Professional Documents
Culture Documents
Sinem a ve F elsefe
Kapı Yayınlan 324
Edebiyat 94
SİN E M A V E FELSEFE
Dücane Cündioğlu
ISBN: 978-605-4683-59*8
Sertifika No: 10905
Kapı Yayınlan
Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlu / İstanbul
Tel: (212) 513 34 20*21 Faks: (212) 512 33 76
e-posta: bilgi@kapiyayinlari.com
www.kapiyayinlari.com
Bosfcı ue Cf/f
Melisa Matbaacılık
Matbaa Sertifika No: 12088
Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No; 8 Bayrampaşa / İstanbul
Tel: (212) 674 97 23 Faks: (212) 674 97 29
G enel Dağıtım
A lfa Basım Yayım Dağıtım San . ve Tic. Ltd. Şti.
Ticarethane Sokak No: 53 Cağaloğlu / İstanbul
Tel: (212) 511 53 03 Faks: (212) 519 33 00
Dücane Cündioğlu
İçindekiler
ö n s ö z ................................................................................................................ ix
özgürlüğe ağıt..................................................................................................... 3
her şarkı söylediğinde....................................................................................... 16
eser konuşurken sanatçı kekeler..................................................................... 20
tanrı’dan çok uzakta......................................................................................... 23
tutku yok edilebilir ama yaratılamaz................................................................27
rüyada gerçekleşen hayal.................................................................................31
bir dişi is a .........................................................................................................33
erkek bencilliği............... 37
insanı tavaf etmek............................................................................................ 40
tarkovski mavisi................................................................................................44
ahengimi cebire vurdum.................................................................................. 48
görünmez bir bütünün parçalan..................................................................... 53
cümle uzunluğunda koridor............................................................................. 56
abes.................................................................................................................. 60
beyaz şiddet..................................................................................................... 64
antichrist.......................................................................................................... 67
teolojik edebiyat.............................................................................................. 72
cinselliğin teolojisi............................................................................................ 76
hiçlikte basılmak...............................................................................................80
melancholia..................................................................................................... 84
kendini kendinde bil......................................................................................... 98
kimin gerçeğisin sen?.....................................................................................102
tann ölmüş......................................................................................................107
cinselliğin hıristiyancası................................................................................. 111
sudaki hayal....................................................................................................115
abdal............................................................................................................... 118
abdal’a dair notlar..................................................................................... 123
vuslat hicrandan beterdir............................................................................... 126
insan nefesine hasret.....................................................................................130
sahte şehvet....................................................................................................134
kaldırım serçesi............................................................................................... 138
bay m odern ....................................................................................................141
umutsuz boşluk...............................................................................................146
elinde piştov samuray kıyafeti giymiş yeniçeri..............................................151
günaha son çağrı............................................................................................156
işgüzarlık................................................................................................... 161
mustafa.................................................................................
hür adam ......................................... 169
porcupine....................................................................................................... 173
sinemadaki ressamlar................................................................................ 177
N e re d e y s e hiç secdeden kalkm azken alnım , niçin bir kez bile sesi
ni duym am ? Günler, geceler... asırlardır adı dudaklarımdan düşm ediği
halde n ed en bir d efa da ben onun adım ı andığını işitm em ?
N için bir tek kelim e bile etm ez, niçin d aim a susar? N için h ep bu
kadar uzakta durur da yakınım a g e lm e z? N için başımı okşam az, niçin
bir k ez olsun konuğum olm ayı kabul etm ez? N için bir kez bile yüzüm e
bakm az, bir k ez bile yüzyüze konuşm aya razı olm az?
Küs müdür acaba bu yetim in e?
İyi am a niçin küssün bana? K ad ir olan, R ah m an olan o , ben d e ğ i
lim. B en ki sade m ahrum olanım . B en ki bir tek yazgısı yalnızlık olanım .
B en ki b en d iye işaret ed ecek bir benden bile m ahrum olanım . M er
h am ete m uhtaç olan o değil, benim . R a h m et v e şefkati, lütuf v e ihsanı
isteyen benim , vaad eden se o!
Kulluğum da kusurlanm, ibadetlerim de eksiklerim var, o seb ep le mi
ses v e rm iy o r a c e p ? O neden le m i benim le konuşm uyor? Bu yüzden
mi h e p uzakta duruyor, bu yüzden m i bir sabah bile kapımı tıklayıp
m erhaba dem iyor?
S evgili niçin küssün bana, ben sevgim i hiç kazaya bırakm adım ki!
B ir an bile on dan fariğ olm adım ki! K aranlığın arttığı zam anlarda bile
sevgili yüzüm e hiç çirkin görü n m edi ki? D erdim d e bu ya, sevgili bana
hiç görünm edi ki!
Belki de kızgın. Belki d e öfkeli.
İyi am a ben m a h ru m olduğum u hissediyorum , m a ğ d u r olduğum u
değil.
M ağdur olsam m ağrur olurdum , o takdirde yolunu da g özlem ezd im .
K ahrettiğine inansaydım kahrederdim , kahr e d e m esem isyan ederdim .
İnkâr ederdim . Belki çekinir, belki korkar, korkudan im an bile ederdim .
H iç değilse kahrının karşısına sabrımı çıkarırdım. K an aat eder, eldekiy-
le yetinir, inlem ezdim .
B enim sabrım yo k ki! N e gücüm var, ne kudretim, ne de artık bekle
m eye takatim. Bitmişim, tükenmişim, silinmişim. H e p iken hiç olmuşum.
B ilm em , niçin uzakta duruyor, niçin kapım ın önünden bile g e ç m i
yor? A ca b a şehirdeyim d iye m i? Şehrin gürültüsü yüzünden çığlıklarım ı
duym uyor olabilir m i? B en im le h ep asırlar öncesin den konuşm ayı ter
cih etm esinin sebebi bu m u? H e r yakarışım da h ep bin yaşındaki yaşlı
velilerini gön derm esin in ? Y ü zle rc e tarikin tam da ortasında beni ö y le c e
bırakmasının?
Ey sevgili, anlam ıyorum , kendi evinde bile konuşm aktan kaçınıp
kürsüyü başkalanna bırakıyorsun. T ek k elerd e dahi gören lerin değil bi
lenlerin dedikodu yapm alarına ses çıkarm ıyorsun. Bir zam anlar seçer
din, artık seçm iyorsun. H alveth ân en i bile kalabalıklarla dolduruyorsun.
Bilirim, şah dam arım dan yakınsın, yin e de evin e çağırıyorsun am a
evim e gelm iyorsun. K albim e. Lü tfen duymazlıktan g elm e, kullarının se
nin adım anarak delik deşik etm elerin e izin verdiğin o güçsüz yü reğim e.
O nu sana işaret ed en n e bulduysam onunla doldurdum diye m i?
yorum .
Sırf, bir kez olsun cem alini g ö re y im , d iye yalvardığı için dağlardan
H addi aştım diye m i? Belki d e kapında sıraya giren lerle birlikte sıra
dem işti, tam da sana ihtiyacım varken? Ç arm ıhtayken. Çarm ıha g erile
ne kadar yanım daydın, niçin şimdi senin adına çarm ıhta asılıyken bana
3
p r in c ip a le m e n t l ’im a g in a tio n en la c o n s id é ra tio n des fig u re s e t des
m o u v e m e n ts ).
İnsanlık tarihi, g e rçek te bu yetinin, sanat alanındaki birtakım naif
işlevleriyle sınırlı kalm ayacak kadar köklü isyanının öyküsünü saklar si
nesinde. Düşünm enin varlığını hissettirdiği tüm zam anlar boyunca, bu
yetinin kendi etkinlik alanını gen işletm eye yön elik eğilim leri, n ite liğ in
geçerli olduğu din ve sanat alanlannda değil sadece, n ic e liğ in e g e m e n
lik bölgesi sayılan m atem atik bilim lerinde d e hiç hoş karşılanmamıştır.
Itaque hom inum intellectui non plum ae addendae, sed plum bum
potius et pondéra; ut cohibeant om nem saltum et uo/atum.
4
rrundan dış-duyulann hiç kuşkusuz ki akıl’dan daha güçlü v e daha etkili
olm asıdır. Bu durumda sırf düşünsel sakinleştiricilerin işe yaram ayaca
ğ ı açıktır, dolayısıyla akıl düzeyinden aşağı inip daha ç o k dış-duyular
ile iç-duyular (m ü vehhim e) arasında etkili o la b ilecek tıbbi m üsekkinlere
başvurulmalıdır. Çünkü ruha boyun e ğ d ire c e k olan , en son tahlilde yin e
dış-duyulardır.
Burada, ortaçağlar boyunca, hayallerinin n e denli güçlü olduğu ga yet
iyi bilinen m elankoliklere (bir tür m a n ia hastalanna) uygulanan sağaltım
yöntem leri hatırlanmalı. Bu takdirde ancak din’d en sanat'a, sanat’tan
bilim’ e, insanın bilm e etkinliklerinin tüm alanlarında sağduyuyu yoracak
denli yukanlara sıçramaktan kendini alıkoyam ayan m u h ayyileyi zabt u
rabt altına alma önlem lerinin nasıl olup da tıb b i, hatta siyasi bir nitelik
kazanıverdiği anlaşılabilir sanınm.
H ayal yetisini denetim altına alm ak, tarih boyunca h er iktidann ih
mal ed ilem ez ö d evi olmuş, denetim sizlik ise kaçınılm az olarak ik tid a r
kavram ının karşıtı haline dönüşmüştür. Yasadışılıktır çünkü. Sıradışılık.
G e o r g e O rw ell'in ünlü kahram anı W in sto n S m ith (John Hurt), gün
lüğüne, 12 M ayıs 1 9 8 4 tarihini düştükten h em en sonra şu satırlan kay
deder:
F reedom is the freed om to say two plus two equals fou r. If that is
granted, all else follow s. (Özgürlük 2+2'nin 4 ettiğini söyleyebilme
özgürlüğüdür. Bu kabul edildi mi gerisi ardından gelir.)
5
m ez. K en d in e yakın bulmadığı h er duyguyu, h er bağlılığı h o r g ö rm ek le
yetin m ez, alçaltır da.
1+ 1= 1
Bir damla bir damla daha iki damla etmez, daha büyük bir damla eder.
6
A n tim a d d e ’y e karşı zafer kazanm aktan sözeden ler, yani Einstein’lar,
S ch rö d in ger’ ler tüm yadsım a çabalarına rağm en haklı çıkm ayı başa
o zirveler?
D uygulanm ak yasaktır. D üşlem ek yasaktır çünkü. H ayal kurmak.
B o o k -p e o p le .
A d lan da yaşam ları kadar hüzünlü.
7
Kitap-insanlar, François Tru ffau t’nun, R a y Bradbury’nin aynı adlı
rom anından (1 9 5 1 ) uyarladığı F a h re n h e it 4 5 1 ın (1 9 6 6 ) finaline doğru
karşılaştığımız küçük bir topluluğun adı. İnsanca yaşam ak için çırpınan
bir topluluğun. K itapları, onlan ezb erleyerek korum aya kendilerini ada
Pazartesi M iller, Salı Tolstoy, Çarşamba W alt W hitm ann, Cuma Fa
ulkner, Cumartesi ve Pazar da Schopenhauer ve Sartre. Kül olana
dek yakarız, sonra küllerini de yakarız. Bu bizim ilkemiz!
8
şamı, yani insanı nasıl yoksadığm ı kitaplarla irtibata geçtiğin d e ancak
farkedecektir.
- Niçin?
- Çünkü kitap okumak onlan topium-karşıtı (anti-social) yapıyor.
9
için durdurulamaz. N e tuhaf değil m i, asırlar ön cesin den , A ristoteles,
h em d e öfk eyle, şöyle haykınyordu:
10
Ama durmak gerek!
Durm anın trajik sonuçlarını kavram ak için, sırf D arren A ro n o fsk y’nin
P i (1 9 9 8 ) film ini hatırlam ak bile yeterli. G ü n eşe bakmanın bedelini.
Niceliksel tahayyülün bedelini. Dolayısıyla bir adım ötesinin. T eveh h ü -
mün.
İktidarlann toplum adına b ireye müdahalesi her defasında hayal ve
hazzın yasaklanm asıyla sonuçlanır. Y a ra r ilkesinin lehine. İster istem ez.
Y a y g ın olarak olum lanan nesnel olandır. O bjektivite. Toplum sal olanın
m eşruiyeti. D e v le t ise en yüksek soyutlam a. Para gibi. Aklın gücü. İkti
darın b ed en d en sıynlışı. Yargın ın . Tanım lam anın. Ö zn el olansa olum
suzdur. Kuraldışılıktır. Sıradışılık. B ireyin yazgısı, dolayısıyla duyguların.
Karar v e rilem ez olanın. H e r adım da kestirilem ez, ölçülem ez, belirlene-
m ez kalanın.
M u hayyile’nin özgürlüğü sorunu, kaçınılm az olarak siyasal bir nite
liğe bürünür, bürünm ek zorundadır. Zira özgürlük son tahlilde mülkiyet
üzerinden bir düzen(sizlik) v e dizge(sizlik) sorunudur.
G o d a rd ’ın 1 9 6 5 ’te, Truffaut'nun 1 9 6 6 ’d a ele aldığı, M ichael
R ad ford ’un ise 1 9 8 4 ’te yinelediği düzen v e d iz g e ’den özgürleşm e soru
nu, 2 0 0 0 ’li yıllara gelindiğinde Kurt W im m e r tarafından E q u ilib r iu m -
da (2 0 0 2 ) yen id en ele alınacaktır.
Akıl Ç a ğ ı’ nda yatıştırıcılara ihtiyaç vardır. M akina Ç a ğ ı’nda. P r o -
zium lara. P ro z a d a ra . Düşünm ek ve hissetm ek yasaklanmıştır çünkü.
Düşünmeyi v e hissetm eyi harekete g eçiren h er şey! Felsefe v e sanat,
kitaplar ve tablolar. İnsanı insan yapan h er şey!
En ö n c e L a G io c o n d a (M on a Lisa) yakılır. En başta. Sonra e le n e
geçerse. Kitaplar, tablolar, kısaca duygulanım a geçit veren h er şey.
H issetm ek v e sevm ek yasaktır bu evren de.
Başrahip John P reston (Christian Bale), kendisi gibi rahip olan en
yakın arkadaşı P artrid ge’i (Sean B ean) öldü rm eden evv e l bir m abedde
sıkıştırır. B ir katedral yıkıntısında.
Partridge, h er şey bitti, d er sakince, bizi biz yapan herşeyi yo k ettik!
A rdından da tüm film e anlam ını veren , W illiam Butler Y e a ts ’m bir şii
rinden, C lo th s o f H e a v e n d a n (1 8 9 9 ) şu dizeleri okur:
11
/ would spread the cloths under your feet:
But I, being p oor, have only my dreams;
I have spread my dreams under your feet;
Tread softly, because you tread on my dreams
Elimde olaydı atlaslar sererdim ayaklarının altına
Ne ki garibanın tekiyim, vanm yoğum düşlerim
Düşlerimi serdim ben de ayaklarının altına
Nazik ol lütfen, üzerine bastığın benim düşlerim
12
Bu kibir n ered en geliyor?
Elbette teknik’ten. Bilim in m akinalaşm asından.
mak.
Robot her şeyi insandan daha iyi tanır, geleceği bizden daha iyi bilir,
çünkü onu hesaplar, spekülasyona ve hayale dalmaz, kendi sonuçla-
nndan yararlanır ve şaşırması olanaksızdır; robotun önceden sezişlere
gereksinimi yoktur.
13
Aklın aydınlığında mı?
Vicdan ın m ı yoksa?
N ered e?
N u r n o c h ein G o t t karın uns re tte n demişti bir defasında H eid egger.
Bir tanrı?
H a n gi tanrı?
H an gim izin tannsı?
S öyle, m üm iniyle kâfiriyle hepim izi rahm et kanatları altına alacak
olan T a n n hangisi?
K rzysztof K ieslow sk i’y e soracak olursak, s e v g i’nin kendisi. N e ki
sadece bir klişe!
T a n n nedir, sorusunun yanıtı, kişinin sevdiğine sımsıkı sarılmasın
dan ibaretmiş. H issedersen inanırmışsın. S eversen . T a n n ’yı asıl o sev
gide bulurmuşsun.
M ühendis bir baba. Planlayan, hesap eden, işini şansa bırakm ayan
kılı kırk yarıcı bir teknisyen. Bilgisayann gücü. Sibern etik yeşilinin. V e
tüm hesaplann boşa çıkışı. M avinin yengisi. B ir yavrucağın yazgısı üze
rinden hem de.
14
k a d e r d e m atem atiğin zorunluluğunu yü klenm ekten kaçınm az. Zorunlu
ve kesindir. Karşı konulam az. H e r ş e y e k a d ir. A zrail kadar m u k te d ir.
C ebrail kadar m ü c b ir. T a n rı kadar m u c ib . Ö zgü rlü ğe mani bu yüzden.
T ercih v e iradeye. M atem atik gibi. M atem atik, yani tekniğin o sözü
nü ettiğim iz m e ş ’um lojiği. T ek n o-loji. Bilim in m antığı. Bilimselliğin.
Ö zü n d e yin e ta h a y y ü l var. En nihayet o da bir düşlem , am a niceliksel.
S on u ç itibariyle, sıfatı insan olan varlık, hakikati iki şekilde düşlem-
liyor, n ite lik s e l ve n ic e lik s e l olarak.
Fizikçilerin dayanağı d o ğ a . M atem atikçilerin ise z ih in . Buna muka
15
her şarkı söylediğinde
16
Yazarlar da sanatçılar gibidir. Onlar da kalemi her ele alışlannda biraz
daha ölürler.
* * *
Bir m ısra için baştan sona bir divanı hatm etm ek.
O kum a, öğren m e, anlam a, dinlem e, g ö rm e , bir düzeyden sonra bu
hali alır; alm ak zorundadır. Bir m ısra için bir divanı, bir c o u p le için bir
senfoniyi dinlem ek, bir filmi sadece bir s a h n e için seyretm ek bazılarına
beyhude bir çabaym ış gibi gelir. Zarara uğram ış, zam an kaybetmiş gibi
hissederler kendilerini. O ysa hiç de ö y le değil. En azından benim için
ö yle değil.
A lain C o m e a u ’nun T o u s les m a tin s du m o n d e (1 9 9 1 ) adlı filmini
bir tek karesi için defalarca seyrettim . O film i sadece o kare için seve
rim; birkaç saniyelik o kare için. B azen o kareyi ekranda dondurur, da
kikalarca seyrederim ; evet, sadece o kareyi. V iyolen sel virtiozü Sainte
C o lo m b e ’un, J ean -Pierre M arielle tarafından canlandırılan, o acı dolu
yaşlı gözlerin in tüm ihtişamıyla ö y le c e donakaldığı sahneyi. D efalarca.
İnsanı, insanın tüm ızdırabını bir karede seyretm ek, onlarca saatlik
belgesellerden daha öğreticidir; elb ette gerçek ten bir şeyler ö ğ re n m e k
isteyenler için.
Bir mısra için baştan sona bir divanı hatm etm ek.
17
İnanın böylesi bir çaba hiç d e yararsız değildir. N itek im S e z e n ’in
bir şarkısında g e ç e n , y o lu n z o r u n u yü rü m ü ştü m ben ta n ış tığ ım ız za
m a n mısraı, gerçek ten d e yolun zorunu yürümüş olanlar için şarkının
tümüne bedel değil m idir?
Sanırım öyledir.
18
Ey talib, güneşin d e şafağın da, gülün d e gelin ciğin d e en kırmızısını
istiyorsun. Y a k ın d a k i y a k ın lığ ı nasıl eld e edeb ileceğin i soruyorsun.
S ö y le y e y im o halde.
D eğil y a k ın d a k i y a k ın lığ ı, bilakis u z a k ta k i y a k ın lığ ı, hatta y a k ın
d aki u z a k lığ ı dahi talep etm ek ten va zg e ç d e utanç içinde u za k ta k i
uzaklığa doğru koş!
Aksi takdirde sevinç içinde helak olursun.
19
eser konuşurken sanatçı kekeler
Bir sihirbaz olarak inanılır olanı yaratınm. İnanılmaz olanı sağlayan se
yircilerdir.
20
Eserlerini sözcüklerin desteğiyle açıklığa getirm ey i becerem em işlerdir.
Bu yüzden d e yaptıklan iş(in m ahiyeti) üzerine aklı başında iki lafı bir
araya getirebilm iş bir sanatçı bulmak, sanıldığından çok daha zordur.
V E tabii olanı da budur.
Sanatçı ya p a r am a yaptığını açıklayam az. Sanatçı sanatını icra ed e
rek konuşur. D olayısıyla kendi susar, onun yerin e eseri konuşur. Büyük
sanatçılar eserleri üzerinde konuşm aktan kaçınmışlardır. B ir şair şiirin
de n e d e m e y e çalıştığını açıklam az. D e n e s e bile çoğunlukla açıklaya
m az. B ir ressam resm ini, bir bestekâr bestesini sırf konuşarak n e kadar
anlaşılır hale getirebilir ki? G etirem ez.
Makbul olanı, sanatçının susması, onun yerin e eserinin konuşm ası
dır. Eserin sö yleyeceğin i sanatçı üstlenem ez. Ü stlenm em elidir. R essa
mı resim öğretm en in d en , m üzisyeni m üzik öğretm en in d en ayıran fark
tam da buradadır. Birinciler eseri m eyd an a getirirler, İkinciler ise eser
hakkında konuşurlar.
Edebiyat hocalığı yapan şa ir, resim ö ğ retm en liği yapan ressam ,
müzik dersi v e re n m ü zisy en y o k mudur? V a rd ır elbet. A m a çokluk
21
h ep başkalarının eserleri hakkında. K en di eserleri hakkında değil. K e n
di eserleri hakkında konuşm aya başladıklarında kekelerler. K ek elem ek
zorundadırlar. K açınam azlar. H erm a frod it kişiliğin yazgısıdır bu!
Araftakilerin.
Eser zaten konuşur.
O nun n e dediğini duyabilenler, sanatçının açıldam alanndaki ku
surları ön em sem eyecek lerd ir. Eserin kendisini kendisinden dinlem eyi
b ecerem ey en ler ise, sanatçının açıklam alanndan m ed et umacaklardır.
Söylediğin i, sanatçıdan bir d e tercüm e etm esini isteyeceklerdir.
H asta, ağrının v e acının kendisine sahiptir, çokluk, o ağn n ın ve
acının bilgisine değil. D o k to r ise ağrı ve acının bilgisine sahip olandır,
kendisine değil. İlki acıyı v e y a ağrıyı hissedip nedenini açıklayam azken,
İkincisi ne acıyı, n e ağn yı hisseder, am a nedenini açıklayabilir.
A n lam ak sanatçının hissesine düşer, açıklam aksa eleştirm enin.
Sanatçı, sanat h ocalığı y a p a m a z m ı?
N için yapam asm , yapar. Lâkin bir koşulla. Sanatına ara verdiğinde,
yani artık ilham perileri g e lm e z olduğunda. M esela m ekanik bilimi zih
nini meşgul e tm e y e başladığı andan itibaren L e o n a rd o da V in c i’nin ba
şına g elen budur. Bilim m erakı sanatkârlığının sonunu .getirmişti, hem
d e çok kısa bir sürede.
W o lfg a n g G o e th e , taşlan in celem eye başladığında, şiirle arası ço k
tan açılmıştı. R en k teorisi üzerine N e w to n ’a reddiye yazm aya daldığın
da, ilham perileri bir daha onu ziyaret etm edi.
K on u ş o halde e y talib, senin yerin e ben susarım.
22
tanrı’dan çok uzakta
D a s S c h la n g e n e i (1 9 7 7 ).
S oğu k savaş yıllarının kapanış d ö n em in e ait olan bu yapım , Ingm ar
B ergm a n ’m en sırad ışı filmi belki de.
H a n gi sıranın dışı?
Elbette B e rg m a n ’ın kendi sırasının.
G a yet yüksek bir bütçe, fevkalade im kânlar, yap ım cı hoşgörüsü.
V E h epsin den önem lisi İsveç dışı. İsveç’in dışında. M ünih’te. Fakat
bir Berlin hikâyesi. Bir başkentin hikâyesi. Bu yüzden yoğunlaştınlm ış
bir d ik k a tin dağılışını izleriz film boyunca. B ir devletin v e bir milletin
dağılışını.
A n la m ’sız değil Y ıla n Y u m u rta s ı, bilakis anlam-dışı. Anlamdışılık,
İd varlığını karşıtına, karşıtının yokluğuna borçludur, tıpkı d a d a izm gibi.
1 9 2 0 ’ler Alm anyasını saran, sıkan, buran, büren, bürüyen bir akım
dı dadaizm . Anlam -dışılık tanım lam ası, g ereğ in d en fazla n ezaket g ö s te
risi olur. D adaizm tam ıtam ına anlam-karşıtı idi. A n lam ın , yani düzenin,
yani aklın/akılcılığın, yani belirlenm işliğin karşıtı. H e r türlü gelen eğin .
Öncelikle geçm işin ve şimdinin reddi.
Ö lü m korkusu şim d iyi y o k eder. Ş im d in in insanını. Ö lü m değil,
korkusu y o k e d e r aklı, şehveti, ö fk eyi. Bütünüyle insanı. G eleceğ in in
sanını da yani.
23
İnsan haklıydı. A n la m ı p rotesto etm ek zorundaydı. Bir tek anlam ı/
düzeni/değeri protesto e d ecek güçteydi çünkü.
W e im e r C um huriyeti’nin sağa sola savrulmuş Berlinlileri, I. Dünya
H a rb i’nin m ağluplannın bedenini d eğil sadece, aynı zam anda ruhunu
da tem sil ediyordu. Dağıtm ışlardı. Evet, A lm anlar, A lm a n y a ’yla birlikte,
dağılmışlardı.
M anuela R o sen b erg 'in şahsında A lm a n y a ’yı oyn ayan U llm ann'ın
24
W e im e r C um huriyetim de bir d ek or gibidir A b e l R osenberg. İşini de,
kimliğini d e kaybetm iş bir yahudi trapezcidir o . M anuela’sız kimdir A b el?
İntihar etm iş bir ağabeyin intihara itilen kardeşi. A lm a n ya ’yla birlikte.
25
Bu birkaç dakikalık d iyalog hiç aklımdan çıkm az. D efalarca izledim.
İzlerim. H e m d e “T a n n olm ak kolay, asıl zorluk M u h am m ed olm a k ta !”
ihtarı kafatasımı çatlatırken, ö y le c e dizlerim in üstünde iki büklüm çöke-
kalmışken izlerim.
N e yam an bir ironi değil m i?
İstihzaya açık h er anlatım , n e yazık ki yanlış anlaşılm alar karşısın
da savunmasızdır. T e k tek, h epim iz, yargılanm akta olan yargıçlarız bu
yüzden. Y an lış anlaşılmasın, h em hâkim , h em m ahkûm değil, bilakis
mahkûm oldukça hâkim!
N e gülüyorsun, dem iş ya H oratius, anlattığım senin hikâyen!
26
tutku yok edilebilir ama yaratılamaz
27
Sıfatlarından değil, vücudundan v a zg eçen adam ın tek talebi. Kur
banın olayım , diyenin değil, kurban olanın. Feda edenin. T a leb i adına
talebinden vazgeçen in .
A r namus da neym iş? Ş e r e f v e izzet? Gurur v e haysiyet? Eşikte
uykuya dalanın n e işi olur böylesi libas u m elabisle? Ü ryandır o ! K oru n
masız. Savunm asız. A ciz.
Bir tek hayretten büyümüş o g ö zler, g ö zle r sevgilinin ayak izlerini,
v e en ufacık kıpırtıya duyarlı o kulaklar işitir onun çığlığını.
Hali, hal-i pür m elaldir aşkın. S afi hüzündür.
E q u u s (1 9 7 7 ).
P a n te o n ’un ilk on filmi içinde.
B en ce.
A -n o rm a l’in hikâyesi çünkü. Sıradışı olanın. Tutkunun. D örtnala
koşmanın.
S idney L u m et’in başyapıtı sayılmalı. N e 1 2 A n g r y M a n (1 9 5 7 ), ne
d e V e rd ic t (1 9 8 2 ).
H en ry Fonda da bir yana, Paul Nevvm an da. İkisi d e iyidir. A m a
hepsi o kadar. O ysa £ q u u sta R ichard B u rton’un oyunculuğu eşsizdir.
G özleriyle oynar. K am ilen . Ö y le ki film in bütün duygusu İngiliz oyuncu
nun gözlerindedir. Film deki adıyla, D r M artin D ysart’ın.
28
Dr. M arlin D ysart sorar:
Can you do anything worse to som ebody than to take away their
worship? (Birine, onu ibadetinden alıkoymaktan daha büyük bir kötülük
yapabilir misin?)
29
Tutkuya süreklilik kazandıran, ibadettir. R itu s . Aşkı efsan e haline
getiren y e g â n e eylem . V e c d u istiğrak’m kökeni. £ x ta cy n in .
Aşktan, tutkudan, ibadetten m ahrum iyetin bedeli norm alleşm ek.
A cıd a n ve hüzünden arınm ak. Çıldırm aktan korunmak. Uçurum a at
lamaktan.
İşte psikiyatnn hissesine düşen çaresizliğin resmi:
30
rüyada gerçekleşen hayal
31
Burada garip sen ecek n e var?
Tutkunun özü, tutmaktan ço k tutulmak değil m i zaten? Sürüklen
m ek. Ç ekilip alınmak. Kendinden.
Evet, öyle. S a d ece mükâfaü değil, serm ayesi d e yüksek hazdır tut
kunun. S a f haz. Bütünüyle. Y a ra r için, çıkar için değil, bilakis, sadece
tutkunun, tutku sahibi olm anın o kendine özgü yüksek hazzını yaşam ak
için.
G erçek leşem eyecek bir rüya gördüğü için kişi m ahzun m u olm alı?
H ayır! H ayali rüyada gerçekleşm iş ya, daha n ’olsun?
A z şey midir bir idealin hayalini gö rm ek , uyanıkken veya uykuday
ken? Dış-dünyada gerçekleşsin v e y a gerçekleşm esin bir hayalin sahibi
olm ak?
Bedelinin rağm ına.
U yanır uyanm az çökekalm anın uğruna.
32
bir dişi isa
T u tk u .
İnsanın en bencil yanı. En bencil, yani en asil, en soylu. O ölçüde
de en yıkıcı, en kıyıcı yanı.
T u tk u .
Y a n i aşk.
Karşı konulam az arzu. C ezb en in ta kendisi. C ezb en in ve cinnetin.
Sahibini öldüren şevk u iştiyak. K elim elerd en korkm a, söyle, ne
şevk u iştiyakı, insanın aklını alan hırs u ihtiras. A k lın ı alan, yani onu
bir m eczuba, bir m ecnuna çeviren soylu hastalık. P e y g a m b e r hastalığı.
N ed en siz v e acım asız. B iteviye esen , ö n ü n e kattığı herkesi, herşeyi sü
rükleyip götü ren şedîd rûzigâr.
T u tk u .
Tutm aktan ç o k tutulmak, kım ıldayam am ak, karşı koyam am ak, ve
asla pişm an olm am ak. S o n nefesini verirken dahi, hazzın v e zevkin
doruğunda olm ayı başarmak. S ırf bu yüzden bile isteye ölm ek. B ir kez
daha, daim a, biteviye.
T u tk u .
Z irveye çıkm anın değil, zirveye inm enin tek yolu, ana rahm ine.
Ölürken dirilm enin, plasenta içinde yüzm enin, isim v e sıfatlan ağyara
terkedip zatiyette bir k ez daha y o k olm anın.
33
Bir anda.
Zam an ve m ekândan m ü nezzeh olm anın biricik koşulu.
P i (1 9 9 8 ).
D arren A ro n o fs k y ’nin ilk v e baş yapıtı. H e r yönüyle.
İkincisi: R e q u ie m f o r a D re a m (2 0 0 0 ). Batıda tekbaşınalığm pek
a z rastlanır m am /estaiion lan n d an . K en d in e yabancılaşm anın. İnsanın
özü yle hesaplaşm asının.
V E en nihayet, B la c k Sw an (2 0 1 0 ). A ro n o fs k y ’nin yanlış yoru m lan
m aya en elverişli yapıtı. Bildik teknikler, ucuz H o lly w o o d numaralan.
Yazıklandım bir ara, A ro n o fs k y d e galiba pes etm iş sonunda diye
düşünm eye başladım. V a sa t’la el sıkışma arzusu? Kalabalıkları kucakla
m a, sıraya girm e, hizalanm a alam eti m i? T a m da sığ ödül dağıtıcılannı
tavlam aya yön elik jestüel hareketler, vs.
N ey se ki bir süre son ra h er şey yerli yerin e oturm aya başladı, v e film
m uhteşem bir finalle son lan ıveıdi.
A n iden .
Dramaturji m ükem m eldi. A ron ofsk y yapacağını yapm ış, bile isteye
izleyicisini ters köşeye yatıracak anlatım dilini h em d e başanyla kullanmış.
V asat olup biteni anladığını zan n edecek. K en an n dan bile geçm ek si
zin. T ıp k ı Lars v o n T r ie r ’in B re a k in g th e IVavesi (1 9 9 6 ) gibi.
Çoğunluk kusacaktı seyrederken , çok az kişi ağlayacaktı.
İşte sanatçı!
T eh likeli ve tahripkâr, am a başkalan için değil, h ep kendisi için. H e r
adım ında biraz daha ölür, h er n efes alışında biraz daha. K en disin e kıy
ması kaçınılmazdır. M um alevinde yanan narin bir kelebek gibi. Elinde
değildir, ö lm ek zorundadır. V arlığın kokusunu içine çekebilm ek, haki
katin derûnuna biraz daha dokunabilm ek için. Tutkusu uğruna. K endi
rağm m a.
34
Başkasının itm esine n e ge re k var, o kendisini kendi isteğiyle yüksek
liklerden aşağılara bırakm ak zorundadır.
Boşluğa.
— N e yaptın böyle?
— Hissettim?
— Neee?
— Kusursuz hissettim. Kusursuzdum.
K e m a le e r m e k daha n e kadar gü zel anlatılabilir bilem iyorum , ta
m a m la n m a k .
Ö lüm üne.
X V . yüzyıla ait T ü rk çe bir risalede, “ B ir m üzik parçasının n ağm eleri
ni kem aliyle d in leyen kişi o an ölü verir” d er Platon . (M e n s e m ia 'l-g ın â
b i-k e m â li e d â ih i m â te ta râ b a n .)
K e m a le can m ı dayanır? Tutkunun o karşı konulam az cazibesine?
B eden kafesinin parm aklıklan arasından sıynlıp usulca kaçm anın baş
tan çıkancılığına?
Y a n i?
T e k â m ü l etm ek İçin değil, te k e m m ü l etm ek için.
Y a n i kem ale erm ek için. N e y a p ıp e d ip bir an evvel o arzu edilesi
sonu g ö rm e k için. K en d i sonunu. H e m d e zevkin doruğundayken. Mü-
tebessim bir halde.
35
S o n nefesini verip yü celere d oğru kanatlanabilm ek için.
A n la m ıy o r musun e y talib, acı çek e çek e değil, zevkle ve kendinden
geçm iş bir halde yanar kelebekler yârin ateşinde.
V e c d u istiğrak halindeyken acı v e ızdırab duyulmaz.
Vuslat farka m anidir çünkü.
İyi ile kötünün, zevk ile acının, abd ile rabbin farkına.
36
erkek bencilliği
İki kitap arasında seni çalm aya çalıştım, d iye yoksanan kadın ın ın
seslenişini, hatta sesini bile duyam ayacak denli içine göm ülm üş erk e
ğin, kendisine yakınm ak için s eçeceğ i kişi, n e ilginç ki ka d ın ı değil,
anası. Ö lüm döşeğin deki yaşlı anası.
T h e o A n gelo p o u lo s'u n ünlü filmi S o n s u z lu k ve B ir G ünün (1 9 9 8 )
zihnimde yer eden en ilginç sahnelerinden birinde geçiyordu , geçm işi
şimdide eriten o yorgun, o bitkin konuşm a. B ru no G a n z’ın başarıyla
canlandırdığı A le x a n d e r adlı ozanın konuşması. Biriktirilmiş sözcüklerin
sayıklandığı bir konuşma. C evap sız sorulann, usulca yazann ağız kena
rından akıverdiğine tanık olduğum uz bir konuşma.
O za n yakınır sadece, ceva p b ek lem ez. İç geçirir, dertlenir, sorar da
sorar. Bakışlarıysa h e p kendi dışına doğrudur, h e p ö te d e , h e p ötelerd e.
A lex a n d er, kendisini uzaklarda seyreder. Yakm (ın)daki uzaklığı g ö r
m ek ister gib i kendisini daim a uzaklarda arar. Yakınm dakini uzaklığa
doğru iterken, uzaktakini yakınına getirm eyi ister. K en d in e gelm ek ten
çok kendine gid en biri gibidir.
A lex a n d er, a n n e şefkatinin cöm ertliklerin e sırtını dayayıp gönlü nce
şımaran h er erkek çocu ğu gibi şım ardıkça şım arm ış, bencilliğin tadını
Çıkarmış. Kadınından him aye talep etm iş. “ İzin v e r d e şu te p e y e bir
tırmanıp g e le y im ,” dem iş. Sanki en büyük talihsizliği, h e p kendisiyle
37
olm asıym ış gibidir. K endisiyle olm ak, kendisiyle kalm ak, yazgısıym ış
gibi. G arip am a ö yle, yazgısı dahi, bile isteye yazılm ış gibi. Y a zgısı bile
kendi kalem inden çıkm ış gibi.
38
N e zam an c en n ete yükselirler, n e zam an ceh en n em in dibini b o y
larlar, ilk anda anlaşılm az. Yaratırk en yükseldikleri varsayılır, yaşam a
dönerken d e çöktükleri.
A ltı üstü veh im işte! O ysa böyleleri yaratırken v e yarattıkça dibe, en
dibe d oğru çökerler. Yaratm an ın bedelidir: gün gelir, tıpkı A lex a n d er
gibi, sorarlar:
B e n n a m a zd a n z iy a d e n a m a z k ıla n ı s e v e r im , d er A m iş Efendi,
yani oruçtan ziyade oruçluyu, hacdan ziyade hacıyı, ibadetten ziyade
abidi. Kısaca insanı. H e r halükârda insanı. İhtişam ve sefalet uçları ara
sında salınıp duran insanı.
İnsanın paran teze alındığı an, yaşam ın da anlam ı kalm az, kâinatın
da. H erşey anlam ını insanla bulur çünkü. V arolan herşey insanla v e in
sanın sayesinde birbirine bağlanır. M adenler, bitkiler, hayvanlar, hepsi
d e insanın katılımıyla anlam ını v e d eğerin i kazanır.
A m a cı olm ayan hiçbir hareketi, hiçbir eylem i, hiçbir olguyu, hiçbir
nesneyi anlayam az insanoğlu. Anlayabilm esi için o hareketi, o eylem i,
o olguyu, o n esneyi bir sebep-sonu ç ilişkisi içerisine yerleştirm ek (ak
lileştirmek) zorundadır. Bu zorunluluğa da uyulur ve peşinden koşulup
duran o anlam , her defasında, insan zihninin bağım lı olduğu neden sel
lik yasalarında aranıp bulunur.
Seb eb i olm ayan, anlam sızdır, insana g ö re . S eb eb i, yani am acı.
40
Y aşam ın am acı, yaşam ın anlam ıdır. A m a ç yoksa, anlam da yoktur.
İtaat v e ibadet, özü itibariyle yaşam a bir anlam v erm e etkinliğidir. İn
Sanat bir yakarma, bir dua biçimidir, ve insan yalnızca duasıyla yaşar.
41
Film bu sayede insanın kendi yarattığı güce bağımlılığını da anlatıyor.
Güç sonunda insanı yok ediyor ve zayıflık tek güç olarak kalıyor.
H akikaten h er ibadet bir duadır; tıpkı sanat gibi. Bir çığlıktır, bir
yakanş, bir bağlanış, bir acziyet, bir zayıflık.
A m iş E fen d i’nin sözü üzerinde bir kez daha düşünmeli, v e yeryü
zünde atılan çığlıklann türünden ziyade, çiğlik atanların özü n e nazar
etm eyi bilm eliyiz.
S ecd em iz ve hürm etim iz, g erçek te, insana! G eceleri, âh... âh... diye
inleyen zavallı insana!
S * *
Beytullah’m aslı orada değil ki burada. Keşke biraz da insanı tavaf et-
seydiniz.
42
Dikkat edilirse, dervişler, zikrederlerken h ep sağdan sola doğru d ö
nerler, kalp istikam etine. K alb e doğru. A ksi istikam ete yön elm ezler,
sırf kalpten uzaklaşm am ak için. K alpten , yani insandan.
Unutm a o halde e y talib, seni senden, hakikatinden uzaklaştıran h er
n e ise, sen d e on d an uzaklaş! A yn a n d a g ö rm e n gere k e n kendi zatın,
iskeletin değil!
H a d i s ö y le , h iç k e n d i g ö n lü n ü t a v a f e ttin m i e y ta lib ?
43
tarkovski mavisi
M elaike.
Ç izgileri boşverin, acem i p ersp ek tif d en em elerin i de. S iz asıl ren kle
re bakın! İk o n a d em ek re n k d em ektir çünkü. R en k ve ışık.
İstanbul, bir zam anlar ren gin v e ışığın yurduydu. B izans biraz da ışık
ve renktir. Lütfen ışığını B izans’tan, yani İstanbul’dan alan o V enedikli
44
Bir yanda V e n e d ik rutubeti, ö te yanda coşkun renkleriyle neşeyi
de hüznü de birleştiren İstanbul’un ışığı. G ö ğ ü n , denizin v e gözlerin
mavisi. İlk baharda koynuna kırmızıları da alarak m o ra çalm aktan ç e
kinm eyen çiçeklerin mavisi.
Rum usta T h e o p h a n e s ’in ekibinde çalışan bir sanatçıydı A n d rei
Rublev. Bir ressam , bir nakkaş, bir derviş. K endisi gibi bir dervişin hay
retle açılmış gözlerin d en seyredilm eyi hakkeden bir derviş.
45
B ilm ediğini b ilm eyen e n e öğretilebilir?
H iç.
A n d r e i R u b le v (1 9 6 6 ), tartışmasız T ark ovsk i’nin op u s m a g n u m u-
dur. Bir şaheser. Sanata dair bir şaheser. Sanatın gereksindiği özgü r
lüğe dair.
Yasaklanır bu yüzden.
H en ü z ikinci filmidir. N e S o la ris (1 9 7 2 ), n e Z e r k a lo (1 9 7 5 ), ne
S ta lk e r (1 9 7 9 ), n e N o s ta lg ia (1 9 8 3 ), n e O f f r e t (1 9 8 6 ), bütün eserle
rinin zirvesinde elb ette A n d r e i R u b le v yer alır.
T arkovski'n in ufku h er yen i adım ında yukarılara yükselm ez sanıldığı
gibi, bilakis adım adım aşağıya iner. G enişler. O va ya yayılır. Toh u m u n
a ğaca dönüşm esi gibi büyür içgörüleri. A ğ a ç tohum da saklıdır.
in sa n la ra insan o ld u k la r ın ı daha ç o k h a tırla tm a lıy ız , d er T a r
kovski. Sanat işbu duyarlılığın bir gerecidir. Film leri de insana insan
olduğunu daha ç o k hatırlatm anın bir aracı.
Filmin en ön em li karakterlerinden biri d e İvan L a p ik o v ’un canlan
dırdığı K ir ili. G erçek te Judas’ın ta kendisi. Y a h u d a ’nm. H asedin yiyip
bitirdiği adam . M ilos F o rm a n ’m ünlü yapıtı A m a d e u s u n (1 9 8 4 ) baş
karakteri A n to n io S alieri’nin selefi.
A radaki fark, Kirili bir Rus gibi pişm an olur. İtirafı da Rusçadır.
M o za rt’a atfen, T a n n neden ahlaksız bir gen ci kendisine aracı olarak
seçti, d iye krizlere giren Salieri gibi istidad yoksunluğuna dayanam az
bir türlü. İstidadı, kabiliyeti olm ad ığı için sonunda bir h iç olacağın a ina
nır. T a n n ’yla başı belaya girer. A daletin den kuşkuya düşer çünkü.
İstidada sahip olm ak için ö n c e inanması gerektiğini bilem ez.
K im e? N e y e ?
K endi dışında bir noktaya sadece. Dışında ve üstünde. A n d rei Rub
lev gibi. O ö n c e derviştir. Sanatın ilk koşulunun sanatçının özgürlüğü
olduğuna inanır.
Ö zgü r ruhların işidir sanat. T ıp k ı dervişlik gibi.
Masumdur. Bir bebek kadar. Kabiliyet yoksunu tekinsiz rakiplerinin
farkında olam ayacak kadar aldınşsızdır. A y n ı rahm i payiaştıklannı ve
ikiz olduklarını veh m ed en hırslı rakiplerinden korunm ayı bilem ez bir
türlü.
46
Bu yüzden kirlendiğini hisseder her defasında. Günahlarını.
47
ahengimi cebire vurdum
Zenaatı
Sanat anıtının kaidesi belledim.
Usta olarak yetiştirdim kendimi, kupkuru
Uysal bir hüner kattım parmaklanma.
Kulağıma şaşmazlık; sesi öldüren, müziği
Kadavra gibi kesip biçen.
Ahengimi Cebire vurdum.
V e neden sonra,
Teoriyi avucumun içine alınca.
Yaratma hazzma bıraktım benliğimi.
vurdu. M üziği bir kadavra gibi kesip biçti. T e o riy i avucunun içine alırsa
yaşam ı zihnin dizgelerin den üretebileceğini sandı. Sanat, yani yaşam
48
sözkonusu oldukta çaba kadar ye te n e ğ in d e sanatçıya o sıfatı bah
şettiğini anlayam adı. A n ladığın da ise istidada düşm an oldu. D eh aya.
M o za rt’a. H a sed i celb etm ek için dehasından başka hiçbir suç vasfı o l
m ayan M o za rt’a.
49
... G eriye bu kitabı anısına sunmaktan sevineceğim bir adam kalıyor:
Salieri.
Puşkin’in şu zavallı Salieri’si.
Salieri müziği bir kadavra gibi kesip biçti.
En korkuncu bu işte.
Bir kadavra gibi...
Donmuş, durmuş, devinimsiz ve cansız.
50
B ir yanda dehanın çocuksuluğu, bir yanda yaşam ın ihsan ettiklerine
mukabil dehanın bu ayrıcalığına taham m ül e d e m e y e n insani hasedin
dem ir pençesi.
S eyretm ek gerek . Sabırla.
A kıl ile aşkın o sentez kabul e tm e z diyalektiğini.
G ö rm e k gerek.
Kısacası, sıra d ış ılık bir kusurdur.
D eh a kusurludur, zira kavrayış gücü, sıradanlığın ufuk ötesini kuşat
tığından m uhtem el tehlikeleri sezem ez, ve tabiatıyla, ö n g ö re m e z.
Kusurludur, zira kabul edilem ezin sınırlarında dolanır ve m uhayyi
lesinin tahrik edici vaadlerinin peşinden sürüklenir, bazen geri dön er,
ileri sıçrar v e h er defasında muhakkak aşar.
D eh a elb ette kusurludur. Kabullenm ek bunu. İtiraz etm em eli.
S ch o p en h a u er’ın dediği gibi, zeki erkeklerle güzel kadınlann hasedi
celbetm eleri için bir şey yapm alarına g e re k yoktur. H ased balyozuna
düçar olm ak için m evcudiyetleri kâfidir. Hasud g ö z le r fırsat buldukların
da onlan yiyip bitirirler.
51
H ani bizim S a lieri’lerim iz, hani M ozart'Ian m ız n ered e, d iye aklına bir
sorucuk düşerse e y talib, ö n c e M olla Lütfi kim, onu ö ğren . S on ra ünlü
Türk M atem atikçisi, M anük v e A stro n o m i ustası İsmail G e le n b e v î’nin
m ezarının yerini bul. D ilersen, büyük hakîm v e hekim Ş an izade Ataul-
lah E fendi'nin hayatını oku!
V e unutma sakın, y eten ek ziyan olabilir belki am a deha asla! O n e
yapar ed er kendini vareder.
T a n n kendisiyle çelişm ez çünkü.
52
görünmez bir bütünün parçaları
53
H eg el, bu diyalektik ustası, D oğulu bilincin s o n s u z lu k tutkusunun
farlandadır. T an rı'n ın isimleri konusundaki h a k lı çoğulculuklarının da.
Yüklem in sonsuzluğuyla.
T a n rı’nın isimlerini sınırlam ayarak. Y an i tecelliyata saygı duyarak.
* * *
54
mm y ö n e tm e iddiasındaki yüksek akıldan. T a m d a aksine o belirsizliği
sever. Parçalan . G örü n m ez bir bütünün parçalarını. B ağırm az. G ö zü
m üze sokm az. Bütünü v a ’d etm ez. Ç özüm ü.
Ç ö z m e z , çö zü m lem ez hiçbir şeyi. İşaret e d e r bir tek.
İnsanın acziyetin e hürm et eder.
N e g a rip d eğ il m i, r e n k le r üzerine çalışırken ölür Eisenstein.
Düşünürken.
D aha d a g a rip olanı benim payım a düşen d e p e k farklı değil.
Ö lürken düşünmek.
R en k ler içinde.
55
ı
cümle uzunluğunda koridor
56
Başlığına bakm ayın siz, bu film in hatırda kalan tarafı k o n u s u değil,
d e k o ru . H ik âyen in geçtiği m ekân tasanm ı. B inanın h em dışı, hem içi.
Bir yap ı bu kadar m ı büyüleyici olur, bu kadar m ı ceh en n em i? K ö
tücül bir kadın kadar gururlu v e huysuz. M o d e m m im arinin iddialarını
temsil ed en e n ön em li avangard den eyim lerd en biridir L 'In h u m a in e .
Z am anı, özellikle m ekânı karakterize e tm e gücü bakım ından sey
redilm eli. P e k tabii ki toposu n o kübik ruhuyla bir an evvel tanışm ak
isteniyorsa.
P e k tabii ki tam da bu bağlam da V illa A r p e l m uhakkak hatırlanm a
lı, yani Jacques T a ti’ nin gerçek liği m uhayyilenin yaratıcılığıyla birleşti
ren film i M o n O n c le da (1 9 5 8 ) hicvedilen şu ünlü in te r n a tio n a l sty/ein
m arifetleri. Zam anın ruhu v e aklı. M od ern liğin iç çelişkisi. Ç ağdaş b ire
yi özgürleştiren zindan.
T a m a m iy le bir taklid değil Villa A rp e l, aksine bir yaratı. Orjinal. Bir
yönüyle sevim li, ancak sonuçlan itibariyle ürkütücü. T a ti’nin vizörü ta
rafından g ü lü n ç düşürülmesine bakılmamah, g erçek te trajedi. H e m iyi,
hem kötü. Ç a ğım ız gibi. Artık kanıksadığımız yüzyılın n eredeyse tüm
evleri gibi. K açınılm az olarak biraz D a s H a u s W itg e n s te in (1 9 2 6 -2 8 ,
W ittgenstein-Engelm ann), biraz V illa S a v o y e (1 9 2 8 -3 1 , L e Corbusier)
ve biraz da V illa M u ile r (1 9 3 0 , A d o lf Loos).
K açınılm az olarak diyorum , çünkü in te r n a tio n a l sty le geçtiğim iz
yüzyılın yazgısıydı, tıpkı iki dünya savaşı kadar g erçek , tıpkı o gerçeğin
içinde y o k olu p gid en yaşam lar kadar hayal.
L ’H e rb ie r bu iki savaştan ilkinin çelişkilerini g ö z le r önü ne serdi, T ati
ise İkincisinin.
M ekân yorum unun bizzat öykünün kendisini nasıl üsluba dönüştüre
b ileceğine dair bir iki örn ek daha verm ek isterim.
İlki, bir ilk. İlkel bir f ilm n o ir. A lm an dışavurumculuğunun sinem a
daki ilk zaferi. İlk örn eği. B ir başyapıt: D a s C a b in e t des D r. C a lig a ri
(1 9 1 9 ).
G erm en ruhunun bir grotesk öykü aracılığıyla tecessümü. C a m kı-
nkları kıvam ında bir hakikat kavrayışının tezahürü. İster istem ez 1. Dün
ya S avaşı’ndan yenilm iş bir A lm a n ya tasavvuru.
57
Film in yön etm en i, R o b e rt W ie n e (öl. 1 9 3 8 ).
N e ki ön ce, bugünün şu a u te u r sin em a sı klişesini bir kenara koyun.
Çünkü bu başarının g e rç e k kahram anı yön etm en değil, film in dekorla-
nnı tasarlayan kişi. H erm an n W arm .
M uhayyilenizde m ekânın stilini değiştirin, öykü h em en buharlaşa-
caktır.
D iğeri, L ’A n n é e d e r n iè r e à M a rie n b a d (1 9 6 1 ). M etnin yazarı A la
in R o b b e Grillet, yön etm en iyse A lain Resnais.
M a rie n b a d deyin ce, insan, 7 0 yaşında 17 yaşındaki U lrik e’y e g ö n
lünü kaptıran G o e th e ’nin ünlü ağıdını hatırlamadan ed em iyor: M a r i
e n b a d e r E le g ie . A n ca k Resnais’nin G o e th e ’nin kişisel ızdırabıyla, hiç
değilse doğrudan, bir alakası yok. O nun derdi belleğin oyunları. Zam an
v e m ekân üzerinden hem zamansızlık, hem mekânsızlık. B arok ve
R o k o k o ’ııun haşmeti altında ruhun inleyişleri.
T a m da bu bağlam da X V II. yüzyılın sonlarında yap ılıp X V III. yüz
yıl boyunca genişletilen iki sarayı hatırlamalı: V iy a n a ’da S c h ö n b r u n n ,
B erlin 'de C h a r lo tte n b u r g saraylarını. S özü m on a V e rs a ille s ın iki raki-
besini. P e k tabii ki bir d e güçlü devinim , güçlü ritm, dahi sürat ve hız,
yani m o d e m zam an v e m ekân kavrayışının başdöndürücü -evrimi.
Öykünün geçtiği m ekân, A lm a n y a ’d a (M ünih’te) dört ayn şatodan
istifadeyle kurgulanıyor. N e ki dördünün m im arı da aynı. B ir Fransız.
Zam an ve m ekân olm azsa bellek neyi hatırlayacak? Nasıl hatırlaya
cak? Belleğin bütün gıdasını, bütün gücünü elinden alır Resnais. A c ım a
dan onu susuz v e havasız bırakır, ve sonra ne yapacağını g ö rm e y e çalışır.
Kişi yerin e eşya, em ilm iş bir zam an, kocam ış bir m ekân.
Grillet d iyor ki:
Bugün artık bir tek süre var: Rom anda okum a, filmde görm e süresi
(...). Filmin süresi olayın süresine eşit.
58
Peki sonuç? Film o kadar pahalıya çıkar ki bu neden le kâr ed em ez.
Nasıl m ı? Ş öyle:
Senaryoda bir cümle vardı. Senaryoya göre, bu cümle bir koridor bo
yunca söylenecek ve cümle bittiğinde travelling de bitecekti. (...) Ama
şunu fark ettik. En uzun koridor bile benim cümlemi karşılamıyordu.
Travellingi yavaş da yapsanız hızlı da, koridor bitiyor ama cümlem bit
miyordu.
Resnais bana bunu açıkladığı zaman, “Ziyanı yok, metni ikiye bölerim.
Sen koridorun sonuna geldiğinde sağa dönersin, bir dirsek olur, orda
sağa döndüğün anda metnin ikinci kısmı başlar” dedim.
“ Hayır hayır!” dedi. “ Bu cümlenin tek bir hareket içinde söylenmesi
benim için çok önemli, madem sen böyle yazmışsın bunu kesinlikle
değiştirmeyeceğim" dedi.
Bunun üzerine mimarlar şatolann koridorlannın kalıplannı aldılar ve
stüdyoda benim cümlemin uzunluğunda koridor yapıldı ve filmin o bölü
mü bu stüdyoda çekildi.
59
abes
Burada olm ak, hepim izin suçu. Bu dünyada. Evet, bütün suçumuz,
burada olm ak!
W a lter G rau m an’ın L a d y in a C a g e (1 9 6 4 ) adlı filminin belki de
zihnim e kazınan en etkileyici çığlıklanndan biri. İnsan varoluşundaki
anlamsızlıkla bir anda yüzleşm e. O labilecek e n sade v e en basit haliyle
abesle yüzleşm e.
A b e s , yani saçm a, yemi anlam sız, yani boşluk ve hiçlik.
A besi bir anda, hem d e böylesin e çıplak bir surette insan bilincine
çarpan nedir peki?
Ölüm .
60
Ateşten zehrini tattım bu okun
Bir anda kül etti can elmasımı
Sanki burnum değdi burnuna ‘y o k ’u n
61
w ork O ra n g e (1 9 6 2 ) adlı rom anından. P e k tabii ki sadece bir e d e b iy a t
eseri olarak değil, bir san at eseri olarak da. Y a n i Stanley Kubrick'in
197 İ d e aynı adla sinem aya uyarladığı etkileyici yorum u aracılığıyla da.
Bu vesileyle h em en burada küçük bir parantez açm ak isterim:
A C lo c k w o rk O r a n g e , T ü rk çe’de, nedense O to m a tik P o r ta k a l o la
rak tanınıyor. O ysa Fransızların çevirisi biraz farklı: O ra n g e m é c a n iq u e .
O tom atik veya m ekanik, önem li olan burası değil, asıl önem li olan,
terkibin o ra n g e kısmı. Bu deyim in tam karşılığı, bence, T ü rk çe’d e şöyle
verilmeliydi: O to m a tik Mahluk (veya O to m a tik H ayvan)
Y a n i ro b o t.
Evet, otom atik mahluk, g e rçek te bir robottur, yani bir ş id d e t m a k i
nesi. İrade ve vicdandan m ahrum bir m akine. İnsan bilincini h er e y le
m inde abesin o boş ve soğuk yüzüyle karşılaştıran bir şiddet makinesi.
Dilerseniz, kısaca rom an a bir g ö z atalım:
İsim otomatik portakaldı. J.S. Bach dinlerken anlamını daha iyi çakoz-
ladım ve o eski A lm an ustanın kahverengi muhteşemliğini dinlerken,
keşke o ikisini daha çok m arizleyip kendi evlerinde lime lime doğrasay-
dım diye düşündüm, (s. 30 )
62
Bu şiddet m akinesini, A le x D e L a r g e ’ı, p e k tabii ki bir d e K ubrick’in
yorum uyla tanımalı. Bütünüyle insanın doğasını. Bir d iğer deyişle, in
sandaki hayvanı.
T ek ra r K a fe s te k i K a d ın a dön elim , v e iki anlatının ortak noktasını
g ö rm e y e çalışalım:
63
beyaz şiddet
64
lerin m asum iyeti fikri d e ciddi yaralar alacaktı. T a n rı’yla birlikte m asu
m iyet d e ölüyordu. S a f v e tem iz olan n e varsa! C insellik yetişkinlere
has bir kategori değildi artık. C inselliğin sözkonusu olduğu ye rd e ise
şiddetin tasavvuru kaçınılm azdı. D o ğ a ’nm . S a f d o ğa 'n ın .
S a f d o ğ a d em ek , ş id d e t dem ekti. N itek im bu şiddeti tek başına uah-
şe t sözcüğü bile tem sil e tm ez m i?
V a h şi olan , d o ğ a l olduğu kadanyla vah şet içerir. V a h şet, yani şid
det ve dehşet! D o ğa l olan, en tem eld e irrasyonel (gayr-ı akli) olandır.
Çünkü kültürelin zıddıdır. D oğal olan, yani m asum , yani tem iz, yani saf
oian. Çünkü gayr-ı akli olan.
B ebeklerin de, çocukların da m asum iyetini yitirdiği bir çağdayız.
H alesiz bir çağ, aurasız, bu yüzden bizim çağım ız.
D a s w eiße B a n d (2 0 0 9 ) çocuk m asum iyetini çok farklı bir açıdan
yorum layan ilginç bir film. Y ö n e tm e n in e C an n es Film Festivali’nde
2 0 0 9 A ltın P a lm iye ödülünü kazandıracak kadar güçlü de.
İzleyicilerini huzursuz etm ekten hoşlanan bir y ö n etm en M ichael H a
neke. A y n ı zam anda alışkanlıklannı sarsmaktan, ve sunduğu im kân v e
ihtimallerle oluşturduğu beklentilerini boşa çıkarm aktan. F elsefe eğitim i
almış olm asının bunda büyük payı var hiç kuşkusuz. H e m e n h er film in
de görülebilir bu birikimin izleri.
Sorun şurada ki H a n e k e ’nin söylediği, h er zam an, sö y lem ey e ça
lıştığının hakkını tam olarak verm iyor. Başka bir deyişle, yön etm en in
d e m e k is te d iğ in in d eğeri ile b izza t d e d iğ in in (d em e biçim inin) d eğeri
arasındaki m esa fe hiç d e az değil!
A n latm aya çalıştığı düşüncenin (ide’ nin) çarpıcılığı olm asaydı, a ca
ba, anlatım ı (o id e ’nin im agosu) bu denli çarpıcı olur muydu?
San m ıyoru m . H a n ek e anlatım ının gücünden çok , anlatım a d e ğ e r
bulduğuyla izleyicisini etkilem eyi başarıyor. O ysa Lars v o n T r ie r ’ i farklı
kılan tarafı da burası! H a n e k e ’nin aksine, sad ece işaret e tm e y e çalıştığı
(ide) değil, bizatihi işaret etm e biçim i d e güçlüdür Lars'ın.
Ç ocu klarca cezalandınlan bilhassa iki m eslek sahibi dikkatimizi çeki
y o r film i izlerken: biri ta bib, diğeri rahib.
İlki b e d e n le ri, İkincisi ise ru h la rı iyileştirm ekle görevli. H e r ikisi d e
vazifelerini hakkıyla yapıyorlar. Lâkin başkalarına karşı. Dışarıya karşı.
65
Bu kadarlık başarı ruhlarının katılaşmasını ön leyem iyor. Çürüm esi
ni. Ş ö y le d e denebilir pekâlâ: O nları çürüten de başarılan zaten. Çünkü
çocuklarının aleyhinde bir başan bu! K en di iç dünyalarına ra ğm en bir
başarı.
İçten içe çürüyen bir d iğer iktidar odağın ı da B aron v e ailesi tem sil
ediyor. B ir tarafta kaba saba köylüler, d iğer tarafta asaletin v e uygarlı
ğın mümessilleri. G üç v e iktidarı elinde tutmasına rağm en gö zleri kör
bir aristokrasi. K öylü lerle B a ron arasında ta m p on g ö re v i g ö re n üç m es
lek var: tabib, ra h ib v e ö ğ r e tm e n .
Ö ğ re tm e n b e y a z ş id d e tin dışında kalıyor. Ç ocu klann hışm ına u ğ
ram ıyor.
B ir tesadüf mü?
A sla!
Sanatta tesadüf olm az çünkü!
B e y a z ş id d e t en saf, en m asum, en tem iz olanın uyguladığı bir şid
det türü, hatta en zayıf v e en güçsüz görünenin.
Ç ocu k bilincinin... en kestirm e çözüm leri bulmakta m ahir bir bilinç
düzeyinin, gerçek te dünyayı olabildiğince yalın bir biçim de g ö rm e y i be
cerenlerin, algılayam ayacakları düşünülürken herşeyi algılayabilenlerin,
masumların, ve dahi m ahrumların.
Yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya yön elen , umudu kökün
d en kazıyan lanetli bir şiddet bu.
B ed en e v e ruha.
Aşılı fidanlann gazabın a uğrayan asırlık çınarlar. Um utsuzca yanan
orm an.
B eya z şiddet, güdülerin şiddeti. S özü m on a, tabu la rasanm .
66
antichrist
67
Evet, o da tüm sanatçılar gibi a çık la y a m ıy o r am a anlatıyor. Sorunun
ikam et ettiği o m eş’um, küflü tem eli terkedem eyişinin sebebi d e bu!
Tarkovski gürültü çıkarm ayı sevm ez, insanın dram ına onu anlam ak
gibi. İnanm ak ister. Evet, inanm ak v e huzur bulmak ister, bütün içten
yan ettirir. Düşünm eyi bir zorunluluk haline getirir. K a th a rsis umurun
68
Film in sonunda seyirciyi ön em li bir sürpriz bekler.
• « *
E R K E K [sözde-akıldışılıkl:
— B e n D o ğ a’yım . D o ğ a olarak nitelendirdiğin her şey.
K A D IN [sözde-akılj:
— P ek i B a y D o ğ a, ne istiyorsun?
— Elim den geldiğince canını yakm ak.
— Nasıl?
— S e n c e nasıl?
— B en i korkutarak m ı?
— S e n i öldürerek.
— D o ğ a bana zarar verem ez! S e n altı üstü dışardaki yeşil yolsun.
— H ayır! O ndan fazlasıyım .
— Anlamıyorum.
— D ışardayım , am a ayn ı zam anda içindeyim . B e n insanlığın doğasıyım .
— H ım m , o anlam da d o ğa. Ş u , in sanlann kadınlara [cadılara] kötü şe y
ler yap m asın a neden olan d o ğa.
— İşte ben tam olarak oyum!
69
Lars’ın filmini ilk seyredişim de h em en aklıma N ietzsch e’nin bu tes-
biti geldi. Bu cüm le, filozofun D e r A n tic h r is t (1 8 9 4 ) adlı risalesinde yer
alır. N ietzsche, kendisine lanetler yağdırdığı Hıristiyanlığın kökeninde,
d o ğ a l olana, yani g e rç e k liğ e karşı iflah olm az bir nefretin yattığını iddia
ed er (... ih re W u rz e l im H ass g e g e n das N a tü r lic h e — d ie W ir k lic h
k e it1
.); v e her şeyden e w e l, D o ğ a y a düşman bir Tan rı icad ettiği için
Hıristiyanlığı bütün gücüyle lanetler.
D oğ a y a ve H a k ik a te , yani insana düşman bir Tan rı icad ettiği için.
Bir yanında N ietzsch e, d iğer yanında Tarkovski.
L a rs’ın A n tic h r is t i, D o ğ a ile T a n rı’nın kıyasıya savaştığı bir zem in
d e varoluyor; kadın cinselliği üzerinde.
D o ğ a Ş ey ta n ’ın m abedi, k a d ın ise Ş eyta n ’ın bedeni.
Kadın cinselliği, Hıristiyanlık nazarında, ilk günahtan bu yana
Ş ey ta n ’ın varoluş zem ini, doğası, kendisi.
A n tic h r is t sözde bir tannnm sözde bir şeytanla savaşının hikâyesi.
Yanlış anlaşılmasın, erk eğin kadınla savaşı değil, kadının yin e kadın
la savaşı. D o ğ a y a düştüğü haliyle. H en ü z rahibe olm am ışken. Çıplak
bedeniyle. M askesinin ardında sırıtan v e acı çeken yüzüyle. Kendisiyle.
70
Bu n ed en le tam bir tra g e d y a 1
.
71
teolojik edebiyat
P e c c a tu m o rig in a le .
Y a n i ilk günah. Fakat insanlık tarihinin değil, aksine, yoru m tarihi
nin ilk büyük günahı. İlk günah, yorum ların en günahkârı.
Hıristiyanlık eliyle cinselliğin lanetlenişi. Küçük ölümün. O rgazm ın ,
ve dahi kadının, en tem eld e insanın.
Sapkın bir yorum la yaşam güçlerini eu etlem enin, olum iam anın bü
tünüyle yadsınışı. H e m d e en tem elde, başta, başlangıçta, insanın erkek
v e kadın olarak aynşm asınm kökeninde.
tasavvuruna.
Kendisinin Kitab-ı M ukaddes eleştirisinden çıkan sonuca g ö re.
T a n rı’nın ilk hatası, insanı can sıkıntısından kurtarmak am acıyla hay
72
Kadın. T an n 'n m ikinci hatasıdır. ‘ Kadın özünde yılan’dır, H avva'dır’
(Das W eib ist seinem Wesen nach Schlange, Heva), bunu her rahip
bilir. ‘Dünyadaki tüm felaketler kadından gelir', her rahip bunu da bilir.
73
— T e k başına olm ayan bir adama g öre daha normaldir, işte bu yüzden
Bir söyleşide dile g elen bu açıklam alar T ark ovk si’ye ait. L a rs’ın fil
mini ithaf ettiği y ö n etm en e.
D em ek olu yor ki: A n tic h ris tin T ark ovsk i’yle ilgisi, sadece film de
kullanılan dilin v e tekniğin ilintisi sebebiyle değil, aynı zam anda, g eriler
de bir yerd e, kadının doğasıyla ilgili yorum sam anın keyfiyeti sebebiyle
de.
Senin anlayacağın e y talib, Musa gibi gö rm ek te acele edersen , g ö
rem ezsin. Ö n ce, kendinde kırmızı ölümü yaşam alı, son ra hakikatin p e
çesini açacağı anı sabır v e sükûnetle beklem elisin!
* * *
— D oğa bana zarar verem ez! Sen altı üstü dışardaki yeşil yolsun.
— Hayır! Ondan fazlasıyım.
— Anlam ıyorum .
— Dışardayım, am a aynı zam anda içindeyim. Ben insanlığın doğasıyım .
74
— H ım m , o anlam da d oğa! Ş u , insanların kadınlara [cadılara] kötü şe y
ler y a p m a sın a neden olan d o ğ a
— İşte ben tam olarak oyum !
75
cinselliğin teolojisi
XVII. yüzyılda sanatın işleviyle ilgili teorik tartışmalara yön elik itira
zını işte b öyle dile getirir bir Fransız ressam. N icolas Poussin (öl. 1 6 65).
76
N e d iy o r bu adam , diye acı acı çığlık atıyorlar. Anlam adıkları için
korkuyorlar. Korktuklan ölçüde d e korkutuyorlar. Y oru m u n beşiğini
sallıyorlar. Bir o yana, bir bu yana.
A n t ic h r is t hakkında ço k ön celeri iki yazı kalem e almış ve şöyle d e
miştim:
77
T a n ım la m a ’nın üst başlığı ö n -ik o n o g r a fik a çık la m a d ır. (V or-
ikonographische B eschreibung)
Burada Pan ofsky “ şapka çıkarm a” örneğini verir. B ir adam ın şap
kasını çıkardığını tesbit etm ek, öncelikle eylem i/olguyu tanımlamaktır.
Eylemin (hissî) anlam ını belirlem ekse, ifadeyi tanımlamaktır.
2 ) Şapka çıkarm ak, aslında, şövalyelere özgü bir O rta ça ğ âdetinin
uzantısıdır. Başından zırhını çıkaran bir şövalye, b öyle yapm akla, m u
hatabına, “ Sana gü veniyoru m , sen d e bana güvenebilirsin!” d em iş olur
du.
İşbu anlam da sanat eserinin u zla şım sa l b e lir le n im id ir (konventi-
onales Sujet) v e bu işlev doğrudan çözü m lem e düzeyine aittir. (Yani:
Otur biraz dersini çalış!)
Ö n -ik on ografik açıklam adan ibaret olan tanım lam a’dan ayrı olarak
çözüm lem enin üst başlığı da İk o n o g ra fik tır. (Ikon ograph isch e A n alyse)
Bir sanat eserinin n a tü re l (hakiki) ve k ü ltü r e l (m ecazi) anlam ları
nın tesbitiyle m eşgul olanların yaptığı, bu durumda, tan ım lam a’nın v e
çö zü m lem e’nin ötesine geçm em ek ted ir.
ifşa edecektir.
3 ) Bu düzey artık yorum cunun çapıyla alakalıdır. Bilhassa dü nyagö-
ung) belirler.
G ra p h y’den L o g y ’y e geçilm iştir artık.
78
P ek i içerik nedir?
P e ir c e ’ e g ö r e , içerik, as th a t w hich a w ork betrays b u t d oes n o t
p a ra d e (sanat eserinin ifşa ettiği ve fakat afişe etm ediği şey) olarak
tanımlanabilir.
Sanat eseri, kendisini, muhatabına, m uhatabının insanı v e d oğa yı
gerekir. Ç oklu k sanatçının bile farkında olm ad ığı alanı. İçerik, ö z ’ün
taşıyıcısıdır. Bu neden le h ep ö z ’ le karıştırılır. O ysa içerik akıl ve zekayı
79
hiçlikte basılmak
80
işimiz olm az. B iz ancak b iz im için olan gerçeklikle ilişki kurabiliriz. G e r
çekliği b iz im için kılmadıkça asla on a yaklaşam ayız. Yaklaşm ayı düşün
m eyiz bile. Korkarız.
Haklıyızdır. Çünkü yaklaşır ve/ veya bir biçim de karşılaşacak olur
sak. daha o anda, ilk anda özağzım ızdan kafatasım ızı kusarız.
H e id d e g e r'in dediği gibi, hiç’ i ortaya çıkaran korkudur. A n ca k kork
tuğumuzda hiç ortaya çıkar. H iç hiçer. (N ic h t n ic h te t.)
A lm a n filozof, F u rc h t ile A n g s t kelim elerini birbirinden ayınr. İkisi
d e en n ih ayet korkudur, am a ilki vahşi bir hayvandan korkm ak gibi
m u ayyen bir şeyden korku iken, İkincisinin m u ayyen bir sebebi yoktur.'
Doktorunun kendisine birkaç a y içinde ö leceğ in i söyled iği ge n ç bir
adam hayal edin, acaba o anda o ge n ç adam n e hisseder?
Korku. Endişe, kaygı filan değil, korku. Bütün gövdesini hiçleyecek
bir korku h em de. Bütün benliğini. H erşeyini. A razlan n ı değil, zatını.
O an, varlık ile hiçlik’in aynı anlam a g e ld iği andır.
D üşünem ezsiniz, bizzat yaşamalısınız. N e Razi, n e H e g e l o anda
işinize yarar, ya C ü n eyd ’i çağırm alısınız yardım a, ya M eister Eckhart’ı.
Ö lm elisiniz. H iç değilse ölm ed en ön ce.
Aklın akledem ediği bir andan sözediyoru z. Zam anın durduğu an
dan. H a rek et ed en her şeyin.
H a rek et ed en herşeyin anlam ı vardır. A n la m ı olm ayan hareketsiz
liktir. H uzur v e sükûn. S açm a'n ın ta kendisi. H iç ’ in. Y o k ’un. K e n d is i
için g e r ç e k lik h areket etm ez. H a rek et ed en sad ece b iz im için g e r ç e k
lik tir. V e h im v e hayallerim izle süslediğim iz, güzelleştirdiğim iz g e rç e k
lik. D eğiştirdiğim iz, bozduğum uz, yamulttuğumuz. Bu yüzden g erçek
olan sadece b iz im için olandır, k en d isi için olan değil.
N adan , zavallı Lars v o n T rie r'i kadın düşm anı ilan etti. O ysa adam
cağız, o ra d a k i k a d ın b e n im , diye bas bas bağırıyor. A n a lize konu olan
asıl ben im , diyor, çocuk da, çocuğunu öldüren an n e de.
81
in a film by Lars von Trier
A n a lize girin ce çıldırıyor. Kendisiyle yüzleşince. Bedelini ödüyor.
R ah m e geri dön ü yor. B oşluğa. Karanlığa. Bu yüzden h em klitorisini
makasla kesiyor, hem d e penisini taşla eziyor. Çünkü kendisiyle yüzleşi
yor. T ü m şeytanların kusursuzluk, hatta tanrısallık sergilediği v e pekço-
ğumuzun gözlerin i kam aştırm ayı becerdiği bir dünyada, Lars, ölümcül
olanın m askesini indiriyor.
Bu ürkütücü itirafa gözlerim izi v e kulaklarımızı nasıl tıkarız? T ık a r
sak, m o d e m dünyanın ruhunu okum a zah m etin e katlanmaksızm sı-
nırlanm ızın dışına çıkm ayı nasıl başarabiliriz? H e m d e şehir bizi kendi
sınırlannın içine alalı hayli zam an da olm uşken.
D ört bir yanın ayna, yin e d e kendini görem iyorsu n e y talibi
A n n en in sözünü dinle, ve sakın gü neşe bakm a! G ü n eşe bakm ayı
denersen, bu sefer seni suyla değil, kanla vaftiz ederler. Y a h y a gibi
değil, İsa gibi.
Tan rı korusun, bir daha günah bile işleyem ezsin!
83
melancholia
Faraziye uydurmuyorum.
84
eğer, yılm adan yeni varsayım lar geliştirm ek v e h er defasında gerçek liğe
başvurmak suretiyle bu varsayım ları olgular üzerinden biteviye sınamak.
P eki sözkonusu olan g e le c e k ise?
Varsayım ların yerini t a h m in le r alır bu sefer. Bilimsel tahm inler.
Olasılıklar, ön görü ler, hatta önsavlar. Delili nedir? İstatistikler, yani bi
riktirilmiş g ö z le m v e den eyler. Ö n görü lerin dayanağı daha ön ce neyin
ne kadar olduğudur. Bilinm elidir ki olgu, tekrarlann ve dahi tekrarlarda
ki sıklığın vesatetiyle oluşur. Miktarla. Olasılıklann miktarıyla.
T a m da bu-ara-da, alkışlardan ne söylediği bir türlü anlaşılamamış
bir dehanın, yani G o e th e'n in , N e w to n ’a, hiç değilse F a rb e n le h re da
(1 8 1 0 ), yön elttiği şiddetli itirazların, m atem atiğin o kavi ve m uhkem
surları karşısında yetersiz ve hükümsüz kaldığını hatırlam ak gerekir.
H esabın v e tekniğin karşısında. N e yazık ki henüz arkam ızda bıraktığı
m ız o k oskoca yüzyıl içinde bu kavganın yaratıcı d eğ erin e işaret eden
pek kim se çıkm az. K an t ile G o e th e ’yi D is c o v e r in g th e M in d (1 9 8 0 )
adlı eserin de iki karşıt kutba yerleştiren W a lter K au fm an n ’ı saymazsak,
bir tek H e id e g g e r istisnaymış gibi görünüyor. B ir A lm an . Üstelik o da
olup biteni yıllar sonra farketm ek koşuluyla. Ö rn eğ in iki dünya savaşını
da idrak ettikten sonra.
G o e th e ’yi yıllar sonra anlam aya başladığını (m it d e n J a h re n le rn e
ich G o e th e v e rs te h e n ) itiraf etm ekten kendini alam ayan yaşlı filozofun
görüşlerine ancak sevdiği kadına yazdığı 18 A ra lık 1 9 5 0 tarihli ö zel bir
m ektuptaki ürkek satırlar sayesinde muttali olabiliyoruz:
Sein K a m p f gegen New ton fü r die Phänom ene ist auf dieser gesc
hichtlich gegebenen Basis der Scheidung des «Ästhetischen» und
«N oetisch en » dennoch in der R ichtung angelegt, die Erde fü r die
W elt gegen die bloße Rechnung zu retten. [Estetik-Noetik ayranı
nın işbu tarihsel tem eline istinaden G oeth e'n in fenom enler hakkında
N ew ton a yönelttiği şiddetli itiraz, ancak evrenin hatırına yeryüzünü kılı-
kırk-yancı hesap(çılık)tan kurtarmaya matuftur.)
85
nin ufkunu da belirler kaçınılm az olarak. B ilg e artık yerini b ilg in e ter-
açm am alı. D irenm eliyiz. Bilim sel öngörü lerin yerin e, dikkatimizi bir an
için kehanetin doğasına yön eltm eliyiz. Çünkü bilim adam ı g e le c e ğ e ba
İmdi, akıl-esin karşıtlığının belirdiği yerdeyiz. Bilim ile S anat ın, F el
olm ası asla tesadüf değildir. Akıldan uzaklığın nimetleri kadar külfetleriy
86
Kadın, Lars von T rie r sinem asının kaçınam adığı yazgı. Bütün film
lerinde. Belki kadını yo k am a annesi var. Bir d e kendisi. Y e te rin c e
kendisi. K açın am ayacağı a n im a sı. S o n film i M e la n c h o lia (2 0 1 1 ) işte
bu yazgının en kalıcı uğraklarından. Ü stelik A n tic h r is tin (2 0 0 9 ) hem en
ardından. Bu n ed en le sağaltıcı.
L a rs’ ın b irçok film i gibi hak ettiği karşılığı g örm ed i. Anlaşılm adı çün
kü. Skandal d ü zeyde irkiltici bulundu. Y ö n e tm e n i tebessüm ettirecek
denli irkiltici.
İnsan anlam ak ister, anlam ayınca kızar, öfk elen ir v e suçlar. Sonuçta
elenir. Usulca elinden tutulur v e nezaketle yo ru m sa m a n ın sınırları dışı
na bırakılır. S ırf yorulm adığı için. A n lam ak için gerek en asgari titizliği
gösterm ed iği için, sadece sanatçının cilvelerine, hatta kaprislerine d e
ğil, asıl sanatın o ikircikli diline nüfuz e d em ed iği için. S im gelere. Ç ift-
d eğerliliğe. A m b iu a la n c e m özüne.
A n tic h r is t T ark ovsk i’y e adanmıştı. L a rs’ın hesaplaşm aktan bir türlü
kendini alam adığı selefine. A n tic h r is t gibi M e la n c h o lia da T ark ovsk i’yle
hesaplaşmanın mahsulü. H iç kuşkusuz. Bu n edenle T ark ovsk i’yle para
lel okum aya tâbi tutulmadıkça Lars’ ın n e dediği kolay kolay anlaşılamaz,
özellikle T ark ovsk i’nin ölm eden ön ce çektiği O ff r e t (1 9 8 6 ) adlı son fil
miyle.
Aralarındaki en ön em li fark, Tarkovski insana inanır, güvenir, iyim
serdir bu yüzden, Lars ise kötüm ser. Elindeki m alzem eyi birbirine sürte
rek çitiler, e z m e y e , unufak etm e y e çalışır. İzleyicisine müsamahasızdır.
Ses alm aya gereksin im duyar, alkışa değil. Ö v g ü y e hiç değil. Şefkat
isteyen kiliseye gitsin, içinizde hakikat ateşini avuçlam ak isteyen varsa
buraya gelsin, d er gibidir. Kendini, hakikatini, çocuksuluğunu küstahlı
ğında gizler. İnadına.
Lars, bir söyleşisinde, ben 19. deliğin içindeyim , der. L im b o d a yani.
Tam ıtam ına zindanda. Sanatçının, yazgısı g ereğ i, asla içinden çıkam a
yacağı kuyunun en dibinde. C eh en n em d e. C eh en n em in ilk halkasında.
A m a zahirde. G erçekteyse yaşam ın zirvesinde. Putperestler m eclisinde.
Suçlamak ve yargılam ak yerine ön ce anlam ak gerek. Anlam ak, yani
hürmet etm ek!
87
M e la n c h o lia nın kâhinesi, cadısı, azizesi Justine’dir (Kirşten Dunst).
Bir tür Kassandra. G e le c e ğ i görür. K ıyam eti. Yokoluşu. B edelini de
ö d er ön ced en görm en in . Ç aresiz yalnız kalm ak zorundadır. G ördükçe.
Farkettikçe. K azan m ayı umursamaksızın fasulyelerin adedinin 6 7 8 o l
duğunu bilm ekten büyük bir ıstırap mı vardır bu dünyada? Jusüne bilir
ve acı çeker.
P a tik a la rd a lim u z in le d o la ş ılm a z .
Giriş sahnesinin g o n g u bu vuruşla çalınır ve teleskobun kehanet
karşısındaki acziyeti kesinleşene d eğin bu vurgu hiç am a hiç azalm az.
D oğan ın çalılıklan içerisinde aklın kesinliğinden, biliminse heybetinden
beklenecek yararın sınırlı olduğu kabul edilm eli v e hürm etle sezgin in
önü açılmalıdır, in t u it io n un. İlh a m a tm . S ırriyatın . K eş/iyatın. F ü tu
hatın.
A n ca k hazırsanız tecelliye m azhar olursunuz. Dikkatle yön elm işse
niz. Bekliyorsanız. H ira ’daysanız.
Kuşku duym am alı, gaflet zuhura manidir. M ucizelere.
Filmin ilk bölüm ünde yön etm en in seyirciyi hayli yoran hareketli
kam eranın sert kullanımını tercih etm esi belki biraz acım asız v e fakat
yerinde bir teknik olarak bir kenara kaydedilm eli. Çünkü böylelikle hem
izleyicide duygu olarak yaşanm asına gereksinim duyulan baş dön m esi
(m o tio n sickn ess) büyük ölçüde sağlanm ış olur, h em d e gündelik korku
ve kaygılar (fu r c h t) ile varoluşsal daraltı ve gerginliğin (a n g s t) yol açtığı
iki karmaşa biçimi açıkça farkedilecek hale gelir. İlki m etalik bir gürültü.
Maddi. Kulak tırm alayıcı. B ed en en yorucu. A-ritm ik. Düğün gibi. D iğ e
ri ise, salt sükût darbesi. T a m a m iy le ritmik. Düzenli. Sakin. A n c a k ruh
sal. Biri dış-dünyada (b eyin ) ağrılara yol açarken, diğeri içeride {kalp)
sızılara n eden olur.
Filmin başlarında yer alan en etkileyici sahnelerden biri d e ablası
C laire ile arasında g e ç e n tartışm anın akabinde Justine’nin tepkisidir.
İnsan Marquis d e S a d e ’ın J u stin ein i hatırlamadan ed em ez. Sonuçsuz
kalacak bir saflığı. K irlen ecek olduğunda bakılam az hale g e le c e k olan
g erçek altın sarısını. N itekim Justine kızgınlıkla h em en aya ğa kalkar
v e kütüphane raflannda açılı halde duran sayfalanndan M on d rian ’ın
88
"A epcctaelc tmpoofliW № mm away from- A rixNium cntally jiulntmm mnvie.
W h e n 1 le ft tile ihealer, I fell light, itpivnuled arnl u lX M M cin iu h ly happy'
MELANCHOLIA
90
Kısacası, h er iki film de de bilim -kehanet, akıl-sezgi karşıtlığı her
adımda açıklığını m uhafaza eder, h em d e hiç taviz verm eksizin. N e ki
sadece dikkatini esirgem eyen ler için.
Film in ikinci bölüm ünde ise, tem el figürler üç kişiden ibarettir:
Justine'nin ablası (C la ir e ), eniştesi (J o h n ) v e y e ğ e n i (L e o ). Y a n i Justine
dışında, M elan ch olia’nın dünyaya çarp m a (kıyam etin k opm a) ihtimali
karşısında tepkilerine yakından tanık ola ca ğım ız üç kişi.
D ünyaya en bağlı olanı J o h n ’dur. En paracı, en haris v e en hoyrat
davrananı. O koca teleskobuyla h er şeye hakim dir. G üya. Bütün hazır
lıkları yap tığın a inanır. Bilim in temsilcisi odur. İhtimallerin kesin sesi.
İhtimaller tükenince en evvel o yaşam ına son verir. B encilce. K im seye
haber verm ed en . Eşine v e biricik oğluna. Sorum luluklannı hiçe sayarak.
Ölüm korkusu karşısında o kadar dayanıksızdır ki kim seyi düşünmez.
C laire d e ondan p e k aşağı kalmaz. A n c a k o bir annedir nih aye
tinde. N a tu r a n a tu ra ta . T ereddü tler yaşar. Y a şa m a hayli düşkündür.
N e var ki h er defasında güçlü ihtim alleri değil, zayıf olanlan seçer.
Muhafazakârdır. H e r halükârda statükoyu korum aya çalışır. Sakin v e
mutedil görünür. V asat ve itidali gö ze tm e k , m evcudu m uhafaza e tm e
nin en em in yollarındandır çünkü. Bu yüzden d e ölm ekten ç o k kay
betm ekten korkar. M o d e m burjuvazi C la ire ’ in çelişkilerinde tecessüm
eder. Y a şa m a hakkını zo r ele geçirm iştir, kolayca kayb etm eye dayana
maz. N ed ir yaşam ? Belki kendisine fazladan 19. deliğin d e eklenm iş
Nasıl?
91
Birkaç dal parçasını birbirine çatıp oluşturduktan d erm e çatm a bir
kulübe müsveddesinin altında elele tutuşmak suretiyle. Bilim in devasa
teknolojik aygıtlarıyla değil, bilakis kalbe sükûnet veren şefkat dolu iki
eli ellerinde hissetm ekle.
M od ern dünyada din belki o d erm e çatm a kulübe m üsveddesi kadar
yoksul görünür insana am a, unutulmamalıdır ki akadem inin çatısı altın
da bulunmayan n e varsa, m abed lerd e kendisine o sunulur. K eh an et,
yani umut, yani m ucize. İnsan insanı m abedde bulur. Yoksullukta.
O ffr e tte n ödünç alınan n e ç o k şey vardır M e la n c h o lia d a .
İlkinde, A lexa n d er, yaklaşm akta olan kaçınılm az sonu görür. Nük
leer savaşın korkunçluğunu. B ir tek o görür. Eşi A d ela id e ise, tıpkı
M e la n c h o lia d aki Joh n gibi, ölüm korkusuna dayanam az v e panik içe
risinde krizler geçirir. H e r iki film de d e dünyaya en düşkün olanlar, ne
gariptir ki en ö n c e dizleri çözülenlerdir.
Umudun sem bolü olan A lex a n d er, hiç tereddüt etm ed en keffareti
öder ve gidip büyücü kadınla yatar. M a ria (M eryem ) ile. A n n esiyle. D o
ğanın kucağına d ö n er yani. M akinelerin acım asız dünyasından doğan ın
şefkatli kucağına.
92
yaşam. O ysa Justine'nin çalıştığı şirketten g elen g e n ç halefiyle uluorta
birlikte olm ası hiçbir şeyi değiştirm ez. Çünkü iş dünyası m asum iyetin
bikrini izale etm ek te istisna gözetm ez.
T arkovski iyim serdir dem iştik ya, işte bundan. O ysa Lars, M e la n -
c h o lia ’yı elleriyle dünyanın üzerine fırlatır v e film finalde o büyük çar
k istanm .
’ ruhu kurtarm anın daha teselli edici olduğu kesindir. N e d e olsa ölüm,
D e r Tod, wenn wir jene Unw irklichkeit so nennen wollen, ist das
Furchtbarste, und das T ote festzuhalten das, was die größte Kraft
erfordet.
Ölüyü sıkıca tutup kavramak çok büyük bir güç gerektirir. Fevkalade
bir güç.
93
Bir ham lede ö lü m d e n (der T o d ) ö lü y e (das T o te ) geçer. Zihinden
zihin-dışına.
yüzdüğünü saklar insanoğlundan. Yan ıldığın ı göreb ilm esi için herkesin
biraz b ek lem eye gereksinim i vardır. D aha yen i ve daha keskin faraziye-
lerin zuhurunu bek lem eye.
Yokoluşun kendisinden çok, duygusu sarsıcıdır. A lgısı. İdraki. Bu
teorisi, kabul edilm elidir ki en eski ve en etkin yorum lar arasında yer
alır. Farklı beden lerde dolaşan ölümsüz bir ruhun selâm etiyle yetinm ek.
A n n dıkça kendine daha iyi bed en ler bulmak. H e r defasında. Sonsuza
değin.
itikadı. Ruhun ölümsüzlüğü, bed en en dirilm e, vb. sem avi dinlerin kendi
alim leri arasında bile tartışmalı konular olm akla birlikte, insan yaşam ı
nın ölüm le sonuçlanm ası ihtim aline en güçlü başkaldırış en nihayet bir
94
M iguel d e U n am u n o ruhun ölümsüzlüğü sorununu uzun uzun tartı
şan çağdaş yazarlardan biri, belki d e en önem lisidir. D e l s e n tim ie n to
trâ g ico d e la uida (1 9 1 3 ) adlı eserinde, yaşam ın en trajik duygusu,
insanın ö lm e y e yazgılı oluşunu bilm esinden ibarettir, der. Nitekim H e
id egger d e daha sonra insanı S e in -z u m -T o d e olarak tanım layacak ve
varoluşçuluğu K uzeyli G erm en lere özgü bir ölüm -felsefesi haline getir
m ekten çekin m eyecektir.
İnsan... katlanması çok zo r am a, ö leceğin i bilen tek canlı! T rajed i
nin kökeninde d e bu var, ö n ced en bilmek.
Trajedinin, yani Prom eteu s olm anın kökeninde. Ö n ced en b ilm e
nin. P ro m e te u s ’un sözcük anlam ı, ö n ced en bilen, ö n g ö ren dem ek.
O bir erkek bilici’dir. Kassandra’nın yoldaşı. P r o m e te u s d e s m o te s .
Zincire vurulmuş v e hergün yen iden ö lm e y e m ahkûm edilm iş adam .
P ro-m eteu s’un bir d e kardeşi vardır, adı Epim eteus. İlginçtir onun da
anlamı, sonradan g ö ren d em ek , ancak h er şey olup bittikten sonra
g erçeği kavrayabilen manasında. Epi-m eteus gafili temsil eder. A y m a zı.
M ankafayı.
T eh lik eyi gerçek leşm ed en ö n c e g ö rm e k zorundayız. Ö n ced en g ö r
m ek, yani bedeli n e olursa olsun Prom eteu s olm ak v e E pim eteu s’un
düştüğü çukura düşm em ek. G aflet çukuruna.
B ilm ek, ıstırapların yegâ n e kaynağı. G afletse ezelî şifa. Ahm aklann
tesellisi. H e r daim önüne bakmak. Şim diye. Unutm ak. Yadsım ak. U yu r
duk uyardılar, diriye saydılar bizi, diyem em ek . Rıza lokmasını kusup
farklı form larda sunulan çağdaş p ro za c ’lardan m ed et ummak. M elan
koli, im d a t dem en in m o d e m karşılığı. Çökkünlüğün. H a z kaybını telafi
etm ek uğruna bini-bir-para tekniklerle oyalanm ak. Olm azsa, Justine’in
o d erm e çatm a kulübe m üsveddesine sığınm ak, ve kendine tutacak/
tutunacak bir çift el aramak.
Bu ö lü m e -d o ğ ru -v a rlık m yokoluşa direnişinin hiç kuşkusuz ki başka
yolları da var. D aha seküler biçim leri. Bunların en yalın olanlarından
biri, İsveçli yazar August S trin dberg’in F a d re n (1 8 8 7 ) adlı dram asında
yer alır. K endisine ihanet ettiğinden kuşkulandığı karısı Laura'yla tartı
şan Yüzbaşı, teessüf içinde o n a şöyle der:
95
Başka bir dünya inancı taşımadığımdan, benim için bu çocuk, ölümüm
den sonra benim hayatımın devam ı olacaktı. Belki bu gerçekler dünya
sında karşılığı olan tek ölüm süzlük kavramı.
Başka beden lerde bile olsa y o k olm ayı kabullenem ezler. Y a p ıla n her
dem ekti, çünkü o , ruhun bedenin esareti altında olduğuna değil, bilakis
direnm ek yerin e Justine gibi teslim iyet, panik yerin e nza. Bu-ara-da
sıraya girm ek, sürüye katılm ak yerin e çıldırm ayı seçm ek. Çıldırm ayı,
ğil, İbn S in a’yla İbn Rüşd’ü d e içine koym aktan çekin m ediği zindan.
T a n n 'n ın rahm etine asla nail olam ayacakları düşünülen suçsuz v e fakat
o rehber (İncil) bulunmadığı için, hakikate sadece akılla, salt akılla ulaş
öte-dünyada ise hakkın cem alin e bir anlığına olsun nazar ve n iyetten
mahrum bırakılanlar.
96
A n la m a k ço k mu zor, L a rs’ın sanatı g o lf sahasm dakilere seslen
m iyor. Kurtulabilecek olanlara. M asum lara da, günahkârlara da. Sırat
köprüsünden g e ç m e k v e y a düşm ek hakkı olanlara değil, bilakis sadece
19. deliğin sakinlerine.
Duvar diplerinden yürüyenlere.
Uğultulu sözcüklerin peşinden giden lere.
En diptekilere.
97
kendini kendinde bil
98
anlatm ayı başarabilir m i? O cafcaflı, o cesur v e güya kahram anca itiraf
larını yalanlardan, üstelik masum yalanlardan tüm üyle ayıklayabilir m i?
H iç sanm ıyoruz.
Başkaları n e düşünür bilem eyiz am a biz yukarıdaki soruya veril
miş b e n zer cevaplardan birini g ö reb ilm ek am acıyla Rousseau'yu iki
asır ön cesin d e bırakıp günüm üze g e le c e k v e J a p o n yö n etm en A kira
K u rosaw a’y a kulak verm eyi tercih e d eceğ iz:
K u rosaw a, anılarında (G a m a n o a b u ra ). En İyi Y a b a n cı Film dalın
da A m erik a n A k a d e m i ödülünü aldığı ünlü film i R a ş o m o n u n hazırlık-
lan sırasında (1 9 5 0 de), asistanlannm bile senaryoyu anlam akta nasıl
güçlük çektiklerini anlatır. G e n ç asistanlar bir akşam toplanarak yanına
gelirler; çaresizdirler, çünkü bu işin içinden nasıl çıkacaklarını bilem e
m ektedirler. K u rosaw a da alır on lan karşısına v e bu film de n eyi anlat
m ak istediğini sakin sakin izah eder:
99
insanları anlatıyor; gerçekte olduklarından daha albenili, daha iyi ve üs
tün olduktan duygusunu tadabilmek için yalan söylemeden yapamayan
insanlan; hatta bu günahkâr pohpohlanma ihtiyacından mezarda dahi
kopamayan insanlan. Öyle ki karakterlerden birinin, öldükten sonra da,
bir medyum aracılığıyla konuşurken insanlara yalan söylemeyi sürdür
düğüne tanık oluruz. Benperestlik, dünyaya geldiği anda insanoğluna
musallat olan bir günahtır; kefareti ödenmesi en güç günah.
Asistanlardan biri yin e hiçbir şey anlam adığını itiraf ed erse d e film
başarıyla tam am lanır. N itek im bizler bu filmi bugün dünya sinem asının
klasiklerinden biri olarak tanıyoruz.
İnsanoğlunun kendisini olduğundan daha iyi gösterm ek için söyle
diği yalanlar, gerçeğin tam da aksini ifade ed en sözler anlam ında birer
ya/an değildir. İnsan n e kadar doğru söylediğine inanırsa inansın, hatta
bizatihi ne kadar doğru söylerse söylesin, yine de söyledikleri gerçeğin ,
kendi gerçeğin in sadece bir kısmıdır; süzgeçten geçirilm iş, onanlm ış,
düzeltilmiş bir kısmı hem de.
100
İşte bu mümkün değildir. O halde ne yapm alı, bir insanı tanım ak
için n e re y e bakm alı?
K u ro sa w a ’mn, anılarına son verirken yap tığı şu tesbit, sanırım, g e r
çeği arayanlara yardım cı olacak nitelikte:
Hiçbir şey bir insanla ilgili gerçekleri onun eserlerinden daha iyi sergi
leyemez.
101
kimin gerçeğisin sen?
102
olan m ahzun v e m ükedder dilberi ikna e tm e y e y etm em iş olacak ki ka
dının yanıtı, sorusunu yin elem ekten ibaret kalacaktır:
103
zihinde olan her şeyin d e n e fs ’ul-em r’e mutabık olduğundan da söz
edilem ez. M esela zihnin fantezileri. H ariçte d e karşılığı yoktur, n efs’ul-
e m r’d e de. S a d ece zihinde vardır. Kurgudur. Kuruntudur.
Bu durumda hakikat, kadim ustalara g ö re , sadece zihin ile hariç ara
sındaki mutabakatta bulunamayacaktır, bilakis eşyanın özü ve hakikati
n efs’ul-em r'e m utabakatta aranılıp bulunmak zorundadır. İnsanın gücü
ölçüsünde.
* * *
G e rç e k .
P eki nasıl b ileceğiz onu? O n d an nasıl em in olacağız?
Bir duygunun, bir düşüncenin, bir nesnenin gerçekliğin den ve/ veya
g erçek olup olm am asından değil, bizatihi gerçeğin kendisinden. H a k i
k a tten .
İnsan dış-dünyayla tanıştıkça yanlm aya başlar, h em d e ortasından.
Zihni ile dışındakiler arasındaki uçurumu farkeder birdenbire, iç in d e k i
le r v e d ış ın d a k ile r d iye ayrılır dünyası. Z ih in v e d ü n y a diye. B ilin ç v e
g e r ç e k lik diye. B e n ve o diye. B e n d iye diye.
Yanılsam alardan nasıl kurtulacaktır? G erçekliği kendisinin oluşturup
oluşturm adığına ilişkin kuşkulardan, kuruntulardan, kurgulardan? K e n
di yapıntılarının dışında bir g e rç e k var m ıdır? Varsa nerededir?
V E yeniden başa dönülür: P ek i bu durumda şu d ışarıd an , şu d ü n y a
dan nasıl em in olunacaktır?
104
T e r r y G illiam 'in yön ettiği T w e lv e M o n k e y s d e (1 9 9 5 ) bu kuşku ç o k
Sen aklı başında bir insansın. Eğitilmiş bir psikiyatrsın. Gerçek (real)
olanla olmayanı pekâlâ birbirinden ayırdedebilirsin.
Gerçek (tru th ) dediğimiz, herkesin kabul ettiği bir şey değil midir?
kesin olam az. K esin değilse gü ven ilem ez. Bu üstesinden gelin em eyen
K im in deli olduğuna, kim in olm adığın a karar veren bir din. A k ıllı
ile d e li arasındaki sının çizen bir din. T o p lu m üzerindeki iktidann yeni
tezahürü. Bir bakım a yen i mutabakat, yeni hakikat.
S a d ece Psikiyatri m idir g erçeğ in n e olduğunu, h a n gisi olduğunu
belirleyen? P ek i Hukuk? Hukuk da g e rç e ğ i tayin etm ek iddiasında değil
midir? H a n gi iddianın, hangi davanın g e r ç e ğ e m utabık olduğunu?
B ir bakım a öyledir, çünkü h er iddia kanıtlandığı takdirde g e rç e ğ e
dönüşür, v e kanıtlar g e rç e ğ in tem inatıdır. A d a le t ise g e rç e ğ in öbür adı.
M utabakatın. Bulunandan ç o k aranılanın.
105
olm az. O lam az. Kuşkunun olduğu yerd e, g e rç e k , ele geçirilm iş olan
değil, kendisinden m ahrum bulunulandır.
Kuşkunun olduğu yerd e, yani a k a d e m id e ve m a h k e m e d e .
G eçm işin, olanın, olm akta olanın bilgisiyle yetinilen iki yerd e. O ysa
insan, g e le c e ğ i d e bilm ek ister. G eçm işin ve şimdinin gerçeklerini değil,
geleceğin gerçeklerini d e bilm ek ister. Bütünüyle hakikati.
N e zam an g e le c e k sözcüğü telaffuz edilirse, o zam an artık bilim ’in
(akadem i) veya y a rg ı’nın (m ah kem e) alanından çıkılmış, d in ’ in ve
sanat’m (kehanet’in) alanına girilm iş olduğu kabul edilm elidir.
K e h a n e t g e le c e ğ in bilgisi. N itekim g eçm iş’in, olm uş’un, olm akta
olan 'ın bilgisi kadar olacak oian 'ın da bilgisi değil m idir hikm et? H ik
m et, yani hakikatin bilgisi. N e f s ’u l-e m re mutabık olanın. Özün.
A kad em id e yargılar bilimsel kanıtlara dayanıyor, m ah k em ed e ise
hukuki kanıtlara. Yasalar ve yönetm elikler, başka bir deyişle toplumsal
gerçekliğin büyükçe bir kısmı işbu kanıtlardan hareketle belirleniyor. Bu
nedenledir ki devlete veya toplum a sırt dönüldüğünde gerç e ğ e , g erçek
lere sırt dönülmüş oluyor. H e r defasında gerçekliği tayin ed en o kabuller
oluyor. Gerçekliği, yani nizam ve intizamı.
Peki g elecek ? U m ut v e vicdan? D ah a da önem lisi, tek başına kaldı
ğında, insanın tanığı olduğu gerçeklik düzlem i?
K onuş e y talib, vakıanın değil, hakikatin dili n erede?
K endim in isbatı?
B en kendim i hangi gerçeklik düzlem inde bulacağım ?
K im in gerçeğin d e?
106
tann ölmüş
değil!
M arx, kendisinin, yıllar sonra, kitleleri uyuşturacak sen tezlere tem el
m iydi?
107
H a n gi namuslu Marksist, bizatihi M arksizm 'in süreç içerisinde, tan
rılar (msl. bilim v e felsefe) hakkında kalabalıklann inandığı bir din haline
geldiği hakikatini inkâr edebilir?
Din ve ideoloji arasındaki ue bağlacının anlam ını yitirdiği nadir y er
lerden biri d e burasıdır. Yaşam ın olum suzlam asına diren ebilm e v e ısrar
la açıklayıcılığını sürdürebilm e kudreti, dinin de, ideolojinin d e evren sel
liğinin y e g â n e sınanm a ölçütüdür. (M u tla k h a k ik a t iddiam ızı olgulara
taşıyalım, bakalım hangisi ayakta duracak?)
Bilim ve ideolojinin din karşısındaki o kibirli burun kıvırıcılığının
öm rü iki asır bile sürmedi.
S esim e kulak v e r e y talib, n e fısıldıyorum, ne de m ınldanıyorum ,
bak, açıkça senin d e duyabileceğin biçim de, h em de sükûnetle muradı
mı ifade ediyorum :
T a n rı ö ld ü , A lla h yaşıyor/
* * *
nın tam sırası. A n to n io n i’nin, yani T ark ovsk i’nin hayran olduğu n ere
Din, hakikat p o rn ogra fisi’ nden yana değildir; hakikati teşhir etm ez,
ona işaret eder. K u r’an dahi hakikati afişe etm ez, sadece işaret e d e r ve
bu am açladır ki a y e t sözcüğünü kullanır.
108
Dünyevi ideolojilerin, bu düzeyde işi zordur. Çünkü batınlan yoktur,
sırf zahirdirler. İç-dış, avam -havass aynm ına katlanamazlar. T e k boyut
lu olm ak zorundadırlar. Eşitlikçidirler. Çünkü halktan yana naif bir iyim
serlikleri vardır. Bu iyim serliğin eleştirilecek yanı ise politik karakterde
olmasıdır. Y a n i hakikatin değil, teorik gerekliliğin ürünüdür.
* * *
109
m u k a d d es E h l-i S a lîb te r tib i şeklinde çevirm e gözü pekliğin i g ö s te re
bilmişlerdir. Çünkü m uhatablannın hassasiyetlerini ciddiye almışlardır.
Bir zam anlar m esele asla sa d akat m eselesi değil, ü s lû b m eselesiy-
di. Bugün bu topraklann dindar çocukları, Mustafa Suphi v e Ş efik H üs
nü yoldaşların Kom ünist M a n ifesto ’nun çevirisinde gösterdikleri üslûb
titizliğini, onlann sadık takipçilerinde d e g ö rm e k isterler.
• * *
N e d e olsa bizler, düşlerine bu dünyanın bile dar geld iği tarihsel bir
g elen eğ e yaslanıyoruz. İnadına düşlüyoruz. Düş kurmak ve aldanm ak
şanımızdandır. O rtak atam ız İbrahim ! Düşü'nün hakikati uğruna biricik
oğlunu bile kurban etm ekten çek in m eyen o düş gören lerin sultanı İb
rahim.
Bu fakirin düşüne katılır m ısınız bilem em am a ben kesilecek kurbanı
çoktan buldum, y e te r ki siz bıçaklarınızı bileyin! G elin ö n c e şu nefis k o
çunu kesm eyi d en eyelim d e hakikat karşısında m ütevazı olm ayı birlikte
öğrenelim !
İnanın ki kuyu sanıldığı kadar d erin değil, sadece ip im iz kısa.
110
cinselliğin hıristiyancası
111
A n n esiyle sorunu olanın, eşiyle ve kızıyla sorunu olm am ası imkâsızdır.
Erkeğin asıl sorunlan, yani kadını kavrayışına ilişkin en tem el sorunları,
anneden başlar. A n n e y le başlar. G eçm işinde annesiyle arasında ciddi
sorunlar yaşamış olan her oğulun, eşiyle de, kızıyla da sorunlan ola
caktır. N ered eyse bir yazgıdır bu! (K ız çocuklarının g erçek sorunları da
babalarıyladır. Bu yüzdendir ki kocaiarıyladır. Bir d e oğullarıyla.)
Hıristiyanlığın g e rç e k annesi, M ery em değildir, H a v v a ’dır. V E H ıris
tiyanların an n eleriyle aralarında çok ciddi bir kavga vardır. İnançlanna
g ö re , bütün günahlar, ilk günahtan kaynaklanır. H a vva anam ızın seb ep
olduğu ilk günahtan. O nu n günahından. Bizi dünyaya g etirm e günahın
dan. Dünyaya, yani yaşam a. O halde ölüm e.
Hıristiyanların yaşam (ve p ek tabii ki ö lü m ) yükünü borçlu oldukla
rına inandıkları kadındır H avva. İlk günahın ağır yükünü çocuklarının
üzerine insafsızca bırakm ış kötü bir annedir o, nazarlarında.
H erk es kendisinden esirgen en şeyler hakkında saplantılıdır. N e d e n
mahrum olduysa, neyin yoksulluğunu/yoksunluğunu çektiyse, m uhte
m elen o şeyle ilişkisi, sa p k ın ca değilse bile, s a p la n tılı bir biçim kaza
nacaktır. M ecburen değil am a, m uhtem elen.
R ichard von Krafft-E bing P s y c h o p a th ia S e x u a lis (1 8 8 6 ) adlı kita
bında iki seksüel anom ali (cinsel sapkınlık) tanım ını psikoloji literatürü
n e kazandırmıştı, sa d izm v e m a z o ş iz m .
S a d izm tanısı, adını bir Fransız soyluya. Marquis de S a d e’a borçludur.
T a m adıyla D on atien A lp h o n s e François le Marquis de S a d e (1 7 4 0
1814).
Ö zellikle L e s 1 2 0 J o u rn é e s d e S o d o m e , o u l ’E c o le d e lib e rtin a g e
(S o d o m ’un 12 0 Günü veya Özgürlük Okulu) baş yapıtı kabul edilir. H e r
türlü reziletin övüldüğü, h er türlü faziletin yerildiği bir baş yapıttır.
M arquis de S a d e için, kadın düşmanıdır, sözü yetersiz değil, an
lamsızdır. Düşmanlık doğaldır. O ysa M arquis’nin hiçbir tasavvuru doğal
değildir. Marquis d o ğa l olan h er şeyden n efret eder; yoksunu olduğu
her şeyden. Şefkatsizdir. A n n esizd ir çünkü. A n n esin den n efret eder.
K endini dine verdiği için, hayatını İsa’ya adadığı için, m anastıra kapan
dığı için, şefkatini v e sevgisini biricik oğlundan esirgediği için, o sevgiyi
baba’ya ö zel kıldığı için. B ab a’ya, yani T a n n ’ya, yani İsa’ya.
112
Kilisenin ortasında kadınlan kırbaçlarken, Hıristiyanlığın sem b olle
rini alabildiğince aşağılarken, g erçek te, şefkatini kendisinden esirgem iş
olan dindar annesinden intikam alır M arquis d e Sade.
Annemden kısa süreli bir ayrılık yaşamam bende nevrotik bir durum
yarattı. Bu nevroz beni huzursuz yapmakla kalmadı, bana devamlı
varlığımın nedenini sordurtan bir hal aldı.
H a v v a ’yı.
M a z o ş iz m in adını borçlu olduğu L e o p o ld von Sach er-M asoch
(1 8 3 6 -1 8 9 5 ) ise bam başka biriydi. Ünlü kitabının adi: V en u s im P e lz
(Kürklü Venüs). M arquis'nin gü ya tam karşıtı; gerçek tey se ruh ikizi.
113
O da bir anne kurbanı. K adın kurbanı. Kadınların kurbanı. Y a n i oğul
kılığında annenin, koca kılığında eşin, baba kılığında kızın kurbanı. Bir
kılığın kurbanı.
Bu tabloyu dilediğiniz kadar zenginleştirebilirsiniz. B atı’daki tüm so
runlar, Hıristiyanlığın yaşam a, d oğa ya , insana v e T a n rı’ya ilişkin hasta
lıklı tasavvurlanndan kaynaklanır. T ü m nefretlerinin kökeninde bu hı-
ristiyanca ekşim e vardır. D o ğ a ’ya ve D o ğ u ’ya yön elik tüm nefretlerinin
kökeninde.
O rtaçağ boyunca cadıları yakanlar biz değildik. Olm adık.
Cadıları, yani kadınları.
114
sudaki hayal
V e rita s o d iu m p e rit.
H a k ik a t, n e fr e t te v lîd ed er.
Y a n i, insan hakikatle yüzleşm ekten hoşlanm az. H akikatle de, haki
katiyle de. H akikate tanık olm anın yükü ağırdır çünkü. Ö yle ki insan,
bu tanıklık ânında, hakikatin kendini ezeceğin i, çiğn eyeceğin i, nefsini
kaçınır. Kendisini v e / v e y a olup biteni, ayn en veh m ettiği gibi, arzu etti
etm ek ister.
Ayn alardan uzak durur. Aynalardan, yani dostlardan.
A y n a d a aksiyle karşılaşacak olursa, h em en aynayı kırm aya çalışır.
Böylelikle insan bilincinin en etkili m ekanizm ası da d evred e kalır. K e n
dini aldatm a m ekanizm ası.
Ş iş in m e v e b ü y ü k le n m e (gurur v e kibir), işbu m ekanizm anın ürü
nüdür.
115
K endini bir halt sananların hepsi d e bu m ekanizm a aracılığıyla y o l
dan çıkarlar. T eva zu bir çırpıda gösterişe dönüşür. B ir oyuna.
A y n a y ı puslandırmak m ı istiyorsunuz, tevazu gösterin ve h er yer
kararsın bir anda. Şişinm enin v e büyüklenm enin en verim li yollanndan
biri d e tevazudur çünkü. S ahte tevazu.
T e v a z u , şeytanın yüzünden hiç çıkarm adığı maskedir.
* * *
Buna mukabil tevazuyu bir erd em haline getiren ise m eselenin sırf
bu g e r ç e k lik tarafıdır. Kişinin hakikati hakikat olarak tanımasıdır.
116
T e v a zu asla bir nezaket jesti değildir. Bilâkis hakikati beyandır. Fa
kat başkasına değil, kendisine. Kişinin, hakikatine sahip olm adığı sıfat
v e vasıflara sahipm iş gibi davranm aktan vazgeçm esidir. Bir d iğer tabir
le, haddini bilmesidir.
* * *
F iue M in u te s o f H e o u e n (2 0 0 9 )
B ana kalsa filmin adını şöyle Türkçeleştirirdim : C e n n e tte b ir a n !
Başkası üzerinden insanın kendisiyle yüzleşm esinin ne denli güç
olabileceğini anlatan kışkırtıcı bir hikâye. O liver H irsch b iegel’ın sade
dili, izleyiciyi d e yüzleşm enin tarafı haline getiriverm iş. T elkin etm iyor,
sadece gösterm ek le yetiniyor.
N efsi içine düştüğü çukurdan çıkarabilm ek için, ö n c e düşüşe neden
olan suçun kefaretini ö d em ek gerek . K efaretlerin en büyüğü de insanın
kendisiyle yüzleşm esi. Ü stelik başkası/başkaları aracılığıyla.
Elinden gelen i yapm am ış olm aktan daha büyük ceh en n em azabı mı
vardır bu dünyada?
K e ş k e d em ek zorunda kalmak, ızdıraplann en derin e işleyeni.
Bir şey yapm ak, günah aracılığıyla günahtan kurtulmak d em ek bu
yüzden. B ir anlığına olsun cen n ete girm ek!
A n d re M alraux’nun dediği gibi, insan, sadece ö z b a k ım ın d a n g iz le
d iğ i ş e y değildir, aynı zam anda o içine gizlendiği şeydir.
* * *
117
abdal
Yaşam ın da yen i bir sayfa açm ayı b ecerem eyen lerin en büyük hatası
budur işte! G eçm işlerinden ötürü bütün hayatlarını m a h vetm eye çalı
şanların. Nasıl tevb e edeceklerin i bilm eyenlerin.
N ed ir o hata?
İşlenen günahlann cerem esin i bütün hayata ödetm ek. K en d in i ken
dinden ötürü cezalandırm ak. Kısaca, gelecek ten ümid kesm ek. G e le
cekten, yani O ’ndan. H akkın rahm etinden.
Bu tesbit, aslında bir fahişenin savunusundan muktebes. K u rosaw a’nın
H a k u c h i (1 9 5 1 ) adlı filminin en etkileyici sahnelerinden birinden.
Kinji K a m ed a , iki kadın arasında kalmıştır: Bir tarafta sevdiği v e e v
len m ek istediği A y a k o , d iğer taraftaysa yazgısından ötürü acısıyla takdis
ettiği T a e k o Nasu.
B ir fahişedir T a e k o . N asıl an n acağın ı b ilem eyen bir zavallı.
K am ed a, A y a k o 'y a on a niçin acıdığını anlatm aya çalışırken yapar
bu tesbiti.
118
İnsanın derûnunda, onun hiçbir eylem inin k irletem eyeceği denli saf
ve tem iz bir özün saklı bulunduğuna inanan bir bilincin savunusudur
bu! Kirli eylem lerin değil, hiçbir eylem in k irletem eyeceği bir özün, yani
vicdanın.
H a k u c h i, K u rosa w a ’nın dehasına tanıklık e d en en büyük yapıtla
rından biridir.
119
Pan ofsk y’y e soralım , o söylesin!
koruması altında.
120
Şuh v e m asumdur. H e m dişidir, h em kadın. İsa’nın nefesi, on u in
san m erteb esin e çıkarmıştır. G ünah kadar, on a tevbeyi de öğretm iştir.
A rınm ayı. '
D ostoyevski M ışkin’in karşısına R o g o z in ’ i (Akam a), Nastasya Filip-
p o vn a ’nın karşısına da A ğla ya Y e p a n ç in ’i (A ya k o) koyar. Nitekim K uro
sawa da film in ana akışını bu dört karakter üzerinden sağlar.
H a k u c h i rom andaki gereksiz detaylardan arındırılmış nefis bir uyar
lamadır. Eserin özünü, içeriğini g ö zd en kaçırm ayan etkili bir yorum .
H o ly fo o lis h n e s s , Batı kültüründe a b d a llık , bir tür sefâ h et-i ilâhî.
Talibin kendini koynuna attığı çılgınlık. H a k v e hakikat uğruna çıldırmak.
Kitab-ı M ukaddes’in 1 8 8 5 tarihli Osm anhca baskısında A ziz Pavlus’un
sözünde g e ç e n kelim e sefih tir. Zıddıysa â kil.
S efih nedir?
Kur’a n ’da da kullanılan bu k elim eye Elmalılı H am di Y a zır (öl. 1 9 4 2 )
“ Hakkın hikmetini bilm ez, kayacak noktalarda kendini tutmaz hafif akıl
lı” m anasını verir. M eh m ed A k if (öl. 1 9 3 6 ) ise, K u r’an ’ ı tercüm e ed er
ken, sefih’e hiç tereddütsüz b eyinsiz karşılığını yakıştınr:
121
Unutm ayın ki L a rs’ın Isa lan h ep kadındır. H a ya l v e hülya.
Erkek olansa M usa’dır. Y a s a ve B alyoz.
D o g v ille d e (2 0 0 3 ) bu yaşam da İsa’nın değil, M usa’nın kazanacağını
söyler Lars. H e r halükârda yasanın. Gücün. Ş eh vet v e gazabın.
Y o k s a siz yakılıp yıkılan o m eşum kasabada hayatta kalm ayı başa
ran tek canlının, k ö p eğin adını hatırlam ıyor musunuz?
M usa’yı.
122
abdal’a dair notlar
G erçi şimdi ç o k farklı klinik şem alar kullanılıyor am a bir zam anlar
muştu:
1. D é b ile
2. Im b é c ile
3 . Id io t
Bu terim lerin üçü de bugün aşağı yukarı eş anlam larla Türkçeleş-
tiriliyor, daha da kötüsü ö y le d e sayılıyor. Eldeki en yaygın sözcük bir
tam lam a: g e r iz e k â lı. (ek on om ik kullanımı: g e rz e k )
1. K a lm k a fa h
2. B u d a la
3. A p ta l
123
D oktorun k a lm k a fa lı tanımı şu:
124
“ A b d ala m alum olu r!” deyişindeki abdal, A n a d o lu irfanının tem silci
sidir. Abdalan-ı R u m ’dandır. Ş a m a n ın yerini alm ış olan halk bilgesidir.
D oğru , abdal da kontrolsüzdür. K on trol edilem ezdir. Aklın bağların
dan bile isteye özgürleşm iştir çünkü. G önlü ne tâbidir. Tutkularına. Sev-
dalanna. Y alın ayak, başı çıplak yollardadır. G e le c e ğ i yoktur. G eçm işi
de. Sah ip olduğu tek şey ânıdır. Vakti. A n değiştikçe değişr. D aim a
halden hale geçer. M akam dan m akam a. İbn’ul vakt’tir, ânın çocuğudur.
Bir ânın v e her ânın çocuğu.
B u d a la ile a b d a lın yerin e kullanılması g erek en kelim ekr aslında
a h m a k v e y a e b le h olm alıydı. ‘Budala’ yerin e h a m a k a t ten türeyen ah
mak, ‘abdal’ yerin e b e lâ h e tte n türeyen e b le h .
A m a olm adı. D iğ e r kelim eler dilim ize yapıştı.'
İmdi e y talib, bu lüzumsuz tefem ıa tı b o şver d e sen benim şu sorumu
cevapla:
Hakikat, tarih boyunca, niçin norm al zekâ seviyesinin (en) üst tara
fında değil d e h ep (en) alt tarafında y er aldıklarını kabul ve tira f eden
erdem li kim selerin sevdası haline gelm iştir?
G e r iz e k â lılık la rm d a n m ı?
125
vuslat hicrandan beterdir
126
CHARLES OCNNER
FRANÇOIS TRUFFAUT
Bir kadında değil, bir sürü kadında. İşte niceliğin egem en liğin in in
sanı kavradığı o m eş’um başlangıç noktası! Çoklukta yo l bulmaya ça
lışmak, fetişe yön elm ek , kesrete. Suretler havuzunda arınacağını san
mak, aşın tem aslar aracılığıyla h em de.
Bunca zah m et niçin?
Ş efk at eksikliğinden ötürü. Bir annenin içi gülen gözlerin den m ah
rumiyet sebebiyle. R ah m et elinden uzaklık yüzünden. V E sırf bu m ah
127
rum iyetin acısıyla tüm kadınları tüketm eye çalışmak. E rotize edilm iş
şefkatin aldatıcılığından m ed et bekler hale düşmek.
N a p o ly o n sendrom u!
Zavallı, M o sk o va ’yı feth ed er am a içi boşalm ış bir halde.
V u sla t h icra n d a n b e te rd ir.
Şu n efse dünyalar y e tm e z niceliğin dünyasında. Bir an n e dokunuşu
nun hayaline n e âlem ler katledilir? H e r fetih bir cin ayete dönüşür, her
insan bir kurbana.
128
nin yanına ise gitm ek istem ediği için insanını hayvanına ezdirm ekten
K ant?
S ırf akıl yüzünden. Akıllı kadın olm ak yüzünden. Akıllı kadın ve akıllı
bile, ö z d e aynı.
* * *
Ey cemaat, ah bir bilseniz, Cenab-ı Hak sorgu gününde size neler so
racak, neler soracak? Zamanını nasıl harcadın diye soracak, paranı ne
reye ve nasıl sarfettin diye soracak, ibadetlerini eksiksiz yerine getirdin
mi diye soracak, insanlara iyilik ettin mi diye soracak, anana-babana
nasıl davrandın diye soracak, yetime yoksula yardım ettin mi, komşunu
hoşnut ettin mi diye soracak. Şimdiden dersinizi iyi çalışın ey cemaat, o
gün Cenab-ı Hak soracak da soracak.
Oradan geçen bir derviş dayanamayıp, Cenab-ı hak kullarına o kadar
çok sual sormaz, benim bildiğim, demiş, ama o gün bir tek şey soracağı
kesin:
Ben seninle idim, peki sen kim inle idin?
129
insan nefesine hasret
Steck deine K indheit in die Tasche und renne davon, denn das İst
alles, was du hast!
130
Tutunam ayanlara çığlık. G elm iş geçm iş zam anların en güzel tutuna-
m ayanına. R o m y S ch n eid er’ e. N e ki O rson W e lls ’in yön ettiği ünlü L e
(1 9 6 1 ) m ahzun dilbere.
S ch n eid er’m g ö zleri, sanırım bir kadına yakışabilecek hüznün en
yön ettiği film deki naif kadının ta kendisi! G erçek te bir id eolojiye, bir
fikre, bir çıkara değil, sadece aşka inanan bir burjuva kadınının trajedisi.
Tü m yalınlığıyla.
... Le Café de nuit adlı tabloda cafeyi insanın yok olabileceği, aklını
kaçırabileceği, cinayetler işleyebileceği bir yer olarak anlatmaya çalış
tım. Kısacası, tatlı pembe, kan kırmızı ve şarap tortusu, XV. Louis’nin
tatlı yeşili ile Verones yeşili arasındaki karşıtlıklarla, sarıya çalan yeşil
lerle maviye çalan yeşilleri karşı karşıya getirmek suretiyle bütün bun-
lan cehennem! bir fınn ve soluk kükürt havasında birleştirip salaş bir
cafe’nin o karanlık gücünü anlatmaya çalıştım.
131
V a n G o g h bu sefer İkincisinden söz ediyor. C a fe ’nin içinden.
cının.
A rle s ’da.
G e c e y i siyahın yardım ına başvurm adan gösterebilen adam dır V an
şilleri.
Duvarlar şarap rengidir. Kırm ızı, n efes alıp v erm ey en bir kırmızı,
kan kırmızısı. Bir nokta-i nazardan nefs-i le vvâ m e’nin rengi. K eşk eler
Kırm ızı ve sarı v e yeşil. B oyanın tem el renkleri değil, ışığın renkleri.
C eh e n n e m i fırın.
Kirli sarıya.
132
H e p susuyorsun.
H al bu ise e y talib, n e diyebilirim ki sana? B ir daha d en e, p es etm e,
dünyaya inat sıkıştır çocukluğunu ceb in e kaç buralardan!
H icranın kadrini bil, firak deyû çığlık atm ak yerin e ızdırabınla yüzleş.
H asretinle.
Salaş bir cafen in kuytuluğunda.
Kankırm ızı bir cafenin.
H asretim , de, insanın nefesine.
Yaratıcın ın nefesine.
133
sahte şehvet
M a rily n M o n r o e .
Başlıbaşma bir fen om en .
Ç evresin ce e t olm aya indirgenm iş bu kadının bütün çırpınışları g e r
çekte onu sarıp sarm alayacak bir ru h aram aktan ibaretti. B ir m esih. Bir
kurtarıcı. Karşısına A rth u r M iller çıktı. Bir yazar.
Zannediliyordu ki ancak bir yazar kelim eleriyle bir kadına şifa v e re
bilir, hayatı, güzel bir kadın için bile olsa, ancak bir yazar yaşanm aya
d e ğ e r kılabilirdi.
134
Um uttan ç o k tem enniydi. Belki d e bir hüsn-i kuruntu. Çünkü bir y a
zar bir kadına (bir kadının k e n d is in e ) değil, verse verse ancak bir kadın
fik r in e , bir kadının h a y a lin e şifa verebilirdi.
Olsun, ortak yön leri vardı hiç değilse. M esela ikisi d e museviydi.
Evlendiler. B ir başka deyişle iş b irliğ i yaptılar.
Miller, bu süreçte M o n r o e ’yu aşağılam ak için hiçbir fırsatı kaçırm a
dı. K aprisler çatıştı. Birlikteliklerinin sahiciliği en ço k iki keçininki ka
dardı. Bir tür fe a tu r in g . Ö z d e d e
ğil, sö zd e d ü e t.
Başkaları n ezdinde akıllı, baş
kaları n ezdin de güzel görü nm ek
istediler, v e sonunda aynı sesi çı
karm ak için uğraşm anın bedelini
ödediler.
D ip n o t d eğeri yüksek sayılabi
M a r le n e D ie tr ic h .
Eski bir efsane. Sönm üş bir yan ardağ taklidi. Bu yüzden cazibesi
kalm am ış bir hikâye. G üya kötücül kadın. Dişil iktidann sem bolü. S ı
nırsız. Duygusuz. S a d ece sürtünerek varolabilen bir oksijen patlaması.
Bir erkek k a d a r değil, bir erkek g ib i şehvetli. Bu n ed en le sözde sevgi
liler ordusunda sadece erkekler yok. B ir H o lly w o o d dram ı. N e A lm an ,
135
C o in c id e n tia o p p o s ito r u m . Çok
136
G örünüşe değil, biraz daha yakına bakılınca görü lecektir ki p ro va
sı yapılarak yaşanan aşk hikâyelerinin içtenliği h er zam an tartışmaya
açıktır.
S a f ş e h v e t iddiasında bir kadın ve sa f ş e f ka t iddiasında bir erkek.
N e hazin bir denklem değil m i? O ysa D o ğ u irfanı değil şehvetsiz
aşka, şehvetsiz ibadete bile itibar etm em iştir. G elen ek aşkı şöyle tanım
lıyordu: ş e h v e tle b ir lik te fa rt-ı m e h a b b e t, yani cinsel güdülerin eşlik
ettiği aşırı sevgi.
Kaal ehlince, n ed en sonra, şehvet/beden kaydı bir kenara itilmiş
ve h ikm et'in yerini hikem iyât almıştır. H ikem iyat, yani iktidarsız aşk
edebiyatı.
İktidarsız aşkı mümkün kılan ancak çıkar hesabıdır. İşin içine hesap
girince, o ilişkiye aşk d em ek bile caiz değildir.
Rahatsız edici am a yine d e söylem ek zorundayım : Aşkın her zam an
güdülerin hesapsızlığına ihtiyacı vardır. Çünkü içtenlik sadece güdülere
yaraşır. N e za k e t ise akla.
137
kaldırım serçesi
138
N e ön em i var? Aşkı değerli kılan ne âşıktır, n e d e maşuk. H e r ikisini
d e ön em li kılan, bizatihi, ikisinin d e kendisinden p a y almış olduğu aşktır.
V a zg e ç m e k , pişm an olm ak d em ek değildir. H içb ir âşık, aşkından
pişm an olm az.
O yüzden âşığa yaraşan duadır, beddua değil.
L a v ie en ro s e (2 0 0 7 )
O livier D ah an ’ın yazıp yön ettiği film in adı. B ir ironi aslında. Bütün
çilesine karşın yaşam ı to z-p em b e g ö r e n bir kadının hikâyesi. Edith P ia f
efsanesinin.
Efsane: büyük hikâye. B elgesel.
H atırlam anın tam da sırası: j e vois la v ie en rose / il m e d it des
m o ts d ’a m o u r...
D iğ er adıyla: L a M ö m e .
O livier D ah an ’ın filmi T ü rk çe’y e K a ld ırım S e rç e s i şeklinde aktarıldı.
M inik S e r ç e ’nin patenti mi alınmıştı? Y o k s a Fransızcası fazla m ı
argoydu ? Y a da bayağı?
A rgo!
N e d e n s e kadınla yanyana gelm esi istenm ez.
A r g o , kadından istifade eden, ve fakat kadının istifade ed em ed iği
arasokakların dili. Arasokakların, yani suç v e günahın. Küfrün.’
B irilerine g ö r e a rg o küfrün âleti ve alâm eti olunca, bu dili erkek
si hoyratlığın bir tezahürü olarak tanım lam ak kolaylaşıyor. O ysa bu
haksızlık. Çünkü a rg o aynı zam anda çokanlam lılığm da ülkesi. Zahirin
v e bâtının. Zahirden ço k bâtının. Düz anlam lardan ç o k yan anlam lan
ağırlayan yurt. D üzen karşıtlarının yurdu. Kaçakların. Suçlulann. Y an i
erkekler kadar kadınların.
A n m a m a k olm azdı: M a r io n C o tiU a rd .
Bütün film i sırtında taşıyan kadın. Bir sîretin bir sûrette nasıl teces-
süm edeb ileceğin i gösteren m uhteşem oyuncu. N itekim o m uhteşem
oyunculuğu ödülsüz kalmadı. G ö k lere çıkanldı. Haklıydı. Hakkıydı.
139
Bu film , M ick D avis’in yön ettiği M o d ig lia n i (2 0 0 4 ) adlı film le bir
likte seyredilm eli. Müm künse peşisıra. D ep resyon kom ası için birebir.
H e m d e m ajör. S ıca ğa rağm en . Psikoza beş kala.
R en gin karşısında A n d y G a rd a . Sesin karşısında M arion Cotillard.
İki farklı trajedi. İkisi d e Paris’te.
İkisi d e özür d ilem iyor, ikisi d e pişm anım d em iyor. Dedikleri sadece
şu: “ N o n , je n e regrette rien !”
O lan olm alıydı / olacak olan olur / o halde olan olur!
G azeteci, Edith P ia f'a “ G e c e y i sever m isiniz?” d iye sorunca, şöyle
ceva p veriyor: .
140
bay modern
- Bay Modem!
Bir k ere ezb ere, sözlü aktarım a alışmışsanız, asla sözün yazılm a
sından hoşlanm azsınız. K elim elerin ağırlığı ise ayn bir bahis. Y a za r
d ekilere sımsıkı sanlır v e yeni olan her şeyden rahatsız olur. Çünkü o
enerjiden yoksundur.
A h n e re d e o e sk i z a m a n la r!
141
Düşünce geçm işten güç alm ak yerin e bir çırpıda geçm işi kutsamaya
(n o s ta ljiy e ) evrilir. Eskinin g ö r e c e kıym eti, hiç d e farkında olunm aksı
zın, a lış k a n lık ile ölçü lm eye başlar. G eçm iş ister istem ez eleştiriden
uzak tutulur, ya h e p ya h iç’in m antığı alır götürür kitleleri. C eddin d e
den, neslin baban.... surlar dövülür, y e n iç e r i bile eskir. Eskidiği için de
değerlenir.
Ş im d i gün ışığı kadar ürkütücüdür. G eçm iş ise anarahm i kadar hu
zur verici.
* Almanca’daki Gast (misafir) sözcüğünün, asırlar önce, bir diğer anlamının da Fe
ind (düşman) olması bir tesadüf müdür?
142
N e zam an insanın ve/ veya toplum un gü ven hissi zedelenirse o to ri
altını üstüne getirir. A şın güven özgü rlü ğe hasret bırakır insanı. A cziyet
ise korku v e acziyet. İstikameti ise geçm işedir. G üç geçm işte olduğu
için. M uhafazakârlık özü g e re ğ i g eçm işe kaçar. K oru m ak ister. A n ıları
çünkü.
Özgürlük ise güçsüzlükten değil, bilakis gü çten kaçışın adıdır.
M o d e rn .
İtalya tarihinin çelişkilerini okum ak bakım ından B ertolu cci’nin
N o v e c e n to s u kadar şiddetle tavsiye ed eb ileceğ im bir d iğer film de
V is c o n ti’nin II g a tto p a rd o s u (L e o p a r , 1 9 63).
İkincisi bir soylunun gözü n den İtalya.
Sabrı olanlar seyretsinler, bilhassa m odern liğin özünün v e dinam ik
lerinin ülkeden ülkeye nasıl çeşitlen ebileceğim g ö rm e k isteyenler.
Y oru m lam ak için yorulsunlar.
* * «
143
T ü rk iye’d e din üzerinden kendini konum layan bir siyasî hareketin
kırk yıl boyunca kitlelere vaadini ifade etm ek için seçtiği isimlerin ortak
paydasının ne olduğunu hiç düşündünüz mü?
N eym iş o isimler, hatırlayalım : n iza m , s e la m e t, refa h , fa z ile t, sa
ad et. Bu beş kelim enin beşinin d e ortak anlam ı şudur: e m n iy e t, yani
güvenlik. Karşıtıysa malum. K o rk u .
D ine bağlılık, zorunlu olarak yasalara bağlılığı gerektirir. N iza m ve
intizam isteğini.
Bu kavram lann toplum sal karşılıklannm hiçbiri b u ra d a ve ş im d i
m evcut değildir. N izam m ı arıyorsunuz, g e ç m iş e . S elâ m et mi, refah
m ı, fazilet mi, saadet m i istiyorsunuz, m aziye! (L id er numunesi m i an-
yorsunuz, yine g e ç m iş e !)
P eki ya ş im d i?
Ş im d i başkalarınca ele geçirilm iştir. B ize ait değildir. Ö tekidir. D e
ğiştirilmesi gerekir. H iç değilse geçm işle irtibatlandırılmak zorundadır.
G elecek , ancak şim di’nin üstünden atlanabilirse mümkündür, yani sıç-
ranabilirse.
Dindarlık v e m uhafazakârlık son iki asırdır g e le c e ğ e yürüyem edi,
sadece sıçram ak istedi. '
Ş im d id e n m ahrum bir dindarlıktı bu! B u ra d a değildi. G eçm işte ya
şayan v e g e le c e ğ in aynasında geçm işini g ö rm e k isteyen bir m uhafaza
karlık. H e r ne pahasına olursa olsun güven arayan ve n e yazık ki bu
zaafı sebebiyle Batılılaşm a öcüsüyle m odernlikten uzak tutulması kolay
olan bir dindarlık.
A rtık bugün yen i yeni ş im d i’n in d in d a rlığ ı kendini g ö s te rm e y e baş
lıyor. Ş im d i ve bu ra d a varolm aya karar verm iş görü n en bir dindarlık
bu seferki. G e le c e ğ e sıçram ak değil, yürümek, belki koşm ak isteyen bir
dindarlık.
144
Klasik form ların baydığı ruhlan besleyecek b arok bir dindarlık bu!
Ç izgisel değil gö lgesek En-boy d eğil derinlik. T ek to n ik değil atektonik.
Uyum lu d eğil uyumsuz.
T a n n ’nın işaretlerini artık tarlalarda, bah çelerde, çiçek ve b öcek ler
d e değil, caddelerde, m etrolarda, m ağazalarda, konserlerde, stadyum
larda da g ö rm e k isteyecek bir dindarlık bu.
Göm rıüyor musunuz, T a n rı artık şehirde! H e m de şimdi, şu anda,
v e burada.
Biraz dikkat ediniz görürsünüz; biraz kulak kabartınız duyarsınız.
K orkm ayın uzatın elinizi, h em en dokunursunuz.
G eçm işin değil, bugünün tanrısı.
H issetm iyor musunuz, yanıbaşmızda.
145
umutsuz boşluk
D e li sorar:
— Niçin şimdi durup dururken Paris'e gitmeye karar verdiniz?
K a d ın cevap verir:
— Galiba kendimizden kaçıyoruz.
K o c a s ı da:
— Kimbilir belki de bir umutsuz boşluktan (from hopeless emptiness)
kaçıyoruz.
—İşte şimdi konuştun, diye mukabele eder deli, ve hemen ardından şu
harika tesbiti yapar: P len ty o f p eop le on to the emptiness, but it
takes real guts to see hopelessness. (Çoğu insan boşluğun farkındadır,
ama umutsuzluğu görmek gerçekten cesaret ister.)
146
olduğuna inanm alı, ö y le ki üzerinde mahsur da kalınmış olsa yüksek
zirvelerden in ilebileceğine, dibine bırakılmış da olsa derin kuyulardan
çıkıiabileceğine.
kat yolcusu h er adım ında korku ile ümidi bir arada bulundurmalı, kor
kularını ümitle, ümitlerini korkuyla terb iye etm eyi, d en gelem eyi ö ğ re n
melidir.
N e ki ü m id’in m ahiyetini v e hakikatini bilen azdır.
Kişi geçm işi, geçm işteki iyi halleri hatırlar v e sevinir; z ik r v e te z e k
k ürün faydası budur. G eçm işi anm ak, zikr u tezekkür sayesinde keyif
lenm ek.
G eçm iş yerin e şimdiki hal ile k eyiflenm enin adı ise ze v k ve idraktir.
M ü cerred olarak kişinin gelecek tek i iyiliklere kavuşmayı beklem esi
n e in tiz a r v e y a teuakku denir. N e ki elindeki tohum u betonun üzerine
serpip orada çiçeklerin yetişm esini hayal etm ek, aslâ ü m it e tm e k d e
m ek değildir. A k sin e hamakattir. Gurur v e ham akat...
147
Toh u m u saksıya ek ip onu gü neşe çıkarm adan, suyunu verm ed en ,
bakımını yapm adan o saksıda çiçek yetişm esini b eklem ek d e ü m it e t
m e k değildir; sûfiler bu hale te m e n n î derler.
Saksıya tohum lan ektikten sonra onu güneşe çıkaran, suyunu v e
ren, bakımını yapan kim selerin ancak umuda hakkı vardır. Ü m it, y a p a
- Bu bir hastalık!
- Neymiş o?
- Umutlu olmak!
kapanm adığı gibi, hakikat m ecazın, zahir batının, ahkâm esrann önün
d e bir p erd e teşkil eder. Ç o ğ u kez. Eldeki fen er, aydınlatm ak yerin e
148
N ed ir şeyta n ta şla m a ?
H accın safahatından olm ak üzere M in a'da gü ya şeytana 7 0 taş at
mak! M ilyonlarca, m ilyarlarca hacı, asırlardır, gü ya şeytana, şeytanın
temsil ed en büyük taşlara küçük küçük taşlar atıyor.
B öylelikle şeytan hakikaten taşlanmış, m üm inlerin dünyasından k o
O lur mu yoksa?
dir, bizim gücüm üz ne? Ş eyta n ’ı n e kadar tanıyoruz, onun ayartm aları
na karşı ne denli hazırlıklıyız? M arifetim iz nedir? N efsim ize arif m iyiz?
M arifetullahtan nasibimiz ne nisbette?
Ş e y ta n d en in ce, o m ücerred, boynuzlu, kuyruklu, sürme gözlü
mahluku tahayyül edersek, ta şla m a k d eyin ce d e yerden küçük küçük
taşlar top la yıp bir m ahalle atm ayı anlarsak, acaba nefsim izden Ş eyta n ’ı
uzaklaştırmayı başarabilir m iyiz?
Ş eytan sadece M in a’da ikam et etm ed iğin e g ö r e , m eselâ İstanbul’da
ki şeytanları taşlam ak için gerekli taşları n ered en bulacağız?
M ina dışında taşlayacak şeytanlarla n ered e karşılaşacağız?
149
nefsini o fısk dolu iftarlardan koru, o masalarda iftar yapm aktan utan,
o iftar tarzının orucunun hakikatini bozacağından em in ol! S on ra o fısk
sofralanna bir taş at da bak bakalım , şeytanın asırlardır açıkta kalan o
tek gö zü bu sefer gerçek ten d e kör olu yor mu, olm u yor mu?
Y a p a ca ğ ın en son şey, e y talib, şeytanı hafife alm ak olsun!
Şeytanını!
150
elinde piştov samuray kıyafeti giymiş yeniçeri
151
Kişisel yetenekleri bir yana, toplumsal aidiyetlerinin kendilerine ka
yorum lam ak mümkündür. Tartışm aya gerek bile yok: R o m a olm asaydı,
F e llin i de olm azdı. A yn ı şekilde K u rosaw a’nın sanatında, değil sadece
ne özgü bir farklılığı yoktur. Farklılığın olm adığı yerd e, sanat da olm az!
Farklı kültürlere ait farklı unsurları harm anlayıp akılları sıra bir s e n
de tabancayla bir A m erik an banna sokm aktan ö te bir bir şey yapm ış
olm azlar. Bunun adı san a t değil sanatım sıdı.r; h em d e M o lie re ’ in, al
ri ölçüsünde sanatımsı.
152
m ı v e dolayısıyla zam an 'ın bir bölümü. Evrensel ise gelişigüzel uydurul
O lm az.
D e m e k ki evrenselin d e geçm işi olm az.
* * *
duym adığım ı yeterin ce belli ettiğim e g ö re , şimdi bir hususa açıklık ka
zandırm ak isterim:
dört tem el unsurdan (toprak, su, hava, ateş) oluştuğu nazar-ı itibara
153
anlam ak, hiç d e zo r olm asa gerektir. [K ü re s e llik (global) m eselesi ise
bir bahs-i diğer!)
154
Şim di sıkı durun: U n iv e rs (U niversum ) sözcüğünün bir d iğer m anası
da: âlem /evren (= m o n d e). Lâkin bilinen anlam ında değil, aksine küll/
tüm /bü tü n anlam ında.
Kısacası, e v re n sözcüğü u n iv e rs e karşılık gelse bile, bugünkü e v re n
sel sözcüğünün ü n iv e rs e l ile hiçbir alâkası yoktur! D olayısıyla sanat’ta
uniuerse/likten söz edebiliriz am a boş konuşm ayı g ö z e alm adıkça asla
sanat’ta yaygın anlam ıyla e v re n s e llik te n söz e d em ey iz.'
* İlgilenenler için, Leibniz’in Théodicée (1710) adlı eserinden kısa bir açıklama
notu: “J ’appelle monde (en parlant de tous les mondes possibles) toute la suite
et toute la collection de toutes les choses existantes, afin qu'on ne dise point que
plusieurs mondes pouvaient exister en différents temps et différents lieux; car il
faudrait les compter tous ensemble pour un monde, ou si vous voulez pour un
uniuers.”
155
günaha son çağrı
lanydt v e tabiatıyla İslâmî ilim leri tahsil etm ek le m eşgul olurlarken, dü
şünce v e sanat dünyasına yaklaşm aları pek mümkün görünm üyordu.
Bir şeyler yapm alıydım .
156
D e m e z olaydım .
T e o lo jik bir film seçm iştim . En sevdiğim film lerden birini. M artin
S co rsese’ nin N ik os K azancakis'in rom anından uyarladığı T h e L a s t
T e m p ta tio n o j C h ris ti (1 9 8 8 ).
Unutm ak n e mümkün, film in m üziği, P e te r G abriel'in P a s s io n ai-
bümündendi.
K azan cakis’in İsa yorum unu önem siyordu m . Çünkü B atı’da bilhassa
E m est R e n a n ’ın L a v ie d e Jésus (1 8 6 3 ) kitabıyla başlayan v e oradan
bize d e sirayet ed en p e y g a m b e r im agosunu dünyevileştirm e çabalanna
ilişkin seçkin bir örnekti. K ilise'nin resm î yoru m lan tam tersine çevri
liyordu. Bu İsa, bam başka bir İsa’ydı. B eşer İsa. Tan rı gibi değil, insan
gibi. E c c e H o m o l İsa film leri arasında h erm en eu tik açıdan en iddialısı.
Doğrusu, S corsese d e en ön em li işlerinden birini çıkarmış, sinem a tari
hine ikinci büyük imzasını atmıştı.
Zihinlerindeki İsa tasavvurunun tam aksiyle karşılaşacak olm alan,
öğren ciler için büyük sorun olm az d iye düşünmüştüm, çünkü 2aten tar
tışma konum uz buydu v e önüm üzde elverişli bir sinem a m etn i vardı.
En nihayet Hıristiyanlık açısından bile kabul ed ilem ez bir yorum u d e
ğerlen direcek; te x t ile c o n -te x t arasındaki o ünlü gerilim in tellerine
dokunacaktık.
A sıl sorun, filmdeki kısa süren bir e r o tik sahne idi. M ecdelli
M e ry e m ’in (M aria M a gd elan a’nın) geçm iş yaşantısına atıfta bulunan
g e n e le v sahnesi.
Ayrıntılara takılmamaları için çocuklan ö n ced en uyardım, v e bu ka
darına taham m ül edebilirseniz filmi seyredebiliriz, dedim . B ir iki tanesi
hariç teklifim i kabul ettiler. Izdırap içerisinde film i seyrettik.
Işıklar yandığında, baktım ki herkes şokta. K ire ç gibi yüzler. N e di
yeceğin i b ilem ez bir halde bakan, şaşkın, utanm ış g ö zler.
Sustuk v e dağıldık. Benim kisi d e sanki bir başka çağnydi: gü n a h a
s on ç a ğ rı.
Y a zım ın girişinde aktardığım d iya log İsa’yla m anastır arkadaşı ara
157
T ü m sorularına c eva p veren v e onu yüreklendiren arkadaşı susmuş
tu. Bu sorunun cevabı yoktu çünkü.
H z. İsa’nın ‘Baba, beni yalnız mı bırakıyorsun?’ gibi şüphe içeren bir laf
etm esi asla düşünülemez.
... hatta izâ is ie y ’ese... (N ihayet peygam berler ümitlerini kesecek hale
geldiklerinde...)
158
... when those apostles had lost all hope... (Elçiler neredeyse bütün
ümitlerini kaybettikleri vakit...)
159
M eseleye biraz daha dikkatlice nazar edilirse, böylesi feryadların
d ü ş ü n ü le b ilir değil, h is s e d ile b ilir olduğu da görülecektir. Hissedilirse
anlaşılacaktır. İnanm ış bir adam ın inandığından ümidini keser h ale düş
mesi g a y e t tabii bulunacaktır.
Bakınız. M eh m ed A k if, n e dem iş bir defasında!
M adem ki e y adl-i İlahî yakacaktın ... / Yaksaydm o m elu nlan ... Tuttun
bizi yaktın! (...) Y e tm e z mi mus’ab olduğumuz bunca devahi? / A ğ zım
kurusun ... yok musun e y adl-i İlahi!
160
işgüzarlık
H e id e g g e r.
F elsefe'n in Führeri.
Faşist bir filozof. H e m de her şeyiyle.
Ç oktan dır aleyh in de gen işçe bir literatür oluştuğunu biliyoruz. K e s
kin m uhalifleri vardı. H âlâ da var.
En yakın arkadaşı Kari Jaspers bile savaştan sonra H e id e g g e r’ in
üniversitede ders verm esini istem em işti. T e h lik e li b ir zekâ olarak ta
nım lıyordu onu. Ö ğren cilerin e k a ra n lık şeyler öğretiyordu . Eskiyi, es
kimiş olanı değerli gösteriyordu.
Bazıları anti-semitist olduğunu da iddia eder. Ö lüm ünden sonra y a
yım lanm ak üzere yaptığı son söyleşide Yah u d i soykırım ını itiraf ed ecek
bir tek sözcük bile kullanmayı reddetti. İnatla. A slâ siyasî pişm anlık g ö s
term edi.
G ü n cel’le, gü n d em ’le kendi arasındaki m esafen in kapanm asına hiç
izin verm edi. Kulübesinde kalmayı seçti, ve ö le n e d eğin düşünceyle y a
şam arasındaki irtibatı korum aya ö ze n gösterdi. Öldüğünde, serçelerin
ve kargalann varlığından haberdar bile olm adığı heybetli bir dağ gibiydi.
M ezartaşında bir h a ç değil, bir yı/cfız sem bolü vardır sadece.
Bu kısa tasviri doğrulam ak için H e id e g g e r ’le alâkalı bir Türk akade
m isyenin d eğerlen dirm elerin i aktarm ak yeterli olur sanırım.
161
N iyazi Berkes, O ktay A k b a l’a yazdığı bir m ektupta H e id e g g e r ’den
ve onun M e ta fiz ik N e d ir ? adlı eserinden şöyle bahseder:
162
O çılgın Hollyvvood yıllarında, Jack N ich olson ’ın evindeki bir partinin
kontrolden çıkması sonucu olmuş, neredeyse bir yol kazasıydı, o olay...
V e Polanski, şöhretin doruğundayken A B D 'y i bırakıp kaçmak, tıpkı
C harlie Chaplin gibi bir sürgün olm ak ve o suçun yaftasını hayatı b o
yunca boynunda taşımak suretiyle, cezasını yeterince aldı.
İlla da reşit olm ayan bir kıza, bir çocuğa karşı işlenmiş bu suçun, hiçbir
zaman aşımı gözetilm eden cezalandınlmasmı isteyenler olabilir. Y in e
de, e ğ e r onlar aynı zamanda gerçek bir sinem aseverseler, belleklerini
bir yoklasınlar. (...) bunca güzel film, hayatlanm ızı zenginleştiren bunca
başyapıt da onları yumuşatmıyorsa... Ö ncelikle sinemaseverlikten istifa
etsinler. Gerisini sonra tartışırız.
N e şimdi bu?!
Eserleri hakkındaki d eğerlen d irm eler yön etm en in kişisel hayatıyla
ilgili d eğerlen d irm eleri niye yumuşatsın?
163
Sinam eseverlikten istifa etsinlerm iş!
Niçin?
H e r halde, g e rç e k bir sin em asever iseler, hayatlarını zenginleştiren
bu yön etm en in eskide kalmış sarkıntılıklarına h oşgörü yle yaklaşacakları
için.
D orsa y’ın bu akılyürütmesi tipik bir m ugalata! Duygu sömürüsü.
Tartışm anın konusu, işlediği iddia edilen suç v ey a suçlardan ötürü
Polanski’nin sanatı değil, kişisel yaşam ı. Kişisel yaşam ındaki sorunlar
sayesinde o sanat eserleri ortaya çıksa bile, hakim lerin yargısıyla sanat
severlerin yargısının birbirini etkilem esi gerek m ez.
Eserlerini aslından okum ak için dilini öğren d iğim bir filozoftu r H e
idegger. W a s ist M e ta p h y s ik (1 9 2 9 ) adlı risalesini B erlin ’d e talebele
rim e ders olarak okutup şerh d e etm iştim . N e ki kişiliğinden p e k haz
zetm em . B encilliğinin d erecesin i büyüklüğüyle mütenasib g ö rs e m d e o
derecesini m ân en çiğ kalmış olm asıyla açıklam ayı tercih ed erim . A klı
kuru, kalbi katı bir düşünürdü, v e fakat sıkı düşünürdü.
Polanski ise aslâ sinem anın büyüklerinden olm adı, olam adı. N e g e ç
mişte, n e şimdi. Sebebi de malum o düşkünlükler. Hakkını yem eyelim bir
iki zikre d eğer eseri var. Bilhassa bir gençlik eseri: N â z w tuod zie (1 9 6 1 ).
Sözün özü, ne Polanski için sinem aseverlikten istifa etm en ize d e
ğer, n e de D orsay gibi işgüzarlık yapm aya.
164
mustafa
165
rin. S ezgin in ve asaletin. Sükûnetin. Derinliğin. Seçiciliğin. K açınılm az
olarak soylu kibir v e ukalâlıklann.
166
G ünde üç p aket sigara, on beş fincan kahve, bir büyük rakı. Bu ba
ğımlılık araçlan M ustafa K e m a l’in zayıflığına değil, tu tk u la rın ın g ü c ü
ne delâlet eder. Ş a yet bu alışkanlıklanndan kurtulabilseydi, hiç kim se
nin kuşkusu olm asın ki o zam an tutkulanndan da kurtulmuş olurdu.
Tutkulanndan, yani kendisinden. Kendisini ihm al etm esin e n eden olan
hırslarından.
idi.
Bu arada dikkat çekici olan bir nokta da annesiyle ilgili bölüm lerin,
ana-oğul arasında karşılıklı bir sevgiden çok, sanki üzeri örtülm ek iste
nen gizli bir çatışm anın varlığını îm a ediyorm uş gibi durmasıydı.
Y a la n bile m eh aret ister!
M u s ta fa yalan söylem eyi bile b e c e re m e y e n bir yapıt. İnandm cı d e
ğil çünkü.
Mustafa K e m a l’in kişisel zaaflanna işaret edilm esi, bazı çevrele
ri rahatsız ediyor. Anlaşılır bir rahatsızlık bu. M usa'nın rahatsızlığı.
M ad d e’nin. O ysa olumsuz gibi görünen bu yaklaşım sayesinde, zaafların
siyasî veya idari yön leri tartışma alanı dışına çıkanlm ış oluyor.
Dikkat ediniz, güya tartışm aya açılan M u s ta fa , Mustafa K em al d e
ğil-
Bu belgesel, tv kanallarından birinde yayım lansaydı, bu kadar tepki
çeker m iydi?
Sanm ıyoru m . İnsanlar para verip seyredin ce, ister istem ez m uka
yese yap ıyor, p aram a yazık oldu, diyor. A h şu serbest piyasa! Piyasa,
para etm ez, dedi m i, akan sular durur. D edi de nitekim .
B en ne Musa, ne İsa adına konuşuyorum .
D ed em İbrahim Ç anakkale’de şehid düşmüştü. B abaannem Zübey-
de H an ım , babasını, d ed em İbrahim ’i hiç g ö rem ed i. B en Ç anakkale
Savaşı’nda doğdu m , derdi, o kadar. İnançlı bir İstanbul hanım efendi-
siydi. İstanbul’un işgal günlerinden hatırladığıysa, eskiden arkadaşı olan
Rum çocuklannın k a fa n ızı k eseceğ iz m ealindeki R um ca tehditleriydi.
167
Ş ayet babasının veya silâh arkadaşlarının kom utanı olm ak sıfatıyla
M ustafa K e m a l’in bir Fransız kadına hitaben yazdığı iddia olunan şu
cüm leyi duysaydı, m u htem elen duyacağı utanç ve m ahcubiyetten ötü
rü. ne yapacağını bilem ez, h er halde duymazlıktan g e lm e y e çalışırdı.
168
hür adam
H ü r A d a m (2 0 1 0 )
En ço k bir ilkokul m üsam eresi kıvam ında. C a n D ü ndar’ın M u sta fa sı
(2 0 0 8 ), Zülfü L ivan eli’nin V eda sı (2 0 1 0 ) kadar.*
O rtak vasıfları, kötü çekilm iş kötü film olm aları. T ü m serm ayeleriy
se sözü m on a id e o lo jik h a k lılık . Güçlerini sa d ece inançlarından alıyor
lar çünkü.
Peki ya içerik v e biçim ’ in hakkı?
A n la ta n ’m v e y a anlatılan’ m değil, bizatihi a n la tım ın kendisi?
Y ü c e tem alar karşısında bunların hepsi d e basit birer teferruatm ış
gibi görünür.
G a ye, bir y ü c e ’yi/yüceliği, bir ulu’yu/ululuğu anlatm ak olduğundan,
A m a c ı sırf ulu bir kişiyi veya konuyu daha da yüceltm ek olduğu için,
yön etm en / ya p ım cı, seyirciden de aynı inançla, aynı duyguyla ortaya
* Veda filmini Beyoğlu’nda, koskoca sinemada iki kişi izledik. Makinist yarıda ışık
ları yakıp, ara vereyim mi, diye sordu, gerek yok, aynen devam, diye işaret ettik
oturduğumuz yerden. Vazife duygusuyla sonuna kadar izledim. Değerlendirme
için bir tek dipnot yeterli: Duygusuz, ruhsuz, sanatsız, kuru, kupkuru bir film.
Kunt. Öyle ki müzikleri bile İngiliz-Keit havasında. Loreena McKennitt havasında.
(27 Mart 2010)
169
B eklediği gerçek leşm ed iğin d e, eleştirilerin kıym etini takdir etm e
olsun, hiçbir am aç, herhangi bir sanat eserin e koşulsuz olarak bu nite
liklerin yüklenm esini haklı çıkaram az.
Basit m üsam ere teknikleri. H akikatten bir p a y alsa bile politik ajitas-
yonlan bile çocukça.
Rus kom utanı esir kam pını g e ziy o r, herkes ictim ada, sıraya girmiş.
Aralarında bir tek koca O sm anlı âlim i yerd e oturuyor, üstelik elinde bir
Esir kam pında, hem d e Rus kom utanın önünde, y e re ,oturmuş bir
halde elindeki çubukla to p ra ğ a hayalindeki üniversitenin binalarını çi
zen bir Said-i Nursî.
larından hoşnut bir zekânın itminanı. Halbuki Said-i Nursî bir m im ar,
bir m ühendis değil, bir âlim. B ir âlim e yakışan ise, kurmayı düşündüğü
170
Fevkalâde sakil bir anlatım. Düşük ve ucuz bir dil.
N ed en ?
Birincisi, sedirde veya y er m inderinde, en ço k taburede oturm a g e
len eğin e sahip bir toplumun üyesi bacak bacağa atm az, atam az. Bacak
bacağa atm ak, iskem le, koltuk kültürünün ürünüdür, üstelik kimin karşı
sında bulunulduğundan bağım sız olarak, ed e b e mugayirdir. Bugün bile
ca h id d e asla bacak bacağa atmış bir halde tasvir v e tasavvur edilem ez.
B ediü zzam an ’ ın çağdaşı Ö m e r M uhtar’ı bacak bacağa atmış bir hal
zatın o yıllarda bacak bacağa atması kesinlikle bir şecaat gösterisi, bir
cesaret num ûnesi olarak değil, bilâkis g a y e t m ünasebetsizce bir hareket
Y a zık , ç o k yazık!
Bir Rus Paşası’nın karşısında ayağa kalkm ayıp yerd e oturan, buna
mukabil bir T ü rk P a şa sfn ın karşısında bacak bacağa atıp konuşan bir
O sm anlı âlimi!
Bir p e y g a m b e r varisinin, bir âlim in izzet v e şere f telâkkisi bu değil
dir, olam az.
171
İdeolojik haklılık kuruntusunun bir alâm eti d e anakronizm dir.
Bunun anlamı şu: B iz bu kadar m azlum ken, biz bu kadar haklıyken
işimiz gücüm üz y o k bir d e tarihe h esap mı vereceğ iz? T a rih e, yani idrak
v e iz’ana, yani ilim ve irfana.
Türkiye Büyükelçisi'ni kasıtlı olarak alçak bir koltuğa oturtarak akıl
ları sıra aşağılam aya kalkışan İsrailli yetkililerin bilinç düzeyinden ne
farkı var böylesi istiskal gösterilerinin?’
Düşüncenin taşım adığı ve desteklem ediği bir duygu düzeyi. H ep si
bu!
Sanatın özü dolayım dır. G österm ek , teşhir etm ek değil, aksine îm a
v e işaret etm ektir. En azından bu nezah et v e nezaketi gözetm ektir.
P rop a ga n d a ile p orn ogra fiyi, bir sanat olm aktan çıkaran tarafları,
ideolojik haklılık dürtüsüyle salt gösterileni yüceltip yüksek düşünce ve
sanatın gereklerin e burun kıvırmalarıdır. İkisi d e birer hakikatsiz teza
hürdür.
H ü r A d a m m kendi dışında gösterm ek istediği bir şey yok. M u s ta fa
gibi, V eda gibi, gö sterm ek istediği zaten gösterdiğin den ibaret. N e g iz
lisi var, ne saklısı. H e r şeyi ortada. O ysa yücelik, çıplak parm akla gös-
terilem eyendir. Z era fet ister. Biraz olsun nezahet v e nezaket. B a ğın p
çağırm ak değil, hiç değilse, biraz ihtizaz. "
Gürültü değil, inilti.
* Tam da burada Charlie Chaplin’in ilk sesli filmi olan The Great Dictatordekı
(1940) o muhteşem koltuk sahnesi hatırlanmalı, ve hasmını alçağa, kendini
yükseğe oturtmak için çırpınan bir siyasi liderin içine düştüğü komik durumu hic
veden o sahne ibretle seyredilmeli, ki böylece mertebesi alçak olanın mekanının
yüksekliğine bakılmayacağı hiç değilse bu vesileyle bir kez daha idrak edilmeli!
172
porcupine
Zone.
Ö te yani, öted ek i köy. G iden herkesin h er dileğinin gerçekleştiği
Z o n e alelade bir b ölge değil, tam ıtam ına bir u m u t ülkesi. T e k başı
na gid em ezsin , bir rehberin, bir kılavuzun olm alı. Bir s ta lk e r. B ir hâdi.
aşina biri. S a d ece doğru yolu g ö sterecek değil, aynı zam anda o yolu
T alib olanı.
T arkovski iki sta lk erd a n söz eder. Biri, m alum , p ro fesö r ile yazar’ı
nı. P o r c u p in e .
Ü zerin e hiç konuşulmamıştır onun. Susulandır. Bu nedenle S ta lk e n n
tam da karşıtıdır P o r c u p in e .
Biri umut verir, umudunu kaybetm em ek için. A m a cın a , amaç-dışı
ikincil yararlar ek lem ekten kaçınır. H ani şu ihlâs denilen nitelik var ya,
173
işte onun gereğin i yerin e getirir; eylem i kendi am acına has kılar. Masal
adam ıdır sta lk e r. Anlatm akla yetin m ez, yaşar da. U m ut ettiğinin değil,
bizzat umudun peşindedir. U m ut yiterse her şey yitecektir d e ondan.
U m ut için yaşar, umudu yaşatm ak için. A k la değil, m uhayyileye yasla
nır bu yüzden. H ayale. U m udun kökenine yani.
P o rc u p in e ö y le değildir. O nasıl olmuşsa zen gin olm ayı dilem iş, di
leği de yerin e gelm iştir. H im m eti n eyleyim deyû buğdayı tercih etmiştir.
Başarılanndan başı dönm üş, şımarmıştır. U m u t Ü lk e s in in vaadi vardır;
orada d ileyen e dilediği verilecektir! Porcu pin e de buğdayına kavuşmuş
tur.
Peki sonra? Sonrası hiç d e iç açıcı olm am ıştır. P o r c u p in e kendi
elleriyle kendi yaşam ına son verm iştir. Düşü, hayali, umudu, masalı
ikincil am açlara feda ed en bir m asalcının sonudur bu. K en d i anlattığı
m asala inanm ayan h er m asalcının sonu gibi.
P re n s e s in U y k u s u (2 0 1 0 ) filmini seyrettikten sonra, n eden se, Ç a
ğa n Irm ak’ ın kendi anlattığı m asala inanm ayan bir ruhla bu film i çekti
ğini düşündüm.
Ç ekim ler, kurgu, hatta diyaloglardaki o özen siz Tü rkçe, o baştan
savm a üslup (gibi kusurlar) değil, bizatihi masala, masalın tem sil ve tas
vir ettiği umuda hürmetsizlikti beni b öyle düşündüren. O ysa birkaç yıl
ö n c e U la k (2 0 0 7 ) filmini seyrettiğim de iki yazı yazm ış, Ç a ğa n Irm ak’ı
da m asala ve u m u d a hürm etinden dolayı selâm lam ıştım .
174
Sığlaşm anın bedeli vardır. K en di çevresin de d ö n er kalır insan, ve
o durumda başkalarına ge re k kalmaksızın bizzat yolun kendisi yolcuyu
terbiye eder. Ö vgü lerle değil, eleştiriyle olgunlaşır insan. O ysa eleştiri
kadar ö vg ü d e yıkar insanı. En kötüsü şımartır.
Şım anklığın acıtıcı tarafı, insanın m asala ve umuda hürmetini azalt
masıdır. H urafen in , mitin gücünden kuşkuya düşmesidir.
Ç ağım ızd a umudu canlı tutacak iki kaynak var. H ikm etin huzm ele
rini seyred eb ileceğim iz iki alan.
D in v e S a n a t.
İkisi d e umut verir. İkisi d e g e rç e ğ in sınırlannı aşar. İkisi de a n la tı
nın özünü kutsar. B ezirganlann iştihasını uyandıran iki m e y v e bahçesi
gibidir din ve sanat. Çarşının iştihasını. T a rk ovsk i’nin S ta lk e ra kar
şıt olarak yarattığı P o r c u p in e karakteri, sırf bu yüzden din ve sanat
bezirgânlanyla eşleştirilebilecek bir nitelik arzeder.
M asalcının inandm cılığı, masalına evvelâ kendisinin de inanmasını
gerektirir.
İnanm azsan nasıl yabancılaşabilirsin e y talib? Yabancılaşm azsan,
peki o takdirde nasıl inanabilirsin?
P re n s e s in U y k u s u n u n en büyük günahı bir masalın safiyetinden
yoksun olm ası. Masalın o hürmet duyulası ciddiyetinden.
Y an lış okum adınız, evet, her masalın k en din e has bir c id d iy e ti var
dır. Um udun. H ayalin. Bu yüzden d e sanatın.
M asal özünü kayb etm eye görsün, o anda M e c n u n safari yolculuğu
na çıkan turist kafilesine H ica z çöllerini g ezd iren bir reh b ere dönüşür,
F e rh a d ise dağdan çıkardığı top ra ğı kam yon k am yon çevre k öylere
satm aya çalışan bir m üteahhite.
A ltın bulm ak am acıyla erenlerin türbesine kazm a vurm am ak bu yüz
den! M asala v e umuda hürmeti asla elden bırakm am alı. P o r c u p in e nin
değil, S ta lk e n n sözüne inanmalı!
Kutsal V a d i’y e ayak basmışsan, h em en nalınlarını çıkarmalısın! Kut
sal V a d iy e , yani masalın v e umudun toprağına.
N e gü zel d er bir g en ç şaire:
175
Ö ykü anlatmak, derin v e alışılmışın dışında bir din duygusuyla gerçek
leştirilebilir.'
176
sinemadaki ressamlar
177
S in e m a to g r a fi ile p o r n o g r a fi aynı anlam a gelir bu yüzden. Sükûndan
harekete geçiş. K in e nin özündeki G rek ruhu: Kİvr|oıç.
S alvador Dali-Luis Bunuel İkilisinin çektikleri o efsan e kısa-film ha
tırlanmalı h em en burada. U n C h ie n A n d a lo u (1 9 2 9 ).
S inem anın resm e değilse bile ressamlara ilgisinin geçm işi aslında
çok gerilere uzanm ıyor.
178
kostüm v e tasarımlar ünlü G e c e D evriyesi’nin öyküsüz anlatım ına can
verebilm iş m idir, işte burası tartışılır. A n c a k yine d e G re e n a w a y ’in d e
nem elerinin bağım sız bir değerlen d irm eyi hak ettiğin d e kuşku yok!
4 0 ’lar n e yazık ki boş görünüyor. S avaş yılları.
Küçük bir ham le müstesna. A lb ert L e w in ’in G auguine hakkındaki
T h e M o o n a n d S ix p e n c e (1 9 4 2 ) adlı filmi. Y a rım asır sonra G auguine
hakkında iki film le daha karşılaşacağız: İlki H en n in g C arlsen ’in Ouir/si
(1 9 8 6 ), diğeri M a rio A n d re a c c ih io ’nun P a ra d is e F o u n d u (2 0 0 3 ).
Z aten tanınıyor, biliniyor, sevilip b eğen iliyor düşüncesiyle tarihsel ki
şilikler hakkında m üsam ere ö lçeğin d e pahalı film ler çek m ek sinem a tari
hinin itiraf edilm em iş ayıplanndandır. C arlsen 'in de, A n d rea ccih io ’nun
da Paul G au gu in ’in sergüzeştinin hakkını verebildikleri söylen em ez.
S özü m on a hıristiyaniık-putperestlik çatışmasının yap ay bir biçim de sö
m ürgecilik karşıtı bir dil üzerinden tasviri. Fakat inandırıcı değil. G erçi
G auguin’in resim lerinde de p ek düşünce v e duygudan eser yoktur am a
bu borsacı ressam ın film e çekilecek denli renkli bir hayatının olduğunu
kabul etm ek gerekir. H iç değilse e g zo tik renkleri vardır; yeşili, mavisi,
turuncusu. B ir d e devrin m odası g e re ğ i sonuçsuz kalm aya m ahkum
derin gö rü n m e çabalan. Paleti kalem gibi kullanma hevesi, vs.
S ö y le m e d e n g e ç e m e y e c e ğ im . G au gu in ’in etkisi en ço k N e b ile rin
yapaylığı miktarıncadır. H ep si hepsi içi boş m istifikasyon gösterisi.
Başyapıtı D ’o ù v e n o n s -n o u s ? Q u e s o m m e s -n o u s ? O ù a llo n s -n o u s ?
(1 8 9 7 ), sanırım , L a rs'm da hayal ve ilan e d e c e ğ i üzere, belki bir film e
konu bile olabilir.
Um utsuz olm am alı, hakkı verilebilirse sinem a sanatı bize bu ressamı
başka türlü d e anlatm ayı başarabilir. A m a ö n c e iyi bir öykü.
Peki 5 0 ’li yıllarda ne var, savaş sonrasında?
H e r zam an olduğu gibi biraz sanat, biraz e ğ len ce, biraz dram.
Ö n c e sanat. G üya sanat. D aha ç o k siyaset. A lain Resnais ile R o
bert H essen s gözü n d en P icasso’nun ünlü tablosu G u ern ica n m (1 9 5 0 )
öyküsü. Kısa film. G u e m ic a ’nın, yani İspanya iç savaşının. Duygusal
ve tarihsel bir öykü. Bask bölgesinde, Bis C a y e ’d e küçük bir kasaba
olan G uernica 2 6 N isan 1 9 3 7 tarihinde aralıksız bom balanm ış, şehir
yerle bir olm uş v e 2 bin sivil insan ölmüştür. Bu acının dile getirilm ek
179
istendiği küçük bir b elgesel G u e rn ic a . Günüm üzde tüm ayrıntılarıyla
bu öykünün sergilendiği yer, gerçek te M useo N acion al C en tre d e A rte
R ein a S ofia. M adrid’de. Bir m abed. G u e rn ic a sinesinde sakladığı baş
yapıtlardan. S ergilen en ayrıntıların sözcüklerle tasviri ise imkânsız.
S avaş sonrası, P ica sso ’nun yıldızı iyice parlar. N ed en leri gibi sonuç
ları da politiktir. Bir kere Fransa’da itibarı ç o k artmıştır. İşgal yıllarında
A lm an lara yü zverm em e gözü pekliğin i gösterm iştir çünkü.
A lain R esn ais’den sonra bir başka Fransız y ö n etm en daha kam e
rasını Picasso üzerine çevirecektir. F fen ri-G eorges C lou zot. Y ö n e ttiğ i
film ise, bugünden bakıldıkta sadece Sanat Tarihi öğren cilerin e hitab
ed ecek düzeyde. L e M y s te re P ic a s s o (1 9 5 6 ). Bir belgesel. Zam anın
ruhuyla uyumlu. S oğu k savaşın.
180
T a g e D anielsson'un P ica ssos a u e n ty r (1 9 7 8 ) adlı kom edisi nazar-ı
itibara alınm azsa, ki p ek alan da olm am ıştır, Picasso hakkında ciddi bir
yoru m teşebbüsüne tanık olm ak için sinem aseverler kırk yıl beklem ek
zorunda kalacaklardır. Jam es Ivory hakikaten seyredilebilir bir yapıt o r
N için?
S özü m on a, m eslektaşı M odiglian i’nin trajedisini daha belirgin kılmak
için.
Davis, M odigliani g e rç e ğ in e titizlikle uym a ihtiyacı duym am ış, haya
lini özgü r bırakm akta hiç tereddüt etm em iştir, {yi de yapm ıştır. Çünkü
M od iglia n i’nin ismi de, tablolan da bu film in etkisiyle bilinir hale gelm iş
tir. İşte sinem anın gücü. Y ön etm en in . Yaratıcının.
Jacques B e c k e r’ın M o n tp a rn a s s e 1 9 (1 9 5 8 ) adlı erken sayılabile
cek yapım ı, ardından Fran co B rogi T a v ia n i’ nin kısm en selefinin kusur-
lanndan kaçınm aya çalışan M o d is i (1 9 9 0 ) h em daha sade, h em daha
iddiasız film lerdir. K en di d önem lerinin çekim olanaklarının yoksulluğu
ve/ veya bütçeleri itibariyle değil, yaratıcı sanatın uzaklardan duyulabi-
len o keskin rayihasından m ahrum olm aları sebebiyle.
181
M odigliani İtalyan kökenli naif bir yahudiydi. Picasso ise iştahası-
na ket vurulamaz bir İspanyol boğası. Sovyetlerin yıkılışının ardından
M od iglian i’ nin gelişi, Picasso'n u n gidişi acaba bir tesadüf müydü?
Sanm ıyorum .
182
leştirm eye çalışmış ve sonunda ortaya ister istem ez kötü bir m elodram
yüzden. Y akın zam anda ancak kamunun haberi olan eskizler. A lb i’d e
detm iş gibi.
R o g e r P la n c h o n ’un L a u tr e c i ise (1 9 9 8 ) gecikm iş bir d en em e o la
caktır. Güçlü bir bütçe. Z en gin kostüm dağarcığı. Kalabalık bir cast.
bir süre sonra h em sunduğu hem yön ettiği, kişisel hayranlığın çelim siz
Çıkar: T o u lo u s e -L a u tr e c -T h e F u ll Story; (2 0 0 6 ).
V an G o g h gibi naif v e kırılgan bir kişiliği teslim etm ek o gün için bile
ironik kaçm ış olm alı. İyi am a yüzü biraz benziyordu, denebilir. Unutul
ikinci bir film in çekilm esi için n ered eyse yarım asrın geçm esi g e re k e
cektir. M aurice Pialat, V an G o g h (1 9 9 1 ). T ip ik dolayım sineması. R es
183
En nihayet, bir d e G o ya .
G o y a hakkında görebildiğim iz üç film
var. İlki H en ry K o ster'in T h e N a k e d
M a ja (1 9 5 8 ), İkincisi C arlos Saura'nın
G oya en B u rd e o s (1 9 9 9 ); üçüncüsii
M ilos F orm an ’ın G o y a ’s G h o s ts (2 0 0 6 ).
G o y a ’nın tablolan arasında en san
sasyoneli, herhalde, bugün M adrid’de
P rad o Müzesi nde konuklarını ağırlayan
La M a ja D esn u d a d ır (1 7 9 7 -1 8 0 0 ).
Ç ıp la k M a ja yani. Edouard M a n et’nin
ünlü O/ym piasına (1 8 6 3 ) ilham veren
kışkırtıcı eser. M aja seyircilerine sırtını
d ön m ez, tam aksine küstahça onlann gözlerinin içine bakar. XIII. Alba
Düşesi. H e r şeyiyle A v a G ard n er’in karizmasına em an et edilen kadın!
Siyasi hırs ve entrikanın rem zi. H atta biraz erkeksi. Buna karşın hem
K raliçe, hem de Engizisyon karşısında çmlçıplak. Üstelik küstah. A cab a
G o y a o nedenle mi Düşes’i bir de giysili olarak resm etm iştir, bilem i
yoruz. Bildiğim iz K o ster’in bu zengin olgular dağarcığından yeterin ce
yararlanam am ış olduğu.
Saura, G o y a ’yı yıllar sonra daha içten, daha sem bolik olarak kavra
m ayı dener. Ö y le ki G o y a ’nın ruhsal yorgunluğunu yaşlı bir tebessüm e
sığdırm ayı başarır.
184
Saura, G o y a ’nın İkincisini tercih ettiğini düşünür.
M iloâ F o rm a n ’a gelin ce, o daha ç o k G o y a ’nın gravürlerinden hare
ket ediyor. H ayaletlerinden. Ç izim lerinden. En ç o k da kiliseden. Engi
zisyondan. G erçek te bir sanat yapıtından çok , bir pazar mamülü. O r
talam a seyirciyi h ed efleyen bir film. B ir m elodram . M ozart, G o y a ’dan
daha dram atik bir kişilik olduğundan değil, m u htem elen A m ed eu su n
yön etm en i kulaklanna gözlerin den daha düşkün olduğu için.
P ra d o 'd a daha ço k vakit geçirseydi, acaba sonuç biraz daha farklı
olabilir m iydi? Bunu b ilem em am a hiç değilse P e te r S h a ffer gibi güçlü
bir oyun yazan daha bulabilseydi, o takdirde sonuç ço k daha farklı o la
bilirdi. İşte burası kesin.
Bir de ge le n e k tabii ki. Bir Puşkin g e le n e ğ i. A m ed eu s böylesine
güçlü bir çizginin ürünüydü. G o ı;a ’s G h o s ts ise piyasanın.
Tutkuyu sanatçının yaşam ından ve yapıtlarından üretm ek için didin
m ek yerin e o yapıtların kökeninden, yani sanatçının bizzat tutkusundan
tem in etm ek için herhalde sanat kadar edebiyatın gücünü d e yardım a
çağırm ak gerek . Y a n i vizör kadar kalem in gücünü de. S inem ada halen
eksik olan budur. E d e b iv a t.
6 0 'Iı yıllar d e p ek verim li geçm iş sayılmaz. B ir heykeltraş olarak
değil am a bir ressam olarak M ich a ela n gelo ’nun daha ço k P a p a II.
Julius’la arasındaki sevim li gerginlikler üzerinden yürüyen T h e A g o n y
a n d E cstasy (1 9 6 5 ), Şistine C h a p e lle ’in tavanını ve duvarlarını süsle
yen fresklerin hikâyesini konu edin iyor kendisine. C a rol R e e d ’in y ö
nettiği bu filmin ö n em i sanatsal değerin d en değil, sadece büyük bir
sanatçıyı ele alm asından kaynaklanıyor. M uhayyile zaafının bir ürünü.
H ep si bu kadar.
Lu cian o S a lc e ’nin E l G r e c o (1 9 6 6 ) adlı d en em esi, kendi devrinin
olanakları içinde düşünüldüğünde, başanlı bir öykü olarak görülm eli.
Belki m üsam ere tadında am a hiç kuşkusuz Y an n is S m aragd is’in kırk
yo l sonra film e aldığı E l G re c o y a (2 0 0 7 ) nisbetle daha içten, daha lirik
bir anlatım a sahip.
B elirtm ek gerekirse, sinem a için bu büyük usta, hâlâ sanatına ya ra
şan bir ustalık ve duyarlılıkla ele alınm ayı beklem ektedir.
Bu arada M ichael Povvell’ın yön ettiği A g e o f C o n s a n t (1 9 6 9 ) gibi
ressam v e ge n ç ve çıplak m o d el (lolita) ilişkisinin tahrik ediciliği üzerin
den kurgulanan kimi yapım lara gelin ce, ism en zikredilm em eleri bile
sanırım bir eksikliğe yo l açm ayacaktır.
M uhayyile aracılığıyla bir adam , bir ressam m ı yaratm aktan sö z edi
liyor, o halde hiç duraksam adan şe re f tacı h em en Tark ovsk i'n in başı
na yerleştirilm elidir. T a rih yazm ak b öyle bir şeydir işte. A id iyeti bile
m eşkuk bir tablo, bir iki fresko, üç beş bilgi kırıntısı, v e T a rk o vsk i’nin
idrakinden zuhura g elen saatlere yayılm ış koca bir anlatı şöleni.
R essam , nakkaş v e derviş. A n d r e i R u b le u (1 9 6 6 ). S in em a sanatı
kendi öncülerine hürm et etm ek zorundadır. Sanatı yön len diren d eğiş
m ez id ea ’nın kendisine. İnsan’m bütünlüğüne. Tarkovski sinem asının
şian budur. A sla hürmet. N itekim yirm i yıl sonra Tarkovski O ffr e tte
(1 9 8 6 ) L e o n a rd o da V in c i’nin A d o r a z io n e d ei M a g i (1 4 8 1 ) adlı tab
losundan ana sim ge olarak yararlanm akta da tereddüt etm eyecektir.
K â h in le rin A r z -1 U b u d iy e ti. Başka bir deyişle bilimin sertliği v e acım a
sızlığı karşısında inanç ve şefkat, istatistikler karşısında büyü v e keha
net, en nihayet umutsuzluğun şifası olarak da m ucize.
186
T a rih v e Ç a n v e İn a n ç. A n d
187
edilin. Tereddü t edin. İncindiğinizi düşünün. Rüyalarınıza apansız dolu
çevrenizde.
V E işte o zam an sanatçı yaratm aya, ele geçirilem ez olanı feth et
♦♦•
7 0 ’li yıllar da bir iki istisnayla boş görünüyor. İki standart tv filmi.
188
Peki, A n g e lo L o n g o n i’nin 2 0 0 7 tarihli C a ra u a g g io denem esinin bir
m esi bir başka neden. Ö ykü ye ne ge re k var? Ü stelik zen gin m ekan
tasarımları, ışıklar, renk oyunları, kostümler, v e biraz da sanatçının ya
senaristlerin elin de ucuz replikler haline dönüşm esi. Düşük bütçeli bel
gesellerin yanısıra tv filmleri. K ısaca sözettiğim iz film lerin bir kısmının
tv filmi olarak çekildiği dikkatten kaçm am alı. A n latı sorunlarının bir kıs
mı, zorunlu olarak, tv dilinin seçilm esiyle alakalı. Dil anlatımı, anlatım
189
H e r alanda olduğu gibi, sanat alanında da onun hakkını v e re c e k has
yor. Film in m erk ezin e R o d in ’in yerin e onun kadar tanınm ayan sevgilisi
Çılgın bir kadın. V e onunla birlikte duyarlılığı incelen kaba saba bir hey-
9 0 'lı yıllann başından itibaren sinem ada resim sanatına v e ressam la
ra ilgi artıyor. Bakalım son yirm i yılda kimler var? K im ler yo k ki, ünlüler
varsayılan bir deha. Y aratıcı süreci, öm rü boyunca bir kez bile yaratm ayı
d en em em iş biri nasıl anlayabilir, nasıl tasvir edebilir? A n layam azsa, his-
190
sed em ezse, R ivette gibi, m ecburen içi boş tahm inlerde bulunur. Yaratıcı
süreç dışandan gö zlem len em ez. Yaşanm ası gerekir. Aksi takdirde ha
kikatle ilişkisiz y a p a y kriz sahneleri üretilir. M im ar olsun, ressam olsun,
kendinden g e ç e n dâhinin buhranlan, saçı başı dağıtm alar falan.
K om iktir, v e işin kötüsü hepsi d e bu kadardır.
A g n è s M e rle t’nin yön ettiği A rte m is ia n ın da (1 9 9 7 ) aynı kategori
d e d eğerlen dirilm esi kaçınılm az. Küçük anektodlan n zam ana yayılarak
sündürülmesi adeta m etnin duygu v e düşünceden anndınlm asıyla s o
nuçlanıyor. E zb ere bilinen öyküler. Düşük oyuncu perform ansı. Bir d e
d ö n e m film lerinin kendine özgü zorluklan. Film teknolojisi ne yapsın?
Ed H arris’ in yön ettiği v e oynadığı P o llo c k (2 0 0 0 ), tam bir A m erik an
fıkaralığı. Film i d e n e yazık ki ancak P o llo c k ’un kendisi kadar etkileyici.
I. D ünya S avaşı’ndan sonra Paris’ten N e w Y o r k ’a g ö ç m e y e başla
yan m o d e m sanatın özellikle 11. D ünya S avaşı’ndan sonra nasıl olu p da
geniş sınırları!
191
A lm a ’nın tam da bu noktada sırf resm i eşlerinin adlannı hatırlatm ak
yeterlidir sanırım: Ünlü bestekâr G ustave M ahler, Bauhaus'un kurucu
su W a lter G ropius v e yazar Franz W erfel.
K okosch ka her çılgın âşık gibi sevdasının gürültüsünü bastırabile-
cek iradeden yoksundur. İyi ki yoksundur. Çünkü yaşanan kırgınlıklar,
ayrılıklar, tartışmalar, en nihayet bu savaş öncesi gürültünün A lm a y la
aşkının nişanesi sayılan o ünlü tabloya dönüşm esine yol açacaktır: D ie
W in d s b ra u t (1 9 1 3 -1 4 ).
Bu tablonun öyküsü etrafında dolanan bir d en em e olarak B rid e o f
th e W in d (2 0 0 1 ) ancak Raoul R u iz’in aynı d ön em i resm etm ek iddiasın
daki filmi K lim t e (2 0 0 6 ) eşlik e d ecek nitelikte. Fazlası beklenm em eli.
Julie T a y m o r ’ın yön ettiği F rid a (2 0 0 2 ) artan bu eğilim e kadınca bir
katkı. H akkını yem eyelim , m uazzam bir çaba. Lâkin bir türlü ön celiğin
n e olacağına karar verilem ed iği için tam bir keşm ekeş. Akılda n e kalı
yor? Sanatın en büyük zaafı: K ahram an. Acıların kadını. P in p o n topu.
Ç in işkencesi.
Frida’nın dram ı yö n etm en tarafından kadınca bir duyarlılıkla n e ya
zık ki trajedisinin önü ne geçirilm iş. T ıp k ı Frida’nın da g e rç e k hayatında
den ediği gibi. Film de h er türlü sos var. En hırpalananı ise sosyalizm .
Toplu m u n g e le c e ğ in e duyulan güven. Ü to p ya . Yeniyüzyılın ge le c e k ta
savvuru en az Frida’nın bedeni kadar güçsüz ve zayıf.
C h ih w a s e o n (2 0 0 2 ) bir Im K w o n -T a e k filmi. F ırça d a rb e le ri. X IX .
yüzyılda K oreli bir ressam ın, O h w o n Jan g S eu ng-u p’un siyasetle içiçe
geçm iş hayatı, am a seçim i her defasında özgürlükten yana. Özgürlük
ten, yani kadın v e sake’den. K açınılm az olarak. D o ğ a l olarak saraya,
sarayın sınırlarına karşı iflah o lm a z bir karşı koyuş. Sanata v e kadına
müptela bir ressam. S evim li sarhoş. Lâkin kabiliyetin ta kendisi!
Tabloların, hiç değilse bir tablonun öyküsünü anlatm aktansa bir res
samın çalkantılı hayatına el atm ak yö n etm en lere daha çekici v e daha
sorunsuz g e liy o r olm alı. R esm in öyküsünün ressamın öyküsüne feda
edilişi. Elbette istisnalan çok bu eğilim in. Ö rn eğin P e te r W e b b e r ’in y ö
nettiği G ir l w ith a P e a r l E a r r in g (2 0 0 4 ).
W eb b er, H ollandalı ressam V e r m e e r ’in bir tablosunu konu ediniyor:
K uzeyin M o n a Lisa’sını. İn c i K ü p e li K ız ı. B ir ressam a v e bir tabloya
192
dikkat çekm esi bakım ından bu film önem li. H iç değilse seyirlik düzey
de. Bu kadarcık.
Y a R aoul R u iz’ in yön ettiği K lim t (2 0 0 6 )?
Daha ö n c e işaret etmiştik, sözü uzatm aya gerek yok, tam bir
felâket. H e b a edilm iş bir öd en eğin kokusu sinmiş üzerine. Üstelik John
M alk ovich ’in standartlaşmış mimiklerinin artık taşıyam az hale geldi
ği karizm ayla birlikte tuhaf bir sentez çıkm ış ortaya. Bir bulamaç. (Bu
bağlam da N icolas R o e g ’ün B ad T im in g i (1 9 8 0 ) hatırlanmalı. K lim t’in
çevresi. Bilhassa Freud ve Klimt. Sanat ve Psikanaliz. Y o ru m yorar. Pes
etm em eli.)
Y ö n e tm e n , K lim t’i v e yapıtlarını seyircinin gözü n den kaçınrken bari
onun yerin e kendilerine h oş bir hikâye verseydi. N e ki o kadar cöm ert
d e davranm am ış. N için? A ca b a sanatçı üzerinden sanatın özüne işaret
ed ilem ez mi?
193
A n g e lo L o n g o n i’nin C a ra v a g g io (2 0 0 7 ), Paul M orrison 'u n L it t le
A s h e s (2 0 0 8 ) ve belki bir d e M artin P ro v o s t’un S e ra p h in e (2 0 0 8 ) adlı
d en em eleri akla gelebilir. H ep si d e en çok tv film i düzeyinde. H e le
hele L it t le A sh es. Bir ressam , bir şair ve bir yön etm en . S alvad or Dali,
G arcia L o rca ve Luis Bunuel. Y ö n e tm e n , biraz da ticari kaygılarla L o r
ca (ve bek len eceği üzere e ş c in s e lliğ i) üzerinden üç arkadaş arasındaki
gerilim leri serim lem eyi denem iş. Bilinen dedikodulann yinelenişi, hatta
sündürülüşü. T ip ik sahte lirizm. H ep si bu kadar!
Kötüm ser olm am alı. Çünkü sinem anın elindeki olanaklann sanat ta
rihi açısından ilginç çalışm alann ortaya çıkmasına yardım cı olacağı kesin.
Büyük bir m üzeyi, H e rm ita g e ’ı destanlaştırmak için çırpınan Aleksandr
S ok u rov’un R usskiy k o v ch e g i (2 0 0 2 ) veya bir tablonun peşinde yıllarını
veren P e te r G reen a w a y ’in N ig h tw a tc h in g i (2 0 0 7 ) ilk ciddi den em eler
arasında zikredilebilir. Bilhassa G re e n a w a y ’in öyküsüz anlatımı seçm esi
ve özellikle sinem anın olanaklanyla tuvalin, fırçanın sınırlannı genişlet
m e çabalan farklı bir sinem a dilinin oluşmasına katkı sağlayacaktır.
c e N ig h tw a tc h in g d e değil, yıllar
ö n c e T h e C o o k , th e T h ie f, H is
W ife & H e r L o v e r (1 9 8 9 ) veya
The P illo w Book (1 9 9 6 ) gibi
fantastik film lerinde d e G re e n a
w a y kam erasını bir fırça gibi kul
lanm ak istemiş, ve büyük ölçüde
başarmıştı da.
P olon yalı yö n e tm e n L ech
M ajew ski’nin B ruegheFin bir
tek tablosunu konu edindiği T h e
M ili a n d T h e C rossu n u n (2 0 1 1 )
194
şim diden bu çizgin in en ön em li yap ıdan arasında sayılması gerektiğini
söyleyebiliriz. Bu çalışm anın kendi alanında bir zirveyi tem sil ettiği hük
münü verirsek abarttığım ız düşünülmesin. M ajew ski sinem ada yen i bir
anlatı dilinin oluşması noktasında büyük bir adım atmışür, v e bu adım ın
daha yen i, daha cüretkar ham lelerle arkasının g e le c e ğ i kuşkusuzdur.
* * *
Dikkat edilirse, zikredilen film lerin bir kısmının tv film i, hatta b elg e
sel nitelikli olduğu görülecektir. Sanat film leri açısından bu kaçınılmaz.
H al b öyle olunca, resim den v e ressam lardan s ö z e d ip d e belgesellerden
söz etm e m e k olur m u?
En sonda zikretm em iz gerek en i en başta zikredelim . G re e n a w a y ’in
R e m b r a n d t’s J ’a ccu s e (2 0 0 8 ) adlı m o n o g ra fik belgeselini. Sanatse
verler bu belgeseli seyrederken bir tablonun içine nasıl dahil olunabi
leceğin i, h em d e keyifli bir biçim de, ö ğ re n m e k le kalm ayıp, bilm enin
g ö rm e y e m ani olm adığını, hatta biraz cüretle, b elgesellerd e alışılagelen
o sıkıcı didaktik anlatım ın dışına çıkılabileceğini yakından görebilirler.
H e m e n ardından B B C ’nin üç yapım ı zikredilm eli:
Birincisi T h e P r iv a te L if e o f a M a s te rp ie c e (2 0 0 1 -2 0 0 6 ). S an atse
verler h em en hatırlayacaktır, T R T bu diziyi T u v a ld a k i B a şya pıt adıyla
yayım lam ıştı. (A rşivim de kayıtlı Tü rk çe bölü m ler şunlar: P ie rro della
Francesca, B ru egel, U ccello, V e rm e e r, V elasqu ez, R em brandt, G o ya ,
W histler, R en oir, V a n G o g h , Gauguin, Picasso.)
Y a p ıtla n n analizi yapılırken p e n tim e n to la n n , yani ressamların tuval
üzerinde yaptıklan değişikliklerin ihmal ed ilm em esi, am atör sanatse
verlerin yapıtların ikon ografisin e nüfuzlan bakım ından eşsiz bir katkı
olarak değerlendirilm elidir. (S on d ö n em lerd e dünyanın bazı büyük mü
zelerinde artık tabloların yanına p en tim en to bilgilerinin eklendiğini b e
lirtm eliyim .)
A n c a k bu dizinin küçük bir zaafı var, o da biraz ekon om ik , biraz da
siyasî n ed en lerle olsa gerek sanatçılann yapıtlannın genellikle L o n d
ra'daki m ü zelerden, bilhassa N ational G allery o f A r t ’tan seçilm iş ol-
raası. Başyapıtların çoğu L on d ra'd a. A d ı üstünde B B C yapım ı, hani
Paris, hani N e w Y o rk , hani P ra d o diye sorm am aksınız, eldekiyle yeti-
195
nip seyretm elisiniz. A n c a k bu işi yapm adan ön ce kendinize yayım lanan
bölüm leri kaydetm ek basiretini gösteren vefakâr bir dost bulmalısınız.
İkincisi, yine B B C yapım ı olan S im o n S c h a m a ’s P o w e r o f A r t
(2 0 0 6 ).
T R T bu diziyi d e yayım lam ıştı: S im o n S c h a m a ile S a n a tın G ü cü .
A n c a k kaç bölüm yayım landığını bilem iyorum . B ildiğim , arşivim de ka
yıtlı olanlann aslına nisbetle ço k sınırlı olduğu (Bernini, C a ra va ggio ,
Rem brandt, Jacques Louis D avid, Tu rner, V a n G o g h , Picasso, R o th
ko). B elirtm em gerekirse dizinin İngilizce orijinali otuz kadar sanatçıya
ver veriyor.
Üçüncüsü, A n d re w H u tto n ’un yön ettiği T h e P r e -R a p h a e lite B r o t
h e r h o o d (2 0 0 9 ). •
1 8 4 8 ’de W illiam Hunt, Joh n Everett Millais v e D ante G abriel R o s
setti tarafından kurulan v e m od ern sanayi toplum unun oluşumunu bir
kabus gibi algılam akla kalm ayıp kutsal m etinlere, m itolojiye ve g e le n e
ğ e dönüşü sanatsal bir tavrın kalkış noktası haline getiren bu birliğin
hikâyesini anlatır H utton. B ir bakım a Ruskin'in kardeşlerini.
A n lam a/yoru m lam a y eten eğin in artm ası ön celik le bilgi düzeyinin
artm asına bağlı. Bu tür dizilerin yararı, ortalam a resim bilgisini artır
maları ve g ö rm e y i ö ğ re n m e k isteyen lere y o l gösterm eleri. İster istem ez
ikonolojik (yorum lam a) düzeyi ç o k sınırlı kalır bu yapım ların. D aha çok
ikon ografik açıdan izlenm eli. T a n ım la m a ve çözü m lem e gücünü artır
m ak bakımından.
A rayan lar aradıklarını bulm ak konusunda p ek sıkıntı ç ek m ey ecek
lerdir. S özgelim i T im D u nn’un C laude M o n e t’d en hareketle anlattığı
üç bölümlük T h e Im p re s s io n is ts (2 0 0 6 ) veya D avid M a n son ’un m e
tinlerini kalem e aldığı T h e G r e a t A rtis ts / T h e D u tc h M a s te rs (B ruegel,
B osch, V e rm e e r, Rem brandt, Rubens, V a n Dyck), T h e E n g lis h A rtis ts
(H ogarth ), T h e Im p re s s io n is ts (M on et, Pissaro, R en oir, Seurat), T h e
P o s t Im p re s s io n is ts (C éza n n e, Gauguin, V a n G o g h , Lautrec, M unch,
Rousseau) gibi m uhtelif resim sanatına ve ressam lara dair dizilere ulaş
m ak artık p ek z o r değil.
Yağlı boya tablo eskimeye yüz tuttukça bazen şeffaf bir hal alır. Bu ol
duğunda kimi tablolarda ilk fırça darbelerini görmek mümkündür. Kadın
196
elbisesinin içinden görülen ağaç. K öp eğin d en kaçan bir çocuk. Artık
denize açılm ayan eski bir tekne. Buna pentim erıto denir. Çünkü res
sam vazgeçm iş, fikir değiştirmiştir.
Fred Zinnem ann, J u lia adlı filmini 4 0 ’lı yılların ünlü A m erikalı yaza
rı Lillian H e lm a n n ’m bu cüm leleriyle başlatır. Zaten bu film in d e yazan
olan Lillian H ellm an , “ resm in içindeki resm i” kazıyarak hayatındaki
ço k ö ze l insanları p e n t im e n t o yön tem iyle am a bir edebiyatçı özen iyle
g ö zle r ön ü n e serm işti.’
P e n t im e n t o ressam ın b eğen m ed iği bir tablosunun ya da bir b ö
lümünün üzerine astar geçtiğin d e zam anla başka bir resm in ortaya
çıkm asından başka bir şey değil. Zem indeki b oya, g e ç e n zam anla asıl
resmin renklerine baskın çıktığında, g e ç m iş , kendini olanca gizem iyle
ele veriyor. Ressam lar arasında bu tekniği bile bile kullananlar da var.
Fikirler d eğişse d e g e ç m iş geçm ez.
T a lib e m azaret dayanır m ı?
Y e te r ki iste. G ö rm ey i nasıl öğren ebilirim , d em ek ten utanma, ve
g ö rm en in öğren ilebilir bir keyfiyet taşıdığına inan. D in lem ek gibi. T a t
mak, koklam ak, dokunm ak gibi.
Duyuların da kem ali var. İstidadı (bilkuvve) olan herşeyin, kemali
d e vardır. İstidad, sahibine kendisini fiile çıkarm ası için yalvanr durur.
G erçek leşm ek ister. Zuhura çıkmak, tahakkuk etm ek için um m anlara
salar zatını. Ç ıkam azsa, tahakkuk ed em ezse, sahibine ızdırab verir. S ırf
zevald e kaldığı için, kem ale erem ed iği için. K abza yol açar. Sahibine
dünyayı dar eder.
T u tk u denilen hal d e budur aslında. İstidadın kem alini taleb etm e
si. Sahibini zorlam ası. A m a cın a ulaşam adığında onu helak etm esi.
F erh ad’a d ağlan deldiren işbu istidaddır. Aşıklık istidadı.
N e d em iş şair?
197
P eki ya bu istidad, bu kabiliyet, bu y eten ek yoksa? İstidad eksikli
ği (gaflet), kişiyi ızdırab çek m ek ten korur, dağlan delm ekten , çöllerde
gezm ek ten , uykusuz kalmaktan. N adan halinden m em nundur, çünkü
kendisini huzursuz v e rahatsız e d e c e k bir istidaddan mahrumdur. O nu
terbiye ed ecek bir isim den.
İsimsiz kim var bu âlem d e? K im se! Şeytanın bile bir ismi var. H a k
kın isim lerinden M u d i l i Y a n i saptıran, yoldan çıkaran. O dah î onu
terb iye eden ismin hakkını v e rm e y e çalışıyor. K em ale. O dahî özünü
gerçek leştirm eye ve en azından takipçilerini kem aliyle yoldan çıkarm a
ya çalışıyor.
İstidad nasıl ortaya çıkar?
P e k tabii ki terbiyeyle. B ir dokunuşla. M ich ela n gelo ’nun tasvir ettiği
gibi bir parm ak ucunun değişiyle.
* *•
S on a yaklaşm ışken, ilhamını bir rom andan alan film leri d e ihmal
etm em ek gerek . S ö zg elim i Jean R e n o ir’nın Em ile Z o la ’nm M an et ile
M o n e t’den söz ettiği L a b ê te h u m a in e (1 9 3 8 ), A lb ert L e w in ’in (1 9 4 5 )
veya O liver P a rk er’in (2 0 0 9 ) O sca r W ild e'in rom anından uyarlayıp y ö
nettiği: T h e P ic t u r e o f D o r ia n G ray.
H içbir m edeni insan zevk almaktan pişman olm az! (Dorian G ray, 2 0 0 9 )
198
D o n a n G ray, P a rk er’ ın yorum uyla tam bir tür Faust'a dönm üş. İyi
de olmuş. Çünkü okunabilir olan, özünü tüm üyle yitirm eden seyredile
olduğu gibi biraz gerilim le yorum layan hoş film lerin yanısıra, M en n o
M ey jes’ in M a x i (2 0 0 2 ) gibi güya g e n ç ressam A d o lf H itler ile sö zd e g a
m üze çarpan tabloların im a ettiği gibi, olu p biten her şey bir düş gibi
tıpkı T arkovski gibi, resim sanatına sinem ayı kavrayışında büyük yer
veren Rus yön etm en lerd en . N itekim Iz g n a n ie (2 0 0 8 ) adlı ikinci film in
199
bir puzzle olarak atıf yapm aktan kaçınm ayacaktır. A y rıc a A leksandr
deceğin i dikkate alarak bu kadaf atıfla yetin m em eli, bir tabloya veya
bir rö lyefe işaret eden , en azından bir tablonun v ey a rölyefin eşlik et
oyunculuğu sayesinde film in dram atik etkisi hiç azalm ıyor, aksine sü
rekli tırm anıyor. O ’T o o le , tıpkı A n th o n y H op k in s gibi, g ö zleriyle o y
duym ak için saç diplerinde g ezin en zavallı bir ihtiyarın trajedisi. Y a şla
tidadı var. İradesi var. Lâkin kudreti yok. Tecelliyi sade seyirle yetin m ek
zorunda.
Sanat yapıtına bakış, ancak bir bakış sanatının varlığı durumunda insa
na gerçekten haz sağlayabilir.
200
Ç o k haklıdır B ertolt Brecht. N e ki bakış san atı denilen ustalık da
bugünden yarına elde ed ilecek bir haslet değil, doğuştan bir y eten ek ise
hiç değil. Zira insan, doğduğunda kam ilen insan olarak d oğm a z, bila
kis eksik d o ğ a r v e ö ğ re n e ö ğ re n e insan olur, yani insan, insan olm ayı
öğren ir. S evm ey i, acım ayı öğren d iği gibi, d in lem eyi de, gö rm eyi de
öğren ir. En nihayet seçm eyi. T ercih etm eyi. H a yır d em eyi.
tıyla h er im tiyazın öden m esi gerek en bir bedeli vardır: cem ale aşina
Tak va'n ın .
201
16. Giorgi Shengelaya, Pirosmani (1969)
17. Michael Powell, Age of Consant (1969)
18. Renato Castellani, La vita di Leonardo da Vinci (tv 1971)
19. Peter Watkins, Edvard Munch (tv 1974)
20. Haakon Sandoy, Dagny (1977)
21. Tage Danielsson, Picassos äventyr (1978)
22. Leonard Nimoy, Vincent (tv 1981)
23. Herbert Vesely, Egon Schiele-Exzesse (1981)
24. Derek Jarman, Caravaggio (1986)
25. Terry Hughes, Sunday in the Park with George (tv 1986)
26. Henning Carlsen, Oviri (1987)
27. Paul Cox, Vincent (1987)
28. Bruno Nuytten, Camille Claudel (1988)
29. Robert Altman, Vincent & Theo (1990)
30. Franco Brogi Taviani, Modi (1990)
31. Maurice Pialat, Van Gogh (1991)
32. Seijun Suzuki, Yumeji (1991)
33. Antoni Ribas, Dali (1991)
34. Jacques Rivette, La Belle Noiseuse (1991)
35. Christopher Hampton, Carrington (1995)
36. James Ivory, Surviving Picasso (1996)
37. Julian Schnabel, Basquiat (1996)
38. Mary Harron, I Shot Andy Warhol (1996)
39. Peter Greenaway, The Pillow Book (1996)
40. Agnès Merlet, Artemisia (1997)
41. David Devine, Degas and the Dancer (tv 1998)
42. Roger Planchon, Lautrec (1998)
43. John Maybury, Love is the Devil (1998)
44. Carlos Saura, Goya en Burdeos (1999)
45. Charles Matton, Rembrandt (1999)
46. Claude Chabrol, Au Coeur du Mensonge (1999)
47. Ed Harris, Pollock (2000)
48. Bruce Beresford, Bride of the Wind (2001)
49. Julie Taymor, Frida (2002)
50. Menno Meyjes, Max (2002)
51. Im Kwon-Taek, Chihwaseon (2002)
52. Mario Andreaccihio, Paradise Found (2003)
53. Andrey Zvyagintsev, Vozvrashchenie (2003)
54. Krzysztof Krauze, M6j Nikifor (2004)
55. Mick Davis, Modigliani (2004)
56. Peter Webber, Girl with a Pearl Earring (2004)
57. Raoul Ruiz, Klimt (2006)
202
58. George Hickenlooper, Factory Girl (2006)
59. Milo§ Forman, G oya’s Ghosts (2006)
60. Tim Dunn, The Impressionists (tv 2006)
61. Roger Michell, Venus (2006)
62. Wilhelm Jensen, Gradiva (2006)
63. Angelo Longoni, Caravaggio (tv 2007)
64. Yannis Smaragdis, El Greco (2007)
65. Peter Greenaway, Nightwatching (2007)
66. Peter Greenaway, Rembrandt's J ’accuse (2008)
67. Paul Morrison, Little Ashes (2008)
68. Martin Provost, Seraphine (2008)
69. Andrey Zvyagintsev, Izgnanie (2008)
70. Aleksandr Melnik, Novaya Zemlya (2008)
71. Bob Balaban, Georgia O ’Keeffe (tv 2009)
72. Oliver Parker, Dorian Gray (2009)
73. Lech Majewski, The Mill and The Cross (2011)
203
Dizin
205
Corbusier, Le 57 Fellini, Federico 152
Comeau. Alain 1 7,193 Filibeli Ahmed Hilmi 121
Cotillard, Marion 139, 140 Forman, MiloO 28, 46, 49, 50, 184,
Cox, Paul 202 185, 193, 203
Cusack, Cyril 9 Francesca. Pierro della 195
Freud, Sigmund 64, 193
D Frisch, Max 12. 13
206
Hunt, William 196 L
Hurt, John 5
Huston, John 182, 201 Lapikov, İvan 46
Hutton, Andrew 196 Leibniz, Gottfried 155
Hz. Ibrahim 44, 110 Lewin, Albert 179, 198, 201
Hz. İsa xi, 33, 83, 90, 93, 112, 120, L'Herbier 56, 57
121, 122, 157, 158, 165, 166, Livaneli, Zülfü 169
167 Longoni, Angelo 189, 194, 203
Hz. Musa xi, 18, 74, 165, 166, 167 Loos, Adolf 57
Hz. Yahya 83 Louis, Seraphine 190
Hz. Yusuf 126 Lumet. Sidney 28
I-İ M
207
Mondrian, Piet 8, 88, 199 Rembrandt 178, 195, 196, 201, 202,
Monet, Claude 190, 196, 198 203
Monroe. Marilyn 134, 135 Renan, Ernest 157
Morrison, Paul 194, 203 Renoir, Jean 198, 201
Mozart, Wolfgang Amadeus 46, 48, 49, Resnais. Alain 58, 59, 179, 180, 200.
52, 180, 185, 193 201
Munch. Edvard 188, 196, 202 Ribas, Antoni 202
Mustafa Kemal 166, 167, 168, 170, Rifai. Kenan 126
171 Rivette, Jacques 190, 202
Mustafa Sabri Efendi 171 Roeg, Nicolas 193
Mustafa Suphi 109, 110 Rosenberg, Abel 24, 25
Rossetti, Dante Gabriel 196
N Rothko, Mark 196
Rothman, Max 199
Näzim Hikmet 90
Rousseau, Jean-Jacques 98, 99, 101,
Newman, Paul 28
196
Newton, Isaac 22. 84, 85
Ruiz, Raoul 192, 193, 202
Nietzsche, Friedrich 69, 70, 72, 73, 111
Ruskin, John 90, 196
Nuytten, Bruno 190, 202
S -$
OÖ
Sacher-Masoch, Leopold von 113
Orwell, George 5
Sade, Marquis de 88, 112, 113
Osman, Mazhar 121, 123, 124
Said-i Nurst 170
O'Toole, Peter 28, 200
Salce, Luciano 186, 201
Öklid 96
Salieri, Antonio 46, 48, 49, 50, 52
P Sandoy, Haakon 202
Sartre, Jean Paul 8, 13
Panofsky, Erwin 77 Saura. Carlos 184, 202
Parker, Oliver 198, 203 Schiele, Egon 190, 202
Pasolini, Pier Paolo 113 Schlöndorff, Volker 13
Piaf, Edith 1 3 8 .1 3 9 ,1 4 0 ,1 9 3 Schnabel, Julian 202
Pialat, Maurice 183, 202 Schneider, Romy 130, 131
Picasso, Pablo 179.180, 181, 182, Schopenhauer, Arthur 8, 51
190, 195, 196, 201, 202 Schrödinger, Erwin 7
Planchon, Roger 183, 202 Schygulla, Hanna 24
Polanski, Roman 162, 163, 164 Scorsese. Martin 157
Pollock, Jackson 190, 191, 202 Seurat, Georges 196
Poussin, Nicolas 76 Shaffer, Peter 28, 185
Powell, Michael 186, 202 Shakespeare, William 71
Provost, Martin 194, 203 Shengelaya, Giorgi 202
Pujkin, Aleksandr 48, 50, 185 Shepard, Sam 13
Sinatra, Frank 16
R
Smaragdis, Yannis 186, 203
Radford, Michael 6, 11 Sokrates 96
Remarque. Erich Maria 135, 136 Sokurov, Aleksandr 194
208
Stalin. Josef 191 Veeellio, Tiziano 44
Strindberg. August 95 Velasquez, Diego 195. 200
Suzuki. Seijun 202 Vesely, Herbert 202
Şanizade Ataullah Efendi 52 Virgil 96
Visconti, Luchino 131. 143
T
W
Tarkovski, Andrey 1, 6, 41, 46, 49, 50,
54, 67. 68. 69, 70, 74. 87, 90. Warhol, Andy 1 9 0,202
93. 108, 1 5 2 ,1 7 3 ,1 7 5 ,1 8 6 , Warm. Hermann 58
188, 199, 201 Watkins. Peter 188, 202
Tati, Jacques 57 Webber, Peter 192, 200, 202
Taviani, Franco Brogi 181, 202 Welldon. Eslela V. 64
Taymor, Julie 192, 202 Wells, Orson 131
Tintoretto 44 Werfel, Franz 192
- Tolstoy, Lev Nikolayeviç 8, 13, 39 Werner, Oskar 8, 199
Toulous-Lautrec, Henri de 182, 183, Whitmann, Walt 8
190, 196, 201, 202 Whitmore, James 25
Trier, Lars von 34, 65, 67, 68, 70, 73. Wiene, Robert 58
74, 75, 76, 77, 79. 81, 83. 87. Wilde, Oscar 198
93, 96, 97. 121, 122. 124,179, Wimmer, Kurt 11
199 Winslet, Kate 146
Truffaut, François 8, 11, 126, 127. 199, Wittgenstein, Ludwig 57
201
Y
U-Ü
Yates, Peter 148
Uccello, Paolo 195 Yeats, William Butler 11
- Ullmann, U v 24 Yılmaz. Atıf 151, 152, 153
Unamuno, Miguel de 95
Uyar, Tomris 48 Z
Ülken. Hilmi Ziya 162
Zinnemann. Fred 197
V Zvyagintsev, Andrey 199. 202, 203
Zweig, Stefan 101
Van Gogh, Vincent 132. 183, 190, 195,
196, 201, 202
209