You are on page 1of 16

AKATALPA

Şubat 2017 - Sayı 206 Aylık Şiir ve Eleştiri Dergisi ISSN 1305 - 7685

Hüseyin PEKER Altay Ömer ERDOĞAN

TÜNELİN ÇIKIŞINDA BU

içimdeki savaş oyunu Don Quixote sokağından geçiyordum rüyamda


çığlıklar attırıyor coğrafya 1 – 0 mağlup olmuş tarihe
yıldırımları toprağa veriştiriyor vakanüvisler verilmeyen penaltıya yanıyorlar hâlâ
yanık ünitelerinde serinkanlı kandili sönmüş aşklarla oyalananlara mesir macunu
ekmeği yarıyorum dağıtıyor
cirit atmıştım kuş kadınlarla [ devlet
doğadan desene güzel oyunlar ben Haliç’e indiriyorum gurur donanmamı
hayatım tam bir nakkaşhane bakışları donuyor nakışları soyulmuş evlerin
şeytanla akraba hem de insana ve sana.
ekmeğin içinde ekmek yarattım
aç kalmadım bu bakıma DON’T MIND, DON’T BE BLIND yazmışlar duvara
sevişme içinde sevişme, darlık günlerinde hattatlıktan payını almamış kuşlar gagalarıyla
firar haritasında bir yer açtım kendime kuyulara sarılıyorum en çok, sen kıyı diye de okuyabilirsin
tohumla güneşi birlikte patlattım kalbinde ayna taşıyan herkes bilir bunu
havayla testi kırmayı bir arada herkes ödünçtür yalnızlığına.
senden ibaret değil dedim bu dünya
sevdiğimi tünel çıkışında
kınında bırakarak çıktım dışarı eksilirken hep taşralıyız düğmeyi ilikle buluşturamazken
parlayan ışığından bıçağın bir ateşi ötekine yaklaştıramazken soğuk odalarda
şehirlerde fark ettirdim kendimi kendini göstermek istiyor herkes biz saklandıkça
katil elbisesini yarıda bıraktım sandıktan çıkardıklarımızla avunuyoruz
ben ölülere poz verdirttim karanlığı havlu yapıp ağladıkça.
testi kırılmadan öldüm, iyi mi?
suçlu oluşumuza değil bunca çaba bunca tören
içimdeki savaş oyunu bir harfe ulanır gibi bulanıyoruz yanıtsız mektuplara
sinsi nedenlerle kimse sonuç beklemiyor, beklenen yalnız bir son
döndürdü beni ceset yığınlarına biz gömüldükçe içimizde büyüyen boşluğa
uçmak istiyorum oynak konularda tutkusuz imlâlara karışıyor hece.
korkunç taşkınlıklar yapmak
iyi bir şairi yakından kucaklamak mesela
dikenli dizeleriyle havaya kaldırmak onu bir melek süpürüyor gölgeleri
kumlu topraklara el yazısı şiirler bırakarak sabah olduğunu buradan anlıyorum her gece.
çivi başlarına üçgen uzunluğunda dizeler
özlediğim her şairi çengel boğazında
baskı işaretine benzer yarım bırakmak
benim yazacağım bu kadar demek ortama Tahir Abacı, Fatih Akça, Hüseyin Alemdar, Rahmi Ali, Naci
söyleyeceklerim mumdan gemiler esasında Bahtiyar, Büşra Bilgiç, C. Tanju Buçak, Leyla Çağlı, Ünsal
yarısı dedim kesici darbe Çankaya, Rasim Demirtaş, Oresay Özgür Doğan, Mehmet
içimdeki savaş oyununun Hakan Dülüloğlu, Hasan Efe, Altay Ömer Erdoğan, Barış
zıpkın uçlarıyla bana batıyor önce... Erdoğan, Osman Serhat Erkekli, Gökhan Ertekin, Seyit
ölüm yatağında bir dönüş yaptım Filizkol, Korkut Kabapalamut, Selami Karabulut, Aytekin
cirit attım, rakibime isabetli attım Karaçoban, Ayfer Karakaş, Beytullah Kılıç, İbrahim Oluklu,
at üzerinde kök boyasının yolculuğuna daldım Musa Öz, Recep Özkan, Hüseyin Peker, Jacquelyn Pope,
hadi at şamarını Mehmet Rayman, Mervan Söylemez, Ümit Şener Ta, Şerif
donmaktan kurtar beni şair! Temurtaş, Erdinç Top, Umut Ünalan, İrfan Yıldız, Recep
yağmur yağdır, yıldırıma hükmet aklın varsa! Yılmaz, Reha Yünlüel.
DERGİLER VE DERGİCİLİK ÜZERİNE Bu dönem, edebiyatımızda, aslında çözülmekte olan kırı ve
köyü idealize etme, gerçekçilik, modernizme açılma gibi anlayış
ve akımların iç içe geçme ya da ayrışma ilişkileri içinde geçti ve
Tahir ABACI bu durum dergiciliği de belirledi. Sözgelimi, kırsal kesim
gerçekçiliği ilginç biçimde Kemalist gelenekle buluşur ve o
çizginin edebiyatta da baz alındığı dergilerde konuşlanırken,
Orhan Veli’nin tek yapraklık Yaprak dergisinin sosyalist gerçekçilik, özellikle 1960 sonrasında kendi bağımsız
“tıpkıbasım”ları kimi okurların kitaplığında vardır. Yaprak dergilerinde soluk alıp verme imkânına kavuştu. Benzer bir
sayılarının 1980’lerde Milliyet Sanat dergisi tarafından ek durum, giderek siyasallaşan mistik akımlarda da görüldü. Şiirde
olarak verilmesi eni konu heyecan yaratmıştı. Bende o kadar modernizmin Pazar Postası gibi siyasal / güncel özellikli bir
değil; çünkü bizim evde biri annemin, biri babamın olmak üzere dergide teorize edilmesi, “İkinci Yeni”nin bu dergide adına
tam iki tane Yaprak koleksiyonu vardı. Malatya’nın kıyısında kavuşmuş olması ilginçtir. “İkinci Yeni”, siyasal bir derginin
ama evlerinde elektriği ve akar suyu olmayan bir köyünde yanı sıra, o dönemde yaygın edebiyat dergilerinde değil,
(sonraları şehrin mahallesi sayıldı) geçen çocukluk yıllarımda, marjinal dergilerde ve kitaplarda uç verebilmişti. Sözgelimi, bu
yitik bir şair olan ve yetmiş yaşından sonra romanlar dönemde en çok satan Varlık dergisi, aynı zamanda “İkinci
yayımlayan annemin ve hem siyasetle, hem kültürel konularla Yeni” karşıtı bir dergi olarak da bilindi.
ilgili olan babamın biriktirdikleri dergilerle ve gazetelerle dolu
sandıklar ve sepetler oyun alanım içindeydi. 1945 ile 1951 1965 yılında babam eve yeni bir dergi getirdi, hem de
arasındaki kısa aralıkta soluyabilmiş sosyalist edebiyat dergileri, fazlasıyla yeni: Yeni Dergi.
ayrıca Marko Paşa, Yücel, Seçilmiş Hikâyeler Dergisi, Varlık, Alıp karıştırdım ve çok sıkıldım, çoğu çeviri, sıvama yazıyla
Yeditepe gibi dergi ve gazeteler, daha niceleri... Sayfalarını en doluydu, akademik bir havası vardı. Ona birkaç yıl sonra da
çok çevirdiğim dergi ise, bir edebiyat dergisi değil, 1940’lı Cemal Süreya’nın çıkardığı Papirüs eklendi. O daha renkli ve
yılların ünlü “magazin” dergisi 7 Gün’dü. Bu dergi, günümüz daha yerli bir dergiydi. O sıralar Varlık ve Türk Dili dergilerini
magazinleriyle karşılaştırılmayacak nitelikte yazıların, yerli izliyor, onlardan öğrendiğimiz “sözcükler”i (hatta “tilcikler”i)
yazarlar elinden çıkma hikâyelerin, tefrika romanların sadece lisedeki “kompozisyon” derslerinde değil, Malatya dergi
yayımlandığı bir dergiydi. Sonraki yılların bir çok ünlü şairi de ve gazetelerinde yayımlamaya başladığımız “yır”larımızda ve
bu derginin “Şiir Köşesi”nden geçmiştir. Dolayısıyla, son altmış “öykü”lerimizde de özenle kullanıyorduk. Bu hava uzun
- yetmiş yılın dergicilik serüvenini içinden, hem de fazlasıyla sürmedi; bir yandan sosyalist edebiyat, bir yandan modernist
içinden izlediğimi söyleyebilirim. Kargacık burgacık çizgilerle edebiyat hızla yükseldi, o dergilerin çizgisini fazla “klasik” ve
ilk yazma denemelerimi de (!) bu dergilerin bazıları üzerinde “yalınkat” kılacak ölçüde gelişti. Nitekim, ben de Malatya
yapmış olduğumu o dergileri karıştırırken fark ediyorum. dışında ilk şiirlerimi birkaç yıl sonra Papirüs’te, ilk yazılarımı
Yeni Dergi’de yayımlayacaktım. Aynı yıllarda, ilginç biçimde,
Orhan Veli’nin Yaprak dergisinin önemli bir özelliği benzer bir ayrışma
var. Bu dergi, 1950 sonrası edebiyat ve dergicilik serüveninin “muhafazakâr” kesimde de yaşanacaktı, Hisar, Defne, Türk
bir bakıma başlangıcını oluşturur. Cumhuriyetten 1950’ye Yurdu vb. gibi dergilerde sıkı sıkıya klasik biçimlere bağlı,
uzanan sürecin karakteristik özelliği, en “sivil” derginin bile az monoton edebiyat anlayışı karşısında Sezai Karakoç’un - siyasal
buçuk “resmiyet” taşıması olarak özetlenebilir. Gazetecilerin, konulara da açılan - Diriliş dergisi farklı bir modernist pencere
ediplerin, basın kuruluşu sahiplerinin ülkeyi yöneten tek açacaktı. Günümüzün sayıları yüzleri geçen mistik /
partinin “mebus”u oldukları bu dönemde, Ülkü ve yirmiden muhafazakâr edebiyat dergilerinin kökeni Karakoç’un çıkışına
fazla şehirde çıkarılan diğer Halkevi dergileri, Türk Tarih ve dergisine dayanır.
Kurumu ve Türk Dil Kurumu dergileri, Tercüme Mecmuası gibi
resmi dergiler, Kadro vd. gibi icâzetli dergiler, etkin ve işlevli Dönemin ilginç özelliklerinden biri de, Yön ve Ant gibi
de olabilmiş dergilerdir aynı zamanda. “Sivil” denebilecek haftalık siyasal dergilerde sanatın ve edebiyatın geniş yer
girişimlerle yayımlanan bir çok dergi, sözgelimi Fikirler, Yeni buluyor olmasıydı. 1960’ların ortalarında, Nâzım Hikmet’in
Adam, Yücel, Varlık gibi dergiler de sistemin onayladığı anadilinde yasaklı olması gibi bir garabete son veren ve
zihniyet dünyasından ırak sayılmazlar. Bir “empoze”den çok, sonradan Memet Fuat’ın da büyük katkılarıyla onun bütün
bir örtüşmeden söz edilebilir, sistemin Avrupa kültürüne yöneliş eserlerinin anadilinde yeniden okunur olmasının yolunu açan
tercihi, aydınlarca içselleştirilmektedir. Dönemin Çınaraltı, Yön dergisi, sonraları çıkan Ant dergisi siyasal bildiri dozu
Ağaç, Büyük Doğu’nun ilk dönemi gibi “muhafazakâr” ya da yüksek şiirler de yayımlıyorlardı ve Fazıl Hüsnü Dağlarca, bu
“mistik” eğilimlerini yansıtan dergilerinde dahi, modern hayat konuda Aşik İhsani ile yarışıyordu. İkili sıklıkla mahkeme
karşıtlığı ayrı bir “resmiyet” edasına dönüşmüştür. Nâzım kapılarında da buluşuyorlardı. Şükran Kurdakul’un çıkardığı
Hikmet’in “putlar”ı kırdığı Resimli Ay ise, klasik düşünce Ataç ve Eylem dergileri, köycü çizgide İmece dergisi, giderek
dergisi - magazin dergisi ayrımını ortadan kaldırma çabalarının politik dozu yüksek bir edebiyata evrilişin örnekleriyle doluydu.
öncü örneği olur. Zekeriya Sertel, Resimli Ay’ı Türkiye’de o Benzer evrim, 1960’larda şiir dünyasına adım atmış genç
güne kadar rastlanmamış bir biçimde, görsel ve teknik şairlerin dergilerinde de görüldü, Devinim’den Yeni Gerçek ve
yeniliklerle yayımlama girişimlerinin önündeki en büyük Halkın Dostları çizgisine ulaşıldı. 12 Mart “fasıla”sı, siyasal
engelin basımevi ustaları olduğunu, anılarında anlatır. dergilerin yasaklanması, bir süre edebiyat dergilerine ilgiyi
artırdıysa da 1970’lerin ikinci yarısında durum değişti. Bu
yıllar, edebiyat dergiciliğinin mutsuz yıllarıydı. Yarına Doğru
deneyiminden biliyorum, siyasal boyut içermek bile yetmez
Daha Sivil Daha ‘Gönül İşi’ olmuştu derginin ilgi görmesi için. Hem siyasal, hem kültürel
boyut içeren, farklı bir dergicilik deneyimi sunan, bir altyapısı
1950’lerde Yaprak dergisiyle başlayıp bazı yönleriyle olan Birikim’i ayrı tutmak gerek.
1980’lerde sona eren süreçte dergicilik, daha “sivil” ve daha
“gönül işi” bir dergicilikti. Gerçi nitelikli edebiyat dergileri
kendi yağlarıyla kavrulacak çapta okur sayısı bulabiliyorlardı, Öte yandan, tüm bu dönemlerde taşrada, sadece
ama dergi yayıncılığı, küçük sermayenin bile ilgisi dışındaydı. şehirlerde değil, kasabalarda bile “taşra boğuntusu”na karşı
2
belki de tek soluma alanı olan, ilginç edebiyat dergileri de Dergisi, Mavera, Yönelişler, vd. ile başlayarak estetik düzeyi
yayımlandı. İster büyük şehirlerde çıksın, ister taşrada, dönem tutturmuş yeni anlayışın egemen olduğu dergilerde de solumaya
dergilerinin eğilimi ne olursa olsun, ortak özellikleri “bağımsız” başladı. O yıllarda değilse bile, sonraki yıllarda modernizm
nitelikleriydi. Küçücük sermayelerini çıkaran kişi ya da kişiler “karşı / karşıt taraf”larda olduklarını varsayanlar arasında bir
sağlamaktaydı. Dahası, bu dergileri yönetenler doğrudan köprüye, bir paydaya dönüştü, bir diyaloga yol açtı. 1980’lerde
edebiyatın içinden gelen kişilerdi. Küçük sermayelerle bu diyalogun ötesine geçmiş buluşmalar da yaşandı ama her iki
çıkarılan, ticari amaç gütmeyen bağımsız edebiyat dergiciliği kesimin dergileri “marjinal” konumu aşamıyordu. 2000’li
günümüzde de sürüyor, ama 1980’den sonra kimi önemli yıllarda, Hece dergisi, kısmen Dergâh dergisi, daha yaygın ve
değişimler de yaşadık. Bu “şenlikli” dönem başlı başına bir daha “kurumsal” bir konuma yerleşebildiler.
bölüm olarak ayrıca ele alınmaya değer.
1980 sonrasının bir başka özelliği tek türü temel alan
dergiciliğin de ivme kazanması: Adam Öykü, İmge Öykü, Hece
1980 Sonrası Dergiler ve Çeşitlenme Süreci Öykü, Eşik Cini, Notos, vd. gibi hikâye dergileri, türün gereği
oylumlu dergiler, dolayısıyla sayıları fazla değil. Buna karşılık
1970’lerin başında Milliyet gazetesinin sanat eki olarak şiir alanında dergi sayısı doğal olarak çok daha fazla.
doğan, bir süre sonra Akal Atilla – Zeynep Oral yönetiminde Oylumlulardan tek yapraktan oluşanlara kadar çok sayıda dergi
haftalık sanat dergisine dönüşen Milliyet Sanat, uzun süre bu “münhasıran” şiir ile sınırlı olarak, ama Mehmet Can Doğan’a
kimliğini korudu. Derginin 1980 şubatında çıkan sayısını alanlar bu konuda bir kitap dahi yayımlatacak oran ve sayıda,
ise hayli şaşırdılar: Dergi, Ülkü Tamer yönetiminde yazıların yayımlandı. Şair ve yazar kümelenmeleri bitmez tükenmez bir
yanı sıra şiirler ve hikâyeler de yayımlayan, oylumlu bir dergiye enerjiyle sayısız “karma” derginin yayımlanmasına da ön ayak
dönüşmüştü. Araya yayın grubunun el değiştirmesi girince bu oldular. Ayrıca akademi dergileri, kurum dergileri, siyasetten
evre kısa sürdü ve dergi sekiz sayıdan sonra eski kimliğine ivmeli dergiler, taşra dergileri, post – modern dergiler, fanzinler
yakın bir içerikle on beş günlük olarak yayınını sürdürdü. inanılmaz bir çeşitlilik gösterdi. O genellikle yakındığımız
Ancak, süreçten bir bakıma iki dergi doğdu, çünkü yine Ülkü “merkezsizleşme”, en azından bu alanda bir bakıma maddi
Tamer (ileri yıllarda Attila İlhan) yönetiminde ve Karacan gücün ya da tekelleşmenin borusunu öttürmesini engelledi.
Yayınları bünyesinde yayımlanmaya başlayan Sanat Olayı,
Milliyet Sanat’ın o sekiz aylık evresinin özelliklerini, hatta
düzenlemesini aynen sürdürüyordu. Bu dergi de yalnız kalmadı, Tavır ve Duruşa Özlem
yanına kısa sonra bir benzeri, Gösteri eklendi. Yani 1980
sonrasının dergicilik serüveninde bir ilki, benim de 2000’li Gelgelelim süreçten kimi olumsuzluklar da çıkmadı
yıllarda dokuz yıl süreyle “köşe yazarı” olduğum Milliyet Sanat değil. “Birörnekleşme” bunlardan biri. Tavır ve duruş dergileri
başlatmıştır. Derginin o sekiz sayılık serüveni günümüze kadar de, farklı eğilimleri barındırsalar da edebiyatın çıtasını yüksek
gelen süreç için başka dergilere bir “model” olmasına yetip tutmaya özenen dergiler de seyrek görülür oldu. Sözgelimi,
artmıştır. bana Anadolu’dan gönderilen dergilerin içinden çoğunlukla bir
not çıkıyor: “İlgi ve katkınızı bekleriz.” Bunlara, yazmak için
Şimdi böyle özet geçmesi kolay; oysa söz konusu kendimi belli dergilerle sınırlı tuttuğumu, bölgelerinin
dergilerin yayımlanışı, o dönemde akılları epey karıştırmış, edebiyatçılarını bir araya getirmelerinin daha yararlı olacağı
epey insanı kaygılandırmıştı. Hatta bu dergilere ürün verip biçiminde cevaplar yazıyorum. Gel gelelim, bu dergilerin çoğu
vermemek konusu şairler ve yazarlar arasında ciddi biçimde bir süre sonra, her dergiye çırpıştırma “ürün” yetiştirmekle
tartışılmıştı. İki kaygı öne çıkıyordu: Sanatın ve edebiyatın maruf, ilkesiz ve yapışkan “Cüneyt”lerle (edebiyatın da eskimiş
magazinleşmesi, sanat ve edebiyat dergilerinin “büyük yüzlü Cüneyt’leri var!) dolup bir örnek hâle geliyorlar. Maddi
sermaye” eline geçmesi. Her iki olgunun da edebiyat ve sanat imkânları geniş kimi merkezî dergiler de doğrusu onlardan pek
dünyası üzerinde önemli sonuçları oldu. Ancak, günümüzde söz farklı değil. Kuşkusuz az sayıda da olsa, tavır ve duruş dergileri
konusu dergilerin sürecin mimarı değil, bir sonucu olduğu, de var ve bunların bir kısmı da “taşra”da çıkıyor, elinize
dalganın çok daha genel olduğu anlaşıldı denebilir. aldığınızda bir “vaha”nın varlığını hissedebiliyorsunuz.
Kapaklarına aziz ölülerimizin resimlerini koyup, çoğu üç beş
Günümüz Türkiye’sinde, çoğu “gönül işi” niteliğinde satırlık yazılarla kotarılan, Cüneytgiller’in tekrarın tekrarı
yüzlerce edebiyat dergisinin yayımlanmakta olduğu yazılarından medet uman mizah dergisi çakması son dönemin
anımsanırsa, büyük sermaye desteğine sahip dergilerin bu tür kimi “dergi”lerine ise hiç değinmeyelim, daha iyi.
dergiciliği bitireceği korkusu da boş çıkmış oldu. Sözgelimi
1975’te Yeni Dergi’yi kapatmak zorunda kalan Memet Fuat, Bir döküm yaptım: Seksenli ya da doksanlı yıllarda
aynı ‘konsept’i (görsel öğelere pek az başvurmak, tutumlara ve yayımlansalardı mutlaka alıp arşivlemek gereği duyacağım
eğilimlere eşit mesafeden bakmak gibi) üç aşağı beş yukarı dergi sayısı yüz elliye yakın. (Tarih, felsefe, siyaset, bilim,
koruyarak ama biri kurum destekli (Yazko Edebiyat), biri büyük kültür dergileri dahil). Gün başına beş dergi! Bırakın okumayı,
yayınevi destekli (Adam Sanat) iki dergiyi yönetti. Yaşar sayfalarını çevirmeye günün saatleri, arşivlemeye de mekânlar
Nabi’den sonra eski çizgisinden sıyrılan ve bazı denemelerden yetmez. Dahası, sadece çoğu birbirini tekrarlayan dergilere
sonra Enver Ercan yönetimi ile istikrar bulan Varlık dergisi de gömülürseniz - ki görünüşe göre öyle yapanlar da var - son
bu süreç boyunca ona eşlik etti. Gergedan, Argos, Kitap-lık gibi yıllarda yayımlanmış ve yeni şeyler söyleyen çok önemli pek
Enis Batur damgalı dergiler ise sanata yatırım yapmaya iknâ çok kitabı ıskalamak da kaçınılmaz olacaktır. Bu çokluğun bir
edilmiş sermaye çevrelerinden destekli, “modernizm”e görece çok insanı hepsinden toptan vazgeçmek gibi bir eğilime sokması
daha yatkın ve yakın, ama yine de “bakma”yı değil “okuma”yı ne tuhaf: Çokluktaki yokluk dedikleri bu olmalı. Nicedir
önceleyen dergilerdi. dergilere göz atmazsam “bütün”ü yitireceğim psikozuna set
çekip - tıpkı yazılarımı yayımlarken yaptığım gibi - kendimi
“Muhafazakâr” olarak adlandırılan kesim, 1970’lere belli sayıda dergiyle sınırlamış bulunuyorum...
kadar klasik çizgide ve yalınkat bir edebiyat anlayışının egemen
olduğu dergilerle yetinmişti. Özellikle Sezai Karakoç’un yaktığı
ışıkla modernizmle buluşma süreci, 1970’lerde Edebiyat
3
Selami KARABULUT Aytekin KARAÇOBAN
EVİNE GİTMEK İSTEMEYENİN 1000+1 SORU
BALADI
219.
kalabalığa rağmen ıssız bir meydan yeri Doğru mu,
benden başka yok kuytuları adımlayan gözleri geveze çocuklardan
yaşadığımın kanıtıymış gibi parlıyor çaldığı sözlerle förmülünü geliştirdiği
birkaç vitrinin aydınlattığı kaldırımda simyacının?
ıslanmış ayakkabılarımın bıraktığı nem
Doğru mu,
dinmesin girdabı hayır, hoşnutum zırhımız yarılınca, kırılınca
beni sürükleyen adımlarımın sarhoşluğu maskeli balo yolculuğu için
yağmurlu akşamların cömert bağışı şeytanımızı giydirip kuşattığımız?
yitirip aradığım yok bulmak istediğim de
karanlığın peşinden yürümek bana yazgı Doğru mu,
lanetli zaman olarak düşen çığ altında
yakında bir yerde mahallem, ama nerede çarklarımızın bir kaçağa yataklık eder gibi
yürüdükçe hızla uzaklaşıyor benden evim kapılarına dayanan pası korudukları?
mırıldana mırıldana içimde kanatlanan kuş
hazır gecenin sahibini arayan şarkısına 220.
bulmuş gibi haykırıyorum kaybettiğim sesimi Anı dediğin, çatı katında tozlanan bir gaz lambasıdır;
beni sersem adımlarıma tutsak kılan çerçevesi gümüş, menteşesi kırık takı kutusudur.
gizli bir hastalığın sık sık nükseden seyri Anı dediğin, işlemeli tahta ayakları kurtçukların yuvası,
yaşadığım her an uzak ve erişilmez bir kadehi bile taşıyamayacak kadar yorgun sehpadır.
bana vergi ölmüş zamanın peşinde koşmak
yakınlaştığım yeri ulaşılmaz kılan ne İşe yaramasa da atılmaya kıyılmamış bir elbisedir;
bahçenin bir köşesinde sarmaşık bürümüş,
soğuk uğultusudur kaybolduğum yolculuğun paslı bir kürektir, anı dediğin.
yüzümde dalgalanan gölgelerin vebali
yaşlı bir çingenenin azarlayan sesi Sözü sevişmeyle kaynattığımız kazan mıydı
tekin değilsin diyor açgözlüdür anıların denizi yılların yalıyarından kum saatime
evine dön, kalbin neredeyse evin orası içindekini döküveren,
bu muydu anı dediğin?

Şerif TEMURTAŞ
C. Tanju BUÇAK
ÇIKTIM GECEDEN
SUÇ MAHALLİ
düş gördüm
anneme.., karıştı sabah yeline yüzün
yavrusunu kaybetmiş tüm annelere öptüm yanaklarından

kasırgalar uçuyor saçlarından


ahşap merdivenlerin
boşa çıkmış basamağında ayaz kaçmış gözüme
kaybolmuş bir nehir akar. uzun zamandır aranan içimde bir pırıltı çocukluğumdan kalma
bir annenin gözyaşıyla eğirdiği türküsüdür bu yaşlı bir serçe uçtu kaburgalarımdan
buyur eder, alır evinin içine sizi
görmediğiniz pencerelerden sarkan neresine dokunsam yeryüzünün gözyaşı
merdivenlerden düşmüş cesetler vardır orada hangi taşı kaldırsam kan
insanın gözlerini kırptığı zaman gördüğü
inişli çıkışlı yangınlarla işçi arılar bile yoruldu yaşamaktan
bir sızım bir hüzün
ısıttığınız ellerinizi yüzüne sürer
arar ölmüş yavrusunun ruhunu oralarda yollar uzun yaşam kısa

* öl dedim geceye
suç mahallidir burası, ah yıldızlar kaçıyor gökyüzünden
hepimizin dönüp dolaşıp
bir gün geri geldiği Temmuz 2016

4
Fatih AKÇA Oresay Özgür DOĞAN

KIPIRTI KURULMAYAN SAATLERİN İÇİNDE

kentler kıpırdamıyor Saflık bilinci sardığında dalgalar eşliğinde,


dişleri takırdıyor çarşıların
uzun sürecek bu insansızlık Öykündü mırıldanan zerreye aynalı sükûnet.
yüzünden okunuyor her şey kepenklerin Gülümsedi görkemine serinleyen su.
kim verecek hakkını
yemişin ucundaki çiçeğin Tarih kırmızı kalemler açıyordu,
ağaçlarla konuşuyorum sessizlikten aklı çelinmiş saatlerle ölçüsüz iyiliklerle kınında.
çocuklar evlere çekilince rahatlıyorum
yaşamak vakti diyor tepemdeki ay Saflık bilinci sardığında dalgalar eşliğinde,
sıkıştırılan kafamı bir ceylanın gözleri açıyor
Acılarını saldı yaşlanmış telaşlar,
kentler kıpırdamıyor, suları da kestiler serdi cevherin ipeğini dikenli gövdesine.
birini arıyor mevsim yaşamak günahı
herkeste duruyor bende vakitsiz bir yel Kuşlarına benzemeye çalıştı incinmiş dal.
gözlerimi sürüp çıkarıyor görüntülerden Çiçekler yasaklı bir dili sevdi fısıldaşarak.
hiçbir şey yok hiçbir şey yok hiçbir şey
ne ekmeğin aydınlığı kucaklıyor bakkallar Saflık bilinci sardığında dalgalar eşliğinde,
ne tıkırtılarını öpüyor kadınların sokaklar
birisi kurşun sıkacak birisine Uyandı kalbin arıları ateşler içinde,
herkes bununla haberleşiyor yağmuru tarif etti çatlamış sabrına.
karanlığı korkaklar ve katiller sever Yaşamın güncesini açtı ürpermiş sürgün,
kuş bile geçmiyor göğümüzden geçip kalabalığın narlı bahçelerinden,
hiçbir şey yok hiçbir şey yok hiçbir şey seslendi bütün kayıpların anasına.
peki kim
kımıldayan kentleri sobeleyip Yalnızlığın kalp avlusu var kalp konağı.
kişneyen atları ebeleyen

Beytullah KILIÇ Mehmet RAYMAN

KUYU-A KUŞLUK GÜNEŞİ

Telkin edilmiş günah! Ezberi bu benim gölgem olamaz


Kuvvetli bir çocuğun tekrarı anlamsız şarkı bakın uzanıyorum üzerine
Sesler bütünü… hiç uymuyor elim kolum
Anlamı sesten alan bir kuyuydu çocuk hep fazla geliyor düşüncem
Büyüdü
kar üstüne yatsam
Sivri dilli şehirlerden korkmamak gerek! Büyükler bulutsu bir adama dönüşürüm
Bu öğüdü vermedi içi boş bir bedene üfleseniz
Şiir şehrin dilinden deşti çıkardı belki sükûn bulur ruhumuz
Aklı bütün kılan ne varsa
Gecede kuyu oldu böldü kara gözlerine sürme çekmişler
Uykuyu kuşluk güneşiyle gelen gelinlerin
Ruj kulesinde hacim! Çöken ilk akşamdan yakılmış kınası
Deriden şımaran ve sonra elimin içi kırmızı gül patlama
Huzurunda siyahın
Derin deri sessizliği Seyit FİLİZKOL
Kendi içine uğultulu
Kuyu
Dışa ölüm AÇLIK
Bana yabancı
bilmeden,
Ruja yakışıksız
bir mızrak gibi,
İhtiyar
sapladım açlığımı,
Mezara genç
avıma.
Bacaya utanç/ kıyıda bir bank… (Martıya yasaklı)
5
ÜZGÜN GÜNLÜK IX birlikte salt 100 TL tuttu. Gerçek fiyatları 500 TL civarında olsa
gerek. Yarısı okunabilir çıksa bana yeter… Şimdi odamdayım
(Düşünce Ağırlıklı, ama bir hayli yanıyorum. Sıcağı kabullenmeye çalışıyorum…
Okuma ve Sinema Günlükleri) Günlük tutmak her gün en çok 20 dakikamı alıyor.Buraya
yazdıklarım benden başkası için bir anlam ifade ediyor mu
bilemem. Bu arada kesinlikle iyi bir günlük okuru değilim. Gide
Korkut KABAPALAMUT ve Pavese dışında herhangi bir yazarın günlüğünü
tamamlayamadım bugüne dek. Brecht’in günlüğünü de çok
22 Haziran 2016 erken bir aşamada okumaktan vazgeçmiştim. Belki ileride
Akşamın erken saatleri. Yedim içtim, klimalı salonda yeniden ele alırım. Tabii şayet kitaplıkta bulabilirsem… Birkaç
oturuyorum. Bugün çıkmayı planlamıyordum ama icra dosyama para yatmış, bu sayede kısa süreliğine de olsa
kıramayacağım bir arkadaşımın ricası üzerine sabah erkenden soluk alabileceğim. Neredeyse her yaz işler durma noktasına
Konak’a gitmek durumunda kaldım. Dönüşte kahve içtik, geliyor. Ben de yeterince gayretli sayılmam tabii (hatta hiç).
Bornova’da dondurma yedik, öğle yemeği angaryasını da Para kazanmak zorunda olmak süfli bir durum. Eskiden beri
hallettikten sonra eve döndüm. Isı yaklaşık 40 derece. Eniştemle böyle hissettim, para kazanmak benim için hep zorlu ve güncel
teyzem de hemen arkamdan bize geldiler. Salonda onlarla bir sorun oldu. Son soluğumu verene dek de böyle olacak gibi.
beraberim. Dolayısıyla henüz bir şey okuyamadım yazık ki. Lidyalıları sevmiyorum.
Odam vantilatörle serinletilemeyecek derecede sıcak… Dün,
telefon ve bilgisayarım aynı anda bozuldu. İkisini de tamire 25 Haziran
götürdüm. Telefon kısa sürede onarıldı ama bilgisayarımı henüz Nispeten erken kalktım. Lodge’un romanını okumayı
geri alamadım. O yüzden dün günlüğe bir şey yazamadım. sürdürdüm. Çöl sıcakları aynen devam ediyor. Bu kez daha
Belleğim epey zayıflamış olsa gerek. Dün yaptıklarımı şimdi kuvvetli olan yer vantilatörünü çalıştırıyorum. Odamdan
neredeyse hiç anımsayamıyorum. Bir ara dışarıda cüzdanımı vazgeçmek benim için hayli güç. Az önce garip, moral bozucu
düşürmüşüm, ATM’den para çekecekken dehşetle fark ettim, fiziksel bir deneyim yaşadım. Oturduğum yerde dünya
tam o anda bulan kişi aradı. Beni beklediği yere gidip tepetaklak oldu, baş dönmesi gibi bir şeydi. O esnada ayakta
cüzdanımı teslim aldım. Gece ulusal maçı izledim, oldukça iyi olsam sonuçları çok kötü olabilirdi. Neyse ki beş altı saniyeden
mücadele edip kazandık. Hiç ummuyordum doğrusu. Hoş bir uzun sürmedi. Hemen de kendime geldim. Yıllardır böyle bir
sürpriz oldu benim açımdan.Çeklerin kalecisi ihtiyar Peter şey yaşamamıştım. Nedeni hakkında bir fikrim yok. Tasvir
Chech adına biraz üzüldüm. etmekte de zorluk çekiyorum. Beyin tutulması gibi bir şey. Tüm
vücuda da sirayet eden türden. Belki fazla okumaktan. Şu
23 Haziran Lodge bitse de kurtulsam. Victoria İngiltere’si hiçbir zaman
Yine akşam oldu. Sabah 8’de kalkıp duruşmaya gittim. Sonucu ilgimi çekmedi. V. Woolf’e de, o dönemin üslupçu kadın
hakkında pek de iyimser olmadığım davayı kazandık. Müvekkil yazarlarına da, Bloomsbury Grubu’na da asla ısınamadım. Bu
haberi alınca sevinçten havalara uçtu. Şahsıma yönelik abartılı derece burjuva bir yaşam tarzı beni sıkıyor. Sosyal yaşam fazla
övgülerde bulundu. İftiraya uğramıştı ama kanıtlaması hayli hareketli. İnsan ilişkileri yoğun; fakat genellikle içtenlikten
güçtü. Neyse ki çok iyi bir yargıca denk gelmiştik. Ben de epey uzak. Salon hayatı kadar tiksindiğim çok az şey var. Her şey
detaylı, üzerinde çok kafa patlattığım bir son dilekçe yazmıştım. karton, iki boyutlu, yapmacık, biçimden ibaret. Cemiyet
Hakkımı yemeyeyim. Duruşmadan sonra icradaki ve ortamları zaten her yer ve zamanda böyle olmuştur.
postanedeki sıkıcı işleri de hallettim. İcra memur ve
müdürlerinin çoğunluğu iş yoğunluğundan dolayı canlarından 26 Haziran
bezmiş durumdalar. Medeni davranamıyorlar bu yüzden. Zombi Günün 3.dakikası. Odam püfür püfür. Hem yer fanı hem tavan
gibi bir şey olmuşlar. Çok sinir bozucu ve çözümü bulunamayan vantilatörü tam kapasiteyle çalışıyor. Zaten bu sıcakta başka
bir olgu… Adliyeden çıkınca bir AVM’ye geçtim. Kitapçıda türlü hayatta kalmak olanaksız gibi… Akşam Bulut geldi.
dolaştım ve indirimli bir bilimkurgu kitabını gözüme Ondan fırsat buldukça Soner Yalçın’ın kitabına devam ettim.
kestirdimse de, internetten okur yorumlarını gözden geçirince Bir buçuk saat kadar keyifle okudum, sonra sıkıcı gelmeye
almaktan vazgeçtim. Sonları, okunamayacak derecede başladı. Ben de gözümü karartıpAnathem adlı 817 sayfalık bir
sıkıcıymış. Hugo ödüllü ve kalın bir roman. Elmas Çağı adını bilimkurgu/fantezi türündeki romana geçiş yaptım. 20 sayfa
taşıyor. Cyberpunk türündeymiş. Beni aşan bir konu... kadar okudum. YazarNealStephenson,dili ve
Osho’nunTao adlı kitabını da indirimli olmasına karşın almak tarihiyle/mitolojisiyle birlikte hayali bir dünya ya da bölge
istemedim. Evde her yan kitap. yaratmış. Mevzuyu henüz kavrayabilmiş değilim. Girişte
yazdığına göre, cyberpunk, post- cybepunk, gotik tarzında bir
24 Haziran romanmış. Bana, teknolojik distopya gibi göründü. Okudukça,
Gece. Bulut az önce gitti. Bol bol hasret giderdik. Öyle sıcaktı bu tanımlamaların ne anlama geldiğini görebileceğim. Tabii
ki, evden çıkmayı aklımdan bile geçirmedim. Günlerdir okumayı başarabilirsem. Elimde birikmiş onca kitap varken, bu
kavruluyoruz. Odamda klima olmadığından genellikle salonda kalınlıkta ve türüne hiç aşinası olmadığım bir kitabı okumakta
oturup okuyorum ama odamın konforunu da başka hiçbir yerde ne derece direnebilirim, bilmiyorum. Keyifle okunabilen bir
bulamıyorum. İnsanın kendi yıllanmış koltuğu ve odası gibisi metin de değil şimdilik hiç, yoğun dikkat ve sabır talep ediyor
yok… Henry James’in yaşamının romanlaştırıldığı Yazar, okurundan… Lodge’un romanını öğlen tamamladım. Yorucu
Yazar’a devam ediyorum. Kalın kitabın sonlarına yaklaştım. İyi bir deneyim oldu o da. % 50’lik kısmını çok severek okudum
kitap ama tempo yer yer çok düşüyor. İlgiyi dağıtacak fazla diyebilirim. Gerisine biraz katlanmak durumunda kaldım…
sayıda ayrıntı ve yan karakter var. Lodge’un bir önceki kitabı da Bugün Avrupa Şampiyonasında üç eleme maçı vardı ama
böyleydi (Terapi). Sanırım yarım bırakmıştım. BBC’ye senaryo hiçbirini izlemedim. Kitaplar daha cazip geldi genellikle olduğu
yazan bir yazarın yaşamına mercek tutuyordu. Orada da detay gibi...Öğle yemeğini yemekte biraz gecikince kan şekerim
bolluğu okuru yoruyordu. Yine de çok iyi, yetenekli, ustabir düştü, epey sarsıldım, normale dönmem yaklaşık yarım saat
yazar olduğu inkâr edilemez. Belki ben tembel bir okurum… sürdü…
Ayrıntı Yayınları’ndan, ucuzlatılmış kitaplar kampanyası biter Öğlen. 10’da kalktım. O zamandan beri Soner Yalçın’ın kitabını
korkusuyla bugün 20 kitap daha sipariş ettim. Kargo ücretiyle okuyorum. Sonunda bitirdim. 414 sayfaydı galiba. Son
6
Ünsal ÇANKAYA Musa ÖZ

UMUTLU TÜRKÜ DİŞİ BİR SÖZCÜK

Kurşunun kaç para olduğunu bilmiyorum Sökülen noktasından öpüyorum bir kızı
Obüslerin kaç dolar ettiğini öğrenmem gerekmedi
Havan denen topun nasıl mermiler attığını bilmesem de O dizenin enginli yüksekli harmanı
İlköğretim çocuğuyla biliyorum sınır illerde Giyinip kuşanmayı özendiriyor
Kaçıp gelen mültecilerle biliyorum
Ülkemin her yerinde. Ah, toparlasa nefes aldırsa âşık olmak

Savaşın ölüm dilini Beklerken arınıyorum hafif geceyi


Kaç ülkede birden her yaştan insanla öğrendim
İçimiz kavrulurken zamansız ölümlere Bir sözcük kaçırıyorum bohçasıyla
Yaşadığımız acıya kimlerin timsah gözyaşı döktüğünü Dişlerine kadar dişi bir sözcük
Biliyorum yüreği yanan her anne ile ben de.
Kırlardan geliyor gökyüzüyle alıp vereceğim, hevesim
Çünkü uzağında değilim acıların içinde değilsem de
Unutmadım Bedrettin Cömert'in vurulduğu yılı Sökülen noktasından öpüyorum bir kızı
Sokaklarından korkmadan geçilemediğini ülkemin
Biliyorum onu vuran karanlığın koyulaşırken O kırlar ki solgunluklar uğruna talibim
Dil, devrim ve insanlığı yok etmek isteğini. Kuşlar da yıkmış geliyor çadırını
Biliyorum çokça yenildiğimizi de
Yıllar içinde. Dere yatağı bir kız işliyorum yöremize

Ama umudum var işte, umudum yine içimde. Bu can kırıklarıyla çatıyorum şiiri
Yine dilimde türküm var ağıtlardan öteye
Bitecek bu karanlık, elbet bitecek gece
Gün doğacak şafağın ertesine.

Gebze, 20.06.2016

_________________________________________________
___________________________________________________
bölümler, cemaat kumpasları, bunları meşrulaştırmaya yönelik
bilindik, inanılmaz aydın ihanetleri, sözde Ermeni soykırımı
iddialarının neden haksız ve kasıtlı olduğu üzerineydi. Bunlar 27 Haziran
oldukça ikna edici tarzda, çok sayıda güvenilir kaynaktan Öğlen. Birazdan çıkacağım. Önce muhtarlığa uğrayıp ikametgâh
yararlanarak yazılmış. Dönek, eski sosyalist, şimdi liberal çok belgesi almam gerek. Oradan adliyeye yollanacağım. İşim
sayıda gazeteciye yönelik, sert fakat yerinde eleştiriler önemli bitince büroya geçip bir müvekkil adayı ile görüşeceğim.
ölçüde yer kaplıyor sözü geçen sayfalarda. Bunlardan adı Olumlu geçmesi önemli. Dün gece fazla okumadan yattım.
anılmaya belki de değecek olanlar: Ahmet Altan, Murat Belge, Yorgunluktan görüşüm bulanıklaşmıştı. Serin bir geceydi, bu iki
Oya Baydar, Cengiz Çandar, Mehmet Barlas, Yasemin Çongar. etmen sayesinde gayet rahat bir uykunun beni beklediğini
Taraf,Radikalve Birikimkadroları… öngörmem pek de zor olmadı. Birkaç saçma sapan düş
Gece yarısına yaklaştık. Sıcaklık nispeten düştü. Hiç olmazsa gördümse de önemli değil. O kadar can yakıcı değildi. Dün
soluk alınabiliyor. Öğleden sonra Bulut geldi. Bekleneceği başladığım romanın adı Parrot İle Olivier, Amerika’da. Yazarı,
üzere kısa bir süre sonra sıkıldı ve gezmeye gidelim dedi. daha önce iki kez Man Booker Ödülü almış. Bunu başaran iki
Optimum’a gittik. Yemek yedi, üç ayrı oyuncak aldırdı, bir de yazardan biriymiş. Bu romanı ile üçüncüyü de hak ediyormuş
üzerine bowling oynadı (tabii, benim tek bir top yuvarlamama editöre kalırsa. Pek ciddiye aldığım bir ödül değil. Belki yeni
bile izin vermedi her zamanki gibi, yine de kaçak olarak bir-iki verilmeye başlayan ve uluslararası olanı daha iyi eserler çıkarır
başarısız atış yapmayı başardım). Ben kendi adıma zar zor bir gün ışığına. Paul Auster yazar için, yazısı canlı, güçlü, müzikal
kahve içebildim. Çok kalabalıktı. Gönüllü gitmiş olsam kesin demiş. Şimdilik kaydıyla katılıyorum. Fransız ihtilalinden
pişman olurdum. İnsan kalabalıkları beni rahatsız ediyor. hemen sonraki dönemde başlıyor roman, ilerledikçe 1830’lar
Türdeşlerimi pek de sevmiyorum sanırım. En azından kitle Amerika’sında geçmeye başlayacak. Bir soylu ile uşağının
halinde hareket ettikleri zamanlar. Tam bir anarşi ortamı bana gurbet öyküsünü anlatacak yanlış anlamadıysam. Mizahi ve
göre... Gece,Anathem’den 40 sayfa kadar daha okudum ite kaka. akrobatik bir dille. Anlatsın. Zaten anlatılmaya kalkışılmayan
Çok zekice yazıldığı, matematikçi, fizikçi, uzay bilimci ne kaldı ki? Çok somut bir öyküsü olan her roman gibi biraz
yazarının müthiş bir hayal gücüne sahip olduğu, yeteneğinin sıkıcı olacak gibi. Ben kurgusal bir hazırlık yapmadan yazan
inkâr edilemeyeceği ortadaysa da sıkıcı, soğuk, okura karşı yazarları daha çok tutuyorum. Hasan Ali Toptaş gibi. Ama o
mesafeli, anlamlandırılması, takibi son derece zor,kâğıttan bir bile hâlen yazmakta olduğu romanda ilk kez kurgusal çalışma
tuğla çıkmış ortaya sonuç olarak. Muhtemelen devam etmem. yaptığını söylüyor.Heba ile de Oppenheimer Ödülü’nün son beş
Öyle olunca başka bir romana geçiş yaptım. Yazarı, Peter finalistinden biri olmuş ABD’de. Umarım kazanır.
Carey. Ona devam etmek üzere burada kesiyorum günlüğü.

7
YAZMA VE ÖLME İSTEĞİ gala rengi iç bahçeler--ışıklar sönerse ansızın, beni imgemle
öldürmeyin n’olur!
Bu göz, bu kalp, bu ten, bu elleri şiir ve perdenin diliyle
Hüseyin ALEMDAR söylersem her biri aşk trapezi, her biri Pastoral Travma ve
Evlilik Tabutu!
I Dudaklarım ki film film beni anlatır konuşsam: Lâl dudak
Yeniden doğmak için yazmak gerekir. Yazdıkça içini anlar hâlim Siyah Gözler, iki parmak aralığı konuşmam Ölümsüz Kadın,
kendine olan inancı artar yazarın. Ki, ben yazar değil bir şairim, dört parmak arası susmam Sürtük ve Arzu; susmakla konuşmak
belki az yazmam gerekir; her şeye rağmen herkesten çok yazma arasında kalmalarım Ömrümün Tek Gecesi, Haremde Dört Kadın,
iştahım. Ah! Yazamadığı romanların filmlerini yapan Ö. Lütfi Göl, Asılacak Kadın, Mine, Düş Gezginleri... Bütün hepsi uzun
Akad gibi pelikülde de çifte alev köz ve küllerim olsa keşke! metraj şiirler toplamı: Kalpzaman Yeşilçam.
Neyse ki Yalnızlar Rıhtımı’dan Vesikalı Yârim’e şiir hatırına
Akad ustanın birçok filmi onun olduğu kadar benim! Hüzün ve Dilim lâl ve kalbim kimsesiz benim! Sahi, sinemalar olmasa
gülümseme, kader ve keder, şiir ve sinema; üç kutsal ikilik, üç kendinin uzağı bir ömrü orta yerinden ve böyle dört parça
ısınış taşı, bütün dünya ikilikler cenneti içimde: Zülâl değil de şiirmetraj kim vurabilirdi ki?
İlhan Berk görse, kırk odalı Kült Kitap içimi de künhümü de Âh, hangi filmi hatırlasam şimdi, yirmi dört kare yirmi dört
kedi cenneti sanır! kere içimde hatıralar--gençliğimin şiirden ses odaları sanki her
Makarayı geriye sarıp da yeniden bakmalıyım kendime(çok biri: “Hatırlıyorum/Bir şeyler vardı, ortasından kesilir gibiydi”3
uzak çekimde--ne o kasaba yaşadığım kasaba, ne o ben benim:– Kesilen her şey ağır çekim benden düşer gibi...
(Kırık aşlarım şiir ve Araklı, birer kadın imgesi kendimi Flashback’leri döndür yıllar anlatsın beni! Tek derdim
derinine ölmelerim Kalpzaman Yeşilçam! anlamak ve anlatmaktı belki hepinizi, yedi paragraf yetmiş şiir
Elimde babadan kalma 16 mm siyah-beyaz bir kamera, cümle anlatamadım kendimi. İnsan sis sekans çoğalan
kadrajım hiç eskimeyen şiir kitabım: Alacakaranlıktaki Ülke! yalnızlıktır kendine.
Kalbimin Allah’ı gözüm vizörde “— Çağırıyor musun beni! Aşk ve yalnızlık iki kişi olsa sinemalarda daima, biri dursa
Yoksa/Geri mi gönderiyorsun belli değil”1 biri beklese...
Babam, “Dünyada şiirden başka ne var!” diyen ve fazla Siyah-beyazlığı herkes bilir de hiç kimse içinden konuşamaz
şiirden ölen Edip Cansever. Şükür ki babam da şiir de hayatta. beyazı siyahla. Kuyu
Yirmi dört kare yirmi dört kere bir şiirden düşmüş bir tutkudur bazen her siyah, masum beyaz Fatma eli
olmalıyım. Âh, Şifalı Taşlar Kitabı hüznünde ne çok sıkıştırılmış taş kendini öldürür. Sinemalara her şey sorulmaz!
kalabalığım ya da ne çok tenhâ! Kaç taş da yazardım kim bilir, Sordunuz madem, mademi bile şiir: “sanki bir bulmaca uzun
gönül taşını şiir diye kendime atmasam! bir sarmal/uzadıkça sersem eder adamı/o zaman sevmek değil
ölmek zamanı”4
Pelikülde hayat ve şiir hep genç kalsa...
Kırk birimi şiir, elli birimi filmler hatırlattı bana! Her hayat
Yıkıklığımı ve Sadri Alışık Sokağı girişinde düşürdüğüm hatırladıkları ve öğrendikleri kadardır. Kurşun Ata Ata Biter,
yirmi iki yaş gençliğimi verin bana, ömrümün sepya filmini hiç Halkalı Köle, Gizli Yüz, Aahhh Belinda, Benim Sinemalarım--
kimseye anlatmam. Sersepya şiirlerimi de. âh, her film her şiir kırk birim gibi!
İçimin yumağından iplik çekme! Ucuna takılıp gideceğin Pelikülde hayat ve aşk hep diri kalsa...
her uç Kötülük Çiçekleri yanlış cennetlere götürür seni.
Dâhili mekânlar korku ve tutkulara yakalanmaktır--neyse ki
Yirmi iki yaşımdan beridir Vesikalı Yârim ile Sevmek bu filmde ölmedim, belki bir sonraki şiirde!
Zamanı iki filmin, Hasretinden Prangalar Eskittim ve
Tragedyalar iki kitabın kıskacındayım. III
Hem şiir hem sinema, ikisi de bir yerde yeniyetmeliktir--âh, Bana sorarsanız, ömrümün dörtte üçü biriktirdiğim
hiçbiriniz kadın olmayın! âh’lardır... Filmlere kararan perdeler, dalgın mürekkep lekesi
kâğıtlar bana kalbimi anlatır. Kalbim ki iplik iplik içimi dolanan
Kaderini anlayan, anlatmak için kendini zaman ve mekân şiir tretman--âh, çoğul yalnızlık, çomak kalabalık!
arar. İyi ki de şiir ve sinema var; Mola Taşı s(d)erinliğinde.
İçinin sekans ayarıyla artık oynama çocuk! Yıllar yorgun,
Harici mekânlar tekin olmadıkça her şeyi anlatmaz. Âh, kalp mesafeler hasta, iç-dış her mekân puslu, sen yine çocuk, sen
ki en dâhili ve en sahici mekân! yine şiir...
Her sahne şaryo, her dize içses gerektirmez. Titreşimli “geri Hangi filmdi hangi kitaptı sahiden unuttum. Hatırladığım iki
kaydırma” hareketiyle görüntüyü flûlaştırmak geride kalan dize nasıl da unuttuğum replik gibi: “Saçlarını koynumda
yalnız ve sade boşluklar demek. İnsan, tümden yalnızlık çünkü; saklıyorum/Arada bir ağlamak için!”5
şiirdeki resim gibi!
Ne kadar sussam kuyumu ve ipimi kendime anlatamam. Öyle
İyisi mi beni bungun ve dolaşık bir Sadri Alışık ya da İsmail derin düşmüşüm ki içime sorma, şiir-sinema perdemde aşk ile ân
Uyaroğlu düşük kare bir şairden de sorun ara ara! Kalbimi konuşan yanlış Allah!
bu ses ki içi sinema ölüsü bir şairin: “Ben kasıklarımdan doğan bir
kuvvetle yazıyorum/boyun çukurumda şeker gibi bir illet!”2 Gözcümle konuş beni: Hayata gönül vizöründen bakan biri
mi var oralarda, o biri ki eski yara kaderini anlamaya çalışan
Âh, bu gizli çok yaşamalar şiiri benim mi acaba!? platonik espas ben gibi biri.

II Âh, seni kendime ayırdım/dı--az ellerin çok sûretin benimle!


Düş ve sevinç, sinema ve şiir: Gözlerin kalbine açılan iki
derin loca, her ikisi de şiirsel sineman senin! İkinin büyüttüğü
8
Leyla ÇAĞLI Mehmet Hakan DÜLÜLOĞLU

BAŞA DÖNMEK KAPİTAL HİSLER


gölgesi pinti, bodur ağaç!
ver bana gölgende unuttuğum, ''hiç durmadan ışığın etrafında döndükçe
iyice körelmiş sesimin zincirini. uçuşan gürültüsü büyüyen cüssesi
bu son yorgunluğu olsun, burnu kulakları dilleri genişledikçe duyamayan
kendi aralığından dışarı dökülmenin. tadamayan göremeyen koklayamayan gölgesiyle
durmadan başımın üzerinde kanat çırpan
yarası, elmas tozuyla kanatılmış atıma küçük zayıf yaban arısı...''
gidebileceği son yerin, hep aynı yöne giderek
başladığı yere, dönmek olduğunu söyledim. tıssssssssssssss dikkat kapılar kapanacak!!!

tokmağın sesini özlemiş kapının acısına portakal mevsimi olmasına rağmen bütün portakallar bu
boş kovan gibi düşürdüm, kelimeleri. mevsimde de susuzdu...
belki ben de insan olur çıkarım
kendi dışıma doğru yuvarlanmaktan. kulaklarımda tüm şiddetiyle yankılanırcasına
sabahın köründe vagonda inleyen çığlığın yalnızlığı
bana boş boyunduruk kalmış mı diye acil giriş ünitesi feryat figan içimde karantina altında
çıktım ki yolun yarısındayım, her yöne uzak.
elimle oynayarak, çıkardım çıngarımı. ağza alınmayacak suskunluklar savurdukça
elmacık kemiklerimde acemiliğin ölüm makyajı…

onlarca curcunanın ortasında çıldırmışçasına


_____________________________________________________
hiç durmadan sağa sola koşuşturan aklını yitirmişçesine
kalbim Afrika'da bir deri bir kemik

Gençliğim dâhil yirmidokuz harfe gömdüm ömrümü—sen, şiir gözlerimde tırnaklarının içine kadar işlenmiş tüm yaralarım
ve sinemalar uzaklaştıkça, elimdeki boş kafes gitgide adımın ilk eklemleri yırtık çocukluğum
harfini taşıracak metrajda bin h’üzün narbülbülü. avuçlarımda annem uçurtmalarım
sokağımızdaki fahişenin dudaklarındaki uçuktan tutun da
İki sokak arası, Sadri Alışık’tan Ayhan Işık’a iki dost eli gibi mızıkçı idamlık Cemil'in terkedilmiş taklacı güvercinleri
sarkıyor omuzumdan düşlerim. Annem uzakla yakının kesiştiği içimde hâlâ portakal kokuyor
yerde adı Camdan Kalp olan bir filmin ara cümleleri sanki!
Uzakla yakının örtüştüğü yer ki nasıl da bir şair cümlesi:
dünyanın her yerinde yankılanan çığlıklar
“Sevdim bir zamanlar, bedenimi taşıran her şeyi/Bunun için
organ naklinde ilk kalbimi alsınlar”6 oysa suskunluğumun kartelası

Biri bile fazla kırk yaşımı çoktan geçtim! Sinema ve şiir


dâhil günah soyundanım.
Artık sîn bir harfin içine gömün beni!
Gökhan ERTEKİN
Anne imgesi ılık sudur, sinemalar gibi. Geldim, göründüm,
gidelim!
Bugün yakama gül değil de kendimi iliştirdim. Üç defa geçtim RADYONUN ANNEYE KÜSMÜŞLÜĞÜ
de U harfinden ve aşk
kelimesinden--âh, kalbimden geçemedim! alnımın uzantısından indim
Filmlerden öğrendiğim hayatlar ölmüş olsaydı bende, bunca ama sorsanız akdeniz bilmez
uzun yaşar mıydım siz de mayısta öğrenmişsinizdir
şiirlerde--bordo sone çoktan ölmüş olurdum herhalde. Sahi, seksenlerde çalan bir radyonun anneye küsmüşlüğünü
yazma ile ölme isteği, ruh ikizi değilse de ikiz kardeş içte. Stop! oysa yüzüm trenlerde dağınık bir sayfa
ağzımda uyuyan eksiltili cümle
suçlamayın;
her sokak başında istasyonlarda serçe deyişimi

_________________ unutuldu göz kapaklarıma asılan limon çiçekleri


sarı dersem inanmayın ölgünlüğüme
yine de bir şey söylememi beklerseniz
1) Metin Güven bahçemde uyumamı bekleyen ünsüz harflere sorun
2) Hüseyin Peker onlar da karıncalardan ezberlemişlerdir çarpım tablosunu
3) Edip Cansever
4) Attilâ İlhan
olsun, kum dökülse geceye kale dikilir göğsüme
5) Cemal Süreya
bunu babaannem eline kına yakarken söylerdi
6) Ahmet Erhan
9
M. MAHZUN DOĞAN’IN Şu satırlarla bu aşamadaki akışkanlık düşüyor. “…gazetede
yayımladıktan sonra da albümlerini edinip dinlemedim.
“UYYYY… AHA!” ŞİİRİNİN Dinleseydim, tutkum o yıl başlayacaktı belki de…”
YARATICILIK SÜRECİ Daha sonra hazırlık aşamasındaki süreç biraz yükselerek
şöyle devam ediyor. “Bir de, 2003 yılında, Irak’a emperyalist
saldırı nedeniyle ABD’ye karşı Amerikan mallarını boykot
Hasan EFE çağrısı yapılmıştı. (…) O yıllarda Pencere Dergisi’ni
yayımlıyordum. Dergi adına ben de katıldım çağrıya…
Altındaki imzalardan biri de onundu… Kâzım Koyuncu’nun…
Bunu da çok sonra ayrımsadım.”
Yaratıcılıkla ilgili teorilerin azlığından yakınır uzmanlar. Koyuncu’yla karşılaşmanın bir başka aşaması, onun,
Öte yandan da yaygın bilimsel ilginin eksikliği ve konunun Koyuncu’nun belgeselini izlerken dinlediği fondaki bir kadın
zorluğu buna bir gerekçe olarak gösterilir. Oysa yaratıcılık sesi,
yaşamın her alanında bizimle iç içedir. Eğitimin de önemli bir
parçasıdır. “Koyuverdun gittun beni
Bu yazımızda G. Walls’ın dört aşamada ele aldığı yaratıcılık Allah’undan bulasun
sürecinden yola çıkarak “Uyyyy Aha!” nın yazılma (yaratılma)
aşamalarını kitabın Sunu bölümünden yola çıkarak ele alacağız. (…)
M. Mahzun Doğan’ın Mayıs 2016’da okurla buluşan kitabı
Uyyyy Aha! Kâzım Koyuncu adına yazılmış. Otuz üç bölümlük Hiç mi duşunmedun sen
uzun bir şiir. Sevduğun böyle ağlar”
Şimdi Walls’ın yaratıcılık sürecindeki aşamalarına bakalım.
1. Hazırlık. Problemi formülleştirme ve onu çözmek için ilk Şair bir kaç yıl sonra bir yolculukta bu sesi yine duyar ve
girişimde bulunma 2.Kuluçka Devri. Diğer şeyleri ele alıp peşine düşer…
problemden uzaklaşma Böylece yaratıcılıktaki hazırlık süreci tamamlanıp yerini
3. Aydınlanma. Problemle ilgili bir iç görü kazanma ikinci aşama olan Kuluçka Devrine bırakıyor.
4. Doğrulama. Test etme ve / veya çözümü uygulama
2. Kuluçka Devri
Bu aşamalardan yola çıkarak çalışmamızı sürdürelim. Bu aşama, aşırı yorgunluktan sonraki dinlenme aşamasıdır.
1. Hazırlık İnsanlar burada önceden yapmak isteyip de yapamadığı,
Problem üzerinde yoğun bir şekilde çalışma aşamasıdır. çözmek isteyip çözemediği, bulmak isteyip de bulamadığı
Bu süreçte yaratıcı (şair), çalıştığı konu ile ilgili aklına gelen şeyleri ya da yapılan yanlışları unuturlar bu aşamada.
birçok şeyi önde tutmuş, bazılarını geri itmiştir. Bazılarını da Bir başka deyişle yaratıcılar (şair) sorunlardan uzaklaşıp
unutarak kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe taşımıştır. tatile çıkarlar.
Kimi zaman da uzun süreli bellekten çağrışımlar yoluyla geri Burada etkin olmayan periyotlar ortaya çıkıyor.
getirmiştir bilgileri. Yani düşünce, çağrışım, anımsama ve Yaratıcı (şair) aradığı sesi bulur ve artık sürekli Kâzım
duygu yoğunluğu işlevselleşmiştir. Koyuncu türküleri dinler.
Bir süre sonra bunların bazılarından vazgeçmiş, bazılarını “O gün bulduk türkünün izini” (Mart 2006), “Kâzım
not almış, bazılarını zihninin derinlerine göndermiştir. Bazen bu Koyuncu’nun ‘Hayde’ albümüymüş. Epey dinledik türküyü.
süreçte şair çocukluğuna, gençliğine dek gitmiş de olabilir. Kesmedi. Gecenin ilerleyen saatlerinde eve giderken, kaseti
Şair hazırlık sürecine şu sorularla giriyor. istedim. Alıp götürdüm yanımda.”
“Nasıl anlatmalı?”, “Kazım Koyuncu, benim yaşamıma bu Bu dinlemelerle kuluçka devri başka mekânlarda da sürüyor.
kadar derin izi nasıl bıraktı?” , “Gencecik yaşındayken yitirdik. “Dikili’ye gitmiştim, Yanımda ‘Hayde’ kaseti.”
Dinlerken beni hüzünlendirmesinin nedeni bu mu? Yoksa, en Bir başka etkinlikte de, “Bir ara ben, ‘Gelevera Deresi’ni
oynak şarkıları söylerken bile sesinin tınısından gerçekten bir söyledim. (…) Gece eve geldiğimde Kâzım Koyuncu ve Şevval
hüzün balı mı akıyor?” (Alıntıdaki vurgu M. Mahzun Doğan’a Sam’ın hüzünlü sesleri dolaşıyordu yine. Işığı söndürüp mum
ait) yaktım. Anlaşılan, yine onlarla sabahlayacaktım.”
Bu sorulardan sonra Doğan, kendine dönüyor. “Ben hüzünlü Şair bu evrede Kâzım Koyuncu şarkılarını dinleyerek
şarkıları severim çünkü…” diyerek. kitabın başında sorduğu sorular için yanıt aramaz. Bir dinleme
Bu aşamada şarkılardaki hüzün ile yaratıcının kişiliği ve dinlenme evresini sürdürür. Artık o soruların yanıtlarını
(hüznü) arasında bir bağ kurularak hazırlık süreci işletiliyor. bulmuş, izlerinin peşinden koşmuş, bazılarını unutmuştur.
Bir arena olarak düşünülecek olursa bu hazırlık aşaması, şairin Önceki bilgilerini, geçmişteki yaşanmışları da belleğinde
yaşamında kesişen başka nedenlerin de ortaya çıktığı bölüm. işlevselleştirmiştir.
Çünkü kişilik(hüzün) özelliği, Kâzım Koyuncu’nun Tsira “Köyümden parasız yatılı öğrencilik yıllarıma,
türküsüyle de buluşmuş önceden. “Onu, ölümünden önce de kalabalıklarla meydanları dolduruşumuzdan sıkıyönetim
dinledim. Özellikle, ‘Tsira’ türküsünü çok seviyordum. O mahkemelerine, göğ ekinde yiten arkadaşlarımdan sevdiğim
türküdeki hüznü… Ama, tutkunu olmadım.” kadınların yüzlerine, tren garlarının hüznünden sabaha karşı
“Ama tutkunu olmadım” diyerek Kuluçka Devri’nin hazır Dikili sahilinde yaşanan coşkulu bir ana…”
olmadığını belirtiyor Doğan. Yaratıcılık sürecinin üçüncü aşaması Aydınlanmaya geçme.
Bu aşamayı (hazırlık) güçlendiren bir başka neden Kâzım
Koyuncu ve grubu ile yapılan bir söyleşinin M. Mahzun 3. Aydınlanma
Doğan’ın çalıştığı gazetede kesişmesi. Şair bunu şöyle Bu aşamada yaşanan duygular aşiârdır. Işık birden parlar,
açıklıyor, “Bir de, o ‘Zuğaşi Berepe’ topluluğundayken, Siyah şimşek çakıverir… Artık ayrı ayrı parçaların yerli yerine
Beyaz Gazetesi’nde kültür sanat editörüydüm… Onlarla da bir oturma aşamasına gelinmiştir bu süreçte. Yaratıcı (şair) kişi
söyleşi (…) yayımlamıştık. heyecanla doludur, coşkuludur. Uygun olan düşünceleri bir
araya getirir, gereksiz ve fazla olanları atar, kurtulur onlardan.
Yaratıcı bir oluşumun gerçekleşmesidir aydınlanma.
10
M. Mahzun Doğan da bunu, aydınlanma aşamasını, şöyle
dile getirir.
Rahmi ALİ
“Şiirlerin ilk sekiz bölümü o gece, 8 Eylül Cuma gecesi
yazılmıştı zaten…” , “Hiç acele etmedim. Kâzım Koyuncu
rüzgârına yakalanacağım geceleri bekledim.” Artık bu aşamanın
KİTAP GÖLGELERİ – V
ardından Doğrulama süreci girer devreye.
4. Doğrulama “Suçlu”yu okudum, kim suçlu anlamadım
Yaratıcı (şair), bir keşifle birlikte beliren çabadan hemen Belki de “yaşam”dı suçlu olan
sonra, fikrini test eder. Beyzi gözlüklü adama çok acıdım
Burada yaratıcı (şair), ürününün yani şiirinin mantıklı olup
olmadığını (şiirsel olanakların, şiirle ilgili biçem, biçim; ses, dil, Yaşama tutunmak, Aslan Tomson’du hayalleri ve
ritim… vb) belirler. Öte yandan yaratıcı (şair) bazen Amerika’ya yolculuk
düşünülenlerin doğru olup olmadığını test etme / yeniden test Ne var sanki işte Amerika; Cevriye kadar yakın
etmeyi gereksinim duyabilir. Hayal ve çocuk; nasıl yakışır birbirine
“Kesinlikle, onun şarkılarını dinleyerek, elektrik Biz de çocuktuk o yıllarda
aydınlanmasıyla değil, mum ışığıyla…” diyerek önceki Yoktu bir yakınımız, uzaklardaydık
aşamalardaki birikimleri burada test ediyor. Yani, M. Mahzun Gene de Cevdet kadar yalnız kalmadık
Doğan “Uyyyy Aha”nın yaratıcılık sürecinin mum ışığında ve
Kâzım Koyuncu türküleri dinlenilerek gerçekleşeceğinin altını *
çiziyor ve bunu şöyle güçlendiriyor. “Bütün dizeler böyle
Paris’i görmedim ki sevmek aklıma gelsin
anlarda doğdu.”
“Heeeeee heeeee heeeeee he hey..
Zamanın gerisinde okudum “La Dam O Kamelya”yı
I. Sadece lavanta kokulu saçlar kalmıştı içimde
Galiba bir de “son mektubu” Arman’a o Kamelyalı Kadın’ın
Hay!
Ben kendim öyle “ortak aşklara” inanmam pek
Hay!
Lakin gene de acıdım o zavallı “Kamelyalı Kadın”a
Hay!
Kalemin damarı, kale
İnsanı düz aynada tanımak zor
Geçirildi ele O iç içe girmiş aşk, nefret, ihtiras gibi karışık hayallerden
Bana cinayetler kaldı Nereden aklıma geldi bu kitabı yeniden okumak
Şimdi düşündüm sakin kafayla; Paris ve onca mücevherat
İşleyeceğim!
“Kapatma Kadın”, Dük, opera, tiyatro, şehvet
Oysa acayip kurak vardı, harmanlar, su değirmeni, açlık
Mendile…
Bir köylü kızı dalgalar Kitap elimdeydi, soluk lamba ışığı ve eski bir divan
Uy Karadeniz kara Geceydi herhalde, dışarıda ezan sesleri ve geç kalmış araba
Bahtımla yakıştım sana tekerleri

Tut elimden *
Nerede çocuklar görsem tahta kılıçla oynayanları
Kemençemde on beşti Eski günlere giderim özlemiş bir hüzünle
Şimdi yüzlerce “Pardayanlar”, o ne müthiş kitaplardı öyle
Yara Toz-duman koridorlar, hayalde Paris sokakları
… ”
O güzel kitap kapakları, -renkleri unuttum-, şapka, çizme,
Çok ayrıntıya girmeden bir şiir yaratma sürecini şiirlerden pantolon ve eldiven
değil de şiirlerin yazılış öyküsünden yola çıkarak ele aldık. Resimlerini çizerdik incecik o “kopya kâğıtlarına”
Bu yaratılış süreci bir başka kuramla farklı şekilde de ele
alınabilir. İlgili olan şiir severler de bu sürece değişik yönüyle Üç kişiydik, sırayla okurduk; koşardık kale burçlarında
yaklaşabilirler ya da şiirleri bir bütün olarak bu süreçten yola Kendimi gerçekten bir “Pardayan” mı sanırdım o anda
çıkarak inceleyebilir veya çözümleyebilir. Yunanistan
Karşıyaka, 2-6 Ocak 2017
Mervan SÖYLEMEZ
ÖLÜM
Kaynaklar
1. M. Mahzun Doğan, Uyyyy… Aha! , 1. Bas., Mediakitap Hafifler adam
Yayınları, Mayıs 2016 ANKARA ismini bırakırken
2. Robbert L. Solso, M. Kimberly Maclin, Otto H. Maclin, mezar taşına
Çev. Ayşe Ayçiçeği-Dinn, 3. Bas., Bilişsel Psikoloji, Kitabevi,
Eylül 2010 Ankara YOL
Gözümden düşen
o talihsiz yaş bulur
elbet yolunu
11
BİR YAZI İKİ ŞAİR: Günümüz şairlerinden Karacaoğlan’a en yakın
bulduğum kişi ise Hasan Varol’dur. Karacaoğlan ile aynı
KARACAOĞLAN–HASAN VAROL çeşmeden su içmiştir. Şiirinin verdiği serinlik Toroslardan gelir
Karacaoğlan gibi. “Yaz ayları Alanya Mersin arası” son
zamanlarda İzmir Antalya arasında“…ala gözlü deniz gözlü
Naci BAHTİYAR kızlarca” arar durur bir şeyleri. “Üzüm kesen köylülere “selam
kardeşler” ” dediğini duyarsınız şiirlerinde. Hayatı akan ırmağa
Karacaoğlan'ı hep kırsal düşünmüşümdür. Doğanın bir benzeterek Herakleitos'un ünlü sözüne işmar eder. “Kuru
parçası, gönül üstadı... Hep genç kalan, aradığına coşan deli çalılar arasından geçerken geçmişten geçmiş gibiyim” diyerek
şair. Bir yanı bıçkın, coğrafyanın fotoğrafını şiirlerinde çocukluğunun geçtiği yerleri görürsünüz onun şiirlerinde.
resimleyen uslanmaz şair. Seviyorum onun deli yanını. Arılar, yemişler, pınarlar, ocak başları, patikalar, erikler,
Bizim ilde bahar olur da onun deli yanında bahar yarpuzlar, kekikler, çiğdemler, kıl çadırlar, dugguk kuşları…
olmaz mı? Biliyorum ki onda dört mevsim bahardır. Gönlüne görürsünüz onun dizelerinde.Endemik bitkilerin kokusunu
hiç ama hiç sonbahar gelmemiştir. Yapraklarını dökmemiştir duyarsınız şiirlerinde. Evliya Çelebi’nin kitabına nispet
mevsimleri. Bazen kuzular meleşir şiirlerinde baharla birlikte; edercesine yüzlerce bitki, hayvan, börtü böcek ismi sayar
bazen de kıl çadırlarında göçebelerin kızları koyun sağar çoğunun adını bizim bilmediğimiz. Neler yaşanmışsa es
yaylalarında. Emmi der bir kız ona; o ise yaşlanan hücrelerine geçmeden yazmaya çalışmış hepsini, bulandırmadan,
inat aşkın deli yanına şiirler dizmekten başka gerçekliğin evelemeden gevelemeden.
kalmadığının bilincine ulaşır. Şiirinin bir yerinde “dağbaşı ay geceleri / elde filinta
Dağlar düzleşir, ovalar eğimleşir, onun yolunu dağlarda / fabrikalarda geceleri” bir başka şiirinde “Ovalardan
kolaylaştırmak için. Ayrılığı, yoksulluğu ve ölümü aynı kefeye / Kamyon kamyon / Dönüyor köylerine / Pamuk işçileri / Elleri
koyar, tartar şiirlerinde, ayrılık ağır gelir her defasında. Yine de kınalanmış pamuk kozalarından / Soyulup çatlamış
ümidini hiç yitirmemiştir. Kendine değilse de Çukurova’ya derisi”dizeleriyle kavganın, emeğin, barışın şiirlerini yazar en
giydirmiştir bayramlıklarını. Her güzel bir ayrılık olmuştur anlaşılır şekilde.Kamyonlar sadece kavun(!) taşımaz, değil mi?
Bulgar Dağı’ndan, Erzurum Yaylası’na, Urumeli’nden Konya İşçilerin kamyonlarla taşındığı bir ülkede yaşıyoruz. Bunu da
Ovası’na kadar. Ayrılık belki de bu yüzden ölümden fazla almış şiirine. Şairane çözümler de sunduğu olmuştur okuruna:
geliyordu yüreğine. Bey kızı aşkı için sabahlara kadar “Hayatın / Zulmünü yenen güç / Fabrikalardır”.
Elif’lediği olur ateşler içinde. Antalyalı olan şairimizin de dili sade, anlaşılır, saf
Pınarları çağlar, bir keklik havalanır bir kayalıktan, Türkçe’dir. Uzatmalardan, şapkalardan, Farsça-Osmanlıca
bülbüller ötüşür gül bahçesinde, duyarsınız şiirlerinde. tamlamalardan kaçınmıştır. Türkçe’ye olumlu katkısı en çokbu
Sümbüller, menekşeler, güller, çiğdemler açar dağlarında. Bahar yüzdendir. Söyleyeceğini en naif, en yalın ve dolaysız şekilde
kokusunu duyarsınız, doyamazsınız çekersiniz ciğerlerinize. dile getirir. Okurunu yormaz. Eğer yorgunsanız ve şiir
Ciğerlerinize ne kadar çekseniz az gelir o buhur. Şiir kokar okuyacaksanız onun şiirlerini okuyunuz derim.Şiirleri halk şiiri
ciğerleriniz. Sevgilileriniz naz eder size, alır aklınızı başınızdan, geleneğinden alabildiğine beslenir.Hece ölçüsünün kıyısında
salını salını telli sunayı seversiniz, akan sular buz tutar, çözülür gezer ama içine dalmaz. Bazen bir maniye yaklaşır, bazen de
bahar gelince, sevgilinin saçına benzer duru ve bahar kokulu. türküye ritim tutmaya çalışır sanki. Pir Sultan’ın,
Karacaoğlan bazen Akşehir’de, Farsak Köyü’nde Dadaloğlu’nun ve en önemlisi Karacaoğlan’ın şiirlerinin tadı
görüldü oralı oldu. Erzurum’dan, Binboğa’dan, Konya’dan karışmıştır onun şiirine. Bunlardan gen akışı olmuştur H.
geçti. Adana’nın sıcağında yandı ve dostları hep kendinden Varol’un şiirlerine.Günümüz Karacaoğlan’ı demekte sakınca
bildi, oralı oldu. Gökçe’de, Mamalı’da akrabaları görüldü. görmem. Bazen unutulmaktan korkmuş:“Asmalara yakın
Rivayet odur ki hep bir yerli oldu Kara oğlan. Oralı oldu ve mıydın, / Bahçelere iner miydin, / Kuyruğun telli miydi, neydi, /
şiirleriyle yazdı bu yerlerin dağlarını taşlarını.Kömür gözlüsü Göz göze gelsek beni hatırlar mısın?” dizeleriyle kendini ele
hasta olduğunda yörenin muskacısına “ Bir muskacık yaz da ver vermiş. Mani türüne yaklaşan, şiirlerinin yanında günümüz
bana” dedi. Hiçbir zaman Hak’tan da umudunu kesmedi modern, imgesel şiirlere de göz kırpan bir yerde konuşlandırmış
“Umudum kesmezem Hak’tan”,”Veren alır tatlı kendini.“Kuyrukları şiir dokuyan / dokumacı kuşları geçiyor /
canı”dizeleriyle tazeler umutlarını. Din, Tanrı kavramı çok sarı püsküllü/ mısır koçanlarını öperek.”dizelerikanaatimce
olmasa da zaman zaman görülür şiirlerinde. Dünyanın baki bunun en güzel örneklerindendir.Karacaoğlan yerelde kullanılan
olmadığını, her gelenin birgün son nefesi vereceğine de inanır sözcükleri çok çarpıcı ve sakınmadan kullanmaktadır.H.
elbette. “Kime razılıktır bu alem / Konan göçer demedim Varol’un şiirlerinde de yerel söyleyişlere yer verilmiştir. Ayrıca
mi”dizeleri dökülür dudaklarından. Hasan Varol şiirinde yerel bölge isimlerine de rastlanmaktadır.
Yerel / yöresel dili de taşır şiirlerinde. Annacında Son söz: Hasan Varol şiiri, Halk şiiri geleneği ile
gelen güzelin başını eğri bağladığını, perdelenmiş aya modern şiir arasında köprüdür sanki. Bir yakada Karacaoğlan,
benzediğini dizeler şiirlerine. Zemheride güze, süzülmüş bala, diğer yakada Nazım, Lorca, Neruda durur.İmgelerini, söz
destelenmiş güle benzetilir sevgili. Annacında olan sevgilinin sanatlarını, bakış açısını doğadan, açık alandan, birinci kişinin
yanındaki güzele de söyler şiirlerini. Gönlü boldur ağzından oluşturmuştur. Oryantalist bakış açısıyla H. Varol
Karacaoğlan’ın, gönlünün aldığı kadar alır güzelleri. şiirine bir yeraranmamalı. Onun şiirlerine Torosların gözüyle
Kırın, bozkırın, yaylanın, dağların hâkimi olduğu bakıldığında bir yere oturtulacaktır. Emeğin, alın terinin,
kadar dilin de hâkimidir. Dili duru, sade, anlaşılır, berraktır. yaşanmışlığın, adaletin, hak aramanın, mücadelenin şiirini
Herkes anlar onun şiirlerini, türkülerini, semailerini, yazmıştır kendi çizgisinde. Coğrafyanın resmini yansıtmıştır
koşmalarını, destanlarını. Halktandır, halkın içindendir. Onlarla adeta. Toros serinliği ile sahil sıcağını harmanlamış. Doğada
yaşar, onlarla ağlar. Sevda çeker, ayrılıklar görür sık sık, yaşayan, hareket eden etmeyen, şiire konu olabilecek ne varsa
sevdası hep gölgesi olmuştur yanında. Halk var olduğu sürece Toros serinliğiyle vermiş okuruna. Okurun çok olsun Hasan
onun da eserleri var olacaktır. Cemal Süreya O’nun hakkında, Varol.
"Karacaoğlandaki Türkçe gizil güç hiçbir eski şairde yok."
demiş. O gizil olanı yakalamış, her gördüğü güzelin gönlüne
sunmasını bilmiştir.
***
12
Recep ÖZKAN Recep YILMAZ
ÖL ÜSTÜNDE TUT BENİ İNSAN HALLERİMİZ
kabuğuma çekil Güzün şaşkın sürecinde ayıplı insan hallerimiz
bu kaplumbağa sırra kadem bana vebal Yaprağız, kurumuşuz, en iyisi toprağa düşelim
ne kalmışsa artık Diyeceğim ki, utancı kayıpların içindeyiz
alnıma yaz avcunda kış Zıkkımın kökü hayatlar, sonrası bir avuç kül
sa noktası olsun kar Yaralı birer geyiğiz bugünlerde yabanını yitirmiş
yağacak elbet ardımızdan Ufka söylenceler üfleyen ağızlar birer lav silahı
yer yerinden oynasın yürüyüşü bu
vahlar diyarındaki bir masala
Sevgilim yanacaksak da masum birer kuş olalım
kuantum çiçeğinin üzerinde zil ler ler ler Vakit pusulayı şaşırdı, iğrenç bir bataklıkta elleri
sen aç ben aç yankısı bu Ne ben dokunabilirim en güzel gülüşüne ne de
kapanmayacak bir ağızsa gülümsemelerle değiştirilebilir bu yangın günleri
açıklardır gemimiz ama o da az Hem ne çok öğrettiler ateşin düştüğü yeri yaktığını
daha konuşsak Ama ben gördüm acılara taşların bile ağladığını
yol ikiye ayırmadan gözlerini
kimi avını gözleyen hayvan kimi farz Sevgilim çıraya dönmüş yürek umarsız kahırlıdır
Yağmur da arsızlaşır günahsızlara karşı kimileyin
bir gün biz de duymayacağız ya kal diyeni Ne bir gören vardır ne de duyulmuştur umursandığı
bunu çiz yüzüme veda yerine Çağın acı tanıklığıdır, yoz inançların kıskacında
geçer kuşların, ağaçların, çağla yüzlü kız çocuklarının
yerine say diri diri yandığı. Meleklerin utancından ağladığı
yerine koy elleri bu
sinemizde bozuk bir motor Kar yağsa sevgilim, kedin olurum, fazlası hiçliğim
sa uzaktan anlaşılacak hep duman Üzülmek masumların yazgısı, geç de olsa öğrenilir
etrafı çadır kazanı Vara yoğa havlama semiz duruşlu yüzlerin arsızlığı
beklenenden umur yerinden dardan Ölmek mi? Konuşmayalım üstünde, öyküsü toprağın
bizlik bir şey var bu resimde Ağır işlerin altında suyu sıkılmak kapı ardı kulların
iki kişilik bir kal Gel sevgilim, en iyisi biz gidelim bir gurbet kuralım
vakitsiz bir haber vaktiyle sen az ben az
gel çiz işte
bu argın bu kır geçir bu avaz
hayal edebildiğin kadar
öl üstünde tut beni Jacquelyn POPE
taşı o ellerle
içimden içine medet arayan cücenin oltasını YAĞMURSUZ MEVSİM
sen ey üzerime deniz batan
mercanlara kaçışım orada bekleyişim sen ikinci kez düşünmeleri bıraktığımda
taşı suyu uyandırma gözlerini sana geldiğin
azların bitmeyen çoğalışıdır dalga ve eş mevsimi geri verdim. Aylar
zamanlı bitecek gece boyu kış yatar aramızda,
sabahlar başımızın üstüne bir çeşit huzur
masumiyet atları çizerek üstüne
üstüne bak bunlar
salladım mevsimlerini
başkasına ecel değil
temizledim ve budadım
hep yaşaydı ikimize
sattım zararına
hükümsüz yaşamaya alıştım

yapacak bir şeyim kalmadığında,


Rasim DEMİRTAŞ karanlığa tutundum, sürgülenmiş
kalbimin uğultusu askıda kalan,
cevaptır gökyüzüne
AŞKIN BİLGİSİ

ben aşkın bilgisini almışım: * Marsh Hawk ödüllü Watermark adlı kitaptan. Şairinden izin
kıyıya kavuşan denizden alınarak.
zirvede biriken kardan;
sınıfta duramayışım o yüzden. Çev: Ümit Şener TA
13
GÜNLÜK Barış ERDOĞAN

Osman Serhat ERKEKLİ DAMAR DAMAR ÇÜRÜYORUZ

-kokuşmuşluğumuza-
371. Bu mal mülk tutkusu o yanlış insanları hangi can
tufanına sürükleyerek ders verecek. Tanrım malı ağaçları da kendimize benzettik, onursuzca eğiliyor
önemsemeyenleri ezgert ki insanlar senin önemini daha çok ağaçlar bir sağa bir sola onursuzca eğiliyor
fark etsinler. bir rüzgâr çıkıyor, dizlerine kapanıyor sersefil
göz göre göre boyun eğiyor, az daha, biraz daha
372. Dünya öyle bir uçurum ki tutunmak için herkes herkese, derken ağaç da ağaçlığını yitiriyor
düşmanına bile ihtiyaç duyabilir. Gurur demek ki söğüt kendinden geçiyor, köknar uyuşuk
önemsizleşebiliyor. çınar kat kat kabuk
ağaçlar da kendi topraklarına benziyor
373. Dünya yıkılmaz çünkü yuvarlak. ağaçlar ve toprak damar damar çürüyor
çürüyor, yapraklarıyla çürüyor, gövdeleriyle çürüyor
374. Bayram günleri bu şeker toplayan çocuklar sanki bir ülke katman katman çürüyor, herkes görüyor
uzaktan çalıyor kapı zillerini. herkes göz göre göre çürüyor
herkes başkasının çürüdüğünü görüyor
375. Mikrobun temizi pisi olmaz fazla hijyen hastalık yapar herkes onurunun çürüdüğünü görmezden geliyor
zaten. herkes susuyor

376. Takvimler olmasa zaman bu kadar hoyratça


geçmeyecek. Erdinç TOP
377. Evimi temizlemeye gelen hemşerim Gülperi dedi ki:
Ekonomi dediğin ağabey birbirimize sebep olmamız… LİLİUM
Gülperi Serdar’a da gidiyor.
ellerim ile ısıtırken kalbini
378. Elektrik kesilince soğuktan koahım çok azıyor, bulutlarına dokunuyorum sanki
neredeyse ölecek hale geliyorum. Ramis Dara yılbaşı gecesi
inşallah elektriğin kesik değildir diye yazdı. Ben de insan kimsiz istasyonlardan geçtiğimiz kavim hani?
evladı diye cevapladım. O diyor ki: “Ne gelir elimizden ince sülünler gezerken damarlarımızda
insan olmaktan başka”, mücadele, mücadele… fena halde balkonlarına çıkıyordum göğüslerinden

379. Dostlarım Barbaros İrdelmen’in Aynen Abi Dediğin sen yanımda gözlerin ile sensin
Gibi ve Hüseyin Kocatürk’ün Çığlığın Yankısı adlı kitapları sen yanımda gözlerin ile sensin
yayımlandı.
urgan ipleriyle örülürken geçliğimiz
kendimizden çıktığımız yol
380. Sincan İstasyonu’nda soyadı Kırmızı olan yeni bir
kendimize mi çıkıyor?
eleştirmen Budak’a ilginç bir mektup gönderip yayımlamış.
Okudum, anlaşılan yeni bir yazar geliyor. zambaklar, buram
zehirli, öpmeyesin
381. Mehmet Sarsmaz geldi. Maltepe Üniversitesi Felsefe
Fakültesi’ne yüksek lisans için kaydolmuş. Sarsmaz ___________________________________________________
yanımdan Hülya Deniz Ünal’ı aradı. Hülya Hanım da
hemşerin diye cevapladı beni. Hatta kendisinin Yozgat’taki
Sorgun Erkekli Köyü ile bağlantısı var. Bizimki merkeze
bağlı Erkekli Köyü. 386. Hemşeriler aynı dili değil de nerde ise aynı cümleleri
kullanıyorlar. Hatta aynı gırtlak yapıları aynı ses tonları ve
382. Mehmet Sarsmaz gittikten sonra müthiş soğuk oldu. vurgulamaları ile.
Kar yarım metre. Bugün 7 Ocak Cumartesi, Ozan Öztepe
geldi. Çay içtik. 387. Kim iki saka kuşunu birbirinden ayırt edebilir ki. Her ne
kadar Attilâ İlhan zenciler birbirine benzemez demiş olsa da...
383. Şehir ormandan daha tehlikeli.
388. İstanbul gibi bitek (münbit) bir şehirde nelerin yanından
384. Murat Karacan dedi ki: Şiir dili yoktur; şair dili vardır. farkında olmadan geçiyoruz; meğer bahçemde muz ağacı
varmış. Ramis Dara’ya duyrulur.
385. Serdar Koçak’ın evinde yüzlerce kutu var. Kutucu dükkânı
açabilirsin, dedim, evet, dedi. 389. Sevil ve Erkan Kara oturduk. Erkan Kara dedi ki: Senin
istemen önemli değil; "vakit" seni istiyor mu.

14
İrfan YILDIZ Umut ÜNALAN
GÜZORTASI DUYGULARI BURUK BİR TAT
Şöyle şen bir kahkaha, yok, kalmadı içimde (enis batur için blues solo)
Tükendi, eski nağmeler, eski ümit
Bir ölü sûret, şimdi içimde bir şiirin yükünü, şairi midir yoksa okuru mu,
Ne telefon var, ne konuşmak, gözlerinin içinde sırtında daha çok duyumsayan,
Eskimiş kaldırımlar, sevdalandığım toprak diye sordu, uzun bir iç çekişle birlikte kapatırken
Söküyorlar; keser, çekiç, matkap elde kucağındaki kitabın kapağını.
Toza karışıyor rüzgâr, toprak oluyor hüzün buruk bir tadı olmalıydı telaşı ve coşkuyu sürdürmenin,
İçimi kaplıyor, bir çamur seli çekildiğimiz odalarda
ağrıyı ve yağmuru dindirdik, her damlaya anlattık
Hangi sepete koysam, durmuyor yağmur yaramıza verdiğimiz değeri.
Yeni yakalanmış, balıklara sıçrıyor anılar gölgemizin değdiği yeri saymazsak ne kalırdı
Derinlerde deprem olmuş, bir canavar çığlığı duvara bizden hediye.
Akşamı oynatıyor yerinden hepimiz çekmiştik birbirimizin penceresine
kalın perdeler gibi kendimizi
Bir eski şarkısın içimde, yeni sözlerle söylenen çoktan sönmüş ışığımız dediğinde içimizden biri,
Bestesi bozulmuş, ritmi kırık geçmişi araladık
Kayalardan düşen, son kar melodisi aynı kamaşma için hazırladık gözlerimizi:
Derelerden akan, duruyu arıyor yerinde yukarı tükürsek tılsımdı, aşağısı zaten trajedi.
Şöyle diyorum, bakıp açık denize mumun alevinden titreyişler alarak
Fâtih bir kaptan gibi, söylesem o şarkıyı onca çağrışımın göğünden geçtik
Pupa yelken yol alsam, hep açığa doğru bizi en çok, yakalamış gibi yapmak yormuştu
Yelkenler fora, dediğimi unutsam kaygan bir anlamı
hem bırakalım da bu kez balık düşünsün dedik,
Hangi deliliğim kalmış, aklımda biraz yılgın çokça yitik
Hangi heyecan, hangi koşu elinden kaçtığı acemi balıkçının
Aklıma gelmeyen, o korku eve döndüğünde söyleyeceği yalanı.
Tünemiş kuşlar gibi, içimde bıkmıştık dilimizdeki anahtarı boşa çevirmekten:
başkasının suskunluğunda kilitliydi
Erikler, kirazlar, şeftaliler şiirin çeyizi: el örgüsü örtülerin altında unutulmuş sandık
Muşmula, armut ve elma ahşabın diline çeviriyordu bizden eksilirken
O çilekler, taflan ve üzümlü asma kendinde birikeni.
Avluda, boş naylonlar uçuyor yerinde soframız hazırdı hep, bavulumuz açık
böyle başlamıştık kurduğumuz bağdaşı dilimizden sökmeye.
Çabuk geçti yıllar, ben de çabuk eskidim
uzun bir iç çekişle yeniden,
Babamın dediği gibi, gönül on yedi yaşında
açtı kucağındaki kitabın kapağını
Hâlâ dağlar gibi kaşları, gözleri güneş
bırakalım dedi her şeyi olduğu yerde, yolcu çıkalım
Yârim fidanlar gibi, çimen içinde
dinmez çünkü ağrı üstüne gitmedikçe; açılmaz bu koyu sis
Anımsıyorum da, ara sıra eski günleri durup dururken sırtımıza vurup bir şiirin yükünü.
Şen şakrak kahkahalar, üzüm asmasında
O gördüğümüz, rengârenk çiçekler _________________________________________________
Yırtık pırdık, Nazilli Basmasında
Sanki bir garip diyara gitmişim...
Yok artık, o şen kahkaha Gitmişim de, habersizden gelmişim
Gelir geri, gelirsek yeniden,dünyaya Derken, bir rüya, bir cümbüş
Çayırda yarıştığımız, kızıl taylar Keloğlan, Yedi Cüceler falan
Ayın on dördüne karışan, ak-turunçlar, narlar
İşte böyle, zamana, el aman dedim
Demek ki artık, ben ben değilim Karşımdaki canavara, dur aman, dedim
Ya da, ben olmayan biriydim de, şimdi ben değilim Ben, bu tenhalıkta, duramam, dedim
Çalmaz olmuş, kemençe; çürümüş, sazın teli Kendi dağlarıma vurdum, kendimi
Riv riv de riv riv, demeye, heyecan kalmadı içimde
Ey Canikli kesik güneş, Söyle sen, şen kahkahamın yıldızı
Gazelleriyle güreşen Ne yandasın, niye gelmezsin beri
Gölgelerle, daha çok yaparsın, ayak oyunu Ben deli gibi gezerken, öte beri
Aynalarda arama, yitirdiğini Bir uçum kanat, vermezsin şu fakire

15
Ayfer KARAKAŞ Büşra BİLGİÇ
PANDORA HANIMIN ÇÜRÜK CEM
KUTUSU
Doğar güneş yarı uykunun emzirdiği güne
Koluma kelebek dövmesi yaptırmalıyım Sense bilmem kaçıncı yaylasındasın rüyalarının Cem.
Ya da kırmızı bir karınca
Uzanıp göğsüme asıyorum yaralarını
Zımparalıyorum oturduğum basamağın kolçaklarını
Sen ak sen duru sen yediveren
Biliyorum sahte bu hayat merdivenaltı şişelenmiş şarap
Sen tohum sen gül içinde gül derleyen
Ağzım uçurumdan düşüyor Tüm dizeler seninle öpüşmek istiyor Cem.
Bu yüzden tutunamayışı gülüşlerimin
Modern mimaride dövüşen ruhuna bak
Kopartıyorum köpek dişlerimle ruhumu ilikleyen düğmeyi
Biliyorum yeşillere asmak istersin bu yüzden kendini
Ünlemlerim tasını tarağını topladı Ama dur, biliyorsun ben bir bağırsam
Enstrümantal bir sessizlik çenemdeki akordeonda yayılan Bir bağırsam bereketi artacak
İçimden çok küfrediyorum Sapanla kuş vuran fakirliğimizin.
İn cin dantel örüyor Pandora hanımın çürük kutusunda
Ben çırılçıplak,
Sessizce yitirdim ormanların rüzgârlarını Elimde göğsünden yapma bir kuru yaprak.
Sessizce kaybettim atları kaleleri filleri Kraliyetlerinin atları gösterişli toynaklarıyla ezdiler
Devrildim müntehir bir buğday gibi yere Ezdiler tahta beşiklerde sallayıp durduğumuz hayalleri
Hiçlik üç noktaları taşıyan sırt Neden yaptılar, neden
Tam da mevsimindeyken her şeyin.
Gözyaşımı dudak kıvrımına varmadan sildim Budadılar bizi insanlığımızdan Cem.
Hiç/kırıklarımı içimin duldalarına sakladım
Korkular sırtımda biriken hörgüç Günün uyku iplerini çektim işte gözlerinden
Sessizce çiğnedim nalbant yasasını Bunu bir kadın yaptı bunu saçları gür bir kadın
İçim yakılmış çiçek tabutu Konuş, aş kendini Cem.
Yoksa bir yanımı senden sürecekler
Gizliyorum fanusta eksik bir cümle beslediğimi Gözlerimdeki serçeler senden mini şemsiyeler beklerler
Kıyıldı imlalar kırıldı fanus Bir incelik yap şu kadın yüreğime
Dokuz boğumlu bir düğüm oldum Gelin oyası gibi açayım hanelerinde.
Kırdım bu köhne kireç tasını Öpünce kuş olan atlarla gidelim Cem.

İbrahim OLUKLU Reha YÜNLÜEL


MÜFLİS -BİR BAŞGANLIG ŞİYİR
Uyanırsın REFERENDUMU-
Müflis bir esnaf edasıyla konuşmaya
Başlar gün başı Hoca’nın,
Zeytinyağı bile şaşırır ondaki çabaya döşü de Hoca’nın
Bilmediği konuların topunu atar yedide beşi de Hoca’nın
Komşu pencerelere kelle, mumbar, bacak
o da Hoca’nın olacak
Bezgin alışkanlıkların ellerini çok tuttun celle celâlü hû
Bilirsin Cumhûriyet helâlü hû
Tutarsın onun da ellerinden Hoca üzerinde namaz kılacak!
şiirhâne

Yayın Yönetmeni : Ramis Dara Katkı Payı : 25 TL.


Prodüksiyon : İhsan Üren, Z. Ersin Erdem, Yalçın Oğuz,
Halim Çiftçi. Posta Çeki ya da Banka hesabı: Ramis Dara adına açılmış;
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü : Zühtü Engüdar (Alipaşa Mah. Konuralp Cad. 6025702 numaralı Posta Çeki hesabı
Karnur Apt. No: 22 D: 3 Osmangazi– BURSA) ya da Yapı Kredi Bankası Mudanya
Yazışma ve posta kargo adresi : PK 68 16361 Ulucami – BURSA şubesi (567 ) Hesap No: 72092839
E- Posta : akatalpa@hotmail.com IBAN: TR370006701000000072092839
Yayın Türü : Yaygın süreli yayın. ISSN 1305 – 7685 Baskı : Akın Erim Matb. Hocalizâde Cad. 7/27
Setbaşı – BURSA
________________________________________________________________________________________________________________________________
Ocak 2000’de Bursa’da Ramis Dara, Melih Elal, Serdar Ünver, Ali Özçelebi ve arkadaşları tarafından kurulan şiir ve eleştiri ağırlıklı aylık edebiyat dergisi
Akatalpa (www.akatalpa.org), şair ve yazarlarının bağışladıkları telifler ve bazı şiir dostlarının sürekli katkısıyla yayımlanmaktadır.

16

You might also like