You are on page 1of 233

T.C.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

İKTİSAT BİLİM DALI

TÜRKİYE’DE EKONOMİK BÜYÜME (1968-2005): SOLOW


BÜYÜME MUHASEBESİ VE REGRESYON MODELİ

DOKTORA TEZİ

Hazırlayan

Necati Aydın

Tez Danışmanı

Prof.Dr. Kemal Çakman

Ankara-2008
ii

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER......................................................................................İİ

TABLOLAR ..................................................................................... Vİ

ŞEKİLLER........................................................................................ Vİ

GİRİŞ ................................................................................................ 1

1.1. Araştırmanın Kapsamı ve Amaçları ..................................................... 3

1.2. Araştırma Soruları ................................................................................. 6

1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları ..................................................................... 8

BİRİNCİ BÖLÜM

BAŞLICA EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ

1.1. Öncül Ekonomik Büyüme Teorileri.................................................... 10

1.2. Birinci Dalga: Harrod-Domar Büyüme Modeli ................................. 14

1.3. İkinci Dalga: Neoklasik Büyüme Modeli ............................................ 17

1.4. Üçüncü Dalga: İçsel Büyüme Modelleri ............................................. 22

1.5. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması .............. 28

1.6. Dördüncü Dalga: Büyümenin Yaklaşık ve Temel Belirleyecilerini


Araştıran Büyüme Modelleri ....................................................................................... 31
iii

1.7. Beşinci Dalga: Uzun Dönem Ekonomik Büyümeyi Tarihsel


Boyutuyla Bütüncül Olarak İrdeleyen Büyüme Modelleri ...................................... 40

İKİNCİ BÖLÜM

EKONOMİK BÜYÜME İLE İLGİLİ AMPİRİK ÇALIŞMALAR

2.1. Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerle İlgili Çalışmalar .................. 43

2.2. Türkiye İle İlgili Çalışmalar ................................................................ 51

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKIYE’NİN EKONOMİK BÜYÜMESİNE KISA BİR BAKIŞ

3.1. İthal İkameci Politika Dönemi (1968-1980) ....................................... 73

3.2. Liberal Dış Ticaret Politikası Dönemi(1980 ve sonrası) ................... 85

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİ

4.1. Neden Büyüme Muhasebesi Modeli? .................................................. 99

4.2. Basit (Klasik) Solow Büyüme Modeli ............................................... 100

4.3. Genişletilmiş Solow Büyüme Modeli ................................................ 103

4.4. Solow Büyüme Modelinin Ekonomik Büyümeyi Açıklayıcı Gücü. 105


iv

BEŞİNCİ BÖLÜM

SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİNE GÖRE EKONOMİK


BÜYÜMENİN KAYNAKLARI

5.1. Üretim Faktörlerinin Gelir Payları .................................................. 109

5.2. Üretim Faktörlerinin Hesaplanmasında Kullanılan Yöntemler .... 115

5.3. Milli Gelir Hesaplarından Faktör Paylarının Tahmini .................. 116

5.4. Regresyon Analizi Yöntemi İle Faktör Paylarının Tahmini .......... 119

5.5. Sermaye Faktörünün Ekonomik Büyümeye Katkısı ...................... 127

5.6. İstihdam Artışının Ekonomik Büyümeye Katkısı ........................... 133

5.7. Eğitimin Büyümeye Katkısı ............................................................... 141

5.8. Toplam Faktör Verimliliği................................................................. 153

5.9. Toplam Faktör Verimliliği Bulgularının Önceki Çalışmalarla


Karşılaştırması ............................................................................................................ 157

ALTINCI BÖLÜM

REGRESYON MODELİNE GÖRE EKONOMİK BÜYÜMENİN


KAYNAKLARI

6.1. Model ve Değişkenler ......................................................................... 171

6.2. Veriler ve Analiz ................................................................................. 179

6.3. Eğitimin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri .............. 182


v

6.4. Dış Ticaretin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri ....... 185

6.5. Sermaya Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyonlar . 186

SONUÇ VE ÖNERİLER ................................................................. 189

KAYNAKÇA .................................................................................. 194

EKLER .......................................................................................... 209

ÖZET ............................................................................................ 222

ABSTRACT ................................................................................... 224


vi

Tablolar

Tablo 1. Net Milli Gelir İşgücü ve Sermaye Arasındaki Bölüşümü (Milyar TL).................. 122

Tablo 2. Üretim Faktörlerinin Toplam Milli Gelir İçindeki Yüzdesi ..................................... 124

Tablo 3. Beş Yıllık Dönemler İtibariyle Üretim Faktörlerinin Milli Gelir İçindeki Yüzdelik
Payları .............................................................................................................................. 126

Tablo 4. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışın GSMH’ya Katkısı .............................. 132

Tablo 5. İşgücünün GSMH’nın Büyümesine Katkı Oranı (yüzde) ....................................... 139

Tablo 6. Eğitim Seviyesine Göre Ortalama Gelir .................................................................. 149

Tablo 7. Gelir-eğitim Seviyesine Göre Kümülatif Eğitim İndeksi ....................................... 151

Tablo 8. Eğitim, Sermaye, ve İşgücünün Milli Gelire Katkısı .............................................. 152

Tablo 9. Solow Büyüme Modeline Göre Toplam Faktör Verimliliği (1968-2005) ............... 154

Tablo 10. Bazı OECD Ülkelerinde Toplam Faktör Verimliliğinin Ekonomik Büyümeye
Katkısı .............................................................................................................................. 158

Tablo 11. Farklı Dönemler İtibariyle TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısıyla İlgili
Çalışmaların Bulguları .................................................................................................. 160

Tablo 12. Farklı Eğitim Değişkeniyle Büyüme Regresyonu Sonucu .................................. 184

Tablo 13. Dış Ticaretin Ekonomik Büyümeye Etkisini Ölçen Modeller .............................. 186

Tablo 14. Sermaye Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen Modelin Değişken Katsayıları
.......................................................................................................................................... 187

Şekiller

Şekil 1. Araştırma Soruları ve Yöntemi ..................................................................................... 7

Şekil 2. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması ...................................... 29

Şekil 3. GSMH Büyüme Oranları (1963-1980) ......................................................................... 74

Şekil 4. Türk Ekonomisinin Sektörel Dağılımındaki Değişim (1968-1980) ........................... 76

Şekil 5. Sektörel Büyüme Hızları ve GSMH (1968-1980) ........................................................ 77


vii

Şekil 6. Kamu ve Özel Sektör Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH İçindeki Yüzdesi (1968-
1980) ................................................................................................................................... 78

Şekil 7. İthalat ve İhracatın GSMH Oranı (1968-1980) ............................................................ 80

Şekil 8. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları (1968-1980) ....................... 82

Şekil 9. GSMH'daki Yüzde Değişim (1981-2005) ..................................................................... 88

Şekil 10. Toplam İhracat ve İthalat Miktarı (1980-2005) ......................................................... 89

Şekil 11. İhracat ve İthalatın GSMH'ya Oranı (1981-2005) ..................................................... 90

Şekil 12. Kamu ve Özel Sabit Sermaye Yatırımlarınin GSMH İçindeki Oranı (1968-2005) .. 91

Şekil 13. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları(1980-2005) ...................... 94

Şekil 14. İç ve Dış Faiz Ödemelerinin Bütçe Harcamaları İçindeki Payı (1980-2005) .......... 97

Şekil 15. Basit ve Genişletilmiş Solow Modellerinin Karşılaştırılması ............................... 104

Şekil 16. Büyüme Muhasebesi Yöntemi ................................................................................ 120

Şekil 17.Üretim Faktörlerinin Milli Gelir Paylarındaki Değişim (1968-2005) ...................... 127

Şekil 18. Toplam Sabit Sermaye Yatırımları (1968-2005) ..................................................... 129

Şekil 19. Toplam Sabit Sermaye Stoku Artışı (1968-2005) .................................................. 131

Şekil 20. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışının Büyümeye Katkısı ........................ 133

Şekil 21. Toplam Nüfus, Faal Nüfus ve Toplam İstihdam’daki Değişme ........................... 135

Şekil 22. İstihdamın Sektörel Dağılımı (1968-2005) .............................................................. 136

Şekil 23. Tüm Sektörlerde İktisaden Faal Olanların Cinsiyete Göre Yüzde Dağılımı ........ 137

Şekil 24. Kadınların Tarım, İmalat ve Hizmetler Sektöründeki İstihdam Oranı ................. 138

Şekil 25. İşgücünün GSMH Büyümesine Katkısı .................................................................. 140

Şekil 26. Çalışanların Eğitim Seviyelerine Göre Yüzde Dağılım (1970-2005) .................... 147

Şekil 27. Çalışanların Ortalama Eğitim Yılı (1968-2002) ....................................................... 148

Şekil 28. Eğitim Seviyesine Göre Gelir İndeksinin Değişimi ............................................... 150

Şekil 29. Eğitimin Ekonomik Büyümeye Katkısı .................................................................. 153

Şekil 31. Basit Solow Büyüme Modeline Göre TFV ve GSMH Artışı (1968-2005) ............. 156
viii

Şekil 32. Basit ve Genişletilmiş Solow Büyüme Modeline Göre TFV (1968-2005) ............ 157

Şekil 32. Chenery’nin Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik Büyümeye


Katkısı (1968-1975)* ........................................................................................................ 161

Şekil 33. Uygur’un Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik Büyümeye


Katkısı (1968-1988)* ........................................................................................................ 163

Şekil 34. Saygılı ve Diğerleri’nin (2001) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin Ekonomik


Büyümeye Katkısı (1972-2000) ...................................................................................... 165

Şekil 35. Saygılı ve Diğerleri’nin (2005) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin Ekonomik


Büyümeye Katkısı (1972-2005) ...................................................................................... 166
GİRİŞ

Ekonomik sistemlerin temel amacı olan bireylerin refah seviyesini


yükseltmek; fizikî ve beĢerî sermaye birikimi sağlamak ve üretim faktörlerinin
üretkenliklerini artırmakla mümkün olur. Her ekonominin temel hedeflerinden
biri, fiziki sermaye, beĢeri sermaye, vasıfsız iĢgücü, ve doğal kaynakları en
etkin bir Ģekilde kullanarak toplam üretim miktarını artırmaktır. BaĢka bir
deyiĢle, üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa değerlerinin toplamı olan
gayrı safi milli hasıla miktarını reel olarak yükseltmektir. Ekonomik büyüme
olarak ifade edilen bu artıĢ, üretim faktörlerindeki artıĢ ve/veya bilgi artıĢıyla
bu faktörlerin daha etkin kullanılmasıyla (teknolojik geliĢmeyle) mümkün
olabilir. Ekonomik büyüme her ekonomi için birincil hedefler arasında yer
aldığından, iktisat yazınında ençok araĢtırılan konuların baĢında gelir. Bu
konuda sayısız makaleler yazılmıĢ ve birçok modeller geliĢtirilmiĢtir. Yapılan
bu çalıĢmaların bir amacı büyümenin kaynaklarını belirleyerek, doğru
ekonomik politikalar konusunda aydınlatıcı fikirler üretmektir. Türkiye gibi
sahip olduğu kaynakları etkin olarak değerlendirememiĢ ülkeler için ekonomik
büyüme ile ilgili çalıĢmalar daha büyük bir önem taĢır.

Bütün ülkeler için ve özellikle geliĢmekte olan ülkeler (GOÜ‟ler) için


makro hedeflerin baĢında yer almasına rağmen, pozitif ve sürdürülebilir bir
ekonomik büyüme seviyesine ulaĢmak çok da kolay değil. Bu hedefe ulaĢılması
için üretim faktörlerini niteliksel ve niceliksel olarak artırmak ve bu faktörlerin
etkin kullanımını sağlayarak toplam faktör verimlilliğini yükseltmek gerekir.
Ġkincisi: bazı koĢulların gerçekleĢmesine bağlıdır. Bunun için iĢgücü ve sermaye
verimliliğini artıracak yatırımlar yapmak gerekir. Örneğin, eğitim, sağlık ve
araĢtırma ile geliĢtirme gibi yatırım harcamalarını artırarak iĢgücünün daha
verimli çalıĢması sağlandığında, iĢgücü ve sermaye verimliliği de artar.

Neoklasik büyüme modellerine öncülük yapan ve günümüze değin iktisat


yazınında kullanılagelen Solow büyüme modeli, ekonomik büyümeyle ilgili
2

ampirik çalıĢmalarda sık kullanılan modeldir. Solow modeli kullanılarak geliĢmiĢ


ve GOÜ‟ler arasında bir yakınsama olup olmadığını araĢtırmak için birçok
çalıĢma yapılmıĢtır. Ancak, Solow büyüme modelinin “ekonomik büyüme,
üretim faktörleri ve toplam faktör verimliliği tarafından belirlenir” öngürüsüyle
ilgili, nispeten daha az ampirik çalıĢma yapıldı. Solow‟un büyüme modelini ABD
ekonomisi için yaptığı birkaç ampirik çalıĢmada kullanan Denison(1974), toplam
üretimdeki artıĢın üretim faktörlerindeki artıĢtan daha fazla olduğunu bulmuĢtur.
Örneğin, Denison, 1948-1973 yıllarını kapsayan çalıĢmasında, üretim
faktörlerindeki yüzde 2.2 oranında bir artıĢa rağmen, Amerika BirleĢik
Devletleri‟nin ulusal gelirinin yıllık yüzde 3.87 oranında artmıĢ olduğunu
hesaplamıĢtır. Denison, aradaki farkın teknolojik geliĢmeye bağlı toplam
faktör verimliliğinden kaynaklandığını iddia eder. Üretim faktörlerindeki
artıĢla açıklanamayan bu kısma “artık” (residual) denilmektedir.

Jorgenson ve Griliches (1967) ise, ABD ekonomisi için yaptıkları,


1945-1965 yıllarını kapsayan, ampirik çalıĢmasında, toplam faktör üretkenliği
olarak adlandırılan ekonomik “artığın” sanılandan çok daha düĢük olduğunu
bulmuĢtur. Adı geçen yazarlar, üretim faktörlerindeki artıĢ doğru olarak
ölçüldüğünde, ekonomik büyümeyi önemli oranda açıkladığını iddia ederler.
Sözkonusu çalıĢmaya göre, daha önceleri artığın yüksek hesaplanması,
üretim faktörlerinin veya toplam üretim miktarının yanlıĢ ölçülmesinden
kaynaklanmıĢtır.

Denison‟un geliĢtirdiği, Solow büyüme modelinin muhasebe


yöntemiyle sınanması, daha sonraları, geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan birçok
ülkeyle ilgili çalıĢmalarda kullanılmıĢtır. Örneğin, Young (1995), “büyüme
muhasebesi” (growth accounting) modelini kullanarak, Uzakdoğu
ülkelerindeki yüksek büyümenin üretim faktörlerindeki yüksek artıĢtan
kaynaklandığını ortaya çıkarmıĢtır. Bu çalıĢmanın sonucuna göre, “Asya
mucizesi” toplam üretkenlikteki artıĢtan değil, üretim faktörlerindeki artıĢtan
3

kaynaklandı. Kısacası, Young, Asya mucizesinin neoklasik büyüme


modelleriyle açıklanabileceğini gösterir.

Bu araĢtırmayla, 1968‟ten beri Türkiye‟nin ekonomik büyümesine


katkısı olan değiĢkenler tesbit edilecektir. Türkiye‟nin gelecekte geliĢmiĢ
ülkeler(GÜ‟ler) arasında yer alabilmesi, büyük ölçüde ekonomik büyümesine
bağlı olduğundan, ekonomik büyümeyi sağlayan değiĢkenlerin anlaĢılması
ve buna göre ekonomik politikaların belirlenmesi önemlidir. Bu çalıĢmada,
ekonomik büyümeye hangi üretim faktörünün daha yüksek katkıda
bulunduğu araĢtırılacaktır. Elde edilen bulguların, büyüme literatürüne katkı
dıĢında, Türkiye‟de ekonomik politikaların Ģekillenmesine pratik katkıda
bulunması umulabilir.

1.1. Araştırmanın Kapsamı ve Amaçları

Bu çalıĢmanın amacı, “büyüme muhasebesi” ve “regresyon analizi”


yöntemlerini kullanarak Türkiye‟nin ekonomik büyümesine kaynaklık eden
değiĢkenleri araĢtırmaktır. Bu araĢtırmada, Türkiye ekonomisinin içe dönük
bir politika izlediği 1968-1980 dönemi ile liberal dıĢ ticaret politikasının
benimsendiği 1980-2005 dönemini kapsar. Ġçe dönük ve ithal ikameci
kalkınma politikasının takip edildiği 1968 –1980 arası dönem, dıĢaçık bir
ekonomik politikanın izlendiği 1980 sonrası dönemle kıyaslanacaktır.

Bu çalıĢmanın amaçları birkaç noktada özetlenebilir: (1) Solow‟un


büyüme teorisine dayalı olan “büyüme muhasebesi modelini” Türkiye
örneğinde sınamak: Böylelikle, 1980 öncesi ve sonrası için “artık” miktarını
hesaplamak ve iĢgücü, fiziki sermaye ile toplam faktör verimliliğindeki
artıĢların ekonomik büyümeye ne oranda katkıda bulunduğunu anlamak
mümkün olabilecektir. Aynı zamanda, ekonominin dıĢa açıldığı dönemde, içe
dönük politikaların izlendiği döneme kıyasla, artık miktar, sermaye ve
iĢgücünün katkısında bir değiĢiklik olup olmadığı da incelenecektir. (2) Eğitim
4

ve sağlık hizmetlerinin belirlediği beĢeri sermayenin ekonomik büyümeye


katkısını araĢtırmak. Ġki dönem için, bu katkının farklı olup olmadığını
bulmak. (3) Solow modelindeki “artık” miktarının belirleyicilerini “regre syon
analizi” ile irdelemek. Üretim faktörleri dıĢında, regresyon modeline, bazı
politika değiĢkenlerini dahil ederek, ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini
araĢtırmak.

Bu çalıĢmada kullanılan, Solow‟un büyüme teorisine dayanan


“büyüme muhasebesi” ve regresyon analizi metodları birbirlerini tamamlar
niteliktedir. Büyüme muhasebesi modeli, büyümenin kaynaklarını, üretim
faktörleriyle bağlantılı olarak açıklarken; regresyon analizi, ekonomik
büyümeyi etkileyen politika değiĢkenlerinin de etkisini ölçme imkanı verir.
Solow‟un geliĢtirdiği neoklasik büyüme teorisine dayalı “büyüme
muhasebesi” modeli 1960‟lardan beri iktisat yazınında kullanılıyor. 1980‟lerin
sonunda geliĢtirilen içsel büyüme modellerine rağmen, Solow modeline
dayalı çalıĢmalar devam ediyor. Günümüzde, Amerika BirleĢik Devletleri
Bütçe Dairesi, milli gelir tahmininde, bu modeli kullanıyor (Stiroh, 2000).
Eksikliklerine rağmen, uzun zamandır iktisat yazınındaki ampirik
çalıĢmalarda kullanılması, büyüme muhasebesi modelinin yüksek bir
açıklayıcı güce sahip olduğunu gösterir.

Büyüme muhasebesi modeli son derece basit bir mantığa dayanır.


Üretim faktörleri birer girdi olarak, üretimin çıktısını belirlediğine göre,
çıktıdaki artıĢ girdilerdeki artıĢla ilintilidir. Her bir üretim faktöründeki değiĢme
ve bu faktörlerin verimliliklerindeki değiĢmenin toplamı, çıktıdaki değiĢmeye
eĢit olması gerekir. GSMH‟nın gelir yöntemiyle hesaplanması da yukarıdaki
açıklanan gerekçeye dayanıyor. BaĢka bir deyiĢle, herbir üretim faktörünün
toplam hasıladaki payını bulup, birbirine eklediğimizde, bir ülke için toplam
GSMH‟ya ulaĢırız. Bu anlamda, herbir üretim faktörünün toplam hasıladan
5

aldığı payı, o faktörün toplam faktörler içindeki yüzdesiyle çarparak,


sözkonusu faktörün toplam GSMH‟ya katkısını hesaplayabiliriz.

Bu tezin özgün bir tarafı, içsel büyüme modellerinin etkisiyle son


yıllarda kullanılmaya baĢlanan beĢeri sermaye değiĢkenleri olan eğitim ve
sağlık değiĢkenlerini Solow modeline dahil ederek, Türkiye‟nin ekonomik
büyümesindeki etkileri araĢtırmak; böylelikle, basit Solow modelinin, iĢgücü
ve fiziki sermayedeki niceliksel artıĢ ile açıkladığı ekonomik büyümeyi,
geniĢletilmiĢ Solow modeli çerçevesinde iĢgücündeki niteliksel değiĢimi
belirleyen eğitim ve sağlık hizmetlerini de dikkate alarak Türkiye örneğinde
irdelemektir.

Bu çalıĢma altı ana bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde, baĢlıca


ekonomik büyüme modelleri tartıĢılacak, Solow büyüme modeli ile içsel
büyüme modelleri karĢılaĢtırılacak. Ġkinci bölümde, ekonomik büyümenin
kaynaklarıyla ilgili ampirik çalıĢmalar özetlenecek. Üçüncü bölümde, dıĢa
kapalı ekonomik politikanın izlendiği 1980 öncesiyle, dıĢa açık politikanın
benimsendiği 1980 sonrasındaki ekonomik geliĢmeler anlatılacak. Dördüncü
bölümde, basit ve geniĢletilmiĢ Solow modelleri detaylı olarak açıklanacak ve
bu modellerin ekonomik büyümeyi açıklama gücüne vurgu yapılacak. BeĢinci
bölümde, sermaye stoğu, eğitim indeksi, üretim faktörlerinin milli gelir payları
hesaplandıktan sonra herbir üretim faktörünün ekonomik büyümeye katkısı
ve toplam faktör verimliliği tahmin edilecek. Bu bölümde, 1980 öncesi ve
sonrasında üretim faktörlerinin katkılarındaki farka dikkat çekilecek. Altıncı
bölümde, büyüme regresyonu yöntemiyle ekonomik büyümeyi ektileyen
değiĢkenler analiz edilecektir.
6

1.2. Araştırma Soruları

Klasik ve geniĢletilmiĢ Solow büyüme modeline göre, fiziki sermaye


artıĢı ve iĢgücündeki artıĢ Türkiye‟nin ekonomik büyümesini ne oranda
etkiledi? Bu iki modelin bulguları arasında bir farklılık var mıdır?

BeĢeri sermayeyi belirleyen eğitim seviyesinin ekonomik büyüme ile


iliĢkisi nedir? Eğitim seviyesinin yükselmesinin ekonomik büyüme üzerinde
ne derece etkisi vardır? Hangi eğitim seviyesi ekonomik büyümeyi daha çok
etkiler?

Yukarıdaki soruların cevapları, Türkiye‟de liberal dıĢ ticaret


politikasının takip edildiği 1980 sonrası için aynı mıdır? BaĢka bir deyiĢle,
1980 öncesi ve sonrasında ekonomik büyümenin belirleyicileri açısından bir
farklılık var mıdır?

Ekonomik büyümenin kaynaklarının belirlenmesinde, Solow büyüme


modelinin muhasebe yöntemi ve bu modele dayanan ekonometrik yöntem
arasında fark var mıdır? Bu ampirik çalıĢmanın sonuçlarına dayanarak,
gelecekte Türkiye‟nin ekonomik büyüme hızını artırmak için bazı politika
önerileri çıkarsanabilir mi?

AĢağıdaki Ģema, bu araĢtırmanın sorularını, teorik çerçevesini ve


kullanacağı yöntemleri göstermektedir:
7

Şekil 1. Araştırma Soruları ve Yöntemi


8

1.3. Araştırmanın Sınırlılıkları

Bu çalıĢmanın sınırlılıkları tezin dayandığı modellerden


kaynaklanmaktadır. Solow büyüme muhasebesi modeli “artık” için tatmin
edici bir açıklama getiremiyor. Toplam üretim faktörlerindeki verimlilik artıĢı
veya teknolojik geliĢme olarak ifade edilen “artık”, modelde, dıĢsal bir
değiĢkendir. Oysa, uzun dönemde yaĢanan büyümenin önemli bir kısmını,
dıĢsal bir değiĢkene bağlamak, bu modeli yetersiz kılar, denilebilir. Bu
sorunu aĢmak için, bu çalıĢmada geniĢletilmiĢ Solow modeli kullanılacaktır.
Bu model iĢgücünün niteliksel değiĢimini, sağlık ve eğitimle temsil edilen
beĢeri sermaye değiĢkenlerini kullanarak, sınırlı da olsa dikkate alır.

Bu çalıĢmada baĢvurulan ikinci metot olan regresyon analizinin,


kısıtlarına rağmen, büyüme muhasebesi modelini tamamlayıcı yanı vardır.
Regresyon analizi, sosyal ve ekonomik değiĢkenler ile ekonomik büyüme
arasındaki korelasyona bakıp büyümenin belirleyicileri konusunda bir fikir
verir. Özellikle içsel büyüme modellerinin ortaya çıkıĢından sonra, regresyon
analizi ile toplam faktör verimliliğinin neye bağlı olduğu konusunda birçok
ampirik çalıĢma yapılagelmiĢtir. Büyüme muhasebesi modeli, sermaye ve
iĢgücünün ekonomik büyüme üzerindeki katkısını tahmin için kullanılan etkin
bir metot olmasına rağmen, “artık” olarak ortaya çıkan toplam faktör
verimliliğinin nereden kaynaklandığı konusunda bir fikir vermez. Regresyon
analizi, büyüme muhasebesi modelinin hesapladığı, fakat nereden
kaynakladığını açıklayamadığı toplam faktör verimliliğindeki artıĢın
kaynaklarını açıklamak için yararlı bir metot olarak görülebilir. Ancak,
regresyon analizinin de, ekonometrik varsayımlarının doğasından
kaynaklanan kısıtları vardır. Bu analizin en zayıf tarafı, bağımlı ve bağımsız
değiĢkenler arasında iki yönlü etkileĢimin olmasıdır. BaĢka bir deyiĢle,
makroekonomik değiĢkenler mi ekonomik büyümeyi belirliyor, yoksa büyüme
mi makroekonomik değiĢkenleri belirliyor, yoksa dıĢarıda üçüncü bir
9

değiĢken mi ikisini de belirliyor konusuna regresyon, tam bir açıklık


getiremez.

Ekonomik büyümeyi belirleyen değiĢkenleri incelerken karĢılaĢılan en


önemli kısıt, sözkonusu verilerin doğruluğuyla ilgilidir. Politik amaçlarla ve/veya
idelolojik önyargılarla, veriler kasıtlı olarak manipüle edilebildiği gibi yetersiz alt
yapıdan dolayı verilerin elde edilmesinde de hatalar görülebilir.
BİRİNCİ BÖLÜM

BAŞLICA EKONOMİK BÜYÜME TEORİLERİ

1.1.Öncül Ekonomik Büyüme Teorileri

Ġktisatçılar ekonomik büyüme sürecini ve ekonomik büyümenin


kaynaklarını anlamak için, Adam Smith‟ten günümüze değin teorik ve ampirik
çalıĢmalar yapmaya devam ediyor. Klasik iktisatçılar olarak anılan Adam
Smith, Thomas Malthus ve David Ricardo gibi iktisatçılar ekonomik büyümeyi
sınıfsal yapıya dayanan kapitalist ideoliji varsayımları çerçevesinde açıklar.
ĠĢçiler, kapitalistler ve arazi sahiblerinden (topraktan kira geliri elde
edenlerden) oluĢan sınıfların iktisadi süreçteki rollerine göre Ģekillenen bir
ekonomik büyüme modelinden sözederler. Klasik iktisatçılar, iĢgücü,
sermaye ve ekilebilir arazinin temel üretim faktörü olduğu bir üretim
fonksiyonu varsayımından hareketle ekonomik büyümeyi açıklama yoluna
gider. Arz üzerinde yoğunlaĢan klasik iktisatçıların en önemli noksanlıkları
talep üzerinde fazla durmamalarıdır (Barkai, 1986).

Smith, Ulusların Zenginliği (Wealth of Nations) kitabının birkaç


bölümünü ekonomik büyüme ile ilgili konulara ayırır. Smith‟e göre, ekonomik
büyümenin iki önemli kaynağından sözedilebilir: birincisi, üretimde iĢbölümü
ve uzmanlaĢmanın getirdiği üretkenlik artıĢı; ikincisi, tasarruf artıĢı ve
sermaye birikiminin sağladığı ekonomik büyüme (Skaggs, 1999:483-484).
ĠĢbölümü ve uzmanlaĢma verimlilik artıĢının zorunlu koĢulu ise, sermaye
birikimi bu koĢulun gerçekleĢmesi için zorunlu olan baĢka bir koĢuludur.
ÇalıĢanların verimlilikleri, önemli oranda, üretimde kullandıkları sermaye
donanımı tarafından belirlendiğinden, sermaye stokundaki artıĢ ekonomik
büyümenin en önemli belirleyici unsurudur. Smith‟in deyimiyle “ĠĢgücüne
yardımcı olan makina ve aletlerin sayısal veya niteliksel artıĢı olmadıkça;
veya iĢbölümünde geliĢme yaĢanmadıkça iĢçilerin verimliliklerinde bir artıĢ
11

beklenemez. Her iki durum da, sermaye stokuna yapılacak eklemeler,


verimlilik artıĢı için genelikle zorunlu bir faktördür” (Smith, 1976:I.343 ).
Smith, aynı eserinde, dıĢ ticaretin ekonomik büyümeyi olumlu etkileyeceğini
ve ticareti yapan ülkelere karĢılıklı avantajlar sağladığını da vurgular.:
“KomĢu bir ülkenin zenginliği, askeri ve politik anlamda bir tehlike oluĢtursa
da, ticari anlamda büyük bir avantajdır. Bir ülke için dıĢ ticaret yoluyla
zenginleĢmenin yolu zengin, sanayileĢmiĢ ve ticaret merkezi olan ülkelerle
komĢu olmaktan geçer. VahĢi toplumlar ve çulsuz barbarların hakim olduğu
ülkelerle komĢu olan bir millet, savaĢlarla ekilebilir alanlarını artırabilir ve iç
ticaretini kuvvetlendirebilir, ancak dıĢ ticaretin avantajlarından yararlanamaz”
(Smith, 1976:494-5 ).

Smith‟in ekonomik büyüme ile ilgili bir baĢka tesbiti eğitimin önemiyle
ilgilidir. Eğitim, iĢgücünün verimliliğini artırdığı için daha etkin üretim imkanı
sağlayarak ekonomik büyümeyi artırır. Bundandır ki, Smith eğitim
harcamalarının artırılmasını ve sosyal faydasından dolayı toplum tarafından
karĢılanmasını önerir: “Toplum çok az bir harcama ile tüm insanların eğitim
almalarını teĢvik ve tedarik edebilir. Böylelikle, herkesin en temel eğitim olan
okuma, yazma ve basit matematiksel iĢlemleri öğrenmesi sağlanır” (Smith,
1976:784-5).

Diğer klasik iktisatçılar Adam Smith‟in geliĢtirdiği ekonomik büyüme


modeline katkıda bulunarak bu anlamda onun takipçisi olurlar. Malthus ve
Ricardo‟nun Smith‟ten ayrılan en önemli yanları ekonomik büyümenin sürekli
devam edemeyeceğini açıklamalarıdır. Malthus, ekonomik büyüme konusunu
irdelerken, nüfus artıĢının geometrik olacağını, oysa bu nüfusu beslemek için
gerekli olan gıdaların ise aritmetik büyüyeceğini iddia eder (Aktaran: Becker,
Glaeser ve Murphy, 1999). Malthus‟un öngürüsüne göre, nüfus artıĢı kontrol
edilmediğinde, uzun dönemde büyük bir açlık felaketinin yaĢanması
kaçınılmaz olacaktı. Malthus gıda üretiminde neden aritmetik bir artıĢ olacağı
12

konusuna net bir açıklama getiremez. David Ricardo bu açığı kapatmaya


çalıĢır. Ricardo, ekilebilecek alanların sınırlı olduğunu ve tarlada çalıĢan
iĢçilerin azalan verimler yasasına göre üretimde bulunduğunu iddia eder. Bu
nedenle, iĢveren, verimlilik artıĢı sıfıra yaklaĢana kadar istihdama gider ve
bu da iĢgücü talebi anlamına geldiğinden, nüfus artıĢını körükler. Ekilebilir
alanlar sabit olmasına rağmen nufüs artıĢı devam ederse, önceleri yüksek
olan ücretler geçim seviyesine düĢer (Aktaran: Ehrlich ve Lui, 1997).

Ricardo, doğal kaynakların azalan verimine büyük vurgu yapar. Azalan


verimler yasası gereği, iĢgücünün marjinal ve ortalama ürünündeki azalıĢı ve
ücretlerin buna paralel olarak geçim seviyesine düĢmesi ekonomik
durgunluğu beraberinde getirir. BaĢka bir deyiĢle, Ricardo modeli ekonominin
uzun dönemde “durağan duruma” geçeceğini öngörür. Oysa, Smith
ekonomik büyümenin böyle bir sınıra ulaĢacağından sözetmez. John Stuart
Mill, Ricardo‟nun bu fikirlerine katılır. Mill‟e göre, “doğal ücret” olan geçinme
seviyesinin üzerindeki bir ücret, nüfus artıĢını körükler. Yüksek ücretler, kâr
oranlarını düĢürdüğünden, yatırımları olumsuz etkiler. Azalan yatırımlar
ekonomik büyümenin yavaĢlaması ve iĢgücüne olan talebin kısılması
anlamına gelir. Malthus‟un aksine, Mill uzun dönem için optimisik bir tablo
çizer. Gerekçe olarak da gittikçe artan eğitimle, nüfus büyüme hızının
düĢeceğini ifade eder (Gylfason, 1999:23).

Ricardo, karĢılaĢtırmalı üstünlükler teorisini iktisat literatürüne


kazandırarak, dıĢ ticaretin sadece mutlak üstünlükleri olan ülkelere değil,
herkese fayda verebileceğini gösterir. Ricardo‟nun karĢılaĢtırmalı üstünlükler
teorisine göre, her ülke nisbeten daha avantajlı olduğu ürün veya hizmetin
üretiminde uzmanlaĢıp, diğer ülkelerle serbest ticaret yaptığında kaynaklar
daha etkin kullanılmıĢ olur. Ticarete katılan bütün ülkeler bu uzmanlaĢmadan
kazançlı çıkar. Oysa, Adam Smith, mutlak üstünlükler teorisinde, bir ülkenin
dıĢ ticaretten kazançlı çıkmasını üretimdeki mutlak avantajına bağlamıĢtı.
13

Smith‟in teorisi, hiçbir alanda mutlak anlamda maliyet avantajı olmayan


ülkelerin serbest dıĢ ticaret politikası takip etmelerini olanaksız kılıyor. Oysa,
Ricardo‟ya göre, dıĢ ticaret yapan bütün ülkeler kazançlı çıkabilir. Herbir
ülke, nisbeten düĢük maliyetle ürettiği mal ve hizmetlerin üretiminde
uzmanlaĢıp, diğer ülkelerle mübadele yaparak, daha yüksek tüketim
imkanına ve refah seviyesine kavuĢabilir.

Yukarıda anlatılan öncül büyüme iktisatçıları, modellerinde matematiksel


iĢlemlere pek yer vermediler. Cobb ve Douglas (1928)‟ın geliĢtirdiği üretim
fonksiyonu ile büyüme teorisinin mikro temellerine matematiksel katkı sağladı.
Ġki iktisatçının soyadlarıyla anılan üretim fonksiyonu, iktisat yazınında en sık
kullanılan ve basit bir Ģekilde ekonomideki toplam üretimi açıklayan bir
denklemdir. Cobb – Douglas üretim fonksiyonu en basit Ģekliyle aĢağıdaki gibi
yazılabilir. 1 Cobb ve Douglas (1928:14):

Q = Lα K (1-α)
| α+(1-α) = 1 (1)

Q toplam üretimi, L üretimde kullanılan iĢgücü faktörünü ve K ise


sermaye faktörünü temsil ediyor. Yukarıdaki üretim fonksiyonu iki önemli
özelliğe sahip:

1) Ölçeğe göre sabit getiri oranı olduğu varsayılıyor. Buna göre,


üretim faktörlerinde bir x birim artıĢ, toplam üretimde de x
birim artıĢı beraberinde getirecektir.

1
Bu üretim fonksiyonu Cobb - Douglas‟un kullandığı üretim fonksiyonunun farklı notasyonlarla
yeniden ifade edilmiĢ Ģeklidir.
14

2) Üretim faktörlerinin azalan verimler yasasına göre toplam


üretim üzerinde etkide bulunduğu varsayılıyor. Buna göre,
örneğin, iĢgücündeki herbir artıĢ, sermaye miktarında bir
değiĢme olmadığında, toplam üretim miktarını azalan
miktarlarda etkiler.

Ekonomik büyümeye olan ilgi, mikroiktisatta yaĢanan marjinalist


devrimle azalır. Ancak, 1929 yılında yaĢanan büyük ekonomik çöküntüyle
beraber, büyüme konusuna olan ilgi yeniden canlanır. Keynes, meĢhur Para,
Faiz, ve İstihdam Genel Teorisi kitabıyla ekonomik durgunluk dönemlerinde
piyasanın kendiliğinden tam istihdam durumuna gelemeyeciğini ve devlet
müdahalesine ihtiyaç olduğunu gösterir. Keyneysen görüĢün büyüyen bir
ekonomideki geçerliliğini araĢtıran iki iktisatçının çalıĢmaları modern büyüme
teorisinin temelini oluĢturur. Günümüze değin, modern büyüme teorisi beĢ
önemli evreden (dalgadan) 2 geçerek büyük değiĢim geçirir. AĢağıda, modern
büyüme teorisinin geliĢim aĢamaları kısaca özetlenecek.

1.4. Birinci Dalga: Harrod-Domar Büyüme Modeli

Harrod (1939) ve Domar (1946)‟ın birbirinden bağımsız Ģekilde


geliĢtirdiği büyüme modeli 1956 yılında neoklasik büyüme modelinin ortaya
çıkıĢına kadar büyüme teorisine egemen olur. Harrod-Domar büyüme
modeli, toplam üretim fonksiyonunu (aggregate production function)
kullanarak ekonomik büyüme ile sermaye stoğu gereksinimi arasındaki

2
Ayrıntılı bilgi için bakınız: Erdal Ünsal (2007), İktisadi Büyüme, Ankara: Ġmaj Yayıncılık.
15

iliĢkiyi irdeler. Harrod-Domar, doğal kaynaklar yerine sermaye birikimini,


büyümenin motoru olarak, ekonomik büyümenin merkezine yerleĢtirir.

Harrod-Domar modeli iki önemli varsayıma dayanır:

1.Toplam üretim, sermaye birikiminin bir fonksiyonudur. Toplam


üretimdeki değiĢim ise (ΔY), sermaye stokundaki değiĢimle (ΔK) marjinal
sermaye hasıla oranının (v) çarpımına eĢit olur:

ΔY = (1/v) ΔK v = ΔK/ ΔY (2)

2. Sermaye birikimi toplam gelir ve tasarruf oranına bağlıdır:

S = s.Y (3)

S toplam tasarrufları, Y toplam geliri ve s ise tasarruf oranını gösterir.

Birinci varsayıma göre, bir ekonomideki sermaye artıĢı, sermayenin


etkinliğine bağlı olarak toplam üretimi artırır. Sermaye-hasıla oranı,
sermayenin etkinliğini ölçer. Sermaye-hasıla oranının düĢük olduğu
ülkelerde, daha düĢük sermaye artıĢı ile daha yüksek hasıla elde etmek
mümkün olur. ÇalıĢan baĢına artan sermayenin daha yüksek verimlilik
artıĢını beraberinde getirdiği düĢünülür. Bu modelde iĢgücünün etkisi
dikkate alınmadığı için ekonomik büyümenin tek belirleyicisinin sermaye
artıĢı olduğu görülür. Ġkinci varsayım ise sermaye birikiminin iç tasarruflar
sonucu gerçekleĢtiği düĢüncesine dayanır. Kapalı bir ekonomide toplam
yurtiçi tasarruflar (S), toplam yurtiçi yatırımlara (I) ve bu da toplam sermaye
değiĢimine eĢit olur (ΔK). Bu durumda ilk denklemi yeniden yazdığımızda
Ģunu elde ederiz:

ΔY = (1/v) s.Y (4)

ΔY/Y = s/v (5)


16

Son denkleme göre, bir ekonominin büyüme oranı (ΔY/Y), tasarruf


oranı(s) ile sermaye hasıla katsayısına(v) bağlı olur.

Roy Harrod, 1939 yılında yayımladığı makalesinde, ekonomik


büyümenin dinamik kaynaklarından sözeder. Harrod‟a göre, arzulanan
büyüme oranı (Gw) yıllık doğal nüfus artıĢına eĢit olmalı (n). Yıllık nüfus
artıĢı ise, marjinal tasarruf eğiliminin (s), sermaye hasıla oranına (v) eĢit
olmalı(Harrod, 1939):

Gw = n = s/v (6)

Harrrod büyüme modeli, arzulanan ekonomik büyümenin sağlanması


için bu eĢitliğin sağlanmasını zorunlu görür. Ancak, modeldeki nüfus artıĢı ile
sermaye hasıla oranı değiĢkenlerinin birbirinden bağımsız olması, arzulanan
büyümeye ulaĢmanın zorluğunu ortaya koyar. BaĢka bir deyiĢle, Harrod
modeli dengede olmayan (unstable) bir büyüme öngürür. Ekonomik büyüme
tam-istihdamın ötesine veya yüksek iĢsizlik sınırına kaydığında, sistemi
dengeye getirecek bir mekanizma bulunmaz. Harrod-Domar büyüme
modelinin öngürdüğü durağan durum (steady-state) seviyesi denge
sağlamak yerine, bıçak sırtında olmak gibi bir tehlikeyi içerir. Kararlı
durumdan ufak bir sapma daha büyük sapmaları beraberinde getirerek,
ekonomiyi içinden çıkılmaz girdaplara sürükler. Modelde, bu girdapları
çözebilecek bir mekanizma bulunmaz. Harrod-Domar modeli, ekonomik
büyüme ile sermaye gereksinimi arasındaki iliĢkiyi incelemek için, hem
GÜ‟lerde, hem de geliĢmekte olan ülkeler de yaygınlıkla kullanılmıĢtır.

Harrod-Domar modelinin en büyük eksiği ampirik çalıĢmalarda


kullanıldığında GÜ‟lerin büyüme deneyimlerini açıklaklamakta yetersiz
kalmasıydı. Çünkü, sözkonusu model büyümenin motoru olan sermaya-
hasıla oranının (v) sabit olduğunu, yani sermaye ve emek arasında ikamenin
mümkün olmadığını varsayıyordu. Bir sonraki bölümde anlatılan Solow-Swan
17

modeli (neoklasik büyüme modeli olarak biliniyor) sözkonusu varsayımı


değiĢtirerek, büyüme modelinin ampirik gücünü artırmıĢtır.

1.5. İkinci Dalga: Neoklasik Büyüme Modeli

Yukarıda tartıĢılan Harrod-Domar modelinin ekonomik büyümenin


dengede devam etmesinin zor olduğu varsayımının yanlıĢlığını gören,
Solow(1956a; 1956b) ve Swan(1956), sermaye-hasıla oranının (v) dıĢsal
olmadığını iddia ederek, yeni bir büyüme modeli önerir. Solow-Swan,
sermaye ve iĢgücünün kolaylıkla birbirinin yerine ikame edilebildiğini söyler.
Sermaye-hasıla oranı dıĢsal bir faktör olmaktan çıkarılır ve içsel olarak
belirlenen bir değiĢken olarak modele dahil edilir. Ġktisat yazınına neoklasik
büyüme modeli olarak geçecek bu modele göre, ekonomide denge dıĢı bir
durum yaĢandığında, sermaye hasıla oranında bir değiĢimi sağlayarak
yeniden denge sağlanabilir. Solow, üç ayrı üretim fonksiyonunu
karĢılaĢtırdıktan sonra, Cobb-Douglas üretim fonksiyonunun gerçeğe daha
uygun olduğu sonucuna varır. Harrod-Domar modelinin ekonomik dengeyi
bıçak sırtında görmesini iĢgücü sermaye oranının sabit olduğu varsayımına
bağlayan Solow, bu varsayımın terkiyle problemin çözüleceğini söyler
(Solow, 1956a). Gerçek hayatta, firmalar, sermaye ve iĢgücü arasında
ikameye gittiğine göre, Harrod-Domar‟ın öngörüsü yanlıĢ veya yetersiz
oluyordu.

Harrod-Domar modeli sermaye artıĢını ekonomik büyümenin biricik


kaynağı göstermesine rağmen, yapılan ampirik çalıĢmalar, ekonomik
büyümenin sermaye stoğundaki artıĢlarla açıklanamayacağını ortaya
çıkarmıĢtır. Solow ve Swan‟ın yaptığı ilk çalıĢmaların yanı sıra,
Abramovitz(1956), Kendrick(1956)‟in yaptığı ampirik çalıĢmaların ortak özeliği,
ekonomik büyümenin üretim faktörleri olan iĢgücü ve sermaye ile iliĢkisini
ortaya koymaktı. BaĢka bir deyiĢle, bir ülkenin ekonomik büyümesi, 1)
iĢgücünün niceliksel ve niteliksel değiĢimi, 2) sermaye stokundaki değiĢim, 3)
18

doğal kaynaklardaki değiĢim, ve 4) teknolojik geliĢmeyle açıklanıyordu. Buna


göre, ilk üç değiĢkenin toplam değeri üretim faktörlerinin ekonomik büyümeye
katkısını gösterirken, bundan arta kalan kısım ise “artık” oluyordu. Robert Solow
tarafından ilk defa kullanılan “artık” kavramı daha sonra birçok teorik ve ampirik
çalıĢmanın ilham kaynağı olmuĢtur. Solow‟a göre “artık” büyük çoğunlukla
“teknolojik geliĢme” veya “bilginin ilerlemesi”nden kaynaklanır. Ġlk çalıĢmalar
“artık” miktarını yüksek bulurken, sonraki çalıĢmalar, “artık” miktarının, önceleri
tahmin edildiği gibi çok yüksek olmadığını ortaya çıkarmıĢtır. Özellikle, “artığı”
belirleyen faktörlerin, içsel birer değiĢken olarak modele dahil edilmemiĢ olması
artık miktarını yükseltmiĢtir.

Basit Solow büyüme modelinde, toplam hasıla, sermaye ve iĢgücünün


bir fonksiyonudur:

Y = F(K,L) (7)

Her iki üretim faktörü de azalan verimler yasasına tabidir ve ölçeğe


göre sabit getiri olduğu varsayılır. Harrod-Domar‟dan farklı olarak, iki üretim
faktörü olduğu varsayıldığından, bunlar arasında bir ikamenin olabileceği de
dikkate alınıyor. Ġki faktörün kıtlıklarına göre değiĢen fiyatlarına bağlı olarak
üreticiler ikame yoluna gider. ĠĢgücü nisbeten pahalı olduğunda, sermaye
iĢgücünü ikame edici faktör olarak kullanılır. Solow modelinde, sermaye
iĢgücü oranı (K/L) sabit değildir, değiĢebilir. Sermaye artıĢı, iĢgücündeki artıĢ
oranından büyük olduğunda, iĢgücü baĢına düĢen sermaye miktarı
artacağından daha yüksek verimlilik seviyesine ulaĢılır. Neoklasik büyüme
modeli, sermayenin, iĢgücünün ve toplam çıktının aynı oranda arttığı ve
dolayısıyla faktör verimliliklerinin ve K/L oranının sabitlendiği bir “durağan
durum” (steady state)‟u tanımlar:

K L Y
  (8)
K L Y
19

Durağan durumda sermayenin ve emeğin ortalama verimlilikleri,


dolayısıyla kiĢi baĢına hasıla ile sermaye-iĢgücü oranı sabit kalır. Bu
durumda, tasarruf oranlarındaki artıĢ, ekonomik büyümeyi sadece geçici
olarak artırır. Yüksek sermaye birikimine ulaĢıldıkça, sermayenin marjinal
verimi daha yüksek oranda bir azalıĢ gösterir.

Teknolojik geliĢme, Solow modelinde olduğu gibi dıĢsal olsun veya içsel
büyüme modellerinin öngürdüğü gibi içsel olsun, toplam verimliliği artırarak
üretim faktörlerinin daha etkin kullanılmasını ve de çıktının birim maliyetinin
düĢmesini sağlar. Dolayısıyla, teknolojik geliĢme, üretim olasılıkları eğrisini
sağa kaydırarak, aynı üretim faktörleriyle, daha yüksek üretim seviyesine
ulaĢmayı mümkün kılar. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik büyümeyi sağlayan,
üretim faktörlerindeki artıĢ ve bunların daha etkin kullanılmasını sağlayan
teknolojik geliĢmedir (Denison, 1964). Teknolojik geliĢme, bir üretim faktörüne
talebi azaltırken, diğerine talebi artırabilir. Böyle bir etkiye teknolojinin yanlı
büyüme etkisi denir. Solow büyüme modeli teknolojik büyümenin tarafsız
olduğunu, yani iĢgücü ve sermaye faktörlerini aynı oranda etkilediğini varsayar.

Solow büyüme modeli tam rekabetin olduğu ve herbir üretim


faktörünün ücretinin o faktörün marjinal verimliliğine eĢit olduğu neoklasik
varsayımını yapar. Dolayısıyla faktör geliri, faktör miktarı ile faktörün marjinal
ürününün çarpımına eĢittir. Faktör gelirleri toplamı ise, milli geliri (National
income) verir (üretim faktörleri yoluyla milli gelir hesaplaması). Buradan
hareketle, Denison‟un öncülüğünü yaptığı ampirik çalıĢmalarda, ekonomik
büyümenin muhasebesi yapılarak, herbir üretim faktörünün toplam üretim
üzerindeki etkisi hesaplanmıĢtır. Denison, sektörel değiĢimin de ekonomik
büyüme üzerinde etkili olduğunu göstermiĢtir. Örneğin, bir ekonomide, tarım
sektörünün payında bir azalma ve sanayi sektörünün payında bir artıĢ
ekonomik büyümeyi olumlu etkiler. Denison‟un yaptığı gibi, makroekonomik
göstergelerden, büyümenin kaynaklarının belirlenmesine, iktisat yazınında
20

“büyüme muhasebesi” denilir. Denison‟un yaptığı ampirik çalıĢmalar Solow


büyüme modelinin varsayımlarına dayandığı için, bu yönteme “Solow
büyüme muhasebesi” yöntemi de denir. “Büyüme muhasebesi” bir yöntem
olarak Solow büyüme modelini test etmek için kullanıldığından, bazı ampirik
çalıĢmalar kısaca “Solow modeli” veya “Solow büyüme modeli” kavramını
tercih eder. Bu çalıĢmada, yukarıda geçen kavramların hepsi eĢanlamlı
olarak kullanıldı.

Solow büyüme modeli, sermaye ve iĢgücü dıĢında, teknolojinin dıĢsal


bir değiĢken olarak büyümeyi belirlediğini varsayar. Teknolojik geliĢme ise
dıĢsal olduğundan model içinde belirlenemez. Solow modeli GÜ‟ler ile
GOÜ‟ler arasında, sermayenin azalan getirisinden dolayı, yakınsama
olacağını öngürür.

Fakir ülkeler, baĢlangıçta daha düĢük sermaye-iĢgücü oranına sahip


olduğu için, sermayenin marjinal verimliliği daha büyüktür. Oysa bu ülkeler,
iĢgücündeki büyüme ve teknolojik geliĢmeyle sermaye birikimlerini artırarak,
sermaye-iĢgücü oranlarını zengin ülkelerin sermaye-iĢgücü oranlarına
yakınlaĢtırır. Neoklasik büyüme modelinin bu yakınsama öngörüsüne göre,
zengin ülkeler daha az bir hızla büyürken, fakir ülkeler daha yüksek bir
büyüme hızıyla aradaki farkı kapatır. Buna “koĢulsuz yakınsama” da denir.
Fakir ve zengin ülkeler arasındaki gelir farkının kapanmasını, fakir ülkelerin
takip etmesi gereken çeĢitli politikalara bağlayan görüĢ ise günümüzde
“koĢullu yakınsama” kavramıyla iktisat yazınında tartıĢılır (Barro, 1996b;
Baumol, 1986). KoĢullu yakınsama, ekonomik ve politik koĢulları dikkate alır:
Farklı politik ve sosyal yapıya sahip ülkelerin ekonomik büyümeleri de
farklılık gösterir. Örneğin, fakir ülkelerin hızlı büyüme yaĢaması, iktisadi ve
politik istikrarın sağlanması ve sürdürülmesi, iç ve dıĢ tasarruf açıklarının
idame ettirilebilir düzeylerde gerçekleĢmesi, doğurganlık oranlarının kontrol
edilmesi gibi koĢullara bağlanabilir.
21

Neoklasik modelin yakınsama öngörüsü azalan verimler yasasına


dayanır. Buna göre, çalıĢan baĢına daha az oranda sermaye düĢtükçe,
toplam faktör verimliliği azalır. Aynı zamanda, sermaye iĢgücü oranı düĢük
olduğu derecede emeğin verimliliği düĢük kalır. ÇalıĢan baĢına düĢen
sermaye oranı da nüfus artıĢı, tasarruf oranı, hükümet harcamaları, mülkiyet
hakları, iç ve dıĢ piyasa koĢulları ve arka plandaki politik/sosyo-politik istikrar
gibi değiĢkenlere bağlı olduğundan, mutlak değil, koĢullu bir yakınsamadan
sözedilir. KoĢullu yakınsama teorisini test etmek için, ülkelerin ekonomik
büyüme oranları yukarıdaki verilere göre uyarlandıktan sonra karĢılaĢtırılır.
Fakir ve zengin ülkelerin uyarlanmıĢ ekonomik büyümeleri birbirine
yakınsıyorsa, teori doğrulanır, aksi durumda ise yanlıĢlanır.

Ġçsel büyüme modellerinin geliĢtirilmesiyle Solow büyüme modeline


karĢı yapılan eleĢtiriler artmaya baĢlar. Bu eleĢtiriler karĢısında yapılan yeni
ampirik çalıĢmalar modelin temelde doğru olduğunu ortaya koymakla
beraber, tasarrufların ve nüfus büyümesinin ekonomik büyüme üzerindeki
etkisi konusunda Solow büyüme modelinin “yanlı” tahminde bulunduğunu
ortaya çıkarır. BaĢka bir deyiĢle, Solow modeli bu iki değiĢkenin ekonomik
büyüme üzerinde, olduğundan daha yüksek bir etkiye sahip olduğunu
bulmakla “aĢırı” tahmin yapar. Bu eksiği gidermek için geliĢtirilen
“geniĢletilmiĢ Solow modeli”nde, beĢeri sermaye de ayrı bir değiĢken olarak
modele dahil edilmiĢtir. BeĢeri sermayenin modele dahil edilmemesi, nüfus
ve tasarruf değiĢkenlerinin değerlerinin yüksek tahmin edilmesine yol
açıyordu. Yüksek sermaye birikimi ve düĢük L artıĢı beĢeri sermayenin
artıĢına yol açarak ekonomik büyümeyi artırmıĢtı. Fakat beĢeri sermaye
modele dahil edilmediğinde, bu artıĢ K ve L artıĢı katsayılarının değerlerini
abartılı olarak tahmin ediyordu.

Denison‟un geliĢtirdiği büyüme muhasebesi yönteminde, eğitim ve


sağlık dıĢsal bir değiĢken olarak ekonomik büyüme üzerinde bir etkide
22

bulunmaz; ancak iĢgücünü niteliksel olarak etkilemek yoluyla ekonomik


büyümeye dolaylı bir etkide bulunur. Oysa, basit Solow büyüme modelinde
bu önemli özellik ihmal edilmiĢtir. Solow‟un ilk geliĢtirdiği büyüme modeli,
ekonomik büyümeyi sadece üretim faktörlerindeki niceliksel artıĢa bağlar ve
açıklanamayan kısmı (residual) teknolojik geliĢme olarak yorumlar.
ĠĢgücünün niteliksel geliĢmesini gözününe alarak, modele, beĢeri sermaye
yatırımının dahil edilmesi, Solow‟un hesapladığı “artık” miktarının
abartıldığını ortaya koyar. Denison, ABD ve dokuz Avrupa ülkesini kapsayan
bir ampirik çalıĢmada, iĢgücünü eğitim seviyesine göre ayırarak, eğitimin
ekonomik büyümeye katkısını ölçer (Denison, 1967): bu ampirik çalıĢmaya
göre, eğitimin ekonomik büyüme üzerinde önemli bir etkisi vardır.

Mankiw, Romer ve Weil (bundan sonra MRW olarak anılacak) (1992),


98 ülkeyi kapsayan bir ampirik çalıĢmada, klasik Solow modelini test eder.
Modelde tasarruf oranı, nüfusun artıĢ oranı ve dıĢsal bir değiĢken olan
teknolojik geliĢme değiĢkenlerinin açıklayıcılık güçlerinin sınırlı olduğu tesbit
edildikten sonra, modele beĢeri sermaye değiĢkenini dahil ederek, iktisat
yazınında “geniĢletilmiĢ Solow modeli” diye bilinen modele ulaĢılır. Ekonomik
büyümeyi açıklama gücü yüksek olan bu geniĢletilmiĢ model, beĢeri
sermayenin ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkide bulunduğunu da
ortaya çıkarır.

1.6. Üçüncü Dalga: İçsel Büyüme Modelleri

Neoklasik büyüme teorileri, iĢgücü, sermaye ve teknoloji ile ekonomik


büyümeyi açıklar. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik büyüme üretim faktörlerindeki
ve/veya bu faktörlerin verimliğindeki artıĢa bağlanır. Oysa, bir önceki
altbaĢlıkta açıklandığı üzere, birçok ampirik çalıĢma, üretim faktörlerindeki
salt niceliksel artıĢın ekonomik büyüme üzerinde sanıldığı kadar büyük etkisi
olmadığı ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi yeterince açıklayamayadığı
ortaya çıkarmıĢtır. Bu yetersizliği gören bazı büyüme iktisatçıları, 1980‟lerin
23

ikinci yarısında, litaratüre içsel büyüme modeli olarak geçen bir model
geliĢtirmiĢlerdir.

Yapılan birçok ampirik çalıĢmada, 1960-1980 yılları arasında ülkeler


arasında büyüme farkının kapanması yerine, bazı ülkeler için bu farkın daha
da büyüdüğü gözlendi. Örneğin, Baumol (1986) yakınsamanın çok düĢük
oranda yaĢandığı sonucuna ulaĢırken, Romer (1986) geliĢmiĢlik farkının
daha da arttığını söylüyordu. Bu bulgular neoklasik büyüme modelleriyle
çeliĢir nitelikteydi. Bunun iki nedeni olabilirdi: Birincisi, neoklasik teorinin
uzun dönemde öngördüğü yakınsama, ülkelerarasındaki politika farklarından
(ülkelerin özgün Ģartlarından) dolayı, tahmin edilenden daha uzun süre almıĢ
olabilir. BaĢka bir deyiĢle, ülkelerin makroekonomik politikaları, sosyal ve
politik koĢulları dikkate alınarak hesaplanacak olsa ekonomik büyüme
oranında bir yakınsama görülebilir. Ġkincisi, neoklasik büyüme teorisinin
varsayımları ampirik çalıĢmalarla çeliĢtiği için, yakınsama hipotezi
doğrulanmayabilir. Bu durumda, daha geliĢmiĢ bir büyüme modeline ihtiyaç
duyulmuĢtur: Ġçsel büyüme modeli böyle bir ihtiyaca cevap olarak literatüre
girmiĢtir.

Ġçsel büyüme modelleri, neoklasik büyüme modellerinden üç noktada


ayrılır.

(i) Ġçsel büyüme modellerini ayıredici birinci nokta Neoklasik büyüme


modelinin yakınsama öngürüsü ile ilgilidir. Neoklasik büyüme modeli,
teknolojik geliĢmenin olmadığı durumlarda, ekonomik büyümenin sıfıra
gideceğini öngürür. Oysa, ampirik çalıĢmalar uzun dönemde bu öngörüyü
doğrulamıĢtır. Romer (1986:1003), büyüme modelinde “dıĢsal teknolojik
değiĢme” yerine “içsel teknolojik değiĢme” varsayımına dayanır. Bu modelde,
AR-GE‟nin ürünü olan bilgi stokundaki artıĢ, teknolojik değiĢimin temel
belirleyicisi olarak açıklanır. Bilgi, pozitif dıĢsal fayda ve artan marjinal
verimlilik özelliklerine sahip olduğundan dolayı, Romer‟e göre, neoklasik
24

büyüme modellerinin öngördüğünün aksine, sürekli bir ekonomik büyümeye


kaynaklık edebilir. BaĢka bir deyiĢle, bilgi stokunu artıran ülkeler, yeni
ürünler geliĢtirerek ekonomik büyümeyi devam ettirir.

Lucas (1988:27) ekonomik büyümenin kaynağı olarak ifade ettiği


“beĢeri sermaye” değiĢkenini Solow‟un geliĢtirdiği modele dahil eder. Bu
değiĢikliğin gerekçesini de, ampirik çalıĢmalarda görülen ülkeler arasındaki
geliĢmiĢlik farkının artıĢının teorik dayanaklarını bulmak olarak ifade eder.
Lucas‟a göre, ülkeler arasındaki ekonomik büyümenin farklı olmasının temel
nedeni, beĢeri sermaye birikimindeki farktan kaynaklanır. Yaparak öğrenme
(learning by doing) ile artan beĢeri sermaye, ölçeğin artan verimine yol
açarak ekonomik büyümeye önemli katkılar yapar.

Robelo (1991)‟da bazı geri kalmıĢ ülkelerin yüksek büyüme hızlarının


birçok ülkede görünmemesinin ve ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkının
kapanmamasının nedenleri üzerinde durur. “Uzun Dönem Politika Analizi ve
Uzun Dönem Ekonomik Büyüme” baĢlığıyla yayımladığı makalesinde, Romer
gibi ekonomik büyümenin içsel değiĢkenlerle açıklanacağını iddia eder.
Romer‟den farklı olarak, ölçeğin artan getirisi yerine ölçeğin sabit getirisi
varsayımına dayandırdığı modelinde, uzun dönemde ekonominin bir “durgun
durum”a (steady state) ulaĢacağını öne sürer (Robelo, 1991:501). Robelo,
politika değiĢkenlerinin de ekonomik büyüme farkını açıklayıcı niteliğe sahip
olduğunu iddia eder. Örneğin, yüksek gelir vergisi oranına ve zayıf mülkiyet
haklarına sahip ülkelerin, diğer ülkelere nispetle daha yavaĢ büyüyeceğini
söyler (Robelo, 1991:509).

Romer (1994), “Ġçsel Büyümenin Kökeni” isimli makalesinde, neoklasik


büyüme modellerinin nasıl yetersiz kaldığını ve içsel büyüme modellerinin
nasıl ortaya çıktığını özetle anlatır. Romer‟e göre neoklasik teorisinin
yetersizliği, ülkeler arasında ekonomik büyüme açısından bir yakınsama olup
olmadığına dair araĢtırmalarla ortaya çıktı. Gerçi 1980‟lerde yapılan bir kısım
25

ampirik çalıĢmalar, bazı ülkeler arasında gelir seviyesindeki uçurumun


kapandığını gösteriyordu. Ancak, bu yakınsamanın sözkonusu ülkelerin özel
Ģartlarından kaynaklandığı, genel olarak bu tarzda bir yakınsamanın
olmadığını tesbit eden birçok çalıĢma yapıldı. Daha da önemlisi, neoklasik
teorinin varsayımına göre, azalan verimler yasasına bağlı olarak, uzun
dönemde ekonomik büyümenin giderek azalması beklenirken, tam tersi
gözlemlendi (Romer, 1994). Bu sonuçlar, ekonomik büyümeyi araĢtıran
iktisatçılar arasında bir arayıĢı beraberinde getirdi. ĠĢte, içsel büyüme
modelleri böyle bir arayıĢın sonunda ortaya çıkmıĢtır.

Barro (1991), 98 ülkeyi kapsayan ampirik çalıĢmasında, 1960-1986


yıllarında ekonomik büyümenin kaynaklarını incelemiĢ; büyümenin, ülkelerin
baĢlangıçtaki ekonomik büyüme düzeylerine ve beĢeri sermaye birikimlerine
bağlı olduğu sonucuna varmıĢtır. Regresyon analizinde, ekonomik büyüme
ile beĢeri sermaye arasında pozitif bir iliĢki bulan Barro, bu ampirik
çalıĢmanın sonuçlarına dayanarak, fakir ve zengin ülkeler arasında koĢulsuz
yakınsamadan sözedilemeyeceğini iddia eder. Yakınsamanın olması için,
fakir ülkeler, yüksek beĢeri sermaye birikimine sahip olmalıdır soncuna varan
Barro, beĢeri sermaye birikim düzeyinin ise düĢük doğum oranı ve yüksek
fizikî sermaye yatırımı ile pozitif korelasyon içinde olduğunu öne sürer.

(ii) Ġçsel büyüme modellerini neoklasik modellerden ayıran ikinci


nokta teknolojiyle ilgilidir.

Neoklasik büyüme modellerinde teknolojinin dıĢsal bir değiĢken


olması, bu büyüme modelinin uzun dönemdeki açıklayıcılık gücüne ciddi bir
kısıtlama getiriyordu Teknolojik geliĢme, modelin dıĢında belirlendiğine göre
ve ekonomik büyüme de teknolojiyle bağlı olduğuna göre modelin kendisi
neyi açıklayacaktı?

Ġçsel büyüme modelleri, uzun dönem ekonomik büyümenin dıĢsal


faktörlere bağlı olmadığını, içsel faktörler tarafından belirlendiğini varsayar.
26

Ġçsel büyüme modellerinin öncülerinden olan Romer (1990)‟e göre,


büyümenin asıl kaynağı araĢtırma ve geliĢtirme harcamalarının ürünü olan
teknolojik geliĢmedir. BaĢka bir deyiĢle, araĢtırma ve geliĢtirme
harcamalarının sağladığı imkanlarla üretim metodunu geliĢtirmek, yeni
ürünler piyasaya sürmek veya yeni teknolojileri ithal etmek suretiyle
ekonomik büyüme gerçekleĢir. Bu nedenle, Romer, AR-GE harcamalarını
teknoloji için bir proxy olarak kullanıp büyüme modeline dahil eder. Ġçsel
büyümeciler, AR-GE harcamalarıyle sınırlı kalmamıĢlar, eğitim ve sağlıkla
ilgili değiĢkenleri de kullanmıĢlardır. Kısacası, içsel büyüme modelleri,
teknolojiyi içselleĢtirerek, ekonomik büyümenin gizemini çözmeyi
amaçlamıĢtır.

Bilgi, doğası itibariyle, diğer girdilerden farklı özelliklere sahiptir. Bilgi


paylaĢıldıkça azalmadığı için, geleneksel mal ve hizmetler gibi kullanımında
rekabeti gerektirmez. Bu yönüyle kamusal mal özelliği vardır. Romer‟in
tabiriyle : “Yeni büyüme teorileri, üretim faktörlerini “düĢünceler (ideas)” ve
“eĢyalar (things)” Ģeklinde temel iki kategoriye indirmiĢtir. DüĢünceler çok
küçük hacimle stoğu yapılabilen ve rekabetçi olmayan mal (nonrival goods)
özelliğini gösterir. Oysa eĢyalar, hacmi olduğu için çok yer kaplayan ve rakip
mallar özeliğine sahiptir. DüĢünceler ve eĢyalar kavramıyla ekonomik
büyümenin nasıl gerçekleĢtiği açıklanabilir. Rekabetçi olmayan düĢünceler
eĢyaları yeniden organize etmek için kullanılabilir. Örneğin, yazılı bir tarifeyi
kullanarak, zeytinden lezzetli ve sağlıklı zeytin yağı çıkarılabilir. Ekonomik
büyüme, yeni tarifelerin bulunmasıyla eĢyanın düĢük değerli bileĢimden
yüksek değerli bileĢime geçirilmesi olarak tanımlanabilir” (Romer, 1996:204).

 Tam kamusal bir malda, ödeme yapmayanı dıĢlamak mümkün


olmamasına rağmen, bilgi için ödeme yapmayan kolaylıkla dıĢlanabilir
(Romer, 1990:74). Örneğin, kablolu yayıncılıkta sadece aboneler
sunulan hizmetten istifade eder.
27

 Teknolojik geliĢme ise mal ve hizmet üretimiyle ilgili bilginin geliĢmesi


olarak kabul edilir. Teknolojik geliĢme, mevcut kaynakları daha etkin
kullanma imkanı vererek toplam üretkenliği artırır (Romer, 1990:92).
Firmalar, kâr etmek yoluyla bilgiyi geliĢtirmelerinin mükafatını alabildiği
için, araĢtırma ve geliĢtirme yatırımlarında bulunurlar.

(iii) Ġçsel büyüme modellerinin ayırıcı üçüncü bir özeliği azalan


verimler yasasını kabul etmemesidir. BeĢeri sermayenin içsel bir değiĢken
olarak modele dahil edilmesi ve bilginin dıĢsal faydalarından dolayı,
ekonomik büyüme ile birlikte sermaye ve iĢgücü verimliliğinin azalarak
devam ettiği görüĢü terk edilmiĢtir. Bu yeni yaklaĢımla birlikte, bilginin dıĢsal
faydası ile sonsuza kadar sürdürülebilir bir büyümenin mümkün olduğu iddia
edilmiĢtir. Ġçsel büyüme modelinin ilk savunucuları, geliĢtirdikleri basit AK
modelinden, neoklasik büyüme modelinin bazı varsayımlarını değiĢtirerek,
uzun dönemde büyümenin içsel olduğunu gösterdiler (Barro ve Martin,
2004:19-20). BaĢka bir deyiĢle, öncül içsel büyüme iktisatçıları, üretim
fonksiyonundaki sermaye faktörünün azalan getiri yerine, artan veya sabit
getiri özelliklerine sahip olduğu varsayımını geliĢtirerek, sermayenin aĢınma
payından yüksek olan bu getiri oranıyla, uzun dönemde ekonomik
büyümenin devam edeceğini söylediler.

Romer (1987), uzmanlaĢmayı artan getirinin nedeni olarak görür. Ġçsel


değiĢkenlerle belirlenen teknolojik geliĢme, fiziki sermayenin marjinal
verimliliğinin sıfıra gitmesine engel olduğu için, uzun dönemde bile ekonomik
büyümeyi mümkün kılar. Örneğin, araĢtırma ve geliĢtirme harcamaları,
toplam verimliliği artırarak, azalan verimler yasasının iĢlemesine engel
olabilir. Ġçsel büyüme modellerine göre, beĢeri sermaye yatırımı anlamına
gelen, eğitime ve sağlık hizmetlerine yapılan yatırımlar, neoklasik büyüme
modellerinin tahminlerinin ötesinde, ekonomik büyümeye etkide bulunur.
Bundan dolayı, içsel büyüme teorilerini savunanlar, beĢeri sermaye artırımı
28

yolu ile hızlı ekonomik büyümeye ulaĢılmasını salık verirler. BaĢka bir
deyiĢle, sağlık ve eğitim hizmetlerini artırarak beĢeri sermayeyi, teknoloji
politikası ve teknoloji transferiyle teknolojik altyapıyı geliĢtirerek bilgi
üretimini artırılabilmek mümkündür. Bilgi üretimi ise, yaparak öğrenme
(learning by doing) ve araĢtırma ve geliĢtirme (AR-GE) ile sağlanabilir. Bilgi
üretimine öncelik veren bir politika demeti takip eden ülkeler, üretilen bilgiyi,
üretim sürecinde yeniliklere (innovation) ve teknolojik geliĢmeye
dönüĢtürerek kullanıma sunduklarında, bu tür politikaları benimsememiĢ
ülkelere kıyasla üretimlerini ve büyüme hızlarını artırırlar.

1.7. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması

Daha önce belirtilen farklılıklarına rağmen, içsel büyüme modelleri,


neoklasik büyüme modellerinin ikamesi değil, tamamlayıcısı olarak kabul
edilebilir. Bu nedenledir ki, içsel büyüme modellerinin geliĢtirilmesi ve iktisat
yazınında kullanılması neoklasik büyüme modellerini ortadan kaldırmamıĢtır.
Aksine, neoklasik büyüme modellerinin açıklamada zorluk çektiği kısımlara
bir açıklama getirmiĢtir. Ġçsel büyüme modelleri, neoklasik büyüme
modellerinin belirlediği çerçeve içinde kalmakla beraber, bu çerçeveyi, beĢeri
sermayeyi içsel bir değiĢken yaparak, daha da geniĢletmeye çalıĢmıĢtır.

Neoklasik büyüme modelleri ve içsel büyüme modelleri arasındaki


benzerlik ve farklar aĢağıdaki grafikte gösterilmiĢ:
29

Şekil 2. Neoklasik ve İçsel Büyüme Modellerinin Karşılaştırılması


30

Günümüzde, ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkları ve ekonomik


büyümenin kaynakları konusunda iktisat yazınında kullanılan neoklasik
büyüme modellerinde, içsel büyüme modellerinin beĢeri sermayeye yaptığı
vurgu belirgin ve yaygındır. Örneğin, geniĢletilmiĢ Solow büyüme modelinde
(Mankiw ve baĢk., 1992) beĢeri sermaye, iĢgücünü etkileyen bir değiĢken
olarak dahil edilir. 1990‟larda yapılan bir kısım ampirik çalıĢmalar beĢeri
sermayeyi temsil etmek üzere eğitim ve sağlık değiĢkenlerini modele içsel
değiĢken olarak dahil eder (Barro, 2001; Knowles ve Owen, 1997; Lin, 1997)
Büyüme muhasebesi modeli ise, iĢgücü değiĢkeninin eğitim ve sağlık gibi
değiĢkenlere göre uyarlanmıĢ değerini hesaplayarak ekonomik büyüme
üzerindeki etkisini ölçer. MRW (Mankiw ve baĢk., 1992), Solow büyüme
modelinin, içsel büyüme modeline üstünlüğünü iddia etmekle beraber, Solow
modelinin, tasarruf, nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢmenin kaynakları
konusunda bir açıklayıcı gücü olmadığını kabul eder. Solow büyüme modeli
bu değiĢkenleri dıĢsal olarak kabul eder. Oysa, içsel büyüme modelleri,
özellikle teknolojik değiĢmenin kaynakları ve bunun ekonomik büyümeye
etkisi konusunda, neoklasik büyüme modeline kıyasla, daha yüksek
açıklama gücüne sahiptir. Ancak, MRW beĢeri sermaye değiĢkenini,
iĢgücünün niteliksel bir özelliği olarak düĢünüp, Solow modeline dahil ederek
modeli geniĢletir. Ampirik çalıĢma ile geniĢletilmiĢ Solow modelini test
ettiklerinde, içsel büyüme modellerine kıyasla, daha yüksek bir açıklama
gücüne sahip olduğunu bulur.

Bazı iktisatçılar, içsel büyüme modellerini, neoklasik büyüme


modelinin yerine geçen yeni bir büyüme modeli olarak görmek yerine, Solow
modelinin eksiklerini kapatıp, onu tamamlayan bir model gibi değerlendirir
(Pack, 1994). Klasik Solow modelinde dıĢsal bir değiĢken olan teknolojik
büyüme oranının büyüklüğünün ne olacağı konusunda içsel büyüme
modelleri açıklayıcı bilgi sunar. Ġçsel büyüme modellerinin ampirik
çalıĢmalarda çok fazla kullanılmadığını belirtmekte yarar vardır. Neoklasik
31

büyüme modelleri ampirik çalıĢmalarda yaygınlıkla kullanılmaya devam


edilmektedir. Ġçsel büyüme modellerinden esinlenerek yapılan birçok ampirik
çalıĢmanın bile neoklasik büyüme modelini test etmesi bunun bir kanıtıdır.
Bu durum içsel büyüme modellerinin ampirik sınanmasındaki güçlükten
kaynaklanmaktadır. Pack, ampirik çalıĢmalarla, neoklasik büyüme modelleri
ve içsel büyüme modelleri arasındaki farkı ortaya koymanın çok zor
olduğunu iddia eder (Pack, 1994:55)

Kim ve Lau (1996), Uzakdoğu ülkelerini kapsayan bir ampirik


çalıĢmada, ekonomik büyümenin içsel büyüme modeliyle değil, neoklasik
büyüme modeliyle açıklanabileceğini iddia ederler: Sözkonusu ülkelerde,
ekonomik büyümeyi sağlayan asıl değiĢkenin sermaye stokundaki artıĢ
olduğu ve bu artıĢın da ülkelerin tasarruf oranlarının yüksek olmasından
kaynaklandığı sonucuna varırlar. Bu ve benzeri çalıĢmalar (Lee, Liu ve
Wang, 1994; Pyo, 2001), Uzakdoğu Asya ülkelerinde yaĢanan ekonomik
büyümenin üretim faktörlerindeki artıĢtan kaynaklandığını iddia eder.

88 ülkeyi kapsayan bir ampirik çalıĢma ise, 1960 ile 1993 yılları
arasında, toplam faktör verimliliğinin GÜ‟lerin ekonomik büyümesine çok az
etkide bulunduğu; sermaye ve iĢgücü faktörlerindeki artıĢların ekonomik
büyümeyi belirlediği sonucuna ulaĢmıĢtır (Bosworth, Collins ve Chen, 1995).
Bu bulgular, ekonomik büyümeyi açıklama açısından neoklasik büyüme
modelinin halen geçerliliğini koruduğuna iĢaret etmektedir, denilebilir.

1.8. Dördüncü Dalga: Büyümenin Yaklaşık ve Temel


Belirleyecilerini Araştıran Büyüme Modelleri

Neoklasik büyüme modeli, ekonomik büyümeyi anlamak noktasında


etkin bir araç olmasına rağmen, ülkeler arasındaki büyüme farklarını tam
açıklamakta yetersiz kalıyordu. BaĢka bir deyiĢle, neoklasik modeller ülkeler
arasındaki büyüme farkının sermaye birikimi ve/veya verimlilik farkından
32

kaynaklandığını söylemekle beraber, bu farkın nereden kaynaklandığına


iliĢkin aydınlatıcı olamıyordu. Bu eksiği gören iktisatçıların yaptığı çalıĢmalar,
büyüme teorisinde yeni bir evreye, dördüncü dalgaya, öncülük yaptı (Ünsal,
2007: 286). North ve Thomas(1973) çok önceden, ekonomik büyümenin
belirleyicleri olarak anılan eğitim, sermaye artıĢı, yenilik, ölçek ekonomisi gibi
değiĢkenlerin aslında büyümenin kendisi olduğunu söylemiĢti. Dolayısıyla,
önemli olan, yaklaĢık (proximate) büyüme değiĢkenlerini belirleyen temel
(fundamental) değiĢkenleri bulmaktır. 1990‟larda yapılan ampirik
çalıĢmalarda, büyüme iktisatçıları, büyümenin belirleyicilerini, yaklaĢık ve
temel belirleyiciler diye ikiye ayırarak, ekonomik büyümeye etkilerini ölçtüler.
Büyümeyi doğrudan etkileyen sermaye birikimi ve verimlilik unsurlarına
büyümenin yaklaĢık belirleyicileri, sözkonusu belirleyicileri etkileyip büyümeyi
belirleyen unsurlara ise büyümenin temel belirleyicileri deniliyor.

Ampirik çalıĢmalar ülkelerarası büyüme farkını belirleyen coğrafya,


entegrasyon, kültür ve kurumsal yapı olmak üzere dört temel büyüme faktörü
üzerinde yoğunlaĢtı (Ünsal, 2007:287) Sözkonusu temel belirleyicileri
Ģekillendiren unsurların etkisi araĢtırıldı. Örneğin, doğal kaynaklar, iklim,
topoğrafya, ekolojik yapı unsurları coğrafya değiĢkeni üzerinde etkide
bulunarak büyümeyi nasıl etkilediği irdelendi. Aynı Ģekilde, kültürel ve
kurumsal farkların neler olduğu ve bunun büyümeyi nasıl etkilediği incelendi.

Bir ülkenin coğrafi yapısı, iklimi ve doğal kaynakları ekonomik büyüme


üzerinde belirleyici rol oynar. Bu anlamda coğrafya doğrudan doğruya
ekonomik büyümeyi etkilediği gibi, ekonomik politikalar ve toplumsal
kurumların Ģekillenmesine katkıda bulunarak da dolaylı olarak büyümeyi
etkiler. Coğrafi konum ve iklim, ulaĢım maliyeti, hastalıklar, tarımsal üretim
gibi ekonomik büyüme dinamiklerini etkiler (Gallup, Sachs ve Mellinger,
1998). Tropikal bölgeler daha düĢük ekonomik büyüme yaĢarken, denize
kıyısı olan bölgeler ise daha yüksek ekonomik büyüme yaĢıyor. Çünkü, deniz
33

kıyısında hem ulaĢım maliyetleri düĢük, hem de dıĢ ticaret yapmak daha
olasıdır. Sahile yakın yerleĢim yerlerinde nüfus artıĢı ekonomik büyümeyi
beraberinde getirirken, karasal yerlerde nüfus artıĢı büyümeye olumsuz
etkide bulunuyor. Sachs (2000), Afrika gibi sıcak bölgelerde bulaĢıcı
hastalıkların yükü altında ezilen ekonomilerin büyüme gösteremediklerini
iddia eder.

Ayres ve Warr (2005), ABD ekonomisinin 1900‟lardan günümüze


değin olan ekonomik büyümesinde doğal kaynakların etkisini araĢtırdı. Uzun
dönemde ekonomik büyümeyi belirleyen enerji kaynaklarının hammadde
olarak ortaya çıkarılması değil, sermaye ve iĢgücüyle beraber üretimde girdi
olarak kullanılmasıdır. Sözkonusu çalıĢma, Cobb-Douglas üretim
fonksiyonuna üretimde kullanılan enerjiyi input olarak dahil edince, Solow
artığının kaybolduğunu gösterir. Yani, kullanılan enerji miktarının ekonomik
büyümenin itici gücü olduğu sonucuna ulaĢır.

Bazı iktisatçılar ise, doğal kaynakları zengin olan ülkelerin, diğer


ülkelere oranla daha düĢük ekonomik büyüme hızına sahip olduğunu iddia
ediyor. Bu paradoksal durumu açıklamak için iktisat yazınında birçok teori
geliĢtirildi (Sachs ve Warner, 1995). “Dutch disease (Dutch hastalığı)” diye
bilinen teoriye göre, doğal kaynakları zengin olan ülkelerde, emek ve
sermaye gibi üretim faktörleri ticari ürünlerden doğal kaynaklara dayalı
ürünlere kayar. Oysa, dünyada imalat mallarına olan talep, doğal ürünlere
olan talepten daha fazladır. Dolayısıyla, imalat mallarının fiyatları doğal
mallara göre daha yüksek olur. Bu da doğal ürünlere yoğunlaĢan ülkelerin
dünya ticaretinden zararlı çıkmasına yol açıyor. Aynı zamanda, doğal
kaynakları bol olan ülkeler, beĢeri sermayeye daha az yatırım yapma ihtiyacı
hisseder (Gylfason, 2001). Eskiden doğal kaynaklar ekonomik büyümenin en
önemli belirleyicisi olmasına rağmen, bilgi toplumunda, beĢeri sermaye
ekonomik büyümenin lokomotifi olmuĢtur. Dolayısıyla, doğal kaynakları bol
34

olduğu için avantajlı durumda olan ülkeler, beĢeri sermayeye yeteri kadar
yatırım yapmayınca düĢük ekonomik performans göstermiĢlerdir. Oysa,
yirminci yüzyılın ilk yarısında itibaren, asıl sermayenin insanda olduğu
anlaĢılınca büyük ekonomik büyüme yaĢanmaya baĢlanmıĢtır.

Ekonomik büyümenin ülkeler arasında farklılık göstermesinin bir baĢka


gerekçesi de kültürel farklılıklarla ilintilidir. Kültürel değerlerin ekonomik
büyüme ile ilgisi Max Weber‟in mehĢur Protestan Etiği ve Kapitalizmin Ruhu
isimli çalıĢmasına kadar geri gider. Weber, sözkonusu eserinde, kapitalist
sistemin Avrupa‟da ortaya çıkmasını Protestan Etik‟teki farka bağlamıĢtır.
Yaygın büyüme modellerinin ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkını tam
açıklayamaması, son yıllarda iktisatçıları, kültürel farkın etkisini araĢtırmaya
yönelttmiĢtir. David Landes (1999) gibi bazı iktisat tarihçileri kültürel değerleri
ekonomik geliĢmeye zemin sağlayan en önemli değiĢken olarak tarif
etmektedirler.

Kültürel değerler aynı zamanda sosyal sermayenin parçası olarak da


görülüyor. “Sosyal sermaye (social capital)” bir toplumdaki güven, norm,
iliĢkiler ağı gibi etkin bir Ģekilde toplumsal iĢleyiĢi sağlayan değerler
bütünüdür. Sosyal sermayenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçen
birçok ampirik çalıĢma yapıldı Ģimdiye kadar (Knack ve Keefer, 1997; La
Porta, F. Lopez-de-Silanes, Schleifer ve Vishny, 1997; Temple ve Johnson,
1998). Örneğin, 1981 yılından beri her sene 29 ülkede uygulanan Dünya
Değerler Anketinin verilerini kullanan araĢtırmacılar güven ile ekonomik
büyüme arasında pozitif iliĢki olduğunu buldular (Knack ve Keefer, 1997).

Bir toplumdaki kurumlar da ekonomik büyümenin temel bir


belirleyicisidir. North (1993:3), kurumları “bir toplumdaki oyunun kuralları
veya daha formel deyiĢle insan eseri olup insani etkileĢimi Ģekillendiren
bütün araçlar” Ģeklinde tarif ediyor. Rodrik (2000) ekonomik büyümeye etki
eden temel kurumlar arasında, mülkiyet haklarını ve düzenleyici kuralları
35

belirleyen kurumlar, makroekonomik dengeleri sağlamaya çalıĢan kurumlar,


sosyal güvenlik kurumları ve uyuĢmazlıkları gidermeye yönelik kurumları
sayıyor. Kurumlar, hem kiĢilere gerekli güvenceyi vererek, piyasa sistemi
içinde etkin çalıĢmalarını sağlar, hem de kaynakların etkin dağılımını temin
ederek ekonomik büyümeyi artırır. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik ve sosyal
kurumlar beĢeri ve fiziki sermaye yatırımlarını, teknoloji üretimini
Ģekilllendirir. Bu anlamda bir ülkenin diğerine göre ekonomik olarak geri
kalmasının en önemli bir nedeni ekonomik kurumlarının kötü olmasıdır
(Acemoğlu, Johnson ve Robinson, 2004). Acemoğlu‟na göre, politik
kurumlar, de jure (yasal) politik gücü Ģekillendirirken, servet dağılımı da de
facto(fiili) politik gücü Ģekillendiriyor. Aynı süreçte politik gücü eline geçiren
de politik kurumları Ģekillendirmeye çalıĢıyor. Bu döngüsel etkileĢim
ekonomik performansı ve kaynakların dağılımını Ģekillendirmektedir.

Avrupa ülkelerinin son beĢ asırda kolonileĢtirdiği ülkelerin uzun


dönemli ekonomik büyüme dinamiklerini inceleyen bir çalıĢma (Acemoğlu,
Johnson ve Robinson, 2002) kurumsal yapıdaki değiĢimin temel belirleyici
olduğu sonucuna ulaĢır. Kolonicilikten önce 1500‟li yıllarda zengin olan
bölgelerin, kolonolicilikten sonraki 500 senede fakirleĢtiklerini, daha önce
fakir olan bölgelerin ise zenginleĢtiklerini ortaya çıkarır. BaĢka bir deyiĢle,
Avrupa‟nın müdahalesi büyüme trendini tersine çevirmiĢtir. Sözkonusu
çalıĢmaya göre, Avrupalılar zengin ve nüfus yoğunluğu fazla olan bölgelerde
sıkı kurumsal yapı oluĢturup yerel halkı maden yataklarında çalıĢmaya
zorlarken, nüfus yoğunluğunun az olduğu yerlerde özel mülkiyet haklarını
koruyan kurumsal yapı geliĢtirip, yerel halkı ticarete teĢvik etmiĢtir. Kurumsal
yapıdaki bu değiĢim, zengin bölgelerin fakirleĢmesine, fakir bölgelerin ise
zenginleĢmesine kaynaklık etmiĢtir.

Acemoğlu ve diğerlerinin (2003) yaptığı baĢka bir çalıĢma ise, yüksek


enflasyon, yüksek bütçe açıkları, yanlıĢ döviz kuru politikaları gibi ekonomik
36

büyümeyi olumsuz etkileyen makroekonomik politikaların, kurumsal yapının


bir ürünü olduğunu ortaya çıkardı. Dolayısıyla sözkonusu makroekonomik
problemler düĢük büyümenin gerçek sebebi değil, kurumsal yapıdaki
problemin belirtisidir. Sözkonusu çalıĢma, eskiden Avrupa kolonisi olan
ülkelerde, ekonomik büyümeye ortam sağlayan kurumsal yapının zayıf
olmasından dolayı, daha büyük ekonomik dalgalanmaların yaĢandığı ve
ekonomi büyümenin düĢük olduğu sonucuna ulaĢtı.

Kurumsal yapının ekonomik büyüme üzerinde etkisi olduğunu


gösteren bulgular artmakla beraber, bütün ülkeler için geçerli evrensel bir
kurumsal yapıdan sözetmek mümkün değildir. Ülkeden ülkeye kurumsal
yapıda farklılıklar olduğu gibi, bir ülke içinde bile bölgeden bölgeye farklılıklar
olabilir. Örneğin, Avrupa, ABD ve Japonya‟da kurumsal yapı ve değerler
hayli farklı olmasına rağmen yüksek ekonomik büyüme yaĢanmıĢtır. Demek
ki, önemli olan sözkonusu kurumların piyasadaki faaliyetleri kolaylaĢtırıcı
nitelikte olmasıdır. Heryerde aynı değerlerin (veya oyun kurallarının) egemen
olması Ģart değildir (Berkowitz, Pistor ve Richard, 2003; Freeman, 2000).
Piyasanın güçlerinin iĢleyiĢini sağlamaya yardımcı olan değerler daha
yüksek büyüme sağlarken, piyasa iĢleyiĢini bozan değerler ise büyümeye
engel olmaktadırlar.

Bardhan (2000) bir araĢtırmada hile ve düzenbazlıklarla piyasadaki


dengeyi bozan kurum ve değerlerin üretim ve yatırım kararlarını olumsuz
etkilediğini ortaya çıkarmıĢtır. BaĢka bir deyiĢle, yolsuzluk ve hırsızlığın
egemen olduğu toplumlarda, bireyler, piyasa Ģartları dahilinde emeklerinin
karĢılığını alacaklarına inanmadıkları için potansiyellerini etkin olarak
kullanmıyorlar. ĠĢçi, ise düĢük verimle üretim yapar; iĢveren ise, yatırım
yapma azmini kaybeder.

Knack ve Keefer (1995), Uluslararası Risk Rehberi verilerini


kullanarak, mülkiyet haklarının iyi korunduğu, etkin hükümet politikalarının
37

olduğu, dolayısıyla politik riski düĢük olan ülkelerin daha yüksek ekonomik
büyüme oranına sahip olduğunu ortaya çıkarmıĢtır. Bazı çalıĢmalar özellikle
fikri mülkiyet haklarının korunduğu ülkelerde ekonomik büyümenin daha
yüksek olduğu sonucuna ulaĢmıĢlardır (Park ve Ginarte, 1997). Politik
çatıĢma, darbe, suikast gibi değiĢkenlerle ekonomik büyüme arasında negatif
korelasyon bulunurken, sivil ve politik özgürlüklerle ekonomik büyüme
arasında ise pozitif korelasyon bulunmaktadır (Barro, 1995; Barro ve Sala-i-
Martin, 2004)

Levine, Renelt ve Barro gibi iktisatçılar çeĢitli politika değiĢkenleriyle


ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi irdeleyen çalıĢmaların öncülüğünü
yaptılar. Levine ve Renelt (1992:959) 119 ülkeyi kapsayan ampirik
çalıĢmada, 1962-1989 yıllarını kapsayan verileri kullanarak, iddia edildiğinin
aksine, mali ve politik göstergeler ile ekonomik büyüme arasında kuvvetli bir
iliĢki olmadığını ortaya çıkardılar. Söz konusu çalıĢma, yatırım
harcamalarının GSMH içindeki payı ve dıĢ ticaret gelirinin GSMH içindeki
payı ile ekonomik büyüme arasında pozitif ve kuvvetli bir iliĢkinin olduğunu
gösterdi. BaĢka bir deyiĢle, Leven ve Renelt, uzun dönem ekonomik
büyümenin en kuvvetli belirleyicisinin yatırım harcamaları ve dıĢ ticaret
gelirinin GSMH içindeki oranı olduğu sonucuna ulaĢtılar.

Barro (1996b) ise, yaklaĢık yüz ülkeyi kapsayan geniĢ çaplı bir ampirik
çalıĢmada, 1960-1990 arasında, politik özgürlükler, demokrasi ve ekonomik
büyüme arasında doğrusal olmayan bir iliĢkinin varlığını ortaya çıkarır. Söz
konusu özgürlüklerin kısıtlı olduğu ülkelerde, özgürlüklerin artırılması
ekonomik büyümeyi olumlu etkilerken; yerleĢik demokrasisi olanlar için,
özgürlüklerin daha da geniĢletilmesinin ekonomik büyüme üzerinde pek
etkide bulunmadığı görülür.

Barro, yukarıdaki çalıĢmasını, 1995-2000 (tahmini) yılının verilerini de


kapsayacak Ģekilde, geniĢletir (Barro ve Lee, 2001). Bu yeni çalıĢmasında,
38

Ģu anki gelir seviyesi, hükümetin tüketim harcamaları, kanun hakimiyeti, dıĢa


açılma, enflasyon oranı, doğum oranı, yatırım oranı, dıĢ ticaret hadleri,
eğitim seviyesi, eğitimin kalitesi, sağlık göstergelerinden oluĢan bağımsız
değiĢkenlerin, bağımlı değiĢken olan ekonomik büyüme oranı üzerindeki
etkileri analiz edilir. Bu değiĢkenlerin her biri için Ģu sonuçlara ulaĢır: en fakir
ülkeler için Ģimdiki gelir seviyesinin gelecekteki büyüme üzerinde çok az da
olsa pozitif bir etkisi olurken, en zengin ülkeler için bu etki negatiftir. Örneğin,
ABD için, kiĢi baĢına gelirdeki yüzde 10‟luk artıĢ, ekonomik büyüme üzerinde
yüzde 0.6 oranında negatif bir etkide bulunur. Bu olumsuz etkiye rağmen, en
GÜ‟lerde görülen yüksek büyüme oranları, eğitim seviyesi, düĢük doğum
oranı politik istikrar ve sağlam bir hukuki sistemin varlığından kaynaklanır.
Hükümetin tüketim harcamaları değiĢkeninin büyüme üzerinde etkisi
istatistiki olarak anlamlı ve negatiftir. Söz konusu değiĢkenin katsayısına
göre, hükümetin tüketim harcamalarında yüzde 10‟luk bir artıĢ, ekonomiyi
yılda yüzde 1.6 oranında küçültmektedir. Hükümetin tüketim harcamalarının
yatırım harcamaları üzerinde de, istatistiki olarak anlamlı ve negatif bir etkisi
bulunur. Politik Risk Hizmetleri danıĢmanlık firması tarafından düzenli olarak
ölçülen kanun hakimiyeti indeksi değiĢkeninin yükselmesi ile ekonomik
büyüme arasında pozitif bir iliĢki gözlenir. Kanun hakimiyetini artıran ülkeler,
daha yüksek bir yatırım oranına ulaĢarak ekonomik büyümelerini hızlandırır.
DıĢa açılma değiĢkeninin ekonomik büyümeyi pozitif olarak etkilediği
bulunur: dıĢ ticaret hacmindeki artıĢlar ekonomik büyümeyi olumlu
etkilemektedir. Enflasyon oranı değiĢkeninde ortalama yüzde 10‟luk bir artıĢ
ekonomik büyümeyi yüzde 0.14 oranında küçültür. GSMH ve eğitim
değiĢkeni sabit kabul edildiğinde, doğum oranı değiĢkenindeki bir artıĢ
ekonomik büyümeyi negatif etkiler. Doğum oranı değiĢkeniyle, yatırım
oranları arasında da negatif iliĢki olduğu bulunur. Yatırım oranı değiĢkeni ve
dıĢ ticaret hadleri değiĢkeni ile ekonomik büyüme arasında ise, pozitif bir etki
gözlemlenmiĢtir.
39

Kısacası, birçok araĢtırmaya göre, dünya ekonomisiyle entegre olmuĢ,


etkin para ve maliye politikalarını uygulayan, piyasadaki değiĢ-dokuĢu
sağlayan her türlü sözleĢmelerin uygulanmasını sağlayan ve özel mülkiyet
haklarını koruyan bir ülkenin yüksek ekonomik büyüme yaĢaması daha
olasıdır.

Yukarıdaki bulgularla çeliĢen ampirik çalıĢmalar da vardır. Örneğin,


Jones (1995), 15 OECD ülkesini kapsayan ampirik bir çalıĢmasında, içsel
büyüme modellerinin, ülkelerarası ekonomik büyüme farkını açıklamada
beklenildiği gibi açıklayıcı bir güce sahip olmadığı sonucuna varır ve belirli
politika değiĢkenlerindeki sürekli değiĢikliklerin ekonomik büyüme üzerinde
sürekli bir etkide bulunduğu varsayımını reddeder. BaĢka bir deyiĢle, fiziki ve
beĢeri sermaye yatırımları, beĢeri sermaye, ihracatın büyüme oranı, hükümet
harcamaları, mülkiyet haklarının güvence altına alınması ve nüfus artıĢı gibi
değiĢkenler üzerinde etkili olan politikalar, ekonomik büyümeyi her zaman
belirli bir istikamette değiĢtirir görüĢünü reddeder. Bu ampirik çalıĢmada
kullanılan zaman serileri verileri, politika değiĢiklerinin büyüme üzerinde
uzun dönemde bir etkisinin olmadığını ortaya çıkarmıĢtır. Dolayısıyla, Jones,
içsel büyüme modellerinin, araĢtırma geliĢtirme harcamalarına bağlı olarak
sürekli bir büyüme oranı artıĢı sağlanmasının mümkün olduğu hipotezini
reddeder.

Güney Kore‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarını araĢtırmak için


yapılan bir ampirik çalıĢmada, 1956-1996 yıllarını kapsayan bir dönem için,
yatırım harcamalarındaki artıĢ, ihracatın büyümesi ve ekonomik büyüme
arasındaki iliĢki incelemektedir (Feasel, Kim ve Smith, 2001). Bu çalıĢmaya
göre, kısa dönemde, yatırımlardaki artıĢ ve ihracatın büyümesi ile ekonomik
büyüme arasında güçlü, pozitif bir iliĢki vardır; ama uzun dönemde
sözkonusu değiĢkenler arasında bir iliĢkinin olmadığı, dolayısıyla yatırım
oranındaki dalgalanmanın ve ihracatın büyümesinin ekonomik büyüme
40

üzerinde kısa süreli etkisi bulunduğu tesbit edilmiĢtir. Yatırım oranındaki


değiĢimin büyüme üzerindeki kısa süreli etkisi Solow büyüme modelinin
öngürülerine parallelik gösterir; fakat bu sonuç, sözkonusu etkinin her zaman
olacağını varsayan içsel büyüme modellerinin öngürüsüyle çeliĢir. Bu ampirik
çalıĢmanın sonuçları, Güney Kore‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarının,
içsel büyüme modelleriyle değil, neoklasik büyüme modelleriyle
açıklanabileceğini göstermektedir.

1.9. Beşinci Dalga: Uzun Dönem Ekonomik Büyümeyi Tarihsel


Boyutuyla Bütüncül Olarak İrdeleyen Büyüme Modelleri

Son yıllarda ekonomik büyümeyi uzun dönemli tarihsel boyutuyla


irdeleyen ve birleĢik büyüme teorisi (unified growth theory) veya kapsamlı
büyüme teorisi (grand growth theory) adıyla alınan konuda birçok çalıĢmalar
yayımlanmıĢtır (Galor ve Moav, 2002; Galor ve Weil, 2000; Hansen ve
Prescott, 2002; N. Lagerlof, 2003; N. Lagerlof, 2003; Tamura, 2002).
Ekonomik büyümenin dinamiklerinin anlaĢılması için kısa dönem değil,
çağları içine alan uzun dönemdeki geliĢmeleri dikkate almak gereğine
değiniyor sözkonusu çalıĢmalar. Mevcut büyüme teorilerinin sadece sınırlı
dönemler için açıklayıcı olduğu, ancak tarihsel olarak büyüme evrelerini
açıklayamadığı iddia edilmektedir. Dolayısıyla ekonomik yönden geride
kalmıĢ ülkelere nasıl bir yol takip etmeleri gerektiği konusunda yardımcı
olamamaktadır.

Ġnsanlık tarihine bir bütün olarak bakıldığında, Ġngiltere‟de baĢlayan


Sanayi Devrimine kadar dünya ekonomisinde ciddi bir büyüme yaĢanmadığı
görülüyor. Sanayi Devrimi öncesiyle ilgili varolan çok sınırlı veriler, ekonomik
büyümenin yok denecek kadar az olduğunu gösteriyor. “Malthusyen tuzak”
diye iktisat yazınında tanımlanan Sanayi Devrimi öncesi dönemde nüfus ile
ekonomik büyüme arasında ters iliĢki vardır (Galor, 2005). Ġkisinin birlikte
büyümesi mümkün değildir. Sözkonusu dönemde bazı ülkeler az dahi olsa
41

bir büyüme yaĢarken, birçoğunda hiçbir ekonomik büyüme olduğunu


gösteren bulgu yoktur. Sanayi Devrimiyle, nüfus büyümesi ve ekonomik
büyüme arasındaki negatif iliĢki değiĢmeye baĢlar. Nüfus artıĢıyla birlikte
ekonomik büyüme yaĢanmaya baĢlanır. Ġngiltere‟de ekonomik büyüme yıllık
yüzde 1.3 seviyesine çıkar 17. ve 18. yüzyılda. Büyüme bir sonraki asırda
daha da büyüyerek devam eder (Crafts, 1996).

Bütün olarak dünyadaki ekonomik büyümeye bakınca, 1500‟lerden


günümüze yaĢananları Ģöyle özetlemek mümkündür (Venture, 2005): KiĢi
baĢına gelir, 1500 ile 1820 yılları arasında yaklaĢık üç asırlık süre boyunca
sadece yüzde 18 büyüme gösterir. 1820‟den günümüze değin ise yüzde 750
oranında bir artıĢ gösterir. Ancak, son iki asırda yaĢanan ekonomik büyüme
dönemsel olarak büyük dalgalanmalar gösterir. Örneğin, 1820-1870 yılları
arasında yüzde 0.53 olan yıllık büyüme oranı, 1870-1913 yılllarında yüzde
1.3‟e yükselir. Yirminci yüzyılın ikinci çeyreğinde yaĢanan ekonomik bunalım
sözkonusu büyüme oranını yüzde 0.91 seviyesine indirmesine rağmen,
1950-1973 yılları arasında tarihte görülmemiĢ bir büyüme oranı olan yüzde
2.93 seviyesine ulaĢılır. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde ise, dünyadaki kiĢi
baĢına gelir seviyesindeki artıĢ yüzde 1.33 oranında gerçekleĢir.

Fizik biliminde Einstein‟dan beri, evrendeki bütün fenomenleri


açıklayacak bütüncül bir teori arayıĢları devam ettiği gibi, ekonomik büyüme
konusunu çalıĢan iktisatçılar da tarihsel olarak yaĢanan geliĢmeleri bütüncül
olarak açıklayacak bir model arayıĢı içindeler. Venture (2005), uluslararası
ticaret ve ekonomik büyümenin dinamiklerini içine alan bütüncül bir model
geliĢtirmeden ekonomik büyümeyi doğru bir Ģekilde anlamanın mümkün
olmadığını iddia eder. Hansen ve Prescott (2002) gibi büyüme iktisatçıları,
hem Sanayi Devrimi öncesi hem de sonrasındaki ekonomik büyümeyi
açıklayacak kapsamlı bir büyüme modeli geliĢtirmeye çalıĢır.
42

Yukarıda anlatıldığı gibi, Malthusyen ekonomik durgunluğun olduğu


asırlarla son birkaç asırdaki ekonomik büyüme evrelerinin hepsini
kapsayacak kapsamlı bir teori geliĢtirmek pek kolay değildir. Asıl sorun,
ekonomik büyümenin dinamiklerini bütünüyle kapsayan bir model geliĢtirip,
dönemler itibariyle değiĢkenlerdeki farkı ortayı çıkarmaktır. BirleĢik büyüme
teorisi, dıĢsal etmenlerle binlerce asırlık ekonomik durgunluğun aĢılıp, sanayi
devrimine yol açtığı görüĢünü kabul etmez. Aksine, bütün zamanlar için
geçerli olan bir modelde yer alan bazı temel dinamiklerin değiĢmesiyle
sıçramanın yaĢandığını iddia eder (Galor ve Weil, Galor ve Moav, 2002),
BirleĢik büyüme teorisine göre, ekonomik durgunluktan ekonomik büyümeye
geçiĢ, Malthusyen modeldeki nüfus ve teknoloji arasındaki etkileĢimin doğal
bir neticesidir. Teknolojik geliĢime paralel olarak aileler üzerindeki ekonomik
kısıt kısmen kalkmıĢ ve çocuklarının eğitimi için daha çok kaynak aktarmaya
baĢlamıĢlardır. Öte yandan, teknolojideki artıĢ beĢeri sermayeye olan talebi
artırmıĢtır. Bu da, bireylerin beĢeri sermayeye yatırım yapmasına ve artan
üretkenlikle yüksek büyümeye zemin hazırlamasına yol açmıĢtır.

BaĢarılı bir birleĢik büyüme teorisi, sadece son asırdaki ekonomik


büyümeyi açıklamak yerine bütün zamanlar için açıklayıcı olur. Bu, büyüme
teorisine olan güveni daha da artırır. Aynı zamanda ekonomik açıdan birkaç
asır geride kalmıĢ ülkelere de yol gösterici olur. Böylece Ülkelerarası ve
dönemler arası ekonomik büyüme hızlarındaki farkın gerekçelerini açıklar.
İKİNCİ BÖLÜM

EKONOMİK BÜYÜME İLE İLGİLİ AMPİRİK ÇALIŞMALAR

2.1.Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ülkelerle İlgili Çalışmalar

Ekonomik büyüme ile ilgili ampirik çalıĢmalar ekonomik büyümeyi


1)üretim faktörleri birikimi; 2)beĢeri sermaye donanımı; 3)ekonominin dıĢa
açıklık oranı; 4)sosyal, hukuki ve politik koĢullardaki farklılıklar ile açıklama
yoluna gider. Bu çalıĢmalar dört kategoride ele alınabilir: Birincisi, sermaye,
iĢgücü ve toplam faktör verimliliğinin etkisini araĢtırır. Ġkincisi, bu
değiĢkenlere eğitim ve sağlık gibi beĢeri sermaye değiĢkenlerini de dahil
eder. Üçüncüsü, ekonomik entegrasyon ve dıĢ ticaret hacminin büyümeye
etkisini ölçer. Dördüncüsü, politik, sosyal ve hukuki koĢulların etkisini ölçer.
Bazı çalıĢmalar sözkonusu faktörlerin bütün ülkeler için benzer etkide
bulunduğu sonucuna ulaĢırken, bazıları ise, özellikle sermaye ve iĢgücünün
ekonomik büyümeye katkısının, GÜ‟lere oranla, GOÜ‟lerde daha yüksek
olduğunu iddia eder (Maddison, 1987).

Ampirik çalıĢmaların birinci kategorisine giren ilk çalıĢmalar, Robert


Solow ile baĢlamıĢtır. Solow, 1957 yılında yayımladığı “Teknolojik DeğiĢme
ve Toplam Üretim Fonksiyonu” adlı makalesinde Cobb-Douglas üretim
fonksiyonunu kullanarak, ABD ekonomisi için, ekonomik büyümenin
kaynaklarını hesaplar (Solow, 1957). Solow‟un bu ampirik çalıĢmasına göre
1909 ile 1949 yılları arasında ABD‟de teknolojik geliĢmenin, ortalamada,
ekonomik büyüme üzerinde tarafsız (neutral) bir etkisi vardı. KiĢi baĢına
üretimdeki artıĢın yüzde 87.5‟i teknolojik değiĢmeden ve 12.5‟u da sermaye
artıĢından kaynaklanıyordu. Toplam üretimdeki artıĢın 7/8‟i sermaye-iĢgücü
oranı ile açıklanamıyordu (Solow, 1957:320). DıĢsal bir değiĢken olan
teknoloji ile ilintilendirilen bu yüksek oran, “Solow Artığı” olarak literatüre
geçti.
44

Denison, ABD ekonomik büyümesi için, farklı dönemleri kapsayan,


birkaç ampirik çalıĢma yapmıĢtır. Bunların birincisi, 1929-1969 yıllarını
kapsar. Bu dönemde, milli gelir ortalama yıllık yüzde 3.3 oranında büyüme
gösterir. Bu artıĢın 1.31‟i (yüzde 38.7) iĢgücünün niceliksel ve niteliksel
artıĢından; 0.50‟si (yüzde 14.7) sermaye faktörünün artıĢından ve 1,52‟si
(yüzde 46.6) ise toplam faktör verimliliğinden kaynaklanır. Denison,
incelediği dönemi 1929-1948 ve 1948-1969 diye iki döneme ayırdığında,
iĢgücünün payı ilk dönemde yüzde 49.8 iken, ikinci dönemde yüzde 32.6‟ya
düĢer; sermayenin payı ise ilk dönemde yüzde 4.7‟den, ikinci dönemde
yüzde 19.9‟a çıkar; toplam faktör verimliliğinde ciddi bir değiĢiklik görünmez.
BaĢka bir deyiĢle, bu sonuçlara göre, ikinci dönemde yaĢanan ekonomik
büyüme artıĢı, sermaye birikiminden kaynaklanmıĢtır (Denison, 1974:125-
128).

Denison 1979 yılında, yaptığı çalıĢmayı, 1929-1976 yıllarını


kapsayacak Ģekilde geniĢletmiĢtir. 1948-1973 yılları arasında yaĢanan yüzde
3.65‟lik ekonomik büyümenin, 2.13‟ü iĢgücü ve sermaye faktörlerinden
(iĢgücünün payı 1.42 ve sermayenin payı 0.71) ve 1.52‟si toplam faktör
verimliliğinden kaynaklanır. 1969-1973 ve 1973-1976 arası kısa dönemlerde,
sırasıyla yıllık ortalama yüzde 2.91 ve 0.58‟lik ekonomik büyüme yaĢanır.
1969-1973 arasındaki büyümenin 1.78‟i toplam faktör verimliliğinden ve
1.13‟ü toplam faktör verimliliğine dayanır. 1973-1976 yıllarında, petrol
krizinden kaynaklanan ekonomik durgunluğun, toplam faktör verimliliğini –
0.65‟e düĢürdüğü anlaĢılır (Denison, 1979:104-110).

Denison, ABD için yaptığı baĢka bir ampirik çalıĢmada ise, 1929-1982
yılları arasındaki uzun dönemde ekonomik büyümenin kaynaklarını araĢtırır
(Denison, 1985:30). Anılan çalıĢmaya göre, bu dönemdeki yüzde 2.9‟luk
ortalama yıllık büyümenin, yüzde 32‟si iĢgücü artıĢından, yüzde 14‟ü iĢgücü
45

baĢına düĢen eğitim artıĢından, yüzde 19‟u sermaye artıĢından ve geriye


kalanın da toplam faktör verimliliğinden kaynaklandığı ortaya çıkar.

MRW, yaptığı ampirik çalıĢmada, ülkeler arasında ekonomik büyüme


farkını geniĢletilmiĢ Solow modeliyle inceler (Mankiw ve baĢk., 1992).
MRW‟nin geliĢtirdiği “geniĢletilmiĢ Solow büyüme modeli”nde beĢeri sermaye
modele dahil edildiği gibi, teknoloji veya toplam faktör verimliliği değiĢkenine
daha geniĢ anlam yüklenir. Buna göre, Cobb-Douglas üretim
fonksiyonundaki A değiĢkeni, sadece teknolojiyi değil, ülkelerin faktör
donanımlarını, iktisadi-iklimlerini, sosyal ve politik koĢullarını da kapsar.
BaĢka bir deyiĢle, örneğin farklı politik yapıya sahip ülkeler, aynı üretim
faktörlerine sahip olsalar bile, farklı büyüme hızına sahip olabilirler. MRW‟nin
yaptığı çalıĢmada birkaç sonuca ulaĢılır: Birincisi, fiziki sermaye stokunun
toplam hasıla üzerindeki etkisinin, fiziki sermaye faktörünün toplam üretim
faktörleri içindeki payıyla orantılı olduğu ortaya çıkar. Ġkincisi, modele beĢeri
sermaye dahil edilmekle beraber, fiziki sermayenin klasik Solow modelinin
öngördüğünden daha yüksek oranda toplam hasılayı etkilediği bulunur.
Üçüncüsü, nüfus artıĢının da klasik Solow modeline kıyasla, toplam hasıla
üzerinde daha yüksek oranda etkisi olduğu belirlenir. Dördüncüsü, içsel
büyüme modelinin tahmininin aksine, geniĢletilmiĢ Solow modeli, uzun
dönemde, aynı teknolojik geliĢmiĢliğe, eĢit sermaye birikimi ve nüfus artıĢına
sahip olan ülkelerin uzun dönemde aynı gelir seviyesine ulaĢacağını
varsayar. Solow modeli her ülkenin kendi durağan durumuna ulaĢacağını
öngörür. Klasik Solow modeli, kararlı durum (steady state) seviyesinin
yarısına 17 yılda ulaĢacağını tahmin ederken, geniĢletilmiĢ Solow modeli bu
sürenin iki kat daha fazla süreceğini öngürür. Ülkeler arasında, ekonomik ve
politik farklılıklar bu sürecin uzunluğu veya kısalığı üzerinde belirleyici rol
oynayacaktır. Örneğin, ülkelerin eğitime yaptığı yatırımlar, vergi
politikalarının üretime etkisi, politik istikrarı muhafaza etmeleri ekonomik
büyümelerini olumlu etkileyerek, ekonomik büyümeyi daha da hızlandırabilir.
46

Knight ve diğerleri (1993), MRW‟nin kullandığı Solow modelini daha da


geniĢleterek 98 ülke için, 1960-1985 yıllarını kapsayan, bir ampirik çalıĢma
yaparlar. Yazarlar, bu çalıĢmada, yatay-kesit veriler yerine, zaman serisi
analizlerine dayanarak ülkeler arasında yakınsamanın olup olmadığını
araĢtırırlar. Ülkelerin spesifik koĢulları modele dahil edildiğinde,
yakınsamanın MRW‟nin yaptığı tahminden daha kısa sürede olacağını ortaya
koymaktadırlar. Aynı çalıĢmanın çarpıcı olan baĢka bir sonucu ise, fiziki
sermaye yatırımlarının, GOÜ‟ler için, üretime katkısının daha düĢük
olduğunun anlaĢılmasıdır. Bu sonucu yorumlayan yazarlar, GOÜ‟lerdeki
sermaye stokunun azlığı, sosyal altyapının yetersizliği ve serbest dıĢ ticaret
önünde yüksek engellerin bulunmasını olası gerekçeler olarak dile getirirler.
Bununla birlikte liberal dıĢ ticaret politikaları izleyen ve sağlam sosyal
altyapısı olan ülkelerin mevcut kaynaklarını daha etkin kullanarak daha
yüksek üretim seviyesine ulaĢacağını öne sürerler. Nitekim, aynı çalıĢmanın
sonuçlarına göre, liberal dıĢ ticaret politikası ve sosyal altyapı birer değiĢken
olarak modele dahil edildiği durumda, fiziki ve beĢeri sermayenin ekonomik
büyüme üzerindeki etkisinde önemli bir artıĢ gözlenir.

Ġslam (1995), 96 ülkeyi kapsayan ampirik çalıĢmasında, MRW‟nin


geniĢletilmiĢ neoklasik modelini kullanarak, ülkeler arasında yakınsamayı,
panel verilerle analizler yaparak test etmektedir. 1960-1985 yıllarını
kapsayan çalıĢmanın sonuçlarına göre, ülkeler arasındaki koĢullu
yakınsama, MRW‟nin öngördüğünden daha kısa sürede gerçekleĢmektedir.
Aynı tasarruf oranı ve nüfus büyümesine sahip olan ülkeler, özel koĢullarını
iyileĢtirerek, daha yüksek ekonomik büyüme hızını yakalayabilirler. Bu
sonuç, ülkelerin takip ettiği ekonomik politikaların ve içinde bulunduğu politik
koĢulların ekonomik büyüme açısından önemini vurgular.

Ġkinci grup ampirik çalıĢmalar beĢeri sermaye ve ekonomik büyüme


üzerinde yoğunlaĢır.
47

Correa (1970:17), Latin Amerika ülkelerini kapsayan ampirik


çalıĢmasında, eğitimin bu ülkelerin geliĢmiĢlik seviyelerini etkilediğini
belirtmesine rağmen, ampirik çalıĢmasının sonucunda eğitim ve sağlık
hizmetleri harcamaları ile ekonomik büyüme arasında negatif bir korelasyon
bulmuĢtur.

Razin (1977:317) birçok ülkeyi kapsayan ampirik çalıĢmasında,


yüksek eğitimin GOÜ‟lerin ekonomik büyümeleri üzerinde olumlu etkide
bulunduğunu tespit eder. McMahon (1984:310-312), büyüme muhasebesi
modelini kullanarak, 15 OECD ülkesi için yaptığı çalıĢmada, fiziki sermaye
yanında, eğitim seviyesi ile ölçülen beĢeri sermaye ve araĢtırma ve
geliĢtirme harcamalarıyla ölçülen bilgi stokunu da modele dahil eder.
McMahon‟un çalıĢması, iĢsizliğin arttığı ekonomik durgunluk dönemlerinde,
eğitimin ekonomik büyüme üzerinde etkisinin pozitif olmakla beraber çok
düĢük olduğu; buna karĢılık kararlı ekonomik büyümenin olduğu dönemlerde
ise eğitimin büyümeye katkısının yüksek olduğunu bulmuĢtur.

Lee ve diğerleri. (1994:442-443), Tayvan için beĢeri sermaye artıĢı ile


ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi bir çalıĢmasına konu eder. Tayvan için
iĢgücü ve sermayenin artıĢından çok daha yüksek oranda artıĢ gösteren
ekonomik büyümenin, neoklasik büyüme modelleriyle incelenemeyeceği
tespitini yaptıktan sonra, içsel büyüme modellerinden hareketle beĢeri
sermayenin etkisini analiz eder. Lee “nitelikli iĢgücü indeksi”ni kullanarak,
üniversite eğitimi görenlerin sayısındaki artıĢ trendini inceler. BeĢeri
sermayedeki artıĢın ölçütü olarak kullandığı bu indeks, ekonomik büyümenin
yüzde 44‟lük kısmına eğitimle artan beĢeri sermayenin kaynaklık ettiğini
gösterir.

Mincerian regresyon modeline dayalı, birçok ülke için yapılan


mikroekonomik analizler ise, eğitimin kiĢi baĢına düĢen geliri yüzde 5 ile 15
arasında etkilediğini ortaya çıkarır (Card, 1999; Psacharopoulos, 1994).
48

Psacharopoulos (1994), Mincerian regresyon modelini kullanarak eğitimin


özel ve sosyal getirisini hesaplayan çalıĢmasında, GOÜ‟ler için ilkokulun en
yüksek getiri oranına sahip olduğunu bulmuĢtur. Aynı çalıĢmanın sonuçlarına
göre, eğitim seviyesi yükseldikçe ve ülkenin kiĢi baĢına gelir seviyesi artıkça,
eğitimin getiri oranında azalan oranda bir artıĢ görülür. O‟Rourke ve
Williamson (1995) okullaĢma oranının Avrupa‟da ekonomik büyümeyi olumlu
yönde etkilediğini ampirik çalıĢmalarıyla ortaya koymaktadır.

44 ülke için, 1958 ile 1978 yıllarını kapsayan bir ampirik çalıĢma ise,
eğitimle büyüme arasında aĢağıdaki iliĢkilerin varolduğunu ortaya
koymaktadır(Woodhall, 1995):

 Ortaöğretim ve yükseköğretime kıyasla, ilköğretim en yüksek getiri


oranına sahiptir.

 Yükseköğretim seviyesinde eğitimin özel getirisi, sosyal getirisinden


daha fazladır.

 GOÜ‟lerde eğitimin getiri oranı, GÜ‟lere kıyasla daha yüksektir.

Kadın eğitim oranındaki artıĢın ekonomik büyümeyi pozitif olarak


etkilemesi beklenir. Kadınlar için eğitim oranı yükseldikçe, doğum oranı
azalmaktadır. GSMH‟nın büyüme oranı, nüfusun büyüme oranından daha
yüksek olursa, kiĢi baĢına milli gelir yükselir. Barro (1996b:15-16), bayanların
eğitim seviyesinin yükselmesinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini
incelediği bir regresyon analizinde, sürpriz bir Ģekilde, bayanların eğitim
seviyelerindeki artıĢın ekonomik büyüme üzerinde hiçbir etkisi olmadığını
bulmuĢtur. Gerçi, aynı çalıĢma, bayanların eğitim seviyelerindeki artıĢın,
bebek ölümlerini azaltarak, ekonomik büyümeye dolaylı etkisi olduğunu kabul
eder, ama eğitimin doğrudan bir etkide bulunduğunu reddeder. Oysa,
erkeklerin eğitim seviyesi arttığında, özellikle ortaokul ve sonrası için,
ekonomik büyüme pozitif etkilenmektedir.
49

Knowles ve Owen (1997), geniĢletilmiĢ Solow modelini kullanarak, 77


ülke için 1960-1980 arasında, sağlık ve eğitimin ekonomik büyüme
üzerindeki etkisini incelemiĢlerdir. Beklenen ortalama ömür ile temsil edilen
sağlık değiĢkeninin ekonomik büyüme üzerinde büyük bir etkisi olduğu
saptanmıĢtır. Öte yandan, aynı çalıĢmanın sonuçları, eğitimle, çalıĢan
baĢına düĢen ürün miktarı arasında anlamlı bir iliĢkinin olmadığını
göstermektedir.

Çin için yaptığı bir çalıĢmasında, Lin (1997) eğitim ile ekonomik
büyüme arasındaki iliĢkiyi inceler. Bilindiği gibi, kiĢi baĢına yaklaĢık 200
dolarlık gelirle, 1978 yılında dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Çin,
1978-1994 arasında GSMH‟sını dörde katlayarak, en hızlı büyüme oranına
sahip ülkeler baĢında yerini alır: 1980 ile 1990‟lı yıllarda ortalama yüzde 10
gibi çok yüksek ekonomik büyüme gösterir. Lin, okullaĢma oranı yüksek
bölgelerde daha yüksek ekonomik büyümenin olduğunu bulumuĢtur.
Örneğin, ortalama eğitim seviyesi bir yıl fazla olan bölgeler, diğer bölgelere
oranla, yıllık %1 daha yüksek bir büyüme göstermiĢtir. Lin‟e göre eğitimin
büyüme üzerinde bu denli etkili olmasının bir nedeni, verimlilik artıĢının yanı-
sıra, iĢgücünün tarımdan sanayie geçiĢinde kolaylık sağlamasıdır: Eğitimli
bireylerin bu değiĢime adaptasyonu daha kolay olmaktadır (Lin,1997:83-84).

Barro (2001:20-22), eğitimin büyüme üzerindeki etkisini ölçmek için,


“ortalama eğitim seviyesi”ni ve “eğitimin kalitesi”ni iki ayrı değiĢken olarak
modele dahil etmiĢtir. Sonuç olarak, “orta öğretim ve üzeri eğitim seviyesine
sahip 25 yaĢ ve üzeri erkeklerin eğitim seviyesi” ile ekonomik büyüme
arasıda istatistiki olarak anlamlı ve pozitif bir iliĢki bulunmuĢtur. Eğitim
seviyesinin bir yıl artması, ekonomik büyümeyi yüzde 0.44 oranında
artırmaktadır. AraĢtırmanın sonucuna göre, bayanlar için eğitim
seviyesindeki artıĢla ekonomik büyüme arasında, bir iliĢki bulunmamıĢtır. Bu
garip durumun en anlamlı açıklaması, birçok ülkede iĢgücü piyasasında
50

bayanlara uygulanan ayırımcılık olabilir. Bayanlar, erkeklere nisbetle, sahip


oldukları eğitim seviyesine uygun alanlarda iĢ bulmakta zorluk çekmektedir.
Bu durumda, bir yandan bayanlara eğitim vermek; öte yandan onların
niteliklerinden istifade etmemek, iktisadi olarak kaynakların savurganlığıdır.
Barro; “bilim, metamatik ve okumayı ölçen sınav sonuçları”nı eğitim
kalitesinin göstergesi olarak modele dahil ederek, Ģu sonuçlara ulaĢmaktadır:
Bilim puanında bir standart-sapma artıĢ, büyümeyi yüzde 1 oranında artırır.
Matematik puanı da pozitif etkiye sahiptir, ama etki katsayısı bilimden biraz
daha düĢük çıkmıĢtır. Okuma puanları ile büyüme arasındaki iliĢki ise,
regresyon sonucuna göre, zayıf ve belirsizdir. Sağlık değiĢkenleri olarak
kullanılan, beklenen ömür ve bebek ölüm oranlarıyla ekonomik büyüme
arasında istatistiki olarak anlamlı bir sonuç bulunmaz (Barro, 2001:23-24)

Hanushek ve Kimko (2000:1203-1204) uluslararası matematik ve bilim


sınav sonuçlarını eğitimin kalitesinin bir göstergesi olarak kullandıkları
ampirik çalıĢmanın sonucunda, eğitimin kalitesinin ekonomik büyümeyi
önemli oranda belirlediğini ortaya çıkardılar. Sözkonusu araĢtırmacılar, elde
ettikleri bulgulara dayanarak, eğitim kalitesini dikkate almadan, sadece
eğitim yılıyla ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi irdeleyen modellerin
gerçeği tam yansıtmadığını iddia ederler.

Bassanini ve Scarpetta (2001:21), 21 OECD ülkesini kapsayan


çalıĢmada, beĢeri sermaye birikiminin ekonomik büyüme üzerindeki etkisin i
inceler. AraĢtırmanın sonuçları, beĢeri sermaye birikiminin ekonomik büyüme
üzerinde pozitif bir etki yaptığını ortaya koyar. Eğitim seviyeleri bir yıl daha
fazla olan çalıĢanların, ortalama gelirleri yüzde 6 daha yüksek çıkmıĢtır. Bu
sonuçlar eğitimle gelir arasındaki iliĢkiyi inceleyen mikroekonomik
çalıĢmalarla paralellik gösterir.
51

1.10. Türkiye İle İlgili Çalışmalar

Türkiye‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarını tespit etmek için


yapılmıĢ araĢtırmalarla ilgili özet bilgiler aĢağıdaki tabloda yer alır. Tablo nun
bitiminde, her bir çalıĢma daha detaylı olarak anlatılacaktır.

Türkiye’nin Ekonomik Büyümesiyle İlgili Ampirik Çalışmaların Özeti

Yazar Kapsadığı Model Başlıca Bulgular


Dönem

Krueger ve 1963-1976 Büyüme Imalat sektöründe, hasıla


Tuncer(1980) muhasebesi %13.5, sermaye %13.5,
(logaritmik iĢgücü %7.6 ve toplam faktör
regresyon) verimliliği %1.84 oranında
gerçekleĢti

Celasun(1983) 1953-1973 CSW-Syrquin Ġmalat sanayinin büyümesinde,


“ayrıĢtırma” iç talep artıĢı, 1953-63
metodu arasında yüzde 81 ve 1963-73
arasında yüzde 76 rol oynar.
Teknolojik geliĢmenin rolü ise,
sözkonusu iki dönem için
sırasıyla yüzde 8 ve 12‟dir.

Chenery ve 1963-1975 Büyüme Ortalama yüzde 6.4 olarak


diğerleri(1986) muhasebesi gerçekleĢen ekonomik
büyümenin yarısından fazlası
(Denison‟un
sermaye stokundaki artıĢtan
modeline
kaynaklanır. Ekonomik
benzer)
büyümenin üçte biri de
teknolojik geliĢmeden
kaynaklanır.
52

Yıldırım(1989) 1963-1983 Translog üretim Toplam faktör verimliliği (TFV),


fonksiyonu 1963-67 arasında yüzde 5.94;
1967-1972 arasında yüzde
1.45; 1972-1977 arasında
yüzde 1.61; ve 1977-1983
arasında ise yüzde –3.93
oranında bir artıĢ gösterir.

Uygur(1991) 1965-1988 Toplam faktör TFV, kamu sektöründe, 1965-


verimliliğini, 76 arasında, yüzde 1; 1976-
iĢgücü, sermaye 1981 arasında yüzde 0.9; ve
ve materyal 1981-1988 yılları arasında
girdilerden yüzde 1.0 oranında gerçekleĢir.
oluĢan üretim Özel sektörün toplam faktör
fonksiyonundan verimliliği, 1965-1976 yılları için
logaritmik yüzde 0.9; 1976-81 yılları için
verimlilik indeksi yüzde eksi 0.1; ve 1981-1988
tahmini yılları için ise yüzde 1.9 olarak
gerçekleĢir.

Uygur(1993) 1965-1990 McKinnon-Show McKinnon-Show öngürüsünün


hipotezinin testi aksine, 1980‟li yılların ilk
yarısında toplam özel
tasarruflar artmadığı gibi, bir
derece azalma bile gösterir.

AydoğuĢ(1993) 1971-1988 Toplam faktör Ġmalat sanayiinde gerçekleĢen


verimliliğini, yüzde 8.1‟lik hasıla artıĢının,
iĢgücü, sermaye yüzde 4‟ü iĢgücü artıĢı, yüzde
ve materyal 5.3‟ü sermaye artıĢı, yüzde 9‟u
girdilerden materyal artıĢı ve yüzde 0.7‟si
oluĢan üretim toplam faktör artıĢından
fonknsiyonundan kaynaklanır.
53

tahmin etmek

Bahmani- 1923-1990 cointegration ve Error-correction modelinin


Oskooee ve error-correction sonuçlarına göre, ihracat ile
Domac(1995) metodları ekonomik büyüme arasında iki
yönlü bir etkileĢim
sözkonusudur. BaĢka bir
deyiĢle, ihracat artıĢı ekonomik
büyüme artıĢını beraberinde
getirdiği gibi, ekonomik
büyüme de ihracatı körükler.

Yentürk(1996) Engle-Granger Yabancı tasarruflar ile iç


conintegration yatırımlar arasında bir
metodu bütünleyicilik görünmez.

Güngör(1997) 1980, Regresyon Ortalama eğitim seviyesindeki


1985, ve analizi bir yıllık artıĢ sanayinin çıktısını
1990 nüfus yüzde 75 oranında artırır. Sabit
sayımları etki modeline göre ise, eğitimin
kısmi korelasyon katsayısı
0.44‟e çıkar.

Tansel(1997) 1975-1995 Regresyon Fakir iller ile zengin iller


analizi arasında, ekonomik verimlilik
açısından bir yakınsama
yaĢandığı ortaya çıkar

Temel, Tansel, Markow zincir Zengin ve fakir iller arasında


ve modeli yakınsama yerine, zengin illerin
Albersen(1999) daha da zengin ve fakir illerin
daha da fakir olduğu iki kutuplu
bir yapılaĢmanın olduğu ortaya
çıkar.
54

Yalçın(2000) 1983-1994 Sabit Etki(Fixed Ġthalat serbestisi özel sektörde


Effect) ve fiyat-maliyet farkını düĢürücü
Tesadüfi Etki bir etkiye sahip. Ancak, yüksek
(Random Effect) yoğunlaĢma oranına sahip
endüstrilerde fiyat-maliyet
farkını yükseltir. Özel sektörün
aksine, Ġthalat serbestisi ve
ihracatın artıĢı tüm kamu
sektöründe aĢırı kazançları
düĢürür.

ÇavuĢoğlu 1959-1990 Linear yapısal Ekonomik büyüme, yatırım


denklem modeli harcamaları, hükümet
(2001)
harcamaları ve iĢgücündeki
artıĢtan kaynaklanır.

Ismihan, Metin- 1963-1999 Regresyon Kronik makroekonomik


Ozcan ve analizi dalgalanmalar, kamu
Tansel (2002) yatırımlarını ve özel yatırımları
olumsuz etkileyerek sermaye
birikimini azalttığından
ekonomik büyümeyi engeller.
Ġkincisi, uzun dönemde
kamusal altyapı yatırımları ile
özel yatırımlar arasında
crowding-out etkisinin olmadığı
ortaya çıkar.

Voyvoda ve 1981-1996 Syrquin Ġthal ikamesinin terkedilip,


Yeldan (2001) ayrıĢtırma ihracata yönelik üretim yapma
metodu politikasının benimsenmesi,
imalat sanayiinde verimlilik
artıĢını getirmiĢse de, bu artıĢ
55

ekonomiyi sürükleyen bir motor


fonksiyonunu göremez.

Metin-Özcan ve 1969-1999 Hodrick-Prescott Kamu yatırımları, özel


baĢk. (2001) tarafından yatırımlar ve GSMH arasında
geliĢtirilen, kuvvetli ve pozitif bir iliĢki
konjonktür bulunur. Ġhracat artıĢı ile
dalgalanmaları GSMH arasında ise çok zayıf
(business cycle) bir iliĢkinin olduğu ortaya çıkar
metodu

Bayar(2002) 1974-1994 Regresyon DıĢ ticaretin liberalleĢmesinden


analizi sonra, verimlilik artıĢı pozitif bir
değiĢme yaĢarken, sanayinin
fiyat-maliyet farkında negatif bir
değiĢme görünür.

Metin-Ozcan, 1980-1996 Regresyon 1980 sonrasındaki yapısal


Voyvoda, ve analizi değiĢme ve dıĢa açılma
Yeldan (2002) politikası, sektörel yapı,
piyasaya yoğunluğu ve kâr
majlarını çok az oranda
değiĢtirdiği görülür.

Voyvoda ve 1990-2001 Ġçsel büyüme Faiz dıĢı fazlayı hedefleyen


Yeldan (2002) modeline dayalı mali politikanın ekonomik
OLG modeli büyümeyi olumsuz etkilediği
servet vergisiyle finanse edilen
kamusal harcamların daha
faydalı olacağını gösterir.

Voyvoda ve 2003-2009 Genel denge 2004 ve 2005 yıllarındaki


Yeldan (2006) analizi ekonomik büyümenin
açıklayamakta yetersiz kalan
model, mevcut büyüme hızının
56

sürdürelebilir olmadığını tahmin


eder.

Telli, Voyvoda 2003-2010 Genel denge Kullanılan model, istihdam


ve Yeldan analizi vergilerinin düĢürülmesi
(2006) durumunda iĢsizliğinin
düĢüceğini tahmin etmektedir.
Örneğin, efektif istihdam
vergilerinin yüzde 5 indirilmesi
iĢsizliği yüzde 2 azaltır.

Krueger ve Tuncer (1980) yazdıkları bir makalede, 1980 öncesi ithal


ikamesi politikasının uygulandığı dönemde, büyüme muhasebesi modelini
kullanarak, 91 firmanın verimlilik artıĢını irdelemiĢlerdir. Bu çalıĢmada, ithal -
ikamesi politikasının uygulandığı 1980 öncesi Türkiye ekonomisinde, “bebek
endüstrisi” tezinin doğru olup olmadığı sınanır. Korunmaya muhtaç bu
endüstriler, sıkı korunmanın olduğu dönemde büyüme belirtisi göstermiĢse,
teorinin öngürüsü bir nevi doğrulanacak, aksi halde yanlıĢlanacaktı. Bu
analizin sonuçları, özel sektörün kamu sektörüne oranla daha az
büyüdüğünü ve bunun bir verimlilik kaybı ima ettiğini ortaya çıkarır. Bu
çalıĢmada, üretim fonksiyonu logaritmik bir ekonometrik model olarak
tanımlanıp, değiĢkenlerin katsayıları tahmin edilmiĢtir. Yapılan tahmine göre,
imalat sektöründe, hasıla yüzde 13.5, sermaye yüzde 15.9, iĢgücü yüzde 7.6
ve toplam faktör verimliliği yüzde 1.84 oranında artıĢ göstermiĢtir (Krueger ve
Tuncer, 1980:16). Sektör bazında, aynı katsayıların değerleri
kıyaslandığında, yeni endüstrilerin yüksek verimlilik artıĢ hızına sahip
olmadığı anlaĢılır. Oysa, bebek endüstrisi teorisine göre, yeni endüstriler dıĢ
rekabete karĢı korunduğunda, yüksek verimlilik artıĢı sayesinde büyüyerek
ayakta durmayı baĢarır. Bir baĢka beklenmeyen bulgu ise, Türkiye‟de
korunan sektörlerin büyüme oranlarının GÜ‟lerin çok gerisinde olduğu ve
57

Solow büyüme modelinin öngürdüğü yakınsamanın yaĢanmadığıdır. Krueger


ve Tuncer‟e göre, ithal ikamesi, verimlilik artıĢı sağlamadığı gibi, kamusal
sektörün ağırlıkta olması da kaynakların etkin kullanımını azaltmıĢtır.

Celasun(1983), 1953-1973 yıllarını kapsayan detaylı ampirik


çalıĢmasında, Türkiye‟nin ekonomik büyümesinin kaynaklarını sektörel
bazda analiz eder. Celasun, Chenery, Shishido ve Watanabe (CSW)‟ın
öncülüğünü yaptığı ve Syrquin‟un geliĢtirdiği “ayrıĢtırma” metodunu kulla nır.
Bu metot, Denison‟un geliĢtirdiği büyüme muhasebesi metodundan hayli
farklıdır. CSW-Syrquin metodu, input-output modeline ve verilerine dayanır
ve sektörel değiĢimin arz ve taleple ilgili bir dizi faktöre bağlı olduğunu
varsayar. Bu faktörler, iç talep, teknolojik değiĢiklik, ihracat, ithalat ikamesi
olarak ifade edilir. Bazı çalıĢmalar, ilk iki faktörü iç talep etkisi olarak tek bir
grup altında toplarken; son iki faktörü de dıĢ ticaret faktörü olarak
değerlendirir.

Celasun(1983), yaptığı detaylı ampirik çalıĢmasında, tarım sektörünün


büyümesinin iç piyasadaki talep artıĢından kaynaklandığını bulmuĢtur.
Teknolojik değiĢmeyi ölçen input-output değiĢkeninin katsayısı negatif çıkar.
Bunun anlamı söz konusu dönemde tarımda verimlilik artıĢının olmadığıdır.
Ġmalat sanayinin büyümesinde, iç talep artıĢı, 1953-1963 arasında yüzde 81
ve 1963-1973 arasında yüzde 76 rol oynar. Teknolojik geliĢmenin rolü ise,
söz konusu iki dönem için sırasıyla yüzde 8 ve 13‟tür. Ġhracat geniĢlemesi ve
ithalat ikamesi beraber imalat sanayindeki büyümenin yüzde 11‟ine kaynaklık
eder. Ġthal ikamesi, 1953-1963 ve 1963-1968 yıllarında sırasıyla yüzde 18 ve
yüzde 14 gibi bir etkiye sahip iken, bu etki, 1968-1973 yılları için negatife
döner (Celasun, 1983:43). Celasun‟un bulgularına göre, iç talebin ve
teknolojik geliĢmenin diğer faktörlerden farklı oranda yükselmesi sektörel
seviyede yapısal değiĢime yol açmıĢtır. Özellikle, imalat sanayinde, diğer
sektörlere göre, yüksek oranda gerçekleĢen büyüme, 1953-1973 yılları
58

arasındaki ekonomik büyümeye kaynaklık etmiĢtir. Fakat, imalat sanayiindeki


bu büyüme ekonomide istihdam artıĢına yol açmamıĢtır. Söz konusu yıllarda,
nispeten yüksek nüfus artıĢ oranı ve köyden kente göç, imalat sanayinin
iĢgücü talebini karĢıladığı gibi, iĢgücü fazlasına yol açarak iĢsizlik sorununun
kentlerde büyümesine sebep olmuĢtur.

Chenery (1986), 1963-1975 yıllarına ait verileri kullanarak, Türkiye‟nin


ekonomik büyümesinin kaynaklarını tahmin eder. Denison‟un modelinde
olduğu gibi, toplam üretim fonksiyonu kullanarak yapılan bu çalıĢmanın
bulgularına göre, sermaye stoğu yüzde 6.82, iĢgücü yüzde 1.02 ve toplam
faktör verimliliği yüzde 2.23 oranında artar. Buna göre, söz konusu
dönemdeki ortalama yüzde 6.4 olarak gerçekleĢen ekonomik büyümenin
yarısından fazlası sermaye stokundaki artıĢtan kaynaklanır. Ekonomik
büyümenin üçte biri de teknolojik geliĢmeden kaynaklanır. ĠĢgücünün
etkisinin ise, sermaye ve teknolojik geliĢmeye göre nispi olarak çok az
olduğu anlaĢılır.

Krueger(1987) yaptığı baĢka bir çalıĢmasında ise, Türkiye ile Güney


Kore‟nin ekonomik büyümelerini karĢılaĢtırır. Ġki ülkenin ekonomik
göstergeleri kıyaslandığında, 1950‟nin ortalarında, ikisi de aynı nüfusa sahip
olmasına rağmen, Türkiye‟nin gayrı safi milli hasılası Kore‟ninkinin üç katı,
ihracatı ise onbeĢ katı kadardı. Krueger, 1950‟lerde, Türkiye‟nin daha
avantajlı olduğunu ve parlak bir geleceğe sahip olduğunu iĢaret etmiĢti
(Krueger, 1987:3). Oysa, sonra yaĢananlar bu öngörülerle hiç
uyuĢmayacaktı. 1980‟lere gelince, Türkiye‟nin milli geliri Kore‟ninkinin
yarısından biraz fazladır, ihracatı ise dörtte bire düĢer. Krueger iki ülke
arasındaki bu geliĢmiĢlik farkının takip edilen ekonomik politikadan
kaynaklandığını iddia eder. Kore, 1960‟ların baĢında, takip ettikleri
politikaların yapısal sorunları içerdiğini anlayıp radikal politika değiĢikliğine
gitmesine rağmen; Türkiye, yaĢanan krizlere rağmen, sorunu geçici
59

tedbirlerle çözmeye çalıĢır. Ġki ülkede 1950‟lerde kapalı ekonomi ve ithal


ikameci politikaya sahip olmasına rağmen, Kore bu politikasını 1960‟ların
baĢında terk eder, oysa Türkiye 1980‟lere kadar sürdürür korumacı
politikasını. Bir baĢka önemli farklılık iki ülkenin özel sektöre bakıĢıyla
ilgilidir. Türkiye‟de, özel sektöre uzun dönem kuĢkulu bakılırken ve devlet
üretimde etkin rol oynarken, Kore‟de özel sektör 1960‟lardan itibaren etkin rol
oynamaya baĢlamıĢtır. Kore, ihracatı teĢvik politikası takip ederek, dıĢa
açılarak ekonomik büyümeyi sağlamaya çalıĢırken, Türkiye, ithal ikameci
politika ile yerli sanayiyi geliĢtirmeyi amaçlar.

Yıldırım (1989), 1963-1983 yılları arasında, Türkiye‟de imalat


sanayinin toplam faktör verimliliğini, translog üretim fonksiyonunu kullanarak,
tahmin etmiĢtir. Söz konusu dönemde, imalat sanayinde yüzde 9.5 gibi çok
yüksek oranda gerçekleĢen büyümenin kaynaklarını tahlil eder. Bu
çalıĢmada kullanılan translog üretim fonksiyonu, toplam hasılayı, aramalları,
sermaye, iĢgücü ve zaman faktörlerine (input) bağımlı bir değiĢken olarak
tanımlar. Toplam faktör verimliliği, söz konusu inputlar sabit tutulduğunda,
toplam hasılada meydana gelen değiĢme ile ölçülür. Bu ampirik çalıĢmada,
imalat sanayinin artıĢında, sanılanın aksine, toplam faktör verimliliğinin
önemli bir unsur olmadığı ortaya çıkar. Dört ayrı döneme ayrıĢtırılarak
hesaplanan toplam faktör verimliliğiyle(TFV) ilgili Ģu sonuçlara ulaĢılır: TFV,
1963-1967 arasında yüzde 5.94; 1967-1972 arasında yüzde 1.45; 1972-1977
arasında yüzde 1.61; ve 1977-1983 arasında ise yüzde –3.93 oranında bir
artıĢ gösterir (Yıldırım, (1989:78). Bu oranlar, toplam faktör verimliliğinin
imalat sanayinin büyümesine çok az etkide bulunduğunu ve geleneksel
üretim faktörleri stokundaki artıĢın büyümeyi sağladığını gösterir. Yıldırım‟ın
yaptığı bu çalıĢmada baĢka dikkat çekici bir bulgu ise, kamu sektörünün özel
sektörden daha yüksek bir toplam verimlilik oranına sahip olduğunun ortaya
çıkmasıdır.
60

Uygur (1991), 1965-1988 yıllarını kapsayan bir ampirik çalıĢmasında,


Türkiye‟de ekonomik büyümenin kaynaklarını aĢağıdaki üretim fonksiyonunu
kullanarak analiz etmiĢtir:

Q(t) = A(t) f(K(t), L(t), M(t))

Q toplam hasılayı, A toplam faktör verimliliğini, K toplam sermaye


stokunu, L toplam iĢgücünü ve M ise toplam materyal inputunu temsil ediyor.
Uygur, kamu ve özel imalat sektörünün verilerini kullanarak yukarıdaki üretim
fonksiyonundan elde ettiği logaritmik verimlilik indeksini tahmin eder. Bu
çalıĢmanın bulgularına göre, toplam faktör verimliliği kamu sektöründe,
1965-1976 arasında, yüzde 1,2; 1976-1981 arasında yüzde 0.9; ve 1981-
1988 yılları arasında yüzde 1.0 oranında gerçekleĢmiĢtir. 1965-1988 arası
ortalaması aldığında bu oran yüzde 1.1‟e denk gelmektedir. Özel sektörün
toplam faktör verimliliği, 1965-1976 yılları için yüzde 0.9; 1976-1981 için
yüzde eksi 0.1; ve 1981-1988 için ise yüzde 1.9 olarak gerçekleĢir. 1965-
1988 ortalaması ise yüzde 0.8‟dir (Uygur, 1990:29-30). Kamu ve özel
sektörün toplam faktör verimliliği kıyaslandığında, kamu sektöründe
oranların, ithal ikameci politikaların uygulandığı dönemde yüksek olduğu,
dıĢa açık ekonomik politikanın izlendiği dönemde ise, özel sektörde toplam
faktör verimliliğinin ciddi anlamda arttığı anlaĢılıyor. 1980 sonrasında, özel
sektördeki toplam verimlilik artıĢının, kamusal sektörün iki katına yakın
olması bunun bir yansımasıdır.

Uygur (1990), toplam hasılayı, toplam istihdama bölerek hesapladığı


iĢgücünün ortalama verimliliğindeki artıĢ oranını, 1965-1976 yılları arasında,
kamu sektörü için yüzde 5.7 ve özel sektör için yüzde 6.9 olduğunu
bulmuĢtur. Bu oran kamu sektörü için 1976 sonrasında yarı yarıya düĢse de
pozitif olarak devam eder; oysa özel sektörde 1976-1981 arasındaki
bunalımlı yıllarda ise bu oran eksi yüzde 4.3 olur. Ekonomik istikrarın
sağlanmaya baĢlamasıyla tekrar artıĢ gösterir. 1981-1988 arasında yüzde
61

7.0 gibi yüksek bir seviyeye ulaĢır. ĠĢgücünün ortalama verimliliğindeki artıĢ
oranının 1965-1988 ortalaması, kamu sektörü için 3.9 ve özel sektör için 3.6
olarak hesaplanır Sermayenin ortalama verimliliği de, iĢgücü verimliliğine
benzer bir trend gösterir: Ekonomik dalgalanmaların olduğu dönemde,
sermaye verimliliği negatife düĢer. Planlı ekonomi döneminde sermayenin
ortalama verimliliğindeki artıĢ oranı, kamu sektöründe özel sektöre oranla iki
kat daha fazladır. 1980-1988 arasında ise, kamu sektörü için bu oran yüzde
1.0 iken, özel sektör için bu oran yüzde 5.6 gibi yüksek bir orana tırmanır.

Uygur (1993), bir baĢka çalıĢmasında ise, 1980 sonrasındaki finansal


liberalleĢme ile ekonomik performans arasındaki iliĢkiyi irdeler. Bu
çalıĢmada, ekonomik liberalleĢmenin ekonomik büyümeyi, toplam faktörleri
artırarak mı, yoksa bu faktörlerin kullanımını etkinleĢtirerek mi etkilediği
araĢtırılır. Uygur, McKinnon-Show hipotezinin Türkiye için geçerliliğini sınar.
McKinnon-Show hipotezine göre, finansal piyasalar baskı altında
tutulduğunda, düĢük faiz oranları nedeniyle, tasarruflar bankalar aracılığıyla
etkin bir Ģekilde yatırımcılara ulaĢtırılamaz. Denge faiz oranının altında olan
piyasa faiz oranı, tasarrufları bankalara çekmek için yeterli olmaz. Ayrıca,
tasarruf sahipleri tasarruflarını altın veya nakit gibi varlıklar olarak
tuttuğundan tasarruflarda bir sızma olur. Gerçi, düĢük faiz oranları, düĢük
maliyet anlamına geldiği için, krediyi bulabilen firmalar için, bu bir nevi
avantajdır. Fakat ekonominin bütün yatırımcılara sunabileceği toplam
tasarruf miktarında bir azalma olduğu için kredi bulamayan birçok firma olur.
Bu durum, yatırımları ve dolayısıyla ekonomik büyümeyi olumsuz etkiler.
Oysa, finansal liberalleĢme ile, faiz oranlarının yukarı çıkması neticesinde
bankalar aracılığıyla yatırımcıya ulaĢan toplam tasarrufların ciddi oranda
yükselmesi beklenir. Uygur‟un yaptığı ampirik çalıĢmanın bulgularına göre,
McKinnon-Show öngürüsünün aksine, 1980‟li yılların ilk yarısında toplam
özel tasarruflar artmadığı gibi, bir derece azalma bile göstermiĢtir. Gayrı safi
özel tasarrufların özel kullanılabilir gelire oranı (bağımlı değiĢken) ile kiĢi
62

baĢına reel özel kullanılabilir gelir, reel özel kullanılabilir gelirin büyüme
oranı, vergi sonrası reel faizler, uzun vadeli kredilerin GSMH‟ya oranı, özel
konut yapımının GSMH‟ya oranı ve dıĢ borçların GSMH‟ye oranı bağımsız
değiĢkenleri arasındaki iliĢki araĢtırılır. Kullanılabilir gelirle ilgili iki değiĢken,
beklendiği gibi tasarruf miktarını olumlu etkiler. Ama reel faiz oranları
değiĢkeninin katsayısı istatistiki olarak anlamlı bulunmaz. BaĢka bir deyiĢle,
reel faizlerdeki değiĢikliğin toplam tasarruflar üzerinde belirleyici olmadığı
ortaya çıkar. Konut yapımı değiĢkeni ise, beklendiği gibi, toplam tasarrufları
artırıcı etki yapar.

Aynı çalıĢmada, Uygur, reel faiz oranları ve özel yatırımların GSMH‟ya


oranı arasındaki iliĢkiyi, bir baĢka regresyon analizi ile irdeler. 1965-1990
yıllarını kapsayan verilerin kullanıldığı bu ikinci regresyonun sonuçlarına
göre, reel faiz oranları ile yatırım oranları arasında negatif bir iliĢki ortaya
çıkar. McKinnon-Shaw teorisinin öngürüsüyle çeliĢen bu bulgular, Türkiye
ekonomisiyle ilgili diğer ampirik çalıĢmaların sonuçlarıyla parallelik gösterir.
Uygur, finansal liberalleĢmenin, beklenildiği gibi, tasarruf ve yatırımları
artırıcı etkisi olmadığını belirttikten sonra, sözkonusu politikaların mevcut
kaynakları daha etkin kullanarak verimliliği ve ekonomik büyümeyi artırdığını
iddia eder. Ancak, Türkiye‟de verimlilik artıĢının, hızlı büyüyen diğer ülkelerle
kıyaslandığında, nisbi olarak düĢük olduğu anlaĢılır. Uygur‟a göre bunun
birincil nedeni, Türkiye‟nin nisbi olarak eğitime çok az önem vermesi ve
iĢgücünü memnun etmemesidir. Ġkincil nedeni ise, yüksek yatırımlar yerine
mevcut sermaye stokunun kullanılmasıdır.

AydoğuĢ(1993), 1971-1988 yıllarını kapsayan bir çalıĢmasında,


Türkiye‟nin imalat sanayindeki toplam faktör artıĢının ithal ikamesi ve ihracat
artıĢı ile iliĢkisini irdeler. Bu çalıĢmada, Uygur (1990)‟un kullandığı üretim
fonksiyonu kullanılarak, toplam faktör verimliliği tahmin edilir. Bu
fonksiyonda, toplam hasıla, toplam faktör verimliliği, iĢgücü, sermaye ve
63

materyal girdilere bağlı olarak açıklanır. Ampirik bulgular, ilgili dönemde


imalat sanayiinde gerçekleĢen yüzde 8.1‟lik hasıla artıĢının, yüzde 4.0 iĢgücü
artıĢı, yüzde 5.3 sermaye artıĢı, yüzde 9.0 materyal artıĢı ve yüzde 0.7
toplam faktör artıĢından kaynaklandığını ortaya koyar. Aynı çalıĢmada,
ihracatın ekonomik büyümeye etkisi, Syrquin ayrıĢtırma modeli kullanılarak,
tahmin edilir. Yapılan tahminlere göre, 1980 sonrasındaki ihracat artıĢının,
imalat sektörünün büyümesine olumlu etkide bulunduğu anlaĢılır. Toplam
faktör verimliliğinin yıllık değiĢme hızı, ihracatın yıllık üretim artıĢı içindeki
göreli payı ve ithal ikamesinin yıllık üretim artıĢı içindeki payına bağlı olarak
tanımlanarak, regresyon analizi yapılır. Bağımsız değiĢken olan ihracat artıĢı
ve ithal ikamesinin göreli paylarındaki değiĢme ile toplam faktör verimliliği
arasında, istatistiki olarak, anlamlı bir iliĢkinin olmadığı görülür. AydoğuĢ,
1980 sonrasında ekonomide yaĢanan yapısal değiĢimi temsil eden bir kukla
değiĢkeni de modele dahil ettiğinde bile modelin açıklayıcılık gücünde bir
değiĢiklik olmaz.

Bahmani-Oskooee ve Domac(1995), Türkiye‟de 1980 sonrasında


yaĢanan ihracat artıĢı ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi, cointegration
ve error-correction metodlarını kullanarak analiz eder. 1923 ile 1990
arasındaki verilerle yapılan bu çalıĢmanın bulgularına göre, ihracat artıĢı ile
ekonomik büyüme arasında uzun dönemli bir iliĢki olduğu ortaya çıkar. Error-
correction modelinin sonuçlarına göre, ihracat ile ekonomik büyüme arasında
iki yönlü bir etkileĢim söz konusudur. BaĢka bir deyiĢle, ihracat artıĢı
ekonomik büyüme artıĢını beraberinde getirdiği gibi, ekonomik büyüme de
ihracatı körükler.

Yentürk (1996), Türkiye ve Latin Amerika ülkeleri için, dıĢarıdan


sermaye akıĢının, tasarruflar ve yatırımlar üzerinde ne derece etkili olduğunu
araĢtırır. Neoklasik iktisat teorisine göre, uluslararası finansal piyasalarla
bütünleĢmeyi sağlayacak finansal liberalizasyon, kaynakların ülkeler
64

arasında etkin bir Ģekilde dağılmasını sağlar. Sermaye sıkıntısı çeken


ülkelerde reel faiz oranları yükselir ve GÜ‟lerdeki sermaye bu ülkelere
akmaya baĢlar. Ülkelerarasında sermayenin getiri oranı eĢitlenene kadar bu
akıĢ devam eder. Bu öngürüye göre, Türkiye‟de 1988 sonrasında finansal
piyasalarda sağlanan reformların dıĢarıdan sermaye akıĢını sağlayarak
tasarruf ve yatırımları artırması gerekirdi. Yentürk‟ün çalıĢmasında kullandığı
Engle-Granger cointegration metoduna göre, Türkiye ve Latin Amerika
ülkelerinde, yabancı tasarruflar ile iç yatırımlar arasında bir bütünleyicilik
görünmüyor. Dolayısıyla, bu sonuçlara dayanarak, uzun dönemde yatırımları
artırmak için, dıĢ tasarruflara dayanmak sağlıklı değildir, iç tasarrufları
artırmak gerekir, çıkarsaması yapılabilir.

Güngör (1997), 67 ili kapsayan ve 1980, 1985, ve 1990 nüfus


sayımlarına dayanan panel verilerini kullanarak, Türkiye için eğitim ve
ekonomik büyüme arasındaki iliĢkileri irdeler. Güngör, sermaye, iĢgücü,
eğitim ve zaman değiĢkenlerini içeren meta-üretim fonksiyonunu kullanarak
regresyon analizi yapar. Regresyon sonucuna göre, eğitim seviyesindeki
artıĢın ekonomik büyümeyi hayli yüksek etkilediği ortaya çıkar. Yazar,
özellikle sermayenin doğru tahmin edilmemesinden dolayı, eğitimin payının
olduğundan yüksek çıkmıĢ olabileceğini iddia eder. Bu nedenle, sabit etki
modelininin bulduğu eğitimin nisbeten düĢük katkısının daha güvenilir
olduğunu ifade eder.

Tansel (1997), Solow modelinin yakınsama öngörüsünü Türkiye‟nin 67


ili arasındaki iĢgücü verimliliği ve toplam faktör üretim verimliliğindeki
büyüme artıĢlarına bakarak sınar. Bu çalıĢmanın sonuçları Solow modelini
doğrulayıcı bulgular içerir. 1975-1995 yılları arasında, fakir iller ile zengin iller
arasında, verimlilik açısından bir yakınsamanın olduğu ortaya çıkar.
Özellikle, ekonomik ve finansal liberalleĢmenin gerçekleĢtiği 1980
sonrasında bu yakınsamanın daha da hızlandığı görülür. BeĢeri sermaye
65

değiĢkeni modele dahil edildiğinde, yakınsamanın daha da yüksek olduğu


bulunur. Benzer bir baĢka çalıĢmada ise (Tugrul, Tansel ve Albersen, 1999),
Türkiye‟nin 67 ili arasındaki yakınsama, Solow büyüme modelinin bir baĢka
versiyonu olan Markow zincir modeli (Markow chain model) kullanılarak
analiz edilir. Bu ikinci çalıĢma, bir öncekiyle çeliĢen bazı sonuçlar
içermektedir. Zengin ve fakir iller arasında yakınsama yerine, zengin illerin
daha da zenginleĢtiği ve fakir illerin daha da fakirleĢtiği iki kutuplu bir
yapılaĢmanın olduğu ortaya çıkar. Yazarlar, bu “kutuplaĢma”nın gerekçesini,
finansal, sosyo-ekonomik ve teknolojik faktörlere ek olarak, zengin illerin
yüksek beĢeri sermaye birikimine sahip olmasına ve sunduğu fırsatlar
dolayısıyla bu üstünlüğünü artırarak devam ettirmesine bağlarlar.

Tansel (1998), Türkiye‟de bölgesel olarak erkek ve kızların okullaĢma


oranlarıyla ilgili bir farklılık olup olmadığını araĢtırır, ilk ve orta eğitime
devamı etkileyen etmenleri inceler. Eğitim seviyesi kiĢi baĢına gelir
seviyesini ve ekonomik büyümeyi etkileyen önemli bir değiĢken olduğu için,
eğitim seviyesini belirleyen değiĢkenleri 1994 yılındaki hanehalkı bütçe
anketinin verileri ve probit modeline dayanan regresyon analizi kullanılarak
araĢtıran yazarlar, özetle Ģu sonuçlara varırlar: Ebeveynlerin eğitim seviyesi
ve hanehalkı toplam gelir seviyesi, ilkokul, ortaokul ve liseye kız ve erkek
çocuklarını gönderme kararını etkileyen en önemli değiĢkenlerdir. Bu iki
değiĢken kız çocukların okula gitmesinde, erkek çocuklara göre daha yüksek
rol oynamaktadır.

Yalçın (2000), 1983-1994 yılları arasındaki verileri kullanarak, ithalat


serbestisinin sağlanmasının Türkiye‟de özel ve kamu sektörünün fiyat-
maliyet yapılarını nasıl etkilediğini inceler. Sabit Etki (Fixed Effect) ve
Tesadüfi Etki (Random Effect) modellerinin kullanıldığı bu çalıĢmada
bulgular kamu ve özel sektör için farklılık gösterir. Özel sektör bir bütün
olarak dikkate alındığında, ithalat serbestisi fiyat-maliyet farkını düĢürücü bir
66

etkiye sahiptir. Fakat, yüksek yoğunlaĢma oranına sahip endüstrilerde fiyat -


maliyet farkının yükseldiği görünür. Özel sektörün aksine, ithalat serbestisi
ve ihracatın artıĢı, tüm kamu sektöründe aĢırı kazançların düĢmesini
beraberinde getirmiĢtir.

ÇavuĢoğlu (2001) lineer yapısal denklem modelini kullanarak teknoloji


transferinin verimlilik üzerinde etkisini irdeler. 1959-1990 arasındaki verilerin
kullanıldığı bu ampirik çalıĢmanın bulgularına göre, Türkiye, Solow büyüme
modelinin öngördüğü Ģekilde, GÜ‟lere yakınsama gösterir. LĠSREL modelinin
kullanıldığı bu çalıĢmanın bulgularına göre, söz konusu dönemde
Türkiye‟deki ekonomik büyüme, yatırım harcamaları, hükümet harcamaları ve
iĢgücündeki artıĢtan kaynaklanmıĢtır.

Yaptığımız tez çalıĢmasına içerik olarak benzeyen, ancak kullanılan


metot bakımından hayli farklı olan baĢka bir çalıĢma, makroekonomik
dalgalanmalar, sermaye birikimi ve ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi
irdeler (Ismihan ve baĢk., 2002). Ekonometrik modelde, reel GSMH‟daki
büyüme (bağımlı değiĢken) ile makroekonomik dalgalanma indeksi, reel özel
sabit sermaye yatırımları, reel kamusal sabit sermaye yatırımları ve sabit
temel altyapı yatırımları değiĢkenleri arasındaki iliĢki araĢtırılır. Modeldeki
değiĢkenlerdeki yüzde değiĢimi ölçmesi açısından ilgili değiĢkenlerin
logaritmik değerleri kullanılır. Bu çalıĢmanın birkaç önemli bulgusu Ģöyle
özetlenebilir: (i) Zaman serileri ekonometrik yöntemlerine dayanarak yapılan
araĢtırmada, 1963-1999 yılları arasında makroekonomik dalgalanmaların,
sermaye birikimini ve ekonomik büyümeyi ciddi oranda olumsuz etkilediği
ortaya çıkar. Söz konusu dönemde, yaĢanan resesyonlar ve konjonktürel
daralmaların, kamu yatırımlarını ve özel yatırımları olumsuz etkileyerek
sermaye birikimini azalttığından ekonomik büyümeyi engellediği anlaĢılır. (ii)
Uzun dönemde kamusal altyapı yatırımları ile özel yatırımlar arasında
67

crowding-out etkisinin olmadığı ortaya çıkar. Tam aksine, kamu ve özel


yatırımların birbirini tamamladığına dair bazı bulgulara rastlanır.

Tansel (2002), zaman serilerini kullanarak, 1980-1990 yılları arasında


kadınların iĢgücüne katılması ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi inceler.
AraĢtırmanın bulguları, bu iliĢkinin U Ģeklinde olduğunu doğrular. BaĢka bir
deyiĢle, tarım toplumlarında kadınların iĢgücüne katılma oranı yüksek
olmasına rağmen, sanayiye geçiĢte bu oran düĢmektedir --en azından
Türkiye‟nin sözkonusu dönemdeki verileri buna iĢaret etmektedir. Hanehalkı
geliri artması, eğitim seviyesi düĢük kadın iĢgücüne talebin düĢmesi ve/veya
sosyo-kültürel nedenler bu düĢüĢe neden olarak sayılabilir. Bu koĢullar
değiĢtiğinde, kadınların iĢgücüne katılmasında yeniden yükselme yaĢanması
beklenmektedir. Nitekim, Tansel‟in çalıĢmasının bir baĢka bulgusuna göre,
Türkiye‟de eğitim seviyesi ile kadınların iĢgücüne katılma oranı arasında
pozitif bir korelasyon bulunmuĢtur.

Türk imalat sanayiindeki verimlilik artıĢı ile ilgili yakın zamanlarda


yapılan bir araĢtırma, 1980 sonrasındaki teknolojik değiĢimin etkisini araĢtırır
(Voyvoda ve Yeldan, 2001). DıĢ ticaretin artıĢıyla birlikte, teorik olarak,
rekabetin artması ve teknoloji transferi sayesinde verimliliğin önemli oranda
artması beklenir. Bu çalıĢmada, Syrquin ayrıĢtırma metodu kullanılarak,
imalat sanayiindeki alt-sektörler, lider ve takipçi diye gruplaĢtırılarak, toplam
faktör verimliliğinin ne oranda değiĢtiği araĢtırılır. Q/L‟deki yüzde değiĢim
olarak hesaplanan emeğin ortalama verimliliğindeki artıĢı, 1980 sonrası
yapısal değiĢimle birlikte hızlanmıĢtır. Ġmalat sanayiinde, iĢçi baĢına düĢen
ürün miktarı, 1981-1996 yılları arasında, yüzde 110 artıĢ gösterir. Ancak, reel
ücretler bu verimlilik artıĢından payını alamadığı gibi, önemli oranda düĢer.
1988 sonrasında reel ücretlerde bir derece düzelme yaĢanmasına rağmen,
1996 yılına gelindiğinde ancak 1980 yılının seviyesine ulaĢır. Bu bulgular,
neoklasik teorinin iĢçiye marjinal ürünün değeri ödenir varsayımı ile çeliĢir.
68

Oysa, Türkiye‟de iĢgücü piyasası baskı altında tutulduğu için, neoklasik


teorinin tam rekabet varsayımına ters düĢer. Kırdan kente göç ve kentsel
kesimde kronik bir iĢsizler ordusunun varlığı ücretler üzerinde aĢağı
istikamette büyük bir baskı yapar: ĠĢsiz olanlar, sanayi sektöründe asgari
ücretle çalıĢmaya hazırken sermaye iĢgücü oranındaki artıĢlar ile artan
verimliliğin ücretlere yansımasını beklemek rasyonel değildir. Öte yandan,
yükselen sermaye iĢgücü oranları sanayi sektörünün her yıl oluĢturacağı yeni
istihdam miktarını sürekli aĢağı doğru çekmekte ve kentsel iĢsizlik sorununa
katkı yapmaktadır.

Yukarıda sözü geçen çalıĢmada, alt sektörler bazında, verimlilik


artıĢının kaynaklarını anlamak için, yapılan ayrıĢtırmanın bulgularına göre,
ithal ikamesinin terk-edilip, ihracata yönelik üretimin giderek yaygınlaĢması,
imalat sanayiinde verimlilik artıĢını getirmiĢse de, bu artıĢ ekonomiyi
sürükleyen bir motor fonksiyonunu gösterememiĢtir. Bunun nedeni, yazarlara
göre, verimlilikteki keskin artıĢlar yerine, ihracat sektörüne, çalıĢan kesimin
aleyhine olan düĢük maliyetli üretim imkanının sağlanması ve ihracat
sübvasyonları ile destek çıkılmasından kaynaklanır. Nitekim, 1990‟lara
gelindiğinde, ihracat sektörüne sağlanan destek azaldığında, ekonomide
ciddi daralma yaĢanmaya baĢlar. Yazarların bu tespitinde doğruluk payı
vardır: Özellikle 1980‟lerde, ihracattaki artıĢlar, salt emekçi reel gelirlerinin
düĢmesi ve iç-pazarın daralması artı ihracata yüklü vergi iadesi Ģeklinde
verilen yüklü sübvansiyonlar sayesinde sağlanmıĢtır. Ama “ihracatçı sektörün
ekonomiyi sürükleyen bir motor fonksiyonunu gösterememiş olması”nın tek
nedeni olarak “ihracat sektörüne, çalışan kesimin aleyhine olan düşük
maliyetli üretim imkanının sağlanması ve ihracat sübvasyonları ile destek
çıkılması”nı göstermek, kanımızca yanıltıcıdır. HerĢeyden evvel, günümüze
dek Türkiye‟de --örneğin Güney Kore veya Tayvan‟da olduğu gibi-- derli-
toplu, bilinçli ve tutarlı bir ihracata yönelik sanayileĢme politikası
güdülmemiĢtir. Dolayısıyla ihracatçı sektörün ekonomiyi sürükleyen bir motor
69

fonksiyonunu gösterememiĢ olması, yazarların öne sürdüğü nedenden önce


ve temelde buna bağlıdır. ġuna da iĢaret etmek isteriz: yazarların öne
sürdüğü nedenin geçerliliği, zaten, derli-toplu ve tutarlı bir ihracata yönelik
sanayileĢme politikası güdülmemiĢ olmasına bağlıdır ve de tersi. Yoksa
“...çalıĢan kesimin aleyhine olan düĢük maliyetli üretim...” yerine, Güney
Kore örneğinde olduğu gibi emek verimliliğinin ve bunun paralelinde
ücretlerin hızla arttığı bir ortam oluĢturulabilirdi. (Bkz. Krueger, 1987).

Yukarıdaki çalıĢmayı yapanlarla birlikte, Metin-Özcan (2001)


Türkiye‟nin global dünya ekonomisi ile bütünleĢirken, nasıl bir ekonomik
büyüme yaĢadığını ve gelir dağılımının nasıl Ģekillendiğini inceleyen bir
çalıĢma yapar. Bu araĢtırmanın kapsadığı dönemde, Türk ekonomisinin
konjonktür dalgalanmaları (business cycle) teorisine uygun bir trend yaĢadığı
için, Hodrick-Proscott tarafından geliĢtirilen, konjonktür dalgalanmaları
metodu kullanılmıĢtır. 1969-1999 yılları arasındaki verilerle yapılan analizde,
kamu yatırımları, özel yatırımlar ve GSMH arasındaki kuvvetli ve pozitif bir
iliĢkinin olduğu ortaya çıkar. Bu bulgu, kamu ve özel sektör yatırımları
arasında “crowding-out” etkisinin olduğu tezini destekler. Enerji ve ulaĢım
sektörüne yapılan yatırımlar ile, reel GSMH ve özel yatırımlar arasında 1983
öncesinde varolan kuvvetli iliĢkinin, bu tarihten sonra zayıflayarak devam
ettiği görülür. Bir önceki çalıĢmayı doğrular Ģekilde, iĢgücü ücretlerinin imalat
sanayiindeki verimlilik artıĢından olumlu etkilenmediği ve sanayi sektörünün
iĢçi ücretlerinin düĢüklüğünden istifade ederek de büyüdüğü anlaĢılmaktadır.
Metin-Özcan (2001), ihracat artıĢı ile GSMH arasında çok zayıf bir iliĢkinin;
ihracat artıĢı ile imalat sanayinin reel ücret artıĢları arasında ise, negatif bir
iliĢkinin olduğunu bulmuĢlardır. Bu bulgular, bir önceki paragraf sonunda
iĢaret ettiğimiz olguyu ve yaptığımız saptamayı destekler niteliktedir.

Yakın zamanda yaptığı bir çalıĢmada, Bayar (2002) dıĢ ticaretin


liberalleĢtirilmesinin sanayi sektörünün verimliliği üzerindeki etkisini ölçer.
70

1974-1994 yılları arasındaki panel verilerini kullanarak yapılan çalıĢmada iki


regresyon modeli kullanılır. Birincisinde, imalat sektörünün çıktısı ile
kullanılan girdi, maliyet-fiyat farkı, ölçek etkisi ve verimlilik değiĢimi
değiĢkenleri arasındaki iliĢki irdelenir. Regresyonun sonucuna göre, dıĢ
ticaretin liberalleĢmesinden sonra, verimlilik artıĢı pozitif bir değiĢme
yaĢarken, sanayinin fiyat-maliyet farkında negatif bir değiĢme görünür.
BaĢka bir deyiĢle, bu dönemde, artan rekabetin etkisiyle toplam faktör
verimliliği artarken sanayi sektörünün kâr-marjı azalmıĢtır. Beklenenin
aksine, ölçek getirisinin azaldığı ortaya çıkmıĢtır: 1984 yılı öncesind e, ölçeğe
göre artan getiri söz konusu iken, bu tarihten sonra ölçeğe göre azalan getiri
yaĢanır. Aynı çalıĢmada kullanılan ikinci regresyon modelinde ise, fiyat-
maliyet farkı ile, ithalat artıĢı, sermaye/hasıla oranı ve sanayinin yoğunlaĢma
oranını ölçen Herfindahl indeksi arasındaki iliĢki test edilir. Bütün bağımsız
değiĢkenlerin, fiyat-maliyet farkı üzerinde istatistiki olarak anlamlı bir etkide
bulunduğu görülür. Ama beklenenin aksine, ithalat artıĢı fiyat-maliyet farkı
üzerinde pozitif bir etkiye sahiptir. Aynı Ģekilde, 1974-1994 arasında sanayi
yoğunlaĢma indeksi artıkça (yani yoğunlaĢma oranı yükseldikçe) fiyat-maliyet
farkının, daha yüksek bir oranda, arttığı; sermaye/hasıla oranının ise bağımlı
değiĢken üzerinde, az da olsa, negatif etkide bulunduğu görülmüĢtür.

Bayar‟ın yaptığı çalıĢmaya benzer baĢka bir çalıĢma yakın zamanda


yapılmıĢtır (Metin-Özcan ve baĢk., 2002). Bu çalıĢmada, 1980-1996 yılları
arasındaki veriler kullanılarak, dıĢ ticaret serbestisinin imalat sektörünün
fiyat-maliyet farkı ve yatırım artıĢı üzerindeki etkisi irdelenmiĢtir. Ġki ayrı
regresyon modeli kullanılmıĢ;. birincisinde, fiyat-maliyet farkı ile yoğunlaĢma
oranı, dıĢ açıklık oranı ve reel ücret artıĢları arasındaki iliĢki, ikincisinde ise,
imalat sanayiinde reel yatırımlar ile fiyat-maliyet farkı, dıĢ açıklık oranı ve
reel ücret artıĢları arasında iliĢki araĢtırılmıĢtır. Bu araĢtırmanın bulgularına
göre, 1980 sonrasındaki yapısal değiĢme ve dıĢa açılma politikasının,
sektörel yapı, piyasa yoğunluğu ve kâr majlarını çok az oranda değiĢtirdiği
71

görülür. Alt sektörler bazındaki incelemede, özelleĢtirme ile kamudan özel


sektöre geçen imalat sektörlerinde doğrudan bir rekabet artıĢının olmadığı
anlaĢılmaktadır. Bu çalıĢmayı yapanlar, teorik olarak beklenenin aksine, dıĢ
ticaret serbestisinin rekabetçi bir yapıyı beraberinde getirmediğini ve ihracat
ağırlıklı bir büyüme modelinin Türkiye için sürdürülebilir olmadığını iddia
etmektedir. Aynı çalıĢmada, kâr marjlarının, firmaların piyasa yoğunlukları ve
reel ücretlerdeki artıĢla doğru orantılı olduğu ortaya çıkar. Bunun anlamı
firmaların kar marjlarının, (i) piyasadaki hakimiyetleri ile pozitif bir korelasyon
içinde olduğu ve (ii) emeğin ortalama veriminin yükseldiği zaman, verim
artıĢından kaynaklanan ek “artığın”, iki faktör gelirinde de artıĢlar Ģeklinde
yansıdığı, baĢka bir deyimle sermaye ve iĢgücü arasında bir Ģekilde
paylaĢıldığıdır.

Voyvoda ve Yeldan (2006), 2003-2005 yıllarındaki ekonomik verileri


kullanarak, oluĢturdukları genel denge modeliyle, ekonomik büyümenin
sürdürelibilir olup olmadığını tahmin etmektedirler. ÇalıĢmada, Türkiye
ekonomisinin 2004 ve 2005 yıllarında, devam eden yüksek iĢsizlik ve artan
dıĢ ticaret açığına rağmen niye büyüdüğünü açıklamanın zor olduğu
vurgulanır.

1980 öncesinde Türkiye ekonomik büyümesinin kaynaklarını irdeleyen


çalıĢmaların birçoğunun ortak bulgusu, toplam faktör verimliliğinin az
olduğunu gösterir. BaĢka bir deyiĢle, ekonomik büyüme teknolojik geliĢimden
ziyade, üretim faktörlerindeki artıĢtan kaynaklanır. Bunun gerekçeleri
arasında, söz konusu dönemde ithal ikameci politikaların takip edilmesi ve
kaynakları etkin kullanmayan kamusal sektöre ağırlık verilmesi önemli etken
olarak ifade edilmektedir.

Bizim yapacağımız araĢtırma, yukarıda özetlediğimiz araĢtırmalara


benzemekle beraber, birkaç önemli farklılık içerir. Birincisi, Türkiye‟nin iktisat
politikalarında keskin farklılıkların olduğu iki dönem, ekonomik büyümenin
72

kaynakları açısından karĢılaĢtırılacaktır. Ġkincisi, birbirini bütünleyen Solow


büyüme muhasebesi ve regresyon analizi modelleri birlikte kullanılacaktır.
Üçüncüsü, geniĢletilmiĢ Solow modeline dayanarak, beĢeri sermaye
yatırımlarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisi incelenecek ve bu etkinin
iki dönem için farklı olup olmadığı araĢtırılacaktır. Dördüncüsü, Türkiye
örneğinde, Solow‟un büyüme muhasebesi modelinin, ekonomik büyümenin
kaynaklarını açıklama gücü sınanacaktır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKIYE’NİN EKONOMİK BÜYÜMESİNE KISA BİR BAKIŞ

1968‟ten günümüze değin Türkiye‟nin ekonomik geliĢmesi


irdelendiğinde temelde iki farklı dönemin yaĢandığı dikkat çeker: Ġthal
ikamesine dayalı ve içe dönük sanayileĢmenin olduğu dönem(1968-1980) ve
liberal politikaların uygulandığı dönem (1980 sonrası). Ġkinci dönem kendi
içinde ikiye ayrılabilir: mal piyasasında ticaret serbestisi ve ihracatı teĢvik
politikasının uygulandığı 1980-1988 arası dönem; finansal liberalleĢmenin
sağlandığı dönem (1989 sonrası).

3.1.İthal İkameci Politika Dönemi (1968-1980)

Türkiye, 1930 ile 1980 arasında, korumacı bir politika takip ederek,
içteki endüstriyi dıĢarıdakine karĢı kollar. Tarım toplumundan, sanayi
toplumuna geçerken bu desteğin zorunlu olduğuna inanılır (Bebek-
Endüstriler Tezi). 1963 yılından itibaren baĢlayan beĢ yıllık planlama
döneminde, temel hedef sanayi sektörünü ekonomik geliĢmenin motoru
konumuna getirmek ve köyden göçenlere kentte iĢ imkanı bulmaktı. Yeni
doğan sanayi sektörünü besleyip büyütmek için, dıĢ ticarette korumacı bir
politika takip edildi. Özellikle, imalat sanayiine ağırlık verildi. Kamu kesimi
tarafından imalat sanayiine ve sabit sermaye mallarına yatırımlar yapıldı.
Kamusal ürünlere düĢük fiyatlar koymakla, özel sektörün girdi maliyetlerinin
küçük olması hedeflendi. Böylece dıĢarıya karĢı korunan ve içeride de
desteklenen sanayi sektörünün geliĢmesi beklendi (Voyvoda ve Yeldan,
2001). Uzun dönemli içe dönük sanayileĢme projesi kapalı dıĢ ticaret
politikası ve döviz kuru politikası ile desteklendi (Celasun, 1983). Planlı
ekonomi döneminde, ekonomik büyüme temel makroekonomik hedef olarak
belirlendi.
74

Ġlk BeĢ Yıllık Kalkınma Planı, 1963-1967 arasını kapsıyordu. Ġkinci plan ise,
1967-1972 arasında uygulanmıĢtır. Bu iki planın temel özeliği içerdeki
kaynakları verimli alanlara yönlendirmek ve ekonomik büyüme sürecini
koordine etmekti (Celasun, 1983). 1960‟lı yıllarda, Türkiye ekonomisi düĢük
enflasyon ile büyümeye devam eder. Birinci plan döneminde (1963-1967)
GSMH büyüme oranı ortalama yüzde 6.4; ikinci plan döneminde (1968-1972)
yüzde 6.7; ve üçüncü plan döneminde (1973-1977) yüzde 7.2 olarak
gerçekleĢir. Ġlk üç plan dönemini kapsayan 1963-1977 arasının ortalama
büyüme oranı ise yüzde 6.8 gibi yüksek bir seviyeye denk gelir. AĢağıdaki
grafikte görüldüğü, 1977‟den itibaren, gerek içerdeki politik ve anarĢik
karmaĢalar ve gerekse dünya petrol piyasasındaki kriz ekonomik büyüme
trendini tersine çevirerek, 1980‟e gelindiğinde negatife düĢürmüĢtür.

Şekil 3. GSMH Büyüme Oranları (1963-1980)


75

3
Kaynak: DĠE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 1)

Planlı kalkınma dönemindeki yüksek ekonomik büyümenin motorunu


imalat ve hizmet sektörü oluĢturur. Ekonomide, sektörel seviyede, tarımdan
sanayiye geçiĢi gösteren büyük bir yapısal değiĢiklik yaĢanır (Çeçen,
Doğruel ve Doğruel, 1994). ġekil 4‟te görüldüğü gibi, GSMH‟nın sektörel
dağılımında, sanayi ve hizmetler sektörünün lehine bir geniĢleme
yaĢanırken, tarım sektöründe bir daralma yaĢanmıĢtır. Hizmetler sektörünün
toplam GSMH içindeki payı yüzde 50‟nin üzerine çıkmıĢtır. Sanayi sektörü,
süreklilik gösteren bir büyüme trendi ile, GSMH payını yüzde 20‟nin üzerine
çıkarmıĢtır. Tarım sektöründe ise bir düĢüĢ gözlenir ve GSMH içindeki payı
yüzde 35‟lerden yüzde 25‟lere inmiĢ ve buna paralel olarak toplam
istihdamda tarım sektörünün payı da gerilemiĢtir. Ne var ki, aynı dönemde,
tarımda istihdam edilenlerin sayısı 18 milyondan 27 milyona çıkmıĢ ve
dolayısıyla dönem boyunca tarımda çalıĢan baĢına ve de tarımdaki nüfus
baĢına düĢen toprak miktarı önemli ölçüde (yaklaĢık %50 civarında)
düĢmüĢtür. Bu değiĢiklik emeğin ortalama veriminde sanayi ve tarım
sektörleri arasında varolan farkın tarım aleyhine daha da artmasına ve
tarımda verimsizlik sorunun derinleĢmesine birincil derecede katkı yapmıĢtır
(Çakman, 1996).

3
T.C. BaĢbakanlık Devlet Ġstatistik Enstitüsü (DĠE), 18 Kasım 2005‟ten itibaren, ''T.C.
BaĢbakanlık Türkiye Ġstatistik Kurumu (TÜĠK)'' adını aldı. Bu çalıĢmada atıfta bulunan
çalıĢmaların yayım tarihi dikkate alınarak DĠE ve TÜĠK ismi kullanılmıĢtır.
76

Şekil 4. Türk Ekonomisinin Sektörel Dağılımındaki Değişim (1968-1980)

Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 2)

ġekil 5‟te görüldüğü gibi, 1968 ile 1978 arasında tarım sektöründeki
büyüme oranı, sanayi ve hizmetler sektörünün çok gerisinde kalmıĢtır. Tarım
sektörü, yıllık ortalama yüzde 2.5 büyürken, sanayi sektöründeki büyüme
oranı yıllık yüzde 10.8, ve hizmetler sektöründe ise yıllık yüzde 7.8 oranında
büyüme gerçekleĢmiĢtir.
77

Şekil 5. Sektörel Büyüme Hızları ve GSMH (1968-1980)

Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 3)

Ekonomik kalkınma planları ile, sektörel bazda hedeflenen değiĢikliği


yakalamada hem kamu sektörünün hem de özel sektörün sermaye
yatırımlarının önemli bir etkisi olmuĢtur. 1968-1980 döneminde özel sektörün
sabit sermaye yatırımlarının GSMH‟ya oranı yüzde 13 ile yüzde 17 arasında
seyrederken, kamu kesiminin sabit sermaye yatırımları ise yüzde 6 ile 10
arasında gerçekleĢir (ġekil 6). Kamu kesiminin imalat sektörüne ve sermaye
malları üretimine öncelik veren yatırımları ekonominin üretim kapasitesini
artırmayı amaçlıyordu. Kamu iktisadi teĢekküllerine yapılan yatırımların
ekonominin lokomitifi fonksiyonu görerek, ülkenin kalkınmasına öncülük
edeceği bekleniyordu.
78

Şekil 6. Kamu ve Özel Sektör Sabit Sermaye Yatırımlarının GSMH İçindeki


Yüzdesi (1968-1980)

Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 4)

Ġthal ikamesine dayalı sanayileĢme hedefinin gerçekleĢmesi için


yapılan yatırımları finanse etmek amacıyla önceleri iç tasarruflar
kullanılırken, daha sonra dıĢ kaynaklara baĢvurulduğu görülür. 1968-1973
arasında iç tasarruflara dayalı olan yatırımlar, 1974 sonrasında dıĢ
piyasadan sağlanan kaynaklara bağımlı hale gelir. Dünya piyasalarında
petrol krizi ile yaĢanan ekonomik Ģoklar, Türkiye ekonomisini olumsuz etkiler.
Türkiye‟nin dıĢ ticaret hadleri 1973-1974 yıllarındaki dünya petrol
fiyatlarındaki artıĢtan olumsuz etkilenir. 1973-78 arasında, ham petrol
fiyatlarında dolar bazında %800‟lük bir artıĢ oluĢurken (2.5$‟dan - 20$‟a),
Türkiye‟de benzin, mazot, tüpgaz ve sair petrol türevlerinin fiyatlarındaki
79

artıĢları (dolar bazında) %100-%200 arasında kalmıĢtır. Farkın gerisi ise


sübvansiyonlarla karĢılanmıĢ; bu ise hem bütçe açıklarında ve enflasyonda,
hem de iç tasarruf açığında hızlı bir yükselmeye neden olmuĢtur. Sözkonusu
dönemde hükümetler, sadece gerçek dıĢı petrol-fiyat politikası uygulamakla
kalmamıĢ, gerçek dıĢı döviz kuru, gerçek dıĢı KĠT fiyat politikası ve düĢük-
faiz uygulamalarına devam ederek 1978-1981 ekonomik krizinin temellerini
atmıĢtır.

1980 öncesinde izlenen ithal ikameci politika, ülke ekonomisinin


hammadde, ara malları ve yatırım malları için dıĢarıya bağımlı hale gelen bir
ekonomik yapının oluĢmasına sebep olur. Ekonominin en büyük problemi,
ithal ikameci politikanın beraberinde getirdiği döviz sıkıntısıydı. 1960‟ların
sonlarında, bu sıkıntı çok ciddi boyutlara ulaĢmıĢtır. Ġthalat için lisans alan
firmalar bile, ithalatı gerçekleĢtirmek için gerekli olan dövizi Merkez
Bankası‟ndan alabilmek için 6-8 ay beklemekteydiler (Krueger, 1987). Ġthal
ikamesine dayalı yerleĢik sanayiyi geliĢtirme ve ayakta tutma politikası 1976
yılından itibaren ciddi sıkıntılarla sona doğru yaklaĢır. AĢağıdaki grafikte
görüldüğü gibi, 1973‟ten sonra ihracatın ithalatı karĢılama oranı gittikçe
düĢer ve 1980‟de en yüksek seviyeye ulaĢır.
80

Şekil 7. İthalat ve İhracatın GSMH Oranı (1968-1980)

Kaynak: DİE ve DPT (Bkz. Ek-Tablo 4)

Petrol kriziyle döviz bulma sıkıntısı çeken Türk ekonomisi, üretimi


gerçekleĢtirmek için gerekli olan ithalatı yapamaz hale gelir. Artan cari
açıklar önceleri kısa vadeli borçlanma ile kapatılır. Kısa vadeli borçlar 1973
yılında yüzde 8.3 iken 1977 yılında yüzde 54 seviyesine çıkar. Bu artıĢta,
önceleri dıĢarıdaki iĢçiler için açılan, sonra herkese uygulanan dövize
çevrilebilir Türk Lirası mevduat (DÇM) hesabı uygulamasının büyük etkisi
vardır. DÇM hesabı açan birinin dövizini Merkez Bankası‟na veren aracı
banka, döviz karĢılığında TL alarak özel piyasaya kredi sağlıyordu. Böylelikle
ithalat için gerekli döviz talebi karĢılanmaktaydı. Merkez Bankası, ticari
bankaların devalüasyon dolayısıyla yaĢanan kayıplarını karĢılamayı taahhüt
ediyordu. Bu dönemde cari açıklar, ithalatın yüksek maliyetinden dolayı,
81

giderek artar. Merkez Bankası, cari açıklar dolayısıyla gittikçe değer


kaybeden TL‟nin değerini düĢürmemek için direnir. Devalüasyon durumunda,
Merkez Bankası, DÇM hesabına sahip bankalara ödeme yapması
gerektiğinden zarar edecekti. Bir ikilem yaĢanıyordu. DÇM uygulaması, 1977
yılının ortasında sona doğru yaklaĢtı. Yabancı ülkede yaĢayan iĢçiler mevcut
hesaplarını kapatmaya baĢladı. 1978 yılında, IMF ve Dünya Bankası cari
açıkları kapatmak için gerekli olan parayı vermeye yanaĢmayınca, Türkiye
uluslararası piyasalarda borçlarını ödeyemez bir konuma düĢtü (Uygur,
1991, 1993). DÇM yoluyla yapılan borçlanma, 1977 yılına gelindiğinde
GSMH‟nın yüzde 2‟sine denk gelen yüksek bir maliyetle bütçenin önemli
harcama kalemleri arasına girdi (Rodrik, 1990). 1973-1978 arasında
uygulanan gerçek-dıĢı (düĢük) döviz kuru politikalarının neticesinde döviz
rezervlerinin erimesi, ithalat maliyetinin giderek yükselmesi, ihracatın
artmaması ve dıĢ borç çevriminin giderek sorun olmaya baĢlamasıyla, 1978-
1980 yıllarında Türk ekonomisi ciddi bir ödemeler dengesi krizi yaĢar; kriz
derin ve uzun süren bir depresyon yaratır.

Türkiye ekonomisi döviz darboğazı ve dıĢ borç krizi ile birlikte yüksek
bir enflasyon sürecine girer. Bir dönem yüzde 30‟lara tırmanmasına rağmen,
enflasyon 1977‟lere kadar --yukarıda değinilen yapay ve gerçek dıĢı kur, faiz
ve fiyat politikaları sayesinde-- düĢük derecede seyreder. Fakat bu, 1978-
1981 krizinin derin seyretmesine ve enflasyon oranının TÜFE cinsinden
1980‟de yüzde 120‟ye varmasına neden olur. Ġlk beĢ yıllık kalkınma planının
uygulandığı yıllarda yüzde 5.8 olan enflasyon oranı, ikinci beĢ yıllık dönemde
ortalama yüzde 14.3, ve üçüncü beĢ yıllık dönemde ortalama yüzde 30.5
seviyesine tırmanır. ġekil 8‟da görüldüğü gibi, enflasyondaki yüksek tırmanıĢ
1978‟den sonra hız kazanır ve 1980‟e gelindiğinde (TEFE cinsinden) %100‟ü
aĢar.
82

Şekil 8. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları (1968-1980)

Kaynak: Ticaret Bakanlığı, Hazine ve Dış Ticaret Müşteşarlığı (Bkz. Ek-Tablo 4)

Enflasyonun 1977‟den sonra hızlı bir tırmanıĢa geçmesinde ve en


birincil makroekonomik sorun haline gelmesinde sabit kur politikası ve artan
KĠT açıklarının etkisi inkar edilemez. Sözkonusu dönemde Türk lirası aĢırı
değerlenmesine rağmen, kur farkı maliyetlerinden kaçınmak ve enflasyona
yol açmamak için develüasyon yapılmaz. Buna, baĢta benzin ve petrol
fiyatlarında yapılması gereken ayarlamaların gecikmesi de eklenince
ekonomik sorun daha da ciddi boyutlara ulaĢır. Hükümet, politik nedenlerle
ve enflasyon korkusuyla KĠT ürünlerinin fiyatını artırmayınca, KĠT açıkları
gittikçe büyümeye devam eder. KĠT‟lerin zararlarını telafi için hükümet para
basma yolunu tercih edince, para arzı artarak enflasyonist baskı oluĢturur.
1960‟li yıllarda yüzde 5.5 dolayında olan enflasyon oranı, 1980 yılında yüzde
100‟ü aĢar.
83

Reel ücretlerdeki artıĢ, enflasyonist baskıyı artıran baĢka bir unsur


olur. 1960‟ların baĢından itibaren, Türkiye‟de reel iĢçi ücretlerinde büyük
artıĢlar olduğu gözlenir. 1976 yılına ulaĢıldığında, reel ücretler ikiye katlanır.
Sözkonusu dönemde iĢçilere tanınan sendikal haklar ve asgari ücret yasası
bu geliĢmenin temel nedenleri arasında sayılır. Reel ücretlerdeki bu artıĢlar,
ekonominde nisbeten ucuz hale gelen sermayenin iĢgücü yerine ikamesi
yönünde bir teĢvik olur (Krueger ve Tuncer, 1980).

Yukarıda sayılanlara ek olarak, 1980‟lere değin süren politik ve


anarĢik sorunlar, piyasaları olumsuz etkileyerek, makroekonomik dengelerin
daha da bozulmasına yol açar. Dünya piyasasından kopuk ve içine kapanık
ekonomik sistem, tasarrufları, maliyetleri ve fiyatları olumsuz etkileyerek
tıkanıklığa doğru gider (Celasun, 1983).

Kısacası, 1968-1980 arasındaki dönemin en belirgin özeliği, ithal


ikameci ve sanayileĢmeye öncelik veren bir politikanın takip edilmesi olarak
özetlenebilir. DıĢa kapalı ve sanayileĢme merkezli bir politikanın takip
edilmesi önemli birkaç gerekçeye dayanmaktaydı: Birincisi, Türkiye‟de
sözonusu dönemde iç tasarruflar yeterli düzeyde olmadığı için ekonomik
büyümeyi sağlayacak yatırımları yapmanın yolu, ekonomik planlama ile, iç
tasarrufları sanayi sektörüne kanalize etmekti. Ġkincisi ise, ihracat yaparak
döviz elde edecek sektörler olmadığı için, ithalata sınırlama koyarak döviz
ihtiyacını minimum da tutmaktı. Böylelikle, kente göç eden iĢçi kesiminin
sağladığı ucuz iĢgücü ve yurtdıĢında çalıĢanların gönderdiği dövizleri
kullanarak sanayileĢme yolunda yatırımlar yapıldı. Siyasiler bu ucuz iĢgücü
84

göçünün ve iĢçi dövizlerinin uzun süre devam edeceğini düĢünmekteydi


(Uygur, 1993). Oysa, dönemde ücretler düĢük olmasına rağmen, iĢgücünün
ucuzluğundan bahsetmek de yanıltıcı olabilir. 4 Üçüncüsü, ülkeyi idare
edenler, Türkiye‟nin zengin doğal kaynaklarına ve geniĢ iç piyasa hacmine
güvendiği için dıĢarıya açılma mecburiyeti hissetmez. Oysa, doğal kaynakları
açısından bir kısıt altında bulunan Japonya ve Kore gibi ülkeler, dıĢ ticareti
ekonomik büyümenin devamı için zorunlu bir faktör olarak görmüĢtür
(Celasun, 1983). Buradaki tezat Ģudur: Türkiye‟nin doğal kaynakları sanıldığı
kadar zengin değildir. Örneğin Türkiye, 1923‟te su zengini iken, yaĢamıĢ
olduğu nüfus patlaması sayesinde, bugünlerde “su fakiri” klasmanının üst-
sıralarında yer alır duruma gelmiĢtir. Türkiye toprak açısından da zengin
sayılamaz: Tarım sektöründeki nüfus baĢına düĢen ekilebilir toprağın miktarı,
Fransada‟kinin beĢte biri, Ġngiltere‟dekinin yedide biri ve ABD‟dekinin 30‟da
biri kadardır.

1963‟ten beri uygulanan dıĢa kapalı, sabit döviz kuru ve sanayileĢme


ağırlıklı ekonomik politikalarda önemli sorunların olduğuna iliĢkin belirtiler
1970‟lerin ortasında kendisini gösterir. KötüleĢen ekonomik göstergeler
doğru okunup, takip edilen ekonomi politikasının köklü değiĢikliği gerekli
kıldığı anlaĢılmayınca, 1970‟lerin sonunda, Türkiye, “kötü yönetiĢimin”
bedelini, yüksek enflasyon, düĢük veya negatif ekonomik büyüme ve siyasi-

4
Çünkü iĢgücünün ucuz olup olmaması sadece ücretlerin düĢük olmasına bağlı değildir:
aynı zamanda emeğin ortalama veriminin ne olduğuna bağlıdır. ġöyle ki: katma değer
cinsinden sermaye iĢgücü oranı 50 iken ücretin 30 olduğu ülkede iĢgücü, iĢveren açısından,
ücretin sadece 5 ama sermaye iĢgücü oranının 10 olduğu Ģıkka kıyasla kat be kat (tam 4
kat) daha ucuzdur.
85

istikrarsızlık/darbe/demokrasinin-askıya-alınması olarak öder (Celasun,


1983).

1.11. Liberal Dış Ticaret Politikası Dönemi(1980 ve sonrası)

1980 yılının baĢında, bozulan ekonomik istikrarı yeniden sağlamak


için, istikrar programıyla yapısal politika değiĢikliğine gidilir. Ġstikrar
programının temel amaçları beĢ noktada özetlenebilir: birincisi, yüzde
100‟lere çıkan enflasyonu aĢağıya çekmek. Bunu yaparken, mümkün olduğu
kadar ekonomik büyümeyi devam ettirmek. Ġkincisi, ithal ikamesini tamamen
terk edip, ihracatı artırmak. Bunun için, devalüasyon yapmak ve ihracatı
teĢvik edecek politikalar takip etmek. Üçüncüsü, finansal piyasalarda
liberalleĢmeyi gerçekleĢtirmek. Devlet kontrolü altında finansal piyasalarda,
reel faizler negatif olduğu için, tasarrufları bankalar aracılığıyla yatırımcıya
aktarmak zorlaĢmıĢtı. Finansal piyasaların devlet kontrülünden çıkarılıp
liberal bir yapıya kavuĢturulması, yatırımları besleyecek tasarruf birikimini
sağlayacaktı. Dördüncüsü, uluslararası sermaye hareketlerine tam serbesti
sağlamak ve Türk lirasını tam konvertibl yapmak. BeĢincisi ise, yüksek kamu
açıklarına yol açan, kamu sektörünü özelleĢtirerek, bütçe açıklarını azaltmak
ve mevcut kaynakları daha verimli kullanmaktır (Celasun, 1983; Uygur, 1991,
1993). Ġstikrar programının bu hedeflerine, vergi sisteminde yapısal değiĢime
gitmeyi ekleyenler de vardır. Üretime göre esnek olmayan vergi sistemini
daha esnek hale getirmek amaçlanır (Kopits, 1987).

Ġstikrar programı, yukarıdaki hedeflere ulaĢmak için, önce ürün


piyasasından baĢlamak üzere, sırayla uygulanır. 1980‟nin baĢında, Demirel
hükümeti, programı uygulamaya baĢladıktan birkaç ay sonra, askeri darbe ile
iktidardan uzaklaĢtırılır. 1980 Eylül‟ünde darbeyle iktidarı ele geçiren askerler
istikrar programını desteklerler. Enflasyon sorununu çözmek için, kamusal
ürünlerin fiyatları önemli oranda artırılır. Bununla kamu açıklarının
azalttılması hedeflenir. Enflasyon, iki sene içinde, yüzde 28‟lere geriler.
86

Rodrik (1990), enflasyonla kısa sürede bu Ģekilde baĢarılı bir mücadele


verilmesini iki gerekçeye bağlar: Birincisi, dalgalı döviz kuru, reel faiz
oranları, kamu sektörü fiyat ayarlamaları ve reel ücretlerde düĢüĢler askeri
yönetim gölgesi altında tavizsiz uygulanır. Bu radikal politikalar, nisbi
fiyatlarda keskin değiĢikliğe yol açarak, gelir dağılımını önemli oranda
etkilemesine rağmen, askeri baskıdan dolayı tatbik imkanı bulur. Örneğin,
ücret ve maaĢların milli gelir içindeki oranı 1980‟de yüzde 27 iken, 1988‟de
yüzde 14‟e düĢer; kâr, kira ve faiz gelirleri ise aynı dönemde yüzde 49‟dan
yüzde 71‟e yükselir. Ġkincisi, dıĢarıdan borçlanma ile gelen sermaye akıĢı
enflasyonla mücadele ederken ekonomik büyümeyi devam ettirme imkanı
sağlar. Aynı dönemde, ortalama ekonomik büyüme oranı yüzde 4.61 olarak
gerçekleĢir. Gerçi, planlı dönemle kıyaslandığında, bu oran hayli düĢük
sayılır. Ancak, 1980 sonrasında dünya ekonomisinde görünen durgunluk
dikkate alındığında, yüzde 4.61‟lik bir büyüme baĢarılı kabul edilir (Çeçen ve
baĢk., 1994).

Ġstikrar programı çerçevesinde, dıĢ ticaret açıklarını azaltmak için,


TL‟nin değeri önemli oranda devalüe edilir ve döviz kurunun sık aralıklarla
ayarlanacağı açıklanır. Böylelikle, enflasyonla fiyatı artan ürünlerin dünya
piyasasında rekabet gücü kazanmasını sağlayarak ihracatın artırılması
hedeflenir. Ġthal ikameci politikanın terkedilmesi, ihracatı artırmaya yönelik
politikalar takip etmek, 1980 sonrasının en belirgin özelliklerinden biridir. Bu
amaçla, önceleri keskin bir Ģekilde yapılan devalüasyona, daha sonraları sık
aralıklarla TL‟nin fiyatını ayarlamak Ģeklinde devam edilir. Böylelikle,
Türkiye‟de üretilen malların uluslararası piyasada rekabet gücü elde etmesi
hedeflenir. Ayrıca, ihracatı teĢvik edici krediler sağlanır ve ihracata vergi
iadesi uygulanır. Bütün bunlar ihracatın önemli oranda artması için etkin olur.
1980‟de 2.9 milyar dolar toplam ihracat hacmi, 1988 yılında 11.6 milyar dolar
seviyesine tırmanır.
87

1981 ve 1982 yılları ekonomik krizin istikrar politikası ile aĢılmaya


çalıĢıldığı yıllar olurken, 1983-1987 yılları arasında, ihracata dayalı ekonomik
büyüme yaĢanır. ġekil 9‟de görüldüğü gibi, 1988 yılına kadar ekonomi
ortalama yüzde 6 gibi yüksek bir oranda büyümeye devam eder. 1988 yılında
yüzde 2.1‟e gerileyen büyüme oranı, uygalanan ekonomik politikaların sona
yaklaĢtığını ve değiĢmesi gerektiğini gösterir. Nitekim 1989 yılında finansal
piyasalarda liberalizasyona gidilerek, ekonomik tıkanıklığın aĢılması
hedeflenir. 1989-1993 arasında ekonomi ortalama yüzde 4.8 oranında büyür.
1994 yılında finansal piyasalarda yaĢanan krizle ekonomi yüzde 5.5 oranında
küçülür. 1995-1997 yılları arasındaki ortalama yüzde 7‟nin üzerinde seyreden
büyüme hızı, kısa vadeli dıĢ sermaye akıĢı ile mümkün olur. 1998-1999
yılları arasında Uzakdoğu Asya ülkelerinde yaĢanan ekonomik krizin etkileri
içerde takip edilen popülist politikaların yol açtığı problemlerle birleĢince,
ekonomik büyüme önce yavaĢlar ve daha sonra küçülmeye baĢlar.

Ekonomik krizlerle birlikte ülke ekonomisi 2001 yılında yüzde 10‟lara


varan bir oranda küçülmüĢtür. Kemal DerviĢ‟in baĢlattığı tasarrufa ve IMF
yardımına dayalı ekonomik program ve bu temellerin üzerine kurulan yeni tek
parti iktidarı ile birlikte ekonomik büyüme gözle görülür bir istikrara
kavuĢmuĢtur. Dünya konjonktürünün de olumlu geliĢmesiyle 2004 yılında
GSMH yüzde 9.9 ile son 38 yılın en yüksek büyüme oranına ulaĢmıĢtır. 2001
yılındaki yüzde 9.5‟lik küçülmeyi takip eden dört yılda daha önce yaĢanan
iniĢ-çıkıĢlar görülmemiĢ ve ülke ekonomisi her yıl yüzde 5‟in üzerinde bir
büyüme seyri yakalamıĢtır.
88

Şekil 9. GSMH'daki Yüzde Değişim (1981-2005)

Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 4)

1980 sonrasında uygulanan istikrar programının, en azından


1987‟yılına kadar, özellikle ihracatı artırma hedefine baĢarıyla ulaĢtığını
birçok araĢtırmacı kabul eder. Bazı iktisatçılar ihracattaki artıĢı bir “ihracat
mucizesi” gibi algılarken, bazıları da bunun beklenen birĢey olduğunu iddia
eder (Çeçen ve baĢk., 1994; Kopits, 1987; Rodrik, 1990; Uygur, 1993).
Hükümet, ihracatı birçok yollarla teĢvik eder. YaklaĢık 10 sene ihracat
gelirleri yıllık yüzde 15 gibi yüksek bir oranda artıĢ gösterir. Türk mallarının
uluslararası piyasalarda rekabet gücü kazanmasında, yüksek devalüasyon
ve iĢçi ücretleri üzerindeki baskının önemli bir etkisi olur. Reel iĢçi
ücretlerinin düĢmesi, maliyetleri aĢağı çekerken, yapılan yüksek
devalüasyonlar da Türk mallarını, uluslararası piyasada, nisbi olarak
ucuzlatır.
89

ġekil 10‟de görüldüğü gibi, 1980 yılında 2,9 milyar dolar olan toplam
ihracat, 1988 yılında yaklaĢık dört kat artarak 11,7 milyar dolara, 1993‟te
toplam ihracat 15 milyar doları, 1997‟de 26 milyar doları ve 2002‟de 36
milyar doları geçer. Ġhracata verilen teĢvikler çok uzun ömürlü olmaz, 1985
yılından sonra önemli oranda azalmaya baĢlar. Ġthalata uygulanan
sınırlamalar da dereceli olarak kaldırılır. 1990‟lara gelince, tarifelerin önemli
oranda azalması ile, dıĢ ticaret açıkları yükselir. 1980 yılında 7.9 milya r olan
ithalat hacmi, 1988 yılında 14.3 milyar doları geçer. Bu dönemde ihracat
artıĢı ithalat artıĢından daha büyük hızla gerkçekleĢtiği için, dıĢ ticaret açığı
azalır. 1990 sonrasında dıĢ ticaret açığı gittikçe büyümeye baĢlar ve 2005
yılında dıĢ ticaret açığının GSMH‟ye oranı yüzde 20‟yi geçer.

Şekil 10. Toplam İhracat ve İthalat Miktarı (1980-2005)

Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 5)


90

Ġhracatın GSMH‟ye oranı, 1983‟ten sonra yüzde 10‟u geçer. 2000‟lere


gelindiğinde, bu oran yüzde 20‟leri geçer; 2005‟te yüzde 32 seviyesine ulaĢır.
(ġekil 11). 1980 öncesinde ihracatın GSMH‟ya oranının yüzde 4‟ün altında
seyrettiği düĢünüldüğünde, liberal dıĢ ticaret politikası ile ihracatta görünen
artıĢın büyüklüğü anlaĢılır. Aynı patlama ithalat için yaĢandığı için dıĢ açıklar
gittikçe büyür. Ġthalatın GSMH‟ya oranı 2005 yılında yüzde 50 seviyesini
geçer.

Şekil 11. İhracat ve İthalatın GSMH'ya Oranı (1981-2005)

Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 5

1980-1995 arasında özel yatırımlar ortalama yüzde 3.5 oranında artar.


1980 öncesine kıyaslandığında bu oran çok düĢük kalır. Bunun bir istisnası,
1985-1988 yılları arasında özel yatırım oranında yaĢanan patlamadır. Bunun
kaynağı, sözkonusu dönemde konut inĢaatına yapılan yatırımların
artmasıdır. ġekil 12‟de görüldüğü gibi, 1985 yılından itibaren, özel sabit
91

sermaye yatırımlarında keskin bir artıĢ yaĢanır. 1989 yılında ekonomik krizin
etkisiyle azalan özel sermaye yatırımları, 1990 yılında tekrar artıĢ göstererek
1997 yılında en yüksek seviyeye ulaĢır. Bu tarihten sonra özel sermaye
yatırımlarının GSMH‟ye oranında keskin düĢüĢ yaĢanmaya baĢlanır.

Kamu tasarrufları ve dolayısıyla kamu yatırımları 1980 ile 1987


arasında ciddi bir artıĢ göstermez. 1988 yılından itibaren 1996 yılına kadar
önemli bir düĢüĢ trendine girer. 1987 yılında GSMH‟nın yüzde 10‟una denk
gelen kamu sabit sermaye yatırımları, 1996 yılında yarı yarıya azalarak
yüzde 5 seviyesine iner. AĢağıdaki grafik 1986-1997 yılları arasında kamu
sermaye yatırımlarındaki azalma trendi ile özel sermaye yatırımlarındaki
artma trendinin paralel gittiğini gösterir.

Şekil 12. Kamu ve Özel Sabit Sermaye Yatırımlarınin GSMH İçindeki Oranı
(1968-2005)

Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 4)


92

Kamu sektörü imalat sektöründen çekilmesine rağmen, özel sektör,


1980-1988 arasında çok düĢük bir oranda büyüme gösterir. Konut ve turizm
sektöründe yüksek yatırım yapılmasına rağmen, imalat sanayiindeki
durgunluğun nedeni iktisat yazınında tartıĢma konusudur. Sözkonusu
dönemde, makroekonomik göstergelerde tam istikrarın sağlanmaması bunun
bir nedeni olabilir (Rodrik, 1990). Ayrıca, Türk lirasının gittikçe değer
kaybetmesi, aramalını dıĢarıdan ithal eden imalat sektörünü olumsuz etkiler
(Çeçen ve baĢk., 1994). Ampirik çalıĢmalar, imalat sanayiinde, kamu
yatırımları ile özel yatırımlar arasında beklenen crowding-out etkisinin
Türkiye‟de yaĢanmadığını ortaya çıkarmıĢtır (Boratav, Turel ve Yeldan,
1996). Bu etkinin görülmemesi, 1980 sonrasında kamu yatırımlarının imalat
sanayiinden altyapı yatırımlarına yönlendirilmesinden kaynaklanır. Böyle bir
yönlendirme, imalat sanayiinde özel sektörün yatırım imkanını geniĢletir.
UlaĢtırma gibi altyapı yatırımlarının kamu sektörü tarafından yapılması, özel
sektör yatırımları için bir nevi tamamlayıcı olur (Rodrik, 1990).

1980‟lerin ortasında finansal piyasalarda baĢlayan liberal politikalarla,


faizler üzerindeki sınırlama kaldırılır. Bankalar, yaklaĢık iki sene, aralarında
centilmentlik antlaĢması yaparak faizlerin çok yükselmesine engel olur. 1982
yılında, hükümet dokuz büyük bankaya faizleri belirleme yetkisi verir. Büyük
bankalar da faizleri yükseltmeye yanaĢmayınca, 1983 yılında Merkez
Bankası devreye girerek vadeli faizleri önemli oranda yükseltir (Uygur, 1993).
Özal‟ın 1983‟te iktidara gelmesi ile, baĢlatılan program daha da geniĢletilerek
uygulanır. IMF, istikrar programını sağladığı yüksek kredilerle destekler.
Dünya Bankası ise, hükümete beĢ ayrı yapısal uyum kredisi sağlar. IMF ve
Dünya Bankasının bu programı ciddi anlamda desteklemesi, programın geniĢ
amaçlı bir yapısal değiĢimi hedeflemesinden kaynaklanır. En azından
1988‟deki ekonomik durgunluğa kadar geçen dönemde, istikrar programının
nisbeten baĢarılı olmasında dıĢarıdan gelen kredilerin önemli bir etkisi olur
(Kopits, 1987). Ancak bu desteğe rağmen finansal piyasaların değiĢime
93

adapte olması çok kolay olmaz. Sonraki yıllarda faiz ve döviz kurlarında
dalgalanmalar devam eder.

1980‟li yılların ikinci yarısına gelindiğinde, iç ve dıĢ faiz ödemeleri


bütçe harcamalarının önemli kalemi olmaya baĢlar. 1981 yılında GSMH‟nin
yüzde 1‟ine denk faiz ödemeleri, 1988 yılında yüzde 5‟e çıkar. Faiz
ödemelerinin yükselmesi enflasyonist baskı oluĢturur (Rodrik, 1990). Bu
nedenle artan kamu açıklarını finanse etmek için Merkez Bankası‟na yapılan
baskı, para arzını artırarak, enflasyonun yükselmesine yol açar.

1988 yılında yaĢanan ekonomik durgunluktan sonra, istikrar


programının parçası olan para ve maliye politikalarında gevĢemeler yaĢanır.
Bu esneklik talep artıĢına yol açar. Aynı zamanda, sendikaların yeniden
kuvvetlenmesi ile, iĢçi ücretleri yükselmeye baĢlar ve maliyetleri yükseltir.
Böylece, hem azalan arz hem de artan talebin oluĢturduğu baskıyla fiyatlar
yükseliĢe geçer. Takip edilen istikrar programı enflasyonu yüzde 30‟lara
kadar indirse de, 1983 ve 1987 seçimlerinde programın gevĢetilmesiyle
enflasyon tekrar tırmanır.

Enflasyonist baskıyı artıran baĢka bir unsur ise, 1984 yılından sonra,
hükümet tarafından oluĢturulan ve Meclis kontrolü dıĢında kalan fonlardır
(Rodrik, 1990). Bütçe harcamaları dıĢındaki bu fonlar, çok yüksek miktarlara
ulaĢmıĢtır. Hükümet bu fonları kullanma esnekliği yakalayarak ekonomik
büyümeyi körüklemeyi amaçlar. Ancak bu fonlar Meclis kontrolü dıĢında
kaldığı için, geniĢ yolsuzluk iddialarına konu olur.

1988 yılında yaĢanan ekonomik durgunluğun da etkisiyle, hükümet


daha önce düĢünülen finansal liberalizasyon politikalarını takip ederek, mal
piyasasında baĢlayan liberalleĢmeyi, hizmet piyasasına da yayarak yapısal
değiĢimi tamamlamak ister. Türk Lirası tam konvertibile olur ve dıĢardan
gelecek sermaye önündeki bütün engeller ortadan kaldırılır. Böylelikle, Türk
ekonomisinin global dünya ekonomisiyle bütünleĢme süreci tamamlanmıĢ
94

olur (Voyvoda ve Yeldan, 2001). 1989 yılından sonra takip edilen popülüst
ekonomi politikaları, dıĢarıdan gelen kısa vadeli sermaye ile finanse edilir.
ĠĢçi ücretleri reel olarak yükselmeye baĢlar ve tarım ürünlerine verilen fiyatlar
yükselir. Ġktidarın gittikçe yolsuzluklara bulaĢması bütçe açıklarını daha da
artırır (Boratav ve baĢk., 1996). Bu durum çok uzun süre devam etmez.Türk
lirasının gelen sermaye akıĢı ile birlikte gittikçe değerlenmesi ve cari
açıkların çok yükselmesi 1994 yılının baĢında kısa süreli sermayenin hızla
ülkeyi terketmesi ile bir kriz patlak verir. AĢağıdak grafikte görüldüğü gibi,
1994 yılında, toptan eĢya fiyat indeksine göre enflasyon oranı yüzde 120
seviyesine tırmanır.

Şekil 13. Toptan Eşya Fiyat İndeksine Göre Enflasyon Oranları(1980-2005)

Kaynak: DPT ve TUİK (Bkz. Ek-Tablo 4)


95

Türkiye ekonomisi 1995 yılında pozitif büyüme ile durgunluğu geride


bırakmasına rağmen, 1998 yılında, dıĢ piyasada yaĢanan Ģokların da
etkisiyle, yeniden durgunluğa girer. Hükümet IMF ile yeniden masaya oturur
ve ekonomik istikrarı sağlayacak bir politika izlemeye baĢlar. Enflasyon oranı
uygulanan istikrar programının etkisiyle, yüzde 50‟lere kadar düĢer. Program,
enflasyon ve mali dengesizlik alanında baĢarılı olsa da, 1999 yılı seçimleri ve
aynı yıl yaĢanan iki depremle büyük aksamaya uğrar. Seçimlerden sonra,
hükümet yeni bir reform programı uygulamaya baĢlar ve IMF ile stand-by
anlaĢması imzalar. YaklaĢık 1.5 sene sıkı döviz kuru politikası takip edilir.

Uygulanan yeni reform programı, tek parti iktidarıyla birlikte sağlanan


politik istikrar sonucu yabancı sermayenin cezbedilmesi, dalgalı kur rejimiyle
beraber TL (YTL)‟nin değerinde istikrarın sağlanması gibi nedenlerin sonucu
olarak enflasyonda kaydadeğer bir düĢüĢ trendi yakalanmıĢtır. 1970 yılından
sonra ilk kez enflasyon tek haneli rakamlara ulaĢmıĢtır. Yakalanan bu düĢük
enflasyon seviyelerinin kalıcılığını sağlamak ve dıĢ piyasalarda Türk Lirası‟na
yeniden itibar kazandırmak amacıyla ekonomi yönetimi TL‟den altı sıfır
atılmasına karar vermiĢ ve 2005 yılında bu karar uygulamaya konulmuĢtur.
DüĢük enflasyonda istikrarın sağlanıp sağlanamayacağı bugünden
kestirilememekle beraber, 2001 yılından sonra uygulanan enflasyonla
mücadele politikalarının baĢarılı olduğu görülmektedir.

Enflasyonla mücadeleden ençok etkilenen kesimlerin baĢında iĢçi


kesimi gelir. 1988 yılına kadar reel ücretlerde yaĢanan düĢme ve iĢçilerin
sendikal haklarına getirilen kısıtlamalar kamu açıklarıyla mücadelede bir araç
olarak kullanılır (Voyvoda ve Yeldan, 2001). 1988-1990 yılları arasında reel
iĢçi ücretlerine yapılan zamlar, sanayi sektörüne bir “iç ekonomik Ģok” etkisi
yapar. Özel sektörde ücretlere yapılan zamlar, kamu sektörünün altında
kalmasına rağmen, 1980‟den beri baskın ücret politikasının etkisiyle yüksek
kâr elde etme döneminin sonu gelir (Boratav ve baĢk., 1996). Ayrıca, tarım
96

kesimine yapılan sübvansiyonları aĢağı çekerek ve kamusal malların


fiyatlarını yükselterek, kamu açıkları azaltılır. 1994 ekonomik krizinden
sonra, ücretler üstünde baskı oluĢturarak ve dıĢarıdan kısa vadeli sermaye
akıĢını tekrar sağlayarak sorunun çözümü amaçlanır (Metin-Özcan ve baĢk.,
2001). Böylece bütçe açıklarını ve cari açıkları finanse etmek mümkün olur.
Bunun bedeli ise reel faizlerin yüzde 30‟lara tırmanması ve faiz ödemelerinin
bütçenin en büyük harcama kalemi haline gelmesidir. Bu olumsuz Ģartlara ek
olarak, Uzakdoğu Ülkelerinde yaĢanan finansal krizin etkisi, 1998 yılından
itibaren Türkiye‟de hissedilmeye baĢlanır.

AĢağıdaki grafikte görüldüğü gibi (ġekil 14), konsolide bütçe içinde


toplam iç ve dıĢ faiz ödemelerinin payı 1981‟de yüzde 5 dolayında iken, bu
oran hızlı bir yükseliĢ trendi gösterek 2001 yılında yüzde 50 seviyesine çıkar.
2002 ve sonrasında toplam faiz ödemelerinde önemli oranda düĢüĢ yaĢanır.
DıĢ borç anapara ve faiz ödemelerinin bütçe harcamaları içindeki yerinin
artması, ekonominin genel performansını dıĢ ticarete endeksli hale
getirmiĢtir. Ödeme yükümlülüklerini yerine getirmek için, ihracatın ve
sermaye akıĢının etkisi büyük önem kazanır. DıĢarıdan gelen çok yüksek
finansal desteğe rağmen, Türkiye‟de, kısa vadeli kredi ihtiyacının yüksek
olması ve uzun vadeli yatırımların risk içermesi ekonomiyi yeniden harekete
geçirmenin önünde engel oluĢturur.
97

Şekil 14. İç ve Dış Faiz Ödemelerinin Bütçe Harcamaları İçindeki Payı (1980-
2005)

Kaynak: DPT ve TUĠK

2000 yılının sonuna doğru, Türkiye‟nin finansal piyasalarında bir kriz


yaĢanır. Demirbank baĢta olmak üzere, içi boĢaltılmıĢ bankaların yol açtığı
bu kriz döneminde gecelik faizler astronomik boyutlarda yükselir. Örneğin, 4
Aralık 2000 tarihinde, Merkez Bankası‟nın gecelik faiz oranı yüzde 800‟e
ulaĢır. IMF‟nin ek 7.5 milyar dolar daha vereceğini açıklaması ve hükümetin
krizi çözmek için bir dizi önlemler almaya baĢlamasıyla, krizin daha da
büyümesi engellenir. Uygulanan program bir derece baĢarılı olmakla beraber
19 ġubat 2001 tarihinde, baĢbakan ve cumhurbaĢkanı arasında baĢlayan
siyasal kriz, çok hızlı bir Ģekilde ekonomik krize dönüĢür. Borsa bir günde
yüzde 18 değer kaybeder. Merkezi Bankası döviz rezervlerinin üçte birine
denk gelen 7.5 milyar doları bir günde satar. Ziraat ve Halkbankası
98

müĢterilerden gelen talebi karĢılayamaz duruma gelir. Gecelik faizler ilk gün
yüzde 2000, ikinci gün ise yüzde 4000 oranına fırlar. Hükümet sıkı kur
politikasını terk ettiğini açıkladığında, TL‟sı dolara karĢı yüzde 40 değer
kaybeder. Bu değer kaybı Mayıs sonunda yüzde 65‟e çıkar. Bu krizi atlatmak
için, IMF‟den daha fazla yardım talep edilir. IMF ise, baĢkan yardımcısı
Kemal DerviĢ‟in programı uygulaması Ģartıyla destek vaadinde bulunur.
DerviĢ, ekonomiden sorumlu devlet bakanlığına atanır. IMF, 8 milyar ek kredi
daha taahhüt eder.

Finansal piyasaların liberalleĢmesi ile tasarruflar, kısa vadeli krediler


olarak faize gittiği için, reel sektör yatırımlarında olumlu bir geliĢme
yaĢanmaz. Enflasyonun kotrol altına alınamaması, piyasada belirsizlik
oluĢturduğu için, müteĢebbisler yatırımlarını artırarak yüksek risk almak
yerine, mevcut sermayelerini faize yönlendirip kazanç elde etme yolunu
tercih etmiĢlerdir.

Bazı iktisatçılara göre, 1980 sonrası ekonomik liberalleĢme


dönemindeki bazı baĢarılı yapısal değiĢimlere rağmen, yaĢanan ekonomik
Ģoklar, liberal teorinin zayıflıklarından ve/veya Türkiye‟nin rekabetçi olmayan
ekonomik yapısından kaynaklanır (Boratav ve baĢk., 1996). Ekonomik
büyümenin ve kaynakların yeninden etkin dağılımının beklenenin altında
olması bunun bir delili olarak sunulur. Bunun yanında, devletin sürekli
ağırlığını hissetirdiği ve büyük firmaların tam rekabet koĢullarında üretim
yapmadığı koĢullar, piyasa ekonomisinden beklenen etkinliğin
gerçekleĢmesine engel olarak sayılır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİ

4.1.Neden Büyüme Muhasebesi Modeli?

Ekonomik büyümenin kaynaklarını öğrenmek için iktisat yazınında üç


önemli yöntem kullanılır (Bosworth ve baĢk., 1995). Bunlardan biri,
regresyon analizi ile üretim fonksiyonunu tahmin etmektir. BaĢka bir deyiĢle,
üretim fonksiyonundaki değiĢkenlerden oluĢan bir ekonometrik model
tanımlanarak, üretim faktörleri ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢki
irdelenir.

Ġkinci metod, yine regresyon analizi olmasına rağmen, modele dahil


edilen değiĢkenler daha fazladır. Üretim faktörleri dıĢında, bir kısım politika
değiĢkenleri de modele dahil edilir. Özellikle, ülkelerin baĢlangıç koĢulları,
sosyal ve politik Ģartları ile ekonomik büyüme arasındaki iliĢkiyi ölçmek
açısından bu Ģekilde geniĢletilmiĢ regresyon modelleri yararlı olabilir.

Üçüncüsü ise, 1960‟lardan beri kullanıla gelen diğer bir metod ise,
büyüme muhasebesidir. Bu metod, istatistiki tahmin yapmak yerine,
makroekonomik muhasebe kayıtlarını esas alarak, üretim faktörlerinin
ekonomik büyüme üzerindeki etkisini ölçer. Herbir üretim faktöründeki
değiĢme, sözkonusu faktörün toplam üretim içindeki oranı ile çarpılarak,
ekonomik büyümeyi ne kadar etkilediği hesaplanır. Bu faktörlerin katkısı,
toplam hasıladan aldıkları gelire göre belirlenir. Tam rekabet varsayımı
altında, üretici kârını maksimum kılmak için, üretim maliyetini minimum
yapacağından ve istihdam ettiği iĢçiye marjinal verimliliğine göre ödemede
bulunacağından, üretim faktörlerinin gelir payları, bu faktörlerin toplam
üretimdeki paylarına eĢit olur. Ekonomik büyümenin, toplam üretim
100

faktörlerindeki artıĢla açıklanmayan artık kısmının, toplam üretim verimliliği


veya teknolojik geliĢmeye bağlı olduğu varsayılır.

Ampirik çalıĢmalar, geniĢletilmiĢ neoklasik büyüme modelinin


ekonomik büyümenin kaynaklarını açıklamada yüksek bir açıklayıcı güce
sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun nedeni, ekonomik büyümenin asıl
kaynağının üretim faktörleri olduğu, sanıldığı gibi toplam üretim
faktörlerindeki verimliliğin çok büyük bir etmen olmadığına dair ampirik
bulgulardır. GeniĢletilmiĢ Solow büyüme modeli, üretim faktörlerindeki
niteliksel ve niceliksel değiĢimi kapsadığı için ekonomik büyümenin
kaynaklarını açıklamada geçerliliğini devam ettiriyor. Ġçsel büyüme modelleri
ise, daha çok toplam üretim faktörlerinin verimliliğine vurgu yapar.

Büyüme muhasebesinin de regresyon modellerinin de hem üstün hem


de zayıf yönleri vardır. Birincisi, büyümenin kaynakları olarak üretim
faktörlerinin payını basit muhasebe yöntemiyle hesaplarken; ikincisi,
komplike modeller yoluyla, ekonomik büyümeyi etkileyen değiĢik faktörlerin
etkisini ölçmeye çalıĢır. Aynı dönem için iki modeli de kullanarak analiz
yapınca, sonuçların güvenilir olup olmadığını test etmek imkanı vardır.
Ġkisinden de benzer sonuçların alınması, bulgulara olan güveni daha da
artıracaktır. Sadece bir modeli kullanarak elde ettiğimiz sonuçların
beklenmedik olmasının, modelin zayıf olmasından mı, yoksa incelenen
dönemin verilerinden mi kaynaklandığını anlamak zor olabilir. Örneğin,
ÇavuĢoğlu (2001) Türkiye‟nin ekonomik büyümesi ile ilgili yaptığı bir
regresyon analizinde, 1959-1990 yılları arasında, eğitimin ekonomik
büyümeye negatif bir etkide bulunduğu sonucuna ulaĢmıĢtır.

1.12. Basit (Klasik) Solow Büyüme Modeli

Ampirik çalıĢmalarda en sık kullanılan neoklasik büyüme modelinin


basit bir denklemle ifadesi Ģöyledir:
101

Dy = F(y, y*)

Dy kiĢi baĢına gelirin artıĢ oranını, y Ģu anki kiĢi baĢına gelir seviyesini
ve y* ise uzun dönem kiĢi baĢına gelir seviyesini veya hedeflenen gelir
seviyesini gösterir. Neoklasik büyüme modellerine göre, kiĢi baĢına gelirdeki
büyüme oranı Ģu anki gelir seviyesi ile ters orantılıdır. Azalan verimler yasası
gereği, GÜ‟ler gittikçe yavaĢlayan bir ekonomik büyüme oranı ile karĢı
karĢıya gelirken, GOÜ‟ler aradaki farkı kapatır.

Ġçsel büyüme modellerinde, y bağımsız değiĢkeni beĢeri sermayeyi de


kapsar. BeĢeri sermayenin fiziki sermayeye oranı verimliliği belirleyen önemli
bir etken olur. BaĢlangıçta yüksek gelir seviyesine ve yüksek fiziki
sermayeye sahip ülkeler, aynı zamanda yüksek oranda beĢeri sermayeye de
sahip olduğunda üretimin verimliliği daha da artar.

ġu anki gelir seviyesi, y, veri alındığında, ekonomik büyüme, Dy, uzun


dönem gelir seviyesi, y*, tarafından belirlenir. Uzun dönem gelir seviyesi, y*,
de birçok değiĢken tarafından Ģekillenir. Örneğin, düzenli iĢleyen bir hukuki
sistemde, mülkiyet haklarının anayasa ve yasalarla güvence altına alındığı
bir ortam iç ve dıĢ yatırımlara zemin hazırlar. Ekonominin dıĢa açılması,
enflasyon oranı, hükümetin tüketim harcamaları, toplumun tasarruf etme
oranı, para ve maliye politikaları, okullaĢma oranı gibi baĢka değiĢkenler de
y*‟nin değerini etkileyerek ekonomik büyümeyi belirler. Hükümetler bu
değiĢkenleri takip ettikleri politikalarla Ģekillendirerek ekonomik büyümeyi
artırabilirler. Hangi değiĢkenlerin ne oranda büyümeyi belirlediğini bilmek
hükümetlerin politikalarını belirlerken faydalı bir girdi olur.

Klasik Solow büyüme modeli Cobb-Douglas üretim fonksiyonunun iki


değiĢkenli modeline dayanır (Solow, 1957). Teknoloji dıĢsal bir değiĢken
olarak modelde yer alıyor. Solow‟un ders kitaplarında tartıĢılan iki değiĢkenli
modelinde nüfus artıĢı ve teknolojik değiĢme dıĢsal birer değiĢken olarak
modele dahil edilir (Mankiw ve baĢk., 1992). Bu modele “klasik Solow
102

büyüme modeli” de diyebiliriz. Cobb-Douglas üretim fonksiyonundan


hareketle, toplam üretimi Ģöyle tanımlar:

Y(t) = K (t)α (A(t)L(t))1- α 0 < α < 1 (iki değiĢkenli model) (1)

Y toplam üretimi (gayri safi milli hasılayı), K toplam sermaye miktarını,


L toplam iĢgücünü ve A ise teknolojik seviyeyi gösteriyor. AL‟ye efektif iĢgücü
miktarı da denir. Teknoloji, çalıĢan bireyi daha effektif yaptığı için, teknolojik
geliĢme dikkate alınarak toplam iĢgücü hesaplandığında, AL toplam efektif
iĢgücünü temsil eder. Toplam üretimi belirleyen faktörlerden iĢgücü n
oranında artarken, teknolojik geliĢme ise g oranında değiĢiyor. Buna göre
iĢgücünün zaman içinde değiĢimi:

L(t) = L(0)e nt olarak ifade edilirken (2)

DıĢsal olarak belirlenen teknolojinin g oranında değiĢtiği varsayılırsa,


zaman içinde teknolojik değiĢim:

A(t) = A (0) egt olur. (3)

A(t)L(t) ile edilen bir birim efektif iĢgücündeki değiĢme n+g oranında
gerçekleĢir. Solow modelinin varsayımlarına göre, toplam üretimin sabit
oranı tasaruf (s) ediliyor. Toplam tasaruf oranı ise toplam yatırımları
belirliyor. Efektif bir birim iĢgücüne düĢen sermaye stoğu k ile (k=K/AL) ve
effektif bir birim iĢgücüne düĢen sermaye miktarı da y ile (y = Y/AL)
gösteriyor. δ sermayenin aĢınma oranını temsil ettiği aĢığıdaki denklem,
zaman içinde k‟deki değiĢimi açıklıyor:

k(t) = sy(t) – (n+g+δ)k(t) = sk(t)α – (n+g+δ)k(t) (4)

Klasik Solow modeli zaman içinde toplam üretimdeki büyümenin


durağan durum (steady state) seviyesine yakınsayacağını varsayar. Uzun
dönemde bir ekonominin ulaĢacağı durağan durum oranının “sıfır” olduğunu
öngörmektedir. BaĢka bir deyiĢle, neoklasik büyüme modelleri ekonomik
büyümenin sonsuza değin devam edemeyeceğini iddia eder. Yukarıdaki
103

denklemde k(t) ile gösterilen zaman içindeki iĢgücü baĢına sermaye


stokunun kararlı durum değerine (k*) ulaĢtığını varsayarsak, denklemi
yeniden Ģöyle yazabiliriz:

sk*α = (n+g+δ)k* veya k*= [ s/(n+g+δ)] 1/(1- α) (5)

Bu denkleme göre, uzun dönemde kararlı duruma ulaĢan bir


ekonomide, sermaye-iĢgücü oranı tasarruf oranıyla doğru orantılı ve nüfus
artıĢı ile ters orantılıdır. BaĢka bir deyiĢle, ekonomideki toplam tasarruf oranı
artınca, daha fazla yatırım ve yüksek sermaye/iĢgücü oranına ulaĢılır. Oysa,
hızlı nüfus artıĢı, iĢgücü baĢına düĢen sermaye oranını düĢürür.

1.13. Genişletilmiş Solow Büyüme Modeli

Klasik Solow büyüme modeli beĢeri sermayeyi ve dolayısıyla eğitim ile


sağlık hizmetlerindeki artıĢın ekonomik büyüme üzerindeki etkisini dikkate
almadığında, hem sermaye ve iĢgücü katsayılarını yüksek tahmin eder, hem
de “artık” miktarını yüksek bulur. Oysa, eğitim ve sağlık hizmetlerinin
belirlediği beĢeri sermaye modele dahil edildiğinde, modelin açıklayıcılık
gücü daha da artar. Nitekim, MRW (Mankiw ve baĢk., 1992) yaptıkları
ampirik çalıĢmada beĢeri sermaye birikimini ayrı bir değiĢken olarak klasik
Solow modeline dahil ettiklerinde, tasarruf ve nüfus büyümesi değiĢkeninin
ekonomik büyüme üzerinde daha az etkisi olduğunu ortaya çıkardılar.
MRW‟nin geliĢtirdiği “geniĢletilmiĢ Solow modeli”, ülkeler arasında ekonomik
geliĢme farkını yüzde 80 gibi yüksek bir oranda açıklayıcı güce sahiptir.
MRW‟nin ampirik bulguları Solow modelini destekler. Bazı iktisatçılar,
sermayenin sabit getiri veya artan getiri oranına sahip olduğunu varsayan
içsel büyüme modellerinin daha yüksek açıklayıcı güce sahip olduğunu
tartıĢır (Lucas, 1988). Oysa, MRW, kuvvetli bulgularla, Solow büyüme
modelinin, ülkeler arasındaki geliĢmiĢlik farkını göstermek için halen geçerli
model olduğunu iddia ederler.
104

Basit Solow büyüme modeliyle geniĢletilmiĢ modelin karĢılaĢtırması


aĢağıdaki grafikle ifade edilebilir:

Şekil 15. Basit ve Genişletilmiş Solow Modellerinin Karşılaştırılması


105

MRW, klasik Solow büyüme modeline beĢeri sermayeyi de dahil


ederek Ģu denkleme ulaĢır:

Y(t) = K (t)α H(t)β(A(t)L(t))1- α - β α + β <1 (üç faktörlü model) (6)

α + β <1 olması fiziki ve beĢeri sermayenin azalan getiri oranına sahip


olduğu varsayımını gösteriyor. Denkleme yeni eklenen H, beĢeri sermayeyi
temsil ediyor. Fiziki sermayeye yatırılan tasarruf s k ve beĢeri sermayeye
yatırılan tasarruf s h gösterildiğinde, ekonomik büyümenin belirleyicileri Ģu
denklemlerle ifade edilir:

k(t) = sky(t) – (n+g+δ)k(t), (7)

h(t) = shy(t) – (n+g+δ)h(t). (8)

Denklemlerdeki (t) değiĢkenlerin zaman içinde alacağı değeri


gösterirken, k fiziki sermaye stokunun, y toplam üretimin ve h beĢeri
sermaye stokunun effektif iĢgücüne oranını gösterir. Bu modelde, beĢeri
sermaye ile fiziki sermayenin aynı aĢınma payına sahip olduğu ve aralarında
mutlak ikamenin bulunduğu varsayılır. Bu modelin varsayımına göre, herbir
üretim faktörü, tam rekabet koĢullarının bir sonucu olarak, marjinal
verimliliklerine göre toplam hasıladan pay aldığından, sözkonusu
değiĢkenlerin alacağı değerleri hesaplamak mümkündür.

Bu çalıĢmada hem klasik Solow modeli, hem de geniĢletilmiĢ Solow


modeli kullanılarak beĢeri sermayenin Türkiye‟nin ekonomik büyümesi
üzerindeki açıklayıcılık gücü ve etkisi araĢtırılacaktır.

1.14. Solow Büyüme Modelinin Ekonomik Büyümeyi Açıklayıcı


Gücü

Solow büyüme modeli basit olmakla beraber, uzun dönem ekonomik


büyümeyi açıklama gücünden dolayı iktisat yazınındaki önemini korumaya
devam ediyor. Gregory Mankiw‟e göre, “uygulamacı makroiktisatçılar uzun
106

dönem ekonomik büyümeye cevap vermek zorunda kaldıklarında, genelikle


basit neoklasik büyüme modelini kullanır” (Mankiw, 1995:278).

Solow büyüme modelinin uzun dönem ekonomik büyümeyi açıklamak


açısından içsel büyüme modellerinden daha baĢarılı olduğunu gösteren
ampirik çalıĢmalar vardır (Mankiw ve baĢk., 1992). Bu nedenle Solow
büyüme modeli, içerdiği eksiklere rağmen, bir çok araĢtırmacı ve kuruluĢ
tarafından verimlilik artıĢı ölçümünde ve büyümenin belirleyicilerini anlamada
yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin, ABD, Japonya, Güney Kore, Çin gibi
ülkeler Solow‟un TFV modeline göre bir verimlilik analizi yapmaktadırlar.

Büyüme muhasebesi mantığı totolojik açıklamaya dayanır. BaĢka bir


deyiĢle, ekonomik büyüme üretim faktörlerinin miktarındaki artıĢ ve bu
faktörlerin verimlilik artıĢlarının toplamıyla açıklanır. Ġstihdam artıĢı, fiziki
sermaye stokundaki artıĢ, eğitim seviyesinin artıĢı gibi niceliksel ve niteliksel
değiĢim üretim girdilerindeki değiĢimi temsil ederken, daha iyi ekonomik
politikalar, daha etkin iĢletmecilikten kaynaklanan girdi baĢına çıktı
miktarındaki artıĢ verimlilik artıĢını temsil eder. Büyüme muhasebesi yöntemi
ekonomik büyümenin ne kadarının girdi artıĢından ve ne kadarının verimlilik
artıĢından kaynaklandığını hesaplama imkanı verir.

ĠĢgücü verimliliğinin uzun dönemde artması, çalıĢanların daha fazla


teknolojik bilgi sahibi olduğu ve daha iyi organize edildiği anlamına gelmez.
Sermaye stokundaki artıĢla çalıĢan baĢına düĢen makinalardaki artıĢ iĢgücü
verimliliğinin birincil nedeni olabilir. Kazma ile toprak kazıp ev yapan bir iĢçi,
buldozer kullandığında bir binanın temelini daha hızlı kazması iĢgücü
verimliliğinin arttığı anlamına gelmeyebilir (Krugman, 1994). BaĢka bir
deyiĢle böyle bir iĢçi kullandığı makina miktarındaki artıĢla daha çok çıktı
üretmekle beraber, verimliliğini artırmamıĢ olabilir. Büyüme muhasebesi
yönteminin amacı girdilerdeki niteliksel ve niceliksel değiĢimi indeks yöntemi
ile ölçüp toplam faktör verimliliğini hesaplamaktır.
107

Sovyetler Birliği‟nde Stalin döneminde yaĢanan yüksek ekonomik


büyümenin kaynaklarının verimlilik artıĢından değil, üretim girdilerindeki
artıĢtan kaynaklandığı büyüme muhasebesi yöntemi ile anlaĢıldı (Krugman,
1994:67-68). Stalinci planlamacılar milyonlarca tarla iĢçisini köyden Ģehirdeki
fabrikalara taĢıyarak, milyonlarca kadını iĢgücüne katarak, bütün çalıĢanların
toplam çalıĢma saatlerini artırarak ve geniĢ eğitim kampanyası ise
çalıĢanların eğitimlerini artırarak yüksek ekonomik büyümeyi sağlamıĢtı.
Üretim girdilerindeki bu artıĢın kaynakları indeks yöntemi ile ölçüldüğü
zaman, ekonomik büyümenin tamamının bu indekslerdeki artıĢla
açıklanabildiği görüldü.

Krugram (1994) Uzak Doğu Asya ülkelerinde 1990‟lara kadar yaĢanan


hızlı ekonomik büyümenin bir anlamda Sovyet Birliği‟nde yaĢanan büyümeye
benzediğini iddia eder. Örneğin, Singapur‟da 1966 ile 1990 yılları arasında
yıllık ortalama yüzde 8.5‟lik ekonomik büyüme bir tür ekonomik mucize gibi
görünüyor. Oysa büyümenin kaynakları incelendiğinde, sözkonusu dönemde
istihdamın toplam nüfusa oranının yüzde 27‟den yüzde 51‟e çıktığı, eğitim
seviyesinde büyük bir geliĢme yaĢandığı ve sermaye yatırımlarının yüzde
11‟den yüzde 40‟a çıktığı görülüyor. Büyüme muhasebesi yöntemi ile ortaya
çıkarılan büyüme dinamikleri, Singapur ekonomisinin, süreklilik
göstermeyerek, bir defalık sıçrama yaĢadığını gösteriyor. Ġstihdam, eğitim ve
yatırımlardaki artıĢ doğal sınırlarına yaklaĢtığı için aynı hızda ekonomik
büyümenin devam etmesi beklenemez.

Krugman‟ın baĢlattığı “Asya Mucizesi”nin gerçekte bir mit olduğu


tartıĢmasını Young (1995), Solow büyüme modeline dayalı büyüme
muhasebesi yöntemini kullanarak devam ettirdi. Bu çalıĢmalar, iddia edilenin
aksine, Uzakdoğu Asya ülkelerinde yaĢanan yüksek ekonomik büyümenin
toplam faktör verimliliğinden değil, sermaye stokundaki artıĢtan
kaynaklandığını ortaya çıkardı. Young, neoklasik büyüme modelinin
108

Uzakdoğu Asya ülkelerindeki ekonomik büyümenin kaynaklarını büyük


ölçüde açıkladığını iddia eder. Bu çalıĢmaya göre, Asya Mucizesi iĢgücüne
katılım oranında, yatırım/GSMH oranında, eğitim standardında ve iĢgücünün
tarımdan sanayiye transfer olmasından kaynaklanmıĢtır (Young, 1995:675).
Güney Kore için yapılan benzer bir çalıĢma, Güney Kore‟de “Solow Artığı”
tarzı verimlilik artıĢı, diğer bir deyiĢle teknolojik ilerlemeden kaynaklanan
büyümenin olmadığını veya önemsenmeyecek kadar az olduğunu ortaya
koymuĢtur (Pyo, 2001). Büyüme yazınında geniĢ tartıĢmalara yol açan
bunun gibi çalıĢmalar, Solow büyüme modelinin günümüze değin güncelliğini
koruduğunu göstermektedir (Senhadji, 1999).
BEŞİNCİ BÖLÜM

SOLOW BÜYÜME MUHASEBESİ MODELİNE GÖRE EKONOMİK


BÜYÜMENİN KAYNAKLARI

5.1.Üretim Faktörlerinin Gelir Payları

Robert Solow, 1957 yılında yazdığı makalesinde, uzun dönemdeki


ekonomik büyümenin kaynaklarını Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu
kullanarak açıklar. Ġktisat yazınında Neoklasik büyüme modeli olarak bilenen
Solow büyüme modeli, tam rekabet altında, iĢgücüne ödenen ücretlerin ve
sermayeye ödenen rantın bu faktörlerin marjinal ürünlerine eĢit olduğunu
varsayar. ĠĢgücü ve sermaye faktörleri optimum kullanıldığı varsayıldığından,
iĢsizlik ve eksik kapasite kullanımı olmadığı öngörülür (Solow, 1957).

Solow tarafından geliĢtirilen standard neoklasik büyüme modelinde


kullanılan üretim fonksiyonu Ģöyle yazılabilir (Barro, 1998:2-5; Barro ve Sala-
i-Martin, 1999:346-347):

Y(t) = A (t) . F[K(t), L(t)] (1)

Ġktisat yazınında toplam faktör verimliliği olarak bilinen A(t) dıĢsal


olarak belirlenen teknoloji değiĢkenini temsil eder. K sermaye faktörünü ve L
ise iĢgücü faktörünü gösterir. Yukarıdaki üretim fonksiyonunun logaritması ve
zamana göre türevi,

 AFK    AFL  
Y / Y  A / A   .K   .L
 Y   Y  (2)

Denklemin sol tarafındaki sermaye değiĢkeni K ile ve ĠĢgücü


değiĢkenini L ile çarpıp, böldüğümüzde aĢağıdaki denkleme ulaĢılır:
110

 AFKK    AFLL  
Y / Y  A / A   .K / K   .L / L
 Y   Y  (3)

Tam rekabet varsayımı altında, herbir üretim faktörünün milli gelirden


aldığı marjinal pay (faktör fiyatları), sözkonusu ürünün marjinal katkısına
(marjinal ürün) eĢit olur. BaĢka bir deyiĢle, AFK sermayenin rant oranına ve
AFL ise iĢgücüne ödenen ücret oranına eĢittir. Buna göre milli gelirdeki
 
değiĢim ( Y / Y ), teknolojik değiĢime ( A / A ), sermaye faktörünün milli gelir
AFKK
payı ( Y ), sermaye stokundaki değiĢim, iĢgücü faktörünün milli gelir payı
AFLL
( Y ) ve iĢgücündeki değiĢim tarafından belirlenir. Sabit ölçek getirisi
varsayımına göre sermaye ve iĢgücünün paylarının toplamı bire eĢit olur.
Sermayenin payı α olursa, iĢgücünün payı da 1- α olur. Buna göre yukarıdaki
fonksiyonu yeniden yazılabilir:

Y / Y  A / A   .( K / K )  (1   ).( L / L) (4)

Bu fonksiyona göre, milli gelirin büyüme oranı, toplam faktör verimliliği



(TFV) olarak da bilinen A / A ile sermaye ve iĢgücü faktörlerinin büyüme
oranlarının ağırlıklı ortalamalarının toplamına eĢttir. Solow büyüme modeline
göre, TFV ekonomik büyümenin sermaye stokundaki artıĢ ve iĢgücü artıĢ ile
açıklanamayan “artık” kısmına denk gelir:

A / A  Y / Y   .( K / K )  (1   ).( L / L) (5)

Solow, ekonomik literatüre büyük katkı oluĢturan büyüme modelini,


ABD ekonomisinin 1909-1949 yılları arasındaki verilerini kullanarak test eder
(Solow, 1957). Bu ampirik çalıĢmada, sermaye payını (α) faktör gelirlerine
göre hesaplanan milli gelir hesaplamasından elde eder. Milli gelir
111

muhasebesine göre, 1909-1949 yıllarında ABD ekonomisinde sermayenin


milli gelir payı yüzde 31 ile yüzde 39 arasında gerçekleĢirken, iĢgücünün milli
gelir payı ise yüzde 61 ile 69 arasındadır. Ortalama değerlere göre,
sermayenin payı üçte bire yakın iken, iĢgücünün payı üçte ikiye denk gelir
(Solow, 1957). Bu çalıĢmanın sonuçlarına göre, sözkonusu dönemde ikiye
katlanan kiĢi baĢına gayrı safi hasılanın yüzde 87.5‟i teknolojik değiĢmeden,
yüzde 12.5‟i ise sermaye kullanımındaki artıĢtan kaynaklanmıĢtır (Solow,
1957). Solow bu sonuçlara dayanarak, uzun dönem ekonomik büyümenin
temel kaynağının “dıĢsal” olarak belirlenen teknolojik büyüme olduğu
kanısına varmıĢtı. Oysa sonraki çalıĢmalar, üretim faktörlerinin niteliksel
değiĢimi dikkate almadığından, Solow‟un “artık” miktarı ile ölçtüğü teknolojik
geliĢme payının abartılı hesaplandığını gösterdi (Barro ve Sala-i-Martin,
1999:346-347).

Solow‟un kullandığı iki faktörlü üretim fonksiyonuna beĢeri sermayeyi


de kattığımızda 1 nolu denklemi Ģöyle yazabiliriz:

Y = A(t) f(K,L,H) (6)

Y = toplam mal ve hizmet üretimini (GSMH),

K= toplam fiziki sermaye stokunu,

L= toplam iĢgücünü,

H= toplam beĢeri sermayeyi

A= K,H,L dıĢındaki bütün üretim faktörlerini (veya teknolojik


geliĢmeyi)

ve t ise zaman faktörünü temsil ediyor.

Yukarıdaki üretim fonksiyonunun zamana göre türevini alıp toplam


üretime böldüğümüzde Ģu sonuca ulaĢılır:
112

 dY   dA   f   dK   f   dL   f   dH 
 dt   dt  A    A    A
  = +  K   dt    L   dt    H   dt  (7)
Y A Y Y Y

Denklemdeki dY, dA, dK, dL ve dH,sırasıyla, Y, A, K, L ve H‟deki


f f f
değiĢmeyi ve  ise kısmi türevi sembolize ediyor. , ve sırasıyla
K L H
K, L ve H‟nin marjinal ürünlerini gösteriyor. BaĢka bir deyiĢle, üretim
faktörlerindeki bir birimlik değiĢmenin toplam üretim üzerindeki etkisi
sözkonusu faktörlerin marjinal ürünlerine eĢit olur.

 f   dK 
Fiziki sermayenin toplam üretimdeki gelir payını SK=    (reel
 K   dY 
GSMH‟nin sabit tasarruf oranı da denilebilir), iĢgücünün üretimdeki gelir
 f   dL 
payını S L=     ve beĢeri sermayenin üretimdeki payının SH
 L   dY 
 f   dH 
= olarak ifade ettiğimizde, yukarıdaki denklemi yeniden Ģöyle
 H   dY 
yazabiliriz:

 dY   dA   dK   dL   dH 
 dt   dt   dt   dt   dt 
  = + SK + SL   +SH  (8)
Y A K L H

Yukarıdaki denklemin sağ tarafındaki ilk değiĢken, Solow modelindeki


artık veya teknolojik değiĢkenin toplam üretim artıĢı üzerindeki etkisini
gösterirken, diğer üç değiĢken fiziki sermaye, iĢgücü ve beĢeri sermayenin
paylarının toplam üretim artıĢındaki paylarını gösterir. Ġlk değiĢken,
teknolojinin ekonomik büyüme üzerinde etkisini ölçen bir gösterge olarak
kullanılır. Solow modelinde sermaye, nitelikli iĢgücü ve niteliksiz iĢgücünün
ekonomik büyümeye katkısı hesaplandıktan sonra geriye kalan “artık”
teknolojik büyüme olarak açıklanır. Buna toplam faktör verlimliliği de denilir
iktisat yazınında. Herbir üretim faktörünün getirisi, sözkonusu faktörlerin
113

marjinal ürünlerine eĢit olduğu varsayıldığında, toplam üretimdeki artıĢ


yukarıdaki denklemde yer alan değiĢkenlerin ağırlıklı ortalamasına eĢit olur.

Yukarıdaki denklem daha sade bir Ģekilde Ģöyle yazılabilir:

Y  A  SK K  SLL  SHH (9)

Üzerinde nokta olan semboller, sırasıyla, üretim, fiziki sermaye, iĢgücü


ve beĢeri sermayedeki değiĢimi gösterir. S K, SL, ve SH ise üretim faktörlerinin
paylarını temsil eder. Bu denkleme göre üretim faktörlerinin paylarını ve
herbirinin değiĢim oranlarını ölçerek toplam üretimdeki değiĢmenin
kaynaklarını anlayabiliriz. Üretim faktörlerinin payları ile bu faktörlerin
değiĢim oranlarını çarptığımızda bu üç faktörün toplam üretime katkısını
buluruz. Toplam üretimdeki artıĢ oranı ile bu üç faktörün katkısı arasındaki
fark ise Solow modelinin öngürdüğü “artık” miktarını verir.

Yukarıdaki denklemde görüldüğü gibi, Solow modeli üretim


faktörlerindeki niceliksel değiĢme ile üretim artıĢı arasındaki iliĢkiyi dikkate
alır. Oysa, üretim faktörlerinde niteliksel artıĢ üretimi önemli oranda artırır.
Solow modelinde, üretim faktörlerini niteliksel artıĢ sağlayan değiĢkenlere
göre herbir faktörün değeri yeniden belirlenebilir. Örneğin, sağlık
hizmetlerindeki artıĢ iĢgücü kaybını önler ve bireylerin verimliliklerini artırır.
Niteliksel değiĢiklikler dikkate alınmadığında “artık” oranı olması
gerektiğinden daha yüksek çıkar. ĠĢgücü, sermaye stoğu ve beĢeri sermayeyi
etkileyen değiĢkenleri belirleyip, sözkonusu değiĢkenlerin artıĢını piyasa
fiyatlarıyla çarparak toplam hasıladaki katkıları hesaplanabilir (Jorgenson,
1988).

Solow modelinin kullandığı üretim fonksiyonu ölçeğe göre sabit getiri


varsayımına dayanır. Bunun anlamı, üretim faktörlerindeki artıĢ kadar toplam
üretimde artıĢ meydana gelir. Örneğin, sermaye stoğu, iĢgücü ve beĢeri
sermayedeki yüzde 1 artıĢ toplam üretimde de yüzde 1 artıĢı beraberinde
getirir. Üretim faktörlerindeki bir birim değiĢmenin toplam hasılada da bir
114

birim değiĢikliğe yol açması, girdi-çıktı oranının birim esnekliğini gösterir.


Solow modelinin sermayenin azalan verimler varsayımına göre, mevcut
teknoloji seviyesinde, yüksek sermaye hasıla oranı (K/L), gittikçe azalan
oranda sermaye baĢına marjinal ürün artıĢına (dY/dK) yol açar.

MRW, fiziki sermaye, beĢeri sermaye ve iĢgücünün toplam üretimden


gelir paylarının aynı olduğunu varsayar (Mankiw ve baĢk., 1992). Bu
varsayımın altında yatan neden, sermaye ve emeğin birim esnekliğe sahip
olduğu görüĢüdür. Bu varsayıma göre, Cobb-Douglas üretim fonksiyonu
Ģöyle yazılabilir:

Y= K1/3 H1/3 L1/3 (10)

Toplam hasıla (Y), eĢit olarak fiziki sermaye (K), beĢeri sermaye (H)
ve iĢgücü (L) arasında paylaĢılır. Birçok ampirik çalıĢma, üretim faktörlerinin
üretimdeki paylarınının eĢit olduğu varsayımına dayanarak, herbir üretim
faktörünün ekonomik büyümeye katkısını ölçer. Üretim faktörlerinin payları
ile ilgili yapılan bazı çalıĢmalar, üretim faktörlerinin paylarının ülkeler
arasında farklı olduğunu bulur. Örneğin, 88 ülkeyi kapsayan bir ampirik
çalıĢma, ekonometrik olarak hesaplanan üretim faktörleri paylarına göre, 66
ülke için sermayenin payının yüzde 55 olduğunu ortaya çıkarır (Senhadji,
1999). Bu oran, ekonometrik tahminlerin doğasından kaynaklanan hata
payını dikkate aldığımızda bile yüksektir. Senhadji‟nin çalıĢmasının bir baĢka
bulgusu ise, sermayenin payı ile toplam faktör verimliliği arasında ters
orantılı bir iliĢkinin olduğunu bulmasıdır. Doğu Asya, Güney Asya, Afrika,
Ortadoğu, Latin Amerika, ve SanayileĢmiĢ Ülkeleri kapsayan çalıĢmasında,
Senhadji sermaye payı için farklı değerler kullanarak sözkonusu ülkeler için
toplam faktör verimliliğini hesaplar. Bu ampirik çalıĢmanın sonucuna göre, bir
ülkenin sermaye payında düĢme (iĢgücün payında artıĢ) olduğunda toplam
faktör verimliliği artarken, sermaye payının artması (iĢgücü payının düĢmesi)
toplam faktör verimliliğini azaltır (Senhadji, 1999:12).
115

Üretim faktörlerinin üretimdeki gerçek paylarını hesaplamada zorluk


olduğundan dolayı, birçok ampirik çalıĢma yukarıdaki denklemi esas alarak
üretim faktörlerinin ekonomik büyümeye katkılarını incelemiĢtir. Oysa, Solow
tarafından geliĢtirilen ve Denison‟un yaptığı birçok ampirik çalıĢmada
kullanılan büyüme muhasebesi modeli yukarıda tanımlanan üretim
fonksiyonlarındaki faktörlerin ve toplam üretimin değiĢimini herbiri için indeks
oluĢturarak ölçer (Bosworth ve baĢk., 1995; Denison, 1962, 1964, 1967,
1968, 1969, 1974, 1980, 1983; Mankiw ve baĢk., 1992; Solow, 1957).
Sermaye, iĢgücü ve beĢeri sermaye için indeks oluĢturulduktan sonra,
bunların ağırlıklı ortalaması alınarak toplam üretime katkısı belirlenir. Üretim
faktörlerinin indeksleri sözkonusu faktörlerde zaman içinde meydana gelen
değiĢmeyi yüzde olarak verirken, ağırlıklı ortalama katsayısı bu faktörlerin
toplam milli gelir paylarına denk gelir. Herbir üretim faktöründeki değiĢim
miktarını bulup, bunu sözkonusu üretim faktörünün gelir payı ile
çarptığımızda, ekonomik büyümeyi ne oranda etkilediğini hesaplayabiliriz.

Üretim faktörlerinden bir diğeri de doğa (arazi)‟dır. Bu üretim


faktörünün değiĢimi, ekilebilen alanların hacmine bağlı olarak ölçülebilir.
Ampirik çalıĢmaların tamamına yakını, arazi faktörünün zaman içinde pek
değiĢmediğini varsayarak, modele dahil etmemiĢtir. Bu çalıĢma da, arazi
faktörünün zamana göre değiĢiminin çok marjinal kaldığı kabul edildiğinden,
iki faktörlü üretim fonksiyonu benimsenmiĢtir.

1.15. Üretim Faktörlerinin Hesaplanmasında Kullanılan


Yöntemler

Üretim faktörlerinin payları, büyüme muhasebesi metodunda büyük bir


öneme sahiptir. Bu payların olduğundan eksik veya fazla hesaplanması,
modelin sonuçlarını olumsuz etkiler. Bir ülke ekonomisi için toplam üretim
fonksiyonunu doğrudan gözlemleyip faktör paylarını ölçmek mümkün
olmadığından, dolaylı iki yöntemle tahmin yapılıyor. Ġktisat yazınında bu
116

amaçla sıklıkla kullanılan birinci yöntem faktör fiyatlarıyla hesaplanan “milli


gelir” verilerini kullanmaktır. Ġkincisi ise, “regresyon analizi” ile üretim
faktörlerinin esnekliklerini tahmin etmektir (Sarel, 1997).

1.16. Milli Gelir Hesaplarından Faktör Paylarının Tahmini

BaĢta Solow ve Denison olmak üzere, neoklasik büyüme modelinin


öncüleri ve büyüme muhasebesi yöntemini kullananların büyük çoğunluğu
faktör fiyatları ile hesaplanan milli gelir verilerini kullanarak faktör paylarını
tahmin etmiĢtir. Büyüme muhasebesi yönteminin önde gelen isimlerinden
Denison, ölçeğe göre sabit getiri varsayımı altında, tüm üretim faktörlerindeki
yüzde 1 artıĢın, toplam çıktıda yüzde 1 artıĢa yol açtığını ifade ettikten sonra,
faktör paylarının nasıl hesaplandığını bir örnekle açıklar: “ĠĢgücünün milli
gelirden aldığı pay yüzde 73 ise, iĢgücü toplam üretim faktörlerinin yüzde
73‟ünü temsil etmelidir. Bu durumda iĢgücünde yüzde 1‟lik bir artıĢ, milli geliri
yüzde 0.73 oranında artırır” (Denison, 1962:124). Young (1995:655) her
sektördeki saat baĢına ödenen ücretler ile toplam çalıĢma saatlerini çarparak
iĢgücü ödemelerini bulduktan sonra, bunun milli gelir içindeki yüzdesini
hesaplar. Milli gelirin iĢgücü ve sermaye arasında bölündüğü varsayımından
hareketle, milli gelirden iĢgücü ödemelerini çıkararak sermaye faktörünün
milli gelir payını bulur.

Türkiye‟deki DĠE‟ye denk gelen ABD‟deki Bureau of Labor Ġstatistics


(BLS), büyüme muhasebesi yöntemini kullanarak, iĢgücü, sermaye ve toplam
faktör verimliliğinin ekonomik büyümeye katkısını düzenli olarak ölçmektedir
(Bureau of Labor Statistics, 2004a). BLS çalıĢmasında üretim faktörlerinin
katkılarının nasıl hesaplandığı Ģöyle açıklanıyor: “sermayenin katkısı
sermaye faktöründeki değiĢme ile üretim faktörlerine yapılan toplam ödeme
içindeki sermaye payının çarpımına eĢittir. ĠĢgücü faktörünün katkısı ise
iĢgücü faktörü ile çalıĢma saatlerinin büyüme oranı arasındaki farkın
117

iĢgücünün faktör ödemeleri içindeki payı ile çarpımına eĢittir” (Bureau of


Labor Statistics, 2004b:5).

ABD ĠĢgücü Ġstatistikleri Bürosu‟nun yaptığı çalıĢmalar, sermaye


faktörünün milli gelirden üçte bir pay aldığını, iĢgücünün ise üçte iki pay
aldığını bulmuĢtur. GÜ‟lerde sermaye ve iĢgücü paylarının uzun dönemde
pek değiĢmediği anlaĢılmıĢtır. Mankiw ekonomik büyüme ile ampirik
çalıĢmasında faktör paylarını nasıl belirlediğini Ģöyle açıklar: “Ulusal milli
gelir hesaplarından tahmin edilen faktör paylarını kullandım. ABD ekonomisi
için, sermayenin milli gelir payı üçte bir, iĢgücünün payı ise üçte ikidir”
(Mankiw, 1995:290)

Bir kısım çalıĢmalar ise, daha önceki çalıĢmaların faktör payları ile
ilgili sonuçlarını veri olarak alır ve yeni bir hesaplamaya gitmez. BaĢka bir
deyiĢle, bu çalıĢmalarda sermayenin milli gelir payı üçte bir, iĢgücünün payı
ise üçte iki olarak kabul edilir. Bazı araĢtırmacılar, GÜ‟lerde sermayenin
payının daha yüksek olduğu varsayımı altında, bütün ülkeler için aynı
oranların kullanılmasını doğru bulmaz (Bosworth ve baĢk., 1995:18;
Senhadji, 1999:3). Sermaye payının bütün ülkeler için aynı olduğunu
varsaymak, ülkeler arasında üretim teknolojisi açısından farklılık olmadığı
anlamına geldiğinden, Solow büyüme modelinin ülkeler arasındaki ekonomik
büyüme farkını açıklama gücünü azaltır. Nitekim Uzakdoğu ülkelerinin
ekonomik büyümesi ile ilgili yapılan bir ampirik çalıĢma, sermayenin milli
gelir payı için farklı senaryolar kullanılarak hesapladığı toplam faktör
verimliliği sonuçlarına göre, Asya Mucize‟sinin üretim faktörleri ile
açıklanabildiği anlaĢılmıĢtır (Barro, 1998:5; Sarel, 1997:12).

Kısacası, ekonomik büyümenin kaynakları ile ilgili ampirik çalıĢmaların


çoğunda üretim faktörlerinin milli gelir payları, milli gelir hesaplarından tahmin
edilerek bulunmuĢtur. Bu yöntemle yapılan tahminin doğruluğu, milli gelir
kayıtlarının ve neoklasik iktisadın varsayımlarının doğruluğuna bağlıdır.
118

Neoklasik iktisadın tam rekabet varsayımından sapmalar üretim faktörlerinin


paylarının hesaplanmasında sapmalara yol açar. Özelikle monopol karların elde
edilmesi sözkonusu olduğunda, sermaye faktörünün aldığı pay sermayenin
marjinal verimliliğinden yüksek olur. Böyle bir durumda, faktör fiyatları ile
hesaplanmıĢ milli gelirden elde edilen faktör payları sermaye lehine sapma
gösterir (Young, 1995:648). Tam rekabet varsayımı benimsendiğinde, üretim
faktörlerine yapılan ödemeler onların verimliliklerine eĢit olduğundan, faktör
fiyatları ile hesaplanan milli gelirden hareketle faktör payları hesaplanabilir
(Bosworth ve baĢk., 1995:7).

Büyüme muhasebesi yöntemi kullanılarak yapılan karĢılaĢtırmalı


çalıĢmalar, sermayenin milli gelir payı OECD ülkelerinde (1947-1973) ortalama
yüzde 40, G-7 ülkelerinde (1960-1990) ortalama yüzde 41 ve Latin Amerika
Ülkelerinde (1940-1980) ortalama yüzde 58 dolayında gerçekleĢtiğini bulmuĢtur
(Barro ve Sala-i-Martin, 1999). Bu verilere göre, GÜ‟lerde iĢgücünün milli gelir
payı, GOÜ‟lere göre daha yüksektir. Türkiye için yaptığımız hesaplamada
sermayenin milli gelir payı 1968-1982 arasında ortalama yüzde 61 iken, 1983-
2002 arasında ortalama yüzde 53 olarak bulunmuĢtur.

Chenery (1986), 1963-1975 yıllarını kapsayan Türkiye‟nin ekonomik


büyümesinin kaynaklarıyla ilgili çalıĢmasında, sermayenin payını yüzde 55 ve
iĢgücünün payını yüzde 45 olarak hesaplamıĢtır. Saygılı (2001b) ise, 1972-
1997 yılları için iĢgücünün payını yüzde 47 ve sermayenin payını yüzde 53
olarak bulmuĢtur.

BLS çalıĢmasında ABD ekonomisi için hesaplanan sermayenin milli gelir


payı üçte bir, iĢgücünün payı ise üçte ikidir. BLS‟nin ABD ekonomisi için yaptığı
enson çalıĢmaya göre, 1948-2001 yılları arasında, yıllık ortalama yüzde 2.5
büyüyen kiĢi baĢına çıktının yüzde 0.9‟u sermaye faktörünün, yüzde 0.3‟ü
iĢgücü faktörünün katkısı ve yüzde 1.3‟ü ise toplam faktör verimliliğinin
artıĢından kaynaklanmıĢtır (Bureau of Labor Statistics, 2004b).
119

1.17. Regresyon Analizi Yöntemi İle Faktör Paylarının Tahmini

Faktör paylarının belirlenmesinde, çok az dahi olsa, kullanılan alternatif


bir metot regresyon analizidir. Bu yöntem, GSMH büyüme oranını bağımlı
değiĢken olarak ve sermaye ile iĢgücünün büyüme oranını da bağımsız
değiĢken olarak kullanır. Regresyon sonucunda elde edilen sermaye ve iĢgücü
katsayılarının, bu üretim faktörlerinin milli gelir paylarına denk olduğu varsayılır.
Sabit terim ise, toplam faktör verimliliğini ölçer. Bu metodun avantajı, tam
rekabet varsayımının yol açtığı sapmayı önlemesidir. Ancak sabit terim ile
sermaye ve iĢgücü değiĢkenleri arasında korelasyon olmadığı varsayımı çoğu
zaman geçerli olmadığından değiĢken katsayıları gerçeği tam yansıtmaz.
Ayrıca, üretim faktörlerinin büyüme oranlarının ölçümünde yapılan bir yanlıĢlık,
bu faktörlerin milli gelir paylarının ölçülmesine de etki ederek, yanlıĢ tahmin
yapılmasına yol açar (Barro, 1998:5).

Bu çalıĢmada üretim faktörlerinin payları, iktisat yazınında yaygınlıkla


kullanılan milli gelir hesaplarına dayanılarak tahmin edilmiĢtir. AĢağıdaki
grafik bu hesaplamanın nasıl yapıldığını gösteriyor:
120

Şekil 16. Büyüme Muhasebesi Yöntemi


121

Üretim faktörlerinin milli gelir paylarını hesaplamak için, Tablo 1‟de


gösterilen, üretim faktörleri hesaplanan, net milli gelir değerleri
kullanılacaktır. Tablonun birinci sütunu faktör fiyatları ile net milli geliri; ikinci
sütunu tarım ve tarım dıĢı sektörde çalıĢanların kazançlarını kapsayan
toplam iĢgücü ödemelerini; üçüncü sütunu tarım dıĢı sektörlerdeki net
iĢletme artığını; ve dördüncü sütun ise tarım sektöründeki net iĢletme artığını
gösterir. Tabloda gösterilen net milli gelir, Türkiye‟de ikamet edenlerin elde
ettiği gelirlerin faktör fiyatlarına göre toplam değerini gösterir. Ġkinci sütun
üretim faktörlerinden iĢgücünün, üçüncü sütun sermayenin ve birinci sütun
ise bu üç faktörün toplamına denk gelen net milli gelir miktarını gösterir.
AĢınma payı düĢüldüğünden, tablodaki milli gelir ve sermaye gelirleri net
değeri göstermektedir. Tabloda yer alan 1968-1994 arasındaki veriler,
Özmucur (1996)‟un milli gelirle ilgili çalıĢmasından ve daha sonraki yıllara ait
veriler ise DĠE‟nin istatistiklerinden alınmıĢtır. Tablodaki bütün değerler yeni
milli gelir serisine göre hesaplanmıĢtır.

Tablo 1‟den türetilen Tablo 2 ve 3‟te ise, üretim faktörlerinin milli gelir
içindeki yüzdeleri verilmiĢtir.
122

Tablo 1. Net Milli Gelir İşgücü ve Sermaye Arasındaki Bölüşümü (Milyar TL)
Net İşletmeArtığı (*)
Net Milli Gelir İşgücü Ödemeleri Tarım-Dışı Tarım
1 2 3 4
1968 143.3 42.3 42.2 58.9
1969 159.9 46.5 49.4 64.0
1970 179.2 53.6 56.8 68.8
1971 220.6 66.5 72.4 81.6
1972 262.4 77.0 95.6 89.7
1973 330.5 110.3 110.8 109.5
1974 452.1 133.4 163.9 154.8
1975 588.6 169.4 219.7 199.5
1976 753.0 232.6 285.1 235.3
1977 971.9 310.1 368.6 293.2
1978 1,465.4 484.9 536.4 444.2
1979 2,589.3 801.8 1,097.4 690.2
1980 4,721.0 1,301.3 2,234.3 1,185.3
1981 7,117.8 1,949.8 3,559.7 1,628.2
1982 9,491.0 2,465.5 5,015.6 2,010.9
1983 12,433.9 3,088.3 6,848.0 2,497.6
1984 19,875.3 4,551.3 11,350.4 3,973.6
1985 31,364.6 7,235.6 18,360.1 5,768.9
1986 44,647.0 11,202.7 24,573.5 8,870.8
1987 63,473.4 15,501.7 36,978.8 10,992.9
1988 109,464.0 27,810.4 63,809.6 17,844.0
1989 195,088.8 54,620.5 108,176.4 32,291.9
1990 336,129.0 106,935.6 171,422.7 57,770.7
1991 535,254.4 200,752.4 256,578.6 77,923.3
1992 932,532.7 346,263.5 458,396.1 127,873.1
1993 1,684,785.1 611,903.7 827,519.2 245,362.3
1994 3,274,330.7 987,852.9 1,767,554.9 518,922.8
1995 6,505,363.7 1,721,977.3 3,844,074.0 939,312.5
1996 12,361,450.9 3,534,765.1 6,820,830.2 2,005,855.7
1997 23,899,278.0 7,440,183.6 12,956,577.9 3,502,516.5
1998 43,449,484.4 13,297,030.7 22,677,302.7 7,475,151.0
1999 63,514,609.6 23,749,549.2 30,634,590.7 9,130,469.8
2000 99,662,793.7 36,368,142.3 48,922,347.8 14,372,303.6
2001 138,609,727.0 50,562,315.0 71,362,641.0 16,684,772.0
2002 218,812,592.0 73,814,680.0 118,285,806.0 26,712,106.0
2003 273,938,246 93,978,003 145,607,610.0 34,352,633.0
2004 327,513,895 113,261,757 175,206,292.0 39,045,846.0
2005 368,601,362 129,713,653 198,545,404 40,342,305
123

* Üretim yöntemi ile hesaplanan Gayri Safi Yurt Ġçi Hasıladan artık olarak bulunmuĢtur.
Kaynak: 1968-1994 Özmucur (1996)‟un Milli Gelir ile ilgili çalıĢmasından, diğer yıllar DĠE
istatistiklerinden alınmıĢtır .

İşgücünün Milli Gelir Payı

Özmucur tarafından hesaplanan iĢgücünün milli gelir payının


verilerinde kendi baĢına çalıĢanlar ve ücretsiz aile iĢçileri dikkate
alınmamıĢtır. Özelikle nüfusunun önemli bir kısmının tarımda çalıĢtığı bir
ülke için bu eksiklik faktör payları üzerinde önemli sapmalara yol açar. Bu
eksiği kapatmak için, aĢağıdaki formül kullanılarak, kendi baĢına çalıĢan ve
ücretsiz aile iĢçilerinin gelirleri tahmin edilerek, iĢgücünün milli gelir payı
yeniden hesaplanmıĢtır (Bentolila ve Saint-Pauly, 2003).

 TI 
UC *  * 0.20 
TIO   KBC 
MG

TIO: Toplam iĢgücü ödemelerinin milli gelir içindeki payı

UC: Cari ücret, maaĢ ve benzeri ödemeler

TI: Toplam istihdam

KBC: Kendi baĢına çalıĢanlar ve ücretsiz aile iĢçilerinin sayısı

MG: Faktör fiyatları ile toplam milli gelir

Kendi baĢına çalıĢanlar ve ücretsiz aile iĢçilerinin ücretli çalıĢanlara


oranla yüzde 20 daha düĢük verimlilik düzeyine sahip olduğu varsayılmıĢtır.
Ġki üretim faktörü olduğu varsayımından hareketle, Tablo 2‟deki iĢgücü ve
sermaye geliri yeniden hesaplanarak aĢağıdaki tabloda gösterilmiĢtir:
124

Tablo 2. Üretim Faktörlerinin Toplam Milli Gelir İçindeki Yüzdesi

Yıllar Toplam Gelir (1) İşgücü Geliri (2) Sermaye Geliri (3)
1968 100 36.3 63.7
1969 100 36.4 63.6
1970 100 37.4 62.6
1971 100 37.7 62.3
1972 100 37.3 62.7
1973 100 42.4 57.6
1974 100 38.1 61.9
1975 100 37.1 62.9
1976 100 40.5 59.5
1977 100 41.8 58.2
1978 100 44.1 55.9
1979 100 41.3 58.7
1980 100 36.8 63.2
1981 100 37.1 62.9
1982 100 35.2 64.8
1983 100 34.3 65.7
1984 100 31.6 68.4
1985 100 32.4 67.6
1986 100 35.2 64.8
1987 100 34.9 65.1
1988 100 36.2 63.8
1989 100 38.6 61.4
1990 100 45.0 55.0
1991 100 52.6 47.4
1992 100 54.2 45.8
1993 100 56.3 43.7
1994 100 45.4 54.6
1995 100 40.3 59.7
1996 100 44.9 55.1
1997 100 50.5 49.5
1998 100 50.2 49.8
1999 100 61.8 38.2
2000 100 64.7 35.3
2001 100 63.8 36.2
2002 100 57.3 42.7
2003 100 59.3 40.7
2004 100 60.5 39.5
2005 100 61.3 38.7
Kaynak: Bir önceki tablodaki iĢgücü ödemeleri, ücretsiz aile iĢçileri ve kendi iĢinde çalıĢanları
da kapsayacak Ģekilde, yeniden hesaplanmıĢtır. Ġki üretim faktörü varsayımından hareketle, milli gelir
ile iĢgücü ödemeleri farkı alınarak sermaye gelirinin payı bulunmuĢtur.
125

Tablo 2‟deki verilere göre, 1968 ile 1972 arasında iĢgücünün toplam
milli gelirden payı yüzde 36 ile yüzde 38 arasında seyrederken, 1973-1979
arasında ücretlerdeki artıĢa paralel olarak iĢgücünün milli gelir payı yüzde
40‟lara yükselmiĢtir. 1980 sonrasında uygulanan istikrar programı ile iĢgücü
ücretlerinde yaĢanan reel kayıp, iĢgücünün milli gelir payını yüzde 32
seviyesine düĢürmüĢtür. 1986‟dan sonra iĢgücünün milli gelir payında tekrar
bir iyileĢme yaĢanır ve 1993‟e geldiğinde milli gelir içindeki payı yüzde 56
seviyesine yükselmiĢtir. ĠĢgücünün milli gelirden aldığı payda 1990‟larda
yaĢanan artıĢ, Türkiye‟yi GÜ‟lerdeki faktör gelirleri dağılımına yaklaĢtırmıĢtır.
GÜ‟lerde iĢgücünün milli gelir payı, geçen asrın ortalarından bu yana, yüzde
70‟lerde seyrederken, Türkiye için bu oran ancak 1990‟lardan sonra yüzde
50 seviyesinin üzerine çıkmıĢtır.

Sermayenin Milli Gelir Payı

Ġki üretim faktörü olduğu varsayımından hareketle, milli gelir ile iĢgücü
ödemeleri arasındaki fark alınarak sermaye geliri hesaplanmıĢtır. Tablo
1‟deki verilere göre, sermayenin milli gelir payı 1980 öncesinde yüzde 60
dolayında seyrederken, 1980-1987 arasında yüzde nisbi bir artıĢ göstermiĢ,
ancak sonraki yıllarda düĢüĢ trendi yaĢayarak yüzde 40‟lara kadar
gerilemiĢtir.

Bu bölümde, üretim faktörlerinin milli gelirden aldığı paylar


kullanılarak, herbir üretim faktörünün milli gelire olan katkısı hesaplanacaktır.
Yukarıdaki değerler ülke içinde üretilen net milli geliri kapsadığından,
uluslararası varlıklardan (assets) elde edilen gelir hesaba katılmamıĢtır.
Büyüme muhasebesi modelinin Solow büyüme teorisine göre, tam rekabetçi
piyasa varsayımı altında, üretim faktörlerinin payları onların marjinal ürün
değerlerine eĢit olduğundan, herhangi bir üretim faktöründeki artıĢın milli
gelir üzerindeki etkisi, sözkonusu faktörün milli gelir payı ile orantılıdır.
Örneğin, milli gelirin yaklaĢık üçte birine denk gelen iĢgücü faktöründeki
126

yüzde 1‟lik bir artıĢ, milli gelir üzerinde yüzde1‟in üçte biri kadar bir etkide
bulunur. BaĢka bir deyiĢle, herbir üretim faktöründeki değiĢim oranını ilgili
faktörün milli gelir payı ile çarparak, toplam milli gelir üzerindeki etkileri
hesaplanır.

Bu çalıĢmada üretim faktörlerinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi


beĢer yıllık dönemler itibariyle hesaplanacağından, aĢağıdaki tabloda 1968
yılından itibaren üretim faktörlerinin milli gelir içindeki beĢer yıllık yüzdeleri
verilmiĢtir. Tablodaki toplulaĢtırılmıĢ rakamlar, 1988‟ten günümüze
iĢgücünün milli gelir payında bir artıĢ olduğunu gösterirken, aynı dönemde
sermayenin milli gelir payında bir düĢüĢ olduğunu gösteriyor.

Tablo 3. Beş Yıllık Dönemler İtibariyle Üretim Faktörlerinin Milli Gelir İçindeki
Yüzdelik Payları

Milli Gelir ĠĢgücü Geliri Sermaye Geliri


1 2 3
1968-1972 100 37.00 63.00
1973-1977 100 39.99 60.01
1978-1982 100 38.91 61.09
1983-1987 100 33.67 66.33
1988-1992 100 45.31 54.69
1993-1997 100 47.47 52.53
1998-2002 100 59.58 40.42
2003-2005* 100 60.38 39.62

Kaynak: Tablo 1‟den türetilmiĢtir. *Üç yıllık veriler için hesaplandı.

Üretim faktörlerinin milli gelirdeki paylarındaki değiĢimi daha net bir


Ģekilde gözlemlemek için, Tablo 2‟deki değerlerden aĢağıdaki grafik elde
edildi:
127

Şekil 17.Üretim Faktörlerinin Milli Gelir Paylarındaki Değişim (1968-2005)

Kaynak: Tablo 2.

1.18. Sermaye Faktörünün Ekonomik Büyümeye Katkısı

Bir üretim faktörü olarak fiziki sermaye, insan yapımı olan makinalar,
araç ve gereçler, tesisler ve dayanıklı üretim faktörleri stokunu kapsar. Fiziki
sermaye stokuna yapılan eklemelere ise yatırım denilir. Ekonomik büyüme,
bir ekonomide bireylerin Ģu anki tüketimlerinden fedakarlık yaparak,
geleceğe yönelik yatırımlar yapmasına bağlıdır. Neoklasik büyüme modeline
göre, sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi sağlayan en önemli
değiĢkendir. Nüfus artıĢına paralel, sermaye stokundaki artıĢ, çalıĢanların
üretkenliklerini artırarak toplam üretimi artırır. Bu anlamda, iĢgücü baĢına
düĢen sermaye oranını korumak etmek için, artan nüfus artıĢına paralel
128

olarak, sermaye birikiminde artıĢın sağlanması gerekir. Aksi halde, artan


nüfusla birlikte, bireyler daha az sermaye malı kullanarak üretim yaptığından,
üretkenlikleri azalır. Sermaye stoğu bir ülkenin belli bir dönemde mal ve hizmet
üretme kapasitesi olarak tanımlanabilir. Tarım gibi bazı sektörlerde iĢgücü
yoğunlukta kullanılmasına rağmen, ekonominin üretkenliği bütün sektörlerde
kullanılan sermaye miktarındaki artıĢla doğrudan bağlantılıdır. Sermaye stoğu,
bina, makina, teçhizat gibi klasik sermaye tanımına giren faktörler yanında,
konut, baraj ve yol gibi altyapı yatırımlarını da kapsar. Birçok ampirik çalıĢma,
sermaye birikimdeki artıĢın ekonomik büyüme arkasındaki en önemli etken
olduğunu göstermiĢtir. Bu bölümde, toplam sabit sermaye stoğu için bir indeks
oluĢturularak, sermaye stokundaki değiĢim ölçülecektir. Buradan elde edilen
yüzde değer, sermayenin gelir payı ile çarpılarak, toplam üretim üzerindeki
etkisi hesaplanacaktır.

Makroekonomik ölçekte sermaye değiĢimini ve bu değiĢimin ekonomik


büyümeye etkisini ölçen çalıĢmalar son derece sınırlıdır. Sermaye stoğu
tahmini ile ilgili yayımlanmıĢ iki çalıĢmanın biri MaraĢoğlu ve Tıktık (1991)‟a
ait , diğeri ise Saygılı, Cihan, ve Yurtoglu (2001a; 2001b; 2002)‟ya aittir.
Birinci çalıĢma 1988 yılına kadarki dönemi kapsarken, ikincisi 1972 ile 2000
arasını kapsamaktadır. Bu çalıĢmada Saygılı‟nın hesapladığı sermaye stoğu
verileri kullanılmıĢ ve eksik yıllar için Aralıksız Envanter Yöntemi (AEY)
(Perputual Inventory Model - PIM) kullanılarak sermaye stoğu tahmin
edilmiĢtir. OECD tarafından birçok üye ülke için yıllık olarak yayımlanan
sermaye stoğu verileri Türkiye‟yi kapsamıyor. Saygılı, DPT tarafından
yayımlanan sabit sermaye serilerine dayanarak, AEY yöntemini kullanarak
sermaye stoğu tahmini yapmıĢtır.

Üretim faktörü olarak sermayenin gelir payı veya net iĢletme artığı,
kamu ve özel kesimin sermaye yatırımlarının toplam milli gelir içindeki
paylarını gösterir. Net sermaye geliri, toplam sermaye gelirinden
129

amortismanlar çıkarıldıktan sonra elde edilir. Milli gelir muhasebesinde, net


iĢletme artığı olarak da adlandırılan, sermayenin gelir payı, tüm ticari
Ģirketlerin ve hükümetin üretimdeki payını gösterir. Sermayenin aĢınma
payları net sermaye gelirine dahil değildir. ġekil 18„de toplam sabit sermaye
yatırımları gösteriliyor. Grafikte görüldüğü gibi, 1968 yılından ekonomik krizin
yaĢanmaya baĢlandığı 1977 yılına kadarki dönemde, sabit sermaye
yatırımlarında sürekli bir artıĢ gözleniyor. Ekonominin dıĢa açılmasıyla
beraber toplam sabit sermaye yatırımlarında, 1980 öncesine kıyasla, daha
hızlı bir yükselme trendi yaĢanmıĢtır. 1999 ve 2001 yıllarındaki ekonomik
krizlerle sabit sermaye yatırımlarında keskin bir düĢüĢ gerçekleĢmiĢ, krizlerin
ardından yeniden toparlanma sürecine giren ekonomideki diğer göstergelerle
birlikte sabit sermaye yatırımları da toparlanarak, artmaya baĢlamıĢtır.

Şekil 18. Toplam Sabit Sermaye Yatırımları (1968-2005)

Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 6)


130

Aralıksız Envanter Yöntemi sermaye stokuna yapılan yatırımları ve


sermayenin yıpranma payını dikkate alarak eksik yıllar için tahmin yapma
imkanı verir (Barro ve Martin, 2004:432).

SSt+1 = SSt + It -  SSt

SSt+1 : t+1 yılındaki sabit sermaye stoğu

SSt : t yılındaki sabit sermaye stoğu

It : t yılındaki gayrı safi sabit sermaye yatırımları

: t yılındaki sermayenin aĢınma payı

Saygılı‟nın çalıĢmasında yer almayan 1968-1972 ve 2000-2005 yılları


için sermaye stoğu yukarıdaki formül kullanılarak tahmin edilmiĢtir. DPT
tarafından 1980 sonrası için yayımlanan sermayenin aĢınma oranına
dayanılarak, yukarıdaki formülde sermayenin aĢınma payının yüzde 5 olduğu
varsayılmıĢtır.

ġekil 19‟da görüldüğü gibi, ikinci ve üçüncü kalkınma dönemlerinde


sermaye stokunda yüksek bir artıĢ yaĢanırken, sonraki yıllarda 1984‟e kadar
devam eden bir düĢüĢ trendi dikkati çeker. 1984‟ten sonra sermaye stokunda
tekrar bir artıĢ gözlenmesine rağmen, ikinci ve üçüncü plan dönemine oranla,
bu artıĢın düĢük olduğu görülüyor. 1990‟ların sonunda yaĢanan ekonomik
krizle beraber, sermaye stoğun büyüme oranında önemli bir düĢüĢ yaĢanmıĢ,
2003‟ten sonra tekrar yükseliĢe geçmiĢtir.
131

Şekil 19. Toplam Sabit Sermaye Stoku Artışı (1968-2005)

Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 6)

Tablo 4 sabit sermaye stokundaki artıĢın GSMH‟ya katkısını


gösteriyor. Birinci sütun GSMH‟nın yıllık ortalama büyüme oranını, ikinci
sütun toplam sabit sermaye stokundaki (TSSS) yıllık ortalama değiĢimi,
üçüncü sütun sermaye faktörünün milli gelir içindeki payını, dördüncü sütun,
ikinci ve üçüncü sütunun çarpımından elde edilen sermayenin GSMH‟ya
katkısını, beĢinci sütun ise dördüncü sütunun birinci sütuna bölünmesi ile
elde edilen sabit sermaye yatırımlarındaki değiĢimin GSMH‟yı açıklama
yüzdesini gösterir. 1968-1982 ile 1983-2005 yılları için toplulaĢtırılmıĢ
değerler tablonun son iki satırında yer alıyor.
132

Tablo 4. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışın GSMH’ya Katkısı

Dönemler TSSS Sermayenin TSSS Artışının Açıklama


GSMH Artışı Milli Gelir Katkısı Yüzdesi
(%) (%) Payı
1 2 3 4 5
1968-1972 6.33 5.56 63.00 3.50 55.31
1973-1977 5.24 9.61 60.01 5.77 110.09
1978-1982 1.17 5.35 61.09 3.27 279.08
1983-1987 6.44 3.80 66.33 2.52 39.10
1988-1992 3.84 4.81 54.69 2.63 68.51
1993-1997 5.08 5.58 52.53 2.93 57.68
1998-2002 0.47 2.96 40.42 1.20 255.03
2003-2005 7.50 3.01 38.06 1.18 15.72
Toplulaştırılmış
1968-1982 4.24 6.84 61.37 4.16 98.11
1983-2005 4.96 4.12 51.48 2.17 43.75

ĠĢgücünün ekonomik büyümeye katkısıyla karĢılaĢtırıldığında, sabit


sermaye yatırımlarının ekonomik büyümeyi belirleyen temel değiĢken olduğu
görülür. 1968-1972 yılları arasında gerçekleĢen yıllık yüzde 6.33 oranındaki
büyümenin 3.5‟i sabit sermaye stokundaki artıĢtan kaynaklanmıĢtır. Üçüncü
ekonomik plan döneminde sermayenin GSMH‟ya katkısı daha da artarak,
yüzde 5.77‟e çıkmıĢtır. Ekonomik krizin yaĢandığı 1978-1982 döneminde,
sabit sermaye stokundaki artıĢın katkısı yüzde 3.27‟ye düĢmüĢtür. 1983-
1987 yılları arasında bu düĢüĢ devam etmiĢtir ve sermayenin katkısı yüzde
2.52 ile sınırlı kalmıĢtır. 1988-1992 ile 1993-1997 dönemlerinde bir artıĢ
yaĢanmıĢ ve oranlar sırasıyla yüzde 2.63 ve 2.93 olarak gerçekleĢmiĢtir.
1998-2005 yılları arasında sermayenin GSMH‟ya katkısı yüzde 1.2‟ye
düĢmüĢtür.

Ekonominin dıĢa kapalı olduğu dönemde, sabit sermaye stokundaki


artıĢın ekonomik büyümeye katkısı, 1982 sonrasına kıyasla, yaklaĢık yüzde
133

50 fazla olmuĢtur. BaĢka bir deyiĢle, ekonominin dıĢa kapalı olduğu


dönemde sabit sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi belirlerken,
1980 sonrasında iĢgücünün niceliksel ve niteliksel artıĢı ekonomik büyümeye
nisbi olarak daha fazla katkıda bulunmuĢtur.

AĢağıdaki grafik, GSMH‟nın dönemler itibariyle yıllık büyüme oranını


ve sabit sermaye stokundaki artıĢın GSMH‟ya katkısını gösteriyor. 1968-
1982 yılları arasında sermayenin katkısı yüzde 3.27-5.77 arasında
değiĢirken, 1982 sonrasında bu katkı yüzde 1.18-2.93 arasında seyretmiĢtir.

Şekil 20. Toplam Sabit Sermaye Stokundaki Artışının Büyümeye Katkısı

Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 11)

1.19. İstihdam Artışının Ekonomik Büyümeye Katkısı

ĠĢgücü geliri, milli gelirin en önemli parçalarından birini oluĢturur.


ĠĢgücü geliri vergi öncesi ücret, maaĢ ve diğer parasal olmayan tüm
134

ödemeleri kapsar. Toplam iĢgücü geliri, bu faktörün toplam üretim üzerindeki


etkisini hesaplamak için kullanılacak olan katsayıyı belirler. ĠĢgücündeki
niceliksel artıĢ istihdamdaki değiĢimle ölçüldüğünden, bu çalıĢmanın
kapsadığı ilgili yıllardaki istihdam indeksinden istihdamdaki yüzde değiĢim
hesaplanacak, bu oranlarla, daha önce hesaplanan iĢgücünün gelir payları
çarpılarak, iĢgücünün niceliksel artıĢından kaynaklanan üretim artıĢı
bulunacaktır.

ĠĢgücünün milli gelire katkısını doğru bir Ģekilde ölçmek için, toplam
istihdamda niceliksel ve niteliksel değiĢmeleri dikkate almak gerekir.
ÇalıĢanların yeteneklerinde meydana gelen bir değiĢim, iĢgücünün
üretkenliğini etkileyerek toplam üretim üzerinde etkili olur. Bu nedenle,
çalıĢanların eğitim seviyesindeki değiĢme iĢgücünü niteliksel olarak değiĢtirip
toplam üretim üzerinde belirleyici bir etkide bulunur. ĠĢgücünün niteliksel
değiĢimini temsil eden eğitim seviyesindeki artıĢın ekonomik büyüme
üzerindeki etkisi ayrı bir baĢlık altında iĢlenecektir.

ĠĢgücünün üretime fiilen katkısı ise, istihdam oranındaki artıĢa göre


belirlenir. Ücretin marjinal verimliliğiücreti belirlediği varsayılınca,
istihdamdaki artıĢ toplam üretimde bir artıĢı beraberinde getirir. Kamu ve
özel sektörde istihdam edilen veya kendi iĢinde çalıĢanların sayısındaki
değiĢmeyi hesaplayarak, toplam iĢgücündeki değiĢmeyi ölçebiliriz. AĢağıdaki
grafikte görüleceği üzere, Türkiye‟nin toplam nüfusu 1965‟ten günümüze iki
katdan daha fazla artmıĢtır. Toplam nüfusun yaklaĢık yüzde 40‟ına denk
gelen faal nüfustaki artıĢ, toplam nüfus artıĢına paralel gerçekleĢmiĢtir.
135

Şekil 21. Toplam Nüfus, Faal Nüfus ve Toplam İstihdam’daki Değişme

Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 7)

ĠĢgücünün ekonomik büyümeye katkısında, istihdam artıĢının


niceliksel artıĢı kadar, sektörel dağılımı da önemlidir. ġekil 22‟de görüldüğü
gibi, 1968-2005 yılları arasında, tarımdaki istihdam sürekli bir düĢüĢ
gösterirken, hizmetler ve sanayi sektöründeki istihdam sürekli bir artıĢ
göstermiĢtir. 1968 yılında toplam istihdamın yüzde 70‟e yakını tarımda
gerçekleĢmesine rağmen, 2005 yılında bu oran yüzde 40‟ın altına
düĢmüĢtür. Aynı dönemde, hizmetler sektöründeki istihdam ise yüzde 20‟den
yüzde 40‟ın üstüne çıkarak ikiye katlanmıĢtır. Aynı Ģekilde sanayi
sektöründeki istihdamın toplam istihdam içindeki oranı yüzde 10‟dan yüzde
20‟ye yaklaĢarak, yaklaĢık iki katı bir büyüme göstermiĢtir.
136

Şekil 22. İstihdamın Sektörel Dağılımı (1968-2005)

Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 8)

ĠĢgücündeki niceliksel değiĢmeyi belirleyen etkenlerden biri kadınların


iĢgücüne katılım oranıdır. ġekil 23‟te bütün sektörlerdeki istihdam içinde
kadınların ve erkeklerin yüzde payları gösteriliyor. Bu istatistiklere göre,
kadınların iĢgücüne katılım oranında 1965‟ten beri önemli bir artıĢ
yaĢanmamıĢtır. Aksine, az dahi olsa azalmıĢtır. Kadınların tarım sektöründe
çalıĢıyor olması ve tarım sektörünün giderek küçülmesi, kadınların iĢgücüne
katılım oranındaki düĢüĢün nedeni olabilir. 1965‟tan günümüze, kadınların
toplam istihdam içindeki payı yüzde 40‟ın biraz altında seyretmiĢtir. 2005‟te
bu oran yüzde 26‟ya kadar düĢmüĢtür.
137

Şekil 23. Tüm Sektörlerde İktisaden Faal Olanların Cinsiyete Göre Yüzde
Dağılımı

Kaynak: DPT ve TUĠK (Bkz. Ek-Tablo 9)

Kadınların sektörler itibariyle istihdamdaki yüzdesini gösteren ġekil 24,


kadınların iĢgücüne katılımındaki düĢüĢe bir açıklık getirebilir. ġekilde
görüldüğü gibi, kadınlar tarım sektöründeki iĢgücünün yüzde 50‟sinden
fazlasını oluĢturuyorlar. Gözlemlenen bir baĢka olgu, kadınların, 1965‟ten
beri, hizmetler ve imalat sanayinde de önemli oranda istihdam kaynağı
olmalarıdır. Kadınların imalat ve hizmetler sektöründeki istihdam oranı,
1965‟te yüzde 10‟larda iken, 1990‟da yüzde 20‟lere ulaĢmıĢtır. 1999‟da
yaĢanan ekonomik krizin olumsuz etkisiyle, kadınların hizmetler ve imalat
sanayiindeki istihdam oranı yüzde 15‟lere gerilemiĢtir. Ekonomik krizlerin
138

aĢılmasıyla kadınların imalat sektöründeki oranı yüzde 20‟lere ulaĢmıĢ,


hizmetler sektöründeki oran ise yüzde 30‟a kadar yaklaĢmıĢtır.

Şekil 24. Kadınların Tarım, İmalat ve Hizmetler Sektöründeki İstihdam Oranı

Kaynak: DPT ve TUĠK 2000 yılı için 12 ve daha yukarı yaĢtaki nüfus, diğer yıllar için 15 ve daha
yukarı yaĢtaki nüfus esas alınmıĢtır. (Bkz. Ek-Tablo 9)

Yukarıda tartıĢılan istatistiki veriler, hem nüfus artıĢından dolayı hem


de kadınların imalat ve hizmetler sektöründeki katılımı oranındaki artıĢtan
dolayı, istihdam oranında yıllar itibariyle bir artıĢ yaĢandığını gösterir.
Ġstihdamdaki bu niceliksel artıĢ, istihdamın milli gelirdeki payı ile orantılı
olarak ekonomik büyüme üzerinde etkili olması beklenir. Tablo 6, dönemler
itibariyle, istihdamdaki değiĢimin ekonomik büyümeye katkısını
göstermektedir. Birinci sütun, GSMH‟nin yıllık ortalama büyüme oranını;
ikinci sütun istihdam artıĢının yıllık ortalama büyüme oranını; üçüncü sütun
iĢgücünün milli gelir içindeki payını; dördüncü sütun, ikinci ve üçüncü
139

sütunun çarpımından elde edilen istihdamın GSMH‟ya katkısını; beĢinci


sütun ise dördüncü sütunun birinci sütuna bölünmesiyle elde edilen istihdam
artıĢının GSMH‟yı açıklama yüzdesini gösterir. DıĢa kapalı dıĢ ticaret
politikasının izlendiği dönemle, ekonominin dıĢa açık ticaret politikasının
takip edildiği dönemi karĢılaĢtırmak için, tablonun altında ilgili 1968-1982 ve
1983-2005 yıllarını kapsayan dönemler için toplulaĢtırılmıĢ değerler
verilmiĢtir.

Tablo 5. İşgücünün GSMH’nın Büyümesine Katkı Oranı (yüzde)

İstihdam
Dönemler Istihdam İşgücünün Artışının Açıklama
GSMH Artışı Milli Gelir Katkısı Yüzdesi
(%) (%) Payı
1 2 3 4 5
1968-1972 6.33 1.65 37.00 0.61 9.66
1973-1977 5.24 1.95 39.99 0.78 14.91
1978-1982 1.17 1.23 38.91 0.48 40.89
1983-1987 6.44 2.07 33.67 0.70 10.82
1988-1992 3.84 2.18 45.31 0.99 25.72
1993-1997 5.08 3.79 47.47 1.80 35.35
1998-2002 0.47 0.74 59.58 0.44 94.12
2003-2005 7.50 1.13 60.37 0.69 9.19
Toplulaştırılmış
1968-1982 4.25 1.65 38.63 0.62 21.82
1983-2005 3.96 1.22 48.31 0.98 41.50

Ġkinci ekonomik planın uygulandığı 1968-1972 yılları arasında,


iĢgücündeki niceliksel artıĢ GSMH‟nın büyüme yüzdesini 0.61 miktrarında
artırmıĢtır. BaĢka bir deyiĢle, yıllık ortalama yüzde 6.33 olarak gerçekleĢen
ekonomik büyüme yüzdesinin 0.61‟i yani yüzde 9.66‟sı iĢgücündeki
büyümeden kaynaklanmıĢtır. Üçüncü ekonomik plan döneminde, 1973-1977,
iĢgücündeki artıĢın ekonomik büyümeyi açıklama yüzdesi biraz daha artarak
140

yüzde 14.97‟ye yükselmiĢtir. 1978-1982 yılları arasında düĢük oranda


gerçekleĢen yıllık ortalama ekonomik büyümeden dolayı iĢgücünün
katkısında, diğer dönemlere kıyasla, göreceli bir artıĢ gözlenmiĢtir. Dönemler
itibariyle iĢgücündeki artıĢının ekonomik büyümeye katkısı aĢağıdaki grafikte
belirgin olarak görülüyor:

Şekil 25. İşgücünün GSMH Büyümesine Katkısı

Kaynak: Veriler için Bkz. Ek-Tablo 11.

Ekonomik krizlerin yaĢandığı 1978-1982 ile 1998-2002 yılları


arasında, iĢgücünün ekonomik büyümeye katkısı sayısal olarak diğer
dönemlerden çok farklı olmamakla beraber, oransal olarak yüksek olduğu
görülüyor. 1983-1987 arasında, ekonomik planlama dönemlerine kıyasla,
iĢgücünün ekonomik büyümeye katkısında bir düĢüĢ yaĢanmıĢtır. Sözkonusu
dönemde, iĢgücündeki artıĢ ekonomik büyümenin yalnızca yüzde 10.82‟sini
141

açıklıyor. 1988-1997 yılları arasında iĢgücünün ekonomik büyümeye


katkısında önemli bir artıĢ yaĢanmıĢtır. Kısacası, yüksek ekonomik
büyümenin yaĢandığı dönemlerde, iĢgücündeki niceliksel artıĢın ekonomik
büyümeye katkısı düĢük kalmıĢtır. Tablo 5‟deki toplulaĢtırılmıĢ değerlere
bakıldığında, iĢgücünün 1982 öncesinde ekonomik büyüme yüzdesine
katkısı 0.62 iken, dıĢa açık ekonomi politikaların takip edildiği 1982
sonrasında bu katkı 0.98 seviyesine yükselmiĢtir. Yukarıdaki değerler
iĢgücündeki niteliksel değiĢim dikkate alınmadan, yalnızca niceliksel
değiĢime göre hesaplanmıĢtır. Niteliksel değiĢimin göstergesi olarak
iĢgücünün eğitim seviyesindeki değiĢimin ekonomik büyüme üzerindeki etkisi
aĢağıda tartıĢılacaktır.

1.20. Eğitimin Büyümeye Katkısı

Adam Smith bireylerin mesleki baĢarılarında eğitimin, doğuĢtan gelen


kabiliyetlere oranla daha fazla etkili olabileceğini ifade ettikten beri, sayısız
çalıĢmalar yapıldı. 1980‟lerden sonraki çalıĢmalar daha net olarak eğitimin
kiĢisel gelir ve ekonomik büyüme üzerinde nasıl bir etkide bulunduğu
konusunda aydınlatıcı sonuçlar içerir.

Sanayi toplumunda gücün kaynağı olarak görülen makinalar, bilgi


toplumunda yerini bilgiye bıraktı. Dünyanın en zengin insanı olan Bill
Gates‟in servetinin asıl kaynağının bilgi olması bunun en açık örneğidir.
Ġnsanlar arasındaki bilgi akıĢı ve iletiĢimin inanılmaz boyutlara ulaĢmasıyla
dünya meĢhur tabirle „global bir köy‟e dönüĢtü. Carnoy (1995) günümüz
dünya ekonomisinin dinamiklerini beĢ kategoride özetliyor: Birincisi,
üretimdeki yüksek verimliliğin asıl kaynağını biliĢim endüstrisi oluĢturuyor.
Ġkincisi, GÜ‟lerde sanayi malları üretimi yerini bilgiye dayalı yüksek teknolojik
ürünlere bırakıyor. Üçüncüsü, standartlaĢmaya dayalı toplu üretim yerine
değiĢik taleplere cevap veren esnek üretim tercih ediliyor. Dördüncüsü, yeni
dünya ekonomisi, sermaye akıĢı, üretim, iĢgücü piyasası ve teknoloji
142

transferi gibi birçok alanda global bir niteliğe sahip. BeĢincisi, biliĢim
teknolojisi, biyoteknoloji, lazer teknolojisi ve yenilenebilir enerji gibi sektörler
günümüzde ekonomik büyümenin lokomotifi olmuĢlar.

Eğitimin kiĢisel gelir üzerindeki etkisi Mincer (1962) ve Becker (1962)


tarafından ilk kez ortaya atılan “beĢeri sermaye teorisi”ne dayanır. Fiziki
sermayeyi andıracak tarzda iĢgücü için beĢeri sermaye kavramının
kullanılması, niteliklerin eğitim yatırımı ile artan bir özeliğe sahip olmasından
kaynaklanıyor. Bu teoriye göre bireylerin eğitimle yeteneklerini geliĢtirmesi
bir nevi yatırımdır. Bireyler sahip oldukları niteliklere bağlı olarak mal veya
hizmet üretir. Fiziki sermaye artıĢı için yapılan yatırımlarda beklenen
kazançlar belirleyici olduğu gibi, beĢeri sermaye artıĢı da beklenen marjinal
getiri ve yatırımın marjinal maliyetine bağlı olarak gerçekleĢir. Bireyler
eğitimin beklenen marjinal getirisini, eğitime harcadıkları marjinal maliyetten
yüksek bulduklarında eğitime yatırım yapmayı rasyonel bulacaklardır. Becker
(1962), özellikle mesleki stajın beĢeri sermayeyi artırarak, eğitimin getirisini
yükseltiğini iddia eder. Yaparak öğrenme veya mesleki staj, formal eğitim
seviyesi gibi, bireyin beĢeri sermaye yatırımını artırarak, yüksek getiriye yol
açar. Kabiliyetli olduğuna inanan insanlar, beĢeri sermayeye daha çok
yatırım yaparak, gelir seviyelerini artırdığından, Becker‟a göre, gelir
farklılıklarını bir eĢitsizlik olarak algılamamak gerekir.

Hem genel hem de mesleki eğitimin iki türlü getirisinden sözedilebilir:


sosyal ve özel. Sosyal getiri toplumun eğitim artıĢından elde ettiği faydaları
kapsar. Suç oranlarının düĢmesi ve teknolojik geliĢme eğitimin sosyal
getirisinin baĢında yer alır. Özel getiri ise, bireylerin eğitime yatırımdan elde
ettikleri faydaları kapsar (Woodhall, 1995). Bu faydaların en önemlisi parasal
olarak elde edilen getiridir. Serbest piyasa ekonomisinde ücretler çalıĢanın
marjinal verimliliğine bağlı olduğundan, eğitimle marjinal verimliliği artanların
daha yüksek parasal getiriye ulaĢması beklenir.
143

Eğitim ile ekonomik büyüme arasında bir iliĢki olduğu tezi eğitimin
verimliliği artırdığı görüĢüne dayanır. Eğitimin iktisadi analizinde en önemli
fonksiyonu, bireylere sağladığı bilgiyle, onların beĢeri sermayelerini
artırmasıdır. Bu nedenle eğitime yapılan harcamalar, beĢeri sermaye artırımı
manasına geldiği için, tüketim değil, yatırım olarak irdelenmesi gerekir
(Woodhall, 1995). Eğitim “beĢeri sermaye” artıĢıyla ekonomik büyümeyi
artırır. Eğitim iktisadi olarak bir anlamda dayanıklı tüketim malı gibi bireyin
hayatını zenginleĢtirirken, öte yandan beĢeri sermaye olarak bireye ileride
getiri sağlayan bir yatırım niteliğini kazanır. Bilginin edinilmesi bir tüketim
malının tüketilmesi gibi bireye bir tatmin sağladığı gibi, bilginin bir üretim
faktörü olarak artıĢı ise toplam üretkenlik artıĢını beraberinde getirir (Lin,
1997).

Eğitim, iĢgücünün ve giriĢimcinin üretim tekniklerini geliĢtirmekle daha


üretken olmalarını sağlar. Özellikle nitelik isteyen iĢlerde, eğitimin etkisi daha
da önem kazanır. Her iĢin özeliğine göre asgari Ģartlarda bir bilgiye sahip
olmayan iĢgücü veya giriĢimciyle mal veya hizmet üretmek, rekabet
ortamında, mümkün değildir. Eğitimin bu etkisinden dolayı, okullaĢma
oranları önem kazanır. Carnoy (1995), okullaĢmanın beĢeri sermayeyi
artırma; nitelikli iĢgücü arzını sağlama; ve gençlere üretim ortamında faydalı
olacak sosyalleĢmeyi sağlamakla kapsayıcı etkileri olduğunu iddia eder.

Eğitimin bireye yönelik “özel getirisi” olduğu gibi, topluma yönelik


“sosyal (dıĢsal) getirisi” de vardır. Eğitimin sosyal getirilerine örnek olarak
suç iĢleme oranlarının düĢmesi, teknolojik yeniliklerin artması, sağlığa daha
çok önem verilmesi, demokratik hakların korunması ve eğitimli bir nesil
yetiĢtirilmesinden sözedilebilir. Eğitim ve ekonomik büyüme arasındaki
çalıĢmalarıyla bilinen Psacharopoulos, eğitimin dıĢsal faydaları dikkate
alınırsa, tahmin edilenin çok üzerinde büyümeye bir etkisi olduğunu iddia
eder. Buna gerekçe olarak, eğitim ile doğurganlık oranı, yaĢ ortalaması ve
144

çocuk ölümleri arasında bir etkileĢimin varlığından söz eder (Woodhall,


1995). Eğitimli insanlar daha az çocuk sahibi olmayı tercih eder. Bu da,
nüfus artıĢ hızında bir düĢüĢe yol açar, bu da kiĢi baĢına düĢen sermaye
kullanımını etkileyerek üretkenliği artırır.

Teknolojik geliĢme ile birlikte eğitim daha da merkezi bir önem


kazanır. Eskiden olduğu gibi ömür boyu devam eden bir meslek yerine, Yeni
Ekonomi‟lerin en temel özelliklerinden biri hızlı meslek değiĢtirmedir. Yeni
Ekonomi Ġndeksi‟nin göstergelerinden biri olan “job churning” bir ekonomide
kaybolan ve yeni ortaya çıkan mesleklerin ölçümünü esas alır. Yeni birçok
mesleğin ortaya çıkması ve mevcut mesleklerin eskiyerek tarihe geçmesi
bilgiye dayalı Yeni Ekonomi‟nin varlığının bir göstergesi olarak algılanır
(Lynch, J. Harrington, K. Stackpoole ve Aydin, 2003). Bu ekonomilerde
eğitimli iĢgücünün piyasanın dinamizmine adapte olması daha kolay olur.
Firmalar yeni bir teknoloji transferi gerçekleĢtirdiğinde, nitelikli elemanları,
meslek içi bir eğitimle, daha çabuk yeterli konuma getirebilir.

Ekonomik büyüme dinamiklerinin değiĢmesiyle GÜ‟lerin ençok ihtiyaç


duydukları üretim faktörü nitelikli iĢgücüdür. Hem yeni teknolojilerin
bulunması hem de bunların kullanılması büyük ölçüde nitelikli iĢgücüne
bağlıdır. Günümüzde global ölçekte yaĢanan nitelikli iĢgücü talebindeki
artıĢlar, eğitimin gittikçe artan önemine iĢaret eder.

John, Murphy, ve Piece (1993), ABD için, 1963 ile 1989 yıllarını
kapsayan araĢtırmalarında, en düĢük nitelikli iĢgücünün gelirinde reel olarak
yüzde 5 düĢüĢ yaĢandığını, oysa en yüksek nitelikli olanlar için yüzde 40
artıĢ gerçekleĢtiğini ortaya koymuĢtur. Bu artıĢın piyasa koĢullarında kolay
bir izahı vardır: nitelikli iĢgücüne olan artan talep, rekabetçi iĢgücü
piyasasında ücretlerin artmasını beraberinde getirir. Nitekim, ABD için
yapılan baĢka çalıĢmalar, son elli yılda nitelikli iĢgücüne talebin artarak
145

devam edegeldiğini ve özellikle 1980 sonrasında bu artıĢın daha da hız


kazandığını gösterdi (Acemoglu, 2000; Autor, Katz ve Krueger, 1998).

Eğitimin verimlilikle ilintilendirilmesine karĢı çıkan bazı iktisatçılar,


eğitimin bir “eleme” cihazı fonksiyonu gördüğünü iddia eder. ĠĢveren, bu
cihazla doğuĢtan daha yüksek kabiliyetli olanları, daha az bir maliyetle
keĢfetme imkanına sahip olur (Woodhall, 1995). Aksi halde, bu kiĢileri tespit
etmek çok daha maliyetli olacaktı. Oysa belirli diplomaları, doğuĢtan gelme
belirli kabiliyetlerin varlığına iĢaret olarak algılayan bir iĢveren, çok az bir
arama maliyetiyle, iĢgücü piyasasında istediği elemanı bulabilir. Eğitimin bu
tarzdaki fonksiyonu için iktisat yazınında “sinyal” kavramı da kullanılır. BaĢka
bir deyiĢle, diploma, iĢverenlere bireylerin doğuĢtan hangi kabiliyetlere sahip
olduğuna dair bir sinyal verir. Bu sinyale göre hareket eden iĢveren kolaylıkla
aradığı elemanı temin eder. Eğitimin sadece “eleme” aleti olduğu ve iĢverene
“sinyal” verdiği görüĢüne karĢı olan argümanlar üç noktada toplanabilir:
Birincisi, kabiliyetli elemanların tesbiti için yıllarca süren bir eğitimden ziyade,
daha ucuz bir test geliĢtirilebilirdi. Ġkincisi, kendi iĢinde çalıĢanlar için eğitimin
hiçbir rasyonalitesi olmazdı. Üçüncüsü, iĢe yerleĢtirildikten sonra eğitimin bi r
esprisi kalmazdı (Griliches, 1997). Özellikle bilgiye dayalı teknolojilerin
büyümenin merkezine yerleĢtiği günümüz ekonomisinde, eğitimin sadece
sinyal fonksiyonu gördüğü iddiası hayli sönük kalır.

Eğitimin ekonomik büyümeye katkıda bulunduğuna karĢı çıkanların


kullandığı baĢka bir argüman doğuĢtan gelen kabiliyetlere dayanır. Bu
argümana göre kiĢisel gelir farkının önemli bir kısmı eğitim farkından değil,
doğuĢtan gelen kabiliyetlerin farkından kaynaklanır.

Bu bölümde eğitimin iĢgücünün niteliğini artırarak toplam üretim


üzerinde olumlu katkıda bulunduğu tezinden hareket edilecek. Eğitim
seviyesindeki artıĢ ile bireylerin niteliklerinin zenginleĢeceği, onların
değiĢime daha kolay adapte olmaları ve giriĢimci bir ruh kazanarak toplam
146

üretimi olumlu etkilemeleri beklenir. Bunun için ortalama eğitim seviyesindeki


değiĢimi ölçen bir indeks oluĢturulacaktır. Eğitimin ekonomik büyüme
üzerinde bağımsız bir etkisi olduğu varsayımı yerine, Denison‟un yaptığı gibi,
eğitimin iĢgücünün niteliği üzerinde etkide bulunarak dolayısıyla toplam
üretim üzerinde etkili olduğu varsayımından hareket edilecekir. Denison
(1962), ABD için yaptığı ampirik çalıĢmada, 1929 ile 1957 yılları arasında,
toplam üretimdeki artıĢın yüzde 38‟nin iĢgücünün niteliksel olarak artıĢından
kaynaklandığını ortaya koymuĢtur. ĠĢgücünün öğrenim seviyesinde, sahip
olduğu en yüksek diplomaya göre, ilkokul, ortaokul, lise veya üniversite
mezunu olmasına göre oluĢturulacak indeksle, bu çalıĢmanın kapsadığı yıllar
için, iĢgücünün eğitim seviyesindeki değiĢimi ölçülecektir. Eğitim seviyesi
yanında, Denison‟un yaptığı gibi, herbir eğitim seviyesinin ortalama gelir
farkları da eğitim indeksinin oluĢturulmasında dikkate alınacaktır. Tam
rekabet ortamında, ücretin marjinal verimliliğe göre belirlendiği varsayımına
göre, farklı eğitim seviyesine sahip bireyler arasındaki gelir farkı, onların
toplam üretime katkılarındaki farkı verir. Bu nedenle, çalıĢanların eğitim
seviyesindeki değiĢme ve getiri farklarındaki değiĢmeyi ölçen bir indeks
oluĢturulacaktır. Bulunan bu yüzde değer, iĢgücünün milli gelir payı ile
çarpılarak, toplam üretim üzerindeki etkisi hesaplanacaktır.

Öncelikle çalıĢanların eğitim seviyesindeki değiĢim tartıĢılacaktır. ġekil


26‟da görüldüğü gibi, çalıĢanların eğitim durumunda 1970 sonrasında önemli
oranda bir yükselme olmuĢtur. Hiçbir diploması olmayanların oranı yüzde
50‟nin üzerinde iken, 2002 yılında yüzde 5.7‟ye düĢmüĢtür. Lise altı eğitim
alanların oranı önemli ölçüde artarak yüzde 38.6‟dan yüzde 62.3‟e
yükselmiĢtir. Lise ve dengi meslek okullarından mezun olanların oranı ise,
aynı dönemde, yüzde 1‟den yüzde 20.4‟e çıkmıĢtır. Yüksekokul ve fakülte
mezunlarının oranı ise 1968‟teki yüzde 0.6‟lık orandan, 2005 yılında yüzde
11.3 oranına yükselerek, 19 kat artıĢ göstermiĢtir.
147

Şekil 26. Çalışanların Eğitim Seviyelerine Göre Yüzde Dağılım (1970-2005)

Kaynak: Veriler için Bkz. Ek-Tablo 10.

Eğitimin ekonomik etkisini ölçen birçok çalıĢma da kullanılan baĢka bir


değiĢken de, ortalama eğitim yılıdır. ġekil 27‟de görüldüğü gibi, 1968 ile 1995
yılları arasında 25 ve üzeri yaĢ grubunda olanların eğitim seviyesi sürekli bir
artıĢ gösterirken, 1995‟ten sonra bu artıĢ trendinde bir duraklama
yaĢanmıĢtır. ÇalıĢanların ortalama eğitim yılı 1968‟de 2‟nin biraz üzerinde
iken, 2002‟de iki katından fazla bir artıĢ gösterek, 5‟e yaklaĢmıĢtır.
148

Şekil 27. Çalışanların Ortalama Eğitim Yılı (1968-2002)

Kaynak: Barro-Lee Veriseti, http://www2.cid.harvard.edu/ciddata/barrolee/Appendix.xls

ÇalıĢanların eğitim seviyesinde yaĢanan bu artıĢın ekonomik


büyümeye etkisini ölçmek için, eğitim seviyesine göre gelirde meydana gelen
değiĢmeleri incelememiz gerekir. ÇalıĢma ekonomisi teorisine göre, tam
rekabetçi ortamda bireyler, verimliliklerine paralel alarak gelir elde ettikleri
varsayıldığından, eğitimi artan bireylerin daha yüksek gelir elde etmeleri
beklenir. AĢağıdaki tablo, 1968 yılında Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri
Enstitüsü'nün, 1987, 1995, 2002 ve 2005 yıllarında ise DĠE‟nin yapmıĢ
olduğu gelir dağılımı anketinin sonuçlarını içeriyor. Ġlkokul mezunlarının
ortalama gelir seviyeleri 100 olarak kabul edilip, diğer gelir grupları için
oluĢturulan indeksler tablonun alt tarafındaki satırlarda yer alıyor.
149

Tablo 6. Eğitim Seviyesine Göre Ortalama Gelir

Eğitimi Lise ve Yuksekokul


Yıllar Birim Olmayanlar Ġlkokul Ortaokul Lise dengi meslek veya fakulte

1968 TL 1849 5536 7700 13737 13737 16625


1987 bin TL 1257 1565 1940 2440 2455 5150
1994 bin TL 38,029 68,550 86,598 135,160 107,287 267,764
2002 bin TL 3,031,024 3,726,452 4,799,392 5,823,795 7,020,201 12,698,946
2005 bin TL 3,039,486 6,023,838 7,823,209 13,038,682 13,039,782 16,041,530

1968 Indeks 80 100 139 248 248 300


1987 Indeks 80 100 124 156 157 329
1994 Indeks 55 100 126 197 132 329
2002 Indeks 81 100 129 156 188 341
2005 Indeks 50 100 130 216 216 266
* Eğitimi olmayanların 1968 yılındaki gelirleri, İlkokul ile ortaokul mezunu arasındaki gelir farkı
esas alınarak hesaplandı.

Eğitimi olmayanlar, okuma yazma bilmeyenler ile okur yazar olup bir okul bitirmeyenlerin
ortalama gelirlerinin ağırlıklı ortalaması alınarak hesaplandı.

ġekil 28‟de görüldüğü gibi, gelir anketlerinin yapıldığı 1987, 1994,


2002 ve 2005 yıllarında, hiçbir diploması olmayanlar, ilkokul mezunlarına
göre yüzde 50 ile yüzde 75 arasında az gelir elde ediyordu. Anket yıllarında,
ortaokul mezunları ile ilkokul mezunları arasındaki gelir farkının yüzde 50
gibi sabit bir oranda gerçekleĢtiği görülüyor. 1987 yılında lise mezunları
ilkokul mezunlarından yüzde 56, 1994‟te yüzde 97, 2002‟de yüzde 56 ve
2005‟te yüzde 116 daha fazla kazanıyordu. Aynı yıllarda, üniversite
mezunları ise, ilkokul mezunlarının üç katı ve lise mezunlarının ise yaklaĢık
iki katı kadar gelir elde ediyordu.
150

Şekil 28. Eğitim Seviyesine Göre Gelir İndeksinin Değişimi

Kaynak: Tablo 6.

Eğitimin milli gelire katkısını bulmak için, Denison‟ın yaptığı iĢlemlerin


benzerini uygulayarak, Tablo 7‟de gösterilen kümülatif eğitim indeksini
oluĢturduk. Örneğin, 2002 yılı için, üniversite mezunlarının eğitim gelir
indeksini (341), toplam iĢgücü içinde üniversite mezunu olanların yüzdesi
(10.2) ile çarparak, aĢağıdaki tabloda gösterilen, 34.67 değerine ulaĢtık.
Herbir eğitim seviyesi için benzer hesaplamaları yapıp, elde ettiğimiz ağırlıklı
eğitim gelir indekslerini toplayarak, tablonun üçüncü sütununda yer alan
toplam değerleri elde ettik. Sözkonusu ağırlıklı indekslerdeki yüzde değiĢimi
görmek için, 1987 yılını 100‟e eĢitleyerek, ikinci sütundaki eğitim indeksine
ulaĢtık.
151

Tablo 7. Gelir-eğitim Seviyesine Göre Kümülatif Eğitim İndeksi

Eğitim Eğitimi Lise ve Yuksekokul


Yıllar Indeksi Toplam Olmayanlar Ġlkokul Ortaokul Lise dengi meslek veya fakulte
1968 82.01 91.34 57.78 22.91 3.63 2.56 2.52 1.93
1987 100.00 111.38 21.72 53.42 7.85 8.58 5.04 14.77
1994 106.62 118.75 9.30 57.05 10.04 17.72 3.88 20.77
2002 123.98 138.09 8.59 50.89 13.38 16.20 14.36 34.67
2005 135.78 143.14 2.90 52.12 13.25 27.96 16.24 30.68

Gelir seviyesi anketleri, 2002 yılına kadar, sadece dört defa


yapıldığından dolayı, daha önce yaptığımız gibi, beĢ yıllık dönemler itibariyle
eğitimin milli gelir üzerindeki etkisini hesaplama imkanı yoktur. Bunun yerine,
1968-1987, 1988-1994, 1995-2002 ve 2003-2005 dönemleri için eğitimin milli
gelire katkısı hesaplandı. Tablo 8‟in ilk kısmı eğitim, diğer kısımları sırasıyla
iĢgücü, sermayenin aynı dönemler için milli gelire katkısını gösteriyor. En son
kısımda ise, bütün faktörlerin toplamı alınarak, milli geliri açıklama yüzdeleri
hesaplandı. Ġkinci sütunda gösterilen eğitim indeksindeki artıĢ, Tablo 7„deki
eğitim indeksindeki yüzde değiĢim kullanılarak bulundu. Eğitimdeki değiĢme
iĢgücündeki niteliksel değiĢmeyi gösterdiğinden, eğitim indeksindeki değiĢim
yüzdesi ile, iĢgücünün ilgili dönemlerdeki milli gelir payı çarpılarak eğitimin
milli gelire katkısı hesaplandı. Örneğin, 1968-1987 yılları için eğitimde yıllık
yüzde 1.1 oranında artıĢ olmuĢtur. Bu artıĢı, sözkonusu dönemdeki
iĢgücünün milli gelir payına denk gelen yüzde 37.39 ile çarptığımızda,
eğitimin katkısının ekonomik büyümenin yıllık yüzde 0.41‟ine denk geldiği
ortaya çıkar. ÇalıĢanların eğitim seviyesindeki artıĢtan kaynaklanan
büyümedeki bu artıĢın toplam ekonomik büyüme içindeki yeri ise yüzde
8.55‟ae denk geliyor. BaĢka bir deyiĢle, sözkonusu dönemde, eğitimdeki artıĢ
ekonomik büyümenin yüzde 8.5‟ini açıklıyor.
152

Tablo 8. Eğitim, Sermaye, ve İşgücünün Milli Gelire Katkısı

Egitim
Indeksi İşgücünün Egitim Açıklama
GSMH Artışı Milli Gelir Artışının Yüzdesi
(%) (%) Payı Katkısı
Eğitim 1 2 3 4 5
1968-1987 4.80 1.10 37.39 0.41 8.55
1988-1994 2.66 0.95 46.88 0.44 16.69
1995-2002 3.67 2.04 54.20 1.10 30.04
2003-2005 7.50 1.20 60.37 0.72 9.66

İşgücü GSMH % İndeks Artışı Pay Katkı Açıklama %’si


1968-1987 4.80 1.73 37.39 0.65 13.46
1988-1994 2.66 0.94 46.88 0.44 16.54
1995-2002 3.67 1.22 54.20 0.66 18.01
2003-2005 7.5 1.13 60.37 0.69 9.19

Sermaye GSMH % İndeks Artışı Pay Katkı Açıklama %’si


1968-1987 4.80 6.08 62.61 3.81 79.38
1988-1994 2.66 5.03 53.12 2.67 100.56
1995-2002 3.67 3.95 45.80 1.81 49.21
2003-2005 7.5 3.01 38.07 1.18 15.72

ġekil 29‟da eğitimin herbir dönemde ekonomik büyümeye etkisi


gösterilmiĢtir. 1988-1994 ve 1995-2005 yıllarında eğitimin ekonomik
büyümeye katkısının daha yüksek olduğu görülüyor. 1995-2005 yılları
arasında, ekonomik büyümenin yaklaĢık beĢte biri çalıĢanların eğitim
seviyesindeki değiĢimden kaynaklanmıĢtır. Tablo 8‟deki verilere göre, 1988
sonrasında, eğitimin ekonomik büyümeyi açıklama gücü, istihdamdaki
niceliksel artıĢın açıklayıcılık gücünden daha fazladır. Örneğin, 1995-2002
yılları arasında, istihdamdaki niceliksel artıĢ ekonomik büyümenin yüzde
18.01‟ini açıklarken, çalıĢanların eğitim seviyesindeki artıĢ ekonomik
büyümenin yüzde 30.04‟ünü açıklıyor. Kısacası, çalıĢanların eğitim
seviyesindeki artıĢın, sermayeden sonra, ekonomik büyümeyi açıklayan en
önemli değiĢken olduğu görülüyor.
153

Şekil 29. Eğitimin Ekonomik Büyümeye Katkısı

Kaynak: Veriler için Bkz. Ek-Tablo 11.

1.21. Toplam Faktör Verimliliği

Önceki bölümde ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, Solow büyüme


modelinin en avantajlı tarafı toplam faktör verimliliğini hesaplama imkanı
vermesidir. Bu sayede ekonomik büyümenin ne kadarının üretim faktörlerinin
niteliksel ve niceliksel artıĢından ve ne kadarının da verimlilik artıĢından
kaynaklandığı anlaĢılır. Solow büyüme modeline göre TFV‟deki artıĢ bilgideki
artıĢı veya bilginin geliĢimi ve kullanımıyla üretim yönetimi, üretim akıĢı,
stokların yönetiminde meydana gelen iyiliĢmenin yolaçtığı verimlilik artıĢını
gösterir. Yeni büyüme modelleri bu açığı kapıtıp, toplam faktör verimliliğinin
kaynaklarını irdeleme fırsatı verir (Pack, 1994:56).

AĢağıdaki tabloda farklı dönemler için toplam faktör verimliliği (TFV)


gösteriliyor. TVF1 eğitimin etkisini dikkate almadan, GSMH‟nın büyüme
154

oranından iĢgücü, sermaye faktörlerindeki yüzde artıĢın ağırlıklı ortalaması


çıkarılarak hesaplandı. TFV2 ise eğitimin niteliksel değiĢimi dikkate alınarak
hesaplandı.

Tablo 9. Solow Büyüme Modeline Göre Toplam Faktör Verimliliği (1968-2005)

1968- 1973- 1978- 1983- 1988- 1993- 1998- 2003- 1968- 1983-
1972 1977 1982 1987 1992 1997 2002 2005 1982 2005

GSMH (%) 6.33 5.24 1.17 6.44 3.84 5.08 0.47 7.50 4.25 4.42

Işgücünün Payı
(%) 37.00 39.99 38.91 33.67 45.31 47.47 59.58 60.37 38.63 48.31

İşgücü Faktörü
(%) 1.65 1.95 1.23 2.07 2.18 3.79 0.74 1.13 1.61 2.06

Eğitim (%) 1.01 1.01 1.01 1.01 0.95 1.62 2.04 1.20 0.31 1.38

Semayenin Payı
(%) 63.00 60.01 61.09 66.33 54.69 52.53 40.42 38.07 61.37 51.48

Sermaye
Faktörü (%) 3.50 5.77 3.27 2.52 2.63 2.93 1.20 1.18 4.16 2.17

Sermaye ve
İşgücü 2.82 4.24 2.48 2.37 2.43 3.34 0.93 1.13 3.18 2.12

Tüm Faktörler
(%) 3.19 4.65 2.87 2.71 2.86 4.11 2.14 1.85 3.30 2.81

TFV1(%) 3.51 1.00 -1.30 4.07 1.41 1.75 -0.46 6.37 1.07 2.30

TFV2 (%) 3.14 0.59 -1.70 3.73 0.98 0.98 -1.67 5.65 0.95 1.61
Kaynak: Yıllık veriler için Bkz. Ek-Tablo 11.
155

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi eğitimin katkısı dikkate alınmadan


hesaplanan toplam faktör verimliliği (TFV1) abartılı çıkmıĢtır. Eğitimin katkısı
da hesaplandağında, toplam faktör verimliliği (TFV2) daha düĢük çıkmıĢtır.

AĢağıdaki grafik (ġekil 31), 1968 yılından itibaren, beĢer yıllık


dönemler için basit Solow büyüme modeline göre hesaplanmıĢ toplam faktör
verimliliğinin (TFV1) yüzde değerlerini gösterir. Eğitimin katkısı dikkate
alınmadığında, 1968-1972 yılları arasında yaĢanan yıllık ortalama yüzde
6.33 oranındaki ekonomik büyümenin yarısından fazlası (3.51‟i) toplam faktör
verimliliğinden kaynaklanmıĢtır. 1973-1977 yılları arasında TVF‟nin GSMH‟ya
katkısı yüzde 1‟e düĢerken, ekonomik büyüme de ortalama yüzde 5.24
olarak gerçekleĢmiĢtir. Politik ve ekonomik krizlerin yaĢandığı 1978-1982
yılları arasında TFV‟nin negatif değer almıĢ olması ĢaĢırtıcı değildir. 1983-
1987 yılları arasında TFV‟nde önemli bir sıçrama yaĢanmıĢtır. Bu dönemde
ekonomik büyümenin yarısından fazlası TFV‟den kaynaklanmıĢtır. Bu durum
ekonominin dıĢa açılması ile artan rekabete bağlanabilir. Türkiye
ekonomisinde tarım sektörünün daralarak, imalat ve hizmetler sektörüne
geniĢlemesi toplam faktör verimliliğindeki artıĢın bir baĢka nedeni olabilir.
Nitekim, Denison (1985) ABD için yaptığı bir çalıĢmasında, sektörel
dağılımındaki değiĢmenin TFV‟ne olumlu katkıda bulunduğunu gösterdi.
1988-1992 yılları arasında TFV‟nin katkısı azalmıĢtır. 1993-1997 yılları
arasında ise yaĢanan yüzde 5.08‟lik ekonomik büyümenin yalnızca 1.75‟i
TFV‟den kaynaklanırken, gerisi üretim faktörlerindeki artıĢtan
kaynaklanmıĢtır. 1998-2002 arasında ise, yaĢanan ekonomik krizlerle TFV
negatif değer almıĢ ve ekonomik büyüme oranı sıfıra yakınlaĢmıĢtır. Tek
parti iktidarıyla birlikte kazanılan istikrar ve takip edilen ekonomik politikalar
neticesinde 2003-2005 yılları arasında en yüksek TFV değerine ulaĢılmıĢtır.
156

Şekil 30. Basit Solow Büyüme Modeline Göre TFV ve GSMH Artışı (1968-2005)

Kaynak: Tablo 9.

Basit Solow büyüme modelinde üretim faktörlerinin niteliksel


değerlerindeki artıĢ dikkate alınmadığından toplam faktör verimliliği olması
gereken değerden yüksek çıkar. Oysa, eğitim gibi üretim faktörlerinin
niteliksel değiĢimini dikkate alan geniĢletilmiĢ Solow büyüme modeli daha
gerçekçi bir toplam faktör verimliliği artıĢını hesaplar. AĢağıdaki grafik (ġekil
32), basit ve geniĢletilmiĢ Solow büyüme modellerine göre hesaplanmıĢ
toplam faktör verimlilik artıĢlarını gösterir. Bütün dönemler itibariyle,
eğitimdeki niteliksel artıĢ hesaba katıldığında toplam faktör verimliliğinin
yaklaĢık yüzde 10 düĢük çıktığı görülüyor.
157

Şekil 31. Basit ve Genişletilmiş Solow Büyüme Modeline Göre TFV (1968-2005)

Kaynak: Tablo 9.

1.22. Toplam Faktör Verimliliği Bulgularının Önceki Çalışmalarla


Karşılaştırması

Bu çalıĢmada bulduğumuz toplam faktör verimliliği rakamlarının


doğruluğunu test etmenin bir yolu ilgili uluslararası ve ulusal çalıĢmalarla
kıyaslamaktır. Ġkinci bölümde büyüme muhasebesi yöntemiyle ilgili yapılan
ampirik çalıĢmalar özetle verilmiĢti. Bu bölümde, önce bazı OECD ülkeleri
için hesaplanan toplam verimlilik rakamları tartıĢılacak, daha sonra ise,
Türkiye ekonomisiyle ilgili yapılan altı çalıĢmanın bulgularıyla Basit Solow
Modeli ve GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟ne göre hesapladığımız toplam faktör
verimliliği rakamları karĢılaĢtırılacak.
158

Tablo 10, Saygılı‟nın 2001 yılındaki çalıĢmasında yer alan OECD


ülkelerine iliĢkin TFV rakamları kullanılarak elde edilmiĢtir (Saygılı ve baĢk.,
2001a). Tablonun sonundaki üç satır, sırasıyla, Saygılı‟nın bulgularını ve bu
çalıĢmada Basit Solow Modeli ve GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟ne göre elde
etmiĢ olduğumuz bulguları göstermektedir.

Tablo 10. Bazı OECD Ülkelerinde Toplam Faktör Verimliliğinin Ekonomik


Büyümeye Katkısı

Ülke Adı 1970-2000 1970-1991 1992-2000


ABD 0.77 0.48 1.44
Kanada 0.60 0.45 0.94
Japonya 0.90 1.49 -0.50
Belçika 1.46 1.65 1.02

Danimarka 1.54 1.59 1.41

Finlandya 2.15 1.70 3.19

Fransa 1.66 1.70 1.56

Almanya --- --- 1.10


B. Almanya 1.18 (1) 1.18 (1) ---
Italya 0.55 (2) 0.54 (3) 0.56

Ġsveç 1.38 (4) 0.71 (5) 2.28

Türkiye (Saygılı 2001) 0.26 (6) 0.41 (7) -0.07

Türkiye (TFV1) 0.50 0.20 1.22

Türkiye (TFV2) -0.05 -0.21 0.35

(1)1970-1991; (2) 1980-2000; (3) 1980-1991; (4) 1979-2000; (5) 1979-1991 ;(6) 1972-2000; (7) 1972-1991
TFV1: Bu çalıĢmada Basit Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını gösterir.
TFV2: Bu çalıĢmada GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını
gösterir. Son iki satırın üretilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek-Tablo 11.
159

Yukarıda tabloda görüldüğü gibi ülkeler arasında TFV‟nin ekonomik


büyümeye katkısı açısından büyük farklılıklar vardır. 1970-2000 dönemine bir
bütün olarak bakıldığında, Finlandiya, Fransa, Danimarka, Belçika ve
Ġsveç‟in en yüksek TFV rakamlarına sahip olduğu görülmektedir. BiliĢim
teknolojilerinin belirleyici olduğu 1992 sonrası ve öncesi diye iki döneme
ayırdığımızda ise, özellikle ABD, Finlandiya ve Ġsveç‟in TFV rakamlarında
1992 sonrasında önemli artıĢlar dikkat çekmektedir. Japonya ekonomisinin
ise 1992-200 döneminde negatif TFV‟ye sahip olduğu anlaĢılmaktadır.
Saygılı‟nın çalıĢmasına göre, Türkiye‟nin 1972-2000 dönemine iliĢkin TFV
değerleri söz konusu OECD ülkelerinin çok gerisinde kalmıĢtır. Üstelik, 1992
sonrasında TFV negatif değerler almıĢtır. Bizim çalıĢmamızda da, 1970-2000
dönemi için hesaplanan TFV1 değeri, Saygılı‟nın 1972-2000 dönemi için
hesapladığı TFV yüksek çıkmakla beraber, Ġtalya hariç diğer OECD
ülkelerinin gerisinde kaldığı anlaĢılmaktadır. Ancak çalıĢmamızın sonuçları,
Saygılı‟dan farklı olarak, 1992-2000 arasında TFV1 değerinde önemli artıĢ
olduğuna iĢaret etmektedir. Saygılı‟nın, ileride tartıĢılacak olan 2005 yılındaki
çalıĢmasında TFV değerlerinin daha yüksek çıkmasının, bizim bulgularımızın
doğru olma olasılığını arttırmakta olduğu öne sürülebilir.

Türkiye ekonomisinin büyümesinde TFV‟nin rolünü ölçen çalıĢmalarla


karĢılaĢtırma yapmak için, farklı dönemler için TFV1 ve TFV2 değerlerini
hesapladık. Tablo 11, bu çalıĢmadaki TFV1 ve TFV2 değerlerini benzer dört
ayrı çalıĢmanın sonuçlarıyla karĢılaĢtırmalı olarak göstermektedir.
KarĢılaĢtırmayı görsel hale getirip net olarak gözlemlemek için, tablodaki
değerleri farklı grafiklerde göstererek bulguları aĢağıda ayrıntılı olarak
tartıĢacağız.
160

Tablo 11. Farklı Dönemler İtibariyle TFV’nin Ekonomik Büyümeye Katkısıyla


İlgili Çalışmaların Bulguları

Çalışmalar Dönemler İtibariyle TFV’nin Büyümeye Katkı Oranları


1968-1975

Chenery (1986)* 2.23


TFV1 0.86
TFV2 0.44
*Chenery'nin bulguları 1963-1975 yıllarını kapsamaktadır.

1977- 1982- 1965-


1968-1976
1981 1988 1988
Kamu TFV (Uygur 1.20 0.90 1.00 1.10
(1991))*
Özel TFV (Uygur
0.9 -0.10 1.90 0.80
(1991))*
TFV1 1.71 -3.49 2.32 0.14

TFV2 0.96 -3.93 1.95 -0.27


* Uygur'un bulguları 1965-1976 yıllarını kapsamaktadır.

1972- 1992- 1972-


1972-2000 1980-2000
1991 2000 1979
Saygılı (2001) 0.26 0.41 -0.07 -0.29 0.44
TFV1 0.45 0.11 1.22 -1.34 1.14
TFV2 -0.10 -0.30 0.35 -1.78 0.54

1972-2005
Saygılı (2005) 0.8
TFV1 0.74
TFV2 0.08
TFV1: Bu çalıĢmada Basit Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını gösterir.
TFV2: Bu çalıĢmada GeniĢletilmiĢ Solow Modeli‟yle hesaplanan toplam faktör verimliliği katkısını
gösterir.
TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek-Tablo 11.
161

Türkiye‟de ekonomik büyümesinin kaynaklarını büyüme muhasebesi


yöntemiyle tahmin eden Chenery (1986), 1963-1975 yıllarına ait verileri
kullanmıĢtır. ġekil 32, Chenery‟nin çalıĢmasındaki TFV değeri ile bu
çalıĢmada elde edilen TFV1 ve TFV2 değerlerini göstermektedir. Bizim
değerlerimiz nispeten küçük çıkmakla beraber, Chenery‟nin TVF değeri gibi
pozitif çıkmıĢtır. Kısacası, her iki çalıĢma da, söz konusu dönemde ekonomik
büyümenin önemli oranda toplam faktör verimliliğindeki artıĢtan
kaynaklandığını göstermektedir denilebilir.

Şekil 32. Chenery’nin Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik


Büyümeye Katkısı (1968-1975)*

*Chenery'nin bulguları 1963-1975 yıllarını kapsamaktadır. TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde


kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek-Tablo 11.
162

ġekil 33, Uygur‟un 1965-1988 yıllarını kapsayan bir ampirik


çalıĢmasındaki (1993) TFV bulgularını göstermektedir. Uygur‟un
çalıĢmasının özgün yanı, kamu ve özel sektörü ayrıĢtırarak, tahminde
bulunmasıdır. Söz konusu çalıĢma, 1982 öncesinde kamu sektöründeki
TFV‟yi nispeten daha yüksek bulurken, 1982‟den sonra özel sektördeki
TFV‟nin kamu sektöründekine kıyasla daha yüksek olduğuna iĢaret
etmektedir. Bu durum, ithal ikameci politikaların uygulandığı dönemde kamu
sektöründe TFV‟nin özel sektördekine kıyasla daha yüksek olduğunu, dıĢa
açık ekonomik politikanın izlendiği dönemde ise bunun tersinin söz konusu
olduğunu göstermektedir.

Uygur‟un bulgularıyla bu çalıĢmadaki TFV değerleri arasında, 1977-


1981 dönemi hariç, büyük paralellik vardır. Ġki çalıĢma da, 1968-1976 ve
1982-1988 dönemleri için TFV‟nin pozitif olduğunu bulmuĢtur. Ancak, bizim
TFV değerlerimiz biraz daha yüksek çıkmıĢtır. Ekonomik ve politik kriz yılları
için, Uygur, kamu sektörünün pozitif ve özel sektörün ise negatif TFV‟ya
sahip olduğunu bulmuĢtur. Oysa, söz konusu dönem için bizim çalıĢma TFV
değerini hayli yüksek ve negatif olarak tahmin etmiĢtir. 1968-1988 dönemine
bir bütün olarak baktığımızda bizim TFV değerleri Uygur‟un değerlerinden
düĢük çıkmıĢtır.
163

Şekil 33. Uygur’un Bulgularıyla Karşılaştırmalı Olarak TFV’nin Ekonomik


Büyümeye Katkısı (1968-1988)*

* Uygur'un bulguları 1965-1976 yıllarını kapsamaktadır.


TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek -Tablo 11.

ġekil 34‟de görüldüğü gibi, bu çalıĢmada elde edilen TFV1


değerleriyle Saygılı‟nın TFV değerleri arasında büyük bir paralellik vardır.
1972-2000, 1972-1991 ve 1980-2000 dönemleri için her ikisi de pozitif
değerlere sahiptir. Aynı Ģekilde, 1972-1979 dönemi için Saygılı‟nın
çalıĢmasında da buradaki çalıĢmada da elde edilmiĢ bulunan TFV değerleri
negatif çıkmıĢtır. Sözkonusu dönemde bulduğumuz negatif TFV değerlerini;
ilgili yıllarda yaĢanan siyasi ve ekonomik krizlerin etkisine dayanarak
açıklayabiliriz: (1) Söz konusu dönemde uygulanan (bazıları popülist)
164

sürdürülebilirliği olmayan kur, faiz ve KĠT-fiyat politikalarının, kaynakların


rasyonel-dağılımını olumsuz etkilemesi neticesinde, hem emek hem de
sermaye verimliliğini düĢürmüĢ olduğu düĢünülebilir. (2) Söz konusu
dönemde kamu-sektöründe “göstermelik” (“show-piece”) ve “verimsiz”
yatırımların ve özellikle baĢlatılıp da yarım kalan yatırımların toplam kamu-
yatırımlarına oranının artmıĢ olduğu ve de KĠT‟lerdeki toplam istihdam
içinde “gizli iĢsizlerin” oranının önceki döneme kıyasla artmıĢ olduğu iddia
edilebilir. (3) 1. ve 2. MC hükümetlerinin iktidarda olduğu bu dönemde,
artan siyasi gerginlik ve iç-politik çekiĢmelerin yanı sıra, Kıbrıs BarıĢ
Harekatı sonrasında Türkiye‟ye uygulanan ambargonun yarattığı olumsuz
etkilerin de elde edilen negatif TFV değerlerinin oluĢmasında dolaylı etkileri
olduğu da düĢünülebilir.

1992-2000 yılları arasında, Saygılı, küçük ve negatif bir TFV değer


bulurken, çalıĢmamızda nispeten büyük ve pozitif bir değer elde edilmiĢtir.
ġekil 35‟de görüldüğü gibi, Saygılı‟nın 2005 yılındaki yeni çalıĢmasında,
1972-2000 dönemi için daha büyük ve pozitif TFV değeri elde ederek bizim
bulgumuza hayli yaklaĢmıĢtır. TFV2 değerlerinin Saygılı‟nın değerlerinden
farklı çıkması, bu çalıĢmada eğitimi de hesaba katmamızdan
kaynaklanmaktadır. Saygılı sadece iĢgücündeki nicel değiĢmeyi dikkate
almıĢ, ancak iĢgücünün niteliğindeki değiĢimi de hesaba dahil edebilmek
için bu çalıĢmada yapıldığı gibi bir veya daha fazla proxy değiĢken
kullanarak5 “geniĢletilmiĢ bir model” çerçevesinde alternatif bir TFV değeri

5
Elbette bu çalıĢmada kullanmıĢ olduğumuz değiĢkenlerin “iĢgücündeki niteliksel artıĢları” ne
denli iyi tahmin edip etmediği veya ne denli iyi tahmin etmiĢ olabileceği tartıĢılabilir. BaĢka
165

tahmin etmeye çalıĢmamıĢtır. Dolayısıyla, hesaplama yöntemi bakımından,


bu çalıĢmadaki TFV1 değerleri Saygılı‟nın TFV değerlerine denk gelmektedir.
TFV2 değerlerini vermemizin sebebi, eğitimin niteliksel değiĢimindeki artıĢın
etkisini görmek içindir.

Şekil 34. Saygılı ve Diğerleri’nin (2001) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin


Ekonomik Büyümeye Katkısı (1972-2000)

TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek -Tablo 11.

değiĢkenler kullanarak “iĢgücündeki niteliksel artıĢları” belki de daha “iyi veya güvenilir” bir
biçimde tahmin eden alternatif TFV‟ler türetilebilir.
166

Şekil 35. Saygılı ve Diğerleri’nin (2005) Bulgularıyla Karşılaştırmalı TFV’nin


Ekonomik Büyümeye Katkısı (1972-2005)

TFV1 ve TFV2‟nin türetilmesinde kullanılan orijinal veriler için Bkz. Ek -Tablo 11.

Özetle, bu çalıĢmada elde ettiğimiz TFV değerleriyle yukarıda tartıĢılan


altı ayrı çalıĢmanın bulguları arasında önemli paralelliklerin yanı-sıra, en az bu
paralelikler kadar önemli bazı farklılıklar da ortaya çıkmıĢtır. Bunlar yukarıdaki
paragraflar ve Ģekiller yardımıyla özetlenmiĢ ve daha önce yapılmıĢ altı
çalıĢma ile bu çalıĢmanın bulguları arasındaki benzerlikler ve farlılıklar, alt
dönemler bazında da kıyaslanıp özetle yorumlanmıĢtır.

Bir genelleme yapmak gerekirse, 1980 öncesinde Türkiye ekonomik


büyümesinin kaynaklarını irdeleyen çalıĢmaların birçoğunun ortak bulgusu,
toplam faktör verimliliğinin, OECD ülkelerindekilere kıyasla düĢük olduğunu
göstermiĢtir. Bu ortak-bulgu; „Türkiye’nin söz konusu dönemdeki ekonomik
büyümesinin teknolojik gelişimden ziyade, üretim faktörlerindeki artıştan
167

kaynaklanmış olduğuna işaret ettiğini göstermektedir‟ Ģeklinde


yorumlanabilir. Ama bu bazı boyutları göz-ardı eden bir yorum olur
kanısındayız. Çünkü daha evvel de iĢaret ettiğimiz gibi, üretim faktörlerindeki
artıĢları açıklayamadığı ve bir çok iktisatçının “cehaletimizin bir ölçütü”
olmaktan ileri gitmeyen bu “artık” için salt “Teknolojik GeliĢme”yi ifade eder
iddiasında bulunmak, vulgarizasyon bir yana, yanlıĢ olur. Çünkü,
“içerilmemiş teknolojik gelişme” bu “artık”ın önemli bir parçası olsa bile,
teknolojik geliĢme ile hiçbir ilgisi olmayan bir sürü ekonomik olgu ve yapısal
faktör ve kriz dönemlerine özgü bir çok etmen, söz-konusu artığın önemli bir
kısmını açıklar ve de bazı ülkeler için bazı dönemlerde, bu ikinci grup, olgu
ve faktörlerin tahmin edilen TFV‟i belirleyici etkisi “teknolojik geliĢme”nin kat
kat üstüne çıkabilir. Böyle bir döneme, Türkiye bağlamında iyi bir örnek
1978-80 arasındaki üç yıldır: Sözkonusu dönemde, dönemin BaĢbakanını “5
cent‟e muhtacız” dedirtecek raddeye varmıĢ olan para-döviz krizinin etkisiyle,
Türk sanayi sektörü ithal hammadde ve ara-malı girdi tedarikinde çok büyük
sıkıntılar yaĢamıĢ; bu olgu ve buna iliĢkin olarak geliĢen bir dizi ekonomik
etkileĢim sonucunda çıktı büyüme hızı, ya 1979 ve 80 yıllarında olduğu gibi
negatif değerler almıĢ ya da 1978‟de olduğu gibi “eğer söz konusu olgu
olmasaydı cet.par. varmış olacağı değerin “ çok altında gerçekleĢmiĢti.
Dolayısıyla bu çalıĢmada olduğu gibi yukarıda özetlenen birçok baĢka
çalıĢmada, söz konusu dönemde TFV tahminlerinin negatif çıkmıĢ olması
hiç ĢaĢırtıcı değildir. 6 Bu dönemde TFV tahminlerinin negatif çıkması hiçbir
Ģekilde “teknolojik gelişmede bir gerileme gerçekleşmiş olduğu” anlamına

6
Benzer durum 1993-1995 ve 2000-2001 yılları için de geçerlidir.
168

gelmez. . Keza 1973-1977 dönemi için de TFV‟nin negatif çıkması, ancak ve


ancak benzer bir Ģekilde yorumlanmalıdır : 1973-77 döneminde Türkiye‟de
“teknolojik geliĢme”nin devam ettiğinden Ģüphe yoktur. Ama söz konusu
dönemde, “içerilmemiĢ teknolojik geliĢme”nin TFV üzerindeki pozitif katkısını
dengeleyen ve aşan; ve TFV verisinin iĢaretini böylece negatife çevirecek
ölçüde güçlü etkilere sahip olan ve de piyasa-etkinliğini baltalayan ve
rasyonel kaynak dağıtımını bozan bir dizi politik ve “yapısal” olumsuz
geliĢme yaĢanmıĢtır. Negatif TFV bulgularını böyle yorumlanması gerekir.

1980 sonrasında TFV değerinde artıĢ olmasına rağmen, geliĢmiĢ


OECD ülkelerinin çok gerisinde kaldığı tespit edilmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle,
serbest dıĢ ticaret politikası artan uzmanlaĢma ve rekabet imkanı sunduğu
için verimliliği artırmaktadır. Nitekim, Weinhold ve Rauch (1999), geliĢmekte
olan 35 ülke üzerinde yaptığı bir ampirik çalıĢmada, dıĢa açılma ile birlikte
üretimde artan iĢbölümü ve uzmanlaĢmanın, toplam verimliliği olumlu olarak
etkilediğini bulmuĢtur. Eğitimin ekonomik büyüme üzerinde giderek artan
etkide bulunduğu görülmektedir. Özellikle biliĢim teknolojisinde 1990
sonrasında yaĢanan geliĢmeler bunu teyit etmektedir.

Toplam faktör verimliliği; en son analizde, içerilmemiĢ teknolojik


geliĢimin yanı-sıra araĢtırma ve geliĢtirme; dıĢ ticaret politikası; piyasa yapısı
ve piyasaların “etkinliği”; toplumun çalıĢma Ģevki ve kalkınma azmi gibi
sosyo-psikolojik ve politik faktörler; kültürel ve psiko-ekonomik faktörler; girdi
darboğazlarının varlığı ve derecesi; para/döviz krizleri baĢta olmak üzere her
tür ciddi finansal sarsıntının varlığı ve derecesi ve daha genel olarak ülke
ekonomisi hakkında yaygın olan orta vadeli beklentilerin iyimserlik veya
kötümserlik derecesi ve hatta küresel-ısınmanın etkilerinin giderek önem
kazandığı bir dünyada, küresel ısınma ve iklim değiĢikliklerinin olumsuz
etkilerinin varlığı ve derecesi gibi birçok değiĢkenlere bağlıdır.
169

Bir sonraki bölüm, regresyon yöntemiyle, ekonomik büyümeyi


etkileyen birçok değiĢkenin etkisini ölçmektedir. Bu açıdan Solow büyüme
modelini tamamlayıcı niteliktedir. Çünkü, regresyon modelinin hangi
değiĢkenlerin ekonomik büyümeyi ve toplam faktör verimliliğini belirlediği
konusunda da fikir vereceğini düĢünüyoruz.
ALTINCI BÖLÜM

REGRESYON MODELİNE GÖRE EKONOMİK BÜYÜMENİN KAYNAKLARI

Neoklasik büyüme modeli, kısa dönemde politika değiĢkenlerinin


ekonomik büyümeyi etkilediğini kabul ederken, uzun dönemde ekonomik
büyümenin üretim faktörleri tarafından belirlendiğini iddia eder. Enflasyon,
dıĢ ticaret, kamu harcamaları gibi değiĢkenlerin ekonomik büyüme üzerindeki
etkisini “büyüme buhasebesi” yöntemiyle doğrudan ölçmek mümkün değildir.
Büyüme muhasebesi, ekonomik politika değiĢkenlerindeki değiĢmenin üretim
faktörlerine yansıdığını varsaydığından, sözkonusu değiĢkenleri ayrıca
modele dahil etmez. Bu nedenle, iktisat yazınında ekonomik büyümenin
belirleyicileri, büyüme regresyonu yöntemi ile de analiz edilir. Bir anlamda,
büyüme regresyonu, büyüme muhasebesi modelini tamamlayıcı bir özelliğe
sahiptir.

Büyüme muhasabesi modeli, üretim faktörlerindeki niteliksel ve


niceliksel değiĢikliklerin ekonomik büyümeyi sağladığını varsayarken, ampirik
çalıĢmalarda sıkça kullanılan geniĢletilmiĢ regresyon modelleri, politik ve
ekonomik bazı değiĢkenleri de dikkate alır. Büyüme muhasebesinde, modele
dahil edilemeyen politika değiĢkenlerini, regresyon modeline dahil ederek
sınamak imkanı vardır. Üretim faktörlerinin katkısı ile toplam ekonomik
büyüme arasındaki fark büyüdükçe, izlenen farklı politikaların etkisinin daha
büyük olduğu anlaĢılır.

Büyüme ile ilgili regresyon modellerinde, gayrı safi milli hasıla


(GSMH)‟nın büyüme oranı bağımlı değiĢken olarak yer alırken, beĢeri
sermaye, fiziki sermaye, iĢgücü ve politika değiĢkenleri bağımsız değiĢken
olarak yer alır. Bu değiĢkenleri aĢağıdaki lineer üretim fonksiyonu ile ifade
etmek mümkündür:
171

GSMH = 0t +  1t Hit+ 2t Kit+  3t Lit +  4t Pit + uit (1)

GSMH bağımlı değiĢkeni bir ülkenin i yılındaki Gayri Safi Milli Hasıla
(GSMH)‟daki yüzde değiĢmeyi

Hit beĢeri sermaye (human capital)‟yi,

Kit fiziki sermayeyi (kapital),

Lit iĢgücünü (labor),

Pit politika değiĢkenlerini

ve uit hata terimini sembolize ediyor.

BeĢeri sermaye en basit Ģekliyle ortalama eğitim yılıyla, fiziki sermaye


yapılan yatırım oranıyla ve iĢgücü istihdamdaki değiĢme ile ölçülüyor.

1.23. Model ve Değişkenler

Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu kullanarak geliĢtirdiğimiz Solow


büyüme modeli denklemini ekonometrik denklem olarak yazıp değiĢkenlerin
katsayılarını bulabiliriz. GeniĢletilmiĢ Solow modeline, dıĢ ticaret değiĢkenini
de dahil ederek, dıĢa açılmanın Türkiye‟nin ekonomik büyümesi üzerinde ne
derece etkili olduğunu irdeleyebiliriz.

Y K L E T
  1  2  3  4 (2)
Y K L E T
Y
= toplam mal ve hizmet üretimindeki artıĢı (GSMH artıĢı),
Y
 = denklemdeki değiĢkenler dıĢında üretim artıĢını etkileyen
değiĢkenleri,

K
= fiziki sermaye oranındaki değiĢim oranını,
K
172

L
= iĢgücündeki değiĢim oranını,
L

E
= eğitim seviseyindeki değiĢim oranını,
E

T
= dıĢ ticaretteki değiĢim oranını temsil eder.
T

Yukarıdaki matematiksel differansiyel denklemini ekonometrik bir


denklem olarak yeniden yazabiliriz. Bu ekonometrik denklemde, GSMH‟daki
yüzde değiĢme bağımlı değiĢken olarak yer alırken, fiziki sermaye stoğu,
iĢgücü, eğitim ve dıĢ ticaret bağımsız değiĢken olarak yer alır (O'Neill, 1995).
Yukarıdaki matematiksel denklem ekonometrik model olarak yeninden
yazılabilir:

 it +  3t E i + 4t T1 it +uit
Log Yit = 0t +  1t K it +  2t L (3)

Log Yit = bağımlı değiĢkeni bir ülkenin i yılındaki real GSMH‟deki


değiĢimin logaritmik değerini,

Kit = fiziki sermayeyi (kapital),

Lit = iĢgücünü (labor),

Eit = eğitim değiĢkenini

T1it = dıĢa açık olma indeksini,

ve uit hata terimini sembolize ediyor. Sembollerin üstündeki nokta


yüzde değiĢimi gösterir.

Regresyon analizi sonucunda yukarıdaki denklemin 0,  1,  2,  3, ve  4


değiĢken katsayıları tahmin edilecek. Modeldeki 0 değiĢkeni sabit terimi
temsil eder. Beta katsayıları ise, ilgili bağımsız değiĢkenlerde bir birimlik bir
değiĢme olduğunda, GSMH da yüzde kaçlık bir değiĢme olacağını
gösteriyor. Yukarıdaki regresyon modeline, ekonomik büyümeyi etkileyen
173

birçok değiĢken daha dahil edilebilir, ancak sonuçların istatistiki olarak


anlamlı çıkması için serbestlik derecesi (degree of freedom) sayısının yüksek
olması gerekir. Bu çalıĢmanın yıllarının sınırlı olması nedeniyle, gözlem
sayısı nisbeten düĢük sayılır. Bu nedenle, fazla sayıda değiĢken modele
dahil edildiğinde, serbestlik derecesi değeri düĢük olur.

 1 katsayısı fiziki sermaye stokundaki değiĢimin GSMH üzerindeki


etkisini gösterir. Bu katsayının beklenen değeri pozitiftir. Ġktisat yazınında
birçok ampirik çalıĢma fiziki sermaye artıĢının ekonomik büyümeyi olumlu
etkilediği sonucuna ulaĢtı (Denison, 1980; Mankiw ve baĢk., 1992; Solow,
1957). De Long ve Summers (1993) fiziki sermaye yatırımlarının pozitif
dıĢsallıklarının olduğunu iddia eder. Fiziki sermaye stokundaki artıĢ, iĢgücü
baĢına düĢen sermaye miktarını etkileyerek, verimlilik artıĢını beraberinde
getirir. Ekonomide üretim girdilerinin daha yüksek verimle kullanılması,
ekonomik çıktının yüksek olmasını sağlar.

 2 katsayısı iĢgücündeki artıĢın ekonomik büyüme üzerindeki etkisini


ölçer. Nüfus artıĢı veya çalıĢan gruba katılımların artmasıyla (kadınların
çalıĢma hayatına dahil olması gibi), aktif olarak iĢgücüne katılanların sayısı
arttığında, toplam üretimin de artması gerekir. Ancak, iĢgücünde mevcut arz
fazlası üzerinde bir artıĢ olması, ekonomik büyümeyi etkilemeyebilir veya
olumsuz etkileyebilir. Sermaye stokunda bir artıĢ olmamasına rağmen,
iĢgücündeki artıĢ, çalıĢan baĢına daha düĢük sermaye miktarına yol açarak,
onların verimliliklerini olumsuz etkiler. Bu nedenle  2 değiĢkenin beklenen
değeri ekonomik koĢullara göre farklılık gösterir.

 3 katsayısı eğitim seviyesindeki değiĢimin ekonomik büyümeye


katkısını ölçer. Eğitim seviyesinin ekonomik büyüme üzerinde etkisini ölçmek
için birçok farklı değiĢken kullanılabilir. Eğitim seviyesi, ilk, orta, lise ve
yüksek öğretim gibi birer değiĢken olarak modele dahil edilebilir. ÇalıĢanların
ortalama eğitim yılı dikkate alınabilir. Eğitimin etkisi cinsiyete göre farklılık
174

gösterip göstermediği, interaktif bir değiĢkeni modele katmakla, ölçülebilir.


Bunlardan hangisi ile ölçülürse ölçülsün, yüksek eğitim oranı, yüksek beĢeri
sermayeyi gösterir. Bu durumdan kaynaklanan yüksek beĢeri sermaye / fiziki
sermaye oranı üretimde verimlilik artıĢını sağlar. Ayrıca, yüksek beĢeri
sermaye yeni teknolojilerin transferinde ve adaptosyonunda kolaylık sağlar.
BeĢeri sermayeye yapılan yatırımlar, azalan verimler yasasına bağlı olarak,
gittikçe azalan bir oranda gerçekleĢmesi beklenir (Griliches, 1997). BaĢka bir
deyiĢle, bireyler hayatlarının ilk dönemlerinde bu tarz bir yatırımı daha çok
tercih ederken, yaĢlandıkça bu tarz bir yatırımda azalma görülür. Bu azalıĢ
trendinin nedeni, insanın sınırlı bir hayata sahip olduğunu bilerek, beĢeri
sermayeye yaptığı yatırımın getirisini almadan ölme ihtimalini dikkate
almasıdır.

 4 katsayısı dıĢa açıklığı temsil eden değiĢkenin ekonomik büyüme


üzerindeki etkisini ölçer. Bir ülkenin dıĢa açık bir ekonomiye sahip olup
olmadığı ihracat ve ithalat toplamının GSMH‟ya oranı veya yalnızca ihracatın
GSMH‟ya oranı ile ölçülüyor. GloballeĢen dünyada dıĢarıya açık olan
ülkelerin daha yüksek ekonomik büyüme göstermeleri beklenir. DıĢa açık
ekonomiler, Ricardo‟nun mukayaseli üstünlükler teorisine göre, ticarete dahil
tarafların daha kazançlı çıkmasını sağlar. DıĢaçık ekonomik politika takip
eden ülkeler, mukayaseli olarak üstün oldukları alanlarda uzmanlaĢmaya
giderek daha etkin olarak mevcut kaynaklarını kullanır. DıĢ ticaretin
büyümesine paralel olarak, ülkeler “ölçeğin artan getirisi”nden istifade
imkanını bulur. Sadece iç piyasaya hitap edip, daha düĢük ölçekte üretim
yapmak yerine, dıĢ ticaret durumunda, firmalar üretim kapasitelerini artırarak,
yüksek ölçeğin sağladığı düĢük maliyetlere ulaĢırlar. Ayrıca, dıĢa açık ülkeler
arasındaki rekabet de, kaynakların etkin kullanılmasını zorunlu kılar. Nitekim,
birçok ampirik çalıĢma liberal dıĢ ticaret politikası izleyen ülkelerin daha
yüksek verimlilik seviyesine ulaĢtığını gösterir (Kim, 2000; Krishna ve Mitra,
175

1998). Bu nedenlerle, dıĢa açılma değiĢkeninin ekonomik büyümeyi pozitif


etkilemesi beklenir.

Ricardo‟nun karĢılaĢtırmalı üstünlükler teorisine göre, dıĢ ticaretteki


artıĢ, ülkelerarasında uzmanlaĢma ve iĢbölümünü beraberinde getirerek,
ekonomik büyümeyi artırır. Mutlak üstüklükler teorisi, dıĢ ticaretten kazançlı
çıkmak için, ticaret yapan ülkelerin, farklı mallarda mutlak üstünlüğe sahip
olmalarını gerekli görür. Oysa, Ricardo‟ya göre mutlak üstünlük olmadan da
ticarete taraf olan ülkeler kazançlı çıkabilir. Herbir ülke, nisbi olarak daha
düĢük maliyetle ürettiği, dolayısıyla daha yüksek avantaja sahip olduğu, mal
ve hizmetlerde uzmanlaĢırsa uluslararası ticaret herkese kazanç getirir.
Böylece herbir ülke, diğer ülkenin daha ucuza üreteceği mal ve hizmeti
üretmekten vazgeçerek, sadece kendisinin nisbi olarak ucuz ürettiği mal ve
hizmetin üretiminde uzmanlaĢır.

Türkiye gibi GOÜ‟lerde dıĢ ticaretin ekonomik büyüme üzerinde önemli


etkisi vardır. DıĢ ticaret sayesinde, ülkeler üretim olasılıkları eğrisinin dıĢında
bir tüketim seviyesine ulaĢabilir. Ġhracat sayesinde, firmalar ölçek veriminden
yararlanarak, birim maliyetlerini aĢağıya çekerek, kârlarını artırabilir. Kapalı
bir ekonomide sadece iç piyasaya yönelik üretim yapan firmalar, dıĢ ticaret
serbestisi altında global piyasaya hitap ederek üretim ölçeğini büyütür.
Neoklasik iktisat teorisine göre, üretim ölçeği artırılınca birim maliyetleri
aĢağıya çekmek mümkün olduğundan üretim kazancı sağlanır. Bu etkinin
görülmesi, tam rekabet koĢulunun sağlanmasına bağlıdır. Piyasaya giriĢte
çeĢitli engellerin olduğu durumlarda dıĢ ticaretin serbestleĢtirilmesiyle
beklenen verimlilik artıĢı görülmeyebilir. Weinhold ve Rauch (1999),
geliĢmekte olan 35 ülke üzerinde yaptığı bir ampirik çalıĢmada, dıĢa açılma
ile birlikte üretimde artan iĢbölümü ve uzmanlaĢmanın, toplam verimliliği
olumlu olarak etkilediğini belirtirler. BaĢka bir deyiĢle, dıĢ ticaret serbestisinin
dinamik etkisi, uzmanlaĢma ile verimlilik artıĢını sağlamasından kaynaklanır.
176

DıĢ ticaret serbestinin faydalarından biri de firmaları daha rekabetçi


yapmasıyla toplam verimliliği artırmasıdır. Hem içerideki piyasayı, dıĢarıdan
gelecek firmalara kaptırmamak için, hem de dıĢarıya açılabilmek için,
firmalar daha etkin metotlarla üretim yapmaya zorlanır. AĢırı kâr eden
firmalar, piyasaya giren rakip firmalar karĢısında tutunmak için fiyatlarını
aĢağıya çekmek zorunda kalır. Uzun dönemde maliyetin üstündeki aĢırı
kârlar sıfıra doğru yaklaĢır (Ocampo ve Taylor, 1998).

DıĢ ticaret serbestinin dıĢsal faydaları da vardır (Hejazi ve Safarian,


1999). Özellikle uluslararası piyasa ile etkileĢimle teknoloji transferi ve bilgi
akıĢı sağlandığı durumda bu tarz etkiden sözedilebilir. Uluslararası ticaretin
açtığı iletiĢim kanalları sayesinde, yaparak öğrenme (learning by doing) nin
artması beklenir. Firmalar arasında yapılan uluslararası sözleĢmeler
teknolojinin taklit edilerek yayılmasına yol açar. Bir ülkede yapılan araĢtırma
harcamalarının ticarete dahil bütün ülkelere yayılan dıĢsal bir faydasının
olması beklenir. Böylelikle, ithalat artıĢı, GÜ‟lerin teknoloji transferini
getirirken, aynı zamanda, tüketicilere daha çok tercih imkanı sunar. Üretimde
yenilikleri (innovation) beraberinde getiren, teknoloji transferi sayesinde
toplam üretim miktarını artırmak mümkün olur.

DıĢ ticaretin serbest olması, firmaların X etkinsizliği (X-inefficiency) ile


üretim yapmalarını engeller (Geske, 2000). X etkinsizliği, optimal üretimin
yapılmadığı bir durumu gösterir. DıĢ ticaretin üretim etkinliğini artırıp, X
etkinsizliği durumunu azaltması iki gerekçe ile açıklanabilir. Birincisi, ithalat
vergi ve kotaların kalkmasıyla, dıĢarıdan ithal edilen girdilerin fiyatları düĢer.
Böylelikle ithal girdileri kullanan firmalar düĢük maliyetle yüksek üretim
imkanı sağlar. Ġkincisi, ithal malların iç piyasada rekabeti artırması, bu malları
iç piyasada üreten firmaları daha etkin üretim metodları geliĢtirmeye zorlar.
Uzakdoğu ülkelerini kapsayan bir ampirik çalıĢmanın bulgularına göre, dıĢ
177

ticaret serbestisi genelikle yüksek verimlilik artıĢına yol açar. Ancak, düĢük
gelirli ülkelerde bu artıĢ görünmeyebilir (Urata ve Yokota, 1994).

Ekonomik büyümenin kaynaklarıyla ilgili bu çalıĢmada kullandığımız


değiĢkenlerin yer aldığı bazı araĢtırmalar aĢağıdaki tabloda özetlenmiĢ.
Sözkonu araĢtırmaların bulduğu katsayı bilgileri ise Ģu sembollerle parantez
içinde verilmiĢtir:

(+/-) = büyüme regresyonunda ilgili değiĢken katsayısının iĢareti

(*) = katsayı istatistiki olarak anlamlı

(_) = katsayı istatistiki olarak anlamsız

Ekonomik Büyümenin Belirleyicileriyle İlgili Regresyon


Analizlerinde Kullanılan Bağımsız Değişkenler (*)

Değişkeni Kullanan Araştırmalar


Enflasyon Levine ve Renelt (1992) (-,_)
Enflasyon Barro (1997) (-,*)
Orani Bruno ve Easterly (1998) (-,*)
Motley (1998)(-,*)
Istihdam Istihdam
Blomstrom ve baĢk.(1996) (+,*)
Artisi
Yatırımlar Barro (1991) (+,*)
Oranları Barro ve Lee (1994) (+,*)
Yatırım Sachs ve Warner (1995) (+,*)
Oranları Barro (1996) (Barro, 1996a) (+,_)
Caselli ve baĢk. (1996) (+,*)
Barro (1997)(+,_)
178

Sabit DeLong and Summers (1993) (+,*)


Sermaye Blomstrom ve baĢk. (1996) (-,_)
Yatırımları Sala-i-Martin (1997a; 1997b) (+,*)
Oranı Knight ve diğerleri (1993) (+,*)
Dış Ticaret Weinhold ve Rauch(1999) (+,*)
Levine ve Renelt (1992) (+,_)
Ihracat / Easterly ve Levine (1997)(?,_)
GSMH Frankel ve Romer (1999)(+,*)
Ithalat/GSMH Dollar ve Kraay (2003)(+,_)
(Ihracat + Alcala ve Ciccone (2004) (+,*)
Ithalat) / Rodrik ve baĢk. (2004)(+,_)
GSMH Knight ve diğerleri (1993) (+,*)
Krishna ve Mitra (1998) (+,*)
Kim (2000) (+,*)
Eğitim Azariadis ve Drazen (1990)(+,*)
Barro (1991) (+,*)
Knowles ve Owen (1995)(+,_)
Genel Easterly ve Levine (1997a) (+,*)
Krueger ve Lindahl (2001)(+,*)
Bils ve Klenow (2000)(+,*)
Bassanini ve Scarpetta(2001)
Psacharopoulos(1994) (+,*)
ilkokul Card (1999) (+,*)
Bitirenler (%) Sachs ve Warner (1995) (+,_)
Barro (1997) (-,_)
179

Ortaokul Barro (2001) (+,*)


Bitirenler (%) Sachs and Warner (1995) (+,_)
Lise Woodhall (1995) (+,*)
Bitirenler (%) Güngör(1997) (+,*)
Üniversite Barro and Lee (1994) (-,_)
Bitirenler (%) Woodhall (1995) (+,*)

1.24. Veriler ve Analiz

Ampirik çalıĢmalarda yatay-kesit ve panel verileri kullanılıyor.


AraĢtırmacılar, yatay-kesit verileri kullanarak yüzlerce ülke için ekonomik
büyümenin belirleyicileriyle ilgili regresyon analizi yapmıĢlardır (Barro ve
Sala-i-Martin, 1992, 1999). Mevcut verilerin sınırlı olması, anlamlı bir sonuç
almak için, birçok ülke üzerinde yoğunlaĢmayı gerekli kılmıĢtır. Bu nedenle
birçok araĢtırma da yatay-kesit veriler tercih edilir. Yatay-kesit ve zaman
serileri verilerini kullanarak regresyon analizi yapan sınırlı sayıda çalıĢma
vardır (Crain ve Lee, 1999). Bu çalıĢmada Türkiye ile ilgili 1968-2005 yılları
arasındaki veriler kullanılarak, sözkonusu dönemde ekonomik büyümede
yaĢanan farklılığın kaynağı araĢtırılacaktır. BaĢka bir deyiĢle, bazı
dönemlerde yüksek ekonomik büyüme yaĢanırken, bazı dönemlerde ise
nisbeten düĢük ekonomik büyüme yaĢanmıĢtır. Ekonomik büyümede
yaĢanan bu dalgalanmanın nedenleri ve ekonomik büyümeyi belirleyen
değiĢkenler regresyon analizi ile irdelenecektir.

Yukarıda açıklanan üç numaralı regresyon denkleminde, bağımlı


değiĢken olan ekonomik büyüme ile bağımsız değiĢkenler arasında lineer bir
iliĢkinin olduğu varsayıldığından, OLS (ordinary least-square) metodu ile
tahmin edilebilir. OLS metoduyla tahmin edilen katsayı değerlerinin minimum
180

varyansa sahip ve en iyi tahmin ediciler olduğu (best linear unbaised


estimate-BLUE) varsayılır.

Regresyon analizinin sonucunun güvenilirliği, çoklu-bağlantılar ve


otokorrelasyonun sorunlarının olup olmadığına bağlıdır. Bu iki ekonometrik
problemin olması, regresyon sonucunun güvenilirliğini olumsuz
etkilediğinden, sözkonusu sorunların tesbiti için gerekli testler yapılarak,
sonuçları tartıĢılacaktır.

Çoklu bağlantı problemi, bağımsız değiĢkenler arasında yüksek


korelasyonun var olması durumunda ortaya çıkar. Bağımlı değiĢkenler ile
bağımlı değiĢkenler arasında yüksek korelasyon beklenirken, bağımsız
değiĢkenler arasında düĢük korelasyon beklenir. Bağımsız değiĢkenler
arasında yüksek korelasyon olması durumunda, ilgili değiĢkenlerin bağımlı
değiĢken üzerindeki marjinal etkilerini doğru olarak tesbit etmek güçleĢir.
Bağımsız değiĢkenlerin katsayıları, olması gereken değerden daha yüksek
olarak, regresyon sonucunda, tahmin edilir. Bu durum modelin bağımlı ve
bağımsız değiĢkenler arasındaki iliĢkiyi doğru tahmin etme gücünü olumsuz
etkiler.

Regresyon analizinde, birbiriyle iliĢkili bağımsız değiĢkenler arasında


çoklu bağlantı sorununun olması ihtimali yüksektir. Bu sorunun varlığı çeĢitli
göstergelere bakılarak tesbit edilebilir. Regresyon modelinin sonucunda
yüksek R2 olmasına rağmen, t istatistiğine göre veya p değerlerine göre
sadece birkaç, istatistiki olarak, anlamlı değiĢken olursa, bu durum çoklu -
bağlantı (multicollinearity) probleminin varlığına iĢaret eder. BaĢka bir
deyiĢle, çoklu bağlantı sorununun olması durumunda, yüksek R 2 değeri ve
anlamlı F testi sonucuna rağmen, katsayıların çoğunluğu istatistiki olarak
anlamsız bulunur. Çoklu bağlantı probleminin yol açtığı yüksek standard hata
değerleri, herbir değiĢken için daha küçük t değerlerine ve daha yüksek p
değerlerine yol açtığından, anlamlılık testlerinin sonuçlarını olumsuz etkiler.
181

Standard ekonometrik varsayımlara göre, çoklu bağlantı probleminin olması,


değiĢken katsayılarının doğru tahmin gücünü azaltmakla beraber, sonuçlar
da sapmaya yol açmaz. Bir diğer deyiĢle, çoklu bağlantı sorunu bir etkinlik
(efficiency) sorunudur.

Çoklu bağlantı probleminin olup olmadığını araĢtırmak için, Pearson


korelasyon katsayısı, varyans enflasyon faktör (variance inflation faktor -VIF)
analizi ve eigenvalue analizi kullanılmıĢtır. Bağımsız değiĢkenler arasındaki
korelasyonu gösteren Pearson korelasyon katsayısı 1‟e yaklaĢtıkça, yüksek
korelasyon olma ihtimali yüksektir. Çoklu bağlantı probleminin tesbiti için
yalnızca pearson korelasyon katsayısına bakmak yeterli olmaz. VIF değeri
5‟ten yüksek olursa ve Eigenvalue Ģartlı indeks değeri 30‟dan büyük olursa
çoklu bağlantı sorununun olabileceğine iĢaret eder. Bu çalıĢmadaki bütün
regresyon modelleri için pearson katsayısı, VIF ve Eigenvalue değerleri
hesaplanmıĢ ve modellerde çoklu bağlantı sorununun olmadığı tesbit
edilmiĢtir. Ayrıca her bir model için hesaplanan F testi değerlerine göre
modeller istatistiki olarak anlamlı çıkmıĢtır. BaĢka bir deyiĢle, her bir
modelde kullanılan bağımsız değiĢkenlerin bütün olarak bağımlı değiĢkeni
açıklayabildiği anlaĢılmıĢtır.

Bir diğer önemli ekonometrik sorun olan otokorelasyon, hata teriminin


birbiri ile bağlantılı olması durumunda ortaya çıkar. BaĢka bir deyiĢle, hata
terimlerinde yüksek korelasyon olması, sözkonusu modelde otokorelasyon
probleminin olduğunu gösterir. Özelikle zaman serileri verilerinin kullanıldığı
regresyon analizlerinde otokorelasyon probleminin görülme olasılığı
yüksektir. Otokorelasyonun olup olmadığını test etmek için Durbin-Watson d
değeri kullanılır. Beklenen değerin çok altında bir Durbin-Watson d değeri
pozitif otokorelasyonun, beklenen değerin çok üstünde bir d değeri ise
negatif otokorelasyonun varlığını gösterir. Bütün regresyon modelleri için
182

Durbin-Watson d değerleri hesaplanmıĢ ve otokorelasyon probleminin


olmadığı anlaĢılmıĢtır.

Bu çalıĢmada yedi ayrı model ile Türkiye‟nin 1968-2005 yılları


arasındaki ekonomik büyümesinin belirleyicileri araĢtırılacaktır. Yukarıda
tartıĢılan 3 numaralı regresyon modeline enflasyon değiĢkeni de dahil
edilerek, GSMH‟daki büyümenin belirleyicileri araĢtırılacaktır. Yedi modelin
hepsinde, bağımlı değiĢken olarak reel GSMH‟nın logaritmik değeri yer
alırken, bağımsız değiĢkenler bir derece farklılık gösterir.

1.25. Eğitimin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri

Log GSMH =  +  1 (Ozel SSY/GSMH) +  2 Eğitim +  3 Enflasyon


Oranı +  4 (Ġhracat/GSMH) +  5 Ġstihdam ArtıĢı + e

Bütün modellerde reel GSMH‟nın logaritması bağımlı değiĢken olarak,


özel sabit sermaye yatırımlarının GSMH‟ya oranı (Ozel SSY/GSMH),
eflasyon oranı, ihracatın GSMH‟ya oranı ve istihdamdaki artıĢ bağımsız
değiĢkenler olarak yer alıyor. Sırasıyla ilkokulu, ortaokulu, liseyi ve
üniversiteyi bitirenlerin yüzdesi eğitim değiĢkeni olarak kullanıldı herbir
modelde. Bütün modeller için çoklu bağlantı ve otokorelasyon gibi problemler
problemlerin varlığına iliĢkin testler uygulanmıĢ ve herhangi bir sorunun
olmadığı anlaĢılmıĢtır.

Modellerin lineer regresyon analizinde elde edilen beta katsayıları, t


istatistikleri ve p değerleri Tablo 12‟de yer alıyor. Ġlkokulu bitirenlerin
yüzdesinin eğitim değiĢkeni olarak kullanıldığı 1.modelde, yüzde 5‟lik
anlamlılık düzeyinde, enflasyon beta katsayı istatistiki olarak anlamsız,
sermaye, eğitim, dıĢ ticaret değiĢken ve istihdam değiĢkenlerinin katsayıları
ise istatistiki olarak anlamlıdır. Ġstihdam artıĢı değiĢkeninin beta katsayısı
negatif bir değere sahiptir. Bunun anlamı, diğer değiĢkenleri sabit
tutuğumuzda, istihdamdaki bir birimlik artıĢ ekonomik büyümeyi negatif
183

etkiler. Regresyondaki değiĢken katsayıları, ilgili değiĢkenlerin bağımlı


değiĢken üzerinde kısmi (partial) marjinal etkisini ölçtüğü için, iĢgücü katsayı
değeri, sermaye değiĢkeninin sabit olduğu varsayımına dayanır.
Ġstihdamdaki bir birim artıĢa rağmen sermaye sabit tutulduğunda, çalıĢan
baĢına düĢen sermaye miktarı azalacağından, verimlilik düĢer ve ekonomik
büyüme azalır. Ancak, hem sermaye hem de iĢgücündeki toplam artıĢın, yani
ikisinin birlikte değiĢmesinin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin pozitif
olması beklenir. Enflasyon değiĢkeninin katsayısı pozitif çıkmıĢtır. Bu durum
enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal bir iliĢkinin olduğunu
gösteriyor. BaĢka bir deyiĢle, sözkonusu değiĢken Türkiye‟de enflasyonist bir
ekonomik büyümenin olduğuna iĢaret ediyor.

Beklenildiği gibi, özel SSY‟da, ihracat ve ilkokulu bitirenlerin


oranındaki bir artıĢ ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir iliĢki vardır.
Ortaokul mezunları yüzdesinin kullanıldığı 2. modelde, eğitim katsayısı,
birinci modeldekine göre, daha yüksek çıkmıĢtır. Ancak, enflasyon oranı ve
istihdam değiĢkenleri anlamsız çıkmıĢtır. Lise mezunları yüzdesinin
kullanıldığı 3. modelde, eğitim değiĢkeninin katsayısı birinci modelden daha
yüksek, ancak ikinci modelden daha düĢüktür. DıĢ ticaret ve ihracat
değiĢkenlerinin katsayısı istatistiki olarak anlamsızdır. Üniversite mezunları
yüzdesinin eğitim değiĢkeni olarak kullanıldığı 4. modelde ise, eğitim
katsayısı ikinci modelde olduğu gibi yüksek çıkmıĢtır. DıĢ ticaret, istihdam ve
enflasyon değiĢkenlerinin katsayısı istatistiki olarak anlamsızdır. Bütün
modellerin R2 değeri yüzde 93 ile yüzde 98 arasında değiĢiyor. Bu da
modellerin genel olarak reel GSMH‟daki değiĢimi açıklama gücünün yüksek
olduğunu gösteriyor. Bütün modelleri karĢılaĢtırdığımızda, R2 değerleri
hemen aynı olduğu için, istatistiki olarak anlamlı olan en fazla sayıda
değiĢkene sahip birinci modelin en etkin model olduğu görülüyor. Bu nedenle
aĢağıda tartıĢılan diğer büyüme modellerinde eğitim değiĢkeni olarak ikokulu
bitirenlerin oranı kullanılacaktır.
184

Tablo 12. Farklı Eğitim Değişkeniyle Büyüme Regresyonu Sonucu

Standard Olmayan
Katsayılar Standard Katsayılar
Modeller B Std. Hata Beta T P Değeri
1 (Constant) 16.264 0.181 89.994 0.000
2
(R =0.93) Ozel_SSY / GSMH 0.031 0.008 0.193 3.759 0.001
Enflasyon Orani 0.002 0.001 0.128 1.999 0.054
Ihracat / GSMH 0.037 0.003 0.659 11.575 0.000
Istihdam Artisi -0.023 0.009 -0.111 -2.389 0.023
ilkokul Bitirenler
0.018 0.004 0.333 4.765 0.000
(%)
2 (Constant) 16.859 0.067 251.612 0.000
2
(R =0.98) Ozel_SSY / GSMH 0.013 0.005 0.083 2.744 0.010
Enflasyon Orani 0.000 0.001 0.022 0.594 0.557
Ihracat / GSMH 0.007 0.004 0.127 2.006 0.053
Istihdam Artisi -0.007 0.006 -0.032 -1.189 0.243
Ortaokul Bitirenler
(%) 0.141 0.012 0.849 12.000 0.000

3 (Constant) 17.012 0.099 171.556 0.000


2
(R =0.96) Ozel_SSY / GSMH 0.017 0.007 0.107 2.407 0.022
Enflasyon Orani 0.002 0.001 0.099 1.918 0.064
Ihracat / GSMH 0.000 0.007 0.003 0.026 0.979
Istihdam Artisi -0.005 0.008 -0.025 -0.596 0.555
Lise Bitirenler (%) 0.076 0.011 0.910 7.061 0.000
4 (Constant) 16.969 0.105 161.208 0.000
2
(R =0.95) Ozel_SSY / GSMH 0.025 0.007 0.155 3.397 0.002
Enflasyon Orani 0.001 0.001 0.090 1.570 0.126
Ihracat / GSMH 0.001 0.007 0.025 0.185 0.854
Istihdam Artisi -0.004 0.009 -0.021 -0.458 0.650
Üniversite
Bitirenler (%) 0.129 0.021 0.885 6.296 0.000

Bağımlı Değişken LogGSMH


185

1.26. Dış Ticaretin Büyümeye Etkisini Ölçen Regresyon Modelleri

Log GSMH =  +  1 (SSY/GSMH) +  2 Enflasyon Oranı +  3 DıĢ


Ticaret +  4 Ġstihdam ArtıĢı +  4Ġlkokulu Bitirenler+ e

DıĢ ticaret için üç farklı değiĢken kullanarak ekonomik büyüme


üzerindeki etkisini ölçtük. Birinci modelde, ihracatın GSMH‟ya oranı, ikincide
Ġthalatın GSMH‟ya oranı, üçüncüde ise ihracat ve ithalatın GSMH‟ya oranı
kullanıldı.

Tablo 13‟de gösterildiği gibi, birinci modelde yüzde 5 anlamlılık


düzeyinden hemen hemen bütün değiĢkenlerin katsayıları anlamlı iken, ikinci
ve üçüncü modellerde istihdam artıĢı değiĢkeninin katsayısı istatistiki olarak
anlamsız çıkmıĢtır. Bu durumda, dıĢ ticaret değiĢkenlerinin katsayısı bütün
modellerde anlamlı ve pozitif çıkmıĢtır. Ancak birinci modelin en çok anlamlı
değiĢkene sahip olması ve birinci modeldeki dıĢ ticaret katsayı değerinin
yüksek olması ihracatın ekonomik büyümeyi daha iyi açıkladığını gösteriyor.
186

Tablo 13. Dış Ticaretin Ekonomik Büyümeye Etkisini Ölçen Modeller

Standard Olmayan
Katsayılar Standard Katsayılar
Modeller B Std. Hata Beta T P Değeri
1 (Constant) 16.264 0.181 89.994 0.000
(R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH 0.031 0.008 0.193 3.759 0.001
Enflasyon Orani 0.002 0.001 0.128 1.999 0.054
Ihracat / GSMH 0.037 0.003 0.659 11.575 0.000
Istihdam Artisi -0.023 0.009 -0.111 -2.389 0.023
ilkokul Bitirenler
0.018 0.004 0.333 4.765 0.000
(%)
2 (Constant) 16.329 0.194 84.068 0.000
(R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH 0.023 0.009 0.143 2.620 0.013
Enflasyon Orani 0.003 0.001 0.171 2.451 0.020
Istihdam Artisi -0.014 0.010 -0.071 -1.434 0.161
ilkokul Bitirenler
0.018 0.004 0.333 4.454 0.000
(%)
Ithalat/GSMH 0.023 0.002 0.651 10.710 0.000
3 (Constant) 16.313 0.184 88.745 0.000
(R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH 0.026 0.008 0.163 3.146 0.004
Enflasyon Orani 0.002 0.001 0.158 2.403 0.022
Istihdam Artisi -0.018 0.009 -0.086 -1.847 0.074
ilkokul Bitirenler
0.018 0.004 0.326 4.590 0.000
(%)
(Ihracat + Ithalat) /
GSMH 0.015 0.001 0.660 11.430 0.000

Bağımlı Değişken LogGSMH

1.27. Sermaya Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen


Regresyonlar

Log GSMH =  +  1 (SSY/GSMH) +  2 Enflasyon Oranı +  3 DıĢ


Ticaret +  4 Ġstihdam ArtıĢı +  4Ġlkokulu Bitirenler+ e

Bu sefer sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyümeye katkısı üç


farklı değiĢken kullanılarak ölçüldü. Tablo 14‟de görüldüğü gibi, üç modelin
katsayıları istatistiki olarak anlamlıdır. Özel sabit sermaye yatırımlarının
kullanıldığı birinci modelde katsayı değerinin pozitif olması özel sabit
187

sermaye yatırımlarındaki artıĢın ekonomik büyümeyi olumlu etkilediğini


gösteriyor. BaĢka bir deyiĢle, diğer Ģeyler sabit tutulduğunda, özel sabit
sermaye yatırımlarının GSMH‟ya oranında yüzde 1‟lik artıĢ, GSMH‟yı yüzde
0.31 düzeyinde artırır. Ancak, ikinci modelde, kamu sabit sermaye
yatırımlarındaki artıĢın ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediği ortaya
çıkmıĢtır. Bu da Türkiye‟de kamu yatırımlarının etkin olmadığı ve kaynak
israfına yol açarak ekonomik büyümeye olumsuz etkide bulunduğunu
gösteriyor. Üçüncü modelde, toplam sabit sermaye yatırımları
kullanıldığında, katsayı tekrar pozitif olmuĢtur. Üç model de yüksek R 2
değerine sahiptir.

Tablo 14. Sermaye Yatırımlarının Büyümeye Etkisini Ölçen Modelin Değişken Katsayıları

Standard Olmayan
Katsayılar Standard Katsayılar
Modeller B Std. Hata Beta T P Değeri
1 (Constant) 16.264 0.181 89.994 0.000
(R2 =0.93) Ozel_SSY / GSMH 0.031 0.008 0.193 3.759 0.001
Enflasyon Orani 0.002 0.001 0.128 1.999 0.054
Ihracat / GSMH 0.037 0.003 0.659 11.575 0.000
Istihdam Artisi -0.023 0.009 -0.111 -2.389 0.023
ilkokul Bitirenler
0.018 0.004 0.333 4.765 0.000
(%)
2 (Constant) 16.824 0.187 90.156 0.000
(R2 =0.92) Enflasyon Orani 0.002 0.001 0.152 2.057 0.048
Istihdam Artisi -0.026 0.011 -0.126 -2.377 0.024
ilkokul Bitirenler
0.023 0.005 0.432 4.819 0.000
(%)
Ihracat / GSMH 0.029 0.005 0.519 6.069 0.000
kamu SSY / GSMH -0.040 0.020 -0.142 -2.025 0.051
3 (Constant) 16.129 0.236 68.486 0.000
(R2 =0.93) Enflasyon Orani 0.003 0.001 0.174 2.666 0.012
Istihdam Artisi -0.020 0.010 -0.100 -2.014 0.052
ilkokul Bitirenler
0.014 0.004 0.267 3.384 0.002
(%)
Ihracat / GSMH 0.042 0.004 0.750 10.520 0.000
Toplam SSY /
0.031 0.010 0.188 2.994 0.005
GSMH

Bağımlı Değişken LogGSMH


188

Türkiye‟nin ekonomik büyümesini etkileyen değiĢkenleri belirlemek için


oluĢturduğumuz ekonometrik modellerin bulguları ile bir önceki bölümde
tartıĢılan Solow Büyüme Muhasebesi yönteminin bulguları arasında Ģu
parallelikler dikkati çekiyor: Birincisi, GeniĢletilmiĢ Solow Modeli eğitimin
ekonomik büyümeyi yüzde 10 ile 30 arasında etkilediğini gösterirken, regresyon
analizinde kullanılan dört faklı eğitim değiĢkeni de eğitimle ekonomik büyüme
arasında pozitif iliĢki olduğunu göstermiĢtir. Ġkincisi, Solow büyüme modeline
göre dıĢa açık ekonomik politikanın takip edildiği 1980 sonrasında TFV
artmıĢtır, regresyon analizi de dıĢ ticaret artıĢının (özelikle ihracat artıĢının)
ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkide bulunduğunu göstermiĢtir. Üçüncüsü,
Solow büyüme modeli sermaye artıĢının büyümenin önemli bir belirleyeni
olduğunu ortaya çıkarırken, regresyon analizi de özel sabit sermaye
yatırımlarınındaki artıĢın ekonomik büyümeyi artırdığını ortaya koymuĢtur.
SONUÇ VE ÖNERİLER

Türkiye‟nin global dünyanın GÜ‟leri arasında yerini alması ve Avrupa


ile ekonomik entegrasyonu gerçekleĢtirmesi ekonomisinin büyüme
dinamiklerini anlamaktan geçer. Bu açıdan uzun dönemde ekonomik
büyümeyi belirleyen sermaye, iĢgücü ve toplam faktör verimliliği gibi
değiĢkenlerin etkilerini anlamak son derece önemlidir. Daha da ötesi,
sektörel seviyede verimlilikle ilgili araĢtırmalar yapılmıĢ olmasına rağmen,
makro boyutta son derece sınırlı birkaç araĢtırma yapılmıĢtır. Bu çalıĢmada,
1968-2005 döneminde, makro boyutta, Türkiye ekonomisinin büyüme
kaynakları, Solow büyüme muhasebesi ve büyüme regresyonu modelleriyle
incelenmiĢtir.

Bu çalıĢma sonucunda ulaĢılan temel bulgular aĢağıdaki Ģekilde


özetlenebilir:

 1968 ile 1972 arasında iĢgücünün toplam milli gelirden payı yüzde 36
ile yüzde 38 arasında seyrederken, 1973-1979 arasında iĢgücünün
milli gelir payı yüzde 40‟lara yükselmiĢtir. 1980 sonrasında uygulanan
istikrar programı ile iĢgücü ücretlerinde yaĢanan reel kayıp, iĢgücünün
milli gelir payını önce düĢürmüĢ, ancak 1993‟e geldiğinde yüzde 56
seviyesine yükselmiĢtir. ĠĢgücünün milli gelirden aldığı pay 1990‟larda
yükselmesine rağmen, GÜ‟lerde yüzde 70‟lerde seyreden oranın
gerisinde kalmıĢtır.

 Sermayenin milli gelir payı 1980 öncesinde yüzde 60 dolayında


seyrederken, 1980-1987 arasında yüzde 65‟lere çıkmıĢ, ancak sonraki
yıllarda düĢüĢ trendi yaĢayarak yüzde 40‟lara düĢmüĢtür.

 Yapılan sermaye stoğu tahminlerine göre, ikinci ve üçüncü kalkınma


dönemlerinde sermaye stokunda yüksek bir artıĢ yaĢanırken, sonraki
yıllarda 1984‟e kadar devam eden bir düĢüĢ olmuĢtur. 1984‟ten sonra
190

sermaye stoğu tekrar artıĢ göstermiĢ, ancak 1990‟ların sonunda


baĢgösteren ekonomik krizle beraber, bu artıĢ hızında önemli bir
düĢüĢ yaĢanmıĢtır.

 1968-1972 yıllarında sabit sermaye stokundaki artıĢ GSMH‟yı yüzde


3.5 oranında artırmıĢtır. Bu da aynı dönemde gerçekleĢen yıllık yüzde
6.33 oranındaki ekonomik büyümenin yarısından fazlasına denk gelir.
1973-1977 yıllarında bu katkı yüzde 5.77 seviyesine çıkmıĢtır.
Ekonomik krizin yaĢandığı 1978-1982 döneminde, sermayenin katkısı
yüzde 3.27‟ye düĢmüĢtür. 1983-1987 yılları arasında bu düĢüĢ devam
etmiĢ ve sermayenin katkısı yüzde 2.52 ile sınırlı kalmıĢtır. 1988-1992
ile 1993-1997 dönemlerinde bir artıĢ yaĢanmıĢ ve sermaye stokundaki
artıĢın GSMH‟ya katkısı sırasıyla yüzde 2.63 ve 2.93 olarak
gerçekleĢmiĢtir. 1998-2005 yılları arasında ise sermayenin katkısı
yüzde 1.2‟ye düĢmüĢtür. Kısacası, ekonominin dıĢa kapalı olduğu
dönemde sabit sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi
belirlerken, ekonominin dıĢa açılmasıyla iĢgücünün niceliksel ve
niteliksel artıĢı ekonomik büyümeye nisbi olarak daha fazla katkıda
bulunmuĢtur.

 ĠĢgücündeki niceliksel artıĢın GSMH‟nın büyümesine yıllık katkısı,


1968-1972 yılları arasında yüzde 1.65, 1973-1977 yıllarında yüzde
1.95 olarak gerçekleĢmiĢtir. Ekonomik ve politik kriz yıllarını kapsayan
1978-1982 döneminde, iĢgücünün katkısı yüzde 1.23‟e düĢmüĢtür.
1983-1987 yıllarında bu oran yüzde 2.07 ve 1988-1992 yıllarında ise
yüzde 2.18 seviyesine çıkmıĢtır. 1993-1997 yıllarında iĢgücünün
katkısı en yüksek oran yüzde 3.79‟a çıkmıĢtır. Ekonomik krizin
etkisiyle bu artıĢ devam edememiĢ ve 1998-2002 yıllarında yüzde
0.74‟e düĢmüĢtür. Tek parti iktidarıyla sağlanan ekonomik istikrar
sayesinde, 2003-2005 yılları arasında, iĢgücünün katkısı yeniden
191

artarak yüzde 1.13 seviyesine çıkmıĢtır. Kısacası, dıĢa kapalı


ekonomik politikanın takip edildiği dönemde iĢgücünün ekonomik
büyümeye katkısı yıllık ortalama yüzde 1.61 iken, dıĢa açık ekonomi
politikaların takip edildiği 1982 sonrasında bu katkı yüzde 2.06‟ya
yükselmiĢtir.

 Bu çalıĢmanın bir baĢka özgün tarafı makro ölçekte iĢgücündeki


niteliksel artıĢı eğitim indeksindeki artıĢla ölçerek ekonomik büyümeye
katkısını hesaplamıĢ olmasıdır. Eğitimdeki artıĢın ekonomik büyümeyi
açıklama gücü 1968-1987 yıllarında yüzde 8.55 iken, aynı oran 1988-
1994 ve 1995-2002 yıllarında önemli bir artıĢ göstererek sırasıyla
yüzde 16.7 ve 30‟a çıkmıĢtır. 1988 sonrasında, eğitimin ekonomik
büyümeyi açıklama gücü, istihdamdaki niceliksel artıĢın açıklayıcılık
gücünden daha fazladır. Kısacası, 1980‟lerden sonra, çalıĢanların
eğitim seviyesindeki artıĢ, sermayeden sonra, ekonomik büyümeyi
açıklayan en önemli değiĢken olmuĢtur.

 Bu çalıĢmada iĢgücünün niteliksel değiĢimini dikkate almayan basit


Solow modeli ve değiĢimi hesaba katan geniĢletilmiĢ Solow modeline
göre TFV hesaplanmıĢtır. Elde edilen bulgulara göre, eğitimin katkısı
dikkate alınmadan hesaplanan TFV‟nin abartılı olduğu ortaya
çıkmıĢtır. Örneğin, eğitim etkisi dikkate alınmadığında, TFV 1988-
1997 yılları arasında pozitif iken, eğitimin etkisi hesaplandığında TFV
aynı dönem için negatif olmuĢtur. BeĢer yıllık dönemler itibariyle
bakıldığında, politik ve ekonomik krizlerin yaĢandığı, 1978-1982 ve
1998-2002 yılları dıĢında TFV‟nin negatif olarak gerçekleĢmiĢtir.
Ekonominin dıĢa kapalı olduğu dönemde TFV‟nin ekonomik büyümeye
katkısı 0.95 iken, ekonominin dıĢa açılmasıyla bu katkı artarak yüzde
1.61‟e çıkmıĢtır. Kısacası, ekonominin dıĢa açılması rekabeti artırarak
kaynakların daha verimli kullanılmasını sağlamıĢtır. Ancak GÜ‟lerle
192

kıyaslandığında Türkiye‟nin TFV‟nin çok düĢük olduğu dikkati


çekmiĢtir.

 Bu çalıĢmada elde ettiğimiz TFV değerleriyle beĢinci bölümde tartıĢılan


altı ayrı çalıĢmanın bulguları arasında önemli paralelliklerin yanı-sıra, en
az bu paralelikler kadar önemli bazı farklılıklar da ortaya çıkmıĢtır.

 GeliĢmiĢ OECD ülkelerinde TFV ekonomik büyümenin en önemli bir


belirleyecisi iken, Türkiye‟de TFV çok marjinal kalmıĢtır. Bu farklılık
sosyo-psikolojik ve politik faktörler; kültürel ve psiko-ekonomik
faktörler; girdi darboğazlarının varlığı ve derecesi; para/döviz krizleri
baĢta olmak üzere her tür ciddi finansal sarsıntının varlığı ve derecesi
ve daha genel olarak ülke ekonomisi hakkında yaygın olan orta vadeli
beklentilerin iyimserlik veya kötümserlik derecesi gibi birçok
değiĢkenlere bağlıdır.

 Ekonomik büyümenin kaynaklarıyla ilgili yapılan regresyon analizinin


bulguları, enflasyon, özel sabit sermaye yatırımları ve eğitimdeki artıĢ
ile ekonomik büyüme arasında doğrusal bir iliĢkinin olduğunu
göstermiĢtir. Kamu sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyüme
üzerinde negatif etkisi olduğu ortaya çıkmıĢtır. Bu da kamu
yatırımlarında kaynak israfı olduğuna iĢaret eder. DıĢ ticaret hacminin
ve özelikle ihracat artıĢının ekonomik büyümeye olumlu katkıda
bulunduğu anlaĢılmıĢtır. Kısacası, regresyon analizinin bulguları ile
Solow büyüme muhasebesi yönteminin bulguları büyük ölçüde
örtüĢmüĢtür. Her iki modelde eğitimdeki artıĢın ekonomik büyümeyi
pozitif etkilediğini, özel sabit sermaye yatırımlarının ekonomik
büyümeye önemli katkıda bulunduğunu ve TFV‟nin ekonominin dıĢa
açılmasıyla artıĢ gösterdiğini ortaya koymuĢtur.
193

Kısacası, yukarıda özetlenen bulgular Türkiye ekonomisinin uzun


dönem büyüme dinamiklerinin daha iyi anlaĢılması ve yüksek ekonomik
büyümenin sağlanması için Ģunların yapılmasını önemli kılıyor:

 Makro ölçekte ekonomik büyümenin kaynaklarını araĢtıran


çalıĢmaların çok sınırlı olması bu konuyla ilgili verilerin eksikliğinden
kaynaklanmaktır. Bu nedenle, DPT veya TÜĠK tarafından sermaye
stoğu ile ilgili verilerin yayımlanması büyük bir öneme sahiptir.

 BaĢta ABD olmak üzere, GÜ‟lerde Solow büyüme muhasebesi


yöntemi ile ekonomik büyümenin kaynakları devlet tarafından
hesaplanıp her yıl yayımlanıyor. Türkiye‟de TÜĠK veya DPT‟nin benzer
bir çalıĢmayı yapması ekonomik büyümenin kaynaklarını anlamak ve
ona göre politikalar geliĢtirmek açısından önemlidir.

 Bu çalıĢmanın bulgularına göre eğitim seviyesindeki artıĢ TFV‟ni


artırarak ekonomik büyüme üzerinde önemli katkıda bulunmuĢtur. Bu
nedenle, hükümet, eğitim harcamalarını artırarak, TFV‟ni ve ekonomik
büyümeyi destekleyici politikalar takip etmelidir.
194

KAYNAKÇA

ABRAMOVITZ, MOSES
"1956" "Resource and Output Trends in the U. S. Since 1870".
American Economic Review, XXXXVI 2: 5-23.
ACEMOGLU, DARON
"2000" "Technical Change Inequality, and the Labor Market".
NBER Working Paper Series,July, no.7800.
ACEMOĞLU, DARON , SIMON JOHNSON ve JAMES A. ROBINSON
"2002" "Reversal of Fortune: Geography and Institutions in the Making of the
Modern World Income Distribution".
Quarterly Journal of Economics, 118,1231-1294.
ACEMOĞLU, DARON, SIMON JOHNSON ve JAMES ROBINSON
"2004" "Institutions as the Fundamental Cause of Long-Run Growth".
NBER Working Paper, No. 1048.
ACEMOĞLU, DARON ve baĢk.
"2003" "Institutional Causes, Macroeconomic Symptoms: Volatility, Crises
and Growth".
Journal of Monetary Economics, 50,1: 49-123
ALCALA, F. ve A. CICCONE
"2004" "Trade and Productivity".
Quarterly Journal of Economics, 119,2: 613-646.
AUTOR, DAVID;, LAWRENCE F.; KATZ ve ALAN B KRUEGER
"1998" "Computing Inequality: Have Computers Changed the Labor Market?"
Quarterly Journal of Economics,November 1998.
AYDOGUS, OSMAN
"1993" "Turkiye Imalat Sanayiinde Ithal Ikamesi, Ihracat Artisi ve Toplam
Faktor Verimliligi Iliskileri:1971-1988".
ODTU Gelisme Dergisi, 20(4): 453-473.
AYRES, ROBERT U. ve BENJAMIN WARR
"2005" "Accounting for Growth: the Role of Physical Work".
Structural Change and Economic Dynamics, 16: 181–209
AZARIADIS, C. ve A. DRAZEN
"1990" "Threshold Externalities in Economic Development".
Quarterly Journal of Economics, 105,2: 501-526.
BAHMANI-OSKOOEE, MOHSEN ve ILKER DOMAC
"1995" "Export Growth and Economic Growth in Turkey: Evidence from
cointegration analysis".
METU Studies In Development, 22(1): 67-77.
BARDHAN, P
2000. The Nature of Institutional Impediments to Economic Development. . In
M. O. a. S. Kahkonen (Ed.), A Not-so-dismal Science: Oxford, OUP.
BARKAI, HAIM
195

"1986" "Ricardo's Volte-Face on Machinery".


The Journal of Political Economy, 94,3: 595-613.
BARRO, ROBERT J.
"1991" "Economic Growth in a Cross Section of Countries".
The Quarterly Journal of Economics, CVI,2.
BARRO, ROBERT J.
"1995" "Technological Diffussion, Convergence,and Growth".
NBER Working Paper Series: 1-45.
BARRO, ROBERT J.
"1996a" "Democracy and Growth".
Journal of Economic Growth, 1,1: 1-27.
BARRO, ROBERT J.
"1996b" "Determinants of Economic Growth: A Cross-Country Empirical
Study".
NBER Working Paper,5698: 71.
BARRO, ROBERT J.
1997. Determinants of Economic Growth. Cambridge: MIT Press.
BARRO, ROBERT J.
"1998" "Notes on Growth Accounting".
NBER Working Paper Series, Working Paper,6654.
BARRO, ROBERT J.
"2001" "Economic Growth and Education".
OECD Economics Department Working Paper No. 281: 1-48.
BARRO, ROBERT J. ve JONG-WHA LEE
"1994" "Sources of Economic Growth (with commentary)".
Carnegie-Rochester Conference Series on Public Policy, 40: 1-57.
BARRO, ROBERT J. ve JONG-WHA LEE
"2001" "International Data on Educational Attainment: Updates and
Implications".
Oxford Economic Papers, LIII, 3: 541 (523 pages).
BARRO, ROBERT J. ve X. SALA-I-MARTIN
"1992" "Convergence".
Journal of Political Economy, C: 223-251.
BARRO, ROBERT J. ve X. SALA-I-MARTIN
1999. Economic Growth. Cambridge, Mass.: MIT Press.
BARRO, ROBERT J. ve X. SALA-I-MARTIN
2004. Economic Growth. Cambridge, Mass.: MIT Press.
BASSANINI, ANDREA ve STEFANO SCARPETTA
"2001" "Does Human Capital Matter for Growth in OECD countries?
Evidence from Pooled Mean-group Estimates".
OECD Economics Department Working Paper No.282.
BAUMOL, WILLIAM J.
196

"1986" "Productivity Growth, Convergence, and Welfare: What The Long-


Run Data Show".
American Economic Review, LXXVI: 1072(1014).
BAYAR, GUZIN
"2002" "Effects of Foreign Trade Liberalization on the Productivity of
Industrial Sectors in Turkey".
Russian & East European Finance and Trade, XXXVIII,5: 46 (26 pages).
BECKER, GARY S
"1962" "Investment in Human Capital: A Theoretical Analyses".
Journal of Political Economy 70.
BECKER, GARY S, EDWARD L. GLAESER ve KEVIN M. MURPHY
"1999" "Population and Economic Growth ".
The American Economic Review, 89,2: 145-149.
BENTOLILA, SAMUEL ve GILLES SAINT-PAULY
"2003" "Explaining Movements in the Labor Share".
Contributions to Macroeconomics, 3,1.
BERKOWITZ, DANIEL, KATHARINA PISTOR ve JEAN-FRANCOIS
RICHARD
"2003" "Economic Development, Legality, and the Transplant Effect".
European Economic Review, 47,1: 165-195.
BILS, M. ve P. KLENOW
"2000" "Does Schooling Cause Growth?"
American Economic Review, 90,5: 1160-1183.
BLOMSTROM, M. , R. LIPSEY ve M. ZEJAN
"1996" "Is Fixed Investment the Key to Growth?"
Quarterly Journal of Economics, 111,1: 269-276.
BORATAV, KORKUT, OKTAR TUREL ve ERINC YELDAN
"1996" "Dilemmas of Structural Adjustment and Environmental Policies
Under Instability: Post-1980 Turkey".
World Development, XXIV,2: 373 (322 pages).
BOSWORTH, BARRY P., SUSAN M. COLLINS ve YU-CHIN CHEN.
1995. Accounting for Difference in Economic Growth: Brookings Discussion
Papers in International Economics.
BRUNO, M. ve W. EASTERLY
"1998" "Inflation Crises and Long-Run Growth".
Journal of Monetary Economics, 41,1: 3-26.
BUREAU OF LABOR STATISTICS. (2004a). Multifactor Productivity. 2
Ağustos 2004, tarihinde http://www.bls.gov/mfp/ sitesinden alınmıştır.
BUREAU OF LABOR STATISTICS. (2004b). Multifactor Productivity Trends,
2001. 2 Ağustos 2004, tarihinde http://www.bls.gov/mfp/prod3.pdf
sitesinden alınmıştır.
ÇAKMAN, KEMAL
"1996" "Toprak, Tarım, Nüfus".
197

Ekonomik Yaklaşım, XXII: 23-48.


CARD, DAVID. (Ed.).
1999. The Causal Effects of Schooling on Earnings. Amsterdam, North
Holland.
CARNOY, MARTIN (Ed.).
1995. Education and Technological Change (Second Edition ed.): Pergamon.
CASELLI, F., G. ESQUIVEL ve F. LEFORT
"1996" "Reopening the Convergence Debate: A New Look at Cross Country
Growth Empirics".
Journal of Economic Growth, 1,3: 363-389.
ÇAVUġOGLU, NEVIN.
2001. How Important Is Technology Transfer for Productivity Growth? A
Causal Model for Turkey Usung LISREL. Ankara:
METU,(Yayınlanmamış Doktora Tezi)
ÇEÇEN, A. AYDIN, S. SUUT DOĞRUEL ve FATMA DOĞRUEL
"1994" "Economic Growth and Structural Change in Turkey 1960-88".
International Journal of Middle East Studies, XXVI,1: 37-56.
CELASUN, MERIH.
1983. Sources of Industrial Growth and Structural Change The Case of
Turkey (No. World Bank Staff Working Papers No.614). Washington,
D.C.: The World Bank.
CHENERY, HOLLIS B., SHERMAN ROBINSON ve MOISES SYRQUIN
1986. Industrialization and Growth. New York: Oxford University Press.
COBB, CHARLES W. ve PAUL H. DOUGLAS
"1928" "A Theory of Production".
The American Economic Review, Vol. 18, No. 1, Supplement, Papers and
Proceedings of the Fortieth Annual Meeting of the American Economic
Association: 139-165.
CORREA, H.
"1970" "Source of Economic Growth in Latin America".
Southern Economic Journal, 37,1: 17-31.
CRAFTS, N.
"1996" "The First Industrial Revolution: A Guided Tour for Growth
Economists".
American Economic Review, 86,2: 197-201.
CRAIN, W.M. ve K.J. LEE
"1999" "Economic growth regressions for the American states: A sensitivity
analysis".
Economic Inquiry, 37, pp.242-257.
DE LONG, J. BRADFORD ve LAWRENCE H. SUMMERS
"1993" "How Strongly Do Developing Economies Benefit from Equipment
Investment?"
Journal of Monetary Economics, XXII,3: 395-416.
198

DENISON, EDWARD F.
"1962" "Education, Economic Growth, and Gaps in Information".
The Journal of Political Economy, LXX,5: 124-128.
DENISON, EDWARD F.
"1964" "Capital Theory and the Rate of Return".
The American Economic Review, LIV, 5 721-725.
DENISON, EDWARD F.
"1967" "Sources of Postwar Growth in Nine Western Countries".
The American Economic Review, XVII,2: 325-332.
DENISON, EDWARD F.
"1968" "Embodied Technical Change and Productivity in the United States
1929-1958".
The Review of Economics and Statistics, L, 2: 291.
DENISON, EDWARD F.
"1969" "The Contribution of Education to the Quality of Labor: Comment".
The American Economic Review, LIX,5: 935-943.
DENISON, EDWARD F.
1974. Accounting For United States Economic Growth 1929-1969.
Washington, D.C.: The Brookings Institution.
DENISON, EDWARD F.
1979. Accounting for Slower Economic Growth. Washington, D.C.: The
Brookings Institution.
DENISON, EDWARD F.
"1980" "A General View of Capital Formation and Economic Growth The
Contribution of Capital to Economic Growth".
The American Economic Review, LXX, 2: 220-224.
DENISON, EDWARD F.
"1983" "The Interruption of Productivity Growth in the United States".
The Economic Journal, XCIII,369: 56-77.
DENISON, EDWARD F.
1985. Trends in American Economic Growth, 1929-1982. Washington, D.C.:
The Brookings Institution.
DOLLAR, D. ve A. KRAAY
"2003" "Institutions, Trade and Growth: Revisiting the Evidence".
Journal of Monetary Economics, 50,1: 133-162.
DOMAR, EVSEY D.
"1946" "Capital Expansion, Rate of Growth, and Employment".
Econometrica, XIV,2: 137-147.
EASTERLY, W. ve R. LEVINE
"1997" "Africa's Growth Tragedy: Policies and Ethnic Divisions".
Quarterly Journal of Economics, 112,4: 1203-1250.
EHRLICH, ISAAC ve FRANCIS LUI
199

"1997" "The Problem of Population and Growth: A Review of the Literature


from Malthus to Contemporary Models of Endogenous Population and
Endogenous Growth".
Journal of Economic Dynamics and Control, XXI,1: 205-242.
FEASEL, ED, YONGBEOM KIM ve STEPHEN C. SMITH
"2001" "A VAR Approach to Growth Empirics: Korea".
Review of Development Economics, 5,3: 421-432.
FRANKEL, J. ve D. ROMER
"1999" "Does Trade Cause Growth?"
American Economic Review, 89,3: 379-399.
FREEMAN, RICHARD B.
"2000" "Single Peaked vs. Diversified Capitalism: The Relation Between
Economic Institutions and Outcomes".
NBER Working Paper No. W7556.
GALLUP, JOHN LUKE, JEFFREY SACHS ve ANDREW D. MELLINGER.
(1998). Geography and Economic Growth, Annual Bank Conference
on Development Economics. Washington, D.C.
GALOR, O. .
2005. From Stagnation to Growth: Unified Growth Theory. In P. a. D. Aghion,
S.N. (Ed.), Handbook of Economic Growth, (Vol. 1A, pp. 171-285).
Amsterdam: Elsevier.
GALOR, O. ve O. MOAV
"2002" "Natural Selection and the Origin of Economic Growth".
Quarterly Journal of Economics, 117: 1133-1192.
GALOR, O. ve D.N. WEIL
"2000" "Population, Technology and Growth: From the Malthusian regime to
the Demographic Transition".
American Economic Review, 110: 806-828.
GESKE, DIJKSTRA A.
"2000" "Trade Liberalization and Industrial Development in Latin America".
World Development, XXVIII,9: 1567 (1516 pages).
GRILICHES, ZVI
"1997" "Education, Human Capital, and Growth: A Personal Perspective".
Journal of Labor Economics, XV,1: 330-S344.
GÜNGÖR, NIL DEMET
"1997" "Education and Economic Growth in Turkey 1980-1990 : A Panel
Study".
METU Studies In Development, XXIV,2.
GYLFASON, T.
"2001" "Natural Resources, Education, and Economic Development".
European Economic Review 45: 847-859.
GYLFASON, THORVALDUR
200

1999. Principles of Economic Growth: Oxford ; New York Oxford University


Press (UK),.
HANSEN, G. ve E. PRESCOTT
"2002" "Malthus to Solow ".
American Economic Review, 92: 1205- 1217.
HANUSHEK, ERIC A. ve DENNIS D. KIMKO
"2000" "Articles - Schooling, Labor-Force Quality, and the Growth of
Nations".
The American Economic Review, XC,5: 1184 (1125 pages)
HARROD, ROBERT F.
"1939" "An Essay in Dynamic Theory".
The Economic Journal, XXXXIX,193: 14-33.
HEJAZI, WALID ve A. EDWARD SAFARIAN
"1999" "Trade, Foreign Direct Investment, and RD Spillover".
Journal of International Business Studies, XXX,3: 491 (422 pages).
ISLAM, NAZRUL
"1995" "Growth Empirics: A Panel Data Approach".
The Quarterly Journal of Economics, CXX,4: 1127 (1144 pages).
ISMIHAN, MUSTAFA, AYSIT TANSEL ve KIVILCIM METIN-OZCAN. (2002).
Macroeconomic Instability, Capital Accumulation and Growth: The
Case of Turkey 1963-1999, Working Paper: Department of
Economics, Bilkent University.
JONES, CHARLES I.
"1995" "Time series tests of endogenous growth models".
The Quarterly Journal of Economics, 110,2.
JORGENSON, DALE W.
"1988" "Productivity and Postwar U.S. Economic Growth (in Symposium: The
Slowdown in Productivity Growth)".
The Journal of Economic Perspectives, II,4: 23-41.
JORGENSON, DALE W. ve ZVI GRILICHES
"1967" "The Explanation of Productivity Change".
Review of Economics Studies, 34,99: 249-280.
JUHN, CHINHUI; , KEVIN M.; MURPHY ve BROOKS PIECE
"1993" "Wage Inequality and the Rise in Return to Skill".
Journal of Political Economy, vol.101.no.3.
KASLIWAL, PERI
1995. Development Economics. Cincinnati, Ohio: South-Western Publisher.
KENDRICK, J.W.
"1956" "Productivity Trends: Capital and Labour".
Review of Economics and Statistics,May.
KIM, E.
201

"2000" "Trade Liberalization and Productivity Growth in Korean


Manufacturing Industries: Price Protection, Market Power, and Scale
Efficiency".
Journal of Development Economics, LII,1: 55 (30 pages).
KIM, JONG-IL ve LAWRENCE J. LAU
"1996" "The Sources of Asian Pacific Economic Growth".
The Canadian Journal of Economics II: 448.
KNACK, S. ve P. KEEFER
"1995" "Institutions and Economic Performance: Cross-Country Tests Using
Alternative Institutional Measures".
Economics and Politics, 7,3: 207-227.
KNACK, S. ve P. KEEFER
"1997" "Does Social Capital Have an Economic Payoff? A Cross-Country
Investigation".
Quarterly Journal of Economics, 112(4) 1251-1288.
KNIGHT, MALCOLM , NORMAN LOAYZA ve DELANO VILLANUEVA
"1993" "Testing the Neoclassical Theory of Economic Growth - A Panel Data
Approach".
IMF Staff Papers, XXXX,3.
KNOWLES, S. ve P. OWEN
"1995" "Health Capital and Cross-Country Variation in Income per Capita in
the Mankiw-Romer-Weil Model".
Economics Letters, 48,1: 99-106.
KNOWLES, STEPHEN ve P. DORIAN OWEN
"1997" "Education and Health in an Effective-Labour Empirical Growth
Model".
The Economic Record, LXXIII,223: 314 (315 pages).
KOPITS, GEORGE.
1987. Structural Reform, Stabilization, and Growth in Turkey (No. Occasional
Paper 52). Washington, D.C.: IMF.
KRISHNA, PRAVIN ve DEVASHISH MITRA
"1998" "Trade Liberalization, Market Discipline and Productivity Growth: New
Evidence from India".
Journal of Development Economics, LVI,2: 447.
KRUEGER, A. ve M. LINDAHL
"2001" "Education for Growth: Why and for Whom".
Journal of Economic Literature, 39,4: 1101-1136.
KRUEGER, ANNE O.
"1987" "The Importance of Economic Policy in Development: Contrasts
Between Korea and Turkey".
NBER Working Paper Series,2195.
KRUEGER, ANNE O. ve BARAN TUNCER
202

"1980" "Microeconomic Aspects of Productivity Growth Under Import


Substitutions: Turkey".
NBER Working Paper Series,532.
KRUGMAN, PAUL
"1994" "The Myth of Asia's M'racle".
Foreign Affairs, 73: 62-78.
LA PORTA, R. ve baĢk.
"1997" "Trust in Large Organisations".
American Economic Review 87: 333-338.
LAGERLOF, N.
"2003a" "From Malthus to Modern Growth: The Three Regimes Revisited".
International Economic Review 44: 755-777.
LAGERLOF, N.
"2003b" "Gender Equality and Long-Run Growth".
Journal of Economic Growth, 8,403-426.
LANDES, D. S.
1999. The Wealth and Poerty of Nations : Why Some Are So Rich and
Some So Poor. London, Abacus: W. W. Norton & Company
LEE, MAW-LIN, BEN-CHIEH LIU ve PING WANG
"1994" "Growth and Equity with Endogenous Human Capital: Taiwan's
Economic Miracle Revisited".
Southern Economic Journal, LXI,2: 435-445.
LEVINE, ROSS ve DAVID RENELT
"1992" "A Sensitivity Analysis of Cross-Country Growth Regressions".
The American Economic Review, 82,4: 942-963.
LIN, SHUANGLIN
"1997" "Education and Economic Development: Evidence from China".
Comparative Economic Studies, XXXIX,3-4: 66-86.
LUCAS, ROBERT E., JR.
"1988" "On the Mechanics of Economic Development".
Journal of Monetary Economics, XXII,1.
LYNCH, T. ve baĢk.
"2003" "Comparison of Florida Metropolitan Statistical Areas (MSAs) Using
the Metropolitan New Economy Index".
Applied Research and Economic Development, 1,1.
MADDISON, A
"1987" "Growth and Slowdown in Advanced Capitalist Economies".
Journal of Economic Literature, 2: 649-698.
MANKIW, N. GREGORY
"1995" "The Growth of Nations".
Brookings Papers on Economic Activity, V,1: 275
MANKIW, N. GREGORY, DAVID ROMER ve DAVID N. WEIL
"1992" "A Contribution to the Empirics of Economic Growth".
203

The Quarterly Journal of Economics, VII: 407-438


MARAġLIOĞLU, H. ve A. TIKTIK.
1991. Turkiye Ekonomisinde Sektorel Gelismeler: Uretim\ Sermaye Birikimi
ve Istihdam: 1968-1988 (No. 2271). Ankara: DPT.
MCMAHON, W.
"1984" "The Relation of Education and R&D to Productivity
Growth".
Economics of Education Review, 3,4: 299-313.
METIN-ÖZCAN, K., E. VOYVODA ve A. E. YELDAN
"2001" "Dynamics of Macroeconomic Adjustment in a Globalized Economy:
Growth, Accumulation and Distribution, Turkey 1969-1999".
Canadian Journal of Development Studies, XXII,1: 219-254.
METIN-ÖZCAN, KIVILCIM, EBRU VOYVODA ve ERINÇ YELDAN
"2002" "The Impact of the Liberalization Program on the Price-Cost Margin
and Investment of Turkey's Manufacturing Sector After 1980".
Russian & East European Finance and Trade, XXXVIII,5.
MINCER, J.
"1962" "On the Job Training: Costs, Returns, and Some Implications".
Journal of Political Economy.
MOTLEY, B.
"1998" "Growth and Inflation: A Cross-Country Study".
FRBSF Economic Review, 1.
NORTH, D. .
1993. The Ultimate Sources of Economic Growth. In B. Szirmai (Ed.),
Explaining Economic Growth. Netherlands: Elsevier.
NORTH, DOUGLASS C. ve ROBERT P. THOMAS
1973. The Rise of the Western World: A New Economic History. Cambridge
UK: Cambridge University Press.
O'NEILL, DONAL
"1995" "Education and Income Growth: Implications for Cross-Country
Inequality".
The Journal of Political Economy,, CIII,6: 1289-1301.
O‟ROURKE, K.H. ve J.G. WILLIAMSON
"1995" "Around the European Periphery 1870-1913: Globalization, Schooling
and Growth".
Working Paper, 5392, National Bureau of Economic Research, Cambridge,
Massachusetts.
OCAMPO, JOSE ANTONIO ve LANCE TAYLOR
"1998" "Trade Liberalisation in Developing Economies: Modest Benefits but
Problems with Productivity Growth, Macro Prices, and Income
Distribution".
The Economic Journal CVIII,450: 1523-1546.
OZMUCUR, SULEYMAN
204

"1996" "Yeni Milli Gelir Serisi ve Gelirin Fonksiyonel Dagilimi, 1968-1994".


ODTU Gelisme Dergisi, 23,1: 85-27.
PACK, HOWARD
"1994" ""Endogenous Growth Theory: Intellectual Appeal and Empirical
Shortcomings"".
The journal of Economic Perspectives VIII,1: 55-72.
PARK, W. ve J. GINARTE
"1997" "Intellectual Property Rights and Economic Growth".
Contemporary Economic Policy, XV: 51-61.
PSACHAROPOULOS, GEORGE
"1994" "Returns to Investment in Education: A Global Update".
World Development, XXII,9: 1325-1343.
PYO, H. K.
"2001" "Economic Growth in Korea (1911-1999)".
Seoul Journal of Economics, XIV,1.
RAZIN, A.
"1977" "Economic Growth and Education: New Evidence".
Economic Development and Cultural Change, 28,Winter: 97-104.
ROBELO, S.
"1991" "Long Run Policy Analysis and Long Run Growth".
Journal of Political Economy, XCIV,5: 1002-1037.
RODRIK, D., A. SUBRAMANIAN ve F. TREBBI
"2004" "Institutions Rule: The Primacy of Institutions Over Geography and
Integration in Economic Development,".
Journal of Economic Growth, 9,2: 131-165.
RODRIK, DANI
"1990" "Premature Liberalization, Incomplete Stabilization: The Ozal Decade
In Turkey".
NBER Working Paper Series,3300.
RODRIK, DANI
"2000" "Institutions for High-Quality Growth: What they are and How to
Acquire Them".
NBER Working Papers,7540.
ROMER, PAUL M.
"1986" "Increasing Returns and Long-Run Growth".
Journal of Political Economy, XCIV,5: 1002-1037.
ROMER, PAUL M.
"1987" "Growth Based on Increasing Returns Due to Specialization".
American Economic Retiew, LXXVII,2: 56-62.
ROMER, PAUL M.
"1990" "Endogenous Technical Change".
Journal of Political Economy, XCVIII: 71-102.
ROMER, PAUL M.
205

"1994" "The Origins of Endogenous Growth".


Journal of Economic Perspectives, VIII,1: 3-22.
ROMER, PAUL M.
"1996" "Why Indeed in America? Theory, History and the Origins of Modern
Economic Growth".
American Economic Review,86: 202-206.
SACHS, JEFFREY D. ve ANDREW M. WARNER
"1995" "Natural Resource Abundance and Economic Growth".
NBER Working Papers # 5398.
SALA-I-MARTIN, X.
"1997a" "I Just Ran 2 Million Regressions".
American Economic Review, 87,2: 178-183.
SALA-I-MARTIN, X.
"1997b" "I Just Ran 4 Million Regressions".
National Bureau of Economic Research Working Paper no. 6252.
SAREL, MICHAEL
"1997" "Growth and Productivity in ASEAN Countries".
IMF Working Paper.
SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU
"2001a" "Productivity and Growth in OECD Countries: An Assesment of the
Determinants of Productivity".
Yapi Kredi Econimic Review, 12,2.
SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU
"2001b" "Verimlilik ve Büyüme: Turkiye Ekonomisi Icin Ulke Karsilastirmali
Bir Analiz".
Sayistay Dergisi,43.
SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU.
2002. Turkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Büyüme ve Verimililik: 1972-
2000 (No. 2665). Ankara: DPT.
SAYGILI, SEREF, CENGIZ CIHAN ve HASAN YURTOGLU.
2005. Turkiye Ekonomisinde Sermaye Birikimi, Büyüme ve Verimililik: 1972-
2003, Uluslararası Karşılaştırma ve AB'ye Yakınsama Süreci (2014)
Ankara: TÜSĠAD ve DPT.
SENHADJI, ABDELHAK.
1999. Sources of economic growth: an extensite growth accounting exercise:
IMF Working Paper.
SKAGGS, NEIL T.
"1999" "Adam Smith on Growth and Credit - Too Weak a Connection?"
Journal of Economic Studies XXVI,6: 481-496.
SMITH, ADAM
1976. The Wealth of Nations. Indianapolis: Liberty Classics.
SOLOW, ROBERT
"1956a" "A Contribution to the Theory of Economic Growth".
206

The Quarterly Journal of Economics, LXX,1: 65-94.


SOLOW, ROBERT
"1956b" "The Production Function and the Theory of Capital".
The Review of Economic Studies, XXIII,2: 101-108.
SOLOW, ROBERT
"1957" "Technical Change and the Aggregate Production Function".
The Review of Economics and Statistics, XXXIX,3: 312-320.
STIROH, KEVIN J. (2000). What Drives Productivity Growth? On Working
Paper, Federal Reserve Bank of New York.
SWAN, TREVOR W.
"1956" "Economic Growth and Capital Accumulation".
Economic Record, XXXII: 334–361.
TAMURA, R.F.
"2002" "Human Capital and the Switch From Agriculture to Industry".
Journal of Economic Dynamics and Control, 27: 207-242.
TANSEL, AYSIT.
1997. Economic Growth and Convergence: An Application to the Provinces
of Turkey, 1975-1995. Paper presented at the First Annual ERC /
METU Conference on Economics, Ankara.
TANSEL, AYSIT
"1998" "Determinants of School Attainment of Boys and Girls in Turkey".
Economic Growth Center Discussion Paper No.789, Yale University.
TANSEL, AYSIT
"2002" "Economic Development and Female Labor Force Participation in
Turkey: Time Series Evidence and Cross Province Estimates".
ERC Working Papers, METU.
TELLĠ, ÇAĞATAY, EBRU VOYVODA VE ERĠNÇ YELDAN
"2006" “Modelling General Equilibrium for Socially Responsible
Macroeconomics: Seeking for the Alternatives to Fight Jobless Growth
in Turkey”.
Metu Studies in Development, February 2006.
TEMPLE, JONATHAN ve PAUL A. JOHNSON
"1998" "Social Capability and Economic Growth".
The Quarterly Journal of Economics, 113,965-990.
TUGRUL, TEMEL, AYSIT TANSEL ve PETER J. ALBERSEN
"1999" "Convergence and Spatial Patterns in Labor Productivity:
Nonparametric Estimation for Turkey".
Journal of Regional Analysis and Policy, XXVI,3-4: 453-472.
ÜNSAL, ERDAL
2007. İktisadi Büyüme. Ankara: Ġmaj Yayıncılık.
URATA, S. ve K. YOKOTA
"1994" "Trade Liberalization and Productivity Growth in Thailand".
The Developing economies. 32, no. 4: 444.
207

UYGUR, ERCAN.
1990. Policy, Productivity, Growth and Employment in Turkey 960-1989 and
Prospects for the 1990s (MIES Special Topic Study). Geneva:
International Labor Organization.
UYGUR, ERCAN.
1991. Policy, Productivity, Growth and Employment in Turkey 960-1989 and
Prospects for the 1990s (MIES Special Topic Study). Geneva:
International Labor Organization.
UYGUR, ERCAN.
1993. Liberalization and Economic Performance in Turkey. Paper presented
at the United Nations Conference on the Trade and Development,
Discussion Paper.
VENTURE, JAUME.
2005. A Global View of Economic Growth. In P. A. a. S. N. Durlauf (Ed.),
Handbook of Economic Growth (Vol. 1B): Elsevier
VOYVODA, EBRU ve A. ERINÇ YELDAN
"2001" "Patterns of Productivity Growth and the Wage Cycle in Turkish
Manufacturing".
International Review of Applied Economics XV,4: 375-396.
VOYVODA, EBRU ve A. ERINÇ YELDAN
"2005" "IMF Programmes, Fiscal Policy and Growth: Investigation of
Macroeconomic Alternatives in an OLG Model of Growth for Turkey".
Comparative Economic Studies 47: 41–79
VOYVODA, EBRU ve ERINÇ YELDAN.
"2006" Macroeconomics of Twin-Targeting in Turkey: A General Equilibrium
Analysis. 15 Kasım 2007, tarihinde
http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/econmodel/Voyvoda&Yeldan_AltIT-
Turkey_2006.pdf sitesinden alınmıştır.
WEINHOLD, DIANA ve JAMES E. RAUCH
"1999" "Openness, Specialization, and Productivity Growth in less
Developed Countries".
The Canadian Journal of Economics, XXXII,4.
WOODHALL, M. (Ed.).
1995. International Encyclopedia of Economics of Education (Second ed.):
Pergamon.
YALÇIN, CĠHAN.
2000. Price-Cost Margins And Trade Liberalization In Turkish Manufacturing
Industry: A Panel Data Analysis: TC Merkez Bankasi.
YENTÜRK, NURHAN
"1996" "Impacts of Capital Inflows on Saving and Investment: a Comparison
of Turkey and Latin American Countries".
METU Studies In Development, XXIII,1: 151-169.
YILDIRIM, ERHAN
208

"1989" "Total Factor Productivity Growth in Turkish Manufacturing Industry


Between 1963-1983: An Analysis".
METU Studies In Development, 16(3-4): 65-96.
YOUNG, ALWYN
"1995" "The Tyranny of Numbers: Confronting the Statistical Realities of the
East Asian Growth Experience".
Quarterly Journal of Economics, CX,3: 641-680.
209

EKLER

EK-TABLO 1. GAYRĠ SAFĠ MĠLLĠ HASILA (GSMH)


MĠLYAR TL. YÜZDE DEĞĠġME
CARĠ FĠY. 1987 FĠY. CARĠ FĠY. 1987 FĠY.
1967 148 29,657 11.0 4.2
1968 164 31,635 10.9 6.7
1969 183 33,003 11.9 4.3
1970 208 34,469 13.3 4.4
1971 261 36,897 25.6 7.0
1972 314 40,279 20.3 9.2
1973 399 42,255 27.0 4.9
1974 538 43,633 34.7 3.3
1975 691 46,275 28.5 6.1
1976 868 50,438 25.6 9.0
1977 1,108 51,944 27.7 3.0
1978 1,646 52,582 48.5 1.2
1979 2,877 52,324 74.8 -0.5
1980 5,303 50,870 84.4 -2.8
1981 8,023 53,317 51.3 4.8
1982 10,612 54,963 32.3 3.1
1983 13,933 57,279 31.3 4.2
1984 22,168 61,350 59.1 7.1
1985 35,350 63,989 59.5 4.3
1986 51,185 68,315 44.8 6.8
1987 75,019 75,019 46.6 9.8
1988 129,175 76,108 72.2 1.5
1989 230,370 77,347 78.3 1.6
1990 397,178 84,592 72.4 9.4
1991 634,393 84,887 59.7 0.3
1992 1,103,605 90,323 74.0 6.4
1993 1,997,323 97,677 81.0 8.1
1994 3,887,903 91,733 94.7 -6.1
1995 7,854,887 99,028 102.0 8.0
1996 14,978,067 106,080 90.7 7.1
1997 29,393,262 114,874 96.2 8.3
1998 53,518,332 119,303 82.1 3.9
1999 78,282,967 112,044 46.3 -6.1
2000 125,596,129 119,144 60.4 6.3
2001 176,483,953 107,783 40.5 -9.5
2002 273,463,168 116,165 55.0 7.8
KAYNAK: DİE, DPT
(1) 1950-1967 YILLARI İÇİN GSMH RAKAMLARI, 1968=100 BAZLI MİLLİ GELİR ARTIŞ HIZLARI KULLANILMIŞTIR.
(2)TAHMİN
210

EK-TABLO 2. SEKTÖREL DAĞILIMDAKĠ DEĞĠġĠM


YILLAR TARIM SANAYĠ HIZMETLER TOPLAM
1968 33.5 17.8 48.7 100
1969 31.7 19.1 49.2 100
1970 31.2 18.5 50.2 100
1971 30.7 18.9 50.5 100
1972 28.4 19.1 52.5 100
1973 25.0 20.3 54.7 100
1974 25.7 21.1 53.1 100
1975 25.0 21.7 53.2 100
1976 24.6 21.7 53.7 100
1977 23.4 22.6 54.0 100
1978 23.8 23.0 53.2 100
1979 23.9 22.1 54.0 100
1980 24.8 22.0 53.1 100
1981 23.3 22.9 53.8 100
1982 23.3 23.3 53.4 100
1983 22.1 23.8 54.1 100
1984 20.7 24.4 54.8 100
1985 19.8 24.9 55.3 100
1986 19.4 25.9 54.7 100
1987 17.7 25.7 56.6 100
1988 18.9 25.8 55.4 100
1989 17.2 26.5 56.3 100
1990 16.8 26.4 56.9 100
1991 16.6 27.0 56.5 100
1992 16.2 26.9 56.9 100
1993 14.8 26.9 58.3 100
1994 15.7 27.0 57.3 100
1995 14.8 28.0 57.2 100
1996 14.4 28.0 57.6 100
1997 13.0 28.6 58.4 100
1998 13.6 28.1 58.4 100
1999 13.7 28.4 57.9 100
2000 13.4 28.3 58.3 100
2001 13.8 29.0 57.2 100
2002 13.8 29.4 56.9 100
Kaynak: DĠE ve DPT
211

EK-TABLO 3. SEKTÖREL BÜYÜME HIZLARI VE GSMH


BÜYÜME HIZLARI
TARIM SANAYĠ HĠZMETLER GSMH
1968 1.5 11.1 7.9 6.7
1969(1) -1.2 12.1 4.8 4.3
1970 2.8 1.3 4.3 4.4
1971 5.2 9.0 4.5 7.0
1972 1.1 10.4 10.3 9.2
1973 -7.8 11.9 6.4 4.9
1974 6.3 7.3 4.5 3.3
1975 3.1 9.1 8.5 6.1
1976 7.0 9.0 12.9 9.0
1977 -1.9 6.9 4.4 3.0
1978 2.8 3.4 0.1 1.2
1979 0.0 -4.4 0.8 -0.5
1980 1.1 -3.3 -3.7 -2.8
1981 -1.9 9.2 6.2 4.8
1982 3.1 4.9 3.2 3.1
1983 -0.9 6.3 7.0 4.2
1984 0.5 9.9 7.9 7.1
1985 -0.5 6.2 5.1 4.3
1986 4.6 11.1 6.0 6.8
1987 0.4 9.1 12.9 9.8
1988 7.8 1.8 0.5 1.5
1989 -7.6 4.6 0.9 1.6
1990 6.8 8.6 10.3 9.4
1991 -0.9 2.7 0.6 0.3
1992 4.3 5.9 6.5 6.4
1993 -1.3 8.2 10.7 8.1
1994 -0.7 -5.7 -6.6 -6.1
1995 2.0 12.1 6.3 8.0
1996 4.4 7.1 7.6 7.1
1997 -2.3 10.4 8.6 8.3
1998 8.4 2.0 2.4 3.9
1999 -5.0 -5.0 -4.5 -6.1
2000 3.9 6.0 8.9 6.3
2001 -6.5 -7.5 -7.7 -9.5
2002 7.1 9.4 7.2 7.8
KAYNAK : DİE, DPT
(1) 1969 YILINDAN İTİBAREN DİE YENİ MİLLİ GELİR SERİSİ KULLANILMIŞTIR.
212

EK-TABLO 4. EKONOMĠK VE EĞĠTĠM DEĞĠġKENLERĠ


ilkokul Ortaokul
GSMH SSY / Kamu SSY Ozel_SSY Ortalama Bitirenler Bitirenler Enflasyon
YIllar (%) GSMH / GSMH / GSMH Eğitim Yılı (%) (%) Oranı
1968 7 19.50 6.80 12.70 2 23 2.60 3.20
1969 4 20.90 7.00 13.90 2 24 2.80 7.20
1970 4 21.80 6.90 14.80 2 36 2.60 6.70
1971 7 20.20 6.20 14.00 2 38 2.90 15.90
1972 9 22.40 6.40 16.00 2 40 3.10 18.00
1973 5 22.20 6.30 15.90 2 42 3.40 20.50
1974 3 20.80 6.50 14.30 2 44 3.60 29.90
1975 6 22.60 8.00 14.60 2 46 3.80 10.10
1976 9 25.70 8.90 16.80 2 46 4.00 15.60
1977 3 27.20 10.00 17.00 2 47 4.20 24.10
1978 1 24.60 8.40 16.20 2 47 4.40 52.60
1979 0 21.60 7.90 13.60 3 47 4.60 63.90
1980 -3 21.80 8.70 13.10 3 48 4.80 107.20
1981 5 19.80 9.00 10.80 3 49 5.00 36.80
1982 3 19.20 8.20 11.00 3 50 5.30 25.20
1983 4 20.10 8.70 11.40 3 52 5.50 30.60
1984 7 19.30 8.00 11.30 3 53 5.70 52.00
1985 4 20.10 9.20 11.00 3 56 6.10 40.00
1986 7 22.80 10.20 12.60 3 54 6.10 26.70
1987 10 24.60 10.00 14.70 4 53 6.30 39.00
1988 1 26.10 8.90 17.30 4 53 6.60 70.40
1989 2 22.40 7.50 14.90 4 54 7.10 64.00
1990 9 22.60 7.00 15.70 4 55 7.40 52.30
1991 0 23.70 7.50 16.20 4 56 7.20 55.30
1992 6 23.40 7.40 16.00 4 56 7.70 62.10
1993 8 26.30 7.20 19.10 4 57 8.10 58.40
1994 -6 24.50 4.90 19.60 4 57 7.90 120.70
1995 8 24.00 4.20 19.80 5 55 9.30 88.50
1996 7 25.10 5.10 20.00 5 55 9.10 74.60
1997 8 26.30 6.10 20.20 5 56 9.50 81.00
1998 4 24.30 6.30 18.10 5 55 10.20 70.20
1999 -6 22.10 6.60 15.50 5 55 10.10 53.80
2000 6 22.80 6.80 15.90 5 53 9.70 52.60
2001 -10 19.00 6.40 12.60 5 52 9.80 62.30
2002 8 17.40 6.30 11.00 5 51 10.40 49.60
2003 5 4.85 11.25 18.4
2004 10 4.19 14.17 9.3
2005 8 5.02 15.05 7.7
Kaynak: DİE ve DPT
213

EK-TABLO 4 (Devamı). EKONOMĠK VE EĞĠTĠM DEĞĠġKENLERĠ

(Ġhracat + Ġhracat / Ġthalat/ Ġstihdam ArtıĢı


YIllar Ġthalat) / GSMH GSMH GSMH (%)
1968 7 2.8 4.2 2
1969 7 2.7 3.9 1
1970 8 3.1 5.0 2
1971 11 3.9 6.8 2
1972 11 4.0 7.1 3
1973 12 4.7 7.5 2
1974 14 4.0 9.9 2
1975 13 3.0 10.0 1
1976 13 3.7 9.5 1
1977 12 2.9 9.4 3
1978 10 3.4 6.9 1
1979 9 2.8 6.2 1
1980 16 4.3 11.5 1
1981 19 6.6 12.5 1
1982 23 8.9 13.8 1
1983 25 9.5 15.2 1
1984 30 12.1 18.2 2
1985 29 11.9 17.0 2
1986 25 9.9 14.8 2
1987 28 11.9 16.4 2
1988 29 12.9 15.8 -3
1989 26 10.8 14.7 3
1990 23 8.6 14.8 2
1991 23 9.1 14.1 3
1992 24 9.4 14.6 0
1993 25 8.7 16.6 -5
1994 32 13.9 17.8 7
1995 34 12.9 21.4 3
1996 37 12.9 24.2 2
1997 39 13.6 25.3 0
1998 35 13.1 22.2 3
1999 36 14.3 22.0 3
2000 43 14.3 28.2 -4
2001 49 21.1 28.0 5
2002 49 20.0 28.7 -1
Kaynak: DİE ve DPT
214

EK-TABLO 5. TOPLAM İHRACAT (ALTIN HARİÇ)


İHR / GSMH İTH / GSMH DIŞ TİCARET
MİLYON $ ENDEKS (%) MİLYON $ ENDEKS (%) AÇIĞI /
GSMH %

1950 263 100 7.1 286 100 7.7 0.6


1960 321 122 3.5 468 146 4.5 1.0
1970 589 223 4.3 948 295 7.0 2.7
1980 2,910 1,105 4.2 7,909 2,466 11.3 6.6
1983 5,728 2,175 9.2 9,235 2,880 14.8 4.8
1984 7,134 2,708 11.7 10,757 3,354 17.7 4.8
1985 7,958 3,021 11.7 11,343 3,537 16.6 4.4
1986 7,457 2,831 9.8 11,105 3,463 14.5 4.0
1987 10,190 3,869 11.6 14,158 4,415 16.1 3.7
1988 11,662 4,427 12.8 14,335 4,470 15.8 2.0
1989 11,625 4,413 10.7 15,792 4,924 14.5 3.9
1990 12,959 4,920 8.5 22,302 6,954 14.6 6.3
1991 13,594 5,161 8.9 21,047 6,563 13.8 4.8
1992 14,715 5,586 9.2 22,871 7,132 14.2 5.1
1993 15,345 5,826 8.4 29,428 9,176 16.2 7.8
1994 18,109 6,875 13.8 23,270 7,256 17.7 3.2
1995 21,636 8,214 12.6 35,709 11,135 20.8 7.7
1996 23,225 8,817 12.6 43,627 13,604 23.6 5.7
1997 26,261 9,970 13.5 48,559 15,141 25.0 7.9
1998 26,973 10,240 13.1 45,921 14,319 22.3 6.9
1999 26,588 10,094 14.2 40,671 12,682 21.7 5.6
2000 27,775 10,545 13.8 54,503 16,995 27.1 11.1
2001 31,334 11,896 21.7 40,410 12,601 27.9 3.1
2002 36,059 13,690 19.8 50,146 15,636 27.6 4.6
2003 47,252 17,939 69,339 21,621
2004 63,167 23,981 97,539 30,414
2005 73,476 27,895 116,774 36,412

KAYNAK: DPT, DİE


215

EK-TABLO 6. SABĠT SERMAYE YATIRIMLARI


KAMU /
TOPLA ÖZEL /
KAMU ÖZEL M TOPLAM
Milyar TL 1963
(1990 Fiy.) (%) Fiy. 1998 fiy.
1967 262958.0 22 9 18 33.7 66.3
1968 274629.5 4.4 25 2,577,183 11 21 34.9 65.1
1969 288823.4 5.2 28 2,958,624 13 26 33.3 66.7
1970 305517.4 5.8 31 3,254,941 14 31 31.9 68.1
1971 326691.0 6.9 31 3,053,195 16 36 30.8 69.2
1972 344546.8 5.5 35 3,587,877 20 50 28.5 71.5
1973 373759,5 8.48 37 4,016,391 25 63 28.3 71.7
1974 404011,0 8.09 36 4,221,461 35 77 31.3 68.7
1975 444025,1 9.90 45 5,246,864 55 101 35.3 64.7
1976 494218,1 11.30 56 6,315,022 77 146 34.7 65.3
1977 545108,7 10.30 61 6,497,376 111 190 36.7 63.3
1978 588888,7 8.03 54 5,947,024 138 266 34.2 65.8
1979 627930,9 6.63 50 5,644,694 228 392 36.8 63.2
1980 658192,2 4.82 45 4,987,271 462 694 40.0 60.0
1981 684042,2 3.93 46 4,821,496 723 865 45.5 54.5
1982 706912,1 3.34 47 4,787,565 869 1,165 42.7 57.3
1983 728795,3 3.10 49 4,908,741 1,213 1,586 43.3 56.7
1984 749881,5 2.89 49 5,013,536 1,777 2,507 41.5 58.5
1985 777580,4 3.69 59 5,804,274 3,236 3,879 45.5 54.5
1986 811830,2 4.40 76 6,574,929 5,222 6,449 44.7 55.3
1987 851600,0 4.90 86 7,246,651 7,480 11,017 40.4 59.6
1988 890623,2 4.58 93 7,306,456 11,451 22,324 33.9 66.1
1989 930531,8 4.48 86 7,485,393 17,346 34,276 33.6 66.4
1990 979386,1 5.25 99 8,566,969 27,684 62,208 30.8 69.2
1991 1026792,7 4.84 106 8,634,000 47,585 102,571 31.7 68.3
1992 1077101,1 4.90 113 9,126,273 81,295 177,111 31.5 68.5
1993 1148449,5 6.62 145 11,327,255 143,977 381,529 27.4 72.6
1994 1200617,2 4.54 119 9,653,442 192,052 760,270 20.2 79.8
1995 1259252,6 4.88 125 10,501,851 328,577 1,553,648 17.5 82.5
1996 1328889,3 5.53 142 11,796,830 763,421 2,994,391 20.3 79.7
1997 1413109,7 6.34 162 13,468,499 1,782,699 5,945,673 23.1 76.9
1998 1489586,3 5.41 160 13,022,212 3,359,435 9,662,778 25.8 74.2
1999 1526706,4 2.49 139 11,237,857 5,172,830 12,156,009 29.9 70.1
2000 1599668.3 4.78 150 12,877,192 8,602,103 19,971,790 30.1 69.9
2001 1619375.3 1.23 108 8,902,352 11,300,047 22,170,344 33.8 66.2
2002 1634141.1 0.91 120 8,549,100 17,320,079 30,150,416 36.5 63.5
2003 1658430.5 1.49 123 9,465,486 17,288,000 40,136,000 30.1 69.9
2004 1712688.9 3.27 157 12,250,166 17,977,000 60,805,000 22.8 77.2
2005 1786070.2 4.28 184 14,200,100 24,444,000 73,244,000 25.0 75.0

KAYNAK:DPT,DİE
216

EK-TABLO 7. TOPLAM NÜFUS VE ĠSTĠHDAM


Faal
Toplam Nüfus Nüfus
(TN) (FN) FN/TN İstihdam İstihdam/FN
1960 27755 12993 47 11945 92
1965 31391 13557 43 12761 94
1970 35605 14052 39 13768 98
1975 40348 16045 40 15169 95
1980 44737 17215 38 16523 96
1985 50664 19206 38 17547 91
1990 56473 22085 39 18539 84
2000 67804 25997 38 20579 79
2005 71,611 24,565 34 22,046 90
Kaynak: DPT ve TÜİK
217

EK-TABLO 8. ĠKTĠSADĠ FAALĠYET KOLUNA GÖRE ĠSTĠHDAM EDĠLENLER


[15+yaĢ] (Bin)
Yıl Toplam TARIM SANAYI HIZMETLER
# Endeks % # % # % # %
1967 13 174 108 8 976 68 1 357 10 2 841 22
1968 13 396 110 1.7 8 946 67 1 416 11 3 034 23
1969 13 537 111 1.1 8 881 66 1 458 11 3 198 24
1970 13 768 113 1.7 8 835 64 1 573 11 3 360 24
1971 14 011 115 1.8 8 930 64 1 626 12 3 455 25
1972 14 405 118 2.8 9 025 63 1 776 12 3 604 25
1973 14 679 120 1.9 9 017 61 1 898 13 3 764 26
1974 14 985 123 2.1 9 009 60 2 061 14 3 915 26
1975 15 169 124 1.2 9 001 59 2 088 14 4 080 27
1976 15 380 126 1.4 8 917 58 2 141 14 4 322 28
1977 15 873 130 3.2 8 984 57 2 336 15 4 553 29
1978 16 085 132 1.3 8 976 56 2 338 15 4 771 30
1979 16 320 134 1.5 8 968 55 2 371 15 4 981 31
1980 16 523 135 1.2 8 960 54 2 391 14 5 172 31
1981 16 664 136 0.9 8 953 54 2 401 14 5 310 32
1982 16 837 138 1.0 8 924 53 2 476 15 5 437 32
1983 17 004 139 1.0 8 895 52 2 552 15 5 557 33
1984 17 260 141 1.5 8 866 51 2 612 15 5 782 33
1985 17 547 144 1.7 8 837 50 2 723 16 5 987 34
1986 17 865 146 1.8 8 813 49 2 771 16 6 281 35
1987 18 268 150 2.3 8 786 48 2 847 16 6 635 36
1988 17 754 145 -2.8 8 249 46 2 806 16 6 699 38
1989 18 220 149 2.6 8 639 47 2 847 16 6 735 37
1990 18 539 152 1.8 8 691 47 2 845 15 7 004 38
1991 19 023 156 2.6 9 094 48 2 872 15 7 057 37
1992 19 086 156 0.3 8 526 45 3 081 16 7 479 39
1993 18 048 148 -5.4 7 608 42 2 871 16 7 569 42
1994 19 401 159 7.5 8 450 44 3 212 17 7 739 40
1995 19 894 163 2.5 8 634 43 3 218 16 8 043 40
1996 20 387 167 2.5 8 736 43 3 400 17 8 252 40
1997 20 361 167 -0.1 8 299 41 3 625 18 8 438 41
1998 20 871 171 2.5 8 461 41 3 638 17 8 772 42
1999 21 413 175 2.6 8 872 41 3 580 17 8 962 42
2000 20 579 168 -3.9 7 103 35 3 738 18 9 738 47
2001 21 524 176 4.6 8 089 38 3 734 17 8 551 40
2002 21 324 175 -0.9 7 458 35 3 954 19 8984 42
2003 21 147 173 -0.8 7,165 34 3 846 18 11,063 52
2004 21 791 178 3.0 7,400 34 3 987 18 11,439 52
2005 22 046 180 1.2 6,493 29 4 084 19 10,625 48
KAYNAK: DPT, DİE
218

EK-TABLO 9.CĠNSĠYET VE FAALĠYET KOLLARINA GÖRE ĠKTĠSADEN FAAL NÜFUSUN PAYI


[15 ve daha yukarı yaĢdaki nüfus]

A. Toplam B. Erkek C. Kadın


%
Mali
Toptan ve kurum lar, Toplum
Ziraat, perakende UlaĢtırmsigorta,
a, taşınm az hizm etleri, Ġyi
avcılık, Maden- ticaret,haberleĢm
m allara
e ait işler sosyal ve tanım lan-
Sayım orm ancılık, cilik Elektrik, lokanta ve kurum ları,
ve kişisel m am ıĢ
yılı ve balıkcılık ve taĢ gaz ve oteller depolam ayardım cı iş hizm etler faaliyetler
cinsiyet ocakcılığı Ġm alat ve su hizm etleri
1965 A 100 100 100 100 100 100 100 100 - 100 100
B 62 50 99 92 98 99 95 98 - 88 90
C 38 50 1 8 2 1 5 2 - 12 10

1970 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100
B 63 49 97 78 94 98 96 96 79 89 83
C 37 51 3 22 6 2 4 4 21 11 17

1975 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100
B 65 53 99 83 89 99 94 96 76 85 73
C 35 47 1 17 11 1 6 4 24 15 27

1980 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100
B 64 47 99 85 94 99 95 95 74 85 76
C 36 53 1 15 6 1 5 5 26 15 24

1985 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100
B 64 47 99 85 95 99 94 95 75 84 88
C 36 53 1 15 5 1 6 5 25 16 12

1990 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100
B 65 45 99 80 93 99 93 95 72 83 86
C 35 55 1 20 7 1 7 5 28 17 14

2000 (1) A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100
B 64 47 99 85 95 99 94 95 75 84 88
C 36 53 1 15 5 1 6 5 25 16 12

2005 A 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100
B 74 55 98 80 93 98 87 94 73 71
C 26 45 3 20 8 2 13 6 27 29
KAYNAK: DPT, DİE
(1) 12 ve daha yukarı yaĢtaki nüfus
219

EK-TABLO 10. EĞĠTĠM DURUMLARINA GÖRE ĠSTĠHDAM EDĠLENLER


[15+yaĢ]
Yüksekokul veya lise ve dengi
Eğitimi Olmayanlar Fakülte Lise altı eğitim meslek
% % % %
1960 22521.0 81.1 119.0 0.4
1965 23883.0 76.1 171.0 0.5 6792.0 21.6 545.0 1.7
1970 8520.0 56.4 219.0 1.4 5783.0 38.2 472.0 3.1
1975 7725.0 44.4 287.0 1.7 8586.0 49.4 733.0 4.2
1980 7126.0 37.1 750.0 3.9 10057.0 52.3 1266.0 6.6
1985 6016.0 28.6 822.0 3.9 12963.0 61.6 1773.0 8.4
1990 4267.0 23.0 987.0 5.3 11554.0 62.3 1731.0 9.3
1995 3062.0 15.4 1305.0 6.6 12837.0 64.5 2690.0 13.5
2000 2455.0 11.9 1836.0 8.9 12856.0 62.5 3433.0 16.7
2001 2399.0 11.8 1901.0 9.3 12590.0 61.8 3480.0 17.1
2002 2142.0 10.6 2064.0 10.2 12433.0 61.3 3649.0 18.0
2003 1493.0 7.1 2333.0 11.0 13351.0 63.1 3971 18.8
2004 1480.0 6.7 2241.0 10.3 13957.0 64.0 4113 18.9
2005 1265.0 5.7 2540.0 11.5 13740.0 62.3 4501 20.4
Kaynak: DİE ve DPT
1965 yılı verileri toplam nüfusu gösterirken, 1970 sonrası çalışan nüfusun eğitim seviyesine gore dağılımını
gösterir.
1988 yılından sonraki yıllara göre veriler DIE'den alındı. Diğer yıllar her beş yılda bir yapılan sayım sonuçlarına
göre interpolation yöntemiyle hesaplandı.
220

EK-TABLO 11. ĠġGÜCÜ, SERMAYE, EĞĠTĠM VE TFV'NĠN EKONOMĠK BÜYÜMEYE K


GSMH IĢgücünün ĠĢgücü ĠĢgücünün Semayenin Sermaye Sermaye Sermaye
Payı Faktörü Katkısı Payı Faktörü Katkısı ve ĠĢgücü
(%) (%) (%) (%) (%) (%)
1968 6.67 36.33 1.69 0.61 63.67 4.44 2.83 3.44
1969 4.32 36.35 1.05 0.38 63.65 5.17 3.29 3.67
1970 4.44 37.39 1.71 0.64 62.61 5.78 3.62 4.26
1971 7.05 37.68 1.76 0.67 62.32 6.93 4.32 4.98
1972 9.17 37.26 2.81 1.05 62.74 5.47 3.43 4.48
1973 4.91 42.38 1.90 0.81 57.62 8.48 4.89 5.69
1974 3.26 38.07 2.08 0.79 61.93 8.09 5.01 5.80
1975 6.06 37.14 1.23 0.46 62.86 9.90 6.22 6.68
1976 9.00 40.51 1.39 0.56 59.49 11.30 6.72 7.29
1977 2.99 41.84 3.21 1.34 58.16 10.30 5.99 7.33
1978 1.23 44.12 1.34 0.59 55.88 8.03 4.49 5.08
1979 -0.49 41.29 1.46 0.60 58.71 6.63 3.89 4.50
1980 -2.78 36.75 1.24 0.46 63.25 4.82 3.05 3.51
1981 4.81 37.14 0.85 0.32 62.86 3.93 2.47 2.79
1982 3.09 35.22 1.04 0.37 64.78 3.34 2.16 2.53
1983 4.21 34.26 0.99 0.34 65.74 3.10 2.04 2.38
1984 7.11 31.59 1.51 0.48 68.41 2.89 1.98 2.45
1985 4.30 32.38 1.66 0.54 67.62 3.69 2.50 3.03
1986 6.76 35.22 1.81 0.64 64.78 4.40 2.85 3.49
1987 9.81 34.89 2.26 0.79 65.11 4.90 3.19 3.98
1988 1.45 36.24 -2.81 -1.02 63.76 4.58 2.92 1.90
1989 1.63 38.57 2.62 1.01 61.43 4.48 2.75 3.76
1990 9.37 45.01 1.75 0.79 54.99 5.25 2.89 3.68
1991 0.35 52.56 2.61 1.37 47.44 4.84 2.30 3.67
1992 6.40 54.17 0.33 0.18 45.83 4.90 2.25 2.42
1993 8.14 56.25 -5.44 -3.06 43.75 6.62 2.90 -0.16
1994 -6.08 45.38 7.50 3.40 54.62 4.54 2.48 5.88
1995 7.95 40.34 2.54 1.02 59.66 4.88 2.91 3.94
1996 7.12 44.86 2.48 1.11 55.14 5.53 3.05 4.16
1997 8.29 50.51 -0.13 -0.06 49.49 6.34 3.14 3.07
1998 3.86 50.21 2.50 1.26 49.79 5.41 2.69 3.95
1999 -6.08 61.85 2.60 1.61 38.15 2.49 0.95 2.56
2000 6.34 64.72 -3.89 -2.52 35.28 4.78 1.69 -0.83
2001 -9.54 63.78 4.59 2.93 36.22 1.23 0.45 3.38
2002 7.78 57.35 -0.93 -0.53 42.65 0.91 0.39 -0.14
2003 5.00 59.30 -0.83 -0.49 35.30 1.49 0.53 0.03
2004 9.90 60.50 3.05 1.84 36.20 3.27 1.18 3.03
2005 7.60 61.30 1.17 0.72 42.70 4.28 1.83 2.54
221

EK-TABLO 11 (Devamı). ĠġGÜCÜ, SERMAYE, EĞĠTĠM VE TFV'NĠN EKONOMĠK


BÜYÜMEYE KATKISI
GSMH Eğitim Eğitim Tüm TFV1 TFV2
Indeksi Katkısı Faktörler
(%) (%) (%) (%) (%)
1968 6.67 1.10 0.40 3.84 3.23 2.83
1969 4.32 1.10 0.40 4.07 0.65 0.25
1970 4.44 1.10 0.41 4.67 0.19 -0.22
1971 7.05 1.10 0.41 5.40 2.06 1.65
1972 9.17 1.10 0.41 4.89 4.69 4.28
1973 4.91 1.10 0.46 6.16 -0.79 -1.25
1974 3.26 1.10 0.42 6.22 -2.54 -2.96
1975 6.06 1.10 0.41 7.09 -0.62 -1.03
1976 9.00 1.10 0.44 7.73 1.71 1.27
1977 2.99 1.10 0.46 7.79 -4.34 -4.80
1978 1.23 1.10 0.48 5.56 -3.85 -4.33
1979 -0.49 1.10 0.45 4.95 -4.99 -5.44
1980 -2.78 1.10 0.40 3.91 -6.29 -6.69
1981 4.81 1.10 0.41 3.19 2.02 1.62
1982 3.09 1.10 0.39 2.92 0.56 0.17
1983 4.21 1.10 0.38 2.75 1.84 1.46
1984 7.11 1.10 0.35 2.80 4.65 4.31
1985 4.30 1.10 0.36 3.39 1.27 0.91
1986 6.76 1.10 0.39 3.87 3.27 2.89
1987 9.81 1.10 0.38 4.36 5.84 5.45
1988 1.45 0.95 0.34 2.24 -0.45 -0.79
1989 1.63 0.95 0.36 4.13 -2.14 -2.50
1990 9.37 0.95 0.43 4.10 5.69 5.27
1991 0.35 0.95 0.50 4.16 -3.32 -3.81
1992 6.40 0.95 0.51 2.94 3.98 3.47
1993 8.14 0.95 0.53 0.37 8.31 7.77
1994 -6.08 0.95 0.43 6.31 -11.97 -12.40
1995 7.95 2.04 0.82 4.76 4.02 3.19
1996 7.12 2.04 0.91 5.07 2.96 2.05
1997 8.29 2.04 1.03 4.10 5.22 4.19
1998 3.86 2.04 1.02 4.97 -0.09 -1.12
1999 -6.08 2.04 1.26 3.82 -8.64 -9.90
2000 6.34 2.04 1.32 0.48 7.17 5.85
2001 -9.54 2.04 1.30 4.67 -12.91 -14.21
2002 7.78 2.04 1.17 1.02 7.92 6.75
2003 5.00 2.04 1.21 1.24 4.97 3.76
2004 9.90 2.04 1.23 4.26 6.87 5.64
2005 7.60 2.04 1.25 3.80 5.06 3.80
222

ÖZET

AYDIN, Necati. Türkiye‟de Ekonomik Büyüme (1968-2005): Solow


Büyüme Muhasebesi ve Regresyon Modeli, Doktora Tezi, Ankara, 2008.

Bu çalıĢmada, 1968-2005 döneminde, Türkiye ekonomisinin büyüme


kaynakları, ilk defa, Solow büyüme muhasebesi ve büyüme regresyonu
modelleriyle incelendi. Birinci bölümde, baĢlıca ekonomik büyüme modelleri
tartıĢıldı. Solow büyüme modeli ile içsel büyüme modelleri karĢılaĢtırıldı.
Ġkinci bölümde, ekonomik büyümenin kaynaklarıyla ilgili ampirik çalıĢmalar
özetlendi. Üçüncü bölümde, dıĢa kapalı ekonomik politikanın izlendiği 1980
öncesiyle, dıĢa açık politikanın benimsendiği 1980 sonrasındaki ekonomik
geliĢmeler anlatıldı. Dördüncü bölümde, basit ve geniĢletilmiĢ Solow
modelleri detaylı olarak açıklandı ve bu modellerin ekonomik büyümeyi
açıklama gücüne vurgu yapıldı. BeĢinci bölümde, sermaye stoğu, eğitim
indeksi, üretim faktörlerinin milli gelir payları hesaplandıktan sonra herbir
üretim faktörünün ekonomik büyümeye katkısı ve toplam faktör verimliliği
tahmin edildi. Altıncı bölümde, büyüme regresyonu yöntemiyle ekonomik
büyümeyi ektileyen değiĢkenler analiz edildi.

Bu çalıĢma sonucunda ulaĢılan temel bulgular aĢağıdaki Ģekilde


özetlenebilir: Birincisi, iĢgücünün milli gelirden aldığı pay 1990‟larda
yükselmesine rağmen, GÜ‟lerde yüzde 70‟lerde seyreden oranın çok
gerisinde kalmıĢtır. Ġkincisi, ekonominin dıĢa kapalı olduğu 1980 öncesi
dönemde sabit sermaye stokundaki artıĢ ekonomik büyümeyi belirlerken,
ekonominin dıĢa açılmasıyla iĢgücünün niceliksel ve niteliksel artıĢı
ekonomik büyümeye nisbi olarak daha fazla katkıda bulunmuĢtur. Üçüncüsü,
dıĢa kapalı ekonomik politikanın takip edildiği dönemde iĢgücünün GSMH
büyümesine katkısı yıllık ortalama yüzde 1.61 iken, dıĢa açık ekonomi
politikaların takip edildiği 1982 sonrasında bu katkı yüzde 2.06‟ya
yükselmiĢtir. Dördüncüsü, 1980‟lerden sonra, çalıĢanların eğitim
223

seviyesindeki artıĢ, sermayeden sonra, ekonomik büyümeyi açıklayan en


önemli değiĢken olmuĢtur. BeĢincisi, eğitimin katkısı dikkate alınmadan
hesaplanan TFV‟nin abartılı olduğu ortaya çıkmıĢtır. Ekonominin dıĢa kapalı
olduğu dönemde TFV‟nin ekonomik büyümeye katkısı 0.95 iken, ekonominin
dıĢa açılmasıyla bu katkı artarak yüzde 1.61‟e çıkmıĢtır. Kısacası,
ekonominin dıĢa açılması rekabeti artırarak kaynakların daha verimli
kullanılmasını sağlamıĢtır. Ancak GÜ‟lerle kıyaslandığında Türkiye‟nin
TFV‟nin çok düĢük olduğu dikkati çekmiĢtir. Altıncısı, regresyon analizinin
bulguları ile Solow büyüme muhasebesi yönteminin bulguları büyük ölçüde
örtüĢmüĢtür. Her iki modelde eğitimdeki artıĢın ekonomik büyümeyi pozitif
etkilediğini, özel sabit sermaye yatırımlarının ekonomik büyümeye önemli
katkıda bulunduğunu ve TFV‟nin ekonominin dıĢa açılmasıyla artıĢ
gösterdiğini ortaya koymuĢtur.

Anahtar Sözcükler

1. Ekonomik Büyüme

2. Büyüme Modelleri

3. Büyüme Kaynakları

4. Toplam Faktör Verimliliği


224

ABSTRACT

Aydın, Necati. Economic Growth in Turkey (1968-2005): Solow Growth


Accounting and Regression Model, Doctoral Thesis, Ankara, 2008.

In this study, the determinants of Turkey‟s economic growth between


1968-2005 were analyzed by “Solow growth accounting model” and “growth
regression model”. First chapter discusses major economic growth models
and compares Solow and endogenous growth models. Second chapter
summarizes emprical studies on the sources of economic growth. Third
chapter discusses economic development of Turkey before 1980 when there
was an import subsitition policy and after 1980 when there was an export
oriented policy. Fourth chapter explains simple and expanded Solow models
and their power to measure the determinants of economic growth. Fifth
chapter, after computing capital accumulation, education index, the share of
factors of production for Turkey‟s economy between 1968-2005, estimates
the impact of each factor of production on the economic growth and total
factor productivity. Sixth chapter estimates the impact of the determinants of
economic growth through a growth regression model.

The major findings of this study can be summarized as follows: First,


despite an increase after 1990, the share of labor force from national income
for Turkey is far behind that of developed countries in which labor force
receives 70 percent of total national income. Second, during the import
subsitition era before 1980 the increase in the amount of fixed capital was
the main determinant of economic growth; however, after 1980, with export-
oriented policy, the increase in the labor force quantitaviley and qualitatively
became the main driving force for the economic growth. Third, the impact of
labor force on GNP growth rose to 2.06 percent during the export oriented
era from its level of 1.61 percent during the import substitution era. Fourth,
after 1980, the increase in educational level of labor force was the second
225

most import factor behind economic growth following the capital investment.
Fifth, the total factor productivity(TFP) found to be overestimated when the
impact of education was not included in the model. The contribution of TFP
to the GNP growth was 0.95 percent before 1980 and 1.61 percent after
1980. Although, the TFP increased with open economy policy, it was still low
when compared to the developed countries. Sixth, the findings from the
growth regression model overlaps with that of Solow growth accounting
model. Both models indicate that the increase in education level and private
fixed capital investment had positive impact on the economic growth. They
also show that the total factor productivity increased with the changing policy
toward an open economy after 1980.

Key Words

1. Economic Growth

2. Growth Models

3. Sources of Growth

4. Total Factor Productivity

You might also like