Professional Documents
Culture Documents
Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu - İlân-I Hürriyet Ve Sultan II - Ci Abdülhamit Han
Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu - İlân-I Hürriyet Ve Sultan II - Ci Abdülhamit Han
Y AZAN 8
Na^iJîf Tepede
Sataş yeri:
Yciîi Çağır KitabervS
Beyazat — îstanbul
Bu eser (îlân-ı Hürrij'et) adı verilen
siyasî hâdisenin 50 nci yıldönümü olan
1958 senesinde Hürriyet gazetesinde
çıkmıştır.
— Hürriyet vaaar!.
Evet... Şehrin her tarafına kovanlardan boşanmış anlar
gibi dağılıp koşuşan, iki ellerindeki ilâva diemetlerini kanat
gibi açarak âdeta uçuşan müvezziler böyle bagınşıyorlardı.
Halbuki bu ilâvelerde sadece «Kanun-u Esasinin tekrar yü
rürlüğe girdiğini» bildiren padişah İradesi yazılıydı.
23 Temmuz sabahı çıkan istanbul gazetelermde bu hor
berden eser yoktu. Onlar, gene, dünyayı güllük gülistanlık
gösteren basma kalıp havadisleri ile, nişan ve rütbe haber^
leri ile sütunlarmı doldurmuşlardı. Çünkü irade 22 - 23 ge
cesi, gece yarısından sonra yazılmış, padişEih tarafmdan im
za edilmiş ve saray telgrafhanesinden Manastır'a çekilmişti.
Ve çünkü padişah, Kanun-u Esasiyi kendi isteği ile veya İs
tanbullular istedikleri İçin değil, Rumeli istediği için, daha
doğrusu Manastır'dakiler tarafından arandığı için, Köprülü
ler, Dramalılar tarafmdan zaten ilân edilmiş olduğu için ye
nihayet bir Pirozovik blöfü ile korkutulmuş olduğu için tek
rar vo «alelacele» yürürlüğe koymuş bulunuyordu,
İstanbul gaaeteleri normal baskılannı yaptıktan sonra
Selanik'teki muhabirlerinden aldıkları acele telgraflardan tu
haberi öğrenmişlerdi ve inanamadıkları için saray muhabir*
lerini sürücü beygi.rlerlne bindirip çalakamçı Yıldıl'a yolla
mışlardı. O zaman Başkâtip Paşa, Matbuat Umum Müdürü
vasıtasiyle iradenin bii'er suretini gazetelere dağıttırmıştı.
Sonra baskı makineleri alabildiğine çalıştnağa başlamış, şe
hir bir ilâve yağmuruna tutulmuştu.
«Hürriyet» kelimesini müvezzilerin ağzma veren îkdam
gazetesi sahibi Ahmet Cevdet Bey olmuştu. Yoksa iradede
«Hürriyet» diye bir kelime yoktu. Kanun-u Esasî'nin tekrar
yürürlüğe girdiğini Manastır'a, Selânik'e ve Rumeli'nin he
men bütün vilâyet merkezlerine telgrafla açıkça bildiren P'â-
ray, İstanbul gazetelerine gayet müphem ifadeli bir tebliğ
•vermişti. Tebliğde sadece «Osmanlı ülkelerinin her tarafın
da meşrutî idare tesis edilmiştir.» deniyordu. Geniş y^gmlar
o derece koyu bir bilgisizlik içinde idiler ki Ahmet Cevdet
Bey hâdiseyi halka anlatmak, halka mal etmek için halkı
coşturacak bir kelime aramış ve «hürriyet» 1 bulmuştu. îk
dam matbaasının neşrettiği ilâvenin üstüne «Yaşasın lıürri-
yet! Yaşasın adalet!» diye yazdırmış ve tebliğin sonuna da
iki satır ilâve etmişti:
«Yaşasın adalet, yaşasın müsavat, yaşasın uhuvvet!!»
Müsavat yani eşitlik, uhuvvet yani kardeşlik...
İşte bunun üzerine müvezziler bir «Yaşasın hürriyet» tir
tutturmuşlardı. Ve herkesin artık eşit ve kardeş sayılması
icabettiğini anlayan halk dilini, ellerini, kollarını, ayaklarım
bağlayan ne varsa... kilit, kelepçe, urgan, köstek... hepsini
kırıp parçalamış, koparıp atmış, işi gücü bırakmış, birleşip
toplanmış ve sokaklardan coşkun seller halinde akmış, m.ey.
dariları doldurmuştu.
Az sonra bütün kışlalardan, sevinçli haberi kutlayan top
lar da atılmağa başlamıştı. Fakat ciğerlerinin bütün kudreti
ile haykıran halkın, şehri uğuldatan naraları bu top seslerini
bastırmıştı:
— Yaşasın hürriyet!.
Meydanları dolduran kalabalıklar arasında avaz avaz ba
ğırarak nutuklar söyleyen hatipler belirmişti. Hemen her
kesin elinde bir bayrak vardı. Caddelere evlerin pencerele
rinden bakılınca, bu dalgalanan bayraklardan aşağıdaki in-
sanların başlan görülmüyordu. Hatiplerin kimi bir evin da-
™ 8—
•
Âlî Paşamn ölümü Abdülâziz devri için de, bizzat Ab
dülâziz için de büyük bir felâket oldu. Zira hem İmparator
luk, son tecrübeli devlet adamından mahrum olmuştu, hem
de hükümdar, tamamiyle Mahmut Nedim Paşanın tesiri al
tma girmişti. MaJımut Nedim Paşa, bir taraftan sarayın is
raflarım teşvik ediyor, bir taraftan da saplandığı yanlış po-
— 20 —
,2 ™- ERMENİ PATIÎlDISI:
3 — B O M B A HÂDÎSESÎ:
-A-
Abdülhamid diktatör!
î.şbu bin dokuz yüz elli sekiz yılından başımızı geriler®?
çevirip birinci saltanat yılındaki Abdülhamid'e bakınca ormüa
tamaıniyle modem bir politikacı gibi hareket etmiş oldugtı
seziliyor.
Denecektir ki: .Abdülhamid bir politikacı değil bir hü
kümdardı.»
Evet... Ve hükümdarın politika yapmaması icap ederdi,.
Ederdi amma şayet o günlerde politika yapmayı bilen in
sanlar, politika yaptıkları memleketi tanıyan insanlar v «
politika yaptıkları memleketin dünya şartlarım, sezen însaB»
1ar bulunsaydı.
Hâdiseler apaçık gösteriyor ki Abdülhamid'in taiıta çık
tığı günlerde Türldye'de sözü dinlenen devlet adamı yoktu..
Türkiye'de muasır dünyayı tanıyan diplomatlar da devede
kulak kabilindendi. Ordu başındaki komutanlar, üçü beşii
müstesna, mesleklerinin ve vazifelerinin ehilleri değillerdi..
İmparatorluğun birçok ye'rlerinde hükümet daireleri kiralık
evlerde idi. Tıp, başıboştu. Hastahane yoktu, kışla yoktu, şi
ir, edebiyat, resim, san'at pek derme çatma idi. Basın çocuk
oyuncağı idi. Yüksek okul bir tarafa rüştiye ve idadi mek
tepleri parmakla sayılabiliyordu. Müslümanlar arasında Av
rupa anlayışına göre münevver yoktu. Buna mukabil, bütün:;
gayretleri ile imparatorluğu çökertmeğe çalışan unsurlar artı
sında Avrupa terbiyesi almış olanlar pek kabarık bir yekûa.
tutuyordu. Bir kaç berberle üç beş sıvacıyı hesaba katm^
,™ 41 —
F : i.
— 50 ~
Gelelim Yahudilere...
Hürrem Sultan İstanbul sarayında tam bir diktatör ola
rak hüküm sürdüğü Kanunî Sultan Süleyman günlerinde
Mihrimah Sultanın sıska kocası Rüstem Paşanın delâleti ile
Türkiye'ye akın akın göç ettikleri devirden İkinci Meşruti
yetin ilânı ânına kadar Yahudiler, bu memlekette en rahat
günlerini Sultan Abdülhamid Han devrinde yaşamışlardır. Ve
liunım karşılığı olarak «Kızıl Sultan rejimine» 1895 yılına
kadar tam bir sadakat göstermişlerdir, 1895 ten sonra da bu
.sadakatin devam etmemesi için İmparatorluk içinde doğmuş
hiçbir sebep yoktu. Abdülhamit idaresi bütün dinlere saygı
gösteriyordu. Tam bir din hürriyeti vardı. Fazla olarak Ab
dülhamit, ikide bir havralarına yardımlar da gönderiyordu.
Basra'da, Bağdat'ta, Beyrut'ta, Halep'te, Şam'da olduğu gibi
.Selânikte, Rumelinin bütün vilâyet, sancak ve kazalarında,
Adalarda olduğu gibi Adriyatik kıyılarında ve Trablusgarp-
ie diledikleri gibi kârlı işleri ile uğraşıyorlardı. Askere git-
scıiyorlardı. Canlan, ırzları, mallan tam bir emniyet içindey-
56 "~
lara pek inanmış bir adamdır. Ziyaret günü yanma iki tor
ba dolusu da altın alıp gider. Kabasakal (1) söylenenlere bir
an kulak verir; akabinde top gibi gürler:
— Defol, seni hapse tıktırmadan pilini pırtım topla,,
memleketine git! Sen deli misin? Padişahın adaleti altınla
satın alınır mı?
Bu maceranın Süleyman Ağaya ( 2 ) inhisar etmediğine
inanmak namuslu adamların boynuna borçtur. Bir Türk dev
letinin adaletini otuz üç yıl çamura batırmak ne büyük gü
nahtır !
Abdülhamid'in istibdadından bahsedenler onun şehzade
leri bile konaklarına kapamış olduğunu sık sık söylerler. Bu
doğru mudur ve bundaki politika sırrı nedir?
Doğrudur... Abdülhamit hanedan erkeklerim sokaklarda
dolaşmaktan menetmiştir. Ama sebebi nedir bilir misiniz;
halk, bu adamları görünce ne cahil, ne budala, ne teıbiyesiz,
en kılıksız insanlar olduklarını anlar da Osmanlı hanedanın
dan da nefret eder diye...
Nitekim, 23 temmuz 1908 den sonra bu necabetlû şehza
deleri, kim görmüşse:
— Aman Allah! ~ demiştir — ne berbat adamlar bun
lar!
Abdülhamit düşmanlarının başlarına taç ettikleri Reşat
bir budala idi? Vahideddin'in ne olduğunu İstiklâl Savaşı
yıllan gösterdi, ötekiler ise büsbütün berbat çıktılar. Arala
rındaki nadir değerlerden biri olan Prens Nurettin Efendi
nin 1918 de Enver Paşanın yaveri ve kendi kayınbiraderi
Şükrü Beye (Birinci Mecliste İstanbul milletvekillerinden),
şu sözleri söylediğini ben duydum:
•
Abdtilhamid'in aleyhinde bulunmak için acaba hiç mi se
bep yoktur? Vardır şüphesiz. Abdülhamid'de siyasî tarihin
affetmiyeceği tek şey şudur:
«Kurduğu mekteplerde yepyeni bir münevver siviller ve
askerler sınıfı yetiştirdiği halde, vakti geldiği zaman, karşı
sında kendisini zorlayacak bir siyasî hareket belirmeden bu
nesli siyasi iktidara ortak etmeyi düşünememiş olması. Bu
nesli, eninde sonunda, imparatorluğu parçalamaktım başka
bir hedefi olmayanlarla siyasî ittifaklar yapacak duruma dü
şürmesi.»
Yetiştirdiği E,esil ile zamanında devlet idaresini paylaş
mış olsaydı, İttihat.ve Terakki neslinin dinamizmi ile kendi
üstün tecrübesi birleşir ve hiç şüphe yok tarihin seyri deği
şirdi. Yoksa, 18&3 Rus - Fransız- gizli askerî ittifakına 1,907
de İngiltere'nin de katılması suretiyle dünya muvazenesinin
bozulmasından ve Osmanlı devletinin pai'çalanma tehlikesi
ne uğramasından Abdülhamit Han asla sorumlu değildir.
31 Marttan tamamiyle maşımı olan Abdülhamit Han
Alâtini köşkünde 4 yıl (1909 - 1Ö13) dünyadan uzak yaşatıl
dı. Çok zengin bir lövanten'in bir cennet hayatı. geçirmek
için yaptırnuş olduğu köşk, onun için biı- dünya cehennemi
haline sokulmuştu. Geniş bahçesini çevi.ren. demir parmak-^
îıklar sökülmüş, nhtım ve bahçe dört metre yükseklikte ka
im duvarlarla çevrilmişti. Ne Flokanm :?;ümriifc yeşilliklerini,
ne de .Selanik Körfezinin o masmavi denizini görebiliyordu,
îttihad ve Terakki Cemiyetinin gisli,komitesine.mensup ye
minli fedaî subaylar idaresinde kaiabal.ık bir muhafız kuv-
65
F : B
fir lûtfeftti.-Heyet yatla Selânik'e gitti ve Abdülhamit, A1--
manya İmparatorluğu harp donanmasr bayragmm himayesi
altinda İstanbul'a nakledildi. Edip Sahabettin Süleyman mer--
humun akrabasmdan, değerli bir münevver ve^ devlet ada
mı olan Damat Şerif Paşa, Selanik'te Abdülhamit Han ile
ilk karşılaştıkları dakikayı şöyle anlatır:
«Kardeşi Padişah Reşat Hanın iradesiyle kendisini İs
tanbul'a götürmek üzere geldiğimizi öğrendiği zaman gülüm
sedi:
« — Buna neye lüzum görüldü? Burada hayatımızdan
niemnun bulımuyoruz..»
Arif Hikmet Paşa ile göz göze bakıştık. Hakikati bildir
meğe mecbur olduk:
ı ~ Selanik tehlikededir efendimiz.,»
e— Nasıl bir tehlike bu?»
« — Düşman yaklaşıyor. Yunan ve Bulgar orduları şehri
zaptetmek üzeredirler.»
Bu cevabımız üzerine Abdülhamit Hanın yüzünde beli
ren hayret ve hiddeti tasvirden âcizim.
Birdenbire oturduğu koltuktan fırladı ve:
« ~ Ne diyorsunuz? diye bağırdı. Yunanhiarla Bulgarlar
birleşip bize Harp mi ilân ettiler. Bir Bulgar komitecisi bu
lup üç beş altın vererek, bir Yunan kilisesine bir bomba at-
tıramadınız mı?»
İşte o zaman, bütün Makedonya gürültülerinin sırrmı
çözer gibi oldum. Abdülhamid'in saltanatı esnasında, Bul
garlarla Yunanlıları birbirlerine düşman etmek için ne gibi
plânla,rla çalışmış olduğunu sezdim.. Bizden bir cevap alâr
majanca bir müddet düşündü. Sonra sakin bir sesle sordu:
« - — İngiltere'de Hariciye Nazırı kimdir şimdi?»
Arif Hikmet Paşa cevap verdi:
« - - Sir Edward Grey, efendüniz.»
— 67 —
tşte bu kadar..
... Bakisi düruğ-i bînihayettir efendileılm...
İşte bugün Orta Doğuya :ytne Abdülhaniid'tn İânetİ çök
müş gibidir.