Professional Documents
Culture Documents
Dücane Cündioğlu - Başörtüsü Risalesi
Dücane Cündioğlu - Başörtüsü Risalesi
Tibyan Yay:mları: 1
Genel Dağıtım
Beyazıt-İstanbul Kızılay/Ankara
�� 7
I/Tarihsel Arkaplan 17
L Mahrem Yerler 42
1/c. Teberrüc'ül-Cahiliyye 49
2. Ziynet Yerleri 52
2/b. Halhal 57
Aslı Nedir? 78
4. Cilbab Ayeti 84
IV/Sonuç 107
'Fermez le les Femmes!'
(Kur'an'ı Kapa, Kad�nları Aç!)
8
Fransız edebiyatçının teklifinin değiştirdiği kıs
mında değil, değiştirmediği kısmında aranıp bü
lunmuştu: 'Her halukarda kadınları açmak!'
Bu trajik bir hikayedir! Evet, hem de iki ara
da bir derede çırpınanların, ne Kur'an'dan, ne de
Km'an'ın tel'in ettiği.bir zihniyet ve bu zihniyetin
gereği olan hayat tarzından bigane kalanların,
kalabile!1;lerin hikayesidir bul
Şimdi bu hikayeyi bir de Niyazi Berkes'ten
dinleyelim:
1908 Devriminin açtığı tartışma döneminin-so
runlarından biri de aile müessesesi olmuştur. İlk
önce Batıcılar, Devrimin getirdiği_ söz öz_gürlüğU
sayesinde, kadınların toplumdaki durumu, peçe
ve çarş�f sorunlarını, kadınların eğitimi ve top
lumsal hayatta rol almaları sorunlarını açıkça ve
alabildiğine eleştiri konusu yapmışlardı. Bu konu
üzerinde tartışmalı o kadar yazı yayınlandı ki
bunların hepsini burada yazmaya imkan yoktur. ·
Bu yayınlarda rastlanan başlıca yargılar şunlar
dı: 'Türkiye'nin geriliğinin başlıca nedeni kadınla
rın durumunun aşağılığıdır; bum�n sorumlusu da
dindir. Bu durumun sürüp gitmesini sağlayan da
din adamlardır.'
Abdullah Cevdet, 1908'den önce İctilıad dergisini
Cenevre'de yayınladığ1 yıllarda müslüman halkın
kalkınma_sı için gerekli çarel�rin neler olacağı
üzerine Müslüman ve Avrupalı tanınmış kişiler
arasında bir anket açmıştı. Esprili bir Fransız
edebiyatçısı buna şu kısa cümle ile cevap verdi:
'Fermez le Coran, ouvr�r les femmes!' (Kur'an'i
Kapa, Kadınları Aç!)
9
Abdullah Cevdet bir değişiklik yaparak, bu cevabı
şu biçime soktu: 'Hem hem kadınları
aç!' ve bunu aile reformu sorununun sloganı ola
rak ele aldı. 1908 Devriminden sonra peçe ve çar
şafa karşı ilk savaşı açan o oldu. (Niyazi Berkes,
Türkiye'de Çağdaşlaşma;'sh. 435-436; "İctilıad,
sy. 4, sy. 29, Cenevre, 1907, 191l"e atfen)
Kur'an'ın bir emri, Kur'an'a rağmen tatbik
edilmiyor, hatta bununla da kalınmayıp o müm
taz· Kelam'ın şu ya da bu hususu emretmediği,
emrettiyse .Jile bağlayıcı olniadığı söyleniyorsa,
Kur'an sayfaları açılsa ne olurdu, açılmasa ne
olurdu? Kur'an'a ittiba edilmedikten sonra,
Kur'an'ın el üstünde, baş üstünde tutulmasının
ne anlamı vardı?
Bu sorurJar, nasıl son dönem Osmanlı aydın.:.
lan arasında yaşanmışsa, günümüz Cumhuriyet
Türk.iyesi aydmları arasında da yaşanmaktadır.
Bugün de kimileri başörtüsünü ya da çarşafı, çağ
daşlığa mani addetmekte, örtünmeyi gericiliğin,
buna karşın açılıp saçılmayı çağdaşlığın esbab-ı
mucibesi saymakta ve bu nedenle kadınların ka
panmasını emreden Kur'an'm sayfalarının da ka
panmasını arzu etmektedirler. Yine bugün de ki
nıileri -tıpkı Abdullah Cevdet gibi- hem müslü
man kadınların ve kizların hem de Kur'an'ın açıl
ması gerektiğini söyleyerek güya bu müfritlere
mukabelede bulunmakta, mukabelede bulun
duklarını sanmaktadırlar.
10
Sorun işte buradadır! Sıfatları, ünvanları_ne
olursa olsun bu tür aydınlar, modern hayatın on
yere ve koşullara alışmış ol
vaziyet-alışlarını Kur'an'dan hare
ketle değil, içinde bUlunduklan, alıştıkları hayat
tarzından hareketle belirlemektedirler. Bu zaaf
tan dolayı da Kur'an'm modern yaşama biçimine
uygun gelmeyen, onunla uyuşmayan, modern
zihniyede ve bu zihniyetin kaynaklık ettiği ya:
şantıyla çatışan ayetlerini ya görmezlikten gel
mekte ya da te'vil cihetine gitmektedirler. �ur'an
ayetlerinin ne dediği umurlarında değildir onla�
rın; zira onlar Kur'an'a uygun bir hayat tarzına
talip değill�rdir, Kur'an'ın emirlerine kayıtsız
şartsız boyun eğmeyi, Kur.'an'ın çizdiği sınırları
aşmamayı, Kur'an qairesinde bir tarz-ı hayatı
idame ettirmeyi -gerçekte- arzu etmemekte,
ediyorlarsa bile bunu hiçbir surette söyleyebile
cek cesareti kendilerinde bulamamaktadırlar.
Evet, bu tür aydınlar Kur'an'ın da açılmasını
istiyorlar; Kur'an'ın da okunmasını, Kur'an'a da
hürmet edilmesini, Kur'an'a da saygı duyulması
nı arzu ediyorlar. Ne ki iş Kur'an ahkamına gelip
dayanınca, Kur'an'ın siyasi eleştiri ve talepleri
sözkonusu olunca, aynı· insanlar bu sefer ağız de
ğiştirmekte, ya Kur'an'da -birilerinin(!) söyle
diği gibi- böyle bir emrin olmadığını, ayetlerin
yanlış yorumlandığını, cevazın, ruhsatın, şartla-
11
nn, ibarelerin -ama mutlaka bir 'şey'in- dikka
te alınmadığını iddia etmekteler ya da Kur'an'ın
abJ8...1d çerçevesinin asıl olup zamanın değişme
siyle ahkamın da değişebileceği ilkesinin ardına
sığınarak binbir türlü gerekçe uydurmaktalar.
Ne hikmetse, Kur'an'la, Kur'an'a hürmetle
başlayan o tumturaklı sözlerin _ardından Kur'ani
bir hakikatin ispatı, Kur'ani bir ilkenin müdafaa
sı gelmiyor da ya o Kur'anı emri yobaz din adam
larının, kara cübbelilerin, radikallerin, funde
manta.Jistlerin(!)çarpıttığı, dolayısıyla işin esası
nın böyle olmadığı söyleniyor ya da Kur'an'ın ba
rışı, kardeşliği, sevgiyi, insanlık sevgisini, Allah
sevgisini öğrettiğinden bahisle ahkam, siyaset,
muamelat, kısaca Kur'an'da insan hayatina yö
nelik emirler mecmuası tamamen veya kısmen es
·
geçiliyor. Çok ilginçtir ki her ne zaman bu nutuk
lar Kur'an'la başlasa, en nihayet Kur'ari.'ın tebli
ğini iptal ya da ihmal eden birtakım görüşlerle
. ·son buluyor.
Evet doğrudur, İslam'm toplumsal ahlak..ı
düzenleyici emsalsiz ilkeler vaz'ettiği; insanı sev
meyi, insan hakkına saygı duymayı öğrettiği...
Evet doğrudur, Kur'an·� savaşı a'rızi, barışı
asıl ittihaz ettiği, kendisini barışın, özgürlüğün
hükümferma olduğu ortamlarda daha iyi dile ge
tirdiği...
Evet doğrudur, Kur'an'ın bağlılarına da kar-
12
şıtlarına da özgürlük ve barışı va'dettiği, sadece
çatışmanın değil, konuşmanın da yollarını gös
terdiği...
Ama şurası da doğrudur ki Kur'an, haksizlı
ğı, hırsızlığı, zulmü, katli, içkiyi, zinayı, faizi, açı
hp saçılmayı yasaklar; bu yasakları çiğneyenleri
sadece ilam cezayla değil, dünyevi cezayla da teh
did eder. Bu yasakları çiğneyenlerin Şeytan'ın
aCl�mlarını takip ettiklerini, Şeytan'ın adımlarım
takip edenlerin ise ne dünyada ne de ahirette fe-.
lalı b,ulacaklarım bildirir.
Kur'an barıştan, özgürlükten rahatsız ol
maz! Ne var ki Allah'ın emirlerinin yerine getiril
mediği, nehiylerinin çiğnendiği toplumların öz
gür değil, köle olduklarını, binaenaleyh insarlla
nn ilahi emirlere uydukları takdirde özgürlükle
rine kavuşacaklarını, bundan kaçındıkları tak
dirde ise köleliğe düçar kalacaklarını söyler.
Kur'an, kendisine iman edenlerden bu haki
katleri saklamamalarını, insanlara doğrulaı_-ı
söylemelerini, kınayanların kınamalarına. aldır
. mamalarını emreder. Niçin, Rabbimiz bize uyma
mız gereken emirleri, kaçınmamız gereken ya
sakları bildirmişken, onları saklayalım? O'na ve
Kitabı'na iman etmiş kimseler olarak, .niçin
O'nun buyruklarını insanlara tebliğ etmekten
kaçınalım? Niçin, O'nun dininin söylediklerini
söylediğimiz için kınanmaktan korkacağız? Ni-
13
çin, O'nun yasaklarını, O'nUn. ayetlerini eğip bük
meden insanlara aktarmaktan çekineceğiz? Ni
çin bütün bunları insanlara söylemekten utana
cağız?
Müslüman, Rabbinin sözlerini eğip büker
mi? Müslüman, kendisine hak gelmişken hakkı
gizler mi? Müslüman, kendisine ilim geldikten
sonra çekişmeye düşer mi? Müslüman, dünya
ziynetlerinin ardından koşup Rabbinin buyruk
larını unutur mu? Bükerse, gizlerse, düşerse,
unutursa, hala sadece Rabbine mü'ti olduğunu,
sadece O'na kulluk ettiğini söyleyebilir mi? Söy
lerse kimse kendisine inanır mı?
Hepimiz Allah'tan geldik ve yine O'na döne
ceğiz. Bizi yaratan, bize rızkımızı veren, bizi ko
ruyup gözeten O'dur! Bizler, O'ria kullukla emro
lunduk. Alemlerin Rabbi'ne hamd edip O'nun
buyruklarına teslim olduğumuzda bize va'dedi
len cennet'e kavuşacağımıza, O'ndan gayrı ilah
lar edinip O'na itaatten kaçındığımızda ise bizi
ateşin beklediğine inanıyoruz. Mahzun olmama
lı, gevşememeli, eğer mü'min isek izzet ve şerefin
mü'minlere ait bulunduğunu asla ve kat'a unut
mamalıyız. Öyle ise niçin biz sadece, bizi yaratan
Rabbimize kulluk etmeyelim?
Dücane Cündioğlu
Üsküdar/1995
14
Tersem ne-resi be-Ka'be ey A'rabl!
17
okullara alınmadılar, sırf 'Rabbimiz Allah'tır' de
yip istikamet üzere olmayı tercih ettiklerinden
dolayı cezalandırıldılar ve her türlü (özgürlük' te
ranesine rağmen okuma hakları gasbedildi. Geli
şen bu olaylar muvacehesinde içlerinden büyük
bir çoğunluk direndi, yılmadı, mücadele etti; ki
mileri okuldan atıldı, kimileri okullarını kendile
ri bırakmak zorunda kaldı, kimileri de dışarıda
başını kapayıp okulda açarak öğrenimini sürdür-·
dü. Birçoğunun aileleri ile araları açıldı ve bu ne
denle bazıları okullarım terketti, bazıları da aile
lerini ... İçlerinden bunalıma girenler de oldu,
mahkeme kapılarında haklarım aramak için çile
çekenler de ... Bütün bu olanlar ülke sathına ya
yıldı, imzalar toplandı, gösteriler düzenlendi,
protesto mitingleri yapıldı, hasılı bu yıllarda ve
bu ülkede, bu ülkenin insanlarının belleklerinde
oldukça derin izler bırakacak bir 'başörtüsu dra
mı' yaşandı. Netice itibariyle tüm bu hadiseler,
aynı zamanda başörtüsüyle ilgili (sadece sosyal
ve siyasi değil, fihrı) tartışmaların yapılmasına
da yol açtı. Paneller, açık-oturumlar, konferans
lar düzenlendi, makaleler, kitaplar yazıldı ve bu
güne değin başörtüsü ile ilgili meseleler her
halukarda gündemde kaldı.
18
tartışmalar başladığında, münakaşalar önceleri
'başörtülü kız öğrencilerin böylesi bir kıyafetle
okullara girip giremeyecekleri' meselesi etrafın
da dönerken, bir süre sonr� 'İslam'da (Kur'an'da)
başörtüsü'nün olup olmadığı' şeklindeki müna
kaşalara dönüştü ve nihayet televizyon kanalla
rının çoğalmasıyla beraber bu tartışmalar -hem
de bazı medyatik 'din adamları'nın marifetiyle
halk.ın her kesimine yayıldı. Bu yarayı kanatan
ların, meselenin bu raddeye geleceğini hesap edip
etmediklerini bilemeyiz ama neticede tartışma
lar mahiyet değiştirmiş ve oldukça ilginç bir hal
almıştı. Rejim'in zorla ve yasaları kullanarak aç
tıramadığı başlar, bu sefer bazı din adamlarının1
ya da bağlılarının marifetiyle açtırılmak isteni
yordu. Öyle ki işin J;>aşında, bu yarayı kanatanla
ra, laik yasaların daha toleranslı yorumlarından
dahi istimdad edilerek 'müslüman kız öğrencile
rin örtülerini açmayabilecekleri' söylenirken
(tartışmalar, İslami değerlerin savunucularıyla
bu değerlerin karşıtları arasında iken), tartışma
nın seyri ve tarafları değişmiş; bu defa müslu
manlar kendi aralarında baş örtme emrinin
İslam'da,(Kur'an'da) olup olm�dığını (ya da 'em
rin uücub ifade edip etmediğini') münakaşa et
meye başlamışlardı.
20
'türban' kelimesi eski şöhretine yeniden
muştu.
21
tiğini açıklayan) Edip Yüksel, Kur'an'ın müslü
man kadınlara başlarını örtmelerini emretmedi-
iddia etti, hatta iddia kalmayıp o da
çarşafı 'simsiyah bir
( Türkçe Kur'an Çevirilerindeki Hatalar, sh 2 1, .
22
bir sayılması olmayan (!)başör
tüsü ile okullara girilemeyeceğini iddia eden La
Kemalist ve Sosyal Demokrat çevreler bulu-
Buraya kadar garip taraf yoktu ve
tuhaflık da işte tam bu noktada başgösteriyordu;
zira her iki tarafın safında dayer almayan, alm ak
istemeyen üçüncü bir söylem· daha zuhur etmişti.
Bu nev-zuhur söylemin sözcüleri, başörtüsü'nün
dini (Kur}anf,) bir vecibe olmadığını iddia ettiler
se de başını örtmek isteyenlerin okullara girme
lerinin engellenmemesi gerektiğini söylemeyi de
ihmal etmediler. Buna rağmen taraflarca 'işbir
likçi' muamelesine layık görüldüler; zira başört:ü
lü öğrencilerin okullara girmeleri gerektiğini söy
lemekle bir tarafa, baş örtmenin dini bir vecibe ol
madığını söylemekle de diğer tarafa hizmet etmiş
oluyorlardı.. Ortada bir 'fitne' (!) vardı ve tahrikler
neredeyse bir 'Başörtüsü Meydan.Savaşı'na (!)yol
açmak üzereydi. İşte onlar, güya bu savaşı önle
meye çalışıyorlardı ve fakat savaş bir yandan yi
ne de devam ediyordu. Neticede� hakemliğe soyu
nanlar ne o tarafa, ne de bu tarafa yaranabildiler.
23
"Kur'ani analizlerin sonuçlan" şeklinde piyasaya
""'"'........... ......,.,ancak bu görüşler sadece burju-
vazinin 'takıldiğı' mekanlarda seslendirilmedi,
gün o mekanlara mahsus bir söylem olmak
tan çıktı ve en nihayet, Kur'an adına, İslam adı
na, hem de İslam.'a bağlılıklarım beyan eden kimi
aydınlarca gazete ve dergilerde, televizyon kanal
larında -maa'l-füle- sürekli tekrar edildi, halen
de edilmekte ...
24
Yorumlarının
25
Eleştiri'nin kalkış noktası, yaşanmakta olan
hayat tarzının o hayatı yaşayanların ufkunu na
sıl belirlediğini ve Kur'an ayetleri ile yaşanan ha
yat arasındaki ilişkinin Kur'an metnini anlama
daki rolünü (bir anlamda, 'yaşadığın gibi inanır
sın' darb-ı meselinin ifade ettiği hakikati)ortaya
koymak olduğundan, Kur'an'a yapılan atıflar ka
dar, bu atıflara yol açan sosyal ve siyası arkapla
nın da tartışılması gerekmektedir.
26
den bahsettiğimiz anlaşılmış olmalı... Seyyid
Bey'den söz ediyoruz; fakihliğinden ziyade, hatib
liğiyle tanınan Seyyid İsmail Kara'nm
ifadeleriyle: Bugün aramızda ço� Seyyid beyler
yaşıyor: İşe koşulan, bazı doğruların söylenmesi
kendisine bırakılan, zeki fakat saf, zamanı gelin
ce de "kumda oynamaya müheyya"lar... (Garı,
Ganun ve Şapha, Dergah Dergisi, IN, Temmuz,
1990)
27
olan iş?' Seyit bir uzun mahkeme ka-
rarını tefhim eder gibi, ciddi bir tavır ile, "Bi
zim dedi; "başına şapkayı giydirip
sokağa çıkarmalı. Başka çare yok!"
28
şer(iyyesi tartışılırken, tarafların gerçekten de
şer'i bir mahiyet'in tartışıldığını düşünmesidir .
....., ..,. .... ..... ............ .... ... ... ,okuttukları Seyyid Bey'in yaşamak-
ta olduğu hayatı ne denli etkilemişti? Bu sualin
cevabını tam olarak verecek durumda değiliz.
Ancak yaşamakta olduğu tarz-ı hayatın, Seyyid
Bey'in okuduklarım, okuttuklarını ne denli etki
lediğini, galiba çok iyi biliyoruz!
29
lunduğu yer ile metin arasındaki doğrudan ilişki
sebebiyle ve farkında olmaksızın konumuna uy
gun düşecek şekilde anlam'ı oluşturabileceği
kastedilmektedir.
30
aslma irca imkanı var demektir; zira lafız değiş
memiş, değiştirilmemiştir. Nitekim vahiy zinciri
nin son halkası olan Kur'an'm insanlığa: reh
berlik yapabilme _kudreti üzerinde düşünüldü
ğünde, bu kudretin sadece Kur'an'm muhteva
sında değil, bu muhtevayı bugüne taşıyan laf
zında da saklı olduğu görülecektir.
31
himize şöyle bir bakıldığında görülecektir ki
vahy-i ilahı hiç de layık om1acngı bir biçimde bir-
takım lafazanlıkların, hurafe ve bid'atların, ge
reksiz felsefi ve kelamı zorlamaların, mezhebi ve
siyasi taassub gösterilerinin, hasılı binbir türlü
gayretkeşliklerin konusu yapılmış, tüm bunlar
olurken murad-ı ilahı adeta görmezlikten geli
nerek ayetler hakkında ak.la gelen herşey söyle
nivermiştir. Vahy-i ilah1'nin anlamım saptırma
ya yönelik bu tür teşebbüslerin çetelesini tutmak
isteyecekler, eldeki Kur'an tefsirlerine bakıp ora
daki tartışmaları izleyebilir ve kendilerine kafi
miktarda örnek de bulabilirler.
32
düzlemde yer ...... ""........... "'"..........u.
.. bilhassa dikkat edilme
lidir.]
33
lerin içeriğini, kendi fiili yaşantısını her
halukarda meşru kılan beyanlar haline getirme
si, yaşadığı zamanı, mekanı Allah'ın mura
dına uygun bir' biçimde değiştirip dönüştüreceği
ne, Tahtakale esnafı gibi 'zaman sana uymuyorsa
sen zamana uy' yollu ucuz vecizelere sarılarak
aklısıra Kur'an'ı asrın idrakine sunduğunu iddia
etmesidir.
34
ul'ün marifetiyle hala kendisine milyonlarca
'bağlı' bulabiliyorsa da bu çokluğu elde etmenin
bedeli olarak Tevhid'i feda ettiği, neticede de bir
/Şirk dinine dönüştüğü gözden ırak tutulmamalı
dır. Bu hastalık bugün de devam etmekte ve
bilhassa Protestanlar tarafından neşredilen İn
ciller, 'sevgi' adına, 'İncil'i tebliğ' adına hemen her
defasında sürekli değiştirilip dururken, 'tıpkı ba
sım' yapmak, adeta sema'nın melekütu'na girme
ye mani addedilmektedir.
35
letmek' gibi esasen sahih niyetlerle yola çıkıp
sonra adına konuşulan o Mübarek Kelam'ı heva
ve hevese 'oyuncak' etmek değildir.
36
mileri 'haza 'l-beled'il-e m !n' ibaresinden,
Kur'an'da ta bindörtyüz küsur sene öncesinden
ihbar edildiğini Belediyeciliğe ait
esasları istinbata yöneldiler, kimileri Kur'an'da
geçen 'hizb' kelimesinin, bazı meal sahiplerince
'parti' kelimesiyle çevirilmesinden yüz alarak
fer'! olanı, esas olanın yerine geçirme fırsatını ya
kaladıklarını sandılar ve kimileri de demokra
si'nin, sosyalizm'in, kapitalizm'in, reenkarnas
yon'un, atom'uiı, Big-Bang teorisinin ya da Kara
Deliklerin veya uçağın, artezyen kuyusunun, tel
siz ya da telefonun, hasılı 'yeni' olan, galiblerin
elinde bulunan ne varsa hepsinin menşe'ini
Kur'an'da ht;.ılarak cahil kitleleri hayretlere sala
bilmiş olmanın keyfini yaşadılar; işin garibi böyle
yapmakla da İslam'ı asrın idrakine sunduklarını
düşündüler. Ne acıdır ki mübarek kitabımız
Kur'an-ı Kerim, sadece bugün değil, asırlar boyu
böylesi gayretke�liklerin 'alet'i haline dönüştü
rülmek istenmiş, bir tek kelimesinden, hatta bir
tek harfinden yola çıkılarak nice 'fantaziler' üre
tilmiştir. Bu da yetmiyormuş gibi,- bu fanteziler
'akide' haline getirilerek insanlar icad edilen bu
inanç esaslarını kabule zorlanmıştır.
37
mı genişleyince anlam buharlaşmış, kısacası in
sanlar neredeyse Kur'an'ın rehberliğinden istifa-
de etme imkanlarım karşıya
mişlerdir. Kur'an-ı Kerim 'Allah'tan gayrısına
kulluk edilmez' diyor ama insanlar adeta Allah
'tan gayrı herşeye tapınıyorlar, Kur'an insanları,
'herkesin yaptıklarının karşılığını göreceği gün'
ile uyarıyor ama insanlar dünyanın ahiretin mez
rası olduğunu, dünya işlerini daha iyi bildikleri
ni, dinin ahiret kadar dünyaya da hitab ettiğini
bilgiç bir tavırla tekrar edip 'dünyada mekan,
ahirette iman' deyü Söz'ü tersine çeviriyorlar,
Kur'an faiz alıp vermeyi, hırsızlığı, zinayı yasak
lıyor ama insanlar yasaklara uyutabilecek belde
leri ikiye ayırıp 'burası dar'ul-harb'dir' ictihadıy
la bu yasakları yine din adına deliyorlar, Kur'an
'yalan söylemeyin' diyor ama insanlar siyaset
yaptıklarını söylüyorlar, Kur'an 'hakkı söyleyin'
diyor ama insanlar bu sefer dini güzel göstermeye
çalıştıklarından, Kur'an'a hizmet ettiklerinden
dem vuruyorlar; sonuçta da biz -tıpkı İmam
Gazall'nin dediği gibi- değirmenin gürültüsünü
işitiyoruz ama ortada un göremiyoruz.
III/Bir
38
rinden ve hatta sözcülerinden Medeni Hukuk
profesörü Hüseyin Hateml'nin İlahi Hikmet'de
Kadın (İstanbul, 1995) adlı eseri, özellikle bu
eserin son üç bölümüdür. Hüseyin Hatem! görüş
lerini, sözü geçen eserinin 'Ahlak ve Giysi' (sh.
239-244), 'Üçüncü Bası'ya Sonsöz' (sh. 245-256)
ile 'Başörtüsü Konusunda Sonsöz'ün Eki' (sh.
257-272) başlıklı bölümlerde ayrıntılı olarak ser
detmiş bulunm.aktadır. Nitekim biz de eleştirile
rimizi doğrudan bu bölümleri esas alarak ortaya
koyacağız.
39
Hatemi bu fitneyi nasıl önlemeye çalışmış, kimle
re yardımcı olmuştur?
40
atfen söylediği üzere 'fuzuli kahyalar') fitneye iş
tirak ediyorlar da Hatemi mi bu fitneyi önlemeye
çalışıyor? Hal böyle ise, bütün bunlar olurken
Hatemi'nin kendisi nerede duruyor?!
41
lendirmeye çalışmakta, Nür/3 1 ayetini ev içi ör
tünmenin, Ahzab/59 ayetini ise ev harici örtün
menin sımrları bağlamında ele alarak kadımn
sadece nasıl örtüneceği ile ilgili değil, kimlerin
yamnda nasıl örtüneceği ile ilgili yorumlarda da
bulunmaktadır ki biz bu görüşlerini -eleştirinin
sağlıklı olarak izlenebilmesi maksadıyla- kendi
tasnifine bağlı kalarak ele alacağız.
1. Mahrem Yerler
42
[Hatemi, daha sonra bu istisnayı ikiye çıkar
maktadır] : 'Bu bölge hiç kimsenin yanında
açılamaz ve bunun iki istisnası vardır. Birin
cisi eşler arasında; ikincisi zaruret halinde,
mesela bir hekimin bakması gerektiği du
rumlarda'. (sh. 247-248 ve 263) .
43
rılçıplak tasavvur edip sonra onları Kur'an'dan
hçı.reketle ve birtakım gereksiz tevil oyunlarıyla
,.,.., ..,,.rl, ... "'""' '"""7'"' çalışmaktır. Nitekim . önce ayetin ilk
hitab çevresini teşkil eden kadınlar (ve erkekler)
çırılçıplak farzedilmekte, sonra 'hıfz-ı furüc' em
rine istinaden bu kadınlar (ve erkekler) giydiril
meye çalışılmakta ve işe de apış aralarından baş
lanmaktadır. Fukaha'nm 'avret mahallini ört
mek' şeklindeki yorumunu kendisine temel alan
bu sakat bakışaçısı, ayetin sadece bu bölümünün
değil, diğer bölümlerinin yorumunda da etkili ol
muştur.
44
cak bu tabir zamanla .:_bilhassa kadınfarın cinsel
uzvuna atfen- galiz bir manayı ifade eder hale
Oysa Kur'an'ın belağatı, uslübundaki
nezahet ve incelik dikkate alınacak olursa, onun
bu türden manalara iltifat etmeyip kelimeyi
kinayi anlamıyla kullandığı ve argoda rastlana
bilecek türden böylesi vurguların Kur'an'da yer
almadığı sarahaten müşahede edilebilir. Aynı
gerçeğin, hadisler için de geçerli olduğunu öne
sürmek mümkündür. Nitekim İranlı müslüman
, düşünür merhum M. Mutahhari, kendisiyle tar
tıştığı bir alime, o alimin bir vesileyle el-MizaTJ,
tefsirinden naklettiği bir hadise ve hadiste geçen
'zevat'ul-furüc' tabirine yönelik itirazlarını ser
dederken şöyle demektedir:
45
mesini n sonradan kazanmış olduğu bu galiz
mananın Kur'an'a atfedilmesi kesinlikle yanlış
bir tutumdur. 'hukuki nıetinler' haline
dönüştürmek ve dolayısıyla fıkhı istinbatlarm
malzemesi haline indirgenmiş bu ayetlerden
'fıkhi neticeler' tevlid etmek alı Şkanlığındaki
fukahanın, burada da aynı alışkanlığını sürdür
düğühü söyleyebiliriz. Fukaha'nın bu tutumuna
bir başka misal vermek gerekirse, Müddessir/4
ayetinde geçen 've siyabeke f etahhir' (nefsini
arındır) ibaresine, 'elbiseni yıka' anlamının ya�
kıştırılıp bundan da 'hadesten taharet, necaset
ten taharet' formülasyonu için bir temel bulma
gayretleri zikredilebilir.
46
nımlannda 'iffeti (=ırzı, namusu) muhafaza et
mek' manasına gelmektedir. Kadınlarla ilgili
olarak geçtiği Nür/3 1 ayeti dışında, dört yerde
(Mü'minün/5, Nür/30, Ahzab/3 5, Mearic/29) bu
kelime erkeklerle ilgili olarak ve hepsinde de
hıfz kelimesiyle birlikte kullanılmaktadır . Ni
tekim eldeki bütün Tefsir kitapları, ibarenin 'zi
nadan sakınmak' şeklindeki anlamını . sarahaten
kaydetmişlerdir� [Kur'an'da geçen bir kelimenin,
aslında olmadığı halde sonradan kazandığı galiz
manalara, Maide/6 ayetinde geçen ve çukur yer
(hela) manasına gelen min 'el-Gfıit ibaresi misal
olarak verilebilir; zira bu ibareden, sonraları gai-,
ta (ins an pisliği) manası elde edilip üzerinde
tıbbi tahliller bile yapılmıştır.]
47
mesinin literal yorumu nedeniyle kendi koyduğu
sınırları kendisi aşmak zorunda kalan Hatemi,
kadının göğüs bölgesini de bu bölüme dahil et
mekte ve belirtilen iki istisna (eşler ve zaruret
nedeniyle hekimler) dışında, bu yasağın istisnası
olmadığını söylemektedir.
48
mak istemiyorum) açmazlardı. O dönem kadınla
n (hepsi değil, bir kısmı) zaten var olan örtülerini
ya arkadan öne doğru -başlarını da örtecek şe
kilde- s alarlar ve boyunlarını , gerdanlarını (ger
danlık yerlerini, gerdanlıklarını) açıkta bırakır
lardı ya da örtülerini enselerine doğru bırakır
veya b.ağlarlar ve böylelikle boyunları, gerdanları
(gerdanlıkları) yine açıkta kalırdı. Binaenaleyh
vakıayı, sanki apışaraları ya da göğüsleri (emzir
me uzuvları) açıkta dolaşan kadınlardan oluşan
bir hitab çevresi varmış da ayet onlara örtünme
lerini emrediyormuş gibi ele almak kesinlikle
doğm değildir; bilakis bu kadınlar örtülü, başör
tülü idiler ve'fakat bazıları ziynetlerini göstere
cek şekilde (gerden-küşa denilebilecek bir biçim
de) örtündüklerinden, ayet-i kerime , ilk hitab
çevre.sinde yer alan bu tür kadınlara, bu bölgele
rini de örtmelerini emretmektedir.
1/c.
49 .
Oysa Kur'an'ın sözünü ettiği ve
Hz. Peygamber'in hanımlarına hitabı sırasında
nehyettiği teberrüc (Ahzab/33), kadının
kü anlamıyla çıplak, çırılçıplak dolaşması hali
değildir. Elmalılı H. Yazır'ın dediği gibi, 'süslenip
çıkmak'tır cahiliyye adetince ziynetleri gös
'
termektir. Nitekim Zemahşeri, Keşşaf adlı tefsi
rinde bu kavramı açıklarken, kelimenin 'kadının
güzelliklerini göstermek suretiyle açılması, ziy
netlerini erkeklere açması' şeklindeki anlamına
işaret etmektedir. Yine Nur/60 ayetinde bu lafız,
ziynet kelimesiyle birlikte (gayra müteberrica
tin bi-zfnetin) geçmekte ve orada 'ziynetleri aç
mamak' kayd u şartıyla yaşlı kadınlara verilen
ruhsat sözkonusu edilmektedir.
50
açılıp saçılmaydı. Rabbimiz de bu şekilde açılıp
saçılmayı nehyetmekte, cahiliyye kadınlarının
olan bu (teberrüc 'ül-cahiliy-
ye'nin) mü'mine kadınlara yakışmayacağını, bu
nedenle örtülerini (hımar ya da cilbab�arını) bu
bölgelerini kapatacak şekilde bürünmelerini
kendilerine söylemektedir. Nitekim kadim Hi
caz' da sosyal hayatın işleyişini betimleyen eldeki
kayıtlar dikkatli bir şekilde incelendiğinde, ayet
lerin arkaplanmı teşkil eden zemin (o cl.önem
Arap kadınının nasıl örtündüğü, ne tür elbiseler
giydiği, bu elbiselerin biçimi, vs.) hakkındaki bu
bilgilerin birer sır olmadıkları kol�ylıkla tahkik
,edilebilir.
51
adı altında \JV!-1.!.U.JUU.J.JC u..L <.4-
(sh. 248)
2.
52
ı;1,o.11"m ıı:ı>"ll''iı 0 'Asgari örtü..n.me kuralı'ndan
u . .,, -..nrıı ec>Yc
53
den dirseğe ve ayaktan dize kadar olan beden
yöreleridir. (sh. 251).
Saç (?)
54
Hatemi'nin ifadeleri derli toplu bir hale geti
ilk başta ancak böyle bir tablo elde edile-
namahremler yanında açı-
lamayacağı' suali bu tabloya göre bu safhada
cevapsız kalmaktadır. Oysa Hatemi'nin kendisi,
hemen aşağıda 'Nür Süresi ayetlerinde, kadının
başım örtmesi de emredilmiş midir' diye sormak
ta, ardından bu sualine yine kendisi şöyle cevap
vermektedir:
55
tıki olmadığ1 söylenen hımar kelimesi, her ne
dense, 'başı (saçları) dışarıda bırakan bir örtü,
giysi' gelince ma'kul ve mantıki olmuş,
eline makası alan Hatem! bu 'giysi'yi başı örte
meyecek bir biçimde güzelce kesip biçmiş ve en ni
hayet karşımıza bir döpiyes ya da tayyör çıkan
vermiştir. [Bu kadarına da razı olmalı; zira Edip
Yüksel hımar'ı (başa değil! ) omuza atılan 'şal'
şeklinde tasavvur etmekteydi.]
2/a.
56
olarak yorumlanır. Buna karşılık, ayet-i keri
me' de sayılan mahreınler yanına, sokak giy
sisinden biraz daha serbest bir giysi ile
bilir. (sh. 242)
2/b. Halhal
57
karıyordur. "Akli yönteme, akla ve selim duygu
ya . . . " diye başladığı izahlar içerisinde bu sualin
mutlaka bizim bir.
takım cevapları da vardır, yoksa bile hiç kuşku
suz bu cevaplar aranıp bulunacaktır. Ancak Kur
'an'da, hem de Nür/3 1 ayetinin s � nunda bu yo
rumla telif edemediğimiz bir ibare geçmektedir ki
kendilerinin, sözkonusu yorumlarıyla şu Kur'anı
ibarenin arasını telif etmeleri gerektiğini düşü
.
nüyoruz : "Gizledikleri ziynetleri bilinsin diye
ayaklarını ·da vurmasınlar".
58
Bir diğer husus, Nür/3 1 ayetine dahil olan bu
ayetteki emri ev içi örtünme'ye tahsise
mani değil midir? Yani kadınların hımarlarını
üzerlerine almalarına ilişkin emir, ev içine aitse,
kadınların, evde ayaklarını yere vurmamaları ya
da böyle bir nehye muhatab olmaları .nasıl açıkla
nacaktır? [Nasıruddin Elhan!, bu konudaki neh
yin, 'açık bir karine' ile kadınl�n hımarl arını ev
haricinde de örtmeleri zaruretine delalet ettiğini
söylemektedir. ]
· 59
bulamayacak olanları da düşünerek genişçe ikti-
bas ediyoruz bize ait, D.C):
60
bir gerekçesi belirtildiği üzere, ma'kul ve
mantıki değildir. (sh. 263)
61
ilahi bir tavsiye'ye dönüşecektir] , saçlarım (veya
'başlanın') örtebileceklerini söylemek nezaketin
de bulunmaktadır.
62
.ı.v.ı. ......... '<., PJ.LJ•'-'""'"' ı;;;. .ı. f etvasmı vermekten . çekinmemiş,
bu fetvaya haklı olarak karşı çıkanlar da anc�k
hadislere suretiyle tahrimden söz edi
lebileceğini söylemişlerdir. Oysa ayet dikkatlice
ele alındığında, kadının hala ve teyzesiyle ev
lenme yasağının lafzen değilse de hükmen ayet
te bulunduğu, kadının hala ve teyzesinin de mev-·
cut bu hükmün kapsamına girdiği görülecektir.
Nitekim bu mantığa göre, Kur'an'da viski de, rakı
da, şampanya da lafzen geçmemekte, dolayısıyla
bu içkileri içmek Kur'an'da yine lafzen nehyedil- ·
63
olmaktadır (İbn Rüşd, Bidayet'ül-Müctehid, I/3 ,
Beyrut, 1988). 'Kadınlarla tokalaşmak' mesele
gadd-ı basar'm en alt mertebe (el-edna)
olarak müt".1-laa e dildiği bu vesileyle hatı!fanma
hdır.
64
ri işlenirdi, ne de ma'lumu i'lam kabilinden söy
lediğimiz bu sözlere ihtiyaç kalırdı.
3/b.
65
bu gibi düşüncelerle, bedenin zinet yeri
olduğu şüphe götürmez bölgelerini, dar ve
tahrik edici olmayan bir giysi ile gerektiği
gibi gizlemiş olan hanımlar, sırf başlarını
örtmedikleri içlıı 'iffetsizlik' ile itham edilme
meli, fuzuli kahyaların fiili ve kavli tecavüz
lerine maruz bırakılmamalı, 'artık ağzınla
kuş tutsan cehennemliksin' denmemelidir.
(sh. 243-244)
66
bir fetva konusu olduğunu ve bu fetvanın da ni
hayet yorumlardan bir yoruma dayandığını ifade
0'1�'"' 0':r0 y ............ ..,,
.... u.� .... ..... .... , aslında bu kadınların Kur' ani
67
gibi söz saptırmaları dolayısi ile şehid
edilmişlerdir. (sh. 266-267)
68
· çevre ve şartların etkilediğini, belirleyip yönlen
dirdiğini göstermesidir. Çünkü bu çırpınışlar, as
Göre . . . ", "Kur'an'da . . . " diye baş-
layıp biten yazıların, ortaya atılan fikirlerin, hat
ta "Kur'an'ı asrın idrakine söyletme" çabalarının
ardında kalan, bir türlü görülmeyen, görülmek
istenmeyen bir manzarayı, brr zaaf kaynağını ib;;
ret-funiz bir biçimde gözler önüne sermekte, hal-i
hazır hayatın yol açtığı sorunların ve bu sorunlar
karşısındaki tavır-alışın İlahi Kelam'ı anlamada,
yorumlamada nasıl etkili olduğunu açıkça ortaya
koymaktadır.
69
kadın gözleri ve ağzı gibi, işitmesini engelle
mesin diye kulaklarını açıkta bırakıp da sa-
giysi
anlamına ise, saçların mutlaka örtünmesi
gereği nereden çıkıyor? (sh. 264)
70
Bu temelsizliğini göstermek için
böylesi istişhadlara gerek yoksa da içine düşülen
bu oltj.uğunun gö
rülmesi içi.n -meselenin bir Kur'an ayetiyle ilgili
olmasına binaen- Kur'an' dan da bir misal vere
lim:
71
sa ve saçların da yüz bölgesinin bir cüz'ü / fer'i ol
duğu bu ittifaka dahil edilecek olursa, geriye tar
tışılacnk ne kalır? Elbette koskocaman bir hiç! O
zaman Hatem! de 'z�ynet yerlerinden istisna edi
len' kısımlan, 'ahlaken [aklen] örtünmesi gerek
mediği aşikar olan, atılakl örtünme kapsamına
girmediğinde insanların birleştikleri beden yöre
leri' şeklinde yorumlamakta haklılık kazanır.
72
oe11rten:m-- ayetin ilk muhatap çevresini dikkate
almamaları ve Kur'an'ın, ilk muhataplarına ör
tfuımelerini bir mankeni giy
diriyormuşcasına o dönem örfünü dikkate alma
yan 'mücerred ifadeler' kullandığının sanılma
sıdır.
73
Ayrıca o toplumda sad.ece kadınların değil,
erkeklerin de başlarım örttükleri unutulmamalı,
bunun sebebi olarak sadece Arab örfü değil, Ara
bistan'ın sıcak de dikkate alınmalıdır. Bu
takdirde, Kur'an'ın kadınlarla ilgili tesettür
(=başı da içine alacak şekilde örtünme) emrinin
niçin bazı tafsilatlar içermediği ve fakat buna
rağmen bu Kur'ani emrin niçin İslamı gelenek ta
rafından hilafsız aynı şekilde anlaşılıp tatbik
edildiği sarahat kazanacaktır.
.
(saçları) da örten bir giysi mi demek olup olmadı
ğı meselesine gelince, bu sadece akli istidlallerle
(salt düşünceye dayalı yorumlarla) çözülebilecek
bir mesele değildir. Bu meselede ibarenin anla
mını tayin edecek ölçüt, Kur'an'ın ilk hitab çewe
sinde aranmalıdır. Çünkü evvelemirde Kur'an ·
Hicaz'da ve Arap diliyle nazil olmuştur. Bu ne
denle sözkonusu kelimenin anlamım tayinde asıl
· ma'kul olan, bu dil{ kullanan ve bu dilin kendi
içinden çıktığı çevrede yaşayan insanların otori
tesine (hakemliğine) başvurmak ve bu insanların ·
74
, .... ...., '"" ........... Arapça) ve bu dilin içinde varolduğu
kadim kültürüdür. Niteki.m Tefsir tarihinin
,._,v.,.,.u..u. v.u..u. itibaren Kur'an müfessirleri bu ilkeyi
gözetmişler ve Kur'an (hat-
. ta kıraatleri) tayinde kadim Arap dilinin ve. leh
çelerinin otoritesine başvurmuşlardır. Dil ve kül
tür arasındaki iç bağıntının, o dilde yazılı ·bir met
ni anlamadaki rolüne gelince, bu b ağlamda bu
hususa sadece işaret etmekle yetiniyoruz.
75
mn (=iffetli davranmalarının) kendileri için 'daha
hayırlı' olacağı uyarısı yapılmaktadır ki bu ayette
geçen 'siyah' kelimesini de 'giysi'
olarak çevirmek mümkündür. Fakat bunun nasıl
bir giysi olduğuna hangi yolla karar vereceğiz?
(Elmalılı H. Yazır bu terimi, Türkçe'ye 'çarşaf ke
limesiyle çevirmektedir.)
76
rık, kalpak, bere, kavuk gibi kelimeler ise erkek
lerin başlarına taktıkları muhtelif 'başlıklar' için
...... .... ...... ........ ...... .... ... ...... ......... ., .... ve fakat buna raı�ın.en
'baş' ya da 'saç' kelimeleri geçmemektedir.
77
İstanbul'un varsıl kesimlerinin yaşadıkları
semtlerin dışına çıkmamış yabancı biri, Türkçe
bir metinde, sözgelimi bir rorp.anda bu kelirneler
den birine rastlasa, sonra da bu kelimenin saç ya
da baş kelimesiyle izafete girmediğini, bu neden
le de sadece (herhangibir) 'örtü' veya 'giysi' an
lamına gelebileceğini iddia etse, hiç değilse ne an
lama geldiğini nasıl öğrenebileceğini sorsa, her
halde kendisine vereceğimiz cevap; ya bulunduğu
yerden çıkıp biraz da İstanbul'un diğer semtlerini
gezmesini, halkı gözlemlemesini ya da gidip iyi
bir sözlük edinmesini tavsiye etmekten ibaret
olacaktır. Eğer soruyu soran kişi anadili Türkçe
olan biri ise, ona · ablasıyla, eşiyle veya annesiyle
değil, büyükannesiy le konuşmasını tavsiye et
menin daha doğru, daha kestirme bir yol olaca
ğında .kuşku yoktur herhalde.
78
Prof. Dr. Karaman'm yukarıda anılan kita
bında yer verdiği rivayete göre, Cessas 'm
.A.hkam'ul-Kur'an adlı eserinde, Said b. Cü
beyr' den naklen "kadının başının açık ol
masının -haram değil- mekruh olduğu, an
cak, baş örtüsü konusunda Kur'an-ı Ke
rim 'de bir hüküm olmadığ-ı" görüşü yer al
maktadır. Şu halde, bir kez daha soruyorum:
Saıd b. Cübey r'in bu görüşünü. tekrarlayan
birisi niçin 'kafire' olabilmektedir de, 'Şeytan
ayetleri' hezeyanım uyduran veya benimse- ·
79
konusunda Kur'an'da bir hüküm olmadığı"na da
ir bir söz sarfetmiş
80
Cübeyr'den rivayet olunduğuna göre, kendi-
sine bir o."'"'70 '.,.., "'
bak""'Uası bunu me:kruh gördü
ğü, ama "Kur'an'da yok" dediği bildirilmekte
dir" rivayeti karşısında, başörtüsü ile ilgili
emrin vücüb ifade ettiğinde icma vardır diye
bilir miyiz? Görüldüğü gibi bu rivayet, saça
bakmaı.ıın hükmünün Kur'an' da olmadığını
bildirmektedir. (sh. 149)
81
b) Saça bakmanın hükmünün Kur'an'da ol
madığım bildirmektedir.
82
olarak değil, kendisine mesned teşkil edecek şe
kilde zikretmiştir.
83
kavramı """,.,",... "",.,,..,
la ele de Hatemi
'nin Ahzab/59 ayetiyle (bilhassa 'cilbab' ile) ilgili
yorumlarım aktaralım:
84
mamakta, kelimenin 'başı da örten bir örtü' oldu
ğu, bir diğer deyişle baş örtmenin 'cilM.b'ın
samına hakikati -bazı kayıtlarla
te- teslim edilmektedir. Ancak Nü.r/3 1 ayetinde
başörtüsü ile ilgili bir sarahatın bulunmadığım
söyleyen Hatemi, Ahzab/59 ayetiyle alakalı ola
rak da 'kadının, saçların bir telini bile dış-arıda bı
rakmaması gerektiğine ilişkin bir sarahatin bu
lunmadığını' (sh 2 63-264) vurgulamaktan geri
kalmamaktadır.
4/a. Ruhsat
85
dair yaptığı izahlardadır. Çünkü Hatemi, örtün
me'nin (cilbab'ın) kapsamına başı örtmenin de gi
'"'"" ... .... "' .... '"'J"' ... .......... sözkonusu ettiği her yerde, 'iman
e den kadınlara tavsiye e dilmiştir' , 'Ahzab
Süresinin 59. ayet-i kerimesinde kadına bir tavsi
yede bulunulmaktadır', 'bu tavsiyeye uymayan .
veya uyamayan kadın . . . ', 'kadınin -örtünmesi
değil!- başım örtmesi, "cilbab"ın kapsamına gir
se dahi, bir tavsiyedir' şeklinde ifadeler kullan
maktadır.
86
151- 153, Nisa/13 1 ayetlerinde de Al
lah Tefila kullarına 'tavsiye ettiğini' beyan buyur-
maktadır; burada 'tavsiye' kelimesi .,.. ........
. . ... ..............,.... y ,,.,,, ,.
87
mediğini, dolayısıyla ayetin muhatablarmm mu·
hayyer olduklarını gösterecek herhangibir kari
ne de ortada Varsa bile, bu bugü
ne kadar kimse ayetten istinbat etmemiş/edeme
miş , kerameti kendinden menkul olmak üzere
· yüzyıllar sonra 'evraka, evraka' demek ancak sa
yın Hateml'ye nasib olmuştur.
88
de
anlamam, bildiğimi okurum' diyemez, dememeli
dir. Şayet olursa ne olur? Bizce bu kimse
--Ebu Hanife'niJ?. dediği gibi- tekfir edilmez, ik
rıaya çalışılır!
4/b. ve
89
mezkur illetin bu konuda hür-cariye ayrımına yol
açacak bir mana taşımadığım düşünüyoruz.
}0
dir. Ondan sonrası te'vildir. (İslam 'da Kılık- .
Kıyafet ve Örtünme, Tartışmalı İlmı Toplan
sh" 175, İ stanbul, 1987)
91
dış örtü alırsa, sırnaşık ve laubali erkekler
cür'et bulmasınlar? Örtülü gördüklerinde, onun
iffetli ve ahlaklı bir kadın olduğu_.nu anlayacakla
rı için mi? ! ! Doğrusu, Hatemi'nin bu konuda ne
düşündüğü .ya da ne söylemeye çalıştığı açıkça
belli değildir:
92
Bu (Ahzab/59) çıkarılacak
netice şudur: Müslüman kadın, halk arasın
da geliş gidişlerinde öyle hareket etmelidir ki
iffet, vakar, ağırbaşlılık ve paklık sıfatları
belirgin olmalı ve bu sıfatlarla tanınmalıdır.
(A.g.e., sh. 138)
93
kesin anlayacağı şek.ilde başı da içine alan bir ör
tüden söze diyor, izafetle kullaıı_maya gerek gör
müyoruz . )
94
. . . yüzyıllar sonra, başörtüsü genel bir uygu
lama bulmuş ve gitgide başını açmak 'ha
ram' ve başını açan kadının 'iffetsiz' olduğu
telakkisi yerleşmiştir. (sh. 270)
4/c. Vera ve
95
tüsünü de kapsadığı görüşü, takvaya ve ihtiyata
daha uygun olsa bile ... ' (sh. 265) gibi sözlerle gele
neksel izahları her belli belirsiz bir
takva bağlamına yerleştirmektedir.
96
Türküsü
97
Bu alanda da ak.11 yöntemin terkedilmesinin
vahim sonuçları müş ahede
Herşeyden önce, başörtüsü, İslam'm birinci
ve en önemli buyruğu imiş gibi takdim edil
dikten sonra, İslam'ın çok daha önemli ilke
lerine uymamanın da örtüsü, diğer bir deyiş
le gizleme aracı gibi kullanılmak istenmekte
dir. Mesela bir 'tefeci', karısının başı örtülü
ise, kendisini 'sağlam ve cennetlik müslü
man' olarak görebilmekte, kendisini ve baş
kalarını aldatmaya çalışabilmektedir. (sh.
252-253)
98
ğınm alameti' sayılması, tıpkı Paulus'un yap
tığı gibi, İslam'ın bazı diğer kurallarının ih
mal edildiğini gizlemek içindir. (sh. 149)
99
mekle itham ettiği riyakarların kim oldukları da
açıkça söylenmeyip sadece kendilerine imada
lunulmuş . . .
100
retli' müslümanlar mı 'cariye' hükmünde gördük
leri k adınların ( ! ) peşinden koşuyorlar? İnsanın
ve kıskan;masında ne var?
Müslüman kadınların örtünmeleri, çuvala mı gir
meleri demek? Demek istedikleriniz bunlar değil
se, sayın Hatem!, siz ne demek istiyorsunuz?
101
çin bu denli acımasız ve hırçın olabiliyor? Yoksa
'onlar bunu hak ediyorlar, çünkü kendileri gibi
düşünmeyenleri tekfir edip iffetsizlikle suçluyor
lar' diye mazeret gösterilip, o meşhur mülazeme
ilkesi, mukabele bil 'misl kaidesi gereğince haya
ta mı geçiriliyor?
102
ne Vesikası'ndan hareket edenler (!) dahi müslü
manların sopa zoru ile ahlaklı kılınmalarından
söz etmiyorlar. A.nlaşılan o ki onlar başka bir şey-
siz ise başka bir şeyden soz ediyorsunuz ve
bizler ne denmek istendiği konusunda yine cahil
kalıyoruz.
· 103
müslüman (dindar?) 8.ilelere de gösteri
niz ve çarşafı 'kara çuval' olarak nitelemekten
vazgeçiniz. Unutll)ayınız ki İran'da Şah'ı tarihe
gömenlerin çoğu, çarşaflı kadınlardı ve inkılab,
onların çarşaf giymekteki ısrarlarında filizlen
mişti. Cezayir'in b ağımsızlık destanı da -Fa
non'un anlatımıyla- yine o çarşaflı kızların eliy
le yazılmıştı.
1 04
edip Niçin bir 'kadınları çu
vala sokmaktan' dem vuruyorsunuz? Yoksa bu
insanları kendileriyle hayırlı ve verimli bir fikir
alış-verişi yapmayı dilediğiniz mü'minlerden
saymıyor musunuz? Sayıyorsanız, niçin edebe
riayet etmiyor da ağzınıza geleni söylüyorsunuz?
105
alıvermiştir. Bütün bunlar da bu neticelerin doğ
masına mani olacak tedbirlerin ya kaldırılması
ya da önemsenmemesi sonucunda vuku bulmuş
tur.
106
B aşörtüsü bağlamın.da Kur'an'm çağdaş bir
yorumunu ve bu yorumun eleştirisini, Prof. Dr.
Hüseyin Hateml'nin İlahı Hikmet 'te Kadın 8:dlı
eserinden hareketle ortaya koymaya çalışan bu
yazı, iki önemli amacı gerçekleştirmek için kale
me alınmıştır:
107
mantığıyla birilerini (kimse bunlar?) itham ettiği
ve fakat ithamlarını anlaşılır ( ! ) gerekçelere da
yandırmayıp muallakta bıraktığı, vs. şeklindeki
kanaatlerimizi de mümkün olduğunca açıklıkla
dile getirdik.
110
Yine aynı şekilde değil sadece Sünni imamla
nn görüşlerini, Şii imamların görüşlerini de zik-
'"'"...,,......., ............ , ne İmam Cafer-i Sadık'm, ne de
Muhammed Bakır'ın ilgili ayetler münasebetiyle
kaynaklarda mezkur görüşlerini naklettik. Dola
yısıyla, görebilme imkanımızın olduğu Tabers1-
'nin, Feyz ' ul-Kaş ani'nin, Ayetullah Tab ata
bfü'nin, Ayetullah Şubber'in tefsirlerinden de ik-
. tibaslar yapmak yoluna gitmedik. Çünkü Ehl-i
Beyt rivayetlerine değer verdiğini bildiğimiz mü
ellifin kendisi de böyle bir yolu tercih etmemişti.
111
a) Recm cezası yoktw; bu küçük taşlarla ya
pılan sembolik cezalandırmadır.
1 12
orun işte buradadır! Sıfatları,
ünvanları ne olursa olsun bu tür
aydınlar, modern hayatın onları
konumlandırdığı yere ve koşullara
alışmış olduklarından
vaziyet-alışlarını Kur'an'dan ,
hareketle değil, içinde bulunquklan,
alıştıkları hayat tarzından hareketle
belirlemektedirler. Bu zaaftan dolayı .
da Kur'an'ın, modern yaşama
biçimine uygun gelmeyen, onunla
uyuşmayan, modern zihniyetle ve
bff zihniyetin kaynaklık ettiği ·
yaşantıyla çatışan ayetlerini ya
gö (mezlikten gelmekte ya da te'vil
cihetine gitmektedirler. . .