Professional Documents
Culture Documents
Hermann Broch
Büyülenme
Önsöz
Dışarıda çam ormanı karla kaplı, bahçem de
öyle. Kar, Kuppron kayalıklarındaki
çatlaklara dolmuş; pencereden dışarı
bakınca bahçe ve ormanı görüyorum. Evim
yamaçta bulunmasına rağmen, Kup-ronn
kayalıklarını görmem olanaksız; orman
tarafından tamamen perdelenmiş çünkü.
Arka tarafın pencerelerinden de
görünmüyor ama varlığı her an hissediliyor.
Deniz kıyısında yaşayanların aklından,
denizin dahil olmadığı tek bir düşünce
geçmez, yüksek dağların eteğine
yerleşenler için de durum aynıdır: Beyninde
yer eden her şey, her ses, her renk, her kuş
sesi, her güneş ışığı, kıvrımlarını güneş
ışığının tutuşturduğu, binbir renkle
boyanan, kayalıklarına seslerin çarptığı
hareketsiz dağın büyük sessiz kütlesinin
yankısından başka bir şey değildir; öyleyse,
ruhunun derinliklerinde hep yeniden kuş
sesi, renk, güneş ışığı ve gece olan insanın
da, o muazzam sessizliğin sonsuz yankısı
olması gerekmez mi? Sessizliğin çaldığı,
tınlayan ve yankılanan bir enstrüman olması
gerekmez mi?
“Galli,” dedim.
“Yaa,” dedi şoför küçümseyen bir tavırla,
çünkü Galli sözcüğü ona hiçbir şey ifade
etmemişti.
“Kim?”
“Marius mu?”
Buyur bakalım.
Bir süre sonra, “Bendenbaşka herkes tarlada,”
diyerek girdi söze. “Evet, ilkbahar ekimi.”
“Komik,” dedim.
“Tamam,” diyorum.
El sıkıştık.
“Ne zaman doğacak çocuk?”
“Şu an üç aylık.”
“Peter’den mi?”
“Elbette.”
“Düşünceleri değişebilir.”
“Hayır,” dedi Strüm, ellerini kadınlar gibi
önlüğünün altına koymuştu, “şimdi de biz
istemiyoruz.”
“Marius,” dedim.
“Ben sadece demirciyim,” dedi, “ben
sadece hayvandan anlarım, doktor olan
sensin, onları senin sağaltman gerekiyor.”
“Maxi ateşlendi.”
“Çocuklar kolayca ateşlenirler, Bay
Wetchy...başka bir belirti var mı? Boğazda
kızarıklık? Sindirim sorunu?”
Herhangi bir bilgi veremedi; şaşkınlık
içindeydi, evine gidene kadarki kısacık
yolda karmakarışık şeyler söyledi. Her
yerde felaket ve bela vardı. Zaten insanlar
kısacık ömürlerini geçirmek için çok
zorlanıyorlardı. İş yoktu. Sözünü etmeye
değer iş yoktu. Çocukların kamı nasıl
doyacaktı. Şimdi de köyde bir deli ortaya
çıkmış, herkesi radyoya karşı kışkırtıyordu.
Oysa radyolar birinci sınıf cihazlardı.
“Hıımm.”
Wenzel adında bir herifmiş. Yakınlarda
yolda yürürken, defalarca “kablosuz” diye
bağırmış. Oğlan çocuklarıyla gençler de
baldırlarına vurarak alkış tutmuşlar.
Büyük bir öfke içinde, “Oysa adamın boyu
benden bile kısa,” diye bitirdi sözlerini.
“?”
“öyleyse Marius.”
“Adam memnun.”
“Dükkanla ilgili olarak da mı?”
Gülümsedi. “Şimdilik birahane. Birahane
her akşam doluyor. .. Köylüler, Wenzel’e
gülmek için geliyorlar buraya, fakat bazen
kötü dalaşmalar da oluyor.”
“Geçen Pazar ben de fark ettim.”
Ve söylemeye başladı:
“Teleferik koptu işte,
“Elle mi?”
“Tamam.”
“Marie nerede?”
Kapıyı işaret etti.
“Yalnız mı geliyor?”
“Sanmam, yanında adamları var ya.”
“Muhafız kıtası,” dedim.
Bu laf hoşlarına gittiği için yine güldüler.
“Rahat.”
Sağ ayaklar öne çıktı; rahat vaziyetinde
olduğu gibi gevşek duruyorlardı. Bunu ilk
kez uygulamadıkları apaçıktı; birçok kez
talim yaptıkları belli oluyordu.
Gülüşmeler kesildi.
“Dikkat...Hazırol.”
y1.
“Evet.”
“Ya Marius?”
“O, bildiğine inanıyor. ..arama değneğiyle
yürüyebildiği ve değnek, arananı bulduğunda
omzunun çekildiğini hissedebildiği için, bildiğine
inanıyor. .. Marius, sahip olduğu bilginin
üzerinde oturuyor, aynı bir kadın gibi, ...o
nedenle hiçbir zaman bilmek istemeyecek, o
nedenle aşksız . ..o, bir büyücü, başka bir şey
değil.”
“Evet.”
“Kendi bilgisinin ötesine geçmek isteyen bir
kadın aşksızdır ve aşksız kadın nefret
demektir, sahip olduğu bilginin üzerine yatan
erkek de, nefrettir.”
“Ama Gisson Ana, eğer biri gezginse, oradan
oraya sürekli dolaşıyor demektir.”
“Dolaşmak,” dedi, “dolaşmak, evet. ..
büyücüler, çingeneler hep dolaşırlar...
nefretlerini, ayaklarıyla taşıyabileceklerine
inanırlar ... eğer dolaşmasalardı bilmediklerinin
bilgisine sahip olacaklardı. .. nefret eden,
zavallı bir iblistir ve her zaman nefret
edebileceği bir iblise ihtiyaç duyar...”
“Ama Marius buna adalet diyor.”
Yüzüme baktı: “işte bu...” Boş ellerini açtı,
parmaklarını biraz ayırdı, tırnaklan yaşlılara
özgü mavimsi bir renk almıştı, sanki bu
hareketiyle çıplak hiçlik’i parmaklarının
arasından akıUyordu.
“Altın,” dedim.
“Sadece Aşağı Köylüler,” dedi Mathias.
“Demek öyle.”
“O dağ geliniydi.”
“Sanırım iyi.”
“Yaniköye gidebilir miyim ...yoksa telefon
mu etsem?”
“İç rahatlığıyla gidebilirsiniz.”
“Şimdi beni aşağıya çağırıyorlar,” dedi,
“şimdi birden ‘Bay Wetchy’ oluyorum, ama
başka zamanlar sokak ortasında arkamdan,
‘kablosuz’ diye bağınyorlar...sokak
ortasında ...”
“Kafanızı takmayın, Wetchy...”
“Tabii bu iş başka.”
“Hımmm.”
“Evet, o gitmeli.”
“Büyükannen yüzünden mi?”
“Daha değil.”
“Ne zaman olacaksın?”
“Evet,” dedi.
“Tamam işte.”
Fakat hâlâ rüyasını arıyordu: “Yağan
babanın yağmuru ve toprak onu içiyor.”
“Tam zamanında yağıyor yağmur,” dedim,
“eğer sekiz gün önce yağsaydı hasat
mahvolurdu.”
“Fakat?”
“Fakat hakikat, tek bir yerden çıkabilir,
çünkü hakikati her zaman tek bir ağız ifade
eder. Eğer dünyada tek bir yerde doğru
düşünce egemen olursa...”
“Sodom’da doğru adam,” diye girdim söze.
“Öyle olsa bile o düşünce hakikat değildir,”
dedi demirci. “Hayır,” diye kabul etti
söyleneni Miland, “hayır, sadece hakikatin
bir sonucudur. Önemli olan düşüncedir,
sonrasında doğru kendiliğinden gelir.”
Miland’ın kastettiği hakikatin Irmgard ve
kurban saçmalıklarıyla ilgili olduğunu
hissediyordum ama şöyle dedim: “İyi de,
altın aramak da hakikatin kendisi değil
herhalde.”
Uzak gülümsemelerinden biriyle güldü:
“Hakikat ruhtadır dağda değil.”
“O zamankurtuluşMarius’la mı
gelecek?...Düşünsenize Miland, bir yanda
bütün azametiyle kilise, öteki tarafta da bir
damla kadar küçük Marius ...”
Birahaneye gelmiştik.
“Hayır,” dedim, “ateş etmek konusunda
sizinle yarışmam, Lax, ama sakın ölü falan
çıkarmayın başıma ...şu altın meselesi
bugün son derece güzel bir kavga nedeni
olabilir çünkü.”
“Kaygılanmayın,” diye yanıtladı, Lax,
“çocuklar artık disipline uyuyorlar.”
Bu kez Krimuss girdi söze: “Bugün
biralarını alacaklar, çünkü dağa gitmek
zorundalar...orada ölüm oturuyor, cesarete
ihtiyaçları olacak. ..”
“Öyle mi?” dedim, “ölümü orada otururken
mi gördünüz?” “Evet,” dedi, “çocukken
girmiştim içeriye, orada ölümü gördüm.”
“Yardım edemeyeceksin.”
Wetchy’nin kansı evlerinin önünde
duruyordu, Gisson Ana’yı büyük bir
gayretle selamladı. Gisson Ana da elini
sallayarak yanıt verdi kadına.
Sonra, “Sen yardım etmek için buradasın,
bu iyi... fakat yardım etmeyi bu kadar
küçültme, insanlar yardım bekliyor...” dedi.
“Onlar daha çok Marius’un yardımını
alıyorlar.”
“İşte tam da bu nedenle yerinde durmak
zorundasın.” Teleferiğin başladığı açıklık
alana gelmiştik. Gökyüzü çelik ipektendi ve
üzerinde yıldızlar kayıyordu; fakat
güneybatıda, gevşek bir yumuşaklık içinde
Rauhen Venten’in zirvesine kadar uzanan
beyaz bulutlar, katman katman toplanmaya
başlamıştı.
“Yağmur gelecek yine,” dedim, “dans işi
zorlaşacak.”
“Marius bu.”
Keskin avcı bakışıyla baktı Miland o yöne
doğru: “Evet o.”
Maskeler, el çırpıyor.
“Ele geçirdi ejderha bakireyi Ejderha
bakirenin oldu Ve kıza baktıkça Zayıf
hissetti kendini.”
Maskeler, el çırpıyor.
Birkaç kişi gülmeye başlamıştı. Maskeler
derhal el çırpmayı bırakıp ortalığa yeniden
sessizlik egemen olana kadar yerlerinden
kıpırdamadan durdular.
“Toprak gökyüzüne kavuştu,
“Kötülüğün anaları,
Çirkin cadılar,
Sattılar bakireyi Ejderhaya ve yılana.”
Şimdi cadı ortaya çıkmış ve Soğuk Taş’ın
üzerine oturmuştu, sağ elinde asa niyetine
süpürge tutuyordu, sol elinde ise, haçlı
kürenin, yerkürenin, ya da Havva’nın
simgesi olarak bir elma vardı.
Aslanı yaşamın,
“Henüz değil."
“Ne zaman olacaksın?"
“Senin kanın toprağa yeniden aktığı zaman,
kendini feda ederek Anne’yi Baba’ya,
toprağı gökyüzüne yeniden eş kıldığın
zaman." “Ama sen gökyüzüsün."
“DemekAg'athe...Agatheiçin mi
gidiyorsunuz BayanSabest’e... ” Evet
anlamında başını salladı: “Evet, o nedenle,
ikisinin işini kolaylaştırmak lazım.”
“Hımın, evet.”
“Geçen sefer ağustosta bizim ateş etmemize
engel olmayacaktınız, Doktor Bey...artık çok
geç.”
“Evet, ne var?”
“Alo.”
“Evet, kapat, önce eve geliyorum; beni
beklesin.”
“Suck hazır.”
Yürümeye koyuldu.
Bahçedeydik.
“Hadi Suck,” dedi Gisson Ana, “çıkmama
yardım et...güzel kahve için teşekkür ederim
Minna, hadi gidelim artık.”
“Ben de sana geldiğin ve beni teselli ettiğin
için çok teşekkür ederim,” dedi kibarca
siyah yas giysisi içinde sarışın Bayan
Sabest. Yoldan itfaiyenin ilk toplanma
sinyalleri duyuluyordu. “Teşekkür edecek
bir şey yok, Minna,” dedi Gisson Ana,
arabadan dışarıya, “bir şey değil.”
Ben de arabaya çıktım, Suck, dizginleri
çekti. Arkamızdan gelen sahipsiz Pluto’nun
yüzü her zamankinden daha hüzünlüydü,
Suck’un yanında oturan Trapp’a imrenerek
bakıyordu.
Sokakta insanlar toplanmaya başlamıştı;
demircinin önünde, başında yüzbaşı kaskı,
kemerinde balta olduğu halde, demirci
ustası duruyordu. Trompetçi, kilise
sokağındaydı.
“Evet, Wenzel.”
“Hımın.”
“Soğuk, Doktor Bey,” dedi fısıltıyla.
“Sizi buradan götürmemiz gerekir. ..hareket
edebiliyor musunuz?”
Şakalaşma çabası, yaşlılara özgü bir
gülümsemeye dönüşmüştü: “Hareket
etmemeyi tercih ederim, Doktor Bey.”
“Ne?”
Bitkin durumda tekrarladı: “Ahşap
destekler kesilmiş ...o nedenle böyle oldu
..ben bu işten anlanm ...”
Şarkı kesilmişti.
Toprağın içinden, normal insan boyunun
yansı kadar dışarı çıkmış, tabanıyla tavana
bakan bir ayakkabı görülüyordu.
“Ne?”
“Evet, artık her şey daha iyi olacak, okul
da...artık kızlar asla hizmetçi olmak zorunda
kalmayacaklar.”
“Bundan benim haberim yok, Karoline.”
“Çünkü siz Bay Ratti’den hoşlanmıyorsunuz,
Doktor Bey... ama o artık Belediye Meclisi
üyesi ...”
“Elbette.”
Büyük oğlanlar okul çantalarını almışlardı
yanlarına. Hemen gitmeleri gerekiyordu.
Rosa’yla Franzl, dışarıya kadar eşlik ettiler
çocuklara.
“Evet,” dedi Suck, “Wetchy’ye eşyalarım
yüklemede yardım edeceğim.”
“Çok iyisiniz, Suck.”
Karşı çıktı: “İlgisi yok, bunu Marius’a inat
yapıyorum.”
O arada Karoline de yanımıza gelmişti: “Sen ne
biçim adamsın, Suck.”
“Ben böyle bir adamım işte.. .yoksa Wetchy’ye
yardım etmem seninde mi hoşuna gitmiyor?”
Yanında getirdiği marangoz baltasını omzuna
koymuştu, dudağının köşesinde piposu öylece
duruyor ve kırmızı yağlı yanaklarının
arasından keyifle bakıyordu:
Karoline kikirdedi: “Aman Wetchy bir taşınsın
da.”
“Eee?”
“Evi kilitli.”
“Agathe, bence sen önce biraz dinlenmelisin..
.buarada ben Gisson Ana’ya bakmak
istiyorum, sonra seni evine bırakınm ...zaten
muayene için aşağıya inmem gerekiyor.”
Yine ceketimin kolunu yakaladı, ama bu kez
hemen bıraktı ve yetişkinlere özgü tuhaf bir
kararlılıkla, “Eğer gelmezseniz, yalnız giderim,”
dedi.
“Ama çocuğum, biri sana söylememişse,
Soğuk Taş'ın orada olup olmadığını bile
bilmiyorsun demektir...Bu güzel havada neden
evde otursun; bir süre sonra döner evine.”
“Hayır, hayır Doktor Bey.. .biliyorum.. .bunu
hissettim, hemen yukarıya koştum.. .ve
penceresine yakıp bıraktığı feneri gördüm... ”
Ellerini tuttum: “Çocuk bekleyenler bazen böyle
düşüncelere kapılırlar, Agathe .. .kötü bir düş
gibidir. ..”
“Hayır, şu an orada.”
Otlayan hayvanların ormanda açtıkları ve
oduncular tarafından kullanıla kullanıla iyice
düzleşmiş dar bir yoldayız, Agathe, hafif
arkaya eğilmiş, küçük bir çocukmuşum gibi
sürüklüyor beni arkasından. Yol, ormanlık dik
yamaç boyunca ilerliyor, seyrek ağaçların
arasında, çoğu kez yola kadar yayılmış
çalılıklar çarpıyor göze. Zaman zaman serin
vadiye küçük bir burun gibi sokulmuş daha
çıplak bayırlardan birinde durup bakarsanız,
solgun karaçamları ve sararmış kayın
ağaçlarıyla Soğuk Taş Çayın’nı görürsünüz;
arkada koyuluk oluşturan köknarların ve
aşağı doğru akan dag dalgalarının sakar
müziğinin ortasında meleklerin söylediği
yumuşak, aydınlık bir şarkı duyarsınız.
Büyük zil vuruşu gibi bir şey, tek bir nokta,
üzerinde bir şahinin durduğu ... sonra uçup
gider şahin.
“Irmgard,
“Irmgard, kuşların sana söylediklerini duyuyor
musun? Kuşlar bir oraya bir buraya kanat
çırpıyorlar ve onların sınırlan belirsiz. Çiçekleri
duyuyor musun? Orada burada çıkıyorlar
topraktan, çiçeklerin sının yok...
Yapayalnız, dağılmış.
“O zaman da, sanki hiç doğmamış gibiydik.”
Dünyanın kendisi, soluğunu tutuyor şimdi,
kaynağı durduruyor.
Düşlere açılan bizler, artık görünmez eşiklerin
ötesine mi geçtik? Bu uçuş, gölgesi olmayan
varlığa hayal uçuşu mu?
Sonsöz
Bu notlan aldığımda mevsim kıştı, ama artık
yaz geliyorum diyor; açık pencereleri yalayıp
geçen rüzgâr, yaza benziyor, geçip giden
bulutlarla yüklü gökyüzü, yaza benziyor, orman
yaz gibi ses veriyor ve ısıtıyor, bahçemde
dalya çiçekleri açtı. Fakat kesinlikle
papazınkiler kadar güzel değiller. Aşağı Köy’ün
tarlalanndaki yoncalar kokmaya başladılar bile,
tarlalar yeşillendi, çayırlardan geçerken
adımlannız, arkanızdan ağır ağır kapanan
çimen sokaklan oluşturuyor; yakında biçme
işlemi başlayacak. Agathe’nin oğlu da yakında
altı aylık olacak. Benim için, bütün bu olup
bitenlerin içinde en güzel olay buydu; bu
duruma biraz şaşırdığımı söylemeliyim, çünkü
birçok çocuk benim elime doğdu, köyde
dolaşırken dünyaya gelmelerine yardımcı
olduğum çocuklann, aynı Agathe’nin oğlu gibi,
büyüdüğünü ve geliştiğini görmek beni bazen
şaşırtıyor.
Ama aslına bakarsanız şaşıracak bir şey yok
bunda. Çünkü çocuklar, bizim girişini doğum,
çıkışını ölüm olarak adlandırdığımız o sının
geçerek bu dünyaya gözlerini açıyorlar, ama
bana öyle geliyor ki bu sınır, Agathe’nin
çocuğunda ve Gisson Ana'nın ölümünde biraz
kaydı, sanki Agathe’nin bebeği dünyaya
gözlerini aslında belirlenen sınırdan biraz erken
açmış, Gisson Ana ise dünyaya gözlerini yine
belirlenen sınırdan biraz geç yummuştu. Bu
konu üzerine düşündükçe iki olay arasındaki
bağlantının daha derin ve yakın olduğuna
inanıyorum ve bu bağlantı, iki olayı, yaşamak
ve yaşamamak arasına, öncesi ve sonrası
arasına, sadece insanlarda bu kadar keskin bir
sınır çeken ve insanı diğer canlılar arasında
öne çıkaran, belki de kendisine bağışlanan
sının kaldırmaya ama buna rağmen insan
kalmaya özlem duymasıyla öne çıkaran
“doğa”ya daha derin ve güçlü yerleştiriyor. İşte
bunu ben, sadece insanın bildiği dindarlık
olarak görüyorum.
Gisson Ana öldü ve Agathe çocuğunu
doğurdu. Kalemi bırakmak bana üzüntü
veriyor, çünkü yaşlanmakta olan bir adam
olarak ben, uzun gecelerde, yaşadığım olayları
yazmanın dışında ne yapabilirim. Peki,
Marius'un Belediye Meclisi'nde yerini hâlâ
koruduğunu yazmalı mıyım? Kendim bile
düşünmek istemezken kimin için yazmalıyım
bunu? Marius’un çılgın konuşmalarına ve
eylemlerine rağmen, hemen her şey eski
rayında kaldığına, çiftçiler eskisi gibi gündelik
işleri için tarlalarına gidip geldiklerine, her gün
ineklerini sağdıklarına ve hattâ bu yıl bile
harman makinesi kullanılacağına göre, genel
açıdan bakıldığında dünyanın hemen hemen
hiç değişmediği ve değişmeyeceği ortaya
çıkmış olsa da, çiftlikler, evler, kulübeler her
zamanki gibi huzur içinde yerlerinde duruyor ve
dumanlarını gökyüzüne gönderiyor olsalar da,
ben, ne Irnıgard’ın kaderini, ne de zavallı
Wetchy’ye yapılan haksızlıkları unutabiliyorum.
Evet, hattâ Wetchy’ye yapılanlar, onun
varlığının doğal sonu gibi görünen Irmgard’ın
ölümünden daha ağır gibi geliyor bana.
Adaletsizlik, insanlığın ve insanın içindeki
Tanrısal olanın ırzına geçilmesidir, zaten
Irmgard'ın da yok oluşuna neden olan dehşet,
kaynağını burada bulur. Nasıl bir büyülenme!
Doğaya geri dönmek için izlenen ne kadar
yanlış bir yol! Acaba doğa bunun öcünü nasıl
alacak! Çünkü ırzına geçilen ruhun öcünü doğa
alır, çünkü ruh ve doğa aynı şeydir. İnsanlar
için doğaya ve onun sonsuzluğuna dönmenin
sadece tek bir yolu vardır, o da, insanlara
bağışlanan en büyük lütuf olan ruhtur, insanın
ilahi ödülü.
Editörün Notu
Büyülenme adlı roman, 1936 yılının başlarında
bitirilmiş, Demeter adıyla planlanan bir roman
üçlemesinin ilk cildidir. Üçlemenin sadece bu
cildi Broch tarafından bitirilmiştir. 1936 ve
1950'de yazar, romanı gözden geçirmeye
başlamış fakat bunlar bölümler olarak kalmıştır.
Burada yayımlanan ilk metin tamamlanmış tek
roman versiyonudur. Baskı orijinale
dayanılarak yapılmıştır. Açık yazım ve virgül
hataları özellikle belirtilmeksizin düzeltilmiş,
ancak genel noktalama işaretleri ile ilgili olarak
esasen Broch’un kullanımı rehber kabul
edilmiştir. Metne müdahaleler -örneğin sözcük
eksikliği söz konusu olduğunda- köşeli
paranteze alınarak belirtilmiştir. Romana ilişkin,
1936, 1939/40 ve 1950 yıllarında Broch
tarafından gerçekleştirilen ve amaçlanan
değişiklik planlan, yayıncının notlarında
belirtilmiştir. Bu baskı çerçevesinde bütün
edebi eserlerde olduğu gibi, Broch’un deneme
türünde kaleme aldığı yorum ve roman özetleri
de romanla birlikte yayımlanmıştır.