Professional Documents
Culture Documents
S e v g ilim
,skı
Haruki Murakami, 1949’da Kobe’de doğdu. Vaseda Üniver-
sitesi’nde klasik drama eğitimi aldı. 21. yüzyıl edebiyatının
en önemli isimlerinden olan Murakami’nin kitapları pek çok
ödül aldı, tüm dünyada ellinin üzerinde dile çevrildi. Haruki
Murakami’nin Yaban Koyununun İzinde, Zemberekkuşu’nun Gün
cesi, İmkânsızın Şarkısı, Sınırın Güneyinde-Güneşin Batısında,
Sahilde Kafka, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu,
1Q84, Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları, Koşmasaydım Ya
zamazdım, Uyku ve Kadınsız Erkekler isimli kitapları da Doğan
Kitap tarafından yayımlandı.
DOĞAN KİTAP TARAFINDAN YAYIMLANAN DİĞER KİTAPLARI
SPUTNİK SEVGİLİM
Haruki Murakami
DOĞAN
KİTAP
“Sputnik”
rafı 360 derece tarayıp, dağlardan kara bir duman çıkıp çık
madığını kontrol etmek. Bütün gün boyunca yapman gere
ken tek iş bu. Kalan zamanda istediğin kitabı okuyabilir, ro
man yazabilirsin. Gece olunca postu kalın mı kalın bir ayı,
kulübenin çevresinde ağır ağır dolaşır. İşte bu tam da benim
istediğim yaşam. Bununla kıyasladığımda üniversitede ede-
biyat-sanat bölümü okumak, bir hıyarın acı ucunu ısırmak
gibi bir tat veriyor.”
V $irakabaha (Shirakabaha); Japonya'da 1910 ile 1923 yılları arasında etkin olmuş, aynı adla derai-
si yayımlanmış edebiyat ekolü, (ç.n.)
16
Ender olarak ben de ona gidiyordum ama onun dairesi iki ki
şi için fazla dar olduğundan, daha çok o geliyordu bana. Bir
araya gelince romanlardan bahseder, kitap değiş tokuş eder
dik. Onun için akşam yemeği hazırlardım. Yemek yapma ko
nusunda fena sayılmazdım, Sumire ise kendi başına yemek
hazırlamaktansa aç kalmayı tercih eden biriydi. Yemek için
teşekkür niyetine, yarızamanlı çalıştığı yerlerden bana türlü
şeyler getirirdi. Bir keresinde çalıştığı ilaç firması deposun
dan altı düzine prezervatif getirmişti. Muhtemelen hâlâ çek
mecemde duruyordur.
“Anladım sanırım.”
“Ancak, örneğin bu, ‘Japon imparatoru Japonya’yı işa re t
edeF olarak yazılırsa, her ikisi eşdeğerde olur. Diğer b ir de
yişle, bu durumda Japonya dediğimizde, bu Japonya im p a r a
toru anlamına gelir; Japon imparatoru dediğimizde de bu J a
ponya anlamına gelir. Yani her ikisinin de birbiriyle yer de
ğiştirme imkânı vardır; a=b ile b=a’nın aynı olması g ib i. D a
ha basit ifade edersek, bu, işaret anlamındadır.”
“Demek istediğin, Japon imparatoru ile Japonya mn y e r le
rinin değiştirilebilir olduğu mu? Bu yapılabilir mi?”
“Öyle değil. Farklı bir şey bu.” Hattın bu yanında sertçe
salladım başımı. “Ben şimdi sana sembol ile işaretin farkını
olabildiğince basit şekilde anlatmaya çalışıyorum. Japon im
paratoru ile Japonya’yı gerçekten birbirleriyle yer değiştir
mek gibi bir niyetim yok. Bu, açıklamanın bir aracı sadece.”
“Hıımm” dedi Sumire. “Anladım galiba. İmge olarak. Yani
tek yönlülük ile çift yönlülük arasındaki fark.”
“Uzmanlar çok daha düzgün anlatabilirler. Ama çok basit
bir şekilde ifade edilirse, benim dediğim gibi.”
“Hep düşünüyorum da, sen bir şeyleri açıklamakta ne ka
dar da beceriklisin.”
“iyi de bu benim işim” dedim. Sözlerim tekdüze ve ifade
den yoksundu. Sen de bir ara ilkokul öğretmenliği yapma
yı denemelisin. Birçok soruyla karşılaşıyorum. Neden yeryü
zü kare şeklinde değildir? Neden mürekkepbalığınm sekiz de
ğil de on ayağı vardır? Her türden soruya yanıt verir hale
geldim.”
“Sen iyi bir öğretmen olmalısın.”
Nasıl bir öğretmenim acaba?” diye yanıtladım. Nasıldım
acaba?
Bu arada mürekkepbalığınm neden sekiz değil de on aya
ğı var?”
Artık uyuyabilir miyim izninle? Gerçekten çok yorgunum.
39
Myu her ikisi için de aynı siparişi verdi. Ana yemek, kö
mür ateşinde taze ızgara balıktı, üzerine mantarlı yeşil sos
tan konmuştu biraz. Balık parçalan, çok güzel şekilde pişiril
mişti. Neredeyse sanatkârca denecek kadar etkileyici bir pi
şirme türüydü bu. Yanına kabaklı gnocchi ile son derece za
rif bir şekilde hindiba salatası konmuştu. Crème brûlée'yi ise
44
Myu.
“Elbette. Dilediğin gibi.”
“Seni üzebilir belki söyleyeceklerim.”
Sumire, bunun sorun olmayacağını belirtmek için dudak
larını sımsıkı büzerek onun gözlerinin içine baktı.
“Bugünlerde ne kadar zaman ayırırsan ayır, kayda değer
bir şeyler yazabileceğini sanmıyorum” dedi Myu sakince, te
reddütsüz bir ses tonuyla. “Yeteneğin var. Bir gün mutlaka
çok güzel bir eser de ortaya koyacaksın, iltifat etmiyorum,
buna yürekten inanıyorum. Senin içinde böyle doğal bir gü
cün varlığını hissedebiliyorum. Ancak şimdiki sen, henüz ha
zır değilsin. O kapıyı açmak için yeterli gücü toplamış değil
sin. Sen de böyle hissetmiyor musun?”
“Zaman ve deneyim” diye özetleyiverdi Sumire.
Myu gülümsedi. “Şimdilik benim için çalış. Bu daha iyi
olacaktır. Ve zamanının geldiğini hissedersen, hiç çekinme
ne gerek yok, her şeyi bırakıp bütün enerjini romanını yaz
maya ver. Sen aslında herhangi bir konuda beceri sahibi b i
ri değilsin, önemli bir şey ortaya koyabilmek için diğer insan
lardan daha çok zamana ihtiyacın var. Bu yüzden, 28 yaşm a
geldiğinde henüz ortada yeşermiş bir şeyin yoksa, ailen mad
di desteği keser ve beş parasız kalırsın; böylesi daha iyi olur
belki. Açlıktan kıvranmak da bir yazarın deneyimlemesi ge
reken bir şey olabilir.”
Sumire yanıtlamak için ağzını açsa da doğru dürüst bir
ses çıkaramadı. Bu yüzden susup başını salladı.
Myu masanın ortasına sağ elini uzattı. “Sen de uzat elini.”
47
Sumire sağ elini uzatınca Myu onun elini sarar gibi tuta
rak sıktı. Sıcak ve pürüzsüzdü avucu. “O kadar endişelene
cek bir durum yok; bırak surat asmayı artık. Merak etme, iyi
anlaşacağız.”
Sumire yutkundu. Sonra yüzündeki kaslar gevşedi. Myu
tam karşısında durmuş ona bakarken, Sumire varlığının gi
derek büzülüp küçüldüğünü hissetti. Güneşin altındaki buz
parçası gibi eriyip gidebilirdi.
“Önümüzdeki haftadan itibaren, haftada üç gün ofisime
gel. Pazartesi, çarşamba ve cuma günleri. Sabah onda gelip,
akşamüzeri dörtte çıkarsın. Böylece kalabalık saatlerden de
kaçınmış olursun. Yüksek bir maaş veremem ama iş zor ol
madığı gibi boş zamanlarda kitap okuyabilirsin. Ancak hafta
da iki kez özel İtalyanca dersi alacaksın. İspanyolca konuşa-
biliyorsan, İtalyanca öğrenmek o kadar da zor olmayacaktır,
değil mi? Ayrıca boş vakitlerinde İngilizce konuşma ve araba
kullanma pratiği de yap, olur mu? Bunları yapabilir misin?”
“Yapabilirim sanırım” diye yanıtladı Sumire. Ama sesi,
sanki tanımadığı biri başka bir odadan onun yerine konuş
muş gibi geldi kulağa. Şu an benden ne istense, ne emredil-
se hiç tereddütsüz evet diye yanıtlayıvereceğim. Myu, hâlâ
Sumire’nin elini tutuyor, gözünü ayırmadan ona bakıyordu.
Myu’nun kara gözbebeklerine yansıyan kendi canlı görüntü
sünü gördü Sumire. Bu yansıma, aynanın diğer yanına çeki
lip yutulmuş kendi ruhu gibi göründü gözüne. Sumire, bu gö
rüntüye âşık olurken aynı zamanda da içi ürperdi.
Myu gülümseyince, göz çevresinde ona çekicilik katan kırı
şıklıklar oluştu. “Hadi evime gidelim. Sana göstermek istedi
ğim bir şey var.”
4
3. Natsume Soseki'nin romanı (1908); kırsal kesimden başkent Tokyo'ya gelen 23 yaşında, Sanşiro
adlı bir genç adamın öyküsünü anlatır, (ç.n.)
49
53
ilk adımı atmaktı. Asıl becerikli olduğu konu, henüz adı pek
duyulmamış genç, yetenekli sanatçıları bulup çıkararak on
ları Japonya’ya davet etmekti.
Myu bu “özel işi”nden ne kadar kâr elde edebiliyordu, o ka
darını bilmiyordu Sumire. Hesap kayıtları ayrı bir disket
te tutuluyordu ve şifre olmadan açılamıyordu. Her durumda
Sumire, Myu ile görüşüp onunla sohbet edebildiği için mutlu
luktan uçuyordu, yüreği heyecanla çarpıyordu. İşte Myu’nun
oturduğu masa, şu onun kullandığı tükenmezkalem, bu da
kahve kupası, diye düşünüyordu. Ona söylenen her şeyi, ne
denli önemsiz olsa da, büyük bir özenle yapıyordu.
nin derinlerinde, bir dereyi hızla kat eden birkaç sessiz akın
tı yanşıyordu adeta. Bu akıntılann oluşturduğu dalgaların
durulması için zaman gerekti.
“Sormamam gereken şeyleri sorduğum için özür dilerim"
dedi Sumire.
“Sorun değil. Sadece ben henüz tam anlatamıyorum.’'
Bu konuyu bir daha açmadılar.
4. Klasik Japon şiir türlerinden biri. 577/5/7/7 hece ölçüsü kullanılır. 31 heceden oluşur. Sözcük an
lamı "kısa şiir, kısa şarkı", (ç.n.)
67
Yoktu isteği
Zamanın yığdığı
Çöp dağının altında
Gömülü olanları eşelemeye
Yevgeni Onegin
68
5 . Suşi türü bir yiyecek; balık ve pirincin kurutulm uş yosun ile sarılm asıyla hazırlanır, (ç.n.)
71
N asılsın?
d a h i- k e n d im i y a ln ız h is s e d iy o r u m . D a h a d a u z a k la ş ır s a m , ç o k
d ah a y a ln ız h is s e d e rim m u tla k a . U m a r ım s e n d e a y n ıs ın ı h is s e -
d iyo rsu n d u r.
İşte b ö y le , M yu ile A v ru p a g e z is in d e y iz ş im d i. O , b ir t a k ım iş
d u ru m la rın d a n d o la y ı iki h a fta b o y u n c a İta ly a ve F r a n s a d a t e k
b a şın a d o la ş m a y ı p la n la m ış tı b a ş ta a m a s o n ra b e n d e ö z e l s e k
reteri o la ra k y a n ın a k a tıld ım . B ir s a b a h a n s ız ın , h iç b e k le m e d i
ğ im a n d a b u n u t e k lif e tm e s i b a n a d a s ü r p r iz o ld u . Ö z e l s e k r e
te r d e se m de, a s lın d a o n u n la b irlik te y o lc u lu k e t m e m in o n a b ir
fa y d a s ı o la c a ğ ın ı d ü ş ü n m ü y o rd u m a m a o, b u n d a n s o n ra d a b ir
likte işle r y a p a c a ğ ız , te c r ü b e iyi o lu r d e d i; a y r ıc a , " S ig a r a y ı b ı
ra km a b aşarısın ı g ö s te rd iğ in için b ir ö d ü l" d iy e r e k ik n a e tti b e n i.
S ig a ra y ı b ıra k m ış o lm a n ın v e rd iğ i, u zu n s ü re d ir ç e k t iğ im s ık ın t ı
nın ka rşılığın ı a la c a k tım b ö y le ce .
Ö n c e u ça kla M ilan o 'ya in d ik, c a d d e le rd e g e z in d ik , s o n ra m a
vi bir A lfa R o m e o k ira la y ıp çe v re y o lu n d a n g ü n e y e h a r e k e t e ttik .
T o skan a'd a b irka ç ü zü m b ağ ın ı g e z d ik , iş g ö rü ş m e le rin i y a p a r k e n
küçük, h o ş bir o te ld e b irk a ç g ü n k o n a k la d ık , so n ra R o m a 'y a g e ç
tik. İş g ö rü şm e le ri sıra sın d a hep İn g iliz c e y a d a F r a n s ız c a k u lla n ıl
d ığın d a n bana p e k bir g ö re v d ü şm e d i, ö te y a n d a n bu g e z i s ıra s ın
da g ü n lü k işlerd e İta ly a n c a m e p e y işe y a rıy o r. İs p a n y a 'y a g id e r
se k (bu s e fe r ne y a z ık ki g id e m iy o r u z ) M y u 'y a d a h a ç o k f a y d a m
d o k u n a ca ğ ın ı d ü şü n ü y o ru m .
K ir a la d ığ ım ız A lfa R o m e o m a n u e l v ite s o ld u ğ u n d a n b e n k u l
la n a m a d ım . Bu y ü z d e n a ra b a y ı s a d e c e M yu k u lla n d ı. U z u n sü re
arab a k u lla n m a k o n a h iç sık ın tı v e r m iy o r g ib i g ö rü n ü y o r. B o l v i
rajlı T o s k a n a te p e le rin d e o n u n ritm ik ve y u m u ş a k b ir ş e k ild e v i
te s b ü y ü tü p k ü ç ü ltm e s in i izle rk e n (ş a k a y a p m ıy o r u m ) y ü r e ğ im
hızlı h ızlı a tıy o rd u . Ja p o n y a 'd a n bu k a d a r u z a k ta , o n u n y a n ın d a
ö y le ce o tu rd u ğ u m için ç o k m u tlu y d u m . K e ş k e m ü m k ü n o lsa d a
hep b ö yle k a la b ilse k .
84
n o rm a l z a m a n ın d a n ö n c e , o g e c e b a ş la d ı ve ç o k s ık ın t ılıy d ı bu
b e n im iç in . H ım m , bu t ü r ş e y le ri s a n a m e k tu p ta y a z ın c a b ir ş e y
o lm a y a c a k ta b ii a m a işte o la n la rı a k ta rıy o ru m .
G e ç e n g e c e R o m a 'd a b ir k o n s e re g ittik . D u r g u n s e z o n o ld u
ğ u n d a n m ü z ik t e n p e k ü m itli o lm a s a m d a b ü y ü le y ic i b ir k o n s e
re d e n k g e ld ik . M a rth a A r g e r ic h , L is z t'in ı n u m a ra lı p iy a n o k o n
ç e r to s u n u ç a ld ı. Ç o k s e v d iğ im b ir p a rç a d ır bu. O r k e s tra şe fi G iu -
s e p p e S in o p o li'y d i. M u h te ş e m b ir k o n s e rd i. İn s a n ın d i m d ik d in
le d iğ i, c o ş k u lu , g ü z e l b ir m ü z ik ti. A n c a k k e n d i b e ğ e n im a ç ıs ın
d a n s ö y le r s e m , b e n im için fa z la iyi o la b ilir. B a n a g ö r e bu p a rç a
b ir a z fa z la m ü k e m m e ld i; b ü y ü k fe s tiv a lle rd e ç a lın m a s ı d a h a u y
g u n o lu rd u . Z o r k ıs ım la rın o lm a d ığ ı, b a n a ö z e llik le h e y e c a n v e
re n p a r ç a la rı s e v iy o ru m d a h a ço k . B u n o k ta d a M y u 'y la a y n ı g ö
rü ş te y d ik . V e n e d ik 'te V iv a ld i fe s tiv a li v a rm ış, o n a g it m e y i d ü ş ü
n ü y o r u z . S e n in le ro m a n ü ze rin e k o n u ş tu ğ u m z a m a n la r d a k i g i
bi, M yu ile d e h iç b ık m a d a n m ü z ik ü ze rin e k o n u ş a b iliy o ru z .
Ç o k u z u n b ir m e k tu p o ld u , d e ğ il m i? E lim e k a le m a lıp y a z
m a y a b a ş la y ın c a b ir tü rlü b ıra k a m ıy o ru m . E s k id e n b e ri b ö y le -
y im b e n . İyi y e t iş t ir ilm iş k ız ç o c u k la rı z iy a re tle rin i u zu n t u t m a z
la r d e n ir a m a y a z m a k s ö z k o n u su o ld u ğ u n d a (b e lk i s a d e c e y a z
m a k la d a s ın ırlı d e ğ ild ir ) ü m it s iz b ir v a k a y ım . B e y a z c e k e t g iy
m iş g a r s o n a m c a d a ara sıra b ık k ın b ir y ü z ifa d e s iy le b a n a b a k ıp
d u ru y o r. E lim d e y o ru ld u d o ğ r u s u n u is te rs e n ; a rtık b u ra d a so n
v e r e y im m e k tu b u m a . Z a t e n m e k tu p k â ğ ıd ım da bitiyor.
B u a ra d a , b a ş ta k i 15 A ğ u s t o s 't a Ja p o n y a 'y a d ö n m e p la n ım ız
d e ğ iş ti. F ra n s a 'd a iş im iz b ittik te n s o n ra , b ir Y u n a n a d a s ın a g id ip
o ra d a b ira z d in le n e c e ğ iz . T e s a d ü fe n t a n ış t ığ ım ız b ir İn g iliz b e y in
(g e rç e k b ir c e n tilm e n ) o b ilm e m ne a d a sın d a k ü ç ü k b ir y a z lığ ı v a r
m ış v e o ra d a is t e d iğ im iz k a d a r k a la b ile c e ğ im iz i s ö y le d i. Ç o k h e
y e ca n lı. M yu d a ç o k h e ve sle n d i. B ize işten g ü ç te n ta m a m e n u z a k
ta, sa k in b ir ta til g e re k iy o r çü n k ü . E g e D e n izi'n in b e m b e y a z s a h il
le rin d e u z a n ıp g ü z e l g ö ğ ü s le rim iz i g ü n e ş le n d ir e c e ğ iz , için d e ç a m
balı b u lu n a n ş a ra p la rım ızı y u d u m la y a ra k g ö k y ü z ü n d e n g e ç e n b u
lutları d o y a s ıy a izle y e c e ğ iz . T ü m b u n la r se n c e d e h a rika d e ğ il m i?
îlk önce kalın bir erkek sesi, çok bozuk aksanlı bir İngiliz
ce ile adımı söyleyip, “Doğru kişi değil mi?” diye sordu yük
sek sesle. Saat gecenin ikisiydi ve ben elbette o saatte horul
horul uyuyordum. Kafamın içi sağanak altında kalmış çel
tik tarlası gibi bomboştu ve ilk başta ne olduğunu anlayama
dım. Çarşafta öğleden sonraki sevişmenin izleri kalmıştı bel
li belirsiz, düğmeleri yanlış iliklenmiş bir hırka gibi, tüm her
şey adım adım gerçeklikle bağlarını yitirip gitmişti. Adam bir
kez daha adımı söyledi. “Doğru kişi değil mi?”
“Evet, benim” diye yanıtladım. Benim adımmış gibi duyul-
masa da bir şekilde benim adımdı söylediği. Sonra, elektrikle
yüklenmiş hava kütleleri birbirine çarpıyormuş gibi şiddetli
bir cızırtı duyuldu bir süre. Herhalde Sumire Yunanistan’dan
uluslararası telefon görüşmesi için arıyordur diye düşündüm.
Kulağımı ahizeden biraz uzaklaştırıp onun sesini duymayı
bekledim. Ama telefondaki ses Sumire’nin değil, Myu’nundu.
“Sumire sana benden söz etmiştir, değil mi?”
“Evet, söz etmişti” dedim.
Telefonda duyulan ses uzaklardaki cansız bir varlık tara
fından bozuluyormuş gibi geliyordu, yine de sesindeki heye
can yeterince hissediliyordu. Katılaşmış sert bir şey, sanki
kuru buz bulutu gibi ahizeden odaya yayılarak beni kendime
getiriyordu. Yatağın üzerinde doğrulup sırtımı dikleştirerek
ahizeyi daha sıkı tuttum.
92
tık; bol zamanları olan bir grup bronz tenli yaşlı ile oraya ait
olmayan, elinde spor çantasıyla ben.
i
8
S. * * *
“Bu hiç fena bir fikir değil” dedi Myu gülerek. Sonra güneş
gözlüğünü çıkarıp yüzünü Sumire’ye döndü. “Bu hikâye bana
Katolik okuluna başladığım günkü ilk dersi hatırlattı. Söyle
miş miydim sana, çok katı bir Katolik kız okuluna altı yıl de
vam ettiğimi? İlkokulda normal mahalle okuluna gitmiştim,
ortaokulda ise oraya başladım. Okulun ilk günü merasimden
sonra yaşlı bir rahibe yeni öğrencileri toplantı salonuna alıp
Katolik etiği üzerine konuşmaya başlamıştı. Fransızdı ama
Japoncası kusursuzdu. Bir sürü şey anlatmıştı ama şu an bi
le hatırladığım, bir kediyle birlikte ıssız bir adaya düşmek
üzerine söyledikleri.”
“Çok ilginç geliyor kulağa” dedi Sumire.
“Bindiğin gemi batıyor ve sen ıssız bir adaya sürükleniyor
sun. Bota binebilen sadece sensin ve de bir kedi. Bir süre sü
rüklendikten sonra bir adaya ulaşıyorsunuz ancak kayalık
larla dolu bu ıssız adada yiyecek hiçbir şey yok. içecek su da
yok. Öte yandan, botta bir kişiye on gün yetecek kadar kuru
ekmek ve su stoku var. Yaklaşık böyle bir şeydi anlattığı.
Sonra rahibe salonun ortasında durup etrafına baktı, güç
lü ve gayet iyi duyulan bir sesle şunlan söyledi: 'Şimdi gözleri
nizi kapatıp hayal edin. Kediyle birlikte insansız bir adaya sü
rüklendiniz. Denizin ortasında ıssız bir ada bu ve on gün için
de oradan kurtulmanız imkânsız. Yiyecek ve suyunuz biterse
ölebilirsiniz. Peki bu durumda ne yapardımz? Hem siz hem de
kedi zor durumdasınız; o kıt azığınızı kediyle paylaşır mıydı
nız?’ Bunları söyleyen rahibe sustu, bir kez daha herkesin yü
zünde dolaştı bakışları. Sonra devam etti: ‘Dikkatinizi çekmek
isterim, bu bir hata olur; kediyle yemeğinizi paylaşamazsı
nız. Çünkü siz Tann tarafından seçilmiş değerli varlıklarsınız,
ama kediler değil. Bu yüzden ekmeği bir tek siz yemelisiniz.
Rahibe bunları söylerken yüzünde çok ciddi bir ifade vardı.
Ben bunu önce bir şaka zannetmiştim. Bundan sonra hoş
bir bitiş sözü gelecek diye bekledim. Ama gelmedi, insanın
117
7. Burada Helen Bannerman'ın The Story of Liftle Black Sambo (1899) adlı kitabına gönderm e yap ıl
mış. (ç.n.)
120
* * *
İkisi her zaman yaptıkları gibi saat ona doğru kendi oda
larına çekildiler. Myu, uzun kollu, beyaz pamuklu pijamasını
giydi, başını yastığa koyar koymaz uykuya daldı. Ancak çok
geçmeden kendi kalp atışlarıyla sarsılmış gibi gözlerini aç
tı. Başucundaki seyahat saatine baktı, yanmı geçiyordu. Oda
zifiri karanlıktı ve derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Bu
na karşın yakınında soluk soluğa kalmış birinin varlığını his
setti. Pikeyi boynuna kadar çekip etrafa kulak kabarttı. Kal
binin tok atışlarını duyuyordu. Başka hiçbir ses yoktu. Ancak
124
* * *
ile ufak tefek şeyler için bir çekmece. Masanın ayağının dibi
ne orta boy, kırmızı bir valiz konmuştu. Ön pencereden ileri
deki tepeler görünüyordu. Masanın üzerinde yeni bir Macin
tosh PowerBook duruyordu.
“Onun eşyalarım toparladım, sen burada uyuyabil esin di
ye”
Polis başını salladı, “Bu adada hiç kuyu yok ki. ihtiyaç
yok. Pınar suyu boldur, henüz kurumamış birçok kaynak var
ayrıca. Zaten toprağın altındaki kaya öyle sert ki kuyu aç
mak çok zahmetli bir iş olur.”
143
DOSYA ı
B irk a ç u z u n m e k tu b u h e sa b a k a tm a z s a k , s a d e c e k e n d im için b ir
şe yle r y a z m a y a lı ço k z a m a n o ld u , bu y ü zd e n bu y a zıy ı b a şta n so n a iyi
bir ş e k ild e y a z a b ile c e k m iy im , bu k o n u d a k e n d im e g ü v e n e m iy o r u m .
B ö yle d iy o r u m a m a d ü ş ü n ü n c e “ k e n d im i ifa d e e d e b ilm e ” k o n u s u n
da ö z g ü v e n im h iç o lm a d ı ki b e n im . Ben y a ln ız c s y a z m a d a n d u r a m a
d ığ ım için y a z ıy o ru m .
Ö yle d e ğ il m i?
A yn e n öyle!
146
İş te b u n e d e n le b u g ü n e d e k b ir s ü rü ş e y y a z d ım d u r d u m . Bir g ü n
d e n d iğ e r in e - n e r e d e y s e h e r g ü n . B ir o t la ğ ın o r t a s ın d a d u rm u ş , çok
h ız lı b ir ş e k ild e , d u r m a d a n u z a y a n o t la r ı t e k b a ş ım a ö z e n ve s e b a t
la b iç m e y e d e v a m e d e r g ib i. B u g ü n b u r a s ı, y a r ın o ra s ı... B ü tü n o tla
ğ ı ç e v r e le y ip d ö n d ü ğ ü m d e , b a ş la d ığ ım y e r d e k i o t la r e s k is i k a d a r u za
m ış o lu y o r d u .
N e v a r ki M y u ile k a r ş ıla ş tık ta n s o n ra y a z ı n a m ın a b ir şe y y a z a m a z
o ld u m . N e d e n a c a b a ? K .'n ın b a n a b a h s e ttiğ i K u r m a c a = A k t a r m a T e o ri
B e n , d iğ e r b ir d e y işle , d ü ş ü n m e k d e n e n şe y i - b u e lb e t te b e n im ki
ş is e l o la r a k t a n ım la d ığ ım h a liy le d ü ş ü n m e k - b ır a k t ım . S a n k i iç içe
g e ç m iş iz g ib i t a m a n la m ıy la M y u 'n u n y a n ın d a o lu p o n u n la b irlik te
b ir y e rle re (ta h m in e d e m e y e c e ğ im bir y e rle re d e m e liy im s a n ırım ) sü
rü k le n iy o r, " O lsu n v a rsın , iyi böyle" d iye d ü ş ü n ü y o r d u m .
B e lki d e şö y le d e m e liy im : M y u 'n u n y a n ın d a o la b ilm e k için , benim
so n d e re c e a l t t a n a lm a m g e re k iy o r. D ü ş ü n m e k d e n e n o b a s it te m e l
e y le m b ile b e n im için ço k a ğ ır y ü k o lu yo r. O la n , ö z e tle bu işte.
O t la k t a k i o tla r ne d e n li u z a rs a u z a s ın a r tık u m u r u m d a d e ğ il. Ot
k ü m e le rin in ü z e rin e s ırtü s tü y a ta ra k g ö k te s ü rü k le n e n b e y a z b u lu t
ları izliy o ru m . K a d e rim i o b u lu tla rın s ü rü k le n ip g id iş in e b ıra k ıyo ru m .
K e sk in o t k o k u s u n a , e se n rü z g â rın fıs ılt ıs ın a te s lim e d iy o ru m y ü r e ğ i
m i. N e b ilip ne b ilm e d iğ im i - h a t t a b u n la rın a r a s ın d a k i fa rk ı b ile - ar
tık h iç m i h iç u m u rs a m ıy o ru m .
H a y ır, ö yle d e ğ il. B u n la rı e n b a ş ın d a n b e r i u m u rs a m ıy o rd u m aslın
da. D a h a kesin ifa d e e tm e liy im . K e sin . K e sin .
b a ş la y ın c a iş o ra d a b ite r işte . S a n ır ım h iç b ir y e re v a r a m a m o z a m a n .
S o m u t ö rn e k v e r irs e m , e t r a fım d a k i h e r h a n g i b irin i, "A a, b e n b u k iş iy i
çok iyi b iliy o r u m , o n u d ü ş ü n m e m e g e re k y o k. T a m a m " d iy e d ü ş ü n ü p
ra h a tla y ın c a , b e n y a d a se n ço k fe n a b ir a ld a n ış a d ü ş e b ilir iz . Y e t e r in
ce b ild iğ im iz i d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z ş e y le rin a r k a s ın d a , b ir o k a d a r d a b il
m e d ik le rim iz g iz lid ir .
Anlamak dediğimiz, halihazırdaki yanlış anlamalarımızın bütü
nünden başka bir şey değildir.
Bu (a r a m ız d a k a lsın ) b e n im n a ç iza n e , d ü n y a y ı a lg ıla y ış b iç im im .
Ş im d i k o n u m u za d ö n e lim . Fa zla z a m a n y o k , d u ru p k a y b e d e c e k v a
kit de. Lo tte Len ya'yı bir ken ara b ıra k a lım . M e ta fo r k u lla n a c a k za m a n
da yo k. D a h a ö n ce de y a z d ığ ım g ib i, iç im iz d e " b ild iğ im iz " ile " b ilm e
d iğ im iz (b ild iğ im iz i d ü ş ü n d ü ğ ü m ü z )" ş e y le r ö n le n e m e z b iç im d e bir
a rad a b u lu n u y o r. V e in sa n la rın ço ğ u bu ik isi a ra s ın a k u lla n ış lı b ir set
çe k ip y a şıy o rla r. B öyle y a ş a m a k d a h a ra h a t v e e lv e r iş li o lu y o r. A m a
ben bu se ti y ık ıy o ru m ; b u n u y a p m a k z o r u n d a y ım . S e tle r d e n n e fre t
e d iyo ru m ; ben bu tü r bir in san ım !
Bir kez d ah a Siy a m ik izle rin i ö rn e k v e re c e ğ im ; o n la r ın h e r za m a n
b irb irle riy le u y u m lu o ld u k la rı sö y le n e m e z. S ü re k li b ir b ir le r in i a n la
m aya ça lışıy o r o la m a zla r. H a tta aksi d u ru m la r ço k o lm a lı. S a ğ elin sol
elin y a p m a y a k a lk ıştığ ı şeyden hab e ri o lm a d ığ ı g ib i, sol e lin de s a ğ e l
den h ab e ri o lm a z. A k lım ka rışıyo r, b a k ış a ç ım ı k a y b e d iy o ru m . Sonra
bir şeye ça rp ıyo ru m . Pat diye.
Bir başka d eyişle, sö yle m e k iste d iğ im , in sa n " b ild iğ i (ya da b ild iğ in i
d ü şü n d ü ğ ü ) şeyler" ve "b ilm e d iğ i" şe yle r a ra sın d a b ir u y u m s a ğ la m a
ya ça lışa ca ksa , d u ru m a gö re etkili bir ö n le m a lm a sı g e re k ir. Bu önlem
-e v e t, aynen ö y le - t a m da d ü şü n m e k tir işte. D iğ e r bir d e yişle , kendini
bir yere sıkı sıkıya d e m irle m e k tir. E ğ e r bö yle y a p ılm a z s a , h e r şeyden
önce, lanetli bir "çarp ışm a "ya d o ğ ru g id iy o ru z d e m e ktir.
Soru.
Peki o h a ld e in sa n h e m cid d i b ir ş e k ild e d ü ş ü n m e m e k (çim le re
u za n m ış, o n la rın boy a tm a se sin i d in le y ip g ö k te k i b e ya z b u lu tla rı iz-
149
R ü y a la rın a (g e r ç e k te n g ö r d ü ğ ü n ya da k u r g u la d ığ ın r ü y a la r ın a )
y a zd ığ ın ro m a n d a y e r v e r m e n in te h lik e li b ir d e n e y o ld u ğ u s ö y le n ir .
Rüyaların t u t a r s ız t u t a r lılık la r ın ı s ö z c ü k le ri k u lla n a r a k y e n id e n k u r
gu lam ayı a n c a k a z s a y ıd a k i y e te n e k li y a z a r y a p a b ilir. B en d e bu k a n ı
dayım . Ben g ö r d ü ğ ü m bu rü y a y ı b e n im le ilg ili b ir g e rç e k o la r a k k a y
d ed iyo ru m . S a d ık b ir d e p o g ö re v lis i o la ra k , e d e b i o lu p o lm a m a s ın a
b akm azsızın .
G e rçe ğ i s ö y le m e k g e re k irs e , b e n z e r rü y a la rı d e fa la r c a g ö r m ü ş lü
ğüm o ld u . H e r b irin in fa rk lı d e ta y la rı o lsa da. M e k â n la r d a fa r k lıy d ı.
A n cak rü y a n ın a k ışı h e p a y n ıy d ı. R ü y a d a n u y a n d ığ ım d a h is s e t t iğ im
acının tü rü (y o ğ u n lu ğ u ve sü re si de) y a k la ş ık o la ra k a y n ıy d ı. A y n ı ş e y
tekrar te k ra r y a ş a n ıy o rd u . K ö r bir v ira jd a n ö n ce b u h a rlı g e c e t r e n in in
her se ferin d e d ü d ü k ça lışı g ib i.
Sumire'nin Rüyası
S u m ire , ço k e s k id e n ö lm ü ş o la n a n n e s iy le g ö r ü ş m e k için s a r m a l
bir m e rd iv e n d e n ç ık ıy o r d u . M e rd iv e n in s o n u n d a , y u k a r ıd a a n n e
si b ekliyo rdu d e m e k ki. A n n e s in in S u m ire 'y e s ö y le y e c e ğ i b ir ş e y v a r
dı. B u n d an so n ra y a ş a m ın ı s ü rd ü r e b ilm e s i için S u m ir e 'n in m u tla k a
bilm esi g e re k e n ço k ö n e m li b ir g e r ç e k t i bu. S u m ir e a n n e s iy le b u lu
şacağı için k o rk u y o rd u . Ç ü n k ü bir ö lü y le ilk ke z k a rş ıla ş a c a k t ı ve a n
nesinin n a sıl b irisi o ld u ğ u h a k k ın d a h iç b ir fik ri y o k tu . Y a da a n n e s i,
Sum ire'ye - S u m ir e 'n in a sla t a h m in e d e m e y e c e ğ i bir n e d e n d e n ö tü -
rü - d ü şm a n c a y a da kö tü d a v ra n a b ilird i. A m a S u m ir e g ö r ü ş m e d e n
de ed em ezd i. Bu o n a t a n ın m ış ilk ve son şa n stı.
e t t i. A m a v a k t i a z a lıy o r d u . A n n e s i h e p o r a d a b e k liy o r o lm a y a c a k tı
S u m ir e 'n in a ln ın d a n t e r le r d a m lıy o r d u . N ih a y e t m e r d iv e n in sonuna
g e ld i.
A n n e s in in y ü z ü d o s d o ğ r u o n a d ö n ü k t ü , o d a r b o ş lu k t a y a t ıy o r
d u . O n u ç a ğ ır ır g ib i b a k m a k t a y d ı S u m ir e ’n in y ü z ü n e . İlk b a k ış ta a n la
m ış t ı o n u n k e n d i a n n e s i o ld u ğ u n u . Bu k işi b a n a y a ş a m v e b e d e n ver
d i d iy e d ü ş ü n d ü . A m a a n n e s i h e r n a s ıls a a ile a lb ü m ü n d e k i k a d ın d a n
f a r k lı b iriy d i. K a r ş ıs ın d a k i k a d ın g e n ç v e g ü z e ld i. D e m e k ki fo t o ğ r a f
ta k i k işi g e rç e k a n n e m d e ğ ilm iş , d iy e d ü ş ü n d ü S u m ire . K a n d ırm ış ba
b a m b e n i.
“A n n e " d iy e b a ğ ırd ı S u m ir e v a r g ü c ü y le . S a n k i y ü r e ğ i h a fifç e y e rin
d e n o y n a m ış g ib i b ir h isti bu. A n c a k S u m ir e 'n in a ğ z ın d a n bu sö zcük
ç ık a r ç ık m a z , a n n e s i s a n k i e n g in g ö k y ü z ü n e d o ğ ru fır la tıla c a k m ış g i
bi, d iğ e r t a r a f t a n e m ilip ç e k ild i. A n n e s i a ğ z ın ı a ç ıp S u m ir e ’y e doğru
h a y k ırd ı. A m a s ö y le d iğ i şe y r ü z g â r ın v u u v u u d iy e d e liğ in için d e y a n
k ıla n a n se si t a r a fın d a n y u t u ld u , S u m ir e 'n in k u la ğ ın a k a d a r u la şa m a
dı. B ir a n s o n ra d a a n n e s i d e liğ in s o n u n d a k i k a ra n lığ a d o ğ ru çe kile
rek, g ö z d e n k a y b o lu p g itti.
S u m ir e b a ş ın ı ç e v ir ip a r k a s ın a b a k t ığ ın d a m e rd iv e n y o k olmuş
tu . Ş im d i d ö rt ta r a fı d a d u v a rla ç e v riliy d i. M e rd iv e n in y e rin d e ise ah
şa p b ir ka p ı v ard ı. K a p ın ın t o k m a ğ ın ı çe v irip içeri d o ğ ru açtı, karşısın
da g ö k y ü z ü v a rd ı. Y ü k se k bir k u le n in ü stü n d e y d i. A şa ğ ıy a baktığında
y ü k se k lik te n b a şı d ö n d ü . G ö k y ü z ü n d e bir sü rü u ça ğ a b e nze r şey uçu
y o rd u . Evet, te k k işilik u ça k la rd ı b u n la r, h e rke sin y a p a b ile ce ğ i türden
te k k iş ilik b a s it u ça k la r. B a m b u ve h a fif ta h ta d a n y a p ılm ışla rd ı. Kol
t u ğ u n a r k a s ın d a k i k ıs m a , s ık ılm ış y u m ru k b ü y ü k lü ğ ü n d e motor ve
253
Ve u yan d ı.
Bu rü y a y ı g ö r d ü k t e n s o n ra ö n e m li b ir k a ra ra v a rd ım . K e n d im c e
g a y re tli k a zı fa a liy e t im in s o n u n d a se rt bir k a y a lığ a d e n k g e lm iş tim .
Ç a tI M y u 'y a g e r ç e k t e n ne is t e d iğ im i a ç ık ç a g ö s te re c e ğ im . H a v a d a
asılı k a lm ış bu d u ru m , b ö yle s ü rü p g id e m e z . O u za k d iy a rd a k i y ü re k -
154
Ö y le d e ğ il m i?
A y n e n öyle.
* * *
DOSYA 2
M y u ’n u n b ir k a ç g ü n ö n c e B u r g o n y a 'd a k i b ir k ö y d e a n la t t ığ ı ş e
y i z ih n im d e y e n id e n c a n la n d ırıp p a rça la rı b irle ş tirm e y e ça lış ıy o ru m .
Bu ö y le k o la y b ir iş d e ğ il. B ö lü k p ö rçü k a n la tm ış tı; o lay, z a m a n , hepsi
b a şta n s o n a s o ru n lu . H a n g is i ö n ce , h a n g is i so n ra old u ; ne n eye neden
se b e p o ld u , b a z e n b u n la rın a y rım ın ı b ile y a p a m ıy o ru m . M y u 'y u s u ç
la m ıy o ru m e lb e tte . H a f ız a s ın a g ö m ü lm ü ş bu o la y a c ım a s ız bir u s tu
ra g ib i o n u n e tin i y a rıy o r. Ü z ü m b a ğ ın ın ü ze rin d e sa lın a n şa fa k y ıld ız
ları bir b ir s o la rk e n , o n u n y a n a k la rın d a n da y a ş a m ın re n gi çe kiliyo rd u .
O n u ik n a e d ip k o n u ş t u r d u m . C e s a r e t le n d ir d im , te h d it e ttim , şı-
m a rttım , ö v ü p a y a r ttım . K ır m ız ı ş a ra p içe re k s a b a h a d e ğ in k o n u ştu k .
El e le t u t u ş u p h a t ır a la r ın ın iz in i s ü rd ü k , o n la rı ç ö z ü m le y ip y e n id e n
k u r g u la d ık . A n c a k M y u ’ n u n b ir t ü r lü h a tır la y a m a d ığ ı b ir k ısım v a r
156
d ı. O r a y a a d ım a t ın c a , s e s s iz liğ e g ö m ü lü y o r , d a h a ç o k ş a r a p içiyo rd u .
T e h lik e li b ir a la n d ı b u r a s ı. D a h a f a z la d e ş e le m e k t e n v a z g e ç ip d ikka t
lice o r a d a n ç ık tık , d a h a g ü v e n li b ir a la n a İle rle d ik .
M y u ’y u h ik â y e s in i a n la t m a y a ik n a e t m e m , o n u n s a ç ın ı s iy a h a bo
y a d iğ in i f a r k e t t iğ im iç in d i. M y u b u k o n u d a d ik k a t li o ld u ğ u n d a n , s a
ç ın ı b o y a d ığ ın ı e t r a f ın d a k i h iç k im s e - i s t i s n a i ç o k a z k iş i d ış ın d a - b il
m iy o rd u . A m a b e n f a r k e t m iş t im . U z u n y o lc u lu k t a h e r a n ı b irlik te g e
ç ir in c e , g ö z ü n e t a k ılıy o r iş te in s a n ın . Y a d a M y u g iz le m e y e ç a lış m a
m ış d a o la b ilir d i, b e lk i d e ö y le d ir . E ğ e r g iz le m e k is t e s e y d i ço k d ah a
d ik k a tli d a v ra n ır d ı. B e n im ö ğ r e n m e m in k a ç ın ılm a z o ld u ğ u n u d ü ş ü n
m ü ş o la b ilir . V e y a f a r k e d ilm e s in i is t e m iş t ir . ( H ım m , b u n la r sa d e ce
ta h m in le r .)
D o ğ ru d a n s o rd u m o n a . Evet, b e n d o ğ r u d a n s o r m a d a n d u ra m a y a n
b iriy im . “S a ç ın ın ne k a d a rı b e y a z? N e z a m a n d a n b e ri s a ç ın ı b o y u y o r-
s u n ? ” “O n d ö rt y ıld ır" d e d i, “o n d ö rt y ıl ö n c e s a ç ım d ip t e n u ca , te k bir
te li b ile k a lm a y a c a k ş e k ild e b e y a z la d ı.” “ H a s t a lık t a n m ı? ” d iy e so r
d u m . “ H a y ır, d e ğ il. B ir ş e y o ld u , o y ü z d e n s a ç ım b e m b e y a z o ld u . Tek
b ir g e c e d e ” d iy e y a n ıtla d ı.
“ Bu h ik â y e y i d in le m e k is t iy o r u m ” d e d im - y a lv a r d ım o n a . “ Sen in
h a k k ın d a , ne o lu rs a o ls u n , h e r şe y i b ilm e k is t iy o r u m . B e n d e a y n ı şe
k ild e , h iç b ir ş e y g iz le m e d e n s a n a a n la t a c a ğ ım . ” A n c a k M y u s e s s iz
ce b a şın ı s a lla d ı. B u g ü n e d e ğ in bu o la y ı h iç k im s e y e a n la t m a m ış . Ko
c a s ın a b ile, g e rç e k te o la n la rı s ö y le m e m iş . O n d ö r t y ıl b o y u n c a bir sır
o la ra k sa d e c e k e n d in e s a k la m ış .
M y u 'n u n ne d e m e k is te d iğ in i k a v ra y a m a m ış tım . D ü rü s tç e s ö y lü
yorum b u nu .
“Eğer san a h ikâye m i a n la tırsa m , ik im izin so n su za dek p a y la ş tığ ı bir
hikâye o la ca k bu, ö yle d e ğ il m i? A m a b u n u n d o ğ ru bir şe y o lu p o lm a
dığın ı b ilm iy o ru m . Ş im d i b u rad a k u tu n u n k a p a ğ ın ı a ç a rsa m , sen d e bu
h ikâyeye d a h il o lu v e rirsin belki. Bu m u iste d iğ in ? B e n im ne p a h a sın a
olursa o lsu n u n u tm a y ı d ile d iğ im bir şeyi ö ğ re n m e k m i istiyo rsu n ?"
"Evet" d e d im , “ her ne o lu rsa o lsu n , b e n im le p a y la şm a n ı istiy o ru m .
H içb ir şeyi g iz le m e n i iste m iy o ru m ."
M yu, şa ra b ın d a n bir y u d u m a lıp g ö zle rin i kap a ttı. Z a m a n ın u za y ıp
g ittiğ i bir se ss izlik ti bu. K a ra rsız ka lm ıştı.
A n ca k so n u n d a , a n la tm a y a başladı. A za r azar. P arça parça. A n la tır
ken h ikâ y e n in bazı kısım ları can lanı veriyor, bazı kısım la rı ise b ü sb ü tü n
ca n sız ka lıyo rd u . H ikâye d e bazı boşluklar, a tla n m ış y e rle r vard ı. B azen
b o şlu k la r ve a tla m a la rın ke n d isi a n la m k a za n m a y a b a şlıy o rd u . A n la
tıcı o larak b e n im g ö re vim bunları d ikkatlice bir araya g e tirm e k şim d i.
E ğ le n c e o ls u n d iy e b ile t a lıp lu n a p a r k a g ir e r . İç e r id e k ü ç ü k k ü
ç ü k b ö lü m le r , s t a n t la r v a rd ır. A t ış y a p ıla n b ir t e z g â h , y ıla n la r ın se r
g ile n d iğ i b ir y e r, fa l b a k ıla n k ü ç ü k b ir ç a d ır d a b u lu n m a k t a d ır . Ö n ü n
d e k ris ta l t o p la r o la n k a d ın , M y u 'y a e l e d e re k o n u y a n ın a ç a ğ ır ır “H a
n ım e fe n d i, b u ra y a b u y u ru n . B u ç o k ö n e m li. K a d e r in t ü m ü y le d e ğ iş
m e k ü ze re " d e r iriy a rı k a d ın . M y u g ü lü m s e m e k le y e tin ir , fa lc ı kadının
ö n ü n d e n g e ç ip g id e r.
M y u , d o n d u r m a s a t ın a lıp b ir b a n k a o t u r u r , d o n d u r m a s ın ı y e r
ken g e lip g e ç e n in s a n la rı s e y re d e r. K e n d in i, in s a n la r ın u ğ u ltu s u n d a n
u z a k ta b ir y e r d e y m iş g ib i h isse d e r. O s ıra d a b ir a d a m o n a y a k la ş ıp A l
m a n c a b ir ş e y le r sö y le r. 3 0 y a ş la r ın d a , s a rış ın , b ıy ık lı, u fa k te fe k b iri
dir. Ü n ifo r m a g iy s e m u tla k a y a k ış a c a k b ir a d a m d ır. M y u b a şın ı sa lla
y ıp g ü lü m s e r ve kol s a a tin i iş a re t e d e r. “ B irin i b e k liy o r u m ” d e r Fran-
161
Ş e h ir d ış ın d a k i t e p e n in ü z e rin d e , o t u r d u ğ u y e r d e g ö rü n ü r. Myu
d ü r b ü n ü n o d a ğ ın ı a y a rla y a ra k , a p a r t m a n ın ı g ö r m e y e ça lışır. A ncak
k o la y d e ğ ild ir b u lm a k . B in d iğ i k a b in g id e re k e n te p e y e y a k la şır. Acele
e tm e lid ir. T e la ş la d ü rb ü n ü s a ğ a so la , a ş a ğ ı y u k a rı d o ğ ru h a re k e t et
tir e r e k h e d e fin d e k i b in a y ı b u lm a y a ç a lış ır. N e v a r ki, m a h a lle d e bir
b irin e b e n z e y e n ço k b in a v a rd ır. K a b in s o n u n d a en te p e y e u laşıp , ka
ç ın ılm a z o la ra k a ş a ğ ıy a in m e y e b a şla r. N ih a y e t b in a y ı se çe r Myu. İş
te o ra d a d ır! A m a h a tırla d ığ ın d a n d a h a ço k p e n c e re s i v a rd ır. Pek çok
e v d e se rin y a z e s in tisi içeri g irsin d iye p e n c e re le r a ç ılm ış tır. Dürbünü
b ir p e n ce re d e n d iğ e rin e çe virirk en n ih a y e t ü çü n cü ka tta sa ğ d a n ikin
ci p e n ce re yi bulur. A n ca k o sırad a kabin iyice y e re y a k la ş m ış tır. Görüş
a la n ın ı b aşka bir b in a n ın du varı ke sm e kte d ir. Ç o k y a k la ş m ış t ır oysaki.
O d a sın ın için i g ö rm e y e ra m a k kalm ıştır...
K a b in y e rd e k i p la tfo rm a varır. Y a v a ş y a v a ş . K a p ıy ı a ç ıp dışarı çık
m a y a ça lışır. A n c a k kapı a ç ılm a z. D ışa rıd a n s ü rg ü lü olduğunu hatır
lar. B ile t sa tış g işe sin d e k i y a şlı a d a m ı arar g ö zle ri. A m a y a şlı adam or
ta lık ta d e ğ ild ir. O n u h iç b iry e rd e g ö re m e z. Ü ste lik g iş e n in ışıkları da
s ö n m ü ştü r. B a ğ ıra ra k se sle n m e k g e lir a k lın a . A m a se sin i duyurabile
c e ğ i k im se y o k tu r e tra fta. K abin bir kez d ah a y u k a rıy a doğru hareket
e tm e y e b aşlar. Bu ne ak silik böyle, diye g e çirir içind en. Derin bir nefes
alır. Bu da n eyin n e sid ir böyle? Belki de y a şlı ad a m tu v a le te falan git
m iş, o n u n y e re v a ra c a ğ ı za m a n ı k a çırm ıştır. Bir tu r d ah a dönmekten
b aşka çare yo ktu r.
“Aman neyse" diye düşünür. "Yaşlı bunağın sayesinde bir tur üc
retsiz binmiş oluyorum diye düşüneyim. Hem bu kez mutlaka daire
mi bulacağım” diye geçirir içinden Myu. Dürbünü iki eliyle kavrayıp-
pencereden dışarı çıkarır başını. Yaklaşık yönü ve yeri önceki turdan
bildiği için bu kez zorlanmadan kendi dairesinin penceresini bulur.
Pencere açıktır ve odada ışık yanmaktadır (karanlık daireye dönmek-
163
K a b in en te p e y e u la ş tık t a n so n ra a ş a ğ ıy a d o ğ ru h a re k e te g e ç e r.
A n c a k in m e y e b a ş la d ığ ı s ıra d a b ü y ü k b ir u ğ u lt u ile a n id e n d u ru r.
M yu , k a b in d u v a rın a s ırtın ı se rt bir şe k ild e ç a rp a r ve d ü rb ü n ü z e m i
ne d ü ş ü rü r. Ç a rk ı d ö n d ü re n m o to ru n se si k e silir, d o ğ a l o lm a y a n bir
s e s s iz lik k a p la r o rta lığ ı. K a b in için d e b ira z ö n c e s in e d e ğ in ç a la n m ü
zik de s u sa r. A ş a ğ ıd a k i k u lü b e le rin ış ık la rın ın t a m a m ın a y a k ın ı s ö n
m ü ştü r. M yu e tra fa ku la k kabartır. H a fif e s in tin in k i d ışın d a h içb ir ses
d u y u lm a z . T a m b ir s e ss izlik . M ü şte ri çe k m e k için b a ğ ırıp d u ra n la rın
se sle ri d u y u lm a d ığ ı g ib i, n e şe li ço cu k se sle ri de g e lm e z k u la ğ a . B a ş
ta ne o ld u ğ u n u id ra k e d e m e z M yu. A m a so n ra h e m e n a n la r; “ B u ra
da u n u tu ld u m !"
A n c a k y a r ıs ın ı a ç a b ild iğ i p e n ce re d e n sa rk ıp , b ir kez d a h a a ş a ğ ıy a
b akar. Ç o k y u k a r ıd a o ld u ğ u n u fa rk eder. A v a z ım ç ık tığ ı k a d a r b a ğ ı
rayım d iye d ü ş ü n ü r. Y a rd ım ç a ğ ırm a k ister. A n c a k s e sin in h iç k im se
ye u la ş a m a y a c a ğ ın ı, b a ğ ırm a s a da bilir. H e m aşırı y ü k se k te d ir, hem
de sesi y e tm e y e c e k tir. O y a ş lı a d a m a ca b a nereye g itm iş tir? “Ş ü p h e
siz iç k i içiy o r o lm a lı" d iye d ü ş ü n ü r M yu, “y a şlı a d a m ın y ü z ü n ü n o re n
gi, o so lu ğ u , o k a lın se si - h iç şü p h e yok. A d a m sa rh o ştu ve beni dön -
m e d o la b a b in d ir d iğ in i u n u tu p m a k in e y i d u rd u rd u . Şim d i de bir b a r
da bira ya da cin içiyo r, d a h a çok sa rh o ş o lu p b ilin cin i biraz d ah a y iti
riyor o lm a lı." M yu , d u d a k la rın ı ısırır. “Y a rın ö ğ le n e dek b u rad a n k u r
tu la m a y a c a ğ ım d e m e k. Belki de a k şa m ü ze rin e dek. Lu n a pa rkın h a n
gi saa tte a ç ıld ığ ın ı b ilm iy o rd u n
164
* * *
k e n d in i. B o ğ a z ı k u r u m u ş , y u t k u n a m a z h a le g e lm iş t ir . S o n ra kusa
c a k g ib i o lu r. H e r ş e y o r t a ç a ğ d a k i a le g o r ik r e s im le r d e k i g ib i g ro te sk
b ir ş e k ild e a b a r t ılm ış t ır s a n k i, t e h d it e d ic id ir. Ş ö y le d ü ş ü n ü r: "Bunları
b a n a k a s ıtlı o la r a k g ö s te riy o rla r . O n la rı g ö z e t le d iğ im i b iliy o rla r." Yine
d e g ö z ü n ü a y ır a m a z o n la r d a n b ir tü rlü .
B o şlu k .
S o n ra ne m i o lm u ş tu ?
O n d a n s o n ra sın ı M yu h a tırla m ıy o rd u . H a fız a s ı o n o k ta d a d u rm u ştu .
" H a tır la y a m ıy o r u m " d e d i M yu , iki e liy le y ü z ü n ü k a p a ttı, se si sakin
d i. " T e k b ild iğ im , b u n u n ço k iğ re n ç bir d e n e y im o ld u ğ u y d u . Ben bura
d a y k e n , b ir b a şk a ben o ra d a y d ı; a d a m , F e r d in a n d o y a n i, o ra d a k i bana
t ü r lü ş e y le r y a p ıy o rd u ."
“ N e g ib i şe yle r? T ü rlü şe y le r d e d iğ in n e dir?"
" H a t ır la m ıy o r u m . A m a t ü r l ü şe y le r! B e n i d ö n m e d o la p k a b in in e
k ilitle d ik te n so n ra d iğ e r ta ra fta b a n a is te d iğ in i y a p ıy o rd u . S e k s y a p
m a k t a n k o r k m a m . C a n ım ın is te d iğ i g ib i s e k s y a p t ığ ım , b u n d a n ke
y if a ld ığ ım z a m a n la r da o ld u . A m a b e n im o ra d a g ö r d ü k le r im f a r k lıy
dı; b e n i k irle tm e k a d ın a a n la m s ız , e d e p s iz c e şe y le rd i b a n a y a p tık la rı.
F e rd in a n d o b ild iğ i b ü tü n n u m a ra la rı k u lla n a ra k , iri p a rm a k la rı ve ko
c a m a n p e n is iy le b e n i k irle tiy o rd u . (A m a d iğ e r t a r a f t a k i b e n, k irle til
d iğ im in fa r k ın d a b ile d e ğ ild im .) N ih a y e tin d e o a d a m a rtık F e rd in a n
d o d e ğ ild i."
" A rtık F e rd in a n d o d e ğ il m iy d i? " M y u ’n u n y ü z ü n e b a k tım . “O kişi
F e rd in a n d o d e ğ ilse , k im d i peki?"
"B e n d e b ilm iy o ru m . H a tır la m ıy o r u m . B ild iğ im , o k iş in in nihaye
tin d e F e rd in a n d o o lm a d ığ ı. B elki de en b a ş ın d a n beri Ferdinando de
ğ ild i."
K e n d in e g e ld iğ in d e h a s ta n e y a t a ğ ın d a y a tıy o rd u . Ç ıp la k v ü c u d u
na b e y a z h a s ta ö n lü ğ ü g iy d ir ilm iş ti. T ü m e k le m le ri a ğ rıy o rd u . D o k
to r n e le r o lu p b ittiğ in i a ç ık la d ı. S a b a h e rk e n s a a tte lu n a p a rk a ge len
169
çalışanlar, o n u n c ü z d a n ın ı b u lu p d u ru m u a n la m ışla rd ı. D ö n m e d o la
bı ça lıştırıp o n u a ş a ğ ıy a İn d irm işle r, a m b u la n s ç a ğ ırm ış la rd ı. D ö n m e
dolapta b ilin cin i k a y b e tm işti M yu, bedeni kıvrılm ış, öylece b a y ılm ıştı.
Şiddetli bir şok g e ç iriy o r g ib iy d i. G ö zb e b e k le ri te p k i v e rm iy o rd u . K o
lunda ve y ü z ü n d e a z ım s a n m a y a c a k sa y ıd a sıy rık v a rd ı, b lu zu k a n la r
içindeydi. H a s ta n e y e k a ld ırılıp h e m e n m ü d a h a le e d ild i. Bu y a r a la n
m aların n asıl o lu ş tu ğ u n u kim se çö ze m e d i. H içb iri iz b ıra ka ca k tü rd e n
derin y a ra la r d e ğ ild i. P o lis, d ö n m e d o la b ı ç a lış tıra n y a ş lı a d a m ı s o r
gu lad ı. Y a şlı a d a m p arkın k a p a n m a sın a y a k ın M yu 'yu d ö n m e d o la b a
b in d ird iğ in i h a tırla m ıy o rd u .
Ertesi g ü n p o lis h a s ta n e y e g e lip s o ru la r so rd u . M yu, s o ru la rı y a
n ıtla m a k ta g ü ç lü k çe k iy o rd u . P a sa p o rtta k i fo t o ğ r a f ile M y u ’n u n y ü
zü n ü k a rşıla ştıra n p o lisin kaşları ça tıld ı. Y a n lışlık la ta d ı b e rb a t bir şey
y u tm u ş g ib i t u h a f bir ifad e belirdi y ü zü n d e . So nra u ta n a sıkıla so rd u :
“H a n ım e fe n d i, u y g u n s u z bir soru o lacak bu am a, siz g e rçe k te n 25 y a
şında m ısın ız? " “ Evet" diye y a n ıtla d ı M yu, “ p a sa p o rtu m d a y a z d ığ ı g i
bi.” Bu so ru y u n e de n so rd u kların ı a n la y a m a m ıştı.
A n ca k kısa bir sü re so n ra y ü z ü n ü y ık a m a k için la v a b o y a k a lk t ığ ın
da, a y n a d a ke n d i y ü z ü n ü g ö rd ü ğ ü n d e bu so ru n u n n e d e n in i a n la d ı.
Saçı, te k bir te l bile siyah k a lm a y a ca k şekild e b e y a zla m ıştı. S a n k i yen i
y a ğ m ış kar g ib i, b e m b e y a zd ı. Ö nce, ayn ad a y a n sıy a n y ü z ü n , b aşka bi
rinin y ü z ü o ld u ğ u n u sa n d ı. D ö n ü p a rk a sın a b aktı. K im se y o k tu . O ra
da k e n d isin d e n b aşka kim se yo ktu . Bir kez d ah a baktı ay n ay a . A yn aya
y a n sıy a n b e y a z sa çlı k a d ın ın k e n d isin d e n b aşka biri o lm a d ığ ın ı a n la
dı. A n id e n b a y ılıp y e re d ü ştü .
* * *
m ıy o ru m . A sla ."
M yu tırn a k la r ın ı k e m ird i h a fifç e ;
" 'A s la ' f a z la g ü ç lü b ir s ö z c ü k o ld u g a lib a . Ö y le d e ğ il m i a m a ; bir
g ü n b ir y e rd e k a rş ıla ş ıp y e n id e n b ir b ü tü n o lu r u z b e lk i d e . A n c a k y i
ne de h â lâ ö n e m li bir so ru v a r y a n ıt la n m a y a n . A y n a n ın h a n g i t a r a f ın
d a k i im g e , ben d e d iğ im k iş in in g e rç e k g ö r ü n t ü s ü ? A r t ık b u n u n k a ra
rın ı v e re m e y e c e k h a ld e y im . S ö z g e lim i, g e r ç e k b e n , F e r d in a n d o 'y u k a
b u l e d e n ben m i, y o k s a F e rd in a n d o 'd a n n e fre t e d e n b e n m i? Bu k a r
m a şa y ı ç ö ze ce k g ü c ü b u la m ıy o ru m k e n d im d e ."
ru n d a y d ım ."
M y u s a k in b ir se s to n u y la a n la tm a y a d e v a m etti:
" G ü ç le n m e n in k e n d isi kö tü bir şe y d e ğ il. Elb e tte d e ğil. A m a b u gü n
d ü ş ü n d ü ğ ü m d e , g ü ç lü b iri o lm a y a k e n d im i ö y le sin e a lış tırm ış tım ki
z a y ıf in s a n la rı a n la m a y a ç a lış m ıy o rd u m . Ş a n slı o lm a ya fa zla sıy la a lış
m ış tım , b a z e n k a r ş ıla ş t ığ ım t a lih s iz in sa n la rı a n la m a y a g a y re t e tm ı-
y o rd u m . S a ğ lık lı o lm a y a o k a d a r ço k a lış m ış t ım ki, h a sta in sa n la rın
a cıla rın ı a n la m a y a ç a lış m ıy o rd u m . Bir şe yle r kötü g id in ce sıkıntıya dü
şen, o la n la r k a r ş ıs ın d a a k lı b a ş ın d a n g id e n in sa n la r, g ö rü n ce , bu d u
ru m u n s a d e c e o n la r ın y e te rin c e g a y re t g ö ste rm e m e le rin d e n ka yn a k
la n d ığ ın a in a n ıy o rd u m . D ille rin d e n y a k ın m a eksik o lm a ya n in san ların ,
te m e ld e t e m b e l o ld u k la rın , d ü şü n ü y o rd u m . O gü n le rd e k i hayat g o ru -
172
Farklı iki dünya, diye birden aklıma geliverdi bir süre son
ra. Bunlar, Sumire’nin kaleme aldığı “dosyalardaki ortak
özellikti.
(Dosya 1)
Burada Sumire temel olarak o gece gördüğü rüyayı anlatı
yordu. Uzun merdivenden çıkıp, ölmüş annesini görmeye gi
diyordu. Ama oraya vardığında, annesi artık o dünyadan ay
rılmak üzereydi. Bunu durdurmak Sumire’nin elinde değildi.
Sonra, sarmal merdivenli kulenin tepesinde başka bir dünya
ya ait şeylerle karşılaşıyordu. Sumire, bu rüyanın benzerini
defalarca görmüştü.
(Dosya 2)
Burada yazılanlar, Myu’nun on dört yıl önce yaşadığı tu
haf olayı anlatıyordu. Myu, İsviçre’deki küçük bir şehirde
bulunan lunaparkta bir gece boyunca dönme dolapta mah
sur kalmış, dürbünle kendi yatak odasındaki öteki kendini
izlemişti. Tıpatıp aynısını. Bu deneyim Myu’yu mahvetmişti
(ya da mahvoluşunu gerçek kılmıştı). Sumire’ye anlattığına
bakılırsa, benliği araya giren bir aynayla ikiye bölünmüştü.
177
Her iki dosyada da ortak olan unsur, açıkça “bu taraf” ile
“diğer taraf’ arasındaki ilişkiydi. Burası ile orası arasındaki
gidişgelişti. Muhtemelen Sumire’nin ilgisini çeken unsur da
buydu. Bu yüzden masa başına geçip uzun zaman ayırarak
bunları yazmış olmalıydı. Sumire’nin ifadesiyle söylersem, o,
yazma yoluyla düşünmeye çalışıyordu.
Garson, kızarmış ekmek tabağını bırakmaya geldiğinde
bir bardak limonata daha ısmarladım. Bol da buz koymasını
istedim. Getirdiği limonatadan bir yudum içip, bardağı yine
alnıma tutarak serinledim.
“Peki Myu beni kabul etmezse, o zaman ne yaparım?” diye
yazmıştı Sumire ilk dosyanın sonuna. “Bu durumda bir kez
daha gerçeği kabullenmekten başka çare yok. Kan akmak zo
runda! Bıçağı bileyip, bir köpeğin boğazını bir yerde kesmek
zorundayım.”
Sumire bir yerlerde, ıssız bir yerde, derin bir kuyuya düş
müş, orada bir başına yardım bekliyor; bu hayali bir türlü
zihnimden uzaklaştıramıyordum. Muhtemelen yaralanmış
tı, bir başınaydı, aç ve susuz kalmıştı. Bunlar aklıma gelince,
çıldıracak gibi oluyordum.
Ancak polis, bu adada tek bir kuyu bile olmadığını açık
ça belirtmişti. Merkez çevresinde de böyle bir kuyu olduğunu
duymamışlardı. Çok küçük bir ada burası, bir çukur, bir ku
yu olsa mutlaka bilirdik, demişlerdi. Gerçekten öyle olmalıydı.
Bir teori oluşturmaya karar verdim.
Sumire, diğer tarafa geçmişti.
Böyle bakınca pek çok şey açığa çıkıyordu. Aynanın diğer
tarafına geçmişti. Muhtemelen diğer taraftaki Myu ile buluş
maya gitmişti. Bu taraftaki Myu onu kabul etmeyince, git
mesi doğaldı.
Şöyle yazmıştı - aklımda kaldığı kadarıyla: “İnsan (...) çar
pışmadan kaçınmak için ne yapsa iyi olur? Teorik olarak söy
lersem, bu basit bir şeydir. Yanıt, rüya görmek. Rüya görme
ye devam etmek. Rüya âlemine girip oradan çıkmamak. Son
suza dek rüya âleminde yaşamak.”
Tek bir soru kalıyordu. Ciddi bir soru. Oraya nasıl gidile
bilir?
Teorik olarak basitti bu. Ne var ki somut olarak açıkla
mam mümkün değildi.
Yine başladığım yere dönmüştüm.
“Teori”mi bir kez daha ele alıp bir adım öteye taşıyayım.
En basit haliyle, Sumire’nin bir yerlerde çıkışı bulmayı ba
şardığını varsayıyorum. Bu çıkışın nasıl bir şey olduğunu,
Sumire’nin onu nasıl bulduğunu, orasını hiç bilmiyorum. Bu
soruları sonraya bırakıyorum. Ama bu çıkışın bir kapı oldu
ğunu düşünelim. Gözümü kapatıp, o kapının somut görüntü
sünü zihnimde ayrıntılı olarak hayal ediyorum. Sıradan bir
duvarda, alışıldık bir kapı bu. Sumire bir yerlerde bu kapıyı
buluyor, elini uzatıp tokmağı çevirerek kapıyı açıyor ve eşik
ten kolayca geçiyor - bu taraftan diğer tarafa. İnce, ipek pija
ması ve sandaletleriyle.
O kapının ardında nasıl bir manzara olduğunu hayal ede
miyorum. Kapı kapanıyor ve Sumire geri dönmüyor.
Oda çok sıcaktı; pencere açıktı ama içeriye hiç hava gir
m iyordu. İçeriye giren tek şey, caddenin gürültüsüydü. Kır
m ızı ışıkta bekleyen büyük yük arabasının havalı freni, Ben
Websterhn son dönemlerindeki tenor saksofonunu hatırlatan
boğuk bir ses çıkardı. Hepimiz epeyce terliyorduk. Masanın
önünde durup kısaca kendimi tanıttım, kartvizitimi uzattım.
Güvenlik görevlisi sessizce kartviziti aldı, dudaklarını büzdü,
bir süre karta baktı. Sonra kartvizitimi masanın üzerine ko
yup bakışlarını yüzüme çevirdi.
“Öğretmen olmak için oldukça gençsiniz” dedi. “Kaç yıldır
bu meslektesiniz?”
Biraz düşünür gibi yapıp, “Üç yıldır” dedim.
“H ım m ” dedi, başka da bir şey çıkmadı ağzından. Ancak
suskunluğu pek çok şeyi gayet güzel anlatıyordu. Bir kez da
ha kartviziti eline aldı, bir şeyleri tekrardan teyit etmek ister
gibi karttaki adıma baktı.
“İsmim Nakamura, güvenlik şefiyim” diye kendini tanıttı.
Kartvizit vermedi. “Kendinize şuradan bir sandalye çekive-
rin lütfen. Oda çok sıcak, kusurumuza bakmayın. Klima bo
zuk. Pazar günü tamir servisi gelmiyor, vantilatör de yok eli
mizin altında, burada böyle ölüyoruz sıcaktan. Ceketinizi de
çıkarın, çekinmeyin lütfen. İşimiz hemen bitmeyebilir; sizi
böyle ceketli görünce bana ter basıyor.”
19 7
“Kız arkadaşım” yarım kollu, sade, tek parça, mavi bir el
bise giymişti. Saçlarını başının üzerinde güzelce toplamış,
kulaklarına küpe takmıştı. Topuklu beyaz sandaletler var
dı ayağında, dizinin üzerinde beyaz bir çanta ile krem renkli
küçük bir mendil duruyordu. Yunanistan’dan döndükten son
ra ilk karşılaşmamızdı. Hiçbir şey söylemiyor, ağlamaktan
Şişmiş gözlerle bir bana bir güvenlik şefine bakıyordu. Yü
zündeki ifadeden çok daraldığı anlaşılıyordu.
Kısa bir anlığına bakıştık, sonra gözlerimi oğluna çevir
dim. Çocuğun gerçek adı Şin’içi Nimura idi ama sınıfta her
kes onu “Havuç” diye çağırıyordu. Zayıf, uzun bir yüzü vardı;
krvircık, dağınık saçlarıyla gerçekten de bir havuca benziyor
du. Ben de genelde onu bu takma adıyla çağırıyordum. Uy-
Sal>gerekmedikçe fazla konuşmayan bir çocuktu. Ders not-
198
kilde hiçbir duygu yoktu yüzünde, gözleri belli bir yere odak
lanmıyordu sanki. Boşluğa bakıyor gibiydi.
“Biri seni bunu yapman için zorlamadı değil mi?”
Havuçsan yine ses çıkmadı. Dediğimi anlıyor muydu, on
dan bile emin olamıyordum. Vazgeçtim. Şimdi burada ona so
ru sormakla bir şey halledilemeyecekti. Kapılarını kapatmış,
pencerelerini sımsıkı örtmüştü.
“Peki bu durumda ne yapalım öğretmenim?” diye sordu
güvenlik görevlisi. “Mağazada devriye gezmek, monitörden
marketin içini gözleyip hırsızlık yapanları yakalayarak bu
odaya getirmek benim işim, ben bunun için maaş alıyorum.
Bundan sonra ne yapılacağı ayrı bir konu. Özellikle suçu iş
leyen bir çocuksa, ne yapacağım konusu daha da zorlaşıyor.
Ne yapılmasını önerirsiniz öğretmen bey? Bu konuda siz öğ
retmenler daha deneyimlisinizdir. Ya da bu durumu polise mi
bildirelim? Bu benim için en kolayı olur. Böylesine önemsiz,
anlamsız bir şey için yarım gününüzü aldığımız için kusuru
muza bakmayın.”
Gerçeği söylemek gerekirse, benim o sırada, aklımın bir
köşesinde başka bir şey vardı. Süpermarketin dökük güven
lik odası bana ister istemez Yunan adasındaki o karakolu ha
tırlatmıştı. Ve Sumire’yi düşünmeden edemedim. Onun yok
oluşunu.
Bu yüzden bu adamın bana söylediklerini tam olarak anla
mam biraz zaman aldı.
“Babasına da söyleyeceğim, oğlumuza dikkat etmesini.
Hırsızlığın bir suç olduğunu ona iyice anlatacağım. Bir daha
size hiç sorun çıkarmayacağız” dedi Havuç’un annesi tekdü
ze bir sesle.
“Bunun duyulmasını istemiyorsunuz, tamam, bunu de
binden beri defalarca söylediniz zaten” dedi güvenlik gö
revlisi, artık iyice sıkılmıştı. Kül tablasının kenarına hafifçe
vurduğu sigarasının külü düştü. Sonra yine bana çevirdi ba
202
rh ii?^ ÖCeE'?İn ,ardtlSI •^ Iğ i Aui(J Lang Syne" adlı Iskoç şarkısından alınmış, sözleri 1877'de
t !.L T tr ta mda7 f Z"m,Ştlr 188Vden ,kind Dünya Savaş, sonuna kadar eğitim sisteminde
i t ! ? ! " §a T ^ a ^ a y d i - NHK' JaP<>ndevlet televizyon kanalında yılbaşı özel
programında bu şarkının en sonda okunması bir âdet haline gelmişti. (ç.n.)
205
na değişm işti. Sanki bir şok geçiriyordu, uzun bir süre da
ha böyle olacak gibiydi. Küçük, ince ellerini düzgünce dizinin
üzerine koym uştu, başı yere eğikti. Buzlu çayımı içm iştim
ama Havuç dondurmasına dokunmamıştı bile. Dondurma ta
bağında eriyordu ve Havuç bunun farkında değildi. Karşılık
lı oturuyor olm am ıza rağmen, arası kötü evli çiftler gibi çok
uzun bir süre suskun kaldık. Masamıza her gelişinde garso
nun suratından endişe okunuyordu.
Olur böyle şeyler” dedim, çok uzun bir sürenin ardından.
Konuşmaya bir şekilde başlayayım diye dememiştim bunu,
yüreğimden gelmiş, ağzımdan kendiliğinden çıkıvermişti bu
sözler.
Havuç, başını yavaşça kaldırıp bana baktı. Ama hiçbir şey
söylemedi. Ben gözlerimi kapatıp bir iç çektim, sonra bir sü
re daha sessiz kaldım.
“Henüz kim seye söylemedim ama ben bu yaz tatilinde
Yunanistan’a gittim” dedim. “Yunanistan nerede biliyorsun
değil mi? Hayat bilgisi dersinde videosunu izlemiştik hani.
Avrupa’nın güneyinde, Akdeniz’de bir ülke. Birçok adası var,
zeytin yetiştiriliyor. Milattan önce 500’lü yıllarda antikçağ
uygarlığı gelişiyor orada. Atina’da demokrasi doğuyor, Sokra
tes zehir içip ölüyor. İşte oraya gittim. Çok güzel bir yer. Ama
eğlenmek için değil, arkadaşım küçük bir Yunan adasında or
tadan kaybolduğu için, onu aramaya gittim. Ne yazık ki bu
lamadık. Öyle sessizce ortadan kayboluverdi. Duman gibi.”
Havuç’un dudakları aralandı, bana baktı. İfadesi hâlâ sert
ve donuktu ama gözlerine azıcık da olsa ışık gelmişti. Anlat
tıklarımı dikkatini vererek dinliyordu.
dığı anahtardı. Sanırım Havuç odada bir ara tek başına bıra
kıldığında çekmecede onu bulmuş, çabucak cebine atmıştı. Bu
çocuğun yüreğinde benim hayal gücümü aşan gizemli şeyler
vardı. Tuhaf bir çocuktu.
Avucuma koyduğu anahtarda, çok sayıda insanın ona de
rinden nüfuz etmiş yükümlülüğünü hissettim. Güneşin göz
kamaştıran ışığı altında çirkin, kirli, adi bir şey olarak gö
ründü gözüme. Kısa bir süre tereddüt ettim ama sonra gözü
mü karartıp anahtarı ırmağa atıverdim. Etrafa biraz su sıç
radı. Derin değildi ama çamurlu su yüzünden anahtarın ne
reye gittiğini de göremedim. Ben ve Havuç, ikimiz köprünün
üzerinde yan yana durmuş, bir süre öylece ırmak yüzeyine
baktık. Anahtarı atmak bir şekilde ferahlatmıştı beni.
“Bundan sonra gidip anahtarı geri vermek olmazdı” dedim,
sanki kendimle konuşur gibi. “Hem mutlaka yedek anahtar
ları vardır bir yerlerde. Ne de olsa önemli bir depo ya.”
Havuç’a elimi uzattım, oğlan hemen tuttu. Avucumda ufa
cık, ince parmaklarını hissettim. Bu çok uzun zaman önce bir
yerlerde -neresiydi acaba?-yaşamış olduğum bir histi. Eli
avucumda, evine doğru yürüdük.
Ara sıra bazı şeyler Havuç’u anımsattı bana. Tuhaf bir ço
cuk; onu okulda ne zaman görsem aklıma gelen bu oluyor
du. Böyle düşünmeden edemiyordum. O ince, sakin yüzünün
arkasında ne tür düşüncelerin gizlendiğini kestiremiyordum.
Ancak kafasında bir sürü şeyin dönüp durduğu kesindi. Ve
gerek gördüğünde bunları hızlıca, tam istediği gibi uygula-
maya sokmak için yeterli güç vardı o çocuğun içinde. Onda
yoğun bir duyarlılık olduğunu hissediyordum. O gün öğleden
sonra kafede ona yüreğimi açmakla muhtemelen iyi bir şey
yaptım diye düşünüyordum. Hem benim, hem de onun için.
Aslında en çok kendim için. Havuç —böyle düşünmek tuhaf
218
“Bu çok iyi m i?” diyor Sum ire (sanırım ) kaşlarını çatıp.
“Ne diyorsun sen? Dönebilm ek için kan kustum neredeyse,
neleri neleri aştım da geldim buraya kadar, tek tek anlatma
ya kalksam sonu gelmez. Ağlayacağım şimdi. iyi olmasa ne
olurdu benim halim ? ‘Bu çok iyi’ ha, inanamıyorum ya sa
na, hiç ama. Böylesine içten, müthiş bir zekâyla dolu repliği,
toplama çıkarmayı nihayet öğrenmiş öğrencilerin için kul-
lansan?”
“Şimdi neredesin?”
“Şimdi nerede miyim? Nerede olduğumu sanıyorsun? O es
ki, özlediğim sıradan telefon kulübesindeyim . Her tarafta
sahtekâr tefeci şirketlerin ve eskort kulüplerinin reklamla
rı asılı; beş para etmez, kutu gibi telefon kulübesinin içinde
yim. Gökyüzünde küf renginde yanm ay asılı duruyor, yerlere
sigara izmaritleri saçılmış. Etrafa baktığımda içimi ısıtacak
hiçbir şey görünmüyor gözüme. Başka bir şeyle yer değiştire
bilecek, sonuna dek semiyotik bir telefon kulübesi. Peki, bu
rası neresi? Pek emin değilim. Her şey o kadar semiyotik ki
- hem sen de çok iyi bilirsin, ben adres konusunda gerçekten
kötüyümdür. Hiç yer tarif edemem. Bu yüzden de taksi şoför
lerinden azar yerim her seferinde, ‘Sen nereye gitmek istedi
ğini biliyor musun?’ diye. Ama pek de uzak bir yerde değilim
sanınm. Senin evine çok yakın bir yerdeyim galiba.”
“Almaya geleyim mi seni?”
“Sevinirim. Nerede olduğumu çıkarınca seni yine araya
yım. Bozuk param bitmek üzere şimdi. Bekle e mi?”
“Seni çok özledim” diyorum.
“Ben de seni çok özledim” diyor. “Seni göremeyince çok da
ha iyi anladım. Sanki bütün gezegenler önümde tek bir sıra
halinde dizilmişler gibi açık bir şekilde anladım. Sana ger
çekten ihtiyacım var. Sen benim bir parçamsın. Ben senin bir
parçanım. Bir yerlerde -neresi olduğunu hatırlamadığım bir
yerde- bir şeyin boğazını kestim sanırım. Bıçağımı bileyip
224
t a ş g ib i b ir k a lp le . Ç in ’dek i k a p ın ın y a p ım ı s ır a s ın d a o ld u ğ u
“Anlıyorum galiba.”
“O zaman gel de al beni buradan.”
i j
v