You are on page 1of 3

NEOREALİZM ÇERÇEVESİNDE ABD-SSCB İLİŞKİLERİ

Uluslararası ilişkiler teorilerinden olan neorealizm, Klasik Realizm’in temellerine


sadık kalarak, onun eksiklerini düzeltmek adına Kenneth Waltz’un 1979 yılında yayımladığı
Uluslararası Politika Teorisi kitabıyla ortaya çıkmış bir teoridir. Kökenlerinin dayandığı
realizm ile hem ortak noktalar hem de farklılıklar içeren neorealizm, uluslararası ilişkilere
yeni bir bakış açısı getirmiştir. neorealizm, uluslararası ilişkileri, devletlerin ulusal düzeyde
sergilemiş oldukları davranışlarla değil, birbirleriyle olan münasebetleri sonucunda ortaya
çıkan sonuçlar üzerinden açıklanmaya çalışan bir teorik yaklaşımdır

Kendisi de bir realist olan Waltz, realizme sadık kalarak "sistem"i kuramının merkezine
yerleştirmiş, "uluslararası sistem" kavramını baştan tanımlamış ve klasik realizmin eksik
yanlarını göstermiştir. Kenneth Waltz, klasik realistlerin varsayımı olan uluslararası güç
mücadelesinin temelinde “insanın doğası” (bencil ve çıkarcı yapısı) ve devletlerin kapasitesi
olduğu görüşünün aksine dış politikada “uluslararası sistem” belirleyici ve sınırlayıcıdır
görüşü üzerinde durmuştur. Yine Waltz'a göre uluslararası güç dengesi süreklilik
göstermektedir. Denge bozulsa bile başka bir şekilde yeniden kurularak devam etmektedir. İki
kutuplu ya da çok kutuplu her iki uluslararası sistemde de güç dengesi sistemin ana
özelliğidir. Bununla beraber iki kutuplu sistem çok kutuplu sisteme göre daha istikrarlıdır.

Neorealistlere göre nükleer silahlar, uluslararası güvenlik bağlamında aslında savaşı


körükleyen bir durum değil aksine ülkeler arasında dengeleyici role sahiptir. Klasik
realistlerin kuramlarının merkezine koydukları ve amaç olarak belirledikleri "güç"
neorealistlerde devletin güvenliğini sağlamasında önemli bir araçtır. Yani devletin nihai amacı
gücü elde etmek değil, güvenliği sağlamaktır. Güçler dengesi, devletlerin ne kadar güce sahip
olup olmadıklarıyla alakalıdır. Ayrıca realistler açısından güç dengesi, tehditlerin algılanması
ile alakalıyken neorealistler için güç dengesi, doğal olarak anarşik sistem içerisinde
oluşmaktadır.

Uluslararası alanda devletlerin temel aktör olarak görülmesi, Devletlerin karşılıklı


ilişkilerinde korku ve güvensizlik içerinde hareket ettiklerinin kabul edilmesi, uluslararası
ilişkilerde tüm devletlerin bencil ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden rasyonel
birimler olduğu öngörüsü realizm ve neorealizmin ortak görüşleridir. Ayrıca güç olgusunun
dış politik açıdan son derece önem arz eden belirleyici bir unsur olarak değerlendirilmesi ve
uluslararası alanda merkezi bir otoritenin olmadığı dolayısıyla uluslararası yapının anarşik
olduğu anlayışı da neorealizm ve realizm kuramlarında ortaktır.
Tüm bu özellikler ele alınarak örneklem olaya bakıldığında ise öncelikle Soğuk Savaş
dönemi boyunca sürecek devletlerce oluşturulan bir “iki kutuplu uluslararası sistem” göze
çarpmaktadır. Bu devletler güç dengesi bağlamında bir devlet ya da Doğu Bloku ile Batı
Bloku’ tarafından kendilerine gerçekleştirilebilecek saldırılardan korunmak amacıyla bir
bloğa katılma ihtiyacı duymuşlardır. Neorealistler için iki kutuplu sistem çok kutuplu sisteme
göre daha istikrarlıdır. İki kutbun da birbirine tamamen üstün olduğu bir durum
bulunmamaktadır. Bir kutbun ülkeleri kendi güvenliklerini almak amacıyla silahlanmış, bu
durum diğer kutup ülkeleri tarafından tehdit olarak algılanıp onlarında kendi güvenliğini
sağlaması amacıyla silahlanması sağlanmış ve bir güç mücadelesi oluşmuştur. Buradaki asıl
amaç diğer kutuptaki ülkeleri ele geçirip güç sağlamak değil, elde edilen güç ile
güvenliklerini sağlamak olmuştur. Yine neorealist teoriye göre iki kutupta da bulunan nükleer
silahlar bir çatışmaya sebebiyet vermemiş aksine bu nükleer silahlar, yaratacakları
felaketlerden çekinen devletlerce iki tarafı da savaştan kaçamaya zorlamıştır. Neorealist
yaklaşım gereğince farklı politik sistemlere, farklı düşüncelere ve farklı dini inançlara sahip
ülkelerin benzer davranışlar göstermesinin nedeni uluslararası sistemdir. Yani örneklemde
olduğu gibi iki kutuplu uluslararası sistemde aynı kutuptaki devletler ne kadar farklı politik
sistemlere, ideolojilere ve dini inançlara sahip olursa olsun benzer davranışlar
sergilemektedir.

Waltz’a göre uluslararası sistem, bu sistemi oluşturan devletlerin niteliği ve kapasitesi gibi
değişkenler nedeniyle farklılık göstermektedir. Yine Soğuk Savaş Dönemi’nin özellikle
yumuşamaya kadar olan kısmında oluşan iki kutuplu sistemde ABD ve SSCB’nin başı çektiği
hiyerarşik bir sistem vardır. Diğer devletlerin bu başat güçlerin sözlerinden çıkmaları çok
fazla mümkün değildir. Ancak yine de merkezi otoritenin olmaması nedeniyle bir anarşi
ortamından da bahsedilmektedir. Başı çeken ABD ve SSCB hariç iki kutupta da bulunan
devletlerin dış politikada kendi başlarına hareket etmeleri mümkün olmadığından Kenneth
Waltz’un dediği gibi uluslararası sistemin dış politikayı sınırlandırıcı ve şartlandırıcı etkisi
bulunmaktadır.

Neorealist teoriye göre uluslararası ilişkilerde devletler, temel aktörler olarak


görülürken dış politikada karar verici yapılardır. Yine bu teoriye göre devletler bencil ve
menfaatçi olduklarından kendi menfaatleri için Kore, Vietnam ve Afganistan’a
saldırmışlardır. Yine realistlerin güvenlik konularına verdiği öncelik neorealist teoride
genişleyerek ekonomik ve siyasi konularda bu önceliğe dahil edilmiştir. Dolayısı ile iki kutup
da kendi arasında NATO ve Varşova Paktı’nın yanında Truman Doktrini, Marshall Planı ve
Kominform gibi ekonomik ve siyasi ittifaklar kurulmuştur.

You might also like