You are on page 1of 10

TÜRK GÖÇMEN ve MÜLTECİ DERNEKLERİ

FEDERASYONU


dünijası V
ak
n
si

Üs Aylık F i k i r - Kültür Dergisi


E
k-
Te

Yıl : 3 Sayı : 13 Nisan - Mayıs - Haziran 1969

İstanbul

O
Türk Hümanizmi ve Nazik'im Destanı

Emel ESİN

Nâzik, geçen yüzyılda şehîd olan Türkistan'lı b i r genç kadındı. Nâziğin


menkibesi Türkistan d e s t a n l a n arasında y e r alır. Bugüne k a d a r doğu ve
şimal Türkleri " V a y , v a y Nâziküm" diye ağıt okur. D e s t a n muhtelif mem­
leketlerde neşr edildi ve yabancı dillere çevrildi. B u toplanmış malzemeden
istifâde ederek, B a y îsâ A l p t e k i n ile Türkistanlı arkadaşlarının yardımı ile
Nâziğin Destanının ba'zı parçalarını, Tarancı Türkçesinde olan aslî metni,


Türkiye lehçemize çevrilmiş şekli ve notlar ile birlikte, evvelce neşr etmiş-
dim. ( 1 ) . B u yazıda ise Destanın Türkiye lehçemize çevrilmiş şekli, ve
destamn Türk hümanizmi muvacehesindeki manâsına değen b i r kaç dü­
şünce a r z edeceğim.

ak
1 D e s t a n yalnız millî değil, insânî de bir veçhe ile önümüze çıkmaktadır,
çünki insânî b i r direnmeği, mazlûmun zâlime direnmesini anlatır. D e s t a n ­
da z u l m eden, Türkistanı istilâ eden Çin, z u l m gören ise, Çinliler tarafın­
dan esir edilerek, ellerinden kurtulmağa çabalayan ve en sonunda öldürü­
len, Nâzik adlı genç Türk k a d i m d i r .
V
F a k a t Nâzik isyânını kendi Türk üslûbunda yapdı. Aynı şartlar altın­
da, H r i s t i y a n azizesi, mücâdelesiz, ölüme boyun eğebilirdi. U z a k şarklı fe-
dâî belki kendini y a k a r a k intihâr ederdi. Nâzik ise, "kişiliğini" (doğu Türk
n
çesinde insanlık mertebesi) k o r u m a k için, cesâretle, vatanını istilâ eden­
lere karşı gazâ etti.
Şüphesiz, Nâziğin gazâsı ekseri, zâlimden kaçmakdan ileriye gitmiyor­
si

du. F a k a t , son ânında, zincirlere v u r u l u p cellâdın önüne sürüklenen Nâzik,


hayatının muhâsebesini y a p a r k e n , yine de yenilmediğini, zâlimin yasasına
boy eğmediğini ve şehîd olacağını söyler, islâm dîninde, şehîd, b i r mefkû-
r e y i müdâfaa için cehd eden ve hayatım kaybeden kimsedir. Böylece, Nâ­
E

ziğin Destanı şahsî b i r olayın üstünde, i k i ayrı medeniyetin h a y a t görüşle­


r i n i n karşılaşmasını d a ifâde eder.
k-

Çinin Türkistanı istilâ etmesi ile b i r l i k t e Nâziğin önünde dikilen Çin


dünyâ görüşü, kadîm b i r felsefeye d a y a n a r a k , h e r kişiye, vicdâmna göre
k a r a r v e r m e k hakkını tanımıyordu. Çinin ananevi görüşünde, kişilik h a k ­
kı a n c a k dünyânın m e r k e z i olan Çinde yaşayan ve Çin felsefesine vâkıf
Te

bilginlerin imtiyâzı idi. Bilgisiz h a l k , kendini idâreden âciz sayıldığı için,


Çinli h a k i m l e r , zorla da olsa, Çin düzenini, herkese kabûl e t t i r t m e k hakkına
kendilerini sâhib addederler ve bilgisiz halkın hayatı b u yolda fedâ olsa
ehemmiyet vermezler. Hele bu h a l k yabancı olursa, Çin felsefesine göre,
insanlık m e r k e z i Çinden uzaklığı hasebi ile, insan adım taşımağa lâyik
addedilemez.
Nâziğin mensûb olduğu Türk - islâm dünyâ görüşünde, dünyânın mer­
kezi imparatorlukların başkendleri değil, ilâhî hitâb'ın duyulduğu insan
gönlü idi. Islâmiyetin insana ve onun vicdâmna tanıdığı mertebeyi şu âyet
ve hadîsler ifâde eder :
" M u h a k k a k k i insanı en yüksek cinsden yarattık" (Kur'ân, X L V / 4 )
17
" N e y e r ne gök B e n i i h a t a edebilir, lâkin (kötülükden) sakınan,
arınmış, çekingen k u l u n gönlü B e n i ihâta e d e r " (Kudsî hadis) ( 3 )
" K e n d i gönlünden fetvâ s o r ! Fetvâ verenler ne derse d e s i n " (hadîs)
i • (4).
"İnanmak z o r l a o l m a z " (Kuriân, 11/256).

Böylece îslâmiyetin görüşünde, bilgi h e r ne k a d a r yüksek olsa da, kişi


vicdânı d a h a yüksek tutulmaktadır, çünki vicdân ilahî hitâbı d u y a r . Hitâ-
bı d u y m a k için bilgili veyâ akıllı olmağa lüzum y o k d u r . Arınmış v e kötü­
lükten sakınır olmak yeter. A h m e d Yesevî'nin sözü ile, " T u r Dağı g i b i " T e ­
cellî y e r i olan kişi vicdânına ( 5 ) karşı z o r nasıl kullanılabilir?


îslâmiyetin Hakanlı Türkler tarafından kabulünden yüz yıl k a d a r
sonra, 1068'de Y u s u f Hâs Hâcibin yazdığı Kutadgu-bilig'de, Türk - İslâm
h a y a t görüşü teşekkül etmiştir. Îslâmiyetin t a s a v v u r ettiği sınıfsız toplum

ak
henüz d a h a kurulmamışsa dile, geniş görüşlü b i r hümanizm Hakanlı Türk­
l e r i n i n vicdanına yerleşmiş bulunuyordu. Yûsuf Hâs Hâcibin ( 6 ) beliğ b i r
Türkçe ile söylediği mısralar hatırlardadır :
"Kişike kişilik kişi belgüsi"
"İnsana insaniyet insanın ölçüsüdür"
"Bedük
"Büyük V
t u t b u himmet, ediz t u t köngül"
t u t himmetini, pâk t u t gönlünü"
O n b i r i n c i ilâ onikinci milâdî yüzyıllarda A h m e d Yesevî Türklere şöyle
hitâp ediyordu :
n
" E r bulmazsan, ölgen yahşi!" ( 7 )
"İnsan olamazsan, ölmen doğrudur"
si

Esâsen, İslâm P e y g a m b e r i ( 8 ) de, kişi vicdânına aykırı b i r toplumla


aynı t o p r a k d a yaşamakdansa, o toprağm yatmayı doğru bulmamış mı idi?
İşte Nâzik de kişiliksiz yaşamakdansa, ölmek hakkım intihâb etti.
Nâziğin destanı, Doğu Türkistanda, milâdî ondokuzuncu yüzyılın baş­
E

langıcında cereyan eder. H o c a l a r sülâlesinden Cihângîr Hoca, Doğu Tür-


kistanı X V I I . yüzyıldan beri istilâ etmiş olan Çinlilerden ve K a l m a k l a r d a n
k u r t a r m a kiçin, Kırgızların yardımını istemiş ve Çinlilerle K a l m a k l a r a k a r ­
k-

şı savaşa geçmişti. 1837 yılında bu savaş hezimet ile sona erdi. Cihângir
Hoca, demirden b i r kafese s o k u l a r a k , Çine sevkedilirken, yolda öldürüldü.
Çin alayları ve hapishâneden salınarak Doğu Türkistanı almağa sevk edi­
Te

len cânîlerden mürekkep "Çempen" kıt'aları, Kaşgara ilerledi. Şehire gi­


rince, ele geçirdikleri e r k e k l e r i v u r d u l a r . Kadınları toplayıp, şimâle, K u l -
c a y a doğru sürdüler.
K u l c a y a sürülen kadınlar arasında b i r "cıvan", y a n i Doğu Türkistan
lehçesinde, genç b i r e v l i kadın vardı. Nârin b o y u sebebinden, Kaşgarlılar
bu genç kadına " N â z i ğ i m " derlerdi. "Buğday tenli, k a r a gözlü, k a r a kaş­
lı" idi. Okumağı severdi ve Kaşgar'ın en âlim hanımı idi.
Çinliler, Nâziğim " a t a " sının ve " e r " inin evini yıktılar. Anasını, a t a ­
sını, " e r " i r i , üç yaşındaki oğlunu öldürdüler :
"Çempen gelip öldürdü
Üç yaşdaki çocuğumu"
18
Destandan anlaşıldığına göre, Nâzik, babasının akibetini bilmiyordu.
D e s t a n boyunca, babasının belki h a y a t t a olduğunu, Kaşgarda kaldığını,
ümîd eder :
" A t a m Kaşgarda kaldı
Nâziğim diye ağladı".

Nâziğin oğlan kardeşi A b d u l l a h Hoca, kendisi ile aynı kâfilede, K u l -


c a y a sürülmüştü. H o c a h e r v a k i t b i r lâkab değilmiş, bazan ad o l a r a k ve­
rilirmiş. A b d u l l a h H o c a ' y a , Destanın bazı kısımlarında, Nâzik " a ğ a " de­
mektedir. F a k a t A b d u l l a h da Nâziğe " a b l a " der. Abdullahın Çinliler t a r a ­
fından h a y a t t a bırakıldığına göre, belki Nâzik'den küçüktü.
H i t a y kâfir (Çinli) Kaşgarlı kadınların ayağına demir " k o z a " boyun­


larına ve ellerine, aynı demirden ok ile birbirine bağlı bukağu takıp, Kaşgar
vâdisi dışındaki " k u m " a sürmeğe başlayınca, durup ağlayarak son defa
yıkılan evine, ailesinin öldürüldüğü y e r e b a k a n Nâzik, Destanının i l k fas­

ak
lını pöyledi :

Destan I

1 — Çinli kâfir! İnsafsız !


Z i n c i r battı k o l u m a

V
K o y beni, gideyim ben
O gördüğün y u r d u m a

2 — Çinli kâfir! İnsafsız!


n
Gelme benim karşıma !
Gelsen benim karşıma !
K a s d kılarım canına !
si

5 — U z a k l a r a bak s a m görünmiyor
E

Yıkılan ev,
Şu yerde durup t a h r a t kılın!
B e n kaçmağa bakayım!
k-

6 — ( U f u k d a ) ağarırken
O a k mezarınız
Te

Ağlayarak d u r u y o r ,
S i z i n Nâzik kızınız

7 — A t a m l a a n a m benim
B e n i nerden bulacak ?
Şu yerde ölüp gitsem
K u m d a beni bulur m u ?

8 — A t a m bilmez, a n a m bilmez
B e n i m hâlimi.
Canım bilir, tenim bilir
S a r a r a n benzimi
19 ı
Nâzik ve kardeşi A b d u l l a h , Şimâle, Yıldız s u y u civarına götürülerek
Çinliler tarafından, X V I I . yüzyıldan beri Doğu Türkistana yerleşmiş y a ­
bancı boylardan, K a l m a k v e y a Solonlara esir o l a r a k verildi. K a l m a k l a r
( K a l m u k ) Moğol soyundan, B u d d h i s t dîninde b i r boy, S o l a n l a r (Solon) ise,
Mançu soyundan ve Şamanist inançlı b i r millettir. Destanın safhalarında,
Nâzik,' bazan Kalmakların, bazan Solanların e s i r i o l a r a k gözükür. Kaş-
gardan K u l c a tarafında i l k getirildikleri zaman, Nâziğin ve kardeşinin, K a l ­
m a k l a r a verildiği anlaşılmaktadır. İki kardeş, dağ başında, b i r " y a r " ( y a ­
maç) üstünde gizlice buluştular. A b d u l l a h Nâziğe kaçmayı t a v s i y e etti.
"Nâziküm A b l a , kaçmazsan k a r a kâfir K a l m a k d a n çocukların doğar" de­
di. Nâzik ağlayarak cevab v e r d i : "Canım kardeşim, ben de kaçmağı dü­


şündüm. A m a sensiz ne o l u r u m ? " . S o n r a kaçmağa kat'î k a r a r aldı ve " A l -
l a h a sığındı"
O gece, gün ağarmadan, K a l m a k l a r "savaş meydanında" (Cihângir

ak
H o c a y a karşı harbe girmişlerdi) sarhoş halde b a y r a m ederken, Nâzik
kaçtı. Üç gün üç gece Nâziğin kaçtığının farkına varmadılar. Dördüncü
gün, Nâziğin kaçtığını anlayınca, Abdullahı b i r ağaca bağlayarak işkence
ettiler v e Nâziğin nerede olduğunu sordular. A b d u l l a h b i r şey bilmediğini
söyledi.

V
Nâzik, zincirlerini sürükleyerek, Yıldız deresine doğru kaçmıştı. B e l k i
Yıldız s u y u boyunca inip, Karaşehir'de Bagraç Gölünü b u l a r a k , Kaşgar
y o l u n a v a r m a k istiyordu. Geceleri y o l alıyor, gündüz, " c a n g a l " (sık o r m a n ­
lık)'da saklanıyordu. Destan, bazen de Nâziğin b i r söğütün altına saklandı­
n
ğını söyler. B i r gece, Yıldız s u y u n a vardı. Nâziğin bulunduğu vâdi, Batı
Türkleri devrinde b i r " o r d u " m a h a l l i idi ve Türk târihinin safhalarına sah­
ne olmuştu. Yıldız vâdi^ine v a r a n Nâzik, b i r kaç bağ kamış k e s t i ve s a l
si

yaptı. Salı suda yüzdürüp üstüne bindi ve akıntıya bıraktı. Sâhüdeki b i r


K a l m a k , b i r kadının s a l üstünde Yıldız s u y u n d a yüzdüğünü görmüştü. F a ­
k a t Nâzik bundan habersizdi. Y o r g u n ve aç olan Nâzik gece kamışlar a r a ­
E

sına saklanıp gündüz s u üstünde sal yüzerken hayâller görüyordu. K a r d e ­


şi ile dağdaki buluşmayı t e k r a r yaşıyordu. A h i r e t t e k i " e r " inin, Nâziğin
hâline "yüreği bağrı dağlanıyordu". "Dağdan dört atlı i n i y o r " ve bunla­
k-

rın arasında bulunan Nâziğin babası, Nâziğin ayağındaki z i n c i r l e r i çözü­


yordu. Destanın b u f a n i l a n şöyledir :

Destan I I
Te

2 — Develer y e r i dağ başı


Bulunmamız y a r başı
Şol buluşa y e t i n i r k e n
Durmadı gözler yaşı

3 — Yalın a y a k s u geçtim
Dağın s u y u n u içtim
Hâin K a l m a k zulmundan
Azîz canımdan geçtim
20
4 — A s m a n d a çaylak oldum
Eşiklerde h o r oldum
A ğ a m kaldı Kal'makda
K e n d i m seherde kaçtım

5 — Dağdan indi dört atlı


Dördü de hep boz atlı
O dört atlı içinde
B e n i m a t a m heybetli

6 — tpek giymiş a y a k d a n


D e m i r zincir boşaldı.
Canım dedem yanından
B u illere k i m geldi?

ak
^Yıldız s u y u boyunca kaçarken, gündüz kamışlıkta s a k l a n a n Nâziği k a ­
mışlığa ateş k o y a r a k , K a l m a k l a r yakaladı. B u safha, Destan'da şöyle a n ­
latılır :

V
Destan I I I

1 — "Kamış arasında gün düştü


n
Yalnız başa derd düştü
B e n Nâziği tutmağa
Solan kâfirler çıktı
si

2 — A l l a h saldı b u işe
B e n doğmuşum kaçmağa
E

Solan kâfir pek y a m a n


Ateş koymasın kamışa!
k-

v 3 — G i r s e m Kaşgar y o l u n a !
Kaşgar y o l u açık olsun !
A c i z Nâzik k u l u n u ,
T e k Allahım s a k l a y a !
Te

4 — Kamışlara ateş k o y m a z !
B e n Nâziği bulamaz !
B e n Nâziği t u t a r s a ,
A l l a h sakTar, alamaz !

5 — Kamışlığa ateş k o y s a ,
Geçip girem s u l a r a
B e n h a t u n olur m u y u m ,
Solan yüzü k a r a y a ?

21
Destan I V

1 — " A t e ş k o y d u kamışlara!
Cünbüş t u t t u k o y u n c a
B e n i tutup k a s d kıldı
Solan, gözüm oymağa

2 — Nâzik büek bağlandı


Öldürmeğe denendi
Kaşgardaki e r i m i n
Yürek bağrı dağlandı."

Destanın müteâkib fasıllarında, S o l a n l a r d a n kaçan v e y a henüz Solan­


l a r tarafından yakalanmmış olan Nâzik, dağda, b i r a t çobanı v e ailesi y a ­
nında gizlenmektedir. S o l a n l a r o n u bulup t u t a r l a r ve K u l c a y a götürerek
b i r Çinli m e m u r a teslim ederler. Çinli m e m u r u n zorla aldığı Kaşgarlı b i r

ak
Türk karısı vardır, i k i kadın, derd ortağı olup ağlaşırlar. Çinli memur, Nâ­
ziğin "yürekli" b i r " c i v a n " olduğunu görerek, kendi karışım d a Çinlilere
isyâna sevk etmesinden k o r k a r ve Nâziği S o l a n l a r a geri v e r i r . S o l a n l a r b u
sefer onu kendilerinden b i r i ile evlendirmek üzere Y a r k e n t ' e götürürler.
Düğün merâsimi, içki âlemleri başlar. Kocası olacak Solan, o gece Nâ­

V
ziğe yaklaşınca, Nâzik, Solan'ın "boğazını k e s e r " . Nâzik artık nârin b i r
genç kadın değildir, b i r gâzi olmuştur, şehâdete doğru i l k adımını bu h a ­
reket ile alır.
A ç k a l m a m a k için, Nâzik b i r tencereye pirinç ve tuz k o y a r ve yine
n
dağa kaçar. B u sefer gittiği y e r c a n g a l l a n n sık olduğu A m a t u v e y a A l -
m a t u ' d u r (Türkiye'de yerleşmiş Kulcalılara göre, b u y a îli üstünde Y a -
matuğ yâhûd A l m a - A t a ' d ı r ) . Türkistan halkının indinde, A l m a t u c a n -
si

gal'ları, "Şehîd A y l a " (Şehîd A b l a ) nın mânevi makamıdır :

Destan V
E

" A l t ı a y yattım h a r m a n d a
E k m e k pişirdim s a m a n d a
Âciz Nâzik o r m a n d a ,
k-

A t a m aceb nerede ?

2 — S o l a n vardı K a r a k o l a
A r z kılıp d a Çinliye
Te

Çinli a s k e r çıkardı
B e n gibi âciz kadına

3 — A s k e r çıkdı tutmağa
E j d e r olup yutmağa
Onbeş a s k e r gelip de
Nâziğimi tutmağa

K i m s e ben gibi olmasın!


Belâlarda kalmasın !
B i z e gelen cefâlar
Hiç b i r k u l a gelmesin !
22
5 — Altı aydır yalnızını
Kaşgar yolun bilmezem
A l l a h beni s a k l a r s a
Solanları görmezem.

6 — A l m a t u oldu y u r d u m
K u r t , t i l k i yoldaşım
Allahın hükmü ile
C a n g a l oldu mekânım."

Açlığım gidermek için Nâzik " c a n g a l " d a "nân" ( e k m e k ) pişirirken,


tüten dumanı görüp, onu yine buldular. B u sefer Nâziği b i r a t a bağlayıp,


Çin kumandanının konağına götürdüler. Çin kumandanı yine Nâziğe demir
v u r d u r d u ve onu "Doğu Y a m u n " diye D e s t a n d a anılan kumandanlık hapis-
hânesine götürdüler. "Doğu Y a m u n " da, Nâzik Destanının eon fasıllarını

ak
söyledi ^

Destan V I

1 — Çinli kâfir elinde


B i r kulaçhk sopası
Çekem desem çekilmez V
K o l u m d a k i kozası
n
2 — Hudâ verdi goncamı
Solan kâfir yırtmadı
Solan kâfir evinde
si

Nâzik civan durmadı

3 — Ayağımda demirler
B o y n u m d a bukağu
E

A b p kaçsa Nâziği
O l s a i y i b i r yiğit
k-

4 — Y a m u n ' d a k i hırsızlar
Oııbeş kulaç boyu v a r
Gördüm eski keçeden
Te

Solanların külahı

5 — A f y o n içen Çinliler
Doğu Y a m u n ' d a içer
T a h t a k u r u l u çer çöp evde
Nâzik C i v a n y a t a r

6 — Çinden h a t gelse
"Nâziğimi" v u r u n diye
Müslümanlar e y i t i r
"Şalıâdete varın!" diye
23
7 — Meydanda (kılıç) çarpınca,
O r a d a ölürüm ben
Mollaların süzünce
Şehid A b l a o l u r u m ben.

Nâzik yirmidört gün hapiste yattı. Yirmidört gün sonra, Çinden Nâ­
ziği 'ölüme mahkûm eden " h a t " geldi. Nâziği a r a b a y a bindirdiler, siyâset
meydanına götürdüler. Kalabalık toplanmıştı. Nâziği a r a b a d a n indirip, yü­
zünü batıya çevirerek yere attılar. Nâzik diz çöktü. Kıbleye dönüp Şahâ-
det kelimesini getirdi. Cellâd kılıcını biledi, " v u r d u " , Nâziğin başı yere y u ­
varlandı.
Halkın içinde ikiyüz D u n g a n (Müslüman Çinli) vardı. Nâziğin başını


B i s m i l l a h diye t u t a r a k , vücûduna iliştirdiler " A b l a şehid" i Fâtiha ile göm­
düler. Nâziğin şehâdeti safhalarını 1299 H./1882'de, K u l c a i h t i y a r l a n top­
l a n a r a k n a k l ve tesbit ettiler. O n l a n n rivâyetini Molla Bilâl yazdı ve desta­

ak
nı şöyle bitirdi. " A l l a h Nâziğe r a h m e t eylesin ve onu şehid mertebesine
erdirsin."

(1) E . E s i n , "Nâziğimin Destanı", Türk Kültürü, sayı 73, Kasım 1968.


(2) Çin dünyâ telekkisi : M. Granet, Danses et légendes de l a Chine, Annales
du Musée Guimet, cild L X I V , P a r i s 1959, s. 238 - 50.

V
(3) Merhûm Proies. Necâtî Lugal'dan duyduğum hadîs.
(4) M. Arif, Binbir hadîs-i şerif şerhi, Mısır 1319 H., no. 112.
(5) X I I . milâdî yüzyıllarda Batı Türkistanda yaşayan ilk Türk mutasavvufla-
rından Hoca Ahmed Yesevî'nin Yeside elde ettiğim yazma H i k m e t nüsha­
n
sından, kendisine âid Hikmetlerde (ba'zı Hikmetler A ' a z a m adlı birinindir),
varak 57'deki mısra, Hikmet'in Osmanlı lehçesindeki tercemesinde (Al-Hâc
H a s a n Şükrî, Terceme-i Dîvân-ı Ahmed Yesevî, istanbul, H . 1327), kaydet­
tiğimiz mısrâ yoktur.
si

(6) Yûsuf Hâs Hâcib, Kutadgn-bilig, R. A r a t baskısı, beyt 4824 ve 5420.


(7) Şükrî baskısı, Hikmet V, beyt 23.
(8) Arif, hadîs no. 95.
E
k-
Te

Karadeniz - Tıbbiyeliler : Hemşin.


L e s étudiants en médecine : l'équipe de la Mer Noire.

24

ak
K u z e y K a f k a s : Şeyh Şamil oyunu.
L a Caucasie du nord : Cheik Chamil, le légendaire combattant.

Tabirname
V
n
(Tıp Bayramının 142 n c i yıldönümü münasebetiyle)
si

Ali Hâdi O k a n ( N e f ' U z a m a n )

Eylerse vücudunda maraz kesb-i vehamet,


Hav<]'eylemeden eyle etıbbaya dehalet-
E

Tıbbiyemden onlar ki çıkıp doktor adiyle,


Yurdumda ederler bugün icray-ı tababet.
k-

Sultan Hamid'in devrini bir eyle teemmül,


Hürriyet için gösteren onlardı celâdet.
Haydarpaşa Tıbbiyesi tarihe karıştı,
Şalıâne edasiyle nazarlada hayalet.
Te

Nafiz ve Ziya Nuri ve Şakır Paşalarla,


Hamdi Hocadan öğrenerek ders-i feraset,
Tıbbiyeliler oldu Hipokrat misali..
Gördükleri işler buna etmekte şehadet.
Her hastalığın sırrını çözmekte etibba,
Lokman'da az onlardaki iz'an-ü zekâvet.
Doktor elinin değdiği yerler yeşerir de,
Her saha olur lâhzada mamure ve Cennet.
Bak memleketim İzmire bir benzeri var mı ?
Kimdir eden imarına, ihyasına himmet ?

25

You might also like