boyun eğmek zo­
runda kaldı ve mahkumlarla yapılan kısa konuşmalarla yeti­
nildi. Zenci mahkumların en çok şikayet ettikleri nokta, ye-

152
meklerinden sürekli idrar, vb. mide bulandırıcı maddelerin
bulunmasıydı.
Procunier, "Bana kalırsa kimsenin yiyeceklere dokunduğu
yok," dedi. "Biz yöneticiler istemiyoruz bunu, ama bir sürü
kötü niyetli insan var etrafta." Dymally, mahkumların bu ko­
nuda yazdıklan mektuplardan söz ettiğinde, görevlilere döne­
rek, "Doğru söyleyin, siz hiç kahvelere işendiğini gördünüz
mü?" diye sordu. Görevliler görmediklerini söyleyince tatmin
olmuş bir şekilde konuyu kapattı.
Birkaç soru daha sorup Procunier'den ilgisiz cevaplar al­
dıktan sonra Dymally'ın teftiş heyeti, zenci mahkumların öl­
dürülmelerine yol açan ırkçılık gibi temel sorunlara inemeden
Soledad'ı terk etmişlerdi.
Soledad mahkumlarından biri cezaevindeki ırkçı havayı
anlatırken, "Başka bir mahkumla birlikte cezaevine ilk geti­
rildiğimiz gün diğer mahkiimların 'pis zenci, köpek herif!'
şeklinde bağrışmalarıyla karşılaştık. Önce kulaklarıma ina­
namadım, çünkü bunları yanımızdaki görevlilerin de duy­
muş olmaları gerekirdi; halbuki hiçbir şey olmamış gibi dav­
ranıyordu görevliler. Başgardiyana bakınca mahkumların
neden görevlilerden çekinmediklerini anlamaya başladım.
Başgardiyanın zenciler hakkında peşin hükümleri vardı, ha­
la da vardır. Hücrelere yerleştiğimden beri rahat yüzü gör­
medim. Beyaz mahkumlar günün yirmi dört saatinde zenci­
lere hakaret etmeyi iş edinmişler, gardiyanlar da durup din­
lenmeden rahatsız ediyorlar bizi. "
Cezaevinin 'Max Row' denen bölümünde mahkumlar yir­
mi üç buçuk saatini demir kutulan andıran hücrelerde geçirir­
ler. Hücreler yalnızca parmaklıklarla değil, tahta perdelerle
ayrılmıştır; yiyecekler kapıların üzerindeki deliklerden verilir.

153
Başka bir mahkum, "Görevliler yiyeceklerimizi kendileri
dağıtmayıp diğer mahkumlara dağıttırmaya başladılar. Yiye­
ceklere her türlü pisliğin karıştırılmasını gülerek seyrediyor­
lardı," diyor.
Ocak l 970'ten önce birkaç ay mahkumların grup halinde
idman yapmalarına izin verilmedi. Yetkililerden biri cezaevi­
nin 'O' bölümünü cezaevi içinde cezaevi olarak tanımlayıp,
grup halinde idman yapıldığı zaman mahkumlar arasında kav­
ga çıktığını ve ciddi olaylar meydana geldiğini öne sürüyordu.
Aralık 1 969'da bu mahkumlar için özel bir idman yeri yapıldı.
Alan inşaat tamamlanmadığı için zamanında açılmamıştı.
Zenci mahkumlardan biri bu konuda, "O günlerde beyaz
mahkumlar ve görevliler anlayamadığım bir sebepten ötürü
pek neşeliydiler, ikide bir bize alanın yakında açılacağını söy­
leyip duruyorlardı," diyor.
Ocak ayının ikinci haftasında 13 mahkum çırılçıplak soyu­
lup üzerlerinde silah arandıktan sonra alana gönderildiler. lyi
nişancı olarak tanınan gardiyan O.G. Miller, eline tüfeğini ala­
rak alana bakan bir kuleye yerleşti.
Tahmin edilebileceği gibi, alanda beyaz mahkumlarla
zenciler kavga etmeye başladılar. Kuledeki gardiyan hiçbir
uyarma yapmadan dört el ateş etti. Üç zenci Alvin Miller,
Cleveland Edwards ve W. L. Nolen ağır yaralanmış, bir be­
yaz da kalçasından vurulmuştu. Zencilerden biri hareket
edebiliyordu, arkadaşları onu derhal hastaneye götürmek
istediler.
Sonralan içlerinden biri, "Kuledeki gardiyana bakıyor­
dum," diye açıkladı. "Silahını bana çevirmişti, beni de öldür­
mek istediğini sandım. Duvara sürünerek gidip mahkum X'in
başucunda durdum, hep gardiyana bakıyordum. Silahını tek-

1 54
rar üzerime çevirdi, donmuş gibi durup ateş etmesini bekle­
dim, etmedi. Ateş etmediğini görünce X'in başında iki zenci -
mahkumla yattığı yeri işaret ettim. Birlikte top oynadığımız
mahkum X'i hastahaneye götürmemi söyledi, ben de onu sır­
tıma alıp kapıya doğru yürüdüm. Kuledeki gardiyan silahını
doğrultmuş başını sallıyordu. Ona on dakika yalvardım, kar­
şılık vermeden başını sallamaya devam etti. Her dakika üzeri­
me ateş etmeye başlamasını bekliyordum. Sonunda başka bir
gardiyan bana X'i alandan çıkarmamı ve yere yatırıp hücreme
götürmemi söyledi."
Oyuna son verildiğinde yaralı ölmüştü.
Neden vurulmuştu bu üç zenci? W.L. Nalan taviz verme­
yen, gururlu bir adam olarak tanınırdı. Cleveland Edwards
bir polis şefini yaralamak suçundan cezaevinde bulunan si­
yasi bir mahkumdu ve önemli zenci liderlerindendi. Alvin
Miller ne militanlardan ne de liderlerdendi, fakat o sırada
alanda bulunan Kara Panter Earl Satcher'a şaşılacak derece­
de benziyordu. Nalan öldürüleceğini anlamıştı. Son ziyare­
tinde bunu babasına da söyledi. Babası oğlunun korunması
için yetkililerden biriyle görüşmek istedi ama yetkililer 'çok
meşguldüler'.
Federal mahkemenin cezaevi yetkililerine karşı hazırladığı
raporda 0.G. Miller, W.L. Nalan, Alwin Miller ve Cleveland
Edwards kara ırktan gelenlere karşı beslediği kin ve Nolan'a
olan öfkesi yüzünden öldürdüğü belirtilmektedir.
Raporda ayrıca, "Miller mahkumların yumruklaşmaları­
nın ciddi bir sonuç vermeyeceğini, buna karşılık ateş ederek
mahkumları öldürebileceğini ya da ağır yaralayabileceğini
bildiği halde duraklamadan ateş etmiştir," denmektedir. Ra­
por cezaevindeki ırkçı kavgayı körükledikleri, O.G. Miller'in

155
tutumunu bildikleri halde onu engellemeye çalışmadıkları
ve yaralı mahkumların derhal tedavi edilmeleri için gerekli
tedbirleri almadıkları gerekçesiyle bütün yetkilileri suçla­
maktadır.
Bu olaydan sonra cezaevindeki gergin hava daha da arttı.
Monterey Yüksek Mahkeme Heyeti O.G. Miller hakkında so­
ruşturma açtığı zaman zencilerin davada tanıklık etmelerine
izin verilmedi, tanıklar yalnız beyaz mahkumlardan seçilmiş­
ti. Tanıklar mahkeme önüne çıkmadan önce gardiyanlar tara­
fından uyarıldılar: "Unutmayın, uyarmak için havaya ateş
edilmişti önceden! "
Kısa süre sonra beyaz gardiyanlardan biri John V . Milis
ölü bulundu. Dövüldükten sonra üçüncü kattan aşağı atıl­
mıştı.
Şerif William Black, "Mills'in ölümünün üç zenci mah­
kumun öldürülmesine karşı bir misilleme olduğunu sanıyo­
ruz," dedi. Cezaevi yetkilileri altta kalmamak için derhal üç
suçlu buldular. Suçlananlar yirmi üç yaşındaki Fleeta
Drumgo, yirmi dört yaşındaki John W. Clutchette ve yirmi
sekiz yaşındaki George L. jackson'dı. jackson soygun su­
çundan hüküm giymişti. Suçun cezası normal olarak 2,5 yıl
olduğu halde, Vasiler Heyeti on yıldır jakson'ın serbest bıra­
kılması için görüşmelere başlamamıştır. Ocak ayında öldü­
rülenler gibi o da hiçbir zaman boyun eğmemiş, gururunu
her zaman korumuştur. Hüküm giydiği zaman siyasal yön­
den bilinçlenmiş değildi, ama cezaevinde geçirdiği on yıl ba­
zı gerçekleri açık seçik görmeye başlamasına yol açmıştır.
jackson yazardır.
Babası bütün hayatı boyunca ailesini geçindirebilmek için
çalışmış ve çocuklarına Amerikan tarzında, iyi insanlar olma­
larını öğütlemişti.

156
Jackson'ın Soledad'a gelişi diğer zenci mahkumlannkinden
farksızdı. Gettolardan gelen zenci gençler, kanunla ilk sürtüş­
melerinde orta sınıftan gelenlerin ya da beyazların dosyalarına
hiçbir zaman işlenmeyecek bazı suçlardan ötürü derhal fişle­
nirler. Artık şüpheliler arasına girmişlerdir; kısa bir müddet
sonra daha ağır bir suçtan tutuklanırlar. Suçsuz olduklarını is­
patlayamadıkları ve fişlenmiş olduklarından kolayca hüküm
giyerler; çarptırıldıkları ceza her zaman beklediklerinden daha
ağırdır. Sonuçta uzun süre cezaevinde kalırlar.
Cezaevi çoğu zaman toplumun bütününü büyük bir açık­
lıkla yansıtır. Malcolm X, Eldridge Cleaver gibi ünlü lider­
lerden çoğu cezaevinde yetişmişlerdir. Bunun sebebi, ceza­
evinin mahkumları kesin karar almaya zorlaması olabilir;
cezaevindeki zenci yerini saptamak zorundadır. Jackson, So­
ledad'a ilk geldiğinde, televizyon seyrederken arka sırada
zencilere ayrılmış yerlerden birine oturmak zorunda bırakı­
lınca ne yapacağını şaşırmıştı. Sonunda kavga çıkmış ve yet­
kililer onu iki yıl hücrede yaşadığı San Queni.in Cezaevi'ne
göndermişlerdi.
Jackson, Drumgo ve Clutchette cinayet sırasında John
Mills'in bulunduğu yerden uzakta ve suçsuz olduklarını söy­
lediler. Soygun suçundan hüküm giymiş olan Clutchette için
Vasiler Heyeti'yle görüşme günü tespit � dilmişti ve Nisan
ayında serbest bırakılması bekleniyordu. Drumgo'da Nisan'da
Vasiler Heyeti'nin karşısına çıkacaktı, kesin olarak serbest bı­
rakılması bekleniyordu.
Adı geçen üç mahkumdan en tehlikeli olan )ackson'dır ve
bir yıldan müebbet hapse kadar değişebilecek bir cezaya çarp­
tırılmıştır. Müebbet hapis mahkumu olarak bilinmektedir.
Kaliforniya kanunlarına göre, müebbet hapis mahkumların-

157
dan biri cezaevi görevlilerinden birini yaralar ve görevli bir yıl
içinde ölürse, mahküm ölüm cezasına çarptırılır. Bu durum­
da, hüküm giydiği takdirde jackson doğrudan doğruya gaz
odasına gidecektir.
Gardiyanın ölümünden sonra bölümdeki bütün mah­
kumlar gardiyanlar, cezaevi yetkilileri ve savcılık tarafından
sürekli sorguya çekilmişlerdi. Olayın başından itibaren suç­
lanan üç mahkuma karşı büyük bir oyun hazırlandı. Sorgu­
da avukatlar hazır bulunmadı. Görevliler mahkumların aile­
lerine oğullarının durumunu bildirmemişlerdi. Annesi olayı
öğrendiğinde jackson iki kere mahkemeye çıkmış bulunu­
yordu. John Clutchette'nin annesine oğlunun avukata ihti­
yacı olmadığı bildirilmişti. Görevlilerden Leflores ona, "Oğ­
lunuz size durumu mektupla bildirir," demişti. Buna rağ­
men, Bayan Clutchette oğluna yardım edecek bir avukat ;ıra­
dı ve sonunda Salinas'lı Floyd Silliman'la anlaştı. Clutchette,
sorgulardan ve günlerce hücrede kalmaktan sersemlemiş bir
halde, suçsuz olduğuna tanıklık edebilecek şahısların bir lis­
tesini hazırladı. Mahkumların dışarıya ancak avukatları ara­
cılığıyla bir şeyler gönderebilecekleri hakkındaki cezaevi yö­
netmeliğine karşı gelerek listeyi annesine göndermek istedi.
Zaten o sıralarda avukatı yoktu. Liste görevlilerin eline geç­
ti ve adı geçen mahkumlar başka cezaevlerine gönderildiler.
Fleeta Drumgo'nun annesi Bayan lnez Williams, gardiyanın
ölümünü radyodan dinleyip oğlunun nasıl olduğunu öğren­
mek için cezaevine telefon etti. Görevliler soruşturmaların
devam ettiğini, endişe etmemesini söylediler. Bayan Willi­
ams ,"Cezaevi mahkumların dişi çekilirken bile ailelerine
haber verir," diyordu, ama oğlunun cinayetle suçlandığın­
dan haberi yoktu.

1 59
Konuyla ilgili eyalet görevlileri soruşturmayı gizli tutmak
için ellerinden geleni yaptılar. Vasiler Heyeti, George jack­
son'ın avukatlarına onun hakkındaki kararın ne şekilde alın­
dığını açıklamıyordu. Cezaevi görevlileri de avukatların jack­
son'ın dosyalarını görmelerine ve öldürülen üç zenci hakkın­
da bilgi toplamalarına izin vermediler. Bütün deliller ve şahit­
ler Kalifo rniya eyaletinin kontrolü altındadır. Yargıç Gordon
Compbell'in kişiliğinde davaya yargıçlık e�en gene Kaliforni­
ya eyaletidir. Dazlak kafalı, küçük bir adam olan Campbell, is­
kemlesinde yüzünde meşgul bir ifadeyle oturup herkese tepe­
den bakar, ilk duruşmalardan itibaren yargıç julius Hoff­
man'ın Monterey'li kopyası gibi davranmıştır. Sanıkların dost­
larına açıkça cephe almıştı, "Ahırdaymış gibi davranmakta de­
vam ederseniz hepinizi dışarı atarım," deyip duruyordu.
Campbell'in bazen savcının görevini üzerine aldığı da olu­
yordu. Savunmanın hemen hemen bütün müdahalelerini geri
çevirdi. Savunma cezaevi yönetmeliğini görmek istediği za­
man Campbell savcıya dönüp, "ltiraz ediyorsunuz, değil mi?"
diye sordu. Savcı başıyla onaylayınca Campbell, "Reddedildi,"
dedi ve savcının yerine karar vermiş oldu.
Şubat ayında bölgedeki bütün ünlü avukatlar davayla ilgi­
lenmeye başlamışlardı. Campbell onların konuyu basına yan­
sıtmasını da engelledi. Avukatların dosyaları incelemeye, şa­
hitleri dinlemeye hakları yoktu, iddia makamı şahitleri mah­
keme gününe kadar avukatlara bildirmiyordu.
Sanıkların hiçbiri adam yaralamak ya da öldürmekten hü­
küm giymiş değildi. Buna rağmen duruşmaya zincire vurul­
muş olarak getirildiler, avukatlarıyla konuşurken de zincirliy­
diler. Mahkeme salonunda dostları onları yumruklarını kaldı­
rarak selamlıyorlardı. Onlarsa yumruklarım ancak bellerine
kadar getirebilmişlerdi.

160
Şubat 1970'deki ilk duruşmalarda mahkumların aileleri ve
dostları bulunamadı. Mahkumlar zincire vurulmuş olarak ce­
zaevinden duruşmaya getirildiler, yoldan gelip geçenler onla­
rı yuhalıyorlardı. Sonralan olay kamuoyunca duyuldu ve
mahkllmlara karşı sempati uyanmaya başladı. O zaman üç sa­
nık, duruşmaya her tarafı kapalı bir kamyonetle getirilmeye
başlandı. Bu şekilde, hayat�an hücrede geçen bu insanların
kendilerine yakınlık gösterenleri görmeleri önlenmişti.
Halk, Soledad kardeşlerin kim olduğunu öğrenmeye, Kali­
forniya cezaevleri hakkında az çok fikir edinmeye başlamıştır.
Ama Monterey'deki baskı sürüp gitmekte ve bu üç insan daha
uzun süre hücrelerinde kalacağa benzemektedir.

161
Soledad Kardeşler
Angela Davis

Ağustos 197l'de Fleeta Drumgo, George Jackson ve ]ohn


Clutchette hakkında dava açıldı. Eğer Kaliforniya adalet me­
kanizmasının işleyişine müdahale edilmezse sonuç her üç sa­
nık için de gaz odası olabilir, iddia makamının duruşmayı,
karşı-devrim atmosferinin hüküm sürdüğü San Diego bölgesi­
ne nakletmek yolundaki başarısız gayreti devletin sanıkların
idam edilmelerini istediğini açıkça göstermiştir. Son duruşma­
.
lardan birinde sanıklar, San Ouentin gardiyanlarının ve San
Francisco polisinin saldırılarına karşı kendilerini korumak
zorunda kalmışlardır.
Bir yıldır "Soledad Kardeşler'i serbest bırakın" sloganı etra­
fında çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Çok geç olmadan siyasal

1 62
baskının araçları olan adalet ve ceza mekanizmalarına karşı
girişilecek bir halk hareketiyle bu sloganı hayata geçirmemiz
gerekiyor. Toplumun faşist yönlerine, Vietnam halkının bar­
barca öldürülmesine, zencilerin ezilmesine, devrimcilere yapı­
lan baskıya karşı olanlar, devletin Soledad Kardeşler'i kanun
yoluyla öldürmesine karşı çıkmak zorunda olduklarını unut­
mamalıdırlar. Şimdi kardeşlerimiz serbest bırakılıncaya kadar
giriştiğimiz mücadeleye devam etmemiz ·gerekiyor.
Zenci Kurtuluş Hareketi için Ericka Huggins ve Bobby Sea­
le'in savunmaları gibi Soledad Kardeşler'in davası da büyük
önem taşımaktadır. Davanın önemini kavramadan, devletin
siyasal eylemcileri cezalandırma gücüne sahip olduğunu gös­
termek amacıyla bu idamların üzerinde durduğunu anlamak
imkansızdır. Zenciler bilinçlenmeye ve radikal çözüm yollan
aramaya başladıkça Soledad Kardeşler davasında açık bir ör­
neğini gördüğümüz ırkçı baskılar da artacaktır.
Toplumun kapitalist yapısında bulunan ırkçılığın sonucu,
zenciler cezaevlerini diğer gruplardan çok daha iyi tanımışlar­
dır. Hayatın herhangi bir devresinde bu kurumla karşılaşma­
yanlara ender rastlanır. Ceza sisteminin, yönetici sınıfların
egemenliklerini sürdürebilmelerine yarayan kurumlardan ol­
duğunun fa rkındayız artık. Engels geçen yüzyılda, cezaevleri,
ordu ve polisin devletin gücünü koruyan temel unsurlar oldu­
ğunu görmüştü. Uzun hapis cezalan düzenin korunmasına
yardım eder, bu ceza.lar kutsal mülkiyet hakkına karşı çıkan­
ları ya da bilinçli olarak ırkçılığa ve baskıya başkaldıranları
sürekli tehdit ederler.
Tarihsel açıdan da cezaevi, hayatımızın uzun bir parçası
durumundadır. Zenciler kölelikten kurtulur kurtulmaz ken­
dilerini başka tip bir sömürünün, mahkumların çalıştırılması
sisteminin içinde bulmuşlardır. Önemsiz suçlardan kolayca

1 63
hüküm giyen zenciler cezaları süresince, politikacıların, bü­
yük çiftçi ve madencilerin, Kuzeydeki sendikaların hizmetine
verilirler. Örneğin, Arkansas'ta Cummin Cezaevi çiftliğinde
mahkumlar haftanın beş buçuk günü para almadan pamuk
tarlalarında çalışırlar. Cezaevlerinde hala bu tip köle çalıştır­
ma olayları sürüp giderken, bir yandan da sosyo-ekonomik
düzeni koruma görevini yerine getirirler.
Kalifomiya cezaevlerindeki mahkümların 28 binden fazla­
sının zenci ve melez olduğu düşünülürse, George jackson,
john Clutchette ve Fleeta Drumgo'nun kurbanlarından oldu­
ğu mahkemelerin, Vasiler Heyeti'nin ve bütün ceza sisteminin
ırkçı yapısı daha açık biçimde görülebilir. Adı geçen mahkum­
ların üçü de mülkiyet hakkına tecavüz suçundan hüküm giy­
mişlerdir; Fleeta ve John hırsızlık, George soygundan cezaya
çarptırıldılar. Süresiz hapis cezasına mahküm edildikleri hal­
de (George l yıldan müebbet hapse kadar, Fleeta 6 aydan 15
yıla kadar, john 6 aydan 1 5 yıla kadar) serbest bırakılmaları­
nı sağlamak için yetkililerin anladığı anlamda iyi hal göster­
meyi ve başları önünde dolaşmayı reddettiler. Vasiler Heyeti
ve cezaevi yetkilileri ancak hayatlarını devletin koyduğu ku­
rallara göre düzenledikleri takdirde 'ıslah oldukları'na kanaat
getirecek ve serbest bırakılmaları için gerekli işlemlere giriş­
meye razı olacaktı. Kardeşlerimizden çoğu gibi onlar da bo­
yun eğmeden, bu tuhaf ıslah olma fikrine ve onun altında ya­
tan önyargılara karşı çıkmaya devam ettiler.
George, John ve Fleeta cezaevi içinde, yılmadan direniş ha­
reketleri düzenlediler. En tehlikeli savaş alanında sürdürdüler
kavgalarını. Akılsız ve sadist gardiyanların ellerindeki, tüfek­
leri her an üzerlerine boşaltabilecekleri fikri durdurmadı on­
ları. Dinlemeye hazır mahkumlara doğru bildikleri düşünce­
leri anlatmaya devam ettiler.

1 64
George'un kitabı Soledad Kardeşler, Amerikan ceza siste­
minin büyük ustalıkla ayrıntılara inen bir tahlilini yapmakta­
·
dır. Efendiler ile köleler arasındaki ilişkiler ve sürüp giden
çatışma bütün açıklığıyla gösterilmiştir. Bu, mahkumun ha­
yatını ve gururunu koruyabilmek uğruna verdiği savaştır.
George, kapitalist toplum içinde cezaevlerinin rolünü ve
'suçlular'ın ileride, devrimci mücadele içinde alacakları yeri
incelemektedir. Ho Chi Minh gibi George da, cezaevi kapıla­
rı açıldığında gerçek bir ejderhanın; görevi eşitliğin hüküm
sürdüğü sosyalist düzeni kurmak olan bir ejderhanın ortaya
çıkacağına inanmaktadır. Onun kitabı, insanüstü bir müca­
dele içinde durmadan gelişen ve kendini aşan bir devrimcinin
anılarıdır bir bakıma.
Dolayısıyla, cezaevi yetkililerinin bu olağanüstü zenciye is­
teri krizleri içinde saldırmaları hiç de şaşılacak bir durum de­
ğildir. Sömürücülerin niteliğini açıkça görebilen ve diğer mah­
kumlara kurtuluş yolunu göstermek için çaba harcayan bir in­
sanı öldürmeye çalışmalarını da tuhaf karşılamamak gerekir.
Bu üç kardeşimiz, 450 yıllık baskı ve zulmün direniş güç­
leriyle cesaretlerini yok edemediği büvük zenci kahramanla­
rın mirasçılarıdır. Artık onların ektiği tohumların meyveleri­
ni, Kaliforniya cezaevleri çerçevesi içinde başlayan kurtuluş
hareketimizde toplayabiliriz. George 70 dolarlık bir hırsızlık
olayı için cezaevinde geçirdiği on bir yıl boyunca, hemen he­
men bütün Kaliforniya cezaevlerinde, San Quentin'de, Sole­
dad'da ve Folsom'da bulundu. Hayatının yarısı cezaevlerinde
geçmiş olan Fleeta, üç buçuk yıl eyalet cezaevlerinde kaldı.
john ise 1966'dan beri San Quentin'de, Tehachipi'de ve Sole­
dad'da yattı.
Bu insanlar kendi çıkarlarını unutup, bir an önce cezaevin­
den çıkmak için yetkililere yaranmaya çalışacaklarına, diğer

165
mahkumları aydınlattıkları, onlara kurtuluş yolunu göster­
dikleri için yetkilileri n faşist saldırılarına hedef olmuşlardır.
Sözünü ettiğimiz olaydan önce de birçok kere ölüm tehlike­
siyle karşılaşmışlardır. Duvara astığı siyasal afişleri indirmedi­
ği için Fleeta'nın başının dertten kurtulmadığını biliyoruz.
George, "Hala hayatta oluşumun sebebi herşeyi abartmam,
onların da bunu bilmeleridir," demişti. "Her zaman, herkesten
bir kol boyu uzakta dururum ve daima ellerini görmek iste­
rim. Artık hiçbir şey şaşırtmıyor beni."
Buna rağmen G e orge sürekli olarak, özellikle cezaevi için­
deki ırk ayrımını reddettiği için çeşitli 'suçlar'la itham edilmiş­
tir. Ölüm cezası gerektirmeyen suçların yargılamaları dışında,
bütün yargıl amalar cezaevinde yapılır. San Quentin müdür
yardımcısı Park, jessica Mitford'la yaptığı bir görüşmede,
"Herhangi bir suçla itham edilen mahkumun mahkeme önü­
ne çıkma hakkı yo ktu r. Suçlu olmadığına idareciler karar ve­
rir," demiştir. Kendisine tanık dinlenip dinlenmediği soruldu­
ğunda da, "Biz ne olup bittiğini diğer mahkumlardan öğreni­
riz; meseleyi mahkemelerdeki gibi uzatmak tehlikeli sonuçlar
verebilir," şeklinde konuşmuştur.
Bu yargılama şeklinin, devrimci olarak tanınan mahkumla­
rın cezalarının istendiği kadar uzatılmasına yardım edebileceği
açıktır. Doğal olarak, devrim uğruna çalışan kişi, yürürlükteki
sisteme -cezaevine ya da toplumun tümüne- karşı başkaldır­
maktadır. Buna karşı yö neticiler de, karşılaştıkları şiddet hare­
ketlerini, "Anarşinin gemi azıya aldığı günlerde yaşıyoruz ve
burada anarşistler bulunuyor. Cezaevi onlarla dolu," demek su­
retiyle kolayca geçiştirmeyi ve istedikleri cezalarla kapatmayı
başarmaktadırlar. Bu tür iddialar, cezaevlerindeki baskıyı hoş
göstermek için öne sürülen bahanelerden biridir. Ve Soledad
Kardeşler'in karşılaştıkları zulüm, bu baskının bir parçasıdır.

166
George idarecilerce suçlu bulunmuştu. Vasiler Heyeti'nin
serbest bırakmasını ertelemesine neden olarak suçluluğu gös­
teriliyordu. Onu fikirlerinden vazgeçirebileceklerini sanıyor­
lardı, ama o her yıl sözleri ve hareketleriyle şunu söylemeye
devam etti: "Kışın soğuğunu çekmeden baharın sıcaklığı gel­
mez. Kötülükler sertleştirdi beni, kafam çelikten artık" (Ho
Chi Minh).
13 Ocak l 970'te, beyaz bir gardiyan üç zenciyi sebepsiz ye­
re öldürdü. Katil cezalandırılmadan elini kolunu sallayarak
dolaşmaya devam ederken, Yüksek Mahkeme de kendisinin
baskının aracı bir kurum olduğunu bir kere daha kanıtlamış
oluyordu. Karar günü bir gardiyan öldürüldü. George, John
ve Fleeta, Soledad yetkililerince gardiyanın hayatını hayatla­
nyla ödemek üzere seçildiler. Bu misilleme anlayışı bile olayı
tam olarak açıklamaya yetmiyor. Söz konusu gardiyanın ölü­
müyle, Kaliforniya cezaevlerindeki bilinç seviyesini gözle gö­
rülür şekilde yükseltmiş olan bu mahkumları ortadan kaldır­
mak için yeterli bir neden ortaya çıkmıştı. Gerçekten de mah­
kemede yalancı şahitlik edenler yaptıkları işin yalancı şahitli­
ğin ötesinde, çok daha büyük bir şey olduğunun farkındaydı­
lar. Cinayet suçlamasının altında çok daha önemli suçlar; dev­
rimcilik, düzene uymayı reddetmek, sürtüşmelere yol açmak,
mahkumlarda kurtuluş fikrinin uyanmasını sağlamak gibi 'cü­
rümler' yatıyordu.
Üç zenci devrimci daha önce sorgusuz sualsiz vurulmuştu.
Dışardaki demokrat kafaları karıştırmadan aynı şeyi tekrarla­
mak biraz zor olacaktı. Bu defa adalet mekanizması seferber
edildi. George, john ve Fleeta kanun yoluyla öldürülecekler­
di. Cinayet demokratik yoldan işlenecek ve kamuoyu bunu
hoş karşılayacaktı. Ayrıca bu, bir kurban, kırılmış bir birey ro­
lünü reddetmeyi düşünenlere de iyi bir ders olacaktı. Hesap-

1 67
lar doğru çıkarsa George, john ve Fleeta'nın ortadan kaldırıl­
ması devrimci hareketlere son verebilirdi. Karşılığını hayatla­
rıyla ödeyeceklerini anlayan mahkumlar arasında pek azı kur­
tuluştan söz edebilecek cesareti bulabilirlerdi. Terörizm bu şe­
kilde mantık yürütür işte. Ve sadece Soledad Kardeşler değil,
sayısız mahkum terörizmin kurbanları durumundadır.
7 Ağustos 1 9 70'te, George'un küçük kardeşi jonahtan'm
da karıştığı olay, bu duruma son vermek ve cezaevlerindeki
insanlık dışı yaşama şartlarına oldugu kadar, sınırsız baskı­
ya da karşı çıkan bir hareket olarak görülebilir. Olaya karı­
şan üç mahküm James Mc Clain, William Christmas ve olay­
dan sağ çıkan mahkum, Ruchell Magee, bu koşullar altında
yaşamış ve acı çekmişlerdi. Aynı muamelelere jonathan da
maruz kalmıştı. George'u susturmak için girişilen çabaların
farkındaydı.
7 Ağustos olayı, kamuoyunun ülkedeki cezaevlerinde hü­
küm süren terör havasını açıkça görmesine yardım etti. Bası­
nın konuyla ilgilenmeye başlaması da olayın sonuçlarından­
dır. San Francisco Chronicle'da üç haftadır Kaliforniya cezaev­
leriyle ilgili bir yazı dizisi yayınlanmaktadır.
Yönetici çevreler olaya büyük tepki gösterdiler, bunun on­
ları temelden sarstığını fark etmişlerdi. Politikacılar ve hükü­
met görevlileri vatandaşları yatıştırmak için anlamsız reform­
lar yapmaya başladılar. Yaptıkları büyük hata, yüzyıllarca sür­
müş baskının ve terörün cezaevlerinde birikmiş tortusunu
birkaç reformla ortadan kaldırabileceklerini sanmalarıydı.
Daha uzun ziyaret saatleri gibi, 'iyi çocuklar' için yapılacak
'reformlar' dikkati esas noktalardan uzaklaştırmak amacıyla
planlanmıştır. Bunlardan çoğu da, hapis cezalarını kısaltmak
amacıyla bir reform tasarısı olarak hazırlanmıştır, fakat sonra­
dan mahkumların aleyhinde işlemeye başlamış olan süresiz

1 68
hapis cezası gibi, baskıyı artıracakları şüphesizdir. Bizim bu
sözde reformlara göstereceğimiz tepki, onları bir kenara itmek
ve cezaevi sisteminin temel sorunlarını öne çıkarmak, bütün
siyasi mahkumların serbest bırakılmasını teklif etmek olmalı­
dır. Öldürülen kardeşlerimiz jonathan, Christmas ve McClain
ve birlikte mahkeme önüne çıktığım Ruchell, görevimizin ne
kadar büyük olduğunu bize açıkça göstermektedirler.

1 69
Soledad Kardeşler sadece cezaevleri çerçevesinde değil, bü­
tün Zenci Kurtuluş Hareketi içinde de büyük önem taşımak­
tadır. Ö lüme karşı verilen bu mücadelede hem bütün zenci
devrimcilerin, Chicanoların, Porto Rikoluların, Asyalıların,
Amerika yerlilerinin ve kapitalizme karşı savaşan beyazların
mücadelesidir. Bobby ve Ericka aynı gücün kurbanlarıdır ve
bizim faşizmin han.kc..timizi dört bir yandan sarmasını önle­
mek için Ericka ve Bobby'i kurtarmamız gerektiği kadar, dev­
rimci mücadelemizi sürdürebilmek için de Soledad Kardeş­
ler'in serbest bırakılmasını sağlamamız gerekiyor.
George, günümüzdeki faşizmin geniş bir tahlilini yaptı. Var­
dığı sonuç, Amerika'da faşizmin tam anlamıyla yerleşmiş oldu­
ğuydu. Temel meselelerde onunla beraberim, ama ben karşı
devrimin başarıya ulaşmış olduğunu zannetmiyorum. Faşizme
doğru gittiğimiz doğru olsa bile, faşizm Amerika'da yerleşmedi
henüz ve demokrasi işlediği müddetçe, halkın gücü Soledad
KardeŞler'i, Bobby'yi, Ericka'yı, beni, Ruchell'i, Huey'le Los Sie­
ta'yı kurtarabilmelidir. Huey'le Los Sieta'nın serbest bırakılmış
olmaları da kitle hareketlerinin gücünü göstermektedir.
Aralık ne kadar ufak olursa olsun bütün kapanmamış ka­
pıları zorlamalıyız. Ülkenin ve dünyanın her tarafındaki in­
sanları faşizme karşı olduklarını ispat etmeye çağırmalıyız.
Hareketimiz halkı çeşitli kampanyalara ve gösterilere çekme­
li. Süresiz hapis cezasına ve görevlilerden birini yaralayan ya
da öldüren müebbet hapis mahkumlarının idam cezasına
çarptırılacaklarını belirten 4500 sayılı kanuna karşı çıkmak­
tan korkmamalıyız (George'un 1 yıldan müebbet hapse kadar
değişebilen bir cezaya çarptırılması, bir yılda serbest bırakıl­
masını sağlayabileceği için insanca görülebilir. Ama aynı ceza,
cinayetten beraat edip yaralamadan hüküm giydiği takdirde
bile George'un gaz odasına gönderilmesine yol açacaktır).

1 70
Bu tip çalışmaları 'refonnist' ya da 'liberal' olarak görmek,
tecrübesiz devrimcilere özgü bir davranıştır. Bu davranış dev­
rimcilerin kişisel çıkarlarıyla kitlelerin eyleme geçmeye zor­
lanmasının hala birbirine karıştırıldığını gösterir. Bu tip ko­
runma hareketleriyle kitleleri mücadelenin içine sürüklemeli­
yiz. Yüksek ruhluluk ididal::ı.rıyla bunu yapmamakla düşman­
larımızın eline güçlü bir silah vermiş olabiliriz.
Hareketimiz küçük bir tekelci kapitalist grubunu koruma­
ya çalışan yönetici çevreler tarafından engellenmeye devam
ettikçe sosyalist devrimi ve ırkçı baskılara son vermeyi hiçbir
zaman başaramayız.
Devrimi hazırlayan öncü güçleri, zencileri, Chicanoları,
Porto Rikoluları, Asyalıları ve Amerika yerlilerini koruyacak
bir kitle hareketi yaratamadığımız sürece devrimi gerçekleş­
tiremeyiz.
Bu koruyucu kitle hareketinin meydana gelmesi için her
şeyden önce sekterliğe son vermemiz gerek. Gerçek bir hare­
ket için ideolojik çatışmalara yer yoktur; ideolojik çatışmala­
rın yeri başkadır. Şahıslar etrafında klikler kurma eğiliminden
vazgeçmeliyiz; bu bütün kardeşlerimizi, özellikle adı duyul­
mamış olanları korumamızı, hepsini kurtarmaya çalışmamızı
engeller.
Bugün elimizde kalan yollarla direnmeye devam edelim ve
bütün gücümüzle halkın tanınmış siyasi mahkumların kurta­
rılması için harekete geçmesini sağlamaya çalışalım. Eğer Sole­
dad Kardeşler'i kurtaramazsak, eğer Bobby ve Ericka ve diğer
kardeşlerimiz verdikleri özgürlük mücadelesi adına hapiste
kalmaya devam ederlerse, bizim, halkın, kendimizi bu terörizm
ve resmi barbarlık furyasından sorumlu tutmamız gerekecek.
Serbest bırakın siyasi mahkumları!

171
Cezaevi Reformu Üzerine
Qohn Clutchette'in bir mektubundan)

.............. ......... cezaevlerinde reform konusunda uzun süre


düşündükten sonra, bu şekilde davamızı destekleyenlerin ar­
tacağı ve herkesçe kabul edilmiş bir noktadan yola çıkarak
d�şman kazanmayı önleyebileceğimiz sonucuna varalım. Si­
yasi mahkumlar sözü mahkumların insanlık ve adalet özlem­
lerini dile getirmektedir. Bütün mektupların, makalelerin,
broşürlerin de bu başlık altında toplanmaları gerektiğine ina­
nıyorum. Adalet sözü halk tarafından anlaşılmakta ve benim­
senmektedir; amacımızı belirleyen adalet sözüdür. Ama sen
bütün bunları benden daha iyi bilirsin. Söylemek istediğim,
reform ta5arılarını olduğu gibi desteklememizin yanlış olaca­
ğı, bu sözün halk tarafından yorumlanmasını sağlamamız ge-

1 72
rektiğidir. Şimdiki halde reform sözünü çirkin bulabiliriz, ko­
nuyu aydınlatmak ve bir şeyler başarabilmek için reform söz­
cügünü iyice tahlil etmemiz ve amaçlarını saptamamız gere­
kir. Reform her şeyden önce bir ters çevirme anlamını taşıyor.
Ama duvardaki çerçeveyi ters çevirmek gibi bir şey bu, resmi
değil. Bir bakıma reform yeni kurallar, yeni kontrol imkanları
getirecektir; yeni bir pasifize etme programı uygulanacak ve
bu programın getirdiği sinemalar, radyo, parmaklıklarına ka­
dar yeni boyanmış, yepyeni hücrelerle mahkumların gözü bo­
_
yanacaktır. Ama erken serbest bırakma konusu ele alınmaya­
caktır, kısacası mahkumlar hayatlarından memnun olacaklar,
çark da rahat rahat dönmeye devam edecektir. Bu arada gardi­
yanlar silah taşımaya devam edecekler, gaz bombaları, coplar,
hücreler ve otomatik tüfekler yerlerinde kalacaktır.
Bu insanlık dışı hayat tarzı, psikolojik baskı, sadist gardi­
yanların mahkumları herkesin içinde dövmeleri gibi olgular
biraz olsun yumuşayacak ve ABD toplama kamplarına karşı
çıkan mahkumlar siyasal görüşlerinden dolayı toplumsal teh­
like olarak sınıflandırılacak, duvarların gerisinde yaşamaya
devam edeceklerdir. Siyasi mahkumlar cezaevi koşullarına
karşı çıktıkları için hücrelerinde unutulmuş halde, her türlü
haklarından yoksun yaşamaya zorlanmaktadırlar. Bu noktada
reform, ABD toplama kamplarını ortadan kaldırılması için gi­
rişilen çabaları amacından saptıran ve yok etmeye çalışan bir
gücün görünümünü kazanmaktadır.
Bununla birlikte, cezaevlerindeki yaşama şartlarının düzel­
tilmesi konusunun bir kenara bırakılması gerektiğini söyle­
mek istemiyorum. Aksine, şartların düzeltilmesi için çalış­
mak, aynı zamanda Kaliforniya Vasiler Heyeti'nin cezalandır­
dığı mahkümların serbest bırakılmaları ve karşılaştıkları in­
sanlık dışı davranışların bütün dünyaya duyurulması için eli-

1 73
mizden geleni yapmalıyız. ABD cezaevleri hakkında yanlış fi­
kirlere sahip bir sürü insan var; kendi hesabıma sık sık, "Ne­
den cezaevlerine toplama kampları diyorlar?" , "Neden orta­
dan kaldırılmalı cezaevleri? " tipinde sorularla karşılaştığımı
hatırlıyorum. Bu sorular bir bakıma, insanların konuyla ilgi­
lenmeye başladığını gösterir. Ama yeterli değildir bu. llgililer
eskiden beri kamuoyunu aldatmak için ellerinden geleni yap­
mışlar ve halkın kurbanların değil, düzenin yanında yer alma­
sını sağlamışlardır.
Günümüzde cezaevleri toplama kampları niteliği taşırlar.
Çünkü neo-faşistlerin savunucuları tarafından idare edilirler.
Cezaevlerinde geçerli olan fikirler aynı zamanda cezaevi dışın­
da da geçerlidir. Aynı görüş, insan haklanna ve insan hayatı­
na saygı gösterilmeksizin insanları zorla baskı altında tutmak
yolunu gütmektedir. Zora başvurmak, insanların iradesine
karşı çıkmak demektir. Cezaevinde bu durum en son sınırla­
rına ulaşmıştır. Ama genel olarak, biz de dışardakiler gibi zor­
balığa karşı direnmek zorunda bırakılıyoruz!
Cezaevlerinin ortadan kaldırılmaları gerekmektedir. Çün­
kü cezaevi sistemi, aşağı tabakalardan gelenlerin fazla düşü­
nüp taşınmalarını önlemek ve toplumdan koparılmaları için
çalışmaktadır. Yaşadığımız düzende kadınlar ve erkekler, pa­
rasız çalıştırılmak ve devletin daha çok kazanmasını sağlamak
amacıyla cezevlerine gönderilmektedirler. Doğru ya, başka
nerede saati 2 sentten 1 6 sente kadar işgücü bulabilirsiniz? Bu
20. yüzyıl Amerika'sındaki köle emeğidir. Tekrarlayalım. İn­
sanlar cezaevine düzeltilmek için değil, bedava işgücünü sağ­
lamak amacıyla gönderilirler. Toplama kamplarındaki insan­
ların yüzde 98'i baskı altında yaşayan, aşağı tabakadan kimse­
lerdir. Üretici sokaklarda iş bulamayanlar, sıhhi meskenlerde
oturamayanlar, sağlık sigortasına sahip olmayanlar, eğitim

1 74
görmeyenlerdir bunlar; inanın, acıklı şeylerden söz etmeye
değil, gerçekleri göstermeye çalışıyorum size. Gerçekleri bil­
memiz gerek. .. Biz düzenin öldürücü baskısıyla karşı karşıya
bırakılmış insanlarız. Ölüp gitmek ile yaşamaya devam etmek
arasında bir seçim yapmamız bekleniyor bizlerden. Yaşamayı
sevmemiz lazım ilk önce, insan yaşadığı toplumun ürünüdür
ve insan bilincinin gelişmesi bir ırkın, bir milletin ve dünya­
nın varlığı insanın kendi emeğinin hakimi olması açısından
içinde yaşadığı toplumu kontrol edebilmesine bağlıdır; insa­
nın toplumsal, ekonomik ve siyasal gücünün özü budur. Tek­
rarlayalım. Toplama kamplarındaki insanların yüzde 98'i ezi­
len insanlardır. Yönetici sınıftan gelenlere bu tip yerlerde rast­
lanmaz. Sadece onların kurbanlarıyla karşılaşabiliriz.
Ben ve benimle birlikte burada bulunanlardan çoğu, San
Quentin, Soledad, Folsom gibi cezaevlerinin durumunu dışa­
nya yansıtmaya çalışan iyi niyetli insanların bulunduğunu bi­
liyoruz. Onlar halka, ailelerimize, dostlarımıza, sevdiklerimi­
ze içinde yaşadığımız şartları duyurmak için çalışıyorlar; bi­
zim de bunlardan habersiz yaşayanlara gerçekleri duyurmak
için çalışmamız gerek.
Halkı adaletsizlikle· mücadeleye çağırırken olayları bütü­
nüyle çoğunluk açısından ele almalı ve kitlelerle birlikte ol­
malıyız. Yapıcı fikirleri olan samimi insanlar, bu fikirleri bi­
reyler ve gruplar için değil, kitleler için kullanmalıdırlar. Bir
grubun isteklerini toplumun bütününün istekleriyle özdeşleş­
tirmeliyiz. Olayları bütünüyle ele almak bunu gerektirir. Tek
ümidimiz, halkın bizi dinlemesi ve çağrımıza cevap vermesi­
dir. Daha çok sayıda daha iyi cezaevleri kurmak çözüm yolu
değildir; binlercesini yapın isterseniz ve binlerce insanı kapa­
tın cezaevlerine. Sonuç hep aynı kalacaktır. Bu, yoksulluğu,
baskıyı ve adaletsiz bir düzenin adaletsizliğini ortadan kaldır-

1 75
maz; bunlar yalnızca halk tarafından asıl kaynağı ortadan kal­
dırmak yoluyla yok edilebilir. Halkın ayağa kalkıp doğruyla
yanlış, adaletle adaletsizlik, mücadele etmekle etmemek ko­
nusunda söz alması gerekir. Halktan bizi desteklemesini isti­
yorum; ben kendi hesabıma barış ve adalet yoluna canımı ver­
meye hazırım.
Susmam imkansız artık, bunun için gerektiğinden fazla
karşılaştım adaletsizlikle. Adaletsizliğe karşı verilen mücadele
cezaevi duvarlarıyla kısıtlanamaz. Senin ne kadar meşgul bir
kadın olduğunu biliyorum, ama beni anlaman için bunları bil­
men gerektiğini düşündüm. Aslında bir aşk mektubu olacaktı
bu, ama sonradan daha geniş bir açıklama yapmam gerektiği­
ne karar verdim, bu da çok zor oldu. lki sebepten; birincisi,
çok az vaktim var; sonuç ne olursa olsun böyle bu, ölmeyi ce­
zaevinde yaşamaya tercih ederim zaten. !kincisi, nasıl anlata­
cağımı bilmiyorum ama, eger amacıma (sana) ulaşmak için
kelimelerle oynamam gerekirse, yaparım bunu. Kendime ha­
valar vermeye çalıştığımı zannetme, olduğum gibiyim ve
memnunum bundan. Eğer bütün çabalarımı engelleyip dur­
masaydım sen de sevecektin beni, eminim.
Son mektubumu okuduktan sonra oturup ne demek istedi­
ğimi, yalnızca yazdıklarımı değil, beni de anlamaya çalışacağı­
nı umuyorum; buradan sağ çıkamam belki ve sana parmaklık­
ların ötesinden, bir kadının bir erkekte aradıklarım veremem,
ama yüreğim hep yanında, bu da delirmemek için benim de­
nediğim yol. Bazen hayattan beklediğim basit şeylerin hiç ger­
çekleşemeyeceğine inanıyorum; bir kadın, deli gibi istediğim
bir ogul - bir kızım var, bu ay beş yaşına basacak. . .

176
Birleşik Cepheye Dogru
George jackson

Siyasi mahkumlar çevresinde şimdiden ilerici bir hareket


var. Ben de temel sorunun birligi saglamak olduğuna inanı­
yorum.
Birliği sağlamak, anık noktalann, geçerli olanın, herkesin
bagdaşabileceği
. noktalann aranması için çalışmaktır. Amerika
tarihi boyunca, yönetici sınıflar filizlenmeye başlayan bütün
direniş hareketlerini bastırmak için ellerinden geleni yapmış­
lardır. Her devirde toplumun üzerindeki toplum fikrine karşı
çıkan bireyler ve gruplar olmuştu. Gerek raslantılar sonucu,
gerek çeşitli imkansızlıklarla toplumun üzerinde yer almayı
başarmış olanlar her çeşit direniş hareketini ortadan kaldır­
mak için iki temel kurum geliştirmişlerdir: ırkçılık ve cezaev-

1 77
leri. Amerika Birleşik Devletleri'nde dünyanın bütün ülkele­
rindeki cezaevlerinin toplamından daha fazla cezaevi bulun­
maktadır. Mahkumların sayısı hiçbir zaman 700 binin altına
düşmez. Bunların yüzlercesi kanuni yollardan mahkum edilir­
ken, binlercesinin mahkumiyetine tamamen kanunsuz yollar­
la karar verilir. 250 milyon nüfusu olan bir ülkede 750 bin ki­
şi, ilk bakışta çok önemli bir sayı gibi görünmeyebilir. Bunun­
la birlikte, bütün sorumlulukları taşıyan 1 milyon yöneticiyle
karşılaşurıldığında durumun ilk bakışta fark edildiğinden çok
daha önemli olduğu ortaya çıkar. Şimdi burada, birleşik cep­
henin kurulmasını engelleyebilecek gözden kaçmış birkaç un­
surdan söz etmek istiyorum.
Cezaevlerinin bu kadar geniş bir şekilde, halkın arzusu
üzerine kurulmamış olduklarım bir kere daha belirtmek isti­
yorum. Genel olarak bütün suçlar, karşı tezin kendini ortaya
koyuşu olarak görülebilir; bazı suçlarsa gerçekten halkın çı­
karlarına ters düşebilmektedir. Bununla birlikte suçlar, ço-

1 78
ğunlukla adaletsiz bir gelir bölüşümünün ve mülkiyet hakkı­
nın sonucu olarak ortaya çıkarlar, ölüme mahkum edilmiş bir
zengine rastlayamazsınız, zaten cezaevindeki varlıklı kişilerin
sayısı yok denebilecek kadar azdır. Cezaevi, sınıf çatışmasının
bir yönü olarak görülür. Cezaevi, ikiyüzlü birtakım kurallara
sağlıklı bir tavırla karşı çıkanları hareketsiz hale getirmek ve
kitle hareketleri düzenlemelerini önlemek amacıyla kurulmuş
kapalı bir toplumdur. Amerika tarihinde bu tip direniş hare­
ketlerine katılanların ve bu amaçla kurulan örgütlerin yüzler­
cesine rastlanabilir. Kara Panter Partisi bunlardan biridir.
Amerikan faşizminin uyguladığı sinsi taktikler, insanları
siyasal görüşlerinden dolayı mahküm etmesine izin vermedi­
ğinden karışık kombinezonlar bulunmuş ve suikastla ilgili bir
dizi kanun çıkarılmıştır. Ama neden bu kadar cezaevi olduğu,
suç işlenmesinin temel sebepleri ve suçların ya da kurbanların
hangi yollardan şu anda bulundukları noktaya gelmiş olduk­
ları yolundaki sorular her zaman cevapsız kalmıştır. Kanuni
terim olan 'suçlu', kanunun insanı yanıltabileceğini açıkça
göstermektedir. Çünkü totaliter bir devlete kaişlenen suçun
toplumun bütünü açısından değil, sadece ayrıcalıklara sahip
bir azınlık adına zararlı olduğu açıktır.
Dünya da hiçbir şey 'halkın iradesi Bobby Seale ve Ericka
Huggins'e karşı' ya da 'halkın iradesi Angela Davis ve Ruc­
hell Magee'ye karşı' şeklindeki resmi ilanlardan daha komik
olamaz. Hangi halktır sözü edilen? Besbelli ki silahlanmış
bir azınlık . . .
Öyleyse ilk önce, hırsızlıktan baskıya karşı silahlı direnişe
kadar bütün suçların sebeplerini incelememiz gerekiyor. Bü­
tün suçlar ekonomik baskı ya da daha yüz yıl önce çürümüş
olan sosyo-ekonomik yapının getirdiği psiko-sosyal bozuk­
luklar sonucu ortaya çıkarlar. Bütün olayların sebebi, ekono-

1 79
mik düzende ve bu düzenin ilerici güçlere karşı kendini koru­
mak için aldığı tedbirlerde aranabilir. Sağlığı bozuk bireyin iş­
lediği suçların kökeni de sağlığı bozuk bir toplumun bünye­
sinde yatmaktadır.
Mahkümlara ulaşılmalı ve onlara sosyal adaletsizliğin kur­
banları oldukları anlatılmalıdır. Ben içeride bunun için çalı­
şıyorum (kanımca Lu tip çalışmalar burjuvazinin egemen ol­
duğu her yerde sürüp gidecektir) . Mahkümların sayıca çok­
luğu ve hayat şartları onları önemli bir devrimci güç haline
getirmektedir. Yalnız başına ve demir parmaklıklarla çevrili
bir toplumda bu gücün harekete geçmesi için fazla bir şey ya­
pamıyorum. 'Halkın iradesi j ohn Doe'ye Karşı' demek, çevri­
len diğer dolaplar kadar mantıksız ve saçmadır. 'Halkın irade­
si halkın iradesine karşı' demeye benzer bu. 'lnsan insana
karşı' demeye ...
'Cezaevi hareketi' başka bir amaca da hizmet eder. Bu ha­
reket, yönetici sınıflara emeğimizin ürünlerine sahip olma
hakkımızı ölene kadar koruyacağımızı anlatır. Cezalarla ha­
reketimizi durduramazlar. Ayrıca cezaevi hareketi, özellikle
üretim sahasında olmak üzere bütün kademelerde devrimci
bilinçlenmenin amaçlarım ortaya koyar. Amaç her zaman
aynıdır: bir halk ordusu meydana getirecek altyapının hazır­
lanması.
Artık aramızda devrimin şiddete başvurmadan başarılaca- ·

ğına inananlar kalmamış olmalıdır, sistemin idarecilerine


yönelttiğimiz isteklerin sürekli geri çevrilmesinin bir gün bi­
zi sistemle karşı karşıya bırakacağı artık açıklık kazanmıştır.
Kapitalizm son yıllarını yaşamaktadır ve tarihte görüldüğü
gibi, gücünü kaybetmeye başlayan düzen yerini yeni bir dü­
zene bırakmadan önce toplumda çeşitli şiddet hareketlerine
rastlanır.

1 80
Şiddeti mümkün olduğu kadar azaltmak amacıyla sosyo­
ekonomik hayatın her katından daha çok sayıda partizanın
harekete katılmasını sağlamalıyız, ama ülkenin her çeşit şid­
det hareketiyle dolu tarihine baktığımızda, karışıklıklar çık­
masının, giderek bir iç savaş patlak vermesinin kaçınılmaz ol­
duğunu görebiliriz. Ben bunda üzülecek bir taraf da görmüyo­
rum; tekelci kapitalizmin hiçbir iyi yönü olmadığından, bazı
yönlerinin devrimden sonra korunmasından da hiç bir fayda
sağlanamaz. ABD'de, tekelci kapitalizmin karşısında devrimin
tanımının yapılması gerektiğine de inanmıyorum. Tekelci ka­
pitalizm bizi gölgede kalmaya zorlayan ve köleleri haline geti­
ren bir engelden başka bir şey değildir. Tamamen yok etme­
miz gerekiyor onu, değiştirilmesi ya da yadsınması yeterli de­
ğildir artık; onu tamamen, acımaksızın ve mümkün olduğu
kadar çabuk yıkmalıyız.

181
Amacı onaya koyduktan sonra, düzene karşı olan bütün
partilerin birleşmesi ve kitlenin çıkarlarına uygun taktikleri
uygulamaya başlamaları zor olmayacaktır.
Bununla birlikte, cezaevi hareketi sol cephedeki ideolojik,
kültürel ve ırkçı ayırımları büyük ölçüde yumuşatmasına rağ­
men olaylar başka türlü cereyan etmiş, tam bir birlik sağlana­
mamıştır: Bu şekilde, siyasi mahkumlar etrafındaki hareketle­
rin başka bir yönüyle karşılaşmış oluyoruz. Belki kendi çevre­
mizde birleşik bir cephe kurarak bütün solculara örnek olabi­
liriz. Ele aldığımız konular ve baskının doğal sonucu, bizi git­
tikçe gelişen sosyalist bilinçlenmenin eşiğine getiriyor. Mah­
kumların kurtarılması yolunda gelişecek eylemlerde, bütün
sol cephenin birlikte hareket etmesini önleyen engellerin or­
tadan kaldırılması için bütün partizanların aynı kapsamda dü­
şünmeleri ve aynı çizgiyi benimsemeleri gerekmektedir. Her
partizan günlük yaşantısını sürdürdüğü çevrede propaganda
çalışmaları yapmalıdır. Propaganda çalışmaları sırasında kitle­
leri düzenli bir şekilde planlanmış eylemlere yöneltmek, bu
eylemlerde görev almalarını sağlamak gerekir.
Solun, mahkumlar etrafında gelişen hareket içindeki birli­
ği özellikle önemlidir. Verdiğimiz örnekle kapitalizmin yarat­
tığı belirli davranış biçimlerini yıkabiliriz. Birçok partizanın
eyleme katılmasını sağlayabilir ve en önemlisi, özel sektör
içindeki iktisadi insanın yarattığı en karmaşık psiko-sosyal
yan ürünü -ırkçılığı- temelden sarsabiliriz.
Birleşmemizin karşısındaki en önemli engeli en sona bı­
raktım. Irkçılık, toplumu meydana getiren kurumların doğal
bir sonucu olarak ortaya çıkar. Irkçılığın ve sınıfsal toplu­
mun yarattığı bölücü etkiler uzun zaman hareketsiz kalma­
mızın, yaptığımız her ilerici atılımın başarısızlığa ugraması­
na yol açmıştır.

182
Bu ülkede birleşik bir sol cephe kurma yolunda mücadele
edilmesi gereken ilk düşman ırkçılık olmalıdır. Konuyu biraz
basitleştirerek ırkçılığı üç bölüme ayırabiliriz: antipatisini sak­
lama gereğini duymayan, kendinden aşırı derecede memnun
ırkçılar; kendilerine rağmen ırkçılıklarını gizleyemeyen ırkçı­
lar; ve tarih boyunca süregelmiş bazı önyargıların sonucu or­
taya çıkan tamamen bilinçsiz bazı ırkçılar.
Zenciler arasındaki ırkçılığı kabul etmiyorum. Bir zencinin
bu üç tip ırkçıyı ilk bakışta birbirinden ayırması gerektiği ka­
dar çok fazla zenci kanı aktı bu ülkede. Zenciler arasındaki
ırkçılığı, zenci partizanların zamanla edindikleri doğal bir ko­
runma içgüdüsü ve devletin ırkçı yapısıyla ilgili sorunları çöz­
mek için takınılan bir tavır olarak görebiliriz.
Bütün zenci partizanlar bu tip ırkçılığın varlığını kabul et­
melidirler, ama gene de, konuyu sistemin bütünü içinde ele
almal ıyız . Bu, gün geçtikçe yeni ve daha derin sınıf ve ırk ay­
nmlan yaratan, derhal yok edilmesi gereken bir sistemdir. Or­
tadan kalktıktan sonra etkilerini daha yakından inceleyebili­
riz, ırkçılıkla da onu ortadan kaldırırken mücadele etmeliyiz.
Yüzyıllarca süren ırkçı, sınıfsal ayrımın etkileri, genel olarak
bugünkü hiyerarşik yapı ortadan kaldırılmalıdır.
Kendine rağmen ırkçılıktan kurtulamayanların belli bir ha­
reket içinde yer almaları çok zordur. Bunların devrime etkile­
ri çok az olacaktır; gerçi bu noktada, insan karakterinin olay­
lar karşısında değişip değişmeyeceği sorunu ortaya atılabilir.
Ancak bu da hareket içinde kendiliğinden belli olacaktır.
Birleşik Cephe'nin kurulması, Angela'nın, Bobby, Ericka,
Magee, Les Siete, Tijerina'nın beyaz harp aleyhtarlarının veja­
mes Carr'ın kurtarılmalarından çok daha derin sebeplerden
dolayı önemlidir. Temel stratejinin doğrulanması gerekiyor.
Bizim gözümüzde çalışanların korunmaları ve kurtarılmaları,

183
ancak konu ilerici hareketlerin genel çerçevesi içinde önem
taşıdığı oranda önemlidir. Fabrikalarda çalışanların ve öğren­
ci liderlerinin, lumpen-proletarya aydınlarının* ve şimdiden
toplumun dışında yaşayanların belli bir yöne çevrilmeleri ge­
rekmektedir. Zenci, Melez, Beyaz kurbanlar, savaşın! Bu bü­
yük savaşın sonunda yeni insanı ortaya çıkaracağız; geleceğin
ürünü olan bu insan, devrimden sonra girişilecek ve yeni in­
san ilişkileri kurmak için verilecek mücadelenin yürütülmesi
sürecinde bizden daha iyi silahlanmış olacaktır.

*) Burada sözü edilenler, George jackson gibi sınıfsal ve ırkçı baskılara alet
olan bir eğilim sistemini yadsıyarak, kendi kendilerini yetiştirmiş olan aydın­
lardır. (ç.n.)

184
Jonathan'a Mektuplar
George jackson

Çocuk erkeğe,
7 Ağustos 1 970'te bir elinde yiğitliği, bir elinde tüfeğiyle
ölen uzun boylu, yakışıklı, gözleri pırıl pırıl zenci çocuk-er­
kek, jonathan Peter Jackson� kardeşim, yoldaşım, dostum,
gerçek devrimci, bilinçli bir gerilla, elinde tüfek, haksızlıklara
karşı, halk için savaşırken öldü.
25 Eylül, 1 969
* * *

185
Sevgili jon,
Robert okula yeni arabayla
gittiğini söyledi. Doğruysa,
epeyce ilerlemişsin demek­
tir. Aynca, eğer okulda da
aynı başarıyı göstermemiş
olsaydın çok kırılacağını
söyledi.
Seni çok sevdiğini sanıyo­
rum, gerçekten. Yalnızca se­
ninle nasıl ilişki kuracağını
bilemiyor. Eskiden beni gez­
meye götürmediği, oturup
benimle konuşmadığı için
Robert'm beni sevmediğini
sanırdım. Annem, sokakta
arkadaşlarımla top oynadı­
ğım için beni Robert'a döv­
dürürdü. Hem de ne dayak!
Kayışlı., sopayla, yumrukla ...
Ama sonradan, başım her derde girişinde, bana yardım etmek
için elinden geleni yaptı. Her zaman yaptığım şey ne olursa ol­
sun ve ona ne kadar yabancı gelirse gelsin. . .
Hayat Robert açısından hayal kınklıklanyla dolu hep. Seni
biraz daha başarılı görmek istemesini çok görme. Biraz gayret
gösterebilirsin bunun için. Kendini topla ve Başkan Mao'nun
ileri atılımını unutma.
Umanın derslerini seviyorsun. Yalnız bu memleketteki eği­
timin seni düzgün bir çalışmaya yöneltebileceğini sanmıyo­
rum. Eğitimciler hangi bilim dalının senin kişiliğine uyduğu­
nu bulmana yardım edemezler. Onun için kendin yapmaya

186
çalış bunu. Devrimcilerin bazı şeylere fena halde ihtiyacı var:
dişçiler, doktorlar, elektrik mühendisleri gibi... Bir mesleği
seç ve onu iyi öğren. Robert'a da söyle . Geriye, biraz gayret
gösterip iyi notlar almak kalıyor. Bunun da büyük bir dert ola­
cağını sanmıyorum. En önemlisi mesleğini seçmen. Bunun
faydalı bir şey olmasına gayret et.
George
* * *

Sevgili jon,
Batılıların Tanrı üzerine uydurdukları zırvalara boşver. İnsa­
nüstü bir gücün varlığıyla ilgili fikirler, hastalıklı kafalann uy­
durduklan birtakım saçmalıklardan başka bir şey değil. İnsan­
ları uyutmak için uydurulmuş beceriksiz bir yalan bu. İnsanüs­
tü, merhametli bir gücün yönettiği dünya buysa! Tanrı olsaydı
herhalde iyi değil kötü olurdu. Etrafına bir göz at, kötülük her
şeye egemen olmuş durumda. Tanrı olsa düşmanım olurdu be­
nim. İyi, adil bir tanrı fikri tepeden tırnağa anlamsız, ancak ge­
ri zekalılarla ihtiyar kadınlar inanırlar buna, bir de tabii zenci­
ler. İnsanlar deniz canavarlarını, büyüyü, dünyanın düz oldu­
ğunu uydurdukları gibi bunu da uyduruvermişler işte.
Güç bilgiden gelir, nerede olduğunu, nereye gittiğini, ne
istediğini bilmekten. Bu dünyada yapayalnız mücadele ettiği­
ni bilmekten ve bunu kabul etmekten gelir. Kimse yardım
edemez sana. Ben senin kardeşinim ve seninle birlikteyim,
düşmanlarına ve karşı olduğun her şeye karşıyım, ama gene
de yalnızsın; acınla, rahatsızlığın, hastalığın, cesaretin, guru­
run ve ölümünle yalnız. Kafanın içinde başka birinin dolaş­
masını istemezdin, değil mi? Eğer tanrı ya da başka biri ka­
famdan geçenleri okuyor olsaydı ben bundan son derece ra­
hatsız olurdum.

187
Güç, kendini ve çevreni kontrol edebilmektir, önce kendi­
ni gene de ...
Kendine iyi bak.
George
9 Ağustos 1970

***

Sevgili Jon,
Artık senin ölüm gününe göre ayarlayacağız takvimi.
Erkek-çocuk, Kara erkek-çocuk, elinde makineli tüfeği, bir
müddet için özgürdü o. Bunun epeyce önemli bir şey olduğu
kanısındayım.
İnsanların bu gücü, bir insan yaratanın ne olduğunu araş­
tırmalarım isterdim; bir elinde tüfek bir elinde yiğitlik, haksız­
lıklara karşı, 'halkın önüne koşulmuş bir öküz'."
Sana gönderdiğim mektupları* Devrim için yeniden gözden
geçir, Georgia'mn devrimci bir ana olmadığına dair bir cümle
bile kalmamalı. Hemen yap bunu ! Başkalarının onu, benim gi­
bi yanlış anlamalarım istemiyorum. Ağlamadı, gururluydu be­
nim gibi. Devrimin öfkesi, sevgisi ve sadakatına bağlıydı.
Devam edemeyeceğim, yoksa ortaya dünyanın karşılaştığı
kardeşlerin en kötüsü için yazılmış bir aşk hikayesi çıkacak.
Üstelik artık onu sevmek tehlikeli de . . .
Soğukkanlıyım gene de.
"Tamam beyler, sıra bende." **
Devrim uğruna.
George

*) George, Solı:dad Kardeşler kitabındaki mektuplardan söz ediyor. (ç.n.)


**) jonathan'ın San Rafael Mahkemesi'nde söylediklerinden alıntı. (ç.n.)

188
7

RUCHELL MAGEE
Ruchell Magee
Robert Kaufman

7 Ağustos l 970'de San Rafael mahkeme binasında özgür­


lük isteyen dört zenciden tek sağ kalan, Ruchell Magee'ydi.
Amerika Birleşik Devletleri'nde hüküm süren ırkçı atmosfer
olayın gerçek yüzünün halka aksetmesini engelliyordu. Mage­
e, insan sayılamayacak bir yaratık olarak tanıtıldı: geri zekalı
bir cani, tehlikeli bir sapık olarak.
Basın akıllı, kültürlü, filozof-devrimci tipini temsil eden
Angela Davis'in tam karşıtını, geri zekalı saldırganı ele geçir­
diği için pek memnundu. Kölelerin numaralandığı gibi numa­
ralanmıştı Magee; ona '78' diyorlardı. Cezaevi yetkililerin ve­
rilen zeka testi sonucu Magee'nin zekasının çok düşük (78)
çıktığını açıklamışlardı. Basın, köle satın alanların müzayede­
lerde davrandıkları gibi davranıyordu ona karşı.

191
Gerçekteyse Angela Davis'le Ruchell Magee arasındaki tek
fark, Magee'nin on üç yaşından önce cezaevine girmiş olması,
Angela Davis'inse yirmi altı yaşında yakalanmasıydı.
On üçüncü yaş. Aslında 1952 yılında Lousiana'da cezaev­
lerinden sağlanan köle emeğinin, ülke ekonomisinin belli baş­
lı güçlerinden biri olduğu bilinirken, bu olay pek o kadar şa­
şırtıcı değildi. Ruchell on altı yaşında tekrar tutuklandı. Suçu
beyaz bir kadına tecavüze yeltenmekti. Beyaz bir kadına göz
ucuyla bakmaya cesaret eden zenci bir çocuk adına kolay bir
suçlamaydı bu. Birkaç yıl sonra Mississippi'de, Magee'den da­
ha küçük bir zenci çocuk, Emmett Till, beyaz bir kadına bak­
tığı için öldürüldü. Görevliler bu olayı da tecavüz olarak ad­
landırıyorlardı.
Magee Angela'ya, Lousiana Eyalet Cezaevi'ne gönderildi. Bu
cezaevinin kötü şöhreti bütün Amerika'ya yayılmıştı. l 963'e
kadar cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldığında yirmi üç yaşın­
daydı, okuma yazması ve mesleği yoktu. Ama yılgın değildi.
Tekrar tutuklanmadan önce, yedi ay araba yıkayarak ve ba­
danacılık yaparak yaşadı. Bu defa suçlama 1 0 dolarlık bir ma­
rihuana satışıyla ilgiliydi, o günlerde bile çok rastlanan olay­
lardandı bu. O sıralarda Los Angeles'ta polis zenci gruplara
çok kötü davranıyordu, sonunda bu olaylar 1960'ların ilk get­
to ayaklanmasına, 1965 Watts lsyanı'na yol açtı:
Magee müebbet hapse mahkum edilmişti ! Bunun nasıl ol­
duğunu anlamak için Amerika Birleşik Devletleri mahkemele­
rinde gettodan gelenlerin davalarına ne şekilde bakıldığını bil­
mek gerekir. Magee'nin anlattığına göre olay şu şekilde cere­
yan etmişti: 23 Mart l 963'te Ben Brown adında birinden ma­
rihuanayı satın almıştı; sonra Brown arabayla kuzeni Stewart'ı,
Magee'yi ve genç bir kadını arabayla bir yere götürmüştü. Yol­
da bir tartışma sonucu Magee ve Brown kavga etmişler, Brown

192
arabayı bırakıp kaçmış ve yanında şerifle dönmüştü. Magee
tutuklanmış ve adam kaçırmakla suçlanmıştı. Şerife kendisin­
de arabanın anahtarlarının bulunmadığını söyleyince onu öy­
le dövmüşlerdi ki, kan tükürerek hücresinden alınmış ve Los
Angeles Hastanesi'nde beş gün kalmıştı.
Magee, Stewart'ın da adam kaçırma konusunda tanıklık et­
mesi için polis tarafından dövüldüğünü söylemektedir. Du­
ruşmada Magee'nin ifadesi göz önüne alınmamış, savcı Ste­
wart'ın banda alınan ifadesini dinlettikten sonra, Stewart
(mahkemenin tayin ettiği avukatın tavsiyesi üzerine) suçunu
itiraf ettiği için Magee'nin de suçluluğuna karar verilmesi ge­
rektiğini öne sürmüştür.
Sonunda Magee'nin suçluluğuna karar verildi. Bir yıldan
müebbet hapse kadar süresiz hapis cezasına çarptırıldı. Ma­
gee, zenci doğmuş olmaktan başka suçu olmadığını biliyor­
du. Angela'ya dayandı ve kendini Kaliforniya cezaevlerinden
kurtarmaya karar verdi. Los Angeles Eyalet Cezaevi'nde tanı­
dığı bir arkadaşının yardımıyla okuma yazma öğrendi, bunun
için bir hukuk terimleri sözlüğü ve bir Amerika Birleşik Dev­
letleri anayasası kullanıyordu. Sonraları arkadaşı şunları an­
latacaktı: "Hukuki terimleri iyice öğrenip duruşmalarda ne
olup bittiğini anlamak istiyorduk. Suçsuz olduğumuza göre
kendimizi savunup davayı kazanabileceğimize iyice inandır­
mıştık kendimizi. Sonra anayasayı öğrenmeye başladık; bu
konuda da iyice ilerledik."
Ruchell Magee anayasayı öyle iyi öğrenmişti ki, avukat yar­
dımı olmaksızın kendi kendini savunarak hakkındaki kararı
bozdurdu: 1964 Aralık ayında yeni bir duruşma yapılmasına
karar verildi. lkinci duruşmada mahkeme tarafından tayin
edilmiş ve henüz Magee'yle konuşmamış olan avukat, müvek­
kilinin akli dengesinin bozuk olduğunu öne sürerek beraatini

193
istedi! Magee itiraz etmek üzere ayaga kalkınca yargıç Herbert
V. Walker onun dışarı atılmasını emretti; Magee'yi sürükleye­
rek mahkemeden çıkardılar. Bu arbede sırasında önemli yara­
lar aldığı için bir süre cezaevi revirinde kaldı.
Uyuşturucu madde satıcısının ilk duruşmada alınmayan
ifadesinin ikinci duruşmada dinlenmesi ve yargıç Walker'ın
jüriden Magee'yi ya deli ya suçlu bulmasını istemesi üzerine
Magee yeniden hüküm giydi. Bu defa doğrudan dogruya mü­
ebbet hapse çarptırılmıştı!
Magee'nin davasını kendi gayretiyle kazanmayı aklına
koymuş oldugunu ve bunu bir saplantı haline getirdiğini
söylemek yanlış olmaz. Cezaevinde dostları için durmadan
dilekçe yazmasıyla tanınırdı. Bu tip insanlara bütün cezaev­
lerinde rastlanabilir; bunlar, yaşama şartlarının güçlüğüne
ve yetkililerin kötü davranışlarına rağmen kendi kendilerine
hukuk öğrenip, başka mahkümların ırkça belli bir sınıfa hiz­
met eden polisler, mahkemeler ve cezaevi sistemini örten bir
maske niteliğindeki hukuki düzenle mücadele etmelerine
yardım ederler.
San Quentin'de Ruchell Magee'yle karşılaşmış olanlar,
onu çok hareketli, elinde hukuk kitapları ve çeşitli evraklar­
la dolaşan, ufak tefek bir adam olarak hatırlamaktadırlar.
Cezaevindeki zenci örgütlerinin gerçekleştirmeye çalıştıkla­
rı eğitim çalışmalarını benimser, başkalarını da bunlara ka­
tılmaya teşvik ederdi. Arkadaşlarından biri bize Magee'nin
bıkıp usanmadan mahkümlar arasında dolaştığını, onları ku­
mar oynamayı bırakıp eğitim çalışmalarına gelmeye ikna et­
mek için uğraştığını anlattı. Magee vaktinin büyük kısmını
cezaevi kütüphanesinde diğer mahkumlar için dilekçeler ya­
zarak geçiriyordu. Arkadaşları onun bu işi para almadan
yaptığını söylüyorlardı.

194
Magee arkadaşlarına yardım etmeye çalışırken, mahkumla­
rın ailelerini örgütleyerek cezaevinden takip edilemeyecek ba­
zı işleri onların aracılığıyla halletmek gerektiğini fark etti. Ce­
zaevinden çıkan mahkumlar bu tasarıyı gerçekleştirmek için
çalıştılar ve kısa zamanda Kaliforniya'da bu tip bir örgüt mey­
dana getirildi. Örgüt üyelerinin çoğu, 7 Ağustos olaylarından
tek sağ çıkan mahkumun kuruculardan olduğunu bilmezler.
Ruchell Magee sessiz bir adamdı, mahkumlarla herhangi
bir tartışmaya girmesi ender rastlanan olaylardandı. Ama
gardiyanlarla durum başkaydı. Hukuk merakı yüzünden ba­
şı durmadan derde giriyordu. Gardiyanlar ikide birde yazı
makinesini izinsiz aldığı için hücreye kapatırlardı onu. Diğer
mahkumlara ait evrakları üzerinde bulundurduğu için ceza­
landırıldığı da olmuştur. Tabii bütün bunlar hala direnen bir
zenciyi susturmak için uydurulan bahanelerden başka bir
şey değildir.
Magee'nin birçok insana yardımı dokunmuştu, ama kendi­
si çaresizlik içindeydi. Cezaevi yetkilileri tarafından bir köşe­
ye atılıveren, mahkemelerin geri çevirdiği sayısız dilekçe yaz­
mıştı. Dışarıyla haberleşmesi bile engelleniyordu. Tarafsız bir
mahkemeye sesini duyurabildiği takdirde kurtulacağına olan
inancı gittikçe zayıflıyordu. Diğer mahkumların, özellikle
zencilerin geçtiği yollardan geçerek bilinçlenmeye başladı.
Derken, dönüm noktası gelip çattı. 26 Şubat 1970'te bir
mahkum, Fred Billingslea, San Quentin cezaevi gardiyanların­
dan biri tarafından öldürüldü. Yetkililer onun şiltesini yaktı­
ğını ve dumandan boğularak öldüğünü öne sürdüler. Ama bü­
tün cezaevi sakinleri gerçeği biliyordu. Ruh sağlığının bozuk
olduğunu bildiren Billingslae, hücreye kapatılmış ve orada şil­
tesini yakmıştı. Gardiyanlar gelince de dışarı çıkmayı reddet­
mişti. Bunun üzerine hücreye gözyaşartıcı bombalar atılarak

195
kapı kilitlenmişti. Daha sonra gardiyanlar kendini kaybetmiş
olan mahkumu hücreden çıkarmışlar ve sürükleyerek merdi­
venlerden indirmişlerdi. Olayı gören mahkumlar, Billingsle­
a'nın kendisini sürükleyen gardiyanlar tarafından dövüldüğü­
ne yemin ediyorlardı. Ertesi sabah zenci mahkum ölmüştü.
Ruchell Magee olayın dışarda duyulmasını ve sorumluların
cezalandırılmalannı sağlamak amacıyla çalışan mahkumlar
arasındaydı. Mahkumların çoğu olayla ilgili deliller topladık­
ları, dışarıya konuyla ilgili mektuplar yazdıklan ve resmi ma­
kamlara dilekçeler gönderdikleri için dövülmüşler ve hücreye
kapatılmışlardı.
Ruchell Magee'nin dilekçeleri ve mektupları birer birer yok
edildi. Artık yetkililerin, olayın duyulmasını önlemek için bü­
tün mahkumları öldürmeyi göze alabileceklerine inanmaya
başlamıştı.
7 Ağustos l 970'te Magee, bir gardiyanı bıçaklamaktan sa­
nık olarak yargılanan james McClain'in duruşmasında tanık
olarak dinlenmek üzere Marin Eyalet Mahkemesi'ne getirildi.
james McClain'ın ilk duruşmasında yaptığı savunma o kadar
etkiliydi ki, beş beyaz gardiyan aleyhinde şahitlik ettikleri hal­
de tamamen beyazlardan meydana gelmiş olan jüri belli bir
karara varamamıştı.
7 Agustos'ta McClain aynı yargıcın ve büyük bir tesadüf
eseri, yargıcın akrabası olan bir savcının karşısına çıktı. Du­
ruşma sırasında jonathan jackson, McClain, Magee ve başka
bir tanık William Christmas, yargıcı, savcıyı ve üç jüri üyesi­
ni rehine alarak serbest bırakılmayı istediler.
İstekleri tabii ki geri çevrildi. San Quentin cezaevi yetkili­
leri rehinlerin korunmayacagıyla ilgili kararlarına uymuşlardı.
Cezaevi muhafızları ve şerifin adamları mahkumların ve rehi­
nelerin üzerine tereddüt etmeden ateş açtılar. Christmas,

196
McClain ve jackson öldü. Magee ağır yaralandı, yargıç öldü;
savcı felç oldu, jüri üyeleri kurtulmuşlardı.
Yetkililer derhal Ruchell Magee'yi olaya Angela Davis'in de
kanşmış olduğunu itiraf etmeye zorladılar. Hayatını kurtarmak
için bu pazarlığa razı olacağım sanıyorlardı. Yanılmışlardı.
tık duruşmadan itibaren Magee, Eyalet Mahkemesi'nin
kendisini yargılamaya yetkili olmadığını, çünkü kendisinin
1963'ten beri kanuni haklardan yararlanmadığını öne sürdü.
Davaya federal mahkemelerde bakılmasını istiyordu. Şimdiye
kadar istekleri geri çevrildi. Magee ayrıca kendi savunmasını
yapması na izin verilmesi için mücadele etmektedir.
Magee her duruşmaya zincire vurulmuş olarak getirilmek­
tedir. Bilekleri kelepçelenmiş ve belindeki bir zincire bağlan­
mış bir adamın kendini savunmaya, önündeki kağıtlara, not­
larına bakmaya çalıştığını düşünün. Onu küçük düşürmeye,
'Maron Magee' damgasını kabullenmeye zorladılar. Ama Ma­
gee çözülmedi. Yargıçtan tarafsız olmadığı için davaya baka­
mayacağını itiraf ederek çekilmesini istedi; mahkemenin tayin
ettiği avukatın savunmasını yapmasını önledi ve Angela Da­
vis'e olan bağlılığına sadık kaldı.

1 97
Angela'ya Mektuplar
Ruchell Magee

1 6 Aralık 1 970

Saygıdeğer kardeşim,
Mektubunu aldım ve endişe içinde okudum. Bana güven­
diğini öğrenmek rahatlattı beni. Bununla birlikte, suçsuz ol­
duğunu yalnız ben değil, Reagan, Rockefeller, Nixon, Kalifor­
niya yargıçları, Federal Yargıç ve Marin Eyalet Savcısı Bruce
Bales de bildiği halde, geçici bir süre için bile olsa cezaevinde
bulunman çok canımı sıkıyor.
Seninle haberleşmek uğruna elimden geleni yaptım, ama
bu domuzlar dışarıyla haberleşmemi önlemek için ellerinden
geleni yapıyorlar.

1 98
Sana söylemek istediklerimden en önemlisi, bizim, seninle
benim, bütün bir kurumu tehdit ediyor oluşumuz (suçlu ol­
duğumuz için değil, aksine suçsuz olduğumuz için). Bunu bi­
le bile baskı altına almaya çalıştılar ya bizi. Bu domuzlarla uğ­
raşmanın sonu ölüme bile gidebilir, ama emin ol senin serbest
bırakılmanı sağlayacağım.
Avukatların, hakkındaki bütün suçlamaların uydurma ol­
duğunu dünyaya duyursunlar. Kalifomiya eyaletinin iddiana­
meyi mahkeme dışına çıkarmayışı da bu yüzden zaten.
lşin aslı şöyle: Senin sınır dışına çıktığını sanıyorlardı; bu­
nun için domuz politikacılar hakkında tutuklama karan çı­
kardılar. Halbuki seni suçlayabilecekleri hiçbir şey yoktu or­
tada. Hatalarını anlayınca seni bana açılan davaya dahil etmek
istediler. Kanuni yollardan bunu yapamazlar, çünkü ben Fe­
deral Mahkeme'ye başvurarak davanın naklini istedim. Bu du­
rumda Kaliforniya eyaleti durumu etkileyecek hiçbir şey yapa­
maz, kanun böyle.

Seni Öldürmek istiyorlar

Yalan söyledikleri ve iftira ettikleri için şimdi sana karşı bir


komplo hazırlamaya çalışıyorlar, bunun için de sana birtakım
aslı astarı olmayan suçlamalar yöneltecekler. (Beni yalan söy­
lemeye zorladılar, reddettim.) Laf olsun diye konuşmuyorum,
Nixon'dan en alttaki domuzlara kadar hepsi seni öldürmek
için işbirliği yapıyorlar.
Bunu herkese duyurmak istedim, susturdular. Şimdi an­
nenden başka kimseyle konuşmuyorum. Annelerin muhbirlik
etmeyeceğini bildiğimden . . .

199
Kölelik
Yedi yıldır bu ırkçı düzene kölelik ediyorum; domuz herif­
ler serbest bırakılmamam ve çevirdikleri klan tipi işlerin orta­
ya çıkmaması için her türlü düzene başvurdular.
Hüküm giyişimde polisin yaptığı işkencelerin mahkemede
kullanılan sahte delillerin ve yalancı tanıkların her türlüsüne
rastlanabilir.
Bu şekilde hüküm giyip cezaevine gönderildiğim yedi yıl
boyunca sayısız dilekçe yazdım ve resmi birtakım evraklarla
uğraştım. Sonuç hep aynı oldu.
Mahkemeye başvurup adalet istediğim zaman hakkımda
alınan karar bozuldu. (O sırada serbest kalabilirdim.) Ama
sonra ikinci duruşmada, yargıcın gözü önünde kendimi sa­
vunmak istediğim için dövüldüm ve yeniden sahte delillerle
yalancı tanıklara dayanarak mahkum ettiler beni.
Marin Eyalet Mahkemesi'nde de aynı durum tekrarlana­
bilirdi, fakat salon çok kalabalık olduğu için böyle bir şeye
girişmediler.
Beni bir köle haline getiren cezaevi (klan) yetkilileri bu du­
rumdan kurtulmamı önlemek için ellerinden geleni yapıyor­
lar. Haberleşmem engelleniyor ve kurtulmamı sağlayabilecek
resmi dokümanlar görevliler eliyle ortadan kaldırılıyor.

Cezaevinde Bulunmanın Hiçbir Kanuni Dayanağı Yok

Hiç kimse yedi yıldır kanunsuz olarak köle gibi yaşadığımı


inkar edemez; ama inkar etmeye sebep yok zaten. Mahkeme­
ler korkak klan yargıçlarıyla dolu; bu ırkçı köle ticaretine ya­
saları kolayca alet edebiliyorlar.
Adaletin hala gerçekleşebileceğine inandığım için Reagan'a
başvurdum ve ona cezaevinde bulunuşumun kanuna aykırı

200
olduğunu delilleriyle açıkladım. Ona beni öldürmeye kalkış­
tıklarını bile anlattığım halde bütün öne sürdüğüm şeyleri
reddetmekle yetindi.
Akrabalarım var, ama cehaletleri ve korkuları domuzların
işlerini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Yedi yıldır bütün zenci milletvekillerine yazıyorum. Mek­
tupları cezaevinden çıkarmayı başardığım halde hiçbir yardım
görmedim. Bu cezaevi köleliği 7 Ağustos'a, jonathan'ın yardı­
ma gelişine kadar sürdü.
Burada anlatmaya çalıştıklarımdan Reagan'ın çetesinin şu
sorulara cevap vermekten dikkatle kaçındıklarını görebilirsiniz.
1) Bu tip bir kanunsuzluk karşısında Magee'nin ırkçı köle­
liğe başkaldırmaya hakkı var mıydı?
2) Polis bütün bu insanları öldürdüğü sırada Magee'nin ve
diğerlerinin adam öldürmeye niyetleri var mıydı yok muydu?
3) Basının ve radyonun, Magee'yle McClain on iki rehiney­
le salondan çıktığı güne kadar Magee'nin yedi yıl, haksız yere
cezaevinde köleler gibi yaşadığını halka duyurmamalarının
sebebi nedir? Kardeşim, bu Kaliforniya domuzlarının bir yan­
dan kanuni belgeleri yok edip delilleri ortadan kaldırırken, bir
yandan da bizi kanuni yollardan mahkum etmeye çalışmala-
rı komik degil mi? .
Senin halka anlatmak istediğin kanun, uğruna Vietnam'da
binlerce kişinin öldüğü kanun hep aynı değil mi? Halk bu ül­
keyi yıkan şeyin ne olduğunu anlar anlamaz harekete geçe­
cektir; bu ırkçı, köle ticareti ve cinayet davasına Nixon ve
Hoover tipinde adamlardan başka birisinin bakması da bazıla­
rının işine gelmiyor tabii.
Kazanacağız, çünkü halkın -zenci halkın- açacağı bir so­
ruşturmaya karşı duramazlar, çünkü suçlu olan onlar, biz
değiliz.

201
Beni susturmaya çalışırken bana satılmış bir avukat tayin
etmeye uğraşıp durdular (bu tip avukatlar en çok başvurulan
yollardandır). Savunmamı yapmama izin vermek istemediler,
çünkü sana karşı oynanan oyunu ve suçsuz insanların öldürü­
lüşünü ortaya çıkaracağımı biliyorlardı. Milleti kandırarak
kendilerine suç or�klığı etmeyeceğimin de farkındaydılar.
Yargıçlardan bir kısmı davaya bakmayı reddetti, ama
Lynch'in kaybedecek bir şeyi yoktu. O ve Reagan bugüne ka­
dar bir sürü suçsuz insanı gaz odasına göndermişlerdi ve bu
herkesçe biliniyordu.
Kardeşim, şimdi bize gerekli olan güvenebileceğimiz birisi.
Dediklerimizi yapacak ve olayları halka yansıtacak birini bu­
lursak Reagan'ın ve onun klan çetesinin canına okuyabiliriz.
Sana tavsiyem daima tedbirli olmandır. Domuzlar korku­
yorlar şimdi ve korktukları zaman çok tehlikeli olurlar. Bunu
seni korkutmak için değil, birkaç kuruş kazanmak için senin
hayatınla oynayabilecek insanlar bulunduğunu haber vermek
için yazıyorum.
Arkadaşların selamı var.
Kurtulacaksın!
Ruchell Magee

Not: Devrimci kız kardeşlere devrimci selamlarımı ilet.

* * *

23 Nisan, 1 971

Kız kardeşim,
.......... . Angela, başıma avukatlar musallat edip durmaları­
nın sebebi, davamda tanıklık etmiş olan Fred Billingslea'nın
öldürülmesi hakkında bazı şeyler bilişim. Davamdaki diğer ta-

202
nıkların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı da susturuldu, bu şe­
kilde görevliler yaptıklarının gizli kalmasını sağlamış oldular.
Hiçbir avukat gerçeklerden söz etmeye cesaret edemeye­
cektir; bazı şeyleri belirtmek isteyen biri çıksa bile öyle do­
lambaçlı yollara sapacaktır ki herkes söylenenlerin yalan ol­
duguna inanacaktır.
Angela, sen işin içine karışmadan önce de Reagan ve diğer­
leri beni ortadan kaldırmak istiyorlardı ve bu arada senin duy­
madığın bir sürü cinayet işlendi.
1970 Temmuz'unda Reagan, gardiyan Louis 5. Nelson'a be­
ni hücreye kapatmasını söyledi; gerekçe olarak kendisini teh­
dit etmiş olduğumu gösteriyordu. Hücreye kapatıldıktan sonra
beyaz bir mahküm içeri girip bana bir yumruk attı ve gardiyan­
lardan biri bana ateş etmeye hazırlanırken de ortadan kaybol­
du. Zenci mahkumlar olaya karışarak, "Bu kardeşimizi, yaptık­
larınızın gizli kalması için öldürmek istiyorsunuz. Ne olup bit­
tiğini hepimiz biliyoruz," diye bağırmaya başladılar.
O gün aynı kardeşlerimiz bahçede bazı mahkümlan döv­
düler.
7 Ağustos 1 970'de hala hücrede bulunduğum ve kimseyle
görüştürülmediğim günlerde james McClain benden davasın­
da tanıklık etmemi istedi.
Angela seni ne olduğunu bilmediğim bir işe karıştırmak is­
tiyorlar, yapmak istenen seni cezaevinde tutmak, halka da me­
seleyi olduğundan (cinayet ve ırkçı bir köle ticareti) başka
türlü göstermekten başka bir şey değil.
........... Senin suçsuz olduğunu kanıtlayabilir ve bu oyuna
son verebilirim. Yapacağım da bunu. Herkese kimsenin kaç­
maya kalkışmadığını, istenenin birkaç mahkumun serbest
bırakılması olmadığını an:atabilirim. lstenen serbestçe ko­
nuşup bazı şeyleri anlatabilmekti. Evet,jonathan neden elin-

203
de silahlarla mahkemeye geldiğini anlatacaktı, ama radyo­
evine ulaşamadan vuruldu. McClain, Christmas ve ben, on
iki rehineye söylediklerimizi, adalet mekanizmasının ırkçılı­
ğa alet olduğunu, suçsuz insanları öldürmek için kullanıldı­
ğını dünyaya duyurmak, bazı şeylerin daha iyi anlaşılmasını
sağlamak istiyorduk.
Şimdi, yedi yıldır bir köle gibi yaşayıp aşağılandıktan son­
ra, köleliğe başkaldırmaya hakkım olduğunu kanıtlayabilirim
ve kanıtlayacağım. Bu olayda Anayasa Mahkemesi'nden, Ni­
xon'dan gardiyanlara kadar bütün görevlilerin işbirliği yapmış
olduklannı da açığa çıkaracağım. Halka yalan söyleyerek on­
lan bizim suçlu olduğumuza inandıran Nixon'dan başkası de­
ğildi zaten.
Evet, bölge savcısı Garry Thomas ve diğer domuzlar halka
benim Yargıç Haley'i öldürmüş olduğumu söylediler. Oysa
Garry Thomas yalan söylüyor ve Los Angeles'taki domuzlarla
beni ortadan kaldırarak kirli işlerini örtbas etmek için işbirli­
ği yapıyordu. Yaptıkları pisliği örtmek için daha büyük pislik­
lere bulaşıyorlardı. Bana neden konuşma hakkı verilmiyor sa­
nıyorsun? Klan yargıçları görmek istediğim gazetecileri gör­
memem için ellerinden geleni yapıyorlar. .
Bütün iktidar halka!

Ruchell Magee

204
8

ANGELA DAVIS
Cezaevi Röportajları
Angela Davis

Bu görüşmeler yapıldığı sırada Angela Davis, New York ka­


dınlar cezaevinde, Nelson Rockefeller'in Kaliforniya'ya gönderil­
mesi için aldığı karara yapılan itirazlann sonucunu bekliyordu.
Yirmi altı yaşındaki Miss Davis, 7 Ağustos günü Kaliforniya'da
bir duruşma sırasında çıkan ve üç zenci gençle beyaz bir yargı­
cın ölmesiyle son bulan olaylarla ilgisi olduğu ispatlandığı tak­
dirde büyük bir ihtimalle ölüm cezasına çarptınlacaktır.
On sekiz yaşındaki ]onathan)ackson'ın olay günü mahkemeye
getirdiği silahlann Kaliforniya Üniversitesi'nde felsefe profesörü
olan Miss Davis'e ait oldukları öne sürülmüştür. Miss Davis olay
günü mahkemenin yapıldığı bölgede değildi. 13 Ekim'de, David
Poindexter'le birlikte New York'ta FBI tarafından ele geçirildi.

207
Adaletin gerçekleşeceğine i nanıyor musun?

Ülkedeki adalet mekanizması gün geçtikçe daha fa zl a bas­


kının bir aracı haline gelmektedir. Ezilen halkın kurtuluş mü­
cadelesini durdurmak için kullanılmakta ve yalnız bilinçli
devrimcileri değil, bütün Zencileri, Porto-Rikoluları ve Chica­
noları hedef almaktadır. Bugün bir insana ilerici fikirler aşıla­
mak için yapılacak en iyi şey, onu mahkemeye götürüp insan­
ların cezaevine ne şekilde gönderildiklerini göstermektir sanı­
yorum. Artık sahte bir demokrasi anlayışı bile ortadan kalk­
mak üzeredir. Bu tip bir mekanizmadan adaleti yerine getir­
mesini bekleyemezsiniz. Sadece mahkemeler yargılamaktan
söz edebilir. Bu durumda ezilen halk örgütlü bir şekilde yöne­
tici sınıflara adalet ve özgürlük için ellerinden geleni yapacak­
larını göstermektedir.

Dünyanın her köşesinden mektup aldığın söyleniyor. Gördü­


ğün destek hallkında ne düşündüğünü ve ne tip mektuplar aldığı­
nı açıklayabilir misin bize?

Yabancı ülkelerin desteği çok güçlüydü gerçekten. Bütün


sosyalist ülkeler olayı protesto ettiler, özellikle Küba'da, Al­
manya'da ve Fransa'da konuyla ilgili gösteriler yapıldığını
duymak beni çok sevindirdi. Dünyanın her yerinde çeşitli
kampanyalar açılıyor ve mahkumlar için para toplanıyor.
Günde 400 kadar mektup alıyo rum Bunların yarısı Latin
.

Amerika'dan, Asya'dan, Afrika'dan ve diğer bölgelerdeki ya­


bancı ülkelerden geliyor. Öğrencilerden gelen mektuplar da
çok etkili. Son günlerde Uluslararası Barış Konseyi Stock­
holm'de toplanarak serbest bırakılmam için temaslara geçme­
ye karar verdi. Benim için girişilen kampanya çok önemli,
ama daha önemlisi, bu kampanyanın genişlemesi ve bütün si-

208
yasi mahkumların serbest bırakılmasını sağlayabilecek boyut­
lara ulaşmasıdır.

Bir devrimci olarak Fransa, Batı Almanya ve Küba'da uzun


süre kaldın. Bu konudaki izlenimlerin nelerdir?
lnsanın dünyanın her tarafında emperyalizmle savaşan
güçlerin bir parçası olduğunun bilincine varmadan gerçek bir
devrimci olabileceğini sanmıyorum: Üniversite öğrenimimle
ilgili olarak yaptığım gezilerin siyasal yapımın gelişmesinde
büyük etkileri olmuştur. 1962'de cezaevindeki partizanlar­
dan Cezayir kurtuluş mücadelesi hakkında dinlediklerim ba­
na Amerika Birleşik Devletleri'nde verilen insan hakları mü­
cadelesinin ne kadar değişik bir düzeyde sürdüğünü göster­
di. Cezayirlilerin başvurdukları şiddet hareketlerini gördük­
ten sonra nasıl davranmamız gerektiğini anladım. Tabii eğer
gerçek bir değişme isteniyorsa . . . Fransızlardan, bağımsızlık
uğruna mücadele eden insanların bulunduğu her yerde bas­
kıya rastlandığını öğrendim. Katıldığım bazı gösterilerde
Fransız polisi üzerimize hortumla su sıktı. Suyun tazyikini
etimde duydum. Polisin Cezayirli dostlarıma ne şekilde dav­
randığını gördüm.
Marksist düşüncenin ortaya çıkmasına yol açan Alman fel­
sefesini daha iyi öğrenmek için gittiğim Almanya'da bazı şey­
leri daha iyi anladım. Marx, Feurbach tezlerinin on birincisin­
de, bugünlere kadar filozofların dünyayı yorumlamaktan baş­
ka bir şey yapmadıklarını, esas olanın onu değiştirmek oldu­
ğunu söylerken haklıydı.
Bunu, katıldığım öğrenci hareketlerinde, öğrencilerin bü­
tün bağlardan kopmak (Marksizmi anlamalarına yardım eden
profesörler bile) ve eyleme geçmek gerektiğinin bilincine var­
dıklarını gördüğüm zaman daha iyi fark ettim. Bu hareketler

210
Amerikan emperyalizmine, onun Vietnam'daki saldırganlığı­
na, Batı Almanya'daki Amerikan uşaklarına karşı girişilen gös­
terileri, alt tabakalara inmek ve işçileri örgütlemek çabalarını
da kapsıyordu. Bir süre Sosyalist Öğrenciler Birliği'nde çalış­
tıktan sonra görevimin ülkeme dönüp kendi halkım için, zen­
ciler için çalışmak olduğunu anladım.
Burada edindiğim tecrübeler her bakımdan aydınlatıcıy­
dı, ilk defa sosyalist bir ülkeyi kendi gözlerimle görüyor, ta­
nıyordum. (Bedenimle de diyebilirim, çünkü bir süre şeker­
kamışı tarlalarında çalıştım.) Kübalılarla (işçiler, öğrenciler,
parti liderleri) yaptığım tartışmalar sonucu devrimi gerçek­
leştirebilmek için nasıl bir fedakftrlığın, emeğin ve bilginin
gerekli olduğunu anladım. Sorunlardan sonra kazanılanları
da gördüm ve Cezayirli bir kardeşimin söylediklerini hatır­
ladım: Devrimi başlatmak ve temel güçleri ele geçirmek çok
zor. Ama asıl zorluklarla, başarıya ulaştıktan sonra, toplumu
kurarken karşılaşacağız.
En fazla ilgilendiğim konu, devrimden sonra zencilerde
meydana gelen değişikliklerdir. Durum genel olarak düzeltil­
mişti; fakat devrimin başarısının devam etmesi için mücadele
edilmesi gereken bazı ırkçılık örneklerine hala rastlanabiliyor­
du. Zenci ve Beyaz Kübalılar, bu konudaki eleştirilerimizi din­
lediler. Kesin olarak Amerika Birleşik Devletleri'ndeki ırkçı­
lıktan daha zayıf, daha az etkili olan devrim öncesi ırkçılık
üzerine anlatılanlarla her zaman, her yerde ırkçılıkla mücade­
le etmemiz gerektiğini daha iyi anladık. Küba örneği her açı­
dan çok etkiliydi. Başarılar ve mücadele edilmesi gereken en­
geller emperyalizmle mücadele eden halklara, özellikle Ame­
rika'da yaşayan Afrika asıllı militanlara birçok şey öğretebile­
cek nitelikteydi. Bütün bunlar ülkeye dönüp mücadeleye de­
vam etme kararımın kesinleşmesine yol açtı.

211
Angela, bize, burada, Amerika'da Komünist Partisi'ne ginne­
nin sebeplerini aç ı ll lar mısınız?
Komünist Partisi'ne girişimin sebepleri, zencilerin kurtulu­
şunun, ülkedeki kapitalist düzenin yığınları somürerek ve
zenci köleliğini sürdürmek için meydana gelmiş bütün ku­
rumlarla birlikte yıkılmasına bağlı olduğuna inanmamdır.
Kurtuluş mücadelesinde Marksist-Leninist öğretiden faydala­
nılması gerektiğine inanıyorum. Önce Los Angeles'ta Komü­
nist Partisi'nin sadece zencilerden meydana gelmiş bir kolu
olan ve Marksizm-Leninizm davasını uygulamaya çalışan
Che-Lumumba kliklerine üye oldum. Ama zencilerin kapita­
list sistemi yalnız başlarına devirmeye çalışmalarının intihar
anlamına geleceğinin farkındayım. Güç birliği sorunu büyük
önem taşıyordu. Öğrencilerden başka üreticiler arasında da
destekler bulmak zorundayız. Bütün beyaz işçilerin tutucula­
rın yanında yer aldıklarını sanmıyorum, işçi sınıfının bilinç­
lenmesi için işçiler arasında verilecek mücadelede zencilerin
liderliği şarttır.
Che-Lumumba kulübünün amacı, hareketin milliyetçi yö­
nünü ve bizi toplumun en alt tabakasında kalmaya zorlayan
baskın unsurlarına karşı girişilecek mücadeleyi ön planda tu ­
tarak, zencilerin kapitalizme karşı savaşta kitlelere önderlik
etmelerini ve sosyalist bir toplum kurarak yalnız kendilerini
değil, ülkedeki bütün ezilen insanları kurtarmalarını sağlaya­
cak çalışmaları yürütmekti. Bu arada hareketin uluslararası
yönü, özellikle Amerikan kapitalizminin Vietnam'da, Afri­
ka'da ve Lati n Amerika'da karşılaştığı direnişin sürüp gittiği
bugünlerde unutulmuyordu. Komünist Partisi'ne girmeye ka­
rar verişimin sebeplerini Parti'yi dünyadaki dev ri mci hareket­
lere bağlayan noktalarda aramak doğru olur.

212
Ül1mle verilecek mücadele içinde zencilerle beyazlar arasın­
dakiler nasıl olacak sence? Zencilerle beyazlar arasında birleşik
bir cephe kurulabi lir m i ?

Zencilerin devrimi yalnız başlarına gerçekleştirebilecekleri


sık sık tekrarlanıyor. Eğer örgütlenebilirsek bütün ülkeyi dize
getirebiliriz. Tamamen yıkabiliriz onu. Bu başarılabilir belki
de, ama bu tip tartışmalarda temel bir yanlışlık var. Hiç kim­
se Amerika Birleşik Devletleri kapitalizminin köle emeği üze­
rine kurulmuş olduğunu inkar edemez. Bugün birkaç kişinin
elinde toplanmış olan zenginliklerin yaratıcısı zencilerdir. Bu­
nun için, bu zenginliklere sahip olmak bizim hakkımız, ama
yapılacak şey bu zenginlikleri ortadan kaldırmak değil, zenci­
ler kötü hayat şartlarıyla savaşırken bütün zenginliklerin bir­
kaç kişinin elinde toplanmasına yol açan mülkiyet ilişkileriy­
le mücadele etmektir. Özünde ırkçı ve sömürücü kuruluşları
yıkarken bir yandan da özgür olmamızı sağlayacak kuruluşlar
meydana getirmek için çalışmalıyız.
Zencilerin yalnız başlarına düzeni yıkabilecekleri inancı
yalnızca askeri stratejiyi dikkate almaktadır; buna karşılık,
ikinci görüş bizi zafere götürecek askeri taktikleri de kapsayan
siyasal bir stratejiyi gerektirir. Yüzyıllardır sömürülmüş ve ka­
pitalizmin boyunduruğundan tamamen kurtulmak isteyen Af­
rikalı kadınlar ve erkekler olarak mücadelemizin sosyalist
devrimle kurtulacak olan beyazların hareketiyle birleşmek zo­
runda olduğumuzu bilmeliyiz. Özellikle üretimde görev alan­
larla işbirliği yapmalıyız. Çünkü amacımız üretimi durdur­
mak değil, insanların emeklerinin ürünlerine sahip olacakları
üretim ilişkilerini kurmaktır. Ancak bu şekilde zenciler özgür
olabilirler, binlerce beyaz da yöneticilerin kuklaları olmaktan
kurtulabilirler. Fakat zencilere yapılan baskı konusunda, ül-

213
kedeki beyazlann çoğu sadece ilgisiz kalmamışlar, aynı za­
manda aktif olarak bu ırkçı baskılara katılmışlardır; öyle ki
ırkçılık ülkenin toplumsal yapısında bir parça halini almıştır
artık. Bu yüzden, zenci-beyaz birligi çok dikkatle çözümlen­
mesi gereken bir sorun olarak kalmaktadır ve bu birligin sağ­
lanması için zencilerin mücadeleye liderlik etmesi gerektiği­
nin kabul edilmesi şarttır.
Zenci-beyaz birligi kurulacak ve başı zenciler çekecektir,
çünkü kapitalist düzendeki sınırsız sömürü yalnızca zencileri
en fazla ezilen toplumsal grup haline getirmemiş, aynı zaman­
da beyazların ilerici bir mücadele içinde yer alabilme yetene­
ğini körletmiştir. Sendikaların çoğunda görülen gerici tutum,
benimsedikleri ırkçı görüşlerden kurtulmalannın ne kadar
güç oldugunu gösterir. Buna karşılık zenciler, karşılaştıkları
baskılar sonucu bilinçlenmişler ve devrimci pratik açısından
ilerlemişlerdir. Zenci-beyaz birliğinin gerçekleştirilmesi için
beyazlar her kademede ırkçılığa karşı mücadele etmek gerek­
tiğini iyice anlamalıdırlar. Zencilerin liderliğini kabul etmek
beyazlar için kaçınılmazdır.

Nixon hükümetinin ülkeyi saga itmek için giriştigi çabalara


karşı çıkılabilecegine inanıyor musun?
Her şeyden önce, ülke koşullarına tarafsız bir gözle bakıl­
dığında faşizmin tam olarak yerleşmiş olduğu sonucuna varı­
lamayacağına inanıyorum. Gayet tabii, bu, ülkede geniş anla­
mıyla bir burjuva demokrasisinin hüküm sürmekte olduğu
demek değildir. Güney Afrika tipi bir faşizme doğru dört nala
ilerlediğimiz apaçık ortadadır. Siyasi mahkümların gün geç­
tikçe artması bunun kesin bir delilidir. Ayrıca, zencilere karşı
yüzyıllardır faşist taktiklerin uygulandığını da unutmamalı­
yız. Ama faşist taktikleri faşizmle karıştırmamalıyız. Faşizmin

214
yerleşmiş olduğunu kabul ettiğimiz takdirde uygulayacağımız
taktikleri bütünüyle değiştirmemiz gerekir, çünkü faşist bir
toplumda verilecek mücadele, hareket imkanı yok denecek
kadar azaldığından, yalnızca bir savunma niteliği taşır. Biz he­
nüz bu durumda değiliz. Hala belli bir elastikiyete sahibiz. Bu
yüzden, bütün mücadeleyi kanuni yollardan yürütmeye kal­
kışmadan; hala açık olan yollardan sonuna kadar faydalanma­
lıyız. Bu noktada, yeraltı faaliyetlerine de önem verilmelidir.
Önemli olan yalnız baskıya karşı mücadele etmeyi değil, aynı
zamanda sosyalist bir toplumu kurmayı da amaç olarak be­
nimseyen bir kitle hareketi meydana getirmek için bütün güç­
leri seferber etmektir. Bu da bizim savunmadan çok saldın du­
rumunda olmamız gerektiğini gösterir.

Tutuklamadan ônce siyasi mahkumların serbest bırakılması


için açılan kampanyalarda çalıştın, şimdi de bir siyasi mahkum­
sun. Bu kampanyaların hareketin bütünüyle olan ilişkileri hak­
kında ne düşünüyorsunuz?

Siyasi mahkO.mlar çevresinde gelişen hareket çeşitli açılar­


dan büyük önem taşımaktadır. Faşist bir rejimde, daha önce
de belirttiğim gibi, bu tip hareketlere rastlanamazdı. Bu açı­
dan kampanyaların önemi yalnızca mahkumların serbest bıra­
kılmasını sağlayabilecek durumda olmalarında değil, düzeni
değiştirebilecek olan hareketlerin oluşmasına yardımcı olabi­
lecek bir nitelik taşımalarında aranmalıdır.
Bu açıdan, siyasi mahkumların çoğunlukla, ya benim gibi
Parti'ye kayıtlı ya da George jackson gibi bağımsız komünist­
lerden meydana gelmiş olmaları önemlidir. Bilimsel sosyalizm
ve onunla birlikte devrimcileri bu yola iten sebepler halka,
özellikle zencilere anlatılmalıdır. Bu şekilde, siyasi mahkum­
lar etrafında oluşan hareket zenci-beyaz birliğine yol açacak

215
unsurlardan biri olacaktır. Yani, halka yalnızca Soledad Kar­
deşler'in haksız yere suçlandıklarını değil, George'un komü­
nist olduğu için diğerlerinden ayrıldığını, normal olarak 2 yıl
hapis cezası gerektiren bir suç yüzünden 10 yıl cezaevinde
kaldığını da anlatmamız gerekiyor.
Siyasi mahkumlar çevresinde oluşan hareketin zencilerin
karşılaştıkları baskılara ve zenci devrimcilerin ortaya çıkışları­
nı hazırlayan sebeplere bağlamak ve bu şekilde zenci sorunla­
rıyla ilgilenilmesini sağlamak da mümkündür.
Amerika'da, gettodan gelen bir zenci ailesinin çürümüş
adalet mekanizmasıyla ve bir baskı aracı niteliği taşıyan cezae­
vi sistemiyle karşılaşmaması ender rastlanan olaylardandır.
Zenci bir devrimciye mahkemelerce adil davranıldığını göre­
mezsiniz, genel olarak zenciler mahkemelerce korunmazlar;
daha çok, mahkemelerin kurbanı durumundadırlar.
Bu yüzden, siyasi mahkumlar etrafında gelişen hareketin
korunma değil, saldırı niteliği taşıması ve çürümüş adalet me­
kanizmasını, cezaevleriyle birlikte, yargılaması gerekiyor. Dü­
zenin bütün aksaklıklarını göz önüne sermeli ve siyasi mah­
kumları cezaevlerinde filizlenen devrimci güçlerle birlikte
gün ışıgına çıkarmalıyız.

Bildiğin gibi, basın işin başından beri David Poindexter'i kötü


bir tarzda takdim etti; solcu basının bir kısmı da takınılan bu
tavn benimsemiş görünüyor. David Poindexter hakkında söyle­
yeceğin bir şey var mı?
Burjuva basın, her zaman düzene karşı çıkanları karalamak
için elinden geleni yapmıştır. David Poindexter'in halka 'esra­
rengiz refa katçi' olarak takdim edilmesi ve beni ele vermiş ola­
bileceğinin hissettirilmesi de bilinçli bir oyundan başka bir
şey değildir.

2 16
Bu görüşü paylaşan sol­
cular, düşmanın hazırladığı
tuzağa kendi ayaklarıyla
girmiş oldular. David Poin­
dexter'in takdir edilecek şe­
kilde davrandığını, kaçma­
ma yardım etmek için kendi
hayatını tehlikeye attığını
daha önce de söylemiştim.
Onu eleştirenlerin kaç tane­
si böyle bir şeyi göze alabi­
lirdi acaba?·

Kadın haklan konusunda


verilen m.ücadele için ne düşü-
nüyorsun ? Burada zenci kadınlara özel bir görev düştüğüne ina­
nıyor musunuz?

Konuya şu şekilde girmek istiyorum: Hiçbir devrimci,


devrimin başarısı ve başarısızlığının kadınların toplumdaki
yerinin ne dereceye kadar gelişip ilerlediğine bağlı olduğunu
inkar edemez. Marx'ın ve Engels'in insanlığın tarihinin iki
temel nokta, üretim ve üreme etrafında döndüğünü belirt­
tiklerini biliyoruz. Bu şekilde, insanlar bir yandan yaşamala­
rı için gerekli olanı meydana getirirken, bir yandan da aile
kurulmuş olur.
Giderek devrimin sonucunun ne şekilde hazırlandığına
bağlı olduğunu göz önünde tutarak, burjuva ailesinin ve ka­
dının Amerikan toplumundaki yerini değiştirmeye çalışma­
mız gerekiyor. Tabii bu çaba devrimin sadece bir kısmını
meydana getirecektir. Kadın haklan davasını erkekler de be­
nimsemeli ve savunmalıdırlar. Kadınların kurtuluşu özellik-

217
le zenci kurtuluş hareketi içinde önemli yer tutar. Bugünkü
toplumda, en çok ezilenlerin zenci kadınlar olduğu herkes­
çe bilinmektedir.
Tarih boyunca yalnızca ekonomik açıdan köle olarak yaşa­
madık, aynı zamanda seksolojik bakımdan beyaz köle sahibi­
nin arzularını tatmin eden bir araç olarak bakıldı bize. Düş­
manlarımız zenci kadınlar için uydurdukları hikayelerle zen­
cileri küçük düşürmeye çalıştılar. Ne yazık ki, zenci kadınlar­
dan bazıları bu hikayeleri, ortaya atılış sebeplerini araştırma­
dan olduğu gibi kabul ettiler. Bunlar, harekette rol almayı ve
mücadele etmeyi reddederek olayların dışında kalmayı tercih
etmektedirler.
Zenci kadınlar olarak, mücadeleye girmemiz erkeklerimi­
zin yanında çarpışmamız gerekiyor.
Bu konuda daha iyi fikir edinebilmek isteniyorsa, George
jackson'ın zenci kadınlar için yazdıklarına başvurulabilir.
Soledad Kardeşler'e bu açıdan bakmak faydalı olacaktır sanı­
yorum.

218
9

ANGELA DAvıs VE RUCHELL


MAGEE DURUŞMADA
Angela, Direnişin Simgesi
Howard Moore jr.

Angela Davis'in 7 Ağustos l 970'te, Marin Eyalet Mahkeme­


si'nde çıkan olaylarla hiçbir ilgisi yoktu. Ama Angela'yı Marin
Eyalet Merkezi'nin ikinci katındaki güneş görmeyen bir odaya
kapattılar. Bir süre sonra da on yedi yaşındaki Jonathan jack­
son'la birlikte cinayet işlediği, adam kaçırdığı ve olaya karışan
diğer zenci mahkumların cezaevinden kaçmalarını sağlamaya
çalıştığı için yargılanacak. Harekete katılanlara hiçbir şekilde
yardım etmediği ve onlara katılmadığı halde Angela'mn kendi­
ni savunmak zorunda bırakılması inanılmaz bir olaydır.
Kaliforniya Ü niversitesi'nde felsefe profesörü olan Angela
Davis eğitim üzerine şunları söylemektedir: "Eğitim, özünde
siyasaldır. Amacı da siyasal olmalıdır." Bilim özgürlüğünüyse

22 1
şu şekilde tanımlamaktadır: "Bu, profesörlerin etraflarındaki
gerçekler tarafından rahatsız edilmemek, toplumun gerçek so­
runlarından kaçmak için buldukları bir çözüm yoludur." An­
gela 1969 yılı sonbaharında Vali Reagan'ın Parti üyesi olduğu
gerekçesiyle istifa etmesi için yaptığı baskılara karşı sonuna
kadar direnmiş ve "Sosyalist olduğum doğrudur, ama bunun
bir suç olduğunu kabul etmiyorum. Eğer ortada suçlu olanlar
varsa, bunlar Nixon, Agnew ve Reagan gibilerd ir," demiştir.
Angela'nın verdiği dersleri 1 500 öğrenci izlemektedir, üni­
versite yetkililerinin çoğu Angela'ya karşı yapılan suçlamala­
rın bilimsel özgürlük kavramının özüne aykırı olduğunu öne
sürerek onu savunmuşlardır. Frederick Douglass üzerine ver­
diği ilk derste Angela, köle halklar üzerine şunları söylemiştir:
"Özgürlüğün ilk şartı, açık bir direniş içinde olmaktır. Fizik­
sel bir direniş, yıkıcı bir direniş ... "
Kaliforniya Üniversitesi idarecileri onun konuşmalarından
rahatsız olmaya başlamışlardı. 1970'de iki yıllık kontratına
rağmen işine son verildi. Gerekçe olarak, Angela'nın, ülkede­
ki baskıyı açığa çıkarma zamanının geldiğini, artık yalnızca
eleştiriler yapmakla yetinmeyip gerçek çözüm yolları getiril­
mesi gerektiğini, aksi halde bilimsel özgürlüğün lafta kalaca­
ğını belirttiği konuşması gösteriliyordu.
Bunlar hareketsiz bir dinleyici grubu tarafından kabul edil­
meleri için söylenmiş sözler degildi; bir süre sonra Angela, So­
ledad Kardeşler'i kurtarmak için girişilen hareket içinde yer
alacaktı. Angela harekete yeni bir yön vermişti; bir süre sonra
"Soledad Kardeşler'in Kanuni Yollardan Linç Edilmelerine
Engel Olun", bütün zencilerin, Meksikalıların ve yoksulların
benimsediği bir slogan haline gelmişti. Artık Angela, Kalifor­
niya cezaevlerinde baskıya karşı direnen akıllı, yaratıcı, sağ­
lam güçlerin bir simgesiydi. Yalnızca bu nitelikler siyasal bas-

222
kı unsurlarının Angela'ya yönelmelerine yol açmazdı belki,
ama çok tehlikeli bir özelliği vardı onun. Söylediklerinden ha­
yatını kendi insanlarının, zencilerin davasına adamış, 'özgür­
lük ve adalet için savaşan milyonlarca insanla kader birliği et­
miş' olduğu rahatlıkla anlaşılıyordu.
7 Ağustos 1970'de Marin Eyalet Mahkemesi'nde San Qu­
entin mahkumlarından James McClain'in duruşması yapıla­
caktı. McClain daha önce Haziran 1970'de cezaevinde Bil­
linglea'nın öldürülmesinden sonra çıkan olaylar sırasında
beyaz bir gardiyanı yaraladığı iddiasıyla yargılanmıştı. San
Quentin mahkumlarından Ruchell Magee tanık olarak du­
ruşmada bulunuyordu. Duruşma sırasında George Jack­
.
son'ın on yedi yaşındaki kardeşi jonathan jackson, elinde si­
lahlarla mahkeme salonuna girdi ve silahların bir kısmını
McClain'le Magee'ye verdi, içlerinden biri salonun yanında­
ki hücreye giderek William Christmas'ı hücreden çıkardı.
Sonra dört zenci jüri üyeleriyle tartışmaya başladılar. Kadın
rehinelerden biri San Francisco Chronicle g.azetesine verdiği
demeçte olayları şu şekilde anlatmaktadır:
"Alınan ilk rehine yargıçtı. Onu bağlamadılar. Sonra mu­
habirlerden birini almak istediler, ama sonra vazgeçip Eyalet
Savcısı'nı aldılar. Bizi bir telle boyunlanmızdan bağlayacaklar­
dı. Sonra vazgeçip bellerimizden bağladılar. Rehine olarak al­
dıkları jüri üyelerinden yaşlı bir kadını serbest bıraktılar. Re­
hine olarak aldıkları başka bir kadın, hasta olduğunu soyledi­
ği için onu da serbest bıraktılar. Beni ve jüri üyelerinden iki
kadını aldılar. Küçük bir çocuğu da almak istediler ama anne­
si 'çocuğumu almayın' diye bağırınca bundan vazgeçtiler. Sa­
londan çıkmadan önce yargıca şerifi aşağıya çağırmasını söy­
lediler. Yargıcın ne dediğini duymadım ama ondan adamları­
na ateş etmemelerini söylemesini istediklerini biliyorum."

223
Birkaç dakika sonra dört zenci, yanlarında yargıç Haley,
Eyalet Savcısı Garry Thomas ve üç jüri üyesi kadın olduğu
halde bir arabaya bindiler ve jüri üyelerini bağlayan ipleri çöz­
düler. Olay yerinden uzaklaşmaya çalışırken San Quentin gar­
diyanları ve diğer görevliler tarafından üzerlerine ateş açıldı.
Bir süre sonra McClain Christmas, Jonathan ve yargıç Haley
ölmüş, Magee ve Gary Thomas ağır yaralanmış, jüri üyelerin­
den biri de hafif bazı yaralar almıştı.
Vali Reagan derhal 'bu korkunç saldırı' hakkında gerekli iş­
lemlerin yapılmaya başlanmasını emretti. Kalifomiya Yüksek
Mahkeme Başkanı Donald R. Wright, duruşmalar sırasında
uyulması gereken kurallarda bazı değişiklikler yapılması için
çalışmaya koyuldu ve bu konuda eyaletteki bütün yargıçlarla
görüştü. Reagan'ın çabaları sadece 7 Ağustos Olayı'yla ilgili
değildi; aynı zamanda 'mahkemelerin karar almalarını başka
şekilde etkileyen durumların da' göz önünde tutulmasını isti­
yordu. Kısacası, Reagan'm niyeti mahkemelerdeki beyaz haki­
miyetine karşı girişilen her türlü direnişi yok etmekti.
Genç jackson'm yanındaki silahların dört tanesinin iki yıl
önce Angela Davis tarafından satın alındığı öğrenilince, Rea­
gan Angela'nın işine son verilmesini, Parti üyesi olduğu için
istediğini açıkladı (San Francisco Chronicle, 13 Ağustos 1 970).
Komünizme karşı düşmanlığını saklayamamıştı. Angela'nın
olayla ilişkisini Partiye karşı kullanmak için elinden geleni
yaptı. Reagan'a göre, bu Parti diğer partiler gibi siyasal bir par­
ti değil, yıkıcı faaliyetlerde bulunan bir örgüttür. Üyelerinin
yabancı ülkelerle ilişkileri açıkça ortadadır.
Silahların kaçma olayı için Angela tarafından jonathan'a
verilmiş olduğu ispatlanmamıştı, ama istenilen hava yaratıl­
mıştı. 13 Ağustos 1970'de Savcı Albert Haris, Angela'ya karşı
hiçbir suçlama yapılmadığını bildirdi. Angela'nın ne olacağı

224
hakkında yöneltilen sorulara da, "Silahlan olaya katılanlardan
birine verdiği ispatlanmadıkça hiçbir şey . . . " diye cevap verdi
(San Diego Union, 13 Ağustos 1 970, s. 2). Buna rağmen, 6
Ağustos 1970'te Kalifomiya Eyalet Mahkemeleri makamları­
nın haberi bile olmadan FBI, Angela Davis'in arandığını bildi­
ren afişler basıp dağıtmıştı; üzerinde Angela'nm iki fotoğrafı
ve işlediği suçlar bulunan afişlerde onun silahlı olabileceği ,

dikkatli davranılması gere:{tiği de belirtilmişti. FBI başkanı ].


Edgar Hoover, Angela'nm o sıralarda yakalanmaları için çalı­
şan suçluların en tehlikelisi olduğunu bildiriyordu.
Bu şekilde Angela, herhangi bir görevde gözü dönmüş bir
ırkçı ya da aptalın biri için nişan tahtası haline gelmiş oluyor­
du. Bunlardan biri Angela'yı hiç duraklamadan çekip vurabi­
lir ve kanuna faydalı olduğu için alkışlanabilirdi. 1 3 Ekim
1970'te David Poindexter'le birlikte New York'ta bir motelde
yakalanıncaya kadar ölüm tehlikesi altında yaşadı. Yakalandı­
ğı zaman Nixon, Mitchell ve Hoover televizyonda böyle bir
azılı anarşisti yakalatmış oldukları için birbirlerini tebrik etti­
ler ve diğer anarşistlere iyi bir gözdağı vermiş oldular.
Kalifomiya, New York'la yazışarak Angela'nın mahkeme­
si için Kalifomiya'ya gönderilmesini istedi. Bu arada Ange­
la'nın itiraz etmesini önlemek amacıyla apar topar hakkında
bir dava açıldı. New York mahkemeleri Angela'nın yüksek
mahkemeye başvurmasını önlemek için ellerinden geleni
yaptılar. Artık Amerika, kölelerine iyi davrandığını, onların
adalet önünde efendilerle eşit konumda bulunduklarını öne
süremezdi.
Uzun zamandır unutulmuş olan 1872 sayılı kanun tekrar
ortaya çıkarılmıştı: "Herhangi bir suçla ilgili olan şahıslar suç
işlendiği sırada olay yerinde bulunmayıp sadece suçun işlen­
mesine yardım etmiş ve diğer suçluları suça teşvik etmiş bile

225
olsalar, suçun niteliği ne olursa olsun suçlu sayılırlar" (Ceza
Kanunu, 3 1 . Bölüm) .
B u kanunun adalet mekanizmasının bütünüyle çelişkiye
düştüğü açıktır. Çünkü suçtan önceki davranışlarla, işlenen
suç arasında ayrım yapmamaktadır. Sanık olay yerinde bu­
lunmadığı zaman iddia makamının onun suçun işlenmesine
yardım ettiğini ya da gerçek suçluyu suça teşvik ettiğini is­
pat etmelidir.
Angela'nın suça katıldığına dair en ufak bir delil buluna­
madı. lddianamede Angela'nın Soledad Kardeşler'i kurtarmak
için açılan kampanyalara katıldığı ve Jonathan'la birlikte Ge­
orge jackson'ı cezaevinde ziyaret etmek istediğini belirtiyordu
yetkililer. Kapıldıkları isteri krizleri içinde Angela'nın jonat­
han'la olan ilişkisi ve kanuni yollardan George jackson'ı kur­
tarmak için giriştiği çabaları, adam kaçırma ve cinayet suçla­
rıyla bağdaştırmaya çalışıyordu. Magee, 7 Ağustos'ta girişilen
hareketin amacının Soledad Kardeşler'in serbest bırakılması
olmadığını açıkça belirtmişti. Angela'ya yazılan ve San Fran­
cisco E.xaminer gazetesinde yayınlanan bir mektupta Magee,
hareketini, "Kaliforniya mahkemeleri ve cezaevlerinin ırkçılı­
ğa alet olarak suçsuz insanları öldürmeleri ya da cezaevlerin­
de çürümeleri için işbirliği yaptıklarını kamuoyuna duyurmak
amacıyla düzenlendiği"nden söz ediyordu. Angela'ya karşı ha­
zırlanan iddianamede dört kere, tamamen kanuna uygun ola­
rak, silah satın almış olması da yer alıyordu. Savcı, Angela'nın
silahları 7 Ağustos hareketinden önce jonathan'a vermiş oldu­
ğunu öne sürüyordu. Sonradan silahlardan birinin silahlı bir
soygun sırasında Los Angeles polisi tarafından ele geçirildiği
ve tahkikat sonucunda Angela'dan başka birine verilmiş oldu­
ğu anlaşıldı. lddianamede 6 Ağustos günü jonathan'la Ange­
la'nın san bir Ford içinde görüldükleri de belirtilmişti. Aynca,

226
Angela'nın Pacific Southwest Hava Yolları'ndan 7 Ağustos gü­
nü saat 2'de San Francisco'dan New York'a kalkacak uçakta
yer ayırtmış olduğu ve bir daha ortalarda görülmediği öne sü­
rüldü. Eyalet yetkililerine göre bütün bunlar açıkça olayların
Angela tarafından hazırlanmış olduğunu gösteriyordu.
Savcı delil yetersizliğinin farkındaydı ama, gene de Ange­
la'nın olaylarla ilgisini ispat edebilecek her şeyden yararlan­
mak niyetindeydi. Acaba bu durumda Angela'nın suçlu bu­
lunması ve kefaletle serbest bırakılmasının engellenmesi ka­
nuna uygun mudur? Acaba yetkililer tanık satın almaya kal­
kışmayacaklar mı? Daha şimdiden Magee'ye, Angela'ya karşı
ifade vermesi için bazı tekliflerde bulunulmuştur. San Quen­
tin mahkumlarından Leo Robles, yargıç E. Warren, Mc Gui­
re'e yazdığı bir mektupta kendisinden Magee'yi Angela'ya kar­
şı konuşmaya ikna etmesini istediklerinden söz etmiştir. Yar­
gıç, olayı incelemeden Robles'in mektubunu bir kenara atmış
ve bu tip suçlamaların Magee tarafından da yapıldığını ve ta­
mamen asılsız olduklarım bildirmiştir. Asılsızdırlar, çünkü
ben böyle diyorum ...
Angela'ya karşı yapılan suçlamalar hazırlanan oyunun bir
bölümünden başka bir şey değildir. Angela yalnızca 7 Ağustos
olayının hazırlanmasına yardım etmekle değil, aynı zamanda
diğer suçlularla işbirliği yaparak suç işlemeye teşebbüs etmek­
le suçlanmaktadır. Kalifomiya Ceza Kanunu'nun 182. madde­
sinde suç işlemek üzere işbirliği yapmak şu şekilde tanımlan­
mıştır: Eğer iki ya da daha fazla şahıs herhangi bir suç işlemek
üzere... kamu ahlak ve düzenine, adalet mekanizmasına karşı
yalan ve kanunların işlemesini önleyen bir davranışta bulun­
mak üzere... anlaşırlarsa ...
Eğer işbirliği, cinayet işleme ya da adam kaçırmak üzere
yapılmışsa, cezası cinayet ve adam kaçırma suçlarına verile-

227
:ek cezanın aynısıdır -gaz odası ya da müebbet hapis. Bu du­
rumda, işbirliği suçlaması sanık hakkında hüküm vermeyi
büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Örneğin iddia makamı,
McClain'ın mahkeme binasında, "Soledad Kardeşleri 1 2.30'a
kadar serbest bırakmazsanız bütün rehineler ölecektir," şek­
linde bağırmasını delil olarak gösterebiliyor ve bundan hare­
ketin amacının Soledad Kardeşler'i kurtarmak olduğunu, or­
tada suç işlemek üzere yapılmış bir işbirliğinin bulunduğu­
nu çıkarabiliyordu.
lşbirliği suçlaması Angela'yı çok tehlikeli bir duruma
sokmakta ve mahküm edilmesini kolaylaştırmaktadır; jüri,
onu zenci ve sosyalist olduğu için, düşündükleri için ya da
daha kötüsü düşünebilecekleri için mahküm edebilecek du­
rumdadır.
Angela'ya karşı yapılan suçlamalara hem hukuki hem siya­
sal yönden karşı durulmalıdır. Onlara yalnızca bir yönden
karşı çıkmak yeterli değildir. Bu yetersiz bir korunma olur. id­
dia makamının istediği, Angela'yı yalnızca linç etmek değil,
onu direnişin simgesi olarak linç etmektir. Yakında ölüm ce­
zasıyla yargılanacak olan siyasi mahküm Angela, gerici ve ırk­
çı yönetici sınıfın elinde bir oyuncak durumundadır. Angela,
beyazların ellerine geçirdikleri zencilere neler yapabilecekleri­
ni gösteren bir örnektir. Amaç yalnızca Angela'yı kanunları
alet ederek öldürmek (Vietnam'da banş getirmek bahanesiyle
kahraman Vietnam halkını öldürdükleri gibi) değil, devrimci
zencilere iyi bir gözdağı vermektir. Angela'nın bir sembol ni­
teliği kazanmasında ilerici zenci güçler ile gerici beyazlar ara­
sında yıllardır sürüp giden mücadelenin bir örneğine daha
rastlamış oluyoruz. Angela onu yok etmek isteyen güçler adı­
na bir sembol olduğu kadar, zenciler ve Amerika Birleşik Dev­
letleri'ndeki bütün ezilen halklar adına da bir semboldür.

228
Angela, halkın zorbalığa ve baskıya karşı direnişinin bir
sembolüdür. Şüphesiz her zaman halk olacakur. Çünkü halk,
direnişinin yalnızca bir sembolü değil, bir insan hayatını, yiğit
bir insanı kurtarmak için olduğunu bilmektedir. Onlar hayat
için mücadele ediyorlar, ölüm için değil. İnsanca olan insan­
lık dışı olanı yenecektir. ANGELA'Yl VE BÜ TÜN SlYASl
MAHKÜMLARI SERBEST BIRAKIN !

229
Angela Davis'in New York'tan
Kaliforniya'ya Nakli
john Abt

Angela Davis'in New York'tan Kaliforniya'ya nakli 'kanun


ve düzen'in, epeyce ırkçılık ve anti-komünizmle karışmış ola­
rak Nixon-Reagan-Rockefeller tarzında işleyişinin güzel bir
örneğidir.
Angela, 13 Ekim 1970'te New York'ta, FBI tarafından tu­
tuklanarak kadınlar cezaevine gönderildi; burada bir gece kal­
dıktan sonra da Eyaletlerarası Ceza Kanunları'na göre hakkın­
da dava açıldı. Bu kanunlara göre, bir şahsın herhangi bir eya­
letin yetkilileri tarafından tu tuklanmamak için başka bir eya­
lete gitmiş olması suç sayılmaktadır. Kanunun amacıysa, ma­
halli polisin ilgileneceği davalara FBI'ın el koymasını sağla­
maktan başka bir şey değildir.

230
Angela'nın avukatlarının
itirazlarına rağmen serbest
bırakılması için gerekli kefa­
let 250 bin dolar olarak tespit
edilmiş ve iddianamenin ha­
zırlanmasına başlanmıştır.
Aynı akşam Angela'nın kefa­
letle serbest bırakılamayaca­
ğına karar verilmiş ve iki po­
lise teslim edilerek Kaliforni­
ya'ya gönderilinceye kadar
bir karakolda kalması gerek­
tiği bildirilmiştir.
Mahkemeden çıkarken
iki polis memuru, avukat Miss Bumham'la bana Angela'nın
Yedinci Bölge Karakolu'na gönderileceğini söylemeye tenez­
zül ettiler. Karakola gittiğimiz zaman görevli komiser bize,
Angela'nın nerede olduğu hakkında en ufak bir bilgisi bu­
lunmadığını söyledi ve bizi 4 kilometre uzaklıktaki başka bir
karakola gönderdi. Birkaç saat boyunca görevlilerden hiçbi­
ri bize Angela'nın nerede olduğunu bildirmedi. Nihayet
onun mahkemede tutulduğunu öğrenebildik. Ceza Mahke­
meleri binası 200 kadar polis tarafından korunuyordu. Avu­
katlar ve basın mensuplarından başka hiç kimse binaya gire­
mezdi, o gece onlar da dışarı atılmışlardı ve binayı koruyan
polislerin sayısı arttırılmıştı.
içeride kalmakta direndiğim zaman görevlilerden biri, "Bu
gecenin New York belediyesine kaça patladığından haberiniz
var mı?" diye bağırdı.
Gece yarısından sonra gerekli formaliteler tamamlandı ve
Angela tekrar cezaevine gönderildi. Orada akli dengesi bozuk

23 1
mahkCimlar için hazırlanmış bir hücreye kapatıldı; her sabah
saat dörtte, bütün zencilere avazı çıktıgı kadar bagırarak küf­
reden beyaz bir kadının çıglıklarıyla uyanıyordu. İtirazlarımız
sonucu bir hafta sonra Angela normal bir koğuşa gönderildi,
ama yirmi dört saat sonra yine hücreye kapatıldı. Yeniden iti­
raz ettik; gelen cevapta New York Kadınlar Cezaevi'nde hücre
olmadığı bildiriliyordu. Peki, hücre sözü ne anlama geliyordu
acaba? Angela günün yirmi üç saatinde hücresinde kilitliydi,
diğer mahkumlarla görüşmesine izin verilmiyordu. Yirmi dör­
düncü saatteyse gardiyanların nezaretinde yalnız başına açık
havaya çıkarılıyordu.
İtirazlarımıza birbirleriyle çelişkiye düşen anlamsız cevap­
lar geldi. Bunlardan birinde, diğer mahkumlarla görüşmesine
izin verildiği takdirde Angela'nın cezaevinde karışıklık çıkara­
cağından söz edilirken, bir diğerinde kimseyle görüştürülme­
mesinin onun hayatını korumak açısından gerekli olduğu söy­
leniyordu. lki haftalık açlık grevi, Miss Burnham'ın dilekçele­
ri ve zenci avukatların düzenlediği bir konferans sonucu An­
gela hücreden çıkarıldı.
Bu arada Kaliforniya'ya gönderilmesi için gerekli işlemler
devam ediyordu. 19 Ekim'de Vali Reagan, Angela'nın geri
gönderilmesini istiyor, bir gün sonra da Vali Rockefeller bu is­
teği kabul ediyordu. New York kanunlarına göre valiye bu tip
bir isteği incelemek için otuz gün verilir. Angela'nın davasın­
da Rockefeller yirmi dört saat içinde Reagan'ın isteğini kabul
ettiğini bildiriyordu. Bu yirmi dört saati de isteğin kanunlara
uygun olup olmadığını araştırarak değil, New York sokakla­
rında oy toplayarak geçirdiğini unutmamalıyız.
Eğer Rockefeller konuyu biraz daha dikkatli inceleseydi,
Angela'nın iddia edilen suçları işlemiş olmasının pek ihtimal
dahilinde bulunmadığını görecekti.

232
lddianamede, Angela cinayet işlemek ve adam kaçırmakla
suçlanıyordu. Ama ne iddianameyi hazırlayan Bales, ne de di­
ğer ilgililer, onun 7 Ağustos günü, yargıç Haley, jonathan
jackson, james McClain ve William Christmas'ın ölümleriyle
sonuçlanan olaylar sırasında Marin Eyalet Mahkemesi'nde ol­
duğunu ileri sürebiliyorlardı. iddianamenin temelinde, Ange­
la'nın yargıç Haley'in öldürülmesine yardım ettiği düşüncesi
yatmaktaydı. Birçok eyalette olduğu gibi Kaliforniya'da da, bir
suçun işlenmesine yardım eden şahıs o suçun işleneceğini bi­
len ve asıl suçluya bu konuda yardım eden şahıstır. Ve Kali­
fomiya'da, suç işlenmesine yardım eden şahıs, söz konusu su­
çun gerektirdiği cezaya çarptmlır. Bu da Angela'nın ya ölüme
ya da müebbet hapse mahküm edileceğini göstermektedir.
Bales'in iddianamesi, yargıç Haley'in ölümü konusunda da
yanlış ve eksik hükümler vermektedir. Haley'in olaya karışan
mahkO.mlardan biri tarafından öldürüldüğü belirtilmiştir, ama
ne katilin kim olduğundan ne de olayın tanıklanndan (eğer
bir tanık varsa) söz edilmektedir. Aynca, yetkililerin bilirkişi
raporlarına başvurarak tahkikatı genişletmeleri gerekirken
yalnızca susmayı tercih etmeleri de, Haley'in mahkümlarca
değil, duruşmadaki polis memurlarınca öldürülmüş olabilece­
ği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
İddianamenin Angela'nın olayla ilgili olduğunu öne sürer­
ken dayandığı tek delil, jonathan'ın elindeki silahların Angela
tarafından satın alınmış olmaları ve onun üzerine kayıtlı bu­
lunmalandır. lddianame, Angela'nın olaylardan haberi olduğu
bir yana, silahları jonathan'a verenin o olduğunu bile açıkça
ortaya koyamamaktadır. Suçlarıyla ilgili temel noktaların ih­
mal edilmiş oldugu açıktır. Bu durumda Angela'nın silahları
satın alıp kendi adına kaydettirmiş olması suç değil, suçsuz­
luk delili olabilir ancak.

233
5 Kasım 1970'de Miss Bumham'la birlikte New York Yük­
sek Mahkemesi'ne bir dilekçe yazarak, Rockefeller'in Ange­
la'nın Kaliforniya'ya gönderilmesi için aldığı kararın usulsüz
olduğunu, zira Bales'in iddianamesinde anayasanın 4. madde­
sine uygun olarak Angela'nın suçlu olabileceğini gösteren en
ufak bir delil bulurnıadığını öne sürdük. Dilekçeyle ilgili da­
vaya 20 Kasım'da bakılmasına karar verildi.
Dilekçemiz iddia makamının, Bales'in iddianamesinin ta­
mamen yanlış yolda olduğunu görmesine yardım etti. Beş gün
sonra Marin eyaletinde toplanan jüri, Angela'yı cinayet, adam
kaçırma ve bu suçları işleyenlerle işbirliği yapmakla suçluyor­
du. Yeni stratejinin amacı açıkça ortadaydı.
Kanuna göre hiçbir önyargıya sahip olmamaları gereken
on iki kişiden kurulacak olan jüri, kesin deliller olmadan her­
hangi bir sanığın suçlu olup olmadığı konusunda oylamaya
gidemez. Bu yüzden, jüri kararında jürinin karar almasına yol
açan delillerin belirtilmesi gerekli değildir. Angela hakkında
alınan kararda da hiçbir delil gösterilmeden Angela'nın 7
Ağustos 1 970 günü yargıç Harold joseph Haley'ı öldürmekten
suçlu olduğu açıklanmaktadır.
Jüri üyelerinin hiçbir önyargıya sahip olmadıkları üzerine
söylenenler bir masaldan ibarettir. Bütün avukatların bildiği
gibi, mahalli savcı jürinin istediği karan almasını kolayca sağ­
layabilir. Gene de jürinin delillere dayanarak karar aldığı
inancı devam edip gider.
Bununla birlikte, Kalifomiya eyaleti bu durumun yol açtı­
ğı aksaklıkları önlemek amacıyla değişik bir yönetmelik uygu­
lamaktadır. Bu yönetmeliğe göre, bütün sanıklara karardan
sonra on gün içinde jürinin aldığı kararın bir kopyası gönde­
rilir. Bu şekilde, sanık delillerin yetersiz olduğunu öne süre­
rek karara karşı çıkabilir. Aynı yönetmeliğin Angela'nın Kali-

234
forniya'ya gönderilmesiyle ilgili karar konusunda da uygulan­
ması gerekliydi.
Angela'nın karara karşı çıkabilmesi için Kaliforniya'ya gön­
derilmesiyle ilgili kararın bir kopyasını almak üzere başvurdu­
ğumuzda, bize bizzat Marin Eyalet Mahkemesi karşısına çık­
madıkça Angela'ya kararın gönderilemeyeceği cevabı verildi.
Yeni karara karşı çıkabilmesi için karara uyup Kaliforniya'ya
dönmesi gerekiyordu.
New York Mahkemesi'ne başvurarak, takınılan tavrı iki ay­
n yönden eleştirmeye başladık. Her şeyden önce, Angela'ya
kararın kopyası gönderilmiyor ve onun kanunun bütün va­
tandaşlara tanıdığı haklardan yararlanması engelleniyordu.
!kincisi, jüri iyi niyetine güvenmemizi önleyecek şekilde dav­
ranmıyor ve karan, Bales'in iddianamesi gibi, yeterli deliller­
den yoksun oldugu için saklamaya çalışıyordu. Dilekçeyi, Ka­
liforniya kararın kopyasını Angela'ya gönderip kararın yeterli
delillere dayandığı anlaşılıncaya kadar geri gönderilme işlemi­
nin durdurulmasını isteyerek bitirmiştik.
3 Aralık'ta, zenci yargıç Thomas Dickens usulle ilgili nok­
taları elinden geldiği kadar geçiştirmeye çalıştı. lddialarımızı
sabırsız bir tavırla dinledi ve aniden aleyhimizde karar aldı.
Yalnız işlemi beş gün için durdurmayı kabul ediyordu, bu sü­
re içinde Angela temyiz mahkemesine başvurabilirdi. Temyiz
mahkemesi de duruşmayı 16 Aralık tarihine attı.
Bu arada temyiz mahkemesi çabuk karar alma rekorları
kırmakla meşguldü. Genel olarak, sanıkların kararın bir an
önce çıkmasını istedikleri durumlarda bu bir aydan fazla uza­
yabilir. Angela'nın davasıyla ilgili kararsa beş günde beş mah­
kemeden geçip derhal hazır olmuştu.
16 Aralık'ta temyiz mahkemesi davayı dinledi ve bize er­
tesi gün saat 6'ya kadar en yüksek temyiz mahkemesine baş-

235
vurma hakkını tanıdı. Ertesi gün sabah 9'da yargıç Fuld'ın
karşısına çıktım; saat l l'e kadar benimle görüşemeyeceğini
bildirdi. Öğleyin Amerika Birleşik Devletleri Mahalli Mahke­
mesi'ne bir dilekçe yazdık. Yargıç Frankel dilekçeyi geri çe­
virdi, fakat Temyiz Mahkemesi'nin yeniden toplanmasını
önererek işlemi karara kadar durdurdu. Ü ç yargıç bir saat
içinde toplanarak Frankel'in kararını onayladılar. Günlerden
cumaydı, mahkeme kararı erteleyerek pazartesi günü saat
dörde kadar Washington'daki Yüksek Mahkeme'ye başvura­
bileceğimizi bildirdi.
Pazartesi günü sabah lO'da Yüksek Mahkeme'ye başvur­
dum, öğleden sonra isteğimiz geri çevrilmişti. New York'a
döndüğümde vakit çok geçti, Angela'yı ziyaret etmeme izin
vermediler. Bununla birlikte, salı günü öğleden sonra uçakla
Kalifomiya'ya gönderileceğini öğrenebildim.
Sah sabahı, saat 3.30'da bir muhabir beni uyandırarak An­
gela'nın cezaevinden çıkarıldığım ve havaalanına götürüldü­
ğünü haber verdi. Ertesi gün Miss Burnham'la birlikte Marin .
Eyalet Cezaevi'nde Angela'yı buluncaya kadar ne olup bittiği­
ni öğrenemedik.
Angela, salı sabahı saat 3'te bir gardiyan tarafından uyandı­
rılmış ve ona avukatının kendisini beklediğini, kararla ilgili
bazı şeyler söyleyeceği bildirilmişti. Aşağı indiği zaman, avu­
katı yerine iki kadın, iki erkek polis memuruyla karşılaşmıştı.
Polislerle birlikte gitmeyi reddettiği için tartaklanmış, zorla
bir arabaya bindirilmiş ve bir müddet sonra Kaliforniya yetki­
lilerine teslim edilmişti. Sonra yirmi tane polis arabasının ne­
zaretinde bu tehlikeli kadının geçeceği saatte diğer araçlara
kapatılmış bulunan Holland tünelinden geçirilerek, New jer­
sey askeri havaalanına götürülmüş ve askeri bir uçakla San
Francisco'ya nakledilmişti.

236
Burada, çarşamba günü Marin Eyalet Mahkemesi önüne
çıktığımızda bize kararın bir kopyasının verildiğini, bu karar­
da da Bales'in iddianamesinde gösterilen delillerden fazla bir
delil gösterilmediğini, kararın aynı derecede temelsiz olduğu­
nu belirtmek istiyorum.
Angela'nın tamamen suçsuz olduğu konuları bir tarafa bıra­
karak, suçlu olduğu konulardan söz edelim biraz da. Çünkü
Nixon, Reagan ve Rockefeller gibileri için Angela'nın asıl suçu,
ona karşı ileri sürdükleri suçlamalardan çok daha önemlidir.
Bu suç da, zenci bir kadının, beyazların Amerika'sında başarılı
olabileceğini kanıtlamış olmasıdır. Peki, buna karşılık şükran
duygularıyla dolu olarak bütün Reagan'ların ve büyük serma­
yedarların önünde eğilmiş ve kendisine tanınan fırsatların kıy­
metini bildiğini göstermiş midir? Müteşebbislerin edindiği
meslekten sonuna kadar yararlanmalarına izin vermiş midir?
Ne gezer. Başka bir yol seçmiş ve W.E.B. DuBois ve Paul
Robeson'un izinden yürümüştür. Beyaz Amerika'nın sahte de­
ğerlerini yadsımış, kendi insanlarının, yoksulların, ezilenle­
rin, sömürülenlerin yanında yer almıştır. Komünist Partisi'ne
girerek, Amerika'ya yeni değerler kazandırma, insanların yete­
nekletj.ni değerlendirebil'ecekleri barış ve özgürlük içinde ya­
şayacakları, insanın insanı sömürmediği bir Amerika yaratrt}a
mücadelesine katılmıştır.
Reagan'ın Angela'yı gaz odasına göndermek istemesinin
tek sebebi, bu yolu seçmiş olması ve insanları aynı yolu izle­
meye çağırmasıdır. Bu yüzden Angela'nın kurtarılması insan­
lık için ileri atılmış bir adım olacaktır, onun özgürlüğü uğru­
na verilen mücadele hepimizin özgürlüğü için verilen müca­
delenin bir parçasıdır. Bu yüzden ülkenin her tarafında mil­
yonlarca insan hareketimize katılarak ANGELA DAVIS'l SER­
BEST BIRAKIN sloganı etrafında birleşmişlerdir.

237
Mahkemeye Açıklama
Angela Davis

Sözlerime başlamadan önce, mahkemenin ve bütün Ame­


rika halkının önünde bana yöneltilen suçlamaların asılsız ol­
duğunu, suçsuz olduğumu tekrarlamak istiyorum. Suçsuzum
ve bu mahkemede bulunuşumun herhangi bir suçla ilgisi yok.
Mahkemenin önünde siyasal bir oyunun kurbanı olarak
bulunuyorum ve bu benim suçlu olduğumu değil, Kaliforniya
Eyaleti resmi makamlarının siyasal baskının araçlarından biri
olduğunu gösteriyor. Eyalet, aleyhimde bir delil olarak halkı­
ma, zencilerin haksızlıklara karşı giriştiği mücadeleye katılmış
olduğumu öne sürerek gerçek niteliğimi ortaya koydu. Ame­
rikan halkı da bu mücadelenin kanunlara karşı olduğuna
inandırmaya çalışıldı.

238
Bu siyasal sorunlann örtbas edilmelerini önlemek amacıyla,
bir zenci kadın ve bir sosyalist olarak savunmamı kendim yap­
mak istiyorum. Bütün ilgililere ve genel olarak Amerikan halkı­
na olayın gerçek niteliğini anlatmayı görevim sayıyorum. Olay
benim siyasal inançlanm ve Kara Amerika'yı gittikçe daralan bir
çember içine almış olan ekonomik ve siyasal olgularla ilgilidir.
lnançlanmı ve eylemleri kimse benim kadar iyi açıklayamaz.
Artık zencilerin adalet mekanizmasının yapısındaki çeliş­
kilerle mücadele etmeye başlamaları gereklidir; sistemin te­
melindeki dengesizliği iyice görebilecek kadar çok tecrübeden
geçtik bugüne kadar.
Pek ümitli değilsem de tarafsız olarak yargılanmamın, an­
cak kendimi savunmama izin verildiği takdirde mümkün ola-

239
bileceğine inanıyorum. İsteğimin yasalara tamamen uygun ol­
duğunu da belirtmek isterim.
Eğer isteğim geri çevrilirse mahkemenin ülkeyi faşizme
sürüklemeye çalışan ırkçı ve gerici güçlerin yanında yer al­
dığı anlaşılacak ve adalet mekanizmasının bozukluğundan
şüphe etmeye başlayanlar artık Amerika'da tarafsız bir mah­
keme tarafından yargılanmanın imkansız olduğunu iyice an­
layacaklardır.
Marin Eyalet Mahkemesi
5 Ocak 1 971

240
Kendimi Savunma Hakkı
Margaret Bumham

Angela Davis'le Ruchell Magee, Kaliforniya eyaletinin


adam kaçırma ve cinayet suçlamalarına karşı kendilerini sa­
vunmak istemektedirler. Böylece Ruchell ve Angela, sayıları
gün geçtikçe artan ve mahkemenin tayin ettiği avukatları geri
çevirerek kendi savunmalarını yapmak isteyen zenci sanıklar
arasına katılmışlardır. Bu tip olayların gün geçtikçe artması­
nın sebebini adalet mekanizmasının ırkçı yapısında aramak
gerekir. Yoksul zenci sanıklar hiçbir avukatın kendilerini ge­
reken duyarlığı göstererek canla başla savunamayacağını bil­
diklerinden savunmalarını kendileri yapmak istemektedirler.

24 1
Siyasal suçlardan yargılanan zenciler de avukatları geri çevir­
me eğilimini göstermektedirler. Bunların da kendilerini ve ha­
reketlerini korumak için başvurdukları yollardan biri mahke­
mede kendilerini savunmaktır.
Mahkemenin kendini savunma hakkı aleyhine kararı siya­
sal bir tutumu yansıtmaktadır ve çürümekte olan ama gene de
yıkılmamakta direnen burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder.
Maksat, suçlamalara devam etmek ve mahkum etmektir. Sa­
nıklardan biri avukat tutmadığı zaman yargıç onun kendini
savunmasına izin verir, çünkü bu durumda kendini savunma­
sı sanığın mahkum olmasını kolaylaştırmaktan başka işe yara­
mayacaktır. Sanığın kendini herhangi bir avukattan daha iyi
savunabileceği durumlardaysa yargıç buna izin vermez, çün­
kü kendini savunması sanığın hüküm giymesini geciktirebilir
ya da sömürü düzenine zarar verebilir. Bu makalede benim in­
celemek istediğim, kendini savunma hakkının ortaya çıkışı ve
neye dayanarak yasak edildiği olacaktır.
Kendini savunma hakkı yeni ortaya çıkmış bir olgu değil­
dir. Bunu Anglo-Amerikan hukukunda yıllardır görüyoruz;
hatta, sanıkların avukatlar tarafından savunulmaya başlanma­
larından önce mahkeme önünde kendilerini savundukları bi­
liniyor. lngiltere'de 1836'da sanıkların avukat tarafından tem­
sil edilebileceklerini kabul eden kanunun çıkışına kadar sa­
nıkların avukatlarca savunulmaları yasaktı. Kısacası, kendini
savunma olgusu başlangıçta herkes tarafından kabul edilir­
ken, zamanla sanıkların avukatlar tarafından temsil edilmele­
ri kabul edilmiş ve bu uygulama yerleşmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde kanun koyucular 1836'dan
önce lngiltere'de uygulanan ve hukuk bilgileri olmayan sanık­
ları mahkeme karşısında savunmasız bırakan sistemin kötü­
lüklerinden korunmaya çalışmışlardır. Bu yüzden, anayasanın

242
6. maddesiyle her sanığa mahkeme tarafından bir avukat tayin
edilmesi garanti altına alınmıştır. Bununla birlikte, 6. madde
hiçbir şekilde sanığın kendini savunma hakkını kısıtlamaz.
Amaç sanıkların kendilerini savunmalarını önlemek değil, on­
ların hukuk öğretisine yabancı oldukları için hüküm giymele­
rini engellemektir.
Anayasanın diğer maddeleri gibi 6. maddenin de sanıklara
yardımcı olmak için konmuş olduğu gerçeği, nedense zencile­
rin ve yoksul sanıkların davalarında tamamen unutulmakta­
dır. Irk ayrımı ve sınıfsal farklılaşmalar bütün anayasal 'hak­
lar'da olduğu gibi 6. maddede de kendini göstermekte ve onu
anlamsız bir tedbir haline getirmektedir. l 963'e kadar avukat
tutamayacak kadar yoksul olan sanıklar, müebbet hapis ceza­
sı gerektiren bir suçla yargılanıyor bile olsalar mahkeme kar­
şısına avukatsız çıkmak zorundaydılar. Avukat tutabilecek ka­
dar parası olanlar 6. maddenin tanıdığı haklardan yararlanır­
ken, yoksullar ve özellikle zenciler satın alamadıkları bu hak­
tan faydalanamıyorlardı. Sık sık yoksulluk yüzünden suç işle­
yenler mahkeme önüne çıkıyor ve paralan olmadığı için avu­
kat tutamıyorlardı. Bu durumda, yoksul olduğu için suç işle­
yen ve yoksul olduğu için kendini savunacak bir avukat bula­
mayan sanıklar kendilerini kısır döngünün içinde buluyorlar
ve 6. madde onlara hiçbir yardımda bulunamıyordu.
Zencilerin avukat tutma hakkından faydalanmamaktan
başka dertleri de vardır. Irkçılığın sonucu olarak zenciler sık
sık işlemedikleri suçlar yüzünden tutuklanır ve mahkemeye
verilirler. Derilerinin rengi yüzünden işlenen suç ne olursa ol­
sun şüphe çekerler. Polis sık sık 'suçlu bir hali olduğu için' bi­
rini tutuklar, tutuklanan da genel olarak zencilerdir. 6. mad­
deyse renginin ve yoksulluğunun kurbanı suçsuz sanıkları be­
yaz güçlerin saldırısına karşı korumakta da pek etkili olamaz.

243
1 963'te çıkan bir mahkeme kararıyla 'ciddi suçlar'la yar­
gılanan yoksul sanıklara mahkemece avukat tayin edilmesi­
ne karar verildi. Mahkemenin tayin ettiği avukat tipinin sah­
neye çıkışı bugünlere rastlar. Ne yazık ki karar bütün yoksul
sanıklara avukat tayin edileceğini belirtirken, avukatın ve
yapacağı savunmanıl' niteliğinden söz etmiyordu. Tayin edi­
len avukatlar genel olarak çok az ücret alan, bilgisiz ve baş­
larında bir sürü dava bulunan kimselerdi. Sanıkların durum­
larında hiçbir değişiklik olmamıştı, gene eskisi gibi sert ce­
zalara çarptırılıyorlardı. Üstelik şikayet etmeye hakları da
yoktu: Öyle ya, 6. maddenin tanıdığı haklardan da faydala­
nıyorlardı artık.
Mahkemenin tayin ettiği avukat kendini mekanizmanın
çarkına kaptırmış ve fazla çalışmaktan serseme dönmüş bir in­
sandır. Genel olarak, ilgisiz ve duygusuz tavırlı, içinde bulun­
duğu düzeni olduğu gibi kabul eden ve düzene uyan küçük
memurlardır bunlar. Takındığı ilgisiz tavır birçok olayda ke­
sin bir ırkçılığın yol açacağı durumlara meydan vermiş, aynı
sonuçlara varmıştır. Mahkemenin tayin ettiği avukat için bü­
tün zenciler birbirinin aynıdır ve hepsi aynı şekilde suçludur.
Onun nezdinde yargıç ve jüri üyeleriyle iyi geçinmek, müvek­
kilinin çıkarlarını korumaktan çok daha önemlidir.
Sosyal hizmetlerde çalışanlar, devlet hastanesinde çalışan
doktor, devlet okullarında ders veren öğretmen gibi mahke­
menin tayin ettiği avukat da, yardımseverlik maskesi takmış
beyaz hakimiyetinden başka bir şey değildir. Görevini yerine
getirirken işini iyi yürekliliginden, merhametten yapıyormuş
gibi tavırlar takınır. 6. maddede haklardan söz edilmektedir,
ama burada da kapitalist düzenin genel kanunları geçerlidir.
Parası olan kendine iyi bir avukat tutar, olmayanlara mahke­
me ilgisiz bir avukat tayin eder.

244
Mahkeme, tayin ettiği avukatların yetersiz savunmalar
yapmalarım önlemeye çalışmaz. Aksine, yoksul zenci sanık­
ların mahkemede kötü temsil edilmelerini destekleyen bir
tavır takınır. Tayin edilen avukat davaya gereken ilgiyi gös­
termedigi için sanıgın çıkarları korunmaz. Mahkeme de
onun hakkında işine geldigi gibi karar alır. Bu yapı içinde ta­
yin edilen avukat, duruşmanın bir an önce sonuçlanıp sanık­
ların hüküm giymesine yardım eden bir araç durumundadır.
Sık sık avukatın savcı ve yargıçla anlaşma yoluna giderek
müvekkilinin serbest bırakılmasını istemekten vazgeçtigi
görülür. Geçenlerde Newsweeh dergisinde yayınlanan bir
makalede, mahkemenin tayin ettiği bir avukatın yargıç ve
savcıyla kendi arasındaki ilişkiyi ne şekilde değerlendirdi­
ğinden söz edilmektedir. Avukat şöyle demektedir:
"Burası bizim mahkememiz. Burada bir ailenin fertleri gi­
biyiz. Ben, savcılar, yargıçlar, hepimiz arkadaşız. Ben savcılar­
la birlikte içmeye giderim. Yargıca Noel hediyesi veririm, o da
bana her Noel'de bir hediye verir."
Mahkemenin tayin ettiği bazı avukatlar bilgili ve iyi niyet­
li kimseler olabilirler, ama kurumun genel düzeni onların ça­
lışmalarını engelleyecek yapıdadır. Mahkemenin tayin ettiği
avukat, yargıç ve savcıyı kesin olarak karşısına almasının ge­
lecekte savunacağı sanıkları tehlikeye atacağını düşünerek,
elinden geldiği kadar ılımlı davranmaya çalışır.
Mahkemeler avukat tayin etme sisteminden istedikleri gibi
faydalanabileceklerini fark etmekte gecikmediler. Avukat ken­
di taraflarını tuttuğu sürece sanıklara istediklerini yapabilir­
lerdi, kimse de insan haklarına saygı gösterilmediğinden söz
edemezdi. Haklarında görülmemiş bir süratle hüküm verilen
ve sert cezalara çarptırılan zenciler alınan kararlara itiraz et­
meyi denemişler, fakat temyiz mahkemesinden hiçbir destek

245
görmemişlerdir, yapılan haksızlıklar sanıkların hukuken tem­
sil edildikleri öne sürülerek görmezlikten gelinmiştir.
Zamanla zenci sanıklar, haklı olarak, mahkemenin tayin
ettiği avukatlan düşman gibi görmeye başlamışlardır. Hem de
savcıdan daha tehlikeli bir düşman. Avukatlar gün geçtikçe,
savcı ve yargıçla işbirliği yaparak sanıkların cezaya çarptırıl­
malarını kolaylaştıran ve yapılan haksızlıkları örtbas etmek
için çalışan kimseler olarak tanınmaya başlamıştır. Güvensiz­
lik arttıkça zenciler avukatları geri çevirerek kendi savunma­
larını yapmaya koyulmuşlardır.
Genel olarak sanıkların bu isteği, avukatların yardımlarım
takdir etmesini bilen mahkemelerce geri çevrilmektedir.
Sanıkların kendilerini savunmalarını önlemek amacıyla
bir sürü güçlük yaratılmış ve sanıklar bundan vazgeçmeye
zorlanmışlardır. Bu güçlüklerin en önemlisi, sanığın kendini
savunmak ile avukat tarafından temsil edilmek arasında ke­
sin bir seçim yapmaya zorlanmasıdır, yani kendini savunma­
ya karar veren sanık hukuki bazı konularda kendisini aydın­
latabilecek birisiyle görüşemez . Her işini kendi başına hallet­
mek zorundadır. Yargıç bile sanığın hukuki konularda sor­
duğu sorulara cevap vermez. Mahkemeler bu tarz bir seçim
yapma durumunda bırakılan sanıkların hukuki bilgilerine
güvenmeyip, kendilerine bir avukat tayi n edilmesini isteye­
ceklerini düşünüyorlardı. Bu güçlüklerin kendini savunma
hakkını kullanmak isteyen sanıklara iyi bir gözdağı vermek­
ten başka hiçbir amacı yoktu.
Bu güçlüklere rağmen, zencilerin çoğu savunmalarını ken­
dileri yapmakta direndiler. Kardeşlerimizden çoğu savunma­
larını şaşılacak bir ustalıkla yapmayı başararak, kendilerini
mahkemenin tayin ettiği avukatlarken daha iyi savunabilecek­
lerine inanmakta haklı olduklarını göstermişlerdir.

246
Bununla birlikte, kanunlara ve hukuk sorunlarına yabancı
olan bazı sanıklar savunmalarını gerektiği gibi yapamamakta
ve haklarında kolayca hüküm verilmesine yardımcı olmakta­
dırlar. Yargıçlar kendilerini savunan sanıklara son derece hoş­
görüsüz davranmakta ve sanığın haklarını tam olarak bilmedi­
ği için kendini gerektiği gibi savunamayacağını sezdikleri za­
man kendini savunmasına kolayca izin vermektedirler. Yar­
gıçların ve savcıların çok iyi bildiği gibi, bazı durumlarda ken­
dini savunan sanık mahkemenin tayin ettiği avukat tarafından
temsil edilen sanıktan daha kolay cezaya çarptırılabilir. Bu gi­
bi durumlarda yargıç, sanıgın kendini savunmasını önlemeye
çalışmaz, aksine onu kendini savunmaya zorlar.
james McClain'in davası bu türde durumlardandı. l 960'ta
McClain birisiyle dövüştüğü için mahkeme önüne çıktı. Tayin
edilen avukatın yaptığı yetersiz savunma sonucu 7 yıl hapis
cezasına çarptırılarak San Quentin Cezaevi'ne gönderildi. Ma­
yıs 1968'de silahlı soyguna teşebbüsten tekrar tutuklanıp
mahkeme önüne çıkarıldığında kendi savunmasını yapmak is­
tedi. Hakkındaki deliller yetersiz olduğu- için suçsuz olduğu­
nu kanıtlamakta fazla zorluk çekmeyeceğini sanıyordu. Eğer
olaylar normal seyrini izlemiş olsaydı çekmeyecekti de. Fakat
eyalet McClain'i mahkum etmeye kararlıydı. lddianamede en
ufak bir suç delili bile gösterilmiyordu ve tecrübeli bir avukat
kolayca bütün suçlamaları cevaplandırabilirdi. Ama McClain'i
hukuki konularda aydınlatabilecek biri yoktu, üstelik duruş­
ma sırasında sağlığı da bozuktu. Böylece, sonuna kadar red­
dettiği bir suçtan hüküm giyerek hapse mahkum oldu.
1 968 Ağustos ayında McClain bir polis memuruna saldır­
dığı için tutuklanmış ve yeniden mahkemeye getirilmiştir. Bu
defa da deliller kesin olarak suçsuz olduğunu gösteriyordu. Ve
yine avukatı olmadığı için öne sürülen sahte delilleri geri çe-

247
virememiş ve hüküm giymişti. Bu defa McClain yargıçtan sa­
dece hukuki yönden kendisine yardımcı olacak bir avukat ta­
yin edilmesini istedi. Yargıç isteğini, "Bu imkansız bir talep.
Bu, mahkemenin tayin edeceği avukatı güç durumda bıraka­
caktır. Seçmek zorundasınız, avukat ya sizi her yönden temsil
eder ya da hiç etmez," diyerek geri çevirdi. McClain de yeni­
den hüküm giyerek San Quentin'e gönderildi.
Bu olaylar McClain'in büyük bir hukuki tecrübe kazanma­
sına yardım etti. San Quentin'de bir gardiyana saldırmakla suç­
lanmıştı. Olay 2 Mart 1970'de, başka bir mahkumun, Fred Bil­
lingslea'nın hücresinde göz yaşartıcı bombalarla öldürülmesin­
den birkaç gün sonra çıkmıştı. Billingslea'nın öldürülmesini
protesto eden mahkumlar McClain'in suçsuz olduğu ve suçla­
manın Billingslea direniş hareketine katıldığı için kendisine
gözdağı vermek amacıyla düzenlendiği konusunda birleşiyor­
lardı. Sonuç olarak Haziran 1970'de, McClain Marin eyaletin­
de, beyazlardan meydana gelmiş bir jüri önünde kendini sa­
vundu ve jüri belirli bir karara varamadı. Bu, McClain'in ken­
dini savunmayı iyice öğrenmiş olduğunu gösteren oldukça
önemli bir olaydır. McClain yaşayabilmek için hukuki konula­
n bilmek zorundaydı; direnme ve yanılma yoluyla mahkeme­
leri ve kanunları bütün yönleriyle tanımış, yaşama hakkını ko­
ruyabilmek için mükemmel bir avukat olup çıkmıştı.
5 Ağustos l 970'de McClain gene bir saldın suçlamasıyla
mahkemeye getirildi ve dördüncü defa kendini savundu. Fa­
kat dava sonuçlanamadan 7 Ağustos olaylarıyla kapandı.

McClain'in kendini savunmak istemesi, yalnızca mahke­


menin tayin ettiği avukatların yetersizliğinden değildi; kendi-

248
ne yöneltilen suçlamaların siyasal nitelik taşıdığını ve bunlara
ancak kendini savunarak karşı durulabileceğini anlamıştı. Bu
suçlamalara ancak taşıdıkları siyasal anlam göz önünde tutu­
larak cevap verilebilirdi.
McClain kendini siyasal nitelik taşıyan suçlamalarla karşı
karşıya bulan ilk zenci sanık değildir. Bu tip suçlamalar karşı­
sında kendilerini savunan sanıkların davaları Marcus Garvey
davasına kadar uzanır. Daha yakın zamanlarda siyasal nitelik­
te suçlamalarla karşılaşan zenciler (ve beyazlar) avukat bula­
madıkları için savunmalarını kendileri yapmak zorunda kal­
mışlardır. Özellikle baskının en yüksek noktasına eriştiği Mc
Carthy zamanında avukat bulmak imkansız gibiydi. O günler­
de bir avukat bulmak için uğraşan Black Smith Act kurbanla­
rından james E. jackson, FBI'ın kendisini adım adım izleyerek
davasını almayı kabul eden avukatları tehdit ettiğini ve onları
davayı almaktan vazgeçirdiğini anlatmıştır. Avukatların çoğu
derhal yıldıkları için james E. jackson ve olayla ilgili sanıkla­
rın çoğu, savunmalarını avukat yardımı olmadan yapmak zo­
runda kalmışlardır.
Sonraları, Güney'de, 60'lardaki insan hakları davasına ka­
tılan zencilerden çoğu aynı sorunla karşılaşmışlar ve avukat
bulmakta güçlük çekmişlerdir. Beyaz avukatlar bir zencinin
savunmasını yaptıkları için müşterilerini kaybetmekten ve
olaylara karışmış olmakla suçlanmaktan korktukları için da­
vayı üzerlerine almaktan çekinmişlerdir. Sayıları çok az olan
zenci avukatlardan çoğu, birçok sanığın savunmasını para al­
madan yapmışlar, mümkün olduğu kadar çok zenciyi kurtar­
maya çalışmışlardır. Fakat kitle halinde tutuklamaların yapıl­
dığı, özgürlüklerin durmadan kısıtlandığı bugünlerde birkaç
avukatın her tarafa yetişmesi imkansızdı. Bu yüzden, sanıkla­
rın çoğu kendi savunmalarını yapmak zorunda kaldılar

249
Bugün, siyasal suçluların çogu kendi istekleriyle, savunma­
larını avukat yardımı olmaksızın yapma yoluna gitmektedir­
ler. Siyasal sanıklar çeşit çeşit oldugu gibi siyasal suçlamalar
da çeşitlidir; bu yüzden sanıkların kendi savunmalarını yap­
mak istemelerinin sebepleri de değişmektedir. Bununla birlik­
te, temel sebeplerden biri, mahkemenin tayin ettiği avukata ve
onun yapacagı savunmanın siyasal niteliğine güvenilmemesi­
dir. Çünkü suçlama, çoğu zaman doğrudan doğruya sanığın
siyasal inançlarına yöneltilmektedir, bu durumda suçlamayı
hazırlayan sebepleri en iyi sanığın kendisi kavramakta ve
inançlarını herhangi bir avukattan daha iyi savunmaktadır.
Çoğunlukla sanıkların kendilerini savundukları davalar,
savunmayı avukatın yaptığı davalardan daha başarılı olmakta­
dır. Bunun en iyi örneğini, sanık Afeni Shakur'un kendi sa­
vunmasını yaptığı New York Panter 1 3 davasında görüyoruz.
Afeni, jüri üyelerine yönelttiği sorulara beklenmedik karşılık­
lar almış, çeşitli önyargıları ve kötü niyet örneklerini başarıy­
la ortaya çıkarmıştır. Genç bir zenci kadın olarak geçirdiği
tecrübelerin kazandırdığı duyarlılık herhangi bir avukattan
çok daha başarılı olmasına yardım etmişti, iddia makamının
mahkemeye getirdiği yalancı tanığı sorguya çekişi özellikle il­
ginç birtakım sahnelere yol açmıştır.
Davanın başlangıcında Afeni, jüri üyelerine, iddia maka­
mının olaya karşı takındığı tavrı şu şekilde açıklamıştır:

Bu davada on üç şahıs cinayete teşebbüs suçundan yargı­


lanmaktadır; ama bizi suçlayanlar gerçekte bu suçların bize
karşı işlenmiş olduğunun farkında değillerdir... Deliller bizim
yalnı zca kendimizi koruduğumuzu, hiçbir saldırgan davra­
nışta bulunmadığımızı gösterecektir. Yaptığımız, yalnızca po­
lisin saldırılarına karşı durmaktı.

250
lddia makamı sanıkları Paskalya sırasında dükkanları ve
halkın toplu olarak bulunduğu yerleri bombalamakla suçlu­
yordu. İnanmış devrimciler olan sanıkların hepsi iddiaların
saçmalığının farkındaydılar; Afeni konuşmasında iddia edi­
lenlerin neden gerçek olamayacağını şu sözlerle anlatır:

Sôzü edilen olaylann 2 Nisan 1969'da, Paskalya haftasın­


da meydana geldigi söyleniyor. Bayramlann yoksul insanlan
nasıl en parasız durumda yakaladıgı herkesçe bilinir. Yoksul­
lar arasında bayram alışverişini önceden yapma adeti yoktur.
Bu yüzden bayram günleri bütün dükkanlar yoksul insanlar­
la dolup taşar, zenginler alışverişlerini önceden yapmışlardır.
Ve kimse bizi, sonuna kadar korumaya ant içtiğimiz insanla­
n, yoksul zencileri Oldürmeye çalışmakla suçlayamaz. Suçla­
manın asılsız olduğu buradan bellidir.

Afeni'nin savunması yalnızca bütün suçlamaları akıllıca ce­


vaplandırıp düzenlenen oyunları başarıyla ortaya çıkardığı
için önemli değildi. Onun varlığı ve duruşmaya her şeyiyle ka­
tılması, jüri üyelerine kişilikleri, insanlıkları ortaya çıkmayan
sanıklar yerine gerçek insanlarla, insan sorunlarıyla karşı kar­
şıya bulunduklarını göstermiş ve onları bu gerçeği göz önün­
de tutarak karar vermeye zorlamıştır. Jüri üyeleri herhangi bir
sanığı değil, Afeni'yi bütün insanlar gibi güçlü ve bütün insan­
lar gibi zayıf bir zenci kadını, cesur bir devrimciyi, bir toplum
kurbanını yargılayacaklardı. Son duruşmada Afeni, jüri üyele­
rine kendi hayatına ve diğer sanıkların hayatına yön verecek
bir karar alma durumunda olduklarını ve artık bütün sanıkla­
rı tanıdıklarına göre ellerinden geldiği kadar adil olacaklarına
inandığını söyledi. Yaptığı konuşma basit ama etkiliydi. Çün­
kü herkes onun kendi hayatından, jüri üyelerine bütün yön­
leriyle göstermeye çalıştığı hayatından söz ettiğini biliyordu:

251
Neden buradayız biz? i çimizden herhangi birini ele ala­
lım, ne işi var onun burada? Bilmiyorum. Ama artık bu ka­
busa son verirseniz çok memnun olacağım, çünkü sıkıldım
artık, ne olup bittiğini anlayamaz oldum iki yıldır. Bir casu­
sun varlığının gerekli olduğunu kanıtlamak için uydurduğu
bazı şeylere dayanılarak tutuklu bulunduğumuzun ve bize
bu şekilde davranılışının akla yakın bir sebebi bulunmadığı­
nı biliyorum. Ama lütfen, duruşma sırasında öğrendikleri­
nizi unutmayın. Hiçbirini. . . Zaten bütün bunlar Oskar pe­
şinde koşanlar tarafından epeyce rağbet gördü. Bırakın da
tarihe, baskıya karşı durarak karar vermesini başarabilmiş
bir jüri olarak geçin. Size olan güvenimizi boşa çıkarma­
yın ... Adaletle yargılanacağımıza olan inancımızda yanılmış
olmadığımızı gösterin bize. Ve sizden bundan başka bir şey
istemediğimizi unutmayın. Adaletten başka bir şey istemi­
yoruz. Lütfen yargılamak istediğiniz gibi yargılayın bizi.
Başka söyleyecek bir şeyim yok .

Ve jüri suçsuz olduklarına karar verdi.


Afeni, mücadeleye mahkeme salonunda da devam eden
Kara Panter liderlerindendir. Şüphesiz bu geleneğin en önem­
li temsilcisi 1969'da ünlü Chicago 8 duruşması sırasında ken­
di savunmasını yapmakta direnen ve 4 yıl hapis cezasına mah­
kum olan Bobby Seale'dir. Bobby, Chicago'daki duruşmasında
kendi seçtiği avukattan başka kimsenin savunmasını yapması­
nı istememiş ve avukatı Charles Garry'nin yardımı olmaksızın
yargılanmaya zorlanmıştır. Eyalet yetkililerinin kendini ve di­
ğer sanıkları mahküm etmek istemelerinin sebeplerini iyi bi­
len Bobby, siyasal açıdan yeterli bir savunma yapabileceğine
inandığı bir avukat tarafından temsil edilme hakkına sahip ol­
duğunu öne sürüyordu. Savunmanın siyasal yönünün ağır
basması gerektiğine i na ndığı için tayin edilen avukatın bu ko-

252
nudaki yetersizliğini fark eder etmez kendi savunmasını yap­
mak istedi. Yargıç teklif edilen iki avukattan birini seçmesi ge­
rektiğinde direniyordu. Bobby, "Bu avukatları istemiyorum,
çünkü kendimi savunabilirim ve avukatım Charles Garry'dir,"
diyerek teklif edilen avukatları geri çevirdi.
Bobby Chicago gibi faşistlerin hakim olduğu bir mahkeme­
de çok güç başarılabilecek bir işi başarmaya, savunmasını baş­
tan sona kadar en ufak bir açık vermeden yürütmeye çalıştı.
Yargıcı Bobby'yi bu kadar sert davranmaya zorlayan baskının
ne olduğunu merak etmemek imkansızdı. Herhalde Daly­
Hoffman-Mitchell üçlüsünün aldığı baskı tedbirlerinin en
ufak bir açık vermeye tahammül edemeyecek kadar hassas bir
dengesi bulunuyordu.
Bobby hiçbir zaman kendini savunma şansını kullanama­
dı. Daha mahkeme devam ederken dosyası diğer sanıkların­
kinden ayrılmıştı. Bununla birlikte, bu olay zenci sanıkların
kendilerini savunmak istemelerinin bazı çevrelerde yarattığı
korkuyu göstermesi bakımından ilginçtir. Bobby'yi diğer sa­
nıklardan ayırarak yargılamak ve onu mahkemede, herkesin
gözü önünde dövmek yeterli görünmemişti. Onun, mahke­
meye hakaretten 4 yıl hapis cezasına çarptırılışının kendile­
rini savunmak isteyen zenci sanıklara iyi bir ders olacağına
inanıyorlardı.
Devrimci çevrelerde, Alianza'dan Reies Tijerina da kendi
savunmasını yapan önemli siyasal suçlulardan biri olarak ta­
nınır. 1968'de, Alianza toprak işgalleri davasının hareketlen­
diği günlerde, Tij erina Tierra Amarille mahkeme salonunun
işgali sırasında meydana gelen olaylara katıldığı iddiasıyla ara­
larında adam kaçırma da bulunan çeşitli suçlarla yargılanmış­
tı. Mahkemesi başladığı zaman Tijerina'yı destekleyen pek çok
avukat vardı, ama bunlardan hiçbiri Chicano değildi ve hiçbi-

253
rinde Tijerina'nın atılganlığı ve önderlik vasıfları yoktu. Sanık
kendini savunmak istedi ve yargıç buna razı oldu: "Peki, ken­
dini savunabilirsin. Savunmanı hazırlamak için yarım saatin
var. . . " Daha sonraları Tijerina, "Bu hayatımda geçirdiğim en
büyük sınavdı," demişti. "Cesaretim büyük denemeden geçti.
Yalnızca bir avukatın adaleti temsil edebileceği fikrine karşı
çıkmak istiyordum. Kaybetsem bile insanlara bir cesaret örne­
ği vermiş olacağımı düşünerek başladım."
Kendisine verilen yarım saat içinde Tijerina karar vermişti;
avukatlarını geri gönderdi ve savunmasını hazırladı. jüriyi
seçti, açış konuşmasını yaptı, iddia makamının getirdiği tanık­
ların söylediklerini gözden geçirdi ve savunmasını verdi. Bu
arada iyi bir avukat olduğunu kanıtlayarak iyi hazırlanmış ve
iyi takdim edilmiş bir savunma yaptı. Ayrıca, Alianza hareke­
tini öven birkaç söz söyledi. Gene de Chicanolar, beyazlar ve
bir zenciden meydana gelmiş olan jüri onu iddianamede öne
sürülen bütün suçlardan mahkum etti...
Tijerina iyi bir avukat olduğunu o kadar güzel kanıtlamış­
tı ki, iki defa mahkeme önüne çıkışında mahkeme heyeti bir­
takım sebepler uydurarak kendi savı,.ınmasmı yapmasını önle­
di. Bu tavrın hiçbir kanuni açıklaması yoktu. Bu şekilde orta­
ya yeni bir kural çıkmış oluyordu: Kendini savunabileceğini
göstermiş olan siyasal liderlerin kendi savunmalarım yapma­
larına izin verilmemelidir.

lşte, Angela Davis'le Ruchell Magee bütün bu örnekler­


den sonra kendi savunmalarını yapmak istemektedirler. llk
duruşmadan itibaren Ruchell, mahkemenin tayin ettiği avu­
katı istemediğini ve kendi savunmasını yapacağını söylemiş

254
ve bunda direnmiştir. Son duruşmalardan birinde Ruchell,
bütün dinleyicilerin dikkatini çekmeyi başarmış ve herkes
büyük bir dikkatle kendisini dinlerken, neden mahkemenin
tayin ettiği avukatları ısrarla geri çevirdiğini büyük bir usta­
lıkla açıklamıştır.
Bu konuda öne sürdüğü sebepler, McClain'm gösterdiği
gerekçelerin hemen hemen aynıdır: llk sebep, mahkemenin
tayin ettiği avukatların yaptıkları savunmaların yetersizliği;
ikincisi, bu avukatların savunmayı siyasal temellerine oturt­
mayı başaramayacakları inancı; nihayet, olayları bir başkası­
nın kendisi kadar iyi anlatamayacağına inanması, sanığın sö­
zü geçen olayları herkesten iyi bilmesi doğaldır.
Ruchell'in karşı çıkılacak yanı olmayan açıklamasına karşı­
lık, savcı kanalıyla bir insanın idamını isteyen devlet yetkilile­
ri iki noktayı işaret etmişlerdir. Her şeyden önce sanığın ken­
dini savunması adalet kavramına aykırı düşmektedir, çünkü
"Mr. Magee kendini savunmaya muktedir değildir." lkincisi,
"Bugüne kadar takındığı tavır Mr. Magee'nin kendini savun­
masının mahkemenin düzenli bir şekilde cereyan etmesine
engel olacağına inanmaya zorluyor".
Bu görüşe bakılırsa, mahkemenin huzuru, doğrudan doğ­
ruya Ruchell'in zeka seviyesine ve kendini savunmaya mukte­
dir olup olmamasına bağlıdır. Jüri üyeleri ve yargıç gibi ko­
nuşmayan bir zenci, kendi hayatını savunmaya yetkili görün­
memektedir; beyaz ırkçılık ve kapitalist baskıya karşı hayatını
korumak için giriştiği kahramanca mücadele de 'saldırgan bir
tavır olarak' nitelenmektedir.
Ruchell'in hukuk sorunlarım ve davayla ilgili konuları her­
hangi bir hukukçu kadar iyi bildiğini görmek için, davanın
dosyalarına bir göz atmak yeterlidir. Yargıç McMurray ve yar­
gıç Lindsay'in ileri sürdükleri sebepler bütün olaylarla çelişki-

255
ye düşmektedir. Bu yargıçların ve diğerlerinin söylemek iste­
dikleri, bir şahsın kendi avukatı olarak davayı yürütebilmesi
için bir avukat gibi konuşması ve avukatların davranışlarını
taklit etmesi gerektiğinden başka bir şey değildir. Kanun tara­
fından mahkum edilmiş ve ırkçı baskılar yüzünden eğitim
görmemiş bir insanın, kendi hayatının söz konusu olduğu
yerde söz sahibi olmaması çok tuhaf bir durumdur. Kanun be­
yazların kanunudur tabii, onu istedikleri gibi yorumlamak da
onların hakkıdır ve zenciler, beyazlar gibi konuşamadıkları
için kanun önünde kendilerini savunmaya muktedir değiller­
dir. Kendini savunmaya muktedir olup olmadığı beyazların
ölçülerine göre tayin edildiği sürece, Ruchell hiçbir zaman
kendini savunmaya muktedir olmayacaktır.
Yargıçların Ruchell'in kendini savunmaya hakkı olup ol­
madığı konusunda girdikleri tartışmalar korkunç bir ırkçılığı
yansıtmaktadır. Ruchell'in -bu tatlı sesli ufak tefek zencinin­
sesinin onu öldürmeye kararlı görünenlerin kurduğu mahke­
melerin düzenini bozabilecegine inanmak biraz güçtür. Eğer
Ruchell'in sesini bir parça yükselttiği olmuşsa bu yalnızca
kendisine söz verilmesini sağlamak amacıyla yapılmış bir ha­
rekettir. Eğer bir yargıcın ya da savcının sözünü kesmişse, bu,
dikkatlerini Amerika Birleşik Devletleri anayasasına çekmek
içindir. Gerçekte mahkemeyi rahatsız eden, onun bağırıp ça­
ğırarak huzuru bozması değil, mahkeme karşısında haklarını
savunan bir zenci oluşudur. Kanun zincire vurulmuş olması­
na rağmen haklarını savunmaya devam edenlerden pek hoş­
lanmıyor anlaşılan.
Mahkemenin huzuru konusunda ileri sürülen fikirler,
mahkemenin sanığın hayatını savunma hakkına ne kadar de­
ğer verdiğini açıkça ortaya koymuştur; bu hak duruşmanın
gürültülü geçmesinin önlenmesi gerekliliginin yanında ikinci

256
derecede kalmaktadır. Mahkemenin düzenin ıaşıdığı önem
yanında, Ruchell Magee'nin haklan ve hayatı bütün önemini
yitirmektedir. Anayasanın bir değeri varsa, bu değer, insan öz­
gürlüğüne verdiği öneme bağlıdır; insan özgürlüğünün temel
unsurlarından biri de, kişilerin fikirleri ve hayatlarını istedik­
leri gibi savunma hakkına sahip olmalarıdır! Fakat anayasa,
mahkemenin sesini kesmeyi tercih ettiği Ruchell Magee gibi
sanıkları korumakta başarısız kalmaktadır.
Savcı Albert Harris, "Sanığın normalin altındaki zekası,
gördüğü eğitimin yetersizliği ve mahkemeye karşı takındığı
tavır yeteneklerinin, hayatını kurtarmaya yeterli olmadığını
göstermektedir," demiştir. Görüldüğü gibi, devlet öldürmek
istediği insanlardan bile belli bir tarzda davranmalarını iste­
mekte, onlara hayatlarını nasıl korumaları gerektiğini öğret­
mektedir. Yukarıdaki cümlesiyle Albert Harris, Ruchell'a dev­
letin kölesi olduğunu hatırlatmaktadır. Devlet tarafından tu­
tuklanmış ve mahkum edilmiş, on dolar ceza gerektiren bir
suç için 7 yıl hapiste kalmıştır, şimdi de devlet hayatını ne şe­
kilde koruması gerektiğini öğretiyor ona. Bu da devletin insan
hayatını her yönde kontrol altına aldığı, insanın hayatını ne
şekilde savunacağına bile devletin karar verdiği bir düzenin,
kısacası faşizmin yaklaştığının habercisidir.
Angela da Ruchell gibi, davanın bazı noktalarını aydınlat­
mak için kendini savunma hakkına sahip olmak istemektedir.
llk duruşmalardan birinde Angela, kendini temsil etme hakkı­
na sahip oluncaya kadar mücadele edeceğini belirtmiş ve şöy­
le konuşmuştur: "Zenci bir kadın ve bir sosyalist olarak, bü­
tün Amerika halkına olduğu gibi davayla ilgili herkese, ko­
nuyla ilgili her şeyi açıklamak benim görevimdir."
Angela, avukatlarıyla birlikte çalışarak savunmasını yap­
makta ve olayla ilgili bütün ayrıntıları ortaya çıkarmak için

257
gayret göstermektedir. Avukatların yardımını reddetmekte ve
gerçekleri göz önüne sermek için onlarla işbirliği yapma yolu­
na gitmektedir. Bu açıdan, Angela'nın teklif ettiği savunma
şekli, Tijerina, Shakur ve McClain'in davalarında görülenden
farklıdır. McClain, davalarından birinde, kendine hukuki ko­
nularda yardım edecek bir avukat tayin edilmesini istediği
halde bu isteği geri çevrilmişti.
Angela'nın karşı karşıya kaldığı durum, yalnız başına
içinden çıkamayacağı kadar karışıktır, iddianamenin hazır­
lanması için savcının bazı oyunlara başvurması ve yasaları
işine geldiği gibi değiştirmesi gerekmiştir. Bazı kavramlarla
oynanarak suç teşkil etmeyen bazı davranışlar suç olarak
gösterilmiştir. Bu yüzden, düzenlenen oyunun ve yaratılan
kavram kargaşasının içinden çıkabilmek için Angela'nın iyi
bir avukata ihtiyacı vardır.
Gene de davanın niteliği, yalnızca hukuk bilgisi kuvvetli
birinin hazırlayacağı savunmayı yetersiz kılmaktadır. Suçla­
manın siyasal yönüne ancak sanığın kendisi cevap verebilir.
Avukatı suçlamanın yasalara ters düşen yönlerini ortaya çıka­
rırken, Angela onu siyasal yönden cevaplandıracaktır. Savun­
manın iki yönü de aynı derecede önemlidir; devletin düzenle­
diği suçlamalara ancak her iki açıdan da büyük bir dikkatle
hazırlanmış bir savunmayla karşı durulabilir.
Başka bir şekilde açıklamak gerekirse, Angela kendini sa­
vunma hakkını elde etmek için avukat tutma hakkından vaz­
geçmeyecektir. Mahkemeden her iki hakkına da saygı gös­
termesini istemektedir. Avukatların yapacağı savunmanın
yanında o da konuşacaktır. Jüri üyelerini onaylayacak, ta­
nıkların ifadelerini kontrol edecek ve jüri üyelerine hitaben
bir açış konuşması yapacaktır. Bu arada avukatları ona yar­
dım edeceklerdir.

258
Mahkeme Angela'nın teklifini endişeyle karşıladı. Gerçek­
ten de anayasanın sanıgın mahkemede kendini hem yalnız
hem de avukatların yardımıyla savunmaya hakkı olduğunu
açıkça belirttiği halde, Kaliforniya mahkemeleri daima çift
yönlü savunmalara karşı çıkmışlardır. Onlara göre, sanık ke­
sin bir seçim yapmak zorundadır. Mahkemelerin takındığı bu
tavnn amacı sanıkların kenc;li savunmalarını üzerlerine alma­
larını önlemekten başka bir anlama gelmemektedir.
lkili savunmalara karşı çıkan mahkemelerin öne sürdükle­
ri sebeplerden biri, bu tip savunmaların mahkemenin düzeni­
ni bozmalarıdır. Yani, kendini avukat yardımıyla savunan sa­
nıkların mahkemenin huzurunu bozdukları öne sürülmekte­
dir. Bu düşünce tarzının açıkhga kavuşturulması gerektiği
açıktır. Şimdilik kendini avukat yardımıyla savunan sanıkla­
rın, nedert kendi savunmalarını avukat yardımı olmadan ya­
pan sanıklardan daha çok gürültü ettikleri ve huzuru bozduk­
ları anlaşılamamaktadır.
Kalifomiya Yüksek Mahkemesi'nin tayin ettiği avukatlar ta­
rafından temsil edilmeyi reddeden sanıkların mahkemeye gere­
ken saygıyı göstermediklerinden söz etmektedir. Bu durumda,
yürütülen mantığın avukat yardımı olmadan kendilerini savu­
nan sanıklar için de geçerli olması gerekir. Halbuki buna izin
verilmektedir, izin verilmeyen yalnızca ikili savunmalardır.
Açıkça görülebileceği gibi, bütün öne sürülenler kendini savun­
ma hakkına karşı yapılmış saldırılardan başka bir şey değildir.
Mahkemelerin öne sürdüğü başka bir nokta da, ikili savun­
maların avukatların önemlerini kaybetmelerine yol açtığıdır.
Savunmayı müvekkiliyle yürüten avukat, sanığın görüşlerin­
den etkilenmek ve savunmaya sanığın takındığı tavırlara göre
yön vermek zorundadır. Genel olarak hukuk bilgisinin kendi­
sine tanıdığı imkanların dışına çıkmayan avukat, insan sorun-

259
!arıyla ilgilenmeye başlayınca durumu tehlikeye girecek ve bu
hem kendisi için hem mahkeme için sakıncalı olacaktır.
Yani, sorun (statükoyu) koruma sorunudur. Amaç yargıcı
ve mahkeme salonunu saygısız sanıklardan korumak, hukuk
çerçevesi dışına çıkmamaktır. Kendini savunma hakkından,
düzeni sarsma eğilimi gösterdiği anda kolayca vazgeçilebilir;
önemli olan, avukatların ve yargıçların çıkarlarının korunma­
sı, düzenin aksaksız işlemesidir, bunun yanında sanığın hak­
ları ikinci derecede kalır.
ldeal olan, duruşmanın sanığın kendini en iyi şekilde sa­
vunmasına imkan verecek şekilde yapılmasının sağlanması­
dır. Gerçekteyse alınan tedbirlerin hepsi, sanığı korumaktan
çok düzeni ve yargıçları korumaya yönelmektedir. Sanığın ha­
yatının söz konusu olduğu durumlarda bile onun çıkarları de­
ğil, onu yargılayanların çıkarları göz önünde tutulur.

Yeni baskı tedbirleri bulmak söz konusu olduğunda mah­


keme ve iddia makamı canla başla çalışır. Yasalar değiştirilir,
kavram kargaşası yaratılır ve anayasal haklar baskı unsurları
haline getirilir. Kendini savunma hakkı da bütün bu süreçler­
den geçmiştir.
Yıllar boyunca avukat tutma hakkına rağmen, yoksul zen­
ciler paraları olmadıkları için avukat tutamamışlar ve cezaev­
lerinde sürünmüşlerdir. Diğerleri kaderlerini bilgisiz ve ırkçı
avukatlar eline teslim etmeye zorlanmışlardır.
Şimdi de kendilerini savunmak isteyen zenci sanıkların
karşısına güçlükler çıkarılmaktadır. Bazıları kendilerini sa­
vunmaktan vazgeçmek zorunda kalmışlardır, diğerleri her şe­
yi göze alarak direnmişlerdir.

260
Ruchell Magee gibi siyasal suçluların savunmalarını yapma
yolundaki istekleri sürekli geri çevrilmektedir. Çünkü bu tip
sanıklann kendilerini başarıyla savundukları bilinmektedir.
Afeni Shakur ve Ries Tijerina'nın savunmaları bunu ortaya
koymuş bulunuyor.
Gene de ben, bütün engellere rağmen halk hareketlerinin
başarıya ulaşacağına inanıyorum. Mahkeme Ruchell'in konuş­
masına izin vermese de, o er geç sesini duyuracaktır. Ange­
la'nın kendini savunması engellenebilir, ama o, davasını kitle­
lere anlatmayı başaracaktır. Mahkemeler ve savcılar yasalarla
büyük bir ustalıkla oynayabilirler, ama vakit geldiğinde, dev­
rimin önüne geçmeyi başaramayacakları açıktır.

26 1
Kendini Sawnma Hakkı Üzerine
Bir Açıklama
Ruchell Magee

Ruchell Magee 5 Mayıs 1 971 'de, Marin Mahkemesi'nde konu­


şarak kendi savunma hakkından sôz etti. Geri çevirdiği iki avu­
kattan sonra tayin edilen Ernest L'Gravss de söz alarak Mage­
e'nin kendini temsil etme hakkını savundular. Ruchell sanık is­
kemlesinde zincirlenmiş, elleri beline bağlı, ayaklannda zincir­
lerle konuşuyordu. Son derece sakindi. Aşağıdaki bölüm yaptığı
konuşmadan alınmıştır:
Efendim, kayıtlara, kendimi savunmaya muktedir olup ol­
madığım konusunda şimdiye kadar eksik kalmış olan bazı
şeyler eklemek istiyorum. Avukat istemememin sebebi, bir­
çoklarının sandığı gibi bütün avukatlardan nefret etmem de-

262
ğildir. .. Avukatım aracılığıyla Los Angeles duruşmalarının tu­
tanaklarını istettim. Bu tutanaklardan nasıl haksız yere hü­
küm giymiş olduğum anlaşılabilir...
... Bu tutanaklar size avukatların da içinde olduklan haksız­
lıklan, avukatımın karşı çıkmasına rağmen suçlu olduğumu
öne sürerek hüküm giymeme sebep olduğunu gösterecektir.
Temyiz Mahkemesi'nin kararı bozması için uğraşırken ge­
ne mahkemenin tayin ettiği bir avukatın ihmali yüzünden ba­
zı gerçekler ortaya çıkarılamamıştı. Sonunda avukatım, öne
sürülen sahte delilleri ortaya çıkaracağına, akli dengemin bo­
zukluğunu öne sürerek cezamın hafifletilmesini istedi.
Gazetelerdeki 'geri zekalı mahkum' yazıları gözüme çarptı,
bütün bunlar Mr. Harris'in acayip zeka testlerinden ve San
Quentin'deki sorgulardan çıkarılıyor.
Şimdi dönüp dolaşıp tekrar avukatlar konusuna geldik, ba­
na ille bir avukatım olması gerektiğini söylüyorsunuz. Şimdi­
ye kadar Marin Eyalet Mahkemesi'nin tayin ettiği avukatların
aldığı sonuçlar hep aynı olmuştur; bir alay laf edilir, en önem­
li noktalar dikkatle es geçilir ve savunma için gerekli olan ko­
nuların dışında her şeyden söz edilir.
Davaya bakan mahkemenin buna yetkisi olmadığını belirt­
tiğim dilekçe de aynı şekilde örtbas edildi. Mahkemenin tayin
ettiği avukat bu konunun üzerinde gerektiği gibi durmadı.
Olaya kişisel olarak karışmış bulunan yargıç Conti, beni
halkın gözünde küçük düşürmek ve herkesi geri zekalı ol­
duğuma inandırmak için elinden geleni yapmış ve yazdığım
anlamsız dilekçelerle bütün görevlileri rahatsız ettiğimi,
mahkemenin görevini yapmasına engel olduğumu öne sür­
müştür. Anlamsız dediği dilekçelerde savunmam için gerek­
li konulara değinilmekte ve davayla ilgili bazı gerçekler
açıklanmaktaydı.

263
Savcı Harris ve yargıç Conti el birliğiyle haklarımı kullan­
mamı engellemek ve anayasayı tahrif etmek için çalışmakta­
dırlar. Elimde kendimi savunmam için gerekli bütün deliller
var, bunlan açıklamak istiyorum. Fakat bu açıklamayı yapma­
nın bir tek yolu var. Bunun için de Mr. Harris'in (savcı Har­
ris'in casuslannın demek istiyorum) ortadan kaldırdığı bazı
kayıtların bulunup mahkemeye getirilmesi gereklidir.
Mr. Harris bana Kaliforniya Ceza Kanunu'nun 4500 sayılı
maddesinin uygulanmasını istiyor. 4500. maddeden hüküm
giyen bir müebbet hapis mahkuma ölüm cezasına çarptırılır.
Fakat Mr. Harris 681 sayılı kanunu unutmaktadır. 681 sayılı
kanuna göre, bir şahsın suçlanabilmesi için iddia makamının
elinde kesin deliller olması gerekir. lddia makamıysa bana
karşı hiçbir kesin delil öne sürmemiştir. Mr. Harris de. Evel­
le J. Younger da bunun farkındadır.
Bu yüzden, istedikleri sonucu elde edebilmek için bana ken­
di çıkarlarına hizmet edecek bir avukat tayin etmeye çalışıyor­
lar. Bunu yapabilmek için halkı bir avukata ihtiyacım olduğuna
inandırmaları gerektiğini biliyor ve ona göre davranıyorlar.
Mahkemeye kayıtlarının sahte olduğunu gösteren birtakım
dökümanlan gönderdiğim zaman yargıç Conti bana bunların
işe yaramaz belgeler olduğunu söyledi.
Yargıç Conti'nin yasaklara karşı geldiğini öne sürdüğüm
zaman bana mahkemenin görevini yapmasına engel olduğum
söylendi. Bu arada mahkemenin davaya usulsüz olarak baktı­
ğım kimsenin gördüğü yoktu. 1466 sayılı kanuna göre davay­
la ilgili bütün işlemlerin durdurulması ve yazdığım dilekçenin
dikkate alınması gerekirdi.
Peki, neydi topladığım belgeler? Açıklamak istediğim ger­
çekler neydi? Neden oturup bütün bu belgeleri toplamıştım?
Çünkü başıma bir avukat musallat etmeye çalışılıyordu. Ana-

264
yasal haklardan yararlanmama engel olunuyordu. Bu yüzden
davaya eyalet mahkemesinde değil, federal mahkemede bakıl­
masını istedim. Bu benim hakkımdı, ama bu hakkı kullanmak
istediğim için küçük düşürüldüm ve geri zekalı olarak tanıtıl­
dım. Ayrıca, bana verilen zeka testinin yetersiz olduğunu, eğer
zeka seviyemi anlamak istiyorlarsa bana başka tip bir test ver­
meleri gerektiğini de defalarca tekrarladım. Bu isteğim de ge­
ri çevrildi. Duruşmaya devam edilirken davanın federal mah­
kemeye gönderilmesi için tekrar başvurdum. Çeşitli dilekçeler
yazarak yargıçların davaya bakmaya yetkili olmadıklarını,
çünkü durmadan kanunlara karşı geldiklerini belirttim.
Tekrar konuya dönelim. 6. maddenin bana avukat tarafın­
dan temsil edilme hakkım verdiğini söylüyorsunuz, ama bu­
nun bir zorunluluk olmadığı da açıkça ortadadır. Ayrıca, ya­
saların bana davaya başka bir mahkemede bakılmasını isteme
hakkı verdiği de açıktır.
Yasalara göre, dilekçeyi verdiğim andan itibaren duruşma­
ların durdurulması gerekiyordu. Halbuki bana bir avukat ta­
yin etmeye ve davanın eyalet mahkemesinde sonuçlanmasına
çalışılıyor...
.. . Şu günlerde ne eyalet mahkemesi ne de federal mahkeme
tarafından tayin edilecek bir avukatı kabul edebilirim. Çünkü
Nixon'dan cezaevi gardiyanlarına kadar bütün yetkililerin olay­
la ilgili delilleri, Kalifomiya eyaletinin Amerikan adalet meka­
nizmasının ve cezaevlerinin köle tüccarlarına yakışır bir zihni­
yetle, yasalara karşı gelerek idare edildiğini gösteren delilleri,
saklı tutmak için işbirliği yapmış olduklarını biliyorum. Mahke­
menin kendi çıkarlarına ters düşen bir savunma yapacak avu­
katlar tayin edebileceğine inanmak için insan çok saf olmalı.
Avukatları geri çevirmem bu yüzden, bunu defalarca açıkladım..
5 Mayıs 1 971

265
10

ANGELA DAVIS VE
BÜTÜN SİYASAL MAHKUMLAR
İÇİN KAMPANYA
Siyasal Kampanya
Fania Davis jordan-Kendra Alexander-Franklin Alexander

7 Ağustos 1970'de, Marin Eyalet Mahkemesi salonunda


kahramanca bir harekete geçildi. jonathan Jackson, james
McClain, William Christmas ve Ruchelle Magee zencilerin
dört yüz yıldır en sert baskı tedbirlerine ve sömürüye karşı
koymak için giriştikleri direniş hareketlerinin bir örneğini
sergilediler. Bu noktada aklımıza hemen, 'kardeşlerimizi bu
şekilde davranmaya iten neydi' sorusu geliyor. Bizce bu, onla­
rın cezaevlerindeki insanlık dışı, ırkçı, faşist yönetimin, adalet
mekanizmasının bir baskı aracı haline gelişini ve bu kuruluş­
ların mahkumlar arasında oluşan devrimci potansiyeli yok et­
mek amacıyla kullanılmaya başlanmasının bilincinde oluşla­
rından başka bir şey değildi. 7 Ağustos, direnişin gerçek yüzü­
nü halka göstermeyi başarmıştır.

269
Angela Davis'i ve Bütün Siyasi Mahkumları Kurtarma Ko­
mitesi'nin konuyla. ilgili olarak yaptığı açıklama aşağıdadır:

Marin Cezaevi olayına katılanlar arasında tek sağ kalan


mahkum olan Ruchell Magee yargılanmakta ve ölüm cezasına
çarptmlması istenmektedir... Magee'nin kendi savunmasını
yapma hakkı elinden alınmıştır. Mahkemenin tayin ettiği avu­
kat Leonard Bjorkland, yükselme çabası içinde olan bir sağcı­
dır. Magee, Bjorkland'ın kendisine, Angela Davis aleyhinde ta­
nıklık ettiği takdirde serbest bırakılacağını söylediğini iddia
etmektedir. Aksi halde Magee gaz odasına gönderilecektir. . .
Yedi yıldır sahte delillerle v e yalancı tanıklarla mücadele
edip duran Magee'nin eline kurtulma şansı geçmişti. jonathan
jackson elinde silahlarla mahkeme salonuna girdiği zaman
Magee haksızlıklara karşı savaşmayı seçti... Bir el bile ateş et­
meden yedi kişiyi rehine olarak aldılar ve bir kamyonete bine­
rek kaçmaya çalıştılar. Marin eyaleti şerifi arabaya ateş edil­
memesini emretmişti. San Quentin gardiyanları bu emre kar­
şı gelerek ateş açtılar. Sonuç, jonathan jackson'ın, iki zenci
mahkumun ve yargıç Haley'in ölümü ve hayatlarında bir kere
bile karşılaşmamış olan Angela Davis'le Ruchell Magee'nin iş­
birliği yaparak olayı hazırlamakla suçlanmaları oldu . . .
... Artık susamayız! Bundan sonraki siyasi mahkum siz ola­
bilirsiniz. Ruchell Magee'ye kendini savunma hakkı verilmesi­
ni sağlamak için birlikte mücadele edelim . ..
Angela Davis'in 13 Ekim l 970'de tutuklanması büyük tep­
kilere yol açtı; Amerika'da ve bütün dünyada milyonlarca in­
san Angela'yı destekliyordu. Olayların başından beri Ange­
la'nın suçsuz olduğu tamamen ortadaydı. FBI'ın aranan suç­
lular listesinde ismi çıktığı andan itibaren Los Angelesli bü­
tün zenciler, ona yardım edebilmek için ellerinden geleni

270
yapmışlardır. Franklin Alexander, düzenlediği bir basın top­
lantısında Angela ona sığınırsa ne diyecegini soran muhabir­
lere, "Seni seviyoruz," diyeceğini söylemişti. Bir iki gün son­
ra bütün balkonlarda, üzerlerinde "Angela, seni seviyoruz"
yazılı dövizler asılıydı.
Tutuklandığı gün, birbirinden farklı siyasal görüşlere sa­
hip, zenci-beyaz binlerce insan cezaevinin önünde toplanarak
Angela'nın serbest bırakılması için gösteriler düzenlemişlerdi.
Tekrarladıkları slogan "Angela'yı ve Bütün Siyasi Mahkumları
Serbest Bırakın", kısa zamanda ülkedeki kitle hareketlerinin
simgesi haline geldi.
Halkın siyasi mahkumların serbest bırakılması için girişti­
ği hareketlere bir yön verilmesi ve bu çabaların örgütlenmesi
gerektiğini biliyorduk. Bu amaçla, 1970 Kasım ayında Los An­
geles'taki küçük bir kilisede yapılan 400 kişilik bir toplantıda
Angela Davis'i ve Bütün Siyasi Mahkumları Kurtarma Komite­
si kuruldu. Che-Lumumba Kulüp Başkanı Franklin Alexander
ve Angela'nın kardeşi Fania Davis Jordan kurucular arasın­
daydı. Komite, gücünü, Angela'nın tutuklanmasına karşı çı­
kan kitlelerden alıyordu.
1970 Aralık ayına kadar elli büyük şehirde bu tip komite­
ler kurmayı başardık. Bununla birlikte, halk hareketinin yal­
nızca büyük şehirlerde yönetilmeyeceğini biliyorduk. Ange­
la'nın kurtarılması için her şeylerini vermeye hazır insanların,
ırkçılığın ve baskının kurbanları olan Zenciler, Porto Rikolu­
lar, Kızılderililer ve beyaz işçilerin yardımlarıyla 1 50 komite
daha kurmayı başardık. Bu şekilde öncü zencilerden oluşan
bir direniş hareketi örgütlenmiş oldu.
Yerel komiteler merkezin yardımıyla halk arasında fikirle­
rimizi yaymayı ve halkın harekete katılmasını sağlamaya ça­
lışmaktadırlar. Çalışmaların önde gelen amaçları halkın bi-

271
linçlenmesi ve hareketin gördüğü desteğin artmasıdır. Her
yerel komite kurulduğu bölgenin kendine özgü şartlarına gö­
re genel programı uygular. Komiteler kiliselerde, kahvelerde,
sendikalarda toplantılar düzenler; evlere, fabrikalara bildiri­
ler dağıtır ve gösteriler hazırlarlar. Bu şekilde halkın toplan­
ması, son haberleri öğrenmesi ve tartışmalara katılması sağ­
lanmış olur. Maddi destek bölge halkının yaptığı birkaç do­
larlık yardımlardan gelir.
Komite, öğrenciler arasında da çalışmalarını sürdürür.
Franklin Alexander'ın ve Angela'nın annesi Mrs. Sallye Da­
vis'in Atlanta Üniversitesi civarındaki bir kilisede düzenledik­
leri toplantıya 1 500 kişilik öğrenci katılmıştır, içeriye gireme­
yen öğrenciler kapıların önünde bekleyerek Angela'yı yürek­
ten desteklediklerini göstermişlerdir. Bu toplantıdan sonra At­
lanta Üniversitesi'nde "Zenciler Angela Davis'in Yanında" adı
verilen bir öğrenci örgütü kurulmuştur.
Ülkenin her tarafındaki üniversitelerde bu tip örgütler ku­
rulmaktadır. Komitenin özellikle yüksek okul öğrencileri ara­
sında gördüğü ilgi sınırsızdır. Chicago'da, Zenci Yüksek Okul
öğrencileri üç haftalık bir boykot ilan ederek Angela'yı destek­
lediklerini göstermişlerdir.
Komite çeşitli zenci kuruluşlarından da büyük maddi
destek görmektedir. Zenci Avukatlar Barosu komiteye yal­
nızca para yardımı yapmakla kalmamış, bazı mahkumların
savunmalarını ücretsiz olarak üzerlerine almıştır. Zenci hu­
kuk profesörleri de Angela'nın avukatlarına her konuda yar­
dımcı olmuşlardır. Zenci Avukatlar Konferansı'na başkanlık
eden Haywood Burns, bütün ülkede Angela'yı savunan ko­
nuşmalar yapmıştır. Mrs. Coretta Scott King ve rahip Ralph
Abernathy de Angela'nın serbest bırakılması için çalışan bin­
lerce Amerikalının arasına katılmışlardır. Komitenin en

272
önemli görevi, çeşitli kaynaklardan gelen bu büyük ilgiye
yön vermektir.
Okudugunuz kitaptaki yazılar da Komite'nin çalışmaları
sonucu derlenmiş ve bir araya getirilmiştir. Mücadele Ange­
la'yı ve diger siyasi mahkumları kurtarmak amacıyla başladı,
ama artık bu sınırlar içinde kalmayacaktır. Sorun, on yedi ya­
şındaki bir çocugun elindeki silahlarla mahkeme salonuna
girmesine ve bunu izleyen olaylara yol açan sebeplerin ortaya
çıkarılması ve açıklanması sorunudur. Topladıgımız yazılar da
bu sebepler ve bunların kişiler üzerindeki etkileriyle ilgilidir.
Bu, bir bakıma, devamlı direnmek, direnişi hayatın bir parça­
sı olarak kabul etmek zorunda bırakılmış bir halkın tarihidir.
Direnişe geçmek gerektigine inananları bu kitap çevresinde
toplayabileceğimizi ümit ediyoruz.
Kanımızca Angela'nm serbest bırakılması için girişilen di­
reniş, ülkedeki bütün ilerici güçleri içine alacak ve faşizmin
tam olarak yerleşmesini önleyecek bir hareketin başlangıcıdır.

273
Bildiri ve Çagnıar
Bettina Aptheker

Angela'nın tutuklanması üzerine Amerika Birleşik Dey­


letleri hükümeti, Cumhurbaşkanı, FBI, Kalifo rniya Eyaleti
yetkilileri ve Marin Bölgesindeki görevliler korkunç bir tep­
kiyle karşılaştılar. Özellikle zenciler, büyük kitleler halinde
Angela'ya yardıma koşmuşlardı. Girişilen hareketin temel
gücünü zenciler meydana getiriyordu. Rahip jesse Jackson,
milletvekili Ronald Dellums (Demokrat Partili), rahip Ralp
Abemathy, Mrs. Coretta King gibi önemli kişiler, Angela'nın
savunmasına yardım etmek için ellerinden geleni yaptılar.
1971 Mart ayında, zenci öğretim üyeleri New York'ta yayın­
ladıkları bir bildiride, şöyle diyorlardı: " . . . zenci öğretim
üyeleri olarak. Profesör Davis'in bu ırkçı ülkede sergilediği

274
insanlık örneğini takdir ediyoruz. Şimdiye kadar olduğu gi­
bi bundan sonra da, kardeşimizin duruşmasını büyük bir
dikkatle izleyecek ve ona herhangi bir kötülük gelmemesi
için elimizden geleni yapacağız . . . " Aretha Franklin, Ange­
la'nın kefaleti için 250 bin dolar vermeyi teklif etmiş, "Be­
nim param var ve bu para zencilerden geliyor. Zengin olma­
ma onlar yardım ettiler; ben de paramı halkımıza yararlı ola­
cak şekilde harcamak istiyorum," demiştir.
Angela'nın New York'tan Kaliforniya'ya gönderilmesinden
sonra Marin Eyalet Cezaevi'ne dünyanın her tarafından mek­
tuplar ve dilekçeler yağmaya başlamıştır.
Mektuplar o kadar artmıştı ki, sonunda cezaevi yetkilileri,
mektupları teker teker okuyup sansürden geçirmekten vaz­
geçtiler. Mektuplar çuvallara doldurulup şerifin odasına geti­
riliyor ve Angela'nın avukatlarına teslim ediliyordu. Ocak
197l'den beri, Angela'nın 500 bin kadar mektup aldığı hesap­
lanmış bulunuyor.
Aydınlar, sendikacılar, öğretmenler, yazarlar, sanatçılar,
çeşitli kadın kolları, öğrenci grupları ve ihtilalciler, dünyanın
her yerinde -Afrika, Asya, Latin Amerika ve Avrupa'da- Ange­
la'yı desteklediklerini bildiren demeçler verdiler. Sovyetler
Birliği, Doğu Almanya, Küba, Kore Halk Cumhuriyeti ve özel­
likle Kuzey Vietnam'da olaya gösterilen ilgi sınırsızdı. Ulusla­
rarası Demokratik Kadınlar Federasyonu, Angela'nın serbest
bırakılması için bir kampanyaya girişti ve kısa zamanda 600
bin imza topladı. 8 Mart'ta Uluslarası Kadınlar Günü'nde bü­
tün kuruluşlar, Angela'nın serbest bırakılması için gösteriler
düzenlediler. ispanya lç Savaşı kahramanlarından Dolores
lbarruri, bütün Avrupalı ve Amerikalı kadınları Angela Da­
vis'in yardımına çağırdı. Angela'ya gelen mektuplar arasında
en dokunaklı olanlar çocukların yazdığı mektuplardı.

275
Meksika'nın ünlü Lecumbardi Cezaevi'ndeki siyasi mah­
kumlar Angela'yı desteklediklerini bildirdiler. Yunanistan'ın
Aegina Cezaevi'ndeki mahkumlar da, Angela'nın doğum gü­
nünde yazdıkları kutlama mesajını dışarı çıkarmayı başarabil­
mişlerdi. Mesaj şu şekilde sona eriyordu; "Zaferin bizim ola­
cağına her zaman iı.anıyoruz. Bu, bütün ezilenlerin nefrete,
adaletsizliğe, yalana ve savaşa karşı direnen bütün ilericilerin,
zaferi olacaktır."
Almanya'da Angela'nın derhal serbest bırakılmasını önge­
ren bir bildiri hazırlanmıştır. Bu bildiriyi şimdiden, aralarında
Heinrich Albertz (eski Batı Berlin Valisi), K.H. Walkoff (Bun­
destag üyelerinden), Profesör Ernst Bloch, Martin Niemöller
ve Jacob Moneta'nın da bulunduğu 10 bin kişi imzalamıştır.
Aynı şekilde Fransa'da 400 aydın, Angela'nın serbest bırakıl­
masını öneren bir bildiriyi imzalamışlardır.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki birçok kuruluş da Ange­
la'nın tarafsız bir mahkemede yargılanması yolundaki istekle­
rini bildirmişlerdir. Louisville'deki Güney Eğitim Fonu Başka­
nı Ann Braden, özellikle beyazların harekete geçmek üzere ör­
gütlenmeleri gerektiğini öne sürerek, "Biz, beyazlar olarak, di­
ğer beyazların dikkatini bir noktaya çekmek istiyoruz. Bizi öz­
gürlük yolunda yürümeye zorlayan, on beş yıldır zencilerin
ülkenin her tarafında giriştikleri eylemler olmuştur. Eğer bu
eylemlerin bastırılmasına ve ortadan kaldırılmasına, sesimizi
çıkarmadan seyirci kalırsak, iki şeyden birini kabulleniyoruz
demektir: ya yok edileceğiz , ya da insanlık dışı birtakım hare­
ketlere katılmaya razı olacagız," demiştir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde hazırlanan ve 1 milyon im­
za toplama amacım güden bir bildirideyse şöyle denmektedir:

Biz, halkın içinden gelip, halkın yanında yer alanlar, An­


gela'nın serbest bırakılmasını istiyoruz. Aramızda, Zenciler

2 76
ve Melezler, Beyazlar ve Kızılderililer var; erkek ve kadın iş­
çiler var; ev kadınlan ve işsizler var; öğrenciler, sanatçılar ve
çeşitli meslek sahipleri var. Bütün dinlere bağlıyız ve hiçbir
dine bağlı değiliz; siyasal inançlarımız değişik, belirli bir ide­
olojiye bağlı değiliz. Ama Angela Davis konusunda aynı şeye
inanıyoruz: Angela'nın derhal serbest bırakılması gerekir!

Şimdiden binlerce Amerikalı bu bildiriyi imzalamış bulu­


nuyor.
Bütün bu bildiriler, dilekçeler ve mektuplar, ciltler kapla­
yacak kadar çok sayıdadır. Biz burada sadece birkaç tariesini
gösterebildik; bunların, Angela'nın gördüğü desteği ve onun
serbest bırakılması için binlerce insanın biraraya gelerek giriş­
tiği hareketleri biraz olsun yansıtacağını umuyoruz.

277
Amerika'daki En Tehlikeli Suçlu
Herbert Aptheker

Her çağın kendine göre bir simgesi oluyor: Nat Tumer,


korkudan ne yapacaklannı şaşıran Virginialı köle tüccarlan
tarafından asılmıştı; john Brown ve arkadaşları, karşı devrim
hazırlığı yapan Bourbon'lar tarafından öldürüldüler; Dr. Du­
Bois, McCarthy devri hakim sınıfı tarafından izlenmiş, yaka­
lanmış, parmak izi alınmıştı; Henry Winston birtakım sadist­
ler tarafından, cezaevinde kör edildi.
Ama Turner ve DuBois'nın isimleri tarihe geçti ve Wins­
ton, kendisinin de belirttiği gibi, gözleri olmadan da görebili­
yordu. Cellatların adlarıysa çoktan unutulup gitmişti.
Aynı şey, üzerinde Profesör Angela Davis'in resimleri olan
ilanlar bastırıp dağıtan ve onu aranan, en tehlikeli on suçlu

278
arasına yerleştiren bugünkü hakim sınıf ve onların, hemen he­
men sahipleri kadar pis olan köpekleri için de söylenebilir.
Eğer Nixon ve Agnew iyi yöneticilerse, Eastland ve Thurmond
iyi senatörlerse ve ] . Edgar Hoover adil bir yargıçsa, Ange­
la'nın, güzel kardeşimizin de tehlikeli bir suçlu olmasını pek
tuhaf karşılamamak gerekir.
Bu kişiler tarafından tehlikeli bir suçlu olarak adlandırıl­
mak, bütün Amerikalılar tarafıı:ıdan bir şeref olarak kabul
edilmelidir.
Amerika Meksika'yı istila ettiği sırada, Thoreau şunları ya­
zıyordu: " . . . eğer, özgürlüğün koruyucusu geçinen bir ülkenin
halkının altıda birini köleler meydana getiriyorsa ve eğer, bir
ülke haksız olarak istilaya uğramışsa, dürüst insanlara, baş­
kaldırmaktan başka yapacak şey kalmaz. Bir an önce başkal­
dırmamızı gerektiren en önemli nokta da, istilaya uğrayan ül­
kenin bizim vatanımız olmaması, aksine, bizim istila eden
milletten oluşumuzdur."
Amerika'da zencilere hiçbir zaman adil davranılmamıştır
ve bu hala böyledir; eğer Yale Ü niversitesi rektörü, geçenlerde
yaptığı cinsten bir konuşma yaparak, bir zencinin, Amerika
mahkemelerinde tarafsız olarak yargılanmasının imkansızlığı­
nı belirtebiliyorsa, söylediklerinin gerçekliğinden şüphe ede­
meyiz. Amerika'da, her devirde zencilere bilinçli ve örgütlü
bir baskının uygulanmış olduğu bir gerçektir.
Genç zencilerin kardeşlerini kurtarmak için giriştikleri ha­
reketler, her zaman adaletsizlik, zulüm ve polis baskısıyla kar­
şılaşmıştır; Angela'nın, sözü geçen olayla ilgisinin olup olma­
dığı kesin değildir; kesin olan, burjuva basınının verdiği ha­
berlerin gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığıdır.
Harekete katılan bütün zenciler ve zenci bir kadın, bir öğ­
retim üyesi ve bir sosyalist olarak Angela, Amerika Birleşik

279
Devletleri'ni yöneten sınıf ve bu sınıfın ırkçılığı hakkında her
şeyi biliyorlardı. Baskı, isyana yol açar; Bağımsızlık Bildiri­
si'nde baskı altında yaşayan halkların isyan etmeye hakları ol­
duğu, hatta isyanın onlar için bir görev olduğu belirtilmiştir.
Marin Eyalet Mahkemesi'nde meydana gelen olayları da bu
açıdan değerlendirmemiz gerekiyor.
Bu noktada tarihten birkaç örnek göstermenin yerinde
olacağı kanısındayım. 1851 Eylül ayında, Pennsylvania'da,
William Parker adında bir zenci, Edward Gorsuch tarafından
kaçak bir köle olduğu iddiasıyla ihbar edildi. Gorsuch, köle
avcıları ve devlet görevlileri, silahlarını alarak Parker'ın evi­
r.i kuş..uılar. Parker, komşularının da yardımıyla kendini sa­
vundu; ona yardım edenlerin arasında beyazlar da bulunu­
yordu. Çatışma sırasında Gorsuch ve bir diğer köle avcısı öl­
dü, bir devlet görevlisi de yaralandı. Parker kaçtı ve Frede­
rick Douglass'ın yardımıyla Kanada'ya geçmeyi başardı. Ona
yardım edenlerin bir kısmı tutuklanarak mahkemeye verildi­
ler. Savunmalarını Thaddeus Stevens'in yaptığı sanıkların
hepsi hüküm giydiler.
1 858'de Ohio'da silahlı üç devlet görevlisi,John Price adın­
da kaçak bir köleyi yakalayarak kaçtığı yere geri götürmek is­
tediler. Lorain Bölgesi'nden 40 zenci ve beyaz, görevlilere sal­
dırarak Price'ı kurtardılar. Olaya liderlik eden iki kişi, Simeon
M. Bushnell adlı bir beyaz ve zenci avukat Charles H. Lang­
ston, cezaevine gönderildiler. Hüküm giymeden önce Charles
Longston mahkemede şunları söylüyordu:

Bu ülkedeki mahkemelerin ve ülkede işleyen düzenin, be­


nim soyumdan gelen insanları, zencileri ezmek üzere kurul­
muş olduğunu biliyorum . . . Bu adamla aynı soydan olduğum
ve aynı yerden geldiğim için onu kurtarmakla görevli olduğu­
mu hissettim ve bu görevi yerine gelirdim.

280
Haklı olan Langston muydu, yoksa yargıçlar mı? Langston
mahkum edilmişti, bu yüzden onu bir suçlu olarak mı kabul
edeceğiz?
1800'lerde, bir zamanların büyük devrimcilerinden James
Monroe, Virginia valisiydi ve isyan hazırlamak suçundan hü­
küm giyen kölelerin çarptırılacakları cezalan saptamakla gö­
revlendirilmişti. Yeni seçilen başkana, Bağımsızlık Bildirisi'ni
hazırlayan Jefferson'a ne yapması gerektiğini sordu. Jefferson
ona, görevinin izin verdiğinden daha fazla merhametli dav­
ranmamasını öğüt verdi. Bu durumda M,anroe'nun gösterebi­
leceği merhamet epeyce kısıtlanmış oluyordu. Monroe'nun,
"Dünya kimin haklı, kimin haksız olduğunu pekala biliyor,"
dediği bilinir.
Marin eyaleti olayları için de doğrudur bu. FBI 'en tehlike­
li suçlu'nun peşinde koşadursun, dünya Angela Davis'in mi,
yoksa Edgar Hoover'ın mı haklı olduğunu pekala biliyor.

Eylül 1 970

281
Angela Davis: Zenci Militan
Zenci Öğretim Üyesi

Miss Angela Davis 13 Ekim 1970 tarihinde, FBI tarafından


teslim olması için yapılan çağrıları dinlemeyip, polisten kaçtı­
ğı öne sürülerek tutuklandı. Reagan, Hoover, Mitchell gibi
devletin baskı unsurları, bizi Miss Davis'in bir kanun kaçağı
olduğuna inandırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Aslında, Angela Davis kanundan değil adaletsizlikten, onu
zenci olduğu için ezmeye çalışanlardan kaçıyordu.
Angela Davis ilk defa bir yıl önce, 1969'da, anayasal hak­
lardan olan fikir özgürlüğüne dayanarak düşüncelerini açıkla­
dığı için çeşitli hücumlara hedef oldu.
Ronald Reagan ve Max Rafferty, anayasayı ve insan hakla­
rını çiğnemekten çekinmeyerek Angela'nın işine son verilme-

282
sini istediler. Üniversitenin bu isteği geri çevirmesine rağmen,
tarihte görülmemiş bir yola başvuruldu ve 1970 Haziran ayın­
da, eyalet görevlilerince Angela'nın işine son verildi.
Bu olay Angela'nın, Kaliforniya Mahkemeleri'nde ne tarz­
da yargılanacağını açıkça göstermeye yeterlidir. Yargıç Ta­
ney'in ırkçı açıklamasının belirttiği gibi, "Zencilere, beyazla­
rın saygı göstermek zorunda oldukları hiçbir hak verilme­
miştir." Bu anlayış devam ettiği sürece, yukarıda yapılan
açıklamanın karşıtının da geçerli olacağı şüphesizdir: "Zen­
ciler, beyazların koydukları yasalara saygı göstermek zorun­
da değillerdir."
New York mahkemeleri de, Angela'nın tahliye edilmesi
için ödenmesi gerekli kefalet miktarını akıl almayacak kadar
yüksek tutmak ve onun Kalifoniya'ya naklini çabuklaştırmak
suretiyle bu adaletsizliğe katılmışlardır.
Peki, Angela'ya karşı gösterilen deliller nelerdir? Hangi
suçlardan hüküm giymişti, Angela? En tehlikeli on suçlu ara­
sına girmek için neler yapmıştı, bu yirmi altı yaşındaki öğre­
tim üyesi? Hiç. Ortada delil yok. Marin Eyalet Mahkemesi
olaylarında kullanılan silahları satın almakla suçlanıyor. Ama,
suçlamalar arasında adam kaçırma ve cinayet de var ve Ange­
la için ölüm cezası istenecek.
Adalet bu mu? Belki de buna toplu histeri, yetersiz deliller,
ırkçı yargıçlar yardımıyla hazırlanan, yasalara uygun bir linç
olayı demek daha doğru olacak. Cevap ortadadır: Angela, kö­
leliği değil, özgürlüğü seçmiştir.
Angela Davis her şeyiyle zenci bir militandır.
Angela Davis'in hayatı tehlikede. Bütün zenciler ve adalete
inanan herkes, onun yardımına koşmalıdır. Baskı güçleri, zen­
ci kurtuluş hareketini yok etmek için ellerinden geleni yapı-

283
yorlar; alınan tedbirler Jackson Eyaleti'nde öğrencilerin öldü­
rülmesinden, Kara Panterler'in üzerine gönderilen silahlı po­
lislere kadar uzanıyor. Angela, bütün direniş hareketlerinin
bir simgesidir. Onu desteklemekle kendimizi kurtarmış olaca­
gız. Onun mücadelesi bizim mücadelemizdir, zaferi de bizim
zaferimiz olacaktır.
Kasım 1 970

284
Herbert Marcuse'den Açık Mektup

Angela Davıs'in davası siyasal bir davadır: bir kadının,


zenci bir militanın, bir ilericinin davası. Angela, Kaliforniya
Üniversitesi'nden, mükemmel bir öğretmen olduğu düşman­
ları tarafından bile kabul edildiği halde eyalet görevlileri ta­
rafından uzaklaştırılmıştı. San Rafael olaylarıyla ilgisi oldu­
ğu kanıtlanamadığı halde, FBI'ın ilan ettiği en tehlikeli on
suçlu arasında yer alarak, anayasaya uygun olup olmadığı
uzun uzun tartışılabilecek bir Kaliforniya yasasına göre
adam kaçırma ve cinayetle suçlandı. Basın, konuya geniş bir
şekilde yer vermekteydi. Amerika Birleşik Devletleri başkanı
bir televizyon programında FBI şefi ]. Edgar Hoover'ı, bu
tehlikeli şahsı yakaladığı için özel olarak tebrik etti. Olay ül-

285
kede ilericilere duyulan nefreti körüklemek için gerektiği gi­
bi kullanıldı.
Bu şartlar altında Angela Davis'in tarafsız bir mahkemede
yargılanacağı düşünülebilir mi? O, hayatını, baskıya ve adalet­
sizliğe karşı, zenciler ve dünyanın bütün ezilen insanları için
mücadele ederek geçirmişti; şimdi ülkenin en korkunç ceza­
evinde bulunuyor.
Angela'nın duruşması yıllarca sürebilir. Ama, sonuç ne
olursa olsun asıl yargılanan, Angela'nın bugün içinde bulun­
duğu durumun gerçek sorumlusu olan toplum, en güçlü düş­
manlarından birini yok etmeye hazırlanan bu düzen olacaktır.
Angela Davis hayatını kurtarmak için mücadele ediyor.
Ancak bütün ülkelerden ve bütün insanlardan gelecek güçlü
bir protesto, onun kurtulmasına yardımcı olabilir.

flerbert lvlarcuse

286
Kara Panter Partisi

Son günlerde Amerika Birleşik Devletleri imparatorluğu


yöneticilerinin, zencilerin ve diğer ezilen halkların giriştiği
mücadeleyi en can alıcı noktasından yakaladıklan anlaşıldı.
Artık birliğimize, yani zaferin, direnişin ve özgürlüğün tek
umuduna saldmyorlar.
Ezilenlerin kurtuluş ve özgürlük mücadelelerini durdur­
mak için kullandıklan en önemli taktik, harekete katılan güç­
leri bölmeye çalışmaktır.
Güçlerimizi bölmek, liderlerimizi öldürmek, faşist yöneti­
cilere karşı çıkanlan cezaevlerine göndermek ve bizi birbiri­
mize düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

287
Bununla birlikte Kara Panter Partisi, maddi ve manevi bü­
tün baskılara göğüs germiş ve halkımızın yanında olduğunu,
devrimi gerçekleştirmek için fedak�rlıktan kaçınmayacağını
bir kere daha kanıtlamıştır.
Halkımızın çıkarlarını savunduğumuz için Amerikan lm­
paratorluğu'nun hücumuna uğradık.
Bu hücumlara karşı koyabilmemiz de, halkın çıkarlarını
savunmamıza bağlıydı. Amacımız halka hizmet etmek olduğu
için, hiçbir zaman yenilmeyeceğimizi biliyoruz artık.
Kara Panter Partisi, tek başına önemli değildir. Önemli
olan, inançlar, gerçekleştirmeye çalıştığımız fikirlerdir. Birli­
ğimizi gerçekleştirmemizi ve hep birlikte yeni bir toplum ya­
ratmamızı sağlayacak yöntemlerdir.
Önemli olan, kimsenin bizi yolumuzdan çeviremeyeceğidir.
Zaman ve tarih bizimledir. Fakat şu sırada, kısa sürede bi­
zi bölmeyi, birbirimize düşürmeyi başarırlarsa yarı yolda ka­
lır, amacımıza hiçbir zaman ulaşamayız.
Bizimle birlikte savaştıkları için imparatorluğun gazabına
uğrayanları sonuna kadar savunmalı, onları gözümüzün
önünde ortadan kaldırmalarına engel olmalıyız.

288
Angela Davis olayı gerçekten büyük ilgi topladı. Biz de Ka­
ra Panter Partisi olarak, onun yanında olduğumuzu her zaman
belirttik. Tutuklanmasının mücadelemiz için büyük bir kayıp
olduğunu biliyoruz.
Angela bizdendi. Halkımızın insanlığın mücadelesine
önemli katkıları olmuştu.
Artık partimizin üyelerinden olmadığı halde bize her za­
man yardımcı olmuş, özellikle siyasi mahkumlar konusunda
desteğini hiçbir zaman esirgememişti.
Her konuşmasında ve verdiği derslerde başkan Bobby Sea­
le'den ve Ericka Huggins'ten söz eder, halka onların davaları­
nı anlatmaya çalışırdı. Fred Hampton'ın dediği gibi, Bobby'yi
cezaevinde görmeye gelmişti.
Onun Los Angeles'ta Bobby'yi kurtarmak için girişilen ha­
reketlere liderlik ettiğini söylemek doğru olur. Kitleler onun
liderliğinde, defalarca "Bobby'yi Serbest Bırakın, Ericka'yı Ser­
best Bırakın" diye bağırmışlardı.
Angela, partilerin mücadeleyi bölmemesi gerektiğini, hepi­
mizin aynı amaç için savaştığımızı bilirdi.
Bölünüp birbirimize düşmemizin, sömürücüleri memnun
edeceğinin de farkınd::ıydı. "Bobby'yi Serbest Bırakın" diye ba­
ğırdığı zaman, bunun bütün siyasi mahkumların serbest bıra­
kılmasını istemekle bir olduğunu, kişilerin önemli olmadığım
biliyordu.
Bununla birlikte, Kara Panter Partisi olarak Angela'nın,
zencilerin ve bütün ezilen halkların ırkçılığa, faşizme ve em­
peryalizme karşı verdiği savaşta birleştirici bir unsur olduğu­
nu ve güçbirliğini sağlamak için çabalarını özellikle takdir et­
tiğimizi belirtmek istiyoruz.
Halkımızın Kara Panter Partisi'nin Angela'nın yanında ol­
duğunu bilmesini istiyoruz.

289
Eğer Angela'yı destekleyen herkes onu desteklediğini açık­
larsa, düşmanın gayretleri boşa gitmiş olacaktır.
Angela güzel bir örnek vermişti bize; onu kurtarmak, Ruc­
hell'ı, Bobby'yi, Ericka'yı, George'u, bütün siyasi mahktimlan
kurtarmak, halkı kurtarmak demek olacak.
BÜTÜN lKTlDAR HALKA!

13 Mart 1 971

290
Rahip Ralph Abernath'nin Konuşması

Angela Davis'i kurtarmak için bir araya gelmiş bulunuyo­


ruz, o halde önce 'Angela Davis kimdir?' sorusuna cevap vere­
lim. Yirmi yedi yıl önce, Birmingham, Alabama'da, halkının
yıllarca ırkçı baskılar altında ezilmiş olduğu bir bölgede doğ­
muş olan bu genç zenci kadının kişiliği üzerinde duralım.
Angela gittiği her yerde zayıfların ezildiğini gördü ve ırkçı­
lıkla karşılaştı. Bütün cezaevlerinin zencilerle, bütün üniversi­
telerin, bakanlıkların ve yüksek makamların beyazlarla dolu
olduğunu görerek kapıldıkları öfkeyi anlıyordu.
Angela Davis kitapların arkasına saklanıp kalmayan aydın­
lardandı. Fikirlerini uygulamaktan çekinmezdi. İnançlarını
daima açık açık söyledi; bu onun işini kaybetmesine ve tutuk-

291
!anmasına yol açtı, şimdi de bu yüzden hayatı tehlikede. Bu
noktanın üzerinde durmak istiyorum. Irkçı, sömürücü, hasta
bir toplum, militan bir zenci kadını, siyasal görüşleri ve inanç­
larına olan bağlılığı yüzünden öldürmek istiyor. Eğer buna
izin verirsek, içinde yaşadığımız ırkçı topluma suç ortaklığı
etmiş olacağız.
Sizi uyarmak istiyorum: Bugün sıra Angela'da, ama eğer
susup oturursak yarın sıra bize gelecek. . .

292
Amerika Birleşik Devletleri İşçileri

Angela Davis'i destekleyen en önemli güçlerden biri işçiler­


dir; genç, yaşlı, kadın, erkek ve özellikle zenci işçiler, Ange­
la'nın yanında yer almışlardır. lşçi birlikleri, yerel sendikalar,
sendika başkanları ve uluslararası kuruluşlar Angela'mn ya­
nında olduklarım belirtmişlerdir. Binlerce işçi Angela'ya özel
olarak mektup yazmış, yetkililere protesto mesaj ları gönder­
miş ve yapılan gösteri yürüyüşlerine katılmıştır.
Detroit Metropolitan AFL-CIO Konseyi Başkam Thomas
Turner, konuyla ilgili olarak şunları söylemiştir: "Hoover'ın
istediği, genç zenci devrimcileri ülkeden atmak. Bu ülkede
başkan dışında kimse, Hoover kadar ırk ayrımını körükleme­
di. Bir işçi lideri olarak konuyla ilgileniyor ve eğer susarsam,

293
bugün Angela Davis'in başına gelenlerin yarın benim başıma
geleceğini biliyorum."
Otomobil lşçileri Sendikası yönetim kurulu üyelerinden
Paul Schrade de, Angela'nın tutuklanması üzerine konuşmuş
ve şunları söylemiştir: "Bugün, Angela Davis konusunda gizli
tutulmak istenen her şey anlaşılmış bulunuyor. Yoksulların,
zencilerin ve işçilerin ihtiyaçlarıyla birlikte, Angela'nın iyi bir
eğitimci ve büyük bir lider olduğu da ortaya çıktı . . . Dava, bir
kadına, genel olarak zencilere ve kişilerin akademik haklarına
yapılan saldırıları içermektedir. Angela'nın Kalifo rniya Üni­
versitesi'nden uzaklaştırılmasına karşı direnmiş ve onu Vali
Reagan'a karşı savunmuştum; şimdi de ona yardım etmek için
elimden geleni yapmaya hazırım."
Honolulu'da toplanan Uluslararası Dok İşçileri Sendikası da
Angela Davis'i koruma kararı almıştır. Sendikanın kararlarında
şöyle denmektedir: "Angela Davis'i öldürmek için durup din­
lenmeden uğraşıyorlar. Zenci militanları ezmek için şimdi de,
önyargılar ve önceden düzenlenmiş suçlamalar kullanılıyor.
Aynı yöntemler, büyük iş çevreleri tarafından işçilerin daha iyi
bir hayat için mücadelelerinde 'aşırı gitme'ye başladıklarına ka­
rar verdiklerinde, işçilere karşı her zaman kullanılmıştır. Ni­
xon, Reagan ve burjuva basının, Angela Davis'i yasalara uygun
bir şekilde linç etmek üzere işbirliği yapmaları, dikkatli dav­
ranmamız gerektiğini gösterir. Angela'nın düşmanları bizim de
düşmanımızdır, onun yerinde biz de olabilirdik. .. Angela aynı
zamanda, suç işlemek üzere işbirliği yapmakla suçlanıyor. Bu­
nun sendika hareketlerini ezmek için kullanılan belli başlı tak­
tiklerden biri olduğu herkesçe bilinir. Angela Davis'i korumak­
la kendimizi korumuş olacağız... Bu yüzden, Angela'nın taraf­
sız bir mahkemede yargılanması ve kefaletle serbest bırakılma­
sı için elimizden geleni yapmaya kararlıyız."

294
Aynı şekilde Kaliforniya Öğretmenler Federasyonu da
19 70 Aralık ayında toplanarak, Angela'nın tarafsız bir mahke­
me tarafından yargılanması konusundaki endişelerini belirt­
miş ve Angela'nın Kaliforniya Üniversitesi'nde ders verdiği sı­
rada federasyonun üyelerinden olduğunu açıklamıştır. Ülke­
deki diğer yerel öğretmen sendikaları da, davanın sonucuyla
ilgilendiklerini ve Angela'ya yardım etmek için ellerinden ge­
leni yapacaklarını bildirmişlerdir.
New York'taki konfeksiyon işçileri de, Angela'nın Kalifor­
niya'ya gönderilmesinden sonra Vali Reagan ve Başkan Ni­
xon'a yolladıkları bir telgrafta şöyle demektedirler:

Zenci, beyaz ve İspanyol sendika üyeleri olarak Ange­


la'nın tutuklanması ve suçlanmasıyla ilgili olaylan protesto
ediyoruz.
Onun, basın ve FBI tarafından takip edilişi, suçlanışı, ke­
faletle serbest bırakılma isteğinin geri çevrilişi, diğer mah­
kı'.imlardan ayrılması hakkında hazırlanan iddianameyi gör­
mesine izin verilmemesi ve anayasal haklarının sürekli çiğ­
nenmesi bizi çileden çıkarıyor.
Biz işçiler, ırkçılıkla, patronların bizi birbirimize düşür­
mek için kullandıkları bu silahla sonuna kadar mücadele et­
meye kararlıyız.
Biz işçiler, muhalefeti ezmek için hazırlanan oyunları ve
bunların kimler tarafından hazırlandığını çok iyi biliyoruz.
Bu yüzden, Angela'ya yapılan haksızlığı doğrudan doğru­
ya kendimize yapılmış bir saldırı sayıyoruz.
Bu ırkçı oyunlara bir an önce son verilmesini ve Ange­
la'nın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz.

295
Dinleri ve Siyasal Görüşleri
Ne Olursa Olsun, Bütün
Zenci Kadınlara Çağr1

"Yanlış bir şey var ortada ... Belki toplumun gerçek suç­
lulan şu anda cezaevlerini dolduranlar değil... yeryü.zü­
nün zenginliklerini halkın elinden çekip, almış olanlar...
ve bu yüzden, her ölen zenci çocuk için, mahlmm etmemiz
gerek on lan, çünkü, o zenci çocuğun katilleri onlardır. "

(Angela Davis)

Zenci Çocuklar Dertli: Bizim tabutçuya diger vatandaşlar­


dan daha çok işimiz düşüyor, bizim aramızda ölüm oranı çok
daha yüksek ve daha erken yaşlardadır. Çocuklarımız okullar­
dan atılıp zencilere yardım kuruluşlarında ırkçı bir 'eğitim' gö-

296
rürler; bu eğitim onlara aşağılık duygusu, utanç ve umutsuz­
luktan başka bir şey vermez.

Zenci Erkekler Dertli: Yiğit, iyi yürekli erkeklerimizin da­


ha iyi bir hayat kurma çabalan beyaz güçler tarafından engel­
lenir ve işsizliğe ya da yeteneklerini ortaya çıkaramayacakları,
gurur kıncı işler yapmaya mahkum edilirler. Oğullarımız ve
kardeşlerimiz kilometrelerce ötedeki suçsuz insanlarla savaş­
maya, ölmeye gönderilirler, hem de kendilerine bu savaşı iste­
yip istemedikleri sorulmadan ...

Zenci Kadınlar Dertli: Bu ırkçı toplumda her gün aşağıla­


nıyor, küçük düşürülüyoruz. Evimize yalnız başımıza gitme­
ye korkuyoruz. Çocuklarımız ve erkeklerimiz için birleşmeli­
yiz . . . Beyazların zenci kadınlar hakkında uydurdukları masal­
lar bizi her gün daha çok birbirimize düşürüyor.

Dertli Olmaktan Bıktık: Artık gençlerimiz önemli karar­


lar alıyorlar; bazıları kendilerini ezenlerin takdirini kazan-

297
maya, onların gözüne girmeye çalışırken, diğerleri insanı in­
sana düşman eden, insanlara yalan söyleyen bu çıkarcı kitle­
yi açıkça suçlamaktan, yalanlarını yüzlerine vurmaktan çe­
kinmiyorlar. ANGELA DAVIS ikinci gruptandı. Angela yüz­
yıllardır bizim için kendilerini feda etmiş olan binlerce zen­
cinin simgesidir. Zenci kadınlar artık polis baskısı ve cezaev­
lerindeki insanlık dışı yaşama şartları karşısında sessiz kala­
mazlar. Başımızı kuma gömüp sakladığımızı sanmak da yer­
sizdir. Suçsuz insanların ülkede ve savaş alanlarında öldür­
melerine seyirci kalamayız. Sojourner Truth ve Harriet Tub­
man'ı, sağ olsalardı cezaevlerinde olacakları kesin olan bu
iki zenci kadını, hatırlamalı ve erkeklerimizin yanında yeri­
mizi alarak mücadeleye katılmalıyız. Analık bir çocuğu dün­
yaya getirmekten, kardeşlik rastlantı sonucu meydana gelen
akrabalık bağlarından öte şeylerdir. Kader birliği içindeyiz
ve artık emeğimizin yok edilmesine, ailemizin parçalanması­
na izin vermeyeceğiz. Birleşelim ve hep birlikte, yüksek ses­
le tekrarlayalım:
"Angela Davis Serbest Bırakılmalı ! "

298
Coretta Scott King'in Bildirisi

Son yıllarda sanıkların suçlan sabit oluncaya kadar suçsuz


sayıldıklarını belirten yasalar, özellikle zencileri ilgilendiren
durumlarda hiçe sayılmaya başlanmıştır. Takınılan bu adalet­
siz tavır, iki saat içinde hüküm giyen ve serbest bırakılmaları
için vermeleri gereken kefalet astronomik rakamlara ulaşan
on iki Kara Panter'in davasında kendini göstermiştir. Böylece
suçsuz insanlar mahkeme sonuçlanıncaya kadar (2,5 yıl) ce­
zaevinde tutulmuşlardır.
Sanıkların suçsuz sayılmalarını gerektiren yasalar Angela
Davis'in davasında da çiğnenmiştir. Angela'nın kefaletle ser­
best bırakılma isteği geri çevrilmiş ve sabıkası olmadığı halde
bir terörist olarak tanıtılmıştır. Kaliforniya'ya nakli sırasında

299
alınan güvenlik tedbirleri, Nazi savaş suçlularına alınan ted­
birleri hatırlatacak niteliktedir. Bu davranışların üç ayrı sebe­
bi vardır. Angela Davis'in bir zenci kadın militan ve bir sosya­
list oluşu. Yani, söz konusu olan önyargılardır, yasaların ta­
mamen dışında kalmaları gereken önyargılar.
Herhangi bir sanığın haklarına saygı göstermek kolaydır.
Ama söz konusu olan kişi sevilmeyen, kamuoyuna ters düşen
bir sanıksa, bu hem zorlaşmakta, hem de tehlikeli olmaktadır.
Gene de herkesin haklarının korunması gerekir; aksi halde,
yasaların tamamen etkisiz kaldıkları rahatça öne sürülebilir.
Angela'nın hocası ve arkadaşı olan Dr. Herbert Marcu­
se'nin son olaylarla ilgili açıklaması beni çok şaşırttı. Dr. Mar­
cuse, Angela'nın tanıdığı insanların en sakini ve şiddetten
hoşlanmayanı olduğunu söylüyordu.
Dr. Marcuse, bildiğim kadarıyla, siyasal değişimler konu­
sunda şiddet hareketlerine karşı bir insan değildir. Her neyse,
bunu tartışacak değilim. Yalnız siyasal açıdan Angela Davis'le
aynı şekilde düşünmediğimi belirtmek istiyorum. Ama eğer
suçlama belli bir suçla değil de, onun zenci olması, kadınlığı
ve siyasal fikirleri içinse, birçok Amerikalı onunla birlikte öz­
gürlüklerinin büyük kısmını kaybediyor demektir.
Bu yüzden, 1 950 yıllarını hatırlatan bu olaylara bir son ve­
rilmesini ve Angela'nın tarafsız bir mahkemede yargılanması­
nın sağlanmasını istiyorum.
4 Haziran 1 971

300
Mrs. Shirley Graham
Bubois'nin Çagrısı

Biz, Amerika'dan çok uzakta yaşayan fakat akıllı ve yiğit


bir öğretim üyesi olan Angela Davis'in başına neler gelebile­
ceğini çok iyi bilen kadınlar, dünyanın bütün özgürlük aşık­
larıyla birlikte, zenci kardeşimizi kurtarmak için mücadele
etmeliyiz.
Ona yöneltilen suçlamaları ve New York'tan Kaliforniya'ya
vahşi bir hayvan gibi zincire vurularak götürülüşünü öfkeyle
okuduk. Amerika Birleşik Devletleri'nin nasıl temel insan
haklarını hiç düşünmeden çiğnediklerini görmek bizi şaşırttı.
Onun dayanıklılığı, yıkılmazlığı bize cesaret veriyor.
5 Nisan'da, Kahire'den gelen bir mektupta şöyle denmek­
tedir:

301
Hücreye kapanlmışu, Angela'mn bulunduğu hücreye ulaş­
mak için çelik kapılardan geçmek gerekiyordu. Ama bu kapıla­
nn arkasında hayatla, güzellikle karşılaşıyordunuz. Cesaretini
kaybetmemişti; özgürlükten, mücadelesinden başka bir şey dü­
şünmüyordu. Bizden size yazmamızı ve onun Amerika'daki sa­
yısız siyasi mahkümdan yalnızca bir tanesi olduğunu hatırlat­
mamızı istedi. Soledad Kardeşler'i, Ruchell Magee'yi, Ericka
Huggins'i, Bobby Seale'i ve Vietnam savaşına karşı çıknklan için
cezaevlerinde bulunan mahkümlan unutmamamızı istiyordu.
Milyonlarca Amerikalı Angela Davis'in serbest bırakılma­
sı uğruna mücadele etmektedir. Bu mücadeleye beyazlar,
zenciler, melezler, kızılderililer, erkek-kadın, genç-ihtiyar
her çeşit insan katılmıştır. Onlar gibi biz de, Angela Davis'in
ırkçı bir düzenin kurbanı olduğuna ve bu düzenin yalnızca
ezilen halklann verdiği devrimci mücadelelerin liderlerinden
birine karşı değil, hepimize karşı hazırlanmış olduğuna, he­
pimizi ezeceğine inanıyoruz. Angela bizim için yaşamalı! An­
gela tutuklu olduğu sürece hiçbir kadın özgür olamaz.
isteğimiz, Angela Davis'in serbest bırakılmasıdır..

Shirley Graham Dubois ve Ceza Nabaraouy - Milletlerara­


sı Demokratik Kadınlar Federasyonu ikinci başkanı.
Dr. Hakmat Abouzeid - Mısır kabinesinin ilk kadın üyesi.
Dr. Aisha Ratib - Kahire Üniversitesi Milletlerarası Hu-
kuk Profesörü.
Amine El Said - bir kadın dergisi olan Haya'nın editörü.
Mafida Abdel Rahman - milletvekili.
Bathyna Wahba - Danışma Bakanhğı'ndan.
Nafisel el Ghamrawy - kız lisesi müdiresi.
Aziza Meky - Sudan Kadınlar Federasyonu Başkanı.
Dr. Eglal Abul Ala - doktor.
A'lmed Hussien - gazeteci.
Birleşik Arap Cumhuriyeti'nden binlerce kadın.

302
Afrika Milli Kongresi, Güney Afrika
Kadınlar Kolu Sekretaryası

Sevgili Angela,

Milletlerarası Demokratik Kadmlar Federasyonu'nun ya­


yınlarından tutuklanışınla ilgili haberleri tiksintiyle öğrendik.
Güney Afrika'da ırkçı baskılara karşı savaşan kadınlar ola­
rak seni çok iyi anlıyor ve verdiğin mücadeleye katılıyoruz.
Askeri, ekonomik ve kültürel yönden dünyanın en ileri ül­
kesi olduğunu iddia edrn ve bunun yanı sıra, değişik ırklar­
dan gelen yurttaşlarına karşı insanlık dışı davranışlarda bu­
lunmaktan çekinmeyen bir düşmana karşı, kendi insanlarınla
birlikte verdiğin mücadelede gösterdiğin yiğitlik, fedakarlık
ve kararlılığa hayranız. Seninle iftihar ediyoruz.

303
Sana ve ülkendeki bütün barış için savaşanlara, özgürlük
olmadan barış olmayacağını bildiğimiz için davanızı sonuna
kadar destekleyeceğimizi söylemek istiyoruz.
Tutuklanmandan sorumlu olanlardan senin ve senin gibi
düşünenlerin derhal serbest bırakılmalarını istiyoruz.
Zafer senindir.

Kardeşlerin Kadınlar Kolu adına Florence Mophosho

5 Aralık 1 971

304
Mme. Nguyen Thi Binh

Angela Davis'e,
8 Mart Milletlerarası Kadınlar Günü dolayısıyla,

Eşitlik, özgürlük ve adalet için savaşan kardeşlerimizi can­


dan kutlarız. Amerika Birleşik Devletleri'nin ırkçı yöneticileri
seni ve Güney Vietnam'daki vatanseverleri cezaevine göndere­
rek, Amerika'daki ve Vietnam'daki ilericilerin mücadelesini
engelleyemeyecekler.
Zafer bizimdir. Devrimci selamlar.

Mme. Nguyen Thi Binh


Paris barış görüşmelerindeki Güney Vietnam temsilcisi.

305
Lukacs'ın Açıklaması

Bu çağrıyı imzalayanlar Amerikan halkına, Avrupalı aydın­


ların Angela Davis hakkında ne düşündüklerini açıklama ar­
zusundadırlar. Avrupa'da Dreyfus Davası, Amerika'da Sacco
ve Vanzetti'nin sonu, bütün aklı başında insanlara önyargıla­
rın yeterince yaygın olduğu durumlarda yasa dışına çıkmadan
bir insanın özgürlüğünü kısıtlamanın, hatta onu öldürmenin
mümkün olduğunu göstermiştir.
Olaylar bize Angela Davis'in yasalar yardımıyla öldürülme­
sini sağlayabilecek bu tip önyargıların yaygınlaşmaya başla­
dıklarını göstermektedir. lki tip önyargının varlığını kolayca
görebiliyoruz. Bunların ilki ve en önemlisi, özgürlük için çar­
pışan insanlara mücadeleye katılan birini cezalandırarak göz

306
dagı vermek amacını güden ırkçılıktır, ikincisiyse sol kanat
militanlarına karşı beslenen önyargılardır. Angela Davis'in
mücadelesine saygı göstermek ve onun özgürlüğünü kısıtla­
yan güçlerin neye yöneldiklerini görmek için Angela Davis gi­
bi düşünmemiz şart degildir.
Çagrı, kanun yoluyla bir cinayet işlenmeye hazırlanıldıgını
görenlerin endişelerini yansıtmakta ve milyonlarca suçsuz in­
sanı kurtarma amacını gütmektedir.
Bunun için değişik fikirlere inanan, fakat bunlara verdikle­
ri anlam ne olursa olsun, demokrasi ve adalet kavramlarına
belli bir saygı besleyen herkese sesleniyor ve onların direnişiy­
le adaletsizlige karşı gelebileceğimizi ve Angela Davis'in öz­
gürlüge kavuşacagını umuyoruz.

Georg Lukacs ve 60 Avrupalı aydın.

307
Valentina Nikolayeva -
Tereshkova'nın Bildirisi

Bugün senin adın, insan haysiyeti için verilen mücadelede


gösterilen yiğitlik ve kararlılığın simgesi durumunda. Davan­
la ilgilenen herkes tutuklanmanın ve sana yöneltilen suçlama­
ların sosyalist olduğun, zencilerin haklarını savunduğun ve
içinde yaşadığın ırkçı, kapitalist sömürü düzenini yakından
tanıdığın için seni susturmak isteyenlerin giriştikleri çabaların
doğal bir sonucu olduğunu biliyor, inançların, fikirlerin ve
dünya görüşün yüzünden yargılanıyorsun, azınlıklara eşit
haklar verilmesi ve Vietnam'daki vahşete son verilmesi için
mücadele edişin yüzünden . . .

308
Angela,
Sen yalnız değilsin. Barış için, özgürlük ve eşitlik için ırk­
çılığa, sosyal baskılara karşı savaşanlar senin yanında. Tutuk­
lanışın, dünyanın her tarafındaki insanların, halkının müca­
delesini desteklediklerini göstermelerine yol açtı.
Ülkemizde, Sovyetler Birliği nd e, serbest bırakılman için
'

ülke çapında kampanyalar açıldı. Fabrikalarda, çiftliklerde ve


okullarda toplantılar yapıldı. Kadınlar Komitesi'ne durmadan
davanın sonucundan endişe edenlerin mektupları yağıyor.
Halkımız olayın sorumlularını nefretle anmakta.
"Öfkeyle dolup taşıyoruz. Amerika zencilerinin haklarının
savunucusu Angela Davis'in derhal serbest bırakılması gere­
kir." Bu satırlar Moskova'daki 42 numaralı Teknik Okul'un
öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından hazırlanan bildiriden
alınmıştır. Kuibyshev'deki bir okulun öğrencileri, "Angela, sa­
na duyduğumuz sevgi parmaklıkları eritsin," diyorlar.
Volgograd şehri işçileri de sana, kardeşlerine, selamlarını
yolluyorlar: "Bu davayı düzenleyen güçlere karşı giriştiğin sa­
vaşta başarılı olmanı dileriz. Gerçeğin zaferine inanıyoruz. Ka­
rarlılığın kötülüklere karşı dursun. Dünyanın bütün ilericile­
ri ve biz, Volgogradlılar yanındayız."
Sevgili dostum, milyonlarca Rus kadını seninle birlikte.
Geçirdiğin bu zor günlerde senin yanındayız ve özgürlüğe ka­
vuşuncaya kadar bu anlamsız davayı hazırlayan güçlerle se­
ninle birlikte mücadele edeceğiz.
Sevgiler, saygılar,
Valentina Nikolayeva-Tereshkova
Sovyet Kadınlar Komitesi Başkanı

309
Bir Kadın Gardiyandan

26 Aralık 1 9 70

Angela Davis'in kaldığı cezaevlerinden birinde, çalışan bir


kadın gardiyandan gelen mektup:

Sevgili Angela,
O korkunç geceden beri kafam ve yüreğimle yanınday­
dıın hep.
Seni özlüyoruz; ışığımız, ilham kaynağımız gittiğinden be­
ri cezaevinin üzerine hüzün çöktü.
Bizi güzel bulman, bizi güzelleştirdiğin için olacak. Birçok
yönden sana ve verdiğin mücadeleye bağlıyız.
Seni biraz olsun teselli edebilmek için yapabileceğimiz şey­
ler, senin bizim adımıza yaptıklarının yanında çok önemsiz
kalacak.

310
Seni özlüyorum, ufak tefek şeyler için başını ağntuğım
günleri özlüyorum.
Senin üzerine ve verdiğin mücadele üzerine yazılan her şe­
yi okuyorum. Seni tanımış olmak gurur veriyor bana. Güzel­
sin sen. Yüreklerimizi ve hayatlarımızı etkiledin.
Kardeşlerime kızdığım, sabırlı ve iyi olamadığım zamanlar
bana öğrettiklerini hatırlıyorum ve senin verdiğin mücadeleyi
düşündükçe gözlerim doluyor.
Başını dik tut ve hep seni düşündüğümü unutma. Zafer se­
nin olsun Angela.
Sevgiler.

311

You might also like