Professional Documents
Culture Documents
Ölüm Üzerine Düsünceler - Zeynep Sayin
Ölüm Üzerine Düsünceler - Zeynep Sayin
Zeynep Sayın
"Ölüm denen şeyden değil," diye yazıyor Eliot, Katedralde Ölüm'de, "ölü
mün ardında ölüm olmayan şeyden korkuyoruz."
Ölüm üzerine susmak ve konuşmak. Bizler, tanrıyla kişiselleştirilen
metafiziğin ve aydınlanmacılık aklının ve sonunda, şu sıralarda son nefesini
vermekte olan tarihin ölümünü oybirliğiyle kabul ettikten ve çağın durumu
nu "postmodem" sözcüğüyle tanımlayıp rahata erdikten sonra, hiçbir ortak
değerimiz olmadan, ölüm üzerine nasıl konuşabilir, ölüm üzerine nasıl susa
biliriz?
Her türlü metafizik söylemi, anlam ve bütünlük kazandıran söylemi, ge
ride bıraktıktan sonra, artık "linguistic tum" diye adlandırılan zamanımızda,
iletişimsel deneyimin yanılsaması ve bütünlük özlemi olmaksızın, köktenci
bir dil eleştirisiyle -kimdir burada konuşan?- göstergelerin sonsuz oyunun
da, ölüme nasıl bir yer tanıyabiliriz?
Başlangıçta söz vardı. Eskiden tanrılar insanlarla konuşurlardı. Aynanın
öteki yanı, eskiden susmazdı. Ölüm, insanın tanrılarla iletişimiyle bir anlam
kazanırdı. Tanrılar insana, onu ölümden sonra bekleyen sonsuzluğu anlatır,
insanlar ortak bir bilinenden yola çıkarak -Hellenizm'de Morpheus'un ikiz
kardeşi, ortaçağda elinde tırpanla gelen iskelet, memento mori'ler gibi- or
tak göndergeleri olan ölüm imgeleri yaratır, yaşamdan kaynaklanarak öte
dünyayı ve ölümsüzlüğü anlatan söylemlerle aralarında iletişim kurarlardı.
Ölümlülük, öte dünyaya açılan bir kapıydı; dünya, sözcüğü sözcüğüne, ge
çiciydi. Ortak imgelerle ölüme ve yaşama ortak bir anlam tanınırken, bütün
ortaklıklar dinin öte .söylemlerinden yola çıkar; anlam, gelecek umudu ile
kazanılırdı.
Ölüm, insanoğluna sonsuzluk bahşeden bir aşkınlıktı, yaşamın anlamını
belirleyen bir gizemdi, ortaklıklarla anlatılmaya çalışılan bir anlatılamayandı,
konuşulmayacak bir gerçeklik olmasına karşın susulmayan bir gerçeklikti;
ölüm ancak, onun ardında yatan mevcudiyetten yola çıkarak ortak mevcu
diyet allegorileriyle dile getirilebilen, bilinmeyen bir bilinendi.
86 Defter
sağlıyordu böylece; doğanın, maddeyi aşarak, saltık bir Geist olarak ken
dine dönmesine yol açıyordu.
Sonluluk düşüncesiyle modem çağda ölümü haklı çıkarmaya uğraşan
Hegel ölümü, farklı bir yeniden doğma eğretilemesi için kullanıyordu.
Bu yüzyılın ilk yansında Heidegger, ölüm düşüncesini Hegel'in bırak
tığı yerden ele alarak, bugünlerde thanatoloji'nin "Kopemik devrimi" diye
nitelendirilen yorumunu getirdi. Heidegger'e göre zaman bilinci, ölümlülük
bilinciyle başabaş gittiği için kişi, ancak kendi sonluluğu gerçeği karşısında
kendi zamanının ayrımına varabiliyordu. Ölüm, sonluluk bilinciyle kişiyi
türsellikten ayırarak, ona kendi gerçekliğini kazandırıyordu. Ölümlülük, ya
şamın sınırının ve kendi gerçekliğinin ayrımına varan kişinin zamanını belir
lerken, varoluşa geriye dönüşü olmayan bir birkerelik ve biriciklik ka
zandırarak, ona gerçekliğini ve anlamını veriyordu. Üstelik Heidegger'in
"ölüme doğru varoluş"unun "ölümbilimin Kopemik devrimi" diye nitelendi
rilmesinin nedeni, artık ölümlülüğün kendinden başka bir amaca yarayacak
hiçbir aşkınlık içermemesi; tersine, ölü bir varoluşun biricikliğini vurgulay
an bir anlam olasılığı olarak düşünülmesiydi.
Yalnızca ölüme doğru bir varoluş ve kişinin kendi ölümlülüğü onu her
türlü türsel rastlantısallıktan kurtararak ona kendi "özgürlüğünü" tanıma
özelliğine sahipti. Yalnızca "ölüme doğru özgürlük", ölüme doğru yol alır
ken, kişinin kendi öz bilincine ulaşmasını sağladığı gibi, kişinin kendi öz
bilinciyle yaşamasını ve kendi özbilinciyle ölmesini sağlayacak olan "ölüm
özgürlüğü" varoluşa ve kişinin kendi varoluşuna bir anlam sunuyordu.
Yaşamsal seçim ve bireysel özgürlük, Heidegger'in ölümbiliminde, ancak
ölüm utku karşısında geçerlilik kazanıyordu.
Ölüme doğru bir varoluş, bir yandan kişiye kendi "Egentlichkeit"ını ka
zandırır ve onu rastlantısallığın tuzağından kurtararak kendi seçimini yap
masını amaçlarkep, öte yandan bu yorumsayıcı yöntem, yaşamı sonluluğu
açısından ele alarak varoluşun bütünlüğüne varmayı amaçlıyordu. Ölümden
sonra bir zaman umudu olmadığı için ölüm, yaşama anlam veren merciye
dönüşüyordu.
Her türlü saltık isteminden uzaklaşılan felsefede Heidegger'in ölümü,
tek anlam olasılığı koşulu olarak düşünülüyordu böylece. Ölümden sonra
beklenen bir tarih umudundan yoksun, ölüm, yaşamı olumlama amacıyla,
"nihil ilkesi"ne düşmeden, yaşamın sonunda yer alıyordu.
"Ölüyorum: öyleyse varım"; sonluluğundan yaşamı değerlendiren ve
sonluluğun yaşama anlam kattığı bu düşünce, varoluşa anlam veren tek
içkinliğe dönüşüyordu.
90 Defter
III.