Professional Documents
Culture Documents
www.dogankitap.com.tr / editor@dogankitap.com.tr /
satis@dogankitap.com.tr
Karanlığa Yolculuk
Gerçek Suç Öyküleri ve
Başka Karanlık İşler
Sevil Atasoy
affet beni Kuzey çocuk
seninle oynayacak yerde
bu kötü şeyleri yazdığım için
Başlangıç
Tıpkı 2006’da yayımlanan Labirent ve 2007’deki Bu Ayak
İzi Senin Dr. Watson!’da olduğu gibi, Karanlığa Yolculuk da,
büyük ölçüde suç delilleriyle ilgili. Yaşamını önemli ölçüde
“delilden sanığa” kavramına ve delilleri incelemeye adamış
bir akademisyen için, bundan daha doğal ne olabilir?
Sevil Atasoy
İstanbul, aralık 2009
Facebook’ta Grup Seks Cinayeti
Tepedeki küçük odada sevişen kaç kişiydiler, üç mü? Yoksa dört,
beş ya da altı mı? Kızlardan birinin boğazı kesilmeseydi eğer, bu
kimsenin umurunda olmazdı.
Henüz yirmi yaşındaki Amanda Knox ya da MySpace’teki
takma adıyla “Foxy Knoxy”, 15 ekim 2007 günü masanın
başına oturdu, Amerika’daki ailesine şu satırları yazdı:
Bir aydır İtalya’dayım, üniversite başladı, yeni evim çok güzel, Perugia
ayaklarımın altında. Bir çamaşır makinesi aldık. Bozuk çıktı.
Çağırdığımız tamirci, gece bizde kalmış. Sabah, koridorda karşılaştık.
Üzerinde sadece iç çamaşırı vardı. Pazartesileri dışında her gece, eve on
dakika uzaklıktaki LeChic’te çalışıyorum. Bar sahibinin adı, Patrick
Diya Lumumba. Kongolu’ymuş. Barmen Cezayirli bir çocuk. Pek
yakışıklı. Ara sıra dans ediyoruz. Henüz niyetini anlayamadım.
İtalyanlara bayıldım. Öğle tatilleri üç saat. Keşke bizim millet de hayatın
sadece çalışmak, okula gitmek ve para kazanmaktan ibaret olmadığını
öğrense.
Kısa bir süre sonra, evin bir kiracısı daha olacaktı. Birlikte
gitar çaldıkları, yemek pişirdikleri, eve getirdiği Hişam,
Abdül, Giacomo, Merlin, Spiros, Daniel ve daha nice erkek
arkadaşıyla yaşamına renk katan, ara sıra kullandığı esrar
dışında fazlaca bir rahatsızlık yaratmayan Amerikalı bir
öğrenciydi bu: Amanda Knox, nam-ı diğer Sarhoş Piliç.
Polis kısa sürede, her iki telefonun aynı kişi üzerine kayıtlı
olduğunu saptadı. Parmak izi bulamadı. Anlaşılan hırsız,
yakalanmamak için telefonları iyice temizlemişti. Saat tam
12.35’te polis, telefonları sahibine iade etmek üzere geldi.
Pergola Sokağı’ndaki, Meredith Kercher’in evine. Pek de hoş
olmayan bir sürpriz onları bekliyordu.
Yorgan altında bir ceset
Ancak eldeki delillere göre, odada bir kişi daha vardı. İnce,
yüksek topuklu ayakkabılar giymiş bir kadın. Yerdeki kanlı
izler, böyle söylüyordu. O gece, üç kadın, üç erkek aynı
odada seks yapmaya kalkışmış, Hermann ile Meredith birlikte
olduktan sonra diğerleri, Amanda’nın fantezileri
doğrultusunda, olayı farklı bir boyuta taşımak istemişlerdi
anlaşılan. Daha önce belirttiğim gibi, öldürülen genç kızın sol
avucunda birkaç saç teli bulunmuştu. Bunlardan DNA elde
edilerek, kızın can havliyle kimin saçlarına sarıldığı
anlaşılacaktı. Gerçi DNA elde edildi ve kısmen Amanda’nın
DNA profilini tuttu ama, kesin bir teşhise yeterli olamadı.
Lumumba’yı kurtaran pizzalar
“Lütfen not alın. Mavi koli bandı sarılı siyah plastik torba,
torbada dizkapağının altından düzgünce kesilmiş iki çıplak
erkek bacağı. Ayrıca mavi renkte küçük el havlusu.
Antropolog Dr. Steven’ı arayın. Bacakların neyle kesildiğini o
anlar. Çok taze görünüyorlar. Sanki bir iki gün önce
kesilmişler gibi.”
Yanılıyordu.
Yine yanılıyordu.
Yine yanılıyordu.
Örneğin,
Sung Tz’u, bundan tam 762 yıl önce yazdığı Hsi Yuan Çi Lu
(Hataları Yıkamak) adlı kitabında, bir çeltik tarlasında
bıçaklanarak öldürülen adamın öyküsünü anlatır. Cesedin
bulunuşunun ertesi günü, Sung Tz’u, köylülere ellerindeki
orakları yere bırakmalarını söyler. Sinekler oraklardan birine
üşüşünce, Sung Tz’u katilin kim olduğunu bulur. (Ölenin
küçük bir doku parçası, bıçağın üzerinde kalmış olsa gerek.)
Yazarın anlattığına göre, köylü hem suçunu itiraf eder, hem de
öylesine şaşalar ki “kafasını yerlere vurur”.
1946, Ukrayna için felaket bir yıldı. Savaşın yerle bir ettiği
ülke, bu kez kuraklıkla boğuşuyordu. Hayatta kalanların
cesetleri bile yediği söylenir. Yabloçnoya’lı Andrey
Romanoviç Çikatilo, o tarihte on yaşındaydı. Durur durur,
“Stepan neden öldü?” diye sorardı annesine. “Köylüler aç
kalmış, kaçırıp yediler” derdi kadın. Anne, büyük bir
olasılıkla yalan söylüyordu ama, zavallı çocuk, o gece
mutlaka altına eder ve ertesi sabah mutlaka dayak yerdi.
Almanlara esir düşmüş babası 1949’da köye döndü. “Nasıl
olur da, ölmeyip esir düşersin? Hiç şüphe yok, sen vatan
hainisin” dediler. Dört yıla kalmadan Andrey iktidarsız
olduğunu fark etti. Yıllar sonra cinsel yaşamı “normal”e
döndüğünde, Andrey’e, “hayvan” demek, iltifat olurdu.
Bir yıl kadar sonra hemen hemen aynı bölgede, bu kez tren
yoluna yakın bir orman şeridinin içinde çalı çırpı toplamaya
çıkan bir köylü, kafatasına yapışıp kalmış bir tutam siyah saç,
ucunda küpe deliği görünür sol kulağı ve bir parmağından
başka şeyi kalmamış küçük iskeletle karşılaştı. “Dokuz on
yaşlarında kız çocuğu” dedi adli tıp uzmanları, “arkadan
saldırılmış, kafatası ve kaburgaları kırık, en az yirmi iki kez
bıçaklanmış, gözleri oyulmuş.”
James Bond, bir Çinli gibi “Üç gün yemeksiz kalmayı, bir
gün çaysız kalmaya tercih ederim” demez. Hatta, çaydan pek
fazla hazzettiği söylenemez. Ancak, her şeyin en kalitelisini
kullandığından, çay içmesi gerektiğinde tercihi, Yin Hao
yaseminli yeşil çaydır.
Aynı gün, iki özel dedektif, her ikisi Malezya polisi özel
kuvvetler birimi Tindakan Khas’ta görevli başkomiser Azilah
Hadri ve polis memuru Sirul Azhar Umar, ayrıca
Abdürrezzak Baginda tutuklandı.
Bir yerdeki parmak izini, başka bir yere aktarmak hiç güç
bir iş değildir. Hele bir polis için. Bu nedenle dedektif,
aleyhine delil üretildiğini ve parmak izinin pervaza transfer
edildiğini sandı. Bağımsız bilirkişilik yapan bir uzmandan
yardım istedi. Yanılıyordu, pervazdaki parmak izi gerçekti,
transfer değil.
Bütün bunlar tam dokuz yıl, yani 2006 nisanına dek sürdü.
Nihayetinde dedektif, İskoç Parlamentosu’na davet edildi,
kendisinden resmen özür dilendi, devletin kasasından 750 000
sterlin (2 milyon TL) tazminat ödendi, işinin başına dönmedi,
ülkesini terk edeceğini söyledi.
Marangoza kuru bir pardon
“Biz aldık.”
“Yok.”
Son kırk beş yılda, dünya genelinde her 100 000 kişiye
düşen intihar sayısı yüzde 60 oranında artış göstermiş olsa da,
uzmanlar, gerçekte bir artışın yaşanmadığında, eskiden oran
ne ise, şimdi de aynı olduğunda birleşiyorlar. Bir zamanlar,
intihar girişimi ve tamamlanmış intiharlardan söz etmenin bir
tabu olduğunu, bu nedenle olayların resmi istatistiklere,
“kaza” ya da “bulaşıcı hastalıktan ölüm” şeklinde yansıdığını
söylüyorlar.
“Gel, beraber ölelim”
Dışkıda da, idrarda da, DNA var elbette. Pek çok hastalığın
tanısına yaradığı gibi, mahkemelik meseleleri bile çözer. “Ben
uyuşturucu kullanmam, laboratuvarda incelenen başkasının
idrarı olmalı” diye çırpınanlara, “İmalatı sabote etmek isteyen
biri, fabrikanın orta yerine etmiş, acaba kim?” diye soran gıda
ve ilaç üreticilerine, hep bu yolla yardım ederiz.
Gizli servislerin dışkı savaşı
İhmal edilmeyen bir diğer alan, olası bir terör eyleminde yer
alacak potansiyel suçluları önceden saptamak. Polisin bu
amaçla başvurduğu çözümler, kimi zaman ciddi eleştirilerle
karşılaşıyor. Geçen haftalarda Almanya’da yaşananlar, bunun
küçük bir örneği.
Almanya ayakta
Onun gibi dört kişiye aynı şeyi sordu gardiyan. Hepsi beyaz
tenli, orta boyda, orta ağırlıkta, orta yaştaydılar. Tıpkı 400 yıl
öncesindeki gibi, “normal” birini arıyorlardı çünkü ve onu
bulmaları iki buçuk yıl sürmüştü. “Bedenini bilime adar
mısın?” “Evet” dedi, eski otomobil tamircisi otuz dokuz
yaşındaki Joseph Paul Jernigan. “O zaman seni diğerleri gibi
elektrikle değil, damarına potasyum klorür enjekte ederek
idam edeceğiz.”
“Ne gördünüz?”
“Kadın mı, erkek mi?” diye sordu polis. Sir Alec Jeffreys,
henüz DNA parmak izi tekniğini keşfetmemişti, kemiklerden
elde edilen DNA’nın amelogenin bölgesi incelenip kadına mı,
erkeğe mi ait olduğu anlaşılamıyordu. Prof. Grainger,
vücudun en geniş siniri, siyatik sinirinin geçtiği çentiğin
açısına bakarak, “Büyük olasılıkla kadın” dedi.