Professional Documents
Culture Documents
AKRABALIĞI
Antigone’nin iddiası
ANTIGONE’NİN İDDİASI
••
<
«< KABALCI
JUDITH BUTLER
ANT/GONE'NİN İDDİASI
<®
KABALCI YAYINEVİ: 293
İnceleme Dizisi: 51
Antigone’nin iddiası
Yaşam ile Ölümün Akrabalığı
© Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2005
KABALCI YAYINEVİ
Himaye-i Etfal Sok. 8-B Cağaloğlu 34110 İstanbul
Tel: (0212) 526 8586 Faks: (0212) 513 6305
yayinevi@kabalci.com.tr www.kabalci.com.tr
ISBN 975-997-093-7
Baskı: Yaylacık Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. (0212 567 8003)
Litros Yolu Fatih San. Sitesi No: 12/197-203 Topkapı-lstanbul
JUDITH RI ITTF R
ANTIGONE’NlN
İDDİASI
Y a ş a m İl e Ö lü m ü n A k r a b a l iğ i
Çeviren:
A hm et Ergenç
TEŞEKKÜR, 7
I. BÖLÜM
ANTIGONE’NİN İDDİASI, n
II. BÖLÜM
TEFRİKSİZ İTAAT, 79
DİZİN 113
Wellek kütüphanesi eleştirel kuram konferansları her
yıl Irvtne Kaliforniya Üniversitesinde Eleştirel Kuram
Enstitüsünün himayesinde düzenlenir. Bu kitaptaki
konferanslar Mayıs 1998’de verilmiştir.
Gabriele Schwab
TEŞEKKÜR
ÇEVİRİLERE DAİR N O T
H egel, E stetik
I. BÖLÜM
ANTIGONE’NİN İDDİASI
1 Bkz. Luce Irigaray, “The Eternal Irony of the Community,” Speculum of the
Other Woman, çev. Gillian Gill, Ithaca, Cornell University Press, 1985; “The
Universal as Mediation” ve “The Female Gender,” Sexes and Genealogies,
çev. Gillian Gill, New York, Columbia University Press, 1993; “An Ethics of
Sexual Difference,” An Ethics of Sexual Difference, çev. Carolyn Burke ve Gil
lian Gill, Londra, The Athlone Press, 1993.
2 Benim metnim Yunan mitindeki ya da klasik ya da modern diğer tragedya
lardaki “Antigone” figürüne ilişkin olmayacak. Benim burada ele aldığım fi
gür Sophokles’in Antigone ve Oeidipus Kolonos’ta’smda, dolaylı olarak da Ot-
“A ntigon e” vard ır ve b u A ntigone so n u çta gerçek d ışm a k aym a riskine
girilm eksizin tak ip ed ilebilecek bir ö rn ek haline getirilm eye kolay k o
lay izin verm eyen bir k u rm acad ır. A m a b u d u ru m birçok ların ı Anti-
gon e’yi çeşitli şeylerin tem silcisi o larak görm ek ten alıkoym am ıştır.
H egel on u anaerkil d ü zen d en ataerkil dü zen e geçişin, am a ayrıca da
ak rab alık ilkesinin tem silcisi o larak gö rm ü ştü r. A ntigone’n in tem sili
işlevine dair gö rü şleri değişk en lik gösterm ekle birlikte Irigaray d a b u
k o n u d a ısrarlıdır: “T arih sel b ir figür ve gü n ü m ü zd e yaşayan b irço k
kız ve k adın için b ir k im lik ve özd eşleşm e kaynağı o larak daim a d ü şü
n ülm eye değer bir örnektir. Bu d ü şü n ü m için A ntigon e’yi ayartıcı, in
dirgeyici sö y lem lerden so y u tlam ak ve on u n polis’in yön etim i, dü zen i
ve yasaların a d air söylediklerine k u lak verm eliyiz” (Speculum , 70).
Bana çarp ıcı gelen ikin ci şey ise b u b ölü m ü n so n ların d a geri d ö n
m ey i u m d u ğ u m b ir n ok tay d ı: A krabalığın H egel’in “etik dü zen ” d e d i
ği,4 siyasi k atılım ve aynı zam an d a varlığını sü rd ü reb ilecek kültürel
2
Bkz. Patricia Mills, ed., Feminist Interpretations of Hegel, College Park, Penn
sylvania State University Press, 1996, özellikle de Mills’in yazısı. Aynca bkz.
Carol Jacobs, “Dusting Antigone,” *MLN 3, no 5 (1996): 890-917; Irigaray’in
Antigone okumalarını ele alan ve Antigone figürünün belirginleştirdiği tem
sil olanaksızlığını ortaya koyan mükemmel bir Antigone denemesidir bu.
4 G. W. F. Hegel, The Phenomenology of Spirit, çev. A. V. Miller, Londra, Ox
ford University Press, 1977, s. 266 vd. İzleyen bütün alıntılar bu metinden ve
Almanca aslındandır: Phänomenologie des Geistes. Werke 3, Frankfurt, Suhr-
kamp Verlag, 1970.
n orm lar alanının, H egel’in deyim iyle m eşru laştırıcı Sittlichkeit (k ü ltü
rel k avran abilirlik alanım yöneten, birb irin e eklem len m iş n orm lar)
alanın ın sın ırın da görü lm esi. Yapısalcı ön kabu llere d ay an an ve ağırlık
la Ja c q u e s L acan ’m çalışm alarıyla tanınan çağd aş p sikan aliz k u ram ın
d a b u ilişki farklı bir haliyle karşım ıza çıkar. L acan Sem inar VlFde,5
A ntigone’nin hayali alan ile sem b o lik alan arasın d a sınır o lu ştu rd u ğ u
n u ve aslın d a sem boliğin , sö ze ve k on u şu lab ilir lige u laşm ayı yöneten
y asa ve n orm lar alanının başlan gıcın ı tem sil ettiğini ileri sü ren bir A n
tigone ok u m ası su n ar. Bu düzen lem e tam d a bazı ak rab alık ilişkileri
n in sem b olik n orm lar o larak örneklendirilm esiyle ortaya çık a r.6 Sem
b o lik oldu k ları için bu n o rm lar tam anlam ıyla top lu m sal değild irler ve
Lacan böylece idealleştirilm iş bir ak rab alık anlayışını k ültürel kavra-
nabilirliğin b ir ö n k o şu lu n a d ö n ü ştü rerek , tabiri caizse, H egel’den ay
rılır. Aynı zam an d a d a b u idealleştirilm iş ak rab alık alanını, sem b oliği,
top lu m sal alan d an ayırarak belirli b ir yönüyle H egel’in m irasın ı sü r
d ü rü r. Buna bağlı o larak L acan ’d a ak rab alık, olanaklı kılan dilsel yapı
ve sem b o lik k avran abilirliğin bir ö n k o şu lu o larak b a şk a öğelerd en
arın dırılır ve böylelikle top lu m salın alanın dan çıkarılır; H egel için ise
ak rab alık bir n o rm ilişk isi değil, tam anlam ıyla bir “k an ” ilişkisidir.
Yani ak rab alık h en ü z k en disin in yerine zorla geçişiyle başlatılan to p
lu m sala girm em iştir.
A krabalığın to p lu m sald an ayrılm ası, yapısalcı gelenek içerisin deki
5 Jacques Lacan, The Seminar of Jacques Lacan, Book VII: The Ethics of Psycho
analysis, 1959-60, ed. Jacques-Alain Miller, çev. Dennis Porter, New York:
Norton, 1992, s. 243-90.
6 Kaja Silverman akrabalık yasası ile sözün yasasının birbirinden ayrı tutula
bilir şeyler olarak görülmesi gerektiği konusundaki ısrarıyla diğer Lacancı
kuramcılardan ayrılır. Bkz. Kaja Silverman, Male Subjectivity at the Margins,
New York: Routledge, 1992.
en H egel k arşıtı tu tu m lara bile sirayet eder. İrigaray’a göre, A ntigo-
n e’nin k arşı d u rm a g ü cü siyasi alanın d ışın d a k alan b ir gü çtü r; Anti-
gon e ak rab alığı ve aslın d a -Irig a ra y ’m tam o larak d ü z anlam ıyla k u l
la n m a d ığ ı- “k an " ilişkilerinin gü cü n ü tem sil eder, irigaray’a göre kan,
tam am ıyla so y u t olan siyasi eşitlik ilkelerini k avram ak ta b aşarısız ol
m ak la k alm ayıp ayrıca b ü sb ü tü n devre dışı b ırak m ak , h atta y ok et
m ek z o ru n d a o ld u ğu b ed en sel özgü n lü k ve grafikliği ifade eder. D ola
yısıyla A ntigone “k a n ”a işaret ed erken tam o larak k an soyuna değil,
dah a ziyade “k an d ö k ü lm e si”n deki gibi bir şeye, otoriter devletlerin
b ek ası için arta kalm ası gereken b ir şeye işaret eder. D işi b u artığa d ö
n ü şü r adeta, “k an ” d a ak rabalıktan yansıyan b u izin grafik figürü hali
ne gelir; ilksel ak rab alık ilişkilerinin se m b o lik eril otoriten in b aşlam a
sıyla cebren u n u tu ld u ğu n u v u rgu lam ak üzere k ullanılan k an so y u fi
g ü rü n ü n tek rar resm edilm esi dem ektir b u . Yani Irigaray için A ntigo
n e, ak rab alığa dayan an bir yasal dü zen olan an aerk il yasal dü zen den
ataerkil bir yasal dü zen e geçişin göstergesidir. Peki İkincisinin a k rab a
lığa dayalı olm asın ı engelleyen n edir? Babanın sem b o lik yerinin an n e
n in sem b olik yerini alm ası sö z k o n u su d u r, am a başlan gıçta b u yerleri
tesis eden n edir? V urgu ve değer farklı terim lere y üklen se de sonu çta
h ep aynı ak rab alık anlayışı sö z k o n u su değil m idir?
Irigaray m etni açık ça, Tinin Fenomenolojisi’n d e A ntigone’n in “to p lu
lu ğu n ezeli eb ed i iron isi” o ld u ğu n u id d ia eden H egel’in o k u d u ğ u b a ğ
lam da o k u r. Polis çerçevesinin d ışın d ad ır A ntigone, am a aslın d a po-
lis'in o n su z var olam ayacağı b ir “d ış”tır. iron iler şü p h esiz H egel’in sa n
dığın d an d ah a derindir: Son u çta A ntigone k o n u şu r ve tam d a özel
alan d a tecrit ed ilm esi gereken zam an d a k am u sal alan d a k o n u şu r. T am
d a k o n u şm asın ın içerm esi gereken sınıra n ah o ş bir h areket k azan d ı
ran b u siyasiliğin sınırlarını ihlal eden b u k on u şm a ne tür b ir siyasi
k o n u şm ad ır? H egel (Yunan geleneğindeki yeraltı tanrılarını R om a ge
len eğin deki Penates'le [aile ocağını k oru yan tanrılar] b irleştirerek ) An-
tigone’nin ev tanrılarının y asasını, K reon ’u n ise devletin yasasın ı tem
sil ettiğini id d ia eder. B u ikisi arasın d ak i çatışm anın, adalet k o n u su n
d a nih ai k arar m ercii o larak devlet otoritesi k a rşısın d a akrabalığın
m u tlak a geri çekilm esi gerektiği bir çatışm a o ld u ğu n d a ısrar eder. B aş
k a b ir deyişle, A ntigone ak rab alık ile devlet arasın d ak i eşiği tem sil
ed er; Tinin Fenomenolojisi’n d e k arşım ıza çıkan b u d u ru m , tam an la
m ıyla bir Aujhebung [aşma] olm ayan b ir geçiştir, çü n k ü etik dü zen o r
taya çıktığında A ntigone hiç m u h afaza ed ilm ed en aşılır.
A ntigone y oru m u n u n H egelci m irası ak rab alık ile devlet arasın d a
k ö k lü bir ilişki k u rsa bile b u ikisin in b irb irin den ayrılabileceğini v ar
say ar gibidir. Bu nedenle bir karak tere ak rab alık ya d a devletin tem sil
cisi ro lü n ü verm eye yön elik b ü tü n girişim ler tutarlılık ve istik ran k ay
betm e, yalpalam a eğilim i g ö sterir.7 Bu yalpalam anın yalnızca herhan gi
b ir k arak terin tem sili işlevini belirlem e çab ası açısın dan değil, a k rab a
lık ile devlet arasın d ak i ilişkiyi d ü şü n m e çab ası açısın d an da birtakım
so n u ç la n vard ır - gösterm eyi u m d u ğu m üzere b u ilişki, Antigone'yi
ak rab alık siyasetin in batıya ö zgü k lasik b ir açm azı çağd aş b ir krize
so k tu ğu çağd aş b ir b ağlam d a oku yan b izler için b ağlayıcıdır. Ç ü n k ü
oyu n şu iki so ru y u ortaya koyar: D evletin d estek ve aracılığı olm ak sı
zın ak rab alık - b u r a d a “a k r a b a lık la belirli herhan gi b ir “aile” biçim ini
k a stetm iy o ru m - olabilir m i ve ailenin desteğiyle aracılığı olm aksızın
devlet olabilir m i? D ahası, ak rab alık devlet otoritesin i tehdit etm eye
b aşlad ığın d a ve devlet ak rab alığa k arşı şid detli bir m ü cad eleye girişti
g
Bu noktada Peter Euben’in şu iddiasına tamamen katıldığımı vurgulamalı-
yım: "... bir yorum çerçevesi olarak ev ile şehir, doğa ile kültür, kadın ile
erkek, eros ile akıl, ilahi yasa ile insani yasa arasındaki kutuplaşmalar, Kre-
on karakterinin bakış açısından ne kadar ikna edici ise Antigone’nin betim-
lenişi açısından da en fazla o kadar ikna edicidir;” bkz. Peter Euben, “Anti
gone and the Languages of Politics,” Corrupting Youth: Political Education,
Democratic Culture, and Political Theory, Princeton: Princeton University
Press, 1997, s: 170. Bu görüşe karşı bir yaklaşım için bkz. Victor Ehrenberg,
Sophocles and Pericles, Oxford: Basil Blackwell, 1954, s. 28-34. Antigone muğ
lak bir yasa anlayışında bir gerilim teşkil ettiği ölçüde suçludur ancak. Je-
an-Pierre Vernant ve Pierre Vidal-Naquet şunu iddia eder: “Aniigone’de or
taya konan dinsel tutumların ikisi de diğerine hak ettiği yeri vermezse, ken
disine sınır koyup rakip çıkan şeyi tanımazsa tek başına doğru tutum ola
maz.” Bkz. “Tensions and Ambiguities in Greek Tragedy,” Myth and Tragedy
in Ancient Greece, çev. Janet Lloyd, New York: Zone Books, 1990, s. 41.
Antigone’nin ensest bağlılıklarım psikanalitik çerçevede değerlendiren il
ginç bir makale için bkz. Patricia J. Johnson, “Woman’s Third Face: A Psyc
hosocial Reconsideration of Sophocles’ Antigone,” Arethusa 30 ( 1997): 369-398.
“erk ek si” k ıldığını ve böylece de ak rab alığın top lu m sal cinsiyeti üstle
n ebilm esin i k u şk u lu hale getirdiğin i, dilin in p arad o k sal bir şekilde
K reo n ’u n dilin e, yani h âk im otorite ve eylem in dilin e so n derece y ak
laştığını ve K reo n ’un k en disin in hâkim iyetini yalnızca ve yalnızca bu
art ard a gelişi m ü m k ü n kılan ak rab alık çizgisine day an dırdığın ı ve a s
lın da A ntigone’n in başk aldırısıyla, nihayetinde d e ak rab alık ve h âk i
m iyet dü zen in d ek i yerini sağlam a alan n orm ları b ir an d a ortad an k al
dıran k en d i eylem leriyle n asıl erkeklikten m ah ru m hale geld iğin i g ö
rem ezler. H akikaten de So p h o k les’in m etni A ntigone ile K reon a ra sın
d a aslın d a hiç de b asit bir karşıtlık olm ad ığım d ü şü n d ü ren m ecazi bir
iç içelik hali gösterd ik lerin i ortaya k o y a r.10 D ahası b u iki figürü n , A n
tigone ile K reo n ’u n arasın d a çap razlam a b ir ilişki o ld u ğ u d ü şü n ü ld ü
ğü n d e, araların d a hiç de yalın bir ayrım olm ad ığı ve -b iz im için k u l
lanm ayı sü rd ü rd ü ğ ü ö lç ü d e - A ntigone’nin gü cü n ü n yalnızca ak rab alı
ğın devletin dili içerisin de idd iasın ı n asıl ortaya koy du ğu y la değil, ide
alleştirilmiş akrabalığın ve siyasi egemenliğin onun ediminin bir sonucu ola
rak ortaya çıkan toplumsal deformasyonuyla d a bağıntılı o ld u ğu görülü r.
A ntigone edim iyle top lu m sal cinsiyet n orm ların ı d a ak rab alık n o rm la
rını d a ihlal ed er; H egelci gelenek on u n yazgısını, b u ihlalin kaçınıl
m az o larak başarısızlığa m ah k û m ve ölü m cü l o ld u ğu n u n kesin bir işa
reti olarak o k u sa da, A ntigone’nin akrabalığın top lu m sal açıd an olu m
sal k arak terin i açığa çıkard ığın ı ve eleştiri literatürü n de sü rekli bu
rastlan tısallığın değişm ez z o ru n lu lu k o larak yen iden yazılm asına vesi
le ed ild iği b a şk a b ir o k u m a d a m ü m k ü n d ü r.
10 Kreon ile Antigone arasında daimi bir karşıtlık olduğunu varsayan yapısalcı
bir okuma için bkz. Charles Segal, Interpreting Greek Tragedy: Myth, Poetry,
Text, Ithaca: Cornell University Press, 1986.
K reon ’u n göm ü lm esin i yasaklayan b ir b u y ru k çıkard ık tan so n ra göm -
m esiydi. A ğabeyi Polyneikes, krallığın varisi o larak k en di h ak k ı sa y d ı
ğı yeri ele geçirebilm ek için k ard eşin in yönettiği T h eb ai üzerin e y ü rü
yen bir d ü şm an o rd u su n a liderlik eder. Polyneikes d e erkek kardeşi
E teokles d e ölü r; b u n u n üzerine ölen k ardeşlerin day ısı K reon, Poly-
n eik es’in h ain o ld u ğu n a k arar verir ve on un gereğin ce defnedilm esin i
engeller, h atta cesedin çıplak, aşağılan m ış, p aralan m ış haliyle öylece
ortad a bırak ılm asın ı iste r.11 A ntigone ed im de b u lu n u r, p eki n edir bu
edim ? A ğabeyini göm er, hatta iki kez göm er ve ikin ci seferin de m u h a
fızlar on u görd ü k lerin i bildirirler. K reon ’u n h u zu ru n a çıktığında yine
ed im de b u lu n u r, am a b u sefer sö z lü olarak ; eylem i gerçekleştiren in
k en disi o ld u ğ u n u in k âr etm eyi red d ed er. Son u çta reddettiği şey, ken
disin i eylem den dilsel o larak k o p arm a olan ağıdır, a m a eylem i m u ğlak
lıktan u zak , olum layıcı bir dille üstlenm ez; b asitçe “Ben y ap tım ,” d e
m ez.
A slın da eylem oyu n boyu nca ortalard a d o laşıp d u ru r, eylem de b u
lun an bazıların a atfedilm e teh didi taşır, eylem i gerçekleştirm iş o lam a
tigone’ ” (The Owl of Minerva 21, sayı 1 [Sonbahar 1989]: 65-89) başlıklı maka
lesinde, Hegelci Antigone okumasının XIX. yüzyılın en etkili okuması oldu
ğunu, muhtemelen en güçlü itirazın da Eckermann’a yazdığı mektuplarda
şüpheci görüşlerini aktaran Goethe’den geldiğini söyler. Goethe by mek
tuplarda aile ile devlet arasındaki gerilimin oyunun odak noktası olup ol
madığını sorgulamış ve Antigone ile Polyneikes arasındaki ensest ilişkinin
pek de “etik” bir örnek olmadığını ima etmiştir (7i).
15 Klasik dönem Atmasında, yurttaş kültürü dişil değerlere aşılanmış olsa da
kadınlar yurttaş değildiler. Bu paradoksa dair çok yararlı bir tartışma için
bkz. Nicole Loraux, The Children of Athena: Athenian Ideas About Citizenship
and the Division Between the Sexes, çev. Caroline Levine, Princeton: Prince
ton University Press, 1993.
H egel g ö rü n ü şte iki k a rd e ş arasın d a arzu olm am asın ın tam olarak
n eden on ları ak rab alık çerçevesi içerisin de tanım aya elverişli hale ge
tirdiğini söylem ez; an cak g ö rü şü en sestin tanım ayı im k ân sızlaştıraca
ğını, k ültürel kavran abilirliğin, Sittlichkeit’m , karşılıklı tanım anın
m ü m k ü n o ld u ğ u alanın dü zen inin, ö n k o şu l olarak ak rab alığın siyaset
ön cesi istik rarın ı gerek tirdiğini im a eder. H egel alttan alta en sest yasa
ğının akrabalığı ayakta tuttu ğun u d ü şü n ü r san k i, am a açıktan açığa
söy lediği şey b u değildir. D aha ziyade “k a n ” bağın ın iki k a rd e ş arasın
d a arzu yu im k ân sızlaştırd ığın ı id d ia ed er; yani ak rab alığa ve ak rab alı
ğın tanım a k o n u su n d ak i iç din am iklerin e istik rar k azan dıran şe y k an
dır. Bu y ü zd en A ntigone, H egel’e göre, ağabeyini arzu lam az ve b öy le
likle Tinin Fenomenolojisi, adın ı k oy am adığı, ard ın d an d a kan figürü
aracılığıyla yanlış adlan dırd ığı şeyi u ygulay arak en sest y asağın ın m e-
tinsel aracı haline gelir.
A slın da b u ra d a özellikle tu h af olan şey şu d u r: Tinin Fenomenoloji-
si’n d e dah a ön ce geçen tanım a tartışm asın da arzu tanın m a a rz u su hali
ne gelm iştir ( l 167); Ö tekinde k en di y ansım asını arayan, Ö tekinin b a ş
kalığını o lu m su zlam ay a çalışan, ken disin i - o olm ak tan ve on u n tara
fın dan ele geçirilm ekten k o rk tu ğ u - Ö tekini talep etm e b ağı içerisin de
bu lan bir a rz u d u r bu ; aslın da b u tutku lu k u ru cu b a ğ olm ak sızın tanı
m a diye bir şey d e olam az. Bu tartışm ada k arşılıklı tanım a dram ası,
b ir bilin ç k ay b o ld u ğu n u , Ö tekinde k ay b o ld u ğu n u , k en disin in dışın a
çıktığını fark ettiğinde, ken disin i Ö teki olarak ya d a aslın da Ö tekinde
b u ld u ğ u n d a başlar. Yani tanım a, in san ın Ö tek in d e k ay b o ld u ğu , k en
disi olan ve olm ayan b ir b aşk alık tarafınd an ve b u başk alık ta ele geçi
rildiği kavrayışıyla başlar ve k en din i orad a y an sım ış görm e arz u su ta
rafın dan harekete geçirilir - orad aki yan sım a nihai b ir el k on u lm a d e
ğildir. A slın da bilinç k en d isin i yen iden elde etm eye çalışır, am a s o
n uçta başk alık tan ön ceki b ir benliğe geri d ö n ü ş olm adığın ı, yalnızca
geri d ö n ü şü n olanaksızlığı ön cü lü n e dayalı bir d ö n ü şü m ü n sö z k o n u
su olabileceğin i fark eder.
Buna bağlı o larak “Efendilik ve K ölelik”te tanım a, tanın m a arzu su
tarafından harekete geçirilir, arzu n u n işlen m iş b ir b içim idir tanım a;
artık b aşk alığın basitçe tüketilm esi ya d a olu m su zlan m ası değild ir; in
san ın ken disin i Ö tekinde bu lm aya çalıştığı, am a so n u çta b u y an sım a
nın yalnızca in san ın ele geçirilip ben liğin i kaybetm esinin işareti o ld u
ğu n u gö rd ü ğ ü rah atsız edici bir din am iktir. D olayısıyla b u kısım da,
Tinin Fenomenolojisi'nin “özn e”si açısın d an arzu olm ak sızın tanım a da
sö z k o n u su değildir. A m a b u n a rağm en , H egel’e göre A ntigone için ar
zu varken tanım a sö z k o n u su olam az. A slında on u n için yalnızca a k ra
balık alanı içerisin de ve ağabeyi k arşısın d a a rzu n u n olm am ası k o şu
luyla tanım a sö z k o n u su d u r.
L acan ’m bir so n rak i b ölü m d e tekrar ele alacağım A ntigone o k u m a
sı d a ak rabalığın belli bir idealliğe sa h ip o ld u ğu n a ve A ntigone’nin b i
ze b u sem b o lik k on u m a u laşm a fırsatı su n d u ğu n a işaret ed er. Lacan
A ntigone’n in sevd iği şeyin ağabeyinin içeriği değil “s a f V arlığı” o ld u
ğu n u söyler - varlığın sem b o lik k o n u m lara ait b ir idealliğidir bu.
Sem bolik olan tam d a yaşayan kişin in u zak laştırılm ası ya d a olu m su z-
lanm asıyla sağlam a alınır; b u nedenle sem b o lik b ir k o n u m asla b u k o
n u m u d o ld u ran bireyle örtü şm ez, tam d a b u örtü şm ezliğin b ir işlevi
o larak sem b o lik lik statü sü n e ulaşır.
17 Hem temel hem de düşünceye kapalı olduğu anlaşılan bir meseleyle, ensest
tabusuyla ilgisinde doğa/kültür ayrımına ilişkin kısa ama zekice bir eleştiri
için bkz. Jacques Derrida, “Structure, Sign and Play,” Writing and Différen
ce, çev. Alan Bass, Chicago: University of Chicago Press, 1978, özellikle s.
282-2*4.
y o k sa ayrıca k en disin in m ey dan a gelm esin in n eden i olan k uralları
aşan ve yadsıyan bir top lu m sal k on figü rasy on lar öbeği de m i üretir?
Ben b u so ru n u n , F ou cau lt’n u n yapısalcılığın k uralların ın üretici ve aşı
rı boyu tu diye niteleyip v u rgu lad ığı so ru n o ld u ğu n u dü şü n ü y oru m .
K uram sal tasvird e kuralın nihai etkinliğini k ab ul etm ek b u k u ralın re
jim i altın d a y aşam ak , deyim yerin deyse on un b u y ru ğu n u k ab u l etm ek
dem ektir. Böyle bak ılırsa, S o p h o k les’in oy u n u n a y ön elik b irço k o k u
m ad a, m etin de bir en sest aşkın b u lu n m ad ığı k o n u su n d a ısrar ed ilm esi
ne k ad ar d a ilginç bir d u ru m d u r; in san b u örn ek lerde oy u n u n o k u n u
şu n u n , “B u rada en sest yok tur, o lam az d a ” kuralın ın varlığı k o n u su n
dak i ısrara vesile o lu p olm ad ığım m e rak e d iy o r.18 H egel iki k ard eş
a rasın d a salt b ir arzu y o k lu ğu o ld u ğu k o n u su n d a ısrar ed erken b u tür
jestlerin en d ram atik örneğin i su n ar. M artha N u ssb au m bile oyuna
dair değerlen dirm elerin d e, A ntigone’nin ağabeyine b ü y ü k bir bağlılık
duyar gibi görü n m ed iğin i b elirtir.19 Lacan d a tabii ki A ntigone’nin
sevdiği şeyin ağabeyinin zatı değil salt varlığı o ld u ğu n u id d ia ed er -
p ek i b u bizi nereye götü rü r? N asıl b ir yere, n asıl b ir k on u m a? L acan ’a
göre A ntigon e, se m b o lik n orm lara b aşk ald ırm ay a yön elik o ld u ğ u için
kesinlikle ölü m e varabilecek bir arzu n u n peşin e d ü şm ü ştü r. Peki An
tigone nin a rz u su n u y oru m lam an ın d o ğ ru yolu b u m u d u r? Y oksa
sem boliğin k en disi kavran abilirliği k o n u su n d a bir k riz m i üretm iştir?
18
Aynca bkz. George Steiner’ın, 1780-1914 arası ensest kardeşlik bağlarına iliş
kin kısa tartışması, Antigones, s. 12-15.
19
Martha C. Nussbaum, The Fragility of Goodness: Luck and Ethics in Greek
Tragedy and Philosophy, Cambridge: Cambridge University Press, 1986, s. 59.
Antigone-Polyneikes ilişkisinin ensest bir bağ olduğu yorumuna karşı geti
rilen daha güçlü, psikanaliz karşıtı bir iddia için bkz. Vernant ve Vidal-
Naquet, “Oedipus Without the Complex,” Myth and Tragedy in Ancient Gre
ece, s. 100-102.
A ntigone’nin, ağabeyinin kim o ld u ğu , bab asın ın kim o ld u ğ u k o n u su n
d a hiçbir kafa k arışıklığı olm adığın ı, b u y apısalcı k u ralların saflığını ve
evrenselliğini b o z an ikirciklikler yaşam ad ığın ı varsayabilir m iyiz?
Lacan cı kuram cıların ço ğu sem b olik n orm ların top lu m sal n o rm
larla aynı olm ad ığı k o n u su n d a ısrar ed er. “S em b olik ” Lacan için 1953
y ılın da tekn ik b ir terim haline gelm iştir; terim in m atem atik sel (for-
m el) k ullanım ı ile Levi-Strau sscu k ullanım ın ı k en dince b irleştirm iştir
Lacan. Sem bolik , O eid ip u s k om p lek sin d e arzu yu dü zen leyen Y asanın
alan ı o larak tan ım lan ır.20 K om p lek sin ilksel ya d a sem b o lik b ir en sest
y asağın d an türed iği d ü şü n ü lü r - b u yasak , aile için d ek i çeşitli “k o
n u m ların ” b ir dışevlilik bu y ru ğu n a göre b elirlen diği ak rab alık ilişk ile
ri b ağlam ın d a an lam lıd ır yalnızca. B aşka b ir deyişle, ann e oğlan ve k ı
zın cin sel ilişki k u rm ad ığ ı k işid ir, b a b a oğlan ve kızın cinsel ilişki k u r
m ad ığı k işid ir, ann e yalnızca babayla cin sel ilişki k u ran k işid ir vs. Ya
ni b u y asak ilişkileri aile üyelerinin d o ld u rd u ğ u “k o n u m lar”a göre
kodlan m ıştır. D olayısıyla böyle b ir k o n u m d a olm ak , en azın dan b u
“k o n u m ”u n neliğine ilişk in sem b o lik y a d a n orm atif tasarım a göre,
böyle çap razlam a b ir cin sel ilişk ide o lm ak dem ektir.
22
Semboliğin ilginç bir tarihçesi ve çağdaş akrabalık düzenlemelerindeki
sembolik cinsiyet konumlarına dair tartışmalı bir açıklama için bkz. Michel
Tort, “Artifices du père,” Dialogue: Recherches cliniques et sociologiques sur le
couple et la famille 104 (1989): 46-60; “Symboliser le Différend,” Psychanalystes
33 (1989): 9-18; ve “Le Nom du père incertain: Rapport pour le ministère de
la justice” (yayımlanmamış çalışma, dosya yazanndadır).
yasan ın tartışm asız bir y asa olm ası arzu su n u n göstergesidir; p sikan aliz
k u ram ın d a, sem b o lik babay a, yani p sikan alizin k en di y asasın a yönelik
b ü tü n eleştirileri oyun dışı b ırak m ay a çalışan teolojik bir itkidir. Öyle
ki, yasaya verilen statü tam ı tam ın a fallu sa, b ab an ın tartışılm az ve k ar
şı çıkılm az sem b olik yerine tanınan statüd ür. K uram k en di totolojik
sav u n m asın ı serim ler. Y asaların ötesinde yer alan yasa, nihai otoriteyle
k u ru lan ve belli k i n erede du racağın ı bilm eyen eleştirel ilişkinin ü ret
tiği kaygıya nihayet bir so n verecektir: T o p lu m sala, yıkıcı olana, etk in
lik ve d eğişim olanağına getirilen bir sın ırlam adır b u ; sem p tom lara b a
kılırsa, k en d i gü cü m ü zü n u ğradığı nihai b o zgu n o larak sıkı sıkıya
b ağlı k ald ığım ız b ir sınırlam adır. Bu g ö rü şü savun an lar, böyle b ir y a
saya sa h ip olm am an ın sa f isten ççilik y a d a rad ik al anarşiye varacağını
id d ia ederler! Öyle m idir? Peki ya böyle b ir yasan ın ak rab alık h ayatın
d a nih ai k arar m ercii say ılm asın a ne dem eli? N ihai b ir n o rm atif form u
olm ayan in san i cinsel düzen lem elerd ek i so m u t ikilem leri teo lo jik d o
n an ım la çö zm ek değil m id ir b u ?
A rzu n u n b ü sb ü tü n belirlendiği id d ia ed ilm ek sizin , b ü sb ü tü n ko-
şu llan dırıldıgı ve arzu yu yineleyici ve d ö n ü ştü rü cü b ir ek lem len m e
den etk ilen m ed en m ü m k ü n kılan y apılar o ld u ğu so n u cu n a varılabilir
rahatlıkla, ikin ci fikir “eg o ”ya ya d a k lasik liberal ö zgü rlü k fikirlerine
geri d ö n ü ş anlam ına gelm ez; am a n o rm u n - o n u içten yıkım a ve tam
o larak ön görü lem ey ecek bir geleceğe a ç a n - b ir geçicilik taşıdığı k o n u
su n d a ısrarlıd ır. A ncak A ntigone b u yıkım ı ve b u geleceği tem sil et
m ez, çü n k ü o n u n krize sü rü k led iği şey tem sil işlevinin k en d isid ir; içe
risin d e faaliyette b u lu n d u ğ u ve b ir ölçü de d ü şü n ü lm ez k ald ığı kavra-
n ab ilirlik u fk u n u n ta k en disidir. A ntigone O e id ip u s’u n ço çu ğ u d u r ve
b u nedenle şu so ru y u karşım ıza çıkarır: O eid ip u s’u n k ö rü k örü n e
b aşk ald ırd ığ ı ve tesis ettiği ku rallar L évi-Strau ss ve y apısal p sik an ali
zin on lara sağlad ığı istik ra n artık taşım ıyorsa, O eid ip u s’un m irasının
getirisi ne olacak tır? B aşka b ir deyişle, A ntigone için sem b olik k o n u m
lar tutarsızlaşm ıştır; ağabeyi ile bab asın ı karıştırır, anne o larak değil,
am a - b ir etim olojin in im a ettiği g ib i- “annenin yerine” çıkar k arşım ı
z a .23 A yrıca ism in den “anti-nesil” (gone [nesil]) anlam ı d a çık ar.24 D o
layısıyla tem sil ettiği şey den zaten u zak tır ve neyi tem sil ettiği hiç de
açık değildir. A nnenin k on u m u n u n d a b ab an ın k o n u m u n u n d a istik
rarı sağlam a ah n am ıyorsa, O eid ip u s’a ve tem sil ettiği y asağa n e olu r?
O eid ip u s ne yaratm ıştır?
Ben b u so ru y u elbette ailenin çeşitli k ültür form larında n ostaljik
b içim lerd e idealleştirildiği, V atikan’ın eşcinselliğe yalnızca aileye değil,
in san fikrine de bir sald ırı o ld u ğu gerekçesiyle - ç ü n k ü bazıların a göre
in san olm ak , n o rm atif an lam d a aileye katılm ayı g e re k tirir- k arşı çıktı-
23 Bkz. Robert Graves, The Greek Myths: 2 , Londra: Penguin, 1960, s. 380. Bu
kaynak için Carol Jacobs’un yukarıda alıntılanan makalesine müteşekkirim.
24 Bkz. Seth Bernardete, “A Reading of Sophocles’s Antigone i,” Interpretation:
Journal of Political Philosophy 4, sayı 3 (1975): 156. Bernardete burada kendi
çevirisini desteklemek üzere Wilamowitz-Moellendorftan alıntı yapar
(Aischylos Interpretationen 92, sayı 3). Stathis Gourgouris “Antigone’nin ismi
nin zengin çokanlamhlığına” dair şu kışkırtıcı yorumlarda bulunur:
Anti öneki hem “muhalifi” hem de “bedeli" anlamına gelir; gone ise genos’tan
(akraba, soy çizgisi, nesep) türemiş sözcüklerden biridir ve yavru, nesil, ra
him, tohum ve doğum anlamlarının hepsini birden taşır. Bu etimolojik çok
sesliliğe (anlam için ismin çekirdeğinde verilen bu savaşa) dayanarak, Anti
gone’nin hem (demos [halk] reformlarıyla altedilişinin karşılığında) akraba
lığın polis’e muhalifliğini hem de -bir kardeşe yıkıcı bir arzuyla, akrabalığın
ötesine geçen bir phiüa’yla [sevgi] bağlılığıyla ortaya koyduğu- akrabalığa
muhalefeti somutlaştırdığını öne sürebiliriz.
Bu pasaj Stathis Gourgouris’in Literatüre as Theory (for an Antimythical Era)
adlı kitabının “Philosophy’s Need for Antigone” başlıklı bölümünden alın
mıştır (Stanford: Stanford University Press,).
gı b ir çağd a so ru y o ru m . A yrıca çocuk ların b oşan m a ve yen iden evlen
m e nedeniyle, göç, sü rgü n ve iltica nedeniyle, dü n ya çap ın da y aşan an
çeşitli y erin den edilm eler nedeniyle aile değiştirdik leri, ailesiz k ald ık
ları ya d a aile edin d ik leri veya fiziksel o larak ailenin k a v şak n ok tala
rın d a yaşadık ları veya anne işlevi gören b ird e n fazla k adın ın , b ab a iş
levi gören b ird en fazla erkeğin var o ld u ğ u ya d a anne veya babanın
hiç olm ad ığı, aynı zam an d a a rk a d a ş d a olan üvey k ardeşlerin b u lu n
d u ğ u ço k k atm anlı aile d u ru m ların d a y aşadık ları bir çağd a so ru y o ru m
b u so ru y u - akrabalığın kırılgan, geçirgen ve genişlem eye elverişli ol
d u ğ u bir çağ bu . D ahası, sırad an aileler ile eşcinsel ailelerin bir araya
gelebildiği ya d a çek ird ek ve çek ird ek olm ayan form larıyla eşcin sel ai
lelerin ortaya çıkabildiği b ir çağ b u . K on um ların hiç de net olm adığı,
b ab an ın yerinin çö zü ld ü ğü , ann en in yerinin ya p ek ço k k işi tarafından
d o ld u ru ld u ğ u ya d a ortad an kalktığı, etkinliği zayıflam ış sem b oliğin
a rtık geçerlilik taşım adığı b u d u ru m lar içerisin de şekillen en kim seler
açısın d an O e id ip u s’u n m irası ne olacak?
y a z iy a d ö k ü l m e m iş y a s a l a r ,
SAPMIŞ AKTARIMLAR
danndan ayrık bir versiyonunu temsil edebileceği anlamına gelir bu. Bkz.
Jean Bethke Ehlstain, “Antigone’s Daughters,” Democracy 2 , sayı 2 (Nisan
1982): 46-59. Seyla Benhabib Hegel’in kadm anlayışındaki çift anlamlılığın
izini sürer ve Antigone’nin evrenselliğin diyalektik ilerleyişinde yeri olma
dığını öne sürer. Bu durumun Tinin Fenomenolojisi için doğru olduğu açık
tır ve Benhabib’in gösterdiği gibi, Hukuk Felse/esi'nde kullanılan karşıtlıklar
dan kaynaklandığı düşünülebilir. Ama bu açıdan Hegel’in Estetik’ıe dile ge
tirdiği, Antigone’nin evrenselliğinin “pathos”unda yattığı iddiasını dikkate
almak da ilginç olabilirdi. Bkz. Hegel's Aesthetics: Lectures on Fine Art, cilt 1,
çev. T. M. Knox, Oxford: Clarendon Press, 1975, s. 232. Benhabib’in tartış
ması için bkz. Seyla Benhabib, Situating the Self: Gender, Community, and
Postmodernism in Contemporary Ethics, New York: Routledge, 1992, s. 242-259.
Bu konuda aynca bkz. Valerie Hartouni, “Antigone’s Dilemmas: A Problem
of Political Membership,” Hypatia I, no ı (Bahar 1986): 3-20; Mary Dietz, “Ci
tizenship with a Feminist Face,” Political Theory 13, no 1 (1985): 19-37.
rir. D iğer idealleştirilm iş ak rab alık tü rü ise A ntigone’yi, ak rab alık iliş
kilerin in k u ru ld u ğ u ve m u h afaza ed ild iği dilsel sicil o larak görülen
sem boliğin eşiğin e yerleştiren L acan ’a aittir: Lacan A ntigon e’n in ö lü
m ü n ü n , tam o larak arzu su n u n sem b olik desteklenem ezliği tarafından
hızlan dırıldığını dü şü n ü r. Bu iki ağır ok u m ay la aram a m esafe k oy sam
d a şu so ru lara d air açık lam alar getirirken her iki g ö rü şü n de çeşitli
yönlerini y en iden incelem eye gayret edeceğim : A ntigone’nin ö lü m ü
kültürel k avran abilirliğin sınırlarına, k avran abilir ak rab alığın sınırları
na d air, bize sın ır ve k ısıtlam a anlayışım ızı geri k azan dıran gerekli bir
d e rs m i verir? A ntigone’nin ö lü m ü ak rab alığın devlet tarafından b a stı
rılm asın ı, zo ru n lu o larak devlete tabi hale gelm esini m i tem sil ediyor?
Y oksa on u n ö lü m ü , h an gi ak rab alık türlerinin k avran abilir olacağını,
hangi tür yaşam ların yaşayış olarak on aylan abileceğim tayin eden siya
si iktidar işleyişi olarak ok u n m ay ı gerektiren b ir sınır m ıdır?
H egel’de ak rabalık, devlet aygıtının ortaya çıkm ası ve y en iden ü re
tilm esi için b ir ö n k o şu l o lsa da, devletin alan ın dan k esin k es ayrılm ış
tır. L acan ’d a ise sem boliğin b ir işlevi olan ak rab alık, top lu m salın ala
n ın d an k esin k es kop artılır, am a yine de top lu m salın ortaya çıktığı ya
p ısal kavran abilirlik alanını k urar. Benim A ntigone ok u m am özetle b u
ayrım ları üretk en krizlere so k m ay a çalışacaktır. A ntigone ne ak rab alı
ğı n e de ak rabalığın rad ik al “d ışı”nı tem sil ed er, am a yapısal o larak sı
n ırlan d ırılm ış ak rab alık anlayışının top lu m sal yinelenebilirlik b a ğ la
m ın d a, n o rm u n sa p m ış zam ansallığı b ağlam ın d a o k u n m asın a vesile
oluyor.
A krabalık k on u m ların ı “sem b olik ” olarak y en iden düzen lem ek,
b u n ları tam o larak dilsel iletilebillirliğin ö n k oşu lları o larak k o n u m lan
d ırm ak ve b u “k on u m ların ” olu m sal top lu m sal n o rm lar için geçerli o l
m ayan bir dik başlılığa sah ip o ld u ğu n u söylem ektir. Fak at top lu m sal
n orm ların ak rab alık d ü şü n cesi ü zerin d ek i etkilerinin izini sü rm ek ye
terli değild ir; ak rabalığa ilişkin söylem i p sişik an lam d an y o k su n bir
toplu m bilim ciliğe d ö n ü ştü reb ilecek b ir h am ledir bu . N orm lar psike
üzerinde tek yön lü bir işleyiş gösterm ezler; dah a ziyade p siken in geri
d ö n d ü ğ ü yasan ın figürü o larak y oğu nlaşırlar. T o p lu m sal n orm larla
k u ru lan p sişik ilişki, b azı k o şu llard a, b u n orm ları d ik b aşlı, cezalan d ı
rıcı ve eb ed i o larak kon um lan dırab ilir, am a b u n orm tasarım ın ın Fre-
u d ’u n “ölü m d ü rtü sü k ü ltü rü ” dediği şey içerisin de zaten yeri vardır.
Başka bir deyişle, sem boliğin katı yasa olarak tanım ı, yasan ın altedile-
m ez otorite o ld u ğ u fantezide yer alır. K anım ca Lacan b u fantezinin
hem çö zü m lem esin i su n ar h em de sem p tom ların ı gösterir. Sem b olik
fikrinin k en di aşk m laştırm a işlevinin tanım ı tarafından sın ırlan dırıldı
ğını, k en di yapısın ın olu m sallığın ı an cak ken di işleyiş alan ın d a esaslı
herhan gi b ir d eğişim olasılığın ı y ad sıy arak k abullen ebileceğim öne
sü rm e k n iyetindeyim . Sem b olik k o n u m ile top lu m sal n o rm arasın d aki
ilişk inin tek rar d ü şü n ü lm esi gerektiğini söyleyeceğim , so n b ölü m de
de en sest tab u su n u n ak rab alık k urm a işlevinin p sikan aliz çerçevesin
de, olu m sal bir top lu m sal n o rm u n işled iği tahayyülü eşliğin de nasıl
tek rar ele alınabileceğini gösterm eyi u m u y o ru m . B u rada tab un un neyi
k ısıtlad ığın dan ço k , yol açtığı ak rab alık biçim leriyle ve b u n lara tam da
O eid ip al krizlere n orm alleştirilm iş çö zü m ler o larak m e şru lu k k azan
dırılm asıyla ilgileniyorum . Yani am aç en sesti k ısıtlam alard an k u rta r
m a k değil, han gi n orm atif ak rab alık b içim lerin in b u tab u d an y apısal
zoru n lu lu k lar o larak çıktığının d ü şü n ü ld ü ğ ü n ü sorm ak tır.
A ntigone yalnızca k ısm en yasan ın dışın d ad ır, b u rad an hareketle
ak rab alık yasasın ın d a devlet y asasının d a b u yasalara tabi olan birey
leri n izam a so k m a k için etkili b ir işleyiş gösterm ed iği so n u cu n a varıla
bilir. A ncak eğer A ntigone’nin sapk ın lığı yasan ın k arşı k on ulm azlığın ı
ve diyalektik karşıtlığını gösteren b ir örn ek olarak k ullanılıyorsa, o za
m an ortaya k o y d u ğ u m uhalefet yasaya hizm et etm ekte, yasan ın k açı
nılm azlığın a day an ak olm aktadır.
A ntigone’n in n erede d u rd u ğ u n u , n asıl ve ne adın a ed im d e b u lu n
d u ğ u n u belirlem ek için, devleti ve ak rabalığı d a önceleyen bir k o n u
m u d o ld u rd u ğ u n u n d ü şü n ü ld ü ğ ü iki örneği ele alm ayı öneriyorum .
İlk örn ek öbeği H egel’in Tinin Fenomenolojisi ve Hukuk Felsefesindeki
tartışm asın da yer alm ak tad ır; so n rak i b ö lü m d e ele alacağım ikinci ö r
n ek ise Ja c q u e s L acan ’ın “Psikanaliz E tiği” k on u su n a ayrılm ış yedin ci
sem ineridir.
Buraya “metinde aynen böyle” anlamına gelen sic ibaresinin konmasının ne
deni, İngilizce metinde benlik için eril zamir he’nin kullanılması ve But-
ler’ın bu kullanımın kendisine değil metne ve/ya çeviriye ait olduğunu vur
gulamak istemesidir -çn.
erst, wenn die tat geschehen, hervorbricht und es bei ihr ergreift]” (283, 347 ,
v u rgu b an a ait). Son ra d a yine O eid ip u s’a atıfla şöyle yazar: “F ail su çu
ya d a su çlu lu ğu n u inkâr edem ez: Eylem in önem i evvelce h areketsiz
olan şeyi harekete geçirm iş o lm asıd ır” ve on u n ifadesiyle “bilinçsiz
olan ( .. . ) bilinçle bağın tılı” hale gelm iştir [un d hierm it d as
U nbew u sste d e m Bew ussten, d a s N ichtseien de dem Sein zu v e rk n ü p
fen ]” (283, 347 , çeviri b an a ait). Bu dü şü n ce H egel’i, su çu n işlen işin de
zım n en öne sü rü len bir h ak tan - su ç lu lu ğ u n farkın dalıgın da ve b u far-
k m d alık aracılığıyla bilin m esi b ir yana- hen ü z bilinm eyen bir
“h a k ”tan bahsetm eye yöneltir.
H egel su çlu lu k ile h ak sah ip liği arasın d aki ilişk inin üzerin d e d u
ru r; su çlu lu k ta ö rtü k olan b ir h ak sah ip liği idd iası, aynı z am an d a ve
m ecb u ren b ir diğer yasan ın iptali olan bir h ak sah ip liği ve h ak ed in
m edir bu . H egel b u rad a, b ilm ed en su ç işleyen ve geri d ö n ü p b ak tığın
da su çlu lu ğu n d an etkilenen O eid ip u s’tan sö z eder gibidir. H ak id d ia
etm esin e, hatta eylem ini m eşru laştıran “y asan ın ” K reo n ’a göre an cak
su çlu lu ğu n bir göstergesi olabileceğini teslim etm esin e k arşın A ntigo
n e’nin su çlu lu k du yar gibi b ir hali yok tur. H egel’e göre bilin çdışı olan
ya d a “m evcu t olm ayan ," h ak sah ipliği id d iasın d a, yasan ın alanın da
yasa sayılm ayan bir yasaya dayalı eylem de ortaya çıkar. A ntigone’nin
id d iasın ı m eşru laştıran h içb ir şey yok tur. B aşvu rdu ğu yasa olanaklı
tek bir u ygu lam m örneğin e sah ip , b ild ik an lam d a y asa diye kavram -
laştırılam ayacak bir yasadır. Y asanın ötesinde, k avram laştırm an m öte
sin de olan, A ntigone’nin eylem ini ve sö z lü sav u n m asın ı yalnızca b ir
yasan ın çiğn en işin e dö n ü ştü ren , yasan ın çiğn en m esi o larak ortaya çı
kan b u yasa n edir? Bu b aşk a tür b ir yasayı çiğn em ek için gerekçeler
su n an bir yasa türü m ü d ü r; b u gerekçeler tek tek sıralan ab ilir, kav-
ram laştırılabilir ve bağlam d an b ağlam a aktarılabilir m i? Y ok sa b u yasa,
k avram laştırm aya k arşı k oyan ve yasan ın alan ın da ep istem ik b ir n a
h o şlu k o larak d u ran , tercüm e edilem eyen, y asal k avram laştırm an m sı
nırını belirleyen, hiçbir p ozitif ve genelleştirilebilir yasan ın k on trol et
m ediği b ir yasallık tarafından ortaya kon an yasan ın çiğn en işi olan bir
yasa m ıdır? Bu m evcut olm ayan ın ve bilin çdışı olanın y asallığıd ır, bi-
lin çd ışm a ait b ir y asa değild ir, an cak bilin çdışın ın zo ru n lu olarak y a
saya getird iği, yasan ın genelleştirilebilirliğinin sınırını ve k o şu lu n u b e
lirleyen bir tür taleptir.4
H egel b u anın üzerin d e d u ru r, n eredeyse sap lan ıp kalır b u ana,
am a b u n u n verdiği fena so n u cu denetim altına alm ak ta aceleci d a v ra
nır. O e id ip u s’u n su çu n u n bağışlan abilirliğin i, A ntigone’n in kin in se ba-
ğışlan am azlığm ı ortaya k oy arak O eid ip u s’u A ntigone’d en ayırır. B u n u
7 Ardından böyle bir kabulde bulunan bir failden söz etmeye başlar Hegel,
ama görünüşe bakılırsa bu fail Antigone olamaz. Polyneikes ve Eteokles’ten,
“Doğa’’dan olumsal olarak çıktığı söylenen, topluluğu yönetmek konusunda
aynı haklara sahip olduklannı iddia eden iki kardeşten söz eder Hegel. “İn
sani yasa evrensel mevcudiyeti bakımından topluluktur, genel faaliyeti ba
kımından topluluğun erkekliğidir, gerçek ve etkin faaliyeti bakımından da
yönetimdir. Penates’in ayrıklığını ya da kadın cinsinin nezaretinde farklı ai
lelere aynlmasmı kendinde tüketip içine alarak ve bunları kendi doğasının
akışkan sürekliliğinde çözünmüş halde tutarak kendisi olur, kendisini hare
kete geçirip muhafaza eder” (287-288).
varlığını an cak ailenin m u tlu lu ğu n a müdahale ederek k azan ır b u ; böy-
lece ken din e “b ir iç d ü şm a n yaratır - genelde k ad m cin sidir b u d ü ş
m an . “K adın cin si - top lu m u n ezeli eb ed i iron isi [hayatta]” ( 2 * 8 ,3 5 2 ) .
Q
[Das Gemeinwesen kann sich aber nur durch Unterdrückung dieses Geis
tes der Einzelheit erhalten.] Ayrıca topluluğun tam da bu bireyciliğe ihtiyaç
duyduğunu ve dolayısıyla “bunu yarattığını” da kabul eder [weil es wesent
liches Moment ist, erzeugt es ihn zwar ebenso] (288, 353, vurgu bana ait). Bu
eşzamanlı yaratma ve bastırma, “baskıcı tavır” [unterdrückende Haltung] de
diği, nesnesini düşman bir ilke olarak canlandıran tavır aracılığıyla ortaya
çıkar. Dolayısıyla bizzat Antigone’nin düşman olup olmadığı ya da tam da
bu baskıcı tavırla düşman kılınıp kılınmadığı belirsizdir. Her durumda,
tam da evrenselden ayrılması nedeniyle “kötü ve işe yaramaz” kişi rolü veri
lir Antigone’ye.
10 “Savaşta öne çıkan olumsuzluk ( ...) bütünü korur” (289).
Devlet artık kadın cinsinin yerine kendini koyar; bu kadın figürü aynı
anda hem massedilir hem atılır, bu figürün hem devletin zorunlu ön
koşulu olduğu varsayılır hem de devletin işleyiş alanının bir parçası
olduğu yadsınır. Dolayısıyla Hegel’in metni Antigone’yi, suçluluğunun
taşıdığı alternatif yasallık gücünü kaybetmesini sağlayacak şekilde dö
nüştürür, ardından bir de asla ait olmadığı anneliğe dair bir kadın cin
sine dönüştürülür, iki kez yerinden edilen bu figür son olarak da ar
zusunu massedip yadsıyan bir devlet aygıtı tarafından yadsınır. O ar
tık her kimse alenen geride bırakılmıştır, savaş uğruna, devlet arzusu
nun homososyalliği* uğruna geride bırakılmıştır. Hakikaten de Anti-
gone’nin ismi son kez burada anılır; bir yasanın bir diğer yasayla ve
bu diğer yasa aracılığıyla girdiği, artık çözülmekten çok bir kenara bı
rakılmış, silinmiş olan çatışmayı temsil eden bir isimdir bu. Etik düze
nin evrenselliği Antigone’yi değil, onun iki kez el konmuş sevgisinin
izini içerir yalnızca.
Hegel H ukuk Felse/esi’nde Antigone’ye geri döner; burada Antigo-
ne’nin nihayetinde kamusal yasayla bağdaşmayan bir dizi yasayla bağ
daştırıldığını ortaya koyar.11 “Bu yasa” der, “kamusal yasaya, yeryüzü-
13 Jacques Lacan, Le Séminaire, Livre II: Le Moi dans la théorie de Freud et dans
la technique de la psychanalyse, 1954-1955, Paris: Éditions du Seuil, 197«, s. 42;
The Seminar of Jacques Lacan, Book II: The Ego in Freud’s Theory and in the
Technique of Psychoanalysis, 1954-1955, ed. Jacques-Alain Miller, çev. Sylvana
Tomaselli, New York: Norton, 19S8, s. 29.
doğrusu tam da böyle bir etkiye sahip olmuştur. Aslında Lacan sem
bolikten, Antigone’nin yazıya dökülmemiş, kökenleri gene gayri insani
olan ve ayrıştırılamayan yasasına yaklaştığını düşündürecek şekilde
söz eder: “Sembolik işlev bir işlev olarak yeni değildir, kökleri insani
düzenin dışında bir yerdedir [amorces ailleurs], ama bunlar yalnızca
kökleridir [il ne s’agit que d’amorces], insanı düzenin ayırıcı özelliği,
varoluşunun her anı ve her aşamasında [le deprés] sembolik işlevin
müdehalesine uğramasıdır” (29, 42).
Antigone’nin -Hegel’e göre ilahi ve öznel olan, ailenin dişil yapısını
yöneten- yazıya dökülmemiş yasaları gibi bu yasalar da kodlanabilir
değildirler, ancak bunların temelde “döngüsel bir söz değiş tokuşu sü
recine bağlı” oldukları düşünülür. Lacan seminerin daha sonraki bir
kısmında şöyle yazar: “Özneye dışsal bir sembolik döngü vardır; bu
döngü, öznede, öznenin kaderi denen küçük çemberde belirsizce içe
rilen insan faillerden oluşan belli bir destekler grubuna bağlıdır"
(9s).14 Döngülerinde yol alan bu göstergeler özneler tarafından söze
dökülürler, ama onlan söze döken özneler tarafından yaratılmazlar.
“Benim dahil olduğum döngünün söylemi, ötekinin söylemi” (89) ola
rak -deyim yerindeyse- ulaşır bize. Lacan “Döngü” başlıklı makalesin
de sembolik için şöyle söyler: “Ben bunun halkalarından biriyim [un
des chaînons]. Bu, örneğin babam benim tekrar etmeye kesinlikle
mahkûm olduğum hatalar işlediği sürece babamın söylemidir - bu sü-
per-ego dediğimiz şeydir” (89 ,112).
gösterge zincirinde ya da başka bir şeyde [dans rien] geliştirilmemiş bir şe
yin niyaz edilişidir”(27», 324, vurgu bana ait). Dolayısıyla Antigone sem
boliğe yerleşmez; yazıya dökülmemiş ve dökülemeyecek olan bu yasa
lar sembolikle, öznenin kendisini içinde bulduğu o değiş tokuş dön
güsüyle aynı şey değildir. Lacan arzuya içkin olan bu ölüm-dürtülü
hareketin, Antigone’yi katlanılabilir bir yaşamın koşulu olan semboli
ğin dışına çıkaran şey olduğu tespitinde bulunsa da onu hattın ötesi
ne, ölüm sahnesine yönelten şeyin babasının laneti, babasının sözleri,
tam da Lacan’m daha önce semboliği tanımladığı terimler olması tuhaf
tır: “Bu, örneğin babam benim tekrar etmeye kesinlikle mahkûm ol
17 “11 désigne la limite que la vie humaine ne saurait trop longtemps franchir”
(Le Séminaire II, 305).
duğum hatalar işlediği ölçüde babamın söylemidir - süper-ego dediği
miz şey budur.” Eğer semboliğin dayattığı talep ya da görev “söylem
zincirini sapmış bir biçimde başka birine aktarmak”sa (Sem inar II, *9),
Antigone bu zinciri aktarır, ama üzerindeki lanete itaat ederek zincirin
gelecekteki işleyişini de durdurur aynı zamanda.
Antigone adalet isterken yasa çerçevesinde hareket etmesine karşın
ağabeyinin -yurttaşları birbirinin yerine konabilir kılacak- bir yasaya
indirgenemeyeceği konusunda ısrar ederek adaletin toplumdaki teme
lini ortadan kaldırır. Antigone ağabeyinin radikal tekliğini ortaya ko
yarken, ağabeyi nahoş bir yasanın evrenselliğini yok edebilecek bir
tehdit gibi durur ortada.
Bir anlamda Antigone ağabeyine duyduğu sevginin, göstergenin i-
letilebilirliğini gerektiren bir sembolik düzende yitip gitmesine izin
vermeyi reddeder, lletilemez göstergenin, yazıya dökülmemiş yasanın
tarafında kalarak, sevgisini gösterge zincirine, dilin başlattığı ikame
edilebilirlik yaşamına teslim etmeyi reddeder. Lacan’a göre Antigone
“neliğin silinmez karakterini” (279) temsil eder. Ama var olan semboli
ğin hükmü altındaki nelik, tam da göstergenin ortaya çıkışıyla tahliye
edilen şeydir. Böylece silinmez, dil-öncesi bir ontolojiye geri dönüş
Lacan’da ölüme geri, dönüşle, hatta ölüm dürtüsüyle ilişkilendirilir
(göndergesellik burada ölüm figürüyle kavranır).
Ancak pace Lacan [Lacan’m izniyle], Antigone’nin Polyneikes’i ve
Polyneikes’e duyduğu sevgiyi savunurken, basitçe neliğin silinmez ka
rakterini tamsil etmediğini söyleyelim. Öncelikle tozlara gömerek sil
meye değilse de örtmeye çalıştığı şey ağabeyinin teşhir edilen cesedi
dir. İkincisi görünüşe bakılırsa, ağabeyini savunmasının “yaşayan ölü”
olmasına yol açmasının bir nedeni de bu savunmasına tam da Lacancı
semboliği, yaşamın kavranabilir koşullarını eklemleyen akrabalık iliş
kilerini yürürlükten kaldırmasıdır. Ağabeyin olanaksız ve saf ontoloji
sini yeniden ele geçirmek için toplumun sembolik bağlarını terk ede
rek ölüm alanına girmez Antigone. Lacan’m bu noktada, belki de ken
di körlüğünü açığa vurarak atladığı şey, Antigone’nin akrabalık ile
semboliği eklemleyen ensest tabusunu yürürlükten kaldırması nede
niyle ölümcül bir lanete uğramasıdır. Sorun ağabeyin saf zatının, sem
bolik eklemlenmesinin ardından tekrar ele geçirilemez hale gelmesi
değil, semboliğin kendisinin kurucu yasaklarıyla sınırlandırılmış ol
masıdır.
Lacan sorunu, sembolik ile saf ontoloji arasındaki tersine ilişki çer
çevesinde ortaya koyar: “Antigone’nin konumu ağabeyinin varlığının
eşsiz değerini herhangi bir zata, Polyneikes’in yapmış olabileceği her
hangi bir iyilik ya da kötülüğe veya maruz kaldığı herhangi bir şeye
gönderme yapmadan onaylayan radikal sınırı temsil eder.”18 Ama bu
analiz, Antigone’nin suç da işlediğini, devletin buyruğuna başkaldır
makla kalmadığını, ağabeyine duyduğu sevgiyi fazlasıyla ileriye götür
me suçunu da işlediğini unutur. Peki bu yasağın ölümcül etkilerini
“dilin mevcudiyetinin insanın hayatına getirdiği kırılma” diye genelleş
tirerek Polyneikes’i “içinden geçtiği tarihsel drama”dan ayıran Lacan
değil midir?
Görünüşe bakılırsa burada unutulan, gömülen ya da üzeri örtülen
şey, tam da Lacan’ın evvelce kurduğu bağlantıdır, semboliğin Levi-St-
rauss’la ve semboliğin bir “bütünlük” olup olmadığı sorusuyla bağlan-
1S Polyneikes’e varlık bahşeden şey dildir: “Antigone (...) insan varlığı ile
Polyneikes’in mucizevi bir şekilde taşıyıcısı olduğu varlık, yani aleyhine o-
labilecek her şey karşısında ona olduğu şey olma gücünü, bu altedilemez
gücü veren göstergesel kesit arasındaki saf ve yalın bir ilişki olarak karşımıza
çıkar” (Seminar V7I, s. 282, vurgu bana ait).
tılanchrılmasıdır - Levi-Strauss’un iddia ettiği, Hyppolite’in de çekin
diği bir “bütünlük”tür bu. Eğer Antigone Lacan’m iddia ettiği gibi
semboliğe ve dolayısıyla da yaşama karşı duran bir düşünme tarzını
temsil ediyorsa, bunun nedeni, yaşayabilirlik koşullarının Antigo-
ne’nin iddiasının meydan okuduğu sembolik tarafından oluşturulma
sıdır belki de. Antigone’nin iddiası semboliğin dışında, hatta kamusal
alanın dışında değil, semboliğin alanında ve semboliğin buyruğunun
öngörülemeyen sahiplenişi ve saptırılması olarak ortaya çıkar.
Babanın laneti, çocukların babanın sözlerine kendi sapmış güzer
gâhlarında uyma yükümlülükleri, Lacan’m sembolik için getirdiği ta
nımdır aslında. Babanın sözleri, sembolik lanetin başlangıç ifadeleri,
çocukları tek bir hareketle birleştirir. Bu sözler Antigone’nin arzusu
nun biçimlendiği döngü haline gelir; umutsuzca ayağına dolaşmış ol
salar da bu sözler Antigone’yi ele geçirmiş değillerdir. Bu sözler Anti-
gone’yi ölüme mahkûm elmez mi - Oeidipus çocuklarının yaşamama-
smın daha iyi olacağını iddia eder; yoksa Antigone’yi kültürel kavrana-
bilirliğin dışında kalan bir arzunun yaşanamazlıgma vardıran şey, bu
sözlerden kaçması mıdır? Eğer sembolik babanın sözleri tarafından
yönetiliyor ve dilsel yapı biçimine bürünmüş bir akrabalık tarafından
yapılandırılıyorsa, Antigone’nin arzusu sembolik çerçevede tahammül
edilemez bir şeyse, Lacan neden Antigone’yi amansızca ölüme götüren
şeyin, arzusunun içkin bir özelliği olduğunu savunur? Arzuyu ölüme
yönelten şey, arzunun tahammül edilmezliği olarak anlaşılan akrabalık
sınırları değil midir?
Lacan burada bir sınır olduğunu kabul eder, ama kültürün kendi
sinin sınırı olacaktır bu, ötesine geçildiğinde ölümün kaçınılmaz ola
cağı kaçınılmaz bir sınır. Şunu öne sürer Lacan: “Hayata yaklaşmak,
hayatı yaşamak ya da hayat üzerine düşünmek, Antigone’nin zaten ha
yatım kaybetmiş, zaten öteki tarafına geçmiş olduğu o sınırın bulun
duğu yerden mümkün olabilir ancak” (2*0). Ama bu ölüm-dürtülü dü
şünce, semboliğin eklemlenmesine meydan okumak ve semboliğin
kendi iktidar alanını yeniden üretmesini sağlayan ölümcül yasaklan
değiştirmek üzere ne ölçüde geri dönebilir? Ve eğer Antigone’nin yaz
gısı aslında -Orlando Patterson’ın kullandığı anlamda- bir toplumsal
ölümse bu neyi değiştir?19 Hayati bir soru gibi görünüyor bu; çünkü
bildiğimiz haliyle bu yaşam dışı konum öngörüldüğü gibi bir yaşam
dışı konum olmak zorunda değildir. Bu konum, yaşanabilirligin ku
rulduğu sembolik sınırlamalara yönelik bir bakış açısı da sunar ve so
ru şu hale gelir: Bu konum, yaşanabilirlik şartlannm yeniden ya da as
lında ilk kez yazılabileceği eleştirel bir bakış açısı da sunar mı?
Antigone, Lacan’m öne sürdüğü gibi (282), “salt ölüm olarak ölüme
yönelik saf ve basit bir arzu denebilecek şeyin gerçekleşmemesi sınır
larına vardırır” mı? Ve Antigone’nin arzusu suçlulukta ölümüne ayak
diremeye mi yöneliktir? Lacan “Antigone yalnızca ve basitçe suçlunun
varlığının muhafızı olmayı seçer” derken (283) haklı mıdır, yoksa bu
suçluluk, aceleci engellemeleriyle semboliğin zorunlu olarak takıldığı,
kodlamayı önceleyen bir yasallık belirleyerek iletilebilirlik ve yaşam
için yeni zeminler olup olamayacağı sorusunu ortaya koyarak bilinçdı-
şı bir hak iddiası mı getirir?
TEFRÎKSÎZ İTAAT
G
eorge Steiner Antigone ’nin tarih boyunca ne şekilde sahiplenildi-
ğine ilişkin incelemesinde, peşine düşmediği, tartışmaya açık bir
soru atar ortaya: Psikanaliz kendisine çıkış noktası olarak Oeidipus
yerine Antigone’yi alsaydı ne olurdu?1 Oeidipus’un da trajik bir yazgı
ya sahip olduğu açıktır, ama Antigone’nin yazgısı kesinlikle post-Oe-
idipaldir. Erkek kardeşleri babaları tarafından açıkça lanetlenmiştir,
peki lanet Antigone üzerinde de işliyor mudur ve eğer işliyorsa, örtük
ve içkin araçlarla mı işliyordur? Koro Oeidipus’un yazgısının kısmen
ve kesinlikle Antigone’ninki üzerinde de etkili olduğunu belirtir. Peki
Antigone nasıl bir tarih yükü taşır? Oeidipus anne ve babasının kim
olduğunu öğrenir, ama annesinin ayrıca karısı olduğunu da anlar. An-
tigone’nin babası ağabeyidir, çünkü Iocasta ikisinin de annesidir ve er
kek kardeşleri yeğenleridir, ağabey-babasmın, Oeidipus’un oğulları
dır. Akrabalık terimleri onulmaz bir ikirciklik gösterir. Antigone’nin
trajedisinin bir parçası mıdır bu? Akrabalıktaki bu ikirciklik ölümcül-
lüğe mi varır?
Antigone, akrabalıkta tutarlı konumlar üretmeyen bir ilişkiler ağı
na yakalanmış durumdadır. En net deyişle söylemek gerekirse, Anti
gone akrabalığın dışında ya da kavranamaz değildir. Ancak bir dehşet
ford: Stanford University Press, 1985. Yanagisako burada hem yapısalcı hem
de işlevselci açıklamaları akrabalık ilişkilerine dair dinamik bir anlayış su-
namadıklan gerekçesiyle kusurlu bulur, David Schneider A Critique of the
Study o f Kinship’te Fortes, Leach ve Levi-Strauss’un geliştirdiği kuramsal ak
rabalık modellerinin etnografik kavrayışa kuramsal sınırlar dayattığını, ku
ramsal norma yaklaşamamış toplumlan açıklamakta başarısız olduğunu ve
bu düşünürlerin biyolojik üreme ilişkilerini akrabalık incelemelerinin hare
ket noktası olarak almama iddialarına karşın bu varsayımı çalışmalarının
temel önermesi haline getirdiklerini gösterir (bkz. s. 3-9, 133-177). Özellikle
Pierre Clastres’nin Fransa’da büyük gürültü koparan, kısmen Marshall Sah-
lins’in çalışmasına dayanan incelemesinde toplumsal alanın akrabalığın işle
yişlerine indirgenemeyeceğini öne sürer ve akrabalık kurallarının bir top
lumsal düzen için kavranabilirlik ilkelerini sağlayan şeyler olarak ele alın
maması konusunda uyarıda bulunur. Örneğin iktidar ilişkilerini değiş to
kuş ilişkilerine indirgemenin imkânsız olduğunu söyler: “İktidar (...) top
lumun temel yapısal düzeyleriyle (...) ilişkilidir: Yani iletişim evreninin tam
kalbinde yer alır” (3 7 ). Clastres, Society Against the State’te (çev. Robert Hur
ley, New York: Zone, 1987, s. 27-49), “kadın değiş tokuşunu” iktidar ilişkileri
çerçevesinde yeniden konumlandırmayı savunur. “Marxists And Their
Anthropology”de de akrabalık ve devlet konusunda Maurice Godelier’ye
yakıcı bir eleştiri yöneltir. Clastres, akrabalığın başlıca işlevinin ensest tabu
sunu tesis etmek ya da üreme ilişkilerine örnek oluşturmak değil, akraba
nın “adını” aktanp yeniden üretmek olduğunu öne sürer ve şöyle der: “Ak
rabalığa nakşolmuş adlandırma işlevi, ilkel toplumun bütün sosyopolitik
varlığım belirler. Akrabalık ile toplum arasındaki bağ buraya konumlandı-
nlmıştır.” Bkz. Pierre Clastres, Archaeology o f Violence, çev. Jeanine Her
man, New York: Semiotext(e), 1994, s. 134.
Akrabalığın somut bir uygulama addedildiği bir yaklaşım için bkz. Pierre
Bourdieu, The Logic of Practice, çev. Richard Nice, Stanford: Stanford Uni
versity Press, 1990, S. 34-45.
heyle bakılmasını sağlayabilir. Psikanaliz normalleşmenin düzenleyici
normlarla nizama sokulamayan şeyler tarafından sürekli bozulup en
gellendiğini sık sık vurgulasa da ensest tabusunu temel alan yeni akra
balık biçimlerinin nasıl ortaya çıkabildiği, çıktığı sorusuna yönelmez
pek. insanın yakın aile üyelerini kendine sevgili ve eş olarak seçeme
yeceği -ya da seçmemesi gerektiği- kabulünden, mümkün olan akra
balık bağlarının şu ya da bu özel biçime büründüğü sonucu çıkmaz.
Ensest tabusu ihlalini içinde barmdırıyorsa, ensesti basitçe yasaklı
yor değildir, daha ziyade ensesti toplumsal çözülmenin zorunlu haya
leti olarak ayakta tutup besliyordur - toplumsal bağların ortaya çık
ması için elzem bir hayalettir bu. Dolayısıyla Antigone’deki ensest yasa
ğı, yalnızca iktidarın negatif ya da yoksun bırakıcı bir işleyişi olarak
değil, tam da menettiği suçu -yerinden etmek suretiyle- yaygınlaştıra
rak işleyen bir yasak olarak bu yasağın kendisinin yeniden düşünül
mesini gerektirir. Tabu ve tabunun ensesti tehditkâr bir şey olarak su
nuşu, kendi en belirgin imkânı olarak ensesti içinde barındıran akra
balık hatlarını belirler ve böylece “sapmışlığı” normun tam merkezine
yerleştirir. Aslında benim sorum şu: Acaba bu, meşru ve gayri meşru
akrabalık ilişkilerini düzenleyen normların daha radikal bir şekilde
yeniden çizilmesine olanak tanıyacak, toplumsal olarak varlığını sür
dürebilecek bir akrabalık sapmasının da temeli olabilir mi?
Antigone “kardeş” derken “baba” mı demek ister? Ûlen akrabası
nın yasını tutma hakkına sahip çıkar, ama acaba başka kaç akrabası
nın yasını tutmuştur? Ailesinden kaç kişinin öldüğü düşünülürse, an
ne, baba, reddettiği kız kardeşi ve diğer erkek kardeşi tekrar dünyaya
gelmesi imkânsız ağabeyin yerinde bir araya gelmiş olabilir mi? Anti-
gone’nin eylemine yönelik ne tür bir psikanaliz yaklaşımı nesne düze
yindeki belirlenime ilişkin değerlendirmeyi daha baştan engeller? Ak
rabalık teriminin kullanım yeri konusunda doğan bu ikirciklik kesin
likle post-Oeidipal bir ikilemin işaretidir; akrabalık konumları kolayca
birbirlerinin yerine geçme eğilimindedir, Antigone erkek kardeştir, er
kek kardeş babadır, ister ölü ister diri olsunlar psişik ve dilsel olarak
durum budur; bu özdeşleşme kaymaları içerisinde yaşayan herkesin
yazgısı belirsizdir, ölümle yaşayacak, yaşamla öleceklerdir.
Psikanalizinin dünyasında kalınarak basitçe Antigone’nin yasadan
sapmayı temsil ettiği söylenebilir ve yasanın saptırılmayı gerektirdiği,
6 Burada sapkının özerk kalan bir şey olarak normun içinde yer aldığını öne
sürmüyorum, ama diyalektik olarak normun kendisine asimile olduğunu
da öne sürmüyorum. Bunun, bir meşruluk iddiasına vurulmuş egemenlik
kilidini korumanın olanaksızlığını gösterdiği düşünülebilir; çünkü iddianın
meşrulaştırılmış telaffuz alanının dışında yinelenmesi, meşru alanın bu id
dianın etkinliğinin kaynağı olmadığını gösterir. Burada Homi Bhabha’nın
hem söz edimi kuramına hem de Foucault’nun Bilginin Arkeolojisi'nde geliş
tirdiği söylem anlayışına dair çalışmasının tamamına yayılmış olan kayda
Slavoj Zizek Enjoy Your Symptom!’da7 sunduğu kısa Antigone açık
lamasında, Antigone’nin Kreon’a “hayır!” demesinin dişil ve yıkıcı bir
eylem olduğunu ve olumsuzlayıcılığı nedeniyle Antigone’nin ölümüne
yol açtığını öne sürer. Zizek’e göre eril eylemin, yeni bir düzen kuran
eylemin daha olumlu olduğu açıktır (46). Antigone egemene “hayır”
diyerek kendini toplumun dışına çıkarır, bu sürgünde hayatta kalabi
lecek nitelikte de değildir. Fakat görünüşe bakılırsa eril tadil ve inşa,
dişil olumsuzlamanm neden olduğu “travmatik kopuşu” örtbas etmeye
yönelik bir girişimdir. Burada Antigone’nin bir kez daha (sorunsuzca)
dişil konuma yükseltildiği görülür; polis’e yönelik temel olumsuzlama-
nın, polis’in -sonraki uygulamalarca örtbas edilmeye çalışılan- travma
tik çözülme,alanının kurucusu olduğu düşünülür. Peki Antigone ba
sitçe “hayır” mı der? Konuşmasının bilmecemsi olumsuzlamalarla dolu
olduğu kesindir, ama aynı zamanda Kreon’un çetin iradesine de ya
kındır ve olumsuzlamasıyla rakip bir özerklik çerçevesi çizer. 2izek
daha sonra Antigone’nin Kreon’a uslamlamalarla değil, ağabeyinin is
minden ibaret bir totolojiyle karşı durduğunu gösterecektir: “Antigo
ne’nin Polyneikes’in gömülme hakkı konusunda ısrar ederken dayan
dığı yasa ‘saf göstergenin yasasıdır. ( ...) Kimliğimizi sabitleyen ismin
Yasasıdır bu” (91-92). Ama Antigone ağabeyini ismiyle mi, yoksa ona
öncelik sağlamaya çalışırken, aslında ve ilke olarak yerine başkası ko
nabilecek bir akrabalık terimiyle mi anar? Ağabeyinin tek bir ismi ola
bilecek midir?
Günümüzde yasanın teksesli işleyişlerini bozmak üzere yasanın di
line katılan ses nasıldır peki? Karma aileleri “anne” dediğinde kendisi
ne birden fazla kişinin cevap vermesini bekleyen bir çocuğu düşüne
9 Ensest tabusunun her zaman normatif aile üretmediğini öne sürmek bura
daki stratejilerimizden biriydi, fakat ensest tabusunun ürettiği normatif ai
lenin de her zaman göründüğü gibi olmadığını anlamak muhtemelen daha
önemlidir. Örneğin Linda Alcoff ve diğerlerinin sunduğu, heteroseksüel
normatif ailelerdeki heteroseksüel ensestin, heteroseksüel normatiflikteki
ataerkil ayrıcalığın feshi değil bir uzantısı olduğunu ortaya koyan çözümle
me önemlidir. Yasaklama tamamıyla ya da yalnızca yoksun bırakıcı değil
dir; çünkü yasaklama, yasakladığı suçun hayaletini gerektirir ve üretir. Al-
coffa göre yasak, ilginç bir Foucaultcu hamleyle, ensest uygulamasını koru
yup teşvik eden örtüyü sunar. Ama burada, amacının diyalektik olarak ter
sine çevrilişinde, ensest tabusunun üretkenliğini incelemek için herhangi
bir neden var mıdır? Bkz. Linda Alcoff, “Survivor Discourse: Transgression
or Recuperation?” SIGNS 18 , sayı 2 (Kış 1993): 260 -291 . Aynca ensestin suç ha
line getirilişine dair ilginç ve cesur bir tartışma için bkz. Vikki Bell, Interro
gating Incest: Feminism, Foucault and the Law, Londra: Routledge, 1993 .
nr: Geldiği ve aktardığı akrabalık çizgisi, Antigone’nin varlığının ko
şulu olan bariz ensest edim nedeniyle karmaşıklaşmış bir baba konu
mundan türemiştir; bu konum onun ağabeyini babası kılar, Antigo-
ne’nin dilsel olarak “anne” hariç bütün akrabalık konumlarını -akra
balık ve cinsiyet tutarlılığı pahasına- doldurduğu bir anlatıyı başlatır.
Antigone eşcinsel bir kahraman olmamasına karşın halen yorum
lanmayı bekleyen belli bir heteroseksüel ölümcüllüğü simgeler. Bazıla
rı Antigone’nin trajik yazgısının, kültüre kavranabilirlik bahşeden ak
rabalık çizgilerini ihlâl eden herkesin yazgısı olacağı sonucuna varabi
lir, ama Antigone’nin durumu aslında karşıt bir eleştirel müdahaleye
olanak tanır: Eyleminin, normatif anlamıyla heteroseksüellik için
ölümcül olan yanı nedir? Ve bu ölümcüllüğün ele alınması, başka
hangi cinselliği düzenleme yollannı ortaya koyabilir?
Marksist analizden ve Engels’in ailenin kökenine dair ünlü çalış
masından etkilenmiş kültürel antropoloji okullarını takip eden bir fe
minist antropologlar okulu Levi-Strausscu modelden ayrılmıştır; bu
eleştirinin muhtemelen en güçlü temsilcileri: Gayle Rubin,10 Sylvia Ya-
nagisako, jan e Colier, Michelle Rosaldo11 ve David Schneider’dir.12 Fa
13 Carol Stack, All Our Kin: Strategies fo r Survival in a Black Community, New
York: Harper and Row, 1974.
Patterson’ın S la v ery a n d S o d a l D cath [Kölelik ve Toplumsal Ölüm] adlı
kitabı, Afrikalı-Amerikalılar açısından köleliğin ortadan kaldırdığı ku-
rumlardan birinin de akrabalık olduğu tespitini getirir.14 Efendi m u
hakkak köle ailelerine sahip olurdu, ailenin kadınlarına tecavüz edip
zor kullanabilen, erkeklerini de kadmsılaştıran bir aile reisiydi; köle
ailelerindeki kadınlar erkekleri tarafından korunamazlardı, erkekler
kadın ve çocuklann korunup yönetilmesi rolünü yerine getirebilecek
durumda değillerdi. Patterson bazen sanki başlıca akrabalık ihlali köle
ailelerinde babanın kadınlar ve çocuklar üzerindeki haklarını tama
men kaybetmesiymiş gibi bir izlenim yaratsa da köleliğin -kölelerin
yaşayan ölü muamelesi görmesine yol a ça n - bu yönünü tanımlamak
üzere “toplumsal ölüm” dediği önemli kavramı sunar bize. I
“Toplumsal ölüm” Patterson’ın, yaşayan bütün insanların sahip ol
duğu varsayılan tüm haklardan tamamen mahrum bırakılmış bir can
lının durum u için kullandığı terimdir. Patterson’ın görüşünde sorgu-
lanmaksızın kalan şey -b en ce, aile siyasetine dair yeni görüşlerinde de
su yüzüne çıkar b u - köleliğin köle erkekleri aile içerisindeki “doğal”
addedilen reislik konumundan mahrum bırakılmasına yönelik itirazı
dır. Aslında Hegel’den faydalanma tarzı da bu tespiti destekler. Angela
Davis ise yıllar önce T h e Black S ch o la r’d a [Siyah Alim], siyah kadınla
rın hem kölelik kurumunda hem de sonrasında tecavüze karşı savun
masız olduklarını vurgulayarak ailenin cinselleştirilmiş ırkçı şiddete
karşı yeterli bir koruma sağlamadığını öne sürerek Patterson’ınkinden
15 Angela Davis, “Rape, Racism and the Myth of Black Rapist,” Women, Race
and Class’ta, New York: Random House, 1981, tekrar yayımlanmıştır, s. 172-
201 .
16 Claude Lévi-Strauss, Race et Historie, Paris: Denoêl, 1987; Structural Anthro
pology, cilt 2, çev. Monique Layton, New York: Basic Boks, 1974, s. 323-362.
17 Kath Weston, Families We Choose: Lesbians, Cays, Kinship, New York: Co
lumbia University Press, 1991.
tanınması için -b u insanlara örneğin birbirlerinin tıbbi sorumluluğu
nu taşıma, hatta ölen kişiyi teslim alma ve gömme izni tanınmadığı da
belirtilerek- büyük bir mücadele veriliyor.
Çeşitli akrabalık biçimlerinin meşruiyetini artırmaya çalışan ve as
lında akrabalığın aileye indirgenmesini reddeden bu radikal akrabalık
yaklaşımı, 1960’lardaki “cinsel devrim”in ardından bazı feministlerce
eleştirilmiştir ve kanımca bu eleştiriler, şu anda radikal cinsellik siya
setiyle gerilim halinde olan kuramsal bir muhafazakârlık üretmiştir.
Yeni Lacancı biçimcilik ile Michael Warner ve arkadaşlarının radikal
eşcinsel siyaseti arasında verimli bir işbirliği sağlamanın zor olmasının
nedeni de budur örneğin. Lacancı biçimcilikler, cinsel alışverişi yasak
layan ve düzenleyen kurallara -k i bunları ihlal ettiğimizde yine sil
baştan bunlar tarafından düzene sokulmaktan başka bir şey geçmez
elim ize- dayanan temel cinsel farklılık fikirleri konusunda ısrar eder.
Radikal eşcinsel siyaseti ise sürdürülebilir eşcinsel birliktelik biçimle
rini gayri meşru, hatta olanaksız ve sürdürülemez addeden cinsel tu
tuculuğu sorgular. Uç noktasından bakıldığında, radikal cinsellik siya
seti psikanalize ya da daha doğrusu psikanalizin örtük normatifliğine
sırt çevirir. Yeni-biçimciler ise eşcinsellik çalışmalarına “trajik bir şe
kilde” ütopik girişimler gözüyle bakıp sırt çeviriyor.
1970’lerin başında tekeşliliği ve aile yapısını reddeden radikal sosya
listlerin 70’lerin sonlarında psikanaliz kliniklerini doldurup kendilerini
acılar içerisinde analistin kanepesine atışlarına dair hikâyeler dinle
miştim. Bana öyle gelmişti ki, psikanalize, özellikle de Lacancı kurama
dönüşün ardında yatan neden, bu sosyalistlerden bazılarının psişik
olarak hayatta kalmak için gerekli olan cinsel pratikler üzerinde bazı
sınırlamalar olduğunu ve yasaklan ortadan kaldırmaya yönelik ütopik
çabanın genellikle dayanılmaz psişik acı sahneleriyle son bulduğunu
anlamış olmasıydı kısmen. Sonuçta Lacan’a dönülmesi, cinsel düzenle
me meselelerine ilişkin büyük ölçüde kurucu ve esnek bir toplumsal
yasa açıklamasından uzaklaşılıp, Juliet Mitchell’m geçmişte “ezeli yasa”
dediği (artık böyle demiyor) toplum-öncesi bir yasayı, toplumsal bi
çimlerin çeşitliliğine sınırlar koyan ve en muhafazakâr halinde Oeidi-
pal dramayı egzogamik, heteroseksüel bir sonuca bağlayan “Babanın
yasası”nı öngören bir açıklamaya dönülmesiydi. Bu sınırlamanın top
lumsal değişimin ötesinde, hatta bütün toplumsal değişimlerin koşulu
ve sınırı olduğunun düşünülmesi, bu yaklaşımın neredeyse teolojik
bir statü kazandığına işaret eder. Ama bu tavır genellikle, Oeidipal
dramamn normatif bir sonucu olsa da sapma olmaksızın norm un var
olamayacağını, norm un ancak sapma aracılığıyla kurulabileceğini id
dia etmekte fazla acelecidir. Sapmanın norm için vazgeçilmez olduğu
nu ilan eden bu cöm ert tavrın hepimizi ikna etmesi beklenir. Gördü
ğüm kadarıyla sorun şudur: Sapma tam da burada, normun asli ve
olumsuz yanı olarak gömülü kalmıştır, norm ile sapma arasındaki iliş
ki de durağanlığım korumakta, norm un yeniden eklemlenişine olanak
tanımamaktadır.
Dolayısıyla bu ışık altında, Oedipal dramayı sonuca bağlayan Anti-
gone’nin bu drama için heteroseksüel bir kapanış sunamadığım ve bu
nun da Antigone’yi çıkış noktası edinen bir psikanaliz kuramının ne
yöne gittiğine işaret edebileceğini belirtmek ilginç olabilir. Kuşkusuz
Antigone başka bir cinsellik, heteroseksüellik olm ayan bir cinsellik o r
taya koymaz, ama Haemon’a göre hayatta kalmak için zorunlu olan şe
yi, bir anne ve bir eş olmayı reddederek, sallantılı toplumsal cinsiye
tiyle kamuda çalkantı yaratarak, gelin odası olarak ölüme kucak aça
rak ve mezarını “derin kazılmış yuvam” ( kataskaphes oikesis) diye ta
nımlayarak heteroseksüelliğin yerleşikliğini sarsar. Eğer ölüme gider
ken yöneldiği sevgi ağabeyine ve dolayısıyla muğlak bir şekilde baba
sına duyduğu sevgiyse, bu ancak ortadan kaldırılmasıyla doruk nokta
sına varabilecek bir sevgidir - bu da bir doruk noktası değildir. Gelin
odası yaşamda reddedilip ölümde arandığı için metaforik bir anlam
kazanır ve bir metafor olarak geleneksel anlamı kesinlikle geleneksel
olmayan bir anlama dönüşür. Eğer mezar gelin odasıysa ve evliliğe
tercih ediliyorsa, o zaman mezar tam da evliliğin yıkımını simgeler,
“gelin odası” ( n u m p h eio n ) ise tam da kendi olanağının yadsmışmı tem
sil eder. Söz nesnesini yok eder. Adlandırdığı kuruma gönderme ya
parken bu kurum un yok edilişini yerine getirir. Antigone’nin kendi
eylemleri üzerindeki egemeıîliğine şüphe düşüren dilsel çift anlamlılı
ğın işleyişi değil midir bu?
19
Giorgio Agamben, Homo Sacer: Sovereign Power and Bare Life, çev. Daniel
Heler-Roazen, Stanford: Stanford University Press, 1998.
20 Hannah Arendt, The Human Condition, Chicago: University of Chicago
Press, 1969,1. kısım.
ölenin, evet kesinlikle tanınma yoksunluğundan ölenin, insan olarak
tanınmanın -k i insan bu tanınma olmaksızın varlık kazanamaz, olan
ve olabilecek olan vasfını taşımayan bir şey olarak varlığın uzak bir
köşesinde kalakalır- bahşedildiği prematüre norm belirleniminden
ötürü ölenin alanında ortaya çıkan anlam vardır. Kamusal alanın me
lankolisi değil midir bu?
Arendt elbette kamusal alan ile özel alan arasında problematik bir
ayrım getirmiş, klasik Yunan’da yalnızca ilkinin siyasetin alanı olduğu
nu, diğerinin ise suskun, şedid ve eril otoritenin despotik gücüne tabi
olduğunu öne sürmüştü. Elbette siyaset-öncesi bir despotizmin nasıl
ortaya çıkabildiğini ya da “siyasi” teriminin insani düzeyin altındaki
bir nüfusun -insanın sözler ve eylemler aracılığıyla kurduğu, sözler
eylemlere dönüştüğünde bu kuruluşun en sağlam haline ulaştığı ka
musal alanın konuşma sahnesine girmesine izin verilmeyen bir nüfu-
s u n - statüsünü tanımlamak üzere nasıl zorunlu olarak genişletildiğini
ise açıklamamıştı. Arendt’in İnsanlık D u ru m u ’nda okuyamadığı şey,
tam da kamusal ve siyasi alanın sınırlarının, kurucu bir “dış” üretile
rek sağlama alınmasıydı. Açıklamadığı şey de akrabalığın kamusal alan
ile özel alan arasında kurduğu dolayımlayıcı bağlantıydı. Köleler, ka
dınlar ve çocuklar, yani mülk sahibi erkekler dışında kalanlar, insanın
dilsel eylemleriyle kurulduğu kamusal alana girme iznine sahip değil
diler. Dolayısıyla akrabalık ve kölelik insanın kamusal alanını belirler
ve bu çerçevenin dışında kalır. Ama bu hikâyenin sonu bu mudur?
Peki böyle bir sahne de Antigone kimdir; onun sözlerini, drama-
nm olaylarına, gerçekleştirici eylemlere dönüşen sözlerini nasıl yo-
rumlamalıyız? Antigone insani alana dahil değildir, ama onun diliyle
konuşur. Eylemde bulunması yasaklanmışken yine de eylemde bulu
nur ve eyleminin mevcut bir norma kolayca uyarlanıvermesi pek
mümkün değildir. Eylemde bulunmaya hakkı olmayan biri olarak ey
lemde bulunurken insanın önkoşulu olan akrabalık terminolojisini al
tüst eder ve dolaylı olarak bu önkoşulların aslında neler olması gerek
tiği sorusunu sordurur bize. Dışında bırakıldığı hak sahipliği dili içeri
sinde konuşur, nihai bir özdeşleşmenin mümkün olmadığı iddia dili
ne katılır. Eğer Antigone insansa o zaman insanda bir anlam kayması
olmuştur: Artık sözcüğün asıl kullanımını bilmiyoruzdur. Ve asla ken
disine ait olamayacak bir dili ele geçirdiği ölçüde, siyasi normların
dağarcığında bir çaprazlama işlevi görür. Eğer akrabalık insanın önko
şuluysa, o zaman Antigone, siyasi anlam kayması aracılığıyla ulaşılan,
insani düzeyin altındakiler insan olarak konuştuklarında, toplumsal
cinsiyet yerinden edildiğinde ve akrabalık kendi kurucu yasalarının
üzerine çöktüğünde ortaya çıkan yeni bir insani alana vesile olur.. An
tigone edimde bulunur, konuşur, söz ediminin ölümcül bir suç oldu
ğu kişi haline gelir, ama bu ölümcüllük onun yaşamını aşar ve kavra-
nabilirlik söylemine -b u söylemin gelecek vaat eden kendi ölümcüllü-
ğü olarak, bu söylemin sapmış, emsalsiz geleceğinin toplumsal biçimi
olarak- girer.
d iz in
I r ig a r a y , L u c e , n , 1 2 ,1 3 ,1 5 , 61 Oeidipal sahne, 37
K r e o n , 13, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 23, 87, 105, 106, 107, 109
6 0, 67, 68, 69, 73, 94, 109 ölüm dürtüsü, 47, 68, 69, 75
61, 62, 63, 64, 65, 66, 67, 68, 69, performatif, 25, 37, 80, 85, 88
70, 71, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 78, Polyneikes, 19, 25, 27, 33, 53, 55, 75,
80, 88, 96, 97, 104, 106 76, 81, 82, 83, 85, 94, 105, 108, 109
Laclau, Ernesto, 97 post-Oeidipal, 79, 93
queer kuramı, 34
Miller, Jacques-Alain, 14, 62, 67
Mills, Patricia, 13
Rapp, Rayna, 90
Mitchell, Juliet, 35, 36, 104
Rosaldö, Michelle, 99
97
Sophokles, 8, İl, 17, 18 , 33, 57, 59, Yanagisako, Sylvia Junko, 90, 99
73, 84, 85, 86, 89 yapısalcılık, 14, 33, 34, 36
SÖZ edimi, 24, 44, 87, 93, 112
Strathern, Marilyn, 90
ANTİGONE’NİN İDDİASI
Yaşam ile Ölümün Akrabalığı
Judith Butler
www.kabaici.com.tr
ISBN 975-997-097-X
YAŞAM İLE ÖLÜMÜN AKRABALIĞI
Antigone’nin iddiası
www.kabaIci.com.tr
ISBN 9 7 5 - 9 9 7 - 0 9 3 - 7
789759 970932