You are on page 1of 4

Hazreti Peygamberin Tebliğindeki Metod Mükemmelliği

Dr. Ahmet Lütfi Kazancı


1988 - Subat, Sayı: 024, Sayfa: 032

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin en başta gelen vazifesi, insanlara Allah'ın
dinini tebliğ etmektir. "Ey Peygamber, Rabbından sana indirileni insanlara tebliğ et. Eğer
bunu yapmazsan Allahın verdiği risalet görevini yerine getirmiş olmazsın"(1) ayeti bu
vazifeyi anlatır.

Allah'ın dinini tebliğ ve davet görevi yerine getirilirken, Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-
Efendimizin takip edeceği davet metodunun ana hatları, Cenabı Mevla tarafından tayin edilmiştir:
Rabbinin yoluna hikmetle, mev'ıza-i hasene ile davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele
et.."(2) "Onların ruhlarına işleyecek müessir söz söyle"(3) ayetleri gibi.

Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin tebliğ vazifesinin esas ve temelini onun
mükemmel şahsiyeti teşkil eder. Her yönüyle dürüst, samimi, mert, yapmacıktan uzak, şan ve
şeref düşkünlüğü gibi duygulara kapılmamış bir peygamberin şahsiyeti... Bu peygamber, Allah'ın
emirlerini tebliğ ettiği insanlara "Ben bu tebliğimden dolayı sizden bir ücret istemiyorum.
Benim mükafatım Alemlerin Rabbı olan Allaha aiddir (4) demiştir.

Maksadı Allah rızası olduğu içindir ki tebliğ ettiği hükmü dinleyenin peygamber Efendimiz için
önemli bir fark mevcut değildir. Nitekim, Muaz b. Cebel radıyallahu anh- ile beraberce yaptığı bir
yolculuk esnasındaki konuşma ile, Arafatta yüz bini aşan bir topluluğa karşı yaptığı konuşma
arasında samimi olma yönüyle hiçbir fark yoktur. Her iki konuşmada da, muhatabının dikkatini
yeterince çekmiştir. Arafat'ta sarfettiği gayretin, tek şahsa karşı sarfettiği gayretten çok olduğunu
söylemek zordur. Şu kadar ki Muaz (ra) ile yaptığı konuşmanın bir başkasına -hiç olmazsa belli
bir zamana kadar- duyurulmasını istememiş(5) halbuki Arafat'ta yaptığı konuşma için "burada
bulunan bulunmayana anlatsın" emrini vermiştir.(6)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz nübüvvet ve risalet vazifesini bir "Ek Görev"
olarak değerlendirmemiştir. Vazifesine ciddiyet ve samimiyetle bağlıdır. "İhtimal ki sen, iman
etmeyecekler diye kendini mahvedeceksin"(7) ayetinde, Rasûlullah Efendimizin görevine
sımsıkı sarıldığı ve insanların hidayetini can ve gönülden arzu ettiği açıkça anlatılmaktadır. Bu
bağlılık sebebiyledir ki Nebiyyi Ekrem Efendimiz Nübüvvet vazifesini aldığı andan son nefesini
verdiği güne kadar sadece tebliğ görevi ile meşgul olmuştur.

KESİNTİSİZLİK

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisi için günlük mesaî saati veya hafta
tatili düşünmemiştir. Nübüvvet ve Risaletin tebliğini bir emeklilik devresi takip etmemiştir.
Ahkamı Nahiyenin tebliği için belli bir mekan tayin ve tahsis edilmemiştir. Rasülullah (s.a.)
Efendimiz yeri geldikçe ve ihtiyaç hasıl oldukça; evinde, mescidinde, çarşıda, pazarda, yolculuk
anında, muharebe esnasında hatta mezarlıkta Allah'ın ahkamını tebliğden asla geri durmamıştır.
Bu vazifenin yerine getirilmesine hasta olması, hatta ölüm döşeğinde yatması engel olmamıştır.

Rasûlullah (s.a.) Efendimizi bu vazifeden alıkoymak için başvurulan çareler arasında zengin
etmek, Kureyş'e reis ve serdar yapmak, canının istediği kadınla evlendirmek gibi müsbet manada
teklifler vardır" (8) Arkadaşlarına işkence etmek, amcasını tehdid, şahsına hakaret gibi menfi
yolların denenmesi vardır. Hatta bu çeşitten olan engellemeler, canına kastedilmesi, hicret ettiği
Medine'ye defalarca ordu ile gelinmesi şeklinde de devam etmiştir. Fakat bütün bunların sonucu;
Rasûlullah Efendimizin Allah rızası için Allah'ın emriyle İslam Dinini tebliği olmuş, tebliğ
vazifesi hiç aksamamıştır.
SÖZ-DAVRANIŞ UYUMU

Peygamber Efendimiz insanları davet ettiği yola gidenlerin başında yer almıştır. Hikmete en
uygun olan da budur. Kur'anda "Ben, iman edenlerin ilkiyim"(9) buyurulması bunu anlatır. İyi
olanı emreden fakat kendisi yapmayan bir insanın bu davranışında hikmet aramak boşunadır.

Kur'an'da Cenabı Mevla "Ey iman edenler yapmayacağınız işi neden söylersiniz?"(10)
uyarısıyla, söz ve davranış arasında birlik ve uygunluğun bulunması lüzumunu hatırlatır. Yahudi
bilginlerine "Siz insanlara iyi ve hayırlı olanı emreder de kendinizi unutur musunuz?"(11)
buyururken özellikle tebliğ vazifesini yürütenlerin bu konuda çok daha hassas ve dikkatli olmaları
lüzumunu hatırlatır.

Rasülullah (s.a.v) Efendimiz; kendisini son derece seven mü'minlerle nefret eden müşrikler ve
münafıklar tarafından ciddi ve titiz bir şekilde takip edilmiştir. Mü'minler günün pek çok saatinde
beraberce bulundukları Peygamberi bizzat kendileri izledikleri gibi evine kadar gidip
hanımlarından bilgi topluyorlar(12), küçük fakat zeki bir çocuk olan Abdullah b. Abbas'ı, teyzesi
Meymüne (r.a.)nın odasında yatırarak, Peygamber Efendimizin gece hayatı ve ibadeti hakkında
bilgi alıyorlardı (13)

Bu arada fitne ve fesat çıkarmak için münafıkların da şiddetli bir arzuyla kusur arama çabasına
düştükleri muhakkaktı. Böyle olmasına rağmen, hiç bir gurup, Rasülullah Efendimizde "söz ve
davranış uygunluğu"nu zedeleyecek bir cihet bulamamışlardır.

HAKKI SÖYLEMEK

Rasulü Ekrem Efendimiz, Ahkam-ı Nahiyeyi tebliğ ederken hak olanı söylemeğe son derece itina
etmiştir. Bu konuda soy ve neseb yönüyle yakın olanın, hiç tanınmayan bir şahıstan ayırdığı
olmamıştır. Sevilen sayılan birinin, bir diğerine karşı ayrıcalığı söz konusu değildir, "insanlar
içinde en çok sevdiğin kimdir?" sorusunu, "Aişedir" diye cevaplandıran (14) Peygamberimiz,
Hazreti Aişe'nin yaptığı bir gıybet karşısında "Öyle bir söz söyledin ki, şayet denizlere karıştırılsa
elbet bozar, kokuturdu" demek suretiyle, hak olan sözü söylemekten çekinmemiştir.(15) Pek
sevdiği ve "Ey Muaz vallahi ben seni severim" (16) buyurduğu Muaz'ı, uzun uzadıya namaz
kıldırdığı için "Sen fitne mi çıkarmak istiyorsun" diye paylaması da bu konuda hatırlanacak
misaller arasındadır.

Ara sıra yaptığı şakalarda bile ciddiyet ve hakka bağlılık ölçüsünü elden bırakmayan (18) Büyük
Peygamber'in bütün tebligatı hakka ve gerçeğe bağlılığın en güzel örnekleriyle doludur.

SAN'AT KAYGISINDAN UZAK

Hedefi hakkı ve hakikati tebliğ ve beyan olduğu içindir ki Rasülullah (s.a.) konuşmalarını sanat
kaygısından uzak olarak yapmıştır. "Ben sözümü zînetleme çabasında değilim"(19) demesi
emredilen Büyük Peygamber; tertemiz duyguların, şefkat ve merhamet hislerinin coşup taştığı,
riyakarlık duygularının asla kirletmediği ruhun en tabii ifadeleri olarak konuşmuş ve bunun
neticesi olarak onun mübarek sözleri, apayrı bir güzellikle, Peygamber'e yakışan bir edeble
ziynetlenmiştir. San'at kaygısı olmadan yapılan bir konuşmanın gayr-ı edebî olduğu ileri
sürülemez.

MAKSAD ANLAŞILMAK
Maksat, yapılan tebliğin muhatap tarafından iyice anlaşılması olduğu içindir ki Rasûlullah
Efendimiz sözlerini -kelimeleri sayılacak derecede-tane tane söylemiş, pek önemli gördüğü
kısımları üç defa tekrarladığı olmuştur.(20)

Rasûlullah Efendimizin tebliğ metodunda muhatabın durumu önemli bir yer işgal eder. Bu
sebepledir ki Peygamber Efendimiz, kendisini dinleyen insanların zeka ve lisan kabiliyetlerini,
kültür seviyelerini... nazarı itibara almıştır." Ne dediği anlaşılmadı" denilecek derecede kısa,
yahut "bu kadarı da fazla" denilecek derecede uzun konuşmalar yapmamış, lüzumundan az yahut
çok sözle muhatabını kararsızlığa sevketmemiştir.

Rasülullah Efendimiz tebligatını zamana ve zemine uygun şekilde yapma prensibine sıkı sıkıya
bağlı kalmıştır. Mesela "bugün size sehiv secdesini anlatacağım" dememiş, kendisi dört rekatlı bir
namazı iki rekat olarak kıldırdığı ve arkadaşları tarafından bir hatırlatma yapıldığı zaman
anlatmıştır (21) Bazen bir sual sorulduğu zaman açıklama yapmış, bazen önemli bir olay olmasa
da dikkat çekici ifadelere başvurmuş, dinleyenleri yeter derecede hazırladıktan sonra demiri
tavında dövme yolunu tutmuştur. "Şimdi yanınıza cennetlik bir adam gelecek"(22) "Yarın
sancağı; Allahı ve Rasülünü seven, kendisi de Allah ve Rasulü tarafından sevilen bir adama
vereceğim"(23) gibi ifadeler ashabı kiramı meraklandırmış, heyecana sevketmiştir. Gelen
cennetlik şahıs Hazreti Ebu Bekir, sancağın verildiği şahıs Hazreti Ali'dir.

Übeyy b. Ka'ba, "Tevrat'ta, İncil'de, Zebur'da hatta Kur'an'da benzeri indirilmemiş bir sureyi,
mescidin kapısından çıkmadan öğretmemi ister misin" diye sormuştur. Übeyy gibi Furkan pek
meraklı ve Peygamber Efendimiz tarafından güvenilir bir Kur'an muallimi olarak takdim edilen
bir insan böyle bir soru karşısında elbet iştiyak duyar, heyecanlanırdı. Nitekim beraberce kapıya
doğru yürürken sorulan bu sualin açıklanmasını yaptırmak üzere Efendimizi durdurmuş, hani
bana o süreyi öğretecektin demiş, Peygamber Efendimiz bu defa: Ey Übeyy namazda ne
okuyorsun sualini sormuş, Übeyy Fatihayı sonuna kadar okuyunca Efendimiz şunları söylemiştir:

- Ruhumu elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki Allah Teala ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne
Zebur'da ne de Furkan'da bunun dengi olan bir sureyi indirmiş değildir. Hiç şübhe yok ki o "es-
Seb'ul mesani" (tekrar tekrar okunan yedi ayetlik sure)dir. buyurmuştur.(24)

- Size göre başpehlivan kime derler?

- Sırtını kimsenin yere vuramadığı insandır.

- Asıl başpehlivan kızgın halde iken nefsine hakim olandır.(25)

Pek çok ve çeşitli örneklerini verebileceğimiz yollarla muhatablarının dikkatlerini toplayan ve


tebliğ edeceği hakikati o anda veren büyük Peygamber, böylece tebliğ ettiği ahkamı söylenip
geçilen bir söz olma durumuna düşürmemiş, yıllarca sonra hatırlanan değerli bilgiler ve
unutulmayan tatlı hatıralar olmasını sağlamıştır.

Arafat'ta bulunan ve yüz bini aşan insan topluluğuna "burada bulunan bulunmayana tebliğ
etsin"(26) emrini verirken, onları, güçlerinin yetmeyeceği bir vazifeyle başbaşa bırakmış değildi.
Bugün pek çok ve çeşitli imkanlara sahip olan öğrenciler, günlerce evvel haber verilen bir
imtihanda başarılı olmayabiliyor. Halbuki elde kitap vardır, anlatılan konuyu çeşitli kitap ve
dergilerden ayrıca takip edebilme imkanı vardır. Derste not tutabilir, hocanın anlattıklarını teybe
alarak defalarca dinleyebilir. Bu imkanların arasında, habersizce yapılacak bir imtihanın başarı
derecesi daha da düşük olabilir. Bir imtihanı başarıyla vermiş olan bir gurubun, aynı sorulara
onbeş gün sonra yine aynı başarıyla cevap verebileceğini söylemek pek güçtür.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi vesellem- Efendimizin ashabı, Peygamber Efendimizden
duyduklarının hepsini not etmemişlerdir. Hadisler bütünüyle yazılı olarak saklanmamıştır. Buna
rağmen onlar yıllarca sonra bile yazılı bir metne dayanmadan Efendimizden duyduklarını
anlatabilmişlerse bu başarıyı Hazreti Peygamber'in tebliğindeki metodun mükemmelliğinde
aramak lazımdır.

Dipnotlar: 1) Maide Sursesi, ayet: 68 2) Nahl Suresi, ayet:125 3) Nisa Suresi ayet: 63 4) Şuara
Suresi, ayet 109 5) Buhari, İman 49; Müslim, İman 48 6) Buhari, İman 37; Müslim, İman 1 7)
Şuara Suresi, ayet: 3 8) İbnü Hişam, es-Siretün Nebeviyye, III 313 9) A'raf Suresi, ayet 143 10)
Sarf Suresi, ayet: 2 11) Bakara Suresi, ayet: 44 12) Buhari, nikah 1 13) Buhari ezan 161 14)
Buhari Ashabü'n-Nebî 5 15) Ebu Davud, edeb 40 16) Ebu Davud, Vitr 26 17) Buhari, ezan 63;
Müslim, Salat 187 18) Tirmizi, birr 57 19) Sad Suresi, ayet: 86 20) Buhari, ilim 30; menakıb 23)
Buharî, Cihad 121; Müslim, Fedailu's-sahabe 35 24) Ahmed b. Hanbel V 114, İbnü Kesir, Tefsir
1, 10 25) Müslim, birr 106 26) Buharî, hacc, 132.

Hazreti Peygamber'in Hayatından / ZULÜMDEN FIRSAT BULUR BULMAZ

Sevgili Peygamberiniz İslam'ı tebliğ için gittiği Taif şehrinde sadece reddedilmekle kalmamış,
hakaretlere uğramış, taşa tutulmuş ve ayakları kan-revan, vücudu yara-bere içinde bir bağa
sığınmak mecburiyetinde kalmıştı.

Bağ sahibi Utbe b. Rabîa, aslında şiddetli bir İslam düşmanı olmasına rağmen Hazreti
Peygamber'in bu haline acıdı ve Addas adlı hıristiyan kölesi ile bir tabak üzüm gönderdi. Hazreti
Peygamber'in üzümü "Bismillah" diyerek yemeye başlaması Addas'ın ilgisini çekmiş, Hazreti
Peygamber'e bazı şeyler sormuştu. Peygamber Efendimiz üzüntü ve izdırap içerisinde bulunduğu
ye'se düşülmeye, ümit ve azmi kaybetmeye son derece elverişli bu anda bile doğan bu fırsatı
derhal değerlendirdi. Görevini yapma ve Cenab-ı Hakk'ın rızasına erişme iştiyakı içinde,
sarsılmaz bir iman ve irade ile, tam bir azim ve tevekkül içerisinde Addas'a islam'ı tebliğ etti

İşte Hazreti Peygamber'in bu azim ve gayretidir ki Addas gibi daha nicelerini İslam'a ihlasla
bağlayacaktır.

(İbn Hişam, es-Sîratü'n-Nebeviyye I-II, 419 421, Kahire 1955)

You might also like