You are on page 1of 62

TEVHİD YAYINLARI

İMAM MUHAMMED BİRGİVÎ


nin

CENNET BAHÇELERİ
( J (J C j Iv? j j )

Tercüme Eden :
İBRAHİM EKEN

Doğuş Ltd. Şti. Matbaası - Ankara


ÖNSÖZ

Uy* j ç % j\ j S^vaîl j jjdUJI «—*_j AÜ -L«J-I


• Çr-*^i 4*^^ j 4) 1 j

İslâm dininin yüce prensipleri hayata neşat


verir. Gönüllere ferahlık serper. İnsanı hayvani
duyguların esaretinden kurtarıp, ahlâk ve fazilet
hasletleri ile bezeyerek İlâhi âlemlerde saadete gar-
keder.

İslâm'a ve Müslüman Türk Milletine hizmet


etmek gayesi ile bu esasları "TEVHİD YA YIN LA R I"
adı ile neşre karar verdik. Bu seride büyük İslâm
âlimlerinin eserleri türkçeye terceme edilerek neş­
redilecek, bunun yanında zamanımızın kıymetli
ilim adamlarımızın da te lifle ri müslümanların isti­
fadelerine sunulacaktır.

İslâmın bu prensiplerinin başında iman esas­


ları yer almaktadır. Bunun için İmam Birgivî Mu-

hammed Efendinin te'lifi olan

¿ İ İ p ^ IJyp\ adlı eserini "İTİKA D TEM ELLERİN­

DE CENNET BAH ÇELERİ" adı altında türkçeye ter­


ceme ettim Bu eser Mahmut Esat efendi tarafından

3
da bundan 65 sene evvel türkçeye terceme edilerek
basılmıştı. Fakat Mahmud Esad efendi izah maka­
mında bir takım kendi fikirlerini de metin içinde
zikrederek eseri asit gayeden uzaklaştırmıştır.

Bunu dikkate alarak biz metni aynen muhafa­


zaya gayret ettik. Metinde geçen ayet ve hadislerin
mealleri ile beraber asılları da basılmıştır. Kitabın
başına İmamı Birgivi efendi hazretlerinin kısa bir
tercemei hali ve sonuna dâ fihrist ilâve edilmiştir.

Ümid ederim ki şu eseri mütalâa etmek iste­


yen din kardeşlerimin yanında, İmamı Birgivi haz­
retleri ile beraber benim ismimin de hayır dua ile
anılması müyesser olacaktır.

Selâm hidayete ermiş bahtiyarlara.

20/6/1963 Ankara
İbrahim EKEN

4
BİRGİVİ MUHAMMED BİN PİR ALİ

Birgivi Muhammed efendi hicri 928 tarihinde


Balıkesirde doğdu. Babası Balıkesir ülemasından
Müderris Pîr Ali efendidir. İlk tahsilini Balıkesirde
babası Pîr Ali efendinin yanında yapmıştır. Daha
sonra ilme karşı olan hevesi ve babasının kendisin­
de gördüğü yüksek kabiliyeti onu İstanbul'a sev-
ketmişti. Orada devrin büyük kıymeti Ahi Zade
Mehmed efendinin derslerine devama başladı. Bu­
rada da tahsilini ikmal ettikten sonra Bayramî tari­
ki şeyhlerinden Şeyh Abdurrahman Karamanî'ye
intisap ederek tasavvuf yolunu tuttu. Bir ara Şeyh
Abdurrahman'ın tavsiyesi ile Edirne Kassamı Aske­
risi olmuştu. Oradan ayrıldıktan sonra büsbütün
zühdü takva yoluna girmek istemiş ve hatta Edirne-
ye dönerek, orada iken ahalîden topladığı mahsulü
sahiplerine iade etmişti.
Şeyhi ve hocası Abdurrahman Karamani, ken­
disindeki ilim kabiliyetini görünce, tasavvuf yolun­
da değil tedris ve ilim yolunda terakki etmesi lâzım
geldiğini tavsiye ve emretmişti. Bundan sonrada
Şeyhinin tavsiyesinden, ömrünün sonuna kadar ay­
rılmadı. Ders ve va'zlarına devam etti.

Muhammed efendi bir ara Istanbulda padişa­


hın hocası olan Mevlanâ Ataullah efendi ile tanıştı
ve onun takdirini kazandı. Ataullah efendi ilmi de­
hasına hayran olduğu Muhammed efendiyi. Aydın

5
vilâyetinin Birgi nahiyesinde yaptırdığı medreseye
müderris olarak tayin etti. Bundan sonra bütün ha­
yatı Birgide geçti. Bundan dolayı da Birgivi veya
Birgili diye şöhret buldu.

Birgivi Muhammed efendi bütün ömrünü


va'z, ders ve telif ile geçirmiştir. Dindarlık, zühd
ve takva hakkındaki fikirlerini pervasızca açıkla­
maktan çekinmezdi. Bu hususta pek de ileri gider­
di. Hatta Kur'anı Kerîmin okunması gibi dini işler
ve ibadetlere karşılık ücret almanın haram olduğu­
nu ileri sürdü. Bu hususta devrin ilim adamları ile
şifahi ve tahriri bir çok ilmi münakaşalar ve müna­
zaralara girişmiştir. Fikrinin üstün gelişi, evkafın
batıl olacağı neticesine ulaşacağından, zamanın Şey­
hülislâmı Ebussuud efendi kendisini münazaradan
men etmişti. Pek çok kıymetli telifleri vardır. 981
hicri yılında 53 yaşında olduğu halde taun hastalı­
ğından vefat etmiştir Allah ondan razı olsun.

6
İ'tikad Temellerinde
CENNET BAHÇELERİ

Bizleri ilim ve imâna hidâyet eden, küfür ve


isyandan nehy eyleyen ALLAH-U TEALÂ'ya hamd ol­
sun. Dinlerin en hayırlisiyle gönderilmiş, şan ve
şerefi yüce, kadri büyük Peygamberimiz Hazret-i
MUHAMMED (S . A. S .)'e Salât ve Selâm olsun...
İhsan ve ihlâsta ileri âline, kalbden bağlanan ashâ-
bına da salât ve selâm olsun...

Madem ki imân, insana vâcip olan şeylerin ev­


veli, ruhlar bedenlerden sıyrılırken istenenlerin so­
nuncusudur. Belki de iyman varlığın ana maksadı
ve ahd-i misâk'ın en yüksek gâyesidir.

İman insanda ancak vâcib-ül vücûd'un var­


lığını bildikten sonra hâsıl olur. Onun sıfatlarını is-
bat ettikten sonra da kemal derecesine ulaşır ve
mâdem ki TEVHİD akidesinde taklid düğümlerinden
kurtulmak için insan gücünün yettiği kadar imânın
icmâl ve tafsilini öğrenmekte gayretini sarf etmesi
ve imanın kat'î delilleri ile kazanılması uğrunda bü­
tün varlığını harcaması her akıl sahibine vâcibdir.
O halde iyman dinî inançların başı ve başlangıcıdır.
Bizi ALLAHA yaklaştıracak yakînî ilimlerin asıl ve
esasını ortaya koymayı tekeffül eden ilim ise TEV ­
HİD ve sıfat ilmidir.

Ben de bu mevzuda yazılmış eserlerin en iyisi


ve teliflerin en muhtasarı olarak İmamımız İMAM-ı

7
ÂZÂM (Allah O'ndan Râzı olsun) Hazretlerinin
"Fıkh-ı Ekber" adlı eserini buldum. Ondan sonra
Tahavî'nin, Ömer Nesefî'nin, Sünûsî'nin ve Suyûtî'-
nin akâid kitapları gelmektedir. Bütün bu eserlerin
tertib ve tanzimi son derece güzel, ârî ve temizdir.
İçlerinde itikad esaslarının pek faydalı incilerini,
dinin eşsiz pırlantalarını ihtiva etmektedirler. Bu
eserler, bu halleriyle ay ve güneşin yüzüne yazılıp
ezberlense gerektir. Ancak, bu eserler akaidin esas­
larını hazırlayacak delilleri hâiz olmadıklarından
taklitten kurtulmaya, kâfi gelmemektedirler.

Bunun üzerine, kendi kendime bu büyük ilim


adamlarının eserlerinde naklolunan kaidelerin esas­
larını ve delillerini hâiz ve fakat muhalif ve mua­
rızların delil ve suallerini bir tarafa bırakarak kısa,
bununla beraber sağlam bir metin hazırlamağı dü­
şündüm. Bu hususu Allah-u Teâlâ'dan istihare et­
tim.
Nihayet eseri, Cibril-i Emîn (Aleyhisselâm)ın :
(İmanın esasları nelerdir?)
Diye, sorduğu vakit, Resul-ü Ekrem (S . A. S .)
in verdikleri cevaptaki tertibe göre hazırladım. Re-

sulullah (S . A. S .) : j ¿b J lî »

• j& - jjjîilj Cj jll ju > ^jjii j *1*«j j

ı â* *

8
— İMÂN, ALLAH'a, meleklerine, kitaplarına,
Peygamberlerine, ahıret gününe, ölümden sonra di­
rilmeye, Kadere, hayrın ve şerrin Allah'dan oldu­
ğuna inanman'dır. Buyurmuşlardır.
İşte, iyman bu yedi esasdır. Ayrıca, bu yedi
esasın evveline de (iymanın hakikati) adı altında
bir fasıl da ilâve ettim. Böylece, kitap, sekiz fasıl­
dan ibaret oldu. Kitaba da (İT İK A T ESASLARINDA

CENNET BAHÇELERİ : jj

¿Ihp-Vl adını koydum.

Allah Teâladan tevfikını Refik buyurmasını,


eserin telifi ve ortaya çıkmasında kolaylıklar ihsan
buyurmasını niyaz ederim. Zira, dualara icâbet eden
ve hacetleri yerine getiren ancak Odur.

9
BİRİNCİ BAHÇE

İmam-ı Âzam EBU HANİFE NU'MAN BİN SÂBİT


Hazretlerinin Mezhebine göre İMANIN HAKİKATİ
İMAN, lügatta tasdik etmek, inanmak manası­
nadır. Yâni, haber verenin hükmünü anlayıp onu
kabul etmek haberi getirenin doğru olduğuna inan­
maktır. Bu inanış, o tarzda olmalıdır ki, buna,
(TESLİM ) adı veriiebiisin.

Şeriatta ise, İMAN; ALLAH'ın varlığını birliği­


ni ve Peygamber (S . A. S .)'m Allahtan getirdiği her
şeyi kalbden tasdik etmektir. Nitekim, Allah-u Te-
âlâ, j l i (J (Onlar öyle kim­

selerdir ki, ALLAH'İmânı onların tâ kalblerine yaz­


d ı.) Keza j i b I jJ l î (Kalbleri iman et­

medikleri halde, ağızlarıyla iman ettik diyenler) bu­


yurmaktadır. Resul-ü Ekrem (S . A. S .) da

(Y â Rabbi, kalbimi iman üzerin­

de sâbit k ıl) diye duâ ederlerdi. Usâme hazretleri­


ne de (Allah Ondan Razı olsun) : Dili ile, inandığı­
nı ikrar eden bir kimseyi öldürdüğü vakit,

* J i ¿e- C J s ü J a (Sen onun kalbini yardın m ı?)

diye ihtar etmişlerdi.

10
Hâsılı İMAN, bir kalb işidir. Bunun içindir kİ,
hiç bir vakit tasdikin düşmesi ihtimali yoktur. Hal­
buki, ikrar böyle değildir. İkrarın ikrah hâlinde
düşmesi ihtimali vardır. Bundan dolayı da dil ile
ikrar etmenin imanın hakikatında dahli yoktur.
Ancak, Allah-u Teâlâ insanlara, kalblerinde bulunan
iman nimetini başkalarına göstermek ve böylece de
kendileri hakkında İslâmiyet hükümlerinin tatbiki­
ni temin gayesiyle, imanın bir işareti ve âlâmeti ol­
mak üzere, dil ile ikrarı da vâcib kılm ıştır. Çünkü,
tasdik batını bir iştir. Onun varlığını bilebilmek için
bir işaretin bulunması lâzımdır.

Sonra, ikrar; dünya hükümlerinin tatbiki sa-


hâsında, aslında tasdik bulunsun bulunmasın, tas­
dik yerine geçti. Şu halde, bir insanda tasdiki kal­
bi olur da, diliyle ikrar etmezse her ne kadar dün­
ya hükümlerinin tatbikında mü'min sayılmaz ise
de Allah yanında mü'min'dir. Bunun aksi de varid-
dir. Bunların ikisini de birleştiren kimsenin : "Ben
hakkıyle mü'min'im" demesi doğru olur. Zira,
imanda şüphe eden kimse tekfir edilir.

Aynı şekilde amellerin de imanın hakikatında


dahli yoktur. Çünkü, imân, amel-i sâlih'in şartıdır.
Allahu Teâlâ, « j*j ja j »

(ıBir kimse Mü'min olduğu halde iyi amel -ve hare­


ketler- de bulunur ise...) buyurmaktadır. Şart ise,
meşrûtun haricinde kalır. Sahih olan da budur.
Keza, Ebû Manşûrî Maturidî hazretleri de böyle bu-

11
yurmaktadırlar. Bu hususda, İmâm-ı Âzam ve Ebû
Mansûrî Maturidî hazretlerine İmâm-ı Mâlik,
İmâm-ı Şafiî, Evzâî hazretleri ve bütün muhaddisini
kiram ve fukahai izâm muhalefet etmişlerdir. On­
lar, (İm ân, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve erkân ile
amel etmektir) mezhebine kail olmuşlardır. Hattâ,
imâm-ı Şafiî hazretlerinden: "İmânda birinci kıs­
mı ihlâl eden münafıktır. İkinci kısmı ihlâl eden kâ­
fird ir ve üçüncü kısmı ihlâl eden kimse ise fâsık-
tır." diye bir rivayet de variddir.

Görülüyor ki, ikrar ve amel bu zatlara göre


imânın iki kısmıdır. Bundan dolayıdır ki, bu imâm-
lar, amelin artması ve azalması ile imânda da bir
artma ve azalmanın câiz olabileceğine kaildirler.
Halbu ki, bunun hakikata uygun olmadığı hem
aklî ve hem de naklî delillerle sabittir.

1 — Aklî deliller :
B ir şey. ancak rükünlerinin varlığı ile müm­
kündür. İnsan, bütün zamanlarda mü'mindir. Dil
ile ikrar ise, her zaman mevcut değildir. Aynı şe­
kilde, amel de her an mevcut değildir.
İMAN, hudutlandırılmış ve bir tarif içine so­
kulmuştur. T ârif ise, bu hudut dahilindeki bütün
cüzleri hâiz olmalıdır. Bu cüzlerden birisi yok ola­
cak olursa, geri kalan kısımlara imân demek doğru
olmaz. Eğer hal böyle olsaydı, bir günah-ı kebîri,
hattâ sagîri işleyen kimsenin, amelin ortadan kalk­
ması dolayısiyle kâfir olması lâzım gelirdi. Zirâ,

12
imânda bir tek kısmın yok olması, bütün imânın
yok olmasını icab ettirmektedir. Aynı şekilde, öm­
ründe bir kerre olsun kelime-i şehadeti getirmeyen
bir dilsizin de mü'min olmaması lâzım gelirdi. Hal-
bu ki, hakikat böyle değildir.

2 — Naklî deliller :

Cibril (A . S .), Peygamber (S . A. S .) Efendi­


mizden imân hakkında sordukları zaman : "Allah'a
ve meleklerine inanmakdır) buyurdular. Fakat,
(Dil ile ikrar erkân ile, amel etmendir) diye buyur­
madılar. Sonra Cebrail (A . S .) da : (Eğer bunu ya­
parsam ben mü'min olurmuyum?) demelerine kar­
şı, Hazreti Peygamber (S . A. S .) ın cevabı (E V E T )
olmuştu. Eğer ikrar ve amel imânda dahil olsaydı
böyle cevap vermezlerdi de, bil'akis, (dil ile ikrar,
azalar ile amel etmektir) diye buyururlardı. Aynı
şekilde, eğer ikrar ve amel imânda dahil olsaydı
Resulullah (S . A. S .) in imânı tasdik ile tefsir ediş­
leri hatalı ve (evet) sözlerinin de yanlış olması lâ­
zım gelirdi. Peygamber (S . A. S .) hakkında böyle
bir şey düşünmek elbette, bâtıldır. Bütün bunlar
gösterir ki, insan, kalbinde daimâ mevcut olan ve
emsalinin yenilenmesiyle devam eden bir tasdik ile
mü'min olur.
Şu zikrolunan şeylerden Kerramiye'nin, (Jman,
mücerret ikrardır) sözü ile Beşir bin-lyad ve İbn-i
Ravendi'nin : (İmân sâdece tasdikten ibârettir, bu
tasdik ise kal ve dil ile olur) sözlerinin de bâtıl

13
olduğu meydana çıkar. Kaderiye'den Cehm ve Ebu
Hüseyn'in : "İm ân, tanımak (m arifet)ten ibâret-
tir." sözünün bâtıl oluşu ise ap açıktır. Çünkü; ta­
nımak tasdik değildir. Nitekim, yahudi ve hristiyan-
lardan bir kısmı Resulullah (S. A. S .)'in nübüvve­
tini tanıdıkları halde, tasdik etmemişlerdi. Allah-u
Teâlâ; ^a î lûI ¿) j î UT”¿jy» .n
(O'nu, çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı.
Halbuki, mümin değildirler.) buyurmuştur.
Görülüyor ki, imamımızın ve O'na tâbi olanla­
rın gittikleri yol her türlü itirazdan ârî HAK yoldur.
Hâsılı, imân, birdir. İmân sahipleri de asılda mü­
savidirler. Aralarındaki fazlalık, ancak, takvâ bakı­
mındandır. İmânın hakikati fazlalaşmaz ve noksan­
laşmaz. Zirâ, imân, cezm ve iz'an derecesine varan
bir tasdiktir. Böyle bir tasdikte ise, fazlalık veya
noksanlık tasavvur olunamaz.
Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ'nın : ( İyman-
larını a rtırır....) ve buna benzer beyanları vahyin
nüzulü zamanlarında imânın taallûk ettiği esaslar
itibariyle veya imânın meyvası ve sıfatları, kuvvet
ve za'fı hasebiyledir.
Şeriatta, imân ve İslâm bir mânâdadır. Çün­
kü İslâm hudû duymak ve bağlanmaktır. Bu da tas­
dikin hakikatından ibârettir. öyle ise iman ve İslâm

bir birinden ayrılmaz. Bu sözümüzü j ' £ ”

tjû* j l l jj* ‘‘—'d V* j lâ

14
(O beldede Mü'minlerden kim varsa çıkardık. Fa­
kat orada Müslüman olarak bir ev halkından baş­
kasını bulamadık) Ayeti Çelilesi teyit etmektedir.
Lâkin ll*JL«l I j I J S ««j I j p V IC IJI î

bedeviler imân ettik dediler deki sîzler imân etme­


diniz. Sadece İslâm olduk deyiniz) Ayeti Celilesinde
İslâm kelimesinin mânâsı ise batını bir bağ olmak­
sızın zâhiren bağlanmaktan ibârettir. Sonra şunu da
bilelim ki, mukallidin imânı sahih addolunur. Çün­
kü, bir adam, her hangi bir haberi verdiği vakit bir
başkası onu tasdik ederse, hiç bir kimse "Bu adam
şu söze inandı veya şu adama inandı" demekten
men edilemez. Her ne kadar muhakemeyi terk etti­
ği için isyan etmişse de; Zira, Nebii Zişan (A . S .)
Efendimiz : Daha muhakemenin ne demek olduğu­
nu anlamayan bedevilerin ve emsalinin imânlarını
kabul etmişlerdir. Hulefa-i Raşidin dahi böylece
hareket ettiler.

Allahın dini tekdir.


Arz ve Semada Allah Teâlânın dini tekdir. O

da, İslâm dinidir. Nitekim, ¿l' ¿/AÜül


"Allah indinde hak din ancak islâm dır" Ayet-i Çeli­
lesi de bunu gösterir. İslâmiyyet gulüv ile Taksir,
Teşbih ile Ta'tıl, Cebir ile Kader, Emniyet ile Yeis
arasında dosdoğru bir yoldur.
Allahım, bizim ruhlarımızı müslüman olarak
kabzet ve bizleri de iyiler arasına kat..

15
İKİNCİ BAHÇE
ALLAH'A İMÂN HAKKINDADIR :

Allah-u Teâlâ'ya imân vâcibdir. Bu vücûb, âle­


min fıâdis olması ve ilmin, varlıkların hakikatına
ulaşmasiyle sabittir. Muhakkak olan bir şey var ki,
aklın erebileceği her şeyde aklın vereceği hüküm,
üç şeyden birisinin dışında kalamaz :

1 — VÜCUB, eğer bir şeyin varlığı bizatihi,


yâni, başka bir te'sir ve sebeple değilse o, vacib-ül
vücuttur. Bu da ancak Allah-u Teâlâ'dır.

2 — Mümteni eğer bir şeyin yokluğu bizati­


hi ise, bu da mümtenidir. Allah-u Teâlânın bir orta­
ğının mümteni olması gibi..

3 — Mümkün, eğer bir şeyin varlığı veya yok­


luğu llzatihi değilse bu da (Mümkün) dür. Âlem ve
onun parçaları (cüzleri) gibi__

Mümkün olan şeyler ise, ya mütehayyiz olur


ki, buna CEVHER denir, veyahut bu cevherde bir
halden ibaret olur ki, buna da ARAZ denilir. Eğer
cevher taksim kabul ederse, buna cisim adı verilir.
Taksim kabul etmezse *■y*r (Cüz'ün
lâ yetecezzâ) denir. Araz, ya canlı olanlara mahsus
olur, ilim gibi, veyahut, canlıya mahsus olm az:
renkler gibi. Mümkün olan her şey, varlığında ve
yokluğunda bir müreccih'e yâni müessire muhtaç­
tır. Bu müessir ya muhtardır, dilerse bir şey yapar,

16
dilerse yapmaz.' Yahudda bizatihi onu yapmakla
mükelleftir. Bu ise, kendisinden, istesin istemesin,
eserin çıkması vacib olan şeydir; Güneşten ışığın
çıkışı gibi..: Daha evvel bir maddesi olmadan ve
bir âlet bulunmadan bir şey yapmaya (ibda) tâbir
olunur; ilk mahlûkun yaratılması gibi... Madde ve
âlet var iken yapmaya da (ic a t) denir; bazan ibda
yerine icat tabiri de kullanılabilir. Şu halde, bir li-
zatihî vâcib-üi vücuda inanmak lâzımdır. Bu da
Allah-u Teâlâdır. Mümkünattan olan, yâni, sonradan
yaratılmış bulunan şu âlemin varlığı bize gösteri­
yor ki, ALLAH VARDIR. Bu âlemin hudûsu ise, son­
radan var olan bir çok arazlar ile bir arada bulun­
masından anlaşılır. Hâdis olan bir şeyle bir arada
bulunan şey de hâdis olur. Arazların hudusu aşikâr­
dır. Zira, bu arazlar her an varlıktan yokluğa, yok­
luktan varlığa değişip durmaktadır. Hâdis olan bir
şey ise mutlak bir yapıcıya muhtaçtır. Eğer, o'nun
hudûsu kendiliğinden olsaydı tercih b ili müreccİh
olması lâzım gelirdi. Esasen bir sanat eserinin var­
lığı, bir sanatın varlığını, o da bir san'atkârın var­
lığını icab ettirir.
Aynı zamanda, O, vacib-ül Vücud'un T EK ol­
duğunu ve ortağı bulunmadığına da inanmak vacib-
tir. Faraza vacib-ül vücud iki olsa idi, şayet bunlar­
dan birisi diğerinin muhalefetini bertaraf etmeye
muktedir değilse âciz olması lâzım gelirdi. Eğer
muktedir ise diğerinin âciz olması gerekirdi. Nite­
kim : Uju ü J ¿ll Mi ifJ \ [- fi ü l S " " E ğ e r yer ve

17
gökte Al!ah-u Teâlâdan başka ilâhlar olsa idi yer
ve gök fesada uğrardı Ayeti Çelilesi bu hakikate

işaret etmektedir. Yine Cenabı Hakkın *Jİ 4)1 JÇ-5

"Allah-u Teâlâ şahadet


r ^
eder, kendinden başka ilâh yoktur. Melâike ve ilim
s a h ih le ri^ buna şahadet ederler." Beyanı da aynı
hakikati açıklamaktadır.

Allah-u Teâlânın k-idim olduğuna da inanmak


vactbdir. Zira Kadim olmasa idi hadis olması gere­
kirdi. Hâdis olunca da bir muhdise myhtaç olurdu.
Bu ise devri ve teselsülü gerektirir ki, her ikisi de
batıldır.

Allah-u Teâlânın bâki olduğuna inanmak da


vacibtir. Çünkü, kadim olan bir şeyin yok olması

düşünülemez. Nitekim Cenabı Hak ¿ b j *>-j ğ J j

(Senin Rabbının Veçhi bakidir.) Buyurmaktadır.

Allahın benzeri hiç bir şey bulunmadığına da


inanmak vaciptir. Çünkü Ondan başka her şey ha­
distir. Hâdis olan bir şeye benzemek ise Uiûhiyet
vasfını yok eder. Bu ise Cenabı Hak hakkında el-

betteki yanlış olur. Allah-u Teâlâda

(Onun benzeri hiç bir şey yoktur.) Buyurmakta­


dır.'


Keza Allah-u Teâlânın bizatihi kâim olduğuna,
ne bir yere ve ne de kendini tahdid ve tahsis edici
bir şey'e muhtaç olmadığına inanmakda vaciptir.
Eğer bir mekâna muhtaç olsa idi bu mekân O'nun
için bir sıfat olurdu. Halbuki; bu şekilde hadis olan
bir vasıfla sıfatlanmaması icabeder. Eğer bir mu-
hassısa muhtaç olsa idi muhdes olması lâzım gelir­
di. Bu haller ise Cenabı Hak hakkında batıldır. Ni­

tekim Allah-u Teâlâ ¿r-lUll ¿llj (Allah


bütün âlemlerden müstağnidir" buyurmaktadır,
Allah-u Teâlânın fail ve aynı zamanda da kendi
ihtiyariyle fâil (yapıcı) olduğuna da inanmak va­
ciptir. Zira işler, ihtiyarı ile değil de bizâtihi gerek­
tiği için olsa İdi, ilk eseri kendisine tâbi ve kendinin
lâzımı olurdu. Çünkü bu şart altında tasavvur edi­
len eser bizzat müstakil ve sabit olması sebebiyle
müessirin lâzımı olurdu. Eserinin eseri de aynı sı­
rayı takip ederdi. Böylece Zatının devamı müdde-
tince bütün mevcudatında devam etmesi lâzım ge­
lirdi. Halbuki; hâl böyle olmamaktadır. Zira heran
bir çok hâdiseler meydana gelip durmaktadır. Ay­
rıca eşyadan bir şeyin yok olması onun zâtının yok
olmasını gerektirirdi. Zira lâzımın yok oluşu mel-
zumun da yok oluşunu gerektirmektedir. Bu ise Al­
lah-u Teâlâ hakkında muhaldir.

Allah-u Teâlânın Zatı ile kaim olan ezelî bir


takım sıfatları olduğuna da İnanmak vaciptir.
sıfatlardan başlıcaları şunlardır :

19
1 — Hayat : hiç bir şey ile ilgisi ve hiç bir
şeye taalluku yoktur.

2 — İlim : Bunun vacipler, mümtenîler ve


mümkünlere taalluku vardır.

3 — İrade;

4 — Kudret : Bu iki sıfat ise sadece mümkün


olan şeylere taalluk eder.

5 — Tekvin : Bu da iradenin taalluk ettiği


şeylere taalluk eder. Bu sıfatlardan birisi (yok ol­
sa) bulunmasa idi hiç bir hâdise vâki olamazdı. Ni­
tekim Allah-u Teâlâ j * V l *îl V j A " 0 ken­

dinden başka ilâh olmayan hayat sahibidir.


O her şeyi bilir. S> j ll <JU»

dilediği şey'i yapar, j ü i J Z '/ J p j Aj O her

şey'e Kaâdirdir. Allah-u Te­

âlâ her şey'in yaratıcısıdır." buyurmaktadır.

6 — S em î: ( İşitme)

7 — Basar: (Görme) Bu iki sıfat da bütün


varlıklara taalluk eder.

8 — Kelâm : Aslâ bir ses veya harf ile o n a ­


yan Kelâm Sıfatı dır. Allah-u Teâlâ

"O işîticî ve görücüdür. ^ y *1!İ 2$"j

20
Allah Musa ile konuştu" buyurmaktadır. Zira Alla-
h-u Teâlâ bu sıfatlar ile muttasıf olmasa idi bunla­
rın zıdları ile muttasıf olması lâzım gelirdi. Bu zıd-
lar ise bir takım tenakuzları icap ettirirdi. Bu ise
Cenabı Hak hakkında muhaldir.

Şu halde Allah-u Teâlâ kendine has bir hayat


ile diridir. Bu dirilik bizim hayatımız gibi değildir.
Kendi ilmi ile Âlim dir. Bizim ilmimiz gibi değildir.
Kendi iradesiyle müriddir. Kendi Kudreti ile Kaâ-
dir, Kendi yaratmasiyle mükevvin, Kendi işitmesiy­
le Semî, Kendi görmesiyle Basir ve Kendi konuş-
masiyle mütekel^imdir. Allah-u Teâlâ, bütün vasıf
ediciler onu vasfetmeden evvel de bütün bu sıfat­
lar ile muttasıf idi.

Hem hiç bir zaman bu sıfatların kadim olu­


şundan, bunların taâlluk ettiği şeylerin de kadım
olması gerekmez. Zira yaratmak yaratığın aynı de­
ğildir. Bundan dolayıdır ki fiil (yapma işi) mef'ul
(yapılan şey) den elbette ki başka bir şeydir.
Allah-u Teâlâ mahlûkâtı yaratmadan evvel,
ezelî olarak bu sıfatlar ile muttasıf olduğu gibi,
EBEDÎ olarak da bu sıfatlar ile muttasıftır. Zira,
O'nda yeniden bir sıfat veya ismin meydana gelme­
si veya O'nun Kemal sıfatlarından birisinin, ken­
disinden ayrılması bir nevi noksanlıktır. Bu ise,
muhaldir. ALLAH-U TEÂLÂ'nın sıfatları zâtının aynı
değildir. Çünkü, sıfat, mevsufun aynı olamaz. Bu sı­
fatlar, zatının gayrı da değildir. Zira, istilahda
(gayr) : biri diğerinin aynı olmayan iki zâta denir.
Halbu ki, sıfat (zat) değildir. O halde, gayrı ola­
maz.
Üstelik, ğayrın kadîm olması, kadîm olan şey­
lerin çoğalması da gerekmez.
; Allah-u Teâlâ'ya ŞEY kelimesi ile tâbir edilebi­
lir, fakat diğer şeyler gibi değildir. Zira, diğer şey'-
ler gibi bir cisim değildir. Keza, Cevher de değildir.
Araz da değildir. Bir şekil sahibi olmadığı gibi, bir
hududu ve nihayeti de yoktur. Bir mahiyet ile va­
sıflanmadığı gibi, bir keyfiyet ile de vasıflanamaz.
Zira bütün bunlar sonradan oluşuıf (hudûs) ve im­
kânın âlemetleridir. Bazı ayet-i kerimede ve Hadi­
si şeriflerde cihet ve cismiyetin iş'ar edilme mes'ele-
sine gelince (Fevk, Yed, Vecih) gibi bu hususda en
doğru olan yol ya bütün bunlardan kasdedilen şey'-
in bir hakikat olduğuna inanmak ve fakat onun il­
mini Allaha bırakmakdır ki selefi sâlihînin yolu
da budur. Allah-u Teâlâ Vi a b jlî Uj

"Onun tevilini ancak Allah b ilir" buyurmaktadır. Şu


halde Allah'ın yedi eli, Kudreti veyahut nimeti ıria-
nâsınadır denilemez. Zira böyle bir sözle (Yed ) sı­
fatı iptal edilmiş olur. Halbuki (Yed) Allah-u Teâ-
lânın keyfiyetini bilemediğimiz bir sıfatıdır. Gazap,
rıza, kader ve kaza da böyledir.
Veyahut da bu âyeti kerimelerde veya hadisi şe­
riflerde geçen kelimeler Selefi Sâlihînden bazı âlim­
lerin yaptığı gibi münasip şekilde te'vil etmektir.

22
Allah-u Teâlâya hiç bir şey vacip değildir. İster
O şey'i yapmakla salah mevzuu bahis olsun isterse
olmasın. Zira her hangi bir şeyin vucubu hakkında
Allah-u Teâlâya hükmedecek bir kimse yoktur. Zira
Allah-u Teâlâya her hangi bir şeyi yapmak vacip ol­
sa idi, bu vacip olan şeyi yapmamak zemmi icap
ettirirdi. Bu. ise bir nevi noksanlık olurdu.

Üstelik bu şey kendisinden başka birisinin fiili


ile sonradan kemal bulan bir şey olurdu. Bu ise
Allah-u Teâlâ hakkında muhaldir. Eğer böyle bir
icap ettirme yoksa bu takdirde vucup tahakkuk
etmez. Dünya ve Âhirette yâni bütün âlemlerde ne
varsa hepsi onun ilmi, .iradesi, kudreti ve yaratma-
sıyle meydana gelmiştir. Çünkü bir kısım şeyleri
bilmemek veya bazı şeylerden âciz olmak Allah'ın
sıfatlarına tenakuz teşkil eder, başka birine muhtaç
olmağı icabettirir. Allah-u Teâlânın dilediği şey olur.
Dilemediği şey aslâ olamaz. Zira onun iradesi olma­
dan başkasının dileğinin tesirli olması yenilgertin
işaretidir. Bu ise Allah-u Teâlâ hakkında muhaldir.
Zira Onun îte benzeri vardır ve nede zıddı.
Bir lutuf ve ihsan eseri olarak dilediği kimse­
ye hidayet nasip eder. Günahlardan korur ve afiyet
İhsan eder. Adlî İlâhisi olarak da dilediği kimseyi
dalalette kor, yardımından mahrum eder ve bir ta­
kım mihnetlere musibetlere uğratır. Zira bütün
bunlar, hakkın zorlaması ve muzdar bırakması ile
değil de, kullarından kendi ihtiyar ve tercihleri ile
sadır olacak taât, isyan, küfür, imân gibi bîr takım

23
âmeller hakkında ezelde sebk eden İlmî İlâhî iktiza­
sı nca mülkî İlâhide ki tasarrufu İlâhilerdir.

Allah-u Teâlânın filleri her hangi bir garazla


illetlenemez. Zira her hangi bir gaye ve maksat
için bir şey'i işlemiş olsa idi, bu hal bizatihi nok­
sanlığı icabettirir ve aynı zamanda da başka bir şey'-
in sebebi ile kemal bulmayı gerektirirdi. Bu ise Ce­
nabı Allah hakkında muhaldir.

Bazı Âyet ve Hâdisi şeriflerde, Allah'ın fiilleri­


nin bir takım maksatlarla illetli olduğunu hissetti­
ren sözler ancak ve ancak bu fiiller üzerine, terettüp
eden bir takım fâfde, meyve ve sonuçların ifadesi­
dir. Yoksa bu fiillerin illetleri değildir.

Allah-u Teâlâ âhirette Cennet ehli tarafından


hiç bir örtü ve keyfiyet olmadan görülecektir.

Çünkü Allah-u Teâlâ 3

Ç jjı (O günde bir takım yüzler

Rablarına bakarak neş'eleneceklerdir.) buyurmak­

tadır. Resulü Ekrem (S . A. S .) da

jjü i îlî j +j s iü j _/ ırSiz Rabbınızı cn dördüncü

gecede ayı gökte gördüğüîıüz gibi göreceksiniz) bu­


yurmuşlardır. Esasen akıl da kendi haline bırakıl­
sa böyle bir görülmenin mümkün olamıyacağına
hükmetmezdi.'

24
Allah-u Teâlâ dualara icabet eder, hacetleri gö-
rür.. Zira Allah-u Teâlâ öU o löi £İ-tll S 1 ■*
"Dûa eden kimsenin bana dûa ettiği vakit duasına

icabet ederim. " buyuruyor, keza I

"Bana dûa ediniz ben de size icabet edeyim"


buyurmaktadır.
Cenaze namazları ve yağmur duaları bize gös­
teriyor ki dûa ve Sadakada, ölü ve diriler için fayda­
lar vardır.

25
ÜÇÜNCÜ BAHÇE
M ELEKLERE İNANMAK HAKKINDADIR

Melekler, canlılar terkibinde yaratılmış bir ta­


kım ruhanî mahlûklardır. Allah'ın izni ile muhtelif
şekillere girebilirler. Erkeklik ve dişilik gibi sıfat­
lar ile vasıflanmazlar. Zira bu hususda ne bir nakil
varit olmuştur ve ne de aklî bir delil vardır. Bilâ­
kis Melekler Allah'ın mükerrem kullarıdır. Allah'u
Teâlâ kendisine delil olsun diye onları halk etmiş­
tir. Yoksa onlara ihtiyacı olduğu için değil, Onları
hizmetine vakfetmiştir. Asla yardımcı olsunlar diye
değil. Onlar Cenabı Hakkın sözü önüne asla geç­
mezler, ancak emri ile iş yaparlar. Bunlar Allah ile
kullar arasında Allah'ın elçileridirler. Allah-uTeâlâ-
nın emri ile inerler ve çıkarlar. Allah-u Teâlâ
"Allah, Melekleri
kanatlara sahip elçiler yapandır" buyurmaktadır.
Hem bunlar sınıf sınıftır. Mikdarını Allah'dan
başka kimse bilemez. Zira Cenabı Hak "Rabbının
askerlerini ondan başka kimse bilemez U j

jA V l ıil> j ¿^^buyurm aktadır.


Melekler Allah Ordusunun en büyüğüdür. Bun­
ların başkanlarından üç Melek hayat ile müvekkel-
dirler, bunlar :
1 — CEBRAİL AYEYHİSSELÂM, vahiy ile mü-
vekkeldir. Kalb ve ruhun hayatı bu vahiy ile kâim­
dir.

26
2 — MİKAİL AYEYHİSSELÂM, Yağmur île
müvekkelcfir. Bütün nebatatın hayatı onunla müm­
kündür.

3 — İSRAFİL ALEYHİSSELÂM, Sura üflemek-


le vazifelidir. Bütün mahlukatın öldükten sonra di­
rilmeleri O sura üflemek ile olacaktır. Azrail aley-
hisselâm ise ruhların kabzı ile görevlidir. Melekler­
den bir kısmı göklerde, bir kısmı yerlerde, bir kıs­
mı Cennet ve bir kısmı da Cehennemde görevlidir.
B ir kısım melekler ise insanların âmellerini yaz­

makla görevlidir. Allah-u Teâlâ U f

ö j U- "Allah indinde çok şerefli kâtip­

ler vardır Onlar işlediğiniz şeyleri b ilirler." buyur­


maktadır. B ir kısım Melekler ise, öldükten sonra
kabirde süal sormakla vazifelidir. Ayrıca Diğer işler
ile de vazifeli Melekler vardır. İnsanların, melekleri
aslî şekilleri içinde görmemelerinin sebebi, onların
güzellik ve heybetlerine karşı dayanamamalarından-
dır.
Meleklerin elçileri (R ESU LLER İ) Avamı beşer­
den icmaen hatta zaruri olarak efdaldır. Beşerin re­
sulleri ise meleklerin resullerinden, beşerin umumu
da meleklerin umumundan efdaldır. Nitekim Alla­

h-u Teâlâ fiV l lil* , "Melekle-

re Adem'e secde ediniz dedik de Onlarda hepbirden


secde ediverdiler." Buyurmaktadır. Zira insan İlmî

27
ve amelî fazilet ve kemalâtı, bir takım enğeller kar­
şısında elde eder. B ir takım enğeller ve mâniler
karşısında ibâdet yapmak elbette ki daha güç ve
ihlas da dahi i ve tesiri daha fazladır. Bu bakımdan
insan faziletçe meleklerden üstündür. Melekler in­
sanlar gibi isyanda bulunmazlar. Gerçi Harut ve
Marut- sahih olan kavle göre iki melektir. Onlardan
küfür, günahı kebâİr sadır olmamıştır. İnsanlara
va'z ve nasihatta bulunurlardı. Biz fitneyiz, sakın
küfranı nimette bulunmayınız derler ve sihir öğre­
tirlerdi. Sihrin öğrenilmesinde bir küfür yoktur.
Küfür ancak sihrin yapılmasının caiz olduğuna iti­
kat etmekte ve sihir yapmaktadır. Bu iki meleğin
azaplandırılması ise Peygamberlerin kendilerinden
sadır olan bazı zellelerden dolayı itab görmesi gibi
bir itab görmedir. İblis ise meleklerden değildir. An­
cak onlar arasında hüviyeti gizlenmiş bir cinnî idi.
Rabbı'nın emrinden dışarı çıktı. Bunun içindir ki
onlardan istisna edilme keyfiyeti tağlip tarikiyle sa­
hih olmuştur. Sonra Allah-u Teâlâ onu ve sülâlesini
bir iptilâ olarak insanlara musallat etmiştir. Şey­
tanların insanlar üzerinde zâhirî tesirleri vardır. Ni­

tekim Cenabı Allah I l) Ik -JÜI j ^

"Şeytan, onlara âmellerini süslem iştir." buyurmak­


tadır1. Batınî tesirleri de vardır. Allah-u Teâlâ buna

işaret olarak -Av» ¡ y J * * Ji "insanların

göğüslerinde vesvese verirler" buyurur. Resullullah

28
(S. A. S .) de {'Û\l£ jg . ^

(Şeytan insan oğullarında, kanın cereyan ettiği yer­


lerde cereyan eder.) buyurmuşlardır. Allah-u Teâlâ
şeytanları istedikleri şekle sokar, vesvese verirler.
İnsanlar, şeytanı, Allah'ın bir rahmeti olarak, aslî
şekillerinde göremezler. Zira aslında suretleri pek
çirkin ve kötüdür. Sahih olan kavle göre bunlar
çoğalırlar Yumurta yumurtlarlar, bu yumurtalar da
insanın işlediği kabahatlar (P islikleri) üzerinde fol
olup yavrular çıkarırlar. Clnniler ise Allah-u Teâlâ-
nın şeytanlar gibi görünmeyen mahlûklarıdır. İn­

sanlar gibi mükelleftirler. Allah-u Teâlâ Uj

"cin ve insi ancak

bana ibadet etsinler diye yarattım " buyurmaktadır.

29
DÖRDÜNCÜ BAHÇE
ALLAH-U TEÂLÂNIN KİTABLARINA İNANMAK
HAKKINDADIR

Allah-u Teâlânın kitablarının hepsi de Allah-u


Teâlânın kelâmıdır. Zira kitaplar, ya hiç bir keyfi­
yet olmaksızın Cenabı Hakkın hitablarını dinlemek
suretiyle gelmiştir. Yahut da tebliğe memur bir me­
lek tarafından tebliğ suretiyle gelmiştir. Hazreti
Musa'ya indirilen TEVRAT, Davud'a indirilen ZE­
BUR, İsâ'ya indirilen İNCİL ve Hazreti Muhammed
(Aleyhi ve Aleyhim'üsselatü Vesselâm)a indirilen
KUR'ANI KERİM gibi. Melek ve Peygamberlerin bu
kitapların lafzı ve mânâsında bir değişiklik yap­
mağa hak ve selâhîyetleri yoktur. Onlar sadece va­
hiy tarzında veya indirilmek suretiyle veyahut din­
lemek suretiyle kendilerine bildirilen şey'i aynen
tebliğ ederler. Allah-u Teâlâ bu kitaplardan başka,
Peygamberlerine bir takım kitaplar daha indirmiş­
tir. Bunların adet ve isimlerini ancak kendisi bilir.

Nitekim Allah-u Teâlâ

J y İj" A lla h müjdeleyici ve inzar edici

Peygamberler gönderdi, Onlarla beraber bir takım


kitaplar indirdi." buyurmaktadır.

KUR'ANI KERİM, Allah kelâmıdır. Sonradan


yaratılmış değildir. O, Mushaflara yazılan, kalbler-
de muhafaza olunan, dillerle okunan, kulaklarla

30
dinlenÜen bir kitabı mübindir. İçinde Musa (A . S .)
Fir'avun ve diğer kimseler hakkında anlatılan kıs­
salar hep Kelâmullahtır, onların hallerinden haber
vermektedir. Sâdece Kur'anı Kerimi telâffuz edişi­
miz, onu okuyuşumuz, yazışımız, Musa'nın ve diğer
kimselerin kendilerine ait sözleri ise mahluktur.

KUR'ANI KERİM 'i, beşer kelâmı zanneden kim­


se küfre girmiş olur. Zira böyle bir zanda Resulul-
lah (S. A. S .) ı yalanlamak mânâsı vardır.

KİTAB ve SÜNNETTE bulunan naslar, bir deli­


li kat'i mâni olmadıkça, zâhirine hami olunur. Zâ-
hirî manâları bırakıpta bâtın ehlinin iddia ettikleri
mânalara sapmak ilhaddır. Zâhirî mânaları kabul
etmemek küfürdür. Keza Sünnet ve Şeriat ile alay
etmek, bir günahı helâl ad etmek, günahı umursa­
mamak küfürdür. Zira bütün bu hareketlerde tek-
zib âlametleri vardır. Âkibetinden emin olmak veya
ümidini kesmekte küfürdür. Çünkü Cenabı Hak

û jjil& l Cj * (Allah'ın rah­

metinden ancak kâfir olan kimseler ümitlerini ke­

serler) buyurmaktadır. Keza ^ji!l*iM *511 ¿¿t» j

"Allah'ın azabından ancak hüsranda

olanlar emin olurlar" buyurmaktadır,

31

\
BEŞİNCİ BAHÇE
ALLAH'IN RESULLERİNE İNANMAK
HAKKINDADIR

Allah-u Teâlâ insanlar içinden, insanlara karşı


bir fazlı İlahî ve Rahmeti İlâhî eseri olmak üzere bir
takım Resuller göndermiştir. Bu resuller îmân eden
Cennet, ehlini Cennet ile müjdeleyen, îmân etmeyen
âsileri de ateş ve azab ile inzâr eden kimselerdir.
Aslında, her türlü şehvet ve arzularla yuğrulmuş
olan ve bu yüzden de anlayışları, idrakleri ve yara­
tılışları farklı olan insanlara, dünya ve din işlerinde
muhtaç oldukları şeyleri açıklarlar. Peygamberlerin
hepsi getirdikleri şeylerde sadıktırlar. Allah-u Teali­
nin lutfi ile bilerek ve kasden günah işlemekten ko­
runmuşlardır. Kendilerine insanların uymaları va-
cib olması bakımından her türlü getirdikleri ve em-
rolunan şeyleri değiştirmekten, bozmaktan masun­
durlar. Peygamberler gerek vahiy ..ve gerekse bir ta­
kım mûcizeler verilmek, kendilerine melekler gön­
derilmek ve kitaplar indirimek suretiyle te'yid olun­
muşlardır. Vazifeleri bakımından hiç birinin diğe­
rinden farkı yoktur. Hepsi de kendilerine gönderi­
len şeyleri Allah-u Teâlâ nasıl emr etmişse öylece
bildirmişler ve açıklamışlardır. Bunların bir kıs­
mının isimlerini Allah-u Teâlâ, Kur'anı Kerimde zik­
retmiştir. Allah-u Teâlânın bu zikredilen Peygam­
berler ve Resullerden başka, Peygamber ve Resulle­
ri de vardır. Bunların adet ve isimlerini Allah-u Te-
âlâdan başkaşı bilmez, Buh^rm hepsine de îman

32
etmek farzdır. Sâdece zikri geçenlerin adedi ile ik-

sana anlattık, bir kısmını ise anlatmadık) buyur­


maktadır.

RESUL: Allah'ın insanlara, ahkâmını tebliğ


için kitap ve vahiy ile beraber gönderdiği insandır.

NEBİ : ise kendisine bir melek vasıtasiyle va­


hiy olunan, yahut kalbine ilham verilen veya rü'ya
vasıtasiyle tenbih olunan bir kimsedir. İster ken­
dine kitap verilsin, ister verilmesin,

VELÎ: Allah-u Teâlâyı ve sıfatlarını mümkün


olduğu kadar tanıyan, taâtda devamlı olan, mâsi-
yetlerden korunan, lezzet ve şehvetlere dalmaktan
uzak duran kimsedir.

PEYGAMBERLİK : Allah-u Teâlânın bir vergi­


sidir. Aslâ çalışarak elde edilen bir vasıf değildir.
Bilâkis Allah-u Teâlâ peygamberliği kullarından di­

lediği kimseye verir. Nitekim Allah-u Teâlâ ^£•1 •Ûll

"Allah Risaletini vereceği

yeri pek âlâ b ilir." Buyurmaktadır.

NÜBÜVVET : Ancak mucize göstermek sure­


tiyle olur.

33
MÛCİZE : kendisini tasdik ettirmeyi temin
maksadiyle karşı gelinemiyen bir meydan okumayı
hâiz Hârıkul'âde bir iştir.

Peygamberlerden bir nev'i meydan okuma kas-


dı olmaksızın, peygamberlikten evvel veya sonra
vâki olan hârıkul'âde hallere İRHAS kerameti tâbir
edilir. Peygamberlikten sonra meydan okuma kas-
diyle olanlara ise MÛCİZE kerameti tâbir edilir.
Evliyadan her hangi bir maksad ve dâva olmadan
vâki olan hârıkul'âde hallere de Velilik kerâmeti
denilir. Velilerin, kerâmetleri haktır. Kitap ve ha­
beri mutevatır ile sabittir. Ummetden her hangi bir
fertten kerâmetin görülmesi onun Peygamberinin,
Peygamberliğini tekit ve aynı zamanda da O pey­
gamber için bir mucizedir. Zira Onun veliliği ancak
Peygamberin hak olmasiyle zâhir olabilir. Bütün
mucizeler bir keramettir. Fakat bunun aksi doğru
değildir. Hârikui'âde haller, bazan mü'minlerin âvâ-
mından vâki olursa buna MEUNET kerâmeti tabir
edilir. Bir fasık veya bir kâfirden hârıkul'âde bir
şey çıkar ve bu şey de onun maksadına uygun ola­
rak, zuhur ederse buna İSTİDRAÇ denir, Eğer mak­
sadına uygun olarak zühur etmezse, buna İHANET
denir. Bunlardan başka bir takım delillerden ve
benzerlerinden sâdır olan haller şeytanı hallerden
başka bir şey değildir.
Hiç bir veli, Peygamber derecesine ulaşamaz.
Zira Peygamberler günah işlemekten uzak ve sui
hâtimeden emindirler. Evliyalar ise böyle değildir.

34
Hattâ bir Peygamber, bütün Velilerden efdaldır de­
nilir. Zira Allah-u Teâlâ, Peygamberler hakkında
¿^İU)I jJ p UJLvÜ j "Her birini biz bütün

âlemlerden üstün kıld ık" buyurmaktadır. Mü'min-


lerin hepsi Allah-u Teâlânın Velileridir. Zira Alla-

h-u Teâlâ \j £a \ ¿/JJI ( J j 4)1 "Allah îman eden

kimselerin velisidir." Buyurmaktadır. Ancak bu ve­


lilerin en şereflisi ve en üstünü Allah'dan en çok
korkanı ve Kur'ana en fazla bağlananıdır. Allah-u

Teâlâ f Ü7İ *#l -Up f ' J ' 1 0» (Allah yanında si­

zin en şerefliniz en ziyade muttaki olanınızdır.) Bu­


yuruyor.

Bİr mükellef hiç bir zaman kendisinden emir


ve nehiyin sâkıt olacağı bir dereceye gelemez. Zira
teklif umumidir. Bundan hiç bir kimse istisna edil­
memiştir. İlim sahihleri de burada İCMA etmişler­
dir.

Köleden, kadın veya yalancı kimseden Peygam­


ber olamaz. Zira kölelik küfrün bir sonucudur. Ka­
dınlardan Peygamber gelmediği ise Allah-u Teâlânın

y V U - j V I ¿İÜ» ¿j* Ul—*_jl !•*y "B iz : ancak

senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkekler


gönderdik.) Ayeti celilesiyle bildirilmektedir. Hem
de Peygamberlik şartlarından birisi de, Peygamber
de aklın ve dinîn kemâl derecesinde olmasıdır. Bu

35
ise kadınlarda yoktur. Peygamberin tasdik edilmesi
de Vacip olduğundan yalancıdan peygamber ola­
maz. Zira yalancı asla tasdik edilmez. Bazı pey­
gamberler hakkında yalan ve isyan vaki olmuştur,
zannını veren rivayetler : eğer tarîki ahâd ile geli­
yorsa makbul değildir, reddolunur. Şayet tevatüren
rivayet olunuyor ise mümkün olduğu takdirde za­
hirinden ayrılınarak mecaza hamlolunur. Bu da
mümkün değilse bu gibi haller evlayı terk sadedin­
de peygamberlikten evvel olduğu cihetine gidilir.

Peygamberlerin Ulûl azîm olanları : Hazreti


Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve
Hazret i Muhammed (Aleyhi ve aleyhlm'üsselâm)
dır. Peygamberliklerinde ihtilaf edilmesi hasebiyle,
Zilkarneyn ve Lokman'ın Peygamberliğine kat'i ola­
rak hüküm verilemez. Evlâ olanı bu hususda sûkût
etmekdir. Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir, ki,
Pepgamberlerin ilki Adem Aleyhisselâm ve sonun­
cusu ve efdalı da Hazreti Muhammed (S . A. S .) dir.

Allah-u Teâlâ Ümmeti Muhammed Hakkında

5*1 j>~>- (Siz en hayırlı ümmet oldunuz) buyur­

maktadır. Resulu Ekrem Efendimiz de c ^ 1uı


j ¿ W (Ben ilk gelenlerin de, sonra­
kilerin de efdalıyım) diye haber vermişlerdir. Haz­
reti Muhammed (S. A. S .) İns ve cinne peygamber

olarak gönderilmiştir. 5ilS*Nl İİU L « jl

36
(B iz seni bütün insanlara gönderdik) âyeti

çelilesi ile (Siz insanlar ve cin­

ler Rabbınız'ın hangi nimetini inkâr edebilirsiniz)


âyetikerimesi bu hususu ifade etmektedir.

Hazreti Peygamberin uyanık olarak mübarek


cesedleri ile yaptığı miracı şerifin Mescidi Aksaya
kadar olan kısmı Kur'an ile sabittir. Bundan sonra
da semaya Cenabı Hakkın dilediği yere kadar olan
kısmı ise haberi meşhur ile sabittir.

Hazreti Muhammed (S. A. S .) min şeriatı kı­


yamete kadar bâkîdir. Neshi mevzuu bahis değil­

dir. Zira Allah-u Teâlâ haklarında (ju~îl

(Peygamberlerin Sonuncusudur) buyurmaktadır.

Resulü Ekrem (S . A. S .) de t V

(Benden sonra bir peygamber yoktur) diye haber


vermişlerdir.

İnsanlar içinde Peygamberlerden sonra efdal


olanı Hazreti Ebubekri Sıddıktır. Sonra Omerü Fa­
ruk sonra Qsman Zünnureyn ve Sonra da Aliyyül
Murtaza Hazretleridir. (Allah onların cümlesinden
razı olsun.) İşte bu zatlar Hülefai Raşİdindir. Hâl i-
felikleri bu tertip üzeredir ve otuz senedir. Bu hu­
susta Peygamber (S . A. S .) Efendimiz : îi^Ü-l

e il** 6 ( Benden sonra hilafet devri

37
olacak, otuz sene sürecektir. Hilafetten sonra da
padişahlık devri olacaktır.) Buyurmuşlardır.

Resulullah'ın (S . A. S .) Cennetle müjdelediği


ve isimlerini zikrettiği Aşerei Mübeşşere; (Müjde­
lenmiş on k işi) nin cennetlik olduklarına şahadet
edilir. Bunların dışında nas olmadan hiç bir kimse­
nin cennetlik veya cehennemlik olduğuna şahadet
edilemez. Ancak mü'minler cennetlik olan kimse­
lerdendir. kafirler de cehennemlik olanlardandır,
denilebilir. Bundan sonra da Resulullah (S . A. S)
min zevceleri. Evlatları ve Eshabı kiramı hakkında
diğer mü'minlere nazaran daha ziyade hayır ve sa­
adet ümit edilir. Hiç biri hakkında hayırdan başka
bir şey söylenemez. Her hangi birisinin sevgisinde
ifrat caiz olmadığı gibi, her hangi birisinden teber-
rî etmek de caiz değildir. Kendilerine buğz eden­
lere ve kendilerini hayırla yâd etmeyenlere buğz
etmek caizdir. Peygamber (S . A. S .) Efendimiz ha­
dîsi şeriflerinde ^ J aI J f/ İS "ehli beytim

hakkında sîzlere hatırlatıyorum.)


ve keza diğer bir hadisi şerifde de

Eshabım hakkında kötü söz söylemekten Allah'dan


korkun, Allah'dan korkun" buyurmuşlardır.

Hürmet bakımından, Sahabei Kirama bağlı,


İmamlar ve Ülemai Salibin de böyledir. Zira bu zat­
lar Peygamberlerin varisleridir. Dünya ve Âhiretîn
selahına sebebdirler. Aralarında vâki olan bir takım

38
anlaşmazlıklar ve harpler de bir takım te'vil ve ih­
timallere hamlolunur. Haklarında verilecek en son
hüküm olsa olsa içtihadda hataya düşülmüştür de­
nilebilir. B ir müçtehit içtihadın da bazan isabet
eder, bazan da hataya düşebilir. Her iki halde de
Müçtehid sevaba nail olur. Haklarında kat'i delil­
ler bulunduğu halde bu kat'i delillere muhalefet
ederek bu zatlara seb etmek, kötü söz söylemek,
aleyhlerinde bulunmak küfürdür. Böyle bir delil
mevzuu bahis değilse bu takdirde haklarında kötü
söz söylmek fışıktır, bid'attır. Sonra bütün müslü-
manlara, Kendilerine bir İmam, reis tâyin etmeleri

bil'icma vaciptir. Resulullah (S . A. S) : O U ¡j*

İ-I a U- i* * O l» JLtfi AJl»j ^1*1 ^ iy'B ir kimse

zamanının imamını bilmediği halde ölürse, Cahiliy-


ye devri ölümü gibi ölür." Buyurmuşlardır. Böyle
bir reise ihtiyaç vardır. Zira yapılması zaruri olan
şeylerin bir çoğu, onun varlığına bağlıdır. Ahkâ­
mın tatbik edilmesi, cezaların verilmesi, ordunun
hazırlanması, hududların düşmana kapatılması ve
bunlara benzer şeyler. B ir İmam nasbetmekte fesat
artması ihtimali ise itibar edilecek bir ihtimal de­
ğildir, İmamın Kureyşten tercih edilmesi, Resulul-

iah'ın ¿j* V l ' (im am lar Kureyştendir)

hâdisi şerifine nazaran şart görülmüştür. Aynı za­


manda imamın mutlak bir imânı kâmil sahibi ol-

39
ması da şarttır. Çünkü Ayeti kerimede -tül

iJ p C/j& i (Allah-u Teâlâ mü'-


a • ^ •
miriler üzerine kâfirlere bir yol vermemiştir.) bu-
yurulmaktadır. Kadınlık, çocukluk, kölelik ve deli­
lik hallerinde Umumun işlerinin yürütülmesinde ve
tasarrufunda bir çok noksanlar, kusurlar ortaya çı­
kar. Bu bakımdan köleden, kadından, çocukdan ve
deliden reis olamaz. İmam siyasî olmalıdır. İlmi ile,
hükümleri infaza muktedir, İslâm kaidelerini ko­
rur, mazlumun hakkını zalimden alır ve diğer şart­
ları hâiz bulunmalıdır. Bu şartlar hâleldâr edilecek
olursa, imam seçmekteki maksat hâleldâr edilmiş
olur. İmamın Haşim Oğullarından veya Hazreti Ali
Evlâdından olması şart değildir. Çünkü Eshabı ki­
ram, Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer ve Hazreti
Osman'ın (Allah onlardan razı olsun) imamlıkla­
rında ittifak etmişlerdir. İmamın Mâsûm olması da
şart koşulmamıştır.

İmâmın, zamanın efdalı olması da şart değil­


dir. Zirâ olabilir ki, müsavi hatta fazilette aşağı
olan kimseler arasında millete yarayacak veya ya-
ramıyacak hususları daha iyi bilen kimseler bulu­
nabilir. İmam, zulmü ve fışkı sebebiyle azledilemez.
Zirâ bu gibi haller Hülefai Raşidinden sonraki
imamlarda görülmüştür. Fasık ve zâlim hükümdar­
lara, büyüklerimiz bağlanmışlardır. Hiç bir zaman
onlara karşı gelmeyi câiz görmemişlerdir. Her ne
kadar zâlim de olsa, selefin icmai ile sâbittir ki iş­

40
lerimizi yürüten idarecilere ve hükümdarlara karşı
gelmek caiz değildir. Keza onlara itaatsizlik etmek
de câiz değildir. Çünkü onlara itaat, Allah'a karşı
isyanı emretmedikleri müddetçe farzdır ve Allah'a

itaattandır. Çünkü Allah-u Teâlâ : I j * . Wl j «tül 1^*J(»I

(Allah'a itaat edi niz, Resu-

lullaha ve sizden olan Ûlul'emre de itaat ediniz)


diye emr etmektedir. Bilâkis sabır ve tahammül
göstermek ve onlara ıslah olmaları ve zararsız hâle
gelmeleri için duada bulunmak lâzımdır. Zirâ onla­
rın salâhı, halkın salâhı demektir. Onlara bed'dûa
etmek doğru değildir. Onların kötü olmalarını is­
temek milletin işlerinin de iyi gitmemesini istemek­
tir.

Hükümdarların iyisi ile de kötüsü ile de ciha­


da gitmek, hacca gitmek meşruiyeti kıyamete ka­
dar devam edecektir. Zira Resulullah (S . A. S .)

(İster âdil olsun

ister zâlim olsun, kitap ile âmel eden her emîrle


cihada gitmek vaciptir.) buyurmuşlardır. Keza ehli
kıble olan herkesin arkasında namaz kılmak da câ-
izdir. Resulullah (S. A. S .) c ila » ij h *

(Salih veya fâcir herkesin arkasında namaz kılınız)


buyurmuşlardır. İcmâı Ümmet de bunun üzerine­
dir. Herkesin rtamazını kılmak da böylâdir. Nitekim

41
Hazreti Peygamber (S. A. S .) <j* J<=- S^Uait

Î İ J İ I J a Ij , O U (ehli kıbleden olan kimsenin na­

mazını sakın bırakmayınız) buyurmuşlardır.

42
ALTINCI BAHÇE
ÂHİRET GÜNÜNE İNANMAK HAKKINDADIR

Âhiret günü, âni bir sayha ile Allah-u Teâlânın dile­


diklerinden başka, yerde ve gökte mevcut bütün
mahlukatın öleceği zamandır. Allah-u Teâlâ ğüj

Nl <j ¿jA jjvaJ'ij

* li u

(Sûra üfürüldükde yerde ve göklerde, Allah'ın dile­


diklerinden başka herkes ölecektir) buyurmakta­
dır. Keza j idu İ p L J I (Onları

aniden kıyamet günü alıverecek, neye uğradıklarını


bilemiyeceklerdir.) buyurmaktadır. Sonra bütün
âlem Cenabı Hakkın dilediği müddet böylece harap
kalacak, sonra da bir an bile olsa Allah-u Teâlâ'dan
gayri her şey helak olacaktır. Zira Allah-u Teâlâ

V r j N I ¿»U cT (O'nun veçhinden başka

her şey helâk olacaktır) buyurmaktadır. Bugün

hakkında Allah-u Teâlâ SİA>-Ijii ç

(Bu günde hüküm kimindir? (YA LN IZ)

tek ve Kahhar olan Allah'ındır.) buyurmaktadır.


Sonra dâimi hayat ve baka sahibi Allah-u Teâlâ,
Melekleri diriltecek, sonra da gök çatlayacak ve gü­
neş sönecek, ay tutulacak, ay ve güneş cem oluna-

43
cak ve yıldızlar saçılacak, bunları o ı .ı^ jı ısı

jJ S j

.C j İÜ j

(Gök yanıldığı zaman, güneş dürülüp söndürüldü-


ğü vakit, ay tutulup güneş ve ay bir araya getirildi­
ği vakit, yıldızlar saçıldığı vakit) Ayeti Kerimeleri
ifade etmektedir. O günde yeryüzü, üzerinde bulu­
nan her şey yıkılacak şekilde sarsılacak, dağlar yer­

lerinden sökülecektir. Bunlar l>-j ¡j* j İÜ

J L Â - 'C —> j (O zaman yerler öyle bir sarsıla­

cak, dağlar öyle bir parçalanacak k i) âyeti celilele-


rinden anlaşılmaktadır. Sonra İsrafil Aleyhisselâ-
m'ın sesi her şeye aynı derecede ulaşacak tarzda
(Ey çürümüş kemikler! ey parçalanmış etleri ey
dağılmış kıllar! Allah-u Teâlâ sîzlere hesabınızı gör­
mek — ehli cenneti, ehli cehennemden ayırmak—
için bir araya gelmenizi emrediyor) diye seslenir.

Bu hususa Ai(ah-u Teâlânın ü ill Ç ji

(B ir münâdt yakın bir mekândan

seslendiği günde) Âyeti kerimesi delâlet etmekte­


dir. Bunun üzerine bedenlerin parçaları arzda bu­
lundukları yerlerde ayrılırlar, temeyyuz ederler. Bu
temeyyüz ise ya parçalara ayrıldıktan sonra bir

44,
araya toplanmak suretiyle veyahut yok edildiktden
sonra yeniden yaratmak suretiyle vâki olur. Sonra
Allah-u Teâlâ bir yağmur gönderir, cesetler yerden
biter gibi fışk ırır. Bu husus Allah-u Teâlânın

ıS j ^ Arzdan tekrar sizi çıka­


rırız ) kavli şerifi delâlet etmektedir. Sonra bir nef-
ha daha üflenir de bütün ruhlar mensup oldukları
cesetlerde toplanır. Bütün insanlar da kabirlerinden

kalkarlar. Bu hususta Allah-u Teâlânın aJ


£* f
O jj& ıç U ç *

bir de bakarsınız herkes ayakta bakıp duruyor.)


Âyeti çelilesi delâlet etmektedir, işte bu kıyamettir.
Bunda bütün Peygamberlerin ve Âlimlerin aklen ve
naklen icmaı vardır. Bu güne delâlet eden bazı âlâ-
metler vardır ki onlar zühur etmeden kıyamet kop-
mıyacaktır. Bu alametlerden biri : Deccalın çıkma­
sıdır. Deccal sol gözü gitmiş dik saçlı birisidir.
Cenneti ve cehennemi vardır. Cenneti cehennem,
cehennemi ise cennet mesabesindedir. Boynu ile
kulakları arası kırk arşın olan bir merkebe biner.
Şaşı şaşı bakarak insanlara : Ben sizin rabbınızım!
der. İki gözü arasında kâfirdir diye yazılıdır. Bu ya­
zıyı okuması olan veya olmayan her mümin kişi
okuyabilecektir. K ırk günde Mekkei mükerreme ve
Medinei münevvereden başka bütün yer yüzünü do­
laşacaktır. Kendisine uyanların çoğu yahudiler ola­
caktır.

AS
Bu alametlerden biri de: İsa Aleyh isiselâmm
inmesidir. Peygamberlerimiz Hazreti Muhammed
(S. A. S .) in şeriatı üzerine hükmedecektir. Deccali
öldürecek, yer yüzünde Allah-u Teâlânın dilediği
müddet kaldıktan sonra vefat edecektir. A^slüman-
lar namazını kılacaklar defnedeceklerdir.

Kıyamet alametlerinden biriside : Ye'cuc ve


Me'cucun çıkmasıdır. Bunların aslı Nuh Aleyhisse-
lâmın oğlu Yafesin evladlarından gelen iki kabile­
dir. İnsan oğullarının onda dokuzunu teşkil ederler.
İnsanlar ile muharebe edecekler, Sonra Allah-u Te-
âlâ onları Hazreti İsa'nın duası ile helâk edecektir.

Kıyamet alametlerinden birisi de : Güneşin ba­


tıdan doğmasıdır. İnsanlar güneşin batıdan doğdu­
ğunu görünce hepsi imân edecekler, fakat öyle bir
zamanda, daha evvel imân etmemiş veya imânında
ihlas kazanmamış bir kimseye artık imânı faide
vermiyecektir.
Bu âlâmetlerden biri de : dâbbetü-l'arzın çık-
masıdır. Bu hâdiseye de

(A rtık kıyamet hakkında) vaad edilen sözün vukuu


sırası gelince arzdan onlara dabbetül arzı çıkaraca­
ğız, onlarla konuşacak) Âyeti kerimesi delâlet et­
mektedir. Uzunluğu altmış arşındır. Kaçan hiç bir
kimse ondan kurtulamaz, peşinden giden hiç bir
kimse de ona ulaşamaz. Beraberinde Musa Aleyhis-

46
selâmın asası ve Süleyman Âleyhisselâmın mühürü
vardır. Âsa ile mü'min kişinin alnına beyaz benek
kor. Bu benek yüzünden mü'minin bütün yüzü be­
yazlanır. Mühür ile de kâfirin burnuna siyah bir
damğa basar, bütün yüzü simsiyah olur. Güneşin
batıdan doğması hadisesiyle, dabbetülarzın meyda­
na çıkması hadisesinden biri zuhur eder etmez o
biri de onu takip edecektir. Ondan sonra insanlar
bir müddet bolluk içinde yaşayacaklar, insanlar bu
halde iken Allah-u Teâlâ hoş bir rüzgâr gönderecek
ve bu rüzgârla bütün müminlerin ruhlarını kabze-
clecektir. Geride insanların şerlileri, kötüleri kala­
caktır. işte kıyamet bunların üzerine kopacaktır.
Artık bundan sonra âhiret âlemine sıra gelmiştir.
Berzah âlemi (kabir âlemini) ve bu âleme taalluk
eden bir takım ahkâm, Mesela : ölümden sonra
kabir suali ve kabirde iken cennet ehli olan kimse­
lerin Cennet nimetlerinden bir türlü faidelenmele-
ri, keza Cehennem ehlinden olan kimselerin ise ce­
hennemin âzabından bir kısmı nasiblerini tatması
gibi kabir âlemine taalluk eden ahkâm, âhiret âle­
minin başlangıçlarındandır. Şu hâli Resulü Ekrem

(S. A. S . ) : 9 j*>- j\ ¿j*

"kabir âlemi ya Cennet bahçelerinden bir bahçe


veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur." Ha­
disi şerifleriyle bildirmektedirler. O halde her ölen
kimse lâyık olduğu şeye nâil olacaktır, ister kabri

47
olsun ister olmasın, ister asılsın, ister suda boğul­
sun, ister bir vahşi hayvan tarafından yenilsin, is­
ter yangında yansın,
Dar (Âlem ) üçtür.

1 — Dâruddünya : Dünya âlemi,

2 — Darül berzah : Berzah (k ab ir) âlemi,

3 — Daruikarar : Âhiret âlemi,

Bu âlemlerin her birinde ruhun beden ile âla-


kası, bulunduğu âleme has bir tarzdadır. Alâkanın
en mükemmel tarzı da cesetlerin ba's olunduğu
gündedir. Zira kıyamete hasrolunduktan sonra be­
den artık ne uyku, ne ölüm ve ne de bozulma key­
fiyeti kabul eder. Hülasa : Allah-u Teâlâ her âlem
için O âleme mahsus, ayrı ayrı hükümler koymuş­
tur. Dünya âlemine ait hükümler, beden üzerinde
câridir, ruh Sâdece bedene tâbidir. Berzah âlemine
ait hükümler ise : ruh üzerinde câridir, beden sâ­
dece ruha tâbidir. Cesetlerin ba's olunduğu vakitte
ise : nimete, âzaba ve diğer şeylere ait hükümler,
hem ruh ve hem de ceset üzerinde cereyan eder. Bu
suretle itikada ait bir takım müşkül meseleler çö­
zülmüş oldu. Muvaffakiyet Allah'dandır. Hamd da
Ona mahsustur.

48
YEDİNCİ BAHÇE
ÖLÜMD'EN SONRA DİRİLMEK HAKKINDADIR

Bu dirilmek ise : aslî bedenlere, ruhların mut­


lak olarak iade edilmesidir. Bu keyfiyet hem aklen
ve hem de naklen sabittir. Çünkü dirilme keyfiyeti
bir cismin bütün parçalarını, birbirinden ayrıldık-
dan ve bir takım değişikliklere uğradıktan sonra,
bütün hususiyetleriyle beraber ilk şekline iade et­
mekten ibarettir. B ir cismi, daha hiç ortada yok
iken ilk olarak meydana getirmeğe kâdir olan el­
bette ki, ikinci defa o cismi ayni hâle iade etmeğe
muktedirdir. Bunu Allah-u Teâlâ : )

ö j] ® j* t al i ul (_£wül (J® ç* J

(_$ÂS1j Aj )( i j* dy c£ÂSl (J* Cj a

( O ^a I ^IÂ-1
„Çürümüş ve toz haline gelmiş şu kemikleri kim di­
riltecek diyene de ki : onu ilk def’a meydana geti­
ren diriltecektir.) (B izi kim ilk halimize iade ede­
cek diyecekler de ki: sizi ilk def'a yaratan) (O
Allah ki halkı ilk def'a vücuda getirdi, tekrar o hal­
kı ilk şekline iade edecektir" "Elbetteki yeniden di-
•riltmek ilk yaratmaktan daha kolaydır." Âyeti ke­
rimeleri ve emsali ile diriltme keyfiyetini beyan bu­
yurmaktadır. Âhiret, dünyada yapılan amellerin
karşılığını görme mahallidir. Zira dünya imtihan
yeri, âhiret ise karşılık görme yeridir. Bu ise ya

49
Cennete girmek suretiyle mükâfat, veyahut cehen­
neme atılmak suretiyle azap şeklinde tecelli eder.
Cennet ve cehennem, Cenabı Hakkın şu anda
mevcut iki yaratığıdır. Buna Hazreti Âdem ve Hav­
va kıssası delâlet etmektedir. Nitekim Cenabı Hak

Cennet hakkında : Cj Xc\ (Müttakiler

için hazırlandı) ve Cehennem hakkında da : OO p I

(j yllsJJ (K âfirle r için hazırlandı) buyurmak­

tadır. Cennet ve cehennem hiç bir zaman yok ol­


mayacaktır. Dolayısiyle bunların ehli de yok olma­

yacaktır. Bu hususu Cenabı Hak lr »

(¡Orada ebediyen kalacaklardır) Âyeti cel i leşiyle


açıklamaktadır. Zira imân ebediyyen vacip olduğu
ve küfür de ebediyyen haram olduğu için bunların

cezaları da. aynı şekilde ebedidir Bu husus *İJ>-

Ul* j (Amellerine uygun ceza) âyeti keri­

mesinden anlaşılmaktadır. Cennet ve cehennemden,


sevap ve ikabdan evvel amellerin arz edilmesi ve

muhasebesi vardır. Nitekim t i f ¿ k j (J * J

"Sâf sâf, Rabbına arz olunurlar'' Âyeti kerimesi

bunu ifade etmektedir. Keza N d jJ>

İJ\>- X- ^ "O günde siz arz olunacaksınız, Siz-

50
den hiç bir şey asla gizli kalmayacaktır.) Âyeti ke­
rimesi de aynı hususu teyit etmektedir. Ayrıca her

kes o günde amel kitabını okuyacaktır. <! J

IJ aub l u r «ulJsîl ço (Biz ona kıyamet

gününde bir kitap çıkaracağız, o, önüne açılmış bir


kitapla karşılaşacaktır) âyeti kerimesi bu hakikati
anlatmaktadır.
Peygamber (S. A. S.) efendimizin havzı kevseri.
nin varlığına da inanmak vaciptir. Çünkü Allah-u

Teâlâ : j iib JaP İ Ul (B iz sana kevseri ver­

d ik) buyurmakta, Resulü Ekrem Efendimiz de

I (Benim havzım bir aylık

yoldur) diye haber vermektedir.


Mizanın da varlığına inanmak vaciptir. Al!ah: u

Teâlâ : j (B iz kıyamet

günü için âdalet terazileri kuracağız) buyurmakta­


dır.

Sırat da haktır. Allah-u Teâlâ : £1* <jl i


ı
U .i j ' j V l (Sizden her biriniz muhakkak oraya uğ­

rayacaksınız) buyurmaktadır. Sırat cehennem üze­


rine kurulmuş bir köprüdür. Kıldan ince, kılıçtan
keskindir. Bütün bunların varlığı malûm ve fakat
bizce keyfiyetleri bilinmemektedir.

51
Peygamberlerin ve iyi kimselerin, başkaları

hakkında şefaat etmeleri de haktır. c£Â5l 'i

sX f (Onun izni olmadan, nezdin-

de kim şefaat edebilir) Âyeti kerimesi hu hakikati

isbat etmektedir. Resulullah (S . A. S.)

<Jİ*' (j* Şafaatim ümmetimden büyük

günah işleyenler hakkındadır." Buyurmuşlardır ve

yine Hazreti Peygamber (S . A. S .) : * Â İj

»U r ~!l ^ *\U!l ^ «A-JVl î Î*Âj ( Kıyamet günün­

de üç sınıf kimse şefaat edecektir. Peygamberler,


sonra âlimler, sonra şehitler) buyurmaktadırlar.
Küfürden başka her büyük günahın affı caizdir. Al-

lah-u Teâı'â : ¿ D i j b * V -âiljl

(Allah hiç bir suretle keidîsine şirk ko­

şulmasını affetmez ve bundan başka günahları dile­


diği kimse hakkında bağışlar) buyurmaktadır. Bu­
nunla beraber kul, küçük günahlardan dolayı da

azap edilecektir. Nitekim Allah-u Teâlâ :

«■Lia ¡y y jJ U j;j (Dilediği kimseyi bağış­

lar ve dileğini azap eder) buyurmaktadır.

52
Büyük günahlar insanı, inkâr ve yalanlama
alameti olmadıkça imândan çıkarmaz ve küfre sok­

maz. Çünkü Allah-u Teâlâ : Ijl» l ¿rJUl lf-1 0

"Ey imân edenler

öldürenler hakkında sîzlere kısas farz olundu) bu­


yurmaktadır. Keza mü'minlerden büyük günah iş­
leyenler ebediyen cehennemde kalmayacaklardır.

Zira Allah-u Teâlâ : «_/ i S ji JUL» ¿i

(Zerre mıkdarı hayır işleyen onu görecektir.) bu­


yurmaktadır.

53
SEKİZİNCİ BAHÇE
KADERE İMÂN HAKKINDADIR

Kaderin aslı, Allah-u Teâlânın, hilkat âlemine


ait bir sırdır. Bu sırra ne bir melek, ne de bir Pey­
gamber vakıf olabilir. Allah-u Teâlâ bu husustaki
bilgiyi sadece kendi zatına tahsis etmiştir. Zira
ilim iki kısımdır.

1 — Kullar arasında cari olan ilim : bu şeriat


ilmidir.

2 — Kullar arasında, cari olmayan ilim ; bu­


da kader ilmidir. Allah-u Teâlâ bu ilmi mahlûkla­
rından gizlemiş, onları kendi maksadına muttali ol­
maktan men etmiştir. Bunun içindir ki kullar ara­
sında cari olan ilmi reddetmek küfürdür. Aynı za­
manda kullara nasip olmayan kader ilmine vakıf
olduğunu iddia etmek de küfürdür. İmân ancak şe­
riat ilmini kabul ve kadere vakıf olma isteğinden
vaz geçmekle sâbit olur. Kader ilminde derinleş­
meğe çalışmak felâkete düşmeğe ve in'amı İlâhiden
mahrum kalmağa sebeb olur. Zira bu hal insanı,
Rububiyet hükümlerinde nizaya götürür. Allah-u
Teâlâ Kendi hakkında :

"İşlediği şeyden süal olunmaz" buyurmaktadır. Ha­


sılı; kadere imân, hayır ve şer, tatlı ve acı her şey
Allah-u Teâlânın ezelî ilminde her olacak şey hak­
kında sebkeden takdiri İlahîsi ile kullar hakkında
takdir edilmiş olduğuna inanmaktır. Allah'ın tak-

54
d iri, Allah'ın dileği üzere kat'i olarak tahakkuk
eder. Zira bu hususda Cenabı Hak : ^ J Ş 'Ü İ

jd L "B iz her şey'i bir takdir üzere yarat­

tık" buyurmaktadır. Keza « J 2” <

^ j'A â î"h e r şey'i yarattı ve onu takdir etti." Bu­

yurmaktadır. Resulu Ekrem Efendimizde : «ülljAî

Cj I 01 J J (Allah-u Teâlâ

mahlukatın kaderini, yeri ve gökleri yaratmadan


elli bin sene evvel takdir etti. Arşı su üstündedir)
buyurmaktadır. Şu halde saîd (iyi- adam) Allah-u
Teâlânın hükmü ile saîttir. Şaki de böyledir. Alla­

h-u "Dilediğini hida-

yete erdirir, dilediğini dalalette b ırakır." buyur


maktadır. Bazan sâîd bir kimse Allah-u Teâlânın
kazası ve kaderiyle şaki olabilir. Bunun akside vâ-
kidir. Allah-u Teâlâ : «Xp j ¿1 j>,.r

ı_jl:S3l "Allah dilediği şey'i siler ve dilediği şey'i

sabit b ırakır", Ümmülkitap ancak indi İlâhidedir."


Buyurmaktadır. Değiştirmek saâdet ve şakavet hak­
kındadır Yoksa bir kimseyi saît etmek veya şakî
kılmak mânasına değildir.

55
Levh'i- Mahfuz'un varlığına inanmak ta, kaçta-
re inanmak faslındandır. Ayrıca Levh'i Mahfuzda
her şeyin kader olduğuna inanmak da bu fasıldan­
dır.

Âltah-u Teâlânın. adem oğullarından aldığı mî-1


saka da inanmak icabeder. Allah-u Teâlâ indinde.
Cennete gireceklerin de, Cehenneme gireceklerin de
sayıları daha ezelde bilinmekte idi. Bu adet ne aza­
lır ve ne de çoğalır. Kulların işlediği bütün şeylerin,
Allah'ın yaratmasiyle olduğuna inanmak da vâcib-

tir. Zira Allah-u Teâlâ : j

jr & \ j "Allah sizleri ve sîzlerin işlediği

şeyleri de halk etti." Allah her şey'in yaratıcısıdır."


buyurmaktadır’
Her ne kadar, kulların kesibleri sebebiyle se­
vap veya ikab görmelerini icabettiren, ihtiyarları
varsa da yine de Allah Hâlik'tir, kul kâsiptir. Tak­
dir olunan şey birdir. Lâkin iki ayrı cihet hasebiy­
le, iki kudretin tahtı tesirindedir. Nitekim Allah-u

Teâlâ : j& - y * I U j 0^1*« I J

<3ll "O halde beyhude onların işlediklerinden


tasalanma'', "Hayırdan ne işlerseniz Allah onu bi­
lir." buyurmaktadır. İnsanın İşlediği güzel şeyler­
de Allah'ın rızası vardır. Kötü işler işlemesine ise
Allah Razı değildir. Nitekim Allah-u Teâlâ : -¿¡Ij

56
Allah

fesadı sevmez", "kulları için küfre razı değildir."


buyurmaktadır. Kesip failine râci bir fiildir. O fiil­
den sahibine ya faide veya zarar gelebilir. Allah-u
Teâlâ : U l^Jb- j l^J (Her nefsin

kazandığı faide o nefsin lehine, iktisap ettiği zarar


da aleyhinedir" buyurmaktadır. Teklifi İlâhi zahirî
bir kudret yeterliğine mütevakkıftır. Bu zahiri
kudret yeterliği de vus'at, temkin ve vasıtalarla,
aletlerin sıhhati bakımından nazara alınır. Bu ba­
kımdan varlığı fiilden evvel gelir. Ahkâm bunun
varlığına bağlıdır. Zira Kudret yeterliği olmadan
teklif edilme keyfiyeti mümkün olamaz. Nitekim

Vl L iî ¿l«Jd£»V
Allah-u Teâlâ : "Allah hiç bir nefse gücünden aşırı
hiç bir teklif te bulunmaz) buyurmaktadır. Batınî
güç yeterliğine gelince Allah-u Teâlâ, bu güç yeterli­
ğini fiile makrun olarak vücuda getirir. Fiil ile be­
raber olur. Lâkin bu batınî güç yeterliğine, ahkâm
taâlluk etmez. Zira bu güç kulun vüsati dahilinde
değildir. Bu batınî güç yeterliğine itaatlarda olursa
(te v fik ), maasiyetlerde olursa (H îzlan) tabir edi­
lir. Ecel birdir. Ölüm ölenle kâimdir. Allah-u Teâlâ-
nın mahlûkudur. Bu hususda Allah-u Teâlâ : J})>-

ijJ\j , O jil Allah ölümü ve hayatı yarattı)

buyurmaktadır.

57
Öldürülen kimse, eceli ile ölen kimsedir. Öl­
dürme ciheti kesib cihetiyle öldürenin bir fiilid ir.
Yoksa halk etme cihetiyle de Hâlik'in bir fiilid ir. Bir
kimseye vurma neticesinde duyulan elem bir şey'i
kırma neticesinde hâsıl olan kırılm a, bir öldürme
neticesinde vûku bulan ölüm ve bunlara benzer bü­
tün şeyler hep Allah-u Teâlânm yarattığı şeylerdir.
RIZIK : Allah-u Teâlânm canlı olan bir yaratı­
ğa sevkettiği bir şeydir. O canlı, bu rızkı yer. Zira

Allah-u Teâlâ : ‘41'5 j * '•* J


"Y e r yüzünde dolaşan hiç bir canlı yoktur ki Allah
Onun rızkını tekeffül etmiş olmasın) buyurmakta­
dır. Rızk, bazen helâl ve bazan da haram olur. Her­
kes kendi rızkını kullanır, bitirir. Hiç bir kimsenin
rızkını diğer bir kimsenin yemesi tasavvur oluna-
madığı gibi hiç bir kimse de başka bir kimsenin
rızkını yiyemez. B ir şey'i tazmin etmek veya bir
şeyde cezaya çarpılmak sadece men'olunan bir hu­
susu irtikâp etmekten dolayıdır. Bütün bunlarda
Allah-u Teâlânm kaderi iledir. Bu kaderin de ilmi
indi ilahidedir. Kaderi İlahîde olan her şey'e inanı­
rız. "Böyle bir şey yoktur" diyen kimseyi de tekzip
ederiz. Son olarak deriz ki,

Ey İslâmiyetin mütevellisi ve ehlî olan Allahı­


mız! Bizleri imân üzerinde sâbit kıl, tâ ki O imânla
huzuru ilâhi'ne kadar gelebilelim. Koruma ve mu­
vaffakiyet Allah-u Teâlânm elindedir. Hakikate er­
dirmede Onun eli iledir.

58
Eserin sona ermesinden ve tamamlanmasından
dolayı Allah-u Teâlâyâ hamidler olsun. Ümmete yol
gösteren, keder ve gammı kaldıran Resulü Ekremi
Muhammed (S. A. S .) Hazretlerine, büyük himmet
sahibi Ümmetin hayırlıları Âli ve Ashabına da salat
ve selâmlar olsun.

59
F İ H R İ S T

Ö N S Ö Z ................................................................... 3 — 4

Birgivî Muhammed bin Pîr Ali ................................... 5 — 6

İtikad Temellerinde Cennet Bahçeleri ..................... 7 — 9

BİRİNCİ BAHÇE İmanın Hakikati ............................... 10 — 15

(İmanın lügat manası; Şeri'atta imân; İmânın kal­

bin tasdiki olduğu; İkrar ve amelin imânın hakika-


tından olmadığı; Aklî ve nakli delilleri; îmânın cüz'-

lerinde bir artma ve eksilme olmayacağı; Allah'ın


dini tekdir).

İKİNCİ BAHÇE Allah'a imân hakkındadır ................. 16 — 25


(Vücûb, Mümteni', Mümkin; Allahu Teâlânın kı­

dem, bekâ, benzeri olmadığı, bizatihi kâim olduğu,


hayat, ilim, irade, kudret, tekvin, semi', basar, ke­

lâm sıfatları; Sıfatlarının Zatının ne aynı ne de


gayri olduğu; Allah Teâlâya hiç b ir şeyin vacip

olmadığı; Allahu Teâlânın âhirette Cennet ehli tara­

fından görüleceği; Allahu Teâlânın dualara icabet


eder, hacetleri görür olduğu).

ÜÇÜNCÜ BAHÇE Meleklere inanmak hakkındadır ... 25 — 29

(Cebrâil, Mikâil, İsrafil, Azrail aleyhimüsselâm;

60
Meleklerin resullerinin avamı nâsdan efdal olduğu;

insanların avammının meleklerin avamından efdal


olduğu; İnsanların avammının meleklerin avamın­
dan efdal olduğu; Harut ve Maruf; Şeytan; Şeyta­

nın insanlara Zahiri ve bâtınî te'siri olduğu; Cln-


n iler).

DÖRDÜNCÜ BAHÇE Allah-u Teâlânın kitaplarına

inanmak hakkındadır ..................................................... 30 — 31


(Kur'anı Kerimin Allah kelâmı olduğu; Kur'anı
Kerimi beşer kelâmı zannetmek küfürdür; Ye's

küfürdür; Akibetinden emîn olmak da küfürdür).

BEŞİNCİ BAHÇE Allah-u Teâlânın kitaplarına

inanmak hakkındadır ....................................... ......... . 32 ı— 42


(Peygamberlerin vazifeleri; Resul; Nebiy; Velî;

Peygamberlik Allah Teâlânîn vergisidir; İrhas;


Mucize; Meunet; İstldrac; ihanet; Peygamberlerin

âlemlerden efdal olduğu; Köle, kadın ve yalancıdan

peygamber olamaz; Ulu-lazim peygamberler; Hazreti

Muhammed (S . A. S .) in ins ve cinne peygam­


ber olarak gönderildiği; M i'rac; Şeriatı Muhamme-
diye kıyamete kadar bâkîdir; Hilâfetin otuz sene
olduğu; Ebubekir ve Ömer'in efdal olduğu; Aşerei
Mübeşşere; Ehli beyt; İmam; Her emir ile cihadın

vâcip olduğu).

ALTINCI BAHÇE Ahiret gününe inanmak hakkın-

dadır ................................................................................ 43 — 48

(Sura üfürüleceği; Her şeyin yok olacağı; Kıyame-

61
tîn âlâmetleri; Deccalin çıkacağı; İsa aleyhisselâ-
mın geleceği; Ye'cuc ve Me'cucun çık ışı; Güneşin

batıdan doğuşu; Dabbetülarzın çıkışı; Âlemin üç


olduğu).

YEDİNCİ BAHÇE Ölümden sonra dirilmek hakkın­

dadır ............................................ v ............................... 49 — 53


(Ölümden sonra dirileceği; Cennet ve cehennemin

varlığı; Havzı Kevser; Mizanın varlığı; Sırat; Pey­

gamberlerin, âlimlerin ve şehitlerin şefaat edeceği;


Allah Teâlânın günahları bağışlayacağı; Mü'mînlerin

cehennemde ebediyen kalmıyacağı).

SEKİZİNCİ BAHÇE Kadere iman hakkındadır ........ 54 — 59


(Şeriat ilmi; Kader ilm i; Allahın fiillerinden so-
rulamıyacağı; Ahdi Mîsak; Tevfik; Hızlan; R ızık).

62

You might also like